Sayı 3 Mart 2007 - Trakya Üniversitesi
Transkript
Sayı 3 Mart 2007 - Trakya Üniversitesi
Sözbaþý “Gelin ey ehl-i hakîkat çýkalým dünyadan Gayrý yerler görelim, özge sefalar sürelim” diyor Fuzûlî. Bu bir dâvettir. Aþka, özgürlüðe, sonsuzluða dâvet. Bir an için küçük hesaplardan kurtularak bizi kuþatan maddî sýnýrlarýn ötesine geçip iç dünyamýzda yapacaðýmýz bir yolculuða. Yani þiire ve sanata dâvettir!.. Sanat; fazîlete, erdeme, bilgeliðe açýlan bir penceredir. Yazaný ve okuyaný, bir an için garip iklimlere taþýr. Gâh meleklerin, gâh titanlarýn dünyasýnda gezdirir, ruha aþkýn haller yaþatýr. Bazen bir þiirin, bazen bir bestenin büyüsüyle hiçbir zaman atýmýzla, arabamýzla gidemeyeceðimiz dünyalara kanatlanýrýz. Böylece gözümüz, gönlümüz açýlýr; yeni zenginlikler ve yeni tecrübelerle döneriz dünyaya. Eðer tam bir ihlâs ve içtenlikle yola çýkýyorsak kim engelleyebilir bizi bu seyahatten... Ne pasaport sorarlar, ne vize. Bu yeni dünyaya kanatlanmak için safralarýmýzý, yani kum torbalarýný atmak yeter. Evet, aðýrlýklarý attýkça yükseliriz bir zeplin gibi. Garip iklimlerde gezer, aþkýn hâller yaþar, müstesnâ hazlar tadarýz. Bütün mesele safrayý atmakta... O safra ki, cimriliðimiz, bencilliðimiz, aç gözlülüðümüz, gönül darlýðýmýz, sevme unutkanlýðýmýzdýr. Ýþte Yunus Emre bunun için; hem de kýtlýk kýyamet bir ortamda, Anadolu’yu Moðollarýn istilâ ettiði yýllarda, “Bunca varlýk var iken Gitmez gönül darlýðý” diyor. Hüsn ü Aþk’ta da Sühan, yâni “þiir” kýlavuzluk eder o tehlikeli yolculukta Aþk’a ve bu sayede o amansýz ateþ deryasýný mumdan bir kayýkla geçerler!.. Richard Bach’ýn Martý romanýnda da bütün martýlar daha çok yem bulmak için uçarken Martý Jonathan, daha güzel uçmak ve kendisini aþmak için uçar, sonuçta daha çok yem de bulur. Ahmet Haþim, O Belde olarak adlandýrýr bu hayâl ülkesini. Peyami Safa’nýn Simorenya’sý, Bahattin Özkiþi’nin Pasionya’sý vardýr. Ýsim de o kadar önemli deðil, ama gönül ister ki herkesin bir O Belde’si olsun. Kendini kötü hissettiði anlarda oraya kaçarak moral tazelesin. Öyle sanýyorum ki, böyle bir seyahate çýkanlar dönüþte, daha iyi eþ, daha iyi arkadaþ ve daha iyi vatandaþ olarak dönerler evlerine. Ama bu yolculuðun da kendine göre tehlikeleri vardýr. Bazen dönüþ mümkün olmayabilir; oralarda kalýr insan! Çevrenizdekiler siz sanýrlar döneni; oysa sadece bir kopyanýzdýr o!.. Siz oralarda kalmýþsýnýzdýr. Bir anda dünya gurbetleþir sizin için… Kimseye anlatamazsýnýz derdinizi. Zaten anlatsanýz da anlamazlar ya. Evinizde, âilenizde, hemcinsleriniz arasýnda bir yabancýsýnýzdýr artýk… Ölünceye kadar yaþanacak bir gurbet hâlidir bu… Nemflerin, sirenlerin sesine uyup açýk denizlerde boðulmak, ýssýz adalara sýðýnmak ve meçhul ülkelerde kalmak var iþin içinde. Tabiî herkes göze alamaz bu yolculuðu. Yürek ister, yiðitlik ister… Ama ne yapalým, haramî var diye yola çýkmayalým mý?.. Ýþte Kardeþ Kalemler böyle bir arayýþtan doðdu ve yola çýkacak yolcularýný arýyor. Ey kalem ve kelâm ehli, gelin turnalar gibi bir katar olalým. Çað üstüne, insanlýk üstüne, yarýnlar üstüne yeni türküler söyleyelim. Kardeþ Kalemlerin yeni sayýsýnýn yol için yeni adýmlara vesile olmasý dileklerimle… Ali Akbaþ ÝÇÝNDEKÝLER Yýl 1 Sayý 3 Mart 2007 Sahibi Avrasya Yazarlar Birliði Adýna Yakup Deliömeroðlu Genel Yayýn Yönetmeni Yazý Ýþleri Müdürü 13 Þiirler Suavi Kemal Yazgýç 16 Duygu Þefika Yarkýn Ali Akbaþ Yazý Kurulu Mehmet Emin Alper - Ekrem Arýkoðlu Sinan Canan - Ayþegül Celepoðlu Mehmet Ýsmail - Nesrin Karaca Savaþ Kopuzlu - Hüseyin Özbay Cihan Özdemir - Çetin Pekacar Yavuz Selim - Orhan Söylemez Danýþma Kurulu Yavuz Akpýnar (Türkiye) - Gül Arslan (Avusturalya) Anar (Azerbaycan) - Zeynel Beksaç (Kosova) Erol Cihangir (Türkiye) - Sevil Emirzade (KKTC) Ayvaz Gökdemir (Türkiye) - A. Bican Ercilasun (Türkiye) Ýsa Habipbeyli (Nahçivan) - Ali Rýza Hýyabanî (Ýran) Ýlya Ývanov (Çuvaþistan) - Mehmet Ömer Kazancý (Irak) Abdulvahap Kara (Türkiye) - Hasan Kayýhan (Almanya) Mustafa Köker (Ýngiltere) - Muhtar Þahanov (Kazakistan) Lütfü Þahsuvaroðlu (Türkiye) - Þakir Selim (Kýrým) Bayram Bilge Tokel (Türkiye) - Oraz Yaðmur (Türkmenistan) Sadýk Yemni (Hollanda) - Yuri Vasley (Sahaeli) Ýrfan Murat Yýldýrým (Türkiye) Kapak Dilþan Balkancý - Tual Üzerine Yaðlý Boya 4 5 Tukay Ali Akbaþ 6 Þiirler Nihat Selman 10 Grafik-Tasarým Aktüelya Baský Umut Taný Saðlýk Matbaa Turizm Ýnþaat San. ve Tic. A.Þ. Saner Basým Sanayii, Ostim Organize Sanayi Bölgesi, Turan Çiðdem Cad. No: 15 Yenimahalle/ANKARA Tel: 0312. 385 91 03 18 Baský Tarihi 08.03.2007 Ýdari Adres Ýzmir 2 Cd. 55/18 Kýzýlay-Ankara Tel: +90 312.418 31 07 Faks: +90 312.418 92 32 www.ayb.org.tr - [email protected] 13 Abonelik Yurtiçi yýllýk abone bedeli 60 YTL, kurum ve kuruluþlar için 120 YTL, Türk Cumhuriyetleri için 90 YTL, Türk Cumhuriyetleri kurum ve kuruluþlarý için 150 YTL, Avrupa için 130 Avro ve ABD için 200 $’dýr. T.C. Ziraat Bankasý Baþkent Þubesi - Þube Kodu: 1683 Hesap No: 47095325-5001 Posta Çeki Hesabý: Avrasya Yazarlar Birliði No: 53 23 008 [email protected] Abone-Daðýtým Aktüelya Meþrutiyet Cd. 42/10 Kýzýlay / ANKARA Tel: +90 312.434 52 50 Faks: +90 312.434 52 53 © KARDEÞ KALEMLER Dergisi, Avrasya Yazarlar Birliði tarafýndan T. C. yasalarýna uygun olarak yayýmlanmaktadýr. Kardeþ Kalemler’in isim ve yayýn haklarý Avrasya Yazarlar Birliði’ne aittir. Dergide yayýnlanan malzemelerin her hakký saklýdýr. Kaynak gösterilerek alýntý yapýlabilir. Yazýlarýn sorumluluðu yazarlarýna, ilanlarýn sorumluluðu ilan sahiplerine aittir. Yerel Süreli Yayýn ISSN 1307-2382 9 Topla Gök Bayraklarý Altaylardan Menekþe Ýmdat Avþar 10 Þiirler Resmiye Sabir 20 16 Zaman ve Tarihin Dýþýna Özlem Hüseyin Özbay Rus Þiiri Üzerine M. Sinelnikov'la Mülakat Yakup Deliömeroðlu Memmet Ýsmail 20 26 Süt Halit Aþlar 29 Kahraman Anne Gabit Müserepov Orhan Söylemez 42 Eski Türk (Hun) Ýnançlarýna Göre Yýlbaþ Kutlamalarý Alimcan Ziyaî 48 VII. Doruk Konuþmasý Nursultan Nazarbayev 64 66 39 52 56 26 35 Tarihin Gizeminde Bir Koçkor Günü Betül Çekeroðlu 39 Koçkor'un Arkeoloðu Kubat Tabaldiev'le Mülakat Betül Çekeroðlu 61 74 Merv ya da Þimdilerde Mari Bekir Sýdýk Soysal Ali Emiri Efendi'nin Hayatý ve Þahsiyeti Abdulvahap Kara Azerbaycan Edebiyatýnda Bir Yýldýz: Hüseyin Cavid Cihan Özdemir Ata Terzibaþý Þemsettin Kuzeci Gagauz Türkülerinin Estetik Görünümleri Stefandia Stamova 61 78 52 Türkü Yazýlarý Ýsmail Göktürk 56 82 84 ... Bir Atlý” Dilþan Balkancý” Mehtap Kodaman Eski Oðuzlar ve Saha Türklerinin Atalarýnýn Dil ve Kültür Ýliþkileri Yuri Vasileyev Uygur Mutfak Kültürü Üzerine Nazýmbek Kambari Abdullah Tukay Kardeþ Kalemler Mart 2007 Ressam: S. Slesarski 4 5 ALÝ AKBAÞ Tukay Dilinde söz incisi Gonca, dehaydý Tukay Yarýþlar birincisi Bir öksüz taydý Tukay Saz etti sînesini Saza kattý sesini Gönül hazînesini Âleme yaydý Tukay Bir ney gibi cansýzdý Derdi çok amansýzdý Semâda bir yýldýzdý Vakitsiz kaydý Tukay Geçti aktan karadan Cismi kovdu aradan Gel oldu mâverâdan Rüzgâra uydu Tukay Hey Kazan, aziz Kazan Oðul doður ün kazan Nerde o öksüz ozan Uçtu, hümâydý Tukay Kardeþ Kalemler Mart 2007 6 Nihat Selman ÖZGEÇMÝÞ Nihat Selman, 1964 yýlýnda Üsküp’te doðdu. Eczacýlýk Okulunu bitirdi. Çocukluðundan beri yazýlar kaleme alan Selman’ýn bazý þiirleri Make donya Çocuk Ansiklopedisi’ne girmiþtir. Bazý þiir leri çocuk þarkýsý olarak bestelenmiþtir. Arkadaþla- rýyla birlikte “Üçüncü” adlý kültür ve edebiyat dergisini çýkardý. “Garip Bir Konuþma” adlý radyo tiyatrosu Makedonya Kültür Bakanlýðý tarafýndan kitap halinde basýldý. Hikâyeleri, denemeleri ve þiirleri birçok edebiyat dergisinde yayýnlandý. dört renk Kýrmýzýyý görmek için Güllere deðil Uykuyu bilmeyenlerin Gözüne bak Sarýyý görmek için Güneþe deðil Aç olan kardeþinin Benzine bak Karayý görmek için Topraða deðil Talihsiz milletimin Bahtýna bak Beyazý görmek için Buluta deðil Ümitvâr gönlümün Ýçine bak Kardeþ Kalemler Mart 2007 7 bizi unutmayýn Korkularýndan ok yapýp Kalbime sapladýlar yeþert dediler Yeþerttim koca bir çýnar büyüttüm Kökleri kalbimi sarmýþ daha unutmadým “Bizi unutmayýn ki ölmeyelim” Hayalime giriyor Hasan Efendi Hüzünlü gözlerinden süzülüyor yaþý Fesi yere düþürülmüþ çýplak baþý Kara trene biniyor baðrýna basmýþ taþý “Bizi unutmayýn ki ölmeyelim” Hasretimiz kara tren kadar kara Ümidimiz yeþil çýnar kadar taze Ölüm bizi yaþarken bulsun ki Öldüðümüzde yaþarýz belki “Bizi unutmayýn ki ölmeyelim” gözlerin Ölüm kokuyor bu gece Bahar kokulu þarabým Ve söylenmedik tek hece Bilsen ne kadar harabým Gülüver yaramý sarsýn Sineme giren gözlerin Býrak yakma ümit kalsýn Sözlerin eksik sözlerin güzel ve çirkin Çölün ortasýnda kuruldu oba Bir huzur doða geldi Güzel Gölün ortasýna atýldý soba Bir ada olageldi Çirkin Kardeþ Kalemler Mart 2007 Fotoðraf: Alim Korkmaz 8 Kardeþ Kalemler Mart 2007 9 ÝMDAT AVÞAR Topla gök bayraklarý Altaylardan menekþe Ýsmail Samed’e tabutlara yaðdý bak karanfili baharýn yalancý bir cemredir suyu veren ateþe aðýt yakar þah perde yýrtýlýr göðsü tarýn topla gök bayraklarý altaylardan menekþe urumçi’ ye kan düþtü boynunda bir hamail hakka yürür ismail yalnýz bir yiðit deðil ulu türkistan düþtü açma vakti deðil gül han salýnýr urganda erlerin çehresinde kaþýný çatar hüzün çekik gözlü bir yaðmur çiseliyor turfan’da bu idamýn sureti sustuðu andýr sözün ufka kýzýl tan düþtü vatan düþmez dilinden ecel koymaz yolundan dokuz oðuz elinden uçmaða bir can düþtü daha sen baþýný kaldýrmadýn kardelen bayram arifesinde adaklar adayan kim nemrutlardýr yurdumuzda boy veren titriyor haritada gezinen elim ibrahim ibrahim ismail kurban düþtü bu türk’ ün cezir çaðý aðla ey tanrý daðý yýkýldý han otaðý haneme figan düþtü Kardeþ Kalemler Mart 2007 10 Resmiyye Sabir ÖZGEÇMÝÞ RESMÝYYE SABÝR (Eþrefova Resmiyye Sabir kýzý) Masallý Kasabasý Erkivan köyünde dünyaya geldi. Ýnþaat Mühendisleri Üniversitesini bitirdi. iktisadcý-mühendisdir. Halihazýrda Azerbaycan Milli Elmler Akademisinin Ýktisadiyyat Enstitüsünde elmi iþçi ve Azerbaycan Kooperasiya Üniversitesinde "Ýktisadi Nezeriyye" bölümünde öðretim görevlisi olarak çalýþmakta. Azerbaycan Yazarlar Bir liði üyesi. 2000 yýlýn da Türkiye'de yapýlan 1. Uluslararasý Fuzulî þiir yarýþmasýnda ödül aldý. Yüzden çok þiiri bestelendi. 2002 yýlýnda bestelenen þiirlerinden oluþan "Seni Aradým" adlý kaseti ve CD’si yayýnlan dý. 2003 yýlýnda "Fahri Genç" ünvanýna layýk görüldü ve "Hebs Olunmuþ Sükut" adlý þiir kita Kardeþ Kalemler Mart 2007 bý yayýnlandý. Edebî mühitdeki çalýþmalarý ve ilk þiir kitabý 2004 yýlýnda Dünya Genç Türk Yazarlar Birliðinin ve Yeni Ya zarlar ve Sanatçýlar Kurumunun diplom larýna layýk görüldü. Azerbaycaný mühtelif uluslararasý faaliyetlerde (Türkiye'de II Uluslararasý Fuzulî Þiir Yarýþmasýnda ve Türk Dünyasý Þiir Þö leninde, Kýrým'da Türkçenin VI. Uluslararasý Þiir Þöleninde, III. Uluslararasý Tokat Yeþilýrmak Þiir Þöleninde, Dünya Türk Gencleri Birliði'nin Romanya'da yapýlan XI. ve Türkiye'de yapýlan XII. Kurultaylarýnda vb.) temsil etti. Türkiye Türkçesinden aktarmalar ile Rus ve Ýngiliz dillerinden tercümeler yaptý. Þiirleri Türkiye, Irak, Ýsveç, Almanya ve baþka ülkelerde yayýnlandý. 11 atamýn elleri …hele de yadýmdadýr nenemin öldüyü gün. Ýlk defe onda gördüm Atamýn ellerinin böyümeyini. Evimize, bu dünyaya sýðmayan nenem Atamýn ellerine sýðdý. Böyüdü Atamýn elleri torpaq oldu. Evvelce bacýlarýmý, sonra qardaþlarýmý saxladý. Xoþ günümüzde sevincinden quþ kimi uçdu. Ehtiyac içinde olduðumuz anlarda aðladý. Göz yaþlarý damarlarýndan axýb yudu yer üzünün günahlarýný. Qýþda soyuqdan qorudu herareti bizi. Böyüdü Atamýn elleri ... ... tutdu ayaðýmýzýn altýndan qaçan torpaðý. O vaxtdan beri Atamýn elleri saxlayýr temeli uçuq yer küresini… özüme yazýlan þeir Bextinin güneþi bir daha doðmaz, Gözlerine çöken çenden utanýr. Ne zaman çevrilib yaþýna baxsa, Felek saçýndaký denden utanýr. Her þey deyiþibdir, tek sen evvelki, Zaman bir sözünü eyleyib iki, O qeder eziyyet, ezab verib ki, Sevincin yan keçir genden, utanýr. Sen öz derdlerinle ha alýþ, ha yan, Qaranlýq dünyana iþýq salmaz dan, Qara torpaq qaçýr ayaðýn altdan, Þairim, yer üzü senden utanýr. Kardeþ Kalemler Mart 2007 12 teselli Qar yaðýr Baký þeherine. Qar yaðýr ümidimin seherine. Qar yaðýr saçlarýma. Bu þeherde heç neye sevinmediyim qeder yaðan qara sevinirem, Ana. Bu qýþ yaþýdlarýmdan utanmayacaðam… …uþaqlýqda ellerim üþüye-üþüye düzeltdiyim qar adamýna baxýb sevinerdim. Ýndi qelbim üþüye-üþüye qar adamýna çevrilirem. Seninirem, Anam, sevinirem… çocuk gözlerindeki maraq …Her þey tezedir gözlerindeki maraq heyatý özünde ehtiva edir. Dünya iþýq rengindedir. Ateþfeþanlýq zamaný yüngül-yüngül atýlýb-düþen fiþengleri seyr edirsen hele. Birazdan sevincin, heyretin o fiþengler kimi parçalanýp tökülecek… Güllerin leçeyinde gülüþü donacaq. Aðaclar aðlayacaq. Göz yaþlarý yarpaq-yarpaq tökülecek. Külekler dünyadan baþýný götürüb qaçacaq. … ve daha neler… Xatireler zibilliyinde Özünü axtarmaða baþlayacaqsan… Bu sonun baþlanðýcý olacaq… Kardeþ Kalemler Mart 2007 13 Suavi Kemal Yazgýç terk için güzelleme ÖZGEÇMÝÞ 1972 yýlýnda Ýstanbul’da doðdu. Þiir ve öyküleri Kanat, Dergibi, Ülke, Dergâh, Kýrklar, Yedi Ýklim, Endülüs, Yeni Dergi, Eksen, Bu Ülkenin Çocuklarý, Mart; yazýlarý ise Saðduyu, Yeni Þafak, Gerçek Ha yat ve Milli Gazete’de yayýnlandý. Bir dönem, Haftalýk Ýntermedya Ekonomi dergisinde muhabirlik yaptý.TGRT Haber Kanalý’nda ya yýnlanan Ankara’nýn Gündemi programýnýn editörü. Leyla Akça Yazgýç ile evli ve Meryem Ayþe is minde bir kýzý var. Taþ Suya De ðince adlý yeni þiir kitabý bugün lerde Ebabil Yayýnlarý’ndan çýk mak üzere... Kitaplarý: Sebepsiz Serçe (þiir), Kýrk Gri Hýrka (Öykü), Avrupa Bir liði (Araþtýrma). ey terk beni terkinde sakla bana kurduðun tuzaklarý bozup yalnýz koma acemi adýmlarýmý ey terk beni tekliðine baðla yük etme adlarýmý atlarýma yok etme sessizliðimi beni bana býrakma ey terk beni kendine yasaklama kopar yaralarýmý kapatan kabuklarý kanatlanmayan beni kanat beni uçurumsuz býrakma ey terk kendini benden saklama ve ifþa et herkesin malumu olan sýrrýmý beni benden saklama ey terk beni haritalardan silinmiþ yitik kýtalarda ara unutma beni ey terk beni kolla Kardeþ Kalemler Mart 2007 14 giderayak herkes kendi adasýnda derim herkes kendi adýna korku limana her uðradýðýnda yürürlüðe girer azalmanýn ve çoðalmanýn yenilgisi herkes kendi adýyla derim kara gelince öðle vakti gara gecenin en geç treniyle ayrýlýnca biter vedanýn cazibesi biter elbet kavuþmanýn zehri herkes kendi oduyla derim hece taþým henüz boþ son nefesim ciðerimdeyken ismimi heceleyen bütün dirilerden özür dilerim tetanos güncesi o kadar kötülendik ki utangaç kurbaðalara dek ulaþtý þanýmýz belli ki ne kirli çýký dediler ondan sonra çýktý sýrtýmýzda garb çýbaný yüzümüzde çiçek bozuðu oysa birazdan enselenir kaçak yolcularý ihbar eden vazifeþinas muhbir vatandaþlar ve müdür muavininin nutku kesilmezse biraz daha uzatýlýr tören biraz daha zira kimse düþünmez hangi çocuklar ayakta hangileri sinemada ölümüne dolu stadyum ve devrik bir cümle gibi kurulurken iktidar hamile ve gaziler oturamýyor hiçbir otobüste Kardeþ Kalemler Mart 2007 15 harf ve zarf çün bir seyyah onun gönlü her adýmla bir ah kopar suret biter her çýðlýkta kadeh dolar gölgelerle maske susar sýr kýrýlýr çün bir mektup onun gönlü adresinden alev alýr kül dökülür harften içre kuþ bir uçar þehir biter susar þarký yürür sükût çün bir kaza onun gönlü alev alev yangýn yangýn selle gelen çýðla gider yutar seni adsýz kara açýlýr bent ben boðulur çün bir yangýn onun gönlü þiir söner yanar kimlik künle doðan gülle yiter gülle doðan külle yiter mektup yiter zarftan içre bis çün bir seyyah onun gönlü adresinden alev alýr selle gelir çýðla gider gülle doðan külle yiter çün bin mektup onun gönlü Kardeþ Kalemler Mart 2007 16 Þefika Yarkýn ÖZGEÇMÝÞ AKTARAN: ALÝ AKBAÞ Günümüz Afganistan sanatçýlarýndan olan Þefika Yarkýn, 24 Kasým 1955 yýlýnda Kuzey Afganistan’ýn Sarýpul þehrinde doðdu. Orta öðrenimini 1973 yýlýnda tamamlayan sanatçý, 1977 yýlýnda Kabil Üniversitesi’nden mezun oldu ve 1999 yýlýnda Özbekistan Fenler Aka demisi’nde doktorasýný tamamlayarak Özbek Edebiyatý konusunda PHD diplomasýný aldý. Ýlim ve sanat çalýþmalarýný birlikte yürüten Yarkýn, üstün donanýmý ve kabiliyetiyle devlet yönetiminde de çeþitli idarî görevler üstle nerek Afganistan Fenler Akademisi üyesi, Afgan Radyo ve Televizyonu Temsilcisi, Afgan Kardeþ Kalemler Mart 2007 Millî Meclisi Senatosu üyesi olarak çalýþtý. Daha sonra Jüzjan Valiliði Kültür Müþavirliði ve yeni Afganistan Hükümeti’nde Kadýnlar Bakaný Muavinliði yapan Yarkýn, halen Eðitim Bakanlýðýnda müþavir olarak çalýþmaktadýr. Bir kýz ve iki oðlan annesi olan Þefika Yarkýn bugüne kadar ilmî konularda yirminin üstünde kitap yazmýþ fakat imkanlar elvermediðinden ancak on tanesi basýlabilmiþtir. Onun Özbekçe, Farsça ve Peþtunca olarak yazdýðý þ i i r , hikâye ve makaleleri yabancý dillere de çevrilerek Ýran’da, Özbekistan’da, Almanya’da ve 17 duygu Gönlümü okþayan garip bir duygu Ah hasret mi desem, arzu mu desem Geceleri girmez gözüme uyku Efsun mu, büyü mü, kaygu mu desem Gece yýldýzlarla ederim sohbet Gizli sýrlarýmý açarým aya Ta sabaha kadar sürer muhabbet Tan atana kadar dönmem yuvaya Gecelerim böyle erer sabaha Bu duygu gündüz de býrakmaz beni Yüreðim durmadan çýrpýnýr durur Ne zaman özleyip düþünsem seni Bu nasýl duygu ki seni görünce Melekler dem tutar duaya baþlar Yeri göðü donatýrým gönlümce Çiçek açar, ýtýr saçar aðaçlar Bu nasýl duygu ki senden ayrýlsam Bir zindan kesilir gözümde cihan Bir sonsuz boþlukta kaybolur dünya Parlak güneþiyle mavi âsüman Muhabbet deðil mi bu güzel duygu Sen de tanýþ mýsýn onunla caným Ýçinde yer etse böyle bir kaygý Kalmaz yüreðimde baþka gümaným Yarým yaratýrmýþ kulu yaratan Arar yarýsýný bulurmuþ bir gün Sen benim yarýmsýn, yarýmsýn inan Bir gün olacaðýz ikimiz bütün Kardeþ Kalemler Mart 2007 18 Zaman ve Tarih Dýþýna Özlem HÜSEYÝN ÖZBAY Bu gün, yaþadýðým binlerce günden biri. Zamansýz ve mekansýz bir hâlette yaþamak istiyorum biraz da. Zaman dýþý yaþamanýn psikolojisi ne ? Teknik bir konu ayný zamanda. Tasavvufî tarafý da var. Belki de ‘gerçek yaþama’dýr, bu. Zamana takýlmadan gitmek , durmak ve kalmak... nedir ? Rüya hangi zamanda yaþamaktýr, sahi ? Hangi tünelde, hangi kuyuda ve hangi sýla-yý rahimde ? Tarihin,hayatýn,alýþkanlýklarýn,mantýðýn ve bütün sýnýrlamalarýn dýþýnda bir þeylerin sonunu hisseder gibi bir yerden bakmak ve tutmak, önemli þeyleri.....nasýl olur,nice olur ve ne olur ? Kýlavuzsuzluk duygusu... “ Kýlavuzun gereði yok,yolun sonu görünüyor” âkýbetin, nedametin ve hükümsüzlüðün dramý... Hangi yýl, ayýn kaçý, günlerden ne ? Gece mi, gündüz mü, yaz mý, kýþ mý? Bilmeyince iliþkiler de deðiþir. Zamana göredir insanî muamelele rimiz. Psikolojimizi zaman tamir eder ve bozar. Yani bir “ yapbozcu” o. Biraz sonraya kalsaydý, Roma yakýlmayacak, biraz sonraya kalsaydý, binlerce idam olmayacaktý belki. Dostoyevski’nin idamdan bir dakika ile kurtulduðu anlatý lýr.Zamanýn tiranlara verdiði bir anlýk keyif, bir çok insanýn ölümden azat ediliþini saðladý Ken disi için yeryüzünün en büyük mezarlýðýný inþa ettiren büyük Çin tiraný hihuang’ý, ölünce 4000 çocukla gömülmek isteðiyle yayýnladýðý fermanýndan vaz geçiren de eþref saatinin bir daki Kardeþ Kalemler Mart 2007 kasýydý.. Zamanýn tiranlara verdiði can sýkýntýsý da bunun tersiydi..Can sýkýntýlarýnýn mahvettiði bir insanlýk yaþadýk. Aðzýna kaçtýðý sineðin intikamýný milyonlarca insaný ölüm tarlasýna göme rek gideren kýzýl P.Pot’larýn, animasyon kahramanlarýný Sibirya’ya süren, patriyotlarý bile ce zalandýran doktrinci kafalarýn gizli dilemmalarý “ karar zamanlarý” idi. Diðer taraftan tarihin büyük kahramanlarý da ayný zamanda ‘ talihin kahramanlarý’ydý.. Napolyon 20. yüzyýlda yaþasaydý sýradan bir Fransýz olurdu, kim bilir ? Tarihe büyük damga vuranlar, sadece “ dominant mümeyyiz” olduklarý için deðil tarihin ve talihin kavuþma zamanlarýnda yaþadýklarý için bunu yaptýlar. Çok büyük teneklerin, sanat, bilim ve politika dehalarýnýn ( tarihleri ile talihleri rastlaþmadýklarý için) hükümsüzleþtikleri bir dünyada yaþamak trajedileri derinden hissetmeyi gerektirir. Yevtuþenko’nun, Mayakovski’nin, Worf’un, Cela’nýn, Cobain’in “egzistansiyalist umutsuzluklarý” daha çok yaþadýklarý zamanýn hatta anýn azizlikleri deðil midir ? Ya genç ve hayranlýk uyandýracak bir tiyatro yazarý iken hangi yaratýcý depresyonla Sarah Kane, kendine son verdi. J.London’ýn Martýn Eden’ý gibi, yirminci yüzyýlýn kayda deðer yazarlarýndan biri olan Wolf da kendisini sulara býraktý. London’ýn Eden’le gösterdiði beter kehanet, Godo’yu bekleyen yazarý “egzistansiyalist umutsuzluk ve umarsýzlýk”a düþürdü. Genç Werter’in ‘ intihar katilliði’ serin ve tertemiz sularda boðuþan Eden’ýn “ romansý nekrofili” oldu. Sadece soðuðun, sýcaðýn ve kokunun çevrelediði bir “zamansýz mekan”da yaþamak arzusu, belki de bütün bu talihsiz tarihlerin dýþýnda du rulanmak, arýlanmak içindir. Tanpýnar “ ne içindeyim zamanýn ne de dýþýndayým” derken bilinçli uyanýk haldeki dünya ile rüya arasýndaki o nazik anlarý kasteder. Uyanýklýk ile rüya arasýndaki hassas perdeyi her insan anlamlandýramaz. Tanpýnar veya sinemada Tarkovski gibi adamlar olmak gerek bunun için. kaçmakmýþ, bir bakýma monologlarým. Baþkalarýný kendimde yargýlamak eðilimi kolaycýlýk belki de; ne bileyim;bunalýyorum vallahi.Etrafýmdaki insanlar hakkýnda yargýlarda bulunmak onlarý bir nevi mahkum etmek gibi geliyor bana. Bu sebeple var olan,somut insan yerine soyut insanî alanda konuþmaya kaçýyorum.Bir kaçaklýk duygusu daima beni rahatsýz etti. Kaçtýðým için monolog yapýyorum. Bu da kiþisel olarak hoþlanmadýðým “ kendimden söz etmek” gibi çeliþkili bir duygulara götürüyor beni. Hayatýn sonu yaklaþtýkça belki de o güne kadar hiç bir þeyi istemediðim derecede, zamansýzlýðý isteyeceðim.Diðer taraftan psikolojik zamanýn beni daha çok tahrip etmesine karþýlýk da hiç bir þey yapmayacaðým.Yaþasýn “ aktif mistiðin filozoflarý” yaþasýn Gandi, yaþasýn Þems ve sufiler kervaný, yaþasýn Konfüçyüs... Fotoðraf: Alim Korkmaz Ben bu yazýya baþlamadan önce içinde yaþadýðým bu günü unutmak ve yaþamanýn içine sinmek istiyordum. Bir de farkýna vardým ki yine zamaný konuþmuþum.Ad koymadan yaþamak farký için belki de.Ya da akýp giden zamaný durdurmak ve onunla bir ‘ içrek monolog’ yaþamak. Kendi kendime konuþmalarýmdan baþka bir þey de yapmadýðýmý anlýyorum þimdi. Baþkalarýndan 19 Kardeþ Kalemler Mart 2007 20 Rus Bilimler Akademisi Üyesi ve Þair Mihail Sinelnikov’la Rus Þiiri Üzerine MÜLAKAT: YAKUP DELÝÖMEROÐLU TERCÜME: MEMMET ÝSMAÝL Mihail Sinelnikov, þair, Memmet Ýsmail ve denemeci ve tercüBahtiyar Vahapzaman. 1946 yýlýnda Lede’nin þiirlerini Rusningrad’da doðdu. ça’ya tercüme etti. TaAydýn bir ailenin ço tar Milli Marþýnýn ya cuðu. Ailesi II. Dünya zarý Abdullah Tukay’ýn Savaþýnda Leningrad ve pek çok Kýrgýz þaikuþatmasýný yaþadý. rin þiirlerini de RusÇocukluðunun ilk döça’ya çevirerek yayýnnemini Kýrgýzistan’da ladý. Ayrýca Fars þairyaþamak zorunda kallerden Rudaki, Ruizi, dý. Moskova’da Mak Hafýz ve Sadi’nin þiirsim Gorki Edebiyat lerini de Rus okuru ile Enstitüsünü bitirdi. buluþturdu. Genç yaþlarda edebiKendi þiirleri ile 20. yat çevrelerinde adý yüzyýl Rus þiir antolojiduyulmaya baþlandý. sinde yer aldý. Þiirleri Hali hazýrda 15 þiir kiÝngilizce, Almanca, tabý, edebiyatla ilgili Hintçe, Korece, Viet makaleleri ve edebinamca ve Romence yat araþtýrmalarý var. dillerinde yayýnlandý. Özellikle çeþitli dinleAyrýca þiirleri muhtelif Mihail Sinelnikov rin Rus kültür ve ede Türk lehçelerine ve biyatýna etkisini araþ Tür kiye Türkçesine týrmakla uðraþtý. Kendisine kadar araþtýrýlmamýþ çev ril di. “Rus edebiyatýnda Ýslam” konusunu inceledi. Bu bilimsel araþtýrmalarýndan ötürü Rus BilimPek çok ülkede þiir festivallerine katýldý. En son ler Akademisi üyesi seçildi. Uzun zaman tercüKore’de olmak üzere gerek Rusya’da gerekse me faaliyetleri ile meþgul oldu. Gerek Batý ge baþka ülkelerde deðiþik edebiyat ödülleri aldý. rekse doðu edebiyatlarýnýn birçok þairinden Rusça’ya þiirler tercüme etti. Bu çalýþmalarýnda Romanya’da þiirleri kitap olarak yayýnlandý ve özellikle Türk Dünyasý ve Gürcü edebiyatýndan Uluslar arasý Romanya Bilimler Akademisi üyeyaptýðý çeviriler geniþ ilgi gördü. Bunlar arasýn - liðine seçildi. Gürcistan’da ise tercümelerinden da Hakanî Divanýn çevirisi en geniþ, kapsamlý ötürü Gürcistan’ýn önemli edebiyat ödüllerinve önemli olan çalýþmasý idi. Bununla beraber den Gerogi Leoniz ödülünü kendisine verdiler. Azerbaycanlý þairler Hüseyin Cavit, Resul Rýza, Uzun zaman yayýncýlýkla uðraþtý. Pek çok þiir Kardeþ Kalemler Mart 2007 antolojisinin hazýrlanmasýnda görev aldý. 2006 Ekim ayýnda Avrasya Yazarlar Birliði’nin daveti ile Ankara’ya gelen þairle sohbetimiz edebiyat üzerine oldu. -Siz, deðiþik vesilelerle Rus þiirini baþlangýcýndan günümüze incelediniz ve antolojiler hazýrladýnýz. Tarihi geliþimi içerisinde Rus þiirini deðerlendirirseniz neler söylemek istersiniz. Folklor, bütün halklarda dahiyane bir þekilde tezahür eder. Folklor halkýn hayat sahnesine çýkmasý ile birlikte ortaya çýkýyor ve halk yaþadýkça devam ediyor. Rus þiirinin ilk örnekleri de folklor içinde idi. Þairi bilinen þiire geldiðimizde 800 yýl öncesine gidebiliriz. Ýlk dönemlerde þiirle nesri ayýrmak zordur, ama yine de þiirin öne çýktýðýný söyleyebiliriz. Ýgor Alayý Destaný’nýn yazýlma tarihi hakkýnda tartýþmalar hala devam ediyor ve ben bu tartýþmalara girmek istemiyorum, ama gerçekten dahiyane bir eser. Eserde gerek Slavyan gerekse eski Türk dilinin birbirine karýþtýðýný ve her ikisinin de karakteristiklerini görüyoruz. Buradan hareketle diyebiliriz ki Ýgor Alayý Des tanýnýn oluþtuðu dönemlerde Türk Dili uluslar arasý bir iletiþim dili idi. Rus dilinin oluþmasýna yalnýzca eski Slavyan dilinin ve Bulgarcanýn deðil ayný zamanda Rusça sözlüðün üçte birini oluþturan Türk dilinin çok etkisi olmuþtur. Türk dilinin, Rusça’nýn estetik edebi bir dil olarak geliþmesinde katkýsý büyüktür. Rus edebiyatýnýn ilk örnekleri, yazarý belli olmayan eserler oldu. Daha sonra yazarý bilinen eserler ortaya çýktý. 16.-17. yüz yýlarda pek çok þair edebiyata girdi ve çeþitli tarihi þahsiyetler de þiirle uðraþtý. Örnek olarak Ývan Grozni. O müthiþ bir söyleyiþe sahipti; devlet iþlerinde gaddardý, ama iyi bir þairdi. Yani Rus edebiyatý ve Rus devletçiliði I. Petro ile baþlar. Bu dönemde Batýnýn Rusya’ya etkisi güçlendi. 18. yüzyýldan baþlayarak Rus þiirinin tarzý deðiþti ve þiirde reform gerçekleþti. Þiirin görüntüsü çaðdaþ hale geldi. Bu dönemde birçok büyük þair çýktý. Örneðin Derjavin bu dönemde yetiþti. Derjavin, Tatar soylu idi ve o her zaman soyunun Mirza Baðrim’e dayanmasýndan dolayý gurur duyuyordu. Ve Ýgor Alayý Destanýndan son ra Derjavin ilk büyük ve çok yönlü bir þair olarak tanýndý. 18. yüzyýlda pek çok büyük þair vardý ancak Rus edebî dili kendi þeklini alamamýþtý. Belki de bunun olumlu bir yaný da vardý. Þi- 21 ir edebî dilin oluþmasýnda en önemli katkýlarda bulundu. Denilebilir ki, Rus edebî dili geliþmesini þiire borçludur. “Rus edebî dili Puþkin ile þekillendi.” Bu hüküm çok yaygýn olarak benimsense de bence burada bir yanlýþlýk var. Çünkü Puþkin hem en güzel edebî eserleri yaratmýþ hem de edebî dili þekillendirmiþ. Bu iki tespit arasýnda çeliþki var. Edebî dil olmasa güzel þiirler yazýlamazdý. Puþkin’le ilgili hüküm edebiyat araþtýrmacýlarýnýn kolaycýlýða kaçarak kullandýklarý bir kalýp. Bence Rus edebî dilinin þekillenmesini Puþkin’in doðumundan 10-15 yýl önceye çekmek gerekir. Burada önemli katký, Kara Mirza veya yaygýn bilinen adýyla Karamzin tarafýndan yapýldý. Elbette Karamzin Hýristiyan’dý ve üstelik iyi bir þair de deðildi, ama buna karþýlýk büyük bir tarihçi ve edebiyatçýydý. Rus devlet tarihi hakkýnda önemli eserler yazdý. Bu eserleri ile Rus edebi dilini þekillendiren Karamzin oldu. Sonra büyük þairler geldi: Bunlardan ilki Puþkin’in hocasý olan Vasili Jivkovski’nin babasý Rus, annesi Zöhre adlý bir Türk hanýmdý. Sonra þair Konstantin Batyuþkin. Ýkisi de dahi düzeyinde þairlerdi ve çok güzel þiirleri vardý. Asýl deha daha genç bir adam olan Puþkin oldu. Onun þiirleri umumi Rus ruhunun, Rus düþüncesinin þiire yansýmasýdýr. Ben tartýþma yaratacak bir þey söylemek istiyo rum: Bir tarihi olay bütün Rus þiirinin yönünü deðiþtirdi. Bu, 1812 Rus-Fransýz savaþlarýdýr. Bu savaþ Rusya’da Rus millî düþüncesinin uyanmasýna neden oldu. Yeri gelmiþken Alman millî þuurunun da bu savaþla geliþtiðini belirtelim. Genelde, Napolyon’un dünya hakimiyeti fikri ve millî tavýrlarý pek çok halkta millî þuuru uyandýrdý. Bu olmasa idi Rus þiiri yavaþ geliþecekti. Ama vatanseverlik dalgasý, þiirin ve edebiyatýn zamansýz geliþmesine neden oldu. Bir anlamda bu, erken doðumdu. Sanki ansýzýn olgunlaþma ve akabinde de çok hýzlý geliþim baþladý. Bu yalnýzca þiire ait bir geliþim deðildi, ayný zamanda tiyatro, roman, hikayede de ayný durum söz konusu idi. Bu da deha düzeyinde sanatçýlarýn doðmasýna neden oldu. Birbiri peþine dehalar yetiþti. 19. yüzyýl, Rus edebiyatýnýn þahlandýðý dönemdir. Bir senede on beþ þaheser veriliyordu. Þiire gelince 19. yüzyýlda altý önemli þair vardý ve bunlar saf Slavyan deðillerdi. Kardeþ Kalemler Mart 2007 22 Bu þairler; soyunda Alman, Etyopya, Ýsveç, Kýpçak ve Tatar kaný bulunan Aleksandýr Puþkin; Polonya kökenli Yevgeni Baratinski; Ýskoç kökenli Mihail Lerimantov; Kýrým Hanlýðý nezdinde Moskova elçisi bir babanýn oðlu olan Feodor Tütçev ki o Rus þiirine Ýtalyan þiirinden yeni müzikaliteler getirmiþtir. Babasýnýn asker olarak Polonya’da bulunurken evlendiði bir Polonyalý hanýmdan dünyaya gelen Nikolay Nikrasov da Rus þiirine büyük katký yaptý. Altýncýsý ise, Afanasi Fet veya sonraki adý ile Þenþin’dir. Þenþin’in annesi ve babasý Alman Yahudisi idiler. Bu yüzden uzun süre bay unvaný alamadý ve bunun için çok mücadele etti. Sonunda saraya yakýn bir prens çýraðý yardýmý ile soylu sýnýfa dahil oldu. Þenþin onun annesini ikinci evliliði yoluyla saraya yakýnlaþtýran babalýðýnýn soyadý idi. Bu hayatý kendisini uzun süre rahatsýz etmiþ, ama bu çeliþkiler onun þiirine büyük ilham vermiþtir. Bu altý þair Rus þiirinin esas þairleridir. Elbette baþka edebiyatlarda olduðu gibi Rus edebiyatýnda da iniþler çýkýþlar yaþanmýþtýr. - Bu þairlere Puþkin’in takipçileri diyebilir miyiz? Hayýr, tam olarak deðil. Sovyet döneminde bü tün Rus þiiri Puþkin’in peþinden gitmektedir þeklinde yanlýþ bir fikir vardý. Aslýnda Rus þiiri, Puþkin’le mücadeleden doðdu. Deha olunmaz deha doðulur ve deha baþkasýný tekrarlamaz. Puþkin’i tekrarlamamak isteyen dehalar, Rus þiirini geliþtirdiler. -19. yüzyýl Rus þiiri bu altý dahi þairden sonra nasýl geliþti? 19. yüzyýlýn ikinci yarýsýnda demokratik geliþmeler nedeniyle þiirde sosyal konular iþlenmeye baþlamýþtýr. Bu geliþmelerle þiirin seviyesinde iniþler olmuþ ve þiire ilgi azalmýþtýr. Bu olaylarýn yaþanmasý, þiirin seviyesindeki gerileme ve þiire ilginin azalmasýyla baþka bir edebî türün geliþmesine, nesrin geliþmesine neden olmuþtur. 