132-137 Kronik Eozinofilik
Transkript
132-137 Kronik Eozinofilik
Kronik Eozinofilik Pnömoni: Nadir Bir Olgu# Çiğdem BİBER, Ülkü YILMAZ TURAY, Pınar ERGÜN, Atila İhsan KEYF, Esra ÖZAYDIN, Yurdanur ERDOĞAN Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, ANKARA # Bu çalışma, Toraks Derneği 5. Ulusal Kongresi’nde sunulmuştur. ÖZET Onbir yıldır öksürük, nefes darlığı, burun akıntısı, kilo kaybı yakınmaları olan olgu birçok kez bronşiyal astım, “Löfler” pnömonisi, eozinofilik pnömoni, “Churg-Strauss” sendromu ve interstisyel pnömoni ön tanıları ile hastaneye yatırıldı. Yatışlarındaki PA akciğer grafilerinde yer değiştiren lezyonları ve üst lob predominansı bulunan hastanın her seferinde IgE ve eozinofil değerleri yüksekti. Hastanın ataklar sırasında ileri derecede “wheezing” ve hipoksemisi bulunduğu için invaziv tetkikler öncesi kortikosteroid tedavi başlandı. Olguda birçok kez alınan transbronşiyal biyopsi ve bir kez yapılan açık akciğer biyopsi patolojisi bu nedenle nonspesifik bulundu. En son atak sırasında yeniden yatırılan hastaya yapılan bronkoskopide, trakeobronşiyal ağaçta görülen yaygın nodüler lezyonlardan biyopsi ve ayrıca transbronşiyal biyopsi alındı. Patoloji sonucu kronik eozinofilik pnömoni ile uyumlu geldi. ANAHTAR KELİMELER: Kronik eozinofilik pnömoni, eozinofilik akciğer hastalığı SUMMARY CHRONIC EOSINOPHILIC PNEUMONIA: A RARE CASE A patient presenting with cough, dyspnea, rhinitis and weight loss for eleven years was hospitalised several times with the diagnosis of bronchial asthma, Loeffler’s pneumonia, eosinophilic lung disease, Churg-Strauss syndrome and interstitial pneumonia. The patient’s IgE levels and blood eosinophil counts were found as high in each hospitalisation and the lesions images of migrating origin with the predominance of upper zones were observed in chest-X rays. Since the attacks presented with severe wheezing, hypoxemia and dyspnea the corticosteroid therapy was initiated before the invasive prosedures. So that, the histologic examinations of several transbronchial bronchoscopic biopsies and one open lung biopsy revealed nonspesific findings. In the last hospitalisation during another attack, a transbronchial biopsy and a biopsy from the diffuse nodular lesions observed on the tracheobronchial tree, were taken by bronchoscopy. The histopatological examination of the biopsies revealed findings in consistent with chronic eosinophilic pneumonia. KEY WORDS: Chronic eosinophilic pneumonia, eosinophilic lung disease 132 Solunum Hastalıkları 2003; 14: 132-137 Kronik Eozinofilik Pnömoni: Nadir Bir Olgu GİRİŞ Kronik eozinofilik pnömoni (KEP) terimi 1960’lı yılların başından itibaren kullanılmaya başlanmış bununla birlikte ilk defa Carrington ve arkadaşları, tarafından dokuz olguluk bir seri ile tanımlanmıştır. Günümüze kadar yayınlanan olgu serileri, hastalığın özelliklerine katkıda bulunmuştur (1). Hastalığın kronik niteliği; semptomların ciddiyeti ve radyografik özellikleri ile diğer eozinofilik infiltrasyon sendromlarından ayrılır. Etyolojisi kesin