Bio ExPERT
Transkript
Bio ExPERT
ISSN: 1309-2596 Cilt: 2, Sayı: 2, 2012 BioExPERT ACR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar Romatoid artrit tedavisinde biyolojik ilaçlardan sonra yeni bir sınıf ajan olarak tirozin kinaz inhibitörleri, yakın bir gelecekte romatoloji pratiğinde günlük uygulamaya girecek gibi gözükmektedir. Dr. Murat İnanç küçük moleküller başlığı altında ACR toplantısında sunulan bu konudaki yeni çalışmaları gözden geçirirken, öncesinde yapılan çalışmaları da özetledi. Romatoid artrit tedavisinde anti -TNF ajanlarla ilgili çalışmalar Dr. Vedat Hamuryudan tarafından, T hücresi ve IL-6’yı hedef alan biyolojik tedaviler ve diğer yeni biyolojik ajanlar Dr. Kenan Aksu tarafından, B hücresini hedef alan biyolojik tedaviler Dr. Salih Pay tarafından, spondiloartritlerde biyolojik kullanımı Dr. Sedat Kiraz tarafından gözden geçirildi. “ “ Prof. Dr. Nurullah Akkoç BioExPERT ACR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar Editör Prof. Dr. Nurullah Akkoç Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, İmmünoloji-Romatoloji Bilim Dalı, İzmir Yazarlar Prof. Dr. Salih Pay Gülhane Askeri Tıp Fakültesi, Romatoloji Bilim Dalı, Ankara Prof. Dr. Vedat Hamuryudan İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, İstanbul Prof. Dr. Sedat Kiraz Hacette Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Ankara Prof. Dr. Murat İnanç İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, İstanbul Prof. Dr. Kenan Aksu Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, İzmir BioExPERT Yıl: 2 Sayı: 2 Sayfa: 1-28 ISSN: 1309-2596 YEREL SÜRELİ Sigma Publishing Dan. ve Org. Dış Tic. Ltd. Şti. adına; İmtiyaz Sahibi Gönül Simpson Yayın Danışmanı İlkay Marangoz Yayına Hazırlayan Pelin Bayrak Yazı İşleri Müdürü (Sorumlu) Gönül Simpson Editör Prof. Dr. Nurullah Akkoç İdare Yeri ve Yazışma Adresi Sigma Publishing Danışmanlık ve Organizasyon Dış Tic. Ltd. Şti. Yazarlar Prof. Dr. Salih Pay Prof. Dr. Vedat Hamuryudan Prof. Dr. Sedat Kiraz Prof. Dr. Murat İnanç Prof. Dr. Kenan Aksu Akatlar Mah. Cebeci Cad. No: 67 Etiler / İstanbul Tel : 0 212 352 16 61 Faks : 0 212 352 16 57 e-mail: [email protected] www.sigmapublishing.com Has Matbaacılık San. Tic. Ltd. Şti. Tel : 0 212 629 02 49 www.hasmatbaa.com.tr Bu dergide yayınlanan yazı ve şekillerin sorumluluğu yazarlarına aittir. Sigma Publishing herhangi bir sorumluluk kabul etmemektedir. BioExPERT ACR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar İçindekiler y Önsöz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . III Prof. Dr. Nurullah Akkoç y ACR 2011’de Romatoid Artritli Hastalarda B Hü cresini Hedef Alan Tedavi Çalışmaları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 Prof. Dr. Salih Pay y Romatoid Artrit Anti-TNF Ajanlar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 5 Prof. Dr. Vedat Hamuryudan y Spondiloartit ve Biyolojikler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 10 Prof. Dr. Sedat Kiraz y Romatoid Artrit Tedavisinde Yeni Molekü ller (ACR 2011) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 14 Prof. Dr. Murat İnanç y T Hü cresini Hedef Alan Tedaviler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 22 Prof. Dr. Kenan Aksu BioExPERT ACR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar Önsöz Bioexpert’in en son sayısında 2011 yılında Londra’da yapılan EULAR toplantısında sunulan, romatizmal hastalıkların tedavisinde biyolojik ilaçların ve protein kinaz inhibitörlerinin kullanımı konusundaki çalışmaları gözden geçirmiştik. Bu yeni sayıda 4-9 Kasım 2011 tarihleri arasında Chicago’da yapılan 75. Amerikan Romatoloji Cemiyeti (ACR) toplantısında sunulan benzer konudaki çalışmaları ele aldık. Bu yılki ACR toplantısına 100 ülkeden 16.000 kişi katıldığı ve bu sayının şimdiye kadarki en yüksek katılım olduğu ACR tarafından açıklandı. Açıklamada bildirildiğine göre kongre sırasında 300 kadar bilimsel oturum yapıldı ve 2600 kadar poster sunuldu. Sunulan abstraktlardan yaklaşık 70’i (%2.7) Türkiye’deki merkezlerde yapılan veya içinde Türkiye’den araştırıcıların da yer aldığı çok merkezli çalışmalardı. Romatoid artrit tedavisinde biyolojik ilaçlardan sonra yeni bir sınıf ajan olarak tirozin kinaz inhibitörleri, yakın bir gelecekte romatoloji pratiğinde günlük uygulamaya girecek gibi gözükmektedir. Dr. Murat İnanç küçük moleküller başlığı altında ACR toplantısında sunulan bu konudaki yeni çalışmaları gözden geçirirken, öncesinde yapılan çalışmaları da özetledi. Romatoid artrit tedavisinde anti -TNF ajanlarla ilgili çalışmalar Dr. Vedat Hamuryudan tarafından, T hücresi ve IL-6’yı hedef alan biyolojik tedaviler ve diğer yeni biyolojik ajanlar Dr. Kenan Aksu tarafından, B hücresini hedef alan biyolojik tedaviler Dr. Salih Pay tarafından, spondiloartritlerde biyolojik kullanımı Dr. Sedat Kiraz tarafından gözden geçirildi. Prof. Dr. Nurullah Akkoç Mart, 2012 III Sigma Publishing Danışmanlık & Organizasyon Dış Tic. Ltd. Şti. Akatlar Mah. Cebeci Cad. No: 67 Etiler / İstanbul Tel: +90 212 352 16 61 Faks: +90 212 352 16 57 [email protected] Prof. Dr. Salih Pay ACR 2011’de Romatoid Artritli Hastalarda B Hücresini Hedef Alan Tedavi Çalışmaları ACR 2011’de sunulan RA’lı hastalarda B hücresini hedef alan tedavi çalışmalarını üç alt grupta incelemek mümkündür. Bu alt grupları rituksimabın (RTX) farklı dozlarının etkinliğinin karşılaştırılması, RTX’in etkinliği ve etkinliğinin süresi için belirteçlerin araştırılması ve RTX güvenirliliği için yapılan araştırmalar olarak sıralayabiliriz. Chatzidionysiou ve ark. ACR 2011’de RTX’in farklı dozlarının etkinliğini göstermeye yönelik bir çalışma sunmuşlardır. Bilindiği gibi RTX, RA’lı hastalarda altı ayda bir, başlangıçta ve iki hafta sonra 1000 mg olmak üzere iki dozdan oluşan kür uygulaması için onay almıştır. Fakat kürlerde 500 mg uygulanması ile de aynı sonuçların alınabileceğine ait bazı veriler mevcuttur. Bu araştırıcıların amacı iki farklı dozla yapılan uygulamaların etkinliğini karşılaştırmaktır. Bu amaçla on Avrupa kayıt kütüğünde kayıtlı RTX başlanan hastaların demografik özellikleri, tedavi etkinlikleri ve tedavi verileri birleştirilmiştir. Tedavi etkinliği 6 ayın sonunda DAS28 ve EULAR yanıt kriterlerine göre değerlendirilmiştir. CERERRA çalışma grubunun verilerinden 3266 hastanın 2873’nün verisi değerlendirildiğinde hastaların %91.4’ünün (n = 2625) RTX’i 1000 mg ⫻ 2 (Yüksek Doz Grubu), %8.6’sının (n = 248) ise 500 mg ⫻ 2 (Düşük Doz Grubu) olarak kullandığı saptanmıştır. Bu araştırmada oluşturulan grupların demografik özelliklerine bakıldığında farklılıklar olduğu gözlenmektedir. Örneğin düşük doz grubuna giren hastaların yüksek doz grubuna göre belirgin olarak daha yaşlı olduğu (ortalama ± SD: 55.2 ± 15.8 karşılık 52.6 ± 12.6 yıl, p = 0.002) ve hastalık sürelerinin daha uzun olduğu (13.6 ± 11.9’a karşı 10.9 ± 8.2 yıl, p < 0.0001) saptanmıştır. Ancak bunların tersine bu gruba giren hastaların önceden daha az biyolojik kullandıkları (0.7 ± 0.9’a karşı 1.0 ± 1.0, p < 0.0001) ve daha düşük oranda birlikte DMARD aldıkları (%72.6’ye karşı %83.1, p < 0.0001) saptanmıştır. Her iki doz uygulaması da 6 ayda belirgin klinik düzelme sağlamışsa da, yüksek doz alan hastalarda düşük doz alanlara göre DAS28’de hafifçe daha fazla azalma saptanmıştır. Ancak aralarındaki fark istatistik olarak anlamlı düzeyde değildir (ortalama DeltaDAS28 ± SD = 1.9 ± 1.4’e karşı 1.7 ± 1.4, p © 2012 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. = 0.5 bazal DAS28 değerlerine göre düzeltildiğinde). Benzer olarak her iki gruba giren hastalardan EULAR iyi yanıt (%55.2’ye karşı %50, p = NS) ve remisyon (%10.5’e karşı %10.7, p = NS) sağlanan hastaların oranları arasında fark saptanmamıştır. Farklı olarak yüksek doz ile tedaviye devam eden hastalarda 12. ayda DAS28 değerlerindeki azalma 6. aydan daha belirgin olarak saptanmıştır (DeltaDAS28 6 ay = 1.85 ± 1.19, DeltaDAS28 12 ay = 2.52 ± 1.47, p “paired” t testi ile < 0.0001), ancak düşük doz ile tedaviye devam etmek 12. ayda DAS28 değerlerinde belirgin azalma sağlamamıştır (6. ayda 1.61 ± 1.41, 12. ayda 1.27 ± 1.78, p = 0.2). İyi yanıt verenlerin oranı yüksek doz ile tedaviye devam eden hastalarda belirgin olarak yüksek saptanmıştır (%60.7’ye karşı %32.1, p = 0.003). Sonuç olarak, bu geniş gözlemsel kohortta RTX’i 500 mg x 2 dozunda başlamak 1000 mg x 2 ile karşılaştırılabilir klinik sonuçlar vermiştir. Ancak yüksek doz ile tedaviye devam etmek DAS28 değerlerinde daha belirgin azalmaya neden olmuştur.1 Hasta grupları arasındaki demografik özelliklerin farklı olmasından dolayı araştırıcılar DAS28’deki değişikliklerdeki farklılıkları (Delta değerleri) dikkate almışlardır. Delta değerleri göz önünde bulundurunca gruplar arasındaki sonuçların karşılaştırılmasını zorlaştırdığı kaçınılmaz bir gerçektir ve verilerin buna göre değerlendirilmesi daha uygundur. RA’lı hastalarda daha bireysel tedaviler yapabilmek için biyolojik ilaçlara yanıtı belirleyen belirteçlere ihtiyaç vardır. RTX ile yapılan daha önceki çalışmalarda RF ve ACPA pozitifliğinin daha iyi klinik yanıt lehine olduğu gösterilmiştir. ACR 2011’de CERERRA çalışma grubu tarafından RF ve ACPA durumuna göre RA’lı hastalarda ilk RTX küründen sonra 6 aylık yanıtı değerlendirmeyi hedefleyen bir çalışma sunulmuştur.2 Bu çalışmada 10 Avrupa ülkesinde RTX başlanan RA’lı hastaların verileri değerlendirilmiştir. Çalışmaya alınan kohortta toplam 3266 hasta mevcuttur. Bu hastaların 2553’ünde RF bakılmış ve %79.9’unda (n = 2041) pozitif bulunmuştur. Benzer olarak 1198 hastada ACPA incelenmiş ve %73.2’de (n = 877) pozitif bulunmuştur; 718 hastada çift pozitif1 BioExPERT ACR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar lik ve 147 hasta ise çift negatiflik, 2200 hastada RF ve/veya ACPA’dan biri pozitif saptanmıştır. Altıncı aydaki DeltaDAS 28 değerlerinde (başlangıç DAS28 değerlerine göre değişiklik) RF(-) hastalara göre RF(+)’lerde (1.65 ± 1.34’e