1895 yýlýndan sonra Rus þiirinde yeniden þahlanma baþladý. Yeni þairler nesli geldi ki, bu dönem Rus þiirinin gümüþ dönemi olarak adlandýrýlýr. Gümüþ dönem, 1921 yýlýna kadar devam etti. Kardeþ Kalemler Mart 2007 -Neden 1921? Bu tarihte devrimin idealist süreci bitti. Ben Kýzýllarýn taraftarý gibi konuþmak istemiyorum. Rusya’da “Vatandaþ Savaþý” olarak adlandýrýlan devrim sonrasýnda Kýzýllar ve Beyazlar arasýndaki iç savaþta iki tarafta idealisti. Ýç savaþ iki taraftaki idealistlerin de ölmesine neden oldu. Bu nedenle idealist süreç bitti ve Komünist Parti idaresi baþladý. Bundan sonra bütün alanlarda terörizm baþladý. Önemli þairleri ya hapse attýlar veya öldürdüler. Böylelikle bu Rus þiirinin gümüþ dönemi bitti. -Azerbaycan, Kazakistan, Özbekistan gibi pek çok halktan þairler de bu dönemde hapsedilmiþ veya öldürülmüþlerdi. Rus þairleri de ayný muameleye mi tabii tutular? Hem de herkesten çok Rus aydýnlar öldürüldü. Anna Ahmatova’nýn babasý, Gumulev’in babasý bu öldürülenler arasýnda idi. Ýç savaþtan sonra Bolþevikler ekonomik bir model getirdiler. Bu modelin yanlýþ olduðunu kritik edebilecek bütün aydýnlar ortadan kaldýrýlmalýydý öyle de yaptýlar. Modelin baþarýsý için Sibirya’da milyonlarýn kampý oluþturuldu. Bir anlamda da bu millî düþünce ile enternasyonal düþüncenin savaþý idi ve 1921 yýlýnda Rus millî aydýnlarý orta dan kaldýrýldýlar. -Tekrar Rus þiirinin gümüþ çaðýna dönersek, öne çýkan þairler kimdi ve bu dönem þiirin özellikleri nasýldý? - Rus þiirinde hiçbir zaman bu dönemdeki kadar çok sayýda yetenekli þair olmadý. Kalabalýk bir nesildiler. Bunlardan 25-30’u çok yetenekli ve önemli þairlerdi ama, 10-12 kadarý yarým dahi denebilecek özellikte þairlerdi. Aleksandýr Blok, Anna Ahmatova, þair, yazar ve ilk Nobel ödüllü edebiyatçý Ývan Bunin. Tabii burada hatýrlamak gerekir ki ondan önce Tolstoy bu ödülü istememiþti çünkü onun için Nobel gülünç bir ödüldü. Yine o dönem þairlerinden Sergey Yesenin, Vladislav Hadþiseviç, Osip Maldestam, Nobel ödüllü Boris Pasternak, Velimir Hýlebnikov ve elbette Viladimir Maykovskiy de adýndan söz edilmesi gereken edebi þahsiyetler. Viladimir Maykovskiy’yi Sovyet þiirinin kurucusu olarak kabul ederler. Nazým Hikmet de Maykovskiy’den etkilenmiþtir. Maykovskiy estetik yönden Sovyet þiirine mal oldu. Aslýnda o yeni bir arayýþýn peþinde idi. Edebiyatta sanatta ye- nileþme akýmýnýn temsilcisi olarak yaþadýðý dönem Sovyet dönemine rast geldi. Sovyet dönemi olmasa da o ayný arayýþý getirecekti. Maykovskiy çok yetenekli bir þair idi. Büyük namlunun kurþunu idi. Onun þirinde Rus dilinin im kanlarýyla öyle sesler vardýr ki, onu tercüme ederek baþka dillere aktarmak mümkün deðildir. Kötü þiirler de yazdýðý oldu ancak bu o kadar önemli deðil. O kendi zamanýnýn oðlu idi ve o zamanda kaldý. Hatta o kendi zamanýný yarattý. Ve gördü ki artýk soluk alamýyor intihar etti. Bu arada Yesenin ve Maykovskiy’nin öldürüldüðüne dair iddialar da son zamanlarda yaygýn olarak konuþuluyor. Bence bu iddialarý ileri sürenler arsýz adamlar. Sovyet sistemi öyle bir atmosfer oluþturdu ki, yaþamak mümkün deðildi. Onlarýn kendilerini öldürmeleri öldürülmeleri, daha dehþetli bir þeydir. Bundan sonra Rus edebiyatý için dramatik bir dönem baþladý ve Rus þiiri, Rusya’da yaþayanlar ve göçmenlerin þiiri olarak ikiye parçalandý. Her iki grubun da kaderi oldukça trajikti. Ben karar veremiyorum; gidenlerin mi yoksa kalanlarýn mý kaderi daha zordu. Ama yine de kalanlarýn kaderi daha trajik geliyor bana. 1917 Ýhtilalinden sonra Rusya’dan gidenlerin içinde büyük yetenekler vardý. Sovyet döneminde Anna Ahmatova’nýn bir þiiri yayýnlandý. Ýnsanlar anladýlar onun ne dediðini ama anladýklarýný söylemeye korktular. Ahmatova gidenlere hasretini bildiriyordu: Ben onlardan olayým ki 23 Onlar memleketi daðýtacaklar, Býrakýp gittiler. Bu þiir yayýnlandýðýnda Bolþevikler hedefin kim olduðunu kabullenmek istemediler. Anna Ahmatova’nýn uzun bir ömür yaþamasý Rus kültürünün büyük þansý ve kazancý idi. Hapsedildi, kocasý öldürüldü, oðluna eziyetler edildi ama o uzun bir ömrün sonunda zafere ulaþtý. Göçmenlerin þiiri zaman içinde zayýfladý. Gitmeden önce büyük olan þairler muhacerette de büyük kaldý. Ama Vilademir Nabakov gibi bazý istisnalar dýþýnda yeni büyükler yetiþmedi. Rusya’da yeni þairler doðdu. Aralarýnda büyük þairler de vardý. Bu þairlerden þuur altýnda metafizik ve dini þuur ile iliþkilerini koparmayanlar büyük olabildiler. Genetik olarak o trajedi, edebiyatta da yaþandý. Sovyet döneminde önemli sayýlan þairlerin çoðu, eski zamanlarý bilmeyen isimlerdi. Nikolay Zablotski, gelenekle baðýný koparmamýþ ve kendini ifade edebilmiþ sonuncu büyük þairdi. O ve öncekiler dinî þiirler yazdýlar, demek istemiyorum, ama þiirlerinde bu ruh ve birikimden yaralandýlar. Ama bu þairler, Allah’ýn varlýðýný satýr aralarýna serpiþtirdiler. Son kuþakta büyük þair olarak kabul edilenlere gelince... Pavil Vasilev, 1910’da doðdu ve 26 Kardeþ Kalemler Mart 2007 24 yaþýnda öldürüldü, Yaroslav Smelyakov, Nazým Hikmet’in de dostuydu, 1922 yýlýnda doðdu. Üç kez hapse girdi. 15 yýl hapis yattý. Boris Slutskiy, II. Dünya Savaþý zamanýnda kendini göstermiþ bir þairdir. Onun yayýnlanmamýþ þiirleri Gorbaçov döneminde yayýnlandýðýnda onun da Maykovski gibi Sovyetlerin büyük þairi olduðu anlaþýldý. Ýdeolojik bakýmdan deðil stil ve estetik bakýmdan Sovyet döneminin büyük þairi idi. Sovyet rejimi aleyhine yazdýðýnda da Sovyet estetiðini kullandý. Onun için bir yazýmda þöyle demiþtim: Mümkündür ki öyle bir zaman gelecek ve Slutski, kendi döneminin en önemli þairi sayacaklar. Ben bu düþünceye karþý çýkardým ancak böyle bir düþüncenin olmasýna da hayret etmezdim. Goethe diyor ki, þair bir karakterdir. Onun da kendi karakteri vardý. Ondan sonra uçurum baþlýyor. Þairler gelmedi demiyorum, ama önemli þair çýkmadý.Nesiller arasýnda uçurum vardý. Þair doðuyor, ama uzun zamandýr büyük þair doðmuyor. Bu sözüm yeni neslin yeni þairleri için. Huruçov rejiminde yumuþama ile birlikte beklenen yeni büyük þairin geldiði iddia edildi. Yevgeni Yuftuþenko 10-15 güzel þiir yazdý. Onun þahsýnda, halký yansýtan bir þair geliyor denildi. Benim onun hakkýnda insan olarak düþüncelerim çok olumlu ve eserlerinin baþlangýç dönemine sempatim var. Ama geçen zaman onun büyük Kardeþ Kalemler Mart 2007 þair olmadýðýný gösterdi. Sadece baþlangýçtaki 10-15 þiiri kaldý. Diðer sosyal problemleri ele aldýðý popülist þiirler unutuldu. Neden böyle oldu? Çünkü devlet onu kendi aðýna aldý ve o þöhret hazzýndan kendisini alýkoyamadý. Bu onun mahvýna sebep oldu. Ancak Yeftuþenko Kuþaðý adýnýn oluþmasýný saðladý. Yeftuþenko Kuþaðýndaki þairlerin bazý yönleri iyi idi, ama hepsinde popülizm ve halk duygusu önde idi. Fakat edebiyat tarihine yalnýzca kendisi kalabilir diðerleri yalnýzca propagandanýn þairleri olarak kaldýlar. Böylece büyük þair beklentisi yeniden uzamaya baþladý. 1960’lý yýllarda edebiyata giren üç þairin adý sayýlabilir: Nobel Ödüllü Leningratlý Þair Ýosif Brotski ve ondan geri kalmayan yine Leningratlý Yevgeni Reyn. Ýkisi de birbirinden önemli idi. Ve Moskovalý Yuri Kuznetsov üçüncü olarak sayýlmalýdýr. Bunlar hakkýnda kiþisel bakýþýmý açýklamak istemiyorum. Ne zaaflarý vardý, hangi yönleri güçlü idi bunlar hakkýnda konuþmak istemiyorum ama þu kadarýný söyleyeyim ki üçü de büyük ve önemli þairlerdir. -Rus þiiri ölüyor mu? “Þiir ölüyor” demek, doðru deðil. Rusya, büyük bir ülkedir. Bir köþeden basýnda yer almaya baþlayan yetenekli þairler görmekteyiz. Ama þimdilik bunlardan on þairin büyük þair olmaya aday olduðunu söylemek mümkündür. Sonuç olarak, Rus þiiri için altýn asýr 19. yüzyýl dýr. Bu, nesir için de böyledir. Bu dönemde az sayýda, ama çok büyük þairler vardý ve altýn asrý Rus kültürünün uzun birikimi hazýrlamýþtý. 20. yüzyýlýn birinci yarýsý ikinci yarýsýndan güçlüdür. Bu yüzden birinci yarýya Gümüþ çaðý diyorum. Böylece analizin sonunda, Rus þiirinin zirveden aþaðýya doðru inmekte olduðu görülüyor. Sonra ne olacak? Elbette bu, Tanrý’nýn iþidir. Ben inanýyorum ki, Rusya yaþadýkça, yeni büyük þairler gelecek ve olup bitenleri eserlerine taþýyacaklar. Ayný zamanda endiþeleniyorum, çünkü büyük yeteneklerin hep beraber gelmeyeceðini düþünüyorum. -Dünya þiiri içinde Rus þiirini nasýl deðerlendiriyorsunuz? Rus nesri, Rus þiirine göre dünyada daha büyük bir yere sahiptir. Rus þiiri de büyük þiirdi ancak nesre göre kendisini daha az gösterebildi. Ýtiraf etmek gerekir ki nesir, daha kolay tercüme edilebildiðinden dünyaya yayýlma þansý daha fazla. Rus edebiyatý büyük ve çeþitlidir. Edebî dilin imkanlarýnýn geniþ olmasý yüzünden mesela ayný kelime cümlenin farklý yerlerinde serpiþtirildiðinde anlam ve müzikalite imkanlarý deðiþmektedir. Yine Rus sözlüðünde, Slavyan ve Türk dillerinden gelen eþ anlamlý kelimeler mevcuttur. Edebî dilin bu özellikleri Rus edebiyatýnýn geliþmesinin temel kaynaðýdýr. Rus þiiri var olduðundan bu güne, birkaç kez deðiþti. Belki bütün edebiyatlarda canlý halk þiiri ile edebî tarz arasýnda mücadele olmuþtur. Ne zaman ki edebî dil oluþur; bu aþamadan itibaren halk dilinin imkanlarý azalýr. Ve halk dili nin, halk edebiyatýnýn imkanlarý, kelimeleri ba sýnda, yayýnlarda yer almamaya baþlar. Yalnýz en büyük dehalar bu bariyeri aþarak halk dili ne yönelik eserler verirler. Ama Sovyet rejimi halkýn hayatýný deðiþtirdi. Sovyet rejiminin ilk yýllarýnda öldürülen ve göç etmek zorunda kalan önemli aydýnlarla Rus dilinin zarafeti, zenginliði, estetiði de ülkeden gitti. Ben o zenginlerin tarafýnda deðilim onlarý savunuyorum sanýlmasýn. Ben halk dilinin im- 25 kanlarýnýn tarafýndayým. Benim annem, uzak bir köydendi ve ayný zamanda üniversite mezunu idi. Benim þiir dilimde onun etkisi büyüktür. Rejimin ilk yýllarýnda gazetelerin ve propagandanýn eliyle dil sýðlaþtý ve yozlaþtý. Böylelikle keskin bir þekilde halk dilinin geliþmesi durdu. Yani sakat ve yeni sözler sözlüðe girdi. Ne yazýk ki biz bu sözleri kabullenip edebiyata sokmak zorunda kaldýk. Kaba ve zorba Sovyet hayatý, dilin söz varlýðýný kabullenerek geliþtirmek yerine, yeni sözlük oluþturmaya çalýþtý. Bu zenginlik deðil; sýnýrlayýcý, kaba ve mekanik bir dildi. Ve bunlar edebiyata girdi. Bu konudaki tartýþmalar bugün de muhafazakarlar ve reaksiyonerler arasýnda devam ediyor. Muhafazakarlar dilde oluþan yenileþmenin yavaþ gitmesini istiyorlar. Reaksiyonerler ise eskiyi geri getirerek yeni bir yenileþme arzuluyorlar. Ben geliþmenin aleyhine deðilim ama dilde armoni olsun, yavaþ geliþme olsun. Geçmiþi bu güne taþýmak ne anlam ifade eder ki! -Dünya edebiyatý içinde Rus edebiyatýný nasýl deðerlendiriyorsunuz? Rus resmi, mütevazý idi. Tabii Rusya’da önemli ressamlar var ama dünya resmi içinde çok önemli deðiller. Büyük müzikte Rusya da var, ama dünyada birinci sýrada deðil. Mimarî ise çok zayýf. Heykeltýraþlar var, ama yine çok önemli deðil. Sonuç olarak Rusya, edebiyatý ile dünyada övünebilecek bir ülkedir. Slavlarýn kitaba sevgisi Rusya’yý edebiyatýn vatanýna dönüþtürdü. Rusya’da söz, büyük önem arz etmiþtir. Belki de Rusya’da sözden baþka bir þey yoktur. Öyle sözler olmuþ ki onlar hakikat uðruna yanmýþ. Bu yüzden ben Rus edebiyatý için büyük ümitler besliyorum. Bir meþhur söz var: Çaðdaþ Batý edebiyatýna etki eden beþ büyük yazar kimdir sorusunun cevabý: Dante, Shakespeare, Cervantes, Tolstoy ve Dostoyevski’dir. Ýlk beþte Rusya’dan iki isim var. Fransýz ve Alman edebiyatlarý büyük edebiyatlar, ancak dünya edebiyatýna verdikleri büyük isimler az. Eðer Ýngiltere’de Shakespeare olmasaydý ben Rus edebiyatý dünyanýn en önemli edebiyatý derdim. Ama Ýngiliz edebiyatý da önemlidir. Ülkemi övdüðümü düþünmeyin lütfen. Resim ve heykel hakkýndaki görüþlerimi de söyledim. Rusya için edebiyatýn yanýna bir de baleyi eklemeliyim. Kardeþ Kalemler Mart 2007 26 Süt HALÝT AÞLAR Bütün gece bardaktan boþanýrcasýna yaðmur yaðmýþtý. Sabahýn ilk ýþýklarý ye þil yapraklarýn üzerindeki geceden kalma damlalarý ustaca buharlaþtýrýyordu. Tozlu perdelerin arasýndan süzülen ýþýk gözlerini kamaþtýrdý. Doðrulup çalar saatine baktý. Saatin çalma vakti henüz gelmemiþti. “Neden erken uyandým?” diye düþündü. Uykulu gözleriyle duvar kaðýtlarý üzerindeki gül figürlerine baktý. Tam bu sýrada bazý sabahlar duyduðu o “Moloko, molokoo…” sesi yankýlandý dýþarýda. “Yine baðýrýyor lanet olasý” diye söylendi. Bütün uykusu daðýlmýþtý. Yataðýný gýcýrdatarak kalktý, pencereye yanaþýp dýþarýya baktý. Pencerenin tam karþýsýndaki söðüt aðaçlarýnýn üzerinde sincaplar kýrk yýllýk sirk ustalarýna taþ çýkartýrcasýna bir oraya bir buraya koþuþuyordu. Birden aðaçlarýn arasýnda sütçü kadýn göründü. Yaþlýca, kamburu çýkmýþ, üstünde dividin entariye benzer bir elbise, elinde bir buçuk litrelik Coca-Cola pet þiþesinden bozma süt kabý koþar adýmlarla binanýn üçüncü giriþ kapýsýna doðru gidiyordu. “Yoksa o kadýn mý satýyor bü Kardeþ Kalemler Mart 2007 tün þehre sütü?” diye sordu kendine. Afalla mýþtý. Yýllar önceydi. Bu þehre geldiði ilk zamanlarda sabahlarý gün aðarýr aðarmaz uykusunu daðýtan ve o zamanlar ne anlama geldiðini bilmediði “Moloko” sözünün uzatýla uzatýla baðýrýlýyor olmasýna bir anlam verememiþti. “Moloko da neyin nesiydi?” Bir sabah daya namayýp bütün öfkesiyle üzerinde pijama sýyla sokaða çýkmýþ ve sabahýn köründe uykusunu daðýtan bu se sin sahibine çýkýþmak istemiþti. Pijamasýyla sokaða çýktýðýný bir an hatýrlamýþ ve geri dönecek olmuþtu. Tam bu sýrada komþusu Anya’nýn üzerinde bornozla çýktýðýný görmüþ, rahatlamýþ “Bir kadýn bile bornozla çýkýyor da ben neden pijamalarýmla çýkmayým?!” diye düþünmüþ ve o iðrenç bulduðu sesin sahibine çýkýþmak için atýlmýþtý ileriye. Dün gibi hatýrlýyordu, biraz önce gördüðü kadýn sanki o kadýndý. Ona rahatsýz olduðunu, sabah vakti burada baðýrmamasýný el kol hareketleriyle anlatmaya çalýþmýþ, komþusu Anya ken dilerine yaklaþtýðý sýrada sanki o Türkçe biliyormuþ gibi onunla Türkçe konuþmuþ, ancak ikisine de bir þey anlatamamýþtý. Anya sütçü kadýna bir þeyler söylemiþ, “Ýþte beni anladý ve derdimi ona anlatýyor galiba” diye düþünmüþtü. Ancak ilerleyen günler de sütçü kadýnýn sabah feryatlarý hiç eksilmemiþ, sanki aksine artmýþtý. Aðaçlarýn üzerinde oynaþan sincaplarý gerinerek seyrediyordu ki, ayný kadýn tekrar peyda oldu. Tam pencerenin önünde giriþ kattaki dairede yaþayan gözlüklü komþusuyla bir þeyler konuþmaya baþladýlar. Kadýna dikkatle baktý. “O mu acaba?” diye sordu kendine tekrar. Sütçü kadýnýn o zamanki hâli tekrar gözünün önüne geldi. Masmavi gözleri, sarý saçlarý, kýrýþ kýrýþ al ný, ergenlik çaðýndaki bir delikanlýnýn henüz terlemekte olan býyýklarý gibi býyýklarý vardý. Önemsemedi. Banyoya gitti… “Zaman ne de çabuk geçiyor. Altý yýl olmuþ.” dedi duyulabilecek bir sesle. Sýcak suyu açtý. Su soðuktu. Suyun ýsýnmasýný bekledi, bu esnada küçük aynaya takýldý bakýþlarý. Kendine baktý, saçlarýnýn her geçen gün biraz daha azaldýðýný ve kýsa bir süre sonra tamamen kel olacaðýný düþündü. Kel hâlini hayalinde canlandýrdý. Sevimsiz buldu. “Ah yaþlýlýk ahh!” diye baðýrdý. Sustu, sessizliðe kulak saldý. Þarýldayarak akan ve henüz ýsýnmaya baþlayan suyun sesinden baþka bir ses duyulmadý kulaðýna. Elini suya deðdirdi, su tam yüzüne layýktý. Yüzünü yýkadý. Sýcak suyu kapatýp soðuðu açtý. Onunla da yýkadý. Bir sýcak su, bir soðuk suyla yýkadý yüzünü. Ilýk suyla ensesini sildi, sabunluða baktý, “güzellik sabunu” erimiþ, incecik kalmýþtý. Yüzünü kurulamadan çýktý, mutfaktaki raftan sabun almak istedi. Birden burnuna gaz kokusu geldi. Aklýna çay düþtü. Çaydanlýða su doldurup ocaða koydu. Kibrit yoktu. Odaya gelip pantolununun cebinden çakmaðýný aldý gidip ocaðý yaktý. Mutfak penceresinden tekrar dýþarý baktý. Kapýyý açýp balkona çýkmak istedi. Nefis bir toprak kokusu yüzüne vurdu. Balkonda derin derin ne fes alýp verdi. Bu mahalleye yeni taþýndýðý için etrafýnda olup biten her þey, az da olsa ilgisini çekiyordu. Yaþadýðý apartmanýn tam karþýsýnda bir ev inþaatý vardý. Üst katta gece vakti gürültü yapan bir komþusu. Ev sahibinden üst komþusunun gümrükçü olduðunu öðrenince durumun idrakine varmýþtý. Yan komþusu dünyayla iliþiðini kesmiþ bir nineydi. Dört beþ ay içinde sadece bir iki kez onu görmüþ ve selamlaþmýþtý. Tam karþý dairede Burul teyze yaþýyordu. Kýzý Darkan Türki - 27 ye’de iktisat doktorasý yapýyordu. Alt katta yaþlýca bir adam küçük torunu Ýgnat ve kýzý Aksana ile birlikte yaþýyordu. Bunlarýn dýþýnda kimseyi tanýmadýðýný düþündü. Sütçü kadýn, elinde bakýrdan bir helkeyle çýkýverdi bina giriþinden. “Hey hanýmefendi, ne satýyorsunuz?” diye sordu Rusça. Kadýn sen saðýr mýsýn sabahtan beri ne sattýðýmý duymadýn mý dercesine baktý ve “Moloko” dedi. Taze mi diye sordu, evet cevabýný aldý. Ýyiden iyiye merak etmeye baþlamýþtý. Acaba bu kadýn o altý yýl önce gördüðü kadýn mýydý? “Ýki litre alabilir miyim?” dedi. Kadýn hay hay dercesine baþýný sallayýp ileride duran bej renkli ellili yýllardan kalma Moskviç markalý arabaya doðru hýzlý adýmlarla gitti. Elinde pet þiþeden bir kapla balkonun altýnda belirdi. “Siz mi inersiniz, ben mi çýkarayým?” diye sordu. “Tamam ben inerim” dedi. Odaya dönüp hemen lacivert eþofmanlarýný giydi, diþlerini fýrçaladý, terliklerle çýktý dýþarýya. Kadýn onu bekliyordu. Gelir gelmez kadýný iyi ce bir süzdü. “Siz ne zamandýr süt satýyorsunuz” diye sordu. Kadýn biraz duraksayýp “Bilmem, uzun zamandýr…” dedi. -Peki daha önce hangi mahallede satýyordunuz sütü? -Birçok mahallede sattým. -Panfilova mahallesinde sattýnýz mý? -Evet. -Peki þimdilerde satýyor musunuz? -Yok artýk o taraflarda kýzým satýyor. -Peki siz beþ altý yýl önce Panfilova mahallesinde süt satýyor muydunuz? Kadýn biraz düþündü. -Evet. dedi. Sabri’nin gözleri parlamýþtý. “Evet, evet. Yanýlmamýþým bu kadýn o kadýn.” diye düþündü. Yüreðinde sanki eski bir dostuna tesadüfen rastlamýþ gibi tuhaf bir mutluluk vardý. Yüreði hafifledi. Kadýn þaþkýn gözlerle onu seyrediyordu. Da ha fazla dayanamadý ve “Süt alacak mýsýnýz?” diye sordu. -Ha, evet. Ne kadar? -30 som. Kardeþ Kalemler Mart 2007 28 -Bir saniye… Fotoðraf: Türksoy Kolleksiyonundan Sabri orasýný burasýný yokladý. Üzerinde para yoktu. “Afedersiniz, þimdi getireceðim parayý” diyerek koþar adýmlarla evine çýktý. Ýçeri girdi. Pantolonunun cebinden parayý alýrken hafýzasýnýn çok güçlü olduðunu düþündü. “Ýþte, altý yýl önce gördüðüm o kadýný hatýrladým.” dedi içinden. Birden o ilk günler tekrar düþtü aklýna. Uçaktan indikten sonra havaalaný binasýnýn üzerinde koca harflerle “MAHAC” yazýsýný görünce Yahya Kemal aklýna gelmiþti. Geldiði yer Kardeþ Kalemler Mart 2007 ata yurt Kýrgýzistan idi. Ancak bu Mahac da neyin nesiydi? Mohaç ovasý olmasýn?! Duraksadý, masanýn üzerinde duran sigara paketinden bir sigara alýp yaktý, koltuða oturdu. Havaalanýndan çýkmýþlar bir otobüse bindirilmiþlerdi. Kendisi gibi sayýlarý yetmiþe yakýn öðrenciyle birlikte ayný otobüste Tanrý Daðlarý eteklerinde, kenarlarý kavak aðaçlarýyla çevrili uzun ince yolda ilerledikleri aný hatýrladý. Bir süre sonra þehre gelmiþler, tuhaf bir binanýn önünde durmuþlardý. Dýþarý çýktýklarýnda kendilerine þaþkýn gözlerle bakan Kýrgýzlar’ý görmüþtü. Evet, kardeþlerimiz Kýrgýzlar iþte bunlar olsa ge rek diye düþünmüþ, heyecaný iyiden iyiye artmýþtý… Si ga ra sýn dan bir ne fes da ha çekti, koltukta þöyle bir gerildi. Ban yo dan su se si ge li yor du, aniden suyu açýk býraktýðýný hatýrladý ve koþar adýmlarla banyo ya gidip suyu kapattý. Gözü sa bunluða daldý. Ýncecik sabunu gördü ve biraz önce mutfaða sabun almak için gittiðini, orada ocaða çay suyu koyduðunu, kibrit bulamayýnca odaya dönüp çakmaðý alýp ocaðý yaktýðýný, balkona çýktýðýný… “Eyvah! Kadýn bekliyor aþaðýda!...” diye baðýrdý. Hemen odaya dönüp pan to lo nu nun ce bin den pa ra aldý ve koþar adýmlarla aþaðýya indi. Kimsecikler yoktu. Saða baktý, sola baktý kimseyi göremedi. Bir an seslenmek istedi. Vazgeçti. Eve dönüp kadýný görebil mek umuduyla balkona çýktý. Bir süre sonra boþ yere beklediðini düþünüp mutfaða geçti, su kaynamýþtý. Ocaðý kapattý, bir “güzellik sabunu” alýp banyoya girdi. Ýþini gördü, mutfaða geçip çay demledi, odaya geçti. Süt satýn alamadýðý için üzülmesine karþýn, tam altý yýl önce gördüðü bi ri ni ta ný yýp ha týr la dý ðý için memnundu. Hafýzasýnýn güçlülü ðü nü dü þü ne rek aðaç lar da oynaþan sincaplara daldý... 29 Gabit Müsirepov hayatý ve edebi kiþiliði AKTARAN: ORHAN SÖYLEMEZ Gabit Mahmut oðlu Müsirepov 1902’da þimdiki Kuzey Kazakistan ili, Cambýl ilçesi, “Cana Col” köyünde fakir bir çiftçi ailesinin çocuðu olarak dünyaya geldi. Çocukluðunda köy imamýndan okuma yazma öðrendi. O dönemde köy yaþlýlarýnýn bir âdeti vardý: Akþama doðru bir tepenin baþýna veya yaylada çimenlerin üzerine keçe serdirip çeþitli kýssa, hikaye, menkýbe veya destanlar söylerlerdi. Yazar, çocukluðunu her hatýrladýðýnda “edebiyatla ilk defa böyle tanýþtým” der. Kýz Jibek, Er Targýn, Kobýlandý Batýr, Leyla vü Mecnun, Köroðlu, Sal-Sal, Zarkum, ÞekirÞekiret, Þahmaran gibi destanlarý okudu, çoðunu da ezberlemiþti. 1917’de Kostanay ili Obagan ilçesindeki Rus mektebine girdi. Öðretmeni, Kazak halkýnýn tanýnmýþ þairi Beket Ötetilevov ona sýcak davranmýþ, edebiyatý sevip yetiþmesine tesir etmiþ, þiir, destan ezberletmiþti. Bu okulu bitirdikten sonra Presnogorkov’daki okula girdi ve yedi yýlda tamamladý. 1923’da Orunbor þehrindeki Ýþçiler Fakültesi’ne girdi; Rus ve Dünya edebiyatlarýný, milli edebiyatýn örneklerini okudu. 19. yüzyýl Rus klasiklerini burada öðrendi. Özellikle Gogol, Çehov ve Gorki’yi çok sever. Ýþçiler Fakültesi’ni bitirdikten sonra onda yazma isteði baþlar. 1926’da okulu bitirdikten sonra Ombý þehrin deki Çiftçilik Akademisi’ne girdi. Orada “Tulaðan tolkýnda” (Coþan dalga üzerinde) adlý uzun hikayesini yazmaya baþladý. 1928-1938 yýllarý arasýnda yayýnevinde ve çeþitli yerlerde önemli görevler üstlendi. 1938-1955 yýllarý arasýnda ise sadece edebiyatla uðraþtý. 1956-1966 yýlla rý arasýnda G. Müsirepov Ara (Arý) adlý hiciv dergisinin Baþ Redaktörü, Kazakistan Yazarlar Birliði’nin Baþkaný oldu. 1966’dan sonra tekrar yazmaya devam etti. Japonya, Mýsýr, Cezayir, Ýtalya gibi pek çok ülkeyi gezdi, milli edebiyatý tanýtmaya çalýþtý. Gabit Müsirepov, 60 yýla yakýn süre içinde edebiyatýn çeþitli türlerinde eser verdi. Sanatý hakkýnda 60’lý yýllarda yayýnlanan Kazak Sovyet Edebiyatý Tarihi Denemeleri eserinde þöyle denilmektedir: “Gabit Müsirepov, Kazak Sovyet edebiyatýnýn önemli temsilcilerinden biridir. Edebiyata verdiði altmýþ yýla yakýn emeðin içinde Müsirepov’un kaleminden çýkan piyesler, hikayeler ve romanlar, Sovyet devrindeki Kazak kültüründe önemli bir yere sahiptir.” Gabit Müsirepov Kazak edebiyatýnýn çeþitli türlerinde eser verdi. Nesrin halk tarafýndan tanýnan ustasý oldu. Kazak hikâyesinin bugün ulaþtýðý zirveden söz edildiðinde G. Müsirepov’u hatýrlamamak mümkün deðildir. Onun kolhoz konusunda, anneler hakkýnda yazdýðý hikâyeleri, Kazakistan’daki Ýhtilal dönemi gerçeðini tasvir eden büyük ve küçük tablolarý, bugünkü çaðdaþ hayatý anlatan eserleri Kazak edebiyatý hazinesine yapýlan büyük bir katkýdýr. Bu katký da yazarýn edebiyattaki yerini daha da deðerli kýlmaktadýr. G. Müsirepov, Kazak edebi dilinin geliþmesine, olgunlaþmasýna da katkýda bulunmuþtur. Onun yardýmýyla Kazak halkýnýn eski kelimelerinin çoðu tekrar dilde yerini almýþtýr. Maden arayan kâþif gibi G. Müsirepov, halk dilinin derinlerinde yatan büyük hazinesini bulmuþtur. Kazak edebiyatýna, sözü ahenkli kullanmanýn önemli örneklerini kazandýrmýþtýr. Gabit Müsirepov’un her eserinde önemli olaylar ve ilginç þahýslardan baþka dilin yeni yönleri ve bol imkanlarýyla karþýlaþmak mümkündür. Kardeþ Kalemler Mart 2007 30 Kazak dram sanatýnýn oluþmasý ve geliþmesinde de G. Müsirepov’un yaptýðý hizmet çok önemlidir. Muhtar Avezov, Kazakistan Yazarlarýnýn 3. Kongresi’nde yaptýðý konuþmada bu konuda önemli fikirler ileri sürmüþtür. G. Müsirepov, dram sanatýnýn kurallarý ve sýrlarýný öðrenip eserin türü ve fikrini birbirine uygun þekilde ortaya koyan seçkin dram yazarýdýr. Onun Kýz Jibek, Kozu Körpeþ – Bayan Suluv, Akýn Trajedisi, Amankeldi gibi piyesleri sadece Kazak dram sanatýnýn deðil bütün Sovyet Doðu dram sanatýnýn baþarýlý eserlerindendir. Bu piyeslerin bazýlarý kardeþ halklar tiyatrolarýnda sahnelenmektedir. Kazakistan’da roman türünün oluþmasýnda, Ka- zak halkýnýn meþhur þair ve yazarlarý Saken Seyfulin’in, Beyimbet Maylin’in, Ýlyas Jansügirov’un, Muhtar Avezov’un, Sabit Mukanov’un, Gabit Mustafin’in katkýlarý büyüktür. Bunlarla beraber G. Müsirepov’un ismi de anýlmaya layýktýr. Yazarýn Kazak Askeri, Uyanan Ülke, Yabancý Ellerde romanlarý Sovyet devri Kazak edebiyatýnýn en büyük eserlerindendir. Bu üç romanýn üçü de eski Sovyetler Birliði okuyucularý tarafýndan bilinmektedir. Kazak halkýnýn sanatkâr olarak çok iyi tanýdýðý G. Müsirepov, gazetecilik de yapmýþtýr. Önemli röportajlar, dikkate deðer makaleler yazmýþtýr. Hayatýn günlük önemli meselelerine ilgi duy muþ, bunlarý eserlerinde yansýtmýþtýr. Kültür ha yatýnýn bütün problemli yanlarý yazarýn dikka tinden kaçmamýþtýr. Bütün bunlara G. Müsirepov’un çeþitli zamanlarda, önemli toplantýlarda yaptýðý konuþmalar, gazete ve dergilerde yayýnlanan eleþtiri makaleleri ilave edildiði zaman onun ustalýðý daha da göze çarpmaktadýr. G. Müsirepov edebiyat bilimi ve edebiyat eleþtirisinin önemli meselele rini çok önceleri ele almýþtýr. O belli meselelere dair tartýþma toplantýlarýna da katýlýrdý. Onun deðerli fikirleri, düþünceleri her zaman saygýyla karþýlanmýþtýr. G. Müsirepov, Kazak SSC Ýlimler Akademisi’nin akademi üyesi olarak birçok önemli toplantýlara katýlmýþ, bu toplantýlarda çeþitli meseleler üzerine düþüncelerini aktarmýþtýr. G. Müsirepov Sovyetler Birliði edebiyatýnýn geliþmesine de etki yapan insanlardan biridir. Halk onun bu emeðini deðerlendirip onu ülkenin en üst organý olan Yüksek Þura’ya birkaç kere milletvekili seçmiþtir. G. Müsirepov’un çevirmenliði ve tecrübesi de çok kiþiye örnek teþkil eder. Rus ve yabancý dram sanatýnýn seçkin eserlerini, hikâye ve romanlarýný Kazakçaya çevirmiþtir. Onun tercümeleri doðruluðu ve güzelliði ile göze çarpar. G. Müsirepov’un bu sayýda yer alan hikâyeleri, hem onun dünyaya bakýþýný, hem de Kazak halkýnýn “ana/anne” anlayýþýný, ona bakýþýný gözler önüne sermektedir. Ufacýk da olsa hem yazar hem de Kazakistan hikâyesinden okuyuculara bilgi vermesi açýsýndan katkýmýz olacaðý kanaatindeyiz. Kardeþ Kalemler Mart 2007 Kahraman Anne 31 GABÝT MÜSÝREPOV Þehri çevreleyen ve þehrin koyu bir örtüyle kaplanmasýna neden olan sýk ormanýn altý üstüne gelmiþti. Saçlarýný yayan ak kayýnlar, suçsuz yere parçalanan kardeþi çam aðacý için, aðýt yakýp, için için aðlýyor gibiydi. Sýk ormanýn yanan yerleri diþleri düþmüþ aðýz gibi simsiyah ve gedik gedikti. Gür ormanýn þehir tarafýndaki, kýþlýk yorganýný iyice örtünen düzlüðünün yüzüne bugün bakýldýðýnda, çiçek hastalýðýna yakalanmýþ gibi alaca-bulacaydý. Alacalý bulacalý, darmadaðýn olan yerler iki büklüm olmuþ cesetlere benziyordu. Her yerde sanki cenaze namazý için toplanan kuzgunlarla, sevinçten kuyruðuna kadar kýpýr kýpýr olan saksaðanlar vardý. Þehrin sað tarafýnda, gümüþ para gibi ýþýl ýþýl parýldayan güzel göle bakan bahçe ortaya çýkmaya baþlamýþtý. Saða sola yýkýlan kavaklarýn gümüþ yapraklarý hala titriyordu. Avcunu açmýþ gibi, geniþ yapraklarýyla avuç avuç kar toplayan bir gurup meþe heybetli yüzünü bitmez tükenmez intikam ve karþý konulmaz kýzgýnlýkla gösteriyordu. Düþman birliði, elinin deðdiði yeri, yoluna çýkan her þeyi yok etmek istiyor gibi acýmadan saða sola ateþ püskürterek, kurþun yaðdýrarak þehre yönelmiþti. Gereksiz yere kýrýp döktüðü, anlamsýzca harap ettiði yerlere düþmanlýk ekerek geliyordu. Yalnýz bir kadýn gördüðü her aðacý siper yaparak þehre doðru geliyordu. Sýk ormandan þehre doðru gidiyordu. Gelen, kurþun yaðmurunu umursamayan, ölüm tehlikesini aklýna bile getirmeyen ana idi. Ölüm kalým imtihanýnda ana yüreði titrer miydi! Kadýn kurþun yaðmurunun altýna giriyordu. Bu; zavallý, çaresiz ana Natalya idi. “Her yerde toplanan, karýnlarý doymuþ kuzgun lar:Ne zaman ortamýza düþeceksin, ne zaman cenazeni kaldýracaðýz?” der gibi Natalya anaya karanlýk bakýþlar fýrlatýyorlardý. Saksaðanlar kuyruklarýyla “Düþer, düþer, dü- þer!” der gibi iþaret ediyorlardý. Geçen gece, þehirde kalan azýcýk halk da bütünüyle ormana yöneldiðinde çaresiz ihtiyar, hasta yatan torunu Lida’sýný götürememiþti. Gece boyu sayýklayarak yatan çocukcaðýzýn yanýnda kalarak, þehirde yapayalnýz kaldýklarýný hissettirmemiþti. Ýþte þimdi, ormana yerleþen halkýn izini bulmuþ tekrar Lida’nýn yanýna dönüyordu. Öðretmen olan Lida’nýn öz annesi yazdan beri partizanlarýn içindeydi. Lida öz annesini görmeyeli altý aydan fazla olmuþtu, bu sürede ona ninesi bakmýþtý. Natalya ana gece gündüz demeden müzminleþen hastalýðýna raðmen þehre geliyor, kendine göre Almanlarý kontrol ediyordu. “Soðuða çýkarýrsam iyileþmez, zaten hastalýðým da izin vermiyor; ama o da insan!” diyerek, Lida’yý yerinden kýpýrdatmýyordu. Fakat bugün ana yüreði farklý hissediyordu. “Ölse hastalýktan ölsün, yeter ki insanýn hayvanlaþtýðýný görmesin!” diyerek aðýr hasta olan yavrucaðýzýný ormana götürmeye karar vermiþ olarak geliyordu. “Ya, bu sarhoþ öküzler, aðýr hastaymýþ, çocukmuþ ne demek bilmiyorlarsa!” diye düþündü. Bu fikri etraflýca tetkik ettiðinde ana yüreði titremeye, korkmaya baþlýyordu. Þehir, þiddetlenerek yanmaya devam ediyordu, baþýna karalar baðlamýþ gibiydi. Sanki kara gecenin altýnda yas tutuyordu. Bir günde defalarca görüþtüðü, nice sýrrýný paylaþtýðý yakýn dostlarýnýn yanan evlerini gördüðünde, ana yüreði kurþun yemiþ gibi acý çekiyordu. Hasta Lida okul yatakhanesinde yatýyordu. Okul þimdilik saðlamdý. Natalya sessiz adýmlarla okul bahçesine girdiðinde ilk olarak, kazýlmýþ çukura bir þeyler gömen iki adam gördü. Bunlarýn partizanlar olduðunu ve ne yaptýklarýný anlamýþtý. Þehirdeki büyük evlerin, gerektiðinde havaya uçurmak için hazýrlandýðýný Natalya defalarca duymuþtu da görmüþtü de. Okulun altýný Kardeþ Kalemler Mart 2007 32 barutla doldurup, bombayý patlatacak fitili gömüyorlardý. -Hey, durun! Okulda benim bebeðim yatýyor, diyerek hýzla okulun kapýsýný açtý. “Yavaþ ana!” dedi birisi, Natalya’nýn kim olduðunu anladýktan sonra. Gerekmedikçe patlatmayacaðýmýzý bilmiyor musun? Korkma! Belki de Almanlar küçük þehri beðenmeyip durmaz lar! Gidiver evine; buradan da uzak dur. Özellikle de buraya ateþle yaklaþma! “Heh, ben hiçbir þeyden anlamayan beyinsiz biriyim! On sekizinci yýlda ben de birçok köprüyü havaya uçurdum. Bu, sadece sizlerin bildiði bir hüner deðil!” diyen ihtiyar, okula girdi; odasýnýn kapýsýný açtýðýnda Lida’sý sayýklýyordu: “Ana, gözünle burnundan baþka hepsi deðiþmiþ. Deðil ninem ben bile zor tanýdým. Ana sen karanlýk gecelerde ormanda yürürken nasýl hiç korkmazsýn? Gece toplantýlarýna gittiðinde beni de yanýnda götürdüðün aklýnda mý anne! Korkmuyor diye nineme söyle. O, geceleyin ka ranlýk banyoya yalnýz baþýna girip çýkabiliyor.” dedikten sonra Lida hafifçe gülümseyip annesi önünde duruyor gibi elini uzatmýþtý ki güçsüz kolu birden yere düþtü. Öz annesi orada burada, uzak ormanlarda düþmana karþý savaþýyor, onu sessizce seyreden ninesi ise kapý önünde aðlýyordu. -Evet, yavrucuðum, biliyorum anneni özledin kuzum, diyerek torununun sýcak baþýna elini koyduðunda Natalya’nýn ihtiyar yüreði kývýlcýmlar saçýyordu. Lida zorla gözünü açtý, sevgili annesinin yanýnda olduðunu sandý; fakat bu sülüet nine sýfatýna dönüp: “Vah, ana sen nasýl bu kadar yaþlandýn...” dedi de utanarak ninesine doðru yavaþça sokuldu. Soðuk evde, soðuk günlerde en sýcak, en yu muþak kucak ninesinin kucaðýydý. Kemikleri yerinden fýrlayan yaþlý elin dokunuþlarý yumuþa cýktý. Buðulanan tanýdýk gözlerden þefkatin sýcaklýðý dökülüyordu. Lida tekrar kendinden geçti. Top sesi çok yakýndan gelmiþti. Natalya Lida’yý kucaklayýp kaldýrayým dediði sýrada çok yakýnda meydana gelen patlamanýn etkisiyle, okul þiddetle sallandý. Lida’yý elinden düþüren ihti Kardeþ Kalemler Mart 2007 yarýn kendisi de düþtü. Binanýn tepesine bir þeyler patýr patýr yaðýyordu. Ýhtiyar, koþarak dýþarý çýktý. Düþman gülleleri þehrin önemli bir iþaretini havaya uçuruyordu. Okul yanýndaki alanda bir arada duran on dokuz Bolþevik’in anýtý vardý, onu parçalýyorlardý. O mozolede Natalya’nýn eþi Stepan da vardý. Onlarý on sekizinci yýlda yine bu Almanlar öldürmüþtü. Yüreðe acý veren bu leke yetmiyor gibi þimdi de bu deðerli anýtlar yok ediliyordu. Taa yüreðinin en derin yerine hançer saplanýyor gibi acý duyan Natalya ana olduðu yere yýðýldý. Savaþýp öldüren ve galip gelmeyi bilen halkýn bu kýzý, böyle bir yabaniliði, görgüsüzlü ðü hiç görmemiþti de duymamýþtý da. Dünden beri boþ olan, hiç kimsenin yaþamadýðý þehri neden darmadaðýn ediyorlardý, ana yüreðinin anlayamadýðý da buydu. -Bu yapýlan akýlsýzlýk mý yoksa artarak büyüyen kan davasý mý? Havaya uçurulan anýttan, okulun tepesine düþen aðaç parçalarýyla taþlar:“Bu zulmü unutma Nataþa!” diyen Stefan’ýn sesi gibi ana yüreðine saplanýyordu. Ana bütün vücuduyla on sekizinci yýllarýn acýsýný tekrar hatýrladý, ateþ gibi sýcak kanýn, damarlarýnda birbirini kovaladýðýný hissetti. “Nataþa, korkma! Ýþte Nataþa yaðdýr kurþunu!” dediði o günlerden bir saat yine eline geçer miydi, heyhat! Yaþlý gözler, sanki o eski savaþ günlerinin bir sahnesini tekrar