114 Dilin Kökeni ve Gelişimi
Transkript
114 Dilin Kökeni ve Gelişimi
Dilin Kökeni ve Gelişimi 1 / 115 1 2 3 4 5 6 7 8 Dilin Kökeni ve Gelişimi 9 13 14 Bu çalışma, Dilin serüvenidir. İnsanın ilk keşfettiği araçtır, dil. İnsan dilini, elinden, ayağından önce kullanmıştır, diye düşünüyorum. “Dilin kemiği yoktur” derler, ya olsaydı? Bu çalışma, yapacağım kapsamlı çalışmanın birinci bölümüdür, umarım tamamlayabilirim. Bu haliyle bile kardeşlerime yararlı olacağını umarım. 15 Saygılarımla, 10 11 12 Cengiz Akyol 07.11.2010 16 17 18 19 Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 2 / 115 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 "İlkel dil yoktur, her dil gerçeği kendince dile getirebilir.” Dil Bilimciler 21 22 “Kendi gerçeğini se çok kolay dile getirir. Cengiz Akyol 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 1 Dil 3 / 115 ve Kültür? 2 Dil Nedir? 3 4 5 6 Dil insanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabii bir vasıta; kendi kanunları içerisinde yaşayan ve gelişen canlı bir varlık; milleti birleştiren, koruyan ve onun ortak malı olan sosyal bir müessese; bin yıllar boyunca gelişerek meydana gelmiş bir sosyal kurum; seslerden örülmüş bir ağ; temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış bir gizli antlaşmalar sistemidir. 7 8 9 10 11 12 13 Dil, diğer insanlarla bütün ilişkilerimizde bize aracılık eden, sosyal bağlarımızı düzenleyen bir vasıta olarak hayatımızın her safhasında mevcuttur. Evde, okulda, sokakta, çarşıda, iş yerinde ve her yerde onunla beraber yaşıyoruz. İnsan konuştuğu dili doğduğu günden itibaren hazır bulur. Fakat dil doğuştan bilinmez. İlk aylarda ağlamalar, taklit, birtakım hareketlerle anlaşma sağlamaya çalışır. Çocuk içinde yaşadığı topluluğun dilini, anadilini uzun bir çıraklık devresi süresince öğrenir. Daha sonra kulağına gelen seslerin belli kavramlara, hareketlere, varlıklara karşılık olduğunu anlamaya başlar. 14 15 16 17 18 Dil insan benliğinin ayrılmaz bir parçasıdır. İnsan zekasının, insanda sınırı çizilemeyen duygu ve düşünce kabiliyetinin sonuçları kendi benliğinin dışına ancak dille aktarılabilir. Bu bakımdan dil ile düşünce iç içe girmiş durumdadır. İnsan dil ile düşünür. Dilin gelişmesi düşünmeyi düşünceye, düşüncenin gelişmesi de dile bağlıdır. Çeşitli medeniyetlerin meydana getirilmesini sağlayan düşünce, gelişmesini dile borçludur. 19 20 21 22 Dil her şeyden önce sosyal ve millî bir varlıktır. Fertlerin üstünde, bir milleti ilgilendirir. Bütün bir milletin duygu ve düşünce hazinesini teşkil eder. Bir milleti ayakta tutan, fertleri birbirine bağlayan, sosyal hayatı düzenleyen ve devam ettiren, millî şuuru besleyen bir unsur olarak dilin oynadığı rol çok büyüktür. Bağımsızlığın temeli millî şuurdur. Millî şuurun en kuvvetli kaynağı ise dildir. 23 24 25 26 27 Belli ses öbeklerinin insanlar arasında danışıklı bir değer kazanarak birer kavrama karşılık olmaları dilin oluşmasında esas sayılabilir. Bunun gibi onların çeşitli kullanışları da ortak değerler bağlayarak dilin kurallarını meydana getirmiş olmalıdırlar. bunlar üreyip genişlemiş ve az çok titizlikle korunarak kuşaktan kuşağa aktarılmıştır. Ses kanunlarına uyup zamanla değişmelere uğramış olmaları da tabiidir. 28 29 30 31 32 Dil ile düşünce organı olan insan beyni desteklese oluşmuş olmalıdır. Öyle ki sonuçta dil düşünmenin de bir vasıtası olmuştur. Ana dilimizden cümleler kurarak düşünürüz. Bunları dile getirdiğimizde adına konuşma deriz. Dil olmasa düşünce ve duygu da gelişmezdi, insan topluluğu ilerlemez, bir medeniyet oluşturamazdı. Yine insanoğluna bahşedilen din hayatı ile sanat hayatı da dil temeli üzerine kurulmuşlardır. 33 34 35 36 37 Dil konuşma aygıtının çıkardığı çok çeşitli seslerin son derecede karmaşık bir birleşiminden meydana gelir. Ancak kulağımız da bunları bütün incelikleri ile ayırabilecek yaradılıştadır. Bu sebeple biz onları çözümlemekte güçlük çekmeyiz. Konuşma organlarının belirli bir durum alarak bir an içinde çıkardıkları basit sese bir seslik, yahut sadece ses deriz: a, ü, b, t gibi. Bir soluk hamlesi içinde çıkan birkaç sesin topluluğuna da hece adını veririz: "bu, ka-pı, pen-ce-re" gibi. 38 39 40 41 Bir dilde bir anlamı olan tek veya çok heceli ses öbeklerine kelime deriz:: "kuş, görmek, umutsuz" gibi. Bir dilin bütün kelimeleri o dilin kelime dağarcığını meydana getirir. Kelimelerin bir düşünceyi bir bütün olarak anlatan düzenli topluluğuna cümle adını veririz: "Orhan okula gitmelidir." Bir maksadı anlatmak için bir sıra cümleler kullanırız. Buna da söz deriz. Sözlerle anlaşmak konuşmakla olur. 42 43 İnsanlar sözlerini uzaktakilere ulaştırmak, ya da uzun zaman saklamak ihtiyacı ile onları daha dayanıklı bir işaret sistemine çevirmeyi düşünmüşler, yazıyı icat etmişlerdir. Eski insanlar hakkında Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 4 / 115 1 2 bilgilerimizi bıraktıkları yazılı belgelerden alıyoruz. Milletlerin yazıdan önceki yaşayışları hakkında pek az şeyi öğrenebildiğimiz için tarih yazıyla başlar, diyoruz. 3 4 5 6 İnsanlar her kelime için, her hece için, veya her ses için ayrı işaretler kullanan türlü yazı sistemleri yapmışlardır. Bugünkü ileri milletlerin yazılarında her işaret bir ses karşılığıdır. Buna harf deriz. Bir dilin kullandığı harflerin topluluğu o dilin alfabesi olur. Bu türlü yazıya da alfabe yazısı adını veririz. Yazılı bir sözü yeniden seslendirmeye okuma diyoruz. Sessiz okumak da olur. 7 Kültür Nedir? 8 Bugüne kadar kültürün pek çok tanımı yapılmıştır. Bu tanımlardan birkaçını aşağıya alıyoruz: 9 10 11 12 13 14 “Tarihin derinliklerinden süzülüp gelen; zamanın ve ihtiyaçların doğurduğu, şuurlu tercihlerle, manalı ve zengin bir sentez oluşturan; sistemli ve sistemsiz şekilde nesilden nesile aktarılan; bu suretle her insanda mensubiyet duygusu, kimlik şuuru kazanılmasına yol açan; çevreyi ve şartları değiştirme gücü veren; nesillerin yaşadıkları zamana ve geleceğe bakışları sırasında geçmişe ait atıf düşüncesi geliştiren; inanışların, kabullenişlerin, yaşama şekillerinin bütününe KÜLTÜR denir.” Sadık Kemal TURAL 15 “Kültür bir toplumun yaşama tarzıdır.” C. WIESLER 16 17 “Kültür denilince karşımıza bir yığın hadise çıkar. Bir toplum da, tabiatın dışında, insan elinden ve dilinden çıkma her şey kültür kavramı içerisine girer ” Mehmet KAPLAN 18 19 “Kültür, bir topluluğu, bir milleti millet yapan, onu başka milletlerden ayıran hayat tezahürlerinin bütünüdür. Bu hayat tezahürleri her milletin kendine has olan millî değerleridir.” M. ERGİN 20 21 22 Görülüyor ki bütün tanımlarda millet ve milleti meydana getirme, fertler arasındaki ilişkiler, tabiata hakim olma, tarihi bağ gibi pek çok özellik kültüre ait olarak ifade edilmektedir. Demek ki milleti millet yapan maddî-manevî değerlerin hepsine kültür diyoruz. 23 Kültür Unsurları Nelerdir? 24 25 26 27 28 1. Dil: Dil, kültür unsurlarının başında gelir. Çünkü dil olmadan öteki unsurların meydana gelmesi mümkün değildir. Dil bir milletin ses dünyasıdır. Her millet kainatı değişik şekillerde algılamış ve yorumlamıştır. Aynı zamanda dil kültüre ait bütün değerleri bünyesinde barındıran bir kültür hazinesidir. Bir dil, onu kullanan milletin kafa yapısını, nasıl düşündüğünü, zihninin nasıl çalıştığını ve mantığını ortaya koyar. 29 30 31 32 33 34 35 2. Din: Kültür unsurları içerisinde çok önemli bir yere sahiptir. Bilhassa eski devirlerde yüzyıllarca bu kültür unsuru ön planda bulunmuş ve öteki kültür unsurlarını gölgede bırakmıştır. Dinin milletler üzerindeki hakimiyeti, imparatorluklardan millî topluluklara geçinceye kadar devam etmiştir. Milliyetçilik çağında milletler imparatorluklardan kopunca dinin fonksiyonu da azalmıştır. Dinin bir millet içerisindeki kültüre etkisi ve kültürün diğer unsurlarının oluşması ve değişmesindeki rolü ise devam etmektedir. Dini bayramlarımız ve törenlerimiz bunun açık örnekleri olarak dikkati çekmektedir. 36 37 38 39 40 41 42 43 44 3. Gelenek ve görenek: Bunlar bir milletin yazılı olmayan veya hepsi yazılı olmayan kanunlarıdır. Yazılı kanunların çoğu gelenek ve göreneklere göre düzenlenmiştir. Kanun, insanın toplum içerisindeki davranışlarını düzenler. İnsanlar bu düzeni asırlar boyunca gelenek ve göreneklerle sağlamışlardır. Fakat günümüzde bile yazılı anayasası bulunmayan ülkeler vardır. Bunlar toplum düzeninin hâlâ gelenek ve göreneklerle sağlamaktadırlar. Aslında kişinin bütün hal ve hareketlerinin yazılı kanunlarla tanzim etmek mümkün değildir. Çünkü yasalar genellikle hakları ve cezaları tayin etmektedir. Oysa insanın toplumda birçok sosyal ilişkileri bulunmaktadır: özür dilemek, selamlaşmak, saygı göstermek, davetlere katılmak, konuşmak, tartışmak, yazmak vs.. Bu davranışlarda nasıl bir usulün gerektiğini kanunlar değil gelenek ve görenekler tayin eder. Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 5 / 115 1 2 3 4 5 6 7 4. Sanat: Sanat, bir millet diğer milletlerden ayıran, bir millete has duygu ve zevklerin tezahürü ve şekillenmesidir. O milletin güzeli yaratma ve bulma tarzıdır. İnsanoğlu barınır, beslenir, sosyal ve ruhsal ihtiyaçlarını gidermeye çalışır. Bunları yaparken oyalanmak, ruhunu okşamak, güzeli yakalamak, yeni güzellikler ortaya koymak ister. Bunun sonucunda sanat eseri ortaya çıkar. Her milletin sanat eğilimi ayrı bir özellik taşır. Söz, ses , mekan, renk ışık zevk ve anlayışı farklıdır. Demek ki sanat bir milletin ortak zevkinin ifade edilişidir. Bur kültür unsuru edebiyat, resim, mimarı, heykel vb... gibi kollara ayrılır. 8 9 10 11 12 13 5. Dünya görüşü: Dünya görüşü bir milletin başka milletlerden farklı olan hayat felsefesidir. Bir milletin fertleri ortak kültür dolayısıyla tutum, zihniyet ve davranış bakımından çeşitli ortak özellikler gösterirler. Sosyal ve ruhî olaylar karşısında fertlerin bu ortak tutum ve davranışları o milletin dünya görüşünü meydana getirir. Bunun için her millette değerler ve değer yargıları farklıdır. Askerlik, kahramanlık, aşk , madde, namus, temizlik, ahlak, ölüm, eğlence vs. Gibi hayat hadiseleri ve kavramları her millette değişik davranışlarla karşılanır. 14 15 16 17 18 6. Tarih: Milleti, dolayısıyla kültürü meydana getiren unsurlardan birisi olan tarih, bir milletin çağlar içindeki yürüyüş ve görünüşüdür. Tarih mazidir, fakat bu mazi bugünün ve dünün fertlerini millet içerisinde birbirine bağlayarak geleceğe taşır. Fertler arasında kader birliği temin eder. Aynı millete mensup insanlar tarih sayesinde akrabalıklarının farkına varabilirler. Tarih bir milletin nereden gelip nereye gittiğini gösteren kültür unsuru olarak, o milletin hayatında önemli bir yer tutar. 19 Kültür Taşıyıcı Olarak Dil 20 21 22 Dil, millî hafızanın, millî hatıraların, duyguların ve düşüncelerin, bütün maddî ve manevî değerlerin, bütün buluş ve yaradılışların ortak hazinesidir. Millet denilen insan topluluğunun en önemli sosyal varlığıdır. Kültürün ilk ve temel unsurudur. 23 24 25 26 Kültür, varlığını nesilden nesile intikale borçludur. Kültürün nesilden nesile geçmesi, böylece devamı ve yaşaması kültür taşıyıcı eserler, eğitim ve öğretim yolu ile olur. Onun içindir ki kültür eserleri, eğitim ve öğretim kültürün hayat şartıdır. Dolayısıyla eğitim ve öğretimin esas görevi kültürün intikal ve devamını sağlamaktır. 27 28 29 30 31 32 Bir milletin fertleri arasındaki ortak duygu ve düşünce akımı dille kurulabilmektedir. Bu akım dünden bugüne, bugünden yarına dille aktarılmaktadır. Bundan dolayı dil, aynı zamanda bir kültür aktarıcısı, bir kültür taşıyıcısıdır. Bir milletin tarihi, coğrafyası, değer ölçüleri, folkloru, müziği, edebiyatı, ilmi, dünya görüşü ve millet olmayı gerçekleştiren her türlü ortak değerleri yüzyılların süzgecinden süzüle süzüle kelimelerde, deyimlerde sembolleşerek hep dil hazinesine akıtılmakta, özünü orada saklamaktadır. 33 34 35 Gelenek ve görenekler, dünya görüşü, din, sanat, tarih vb. dil sayesinde nesilden nesile aktarılır. Zaten bütün bu unsurların teşekkül edebilmesi için milletin meydana gelmiş olması lazımdır. Milletin ve öteki kültür unsurlarının oluşmasında en başta gelen dildir. 36 37 38 39 40 41 42 43 44 Kültür denilince ilk akla gelen şey dildir. Dil, millet denilen sosyal varlığı birleştirmektedir. Fertler arasında duygu ve düşünce birliği vücuda getirmektedir. Milletler duygu ve düşüncelerini yazıya geçirince daha sağlam bir birlik meydana geliyor. Çünkü yazı sayesinde duygu ve düşünceler hem zaman hem de mekân içinde yayılıyor. Biz Orhun Yazıtları sayesinde bundan bin iki yüz yıl önce Göktürklerin varlığı, meseleleri, duygu ve düşünceleri hakkında bir fikir ediniyoruz. Türklerin yöneticisi durumunda olan şahısların halkı muhatap alıp, halka hitap ettiklerini, yaptıkları işleri halka anlattıklarını görüyoruz. Bu da milletimizdeki demokrasi anlayışının yüzyıllar öncesine kadar uzandığının bir delilidir. Aynı hitap şeklini yıllar sonra 1071’de Malazgirt’te Alpaslan’da, 20. yüzyılda Atatürk’te görebiliyoruz. 45 46 47 48 Türk edebiyatı en eski çağlardan bugüne kadar, bütün safhaları, devirleri ve sosyal tabakaları ile Türk milletinin hayatını, zevkini, dünya görüşünü, yaratma gücünü gösteren bir duygu, düşünce ve hayal dünyasıdır. Halk edebiyatı halkın yaşayışının, inanç ve değer hükümlerinin bir hazinesidir. Bu edebiyat, beşikten başlayarak insan hayatının bütün safhalarını içine alır. Türk halk edebiyatı aşk, Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 6 / 115 1 2 3 ölüm, hasret, tabiat sevgisi, gurbet, anı, din duygusu, alay, kahramanlık, ahlak gibi bütün duyguları işler. Bunların hepsi de kültürümüze ait unsurlardır ve edebiyat vasıtasıyla taşınmaktadır. Edebiyatın temel malzemesi ise dildir. 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 Bir şair duygu ve düşüncelerini kendi milletinin fertlerine ancak dili ile ulaştırabilir. Bir yazar, bir bilim adamı, bir devlet adamı, bir filozof görüşlerini topluma dil yolu ile yayabilir. Milletimizin dünya görüşü Yunus Emre’nin ilahilerinde, Türk halkının bayrakta sembolleşen vatan sevgisi Mehmet Akif’in İstiklal Marşı’ nda, millî mücadele ruhu Mehmet Emin Yurdakul’un şiirlerinde ve bu dönemin romanlarında, İstanbul’un güzellikleri, İstanbul halkının gelenek ve görenekleri Yahya Kemal’in eserlerinde, Hüseyin Rahmi ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ın romanlarında, Anadolu insanının yaşayışı ve değer ölçüleri Yakup Kadri ‘nin eserlerinde ebedîleşmiştir. Türk milletinin gelenekleri, folkloru, yüzlerce yıllık hayat tecrübelerinin sonuçları veçiz ifadesini atasözlerinde bulmuştur. Destanlar toplum hayatını derinden etkilemiş şahıs ve olayların efsaneleşerek günümüze kadar uzanmış canlı tablolarıdır. Deyimler Türk mantığının, dil felsefesinin sembolleridir. 14 15 16 17 18 19 20 Kutadgu Bilig ile Divanü Lügat-it Türk kültür hazinelerimizin en eski olanlarından sadece ikisidir. Bu satırlara sığmayacak nice eserlerimiz mevcuttur. Bunlardan kültürümüzle ilgili pek çok unsuru öğrenebiliyoruz. Kutadgu Bilig ve Divanü Lügat-it Türk’ te Türk millî bünyesinin ortaya konulduğunu görüyoruz. Divanü Lügat-it Türk’te bu millî bünyenin dış yapısı üzerinde durulmuştur. Kutadgu Bilig ‘de ise bu bünyenin iç kısmıyla ilgili esaslar yer almaktadır. Bu eserlerden Türklerin yaşama şekilleri, dünya görüşü, gelenek ve görenekleri vb. öğreniyoruz. Bütün bu bilgiler bize dil vasıtasıyla intikal etmiştir. 21 22 23 24 25 Dil, milletler arasında da kültür taşıyabilmektedir. Zorunlu olmayan kültürün değişmelerinde bunu açıkça görebiliyoruz. Gerçi zorunlu kültür değişmelerinde de dil unsuru mutlaka vardır. İnsanları bir araya getiren dildir. Bir millet başka bir milletle temas etmek suretiyle birtakım kelimeler alabilir. Her kelime kültüre ait bir unsur olduğu için, alındığı şekliyle olmasa bile o milletin kültüründen izler taşıyacaktır. Günümüzde ulaşım ve iletişimin hızla gelişmesi kültür alış verişlerini de hızlandırmıştır. 26 27 28 Sonuç olarak diyebiliriz ki kültürün nesilden nesile aktarılması, diğer milletlere tesir etmesi, yaşaması ve gelişmesi dil sayesinde mümkün olabilmektedir. Milleti meydana getiren unsurların başında gelen dil, aynı zamanda kültürün oluşması ve yaşamasında da en büyük görevi üstlenmiş durumdadır. 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 1 İşaretten 7 / 115 Konuşmaya 2 “Paris Dilbilim Topluluğu 1866’ da dilin evrimiyle ilgili bütün tartışmaları yasakladı.” 3 4 “Dili çalıştırmak, kim olduğumuzu yeniden keşfetmektir.” Paul Ricceur 5 Dil Nedir? 6 7 Pek çok ötücü kuş türü arasında sadece erkeklerin öttüğü bilinmektedir. Oysa bizim türümüzde daha konuşkan cinsin dişiler olduğu söylenir. 8 9 “Dil? Erkeğin dişiye kolayına ulaşması için ortaya çıkmış olabilir mi?” C.Akyol 10 11 12 13 14 Kuşların ve aslında diğer tüm hayvan türlerinin de ses becerileri, çoğunlukla duygusal nedenlere dayanır. Öfke belirtisi ya da tehlike uyarısı olarak veya çiftleşmeye hazır olduklarını ilan etmek ya da toplumsal bir hiyerarşi kurmak ve korumak için ses çıkarırlar. Biz de kimi sesleri benzer duygusal amaçlarla çıkarırız. Güleriz, homurdanırız, ağlarız, korkuyla çığlık atarız, öfkeyle güleriz, uyarmak için bağırırız. 15 16 İnsanlar, kuşların tersine, dili sadece duygusal hallerini ifade etmek ya da kendi bölgelerini korumak için değil, birbirlerinin düşüncesini biçimlendirmek için de kullanırlar. 17 18 19 Dil, mekanları, insanları, diğer nesneleri, olayları ve hatta düşüncelerle duyguları betimlemek için özel olarak kurgulanmış bir araçtır. Dili kullanmak suretiyle talimatlar verir, geçmişi yeniden yorumlar ve geleceği tahmin eder, hayali öyküler anlatır, abartır ve kandırırız. 20 21 22 “Dil ve biçimlendirmek! Dilin belki de en büyük işlevi, biçimlendirmektir. Dil aktardığı, yönelttiği kadar, temsil ettiğini biçimlendirir.” C.Akyol 23 24 “Söylemek ile dil farklı şeyler! Söylemenin, dil olabilmesi için söylediğini biçimlendirmesi gerek!” C.Akyol 25 26 27 Dile doğurganlık özelliğini kazandıran ve onu hayvanlara özgü diğer iletişim türlerinden farklı kılan da dilbilgisidir. İnsan dışındaki diğer türlerin iletişim sistemlerinin hiçbirinde dilbilgisini andıran bir unsur bulunmamaktadır. 28 29 30 Dil sadece genlere bağlı bir öğe olamaz, çünkü kültürle yoğun bir bağı vardır. İnsanın neredeyse, dilin kültürel bütünlüğü korumak ve yabancıları dışarıda tutmak için geliştirilmiş bir mekanizma olduğuna inanası geliyor! 31 32 “Dil, her toplumun şifresi gibidir; tam öğrenmeden içeriye giremezsiniz.” C.Akyol 33 Dil, Konuşma ve Düşünce 34 35 36 Dil yalnızca konuşmak demek değildir. Dünyanın her yanında, sağır ve dilsizlerin icat ettiği bütün işaret dillerinin, hiçbir ses temeli olmadığı halde dilin bütün üretkenliğine sahip olması ve dilbilgisi kurallarıyla yönlendirilmesi daha da önemlidir. Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 8 / 115 1 2 3 4 Şu halde dil, konuşmadan daha derin bir şeydir. Eğer sizinle konuşmam gerekiyorsa, sizin benim sözcüklerimden anladığınız şeyle benim kastettiğim şeyin aynı olduğunu varsaymak zorundayımdır. Dil, olağanüstü bir başarıdır ve hemen hemen sadece insanlara özgüdür. Dil, karmaşık bir kurallar sistemini içerir. 5 6 “Aynılık olmadan, dil olmaz. Dil, aynılaştırmanın anlaşılmasıdır.” C.Akyol 7 Hayvanların Konuşması 8 9 10 Dil gerçekten insanlara özgü müdür? Bu konudaki tartışmalar hala devam ediyor. Noam Chomsky‘ nin iddialarına rağmen, hayvanların seslerini anlam ifade etmek için kullandığından kimsenin şüphesi yoktur. 11 12 Şempanzeler oldukça uzun süreli ve bol çeşitli, art arda sesler çıkarabilirler ve bu bileşik çağrılar çoğunlukla aralarında görsel temas bulunmayan bireyler arasında gerçekleşir. 13 14 Elimizdeki kanıtlar, insansı maymunların doğal ortamlarında çıkardığı seslerin değil ama yaptığı jest ve mimiklerin, insan diline en yakın iletişim olduğunu göstermektedir. 15 Başlangıçta İşaret vardı 16 17 18 Çocuklar konuşmayı öğrenmeden okuma yazmayı öğrenemezler. Ayrıca konuşmak her normal çocuğun doğal ve fazla çaba harcamaksızın başardığı bir işken, okumayı öğrenmek zahmetli bir süreçtir ve diğer tüm açılardan son derece normal kimi insanlar okumayı pek beceremez. 19 20 21 Acaba konuşma nasıl evrildi? İnsan gerçekten de, konuşma nasıl icat edildi diye düşünmeden edemiyor. Çünkü temsil ettikleri nesne, eylem ya da niteliklerle hiçbir ilgisi olmayan rastgele sözcüklerden ortaya çıkan bir kavramla karşı karşıyayız. 22 23 24 25 “Konuşmayı icat olarak kabul etmek, sanırım bu konuda yapılacak büyük bir yanlış. İlgisiz ve rastgele kabul etmek ise yapılabilecek en büyük yanlış. Evrimden söz ediyorsak, icat sözcüğünü daha dikkatli konuşmalıyız.” C.Akyol 26 27 28 29 Çoğunlukla bir sözcüğü telaffuz ederken çıkan ses, onun anlamına dair hiçbir ipucu vermez. Uzun zamandır süregelen bir tartışmaya göre, en eski sözcükler aslında gönderme yaptığı şeyin mimiklerine dayanır. Üstelik aynı nesneyi tanımlayan sözcükler dilden dile çok büyük farklılıklar gösterir. Türkçe köpek, Fransızca chien, İngilizce dog, Almanca hund. 30 31 Sözcük adını verdiğimiz keyfi seslerle gerçek dünyadaki nesneler arasındaki bağ acaba nasıl kurulmuştur? 32 33 34 “Dünya o kadar yeniydi ki pek çok nesnenin adı yoktu. Bir şeyden bahsetmek gerektiğinde işaret etmek gerekiyordu.” Gabriel Garcia Marquez 35 İşaret Etmek Nedir? 36 37 38 39 40 Kendiliğinden ortaya çıkan işaretler genellikle nesnelerden çok eylemlere işaret eder ve simgesel olmaktan çok resimseldir. İşaret etmek, sorunun çözüm yollarından biridir. Yani bir sözcüğün ne anlama geldiğini, değinilen nesneyi göstererek anlatabiliriz. Aslında çocuklar konuşmaya başlamadan önce, nesneleri parmaklarıyla işaret etmeye başlar, nesnelerin gerçek adlarını öğrenene kadar da bunu sürdürürler. Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 9 / 115 1 2 3 “Ama bu sırada, ses de çıkarırlar. İşaret, sesin desteği gibidir; ses işaretin desteği durumunda değildir.” C.Akyol 4 Kültür ve Dil 5 6 7 Diller bile kısmen kültürel olgulardır, çünkü dil her ne kadar biyolojik bir yetenek de olsa, konuştuğumuz dili ebeveynlerimizden yahut içinde yaşadığımız toplumdan öğreniriz. Kültür dinimizi, giyim tarzımızı, saç stilimizi ve başka birçok şeyi kapsar. 8 9 10 11 12 “Konuşabilme yetisiyle dili birbirine karıştırmamak gerek. Konuşmak, görmek gibi, işitmek gibi, tatmak gibi son derece doğal, var olan bir şey. Görebilme, işitebilme, tadabilme yetimiz insanın var olduğu ilk günlerden bugüne, ne kadar değişti ise ya da evrildi ise konuşmak da o kadar değişmiş, evrilmiştir. Konuşmak, ses çıkarmak ve dil birbirinden çok farklı şeyler.” C.Akyol 13 Jeste Dayalı Dil Evrimi Teorisi 14 15 16 17 Dilin jestlerden türemiş olabileceği düşüncesi yeni değildir. Dilin kökeninin, çeşitli doğal seslerin taklidine ve düzeltilmesine çok şey borçlu olduğundan kuşku yok. İnsanoğlunun kendi türüne has seslerinin de işaretler ve jestlerle desteklendiği muhakkaktır. Birçok antropolog açıkça beden dilinin (kötü çeviri) ilk iletişim aracı olduğunu varsayar. 18 19 “Bakışlar, mimikler, işaretler, temas, taklit, kopya, benzetme, jestler, sesler, beden dili…” C.Akyol 20 21 22 Mac Donald Critchley, beden hareketlerinin, konuşmanın öncüsü olabileceği konusunda akıl yürütmüş, ama ilkel insan dilinin tümüyle sessiz olup jestlere dayandığını kabul etmesinin de mümkün olmadığını eklemiştir. 23 24 “Beden dili yerine beden konuşması, desek!” C.Akyol 25 26 “Farklı dil konuşan insanlar, benzer imgelerin sözcüklerinde benzer el, jest hareketleri mi yaparlar?” C.Akyol 27 Ayağa Kalkmak 28 29 30 Eğer dil sesli çağrılardan çok jestler ve işaretler üzerine kurulmuş ise, o zaman iki ayaklılık dile uzanan yolda önemli bir aşama olmalı. Çünkü böylece eller ve kollar harekete destek olmaktan kurtulup, serbestçe beden dilini geliştirebilmiştir. 31 32 33 34 35 36 “İlk insanlar niçin iki ayakları üzerinde doğrulup, yürümeye başladılar? Bir canlı için olmazsa olmaz olan, adı üzerinde canlılığını sürdürmektir. Bunun içinde yakalaması, ayıklaması, toplaması, parçalaması ve yemesi gerekli idi. Tüm canlılar içinde bu konuda, güç ve işlev açısından en yetersiz çene yapısına sahip olan insandır. İnsanın çenesini desteklemesi gerekiyordu ve ellerini kullandı. Ellerini kullanmak içinde kollarını boşa çıkardı.” C.Akyol 37 38 39 “Konuşmakla dil arasında en büyük fark kuraldır. Kuralsız olan konuşmaktır. Konuşma üzerine kurallar konuldukça dil oluşmaya başlamıştır.” C.Akyol 40 İşbirliği 41 42 Belki de atalarımızın geliştirdiği en önemli hayatta kalma tekniği uçsuz bucaksız bir işbirliği yeteneğiydi. Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 10 / 115 1 2 3 4 “İşte bu işbirliğinin olması için, işbirliğinin sürdürülebilmesi için ortak bir araç, yöntem gerekliydi. En azından böyle bir araç geliştirilmeliydi. İşte o araç, dil oldu. Tekrarların, önemli olanların bir yerde biriktirilmesi gerekti. İşte o araç da yazı oldu.” C.Akyol 5 İşaret Dili 6 7 Söz konusu diller uzun zamandır vardır. Ksenophon MÖ431’ de, işaret diliyle yapılan bir görüşmeden bahsediyor. Tarih boyunca işaret dili, sağırlarca ve manastır topluluklarında kullanılmıştır. 8 9 10 11 İşaret dilleri gerçek bir dilden çok ön dile benzer. Bir zamanlar işaret dilini icat edip sağırlara öğretenlerin keşişler olduğu sanılıyordu, ama doğru olan tam tersidir. Dünyadaki çeşitli sağır toplulukları tarafından doğal biçimde icat edilen işaret dilleri, hiç şüphe yok ki, gerçek bir dilin tüm kendiliğindenliğine ve ifade zenginliğine sahiptir. 12 13 Bir milyon yıl kadar önce, bir grup insansı, sağırların kullandığı modern işaret dillerinin ifade gücüne ve dilbilgisi kapsamına sahip bir tür ilkel işaret dili geliştirmeyi başarmış olabilir. 14 15 Günümüzdeki konuşma dillerinin hepsinin Ön Dünya dili adı verilen bir ana dilden türemiş olabileceği düşünülmektedir. 16 İşaret Nedir? 17 18 İşaret dili kullanan birisinin elleriyle ya da bedeninin herhangi bir yeriyle yaptığı her hareket bir işarettir ve bunlara eşlik etmek üzere, bir de yüz ifadeleri vardır. 19 İşaret bir simge midir? Dilin en önemli niteliklerden biri de kullandığı simgelerin keyfiliğidir. 20 21 “O kadar da keyfi değil, küçücük de olsa ortak bir şey mutlaka var.” C. Akyol 22 Örüntülerin İkiliği 23 24 25 Gerçek dilin bir başka karakteristiği de, söylediğimiz şeye bir yapı kazandıran dilbilgisidir. Bir de sesbilim, fonoloji adı verilen ve sözcüklerin seslerden nasıl oluştuğunu inceleyen bir dilbilgisi düzeyi daha vardır. 26 27 İlk önce sözcükleri oluşturur, sonra onları tümce kuracak biçimde düzenleriz. Ardından daha da ileri gidip tümce grupları yapar ve öykülemeye geçeriz. 28 Fonoloji 29 30 Ağzımızdan çıkan sözler fonem, sesbirim, adı verilen ve sözcüğe anlamını veren en küçük konuşma birimi diye tanımlanabilecek parçalardan oluşur. 31 32 33 34 Örneğin yat ve kat sözcükleri arasındaki fark, ilk fonemin /y/ sesi mi, yoksa sert /k/ sesi mi olduğuna ya da kof ve kot arasındaki fark en sondaki /f/ gibi mi/t/ gibi mi telaffuz edildiğine bağlıdır. Günümüzdeki pek çok dilde olduğu gibi yazılı İngilizce’ de de her bir fonem abecenin bir harfleriyle temsil edilir. Ama İngiliz dilinin kökeni öylesine karışıktır ki, yazışma dili bozulmuştur. 35 36 37 Fonemin akıbetini bağlamı belirler. Ünsüz harfler arasında, bir ünlünün önünde mi yoksa arkasında mı yer aldıklarına bağlı olarak şaşırtıcı değişimler olmaktadır. Örneğin kap ve kat arasındaki fark gibi. Çünkü ağız, kap denildiğinde kapalı olurken, kat denildiğinde açık kalacaktır. 38 39 Fonemler, ünlüler ve ünsüzler olmak üzere ikiye ayrılırken, pek çok sözcük de ünsüz-ünlü ya da ünsüz-ünlü-ünsüz harf bileşkelerinden oluşan hecelere ayrılır. 40 41 İşaret dillerindeki fonem benzeri öğeler bulabiliriz. Zaten işaret dilleriyle uğraşan dilbilimciler de bu öğeler için fonoloji, sesbilimi terimini kullanır, her ne kadar sesli olamasalar da! Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 11 / 115 1 2 3 Belki de konuşmayı, fonem adı verilen bu hayaletimsi varlıkların bir bileşimi olarak değil de, gırtlak borusundaki altı bağımsız boğumdan çıkan ses hareketlerinin bir bileşkesi olarak ele almak daha doğru olabilir. 4 Bu altı boğum, sırasıyla: 5 6 7 8 9 10 dudaklar, dil ucu, dilin etli kısmı, dil kökü, damak, gırtlaktır. 11 Sözcükleri bütün bu değişik yolları birbirine bağlayarak oluştururuz. 12 Hepsi Laf 13 14 15 Etienne Bonnot de Condillac, doğum 1714 Fransa, dilin nasıl ortaya çıktığı meselesiyle çok yakından ilgilenmiş, ama dönemin düşüncesi, dilin bizzat Tanrı’ dan geldiği yolunda olduğu için ve kiliseyi karşısına almak istemediğinden, bir fabl uydurmak zorunda kaldı. 16 17 18 19 20 21 “Bazı düşüncelerle keyfi bazı işaretleri bağdaştırma alışkanlığını edindikleri andan itibaren, doğal bağırışları bir düzene girerek yeni bir dil oluşturdu. Yeni sesler çıkarmayı ve bu sesleri tekrarlarken, dikkat çekmek istedikleri nesneyi işaret edip, ses ile hareketi birleştirmeyi öğrendiler. Böylece kendi kendilerine varlıklara isim verme alışkanlığı edindiler. Kullandıkları dilin gelişimi ilk başlarda oldukça yavaştı. Konuşma organları esneklikten uzaktı ki, birkaç basit sesten fazlasını çıkaramıyordu.” Condillac 22 Geçmişi Dinlemek 23 24 25 26 27 Konuşmanın, türümüzün evriminin hangi aşamasında başladığı belirsizdir. Değişik dillerdeki pek çok farklı sözcüğün birbirleriyle olan bağlantısını ve aynı kökenden geldiklerini görmek çok kolaydır. Örneğin Latince günümüzdeki pek çok dilin doğmasına zemin hazırlamıştır. Rumence, Sardinyaca, İtalyanca, Fransızca, Katalanca, İspanyolca ve Portekizce. İngilizce’ de de pek çok Latince kökenli sözcük vardır. Dil çeşitlenmesine en çok Afrika’ da rastlanır. 28 Nereden Geldik 29 30 Vitali Şrevoroşkin, dilin ilk dönemlerde nispeten ilkel olduğunu söylemektedir: yani anlam sadece ünsüzlerle iletiliyordu ve tek ünlü gırtlaktan gelen, kısa bir a sesiydi. 31 32 33 34 Homo Sapiens’ ler Afrika’ dan pek çok kez ve oldukça kesintisiz sayılabilecek dalgalar halinde göç ettiler. 125.000 yıl önce Kızıldeniz kıyısı boyunca göçler olduğuna dair kanıtlar bulunmaktadır. 67.000 yıl kadar önce, Suudi Arabistan, Irak, İran ve Pakistan’ dan başlayarak Hindistan kıyısı boyunca Güneydoğu Asya’ ya inen göç kolları da vardır. 35 36 37 38 Bir başka grup ayrılmış ve 40.000 yıl kadar önce Avrupa’ ya ulaşıp, Neandertallerin kökünü kazımıştır. Asya kökenli bir grup 20.000 yıl kadar önce Bering Boğazını geçerek Alaska’ ya ve oradan da Kuzey Amerika kıtasının batı kıyısına inmiş, 13.000 yıl kadar öncede Güney Amerika kıtasına yayılmıştır. 39 40 41 42 43 Dünyanın çok farklı yörelerinden elli üç kişiden alınan mtDNA örneği analizleri, hem Afrikalı, hem de Afrikalı olmayan insanların en yakın ortak atasının 52.000 yıl kadar önce yaşadığını ortaya koymuştur. Oysa Afrikalıların ataları 170.000 yıl öncesine kadar uzanmaktadır. Buna göre 52.000 yıl kadar önce Afrika dışına bir göç gerçekleşmiş ve göçerler, karşılaştıkları tüm yerli toplulukları yok etmiş olmalıdır. Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 12 / 115 1 Y Kromozomu 2 3 4 5 6 7 8 9 Tarih tespitleri, çoğunlukla Y kromozomu üzerinde yapılan çalışmalardan elde edilmiştir. MtDNA nasıl anneden geçiyorsa, Y kromozomu da babadan geçmekte ve yeni kombinasyonlara izin vermemektedir. Dolayısıyla Y kromozomundaki yegane değişim ancak mutasyonla mümkündür. Yani değişim derecesiyle mutasyon oranına bakılarak, günümüzdeki erkeklerin en yakın ortak atasının muhtemelen ne zaman yaşadığı ortaya çıkarılabilir. Y kromozomuyla yakın zamanda yapılan bir araştırmada, günümüzdeki erkeklerin atası Adem’ in 181.000 yıl önce yaşadığı saptanmıştır. Ama aynı Y kromozom analizi Afrika kökenli olmayan erkeklere yapıldığında, onların ortak atalarının 35.000 ile 89.000 yıl arasında bir zamanda yaşadığı saptanmıştır. 10 Ses Yolu Nasıl Değişti? 11 12 13 14 Konuşurken ses çıkarmamızı sağlayan yapı gırtlak, larinks olarak bilinir. Akciğerlerin evrimi sırasında ortaya çıkan bu yapı, solunum yolundan hava dışında bütün yabancı maddeleri atmakla görevlidir. Ancak süreç içinde evrim devam etti ve gırtlak, nefes tutulduğu zaman akciğerlere hava giriş çıkışını önleyen bir mekanizma halini aldı. Evrimin sürmesiyle ise ses üretebilir bir hale geldi. 15 16 Omurgalılardan kurbağalara ve insanlara kadar pek çok canlı, ses tellerinin havanın gırtlaktan geçmesi sırasında titreşmesiyle ses çıkarır. 17 18 İnsanlarda gırtlak, insansı maymunlara kıyasla boğazın çok daha derinlerindedir. Bu seslerin istenildiği kadar farklılaştırılmasını sağlar. 19 20 İnsanlar, diğer memelilerin tersine, aynı anda hem nefes almayı hem de yutmayı beceremezler. Bundan dolayı genizlerine bir şey kaçıp, boğulma tehlikesine karşı savunmasızlardır. 21 22 Konuşma nefes üzerinde sıkı bir denetim gerektirir. Nefes verirken konuşuruz, bu yüzden de uzun bir cümle kurar ya da nutuk atarken, bir an durup soluklanmamız gerekir. 23 24 25 26 Sessiz nefes alma sırasında diyafram da hareketlenir; oysa konuşma için gerekli olan daha kontrollü nefes alıp veriş hem göğüs kafesi hem de karın boşluğundaki ilave kasların çalışmasını gerektirir. Konuşma için harekete geçen karın boşluğu ve göğüs kafesi kaslarını denetleyen bölüm omuriliğinin göğüs bölgesindeki sinirlerdir. Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 1 2 Hazırlayan: Cengiz AKYOL 13 / 115 Dilin Kökeni ve Gelişimi 14 / 115 1 Beyindeki Değişimler 2 3 4 Konuşma seslerini çıkarabilmek için, ses çıkarmayla, dil ve dudaklar gibi uzuvların eşzamanlılığını sağlamalı ve gerçekten konuşmak için de, dünya bilgi ve algımızı yöneten, hakkında konuşmak istediğimiz şeylere karar veren beyin yapılarına ulaşabilir olmalıyız. 5 6 Konuşurken sayısı yüze yaklaşan farklı kası kullanır ve saniyede on ila on beş arasında fonem, sesbirimi üretiriz. 7 8 Korteksin katkısı olmadan bu kadar zor bir görevin altından kalkamayacağımızı da anlarız. Korteks ise, beynin en son evrimleşen o ünlü gri maddesinin kıvrımlı dış yüzeyidir. 9 Yağ Çiğneme 10 11 Konuşma da ses borusunun devamlı açılıp kapanması bakımından yemek yemeyi çağrıştırır. Konuşma, bu tekrarlayan örgünün değişimi ve gelişimi üzerine oturmuştur. 12 Ağız şapırdatması dediğimiz şey, aslında dil şapırdatmasıdır. Asıl sesi çıkaran ağız değil, dildir. 13 14 15 “İnsanın evrilmesi, konuşmanın evrilmesiyle paralel gelişmiştir. Dil, her şeyden önce beyinin gelişimiyle bugüne gelmiştir. Konuşma beyinsel bir işlevdir, salt dilsel değildir.” C.Akyol 16 17 “Jestler, işaret oluşturmak, seslenme, ses çıkarma, konuşma tüm bunları dille karıştırmamak gerekir.” C.Akyol 18 19 “Dil, kurallı tümce kurmaktır.” C.Akyol 20 Beyinin Sol Yarım Küresi 21 22 Dil, en azından insanların büyük çoğunluğunda beynin sol yarımküresine ait bir işlevdir. Sağ el ağırlıkla beynin sol yarım küresince yönetilir. 23 24 25 Dil konusunda solakların çoğunun da sol beyin yarım küresini kullandığını görmek oldukça şaşırtıcı! Ancak dil yetisini beynin her iki yarım küresinin birden denetlendiği insanlar, solaklar arasında çok daha fazladır. 26 27 Aslında, en eski tarihsel kayıtların da ortaya koyduğu gibi solakların tüm nüfus içinde aşağı yukarı %12 gibi oldukça istikrarlı bir oranı vardır. 28 29 30 Ustalık gerektiren bazı işleri her iki eliyle de yapan kişileri, şizoit kişilik özellikleri gösterenler arasında daha yaygın olması dikkat çekicidir. Şizofrenler arasında da karma el tercihine ya da belirgin bir tercihin olmayışı durumuna rastlanma sıklığı daha yüksektir. 31 32 “Şizofreni, Homo Sapiens türünün dil için ödediği bedeldir.” Timothy Crow 33 34 “Tanrı, zar atmaz; atarsa, hile yaptı dersiniz!” C.Akyol 35 İşaretten Konuşmaya 36 37 Beden hareketlerinin dilin gelişiminde çok önemli bir role sahip olduğu şüphe götürmez. Dildeki sözel unsur, insansıların evirilmesinin ileri bir aşamasında ortaya çıkmıştır. 38 39 Gramere uygun bir dilin ortaya çıkışı 2 milyon yıl öncesine uzansa da, muhtemelen ilk önceleri jestlere dayanıyordu. Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 15 / 115 1 2 3 4 “Bu kadar eski olamaz. Anlatılacak çok şey olmadıkça, dil ve daha önemlisi gramer olmaz. Gramer dildeki çeşitlenme, sonucudur. Çeşitlilik ve çeşitlilikteki benzerlik, aynılık arttıkça ayrım için gramer gerekti. Gramer, dildeki karmaşanın tarif edilmesidir.” C.Akyol 5 6 “Görünmeyeni, geride kalanı, geçmişi anlatmak, aktarmak gereksinimi dili yaratmış olabilir.” C.Akyol 7 8 Elden dile geçiş kuşkusuz bir gecede olmamıştır. Aslında el, kol hareketleri dilde hala çok yer tutar ve konuşması çok akıcı kişiler bile konuşurken çeşitli el, kol hareketleri yaparlar. 9 10 Ayrıntılı olarak bilgilerin adlandırılma ve aktarımında resimsel simgeler kesinlikle yetersiz kalacaktır. Çünkü zehirli bitkiler yararlı olanlarla, saldırgan hayvanlar uysallarla karıştırılabilir. 11 Karanlıkta 12 Konuşmanın harekete bir başka üstünlüğü daha vardır, karanlıkta da konuşabiliriz. 13 14 “Çok önemli! Karanlıktan ve uzaktan!” C.Akyol 15 16 17 Konuşmanın evrilme sürecinde, dilin uyarıcı öğesi ilk başlarda beklide sadece, kimi eylemleri vurgulamak yahut isteksiz bir evlada toplum kurallarını öğreten bir ebeveyne yardım etmek gibi işlere de yarayan hırıltılardan ibaretti. 18 19 20 İşaret dili kullanıcısı, dikkat konusunda çok daha talepkardır, çünkü ne demek istediğini daha iyi anlayabilmek için gözlerinizi ondan ayıramazsınız. Oysa sözel konuşma nereye bakarsanız bakın anlaşılabilir. 