karşı 1.94 ± 1.5, p = 0.005), ACPA(-) hastalara göre ACPA(+)’lerde (1.40 ± 1.47’ye karşı 1.93 ± 1.51, p < 0.0001) çift negatiflere göre çift pozitiflerde (1.41 ± 1.51’e karşı 1.95 ± 1.54, p < 0.007) ve RF ve/veya ACPA pozitiflerde (1.41 ± 1.51’e karşı 1.93 ± 1.49, p < 0.005) daha yüksek olarak gerçekleşmiştir. Altıncı ayda EULAR iyi yanıtı ACPA(+) ve çift pozitif hastalarda sırasıyla ACPA(-) ve çift(-) hastalara göre belirgin olarak daha yüksek oranda izlenmiştir. Yaş ve cinsiyete göre ayarlandıktan sonra univariate analizde ilk tedaviyi takip eden altıncı ayda RTX’e EULAR iyi yanıtını ACPA pozitifliğinin (OR = 2.03, p = 0.016) ve çift pozitifliğin (OR = 2.43, p = 0.03) predikte ettiği, ancak RF pozitifliğinin (OR = 1.53, p = 0.07) predikte etmediği görülmüştür. Sonuç olarak, RTX ile tedavi edilen RA’lı hastaların oluşturduğu bu geniş kapsamlı kohortun verileri, seropozitif hastaların seronegatif hastalara göre altıncı ayda DAS28 değerlerinde daha belirgin azalma sağlandığını ve ACPA pozitifliğinin RF pozitifliğine göre RTX’e iyi yanıtı göstermede daha iyi bir belirteç olduğunu göstermektedir. Bu alanda diğer biyolojik belirteçlerin bulunması ile ilgili çalışmalar devam etmektedir ve daha iyi dizayn edilmiş çalışmalara ihtiyaç vardır.2 RTX’e yanıt süresi değişkendir ve günümüzde RTX’in sabit olarak 6 ayda bir ya da ihtiyaca göre uygulanmasının uzun dönem sonuçları henüz bilinmemektedir. Vital ve ark. 12 aya kadar süren yanıtı predikte edebilecek RTX’e yanıtın bilenen belirteçlerini araştırmışlardır. Araştırıcılar 3 klinik çalışmadan toplanan 104 RTX ile tedavi edilen hastayı analiz etmiş ve altıncı ayda EULAR yanıtları sağlanan 78 hastanın sonuçlarını incelemişlerdir. Tüm protokol benzer NSAİİ ve kortikosteroid kullanımı ile kısıtlanmıştır. DAS28 ve EULAR yanıt kriterleri başlangıç, 2, 6, 14, 26 ve 40. haftalarda değerlendirilmiş ve bulguları tekrar ortaya çıkan hastalara tedavi verilmiştir. Aynı haftalarda naiv ve hafıza B hücreleri ve plazmablast subgrupları yüksek duyarlı akım sitometrisi ile ölçülmüştür. Altıncı ayda yanıt veren 78 hastanın %57’si orta, %43’ü iyi derecede yanıt vermiştir. Altıncı ayda B hücresi saptanabilen hastalarda DAS28 kötüleşirken (ortalama ± SD: 0.45 ± 1.06), saptanamayan hastalarda ise düzelmiştir (ortalama ± SD: 0.44 ± 0.45), p < 0.001). On ikinci ayda hasta2 Cilt 2, Sayı 2 ların %51’i yanıt vermemiş, %28’i orta ve %21’i iyi derecede yanıt vermiştir. On ikinci ayda EULAR yanıtının devamını predikte etmek için B hücre varlığı, düzeyi, RF, IgG ve DAS 28 parametreleri ile ikili lojistik regresyon modeli kullanılmıştır. Bu yöntem %70.4 doğruluk sağlayan bir model olmuştur (p = 0.001). Bu modele göre 6. aydaki RF ve DAS28 düzeyleri yanıtın 12. ayda da devam edeceğini predikte edebilmiş, ancak kanda tespit edilebilir B hücre varlığı, IgG ve plazmablast sayısının ise yanıtı predikte etmediği görülmüştür. Bu sonuçlara dayanarak relapsın tahmini RF için 108 IU/ml ve DAS28 için 3.7 eşik değerleri kullanılarak basitleştirilmiş iki değişkenli kategorik model ile test edilmiştir. Bu model ile %69 doğruluk sağlamıştır (p = 0.001). Bu iki kritere bağlı olarak 12. aydaki yanıt oranları farklılıklar göstermiştir. DAS28 < 3.7 ve RF < 108 (n = 30) ise yanıt oranı %73, DAS28 > 3.7 ve RF < 108 (n = 15) ise %53, DAS28 < 3.7 ve RF > 108 ise %35 ve DAS28 > 3.7 ve RF > 108 ise %8 olarak gözlenmiştir. Bu sonuçlara göre, çok sayıda hastanın ilk altı aydaki yanıtı takiben altı ay içinde relaps olduğu, yüksek duyarlı yöntemlerle B hücrelerin tekrar saptanmasının erken dönemlerde ortaya çıktığı ve erken relapsı gösterdiği ve de altıncı aydaki RF ve DAS28 düzeylerinin on ikinci aydaki yanıtın devamlılığını predikte ettiği söylenebilir. Özellikle altıncı ayda saptanan düşük DAS28 ve RF düzeyleri daha sonraki altı ay içinde tedavi ihtiyacı olasılığının düşük olduğunu göstermektedir.3 JC-polyomavirus (JCPyV) bir DNA virüsüdür ve beynin demiyelinizan hastalığı olan progresif multifokal lökoensefalopatiye (PML) neden olur. JCPyV böbrek epitelyum hücrelerinde, lenfoid dokularda, kemik iliği ve potansiyel olarak beyin dokusunda latent olarak yaşayabilmektedir. PML gelişmesinden latent JCPyV’nin reaktivasyonun sorumlu olduğu düşünülmektedir. Hematolojik maliniteler, HIV-1 enfeksiyonu ve sistemik lupus eritematozuslu hastalarda PML gelişme riski artmıştır. Natalizumab ve efalizumab monoklonal antikorlar da JCPyV reaktivasyonuna neden olduğu için PML riskini artırırlar. PML’li hastaların merkezi sinir sistemi JCPyV izolatlarında kontrol bölgesinde insersiyon/delesyonlar ve VP1’de spesifik mutasyonlar gözlenmiştir. RTX tedavisinin PML riskini artırıp artırmadığı halen tartışmalı bir konudur. Bu hasta grubunda tedavi öncesi PML riski olup olmadığını gösterecek geçerli bir araştırma yöntemi yoktur. Bu amaçla Verheyen ve ark. RTX ile tedavi edilen RA’lı hastalarda JCPy virüs © 2012 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. BioExPERT Cilt 2, Sayı 2 ACR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar enfeksiyonun paternlerini analiz etmişlerdir. Bu araştırmada toplam 65 hastanın (59 RA, 4 ANCA ilişkili vaskülit ve 2 diğer) kan ve idrar örnekleri incelenmiştir. Hiçbir hastada PML’yi düşündüren nörolojik bulgu gelişmemiştir. Kırk dokuz hastada, RTX tedavisi öncesi 20 hastanın bazal değerleri dahil çok sayıda idrar örneği analiz edilmiştir. Kan örneklerinde JCPy virüs DNA’sı ve antikorlar çoğu hastada sadece bir kez bakılmıştır. Tedavi öncesi idrar örneği alınan 20 hastanın 7’sinde (%33) JCPyV DNA (+), 13’ünde (%67) JCPyV DNA(-) saptanmıştır. Tedaviden sonra ise negatif hastaların hepsi aynı şekilde devam etmiş, ancak pozitif hastalardan ikisi negatife dönmüştür. Böylece tedaviden sonra 5 hasta (%24) JCPyV DNA(+) kalmıştır. Tedavi sürecinde yapılan idrar analizlerinde 44 hastanın 19’da (%43) JCPyV DNA(+) saptanmıştır. Bu 19 hastanın 2’sinde takip edilen ölçümlerde JCPyV DNA negatif olarak saptanmıştır. İlk ölçümlerinde JCPyV DNA(-) olan 25 hastanın ise sadece birinde takiplerde JCPyV DNA(+) saptanmıştır. Sağlıklı bireylerde idrar JCPyV DNA(+) saptanma oranı %19 ve 50 yaş üstü sağlıklı bireylerde %40’ın üzerinde bildirilmektedir. Bu sonuçlar RTX tedavisinin romatolojik hastaların idrarlarında JCPyV atılımını etkilemediğini göstermektedir. Hastaların 54’ünde JCPyV VP1 antikorları bakılmış ve 43’ünde (%79.9) pozitif bulunmuştur. JCPyV VP1 antikor titresi idrarında JCPyV DNA saptanan hastalarda saptanmayanlara göre daha yüksek olarak gözlenmiştir. Sağlıklı bireylerde JCPyV VP1 antikor sıklığı %43–68 arasında değişmektedir. Bu sonuçlar RTX tedavisinin romatolojik hastaların JCPyV VP1 antikor saptanma oranını etkilemediğini göstermektedir. Hastaların hepsinde kanda JCPyV DNA bakılmış ve 2 hastada (%3) pozitif saptanmıştır. Bu iki hastanın da idrar JCPyV DNA’larının pozitif bulunmuş ve bunlardan birinde bir ay sonraki kontrolde antikor ise negatif saptanmıştır. Sağlıklı bireylerde kanda JCPyV DNA %1 oranında bildirilmektedir. Sonuç olarak JCPyV enfeksiyonu romatolojik hastalarda RTX tedavisinden etkilenmiyor gibi görünmektedir. Ancak bu konuda daha titiz ve ayrıntılı çalışmalara ihtiyaç olduğu açıktır.4 RTX ile RA tedavisi sürecinde önemli endişelerden biri de hümoral immün yanıtın bozulması ve hümoral immün sistemin enfeksiyonlara yetersiz yanıt vermesidir. RTX tedavi sikluslarının artmasıyla birlikte RA’lı hastaların bir bölümünde serum immünoglobulin düzeylerini azalmaktadır. RTX tedavisinden önce düşük IgG düzeylerinin ciddi enfeksiyonlarla ilişkisi bilinmesine karşın RTX tedavisinden sonra gelişen hipogammaglobulinemili hastalarda ciddi enfeksiyon riskini değerlendiren gerçek yaşam verisi sınırlıdır. Bu araştırmada RTX tedavisinden sonra gelişen hipogammaglobulinemi ile ciddi enfeksiyon oluşumu arasındaki ilişki araştırılmıştır. Bu araştırmada 5 yıllık Fransız AutoImmunity and Rituximab registry (AIR) verileri değerlendirilmiştir. Bu kayıt kütüğünde kayıtlı hastaların kartları hastaneye yatış veya intravenöz antibiyotik tedavisi gerektiren enfeksiyonlar açısından iki farklı araştırıcı tarafından incelenmiştir. İki bin hastanın %57.3’de (n = 1146) gammaglobulin, %57.4’de (n = 1148) IgM ve %57.5’de (n = 1150) IgG düzeyleri bakılmıştır. İncelenen hastaların %15.5’inde (n = 178) hipogammaglobulinemi, %26.6’sında (n = 306) düşük IgM düzeyleri ve %12.1’inde (n = 139) düşük IgG düzeyleri saptanmıştır. Belirlenen alt gruplara göre ciddi enfeksiyon sıklığı ve hasta yılına göre hesaplanmaları Tablo 1’de özetlenmiştir. Takip süresi uyarlandıktan sonra yapılan univariat analizde, RTX tedavisinden sonra sadece Tablo 1. Gammaglobulin, IgM ve IgG Düzeylerine Göre Enfeksiyon Sıklığı Gammaglobulin Ciddi enfeksiyon n (%) n/100 hasta yılı Düşük (n= 178) Normal (n=968) 24 (13.5) 85 (8.8) 6.4 4.6 IgM Total (n=1146) 4.9 © 2012 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. Düşük (n=306) Normal (n=842) 36 (11.8) 68 (8.1) 5.5 4.3 IgG Total (n=1148) 4.7 Düşük (n=139) Normal (n=1011 21 (15.1) 83 (8.2) 10 3.8 Total (n=1150) 6.2 3 BioExPERT Cilt 2, Sayı 2 ACR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar düşük IgG düzeyleri ciddi enfeksiyon riski ile ilişkili bulunmuştur (OR 1.99 %95 CI [1.2–3.3], p = 0.008). Aynı ilişki düşük gammaglobulin (OR 1.5 %95 CI [0.9–2.5], p = 0.09) veya düşük IgM (OR 1.5 %95 CI [0.9–2.3], p = 0.08) düzeyleri ile gösterilememiştir. Preliminer sonuçlar RTX tedavisinden sonra ortaya çıkan düşük IgG düzeylerinin yaş, kanser veya ciddi ya da tekrarlayan enfeksiyon öyküsü ile ilişkili olduğuna işaret etmektedir. Bu parametreleri dikkate alan multivariat analiz yapıldığında da RTX tedavisinden sonra ortaya çıkan düşük IgG düzeylerinin ciddi enfeksiyon riski ile ilişkili olduğu gözlenmiştir. Bu sonuçlar RTX tedavisinden sonra serum IgG düzeylerinin kontrol edilmesi gerektiğini ve tekrar RTX uygulanmasının yarar ve zararının düşük IgG düzeyli her hasta için bireysel olarak değerlendirilmesi gerektiğini düşündürmektedir. 