Geçici mekanda göçebe sergi
Transkript
Geçici mekanda göçebe sergi
25 DÜNYA IstanbulArtNews Şubat, 2015 Sayı: 17 Geçici mekanda göçebe sergi Sanat üretimlerini sanatçı, izleyici ve küratör arasındaki mesafelerin daraldığı bir mekanda sergileme fikrinden yola çıkan ARTROOMS adlı yeni sanat fuarının ilki ocak ayı sonunda Londra’da gerçekleştirildi. İzleyiciye bambaşka bir deneyim sunmayı amaçlayan fuara ARTSHIFT adı altında Türkiyeli sanatçıların işleriyle katılan küratör ve yazar Ruşen Aktaş’la deneyimlerini konuştuk. Şebnem Kırmacı [email protected] ARTROOMS bu sene ilk defa yapıldı. Vizyonu ve amacı nedir? Fuarın başlangıç noktasında esas işlevi fuar ya da sergileme alanı olmayan bir yapıyı geçici bir süre için bir sanat mekanına dönüştürme fikri yer alıyor. Bu ilk edisyon için seçilen yapı da Londra’nın önemli otellerinden biri. Aslında otel, ofis ve benzeri türde yapılarda sergiler yapılıyor, hatta son 10 yıldır ‘Art Hotel’ diye bir konsept de var. Ama belki de ilk defa bir fuar bir otelde yapıldı ve otelin katları ve odaları da dahil olmak üzere tüm binaya yayılan bir fuar gerçekleştirildi. Hem binanın mimari özelliklerinin hem otel olma işlevinin getirdiği pek çok dezavantaj aynı zamanda mekanla oynama, onu yeniden tanımlama ve yorumlama fırsatı da veriyor. Gerek sanatçı gerekse küratör için geleneksel mekanların dışında sanat yapıtı sergilemek daha ilginç olabiliyor. Kısacası bu fuar biraz da var olan bir mekanı normal işlevinin dışında bir sanat alanına dönüştürme iddiasıyla da ortaya çıkmış bir proje. Artshift nedir? Nasıl kuruldu? Artshift çağdaş sanat, tasarım ve kültürel alanlarında projeler üreten ve bu projeleri de sergi, kitap ve etkinlikler aracılığıyla gerçekleştiren bağımsız bir oluşum. Vizyon-misyon biraz iddialı sözcükler belki ama yola çıkarken sanatın ve kültürel değişimin yaygınlaşmasına katkıda bulunmak gibi bir hedefi var diyelim. Ben hem Londra’da hem de İstanbul’da edindiğim deneyimleri paylaşacağım bir platform olsun istiyordum. Bu iki kent her zaman belirleyici olmuştur benim hayatımda ve ikisi arasında gelişebilecek bir diyalogun parçası olma fikri heyecan verici. Aynı zamanda kültürel alanın özellikle de Türkiye’de demokratikleşmesi gerektiğini düşünüyorum ve bunun için en önemli araçlardan biri başka kentlerle ortak deneyimler oluşturmak ya da var olanları paylaşmak olacaktır. Biz temelinde sanatsal üretimi destekleyen türde projeler gerçekleştirmeye çalışıyoruz, sanatçının küratörle birlikte projeyi geliştirmesini önemsiyoruz. Yoksa “şöyle bir sergi yapalım, şu şu sanatçılardan da eser alalım” gibi bir yaklaşımımız yok. Tiran’da İstanbul rüzgarı ISTANBUL ART NEWS Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi, Yunus Emre Enstitüsü ve İKASD İstanbul Kültürlerarası Sanat Diyalogları Derneği işbirliğiyle Arnavutluk, Tiran Güzel Sanatlar Üniversitesi Galerisi’nde gerçekleştirilen “Konstantiniyye’den İstanbul’a: 19. Yüzyıl Ortalarından 20. Yüzyıla Boğaziçi Fotoğrafları” sergisi 20 Ocak tarihinde açılmıştı. 