türk dünyasının ses bayrakları,türksoy dergisi,sayı
Transkript
türk dünyasının ses bayrakları,türksoy dergisi,sayı
• • • • • • • • • • • NAMIK MEMMEDOV KALİOLLA AHMETJAN JIRGAL MATURAİMOV ORTİKBAY KAZAKOV BÜNYAMİN KARA AYLİN BEYOĞLU FATİH ÇAPKAN LALE OKYAY TAYYİP YILMAZ DÖRTKOLİ MAMİJİKOV RİNAT MİNNEBAYEV • • • • • • • • • • VİTALİ MANJUL SALİH MUSTAFA ÇİZEL DÜLUSTAN BOYTUNOV RİYATMUHAMMETDİNOV ŞOY ÇURUK AGRON POLOVİNA KAMBER KAMBEROĞLU MERİMA TURBİÇ ABAZ DİZDAREVİÇ ETHEM BAYMAK Editörden Bu yılın ilk yarısı TÜRKSOY için oldukça yoğun bir kutlamalar serisiyle geçti. 15’nci yıl kutlamaları, Nevruz derken Yaz mevsimi geldi çattı bile, ama geleneksel hale gelmiş buluşmalarımızı, bilimsel toplantılarımızı ve işbirliklerimizi hız kesmeden sürdürdük. Bunların arasında 12’nci TÜRKSOY Ressamlar Buluşması sergisinin Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül tarafından açılması bizlere gerçekten büyük bir onur verdi. Böylesi bir şerefin yanında, Genel Müdürümüz Düsen Kaseinov’un UNESCO, Avrupa Komisyonu ve Avrupa Konseyi nezdinde bulunduğu uluslararası temaslar TÜRKSOY tarihinde dönüm noktaları oluşturacak nitelikteydi. Bunları sizlere, ilk defa bu sayıda hazırlamış olduğumuz ‘TÜRKSOY Günlüğünden’ bölümünde sunduk. Teşkilatımız, Türk Dünyasını ilgilendiren sorunlara yönelik her zaman akademik bir yaklaşım izlemiştir. Bu dönemde, Türk Cumhuriyetlerinde temel bir sorunla ilgili olarak geçtiğimiz aylarda düzenlediğimiz ‘Türk Lehçeleri Arasında Aktarma Sorunları’ adlı Sempozyumu kapsamlı bir dosya halinde hazırladık. Konunun tekniğiyle ilgili olarak Prof. Dr. Mehman Musaoğlu’nun rehber niteliğindeki değerlendirme yazısını da eklemeyi ihmal etmedik. Bu dönem TÜRKSOY’un düzenlediği bir başka kayda değer toplantı, Almatı’daki ‘Uygarlıklar Diyaloğunda Türk Dünyasının Rolü Sempozyumu’ dâhilindeki ‘Somut Olmayan Kültürel Miras Semineri’nin ikincisi oldu. Nitekim Seminere başkanlık eden UNESCO Türkiye Milli Komisyonundan Prof. Dr. Öcal Oğuz’la Somut Olmayan Kültürel Mirasa ilişkin kapsamlı bir röportaja sayfalarımızda ayrıca yer verdik. Geleneksel TÜRKSOY Buluşmalarından 5’nci Fotoğrafçılar Buluşmasının ilk etabı olan Kıbrıs etkinlik programını ve izlenimleri, seçilmiş kareler eşliğinde sayfalar boyunca sergiledik. Şenliklerle dolu geçen bu sezonda, Teşkilatın organizasyonlarında yer aldığı İstanbul’daki Tatar ve Başkurt Kültür Günleri ile bu iki cumhuriyetin yine aynı şehirdeki Kültür Evlerinin Açılışlarını dergimizde aktardık. Tarihe izini bırakmış ve artık ‘Dünya kişiliği’ olarak anılan Türk Dünyasının fikir ve sanat ustalarına vefa borcumuzu ödemeye bu sayıda da devam ettik: 2009’da 70’inci yaşını kutlayan Rüstem İbrahimbeyov’la 80’inci yaşını kutlayan Tahir Salahov’un hayatlarına ve miraslarına fener tuttuk. Okuyucularımızı bu dolu ve derin sayıyla baş başa bırakmadan önce, Türk Dünyasının pek çoğu gün ışığına dahi çıkarılamamış sözlü kültür miraslarından biri olan ‘Han Mirgen’ Alplık Destanı kitabının tanıtım yazısını okumadan geçmeyin deriz… Sizlere Türk Dünyasından yeniden seslenene kadar hoşçakalın! 4 TÜRKSOY Günlüğünden 6 Türk Dünyası Edebiyatının Ses Bayrakları 14 Türk Lehçelerinin Bilgisayar Ortamında Aktarımı Mümkün mü? 20 Türk Lehçeleri Arasında Aktarma Sorunları 24 Türk Dünyası Objektifinden Fotoğraf Karelerine Yansıyanlar… Elvin İNCE [email protected] ISSN 1302-6569 Genel Yayın Yönetmeni Elvin İNCE Sayı : 29 ● Temmuz 2009 Yaygın Süreli Yayın, Üç ayda bir yayımlanır İmtiyaz Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü TÜRKKÜLTÜR VE SANATLARI ORTAK YÖNETİMİ Adına Doç. Dr. Fırat PURTAŞ Yayına Hazırlayan Zhanar TEMİRBEKOVA Danışma Kurulu Prof. Dr. Ahmet Bican ERCİLASUN, Prof. Dr. Ülkü Çelik ŞAVK, Prof. Dr. Sema Barutçu ÖZÖNDER, Ali AKBAŞ Yayın Kurulu Elçin GAFARLI (Azerbaycan), Askar TURGANBAYEV (Kazakistan), Güler FEDAİ (KKTC), Ahat SALİHOV (R.F. Başkurdistan Cum.), Zemfira HASANOVA (R.F. Tataristan Cum.), Sancar Mülazımoğlu Timur Davletov Dağıtım ve Abonelik Eşref ÖZDEMİR 34 48 1500 Yıllık Halk Bilgeliği Kaynağı ‘Han Mirgen’ Destanı İnsanda İnsanlığın Arayışı 36 52 2’nci Bin Nefes Bir Ses Uluslararası Türkçe Tiyatro Yapan Ülkeler Festivali Nevruz: Türk Kozası 40 54 ‘Uygarlıklar Diyaloğunda Türk Dünyasının Rolü’ Sempozyumundan Notlar İstanbul’da Başkurdistan Kültür Günleri ve Başkurt Kültür Evi Açılışı 43 56 2’nci Uluslararası Türk Şöleni Tatar Kültürü İstanbul’da Neşe İçinde Kutlandı 44 58 Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunmasının Yol Haritası Tahir Salahov 80 yaşında 61 Kazakistan Kültür Şöleninde Gördüklerim 68 ‘Bitmeyen Hazan’ın bahar kokusu... 64 Herkesten Kalır Bir Yadigâr 70 Nikolay Gavriloviç Zolatarev-Yakutskiy Görsel Yönetmen Yunus Emre YÜCE Kapak: Fail ABSATAROV Dergi Baskı Öncü Basımevi Basım Yayım Tanıtım Ltd. Şti. Kazım Karabekir Caddesi Ali Kabakçı İşhanı, No:85/2 Telefon: 0312 384 31 20 - Faks: 384 31 19 Basım Tarihi: 10/08/2009 Dergi Yönetim Yeri ve Adresi Türk Kültür ve Sanatları Ortak Yönetimi Ferit Recai Ertuğrul Caddesi No. 8 Oran 06450, ANKARA Telefon : +90 312 491 01 00 pbx Fax : +90 312 491 01 11 www.turksoy.org Dergimizde yayımlanan yazı ve fotoğraflardan yayıncının izni alınmadan, kaynak belirtmeden tam ve özel alıntı yapılamaz. Yayımlanan yazıların sorumluluğu yazarın kendisine aittir. Yayımlanan yazılar tekrar telif ödenmeksizin TÜRKSOY’un diğer yayın organlarında kullanılabilir. TÜRKSOY GÜNLÜĞÜNDEN Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 12’nci TÜRKSOY Ressamlar Buluşması Sergisini Onurlandırdı ve Açtı Bu yıl 12’ncisi düzenlenen TÜRKSOY Ressamlar Buluşması, 16-30 Mayıs tarihleri arasında Samsun’da ve 1-12 Haziran tarihleri arasında da Amasya’da gerçekleştirildi. Buluşmaya, Türk dünyasının 16 ayrı ülkesinden ressamlar katıldı. Kısa süre içerisinde hazırlanan değerli çalışmalar sonucu düzenlenen serginin, Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül tarafından açılışının gerçekleştirilmesi gerek sanatçılara gerekse TÜRKSOY’a büyük bir onur verdi. Sergi, 18 Haziran tarihine kadar Saraydüzü Kışla Binasında sanatseverlerin beğenisine açık tutuldu. Gagavuz Yeri Özerk Bölgesi Yüksek Protokolünden TÜRKSOY’a Ziyaret Moldova’ya Bağlı Gagavuz Yeri Özerk Bölgesi’nden gelen ve Başkan Mihail Formuzal, Başkan Yardımcısı Nikolay Stoyanov; Ekonomi, Ticaret ve Dış İlişkiler Bakanı Vitaliy Kürkçü; Kültür ve Turizm İdaresi Başkanı Dmitriy Kambur ve Tarım İdaresi Başkanı Iliya Topçu’dan oluşan heyet TÜRKSOY’u ziyaret etti. Başkan Formuzal, Ağustos ayı içerisinde 2’ncisi düzenlenecek olan Dünya Gagavuzları Kongresine TÜRKSOY’un aktif katılımlarını beklediklerini ve TÜRKSOY’la ilişkilerine özel hassasiyet gösterdiklerini ifade etti. Türk Dünyası Âşıkları Bir Araya Geldiler Geçtiğimiz Mart ayının başında TÜRKSOY’un davetlileri olarak Türkiye’ye gelen ozanlar, âşıklık sanatıyla ilgili olarak TRT’deki özel bir programa ve ilk defa düzenlenen panele katılıp çeşitli yerlerde konserler verdiler. Etkinliğe Azerbaycan’dan Ramin Garayev, Kazakistan’dan Amanjol Altayev, Kırgistan’dan Ailı Tutkışov, Özbekistan’dan Narbek Bakşı Qurbannazarov, Türkmenistan’dan Abdılkerim Ilmatov ve Türkiye’den Şeref Taşlıova katıldı. Nevruz 2009 Coşkuyla Kutlandı TÜRKSOY tarafından organize edilen ‘Türk Dünyası Nevruz Buluşması’ bu sene 15-24 Mart tarihleri arasında 12 ülkeden 150’den fazla sanatçının katılımı ve otuzu aşkın yerde düzenlenen müzik ve dans gösterileriyle gerçekleştirildi. Sanatçılar, Nevruz Bayramı kapsamında düzenlenen ve TRT’den canlı olarak yayınlan konser ve etkinliklere katıldılar. Etkinlikler sonunda TÜRKSOY tarafından bir Nevruz kataloğu hazırlandı. UNESCO’da Anlamlı Buluşma TÜRKSOY Genel Müdürü Düsen Kaseinov, UNESCO Genel Müdürü Koiçiro Matsuura’yı ziyaret etti ve TÜRKSOY’un faaliyetlerinin tanıtımı amacıyla UNESCO merkez binasında 2009 yılı sonuna kadar TÜRKSOY üyesi ülkelerin sanatçılarının konser vermesi ve bir resim sergisinin açılması konusunu gündeme getirdi. Matsuura, TÜRKSOY’un UNESCO nezdinde tanıtım etkinliği gerçekleştirmesine sıcak baktıklarını ifade etti ve UNESCO 2010 Kültürlerin Yakınlaşma Yılına verdiği önem ve destekten ötürü Kaseinov’a teşekkür etti. Avrupa Konseyi’yle TÜRKSOY arasında geleceğe dönük verimli buluşma Avrupa Konseyi Eğitim, Kültür ve Kültürel Miras, Gençlik ve Spor Genel Müdürü Gabriella BattainiDragoni ile Strasburg’da temasta bulunan TÜRKSOY Genel Müdürü Düsen Kaseinov, TÜRKSOY’un iki üye ülkesi Azerbaycan ve Türkiye’nin Avrupa Konseyi’ne üye olduğuna, bu sebeple TÜRKSOY’a üye diğer ülkelerin de Avrupa ülkeleriyle kültürlerarası diyalog geliştirebileceğine işaret etti. Battaini-Dragoni, Kaseinov tarafından yapılan işbirliği teklifine sıcak baktıklarını ifade ederek ortak Faaliyet Memorandumu hazırlamayı teklif etti. Kaseinov’dan Avrupa Komisyonuna İşbirliği Ziyareti TÜRKSOY Genel Müdürü Düsen Kaseinov, Brüksel’deki Avrupa Komisyonu Kültürel Politikalar ve Kültürlerarası Diyalog Dairesi Başkanı Xavier Troussard’la görüşerek kültürlerarası diyalog ve işbirliği geliştirme teklifinde bulundu. Troussard, UNESCO’nun 2005 yılında kabul ettiği Kültür ve Kültürel Çeşitliliğin Geliştirilmesi Sözleşmesinin bu diyaloğun hukuksal zeminini oluşturabileceğinin altını çizdi ve TÜRKSOY’u AB’nin Kültürel Çeşitlilikle İlgili Ortak Faaliyetlerine aktif olarak katılmaya davet etti. Kırgız Heyetinden TÜRKSOY Ziyareti Van’da yaşayan Kırgızların 8’nci Ulupamir Şenliklerine katılmak üzere Kırgızistan’dan gelen Kırgız Cumhuriyeti Hükümeti Devlet Dili Milli Komisyon Başkanı Taşboo Jumagulov başkanlığındaki heyet TÜRKSOY’u ziyaret etti. Heyeti kabul eden Genel Müdür Düsen Kaseinov, Van’da yaşayan Kırgızların her sene düzenlediği Ulupamir Şenliklerinin önemine değindi. Soydaşlarının ana dilinin ve kültürünün korunmasıyla ilgili yaşadıkları sorunları dile getiren heyet, onlara çok yönlü destek sağlayan TÜRKSOY Genel Müdürlüğüne şükranlarını sundu. TÜRK DÜNYA SI EDEBİYATININ SES BAYRAKLARI Dr. Muammer GÖÇMEN * Çalışmamızın konusu Türk dünyası edebiyatına yön veren önemli şahsiyetlerdir. Konumuza geçmeden önce Türk Dünyası Edebiyatı kavramını açıklamak daha doğru olacaktır. Bu kavramın neleri içerdiğine doğru cevap verdiğimiz takdirde, aşağıda kendilerine genişçe yer vereceğimiz kıymetli edebiyatçıların ne demek istediklerini daha iyi anlamış olacağız. Mustafa Özkan’a göre Türk Dünyası Edebiyatı kavramı; “Türk boylarının geniş coğrafî yayılışları, tek bir yazı halinde devam eden Türk dilinde bazı farklılaşmalara sebep oldu ve Türkçe birtakım dallanmalara uğradı. Ancak her kol bir yazı dili kurma imkânını bulamadı. Gelişme imkânı bulan Türk dil kolları da taşıdıkları özellikler bakımından birbirinin aynısı olmadı. İşte farklı özellikler göstererek gelişen Türk yazı dilleri, ortak bir kaynaktan beslenmekle birlikte, farklı edebi gelişmelere de sahne oldu. Türk dünyası edebiyatları da bu yeni gelişmelere sahne oldu. Türk dünyası edebiyatları bu yeni gelişmelerle ortaya çıkan edebiyattır.” Ali Akar ise Türk dünyası edebiyatı kavramını şu şekilde tanımlar; “Türk dünyası kavramı, siyasi, tarihi, kültürel ve ekonomik boyutları olan ve bu boyutlarla düşünülmesi, mütalaa edilmesi gereken bir kavramdır. İşin edebi ve kültürel boyutu ise daha çok arka planlarıyla ele alınması gereken önemli bir noktadır. Malzemesi “dil”e dayanan bu müessese, Türk dünyası edebiyatları kavramını da oluşturmuştur. Böylece, Türk diliyle yaratılan edebiyata biz, bu adı vermekteyiz.” Burada zikredeceğimiz Türk dünyası edebiyatına yön verenler de, bu dünyanın insanlarıdır. Yaşadıkları coğrafyanın sesini duyurmak için kalemleriyle ağıtlar yakarken, Türk dilinin sadece Türk dünyasının duvarlarında değil tüm dünyada yankılanmasını da sağlamışlardır. Burada zengin bir birikimin eseri olan tüm edebi unsurları ve yazarlarını yer darlığı sebebiyle sunamıyoruz. Ama bunlardan yaptığımız bir seçkiyi, içinde doğdukları coğrafyanın birer örneği olarak vermeye çalışacağız. Bu isimler, Cengiz Dağcı, Olcas Süleymanov, Bahtiyar Vahapzade, Ergeş Uçgun ve Cengiz Aytmatov’dur. CENGİZ DAĞCI Kırım Türklerinden olan Cengiz Dağcı kendi ülkesinde olduğu kadar tüm Türk dünyasında da bir edebiyatçı ve yazardır. 9 Mart 1919’da Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne bağlı bir yönetim birimi olan Kırım’ın Gurzuf kasabasında doğmuştur. Yazarın çocukluğu kıtlık, deprem gibi felaketlerin yanında komünist güçlerin Kırım Tatar halkına uyguladıkları baskı ve eziyetler altında geçti. Akmescit’te ortaokulu bitirdi (1938). Daha sonra Pedagoji Enstitüsüne * Süleyman Demirel Üniversitesi Öğretim Üyesi/Isparta, [email protected] devam etti. 1940 yılında askere alınmasıyla enstitüyü yarıda bıraktı. 1941’ de Almanlara esir düştü. Savaşın son yıllarında Almanların bozguna uğraması üzerine esir kampından kurtuldu ve müttefikler tarafına geçti. 1946’ da mülteci olarak Polonyalı eşiyle birlikte Londra’ya gitti. Londra’nın Chelsea kentinde bir lokanta işleterek yaşamını idame ettirirken edebi faaliyetlerini de sürdürdü. Yakınlarda eşini kaybeden Dağcı, hâlen yaşamını Londra’da sürdürmektedir. Edebiyat Dünyasına Girmesi İlk edebi zevkini, amcası Seyit Ömer Dağcı’nın aile içinde Ömer Seyfettin’den okuduğu hikâyelerden almıştır. Ortaokul yıllarında yoğun bir okuma faaliyetine giren Dağcı, Abdullah Tokay, Bekir Çobanzade, Puşkin gibi güçlü yerli ve Rus yazarların eserlerinden beslenmiştir. İlk edebî mahsullerini Gençlik Dergisinde yazmıştır. Ardından Kırım-Tatar Yazarlar Birliğinin yayın organı olan Edebiyat Mecmuasında çıkan şiirleriyle edebiyat hayatına ciddi bir adım atmıştır. Enstitü yıllarında tarihe duyduğu yoğun ilgiyle, Kırım ve Türkistan Türklerinin Rusların bölgeye uyguladıkları haksızlık ve zulümlere dair bazı trajedilerini eserlerine yansıtmıştır. Eserlerinde bu olayları sıkça dile getirmesinin amacı bu acıklı olayları tüm dünyaya duyurmak ve mal etmekti. Şiirle başladığı hayatına bir ara gazeteciliği de eklemiştir. Çalıştığı gazetede kendi şiirlerinin yanında Kırım halk şiirlerini ve Kırım folkloruna ait kültürel ürünleri tanıtma ve yayınlama imkânı bulmuştur. 1940’lı yıllardan itibaren romana yönelmiş, şiirlerinde olduğu gibi romanlarında da Kırım Türklerinin sözcüsü olmuştur. Dağcı, şiir ve roman dışında da hikâye, deneme ve anı türünde eserler vermiştir. Eserleri Romanları: Korkunç Yıllar, Yurdunu Kaybeden Adam, Onlar da İnsandı, Ölüm ve Korku Günleri, O Topraklar Bizimdi, Kolhozda Hayat, Dönüş, Genç Temuçin, Badem Dalına Asılı Bebekler, Üşüyen Sokak, Anneme Mektuplar, Benim Gibi Biri, Yansılar: 1, 2, 3, 4, 5; Ben ve İçimdeki Ben, Biz Beraber Geçtik Bu Yolu, Ölüm Düşünüldü, Beni Biraz Yönetir Misiniz? Hikayeleri: Anneme Mektuplar, Bay Markus Burton’un Köpeği, Bay John Marple’in Son Yolculuğu, Oy Markus Oy! Denemeleri: Yoldaşlar. Anı kitapları: Hatıralarda Cengiz Dağcı. Türk Halklarına Olan Tesirleri Cengiz Dağcı doğumundan itibaren, Kırım Türklüğünün yirminci yüzyıldaki macerasını adeta şahsında toplamış bir insandır. Romanlarındaki dünya, Dağcı’nın kişisel tarihi olduğu kadar, mensubu olduğu Kırım Türklüğünün de tarihidir. Romanlarında sadece Kırım Türklerini değil, Sovyet coğrafyasında yaşayan Türklerin çoğu zaman bilinmeyen veya duyulmayan acısını da anlatır. Dağcı bir anlamda eserleriyle çekilen bu acılar üzerine bir ağıt yakmıştır. Kendi eserlerini her zaman Türkçe yazarak, milli kimliğini korumaya çalışmıştır. Bu çabalarıyla, bir milletin yok olma noktasında dilin ehemmiyetini gelecek nesillere göstermiş ve öğretmiştir. Bütün eserlerini Türk dilinde yazmıştır. Türkçe yayınlanan bazı eserleri İngilizceye de tercüme edilmiştir. Eserlerinin İngilizceye çevrilmesiyle birlikte İngiltere’deki edebiyat çevrelerinin dikkatini çekmiştir. ‘Onlar İnsandı’ romanının on sayfalık bir kısmının İngilizce yayınlanması Londra edebiyat çevrelerinde derin yankı bulmuştur. Indeks dergisi kendisi hakkında yaptığı bir yorumda Dağcıyı “[…] En az Soljenitsin kadar büyük bir romancı” olarak tanıtmıştır. Adı geçen bu romanının on sayfalık kısmının bu denli yankı bulması, Dağcı’nın eserlerinde oldukça fazla dile getirdiği ağıtlarının sınırları aştığını gösterir. Yapılan sürgünler sonucunda, kendi öz vatanlarından koparılan halkının durumunu eserlerinde sıkça işleyen Dağcı, Nisan 2003 tarihli Karadeniz gazetesinde “Milli edebiyatımızın bir dev adamı: Kırım’ın ebedi savaşçısı” adlı makaleye konu olarak Türk okuyucularının ve aydınlarının dikkatini çekmiştir. Adı geçen makale, Dağcı’nın edebi ve siyasi görüşlerini bizlere sunarken, Kırım halkının bu çileli yazarına olan inanç ve bağlılığını da dile getirmektedir. Cengiz Dağcı’nın ağıtlarının kendi neslinde ve dünyada nasıl yankılandığını görmek için, Yazar hakkında ve onun öğretileri üzerine ya- Olcas Süleymanov, Rüstem İbrahimbeyov ile birlikte bir toplantıda pılan çalışmalara bakmak gerekir. Kendi coğrafyasında yeni nesil tarafından ne kadar ve nasıl bilindiğini yine o coğrafyada yaşayan yeni neslin üzerinde çalışmalar yaparak ortaya koymak mümkün olacaktır. Kendi halkının ifadesiyle Cengiz Dağcı, Kırım’ın silahı kalem olan ebedi bir savaşçısıdır. OLCAS SÜLEYMANOV Dilci, yazar, şair, jeolog ve diplomat olan Olcas Süleymanov Kazak Türklerindendir. 1936 yılında Almatı’da dünyaya gelmiştir. Sovyetlerdeki klasik ilk ve ortaöğrenimini bitirdikten sonra Kazak Devlet Üniversitesi jeoloji bölümüne girmiştir. Küçük yaşlarda yazmaya başladığı şiirlerinin dikkat çekmesi üzerine sağlam bir edebiyat eğitimi almak üzere Moskova Edebiyat Enstitüsüne gönderilmiştir. Bundan sonraki yıllarda edebiyat, bilim ve diplomasi çalışmalarını sürdürmüştür. Akademik ve idari çalışmalarının sonucunda kendisine pek çok üyelik ve nişanın verildiğini görüyoruz. Bu nişanlar: SSCB Yüksek Sovyet Üyeliği, Sovyet Halk Temsilciliği, Kazakistan Yazarlar Birliği Genel Sekreterliği, Asya Afrika Yazarlar Birliği Komite Başkanlığı, Anti-Nükleer Semey-Nevada Hareketi Başkanlığı, Türk Halkları Birliği Kurucu Üyeliğidir. Son derece entelektüel bir şöhrete sahip olan Süleymanov, Kazakistan ba- ğımsız bir cumhuriyet olunca, Cumhurbaşkanı Nazarbayev tarafından dış göreve elçi olarak atanmıştır. Hâlen Kazakistan’ın İtalya sefiri olarak Roma’da bulunmaktadır. Edebiyat Dünyasına Girmesi Edebiyat ve şiire yönelmesi, üvey babası olan gazeteci Abdül Ali Bey’i takip etmesiyle olmuştur. Yazmış olduğu ilk şiir ve yazılarının dikkat çekmesi neticesinde edebiyat enstitüsüne gönderilmiştir. Daha sonraki yıllarda çoğu edebiyatçı, şair ve devlet adamıyla tanışıklıklar ve dostluklar kurması, edebiyat çalışmaları açısından kendisine yeni ufuklar açmıştır. Olcas Süleymanov’un hayatını belirli dönemlere ayırmak güç olacaktır. Çok çalışkan ve verimli bir dünyası olan yazarın pek çok işi birlikte yaptığını görüyoruz. Bu çok yönlü kişilik kendisine ve eserlerine bir derinlik kazandırmıştır. Hayatı boyunca bütün çalışmalarını iç içe devam ettirmiştir. Kendisinin ifadesiyle “Günümüzde bir Türk şairi ve edebiyat adamı aynı zamanda araştırmacı bir bilim adamı da olmak zorundadır. Eserlerini bir bilim adamının titizliği ve inceliği içinde yazmalıdır.” Süleymanov, hangi alanda olursa olsun çalışma kavramına vurgu yaparak kendi hayatını şekillendirmiş ve birçok alana imzasını atmıştır. Çalışma kavramına yaptığı bu vurgu, tembellik ve cehaletten çok çeken Orta Asya’nın halklarına ciddi bir uyarı olmuştur. Olcas Süleymanov edebiyat alanında en fazla dil çalışmalarıyla ön plana çıkmıştır. Eserleri Şiir: Seherin Güzel Vakti, Parisli Bir Kızdır Gece. Roman: Maymun Yılı. Destan İnceleme: Kil Kitabı, Az i Ya. Dil Felsefesi: Yazı’nın Dil’i. Türk Halklarına Olan Tesirleri İlk edebi ürünlerinde, daha çok göçebe Kazak hayatının temel motiflerinden, Kazak tarihinden ve sözlü kültür varlıklarını içeren destan ve efsanelerden bahseden yazar, giderek tüm zamanını ve çalışmalarını kendi toplumunu ilgilendiren sosyal antropoloji, dil ve tarih konularına yöneltmiştir. Geniş ilgi dünyasının içerisinde sadece kendi toplumunu değil, bunların yanında Etrüsk tarihini ve Sümer arkeolojisini de incelemiştir. Bunların dışında Mahenjo-Doro yazıtlarını anlamaya, İskandinav ülkelerinin sırlarını da çözmeye kendini adamıştır. Süleymanov’un dil çalışmaları da geniş yankı bulmuştur. Aziya adlı çalışması, Moskova İlimler Akademisinde tartışmalara sebep olmuştur. Rus karakteri ağır basan Sovyet tarih ve kültür hayatında derin izler bırakan bu eser, 80’li yılların Türk soylu Sovyet aydınları arasında büyük etki yaratmıştır. Hatta bu kitapta dile getirilen tezlerin sonucunda, Rusya’da yaşayan Türk halklarının aydınları kendi kültürleriyle Rus kültürünü kıyaslar hale gelmişlerdir. Bu anlamda bu kitapta sunulan tezlerin, ortak bir Sovyet ideolojisi yaratma ülküsüne rağmen, Türk ve Rusları bir ayırma noktasına getirdiği iddiası söz konusudur. 1990’da Sovyet sistemi çökerken yaptığı bilimsel inceleme ve araştırmalar sırasında dünya çapında yankı bulan çalışmalara imzasını atmıştır. Kendisinin yaptığı jeolojik tetkikler neticesinde Semey eyaletindeki Sovyet nükleer çalışmalarının Türkistan’a verdiği zararı görmüş ve milletlerarası bir sivil direniş olarak ‘Anti Nükleer Semey-Nevada’ hareketini kurmuştur. Orta Asya’da kendi yaşadığı bölgenin maruz kaldığı radyo-aktif kirlenmeye, kurduğu sivil örgütler ve yazılarıyla dikkat çekmeyi başarmıştır. 