olarak bilinmemekle birlikte, Aspergillus infeksiyonu, immün kompleks vasküliti ve bazı romatik hastalıklarla olan birlikteliği bildirilmiştir (2,3). Yine atopi hikayesi ve hastalığın pik yaptığı dönemlerdeki serum IgE seviyesindeki yükseklikler yayınlanmıştır (3). Bizde nadir görülmesi nedeniyle 11 yıldır tekrarlayan atakları bulunan KEP tanısı koyduğumuz bir olguyu literatür bilgileri ile tartışarak sunuyoruz. OLGU Otuzüç yaşında Ankara doğumlu kadın hasta servisimize kabul edildi. Öksürük, balgam, nefes darlığı, hırıltı, ateş, gece terlemeleri, burun akıntısı yakınmaları olan hastanın öz geçmişinde çevresel asbest ve biomass maruziyeti dışında özellik yoktu. Bütün yakınmaları yaklaşık 11 yıldır mevcut olan olgu dört kez hastanemizde olmak üzere başka merkezlerde de bronşiyal astım, “Löfler” pnömonisi, eozinofilik akciğer hastalığı, “Churg-Strauss” sendromu, interstisyel pnömoni ön tanıları ile tetkik edilmişti. İlk kez 1991 yılında yatırılarak izlenen hastanın PA akciğer grafisinde her iki akciğer alanlarında yer değiştiren lezyonları, periferik kan eozinofilisi mevcuttu (3400/mm3). Sadece o dönem içinde serum IgE düzeyleri normal olan olguda haftalık takiplerde gaitada askaris yumurtası saptanması ve lezyonların kendiliğinden gerilemesi üzerine “Löfler” pnömonisi tanısı ile gerekli tedavi verilerek olgu izlendi. Semptomlar ve PA akciğer grafisindeki lezyonlar kendiliğinden kayboldu. Olgunun daha sonraki yatışlarında gaitada parazit ve balgamda parazit larvasına rastlanmadı. 1992 yılında aynı yakınmalarla ve PA akciğer grafisinde özellikle üst lob predominansı ve periferik yerleşme özelliği gösteren infiltrasyon bulguları ile Solunum Hastalıkları 2003; 14: 132-137 yeniden hastaneye yatırıldı (Resim 1). Fizik muayenede yaygın ronküsleri mevcuttu ve siyanoz vardı. Laboratuvar tetkiklerinde yine periferik kan eozinofilisi (2000/mm3) saptandı. Bu kez serum IgE düzeyleri 1000 U/L bulundu. Sedimentasyon hızı 95 mm/saatti. Kan gazlarında orta derecede hipoksemi ve hipokapni mevcuttu. Solunum fonksiyon testleri restriktif ve obstrüktif patern gösteriyordu. İleri derecede nefes darlığı, siyanoz ve “wheezing” yakınması bulunan olguya bronkodilatör ve kortikosteroid tedavi başlandı. Olgunun tedavi öncesi alınan kollajen doku hastalıklarına yönelik IgA, G, M değerleri ve ANA, anti ds-DNA, LE hücresi, romatoid faktör ve kompleman kan testleri normal seviyelerde bulundu. Aspergillus spesifik IgE, Aspergillus için cilt testleri negatifti. Balgamda aside dirençli basil (ARB) üç kez teksif ve kültürle negatifti. Yine balgam ve boğaz kültürlerinde üreme olmadı. Tedavi başlangıcı ile birlikte hızla genel durumu düzelen olguya fiberoptik bronkoskopi uygulandı ve bronkoskopik bulguları tamamen normal olan olgudan transbronşiyal biyopsiler alındı. Patoloji, hafif fibrotik değişiklikler gösteren akciğer parankimi olarak raporlandı. Aynı dönem içerisinde kol ve bacaklarında bulunan deriden kabarık lezyonlar deri hastalıkları kliniği ile konsülte edildi. Konsültasyon sonucu lezyonların nonspesifik