görüyor gibi uzaklara dikilip kalmýþtý. Alman tanklarý þehre giriyordu. Çok kýsa bir sürede þehrin bütün sokaklarý tanklar, askeri araçlar ve kurþuni elbiseli askerlerle doldu. Þehrin üç km’lik caddesine doðru ilerleyen düþman askerleri gurup gurup gelerek burada toplanýyordu. Tanklar okul bahçesine de girmeye baþlamýþtý. Demirle kaplanmýþ, ecel damgasýný alnýna basmýþ olan tanktan iki adam çýktý. Natalya’yý gö rünce: “Ellerini kaldýr!” dediler. Yerinden kýmýldamayan Natalya’nýn üzerini, iki asker bir sürü hakaret ve küfürle hiç utanmadan aradý. “Bu okula mayýn döþenmiþ olabilir, önden bu kocakarýnýn kendisi girsin!” diyerek Natalya’yý 33 önlerine alýp, okulun kapýsýný açtýrdýlar. Natalya kapýyý yavaþça açýp hýzla kapatarak okulun bütün odalarýný gezdirdi. En sonunda kendi odasýna girdi. Hasta torununu korumaya çalýþarak: -Ýþte gördünüz... Þimdi içeri girebilirsiniz, dedi. Almanlarýn korkusu gitmiþ gibiydi. Ýhtiyarýn yalnýz baþýna buralarda niçin kaldýðý anlaþýlmýþtý:Nar gibi kýpkýrmýzý olan hasta çocuk, ateþler içinde yanýyordu. Yine de Lida’nýn üzerinden yorganýný yolarcasýna çeken askerler, zayýf vü cudun üzerindeki elbiseyi de çýkartmadan durumdan emin olmamýþlardý. “Eðer, bu evde kendi adamlarý duruyorsa bu civarýn tehlikeli olmamasý gerek” diye düþünen askerler okula doluþmuþlardý. Bu milletin okula ne kadar deðer verdiðini bilen Almanlar “Þehirdeki en güvenli yer burasýdýr” diye karara vardýlar. Okul koridorunda nallý atlar gezip yürüyor gibiydi... Lida bir ara gözünü açýp: “Bu nedir, bugün okul mu baþladý?” diye sordu kaygýlanan ninesine. -Evet güneþim... Baþladý ya! Kapýlara nöbetçi koyulmasýna ve ellerin þakakKardeþ Kalemler Mart 2007 34 lara hýzla gidip gelmesine bakýldýðýnda okula yerleþenlerin subay olduðu anlaþýlýyordu. Aralarýnda bir þeyler konuþarak sevinçli bir þekilde Natalya’nýn odasýna giren faþistler fazla durmadan odadan geri çýkmýþlardý. Hastalýktan korktuklarýndan mý; yoksa yavrucaðýzý koruyan anneden çekindiler mi bilmiyorum, her nedense durmuyorlardý. Diðer odalarda sanki aygýrlar kiþniyor boðalar böðürüyordu. “Bu yahudiyi ortadan kaldýr!” emri verildiðinde, beyaz alçý taþýndan yapýlan Puþkin’in heykeli camdan fýrlatýlmýþtý. Geleneðin, örfün, geçmiþ asýrlarýn önemli temsilcileri sayýlan birçok ak sakallý bilgelerin resimleri de yýrtýlýyordu. kucaðýnda yavrusuyla, yavaþ yavaþ yürüyerek, onlara yaklaþtý. -Çocuklar, ben hepinizin de anasý sayýlýrým. Benim öz yavrum bu, ateþler içinde yanýyor, hasta. Ýzin verin de tan atýncaya kadar ateþinizde ýsýnayým, dedi. Askerler, “asker sözünü” söyleyip ona bulaþýcý hastalýk muamelesi yaptýlar. Okul bahçesinde on ayrý yere ateþ yakan askerlerin hiçbiri de Natalya’ya izin vermemiþti. Ana yüreðindeki beyazlýk, samimiyet yok olup gitmiþti. Beyaz kirpiklerini süzerek, çakýr gözleriyle üz gün üzgün bakan Alman subayý, Natalya’nýn odasýna girerek: Natalya, gövdesine kadar kara gömülen Tolstoy’un heykelini gördü. Geniþ alnýn altýndan sert sert bakan çukur gözler bir þeyler söylüyor, bir þeyler emrediyor gibi ‘Anna’ nýn baþlarýnda geçen, “Eðer intikamým alýnsa!” sözlerini hatýrlatýyordu. -Gece içinde nereye gideyim? Bütün evlere sizin adamlarýnýz yerleþmedi mi! Hasta çocuðun halini görüyorsun, dedi ihtiyar, kýzýla kaçan gözlerinden kýpkýzýl kývýlcýmlar saçarak... Lida’yý önceden gördüðü çukurun ortasýna yavaþça koyduktan sonra, ihtiyar, sürüne sürüne giderek depo tarafýndan bir iki tahta parçasý alýp geri döndü. Uzun tahtanýn birini askerlerin ateþinde eliyle tutuþturup çukurun kenarýna ateþ yakmaya baþladý. -Madam, hasta çocuðunuzu da yanýnýza alarak odayý boþaltýnýz. Siz burada duramazsýnýz, dedi mezardan çýkmýþ gibi soðuk bir sesle. -Nereye gideceðin seni ilgilendirir. Biz buraya sizlere ev bulmaya gelmedik herhalde. Bu, son sözüm... -Sokaða çýktýðýmda nöbetçileriniz bizi vurmaz mý? -Olabilir! Sizi vurabilir. O beni ilgilendirmez. Bir de bizi subay vurur diye ümitlenmeyin. O hürmet size gösterilmez. Vursa vursa asker vurur. Bunlarla konuþmakla bir yere varýlmayacaðýný, merhamet beklemenin boþ olduðunu iyi bilen ana, Lida’yý sardý, baðladý, kucakladý ve okul dan çýktý. Þehir alev alevdi. Okulun bahçesi de sokaklar da aðzýna kadar düþman askeriyle doluydu. Gýcýrdayan, þýngýrdayan tanklar farlarýný kapatmadan gurup gurup oluyorlardý. Hangi tarafýna baksan ölüm oraðýný görüyordun, hangi ses kulaðýna gelse, o, ölüm çýðlýðý gibiydi. Alman askerleri okulun depolarýný parçalayýp ateþ yakarak yemeklerini ýsýtýyorlardý. Natalya, Kardeþ Kalemler Mart 2007 -Eðer intikamým alýnsa! Kuru tahtalar çatýr çatýr sesler çýkararak hýzla yandý. Karanlýk koyulaþmýþ, ateþ çevresindeki askerlerin kendilerinden baþkasýný görmedikleri zaman gelmiþti. Bu sýrada: -Partizanlarýn ateþle yaklaþma dedikleri yer burasýydý, diyerek ihtiyar, ateþini o tarafa doðru hafifçe itti. Okulun her odasýndan parlayan ýþýklar altýnda sarhoþ þarkýlar duyulmaya baþlamýþtý. Natalya ateþi biraz daha ittirdi ve bütün tahtalarý ateþe attý. Lida’yý kucaklayarak okul bahçesinin en uzak yerine doðru yavaþça yöneldi. Ateþ mi yetmemiþti yoksa partizanlar dalga mý geçmiþlerdi. Natalya okuldan uzaklaþtýðý halde hiçbir patlama olmamýþtý. -Yerini þaþýrdým herhalde, tekrar deneyeyim, diyen Natalya, okula doðru yöneldiðinde, büyük bir gürültüyle okul havaya uçtu. Havada uçan tahta parçalarý, helezoni alevler okul çevresine yaðýyordu. Çocuðunu sýkýca kucaklayan kahraman ana, kara geceye süngü gibi saplanarak gözden kayboldu... 35 Tarihin Gizeminde Bir Koçkor1 Günü BETÜL ÇEKEROÐLU2 Fotoðraf: Betül Çekeroðlu / Koçkoç buluntularýndan... Saatin zýrýltýlý sesini belki de ilk defa o sabah sevdiðimi hissettim. Öyle heyecanlýydýk ki… Uzun zamandan beri düþünü gördüðümüz bir iþ için Elvira ile beni davet etmiþlerdi. Anýl Ho ca’nýn gözleri o gün içindeki arkeoloji tutkusu ile nasýl da parlýyordu. Cuma günü bir sebeple Kubat Hoca’ nýn odasýna gittiðimizde Anýl Hoca’ nýn “Gelmek ister misiniz?” önerisine düþünmeden ganimet bulmuþçasýna atýldýk Elvira ile... Arkeologlarýn dað taþ demeden çýktýklarý araþtýrma seferlerinde bulunabilmek bizim için imkansýzmýþ gibi görünüyordu. Ama iþte þimdi hayal olmanýn dýþýnda yüzey araþtýrmasý olsa bile bizim için bir þanstý. Saati kapa tan Elvira ilk defa adýmý seslendiði an beni ayakta bulunca içten bir gülümseme ile bana baktý. Neler hazýrlamamýþtýk ki bir gün öncesin den. Koca bir ba vul almak bile geçti aklýmýzdan. Yiyecekler, içe cekler, temizlik için detaylar, kalýn giysiler, yedekleri vs iki büyük sýrt çantamýzý doldurmuþtuk bile. Karanlýk yerini yavaþ yavaþ aydýnlýða býrakýrken Üniversitenin yanýndaki hareket noktasýna ulaþtýk. Ellerimin buz gibi olduðunu hissettim. Bu topraklarýn gizeminde ilk defa tarihin sýrlarýna ortak olacaktýk. Sanki daðlar ve altýnda yatan tarih bir acayip güçle bizi kendisine çekiyordu. Acemiydik ama ayný zamanda yürekliydik de... Bizi götürecek minibüs gelince Anýl Hoca espriyi patlattý “203’le mi? Biz þimdi Dordoy pazarýna mý gideceðiz yani?” Gülüþmelerle bindik arabaya. Yol boyunca sessizlik kapladý üzerimizi. On dört kiþiydik. Ama minibüs boþmuþcasýna akýp gidiyordu sanki tarihin zaman tüneline. Kubat Hoca bu iþe gönlünü koymuþ bir insan olarak sýk sýk çýktýðý bu gezilerden, her seferin- Kardeþ Kalemler Mart 2007 36 de ayný heyecaný duyduðunu söyledi. Biz bir heveskardýk ama bu yürekli arkeoloðun heyecanýna ortak olmaya acemice de olsa çalýþýyorduk. Ýlk vardýðýmýz nokta Çüy nehrinin kenarýnda bir yerdi. Taþlarla çevresi belirlenmiþ yükseltilerin üzerinde Kubat Hoca Hun mezarlarýyla ilgili bilgiler verdi. Önümüzdeki kurganlarýn altýnda yatan insanlarýn varlýðýyla inanýlmaz duygular yaþadým. Yolun sað tarafýnda siyah taþlarýn parýldadýðý daðlar yükseliyordu. Hoca daðlarý iþaret ederek “belki de esas bilgileri orada bulacaðýz” dedi heyecanla. Tekrar minibüse doluþtuk. Yukarý çýktýkça hava soðuyor ama içimizdeki heyecan bizi ýsýtýyordu. Çünkü biz o saatlerde tarihimizi arýyorduk. Elvira yol boyunca gözleriyle Hocanýn gösterdiði daðlarý takip etti. “Bu daðlar önceden benim baktýðým daðlar deðildi sanki. Þimdi bu daðlar aradýðýmýz tarihin esrarýný saklýyor” dedi; Elvira. Fotoðraf: Betül Çekeroðlu / Koçkoç buluntularýndan... Elvira ile ayný frekansta yüreðimiz daðlarda atýyordu. Daðlarýn zirvelerinde bir damarda akan kan gibiydik. Kardeþ Kalemler Mart 2007 BU TAÞ O TAÞ MI ? Bu gezide unutamayacaðým þeylerden biri de taþ toplamamýzdý. Bu taþlar ‘baþka taþlar’dý. Ben kendi ülkemde deniz kýyýsýnda mat parlak çok taþ toplamýþtým. Ama þimdi çocuklar gibi heyecanlýydýk. Topladýðýmýz taþlar binlerce yýl önceki tarihin sanki ýþýktan parýltýlarýydý. Bu taþlarda tarihe dokunuyorduk. Beþ yýl tarih okumuþtuk ama ona hiç dokunamamýþtýk. Ýlk defa tarihle canlý temastaydýk. Paleolitik döneme ait primitif taþlardý avuçlarýmýzdaki. Garip bir yere geldik. Dümdüz adeta ufuksuz bir düzlüktü. Artýk buradan Isýk Köl görünmez olmuþtu. Kubat Hoca’nýn etrafýnda toplaþtýk. Hoca aynen þunlarý söyledi “Daðýlýn bu düzlüðe ve tarihin taþlarýný bulun!” Anýl Hoca bütün cö mertliðiyle “kim güzel bir buluntu (artifact) bulursa, ne isterse vereceðim” dedi. Bu teþvikten sonra daha da coþmuþtuk. Dümdüz araziye daðýldýk. Toplayabildikleri kadar taþ bulanlar Kubat Hoca’ya gelip ‘Bu taþ, o taþ mý?’ diye soruyorlardý. Bir ara Konuralp Hocamý (Ercilasun) gördüm. Avuçlarýna topladýðý taþlarý göðsüne bastýrarak heyecanla Hoca’ya yaklaþtý. Hoca 37 baþkalarýna da cevap yetiþtirmeye çalýþýrken Konuralp Hoca da ‘Bu taþlar o taþlardan mýdýr?’ demesin mi? Hoca eline aldýðý taþlarý tek tek ters düz yapýp incelerken Konuralp Hoca’nýn gözleri parlýyordu. “Hah tam buldum” dediði anda Kubat Hoca olaðan bir þeymiþ gibi onlarý yere atýyordu. Konuralp Hoca’nýn gözünde belki de Yunus Emre’nin þiirlerini; bu olmamýþ diyerek Fýrat nehrine fýrlatan Molla Kasým gibi görülüyordu Kubat Hoca. Bu akibeti çoðumuz yaþamýþtýk. Artifact bulabilen birkaç arkadaþ hem taþý, hem de Anýl Hoca’nýn vaadini kazanmýþ oluyordu. Bu sonsuz düzlüðü geride býrakarak daðlara doðru týrmanmaya devam ettik. Elvira’nýn yüzünde bulduðu taþýn huzuru vardý. Avuçlarýmýzda tuttuðumuz taþ binlerce yýl öncesinden gelen bir mektup gibiydi. Arabaya tekrar bindik. Ýþimiz henüz bitmemiþti. Bir müddet gittikten sonra durduðumuz yerde Kubat Hoca gözlerini yukarýlara dikerek “Asýl siz o daðlarý görün!” dedi. Nedense yorgunluktan eser duymuyor; Kubat Hoca’nýn bu isteklendirmesiyle daha da heyecanlanýyordum. Koçkor da asýl varmayý düþündüðümüz noktaydý, hocanýn iþaret ettiði yer. Önceki durduðumuz yerlerde hissetmediðimiz kadar hava serinlemiþti. Tepenin belirli noktalarýnda büyük kaya kütlelerinin üzerindeki resim (petroglif) ve yazýlarla karþýlaþtýk. Bunlar adeta tarihin mührüydüler. Kubat hoca bu resimler ve yazýlar hakkýnda bize ayrýntýlý bilgiler verdi. Daha ne olduðu belirlenmemiþ bir ören yerini de gezdik. Hocanýn anlattýðýna göre çýkmayý gözümüzün almadýðý daha yukarý bir yerlerde bu þekilleri çizen kiþinin mezarý olabilirmiþ. Hoca isteyen çýkabilir dedi ama vakit geç olduðu için bunu baþka bir zamana erteleyerek farklý bir istikamet tutup dönüþe baþladýk. Bu esnada büyük bir kayanýn yanýna geldik. Hoca o taþý bilhassa göstermek istedi. Taþýn önünde ilk defa keþfetmiþçesine yoðun duygular yaþayan hocaya eþlik ederek onu ölümsüz leþtirecek kareler çektik. Taþý geride býrakarak iniþimize devam ettik. Yanýnda yürürken hocanýn dudaklarýndan dökülen þu cümle bir kere daha geriye dönüp bakmama sebep oldu. Hoca, ‘Ömrüm yettikçe bu topraklarýn gizemini çözmek için buralara geleceðim’ dedi. Kalben Fotoðraf: Betül Çekeroðlu / Koçkoç buluntularýndan... KOÇKOR’DA TARÝHÝN MÜHÜRLERÝ isteðine ortak olarak küçük bir kareyi andýran ortasýnda balballarýn bulunduðu bir noktada durduk. Anýl hoca, Türklerin ölü gömme adetleri hakkýnda bizi bilgilendirdi. Buranýn, ölülerin arkasýndan gerçekleþtirilen yas törenin yapýldýðý yer olduðunu söyledi. Arabamýza ulaþtýðýmýzda hava iyice kararmýþtý. Artýk dönüþ vakti gelmiþti. Ayný yolu izleyerek saat on’ a gelirken Biþkek’e önceki hayatýmýza döndük. Bir zaman tünelinden çýkmýþ yeniden þehrin hay huyuna karýþmýþ gibiydik... 1 Koçkor; Biþkek'e yaklaþýk 250 km uzaklýkta, Narýn Bölgesine baðlý bir ilçedir. Koçkor'da Türk tarihiyle alakalý arkeolojik malzemeler yoðun olarak bulunmaktadýr. 2 Kýrgýzistan-Türkiye Manas Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalý Yüksek Lisans Öðrencisi Kardeþ Kalemler Mart 2007 Fotoðraf: Betül Çekeroðlu 38 Koçkor kazýsýndan bulunan 2000 yýl öncesine ait resim... Kardeþ Kalemler Mart 2007 39 Koçkor’un Arkeoloðu Kubat Tabaldiyev’le MÜLAKAT: BETÜL ÇEKEROÐLU Kendinizden kýsaca bahseder misiniz? Kubat Tabaldiyev kimdir? 1962 yýlýnda doðdum. 1984 yýlýnda Kýrgýz Milli Üniversitesi Tarih Fakültesini bitirdim. 199092 yýllarý arasýnda Rusya Ýlimler Akademisi’nin Sibirya Fakültesinde doktora ya baþ la yýp, 1994 yý lýn da da Tan rý Dað la rý nýn çev re sin de ya þa yan halklarýn maddi ve manevi kültürüyle ilgili arkeolojik bilgilerin ýþýðýnda doktora tezimi hazýrladým. Tez danýþmaným alanýnda tanýnmýþ bir arkeolog olan Yuliy Hudyakov oldu. O zamandan beri Tanrý daðlarý göçmenlerinin arkeolojik yadigarlarýný araþtýrmaya devam ediyorum. Kýrgýzistanýn daðlarýnda taþlarýnda neler var? Bunlar sizi neden bu kadar heyecan landýrýyor? Kýrgýzistan’da ilk ve orta çaðlara ait arkeolojik buluntularýn bir çoðu mevcuttur. Onlarýn her birinde bambaþka sýrlar var. Arkeologun görevi bu sýrlarý keþfetmeye çalýþýp, bulduklarýný bi lim çevresine tanýtmaktýr. Bu, yüce bir sorumluluktur. Bana göre, bu sorumluluðu taþýyan her kesin insanlarda büyük bir merak dalgasý yaratmalarý gerekir. Arkeolojik çalýþmalarýnýzda neler buldunuz? Arkeolojik kazýlar sonucu ortaya çýkan buluntular hem sayý, hem de çeþit bakýmýndan çoktur. Tür bakýmýndan ele alýrsak; en eski mezarlar, taþlara kazýlmýþ masklar, askeri malzemeler ve silahlar, süs eþyalarý, giyim-kuþam kalýntýlarý (etnografik malzemeler), deðiþik zanaatsal buluntular vs 8. yy’da Batý Göktürklerinde esrarengiz bir ressamýn kemik üzerine çizdiði minyatür örneðini ben en deðerli bulun tum olarak kabul ediyorum. Bu minyatür beni arkeolojik çalýþmalarýmda en fazla heyecanlandýran olaydýr. Kemiði bulduðumuzda ilk önce ne olduðunu anlayamadýk. Ne vakit üzerindeki tortuyu temizledik o zaman hayretler içerisinde kemiðin üzerine kazýnmýþ resmi fark ettik. Bu kazýya katýlmýþ tüm arkadaþlarýmýzý heyecanlandýrdý. Ýþimize dört elle sarýlmamýza ön ayak oldu. Kýrgýzistan Türk Tarihi bakýmýndan arkeolojik miras açýsýndan zengin bir coðrafyamýdýr. Niçin? Türk arkeologlarýyla çalýþmak istermiydiniz? Kýrgýzistan’da, 19.yy’ýn ikinci yarýsýndan beridir Kardeþ Kalemler Mart 2007 40 arkeolojik çalýþmalarda eski Türk kültürüyle alakalý çok sayýda malumat toplandý. Bilhassa Aleksandýr Berniþtam, Yahov Þer gibi bilim adamlarýnýn faaliyetleri hep bu konu üzerinde oldu. Biz de, 1987 yýlýndan bu yana kazýlarýmýzda Türk tarihi için deðerli malumatlar bulduk. Tam olarak söylersek; at koþum takýmlarý, sanat sal ve kültürel yapýya dair yeni keþifler söz konusu. Türk arkeologlarýyla çalýþmak istiyorum. Daha önceden 8 yýlý kapsayan bir tecrübem olmuþtu. Türk Tarih Kurumu ile beraber Son Göl’de 3 yýl, Alay’da 4 yýl kazý yaptýk. 2006 yýlýndan beridir de genç ve geleceði parlak Türk arkeoloðu Anýl Yýlmaz ile Çüy, Isýk Göl çevresinde araþtýrma yapýyoruz. Sizce arkeolojik çalýþmalar yeterli mi? Daha bakir yerler var mý? Hala araþtýrýlmayan yerler bir hayli fazla. Bence sadece % 5’i araþtýrýldý. Zaten bunu da bizim kuþak araþtýrýp bitiremez. Hepsini de kazmaya gerek yok. Bunun nedeni de kazý aþamasýnda çoðu kalýntýya verilen zarardan ötürüdür. Topraðýn altýnda koruduðu geçmiþin kokusunu, yeryüzüne çýkýnca kaybeden kalýntýlarýn, korunabilmesi için imkanlar yetersiz. Þimdiki ilk görevimiz arkeolojik buluntularý doðal yýpranmadan korumamýzdýr. Tüm kalýntýlarýn envanterini çýkarmak gerekiyor. Belki de gelecekte kazý yapmadan da bilgi almak mümkün olabilir. Amerika’ya gidip orada bir yýl çalýþma imkaný buldunuz. Amerika’da Ýndiana Üniversitesinde çalýþtým. Yine bu üniversitedeki öðrencilerle merkezi Amerika’daki arke olojik çalýþmalara katýldým. Onlarda bizim Kýrgýzis tan’daki çalýþmalarýmýzý des tekliyorlar. Yardýmcý olmaya çalýþýyorlar. Geçen yýl Koçkor’a keþif gezisi düzenlemiþtiniz. Koçkor’un Kýrgýzistan ar keolojisindeki yeri nedir? Koçkorun geleceði nasýl olacak? Sizin hedefleriniz nelerdir? Kardeþ Kalemler Mart 2007 1987’den bu yana Koçkor ve çevresinde yapýlan arkeolojik araþtýrma iþlerine katýlýyorum. Benim için burasý Mekke gibidir. Belki de oraya ilk gidenler için hiçbir þey ifade etmeyip, boþ bir alan olarak görünebilir. Yaþayýp, araþtýrýp, kazýya baþladýðýnýzda ise her þey önünüze çýkýyor. Buraya kýþýn kar az yaðýyor. Hayvanlarý kýþýn da arazide bakmak mümkün. Eski devirler de orta çaðlarda göçmenler hayvancýlýk sayesinde gelip burada konaklamýþlardý. Yusuf Has Hacip Kýrgýzistan coðrafyasýnda yaþamýþ. Bu konuda araþtýrmalar nasýl gidiyor. Burana’daki müze, sizce yeterli mi? Kazaklar Yusuf Has Haci’bin yaþadýðý yer olarak kendi ülkelerini iþaret ediyorlar. Bu konuda kesin bir bilgi var mý? Yoksa sadece ülke reklamý için meþhur insanlar malzeme mi yapýlýyor? Yusuf Has Hacip hakkýnda tarih, pedagoji, felsefe, dil-filoloji ilim alanlarýyla uðraþanlar bir þeyler ortaya koymaya çalýþýyorlar. Burana müzesinin idarecileri tarafýndan da bir þeyler yapýlmaya çalýþýlýyor. Onlarýn isteði üzerine iyileþtirme iþine destek olmaya çalýþýyorum. Mesela, 2002 yýlýnda turistlere “Burana’nýn balbal taþlarý”, 2006 yýlýnda da “Burana” adlý broþür-albüm hazýrladým. Sadece Yusuf Has Hacip deðil, Kaþgarlý Mahmut ile ilgili de tartýþmalý meseleler uzun zamandýr sürmektedir. Onlar kendilerini, herhangi bir Türk boyuna mensup olmaksýzýn, genel olarak Türklerin vekili olarak tanýmlýyorlar. Bu sebeple onlarý, Türklerin iki ortak alimi olarak tanýmamýz daha dürüst bir davranýþ olur. Dr. Alimcan Ziyai 41 ÖZGEÇMÝÞ Arkeoloji, Hun Tarihi araþtýrmacýsý; Dr. Alimcan Ziyaî (Alimu Maimaiti) 20 Nisan 1964 yýlýnda Xinjiang Uygur Özerk Bölgesinin (Doðu Türkistan) baþkenti Urumçi þehrinde dünyaya geldi. Dr. Alimcan Ziyaî ilk, orta ve lise öðrenimini Urumçi’de, lisans ve yüksek lisans öðrenimini 1982-1987 yýllarý arasýnda Xinjiang (Doðu Türkistan) Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde, Doktorasýný (Ph.D) ise Çin’in Þian þehrinde 15 Tem muz 1990’da tamamladý. 1993 yýlýndan 1995 yýlýna kadar tarih alanýnda Asistan Araþtýrmacý (Yardýmcý Doçent Doktor), 1997’de Yardýmcý Araþtýrmacý (Doçent) ve sonra “Araþtýrmacý”(Prof) unvanlarý ile Çin Bilimler Akademisi Xinjiang Þube sinde (Doðu Türkistan) akademik çalýþmalarýný sürdürdü. Dr. Alimcan Ziyai Urumçi’de idealindeki çalýþma ortamýný bulamadýðýndan ve Türkiye özlemiyle 2000 yýlý Mayýs ayýnda Türkiye’ye gelmiþtir. 403 Sayýlý Türk Vatandaþlýðý Kanunu çerçevesinde incelenerek tamamlanýp, Bakanlar Kurulu’nun 17/07/2006 tarih ve 1-2006/10726 sayýlý kararý ile Türkiye Cumhuriyeti Vatandaþlýðýna kabul edilmiþtir . 2000 yýlýndan bugüne kadar pek çok üniversitenin ve Atatürk Dil Tarih Yüksek Kurumunun davetli konuþmacýsý olarak çeþitli ulusal ve uluslararasý kongre ve toplantýlara katýlmýþtýr. Bu toplantýlarda Türkiye için bilimsel çalýþmalarýn henüz çok az olduðu, teferruatý iyi bilinmeyen aþaðýdaki konularda konferanslar vermiþtir. Eski Çað Türk Tarihi (Orhun (Hun) Dönemi): - Kültürü, medeniyetleri, örf adetleri ve tarihsel geliþimi - Arkeoloji ve sanat tarihi, kazý sanatlarý: - Kalýntýlara zarar vermeden ortaya çýkartýlmasý, - Doðru tespit ve tamamlama, - Kullanýlacak alet ve malzemeler, - Çýkarýlan kalýntýlarýn fiziksel ve kimyasal metotlarla yorumlanmasý - Arkeolojik kazýlarda renk farklarý ile tarih dö nemlerinin belirlenmesi. Ekonomi ve politika: - Çin de doðup büyüyen aydýn bir vatandaþ ve araþtýrmacý gözüyle Uzakdoðu, Çin ekonomisi ve ekonomik politikalarýn deðerlendirilmesi ve yorumlanmasý. Dr. Alimcan Ziyaî, Eski Çince, Çince, Türkiye Türkçe’si, Eski Türkçe dillerini çok iyi derecede biliyor, Ýngilizce biliyor. Halihazýrda yirmiden fazla ilmî araþtýrma makalesi, on adet bilimsel kitabý bulunmaktadýr. Baskýda olan “Bizimkiler” (Büyük Hun Ýmparatorluðu) ve “Büyük ÇinceTürkçe Sözlük” “Büyük Türkçe-Çince Sözlük” “Çince-Türkçe Seri Kelimeler Sözlüðü” eserlerinin yaný sýra basýlmýþ diðer sekiz eseri aþaðýdadýr: 1.Bilinmeyen Abideler (Orhun- Yenisey Abideleri) 2. Türklerde Hun Dönemindeki Örf- Adetler 3. Sümer Yazýsýndan Önce Türklerin Kullandýðý Alfabe ve Yazýlar 4. Türklerde Alfabe ve Eski Yazýlar 5. Kutadgu Bilig’in Bize Bildirdiði Kanun Bilgileri 6. Arkeolojide Kazý Sanatý Bilgileri 7. Renk Farký (Arkeoloji Ýlminde Kazý ve Araþtýrma Bilgileri ) 8. En Eski Kalýntýlar ( Kiroren Hanlýðý Miraslarý ) Çalýþmalarýna hâlen Ankara’da devam etmektedir. Dr. Alimcan Ziyaî (Alimu Maimaiti), Eski Türk Tarihi, Eski Türk Kültür ve Medeniyet Tarihini dünyaya tanýtmak amacýyla eserlerini Türkçe’ ye çevirmektedir. Alimcan Ziyaî, zamanýnýn büyük bir bölümünü Türk tarihiyle ilgili eserleri ve Hun tarihini, Türklerde yazýnýn geliþimini araþtýrmaya vakfetmiþtir. Bu amaçla, Orhun Yenisey Bölgesinde bulunan ata yadigârlarý üzerinde hâlen çalýþmaktadýr. Türk tarihinin kapalý kalan ve fazla araþtýrýlmayan dönemleriyle ilgili olarak, özellikle Eski Çince metinler üzerine çalýþmýþtýr ve çalýþmaya devam etmektedir. Görüleceði üzere, kendisi Türk kökenli birisi olarak Çin kaynaklarýnýn deðerlendirmesinin gerekliliðinin bilincini ve sorumluluðunu taþýmaktadýr. Dr. Alimcan Ziyai bir erkek, bir kýz olmak üzere iki çocuk babasý. Kardeþ Kalemler Mart 2007 42 Eski Türk (Hun) Ýnançlarýna Göre Yýlbaþý Kutlamalarý DR. ALÝMCAN ZÝYAÝ (ALÝMU MAÝMAÝTÝ) Arkeolog ve Hun Tarihi Araþtýrmacýsý / TOBB Ü. Öðretim Görevlisi Hun Türklerinin tarihi geçmiþlerini net bir þekilde yazabilmemiz için en önemli kaynaklardan biri de Çin kaynaklarýdýr . Burada gözönünde tutmamýz gereken önemli bir nokta, Çin kaynaklarýnýn, Çinlilerin kendileri ile ilgili konulara aðýrlýk verildiði husuusdur. Yani tarihte kendine has yapýsý ile büyük bir imparatorluða dönüþen Çin Ýmparatorluðu bu süreçte, Hunlardan pek çok þeyi öðrenmiþ olmasý ve Çinlilerin kendileri ile ilgili olaylar olduðu za man ka yýt la ra geçmeye baþladýðýný (kendi menfaati için de diyebiliriz) Hun-Türk tarihinin Çince metinler olarak günümüze gelebilmesine se bep olmuþtur. Hunlar, MÖ 1500’lü yýllardan önceki çaðdan MS 5. asýrlara kadar olan iki bin senelik (MÖ 1500 – MS 500) uzun bir tarihî devir içinde Asya ve Avrupa’da tarih sayfasýndan hiç silinmeyecek izler býrakmýþlar; insanlýk tarihinde en önemli rolleri icra ederek büyük mesafeler kat etmiþlerdir. Ve nihayetinde milattan üç asýr öncesinde, tarih sahnesinde ihtiþam ve kudretli devletleriyle göründüler ve þüphesiz uzun bir süre hakimiyet sürdüler. Kardeþ Kalemler Mart 2007 Büyük Hun Tanrýkutluðunun öncelerde kurduðu Han-Beyliklerinden ziyade özellikle MÖ 207 yýlýndan MS 216 yýlýna kadar olan beþ yüz senelik tarihi devir içinde inanýlmaz, akýl almaz þekilde geniþleyerek, Orta Asya’nýn yani Ýç Asya’nýn tek otoritesi olduðu bütün dünyaca bilinmektedir. Hunlar, MÖ 210- MS 47- yýlllarý arasýnda tek devlet, yani ‘Büyük Hun Ýmparatorluðu’ adýyla hüküm sürmüþlerdir. Daha sonra, MS 46 yýlýndan MS 216 yýlýna kadar olan 170 senelik süre içinde ‘Batý Hun Tanrýkutluðu’ ve Miladî 48-216 yýllarý ve yada 217 yýlýna kadar süre içinde ‘Doðu Hun Tanrýkutluðu’; Miladî 375- 469 yýllarý arasýnda Asya’dan kalkýp Avrupa topraklarýna kadar yayýlýp 95 sene hüküm süren ‘Avrupa Hun Tanrýkutluðu’ ile ‘Avar Hanedanlýðý’; ‘Bulgar (Bolgar) Hanedanlýðý; ‘Macar (Hungariye) Hanedanlýðý’ gibi adlarla hükümranlýklarýný sürdürmüþlerdir. Hunlarýn geçmiþiyle ilgili çalýþmalar yapýlmasý sýrasýnda, Türklerin tarihini, kültür ve medeniyetini, örf ve adetleriyle dilini araþtýrmayý ve bunlarý yazmayý hayatlarý boyunca vazife bilmiþ olan komþularýndan Eski Çin ve onun tarihçile- rinin eserlerinden faydalanmak oldukça lüzumludur. Çin kaynaklarý, eski Türk tarihi için elzem ve ehemmiyetlidir. Eðer onlar olmazsa, Türk tarihinin bu devri hakkýnda bir söz söyle nebilmesi mümkün deðildir (tabii ki o dönemlere ait olan az da olsa Türk metinlerine rastlýyabilmemiz ve görmemiz imkansýz deðildir) . Hun hükümdarlarý, Hun halkýnýn (yani Türklerin) eski Hanlarý, Beyleri, Çinliler ve Çin topraklarýnda yaþayan diðer azýnlýk halklar ile çeþitli temaslarda bulunmuþlardýr. Çin’in eski tarihçilerinin Türklerle alakalý kayýtlarýna baktýðýmýzda, Hunlarýn tarihleri boyunca Çin Beyliklerinden Ying Hanlýðý (MÖ 1600-1200), Cu Hanlýðý (Zhu- MÖ 1200-300), Çin Hanlýðý (Qin-MÖ 246- MÖ 207), Hen Hanlýðý (Han- MÖ 207MS 220) gibi hükümdarlýklar ile türlü iliþkilerde bulunmuþlardýr. Hunlarýn Çinlilerle olan bu münasebetleri, Çin topraklarýnda büyük tesirler býrakmýþlardýr. Tarih boyunca, Hunlarýn tehdidi altýnda yaþayan Çinlliler, bu tesirleri kendi hatýra kitaplarýna aktarmýþlardýr. Bu kitaplarda Hunlar, farklý adlarla kaydedilmiþlerdir. Hun Tanrýkutluðu ile Çinlilerin mücadele döneminde yaþayan ve dünyada Hunþinaslýk (Hun bilgisi) dalýnýn esas önderi kabul edilen en büyük tarihçi Çinli Sýma Çien, (Sý Ma Qian), (burada eski Çin tarihçisi Ban Gu’ni de unutmamak gerekir) Hen (Han) Hanedanlýðýný anlattýðý meþhur eseri ‘Tarihî Kayýtlarýnda” Hunlara özel yer ayýrmýþtýr. Hunlar hakkýnda yazýlmýþ derin bilgilere sahip eserlerin ilki Sýma Çien’in eseridir. O, bu eserinde Hunlarýn, beþ bin (5000) sene önceki zamanlarda yaþayan Çinlilerin efsane kralý Huang Di ile iliþkilerini anlatýr. Bunun dýþýnda pek çok sayýda Çin tarihçisi eserlerinde, tarihi kayýtlarýnda Hunlara yer vermiþ, onlarla ilgili bilgileri yazmýþlardýr. Türk kavimlerinden olan Hunlar tarihte Tarim Vadileri (Taklamakan çölü ve Lopnun bölgesi ), Koyünlun (Çinçede KunLun Shan), Tanrý Daðlarý (Çincede Tian Shan, Altay ve Altýn daðlarý gibi daðlar ve Turfan çukurluðu da bunun için de), Orhun ve Yenisey vadilerinde büyük bir bölge tutarak, hayvancýlýk ve çiftçilik ile iþtigal ederek yaþýyorlardý. Bu büyük millet, tarihinde, kendi coðrafî bölge yerleþimlerine bakarak kendi toplumunu “gün” ya da “hun” adý ile (gün, güneþ anlamýnda) adlandýrmýþlar; Orhun vadilerinde yerleþik bir halde yaþamýþ, kendile - 43 rine de Or Hunlar,Urhunlar,Urgunlar,Uygurun lar ve Hunlar demiþlerdi. Ben burada , konumun öncelikle Türklerin eski inancýnda yapýlan yýl baþý kutlamalarý olduðu için bütün bir tarihi geçmiþi anlatma yerine sadece kýsa olsa da Hun-Türklerin eski dini inancýna göre bahar kutlamalarýný beyan etmeye öncelik veriyorum . Hunlar, Þamanizm inancýna mensuptular. Onlar mavi gök ve güneþi kutsal kabul ediyorlardý. Hun halkýnýn çoðu bu itikatlarý gereðince gü neþe ibadet ediyorlardý. “Gün” ya da “Hun” namý böyle bir inanç neticesine ortaya çýkmýþtý. Bundan dolayýdýr ki Hun halký, kendilerini “Günler” diye adlandýrmýþlardý. Ben de gün kelimesinin “hun” kelimesinden deðiþtiðini düþünüyorum. (Bu konularý yazýmýn diðer bölümlerinde ayrýca bahsedeceðim) Çinlilerin tarihî tezkirelerinden ve tarihî kayýtlarýndan da böyle bir neticeye ulaþmak mümkündür. Deðerli tarihçi, Zeki Velidî Togan kendi eserinde Hun kelimesini “Gün” kelimesi olarak kullanmýþtý. Baþka bir yaklaþýmla, yerli þivelerdeki farklardan dolayý Orhun nehri çevresinde (Orhun nehri çevirisi büyük bir alandýr. Yani en eski çað Türk halkýnýn kuþkusuz yerleþim merkezi Tanrý daðlarý ve Tarým-Taklamakanda kum çöllerden günümüze kadar hemen-hemen yok olan ana mekanlardan sonra diðer bütün Türk kavimleri, yaþadýðý topraklarýn merkezi idi) yaþayan bu millet, kendilerini nehir adý ile adlandýrmýþ; bu kelimenin de “Orhun- Ohun- Hun” þeklinde bir deðiþim süreci yaþamýþ olmasý muhtemeldir.. Günümüzde Mete’nin babasý Tuman ya da TeomanHan diye adlandýrýlmýþ olan (yýllarca sizlere gelmiþ yanlýþ bilgilendirmelere göre), ama orijinal þeklinde Hunlar tarafýndan Oðuz Hanýn babasý TümenHan diye söylenen bu Bey ilk Türk kavimlerinin daha önce bölünmüþ halinden tekrar bir araya toplayarak tarihte büyük bir HunTürk hakimiyetini ortaya çýkaran Alemþumul bir önder idi ve böyle olmasý da kesin idi. Tümen Han, milattan önceki 232-231 yýllarýnda Hun Hakaný SayvenHan’ýn (orijýnal Orhuncadan gelen isim olarak belirliniyor) hükümranlýðýndan tahminen 1100-1200 sene sonra Tanrý daðlarý çevresi ve Orhun-Yenisey vadilerinde bulunan Türk kavimlerini birleþtirerek tekrar Kardeþ Kalemler Mart 2007 44 büyük bir birleþik Hun-Türk Hanlýðýný kurmuþ lardý. Bu konuda Çin kaynaklarýndan da net bir bilgiye sahip oluyoruz . Mesela Çin metinlerinden birinde : “Çin topraklarýnda kurulanan Þia (Xia) Sulalesinin prensesi Þun veya (Shun Wei) den, Hun Hakaný TümenHan’a kadar binde fazla yýl geçmiþti. Þia (Xia) Sulalesinin kuruluþunun baþlangýcýnda Hun kralý Cai Wen (SayvenHan) karþý halde yaþýyorlardý. Hun kralý tam Hun takvimine göre yýl baþýnda (Nev Baharýn birinde) hükümranlýðýný baþladý” diye beyan ediliyor. Eski Çin metinlerine iyice baktýðýmýzda çok nadir ve kýymetli olan bilgileri elde etmemiz her zaman mümkündür: M.Ö.800 – M.Ö.750 sene sinde yaþayan ünlü Çinli seyahetçilerden Cai Ge kendisinin meþhur tarihi eseri “SEYAHATNAME”de Hunlar hakkýnda görmüþ ve bilmiþ olduðu bazý gerçekleri þöyle beyan ediyor: “ Hunlar M.Ö.830. yýlýnda yukarý akýn komþularý olan Rus ordusunun açtýðý beklenmedik bir kanlý savaþla yüz-yüze geldi….. . Hunlar Bayram kutlamasý içindeydi……. , hazýrlýksýz olduðu için beklediði bahar güneþini göremedi……. . Hunlar çok hýzlý þekilde toplandýlar…….. . Ruslar savaþý kaybetti… . Ruslar Hun ordusuna her þeyini býraktý… . Bir daha hiç kelmes yola düþtü…. . Hunlar ve Hun büyük ordusu bayramýný kutlamaya yeniden devam etti . Bu an tam bahar mevsimi idi ki…..” ; Diðer metinlere baktýðýmýzda Hun-Türk Hakaný Tümen Han hakkýnda Çinliler bize yine þöyle bilgileri býrakmýþlardý: 1- “M.Ö.230.yýlý Hunlarýn yýl baþý gününde (mart ayýnýn 21. günü, gece) her yerden toplanan Hun kavimleri Noyan daðý eteðinde bir araya geldiler. Hunlar kendi Hakanýný seçtiler”. 2- Teo Man Han (Tümen Han. Çinçede Tiao ManWang ) M.