4 Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 5. Chatzidionysiou K, Lie E, Nasonov EL ve ark. Efficacy of Different Doses of Rituximab for the Treatment of RA: Data From the CERERRA Collaboration. Arthritis Rheum 2011; 63 (Suppl 10):1645 Chatzidionysiou K, Lie E, Nasonov EL ve ark. Seropositivity and Response to RTX: Data From the CERERRA Collaboration. Arthritis Rheum 2011; 63 (Suppl 10):1646 Vital EM, Das S, Dass S ve ark. B Cell Repopulation and Rheumatoid Factor Predict Duration of Response to Rituximab in Rheumatoid Arthritis. Arthritis Rheum 2011; 63 (Suppl 10):1643 Verheyen J, Feist E, Maizus K ve ark. Is Screening for JC-Polyomavirus by PCR or Detection of Antibodies Useful in Patients with Rheumatic Diseases Who Are Treated with Rituximab? Arthritis Rheum 2011; 63 (Suppl 10):1644 Gottenberg JE, Ravaud P, Bardin T ve ark. Low Serum IgG Level After Rituximab Is Associated with An Increased Risk of Serious Infections in Rheumatoid Arthritis: Data of the AIR Registry. Arthritis Rheum 2011; 63 (Suppl 10):1641 © 2012 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. Prof. Dr. Vedat Hamuryudan Romatoid Artrit Anti-TNF Ajanlar Romatoid artrit (RA) tedavisinde son 10 yıl içinde büyük ölçüde değişiklikler olmuştur. Bunları, tanı konduktan hemen sonra gecikmeden DMARD tedavisine başlanması, metotreksatın (MTX) daha uygun şekilde kullanımı, hastalık aktivite ölçütlerinin yaygın kullanılır olmaları, remisyon veya buna ulaşılamadığı yerde düşük klinik aktivitenin hedef olarak alınarak tedavinin sık hasta kontrolleriyle dinamik bir şekilde ayarlanması ve başta TNF baskılayıcılar olmak üzere birçok biyolojik etkili ilacın kullanıma girmeleri olarak özetlemek mümkündür. Anti-TNF ilaçlar ile bugüne kadar elde edilen klinik deneyim, bu ilaçların RA belirti ve bulgularını baskılama, majör klinik yanıt sağlama, radyolojik ilerlemeyi baskılama ve sağlığa dayalı yaşam kalitesini yükseltmedeki etkilerini kanıtlamıştır. Etkileri hızlı başlayan bu ilaçlar, MTX başta olmak üzere diğer hastalık modifiye edici ilaçlar (DMARD) ile birlikte kullanıldıklarında etkileri daha da artmaktadır. Bu durum, klinik uygulamada kullanım şekline de yansımaktadır. Hollanda RA biyolojik ilaç veri tabanı (DREAM veri tabanı) ile ilgili olarak bu yıl sunulan bir bildiride RA’da anti-TNF ilaç kullanımı sırasında hastaların %85’inde en az bir DMARD ile kombinasyon yapıldığı ve bu kombinasyonun %83’lük kısmının MTX ile yapılmış olduğunun görüldüğü bildirilmiştir.1 DMARD tedavisine anti-TNF eklendikten sonraki 3 yıl içinde hastaların ancak %13.6’sında DMARD tedavisinin sonlandırıldığı, 6 aylık izlem süresinde hastalık aktivitesinde artış görülmediği bildirilmiştir. Bu sonuçlar, anti-TNF tedavisi sırasında kombine kullanılan DMARD’ların kesilme oranlarının düşük olduğunu, ancak DMARD kesilebilenlerde hastalık aktivitesinin sadece antiTNF tedavi altında artış göstermediğine işaret etmektedir. Bu yılki kongrede anti-TNF ilaçlar ile ilgili olarak erken RA’da en uygun başlangıç tedavisi, tedaviyle sağlanan klinik yanıt sonrası idame tedavisi, maliyete yönelik doz ayarlamaları ve güvenlikle ilgili bildiriler dikkat çekmiştir. Aşağıda bu bildirilerden bazıları özetlenmiştir. © 2012 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. Etkinlik İle İlgili Bildiriler Erken RA’da tedaviye MTX monoterapisi ile başlamak uygun mu? (TEAR çalışması) MTX, hem ACR hem de EULAR tedavi kılavuzlarına göre RA tedavisinde ilk tedavide bulunması gereken bir ilaç olarak önerilmektedir. Araştırıcı tarafından dizayn edilmiş olan TEAR çalışması, bu öneriyi sınayan, yani MTX’in baştan itibaren kombine kullanımı ile başlangıçta tek başına uygulanan ve daha sonra yanıta göre kombine edilen MTX tedavisini karşılaştıran bir çalışmadır.2 Tek başına MTX, MTX + etanercept (ETA) ve MTX + hidroksiklorokin + salazopirin gruplarından oluşan bu çalışmada eğer tek başına MTX kullanan hastalar 24. haftada düşük hastalık aktivitesine (DAS28 < 3.2) ulaşmadılarsa kombinasyon tedavisine geçmişlerdir. Bu çalışma dizaynı sayesinde RA tedavisinde tek başına MTX ile başlama stratejisi ilk kez kontrollü olarak sınanmış olmaktadır. Çalışma süresince sadece MTX alan grubun %28’inde 24. haftada düşük hastalık aktivitesi elde edilmiş ve kombinasyon gerekmemiştir. Bu iyilik hali 104. haftada da korunmuştur. Geri kalan ve daha sonra kombinasyon tedavisi alan %70 hasta ise iki yıl sonundaki değerlendirmede baştan kombinasyon alan hasta grubundan klinik ve radyolojik olarak farksız bulunmuştur. Bu sonuca göre erken RA’da tedaviye ilkin tek MTX ile başlamak ve düşük hastalık aktivitesi elde edilemeyenlerde kombinasyona geçmek uygun gözükmektedir. Erken RA’da MTX tedavisine ek olarak baştan steroid uygulanması daha iyi sonuç verir mi? (CAMERA II çalışması) 2007 yılında yayınlanmış olan CAMERA (Computer Assisted Management In Early Rheumatoid Arthritis) çalışması, erken RA’lı hastalarda daha sık klinik takip ve ölçüt kriterlerine göre ayarlanan tedavinin remisyona ulaşmada geleneksel olarak takip etmeye göre üstün olduğunu göstermişti.3 CAMERA-II çalışmasında ise, MTX içeren bir tedavi alan ve sıkı takip stratejisi uygulanan hastalarda tedavide en baştan 10 mg/gün prednizon kullanmanın sonucu daha iyi yapacağı varsayımı test edilmiştir.4 İki yıl süreli, çok merkezli, plasebo kontrollü 5 BioExPERT ACR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar bu çift kör çalışmaya alınan hastalık süreleri 1 yıldan kısa erken RA’lı hastalar MTX + PRED veya MTX + plasebo (PLA) içeren sıkı takip stratejisi kollarına randomize edilmişlerdir. Hastalar aylık vizitlerde görülerek aldıkları MTX dozu klinik durumlarına göre ayarlanmış, maksimum dozda MTX kullanmasına karşılık remisyona girmeyen hastalarda biyolojik ajan tedaviye eklenmiştir. Çalışmanın ana sonlanım noktası 2 yılın sonunda radyolojik erozyon durumu olarak belirlenmiş; remisyon ve çalışma sırasında biyolojik ilaç gereksinimi ikincil sonlanım noktaları olmuştur. Çalışma sonunda erozif hasar MTXprednizon grubunda diğer gruba göre anlamlı olarak daha düşük oranda olmuştur (p = 0.04). MTXPRED grubunda hastalık aktivitesi MTX-PLA grubuna göre anlamlı olarak daha fazla baskılanmıştır. Remisyona ulaşan hasta oranı MTX-prednizon grubunda daha fazla (%72 ve %61; p = 0.09) olmuş, biyolojik tedavi gereksinimi ise daha düşük oranda (%14 ve %36; p < 0.001) kalmıştır. Yan etkiler her iki grupta benzer oranda kalmıştır. Bu çalışma, kortizonun MTX içeren ve sıkı kontrol uygulanan tedavi stratejilerine prednizolonun en baştan eklenmesinin etkiyi arttırdığı gibi sonlanım noktalarını da olumlu etkilediğine işaret etmektedir. Etanercept ve MTX kombinasyon tedavisine çok erken başlamak fırsat penceresinden daha fazla yararlanarak remisyon oranlarını yükseltir mi? RA tedavisinde erken dönemde uygulanan MTX ve ETA tedavisi ile yüksek remisyon oranları daha önce bildirilmiştir. Tedaviye daha erken dönemde başlamanın fırsat penceresinden daha çok yararlanarak remisyon oranlarını daha da arttırabileceği hipotezi 18 ay süreli randomize bir çalışma ile sınanmıştır.5 Çalışmaya daha önce DMARD kullanmamış, 3 aydan kısa bir süredir en az 1 ekleminde şişlik olan, RF veya anti-CCP pozitif veya ortak epitop taşıyan ve henüz inflamatuar artrit olarak nitelenen (eski kriterlere göre RA tanısı konmamış) 110 hasta alınmıştır. Hastalar, MTX + PLA (plasebo) veya MTX + ETA kollarına randomize edilmiş, 12. aydan itibaren her iki grupta MTX monoterapisi ile tedaviye devam edilmiştir. On ikinci aydan önce remisyona giren hastalarda ETA daha erken kesilebilmiş, 12. aydan sonra hastalık aktivitesi yüksek seyreden hastalarda ise ek DMARD kullanılmıştır. Ana sonlanım noktası 52. haftada şiş ve hassas eklem bulunmamak diye tanımlanmıştır. Bu durum, MTX + ETA grubunda %31, MTX + PLA grubunda %29 hastada (fark yok) gerçekleşmiştir. MTX + ETA grubunda 26. hafta DAS28 remisyon oranları (%67) ve düşük has6 Cilt 2, Sayı 2 talık aktivitesi gösteren hasta oranları (%82) MTX + PLA grubuna (%49 ve %62) göre anlamlı olarak daha yüksek bulunmuş, 52. haftada ise iki grup arasında anlamlı bir fark saptanmamıştır. Bu sonuçlar, MTX + ETA kombinasyonunun hızlı klinik yanıt sağlamada MTX monoterapisine üstün olduğunu, ancak MTX monoterapisi ile de bir yılın sonunda kombinasyon tedavisine eş değer sonuç sağlanabildiğini göstermektedir. Henüz devam eden bu çalışmanın alt grup analizleri kombinasyon tedavisi veya MTX monoterapisinden yarar görebilecek hasta özelliklerinin belirlenmesinde yarar sağlayabilir. Erken RA tedavisinde en uygun başlangıç tedavisi stratejisi ne olmalıdır? MTX + anti-TNF ile indüksiyon tedavisi ile klinik yanıt sağlandıktan sonra anti-TNF ilacın kesilmesi mümkün müdür? OPTIMA çalışması Erken RA tedavisinde en uygun stratejiyi belirlemeye yönelik önemli çalışmalardan biri olan OPTIMA’da yaşları 18’den büyük, aktif (DAS28 > 3.2, ESR > 28 mm/saat veya CRP > 1.5 mg/dl) hastalığı olması yanında, RF veya anti-CCP pozitif ve en az 1 erozyonu olan hastalar ilk dönemde MTX + adalimumab (ADA) veya MTX + PLA gruplarına randomize edilerek çift-kör şekilde 26 hafta süre ile izlenmişlerdir.6 Çalışmanın 22. ve 26. haftalarında DAS28 < 3.2 olan (düşük hastalık aktivitesi) hastalar yanıt verenler olarak kabul edilmişler ve bunlar ikinci dönemde aynı tedaviye 52 hafta daha devam etmişlerdir. İlk dönemde yeterli yanıt vermeyen (22. ve 26. haftada düşük hastalık aktivitesine ulaşmayan) MTX + PLA grubu hastaları da açık MTX + ADA tedavisi ile ikinci dönemde 56 hafta süre ile izlenmişler ve yanıt oranları çift-kör olarak ADA + MTX alan grup ile karşılaştırılmıştır. Yetmiş sekizinci haftada ilk dönemde MTX + ADA tedavisine yanıt verip aynı tedaviye çift-kör olarak devam eden grubun DAS28’e göre yanıt oranları MTX + PLA tedavisine yanıt verip aynı tedaviye devam eden hastalardan anlamlı