3 Şubat’ta son bulacak sergideki eserler Suna ve İnan Kıraç Vakfı Fotoğraf Koleksiyonu’ndan derlendi. Küratörlüğünü mimar M. Sinan Genim’in üstlendiği sergi 19. yüzyıl ortalarında İstanbul’da faaliyet göstermeye başlayan ve aralarında Bogos Tarkulyan, Mihran İranyan ve Gülmez Biraderler’in olduğu fotoğraf ustalarının eserlerini buluşturdu. Fotoğraflar İstanbul’un geçmişini, geçirdiği evreleri ve dönüşümünü gözler önüne sererken, sosyolojik olarak da bir döküm sunmuş oldu. Küratörlük ve yazarlık geçmişinizden bahsedelim mi? Uzun süredir çeşitli mecralarda yazdım. Bunun dışında pek çok sergi, katalog yazıları, makaleler, kitaplar için yazılmış yazılar da yazdım. Küratörlüğünü yaptığım “Ex:change Istanbul-Marsilya” projesi için hazırladığımız kitabın editörlüğünü de yaptım. İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti olma sürecinde epey bir süre “İstanbul’a Yaşıyor & Çalışıyor” projesinin yürütücülüğünü yaptım. İstanbul ve Londra dışında Roma ya da Amsterdam gibi şehirlerde de önemli çağdaş sanat galerilerinde küratörlüğünü yaptığım sergiler oldu. Artshift, ARTROOMS’a katılmaya nasıl karar verdi? ARTROOMS’dan davet aldık. Daha doğrusu benim özellikle de İstanbul’da farklı mekanları kullanarak yaptığım sergilerden haberdar olmuşlar. Avrupa Kültür Başkenti projesi için “Sanat Üretim Merkezi”ne dönüştürdüğümüz ve bugün Fotoğraf Müzesi olarak kullanılan bina, Hamursuz Fırını’nda gerçekleştirdiğim “Ex:change IstanbulMarsilya” sergisi ve Adahan’daki “Unutulanın Hatıraları” sergilerinde sanat alanı olmayan bu mekanları kullanmam ve bunların projenin devamında birer sergi, kültürel etkinlik merkezlerine dönüşmesi konusunu konuştular benle önce. Sonrasında da küratör olarak fuarın içinde bir sergi hazırlamamı istediler. Tek koşulları sanatçıların Türkiye’den olmasıydı. Türkiye’den sanatçılarla çalışmak önemli oldu çün- Göçebelik kavramına gönderme yapıyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız? Fuar mekanının bir otel olması sergi fikrinin de başlangıç noktası oldu; hareketlilik/mobilite kavramları üzerinde durduk. Çünkü içinde yaşadığımız çağın en belirleyici özelliklerinden biri hareket etme kabiliyeti dersek yanılmış olmayız. Hemen herkesin göçebeleşti- Katılan sanatçıları ve işlerini nasıl belirlediniz? Bu sergide hareketlilik, göçebelik kavramlarından yola çıkarak otel odasını bir valizin içine sığdırılabilen geçici bir ev olarak yorumlamaya çalıştım. Bu fikir ortaya çıkınca benim kendi göçebelik süreçlerimde yollarımın kesiştiği sanatçılarla çalışmaya karar verdim. Londra’dan İstanbul’a göç ettiğim süreçte tanıştığım Eser Epozdemir ve Didem Erbaş, Londra’da tanıştığım ama o süreçte İstanbul’dan Londra’ya geçici bir göç yaşayan Merve Ünsal, yine Londra’da tanıştığım ve İzmir’den Londra’ya geçici göç etmiş olan Ceren Bulut’a birlikte çalışmayı teklif ettim. Bu sergide yer alacak sanatçıların tümünün kendi yaşamları içinde göçebelikler deneyimlemiş olmaları da ayrıca kişisel bir boyut katıyor. Merve şu sıralar Beyrut’ta yaşıyor mesela. Bu fikir etrafında sanatçılarla birlikte çalıştık ve bu bağlamda yeni işler ürettiler. Tamamen mekana özgü projeler geliştirdik. Genel olarak da çalışma yöntemim bu oluyor; sanatçıları bir fikir etrafında bir araya getirmek ve projeyi onların katkıları ile kurgulamak ve geliştirmek. Atina’ya, köklere dönüş ISTANBUL ART NEWS Hera Büyüktaşçıyan’ın “Fishbone” (Kılçık) adını taşıyan yeni kişisel sergisi, Atina’daki State of Concept isimli mekanda 6 Şubat’ta açılıyor. 