21 Hece Yazısı 22 23 24 25 26 27 Konuşmayı temel alan bir başka yazı şekli de hece yazısıdır. Bu türde her bir simge bir heceyi temsil eder ve tek başına bir anlam ifade etmez. İlk hece yazısı Samiler ve Fenikelilerce MÖ 1700 yıllarında bulunmuş ve sonra da Eski İbrani, Kıbrıs ve Pers abecelerinin temelini teşkil etmiştir. Ama dünyanın büyük çoğunluğunda hece yazısı yerini abece yazısına bırakmıştır. Abecelerde fonemlerin yerini bağımsız simgeler yani harfler alır. Abece yazılarının bir fazlası da ekonomikliğidir. Çünkü on binlerce sözcük için çok sayıda simgeye gereksinim duyulur. 28 İlk Harfler 29 30 31 İngilizce’ de Wh, Türkçe’ de N ile başlayan soruların, What, Where, Why, Which, When, Ne, Nerede, Niçin, Nasıl, Ne Zaman gibi, yapısını, sözcüklerin sıralamasıyla ilgili kurallar belirler. Wh, N ile başlayan sorular dört yaşındaki çocukların en sık sorduğu sorulardır. 32 33 34 35 “Ses olmadıkça, dil de olmaz. Sesler başlı başına bir topluluk halinde tespit edilince, belirli bir madde haline gelirler ve bulundukları şartlar içerisinde yumuşak veyahut kalın bir telaffuz vücuda getirirler. Çıkış tesirine göre, her bir maddedeki sesler, daha sert veya daha yumuşak bir şekil alırlar.” Ahmet Caferoğlu, Türk Dili Tarihi 36 37 38 39 40 Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 1 Dillerin Kökeni 16 / 115 Üstüne Deneme 2 Önsöz 3 4 5 Rousseau, dilin bulunuşunun bütünüyle rastlantısal olduğundan söz eder. İlk ses olarak kabul edilen doğanın çığlığından sonra, jestlerin diline geçildiğini, daha sonra da söylemin ortaya çıktığını savunur. 6 7 8 İlkel insanın dili bugünkü gibi ayrışmadığından, bir nesneden söz ederken, her sözcüğe bütün bir önermenin anlamını verir. Örneğin elmayı göstermek için kurduğu ifade, elma ile kurduğu ilişkiyi de içerir. 9 10 11 İnsan önce, karşılaştığı her var olana ayrı bir ad verir. Bu ağaç ile yanındaki ağaç ayrı birer var olandır, ayrı adlarla anılır. Zamanla benzer ve ayrı noktalar görünür olur, soyutlama ile genel adlar, oradan da soyut kavramlar ortaya çıkar. 12 13 Hayvan, tür olarak da tekil olarak da hiç değişmeden, gelişmeden varlığını sürdürür. Doğanın ona verdiğinin üstüne hiçbir şey eklemez, bu edindiklerini de kaydetmez. 14 15 16 “Doğada canlı ya da cansız var olan her şey doğadan aldığının üstüne bir şey ekler ve kaydeder. Doğada değişim vardır ve bu evrimle olarak zamanla üst düzeye çıkar!” C.Akyol 17 18 19 Oysa insan doğanın ona vermediğinin yerine kendi ürünü olan bir şey koyar, hem birey olarak hem de tür olarak sürekli gelişim halindedir. Rousseau insanın bu niteliğine yetkinleşebilirlik (perfectibilité) adını verir. 20 Dil de insanın yetkinleşebilme yolunda ürettiği bir araçtır ve toplumu kuran da bir bakıma dildir. 21 Eğer yaşam koşulları insanları zorlamasaydı belki de insanlık hep doğa durumunda yaşayacaktı. 22 23 24 “İnsanın gelişimini yalnızca doğa baskısına dayandırmak insanın doğasına yapılacak en büyük haksızlıktır. İnsan var olanı gereği zaten her şeyi baskı ve zorlama olarak algılıyordu!” C.Akyol 25 Düşüncelerimizi İletmenin Çeşitli Yolları Üstüne 26 27 “İlk söz, doğal nedenlere bağlıdır!” C.Akyol 28 29 Dil ulusları birbirinden ayırır. İlk toplumsal kurum olan söz, biçimini sadece doğal nedenlere borçludur. 30 31 Başkasının duyuları üzerinde etkide bulunabildiğimiz genel araçlar iki tanedir, bunlar hareket ve sestir. 32 33 Jest dili de sesli dil de eşit derecede doğal olsalar da, ilki daha basittir ve uzlaşımlara daha az bağlıdır. 34 35 36 Konuşurken el ve baş hareketleri yapanlar sadece Avrupalılardır; sanki dillerin bütün gücü kollarındadır. Bir Frank birçok söz söylemek için çırpınıp dururken, bedenini hırpalarken bir Türk bir an nargilesini ağzından çıkarır, yarım ağızla iki sözcük söyler, onu bir vecize ile ezer geçer. 37 38 39 Jestin her zaman söylemden önce geldiği İtalyanların ve Provence’ lıların böylece kendilerini daha iyi, hatta daha büyük bir hazla dinletmenin yolunu bulduklarını gördüm. Ama en güçlü dil, işaretin konuşmadan önce her şeyi söylediği dildir. Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 17 / 115 1 2 “Dil doğalın dışına çıkılmasıyla birlikte gelişti.” C.Akyol 3 4 5 6 Eğer sadece doğal gereksinimlerimiz olsaydı, çok büyük olasılıkla hiç konuşmayabilirdik, sadece jestlerin diliyle eksiksiz olarak anlaşabilirdik. Bugünkülerden pek az farklı, hatta amacına doğru daha iyi ilerlemiş toplumlar kurabilirdik; yasalar koymuş, önderler seçmiş, sanatları icat etmiş, ticareti kurmuş, kısaca neredeyse sözün yardımıyla yaptığımız her şeyi yapmış olabilirdik! 7 8 9 10 11 “Bu tanımlama dilin hiç doğal kaynağının, esinin olmadığı noktasına bizi götürür. Ayrıca birçok şey bu günden pek az farklı olur demekle de dilin gücünü hafife almış oluruz. Aksine sadece doğal gereksinmelerimiz de olsa, dilin kendisi hatta gelişmişliği olmasa önderleri seçmiş, sanatları icat etmiş, ticareti kurmuş olmamızın mümkün olabileceğini düşünmüyorum.” C.Akyol 12 13 14 Jean Chardin (1643-1713 Fransız Gezgin), Hindistan’ daki aracıların, birbirinin elini tutarak ve kimsenin fark edemeyeceği bir biçimde tutuşlarını değiştirerek, herkesin içinde ama gizlice, tek bir söz etmeden bütün işlerini gördüklerini anlatır. 15 16 “Dili, sözü, aktarmadan ayırmak gerek. Yukarıdaki eylem bir aktarma olabilir, söz demek değildir.” C.Akyol 17 18 Uzlaşma dili sadece insana aittir. İşte bu nedenle insan, iyi yönde olsun kötü yönde olsun, ilerleme gösterir, bu nedenle hayvanlarda ilerleme hiç görülmez. 20 İnsanların Sözü İlk Kez Gereksinimlerden Duygulanımlardan dolayı Buldukları Üstüne 21 22 23 “Duygulanım (Passion, Fr.)- Yapılış açısından da anlatmak istediği açısından da doğru bir sözcük gibi görünmüyor! Tutkularından, diye bir sözcük olabilir miydi?” C.Akyol 24 25 Gereksinimlerin ilk jestleri dayattığı, güçlü duygulanımların ise ilk sesleri insanlardan çıkarttığı fikri akla uygundur. 26 27 Bizim bildiğimiz en eski diller olan Doğu dillerinde, yöneteme ve akla dayalı hiçbir şey bulunmaz; bu diller canlı ve mecazlıdırlar. 28 29 30 Bundan dolayı apaçık görünmektedir ki dillerin kökeni asla insanın temel gereksinmelerinden kaynaklanamaz. Pekiyi nerededir, bu köken? Ahlaki gereksinmelerde, güçlü duygulanımlarda. İnsanlardan ilk sesleri çekip alan açlık ya da susuzluk değil, aşk, nefret, acıma, öfkedir. 31 32 33 34 “Büyük yanılgı! Suyu esas alırsak, ilk insan susadı, kendi gibi susayanlarla ortak su sözcüğünde anlaştı, suya gittiğinde suyun giderdiği susuzluğu hissetti, suyu sevdi, suyu kirleteni gördü, ondan nefret etti, suyu çalanı gördü, ona öfkelendi vs.” C.Akyol 35 İlk Dilin Mecazlı Olması Gerektiği Üstüne 36 37 38 39 İnsanın ilk ifadeleri de söz sanatlarıyla yüklü ifadeler olmuştur. İlk önce doğan dil mecazlı dildir, gerçek anlam en son bulunmuştur. İnsanlar şeyleri ancak asıl biçimlerinde gördükten sonra onlara asıl adlarını vermişlerdir. İlk başta yalnızca şiir biçiminde konuşuluyordu; insanlar akıl yürütmeyi uzun zaman geçtikten sonra düşünebilmişlerdir. 40 İlk Dilin Ayırıcı Nitelikleri, Değişiklikler Üstüne 41 42 43 Basit sesler doğal olarak gırtlaktan çıkar, ağız doğal olarak az çok açıktır. Bütün dillerde en canlı ünlemler eklemlenmemiş olanlardır; çığlıklar, sızlanmalar basit seslerden oluşur; dilsizler, yani sağırlar sadece eklemlenmemiş sesler çıkarırlar. 19 Hazırlayan: Cengiz AKYOL değil Güçlü Dilin Kökeni ve Gelişimi 18 / 115 1 2 3 Doğal sesler eklemlenmemiş olduklarından sözcükler de pek az eklemlenirler; araya giren birkaç ünsüz, ünlülerin arasındaki boşluğu silerek onları akıcı ve kolay telaffuz edilebilir hale getirmeye yetecektir. 4 Yazı Üstüne 5 6 7 Tarihte ve dillerin gelişimine kim bakarsa görecektir ki sesler tekdüzeleştikçe ünsüzler çoğalır, silinen vurguların, eşitlenen niceliklerin yerine dilbilgisel bileşimler ve yeni eklemlemeler konur. Gereksinimlerin arttığı, işlerin karmaşıklaştığı aydınlanmanın yayıldığı ölçüde dil de nitelik değiştirir. 8 9 10 Duyguların yerine fikirleri koyar, artık kalbe değil akla seslenir. Bundan dolayı da vurgu yok olur, eklemleme yayılır, dil daha kesin, daha açık, ama daha cansız, daha donuk ve daha soğuk hale gelir. Bu ilerleyiş bana bütünüyle doğal görünüyor. 11 12 13 14 Yazı ne kadar incelikten uzaksa dil de o kadar eskidir. İlkyazı biçimi sesleri resmetmekten değil, ya Meksikalıların yaptıkları gibi doğrudan, ya da bir zamanlar Mısırlıların yaptıkların yaptıkları gibi alegorik figürlerle nesnelerin kendisini resmetmekten oluşur. Bu durum güçlü duygulanımlı dile karşılık gelir. 15 16 Hiyerogliflerin kaç yüzyıl boyunca Mısırlıların tek yazısı olduğunu bilmiyoruz, ayrıca böyle bir yazının uygarlaşmış bir halka yetebildiği de kanıtlanmıştır. 17 18 19 20 Kıpti abecesi Süryani abecesi ile ya da Fenike abecesi ile karşılaştırıldığında kolayca görülür ki bunlardan biri öbüründen türemiştir ve Fenike abecesinin özgün olması da, günümüze en yakın halkın da bu açıdan en eski abeceyi öğretmesi de şaşırtıcı değildir. Yunan abecesinin Fenike abecesinden geldiği de açıktır, hatta ondan gelmek zorunda olduğu görülmektedir. 21 22 23 24 25 26 Asya ve Afrika halkları arasında Avrupa ile ticaret yapan ilk ve belki de tek halk Fenikelilerdi. Yunanlılar onların ülkesine gitmemiş, onlar Yunanlıların ülkesine gitmişlerdi. Yunanlılar ilk başta yalnızca Fenikelilerin harflerini almakla kalmadılar, satırları sağdan sola yazmayı da aldılar. Daha sonra yazının izini sürerek, yani dönüşümlü olarak soldan sağa ve ardından sağdan sola dönerek yazmayı akıl ettiler. En sonunda da bugün bizim yaptığımız gibi, tüm satırları soldan sağa yazmaya başladılar. 27 28 29 30 Yunan abecesi Fenike abecesinden gelse de, bu, Yunan dilinin Fenike dilinden geldiği anlamına gelmez. Yunanlıların dili eskiydi ama yazma sanatı ise yeniydi, hatta gelişmemişti. Troya kuşatmasına kadar Yunanlıların sadece on altı harfi vardı, eğer bu harflere gerçekten sahip oldukları kabul ediliyorsa. 31 32 33 Buna karşılık günümüze daha yakın olan Latince neredeyse doğuşundan itibaren eksiksiz bir abeceye sahipti; bununla birlikte ilk Romalılar bu abeceyi hiç kullanmadılar çünkü tarihlerini yazmaya çok geç başlamışlardı ve beş yıllık süreleri çivi çakarak belirtirlerdi. 34 Yunalılar yedi ünlüyle, ilk Romalılar ise altı ünlüyle yazarlardı. 35 36 “Bir ulus okudukça ve kendini eğittikçe lehçeler silinir ve sonunda yalnızca az okuyan ve hiç yazmayan halkta jargon biçiminde kalır.” 37 Modern Prozodi Üstüne 38 39 prozodi ( Fr. prosodie ), Bir şiir bestesinde, hece vurgularının müzik, vurgu ve yükselişleriyle iyice uyuşmuş olması. 40 41 42 Hem basit seslerle hem de eklemli seslerle konuşan tınılı ve uyumlu bir dil üstüne hiçbir fikrimiz yok. Vurgu işaretlerinin sesteki vurguların yerini tutacağını sanıyorsanız yanılıyorsunuz: vurgu işaretleri ses vurgusu zaten kaybolduktan sonra bulunmuştur. 43 44 “İşaret, sözcükler için cümlelerin ve dizelerin mantıksal düzenini her seferinde göstermek amacıyla bir harf gibi konan özel imdir.” Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 19 / 115 1 2 Diller ne kadar eski ve kökenlerine yakın olurlarsa onları söyleyiş biçiminde de keyfi öğe o kadar az olur, dolayısıyla da bu söyleyişi belirlemek için gerekli işaretler konusunda daha az anlaşmazlık olur. 3 4 5 6 Eski İbranilerin ne noktaları ne de vurguları vardı, ünlüleri bile yoktu. Öbür uluslar İbranice konuşmak istediklerinde ve Yahudiler başka diller konuştuklarında, kendi dilleri vurgusunu yitirdi; İbranice’ yi düzenlemek için noktalar, işaretler gerekti, bu da dilin söylenişini olduğu kadar sözcüklerin anlamını da yeniden kurdu. Günümüzde İbranice konuşan Yahudileri ataları anlamazdı. 7 8 9 İngilizce bilmek için onu iki kez öğrenmek gerekir, biri okumak öbürü de konuşmak için. Bir İngiliz yüksek sesle bir kitap okurken yabancının biri kitaba bir göz atarsa gördüğüyle duyduğu arasında hiçbir bağ kuramaz. 10 11 Bir dil söylenişinden çok yazımıyla daha açıksa, bu onun konuşulduğundan daha çok yazıldığına işaret eder; Mısırlı bilginlerin dili böyle olabilirdi; bizim için ölü diller böyledir. 12 13 14 “Tersi de doğru olabilir. Bir dil, yazımından çok söylenişinden daha açıksa, bu onun daha çok konuşulduğunu işaret eder.” C.Akyol 15 16 17 18 “Önce bağırdı, çığlık attı; sonra duygulu sesleri taklit etmeye başladı. Doğayı dinledi, onu taklit etmeye çalıştı, onu yinelemeye çalıştı. Sonra çıkardığı seslerle oynamaya başladı. Hoşuna gitti, değiştirmeye başladı!” C.Akyol 19 Diller ve Yönetim Biçimi 20 21 22 23 Diller insanların gereksinimleri üzerinde doğal olarak biçimlenir; bu aynı gereksinimlere göre değişir ve dönüşür. İknanın kamusal gücün yerini aldığı eski zamanlarda belagat gerekliydi. Kamusal gücün İknanın yerini aldığı bugün belagat ne işe yarayacaktır? İsteğim budur demek için ne sanata ne de mecaza gerek duyarız. 24 25 Bir halkın karakterinin, geleneklerinin ve ilgilerinin, dili üstünde ne kadar etkili olduğunu somut olarak saptamak ve örneklerle göstermek oldukça felsefi bir incelemenin konusu olurdu. 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 1 Dilbilime 20 / 115 Giriş 2 “Alman öğretmenlik eğitimi bir değil, iki dalın okunarak iki dersin öğretmeni olunmasını öngörür.” 3 4 “İnsanın toplumsallığı ve beynidir.” C.Akyol 5 İnsan ve Dil 6 7 8 Bedensel beceriler açısından bakıldığında insan canlılar arasında çok zayıf konumdadır. Ne büyüktür, ne hızlıdır, ne güçlüdür, ne uçabilir. Duyması sınırlı, görmesi yetersiz, dokunma duyusu zayıftır. Tüm bu sınırlı yeterliliğini, toplumsallığı ve beyniyle aşmıştır. 9 10 11 Hayvanlar, “Tehlike var!” bilgisini aktarabilir, ama varsayımlarda bulunamaz, nedenleyemez, koşullandıramaz. “Sağdan koştuğun için avı kaçırdık, bir dahaki sefere şöyle yap, yoksa aç kalırız” diyemez. 12 13 İnsan dilinin en küçük birimi ses birimleridir; s, u, l gibi. Ses birimlerinin anlamları yoktur; ama bunlar bir araya gelerek anlamlı birimleri, sözcükleri oluşturur. 14 15 16 “Kesinlikle katılmıyorum. Dilde anlam sözcüklerde değil, ses birimlerinde başlar. Ses birimlerinin anlamı vardır, sözcükler de bu anlamı taşırlar.” C.Akyol 17 18 19 Ses birimleri bir araya gelerek sözcükleri oluşturur. Buna eklemlenme denir. Sözcükler bir araya gelerek tümceleri oluşturur. Bu ikili eklemlenmeye de çift eklemlilik denir. İnsan dili bu sayede sonsuz sayıda anlam aktarabilir. Hayvanların dilinde çift eklemlilik yoktur. 20 Bildirişim 21 22 İnsanların bilerek, isteyerek birbirlerine bir şeyler bildirmesine bildirişim ya da iletişim denir. İnsanlar arası bildirişimin temel aracı dildir. 23 Bildirişim Yasaları 24 25 Herbert Paul Grice, bildirişim ya da etkileşim yasaları olarak adlandırılan koşulları dört başlıkta toplamıştır: 26 27 28 29 1. Nitelik Yasası: Bildirinin gerçekleri yansıtmasına çalış. Yani, yanlış olduğunu düşündüğün şeyi söyleme, kanıtlayamayacağın şeyi söyleme. 30 31 32 33 2. Nicelik Yasası: Bildirini o andaki konuşma amacının gerektirdiği kadar bilgilendirici kıl. Yani, söylenmesi gerekenleri söyle, söylenmesi zorunlu olmayan şeyleri söyleme. 34 35 36 3. Önem Yasası: Bildirilerini önemli kıl. Yani, bildirilerinde, konuşma amacına göre önemlileri söyle. 37 38 4. Biçem Yasası: Bildirilerini açık seçik anlaşılır kıl. Yani, Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 21 / 115 1 2 3 4 belirsizlikten kaçın, çok anlamlılıktan kaçın, sözünü çok uzatma, metodik konuş. 5 Dilin İşlevleri 6 7 8 “Dil, Tanrı’ yla iletişimin en önemli aracıydı. Tanrı’ ya ulaşmak isteği dili geliştirdi; dil geliştikçe Tanrı da gelişti.” C.Akyol 9 10 Roman Jakobson bildirişimi temel alır, “Dilin işlevi nedir?” sorusunun yanıtını aramıştır. “Dilin işlevi nedir?” sorusu, dil ne işe yarar, ya da dili niçin, ne zaman, hangi amaçla kullanırız sorusudur. 11 12 Jakobson, yukarıda aktarılan altı etmenli bildirişim modelinden yola çıkarak, dilin işlevlerini altı işlev olarak belirlemiştir: 13 14 15 16 1. Anlatımsallık İşlevi: Belli bir durumda, bir konuşucu, kendi duygularını dile getirmek üzere bir şeyler söylediğinde ve bunu söylerken başka birisine herhangi bir şey aktarmayı, katmayı amaçlamadığında, dili kendisine yönelik olarak kullanmaktadır. 17 18 19 2. Çağrı İşlevi: Konuşucu, dinleyicinin belli bir şey yapmasını, düşünmesini isteyerek bir şeyler söylerse, dinleyiciyi bir şeyler yapmaya çağırıyor, demektedir. 20 21 22 23 3. Üstdil İşlevi: Konuşucu, düzgüyü, yani dili kullanarak bir şeyler söylemek yerine, kullanılan düzgüye yönelik soru ya da açıklama dile getirdiğinde, örneğin Lapa, sade suda çok pişirilmiş pirince denir dediğinde, dilin işlevi üstdil işlevidir. 24 25 26 4. Gönderge İşlevi: Konuşucu, dinleyiciye, herhangi bir şey hakkında bilgi vermek, düşüncelerini bildirmek istediğinde, belli göndergeler hakkında konuşur; Dil, insanların birbirleriyle bildirişim kurmasına yarar gibi. 27 28 5. İlişki İşlevi: Konuşucu, dinleyicinin kendisini işitmesini ister, çünkü sesli bildirişim böyle gerçekleşir. Alo gibi. 29 30 31 32 6. Yazınsallık İşlevi: Dil, yazınsallık işlevini yerine getirir. Konuşucu, dil kullanımında yalnızca bir bildiri aktarmakla kalmaz, bildiriyi güzel, kulağa hoş gelecek, dinleyiciyi doğrudan doğruya dil kullanımına yöneltecek bir biçimde kullanırsa, bu durumda dilin birincil işlevi yazınsallık işlevidir. Roman, şiir gibi. 33 Dil 34 35 “Dil, anlaştırır, bildirir, nedenler, koşullandırır, varsayımlarda bulunur.” C.Akyol 36 37 Bildirişim, bir konuşucunun, bir dinleyiciye, ikisinin de bildiği varsaydığı bir dili kullanarak, örneğin deniz sözcüğü belli bir yer ve zamanda işitilebilecek bir biçimde bir şeyler aktarmasıdır. 38 39 Nasıl oluyor da bir kişi, belli sesler çıkardığında öteki kişi ya da kişiler yalnızca o sesleri işitmekle kalmayıp aynı zamanda bazı şeyler anlıyor? 40 Seslerle, anlam arasında nasıl bir ilişki var? 41 Bu ilişkiyi kim belirliyor? 42 Hangi sesler hangi ilişkiyi kuruyor? 43 “Dil, bir topluluk içinde doğal olarak gelişen, zaman içinde değişen, çifteklemli göstergeler dizgesidir.” Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 1 Gösterge 2 Kendisi dışında bir nesne ya da olgu gösteren nesne ya da olguya gösterge denir. 3 4 5 6 7 8 Biz insanlar, beynimizin yapısı gereği her şeyi, anlamak, açıklamak, nedenlendirmek, gerekçelendirmek, anlamlandırmak zorundayız. 9 Dilsel Göstergelerin Özellikleri 22 / 115 10 11 12 13 1. Çifteklemlilik: Dilsel göstergelerin göstereni, seslerdir. Dilin en küçük birimine sesbirim denir; /b/, /i/ gibi. Az sayıda olan bu sesbirimleri dilden dile değişiklik gösteren kurallar uyarınca bir araya getirilerek sonsuz sayıda anlamlı birimler, anlambirimler, sözcükler elde edilir. 14 15 Kendi başına anlamı olmayan az sayıdaki sesbirimlerin gene az sayıdaki kuralların uygulanmasıyla bir araya getirilerek sonsuz sayıda anlamın aktarılabilmesine çifteklemlilik denir. 16 17 Yani iki aşamalı bir eklemlenme söz konusudur. Örneğin, b, k, a, r, c, ı, o gibi anlamsız seslerden karı, koca, ırak, ocak, rakı gibi sözcükler oluşturulabilir. 18 19 20 2. Nedensizlik: Topluluklar, kendi aralarında bir uzlaşma yapmış, belli seslerin belli kavramları göstermesini kararlaştırmışlardır. 21 22 23 “Bu sav çok inandırıcı gelmiyor! Kuşkusuz bir uzlaşmadan, kararlaştırmadan söz edebiliriz ama bu uzlaşma ve kararlaştırma çok sonraları olmuştur.” C.Akyol 24 25 Seslerle kavram arasında herhangi bir nedensel ilişki yoktur. Örneğin, ev kavramı niçin /ev/ sesbirimleriyle gösterilir? Topluluk böyle kararlaştırmıştır da, ondan. 26 27 28 29 “Bu teze göre binlerce sesbirimi, binlerce kararlaştırma olacak! Her sesbiriminin bir öyküsü olduğu inancındayım. Belli bir yol alıştan sonra, bir geriye bakış ve bir derleme, bir kararlaştırma olabilir. Aksi taktirde ortaya çıkan bir dil değil, yalnızca bir yapıştırmadan ibaret olur.” C.Akyol 30 Tümce 31 32 Belli işlevleri olan özne+nesne+yüklem öğeleri değişik işlevler üstlenmek üzere bir araya gelerek bir dizim oluşturur. Buna tümce denir. 33 Dil Değişmeleri 34 35 Toplumların yazılı sözleşme niteliği taşımadan uzlaşarak doğal yaşamları içinde geliştirdiği dillere doğal dil denir. 36 37 Diller kullanıldıkları anda değişir de. Dil değişimleri, sesler, sözcük anlamları, kullanım koşulları, söz dizim kuralları olmak üzere dilin her alanında görülebilir. 38 39 40 41 1. Başka Dillerin Etkisiyle Değişme: Türklerin 8.yüzyılda Müslümanlık dinini kabul etmesiyle birlikte, Kuran’ ın başka dillere çevrilmesini yasaklayan yaklaşımın da sonucu olarak, bu dinin dili olan Arapça da Türkçeye girmiştir. Önce tek tek sözcükler olarak alınan öğeler, giderek dilbilgisi yapılarına da yayılmıştır. 42 Zamanla Arapça, Farsça, İtalyanca ve Fransızca’ dan oluşan yepyeni bir dil oluşmuştur! Ama dilin bu Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 23 / 115 1 2 hali yalnızca saray çevrelerinde egemen olmuş, okuması yazması olmayan halk Türkçe konuşmayı sürdürmüştür. O nedenle de Türkçe bütünüyle yok olmamıştır. 3 4 “Tarihte ilk kez cahillik, okuryazar olmamak bir işe yaradı, bir ulusun dilini kurtardı, diyebiliriz!” C.Akyol 5 6 2. Diliçi Nedenlerle Değişme: Edgü, eyü, iyi. 7 8 9 10 11 Bu değişiklik herhangi başka bir dilin etkisiyle değil, doğrudan doğruya Türkçe konuşanlar tarafından yapılmıştır. Günümüzde de Türkçe yoğun bir değişim içinde gibi görünmektedir. Bazı değişiklikler kolaylık nedeniyle bazıları da dil modalarının oluşması nedeniyle yaygınlaşmaktadır. Değişmeler hem eylemlerde hem de ad tamlamalarında kendini göstermektedir. Ad tamlamalarına örnek olarak çoban salatası yerine çoban salata gösterilebilir. 12 İlke olarak her dilde her şey söylenebilir, ama nasıl söylenildiği fark eder 13 Dil bir yapı olduğundan, dilin belli bir biçiminde yapılan değişiklik bütün dile yayılır. 14 Dil, Söz 15 16 “Dil, doğru tümceler bütünüdür.” Noam Chomsky 17 Dil, tarihsel süreçte oluşmuş, toplumsal nitelikli bir uzlaşmadır. 18 19 “Uzlaşma? Sessiz, kendiliğinden bir uzlaşma!” C.Akyol 20 Bu nedenle de hadi yeni uzlaşmalar yapalım, dili değiştirelim anlamına gelmez. 21 Dil Bilgisi, Dilbilgisi 22 Bir dilin kurallar bütününe dilbilgisi denir. 23 Dil Edinimi 24 25 Dil ediniminin gerçekleşmesi için bebeklerin önce bildirişimi öğrenmeleri gerekir. Bu da doğumla başlar. Dil edinimi, üç yaşına dek yoğun bir biçimde, sonra yavaşlayarak ergenlik çağına dek sürer. 26 27 “İlk ağlama, bebeğin ilk ağlaması. Konuşma, ağlamanın zamanla dönüşümü, başkalaşımı olabilir!” C.Akyol 28 29 30 Dil, yalnızca seslerden oluşmaz. Dilin en temel özelliği, çifteklemli göstergeler dizgesi olmasıdır; yani sesler belli bazı başka şeyleri göstermeli, belli bir bildirişim durumu içinde belli bir anlam taşımalı, olgu ve olayları aktarmak için sözdizimi kullanılmalıdır. 31 32 “Her bebek dil edinebilmek üzere planlanmış bir beyinle dünyaya gelir.” Noam Chomsky 33 Evrensel Dilbilgisi İlkeleri 34 35 36 37 38 39 40 41 1. İnsanların olduğu yerde dil de vardır. 2. Her dil aynı oranda karmaşıktır ve her düşünceyi dile getirmeye elverir. 3. Sesli dillerde seslerle anlamlar, işaret dillerinde de işaretlerle anlamlar arasındaki ilişki nedensizdir. 4. Tüm insan dillerinde sonlu sayıda ayrık sesle, ya da işaretler, bir araya gelerek anlamları, bunlar da bir araya gelerek sonsuz sayıda tümceleri oluşturur. 5. Bütün dilbilgilerinin, sözcük ve tümce kurmak için benzer türden kuralları vardır. 6. Tüm konuşulan dillerin ünlü ve ünsüz sınıfları vardır. 7. Tüm dillerde ad, eylem gibi dilbilgisi ulamları vardır. Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 1 2 8. Tüm dillerde canlı, insan, erkek, dişi gibi anlamsal ulamlar vardır. 9. Her dilde geçmiş zaman, olumsuzluk, soru, emir vb. dile getirilebilir. 3 Tümceler, özne Ö, nesne N, yüklem Y öğelerinden oluşur. 4 ÖNY 5 ÖYN 6 NYÖ 7 NÖY 8 YNÖ 9 YÖN 24 / 115 10 Doğal diller bunlardan birisini seçer. 11 İnsan Beyni 12 13 14 15 16 17 İnsan beyni milyarlarca hücreden oluşmuştur. Bedenin öteki hücrelerinden farklı nitelikli olan bu hücrelere sinir hücresi ya da nöron denir. Nöronlar, çekirdek, akson ve dendritlerden oluşur. Aksonlar bilgiyi öteki hücrelere iletmeye yarar. Çok uzun olabilirler ve sonuna doğru çatallanırlar. Dendritler öteki nöronlardan gelen bilgileri almaya yarar. Bir hücre içinde bilgiler elektrik akımıyla aktarılır. Bir hücrenin aksonuyla öteki hücrenin dendriti arasında çok küçük bir mesafe bulunur; buna sinaps denir. 18 19 Yeni doğan bebeğin nöronları henüz çok cılızdır. Bebek dış dünyadan girdi aldıkça nöronlar nöronlar arası bilgi alış verişi başlar. Nöronlar arası bilgi alış verişi, sinapslar geliştikçe nöronlar da gelişir. 20 21 22 23 Beyin, iki kattan oluşur. Birinci kattaki alanların görevi, yemek, içmek, soluk almak, sindirim, uyku gibi insanı hayatta tutmaya yarayan işlemlerin gerçekleşmesini ayarlamaktır. İkinci kat bunların üstünde oluşmuştur. Buna korteks, yeni korteks ya da yeni beyin denir. Yeni beyin ya da yeni korteks denmesinin nedeni, bu katın evrim içinde en son gelişmiş olan beyin bölümü olmasıdır. 24 25 26 27 28 Yeni korteksi, sağ ve sol olmak üzere iki bölüme ayrılan sinir hücrelerinden oluşur. Sağ ve sol yarıküreler bir zarla birbirinden ayrılmıştır. Bu iki yarıküre bebeklerde ve çocuklarda bir bütün olarak işler. Ergenlik çağında aralarında bir işbölümü yapılır ve bir yanlaşma oluşur. Ama kalın bir sinir bağıyla birbirine bağlandıkları için aralarında bilgi alış verişi sağlanır ve bu iki beyin bölümü birlikte çalışır. 29 Dil Merkezi 30 31 32 33 Alından başlayarak başın ortasına dek giden bölgeye ön lob, Ön lobun arkasında, başın ortasında bulunan bölgeye parietal lob, Başın arkasında, boyuna doğru bulunan bölgeye oksipital lob, Şakakların arkasında başın yan alanlarında bulunan temporal lob, 34 dir. Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 1 2 3 4 5 Hazırlayan: Cengiz AKYOL 25 / 115 Dilin Kökeni ve Gelişimi 26 / 115 1 2 3 4 İnsanların çok büyük bölümünde dil merkezi sol hemisferde, ön lobun arkalarıyla temporal lobta bulunur. Bu, temporal lobun işitme merkezi olması nedeniyledir. 5 6 7 Dil merkezi değişik alanlardan oluşur. Dilsel motorik merkeze, yani dil merkezinin hareketlerini yöneten alanına Broca Merkezi denir. Broca merkezinde, konuşmada kullanılan dil, gırtlak, çene gibi organların hareketleri sağlanır. 8 Beyin Dil Sürecinde Nasıl İşler 9 10 İnsan dili kullanırken, konuştuğunda, söylenenleri dinlediğinde, yazılanları okuduğunda beynin değişik alanları birlikte işler. 11 12 13 14 15 16 17 İnsan uyuyorsa sesler bastırılır, işitme merkezine yollanmaz. Yinelenen, o nedenle de tehlike olmadığına karar verilen sesler de işitme merkezine yollanmaz. Bu nedenle, örneğin tren yolu, otoyol ya da tramvay yolu yakınında oturan insanlar aslında çok gürültülü de olsa bu sesleri bir süre sonra duymaz olur. Bu talamusun bu sesleri işitme merkezine göndermemesi demektir. İnsan beyni dili anlayıp üretmek üzere planlanmıştır. Beyindeki hücreler belli görevleri yerine getirmek üzere hazırdır. Ama bunların işleyebilmesi için girdiye ihtiyaçları vardır. Çevreden gelen her girdiyle birlikte hücreler ateşlenir, hücreler birbiriyle bağıntı kurarak sinir yolları oluşturur. 18 19 20 21 Bebekler, beyinlerindeki ses olasılıkları içinden çevrelerinde konuşulan dilin, özellikle de kendileriyle konuşulurken kullanılan dilin sesbirimlerini seçer ve bunların kullanım koşullarını, yani o dilin sesbilimsel yapısını beyinlerinde oluşturur. Söz konusu sesbilimsel yapıyı oluşturma sürecinde, anadillerinde bulunmayan sesler için oluşan sinir yollarını da yok ederler. 22 23 24 25 Bebekler yaklaşık altı aylıkken hece niteliğinde sesler çıkarmaya başlar. Bebekler genelde ünsüzünlü olarak dizilen heceler ve bu hecelerin yinelenmesinden oluşan diziler sesletir. Heceler (b,m,n, d gibi) ağzın önünde eklemlenen ünsüzlerden ve (a,o,u gibi) ağzın arkasında eklemlenen ünlülerden oluşur. Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 27 / 115 1 2 3 Yaklaşık sekiz aylıkken bebekler sözcük sınırlarını da anlamaya ve ilk sözcükleri öğrenmeye başlar. Yaklaşık on aylıkken bebekler altmış dolayında sözcük anlayabilir. Ama bunları söyleyemez. İlk sözcükleri yaklaşık olarak bir yaşında söylemeye başlarlar. 4 5 Çocuklar yaklaşık iki yaşlarında iki sözcüklü döneme girerler. İki yaş dolayları, dil ediniminin en hızlı geliştiği, beyin gelişmesinin en çok hız kazandığı dönem olarak saptanmıştır. 6 7 Bir ve iki öğeli sözce dönemi olmasına karşılık üç öğeli sözce dönemi yoltur. Çocuklar birden bire çok sayılı öğeden oluşan tümceler kurmaya başlar. 8 Üç yaşı dolaylarında çocuk yaklaşık üç bin dolayında sözcük bilir. 9 Anlambilim 10 11 12 13 14 Söylenenlerin anlamını çözümleyip betimleyen dilbilim dalına anlambilim denir. Söylenenlerin anlamı dendiğinde, dil bir bildirişim bağlamı içinde, bildirişim amacıyla kullanılıyor, demektir. Oysa dilbilim, felsefe ve mantık çalışmalarında çok uzun zaman dil, kullanım dışı ele alınmıştır ve anlam dendiğinde sözlükte yer alan sözcüklerin, bunlar arasında da özellikle ad soylu sözcüklerin anlamı anlaşılmıştır. 15 16 Bir sözcüğün anlamının ne olduğu, bir sözcüğün neyi dile getirdiği dil ve dil felsefesi çalışmaları kapsamında pek çok düşünür tarafından yanıtlanmaya çalışılmıştır. 17 “Sözcük anlamı, sözcük-kavram-nesne arasındaki bir bağıntıdır.” 18 B Kavram 19 20 21 22 23 24 25 A Sözcük 26 C Nesne 27 Üçgenin A noktası, çıkış noktası olan sözcüktür, çünkü soru “Bir sözcük neyi dile getirir?” 28 29 30 Sözcük önce bir kavramı çağrıştırır, bu doğrudan doğruya akla gelen çağrışımdır. Sonra nesneye ulaşılır, yani sözcük sonuçta bir nesneyi dile getirir, bu da C noktasıdır. Nasıl sözcük doğrudan kavrama bağlanırsa, kavram da doğrudan doğruya nesneye götürür, görselleştirir. 31 32 “Çağrışım! Sihirli sözcük, bu sanırım.” C.Akyol 33 34 “Dil, sonuçta görselleştirir.” C.Akyol 35 Kavram Oluşturma, Kavramları Adlandırarak Sözcük Oluşturma 36 37 38 Dünya aslında sonsuz bir nesne ve olgular bütünüdür. İnsanlar bunları izlemiş, aralarında benzerlikler görerek bu nesne ve olguları gözlemlemiş, kümelemiş ve böylece kavramlar oluşturmuşlar. 39 40 “İzlemişler, benzeştirmişler, gözlemlemişler ve oluşturmuşlar!” C.Akyol Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 28 / 115 1 2 Kavramlaştırma sonucu, dünyanın karmaşa niteliği azalmaya, nesne ve olgulara ilişkin bir tür düzen görünmeye başlamıştır. 3 4 “Dili öğrenmeye başladığımda dünya bir düzene girdi.” Hellen Keller 5 6 Günlük dilde, kavramlara verilen adlara sözcük denir. Yeni düşünce oluşturmada önce kavram geliştirilir, sonra da bu kavram bir sözcükle dile getirilir. 7 8 9 Sözcükler, geleneksel olarak ad, eylem, sıfat gibi sözcük türlerine ayrılır. Anlambilim değişik sözcük türleri arasında en çok ad soylu sözcüklerle ilgilenmiştir. Bu nedenle anlamsal bağıntılar genellikle adları betimler. Adlar dışında eylemlerin, özellikle de sıfatların anlambilimi, oldukça yeni çalışmadır. 10 Soyut Kavram, Somut Kavram 11 12 Geleneksel olarak soyut kavram, somut kavram ayrımı yapılır. Ama somut kavram diye bir şey olamaz; bütün kavramlar soyuttur. Çünkü kavramlaştırma bir soyutlama işlemidir. 13 Yeni Sözcük Türetimi 14 15 16 Yeni sözcükler oluşturmak, yaşayan her doğal dilin her gün gereksinim duyduğu bir dil olgusudur. Yeni sözcüklere dünya değiştiği için gereksinim duyulur. Yeni nesnelerin, yeni düşüncelerin, yeni duyguların, yani yeni kavramların oluşması yeni sözcüklere gereksinim duyulması, demektir. 17 18 Bir dilde yeni kavramları dile getiren yeni sözcükler oluşturmak için değişik yöntemler vardır. Her dil bu yöntemlerden seçim yapar. Bunlar: 19 20 21 22 23 24 25 26 27 1. Türetim, yeşil-yeşillik 2. Bileştirim, hanımeli 3. Var olan sözcüklere yeni anlamlar yüklenmesi, 4. Eğretilemeli kullanımlar: izin vermek, mümkün kılmak anlamında yeşil ışık yakmak. 5. Düzdeğişmeceli kullanımlar: evini, ailesini kaybetti anlamında ocağı söndü. 6. Yansımalı sözcük üretimi: bilgisayarda tuşların üstüne basmak anlamında tıklamak. 7. Özel adlardan oluşturulan sözcükler: Röntgen, röntgen. 8. Yabancı dilden sözcük almak. 9. Sözcüklerin kısaltılarak birbirine eklenmesiyle oluşturma. 28 29 30 31 Bilimsel çalışmalarda, betimlemeler, sınıflandırmalar yapılırken sıfat kullanımı gereksinimi artar. Bu nedenle, Türkçenin bilim dili olarak kullanılmaya başlamasından bu yana, Türkçede de sıfat türetimleri artmıştır. O nedenle günümüzde -sEL, -sİl gibi sıfat türetim eki almış pek çok Türkçe sözcük kullanılır olmuştur. 32 Dillerin Biçimbilimsel Sınıflandırılması 33 34 Diller, hem yeni sözcük türetimi hem de sözcüklere dilbilgisel anlam yüklenmesi konusunu hangi dilsel biçimlerle gerçekleştirdiklerine göre dört öbeğe ayrılmıştır. 35 Buna göre: 36 Ayrışkan diller, gövdeleyici diller, bitişimli diller, bükümlü diller. 37 38 39 40 Ayrışkan diller, hem yeni sözcük türetimi hem de sözcüklere dilbilgisel anlam yüklenmesini ayrı ayrı sözlükbirimlerinin yan yana getirilmesiyle gerçekleştiren dildir. Çince, özellikle eski Çince gibi. Bu dilde, örneğin bir ada yüklenen çoğulluk bilgisi, Türkçedeki gibi bir ekle değil, örneğin ayrı bir sözcükle dile getirilir. 41 42 43 Gövdeleyici diller, anlambirimleri, sözcükleri tümceden ayırmaya neredeyse olanak bırakmayacak denli kaynaştıran dillere denir. Bu Ayrışkan dillerin tam tersi bir görünümdür. Eskimo dilleri gibi. Bilgiler öyle yoğun bir biçimde bir arada verilir ki, sözcükler tümceleşir. Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 29 / 115 1 2 3 4 5 Bükünlü dil, eğer bir dilde bu işlemler birim niteliğindeki parçalara bölünemeyen dilsel görünümlerle gerçekleştiriliyor, bir ek birden çok işlev ya da anlam üstleniyor ve anlam değişiklikleri yapılırken sözcük kökünde de değişiklikler oluyorsa, o dile denir. Hint-Avrupa dilleri, örneğin Almanca ve İngilizce tipik bükünlü dillerdir. Ama bu, bükünlü dillerde ek kullanılmaz anlamına gelmez; bu dillerde de ön ek ve son ek vardır. 6 7 8 9 Eğer bir dilde yeni sözcük türetimi ve dilbilgisel anlam, sözcük kökünde hiçbir değişiklik olmaksızın eklerin sözcük köküne eklenmesi, yani bitiştirilmesiyle gerçekleştiriliyorsa, o dile bitişimli dil ya da bitişken dil denir. Türkçe ve Güney Amerika’ da konuşulan Keçua bitişimli diller için en tipik örnek olarak ele alınır. 10 Söz Dizim 11 12 Dilsel göstergeler, yani dilin sözcükleri tek başlarına ele alındıklarında, bir kavramın adı olma niteliğini taşır. Bu kavramlar, bir canlı, bir nesne, bir nitelik ya da bir eylem olabilir. 13 14 Önerme dile getirmek için sözcükler birbirleriyle ilişkilendirilerek bir dizim haline getirilir ve eylem, zaman ve kişi bilgisiyle donatılarak yüklemleştirilir; bu dizime tümce denir. 15 Sözcük, kavramı dile getirir; tümcenin dile getirdiği ise önermedir. 16 17 Her dil, bir ve aynı önermeyi kendi yapısına göre dilselleştirir, yani tümce haline getirir. Diller bu önermeleri, yani bir ve aynı bilgiyi değişik yapılarla, değişik biçimlerle dile getirir. 18 19 “Dil, sözcüklerin belirlenmiş kurallar içinde dizilerek tümce haline getirilmesidir.” C.Akyol 20 21 22 Dilin biçimbilim yapısı, biçimbirimlerin kullanımlarını kurallara bağlar. Her dil sözcüklerin tümce içinde nasıl ve hangi kurallara göre öbekler oluşturacağını, bunların hangisinin önde, hangisinin arkada geleceğini, yani diziliş ilişkilerini, kurallarla belirlemiştir. 23 24 Chomsky, dili doğru tümceler bütünü olarak görmüş, yani tümceyi dil anlayışının merkezine yerleştirmiş, dilbilimin görevini de tümcelerin yapısını, kurallarını betimlemek olarak belirlemiştir. 25 Sözcük Türleri 26 27 Sözcüklerin, tümce içinde birbirileriyle ilişki içine girmeden, tek tek ele alınarak sınıflandırılmasında oluşturulan öbeklere sözcük türü denir. Bunlar: 28 35 36 1. Eylem, bir iş, oluş, hareket, durum bildiren, kişi ve zaman kavramı veren sözcükler. 2. Ad, varlıkları bildiren sözcükler. 3. Sıfat, varlıkların özelliklerini belirten ve adlarından önce gelen sözcükler. 4. Belirteç, eylemlerden, sıfatlardan, belirteçlerden önce gelerek bunların anlamlarını etkileyen sözcükler. 5. Bağlaç, eş görevli sözcükleri, sözcük öbeklerini ve cümleleri birbirine bağlayan sözcükler. 6. İlgeç, sözcükler arasında ilgi kuran sözcükler. 7. Ünlem, sevinme, üzülme, kızma, korku, şaşkınlık gibi duyguları belirten, doğa seslerini yansıtan ve bir kimseyi çağırmak için kullanılan sözcükler. 37 Bağlaç 38 İng. He didn’t come, because he is ill. 39 “because” neden bildiren birer bağlaçtır. Türkçede bu bilgi, 40 Hasta olduğundan gelmedi, hasta olduğu için gelmedi. 41 42 biçiminde, yani bağlaç kullanılmaksızın, yalnızca eklerle ya da ek ve ilgeçlerle dile getirilir. Türkçede bugün kullanılmakta olan bağlaçların çoğu Arapça, Farsça gibi yabancı dillerden alınmıştır. Örneğin, 29 30 31 32 33 34 Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 30 / 115 1 Gelmedi, çünkü hasta. 2 3 4 Türkçede bağlaç olmadığını söylemek, Türkçede tümceler birbiriyle bağlanmaz demek değildir. Olmayan, yalnızca sözcük türüdür. Sözcük türü olarak bağlaç olmadan tümcelerin birbiriyle bağlanmasını sağlayan dilsel biçimlere bağlayıcı denir. 5 Hasta olduğundan gelmedi. Hasta olduğu için gelmedi. 6 7 Örneklerindeki altı çizili biçimler bağlayıcıdır. Türkçede, buna benzer olarak, bu nedenle, böylece, buna karşılık, gene de gibi çok değişik bağlayıcılar türetilmiştir. 8 İlgeç 9 İng. He lives in Munich. 10 “in” yer gösteren imleçtir. Türkçede, bu bilgi çoğu durumlarda eklerle dişle getirilir. 11 Münih’ te oturuyor. 12 13 14 15 16 17 Sözcük türü kavramı dilbilgisi çalışmalarında kullanılan, ama tanımlanması ve sınıflandırılması güç olan kavramdır. Bu güçlük, dilin sözcüklerini, tümce dışında, salt sözcük öğesi olarak ele alma istediğinden kaynaklanmaktadır. Ancak buna karşın, bu istek yerine getirilememekte, sözcük türlerinin sınıflandırılmasında sözcüklerin tümce içinde üstlendikleri işlevler örtük de olsa, çoğu kez sınıflandırma ölçütüne sokulmaktadır. Bu nedenle dil tipolojisi, sözcük türlerini, sözcüklerin tümce içinde üstlenebilecekleri işlevlere göre ele almaya ve dilleri bu ölçüte göre sınıflandırmaya çalışmıştır. 