olarak daha yüksek bulunmuştur (DAS28 < 3.2: MTX + ADA = %91; MTX + PLA = %81; p = 0.03; DAS28 < 2.6: MTX + ADA = %86; MTX + PLA = %68; p = 0.002). Benzer durum, radyolojik ilerleme göstermeyen hasta oranı açısından da gözlenmiştir (MTX + ADA = %89; MTX + PLA = %78; p = 0.02). İlk dönemde MTX + PLA tedavisine yetersiz yanıt verip ikinci dönemde açık olarak MTX + ADA alan grupta elde edilen klinik yanıt oranları ise ilk dönemde MTX + ADA alan gruba benzer düzeye gelmiştir. Radyolojik ilerleme bu grupta 26. haftada daha ileri iken 78. hafta © 2012 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. BioExPERT Cilt 2, Sayı 2 sonuçları radyolojik ilerlemenin bu grupta da durduğunu göstermiştir. Bu sonuçlar, tedaviye MTX ile başlamanın uygun olduğuna, yanıtsız hastalarda tedavinin hedefe yönelik olarak düzenlenerek antiTNF eklenmesinin önemini vurgulamaktadır. Yine, sonuçlara göre başta yüksek CRP, anti-CCP pozitif ve erozyonu olan hastalarda erken anti-TNF + MTX kombinasyonunun yararlı olabileceği görülmüştür. OPTIMA çalışması, RA tedavisinin önceden saptanmış hedeflere göre yürütülmesinin başarı oranını yükselteceğini öngören hedefe yönelik tedavi (treat to target) stratejisini de ilk kez sınamış olması açısından dikkat çekicidir. OPTIMA çalışmasında 26 haftalık ilk dönemde MTX + ADA alan 515 hastadan 26 haftayı tamamlayan (466 hasta) ve 22. ve 26. haftalarda çalışma hedefine (düşük hastalık aktivitesine) ulaşan 207 hasta (%44) ikinci periyodda yine çift-kör olarak MTX + ADA veya MTX + PLA kollarına randomize edilmişler ve 78. hafta sonuçları açısından karşılaştırılmışlardır.7 İki grup arasında sonuç ölçütleri tatmin edici olmakla birlikte ADA + MTX tedavisine devam edenlerin klinik ve radyolojik ilerleme açısından yanıt oranları MTX + PLA grubuna göre daha iyi olmuştur (DAS28 < 3.2: ADA + MTX = %91; MTX + PLA = %81; p = 0.04; DAS28 < 2.6: ADA + MTX = %86, MTX + PLA = %66; p = 0.001). Bu sonuçlar, MTX + ADA kombinasyonu ile indüksiyon tedavisine iyi yanıt veren hastalarda daha sonra ADA’nın kesilebilmesinin mümkün olabildiği, ancak bazı hastaların kombinasyon tedavisine devam edilmesinden yarar göreceğine işaret etmektedir. Erken RA’da MTX+anti-TNF kombinasyonu ile remisyon sağlandıktan sonra anti-TNF kesilebilir mi? Erken RA’da MTX’e bir anti-TNF ilaç ekleyerek yapılan indüksiyon tedavisinin ardından uzun dönem sonuçları araştıran çalışmalar kısıtlı sayıdadır. HIT-HARD adı verilen çalışmada, 12 aydan kısa hastalık süreleri olan, hastalığı aktif ve daha önce DMARD kullanmamış hastalar iki kola randomize edilmişlerdir.8 Birinci gruba ilk 24 haftada MTX + ADA, ikinci gruba ise MTX + PLA verilmiş, 24 haftadan sonra her iki grup MTX monoterapisi almıştır. Ana sonlanım noktası 48. haftada DAS28 yanıt oranlarından oluşan çalışmanın 24. haftasında MTX + ADA kombinasyonu hastalık aktivitesini baskılama, remisyon sağlama, ACR yanıt oranları ve HAQ skorları açısından MTX + PLA alan gruba göre anlamlı olarak daha üstün © 2012 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. ACR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar bulunmuştur. Ancak 24. haftadan sonra her iki grupta da sadece MTX ile tedaviye devam edilmesi ile iki grup arasındaki anlamlı fark azalmış ve 48. haftada istatistiksel bir fark kalmamıştır. Buna karşın, 48. haftada radyolojik ilerleme baştan MTX + ADA kombinasyonu alanlarda anlamlı olarak düşük bulunmuştur. Bu sonuçlar, erken RA’da başlangıç tedavisi olarak anti-TNF + MTX kombinasyonunun tek başına MTX tedavisine üstün olduğunu, ancak bu olumlu etkinin ADA’nın kesilmesinden sonra bazı hastalarda zaman içinde devam etmeyebileceğini, fakat radyolojik ilerlemedeki baskılanmanın 48. haftada bile sürebildiğini göstermektedir. Anti-TNF + MTX kombinasyonu alan ve remisyonda olan hangi hastalarda anti-TNF kesilmesinden sonra klinik yanıt devam edebilir? Bir başka gözlemsel çalışmada MTX + ADA kullanan ve klinik olarak remisyonda olan hastalarda ADA kesilerek klinik yanıta bakılmıştır.9 Çalışmaya, hastalık süresine bakılmadan MTX + ADA tedavisi altında günde en çok 5 mg steroid kullanan ve son 24 haftada DAS28 skorları < 2.6 olan hastalar alınmıştır. Ana değerlendirme ölçütü ADA kesildikten sonra DAS28 skoru < 3.2 olan hasta oranı olmuştur. Bu protokole göre ADA + MTX kullanan 156 hastadan 40’ında ADA kesilmiştir. Bu 40 hastanın ortalama hastalık süresi 93 ay, ADA tedavisinin ortalama süresi 62 hafta olarak bildirilmiştir. ADA tedavisi sonlandırılabilen hasta grubunun hastalık süreleri ADA’ya devam etmek durumunda olanlara göre anlamlı olarak daha kısa olduğu görülmüştür. ADA tedavisi sonlandırılan ve 6. ayda değerlendirilmeleri yapılabilen hastaların %73’ünde DAS28 < 3.2 bulunmuştur. Radyolojik remisyon oranı da bakılabilen 17 hastada %100 olarak bulunmuştur. ADA tedavisi sonlandığındaki DAS28 değerlerinin 6. aydaki sonuçlara etkisi olduğu görülmüş ve DAS28 < 1.9 olmak (derin remisyon) ADA kesildikten sonra iyilik halini devam ettirmede bir öngörücü değer olarak belirtilmiştir. İnfliksimab (INF) alan RA hastalarında doz düşürerek maliyet azaltılması mümkün mü? Maliyet, RA tedavisinde göz önünde bulundurulan önemli unsurlarından biridir. Bir taraftan en etkili tedaviyi sağlarken, yan etki ve maliyeti en uygun koşullarda sağlamak gereklidir. Hastaların sık görülmesi, tedavi hedeflerinin belirlenmesi, erken dönemde yoğun tedavi stratejileri alışılagelmiş rutin klinik takipten daha etkili sonuçlar vermesi yanında hastaların aşırı tedavi almalarına da yol açabil7 BioExPERT Cilt 2, Sayı 2 ACR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar mektedir. Bu çalışmada, INF alan bazı hastalarda ilacın dozunun azaltılmasının mümkün olabilmesi gözleminden hareketle düşük hastalık aktiviteli hastalarda bir protokol çerçevesinde ilaç verilme aralıkları sabit tutularak INF dozunun azaltılması denenmiştir.10 En az 6 aydır 3 mg/kg dozunda INF alan ve düşük hastalık aktivitesi bulunan 51 RA hastasında, INF dozu ilk doza göre %25 oranında düşürülmüştür. Doz azaltma, ilacın kesilmesine kadar veya nüks görülünceye (peş peşe iki vizitte DAS28’de > 1.2 artış veya DAS28 > 3.2 ise 0.6 artış) kadar sürdürülmüştür. Bu protokol ile çalışmaya alınan 51 hastanın %16’sında INF kesilebilmiş, %45’inde doz azaltılabilmiş, %39’unda ise doz azaltılması mümkün olmamıştır. Çalışma başında ortalama INF dozu 224 mg iken, bir yılın sonunda 130 mg olmuş, bunun da hasta başına 5463 Euro’luk bir maliyet azalması sağladığı bildirilmiştir. Medyan DAS28 değeri çalışma başında 2.5 iken çalışma sonunda 2.8 olmuş, bu artışın da genel olarak doz azaltılması yapılamayan hastalardan kaynaklandığı ve gruplar arasında (doz azaltılan, azaltılamayan ve kesilen) fark olmadığı bildirilmiştir. Takip sırasında DMARD değişikliği çok az yapılmış ve toplam 421 vizitin %6’sında ek kortizon kullanımı gerektiği bildirilmiştir. Bu sonuçlar INF tedavisi sırasında yanıt veren hastalarda doz azaltılmasının mümkün olabileceğine işaret etmektedir. Etanercept, RA’lı hastalarda sol ventrikül hipertrofisini azaltır mı? RA’lı hastalarda erken ateroskleroza bağlı olarak kardiyovasküler morbidite ve mortalitenin artmış olduğu bilinmektedir. RA’lı hastalarda sol ventrikül hiperftrofisinin daha fazla görüldüğü ve bunun artmış kardiyovasküler morbiditenin önemli bir göstergesi olduğu bildirilmiştir. TNF alfa’nın sol ventrikül hipertrofisinin gelişmesinde rolü olduğuna işaret eden deneysel çalışmalar mevcuttur. Kongrede sunulan ilginç bir çalışmada, sentetik DMARD (MTX, salazopirin, leflunomid) kullanan 17 hasta ile ETA kullanan 21 hasta alınmış ve bu hastalarda tedaviden önce ve tedavinin 3. ve 6. aylarında sol ventrikül hipertrofisi, arter duvar sertliği ve retinal arter çapları ölçülmüştür.11 Altı aylık takip süresinde sentetik DMARD kullanan hastalarda sol ventrikül kitle indeksinde ve sol ventrikül hipertrofisi olan hasta oranında herhangi bir değişiklik saptanmaz iken ETA alanlarda sol ventrikül kitle indeksinin anlamlı olarak gerilediği, 5 hastada tedavi öncesi saptanan sol ventrikül hipertrofisinin 6. ayda kaybolduğu görülmüştür. Periferik dolaşım endeksle8 rinde ise her iki grupta da değişiklik saptanmamıştır. ETA ile sağlanan sol ventrikül hipertrofisi parametrelerindeki iyileşme, TNF baskılayan ilaçların kardiyovasküler morbidite ve mortalite üzerindeki olumlu etkilerini kısmen açıklamaktadır. Güvenlik İle İlgili Bildiriler TNF inhibitörleri kullanan hastalarda fırsatçı enfeksiyonlar: İngiliz Romatoloji Birliği Biyolojik İlaç Veri Tabanı sonuçları TNF baskılayıcı tedavinin enfeksiyona eğilimi arttırdığı ve bu durumun özellikle hücresel immünitenin rol oynadığı bazı enfeksiyonlarda daha çarpıcı olduğu daha önceden bilinmektedir. Biyolojik ilaçlarla tedavi alan hastaların kaydedilip izlendiği en büyük veri tabanlarından biri olan İngiliz Biyolojik İlaç Veri Tabanı 2001 yılında kurulmuş ve 2008 yılına kadar olan sürede ETA, ADA veya INF alan 11.864 hasta verisi girilmiştir. Aynı veri tabanına kontrol grubu olarak 3666 non-biyolojik DMARD kullanan hasta verisi de girilmiştir. Bu hastaların Temmuz 2010’a kadar olan takipleri süresinde çıkan fırsatçı enfeksiyonlar, daha önce bildirilmiş olan tüberküloz verileri dışlanarak incelenmiştir.12 Veriler, her iki grupta da fırsatçı enfeksiyon mutlak sayılarının düşük olduğuna işaret etmektedir (antiTNF alanlarda her 1000 hasta yılı için 0.8, DMARD alanlarda her 1000 hasta yılı için 0.3). Bildirilen enfeksiyonlar invazif mantar enfeksiyonu, lejionella, pnömosistis pnömonisi, multidermatomal zoster, listerioz ve invazif salmonelloz olmuştur. Anti-TNF grubunda düzeltilmiş risk oranı DMARD alanlara göre daha yüksek olarak hesaplanmış ise de bu fark anlamsız kalmıştır (hazard ratio: 1.5; %95 CI: 0.3–7.5). Fırsatçı enfeksiyonların %44’ü INF kullananlarda görülmüştür ve INF kullananlarda risk oranı ETA veya ADA kullananlara göre daha anlamlı olarak daha yüksek olmuştur (ETA = 