2013’te Atina’da kurulan ve kâr amacı gütmeyen State of Concept galerisi, hem Yunan hem de yabancı sanatçıları ağırlayarak ülke sanatı ile uluslararası sanat dünyası arasında bir köprü oluşturmayı amaçlıyor. Sanatçının Yunanistan’daki ilk sergisi olması anlamında da önem taşıyan “Fishbone” nisan ayının ilk haftasına dek ziyaret edilebilecek. Güncel sanat üretimlerine destek veren Birleşik Krallık menşeli Outset Vakfı’nın desteğiyle gerçekleştirilen sergiyi sanatçı “hafızanın, aklın boğazına takılı kalmış gizli yönlerini ortaya çıkaran bir müdahale” olarak tanımlıyor. İnsanın boğazına takılan kılçıklar gibi sarf edilmemiş kelimeler ve anlatılmamış hikayeler bu sergiyle bir bir çıkarılmak isteniyor. Sergideki bronz ayaklı organizmalar ya da kağıt üzerine Hera Büyüktaşcıyan, “Fishbone”, bronz döküm, 13x22cm çalışmaları sanatçının kendi hayatından da farklı anıları bir araya getiriyor. Üretimlerini genellikle yerel, tarihi mitleri ve ikonografik unsurları metaforik olarak kullanarak bezeyen Büyüktaşçıyan, görünmez olanla ilgileniyor. Önceki işlerinde olduğu gibi bu sergi- de de kimlik, öteki, bellek ve zamanmekan bağlamında incelemeler yapıyor. Sanatçı ayrıca Mart ayında SALT’ta açılacak olan “A Century of Centuries” sergisi ile 56. Venedik Bienali Ermenistan Pavyonu’nda da üretimlerini sergileyecek. ISTANBUL ART NEWS New York’ta bulunan New Museum’un yükselen genç sanatçıların üretimlerini öne çıkardığı Triennial etkinliğinin bu yılki üçüncü edisyonuna Türkiye’den Aslı Çavuşoğlu katılıyor. Son dönemde birçok uluslararası projede yer alan Çavuşoğlu, Tiennial küratörü Lauren Cornell’in İstanbul’a yaptığı ziyaret esnasında misafir sanatçı olarak New York’a davet edilmiş, ardından geçen nisan ve mayıs aylarını yeni işi için burada araştırma yaparak geçirmişti. SAHA Derneği’nden aldığı üretim desteğiyle projesini hayata geçiren sanatçı, kemiğin farklı kullanım alanlarını araştırmış. Toka, tarak ve benzeri amaçlarla obje olarak kullanılmanın yanı sıra kemikten siyah bir boya pigmentinin de üretildiğini öğrenen sanatçı, kemiklerin sergilendiği ve depolandığı elemanları birlikte sergileyecek. Müzelerde insan kemiği sergilemeye yarayan destekleyici sergileme materyalleri de yerleştirmenin bir parçası olacak. İnsan kemiklerinin saklanma biçimleri ve müze sergilenmelerini yan yana getirecek Çavuşoğlu, “Long ago person found” adını taşıyan çalışması için “Sergileyeceğim işin hem Amerikalı izleyicilere hem de uluslararası izleyiciye hitap etmesine önem verdim” ifadesini kullanıyor. Müzenin küratörlerinden Lauren Cornell ve son 10 yılın en etkili sanatçılarından kabul edilen Ryan Trecartin tarafından kürate edilen sergi “Surround Audience” başlığını taşıyor. Tüm müzeye yayılacak sergi; ses, dans, şiir, yerleştirme, heykel, resim, video gibi birçoğu bu etkinlik için özellikle üretilmiş eserleri kapsayacak