18 Sola Dallanma 19 20 21 Türkçede hem ad öbeklerine, hem de eylem öbeklerine getirilen yeni bilgiler hep baştan önce gelir, yani yazı düşünüldüğünde, başın soluna gelir ve buna sola dallanma denir. Türkçe sola dallanan bir dildir. Bu demektir ki, ad öbeğine gelecek tüm ek bilgiler addan önce, adın soluna eklenir. 22 27 28 çocuk küçük çocuk çocuk arabasındaki küçük çocuk yeni alınan çocuk arabasındaki küçük çocuk parasını ödemediğimiz yeni alınan çocuk arabasındaki küçük çocuk Osmanlıca döneminde, Hint-Avrupa dillerinden olan Farsçanın etkisiyle sağa dallanmalı niteleyici tümceler kurmuştur. 29 Konuşucunun Eylemde Gördüğü Psikolojik Atmosfer 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. 13. 14. 23 24 25 26 Bildirme, Anlatma, Umma, İsteme, Niyetlenme, Sorma, Alıntılama, ima etme, Olumsuzlama, Kuşku duyma, Olası görme, Koşul öne sürme, Zorunlu görme, Buyurma, İzin verme. Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 31 / 115 1 Adlarda Cins 2 3 4 5 Türkçede cins ayrımı dil dizgesinde gösterilmez, yani yapısal cins Türkçede yoktur. Bu hem adlar hem de adıllar için geçerlidir. Yani ben diyen konuşucunun kadın mı, erkek mi olduğu da, sen denen dinleyicinin kadın mı erkek mi olduğu da belli değildir. Oysa başka dillerde adlarda da adıllarda da değişik cinsler ayrılır. 6 7 8 9 “Cinsin açıkça söylenmesi mi yoksa söylenmemesi mi dilin zenginliğidir, bilmiyorum. Ancak bu konu, üzerinde çok durulması gereken bir konudur, diye düşünüyorum! Burada Türkçenin cins ayrımı yapmamasından çok, diğer dillerin niye cins ayrımına girmiştir, bu araştırılmalıdır?” C.Akyol 10 11 12 13 Bazı bilgiler bazı dillerde dile getirilmek zorundadır, oysa aynı bilgileri bazı diller, yapılarında öngörmemiştir; konuşucular bunları isterlerse değişik dilsel biçimlerle aktarabilir. Örneğin cins ayrımının Türkçede yapılmadığı söylendi, bu söz konusu ayrımın Türkçede hiç dile getirilemeyeceği anlamına gelmez, söylemek zorunda değildir, anlamına gelir. 14 Erkek doktor, kadın doktor gibi. 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 1 Yapısal 32 / 115 Dilbilimi 2 Dilin Tanımı 3 4 5 Düşünce ve duygularını başkalarına bildirerek, görüşlerini onlara kabul ettirmek veya onlarla anlaşmak isteyenler de, bir fikri kendi kendilerine tartışarak duygularını, benliklerini tanımaya çalışanlar da, bu işleri başarabilmek için dilin aracılığından vazgeçemezler. 6 Temel olan konuşma dilidir. Yazı, konuşma dilinin bir imgesi, seslerin grafilerle belirtilmesidir. 7 8 İnsan dilinin özelliği, parçalara bölünebilmesi, bölümleri değişik biçimlerde sıralayarak, her an başka bir mesaj yaratması, yeni fikir ve duyular ifade edebilmesidir. 9 10 11 Dil, insanların kurdukları bütün bildirişme sistemlerinden daha yetkin ve onların temelidir. Dil, insana öz simgeleştirme -sembolleştirme- kabiliyetinin en üstün başarısıdır. Simgeleştirmeyi şöyle tarif edelim: Gerçeği bir belirti, bir im ile temsil etmek, belirtiyi gerçeğin temsilcisi olarak görebilmektedir. 12 13 14 15 Dil simgelerden kurulu bir sistem olduğu içindir ki, bir nesne ile onu temsil eden belirti arasında kaçınılmaz bir bağlantı görülmez: örneğin, bir nesnenin adı Türkçede kapı, Fransızcada porte, İngilizcede door olabilir. Sesli imge ile nesne, daha doğrusu, kavram arasındaki ilişki rastgeledir. Zorunluluk yoktur. Sesli imge demek ki aslında bir simgedir. 16 17 18 19 20 “Kesinlikle katılmıyorum. Bu dili herhangi bir şey yapar. Dilin rastgele olması, rastgele gelişmesi mümkün değildir. Dille nesne veya karşıladığı şey arasında kesinlikle bir ilgi bağı vardır. En azından Türkçe için böyle değildir, diğer diller içinde olacağını düşünmüyorum. Dil tam bir kurgulama sanatıdır. Hadi, buna da şunu diyelim ile dil olmaz!” C.Akyol 21 22 23 24 25 26 İnsanın dünyası anlam dünyası olduğuna göre, anlam sorunu üzerine kurulu olan dilbilimin önemi pek büyüktür. Gerçekten de, günümüzde yaygın olan bir görüşe göre dil, daha geniş bir bilim kolunun, toplum hayatındaki belirtilerinin işlemini inceleyen semilojinin en başta gelen bölümüdür. Semiloji biliminin sınırları henüz pek kesin olmamakla beraber, her türlü belirti sistemi bu bilimin konusudur: imgeler, hareketler, ahenkli sesler -en başta dini simgeler- ayinler, nezaket kuralları, giyim kuralları, yiyecek düzeni vs. 27 Dil olmadan düşünce olmayacağına göre filozoflar için de dil ana konuların başında gelir. 28 29 30 “Filozoflar ve felsefe eskiden kendilerine öz bir dil kurmağa uğraşırlardı; şimdi insan düşüncesini, dilin ona verdiği biçimde düşünüyorlar.” Henri Lefebre 31 Dil Bilimin Konusu 32 33 34 Dilbilimin konusu dildir. Dilbiliminin biricik ve kendi konusu, kendi başına ve yalnız kendisi için dili incelemesidir. F. de Saussure 35 36 37 38 39 Şimdiye kadar toplanan belgelere göre dünyadaki konuşma sistemlerinin sayısı 2.500-3.500 arasında olup, büyüklük bakımından çok farklı alanlar kapsarlar. İçlerinden ancak yirmi dokuzu, on milyonluk, ya da on milyonu aşan toplumların malıdır. Dilciler, bir taraftan geçmişte ve bugün konuşulan bütün dilleri tanıyıp sistemlerini bulurlar, onları betimlerler; öte yandan dillerin tarih boyunca nasıl geliştiklerini araştırırlar. Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 33 / 115 1 Dilbilimin Tarihçesi 2 3 Batıda, dilbilimi araştırmalarının kökleri Yunan felsefesine dayanır. Çağdaş dilciler, kendi yollarında çalışmış öncüler arasında en çok, MÖIV. Yüzyılda Hindistan’ da yaşayan Panini’ yi överler. 4 5 6 7 8 Yunanlıların dilbilimine yaptıkları katkıların başında, yalnız ünsüzleri değil ünlüleri de gösteren bir alfabe yapmaları gelir. Yunanlılar, alfabelerini Fenikelilere borçlu olduklarını söylerler. Arap alfabesi gibi, Yunan ve onun arkasındaki Latin alfabesi de Fenikelilerinkini sürdürür. Fenikece, Sami dilleri grubuna girer. Sami dillerde ise kelimenin kökü ünsüzlerdir. Kelimenin cümledeki görevi araya konacak ünlüleri belli eder. Bu yüzden Sami dillerinde ünlüleri işaretlemek gerekmez. 9 10 11 12 13 Yunanlılar, dillerinin gramerini yazarken yalnız kendi dillerini düşünmüşlerdir. Eflatun ve Aristo’ nun dil alanındaki çalışmalarından sonra en önemli eser Trakyalı Dionysios MÖ 170-90’ un hazırladığı gramerdir. Ermenice ve Süryani diline çevrilen bu gramer İbrani ve Arap grameri çalışmalarına yol göstermiş, öte yandan Latince’ nin gramerini etkilemiş ve dolaylı olarak bütün Avrupa dillerinin gramerlerine, günümüze kadar biçim vermiştir. 14 15 Kelimenin doğal olduğu (physei), bir gerçeği yansıttığı görüşünü Eflatun, kelimenin bir anlaşma sonunda doğduğunu ise Aristo savunur. 16 17 18 “Çok önemli bir saptama: Kelime, doğaldır, gerçeği yansıtır, bir anlaşma vardır. Bu durumda kelimeden, rastgeledir, öylesine bir şeydir, kural dışıdır, diye söz edilemez.” C.Akyol 19 20 21 22 Yunalılar, “dilde istisnalar yani kural dışı olanlar mı, yoksa benzeşmeler mi esastır” mı tartışmışlardır. Dildeki kural dışı kullanışlara bakarak dilin rastgele kurulduğunu, adet ve alışkanlığın bu alanda başlıca rolü oynadığını Bergamalı dilciler savunmuştur. İskenderiyeliler ise dilin tutarlı bir sistem olduğunu göstermeye çalışmışlardır. 23 24 25 26 Dilin nasıl doğduğu sorusu, Antikite’ den 19.yüzyıla kadar kesintisiz düşünürleri uğraştırmıştır. Bilginler, bağlandıkları felsefe akımlarına, dünya görüşlerine uygun biçimde, bu karmaşığı çözecek kuramlar ortaya atmışlardır. Ancak 19.yüzyıldadır ki, dilbilimin bu konuya bir çözümleme getiremeyeceği, onun dilbilimini değil de felsefeyi ilgilendirdiği dilciler tarafından kabul edilmiştir. 27 28 29 30 Roma’ da ilk gramer denemeleri MÖ 168 civarında Maltos’ lu Crates ile başlar. Zamanla, Roma’ da gramer öğretiminin edebiyat ve felsefeye yararlı bir yöntem olmaktan çıktığını, resmi yönetim dilinin, yani Latincenin kurallarını bulup ortaya koymakla görevlendirildiğini, fikir hayatını ve edebiyatı aydınlatmaktan çok yöneticilerinin ortak bir dile sahip olabilmelerini sağladığını görürüz. 31 32 “Sanırım, Osmanlı’da da benzer şey oldu, çalışmalar Osmanlıca’ yı ortaya çıkardı.” C.Akyol 33 34 35 Sanskritçe’ nin tanınmasıyla dilbiliminde yeni bir çığır açılmıştı; mukayeseli gramer çalışmaları daha da hızlandı. Artık dilbiliminin başlıca amacı, dillerin zamanla nasıl geliştiklerini, biçimlerin geçirdikleri değişmeleri, dillerin akrabalık derecelerini aramak olmuştu. 36 37 Evrimsel gramer, dil değişmelerindeki kanunlara önem verir, bu kanunları arardı. Değişimi, tek yönde, somuttan soyuta gitme olarak kabul eder, hep özelde genel olanı arardı. 38 39 40 Bugün en canlı ve verimli görünen dilbilimi akımı ne dil felsefesiyle, ne de dil biçimlerinin zamanla nasıl değiştiklerini izlemekle uğraşır. Gayesi dil gerçeğini tanımak, biçimci, kesin, sistematik bir bilim kolu olmaktır. 41 42 Dil nedir, nasıl işler? Dilciler, bugün dilin bir sistem olduğu ilkesinde birleşirler. Bu ilke her dil için doğrudur. Karşıtlık ve ilişki dilbiliminin temel taşlarıdır. 43 44 45 Dil, belli bir silsileye göre sıralanmış birimlerin düzenli işledikleri bir belirtiler sistemidir. Dil, örgütlenmiş bir sistem olduğundan belli bir şifreye göre (code) işler. Dil, birbirine dayanışan ve birbirine bağımlı parçalardan kurulu bir sistemdir. Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 34 / 115 1 Dil İle Söylev 2 3 Dil sosyal bir kurum, seslerin aracılığıyla en az iki kişi arasında anlaşma kurma yoludur. Gerçi insan kendi kendine düşündüğünde de dilden yararlanır. 4 5 “Biz bir ses çıkarırız, harflerle bu sesi görünür kılarız, imgeleştiririz.” C.Akyol 6 7 “Dilbilim, taraflar arasında bir anlaşmadır.” C.Akyol 8 9 10 11 12 13 14 Bilmediğimiz dilin sözleri bizde tepki yaratmaz. Ancak bildiğimiz bir dilde anlaşma kurabiliriz. Dil bireyin değil, toplumun ortak aracıdır. Belli kuralları vardır, o kurallara uymadığımız taktirde meramımızı anlatamayız. Bu bakımdan dil bizim dışımızda olan, bize baskı yapan bir kuvvettir. Onu zorlayamayız, hemen tepkisini duyarız. Bazı deyiş ve sözlerin, önceleri bir kişinin buluşu olup genellikle büyük yazarların, gazetecilerin, şarkıcıların ya da piyasaya yeni sürülmüş bir malın, bir aletin adı vs.- sonradan genel dile getirdikleri bilinen bir olaysa da, kişi dile istediği kelimeyi kazandıramaz, gramer yapısında değişiklik yapamaz. 15 16 17 18 “Dil, kişinin hiçbir zaman özgür olamayacağı, belki de tek alandır. Kendinize göre birçok düşünce geliştirebilirsiniz, toplumda en aykırı olanı temsil edebilirsiniz, hem de dili kullanarak. Ama o dil, var olan dildir, toplumun dilidir ve siz onun tüm kurallarına uymak zorundasınızdır.” C.Akyol 19 20 21 Dil, belli kurallardan, düzenlerden ortaya çıkan bir sistemdir. Dil, yalnız kural değil, bir de değer sistemidir. Dilde tam eşanlamlı kelime yoktur denir, bu genellikle doğrudur; en yakın eşanlamlı sözcükler arasında anlam ya da duygu yönünden ayrıntılar vardır. 22 Belirti 23 24 25 Bugün bütün dilcilerin ısrarla kullandıkları belirti kavramını ilk defa F. De Saussure ortaya atmış, dilin belirtilerden kurulu bir sistem olduğunu göstermiştir. Her dil uzun terimler listesidir ve terimlerin her biri bir şeye bakışımlıdır. 26 27 Kelimelerden önce fikirlerin varlığı, yani insan görüşü dışında dünyadaki nesnelerin ve kavramların birbirlerinden iyice ayrılmış, kategorilere göre düzenlenmiş olduğu düşünülebilir. 28 29 30 31 32 33 Bir nesnenin, Türkçede kapı, Fransızcada porte, İngilizcede door kelimeleriyle ifade edilmesi göz önünde tutularak belirtilerin rastgele, sebepsiz oldukları ileri sürülmüş ve bu konu uzun tartışmalara yol açmıştır. Rastgele demek her isteyen belirtiyi istediği anlamda kullanır demek değildir. Dil sosyal bir kurumdur. Burada rastgele sözünden maksat, iki olan arasındaki bağın sebepsiz oluşudur. Dilde sebepli belirtiler de vardır: tabiattaki sesleri az çok yansıtan kelimeler: mırıldanmak, öksürmek, patlamak, miyavlamak, havlamak gibi. 34 35 36 37 38 39 40 41 42 Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 1 Dilin Kökeni 35 / 115 Üzerine 2 Dilin Kökeni 3 4 5 Aklımızda tutmamız gereken temel ilke olarak insanın söz olmayan bir zaman diliminde var olmadığı, genel anlamda dilin, insanlık tarihindeki uzun bir sessizlik döneminden sonra yaratılmış(!) olmadığı şeklinde alınabilir. 6 7 8 9 10 Dillerin gelişiminde, herhangi bir yapay ve bilerek gerçekleştirilmiş devrim farz edilemez. Dillerin konsülleri veya karar almaya yetkili kurulları yoktur. Diller, yolundan sapmış kurumlar gibi ıslah edilmez. Bundan dolayıdır ki halklar, dillerin hakiki sanatkarlarıdır; çünkü halklar, insanlığın iç ve kendiliğinden kuvvetlerini en iyi şekilde temsil eder. Çocukların ve halkların dili, gramercilerin takdis ettiği dilden genellikle daha ifadelidir. 11 12 13 14 Dilin kökeni meselesi, felsefi düşüncenin ilk örneklerinden itibaren filozoflar tarafından tartışıla gelmiştir. Bu bakımdan Herakleitos’ u dil hakkında ilk felsefe yapan kişi olarak mütalaa ederler; dilin kökeni ve tabiatını soran felsefi soru, esas itibariyle varlığın kökeni ve doğasının ne olduğu sorusu kadar eskidir. 15 16 Dilin köken, insan bilincinin ortaya koyabildiği en büyük meseledir; filozoflar tarafından ele alınmaya ve hakkında hüküm verilmeye en değer konudur; ancak, aynı zamanda da çözülmesi en zor olanıdır. 17 18 19 “Eklemli dilin ortaya çıkışı gözlemlenebilir bir olgu değildir. Eklemli dilin kökeni hakkındaki araştırmalar, bu zorlu engele takılır.” Pascal Picg 20 21 22 23 Paris Dil Derneği 1866 yılında yayınladığı ünlü bir bildiriyle üyelerine dilin kökeni meselesi hakkında bilimsel toplantı düzenlemeyi yasaklar. Söz konusu yasaktan tam elli yıl sonra, dil bilimine bağımsız bir bilim kimliği kazandırmayla bilim tarihine geçmiş Ferdinand de Sausure, dilin kökeni meselesini gündeme getirmenin boş yere olduğu yönündeki kanısını şöyle ifade etmektedir: 24 25 26 27 “Gerçekten de dil, eski kuşakların miras bıraktığı ve olduğu haliyle benimsenmesi gereken bir üründür. Bu eskiden olduğu gibi bugün de böyledir. Onun için, dilin kökeni meselesi danıldığı kadar önemli değildir. Dahası, bu meseleyi ortaya atmak yersizdir.” Ferdinand de Sausure 28 29 “Dili bir anda oluşmuş gibi ve her ırkın dehasından aynı anda fışkırmış gibi görmekte ısrar ediyorum.” Ernest Renan 30 31 32 Buna katılmak mümkün değil, aşırı zorlanmış bir tespit. Çözümün birçok konuda olduğu gibi tanrısal düzeye atılması. Bir anda oldu ise tanrısaldır, başka bir olasılık kalmaz. Oysa bana göre insanoğlunun en büyük eseridir. 33 34 35 “Dil, insanoğlunun en büyük eseridir, en büyük üretimidir. İnsanoğlu bugüne dek daha mükemmel bir şey üretmemiştir.” C.Akyol 36 37 38 39 40 41 42 Bir dil ne kadar eskiyse dişil ve eril çekimler onda o kadar belirgindir; hiçbir şey bunu, bizim için açıklanamaz kalan ve ilk halkları cansız şeyler de dahil olmak üzere bütün varlıklara bir cinsiyet tahsis etmeye götüren eğilimden daha iyi kanıtlamaz. Çağımızda şekillenmiş bir dil, erkeğin ya da kadının söz konusu olduğu haller dışında cinsi silecek ve hatta artık onun üzerinde bile durmayacaktır: Bu bakımdan İngilizce en üst basitleştirme seviyesine ulaşmıştır ve Fransızca’ nın da Latince’ deki daha önemli mekanizmaları terk ettiği halde dişil ve eril özellikleri hala koruması şaşırtıcıdır. Bundan dilin yaratılmasında kadınların, erkeklerinkinden farklı bir faaliyet Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 36 / 115 1 gerçekleştirmekte kaldığı sonucu çıkar. 2 3 4 “Kadının dildeki payı? Tarihin ilk dönemlerinde, kadının toplum içindeki payını düşünürsek, sanki dilin gelişiminde kadının daha çok payı varmış gibi geliyor.” C.Akyol 5 6 7 Dilin, amaç ve vasıtalardan uzak bir bilinçle, önceden kurulmuş bir plan dahilinde yaratılmış olmadığı, dilin doğumunun psikolojik hayatın gelişiminin belli bir raddesinde, zorunlu ve adeta körlemesine gerçekleştiğini düşünenler de var. 8 9 Dil asla, insan zekasının icat ettiği şeyler gibi tarihte belirli bir anda ortaya çıkmış değildir; dil konuşulduğu anda doğar; özü sonsuza dek doğup durmaktır. 10 11 Dil insan tarafından özgürce yaratılmıştır, çünkü insan dili oluştururken hiçbir belirleyici nedene bağlı olmamıştır; dile de büsbütün organik işlevlerde meydana gelmeyen bireyselliğini katmıştır. 12 13 14 15 “Turan dil ailesinin çekirdeği olan Tatar-Fin dilleri grubunun genişliğinin yanı sıra, bu ad altında gruplandırılan yerel dillerin, ne Hint-Avrupa ne de Sami dilleri gibi, tek bir ortak karaktere pek de sahip olmadığını itiraf etmek gerekir.” Max Müller 16 Buna dayalı olarak Ernest Renan’ ın şöyle bir tespiti var: 17 18 19 “Turan dillerinin ana çizgileri göçebe bir toplum biçimine karşılık geldiğinden bu dillerin şuraya buraya saçılmış bir karakter sergilemesi, tarihin henüz erken dönemlerinde geniş siyasi teşkilatlanmalara aracılık etmiş Hint-Avrupa ve Sami dilleriyle aynı yoğunlaşmaya ulaşmamış olması şaşırtıcı değildir.” 20 21 Adama, Hint-Avrupa ve Sami gruplarının tarihin erken dönemlerinde ne gibi geniş siyasi teşkilatlanma kurdular; bu arada Sümerler nerede diye sorarlar? 22 23 24 İlk diller sergilendikleri psikolojik durumla birlikte ortadan silinmiştir ve bundan böyle hiç kimse eski filolojinin yaptığı gibi ilk dillerin peşine düşüp de kendini yormaya kalkışmaz, denilmektedir. Bu teslimiyeti anlamak mümkün değil! Niye bu konu kapatılmak isteniyor? 25 26 27 28 Dil, aşama aşama gelişerek günümüzdeki halini almıştır. Kimilerine göre dil ilk halinde adlardan ibaretti. Kimine göreyse dilin ilk hali ünlemlerden oluşur. Bu düşünürlerin tamamı, dilin başlangıçtaki unsurlarının gelişimi için yüzyıllar geçmesi gerektiği üzerinde anlaşmışlardır. Dilin biliminde kaydedilen büyük ilerleme, felsefeye ve tarihe beklenmedik katkılar sağladı. 29 30 “Dilin türeyişi daima esrarengiz kalacaktır.” Ernest Renan 31 32 33 34 “Dilin türeyişinde esrarengiz sayılacak, en küçük bir ayrıntı yoktur; çünkü dil, en insani olandır. Ses çıkaran, düşüncelerini ve duygularını dışa vurmayı doğal bir gereksinim sayan insandan, dilden daha insani ne beklerdiniz.” C.Akyol 35 36 37 “İnsan, var olduğu ilk günden bu güne dek gereksinimi olan her şeyi üretti, dil de bunlardan yalnızca biriydi.” C.Akyol 38 39 40 41 Diller hakkında konsüller veya karar alıcı kurullar yoktur. Diller, yolundan sapmış kurumlar gibi ıslah edilmez. Bundan dolayıdır ki halklar, dillerin hakiki sanatkârlarıdır; çünkü halklar, insanlığın iç ve kendiliğinden kuvvetlerini en iyi şekilde temsil eder. Ne kadar dahi olursa olsunlar dillerin ustası bireyler değildir. 42 43 44 45 Her insan grubu kendi dilini muhakkak ki bir gelenek tarafından verili bir temel üzerine, ama kendi içgüdüleri uyarınca, kendi yaşam tarzının ve yaşadığı coğrafyadaki iklimin konuşma organlarıyla akli melekeleri üstünde meydana getirdiği tesirler altında biçimlendiriyordu. İnsanlar sosyal ve psikolojik ihtiyaçları gereği konuşuyordu; bu arada insana, düşüncelerini kendi kendisine formüle edecek ve Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 37 / 115 1 2 başkalarına anlatacak kadar dil yetiyordu. İnsan, konuştuğu dilin genel ve meşru bir tip ile uygunluğunu pek de umursamıyordu. 3 Gramer 4 5 6 7 8 9 Daha mükemmel ABeCe’ lerle asırlardır temas etmesine ve düzgünce yazılan ünlü (sesli) harfleri olmamasının karşısına çıkardığı muazzam güçlüklere karşın, Sami dilleri ünlü ( sesli) harfler yaratmayı nasıl oldu da hiç başaramadı? Çünkü, her dil, kendi gramerine baştan sona hapsolmuştur. Her dil, dış etkilere maruz kalarak cazibesini ve fizyonomisini bütünüyle değiştirebilir; kelime hazinesini zenginleştirebilir veya yenileyebilir; ama her dilin grameri, onun bireysel ve karakteristik formu olur; bir başka ad alarak veya olduğu şey olmaktan vazgeçerek başkalaşamaz. 10 11 Dillerde, artık esas itibariyle değişmedikleri bir forma kavuştukları bir çağ var gibi görünmektedir. Dillerin hakiki olgunluk çağı da o olsa gerekir. 12 13 14 Gerçekten de bir yandan, ne kadar dönüşüme uğrarsa uğrasın her dilin içinden çıkmayacağı dayatılmış bir kalıp vardır; diğer yandansa bu kalıp, hatırı sayılır hareketlere ve sürekli değişimlere alan bırakacak kadar geniştir. 15 16 17 “Dilin yaratıcıları! Şu bir gerçek ki MÖ4000-3500’ lerde insan, bugün ki düzeye yakın konuşuyordu; destanlar vardı, aşklar vardı, düşmanlıklar vardı; bugün ne varsa hepsi o günde vardı!” C.Akyol 18 19 “ Yazıya geçiş, grameri zorlamış olabilir.” C.Akyol 20 21 22 Hep daha fazla açıklık peşinde koşan halk, hiçbir zarafet ve hatta kurala uygunluk kaygısı taşımaksızın, bir yandan konuştuğu dili içgüdüsel bir şekilde yalınlaştırır. Eski yöresel diller, form açısından, gramerciler tarafından elden geçirilmiş olan dillerden daha zengindir. 23 24 Farklı dillerle temas yoluyla en çok değişime uğramış dillerden biri olan Türkçe, gramerini mükemmelen saf bir halde korumuştur. 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 1 Adem’ in Dili 38 / 115 , İnsan Lisanı Nasıl Yarattı 2 Giriş 3 4 5 Bir anlam kastetmeden konuşmak da mümkün; pek çok papağan anlamsız konuşur. Konuşma, dilin araçlarından sadece biri. İşaret dili de bu manada bir araç. Dil, düşüncelerimiz gerçekten anlamlı kılan, düşüncelerimizden yapısal bir bütün inşa eden şeydir, o. 6 7 İmgeler halinde düşündüğünüzü sandığınızda bile, bu imgelerden anlamlı bütünler oluşturan, onları düzensiz, karman çorman bir bulamaç olmaktan kurtaran şey yine dildir. 8 9 “Dil, düşüncenin var olması sağlar. Dil olmasaydı, düşünceler kalıcı olamazdı.” C. Akyol 10 11 Soyut düşünme yeteneğini ve gelişmiş beyni bize dil kazandırmıştır. Dilin kökeni konusu, bilimdeki en zorlu sorundur. Dil, ardında fosil bırakmaz! 12 13 14 “Çevre, organizmaya uyum göstermez, ama kendisinden istenilen değişime uyar, zor da olsa uyar! Keşke direnebilseydi!” C. Akyol 15 16 Dilin nasıl evrimleştiğini sormak yerine, tüm öteki türlerin kullandığı ve kullanmış olduğu iletişim sistemlerinden atalarımızın uzaklaşmaya başlamasına neyin yol açtığını sormalıyız. 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 1 Dilin 39 / 115 Tarihi 2 Hayvanlar Arası İletişim ve Dil 3 4 Yeryüzündeki ilk organizmalarda, tür, cinsiyet veya niyet bildirmeye yarayan ilkel mekanizmalar oluşmuştur. Bu mesaj aktarımı doğanın o sıradaki en gelişmiş aracıyla yapılıyordu; kimyasal iletişim. 5 6 7 8 Dil en basit tanımıyla bilgi alışveriş aracı demektir. Böyle bir tanımla dil kavramı jestleri, mimikleri, beden duruşlarını, ıslıkları, el işaretlerini, yazıları, matematiksel dili, programlama ya da bilgisayar dilini ve benzerlerini kapsamış olur. Bu tanım, karıncaların kimyasal dilini ve benzerlerini kapsamış olur. Bu tanım, karıncaların kimyasal dilini ve bal arılarının dans dilini de kapsar. 9 10 “Hayır! Dil olarak çeviri yanlış yapılmadıysa, dil bu değil; bu başka bir şey!” C. Akyol 11 12 13 14 “Aktarma, alışveriş ve bunların aracısı olmak başka bir şey, dil başka bir şey. Dil, konuşmaktan da farklı bir şey! Bir şeyin dil olabilmesi için kabul edilmiş ve düzenli yinelenen bir kuralının olması gerekir. Bu kurala da gramer deniliyor.” C. Akyol 15 16 17 Karıncalar arasındaki işbölümü, bugünkü iletişim modeliyle tamamıyla açıklanamamaktadır. Grup hangi yaprağın alınıp getirileceğine nasıl karar vermektedir. Kitle organizasyonu ve koordinasyonu nasıl sağlanmaktadır? 18 Bal arılarının iletişim kurmak için dansı kullandıkları söylenir. 19 20 Yeni nöro-analitik testler, insanların sol beyinlerinin konuşmayı kontrol etmesine benzer bir biçimde, kuşların da sol beyinlerinin ötüşü kontrol ettiğini göstermiştir. 21 Konuşan Maymunlar, İnsan 22 23 24 25 Yedi ile beş milyon yıl önce, Afrika’ da, muhtemelen farklı beslenme sonucunda, hominidler diğer ilkel maymun türlerinden ayrıldılar. Hominidler, Maymun Adam ve Homo olmak üzere iki temel tür olarak farklılaşmıştır. İnsanın sözel dilinin ilk olarak Homo türüyle ortaya çıktığı görülmektedir. Tespit edilen en eski Homo örneği 2.4 milyon yıllık olup, Homo habilis türüne aittir. 26 27 28 29 İnsanın açık seçik konuşması için gerekli fiziksel niteliklerin, günümüzden 1,6 milyon yıl öncesi ile 400.000 yıl öncesi arası dönemde hızlı bir şekilde geliştiği anlaşılıyor. 400.000 yıl öncesine ait hominid fosilleri, ilk kez sözlü konuşmanın kullanılmış olabileceğini gösterir. Bu muhtemel kullanım yepyeni bir hominid türünde ortaya çıktı: Homo erectus. 30 Homo Erectus 31 32 Bugün modern bilim homonun en az üç önemli türü bulunduğunu kabul eder; bunlar evrimdeki sırasıyla habilis, erectus ve sapiens’ tir. 33 34 Bugün rağbet gören bir modele göre, Homo erectus Afrika dışına göç eden ilk homoniddir. Homo erectus, Eski Dünya’ nın tamamında yaşıyordu. 35 36 Bazı uzmanlar, esas itibariyle etobur olan beslenme rejimi sayesinde elde ettikleri fazla enerjinin daha büyük bir beyin ortaya çıkardığına inanırlar: 800cc-1000cc (Homo sapiens: 1100cc-1400cc) 37 38 39 Modern sapiensler, 100.000-150.000 yıl önce Afrika’ da ortaya çıktılar, sonra Orta Doğu’ ya, Avrupa’ ya ve Asya’ ya yayıldılar. Ortadoğu ve Avrupa’ da en aşağı 30.000 yıl önce, Neandertal’ lerin, Asya’ da ise daha eski Homo erectus’ ların yerlerine geçtiler. Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 40 / 115 1 2 İnsan sözlü dilinin ortaya çıkış tarihinin merkezinde iki temel soru vardır: Sözcükler nasıl ortaya çıktı? Bu iki soruya, en iyi şekilde, dil evrensellerinin araştırılmasıyla yanıt bulunabilir. 3 4 5 6 Belki de beslenme, göç ve/veya iklim değişiklikleri sayesinde beyinsel kapasitenin evrimleşmesinin bir sonucu olarak yaklaşık bir milyon yıl önce, ilkel hominidlerin söz kullanımında önemli değişikliklerin meydana geldiği anlaşılıyor. O zamana kadar açık seçik nitelik taşımayan sesler artık gramere kavuşuyordu. 7 8 9 10 11 12 13 14 Dil evrensellerinin dört temel tipi olduğu söylenebilir. Mutlak evrenseller arasında, örneğin, her dil sisteminin en az üç ünlüyü içermesi ve renk yelpazesi içerisinde siyah ile beyazın bulunması yer almaktadır. Eğilimsel evrenseller arasında şu kabul yer alır: ( p, t, k) çoğunlukla süreksiz patlamalı ünsüzlerdir (nefesin geçişini engelleyen ünsüzler) ve başka duraklar (p, t, k) mevcut değilse dile eklenmez. İçerimsel evrenseller, ancak belirli koşullar yerine getirilirse geçerlidir. Örneğin, eğer kırmızı, dil içerisinde bir renk ise, orada aynı zamanda siyah ve beyazın da mevcut olduğu beklenmelidir. İçerimsel olmayan evrenseller, herhangi bir ön şarta bağlı değildir., ayrıca mutlak ya da eğilimsel olabilirler: 15 16 17 Bütün insan dillerinin en azından üç ünlüyü içerdiği yolundaki evrensel bunun bir örneğidir. Yalnızca üç ünlüye sahip olan dillerin istisnasız hepsinde i, a ve u ünlülerinin bulunduğu hesaba katılmalıdır. 18 19 20 İnsan beyninin zihinsel süreciyle ilgili olan başka bir örnek de, bütün dillerde, tekillerin çoğullardan ve çoğulların ikililerden daha sık olmasıdır. Yani, insan beyni, gruptan önce tekili ve grup türünden önce grubu kaydeder. 21 Tüm dillerde sıfatlar, niteledikleri ismin yanında yer alır. 22 Neandertal’ ler 23 24 Neandertal’ lerin, geç Homo Sapiens’ ler kadar konuşmaya yatkın olduğu, hızlı ve akıcı konuştukları ileri sürülmüştür. 25 26 İlk insanların çocuk dili, yerini işlevsel donanımlarıyla birlikte hızla gelişen bir iletişim aracına -Homo Erectus’ ta ilkel bir dile ve Neandertal’ lerde daha karmaşık bir dile- bıraktı. 27 28 Büyüyen beyin, eklemlemeli konuşmanın gelişmesini, eklemlemeli konuşma, beynin daha da büyümesini sağladı. 29 30 31 Modern insan dili sözdizimle doğmuştur. İnsan türü için son derece hayati hale gelen sözdizim, insanın dışındaki varlıkların dillerinde bulunmamaktadır: Sözdizim, cümlecik ve cümlelerin anlam kazanması için sözcüklerin ve öğelerin birbirlerine bağlanma yöntemini belirleyen kurallardır. 32 33 34 Sözdizim -jest diline dayanarak, ancak insanların hem dili geliştirmeye uygun nöral yollara hem de nefesi kontrol eden bir solunum sistemine sahip olduğu bir aşamada gelişmiş olabilir- Homo erectus’ lar arasında muhtemelen yaklaşık bir milyon yıl önce ortaya çıkmıştır. 35 36 37 Sözdizim, yaklaşık 400.000-300.000 yıl önce, Neandertal’ ler Avrupa’ da ilk defa oraya çıktığı sırada muhtemelen tamamlanmaya doğru gidiyordu. Bu süreç, ancak 150.000 yıl sonra, anatomik olarak modern insan ortaya çıktığı zaman bütünüyle tamamlanacaktı. 38 39 Sözdizimi sözcüğü, dildeki sözlerin dizilimini inceleyen bilim dalı olduğundan gelir. Türkçe’ ye "sentaks" sözcüğü Fransızca "syntaxe" sözcüğünden geçmiştir. 40 41 Sözdiziminden önce eklemeli insan dili mümkün değildir. Sözdizim tam bir olgunluğa eriştikten sonra, insanlar bizim gibi konuşmaya ve düşünmeye başladılar. 42 43 40 yıldan uzun süredir Noam CHOMSKY tarafından savunulan insan dili tarihinde sözdizimin önemli oluşu teorisi, bu konuda öne sürülen pek çok teoriden yalnızca biridir. 44 100.000 ile 80.000 arası yıl önce Avrupa’ yı yeni bir buzul tabakası kapladı. Neandertal’ ler en az Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 41 / 115 1 2 90.000 yıl önce erken Homo sapiens’ lerin izlerinin de bulunduğu Ortadoğu’ nun güneyine ve güneydoğusuna göç etmişlerdi. 3 4 5 6 7 Neandertal’ ler ile sapiens’ ler kültürleri arasındaki ayırt edilemez ölçüdeki benzerlik, yaklaşık olarak 50.000 yıl önce sapiens’ ler arasında birdenbire yeni teknolojiler -fırlatılan silahlar ve daha iyi kesici aletler- ortaya çıkana kadar sürmüştür. Bazı sapiens gruplarının bir tür evrimsel sıçrama yaptıkları anlaşılmaktadır. Böylece, Neandertal’ ler değil, söz konusu sapiens grupları evrim geçirerek modern insana dönüşmüştür. 8 9 Yaklaşık olarak 20.000 yıl içinde Neandertal türü yok oldu, belki de Homo sapiens’ lerin yiyecek kaynaklarına ilişkin rekabetinin ve saldırılarının kurbanları oldular. 10 Homo Sapiens 11 12 13 İnsan toplulukları arasında mtDNA’ nın Y erkek kromozomu ile yapılan en son dağılımsal karşılaştırılması, tarih boyunca kadınların erkelerden sekiz kat daha fazla göç ettiğini ortaya koymuştur. 14 15 Eğer “Afrika’ dan Göç Teorisi” doğru ise, o zaman dünyanın mevcut tüm dil ailelerinin kökeni, görece yeni Afrika dillerinde bulunur! 16 17 18 19 Son genetik analizler, en azından Avrupalıların büyük çoğunluğunun aşağı yukarı 50.000 yıl önce Yukarı Paleolitik Çağ’ ın başlangıcında Ora Doğu’ dan Avrupa’ ya göç eden avcı-toplayıcı ilk modern insanların soyundan geldikleri konusunda kuşkuya pek yer bırakmamaktadır. O zamandan beri genetik soyaçekim Avrupa’ da hayli sabit(!) kalmıştır. 20 21 22 Artık eklemeli dil -ve bu dilin mümkün kıldığı simgesel düşünme- kuşkusuz, bugün kullandığımız tüm durumlarda kullanılıyordu ve hominidler artık konuşan maymun değil, simge kullanan maymun idiler. Australopithecus 4,1 milyon yıl önce Jestler, sesler (hırıltılar, çığlıklar, iniltiler) Homo Habilis 2,4 milyon yıl önce Jestler, sesler (hırıltılar, çığlıklar, iniltiler) Homo Erectus 2 milyon yıl önce Yaklaşık 1 milyon yıl öncesine kadar şart cümleleri dahil, muhtemelen kısa ifadeler Homo Neanderthalensis 300.000 den 30.000 yıl öncesine kadar Karmaşık cümleler, muhtemelen karmaşık düşünce süreçleri mümkün kılıyordu; bu sayede konuşma temelli toplumlar ortaya çıkmıştı; fakat i, a ve u sesleri bu tür tarafından telaffuz edilemiyordu. Homo Sapiens 300.000 yıl önce Karmaşık cümleler karmaşık düşünce süreçlerini mümkün kılar; bu sayede konuşma temelli toplumları ortaya çıkmıştır. Modern İnsanlar 150.000 yıl önce Günümüzde bildiğimiz anlamda konuşma için gerekli tüm fiziksel özellikler, 150.000 yıl önce mevcuttur. 23 24 25 “İnsanın konuşmasıyla, yazıya geçişi arasında çok uzun bir süre olacağına inanmıyorum.” C.Akyol 26 27 28 "Dilin, günümüzden 150.000 yıl önce bayağı bir oluştuğunu düşünürsek, yazının günümüzden 6.000 yıl önce ortaya çıkması bana çok inandırıcı gelmiyor!" C. Akyol 29 Tek bir köken dil hiçbir zaman olmamıştır. 30 31 İnsan beyni kendi kapasitesini arttıkça, konuşma daha açık seçik hale geldi, kimyasal iletişime ve vücut diline bağımlılık azaldı. Bu da, özel konuşma organlarının evrimle gelişmesi sonucunu Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 42 / 115 1 2 doğurdu. Söz konusu organlar, böylece ortaya çıkan karmaşık topluma uyum sağlanması için beyin kapasitesinin daha da artmasını gerekli kılıyordu. 3 4 Eklemeli dilin uzun evrim süreci içerisinde, çeşitli insan toplulukları gelişip yok olmuştur. Binlerce ve binlerce dil ailesi doğmuş, iz bırakmadan silinip gitmiştir. 5 6 7 Binlerce yıl sürmüş olabilecek dilde denge dönemleri boyunca, prototip diller çeşitli dillerin iç içe geçmesiyle oluşmuştur. Ardından bu dönemler birden sona ermiş, aile ağaçlarıyla dil aileleri doğmuştur. 8 9 10 11 Eklemeli dil tam olarak ortaya çıktığında, Homo sapiens grupları, 30-40 kilometre yarıçaplı özerk bölgelerde hüküm sürüyorlardı, yakın komşuları ise belki de 40-60 kilometre uzakta yaşıyordu. Grup üyeleri, bu komşularıyla ticaret yapıyorlar ve evleniyorlardı. Kız alıp vermenin ve eşya değiş tokuşunun yanı sıra, sözcükler, ibareler, hikayeler ve farklı telaffuzlar da aktarılıyordu. 12 13 14 Birbirlerine yakın lehçeler, yüzyıllar süren uzun ayrılık dönemlerinin sonunda özerk diller haline geldiler. Ayrı diller birleşip melez diller oluşturdular. Bu diller, göç veya başka nedenlerle daha sonra daha büyük dil ailelerini doğurmuştur. 15 İlk Aileler 16 17 18 Dil aileleri, kökenleri bakımından ilişkili dillerin oluşturduğu gruplarıdır. Yani, ortak ataları olan bu diller, yapı ve anlam bakımından, rastlantıyla ta da başka dillerden alınan unsurlarla açıklanamayacak sistematik benzerlikler gösterirler. 19 Diller arasında benzerliği yaratan üç etken vardır: 20 21 22 1. Kökensel paylaşım, 2. Alansal dağılım, 3. Tesadüfi tipolojik ortaklık. 23 İki tür dilbilimsel sınıflandırma vardır: yapı bakımından ve köken bakımından. 24 25 Tek heceli diller, Mandarin Çincesi gibi… Tek heceli diller, her sözcüğün bir morfemden-şekil biriminden- (kuş, kaş gibi dilin anlamlı en küçük birimi) oluşan dillerdir. 26 27 Morfem: Kelimelere dil bilgisi bakımından biçim veren çoğu ek hâlinde olan kelime parçaları, biçim birimi; şekil birimi. 28 29 30 31 Şekil birim: Dilde tek başına kullanılabilen ve daha küçük parçalara ayrılamayan anlamlı birimler ile tek başına kullanılamayan görevli en küçük birimler: oyun-cu-luğ-umuz-un baş-ar-ı-sı; gül-üş-meler-den; süt, balık, al, kan vb. yukarıda verilen örneklerdeki anlamlı en küçük birimler oyun, baş, gül, süt, al, kan birimleridir. Ek durumundaki öteki birimler görevli birimlerdir. 32 33 Bükümlü diller, bir sözcük içerisinde çok sayıda morfem bulunabilir, fakat bunların sınırları tam olarak belli değildir. Sözcükleri çeşitli bükümlere uğrayan Latince böyle bir dildir. 34 35 36 Örneğin, vücut anlamına gelen corpus, sözcüğün cümle içerisindeki kullanılışına bağlı olarak cosporis, corpori, ve corpore biçimini de alabilir. Bu, çekim olarak adlandırılır ve bükümlü diller aynı zamanda çekimli diller olarak da adlandırılır. 37 38 Eklemeli diller, bir sözcük bağımsız (yağmur) ya da bağımlı (yağmurluk) pek çok morfem içerebilir. Türkçe, tüm eklemeli diller gibi, kelime kökleri ile kelime ekleri belirgin bir dildir. 39 Bir dil genellikle, uygun koşullar altında, 2000 yıl içerisinde, yaşayan 8-15 akraba dil doğurur. 40 41 Çin-Tibet dili gibi proto-dillerin, muhtemelen 10.000 yıldan eski oldukları düşünülmektedir; en az 6.000 yıl önce mevcut oldukları ise kesindir. 42 Afro-Asya Dilleri 43 Doğu Sami ailesi (yaklaşık 4.500 yıl öncesine ait çivi yazılı tabletleri günümüze kalmış olan Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 43 / 115 1 2 3 Babillilerin Akkad dili bu ailenin tek temsilcisidir) ve Batı Sami ailesi olarak ikiye bölünmüştür. Batı Sami ailesinden daha sonra Aramca-Kenanice (Fenikece, İbranice) ve Arapça-Etiyopyaca doğmuştur. 4 5 6 7 Doğu Sami ailesi, yaklaşık 5.000 yıl önce kendi dinamikleriyle doğuya doğru yayılarak Eski Ortadoğu’ da konuşulan daha da eski bir dil olan Sümercenin yerini almıştır. Aşağı Mezopotamya’ da 6.000 yıldan uzun zaman önce konuşulan ve 5.100 yıl öncesi gibi erken bir tarihte yazılı hale gelen Sümercenin, başka herhangi bir dille ilişkisi olmadığı anlaşılmaktadır. 8 Asya Dilleri 9 10 11 Moğol dillerini ve Mançu-Tunguz dillerini (yani Türk dillerini) kapsayan Altay ailesi, köken bakımından değil, esasen yapısal kriterler temelinde nispeten yakın tarihte yapılan bir sınıflandırmadır. Sınıflandırma spekülatif kalmaktadır. 12 13 14 Bugün Türk, Moğol ve Tunguz dilleri arasındaki bütün benzerlikler, paylaşılan ortak bir mirasın değil, coğrafi yayılmanın bir sonucu olarak görülmektedir. Türk dilleri, Orta Asya’ da yalnızca yaklaşık 4.000 yıl önce ya da biraz daha eski bir tarihte ortaya çıktı. 15 Avrupa Dilleri 16 17 18 19 Tarihsel dilbilim, Hint Avrupalıların asıl anavatanlarının, bu toplulukların dillerinin yayıldığı bölgenin coğrafi merkezi, yani Doğu Avrupa olduğunu öne sürmektedir. Ya Hint-Avrupa dilleri ile Ural dillerinin ortak bir kökeni vardır, ya da yaklaşık 7000 yıl önce Avrupa’ nın doğu ucunda konuşulan, iki ya da daha fazla farklı, ama komşu dil birbirlerine yakınlaşmıştır. 20 21 Belki de 5500 yıl önce Orta Avrupa’ ya gelen ilk Hint-Avrupalılar olan ipli seramik kültürüne sahip topluluklar, Kelt-İtalik, Germanik ve belki Balto-Slav unsurların çok eski, gevşek gruplaşmalarıdır. 