0.5/1000, ADA = 0.6/1000, INF = 1.6/1000). Bu sonuçlar anti TNF tedavi sırasında fırsatçı enfeksiyon gelişme riskinin düşük olduğuna ve bu riskin INF ile diğer anti TNF’lere göre daha fazla olduğuna işaret etmektedir. Beş yıla kadar TNF inhibitör tedavisi alan RA hastalarında solid tümör gelişme riski: İngiliz Romatoloji Birliği Biyolojik İlaç Veri Tabanı sonuçları TNF inhibitör tedavisi sırasında tümör gelişme riski halen tam açıklanamamış ve üzerinde durulan önem© 2012 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. BioExPERT Cilt 2, Sayı 2 li bir konudur. Kontrollü klinik çalışmaların metaanalizlerinde solid tümör gelişiminin artmamış olduğu bildirilmesine rağmen bu çalışmalara giren hastaların seçilmiş hastalar olmaları ve bu çalışmaların genelde kısa süreli olmaları nedeniyle uzun dönemdeki durum hakkında bilgi vermemektedir.13 Bir önceki bildiride kısaca özetlenen İngiliz veri tabanında 5 yıla kadar TNF inhibitör tedavisi alan RA hastalarında solid kanser gelişimi araştırılmıştır. Daha önce tümör öyküsü olan hastalar çalışma dışı bırakılmış, TNF inhibitör tedavisinin ilk 6 ayı ve melanom dışı cilt kanserleri (bazal hücreli kanser) analizlere dahil edilmemiştir. Solid tümör geliştiren hasta sayısı 386 olmuş, 91’i DMARD kullanan 3543 hastada 10.000 hasta yılı için 84 kanser), 295’i ise TNF inhibitörü alan 11.719 hastada (10.000 hasta yılı için 63 kanser) saptanmış iki grup arasında bir fark bulunmamıştır. Tümör tipleri arasında da (kolorektal, akciğer, meme kanseri) iki grup arasında bir fark bulunmamış, ilaç kullanım süresi ile kanser gelişimi arasında da bir ilişki saptanmamıştır. TNF inhibitörleri arasında da solid kanser gelişimi açısından bir fark bulunmayan bu çalışmanın sonuçları, 5 yıla kadar TNF inhibitörü kullanımının RA’lı hastalarda solid kanser gelişim riskini arttırmadığına işaret etmektedir. Anti-TNF tedavi alan RA hastalarında malign melanom gelişme riski artmış mıdır? İmmünosüpresif tedavinin hem melanom dışı hem de malign melanom gelişim riskini arttırdığı son zamanlarda bildirilmektedir. Anti-TNF tedavisi alanlarda da melanom riskinin artmış olduğunu bildiren çalışmalar vardır. Bu bildiride İsveç hasta veri tabanına 2001–2009 yılları arasında kaydolmuş 56.336 RA hastası ile yine İsveç biyolojik tedavi veri tabanına kayıtlı ve anti-TNF tedavi alan 8453 hasta melanom gelişme riski açısından incelenmiş ve sonuçlar genel popülasyon verileri ile karşılaştırılmıştır.14 Biyolojik ilaç kullanmayan RA hastalarında melanom sıklığı genel popülasyondan farklı bulunmazken, anti-TNF alanlarda melanom gelişme riski biyolojik ilaç kullanmayan RA hastalarına göre artmış olarak bulunmuştur (RR = 1.8; %95 CI: 1.2–2.7). Bu yeni bildiriler ışığında erken RA tedavisinde MTX ile tedaviye başlamanın tedavi kılavuzlarında da belirtildiği gibi uygun olduğu, bu tedaviye yanıt vermeyen hastalarda ise bir anti TNF ilaç eklenmesinin uygun olduğu görülmektedir. Kötü prognostik verileri olan (çok eklem tutulumu, erken erozif hastalık) bazı hastalarda ise baştan MTX + anti TNF kombinasyonu düşünülebilir. Böyle bir tedavi rejimi ile remisyon sağlanan bazı © 2012 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. ACR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar hastalarda anti-TNF tedavinin sonlandırılması ve tek başına MTX ile idame tedavisi mümkün görülmektedir. Güvenlik konularında ise şimdiye kadar bilinenler dışında yeni bir uyarı göze çarpmamıştır. Kaynaklar 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. 13. 14. Van Dartel S, Fransen J, Kievit W ve ark. Discontinuation of DMARDs in patients with rheumatoid arthritis treated with tumor necrosis factor blocking agents: an analysis in the Dutch Rheumatoid Arthritis Monitoring (DREAM) registry (Abstract: 2596). O’Dell JRO. Validation of methotrexate first strategy in early rheumatoid arthritis: a randomized, double-blind, 2 year trial (Abstract No: 1696). Verstappen SM, Jacobs JW, van der Veen MJ, et al. Intensivetreatmentwithmethotrexate in rheumatoid arthritis: aiming for remission. Computer assisted management in early rheumatoid arthritis (CAMERA, an open label strategy trial). AnnRheumDis 2007; 66: 1443-1449. Bakker M, Jacobs JWG, Welsing PMJ ve ark. Double-blind randomized CAMERA-II trial: Better control of disease and erosive joint damage with inclusion of low dose prednisone into a MTX-based tight control strategy for early rheumatoid arthritis (Abstract No: 1695). Villeneuve E, Nam JL, Hensor E ve ark. Preliminary results of a multicentre randomised controlled trial of etanercept and methotrexate to induce remission in patients with newly diagnosed inflammatory arthritis (Abstract 2465). Smolen J, Fleischmann RM, Emery P, ve ark. Treating rheumatoid arthritis to target: Outcomes and predictors in early rheumatoid arthritis patients treated with ADA plus methotrexate, methotrexate alone, or methotrexate plus subsequent ADA (Abstract 1698). Kavanaugh A, Emery P, Fleischmann R ve ark. Withdrawal of ADA in early rheumatoid arthritis patients who attained stable low disease activity with ADA plus methotrexate: Results of a phase 4, double-blind, placebo controlled trial (Abstract 1699). Detert J, Bastian H, Listing J ve ark. Efficacy of an induction therapy with ADA plus methotrexate versus methotrexate monotherapy in recent onset rheumatoid arthritis – an investigator initiated randomized controlled trial (Abstract 1697). Tanaka Y, Hirata S, Fukuyo S ve ark. Discontinuation of ADA with out functional and structural progress after attaining remission in patients with rheumatoid arthritis (Abstract 2468). Van der Maas A, den Broeder A, van den Hoogen FHJ ve ark. Successfuldose de-escalation of infliximab in rheumatoid arthritis patients with stable low disease activity and treatment (Abstract 1700). Daien C, Fesler P, Daien V ve ark. Etanerceptinduces a decrease in left ventricular mass in patients with rheumatoid arthritis (Abstract 2528). Galloway J, Low ASL, Mercer LK ve ark. Opportunistic infections in patient sex posed to anti-tumour necrosis factor therapy: Results from the British Society for Rheumatology Biologics Register (Abstract 2524). Mercer LK, Galloway JB, Low AS ve ark. The risk of solid cancer in patients receiving anti-tumour necrosis factor therapy for rheumatoid arthritis for up to 5 years: Results from the British Society for Rheumatology Biologic Register (Abstract 2525). Raaschou P, Simard JF, Neovius M ve ark. RA, anti TNF therapy, and risk of malignantmelanoma – a nation wide population based study from Sweden (Abstract 2523). 9 Prof. Dr. Sedat Kiraz Spondiloartit ve Biyolojikler Kasım 2011 tarihinde Şikago’da yapılan ACR kongresinde spondiloartit ve biyolojikler ile ilgili ilgi çekici sonuçları olan sunumları sizinle paylaşmak istedim. Toplam 8 sunumu değerlendirmeye aldım. Bunlardan ilki ‘24 haftalık çok merkezli, çift-kör, randomize plasebo kontrollü çalışmada Anti-Interlökin 17A Monoklonal antikoru Secukinumab Psöryatik artrit semptom ve bulgularını azaltır’ başlıklı McInnes ve arkadaşlarının Hollanda, Almanya ve Birleşik Krallık’tan merkezlerin katıldığı Novartis Pharma sponsorluğunda yaptıkları çalışmadır. Bu çalışmada Psöryatik Artrit (PsA) hastalarında IL-17A monoklonal antikoru olan Secukinumab’ın güvenlik ve erken etkinlik özellikleri araştırılması amaçlanmıştır. CASPAR kriterlerini karşılayan 42 aktif PsA hastası 2:1 oranında ayrılarak, hastalara 3 hafta arayla 2 enjeksiyon secukinumab (10 mg/kg) veya plasebo uygulanmıştır. Aktif hastalık için bir ve daha fazla DMARD’ın maksimum tolere edilen dozda 3 aydan uzun süreli kullanımı ve en az 3’er şiş ve hassas eklem olması şartı kabul edilmiştir. Primer sonlanım noktası olarak plaseboya göre 6. hafta ACR20 yanıt oranları alınmıştır. Secukinumab grubunda 25 hasta (%89), plasebo grubunda 10 hasta (%71) çalışmayı tamamlamıştır. Beş hastanın sonuçları (4’ü secukinumab, 1’i plasebo) protokol uyarınca değerlendirmeye alınmamıştır. Etkisizlik nedeniyle plasebo kullanan 4 hasta (%29) ve ilaç grubundan 3 hasta (%11) çalışmaya devam etmemiştir. Bazal değerlendirmede yaş, cinsiyet, şiş ve hassas eklem sayısı, DAS 28 ve MASES skorları açısından gruplar benzer bulunmuştur. Secukinumab grubunda eşlik eden psöriazis, önceden TNF inhibitörü kullanımı ve birlikte ilaç kullanımı plaseboya göre hafifçe yüksek sıklıkta bulunmuştur. ACR 20 yanıt oranları secukinumab grubunda 6. Hafta, 12. Hafta ve 28. Haftada %39-45 arasında iken, plasebo grubunda başta %23 iken sonda %18 bulunmuş ve gruplar arasındaki fark istatistiksel anlamlılığa ulaşmamıştır. 