Ö.230. yýlý yapýlan bütün kavimleri toplanan Türk Kurultayýnda þöyle çaðýrýlarda bulunmuþ :“ Ong (sað) yönümde kutsal Tanrý daðý, Boðda gölü (Tanrý gölü – yüksek zirvedeki kutsal göl), sol yönümde kutsal Noyan daðý. Halkým ortaya toplandý. Coþtular, coþu yorlar. Ordum çok yorgun idi, çok savaþtýlar. Bugün Yengi Kün (yeni gün, nev bahar), eðlen sin bari.” Hun-Türklerin tarihinde ilk kez Tanrýkutluk döKardeþ Kalemler Mart 2007 nemini resmen yaþamadan önce Hun-Türk Hakaný Tümen Han’ýn geçmiþinde, yani bazý eski metinlere göre, mesela: Uygur ve Çin metinlerine baktýðýmýzda Hakan TümenHan hükümdarlýk döneminde Hun-Türklerinde Tanrýkutluk tüzüm-yasalarý, gelenekselliði ortaya çýkmýþlardý. Hun-Türk’ün tarihinde en önemli þahýs kuþkusuz ki, cesur bir babanýn oðlu olan, yani Tümen Hanýn oðlu , Türk oðlu Türk diye gurur duyduðumuz Oðuz Handýr . Ama þunu da unutmayalým ki, geçmiþ bütün liderlerimizin hepsi birer Bahadýrdýr. Burada sadece örnek bir insan olarak Hunlarýn ilk Tanrýkutundan devam ediyorum yazýma... Çin kaynaklarýnda, Türk Tanrýkutu Oðuz Han’ýn konuþmalarý hakkýnda bazý metinler þans eseri elimize kadar ulaþmýþtýr. Metinlerin birinde, yani Çin Elçisini kabul ederken Oðuz Han þöyle diyordu: “ Nihayet Yengi Kün geldi. Ýlim gül bað oldu .Sen yarýn yaylaya gel, gör ki her yer yeþil don giyiyor. Bugün yýlbaþý. Nev Bahar günüdür bize.” Çinlilerin bize býrakmýþ olduðu diðer bir metinde þöyle beyannameler verilir : “ Xiong Nular (eski ve yeni Çincesi ayný, Hunlar demek isti yor) baharýn birinci gününü , kendi yýl takviminin birinci günü olarak belirler. Bu gün, herkes yeni elbiseleri ile birbiriyle bayramlaþýyorlar. Orhun-Yenisey vadileri bahar havasýna girmiþler. Yaylalarý, her yer at koþturan ve gezen insanlar ile doluydu. Gece karanlýðýnda herkes Ateþler yakýyorlar, Noyan daðý tarafýnda sep tar tip Tanrý daðýna doðru bakarak ayný anda ibadetlerini yaparlar. Onlarýn ibadet ettiði Ateþse Volkan Ateþi idi .”; Hunlarýn kendi alfabesi ile yazý kullandýðý hakkýnda çeþitli tarihi incelemelerde delil ve ispatlar çoktur. Meselâ, Hun Tanrýkutu Oðuz Hanýn MÖ 192 yýlý Hen (Han) Hanedanlýðý Hanedaný Lu Hu’ya (Kadýn Padiþah idi) ve MÖ 176 yýlý Hen (Han) Hanedanlýðý Hanedaný Hen VenDi’ye (Han Wendi) yazdýðý mektuplarý, Hun Tanrýkutu Kiyuk Tanrýkutun MÖ 162 yýlý Hen (Han) Hanedaný Hen VenDi’ye (Han WenDi) yazmýþ olduðu mektuplarý bunun ispatýdýr. Kiyuk Tanrýkutun mektupta Hen VuDi’ya (Han WuDi) þöyle diyor: “Gök Tanrý ile Yer (toprak) Tanrýsý tarafýndan hayat verilen, Gün Tanrý ile Ay Tanrý tarafýndan tahta oturulan Uluð Hun Tanrýkutu Hen (Han) Hanedanýnýn saðlýðýný ihtiram ile soruyor...” diye Hunca yazmýþlardý. (Þaman dinine itikad eden Hunlar Gök’e, Yer’e yani zemine, güneþe, aya itikad ediyorlardý. Tanrýkutun yazdýðý mektuplarýndan Þaman-Kaman dininin büyük ve güçlü etkisinde olduðunu ve maddimanevi tarafýnda da özel hususiyeti taþýdýðýný biliyoruz). Hun Tanrýkutu Kiyuk Tanrýkut diðer bir mektupta þöyle diyor : “Gök Tanrý ile Yer Tanrýsý tarafýndan hayat verilen, Gün Tanrý ile Ay Tanrý tarafýndan tahta oturulan Uluð Hun Tanrýkutu emir veriyorlarki..... Kutsal ibadetimiz için vakit geliyor. Yengi Künde her tarafa, bütün halkým için bolluk gerekir .”; Nakkaþlýk da Hunlarýn alakadar olduðu sanatlardan biridir. Hunlar metal buyumlara (altýn, gümüþ bronz gibi), hayvan kemiklerine insanlarýn þekillerini ve kýyafetlerini aksettirmede, hayvanlarýn þeklini yansýtmada çok mahirdiler. Hunlar kaþ taþýndan da (mermer) güzel sanat buyumlarý yapýyorlardý. Noyan daðlarý, Tanrý daðlarý ve Taklamakan vadilerindeki Hunlara ait kabirlerden bulunan medeniyet yadigârlarý (kültür miraslarý) içinde yakut at, kaþtaþý-mermerler takýlan ve yada yerleþtirilen kemerler ortaya çýktý. Kemere kaþtaþý da (mermer) yapýlan birbirine bakan ve dans oynama halindeki çift ejderha nakýþlanmýþtýr. Bundan baþka bir Hun askerinin at üstünde av avlanmakta olan ve kenarda ateþ yakarak onu seyreden birkaç kiþinin þekli düþürülmüþ gümüþten yapýlmýþ tahta bulunmuþtu, bu bayram kutlamalarýndan bir manzara sayýlýrdý . Hunlar, heykeltraþlýk sanatýnda da çok ileri gitmiþlerdi. Hunlar, Þaman akidesine göre kendilerinin ibadet edecekleri (tapýnacaklarý) Tanrýlarýnýn putlarýný altýndan, aðaçtan yapmýþlardý. Meselâ: MÖ 121. yýlý Hen (Han) Hanedaný generallerinden Hu ÇuBing (Hu QuBing) Ken Su- Fotoðraf: Alim Korkmaz Yýlbaþý kutlamalarýnýn, resim sanatýnýn þaheser lerinin (yüksek seviyedeki eserler) “Bin Ev Duvar Resimleri”nde yansýtýlmýþ olduðunu unutmayalým. Bin Ev kültürü milletimizin eski medeniyetinin en güzel sembolüdür. Bin Evlerde yapýlmýþ olan duvar resimleri içinde eski Türk kavimlerinin Nev Bahar coþkusunu yansýtan görüntülerini bulabilmek de mümkündür. 45 Kardeþ Kalemler Mart 2007 46 da Hunlarý maðlub ettiðinde ele geçirdiði altýn put’u kendi kayýtlarýnýn özel sayfasýnda yazmýþlardý. Arkeologlar son yýllarda Hunlara ait kabirlerden çok sayýda aðaçtan yapýlan put heykellerini bulmuþlardý. Hunlar kuþkusuz ki, Þaman dininde idiler, Þaman dinine itikat ediyorlardý. Þaman çok Tanrýlý dinlerden biri olup, Hunlarýn hayatýnýn ayrýlmaz bir parçasý idi. Bu konuda geniþ bir bilgiye sahip olmanýzý arzu ederek iyi bir þekilde anlatmaya çalýþacaðým . Görüyoruz ki, Eski Türk dini ve mitolojisi hakkýnda Çin kaynaklarýnda epeyce malumatlar bulunmaktadýr. Türk kavimlerinin örf-adet ve inançlarýnda son devirlere kadar muhafaza edilmiþ olan eski dini telakkilerin ve geleneklerin menþeilerini araþtýrýrken ta Hun dönemine kadar hatta daha da ileri dönemlerin derinliklerine inmek ve bu bakýmdan Orta Asya’ya ve Orta Avrupa bölgelerine kadar uzanarak araþtýrmamýz gerekir . MÖ. 200 yýl ötesinde Çin Tarihçileri tarafýndan Hunlarda Göðe, Yere (toprak), Güneþe, Aya, Yýldýzlara tapýnmak adetleri var idi diye kayýtlar vermiþlerdi .Yeni bazý Çin kaynaklarýnda eski Orta Asya Þamanizmin esaslarý Gök Tanrý, Güneþ, Ay, Yer-Su, Ateþ olarak belirlenmiþ (burada bahsetmiþ olduðumuz “Ateþ” kutsal daðlarýnýn patlamasý sonucu ortaya çýkan volkan ateþi (lav) idi. Araþtýrmalara göre bu kutsal dað – Kutsal Noyan daðý ve Kounlun daðlarý idi). Günümüzde yakýn zamanlara kadar þaman inancýnda yaþýyan soydaþlarýmýzdan Gök Tanrý, Güneþ, Ay, Yýldýz ve Ateþe inandýðýný, Boz Kurt’u kutsal hayvan diye tanýdýðýný görmemiz mümkündur. Ve baþka araþtýrmalar ve incelemelere baktýðýmýzda, bu inançlar Hunlarýn siyasî, askerî iþlerinde de hemen hemen görülmekte idiler. Þaman kelimesi, Kaman kelimesi ile ayný manaya gelir. Kaman kelimesi çok Tanrýlý anlamdadýr. Kam kelimesi, çok; Man kelimesi ise Tanrý manasýnda idi. Bu iki kelime birleþince çok Tanrýlý din oluyordu. Çin kaynaklarý Hun-Türk kültüründe bahseder ken onlarýn inançlarý hakkýnda öncelikle Türk halkýnýn Tapýnaklarýný zikrediyorlar . Hun-Türkler tapýnaklara her yýlýn baþýnda toplanarak ibadetler yapýyorlardý .( yýl baþý derken Yengi Künü Kardeþ Kalemler Mart 2007 demek istiyor) Her toplanýþta yani bu ayine Hunlarýn-Türklerin yirmi dört (24) boyunun Baþbuðlarý de özel olarak davet edelirdi . Hun Tanrýkutlarý kendi çadýrlarýný kurdururken, çadýr kapýsýný güneþin çýktýðý tarafa (doðuya) açtýrýyordu. Bu þekilde planlanan þehirlerde de büyük ibadethanelar (tapýnaklar) yapýlmýþtýr. Ýbadethane kapýlarýný da güneþin çýkýþ yönüne bakarak açmýþlardý. Hun halkýnýn evlerinin kapýlarý güneyden açýlmýþ olup, sabahlarý halk güneyden doðuya ibadethanelere toplanýyorlardý. Hun Tanrýkutlarý tan seher vakti güneþe bakarak ibadet ediyorlardý. Geceleri Ay’a tapýnýyordu. Hunlar, özel iþlerini ay ve yýldýza bakarak yaparlardý. Ay bütün þekline ve aydýn haline geldiðin de düþmanlarýna saldýrýrlardý: Ay tutulunca askerlerini geri çekerlerdi. Hun Tanrýkutlarýnýn Hen (Han) Hanedanlarýna gönderdiði mektuplarýnda sýk sýk “Gök Tanrý ile Yer Tanrý tarafýndan hayat verilen, Gün (güneþ) Tanrý ve Ay Tanrý tarafýndan tahta çýkarýlan Uluð Hun Tanrýkutu...” cümlesini kullandýðýný biliyoruz. Hunlarýn Gök, Yer (zemin), Güneþ, Aya çokunmasý (tapýnmasý) sonunda Hunlarda putpereslik dini ortaya çýkmýþtý. Hunlar çok sayýda altýndan, nefis aðaçlardan put heykelleri yapmýþlardý. Ama bu þekil putperestlik þamanizme ait olup Budizm ile hiç alakasý yok idi. Putlar, özellikle Bahar Bayramý ( Yengi Gün) günleri ortaya çýkarlardý. MÖ 121. yýlda yapýlan Hunlarla Çinlilerin çatýþmasýnda bir Hun Þehzadesi-prensi savaþta maðlub olup Çinlilerin eline esir düþmüþ. Beyannamede “Esir alýnan Hun Prensesten alýn mýþ ganimetler içinde bir altýn put da vardý. Çinlilerin aldýðý bilgiye göre, Hun Prensesi bu putun karþýsýnda Gök Tanrý’ya kurban sunardý” diye ifade ediyorlardý. Yine ayný kaynakta þöyle beyanlar verilmektedir:“ Hunlar bir iþe teþebbüs etmek isterlerse geceleri yýldýzlara ve ayýn durumlarýna bakarlardý , bundan belli oluyor ki Hunlar heyet ilminden de haberdar idiler.” Þamanizmde, Þaman akidesine göre baktýðýmýzda dört türlü renk dört tarafý gösteriyordu veya iþaret ediyordu. Yanikuzey, güney, doðu, batýyý. Renkler þöyle idi: Mavi renk (koyu mavi. Çünkü açýk mavi renk Gök rengi olup Tanrýnýn sembolüdür, normal insanlar Gök rengini kullanamazlar.) doðu tarafý, kýzýl (kýrmýzý) renk güneyi, beyaz renk (Þamanizmde özellikle Hunlarda beyaz yani bembeyaz renk tutulmuyordu. Çün - kü Beyaz renk ordu için de Hunlar için de teslim, baþ eðme, diz çökme anlamýna geliyordu. Hunlarda Beyaz dediðimiz çok açýk top rak rengi idi.) batýyý, siyah renk kuzey tarafý gösteriyordu. Þaman dini itikadý ve akideleri yaygýnlaþtýktan sonra Hun halký içinde malum renklere olan sevgi ortaya çýktý. Bu renk seçmeler, renkle olan baðlantýlar Türk halkýnýn bayram töreni olan Nevruz günü ve çadýrlarý, bayraklarý, elbiseleri, at üst bezemelerinin renklerinde öz ifadesini bulmuþtu. MÖ 200. yýl Büyük Hun Tanrýkutu Oðuz Han, Hen (Han) Hanedanlarýndan Hen GavZu’nu (Han GaoZu –orjinal adý Liu Bang) bugünkü Da Tung þehri yakýnlarýnda yedi gece gündüz muhasaraya almýþtý. Hunlara hücum eden birkaç yüzbin kiþilik Hen (Han) ordusunun doðu kanadýný Mavi atlý, batýsýný Beyaz atlý, kuzeyini Siyah atlý, güney kanadýný ise Kýzýl doru atlýdan oluþan dört yüz bin (400.000) Hun atlý birlikleri kapatmýþlardý. Þaman itikadý ve akidelerine göre Gök Tanrý ve feriþteler (melek) ile yeryüzündeki insanlarýn baðlantý kurmasý mümkün deðildi. Böyle bir baðlantýyý kurmak için Kamanlar (Þamanlar) ortaya çýkmýþlardý. Þamanlar yeryüzünde ortaya çýktýktan sonra (gönderildikten sonra da diyebiliriz) dans edip, þarký söyleyerek gökten inen peri kýzlarýn kýyafetinde imajýný veriyorlardý. Bundan baþka Hunlarýn günlük faaliyetinde, siyasî, askerî iþlerinde de Þamanýn etkisinin ne kadar derin ve güçlü bir þekilde yerleþtiðini görebiliriz . Örf ve adetsiz bir millet olmaz dünyada. Herkesin kendilerine has örf ve adetleri vardýr tabi ki. Hunlar (Türkler) zengin örf ve adetlere sahip millettir. Çin kaynaklarýnda þöyle bir metin göze takýlýr: “ Xiong Nular (Hunlar) dinî ve millî bayramlar yapardý. Bayramlardan biri baþ bahar (Nevruz), 47 diðeri güz (son bahar) mevsiminde oluyordu. Böyle bayramlarda Hunlarýn atalarý anýlýrdý. Özellikle güz (son bahar) bayramlarýnda memleketin bütün halký, hayvanlarýnýn sayýsýný hesaplýyordu. Bayramlar çoðu zaman toplanarak yapýlýyordu. Orhun nehri faaliyet merkezlerinden biridir. Baharda yapýlan bayram, Hun halkýnýn Nevruz-Nev Baharý idi. (Yeni yýl bayramý idi. Yani Hunlarýn Yengi Künü idi) Bayramlarda çok çeþitli ve bol hareketler yapýlýyordu. (Tanrý Daðlarý Hunlar için kutsal dað idi. Sonradan Noyan Daðlarý Hunlarýn faaliyet merkezi olup ikinci kutsal daðý sayýlýrdý). Hun takvimine göre Yengi Gün, Çin takvimine eþleþtiðinde 3. ayýn 21.günü (martýn 21’i) oluyordu.”; Hun kadýn ve erkekleri, baþlarýna yabanî kuþlarýn peylerini (kanatlarýný) takýyorlardý. Sevdiði atlarýnýn baþ kýsmýný da kuþlarýn peylerini takmaya alýþkýn idiler. Bu gelenek, özellikle Bayram günleri görülür. Kýsacasý, biz bu Hun medeniyetine, kültürel faaliyetlerine, Avrupa-Asya özelliði karakteri taþýyan medeniyet diyebiliriz. O bozkýr stilini esas kýlýp Çin, Yunanistan, Hindistan, Ýran kültürüne katkýsý olan, onlarýn ileri tarafýný kabul eden, böylece ortaya çýkan dünya çapýndaki medeniyet olmasý þüphesizdi . Yukarýda dediðimiz noktalardaki ispatlar, deliller Noyan daðlarý, Tanrý-Altay daðlarý, TarýmCunGar Vadileri, Orhun-Yenisey Vadilerindeki (nehirlerinden kýyýlarýna kadar) ilmi araþtýrmalardan ortaya çýkan medeniyet miraslarýmýzýn yeterli kaynaklarý olacaktýr. Hun-Türklerinin Yengi Künü olan Bahar Bayramý, Hunlarýn dini itikadý olan Þaman inancýnýn bir kýsmýdýr ve hiçbir zaman ayrý kalmamýþtýr . Günümüze kadar Þaman inancýný devam ettirmeyi sürdüren insanlar hala bu geleneksel örfadetlerini korumaktadýrlar. KAYNAKLAR Ban Gu (Ben Gu), Hen (Han) Yýlnamesi, Hunlar Hakkýnda Tarihi Hatiralar, (Eski Cilt Kopya Nüshalarý) Sýma Çiyen ( Sý MaQian), Tarihname, Hunlar Hakkýnda Kýssalar, (Eski Cilt Kopya Nüshalarý) Zhung JingWen, Eðiz (Halk) Edebiyatý, Uygurlar Hakkýnda Bölüm 1-2 .Xian Yayýnlarý . 1980. Ziyai. Alimcan (Alimu MAÝMAÝTÝ), Türklerde Hun Dönemindeki Örf-Adetler Xian Kültür Yayýnlarý. 199 . Ziyai Alimcan (Alimu MAÝMAÝTÝ), Bizimkiler (BÜYÜK HUN ÝMPARATORLUÐU) Ýlmi makalelerden seçmeler, þu anda kitap halinde yayýna hazýrlanmýþtýr Kardeþ Kalemler Mart 2007 48 Türkçe Konuþan Devletlerin Baþkanlarý VIII. Doruk Toplantýsýnda Kazakistan Cumhurbaþkaný NURSULTAN NAZARBAYEV’in Yaptýðý Konuþma En son 2001’de toplanmýþ olan Türkçe Konuþan Devletlerin Baþkanlarý, beþ yýl aradan sonra, nihayet 17 Kasým 2006 tarihinde Antalya’da sekizinci defa toplandý. Toplantýya Azerbaycan, Kýrgýzistan, Kazakistan ve Türkiye, Devlet Baþkaný düzeyinde katýldý. Toplantýda, Kazakistan Cumhurbaþkaný Nursultan Nazarbayev’in yaptýðý konuþmayý, önemine binaen, bu sayýmýzdaki makaleler arasýnda yayýnlýyoruz. Öncelikle, geçenlerde dili bir, tarihi ortak, Türk Dili konuþan devletler ve topluluklar Kurultayýnýn gerçekleþmiþ olduðunu ifade ederek bugün de Türk Dili Konuþan halklarýn Devlet Baþkanlarýnýn bir araya gelmesini saðlayan Türkiye Cumhuriyeti yönetimine, ayrýca bizleri daima sýcak þekilde karþýlayan kardeþ Türk halkýna tüm kalbimle teþekkürlerimi iletmek istiyorum. Bugünlerde toplam sayýsý 200 milyona yakýn ve dünyanýn dört bir köþesine daðýlmýþ olan Türkler, bundan on dört yüzyýl önce tek dilde konuþup, Türk Kaðanlýðý adýndaki tek devlet çatýsý altýnda yaþamýþtýr. Ancak Türklerin 8.yüzyýldan sonra geliþen tarihi, daima parçalanma ve birbirinden Kardeþ Kalemler Mart 2007 uzaklaþma tarihine dönüþtü. Önceleri Oðuz, Kýpçak ve Karluk þeklinde, daha sonra Oðuzlar: Türk, Azerbaycan, Türkmen, Gagavuz; Kýpçaklar: Kazak, Kýrgýz, Tatar, Baþkurt ve diðerleri; Karluklar ise: Özbek ve Uygur þeklinde parçalandýlar. Türkiye dýþýndaki Türkler, önceleri Çarlýk Rusya, sonra Sovyetler Birliði adýndaki tek devletin bünyesinde olmasýna raðmen imparatorluðun baskýcý siyaseti sonucu bir araya gelmelerine olanak olmadan “parçala ve yönet” siyasetinin kurbaný olmuþlardýr. “Elmas býçaðýn kýnýnda durmadýðý” gibi, 20.yüzyýlda dünya haritasýnda altý baðýmsýz Türk devleti yer aldýktan sonra, yüzyýllar boyunca birbirinden ayrý kalan kardeþler özlem giderdi. “Dünyada Türkün Türk’ten baþka dostu yoktur” þeklinde Atatürk’ün ifade ettiði gibi burada biz, önümüzdeki yüksek amaçlara daima dost ve kardeþçe birlikte ulaþmalýyýz. Kazakistan, 21. yüzyýlý büyük ekonomik geliþmelerle baþlattý. Kazakistan, stratejik geliþmesinin 2030 yýlýna kadar etkin bir þekilde sürmesini saðlamaya yönelik olan programa uygun bir þekilde son altý yýlda GSMH’sýný %9–10 oranýnda büyütmeye devam etmektedir. Bunun sonucunda, GSMH’sýný iki katýna çýkara rak kiþi baþýna düþen göstergesi 6,000 dolara ulaþacaktýr. Kazakistan, baðýmsýzlýðýný kazandýðý yýllarda ülke ekonomisine 50 milyar ABD dolarýna yakýn yabancý yatýrým çekerek, tüm dünyada en hýzlý geliþmekte olan ekonomik modeli oluþturdu. Kazakistan’ýn tam merkezinde yer alan görkemli yeni baþkent Astana þehri, imar edilip; gün geçtikçe bezenip donatýlmaktadýr. Ye ri geldiðinde söylemek istiyorum; yeni baþkentimizi inþa etmeye Türkiye’nin Okan, Aksel, Finrako ve Sembol gibi inþaat þirketlerinin etkin olarak katýlým saðlamasý sonucu, birçok güzel binalar yapýldý. Bundan dolayý Türk kar deþlerime teþekkürlerimi bildiriyorum. Kazakistan, tüm komþularýyla barýþçý komþuluk iliþkilerini geliþtirerek, yakýn ekonomik entegrasyonu temel alan giriþimleri baþlattý. Biz þu anda ülkemizin siyasi, ekonomik ve sosyal geliþimi temelinde dünyada rekabet edebilen elli ülkenin arasýnda olmayý amaç edinmiþ bu lunmaktayýz. Þu anda Kazakistan ve Türk dili konuþan dev letler arasýnda çözüme ulaþýlmamýþ herhangi 49 bir mesele yoktur. Baðýmsýzlýðýn kazanýldýðý son 15 yýlda aramýzdaki siyasi, askeri, ticari, ekonomik, bilimsel, teknik ve kültürel iliþkiler ile karþýlýklý etkileþim, giderek stratejik ortaklýða dönüþmektedir. Son dönemde, jeopolitik durum, hýzlý bir deði þime uðramaktadýr. Türk dili konuþan devlet baþkanlarýnýn son buluþmasýndan beri dünya ve bölge siyasetinde birçok deðiþiklik meydana geldi. Bugünkü küreselleþme durumunda uluslararasý terörizm, köktendincilik, uyuþturucu madde ve silâh kaçakçýlýðý, insan ticareti sadece tek ülke ile sýnýrlý kalmayýp, herkes için ortak sorun teþkil etmektedir. Uluslararasý güçlerin etkinliklerine raðmen Afganistan ve Irak’ý yeniden yapýlandýrma süreci, zorluklarla karþýlaþmaktadýr. Kazakistan, Afganistan’a insancýl ve ekonomik yardým çalýþmalarýnýn altýný bilhassa çizmektedir. O bölgedeki istikrar sorununu daima uluslararasý toplumun gündeminde tutarak, var olan istikrarýn temelini güçlendirmeyi de daima desteklemeliyiz. Küresel silâhsýzlaþma ve kitle imha silâhlarýný yaymama sürecindeki anlaþmazlýk, uluslararasý durumun kötüye gitmesine sebep olmaktadýr. Nükleer Silâhlarý Yaymama Anlaþmasý’nda iþaret edilen yükümlülüklerin gerçekleþtirilmemesi sebebiyle durum, daha da vahim bir hal almýþtýr. Kitle imha silâhlarýnýn teröristlerin eline geçmesi tehlikesi güçlenmektedir. Dünyadaki dördüncü nükleer potansiyelinden kendi isteði ile vazgeçen Kazakistan’ý, Ýran ve Kuzey Kore nükleer programlarý çerçevesinde meydana gelmiþ olan kriz, endiþelendirmektedir. Diplomasi hareketlerinin doðru kullanýlmasýný, krizi atlatmanýn yararlý çözüm yolu sayýyorum. Bununla ilgili olarak, 8 Eylülde, Orta Asya’da nükleer silâhlardan arýnmýþ bölge hakkýndaki anlaþmanýn imzalanmasýný, insanlýk için derin anlama sahip tarihi bir olay olarak deðerlendirmek gerektiðine inanýyorum. Orta Asya ülkelerinin bu giriþiminin, Nükleer Silâhý Yaymama Anlaþmasý’ný hayata geçirmeye ve küresel silâhsýzlanma sürecine verdiði katkýnýn büyük olacaðý düþünülmelidir. Küresel huzur ve barýþa katký saðlayacak medeniyetler ve dinler arasý diyaloga ihtiyacýmýz vardýr. Ýslâm dininin adýný lekeleme, kötüleme Kardeþ Kalemler Mart 2007 50 olaylarý bitmiyor. Yapay ve ters siyasetin etkileri; “Ýslâm kökten dinciliði” þeklindeki ibarenin siyasi terime dönüþtürülmesi; insanlýk ve imana, iyilik ve doðruluða davet eden Ýslâm dini nin yanlýþ yorumlanmasýna yol açmaktadýr. Dini; milli ve kültürel birliði meydana getiren önemli bir etkene dönüþtüren toplumu oluþturmak, bugünün talebidir. Bununla ilgili olarak eski Türkistan topraklarýnýn evlâdý, tüm Türklerin manevi dedesi Hoca Ahmet Yesevi’nin insanlarý sabýrlý ve akýllý olmaya davet etmesinin hala geçerliliðini kaybetmediðini düþünüyorum. Kazakistan, bu amaç doðrultusunda da etkin çaba harcamaktadýr. Yakýn günlerde Astana’da düzenlenmiþ olan Ýkinci Dünya ve Geleneksel Din liderlerinin Kurultayý’nda dünyanýn çeþitli din temsilcileri bir araya gelerek görüþ alýþveriþinde bulundular ve medeniyete tehdit teþkil eden etkenlerle ilgili düþüncelerini paylaþtýlar. Türk dili konuþan devletlerin, uluslararasý ve bölgesel meseleler üzerine Birleþmiþ Milletler, Avrupa Birliði, Ýslâm Konferansý Örgütü, Ekonomik Ýþbirliði Örgütü, Þanghay Ýþbirliði Örgütü, Asya’da Ýþbirliði ve Güven Artýrýcý Önlemler Konferansý ve diðer uluslararasý ve bölgesel kuruluþlar çerçevesinde, dayanýþmayý artýrmalarý gerekmektedir. Zaman, birbirimizi daha da yakýnlaþtýracak kardeþlik ve iþbirliðine yönelik atýlacak somut adýmlarýmýzý sýklaþtýrarak, ortak etkinlikleri gerçekleþtirmenin gerekliliðini göstermektedir. Kazakistan’da hayata geçirilen “Kültürel Miras” programý çerçevesinde, halkýmýzýn zengin tarihi, halk edebiyatý, milli deðerleri, el sanatlarý ve gelenek/görenekleri araþtýrýlarak derlenmekte olup, yayýmlanmaktadýr. Bundan hareketle “Türk Dili Konuþan Halklarýn Kültürel Mirasý” adlý uluslararasý program oluþturulmasý için birlikte çaba sarf edebileceðimizi düþünüyorum. Halklarýmýzýn ekonomik durumu, seneden se neye iyileþmektedir. Bu da eðitim ve kültür alanýndaki tasarýlarý gerçekleþtirmeye yönelik büyük imkân saðlamaktadýr. Türk dili konuþan ül keler arasýndaki kültür iliþkilerini geliþtirerek, kendi dillerimizi, ortak tarih, sanat, edebiyat eserlerinin ve þiir antolojilerinin yayýnlanmasýný ve bu eserlerin dünya dillerine tercüme Kardeþ Kalemler Mart 2007 edilmesini saðlamalýyýz. Böylece, tüm dünya bizi tanýyacaktýr. Bu amaç doðrultusunda, þu anda basýn yayýn ve ileri teknoloji kaynaklarýnýn sunduðu imkânlardan yararlanmamýz gerekir. Kazakistan, Türk dili konuþan devletlerle uzay alanýnda bilimsel araþtýrmalar yapmaya hazýrdýr. Kazakistan bu yýl ilk yer uydusunu fýrlattý. 2008 yýlýnda “Kazsat–2” yer uydusunu fýrlatmayý planlamýþ bulunmaktadýr. Bu yönde birlikte etkinliklerde bulunabiliriz. Ortak uluslararasý kuruluþumuz olan TÜRKSOY’un hizmet kalitesini ve itibarýný yükselt mek, çalýþmalarýný canlandýrmak amacýyla Türk tarafýnýn deðiþiklikler yapma giriþiminde mutabýkýz. Söz konusu kuruluþ, Türk Dünyasýnýn manevi zengin mirasýný sadece aramýzda býrakmayýp tüm dünyaya tanýtmalýdýr. Ayrýca TÜRKSOY’un Baþkanlýðý görevine Ahmet Yesevi Uluslararasý Kazak Türk Üniversitesi Mütevelli Heyeti Baþkanlýðý yapmýþ olan Namýk Kemal Zeybek’in getirilmesini öneriyorum. Bu arada Türk tarafýnýn TÜRKSOY’a verdiði destek için ayrýca teþekkür ediyorum. Küreselleþme sürecinin milli kimliðimiz için oluþturduðu tehdide TÜRKSOY bünyesinde birlikte karþýlýk verebiliriz. Ortak tarih, sanat ve manevi zenginliðimizin hazinelerini ilk önce kendi aramýzda tanýtarak birbirimize öðretmeliyiz. Kaynaðýný Göktürklerden alan meþhur tarihimizi genç kuþaklara aktarmaya devam etmeliyiz. Tarihimizdeki Kültegin, Hoca Ahmet Yesevi, Buhari, Kaþgarlý Mahmud, Muhammed haydar Dulati, Mevlana, Farabi, Baybars, Fatih Sultan ve diðer yüce atalarýmýzý bilmek ve onlarý genç kuþaða öðretmek bizim görevimizdir. Tüm Türk Dünyasýna, ortak Dede Korkut’u birlikte öðrenmek aracýlýðýyla da birlik ve beraberliðimizin bayraðýný yükseklere taþýrmalýyýz. Bu açýdan Kaþgarlý Mahmut’un “Divan-ý Lü gat’it Türk” eserinin Kazakistan yayýnevleri tarafýndan ilk defa Rus diline çevrilmesiyle eski Sovyet coðrafyasýndaki Türk dili konuþan halklarýn eþsiz hazinelerini geri kazandýklarýný mutlulukla belirtmek isterim. Gündemde olan bir diðer önemli husus da Türk dili konuþan halklarýn bilimsel ve sanatsal edebiyatlarýnýn ortak fonunu oluþturmaktýr. Kültür, bilim ve eðitim alanýndaki iþ birliðimizin pekiþtirilmesinin yaný sýra, ekonomik iliþkileri de geliþtirmeliyiz. Çünkü Türkiye’nin Avrupa Birliðine üye ülkelerle ticaret hacmi 100 milyar ABD dolarý civarýndadýr. Türk dili konuþan tüm ülkelerle bu gösterge sadece 3 milyar dolar civarýndadýr. Örneðin sadece yük taþýmacýlýðý meselesini çözmek çok yararlý olacaktýr. Ýlk önce Meþhed üzerinden Almatý-Ýstanbul konteyner yük taþýma hattýný hayata geçirmek suretiyle atalarýmýzýn Ýpek Yolu’nu tekrar canlandýrmýþ oluruz. Karayollarý da aramýzdaki ticaret iliþkilerini geliþtirecektir. Kazak petrolünü Türk ve Batý pazarlarýna ulaþtýrmayý Bakû-Tiflis-Ceyhan Projesi ile saðlamýþ oluruz. Kazakistan þu anda çaðýmýzýn taleplerine uygun milli tankerler donanmasýný hazýrlayýp, bu iþi etkin olarak baþlatmýþ bulunmaktadýr. Dünya, ekonomisinin enerji kaynaklarýna olan talebinin artmýþ olduðu bilinmektedir. Kazakis tan petrol ve doðal gaz konularýndaki iþ birliðine önem vermektedir. Kazakistan hidro-kar bon kaynaklarýnýn dünya pazarýna götürülme si önemlidir. Türkiye’nin, geçiþ olanaðý fazla olan bir ülke olarak, petrol ve doðal gazý ulaþtýrma çalýþmalarý gibi uluslararasý projelere katýlmasýný des tekliyoruz. Bakû-Tiflis-Ceyhan projesinin ha yata geçirilmesi Türkiye’nin geçiþ olanaklarýnýn elveriþli olarak kullanýlmasýnýn ve enerji güvenliðini saðlamada yeni olanaklara sahip olmasýnýn gözle görülür örneðidir. Dolayýsýyla biz Türkiye’nin bu yöndeki giriþimlerini tam destekliyoruz. Diðer önemli bir husus, ülkelerimizin iþ adam larý arasýndaki yakýn iþ birliðini sistemli bir hale getirmektir. Türkiye’nin bu yönde hem tecrübesi hem de olanaklarý yeterlidir. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliði, Türk Dili konuþan ülkelerin ticaret ve sanayi odalarýyla iþ birliði yapmalý ve gerekirse odalar, karþýlýklý olarak temsilcilik açmalýdýr. Kazakistan’ýn Dünya Ticaret Örgütü’ne, Türki ye’nin de AB’ye girmesi, gelecekte Türk dünyasýnýn ekonomik ve finans iliþkileri aracýlýðýyla bütünleþme sürecine ivme kazandýracaktýr. Bu bakýmdan, Orta Asya Devletleri Birliðini kurma 51 giriþimimiz de, söz konusu süreci olumlu etkileyecektir. Bu konudaki iþ birliðinin olumlu örnekleri mevcuttur. Örneðin Orta Asya ülkelerine uluslararasý düzeyde çevresel tehdit olan Aral Gölü meselesini çözme çalýþmasýnda uluslararasý Aral’ý Kurtarma Vakfýnýn kurulmasý gibi birlikte oluþturulmuþ baþarýlý adýmlar mevcuttur. Türk dünyasýnýn birlik ve beraberlik fikrinin pekiþmesiyle istikrarlý bir þekilde geliþme olanaðýnýn artacaðý inancýndayým. Yüce Atatürk, yüzyýlýn baþýnda, Orta Asya ve Kafkaslarda kardeþ Türk halklarýnýn bulunduðunu ve gelecekte onlarýn bir araya geleceðini ileri görüþlülük le ifade etmiþti. Þu anda Atamýzýn o dileði kabul oldu. Þu an Türk dili konuþan kardeþ ülkelerin devlet baþkanlarý bir araya gelmiþ bulunmaktayýz. Doruk toplantýlarýnda çok önemli kararlar alýnýp, güzel teklifler dile getirilmesine raðmen, ma ale sef bun la rýn ger çek leþ me yip, rafa kaldýrýldýk larý da bir gerçektir. Bunun önüne geçecek bir öneri olarak daha önce ifade ettiðim önerimi yineliyorum. Türk dili ko nu þan halk la rýn “Ak sa kal lar Ku ru lu”nu oluþturup, onun üyeleri olarak Türk dünyasýndaki siyaset, top lum ve sanat camiasý temsilcilerini toplayalým. Bu kurulun baþkaný olarak da Türkiye’nin 9. Cumhurbaþkaný Süleyman Demirel’i öneriyorum. Diðer bir husus ise, Türk dili konuþan ülkelerin parlamentolar arasý asamblesini oluþturma giriþimini 83 yýllýk geçmiþe sahip TBMM’ye önermek istiyorum. Azerbaycan’ýn toprak bütünlüðünü destekliyor, sorunlarýn barýþ yoluyla çözülmesini istiyoruz. Bizim bütünleþmemiz, bulunduðumuz coðrafyayý istikrara, gönence, ekonomik baðýmsýzlýða ve istikrarlý geliþmeye götürecek yoldur. Ancak böyle, Türk dünyasýnýn parlak geleceðine sahip olabileceðiz. 21. asýrda büyük baþarýlara imza attýk. Ekonomi, siyaset ve uluslararasý iliþkilerde büyük sonuçlara ulaþtýk. 21. yüzyýlý, hýz kesmeden, Atatürk’ün hayalini kurduðu Türk birliði ve geliþimi yüzyýlýna dönüþtürelim. Ýlginize teþekkür ederim! Kardeþ Kalemler Mart 2007 52 Azerbaycan Edebiyatýnda Bir Yýldýz: Hüseyin Cavid* HAYATI DR. CÝHAN ÖZDEMÝR Hüseyin Cavid, 24 Ekim 1882`de Nahcivan`da doðmuþtur. Þahtahtý köyünde çiftçilikle geçinen ailesi, Câvid doðmadan önce, 1877 yýlýnda, buraya gelip yerleþmiþtir. Dedesi (baba tarafýndan) Meþedi Gulu, ezberlediði âþýk tarzý þiirleri ve klâsik þairlerin eserlerini hususî sohbet meclislerinde makam üzere okur ve çok güzel þiir söylerdi. Câvid`in babasý Molla Abdullah da, devrinin tanýnmýþ mersiyehanlarýndan biriydi. Annesi Ümm-i Leylâ ise, sahip olduðu güzel se siyle kadýn meclislerinin aranan simalarýndandý. Okuma çaðýna gelince Câvid, “Mollahana”ya verilir. Buradaki tahsilini sürdürürken, bir yandan da baba sý, Câvid`i kendisiyle birlikte, davet edildiði meclislere götürmekte, onun iyi bir mersiyehan olarak yetiþmesini istemektedir. Fakat Câvid`in ýsrarlý direniþi karþýsýnda, babasý bu arzusundan vazgeçmek zorun da kalýr. –Câvid`in eþi Miþkinaz Haným ve kýzý Turan Câvid, hatýralarýnda, Hüseyin Câvid`in zaten güzel bir sese malik olmadýðýný ifade etmiþlerdir.Hüseyin Câvid, Mollahana`daki beþ yýllýk tahsili sýra - Kardeþ Kalemler Mart 2007 sýnda, okuma-yazmayý öðrenir. Sâdî, Hafýz gibi klâsik þairlerin eserleriyle tanýþýr. Daha sonra Câvid, babasýndan gizli, Mollahana`dan ayrýlarak yeni usûllerle eðitim yapan “Mekteb-i Terbiye”ye kayýt yaptýrýr. Babasý, bu hadiseyi duyunca çok kýzar ve Câvid`in bu okula gitmesini yasaklar. Fakat Câvid, durumu derhal çok sevdiði Baþmuallim Sýdký`ya bildirerek, ondan babasý ile konuþmasýný ister. Baþmuallim, Câvid`in çalýþkan, kabiliyetli bir öðrenci olduðunu söyleyerek, zor da olsa Molla Abdullah`ý ikna etmeyi baþarýr. Câvid, bu okulda derslerindeki çalýþkanlýðý ve vakti nin çoðunu kitap okumaya sarf etmesiyle dikkatleri üzerinde toplar. Nihayet dört yýl sonra, 1898 yýlýnda “Mekteb-i Terbiyye”den baþarýyla mezun olur. (Câvid`in Istanbul`dan döndükten sonra yaptýðý müracaat üzerine, mezkur okul idaresince verilen 12 Ekim 1910 tarihli vesika da, Câvid`in 1896-1900 yýllarý arasýnda bu okulda öðrenci olduðunu belirtmektedir. Bu durumda ise mezuniyet tarihi, 1900 yýlý olarak görünmektedir.) Ayný yýl içinde Tebriz`deki aðabeyi Muhammed`in yanýna giden Câvid, orada “Talibiyye” mektebinde Farsça ve Arapça tahsiline baþlar. Ancak o sýrada or- 53 taya çýkan gözlerindeki rahatsýzlýk yüzünden tahsili býrakarak halça ve palaz ticaretine girer. Ýyileþtikten sonra, tahsiline devam eder. Tebriz`den hocasý Memmedtaðý Sýdký`ya yazdýðý mektuplarýndan, Câvid`in bu tarihlerde þiirle meþgul olduðu, Farsça þiirler kaleme aldýðý anlaþýlmaktadýr. Bu devirde o, þiirlerinde “Gülçin” ve “Arif” mahlaslarýný kullanmýþtýr. Câvid`in Tebriz`deki tahsilinin ne kadar sürdüðü hususunda kesin bilgiler tespit edilememiþtir. 1903 yýlý Temmuz ayýndan 1904 yýlý Mayýs ayýna kadar yaþadýðý Urumiye`de hangi sebeple bulunduðu bilinmemektedir. Abdullah Þaig`in ifadesine göre, Tebriz`den Nahcývan`a dönen H. Câvid, bir müddet ticaretle meþgul olmuþ, daha sonra Gürcistan`da “Kahetiya” civarýnda þose yolu yapan bir þirkette kýsa süre çalýþmýþtýr. Bu sýrada, babasýnýn ticaretle uðraþan dostlarýndan birinin ortaklýk teklifini kabul ederek þirketin hem ortaðý olmuþ, hem de muhasebe iþlerini uhdesine almýþtýr. Batum, Tebriz ve Ýstanbul`da da þubeleri olan bu þirkette Cavid, 1905 yýlýna kadar çalýþmýþtýr. 1906 yýlýnda Nahcývan`da bulunduðu anlaþýlan Câvid, ayný yýlýn nisan ayýnda (10 Nisan) tahsil mak sadýyla Nahcývan`dan ayrýlýr ve 23 Nisan`da Ýstanbul`a gelir. Parasýzlýk yüzünden bir süre deðiþik iþlerde çalýþmak zorunda kalan Câvid, daha sonra Rýza Tevfik`le tanýþýr ve ondan hususî dersler alýr. Ayný zamanda, “Ýdâdî” mekteplerinin müfredatýný dikkate alarak yaptýðý bir program çerçevesinde “Darü`lFünûn”a girmek için hazýrlanýr. Fakat altý ay sonra, Meþrutiyet`in ilan edilmesi üzerine Rýza Tevfik`in Edirne mebusluðuna seçilmesi, Câvid`in programýný yarým býrakýr. Bu arada Rýza Tevfik, bazý “eser-i nafia” neþrine baþlar. Darü`l-Fünûn edebiyat þubesine profesör ta`yin edilir; Ýttihat ve Terakkî Partisi tarafýndan vekalet namzedi kabul edilir. Derslere hazýrlanmak için müsait zaman ve imkan kalmadýðýný gören Câvid, 1908 yýlýnýn Ramazan ayýnda “Darü`lFünûn”a istidasýný sunar. “Edebiyat þubesine kayýt ve kabul olunur.” O tarihte mektep, üç yýllýk eðitim ver mektedir. Câvid, ilk sene, I. sýnýfýn dersleriyle II. sýnýfýn ikinci sömestresinin derslerine devam eder; fakat III. sýnýfýn derslerinin tamamýna da samiin olarak katýlýr. Bu þe kilde “Darü`l-Fünûn”un II. sýnýfýndan 1909 yýlý sonla rýnda þehadetnâme alarak mezun olan Câvid, Ýstan bul`dan ayrýlarak memleketine döner. 1912 yýlýna kadar Câvid, sürekli çalýþabileceði bir iþ arar. Bakü, Tiflis, Gence ve Nahcivan þehirlerinde zi yaret ettiði dostlarýnýn yanýnda kalýr. Bu arada, maka leleri gazetelerde neþrolunur. 1912 yýlýnda Gen- ce`de muallimliðe baþlar. Fakat birkaç ay sonra vazifeden çýkarýlýr. Oldukça kötü bir duruma düþen Câvid`in imdadýna Feridun Bey Köçerli yetiþir. Feridun Bey’in yardýmýyla Câvid, 1912 yýlýnýn sonlarýnda, Tiflis`teki “Aliyev” mektebinde muallimlik vazifesine baþlar. 1915 yýlýna kadar burada çalýþýr. “Sefâ” mektebinin daveti üzerine, o yýl Tiflis`ten ayrýlarak Bakü`ye gelir. Mart 1918`de Bakü`de meydana gelen karýþýklýklarda, Taþnak Partisi militanlarýn yaptýðý katliamlardan kýl payý kurtulan Câvid, Tebriz`e kaçar. Oradan da Nahcivan`a geçer. 1918-1919 ders yýlýndan itibaren buradaki “Rüþdiyye” mektebinde muallimliðe baþlar. Aðustos 1918`de Miþkinaz Hanýmla evlenir. 1919 yýlýnda Nahcivan cemaatinin temsilcisi olarak Müsavat Hükümetinin yetkilileri ile görüþmek üzere vazifeli olarak gittiði Bakü`ye yerleþen Câvid, vefatýna kadar burada yaþar. 1926 yýlýnda Halk Maarif Komiserliði tarafýndan gözlerini tedavi ettirmesi ve ‘’Muasýr Avrupa Edebiyatý’’ný öðrenmesi gerekçeleri gösterilerek Avrupa`ya –Berlin ve Paris- gitmesi için Hüseyin Câvid`e “þehadetnâme” (izin belgesi) veri lir. Ýzin süresi, Nisan’dan Ekim’e kadardýr. Câvid, 1932 yýlýnda Azerbaycan Yazarlar Birliði’ne kabul edilir. Ancak “burjuva edebiyatçýsý”, “idealist romantik” vb. ithamlardan kendisini kurtaramaz. Bu ithamlar, tesirini göstererek 1937 yýlýnda, devrin hükümetinin Câvid hakkýnda tutuklama ve daha sonra da sürgün cezasý vermesine sebep olur. Câvid, sürgünde bulunduðu Irkutsk þehrinde, 1941 yýlýnda vefat eder. EDEBÝ FAALÝYETLERÝ Câvid, edebiyat sahasýndaki ilk mahsullerini 18981903 yýllarý arasýnda, Tebriz`de “Talibiyye” mektebinde öðrenciyken vermiþtir. Nahcivan`daki muallimi Memmedtaðý Sýdký`ya yazdýðý mektuplardan, genç Câvid`in bu tarihlerde þiirle meþgul olduðu anlaþýlmaktadýr. Bu mektuplarda yer alan þiirler, klâsik edebiyat anlayýþýna uygun tarzda ve klâsik nazým þekilleriyle yazýlmýþtýr. Bunlardan bazýlarý Fars ça’dýr. Câvid, bu dönem þiirlerinde “Gülçin” ve “Arif” mahlaslarýný kullanmýþtýr. Sonraki yýllarda Hüseyin Sâlik mahlasýyla da þiir yazmýþtýr. 