22 23 Yaklaşık 4000 yıllık dönemi için yazılı kayıtlar bulunan Hint-Avrupa dilleri, bugün dünyanın en zengin dil ailelerinden birini oluşturmaktadır. HİNT-AVRUPA DİL AİLESİ Kelt GALCE İskoçça Manca İrlanda Hellence Anadolu Germen KUZEY İzlandaca Norveççe BATI Almanca İngilizce Felemenkçe Hollandaca Roman Latince İtalyanca Rumence Romanca Fransızca Katalanca İspanyolca Portekizce Ermenice Balto-Slav BALTIK Letonca Litovca SLAV Lehçe Çekçe Slovakça Sırpça Bulgarca Makedonca Hırvatça Rusça Ukraynaca Hint-İran İRAN Osetçe Kürtçe Farsça Beluci Tacikçe SANSKRİTÇE 24 Yazılı Dil 25 26 Sümer, yaklaşık 4000 yıl önce bir tabletin üzerine “Eli ağzına uygun hareket eden katip, gerçek katiptir.” diye yazmıştır. 27 28 Yazı, sessiz resimlerim tedrici evrimiyle oluşmamıştır. İnsan konuşmasının görsel ifadesi olarak birden doğmuş ve bu niteliğini günümüze kadar da korumuştur. 29 30 31 “Bu tespite katılmam mümkün değil! Gerek doğada gerekse toplumsal yapıda hiçbir şeyin birden doğacağına inanmamışımdır. Böyle tespitler hep kutsallık kokar!” C.AKYOL Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 44 / 115 1 2 3 Yazı, Mısır’ da çetele tutma ve tasnif etme sisteminin bir sonucu olarak ortaya çıktı. Bir tacir ya da bir memur, belirsizliği azaltmak için sayılan, ölçülen veya tartılan eşyaların resimlerini çizerek çetele tutmayı ya da tasnif etmeyi geliştirdi. 4 5 Yazılı dilin en temel modeli, birçok geçiş varyantını ve kombinasyonu (karışık yazılar) bulunan üç genel yazı türünü barındırır: 6 7 8 1. Logografi Yazı, her glif1, bir morfemi2 (an+lam+lı sözcüğündeki üç morfem gibi, anlamlı en küçük dilsel birim) ya da bir sözcüğünün tümünü (Erken Mısır hiyeroglif yazısındaki “çakal” gibi) temsil eder. 2. Hecesel Yazı, yalnızca hece-ses değere sahip olan gliflerden oluşur (örneğin, Tunç Çağı Ege yazılarındaki “Knossos” sözcüğündeki ko-no-so gibi). 3. Alfabetik Yazı, harfler olarak adlandırılan glifler, ünlü ve ünsüz sesleri temsil eder (Latin abecesindeki a, b, c gibi). 9 10 11 12 13 Bu üç yazı türünün birbirinden herhangi bir niteliksel üstünlüğü söz konusu değildir. 14 15 Diller, evrim geçirebilir, yani insanların bilinçli müdahalesinden bağımsız bir şekilde gelişebilir. En yaygın amaç, yazı yazanın konuşma dilinin en uygun simgelere kavuşmasıdır. 16 Soyağaçları 17 18 Dillerin gelişmesi, gerilemesi ve değişmesi daima hem zamanın etkisiyle hem de bir toplumun gücünün veya zayıflığının sonucu olarak meydana gelir. 19 Dört çeşit temel dil değişimi vardır: 1. Fonolojik Değişim, ya da sistematik ses değişimi, bütün dünya dillerini konuşan insanlar tarafından, diğer dil değişim türlerinden daha kolay gerçekleştirilir. İngilizce hus, mus kelimeleri 600 yıl sonra Londra’ da house ve mouse olarak telaffuz ediliyor. 2. Morfolojik Değişim, fonolojik değişimden daha seyrek görülen, kelimelerin biçimleriyle ilgili sistematik değişimdir. Örneğin, goes, did kelimeleri 400 yıl önce Shakespeare goeth ve didst kullanırdı. 3. Sözdizimsel Değişim, cümlecik ya da cümlelerdeki kelimelerin sırasında meydana gelen sistematik değişimdir. 4. Semantik Değişim, bir sözcüğün yaygın olarak kabul edilen anlamını değiştirir. 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 İtalik Diller 30 31 32 Latince, MÖ birinci binyılda Latium’ da ortaya çıkmıştır. Roma’ nın yerel lehçesi Latince, zamanla tarihin en görkemli dillerinden biri haline geldi. Latin edebiyatı gerçek anlamda ancak MÖ 240 civarında doğdu ve daha sonra büyüyen Roma İmparatorluğu’ nu güçlendirdi. 33 34 Roman dil ailesinden türemiş her dil, yazılı hale gelinceye dek, yüzyıllar boyunca proto-biçimleriyle konuşuldu: 35 36 9. yüzyılda Fransızca, 10. Yüzyılda Güney Fransa’ da Provence dili, 12. Yüzyılda İspanyolca, Portekizce ve Katalanca ve 16. Yüzyılda Rumence yazılı dil niteliğine kavuşmuştur. 37 38 Fransızca’ nın gelişim aşamaları, Eski Fransızca (842-1350), Orta Fransızca (1350-1605) ve Çağdaş Fransızca (1605-günümüze kadar) şeklindedir. 39 40 İspanyolca, İberya Yarımadası’ nda Kelt dillerinden beslenerek değişen Vülger Latince’ den doğmuştur. Eski İspanyolca (1100-1450) bugün çok az sayıda kişinin konuştuğu Yahudi İspanyolca’ Glif: Morfem: Bir dildeki en küçük anlamlı birime verilen ad. Hiyerarsik olarak fonemin bir büyügü. "annemlerde" sözcügündeki "anne","m","ler" ve "de" olmak üzere 4 ayrı morfem vardır. 1 2 Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 45 / 115 1 2 sında kısmen korunmaktadır. Yazılı dil için standart olarak alınan Kastilya lehçesi Çağdaş İspanyolca’ ya (1450’ den günümüze) egemen olmuştur. 3 4 İtalyanca, İtalik halkların ilk yaşadığı topraklarda konuşulan Vülger Latince’ nin evrim geçirmiş biçimidir. 5 Germen Dilleri 6 7 8 9 10 11 12 MÖ üçüncü binyılda, Doğu Avrupa dışından gelerek Keltleri ( bugün ki İrlandalılar, İskoçlar, Galliler) takip eden Hint-Avrupalı bir halk, bugünkü İsveç, Danimarka, Kuzey ve Kuzeydoğu Almanya topraklarını istila ediyordu. Bu halk Germen halkıydı. Zamanla bu Germen kabileleri Tuna’ nın güneyine ve Ren’ in batısına göç ettiler, yerli Keltleri yerlerinden ettiler. Kuzey Germen dilini konuşanlar sesleri değiştirdiler; Batı Germen dilini konuşanlar ise bu sesleri korudular. MÖ birinci bin yıl boyunca, Batı Germen dilini konuşan topluluklar sayıca artarak Kelt komşularını daha da güneye ve batıya sürmeye başladılar. 13 14 15 16 16. yüzyıla gelindiğinde, Martin LUTHER önderliğindeki Kilise reformcuları, Orta Almanya’ nın yeni politik ağırlığını yayınlarını yaygınlaştırmak için kullanıyorlardı. Bu Orta Almanya lehçesinden, Modern Yüksek Almanca, yani Almanya’ nın bugünkü standart dili ortaya çıkmıştır. 17 18 19 20 21 22 Aşağı Almanca’ nın kollarından biri, yani Ortaçağ’ a ait Aşağı Frankça Hollanda’ da konuşulmaktadır: Hollandaca. Hollandaca’ nın güney lehçesine Flamanca denir. MS 5. yüzyılda, Kuzey Denizi kıyısında yaşayan, Aşağı Almanca konuşan toplulukların birçoğu -Danimarka’ kan gelen Angllar, Saksonlar, Jütler- Britanya’ nın doğusuna ve güneyine göç ettiler; Roma’ nın gönderdiği RomaGermen ahalisinin ardılları olan Yukarı Almanlara katıldılar. Roma-Germen kabilelerinin dillerinin karışımı, günün birinde tüm dünyayı kaplayacak yeni bir dil yarattı: İNGİLİZCE 23 24 25 26 27 Eski Saksonca ilk olarak İngiliz topraklarında yazılmıştır; Germen halklarının en eski ve en büyük destanı olan Beowulf adlı Angl dilindeki şiir, muhtemelen İngiltere’ nin kuzeyinde MS 750 yılından kısa bir süre önce yazılmıştır. Eski İngilizce (MS 700-1100), birçok varyant ve yabancı etkilerle birlikte üç ana lehçeden oluşmuştur: güneyde Kent lehçesi, orta güney bölgede Saksonca, bunun kuzeyinde Angl lehçesi. 28 29 1066 yılındaki Norman istilasından sonra Fransızca’ nın İngilizce’ nin yerine neredeyse tamamen geçmesiyle birlikte, Orta İngilizce (1100-1500) Fransızca ve Latince’ den büyük ölçüde etkilenmiş Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 46 / 115 1 2 dört temel lehçeden oluşuyordu. Londra lehçesi, politik merkezileşme nedeniyle, sonradan Britanya’ nın standart dili haline geldi. 3 4 5 İngiliz dili, 17. yüzyıldan başlayarak Hollandaca’ nın ardından dünyaya yayıldı ve Kuzey Amerika’ ya, Doğu Hint Adaları’ na, Batı Hint Adaları’ na, Afrika’ nın çeşitli yerlerine ve Hindistan’ a götürüldü. Hollandaca’ nın dünyadaki etkisi zayıfladıkça, İngilizce’ nin etkisi arttı. 6 Çin Dilleri 7 8 9 10 Çin dilleri, Çin-Tibet dil ailesinin en doğudaki ve en önemli koludur. Bu diller çekimsizdir, yani sözcükleri genellikle birer morfemden ibarettir, gramer ilişkilerini gösteren bir sözdizimleri ve/veya özel sözcükleri bulunur. Ancak son zamanlarda çekimsiz hale gelen Kelt, Germen ve İtalik dillerin aksine, Çin dilleri, tarihin tüm aşamalarında çekimsiz dil özelliğini korumuştur. 11 12 13 14 İlk Çin-Tibet dilini konulanlar, muhtemelen 5000 yıldan daha kısa bir süre önce Sarı Irmak Vadisi’ ne yerleştiler. Orada kimlerle karşılaştıkları hala bilinmemektedir, am bu bilinmeyen halkın dili daha sonra Çince’ nin oluşumuna katkıda bulunmuştur. Çince’ nin gramerinin değil, ama söz dağarcığının büyük kısmının, söz konusu halkın dilinden alındığı anlaşılıyor. 15 Çince logografik (yani abece olmayan) bir dildir. 16 Dilin Bilimine Doğru 17 18 “Dilbilim, insanın kendini gerçekleştirmesinde bir adımdır.” Leonard BLOOMFIELD 19 20 Yazılı dilden çok önceleri, insan konuşmasının bir ilah tarafından verilmiş özel bir yetenek olduğuna inanılırdı. Bu inan, birbirleriyle ilintisiz birçok kültürde varlığını hala sürdürmektedir. 21 Çinliler, MÖ 1100-900 (Çince sözlük) 22 Hintliler, MÖ 800 (Sanskritçe gramer, fonoloji, semantik) 23 Helenler, MÖ 400 ( Gramer, fonetik, etimoloji, edebiyat) 24 Romalılar, MÖ 100 ( Latince gramer, etimoloji, morfoloji, sözdizimi) 25 Araplar, MS 8. yüzyıl (Arapça gramer, fonetik, Kur’ anın okunması, yazılması) 26 Latin Ortaçağı, MS 600-1500 ( Latince gramerler) 27 18. yüzyıl, (Dil ile ilgili felsefi çalışma, Sanskritçenin etkisi) 28 20. yüzyıl, (Yapısal ve eşzamanlı çalışmalar, sesbirim bilim, üretimsel gramer, bilişimsel dilbilim) 29 Hindistan 30 31 32 Dünyanın bilinen ilk dilbilim çalışmaları, MÖ 800-150 yılları arasında, eski Vedalar döneminin sözlü edebiyatını korumak amacıyla Hindistan’ da yapılmıştır; bu çalışmalar 18. yüzyıla kadar Batı’ da yapılan çalışmalardan daha üstündü. 33 Helen 34 35 Helenler, barbarların ya da yabancı dilde konuşanların dilleriyle ilgilenmezlerdi. Helenlerin en büyük kültürel başarısı, MÖ birinci binyılın başlarında abece yaratmalarıdır. 36 37 Platon, gramerin olanaklarını ilk araştıran kişi olarak anılacaktı. Platon’ un Kratylos diyalogu, dilin kökeni ve kelimeler ile anlamları arasındaki ilişkiler üzerine bir tartışmayı kapsıyordu. 38 Aristoteles, dil konusunda eklektik bir tarzda fikir yürütmüş ve kendi görüşünü oluşturmuştur: “Hiçbir Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 47 / 115 1 isim doğal olarak oluşmadığına göre, dil uylaşıma3 dayanır.” 2 3 “Konuşma zihnin deneyimlerinin temsilidir.” Aristoteles 4 Romalılar 5 6 7 8 Roma İmparatorluğu’ nun batısındaki Germenler ve Keltler, Latince konuşan yönetimleri kabul etmek zorunda kaldılar, oysa Helen yönetimi altındaki Doğu İmparatorluğu, Helen yetkililerin, Helen kültürünün ve Helen ideallerinin egemenliği altında, kesin olarak Helence konuşulan bir imparatorluk oldu. 9 10 Romalıların dilbilimi, diğer entelektüel alanlar ve sanat dalları gibi, Helen dilbiliminin bir uzantısıydı. Bu, kısmen, iki Hint-Avrupa dilinin görece benzerliğinden kaynaklanan bir süreçti. 11 12 13 Latince’ ye eleştirel yaklaşan ilk Latin yazar, Marcus Terentius Varro ( MÖ 116-27) dur. 25 ciltlik eserinde anomali4-analoji5 tartışmasını uzun uzun ele alır, aynı zamanda Helen üstatlarını taklitle yetinmeyerek Latince’ nin yapısına ve daha önceki aşamalarına ilişkin özgün fikirler ortaya koyar. 14 19. Yüzyıla Kadar 15 16 Dilbilim, 16. yüzyıla kadar, yalnızca dille ilgili sorunları aşarak, dili farklı biçimde yorumlayan ampiristler ile rasyonalistler arasında felsefi tartışmanın bir aracı haline geldi. 17 18 19 20 21 18. yüzyılda dile ilişkin spekülatif değerlendirmeler, genel bir felsefi çerçevede dilin kökeni ve gelişimi üzerine yoğunlaştı. Fransız filozoflar Condillac ve Rousseau, jest ve seslenmelerden yola çıkarak dilin kökeninin doğanın taklidinde yattığını, daha sonra soyutlamaların ve karmaşık gramerin bu çok basit ünlemlerden gelişmiş olabileceğini ileri sürmüştür. Alman Johann Gottfried Herder, insan dilinin, insan düşüncesiyle birlikte çeşitli evrim aşamalarından geçerek geliştiğini savunmuştur. 22 23 24 25 26 27 28 29 Toplumu dil oluşturmanın ön koşulu saymış ve kendi dönemine ait ilkel dillerin -Yunanca, Latince ve İbranice ile kıyaslandığında- yetersiz olan soyut sözcük ve gramer düzeni eksikliği gibi nitelikleriyle insanlığın ortak köken dilinin özelliklerini gösterdiğini ileri sürmüştür. Bugün yaşayan hiçbir dilin diğerlerinden daha ilkel olmadığı ve dolaysız gereksinimleri karşılama bakımından her dilin aynı derecede yeterli olduğu kabul edilmektedir. Lord Monboddo’ nun bu yaklaşımı, birçoklarının iddia ettiğinin tersine, dil konusunda kibirli bir tavırdan ibaret değildir, gerçek dilbilime giden uzun gelişim sürecinde büyük dilbilimsel atılımların hemen öncesinde dil konusunda bir fikir yürütme olarak değerlendirilmelidir. 30 31 Eski Sanskritçe metinlerin ve Sanskritçenin zengin dilbilim geleneğinin incelenmesi, Batılı dil araştırmalarında devrim niteliğinde bir dönüşüme yol açtı. 1786 yılı değişime damga vuran yıl oldu. 32 33 34 Diller, birbirlerinin ürünü olmaktan ziyade -yani Sanskritçe’ den Grekçe, ondan da Latince’ nin doğması gibi- tarihsel olarak bağlantılı olabilir, yani William Jones’ un ifadesiyle ortak kökenden gelmiş olabilir. Dilbilimcilerin bugün proto-diller olarak adlandırdığı köken diller vardır. 35 Toplum ve Dil 36 37 38 39 Dil yalnızca nereden geldiğimizi, neyi benimsediğimizi ve kime ait olduğumuzu bildirmekle kalmaz, aynı zamanda, kendi bireysel, cinsel ve etnik haklarımıza sahip çıkıp yatırım yapmamız, toplumun talepleri arasında yolumuzu bulmamız ve başkalarına ne istediğimizi ve isteğimizi hayata nasıl geçireceğini bildirmemiz gibi konularda taktik ve stratejik olarak kullanılır. 40 Dil değişimlerin nedenleri, dili konuşan her bir kişinin bireysel yaşamı kadar çeşitli ve karmaşıktır; Uylaşım: Toplum Anomali: Belli bir ölçüye, beli bir kurala uymama durumu, kural dışılık. 5 Analoji: İki farklı şey arasındaki benzerlik veya benzerliklerden hareket edilerek birincisi için dile getirilenlerin diğeri için de söz konusu olduğunu ileri sürmektir; çıkarım 3 4 Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 48 / 115 1 2 yabancılarla temas, çift dillilik, alt katmanlar, yazı dili, sürekli olarak simetri arayışında olan fonolojik sistem ve başka nedenler. 3 4 5 6 Geleneksel insan yerleşim -kentleşme gibi- örüntülerinin alt üst oluşu, sayısız dilsel karmaşıklıkları da beraberinde getirmektedir. Bu, yeniliklere, lehçelerin ortadan kalmasına, hatta bir dilin yerini başka bir dilin almasına yol açan bir dönüm noktasıdır. Buna karşılık, belki de binlerce yıl süren uzun bir denge dönemi boyunca, alansal yayılma, dilsel değişimde başlıca etken olabilir. 7 Ortak Dil 8 9 10 11 Erken Homo Erectus kabilelerinin, birbirlerini anlamayı kolaylaştırmak ve ticari ilişkilerde bulunmak amacıyla ortak dil geliştirmek için çaba sarf ettiği düşünülebilir. Ortak diller tarih boyunca, özellikle ticaret güzergahlarında bu tarzda gelişmiştir. Eğer hakim bir dil böylesi bir ticaret güzergahında konuşuluyorsa, o zaman bu hakim dil ortak dil haline gelir. 12 Cinsiyet ve Dil 13 14 15 1960’ların sonlarından itibaren, kadın özgürlük hareketleri dilbilimcileri dilde cinsiyet farklılıkları konusunu, özellikle dil kullanımının cinsiyet eşitsizliğinin güçlenmesine ve sürdürülmesine yol açıp açmadığını ele almaya sevk etti. 16 17 18 19 Birçok dilde cinsiyet ayırımı özellikle isim türlerini ayıran gramerin taşıyıcısı olduğundan, böylesi bir cinsiyetsizleştirme imkansızdır. Fransızca’ da, sıfatlar hem cinsiyete hem de niceliklere uyumlu olmalıdır. Almanca’ da, cins çekimi gramer işlevi için vazgeçilmez bir belirteçtir. Birçok dilde, cinsiyet farklılıkları yani isim türleri, önemli anlamsal farklılıklar da taşır. 20 21 22 23 “Sözcüklerde dişil ve eril sözcüklerinin nedenini araştırmak gerek; niçin böyle bir şeye gerek duyuldu, bu işin başlangıcı ne zaman, hangi dönem, incelemek gerek! Bu konuda yapılacak çalışma, kadının tarihteki yerini de aydınlatacaktır.” C.Akyol 24 25 Son yirmi beş yıl içinde İngiliz dilinde daha önce eşi görülmemiş bir cinsiyet arındırması meydana gelmiştir. Kitle iletişim araçlarının yükselişinin aynı zamana denk düşmesi bu süreci kolaylaştırmıştır. 26 27 28 29 İngilizce human sözcüğünün bir erkek sözcüğü olduğunu düşünen kadın savunucuları, örneğin huperson ile değiştirmeye çalışmışlardır. Bu girişim başarısızlıkla sonuçlanmıştır, bunun nedeni ise human sözcüğünün Germen kökenli mann/mannon “adam, insanoğlu” ile hiçbir ilgisi bulunmayan Latince humanus6 sözcüğünden gelmesi değil, bu sözcüğün temel bir sözcük olmasıdır. 30 31 “Kadınları kandırmışlar; bal gibi adam/insanoğlu’ ndan gelmedir. Tevrat’ta bunu apaçık görürüsün!” C.Akyol 32 Dilde Saflaştırma 33 34 Dilde saflık arayanlar, toplumsal değişim sağlamak amacıyla miras alınmış dili değiştirmektense, dillerinin kendi anlayışlarına göre daha saf bir biçimine dönmek istemektedirler. 35 36 37 38 İngilizce ‘ de en sık kullanılan 10.000 sözcükten yalnızca %31,8’ i Germen kökenlidir. Geriye kalan %45 Fransızca, %16,7 Latince kökenli sözcüklerden oluşur, ayrıca başka dillerden geçmiş daha sınırlı sayıda sözcük de vardır. Bununla birlikte İngilizce’ de en sık kullanılan 1.000 sözcükten %83’ ü Eski İngilizce -yani Germence- %12’ si Fransızca ve %2’ si Latince kökenlidir. 39 40 41 6 Humanus: İnsan. Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 1 Dilin 49 / 115 En Güzel Tarihi 2 Önsöz 3 4 5 Dil, büyüleyici bir yetenektir. Çünkü doğuştan gelen ve sonradan edinilen kavramlarını yüceltir; aynı zamanda hem bizim insan biyolojimize derinlemesine kayıtlıdır hem de üst düzeyde kültüreldir. Dil bir içgüdüdür; genetik olarak programlanmış bir içgüdüdür. 6 Dil, kültürün saf ürünüdür, kimliksel ve toplumsal tanınmanın en üstün işaretidir. 7 8 Kökeni, evrimdeki hangi küçük düzenleme sonucunda böylesine eşsiz olan bu araç, yani dil ortaya çıkmıştır. 9 10 Dillerin sagası7, atalarımızın konuştuğu dillerle ilgili ne biliyoruz? Günümüzdeki diller tek bir anadilden mi türemiştir? 11 12 Bebekler konuşmayı nasıl öğrenirler? Viyaklayan yeni doğmuş bir bebek üç yıl içinde masallar anlatabilen; okumayı sökmeden, fiil çekimlerini ezberlemeden küçük bir dilbilgisi dâhisi olur? 13 Dilin Kaynağında 14 15 Homo Sapiens’ in beynine daha önce görülmemiş olan bu yetenek yani dil yetisi, ancak çok uzun bir tarih, ağır ilerleyen bir evrim boyunca yerleşmiştir. 16 Fosillerin Sessizliği 17 18 “Ama dilin ortaya çıkmasıyla ilgili ne bilebiliriz ki? Sözler, konuşmalar fosilleşmez!” Cecile LESTIENNE 19 20 Dil (yetisi) insanın ayırıcı niteliğidir. Bu düşünceye pek çok kutsal metinde rastlanır, aralarından biri de “Başlangıçta Söz vardı…” deyişidir. 21 22 23 “Dil ve konuşma (ses çıkarma) çoğu zaman karıştırılıyor. Dil, bir şey anlatmak değil, gramerli (kurallı) konuşmadır.” C.Akyol 24 25 Çift eklemlilikte, sınırlı sayıda sesbirimlerle sonsuz sayıda sözcük ya da sözcük parçaları yani anlambirimler yaratılır. 26 Temsil etme, çift eklemlilik, göstergenin rastlantısallığı insan dilinin belirtici özellikleridir. 27 28 29 Noam Chomsky, insan dilinin beynimizdeki özgül bir modüle bağımlı olduğunu savunur. Burası insanda doğal ayıklanma (seçilim) yasalarından bağımsız olarak ortaya çıkmış evrensel üretici bir dilbilgisinin merkezidir. 30 31 32 Dilin genetik temelleri vardır. Beynimizin dil öğrenmek için doğuştan yeteneklere sahip olduğunu ve bu yeteneklerin genetik temelleri olduğunu gösterir, ama onların ister istemez özgül olduğunu tanımlamaz. 33 34 “Ama ilk gün, genetik temeli olmadığı kesin!” C.Akyol 35 Dilin Genleri 36 Dilin kesinlikle bir geni değil de genleri olduğu ve bu genlerin de belki yalnızca dile ayrılmış bir bütün 7 Saga: Her türlü düzyazı öykü veya tarihi anlatı. Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 50 / 115 1 oluşturmadığı anlamına gelir. 2 3 Dilin kesinlikle bir tek geni değil, ama sözün söylenmesinde ve kavranmasında az çok doğrudan doğruya işe karışan bir genler topluluğu vardır. 4 5 6 7 8 9 10 11 Bütün karmaşık seslilerimizi eklemlemek için çok hareketli ve geride olan bir dil ile sesleri çeşitli yeğinlik, vurgu ve tonlarda söylememize olanak vermesi için çok aşağıya yutağa yerleşmiş bir gırtlak (buradan da ademelması doğar). Durumun bize pahalıya mal olduğunu da bu arada belirtelim: Gırtlağın konumu bizim aynı anda bir şey içmemizi ve soluk almamızı engeller. Bu nedenle dünyada her yıl yüzlerce kişi yanlış yol yüzünden hayatını kaybeder. Siz de gayet iyi görüyorsunuz ki bu bilişsel ve anatomik önkoşullar birden bire yerli yerine oturmamış, bir tek genin sihirli mutasyonundan fışkırmamış ama bir karmaşık genler bütününün dışavurumundaki değişikliklerden doğmuştur. 12 13 Evrim 14 15 16 17 18 19 Darwin’ den itibaren, çevrenin asla hiçbir şey yaratmadığı bilinir. İşlev organı yaratmaz. İki ayaküstünde yürüme, atalarımızın ufku görme gereksiniminden doğmadı, göz görmek gerektiğinden, kanat uçmak gerektiğinden ortaya çıkmadı. Dil de konuşmak gerektiği için doğmadı. Çevre, bireyleri onları daha iyi gösteren ya da eleyen şeye göre ayıklama yapar. Bu kadar basit. Bireyler çevresel değişikliklerle karşı karşıya kalınca ya elverişli özellikleri vardır ya da yoktur. Çevre daha önce var olanlar arasından ayıklama yapar. 20 21 22 23 “Külliyen yanlış; böyle bir yorum evrimi -evrilmeyi- yok sayar! Her şey bugünkü gibi vardı, var olanlardan eleme ayıklama yapıldı, kalanlar, bugünküler oldu! Başlangıçta da her şey -kalanları da içerdiğine göre- bugünkü kadar mükemmeldi!” C.Akyol 24 Evrim ufak tefek onarımların şahıdır. 25 26 “Evrimi -evrilmeyi- bu kadar basite almak olabilir.” C.Akyol Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 51 / 115 1 Neden ya da Nasıl? 2 3 4 5 6 7 Dili olanaklı kılacak anatomi ve fizyoloji koşullarının hiçbiri gerçek bir altüst oluşa denk düşmez Gırtlağımız tam olarak ses üretimine ayrılmamıştır: Önce soluk akışını, soluk alıp vermeyi düzenlemeye yarar; dil ekleme için vazgeçilmezdir, ama çiğnemeye ve tat almaya da yarar. Beynimizde dile ilişkin o ünlü alanlar, biz konuşurken etkinlik gösteren tek alanlar değildir ve özellikle, yüz hareketlerinin tanınması gibi daha başka bilişsel süreçlere de karışırlar. Dil gelişmek için yerel öğelerden de yararlanmıştır. 8 İnsan neden konuşmaya başladı? 9 Dilin bilişsel yetenekleri ve ses aygıtımız nasıl ortaya çıktı? 10 Ek-lem-le 11 12 13 2 milyon yıldan daha az bir süre önce, ilk gerçek insan olan Homo Ergaster ortaya çıktı; iki ayak üstünde duran ve yürüyen bir bireydi, çok sık yer değiştirirdi, göçebeydi. Afrika’ dan ayrılmış, Asya’ ya, Avrupa’ ya gitmişti. 14 15 16 Uzun süre yürümek, özellikle de koşmak buna uygun bir solunum fizyolojisi gerektirir. Homo Ergaster’ in göğüs kafesi önceleri, öteki insangillerde olduğu gibi koni biçimindeyken giderek bizlerde olduğu gibi fıçı biçimini almak üzere genişlemiştir. Gırtlağı da aşağı inmiştir. Konik Göğüs Kafesi Fıçı Göğüs Kafesi 17 18 Gırtlak konuşmak zorunda olduğumuz için değil, koşmaya başladığımız için inmiştir. Bu gelişmenin ikincil etkisi de bizim sesleri çeşitli yeğinlik, vurgu ve tonlarda çıkarmamıza olanak vermesi olmuştur. 19 İlk İletişimler 20 21 İnsanlar, uzak mesafelere yayıldıklarında iletişim kurma gereği duydular. Avcı erkekler işe toplayıcı kadınlar karşılıklı etkinliklerinin meyvelerini bölüşmek için ana kamp yerinde bir araya gelirler. 22 23 Beyin, beden kütlesinin ancak %2 sini temsil eder, ama günde harcadığımız enerjinin %20-25 ini pompalar. 24 25 26 27 28 29 30 31 İnsan beyni büyüdükçe, kadınlar beyinleri giderek gelişmemiş, olgunlaşmamış bebekler dünyaya getirmeye başladılar. Bu olay, dilin birdenbire ortaya çıkmasında rol oynamıştır. İki ayaküstünde dik durma, yürüme ile büyük başlı bebeklerin dünyaya getirilmesi hiç bağdaşmaz: Koşma dar bir kalçaya sahip olmaya yol açar; çünkü evrim ufak tefek onarımlar yapar ama kusursuz da değildir. İnsangillerin beyninin önemli biçimde büyümeye başladığı andan itibaren, kadınların doğum sırasında ölmemeleri için tek çözüm “prematüreler” doğurtmaktı. Günümüzde bir bebeğin beyni doğduğunda çok küçüktür: Yetişkin halindeki büyüklüğünün %25’ i kadardır. Gelişmesi de en azından on yıl sürer. Bu prematürelik durumunun birinci sonucu şudur: Beynin gelişmesi, her şeyden önce Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 52 / 115 1 2 3 ana rahminin dışında, kendini çevreleyen dünyadan, bir bakıma kültür rahminden aldığı bütün bilgilerin uyarmasıyla gerçekleşir. İşte bu uzun öğrenme dönemi çocuğun bu kadar çok şeyi, özellikle de konuşmayı öğrenmesine olanak verir. 4 İlk Klan 5 6 7 8 9 Dil yetisi ile dili birbirinden ayırt etmek gerekir. Dil kültüre bağlıdır. Sizin anadiliniz kesinlikle sizin genlerinize bağlı değildir. Buna karşılık dil yetisi türümüzün biyolojisine yerleşmiş bir yetenektir. Chomsky’ nin dediği gibi, bütün insanlar -en aptalları bile- konuşur. Bebek yaklaşık dört yaşından önce bir öğrenim görmeden tek başına, kendi kendine öğrenir. Altı yaşından sonra çocuk artık bir anadilini doğru biçimde öğrenemez. 10 11 12 13 Dilbilimi konusu, dilbilimcilerin dünyasında tartışmalı olan ve uzun süre tabu olarak kalan bir sorundur bu: 1866’ da Paris Dilbilim Derneği yönetmeliğinde dillerin kökeniyle ilgili hiçbir bilimsel bildiri kabul etmeyeceğini açıkça belirtiyordu. Neden? Çünkü dönemin bilgilerinden dolayı soruna bilimsel biçimde yanıt verilemiyordu. 14 15 16 Tarım yapanların işgal ettiği yerler büyüdükçe, iktisadi önemleri arttıkça yontma taş çağının son dillerini konuşanlar da bu dilleri konuşmaz oldular ve artık yalnızca tarımla uğraşanların dillerini konuşmaya başladılar. 17 Hint-Avrupa dil ailesinin ilk dili, bir Anadolu dili olan Hititçe’ dir. 18 Fransızca ve İngilizce 19 20 21 22 Her ikisi de Hint-Avrupa dili olduğu için akraba dillerdir, ama yine de birbirlerine oldukça uzaktırlar. Fransızca, Roman dilleri grubundandır, İngilizce de Germen dilleri grubundandır. İtalyanca, Fransızca klasik Latince’ den değil de geç Latince’ den gelir ve daha o tarihlerde bile bu dildeki ad çekimlerinin zaten yok olmaya yüz tuttuğu bir gerçektir. 23 Hint-Avrupa Dilleri 24 25 26 Proto Hint-Avrupa dili Anadolu’ da, 11.000 ya da 12.000 yıl önce buğdaydan yararlanmış olan topluluklardan türemiş yeni topluluklar tarafından konuşulmuş olmalıdır; bu dilin taşıyıcıları olan çiftçiler daha sonra aşamalı olarak Avrupa’ ya, İran’ a ve Hindistan’ a yayılmış olmalıdır. 27 28 29 30 31 Proto Hint-Avrupalılar başlangıçta çiftçi değil de Karadeniz’ in kuzeydoğusunda, Kurganlar bölgesindeki bozkırlarda yaşayan atlılar olmalılar; MÖ 6.000’ e doğru hamasi değerler taşıyıcısı olan bu savaşçı halk, barışçı çiftçiler olan ve bir ana tanrıçaya tapan topluluklar üstüne akınlar düzenlemiş, onları egemenlikleri altına almış ve kendi dilini onlara zorla benimsetmiş olmalılar. Bu dil de sonra çiftçilik teknikleriyle yaygınlaşmış olmalıdır. 32 Buradan da ilk Hint-Avrupalıların kendi halinde Anadolulu çiftçiler olduğu düşünülebilir. 33 Zamirlerin Cangılında 34 35 Dillerde her zaman adlar ve filler vardır, ama sıfatlar her zaman olmayabilir. Örneğin Çincede bizim sıfat gibi çevirdiğimiz sözcükler fiil gibi çalışırlar. 36 37 38 Dillerin, dilbilgisel ya da telaffuz özellikleri temel alınarak birliği sağlanmış, herkes tarafından benimsenmiş bir sınıflandırma sisteminin var olmadığını anlamak gerekir. Binlerce özellik vardır ve her biri basit bir sınıflandırma sunar. 39 Diller: 40 Bitişimli diller, Bükümlü diller, Yalınlayan diller olarak ayırt edilir. 41 42 Bitişimli bir dilde her birinin anlamı kesin ve saptanabilir olan önekler ya da sonekler, fiillerin ya da adların köklerine bitişirler. Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 53 / 115 1 2 3 4 5 Yalınlayan diller yalnızca değişmez sözcükler -ve değişmez yalın sözcüklerden oluşmuş birleşik sözcükler- içerirler. Bu gibi dillerde ilke olarak cinsi ya da çoğulu veya çekimleri belirtecek hiçbir ek yoktur. Gerçek yalınlayan dillere pek seyrek rastlanır. Çoğu kez bu konuda Çincenin adı geçer, ancak bu tam olarak gerçek değildir: Mandarin dilinde az sayıda fiil sonekleri vardır, ama biz Çince için yalınlayan türe yaklaşır diyelim. 6 7 “Dünyadaki bütün kavimlerin bütün dilleri istenen her şeyi söylemeye kesinlikle olanak verir… Ve her şey bir dilden ötekine çevrilebilir.” 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 1 Dilin 54 / 115 Felsefesi 2 Dil Felsefesi 3 4 Filozofları dil üzerine düşünmeye yönelten “Dil nedir?” sorusu, olgusal özellik taşıyan bir araştırma programıyla yanıtlanmayı bekleyen bir soru değildir. 5 6 7 Dil ile düşünce ilişkisi, dilin kökeni, dil ile varlık arasındaki temsil ilişkisi, dil ile yönelmişlik arasındaki ilişki, insanın simgesel dünyası, ideal dil tasarımı, hayvanların iletişim biçimleriyle insan konuşması arasındaki benzerlikler ve farklılıklar gibi nice problem, dil felsefesinin konusunu meydana getirir. 8 9 10 11 12 Dil felsefesinin hareket noktası “Dil denir?” sorusudur. Dil felsefesi ile dilbilim arasında karşımıza çıkan temel ayrım da işte buradadır. Dilbilim, kendi alanındaki olguları, yani tek tek dillerin morfolojik8, sentaktik9, semantik10, fonetik11, vb. açılardan yapılarını ve işleyişlerini, gelişim süreçlerini aralarındaki akrabalıkları, dil ailelerini ve bu gibi başka konuları incelerken dil felsefesi genel olarak dil fenomeni üzerine odaklanmaktadır. 13 Kimileri, dilbilim ve dil felsefesinin iç içe geçmişliğini kabul eder! 14 Dil Nedir? 15 16 Dil, bir araya gelerek anlamın formel birimlerini (yani, morfemleri12 veya monemleri13) üreten eklemli sesler (fonemler) temeline dayalı simgesel bir iletişim tarzıdır. 17 “Ders nasıl geçti?” cümlesi, anlam düzleminde (ilk eklemlilik düzleminde) analiz edildiğinde: 18 19 20 ders / nasıl / geç / ti olmak üzere dört birim elde edilir. Ders monemi, fonetik düzlemde (ikinci eklemlilik düzlemi) analiz edildiğinde, d / e / r / s fonemleri görülür. Fonemler değiştirilerek yeni bir anlam ifade eden monemler oluşturulabilir. t / e / r / s 21 22 Dil, işaret edilen şeylere keyfi olarak bağlanmış sembollerden meydana gelen bir sistemdir. Dil sınırlı miktardaki unsur ile sınırsız sayıda cümle üretmeye imkan veren bir düzenektir. 23 24 “Sözcüklerde keyfilik ilk günde de yoktu, sonrasında da.” C.Akyol 25 26 27 28 29 “1000 yıldır uyutulan, bir kenara atılan Türkçe, sağlam bir yapıya sahip olmasaydı, bugün ortalıkta olabilir miydi? Bir dil düşünün ki 1000 yıldır onunla edebiyat yapmamışsınız, şiir yazmamışsınız, felsefe yapmamışsınız, bilim yapmamışsınız, hatta dualarınızı bile okumamışsınız ve o hale dimdik ayakta!” C.Akyol 30 Ernst Cassirer14’ in, dilimize İnsan Üstüne Bir Deneme adıyla çevrilen kitabında, din, sanat, mitos, 8 Morfolojik: Yapı bilimi, biçim bilimi. 9 Sentaktik: Söz dizimsel. 10 Semantik: Anlam bilimi. 11 Fonetik: Ses bilgisi, sesleri bütün özellikleriyle, ayrıntılarıyla gösteren, ses bilimi. 12 Morfem: Kelimelere dil bilgisi bakımından biçim veren çoğu ek hâlinde olan kelime parçaları, biçim birimi, şekil birimi. 13 Monem: 14 Ernst Cassirer: (1874-1945) Alman filozofu. Kant felsefesinden hareket eden ve Kant'ın insan zihnindeki a priori kavramların doğal dünyaya şekil verme yollarıyla ilgili temel ilkelerini genişleten Cassirer, bir kavramın çok sayıda tekil örnekten, bireysel varlıktan soyutlama yoluyla elde edildiği görüşüne şiddetle karşı çıkmış ve tıpkı Platon gibi, kavramın, bilgiyi düzenleyen bir araç olarak, tikellerin, bireysel nesnelerin sınıflandırılabilmesi için daha önceden var olduğunu Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 55 / 115 1 2 bilim, vb. kültür formlarının hepsi, insanın “simgeleştirme” becerisinin ürünleridir ve dil de bu simgeleştirme faaliyetinden insanın en önemli aletidir. 3 Dil, kültürün taşıyıcısıdır. 4 5 “Önce, siz dili üretir, geliştirirsiniz, sonra o dil hem sizi hem de kendini üretir, geliştirir.” C.Akyol 6 Düşünce ve Dil 7 8 9 Antikçağ’ da Platon, bir yandan düşünmeyi “iç konuşma” insanın kendi kendisiyle diyaloğu olarak tanımlarken diğer yandan ise dilin hakikati kuşatmadaki yetersizliğini 7. mektubunda açıkça ortaya koyar. 10 11 Platon dilin, şeylerin içsel tabiatını temsil etmedeki yetersizliği nedeniyle, düşünceleri dile emanet etmenin hatalı bir tutum olduğunu savunur. 12 13 “Katılmıyorum!” C.Akyol 14 15 Genel olarak felsefesi göz önünde bulundurulduğunda Platon için dilin, hakikati akıl etmek açısından hem bir imkan hem de bir engel olduğu çıkarımında bulunmak mümkündür. 16 Dil ve Kültür 17 18 ... dil ile kültür arasında sıkı bir bağ olduğunu temel alır. Bir dilde konuşanların fiziksel ve sosyal dünyasını en net yansıtan şey, o dilin kelime hazinesidir. 19 20 “Çoğu zaman kelime sayısı ile kelime hazinesi karıştırılıyor.” C. Akyol 21 22 Dil sadece iletişim aracı değil, daha genel olarak toplumun karmaşık örgütlenmesidir. Keza dil, toplumun bilgi ve beceri birikiminin taşıyıcısı olan kültürel sermaye haline gelir. 23 Dilin Kökeni 24 25 Herakleitos’ u dil hakkında ilk felsefe yapan kişi olarak nitelendiren Cassirer “dilin kökeni ve tabiatını soran felsefi soru, esas itibariyle varlığın kökeninin ve tabiatının ne olduğu sorusu kadar eskidir” der. 26 27 28 Johann Bernhard Merian15, Dilin kökeni, insan zihninin ortaya koyabildiği en büyük meseledir; filozoflar tarafından ele alınmaya ve hakkında hüküm verilmeye en layık konudur; lakin aynı zamanda da çözülmesi en zor olanıdır. 29 30 31 “Eklemli dilin ortaya çıkışı gözlemlenebilir bir olgu değildir. Eklemli dilin kökeni hakkındaki araştırmalar, bu zorlu engele takılır.” Pascal PICQ16 32 33 Paris Dil Cemiyeti 1866 yılında yayımladığı meşhur bir bildiriyle üyelerine “dilin kökeni” meselesi hakkında kolokyum17 düzenlemeyi yasaklar. 34 35 36 37 “Gerçekten de dil, eski kuşakların miras bıraktığı ve olduğu haliyle benimsenmesi gereken bir üründür. Bu eskiden olduğu gibi bugün de böyledir. Onun için, dilin kökeni meselesi sanıldığı kadar mühim değildir. Dahası, bu meseleyi ortaya atmak yersizdir.” Ferdinand de Saussure belirtmiştir. 15 Johann Bernhard Merian: (1723-1807) İsviçreli yazar ve filozof. Seçmecilik' in öncülerindendir. 16 Pascal PICQ: (1954- …) Fransız bilim adamı. 17 Kolokyum: Belirli bir konuyu aydınlatmak amacıyla, bilim adamı ve araştırıcıların bir araya geldikleri ve konunun bir bilim adamı ya da ekip tarafından sunulduğu ve tartışıldığı toplantıdır; bilimsel toplantı. Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 56 / 115 1 Mitolojide ve Dinde Dil 2 3 … Adem’ i kendi suretinde yaratır. Bunun ardından, mahlukata ad verme işini yapan, bizzat Adem’ dir. 4 5 6 “Rab Tanrı yerdeki hayvanların, gökteki, kuşların tümünü topraktan yaratmıştı. Onlara ne ad vereceğini görmek için hepsini Adem’ e getirdi. Adem her birine ne ad verdiyse, o canlı o adla anıldı. Adem bütün ehli ve yabani hayvanlara gökte uçan kuşlara ad koydu.” 7 8 “Ona (kadına) işşa, denilecek, çünkü o adamdan iş alındı.” İbranice’ de ishshah “kadın” ve ish “erkek” anlamına gelir. 9 Adem, karısını adlandırmada Havva kelimesini seçmesi konusunda şu açıklama verilmiştir: 10 11 “Adem karısına “Havva” diye seslendi, çünkü o bütün canlıların anası oldu.” Havva kelimesi İbranice’ de hayah, “hayat” ile aynı köktendir. 12 13 14 15 16 17 “Düşünün, küçücük bir kıvılcım koca bir ormanı tutuşturabilir. Dil de bir ateş, bedenimizin azaları arasında bir kötülük dünyasıdır. Bütün varlığımızı kirletir. Cehennemden alevlenmiş olarak yaşamımızın gidişini alevlendirir. Dil öldürücü zehirle dolu, dinmeyen bir kötülüktür. Dilimizle Rab’ bi, Baba’ yı överiz. Yine dilimizle Tanrı’ ya benzer yaratılmış insana söveriz. Övgü ve sövgü aynı ağızdan çıkar.” İncil 18 19 20 İlk dilin insandan değil ancak Tanrı’ dan kaynaklanmış olduğunu ispatlamaya çalışanlar da vardır; bunun yanında Rousseau ise dili insanın icat ettiğini ileri sürer. Oysa De Maistre18’ ye göre dil ne tek bir kimse ne de insan toplumu tarafından yaratılmış olabilir. 21 22 23 24 25 İnsanlar, henüz eklemli seslerden oluşan kelimeleri icat etmeden önce, çeşitli duygularını, heyecanlarını, ihtiyaçlarını farklı vücut hareketleriyle, yani jestlerle ve mimiklerle iletmiş olsa gerekir. Tersinden söylersek, uzlaşmayla tesis edilmiş dillerin, eklemli olmayan birtakım seslerle, yani haykırışlarla ve türlü nidalarla desteklenen bir beden dilinden evrimleştiği faraziyesini savunur, Bu itibarla da dil semavi veya tanrısal bir bağış değildir. 26 27 28 29 Darwin insanda konuşmanın bir içgüdüden ibaret olmadığını belirtir. Çünkü her dilin öğrenilmesi gerekir. Ama küçük çocukların agulamalarında da görüldüğü gibi, insanın konuşmaya içgüdüsel bir eğilimle dünyaya geldiğini düşünür. Darwin’ e göre tarih öncesi çağlarda dil yavaş yavaş, bilinçsiz olarak ve birçok aşamadan geçilerek geliştirilmiştir. 30 31 32 Darwin’ e göre ilk insanlar sesleri kullandıkça, ses organlarının kuvvetlenmiş olduğunu ve böylece de konuşma becerisinin geliştiğini farz eder. Dilin sürekli kullanılmasıyla beynin gelişimi arasında bir korelasyon bulunduğunu öne sürer. 33 Zihinsel Anlam Yaklaşımı 34 35 36 37 38 39 40 41 John Locke19, bir dilsel ifadeyi anlamlı kılan şeyi, onun işaret ettiği veya yerini tuttuğu idea olarak açıklar. Locke’ a göre kelimeler, onları kullanan kişilerin zihinlerdeki ideaların yerine tutan işaretlerdir. Locke, başlangıçta insanoğlunun zihninde dışarıdan algılanamaz bir şekilde kapalı halde bulunan ideaları birbirimize iletebilmek amacıyla en kullanışlı vasıta olan eklemli seslerden müteşekkil kelimeleri icat ettiğimizi savunur. Ona göre, her birimizin kullandığı kelimenin doğrudan referansı ancak ve ancak kendi zihnimizdeki bir ideadır. Konuşmak, bir bakıma hüküm vermek olduğuna göre, sözlerimizin doğrudan anlamları düşüncelerimiz olmalıdır, yoksa doğrudan doğruya ideaların kendisi değil. 18 Joseph De Maistre: (1753-1821) yılları arasında yaşamış fransız yazar, filozof, diplomat. 19 John Locke: (1632-1704) İngiliz klasik liberal filozof. 17. yüzyılın en önemli düşünürlerinden biridir. Düşünce özgürlüğünü, insan eylemlerini akla göre düzenlemek anlayışını en geniş ölçüde yayan ilk düşünür olduğu için Avrupa' daki aydınlanma ve Akıl Çağı' nın gerçek kurucusu olarak kabul edilir. John Locke' a göre insan zihni doğuştan boş bir levhadır. Daha sonra bu zihin deneyimle birlikte dolar. Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 57 / 115 1 2 3 Rousseau, otantik haliyle dilin ilk işlevinin, düşüncelerinin ideaların iletilmesi değil, teessürlerin veya heyecanların dışa vurulması olduğunu savunur. Rousseau’ nun nezdinde kelimelerin ideaların adları olarak kullanılması, dilin evriminin tarihinde çok sonraları ortaya çıkmış bir olgu olabilir. 4 Göndergeyi/Referansı Temel Alan Anlam Görüş 5 6 7 8 9 10 Referansiyel yaklaşıma göre bir dilsel ifadeyi anlamlı kılan şey, onun temsil ettiği, referansta bulunduğu nesne ya da olgu durumudur. Referansiyel yaklaşım 20. yüzyılın hemen başlarında, Russell20 ve Frege21 gibi mantıkçı filozofların doğruluk merkezli soruşturmaları bağlamında ortaya çıkmıştır. “Anlam nedir?” sorusunu eski kuşak filozofların çoğunun “idealar” gibi öznel bir açıklamayla geçiştirme teşebbüsünü tatminkar bulmayan Russell ve Frege anlamı objektif bir şekilde açıklamayı hedeflemiştir. Bertand Russell (1872-1970) F.L. Gottlob Frege (1848-1925) Leonard Bloomfield (1887-1949) 11 12 13 14 Russell, bir cümlenin anlam taşıdığını söyleyebilmek için onun “önerme” niteliğine sahip bulunmasını şart koşar. Yanı cümle, doğru ya da yanlış olmalıdır. Wittgenstein, Taractatus’ ta savunduğu resimtasarım kuramında, hocaları Frege ve Russell’ ın referansçı çözümünü destekleyen tezler ileri sürmektedir. 15 Davranışçı Yaklaşım 16 17 Davranışçı yaklaşıma göre bir dilsel ifadeyi anlamlı kılan şey, onun dinleyende uyandırdığı tepki veya davranış eğilimidir; dilbilimci Leonard Bloomfield22 davranışçı yaklaşımın önemli temsilcilerinden 20 Bertand Russell: 3. Earl Russell.(1872-1970), Britanyalı filozof, matematikçi, tarihçi, toplumsal eleştirmen. Hayatının çeşitli dönemlerinde kendisini liberal, sosyalist ve barışsever olarak tanıtmış ayrıca hiçbirine derinden bağlı olmadığını itiraf etmiştir. Monmouthshire'de İngiltere’nin önde gelen aristokrat ailelerinden birinin ferdi olarak dünyaya gelmiştir. Russell 1900 lerin başında İnglizlerin “idealizme karşı isyanı” na öncülük etmiştir. Gottlob Frege ve Ludwig Wittgenstein ile birlikte analitlik felsefenin kurucusu kabul edilir. 21 Friedrich Ludwig Gottlob Frege: (1848-1925) Modern Matematiksel Mantık'ın ve Analitik felsefenin kurucusu sayılan Alman matematikçi, mantıkçı ve filozof. Aristo'dan sonraki zamanların en büyük mantıkçısı kabul edilir. 1879'da yayınladığı, devrim niteliğindeki Begriffsschrift veya Kavram Yazısı, Aristo'dan beri nüfuzunda bir değişiklik olmayan eski Terim Mantığı'nın yerini alarak mantığın tarihinde yeni bir dönemi haber veriyordu. Begriffsschrift bugün matematiğin her alanında kullanılan nicelikleme gibi, Orta Çağ'ın Çoklu Genelleme Problemi'ne çözüm getiren kavramlar ve fonksiyon ve değişkenlerin açık bir şekilde konumlandırılması gibi özellikleriyle temelleri sarstı. Frege, Önermeler Mantığı ve kendi icadı Yüklem Mantığı'nın aksiyomatikleştirilmesini oluşturan kişidir. Bertrand Russell'ın Tarifler Teorisi ve Russell ile Alfred North Whitehead'in Principia Mathematica 'sı için son derece temel bir kavram olan nicelikleme de yine Frege'ye aittir. Çalışmaları kendi döneminde geniş ölçüde tanınmamış ve fikirleri, özellikle Giuseppe Peano ve Russell gibi, etkilediği insanlar aracılığıyla yayılmıştır. Ludwig Wittgenstein ve Edmund Husserl da felsefî açıdan etkilediği kaydadeğer insanlardır. Frege, en temelinde önerme'nin fonksiyon-argüman analizi, özel isimlerin anlam ve gönderim ayrımı, kavram ve nesne ayrımı ve bağlam prensibinin geliştirilmesi bulunan, Dil felsefesi'ne yaptığı derin sistematik katkılarla Analitik Felsefe'nin kurucularından sayılır. 22 Leonard Bloomfield: (1887-1949) yapısal dilbilim üzerinde çok kapsamlı araştırmalar yapan ve bu araştırmalarıyla dilbilimi tarihini etkilemiş ünlü Amerika'lı dil bilimcidir. Amerika’da kapsamlı araştırma tekniklerinin diller üzerinde de gelişmesi ,fonetik ve sesbilim alanlarını da etkiledi. Özellikle morfolojiyle sözdizimi arasındaki farklar, Kızılderili Amerikan Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 58 / 115 1 2 biridir. Bloomfield, dilsel ifadeleri anlamlı kılan şeyin, onları beyan eden kişilerin durumu ve muhatabında uyandırdığı tepki olduğunu kaydeder. 3 4 5 6 “Çoğu zaman, beni bir türlü anlamıyorlar ya da karşımızdakine anlatabildin mi demenin nedeni, bu olsa gerek! Anlamın yetersiz ya da daha oturmamış -yaygınlaşmamış- olmasından da kaynaklanabilir. ” C.Akyol 7 8 9 10 11 12 13 14 Russell, bebeğin kelimelerle nesneler arasında kurduğu çağrışımla öğrendiğini savunur; bebek dili tıpkı yürümeyi öğrenir gibi öğrenir, der. Russell, dilin, çağrışım yasalarıyla ve şartlı refleks geliştirmeyle öğrenildiğini ifade eder. Çocuğun kelimeler ile, onların adlandırdığı şeyler arasında bağlantı kurmasının, gündelik deneyimi sayesinde gerçekleştirdiğini belirtir. Russell, dilin kullanımı için, dilin olgular hakkında bildirimde bulunma veya bir malumat iletme amacıyla kullanılması dışındaki bir işlevini vurgular; heyecanları dışavurma ve muhatapların davranışlarını etkileme. Ona göre, dilin malumat iletme amacıyla kullanıldığı durumlarda bile muhatabın davranışını etkileme amacı güdülebilir. 15 16 17 İki farklı dilsel ifade aynı muhatapta aynı tepkiyi uyandırdığı halde o ifadelerin anlamı farklı olabilir. Her dilsel ifade muhatapta tek ve özel bir tepki uyandırmayabilir. Aynı dilsel ifade muhataplarda farklı tepkilere neden olabilir. 18 Pragmatik Yaklaşım 19 20 21 Pragmatik23 anlam teorisi, beyanlarımız aracılığıyla birtakım fiiller işlediğimiz, bazı edimler gerçekleştirdiğimiz fikrini esas alır. Pragmatik yaklaşımın ilk örneğini, John Langshaw Austin24 vermiştir. 22 23 J.L. AUSTIN (1911-1960) 24 25 26 27 28 29 Austin’ in nüve halinde ortaya koyduğu dil ve anlam teorisi “söz edimleri” adıyla anılmaktadır. Austin dil felsefesinde yargı bildiren cümlelere odaklanmış ve anlamı doğrulanabilirlikle eş tutmuş bir kuşağın ardından, gündelik dilde sık sık kullanılan bazı ifadeleri özenle incelemiştir. Austin’ in “saptayıcı” diye adlandırdığı türdeki dilsel ifadeler, yani önermeler doğru ya da yanlış olma özelliğine sahiptir. Ama dilsel ifadeler arasında Austin’ in “icra edici” diye adlandırdığı bir beyan türü de vardır ki, onlar ne doğru ne de yanlıştır. dillerine uygulandı. Bu konuda kayda değer ilk kitap, dilbilimsel analiz ve pratikleri de teorisinde kapsayan Leonard Bloomfield’ in ‘Language’ adlı eseriydi. Bu kitap yirmi yıldan fazla bir süre dilbilimsel açıdan kaynak olarak gösterildi. 23 Pragmatik: Felsefede uygulayıcılık, uygulamacılık, faydacılık, yararcılık gerçeğe ve eyleme yönelik olan, pratik sonuçlara yönelik düşünmektir. Kelimenin dayandığı felsefi terim prágma, Eski Yunanca olup iş, eylem demektir. Pragmatik ise kelime anlamı olarak işe yönelik anlamına gelir. "Faydacılık" bu terime karşılık kullanılan sözcüktür. 24 John Langshaw AUSTIN: insan düşüncesini gündelik dili incelemek suretiyle analiz etmeye çalışan dil felsefecisi. Söz eylem kuramını geliştiren İngiliz filozofu. Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 59 / 115 1 Antikçağ Felsefesinde Dil 2 3 4 5 Antik Hellen felsefesindeki dil anlayışları kabaca iki farklı düşünsel eğilim tarafından savunulmuş. İlki, Demokritos’ un atomculuk öğretisinin uzantısı olan ve Epiküros ile Lucretius tarafından savunulmuş “doğalcı dil görüşü” diye adlandırılabilir. İkincisi de Sofistlerin savunduğu “mutabakatçı” görüştür. 6 7 “Dil, şeylerin taklidi. Sözcükler önce gelişigüzel, sonra güzel, sonra daha güzel oldular.” C.Akyol 8 9 Eklemli25 dillerin ilk sözcüklerinin ses çıkaran şeyleri taklit ederek meydana getirilmiş olması, akla yakın bir ihtimaldir. 10 11 12 13 14 Herakleitos’ a göre sözcükle doğadaki akışı ve değişimi yansıtan seslerdir. Bu bakımdan da Herakleitos, Kratylos gibi takipçilerince detaylandırılan doğalcı dil görüşünün öncüsüdür. Dil kökeni itibariyle Demokritos’ a göre doğadaki şeylerin sesle yapılmış taklitleri olan sözcüklerden oluşur. Ama ilk sözcükler zamanla yerlerini yeni sözcüklere bırakmış, dönüşerek asıllarından az çok farklı hale gelmiştir. 15 16 “Yani önce doğa konuşmuş -ses çıkarmış- insan da duyduğu sesi taklit etmiş.” C.Akyol 17 18 19 20 21 Demokritos gibi Epiküros da doğalcı dil anlayışına sahiptir. Bu anlayışını Herodot’ a hitaben kaleme aldığı bir mektubunda şöyle ifade eder: “…bu da sözcüklerin köken itibariyle neden mutabakatın eseri olmadığını açıklar. Aslında, farklı kavimlerde yaşayan ve özel duyumlarla özel izlenimler edinen insanlar ağızlarından o duyumların ve izlenimlerin etkisiyle ve yaşadıkları yere göre değişen şekillerde soluk verir.” 25 Yapılarına Göre Diller: Dünya dilleri, dili oluşturan kelimelerin, eklerin, bu eklerin kuruluş ve işleyişleri gibi yapı bakımından gösterdikleri benzerliklerine göre üç gruba ayrılır: 1. Tek heceli diller: Bu gruptaki dillerde, kelimeler, bir heceden oluşmaktadır. Cümleyi meydana getiren kelimeler, ek almazlar ve şekil değişikliğine uğramazlar. Bu dillerde kelimenin görevi cümle içindeki sırasından ve vurgusundan anlaşıldığı için çok zengin bir vurgu ve tonlama sistemi vardır. Kelime çeşitleri özel seslerle ayırt edilmediği için aynı kelime yerine göre hem isim , hem sıfat, hem fiil, hem edat,... olabilmektedir. Çince ve Tibetçe bu grubun tipik dillerindendir. Bazı Himalaya ve Afrika dilleriyle Endenozya dilleri ve Vietnam dili de bu gruba dahil edilir. Bu dillerde “birleşik kelimeleri oluşturan kelimeler bile biri birinden ayrı yazılır: Vo yav kan şu. Çince bu cümle kelime kelime şöyle çevrilebilir: Ben istemek bakmak kitap. Bu cümleyi Türkçe olarak söyleyecek olursak şöyle düzenleriz: Ben kitap okumak istiyorum. Dien sı ci: Elektrik görme cihaz. Bu üç kelimeden kurulmuş söz televizyon anlamındadır.” 2. Eklemeli diller: Bu gruptaki dillerde tek veya çok heceli kelime kökleriyle ekler vardır. Bu dillerde, kelime köklerinden yeni kelimeler türetilirken veya kelimelerin geçici durumları yapılırken kelime köklerine ekler getirilir. Türetme veya çekim sırasında kökte bir değişme olmaz. Köklerle ekler birbirinden kolaylıkla ayrılabilir. Anlam ve görev değişikliği yapan ekler kelime sonuna getirildiği gibi kelime başına getirilen ekler de vardır. Türkçemiz bu grubun en belirgin örneğidir. Dilimizde ön ekler olmadığı hâlde kelime sonuna getirilen eklerde bir zenginlik ve çeşitlilik vardır. Bu özelliğiyle dilimiz, sondan eklemeli bir dildir. Moğolca, Mançuca, Tunguzca, Macarca, Fince ve Samoyetçe bu grupta yer alan diğer dillerdendir. 3. Çekimli diller: Çekimli dillerde de kelime kökleriyle ekler vardır. Fakat yeni kelimeler türetilirken veya çekim yapılırken kelime kökünde değişiklikler olur. Hint-Avrupa dillerinde kelime kökünde görülen değişiklik kökü tanınmayacak bir şekle sokar, ortaya çıkan yeni kelimede kökü hatırlatacak bir ses, bir işaret bulunmaz. İngilizce' deki uzanmak fiilinin lie /lay /lain, yapmak fiilinin do / did / done, gitmek fiilinin go / went / gone; Almanca'daki atmak, fırlatmak fiilinin werfen / warf / geworfen; sein yardımcı fiilinin bin, ist, sind, war, waren... şekillerine girmesi gibi. Arapça gibi çekimli dillerin bazılarında ise kökteki ünlüler değişirken türetilen yeni kelimeyle kök arasındaki ilgiyi koruyan bir bağ, kendisini hissettirir. Çekimli dillerin tipik bir örneği olan Arapçada, kelimenin çekirdeğini oluşturan ünsüzler değişmezken belli kalıplarla yeni kelimeler türetilir. Aynı kökten olan ders, medrese, müderris, tedrisat kelimelerinde d, r, s ünsüzleri sabit kalırken ünlüler ve bazı gramer unsurları değişmektedir. 1. Eklemeli diller: Türkçe, Macarca, Moğolca, Fince, Japonca, Korece... 2. Çekimli (bükümlü) diller: Arapça, Farsça, Lâtince, İngilizce, Fransızca, Rusça... 3. Tek heceli diller: Çince, Tibetçe... Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 60 / 115 1 2 3 4 5 6 7 8 Lucretius, insanları değişik dilleri meydana getiren sesleri çıkarmaya sevk edenin doğa olduğunu söyler. Ayrıca, her şeye bir adamın isim koyduğunu ve diğer insanların da isimleri ondan öğrendiğini zannetmeyi saçmalık olarak nitelendirir. Lucretius’ a göre şeylerin adlandırılmasında insan ihtiyaçları belirleyicidir ve henüz konuşmayı başaramayan çocuklar da istedikleri şeyleri parmaklarıyla gösterir. Lucretius, böylece dilin insanda, doğal bir yetenek olarak kendiliğinden filizlendiği fikrini savunur. Stoacı filozoflar şu hususta hemen hemen hemfikirdir: Söz dökülmüş olsun ya da olmasın, dilden bağımsız bir düşünce mümkün değildir. Platon, düşüncenin bir iç konuşma, insanın kendi kendisiyle diyaloğu olduğunu savunur. 9 Ortaçağ Felsefesinde Dil 10 11 12 Aziz Augustinus, gerçeği idrak etmek için insanın kendi ruhu üzerine eğilmesinin yeterli olduğunu savunur. Ona göre, dua ederken sözcüklerden yararlanmanın zorunlu olmadığına dikkat çeker. O, doğru sözü, kalbin derinlerindeki sözden doğmuş bir düşüncenin dışavurumu gibi görür. 13 “Konuşma, düşünceyi yavaşlatır, ağdalaştırır, çevresinden dolaşır ve onu sık sık saptırır.” 14 Yeniçağ Felsefesinde Dil 15 16 17 18 19 Antoine Arnauld26 ve Pierre Nicole27 işaretleri doğal ve icat edilmiş olmak üzere ikiye ayırır. İnsanların fantezisine bağlı olmayan doğal işaretlere, bir şeyin aynada yansıyan suretini örnek veririler. Sözcükler ise icat edilmiş işaretler grubuna dahildir ve temsil ettikleri şeylerle ya uzak bir bağlantı içindedir veya aralarında hiçbir bağlantı yoktur. Netice olarak, idealar, şeylerin tabii işaretleridir; sözcükler ise ideaların kurulmuş işaretleridir. Antoine Arnauld (1612-11694) Pierre Nicole (1625-1695) 20 21 22 23 24 Yazarlar, sık sık aynı şeye ilişkin sahip olduğumuz farklı ideaları, bir pagan filozofun erdem hakkındaki ideası, bir ilahiyatçınınkiyle aynı olmadığı halde, her ikisi de ona ilişkin ideasını aynı erdem kelimesi aracılığıyla açıkladığındaki gibi tek bir kelimeyle ifade ettiğimize dikkat çeker. Sonuçta sözcüklerimizdeki bulanıklık, düşüncelerimizde ve ifadelerimizde de bulanıklığa yol açar. 25 26 27 “Bana göre tersi geçerli; düşüncelerimizdeki bulanıklık, ifadelerimize yansır ve artık orada kullanılan sözcük dayatma sözcüktür.” C.Akyol 28 29 30 Bulanıklıktan kaçınmanın çaresi: Kullanageldiğimiz dillerde tesadüf ettiğimiz haliyle sözcüklerin bulanıklığından kaçınmak için en iyi yol, sadece temsil etmek istediğimiz idealara bağlı olacak yeni sözcükler ve yeni bir dil oluşturmaktır. 26 Antoine Arnauld: (1612-1694) Fransız Katolik, teolog , filozof ve matematikçi . 27 Pierre Nicole: (1625-1695) Fransız, teolog, filozof; dönemin en seçkin insanlarından. Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 61 / 115 1 2 3 “Doğrudur, ancak yeni bir dilden anladığımız yeni sözcük, başka bir sözcük; yoksa yeni dil dediniz mi, o bizde başka şekilde anlaşılır!” C.Akyol 4 5 6 “Sözcükler sonuçta sizin yüklediğiniz anlamlarla doludur. Ama dil öyle duyarlıdır ki dün yüklediğinizi hiç unutmaz, sonraki yüklemeler arasındaki çelişki ve uyumsuzluklara da izin vermez.” C.Akyol 7 Locke’ un Dil Felsefesindeki Yeri 8 9 John Locke28, dile zihinci yaklaşımının doğal bir uzantısı olan son derece kapsamlı bir ideacı anlam teorisi ortaya koymuştur. 10 11 John Locke (1632-1704) 12 13 Locke’ un anlam teorisinin temelinde, hem ideaların hem de sözcüklerin “işaret” vasfını taşıdığı düşüncesi bulunur. Locke’ a göre, sözcükler idealarımızın, idealarımız da şeylerin işaretleridir. 14 15 16 Locke’ a göre, düşüncelerimizi oluşturan idealar başkaları tarafından doğrudan doğruya görülemediklerinden, hem düşüncelerimizi başkalarına iletebilmek hem de kendi düşüncelerimizi gelecekte hatırlamak üzere idealarımızı kaydetmek için sözcüklere ihtiyacımız vardır. 17 Locke, dilin ve sözcüklerin işlevi hakkındaki görüşünü üç madde halinde şöyle sıralar: 18 19 20 1. Başkalarını, düşüncelerimizden ya da idealarımızdan haberdar etmek, 2. Bunu mümkün olduğunca kolay ve akıcı bir şekilde yapmak, 3. Şeylerin bilgisini zihne taşımak. 21 Leibniz’ in Dil Anlayışı 22 23 24 25 Leibniz, dli yalnızca bir felsefi sorun alanı olarak enine boyuna değerlendirmekle yetinmemiş, yazılarını çoğunlukla Latince ve Fıransızca kaleme alan bir Alman olarak anadilinin konuları üstüne de kafa yormuş; dilbilim alanının kuruluşuna önderlik etmiştir; Hint-Avrupa dil ailesinin neredeyse eksiksiz bir tasnifini yapmıştır. 26 Leibniz29, sözcükleri konu edinen incelemelerin iki değişik bakış açısından yapılabileceğini düşünür: 28 John Locke: (1632-1704) İngiliz klasik liberal filozof. 17. yüzyılın en önemli düşünürlerinden biridir. Düşünce özgürlüğünü, insan eylemlerini akla göre düzenlemek anlayışını en geniş ölçüde yayan ilk düşünür olduğu için Avrupa'daki aydınlanma ve Akıl Çağı'nın gerçek kurucusu olarak kabul edilir. John Locke' a göre insan zihni doğuştan boş bir levhadır. Daha sonra bu zihin deneyimle birlikte dolar. 29 Gottfried Leibniz: (1646-1716) Alman matematikçi ve filozoftur. Matematik tarihi ve felsefe tarihinde önemli bir yer tutar. Leibniz Isaac Newton’dan bağımsız olarak Sonsuz Küçükler Hesabı’nı geliştirdi ve Leibniz’ in formülü yayınlandığından bu yana geniş bir çapta kullanıldı. Geliştirdiği türdeşliğin aşkınsal yasası ve süreklilik yasası 20. yüzyılda matematiksel karşılık buldu (standart dışı analiz aracılığıyla). Mekanik hesaplayıcılar alanında en üretken insanlardan biri oldu. Pascal’ ın hesaplayıcısına otomatik çarpma ve bölme fonksiyonlarını eklemeye çalışırken, 1685’te çarklı hesaplayıcıyı ilk tanımlayan Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 1 2 62 / 115 Etimolojik olarak adlandırabileceğimiz ilk bakış, yerel dillerdeki sözcüklerin tarihsel oluşum süreci, diller arası akrabalıklar gibi konulara odaklanır. 3 4 Gottfried Leibniz (1646-1716) 5 6 7 8 Formel olarak, nitelendirdiği ikinci bakışın, faklı dillerde ortak olan “anlamı” konu edindiğini söyler. Leibniz’ e göre kavramların adı olan sözcükler yalnızca onu telaffuz eden kimsenin ondan anladığı şeye değil, aynı zamanda o kişinin söz konusu kavram hakkında bilmediği, fakat muhatabınca bilinen şeylere de işaret edebilir. 9 Sözcüklerin açıklığının şu iki etmene bağlı olduğunu kaydeder: 11 1. Sözcüğün kendisinin açıklığı, 2. Sözcüğün kullanıldığı sözün içinde söylendiği koşulların açıklığı. 12 13 14 Leibniz’ e göre, yaratılmış ilk insan olan Adem’ in, kendisine Rab tarafından bahşedilmiş olan konuşma melekesiyle, ilk sesleri, yani doğadaki seslerin taklidi yoluyla çıkarmış olduğu, akla uygun bir açıklamadır. 15 Rousseau’ nun Dil Felsefesi 16 17 18 19 Rousseau, Emile adlı eserinde, çocukta konuşmanın içten gelen bir beceri olduğunu merkez alan bir bakış açısıyla, çocuğa konuşmayı öğretmek için zorlayıcı ve endişeli tavırların hatalı olacağını savunur. Rousseau’ ya göre, insanın ilk sesli dışavurumları, doğanın çığlığı olsa gerekir. İlk insanlar bir cemiyet halinde değil, tabiat halinde yaşadığından, ilk/köken dil içgüdüseldir. 20 21 22 23 Tabiatta yaşayan ilkel insanların sözler vasıtasıyla birbirlerini ikna etmeye ihtiyacı yoktur. Rousseau, sözün ortaya çıkışının, insanoğlunun ihtiyaçlarından değil, acılarından -dışardan etkilenmelerindenkaynaklandığını öne sürer. Böylece, sözün ve dilin türeyişinde, insanoğlunun açlık, susuzluk gibi ihtiyaçları değil, aşk, nefret, acıma, öfke gibi duyguları belirleyicidir. 24 25 Rousseau, “söz” ün ilk sosyal kurum olduğunu beyan eder. Ona göre, söz, insanı hayvandan ayıran başlıca bir meleke olarak görür. Rousseau30, dilin doğuşu konusunda olduğu gibi, diller arasındaki 10 insan oldu ve aritmometre -ilk toplu üretilen mekanik hesaplayıcı- kullanarak Leibniz çarkını icat etti. Ayrıca ikili sayma sistemini rafineleştirdi, bu çalışması tüm dijital hesaplayıcıların soyut temelini oluşturdu. Leibniz felsefede optimizmi ile tanınır. Örnek olarak, evren hakkındaki çıkarımı, sınırlı bir algıyla büyük olasılıkla tanrının yaratılmış olduğudur. Leibniz, Rene Descartes ve Baruch Spinoza ile beraber rasyonalizmin 17. yüzyıldaki en büyük savunucularından biri oldu. Leibniz’ in çalışmaları öncelikli olarak modern mantık ve analitik felsefe üzerine yoğunlaşmıştı, fakat felsefesi skolastik geleneği de irdeledi. Çıkarımları ampirik kanıtlarla değil, geçerli sebeplerin ilk prensipleri ve öncel tanımları ile oluşturuldu. Leibniz fizik ve teknolojiye büyük katkılar sağladı ve öngördüğü kavramlar çok daha sonra felsefe, olasılık teorisi, biyoloji, tıp, jeoloji, psikoloji, dil bilim ve bilgisayar bilimi alanlarında su yüzüne çıktı. Felsefe, politika, hukuk, etik, teoloji, tarih ve filoloji alanlarındaki çalışmalarını yazdı. Leibniz’ in bu tüm bu alanlara yaptığı katkılar çeşitli mecmualara, on binlerce mektuba ve yayınlanmamış el yazılarına dağılmıştı. Yazılarında birkaç dil kullandı, fakat öncelikli olarak Latince, Fransızca ve Almanca dillerinde yazdı. Leibniz’ in tüm yazılarının toplandığı eksiksiz bir kaynak bulunmamaktadır. 30 Jean-Jacques Rousseau: (1712-1778) Cenevreli filozof ve yazar. Siyasi fikirleri, Fransız Devrimini etkilemiştir. Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 63 / 115 1 farklılığın nedeni konusunda da natüralist ve din dışı bir bakış açısı sergiler. 2 3 Jean-Jacques Rousseau (1712-1778) 4 5 Rousseau, diller arasındaki farklılaşmayı, dillerin kökeni konusundaki teolojik ya da metafizik açıklamalardan kaçınarak, tamamen tabiata bağlı coğrafi ve iklimle ilgili nedenlerle izah eder. 6 Yakınçağ Felsefesinde Dil, Renan’ ın Dil Anlayışı 7 Ernest Renan31, dil üzerine felsefi tespitlerde bulunmuştur. 8 9 Ernest Renan (1823-1892) 10 11 12 13 Renan’ ın dilin kökeni ve gelişim evreleri onun insan aklının tarihteki gelişimine paraleldir. Renan’ a göre dil, insan fıtratında bulunan tanrısal bir armağandır. Dil, kendiliğinden aklın deruni faaliyetinin eseridir. Renan, insanın işaret kullanma melekesine, tıpkı görme veya işitme melekesine malik bulunduğu gibi malik olduğunu düşünür. 14 15 16 Yine de Renan, dilin başlangıçtaki birliğini, bütün insanların dilinin tek bir dilden yayıldığını kabul etmez. Renan dillerin, Hint Avrupa, Sami, Fin, Okyanusya gibi büyük dil aileleri halinde doğmuş olduğunu savunur. 17 18 19 20 Düşünceleri özellikle, Devrim' den sonra kurulan yeni devletin kalkınmasında, toplumun sosyal yapısında ve eğitim sisteminde etkili olmuştur.[1] 31 Ernest Renan: (1823-1892) Fransız filozof ve yazar. Erken Hıristiyanlık tarihi ve siyasi teoriler üzerine etkili tarihi araştırmaları ile tanınmıştır. Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 1 Dil 64 / 115 Felsefesi 1 2 Önsöz 3 4 Dil felsefesi onto-teoloji olan Kıta Avrupası felsefesine karşıt olarak ortaya çıkmıştır. 19. yüzyılın ikinci yarısındaki Yeni Hegelciliğe, pisilokolojizme ve Kant entelektüalizmine tepkiden doğmuştur. 5 Dil felsefesine göre dil, evrensel bir aracıdır. 6 7 Felsefi piroblemler, düşüncenin değil, dilin piroblemleridir. Onlar ya dilde ortaya çıkarlar ya da dil aracılığıyla çözülürler. 8 Kuşkusuz dilin iki görünüşü vardır: Gündelik dil ve biçimsel dil. 9 Giriş 10 11 12 Dil, karmaşık bir fenomendir, onula düşünürüz, dünyayı betimleriz ve toplumsal ilişkilerimizi yaşarız. Dil üzerine düşünmenin tarihi MÖ 1500’ lü yıllara kadar gider. Dilin ne olduğuna ilişkin ilk düşüncelere Vedalar’ da rastlanır. Vedalar’ da dilin kutsallığına dikkat çekilir. 13 Felsefede dile iki tarzda yaklaşılmıştır: 14 1. Sipekülatif yaklaşım: Sipekülatif dil felsefesi bir sistematik açıklama olarak Herakleitos’ la başlar. Bilindiği gibi Herakleitos’ ta logos, söz, dil, söylemle ifade edilen şey, söyleme yansıyan iç söz demektir. Dilin yapısı ve gösterilenin yapısı arasında bir uygunluk var mıdır? Yok mudur? Sofistler de felsefe yapmayı bir dil sorunundan ibaret gördüler. Onlara göre dilin amacı, mitolojinin görünmez varlıklarını değil, görülebilir nesneleri betimlemektir. Dil, bir iletişim aracıdır. Sipekülatif dil felsefesi Platon’ da evrilmiştir. Platon, dile ilişkin görüşlerini Kratylos’ ta ortaya koyar. Platon burada şu soruları ele aldı: a. Dilin kaynağı ve fonksiyonları nelerdir? b. Dilin anlamları açıklayabilme -aktarabilme- kapasitesi nereden gelmektedir? c. Söylem hangi farklı bölümlere ayrılır? d. Dil ve düşünce arasında, dil ve dış dünya arasında, dil ve insan topluluğu arasında ne gibi ilişkiler vardır? e. İçerik ve anlam arasındaki ilişkinin özelliği nedir? Aristo’ da dil var olanın kategorilerini anlama aracıdır. Söylemin anlamlı olma nedeni, uzlaşımsal olmasıdır. “Evet, anlamın var olabilmesi, etkin olabilmesi için üzerinde uzlaşılmış olması gerekir. Bunu Sokrates’ in tartışma çok açık olarak usulünde görürüz.” C.Akyol 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 2. Analitik yaklaşım: Bu yaklaşıma modern dil felsefesi de denilebilir. Bu dil felsefesi, felsefede bir dönüm noktasıdır. Mantıksal analizcilere göre dil, düşünceyi ifade etmenin evrensel aracıdır. Dilin bu aracı fonksiyonu sayesinde, felsefi problemlerle bakış ve felsefenin temelleri değişmiştir. Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 65 / 115 1 Dilde Anlam 2 3 Anlamın temel birliği kelime -sözcük- değil cümledir. Sözcüklerin sözceler dışında kendi başlarına anlamları yoktur. Sözcükler anlamlarını sadece cümleler bağlamında kazanır. 4 5 6 7 “Böylesine sınırlama doğru değil, sözcükler de kendi başına ciddi boyutta anlam taşır; tümceyle sözcüğün kazandığı ikinci bir anlamdır. İkinci anlam, ancak birinci anlam güçlü ise anlamlıdır. İkinci anlam ancak birinci anlama yükleme yapar.” C.Akyol 8 9 10 11 Dil felsefesi her şeyden önce, düşüncenin analizinden dilin mantıksal analizine geçiştir. Anlam, gönderge ve hakikat problemlerini çözerken, dilin düşünceye üstünlüğü vardır. Onun için düşünceler, lengüistik ifadelerinden bağımsız biçimde analiz edilemez. Bir olguyu sadece dil sayesinde anlayabiliriz, mantıksal bir analiz dil yardımıyla yapabiliriz. 12 Dil, var olmayan nesnelerden söz etmeye izin vermektedir. 13 14 Dil ortadan kaldırılamaz biçimde objektiftir, pozitiftir. Tüm dillerde anlam, objektif biçimde ve mantığın oluşturma ve dönüştürme kurallarına göre belirlenir. 15 Tarihsel açıdan diyebiliriz ki, dil felsefesinin belirleyici filozofları Frege, Russell ve Wittgenstein’ dir. 16 Kognitif32 yöntemi kabul eden dil felsefesinin iki temel tezi vardır: 17 18 1. Düşünce dilden bağımsızdır. 2. Dil, düşünceden –zihinsel anlamdan- bağımsızdır. 19 20 21 “Dilin, bir iletişim aracı olarak görülmesi çok basit değerlendirmedir. Dilin, kendisini ve dışındakini etkileme hatta üretme yeteneği vardır.” C.Akyol 22 23 “Dil, zamanla anlamlandırmada aşırılığa kaçmış olabilir, bunlar zamanla törpülenir.” C.Akyol 24 FREGE 25 26 Friendrich Ludwig Gottlob Frege33 (1848-1925) 27 28 Frege, dil felsefesini ilk felsefeyle özdeş saymıştır. Ona göre dil felsefesi epistomolojiden34 de ontolojiden35 de önce gelir. 29 Frege’ ye göre dil bir araçtır. Bu araçla, belli niteliklerin ve ilişkilerin söz konusu edildiği bir söylem 32 Kognitif: Kavramsal, kavramaya ve idrak etmeye dayalı olan. Friendrich Ludwig Gottlob Frege: Modern Matematiksel Mantık' ın ve Analitik felsefenin kurucusu sayılan Alman matematikçi, mantıkçı ve filozof. Frege, en temelinde önerme'nin fonksiyon-argüman analizi, özel isimlerin anlam ve gönderim ayrımı, kavram ve nesne ayrımı ve bağlam prensibinin geliştirilmesi bulunan, Dil felsefesi' ne yaptığı derin sistematik katkılarla Analitik Felsefe' nin kurucularından sayılır. 34 Epistomoloji: Bilgi felsefesi. episteme, bilgi ve gnosis, bilim ve logos, 35 Ontoloji: Varlık felsefesi, temel sorunu varlık olan felsefi disiplin. Aristoteles' e göre ontoloji varlığın mahiyetinde varlığın bilimidir veya varlıkların incelenmesidir. 33 Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 66 / 115 1 evrenini betimleriz. Bireyle alanından söz ederiz. 2 3 Frege’ ye göre doğal dil ya da gündelik dil yarı objektiftir. Gündelik dilin rolü, tikel durumları ifade etmektir. İnsanlar arasında iletişimi sağlamaktır. 4 5 6 Gündelik dil, felsefe ve bilim için uygun değildir; çünkü o, bir zamirler, niceleyiciler ve bağlayıcılar ormanı gibidir; karmaşıktır, yetersizdir, hatalıdır, kararsız ve değişkendir; sürekli evrim halindedir ve dinamiktir. 7 8 Gündelik dil, kaçınılmaz belirsizliklerin kaynağıdır. Felsefe çalışma büyük ölçüde dille mücadele etmekten ibarettir. 9 10 11 12 “Dil ve düşünce ilişkisi çok önemli; dilin ilk kaynağı şeyler/nesneler/eşyalar mı yoksa soyutlama mı? Ya da aslında konuşma anında var olan ama konuşmacılar tarafından görülmeyen ancak biri tarafından görülmüş olanın aktarılan şey/nesne/eşyanın sözcükleri mi?” C.Akyol 13 14 “İlk sözcükler o, bu, şu olabilir! İki tarafın da aynı anda gördüğü o, bu, şu!” C.Akyol 15 16 17 “Dilin, düşünce içinde yaptığı şey simgeleri, fonksiyonları -bağlantıları- sıralamaktır. Sıralama değiştikçe düşünce de değişir.” C.Akyol 18 19 Gündelik dilin yetersizliklerini aşma isteği kısaca söylersek Frege’ yi felsefede yeni bir arayışına götürdü. 20 21 22 23 24 “Gündelik dil, felsefe dil ayrımı bana doğru gelmiyor. Dilin gündelik yaşamda kullanılanı, felsefede kullanılanı demek daha doğru olacaktır. Böylesine bir dil ayrımı felsefenin güncelle olan ilişkisini yok sayma noktasına gelebilir. Oysa felsefe tamamen gündelikten beslenir, gündelik olandan beslenmeyen felsefe uzun ömürlü olamaz.” C.Akyol 25 26 Düşünceler, ne dış dünyanın nesneleridir ne de sübjektif tasavvurlardır yani bilinç içeriğidir. Onlar dış dünyadan ve iç dünyadan ayrı bir yere, üçüncü bir alana aittir. 27 Sözcükler ve onların anlamları, herkesin başkasına aktarabildiği genel, objektif nesnelerdir. 28 29 30 “Sözcüklerin kendisi gerçektir, aktardığı -karşıladığı- şey gerçek olmasa bile! Anlaşmanın sağlanması için gerçeğin aynı şekilde algılanması gerekir.” C.Akyol 31 32 “Algılamanın yeterliliği ya da yetersizliği dilin yeterliliği ya da yetersizliğini belirler!” C.Akyol 33 34 Frege’ nin tasarladığı dil her şeyden önce, sadece yazıda kullanılacaktır; böylece bizi sözlü dilin gizli tehlikelerinden koruyacaktır. Gerçekte yazının desteklemediği sözü incelemek zordur. 35 36 37 38 “Evet, şunu söyleyebiliriz; dil, yazıya geçtikten sonra daha da gelişmiştir, aslında var olmuştur. Yazı, dilin temeli olan grameri oluşturmuştur. Bir dili, diğer dillerden ayıran temel unsur sözcük farklılıkları değil, gramerleridir, yapılarıdır.” C.Akyol 39 40 41 Dilin kaynağında hayret edilecek bir şey yoktur. Dil, küçük heceleri kullanarak pek çok sayıda düşünceyi ifade eder. Bu dünyada yaşayan biri, düşünceyi bir defalığına oluşturursa, dil ona yeni bir giysi verir. Bu giysi altında bu düşünce, ilk defa duyan için yeni bir düşüncedir. 42 Kısacası düşünme sadece dil aracılığıyla mümkündür. Bu durum, dilin olmazsa olmazını oluşturur. 43 Anlam tasavvurdan kesinlikle ayrıdır. Tasavvur, zihinde uyanan bir entitedir36; sübjektiftir ve bireyden 36 Entite: Mahiyet, kendilik, nitelik, varlık. Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 67 / 115 1 bireye değişir. 2 3 4 “Tasavvur, çoklu anlamlandırma, yerine oturmamış anlamlandırma, var olan anlamları genişletme, yamam…” C.Akyol 5 Oysa anlam objektif ve değişmezdir, uzlaşımsaldır. 6 7 “Aynı anda, objektif, değişmez, uzlaşımsal olamaz!” C.Akyol 8 9 Anlam, bir şeye ad verme tarzıdır. Ad vermek lengüistik bir ifadenin bir başka ifadeden farklılığını göstermeye yarar. 10 CARNAP 11 12 Rudolf Carnap37 (1891-1970) 13 14 15 16 Carnap’ a göre her dil başka dillere çevrilebilir. Dillerden hiçbirinin diğerine ontolojik üstünlüğü yoktur. Her başarılı çeviri, bir dildeki ifadelerin yerine anlam aynı kalacak şekilde bir başka dildeki ifadeleri koymaktadır. Dildeki ifadeler uzlaşımdır ya da tercihtir. Diller arasında nötr -tarafsız, önceliksiz- olabilir. 17 18 19 Mantıkta ahlak yoktur. Herkes kendi mantığını yani istediği dil biçimini oluşturmakta özgürdür. Eğer bunu tartışmayı isterse, oluşturma yöntemlerini açıkça belirtmelidir. Bu belirlemede, felsefe düzenindeki düşüncelerle değil; sözdizimsel düzendeki belirlenimler araçlığıyla mümkündür. 20 21 Tractatus’ un “Dünya nesnelerin değil; olguların toplamıdır.” şeklindeki ikinci önermesi, “Bilim, adların değil; sözcelerin bir sistemidir.” şekline dönüşür. 22 Sentaks 23 24 Carnap’ ın dil felsefesi bir sözdizimsel dönemeçtir. Carnap, Tractatus’ un “sentaks38, bir teorik disiplindir” anlayışını sürdürür. Ona göre felsefenin görevi, mantıksal bir sentaks ortaya koymaktır; 37 Rudolf Carnap: Alman asıllı ABD'li düşünür. Mantıkçı pozitivizm akımını geliştirmiş olan bir grup bilim adamı, filozof ve matematikçinin 1930'larda kurmuş olduğu Viyana Çevresinin en seçkin üyelerinden biri olan Carnap, mantık ve bilim felsefesine, olasılık kuramıyla da tüme varımsal çıkarım konusuna önemli katkılar yapmıştır. 38 Sentaks: Dilbilgisi. Sözdizimi ya da Fransızcadan geçen biçimiyle sentaks, doğal dillerdeki cümle kurma ilke ve kurallarını inceleyen ve bu dildeki cümlelerin esnekliğini inceleyen dil bilimi dalıdır. Eski Yunanca "birlikte düzenleme, dizme" anlamına gelen sentaks terimi dilbilimde, doğal dillerde nasıl cümle oluşturulacağına dair bir kurallar ve prensipler çalışmasıdır. Sentaks, dilin yatay, yani satır şeklinde dizilen bir sistem olduğunu gösterir. Bu diziliş, sesten, morfemlere, morfemlerden daha büyük öbeklere dilin her seviyesinde mevcuttur. Sentaksın yalnız cümle seviyesini gösteren bir terim olarak kullanılması doğru ama eksik bir kullanımdır. Sentaksla ilgili olarak modern araştırmalar dilleri bu tür kurallara göre tanımlamaya çalışırlar. Bu bilimin çatısı altındaki çoğu uzman bütün doğal dillere uygulanacak genel bir kural bulmaya çalışmaktadırlar. Sentaks terimi ayrıca mantık gibi matematiksel sistemlere, yapay biçimli dillere ve bilgisayar programlama dillerinin yapısına hâkim olan kuralları tanımlamada da kullanılır. Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 68 / 115 1 2 3 4 çünkü gündelik dilin sentaksı, yani oluşturma ve değiştirme kuralları sanıldığından çok daha belirsizdir. Belirsizliği gidermek için gündelik dilin sentaksının yerine mantıksal sentaks koymalıdır. Çünkü doğal diller gramer yasalarını ihlal etmeksizin anlamsız kelimelerden oluşan önermeler ortaya koymaya izin verir. 5 6 7 “Özellikle doğal dillerde -ya da dillerin doğal sürecinde kelimelerin -sözcüklerin- anlamsız olması mümkün değildir. Ama şöyle ama böyle mutlaka bir anlam içerirler, bize anlamsız gelse de!” C.Akyol 8 9 Wittgenstein, sentaksın betimlenemez olduğunu kabul ediyordu. Oysa Carnap bu görüşe katılmaz. Ona göre sentaks betimlenebilir. 10 Semantik 11 12 13 14 Bilindiği gibi semantik, göstergelerin gösterilenlerle ve referansta bulunduğu nesnelerle ilişkisini inceler. Carnap’ ta özel bir yer işgal eder. Ona göre gündelik dilin betimsel semantiği bir bilimdir; oysa mantıkçıların semantiği bir sistemdir. Carnap’ a göre sistem olan semantik saf semantiktir yani olmazsa olmazdır. Saf semantik dilbilimsel semantiğe karşıttır. 15 Pragmatik 16 17 18 Carnap’ a göre düşünce, göstergeye bağlıdır. Gösterge, düşünmemizin başlangıcı olan veridir. Gösterge olmadan kavrama yükselemeyiz. Göstergenin verisi önce sezgiyle kavranır. Çünkü gösterge addır, kavramadır, biçimdir ve içeriktir. 19 20 “Sezgi yerine ön bilgi desek, daha doğru olacak ya da ele alınan, elde bulunan ilk bilgi…” C.Akyol 21 Anlam, genellikle belirtmenin eşanlamlısıdır. 22 23 “Anlam, belirtmenin içeriğidir, demek daha doğru olacak.” C.Akyol 24 25 Bir önermenin anlamını bilmek, hangi durumlarda doğru olduğunu ve hangi durumlarda doğru olmadığını bilmektir. 26 27 Bir kelime bir dilde bir anlama sahipse, gerçek kavramdır -ya da gerçek kelimedir- ; gerçekte anlam taşımadığı halde, anlamı var gibi görünüyorsa, bir sahte kavramdır. 28 29 30 “Her kelime bir anlam içerir, anlama sahiptir. Ancak anlamın içeriği kavram olup olmaksızın belirlenir.” C.Akyol 31 “”Demek istediğimiz” diyorsak, anlatımda ya seçilen sözcükler eksiktir ya da yanlıştır. 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 1 69 / 115 DAVİDSON 2 3 Donald Herbert Davidson (1917-2003) 4 5 Dil, süje ve dünya arasına giren bir aracı değildir; fakat gözlerimiz, kulaklarımız gibi bir organımızdır yani bir parçamızdır. Bu organın fonksiyonu, dünya ile doğrudan bir ilişki kurmamızı sağlar. 6 7 Dil, dünyada var olma tarzımızı ve bu tarzı nasıl bildiğimizi gösteren bir araçtır; realitenin kavramsal bir boyutunu içerir; sosyal ve kognitif39 bir role sahiptir. 8 23 24 25 Anlam kuramını ortaya koyarken şunlar kabul edilmelidir: 1. Bir dili kullanan kişi, dilinin bütün cümlelerini yorumlayabilecek yani onlara bir anlam verebilecek durumdadır. 2. Lengüistik bir ifadeyi anlamak onun yapısını belirleyebilmektir yani ifadenin anlamının, bölümlerinin belirli bir düzen içinde birleşmeleriyle oluştuğunu kavramaktır. 3. Dili doğru kullanan, sınırlı ifadelerden hareketle oluşturulan karmaşık ifadeleri de anlayabilir. 4. Dilin temeli anlamdır ve bileşimselliktir. Anlam anlaşılan şeydir. 5. Bir cümlenin anlamı, doğruluk sayesinde bilinir. Doğruluk ilkesi, bir cümlenin hangi şartlarda doğru veya yanlış olduğunu belirler. 6. Bir sözceyi anlamak, bileşimsellik ilkesine göre, ifadeyi oluşturan en basit ifadeleri anlamaktır. Bu ilkeyi iki şekilde okuyabiliriz: İlk okuma şöyledir, bir cümlenin anlamı, oluşturucu öğelerinin anlamı tarafından belirlenmiştir; fakat tersi doğru değildir. İkinci okumaya göre, bir cümlenin oluşturucu ögelerinin anlamı tüm cümle tarafından belirlenmiştir. Davidson literal anlamı uzlaşımsal, sıtandart, normal diye niteler. Sıtandart olmayan anlamlar, metaforlar, kelime oyunları, çeşitli mecazi anlamlardır. Davidson’ a göre bu ayırımın en küçük temeli yoktur. 