10 Alt grup analizinde TNF inhibitörü naif hastalarda ACR 20, 50 ve 70 oranları %62, %23, %15 iken TNF inhibitörü alanlarda %10, %10, %0 bulunmuştur. Altıncı haftada ACR 50 ve 70 oranları secukinumab grubunda %17 ve %9 bulunmuştur. Akut faz yanıtında kısmi düzelme görülmüş ve her iki grupta büyük oranda yan etkiler gözlenmiştir (secukinumab’da %94, plaseboda %79). Bir hastada araştırıcılar tarafından ilaç ile ilgili olduğu düşünülmeyen ciddi sellülit görülmüştür. Secukinumab alan 4 hastada 7 ciddi yan etki gözlenmiştir (tendon ruptürü/karpal tünel sendromu/sellülit, obezite, düşme, meme kanseri (dozlama öncesi tanı)). Plasebo grubunda 1 hastada poliartrit gelişmiş ve her iki grubun yarısında enfeksiyon rapor edilmiştir. Her ne kadar primer sonlanım noktalarına ulaşılamasa da bir kısım hastada hızlı ve uzun süreli düzelme ve akut fazda azalma saptanmıştır. Bu sonuçlara göre secukinumabın klinik etkinliğinin daha büyük çalışmalarda incelenmesi gerektiği söylenebilir. Alt grup analizinde TNF inhibitörü kullanan hastalarda ACR yanıtları oldukça düşük olduğu için ilacın ilk aşamada TNF naif hastalarda denenmesi daha uygun gözükmektedir. İkinci sunum; ‘Ankilozan spondilitte Anti-TNF tedavi altında Kemik Gelişiminin Belirteci olarak Sklerostin: 12 Aylık Longitidünal Analiz’ başlıklı çalışmadır. AS (ankilozan spondilit) hastalarında sklerostin düzeyinin düşük olduğu ve bu düşüklüğün osteoproliferasyon ile ilişkili olduğu bildirilmiş olmasına rağmen literatürde anti-TNF tedavinin Wnt sinyali ve kemik kütlesi ile olası ilişkileri konusunda bilgi bulunmamaktadır. Konuyu araştıran bu çalışmada TNF blokeri tedavisi altındaki AS hastalarında sklerostin düzeyleri ve lumbal vertebra kemik mineral dansitesi (BMD) longitüdinal olarak izlenmiştir. Bu amaçla 32 AS hastası anti-TNF tedavi başlangıcında, 6. ayda ve 12. ayda değerlendirilmiş ve yaş-cinsiyet açısından benzer 30 kişilik kontrol grubu ile karşılaştırılmıştır. Hasta grubunda klinik © 2012 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. BioExPERT Cilt 2, Sayı 2 parametreler, inflamatuvar belirteçler ve radyolojik hasar değerlendirilmiş, ve ayrıca hasta ve kontrol grubunda BMD ve sklerostin düzeyleri ile LRP6’ya sklerostin bağlanması araştırılmıştır. Çalışmanın başlangıcında AS hastalarında sklerostin düzeyi düşük, BMD değerleri ile LRP6’ya sklerostin bağlanması kontrol grubuna benzer bulunmuştur. İzlemde BASDAI, BASFI, BASMI ve ASQoL’de anlamlı düzelmeler saptanmış ve buna paralel olarak lumbal BMD’de anlamlı kademeli artış görülmüştür. Bazaldeki değerlendirmede mSASSS ile lumbal BMD pozitif korelasyon gösterdiği için bu durumun kemik gelişimine işaret edebileceği vurgulanmıştır. ESR, CRP ve MMP3 düzeyleri tedavinin başlangıcında anlamlı şekilde azalıp, 6. ve 12. ay arasında stabil kalmıştır. Buna karşılık, sklerostin düzeylerinde progresif artış belirlenmiştir. Sklerostin düzeyi 12. ay sonunda artmasına rağmen kontrollere göre halen düşük düzeyde kalmış, LRP6’ya sklerostin bağlanmasında farklılık bulunmamıştır. Alt grup analizinde 12. ay sonunda CRP’si düşük olan hastalarla kontroller arasında fark bulunmamıştır. İnflamasyonun azalmasından sonra sklerostin düzeylerinde kademeli artışa rağmen kontrollere göre sürekli düşük seviyede kalan sklerostin düzeyleri, bu molekülün AS hastalarında sindezmofitik kemik oluşumuyla ilişkili olabileceğini düşündürmektedir. Bu durum özellikle hastalık aktivitesi devam eden hastalarda daha belirgin olabilir. Üçüncü bildiri, 486A numaralı – ‘Non-radyografik Aksiyal Spondilartritli hastalarda Adalimumab’ın etkinlik ve güvenliği- Faz 3 Çalışmadan sonuçlar’ başlıklı çalışmadır. Adalimumab AS tedavisinde endikasyonu olan ve klinik uygulamada yaygın olarak kullandığımız bir ilaçtır. Adalimumabın etkinliği non radyografik aksiyal SpA’lı hastalarda yapılan bir pilot çalışmada gösterilmiştir. ABILITY 1 çalışması, ASAS aksiyal SpA kriterlerinin kullanıldığı ilk pilot çalışmadır. Bu çalışmada aksiyal SpA’da radyografik sakroiliit olmayan hastalarda ADA’nın etkinlik ve güvenliği araştırılmıştır. ABILITY 1, halen devam eden Faz 3 çalışmada ASAS aksiyal SpA kriterlerini karşılayan, ancak AS kriterlerini karşılamayan BASDAI ≥4 cm, total bel ağrısı skoru VAS ≥40 mm, NSAI tedavisine yanıtsız/intolerans veya yeterli yanıtı olmayan hastalar çalışmaya alınmıştır. Hastalar 1:1 randomize © 2012 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. ACR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar edilmiş (ADA 40 mg/2 haftada bir veya plasebo 12 hafta süresince) ardından 92 hafta açık etiketli uzatma yapılmıştır. On ikinci haftanın sonundaki ASAS 40 primer sonlanım noktası olarak kabul edilmiştir. Cinsiyet, kilo, yaş, CRP, HLA-B27, manyetik rezonans (MR) incelemede sakroiliit, inflamatuar hastalık veya üveit öyküsü, konkomitan DMARD veya NSAİİ kullanımına göre alt grup analizi yapılmıştır. p <0.10 olarak tanımlanarak tedavi ve alt grup etkileşimi lojistik regresyon modeli ile incelenmiştir. ADA grubuna 91 hasta, plaseboya 94 hasta randomize edilmiştir. Yaş, cinsiyet, semptom süresi ve tanıdan sonraki süre, BASDAI, CRP yüksekliği, HLA B27 pozitifliği açısından gruplar benzerdir. MR pozitifliği ADA grubunda %51, plaseboda %46 bulunmuştur. Tüm ASAS değerlendirmelerinde, sakroiliak ve vertebra SPARCC skor değişimlerinde ADA grubunda plaseboya göre belirgin üstünlük saptanmıştır. Alt grup analizinde MR’da sakroiliit varlığı veya HLA B27 pozitifliği açısından fark yokken 40 yaş ve anormal CRP alt gruplarında anlamlı etkileşim belirlenmiştir. Çift kör devam eden sürede yan etkiler benzer bulunmuş ve ciddi enfeksiyon, TBC, malignite veya demiyelinzan hastalık gözlenmemiştir. Sonuç olarak ADA aktif non-radyografik aksiyal SpA’da semptom ve bulgularda anlamlı iyileşme sağlamış ve 40 yaş altı ve yüksek CRP’ye sahip hastalarda daha önceki çalışmaya benzer şekilde daha yüksek ASAS40 oranları saptanmıştır. ABILITY 1 sonuçlarına göre ADA nonradyografik aksiyal SpA hastalarının tedavisinde uygun bir etkinlik ve güvenlik profili göstermektedir. Dördüncü sunum, 486-D ‘Ankilozan Spondilitli hastalarda Interlökin 17A’nın Secukinumab ile Blokajı MR ile değerlendirildiğinde Spinal İnflamasyonu 6 hafta kadar erken sürede Azaltır’ başlıklı çalışmadır. AS’de spinal inflamasyonunun gösterilmesinde altın standart MR’dır. Buradaki inflamasyonda anlamlı azalma TNF blokerleri ile gösterilmiştir. AS tedavisinde etkinliği araştırılan yeni bir ilaç olan secukinumab ile yapılan bu çalışmada 2 infüzyon Secukinumab (10 mg/kg IV) sonrası MR’da gözlenen kemik iliği ödemindeki değişim araştırılmıştır. 1984 AS kriterlerini karşılayan 30 aktif hasta 28 haftalık çift kör plasebo kontrollü çalışmaya alınmış ve hastalar 4:1 oranında secukinumab (3 hafta arayla 2x10 mg/IV) veya plasebo olarak randomize 11 BioExPERT ACR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar Cilt 2, Sayı 2 edilmiştir. Altıncı hafta sonundaki ACR20 yanıtı primer sonlanım noktası kabul edilerek 6. ve 28. haftalarda sagittal MR T1 ve STIR sekansları çekilmiştir. Görüntüler tedavi ve kronoloji açısından kör bir radyolog tarafından AS spinal MR Berlin Modifikasyonuna göre skorlanmıştır. Bazal ve takipte her iki kolun değişimleri Wilcoxon testi ile değerlendirilmiştir. Bazalde 27 hastanın (22 secukinumab ve 5 plasebo) MR’ı değerlendirilmiştir. MR skorunda iyileşme 6 hafta kadar erken sürede gözlenmiş ve 28 haftaya kadar devam etmiştir. Özellikle bazalde yüksek skoru olan hastalarda erken iyileşmeler görülmüş, plasebo grubunda minör değişiklikler gözlenmiştir. Bu çalışmada AS hastalarında sadece 2 secukinumab infüzyonundan sonra bile MR ile spinal inflamasyonda azalma gözlenmiştir. Bu değişim erken ortaya çıkmış ve altı ay kadar devam etmiştir. Önceki TNF blokerleri çalışmalarına benzer olan bu sonuçlar secukinumabın aktif AS hastalarında yeni bir tedavi alternatifi olabileceğini düşündürmektedir. 48. hafta sonunda ETA grubunda remisyon SSZ grubuna göre daha sık gözlenmiştir (13/40 = %33 vs. 4/36 = %11, p = 0.03). Remisyon sağlanan 17 hastanın %70’i SpA, %30’u AS grubundandır. ETA grubunda %23 hastada, SSZ grubunda ise %8 hastada alevlenme ortaya çıkmıştır. Alevlenmeye kadar geçen ortalama süre ETA alan hastalarda 24 hafta, SSZ alan hastalarda 39.6 hafta olarak bulunmuştur. Tekrar ETA başlandıktan sonra iyi klinik yanıt gözlenmiştir. Çalışmanın sonunda hastaların %56’sı ASAS remisyon kriterlerini, %44’ü ASDAS inaktif hastalık kriterleri karşılamışlardır. ETA tedavisinden 1 yıl sonra %33 hasta remisyona girmiş ve bu hastaların %23’ü 24. haftada alevlenirken %8’i ilaç ihtiyacı olmayacak şekilde remisyona girmiştir. ETA tedavisine devam eden hastaların alt grup analizinde 2 yıl sonunda devam eden düşük hastalık aktivitesi sağlanmıştır. Bu çalışmada SSZ grubunda ETA grubuna göre daha düşük oranda da olsa remisyon gözlenmesi dikkate değerdir. Ancak plasebo kullanan bir kontrol grubu olmadığı için bu konuda bir yorum yapmak için ihtiyatlı olmak gerekir. Beşinci sunum, 2534 numaralı daha önce yayınlanan bir çalışmanın uzun dönem sonuçlarını içeren -‘Erken Aksiyal SpA’da Etanercept’e karşı Sulfasalazin tedavisinden 1 yıl sonra ilaç kullanımı olmayan remisyon sıklığı ve süresi- ESTHER çalışmasının 2 yıllık verileri’ başlıklı bildiridir. ESTHER çalışmasında 5 yıldan kısa hastalık süresi olan ve MR’da vertebra ve/veya sakroiliak eklemde aktif inflamasyonu olan erken aksiyal SpA hastaları çalışmaya alınmıştı. Etanercept (ETA) (n = 40) ve Sulfasalazin (SSZ) (n = 36) tedavisi alan hastalar 48 hafta süresince izlenmişti. Bu çalışmada ilaç kullanımı olmayan remisyon süresi ve sıklığı, alevlenme sonrası ETA etkinliği ve ETA tedavisinin 1. -2. yıl uzun dönem yanıtlarının incelenmesi amaçlanmıştır. Bu çalışmada 48 hafta sonunda ASAS remisyon kriterlerini sağlayan ve tüm vücut MR’da aktif inflamasyonu olmayan hastalar tedavisiz olarak 6 haftada bir takip edilerek 48. haftaki BASDAI skorunda 2 birim artış olması alevlenme olarak değerlendirilmiştir. Bu durumda daha önce SSZ veya ETA almasına bakılmadan tüm alevlenme görülen hastalara yeniden ETA başlanmış ve hastalar 104. haftaya kadar izlenmiştir. Kırk sekizinci hafta sonunda remisyonda olan ve 2. yıl sonunda alevlenme gelişmeyen hastalar çalışmadan çıkarılmıştır. Altıncı sunum, 2532 numaralı ‘Ankilozan spondilit hastalarında TNF inhibitörü tedavisi seçimiBASDAI ve ASDAS’a göre hasta seçimlerinin karşılaştırılması’ başlıklı bildiridir BASDAI AS’de hastalık aktivitesi değerlendirmesinde ve TNF inhibitörü (TNFi) kullanımı için hasta seçiminde yaygın kullanılan bir ölçümdür. ASDAS, AS hastalarında geliştirilen kompozit bir indekstir. ASDAS yüksek hastalık aktivitesi bulunan hastalarda TNF inhibitörü tedavisi gerektiği belirtilmesine rağmen bu değerlendirmenin TNFi tedavisi seçiminde BASDAI ≥ 4’ten daha iyi bir değerlendirme olup olmadığı incelenmemiştir. Bu çalışmada TNFi tedavisi alan hastaların 3 aylık yanıt oranlarının BASDAI ve ASDAS kullanılarak yalnız ve birlikte değerlendirilmesi amaçlanmıştır. İnflamatuvar artropatisi olup DMARD tedavisi başlanan hastaların kayıt edildiği NORDMARD hasta kayıt sisteminden veriler alınarak TNFi başlanan hastaların 3 ayda bir BASDAI ve ASDAS skorları hesaplanmıştır. Klinik yanıt ölçümleri, BASDAI 50, ASDAS ve ASAS yanıtları, BASFI’de değişim ve ASDAS inaktif hastalık skoruna sahip hastaların %’si olarak belirlenmiştir. 