23 ocak 1904 tarihli “Þarkî Rus” gazetesinde, Câvid`in, muallimi ve yakýn dostu Memmedtaðý Sýdký`nýn ölümü münasebetiyle kaleme aldýðý “Urmiye`den Mektup” baþlýklý bir yazýsý yayýmlanýr. Bu, onun basýnda neþrolunmuþ ilk yazýsýdýr. Ýçinde manzum parçalarý da bulunmaktadýr. Câvid`in daha Kardeþ Kalemler Mart 2007 54 sonra tarih sýrasýyla 1904`te “Þarkî Rus”, 1905`te “Hayat”,1906`da “Ýrþad”, 1907`de “Füyûzât”, 1909`da “Sýratü`l-Mustakim” “Ýttifak”, 1910`da “Hakikat”, 1911`de “Yeni Ýrþad”, 1912`de “Iþýk”, “Mektep”, “Ýkbal”, 1913`te “Þelale”, “Ýkbal”, “Molla Nas reddin”, 1915`te “Açýk Söz”, “Kurtuluþ” ve nihayet 1917 yýlýnda da “Gardaþ Kömeyi”, “Yeni Ikbal” gibi gazete ve dergilerde þiirleri ve makaleleri yayýnlanmýþtýr. Gulam Memmed`in ifade ettiðine göre, Câvid`in matbuattaki son yazýsý ise 6 Mayýs 1937 tarihlidir. Câvid`in piyeslerinin çoðu da önce gazete ve mecmualarda tefrika edilmiþ, daha sonra da kitap haline getirilmek suretiyle yayýn hayatýna kazandýrýlmýþtýr. Bazý piyeslerin ilk varyantý sayýlabilecek manzum parçalarý bir tarafa, Câvid`in ilk dram eseri olan “Zavallý Kadýn”, 1912 yýlý içinde “Ýkbal”gazetesinde tefrika edilmiþtir. Ayný piyes, 1917 yýlýnda “Açýk Söz” matbaasýnda “Maral” adýyla basýlarak, kitap haline geti rilmiþtir. Câvid`in çeþitli zamanlarda dergi ve gazetelerde ya yýnlanmýþ nesir yazýlarýnda “Muhbir” “Gadirþünas” “Növres”gibi takma adlar kullandýðý tespit edilmiþtir. 1904-1917 yýllarý arasýnda yayýnlanmýþ makalelerinde Hüseyin Câvid`in en fazla üzerinde durduðu mevzular “Maarif” ve “Medeniyet”tir. Yetiþtiði çevrenin dýþýnda, Ýran ve Türkiye (Osmanlý) gibi farklý muhitlerde de bulunmasý, onun tabiatýnda doðuþtan var olan müþahede kabiliyetiyle birleþince, Cavid, Azer baycan`ýn sosyo-kültürel mes’elelerine geniþ bir perspektiften bakma imkanýný kazanmýþtýr. O, mensup olduðu cemiyetin mes’elelerine realist bir tavýrla yaklaþýr. Makale ve þahsî mektuplarý incelendiðinde, onun sadece cemiyet yaralarýný teþrih etmekle kal madýðý, bunlarý iyileþtirmenin hal ve çare yollarýna da iþaret ettiði görülmektedir. Asrýn baþlarýnda Azerbaycan siyasî, iktisadi ve sosyo –kültürel alanlarda buhranlar içinde ve büyük bir in kýlaba da gebe idi. Câvid, halihazýrý objektif bir bakýþ açýsýyla deðerlendirirken ne kadar realistse (ideolojik manada kullanmýyoruz), cemiyetinin meselelerine sahip çýkýþý, eðitimci, münevver ve edebiyatçý nitelik leriyle hayatýnýn sonuna kadar cemiyetinin ýslahý ve yükseliþi için didinmesiyle idealist ve romantiktir. Câvid`in fert olarak sergilediði bu ikili tavýr, onun sanatýnýn da temel karakteristiðini teþkil eder. Daha ile ride bu husus üzerinde teferruatlýca duracaðýz. Rusya`da vukua gelen Ekim Devrim`inden sonra, ik tidarý çok kýsa süren Müsavat hükümetinin yýkýlýþýyla Azerbaycan`da yerleþen siyasî düzenin getirdiði müeyyideler, toplumun bütün kesimleri, teþekkülleri, Kardeþ Kalemler Mart 2007 bu arada edebiyatçýlar üzerindeki müdahaleci tutumu, ister istemez Câvid`in edebî faaliyetine te`sir etmiþtir. Onun ihtilalden önce yazdýðý eserlerle, sonrakilerin muhtevasý mukayese edildiðinde bu durum kendiliðinden ortaya çýkar. Siyasî sistem deðiþikliliðinin, asýl te`sirini Câvid`in matbuat faaliyeti üzerinde gösterdiði dikkati çekmektedir. 1917`den önce gazete ve dergilerde içti maî mevzularda yazýlarý yayýnlanan, yaygýn bir okuyucu kitlesi tarafýndan ilgiyle okunan, teþvik ve takdir gören Câvid`in, daha sonraki dönemin matbuat or ganlarýnda ciddî sayýlabilecek bir makalesinin yayýnlanmamýþ olmasý, gözden kaçýrýlmamasý gereken bir husustur. Azerbaycan`da sosyalist inkýlabýn yerleþmesinden sonra –1925`ten itibaren-, Câvid`in eserlerinin neþ rinde bir durgunluk olduðu dikkati çekmektedir. Edebiyat ve matbuat muhitine ilk defa 1904`te giren Câvid, Darü`l-Fünûn`da tahsilini tamamlayarak Ýstanbul`dan döndükten sonra, yayýnladýðý þiir ve makaleleriyle kýsa zamanda Azerbaycan`ýn tanýnan yazarlarýndan biri oldu. Câvid`i yazý kadrosuna dahil etmek, onun eserlerini yayýnlayabilmek için gazete ve dergiler birbirleriyle adeta yarýþýyorlardý. Piyesleri matbuat organlarýnda seri halde tefrika ediliyor, kýsa bir süre sonra da müstakil bir eser olarak basýlýyordu. Câvid, Azerbaycan içinde ve dýþýnda oyunlarý sahnelenen nadir dram yazarlarýndan biri haline gelmiþti. Gerek piyeslerin neþrini müteakip gerekse sahnelendikten sonra, deðiþik neþir organlarýnda Câvid`in sa natkârlýk kudretini mevzu alan pek çok tenkidî makaleye rastlamak mümkündür. Yeni dönemde – Azerbaycan`da sosyalist inkýlabýn gerçekleþmesinden sonraki dönemde - , Câvid`in saðlýðýnda basýlan son eseri “Þeydâ”nýn baský tarihi, 1925`tir. (Azerneþr-1925). Bu tarihten sonra, deðiþik zamanlarda eserlerinin basýlacaðýna dair ilgili devlet kuruluþlarý Câvid`e vaatlerde bulunmuþ, fakat yerine getirmemiþlerdir. “Maral” piyesi, “Zavallý kadýn” adýyla 1912 yýlýnda Ýkbal`de tefrika edilmiþ olmasýna raðmen, Câvid`in basýlan ilk dramasý deðildir. Zira, bu piyes, ilk defa 1917 (Bakü Açýk Söz Matbaasý)`de basýlmýþtýr. Halbuki “Ana” piyesi 1913’te (Tiflis-Gürcü Þirketi) basýlarak yayýn hayatýna kazandýrýlmýþ bulunmaktaydý. Câvid`in hece vezniyle yazdýðý bu piyes, Azerî tiyatrosunda yazýlmýþ ilk manzum dram olma niteliðini de taþýr. 1917 yýlý, Câvid`in eserlerinin neþrinde önemli bir tarihtir. Bu yýl içinde onun ikisi þiir ve dördü dram olmak üzere altý eseri yayýnlanýr. Bunlardan Geçmiþ 55 Günler ve Bahar Þebnemleri, þiir; Ana, Maral, Þeyh San`an ve Þeydâ ise dram eserleridir. Câvid`in iki þiir kitabýndan ilki olan “Geçmiþ Günler”, 1905-1913 yýllarý arasýnda yazýlmýþ þiirleri ihtiva etmektedir. Daha önce 1913 (Tiflis-Þark Matbaasý)`te yayýnlanmýþ olan bu kitap, 1917 yýlýnda Bakü`de “Açýk Söz Matbaasý” tarafýndan ikinci defa yayýnlanýr. “Bahar Þebnemleri”, Câvid`in ikinci þiir kitabýdýr. Ýlk defa 1917 yýlýnda (Bakü Açýk Söz Matbaasý) edebiyat dünyasýna kazandýrýlan bu eserine þair, 1905-1906 yýllarý arasýnda yazdýðý þiirlerini almýþtýr. Bu yýl içinde “Ana” piyesi ikinci olarak; “Maral”, “Þeyh San`an” ve “Þeydâ” ise ilk defa (Bakü-Açýk Söz Matbaasý) yayýnlanýrlar. Þeyh San`an piyesi daha önce 1915`te “Yeni Ýkbal”ýn 11 Mayýs tarihli sayýsýnda “Kurtuluþ” dergisinin 1.,2. ve 3. sayýlarýnda bölümler halinde, 1916`da ise “Açýk Söz” gazetesinde 1 Ocak-2 Þubat tarihleri arasýnda bütün olarak yayýnlanmýþtýr. Bazý kaynaklarda Câvid`in, vak`asý Türkiye`de ge çen, kahramanlarý ve konusu hayatýndan alýnmýþ “Uçurum” adlý manzum dramýný 1917`de yazdýðý ve eserin ilk defa 1926`da basýldýðý (Azerbaycan Devlet Neþriyyatý) kaydediliyorsa da bu hususta kesin belge bulunmamýþtýr. Ancak 1920 yýlýnda “Kurtuluþ” mecmuasýnda (1. ve 2. sayýlarýnda) bazý bölümlerinin tefrika edildiði bilinmektedir. 1919 yýlýnda Câvid, Abdullah Þaig ile birlikte Edebiyat Dersleri (Bakü, 1919) adlý ders kitabýný tertip etmiþtir. Bu kitabýn “Giriþ” kýsmýný da bu iki yazar birlikte yazmýþlardýr. Câvid`in 1920`de yazmaya baþladýðý mensur “Afet” dramý, 1921`de “Azerbaycan Fukarasý”nda, 19251926 yýllarýnda da “Maarif ve Medeniyet” mecmualarýnda tefrika edilmiþtir. Piyes, kitap olarak ise, 1969 yýlýnda neþredilmiþtir. Hz. Muhammed`in hayatý hakkýndaki manzum “Peygamber” dramý, 1923 yýlýnda “Maarif ve Medeniyet” mecmuasýnýn 1, 8, 9, 10, 11 ve 12. sayýlarýnda tefri ka edilmiþtir. Kitap hâlinde, 1925 yýlýnda Bakü`de Azerneþr tarafýndan yayýnlanan bu eserin sonraki yýllarda kitap olarak neþri konusunda bir kayda rastlanmamýþtýr. I. Dünya Savaþý yýllarýndaki olaylarýn konu edildiði manzum “Ýblis” faciasýný Câvid, 1918 yýlýndan itiba ren yazmaya baþlamýþtýr. Piyesin birinci perdesi 1920 yýlýnda “Fukara Füyüzatý”nda tefrika edilmiþtir. 1924’te ise kitap olarak neþredilmiþtir. Câvid, iki Türk hükümdarý Timur ile Yýldýrým Beyazýt arasýndaki olaylarýn konusunu teþkil ettiði mensur “Topal Teymur” adlý piyesini 1925’te yazmýþtýr. Câvid’in bu tarihten sonra, 1929 yýlýnda yazdýðý manzum “Knyaz” dramý, 1961’de basýlmýþtýr. Vak’asý Gürcistan ve Almanya’da (Berlin) geçer. Yazar daha sonra bu oyuna beþ perdelik “Libretto” yazmýþtýr. Hüseyin Câvid, 1931-1932 yýllarýnda “Telli Saz” adlý bir dram yazmýþtýr, Fakat yazarýn saðlýðýnda yayýnlatamadýðý bu eser, ölümünden sonra –bugüne kadar anlaþýlmayan bir sebeple- kaybolmuþtur. Eserden geriye piyesin özeti ile üç þiir parçasý kalmýþtýr. Tanýnmýþ Ýran þairi Firdevsi’nin doðumunun 100. yýlý münasebetiyle 1932’de yazdýðý (mensur ve manzum) “Siyavuþ” piyesinin konusunu Câvid, “Þehnâme”den almýþtýr. Piyes, 1934’te Bakü’de, 1936’da Írevan’da –Ermenice- basýlmýþtýr. Yazar, mensur nüshaya “Südâbe”, manzum yazdýðýna ise “Siyavuþ” adýný vermiþtir. 1934 yýlýnda Câvid, “genç neslin terbiyesi” mevzuunu iþlediði “Þehlâ” piyesini yazmýþtýr. Bu piyes de sonradan kaybolmuþ bulun maktadýr. 1935 yýlýnda Câvid, meþhur Ýran þairi Hayyam’la alakalý ayný addaki manzum piyesini yazdý. O yýl Azerbaycan SSR “Edebî eserler müsabakasýnda”, katýldý ðý bu eserle “üçüncülük” mükafatýna layýk görüldü. “Hayyam” dramý, ilk defa 1963 yýlýnda yayýnlanmýþtýr. Eserdeki Hayyam rubailerinden on altý adedini bizzat Câvid, Farsça’dan Türkçe’ye tercüme etmiþtir. “Ýblisin Ýntikamý”, Câvid’in yazdýðý son piyestir. 19361937 yýllarýnda yazýlan bu mensur dram, yazarýn 1924’te basýlmýþ “Ýblis” faciasýnýn devamý niteliðindedir. Eser, Câvid’in vefatýndan sonra, eþi tarafýndan Câvid’in el yazmalarý fondunda bulunmuþ ve ilk defa 1985 yýlýnda neþredilmiþtir. “Azer”, edibin 1920-1937 yýllarý arasýnda üzerinde çalýþtýðý, fakat bitirmeye fýrsat bulamadýðý dramatik manzumesidir. Yazýlmýþ olan parçalarýn hepsi de elde edilememiþtir. Mevcut olanlar, ilk defa 1958’de neþredilmiþtir. Câvid’in henüz ele geçmemiþ eserlerinden birisi de “Köroðlu” senaryosudur. Bu eserle ilgili herhangi bir kayda rastlanmadýðý için hakkýnda bilgi veremiyoruz. Kardeþ Kalemler Mart 2007 56 Ata Terzibaþý ÞEMSETTÝN KÜZECÝ “Vatanýn bütünlüðünü, milletin varlýðýný, temiz ve içten gelen duygularla, bilgi ve yüksek karakterinizle korumasýný bilin...” Irak Türklerinin onur kaynaðý düþünür, araþtýrmacý ve yazar, avukat Ata Terzibaþý 1924’de Kerkük’te doðdu. Ýlk, orta ve lise öðrenimini Kerkük’te tamamladýktan sonra Baðdat Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu (1950). O tarihten beri kendi ili Kerkük’te avukatlýk yapmaktadýr. Ortaokul öðrencisiyken bazý gazete ve dergilerde makale yazmayý deneyen Terzibaþý’nýn, Hukuk Fakültesi öðrencililiði sýrasýnda; Türkçe gazetelere gönderdiði edebi konulardaki yazýlarý deðiþik Arap dergilerinde de Arapça olarak yayýnlandý. Kerkük, Afak gazetesinde günlük yazýlarýda yazan Ata Terzibaþý’nýn Kerkük’te yayýnlanan diðer gaze telerde yazýlarý yayýnlandý. Kerkük’te çýkan “Beþir,1958” gazetesi ve bazý Arap dergilerinde çeþitli yazýlarý yayýnlandý. Bunlarýn Kardeþ Kalemler Mart 2007 baþýnda, Mýsýr “El-Risale”, Lübnan’ýn “El-Edip” ve Suriye’nin “El-Hadis” dergileri gelir. Ayrýca Irak’ýn El-Aklam, El-Mektebe, El-Tazamun, El-Sakafa ElHadise, El-Ahaa, El-Ehbar, El-Mese, El-Þaab, ElEmel, Kerkük, El-Siyase, El-Eyyam, El-Bele, Türkiye’nin Türk Dili, Türk Sanatý, Türk Yurdu, Türk Kültürü gibi dergilerinde, edebiyat, hukuk, tarih, folklor ve dil alanlarýnda birçok yazýsý yayýnlandý. Terzibaþý, çeþitli konularda yazdýðý yazýlarýyla birlikte Türkmen edebiyatý, dili ve folkloru alanýnda da deðerli eserler býrakmýþtýr. Onun bu alandaki çalýþmalarý birçok genç araþtýrmacýya ýþýk tutmaktadýr. Terzibaþý, Türkmen Edebiyatý’na yaptýðý hizmetle ün salmýþtýr. Onun bu alandaki çalýþmalarý, edebiyatýmýzýn bütün yönleri için kaynak sayýlýr. Aðýrlýklý olarak hoyratlarý ilmi bir metotla incelemiþ, düzenlemiþtir. 3 cilt halinde 1955, 1956, 1957 yýllarýn da yayýmladýðý “Kerkük Hoyratlarý ve Manileri” bir ata-ana mirasý olarak ölümsüzleþmiþ; þair ve bestekârlara ilham kaynaðý olmuþtur. Bilimsel bir dikkatle yazýp yayýnladýðý ansiklopedik “Kerkük Þairleri” araþtýrmasý, Irak Türkmenleri ve Türk dünyasýnda geniþ ilgi görmüþtür. Bu 3 ciltlik biyografik araþtýrmada Kerkük þairlerinin sanat yaþantýlarýný konu edinerek þiirlerinden örnekler vermiþtir. Klasiklerimiz arasýnda Ruhi, Nesimi, Fuzuli, Garibi hakkýnda birçok araþtýrmalar yazmýþtýr. Fuzuli’ ye iliþkin yazýlarý, onun çok yönlü bir yazar olduðuna ýþýk tutmaktadýr. Edebiyat tarihi içerisinde Terzibaþý’nýn yadsýnamaz bir yeri vardýr. Yer yer ince göndermeler yaptýðý yazýlarý bir baþka yönünü ortaya koymaktadýr. Ata Terzibaþý, baþlangýçta serbest þiire þiddetle karþýdýr. Zaman içerisinde bu anlayýþtan ayrýlmýþ, duygu ve düþüncelerin serbest tarzda da dile getirilebileceðini benimsemiþtir. Bir not olarak: Terzibaþý evlenmemiþtir. Sorgulayanlara,”Ben kitaplarýmla evliyim” demiþtir. “Usta Yazarýmýz, Terzibaþý ile bir gün Kerkük Adliye sarayýnda karþýlaþtým. O sýralar Kerkük Televizyonunda Spor programýný sunuyordum. Sunucunun bana benzediðini söyleyince: Evet Hocam, benim, dedim. “Olaðanüstü ve Konferans” kelimelerini kullanýyorsun. Bunlarýn yerine bilinen kelimeleri kullanýrsanýz daha uygun olur. Konuþma dili ile yazý dilini birbirine karýþtýrýyorsunuz…” dedi. Anladým ki, o dönemde Kerkük televizyonunda hazýrlayýp sunduðum programlarý çok titizlikle izliyormuþ… Saddam sonrasý iki defa evine ziyarete gittiðimde saðlýk sorunlarýndan dolayý kendisi ile çok fazla sohbet edemedik. Ancak, bana iki kitabýný hediye ederek, bunlarý Türkiye’de basarsanýz çok iyi olur dedi. Þ.K. Eserleri: 1.Þarký ve Türküler. Baðdat 1953 2.Kerkük Hoyratlarý ve Maniler 3 cilt1955,1956 ve 1957 Baðdat, Kerkük 3.Kerkük Havalarý Baðdat 1961. 57 4.Kerkük Eskiler Sözü Baðdat 1962. 5.Kerkük Þairleri.1 cilt Baðdat 1963 6.Kerkük Þairleri.2 cilt Baðdat 1968 7.Kerkük Þairleri.3 cilt Baðdat 1989 8.Arzu Kamber Masalý Baðdat 1964/Ýstanbul,1971 9.Kerkük Þairleri 4.cilt Kerkük 2000 10.Kerkük Þairleri 5.cilt Kerkük 2000 11.Kerkük Þairleri 6.cilt Kerkük 2001 12.Kerkük Þairleri 7.cilt Kerkük 2001 13.Kerkük Þairleri 8.cilt Kerkük 2001 14.Kerkük Þairleri 9.cilt Kerkük 2001 15.Kerkük’te Matbuat Tarihi.2 cilt-Kerkük,2001 16.Kerkük Hoyratlarý ve Manileri. Ýstanbul,1975 17.Kerkük Havalarý. Ýstanbul,1980 18.Erbil Þairleri. Kerkük, 2004 MÝLLÝ ÝNKILÂP ...Eskiden þairler, vicdanlarýný acýlar içinde býrakarak, büyüklere yaranmak amacý ile methiyeler yazar, riya postuna bürünüyorlardý ve yahut millet ve memleket meseleleri ile ilgilenmekten çekimser kalarak en fazla gazel vadisinde eserler vermeye çalýþýrdý. Veyahut da büyük bir korku ve heyecan içinde bocalayýp kalarak, elden ele dolaþan, þiirleriyle hürriyet hevesinin korkusunu yaymaya çalýþýrdý. Zaten halk edebiyatýmýz hep bu sahaya inhisar etmekte idi. Birinci Dünya Savaþýnda Irak’ý iþgal eden Ýngilizlere karþý duyulan nefret hislerini ilkin gizlemeyen halk, nihayet eski idarenin de takip ettiði politikasý yüzünden bunlarý açýða vurmak cesaretinden uzak kalmýþtýr. Bu bakýmdan halkýmýz, biricik tesellisini tanýyamadýðý hoyrat ve mani düzenlerin mini mini sözlerinde aramýþlardýr. Dillere düþen bu tür hoyrat, maniler veya þiirler her zaman büyük bir raðbet kazanmýþtýr. Þimdi ise edebiyatýmýz, sömürgecilerin kötülüklerinden ve onlarý destekleyen eski zalim ve baskýcý idarecilerin fenalýklarýndan kurtulmak yolunu tutmuþ bulunmaktadýr. Artýk memlekette esecek olan hürriyet ve adalet havasýna karþý duyulan hisler, ancak tabii bir sýr takip edecek ve edebiyatýmýz da kendine baþka ufuklar arayacaktýr. Ýnkýlâbýn henüz baþlangýcýnda ve her bakýmdan tamamý ile istikrar etmeye çalýþmak bizim edebiyatýmýzda yakýndan baþlayacak olan çýðýrýn ýþýðý altýnda adýmlarla, baþarýlý saðlayacaðýna inanmaktayýz... Kardeþ Kalemler Mart 2007 58 DÝLENCÝLÝK HASTALIÐI “Vaktiyle yazmýþtýk: Hayatýn tatlý olduðu kadar, acý ve garip cilveleri de vardýr...” Ýnsanlarýn arasýnda izzet nefsini küçültmüþ, hatta hiçe saymýþ bir zümrenin yüzsüzce yaþamayý öðrenmiþ olmalarý, bu cilvelerin baþýnda aþaðýlýk duygusunun en kötü örneðidir... Gerçekten bazý kimseler, muhitin veya tabiatýn merhametsiz felaketlerine uðrayarak, sözgeliþi bir kaza neticesinde yaþayýþýný kazanma vesilelerinden mahrum kalarak dilenmeye sürüklenebilir. Bunlara bir bakýmdan hak vermek doðru olur. Ancak birçoklarý bu sanatý bir yaþama ve bir kazanç vesilesi sayarak devam ettirdiðinde bu gibi insanlar beþeriyetin en düþük sýfatlý simalarý olarak tanýnýrlar. Bunda da dilenme bir hastalýk halini alýr. Böylece alýþmýþ olduklarý o pis âdeti bir an için bile terk etmeyi istemezler...” GENÇLERÝMÝZDE ARANAN VASIFLAR Vatanýn bütünlüðünü, milletin varlýðýný, içten gelen saf ve samimi duygu ve çalýþkanlýklarýyla, bilgi ve yüksek karakterleriyle muhafaza etmesini bilin. Böylece þanlý istikbali ellerinde tutmuþ olan gençler, baharýn yeni açmýþ gülleri gibi üzerinde durulmaya deðen önemli unsurlar olacaktýr. Her þeyden önce gençlerimiz, iþlerinde ve çok mektep hayatýnda çalýþkanlýklarýyla tanýnmalýdýrlar. Derslerinde baþarý saðlamayan talebe, milletine yararlý olmaktan uzaktýr. Gençlerimizde aranan önemli vasýflardan biri de: bilgili adam olmak vasfýdýr. Bilgisiz bir insan dal, budaksýz kuru bir aðaca benzer. Milli duygusu ne kadar kuvvetli olursa olsun bilgiden mahrum gençlerin topluluða karþý yapacaklarý yardýmlarý küçümsenir ve deðersiz kalýr. Hatta bazen zararlý bile olur... Bilgiye baþvurmadan herhangi bir zümrenin elde edileceði þüphe ile karþýlanýr. Me deni milletlerin bugünkü yüksek seviyeye ulaþma larý hep çalýþma ve çalýþma sonunda kazanýlan bilgi sayesinde verilmiþtir. Gençlerimizde aranan önemli bir vasýfta, ahlak yüksekliðidir. Ahlaký olmayan gençlik sefalete mahkûmdur. Gençler sadece çalýþarak bilgi edinmekle yetinmemelidirler. Kutlu ve saðlam esaslara dayanan milli ahlak kaidelerine baðlý kalmalarý þarttýr. Çünkü kötü ahlaklý aydýn gençler, kötüleri nin þer yolunda, iyi ahlaka sahip olanlar ise bilgilerini milletlerinin hayrý uðruna kullanacaklardýr... Kardeþ Kalemler Mart 2007 HECE VEZNÝ VE GENÇ ÞAÝRLERÝMÝZ ...Hece, þiirimizin özel bünyesine uyan ve halk tarafýndan tamamýyla benimsenen milli bir vezindir. Eskiden bu vezin, sanat deðerini gütmezmiþ. Divan þairleri, aruz veznini büyük bir dikkatle iþlemiþlerdir. Halk þairleri ise hiçbir zaman heceyi kullanmaktan kendilerini alamamýþlardýr. Bu arada halk þiirinin en güzel örneklerinden sayýlan hoyrat ve manilerin hep hece vezni ile yazýldýðýný görmekteyiz... Hece ile yazýlan þiirlerin ahengi, bilindiði gibi sadece ses kesmeleriyle ölçülür. Makta karþýlýðýnda kullanabileceðimiz bu ses kesmeleri, hece, durak ve durgu gibi adlarla adlandýrýlmýþtýr. Nitekim (El) sözcüðü (Kelime) bir maktadan ibaret olup, bir heceli sayýlýr. Adlý sözcüðü ise (Eldi) biçiminde takti edildiðinden iki heceli,(aldýlar) sözcüðü ( eldiler) biçiminde üç hecelidir. Böylece hece veznine bir þiirin her kanadýnda geçen bütün sözcükler toplu halde ayný sayýda hece (makta’tan) kurulur... Þiirin her kanadýnda hece sayýsý ister 7 ister 8,11,12,14 olsun ayný þekilde kullanýlmýþsa vezin mutabakatý hâsýl olmuþ demektir. Yok, eðer bir kanat 7 heceli öbür kanat 8 heceli ise o þiirde vezin aksaklýðý var demektir... YAZI DÝLÝ-KONUÞMA DÝLÝ Halk dili yazý yazmak hevesine kapýlýrsak 1001 çeþit lehçe ile yazý yazmak zorunda kalýrýz... Nitekim Irak Türkmenlerinin bile çeþit çeþit lehçeleri var dýr. Hatta Kerkük’ün bir mahallesi olan (Tisin) halkýnýn lehçesi bile bazý hususlarda Kerkük lehçesinden ayrýlmaktadýr. Kerkük’te muhatap adeti olan ( küçük kâf) yerine (u) kullanýldýðý halde (i) kullanýlýyorlar.. Umumi yazýda halk lehçesini kul lanmak olmaz. Her millette olduðu gibi konuþma dili yanýnda umumi bir yazý dili vardýr ki hep bunu kullanýyoruz ve kullanmalýyýz da... Ancak folklor araþtýrmalarý sahasýna giren hususlarýn halk diliyle yazýlmasýnda bir zarar yoktur... FAÝZ’ÝN ÞÝÝR ANLAYIÞI Kerküklü Faiz, umumî Türk Tasavvuf þiirinin en son mümessili sayýlýr. Þeyh Galib’i öyle bilenler Faiz’i ve þiirini tetkik etmek fýrsatýný bulamadýklarýndan görüþlerinde yanýlmýþlardýr. Tekye [tekke] muhitinde yetiþen Þeyh Fâiz’in þiirleri dýþ anlamýyla beþerî aþký terennüm eder görün- 59 mekle birlikte iç kavramýyla sýrf tasavvufu yansýtan deðerli eserlerdir. Onun þiir telakkisini yani þiiri hakkýnda kendi görüþ ve anlayýþýný her yönü ile öðrenmek için elimizde yeterli sayýda eserleri pek bu lun ma mak la birlikte, bu konuda bazý þiirlerinden az çok yararlanarak birkaç söz söylemeyi gerekli gördüm. Kerkük Kalesi Fâiz, aklý yoluyla bulamadýðý Tan rý’yý gönlüyle aramýþ ve kalbini Rabbanî ilhamla dolu bulmuþ bir þair olarak, Tanrý vergisi þiirleri ile her ne kadar görünmek istememiþse de, baþkalarý gibi þiiri hakkýnda ister istemez, þahsî düþünüþünü ikide birde açýk, ya da dolaylý biçimde belirtmekten kendisini alamamýþtýr. Teþbih ve mecaz yoluyla olsa da bazen þiirleri ile övündüðünü görüyoruz. Ünlü Bahariyesinde tahayyül edip arzuladýðý güzelin sanattan anlayan zevk sahibi bir dilber olmasýný temenni ettikten sonra; Þi’r okusa ba mesnevî yani kelâm-ý manevî Geh Türkçe gah pehlevî geh Nefi vü geh Muh teþem beytiyle Fars þairi Muhteþem, Türk þairi Nefî ve Mevlana Celaleddin Rumî’yi beðenip anmasý, asýl kendi þairlik kudretini göstermek arzusundan doðmaktadýr. Nitekim beyitte kendi þiirinin istenilen güçte olduðunu dolaylý biçim de söz konusu etmiþtir. Bu tavrýný Cebin-ü ârýz-ü la’l-ü dilinde hatimdir Güya Fasihi vü melihi vü beliði vü suhandânî bey tiyle de yaparak kendisini, ikinci mýsrada sözünü ettiði mevhum ya da hakiki þairlerin yerine koyuyor. Þöyle ki Fasihi mahlaslý þair fesahatini memdu hunun zekâ alameti sayýlan alnýnýn geniþliðinden, Melihi mahlaslý þair de þiirinin güzelliðini sevgilinin yanaðýnda, Beliðî ise belaðatini dudaðýndan, öteki söz ustalarý da sanatlarýný mahbubun tatlý dilinden aldýklarýný belirtiyor ki aslýnda, kendisinin fasih, melih, belið ve söz ustasý bir þair olduðunu ve ilhamýný memduhunun kemâl-i feyzinden aldýðýný söylemek istiyor: Çaðdaþý Kerküklü þair Sâfi ile yaptýðý müþaaresinde onu Türk þairlerinden Nâbi ve Nefi, Fars þairlerinden Ezrakî, Unsurî ve Enverî gibi ünlü þairlerle deðerlendirmesi hep kendi þiir kudretini göstermek içindir. Bir ara Sâfî’nin þiirini takdir ederek; Her beytine bin kise zer olsaydý eylerdim nisar ve: Her þi’ri bir Beytülgazel bi naks-u bi ayb-ü halel gibi mýsra’larýyla onun þiiri için kullandýðý vasýflar arasýnda Beyt, Þiir ve Beytülgazel terimlerini kendi þiirini de öðmek için seçmiþ sayýlýr.. Baþka bir beytinde de Divan, Matla’ ve Makta’ terimlerini ayný amaçla kullanmýþtýr. Yine bu müþaarede Safi’ye seslenerek söylediði, Sen kâtib-i Divan-i Þah çarh-i hükûmet içre mah Bâ haþmet-ü-bâ dest-gâh ben her fakirin afkarý beytinde geçen [kâtip] sözüyle Safi’nin hem parlak bir hükûmet memuru, hem de deðerli bir yazar olduðunu belirterek kendisini ise fakirin fakiri yani Tanrýya muhtaç Mutasavvýf Derviþ bir þair saymakla þiir telakkisindeki gururlu tevazuunu ifade ediyor. Bu ifadeyi Müþaaredeki medhiyesinin makta’ beytinde de görmekteyiz; Þimdi bil Fâiz benim gelmem sana bicâd gül Kes dahi etme mutavval bahsi hoþtur ihtisar Kardeþ Kalemler Mart 2007 60 Þair bu beytiyle teþhis ve intak sanatý yaparak sevgilisini konuþturmaktadýr. Onun diliyle kendisine az ama öz söylemeyi tavsiye ediyor. Bunda “Hay rü’lkelami ma kalle ve dell” vecizesinden gururlanmýþtýr. Ne var ki bununla, otuz dört beyitten ibaret olan ve pek kýsa sayýlmayan manzumesinin anlamlý ve delaletli olduðunu belirtmek istiyor! Þairin bu biçim anlatýmýný Ramazaniye kasidesinin Taç beytinde de görüyoruz. Þöyle ki: Faiz Ramazan ruzesi hep aklýný almýþ Þath eyleme bil haddini kes bu hezeyaný beytiyle þiirin hezeyan dolu Þathiyat kabilinden bir eser sayan Faiz aslýnda kendisini cezbeye kapýlmýþ bir halde tahayyül ettiði için halkça melûf olmayan kurumsuz sözlerle konuþtuðunu, bu sözlerin görünüþte çirkin ve deðersiz, hakikatte ise rabbani ilham ile dolu ve kýymetli olduðunu mütevazý’ ama gururdan naþi bir eda ile ifade ediyor. Yine bu manzumede geçen: Tarih-i Kiyâný ko dua-yi kadehi oku Haldun ibn-i Haldun ile ibn-i Hallikâný beytiyle sakiye seslenen þair onun, Kiyânilerin ta rihinden ve ünlü tarihçilerden Ýbn Haldun ile Ýbn Hallikân’ýn eserlerinden fýkralar anlatacaðýna, þarabý öven þiirler okumasýný istiyor da bununla sakiye, asýl kendisinin söz konusu þiirini okumasýný tavsiye ediyor. Böylece þarap ile ilgili manzumesi nin, hala münasip güzel bir eser olduðunu dolaylý biçimde belirtiyor. Faiz, þiirleri ile ara sýra açýktan açýða övünmektedir. Bir gazelin makta’ beytinde þiirini nazým ipliðine dizilmiþ inci taneleriyle süs levhasýna çekilmiþ lü’lüe benzetiyor: Düzüldikçe dürr-i eþ’âr-ý Fâiz riþte-i nazme Cekilmiþ safha-i zinette resm-i leâl üzre Baþka bir gazelinin yine makta’ beytinde þiirinin parlaklýðýna telmihle düþüncesini, kýnýndan sýyrýl mýþ keskin bir kýlýç gibi her zaman ileri ve önde görüyor: Yüz adým tið-fikrim sabkat etmiþ Fâiza senden Üç adýmda güzeller zümresinden pây-hüban tek Bu beytiyle, manzumelerinden hýzlý düþünce ve yahut tabiat-i þi’riyesinin -ki bazý yazma nüsha Kardeþ Kalemler Mart 2007 larda (tið-fikrim) sözü (tab’ý-þi’rim) olarak da geçiyor. Deðerli oluþundan söz ederek üç adým atlayan güzel gencin kuvvetli olan ayaðý gibi þiirinin de güçlü ve önde oluþunu anlatýyor. Bununla da güzel ve düzgün olan sevgilisi gibi parlak ve mevzun þiirler yazdýðýný teþbih ve istiâre yolu ile mübalaðalý biçimde belirtirken ayný zamanda sanat icra eden genç derviþlere de öncülük ettiðini dolaylý þekilde söylüyor. Fâiz ilahî aþkla kavrulup yanan hakiki bir sâlik olmak itibarý ile þiirdeki ilhamýný hep bu aþktan aldýðýna iþaret ederek: Kaðýdým çarh-ü midadým bahr-ü ömrüm ta ebet Olsa da key Þerh-i Þavkýn namesi tekmil olur! Beyti ile þöyle diyor: “Þiirimde ifade kusuru bulunup da acze düþmüþ isem, bunun asýl sebebini güçsüz bir þair olmaktan çok konunun geniþ ve engin olmasýnda aramak gerekir.” Aslýnda Faiz bununla ruhunun coþkunluðunu ifade ediyor. Beyitte geçen þerh-i þavk sözü þiir için önemlidir. Tasavvufta (mahabbetüllah) yani Tanrý sevgisi anlamýna gelen þavk bir bakýma ateþtir. Bunu söndürmek için vuslat gerektir. Bu sebeple Faiz’in, üzerinde dönüp durduðu ve üstü kapalý biçimde þerh etmek istediði þavkla Tanrý likasýna ermeði arzulamasý söz konusudur. Ýlâhi aþkýn konu alýndýðý bilinen rumuzla ve iþaretli sözlerle süslü bütün þiirleri, hakka yönelik bir sa likin feyz rabbânisi olduðuna inanan þair kendisini baþka bir þiirinde Talip, Cazip ve Âþýk diye tavsif etmesi ve bir ara Sâfi ile sözü edilen muþaaresinde ona: Bu aþktýr bazî deðil þir-ü gazel sazý deðil Çizhâr canbazî deðil ey þairanýn mehteri yollu seslenerek meslektaþýný mahsüs âlemde büyük bir þair olarak göstermesi, aslýnda kendisini ilâhi aþk uðrunda mesafeler alan coþkulu bir þair gibi tanýtmak istemesinden kaynaklanýyor. Faiz kendi þiirinin, tasavvufî teemmülât ve mücahedesinin bir semeresi olarak keþif yoluyla meydana geldiðini, Safi’nin þiirini ise beþerî mahsul olarak deneme ve alýþkanlýk sonunda duyulur þekilde belirdiðini anlatýyor. * Kardaþlýk Dergisi, yýl:6, sayý 21, (Temmuz - Eylül 2003), s.14–15. Gagauz Türkülerinin Estetik Görünümleri 61 (Cadýr-Lunga Müzesinin audio koleksiyonundan) STEFANÝDA STAMOVA* - AKTARAN: VALENTÝNA TABUNÞÝK Gagavuz folklorumuzun oluþmasý, binlerce yýl sürmüþ ve halkýmýzýn manevi hayatýnda daima önemli bir rol oynamýþtýr. Bununla birlikte halkýn estetik düþünceleri de oluþmuþtur. Bu estetik düþünceler, bazen halk deyimlerinin yardýmý ile bazen de halk yaratýcýlýðý yardýmýyla açýklanmýþtýr. Güzellik tanýmlamalarý ve estetik idealleri, lirik halk türkülerimizde dile getirilmiþtir. Kýza, kadýna yönelik iyi yaklaþýmý ve insanýn ince duygularýnýn güzelliði türkülerimizde “güzel kýz”, “dünya güzeli”, “dilber” sözcükleri ile açýklanmaktadýr. Türkülerin kahramaný genç bir erkek, bize kendi duygularýný ve güzelliðe hayranlýðýný anlatmaktadýr. Tabii ki, güzelliðin de gerçek belirtileri vardýr. Halkýn estetik normlarýna göre kýzýn yüzünün beyaz, yanaklarý pembe, kaþlarý ince ve siyah, boynu kývrak, sesi yalpak (güzel), sözleri “bal gibi tatlý”, beli ince, gözleri “meneviþe gibi” olmalýdýr. Bunu örneklerle açýklamaya çalýþacaðým: “Melek gibi bakýþlarý, Alma gibi yanaklarý Kýraz gibi dudaklarý Güven gibi gözçezleri” “Hey keten, keten halk türküsü” “Daldan inçä fidan gibi” (Fidan gibi boyu var,) Baldan tatlý þeker gibi (Þeker gibi dili var) “Ýlkyaz” halk türküsü” “Baþçadaki fidan gibi boyu var, Duvardan kireç gibi teni var, Baldan tatlý þeker gibi lafý var.” (“Düünürlük türküsü”) Daha iyi açýklayabilmek için konusu sevgi olan türkülerimizde güzel kýzýn yüzü mey veler veya çiçeklere benzetilerek anlatýlmaktadýr ( gül,meneviþe vs.). “Kýzýn üzü gülfatma Sän ona laf katma...” (Maani) “Hay kýzým, kýzým, kýrmýzý gülüm Seni ister popaz oolu Verelim ona...” (“Hay kýzým” halk türküsü) “Benim da gözüm gözäl Baada üzümä da pek benzär... Benim da yanaam gözäl Kýrmýzý almaya pek benzär... Benim da aazým gözäl Olmuþ kerezä pek benzär” Yukarýdaki örneklerde, güzelliðin sadece insanýn gözüne deðil, tadýna, algýsýna ve kokusuna da hoþ geldiðini açýklamýþtýk. Halk estetik görüþlerine göre, kýzýn gururlu ve nazlý olmasý gerekmektedir: “Kýzýydým, nazlýydým, gelin ettiler; Kardeþ Kalemler Mart 2007 62 sýrmalý saçýmý pelik ettiler” (“Kýzýydým, nazlýydým” halk türküsüdür”). “Sän da bir alýnmaz kaleyasin, Çocuk baþýna bir beleyasýn.” (“Karþýda duran dilber”) Ayrýca türkülerimizde insanýn manevi güzelliði de iþlenmekte ve duygularýmýzý dalgalandýrmaktadýr. Sevgi ve güzelliðin sonsuza kadar olmasý isteði de söz konusudur. Halkýmýz türküler vasýtasýyla güzelliðin çok güçlü olduðunu gös termektedir. Güzellik, göz alýcý, þaþýrtýcý ve rahatsýz edicidir: “Seni görän çocuklar Oynu þaþýrýr Tutup-tutup kolundan Aul aþýrýr” “Yoldan geçen çocuklar Aklýný þaþýrýr” (“Hay tepeler, tepeler” halk türküsü) “Sana baka-baka marý kýz Gözüm süzüldü Versän o al basmaný Gözümü sileyim” (“Þu baa çotun altýnda”) Fakat güzellik olmasaydý(yok sayýlsaydý) insanýn manevi güzelliði de olmazdý. Halk görüþüne göre ideal güzellik, sadece, hem dýþ hem de iç güzellik bir arada olduðunda varolmaktadýr. Manevi güzellik olmadýðýnda, kýzýn fiziksel güzelliði boþ bir kalýp olarak algýlanmaktadýr. Dolayýsýyla Gagavuz türkülerimizde kýzýn karakterinin iyi taraflarý gösterilmektedir: Sabýrlý, akýllý, vicdanlý ve utangaç olmasý önemlidir. Fakat en büyük güzelliði de sevgilisine, eþine, niþanlýsý na karþý baðlýlýk ve doðruluktur. Böyle bir kýz, ne olursa olsun, sevgilisine yardým edecek; zor vakitte destek olacaktýr. Anne-babasý onu terk ettiðinde bile, kýz, sevgilisini kurtarmak için elinden geleni yapar, her þeyini verir. “Varýn da söliyin bobama Alsýn da satsýn beygirciyni, Varsýn da bana zýndana. -Ne beygirciymi satarým, Ne da “oolum var” deyarim Kardeþ Kalemler Mart 2007 “Varýn da söliyin anama Alsýn da satsýn malýný, Varsýn da bana zýndana. -Ne malýmý satarým, Ne da “oolum var” deyarim. Varýn da söliyin yavkluma: Alsýn da satsýn leftlerini, Varsýn da bana zýndana. -Hem alarým, hem satarým, Hem da yavklum var dayarim.” (“Varýn da söliyin” halk türküsü) “Korkut Dede” kitabýnýn/ Oðuz Eposu 10-11. as. 5. bölümü dikkatimi çekmiþtir. Domrul isimli genç bir erkek, kendisi için kurban olacak ve onun hayatýný kurtarabilecek birisini aramaktadýr. Domrul için kurban olmayý ne annesi ne de babasý kabul etmiþlerdir. Sadece, onu çok seven eþi bunu kabul etmiþtir. Ne anlama gelir acaba bu benzerlik? Bu, ani bir rastlantý mýdýr, yoksa Gagavuz folklorunun derin köklerinin gerçek bir göstergesi midir? Ne olursa olsun, akýllý bir araþtýrmacý için burada daha çok iþ vardýr. Evvelki Gagavuz geleneklerine göre gü zelliðin, iyiliðin, hoþluðun daha belirgin olma larý için bunlar, türkülerimizde kötülük ile karþýlaþtýrýlmaktadýr Kötülüðün ne olduðunu halk açýk göstermiþtir: kýskançlýk, fenalýk, kincilik ve tembelliktir. Türkülerimizde, tembel kadýnlar ayýplanýr: “-Ha, be çoban, Gitsänä koyunarlan. -Of,of, Yamuýrcuk ta yaayor. -Yok mý yaamurluyn? Giisänä! -Of,of Vardýr, ama yýrtýktýr. - Yok mý karýn yamasýn? - Of,of, Var, ama yamamayor...” (“Ha be, çoban” halk türküsü) Halkýn deyiþiyle tembel bir kadýn eþinin baþýna bela gibidir. Çobanýn sürekli olarak “of, of” diye dertlenmesi, çektiði sýkýntýsýný yansýtmaktadýr. Komik bir türküsünde (“Düzenciyka”), tembel bir kadýn, dokumak istemediði için halý tezgahýna domuzu, öküzü ve fareyi oturtuyormuþ. Fakat hayvan, insan iþini yapar mý acaba? Türkümüze bir danýþalým: 63 “Sekizdän da pamuk aldýn, Dokuzdan da düzen koydum, Öküzä da verdim dokusun. Öküz onu dokumadý, Öküz onu buynuzladý. Sekizdän da pamuk aldým, Dokuzdan da düzen koydum, Domuza verdim dokusun. Domuz onu dokumadý Domuz onu kalakladý. Sekizdän da pamuk aldým Dokuzdan da düzen koydum Sýçana verdim dokusun. Sýçan onu dokumadý Sýçan onu kýymýkladý” Gagavuz türkülerinin çoðunun konusu, kayýnvalidenin geline karþý sert ve kötü davranmasýdýr. Kayýnvalidenin ve gelinin anlaþamamasýnýn manasý çok derindir, sosyal iliþkileri çok karýþýktýr ve evvelki Gagavuzlarýn, yani atalarýmýzýn yaþadýðý dönemle iliþkilidir. O yüzden, bu anlaþmazlýk bir araþtýrmanýn konusu olabilirdi. Fakat bu probleme göre, türkülerimizde daha ciddi aile problemleri ortaya çýkmýþtý. Genç, becerikli gelin, kocasýnýn evine mutluluk getirmiyor. Kýskanç, fena kayýnvalidenin yüzünden adam, tamamen suçsuz eþini öldürüyor. Oðlunun kýzgýnlýðý ve gereksiz kýskançlýðý kayýnvalidenin elinde bir silah gibi oluyor... O silah yardýmýyla o, sevmediði gelinini hemen yok ediyor: “...