26 27 “Sözcükleri anlamlı kılan şey, o anlamda uzlaşmış olmamızdır.” C.Akyol 28 29 “Dil, bir anlam mı içerir? Hiçbir dilde, gelişmiş dillerde bile sözcükler tek bir anlam içermez.” C.Akyol 30 31 32 Davidson’ a göre uzlaşımlar anlamı belirlemede yeterli değildir. Eğer bir ifadeyi anlamak anlamı belirleyen kuralları kavramak olsaydı, o zaman sadece düzenli uygulamalar semantik olarak yorumlanabilirdi. 33 34 “Anlamda, uzlaşma kadar zorlama -zor- da vardır. Hatta dayatma “…” dır, gibi… Ya da a=a’ dır, gibi. C.Akyol 35 36 Kelimeler anlamlarını sadece bir cümle bağlamında kazanır ve tam cümle semantik niteliklerin ve değerlerin taşıyıcısıdır. 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 39 Kognitif: Algılama, anlama, hatırlama, öğrenme, bilme gibi zihinsel süreçlerin tümü. Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 70 / 115 1 2 3 “Evet, sözcüklerin var olan anlamları vardır. Bu anlamlar tümce içinde ters yüz olmaz ama değişir, dönüşür, zenginleşir, yoksullaşır.” C.Akyol 4 Dil realiteyle sadece cümlelerde karşılaşır. 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 1 Simgesel 71 / 115 Düşüncenin Doğuşu 2 Sunuş 3 4 5 6 “Fiil çekimi diye bir şey yoktu. Geçmişten mi, yoksa gelecekten mi söz ettiğimiz, ancak cümlenin genel anlamından çıkarabilirdi. Konuşmalarımız hep somut şeyler üstüneydi, çünkü hep somut şeyler düşünürdük.” Jack LONDON 7 8 Diyelim ki eski Homosapiens’ in zamanında konuşma evrimleşti, peki o durumda insanlar birbirlerine ne söylüyordu? 9 Simgecilikten yararlanmak, insan özelliğidir. Dolayısıyla simgelerle düşünmek de insan özelliği. 10 11 12 Dilin ilk evreleri hakkında epey kalem oynatılmıştır. Bu evreler hiç şüphesiz pirimat iletişimiyle ilintilidir. Aynı zamanda pirimatların yaptığı tımarla da (vücut tüylerinden bit ayıklamak) ilintilidir ki tımar, pirimatların birincil iletişim vasıtasıdır. 13 Karmaşık dilbilgisinin tam gelişmesi, Homosapiens’ e mahsustur. 14 İnsan Devrimi 15 16 17 18 19 Kişisel süslerin MÖ32.000, resim sanatının MÖ17.000 yaygın kullanımını içeren simgesel davranış o zamandan bu yana gelişmiş görünüyor, maddi kültürler ise, geçmiş on binlerce yılık süre zarfında Afrika’ nın ve Avrupa’ nın kültürüyle koşut olarak Alt Paleolotik döneme kadar evrimleşmiş. Dolayısıyla, simge devrimin tarihi için MÖ130.000 ila 120.000 öneri, bilgiye dayalı bir tahmin olarak kabul edilebilir. 20 İnsansı Fosil Kayıtları 21 22 Çad’ da bulunmuş olan Sahelanthropus’ un, şempanzeler ile insanların son ortak atası olduğu söylenir. 23 24 Etiyopya menşeli fosil Ardipithecus da olası bir insan atasıdır, fakat büyük oranda iki ayak üzerinde yürüse de ormanda yaşıyordu. 25 26 27 Günümüzde pek çok genetikçi, insan soyunun şempanzeden 6.300.000 ile 5.400.000 yıl önce ayrıldığını düşünüyor. İnsanlar MÖ2.500.000’ dan itibaren alet yapıyor ve 3.390.000 yıl önce alet kullandığına dair bulgular var. 28 Akrabalık, Toplumsallık 29 30 Bütün güzelliğiyle, kelime dağarcığı zenginliğiyle ve dilbilgisi karmaşıklığıyla dil, tastamam bir avcı-toplayıcı icadıydı. 31 İletişimi dille karıştırmamalıyız. 32 33 “Çok doğru! İletişimi, konuşmayı, sesli anlaşmayı dille karıştırmamak gerekir!” C.Akyol 34 35 36 Dil kısmen, pirimat iletişiminden evrimleşmiştir. Fakat pirimat iletişiminin rolü çünkü dil, bunun çok ama ancak bu kadar; gerçekte hiç de dilin başlangıç biçimi falan değildir, çünkü dil, bunun çok ama çok ötesindedir. Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 72 / 115 1 İlk Din 2 3 4 5 Darwin, insan türünün kökeninin Afrika’ da olduğunu söylüyordu. Afrika’ yı tercih eden Peder Wilhelm Schmidt, ilk kültürün tek ilah inancı içerdiğini söyleyen ilginç bir saptama eklemiştir. Avcı toplayıcıların ve özellikle ilkel diye adı çıkmış kimi toplulukların totemci, hatta çokilahcı olmamakla kalmadığını, çoğunlukla tekilahcı olduğunu belirtmişlerdi. 6 7 8 “Her zaman söylemişimdir, insanlık tarihinin hiçbir döneminde bir insan için çok ilaha inanmak inancı olmamıştır. İlahın ekleri, uzantıları olmuştur, ama o her zaman tek ilah olmuştur.” C.Akyol 9 10 11 Frazer40, toplumsal düzenin dini temel, ismini koymak gerekirse totemcilik üzerine kurulduğunu ileri sürmüştü. Durkheim41 ise tersini iddia etmişti: Dinin, bilhassa da totemciliğin, toplumsal düzenin ideolojik bir dışavurumu olduğunu söylemişti. J.G. Frazer (1854-1941) Emile Durkheim (1858-1917) D. L. Williams (1934- …) 12 13 “Dinin vazgeçilmezliği de bundan kaynaklanıyor demek; toplumun temelinde totem -din- var!” C. Akyol 14 15 16 Arkeolog David Lewis-Williams42, ister bizzat çizimlerde ve gravürlerde gözlenmiş olsun, ister sanatçıların zihninde var olmuş bağlamdan yola çıkılarak farz edilmiş olsun, sanatın tinsel ve törensel çağrışımlarını vurgular. Burada söz konusu olan din, şamanizimdir. Şamanizm, üç şeyi içerir: 17 20 1. Çoğunlukla hayvan kisvesine giren ruhların varlığına inanmak. 2. Büyücünün ya da şamanın kendinden geçme (esrime) gösterisi ve buna genelde, kendinden geçme halini tetikleyen müzik ve dans eşlik eder. 3. Kendiliğinden geçmiş haldeyken şamanın uyguladığı törensel şifa ritüelleri. 21 22 23 “Alevi Cem ayini olsun, Mevlevi dervişlerinin seması olsun şamanın esrime törenine ne kadar benziyor değil mi?” C.Akyol 24 25 26 Şamanlar ((aslında Kamanlar) kimi San dillerinde onlara Şifacı denir) sanatta tasvir edilir ve çoğunlukla teriantrop43 biçimini alırlar. Sanat hem gerçekçi hem de esrime temelli öğelerden ileri gelir. 27 Esrime temelli öğeler arasında, nispeten daha gizemli şeyler bulunuyor: esrime halindeyken vücudu 18 19 40 James George Frazer: (1854-1941), İskoç sosyal antropolog. Mitoloji ve karşılaştırmalı din konularında çalışmıştır. Emile Durkheim: (1858-1917) Fransız sosyolog, sosyolojinin kurucularından sayılmaktadır. Loren' de bir Yahudi Hahambaşı' nın oğlu olarak dünyaya geldi. Felsefe öğretmenliği yaptı. 42 David Lewis-Williams: (1934- …) Arkeolog, özellikle kaya yazılarıyla uğraştı. 43 Teriantrop: Genellikle insanlar ve hayvanlar arasında güçlü bir bağ olarak tanımlanmaktadır. 41 Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 73 / 115 1 2 3 4 5 terk eden ruhun çizimleri (kafadan çıkan çiğiler olarak resmedilmiş), kaya yüzündeki delikler içinden ya da hayvana dönüştürülmüş olarak ruhlar alemine giren icracının imgeleri ya da esrime halini belirten “ışık iplikleri” imgeleri. Namibya’ daki San şamanları, esrime halindeyken bunları gördüklerini iddia eder. San dini özünde tektanrıcıdır, özellikleri arasında yetişkinliğe kabul törenleri ve yağmur duası, ayrıca esrime gösterisi bulunur. 6 Yapısalcılık mı Yoksa Yorumlayıcılık mı? 7 8 9 Esasen yapısalcılık, toplumun ya da kültürün bir nevi “dilbilgisi” barındırdığını savunur. Yapısalcı antropoloğun görevi, bu dilbilgisini çözmektir. Dolayısıyla yapısalcılara göre, kültürel bağlam dışında, yani fiiliyatta “lisan” ın, anlamlar sisteminin dışında bir şeyin “anlamının” hiç anlamı yoktur. 10 Dilin Çiçeklenmesi 11 12 13 14 15 Dil anahtardır. Beyinde daha büyük bilişsel yetileri mümkün kılmakla ilgili değişiklikler gerçeklemiştir, ayrıca bunlar güncel tartışmalarla ve yeni keşiflerle de ilgili; en meşhuru, hem konuşmanın hem dilin kimi veçhelerine hükmeden FOXP2 (for head box P2) geninde bir mutasyonun bulunmuş olmasıdır. Dolayısıyla dil, insansı evriminde nispeten yeniymiş, ayrıca biyolojik temeli de varmış gibi görünüyor. 16 17 18 19 Homosapiens’ ler gibi Neandertaller’ in de tam teşekküllü dilinin gelişimi için gerekli mutasyona uğradığı söyleniyor. FOXP2’ deki bu genetik bulgular aynı zamanda İsrail’ de Kebra mağarasında bulunmuş 60.000 yıllık Neandertal iskeletinin, modern insanlarınkine benzer bir dil kemiği olduğu görüldü, bu da akıllara, Neandertallerde “karmaşık konuşma yetisinin var olabileceğini” getirdi. 20 21 “İnsanın vücudunun –vücuttaki dilin- evrimiyle, dilin gelişimin eşzamanlı olarak düşünmek, yanlış.” C.Akyol 22 23 24 25 26 27 Dilin kökeni hakkında kalem oynatan en önemli yazarların pek çoğu, şempanze iletişiminden tam teşekküllü dile fazlasıyla kolay atlıyor ve böylesi bir sıçramanın kuramsal çıkarımlarını açıklayan bir “köprü kuram” sunmuyor. Bu muazzam uçuruma köprü kuran kendi kuramım, dilin, iletişim olmadığını söylüyor. Mit içinde kurulmuştur dil. Noam Chomsky, keza halka açık bildirilerinde pek çok kez dilin iletişim olmadığını söylemiştir: gerçi dilin özünü, içsel veçhelerine dayandırır, yani iletişimin aksine düşüncede olduğunu söyler. 28 29 30 “Dil, düşünce için, sorun çözmek için kullanılır… muhtemelen simgesel davranışta bulunmak gibi içgüdüsel bir ihtiyacı gidermek için de.” Frederick Newmeyer 31 32 33 “Dil kökenini merak eden, dili niçin kullandığına baksın! Siz, ne için kullanıyorsanız, kökeninde de o vardır!” C.Akyol 34 35 36 Frederick Newmeyer, dilin, iletişim amacıyla vücut bulduğunu gösteren hiçbir bulgu olmadığını da ekler. Burada önemli olan nokta, iki ihtiyacın da hiç sahneye çıkmaması ya da dilin giderdiği ihtiyacın, iletişim ihtiyacı olmamasıdır. Bu başka bir ihtiyaçtır. 37 38 39 “Aktarma, iletişim öncesi bir süreçtir. İletişimden neyi kastediyor, anlamadım; yanlış çeviri olabilir. Muhabbeti kastediyor, sanırım!” C.Akyol 40 Neden İletişim Değil? 41 42 43 Evrim psikoloğu Robin Dunbar, arkaik Homo Sapiens topluluklarının olası boyutu düşünüldüğünde, dilin gerekli olduğunu ileri sürer. Yaklaşık 150 kişilik boyutuyla bu gruplar aileler arasında ve aynı grup içindeki topluluklar arasında uzun mesafeli iletişim, dil gerektirmiştir. Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 74 / 115 1 2 3 Dunbar’ a göre tımar yapmak, kişinin uyanık geçirdiği vaktin yüzde otuzuna ulaştığında dil şart olur, çünkü bu kadar tımar, yaklaşık 110 kişilik grup demek ve Homo Erectus aşamasına gelindiğini farz ediyor. 4 5 6 Dilin bir yandan iletişimle ilgili olduğu söyleniyor; öte yandan dil, tımarın yerini aldı ve dilin olmaması durumunda tımar çok vakit alırdı o yüzden ortaya çıktı deniyor. Grupların büyüme eğilimli olduğu ve belki de dilin, grup ne kadar büyürse o kadar işe yaradığı ima ediliyor. 7 8 9 Bence dil ya da daha doğrusu karmaşık dil, bir iletişim biçiminin çok daha ötesidir. Dil karmaşıktır, çünkü anlam için karmaşıklık gerekli, örneğin anlatıda. Geçmiş hakkındaki öyküler, bilhassa mitolojidekiler, bu karmaşıklığa ihtiyaç duyuyor. 10 11 “Dilin kökeni, birkaç milyonluk insanın evrimi derken, dili mitoloji yıllarına 2.500 yıl öncesine bağladı!.” C.Akyol 12 Dilin toplumsal kullanımın dört tipi ya da dört düzey, dört aşaması vardır: 13 14 15 16 17 18 19 20 1. Münasebet aşamasıdır. İnsanlar ya da hayvanlarla ilişkileri teyit için el kol işaretlerinin veya seslerin kullanımı. 2. Gütme aşamasıdır. Emir kiplerinin kullanımını içerir, örneğin insanlara ya da hayvanlara iş yaptırmak için. 3. Daha öncelikli: uzlaşma. Bu aşama, biraz daha zengin bir dil kullanımı ister: İsimlerin ve yüklemlerin kullanımı, ayrıca zaman kipi olmasa da düz anlam. Bir şeylere işaret etmek. 4. Bilgi paylaşımıdır. Bu aşama, dilde zaman kiplerini gerektirir ya da üçüncü taraflar dahil şeyler arasındaki zaman ilişkilerini. 21 Evet, dilin insan evriminde çok geç bir aşamada boy gösterdiğini biliyoruz. 22 23 24 Elbette, dilin bir kökeni (başlangıcı) var ve elbette bu köken, konuşmayı (ya da işaretleşmeyi) ve daha düşükten daha yükseğe doğru bir dil yatkınlığının gelişimini gerektirir. Beni en çok ilgilendiren nokta, dilin doğuşu için belirlenmiş tarih olan MÖ50.000 dir. 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 1 Dillerin Sınıflandırılması 75 / 115 ve Türkçenin 2 Dünya Dilleri Arasındaki Yeri 3 4 5 6 7 Bugün yeryüzünde kaç dil konuşulduğu kesin olarak belli değildir. Bu belirsizlik bazı lehçelerin dil durumuna gelmemesi, yani lehçelerin ayrı bir dil olarak sayılıp sayılamayacağı konusunda bir görüş birliğine varılmamasından kaynaklanmaktadır. Ayrıca yeryüzünün bazı bölgelerinde daha işlenmemiş, incelenmemiş, yazı dili durumuna gelmemiş diller bulunmaktadır. Bununla birlikte yeryüzünde konuşulan dil sayısı ortalama 3000-3500 arasında olduğu tahmin edilmektedir. 8 9 Yeryüzündeki diller, ses sistemi, biçim yapısı ve söz dizimi bakımından bazı yakınlıklar ve benzerlikler gösterir. Diller arasındaki bu yakınlık ve benzerliğe dil aileleri (dil akrabalığı) adı verilir. 10 11 12 Dil akrabalığı olan diller, ulusların aynı soydan geldiklerini göstermez. Aynı soydan gelen ve dilleri akraba olan uluslar bulunmakla birlikte, farklı soydan gelen ve aralarında kültürel bağları görülen ve dil akrabalığı olan uluslar da vardır. 13 14 Yeryüzündeki diller (dil aileleri) bazı yakınlık ve benzerliklerine göre yapı ve köken olmak üzere iki bakımdan incelenir. 15 Yapı Bakımından Dünya Dilleri 16 17 18 19 1. Tek heceli Diller: Bu dillerdeki sözcüklerde çekim eki yoktur. Sözcükler ek almadan, büküme (çekime), değişime uğramadan kalmaktadır. Sözcükte vurgu hakimdir. Cümle içerisinde sözcükler, bulundukları yere ve başka sözcüklerle yan yana gelme durumuna göre anlam kazanır, bir sözcük yerine göre 10-15 anlam kazanabilir. 20 21 Yeryüzünde Çince ile Vietnam dili ve bazı Himalaya ve Afrika dilleri ve Avrupa’da Bask dili bu gruba girer. 22 23 24 25 2. Eklemeli (Bitişken) Diller: Bu dillerde bir veya daha çok heceli köklere yapım ve çekim ekleri eklenir. Getirilen ekler kökle kaynaşmışlardır. Köke getirilen yapım ekleri ile yeni sözcükler, yeni kavramlar türetilir. Yeni ekler ulandığında kökte bir değişiklik olmaz. Türkçeye yabancı dillerden giren bazı sözcük köklerine de ekler getirilerek yeni sözcükler türetilir. 26 27 Bu dile en güzel örnek Türkçedir. Ayrıca Altay dilleri, (Moğolca, Mançu- Tunguz) küçük ayrımlarla Japonca; Ural dilleri (Fince, Macarca, Samoyetçe) ile bazı Asya ve Afrika dilleri bu gruba girer. 28 Örnekler: 29 35 göz- cü “gözcü” göz - lük - çü - lük “gözlükçülük” göz - le - mek “gözlemek” göz - cü - lük “gözcülük” okul - laş - ma (oranı) karar - laş- tır- ıl- mak baş - la-t- mak “başlatmak” vb. 36 37 38 3. Çekimli (Bükümlü) Diller: Büküm, sözcüğün çekimi sırasında kökün özellikle kökteki ünlünün değişmesidir. Değişikliğe uğrayan sözcüğün kök durumudur. Çekim sırasında görülen değişikliklerle yeni sözcükler ve kavramlar ortaya çıkar. 39 Arapçada 30 31 32 33 34 Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 76 / 115 1 kal “dedi” (geçmiş zaman) 2 yekulü “der, söyler” (geniş zaman) 3 kul “de, söyle” (emir) 4 5 Yukarıdaki örnekte eylem çekiminde sözcükte ünlüler değişmektedir. Eylem kökünde “a” olan ünlü, geniş zamanda uzun “û”, emir kipinde kısa “u” ya dönüşür. şiir- eşar “şiirler” alim- ulema “bilginler” vb. 6 Hint- Avrupa dilleri (Almanca, Farsça, Fransızca, Hintçe) ile Arapça çekimli dil grubuna girer. 7 Köken Bakımından Dünya Dilleri 8 Köken bakımından birbirine benzer diller, aynı kaynaktan çıkmış akraba dillerdir, dil aileleridir. 9 Yeryüzündeki başlıca dil aileleri şunlardır: 10 1. Hint - Avrupa Dilleri Ailesi: 11 a. Asya Kolu: 12 Hintçe, Farsça, Ermenice 13 b. Avrupa kolu: 14 1. Germen (Cermen) Dilleri: Almanca, İngilizce, Felemekçe (Hollanda’da 15 ve Belçika’nın bir kısmında kullanılan dil). 16 2. Romen Dilleri: Latince, Fransızca, İspanyolca, Portekizce, İtalyanca 17 3. İslav Dilleri: Rusça, Sırpça, Lehçe (Lehistan bölgesinde kullanılan dil). 18 2. Hami-Sami Dilleri Ailesi: 19 Akatça, Arapça, İbranice 20 3. Bantu Dilleri Ailesi: 21 Orta ve Güney Afrika’da yaşayan Bantuların dilleri bu gruba girer. 22 4. Çin Dilleri Ailesi: 23 Çince ve Tibetçe bu ailedendir. 24 5. Ural- Altay Dilleri Ailesi: 25 a. Ural Kolu: Fince, Macarca, Samoyetçe 26 28 b. Altay Kolu: Türkçe, Moğolca, Mançuca 29 30 Türkçe dünya dilleri arasında yapı bakımından sondan eklemeli dil grubuna girer. Köken bakımından ise Ural-Altay dil ailesinin Altay koluna bağlıdır. 31 Ural - Altay dillerinin özellikleri şöyle sıralanabilir: 32 1. Ünlü uyumu vardır. 33 2. Sondan eklemeli bir yapısı vardır. 34 3. Sözcüklerde dilbilgisi bakımından erkek ve dişi tür ayrımı yoktur. 35 4. Bazı ekler çekim eki olmalarına rağmen yapım eki olarak da kullanılır. 36 5. Ses, yapı ve söz dizisi bakımından benzerlikler bulunur. 27 Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 77 / 115 1 6. Türkçede ve Macarcada durum ekleri, çoğul ve iyelik eklerinden sonra gelir. 2 Türk Dilinin Tarihî Gelişimi 3 4 Türk dilinin kökeni çok eski çağlara dayanmaktadır. Bu konuda bilim adamlarınca farklı görüşler ileri sürülmektedir. Bugüne dek Türk dili gelişme aşamalarına göre şöyle sınıflandırılır: 5 6 1. Altay Çağı: Altay çağında Türkçe henüz bir dil niteliği kazanmamıştır. Türkçe- Moğolca dil birliğinin görüldüğü dönemdir. 7 2. En Eski Türkçe Çağı: Bu çağla ilgili kesin bilgiler yoktur. 8 9 3. İlk Türkçe Çağı: MÖ 5. yy - MS 5-6. yy arasını kapsar. Hun İmparatorluğu’nun hakim olduğu dönemdir. Bu dönemde Hun İmparatoru Mete Han’ın anlatıldığı Oğuz Kağan Destanı oluşmuştur. 10 11 12 13 4. Eski Türkçe Çağı: Bu çağ 5. yy - 10. yy arası dönemi kapsar. Türkçenin bilinen en eski örnekleri bu dönemden (8. yy) kalmıştır. Eski Türkçe Çağı, Türk adının kullanıldığı ve ilk Türkçe belgelerin ortaya konulduğu çağdır. Türk adı ilk kez (550-745) yılları arası devlet kuran Göktürklerde kullanılmıştır. 14 15 16 Eski Türkçe Çağı, Göktürkçe ve Uygurca olmak üzere iki döneme ayrılır. Göktürkçe, Çin’in kuzeyinde bugünkü Moğolistan’da büyük bir göçebe devleti kuran Göktürklerin dilidir. Bu dönemde Tonyukuk Anıtı, Kültigin Anıtı ve Bilge Kağan Anıtı yazılmıştır. 17 18 Uygurca ise yerleşik hayata geçerek tarımla uğraşan Uygurların dilidir. Bu dönemde Altun Yaruk (Altın Işık) adlı metin ile Budizm ve Maniheizm’ e ait bazı dinî metinler yazılmıştır. 19 Eski Türkçe Çağından Örnekler 20 Kültigin Yazıtı 21 22 23 Üze kök tengri, asra yağız yer kılundukda, ekin ara kişi oğlı kılınmış. Kişi oğlınta üze eçüm apam Bumin Kağan, İstemi Kağan olurmuş. Olurupan Türk bodunıng ilin törüsin tuta birmiş, iti birmiş. 24 Prens Papamkara Ve Kalyanamkara Hikâyesi 25 26 Taşgarus ilinçüke atlanturdı erti. Balık taştın tarıgçılarag körür erti. Kurug yerig suvayu öl yeri tarıyu, kuş kuzgun sukar yulıyur, sansız tümen özlüg ölürür. 27 28 29 5. Orta Türkçe Çağı: 10. ve 16. yüzyıllar arası kullanılan Türkçe dönemidir. Türkler İslâmiyet’i bu dönemde kabul etmişlerdir. Bu dönemde eski Türkçe özellikleri korunmakla birlikte din yoluyla Arapçadan, Farsçadan yeni yeni sözcükler dilimize girmeye başlamıştır. 30 Bu dönem üç ayrı sahada gelişme göstermiştir. 31 33 1. Doğu Türkçesi (Çağatayca) 2. Batı Türkçesi (Anadolu Türkçesi, Azeri Türkçesi, Türkmence) 3. Kuzey Doğu Türkçesi (Kırgızca ve Kazakça) 34 35 6. Yeni Türkçe: 16.- 20. yüzyıllar arası dönemi kapsar. Osmanlıca, Azeri Türkçesi, Çağatayca, Özbekçe vb. dillerden oluşur. 36 7. Modern Türkçe: 20. yüzyıl ve günümüz Türkçesini kapsar. 37 Anadolu’da Türkçenin gelişmesi ise şöyle olmuştur: 38 39 40 11-12 ve 13. yüzyıllarda Anadolu’da Anadolu Selçukluları devleti yönetime hâkimdi. Bu dönemde devletin resmî dili Farsça idi. Edebiyat ve sanat dili olarak Farsça, bilim dili olarak da medreselerde Arapça öğretiliyordu. Türkçe “avam dili” sayılmakta, bu nedenle de hor görülmekteydi. Aydınlar dahi 32 Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 78 / 115 1 2 eserlerini Arapça –Farsça ya da bu dillerin karışımıyla yazıyorlardı. Bu durumdan Kırşehirli Âşık Paşa şöyle yakınmaktaydı: 3 6 “Türk diline kimsene bakmaz idi Türklere hergiz gönül akmaz idi Türk dahi bilmez idi ol dilleri İnce yolı ol ulu menzilleri” 7 8 Bu koşullar altındaki Türk dilini kurtarmak için Karamanoğlu Mehmet Bey 15 Mayıs 1277 yılında şu tarihi fermanı yayımladı: 9 10 “Bugünden sonra divanda, dergâhta, mecliste, meydanda Türkçeden başka dil kullanılmayacaktır.” 11 12 13 Bu ferman Türkçenin gelişmesinde, ulusal bilincin yerleşmesinde önemli olmuştur. Türkçenin gelişimine 12 ve 13. yüzyıllarda Şeyyad Hamza, Ahmet Fakih, Yunus Emre, Hacı Bektaşi Veli, Hoca Dehhani, Dede Korkut vb. pek çok yazar ve düşünür katkı sağlamıştır. 14 Özet 15 16 17 18 Yeryüzündeki dillerde ses, yapı ve söz dizimi bakımlarından bazı benzerlik ve yakınlıklar görülür. Bunlara dil akrabalığı (ailesi) denir. Dünya dilleri yapı ve köken bakımından olmak üzere iki bölümde incelenir. Yapı bakımından tek heceli diller, eklemeli (bitişken) diller ve çekimli (bükümlü) diller olmak üzere üçe ayrılır. 19 20 21 22 Köken bakımından Hint-Avrupa dilleri, Hami-Sami dilleri, Bantu dilleri ve Çin-Tibet dilleri ile Ural-Altay dilleri olmak üzere beşe ayrılır. Bunlardan Hint Avrupa dilleri Hint kolu ve Avrupa kolu olmak üzere kendi aralarında ikiye ayrılır. Türkçe yapı bakımından eklemeli; köken bakımından Ural-Altay dil ailesinin Altay koluna girer. 23 24 Türk dili başlangıçtan günümüze gelinceye dek birtakım aşamalardan geçmiştir. Bu aşamalar şöyle sıralanabilir: Altay çağı, En eski Türkçe çağı, İlk Türkçe çağı, Eski 25 Türkçe çağı, Orta Türkçe çağı, Yeni Türkçe çağı ve Modern Türkçe. 4 5 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 1 Dil 79 / 115 ve Zihin 2 3 4 5 Dil incelemelerinin insan doğasını anlamamıza katkısı ne olabilir? Dilin doğasının ne olduğu, dilin insanın zihinsel süreçlerini ne bakımdan yansıttığı ya da düşüncenin akışını ve karakteristik yanlarını nasıl biçimlendirdiği gibi sorular, çok değişik ilgileri, görüşleri, düşün geçmişleri olan bilginlerle yetenekli amatörlerin inceleme ve kurgulama konuları olmuştur. 6 7 “Dil kadar insanın doğasını değiştiren başka bir şey olmamıştır.” C.Akyol 8 9 10 Dil türe özgü bir insan yetisidir. Düşük zeka düzeylerinde, hastalıklı durumlarda bile, problem çözme yeteneği ve başka uyum davranışları göstermede budala bir insanı geçen bir maymunun hiç erişemeyeceği bir dil yeteneği buluruz, insanda. 11 12 Latince yapay ve çarpık bir dil olarak, Descartesçilerin anladığı anlamda yalın düşünce ve sağduyu söylemine açıkça zararlı bir dil diye kabul ediliyor. 13 14 15 “Aynı şeyleri rahatlıkla Osmanlıca için de söyleyebiliriz. Yalnız, Latince ye haksızlık yaptığımızı düşünüyorum; o yine de Osmanlıca’ ya göre daha bir ulus kökenli dil.” C.Akyol 16 17 İnsan dilinin daha ilkel dizgelerden evrimleşerek geliştiği sayıltısı, Karl POPPER tarafından geliştirilmiştir. 18 19 20 21 22 İnsan ile hayvan dilinin paylaştığı karakteristik özellikler “amaçlı”, “sözdizimsel” ve “önermesel” olma özellikleridir. Dil, insanın konuşmasında hemen hemen her zaman başka birisine bir şey aktarmak, bir duruma ilişkin olarak o başkasının davranışını, düşüncesini ya da genel tutumunu değiştirmek gibi belirli bir niyet söz konusu olduğu için amaçlıdır. İnsan dili, bir sözce, iç düzeni ve yapısı olan bağdaşık bir edim olduğu için sözdizimseldir. Bilgi ilettiği için de önermeseldir. 23 Evrensel Dilbilgisi 24 25 26 27 Derinde, yerleşik incelemelerdir. Çok değişik türden diller için üretici dilbilgileri oluşturmaya biçimsel koşulları bütün dillerin dilbilgilerinin yerine getirdiğini gösteren iki tür kanıt vardır. İlk tür kanıtı veren, geniş bir dizi dille ilgili giriştiklerinde, araştırmacılar, bu tür üretici dizgelerin biçim ve yapılanışları konusunda çok benzer sayıltıları kabul etmek zorunda kalmışlardır, hep. 28 En kaba betimlemesiyle, bir dilin ses ile anlamı belli bir biçimde birleştirdiğini söyleyebiliriz. 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 1 Dil ve Büyü 80 / 115 , Levi-Strauss Üstüne On Bir Deneme 2 Antropolojinin Babaları 3 4 İlk etnografi yapıtlarını ortaya koyanlar, çeşitli nedenlerle sömürgelerde bulunan Batılı aydınlar ya da misyonerlerdi. 5 6 Evrim sürecini geriye doğru izlesek de olgunun en ilkel biçimine, inanç, gelenek ya da kurumun kökenlerine ulaşırız. 7 8 9 10 11 Marcel Mauss’ a göre, “her kültür bir sembolik sistemler bütünü olarak değerlendirilebilir ki bu sembolik sistemlerin ilk sırasında dil, evlilik kuralları, ekonomik ilişkiler, sanat, bilim ve din yer alır. Bütün bu sistemler, fiziksel realiteyle sosyal realitenin bazı görünümlerini ifade ederler; dahası, bu iki realitenin kendi aralarında sürdürdükleri ilişkileri ifade ederler; ayrıca, bu sembolik sistemler de birbiriyle ilişki halindedirler. 12 Yaban Düşüncenin Küresel Çiçekleri 13 14 … Eklemli dil, gösterdiği nesnelerle, algılanabilir hiçbir ilişkisi olmayan rasgele göstergelerden oluşan bir sistemdir, oysa sanatta, nesneyle gösterge arasında algılanabilir bir ilişkisi vardır. 15 16 “ “…rasgele sistem” demekle dili çok basite indirgiyor, hele de eklemli dil?” C.Akyol 17 Yazın 18 19 20 21 22 23 24 Sözünü ettiğim kültürel miras, kazanım, yazıdır. İnsanların, önceki birikimlerden, ancak yazıyla kalıcı kılınmışlarsa yararlanabilecekleri açıktır. Tabii, ilkel dediğimiz toplumlarda, insanlarda şaşırtıcı bir hatırlatma yetisi olduğunu biliyorum, aile ağacındaki onlarca nesli ezberden okuyabilen Polinezyalı toplulukları da biliyoruz: fakat bu tür bir başarının sınırlı olacağı açıktır. Yazı bulunmuş olmalı ki, her neslin bilgisi, deneyleri, acı ve tatlı deneyimleri birikebilsin; böylelikle, bu malzeme ışığında, sonraki nesiller aynı şeylerle uğraşmayıp tekniği geliştirmek ve ilerlemeyi sağlamak için bunlardan yararlansınlar. 25 26 “Yazının ortaya çıkması için dilin olgunlaşması gerekiyordu, onu bekledi.” C.Akyol 27 28 29 30 Abeceyi basitleştiren devrim İÖ 14. ile 10. yüzyıllar arasında geniş anlamıyla Suriye’ de gerçekleştirildi. Böyle bir devrimin gereğini herkes kabul ediyordu. Yapılacak iş, katiplerin ve pirenslerin kullandıkları yazı yerine, acele işleri olan tüccarlar için kolay ve çeşitli dilleri yazıya geçirmeye yarayacak bir yazı bulmaktı. 31 32 Yazının en başta iktidarla bağıntılı olduğu açıkça görülür: Kayıtlar, kataloglar, sayımlar, kanunlar ve yönetmelikler için kullanılmıştır. 33 34 Tüm bu saptamalar, yazının, bilginin sermayeleşme ya da tekelleşme sürecinin itici gücü olduğu savına kaynaklık eder. 35 36 37 38 İlk aşamada, yazı, insanları diğer insanlara bağımlı duruma getirmede, insanlara hükmetmede ve maddi şeylere sahip olmada bir araç olmuş gibi görünüyor; matbaanın bulunması, “bilginin tekelleşme süreci” ne yeni bir boyut daha ekler. O halde, sanatın yazısı olan toplumlarda görülmesi bir rastlantı değildir. 39 40 Yazı yazma sistemlerinin tarih boyunca yararlı bir dinsel manevi ya da estetik amaçtan ziyade çoğunlukla insanı köleleştirmeye hizmet ettiğini hatırlatır. Zira yazı başlangıçta kölelerin listesini Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 81 / 115 1 2 çıkarmak ve depoda sahip olduklarınızın dökümünü yapmak için kullanılıyordu ve başka amaçlarla kullanımı çok daha sonra gerçekleşti. 3 4 5 Enerji akışının bu ilk zamanlarında dil sadece “kök-heceler” den ibarettir. Esasen bu kök hecelerin okunması olan Hindistan’ daki mantra okuma uygulaması da insanın bir temel ses-enerji düzeylerine geri dönüşü olarak görülür. 6 7 Ozanın dille ilişkisi, ressamın nesneyle ilişkisiyle aynıdır. Dil, onun hammaddesidir ve bu onun göstermek için yola çıktığı hammaddedir. 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 1 Ailenin Kökeni, 82 / 115 Kathleen GOUGH 2 3 4 5 6 Bir çeşit embiriyonik ailenin dilin ortaya çıkmasıyla mı yoksa öncesinde veya sonrasında mı ortaya çıkmasıyla mı yoksa öncesinde veya sonrasında mı ortaya çıktığı meçhul. Dil insanlığın ölçütü olarak kabul edildiğinden, atalarımızın insan olmadan önce mi yoksa sonra mı aile yaşantısının temellerini attığını da bilmiyoruz. Muhtemelen dil ve aile uzun bir süre boyunca beraber gelişti, ancak elimizdeki kanıtlar oldukça eksik. 7 8 9 10 Dik yürümek bağırsakların yerinde durması için daha dar pevlis oluşmasına sebep oldu. Dil geliştikçe beyin, beyin geliştikçe de kafa insan vücuduna oranla daha da irileşti. Bunu telafi etmek için insanlar insansılara göre büyümenin daha erken bir safhasında dünyaya gelirler. Doğduktan sonra daha uzun ve kapsamlı bir bakıma muhtaçtırlar. 11 12 Dil sadece işbölümü ve işbirliğini mümkün kılmakla kalmadı, aynı zamanda her türlü gelenek, kural, ahlak ve kültürel öğrenme biçimlerinin de ortaya çıkmasını sağladı. 13 14 15 “Dilin insan üzerindeki en önemli etkisi, bir an geldi, dil insanı şekillendirmeye, biçimlendirmeye; onun için değerler üretmeye başladı.” C.Akyol 16 17 18 19 20 21 22 Çoğu antıropolog ev yaşantısı, aile ve dilin, modern Homosapiens’ e yakın derecede benzer olan ve hatta onun atası olabilecek Neandertal insanın zamanında geliştiği sonucuna varıyor. Ancak en az iki antıropolog Australopithecus44’ lerin iki milyon yıl önce zaten dile hakim olduklarına inanıyor. Bir diğer antıropolog da dilin ve ensest yasaklarının yetmiş bin ila elli bin yıl öncesine, Homosapiens zamanına kadar, gelişmediğini düşünüyor. Bense araç kullanımı, dil kullanımı, yemek pişirme ve cinsiyete dayalı işbirliği çevresinde oluşan aile yaşantısının beş yüz bin ile iki yüz bin yıl önce pekiştiğini düşünüyorum. 23 44 Australopithecus: Yaklaşık 4 milyon yıl önceden 1 milyon yıl önceye kadar Afrika´da yaşamış insana benzer canlılara verilen cins ismi. Australopithekler bilinen en eski hominid fosilleridir. Australopithekler, dik durmaya başlamış ve iki ayak üzerinde yürümeyi başarmışlardır. 110-150 cm uzunluğundadırlar; geniş ve uzantılı bir yüze ve büyük azı dişlerine sahiptirler. Beyinleri şimdiki insanların 3´te biri kadardır. Erkekler kadınlardan daha geniştirler. Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 1 Dilin 83 / 115 Aynasından 2 Dil, Kültür ve Düşünce 3 4 Talmud şöyle der: ”Dünyevi kullanıma layık dört dil vardır: şarkı için Yunanca, savaş için Latince, ağıt için Süryanice ve gündelik konuşma için İbranice.” 5 6 Avusturya Arşidükü V. Charles, “Tanrı’ yla İspanyolca, kadınlarla İtalyanca, erkeklerle Fransızca, atıyla da Almanca” konuştuğunu söyler. 7 8 9 10 11 12 13 Bir halkın dilinin onun kültürünü, ruhunu, düşünce tarzlarını yansıttığı söylenir sık sık. Tropik bölgelerin halkları öyle gevşek ve ağırkanlıdır ki, bir sürü sessiz harflerini düşürüp kaybetmelerine hiç şaşmamak gerekir. Kimi dillerin grameri karmaşık fikirleri ifade edemeyecek ölçüde mantıktan yoksundur. Buna karşılık Almanca özellikle düzenli bir dildir ve bu yüzden Almanlar böylesine düzenli bir kafa yapısına sahiptir. Yine bu yüzden Almanca felsefi derinliklerin inceliklerini formüle etmek için böylesine ideal bir araçtır. Kimi dillerde gelecek zaman kipi bile bulunmaz; yani bu dilleri konuşanlar geleceği kavrayamaz. 14 15 16 17 “Bir dile yapılacak en büyük haksızlık, o dili idealize etmektir. Bir toplumun dili, aynı zamanda o toplumun yaşam çerçevesini belirler, çizer. Olmayan bir şeyi yok olarak, eksik olarak tanımlayamazsınız.” C.Akyol 18 19 İngilizce kolayca uyarlanabilen, hatta gelişigüzel bir dildir. Bütün Avrupa diller felsefi alet edevatını nasıl Latince’ den tırtıkladıysa, Latince ise bütün hepsini Yunanca’ dan toptan aşırmıştır! 20 21 22 23 Bertrand Russell, “Bir halkın karakterini, o halkın diliyle en iyi ifade edilen fikirlere bakarak inceleyebiliriz. Örneğin, Fransızca’ da, İngilizce ifadesi neredeyse mümkün olmayan spirituel, l’esprit gibi kelimeler bulunur; buradan hareketle İngilizce’ ye kıyasla Fransızca’ nın daha esprili ve daha spiritüel olduğu sonucunu çıkarabiliriz.” 24 25 26 27 Öte yandan Cicero bir dilde bir kelimenin olmayışından tam tersi bir sonuç çıkarmıştı. Yunaca’ da her şeye karşılık bir kelime bulunduğu söylenir, ama Cicero MÖ55’ te Hatip Üzerine adlı yapıtında, Latince ineptus (arsız veya münasebetsiz) kelimesinin Yunanca karşılığının olmayışı üzerine uzun uzun kalem oynatmıştı. 28 29 “Bazı sözcükler vardır ki o sözcük yalnız o dilde vardır. O sözcük artık o dilin karakteridir. “ C.Akyol 30 31 32 Dilin o dili konuşanların karakterini nasıl yansıttığı sorusundan daha büyük bir başka soruya, dilin o dili konuşanların düşünme süreçlerini nasıl etkilediği sorusuna geçildiğinde, büyük zihinlerde daha da parlak inciler üretilip etrafa saçılmaya başladı. 33 34 35 Fransızca ile Almanca’ nın ortasında bir yer tutan İngilizce’ nin grameri, İngiliz dini düşüncesini karşı konulmaz biçime, Fransız usulü Katoliklik ile Alman usulü Protestanlık arasında bir konuma zorluyordu. 36 37 “Bir dilin diğer bir dile üstünlüğünün ölçütü nedir?” C.Akyol 38 39 40 41 Günümüz dilbilimcileri arasındaki baskın görüş, dilin öncelikle bir içgüdü olduğu, yani başka bir deyişle dilin temellerinin genlerimizde kodlanmış bulunduğu ve bütün insan soyu için aynı olduğu yolunda. Noam Chomsky’ nin meşhur bir savı vardır: Marslı bir bilimci gelip baksa, bütün dünyalıların aynı dilin lehçelerini konuştuğu sonucun varırdı, der. Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 84 / 115 1 2 3 Netice olarak, eğer anadilimiz düşünce tarzımızı etkiliyorsa, bu etkinin ihmal edilebilir, sözünü bile etmeye değmez nitelikte olduğuna ve esas olarak hepimizin aynı tarzda düşündüğüne dair geniş bir mutabakat bulunuyor. 4 5 17. yüzyılda, John Locke soyut kavramlar alanında her dilin kendi kavramlarını -özgül düşüncelerinikendi usulünce şekillendirebileceğinin farkındaydı. 6 7 8 9 10 “Her dil derken, özellikle soyut sözcüklerde herhangi bir dili de kendi içinde tek dil gibi düşünmek, varsaymak doğru değildir! Soyut sözcükler söz konusu ise her dil de kendi içinde ayrışmaya, uzaklaşmaya başlar; o kadar ki birbirine bile yabancılaşabilir. Bazen bir dil içindeki soyut sözcük anlamı başka bir dil içindekine daha da yakın bile olabilir!” C.Akyol 11 12 Locke, bir ülkede yaşayanlar, kendi adetleri ve hayat tarzları sayesinde, başkalarının özgül fikirler haline hiç getirmediği pek çok karmaşık fikri oluşturma ve adlandırma fırsatı yakalayabilmiştir, der. 13 14 Gramer kuralları olmadan, yani mesel cümle içinde kelimelerin sıralamasına ilişkin kurallar olmadan, istediği kavramları istediği kadar kullansa da insan düşüncelerini uyumlu bir biçimde iletemez. 15 16 17 18 Dilbilimciler arasında, günümüzde -Noam Chomsky ve ondan esinlenen etkili araştırma programı tarafından geliştirilen- baskın görüş, genel olarak gramerin yani bütün insan dillerinin gramerinin büyük ölçüde doğuştan geldiğidir. Doğuştancı olarak biline bu fikir akımı, evrensel gramer kurallarının DNA’ mızda kodlanmış olduğunu öne sürer. 19 20 21 22 “Bu düşünceye katılmak mümkün değil! Dilin dolayısıyla gramerin insanoğlunun en büyük ürünü olduğunu kabul edeceğiz. İnsanoğlu, bunun için çok büyük çaba harcamıştır; bu emeği yok saymak insanoğluna yapılacak en büyük haksızlıktır.” C.Akyol 23 Farklı dillerin gramerin yapıları arasındaki farklılıklar da yüzeysel ve önemsizdir. 24 25 26 27 “Bu düşünceye de katılmam mümkün değil. Dillerin gramerleri arasında ki ayrılıklar toplumların düşünce öncelikleriyle doğrudan ilgilidir. Değişik algılamalarda, gramer ayrılıkların önemli etkisi vardır!” C.Akyol 28 29 Yıllar yılı hem doğuştancı, hem kültürcü, her görüşten dilbilimci, “Bütün diller eşit ölçüde karmaşıktır” sözünü yinelemiştir. 30 31 32 “Dilin düşünce üzerinde etkisi? Olmaz mı, var tabi! Tersi de geçerlidir. İyi bir dil, düşünceyi geliştirir, iyi bir düşünce de dili geliştirir.” C.Akyol 33 Dili Kim Denetliyor? 34 … 35 36 “Bu soruyu yanıtlamak gerekir.” C.Akyol 37 İlkel Diller 38 En büyük iddia: “Nerede insan varsa dil de vardır.” 39 40 41 42 43 Nesnel olarak ölçmek zordur ama bir izlenim olarak, bir dilin genel karmaşıklığı morfolojiyi (sözcük yapısı) ve sentaks (tümce yapısı) birlikte göz ününe alındığında bir diğerinkiyle aşağı yukarı aynı gibidir. Bu şaşırtıcı değildir, çünkü bütün diller aşağı yukarı eşit ölçüde karmaşık işler yaparlar ve morfolojik olarak (yani sözcüğün içinde) yapılmayan bir iş sentaks aracılığıyla (yani tümcede) yapılmak zorundadır. Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 85 / 115 1 Niye? 2 Almanca’ nın sözcük yapısı İngilizce’ den çok daha karmaşıktır. 3 4 5 Örneğin İngilizce isimler genel olarak sonlarına s veya es sesi getirilerek ( books, tables) çoğul hale getirilir ve bu kuralın bir avuç istisnası vardır. Buna karşılık Almanca’ da çoğul yapmanın en azından yedi değişik yolu vardır. 6 7 Almanca’ da yüklemler İngilizce’ den çok daha fazla sayıda çekim biçimine sahiptir. Yani Almanca’ nın morfolojisi, İngilizce’ ninkinden karşılaştırılmayacak kadar daha karmaşıktır. 8 9 10 “İngilizce’ nin de aslında Almanca kökenli olduğunu da unutmayalım. İngilizler, akıllarında kaldığı kadarıyla İngilizce grameri kullanmışlar, sanırım!” C.Akyol 11 İki dilin genel karmaşıklığını kıyaslamak için keyfi olmayan nesnel bir ölçü tasarlamanın yolu yoktur. 12 13 14 15 “İki dili karşılaştırmak için yapılacak en büyük iki yanlıştan biri, birini diğerine göre karmaşık saymaktır, diğeri de sözcük sayılarını karşılaştırmaktır. Her dil, gereksindiği sözcüğü zaman geçirmeksizin üretir.” C.Akyol 16 Morfoloji (Sözcük Yapısı) 17 18 19 20 21 Sözcük dağarcığının kültüre bağımlılığı ne şaşırtıcıdır ne de tartışmalı! Bağımsız sözcüklerin dizilimi ile değil de, sözcüklerin yapısı içinde aktarılan bilgi açısından diller oldukça değişkenlik gösterir. Örneğin, İngilizce’ de walked (yürümek-geçmiş zaman) ya da wrote (yazmak-geçmiş zaman) gibi yüklemler eylemin geçmişte oluşunu yüklemin içinde ifade eder, ama eylemin öznesini belirlemez; bunun you, we gibi ayrı bir sözcük gerekir. 22 23 “Oysa Türkçe’ de yürüdü, yazdım gibi, özne yüklemin içindedir.” C.Akyol 24 25 26 “Sözcüklere bakarak, ya da dile bakarak o ulus için neyin önemli neyin öncelikli olduğunu anlayabilirsiniz.” C.Akyol 27 28 29 30 Toplum ne kadar basitse, o kadar çok bilgi sözcüklerin içinde gösteriliyor; toplum ne kadar karmaşıksa, o ölçüde daha az semantik ayrım sözcüklerin içinde ifade ediliyor. Büyük toplumların dillerinin daha basit sözcük yapısına sahip olmaya, küçük toplumların dillerinin ise sözcüklerin içine çok sayıda semantik45 ayrım kodlamaya eğilimli olduğunu gösteriyor. 