1990’da ilk defa 1’nci Türk Halkları Kongresini düzenlemesi de Türk Dünyası için yeni bir yapılanma anlamı taşımaktadır. Süleymanov, Sovyet sistemi çatırdarken, yeni kurulacak dünyanın da temel taşlarını atmaya çalışmıştır. Yaptığı çalışmalardan da görüldüğü gibi Kazak halkı ve Türk Dünyasının geleceğiyle ilgili çalışmalara imzasını atmıştır. Verdiği eserlerde Türklerin tarihini, geleceğini ve dilini koruma çabaları göze çarpmaktadır. Şu anda da geleceği inşa etme ve en iyi noktaya taşıma hususunda diplomatik faaliyetlerini sürdürmektedir. Türkiye’de şiirlerinin çevrilmesinin dışında dil çalışmaları konusunda kendisi önemli bir yere sahip olup konuyla ilgili yapılan çalışmalarda görüşlerine geniş yer verilmektedir. Kazak bilgini ve aydını Olcas Süleymanov, Sümer-Türk dillerini karşılaştırmalı bir şekilde tetkik etmiş ve Sümerceyle Türk dili arasında ciddi bağlar ve akrabalıklar tespit etmiştir. Bu iki dilin sözlüğünde altmış kelimede yakınlık olduğunu saptamıştır. Sonuçta Sümer diliyle eski Türk dili arasında kültürel bağlılık olduğunu yaptığı incelemeleriyle kanıtlamaya çalışmıştır. BAHTİYAR VAHAPZADE Bahtiyar Vahapzade, 16 Ağustos 1925 tarihinde Şeki’de doğmuştur. İlk ve ortaöğrenimini Bakü’de tamamlamıştır. Bakü Devlet Üniversitesi Filoloji Bölümünden 1947’de mezun olmuş, aynı bölümde öğretim üyesi olarak ders vermeye başlamıştır. 1964’de filoloji doktoru olmuştur. 1980’de Azerbaycan İlimler Akademisi üyeliğine seçilmiştir. 1990 yılında emekli olana kadar bu üniversitede ders vermiştir. 1980-2000 yılları arasında beş defa milletvekili seçilen Vahapzade, 13 Şubat 2009 tarihinde Azerbaycan’ın başkenti Bakü’deki evinde vefat etmiştir. Edebiyat Dünyasına Girmesi Bir şair olarak okuyucular arasında ilk itibarını Yeşil Çemen, Ağaç Altı Bir de Tünd Çay şiiriyle kazandı Vahapzade. O’nun sanat faaliyetlerindeki ilk basamağı “Mektep Şiirleri” oluşturur. Şairin Muammer Göçmen, Bahtiyar Vahapzade’nin evinde söyleşide kendi şiir ekolü de Mektep Şiirleriyle kimlik kazanır zaten. 60’lı yıllarda şiir anlayışını geliştirerek kendine göre bir tavır ve tarz yaratmıştır. Bu edebi ekolde sanatsal detaylarını görerek ufkunu genişletmeye çalışmıştır. 80’li yıllarda şiirleri, tam kıvamına gelerek estetik ve sanat boyutunda daha da gelişmiştir. Felsefi derinlik, ince lirizm, edebi narinlik Vahapzade’nin nazari-estetik görüşlerinde, özellikle edebi çalışmalarında iyice ön plana çıkmıştır ve eserlerindeki estetik kaygı daha da artmıştır. Eserleri Şiirler ve manzum hikâyeleri: Yücelikte Tenhalık, Menim Dostlarım, Bahar, Dostluk Nağmesi, Çınar, Ceyran, İnsan ve Zaman, Tan yeri, Şehitler, Sandıktan Sesler. Türkiye’ de basılan eserleri: Vatan, Millet, Ana Dil; Soru İşareti, Ömürden Sayfalar. Türk Halklarına Olan Tesirleri Azerbaycan özgürlük hareketinin de öncülerindendir Vahapzade. Bu konuda kaleme aldığı Gülistan isimli şiirinde Azeri halkının felaketlerini duygulu ve lirik bir biçimde anlatmıştır. Sovyet rejiminin baskılarına rağmen özgürlük mücadelesinden asla vazgeçmemiştir. 1984 yılında ülkesinde Halk Şairi seçilmiştir. Eserlerinde Azeri Türkçesini en temiz şekilde kullanmaya özen göstermiştir. Azeri özgürlük mücadelesine katkılarından dolayı İstiklal nişanıyla da ödüllendirilmiştir. Ülkesinin özgürlük 10 simgelerinden biri olan Vahapzade, şiirlerinde yüksek Azeri hissiyatının bayraktarıdır. Şiirleriyle Vahapzade, İkinci Dünya Savaşından sonraki ilk on yıl ve onu takip eden senelerde Azerbaycan Türk toplumunun bir tercümanı haline gelmiştir. Sadece idari sistemdeki çarpılıkları değil, aynı zamanda milli-manevi konuları, insan meselelerini ele alma hususunda da oldukça başarılı eserler vermiştir. Vahapzade’nin ana dil üzerine yazdığı eserlerinde, yarım asrı geçen bir mücadelenin seyrini görmek mümkündür. Vermiş olduğu haklı mücadelenin bahtiyarlığını kendisi şu anda kuşkusuz yaşamaktadır. Vahapzade, Azeri halkının duygularını eserlerine yansıtarak hislerine tercüman olmak istemiş ve bunda da başarılı olmuştur. Eserleri Türkçe, Rusça, Farsça, Ermenice, Özbekçe, Almanca, İngilizce ve Türkmence gibi pek çok dile çevrilmiştir. ERGEŞ UÇGUN Şahimerdankuloğlu Ergeş Uçgun, Afganistan’ın Meymene vilayetinde 21 Şubat 1927’de doğmuştur. 1944’de Andhoy İlkokulunu bitirmiş, 1950 yılına kadar Kâbil’deki Darülmuallimin’de okumuştur. 1950-1952 yılları arasında Kâbil Darülfünûnunu kimya ve biyoloji şubelerinde okumuştur. 1952-1954 yılları arasında Antkhoy’da öğretmenlik yapmıştır. Siyasi çalkantılar yüzünden Meymene’ye gönderilmiştir. 1957 yılına kadar Abu Ubeyd Türk Halklarına Olan Tesirleri Kışlağı Horasan, menzili Bakü, yaylası Almatı, sevgilisi Ankara, aşkı Aşkabat, gönlü Taşkent ve Semerkand olan şair Ergeş Uçgun’un Türkiye’de basılmış iki eseri vardır. Biri Tajik mi Taljik mi?, diğeri de bulunabilen şiirleri ve kendi kaleminden kısa hayat hikâyesiyle birlikte Afganistan’daki Türk gelenek ve göreneklerinin anlatıldığı uzunca makalesinin yer aldığı Ergeş Uçgun ve Yurt Koşukları eseridir. Tajik mi Tajlik mi? adlı eserinde Taciklerin Türk olduklarını açıklamakta, Türklerin uyanışını geciktirip, birleşmelerini engellemek amacıyla oynanan oyunları ele almaktadır. Uçgun, 1996 yılı Türkçenin Uluslararası Şiir Şöleni üç büyük ödülünden biri olan Şeyh Galib Ödülüne layık görülmüştür. Şiirlerinde ve yazılarında daima ortak bir Türk Dünyası fikrini anlatan Ergeş Uçgun, içinde sürekli bir Turan fikrini barındırmıştır. Ergeş, Türkiye’de çeşitli yayın organlarında Türk Dünyası ve Türklük meselelerine ilişkin pek çok araştırma ve inceleme yazıları da neşretmiştir ve Afganistan’daki Türk kardeşlerimizin meselelerini anlatırken aynı zamanda ortak bir dünyanın oluşturulması için de fikirlerini ortaya koymuştur. CENGİZ AYTMATOV Cengiz Aytmatov, Dünya edebiyatının en büyük yazarlarından biridir. 1928 yılında Bişkek’e bağlı Şeker köyünde doğmuştur. İlköğrenimini doğduğu köyde tamamlamıştır. 1946’da Jambul Veteriner Teknik Okuluna girmiştir. Bu okuldan mezun olduktan sonra Kırgızistan Tarım Enstitüsüne devam etmiş ve buradan 1953’te veterinerlik diplomasıyla mezun olmuştur. 1956-1958 yılları arasında Gorki Yüksek Edebiyat Bölümünde okumuştur. Daha sonra, Moskova Üniversitesi Edebiyat Fakültesine devam etmiştir. Çeşitli gazete ve dergilerde çalışmıştır. Bu arada eserler vermeye başlamış ve dikkatleri üzerine çekerek Cengiz Aytmatov Cüzcani Lisesi müdür muavinliği yapmıştır. O zamanki Afgan Hükümetinin Türklere karşı açtığı yok etme siyasetine isyan ederek vatanından ayrılmıştır. Pakistan ve İran’a kaçak olarak geçmiş ve buradan “Ay-yıldızımıza kavuştum” dediği Türkiye’ye sığınmıştır. Adana’da öğretmenlik yapmıştır. Mersin’de Ataş Rafinerisinde çalışmıştır. 1974’te Türkiye’den ayrılarak Amerika’ya göçmüştür. Çeşitli işlerde çalışmıştır ve halen emekli olarak ABD’nin New Jersey eyaletinde yaşamaktadır. 11 önemli derecede ödüllere layık görülmüştür. 1968’de Kırgızistan milli yazarı seçilmiştir. Gorbaçov döneminde Sovyet Parlamentosu Kültür ve Ulusal Diller Komitesi Başkanlığı ve Sovyet Yazarlar Birliği Sekreterliği görevlerinde bulunmuştur. Sovyetler Birliği dağılmadan önce ilgili Komitenin beş danışmanından biri olmuştur. Bağımsızlık sonrası Kırgızistan’ın Lüksemburg, Hollanda ve Belçika büyükelçilikleri görevlerini yürütmüştür. 10 Haziran 2008’de vefat etmiştir. Çok verimli bir yazı hayatı olan Aytmatov’un pek çok romanı da filme aktarılmıştır. Ölümünden sonra kendi coğrafyasına ve edebiyat dünyasına büyük bir kültür, sanat ve edebiyat mirası bırakmıştır. Eserleri Aytmatov, sayısız eser kaleme almıştır. Bunlardan bazıları şunlardır: Dağlar Devrildiğinde-Ebedi Nişanlı, Darağacı-Dişi kurdun Rüyaları, Gün Olur Asra Bedel, Fujiyama, Beyaz Gemi, Elveda Gülsarı, Dağlar ve Steplerden Masallar, İlk Öğretmenim, Cemile, Yüz Yüze, Zorlu Geçit, Toprak Ana, Cengiz Han’a Küsen Bulut, Çocukluğum, Kızıl Elma. Türk Halklarına Olan Tesirleri Cengiz Aytmatov’un edebiyata yönelmesinin temeli çocuk yaşlarda babaannesinin anlattığı halk hikâyeler, köyüne gelen Manasçıların söyledikleri destanlar ve halk şarkılarıdır. Bunları dinleyerek, ana diline olan sevgisini ve halk kültürü birikimini edinmiştir. Sonraları aldığı eğitimle gönlünde ve beyninde bir kazan gibi kaynayan yerel duygu ve düşüncelerini daha da arttırmıştır. Yazdığı eserler ve ülkesi için yaptığı işlerle dikkat çeker ve ülkesinde milli yazar seçilir. Bir yazar olarak ülkesinde böyle bir unvanla ödüllendirilmesi önemlidir. Sovyetler Birliğinin en büyük ödülü olan Lenin ödülünü ve Toktogul Milli Şeref Ödülünü aldıktan sonra Sosyalist İşçi Kahramanı ödülüne layık görülmüştür. 1983’te Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti ödülünü tekrar kazanmıştır. Avrupa İlimler, Sanat ve Edebiyat Akademisine asil üye, Dünya İlim ve Sanat kurumuna muhabir üye, Issık-Köl Forumuna da başkan seçilmiştir. Uluslararası platformdaysa Etruriya (İtalya), Javaharlal 12 Nehru (Hindistan) ödüllerinin sahibi olmuştur. Japonya’nın Doğu Felsefe Enstitüsü ve Amerika’nın İmanlılığa Davet Kurumu tarafından da ödüllendirilmiştir. Roma Klubüne Üye kabul edilmiştir. Türkiye’de İLESAM tarafından Turan Ülkesinin Edebiyatına Hizmet ödülüne layık görülmüştür. Avustralya Cumhuriyeti Devlet ödülünü almış, Gorbaçov döneminde Sovyet Parlamentosu Kültür ve Milli Diller Komitesi Başkanlığı, Sovyet Yazarlar Birliği Sekreterliğinde bulunmuştur. Aytmatov’un yaptığı işler ve aldığı ödüller onun kendi ülkesinde ve dünyada nasıl dikkatle takip edildiğini gösterir. Yazar adına hayatı boyunca çeşitli yerel ve uluslararası etkinlikler düzenlenmiştir. Kendi biyografisi dışında romancılığı ve hikâyeciliği üzerine çeşitli ülkelerde makaleler ve kitaplar yazılmıştır. Geçmişine, kültürüne ve diline sahip çıkması eserlerinde daima rastlanılan bir özelliktir. Aytmatov tarihten bahsetmeden Türkistan topraklarına ışık tuttu. Eserlerinde, zulüm karşısında geçmişine bağlı, tarih ve kültürlerini hiç bozmadan yaşayan insanları yazdı ve romanlarında bu insan manzaralarını uzun uzun tasvir ederek, tüm dünyaya bu güzellikleri gösterdi. Abdılcan Akmataliyev; Dante, Shakespeare, Goethe, Dickens gibi önde gelen ve dünya edebiyatına damgasını vuranları her yönüyle tanıtan ansiklopediler olduğuna dikkat çektikten sonra Aytmatov’un da kendi adına bir ansiklopedi hazırlanmasını hak ettiğini söyler. Buradan hareketle iki ciltlik Aytmatov Ansiklopedisini hazırlayıp yayınladığını edebiyat dünyasına duyurmuştur. Kırgız halkı Aytmatov’u yaşamlarının ayrılmaz bir parçası olarak kabul etmiştir. Adını ve eserlerini yaşatmak için her türlü girişimde bulunmuşlardır. Yazar adına ülkesinde vakıflar ve okullar kurulmuştur. Aytmatov’un yaptıklarına karşılık kendi halkı da bu şekilde vefa borcunu ödemek istemiştir. Uluslararası Aytmatov Kulübü 1989’da kurulmuştur. Kurucusu da Prof. Dr. Akmataliyev’dir. Aytmatov adına bir Kültür Vakfı da kurulmuştur. 1993’te Uluslararası Aytmatov Akademisi kurulmuştur. Çeşitli etkinlikler düzenleyen bu kulüp, yazar onuruna edebiyat ve sanat ödülleri vermektedir. Aytmatov’un dünya edebiyatına yaptığı katkı küçümsenemez. Onun eserleri hakkında bütün dünyada geniş incelemeler yapılmıştır. Yazarın kendisi ve fikirleriyle edebi dünyası hakkında yüzlerce doktora ve yüksek lisans tezi yazılmış ve yapılmaya da devam etmektedir. Bu bilimsel teşebbüslerin sonucunda ‘Aytmatov taannu’ (Aytmatovşinaslık) şeklinde ifade edilecek olan bilimsel terim, dünya leteratüründe kullanılmaya başlanmıştır. Çeşitli toplumsal faaliyetlerde yer alması ve sosyal derneklere üye olması nedeniyle kendi halkı tarafından yazar olmanın dışında bir halk adamı olarak da görülmektedir. Yazarın hayatını ve eserlerini okutmak üzere 1961–1962 okul yılında programlara yeni bir müfredat eklendiğini görüyoruz. Ayrıca eserlerinden alınan metinler ve pasajlar, Sovyet Birliğinde yaşayan halkların okullarıyla birlikte, Batı dünyasındaki kimi okul programlarında da yer almaktadır. Çağımızda milli romantizm, Cengiz Aytmatov’un duyarlı ve dikkatli eliyle Kırgızistan’da edebi eserlere ulaşma şansını yakalamıştır. Aytmatov’un bakış açısı, daha çok Gökalp’ın bakış açısına yaklaşır. Gökalp’ta görülen Türk milletinin kadim tarihine ve kültürüne duyulan özlem Aytmatov’da da vardır. Aytmatov, milletinin tarih boyunca kazandığı sosyal, kültürel, ahlâki, edebi, askeri maddi ve manevi zenginliğini eserlerine yansıtmıştır. Yaşadığı coğrafyanın insanının tarih içinde kazandığı değerleri, acıları, kahramanlıkları, tecrübeleri yazıya döküp ölümsüzleştirmiştir. Halkının içine düştüğü zor durumları eserlerinde en güzel şekilde anlatmış ve eserlerinde kendi ifadesiyle ‘tipik insan’ı ortaya koymaya çalışmıştır. SONUÇ Türk Dünyasında önemli bir yere sahip olan kıymetli yazarlar aynı duygunun, aynı toprağın evlatlarıdırlar. Hepsinin eserlerinde anlatmak istedikleri, içinde doğdukları ve kültürel yönden beslendikleri kendi halkları ve kültürleridir. Halklarının ağıtlarını dünyaya yankılandırmaktı istedikleri. Bugün eğer eserleri üzerine edebi ve tarihi incelemeler yapılıyorsa, bu yazılar ya- zılıyorsa, bu yazarların ağıtları duyulmuş demektir. Bir toplumu var eden dili, kültürü ve coğrafyasıdır. SSCB’nin Türk halkı üzerinde şiddetli bir baskı ve zorlamayla yürüttüğü politikalar dil, kültür ve vatan üzerineydi. Elbette bu coğrafyanın insanları, bu kıyıma sessiz kalamayacaklardı ve içlerinden halkının sesini, duygularını duyuracak birileri olacaktı. Çalışmamızda yer verdiğimiz değerli isimler böyle bir ortamın ürünüydüler. Halklarının sözcüsü olarak bilinmektedirler. Vahapzade’nin dilin önemini vurgulamak için yazdığı şiirler bir milletin yok olmaması içindi. Çünkü bir milletin yok olması dilinin yok olmasıyla başlar. Sovyetler Birliği’nin yürüttüğü politikaların en başında eğitim dilini Rusça yapmak gelmekteydi. Türklerin yaşadığı topraklarda Türkçe yerine Rusça konuşulması için her türlü tedbir alınmıştı. Bu olanlar karşısında ‘kalemler’ susmamıştı. Yaşanılan trajediyi dünya halkına ve gelecek nesillere göstermek ve unutturmamak için ‘kalemler’ etkili ve keskin bir şekilde konuşmuştu. Tarih kitapları bu duyguların ne kadarını yazabilir ki? Türk Dünyasının şöhretleri, dünyaya yayılmış güzide edebiyatçıları, bu duruma izin vermedi. Sayısız eserler kaleme aldılar ve vatanlarına unutulmaz bir miras bıraktılar. Onlar, eserlerini gördükleri ve yaşadıkları gerçeklere bağlı kalarak yazmışlardır. Hüznü, kederi, sevinci, halklarının psikolojileri dâhilinde vermişlerdir. Onlar, kendi ferdî tarihlerine eğilmekle aslında milletlerinin tarihine de eğilmişlerdir. Bugün, milli edebi yazarlar olarak anılmaları kendilerini anlatmalarının yanında halklarının tercümanı olmalarındandır. Cengiz Dağcı’nın şu sözleri aslında her şeyi güzel ve fasih bir şekilde anlatmaktadır. “Yurdunu kaybeden adam için hürriyetin bile bir manası kalmadığını şimdi anlıyorum. İçinde doğduğum, gülüp oynadığım yerlerde benim dilim konuşulmuyor artık. Bir zamanlar, o topraklarda dilini konuşan insanların ne olduklarını bilmiyorum. Son fırtına, ağacı devirdi. Bizler, uçurduğu birkaç yaprak, boşlukta yolunu şaşırmış, ümitsiz ve şaşkın, meçhul bir geleceğe doğru, yalpa vurup duruyoruz.” (Cengiz Dağcı) 13 Türk Lehçelerinin Bilgisayar Ortamında Aktarımı Mümkün mü? Prof. Dr. Mehman MUSAOĞLU * Çeviri mi, Aktarma mı? Akrabalık ilişkileri olmayan dillerde, herhangi bir sözlü ve yazılı metnin bir dilden diğerine yapılan aktarımı çeviridir. Yabancı dillerden Türkçeye ve Türkçeden yabancı dillere yapılan aktarım gibi. Birbirine akraba diller olan İngilizceden Almancaya ve birbirine biraz daha uzak akraba diller olan İngilizceden Rusçaya veya tersine yapılan sözlü ve yazılı aktarımlar da çeviridir. Anlaşılabilirliği birbirine çok yakın olan Türk yazı dillerindeyse sözlü ve yazılı metinlerin aktarımı çeviri değil, aktarmadır. Bu bakımdan aktarma nitelikli dil aynılıkları, farklılıkları, varyantları ve şekilce eşsesli, anlamca farklı kelimeler (yalancı eşdeğerler) Türkçenin ortak yazı ve konuşma göstergeleri olarak değerlendirilmektedir. Kaynak ve Hedef Diller, Metinler ve Aktarma Süreci… Kaynak dil aktarılan, hedef dil ise aktarma yapılan dildir. Kaynak metin, aktarılan dilden alınır ve hedef dile aktarılır. Kaynak metnin hedef metne dönüştürülmesi, aktarma sürecini oluşturur. Aktarma sürecinde kaynak metin konu ve içerik bakımından incelenir. Kaynak ve hedef dillerdeki aynı ve farklı olan ve birbiriyle dil-üslûp varyantları ve yalancı eşdeğerlik 14 * Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bl. Öğretim Üyesi [email protected] oluşturan kelimeler, dil bilgisi unsurları, deyimler, kelime grupları, basit ve birleşik cümlelerin kullanımı, aktarılan dile ve düzenlenen metne göre belirlenir. Bunlar, metnin içeriğine göre seçilir; kaynak ve hedef diller ilâ metinlerin kendine özgü kültürel bağlamında değerlendirilerek aktarma sürecine alınır ve kaynak dilden hedef dile ikincinin yazım ve üslûp kurallarına göre aktarılır. Söz konusu süreçte aktarmayla ilgili gerçekleştirilen zihinsel faaliyetler, aktarma bilimi kavramının bileşenleri olarak belirlenir. Aktarıcı, Aktaran, Aktarman ve Aktarma Örnekleri Çağdaş Türk yazı dillerinden birbirine metin düzeyindeki her türlü sözlü ve yazılı aktarmaları yapan kişi aktarıcı, aktaran veya aktarman olarak bilinmelidir. Eğer çeviri ikinci yaratıcılıksa, aktarma her yönüyle özel bir edebî ya- zarlık işidir. Bu bakımdan aktarıcı kaynak ve hedef dilleri bilmenin yanı sıra, geniş bir dünya görüşüne, yeterli ölçüde kültür ve yazarlık yeteneğine sahip olmalıdır. Türk Yazı Dilleri Arası Edebî Aktarmalar, çeşitli edebî metinlerin eski Türk yazı dillerinden çağdaş Türk yazı dillerine ve ikincilerde birbirine aktarılmasıyla gerçekleştirilmekte olup 1990’lı yıllardan beri hız kazanmıştır. Söz konusu metinler, eski ve yeni Türk yazı dillerinden Türkiye Türkçesine, ondan da diğer Türk yazı dillerine aktarılmaktadır. Türkiye Türkçesi dışındaki Türk yazı dilleri arasındaysa, aktarma çalışmalarının yaygın olduğu söylenemez. Aktarma çalışmalarının belirtilen yazı dilleri arasında da sürdürülmesi ve bu süreçte Türk yazı dillerinden birinin ortak bir bilişim ve iletişim dili olarak öne çıkması hedeflenmelidir. Günümüz koşullarında bu dil Türkiye Türkçesi olabilir. 15 Türk Dünyası ünlü yazarlarının eserleri ve folklorik örnekleri, aktarma sürecinde üstünlük kazanmaktadır. Kırgızcadan Manas, Özbekçeden Alpamış, Türkmenceden Köroğlu destanları; bugünümüzü, yakın ve uzak geçmişimizi Türklük bilinci, inançları ve mitolojisi folklorik temelinde çağdaş roman tekniğiyle yorumlayabilen eserler, Türkiye Türkçesine aktarılmaktadır. Cengiz Aytmatov’un eserlerinin Türkiye Türkçesine çevrilmesi, bunun bir örneğidir. Bu bağlamda, Azerbaycanlı yazar Kemal Abdulla’nın Azerbaycan Türkçesinden Türkiye Türkçesine aktarılmış Eksik El Yazması ve Büyücüler Deresi romanları, özgün konuları, dilleri ve sanat teknikleriyle dikkatleri çekmektedir. Azerbaycan edebiyatı örneklerinin Türkiye Türkçesine aktarılması, 1950’li yıllara dayanır. Aktarma çalışmalarının ivme kazanmasında Azerbaycanlı ve Türkiyeli bilim adamları, araştırmacı-yazarlar çaba göstermiştir. Bu bakımdan Azerbaycan’dan Hamit Araslı’nın, Abbas Zamanov’un, Türkiye’den Ahmet Caferoğlu’nun, Muharrem Ergin’in, Ahmet Bican Ercilasun’un, Yavuz Akpınar ve Kardeş Edebiyatlar dergisinin faaliyetleri örnek olarak gösterilebilir. Günümüzdeyse bu görevi, Avrasya Yazarlar Birliği ve onun yayımladığı Kardeş Kalemler Dergisi üstlenmektedir. Çeviri ve Aktarma Çalışmalarıyla İlgili Bilişim Uygulamaları… Bilişim uygulamalarının en klâsik örneklerinden biri olarak metnin otomatik çevirisi çalışmaları gösterilebilir. Otomatik çevirinin mümkün olabilirliği görüşü, 1946 yılında Amerikan bilim adamlarınca ileri sürülmüştür. Bilgisayarda Rusçadan İngilizceye ilk çeviri 1954 yılında Amerika’da, Fransız ve İngiliz dillerinden Rusçaya ilk çeviri örnekleri ise 1956 yılında Moskova’da yapılmıştır. Günümüzde otomatik çeviri çalışmaları çok ilerlemiştir. Buna rağmen, her türlü metnin otomatik çevirisinin yapılması ve artık bilgisayarın bir çevirmenin görevini yerine getirebilmesi henüz söz konusu değildir. Sadece bilimsel, teknik ve bazı resmî veya gazetecilik metinlerinin otomatik çevirisi yapılabilmektedir. Bugünkü Hint-Avrupa dilleri temelinde metnin otomatik 16 çevirisine ilişkin çalışmalarda geliştirilen yazılım programlarının eklemeli Türk yazı dillerinde uygulanmasındaysa şimdiye kadar önemli bir sonuç elde edilmemiştir. Bu, bir yandan söz konusu çalışmalarda en uygun yazılımların henüz geliştirilmemiş olmasına; öte yandan Türkçenin Hint-Avrupa dillerinden farklı bir ses uyumuna, eklemeli yapıya ve değişmez sözcük sıralanmasına sahip olmasıyla ilintilidir. Bilişim uygulamaları, Türk yazı dillerinde çeviri değil aktarma mantığı ve kendine özgü yazılım tekniğiyle yapılmalıdır. Sovyetler Birliği döneminde, SSCB Bilimler Akademisi Özerk ve İttifak Türk Cumhuriyetlerindeki Bölümlerinde ve Üniversitelerinde Uygulamalı Dilbilim adıyla Rusçadan Türk yazı dillerine ve Türk yazı dillerinden Rusçaya metnin otomatik çevirisine ilişkin çalışmalar yapılmıştır. Şöyle ki; bazı düz ve ters sıklık sözlükleri ve kelimelerde kök-gövde ve ek sıralanmasına ilişkin çeşitli morfolojik ve sentaktik analiz programları düzenlenmiştir. Lâkin bütün bunlar teorik düzeyde gerçekleştirilen bilişim çalışmaları olarak kalmıştır. Belirtilen diller arasında metnin herhangi bir otomatik çevirisi bugüne kadar net olarak yapılamamıştır. Türkiye’deyse bilişim çalışmaları, 1960’lı yıllarda Prof. Dr. Aydın Köksal’ca başlatılmıştır. O, Türkiye Bilişim Derneğini kurmuş, ‘bilişim’ sözcüğünü türetmiş ve Türkçe bilişim terimlerini (yaklaşık 2. 