- Senin Tudorkan pek yorgun, Çýrak çobannan konuþtu. Dimule üfkesinä geldi Kapudan da girikän Tudorkinin kellesini ayýrdý. Açansa baksa pençereya Üç iplik iþlemiþ Bir erkek gölmää dikmiþ O zaman Dimule kafasýna urmuþ: –Ah ana, duþman ana Sän Dudorkinin baþýný idin...” (“Mari Tudorki” halk türküsü) Sözü gelmiþken, Gagavuzlarda iyi kayýnvalide hakkýnda türküler yoktur! Gagavuz folklorunda, kötü kýz kardeþi anlatan türküler çok yaygýndýr. Bu türkülerin genelinde, kýz kardeþ, aðabeyini ve yengesini sevgilisiyle görüþmesine izin vermedikleri için zehirlemektedir. Kýz, kendi mutluluðu, kýsmeti, doðruluðu için uðraþmasýna raðmen, halk onu ayýplamaktadýr: “...-Ya buyur, bä batü, Bir filçan þarap! Ya buyr, bä bulü Biyaz þarap. Buyurduu gibi Erä düþerlär. -Pek mi kolaydýr Bulüylan batü, Pek mi kolaydýr Ýstediyindän ayýrma.” (“Gözäl Tudorka” halk türküsü) Ayný þekilde kýzýn kýskançlýðý ve kini de ayýplanmaktadýr. Bunu kanýtlayan ‘’Üç haci çorbacý” türküsüdür. Kayýnvalidesi, gelini çok çalýþkan ve becerikli olmasýna raðmen hiç methetmemiþtir: ...”Haci çorbaci Gelinini üünmüþ: -Ah benim gelinim, Ýþçi gelinim, Üç günün içindä Üs endezä bez dokudu, Ama Yanka kýzým, Üç yýlda da dokumadý”.. Yanka bunu duyduðunda yengesini zehirlemiþ. Örneklerde de gördüðümüz gibi, içimizde büyütülen kötülükler, insana zarar vermektedir. Ancak içimizdeki bu kötülükleri yendikten sonra, güzel olabileceðiz. Halkýn kýz, kadýn güzelliðine önem vermesi apaçýktýr. Bunun sebebi de, bu dünyadaki hayatýmýzýn kadýna baðlý olmasýdýr. Çünkü kadýn, eve bakýyor, çocuklarý büyütüyor, o her bir evin hoþluðunu ve eþinin varlýðýný saðlamaktadýr. Bu yüzden, kadýnýn hem fiziksel hem de manevi güzelliði olmalýdýr. *Çadýr-Lunga Müzesi Müdürü Kardeþ Kalemler Mart 2007 Türkü Yazýlarý 64 ÝSMAÝL GÖKTÜRK Muhterem Hocam Muzaffer GÖZÜKARA’nýn “Türkü Yazýlarý” isimli manzumesine âcizâne bir þerhtir Yüreði aðzýna kadar doluydu... Azýk olarak çileyi ve aþký almýþtý. Hayatý idâme ettirmenin gerek ve yeter þartý, ekmek su gibi katýksýz nimet olan çile ve aþk... “Uzun Ýnce bir yolda” toza topraða belendiði yer Anadoluydu. Yüreði aðzýna kadar doluydu. Bir kelam, bir nazar, bir þekil mýzrap olup ezgilerin sýkýþtýrdýðý yüreðe dokunmuþ olsaydý, ebediyete gerilmiþ teller, bir bir kopacaktý. “Bir türkü” diyordu. Þehâdet makamýna bir adým kala, gözlerinde “bir yudum su” feryadýyla kývranan bir yaralýnýn sancýsýyla, “bir türkü” diyordu. Kanayan bir yaraydý yürek, bir türküyle daðlanmalýydý. Yumdu gözlerini. Sýrýlsýklam sevdalý, tutundu bir allý turnanýn kanatlarýna. Adý “ana”ydý kadýnýn. Yýllar var ki, bir haber alamamýþtý Yemen’e yolladýðý yavrusundan. Büyütüp beslemiþ, “esker” eylemiþti. Bir döneydi yavrusu elleriyle yedirecekti, tandýr kömbelerini. Kaygana yapacaktý, bir tas da ayran. Öpüp koklayacaktý sonra. Dönüp gelebilenler, “bir çift potinle bir de fes”, bir aðýtlýk nefes getirmiþlerdi ondan. Ana, þehâdete duyduðu müebbet ihtiramla yüreðinin ortasýna yerleþtirdi acýsýný. Türkülerin hasýný yaktý oðluna. Oðluna ve onun þehit dostlarýna... Yüreði aðzýna kadar doluydu. Yaranýn kaný durmamýþtý. “Bir türkü” diyordu, mehterin serhat boylarýnda vurduðu. Kýlýcýnýn þavkýyla aydýnlanan deliþmenlik çaðlarýndan arta ka lan türkü. Üzengiye bastý mý eyere yerleþme den Tuna’yý aþtýðý zamanlarýn türküsü. Kadýr galarýn kalyonlara rampasýnda denizler ça týrdarken bir leventin dilinde titreyen türkü. Kardeþ Kalemler Mart 2007 “Yiðit olan döne döne dövüþür” diyen türkü... Kan kesif bir halde akmaktadýr. Serin demir yarayý daðlayamamýþtýr. “Topraða basmalýdýr deli gönül” Bazen çöllerde isimsiz bir mezar, bazen sularda kefensiz þehit, bazen çemberde amansýz bir yiðit olmalýdýr. Yangýnlar içinde uzayan çöle, bir yayla pýnarý gibi akmalýdýr kaný. Sarýkamýþ’ta “Kar Çiçekleri”ne dönüþmelidir; bir kartal olmalýdýr “Dargo”da. Kafkas daðlarýný moskof’a zindan etmelidir. Sonra, yönünü çevirdiðin her sýnýr cephe olmalýdýr. Trablusgarp’tan, Mýsýr’dan, Filistin’den, Suriye’den, Kafkaslar’dan, Balkanlar’dan kan revan içinde düþmelidir, Anadolu’ya. Anadolu, binyýlýn kalesi, düþmelidir yeniden alýnmak için... Bir yiðittir o. “Adý yiðitlerle okunur”. Kýtlýðý, seferberlik yýllarýný yaþamýþtýr. Evdeþini ellerinin kýnasý kurumadan Allah’a emanet edip düþmüþtür yollara. Sýrtýnda boyundan büyük mavzeri taþýmaktan yorgun düþünce, baðdaþ kurup bir küflü ekmek olan tayýný yerken “cepheye varmadan þehit olmasam” diye dua etmiþtir. Boynu bükük uçmuþtur göllerden sunalar ve dönmemiþlerdir. Sonra bir kara yýlan gibi çöreklenmiþtir memlekete zulüm. Gâvur, Müslüman bellisiz olduðunda daraðaçlarýnda ýslýklanan rüzgâr, garip bir türkü. Gözyaþý bir türkü, hep yaþlý bir türkü, bir gönül türküsü, bir ayrýlýk türküsü, bir verem türküsü, bir tükeniþ, bir ölüm türküsüdür... Yüreði aðzýna kadar doluydu. Kan kesilmek bir yana, þorlamaya durmuþtu. “Aman bir türkü” diyordu. Bir âh türküsü. Varýlmak istenen varýlamayan, olunmak istenen olunamayan, ölünmek istenen ölünemeyen bir türkü... Yetimlerin yoksullarýn yurdu olduðu kadar, vurguncularýn, yaðmacýlarýn da yurdudur Anadolu. “Bir kiþiye tam dokuz, dokuz kiþiye bir pul” düþmüþtür. Adý, Müslüman Anadolu insanýnýn öteden beri yavrularýna vurduðu isimlerden bir isimdir. Yapýlan taksimde ona, rýzkýný el aralýklarýnda ahýr temizleyerek, itilip kakýlarak kazanmak düþmüþtür. Ayak yalýn baþ açýk çobanlýk yapan kardeþinin kavalýnda, anadan yetim, babadan yetim, bayramda eli öpülecek kimsesi olmayan bir türkü çalar... Anadolu’nun çehresi deðiþmiþtir. Drama köprüsü nerdedir bilmez çocuklar ama Hasan’ý tanýr. Silahlar oyuncakçýda satýlýr, ama Hasan’ýn “martini” satýlmaz. Tuna’nýn inadý kýrýlmýþtýr, artýk akmam diyemez. Sivastopol önündeki “Yýkýk Minare” ne olmuþtur kimbilir. Kaðnýlar, Çete Bayramlarýnda asfalt yollardan geçirilir. Çetelerin, efelerin, zeybeklerin türkülerinde ezgisi vardýr kaðný gýcýrtýlarýnýn. Koca bir hüzün medeniyetinden geriye, kala kala türküler kalmýþtýr. Bu yarayý hem kanatan, hem daðlayan, hem onacak olan türküler. “Ne þirin dert bu, dermandan içeri”... Dün olduðu gibi, insan, bizim insanýmýz; tür- 65 kü, bizim türkülerimizdi. Bu sazýn telleri hüzne, gurbete, hasrete, aþka akortluydu. Yani insana özgü deðerlere. Ama kan, hiç durmadan akýyordu. Yara, belki kurþun yarasýydý, belki sevda yarasý, belki yoksulluk, belki bir söylenmez, adý anýlmaz yara. “Bir türkü diyordu.” “Harmaný yanan bir ihtiyarýn yoksulluðunca yanan” bir türkü. Köyünden, topraðýndan kopup üç kuruþluk helal lokma ya da üç kuruþluk tahsil uðruna þehirlerde yokluk periþanlýkla türlü hastalýklarýn pençesinde can veren “Celal oðlanlarýn” türküsü. Kuru yerde yatan, ayaðýna dikenler batan, soðuk sularla yunulan bir türkü... Kan durur gibi olmuþtu. Saz durmamalýydý. “Benim sadýk yarim” diyerek topraða yürümeye vurmalýydý. Bir mezar türküsü vurmalýydý, üzeri otlar kaplý, bir Fatiha’ya muhtaç, bir duâya hasret olmanýn türküsünü vurmalýydý... Kan durmuþ, yürek yorulmuþtu. Mýzrap sazýn son telinde Anadolu’yu ve Anadolu insanýný anlatýyordu. “Bir türküyüm ben, adý saný bi linmeyen, dillere hiç düþmeyen, sazý sözü olmayan, hiç olmayan bir türkü...” Kardeþ Kalemler Mart 2007 66 Merv Ya Da Þimdilerde Mari BEKÝR SIDDIK SOYSAL Kaybolanýn ve arananýn hayali ve trenimizin yeknesak musikîsinin senkronunda, çocukluðumun derin, uzak gecelerinden kulaðýma uzanýp gelen sesler gibi, karanlýðýn kalýn perdesini þöyle böyle aralayan zayýf, ölgün parýltýlardan ibaret, duvar ve aðaç gölgeleri ile çevrelenmiþ bir dehlize uzanýyoruz. Kendi çapýnda iddialý ve mutantan lobiden apar topar, sürüklenircesine bir mahzene indiriliyoruz. Ve yine içimizde ta buralara kadar taþýdýðýmýz meselelerimizle, sýcak ama ürperten, yaldýzlý Orta Asya gecesine bürünüveriyoruz. Yorgunluðuma raðmen bu yabancý odadan sýkýlýyorum. Ve içimizden yayýlan kendi ýþýðýmýzýn aydýnlýðýnda, kendi yorgunluðumuzdan ibaret gücü müzle menzile adým atýyoruz. Ýstasyondaki kalabalýða raðmen, ýssýz bir yol ortasýnda inmiþçesine bizi sessizce karþýlayanlarýn sevk ve idaresinde otele varýyoruz. Kardeþ Kalemler Mart 2007 Bu coðrafyadaki insanýmýzýn alýþýlmýþ cömert ve mükrim sofra manzarasý ile ortamýn tezadý, yol yorgunluðu, iþtahýmýzý etkiliyor. Kimsede yemek hevesi yok. Çar çabuk odalarýmýza yerleþtiriliyoruz. Yerleþmek sözü öylesine... Yerleþemiyorum. Eþyalarýmý býrakýp þuursuzca geri çýkýyorum. Türkmen türkülerinin içinde çokça rastladýðým ama bir mânâ veremediðim, türküye adeta ið- neyle tutuþturulmuþ hissi veren ve ilk bakýþta melodik yapý ile de pek baðdaþmadýðýný düþündüðüm garip iç geçiriþler, iç çekiþler yer alýyordu. Aþkabat’ta görevli öðretmen arkadaþlara sorduðumda, açýklayýcý olmayan ama cahilce alaya alan ifadelerle karþýlaþmýþtým. Koridora henüz adým atmýþtým ki iþte bu seslere benzeyen, fakat alabildiðine hoyrat ve sarsýcý iç geçiriþler duyuyorum. Çýðrýlan bir türkünün arasýndan fýþkýran bir aþkýn ruhun hýçkýrýðý, hatta feryadý ile kalakalýyorum. Bu sesteki karþý konamaz lirizmin sevk-i tabiisiyle yürüyor, loþ koridorun ucundaki bir odanýn kapý aralýðýndan sýzan ýþýk ve sesi yararak içeriye süzülüyor, yakýndaki bir yere iliþive riyorum. Odadaki üç kiþiden ikisi tanýdýk. Heyetimizin müzisyen üyeleri: Ýrfan Gürdal ve Bayram Bilge Tokel... Üçüncü kiþi mezkûr sesin sahibi. 35-40 yaþlarýnda, daðýnýk, hatta hýrpani kýlýklý, sesi ile müsemma hoyrat görünüþlü. Sazýndan hýrçýn dokunuþlarla çýkardýðý çýlgýn seslere, hoyrat ama fevkalâde lirik okuyuþu eþlik ediyor. Gözler kaymýþ, sanki birer sedef düðme, yüzü çarpýlmýþ gibi, bütün diþleri görünen aðzýnýn kenarlarýnda köpükler birikmiþ. O apak gözelerden biteviye akan yaþlar, bu köpükleri yýkýyor. Bize kültürümüzün arkaik dönemlerine ait tipler arasýnda tanýtýlanlardan biri, zamane kýyafeti ile karþýmýzda. Seyahat meþakkatimiz meyve vermiþ, çocukluðumdan itibaren mücerret bir levha halinde zihnime nakþolan “bahþý” kelimesi bire bir te cessüm etmiþ, vahþi olan, ünsî hale gelmiþti. Bayram ve Ýrfan büyük kâþiflerin hâlet-i ruhîyesi ile kayýt sandýklarýna bu ses hazinesini doldurma cehdi ve keyfi içindeler. E.. aþk olsun, diye söyleniyorum. Daha birçoðu muz eþyasýný yerleþtirip, soyunup-dökünme fýrsatý bulamadan onlar, bu kültür maslahatý ile meþguller. Bahþý susunca Bayram ve Ýrfan’a, türkü içinde ki bu hýçkýrýklarý soruyorum: 67 “Müzik; ona hayat veren toplumlarýn tarihi, kültürel ve sosyal süreçlerinde, zaman-zaman ayrýntýya inen yansýma ve tezahürlerle þekillenir” diye söze baþlayýp, açýklamalarýný birbirlerini tamamlayarak sürdürüyorlar. “Bu; vokal esaslý müzik eserinde, çok derin tesirler ve dramatik gerilim saðlayan bir iç ses, bir gýrtlak sesidir. Batýlýlar ‘throath sining’ diyorlar bu kabil seslere. Orta Asya müzik geleneðinde ( özellikle Tuva, Altay, Hakasya ve Saha Yakutya’da ) oldukça yaygýn olan ve “boðaz çalma” diye adlandýrýlan bu tavýr, bu mütemmim unsur, bu coðrafyadaki Türk Boylarý’nýn göçebe ve cengâver tabiatlarýna uygun bir ifade biçimi olarak yer almýþtýr. Boðaz çalma, þamanlýk tecrübesi ya da anlayýþý içinde çok önemli bir yer tutar. Özellikle ce naze törenlerinde, ölünün 40. gün törenlerinde, hasta tedavi seanslarýnda, kam ve kayçýlar bunu yaparlar. Erkeklerin boðaz havalarý oldukça karýþýk ve genellikle iki seslidir. Bir kiþinin ayný anda iki ses çýkarabilmesini gerektiren bu boðaz havalarýnýn, Ýslâmiyeti benimseyen Türklerde önemli ölçüde kaybolduðunu görüyoruz. Bugün Türkmen bahþýlarýnýn müstakil bir boðaz çalma olarak sürdürdükleri bu ilginç gýrtlak/boðaz sesleriyle süslü icra biçimi de yüzyýllardýr süren anlayýþýn, hayat tarzýnýn devamýdýr. At sýrtýnda biteviye harekete dayalý bu hayat tarzýnýn þekillendirdiði müzik; hareket halinin yansýmalarý olarak keskin gýrtlak çapmalarý, boðaz figürleri ve insan üzerinde derin tesirler uyandýran ritmik ve lirik akýþlarla süslüdür” deyip irþâdlarýný tamamlýyorlar. Odama, yorgun vücudumun takat sýnýrlarýný zorlayan aðýr his ve bilgi hamûlesiyle dönüyo rum. Kalbindeki samîmiyet ve melâl ile gözlerinin karasýný yýkayan, aklaþtýran, türküsüne hýçkýrýklarýný katýp, sözlerini ibra eden ve sadece söylediðinden ibaret, mücerret bir varlýk halinde tezahür eden bu ruh adamýn tesiri, derin izler býrakmýþ olmalý ki rüyamda; yüzleri onunkinin ayný olan ve sayýlamayacak kadar çok sayýda bah- Kardeþ Kalemler Mart 2007 68 þýnýn oluþturduðu koronun hýçkýrýk senfonileri ile dalga-dalga kabaran bir enginde savrulup durmuþ, hýçkýrýklarla yankýlanan bir sese dönüþmüþtüm. Zannediyordum benim hercai mizacým melâle biraz da bu enginde aþina oldu. *** Tarihi Merv þehrinin içimize fevkalâde sürur, sükûn ve güven aþýlayan kalýntýlarý arasýnda, ceddimizin medeniyet adýna insanlýk ailesine katkýlarýnýn müthiþ izlerini bütün erimiþliðine, zamana, tabii ve suni tesirlerin tasallutuna raðmen, müþahhas bir el ve göz temasý ile hissediyor, bütün benliðimizle kavrýyoruz. Türkmenistan’daki þiir þöleninin logosu1 için kullandýðýmýz tarihi simgenin önünde ve Sultan Kale’nin merkezindeyiz. Resimleri ve o güzel hatýrasýyla nazari olarak tanýyýp etkilendiðimiz Sultan Sencer Türbesi’ndeyiz. Karþýsýnda bulunduðumuz mimarî ihtiþam, malûmatýmýza raðmen içimizde kilitlenen sualin mücessem bir cevabý oluyor. Ardýndan kalplerimizi sýzlatan bir terkedilmiþlik, vefasýzlýk azabý duyuyoruz. Sanki zamanýn yüksek hararetli alevleri yalamýþ ve binanýn hendesesini hafif surette yer-yer eritmiþ. Etrafýndaki ( güney ve kuzeyinde yer alan ) kazý çalýþmalarýndan edindiðimiz intibalar ve rehberlerimizin tevatüren anlattýklarýna bakarak türbenin büyük bir külliyenin ortasýnda yer aldýðýný anlýyoruz. Kare plan üzerinde taþtanmýþ etkisi uyandýran ve farklý ebatlarda dizayn edilmiþ tuðlalardan sade ve yüksek duvarlar üzerindeki kanatlarýn yükselttiði kubbesiyle bu yapý, keçe çadýrdan baþlayarak önce balçýk, sonra taþta kemâlini arayan mimarî mâceramýzýn, ibda ve hayal mü kemmeliyeti halinde, mûcizevî bir durak noktasýdýr. Derler ki Sultan Sencer, o büyük devleti zevale yüz tutunca, yok olmaya karþý bir son söz, bir hatime sadedindeki, o soluðu tükenmiþliðin melâli ile yüklü ve insaný aðlatacak kadar güzel bu türbeyi inþa ettirmiþ ve türbenin âguþunda ebediyete sýðýnmýþ.2 Kardeþ Kalemler Mart 2007 Yine derler ki türbesini Dar’ül Ahiret ve Devlethâne diye tavsif etmiþ. Bu kare planlý, adeta kübik görünüþlü yapý, çift cidarlý, yüksek ve abidevi bir kubbeyle tamamlanmýþtýr. Sade duvarlarýn üst kýsmýnda yer alan, ayný yükseklikte, biri büyük diðeri küçük kemerlerin dört yüzeyde birbiri ardýnca sýralanýþý ile meydana gelen galerilerde, binanýn dýþ estetiðini saðlayan tezyinatýn temelini görüyoruz. Dýþ tezyinatýn ikinci kademesi kubbe kasnaðýna yerleþtirilmiþ kemerli galerilerle ( büyük ölçüde yýkýk ) tamamlanmýþ. Kubbeye karakteristiðini kazandýran orijinalitesini ayrýca bu detaylarda buluyoruz. Ýç mekândaki ince detaylar, mimarî çözümlemeler, Sinan’la göklere ulaþacak tecrübenin müjdesini veriyor. Tepemizde uçuyor, boþlukta yüzüyor gibi duran bu yarým küre, hülyalarýmýzýn ve rüyalarýmýzýn derinliðinden tecessüm eden bu nazlý hendese, Türkmen çadýrýndaki kýl kolonlarýn ilham ettiði nârin payandalar, bu ýþýðýný sanki kendi cevherinden alan aydýnlýk, bizi asýrlarýn ötesinden kendine çeken, sarýp-sarmalayan soylu bir ruhun tezahürleridir. Evet bu iç kubbeye duvarlarýn üst kýsmýnda yer alan sekiz kemer ve bunlarýn arasýnda yer alan mukarnaslarla geçilmekte, bu mukarnaslarýn üzerinden dörderli demetler halinde yükselen kaburgalar, kubbede sepet örgüsü buluþma ve kesiþmelerle beliren geometrik þekiller, merkezde sekiz kollu yýldýz motifini oluþturmakta. “Hz. Mevlana’nýn insan ruhunda Allah Bilgisi olarak þerh ettiði Kevkeb-i Dürri” ( parlak yýldýz ) muhakkak ki bu sekiz köþeli yýldýzdý. Ve cennetin sekiz kapýsýna iþaret ediyordu. Zarif mermer görünüþlü tuðla karolarla döþenmiþ kademeli zemin tasarýmý harikulâde. Lahdin olduðu zemine kenar koridorlardan gömme merdivenlerle iniliyor. Mevcut lahdin orijinal olmadýðýný bu mekâna ait olamayacak kadar çirkin olmasýndan anlýyorsunuz.3 Ziyarete gelenlerde saygý uyandýrmadýðý için olsa gerek üzerine hatýra niyetine bir sürü isim kazýnmýþ. Girdiðimiz kapýnýn tam karþýsýndaki kapýdan çýkýyoruz. Dýþarýda türbe üzerine araþtýrma ve yayýnlarý olan bir zat ile tanýþýyoruz. Buradaki mimarî dehânýn4, binanýn görünmeyen taraflarýnda, yerin altýnda da sürdüðünü öðreniyoruz. Bu adsýz dâhi, taban suyu yüksek kil zeminin problemlerini ileri bir mühendislik zekâsýyla çözmüþ. Binayý ters piramit bir temel sistemi üzerine oturtmuþ, adeta topraða bir kazýk gibi çakmýþ. Temel duvarlarý etrafýnda oluþturduðu drenaj ve havalandýrma galeri ve bacalarýyla hem taban suyu, hem de nem problemlerini halletmiþ. Tarihi Merv þehrinde, kasýrga ve yaðmur dilli zamanýn yalayarak erittiði, kerpiç saray ve sur kalýntýlarý arasýnda müheykel bir direniþle varlýðýný sürdüren bu Türbeler dýþýnda her þeyin faniliðine peþinen razý olunmuþ gibi. Þehri kuran irade geçici olanla kalmasý gerekeni yapý malzemesi ile tayin etmiþ diye düþünüyorsunuz. Yanýma geliyor, omuzumdan tutup türbeye doðru çevirerek hüzünlü bir sesle “Hiçbir inkýraz bu kadar parlak þekilde kendini anlatamazdý” diyerek türbeyle ilgili hissiyatýmýzý hülâsa ediyor. *** Sonra bu coðrafyada baþlayýp, neþvünema bu larak batýya doðru hýzla yayýlan, inanç ve benlik terbiyesi davasýnýn mimarlarý ile tanýþýyoruz. Önce sahabe kabirlerinin bulunduðu türbeler, sonra soyumuza ait tasavvuf tecrübesini baþlatan bir büyük veli ile, mânen buluþma hazzý. Hz. Yusuf Hemedanî ile, O’nun temiz hatýrasý ile sohbet fýrsatý. Sahabe kabirleri külliyatý; türbeleri kucaklayan yüksek kemerli derin eyvanlar ve batýsýnda yer alan bir camiden oluþmakta. Emsalsiz bir tasarýmla düþünülmüþ, özel boyutta tuðlalarla yapýlmýþ eyvanlarýn iç ve kemer yüzeyleri mavi, lâcivert sýrlý tuðlarýn oluþturduðu motif ve yazýlarla tezyin edilmiþ. Ancak bu tezyinat ciddi ölçüde tahribata uðramýþ. Fotoðraf: Bekir Sýddýk Soysal Türbeden bu hislerle ayrýlýrken, arkamdan Mehmet Doða’nýn “bekle” ikazýný duyuyorum. 69 Kardeþ Kalemler Mart 2007 70 Ýki eyvan arasýnda yer alan dar koridorun derununda örülü duvardaki kemerli kapý açýklýðý ustaca bir uygulama5. Ýlk bakýþta birbirinin ayný gibi görünen bu eyvanlar kemerler uygulamalarý ve cephe formlarýndaki ince nüanslarla ayrýlýyorlar. Bu iki eyvanýn önünde yer alan kare planlý, ke merli ve dikdörtgen pencere açýklýklarý olan, basýk kubbeli6, tek odadan ibaret ve tuðladan yapýlmýþ iki türbeden saðda olan diðerinden daha büyükçe. Türbelerde de izlediðimiz genel benzerlik, ebat ve cephe formlarýndaki farklýlaþtýrma ile tekrardan kaynaklanabilecek yeknesaklýk- önlenmiþ. Böylece yapýlar arasýndaki farklarla ahenkli bir hareketlilik elde edilmiþ. Hakem bin Amr el Gýfari ve Büreyde el Eslemi adlý gazi sahabelerin merkaddi olan bu türbelerin içlerinde yer alan dikdörtgen prizma þeklindeki muhteþem mermer lahitler, bu külliyeyi önemli kýlan diðer unsur diye düþünüyorum. Beyaz mermer lahitlerin yüzeyleri kitabelerle7 doldurulmuþ olup, bitkisel ve rumi motif ve harika mukarnaslarla zenginleþtirilmiþ. Birden bir el beni pencere açýklýðýna doðru adeta çekiveriyor. Aþina bir resmin karþýsýnda donup kalýyorum… Çocukluðumdaki evimizin pencere demirlerinin aynýsýnýn arkasýndan, çocukluðumun safiyeti ile diðer türbeye ve iki kubbeli mütevazý camiye bakarken, gayr-i ihtiyari ellerimin açýlýp, dudaklarýmdaki fatiha ile zamaný ve mekâný tayyedip, büyüdüðümü görüyor, ürperiyorum. Rehberimizin mezar kitabesini tercüme eden sözleri kulaklarýma ýlýk bir su gibi akýyor: “Burasý Kâbe gibidir. Buraya giren kiþiye korku yoktur. O fazilet bulutlarýnýn bereket yaðmurlarýyla sulanýr.” Sapargeldi’nin artýk bu rahmet bizi Hz. Yusuf Hemedani’nin kapýsýna ulaþtýrýr ikazý, heyetimi zin yeni menzilini ilan ediyor. Hoca Yusuf Hemadani’nin adýný ilk gençlik yýllarýnda duymuþtum. Kimden duymuþtum diye dalgýn, mihaniki adýmlarla yürüyorum. Birden babamýn yüzü hayal perdemi kaplayýveKardeþ Kalemler Mart 2007 riyor. Þeyhinden8 dinlediði bir veli hikâyesini, titreyen sesi, çenesinden aþaðý damlayan gözyaþlarý ile tebcil ederek aile efradýna naklediyor. Veliler kervanýnýn þahý, sultanlarýn önünde eðildiði Hoca Yusuf’un Herat’da baþlayan hayatýný, doðumunun ve gençlik günlerinin tafsilatýný naiv bir roman örgüsü düzeninde ve O’nun, Baðdat, Belh ve Merv’de geçen irþat maslahatýný, adeta þahidi gibi anlatýyor. Babamýn rehberliðinde adýmlarým canlanýyor, heyetin önüne geçerek içimde beliren tarifsiz bir hoþluk ile ufkumda tecessüm eden ipekten külliyeye doðru akýyorum. Ýnþaatý henüz tamamlanmýþçasýna teravet kokan, toprak ya da kül rengi tuðlardan yapýlmýþ binalarýn arasýna dalýyorum. Kuzeyden ve batýdan yapýlarýn adeta kucakladýðý küçük, sade ama özgün bir yapýnýn güneye bakan, sivri, geniþ kemerli açýklýðýnda babamýn yüzünü kaybediyorum. Fani ömrünün hasýlasý ile sonsuzluk bahrinde fütuhat ve mükâþefesini sürdüren büyük velinin mânevîyat ikliminin havasýný solumaya baþlýyorum. Hz. Hemedani’nin mübarek kabrinin etrafýnda dönüp, yapýnýn mimari özelliklerini anlamaya çalýþýyorum. Türbe; yaklaþýk kare planlý, küçük kubbeli, üç cephesinde yer alan sivri kemerli geniþ açýklýklar ve bunlarýn iki yanýnda yer alan kemerli, dikdörtgen hafif niþler, kubbeye geçiþ bandýný teþkil eden dýþa çýkýntýlý saçakta göz alýcý süslemelerin yer aldýðý özgün bir mimari deneme. Kuzey cephesine baðlý, yükselti saðlayan kaidesi üzerinde, silindir gövdeli, türbe duvarlarý yüksekliðinde ve sivri külahlý kulesi ile de küçük, ama mutantan bir yapý halinde tecessüm ediyor. Batýsýnda ve kuzeyinde ‘L’ planýnda yer alan mescitlerle bütünlük kazanýyor. Batýdaki mescid, eksende yeralan taç kapýsý ve simetrik, çift sýralý eyvanlarý, özgün mihrabý ile güzel bir eser. Kuzey mescidi yazlýk olarak inþa edilmiþ olmakla, sade bir yapý. Heyetimiz toplanýyor ve birlikte dua ediyoruz. Az ilerde üzerlerinde çubuk parçalarýna baðlý bez parçalarýnýn uçuþtuðu düzensiz tümsekle rin yer aldýðý bir saha, dikkatimi celbediyor. Oraya doðru hýzla yürüyorum. Arkadan gelen mahalli rehberimiz buranýn kabristan olduðunu söylüyor. Buradaki iptidailiði yadýrgýyorum. Sapargeldi bunun bu mübarek türbeler yanýnda þuurlu bir iddiasýzlýktan kaynaklandýðýný, mahviyet gereði olduðunu söylüyor. *** Rehberimiz vaktin daraldýðýný, oysa merv ve çevresinde görülmesi icab eden daha çok sayýda asarýn olduðunu söylüyor ve isimlerini saymaya baþlýyor: Muhammed ibn Zeyd Türbesi, Kýz-bibi Türbesi, Hudaynazar Evliya Türbesi, Ahmet Zamça Türbesi, Ýmam Bekr Türbesi, Ýmam Þafii Türbesi, Abdullah ibn Büreyda Türbesi. 71 dalýsý, deðerli bir iþadamýmýza, Engin Kale’ye ait tekstil dalýnda faaliyet gösteren bir firma. Engin Kale, Merhum Turgut Özal’ýn son Orta Asya seyahatinin o güzel neticelerinden olarak Türkmenistan’da yüz aký bir ekonomik maslahatýn öncülerinden. Özal’ýn, Türkmenbaþý’na Türkiye’nin bir vediasý olarak takdim ettiði ve bu takdime müsemma bir baþlangýçla müesseseleþerek, adeta yerden fýþkýrýyormuþçasýna sýnai tesisler kuran çýlgýn bir irade. Ama tevazuu ve edebi ile de bir derviþ. Marý þehrinin çevresinde iki ayrý yerde entegre fabrikalar kurmuþ. Önce Bayramali yakýnlarýndaki tesislerine varýyoruz. Uzaktan göz aynamýza düþen, yüreklerimize sevinç ve heyecan katan Türk ve Türkmen bayrak- Sultan Sencer Türbesi’nin çev resinde bazýlarýnýn erimiþ izlerini esefle gördüðümüz Sultan Kale, Þehriyar Kale, Abdullah Han Kale, Selçuklu Sarayý, Çilburcu Kalesi ve Camii, Sur kalýntýlarý, Baþane Camii, Akçakale Kervansarayý, Kýzýlcakale Kervansarayý, Kutlu Tepe Kervansarayý, El Asker Kervansarayý, Sarnýçlar, Buzhaneler vb. Günün sonuna doðru bu kutlu atmosferden gezi programýný tertip edip uygulayan mih mandarýmýz Sapargeldi Ha nov’un tazyiki ile adeta sökülüp koparýlýyoruz. Programda Türk Folger firmasýnýn çevredeki fabrikalarýný ziyaret var. Folger, bize þiir þöleninde katkýlarý olan genç, Türkiye sev - Fotoðraf: Bekir Sýddýk Soysal *** Kardeþ Kalemler Mart 2007 72 larýnýn dalgalanýþýný görüyoruz. Kendi coðraf yamýzdan binlerce kilometre uzakta, Türkmen âlicenaplýðýnýn þahikasý olarak hediye edilen sýnýrlarýmýz dýþýndaki vatan topraðýna ulaþmanýn büyük keyfini yaþýyoruz. Fabrikalarý gururla geziyor, bu vesile ile de kendimize ve insanýmýza güven hissinin mimarlarýndan olan Rahmetli Cumhurbaþkanýmýza þükranlarýmýzý, fatihalarla sarmalayýp sunuyoruz. *** Günümüzdeki Merv’e yani Marý’ya giriyor ve hemen güneybatý istikametinde þehri terk ediyoruz. Göz alabildiðine bir ova uzanmaktadýr önü müzde. 30-40 km kadar yol aldýktan sonra, birden konvoydaki araçlar duruyor. Sapargeldi Bey, “burasý Dandânakân Meydaný” diyerek eliyle, önümüzde uzanan iðrenç tepelerin, birikintilerin oluþturduðu misafir nazarlardan uzak tutulmasý gereken kirli manzarayý iþaret ediyor. Bu garip manzara ve Dandanakan kelimesi hafýzanýzdaki bir zembereði boþaltarak tarihle hemhal olmanýza zemin hazýrlýyor. Tarihin en büyük meydan muharebelerinden birinin o meþum muharebe sonrasý atmosferinin bir benzerini yapan tabii illüzyon karþýsýnda kanýmýz donuyor. Demek ki tarihi Merv ve Serahs þehirlerinin arasýndayýz diye düþünüyorum. Kendi coðrafyasýnýn büyük sayýlan þehirlerinden olan Marý’nýn vahþi depolama tarzýndaki çöplüðündeyiz. Güneþ batma anýnýn kemâliyle renk ve efsun yayýyor. Gelen kanlýðýn habercisi gölgelerle, gitmekte olan aydýnlýðýn revnaklý, meneviþli ýþýltýlarýnýn cilveleþtiði gökyüzü ve çöplükten yükselen rengârenk duman tülleri.. Bu füsunkâr tülleri kanat rüzgârlarý ile uçuþtu ran çeþit-çeþit leþ ve çöplük kuþu, dalýp çýkýp sürüler halinde sema ediyorlar. Bu kuþlar dýþýnda canlý her þeyin sükût ettiði bu kýpýr- kýpýr zeminden çürüme ve yok olmanýn kesif kokusu yayýlýyor. Ve bu koku yüzümü öylesine sarýyor ki, yüzüme yokluðun kitâbesi hâk ediliyor. Kardeþ Kalemler Mart 2007 Nasýl bir yerde olduðumuzun farkýnda olmamýza raðmen, bu yerde vuku bulan baskýn tarih hakikati, þuurumuzu akýl almaz bir þekilde afyonlayýp, bize bir tayy-i zaman yaþatýyor. Geçmiþ hâle faik oluyor ve ortamýn bu azizliðinden ötürü, tarihin o dehþet anlarýnýn hissiyâtý ile dolup taþýyoruz. Soyunuzun iki þanlý ve cengâver çocuðu, dünya hâkimiyetini sertâc etmek adýna vuruþup, meydandan henüz çekilmiþler. Maðlup sað kaldýðýna hayýflanýyor, gâlip zaferine sevinemiyordur. Þimdi biz oradayýz ve onlarýn arkalarýnda býraktýklarý ölüm levhasýný seyrediyoruz. Zihnimizin takýlýp kaldýðý tayy-i zaman sarkacýnýn ucunda salýnýrken, tarifsiz bir hüznün tesiri ile melûl, mahzun, zamanýn ve hakikatin hem içinde hem dýþýnda, yaþadýðýmýz illüzyonla sarhoþ bir halde bîtab düþüyoruz. Bin sene önce bu meydanda kalmýþ, þimdi þu mezbelenin altýnda yatan Gazneli ve Selçuklu þehitlerinin cesetlerini, bu nahoþ manzaradan ötürü gözyaþlarýmýzla yýkamak ise bize düþüyor. Kader soyumuza, güneyin ve kuzeyin efendisi olma emeli ile, doðunun ve batýnýn efendisi olma emeli arasýndaki seçim için Dandanakan’ý iþaret etti ve tecelli batý istikametinde zuhur eyledi. Yolbaþýmýz Sapargeldi’nin “dönüyoruz” ikazý bizi bu bin yýlýn derununda yakaladý. Yolunu deðiþtiren zaman kavramýnýn içinden gerisin geriye, buluþtuðumuz tesadüfleri bir-bir, menzil-menzil yalayarak þimdiye taþýdý. Ayrýlýrken arkama bakýyor ve Ahmet Kot’a seslenerek, “Milli tarihimizin dibacesi þu arkamýzda býraktýðýmýz, için-için yanan çöp yýðýnlarýnýn bulunduðu zeminde mi yazýldý” diye hayýflanýyorum. *** Akþamýn gölgeleri henüz tam düþmeden Ma rý’ya varýyoruz. Karanlýk basýncaya kadar Marý gezilecek. Önce, etnografya müzesi. Birkaç küçük binanýn birleþtirilmesi ile kurulmuþ mütevazý, ama sýcak bir ortam. Bir kültürün hemen bütün ip uçlarýný verecek koleksiyon zenginliði ve teþhir mahareti. Oðuz soyunun doðu ucundaki bu nev-zuhur þehrinde, kültürel maceramýzýn vasýflý izleri ve geçmiþ zaman hazineleri ile karþýlaþmak bize, aranan ve kaybolanla buluþmanýn hazzýný bir daha yaþatýyor. Marý’nýn meydanlarý, parklarý, meydan ve parklarý süsleyen ve özellikle milli hafýza sadedindeki heykelleri, insan boyutunu aþmayan, yerli unsurlarý þiar edinen bir mimari anlayýþa sahip yapýlarý ve bu yapýlarla tabiatý buluþturan nümayiþsiz þehircilik iradesini, sessizce alkýþlamadan edemiyorum. Alaca karanlýðýn þehri sarmaya baþladýðý bir saatte, aldýklarý talimat gereði bizi gün boyu bekleyen, mahallin bahþýlarýný ziyarete gidiyoruz. Onlar da diðer bütün sanat erbabý gibi bir birlik halinde organize edilmiþler. Gün boyu beklemenin yorgunluðu yüzlerini gölgelemiþ. 73 Bu memur bahþýlarla, kadim zamanlardan gelip, beni derdest eden, gece rüyalarýmý istila eden bahþý arasýnda pek bir münasebet kuramýyorum. Bize hemþehrileri olan þöhretli þâire Þehribostan’ýn kitaplarýný iftiharla hediye ediyorlar. Son durak yine Türk Folger firmasýnýn Marý yakýnlarýndaki diðer tesisleri. Burada da faal veya kuruluþ halinde çeþitli fabrikalarla karþýlaþýyoruz. Akþam yemeðini Engin Kale ikram ediyor. Gece yine yolculuk var. Soðuk loþ aydýnlýðýn hüküm sürdüðü ve sessiz kalabalýklarýn yolcularýný, ayrýlýk hüznünün tülleri arasýndan uðurladýklarý istasyondayýz. Ve yine yorgun Sovyet trenlerinin egzotik havasýyla keyifli bir yolculuða baþlamak üzereyiz. Türkmenistan’ýn kuzeyinde yer alan kadim þehirlerin yer aldýðý Harezm bölgesine, Taþavuza hareket ediyoruz. 1- Logodaki bu mahalli sembolü Mehmet Doðanla birlikte tesbit etmiþtik 2- Sultan Sencer (1086 Sincar-1157 Merv);önce Merv Meliki (21 yýl), Mehmet Tapar'ýn ölümü üzerine de Selçuklu Sultaný (39 yýl). 3- Moðol kasýrgasý yalayýp geçmiþ. Önce hazine bulma niyetiyle kabir tahrib edilmiþ, sonra da türbe ateþe verilmiþ. Yapý saðlamlýðý sayesinde ayakta kalabilmiþ. 4- Serahs'lý Mimar Muhammed b. Atsýz tarafýndan kesin olmamakla birlikte 1150'li yýllarda tasarlanýp uygulandý. 5- Kapý açýklýðý önüne dikilmiþ -muhtemelen fonksiyonu da unutulmuþ- çelik direk bu manzume üzerine düþmüþ bir leke gibi duruyordu. 6- Bu kubbeler üzerinde kýsacýk direkler üzerinde sade, beyaz bez parçalarýndan bayraklar vardý. 7- Kitabe metinleri özetle þöyle: Allahtan baþka ilah yoktur ve Muhammed onun resulüdür. Ölüm bir kâsedir ve herkes ondan içecektir; Kabir bir kapýdýr ve ondan her kes geçecektir. Muhammed, Muhammed, Muhammed, Muhammed Bu kabir, Resululah (s.a.v)'ýn arkadaþlýðýyla þereflenen El Hakem b. Amr b. Mücella b. Hüzeym b. El Haris el Gýfariye aittir. O Basra Valisi idi.Bazý iþlerin görülmesi için Horasan'a gitmiþ; Merv'de cennette, Allah'ýn komþuluðuna intikal etmiþ. Burada, arkadaþý el Hüseyb el Eslemii ibn Büreyde'nin yanýna defnedilmiþtir. …………. Burasý Bedri Atik ( Kâbe ) gibidir. Buraya giren kiþiye korku yoktur. ……Horasan'a geldi. Türk Beldelerine kadar hanif dinin yayýlmasýnda hizmet eden güzide fetih ve yardým erlerinden biriydi. Sonra Türkler'in vatanýna da oralarda da batýlý yok ederek insanlarý Hakk'a ve Ýslam'a davet etti. Bunlardan sonra tekrar Merv'e döndü ve burada bütün ahdini yerine getirerek Allah'ýn merhameti ile 62 ya da 63 yýlýnýn yazýnda Hakk'a kavuþtu. 