45 Semantik: Anlambilim, anlamları inceleyen bilimdir. Anlambilim felsefi ya da mantıksal ve dilbilimsel olmak üzere iki farklı açıdan ele alınabilir. Felsefi ya da mantıksal yaklaşım, göstergeler ya da sözcükler ile bunların göndergeleri arasındaki bağlantıya ağırlık verir ve adlandırma, düz anlam, yan anlam, doğruluk gibi özellikleri inceler. Dilbilimsel yaklaşım ise, zaman içinde anlam değişiklikleri ile dilin yapısı, düşünce ve anlam arasındaki karşılıklı bağlantı gibi konular üstünde durur. Anlam, dilbilim bağlamında söylemlerin ve yazılı metinlerin zihindeki çağrışımları olarak tanımlanabilir. Ancak bu tanım çoğunlukla eksiktir. Çünkü birçok kaynakta değişik tanımlamalar mevcuttur. Anlam bir bakıma niyet, değer, bilgi vb. pek çok kavramı karşılayan bir terim olarak karşımıza çıkmaktadır. Aşağıdaki cümle örnekleri bu durumu açıklamaktadır: a) Bu sözcüğün anlamı nedir? b) Bu davranışının anlamı nedir? c) Hayatın anlamı nedir? d) Metnin anlamı nedir? e) Bunu söylemenin ne anlamı var? f) Bu söylediklerin anlamsız değil mi? g) Dünya’nın Güneş etrafında dönmesinin anlamı nedir? Bu soru cümlelerinden (a) cümlesinde “sözlük anlam”dan, (b) cümlesinde “niyet”ten, (c) cümlesinde “felsefî-psikolojik bir anlam”dan, (d) cümlesinde “metinsel anlam”dan, (e) cümlesinde “söylenen sözün gerekli olup olmadığı”ndan, (f) cümlesinde “belirgin olmayan bir ileti”den ve (g) cümlesinde “ gözleme dayalı bir bilgi”den söz edilmektedir. “Anlamın anlamı Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 86 / 115 1 2 3 11. yüzyıla kadar İngiliz dili, bugünün Almancasına benzeyen girift (karmaşık) bir sözcük yapısına sahipti. Hiç kuşkusuz farklı diller konuşan insanların birbiriyle teması yüzünden bu karmaşıklık 1066’ yı izleyen dönemde büyük ölçüde ortadan silindi. 4 Ses Sistemi 5 6 7 Dili konuşanların sayısıyla ses dağarcığının büyüklüğü arasında anlamlı bir bağıntı vardır: Toplum ne kadar küçük olursa, dillerinden o kadar az sayıda farklı sesli ve sessiz oluyor, toplum ne kadar büyükse ses sayısı da o denli artıyor. 8 9 “Arapça, Osmanlıca hayranlarının kulağı çınlasın!” C.Akyol 10 11 12 “Ne tasarlarsak tasarlayalım; düşlerimizi, gördüklerimiz ne denli uçsuz bucaksız olursa olsun, dilimizin izin verdiği kadar anlatırız, aktarırız. Ama bu durum uzun sürmez!” C. Akyol 13 14 15 Sami dilleri eril ve dişil özneler için farklı biçimleri kullanır ( kadın ya da erke olmanıza göre “yiyorsun” demenin iki farklı biçimi vardır); buna karşılık İngilizcede yüklemler öznenin cinsiyetine göre değişmez. George Steiner buna bakarak şu sonuca varır: 16 17 “Sami dillerinden farklı olarak yüklemlerimizin öznenin cinsiyetini belirtmiyor oluşu, bütün bir cinsel eşitlik antropolojisini örtük olarak içinde barındırır.” 18 19 20 “Buna bakarak Türkçe içinde aynı şeyi söyleyebiliriz hatta daha fazlasını; Türkçede She, He, him, her ayrımı -erilliği, dişilliği de yok- de yok; daha ötesi canlı cansız, insan hayvan ayırımı da yok!” C.Akyol 21 22 Diller, esas olarak neyi aktarabildikleri açısından değil, neyi aktarmak zorunda oldukları açısından ayrışırlar. 23 24 25 26 Türkçe, Fince, Estonyaca, Macarca, Endonezyaca ve Vietnamca gibi, gramerlerinde cins ayrımı hiç olmadığı için cins konusunda bütünüyle tutarlı diller vardır. Bu dillerde insanları gösteren zamirlerde bile cins ayrımı bulunmaz, yani mesela İngilizcedeki he ve she’ yi karşılayan iki ayrı zamirleri yoktur. 27 28 29 30 İşin doğrusu, tutarlı ve şeffaf bir cins sistemine sahip olan diller son derece azınlıkta. Dillerin büyük bölümünde cinsler düzensiz. Avrupa dillerinin çoğu bu bozuk düzen topluluğuna dahil: Fransızca, İtalyanca, İspanyolca, Portekizce, Romence, Almanca, Hollandaca, İsveççe, Norveççe, Danca, Rusça, Lehçe, Çekçe, Helence. 31 Sonsöz 32 33 34 Dilin ikili bir yaşamı vardır. Kamusal rolü açısından dil, o dili konuşanların oluşturduğu topluluğun, etkin bir iletişim sağlamak amacıyla üzerinde anlaştığı bir uzlaşımlar sistemidir. Ama dilin bir de, o dili konuşan herkesin zihninde içselleştirdiği bir bilgi sistemi olarak özel bir varoluşu vardır. 35 36 37 38 Dilin etkin bir iletişim aracı olarak işe yaraması için o dili konuşanların zihinlerindeki özel bilgi sisteminin, kamusal dil uzlaşımları sistemiyle sıkı bir uyum içinde olması gerekir. İşte bu uyum sayesinde, bütün evrendeki en harika ve en ele avuca gelmez şey olan zihnimizde olan bitenin yansımalarını dilin kamusal uzlaşımlarında bulmak mümkün oluyor. nedir?” sorusunun cevabı da burada yatmaktadır. Bir sözcük olarak kendini tanımlayamayacak kadar belirgin olmayan bir alandır anlam. Ancak yine de belirginleştirilebilecek yönleri vardır. Bu konuda anlambilimciler oldukça yol katetmişlerdir. Bir başka deyişle göstergelerin anlamlarının ilişkin olduğu bilim veya teoriye anlambilim veya semantik denir. Bu anlamda gösterge denilince; görülebilen, duyulabilen ve iletişim halinde olan herkes için belli bir anlamı olan birimler anlaşılır. Bu koşulu, trafik levhaları ya da körler alfabesinde var olan sözcükler de yerine getirir. Semantik, her çeşit gösterge ile ilgilenirse Göstergebilimin alt alanına girer; yalnızca dilsel göstergelerle ilgilenirse dilbilimin alt alanına girer. Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 1 Wittgenstein 87 / 115 ve Dilin Sınırları 2 3 4 Wittgenstein, dilin biricik görevi nesneleri adlandırmak ya da göstermek veya düşünceleri tercime etmek değildir ve bir cümleyi anlama edimi, genelde bir müzikal temayı anlamak dediğimiz şeye sanıldığından çok daha yakın olmak olduğunu söyler, 5 6 “Hala bir şeylerde anlaşamıyorsak, doğru dili bulamadık, demektir.” C.Akyol 7 8 9 10 Bertrand Russell, anlatılamayan şey, dilin anlatımsallığıdır; dilde anlatılanı/ifade edileni, dille anlatamayız, der. Hangi sınıra kadar dil bir anlama sahip olabilir? Bu soru aslında şunun cevabıdır: dil kendini dil olarak ifade etmek istediğinde bir anlama sahip olmayı keser; yani temsili olmayı keser; dil kendini söylemez. 11 12 “Dil, kendini anlatır mı?” C.Akyol 13 14 15 Böylece dil bir tür kendinin sınırıdır. Ve felsefi dil işte bu sınıra çarpar. Dilin çoğu zaman anlaşılamaz bir karakteri vardır. Dünya bize göre dil ile kesişir: birini diğerinden koparamayız; burada aşılamaz bir yapıya çarparız. 16 17 18 Wittgenstein, dili, felsefenin temel olgusu olarak ortaya koyduğu ve böylece dilin kendi kendisine sınır olduğunu kabul ettiği içindir ki felsefenin ve kendi incelemesinin anlamı olmayan önermelerden oluştuğunu beyan etmekte duraksamaz. 19 20 21 “Bir şeyi karşınızdakine anlatamıyorsanız nedeni dilin yetersiz oluşundan değil, siz o şeyi yeterince bilmiyorsunuzdur!” C.Akyol 22 23 24 Felsefe, Wittgenstein’ ın iddia ettiği gibi, dilin yanlış kullanımından doğmaz; daha ziyade dilin kaçınılmaz biçimde felsefi olmaya eğilim göstermeye yöneldiğini; yani meramını dil olarak anlatmaya, kendi anlatımsallığını ifade etmeye çalıştığını söyleyelim. 25 26 “Felsefe, dilin kendi dünyası içinde dansıdır! “ C.Akyol 27 28 “Dil eksikse, anlatacağınız bilgide eksik demektir.” C.Akyol 29 30 “Dil, özel bir katkı sunmaz, ancak var olanı olanaklı kılar.” C.Akyol 31 32 “Dille gerçeği değiştiremezsiniz; gerçek yaratamazsınız!” C.Akyol 33 34 35 Felsefe, ne bir açıklama ne bir çıkarsama yapar; sadece her şeyi önümüze koyar. Çünkü her şey göz önünde olduğunda açıklanacak hiçbir şey yoktur. Zira gizli olan bizi ilgilendirmez. Her keşiften ve her icattan önce olanaklı olan şeye de, felsefe adı verilebilir. 36 37 38 Gündelik dil insan organizmasının bir parçasıdır ve ondan daha az karmaşık değildir. Dilimiz davranışımızı, yaşam tarzımızı, dünya görüşümüzü, gündelik tutumlarımızı belirleyen bu sosyal a priori’ nin tamamlayıcı bir parçasıdır. Bunun ötesine gidemeyiz. 39 40 Felsefe dilin fiili kullanımına hiçbir şekilde dokunmamalıdır, olsa olsa onu betimleyebilir. O her şeyi nasılsa öyle bırakır. Demek ki felsefe gündelik dilimiz seviyesinde kalmalıdır. Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 88 / 115 1 2 3 Dil olmadan ne düşüncemize ne de nesnelere ulaşamayacağımızı fark ettiğimizde, bu yanılsamayı da keşfederiz. O halde dilin sınırlarına çarparaktır ki filozof dil içinde felsefe yaptığını keşfeder ve bu dil ona kendini aşılamaz bir yapı olarak dayatır. 4 5 “Dilin söylemediğini söyleyemezsiniz.” C.Akyol 6 7 Bir dil içinde felsefe yapıyoruz, çünkü basitçesi bir dil içinde düşünüyoruz. Bunu da çoğu kez unutuyoruz. 8 9 10 Verili bir dilin bir cümlesinin tam anlamı başka bir dile çevrilemez. Bu yüzden yabancı bir dilde bir felsefeyi hiçbir zaman tamamıyla anlayamayız, özellikle de o dil çok farklı bir linguistik sisteme uyuyorsa. 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 1 Tractatus 89 / 115 Logico-Philosophicus 2 3 Ludwig WITTGENSTEIN (1889-1951)46 4 Önsöz 5 6 7 8 9 10 11 12 Anlayarak okuyan tek bir kişiye zevk verebilirse, amacına ulaşmış olacak. Söylenebilir ne varsa, açık söylenebilir; üzerine konuşulamayan konusunda da susmalı. Kitap böylece, düşünmeye bir sınır çizmek istiyor, ya da, daha çok –düşünmeye değil, düşüncelerin dile getirilişine… Hem, burada yazdıklarım, tek noktalarda hiçbir yenilik savı taşımıyor; bu yüzden de hiçbir kaynak belirtmiyorum, çünkü düşündüğümü benden önce bir başkasının düşünmüş olup olmadığı, benim için farketmiyor. … 16 Dünya, olduğu gibi olan her şeydir. Dünya olguların toplamıdır, şeylerin değil. … Dünya olgulara ayrılır. 17 18 19 “Dünyayı bugün oluşturan, şeylerdir, olgular değil. Şeyleri tanımladıkça, olgulaştırdıkça dünya daha anlaşılır, olacaktır.” C.Akyol 13 14 15 46 Ludwig WITTGENSTEIN: Avusturya doğumlu filozof, matematikçi. Mantık ve dil felsefesi konularında yaptığı çalışmalarla modern felsefeye önemli katkılarda bulunmuştur. 20. yüzyılın en önemli filozoflarından sayılır. 1912’de başlayıp 1917 yılına kadar tuttuğu günlüğündeki mantıksal ve felsefi denemeleri Wittgenstein’ ın ilk felsefi eserini oluşturmuştur. 1. Dünya Savaşı sırasında gönüllü olarak çalışırken bu eserini yazmaya devam etmiş ve nihayet 1918 yılının yazında eserini tamamlamayı başarmıştır. Eserin tamamlanmamış hali ilk olarak 1921’de Almanya’nın Doğa Felsefesi Dergisi Annalen’ da yayımlandıktan sonra, 1922 yılında bugün de daha çok İngilizce adıyla bilinen, orijinal adı Tractatus Logico-Philosophicus’ un iki dilde baskısı yayımlanmıştır. Bu eserinin yanı sıra, iki küçük felsefi denemesi, halk okulları için oluşturduğu bir sözlüğü ve mantıksal felsefi denemeleri, Wittgenstein hayatta iken yayımlanmıştır. Wittgenstein’ın erken dönem felsefesinin temelinde dilin resmedilmesi vardır. Daha sonra ise gerçeklikte bir olan şeylerin ayrılması konusu vardır. Her “Şey”in dilde bir adı vardır. Cümlede adların yan yana durması, anlamı oluşturur. Şeylerdeki gerçeklik gibi önermeler de adlarına ayrılırlar. Gerçeklikteki konu ve olguların adlarının resmedilmesi gibi, bir önermedeki göstergelerin adlarının düzeni ya da yapısı, o cümlenin doğru olduğunu gösterir. Örneğin “aRb”, “bRa”dan farklıdır; çünkü “b” göstergesi birinde “R” nin solunda, diğerinde ise sağındadır. Bu nedenle “a” ve “b”nin gösterge adları ayrılmış önermelerin her birinde farklı bir yapıya sahiptir. “bRa”nın resmedilmesiyle, resmedilen olgular arasında nasıl bir gösterge olduğu “aRb” önerme göstergesiyle görülür. Önerme göstergelerinde, gerçeklikteki şeylerin başka bir olgu olarak adlandırılmasıyla oluşturulan önerme yanlış bir önermedir. Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 90 / 115 40 … Tümcede düşünce, duyusal algılanabilir olarak dile gelir. … Tümce bir sözcük karşımı değildir. Tümce eklemlidir. Yalnızca olgular bir anlamı dile getirilebilir, bir adlar sınıfı bunu yapamaz. … Tümcede kullanılan yalın imlere ad denir. Ad nesneyi imler. Nesne, onun imlemidir. (“A” ile “A” aynı imdir.) Ad, tümce içinde nesnenin yerini tutar. Nesneleri, ancak adlandırabilirim… … Tümcenin ancak bir ve tek bir tam çözümlemesi vardır. Tümce, dile getirdiğini, belirgin, açık olarak belirtilebilecek biçimde dile getirir: Tümce, eklemlidir. Ad, hiçbir tanımla daha öte ögelerine doğru çözümlenemez: ad, bir temel imdir. … Tümcenin kendisi de bir dile getiriştir. Dile getiriş, tümcenin anlamının özüne ilişkin olarak, tümcelerin aralarında ortaklaşa sahip olabildikleri her şeydir. … Tümceyi -Frege ve Russell gibi- içinde kapsanan dile getirişlerin işlevi olarak alıyorum. … Gündelik dilde, sık sık, aynı sözcüğün farklı tarzda imlediği -yani, farklı simgelere bağlandığı- görülür, ya da, farklı tarzda imleyen iki sözcüğünün, tümcede dışsal olarak aynı tarzda kullanıldığı. Böylelikle, “dır” sözcüğü, tümleç olarak, eşitlik imi olarak ve varoluşun dile getirişi olarak kullanılır; “var olmak”, “yürümek” gibi geçişsiz fiil olarak; “özdeş” de sıfat olarak kullanılır; “bir şey” üzerine konuşuruz, ama, “bir şeyin olup bitmesi” nden söz ederiz. “Esmer esmerdir” tümcesinde -ilk sözcük bir özel isim, ikincisi bir sıfattır- bu sözcükler yalnızca farklı imlemlere sahip değildir, bunlar farklı simgelerdir. … … öyle bir im dili kullanmalıyız ki, aynı imi farklı simgelerde ve farklı tarzda imleyen imleri dışsal olarak aynı tarzda kullanmayarak, bu hataları dışarıda bırakabilsin Yani mantıksal dilbilgisine, mantıksal sözdizimine boyun eğen bir im dili. … Hiçbir tümce kendi üzerine bir şey söyleyemez, çünkü tümce imi kendi kendisinin içinde kapsanamaz. … Mantıksal sözdiziminin kuralları kendiliklerinden anlaşılır, yeter ki her bir imin nasıl imlediği bilinsin. … … Bir şeyi gelişigüzel belirlemişsek, o zaman, başka bir şey, olduğu gibi olmak zorundadır. 41 42 43 “Gelişigüzel konuşma esaslı belirleme olabilir, ama bu gelişigüzelliğin dile yerleşmesi, yerleştirilmesi olamaz.” C.Akyol 44 … 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 91 / 115 Tümce, mantıksal uzamda47 bir yer belirler. … Düşünce, anlamlı tümcedir. Tümcelerin toplamı dildir. İnsan, her anlamın dile getirilmesini sağlayan diller kurma yeteneğine sahiptir; her sözcüğün nasıl ve neyi imlediği konusunda hiçbir fikri olmaksızın. Nasıl ki insan, tek tek seslerin nasıl çıkarıldığını bilmeksizin, konuşur. Gündelik dil insan örgenliğinin48 bir parçasıdır ve ondan daha az karmaşık değildir. Dil düşünceyi örter. Öyle ki, örtünün dış biçiminden, örtülen düşüncenin biçimi konusunda sonuç çıkarılamaz. Gündelik dilin anlaşılması için yapılan sessiz düzenlemeler, korkunç derecede karmaşıktır. … Tümce, gerçekliğin bir tasarımıdır. Tümce, gerçekliğin, biz onu nasıl düşünüyorsak, öyle bir taslağıdır. “Nasıl düşünüyoruzdan çok, tümce nasıl dile getirdiğimizin taslağıdır.” C.Akyol Gerçeklik, tümceyle, evet ya da hayır’ a dek saptanmış olmalıdır. Bunun için, onunla tam olarak betimlenmiş olmalıdır. … Bir dilin bir başkasına çevrilmesi, birinin her bir tümcesini ötekinin bir tümcesine çevirmek yoluyla yürümez; yalnızca tümce ögeleri çevrilir. … Yalın imlerin (sözcüklerin) imlemlerinin bize açıklanması gerekir ki onları anlayalım. Tümceleri ise kendimiz anlarız. “… anlamlarız.” C.Akyol Tümcenin özünde bize yeni bir anlam iletebilmesi yatar. … Bir ad bir şey yerine geçer, bir başkası da başka şey yerine, aralarında da bağlantılıdırlar, böylece -canlı bir resim gibi- olgu bağlamını kurup ortaya koyarlar. … Her tümcenin zaten bir anlamının olması gerekir: ona bunu evetleme veremez, çünkü evetleme zaten anlam evetler. Ve aynı şey de değilleme, vb. için geçerlidir. … Felsefe, doğa bilimlerinden biri değildir. Felsefenin amacı düşüncelerin mantıksal açıklığıdır. Felsefe yapıtı, özünde, açımlamalardan oluşur. Felsefenin sonucu, felsefe tümceleri değil, tümcelerin açık hale gelmesidir. Felsefe, başka türlü sanki bulanık ve kaypak olan düşünceleri, açık kılmalı, keskin olarak sınırlamalıdır. 47 Uzam: Algılanan nesnelerin temel niteliği, bir nesnenin uzayda kapladığı yer. 48 Örgen: Organ, uzuv. Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 1 2 3 4 5 6 7 8 92 / 115 … Felsefe, doğa biliminin tartışmalı alanını sınırlar. Düşünülebilir olanı sınırlandırmalıdır, öylelikle de düşünülemez olanı. … Düşünülebilir her şey, açık düşünülebilir. Söylenebilir her şey, açık söylenebilir. “Kuşkusuz, öncelikle dilin amacı düşünülebilir olanı anlatmaktır, ama şunu bilelim ki dili oluşturan, geliştiren ise dilin düşünülemezi zorlamasıdır; hatta zaman zaman saçmalamasıdır.” C.Akyol 10 Tümce mantıksal biçimi ortaya koyamaz; o, onda, yansır. Dil, onda yansıyanı, ortaya koyamaz. 11 12 13 “Çeviri doğru ise “yansıma” bu görüşe katılmıyorum. Dil, her şeyiyle yansımadır; bugün değilse bile dün yansımadır.” C.Akyol 14 … En yalın tümce, temel tümce, bir olgu bağlamının varoluşunu savlar. … Temel tümce adlardan oluşur. Adların bir bağlamı, bir zincirlenmesidir. … Ad tümcenin içinde ancak temel tümce bağlamında ortaya çıkar. … 9 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 93 / 115 Dil 1 Sonsuza Giden 2 Michel FOUCAULT 3 4 5 6 1926’ da Poitiers’ de doğdu. Felsefe ve pisikoloji okudu. 1948’ de felsefe, 1949’ da pisikoloji dallarında lisans derecesi aldı. Bu yıllarda birçok ünlü ismin yanı sıra Louis Althusser ve Hegel uzmanı Jean Hyppolite’ in öğrencisi oldu. 1950’ de girdiği Fıransız Komünist Partisi’ nden 1952’ de ayrıldı. 7 Dil 8 Dil, bir anlamda, hatanın yeridir. 9 10 “Semboller, dillerden önce oluşmuş ama dilden sonrada gelişmiş olabilir.” C.Akyol 11 12 13 Bir dilin, eğer kesinse, cinsellikten yola çıkarak söyleyebileceği şey, insanın doğal sırrı ya da insanın dingin antropolojik hakikati değil, insanın Tanrı’ sız olduğudur; cinselliğe verdiğimiz söz, Tanrı’ nın öldüğünü kendimize ifade ettiğimiz sözle, zaman ve yapı olarak çağdaştır. 14 15 16 17 18 Bir düşüncenin olabilirliği, gerçekten de, o düşünceyi tam da düşünce olarak bizden gizleyen ve onu dilin bile imkansızlığına kadar, dilin varlığının sorun edildiği bu sınıra kadar yeniden götüren bir dil içinde bize ulaşıyor mu? Çünkü felsefenin dili, tüm belleğin ya da hemen hemen tüm belleğin ötesinde diyalektiğe bağlıdır; bu diyalektik, felsefenin konuşmayı sürdürdüğü binlerce yıllık uzamın Kant’ tan bu yana ikiye katlanmasıyla felsefenin biçimi ve iç hareketi haline gelmiştir. 19 20 21 Felsefi dil, bir labirentin içindeymiş gibi, felsefe yapan bu öznenin yokluğu içinde ilerler; o özneyi bulmak için değil, onun yokluğunu (yine dil aracılığıyla) sınıra kadar hissetmek için, yani varlığının, çoktan kaybolmuş olarak, tamamen kendi dışına yayılmış olarak… 22 23 24 Kuşkusuz Sokrates’ ten bu yana, Batı bilgeliğini taşımış olan hareketin tam tersidir bu: Felsefi dil, bu bilgeliğe, onun içinde zafer kazanacak, onun tarafından ve onun dolayımıyla tamamen inşa edilmiş bir öznelliğin huzur dolu birliğini vaat ediyordu. 25 26 Blanchot’ un dediği gibi, ölmemek için yazmak, hatta belki de ölmemek için konuşmak kuşkusuz sözün kendisi kadar eski bir görevdir. 27 28 29 Tanrılar ölümlülerin başına felaket getirirler ki ölümlüler felaketlerden söz edebilsin; ama ölümlüler felaketleri hiçbir zaman gerçekleşmesinler, bu gerçekleşme o susmak bilmez sözcüklerin uzaklığında, artık bir sona erecekleri yerde, gözden kaybolsunlar diye anlatırlar. 30 31 Uzun süre boyunca dilin zamana hakim olduğu, verili sözün içinde gelecekteki bağ olduğu kadar bellek ve anlatı olarak da geçerli olduğu sanıldı; dilin kehanet ve tarih olduğuna inanıldı. 32 33 Dil, sözcüklerinin her birinde, kendisinden önce gelen içeriklere yönelir, ama kendi varlığında -yeter ki varlığının en yakınında dursun- ancak beklemenin saflığı içinde kendini gösterir. 34 35 36 37 38 Dil, bekleyen ve unutkan varlığı içinde, her türlü belirli anlamı ve hatta konuşanın varlığını silen bu gizleme gücü içinde, her varlığın temel gizli yerini oluşturan ve böylece imgenin uzamını serbest bırakan bu monoton tarafsızlık içinde, ne hakikattir ne zaman, ne ezeliyettir ne insan; dil, dışarının sürekli bozulan biçimidir. Dil, iletişime geçirir, daha doğrusu onların tanımsız salınımının kıvılcımı içinde kökenin ve ölümün görünmesini sağlar. 39 40 Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 1 Dil 94 / 115 ve Yalnızlık 2 Wittgenstein, Tractatus 3 4 5 6 Düzen, dünyamızın özüdür. Dünya, kendisini oluşturan unsurları basit bir biçimde içermez, her biri unsurunun tüm diğer yerlerle bağlantılı olarak tanımlı bir konumda yerleştirilmiş olduğu bir biçimde birbiriyle ilişkili bu unsurları içerir. Dünya sadece şeyler, hatta olgular bütünü değil, aynı zamanda konumlar bütünüdür. 7 8 9 İçinde yaşadığımız dünya, belli karakteristik kümelerden, şeylerden oluşmaktadır. Bu şeylerin toplanma ve düzenlenme tarzı Hume ve Kant’ ın zihnini meşgul eden önemli bir sorundur. Wittgenstein bununla yüzleşmez: Onun dünyası, unsurların rastgele bir toplamıdır. 10 11 12 13 14 “Düzenli dünya… Rastgele dünya… Rastlantısal dünya… Var olan her şey o anın düzenidir. Bir düzenden bir düzene geçişin sıçrama anı düzensizlik olabilir; o da kendi içinde düzenlidir, biz düzensiz görürüz. Ve her düzen, yeni bir düzenle tehdit edilir. “Rastgele, gelişigüzel… Rastgele, gelişi belirsiz… Rastgele, gidişi belirsiz… Rastgele, çıkışı belirsiz.” C.Akyol 15 16 Dünyamızın en aşikar özelliğini, yani, kullanışlı ve anlaşılır şeylerden oluşan, gerçekten yaşanabilir bir dünya olduğunu açıklayamaz. 17 18 “ Dünya, kullanışlı, anlaşılır şeylerden oluşuyorsa, yaratıcı olsa olsa anlaşılırın açıklaması olabilir.” C.Akyol 19 Şey 20 21 “Matematikte sıfır ne ise, dilde de şey odur. Sıfırsız matematik, şeysiz dil olmaz.” C.Akyol 22 Wittgenstein, Dil 23 24 25 Gerçek doğal dillerin muazzam çeşitliliği, altında yatan tüm kimliği gizleyen yüzeysel bir olaydan başka bir şey değildir. İnsanların dilleri temel olarak birbirine benzerdir. Kalben bütün insanlar, hem konuşurken hem susarken araştırma ya da ibadet sırasında birbirine benzerdir. 26 Malinowski, Dil 27 28 29 30 İnsanoğlu, kendi kendine yeten, kendi yasalarını koyan, mantığa ve kurallara uygun olarak son şeklini almış kültürel topluluklar ya da yaşam biçimleri içinde yaşar. İlkel işlevinde dil, bir düşünce işareti olarak değil, bir eylem tarzı olarak kabul edilirdi. Gerçek hayatta söylenen bir tümce, dile getirilmiş olduğu durumdan asla ayrılmaz. 31 32 … bir kelimenin anlamı, bu kelimenin pasif bir tasarısından değil, daima söz konusu kültüre ilişkin işlevlerinin bir analizinden derlenmelidir. 33 34 35 36 37 Dil, sadece medeni bir topluluk içindeki çok özel belli kullanım alanlarında ve sadece en ileri kullanım biçimlerinde düşünceleri şekillendirir ve ortaya koyar… Bilimsel ve felsefi çalışmalarda oldukça gelişmiş söylem tarzları, fikirleri kontrol etmek ve onları uygar insanoğlunun malı haline getirmek için kullanılır. Kelimelerin kaba kullanımı ile en soyut ve kuramsal kullanımı arasında sadece bir seviye farkı vardır. 38 39 40 Felsefede doğru yöntem, dilin gerçek kullanımının doğru ve sağlam bir açıklamasını vermekti; böylece bazı gerçek zorluklardan değil de dilin yanlış anlaşılmasından kaynaklanan sorunu, bu sorunun aldatıcı olduğunu göstererek ortadan kaldıracaktır. 41 Kelimelerin bizim başvurduğumuz anlamları, kullanımlarıyla belirlenir. Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 1 Kelimeler 95 / 115 ve Şeyler 2 3 Las Meninas, Diego Velazquez 4 5 “Tablo nerede?” Theophile GAUTIER 6 Dört Benzerlik 7 8 9 Benzerlik, Batı kültüründe 16. yüzyılın sonuna kadar yapıcı bir rol oynamıştır. Metinlerin çözümleme ve yorumlamalarına büyük ölçüde o egemen olmuştur; simgeler oyununu düzene sokan, görünen ve görünmeyen şeylerin bilgisine izin veren, onları temsil etme sanatına rehberlik eden o olmuştur. 10 11 12 13 14 15 Önce convenientia. Gerçeği söylemek gerekirse bu kelime yerlerin birbirlerine yakınlığını benzerlikten daha güçlü bir şekilde işaret etmektedir. Birbirlerine yaklaşan, bitişen şeyler yakındırlar; birbirlerine temas etmekte, kenarları birbirine karışmakta, birinin sonu diğerinin başlangıcını belirlemektedir. Bu sayede, hareket arasında iletişim kurulmakta, etkiler, tutkular ve özellikler için de aynı durum söz konusu olmaktadır. Böylece, şeylerin bu kavşağından itibaren, ortaya bir benzerlik çıkmaktadır. 16 17 18 Benzerliğin ikinci biçimi aemulatio’ dur: bir cins yakınlık; ma yer yasasından kurtulmuş olarak ve mesafe içinde hareketsiz bir şekilde oynayarak. İnsan yüzü, uzaktan gökyüzüyle, O’ nun bilgeliğiyle yetersiz bir şekilde rekabet etmektedir. 19 20 21 Üçüncü benzerlik biçimi kıyas’ tır. Kıyas, tıpkı aemulatio gibi, benzerliklerin mekan içindeki harika çarpışmalarını sağlamaktadır; ama convenientia gibi, ayarlamalar, bağlar ve eklemlerden söz etmektedir. Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 96 / 115 1 2 3 Nihayet, dördüncü benzerlik biçimi, sempatiler (yakınlık -ilgililik-) oyunu tarafından sağlanmaktadır. Sempati, aynı’ nın o kadar güçlü ve ısrarlı bir halidir ki, benzer’ in biçimlerinden biri olmakla yetinmemektedir. 4 5 6 7 İşaretleri konuşturmaya ve anlamlarını keşfetmeye olanak veren bilgi ve tekniklerin bütününe yorumbilim adını verelim. İşaretlerin nerelerde olduklarını ayırmaya, onları işaret olarak ihdas eden şeylerin neler olduklarını tanımlamaya, bağlarının ve bağlantılarının yasalarını öğrenmeye olanak veren bilgi ve tekniklere semiyoloji adını verelim. 8 9 10 “İşi bitirmek mi istiyorsunuz, tartışmayı sonlandırmak mı istiyorsunuz, haklı mı çıkmak istiyorsunuz; her şeyi O yaptı deyiniz. Oturun ve dua edin!” C.Akyol 11 Şeylerin Yazısı 12 13 14 15 Dil, 16. yüzyıldaki kaba ve tarihsel varlığı içinde, keyfi bir sistem değildir; dünyaya indirilmiştir ve aynı anda hem şeylerin bizatihi kendilerinin sırlarını sakladıklarından ve bir dil olarak duyurulduklarından hem de kelimelerin kendilerini insanlara şifreleri çözülecek şeyler olarak sunmalarından ötürü, bu dünyaya aittir. 16 17 Dil, benzerlikler ve imzaların büyük dağılımının içinde yer almaktadır. Bunun sonucu olarak, o da doğanın bir şey olarak incelenmelidir. 18 19 20 Ramus, gramerini iki bölüme ayırmaktaydı. Birincisi etimolojiye tahsis edilmiştir; ama bu, burada kelimenin köken anlamının arandığı değil de, harflerin, hecelerin, nihayet tam kelimelerin iç özelliklerinin arandığı anlamına gelmekteydi. 21 22 Petrus RAMUS (1515-1572) 23 24 25 İkinci bölüm sentaksı incelemekteydi; ama, kelimelerin özellikleri aracılığıyla aralarındaki inşayı öğretmekti ve bu kelimeyle kelimenin veya fiilin, zarfın ve bağlandığı diğer tüm kelimelerin arasındaki gibi, hemen hemen yalnızca özelliklerin yakınlık ve karşılıklı ortaklığına ilişkindi. 26 27 28 29 Dil, bir anlam sahip olduğu için olduğu şey değildir; 17. Ve 118. yüzyıl gramercilerinin çok önem verecekleri ve çözümlemelerinin yol göstericisi olarak kullanacakları temsili içeriği, burada rol sahibi değildir. Kelimeler heceleri ve heceler de harfleri bir araya getirir, çünkü onları birbirlerine yaklaştıran özellikler buralara yerleştirilmişlerdir. 30 31 Dil, bizzat O’ nun tarafından insanlara verildiği ilk biçimi altında, şeylerin mutlak kesin ve şeffaf bir işaretiydi, çünkü onlara benziyordu. 32 33 34 Adlar, işaret ettikleri şeylerin üzerine konulmuşlardı: benzerlik biçimi içinde. Bu şeffaflık, insanları cezalandırmak üzere, Babil’ de tahrip edildi. Eski durumun anısını koruyan tek bir dil vardır, çünkü doğrudan, şimdi unutulmuş olan bu ilk kelime haznesinden türemiştir; çünkü bu dil O’ nun halkıyla Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 97 / 115 1 2 olan eski birliğini anlatmaya yaramaktadır; O kendini dinleyenlere bu dilden hitap etmiştir. Demek ki İbranice, ilk adlandırmanın işaretlerini kalıntılar halinde taşımaktadır. 3 4 Fakat dil artık adlandırdığı şeylere hemen doğrudan benzemiyorsa da, gene de dünyadan kopmuş değildi. 5 Diller dünya ile bir anlam ilişkisinden daha çok, bir kıyas ilişkisi içindedirler. 6 7 O, dünyaya yazılı kelimeleri yerleştirmiştir; Adem hayvanlara ilk adlarını verdiğinde, yalnızca bu görülür ve sessiz işaretleri okumuştur. 8 9 Kitaplar hakkındaki kitaplar, diğer herhangi bir konudaki kitaplardan çok daha fazla sayıdadır; birbirimizi yorumlamaktan başka bir şey yapmıyoruz. 10 11 “İşte bu doğru!” C.Akyol 12 Dilin Varlığı 13 14 15 16 Dil sanatı, bir işaret yapma biçimiydi; hem bir şeyi işaret etmek hem de işaretleri bir şeyin etrafında düzene sokmaktı: demek ki, bir adlandırma, sonra da aynı anda hem gösterimsel hem de süslemesel olan bir ikiye katlama ile bu adı yakalama, onu kapatma, onu ikincil işaret, temsil, retorik süs olan başka adlarla işaret etme sanatı. 17 Adam Smith, büyük iktisat eserinin dışında, dillerin kökeni konusunda bir deneme yazmıştır. 18 Eleştiri ve Yorum 19 Dilin klasik çağdaki varoluşu, hem egemence hem de gizlice olmuştur. 20 21 22 23 24 Dil düşünceyi, tıpkı düşüncenin kendi kendini temsil ettiği gibi etmektedir. Dili oluşturmak veya ona dıştan hayat vermek üzere, esas ve ilkel bir işaret etme eylemi değil de, yalnızca temsilin göbeğinde, onun kendi kendini temsil etmekten ötürü sahip olduğu şu güç, yani düşüncenin bakışları altında kendi kendine kısım kısım eklenerek, kendi kendini çözümleme ve kendini, onu sürdüren bir ikame içinde kendinin temsilcisi haline getiren bir güç bulunmaktadır. 25 26 27 Acaba bir dil ad çekimlerine mi, yoksa bir edat sistemine mi sahip olduğunda daha gelişmiştir? Acaba kelimelerin düzeninin serbest olması mı, yoksa çok katı bir şekilde belirlenmesi mi daha iyidir? Ardışıklık ilişkilerini en iyi ifade eden, acaba hangi zaman rejimidir? 28 29 30 Dil, Hobbes’ un dediği gibi, ilk kökü itibariyle, bireylerin önce kendileri için seçtikleri bir not sistemine göre yayılmıştır. Locke, kelimeler, konuşan kişinin fikirlerinin işaretleridir ve kimse bunları, zihninde bizzat sahip olduğu fikirlerden başka bir şeye, dolaysız işaret olarak algılayamaz. 31 32 Dil, düşünceyi, bütünlüğü içinde, hemen temsil edemez, onu doğrusal bir düzene göre, uzzun uzadıya hizaya sokması gerekir. 33 34 35 36 Ardışıklık bütün dillerde aynı değildir; bazı diller eylemi cümlenin ortasına, başkaları sona koyar; bazı diller önce temsilin asıl nesnesini, diğerleri eklenti koşulları adlandırır. Yabancı dilleri birbirlerine göre ışık geçirmez ve çevrilmesi çok güç kılan şey, kelime farklılıklarından çok, ardışıklıkların uyuşmazlığıdır. 37 38 “En küçük bir sıfatı oluşturmak için ne kadar da çok metafizik gerekir.” Adam SMITH 39 En Eski Diller 40 41 42 43 En eski diller anadillerdi. En eskileri, O’ nun insanlara hitap ederken kullandığı dil olduğu için, İbranice, Süryanice ve Arapçayı doğurmuş sayılmaktaydı; daha sonra Kıptice ve Mısırcaya can vermiş olan Helence gelmekteydi; Latincenin çocukları arasında İtalyanca, İspanyolca ve Fıransızca yer almaktaydı; son olarak da Tötoncadan Almanca, İngilizce ve Filamanca türemişti. Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 98 / 115 1 2 3 4 5 Helen dili nasıl oluşmuştur? Helen dilinin ilk tabanına çok miktarda parçacıklar ve diyalektler yükleyenler, Fenikeli tüccarlar, Frigyalı, Makedonyalı ve İlliryalı maceracılar, Galatlar, İskitler, sürgün veya kaçak çeteleri olmuştur. Fıransızca’ ya gelince, bu dil Latince ve Gotça adlardan, Keltçe deyim ve inşalardan, Arapça tanımlık ve rakamlardan, İngilizce ve İtalyancadan, icabında yolculuklardan, savaşlardan veya ticari ilişkilerden alınma kelimelerden meydana gelmiştir. 6 7 Kelimeyi kelime haline getiren ve onu çığlık ve gürültülerin üzerinde ayağa diken şey, onun çığlık ve gürültülerin üzerinde ayağa diken şey, onun içine gizlenmiş olan cümledir. 8 9 “İlk sözcüğü hatta ilk harfi söyleyen her şeyi söylediğini düşünüyordu!” C.Akyol 10 Olmak Fiili 11 12 13 Dilin bütün özü, bu kendine özgü kelimede toplanmaktadır. O olmasaydı, her şey sessiz kalırdı ve insanlar, tıpkı bazı hayvanlar gibi, seslerini ne kadar kullanırlarsa kullansınlar, ormandaki çığlıkları asla dilin büyük zincirini meydana getirmezdi. 14 15 Yüklem ve iddia karması, söylemin kökten ve birincil konuşma olabilirliğiyle kesişmesi olan olmak fiili cümlenin ilk ve en başat değişmez unsurunu tanımlamaktadır. 16 Dilin Kökeni 17 Dilin kökenini gün ışığına çıkartmak, tamamen işaret etme olduğu ilkel anı yeniden bulmaktır. 18 19 20 Rousseau, hiçbir dilin insanlar arasındaki bir anlaşmaya dayanamayacağını, çünkü bunun zaten bilinen ve uygulanan bir dili gerektirdiğini, öyleyse dilin insanlar tarafından kurulduğunun değil de, ona maruz kalındığının düşünülmesi gerektiğini ileri sürüyordu. 21 Doğa tarihi dille çağdaştır. 22 23 24 “Bu sözü çok yineliyor, katılmak mümkün değil. İnsan uzun süre doğayı yalnız seyretmiştir. Doğaya yüzlerce yıl yalnız bakmış, bakmış, bakmış!” C.Akyol 25 Şeyler ve kelimeler çok sıkı bir şekilde kesişmişlerdir. 26 27 Dil bir araç veya bir ürün gibi değil de, kesintisiz bir faaliyettir. Dil insanidir: kökenini ve gelişmesini bizim tam özgürlüğümüze borçludur; o bizim tarihimiz, mirasımızdır. 28 29 30 31 Kök hece teorisi, işaret etme teorisiyle zıtlaşmaktadır: çünkü kök, soyutlanabilir, bir dil grubuna içsel ve her şeyden önce fiilsel biçimlere çekirdek olarak hizmet eden dilsel bir bireyselliktir.: oysa kök, dili doğa ve çığlık cephesiyle birleştirmek, kendini artık yalnızca sonsuza kadar dönüştürebilen bir sessellik olarak -işlev olarak, şeylerin ilk adsal biçimlerini gerçekleştirmişti- tüketmektedir. 32 O, herhalde bilgilerimizin ötesinde olmaktan çok, cümlelerimizin ötesindedir. 33 Dil, düşünce alanına, doğrudan ve kendi için, ancak 19. yüzyılın sonunda girmiştir. 34 35 Dilin kökeni, bir şeyin temsiliyle, ona eşlik eden çığlığın, sesin, mimiğin (eylem dilinin) temsilinin arasındaki şeffaflık olarak düşünülüyordu. 36 37 38 39 Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 1 Dil 99 / 115 Denen Mucize 2 Önsöz 3 4 5 6 Dil, aslında ve özellikle insana özgü bir yetenek olduğu için, bu durum daha da dikkat çekicidir. Ruhsal olayları insanın yaşantısı haline sokan ve bütün insan kültürünün temelini oluşturan insan topluluğunu yaratan, dildir. Bu bakımdan, matematik, nasıl bütün fen bilimleri için temel ise, dil bilimi de aynı anlamda bütün manevi bilimler için temel bilimdir. 7 İsimlerin Doğruluğu 8 Her bilim, birisinin çıkıp her gün karşılaşılan ve olağan bir şeye şaşmasıyla başlar. 9 10 11 12 13 Dil bilimini doğuracak şaşma olayının başlangıcında, insanların nasıl olup da konuşabildiği sorusu bulunmuyordu; bu gayet tabii bir şey olarak görülüyordu. Yeryüzünün çeşitli yerlerinde ve birbirlerinden tamamen habersiz olarak bazı insanlar, nesnelerin isimlerinin neden öyle olduğunu sordular. Yani insanları hayrete düşüren, nesnelerin isimleri oluşu değildi; onların öğrenmek istediği, o nesnelerin neden o söz konusu ismi taşıdığı, kadına neden kadın, kaşığa neden kaşık dendiğiydi. 14 15 Adem, kadına ischa (İbranice kadın, karı) adını verir, çünkü onun kendisinden, yani erkekten (İbranice isch) çıktığını sezmiş ve hissetmiştir. 16 17 Ve bu arada, en köklü ve güçlü, en tabii ve asla hiç şüphe konusu olmamış olan toplumsal bağa, yani dile, o sınama sorusunu sordular: Dilin temeli gelenek midir, yoksa özde bağlantı mıdır? 18 19 20 “Sözcükler, nesnelerin özüne uygundur. Sözcükler, nesneleri taklit ederler; önemli olan bu bağı yakalamaktır.” C.Akyol 21 22 23 24 25 Platon’ a göre, bütün isimler, yani dildeki bütün kelimeler, en eski kök ve türetilmiş olmak üzere iki gruba ayrılır. Çoğu nesnelerin isimleri, ya akmak ya da gitmek olayını belirten veya herhangi bir tür hareketi ifade eden kelimelerden türemiştir. En eski kök kelimelerse, içlerindeki r ve i (Helence’ de) ile isimlendirildikleri hareketleri taklit etmektedir. Dilden böylece, nesnelerin mahiyetini anlama konusunda yararlanılabilir. 26 27 28 29 Herakleitos, kelimelerdeki sesler, isimlendirilen nesnelerin tabiatını doğrudan doğruya gösterir. Helenler, Herakleitos’ tan çok önce, isimlerin kendi kökleriyle, isimlendirilen nesnelerin mahiyeti konusunda bilgi veren ilişkisini etymos (doğru, gerçek) olarak adlandırıyorlardı. Bu geriye götürüp bağlama sanatı, etimoloji yani kelimelerin gerçek anlamları bilgisi ismini buradan almıştır. 30 Almanca’ da der artikeli eril, die dişil, das yansız, cinsiz işaretidir. 31 32 “Türkçe’ de böyle bir ayrım yok.” C.Akyol 33 Yine Almanca’ da güneşe die Sonne, aya ise der Mond denir; dişil Güneş, eril Ay! 34 Bir kelimenin, nesnesiyle tabii bir ilişkisini nasıl düşünmek gerekir? 35 37 Kuckkuck (guguk kuşu) Muhen (mö demek, inek) Miauen (miyavlamak, kedi) 38 … 39 40 İlk sorumuz, bütün kelimelerin, kastedilen şeyle ses bakımından sembolik bir ilişkisi olup olmadığı, ikinci sorumuz da, sesleme bir yana bırakılırsa, isimlendirmede hangi sebeplerin esas olabildiğidir. 36 Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 100 / 115 1 2 İkinci soru önem kazanmaktadır. Konuşucuların bir şeyin ismini seçmelerine yol açan sebepler nelerdir? Herakleitosçular, başlıca sebep olarak nesnenin mahiyetini görüp, anlama diyorlardı. 3 4 5 “Şu tespit kesinlikle yanlış, katılmıyorum: İnsan zaten ta başında konuşabilirdi, zamanla sözcükler gelişti ve o da konuştu. İnsanın konuşma yetisi ve sözcükler birbiriyle eş zamanlı olarak gelişmiştir.” C.Akyol 6 7 İki insan bir olgu üzerinde anlaşıyorsa, buna her ikisinin de daha önceden şu veya bu şekilde sahip olması gerekir. 8 9 “İşte buna, dilin toplumsallığı denir.” C.Akyol 10 11 Dil farklılığı, insanlar arasında siyasi ve dini inançlardan çok daha etkili ve işin özüne daha derinlemesine inen bri bariyerdir. 12 13 Dil topluluğunu dil topluluğu yapan şey ise durmadan yeni şeyler isteyen bir dünyada ortak hareket etmektir. 