500 yeni sözcük) geliştirmiştir. 1990’lı yıllardan beri aktarma bilimi kavramı ve uygun çalışmaları, yeni bir filolojik disiplin alanı niteliğinde ele alınmakta ve özellikle uygulanmaya yönelik olarak yapılmaktadır. Bu bakımdan günümüzde edebî aktarmaya bağlı bilgisayar destekli dilbilim ve bilişim çalışmalarına ve elektronik yazılımlarına ilişkin çeşitli bilgi şölenleri ve toplantıların düzenlenmesi bir rastlantı olmasa gerek… Günümüzde Türk yazı dilleri arası bilişim uygulamaları Türk Dil Kurumu, Ahmet Yesevi Üniversitesi, Türkiye Bilişim Derneği, Boğaziçi Üniversitesi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Bilkent Üniversitesi ve Türkiye Cumhuriyetlerindeki uygun kurum ve kuruluşların çabalarıyla Türkiye Türkçesi ve diğer Türk yazı dilleri temellerinde bilgisayar destekli ortak bir iletişim Türkçesinin gelişimine yönelik çalışmalarla yoğunlaşmaktadır (IV. Bilişim İşbirliği Forumu, Türk Cumhuriyetleri Bilgi Teknolojileri Grubu, Bakü, 14-15 Aralık 2004; Bilgisayar Destekli Dil Bilimi Çalıştayı Bildirileri 2006; VI. Türk Dünyası Ekonomi, Dil ve Bilişim İşbirliği Forumu. KırgızistanTürkiye Manas Üniversitesi, Bişkek, 2006 vb.). Bu çalışmalarda her şeyden önce dikkatleri çeken, genel ağda Türk yazı dilleri arası otomatik aktarma yazılımının hazırlanması için uygun bir dil belirlenmesi sorunlarının tartışılmasından ve somut olarak da Türkiye Türkçesi-Azerbaycan Türkçesi, Tatar Türkçesi, Türkmen Türkçesi vb. aktarma-deney yazılımları projeleri düzenlenmelerinin gündeme getirilmesinden ibaret olduğudur. Söz gelimi, Bilkent Üniversitesinde Doç. Dr. İlyas Çiçekli’nin cümlelerin aktarımına dayalı Türkçe-Tatarca bir çeviri sistemi (http://www. tdk.gov.tr. 27.12.2008; 22.10) ve Azerbaycan’da Atatürk Merkezi, Azerbaycan Milli İlimler Akademisi Nasimi Dilcilik Enstitüsü ve Enformasyon Teknolojileri Enstitüsü ve ‘İn Ko Tek’ Enformasyon-Komünikasyon Birliğinin ‘Azerice-Türkçe ve Türkçe-Azerice Otomatik Aktarma Sistemlerinin Oluşturulması’ adlı bir proje hazırladığı bilinmektedir. Türk yazı dilleri arası bilgisayar destekli dilbilim çalışmaları ve elektronik aktarma yazılımı programlarının hazırlanması başlangıç aşamasındadır. Otomatik aktarma şu demektir: Bilgisayarda yazılmış herhangi bir metin önceden seçilmiş dillerin verileri temelinde elektronik sözlükleri ve net olarak tespit olunmuş dilbilgisi kurallarını içeren, kelimelerde çokanlamlılığı ve eşsesliliği belirten somut algoritmaların yazılımıyla bir Türk yazı dilinden diğerine aktarılması. Böyle bir çalışma henüz yok. Elde olan veriler, sadece bazı cümle ve kelimelerin otomatik olarak bir Türk yazı dilinden diğerine aktarılması veya elektronik sözlük örneklerinin düzenlenmesinden ibarettir. Bu bağlamda, en somut çalışmalardan biri olarak Ahmet Yesevi Üniversitesi, Türk Dil Kurumu ve T.C. Kültür Bakanlığının genel ağda Türk Lehçeleri Elektronik Sözlüğünü yayımlaması dikkatleri çekmektedir. Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun’un Türk Cumhuriyetlerinden gelmiş türkologlarla düzenlediği sözlük, 1992 yılında T.C. Kültür Bakanlığınca yayımlanmıştır. Aşağıda Türkiye, Azerbaycan, Başkurt, Kazak, Kırgız, Özbek, Tatar, Türkmen, Uygur Türkçeleri ve Rusça karşılıklarıyla yedi bin sözcüğü içeren Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü elektronik yayımından okul, dayı ve kol kelimelerinin aktarmaları örnek olarak verilmiştir. Yazı-Konuşma Aynılıkları, Farklılıkları, Varyantları ve Yalancı Eşdeğerler olarak adlandırılan dil özelliklerinin bilgisayar algoritmalarının düzenlenmesiyle Türkçe otomatik aktarma yazılımı gerçekleştirilebilecektir. Acaba bu dil özellikleri ne demektir? Türk yazı dilleri aynılıkları, birbirinden fonetik, morfolojik, yazım ve yabancı dillerden alınmış bazı kelimelerin karşılıklarının kullanımlarıyla seçilmektedir. Bu, “Ali (bir) öğretmen (dir)” cümlesinin diğer Türk yazı dillerine yapılmış aktarmalarından açıkça gözükmektedir. Azerî: Əli bir müəllimdir; Türkmen: Aly bir mugallymdyr; Özbek: Ali (bir) o‘qituvchi; Uygur: Éli bir okutkuçi olur; Kazak: Əли (бир) mұғaлим; Kırgız: Ali mugalim; Tatar: Aли (бeр) укытучы; Başkurt: Aли уkытыусы; Hakas: Ali ügremçi poladır vb. 17 Yukarıda belirtilen söz varlığı çeşitliliği, Türkmen Türkçesinde uzun ünlülerin (değil yerinde de:l) yer alması, Türkiye Türkçesinde fiilin sürerlik birleşik şeklinin (gidedur-, çıkagel- vb.) veya geniş zaman çekiminin (-r, -Ar, (I)r/Ur: ağla-rbak-ar vb.) kullanımı gibi diğer Türk yazı dillerinde de bulunan değişik olgular, yazı-konuşma farklılıklarıdır. Belli bir anlamın ifadesiyle seçilen, ama değişik kelime ve çeşitli dil bilgisi biçimleriyle belirlenen yazı-konuşma varyantlarıysa, kalıp sözler, atasözleri ve deyimlerde gözlemlenmektedir. Söz gelimi, düşmək/düşmek deyim kurucu sözcüğüyle türeyen “Düşər düşməzi olar” deyimi Azerbaycan Türkçesinde ‘Düşmez kalkmaz bir Allah’ deyimi, Türkiye Türkçesinde özgün biçimleriyle yer almaktadır. Kazak Türkçesinde yer alan Berewdiki birewge qızday kerinedi. ‘Birisinin karısı diğerine kız gibi görünür.’ deyiminin Türkiye Türkçesindeki varyantı “Komşunun tavuğu komşuya kaz, karısı kız gibi görünür” biçimindedir. 18 Türkiye ve Azerbaycan Türkçeleri kelime hazinesindeki ‘düşmek, subay, kişi’ gibi sözcükler, yalancı eşdeğerler olarak adlandırılan kelimelere örnektir: ‘Düşmek’ kelimesi, Türkiye Türkçesinde ‘yıkılmak, çökmek’, Azerbaycan Türkçesinde ‘inmek’; ‘subay’ kelimesi birincide ‘asker’, ikincide ‘bekar’; ‘kişi’ kelimesiyse birincide ‘nefer’, ikincide ‘erkek’ anlamlarını ifade eder. Belirtilen dillerde istatistik hesaplamalarımıza göre üç bin, Sahaca ve Çuvaşça dışındaki diğer bütün Türk yazı dillerindeyse yalancı eşdeğerlerin sayısının yaklaşık on bin civarında olduğu varsayılmaktadır. Yapılacak Çalışmalar… Türk yazı dilleri arası aktarma yazılımı programları, ilk aşamada yazı-konuşma aynılıkları, farklılıkları ve varyantlarının Türkçenin genel ve özel ses değerleri, dil bilgisi ve kelime hazinesine göre bilgisayarda algoritmalarının belirlenmesi ve yalancı eşdeğerlerin elektronik sözlüklerinin düzenlemesiyle gerçekleştirilebilecektir. Elektronik aktarma yazılımı uygulanmalarının nihai sonuçlandırılması içinse bilgisayar destekli aşağıdaki dilbilim ve bilişim çalışmalarının yapılması gerekmektedir: -Türk yazı dilleri alfabeleri, dil-konuşma özellikleri ve ses değerleri temelinde Türkçe geliştirilmiş yeni bir Uluslararası Fonetik Transkripsiyon düzenlenmelidir. -Türkçenin aktarma nitelikli aynılıklarındaki farklılıkların, varyantların ve yalancı eşdeğerlerin üst ve alt başlıklarıyla tanımlandığı işlevsel bir karşılaştırmalı dilbilgisi, el kitabı olarak hazırlanmalıdır. -Dünyada çeşitli dillerin eğitimi, öğretimi, incelenmesi ve küresel dil siyasetinin kurulması, şimdiye kadar Fransızca devlet ve İngilizce iletişim dili geleneğine dayanmaktadır. Avrupa merkezli çağdaş dil-kullanım modellenmesi, her iki geleneği bütünleştirmektedir. Söz konusu modellenme, dil hafızası ve yetisi bankasında önceden hazır bulunan kelime biçimlerinin seçilerek kullanılmasıyla gerçekleşen iletişime göre kurulmaktadır. Türkçedeyse kelime şekli, yukarıda belirtilen kullanım biçimlenmesinden farklı olarak çeşitli sözcük kökü-gövdesi ve eklerinin ifade ettiği işlev ve anlam alanlarının ardı ardına dizgisiyle gerçekleşmektedir. Söz gelimi, Rusçada ‘v ego tvorçestve’nin, İngilizcede ‘in his works’ olarak sözcüklerin söz dizimi sırasına göre bildirebildiği anlam, Türkçede tek bir ‘yaratıcılığındaki’ kelimesinin ‘yarat’ sözcük kök-gövdesi ve -ıcı, -lık, -ın, daki ekleriyle biçimlenen morfolojik dizgisiyle ifade edilmektedir. Bu bakımdan ünlü Rus dilcisi Aleksandr Reformatskiy Türkçeyi bir trene benzetmiştir. Önce söz kökü, sonraysa eklerin sıralandığı bütünleşik bir diziye yani! Türkçede kökler ve ekler; düz, yan ve gramer anlamlarının yer aldığı ardı ardına bölünmeyen bir dizgiyle dizilmektedir. Söz konusu dizim, somut bir iletişim ihtiyacına bağlı olarak dil faaliyetinde gerçekleşmektedir. Böylece bükünlü dillerde kelime hazinesine ve söz sırasına göre iletişim öncesi durum düzeyinde belirlenen kelime biçimlenmesi, Türkçede iletişim anı ve dil içi faaliyet olgusu olarak nitelendirilmektedir. Böyle bir kelime biçimlenmesiysa, dünyanın dil haritasını oluşturan üst ve alt kavramların algılanmasını yapım, biçim ve çekim eklerinin mantıksal sıralanmasıyla mümkün kılabildiğinden Avrasya merkezli ikincil dil modellenmesinin anlamsal, yapısal ve işlevsel olarak kurgulanmasında bilişsel algılanma temelinin oluşturulmasını ve özgün bir bilişimsel yazılım örneğinin düzenlenmesini sağlayacaktır. Böylece şimdiye kadar mantıksal bir dil olarak nitelendirilen Türkçenin potansiyel olanakları nihayet gerçekleştirilmiş olacak ve onun ses uyumuna, eklemeli yapısına ve sözdizimine dayalı yeni bir dil modellenmesi, bilişsel algılanma temelinde kurulabilecektir. Böyle bir modelin oluşturulabilmesi için madde başı kelimeleri Türkiye Türkçesinde verilen, karşılıkları ve anlamlarıysa çeşitli Türk yazı dillerinde en azı 500.000 bin kelime ve deyimle açıklanan ve eşzamanlı olarak düzenlenen Büyük Türkçe Aktarmalı-Açıklamalı Sözlük’ün hazırlanması artık şarttır. Bu, Mahmut Kaşgarlı’nın Divanü Divânu Lûgati-t-Türk Sözlüğü gibi bir eserin günümüz koşullarında Türkçe olarak yazılması anlamına gelmektedir. 19 TÜRK LEHÇELERİ ARASINDA AKTARMA SORUNLARI Doç. Dr. Abdulvahap KARA Dışarıdan bakıldığında, Türk lehçeleri arasında aktarma yapmanın kolay olduğu düşünülür. Çünkü akraba dillerdir; gramerleri aynı, kullandığı birçok kelime de ortaktır. Oysa Türkçeyle akraba olmayan dillerden yapılan çevirilerde rastlanmayan türde, kendine özgü önemli zorlukları vardır. İşte bu konular ilk defa ve geniş kapsamlı olarak 31 Mart – 05 Nisan 2009 tarihleri arasında gerçekleştirilen ‘Türk Lehçeleri Arasındaki Aktarma Çalışmalarının Bugünkü Durumu ve Karşılaşılan Sorunlar’ konulu uluslararası sempozyumda enine boyuna tartışıldı. 20 TÜRKSOY’un önderliğinde, Maltepe Üniversitesi, TİKA, Gazi Üniversitesi ve Avrasya Yazarlar Birliği işbirliğiyle gerçekleşen Sempozyumda atölye çalışması de gerçekleştirilerek aktarma uygulamaları yapıldı. Bu toplantıya Türk Dünyasının çeşitli ülkelerinden onlarca bilim adamı katılarak yaklaşık yirmi beş bildiri sundular. Sempozyum boyunca dikkatimi çeken husus Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Özbekistan, Tataristan ve Kırım gibi Türk Dünyasının hangi ülkesinden gelirlerse gelsinler, tüm bilim adamlarının istinasız Azerbaycan Yazarlar Birliği Başkanı Anar Rzayev Türkiye Türkçesinde bildiri sunmaları ve tartışmalara katılmalarıydı. Bu dilbilimciler açısından önemli bir aşamadır. Böylesine önemli bir toplantıya öncülük eden TÜRKSOY’un Başkanı Düsen Kaseinov Sempozyumu düzenlemekle amaçlarını şu sözlerle ortaya koydu: “Bazen çevirmenin yazarını geçtiği olur. Puşkin ‘çevirmenler medeniyetin posta atlarıdır, köprüleridir’ der. Louis Aragon, Cengiz Aytmatov’u dünyaya tanıtmıştır. Orhan Pamuk’un kitabını Rusça çevirisinden okudum. Rus çevirmenlere teşekkür ediyorum. Türk Cumhuriyetlerinin yeni nesilleri Rusça da bilmiyor. O zaman ne olacak? Artık Türk lehçelerinden aktarma zamanı gelmiştir. Bu konunun sorunlarını tartışın. Lehçelerden aktarımları arttırın, yeni aktarımcıları yetiştirin diye bu sempozyumu düzenledik. Aramızdaki sınırlar kalktı. İletişim imkânları arttı. Beş günlük bu çalışmanın sonunda sizlerden bir yol haritası bekliyoruz.” Gerçekten de bu beş günlük bilimsel çalışmada önemli sonuçlara ulaşıldı. Mesela, bilişim teknolojilerindeki gelişmelere paralel olarak özellikle Batı dilleri arasında bilgisayar destekli çeviri programları geliştirilmesine rağmen, Türk lehçeleri arasında bu tip programların niçin hâlâ geliştirilmediği, yıllardır beni düşündüren bir konuydu. Nihayet bu konuda somut çalışmaların başladığını bu etkinlikte öğrenerek mutlu oldum. Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın Sempozyumun ilk gününde yaptığı konuşmasında lehçeler arasındaki aktarı- mın karmaşık olduğuna dikkati çekti. Akalın’ın belirttiğine göre, aktarmalarda bazen gülünç ifadeler ortaya çıkmaktadır. Bu sebeple gelişigüzel aktarma yapılmamalı, bunun ilkeleri ve terimleri belirlenerek geliştirilmeli ve yaygınlaştırılmalıdır. Lehçeler arasında aktarma bir bilim dalı haline getirilmelidir. Akalın, Türk lehçeleri arasındaki aktarmalar üzerine bu seviyede ve bu çapta bir sempozyumun bugüne kadar yapılmadığını ifade ederek, etkinliğin önemini vurguladı. Bu yazımızda, Türk lehçeleri arasındaki aktarma sorunları konusunda bilim adamlarının önemli bulduğumuz görüşlerini sunacağız. Aktarmalar ve Sorunları Bakü Devlet Üniversitesiden Prof. Dr. Ramiz Asker, aktarma sorunlarına değinerek Sovyet dönemi Rusçasının bazı Türk lehçelerine etkisini gözler önünü serdi: “Lenin’in elli beş ciltlik tüm eserleri Sovyet ülkelerinin hepsinde kendi dillerine çevrilmiştir. Bu ve diğer zorunlu çeviriler sonucunda, Türk lehçelerinde Rusçaya yakın cümle yapıları ortaya çıktı. Bu ve Rus dilinin diğer etkileri eski Sovyet Türk Cumhuriyetlerindeki Türk dillerinin Türkiye Türkçesinden uzaklaşmasında kendini gösterdi. Bu sebeple bir Azerbaycanlı olarak Özbeklerin Türkçesi bana daha yakındır, ancak Türkiye Türkçesinden daha uzaktır. Diğer taraftan Rusça eski Sovyet Türk lehçelerini birbirine yakınlaştırmış ve bunlar arasında bir dinamizm oluşturmuştur. 21 Sözcük dağarcığına gelirsek, eski Sovyet Türk Cumhuriyetlerinin Türkçelerinde Rusçadan doğrudan alınmış kelimeler olduğu gibi, Rusça aracılığıyla Batı dillerinden alınmış kelimeler de var. Bunun güzel bir örneği ‘kamernaya muzıka’ sözüdür. Türkiye Türkçesinde ‘oda müziği’ olan bu sözü biz Azerbaycan’da ‘otag musikisi’ diye alabilirdik. Ama Ruslar Fransızlardan olduğu gibi aldığı için biz de “Rusların bir bildiği vardır” diyerek aynen aldık. ‘Oda müziği’ demedik. Kazakistan Uluslararası Türkoloji Merkezi Başkanı Prof. Dr. Yerden Kazhybek, aktarmalar konusunda ilginç bir noktaya değinerek tüm lehçeler arasında aktarma yapmanın yersizliğine dikkat çekti. “[…] Çünkü, lehçeler arasında birbirine çok yakın ve birbirini anlayan gruplar var. Bunlar arasında aktarma yapılmamalıdır. Orhan Pamuk’un eserlerinin Azerbaycan diline aktarıldığını duydum. Acaba bu gerekli miydi? Azerbaycanlılar onu orijinalinden okusa daha iyi değil mi? Belki alfabe değiştirerek okumak yerinde olabilir. Türkiye Türkçesinden Azerbaycan Türkçesine aktarmak çok yanlıştır. Bizim amacımız dilleri birbirine yaklaştırmak olmalıdır. Sadece birbirinden uzak, birbirini aktarmasız anlaması zor lehçeler arasında çeviriler yapılmalıdır.” Yeditepe Üniversitesinden Prof. Dr. Kamil Veli Nerimanoğlu da Kazhybek’in fikirlerini destekleyerek şunları dile getirdi: “Ankara’da 22 otuz ciltlik Türk Edebiyatları Antolojisini çevirmeye gerek yoktur. Nutuk’u Azerbaycan’da herkes anlıyor. Çevirmeye gerek yok.” Türkmenistan’dan Sempozyuma katılan araştırmacı-yazar Oraz Yağmur, önemli eserlerin aktarılmasının önemine şöyle değindi: “Kamil eserler aktarılmalıdır. Mevlana aktarılmalıdır. Mesnevi ve Rubai’den çeviriler yaptık Türkmenceye. Karacaoğlan’ı çevirdik. Türkmenistan’da çok sevildi.” Özbek yazar Tahir Kahhar, herkesin aktarma yapmaması gerektiğine değindi. Kahhar şunları ifade etti: “Her önüne gelen çeviri yapmamalı. Usta çevirmenler baldan helva yapar. Çeviriden çeviri veya amatörlerin çevirileri eksik olur. Çorbanın çorbası, suyunun suyu olur.” Sempozyumda, aktarmacıları en çok yanıltan ve hatta zaman zaman gülünç duruma düşüren meselenin lehçeler arasındaki biçimce aynı, manaca farklı kelimeler olduğuna sıklıkla vurgu yapıldı. Türkçede bu tip kelimeler için üzerinde anlaşılmış ortak bir terimin de olmadığı ortaya çıktı. Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesinden Vehbi Başkapan, Kazakça ve Türkçe arasında böyle üç bin civarında kelime bulunduğunu tespit etmiş ve kendisi bu tip kelimelere ‘tuzak kelimeler’ adını takmış. Ortak Dil Meselesi Etkinlik boyu tartışılan önemli meseleler- den biri de Türk Dünyasında ortak dil meselesiydi. “Acaba Türk halkları arasında ortak dil meselesi bir hayal midir? Eğer hayal değil, bir gerçekse, ortak dile geçildiğinde Kazakça, Kırgızca ve Tatarca gibi diller artık konuşulmayacak mıdır?” şeklindeki sorular burada açıklığa kavuştu. Tabi ki, ortak dil meselesini hayalden ibaret bulan katılımcılar da yok değildi. Bunlardan biri Azerbaycan Yazarlar Birliği Başkanı Anar Rzayev’di. Rzayev şu görüşteydi: “Ortak dile inanmıyorum. Bir Kazak ‘jibek’ yerine ‘ipek’ demez. Türk de ‘yıldız’ yerine ‘juldız’ demez. Türkiye Türkçesi hepimizin ortak dili, iletişim dili olabilir. Eski Sovyet Türk Cumhuriyetlerinde Rusça iletişim dilidir. Türk dili de neden olmasın? Burada Kırgız, Gagavuz, Tatar hepsi Türkçe konuşuyor. Ortak terimler oluşturulmalıdır.” Rzayev’e destek Prof. Dr. Yerden Kazhybek’ten geldi: “Ortak dil irtibat dilidir. Ortak dili bildiğinde Kazaklar Kazakçayı unutacak değildir. 1930’lı yıllarda Zeki Velidi Togan, Ahmet Baytursun, Mir Yakup Duvlat birbirlerini anlıyorlardı. Kazakların özgürlük savaşçılarından Mahambet Ötemisov, Rus Çar’ına mektuplarını ortak edebi dilde yazıyordu.” Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun ise Türkler arasındaki ortak dilin hayal olmadığını, hatta tarihte bunun var olmuş olduğunu şu sözlerle kanıtladı: “Türk adı bizden önce Türkistan’da kullanılıyordu. Kaşgarlı Mahmut yazdığı sözlüğe Divanü Lügati’t-Türk demişti. Memlüklerin adı Devlet’üt Türkiyye’ydi. Azerbaycan diline ‘Oğuz’ diyor. Şimdi tersine dönmüş.” Prof. Dr. Yavuz Akpınar: “Türk dillerinin belli bir dönemden sonra birbirini zor anladığı anlaşılıyor. Abuşka ve Nevai lügatleri Türk dillerini anlama gayretlerinin meyveleridir. Türk dilleri, 13 ilâ 14’üncü yüzyıllarda birbirinden uzaklaşmış.” diyerek tartışmaya katıldı ve sözlerine tarihi bir açılımla devam etti: “Osmanlı Padişahları Çağatay dilinde şiir yazarlardı. Osmanlılarda Tanzimat nesline kadar Çağatay edebiyatıyla ilişki kopmadı. 2’nci. Abdülhamit döneminde Orta Asya’yla ilişkiler tekrar başladı. Şeyh Süleyman Efendi tarafından Lügat-ı Çağatay yazıldı. Ancak, 19’uncu Yüzyılda başlayan Batılılaşma ile Osmanlı gözünü Batı’ya, Orta Asya ise yüzünü Rusya’ya döndü. Daha sonra uluslaşma süreci başladı. Tanzimat’la birlikte Türkiye’de köklerini Orta Asya’da arama süreci başladı. Süleyman Efendi’nin, Ali Suavi’nin eserleri rağbet gördü. Batılı araştırmacılar Orhun Kitabelerini buldu. Osmanlı’da Genel Türk tarihine ilgi arttı. İsmail Gaspıralı da Rusya’daki Türklerin İslam ümmetinden Türk toplumuna dönüşmesini istiyordu. Böylece tek bir ‘Türk Milleti’ oluşmasını arzuluyordu. Türklük üst kimlik olarak kalırken, alt kimlikler Osmanlı, Kazak, Özbek vs. olacaktı. Hac ve ticaret için İstanbul’a gelenler Osmanlı kitaplarını aldılar. Aydın kesim okuyordu ve Arapça ve Farsça bildiğinden, Osmanlıcayı rahat anlıyordu. İstanbul ve Kazan’da basılan kitaplar tüm Orta Asya’ya yayılıyordu. Kısacası Türk Dünyasının 1992’deki tarihi yakınlaşmasının böyle bir geçmişi vardır. Ama biz bunu fark etmedik. Azerbaycan’daki ilk gazete ve dergiler Osmanlı Türkçesincedir. Bu, 1924 yılında Azerbaycan Komünist Partisi kurulana kadar devam etti. Gaspıralı’ya ‘hayalci’ diyenler, ‘kayboldu’ diyenler yanılıyorlar. O’nun fikirleri 1926’ya kadar devam etti. Dilde tatarlaşma, özbekleşme, azerbaycanlaşma Sovyet Döneminde başladı. Bir zamanlar Azerbaycan’la birlikte matbuatı bütün Türk Dünyasına öncülük eden Tataristan, bugün kendi dilini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Türkiye Türkçesinden uzaklaşmak ve Rusça’ya yaklaşmak, hepsine zarar vermiştir.” Son olarak, Sempozyum katılımcılarından Ercilasun, Hakas dilini konuşanların azaldığını ve onun “artık ölüme yakın dillerden biri” olduğunu ileri sürdü. Bu sebeple Hakasçanın UNESCO tarafından koruma altına alınması gerektiğini savundu. İstanbul’da gerçekleşen Sempozyum her yönüyle faydalı oldu. Türk Dünyasının birlik ve beraberliğinin pekişmesinde dilin önemli bir yönü olduğu düşünülürse, Türk lehçeleri arasındaki aktarmaların hızlandırılmasının gerekli olduğunu söylemeye bile gerek yoktur. Bunun farkına varıp böyle bir girişimde bulunmuş olmasından ötürü TÜRKSOY’u tebrik etmek gerekir. 