olduğu, hastalığa ya da ilaç kullanımına bağlı olabileceği belirtilerek biyopsiye gerek görülmedi. Aynı dönemde çekilen toraks bilgisayarlı tomografisi (BT)’nde her iki akciğerde özellikle üst loblarda daha fazla olmak üzere periferik dağılım özelliği gösteren dağınık infiltrasyon ve konsolidasyon alanları saptandı (Resim 2). Kortikosteroid tedavi ile genel durumu, klinik, laboratuvar ve radyolojik bulguları hızla düzelen Resim 1. Olgunun PA akciğer grafisi. 133 Biber Ç, Yılmaz Turay Ü, Ergün P, Keyf Aİ, Özaydın E, Erdoğan Y. patoloji sonucu yerel interstisyel fibrozis, kronik iltihap hücre infiltrasyonu olarak rapor edildi. Başlanan tedavi ile yine genel durumu, radyolojik ve laboratuvar bulguları hızla düzelen olgu benzer takip ve tedavi önerileri ile KEP tanısı ile taburcu edildi. Resim 2. BT’de üst lob yerleşimli yamalı infiltrasyonlar. hasta, steroid tedavisi kontrollü olarak azaltılmak üzere başta KEP olmak üzere interstisyel pnömoni ve “Churg-Strauss” sendromu tanıları ile taburcu edildi. İki yıl sonra (1994 yılı) olgu aynı semptom ve bulgularla yeniden yatırıldı. Yine periferik kan eozinofilisi (2500/mm3) ve yüksek IgE (970 U/L) seviyeleri saptandı. Daha önceki yatışlarında yapılan bütün tetkikleri tekrarlandı ve bütün sonuçlar aynı bulundu. BT bulguları yine bir önceki BT bulguları ile benzerlik gösteriyordu. Olguya yine bronkoskopi işlemi uygulandı ve transbronşiyal biyopsi alındı. İşlem öncesi dispne, ortopne ve hipoksemi nedeniyle kortikosteroid tedavisi başlandı. PA akciğer grafisindeki lezyonlar ve semptomlar hızla geriledi. Bu nedenle biyopsilerin patolojisi nonspesifik olarak değerlendirildi. Yeniden transbronşiyal biyopsi planlanan olgu bu işlemi ve daha sonraki aşamalarda gerçekleştirilmesi düşünülen açık akciğer biyopsisi girişimlerini kabul etmeyerek kendi isteği ile KEP, interstisyel pnömoni tanıları ile taburcu oldu. Kortikosteroid tedavisi yine kontrollü olarak takip altında azaltılarak kesildi. 1997 yılında yeniden benzer klinik, radyolojik, laboratuvar bulguları ile yatırıldı. Serum IgE 1100 U/L, periferik eozinofili 400/mm3’tü. BT bulguları 1992 yılında ilk çekilen BT ile benzer özellikteydi, ancak aortikopulmoner pencere, paratrakeal ve karinal düzeyde patolojik boyutta olmayan lenfadenopatiler saptandı. İleri derecede dispnesi, ortopnesi ve hışıltılı solunumu olan hastaya kortikosteroid ve bronkodilatör tedavi başlandı. Hemen göğüs cerrahisi ile konsülte edildi. Anestezi alabileceği ve açık akciğer biyopsisini tolere edebileceği optimum durumda biyopsi işlemi yapıldı. Bununla birlikte 134 Olgu son olarak 2001 yılında servisimize yeniden kabul edildi. İleri derecede nefes darlığı, öksürük, göğüs ağrısı, siyanoz yakınması mevcuttu. Fizik muayenede her iki hemitoraks hareketlerinin kısıtlandığı izlendi. Ekspiryum uzundu, “wheezing” mevcuttu. Bilateral akciğer alanlarında yaygın ronküsler işitiliyordu. Total IgE 495 U/L, periferik eozinofili 2800/mm3’tü (%22.5). Sedimentasyon hızı 80 mm/saatti. Diğer rutin tetkiklerinin hepsi normaldi. Yine üç kez ARB teksif ve