ve 25 Şubat -24 Mayıs tarihleri arasında ziyarete açık olacak. Bu yıl 25 farklı ülkeden 51 sanatçı ve sanatçı kolektifine yer veren etkinlikte 2016 Berlin Bienali’nin küratörleri olacakları duyurulan New York’lu DIS kolektifi de bulunuyor. :mentalKLINIK’in ilk Amerika sergisi açıldı ISTANBUL ART NEWS 2014 yazında Dubai’deki Isabel Van Den Eynde Galeri’de “Thank You For Your Cooperation” (İşbirliğiniz için Teşekkür Ederiz) adlı bir sergi gerçekleştiren İstanbullu sanatçı ikilisi :mentalKLINIK, yeni sergisi “Cooperation Would Be Highly Appreciated”ı (İşbirliğinden Son Derece Mutluluk Duyardık) SCAD Sanat Müzesi’nde gerçekleştiriliyor. İkilinin 4 Şubat - 3 Mayıs tarihleri arasında gerçekleşecek Amerika’daki bu ilk kişisel sergisi, odağına yeni düzenin neye benzediğine dair araştırmalarını alıyor. Çok renkli ve yansımalı yüzeyler, ilan panosu benzeri tabelalar gibi unsurlarla oynayan sanatçılar hem estetik hem de deneyimsel işler ortaya koyarken bir yandan da dijital teknolojileri ustalıkla işliyor. SCAD Sanat Müzesi, Savannah College of Art and Design’ın bünyesinde yer alan bir çağdaş sanat müzesi. Öncelikle öğrencilerin eğitimini zenginleştirmek amacını güden kurum, dünyanın farklı köşelerinden, disiplinlerarası sınırları zorlayan işler üreten sanatçıları ağırlıyor. Bu sergi de üniversitenin deFINE ART adını taşıyan geniş kapsamlı okuma, sergi ve etkinlik programının altıncı edisyonunun bir parçası olarak gerçekleştiriliyor. Serginin kürasyonunu SCAD’ın baş sergi küratörü Storm Janse van Rensburg üstleniyor. Tek temalı sergi, çoklu sergi stratejilerine karşı Süreyyya Evren [email protected] Kişisel sergi hazırlığındaki sanatçıların kafalarını kritik karar kavşaklarında ABD’li minimalist Donald Judd’un “Bir şeyde ne kadar çok öğe olursa o öğelerin düzenlenmesi dex o işin ne zaman merkezi meselesi olur ve dolayısıyla formdan çalar” sözleri hep meşgul eder. Judd, çok sayıda öğe, bu öğelerin çeşitlenen çağrışım alanları, farklı malzeme ve yaratıcılık imkanlarını birbiriyle ilişkilendirerek devreye sokma veya negatif bir yerden bakarsanız boca etme eğilimini, kalabalık yaratıyorlar, diye eleştirecek kadar naif bir minimalist değildi elbette: Sorun, kurgusu hikayesinden daha çok akılda kalan bir roman yazmak isteyip istemediğinizde, der gibiydi. Güruh değil de sanatsal bir kalabalık yaratmak yeterince rafinelik sağlamıyor. Bir de kalabalığın nasıl bir kalabalık olacağı, bir ‘çokluk’a nasıl dönüşeceği var. Cortazar’ın “Seksek”’ini düşünelim sözgelimi. Çok insan, kitabın iki ana kısımdan oluştuğunu, yazarın bu kısımlarda yer alan bölümlerde ‘sek sek oynayarak’ ilerleyebileceğimiz bir şema verdiğini, dileyenin ikinci kü İstanbul’da yaşadığım birkaç yıl boyunca edindiğim deneyimleri buraya taşıyabilme olanağı verdi. Başlangıçta benden istenen bir odayı kullanmamdı. Fuar, sergi alanının bir otel olması ve otellerin ‘geçici süreli ev’ işlevi görmesi durumundan yola çıkarak ‘mobilite/hareketlilik’ teması üzerinde çalışmaya karar verdim. İçinde yaşadığımız çağın en belirgin özelliklerinden biri bu ve bunun getirdiği bir durumda insanların neredeyse bir valizin