23 Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde TÜRK DÜNYASI OBJEKTİFİNDEN FOTOĞRAF KARELERİNE YANSIYANLAR… 24 * KKTC Ülke Temsilcisi FOTOĞRAF: Sultan İSHAKOV FOTOĞRAF: Fail ABSATAROV Türk dünyasının önemli Uluslararası kuruluşlarından TÜRKSOY, Türk dili konuşan ülkelerin fotoğraf sanatçılarını 04-14 Mayıs 2009 tarihinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde, 16-22 Mayıs 2009 tarihinde Samsun’da, 22-26 Mayıs 2009 tarihinde Ağrı’da sanatseverlerle buluşturdu. FOTOĞRAF: Güler FEDAİ Güler FEDAİ * FOTOĞRAF: Yavuz ALATAN Türk Dünyası Fotoğraf Sanatçıları ilk kez bir başka üye ülkede buluştular; TÜRKSOY’un geleneksel hale getirdiği Türk Dünyası Fotoğrafçılar Buluşması Kapadokya, Mersin, Karadeniz, İstanbul ve ardından ilk kez bir başka üye ülke Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde “5. TÜRKSOY Fotoğrafçılar Buluşması” adı altında toplamda 11 ülkeden 19 fotoğraf sanatçısının katılımıyla gerçekleştirildi. Sürdürülen bu çalışmalar etkinliğin yürütüleceği yörelerin, ülke halklarının, tarihi, doğal ve kültürel zenginliklerin tüm TÜRKSOY’a üye ülkelere tanıtılmasına vesile olduğu gibi yetenekli fotoğraf sanatçılarının birbirinin yaratıcılık deneyimleri ile zenginleştirilmiş çekimleriyle gelecek nesillere belgesel kanıtlar bırakılması gibi bir misyonu da üstlendi. Yavru Vatan’dayız…. Yemyeşil bitki örtüsünün beş parmak dağlarıyla birleştiği, güneş ışığının senenin üç yüz günü gönülleri ısıttığı, tertemiz havası eşsiz kumsalları, zengin arkeolojik kalıntıları ve tarihi dokusu ile batı medeniyetlerine tükenmez bir kültür kaynağı sunan, sahip olduğu bunca kültürlerden süzülmüş birikimle doğu ve batı sentezlerinin lezzetine ulaşmış nadide mutfağıyla misafirlerini ağırlayan Kuzey Kıbrıs, bu kez Türk Dünyası Fotoğraf Sanatçılarına ev sahipliği yaparak Türk konukseverliğinin en karakteristik özelliklerinden birini yaşattı. “5. TÜRKSOY Fotoğrafçılar Buluşması”nın Kuzey Kıbrıs ve halkının görülmeye ve paylaşılmaya değer bu özelliklerinin objektiflere yansıtılarak tüm dünyaya tanıtmasında vesile olacağı duygu ve düşüncesiyle başladığımız etkinliği KKTC Turizm, Çevre ve Kültür Bakanlığı, Kültür Dairesi Müdürlüğü’nce hazırlanan program kapsamında 3 aşamalı olarak gerçekleştirdik. Yolculuğumuzun birinci durağı Mağosa idi. 25 FOTOĞRAF: M. Tevfik İLERİ FOTOĞRAF: İsmail HAYKIR Adaya ulaştıktan sonraki günde sabah saatlerinde ve ilk günün ışıklarıyla yeni keşfedilecek bir mekanı tanıyacak olmanın verdiği heyecanla başlayan etkinlikte, Mağosa Limanı, Lala Mustafa Paşa Cami, Otello Kalesi, Canbulat Müzesi, Salamis Harabeleri, Snt. Barnabas Müzesi, Kral Mezarları gibi birbirinden estetik mekânlarda yapılan çekimler sanatçılar üzerinde büyük hayranlık uyandırdı. İlk günlerde hem birbirlerini hem bulundukları mekânları tanımaya çalışan sanatçılar fotoğrafladıkları yerlerin özelliklerine göre tavır alıp, Salamis Harabelerinde serbest çekim anında birbirlerini fotoğraflarken, bir başka mekân Snt. Barnabas Müzesi’nin gizemli atmosferi ve derin sessizliğinde ise birbirlerinin karelerine girmemek için özel bir titizlik gösterdiler. Adanın en uç burnu Dipkarpaz bölgesinde yöreye özgü serbest dolaşan yaban eşeklerinin yol boyunca hangi ağaçların arkasından görülebileceğinin heyecanlı takibiyle ulaşılan Apostolos Andreas Kilisesi ardından Zafer Burnu’nda bütün haşmetiyle dalgalanan Türk ve KKTC Bayraklarının değişik versiyonlu fotoğrafları çekildi. Sosyal yaşamdan ziyade doğal yaşamın sürdürüldüğü yörede beraberimizde getirdiğimiz yiyeceklerimiz ve içeceklerimizle çalışmalar arasında bir mola verip denize nazır kayaların üstünde gerçekleştirdiğimiz piknik, bu etkinliğin anısı olarak sanırım uzun süre unutulmayacaktır. FOTOĞRAF: Sayana MONGUSH Üç yüz yirmi yıllık tarihi mekanda konaklama… 26 İkinci durağımız İskele yöresi idi. Kumyalı Köyü’nde, The Nitovikla Garden Hotel’e yerleştik. Mekan Karpaz’da köyün içerisindeydi. Araştırmacı-Yazar Sayın Zekai Altan’a ait olan Kıbrıs kültürüne özgü eski etnografik malzemeler, unutulmuş yok olmuş kültürel eşyalar ile dekore edilmiş ev, üç yüz yirmi yıllık bir kültür mirası olup personel üniforması bile orijinal Karpaz donu, entarisi ve yemenisi ile ayrı bir özellikti. Hotelin mutfağında yok olmuş, unutulmuş, değişik nedenlerle kültürel erozyona uğramış Kıbrıs mutfak tatlarının ve kültürünün her çeşit örneğini yaşatmaya özen göstermişlerdi. FOTOĞRAF: Mehmet GÖKYİĞİT Sanatçılarımız Kıbrıs El Sanatları Sergisinde… Fotoğraf Sanatçılarımız, Kumyalı ve Büyükkonuk köyünde Kuzey Kıbrıs’a özgü el sanatlarından köy kadınlarının zembil dikme, çember oyası yapımı, çöp süpürge bağlama, sökme işi, Lefkara, dantel işleme gibi el sanatlarından örnekler izleyip fotoğraflama imkânı buldular. Köy içerisinde zeytinyağı değirmenini köy kilise ve doğal yaşamı ile insan manzaralarını içeren fotoğraflar çektiler. Güzergâhlar üzerinde zaman zaman doğal güzellikleri de fotoğraflama isteğinde bulunan sanatçılar yemek molalarında ise Kıbrıs mutfağından değişik ürünlerin yapımını hem izleme hem de tatma fırsatı buldular. Yöreye özgü yiyeceklerin tadımında hiçbir çeşidi yadırgamayan sanatçılarımız özellikle el yapımı zeytinyağında çakıstes ve basit bir ekmek kızartma aracı olan kabiralıkta hellim kebabının tadını çok beğendiler. Birinci bölgemizin en anlamlı ziyaretlerinden birini Geçitkale’ye gerçekleştirdik. Altan ve Soyel ailesinin evine konuk olduğumuzda ge- rek aile fertlerinin gerekse yakın çevre ve köy insanlarının sıcak ilgisi ve misafirperverliği sanatçılarımızı çok mutlu etti. İkram yarışına giren yöre halkı birbirleriyle yarışırken fotoğraf sanatçıları da onları fotoğraf karelerine yansıtma yarışı içersindeydi. Yöreye özgü yiyecekler yenildi, ev yapımı, dalından henüz koparılmış gibi narenciye tüten konsantre limonatalar içildi. Kahve fallarına bakıldı. Diller yabancıda olsa duygular tercümanlık yapıyor, herkes birbirinin ne demek istediğini anlıyordu. Uygun bir zeminde bir merdiven tepesinde profesyonel fotoğraf sanatçılarına özenip tüm gurubun topluca fotoğraflarını çekmeye çalışırken bu sıcak ortamdan dolayı çok duygulanmış, içimden işte gerçek anlamda bir Türk konukseverliği diye yorumlamıştım. Mağosa yöresinin fotoğraf çekimleri Giçça La Caverna Restorant’ta yöre halkının katılımıyla gerçekleştirilen halk dansları gösterileri ve kına gecesi çekimleri ile tamamlandı, TÜRKSOY Genel Müdürlüğü’nün anı plaketinin Kumyalı Belediyesi yetkililerine, ve Sayın Zekai Altan’a takdimiyle sona erdi. 27 FOTOĞRAF: Nikolay POSTNİKOV Sahil şeridini takip edip, üçüncü yerleşim bölgesi olan Girne’ye ulaştık ve Girne Öğretmen Evi’ne yerleştik. Kuzey Kıbrıs’ın turistik bir yerleşim bölgesi olan Girne’de Girne Kalesi’ni Batık Gemi ve Arkeolji Müzesini gezdik, kale üzerinden Girne Limanı’nın çekimlerini gerçekleştirdik. Baldöken Mezarlığı, Ağa Cafer Paşa Camii, Hz. Ömer Türbe ve Mescidi’ni gezip, Bellapaıs Manastırına gittik. Sanatçılarımız bir yandan manastır hakkında bilgi edinirken diğer yandan bir sonraki gün Devlet Hastanesi Onkoloji Servisi yararına verilecek konserin provalarını ve KKTC’li genç sanatçısı Eser Öktem’in piyano resitalini izleme olanağı buldular. Konserin provası dahi olağanüstü güzeldi. Soluksuz izlendi. Bir sonraki gün Girne Karaoğlanoğlu Barış ve Özgürlük Müzesini, akabinde Kıbrıs Özgürlük Anıtı (Yavuz Çıkarma Plajı)’nı fotoğraflayan sanatçılar bir yandan tablo gibi bir doğal güzelliğin ihtişamı karşısında heyecanlanırken diğer yandan tarihi bir geçmişe şahit oldular. FOTOĞRAF: Agdes BAGHIRZADE Portakal bahçelerinin süslediği Güzelyurt... 28 Güzergah boyunca fotoğraf makinalarını ellerinden bırakmayan, hareket halindeki araçların içerisinden bile deklanşöre basmak için değişik pozisyonlar alan, zaman zaman bir pencere karesine 3 objektif sığdırmaya çalışan sanatçılar gittikleri her yörede gördükleri doğal doku karşısında hayranlıklarını gizlemeyip, bir sonraki yörede bir öncekini unutur hale geldiler. Yine böyle bir ortamda sahil şeridi üzerinden Güzelyurt Yerleşim bölgesine hareket ettik. Sanatçılar bu yörede de birbirine çok yakın mekanlar olan Güzelyurt Doğa ve Arkeoloji Müzesi, Atatürk Heykeli ve hemen yanında St. Mamas Kilisesi ve İkon Müzesi’nin çekimlerini gerçekleştirdi. Güzelyurt yöresindeki etkinliğimizde Kuzey Kıbrıs’ı temsil eden fotoğraf sanatçımızın yani Gökyiğit ailesinin evine konuk olduk. Gökhan kardeşimizin nefis gitar müziği eşliğinde yöresel ikramları tatma fırsatı bulan sanatçılarımız anlamlı bir konukseverliği daha yaşamış oldular. FOTOĞRAF: Yevgeniy KANAYEV Güzelyurt’u takiben Yedidalga, deniz sporları ve Vuni Ören Yeri ve Sarayı’ndan görüntülerin çekimleri yapıldı. Deniz manzarası eşliğinde öğle yemeği yenilirken aynı anda su sporlarından görüntüler izlenmesi ile bir anda etrafa dağılan sanatçıların görüntüsü fotoğrafçılığın bir anlamda aksiyon ve heyecan işi olduğunu akla getirdi. O an bu heyecanı sanatçılarımıza doğal yoldan yani programlamadan yaşatmış olduk. Yemek, ardından peş peşe basılan deklanşör seslerinin ve deniz motorlarının şeffaf deniz suyunda köpüren, kabaran dalgalar yaratan hareketli görüntülerinin akabinde Yedidalgadan ayrılarak ulaştığımız Lefke yerleşim bölgesinde sokaklardan tarihi konut görüntüleri, insan manzaraları tarihi ve doğal doku çekimleri gerçekleştirdik. Karadağ bölgesinden izlenen göletli manzara seyrinden sonra dönüş için Girne’ye hareket ettik. Etkinlik süresinde bir anda gördükleri bir detayı araçları durdurarak fotoğraf karelerine yansıtan sanatçılar zaman zaman çektikleri kareleri birbirlerine göstererek ve uyararak en ufak bir detayın bile atlanmasına fırsat vermediler. Dayanışma da vardı, kaynaşma da. Fotoğraf çekimlerinden fırsat buldukça Girne Alagadi Halk Plajında denize giren sanatçılarımıza dinlenme ve uygun saatlerde bir araya gelme fırsatlarının yaratılmasına da çalıştık. Özellikle geceleri guruplar halinde bir araya gelinip, sanatçıların geçmiş dönem arşivlerinin bilgisayarlarda izlenmesi ve bir renk armonisi içerisindeki o eşsiz fotoğraf kareleri hala gözümün önündedir. Tarihi Belediye Pazarı Bandabuliya’da serbest fotoğraf çekimleri… Lefkoşa merkezini, yöredeki son günlere denk getirmeye çalıştık. Programda bu yöndeydi. Bilindiği gibi kültürel ve tarihi doku ile halk yaşamından kesitlerin fotoğraflanabileceği en müsait yer nüfus yoğunluğu olarak da Lefkoşa merkezi olduğu için farklı çekimleri orada gerçekleştirebileceğimizi düşündük. Sanatçılarımızın talepleri doğrultusunda halkın günlük yaşamından kesitler elde etmek amacıyla Lefkoşa’da Tarihi Belediye Pazarı Bandabuliya’da serbest fotoğraf çekimleri gerçekleştirdik. 29 FOTOĞRAF: Shıbek DZHEKSHENBAEV FOTOĞRAF: Alexandr İSHKININ Gıda ürünleriyle giyim kuşam ve aksesuar satışlarının bir arada yapıldığı birbirine bitişik nizam dükkanların arasında küçük kare masalarda tavlaların oynandığı, Türk kahvesinin içildiği mekanlar…otantik, mistik….. Bir yandan ikramları kabul edip diğer yandan çekimlerini tamamlayan sanatçılarımızdan bir grup, Büyük Han’da diğer grup Çetinkaya Burcu’nda çekim yaptı. Buluşma noktalarımızı ve saatlerini önceden belirttiğimizde tekrardan toplanma imkânımız daha kolay oluyordu. Aynı zamanda ara sıra bu yola başvurarak tüm sanatçılarımızdan aynı mekânda aynı fotoğraf karelerini alma olasılığını da en aza indirmeye çalıştık. Üstelik bazı sanatçılarımız panoramik görüntüler elde etmeye çalışırken bazıları insan yüzlerini bazıları da doğal ortamı karelerine yansıtmayı tercih ettiler. Bu da bir anlamda arşivimizi çeşitli çekim konularıyla zenginleştirmemizi sağladı. Sonuç itibariyle katalog ve sergi çalışmaları amacıyla bu kareleri tek tek taramanın ne anlama geleceğini o zamanlar tahayyül edemediğimden o günlerde her bir sanatçının arşivimize ne kadar çok fotoğraf vereceğinin ince hesaplarını yapıyordum. Şimdi bile tüm yorgunluğuna rağmen o kareleri izlerken tattığım hazzın her türlü cefaya değeceğini düşünüyorum. Sanatçılarımız Devlet Arşivleri Karma Resim Sergisi’nde… FOTOĞRAF: Ernest URAKOV Etkinlik kapsamında çekimlerimizi sürdürürken günlük yaşam içinde KKTC’nin kültür ve sanat çalışmalarını tanımak ve tanıtmak amacıyla farklı etkinlikler için davetler aldık. Heyetimiz böyle bir davetle İsmet V. Güney Sanat Merkezi’nde Kültür Dairesi Müdürlüğü tarafından organize edilen Devlet Arşivleri Karma Resim Sergisi açılışına tam grup olarak katıldı. 30 Bu katılımla bir anlamda Türk Dünyası Fotoğraf sanatçıları, KKTC’nde Resim sanatçılarını eserleriyle birlikte fotoğraflamak imkânı da buldu. Kısaca etkinlik içinde başka bir etkinliğin çekimlerini de gerçekleştirdik. Bir günün süre olarak yetmeyeceğini düşündüğümüz Lefkoşa’da Girne Kapısı, Saman Bahçe, Lefkoşa içi, Metropol bölgesi tekrarlanan bir turla bir başka gün yeniden gezildi. FOTOĞRAF: Aygül AKMANOVA Kültür Dairesi Müdürlüğüne TÜRKSOY Anı Plaketi Etkinliğimizin son günlerinde ”5.TÜRKSOY Fotoğrafçılar Buluşması”na ev sahipliği yapan Kültür Dairesi Müdürlüğü ziyaret edildi, Daire Müdürü Sayın Mustafa Hastürk ve Müdür Yrd. Sayın Candaş Yolga ile yapılan sohbetin ardından kendilerine TÜRKSOY Genel Müdürlüğü’nün anı plaketini takdim ettik. Sayın Mustafa Hastürk ülkesinde böyle anlamlı bir organizasyonu üstlenmiş olmaktan duydukları memnuniyeti dile getirerek Uluslararası TÜRKSOY Teşkilatı’nın etkinliklerinden “5. TÜRKSOY Fotoğrafçılar Buluşması” ve gelenekselleşen ve bu yıl on ikincisini programladığımız TÜRKSOY Opera Günleri’ni ülkemizde gerçekleştiriyor olmaktan duyduğu memnuniyeti dile getirerek, Kuzey Kıbrıs sanatından bir örnek olan ipek koza işlemesi bir tabloyu TÜRKSOY Genel Müdürlüğü’ne ulaştırmak üzere heyetimize takdim etti. Türkiye Cumhuriyeti Lefkoşa Büyükelçiliği’ni ziyaret…. Aynı gün Lefkoşa’da “5.TÜRKSOY Fotoğrafçılar Buluşması” Kuzey Kıbrıs etabında heyetimizi kabul eden T.C. Lefkoşa Büyükelçisi Sayın Şakir Fakılı’yı makamında ziyaret ettik. Sayın Büyükelçi, sanatçılarımıza hitaben yaptığı konuşmada etkinliğin amacının çok yararlı olacağı inancında olduğunu belirterek bu etkinliği organize eden TÜRKSOY Genel Müdürlüğü’ne teşekkür etti ve bir anı plaketi sundu. “5.TÜRKSOY Fotoğrafçılar Buluşması“ halka açık slayt gösterisi… Kuzey Kıbrıs’ta tamamladığımız çalışmalarımızın ardından bize çekimlerimiz süresince her türlü kolaylığı gösteren, bizleri evlerine konuk ederek en özel ikramlarıyla ağırlayan Kıbrıs Türk halkına çalışmalarımızdan birer örnek sunmak üzere bir sunum gerçekleştirmeyi düşündük. 31 Atatürk Kültür Merkezi’nde “5.TÜRKSOY Fotoğrafçılar Buluşması“ etkinliğinde çekilen fotoğrafların slayt gösterisi, eski Milli Eğitim ve Kültür Bakanı Sayın Canan Öztoprak’ın da katılımıyla basının ve halkın beğenisine sunuldu. Basının yoğun ilgisiyle karşılaşan heyetimiz için görsel basında Uluslararası TÜRKSOY Teşkilatı ile ilgili olarak tanıtıcı bilgiler verildi. FOTOĞRAF : Ramil KİLMAMATOV Bakanlığımız Kültür Dairesi Müdürlüğü tarafından etkinliğe katılan fotoğraf sanatçıları onuruna son akşam Girne Öğretmen Evi’nde bir veda yemeği daveti gerçekleştirildi. Bu etapta aramızdan ayrılarak ülkelerine dönecek iki sanatçımıza sayın müdürlerimiz tarafından verilen katılım belgeleri takdimi ve karşılıklı iyi dilek ve temennilerle güzel bir günü daha geride bıraktık. Artık yola çıkma vakti gelmişti. Önümüzde Samsun ilimizde gerçekleştirilecek anlamlı bir etkinlik ile Ağrı’da çekimleri sürdürülecek bir başka program daha vardı. Çalışmalarımız çok yoğun ve bir ay gibi uzun süreliydi. Her şeye rağmen sanatçılarımızın gezilen ve çalışılan her mekânda ilgi odağı olmaları, Kuzey Kıbrıs halkının yoğun misafirperverlik anlayışı ile ağırlanmaları ve karşılıklı bir yakınlaşmanın, kaynaşmanın doğal görüntüsü hepimizi mutlu etti. Ümit ederim ki Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tarihi, doğal, sanatsal ve kültürel görüntülerinin, insan yüzlerinin, sıcacık ilginin, dostluk ve yardımseverliğin misafirperverliğin fotoğraf karelerine yansıttığı güzellik, katılımcı sanatçılarımızın yüreklerine de aksetmiştir. TÜRKSOY’un Türk Dünyası’na Büyük Hizmeti… FOTOĞRAF : Aygül AKMANOVA Türk Dünyasına hizmeti ilke edinmiş bir kurum olan TÜRKSOY’un her türlü imkanı yaratarak yürüttüğü organizasyonlardan birini daha bu satırlara sığdırmaya ve anıları sizlerle paylaşmaya çalıştık. Dergimizin bundan sonra çıkacak diğer sayılarında da Samsun ve Ağrı İllerimizde karşılaştığımız tarihi, sanatsal ve kültürel dokuyu fotoğraf karelerine yansıtmaya çalışırken yaşadığımız anıları tekrar sizlerle paylaşma imkânı bulmayı ümit ederiz. Tüm bu güzellikleri sizlerinde yaşamanız dileği ile... 32 FOTOĞRAF: Andrey VERETENNİKOV Aygul AKMANOVA, Sultan ISKHAKOV, Andrey VERETENNİKOV, Alexandır ISHKININ, Yevgeniy KANAYEV, (Tataristan), Ernest URAKOV, Fail ABSATAROV, Ramil KILMAMATOV, (Başkurdistan), Nikolay POSTNİKOV, (Kazakistan), Shıbek DZHEKSHENBAEV, (Kırgizistan), Agdes BAGHIRZADE, (Azerbaycan), Sayana MONGUSH, (Tıva), İsmail HAYKIR, Yavuz ALATAN, (Türkiye), Mehmet GÖKYİĞİT, Tevfik İLERİ, (KKTC), Zemfira KHASSANOVA, (TÜRKSOY Tataristan Ülke Temsilcisi), Güler FEDAİ, (TÜRKSOY KKTC Ülke Temsilcisi), T.C. Lefkoşe Büyükelçisi Sayın Şakir Fakılı ile birlikte 33 İnsanda İnsanlığın Arayışı Rüstem İbrahimbeyov, 2009’da 70’inci yaşını kutladı Anar RZAYEV * Elçin GAFARLI ** İbrahimbeyov Rusça yazıyor, bu da bazen tartışma konusu oluyor: “Başka dilde yazan bir yazara nasıl milli yazar diyebilirsiniz?” deniliyor. Üst makamdakiler, sadece kendi dilinde yazan yazarın kendi halkının yazarı olduğunu söylüyorlar. Bence bu çok yanlış bir düşüncedir. Tabii, -ki bunu ben defalarca söyledim ve yazdım- her edebiyat ilk önce kendi dilinden yararlanır; öykülerin, şiirlerin esas yolu ana dilden geçer. Fakat tarihî, toplumsal, ailevi, kadersel sebeplerden dolayı başka dilde okumuş, öğrenmiş insanları milli edebiyatımızdan uzak tutarsak çok büyük kayıplara sebep oluruz. O zaman, tüm eserlerini Farsça yazmış olanı Nizami’yi, Hakani’yi, Mesheti’yi de edebiyatımızdan çıkaralım. Peki ya Fuzuli? Türkçe yazdığı şaheserlerinde Azerbaycan; Arapça yazdıklarında Arap; Farsça yazdıklarında da Fars edebiyatının üyesi haline mi gelir? Ya Mirza Fatali Ahundzade, Puşkin’in ölümü üzerine yazdığı ‘Şark Poeması’yla Fars, ‘Hacı Kara’yla da Azerbaycanlı bir şair mi oluyor? Yirminci asırda yetişmiş, Rusça eğitim görmüş ve Rusça yazan yetenekli şairleri edebiyatımızdan dışlamalı mıyız? Veya kim Rusça yazdıkları için Cengiz Aytmatov’un Kırgız yazarı, Oljas Süleymanov’un da Kazak şairi olmadığını söyleyebilir? Yine tekrar ediyorum: dil unsuru edebiyatta en gerekli, esas unsurdur, ama tek unsur da değildir. Yazarın milli aidiyeti, eserlerinin içeriği, konusu, ruhu, kendinde gösterdiği milli sorunlar, yarattığı milli karakterler onun hangi edebiyatın üyesi olduğunun kesin göstergesidir. Herhangi bir edebiyatın iftiharı sayılabilecek Rüstem İbrahimbeyov’un dünyevi konularda yazdığı piyesleri, senaryoları ve başka eserleri ona aralarında Oskar ödülü de dâhil olmak üzere SSCB’nin, şimdiki Rusya’nın, birçok Avrupa ülkesinin ve ABD’nin ödüllerini kazandırmıştır. Halk yazarı, Azerbaycan Devlet Ödülü sahibi Rüstem İbrahimbeyov’un Azerbaycan hayatından esinlenerek yazdığı öyküleri; Rusça kelimelerle ifade edilmiş karakterlerin Azerbaycan özellikleri, topyekûn eserlerinin havası yazarı milli edebiyatımızın altın mertebesine eriştirmiştir. ‘9’ncu Hrebtovıda’, ‘Unutulmuş Ağustos’, ‘Park’, ‘Doğum Günü’, ‘Müzik dersi’, ‘Tayinde’ kanımca çağdaş nesrimizin şaheserlerindendir. Uzun yıllar önce İbrahimbeyov’un ‘9. Hrebtovıda’ nehir-hikâyesini okurken yazarın bu ilk büyük eserine hayran kalmıştım: en acı toplumsal ve milli sorunlara dokunan genç yazarın cesareti; aile sahnelerini bu kadar güzel tasvir etme yeteneği; insan karakterini bu denli ustalıkla açma yeteneği övgüye layıktı. İlk yazılarından itibaren kendisini ciddi bir kalem olarak ortaya koyan yazar, ömür boyu bırakmadığı manevi boyutu daha ilk yazılarında belli etmişti. Ben bu boyutu, ‘insanda insanlık arayışı’ olarak belirledim. İbrahimbeyov gördüğü, tanıdığı her bir insanda, ilk önce insani yönleri; bazen ilk bakışta görülmeyen, çok derinlerde saklı insanlık unsurlarını arar ve ortaya çıkarmaya çalışır. Rüstem İbrahimbeyov Aynı zamanda yazar, insanlığa ölüm kesilen tarafları da -kötülüğü, zorluluğu- gösterebiliyor. Sade bir şehir avlusunda veya şehir kenarındaki harabelerde gençler arasında çıkan kavga (‘Unutulmuş Ağustos’), fedakârlıkla kötülüğün karşılaşması (‘Yeşil Kapı Arkasındaki Kadın’) daha dünyevi sorunların, insanlıkla faşizmin karşı karşıya gelmesinin modelidir. 