kültürle negatif bulundu. Kollajen doku hastalığına yönelik tetkikleri negatifti. Akciğer fonksiyon testleri obstrüktif ve restriktif tipte solunum fonksiyon bozukluğu örneği gösterdi. Kan gazlarında PaO2= 45 mmHg, PaCO2= 36 mmHg olarak saptandı. DLCO azalmıştı. Çekilen BT’de üst lob ağırlıklı ve periferik yerleşen, tabanlara kadar uzanan, yamalı tarzda infiltrasyon gösteren, buzlu cam formunda da tespit edilen alveoler infiltrasyon alanları saptandı. Olguya aynı tedavi başlandı ve iki gün sonra bronkoskopi yapıldı. Bronkoskopide trakea 1/3 alt bölümde arka duvarda ve sağ ve sol ana bronşlarda mukozadan kabarık sarı-beyaz renkli lezyonlar saptandı. Bu lezyonlardan biyopsi ve sağ akciğer üst lob segmentlerinden transbronşiyal biyopsi alındı. Patoloji sonucu KEP ile uyumlu geldi (Resim 3). Bronş sistemindeki sarı-beyaz lezyonlardan alınan biyopsiler ise metaplazik squamöz epiteli infiltre eden eozinofil kümelerinin baskın olduğu mikst tip iltihabi hüc- Resim 3. İnterstisyum ve alveol lümenlerinde çok sayıda eozinofil lökosit infiltrasyonu (HE x 100). Solunum Hastalıkları 2003; 14: 132-137 Kronik Eozinofilik Pnömoni: Nadir Bir Olgu re infiltrasyonu içeren yüzeyel bronş mukozası olarak raporlandı. Onbeş gün tedavi altında izlenen olgunun kontrol BT’sinde ve bronkoskopisinde daha önceki bulgulara rastlanmadı. Tedavisi planlanan olgu taburcu edildi. Hala klinik kontrolümüz altında olan hastada yeni bir atak gözlenmedi. TARTIŞMA İlk kez 1932 yılında Löfler, pulmoner infiltrasyonlar ve eozinofil lökositler arasındaki ilişkiyi ortaya koymuş, takip eden yıllar içerisinde farklı özelliklere sahip bu klinik antiteler sınıflandırılmış ve ayrıntılı olarak tarif edilmiştir. KEP bu hastalıklar grubu içerisinde etyolojisi bilinmeyen idiyopatik sınıfta yer almaktadır (2). Hastalık herhangi bir yaşta meydana gelebilmesine rağmen pik insidans 30-40 yaşları arasındadır ve kadınlar erkeklere göre iki kez daha fazla etkilenir (4,5). Kadın predominansı hastalığın 60 yaşından sonra başladığı kişilerde daha az belirgindir (5). Sigara içme hikayesi ve hastalık arasında herhangi bir ilişki saptanmamıştır. Olguların 1/3’ünde atopi, allerjik rinit ve nazal polip öyküsü mevcuttur. Ayrıca, hastaların 2/3’ünde de adult başlangıçlı astım pulmoner semptomlar başlamadan birkaç ay önce veya aynı zamanda ortaya çıkar (4-8). Bizim olgumuz 33 yaşında kadın hastaydı, sigara içmemekle birlikte, allerjik rinit ve nazal polip öyküsü veriyordu. Olgumuzun hastaneye başvurusundan yaklaşık iki hafta önce hışıltılı solunumu ortaya çıkıyordu ve KEP’in literatür bilgileri ile tam bir uyumluluk gösteriyordu. KEP ile ilgili semptomlar tipik olarak tanıdan birkaç ay önce başlar. En sık yakınmalar subfebril ateş, gece terlemesi, kilo kaybı, nefes darlığıdır. Öksürük kuru nitelikte başlar ve daha sonra az miktarda mukoid balgam çıkarılabilir. Carrington’un orjinal serisindeki hastaların ikisinde hemoptizi tanımlanmıştır. Hastalar giderek artan dispne geliştirir ve “wheezing” tabloya eklenir. Genellikle subakut bir başlangıca rağmen bazı