8- Alvar Ýmamý Mehmet Lütfi Efendi ( Alvarlý Efe Hazretleri ): Umumi Harp sonrasý, yaralý Erzurum Halkýný maneviyatý ile sarýp-sarmalayan tasavvuf ulusu. Kardeþ Kalemler Mart 2007 74 Divanü Lugati’t-Türk’ü Bulan Ali Emirî Efendi’nin Hayatý ve Þahsiyeti DOÇ. DR. ABDULVAHAP KARA* Büyük dil bilgini Kaþgarlý Mahmud’un Divanü Lugati’t-Türk isimli muazzam eseri, 1910’a kadar adý bilinen, fakat kendisi meçhul bir eserdi. Diðer bir deyiþle, o zamana deðin, eserin sade ce adý vardý, fakat kendisi ortada yoktu. Eser, bugün bütün dünyada biliniyor ve bizim bu toplantýda yaptýðýmýz gibi üzerinde tartýþmalar yapýlýyorsa, bunu büyük kitap aþýðý, ilim ve kül tür sevdalýsý Ali Emirî Efendi’ye borçluyuz. Ali Emirî Efendi, Kaþgarlý Mahmud tarafýndan 1072-1074 yýllarýnda Baðdat’ta Abbasi Halifesine sunulmak üzere yazýlan bu muhteþem eseri, sahaflarda Divanü Lugati’t-Türk olduðu bilinmeden satýlýrken, fark etmiþ ve satýn alarak Türk kültür hayatýna kazandýrmýþtýr. Bu sebeple, Ali Emirî Efendi’nin isminin, eserin yazarý Kaþgarlý Mahmud ile birlikte her zaman anýlmayý hak ettiðine þüphe yoktur. Bundan dolayý, Divanü Lugati’t-Türk ile ilgili toplantýlarda kendisinden bahsetmenin bir vefa borcu olduðu muhakkaktýr. Aslýnda, Ali Emirî’ nin kitabý buluþu ve daha sonra yayýnlatýþý romanlara konu olacak güzellikte ve kültürün, kitabýn önemini somut bir biçimde vurgulayacak olgulara haizdir. Bu açýdan da bakýldýðýnda, Ali Emirî’yi yeri geldikçe anmanýn gerekli olduðuna inanýyoruz. Bunlardan baþka, Ali Emirî Efendi’nin hayatý, kitaba verilen deðerin ve kitap okumaya ayrýlan zamanlarýn bir hayli azaldýðý günümüzde, sadece gençlere deðil, hepimize kitap sevgisi konusunda, örnek teþkil edebilecek ögelere haizdir. Bu yazýyý hazýrlamada, büyük ölçüde Dr. Muh tar Tevfikoðlu’nun Ali Emirî Efendi isimli eserin den faydalandýk. Tevfikoðlu, Ali Emirî Efendi hakkýnda çeþitli kaynaklardaki bilgileri toplayarak büyük hizmeti ifa etmiþtir1. Ali Emirî Efendi’nin çocukluðu 1857’de Diyarbakýr’da doðan Ali Emirî Efendi, daha küçüklüðünden itibaren okumaya ve araþtýrmaya meraklýydý. Sekiz on yaþlarýnda, esKardeþ Kalemler Mart 2007 ki yapýlar üzerindeki yazýlarý okuyup anlamaya çalýþýyordu. Ayrýca þiiri de seviyordu. Güçlü bir hafýzaya da sahip olan Ali Emirî, dokuz yaþýndayken, beþ yüzden fazla þairin þiirlerinin yer aldýðý Nevadir’ül Asar isimli eserdeki dört bin beyiti ezberlemiþti bile. Gençliðinde hat sanatýyla da meþgul olan Ali Emirî bu konuda oldukça baþarýlý sayýlýr. Çünkü, yazdýðý bazý levhalar Diyarbakýr’da camilere asýlmýþtý. Hastalýk derecesinde kitap okuma sevgisi Görüldüðü gibi, Ali Emirî çok yönlü bir þahsiyete sahipti. Fakat, kitap okuma meraký her þeyin üstündeydi. Durmadan ve büyük bir iþtahla de vamlý surette kitap okuyordu. Bundan dolayý daha gençlik yýllarýnda Doðu Edebiyatý’na ait birçok kitabý okuyup ezberlemiþti. Bu yýllarýný kendisi þöyle anlatýyor: “Eðlenmeye merakým yok idi. Üstadýmýzla gezintiye gittiðimizde, çocuklar oyun oynarken, ben bir tarafa çekilir kitap okurdum.2” Ali Emirî, özellikle, tarih kitaplarýný da okumayý çok seviyordu. Bu sevgi o kadar büyüktü ki, bazen uykusunu bile bu uðurda feda ediyordu. Geceleri kitabý okurken, çoðu zaman sabahý ettiðinin farkýna bile varmazdý. Uyuduðu zaman da yanýndakileri uyutmazdý. Çünkü, uykudan önce okuduðu kitaplarý, uykusunda yüksek sesle tekrar ederdi. Okumalarý o dereceye vardý ki, vücudu zayýf düþüp hasta oldu. Doktorlarýn kitap okumayý býrakýp gezmeye çýkma tavsiyesini de yerine getiremedi. Kitap okuma meraký babasýnýn ticari iþlerine de zarar verdi. Babasý, Ali Emirî on beþ yaþýndayken, çarþýda bir dükkan açarak onu ticarete hazýrlamak istedi. Fakat Ali’nin aklý parada pulda deðil, kitaplardaydý. Dükkan içinde de kitap okumasýný sürdürdü. Dükkana bir müþteri girdiðinde, “Mal orada. Fiyatý da þudur. Alacaksanýz indireyim, yoksa beni boþ yere meþgul etmeyin” diye sesleniyordu. Bunun üzerine müþteri de mal almadan gidiyordu. Babasý oðlunun ticare- te faydadan ziyade zarar verdiðini görünce, onu dükkandan uzaklaþtýrmak zorunda kaldý.3 Ali Emirî kitap okumakla kalmadý, kendisi de kitap yazdý. Ýlk eseri eski metinler ve mezar kitabelerinden yararlanarak yazdýðý Diyarbakýrlý Þairler Tezkeresi’dir. Daha sonra bunu baþka birçok eseri takip etti. Çalýþma hayatý memuriyette geçti. Katip ve defterdar olarak Diyarbakýr, Selanik, Adana, Les kovik, Kýrþehir, Trablusþam, Elazýð, Erzurum, Yanya, Ýþkodra, Halep ve Yemen’de otuz yýl kadar memuriyet görevinde bulundu. 1908’de çok sevdiði kitaplarla daha çok meþgul olabilmek için kendi arzusuyla emekli oldu.4 Ali Emirî, kitap okumanýn yanýsýra, kitap toplamaya da aþýrý derecede tutkundu. Tarih, edebiyat, biyografi ve bibliyografi sahalarýndaki kýymetli kitap ve vesikalarý satýn almadan duramýyordu. Araþtýrma heyecanýyla uzak yakýn demeden kitap, kitabe ve vesika peþinde koþmaktan büyük bir zevk alýyordu. Hatta onun bazý kitaplarý elde etmek için uzak diyarlara kendi imkanlarýyla gittiði veya tayinini çýkarttýðý da oluyor du. Buralarda bulduðu kýymetli eserleri mümkünse, diþinden týrnaðýndan arttýrdýðý paralarýyla satýn alýyor, mümkün deðilse, geceyi gündüze katarak istinsah ediyordu.5 Bu derecede aþýrý kitap meraký yüzünden Ali Emirî evlenip çoluk çocuk sahibi de olamadý. Emekliye ayrýldýktan sonra Ali Emirî, kalan hayatýný Ýstanbul’da kitaplarý arasýnda geçirdi. Akþamlarý Divanyolu’ndaki Diyarbakýr Kýraathanesine gidiyor, dostlarý ile sohbet ediyordu. Onun bu sohpetlerini Dr. Muhtar Tevfikoðlu þöyle anlatýyor: “Dostlarý dediðim, öðrencileri, daha doðrusu öðrenci hüviyetine bürünmüþ arkadaþlarý. Ama nasýl öðrenciler? Her biri kendi saha sýnda tanýnmýþ ilim ve fikir adamý, eser sahibi, kalem erbablarý. Sohbet dediðim de bir nevi ders. O yaþlý baþlý, kelli felli adamlar öðrenme heyecaný içinde, Emirî’nin etrafýný sarmýþlar, durmadan bir þeyler soruyorlar. Bazý ilmi meselelerde tereddütlerini gideriyorlar. Bilmedikleri kaynaklarý öðreniyorlar. Yeni mehazlar elde ediyorlar. Kýsacasý ondan bir anlamda ders alýyorlardý.”6 Divanü Lugati’t-Türk’ü Bulmasý Ali Emirî Efendi, eseri sahaf Burhan’dan 33 lira - 75 ya satýn aldý. Ancak, ne sahafýn ve ne de eseri satanýn onun Divanü Lugati’t-Türk olduðundan haberleri yoktu. Eðer bunun farkýna varmýþ olsalardý, çok daha büyük meblaðlara satacaklarý kesindi. Daha kötüsü, bu eser kitap avcýlarýnýn eline geçmiþ olsaydý, anýnda yurt dýþýna kaçýrýp karþýlýðýnda bir servet elde edinmeleri mümkündü. Ali Emirî Efendi böyle bir esere malik olduðu için tarif edilemez bir mutluluk içindeydi. Çünkü, bu kitap Osmanlý ulemasýnýn asýrlardýr peþinde koþtuðu “Divan-ý lügat-it Türk”ün ta kendisiydi. Bir baþka nüshasý dünyada yoktu.7 Ali Emirî Efendi kitabý satýn aldýðýnda duyduðu sevincini þu þekilde dile getirir: “Bu kitabý aldým; eve geldim. Yemeði içmeði unuttum... Bu kitabý sahaf Burhan 33 liraya sattý. Fakat ben bunu birkaç misli aðýrlýðýndaki elmaslara, zümrütlere deðiþmem.”8 Büyük bir coþku içinde olan Ali Emirî Efendi kitabýný kimseye göstermek istemedi. Hem kitabý kýskanýyor ve hem de kaybolmasýndan endiþe ediyordu. Devrin ünlü simalarý Ziya Gökalp ve Fuad Köprülü gibi þahýslar, Ali Emirî Efendi’nin Divanü Lugati’t-Türk bulduðunu iþitmiþ ve görmek istemiþlerse de Ali Emirî Efendi onlarý kitaba yanaþtýrmamýþtý; kitabý sadece çok güvendiði Kilisli Rýfat Efendi’ye gösteriyordu. Ali Emirî Efendi satýn aldýðýnda, kitap hýrpalanmýþ ve yýpranmýþ bir vaziyetteydi. Þirazeleri çözülmüþ, formalarý daðýlmýþ, sayfalarý birbirine karýþmýþ ve numaralarý da yoktu. Bu sebeple kitabýn eksik mi, tam mý olduðu belli deðildi. Ali Emirî Efendi bunun tespitini Kilisli Rýfat Efendi’ye yaptýrdý. Kilisli Rýfat Efendi, iki ay müddetle kitabý üç kere okudu. Sonunda belli olmuþtu eser tamdý. Kilisli Rýfat Efendi karýþmýþ sayfalarý yerli yerine koydu ve numaralandýrdý. Ali Emirî Efendi bu hizmeti karþýlýðýnda, Kilisli Rýfat Efendi’ye bir evini hediye etmek istediyse de kabul ettiremedi. Kilisli Rýfat Efendi, eðer illa kendisine bir mükafat verecekse, kitabý yayýnlamasýnýn yeterli olacaðýný söyledi. Divanü Lugati’t-Türk’ün neþri Ancak Ali Emirî Efendi, kitabý hemen yayýnlatmak istemedi; biraz bu eseri buluþu hakkýnda taltif, takdir bekliyordu. Bu da ona çok görülKardeþ Kalemler Mart 2007 76 memelidir. Zaten atalarýmýz, marifet iltifata tabidir diye boþuna dememiþler. Aþaðýda görülece ði gibi, Ali Emirî Efendi dünyalýk ve maddi menfaatleri aþmýþ bir kimsedir. Ýsteði sadece çevresinden takdir ve saygýdýr. Bunu da fazlasýyla hak etmektedir. buyurun diyordum. Nihayet oturdular. Benden müsaade alarak tarihe, edebiyata dair bir þeyler sordular. Ben de anlattým. Teþekkürlerin bini bir para...”10 Gerçekten de Kilisli Rýfat Efendi çareyi biliyordu. Çare, Sadrazam Talat Paþa’nýn devreye girip Ali Emirî Efendi’den kitabý neþretmesini rica etmesiydi. Ama nasýl olacaktý? Talat Paþa, bunun için Ali Emirî Efendi’yi Babýali’ye çaðýrsa olmazdý veya Ali Emirî Efendi’nin evine gitse yine olmazdý. Bunun için yalnýzca bir yol vardý. Ali Emirî Efendi’nin çok yakýn dostu ve sýk sýk görüþtüðü Adliye Nazýrý Ýbrahim Bey’in evine yemeðe çaðrýlmasý ve yemekler yendikten sonra Talat Paþa’nýn arkadaþlarýyla tesadüfen Ýbrahim Bey’in evine ziyarete gelmesi ve orada Ali Emirî Efendi’ye iltifatlar ettikten sonra, kitabýn basýmýna izin vermesini rica etmesiydi. Ancak, böyle bir þeyi Sadrazam Talat Paþa kabul eder miydi? Ziya Gökalp, Ýttihat ve Terrakki’nin merkez azasýndan yakýn dostu Talat Paþa’yý buna ikna edebileceðini söyledi. Divanü Lugati’t-Türk Sadakasý Kitabýn neþrini en çok da Ziya Gökalp istiyordu. Kilisli Rýfat Efendi’ye þunlarý söyleyip duruyordu: “Rýfat, ben sevda bilmezdim. Fakat bu kitaba tutuldum. Görmek için ne yaptýmsa olmadý. Þu kadar var ki, cezmettim bu kitabý hem almalý, hem neþretmeliyiz. Bu hazinenin anahtarlarý senin elindedir. Gel, bana yardým et. Þu kitabý kurtaralým. Bütün Türklere armaðanýmýz olsun. Haydi bana çaresini söyle!”9 Böylece, plan tatbik edildi. Tanýþtýrmada misafirler Emirî adýný duyunca, baþta Talat Paþa olmak üzere birden ayaða kalktýlar, ilk önce Talat Paþa, Emirî’ye doðru yürüyerek yanýna geldi ve “Hay üstadý muhterem, mübarek elinizi öpmekle kesbi þeref etmek isterim. Müsaade buyurunuz.” dedi. Elini tekrar tekrar öptü. Sonra öteki ler de sýrayla öptü. Ali Emirî Efendi bu sahneyi daha sonra dostlarýna anlatýrken “Ben o gece belki 33 kere estaðfurullah çektim. Ben istiðfar ettikçe, onlarýn aþký artýyor, elimi eteðimi öpmek istiyorlardý. Bu merasimden sonra, hiçbirisi oturmadý. Ayak üstünde durarak el baðladýlar. Durdular. Adeta kendimi Kanuni Sultan Süley man zannediyor, hem de onlarýn bu edibane vaziyetlerinden sýkýlýyor, rica ederim, istirahat Kardeþ Kalemler Mart 2007 Bundan sonra, Talat Paþa, Divanü Lugati’t-Türk hakkýnda bilgi rica etti. Ali Emirî Efendi malumat verdikten sonra Talat Paþa ayaða kalkarak bu muhteþem eserin yayýnlanmasýna izin vermesini istedi. Ali Emirî Efendi þartlý olarak kabul etti. Ali Emirî Efendi’nin öne sürdüðü þarta gö re, kitabý yayýna Kilisli Rýfat Efendi hazýrlayacaktý. Talat Paþa onun þartýný memnuniyetle kabul etti ve ayrýca kendisine yüksek bir memuriyet teklif etti. Ancak, Ali Emirî Efendi, bu teklifi reddetti. Kitabýn neþir çalýþmalarý baþlar baþlamaz, Talat Paþa, Ali Emirî Efendi’ye 300 lira hediye gönderdi. Ali Emirî Efendi bu hediyeyi kabul etmeyerek þunlarý söyledi: “Lütfunuza, kadirþinaslýðýnýza teþekkür ederim. Fakat parayý kabul edemem. Çünkü, kabul edersem, vatanî, millî bir ufacýk hizmet mukabilinde para almýþ olacaðým. Bu ise vicdanýma aðýr gelen bir þeydir. Bundan dolayý, size teþekkür ile beraber parayý da iade ediyorum. Siz parayý muhtaç olan birkaç namuslu aileye daðýtýrsanýz, ben size müte þekkir kalacaðým gibi Cenabý Hakk da memnun olur. Bu sadakanýn adý da Divanü Lugati’t-Türk sadakasý olsun”11 Kilisli Rýfat Efendi’nin kitaba gösterdiði muazzam özen Kilisli Rýfat Efendi kitabý yayýnlamak için aldý. Almasýna aldý, ama kitabý koyacak bir yer bulamadý. Kitabý kaybetmekten müthiþ endiþe duyuyor, emniyetli yer bulmak için çýrpýnýyordu. Önce umumî kütüphaneye götürdü. Müdür, þiddetle itiraz etti: “Yüzlerce okuyucu gelip gidiyor. Biri alýp giderse ben ne yaparým, alamam” dedi. Bunun üzerine Vefa Okulu’na götürdü. Okulun demir kasasý vardý. Müdür Akif Bey, aman aman diyerek mesuliyeti kabul etmek istemedi. Oradan Maarif muhasebecisine gitti. Muhasebeci Sýtký Bey de demir kasasýna koymayý kabul etmedi. Matbaa-i Amire’nin kasasýna koymak istedi. Müdür Hamit Bey, “Ne söylüyorsun? Bizim matbaa ahþaptýr. Bir yangýn olur da, kitap yanarsa beni astýracak mýsýn? Kabul etmem, ne yaparsan yap.”12 dedi. Sonunda bir çanta içinde evde saklamak zorunda kaldý. Duvara koca bir çivi çakarak oraya astý. Çocuklarýný devamlý surette nöbete dikti. Yangýn halinde önce bu çantanýn kurtarýlmasýný istedi. Geceleri ise çantayý yastýðýnýn altýna koyarak yattý. Bir buçuk yýlda kitabýn basýmý tamamlandý. Kilisli Rýfat Efendi’nin elyazmasýndan matbaa için hazýrladýðý defterler, günümüze ulaþmýþtýr. Millet Kütüphanesi’nin emekli müdürlerinden Mehmet Serhan Tayþi, bu defterleri iki cilt halinde ciltlenmiþ bir biçimde Arkeoloji Müzesi Kütüphanesi’nde gördüðünü söylemektedir. Onun fikrine göre, Matbaa-i Amire’nin o dönemdeki sorumlularý bu defterlere tarihi önem atfetmiþler ve ciltleyerek kütüphaneye teslim etmiþ olmalýdýrlar.13 Böylece, tarihe karþý büyük bir duyarlýlýk örneði sergilemiþlerdir. Divanü Lugati’t-Türk için en veciz deðerlendirmelerden birini yine Ali Emirî Efendi yapmýþtýr: “Bu, kitap deðil; Türkistan ülkesidir. Türkistan deðil, bütün cihandýr. Türklük, Türk dili bu kitap sayesinde baþka revnak kazanacak.” Bir baþka sözünde, “Türk dilinde þimdiye kadar bunun gibi bir kitap yazýlmamýþtýr. Bundan sonra da yazýlamaz. Bu kitaba hakiki kýymeti verilmek lazým gelse, cihanýn hazineleri kafi gelmez.”14 77 Medresesi’ni kütüphaneye çevirtmiþ ve kitaplarýný buraya baðýþlamýþtýr. Bütün ýsrarlara raðmen kütüphaneye kendi adýnýn verilmesini reddetmiþ ve kütüphanenin adýnýn “Millet Kütüp hanesi” olmasýný istemiþtir. Bu, onun milletine hizmet aþkýnýn en somut bir göstergesidir. Bugün bile yüzlerce kiþinin her gün ziyaret ettiði bu kütüphaneyi Ali Emirî 4.500’ü el yazmasý, 12 bin kadarý matbu, toplam 16.500 kadar kitabý baðýþlayarak kurmuþtur. Bu kitaplar arasýnda çok kýymetli kitap ve vesikalar mevcuttur. Divanü Lugati’t-Türk de onlardan biridir. Zamanýnda Macar Ýlimler Akademisi Divanü Lugati’tTürk’ü satýn almak için 10 bin altýn teklif ettiðinde, Ali Emirî Efendi hiç tereddüt etmeden reddetmiþ ve þu cevabý vermiþti: “Ben kitaplarýmý milletim için topladým. Dünyanýn bütün altýnlarýný önüme koysalar, deðil böyle bir kitabý, herhangi bir kitabýmýn tek bir sayfasýný dahi satmam.”15 Buna benzer ve hatta daha cazip baþka bir satýn alma teklifi de Fransa’dan geldi. Fransýzlar, Ali Emirî Efendi’ye tüm kitaplarý için 30 bin altýn ve ayrýca onun adýna Paris’te bir kütüphane, yüksek maaþ, kendisine özel hizmetkarlar teklif ettiler. Ali Emirî Efendi bunu da þiddetle reddetti.16 Ali Emirî Efendi kitaplarýný milletine baðýþlýyor Ali Emirî bütün hayatý boyunca büyük fedakarlýklarla topladýðý çok kýymetli el yazmasý kitap ve vesikalarý, karþýlýksýz olarak milletine armaðan etmiþtir. Bunun için Fatih’teki Feyzullah Efendi Milletinin kültür mirasýnýn korunmasýnda böylesine çok büyük hassasiyetler gösteren, her türlü maddi menfaatleri elinin tersiyle hiç düþünmeden iten Ali Emirî Efendi, üç gün süren hastalýktan sonra, 23 Ocak 1924’te Fransýz hastahanesinde vefat etti.17 Mezarý, Fatih türbesi avlusundadýr. Kendisini, Kaþgarlý Mahmud’un doðumunun 1000. yýlý vesilesiyle, rahmetle anýyoruz. Mekaný cennet olsun! Milletine karþýlýksýz hizmet eden Ali Emirî Efendi’yi de milleti sonsuza dek unutmayacaktýr. * Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Tarih Bölümü Öðretim Üyesi 1- Muhtar Tevfikoðlu, Ali Emiri Efendi, Kültür Bakanlýðý Yayýnlarý, Ankara, 1989; Ali Emiri'nin Hayatý ve Eserleri için ayrýca þu eserlere de bakýlabilir: M. Serhan Tayþi, Diyanet Ýslam Ansiklopedisi, Ali Emiri Mad.; Ali Emiri, Tezkire-i Þuara-yý Amid, Ýstanbul 1328, I., 6598; Ýbnülemin, Son Asýr Türk Þairleri, I, 298-301; Ali Aksakal, "Ölümünün 60. Yýlýnda Kitap Dostu Ali Emiri Efendi", Türk Kültürü, XXII/250, 1984, s. 25-28. 2- Tevfikoðlu, a.g.e., s. 2-4. 3- A.g.e., s. 9-10. 4- A.g.e., s. 13-14. 5- A.g.e., s. 16. 6- A.g.e., s. 18. 7- Ahmet Sýrrý Arvas, Türkiye Gazetesi, 24 Haziran 2004 Perþembe 8- Tevfikoðlu, a.g.e., s. 77. 9- A.g.e., s. 179. Kilisli Rýfat Efendi, Ali Emiri Efendi'nin Divanü Lugati’t-Türk'ü bulmasý ve yayýnlatmasýný bütün ayrýntýlarýyla bir gazetede altý yazý halinde yayýnladý. Onun bu yazýsý daha sonra bazý gazete ve dergilerde de yer aldý. Tevfikoðlu bütün bunlarý gözden geçirerek hata ve noksanlarýný düzelterek kitabýnýn sonuna eklemiþtir. Bkz. A.g.e., s. 173-196. 10- A.g.e., s. 182-183. 11- A.g.e., s. 185. 12- A.g.e., s. 185-186 13- Mehmet Serhan Tayþi ile görüþme, 6 Aralýk 2006. 14- Tevfikoðlu, a.g.e., s. 71. 15- A.g.e., s. 68 16- A.g.e., s. 68-69. 17- A.g.e., s. 21. Kardeþ Kalemler Mart 2007 78 Geleneðin Sürekliliði Ýçinde Bir Atlý “Dilþan Balkancý“ MEHTAP KODAMAN* Ýlk bakýþta deneyimsiz gözleri yalnýzca teknik ve estetik yetkinlik savýyla yanýltabilecek Dilþan Balkancý’nýn resmi; kendi içindeki ve dönemindeki deðeri aþarak asýrlar ötesinden uzanan bir sesin enstrümaný olmakta; estetik bir hafýzanýn çaðdaþ tepkilerini verme görevini üstlenmektedir. Resim: Dilþan Balkancý / Tual Üzerine Yaðlý Boya Kardeþ Kalemler Mart 2007 Gerçek manasýyla bir Türk resmi var mýdýr? Türk resmi içinde klasik bir dönem aranabilir mi? Türk resmini batýdan aldýðý resim anlayýþýna tarihlemeyen ciddi bir sanat felsefesi gösterecektir ki Türk resminin kökenleri hayvan uslubunda aranmalý ve klasiði de erken islam döneminde filizlenip Selçuklu döneminde olgunla- þan bir gelenekte sorgulanmalýdýr. Mumyalar, dokumalar, el yazmalarý stukolar, seramikler ya da metal objeler bu geleneðe tanýklýk eder. Hayvan figürlerinden üsluplaþan stilize hareketlerle yanlýþ olarak rumi denilen -ilk örnekleri Pazýrýk mumyalarýndadýr1- ve bitkisel motiflerle benzeþip kaynaþan bezemeler, andromorfik zoomorfik figürler, Strzygowski’nin Türkesk ismini önerdiði yanlýþ olarak Arabesk denen geçmeler2 ve münhaniler bu geleneðin ayýrt edici özellikleridir. Artýk Oleg Grabar’ýn yönelttiði “Bu geleneðin çaðdaþ dilde yansýmalarý var mýdýr?”3 sorusuna EVET cevabý verilebilir. 79 Dilþan Balkancý’nýn andromorfik figürleri kadýnýn diþiliði yanýnda gücünü de yansýtýr. Kadýn tek baþýna kýsrak deðil süvaridir de... Onun hayvanlarý olaðan duruþlarýnda yansýmaz anotomiyi zorlayan asimetrik hareketleri canlý bir dinamizm yaratýr. Animal Styl olarak bilinen bu tavýr Türkçe’ye hayvan uslubu olarak çevrilmekte4 5 bu ise tarza daha yakýþýr ikinci bir anlam kazandýrmaktadýr. Zira “hayvan” yaþayan demektir. Yansýtmacý tavrýn alabildiðine gerçekçi arayýþlarý yanýnda bu soyutlamaya giden tarz çok daha canlý sanki nefes alýr, koþar, rakseder bir haldedir. Bir figürü baþka birfigürün parçalarýyla tamamlayan keyfilik yada bu parçalarý ayrý bir düzenlemeyle süsleme unsuru olarak kullanmak; hayvanlarý zoomorfik bir þekilde kaynaþtýrmak yada insan ve hayvan karýþýmý andromorfik figürler yaratmak münhani mantiðýný özümsemiþ sanatçýnýn kendiliðinden davranýþýdýr. Hacim sýkýntýsý çekmeyen figürleri gelene ði aþmýþtýr. Iþýk gölge ve renk Balkancý’nýn resminde bir so run deðil, atlarýný oynatýp koþturduðu cennetsel bir mekanýn ahenkli bileþenleridir. Geleneðin tekil birimlerden tümel sonsuza uza nan kompozit yapýsý onun resminde kývrýlan, eðilip bükülen, týrmanan, dans eden, kiþneyen, çifte atan hareketli hayvan modülleriyle bir Resim: Dilþan Balkancý / Tual Üzerine Yaðlý Boya Dilþan Balkancý’nýn resminde buzullar altýnda uykuya dalmýþ bir kurganýn diriliþ týnýsýný duyuyoruz. Bu ses çok güçlü ve çaðýný çýnlatacak bir sestir. Zaman zaman geleneði aksettirecek yansýmalar yükselme ve gerileme devirlerinden sonra Türk resmi eski bir can damarýndan yepyeni bir kan ve hayat suyu kazanmýþtýr. Bunu Balkancý’nýn atlarýný hayvanlarýný ve insanlarýný þahit tutarak söylüyoruz. Kardeþ Kalemler Mart 2007 80 mesken yaratýr. Bu meskenin sakinleri ise pek okadar sakin olmasalar da alt alta üst üste boyutsal algýlamalarýyla sükunete bürünmüþ bir uzay-zaman hissi yaratýrlar. Dilþan Balkancý kurgusunu organik nesne ve hareketlerle yaptýðý resminde bitkisel ve mineral benzeri oluþumlarla yine organik dokulu bir zemin yaratmýþ. Bu sayede resmi daha çok yaþar kýlmýþ. Onun resminde aksis, apsis, simetri alma gibi geleneðin matematiksel bir organizasyonunu da buluyoruz. Balkancý süsleme resminin iki boyutlu naif yüzey yanýlgýsýna da düþmemekte dört boyutlu bir uzay-zamansal mekan oluþturarak espas sorununu kökünden çözmekle kalmayýp kozmik baþka evrenlere de uzanmaktadýr. Bu resimleri izlerken rem ötesi bir bilincin sürrealizminin sembolik çýkarýmlarýna ulaþmak da mümkün fakat onun kiþiliðinin derinliði ve gi- zemleri nedeniyle psikoanalitik bir eleþtiriye gitmek küstahlýk olacaktýr. O insanlardan hayvanlardan ve nesnelerden oluþan yepyeni bir coðrafya yaratmýþ bu coðrafyaya biraz düþ, biraz bilinç, biraz inanç, biraz tarih katmýþ; onun resminin kokusu arkaik bir topraktan beslenen ve kozmik bir bilinçle aydýnlanan yabani bir erguvaný andýrýyor. Bal kancý, Türkçe bir resim yapýyor diyebiliriz. Fakat onu anlamak için Süleyman olmaya gerek yok onun estetiði evrensel bir tattadýr. Yerelleþmeden evrenselleþilemeyeceðinin bilinciyle; ulusallýktan evrenselliðe ulaþma yolunda Türk resminin bir kimlik kazanmasý baðlamýnda Dilþan Balkancý’yý birinci sýraya yerleþtirmek yetmez. Bu makale sanatçýnýn sanatýnýn görkemi yanýnda çok sönük kalacaktýr. Resim: Dilþan Balkancý / Tual Üzerine Yaðlý Boya * Arþ. Gör. Marmara Üniversitesi Atatürk Eðitim Fakültesi Güzel Sanatlar Eðitimi Bölümü Resim-iþ Öðretmenliði Ana Bilim Dalý Kardeþ Kalemler Mart 2007 81 Yakut Kadýný Eski Oðuzlar ve Saha (Yakut) Türklerinin Atalarýnýn VIII-IX y.y. Dil ve Kültür Ýliþkileri YURÝY VASÝLYEV Sahalar, Türk dilli milletlerin içinde Asya kýtasýnýn en kuzey doðusunda Kuzey Buz denizi ve Büyük Okyanus kýyýlarýna uzanan o geniþ topraklarda yaþayan bir millettir. Yaklaþýk bin yýldan beri dünyanýn bir en sert ve aðýr þartlý iklim bölgesinde, buzullar ülkesi diye adlandýrýlan bölgede, Yakutistan’da yaþar lar.Toplam nüfusu 450 bin civarýnda olup geçim kaynaklarý hayvancýlýk, avcýlýk ve ren geyikçiliðidir. Çaðdaþ Saha (Yakut) dili, Rusya Fedarasyonuna baðlý Saha Cumhuriyetinin iki devlet dilinden birisidir. Sibirya’da yaþayan Türk topluluklarýndan sayýca en fazla olan Saha Türklerinin ana dilidir. Sahacayý (Yakutçayý) Sahalardan baþka Yakutistanda yaþayan az sayýlý Kuzey milletlerden , mesela, Evenler, Evenkiler, Yukagurler, Dolganlar, Çukçalar ve bazý yerli Ruslar da konuþurlar. Yakutistan’ýn dýþýnda Yakut Türkleri Krasnoyarsk, Habarovsk eyaletlerinde; Ýrkutsk, Çita, Amur, Magadan bölgelerinde de yaþarlar. Türk dilleri ailesinde Saha Türkçesi þu ana kadar deðiþikliðe en az uðramýþ olan en eski Türk dili olarak yer almaktadýr. Günümüz Türk dillerinden Saha (Yakut) diline yakýn olan diller, Týva, Hakas, Tofa, Altay, Kýrgýz, Satý Uygur ve Salar dilleri; eski Türk dillerinden ise Eski Oðuzca ve Eski Uygurcadýr. Kardeþ Kalemler Mart 2007 82 Sahalarýn Türk kökenli olan eski atalarý, Lena nehrinin baþýnda, Baykal ðölü kýyýsýnda V-X yüzyýllarda yaþamýþ olan Kurýkanlar (veya ÜçKurýkanlar) dýr. Onlar hakkýnda ilk bilgi Orhun yazýtlarýnda 552 yýlýnda yazýlmýþtýr. Çin kaynaklarý Kurýkanlarýn dili, yaþadýðý topraklarý, hayatý, uðraþlarý hakkýnda detaylý bir þekilde bahseder. Mesela, Kurýkanlarýn Uygurlarýn bir kolu olduðunu, onlarla ortaklaþa, ama uzak kuzeyde yaþadaklarýný, ortak atalarý olduðunu, ama Kurýkanlarýn dillinde büyük farklýlýklar bulunduðunu, bu yüzden Kurýkanlarýn dilini diðer Türk, Oðuz soylarýnýn anlamadýklarýný, Kurýkanlarýn da diðer Türk boylarýnýn dillerini anlamakta zorlandýklarýný hakkýnda yazýlmýþ kaynaklar mevcuttur. Bilindiði gibi, Kutýkanlar V-X yüzyýllarda yaþamýþlardýr. Sonra 700 yýl onlar hakkýnda hiç bir tarihi belgeye, habere ve bilgiye rastlanmamýþtýr. XVII yüzyýlýn baþýnda, 1630’lu yýllarda Rus Ka zak askerleri Doðu Sibirya’ya, Kuzey Uzak Doðu’ya ilk geldikleri zamanlar Lena nehri kýyýlarýnda Saha (Yakut) diye Türk dilli bir millet var olduðunu yazmýþlardýr. XVII yüzyýlýn sonundan itibaren Avrupa’nýn bilim adamlarý, seyahatçýlarý (Almanlar, Holandalýlar, Ýsveçliler, Polonyalýlar, Ruslar) Saha (Yakut) Türklerinin kökü, onlarýn dili üzerine çeþitli bilgiler toplamýþlardýr. Böylece, bazý araþtýrmacýlar Saha’larýn Tatarlara akraba olduðunu, bazýlarý da Kýrgýz, Hakas, Altay Türklerine yakýn veya akraba olduklarýný anlatmýþlar. Macaristan’ýn bilim adamý German Vamberi ilk olarak Saha dili Oðuzca tipli Eski Uygur diline daha yakýn olduðunu belirlemiþ ve þöyle yazmýþtýr: ‘Saha (Yakut) lehçesini ses, þekil ve kelime hazi nesi yönünden ele alýrsak, onun asýl Uygur lehçesine þaþýlacak kadar yakýn olduðu görülmektedir’. Vamberi’nin görüþünü Sahalarýn ünlü bilim adamý, tarihçi, edebiyatçý Gavril Vasilyeviç Kse nofontov desteklemiþtir. O ‘Uraanhay-Sahalar’ adlý kitabýnda þöyle yazmýþtýr: ‘Saha halkýnýn atalarýnýn en yakýn akrabalarýný Güney Yenisey’de deðil, Baykal Gölü civarýnda yaþamýþ Uygurlar da aramak gereklidir. Vambe ri’nin gösterdiði gibi, Baykal Gölünden sadece bir kaç on kilometre uzakta bulunan Uygurlara Kardeþ Kalemler Mart 2007 mý yönelmek lazým?’ – diye. Günümüzün Saha tarihçileri A.N.Alekseyev, A.Ý.Gogolev, Ý.E.Zýkov þöyle yazmýþlardýr: ‘Saha kültürünün meydana gelmesine, ortaya çýkmasýna iki Türk unsuru katkýda bulunmuþtur. Onlardan biri, çaðdaþ Saha dilinin temelini oluþturan, Eski Oðuz diline yakýn olan ve akraba dil ailesinden yaklaþýk olarak VI. yüzyýlda ayrýlan bir Türk diliydi. Bu dil, Baykal Gölü civarýnda yaþamýþ Kurýkanlarýn dilidir’, - diye. Prof. A.Ý.Gogolev, Sahalarýn eski atalarý Kurý kanlar dili Oðuzca olan Eski Uygurlarla iliþkileri dilde ve kültür-etnonimik bazý genel, benzeyen özelliklerde bulunduðunun üzerine yazmýþtýr. Mesela, sadece Saha ve Eski Uygur dillerinde kullanýlan iki öneði vermek istiyorum. Sadace Eski Uygur dilinde belirtlenen ‘Toyýn’ diye ‘Buddist rahip’ anlamlý olan kelime çaðdaþ Türk dillerinden sadece Saha (Yakut) dilinde kullanýlýr, fonetik olarak ‘Toyon’ diye söylenir, onun temel anlamý ‘Bay, baþkan, müdür, þef’ tir. Saha dilinde kullanýlan ‘iççi’ (veya itçi, irçi) kelimesinin anlamý ‘iye, hayvanlarýn, mallarýn sahibi, ev iyesi veya boþ kalan, býrakýlan evlerin görülmez ruhu’ dur. Bu kelimenin etimolojisini dil bilimciler Sergey Malov ve Villi-Bang incelemiþlerdir. Eski Uygurca yazýlmýþ Buddistçe yazýda ‘irþi’ kelimesinin mevcut olduðu belirtilmis, anlamý da ‘bilge, aziz, inzivaya çekilen kimse’ dir. Bu sözcük Sanskritçede ‘rþi’ sözcügüyle karþýlaþtýrýlmýþ ve örneklerde desteklenmiþ. Örnekleri: tenrilen irþilerine yükünür men ‘ben kumsal azizlerin önünde eðilirim’. ‘Ýrþi-tengri’ çift kelimesi ‘dehalar, hayýrlý kutsal yaratýklar’ anlamýna sahip. Eski Oðuzlar, Selenge’deki Dokuz Oðuzlarla iliþkili olan Sarý Uygurlarda Prof. Sergey, Þaman ayini esnasýnda önem sözcüklerini gençlerin tekrarladýðýný yazmýþtýr. Uygurlarýn bu geleneði Hakas ve Yakutlarda günümüze kadar korunup gelebilmiþtir. Örneðin, Yakutlarda kam ayini esnasýnda dokuz genç bekar erkek, dokuz bakire kýzý arkalarýndan küçük adýmlarla takip ederler. Onlara ‘bitiihit’ler’ adý verilirdi. Uygur Mutfak Kültürü Üzerine 83 NAZIMBEK KASIMCANOVÝÇ KAMBARÝ “Fani dünyada saðlýðýmýz, ne yediðimize, nasýl yediðimize, ne kadar yediðimize, ne zaman ve ne için yediðimize baðlýdýr.” N. Kamberi, 20.03.1985 Uygur Türkleri Türkistan coðrafyasýnýn en eski ve kültürlü halklarýndan biridir. Dünyanýn bir çok bilim adamýnýn da onayladýðý gibi zengin ve özgün Uygur kültürü üç önemli servete sahiptir: Ýlki, Kutadgu Bilig, ikincisi “Taþ kemir sanatý”, üçüncüsü ise “12 makam”dýr. Uygurlar kendi coðrafî, doðal ve iklim þartlarýný göz önünde bulundurarak özgün ve zengin aþçýlýk sanatý ve yemek hazýrlama tekniði ortaya çýkarmýþlardýr. Bu, Uygur kültürünün bütün dünya tarafýndan tanýnan, tarihî ve arkeolojik faktlarla teyit edilen dördüncü zenginliðidir. Örneðin, bu kanýtlardan biri Turpan-Astana’da yapýlan kazýlar esnasýnda bulunmuþ 5 deðiþik türü bulunan VII. Yüzyýla ait taþlaþmýþ pelmenidir. 1222 yýlýnda Uygur topraklarýna ziyarette bulunan bir Çin prensi, Nevruz kutlamalarý sýrasýnda büyük bir keyifle tattýðý Uygur yemekleri hakkýnda hatýratýnda “Nevruz þerefine yemekler” adýnda iki mýsra þiir kaleme almýþ, bu þiirinde çeþitli lezzetli yemeklerin nasýl hazýrlandýðýný, ahþap tabaklarda ince hamuru, fýrýnda piþirilmiþ susamlý ve soðanlý beyaz pideyi nasýl tattýðýný, yine farklý sebzelerden yapýlan yemekleri tattýðýný büyük bir memnu niyetle anlatmýþtýr. Kaþgarlý Mahmud’un Divaný Lugat’it Türk adlý eserinde, günümüzde de hiç deðiþmeden Uygur Türkçesi’nde kullanýlan yemek ve beslenme þekilleriyle ilgili birçok terim ve atasözü zikredilmektedir. Örneðin birçok kiþi “Tamada” sözünün eski Türk Dili’ndeki “Taam Ata” yani “Yemek Babasý” sözün den geldiðini bilmemektedir. Ýþte bu yüzden Uygur mutfaðýný seven ve Uygur mutfaðýyla ilgile nenler için böyle bir yazý yazmaya karar verdim. Yüzyýllar boyunca Uygur Türkleri içinde birçok zanaatçi, çiftçi, bahçývan, çömlekçi, marangoz, otacý, dilci, þair, yazar ve ahçý ahçýlýk sanatýný yaratabilmek ve mükemmelleþtirebilmek için gayret sarfetmiþlerdir. Burada Uygur halkýnýn büyük fikir adamlarýndan, Uygur halkýnýn sosyo-politik düþünce hayatýna, etik hayatýna, felsefesine ve estetiðine çok önemli katkýlarda bulunmuþ Muhammed Sadýk Kaþgari’den (1725-1849) bahsetmek çok yerinde olur. Prof. Dr. A. Ý. Narýnbayev çalýþmasýnda Muhammed Sadýk Kaþgari’den þöyle bahseder; “Fikir adamý ve þair Muhammed Sadýk Kaþgari önemli bir bilim adamýdýr. Kendi zamanýnda birçok ilimde söz sahibi olmuþ, Uygur tarih bilimine, edebiyatýna önemli katkýlarda bulunmuþtur. Ayný zamanda etiksel, estetiksel açýdan Ýslam’ýn temel sorularýna cevaplar aramýþ, önemli Arap ve Fars bilim adamlarýnýn bazý eserlerini Uygur Türkçesi’ne çevirmiþtir. Bu þekilde, gelecek kuþaklara önemli bir miras býrakmýþtýr.” Bilgin, insanýn ahlaksal ve kültürel gidiþatýnýn önemli problemlerini insanýn özel ve toplum hayatýnda analiz etmeye çalýþmýþtýr. Güleryüzlülük, eþitlik, dostluk, mutluluk, çalýþkanlýk, hümanizm, adaletlilik, büyüklere saygý, misafirperverlik ve diðer birçok deðer bugüne kadar öneminden hiçbir þey kaybetmemiþtir. O, nasýl selamlaþmak gerektiðini, misafirleri nasýl karþýlamak ve nasýl yemek yemek gerektiðini ayrýntýlarýyla belirtmiþtir. “Adal-ul-salihin” adlý çalýþmasýnda bilgin, insanýn kültürel hayatýndaki ahlakî sorunlara ve sorulara deðinmiþtir. Ýþte bu yüzden bu çalýþma sadece Uygur topraklarý içinde deðil, bütün Orta Asya’da büyük bir öneme haizdir. SUAR tarihi kaynaklarýnda Uygur mutfaðýný diðer mutfaklarla kýyaslayan þu tür bilgiler bulunmaktadýr: “1947’de Doðu Türkistan Cumhuriyeti (19441949) baþkaný Ahmetcan Kasimi (1914-1949) Uygur heyetiyle Çin baþkentini ziyaret etmiþtir. Bu ziyaretin amacý barýþ görüþmeleri yapmak ve Çin kurultayýna katýlmaktýr. Uygur heyeti kendilerine karþýlama töreni düzenlenen Çindau, Tyan-Þan Kardeþ Kalemler Mart 2007 84 ve Pekin þehirlerinde bulunmuþlardýr. Nankin’e döndükten sonra onlar da karþýlýk olarak dönemin Çin askeri yetkililerine ve memurlarýna veda ziyafeti düzenlerler. Ahmetcan Kasimi bu þölenin açýlýþ konuþmasýnda þunlarý söyler: “Bugün misafirlerimizin þerefine özellikle Uygur mutfaðýnýn seçkin yemekleri hazýrlanmýþtýr. Bizim þöyle bir atasözümüz vardýr: “Avrupa yemeklerinden göz, Çin yemeklerinden aðýz, Uygur yemeklerinden ise mide doyar.” Ahmetcan Kasimi bu konuþmasýyla oradaki herkesi güldürmüþtür. Gerçekten de Uygur mutfaðý yeterli doyuruculuðuyla, estetik çekiciliðiyle diðer mutfaklardan ayrýlmaktadýr. Uygur yemekleriyle hem göz, hem aðýz hem de mide doyar desek mübalaða yapmýþ olmayýz. Kaleme aldýðýmýz yazý, bu muazzam mirasýn küçük bir kýsmýný içermektedir. Uygur yemekleri, birçok tarihi faktlarla da ispatlandýðý gibi, çok çeþitli, besleyici, güzel ve lezzetlidir. Bu muazzam yemekleri hazýrlamak için çok çeþitli sebzeler, meyveler, tahýllar ve baharatlar kullanýlýr. Buna raðmen, bazý sathî bilgi sahipleri pervasýzca ezelden beri kanýmýzla koruduðumuz dilimizde bazý yemekleri saçma terimlerle, bazen de baþka dillerden girmiþ kelimelerle adlandýrmaktadýr. Örneðin son zamanlarda gençler arasýnda Samsa Kao bao za, Kýzartýlmýþ Piliç Dapandji, Kaskan Mantýþnitsa, olarak adlandýrýlmaktadýr. Görüldüðü üzere bu oldukça yersiz ve saçmadýr. Bu çalýþmanýn diðer bir amacý ise yeni yetiþmekte olan neslin bu mirasý ve zenginliði unutmamasý, ayný þekilde herkesin Uygur millî yemeklerini kendi ana dilinde isimlendirmesidir. Ayný zamanda isimlendirmeler sýrasýnda diðer Türk dillerinden kelimeler alýnmasýdýr. Bunun için yazýnýn sonuna mutfak envanteri adlandýrmalarý, sebze, meyve, baharatlar, soðuk ve sýcak yemekler ve yemek malzemelerini içeren küçük bir sözlük koy mayý uygun bulduk. Yazar 1966 yýlýnda Uygur ahçýlýðýyla ilgili bir ga zete makalesi kaleme almýþtýr. Doðma büyüme aðzýnýn tadýný bilen ve tecrübeli bir doktor sýfatýn da, Çin, Japon, Kore, Rus, Alman ve Türk yemeklerini tatmýþ biri olarak geldiði sonuç þudur ki, büyük bir coþkuyla, aþkla, akýl ve yetenekle öylesine güzel, lezzetli, çeþitli, besleyici, faydalý, zamanýn hesabýna uygun, saðlýðýn taleplerine karþýlýk veren bir mutfak yaratmak her halkýn harcý deðildir. Atalarýmýz uzun ve saðlýklý yaþamak için doðru beslenmenin önemini defalarca kez yinelemiþler dir. Bu bilgilerini sürekli zenginleþtirmiþler ve mü Kardeþ Kalemler Mart 2007 kemmelleþtirmeye çalýþmýþlardýr. Belki de bu yüzden bizim komþularýmýz ilgi ve sevgiyle yemeklerimizi yapmýþlar ve bu yemekleri Uygurca adlarýyla anmýþlardýr. Bu, Uygur yemeklerinin hazýrlanýþýnýn coðrafi sýnýrlarýný geniþletmekte, ayný þekilde mutfak sanatýný da zenginleþtirmektedir. Umarým gelecek nesillerimiz yemeklerimizin Uygurca adlarýný kullanýrlar; Guyrusyay, dapandji, juvava v.b. gibi anlamýný bilmedikleri isimler kullanmazlar. Ahçýlýk sanatý kültür ve sanatýn önemli bir zenginliðidir. Onu dogmatik yollarla deðil, titiz ve faydalý uðraþlarla zenginleþtirmek mümkündür. 