465 hastanın sonuçları değerlendirilmiş ve 342’sinin her iki skoru hesaplanabilmiştir. BASDAI skoru 4’ün altında olan hastaların 70 tanesinde ASDAS skoru 2.1’in üzerinde bulunmuşken 12 © 2012 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. BioExPERT Cilt 2, Sayı 2 ASDAS 2.1’in altında olan 7 hastada BASDAI 4.1’in üzerinde bulunmuştur. BASDAI skoruna göre TNFi uygun olan hastaların çok az kısmı ASDAS’a göre uygun bulunmamış (5/290 hasta), ASDAS kriterlerinin kullanımı ile daha fazla sayıda hasta TNFi tedavisine uygun bulunmuştur. Her iki kriteri sağlayan hastalar en iyi yanıt veren grubu oluşturmuşlardır. Sonuç olarak bel ağrısı, sabah tutukluğu süresi, periferik eklem ağrısı, hasta global skoru ve CRP veya sedimantasyon hızı gibi kriterlere göre belirlenen ASDAS skoru kullanılarsa daha fazla hasta TNFi almaya uygun olarak değerlendirilebilir. Yedinci sunum 2636 nolu- ‘Spondilartritlerde Uzun dönem İnfliksimab tedavisinin etkinliği üzerine İmmünogenetiğin etkisi’dir. Bu çalışmada uzun süre infliksimab (IFX) kullanan SpA hastalarında anti-IFX antikoru gelişiminin klinik öneminin araştırılması amaçlanmıştır.Bu nedenle 1999-2010 arasında IFX tedavisi verilen 94 SpA hastası (50 As, 12 undiferansiye SpA, 22 PsA ve 10 İBH ilişkili SpA) ortalama 4.45 (interval 0.4-10.2) yıl boyunca klinik özellikler, serum IFX düzeyi ve antiIFX antikoru takip edilmiştir. Klinik aktivite 6 ay, 12 ay ve 4 yıl sonunda ASDAS kriterlerine göre değerlendirilerek ASDAS’ta 1.1 birim değişikliği klinik olarak anlamlı düzelme olarak kabul edilmiştir. Tedavinin devamı anti-IFX antikor varlığına göre incelenmiştir. Anti-IFX antikoru 24 hastada (%25.5) tespit edilmiştir. Antikoru olan hastalarda daha düşük klinik iyileşme oranları elde edilmiştir. Antikoru olan çoğu hastanın hastalığı yüksek veya çok yüksek aktivite gözlenmiştir (%83.0’e karşı %30.8, p = 001). İnfüzyon reaksiyonu gelişen 12 hastanın 8’inde antikor varlığı saptanırken bu hastalardaki antikor titresi de belirgin şekilde yüksek bulunmuştur. Antikor pozitif hastalarda ilaca devam süresi daha kısa bulunmuş ve IFX kesilen 27 hastanın 18’inde antikor saptanmıştır. Yetersiz yanıt nedeniyle 19 hastada doz aralığı azaltılmıştır. IFX tedavisi altındaki SpA hastalarında antiIFX antikoru gelişimi zayıf klinik düzelme, infüzyon reaksiyonları ve tedavinin kesilmesiyle ilişkilidir. Anti-IFX antikorunun monitorizasyonu tedavi etkinliğinin takibinde kullanılabilir. © 2012 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. ACR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar Sekizinci sunum 2637- 1630 nolu bildiri; SpA hastasında AntiTNF İlaç devamında birlikte DMARD tedavisinin etkisi’dir. Birçok hekim tarafından anti-TNF ilaçlarla DMARD tedavisi birlikte kullanılsa da, mevcut önerilerde bu kombinasyonların sınırlı etkili olduğu vurgulanmaktadır. Sağlanacak faydanın hastalık bulguları ile ilişkisi net değildir. Bu çalışmada 3 prospektif SpA veri tabanında TNF inhibitörü (TNFi) tedavilere konkomitan DMARD tedavisinin etkisi incelenmiştir. İsviçre klinik kalite değerlendirme merkezince aksiyal SpA, PsA ve andiferansiye SpA tanısıyla TNFi başlanan hastalar değerlendirilmiş ve farklı sınıflandırma kriterlerine göre sensitivite analizleri yapılmıştır. Cox orantısal hazard regresyon analizi ile yaş, cinsiyet, hastalık süresi, eğitim düzeyi, hastalık aktivitesi ve konkomitan tedavilerin etkisi araştırılmıştır. 1630 hasta (1060 aSpA, 533 PsA ve 35 andiferansiye SpA) alınmış ve median 3.2 yıl (IQR: 1.74.5) takip süresi ve 2158 TNFi tedavi süreci değerlendirilmiştir. Hastaların %68.9’unun monoterapi, %31.1’inin ko-terapi aldığı ve kullanılan ilaçların oranlarının ADA: %37.3, ETN: %33.7 ve IFX: %29.1 olduğu saptanmıştır. Ko-terapi kullanan hastalarda HLA B27 sıklığının daha düşük ve hastaların daha yaşlı olduğu, bu hastalarda aksiyal tutulumun daha az ve periferik tutulumun daha fazla olduğu gözlenmiştir. TNFi devam süresi açısından monoterapi ve ko-terapi arasında fark bulunmamıştır (ortalama 2.8 yıl [IQR: 0.98.4]). İlaca uzun süre devam etmede erkek cinsiyet ve uzun hastalık süresi ilişkili bulunurken başlangıçtaki düşük BASDAI, önceki TNFi kullanımı daha kısa süreli ilaç kullanımıyla ilişkili bulunmuştur. İlacın türü veya klinik bulgunun (periferik, aksiyal vb) etkisi saptanmamıştır. Bu çalışma mevcut önerilerdeki ko-terapinin TNFi kullanımına ek katkısı olmadığı fikrini desteklemektedir. Erkek ve uzun hastalık süresi olanlarda ilaca devam daha sıktır. İlaç türleri arası farklılık bulunmamaktadır. Ancak yine de ko-terapi kullanımının yan etkileri arttırmadığının bulunması da ilgi çekicidir. 13 Prof. Dr. Murat İnanç Romatoid Artrit Tedavisinde Yeni Moleküller (ACR 2011) Son yıllarda romatoid artrit (RA) patogenezi konusunda meydana gelen bilgi artışı yeni tedavi hedeflerinin ortaya konmasını sağlamıştır. Bu hedefler arasında pro-inflamatuar sitokinler, T ve B hücreleri, adhezyon molekülleri, kemokinler ve hücre içi/dışı sinyalizasyon yolları sayılabilir. Artritle ilgili inflamasyonu inceleyen çalışmalar 100’den fazla sitokin ve kemokinin katkısı ile oluşmuş bir sistemi ortaya koymaktadır. İnflamasyonun ortaya çıkmasında en önemli sitokinlerden birisi tümör nekroz faktörü (TNF) olmakla birlikte diğer moleküllerin katkısı ile oluşmuş bir ağ yapısı söz konusudur. Günümüzde TNF inhibisyonunu hedefleyen tedaviler RA’nın biyolojik ilaçlarla tedavisinde ön plandadır.1 Bununla birlikte bu ilaçlara primer olarak yanıt vermeyen veya ilk bir yılda tedavinin kesildiği hastaların oranı %42’ye kadar ulaşmaktadır. Tedavinin kesilmesinde yanıt alınamaması, yanıtın kaybolması, kısmi yanıt, intolerans ve istenmeyen etkiler söz konusudur.1,2 Yanıttaki değişkenlikte hastalardaki etkin patogenetik mekanizmalar arasındaki farkların rol oynadığı düşünülmektedir.3 RA patogenezinde başlangıçta T-hücre aktivasyonu ve daha sonra T-hücre ve antijen sunucu hücreler üzerindeki eş-uyarı (“co-stimulation”) yapan moleküllerin devreye girmesi ile hedeflerin çeşitlenmesi söz konusudur. Patogenezde fibroblasta benzer sinoviositlerin önemi giderek daha iyi anlaşılmakta, bu hücrelerden kaynaklanan yüzey molekülleri ve çözünür medyatörlerin immün sistem ve eklemdeki hücreler üzerindeki etkilerinin inflamasyonun sürekliliği ve eklem tahribatının gelişimini sağladığı düşünülmektedir.1 Birçok sitokin (IL-6, IL-12, IL-15, IL-17, IL-18, IL-21, IL-23, IL-33 ve interferon-g gibi) immünmodülatör tedaviler için hedef olarak seçilmiştir.4 Son yıllarda diğer bir gelişme ise B-hücrelerinin patogenezdeki öneminin anlaşılmasıdır. B-hücreleri antijen sunucu fonksiyonları dışında, immunglobulin üretimi, dendritik hücre/T-hücre regülasyonu ve proinflamatuar sitokinler yoluyla inflamasyona katkıda bulunmaktadır. Bu fonksiyonları azaltmaya yönelik olarak Bhücre azaltıcı tedavi (rituksimab) RA’da başarıyla 14 uygulanmaktadır. B-hücreler ile ilgili sinyal yolları tedavide önemli araştırma alanlarıdır ve B-lenfosit uyarıcı, APRIL gibi B-hücre sağkalımı proliferasyonu ve fonksiyonunu etkileyen moleküllerin baskılanmasını amaçlatan tedaviler üzerinde çalışmalar sürmektedir.1,5 RA tedavisinde araştırmacıların yoğunlaştığı bir diğer alan yapısal hasarın (erozyonlar vb.) önlenmesidir. Bu konuda osteoklast oluşumu, fonksiyonu ve sağkalımı için gerekli olan nüklear faktör kappaB ligandı reseptör aktivatörüne (RANKL) karşı geliştirilen insan monoklonal antikoru olan denosumabla yapılan çalışmalar ümit vericidir.6 ACR 2011’de Tofasitinib Son yıllarda RA tedavisindeki önemli gelişmelerden birisi de oral yoldan alınabilen biyolojik küçük moleküllerin hücre içinde sinyal iletiminde yer alan tirozin kinaz ailesinden enzimleri (kinazları) baskılayarak sitokin ekspresyonunu ve inflamasyonu baskılayabileceğinin ortaya konmasıdır.7 Sitoplazmik tirozin kinazlardan Janus kinaz (JAK) ailesinin (JAK1, JAK2, JAK3, TYK2) selektif inhibitörü olan tofasitinib (CP-690,550), üzerinde çalışılan küçük moleküllerden, RA tedavisinde en yoğun olarak araştırılan moleküldür.8 Uygun sitokinin hücre yüzeyinde reseptörüne bağlanması sonrası JAK proteinleri reseptör kompleksinin sitoplazmik kısmına bağlanır ve fosforillenir. Fosforillenen JAK proteinleri, monomerik STAT proteinlerinin bağlanmasını kolaylaştırır ve fosforillenen (tirozin fosforilasyonu) STAT proteinleri daha sonra ayrılarak sitoplazmada dimerler oluşturur, nükleusa taşınır ve burada genlerin “promoter” bölgelerine bağlanarak gen transkripsiyonuna yol açarlar. Transkripsiyonun tamamlanmasından sonra STAT proteinleri fosforlarını kaybeder ve sitoplazmaya geri taşınırlar.8 JAK3 ve JAK1 gamma zinciri taşıyan reseptöre bağlanan sitokinler (IL-2, IL-4, IL-7, IL-9, IL-15, IL-21) sinyal iletiminde dolayısıyla lenfosit aktivasyon, proliferasyon ve fonksiyonunda etkilidirler. JAK3 ön planda © 2012 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. BioExPERT Cilt 2, Sayı 2 aktif olmayan T hücreleri hariç hematopoetik hücrelerde bulunur. JAK1 ise bazı sitokinlerin sinyal iletiminde diğer JAK proteinleriyle birlikte fonksiyon yapar. Bu duruma IL-6 (JAK1/JAK2), interferon-gamma (JAK1/JAK2), interferon-alfa/beta (JAK1/TYK2) örnek verilebilir. Sonuçta başta JAK3 olmak üzere JAK proteinlerinin baskılanması T-hücreler, B-hücreler, makrofajlar ve doğal katil (NK) hücrelerin fonksiyonunu etkileyerek immün yanıtı değiştirebilir.8 Enzimatik deneylerde tofasitinibin bütün JAK ailesini baskıladığı belirlenmiştir. Ancak hücre sistemlerinde yapılan deneylerde molekülün fonksiyonel bir özgüllük göstererek ön planda JAK1/JAK3’e bağımlı gamma zincir sitokin aktivitesine karşı etkin olduğu gözlenmiştir. Tofasitinib kinikte RA, psöryazis, transplantasyonda rejeksiyondan korunma, inflamatuar barsak hastalığı ve kuru göz sendromunda denenmektedir. Tofasitinibin