olgularda şiddetli hipoksemi ile birlikte akut solunum yetmezliği ve akut solunum sıkıntısı sendromu geliştiği bildirilmiştir, mekanik ventilasyon gerekebilir. Lenfadenopati veya hepatomegali yine bu hastalarda meydana gelebilir (1,7,9,10). Solunum Hastalıkları 2003; 14: 132-137 Hastamızda KEP hakkındaki bilgilere uygun olarak “wheezing”, nefes darlığı, kilo kaybı yakınmaları mevcuttu ve nazal polipozis nedeni ile tedavi görmüştü. Olgumuz hemoptizi tarif etmiyordu, öksürüğü kuru nitelikteydi. Kan gazlarında orta derecede hipoksemi tespit edildi. Hastalığın başlangıcı her seferinde sinsi seyirliydi ve “wheezing” birden başlıyordu. Bizim olgumuzun son yatışında yapılan bronkoskopide bronş ağacında sarı-beyaz lezyonlar saptandı ve bu lezyonlardan yapılan biyopsi patolojisi eozinofilik infiltrasyon olarak rapor edildi. Yine ikinci yatışında kol ve bacaklarında deriden kabarık kırmızı lezyonlar mevcuttu. Yapılan bir araştırmada 62 olguluk seride iki hastada bronş ağacında submukozal eozinofilik infiltrasyon tespit edilmiştir ve bu araştırıcılar KEP’in sadece alveolo-interstisyel bir hastalık olmadığını, özellikle obstrüktif patern ve astım benzeri semptomlar gösteren olgularda aynı zamanda bir hava yolu hastalığı olduğunu öne sürmüşlerdir (8). Yine literatürde alt ekstremitelerinde cilt erüpsiyonu bulunan bir olguda, bu lezyonlardan yapılan biyopsi sonucu perivasküler ve interstisyel eozinofil infiltrasyonu saptanmıştır (3). KEP’li olgularda sıklıkla orta derecede bir lökositoz mevcuttur ve %66-90 oranında periferik kan eozinofilisi vardır. Bununla birlikte kan eozinofilisinin olması her zaman gerekli değildir. Kan eozinofili oranı genellikle %6’nın üzerindedir, bununla birlikte %90’ın üzerinde eozinofili bildirilen olgular yayınlanmıştır. Normokrom normositik bir anemi ve trombositozis mevcut olabilir. Sedimentasyon hızı tipik olarak yüksek seyreder. KEP’li hastaların 1/3’ünde IgE seviyeleri yüksek seyreder. Pulmoner fonksiyon testlerinde restriktif ventilatuvar defekt, azalmış DLCO ve hafifçe artan alveolo-arteryel oksijen gradiyenti vardır. Astmatik komponenti bulunan olgularda aynı zamanda obstrüktif tipte solunum fonksiyon bozukluğu mevcut olabilir (9-12). Bizim olgumuzda her yatışta periferik kan eozinofil oranları yüksek bulundu. İlk yatışında periferik kan eozinofilisi 3400/mm3’tü. Son yatışında ise 2800/mm3 bulundu ve eozinofil oranı %22.5’ti. Sedimentasyon hızı her seferinde yüksek seyretti, son yatışında 80 mm/saatti. Olgunun ilk yatışı hariç diğer dört yatışında IgE düzeyleri yüksekti. Akciğer fonksiyon testlerinde restriktif ve obstrüktif solunum fonksiyon bozukluğu gözlendi. DLCO azalmıştı. Tedaviyle birlikte bütün laboratuvar testleri bütün yatışlarında hızla normale döndü. 