içinde yaşadıkları bir yaşam bicimi var. Ben de buna dahilim. Bu fikri sanatçılarla paylaştım, fikir onları da heyecanlandırdı. Sergi için yeni eserler üreteceklerdi ve bu eserlerin de bir valizle taşınıp fuar alanına getirilebilecek şekilde tasarlanmasına karar verdik. Fikirlerimiz somutlaştıkça fuarın danışma kurulu ile paylaştık. Onlar da ortaya çıkmakta olan projeden memnun kalınca bize ayırdıkları alanı genişletme kararı aldılar. Başlangıçta bir odamız varken fuarda bize dört oda tahsis edildi. Ceren Bulut, Didem Erbaş, Eser Epozdemir ve Merve Ünsal. Projeyi dört ayrı şehirde -Londra, İstanbul, Beyrut ve İzmir- e-mailler, Skype konferansları üzerinden geliştirdik. ği bir dönem bu, öyle ki zaman zaman içinde yaşadığımız kentlerde bile göçebeliği deneyimliyoruz. Aynı zamanda ne kadar az şeye sahip olursak hareket etme yeteneğimizin de o denli artacağı düşüncesi ile çok daha minimalist yaşam tarzlarına yöneliyoruz. Pek çoğumuz bir valizin içinde yaşamayı hayal ediyoruz ama yaşam biçimlerimizi de yanımıza alarak. Bu çağın göçebelerinin evleri ise havaalanları ve oteller. Ülkelerini, yaşadıkları yerleri çeşitli siyasi nedenlerle, savaşlar, yokluklar yüzünden terk etmek zorunda kalmış göçmenlerin durumu ile kıyaslanacak bir şey değil bizimkisi elbet. Bizler bu göçebeliği seçerek yaşıyoruz biraz da. Belki hem entelektüel hem duygusal bağlamda ait olabileceğimiz bir tek yer bulamadığımız içindir bu. Gezginliğimiz biraz da bununla ilintili sanki. Virginia Woolf’un bir lafı var “Yurtseverlik hissine yaklaştığım tek yer Londra” diyor. Tomris Uyar da ‘70’lerde yazdığı günlüklerine şöyle bir not düşmüş “İnsan her yerde yersiz yurtsuz olabilir.” Modernizmle başlayan bir şey bu aslında, ülkelere değil kentlere, hatta belki o kentlerdeki insanlara durumlara ait olma hissi. Aslı Çavuşoğlu New Museum Trienali’nde kısmı hiç okumadan ilk kısmı seksek oynamaksızın sırasıyla okuyup bırakabileceğini de söylediğini bilir, ama bırakınız yan temaları “Seksek”teki ana hikaye neydi onu dahi anımsamak güçtür çoklarına. “Seksek”in bir özelliği de öğelerin düzenlenişinin bizzat işin/romanın ismi olarak seçilmesi. “Seksek” romandaki bir karakterin adı, bir yer, bir duygu, bir olay değil; bir yöntemin ve bir bağlayıcı ilkenin adıdır. Judd’un zihnindeki problematikten Cortazar da son derece haberdar görünüyor ve tercihini karmaşık olandan ve iç ilişkilerin öne çıkmasından yapıyor. Elbette, mesele bu denli giriftleşmeden masa altından bir dürtmeyle de çözülebiliyor. Daha önce de eleştirisini yaptığımız talep-üreticilerin telaşına ayak uydurma kaygısına ziyadesiyle kendini kaptırmış kişisel sergiler elbette gene var. Orada ama çok büyük bir sanatsal karar derdi, boğuntusu mevcut değil. Aslında retrospektifte yer alabilecek bir iki eseri belleğe kayıt espirisiyle alıyorsunuz, sanki başkasının işleriymiş gibi bir iki kümelenmeyi neredeyse ‘Renkleri yakın olanlar A salonuna’ dercesine gruplandırıyorsunuz, ve birkaç ilişkilendirilemeyen eklentiyi de kişisel sergide yerini almayan işlerinizin bu hengamede asla yeterince görünürlük kazanamayacağı vesvesesiyle açıklamaktan