34 * Azerbaycan Yazarlar Birliği Başkanı ** Türkiye Türkçesine Aktaran/TÜRKSOY Azerbaycan temsilcisi ‘Tayinde’ adlı hikâyesinde anlatılan olaylar ‘9’ncu Xrebtovı’da oluşan olaylardan çok uzaktır. Geçtiği yerler de ayrıdır. Hikâyenin kahramanı bilim adamı Merdanov, Moskova’da tayindedir. ‘9’ncu Hretovı’daysa karakterler kendi mahallelerinden dışarı çıkmayan insanlardır. Böylelikle anlatılan mekânlar, ortamlar, istekler ve davranışlar tamamen farklı. Buna karşın eserler, derin manevi bağlarla birbirine bağlıdır ve birbirini tamamlayıcı niteliktedir. Bunların ortak yönü, yazarın ‘insanda insanlık arayışlarının’ sonucudur. Yani hedef aynıdır: insanın hakiki niteliği; kendine öğretilen yalancı ahlâk ve davranış kurallarına karşı şahsiyetin doğal özlülüğü; sahte hareketlerle perdelenmiş, dış görünüşün altında veya arkasındaki insanın gerçek varlığı… ‘Tayinde’ hikâyesinin konusunu açıklamayacağım. Buna karşın her okuyuşumda beni heyecanlandıran sonundan bahsetmek istiyorum. Merdanov’un buzlu Moskova sokaklarında, karlı bir kış gecesinde küçük çocuğu çağırmasına değinmek istiyorum: “O, gidiyor ve çocuğu çağırıyordu. Gidiyor ve çağırıyordu.” Hikâye bu cümleyle bitiyor. Soğuk Kuzey. Gece. İki yalnız insan, ihtiyar erkek ve küçük çocuk. Fırtınanın uğultusu ve bu uğultuda duyulup sonradan kaybolan ses: insanlık sesi. “9’ncu Hrebtovı”nin havası bambaşkadır. Bana öyle geliyor ki, yazıldığı devirde amansız ve adaletsiz eleştirilere hedef olmuş bu eserin böylesi bir direnişle karşı karşıya kalması esas olarak bu karaktere bağlıydı. Sanki milli adetlerimizi tarif etmesi, halkımızın menfi yönlerini kabartması, ışıklı hayatımızı siyah boyalarla tasvir etmesi gibi suçlamaların arkasında, resmî fikirlerin ve ona hizmet eden eleştirmenlerin başka bir korkusu, bir sinmesi vardı: yazar, genellikle yaşadığımız toplumun ayıplarını açığa çıkarıyor ve insan doğasına karşıt olan fikirleri damgalıyordu. Bu hikâyeye dayanılarak çekilmiş olan ‘Bir Güney Şehrinde’ filmi de (yönetmen: Eldar Guliyev, kamera: Rasim Ocagov) sırf bu sebepten ötürü resmî fikir sahiplerini ürkütüyordu. Ama ne mutlu ki o dönemde hem hikâyenin hem de filmin asıl değerini anlayan ve savunan insanlar ortaya çıktı. Azerbaycan’da bile. Bu üretken yazar niteliği, İbrahimbeyov’un eserler bütününe ve türlerine (hikâye, dram, film) yansımıştır. SSCB Devlet Ödülünü almaya hak kazanmış “Sorgulama” filminde olsun (yönetmen: Rasim Ocagov); ‘Yeşil Kapı Arkasındaki Kadın’ piyesinde olsun; Bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti’nin trajik kaderini ilk kez -devrin imkânları çerçevesinde- tüm gerçekliğiyle sahneye koyan ‘Uyarı’ piyesinde olsun; ‘Doğum Günü’; ‘Müzik Dersi’ gibi hüzünlü hikâyelerde olsun; Rüstem İbrahimbeyov, insanda insanlığı arıyor. Ben, Rüstem İbrahimbeyov hakkında defalarca konuştum ve yazdım. ‘9. Hrebtovı’ haksız saldırılarla karşı karşıya kaldığında, ‘Literaturnaya Gazeta’da (Edebiyat Gazetesi) konuyla ilgili yazım yayınlanmış; ‘Uyarı’ piyesi hakkında yine o gazetede yazılarım çıkmıştır. Yazarın 50’nci doğum günündeyse, Bakü basınında ‘Gönderilmemiş Mektup’um basılmıştır. Bu yazımı da, hayatın ve yılların sillesinden geçmiş arkadaşımın insanî karakteri hakkında bir-iki sözle bitirmek istiyorum. Sade bir dille konuşacak olursak diyebiliriz ki Rüstem İbrahimbeyov gerçek bir asilzâdedir: mert, cesur, sadık, hiçbir şeyden korkmayan, hiçbir zorluktan kaçınmayan. Sibernetik üzerine lisans eğitimi almış olan yazar, Allah vergisiyle sanatçıdır. Onun yüksek sanatkârlık yeteneğine dakikliği ve her şeyi güdümsel bir araç gibi çabucak anlayıp sonuç çıkarma becerisi de eklenince benzersiz bir Rüstem İbrahimbeyov varlığı, çağdaş sanatımızın ve hayatımızın biricik unsuru haline geliyor. İbrahimbeyov’un ömrünün bir kısmı uçaklarda geçiyor, bir hafta içinde şehirden şehre, ülkeden ülkeye, kıtadan kıtaya uçuyor. Yetenekli bir organizatör, bir iş adamı gibi de çalışıyor. Tabii ki, esas olarak farklı konularda ve türlerde değerli eserler yaratıyor, ama hiçbir zaman da bir dost teklifini, dost meclisine daveti geri çevirmiyor. Ben her zaman iki şeye şaşırıyorum: Şehrimize geri döndüğü zamanlar İbrahimbeyov, burada olup biten hakkında bizlerden daha bilgili oluyor. Bakü’de olduğu zamanlar eser yazmak, yarattığı İbrus tiyatrosuyla ilgilenmek, Filmciler İttifakına başkanlık etmek ve burayla ilgili tüm sorumluluklarını yerine getirmek dışında dostlarıyla da görüşmeye zaman ayırabiliyor yazar… 35 2. ‘Bin Nefes Bir Ses’ Uluslararası Türkçe Tİyatro Yapan Ülkeler Festİvalİ Tomris ÇETİNEL * “Bugünden sonra divanda, dergâhta, mecliste Türkçeden gayrı dil konuşulmaya…” Karamanoğlu Mehmet Bey Binlerce yıldır dünyanın çeşitli coğrafyalarında insanlar, kökü aynı olan Türkçenin farklı lehçeleriyle söyleşmişler, anlaşmışlar; şenliklerde, türkülerde, ölümlerde, ağıtlarda, sevdalarda yüreklerinin seslerini Türkçeyle dile getirmişler. Kimi ‘söyle’ demiş, kimi ‘yırla’; kimi ‘yiğit’, kimisi de ‘cigit’; ama her durumda kökü aynı olan dilde, ‘Türkçe’de buluşmuşlar. Şimdi de, yüzyıllar sonra, Konya’da Türkçe tiyatro ile buluşuyorlar. KKTC, “21:15 TRENİ” KOSOVA, “ÇIKMAZ SOKAK ÇOCUKLARI” 36 Zengin tarihi geçmişinin yanı sıra müziğin, bilginin, güzel sanatların da merkezi olmuş olan bu kentin artık bir de Festivali var. Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Sayın Lemi Bilgin’in büyük desteğiyle Konya Devlet Tiyatromuzun düzenlediği festivale geçen yıl ‘Bin Nefes Bir Ses Uluslararası Türkçe Tiyatro Yapan Ülkeler Festivali’ adını vermiştik. 14-24 Nisan 2009 tarihleri arasında tiyatronun birleştiren, eleştiren, yansılayan yanıyla oyuncuların ve seyircilerin sevgi dolu hoşgö- * Konya Devlet Tiyatrosu Müdür Vekili/Sanat Yönetmeni rülü kocaman yüreklerinin buluştuğu festivalimizde, konuklarımızı on gün boyunca kentimizde ağırlamanın mutluluğunu yaşadık. Bu yıl 2’ncisini düzenlediğimiz Festival, giderek daha da gelişip hem ülkemize, hem de Konya’ya yaraşır bir görünüm kazandı. Geçen yıl altı ülkenin katıldığı festivale bu yıl on ülke konuk oldu. Katılımcı topluluklar Azerbaycan Cumhuriyeti’nden Devlet Akademik Milli Drama Tiyatrosu, Kazakistan Cumhuriyeti’nden Juusipbek Aymautov Kazak Drama ve Müzik Tiyatrosu, Kırgızistan Cumhuriyeti’nden Devlet Oş Milli Drama Tiyatrosu, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nden Girne Belediyesi Tiyatro Stüdyosu, Moldova Gagavuz Yeri’nden Mihail Çakır Gagavuz Yeri Milli Tiyatrosu, Rusya Federasyonu Başkurdistan Cumhuriyeti M. Gafuri Akademik Drama Tiyatrosu, Rusya Federasyonu Tataristan Cumhuriyeti’nden Sabir Amutbaev Drama Tiyatrosu, Bulgaristan Cumhuriyeti’nden Kırcaali Kadriye Latifova Devlet Müzik ve Drama Tiyatrosu, Kosova Cumhuriyeti’nden Prizren Kültürevi Nafiz Gürcüali Türk Tiyatrosu, Makedonya Cumhuriyeti’nden Milli Kurum Türk Tiyatrosuydu. Irak Kerkük Türkmeneli Tiyatrosundan beş kişilik bir heyet de gözlemci olarak Festival boyunca Konya’daydılar. Konya Devlet Tiyatrosuysa sanatseverler için Racine’in ‘Bayazıt’ ve Gogol’ün ‘Evlenme’ oyunlarını sergiledi. 23 Nisan Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramının kutlandığı gün Festivalde Gökhan GAGAVUZ YERİ (MOLDOVA), “OGLAN HEM LYANKA” MAKEDONYA, “ROMEO VE JULİET” AZERBAYCAN, “ÇIĞ” TATARİSTAN, “SÜNNETÇİ DEDE” 37 Aktemur’un yazdığı, Konya Devlet Tiyatrosu oyuncularınca oynanan ‘Düşlerim Benim’ isimli çocuk oyunu yer aldı. TÜRKİYE, “BAYAZIT” (Baiazet) 38 Bu yılki festivalimizi düzenlerken TÜRKSOY Genel Müdürlüğünün katkılarından da söz etmemiz gerekir. TÜRKSOY, üye ülkeleriyle bağlantıların kurulması ve o ülkelerdeki tiyatroların Türkiye’ye getirilmesi konusunda inanılmaz bir çaba gösterip bizimle işbirliğinde bulundu. Teşkilat neredeyse 2’nci Bin Nefes Bir Ses Uluslararası Türkçe Tiyatro Yapan Ülkeler Festivalinin ana sponsoru görünümündeydi. Buna ilaveten, Festivalimizin açılışı dışında da sık sık Konya’ya gelerek bizi yalnız bırakmayan Genel Müdür Sayın Düsen Kaseinov’a binlerce teşekkürü borç biliriz. BAŞKURDİSTAN, “SHAURAKAY” Pek çok uygarlığa; Mevlana’nın hoşgörüsüne, Nasrettin Hoca’nın zeki gülmecelerine ve “Bugünden sonra divanda, dergâhta, mecliste Türkçeden gayrı dil konuşulmayacaktır…” diyen Karamanoğlu Mehmet Bey’e ev sahipliği yapmış, Türkçeyi ilk kez resmi dil olarak ilan etmiş olan Konya’ya dünyanın her yerinden gelen tüm dostlara tiyatroyla “Hoş geldiniz” demenin mutluluğunu yaşadık. KAZAKİSTAN, “AİMAN SHOLPAN” TÜRKİYE, “DÜŞLERİM BENİM” BULGARİSTAN, “HÜRREM SULTAN” KIRGIZİSTAN, “GÜLSARAT” Soyum Bir Türk Kardeşe Kayırbek Kemenger Tübi Bir Türki Bavırğa Kayırbek Kemenger Aktaran Mikail Cengiz* (Türkiye-Elazığ şehrinden gelen (Türkiyanın Elazığ Kalasınan misafirlere okunan şiir) Konaktar Kelgende okılğan jır) Dinimiz, kökümüz bir, bir atadan çıkmışız, Dinim bir, tübim bir, şıkkan bir negizim, Babamız, dedemiz bir, sanki ikiz doğmuşuz. Babam bir, danam bir, tuğanday egizim. Hoş geldin, kardeşim, Seksen Göl yurduna, Koş keldin, bavırım, seksen köl eline, Cennet Akdeniz’den kalkıp, atayurduna , Jaylağan jumaktay Jerorta tenizin. Birlikteyiz bugün de, bir idik geçmişte, Birgemiz buginde, bir boldık burında, Köklerim Altay’da, ata yurdum Sırım’da. Tamırım Altayda, atajurt Sırımda. Kahraman Türk, saçıldın dört bir yana, Er Türik, urpağın tarıday şaşıldı- Oğulların Rum’a, kızların Kırım’a… Uldarın Urımğa, kızdarın Kırımğa. Geçmişte yayıldık hür ve bağımsız Ejelden en jaylap tusavsız, kurıksız Turan ülkesinde mutlu günler yaşadık, Turanın jerinde tınış kün sürippiz. Kısmetini toplayıp dağılsak da etrafa, Enşi alıp jan-jakka şaşırap ketsek te, Kökleri derinlerde, soyu bir Türk’üz biz. Tamırı terende tübi bir türikpiz. Seyhun kıyılarında inleterek kopuzu, Sır boyı- Seyhunda sarnatıp kobızın, Ömür ile ölümü kavratan Ulu Ömir men ölimdi uktırğan abızım Bilge Korkut’um Türk’ün gururu. Danışpan Korkıtım- Türikke maktanış. Destanım korudu atamın ruhunu. Babamnın beynesin saktadı anızım. Vahşiyken bugünkü Batı, Jabayı jürgende bügingi Batısın, Yokken dünyada büyük Amerika, Jok kezde alemde alpavıt Akş-ın, Dirliği düzeni Korkutlar anlatırdı. Tirşilik sırların tanıptı Korkıttar. Övünürüm, Korkut’a uzanır benim bağım. Maktanam, Korkıtka bar menin katısım. Birçokları ezip geçmiştir başköşemi, Talaylar törimdi ejelden taptadı, Ama korumuştur Tanrım Kazak’ı, Alayda Kudayım kazaktı saktadı. Bizi ilk dünyada Türkiye tanıdı, Tanığan bizderdi birinşi Turkiya, Bağımsızlığın göründüğünde ışıkları… Tavelsizdigimnin atkanda ak tanı! Yurdumda şenlik bugün; toprağımda bereket, kut! Elimde- toy bügin, jerimde- ırıs, kut! Gelecek dâim olsun, başköşemde huzur! Bolaşak- bayandı, törimde- tınıştık! Olsun yolumuz, bilgelerin izlediği yol, Aynalsın ulılar salğan jol danğılğa, Ulaşsın kuşaktan kuşağa eşsiz kardeşliğimiz! Ulasın urpakpen bakıttı tuıstık! Kökşetav- Kazakistan Kökşetav-Kazakstan * H.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Araştırma Görevlisi 39 ‘Uygarlıklar Diyaloğunda Türk Dünyasının Rolü’ Sempozyumundan Notlar Zhanar TEMİRBEKOVA 27 Nisan - 1 Mayıs 2009 tarihleri arasında Almatı’da (Kazakistan) ‘Uygarlıklar Diyaloğunda Türk Dünyasının Rolü’ konulu uluslararası sempozyum düzenlendi. Organizasyona TÜRKSOY üye ülkelerinden delegeler de katıldı ve TÜRKSOY Genel Müdürü Düsen Kaseinov bir bildiri sundu. 40 Kazakistan Cumhuriyeti ‘Kültürel Miras’ Ulusal Programı kapsamında ortak Türk kültürü temasını oluşturmak, Türk halklarının ortak tarihini güncelleştirmek ve Kazak kültürüyle milli geleneğini dünyaya tanıtmak projeleri çerçevesinde, Kazakistan Cumhuriyeti Kültür ve Enformasyon Bakanlığı, Kültür Politikaları ve Sanat Bilimi Enstitüsü önderliğinde ve TÜRKSOY’ün desteğiyle 27 Nisan - 1 Mayıs 2009 tarihleri arasında Almatı’da ‘Uygarlıklar Diyaloğunda Türk Dünyasının Rolü’ adlı uluslararası sempozyum gerçekleştirildi. Türk halklarının kültürel mirası üzerine odaklanan bu bilgi şölenine TÜRKSOY Teşkilatına üye ülkelerden ve dünyaca ünlü Şarkiyat araştırma merkezlerinden birçok değerli akademisyen ve misafir katıldı. Sempozyumun başlıca amaçları Kültürel Miras Ulusal Programını uluslararası düzeyde tanıtmak, Kazakların tarihsel ve kültürel mirasını dünya kamuoyuna ve bilim insanlarına duyurmak, Türk halklarının ortak tarihini güncelleştirmek ve Türk dünyasında tarih ve sanat dallarında bilimsel araştırmaları teşvik etmekti. Kazakistan Cumhuriyeti Kültür ve Enformasyon Bakanı Muhtar Kul-Muhammed, Sempozyum katılımcılarına ilettiği tebrik mesajında “Türk halklarının kültürel değerlerini korumak, kültürel ve tarihi değeri olan mimarileri restore etmek ve onları bilimsel açıdan araştırmak üzere ortak projeler üretmek, gelecek için büyük bir önem arz etmektedir” dedi. Türk halklarının kültürel mirasının tanıtımında uluslararası TÜRKSOY Teşkilatının rolü hakkında bildiri sunan TÜRKSOY Genel Müdürü Düsen Kaseinov, Teşkilatın bugüne kadar yüzlerce önemli kültürel faaliyete imza atarak Türk halkları arasındaki kültürel bağların gelişmesin önemli katkı sağladığını ifade etti. Kaseinov, UNESCO’nun Somut Olmayan Kültürel Miras listesine Aytıs (Âşıklar atışması), Hömey (Gırtlak Sesiyle şarkı söyleme) ve Mugam gibi Türk sanatının özel türlerini birlikte sunmanın daha verimli olacağına işaret etti ve: “Köroğlu, Alpamıs, Yedige gibi Türk halklarının ortak destanlarını neden beraber sunmuyoruz?” diyerek sözlerine şöyle devam etti: “Ülkeler, ortak miraslarını tek başlarına sunmakla ne kazanırlar ki? Ulusal kültür, sanat ve bilim alanında emeği geçen büyük şahısların yıl dönümlerini neden hep beraber kutlamıyoruz? Daha önce Manas Destanının, Mahmut Kaşgarlı’nın ve Abay Kunanbay’ın yıl dönümlerini hep beraber kutladığımız gibi, ileride de ortak mirasımızı ve büyük şahsiyetleri şereflendirmek geleneksel hale getirebiliriz. Maalesef, ortak mirası tanıtmak konusunda işbölümünün çok zayıf olması, bunun plansız ve danışılmadan yapılması bizi üzüyor. Bazı durumlarda, bir ülkenin milli hırsı, ortak mirasın dünya çapında tanıtılmasına engel oluyor. Biz TÜRKSOY olarak Türk Dünyasının UNESCO’suyuz diye övünürüz. Ancak gerçekten böyle bir unvana layık mıyız? TÜRKSOY’u UNESCO seviyesine getirmek için daha çok çalışmamız lazım. Onun seviyesine layık olmak için, UNESCO’nun dünya çapında gerçekleştirdiği faaliyetleri Türk halkları arasında paylaştırmalıyız.” Sempozyuma Türkiye’den katılan UNESCO Türkiye Milli Komisyonu Somut Olmayan Kültürel Miras İhtisas Komitesi Üyesi Prof. Dr. Metin Ekici’yse “Türk Dünyası, ortak bir folklor mirası olan Köroğlu destanını ele almalıdır; gelecek nesiller, dedelerinin Destanlarını bilmeli ve korumalı, geçmişten ve tarihten ders alarak Türk halklarına hizmet etmenin önemini kavramalıdır.” ‘Konservatör’ dergisinin genel yayın yönetmeni Rustam Arifcanov, “Her birimizin kendi dillerimize sadece destan ve masalları değil, günümüz Türk edebiyatını da çevirmesi şart. Çünkü, günümüz Türk edebiyatında olup bitenleri bilmeden, halklarımızın nasıl yaşadığını öğrenemeyiz. Elbette, milli gelenekler ve müziğe de önem vermeliyiz, ancak gençlerle yeteri kadar ilgilenmezsek, gençler arasında bunun gibi sempozyum, toplantı ve festivaller organize edemezsek, Türk gençlerine ait bir internet sitesi oluşturamazsak, TÜRKSOY’un geleceği de parlak olmaz” dedi. Kazakistan Cumhuriyeti Milli Eğitim Bakanlığı Edebiyat ve Sanat Enstitüsü Müdürü, tanınmış bilim insanı Seyit Kaskabasov, sadece edebiyat ve sanatla sınırlı kalmayıp, ulusal 41 tarihi de kapsayacak ve çok yönlü araştırmalar yürütebilecek Dünya Türkoloji Araştırma Merkezini kurmayı teklif etti. Sempozyum çerçevesinde “TÜRKSOY Somut Olmayan Kültürel Miras Semineri”nin ikincisi toplandı ve Seminere UNESCO Türkiye Milli Komisyonu Üyesi, Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Komitesi Başkanı Prof. Dr. Öcal Oğuz Başkanlık etti. Seminere Başkurdistan’ı temsilen Cumhuriyet Bilimler Akademisi Sosyal Bilimler Araştırmaları Enstitüsünden Prof. Dr. İlgiz Sultanmuratov, Kuray müzik aletinin ve Ural Batır destanının Başkurtların somut olmayan kültürel mirası olarak TÜRKSOY envanterine dâhil edilmesini önerdi. Tataristan’ı temsilen Tataristan Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı Tatar Folklorunu Toplama, Koruma, Okuma ve Tanıtma Devlet Folklor Metodoloji Merkezi Müdürü Doç. Dr. Fanzilya Zavgarova, 2011 yılının ünlü Tatar edebiyatçısı Abdullah Tukay’ın doğumunun 125’nci yıl dönümü olması vesilesiyle ortak etkinlikler düzenlenmesi teklifinde bulundu. Tıva’dan katılan Bakanlık temsilcisi, Hömey Uluslararası Bilim Merkezi Müdürü Zoya Kırgıs, gırtlak müziğini tanıttı. Kırgıs, Tıva’da bulunan ve Türk tarihine ışık tutan yazılı anıtların ciddi tehlike altında bu- lunduğunu ve konuyla ilgili acil önlemlerin alınması gerektiğini de belirtti. Toplantı sırasında, Taşkent’te bulunan UNESCO Orta Asya Araştırmaları Merkezi Müdürü Prof. Dr. Şahin Mustafayev kurumunun faaliyetlerinden bahsetti. Azerbaycan Kültür ve Turizm Bakanlığı temsilcisi Yaşar Hüseyinli, somut olmayan kültürel mirasın korunmasına ilişkin dört aşamalı bir planlamanın yapılmasında eğitimin önemini vurguladı. Seminere Türkiye’den davet edilen Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nebi Özdemir, kültür endüstrisi hakkında bilgi verdi. Batılı ülkelerde kültür endüstrisinin ne ka- dar gelişmiş olduğunu, bu örnek alınarak, son derece zengin bir somut olmayan kültürel mirasa sahip olan Türk Cumhuriyetlerinin kâra geçirilebileceğinin altını çizdi. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Uzmanı Solmaz Karabaşa, Türkiye’nin dünya miras listesine kazandırmış olduğu Türk Dünyasının ortak değerlerinden bahsetti ve UNESCO sürecini anlatarak, seminerin sonunda ortak bir envanter oluşturulmasının, UNESCO’ya ortak dosyalar sunulması açısından önemli olduğunu vurguladı. İki günlük konferansın sonunda düzenlenen değerlendirme toplantısında söz alan TÜRKSOY Genel Müdür Yardımcısı Doç. Dr. Fırat Purtaş, Kazakistan’ın milli kültür ve milli tarih politikasını ortak Türk kültürü ve tarihi temeli üzerine inşa ettiğini öğrendiğini, bu anlayışın diğer Türk devletleri ve topluluklarında yaygınlaşması durumunda gelecek nesillerin birbirlerine daha yakın hissederek yetişeceğini ifade etti. 42 2’nci Uluslararası Türk Şöleni 20-23 Mayıs 2009 tarihleri arasında Erzurum’da geniş katılımlı ‘Türk Şöleni’ gerçekleştirildi. Mayıs ayında Erzurum’da gerçekleştirilen Türk Şölenine halkın geniş katılımı, bu adlandırmanın hakkını verir nitelikte oldu. Erzurum’da 21 yıldır faaliyet gösteren Güneş Vakfının düzenlediği ve TEMA Vakfıyla TÜRKSOY’un da destek verdiği Şölende ağaç dikimi, Âşıklar gösterisi, Şairler gecesi, Türk Dünyasının Sorunları Paneli, Geleneksel Türk sporları ve atlı spor müsabakaları gerçekleştirildi. Şölenin açılışında konuşan TÜRKSOY Genel Müdür yardımcısı Doç. Dr. Fırat Purtaş, Güneş Vakfına böylesi önemli bir toplumsal sorumluluk projesini gerçekleştirdiği için teşekkür etti. Purtaş, ortak Türk kültürünün yaşatılması konusunda çok ağır bir yükümlülük üstlendiklerini, Güneş Vakfı gibi sivil toplum kuruluşlarının bu tür girişimlerde bulunarak Türk topluluklarının arasındaki kardeşliğin güçlendirilmesine olduğu kadar evrensel kültürün zenginleştirilmesine de büyük katkı sağladığını ifade etti. Etkinlikler ağaç dikimiyle başladı ve ‘Türk Mitolojisi’ konulu sergiyle devam etti. Akşam, Âşıklık geleneğinin geniş bir coğrafyadan güzel örnekleri halkın ve öğrencilerin beğenisine sunuldu. Şölenin ikinci günü ‘Bütün Yönleriyle Türk Dünyası’ konulu panel düzenlendi. Yazar Yahya Akengin’in yönettiği oturumlarda Özbekistan, Türkmenistan, Azerbaycan, Kazakistan, Batı Trakya, Irak Türkmen Cephesi, Kıbrıs, Tacikistan, Kırgızistan ve Doğu Türkistan’dan katılan katılımcılar Türk Dünyasıyla ilgili bildiriler sundular. Şölenin üçüncü ve son günü 23 Mayıs’ta program Cirit stadyumunda Gökbörü, cirit ve at üzerinde ok atma spor etkinlikleriyle başladı. Türklerin en eski atlı oyunlarından olan Gökbörü özellikle Türkistan, Özbekistan, Türkmenistan, Kazakistan ve Kırgızistan’da 12 ilâ 40 atlı ile oynanan bir oyundur. Oyun, kısaca, alanın ortasına çizilen ‘halhal’ veya ‘adalet çizgisi’ adı verilen daire etrafına dizilen atlıların, daire içine bırakılan koyun postunu alarak rakip sahadaki dairenin içine bırakmasını esas alır. Şölenin son günü, Gagavuz yazar Todor Zanet’in kaleme aldığı ‘Açlık Kurbanları’ adlı piyes sahneye kondu. Bu dramı bizzat yaşamış olan konukların gözyaşları içinde izledikleri piyes büyük ilgi gördü. Kutlamalar aynı akşam Müzik Şöleniyle sona erdi. Kazakistanlı âşıkların kısa ama zevkli ‘kız-oğlan atışması’ndan sonra Kaşkay, Doğu Türkistan ve Azeri grupların birbirinden güzel parçalarıyla geceye devam edildi. Program, Mugam söyleyen Azeri (K. İran) iki küçük sanatçının ilginç sunumlarıyla sona erdi. 43 SOMUT OLMAYAN KÜLTÜREL MİRASIN KORUNMASININ YOL HARİTASI Zhanar TEMİRBEKOVA UNESCO Türkiye Milli Komisyonu Üyesi, Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Komite Başkanı Prof. Dr. Öcal Oğuz ile TÜRKSOY’un Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunmasındaki rolünü konuştuk. Genel olarak Somut Olmayan Kültürel Mirasın tanımını yapabilir misiniz? Somut Olmayan Kültürel Miras, UNESCO tarafından icat edilen bir terimdir. 2003 yılında Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesi imzalanmıştır. Bu Sözleşme şu unsurları bu mirasın bileşenleri olarak sayıyor: İlk olarak, Somut Olmayan Kültürel Mirasın aktarılmasında taşıyıcı işlevi gören dille yaratılan sözlü gelenekler ve anlatımlar dünyası, yani masallar, hikâyeler, fıkralar, atasözleri, deyimler, türküler, destanlar v.b; bunların yanı sıra gösteri sanatları adı altında müzik performansları, halk oyunları ve folklorik gösteriler; Toplumsal uygulamalar, ritüeller ve şölenler de bu sayılanlara eklenebilir. Dolayısıyla insan doğumundan, ve hatta doğumu sağlamaya yönelik çocuk edinme pratiklerinden ölüme ve ölüm sonrasına kadar doğum, sünnet, evlenme, hacca uğurlama gibi bizim yaşamımızda ve başka kültürlerde de 44 Prof. Dr. Öcal Oğuz benzerleri olan geleneklerin tamamı bu mirası oluşturur. Festivaller, şölenler, kutlamalar ve şenlikler de bileşen olarak sayılabilir. Buna ilaveten doğa ve evrenle ilgili bilgi ve uygulamalar adı altında insanın doğayı tanımlayarak çevreyi kültüre dönüştürme pratiği de mirası oluşturur. Örneğin bir bitkiyi iyileştirme için kullanmak; yabani bir bitkiden yemek yapmak; vahşi doğayı tanımlayarak ona karşı tedbirler almak ve korunmak; evreni, yıldızları ve gök cisimlerini tanımak gibi birçok deneyim ve ona yönelik bilgiler söz konusu mirasta payını alır. Son olarak, el sanatları geleneği de Somut Olmayan Kültürel Mirasın içinde yer alır. Böylece UNESCO, bu bileşenler bütününü Somut Olmayan Kültürel Miras olarak tanımlıyor ve bunların korunmasını hedefliyor. Türk Topluluklarının Somut Olmayan Kültürel Miras bakımından oldukça zengin olduğunu biliyoruz. Bu konuda genel olarak bizi aydınlatabilir misiniz? 