135 Biber Ç, Yılmaz Turay Ü, Ergün P, Keyf Aİ, Özaydın E, Erdoğan Y. KEP’in radyolojik bulguları değişkendir. Bazen atipik bulgularla seyredebilir. En sık saptanan bulgu, subplevral dağılım gösteren nonsegmental konsolidasyon alanlarıdır ve bu konsolidasyonlar üst ve orta zonlara yerleşme eğilimindedir. Olguların %60’ında bu radyolojik görünüm hakimdir. Kavitasyon ve nodüler lezyonlar çok daha az görülür ve atipik görünümlerdir (4,13). Plevral efüzyon çok nadirdir ve yeni olarak bilateral yaygın masif plevral efüzyonu ve buna bağlı solunum yetmezliği bulunan bir olgu tanımlanmıştır (4,14). Yine pulmoner ödemde gözlenen radyolojik görünümün fotoğrafik negatifi en bilinen radyolojik özelliktir ve hastaların yaklaşık %25’inde tespit edilmektedir (12). Kortikosteroid tedaviyi takiben lezyonlarda hızlı bir rezolüsyon meydana gelir ve enteresan olarak rekürrens olduğunda lezyonlar aynı lokalizasyonda ortaya çıkar (9). BT bu değişikliklerin daha ayrıntılı incelenmesini sağlar. Bununla birlikte değişik BT görünümleri tanımlanmıştır. Lezyonların kronikleşmesi ile birlikte plevraya paralel seyreden bant benzeri görünümler ve göğüs filminde izlenmeyen mediastinal lenfadenopatiler, buzlu cam görünümü BT ile daha iyi değerlendirilebilir (15). Olgumuzun radyografik ve BT görünümleri literatür ile uyumluluk göstermekteydi. Olgunun ilk yatışındaki lezyonlar yer değiştirici nitelikteydi. KEP’de lezyonlar genellikle sabit nitelikte olmakla birlikte nadiren göç edici karakter tanımlanmıştır (8). Diğer yatışlarındaki radyolojik bulgular tipikti ve rekürrenslerde lezyonlar bir önceki lokalizasyonlarda ortaya çıkıyordu. KEP’in tedavisinde kortikosteroidler tedavinin temelini oluşturur. Bütün serilerde dramatik klinik radyolojik ve fizyolojik iyileşme saptanmıştır. Kortikosteroid ile tedavi edilen olgularda, 40 mg/gün 10-14 gün süre ile başlangıç, daha sonra dört-altı haftada dozun kontrollü bir şekilde azaltılarak kesilmesi önerilir. Bununla birlikte hastaların %5880’inde relapslar meydana gelir. Hastalığı kontrol altına almak için başlangıç tedavisi aylarca sürdürülebilir. Bu olguların %25’ten fazlası ise relapsları engelleyebilen en düşük kortikosteroid dozunu yıllarca almak zorunda kalabilir. Herhangi bir olguda çok sayıda alevlenmeler gelişebilir ve bu relapslar yine kortikosteroid tedavisine çok iyi cevap verir. Bal peteği akciğer ve pulmoner fibrozis nadiren gelişir (5,8,9,16). Hastamız her alevlenmede başlanan kortikosteroid tedaviye çok hızlı yanıt verdi. Bununla birlikte son 10 yıl içinde dört kez relaps meydana geldi. Son bir yıldır atak geliştirmeyen hastada halen 5 mg/gün prednizolon eşdeğeri kortikosteroid kullanılmaktadır. Son yatışından bu yana herhangi bir yakınması olmayan olgumuzda bal peteği akciğer ve pulmoner fibrozis gelişmemiştir ve akciğer fonksiyon testleri şu an için normal değerlerdedir. KAYNAKLAR 1. Carrington CB, Addington WW, Golf AM, Madoff IM, Marks A, Schwabwe JR, Gaensler EA. Chronic eosinophilic pneumonia. N Engl J Med 1969;280:787-98. 2. Fraser RS, Muller NL, Colman N, Pare PD. Diagnosis of disease of the chest. 