1985 yýlýnda “Yeni Hayat” adlý gazetede yayýn ladýðým “Beslenmenin Püf Noktalarý” ve “Ýnsanýn Doðasý Hakkýnda” adlý makalelerimde beslenmenin insan saðlýðýna, keyfine ve toplumun maddi durumuna nasýl etki ettiðini belirtmiþtim. Ta o zaman anladýðým gibi, ana dilin korunmasý yemek isimlerinin ve yemek malzemelerinin adlarýnýn korunmasýna baðlýdýr. Ve þimdi de haklýlýðýmdan eminim. Uygur mutfaðý çok zengindir. Biz bu çalýþmamýzda sadece en temel yemeklere deðineceðiz. En çok tüketilen yemek, tabii ki lagman. Bu yüzden lagmanla baþlayacaðým. LAGMAN Dünyada birçok halk Lagmana benzer yemekler hazýrlamaktadýr, örneðin; makarna, pasta fadcoli, boso, spagetti, kuksi, luman, tanmen v.b. Marko Polo’nun Uygur diyarýný ziyaret ettiði zaman Lagman’ýn tarifini beraberinde götürdüðü söylenir. Bu yüzden, bu yemeðin Uygur lagmaný olduðunu büyük bir güvenle söyleyebiliriz. Lagman’ýn birçok türü ve hazýrlanma þekilleri vardýr. Bu yemek süslendiðinde gayet güzel görünmekte, esnek ince hamurun ve çeþitli soslarýn sayesinde harikulade bir tada sahip olabilmektedir. Uygur halkýnýn diðer bir mükemmel geleneði ise doðum günlerinde doðum günü kutlanan kimseye nice yýllar dilerken lagman hazýrlanmasýdýr. Matem günlerinde tek bir yumruk olmak için toplanýldýðýnda ise Sugut (opkya-yesip) hazýrlanýr. Doðma büyüme ahçý, ünlü Habibulla Aþpaz’ýn oðlu Rahimcan Uþurov 1992 yýlýnda yayýnladýðý “Uygur Mutfaðý” adlý kitabýnda Uygurlarýn lagman için 180 çeþit sos hazýrladýðýný belirtmektedir. Benim þahsi fikrime göre, ahçýnýn sanat ve hayal gücü anlayýþýna göre bu sayý daha da artabilir. Lagman’ýn daha kaliteli ve lezzetli olabilme - si için iyi bir sos hazýrlanýr. Yað ve et gerektiði kadar tuz, soðan, sarýmsak, domates ve küçük parçalar halinde kesilmiþ acý veya yarý acý biberle de olabilir. Bu malzemelerin hepsi çabucak kýzartýlýr. Sebzeler yarý çið olmak zorundadýr. Lagman için kullanýlacak ince hamurun yuvarlak ve yassý kesilmiþ olmasý gerekmektedir. Ýnce hamurun bu her tipi kendi içinde üç kýsma ayrýlmaktadýr. Ýnce, orta ve kalýn. Yine ayný þekilde kaynatýlmýþ hamuru 1-2 santimetre olarak kesip sosla birlikte de kýzartabilirsiniz. Lagman’ýn bu tipi kýzartýlmýþ olarak bilinir. Doðu Türkistan’daki restoranlarda lagman yapan usta müþterilerin arzularýna göre her türlü kalite ve çeþitte hamur hazýrlayabilir. Usta bir ah çý veya bir ev hanýmý 15 dakika içinde mükemmel bir lagman hazýrlayabilir. Lagman’ýn hamuru ayný kalýnlýk ve esneklikte olmak zorundadýr ve kopmamalýdýr. Yoksa bu lagman olamaz. Lagman arzuya göre, sýcak, ýlýk veya soðuk olarak yenilebilir. 4 porsiyon lagman hazýrlamak için; 1. sýnýf buðday unundan 1 kg hamur, yarým litre su ve biraz tuz yeterlidir. Müþterinin arzusuna göre özel sos hazýrlamak ve onu hamurdan ayrý olarak vermek mümkündür. Lagman’ý sirke, hardal, bir diþ sarýmsak veya taze salatayla yemek mümkündür. Özel bir lagman için sos çok eski çaðlardan beri Gulca’da, Kuça’da, Kaþgar’da, Ürümçi’de ve hatta Kumul restoranlarýnda hazýrlanmaktaydý. Uygur mutfaðýnýn bütün ustalarý tarafýndan da onaylandýðý gibi özel bir sosla hazýrlanan lagmana Ekzotik lagman veya Þah lagmaný adý verilmiþtir. Bu sosun hazýrlanmasý için küçük parçalar halinde kesilmiþ kuzu eti kýzgýn yaðda soðan ve sarýmsakla kýzartýlýr, domates eklenir, sonunda ise acý biber, tuz ve zevke göre baharat katýlýr. Bu sosu Uygurlar neredeyse bütün yaz boyunca en iyi restoranlarda hamurdan ayrý olarak sýcak sýcak yemektedirler. Buna özel lagman denmektedir. Bu arada Çin’in bütün büyük þehirlerinde lagmanýn bu çeþidi “Sincan Lagmaný” yani Uygur lagmaný olarak adlandýrýlmaktadýr. MANTA Uygurlar mantayý mayalý ve mayasýz hamurdan olmak üzere iki þekilde hazýrlarlar. Bunlar da kýy manýn çeþidine göre kendi içinde daha birkaç çeþide ayrýlýr. Örneðin, Bolak için olacak kýyma genellikle etten yapýlýr, küçük parçalar halinde kesilmiþ soðanlar ve kara biber susam, tuz ve diðer baharatlar isteðe göre hazýrlanýr. Þekerli mantýlara ise kuyrukyaðý, fýndýk ve diðerleri konu lur. Piter mantasýna et ve soðan haricinde kabak, cusay, lahana, biber, domates ve isteðe göre di ðer sebzeler konulur. Bazý aðzýnýn tadýný bilen 85 kimseler bu mantaya ayva, elma, incir, yonca ve diðer sebze ve meyveleri koyarlar. Bu, yemeði yapanýn hayal gücüne veya evdeki sebzelerin bulunup bulunmamasýna baðlýdýr. Özel bir manta hazýrlamak için kýyma %50-70 kuzu etinden, %30-40 inek etinden, gerektiði kadar tuz, biber ve su gereklidir. Mantalar o zaman çok lezzetli olurlar, týpký olgun bir þeftali gibi. Ýyi bir Bolak Mantasý (Mayalý hamurdan) hazýrlamak için kýymaya yukarýda arzu olunan oranda ve yine %15-20 oranýnda kuyruk yaðý, gerektiði kadar soðan, kara biber, anason, defne tohumu, susam yaðý veya kýzartýlmýþ susam tohumu tuzlu suyla birlikte konulur. Kýyma biraz beklemek zorundadýr. O zaman manta daha da lezzetli ve sulu olur. Mantanýn kaskanda 25-30 dakika yüksek ateþte piþirilmesi gerekir. Manta küçük ahþap kaskanýn içinde veya tabaðýn içinde verilebilir. Doðu Türkistan’ýn büyük þehirlerinde mantanýn usta hazýrlayýcýlarý mantayý onan veya yuta olarak adlandýrýlan ince taze ekmeðiyle birlikte vermektedirler. Katmerli hamurdan yapýlan taze ekmeðe rendelenmiþ havuç, kabak, ince doðranmýþ kinza, taze kaymak veya sütlü yað konulur. Bu, mantanýn besleme niteliðini, kalorisini iki kat yükseltmekte ve daha da lezzetli hâle getirmektedir. Yukarýda bahsettiðim tavsiyeler 1970 yýlýnda tarafýmdan “Kýrgýzistan Kadýnlarý” adlý dergide, yine mantanýn tarifini de verdiðim bir yazýmda yer almýþtý. Geçen yüzyýlýn ünlü ve usta Uygur mantýpyazlarýnýn fikirlerine göre Yarmuhammed Aka, Aman Aka, Sýdýkcan Aka ve diðerlerinin fikrine göre manta taze ve yumuþak hamurdan, et ise iyi piþmiþ olmalýdýr. GEÞERYA (PELMENÝ) Bazý arkeologlar tarafýndan Turfan Uygur Ýdikuts bölgesinde 7. yüzyýla ait 5 deðiþik þekilde taþlaþmýþ pelmeniler bulunmuþtur. Bu, Uygurlarýn daha tarihin çok eski çaðlarýnda da çeþitli ve güzel þekilde pelmeniler hazýrladýklarýný göstermektedir. Ruslar bu yemeðe Pelmeni adýný vermiþlerdir. Bu söz Latin dilinden alýnmýþ ve iki ayrý kelimenin birleþmesinden oluþmuþtur. Bu kelimeler, “Kýyma” ve “Hamur”dur. Burada bir anýmdan bahset istiyorum. 60’lý yýllarda Çinli Li ve Rus meslektaþým Tanya’yla benim aramda pelmeninin kimlere ait olduðu hususunda bir bahis söz konusu oldu. Li Pelmeni’nin bir Çin yemeði olduðunu söyledi, Tanya ise Rus yemeði olduðunu. Bunun üzerine her birimiz ayrý ayrý pelmeni hazýrlamaya ve bunlarý belirlediðimiz farklý milletten iki doktora tattýrmaya karar verdik. Bu müsabaka benim zaferimKardeþ Kalemler Mart 2007 86 le sonuçlandý. Jürinin her iki üyesi de benim hazýrladýðým pelmeniyi çok beðendiler ve çok lezzetli olduðunu söylediler. Bundan sonra dostlarým pelmeninin bir Uygur yemeði olduðunu kabul ettiler. Uygurlar pelmeniyi çok çeþitli türlerde hazýrlamaktalar. Hamurun içine çok farklý sebzeler, balýk ve piliç koymaktalar. Soðan haricinde de kinza, cusay, lahana ve diðer sebzeleri koyarlar. Bazen de eðer bir an önce hazýrlanmak istenilirse hamur alýnýr, içi küçük bir çukurcuk açýlarak kýyma yerleþtirilir, ardýndan hamur yuvarlak hâle getiri lir. Buna “Mundyak” adý verilir. Bazýlarý ise hazýr pelmeniler üstüne lagman sosu koyarak yemeðin hem lezzetini hem de görünümünü zenginleþtirirler. Bu ise “Geþera-Byatta” (Soslu Pelmeni) adýný alýr. Yukarýda bahsedilen mantý ve geþerya, buðday sirkesi, þarap sirkesi, kefir, hardal ve diðer baharatlarla birlikte yenir. Uygur mutfaðýnda en çok kullanýlan acý baharat “Hardal” Çince “Lazidcan” olarak bilinir. Çok eski zamanlardan beri halkýmýz bu baharatý “Yagmuç” veya “Aççik” olarak adlandýrdý. Gürcü mutfaðýnda bu baharat “Adcik” olarak adlandýrýlýr. Burada Aççik’in nasýl hazýrlandýðýný belirtmek yerinde olur, sanýrým. Ýlk önce 50 gram kýrmýzý biber, veya taze acý biber, 30 gram domates veya domates salçasý, 20 gram küçük küçük kesilmiþ sarýmsak, biraz rendelenmiþ havuç, ezilmiþ ve kýzartýlmýþ susam tohumu gereklidir. Hepsi iyice karýþtýrýlýr ve 100 gram kýzgýn yaðda kýzartýlýr. Bu þekilde kýpkýrmýzý, acý, güzel kokulu, güzel ve lezzetli aççik hazýrlanmýþ olur. Yemek esnasýnda kullanýlan bu aççik alýnýrken biraz buðday veya þarap sirkesi eklenir. Daha sonra da bir parça hardal ve acýrga eklenebilir. Bu baha rat mantaya ve pelmeniye özel bir tat verir. PÝLAV Halkýmýz arasýnda pilavý Hipokrat’ýn hastalar için besleyici ve tedavi edici bir yemek olarak bulduðu hakkýnda bir efsane vardýr. Gerçekten de Hi pokrat halsiz olanlarý ve tüberküloz hastalarýný bu yemekle iyileþtirmiþtir. Bunun için yedi ayrý besle yici malzeme kullanmýþtýr: Et, yað, soðan, tuz, havuç, su ve pirinç. Yaðda et, soðan ve havucu iyice kýzartýp, pirincin oranýna göre su dökülür ve kaynatýlýr. Pirincin iyice yumuþamasý için yaklaþýk 40 dakika gereklidir. Pilav en besleyici, zengin vitaminli, kalorili, kolay hazmedilir ve lezzetli yemek olarak bilinir. Bu yüzden Uygur halkýnda “Þah için en önemli yemek pilavdýr” diye bir söz vardýr. Kardeþ Kalemler Mart 2007 Bazý araþtýrmacýlar pilav kelimesinin beþ yemek malzemesinden geldiðini iddia etmektedirler. Yað, et, havuç, soðan ve pirinç. “Pandj” ve ateþ – “Alau” yani P harfi (Pandj kelimesinden) + Alau (Ateþ). Belki de bu yüzden dünyanýn her yerinde bu yemek pilav olarak adlandýrýlmaktadýr. Sade ce Çinliler bu yemeðe “Djua Fan” adýný vermektedirler. En saygýdeðer misafirler için veya bayram günlerinde Uygurlar Uygur mutfaðýnýn tacý pilavý hazýrlarlar. Çaðdaþ yemek titizleri, temel mürekkipler hariç, bu yemeði daha da kalorili, lezzetli ve besleyici yapabilmek amacýyla arzularýna göre pilava ayva, elma, kiþmiþ, baþ soðan, sarýmsak, anason, safran, amberbaris, nar tohumlarý, nohut, v.d. baklagiller eklerler. Bu malzemelerle süslenmiþ pilav verilir. Pilav’ýn yanýna domates, salatalýk ve turptan yapýlan salata verilir. Baharda, Nisan ve Mayýs aylarýnda taze üzüm yapraklarýnýn içinde özel olarak hazýrlanmýþ kýyma konularak pilavýn üstüne konulur ve buharda piþirilir. Bu yemek “Tak-Aþ” adýný alýr. Yukarýda saydýðýmýz yemek malzemeleri ahçýnýn sanatýna ve isteðine göre deðiþebilir. Pilav sadece deðiþik kalitedeki pirinçten deðil, ayný zamanda buðday, arpa ve mýsýrdan da hazýrlanabilir. Ancak en çok hazýrlanan ve popüler olan düðün pilavý yukarýda saydýðýmýz yedi malzemeden hazýrlanýr. 4-6 kiþilik bir pilav hazýrlamak için 1 kg et, temizlenmiþ 1 kg pirinç, 200 gram bitkisel yað, 1 kg havuç, soðan, tuz, su ve diðer baharatlar gereklidir. Uygur mutfaðý deðiþik pilav çeþitlerine sahiptir. Düðün pilavý, soslu pilav, kýzartýlmýþ pilav, torba pilavý, yumurtalý pilav, meyveli pilav, buðday pilavý, vejeteryan pilavý v.d. Burada torba pilavýnýn (Halta pilavý) hazýrlanýþýndan kýsaca bahsetmek yerinde olur. Yukarýda bahsettiðimiz yedi malzeme, bitkisel yað haricinde, peynir görüntüsündeki temizlik ve kesimde dayanýklý bir kumaþtan yapýlmýþ torbaya yerleþtirilir. Torbanýn aðzý sýkýca baðlandýktan sonra, suda kaynatýlýr. 30-40 dakika sonra pilav hazýrdýr. Bu pilav yaðda hazýrlanmadýðýndan kolay hazmedilir ve perhiz için idealdir. Uygur mutfaðýnda pilava benzeyen bir yemek daha vardýr. Pirinç kazanda ve kaskanda buhar da piþirilir ve çeþitli soslarla birlikte yenir. Bu yemek bizde “Grüç-aþ” olarak adlandýrýlýr. Özbek yazarý Mahmudov Bey ise bu yemeðe “GrüçLagman”, Çinliler ise “Gan-Fan” adýný verir. 87 Ali Emiri Efendi Ali Emiri Efendi ve Dünyasý Sergisi (24 Ocak - 1 Temmuz 2007) Fermanlar, beratlar, hatlar, kitaplar Geçmiþin kültür mirasýnýn, özellikle de bu mirasýn kolayca yok olabilecek bazý kýrýlgan parçalarýnýn zamanýn tahribine uðramadan günümüze ulaþabilmiþ olmasýný, bütün hayatlarýný bu nesneleri toplamaya, korumaya ve gelecek kuþaklara aktarmaya adamýþ bir dizi adsýz kahramana borçluyuzdur çoðunlukla. Geçmiþ dönemlerin birçok önemli ürünü, bu deðerbilir insanlar sayesinde savaþlardan, yýkýmlardan ya da doðal afetlerden kurtulmuþ ve yüzyýllarýn menzillerini sað salim katedip, günümüzün modern müze ya da kütüphane koleksiyonlarýnda yerlerini almýþlardýr. Pera Müzesi ve Ýstanbul Araþtýrmalarý Enstitüsü salonlarýnda iki bölüm halinde açýlan Ali Emîrî Efendi ve Dünyasý sergisi, iþte bu insanlardan birinin sýradýþý serüvenine ýþýk tutan bir sergi. Çöken imparatorluðun yýkýntýlarý arasýndan toplayýp yaþamý boyunca titizlikle koruduðu, sonra da kendi kurduðu Millet Kütüphanesi’ne baðýþladýðý ferman, kitap ve hatlarýn yanýsýna Ali Emîrî Efendi’nin “kültür insaný” kimliðini öne çýkaran özel eþya ve belgeleri arasýndan yapýlmýþ bu derleme, onun tutkuyla baðlandýðý bir dünyaya heyecan verici bir yolculuk niteliði taþýyor. Dîvânu Lugâti’t-Türk Orjinal Kapaðý Pera Müzesi (3.kat) ve Ýstanbul Araþtýrmalarý Enstitüsü sergi salonlarýnda yer alan Ali Emîrî Efendi ve Dünyasý sergisi, üç ana bölüm üzerine kurgulandý. Birinci bölümde, Kanûnî’den Sultan Reþad’a uzanan 500 yýllýk bir dönemin tuðra, hat ve tezhip þa haserleri olan ve bugüne kadar günýþýðýna çýkma mýþ 49 adet ferman ve berat yer alýyor. Ýkinci bölüm ise hat sanatýnýn büyük ustalarýna ait 31 adet kýt’a ve levhayý kapsýyor. Þeyh Hamdullah, Hâfýz Osman, Yedikuleli Seyyid Abdullah, Þeyhülislâm Veliyüddin Efendi, Ýsmail Zühdi, Mahmud Celaleddin ve Kadýasker Mustafa Ýzzet Efendi’nin kaleminden çýkma hatlar, Osmanlý estetiðinin ulaþtýðý baþdöndürücü zirveyi gözler önüne seriyor. Üçüncü ve son bölüm, Ali Emîrî Efendi’nin bütün ömrü boyunca topladýðý muhteþem ve nadir yazma kitaplardan bir seçme. Osmanlý padiþahlarýna ait dîvânlar; týp, coðrafya, tarih ve tasavvuf konulu bu geniþ yelpazede 69 adet kitap sergileniyor. Ali Emîrî Efendi’nin 1914’te keþfettiði ve dünyadaki tek nüshasý Millet Kütüphanesi’nde olan, 11. yüzyýlda Kaþgarlý Mahmud’un yazdýðý efsane kitap Dîvânu Lugâti’t-Türk ise, ilk defa bu sergide yer alýyor. Dîvânu Lugâti’t-Türk Orjinal Sayfalarý Kardeþ Kalemler Mart 2007 88 Türk Dünyasýnda Yazar Teþkilatlarý Kýrým Tatar Yazýcýlar Birliði 1990 yýlý Kýrýmtatar halký anavataný Kýrým’a avdet olurken ilkler sýrasýnda dönen 3 yazar: Þakir Selim, Rustem Ali ve Yunus Kandým (rahmetli) ile birlikte ilk defa Akmescit (Simferopol) Qýrýmtatar Yazýcýlarý Keneþi (Kýrýmtatar Yazarlarý Kurulu) kurulmuþ idi. 2 yýl sonra bir çok yazarýn Kýrým’a dönmesiyle sayýlarý artmýþtýr. Ve Ukrayna Milli Yazarlar Birliði’nin bünyesinde Qýrýmtatar Yazýcýlar Birligi (yani Kýrýmtatar Yazarlar Birliði) teþkil oldu. Reisi olarak þair ve gazeteci Þakir Selim seçildi. Þu anda Yazýcýlar Birligi’nin 30 azasý vardýr. Bunlar ayný zamanda Ukrayna Milli Yazarlar Birliði’nin azaslarýdýr. Qýrýmtatar Yazýcýlar Birliginin kendi nizamnâmesi bulunmaktadýr. Bu nizamnâme resmî olarak kayýtlýdýr. Qýrýmtatar Yazýcýlar Birligi Azalarý: Yönetim Kurulu: Reisi Þakir Selim Muavini Seyran Süleyman Yazýcýlar Fondu Reisi Riza Fazýl Yayýn organý “Yýldýz” mecmuasý Qýrýmtatar Yazýcýlar Birligi ve yayýn organý “Yýldýz”ýn adresi UKRAINA, Krým, Sýmferopol 95007 Pr. Vernadskogo, d. 155, kv. 3 Telefon (Türkiye’den) 00-380-652-63-27-13 00-380-652-51-68-03 e-mail: [email protected] Kardeþ Kalemler Mart 2007 1. Ýbraim Paþi 2. Rustem Muedinov 3. Ýdris Asanin 4. Riza Fazýlov 5. Nuzet Umerov 6. Zakir Kurtnezirov 7. Refat Çaylak 8. Bilal Mambetov 9. Rustem Aliyev 10. Ýsa Abduramanov 11. Þeryan Aliyev 12. Ervin Umerov 13. Uriye Edemova 14. Ablaziz Veliyev 15. Pevat Aciredinov (Zeti) 16. Tair Halilov 17. Þevket Ramazanov 18. Safter Nagayev 19. Þakir Selimov 20. Þukri Appazov 21. Naciye Ametova 22. Ýsmail Kerimov 23. Enver Abdullayev 24. Ayþe Kokiyeva 25. Dilaver Osmanov 26. Nariman Seytyayaev 27. Nariman Abdülvaapov 28. Þevket Yunusov 29. Tair Kerimov 30. Seyran Süleymanov yazar (1918 doð.) piyes yazarý (1919 doð.) þair, yazar (1927 doð.) þair, yazar (1929 doð.) þair, yazar (1931 doð.) þair, yazar (1933 doð.) þair (1933 doð.) þair, yazar (1935 doð.) þair (1936 doð.) þair, yazar (1937 doð.) þair (1937 doð.) þair, yazar (1938 doð.) yazar (1938 doð.) þair, yazar (1939 doð.) þair, yazar (1939 doð.) yazar (1940 doð.) yazar (1941 doð.) yazar, tenkit yazarý (1941 doð.) þair, yazar (1942 doð.) þair (1954 doð.) þaire (1954 doð.) edebiyatçý, profesör (1955 doð.) yazar (1955 doð.) þaire (1956 doð.) þair (1959 doð.) edebiyatçý, yardýmcý doç. dr. (1964 doð.) edebiyatçý (1965 doð.) edebiyatçý, yardýmcý doç. dr. (1968 doð.) edebiyatçý (1977 doð.) þair (1979 doð.) 89 Bizimki Türk Dünyasýnda Kültür Edebiyat Dergileri Azerbaycan’ýn genç edebiyatçýlarýný sanal alemde buluþturan dergi Bizim ki, genç edebî e-dergi, Azerbaycan’ýn genç edebiyatçýlarýnýn sanal aleme taþýnmasý ve internet okuyucularýnýn onlarý tanýyabilmesi amacýyla yayýn hayatýna baþladý. Dergi on beþ günde bir yayýnlanýyor. Her genç edebiyatçý eserlerini bu sayfalarda yayýnlayabiliyor. Bizim ki, millî ve manevi deðerlere uymayan yazýlarý yayýnlamama kararýnda. Bununla beraber yayýnlanacak yazýlarda herhangi bir siyasi görüþe öncelik vermediklerini duyuran e-dergi idarecileri, eserlerin yayýnlanabilmesi için önemli olan yazýnýn edebî deðeridir diyorlar. Bizimki, þiir ve hikayelerin yaný sýra tenkit ve dünya ve Türk halklarýnýn edebiyatlarýndan yapýlmýþ tercümeleri de yayýnlýyor. Bizimki ilk sayýsýnda kendi maksadýný söyle ifade ediyor: “ Bizimki bir grup genç edip tarafýnda yayýnlanan e-dergidir. Maksadýmýz yetiþmekte olan genç ediplerimizin yaratýcýlýðýna yeþil ýþýk yakmak onlarýn en iyi þekilde cemiyette tanýnýp,kendilerini rahat hissedebilecekleri edebî ortam oluþturmaktýr. Bugün Azerbaycan edebiyatýnýn inkiþafa ve tekamüle ihtiyacý var. Tekamülün esas taþýyýcýlarý ise gençlerdir. Teessüfle görüyoruz ki,son zamanlarda edebiyatta muhtelif cereyanlarýn ve fikir ayrýlýklarýnýn olmasýnýn dýþýnda edebiyatýmýz daha çok edebî “þov-biznes” ve entrikalarla dolmuþtur. “Bizimki”ler bu e-dergiyi yayýnlayarak bu boþluðu ortadan kaldýrmak azminde ve inancýndadýrlar ki, gösteriþsiz bir þekilde sahip olduðumuz bu isteðin, Azerbaycan edebiyatýnýn geliþmesine ve sanal alemde tanýnmasýna katkýsý olacaktýr.” Bizimki e-dergisine www.bizimki.org adresinden ulaþýlabilir. Biz de “Bizimki”lere baþarýlar diliyoruz. Uluslararasý Hakemli Sanal Türkoloji Dergisi Turkish Studies Dergisinin 3. Sayýsý Yayýmlandý Sayý Editörlüðünü Prof. Dr. Gurer GULSEVÝN yaptýðý Sanal Türkoloji Dergisinin yeni çýkan 3. sayýsý dil ve edebiyat yazýlarýnýn yanýnda tarih aðýrlýklý olduðu için tarihle ilgili yazýlarýn danýþmanlýðýný bu sahanýn önde gelen isimlerinden Prof. Dr. Orhan KILIÇ üstlendi. Kýymetli hocamýz Prof. Dr. Gurer GULSEVÝN önümüzdeki sayýnýn editörlüðünü de yapacak ve önümüzdeki sayý Prof. Dr. Osman Nedim TUNA ar- maðaný olacak. Bu özel sayýya olan ilgi bizi ve dergi ekibimizi çok etkilemiþ olup yazýlarýn sayýsý konusunda TUNA hocamýzýn aziz hatýrasý sebebiyle yazý sayýsýna sýnýrlama getirilmemiþtir. Bu anlamda önümüzdeki özel sayýya yazýlar hala kabul edilmektedir. Yaz ve Güz sayýlarý ise Prof. Dr. Tunca KORTANTAMER armaðaný olacaktýr. Bu özel sayýlarýn konuk editörlüðünü ise Doç. Dr. Atabey KILIC üstlenmiþtir. Kardeþ Kalemler Mart 2007 90 Kitap Tanýtýmý Kardeþ Kalemler Mart 2007 91 Kardeþ Kalemler Mart 2007 92 Haber Ýstanbul’un Yaþamýnda Kazaklar konulu müzikli söyleþi büyük beðeni topladý Istanbul Buyuksehir Belediyesi Kültür Ýþleri Baþkanlýðýnýn organizasyonuyla 17 Þubat günü Tarýk Zafer Tunaya Salonunda gerceklestirilen “Istanbul’un Yasaminda Kazaklar” konulu müzikli söyleþi büyük beðeni topladý. Ýstanbul Teknik Üniversitesi Sanatçý Öðretim Üyesi Süleyman Senel tarafýndan yönetilen programda, Ýstanbul’daki Kazaklarýn tarihi, kültürü, yaþamý, sanatý ve gelenekleri dile getirildi. Kazakistan hakkýnda kýsa bir sinevizyon gösterisinden sonra, tarafýmýzdan dinleyicilere Türkiye Kazaklarýnýn tarihi, yaþamý, kültürü ve gelenekleri hakkýnda, bilgisayarlý sunum yardýmýyla görsel malzemelerle destekli olarak genel bir bilgi verilmeye çalýþýldý. Bunlar arasýnda þimdilerde 66 yaþýnda olan Minan Ablamýzýn göç yolunda 1952 yýlýnda Keþmir’de milli oyun oynarken haliyle, bugünkü halini karþýlaþtýrmamýz dinleyicilere çok ilginç gelen bir sahne oldu. Kardeþ Kalemler Mart 2007 Türkiye Kazaklarýndan El Sanatlarý Sanatçýsý Ha tice Dönmez de, Kazak el sanatlarý, özellikle keçe, kumaþ ve diðger eþyalar üzerine yapiýlan iþleme ve motifler hakkýnda bilgiler verdi. Ayrýca yaptýðý son iþleri dinleyicilere göstererek bilgilendirdi. Deðerli Sanatçý Bünyamin Aksungur ise geniþ repertuvarý ile Türk dünyasýnda müzik ve kültür alanýndaki benzerliklere dikkat çekti. Onun Kazaklarýn mesþhur þarkýsý “Culdizim”a benzer melodi ve þarkýlarý Türkçe, Tatarca ve diðer lehçelerde seslendirmesi büyük takdir topladý. Niðde Üniversitesi Sanatçý Öðretim Görevlisi Ömer Kaya da, Kazaklarýn Türkiye’ye ilk geldikleri günlerde Türk Hükümeti, özellikle Baþbakan Adnan Menderes ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’ün þahsýnda Türk halkýna þükran duygularýný ifade eden Kazak Þarkýsýný yorumladý. Ayrýca Kazaklarýn “Anshinin Zari” (Avcýnýn Acýsý) ezgisini öyküsuünü de anlatarak icra etti. Kazakistan Ýstanbul Konsolosu Asgat Davutov, Deðerli Gazeteci Kemal Çapraz, Kültür Üniversitesi Öðretim Üyesi ve Ka zak Dili ve Edebiyatý Uzmanlarýndan Yrd. Doç. Oktay Selim Karaca, deðerli Sanatçý Gülten Urallý, Altayeli üyelerinden Gulmira Kerim, Kudus Çolpan ve Nurgul Asankýzý’nýn da aralarýnda bulunduðu kalabalýk dinleyici kitlesi programý bilgilendiri ci ve ilginç bularak büyük bir ilgiyle takip etti ler. Kazak kitaplarý sergisinin de yer al dýðý program, belirlenen süreden bir saat daha uzun sürmesine raðmen dinleyicilerin salondan zoraki ayrýlmasý bunun bir göstergesiydi. 93 Haber Türk Dünyasý Dayanýþma Grubu’nun Hocalý Katliamý Bildirisi 20. Yüzyýlýn en büyük katliamýnýn gerçekleþtirildiði Hocalý kenti, 1992 öncesinde, Azerbaycan’ýn Kara bað bölgesinde bulunan ve yaklaþýk 7.000 Azer baycan Türk’ünün yaþadýðý bir yerleþim yeri idi. Karabað’daki mevcut tek hava alanýnýn burada olmasý ve demiryolunun da buradan geçmesi nedenleriyle kent, stratejik önemi haizdir. Fergana’dan göçe zorlanan Ahýska Türkleri ile Ermenistan’dan þiddet kullanýlarak çýkarýlan Azerbaycan Türkleri zaman içerisinde Hocalýya yerleþmiþlerdi. Hocalý, 28 Ocak 1992 tarihinde, dönemin Azerbaycan Devlet Baþkaný A. Muttalibov’un fermanýyla da Rayon, yani “Özel Ýdari Bölge” statüsüne kavuþturulmuþtu. Ne var ki, 25 Þubat 1992 tarihinde, aðýr silahlarla donatýlmýþ Ermenistan silahlý kuvvetleri tarafýndan, Hankendi’nde yerleþen 366. Rus Motorize Alayý’nýn da desteði ile Hocalýya “gece yarýsý baskýný” düzenlendi ve maalesef 600’den fazla Azerbaycan Türk’ü hunharca öldürüldü. Yaþlý-genç, kadýn-erkek, çoluk-çocuk, demeden, yüzlerce insan katledilirken, tarihte eþi görülmemiþ iþkencelere maruz kalýndý. Ýnsanlýða karþý yakýn tarihte iþlenmiþ suçtan biri olan “Hocalý katliamý” ile Azerbaycan kenti Hocalý, tarihin kara ve tozlu sayfalarýnda yerini almak üzere yeryüzünden silindi. Ermeniler, amaçlarýna ulaþmak için, terör, katliam, etnik temizlik gibi insanlýk suçlarýndan çoðu zaman çekinmemiþlerdir. Etnik temizlik uygulamalarýna kendi topraklarýnda maruz kalan milyonlarca Azerbaycan Türk’ünün katledildiðine, aralarýnda hamile kadýnlarýn da bulunduðu çok sayýda insana yapýlan iþkencelere ve bu insanlarýn ata - baba yurtlarýndan zorla çýkarýldýklarýna dair eldeki belgeler, çok net ve açýk bir þekilde tarihe tanýklýk etmektedir. Ne yazýktýr ki, tarihin ve insanlýðýn bu en kanlý trajedisi Hocalýda yaþanýrken ve üstelik masum insanlarýn hunharca katledildiði cinayetlerin kanýtlarý niteliði taþýyan video kayýtlarý ve belgeleri de eldeyken, dünya kamuoyu yeterince bilgilendirilmeyerek yýllarca sonuç alýnamamýþ, nihayetinde, Hocalý vahþetinin, dünya devletleri ve uluslar arasý örgütlerce katliam olarak tanýnmasý için gerekli adýmlarýn atýlamadýðý anlaþýlmýþtýr. “Hocalý katliamý”, adý her ne olursa olsun, nasýl anýlýyorsa anýlsýn, kim tarafýndan, kime yönelik, hangi þartta ve ne þekilde olursa olsun sonuçta vahim olaylarýn yaþandýðý bir vahþettir. Hal böyle iken, insanlýk dýþý bu olayýn, sadece ve sadece Azerbaycan ve Türkiye tarafýndan anýlarak kýnanmasý gerçekten çok üzücüdür. Diðer taraftan, bu katliamýn, aradan 15 yýl geçmesine raðmen halen dünya kamuoyuna Hocalýdaki vahþet, Ermenilerin, “Büyük Ermenistan” anlatýlamamýþ olmasý da maalesef çok daha üzücü ideali çerçevesinde, 1987 yýlýndan itibaren, Ermeni ve düþündürücüdür. diasporasý ile birlikte yeni hedefi olarak seçilen Daðlýk Karabað bölgesinin Azerbaycan Türklerin- Bu itibarla, yüzyýlýn vahþeti Hocalý katliamýyla ilgili den temizlenmesi amacýyla gerçekleþtirilmiþti. olarak; ülkeler, uluslar arasý kurumlar, insan haklarý ve sivil toplum örgütleri, gibi çeþitli kuruluþlar, eldeErmenilerin “Toprak geniþletmek” arzusuna, tarihi ki kanýt niteliði taþýyan belgelerle daha fazla ve ýsTürk düþmanlýðý ve nefreti de eklenerek iþlenen bu rarla bilgilendirilmeli, konunun, uluslar arasý platkatliamla, asrýn en büyük zulmü Hocalýda yaþanmýþ formlara taþýnarak parlamentolarda tartýþýlmasý saðoldu. Hocalý vahþeti, yalnýzca Azerbaycan halkýna lanmalý, Ermenistan’ýn iþgalci ve tecavüzkâr tutumu karþý deðil, tüm halklara karþý iþlenmiþ ve tarifi im- ortaya konarak dünya kamuoyuna deþifre edilmeli, kansýz bir insanlýk suçudur. yaralarýn bir nebze de olsun sarýlmasý amacýyla, Ermenilerin iþgal ettiði Azerbaycan topraklarýndan Hocalý faciasý, bir rastlantý eseri olmayýp, tersine çekilmesi de kararlýlýkla istenmelidir. 19.asýrdan bu yana Ermeniler tarafýndan Azerbay can halkýna karþý yürütülen planlý ve kararlý bir etnik Bu nedenle, insan haklarýna saygýlý, duyarlý, sað temizlik siyasetinin sonucudur. Bu vazgeçilmez sin - duyulu herkesi ve her kesimi, Hocalý katliamýnýn si siyaset, Ermeni diasporasýnýn ve lobisinin her tür- dünya kamuoyu nezdinde tanýnmasý amacýyla baþden desteði ve kýþkýrtmalarý ile yýllarca sürdürül- latýlmasý gerektiðine inandýðýmýz KAMPANYA’YA, inmüþtür. sanlýk adýna katýlmaya çaðýrýyoruz. Kardeþ Kalemler Mart 2007 94 Haber Kardeþ Kalemler Mart 2007 14. Hazar Þiir Akþamlarý’nýn Kazakistan’daki Yankýlarý 95 Haber Türk ve Dünya Basýnýnda Kardeþ Kalemler’in Yankýlarýndan HASBÝHÂL MEHMET ÞÜKRÜ BAÞ [email protected] BÝR HARPUT’LUDAN KARDEÞ KALEMLER “Yazmayan kalem, düþünmeyen zihin ve sevmeyen gönül de týpký kullanýlmayan aletler gibi paslanýr.” Bu sözler elimdeki ”Kardeþ Kalemler” dergisinin deðerli fikir ve edebiyat adamý, sevgili dostumuz þair Ali Akbaþ’a ait. Ali Akbaþ büyük bir emek ve çalýþma sonucu “Kardeþ Kalemler” adlý bütün Türk Cumhuriyetlerini kucaklayan bir dergi çýkarmýþ. Dergiye bir göz attýðýmýzda Sayýn Akbaþ’ýn uzak ve yakýn diyarlardaki kardeþ kalemleri kucaklayacak bir oluþum içerisinde onlara merhaba dediðini ve onlarý topyekûn bir beden halinde Türk kimliði ve Türkçe dili ile görmek arzusunu taþýdýðýný, Mesnevisi ile dünyayý sarsan Mevlana’yý, Yunus Emre’yi, Ali Þir Nevai’yi, Þeyh Galip’i ve Fuzuli’yi örnek göstererek bunlarýn yolunda olmanýn önemini iþaret ettiðini görüyoruz. Türk Cumhuriyetlerinden pek çok yazar ve þairlerin dergide yer alan yazý ve þiirlerinde göze çarpan ilk þey hürriyetin ne kadar mübarek bir duygu olduðudur. Yýllarca Rus egemenliðinde kalan, ancak gönüllerinde her zaman istiklal ve hürriyet aþký taþýyan bu kardeþlerimizin birer birer hürriyetlerine kavuþup baðýmsýz devlet oluþturduklarýný görmek mutluluklarýn en büyüðü olmasý gerek. Çünkü Türk milletinin karakterinde Atatürk’ümüzün dediði gibi baðýmsýzlýk yatmaktadýr. Baðýmsýzlýk, Türk Milletinin karakteridir. Bakýn Türk kardeþimiz Oyunskiy Sagusu, “Ve Bir Ak Saçlý Ozan Dedi ki” adlý þiirinde kendisini nasýl bayraklaþtýrýyor; Sanmayýn ki çürüyüp, Toprak oldu Oyunskiy. Ormanda kayýnlara, Yaprak oldu Oyunskiy. Ozanlarýn dilinde, Kopuzlarýn telinde, Ve erkinlik yolunda, Bayrak oldu Oyunskiy. Ýþte Oyunskiy’lerin, Þeyh Þamillerin, Hacý Murat’larýn, Maðcan Cumabay’larýn yaþadýklarý, binlerce çocuðun babasýz büyüdükleri bu topraklarda bayraklaþan bir mücadele sonunda zaferlere açýlan bir kapýdýr bu topraklar. Türk’ün anayurdudur bu topraklar. Þimdi bu topraklarda Türk Cumhuriyetlerin bayraklarý dalgalanmakta, bu bayrak altýnda istiklal ve hürriyetleri doyasýya yaþanmaktadýr. Nüfus sayýmýnda Harput’ta kayýtlý þairimiz Ali Akbaþ bu dergide Hazar Þiir Akþamlarý’na da yer vermiþ, Hazar’ýn olduðu her yerde þiirin de olacaðýný ifade etmiþtir. Bu dergi kardeþ kalemlerin yayýn dili Türkçesiyle Yakutistan’dan Kýrgýzistan’a, Kazakistan’a, Azerbaycan’a, Afganistan’a Tataristan’a, Makedon ya’ya kadar geniþ bir coðrafyaya ulaþmýþ, oradaki Türk kardeþlerimizin duygularýna tercüman olmuþtur. Atýlan bu köprü ile Türk Cumhuriyetleri biribirine daha yakýnlaþmýþ, ortak bir kültürde buluþmuþlardýr. Ayný soy, ayný dil ve ayný vatan ortak deðerleri olmuþtur. Maðcan Cumabay adýna düzenlenen Hazar Þiir Akþamlarýnda bu þehit kardeþimizi bu þiirimle bayraklaþtýrmýþtým: Bir ok attýn Hazar’dan, düþtü gönül kaleme, Cevap yazayým dedim, güç yetmedi kaleme. Þehit olduðun o gün, hilaldi gökteki ay, Yýldýz oldun hilâle, bayraklaþtýn Cumabay. Selam size mübarek þehitlerimiz, Türk dünyasýndaki sevgili kardeþlerimiz. Selam size Sayýn Akbaþ, binlerce selam size. ***** 09 Þubat 2007 Tarihli ELAZIÐ NURHAK Gazetesinde yayýmlanmýþtýr. Kardeþ Kalemler Mart 2007 96 Haber Kardeþ Kalemler Mart 2007 Türk ve Dünya Basýnýnda Kardeþ Kalemler’in Yankýlarýndan
Benzer belgeler
paylaşım 2007 nisan
Ýþte Kardeþ Kalemler böyle bir arayýþtan doðdu ve yola çýkacak yolcularýný arýyor. Ey
kalem ve kelâm ehli, gelin turnalar gibi bir katar olalým. Çað üstüne, insanlýk
üstüne, yarýnlar üstüne yeni tü...