1972 UNESCO Dünya Doğal ve Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesi insanlığın ırmak, vadi ve kendiliğinden oluşan dağ veya kanyon gibi doğal varlıklarını korumaya yöneliktir. Bunlarla birlikte mimarî ve tarihsel olarak da değerli olan yapıları, sit alanlarını, köprüleri, hanları ve hamamları korumaktadır. Bunlar, Avrupa medeniyetinde sıklıkla karşımıza çıkan miras unsurlarıdır. Türk soylu halklar da bu bakımdan zengindir. Ancak Türk halkları bizim Somut Olmayan Kültürel Miras olarak tanımladığımız ve kuşaktan kuşağa sözle aktarılan yaratımlar bakımından da çok zengindir. Türklerin bayramlarını, destanlarını, Âşıklık sanatını, tiyatro geleneklerini, halk oyunlarını ve el sanatlarını düşünecek olursanız dünyaya çok önemli zenginlikler sunabilecek ve dünya kültürüne çok önemli katkılar sağlayabilecek bir kültür ekseninde olduğumuzu görürsünüz. Bu bakımdan 1972 Sözleşmesi, daha da önemlisi 2003 Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesi Türk topluluklarını yakından ilgilendiriyor. Örneğin, Tivalıların gırtlak müziği olarak bilinen Hömey müzik formu ya da Kırgızların Manas Destanı hâlâ kuşaktan kuşağa aktarılan önemli kültürel miras unsurları olarak karşı- mıza çıkar. Öte yandan Anadolu’da hala sürdürülegelen Karagöz geleneği dünyanın kültürel çeşitliliği bakımından çok büyük bir zenginliktir. Aynı şekilde Âşıklık dediğimiz sanat kimi zaman akın olarak karşımıza çıkar, kimi zaman bir başka Türk topluluğunda bahşı ya da yırçı olarak karşımıza çıkar, veya ozan adıyla elinde sazla, şiiri doğaçlama yaratan bir eylemci olarak karşımıza çıkar. Bu bakımdan bizim dünyaya sunabilecek, dünyanın da bizden öğrenerek zenginliğine zenginlik katabileceği çok geniş bir alanımız var. Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunmasının önemi ve bu konuda TÜRKSOY’a düşen görevler nelerdir? UNESCO Sözleşmesinin imzalanmasının başlıca nedeni, dünya çapında ciddi bir soruna hitap etmesidir. Bu sorun, gün geçtikçe insanlığın tektipleşmesi ve kültürel çeşitliliği kaybetmesidir. Bu yüzden toplumlar, kültürel zenginliklerini gelecek kuşaklara aktarma yeteneğini kaybediyor. Çocuklar, tektip fast food kültürünün parçası olan hamburgeri öğreniyor, ama Kayseri mantısını, Kazak milli mutfağına ait olan beşparmak yemeğini veya bir başka Türk topluluğunun zengin mutfak kültürünü bilmiyorlar. Türkler de hızla bu tektipleşmeden nasiplerini alıyor ve gittikçe kültürlerini kaybediyorlar. Örneğin Romeo ve Jülyet’i bir dünya klasiği olarak öğretiyoruz, ama acaba bizim kendi coğrafyalarımızda Romeo ve Jülyet’lere benzer kimler vardı, hangi aşk hikayeleri anlatılıyordu? Kerem’le Aslı, Leyla’yla Mecnun gibi aşk hikayeleri tek tek unutuluyor mu? Onların operalarını ve sanat ürünlerini gelecek kuşaklara yeni gösterilerle aktarmak, Türk kültür ve sanatlarının ortak yönetimine talip olan TÜRKSOY’un öngörmesi ve öncülük etmesi gereken bir noktadır. Bana göre TÜRKSOY’un kuruluş ruhu Somut Olmayan Kültürel Miras çalışmalarına son derece uygundur. Çünkü biz burada Türk dünyası camilerini, Türk dünyası köprülerini, Türk dünyası sanatsal yapılarını koruma kurulundan söz etmiyoruz. Kültür (müzik, dans, gelenek, ritüel veya festival) ve sanat (tiyatro veya gösteri sanatları) her zaman somut olan alanda 45 oluşmaz. Bu bakımdan TÜRKSOY kendi tüzük ve yönetmeliğini Somut Olmayan Kültürel Mirasla ilişkilendirmek durumundadır. Bana göre TÜRKSOY bunu yapmaya mecburdur, mecbur olmanın da ötesinde TÜRKSOY için Somut Olmayan Kültürel Miras, kendisini var etme ve ifade etme alanıdır, bu nedenle de son derece önemlidir. Sizin rehberliğinizde TÜRKSOY Somut Olmayan Kültürel Miras seminerleri düzenlendi. Bu seminerlerden beklenilen sonuçlar alındı mı? Genel olarak neler hedeflenilmiştir? TÜRKSOY’un desteği ve öncülüğüyle son derece başarılı iki seminer gerçekleştirdik. Kazakistan’ın eski başkenti Almatı’da düzenlenen ikinci seminere UNESCO Milli Komisyonumuz da dâhil olmuştur. TÜRKSOY üyesi ülkeler olarak iki seminerde şunu gördük: Ortak envanterler yapmalıyız ve Somut Olmayan Kültürel Miras Sözleşmesini UNESCO Hükümetlerarası Komitesi nezdinde ya da Sözleşmeye taraf devletler Genel Kurulunda aktif olarak savunmalıyız. Bu süreçleri TÜRKSOY üyesi ülkeler olarak takip etmeliyiz ve sonuçlarından birbirimizi haberdar etmeliyiz. Bu iki seminer, birbirimiz arasında, yani TÜRKSOY’a üye ülkeler arasında bilgi 46 paylaşımına ne denli ihtiyaç duyulduğunu gösterdi. TÜRKSOY üyesi ülkeler olarak birçok alanda ortak mirasa sahibiz. Gerek Âşıklık geleneğinde olsun, gerek destan söyleme geleneğinde olsun, gerekse de festivallerde (örneğin Nevruz) olsun. Bu ortaklıkları belirleyerek TÜRKSOY üyesi ülkeler olarak UNESCO’ya çoklu dosyalar sunup, bu ortak mirası dünyanın daha iyi ve daha yakından tanımasını sağlayabiliriz. Bu seminerlerin kurumsallaşmış olması bu büyük bilgi ve belge paylaşımını sağlamaktadır. Bir inisyatif alarak bu süreçleri başlatmış olan TÜRKSOY’u can’ı gönülden kutlamak gerekiyor. UNESCO’nun Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması üzerine çalışmaları içerisinde TÜRKSOY’un girişimlerinin yeri nedir? Yukarıda belirttiğimiz gibi, TÜRKSOY’un hareketiyle bölgesel bir eylem planı oluşmuş bulunuyor. UNESCO’ca yakın gelecekte ilan edilecek Acil Koruma Gerektiren Miras listesine yazılacak öğelerin değerlendirilmesi, kriterlerin belirlenmesi, Sivil Toplum Kuruluşlarının bu süreçlere akreditasyonu gibi birçok önemli konularda TÜRKSOY, üye ülkeleri adına bilgi ve bellek yönlendirici işlevini üstlenecektir. Dolayısıyla Türk kültürünün ve Türk kültürel mirasının dünyada daha fazla tanınmasına bu işler ve eylemlerle katkıda bulunulmuş olunacak ve TÜRKSOY da bu yönüyle önemli bir hizmeti üstlenmiş olacak. Somut Olmayan Kültürel Miras Müzesi hakkında bilgi verir misiniz? Müzeniz çok güzel, gerekli ilgiyi görüyor mu? Bizim müzemiz her şeyden önce Türk Halk Bilimi Bölümü öğrencileri için bir uygulama müzesidir. Birinci sınıf öğrencilerimiz, eğitimleri boyunca doktoraları bitinceye kadar o müzede uygulama yaparak, çalışarak, konsept oluşturarak bir laboratuarda gibi çalışırlar. Aynı zamanda bu laboratuar bizim için bir bilgi ve belge üretim merkezidir. Bu müzemize dâhil edilen objelerin arka planını ve kültürel bellekteki yerini göstermek amacıyla onlarca kitap yayınladık. Burası aynı zamanda Üniversitemizin öğrencilerine ve halka açık bir müzedir. Burada Somut Olmayan Kültürel Mirasın ne olduğuna dair bir toplumsal duyarlılık oluşturmaya çalışıyoruz. Müzemiz gün geçtikçe tanınıyor, özellikle ilköğretim ve lise çağındaki öğrenciler öğretmenleriyle müzemizi ziyaret ediyorlar. Müzenizdeki objelerle ilgili demeçler verilmesi ya da fıkralar anlatılması oldukça ilgi çekici ve öğretici olsa gerek… Evet, müzemizde 2500 civarında obje var, ama biz bunların kendisini sergilemiyoruz ve bu anlamda bir etnografya müzesi değiliz. Biz aslında objenin arkasındaki kültürü anlatmak istiyoruz. Bu nedenle amacımıza ulaşmak için teknoloji ve mekânın genişletilmesi gerekiyor. Ayrıca insanların da katkısı gerekmektedir. Örneğin, daha geniş bir müzede herhangi bir geleneksel kutlamayı bir piyes gibi canlandırmayı düşünüyoruz. Bunun yanında video gösterileri, dijital ortamlar, ses kayıtları gibi birçok yöntemle objenin arkasındaki dünyayı ve asıl kültürü aktarmak ve anlatmak istiyoruz. Bildiğiniz üzere TÜRKSOY, üye ülkelerin önde gelen müzelerini sanal alanlara dönüştürmek üzere geniş kitlelere ulaşmayı amaçlayan bir proje hazırlamaktadır. Bu projeyle ilgili görüşünüzü alabilir miyiz? Son derece isabetli olur, çünkü fizikî bir mekânda müze kurmanın ne denli pahalı ve zor olduğunu biliyoruz. Bu bakımdan sanal bir müze, fizikî bir müzeden çok daha kolay ziyaret edilebilen bir yer olduğu için dünyanın neresinden olursa olsun bu müzeyi ziyaret edebilirsiniz. Görünürlük ve yaygınlaştırma bakımından böyle bir müze harika bir proje olur ve sürekli de geliştirilebilir. Sohbetiniz için teşekkür ederiz! 47 1500 YILLIK HALK BİLGELİĞİ KAYNAĞI “HAN MİRGEN” DESTANI Timur B. Davletov * Her toplumun sosyal yaşamında tarih önemli bir yere sahiptir. Türk halklarında da bugünü anlamak ve geleceğe yönelik sağlam temelli düşünceler üretmek için atalar tarafından bırakılan miras büyük bir önem arz etmektedir. Türk sosyo-kültürel mirasın içerisinde ise kahramanlık destanlar geçmişle 48 * [email protected] günümüzü birbirine bağlayan, kuşaklar arası köprü işlevini gören stratejik bir katman oluşturmaktadır. Sözlü halk kültürünün bir ürünü olan destanlar sayesinde kayda alınan ve en önemlisi kayıtlarda yer almayan tarihi geçmişimiz daha iyi aydınlatılabilmekte ve anlaşılabilmektedir. Diğer halklarda olduğu gibi Türk uluslarında mitoloji olarak değerlendirilse de kahramanlık destanlar aynı zamanda Türklerde bilinmeyen geçmişten yakın yüzyıllara kadar geleneksel dünya görüşü, kültür ve inanç, toplum-insandoğa ilişkileri, sosyal-ekonomik düzen hakkında araştırmacılar için kaynaklık edebilmektedir. Aslında halk bilgeliği ya da kodlanmış olduğundan çözülmesini bekleyen halk bilgeliği ansiklopedisi biçiminde kabul edilebilecek olan destanlar bu alanda incelemeler nicel ve nitel artış göstermesiyle birlikte Türk kültür ve tarihinin çok daha yaraşır düzeyde gün ışığına çıkarılması ve dünya çapında daha etkin tanıtılmasına nesne olarak hizmet edebilecektir. Ortak geçmişimizle kucaklaşmada bu denli önemli bir işlev gören destanlar alanında 1993 yılında kurulan uluslararası TÜRKSOY teşkilatı da ilk günlerinden beri çalışmalarıyla katkıda bulunmaktadır. Kendi yayınlarıyla bu kuruluş Türk dünyası sözlü halk mirasının korunması, araştırılması ve tanıtılmasında öncülük etmektedir. Bu bağlamda özellikle nüfus açısından az sayılı Türk halklarının kültüründen eserlerin yayınlanması bu halklara yönelik olarak yürütülen sosyal sorumluluk çalışmaları da olarak nitelendirilebilir. TÜRKSOY yayınlarının ücretsiz bir biçimde okurlara ulaştırılması da yine bu kapsamda değerlendirilebilir. Az sayılı Türk halklarından biri olan Hakaslar çok zengin bir kültür ve tarihe sahiptir. Rusya Federasyonu dâhilinde Güney Sibirya’da yaşayan bu halkın özellikle sözlü folkloru araştırmacıların ilgi odağındadır. Hakas milli folklorun tanıtılması kapsamında uluslararası TÜRKSOY teşkilatı kendi yürütme uzvu olan TÜRKSOY Genel Müdürlüğü vasıtasıyla 2008 yılın sonunda toplam 5.114 dizeden oluşan Hakas Türklerinin “Han Mirgen” Alplık Destanı kitabını gün ışığına çıkarmıştır. Tanınmış Hakas destan anlatıcısı Anna V. Kurbijekova (19131990)’nın anısına ve TÜRKSOY’un kuruluşunun 15. Yıldönümüne ithaf edilen bu destanın Türkçeye aktarımı dünya dillerine tercüme açısından bir ilktir. TÜRKSOY’un insanlığın ortak Türk kültür mirasının araştırılması, korunması ve tanıtılmasına ilişkin kültür siyaseti bağlamında atılan başka somut bir adım niteliğini taşıyan “Han Mirgen” kitabı, kuşkusuz, Türklük bilimcileri, halkbilimci, dilbilimciler vd. için yeni bir inceleme kaynağını olarak hizmet edecektir. Bu amaçla Türkçeye aktarım metninin yanı sıra bu eserde Latince olarak destanın Hakasça metnine, TÜRKSOY yayınlarında yine bir ilk olarak tanımlanabilecek kısa Hakasça-Türkçe Sözlük ile destan kahramanlarının ad dizini, ayrıca Türkçe ve Kirill Galetski tarafından redakte edilen İngilizce olarak hazırlanan özetlerle “Han Mirgen” alplık masalının sosyo-kültürel, tarihsel ve içeriksel çözümleme yazısına da yer verilmiştir. Kitabın kapak ve iç sayfalarının tasarımı Aykut Koçoğlu tarafından uygulanan bu kahramanlık destanı için özellikle Türk kültürünü yansıtabilmek amacıyla M.Ö. 3000’li yıllara dek inen kaya resimlerinden yararlanılmış, KülTegin yazıtından bir kesit yazıya yer verilmiştir. Ayrıca kahramanlık destanın adı olan “Han Mirgen” eski Türkçe harflerle kapağın üzerinde yazılmış, üç yüz adet hediyelik kutunun üzerinde ise destanın yalnızca gerçek Türkçe harf- 49 lerle yazılmış “Han Mirgen” adı ve üzerinde de Okuneff kültürüne ait güneş tamgası konulmuştur. M.Ö. 3000’li yıllardan günümüze gelen bu simge sahip olduğu resmi itibariyle güneşi, güneş galaksisini, üç katmanlı evreni, yani, üst, orta ve alt dünyayı, üç zamanı, yani, geçmiş, şimdiki ve gelecek zamanları, üç kuşağı, yani, atalarımızı, bizleri ve çocuklarımızı, üç varoluş ortamını, yani, doğumdan önceki yaşamı, doğumdan sonraki yaşamı ve ölümden sonraki yaşamı, dünyanın dört yönünü, dört mevsimi, dört temel unsuru, yani, hava, su, toprak ve ateşi, güneş sisteminin kabaca üçgen ya da dörtgen olmadığını, gezegenlerin yuvarlak yörüngelerinden oluştuğun temsil ettiği söylenebilir. Eski Türkçeye yer verilmesinin nedeni de bu zengin kültürerl mirasımızın tanıtılmasına küçük de olsa bir katkıda bulunabilmektir. Dış ön ve arka kapakta kullanılan iki resmin müellifi birçok kez TÜRKSOY Ressamlar Buluşmasına katılan, kuruluşumuz vasıtasıyla Londra’da kişisel sergisi açılan ve TÜRKSOY Resim Ödülünü kazanan Aleksey Ulturgaşev’tir. Önsözü Prof. Dr. F. Sema Barutcu Özönder’e, aktarma metnini gözden geçirip düzeltiler Yrd. 50 Doç. Dr. Gülsüm Killi’ye ait olduğu bu kitabın içinde TÜRKSOY Genel Müdürü Prof. Düsen Kaseinov ile Hakas Cumhuriyeti Kültür Bakanı Svetlana Okolnikova’nın sunuş yazıları yer almaktadır. Yayına hazırlığı ve akademik çevirisi Hakas Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı TÜRKSOY Temsilcisi Timur B. Davletov tarafından gerçekleştirilen bu destanın tanıtımı da Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Farabi Salonunda TÜRKSOY ve AÜ Çağdaş Türk Lehçe ve Edebiyatları Bölümü işbirliğinde 04 Mart 2009 günü saat 14:00’te gerçekleştirilmiştir. Tanıtım etkinliği bağlamında Türkiye’nin önde gelen akademik çevrelerin katılımıyla “Türk Destancılık Geleneği İçinde Hakas Destancılığı” konulu bilimsel bir oturum ve tanınmış Hakas ressamlarından, Uluslararası TÜRKSOY Resim Ödülü sahibi Aleksey Ulturgaşev’in çalışmalarından oluşan “Şaman Arkeoart’ı” konulu TÜRKSOY Resim Sergisi açılmıştır. Söz konusu etkinliğe TÜRKSOY Genel Müdürlüğü, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara Üniversitesi Rektörlüğü ve Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Türk bilim adamları ve üniversite öğrencilerinden oluşan birkaç yüz kişilik dinleyici kitlesi katıldı. Burada belirtilmesi gereken Hakas “Han Mirgen” destanının TÜRKSOY yayın politikasında yapıtların tanıtılmasına dönük etkinliklerin bir ilki olduğudur. Bu tanıtım etkinliği Hakas Cumhuriyeti Hükümet Başkanı Viktor Zimin’in daveti üzerine Abakan’da ziyaretle bulunan TÜRKSOY Genel Müdürü Düsen Kaseinov’un öncülüğünde NG.Domojakov Hakas Ulusal Kütüphanesinde 02 Temmuz 2009 günü düzenlenmiştir. Bu tanıtım toplantısı hem Türkiye hem de yurtdışındaki bilim çevrelerinin büyük ilgisini uyandırmıştır. TÜRKSOY’a dünyanın birçok ülkesinden olumlu tepki ve insanlığın Türk kültür mirasının korunması ve araştırılmasına yönelik böylesine önemli katkıdan ötürü kutlama ve minnettarlık yazıları ulaşmıştır. Türkiye Cumhuriyeti üst düzey yetkilileri etkinlik vesilesiyle gönderdikleri kutlama telgraflarında Avrasya’da yaşayan Türk halklarının kültürel zenginlik ve manevi güzelliklerinin dünya çapında yaraşır bir düzeyde tanıtılmasında bu tür akademik çalışmalarının ne denli önemli olduğunu özellikle vurgulamıştır. Hakas Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı’yla işbirliği halinde düzenlenen ve Hakas bilim ve sanat dünyası çevrelerinin katılımıyla gerçekleşen bu “Han Mirgen” destanı tanıtım etkinliği sırasında tanınmış Hakas ressamlarından Richard Subrakov’un Abakan’da yayınlanan bu destanın kitap sayfalarını süsleyen kara kalem çalışmalarından oluşan bir sergi açılmıştır. Han Mirgen destanını A.V.Kurbijekova’dan kayda alıp Hakas ülkesinde yayına hazırlayan tanınmış Hakas yazarlarından Galina Kazaçinova da kitabın tanıtımına katılmıştır. Açış konuşmasında TÜRKSOY Genel Müdürü Prof. Düsen Kaseinov Hakas Türklerinin “Han Mirgen” destanının Teşkilatımızın yayın politikasında nitel olarak yeni bir dönemin başlangıcını simgelediği, bu dönemde Türk kültür değerlerinin tanıtılmasında önceliğin yararlanabilirlik tabanının genişletilmesi esaslı yüksek profesyonel ve bilimsel yaklaşıma verileceği ve TÜRKSOY yayınlarının seviyesinin sürekli olarak artacağının altını çizmiştir. Tanıtım etkinliği kapsamında Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, TBMM Başkanı Köksal Toptan, TBMM Başkanvekili Meral Akşener, T.C. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, T.C. Devlet Bakanı Prof. Dr. Mehmet Aydın, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Orhan Düzgün vd. kutlama mesajlarıyla katılmıştır. Hakas kahramanlık destanı “Han Mirgen”in TÜRKSOY yayın politikasında bir başka ilki de kurumumuzun yayınlamış olduğu eserlerden biri olarak ilk kez Rusya Federasyonu topraklarında TÜRKSOY Genel Müdürünün katılımıyla Sibirya bölgesinde tanıtım etkinliği düzenlenip okurla buluşmuş olmasından ileri gelmektedir. Hakas Türklerinin sözlü kültürel mirasının bir eseri olan bu destanın imza atmış olduğu bir başka ilk daha vardır. Bu da TÜRKSOY yayınlarından birinin ilk kez uluslararası bilim camiasına dünyanın en önde gelen eğitim kurumlarından Harvard Üniversitesi Avrasya Araştırmaları İnternet İletişim Ağı vasıtasıyla duyurulmuş olmasıdır. Görüldüğü gibi 2008 yılının sonunda yayınlanan ve Japonya ve Çin’den Batı ve Kuzey Avrupa’ya dek dünyanın birçok bilim merkezinden olumlu tepkiler alarak edinen bu en az 1500 yıllık Hakas “Han Mirgen” kahramanlık destanı Türk kültürü ve sanatı alanında ilk ve tek başarılı uluslararası kurumsallaşma örneği olan TÜRKSOY’un yayın politikasında birçok ilke imza atmış, Türkiye ve Rusya’nın Sibirya topraklarında kitap tanıtım etkinlikleriyle yoğun gündem yaratmış, TÜRKSOY kuruluşunun tanıtımına bir vesile olmuş, Türk Kültür ve Sanatları Ortak Yönetimi Teşkilatını yayınladığı eserin okurlarıyla kucaklaştırmış, Türklük bilimi alanındaki araştırmacılarla bir araya getirmiş, Türk kültür mirasının korunması, araştırılması ve gelecek kuşaklara aktarılmasına önemli katkı yapmış, Hakas kültürünün tanıtılmış ve Hakas destan anlatıcısı Anna Kurbijekova’nın aziz ruhu anılmıştır. 