4th ed. Philadelphia: WB Saunders Company, 1999;1743 KEP’in tanısı pulmoner veya sistemik bir infeksiyon hastalığının kanıtı yoksa tipik radyolojik, klinik ve laboratuvar bulguları ile konulabilir. Hastalığın histolojik olarak kanıtlanması gerekmeksizin klinik, radyolojik ve laboratuvar bulguları ile tanı konulabileceği ileri sürülmektedir (9,11). Tanıyı doğrulamak için nadiren açık akciğer biyopsisi gerekir. Transbronşiyal biyopsi genel olarak ayırıcı tanıda yer alan diğer hastalıkları dışlamak amacıyla önerilmekle birlikte, olguların %64’ünde tanı koydurucu bulunmuştur (12). 3. Saito T, Mori Y, Meata T, Oonishi K, Koui H. Chronic eosinophilic pneumonia associated with rheumatoid arthritis (abstract). Nihon Kokyuki Gakkai Zasshi 1999;37: 291-7. Bizim olgumuzun tanısı son olarak yapılan transbronşiyal biyopsi ile histolojik olarak kesinleşti. Daha önce üç kez yapılan transbronşiyal biyopsi ile bir sonuca ulaşılamamıştı. 7. Fox B, Seed W. Chronic eosinophilic pneumonia. Thorax 1980;35:570-80. 136 4. Yookyung K, Kyung Soo L, Dang-Chul C, Steven LP, Jung GI. The spectrum of eosinophilic lung disease: Radiologic findings. J Comput Asist Tomogr 1997;21:920-30. 5. Jederlenic PJ, Sicilian L, Gaensler EA. Chronic eosinophilic pneumonia: A report of 19 cases and review of the literature. Medicine 1998;67:154-62. 6. Allen NJ, Davis WB, Pacht ER. Diagnostic significance of increased bronchoalveolar lavage fluid eosinophils. Am Rev Respir Dis 1990;142:642-7. 8. Marchand E, Reynaud-Gaubert M, Lauque D, Durieu J, Tonnel AB, Cordier JF. Idiopathic chronic eosinophilic pneumonia. A clinical follow-up study of 62 cases. Medicine 1998;77:299-312. Solunum Hastalıkları 2003; 14: 132-137 Kronik Eozinofilik Pnömoni: Nadir Bir Olgu 9. Rochester CL. The eosinophilic pneumonias. In: Fishman AP, ed. Pulmonary diseases and disorders. 3rd ed. New York: McGraw Hill, 1998;1138. 10. Şipit T, Gündoğdu C, Önder K, Başer Y. Kronik eozinofilik pnömoni. Bir olgu. Solunum Hastalıkları 1991;2:69-77. 11. Goetzl EJ, Luce JM. Eosinophilic lung disease. In: Murray JF, Nadel JA, Mason RJ, Boushey HA, eds. Textbook of respiratory medicine. 3rd ed. Philadelphia: WB Saunders Company, 2000;1766. 12. Matsue H, Shimoda T, Fukushima J, Matsuo N, Sakai H, Takao A, Asai A, Kohno S. Diagnostic problems in chronic eosinophilic pneumonia. J Int Med Res 1997;25:196201. 13. Laufs U, Schneider C, Wassermann K, Erdmann E. Eosinophilic pneumonia with atypical radiographic presentation. Respiration 1998;65:323-6. 15. Ebara H, Ikesoe J, Johkoh T, Kohno N, Takeuchi N, Kozuka T, Ishida O. Chronic eosinophilic pneumonia. Evolution of chest radiograms and CT features. J Comput Asist Tomogr 1994;18:737-44. 16. Naughton M, Fahy J, Fitzgerald MX. Chronic eosinophilic pneumonia: A long-term follow-up of 12 patients. Chest 1993;103:162-65. Yazışma Adresi Çiğdem BİBER Gölbaşı Sokak No: 3/8 Kavacık, Subayevleri/ANKARA e-mail: [email protected] 14. Samman YS, Wali SO, Abdelaal MA, Gangi MT, Krayem AB. Chronic eosinophilic pneumonia presenting with recurrent massive bilateral pleural effusion: Case report. Chest 2001;119:968-70. Solunum Hastalıkları 2003; 14: 132-137 137
Benzer belgeler
Kronik Eozinofilik Pnömoniye Bağlı Solunum
KEY WORDS: Chronic eosinophilic pneumonia, respiratory failure, mechanical ventilation