14 15 Bir insan diğer bütün dilleri, sahip olduğu bir dünya temeli üzerine ve o dünyadan hareketle öğrenir; sadece ana diline dünya ile beraber sahip olur. 16 17 18 “Kişinin ruhsal yapısında -toplumsal ve bireysel- ana dilin çok büyük bir önemi vardır. Ana dilden başka bir dille konuşan kişi, psikolojik -ruhsal- yapısını oluşturamaz, geliştiremez.” C.Akyol 19 20 21 “Anadil ve ezberlenen diğer diller. Kişi, kendi dünyasını ancak anadilinde bulabilir, diğeri ezberdir; sırt çantası ya da çantadaki herhangi bir şeydir!” C.Akyol 22 23 24 “Osmanlıca, hiçbir dönemde devletin sınırları içinde yaygın olarak kullanılmadı; halk, hiçbir zaman bu dili kullanmadı.” C.Akyol 25 26 27 28 “Önemli olan, var olan dilleri ortadan kaldırıp, tek dil yaratmak değil. Farklı diller, aynı zamanda farklı duygular, farklı tepkiler, farklı istekler demek. Önemli olan her dili zengin kılmak ve yaşatmaktır. Çünkü her dilin söyleyeceği farklı şeyler mutlaka vardır.” C.Akyol 29 30 31 “İnsanları tek tip yapmak istiyorsan, dilleri ortadan kaldır. Bu emperyalizmin en büyük rüyasıdır. Farklı sözü olmayanların, farklı istekleri olmaz.” C.Akyol 32 33 34 “Niye Osmanlıca’ da böyle dayatıyorlar? Çünkü Osmanlıca ile yaptığı İslami yorumları Türkçe ile yapamaz. Arapça’ nın evet dediği birçok yerde Türkçe’ nin her zaman bir sözü vardır.” C.Akyol 35 36 37 “15. yüzyılda, Luther’ in İncili, Almanca’ ya çevirme hareketini bir benzeri Osmanlı’ da olsaydı, bugün Türkçe dünya dili olurdu.” C.Akyol 38 39 40 41 42 “Hiçbir dil, anlatamadığı bir dini içine alamaz. Her toplum inanç sistemini kendi dil dünyasının içinde kurar, geliştirir. İnanç konularında yalan söyleyen, dayatma yapmak isteyenler olmuştur ve bunlar hep o dilin dışında bir dilde konuşma gereği duymuşlardır. Düşünebiliyor musunuz, başka dilde anlattığı şeyleri, ana dilinde anlatamıyor; niye acaba?” C.Akyol 43 44 45 “Osmanlıca, Türkçe’ nin gelişme sürecinin bir parçası değil; Osmanlıca ile Türkçe atıldı, Osmanlıca diye bir dil (ya da Özdemir İnce’ nin dediği gibi “jargon”) peydah edildi.” C.Akyol Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 101 / 115 1 İngilizce’ nin Doğuşu 2 3 4 Tarihsel olarak en büyük karma dil İngilizce’ dir. İngiltere’ nin Germen soylu sakinleri, Kuzey Almanya’ nın (bugünkü Hollanda diye biliyorum, CA) batı bölgelerinden gelmişlerdi; bir Batı Germen lehçesi olan Anglo-Sakson dili konuşuyorlardı. 5 6 7 8 9 10 1066 yılında Biritanya adası Normanların istilasına uğradı. Bunlar aslında Norveçliydi; 150 yıldan uzun süre Fıransa’ da, Normandiya bölgesinde yerleşmişlerdi; Fıransız lehçesi konuşuyorlardı. İstila sonrası (Biritanya’ yı) ortaya çıkan devlette, Anglo-Sakson dili ve Anglo-Normanca (Fıransızca), önce iki ayrı sınıfın dilleriydi. Birkaç yüzyıllık bir gelişim boyunca bu diller o yönde gelişti ve denkleşti ki, Anglo-Sakson dili Anglo-Norman dilinden çok sayıda aktarmalarla Orta İngilizce karma dili haline geldi, ondan da bugünkü İngilizce çıktı. 11 12 İngilizce kelime hazinesinin karma karakteri sebebiyle, bazen bir ismin Germence, onunla ilgili sıfatın ise Fıransızca kökenli olduğu görülebilir. 13 14 15 “Dil, ilkel toplumlardan bize kalan en zengin eser. Bugünkü gelişmiş toplumlar bile en ilkel dönemlerde kurgulanmış bir ürünü kullanmak zorunda kalıyor; ekmek gibi!” C.Akyol 16 17 18 19 İki dilin birbirlerinden aktarmaları karşılıklı ise ve sonunda bu iki dilden bir üçüncü bir dil olmuşsa iş başkadır. Bu durum için örnek, İngilizce’ dir. Burada Batı Germen Anglo-Saksonca ile Fıransız kökenli Anglo-Normanca, Orta İngilizce haline gelip dengelenmiştir ve bu dil ne Batı Germence’ dir, ne de Fıransızca! 20 Keltçe 21 22 23 2000 yıldan fazla bir zaman önce Batı ve Orta Avrupa’ da oturan insanların büyük bir kısmı Keltçe konuşuyordu, fakat bunlar birkaç yüz yıl içinde Roma egemenliğinin etkisiyle Latin dilini aldılar, hem de öylesine kökten bir biçimde ki Keltçe tamamen silindi. 24 25 26 Bundan başka Kavimler Göçü (4. ve 6. yy.) sırasında Avrupa’ nın birçok ülkesi Germenler tarafından istila edildi ve bu ülkelerden bir kısmında insanlar Latinceyi bırakıp, Germence, buna karşılık başka bazı bölgelerde de tersine, Germenler kendi dillerini bırakıp Roman dili öğrendiler. 27 Avrupa’ nın doğusunda bütünlük içindeki Slav dil bölgesi 1000 seneden eski değildir. 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 1 Genel Dilbilim 102 / 115 Sorunları 2 Sunuş 3 4 Fıransız Dilbilimci Emile Benveniste (1902-1976), karşılaştırmalı dilbilgisi dersleri verdi. Saussure’ den ve Prag Dilbilim Çevresi’ nden etkilendi. 5 6 Emile Benveniste (1902-1976) 7 8 Yapısalcılık adı verilen akımın temel dayanağını oluşturan yapı kavramının tarihçesini yapar, dizge içinde bağıntı kavramıyla sıkı bağıntısını vurgular. 9 10 Dil ve toplum arasındaki bağıntıyı da irdeleyen Benveniste, dille toplum arasında bir özdeşlik bulunmadığını, evrimlerinin birbirinden bağımsız olduğunu vurgular. 11 12 “Evrimden ne anlıyor, bilmiyorum ama bu görüşe katılmam mümkün değil.” C.Akyol 13 Son Eğilimler 14 15 16 17 Artık kimse dillerin tek bir kökenden mi, farklı kökenlerden mi geldiği, daha genel bir biçimde, mutlak başlangıçlar var mı sorusunu sormuyor. Artık eskiden olduğu gibi bir dilin ya da bir dilsel türün özelliklerini kolayca dilyetisinin evrensel nitelikleri olarak sunma eğilimine yenik düşülmüyor. Geçmişin hiçbir döneminde, günümüzün hiçbir biçiminde kökensel bir şeye ulaşma olanağı yok. 18 19 Dil tam anlamıyla nesnel bir incelemenin gerecini oluşturacak tümüyle eklemli seslerden oluşan bir bütün olarak da ele alınabilir. 20 21 Dil incelemesi hem düşünsel, hem de toplumsal yaşamı içine alabilecek biçimde genel göstergebilimin bir dalı olarak da görülebilir. 22 Dilbilimin Gelişimine Bir Bakış 23 24 Dilbiliminin iki konusu olduğunu, hem dilyetisini, hem dilyetisini, hem de dilleri inceleyen bir bilim olduğunu belirtmekle başlayalım. 25 26 27 28 29 30 Batı’ da dilbilimin Yunan felsefesinden kaynaklandığı herkesçe bilinmekte. Dilbilim terimcesi büyük oranda doğrudan benimsenmiş Yunanca terimlerden ya da bu terimlerin Latince çevirilerinden oluşmuş. Ama Yunan düşünürlerin dile çok önceleri gösterdikleri ilgi tümüyle felsefel nitelikteydi. Dilin işleyişini incelemekten çok, dilin kökensel koşulları üstüne -dil doğal mıdır, uzlaşımsal mıdır?düşünüyorlardı. Oluşturdukları ulamlar (ad, eylem, dilbilgisel cins, vb.) mantıksal ya da felsefel temellere dayanıyordu. Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 103 / 115 1 2 3 Dil gözlem konusu değil, düşünsel kurgu konusu olmuştur. Hiç kimse ne bir dili kendisi için inceleme ve betimlemeyi, ne de Yunan ya da Latin dilbilgisinde oluşturulmuş ulamların genel geçerliği olup olmadığını incelemeyi düşündü. Bu tutum XVIII. yüzyıla kadar pek değişmedi. 4 5 XIX. yüzyılın başında Sanskritçe’ nin bulgulanmasıyla yeni bir evre açıldı. Böylece Hint Avrupa dilleri diye adlandırılan diller arasında bir akrabalık bağıntısı olduğu saptandı. 6 7 Ancak yüzyılımızın ilk yirmi otuz yılına dek dilbilim yalnızca diller arası akrabalık ilişkilerini incelemekle yetiniyordu. Amacı dilsel biçimlerin evrimini incelemekti. 8 Dil nasıl işliyor ve seslerle anlam arasında ne tür bir bağıntı vardır? 9 10 11 Bir abecenin bulunmuş olması, az sayıda yazılı göstergeyle tüm söylenenlerin yazıya geçirilmesi bile dilin yapısının eklemli olduğunu tanıtlar. Latin abecesi, Ermeni abecesi sesbirimsel olarak nitelenebilecek yetkin yazı örnekleridir. 12 13 14 15 Dilbilimci kendi adına dil olmadan düşüncenin var olamayacağını ve bundan ötürü de dünyaya ilişkin bilginin o bilgiyi aktaran anlatım tarafından belirlendiğini düşünür. Dil dünyayı yeniden yaratır, ancak bunu dünyayı kendi düzenine bağlı kılarak yapar. Dil, Yunanlıların ayrımına vardığı gibi, logos’ tur; bir başka deyişle, söylem ve us birliktedir. 16 17 18 “Bu denli kesin çizgiler çizmek doğru değil! Dil, zaten var olanı alır, ortaya koyar. Dil yaratmaz, zaten var olanı ortaya koyar.” C.Akyol 19 20 21 22 Aktarılacak içerik (“düşünce” de denilebilir) böylece bir dilsel örnekçeye göre ayrıştırılır. Düşünce dilin yapısıyla “biçim” alır. Dil de ulamlar dizgesi içinde aracılık işlevini ortaya koyar. Her konuşucu ancak öbürünü, aynı dili konuşan, aynı biçim dağarcığını, aynı sözcelem düzenini ve aynı içeriği düzenleme biçimini paylaşan kişiyi de işe karıştırarak kendini özne olarak ortaya koyabilir. 23 Gerçekten de dil içinde ve dil aracılığıyla birey ve toplum birbirlerini belirler. 24 25 26 Toplum yalnızca dille, birey de yalnızca dille olanaklıdır. Çocukta bilincin oluşması, her zaman, onu yavaş yavaş topluma bir birey olarak katan dil öğrenimiyle çakışır. Çünkü dil, insana özgü bir yeri olan simgeleştirme yetisinin en yetkin biçimini örneklendirir. 27 Saussure 30 31 Dile ilişkin kimi özelliklerin başka hiçbir yerde bulunmadığını sezer. Amacının başta Hint-Avrupa dillerinde a’ nın çeşitli biçimlerini incelemek olduğunu, ama ünlü dizgesinin bütününü ele almak zorunda kaldığını belirtir. Saussure, Hint-Avrupa ünlü dizgesinde birçok a bulunduğunu belirtmişti. Saussure, bir dili incelemenin, kaçınılmaz olarak dilyetisini incelemeye götürdüğünü anladı. 32 33 34 Dilbilimcinin görevi göstergesel olgular bütünü olgular bütünü içinde dilin özel bir dizge olmasını neyin sağladığını ortaya koymaktır. Biz, dil sorunu her şeyden önce bir gösterge sorunu olarak görüyoruz. 35 Yapısalcılık ve Dilbilim 36 37 38 Herkes bir dil yaratabilir, ancak doğuştan bu dili kullanan iki kişi olmadığı sürece sözcüğün tam anlamıyla bu dil var olamaz. Bir dil öncelikle toplumsal bir uzlaşmadır. Bu uzlaşma nasıl sağlanır? Çocuk bir dilsel topluluk içinde doğar. 39 Renkleri aynı biçimde düzenleyen iki dil yoktur. Gözler mi farklıdır? Hayır farklı olan dildir. 40 41 42 Dil olmaksızın ortak yaşam olanaksız. Bu nedenle, ne dilyetisinin, ne de toplumun kökenlerini tarihlemek olanaklı. Hiçbir zaman nasıl konuştuklarını bilemeyeceğiz. En gözü pek oluşturmakla bile temel nitelikli hiçbir şeye ulaşma olanağımızın olmadığı kesin. 43 İnsanın doğa içinde değil, bir ekin içinde doğduğunu söyledim, çünkü her çocuk tarihin çok eski 28 29 Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 104 / 115 1 2 çağlarında olduğu gibi bugün de dili öğrenirken aynı zamanda bir ekine ilişkin ön bilgileri de denir. Hiçbir dil, ekinsel işlevinden ayrılamaz. 3 Tarih Oluşturan Dil 4 5 6 Dil, bir anlamlama dizgesidir. Her dil her zaman bir kalıttır ve ardında bir geçmişi vardır. Avustralya yerlilerin kullandığı dillerin Hint-Avrupa dillerinden daha az geçmişi olduğunu söylememizi gerektirecek bir neden yoktur. 7 8 9 Diller üstüne üstdil denilen ve tek işlevi bir dili betimlemek olan diller oluşturulabilir. Dilin biçimlerinin kullanımını betimleyen dilbilgisi dili bir üstdildir: belirteçten, ünlüden, ünsüzden söz etmek bir üstdil kullanmaktır. Üstdilin tüm sözcükleri ancak dil içinde uygulanma olanağı bulur. 10 Şiir dili dilbilim için ilginçtir. 11 12 “Bir dilin yetkinliğini anlamak istiyorsanız, o dilin şiirlerini okuyun. Sözcükler, şiirde sınırlarını zorlar.” C.Akyol 13 Dil Göstergesinin Öz Niteliği 14 15 16 17 18 19 Diller arasındaki ayrılıklar, doğrudan doğruya da değişik dillerin varlığı bunu tanıtlar: “öküz” gösterileninin göstereni sınırın bir yanında Fransa, boeuf, bir yanında ise Almanya Ochs. Bu da şunu gösterir: “göstereni gösterilenle birleştiren bağ nedensizidir, ya da daha yalın olarak, “dil göstergesi nedensizdir.” “Nedensiz” teriminden yazar şunu anlar: “gösterenin bir nedene bağlanamayacağını, daha açık bir deyişle, gerçeklik düzleminde hiçbir doğal ilişki kurmadığı gösterilen açısından nedensiz olduğunu söylemek istiyoruz. 20 21 “Nedensizlik var ise öküze, dağ/orman denilebilirdi! Denilebilir miydi? Ben, sanmıyorum!” C.Akyol 22 23 24 25 “Ele alınan 1. Sözcükte (gösterenle gösteren) arasında nedensizlik olabilir -olamaz ya- ama 2. Sözcük devreye girdi ise 1. Sözcükle 2. Sözcük arasında nedensizlik olamaz. En azından Türkçe için böyledir, diye düşünüyorum. Ya da nedensizlik özelleştirilebilir ama genelleştirilemez.” C.Akyol 26 27 İlkece -haklı olarak- dilin bir töz değil bir biçim olduğu ileri sürülürse -Saussure de bunu açıkça belirtmiştir- , dilbilimin yalnızca biçimleri inceleyen bir bilim olduğunu kabul etmek gerekir. 28 29 “Katılmıyorum. Bu durumda dil, insanın en saçma eseri olur!” C.Akyol 30 Hayvanlar Arası Bildirişim 31 32 33 Eğer bir işçi arı kendisini çekebilecek çiçekler arasından birini seçtiyse daha sonra gelen arılar da bu çiçeğe yönelecek ve öbürleriyle ilgilenmeyeceklerdir. Görünüşte bal özünün yerini bulan arı diğerlerine nereden geldiğini belirtmiştir. Ama nasıl? 34 ... (arının) daire biçiminde dans balözünü, sekiz biçiminde dans ise çiçek tozunu belirtiyordu. 35 Daha sonra yapılan araştırma ise dansların şeklinin uzaklığı belirttiği anlaşılmıştır. 36 37 38 39 40 Daire biçiminde dans besinin yakında, kovan çevresinde yaklaşık 100m.’ lik bir yarıçap içinde olduğunu bildirir. İşçi arının karnını oynatarak ve sekizler çizerek yaptığı öteki dans ise besinin daha uzakta (100m. den 6 km. ye kadar) olduğunu bildirir. Güneşe oranla, sekizin ekseni ise besinin aranması gereken yönü gösterir: sağa ya da sola doğru eğik olmasıyla bu eksen bulunan besinin güneşle oluşturduğu açıyı belirtir. Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 105 / 115 1 Düşünce Ulamları49 ve Dil Ulamları 2 3 “Düşünce, dilden bağımsızdır!” C.Akyol 4 Düşünülebileni belirleyen ve düzenleyen söylenebilendir. 5 6 7 “Düşünce, sessiz filmi izlemek gibidir, Hiçbir şey duymasanız da, söylenmese de anlarsınız; o anladığımız düşüncedir.” C.Akyol 8 9 10 Düşüncenin gelişimi dilin özel niteliğinden çok, insanların yeteneklerine, ekinin genel koşullarına ve toplumun düzenlenişine daha sıkı bir biçimde bağlıdır. Ancak düşüncenin olanakları dil yetisine bağlıdır, çünkü dil anlamla biçimlenmiş bir yapıdır ve düşünmek dilin göstergelerini kullanmaktır. 11 Freud Buluşlarında Dil İşlevleri 12 13 14 15 Dil, bireyin kişiliğinin ortaya çıktığı ve oluştuğu, ötekine ulaştığı ve öteki tarafından tanındığı bir söylemin aracını sağlar. Oysa dil toplumsallaşmış bir yapıdır: söz yeni ve tümüyle kişisel bir çerçeve katarak dili bireysel ve bireylerarası amaçları için kullanılır. Dil herkesin ortaklaşa paylaştığı bir dizgedir: söylem hem bir bildiri içerir, hem de etki aracıdır. 16 ... 17 Dil öncelikle bir ulamlaştırmadır, nesnelerin ve bu nesneler arasındaki bağıntıların yaratımıdır. 18 Dilin Göstergebilimi 19 Sözcükler çoğunlukla birer simgedir: kimileri belirtidir. 20 21 “Doğru! Dili sözcüğe indirgerseniz, dilin elle göstermeden bir farkı kalmaz.” C.Akyol 22 23 Saussure’ de düşünce dilden kaynaklanır ve dili tek konu olarak alır. Dil, kendisi için ele alınır ve böylece dilbilime üç görev düşer: 24 25 26 Saussure, dili gösterge dizgesi olarak tanımlayarak dilsel göstergebilimin temellerini atmıştır. Ancak günümüzde göstergenin gerçekten de dilin anlamlı birimlerine karşılık vermesine karşın, dilin söylemsel işleyişinde tek ilke olarak ele alınmasının olanaksız olduğunu görüyoruz. 27 Dil ve İnsan Deneyimi 28 Dilsel şimdiki zaman dildeki zamansal karşıtlıkların temelini oluşturur. 29 30 31 32 33 Gerçekte, dilin yalnızca bir zamansal anlatımı, şimdiki zamanı olduğunu belirtmek gerekir ve olayla söylemin çakışmasıyla belirlenen bu şimdiki zaman doğası gereği örtüktür. Biçimsel olarak belirginleşmesi gündelik kullanımda çok sık rastlanan artık bilgilerden biri aracılığıyla olur. Tam tersine şimdiki zaman dışındaki zamanlar, geçmiş ve gelecek zaman, dilde her zaman belirgin nitelik taşırlar ve şimdiki zamanla aynı düzlemde yer almazlar. 34 35 36 “Önemli olan şimdiki zaman için ne kullandığı değil, şimdiki zaman için bir şey kullanmış olmasıdır (Gidiyor –um). Git –mek / Git –i –yor –um / Gidi –yor -um.” C.Akyol 37 Dile özgü tek zaman söylemin eksen oluşturan şimdiki zamanıdır ve bu şimdiki zaman örtüktür. 49 Ulam: Ünsüzle sonlanan bir sözcükten sonra ünlüyle başlayan bir sözcük gelirse ünsüzle ünlünün bir hece gibi bağlı okunmasına “ulama” denilmektedir (Ak--şam-- ol—du / Ak--şa--mol—du) Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 106 / 115 1 2 3 Eski Hint-Avrupa dillerinde bu anlatım için belirli geçmiş zaman, belirsiz geçmiş zaman ve ayrıca da bitmişlik belirten zaman ulamı vardır. Fransızca’ da iki ayrı biçim vardır (belirli geçmiş ve belirsiz geçmiş zamanlar). Buna karşılık birçok dilde gelecek zaman için özel bir biçim yoktur. 4 5 6 7 “Dilin yapısı, çok önemli! Bir dilin her şeyinden ödün verebilirsiniz, yapısından asla! Bir dili dil yapan sesleri, sözcükleri değil, yapısıdır. Dilleri de birbirinden ayrı kılan dillerin yapılarıdır, yoksa sözcükleri ya da seslemeleri değil.” C.Akyol 8 Dil Çözümlemesi 9 10 11 12 13 İnsan için dil bir araçtır, gerçekte öteki insana ulaşmanın, ona bir bildiri aktarmanın ve ondan bir bildiri almanın tek aracıdır. Bu nedenle dil öteki insanı gerektirir ve varsayar. Doğrudan, toplum dille birlikte ortaya çıkar. Toplum da ancak bildirişim göstergelerinin ortak kullanımıyla birliğini sürdürür. Doğrudan dil toplumla birlikte ortaya çıkar. Böylece, bu iki kendiliğin her biri, dil ve toplum, diğerini içerir. 14 15 16 Oysa birçok kez ve yakın bir geçmişte bu bağıntıları inceleyenler sonunda gerçekte dille toplum arasında bir özdeşliği ortaya koyacak hiçbir bağıntı bulunmadığı sonucuna vardılar. Gerçekten de, dünyaya şöyle bir göz atılırsa, yapıları benzer dillerin çk farklı toplumlarda kullanıldığı gözlemlenir. 17 18 19 20 “Dil toplumuyla, sosyal ya da etnik toplulukları birbiriyle karıştırmamak gerek. İngilizler ve Almanlar sosyal topluluk olarak ayrı olabilirler ama dil toplumu olarak aynıdır. Bazı topluluklar dil oluşturur, bazıları da onu alır, değiştirir ya da değiştirmezler.” C.Akyol 21 22 Dilde değişen, hiçbir zaman dilin temel dizgesi değil, insanların değiştirebildikleri sayıları artan, birbirlerinin yerini alan ve her zaman bilinçli olan adlandırmalarıdır. 23 24 Dil insan topluluğu içinde doğar ve gelişir, toplumla aynı süreci izleyerek geçim olanaklarını üretme, doğayı dönüştürme ve araçları çoğaltma çabasıyla oluşur. 25 Dil, toplumu yorumlayandır. 26 Dil Öznellik Üzerine 27 28 Kazma, ok, tekerlek doğada bulunmazlar. Üretilmiş nesnelerdir. Dil insanın doğasında vardır, insan dili üretmemiştir. 29 30 “Buna katılmam mümkün değil! Bu tespit bizi Babil Kulesi’ ne götürür!” C.Akyol 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 1 Diller ve Zaman Dilimleri Dil Sümer Mısır Akad Elam Hurriler Hititler Hellen Luviler Hattiler Eski Çin Aramca Frigya Eski Arap Lidya Galat Pehlevi Arap Gürcü Ermeni Eski İleri Germen Eski İngilizce Korece Eski İrlandaca Galce Japonca Eski Türkçe Farsça Eski Fransızca İtalyanca Rusça Orta İleri Germence Orta İngilizce Danimarkaca İsveççe Orta Hollandaca Portekizce 2 Hazırlayan: Cengiz AKYOL Tarih MÖ 2900 MÖ 2700 MÖ 2400 MÖ 2300 MÖ 2000 MÖ 1650 MÖ 1450 MÖ 1400 MÖ 1400 MÖ 1200 MÖ 900 MÖ 800 MÖ 800 MÖ 600 MÖ 200 MÖ 170 328 430 434 550 650 590 600 700 711 732 750 840 960 1000 1050 1066 1100 1100 1150 1189 107 / 115 Dilin Kökeni ve Gelişimi 1 2 3 4 5 6 Hazırlayan: Cengiz AKYOL 108 / 115 Dilin Kökeni ve Gelişimi 1 109 / 115 Edatlar 2 3 4 Edat veya ilgeç; dil bilgisinde farklı tür ve görevdeki sözcükler ve kavramlar arasında anlam ilgisi kurmaya yarayan yardımcı sözcükler. Edatların tek başlarına anlamları yoktur; ancak diğer sözcüklerle birlikte, cümle içinde görev kazanırlar. 5 6 7 Bazı kaynaklarda ünlemler ve bağlaçlar da edat kabul edilirler. Bu yazıda ünlemler ve bağlaçlar ele alınmayacak, sadece bahsi geçen kaynaklarda son çekim edatları olarak adlandırılan edatlar ele alınacaktır. Türkçede kullanılan başlıca edatlar şunlardır: başka beri dâir doğru değin denli dek 8 dolayı diye evvel gayri gibi göre için ile kadar karşı karşın önce ötürü öte rağmen sanki sonra sıra üzere Zamir 9 10 11 Zamir veya adıl, cümlede varlıkların adları yerine kullanılabilen ve adların yerine getirdiği tüm işlevleri yerine getirebilen isim soylu kelime. Ben, sen, o, biz, siz, onlar; kendim, kendin, kendi, kendimiz, kendiniz, kendileri; bu, şu, o; kim, ne; biri kelimeleri zamirlere örnek gösterilebilir. 12 13 Türkçede herhangi bir sözcüğü zamir olarak etiketlemek hatalı olur zira pek çok isim soylu sözcük gibi zamirler de cümlede farklı görevlerde kullanılabilirler: 15 16 Örnekler: 14 Şunu da satın alayım. (zamir) Şu ceket de hoşuma gitti. (sıfat) Bu evi ben boyadım. Bu benim kardeşim. Bu resmi kendin mi çizdin? Kim geldi? Herkes bahçede toplandı. Şu annemin, öteki babamın arabası. Evdekilere haber vereyim. 17 18 19 20 21 22 Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 1 110 / 115 Anglosaksonlar 2 3 Anglosaksonlar, 5. yüzyıldan itibaren günümüzde İngiltere olarak adlandırılan bölgeyi istila eden ve 1066'daki Norman İstilası' na kadar yöneten Cermen halkı. Angluslar, Saksonlar ve Jütilerden oluşur. 4 Cermen ırkından olan angllar ve saksonların karma ırkı. ingilizler bu kökten gelmektedir. 5 Etimoloji 6 7 8 9 10 Anglosakson sözcüğü kıta Avrupası yazarları tarafından ilk kez 8. yüzyılda kullanılmaya başlandı. Bede Antiqui Saxons (Eski Saksonlar) tabirini kullanıyordu. Norman İstilası' ndan sonra Anglosakson sözcüğü İngiliz anlamında kullanılmaya başlandı. Anglosakson tabiri günümüzde İngiliz soyundan gelen beyaz ırkları tanımlamakta kullanılır. İngiliz sözcüğü, Anglus (İngilizce: Angle) sözcüğünden gelir. 11 Tarihçe 12 13 14 15 Bede'ye göre Angluslar, Saksonlar ve Jütilerden oluşan Cermen halkları 5. ve 6. yüzyıllardan itibaren Almanya'dan göç ederek İngiltere'nin çeşitli bölgelerine yerleştiler ve ayrı ayrı krallıklar kurdular. Bu halklar Britanyalı kabile şefi Vortigern'in davetiyle, Pikt ve İrlandalı işgalcilere karşı Vortigern'in topraklarını savunmak için gelmişlerdi. 16 17 18 İlk gruplar Romalıların Britanya'dan çekildiği 410 yılından önce geldiler. İngiltere'deki Anglosakson yerleşkeler ve kuran halklar şunlardır: Essex, Sussex ve Wessex (Saksonlar); East Anglia, Middle Anglia, Mercia ve Northumbria (Angluslar) ve Kent (Jütiler). 19 20 21 Sonunda Wessex kralı Egbert (802-839) diğerlerini hakimiyeti altına alarak birliği sağlamıştır.[kaynak belirtilmeli] Bu döneme ait arkeolojik buluntuların çoğu Suffolk eyaletindeki Woodbridge yakınlarındaki Sutton Hoo höyüğünde bulunmuştur. 22 23 24 Wessex'lerin kurduğu bu hükûmetin esası Germen örf ve adetlerine dayanmakta, halk; asilzadeler, hür çiftçiler, yarı hür olanlar ve kölelerden meydana gelmekteydi. Daha sonra aristokrat bir zümre gelişerek hakimiyeti ele geçirmiştir. 25 Anglosaksonlar önceleri putperestken daha sonra Hıristiyanlığı kabul etmişlerdir. 26 27 28 29 Anglosaksonlar İskandinavya'dan gelen Vikinglerle savaşmışlar, bunları yenerek siyasi bütünlüklerini korumuşlardır. Bu bütünlük Norman Prensi I. William tarafından (1066) adaların istilasıyla son bulmuştur. Norman istilası, aynı zamanda İngiltere'nin son istilasıdır. Normanlar; Anglosaksonların dil, edebiyat, hukuk ve çeşitli adetlerine tesir etmişlerdir. 30 31 32 33 34 35 36 37 38 Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 1 111 / 115 İngiltere'nin Normanlar Tarafından Fethi 2 3 İngiltere'nin Normanlar (Kuzey Adamları) Tarafından Fethi, 4 5 6 7 8 28 Eylül 1066 tarihinde İngiltere'nin Normandiya dükü William tarafından işgal edilmesiyle başlar. William 14 Ekim 1066 tarihinde yapılan Hastings Muharebesini kazanınca I. William olarak başa geçer. Yenik İngiltere kralı Harold Godwinson 25 Eylül 1066 tarihindeki Vikinglere karşı Stamford Bridge Muharebesinde zafer kazanmasına rağmen ordusunun oldukça yıpranmış olması muharebede belirleyici olmuştur. 9 10 11 12 13 14 15 16 Galip gelen William 1071 yılına gelindiğinde İngiltere'nin çoğunda hakimiyetini kurmuş olsa da isyanlar ve direniş 1088 yılına kadar sürmüştür. Norman işgali İngiltere tarihinde çok önemli bir yer alır. Adadaki yerel yönetici sınıflar tamamen silinecek ve yerine Fransızca konuşan yabancı bir monarşi, yeni bir ruhban sınıfı ve aristokrasi gelecektir. İngiltere kültürü ve dili yeni dönemde değişimden derinden etkilenecektir. İngiltere'nin Fransa kökenli yöneticilerin denetimine girmesi ülkenin kıta Avrupası ile olan bağlarını güçlendirmiş, İskandinav etkisini azaltmıştır. Fransa üzerinde yüzyıllar boyunca yaşanacak paylaşım savaşı da başlayacaktır. İşgalin Galler, İrlanda ve İskoçya üzerinde de derinden etkisi olmuştur. 17 Norveçlilerin (Vikinglerin) Fıransa’ ya Girmeleri 18 19 20 21 22 23 24 25 911 yılında Fransız Karolenj Hanedanı mensubu kral III. Charles Viking lideri Rollo ile yaptığı Saint Clair-sur-Epte Antlaşması uyarınca bugün Normandiya olarak bilinen bölgeye yerleşmelerine izin verir. Antlaşma uyarınca Rollo komutasındaki Vikingler kendilerine verilen topraklar karşılığında sahilleri yeni Viking saldırılarına karşı koruyacaktır. Viking yerleşimi başarılı olacak ve bölgeye Kuzeyliler kelimesinden türetilen Normandiya denmeye başlanacaktır. Artık Normanlar olarak anılan Vikingler kendi dinlerini bırakarak Hristiyanlığı benimsemiş ve bölge kültürünü kabul etmişlerdir. Kendi dillerinden de katarak yerel dili zenginleştirmişler, yerel halkla evlilikler yaparak kaynaşmışlardır. 26 27 28 29 1002 yılında Normandiya Dükü II. Richard'ın kızkardeşi Emma ile İngiltere kralı Tedariksiz Ethelred evlenir. Uzun yıllar sürgünde olan Edward 1042 yılında tahta çıkar. Bu sayede İngiltere sarayında artan şekilde Norman etkisi hissedilir. Norman asilzadeler, paralı askerler ve din adamları yoğunlukla görülmeye başlar. Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 112 / 115 1 2 3 4 Edward 1066 yılında öldükten sonra doğrudan tahtın varisi olmadığından taht kavgaları başlayacaktır. Tahta en yakın olan en zengin aristokratlardan Wessex Earlü Harold Godwinson'dur. Akil adamlar olarak bilinen Witenagemot heyeti tarafından kral seçilir. Ancak Harold'un iktidarı derhal güçlü iki komşu ülke tarafından sorgulanır. 5 6 7 8 9 10 Normandiya Dükü William, kral Edward'ın taht için kendisine söz verdiğini, Harold'un da bu antlaşmaya uyacağına dair yemin ettiğini belirtir. Norveç kralı Harald Hardrada olarak da bilinen III. Harald da tahtta hak iddiasında bulunur. İddiasını Norveç kralı I. Magnus ile dönemin İngiltere kralı olarak da ünvan sahibi olan Danimarka kralı III. Knud arasındaki anlaşmaya dayandırır, buna göre eğer bu kişilerden herhangi birisi varisi olmadan ölürse diğeri hem İngiltere hem Norveç kralı olacaktır. Bu şekilde hem William hem de Harald İngiltere'yi işgal etmek üzere hazırlıklara başlar. 11 12 Norveç İşgali 13 14 15 16 17 1066 yılı başlarında Harold' un sürgündeki kardeşi Tostig Godwinson güneydoğu İngiltere'yi Flanders'da topladığı donanmayla işgal etmeye çalışır. Ancak Harold'un donanmasının bölgeyi koruduğunu görünce yön değiştirerek kuzeye gidecek, Doğu Anglia ve Lincolnshire kıyılarına yönelir. Ancak buradan da Harold'un kardeşleri tarafından püskürtülünce İskoçya'da karaya çıkarak kuvvetlerini artırmaya çalışır. 18 19 20 Norveç kralı III. Harald Eylül ayı başlarında İngiltere'nin kuzeyini işgal eder. Tostig ise Harold ile güçlerini birleştirerek kralın emrine girer. 20 Eylül günü Edwin ve Morcar kardeşler komutasındaki İngiliz Ordusunu Fulford Muharebesinde yenerek York şehrini işgal eder. 21 22 23 24 25 26 27 28 29 Harold ise bütün bir yaz boyunca Fransa'dan gelmesi beklenen William'ın donanmasına karşı ordusuyla sahilde beklemektedir. Ancak ordusunu oluşturanların çoğu hasat yapmak zorunda olan köylü milislerden oluşmaktadır. Bu durum karşısında Harold ordusunu 8 Eylül günü terhis eder. Ancak kuzeydeki Norveç işgalini öğrenince derhal kuzeye doğru yola çıkar ve dağıttığı birliklerini toplamaya koyulur. Dönemi için olağanüstü bir hızla ilerleyen İngiliz Ordusu Vikingleri hazırlıksız yakalar. 25 Eylül 1066 tarihindeki Stamford Bridge Muharebesinde büyük zaiyat vermesine rağmen Vikingleri yener. Muharebede Norveç kralı Harold'ın yanı sıra Tostig de öldürülür. İngilizler zafer kazansa da orduları ağır bir darbe almış, güçten düşmüştür. Bu sırada güneyden işgal girişimini başlatan William'ı karşılayabilmek için önlerinde hala uzun bir yol vardır. Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 113 / 115 1 İstila Sonrası İngiltere 2 3 4 5 6 Normanlar İngiltere'yi fethettikten sonra yönetmeyle ilgili önemli sorunlar yaşarlar. Burada esas sorun Normanların sayısal olarak yerel İngiliz nüfusa oranla çok az olmalarıdır. Tarihçiler Norman yerleşimcilerin sayılarını 8.000 seviyesinde verse de Fransa'nın Normandiya dışı bölgelerinden de adaya yerleşenler olduğu bilinmektedir. Normanlar bu sayısal sıkıntıyı bazı yönetimsel yöntemlerle aşmaya çalışmışlardır. 7 8 9 10 11 12 13 14 William önceki fatihlerin aksine beraberindeki asillere hizmetlerinden dolayı toprak vererek yerleşmelerini sağlar. Buna rağmen tüm topraklar üzerinde tasarruf yetkisi William'da kalmış, bu sayede hizmetinden memnun olmadığı kişileri topraklarını alarak cezalandırabilmişti. William öncelikle Harold komutasında savaşan bütün lordların topraklarına el koymuş, bu topraklar Norman asilleri arasında paylaştırılmıştır. Bu el koymalar yerel çaplı ayaklanmalara yol açsa da uygulamaya devam edilmiştir. Normanlar ayaklanmalara karşı güvence sağlamak ve yeni fethedilen bölgede denetimi sağlamak için görülmemiş yoğunlukta kale inşa etmişlerdir. Bu kaleler özellikle hisar ve avlu şeklindedir. 15 16 17 18 Yerel direnişin sona erdiği dönemde bile Normanlar ülke topraklarındaki hakimiyetlerini artırmanın yollarını arıyorlardı. Bu kapsamda eğer halen topraklarının başındaki bir İngiliz derebeyi varis bırakmadan ölürse derhal topraklarının Norman asillere verilmesi için gerekli işlemler yapılıyor, hatta baronların dul eşleri zorla Norman asillerle evlendiriliyordu. 19 20 21 22 23 24 25 William ve Normanların bir başarısı da zamanlarının çoğunu 1071-1204 arasında kontrolleri altında tuttukları Normandiya topraklarında geçirmelerine rağmen İngiltere'yi yönetebilmiş olmalarıdır. Daha karışık bir durumda olan Normandiya topraklarında bulunma zorunluluğu nedeniyle William kurduğu kurumsal yapıyla İngiltere'yi uzaktan yönetebilmiştir. Ayrıca Norman asillerini de kendisine ve birbirlerine bağlı tutmaya da önem veren William yerel baronların azınlıktaki Normanları devirmesinin önüne geçmiş olur. Genelde Norman asilleri hem Fransa hem de İngiltere'de toprak sahibi oldukları için William'ın siyasetini harfiyen takip etmek durumundaydılar. 26 Yeni Asiller 27 28 29 30 31 32 33 34 İngiltere'nin Normanlar tarafından fethinin doğrudan bir sonucu da tüm eski İngiliz aristokrasisinin neredeyse tamamının ortadan kalkmasıdır. Aynı zamanda İngiltere'deki Katolik Kilisesi üzerindeki denetim Normanlara geçmiştir. William sistematik bir şekilde İngiliz toprak sahiplerinin ellerinden topraklarını alıp Norman asillerine verecektir. Bu kapsamda hazırlanan Kıyamet Kitabı önemli tarihî bir belge niteliğindedir. Buna göre 1086 yılı itibarıyla İngiliz topraklarının sadece %5'i İngiliz derebeylerinin elinde kalmıştır. İngiliz asiller zamanla yönetici konumlarının yanı sıra Kilise bünyesindeki mevkilerini de Normanlara kaybedecektir. 1096 yılına gelindiğinde Kilise bünyesinde hiç bir İngiliz kökenli piskopos kalmamıştır. 35 36 37 38 39 40 Fethin ardından çok sayıda Anglo-Sakson ülkeyi terk etmeye çalışır. Çoğu İskoçya, İrlanda ve İskandinavya'ya kaçacaktır. Devrik kral Harold Godwinson'un ailesi İrlanda ve Danimarka'ya kaçtıktan sonra başarısız işgal girişimlerinde bulunacaklardır. Göç için tercih edilen bir ülke de Bizans toprakları olur. Paralı askerlere dayanan Bizans Ordusundaki Vareg Muhafızları bünyesine bu dönemde çok sayıda İngiliz savaşçı alır. Bizans hakimiyetindeki sınır bölgelerine yerleşen İngilizler özellikle Karadeniz sahil bölgesinde Yeni Londra veya Yeni York adlı yerleşimler kurmuştur. 41 Yönetim Şekli 42 43 44 45 46 47 Normanların işgalinden önce Anglo-Sakson İngiltere, Normandiya'daki yönetim tarzından daha ileri seviyededir. Tüm İngiltere Shire adı verilen yönetim bölümlerini ayrılmıştır. Kraliyet sarayı hükümet merkeziydi ve kraliyet mahkemeleri vatandaşların haklarını arayabilecekleri kurumlardı. Shire adlı yönetim bölümleri görece otonomdu ve diğer shirelarla koordineli değildir. İngiltere'deki hükümet döneme göre oldukça yoğun bir şekilde yazılı evrak üzerinden devlet işlerini hallederek aynı dönemdeki diğer devletlerden farklılaşmaktadır. Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 114 / 115 1 2 3 4 5 Norman işgali öncesi İngiltere Orta Çağdaki çeşitli hükümetlerin aksine yerleşik bir merkeze sahipti. Winchester gibi hazinenin daimi olarak bulunduğu bir merkeze sahip olan İngiltere, bu sayede yerleşik bir bürokrasi ve hükümet kurulabilmesi için olanaklara sahip olur. İngiltere'deki krallığın kurumsal olabilmesinin arkasındaki en önemli sebep ise gelişkin bir vergi sisteminin olması ve basılı para ekonomisinin güçlü olmasıdır. 6 7 8 9 10 Normanlar işgalin ardından böyle gelişkin bir yönetim sistemi devralmışlardır. Ana yapıyı bozmasalar da yönetim kademelerinde değişiklikler yapılmıştır. William'ın hükümdarlığının sonuna doğru önemli mevkilerin çoğu artık Normanların elindedir. Belgelerdeki resmî dil İngilizceden Latine çevrilmiştir. Yeni çıkartılan yasalarla shire yapısı merkezileştirilmiş, orman yasasıyla İngiltere'nin çoğu krala ait özel orman statüsü kazanmıştır. 11 12 Yapılan Kıyamet Kitabı çalışması merkezi olarak ele geçirilen toprakların Normanlara dağıtılmasını ve ayrıntılı vergilendirmede kolaylık sağlamıştır. 13 Dil 14 15 16 17 18 Norman fethinin belki de en bariz göstergesi özellikle yönetici sınıflar arasında Eski İngilizcenin yerine Anglo-Norman dilinin almasıydı. Ayrıca İngiliz isimlerinin yerini Fransız isimleri almaya başlar. Değişim önce erkek çocuk adlarında gözlenir; William, Robert ve Richard gibi isimlerin kullanım yoğunluğu artar. Kız çocuk isimleri daha yavaş değişir. Yer ve bölge isimlerinde ise büyük bir değişim yaşanmaz. 19 20 21 22 Bu sürecin sonunda İngilizce artık dönüşüme uğramış bir dil haline gelmiştir. Özellikle asiller arasında konuşulan Fransızca yüzünden İngilizcedeki bazı kelimeler kaybolacak ve yerlerini Fransızca kelimelere bırakacaktır. Sonuçta İngilizce köken etrafında Fransızca kelimelerle örülen dönüşüme uğramış bir dil ortaya çıkar. 23 Toplumsal Yapı 24 25 26 27 28 29 30 Fethin toplumsal yapının alt katmanlarında bulunanlara etkisine dair elde çok miktarda veri bulunmamaktadır. Belli başlı değişiklik köleliğin kaldırılmasıdır. Kölelik 12.yüzyılın ortalarına doğru İngiltere'de ortadan kalkmıştır. 1086 tarihli Kıyamet Kitabında 28 bin kişi köle olarak listelenir. Köleliğin ortadan kalkmasındaki etkenler arasında köleliğin Kilise tarafından eleştirilmesi ve tamamen sahibine bağımlı olan köle maliyetinin toprağa bağlı köylü serflere göre daha pahalı olmasıdır. Buna rağmen yasalarda köle sahibi olmak yasaklanmamıştır, I. Henry döneminde köle sahipliğinden bahsedilmektedir. 31 32 33 34 Anglo-Sakson toplumunda bağımsız olan köylüler, Norman toplumunda bu özelliklerin kaybederek toprağa bağlı serf haline gelecektir. Ayrıca kırsal bölgelerde İngiltere'ye göç ederek gelen Normanların başını çektiği yeni kurulan yerleşim yeri merkezleri önceki dağınık yerleşim şeklini merkezileştirecek bir etkiye sahip olmuştur. 35 Geleneği 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 İngiltere'nin Normanlar tarafından fethi üzerinde tartışmalar henüz işgalin gerçekleştiği dönemde başlayacaktır. İşgalin haklı veya haksız olduğuna dair eleştiriler günümüzde yerini işgalin etkilerinin derinliğinin araştırılmasına bırakmıştır. Richard Southern gibi tarihçiler işgali İngiltere tarihinde bir dönüm noktası olarak değerlendirir. Buna göre İngiltere'nin 1066 sürecinde görülmemiş bir hızda değişim geçirdiğini savunur. Öte yandan George Osborne Sayles gibi tarihçiler de Anglo-Sakson İngiltere'nin zaten feodal bir topluma doğru dönüşmeye başladığından hareketle değişimin radikal olmadığını savunurlar. Ancak toplumsal değişimin ölçüsü eğer yönetici sınıfların tamamen ortadan kalkması ve edebiyat dilinin büyük oranda değişmesi olarak algılanırsa değişimin büyüklüğü görülecektir. Ayrıca Norman işgaline dair farklı milliyetçi yorumlar da yapılmakta, fetih harekâtı ve izleyen dönem hem gerçek İngilizlerin mağdur olduğu hem de Anglo-Sakson boyunduruğundan kurtarıldığı bir dönem olarak tanımlanabilmektedir. Hazırlayan: Cengiz AKYOL Dilin Kökeni ve Gelişimi 115 / 115 1 Kaynaklar: 2 1. Adem’ in Dili, Derek BICKERTON 2. Dil Denen Mucize, Walter PORZIG 3. Dil Felsefesi I, Zeki ÖZCAN 4. Dil ve Büyü, Ahmet Güngören 5. Dil ve Yalnızlık, Ernest GELLNER 6. Dil ve Zihin, Noam CHOMSKY 7. Dilbilime Giriş, Prof. Dr. Emel Huber 8. Dilin Aynasından, Guy DEUTSCHER 9. Dilin En Güzel Tarihi, Pascal PICQ, Laurent SAGART, Ghislaine DEHAENE, Cecile LESTIENNE 10. Dilin Felsefesi, Atakan ALTINÖRS 11. Dilin Kökeni Üzerine, Ernest RENAN 12. Dilin Tarihi, Steven Roger FISCHER 13. Dillerin Kökeni Üstüne Deneme, Jean Jacques ROUSSEAU 14. Genel Dilbilim Sorunları, Emile BENVENİSTE 15. İşaretten Konuşmaya Dilin Kökeni ve Gelişimi, Michael C. CORBALLIS 16. Kelimeler ve Şeyler, Michel FOUCAULT 17. Simgesel Düşüncenin Doğuşu, Alan BARNARD 18. Sonsuza Giden Dil, Michel FOUCAULT 19. Tractatus Logico-Philosophicus, Ludwig WITTGENSTEIN 20. Wittgenstein ve Dilin Sınırları, Pierre HADOT 21. Yapısal Dilbilimi, Süheyla BAYRAV 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 Hazırlayan: Cengiz AKYOL
Benzer belgeler
DİL NEDİR?
Dil konuşma aygıtının çıkardığı çok çeşitli seslerin son derecede karmaşık bir birleşiminden meydana
gelir. Ancak kulağımız da bunları bütün incelikleri ile ayırabilecek yaradılıştadır. Bu sebeple ...