51 NEVRUZ: TÜ RK KOZASI Sezai ÇAĞLAYAN * 52 Özgürlük, sevgi ve kardeşliğin güneşle birlikte doğduğu; gaile, hengâme ve baskının ezici gücüne karşı direnç gösteren Şarkın umudunu perçinlediği; akil insan ruhunu okşayan baranların Mezapotamya’dan Kafkaslara, oradan da tüm cihana uzandığı; Türk tuğunun ayak bastığı yeşil tanın her deminde işlenen, hayat bulan ve yüreklerde de aynı coşkuyu filizlendiren Nevruzla birlikte, dünya barışı için gerekli olan hoşgörü ve samimiyet yeni bir yaşamın başlangıcını, eskinin geride kalan sığlığının miladını oluşturmaktadır. bağlayıcı özelliğiyle bir gelenek haline gelerek ortak kültür mirasının değişmez bir unsuru olmuştur. Orta Asya’da tohumlanıp giderek tüm yarım kürede yeşeren; içinde ayrı tatları barından bir meyve bahçesindeki salkımlar gibi damıtılmayı bekleyen; oradan da tarihin gizli kavlarında bekletilip, en bilinmemiş yerlerine servis edilen; kimini eteğiyle kimini sepajıyla etkileyen; kimine aroma kimine buke hazzı veren ama mutlaka bir şeyler kazandıran Nevruz, Türk toplumlarında ayrı bir öneme sahip olmuştur. Kürenin kuzeyindeki insanlığın ortak bayramı olan Nevruz, yüzyıllardır birleştirici ve Medeniyetlerin harmanlandığı, eşsiz kültür mozaiğinin ilmik ilmik işlendiği, sayısız mil- * Gazi Üniversitesi İdari ve İktisadi Bilimler Fakültesi/Kamu Yönetimi/1. Sınıf Öğrencisi lete ev sahipliği yapan Orta Asya’yı mesken edinen Türklerin asi, kabına sığmaz nitelikleri gereği dağı taşı eriterek Ergenekon’dan çıkmaları, esaretin palangasından sıyrılarak doğayla birlikte yeniden doğmaları bugünü kutlu kılmıştır. Dünya üzerindeki birçok medeniyetin yol göstericisi olan; sadelik içinde görkemi, sükûnet içinde ihtişamı faziletli bir şekilde icrâ edebilen; devlet yıkıp devlet kurmakta üstat olan; en imkânsız olanı bile kat’i bir lisanla olur kılan; düşmanlarını dahî kendisine elmas bir bağ ile bağlayabilen; mazisinde ve istikbalinde ender olmayı başararak kâinata tabiatın bir hediyesi olan Türkler, gelişmiş zevk ve sanat anlayışlarıyla de kendi farklarını ortaya koyarak Orta Asya’nın bozkır rengi olan buğday sarısını benlikleriyle; yeşili, güneşin doğduğu yerle, ilkbaharla; kırmızıyı ise birlikte doğdukları güneşin sıcaklığıyla özdeştirmişlerdir. Geçmişine bugünü gibi sahip çıkan, destanlarında da anlatıla gelen gelenekleriyle Türkler, temizlenmenin, kötülüklerden arınmanın değişmez bir koşulu olarak gördükleri ateşi bu mânâlı günde yeşil bir zeytin dalına, bir dilek ağacına atfederek içlerinde mayalanan en samimi isteklerinin pişmesinde, yeni umutlarının doyurmasında kullanmışlardır. Bu farklılık; kürenin her köşesine giden, her milleti biçimlendiren Türk’ün Nevruz geleneğini zenginleştirerek ona ayrı bir tat ihtiva etmiştir. Gecesinin ve gündüzünün eşit olduğu, yeni bir başlangıca adalet ve hakkaniyet içinde girilen bugün, gerek Siyasetnamesinde gerekse Lügatinde belirtildiği üzere resmî bir özellik de taşımaktadır. Türklerde Ergenekon’dan çıkış, Kürtlerde Demirci Kava’nın zalim Dehak’a isyanı ve Zerdüşt’ün takriri gibi, çeşitli ırk ve kültürlerin bugünü farklı temellere dayandırmaları bir kimlik inşası olsa da Nevruz genel bağlamda bir tür kordon bağı, bir kardeşlik emsali olmuştur. Kızıl çemberin hamele girmesiyle, hercai aşkından ayrılan kardelenin küskün bakışlarının tercümanı olan mimoza, soluk, kirli göğün yırtılışının habercisi, sonsuz maviliğe uzanan yerin ve göğün ortak kaderinin aynası olmuştur. Beyaz örtünün altına gizlenmiş güzelliklerin çehresini göstermeye başladığı ve uzun inzivadan sonra şâşâlı bir düğünle süslenmiş doğanın kanat çırpışları ile dalgalanan Tavus kuşunun renkli yelpazesi eşliğinde süzülen gökkuşağının altındaki mutlu tebessümler, kelimelerin kifayetsizliğinde imdada koşmaktadır. Seherin sarı sıcağında yükselen çiğin, özlem kokulu toprak ananın bağrında patlayan yeşil tomurcukların oluşturduğu masalsı görüntüler eşliğinde, mis kokan çiçeklerle yaptığı valsin vermiş olduğu haz, Affan Dede’den aldığı çocukluğuyla hiçbir şeyden habersiz horoz şekerini yiyen çocuğun dilindeki tat kadar güzel ve eşsizdir. Satılan güzün ahıyla zor edilen sabah ve ardından güneşin tatlı gülüşüyle baharın şartsız tutkusuna uyanan maşuk, kaldığı yerden devam eder güle olan aşkına. Paylaşım, sevgi, kardeşlik ve barışın meyvelerinin olgunlaşmasının uzun sürdüğü dünyamızda, bir damla mutluluğa aç, umudunu kaybetmiş insanların acı gerçeğinin tam ortasında bulduğumuz; kendimize edindiğimiz misyonun farkına vardığımızı bilmek ve bildirmek için çalıştığımız; iç karartıcı matlaşmış günlerin sona erdiği; kara bulutlar ardındaki pırıl pırıl güneşin sessiz çığlığını duyurduğu; kuş cıvıltıları, hayvan sesleri ve yaprak hışırtılarından kurulu orkestranın en güzel besteleriyle insan ruhunu okşayan nağmelerini kulaklara fısıldadığı bu günde yakılan ve binlerce yıldır hiç sönmeyen, gücünü sevgiden alan kardeşlik ateşi geçmişte olduğu gibi bugün ve gelecekte de gönülleri ısıtmaya devam edecektir. 53 İstanbul’da Başkurdistan Kültür Günleri ve Başkurt Kültür Evi Açılışı Ahat SALİHOV * Başkurdistan Kültür Günleri, 18-21 Haziran tarihleri arasında İstanbul’da düzenlendi. Etkinliklere katılmak üzere Türkiye’ye gelen heyet, başta Başkurdistan Başbakanı Rail Sarbayev olmak üzere Başbakan Yardımcısı Kültür ve Ulusal Siyaset Bakanı İldus İlişev; Başbakan Yardımcısı Sanayi ve Dış İlişkiler Bakanı Yuriy Pustovgarov; Ufa Belediye Başkanı Pavel Kaçkayev; Ufa Kirov ilçesi Belediye Başkanı Yulay İlyasov; Dünya Başkurtları Kurultayı Başkanı Rumil Aznabayev ve bilim adamlarıyla sanatçılardan oluşuyordu. Heyet, ilk olarak Uluslararası İslam Tarihi, Kültürü ve Sanatını Araştırma Merkezini 54 * R.F. Başkurdistan Ülke Temsilcisi (IRCICA) ziyaret etti. IRCICA Genel Başkanı Halit Eren, Ufa’da 2008 yılında gerçekleştirilen Uluslararası İdil-Ural Bölgesinde İslam Medeniyeti Sempozyumuna verdiği destekten ötürü Başkurdistan Cumhurbaşkanı Murtaza Rahimov’a şükranlarını sundu. Ertesi gün, İstanbul Üniversitesinde ‘Rusya İçinde Başkurdistan Özerk Cumhuriyeti’nin Kuruluşunun 90’ncı Yılı Konferansı’ düzenlendi. Konferansa İldus İlişev’in yanı sıra Başkurdistan Cumhurbaşkanlığı Sivil Toplum Kuruluşlarıyla İlişkiler Dairesi Başkan Yardımcısı Emir Yuldaşbayev ve Başkurdistan ve Türkiye’den bilim adamları da katıldılar. Bu bağlamda Başkurdistan örneğine dayanarak Rusya’daki federatif ilişkilerin gelişimiyle ilgili konuların değerlendirilmesi için bir yuvarlak masa etkinliği gerçekleştirildi. Aynı akşam, Cemal Reşit Rey Konser Salonunda Başkurt sanatçılarının konseri sahnelenirken, ‘Başkurdistan Cumhuriyeti’nin 90 Yılı’ ve ‘Ahmetzeki Velidi Togan’a Armağan’ resim sergileri yer aldı. 20 Haziran’daysa heyet, Rusya Federasyonu Ankara Büyükelçisi Vladimir İvanovskiy ve Rusya Federasyonu İstanbul Başkonsolosu Aleksandr Krivenko’yla görüştü. TÜRKSOY Genel Müdürü Düsen Kaseinov, Başbakan’a cevaben “Başkurdistan, TÜRKSOY’un en aktif üyelerindendir. TÜRKSOY, Başkurtların önemli değerleri olan Salavat Yulayev’i, Akmulla’yı, Ural Batır’ı, Kuray’ı tanıtmak için pek çok etkinlik düzenlemiştir. İstanbul’da dördüncüsü düzenlenen Başkurt Sabantoyuna destek vermekten de onur duymaktayız” dedi. Başkurdistan Kültür Günleri çerçevesinde resmi heyet, Topkapı Kültür Parkı Başkurt Kültür Evinin 21 Haziran’daki açılış törenini gerçekleştirdi. Törene Büyükelçi İvanovskiy, Başkonsolos Aleksandr Krivenko, Halit Eren, İstanbul Kültür A.Ş. Başkan Yardımcısı Nevzat Bayhan, Başkurdistan’ın İstanbul’daki Ticaret Temsilcisi Kanşaubiy Miziyev de katıldılar. İvanovskiy açılış konuşmasında Kültür Evinin Rusya ve Türkiye arasında gittikçe gelişen ilişkilerin kanıtı olduğunu ifade etti. Tören sonrasında heyet, ünlü Başkurt bilim adamlarından Prof. Dr. Ahmet Zeki Velidi Togan’ın kabrine çelenk bıraktı. Fotolar: Alik Şakirov Aynı gün, Mehmet Akif Ersoy Parkında ‘Başkurt Sabantoyu’ düzenlendi. Şenlik sırasında Başkurt oyunları sergilenip katılımcılara ve izleyicilere Başkurt milli yemekleri ikram edildi. Şenliğe TÜRKSOY Genel Müdürü Düsen Kaseinov, Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanı Müsteşarı İsmet Yılmaz, İstanbul Belediyesi Temsilcileri ve daha nice konuk katıldı. Açılış konuşmasını gerçekleştiren Başbakan Sarbayev, katılımcıların bayramlarını kutladı ve TÜRKSOY Teşkilatının Türkiye ile Başkurdistan arasındaki ilişkilerin geliştirilmesindeki önemli etkisine değindi. 55 Tatar Kültürü İstanbul’da Neşe İçinde Kutlandı Ünlü Tatar şairi Abdullah Tukay’ın doğumunun 123’üncü Yıl dönümü ve ‘Ana Dili Günleri’ İstanbul’da kutlandı. Zemfira Hasanova * Rusya Federasyonu Tataristan Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı, TÜRKSOY Genel Müdürlüğü ve İstanbul Valiliğinin katkılarıyla, İdel-Ural Tatar Kültür ve Yardımlaşma Derneği tarafından 21-23 Nisan tarihleri arasında Tatar şairi Abdullah Tukay’ın 123’ncü Doğum yıl dönümü ve Ana Dili Günleri bü- 56 * TÜRKSOY R.F. Tataristan Temsilcisi yük bir coşkuyla kutlandı. Buluşmada, ulu şairin Tatar kültürüne katkıları ve Tatar dilinin gelişmesindeki önemini anlatan bildiriler sunulurken, şiir ve yapıtlarının Tatar halkının manevi mirası ve tarihine etkilerinden söz edildi. Toplantının bir diğer önemli amacı, yurtdışında yaşayan Tatarların ana dillerini, kültürlerini ve geleneklerini korumaya yönelik faaliyetlerin tartışılmasıydı. Bu çerçevede, Türkiye’de her sene düzenli olarak kutlanan milli bayramların ve özellikle Tatar Sabantuy kutlamalarının geleneksel bir hal almasının, Tatar gençlerine tanıtımı açısından son derece önemli olduğu vurgulandı. TÜRKSOY davetlisi olarak Türkiye’de bulunan ve Konya’da düzenlenen 2’nci Bin Nefes Bir Ses Uluslararası Türkçe Tiyatro Yapan Ülkeler Festivaline Tataristan’dan katılan Sabir Amutbaev Tatar Devlet Drama Tiyatrosu, Türkiye’de yaşayan Tatarlar için büyük bir anlam ifade eden bu etkinliğe özel olarak hazırladığı programla ayrı bir renk kattı. Oyuncular, Tukay’ın hayatı ve sanatı hakkında müzikal bir kompozisyon sundu ve klasik Tatar oyunlarından örnekler sergilediler. Kutlamalara katılan kalabalık misafir topluluğu içinde Türkiye Cumhuriyeti Hükümet Danışmanı Birol Dok, Dünya Tatarlar Ligası Başkanı Gönül Pultar, İdel-Ural İstanbul Tatar Kültür ve Yardımlaşma Derneği Başkanı Atilla Küntüz, İdel-Ural Eskişehir Tatar Kültür ve Yardımlaşma Derneği Başkanı Abdulvahit Erden, İdel-Ural Kütahya Tatar Kültür ve Yardımlaşma Derneği Başkanı Abdullah Atasever, R.F. Tataristan Cumhuriyeti’nin Türkiye Cumhuriyeti’nde Yetkili Temsilcisi, TÜRKSOY Genel Müdürlüğü yetkilileri ve basın-yayın mensupları yer aldı. Kadir Toptaş, İstanbul Vali Yardımcıları Murat Kocabaş ve Mustafa Altıntaş, Rusya Federasyonu’nun Ankara Büyükelçisi V.Y. İvanovskiy, Rusya Federasyonu İstanbul Başkonsolosu A.İ. Krivenko, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı temsilcileri, TÜRKSOY Genel Müdürü Düsen Kaseinov, IRCICA Genel Müdürü Halit Eren, Belediye ve Valilik yetkilileri, Rusya Federasyonu Büyükelçiliği ve Bağımsız Devletler Topluluğu ülkelerinin Konsolosluk temsilcileri, Türkiye ile Rusya arasındaki iki taraflı ekonomik ve kültürel ilişkilerin geliştirilmesine katkıda bulunan sivil toplum örgütlerinin başkanları hazır bulundular. Tataristan’dan gelen resmi heyetse R.F. Tataristan Cumhuriyeti Başbakan Yardımcısı ve Kültür Bakanı Zilya Valeyeva, Tataristan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Kültürel Gelişime Destek Vakfı Başkanı N. Valiullina, Tataristan Besteciler Birliği Başkanı R. Kalimullin, Tataristan Cumhuriyeti Devlet Dans ve Müzik Topluluğu Üyeleri ve ülkenin önde gelen sanatçılarından oluştu. Kültür Evini ziyaret eden İstanbul halkı, burada sergilenen Tatar dekoratif sanat eserleriyle tanışma imkânı buldu. Tatar dilinde Abdullah Tukay Müzelerine Seyahat belgeselinin izlenmesinin ardından yazarın sözlerine yazılan ‘Ana Dili’ (‘Tugan Tel’) şarkısıyla etkinlik son buldu. Tataristan Cumhuriyeti Kültür Evinin Açılışı ve Sabantuy Kutlamaları İstanbul’da bulunan Topkapı Kültür Parkı Türk Halkları Müzesinde 6 Haziran 2009’da Tataristan Cumhuriyeti Kültür Evinin Açılışı ve Sabantuy Kutlamaları gerçekleştirildi. Bu sene 15’ncisi düzenlenen Sabantuy Bayramı, Türkiye’de yaşayan Tatar diasporası için büyük şenliklerle geleneksellik kazanmış bir bayram niteliğindedir. Kutlamalarda, Türkiye’nin çeşitli yerlerinden katılan Tatarların yanı sıra aralarında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı 57 Tahir Salahov 80 yaşında Bu günlerde 80’nci yaş gününü kutlayan dünyaca ünlü Azerbaycan ressamı Tahir Salahov, kendine has yeteneği sayesinde son 50 yılı aşkın bir sürede 20’nci Yüzyılın önemli sanatçıları arasında hak ettiği yeri bulmuştur. Galip KASIMOV * Elçin GAFARLI ** Tahir Salahov, 1928’de Bakü’de doğmuştur. Resim çizmeye daha ilkokul Birinci sınıftayken başlayan Salahov’un, 8 yaşına geldiğinde kütüphanede kişisel sergisi açılmıştı bile. Ressam, sanata attığı ilk adımlar hakkında şöyle yazar: “… Kütüphaneden kitap aldığımda bana dediler ki: “Okuduklarını resimlerle anlatmaya çalış”. Ben ise bir buçuk aya kadar kitabı iade etmedim ve “Bak, ben çalışkanım, çok çalıştım ve çok resim çizdim.” diyebilmek için, benden istenilmemesine rağmen başka kitaplara da resimler yaptım. Daha sonra Bakü’deki Belinski Kütüphanesinde ilk sergim açıldı”. Önceleri Bakü’deki Pionerler Evi’nin Görsel Sanat Stüdyosuna ve Azim Azimzade Ressamlık Okuluna giden genç Salahov, ikinci Dünya Savaşı sonrasındaki zor yıllarda şehir parkı için asfalt üzerine reklam kompozisyonları çizerek kalabalık ailesinin geçimine katkıda bulunuyordu. Daha sonra, Saint Petersburg ve Moskova’daki ressamlık okullarında V.P.Yefanov, P. İ. Kotov ve ünlü savaş sahneleri ustası P. D. Pokorjevski’nin yanında eğitim gördü ve yağlı boya tekniğinde olduğu kadar diğer resim tekniklerinde de bilgi ve becerisini arttırarak yeteneğini ortaya çıkardı. 58 Onun resimlerini de başka ressamlar gibi birkaç grupta analiz etmek mümkündür. Bu sıralamaya portre, eskizler, sulu boya ve edebi özelliği bulunan resimler dahildir. Ressam, yurtdışına çıktığı zamanlarda durmadan resim yapar, Bakü’ye dönünce de bu eserlerin bir kısmını kişisel sergilerinde gün ışığına çıkarırdı. Tahir Salahov’un çok yönlü yaratıcılık deneyimini gözler önüne seren ve yurtdışında yapıp getirdiği resimler neredeyse sayısızdır. Salahov, 1960 yılından itibaren birçok ülkeye iş gezisine gider ve her seferinde içerisinde onlarca, yüzlerce resim bulunan albümlerle dönerdi. Azerbaycan’ın ünlü sanat eleştirmeni ve bilim adamı Mürsel Necefov bu konuda şöyle yazar: “Bugün onun resim albümlerinde ve sulu boya serilerinde Çekoslovakya ve Almanya, Fransa ve İtalya, Norveç ve Büyük Britanya, Yunanistan ve İsviçre, Hollanda ve Belçika, İspanya ve Meksika, Küba ve Amerika Birleşik Devletleri, Finlandiya ve Danimarka, Hindistan ve Suriye, Irak ve İran, Macaristan ve Yugoslavya, Kanada ve Japonya gib ülkelerin manzaralarına, bu ülkelerde çizdiği portrelere ve müsvedde resimlere rastlamamız tesadüf değildir.” * Azerbaycan Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı/Sanat eleştirmeni ** Türkiye Türkçesine Aktaran/TÜRKSOY Azerbaycan temsilcisi Sanatçının çok sayıdaki resimleri, eskizleri, çizgi çalışmaları arasında tanıdığı insanların portreleri özellikle dikkate değerdir. Portre tarzı onun yaratıcılığında geniş yer tutar. İster yağlı boya ister diğer resim teknikleriyle ürettiği eserlerde olsun, Salahov’un portre türündeki onlarca eserini dikkatle incelediğimizde zahiri benzerliğin, ciddi realizmin, resmedilen insanın iç dünyasının, şahsi özelliklerin, duyguların, şahsın mekân ve çevreyle ilişkisinin karakterize edildiğini görürüz. “Fikir ve Tecessüm” adlı makalesinde ressam şöyle yazar: “Portrede benzerlik tabii ki her zaman gereklidir; ama bununla birlikte bu belirleyici bir başlangıçtır. Beni insanın özelliği, onun iç dünyası ilgilendirir ve ben özellikle bunu anlatmaya çalışırım”. yeteneğini ustalıkla sergilemişti. Şu gerçeği unutmamak gerekir ki Çin mürekkepli gazlı kalemle resim çizmek, kalem ve kömürle çalışmaya oranla çok daha zordur. Çünkü bu süreçte ressamın yaptığı hatayı silerek düzeltmesi imkânsızdır. Bu yüzden sanatçı, resmin görüntüsünü öncelikle hayalinde canlandırmalı ve onu bir defaya mahsus olarak kaydetmelidir. Salahov’un çizgisinden yetenekli Azerbaycan ressamı Hüseyin Aliyev’in Portresi (kâğıt üzerine gazlı kalem, 1970) insan psikolojisini, düşüncelerini, onun simasında ifade edilen maneviyatı bizlere tecessüm ettirmektedir. Genç Filistinli Faiz Rabah’ın Portresinin (kara kalem, 1976) tasvirinde Salahov, aynı grafik yöntemle portreyi yapmış, Rabah’ın kıvırcık Tahir Salahov Salahov, bugüne kadar onlarca önemli ödüle, madalyaya ve nişana layık görülmüştür. Meşhur fırça ustasının yaptığı her eser başlı başına tartışma konusu olacak düzeydedir. Herkesçe bilinen Kara Karayev’in Portresi üzerinde çalışmaya başladığında (1960) kendisinin de belirttiği gibi ressam, bestekârın yanında defalarca bulunmuş; eskizler, çizgi çalışmaları yapmış; onu çok yönlü olarak tanımaya çalışmıştı. “Ben Kara Karayev’i ihtiraslı çalışma ortamında çizmek istiyordum. Çünkü ilham geldiği zaman üreten insan için bunun olağanüstü, dâhiyane ve gergin bir süreç olduğunu göz önünde bulundururdum.” Daha sonraları F. Emirov’un (1967), R. Rıza’nın (1971), M. A. Sabir’in (1962) portrelerini yaparken de ressam aynı yönteme başvurmuştu. M. A. Sabir’in portresi için babasına çok benzeyen oğlu model olmuştu. Tahir Salahov, gazlı kalem tekniğini de mükemmel bir şekilde kullanarak bu konudaki saçlarını, çatık kaşlarını, sıkıca kapalı dudaklarını çizerek onun çevresini, yaşadığı dönemin onun yüzünde ve alnında daha gençken bıraktığı kırışıklıkları, bütün bunlarla onun var olmaya dair ilişkisini betimlemiştir. Ünlü yazar-şair Resul Hamzatov’un zengin psikolojik portresini yaparken sanatçı farklı bir tekniğe -sanginaya- başvurmuştur. Bence bu portre, Tahir Salahov’un yaptığı portreler yelpazesinde kendini ifade edişini, konu seçimi ve biçimini, son derece aydın ve düzenli resmini açıkça yansıtırken; resme konu olan mütefekkir şahsiyetin zengin iç âleminin, duygu ve düşüncelerinin bütün ayrıntılarının sergilenmesi bakımından en başarılı çalışmasıdır. Bir insanın portresini böyle azamî benzerlikte; onun iç âlemini, psikolojisini bu denli başarılı bir şekilde kâğıda geçiren yaratıcı ve gözlem- 59 Ünlü Besteci Kara Karayev’in Tablosu ci ressam, insanlar arasında sanki bir psikolog gibi dolaşmalıdır. Bence Tahir Salahov yaşadığı dünyaya, çevresindeki gerçeklere daima yaratıcı bakışlarla bakmıştır. Kadın güzelliğine hayranlık; onun ifadeli, yorucu olmayan, sade ve lakonik tasvir araçlarıyla yansıtılması; bu arada anın ve psikolojinin de vurgulanması Tahir Salahov’un çizdiği çok sayıdaki kadın resimlerinde kendini belli eder. Bu özellikler, Hemşire Portresi (kâğıt üzerine kalem, 1978), Marina’nın Portresi (kâğıt üzerine kalem, 1983), aktris İ. Miroşniçenko’nun Portresi (kara kâğıt üzerine tebeşir, 1980) vs. gibi çok sayıda portrede merkezi çizgi olarak kendini göstermektedir. Aktris İ. Miroşniçenko’nun Portresini sanki aktris oynadığı rolde seyirciye seslenecek veya hareket edecekmişçesine kara kâğıt üzerine tebeşirle çizmiştir. Bu portrede de, diğerlerinde gördüğümüz gibi insanın bu dünyadaki yeri ve düşüncelerinin, varlığın mahiyetinin, çeşitli insan tiplerinin tasvir ve ifade araçlarıyla betimlendiğini görüyoruz. Tahir Salahov’un resimleri arasında ‘Atölyede model’ serisinden olan ve doğrudan modele bakılarak çizilmiş resimler de dikkat çeker, ki bunların da birçoğu gazlı kalem tekniğiyle icra edilmiştir. 60 Salahov, sanatçılığının yanı sıra pedagojik faaliyeti ve organizasyon becerisiyle genç ressamlar kuşağının yetiştirilmesine ve milli ressamlığın gelişmesine büyük ölçüde katkıda bulunmuştur. Tahir Salahov’un Türkiye Cumhuriyeti’ndeki sanatı ve Kurtuluş Savaşı, Büyük Taarruz, Sakarya Meydan Muhaberesi ve Çanakkale Savaşıyla ilgili işleri de takdir edilenlerdendir. 2001 yılından itibaren Salahov’un başkanlığındaki Rus sanatçılar heyeti, Ankara Anıtkabir’deki Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Müzesinde çalışmaya başlamışlardı. Çalışmaları sonucunda, 26 Ağustos 2002’de Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Müzesi büyük bir törenle açıldı ve Türk milletine sunuldu. Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Müzesinde Tahir Salahov’un başkanlığındaki heyetin hazırladığı Çanakkale Savaşı panoramasından bir görüntü. KAZAKİSTAN KÜLTÜR ŞÖLENİNDE GÖRDÜKLERİM Âşık Şeref TAŞLIOVA Türk Kültür ve Sanatları Ortak Yönetimi (TÜRSOY), Kazakistan’ın Almatı şehrinde bulunan konservatuarın yirminci kuruluş yıldönümü programına Türkiye’yi temsilen katılmamı önerdi. Orta Asya Türk devletleri içinde sadece Kazakistan’a gidememiştim. Benim için hem sanatımı icra etme anlamında hem de görmeyi isteyip de fırsat bulamadığım bu Türk yurdunu görme açısından önem taşıdığı için öneriyi kabul ettim. Benimle beraber, Kültür ve Turizm Bakanlığı Araştırma ve Eğitim Genel Müdürlüğünden Timur Yılmaz da gelecekti. Gerekli hazırlıkları yaptıktan sonra, 24 Eylül gece yarısı Almatı havaalanına indik. Bizi, in- ceden yağan sonbahar yağmuru altında Almatı Oteline yerleştirdiler. İstanbul Almatı arası, uçakla da olsa, birkaç saatlik zaman farkı nedeniyle yorucu olmuştu. Sabah, program hazırlığını yapmak üzere otelden ayrılıp konservatuara geçtik. Yol boyu bu güzel Türk yurdunun her köşesini dikkatle izleme imkânı buldum. Konservatuardaki tanışma faslı ve prova için yapılan karşılama gerçekten çok anlamlıydı. Bizi, şaşırtacak derecede samimiyet ve itinayla hazırlanmış program öncesi güler yüzleriyle Konservatuar Rektörü Prof. Dr. Jania Yahyakızı, Dekan Kerima Sündetkızı ve eski Kazakistan Kültür Bakanı ve TÜRKSOY 61 Genel Müdürü Düsen Kaseinov karşıladılar. Sevinç içinde sohbetler başladı… Ramazan ayı içinde olduğumuz için Kutsal Ayın güzellikleri devam ediyordu. Program günü hazırlıklar ve provalar bittikten sonra bir sempozyum yapıldı. Burada konservatuarın yetkilileri ve TÜRKSOY Genel Müdürü Düsen Kaseinov birer konuşma yaptılar. Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın tebrik mesajını benim okumam uygun bulundu. Ben de, uzun yıllar mensubu olduğum ve 2003 yılında emekli olduğum kurumun Bakanı’nın söz konusu mesajını okudum. Araştırmacı Timur Yılmaz da, ‘Türkiye’de Âşıklık Geleneği’ üzerine görüntülü bir sunum gerçekleştirdi. Etkinlik dâhilinde, benden kısa da olsa bir fasıl icra etmemi istediler. Programımın sonunda da o günümüz tamamlanmış oldu. Kazakistan’dan davet edilen bir müzik grubunun Gazi Üniversitesinde sunmuş olduğu programı Ankara’da beğeniyle dinlemiştim. Benimle beraber salonda bulunan davetlilerin de takdirini kazanan bir icraydı. Gazi Üniversitesinin bünyesinde böylesine iyi hazırlanmış bir program, Kazakistan’daki icram için bir örnek oluşturmuştu. TÜRKSOY Genel Müdür Yardımcısı Yrd. Doç. Dr. Fırat Purtaş’ın Kazakistan’dan gelen sanatçılar için verdiği iftara Kosova’dan gelen sanat grubu da katılmıştı. Ben de davet edilmiştim. Purtaş’ın misafirlere hitaben yapmış olduğu konuşmasında Türk dünyasıyla ilgili söyledikleri, üzerinde durulacak nitelikteydi. 