çekinmiyorsunuz. Nasılsa, işlerden çok sanatçı imgesi konuşuluyor. Bu yaygın durumu geçiyorum ve tekrar kalabalık sergi yapmak ile tek odaklanışın sergisini yapmak arasında bocalayan sanatçının başını bir sağa bir sola çevirdiği kavşağa dönüyorum. Kalabalık-sergi bulvarında ilişkileri mesele etmekte ve sunmakta iddialı bir yan da var kuşkusuz. Bir ‘yapabilirim’ iması göz ardı edilebilir gibi değil. Bir edebiyatçı gradosunda ustaca tarih metinlerine imza atan Sven Lindqvist’in “Bombalamanın Tarihi” (Yeni İnsan Yayınevi, çev. Selahattin Çelik) adlı kitabını düşünelim –bitirdiğinizde hem kitabın “Seksek”’i andıran deneysel ve kalabalık ‘düzen’i akıllarda kalıyor hem de pek çok doğrudan bombalamanın tarihi anlatısı ve tartışması. Ama peki sanatçı günün siyasi/sanatsal/kültürel çağrılarına tek bir sınırları belirli yanıt vermeyi kendine yediremi- yorsa? Ya pek çok yanıtı birden yönetebileceğine inanıyor ve bu yönetişin ortaya çok katmanlı, çok sözü olan ama dengesini de kaybetmemiş, ofiste dart oynayan sanatçı bedbinliğinden uzak, günün ve sanatın/edebiyatın meselelerine kendi imzasını/yorumunu dolaysızca bırakabileceği bir yol yordam olduğuna inanıyorsa veya bunu kendinde ve sanatında hissediyorsa? Ya sanatçı bir korku tüneli inşa edercesine sergisini kurmak istiyorsa? Şu da var, iyi niyetli süper-iyicil politik sanatçı açların doymasını, çocukların ağlamamasını, bayrakların dalgalanmasını, kedilerin gırlamasını, hastaların şifaha kavuşmasını, acıların dinmesini, adaletsizliklerin sona ermesini, hayvanların ölmemesini, çevrenin bozulmamasını ve insanlığın insan merkezcil olmadan yüceltilmesini ve diğer her türlü kendisini aziz gibi göstereceğine inandığı asayı havada tutmak için politik sanat şablonlarından dirseğini tutmasını rica ediyorsa -çünkü kim olsa yorulur bunca yükü uzun süre taşımaktan- kendisine tek bir temalı sergi seçmeyi ya da işler arasındaki bağları sorunsallaştırılmamış bir seçki ortaya atmayı yeğ tutmaz mı? Ve de ‘siyaseti olan bir sanat’ peşindeki siyasi itaatsizlik sularında yüzen sanatçı da ansızın yağmur bastırınca metroya geri sığınmak yerine yakasını kaldırıp bilinmeyen güneye doğru birlikte seğirtmeye bizi ikna etmeye çalışan değil midir? Carl Andre’nin birbirine fiilen bağlanmayan, yapıştırılmamış malzemelerini bir zamanlar çantasına atıp, kazağının içine saklayıp götüren izleyicilerden bahsedilir. Ai Weiwei’nin porselen ayçekirdeklerini de Tate’de sergilendikleri günlerde -sergi sağlığa zararlı olduğu gerekçesiyle kaldırılana dek- cebine atıp eve götüren çok olmuştu. Yani sanatçı bir çokluk yönetimi iddiasıyla karmaşık bir kişisel sergi ortaya atabilir ama bu izleyicinin cebine/ufkuna sığacağını düşündüğü ve cazip bulduğu bir iki ayçekirdeğini/ tuğlayı/yer karosunu/sanatsal fikri kendine mal etmekle yetinmesi işten bile olmayacaktır. Sanatçı peki ne yapsın? Takmasın. Evet, yanıt belki de bu denli basit: Takmasın.
Benzer belgeler
MICHAEL CRAIG
Your Cooperation” (İşbirliğiniz için
Teşekkür Ederiz) adlı bir sergi gerçekleştiren İstanbullu sanatçı ikilisi :mentalKLINIK, yeni sergisi “Cooperation
Would Be Highly Appreciated”ı (İşbirliğinden ...