62 Almatı’daki programın ilk gününde Türk Dünyasından birçok atışmacı dombıra çalarak kendilerine özgü müzik türlerini icra ediyorlardı. Türk Dünyasında, Kazakistan sahasında atışmanın çok gelişmiş olduğu bilinmektedir. Özellikle Altay’dan gelenler, kendi kıyafetleriyle geçmişin güzelliklerini sergiliyorlardı. Gerek Türkiye’de, gerekse İngiltere’de katıldığım programlarda ve Türk ülkelerinde rastladığım örneklerde, her bir atışmanın ayrı bir sanat türü oluşturması ve ses yapısına sahip olması dikkatimi çekmişti. Sıra bana geldiğinde, alkışlar arasında sahneye çıktım. Anadolu âşıklığının icra töresine uygun olarak dinleyenleri selamladım ve kısa bir konuşma yaptım. Aynı dili konuşsak da, anlaşmakta biraz güçlük çektiğimiz için, Ak Erke ismindeki Kazak öğrenci, benim Türkiye Türkçesiyle söylediğimi sahnede Kazakistan Türkçesine aktardı. Ak Erke, daha önce Türkiye’ye 23 Nisan Çocuk Bayramı vesilesiyle gelmiş bir kızımız. Programımı ayakta çalıp söyleyerek gerçekleştirdim. Gelenek gereği, doğaçlama söylediğim ve Kazakistan’ı işleyen bir ‘güzelleme’yle başladım. Bu doğaçlama deyişten sonra, ‘Asyalı Güzel’ isimli deyiş türkümü söyledim. Bu ikisinin ardına sıraladığım eserlerimle, Anadolu âşık sanatının çeşitli türlerini ve icra şekillerini orada temsil ettim. İcramı bitirdikten sonra, sahneden inmeden önce bana Kazakistan’ın millî kıyafeti olan ‘Çapan’ı giydirdiler. Protokolde bulunanlarla birlikte bu kıyafet içinde fotoğraflar çektirdik. Ardından, katılımcı atışmacılar ve sanatçılar olarak el ele tutuşarak Türk dünyasının ve TÜRKSOY’un sesini bir bayrak gibi dalgalandırdık. Orada kaldığım üç gün içinde kültür ve sanatın Kazakistanlı yetkililerce çok önemsendiğini gördüm. Bu durum beni fazlasıyla mutlu etti. Kültürünün bilincinde olan yetkililer… Beni, söylediğim türkülere ve Ak Erke’nin aktardığı şiirlerimin sözlerine bakarak büyük bir hayranlıkla dinlediler ve alkışladılar. Orada bulunduğum bu kısa süre içinde Almatı şehrinin önemli yerlerini gezdim. Bunların arasında müzik aletleri müzesi beni çok etkiledi. Müzenin görevlisi, gezimizin sonunda sunduğu eserlerle Asya’daki geleneğin seslerini aktardı. Buradan, akşam iftarına oturmak için rektörlüğe döndük. O gece, Müslüman âlemin en kutlu gecesi olan Kadir Gecesi’ydi. Almatı’daki Ortalık Mescidi’ne Yahyakızı, Sündetkızı ve misafirlerle birlikte gittiğimde mekân tıklım tıklım doluydu. Herkeste bir Ramazan ve bayram sevinci vardı. Gelenlerin bir kısmı çocuklarını omuzlarında taşıyarak namaz kılmaya çalışıyorlardı. Dönüş akşamında, bir gala gecesi gibi adeta, katılan misafirlere ziyafet verildi. Düsen Kaseinov’un konuşması, Türk birliğinin kültürden ve sanattan geçtiğini vurguluyor ve bu sebeple büyük anlam taşıyordu. Kasseinov bu tür programların faydasına da değindi. Coşkuyla başlayan ve gururla nihayetlenen programdan sonra, bizi gece yarısı otelden alarak Almatı havaalanına götürdüler. Almatı’dan İstanbul’a, İstanbul’dan da Ankara’ya geçtim. Gezdiğim ve gördüğüm güzel günler sırasında, bu tür kültürel faaliyetlerin Türk Dünyasında daha geniş kapsamlı olarak ve sık sık yapılmasının önemini bir kez daha hissettim. Kazakistan’daki güzelliklerin ve gördüğüm misafirperverliğin bende uyandırdığı duygularla, içimden gelenleri şiirimde anlatmaya çalıştım. KAZAKİSTAN’DA Ata yurdu gördüm gönlüm hoş oldu, Kardeşliğin yolu Kazakistan’da. Ruhum sevdalandı muhabbet buldu, Uzanan dost eli Kazakistan’da. Bunlar ecdadımın millî varisi, Çiçeklerin yeşil pembe sarısı, Almatı’ya indim gece yarısı, Kudretin hoş seli Kazakistan’da. Konservatuarın yirmi yılında, Türk dünyası türkü söyler dilinde, Tatlı nağme dombıranın telinde, Kültürün her kolu Kazakistan’da. Rektörü Jania Yahyakızı’yla, Düsen Kaseinov tatlı sözüyle, Bizi konuk etti güler yüzüyle, Duydum tatlı dili Kazakistan’da. Dekanı Kerima Hanım hoş insan, Sevilay bizimle eyledi devran, Türlü hüner ile açıldı meydan, Esti sanat yeli Kazakistan’da. Hepsi benim kardeşlerim canlarım, Konuşunca sözlerini anlarım, Beraberce geçti güzel günlerim, Sevgi hürmet dolu Kazakistan’da. Asya’dan Altay’dan gelenler gördüm, Aşk ile dombıra çalanlar gördüm, Söyledikçe yüzü gülenler gördüm, Açılmış can gülü Kazakistan’da. Ramazanda yücelerin yücesi, Ortalık Mescit’te Kadir gecesi, Kadın erkek cemaati hocası, İslam’ın bülbülü Kazakistan’da. Şeref der, çok hürmet ettiler bize, Kısmet olsa bir de gelsek yüz yüze, Tarifi sığmıyor ağza söze, Coştu sazın teli Kazakistan’da. Âşık Şeref TAŞLIOVA Almatı/Kazakistan 63 Herkesten Kalır Bir Yadigâr Ahat SALIHOV * Puşkin’in ‘Bahçesaray Çeşmesi’ni Türkçeye Çeviren İlk Şair Muhametselim Ümitbaev Muhemetselim Ümitbaev (1841-1907) Muhametselim Ümitbaev, Başkurtlar soyundan gelenlerin ‘yıldızları’, ‘rivayetleri’ ve ‘destanları’ bilmesi gerektiğini söyler. Bir Başkurt aydını olan Ümitbaev, 21 Ağustos 1841’de Orenburg bölgesinin Ufa bucağının İbrahim köyünde doğmuştur. İlk eğitimini köylerinin medresesinde alan Ümitbaev, 1852’de Orenburg Kadet Birliği askeri okuluna geçmiştir. Burada askeri eğitimin yanı sıra Rusça, Farsça, Arapça, Türkçe, Matematik, Coğrafya ve Tarih dersleri de almıştır. Sekiz senenin sonunda, babasının isteği üzerine okuldan mezun olmadan ayrılmış ve 1863 yılında Yumran-Tabın ilçesindeki Başkurt Askeri İdaresinde tercümanlık yapmaya başlamıştır. Dört sene sonra Kırmıskalı ilçesi sulh hâkiminin sekreterliğine atanmış ve 1869’da da ilçenin başkanı seçilmiştir. 18791880 yılları arasında Sterlitamak şehrinin okulunda Rusça ve Matematik dersleri vermiştir. O yıllarda Farsça-Türkçe-Rusça Sözlük’ünü ha- 64 * R.F. Başkurdistan Ülke Temsilcisi zırlamakla da meşguldür. Sonrasında yaklaşık on sene boyunca Ufa’daki Orenburg Müslüman Mahkeme’i Şer’iye’de tercüman olarak çalışmıştır. Aynı tarihlerde Ufa’nın çocuk yurdunda da öğretmenlik yapmaya devam etmiştir. Müslüman Mahkeme’i Şer’iye nezdinde çalışırken, İçişleri Bakanlığı Kırım Komisyonunda ihtilaflı vakıf işleriyle uğraşmak üzere Kırım’a gönderilmiştir. Kırım’da yaşadığı dönem oradaki hayatını anlatan birçok şiir yazmıştır. ‘Kırım’a Sefer’de, Kırım Tatar Hanlıkları devrinde inşa edilmiş tarihi eserleri anlatmıştır: Bırakıp Yumran ilini burada, Geldik Petersburg şehrine, Ömür sürdük iki ay orada... Hoşa giden olayları, Seyreyledik, ay, can... *** Kırım yurduna oradan Ulaştık, çünkü yeniden Geldik Simferopol’a çabucak. Yani Akmescit dediğimize, Vakıflar Komisyonunda biz İşe başladık emir ile. *** Bulup fırsat hocalardan, Yürüyüp çok güzel yerlerden, Ulaştık şehri Akyar’a – Sevastopol dediklerine. *** Geri döndük bu Akyar’dan, Geldik Başçesaray’a oradan, Saraylar ve nice çeşme Seyreyledik biz bir an. *** Tatar Hanları inşa ettirmiştir, Etrafları bahçe, meyvedir. Saray yanında bulunarak 1900 yılında Muhametselim Ümitbaev tarafından kopyalanan ve kendi mensubu olduğu Yumran-Tabın ilçesi Başkurtları şececeresinden Yatıyor kimi ömrü geçmiştir. *** Her yerde akıyor çeşme, Onlar kalmış Girey Han’dan. Kayalıkta şanlı yer, Güzel yer görmedik ondan... *** Acayip türbeler, bahçeler, Değildir görmediklerimizden. Gönül görmek ister, Eğer olsan sen erkeklerden... Kırım’dayken meşhur İsmail Gasprinskiy’le görüşen Ümitbaev’in seyahati sırasında yazdığı mektuplar ve ailesinin bunlara cevapları kısmen günümüze ulaşmıştır. O zamanlar, Başkurtlar arasındaki yazışmalarda şiirle iletişim kurma geleneği çok yaygındı. Bu ge- 65 leneklere uyan ve şairlik yeteneğine sahip Muhametselim Ümitbaev de mektuplarında özlemini şiirle ifade etmiştir: Bahar günü guguk ötüyor mudur Akidil boyundaki büyük kavakta Bir görmeye sizi ben zâr oldum Mahrum zâr olup uzakta. *** Ural dağlarını geçtiğinde, Dönerek bakar yiğidi. Hak Teâlâ yazıp, rızık olunca Çok yerlerde daha yürüttü... Ümitbaev’in eşi Abide Hanım da 13 Nisan 1887’de yazdığı cevabında iki şiire yer vermiştir: Özlemekten sarı oldu çehrem, Kavuşmayı nasip etsin Huda’yım. Eğer bilseydin benim özlediğimi, Senin için gözyaşımı akıttığımı. *** Seninle görüşmektir muradım, Muradıma eriştirsin Huda’yım. Bu mektubumu kabul edip alsana, Bana da birkaç satır yazsana. *** Okursam değerli sözünüzü, Bir görmüş gibi olurum kendinizi. Bıktırsam da yazayım birkaç satır, Yanmış kalbimi biraz dinlendirir. *** Muhemetselim Ümitbayev Orenburg Şubesi üyeliğine seçilmiştir. Bu görevi sırasında, Ufa’nın kuruluşunun 300’üncü; meşhur Rus şair Aleksandr Puşkin’inse doğumunun 100’üncü yılı kutlamaları komitelerinde yer almış ve başarılı çalışmalarından ötürü çeşitli unvanların sahibi olmuştur. Yazar, yayınlanmamış ilmî ve edebî eserler bırakmıştır ardında. Bunların arasında zamane Türkçesini öğreten ‘Tatar Nahfinin Muhtasarı’ adlı gramer kitabı ve kendi belgesel yazılarını, halk edebiyatı örneklerini ve şiirlerini içeren ‘Yadigâr’ (1897) kitabı oldukça ünlüdür. ‘Yadigâr’da Başkurtların Ak ve Kara Günleri, Küçük Tabın Boyunun Şeceresi, Eski Başkurt Türküleri, Aktaş Han Hakkında Bir Rivayet, General Mirsalih Biksurin, Medhiya, 3’üncü Aleksandr’ın Tahta Geçmesi, Akidil Havzasında Yaşayan Ulemalar, Felsefeye Dair, Marifet Hakkında, Başkurt Düğün Gelenekleri, Rum Şehri Hakkında, Eski Takvim, Başkurtça Hesap Öğretimi, Nasihatler gibi yazılarına yer vermiştir. Yine neler yazayım, sözüm bitti, Yaşla doldu benim iki gözüm. Sözüm bitti sana, canı ulaşır mı, Bu mektupla aramızda söz biter mi... Şair, kendi memleketini anlatan Yumran ili adlı şiirinde: << Bize Yumran ili derler, Akidil’in boyu derler, Ümitbaev, 1883’te Rusya Coğrafya Derneği 66 Bizim de var güzel yerlerimiz, Kulak ver, dinle bizi.>> demiş ve memleketinin nehir, göl, ova ve dağlarının güzelliğini övmüştür. ‘Şikâyet’ adlı eserindeyse, Başkurt topraklarının fakirleşmesini yermiştir: Zamanında zengin olan bu topraklarda, Orman dolu kuşlar ve mallarla, mektupları arasında Kırım seferi sırasında yazılmış olanlar da vardır. Ümitbaev’in eserleri, başta Giniyet Kunafin olmak üzere birçok Başkurt bilim adamının doktora tezi ve kitabı için konu oluşturmuştur. Kendisi bir şiirinde dediği gibi: Çok asker ve kanun yardımıyla Karar kıldı tüccar ticarette. Herkesten kalır bir yadigâr... Bunun için inciler saçılır sedeften, Ayaklı mal tamam bitmek üzere, Bunun için zenginler inşa eder binalar, Ağaçlar aktı Astrahan’a gitti. Bunun için yazıyorlar hayret bilginler. Uçtular kuşlar ve arılar, Gel, ey, çocuk, kendini iyi oldurmaya çalış, Artık yoktur dağ gibi büyük ağaçlar. Kötüye uzak ol, iyi yoldan gitmeye çalış... Bu Başkurt ormanı tamamen kesilince Dubaları mal çokluğundan kırılınca, Düşünerek buldular başka şey: Gerçekten de Muhametselim Ümitbaev, bu eserinde de anlattığı gibi iyi bir insan olmaya, kusurlarını gidermeye çalışmış ve kendisinden yadigâr çok güzel eserler bırakmıştır. Kara söğüt kabuğunu, kuşu ve yumurtayı... 1880-1890’lı yıllarda Ufa’daki Müslümanlarla ilgili kanunlar kitabı Rusçadan Türkçeye çevrilmiş ve yayınlatılmıştır. Puşkin’in doğumunun 100’üncü yıl kutlamaları sırasında onun meşhur ‘Bahçesaray Çeşmesi’ adlı şiirini ilk kez Türkçeye çevirmiş ve 1901’de de Kazan’da yayınlatmıştır Ümitbaev. 1903’te Rusça ve Türkçe ‘Orenburg Mahkeme’i Şer’iası’ adlı eserini yazmıştır. Muhametselim Ümitbaev’in ‘Âlem’, ‘YumranTabın İlçesinin Planı’, ‘Farsça Nahif’, ‘Hac Seferi’ gibi yayınlanmamış eserlerinden sadece ‘Farsça Nahif’ kitabı günümüze kadar ulaşabilmiştir. Rus bilim adamlarından Lossievskiy, Gurviç ve Volkov; Macar âlimi Prele; Polonyalı aydın Ursın vb. kendi eserlerinde Ümitbaev’in yazılarından ve şahsen anlattıklarından faydalanmışlardır. Yazarın arşivinden geriye kalan el yazmaları bugün Rusya Bilimler Akademisi Ufa Bilim Merkezi İlim Arşivinde muhafaza edilmektedir. Bunlar, Minligali Nadergulov tarafından yayınlatılmıştır. Burada bulunan Muhametselim Ümitbaev’in ‘Yadigâr’ Kitabı (Kazan, 1898) 67 ‘Bitmeyen Hazan’ın bahar kokusu... Sema Reksİ Tanrı mevsimlerini bizler için yarattığında hangisinin insanlar için daha tatlı, daha sevimli, daha cana yakın olacağını düşünmemiştir herhalde... Bana göre her mevsimin bir başka güzelliği, bir başka çekiciliği var... Uzun yaz gecelerinde ailenle, arkadaşlarınla sohbetler eder, sıcaktan bunaldıkça ılık deniz suyunu veya havuzların lezzetini tadarsın; yağmurun, gök gürültüsünün, okullardaki çoçukların neşeli 68 seslerini duyar, sonbaharın gelişini karşılarsın... Mevsimleri sıralamak, her mevsimde neler hissettiklerimizi anlatmak istemiyorum; hepimiz biliyoruz zaten bunları... Ama insan kendi yapısına, içine yakın olan mevsimi seçer ve daha fazla sever onu; gelmesini bekler, giderken özler... Sonbahar romantik kişilerin mevsimidir derler... Böylece rüzgarın esmesini, yağmurun yağmasını, ya da yağmurdan hemen sonra güneşin ılık nefesini vermesini seven kalpler bir köşeye çekilerek beraber seyreder, ondan zevk alır... “Yazarlar da sonbaharı sever” derler... Hazangül isminin anlamı ‘Sonbahar’, ‘Hazan çiçeği’dir. Demek ki, adının kendinden doğan bir akıcılık, bir hüzün var Hazangül’ün şiirlerinde. Hazangül, Azerbaycan’ın Gence kentinde yaşamakta ve Azerbaycan Yazarlar Birliğinin üyesidir. Azerbaycan’da, Türkiye’de, Irak’ta, Gürcistan’da ve Romanya’da iyi tanınır. Hazangül’ü okurken Şairin kalbinin atışını ve aklının, duygularının içeriğini hisseder gibi olursun. O kadar doğal, o kadar içten anlatır ki... Türkiye-Azerbaycan ilişkileri devletler ve halklar çerçevesinde dinamik bir şekilde sürdürülüyor, buna yaratıcı insanların katkılarını da eklersek ilişkilerimizin seviyesini tahmin edebiliriz. Hazangül’ün geçen sene Türkiye’de ‘Bitmeyen Hazan’ adlı şiir kitabı yayınlandı. Bu kitap Hazangül’ün Türk okuruyla ilk tanışmasıdır. Tabi bundan önce birçok Türk gazetesinde tanıtılmıştır Hazangül. Ama bu kitabı bir ilktir. O’nun şiirlerine Türkiye sevgisi; Türkiye’nin acısına, sevincine ortak olmak; tüm duyguları paylaşmak eksenleri hâkimdir. Bu da halklarımızın, kültürümüzün, sevgi ve saygımızın karşılıklı olduğunu gösterir. 17 Ağustos 1999’daki büyük depreme bigâne kalamayan Şair, Ey Türkiye’m! Neynim ahı, Nisgilini gözlerime tökdüm bele, Derd ahıtdım, gem boşaltdım gile gile. Döne döne “Allah, Allah, yandım!” dedim, Döne döne döndüm küle. diyerek haykırır ve İstanbul’daki kardeşlerinin acısına ağlar. Kitaptaki tüm şiirler insanın ruhuna, kalbine bir yol açmayı başaracak nitelikte. Okurların O’nu benimseyeceğini umarak Hazangül’e yaratıcılık ve sağlık diliyorum. 69 Nikolay Gavriloviç Zolatarev-Yakutskiy (22 Kasım 1908 – 11 Aralık 1995) Hamza Soysal Türk Dünyası edebiyatının önemli şahsiyetlerinden ünlü Saha’lı yazar Nikolay Gavriloviç Zolatarev-Yakutskiy’in 100’ncü doğum yıldönümünde hayatı ve geriye bırakmış olduklarına dair… Yakutistan’nın Verhniy Vilyüysk (Yukarı Vilyuysk) vilayetine bağlı Kharbalah yerleşminde 22 Kasım 1908’de dünyaya gelen Nikolay Gavriloviç’in çocukluğu yokluk içinde geçer. İlk ve ortaöğrenimini Bülüü’de tamamladıktan sonra 1927 yılında Rusya’nın Çin sınırındaki Viladivastok şehrine askeri eğitim almaya gi- 70 der ve bu okuldan iyi bir dereceyle mezun olur. Bu sayede Saha Türkleri arasında yetişen ilk sınır muhafız subayı olarak tarihe geçer. Daha sonra, görevi gereği Moldova’ya gönderilen yazar, yeşil ve şirin şehir Tiraspol’e yerleşir ve orada hayat arkadaşı Sofya ile tanışıp evlenir. Bu evlilikten Vilyuy adında bir erkek çocuğu Yakutskiy’den bir görüntü ve Lena adında bir kız çocuğu dünyaya gelir. Moldova’da geçirdiği yıllar vatan özlemiyle geçer. Doğduğu topraklara karşı yüreğinde beslediği bu kavuşma iştiyakının tazyikini, yavrularına verdiği bu iki ırmağın adını duyarak törpülemek ister sanki… Adlarını her anışında kulaklarını adeta bir anne ninnisinin şefkatli tınısı çınlatır ve rakik gönlünü teskine çalışır. Vilyüy ve Lena ırmakları bir manada Nikolay Yakutskiy’in mecralarını değiştirmiştir. Hunlar gibi Asya’yı baştan başa geçip kardeşleri İtil’e, Yayık’a ve Nazli Tuna’ya selam verdikten sonra yazarın içini yakıp kavuran hasret ateşini habire söndürmeye çalışır. Gurbette yaşadığı bu bast hali, bir nevi onun yazarlığının da doğum sancılarıdır. Sonunda, on dokuz yıl yaşadığı Tiraspol’den ayrılma vakti gelir ve ailesiyle birlikte vatanı Saha Yeri’ne döner. Rusça ‘Polyarnaya Zvezda’ (Kutup Yıldızı) adlı dergilerde başredaktörlük görevlerinde bulunur. 1948-1953 yılları arasında Saha Yeri (Yakutistan) Yazarlar Birliği Başkanlığı yapan yazar, 1956 yılında Maksim Gorkiy Edebiyat Enstitüsünde Yüksek Edebiyat kursunu bitirir. 1958-1961 yılları arasında yeniden Saha Yeri Yazarlar Birliği Başkanlığı görevinde bulunur. İlk edebi yazıları Sovyetler Birliği dönemindeki savaş ve kahramanlık hikâyelerini konu edinir; ‘Muzaffer Ölüm: Ölümsüzlük’, ‘Keşa Beryözkin’ gibi makaleleri Tiraspol’ün yerel gazetelerinde Rusça ve Moldovca yayınlanır. 1947 yılında ilk romanı ‘Tölkö’ (Kader) gün yüzü görür. Yazar bu romanında, zor tabiat koşulları ve yoksulluk karşısında hayat mücadelesi veren Sahaların devrim öncesi Çarlık dönemindeki hayatlarından kesitler sunar. Halkının örf ve Yazarlık hayatı 1938 yılında Moldova’da adetlerini, gelenek ve göreneklerini, karakter başlayan Nikolay Gavriloviç’in 1939 yılında ve inanç yapısını abartısız, yalın ve edebi dilin Tiraspol gazetesinde Nikolay Yakutskiy adıyzirvesinde okuyucuya aktarır. Yakutskiy bu rola ilk makaleleri yamanıyla edebi kariyeyınlanır. ‘Osobnyak rinin zirvesine çıkar. Lübı Odesskoy’ Bu eser yayınlandık(Lüba Odesskaya’nın tan sonra edebiyatseMalikânesi) adlı maverlerce çok beğenilir kale bunlardan birisive kısa sürede Saha dir. Ülkesine duyduedebiyatının başyağu sevgi ve özlemin pıtları arasındaki yesaikıyla yazılarında rini alır. 1948 yılında, ‘Yakutskiy’ adını yazarın İkinci Dünya kullanmaya başlar. Savaşı sonrası Saha Saha Yeri’ne dönnesrinin en kayda dedükten sonra Sahaca ğer yapıtlarından bi‘Khotugu Sulus’ risi olan ‘Kömüsteekh 1986 yılında Şair Lev Lvoviç Gabışev ile ‘Yazarlar Isıah (Yeni Yıl) (Kutup Yıldızı) ve Bayramı’ esnasında (soldaki) (fotograf: A.İ. Binokurov) Örüye’ (Altınlı Çay) 71 adlı eseri yayınlanır. Bu eser daha sonra ‘Tayna Predkov’ (Ataların Gizemi) adlı sanat filmine de konu olacaktır. şanı, madalya ve takdir belgesinin sahibidir. Ayrıca kendisine, hayatının son on dokuz yılını yaşadığı ve çok sevdiği Tiraspol şehri yönetimi tarafından onursal vatandaşlık payesi verilmiştir. Nikolay Yakutskiy’i Sahalı yazarlar arasında farklı kılan en önemli özelliklerinden birisi, onun ülkesinde gelişmeye Nikolay Yakutskiy’in çok başlayan endüstrinin tabiatta beğenilen bir başka eseri ise ve toplumda meydana getir‘Ütüö Umnullubat’ (İyilik diği değişiklikleri irdelemesi, Unutulmaz) dır. Bu hikâye, bu alanda çalışan kesimin ya19’ncu Yüzyılın ortalarında şam koşullarını ve sorunlarını Yakutistan’da yaşamış olan, Başpiskopos İnnokentiy Veniaminov eserlerinde işleyen ilk yazar o dönemde bölgenin dini idaolmasıdır. Yazar, geleneksel resinden sorumlu Ortodoks Saha kültüründe büyük bir saygı ve ilgi gören Başpiskoposu İnnokentiy Veniaminov (İvan tabiatın, zengin olma hırsı karşısında sorumYevreseyeviç Popov)’un hayatını ve Saha halsuzca tahrip edilmesine olan eleştirel yaklakına yaptığı iyilikleri konu edinir. İnnokenti şımıyla dikkat çeker. ‘Almaas Kördööççüler’ Veniaminov Yakutsk’a geldikten sonra kendi(Elmas Arayıcıları), ‘Almaas uonna Taptal’ sine bağlı din görevlilerinden Sahaların dilini (Elmas ve Aşk), ‘Mañnaygı Khamnas’ (İlk Maaş) öğrenmelerini ve ayinlerini onların anlayacave 1958 yılında yayınlanan, kolhoz adı verilen ğı dilde yapmalarını şart koşar, aksi takdirde devlet ziraat çiftliklerinde çalışanların hayatlabaşka yere gitmelerini söyler. Halkın diline ve rını konu edinen ‘Sir’ (Yer) adlı romanları bu kültürüne saygı gösterilmesinin, onlarla daha konuyu irdeleyen diğer belli başlı eserleridir. iyi diyalog kurulabilmesi için şart olduğunu ve Bir başka romanı olan ‘Karaña Tüün’ (Karanlık mutlaka bu dilin öğrenilmesi gerektiğini etraGece), komünist sistemin Saha Yeri’nde yerfındaki görevlilere anlatır. Romanda, yaşayışı leşme ve yayılma mücadelesini anlatmaktadır. bir İslam büyüğünün yaşantısıyla benzer özelHayatının son döneminde kaleme aldığı eserleri likler taşıyan bu erdemli, irfan ve gönül ehli din ise şunlardır: ‘İlin uonna Arğaa’ (Doğu ve Batı), adamı, halka çok sıcak ve candan davranır ve ‘Adağa’ (Zincir), ‘Sütük’ (Yitik), ‘Mañnaygı onlar için birçok hayır faaliyetlerinde bulunur. Saalanıı’ (İlk Tüfekleniş), ‘Cükeebil Uoata’ Yaptığı iyilikler ölümünden sonra unutulmaz (Cükeebil’in Ateşi), ‘Sir Kııha’ (Yerin Kızı) ve ve halk arasında uzun yıllar ‘Toğus Muora Udağatınan’ anlatılır durur. İşte Nikolay (Dokuz Deniz Ötesinden), Yakutskiy’in bu romanı, hal‘Olokh Oskuolata’ (Hayat kı adına bu Hıristiyan aziziOkulu), ‘Khorsunnaakh ne duyulan minnet ve şükran Suruk’ (Cesur Mektup), borcunun adeta bir teşekkür‘Serekhteekh Semelikeen’ namesidir. (Çekingen Semelikeen). Saha edebiyatı tarihine adı‘Khotoy Doğoro’ (Kartalın nı altın harflerle yazdıran Dostu) gibi, yazarın çocukNikolay Yakutskiy, sonunda lara yönelik kaleme almış her faninin mukadder akıbeolduğu eserleri de vardır. tiyle karşılaşır ve tüm sevenKısa bir süreliğine milletvelerini arkasında bırakarak killiği görevinde de bulunan 11 Aralık 1995’de Yakutsk’ta Yakutskiy, birçok devlet niebediyet âlemine uğurlanır… Nikolay Yakutskiy 72
Benzer belgeler
3.TÜRKSOY Basın “Onur Ödülleri” Töreni
gelen ve Başkan Mihail Formuzal, Başkan Yardımcısı
Nikolay Stoyanov; Ekonomi, Ticaret ve Dış İlişkiler
Bakanı Vitaliy Kürkçü; Kültür ve Turizm İdaresi
Başkanı Dmitriy Kambur ve Tarım İdaresi Başkan...