RA ile ilgili çalışmalarından önce farede kollajen artritinde ve sıçanda adjuvan artritinde deneysel çalışmaları yapılmış ve bu modellerde doza bağımlı olarak inflamasyon ve kıkırdak hasarında azalma saptanmıştır. İnsanda çeşitli dozlarda yapılan farmakokinetik çalışmalar molekülün emilim ve eliminasyonunun hızlı olduğunu göstermektedir. Tofasitinib maksimum konsantrasyona 1 saatte ulaşmaktadır ve yarı ömrü yaklaşık 3 saattir. Protein bağlanması %40 civarında olduğundan diğer ilaçlarla etkileşiminin göreceli olarak az olacağı düşünülmektedir. Molekülün klirensinin %70 böbrek dışında (karaciğer) ve geri kalanın böbrek yoluyla olduğu belirlenmiştir.8 Farmakokinetik çalışmalar birlikte metotreksat verildiğinde her iki molekülün klirenslerinde önemli değişiklik göstermemiş ve bir doz ayarlama gereği olmadığı sonucuna varılmıştır.8 RA tedavisinde Tofasitinib ile Faz 2 düzeyinde yapılan çalışmalarda 1-30 mg/gün arasındaki dozlar 6-24 haftalık sürelerde yaklaşık 1000 hastada kullanılmıştır. Monoterapi olarak tofasitinibin (515-30 mg, günde iki kez) kullanıldığı çift-kör plasebo kontrollü 6 hafta ilaç, 6 hafta izleme şeklindeki çalışmada 6. haftada ACR20 yanıtı (bütün belirtilen faz 2 çalışmalarda primer sonlanım noktası) belirtilen dozlar için %70.5, 81.2 ve 76.8 bulunmuştur ve bu oranlar plasebo grubundan (%29.2) anlamlı derecede yüksektir (P < 0.001).9 Bu çalışmada fırsatçı infeksiyon ve ölüm gözlenmemiş ancak 15 ve 30 mg gruplarında infeksiyon görülme sıklığında hafif artış olduğu saptanmıştır. © 2012 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. ACR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar Tofasitinib gruplarında mutlak nötrofil sayılarında ilaç kesildikten sonra düzelen azalmalar, serum LDL, HDL ve kreatinin düzeylerinde artış gözlenmiştir. Altı ay süreli diğer bir çalışmada metotreksat tedavisini sürdüren ve buna yanıtı yetersiz olan hastalarda günde iki kez 1, 3, 5, 10 ve 15 mg ve tek doz 20 mg tofasitinib plasebo ile karşılaştırılmıştır. Bu çalışmada 12. haftada ACR20 yanıtları 1 mg grubu hariç (3 mg, günde iki kez ve üzeri) plasebodan (%33.3) anlamlı derecede yüksektir (%50.7%58.1 arasında) ve bu yanıt 24. haftada da sürmektedir.10 Faz 2 düzeyindeki üçüncü çalışmada ise ikincisine benzer dozlar karşılaştırılmış ancak 20 mg dozu yerine standart dozda adalimumab kolu eklenmiştir. Hastalar metotreksat tedavisine devam etmemiş fakat anti-malaryal kullanabilmiştir. Bu çalışmada da 12. haftada 3 mg (günde 2 kez) ve üstündeki dozlar plasebodan (ACR20 %22) anlamlı derecede üstün olmakla birlikte 5 mg ve üzerindeki dozlarda fark daha belirgindir (ACR20 %59.2, %70.5, %71.9). Adalimumab kolunda ise 12. haftada ACR20 yanıtı %35.9 bulunmuştur.11 Çalışmada tofasitinib grubunda ciddi advers olay oranı %2.9’dur, ciddi nötropeni (1000/mm3’ün altında) anemi ve kreatinin yüksekliği gelişen hastalar gözlenmiştir. Bu çalışmalar tofasitinibin aktif RA’lı hastalarda plasebodan daha etkin olduğunu, metotreksata yanıtı yetersiz olan hastalarda da etkili olabildiğini ve metotreksat ile birlikte kullanımında ek güvenlik sorunu yaratmadığını göstermektedir. Tofasitinibin Japonya’da yürütülen diğer Faz 2 çalışmasında metotreksata yanıtı yetersiz olup metotreksat almayı sürdüren hastalarda 12. haftada primer sonlanma noktasının (ACR20) plasebo grubuna göre (%14.3) 1 mg (günde iki kez) da dahil olmak üzere 3, 5, ve 10 mg dozlarda anlamlı derecede yüksek olduğu (%64.3, %77.8, %96.3, %80.8) gözlenmiştir.12 Monoterapi olarak plasebo ile tofasitinibin karşılaştırıldığı çalışmada 6. haftada ağrı, fonksiyon (HAQ-DI) ve sağlık durumunun (SF-36) plasebo grubuna göre önemli düzelmeler gösterdiği de belirlenmiştir.13 Faz 2 çalışmalardan ilk üç tanesinden 655 hasta (5 mg dozda, günde 2 kez alarak) açık etiketli uzatma çalışmasına dahil edilmiş ve izlenmektedir.8 Bu çalışmada 6. ayı tamamlayan 300’den fazla hastada ACR20 sağlama oranı %76.4’tür ve 12. ayda da etkinin sürdüğü ve toleransın kabul edilebilir olduğu gözlenmektedir. Gözlenen advers etkiler arasında bazıları ciddi olmak üzere infeksiyonlar, serum lipid düzeylerinde artış, anemi, nötropeni, transaminazlarda artış 15 BioExPERT Cilt 2, Sayı 2 ACR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar ve metotreksat ile birlikte kullanıldığında kreatinin düzeylerinde hafif artışlar göze çarpmaktadır.8 American College of Rheumatology (ACR) tarafından düzenlenen 2011 Romatoloji Kongresinde tofasitinib ile ilgili faz 3 çok merkezli iki önemli çalışma sunulmuştur. Aşağıda bu çalışmalar gözden geçirilmiştir: Bildiri özeti 2592 Tofacitinib (CP-690,550), an oral Janus kinase inhibitor, in combination with methotrexate reduced the progression of structural damage inpatients with rheumatoid arthritis: a 24 month phase 3 study. Van der Heijde D, Tanaka Y, Fleischmann R ve ark. Bu çalışmanın amacı metotreksata yanıtı yetersiz olan aktif RA’lı hastalarda tofasitinibin etkinliği ve güvenliliği yanında yapısal hasarın ilerlemesini azaltma konusundaki etkisini plasebo ile karşılaştırmaktır. Çalışmada değişmeyen dozlarda metotreksat alan hastalar 4:4:1:1 oranında tofasitinib 5 mg (günde iki kez), 10 mg (günde iki kez), plasebo grubundan 5 mg ve 10 mg tofasitinib gruplarına geçiş sıralamalarına randomize edilmişlerdir. Hastalar eğer ağrılı ve şiş eklem sayımlarındaki azalma %20’den düşükse 3. ayda veya 6. ayda plasebodan tofasitinibe geçmişlerdir. Yirmi dört ay olarak planlanan çalışmanın bu bildiri özetinde 12 aylık analiz sonuçları verilmektedir. Bu çalışmaya 797 hasta alınmış ve grupların HAQ-DI, DAS28-4 (ESH), hastalık süresi, yapısal hasar ilerleme hızı, erozyon skoru ve RF/anti-CCP pozitifliği oranları başlangıçta anlamlı fark göstermemektedir. Modifiye total Sharp skoru (mTSS) ile karşılaştırıldığında 6. ayda 10 mg (günde iki kez) tofasitinibin (mTSS = 0.06) yapısal hasarı korumada plasebodan (mTSS = 0.47) daha etkin olduğu gözlenmiştir (p < 0.05). Aynı etkinlik 5 mg dozda istatistik anlamlılık sınırına ulaşmamıştır (mTSS = 0.12). Her iki dozda da tofasitinibin 6. ay ACR20 değerlerine ulaşma oranı plasebodan üstündür (5 mg, günde iki kez %51.5, 10 mg, günde iki kez %61.8; plasebo %25.3, p < 0.001). Yapısal hasar açısından gruplar arasında erozyon skoru ve eklem aralığı daralması karşılaştırıldığında anlamlı fark gözlenmemiştir. Fonksiyonel açıdan HAQ-DI skorlarında azalma ve DAS28 ile 6. ayda 2.6’nın altında skoru olanlar (remisyon) 10 mg grubunda (%18.3) plasebodan (%1.6) anlamlı derecede yüksek bulunmuştur. İkincil analizlerde radyolojik ilerlemesi 16 olmayanların ve yeni erozyon geliştirmeyenlerin yüzdesi karşılaştırıldığında tofasitinib gruplarının plasebodan daha üstün olduğu görülmüştür. Kötü prognoz faktörü olan hastalar dikkate alındığında da yapısal hasardan korumanın varlığı belirlenmiştir. Gruplar advers etki, ciddi advers etki ve ciddi infeksiyonlar açısından karşılaştırıldığında; advers etkiler ilk üç ayda/2. üç ayda plasebo grubunda %45.6/%25.9, tofasitinib gruplarında %48.9/%45.2, %54.1/%35.1; ciddi advers etkiler plasebo grubunda %3.1/ %6.2, tofasitinib gruplarında %3.7/%5.3, %3.2/%2.2 ve plasebodan tofasitinibe geçen gruplarda %2.4/%2.7 (2. üç ayda) oranlarında saptanmıştır. Altı-12. aylar arasında ciddi advers etki oranları tamamı tofasitinib alan gruplarda %4/%2.8/%1.2/%5.1’dir. Gruplar ilk üç ayda ciddi infeksiyon açısından karşılaştırıldığında plasebo grubunda ciddi infeksiyon saptanmamış, buna karşın 5 mg tofasitinib grubunda %1.6 ve 10 mg tofasitinib grubunda %0.9 oranında ciddi infeksiyon görülmüştür. İkinci üç ayda bu oranlar gruplarda sırasıyla %2.5, %2.5 ve %0.6’dır, plasebodan tofasitinibe geçilen gruplarda ise ciddi infeksiyon gözlenmemiştir. Altı-on iki aylık takiplerde ise tamamı tofasitinib alan gruplarda ciddi infeksiyon oranları 0-%2.5 arasındadır. İzleme süresi içinde belirlenen 6 ölüm vakasının dağılımı ise biri plasebo grubunda olmak üzere 5 mg tofasitinib alan grupta 4, 10 mg alan grupta 1’dir. Tofasitinib alan hastalarda nötrofillerde azalma, LDL ve HDL kolesterol değerlerinde artış ve serum kreatinin düzeylerinde küçük artışlar olduğu saptanmıştır. Sonuç olarak bu faz 3 çalışmada tofasitinibin metotreksat alan hastalarda plaseboya göre yapısal hasarın ilerlemesini anlamlı derecede azalttığı belirtilmiştir. Ayrıca diğer çalışma sonuçlarına benzer olarak tofasitinib alan gruplarda RA belirti ve bulgularında klinik olarak anlamlı azalmalar gösterilmiştir. Tofasitinib gruplarında infeksiyon daha sık olmasına karşın güvenlilik açısından yeni bir sorun görülmediği belirtilmiştir. Bildiri özeti 2627 Tofacitinib (CP-690,550) in combination with traditional disease modifying anti-rheumatic drugs: phase 3 study patient –reported outcomes in patients with active rheumatoid arthritis and an inadequate response to disease modifying antirheumatic drugs. V.Strand, S. Hall, R. Fleischmann ve ark. © 2012 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. BioExPERT Cilt 2, Sayı 2 Bu çalışmada tofasitinibin en az bir hastalık modifiye edici tedaviye yanıt vermemiş ve tedavisini sürdürmekte olan aktif RA’lı hastalarda plasebo ile karşılaştırılması planlanmıştır. Çalışmanın primer etkinlik analizleri daha önce sunulduğundan bu bildiride hasta tarafından bildirilen sonuçlar sunulmuştur. Çalışma 12 ay süreli ve tofasitinib 5 mg (günde iki kez), 10 mg (günde iki kez), plasebo ve üç ayın sonunda plasebo grubundaki aktif RA hastalarının tofasitinib gruplarına randomize olacağı şekilde planlanmıştır (oran 4.4:1:1). Altıncı ayda ise plasebo grubunda kalan bütün hastalar tofasitinib gruplarına alınmıştır. Çalışmada ikincil sonlanma noktası olan hasta tarafından bildirilen sonuçlar (hastanın global değerlendirmesi, ağrı, HAQ-DI, SF-36, yorgunluk-“functional assessment of chronic illness therapy” ve uyku-“medical outcomes survey sleep scale”- ölçütleri) incelenmiştir. Çalışmaya hastalık süresi 8-10 yıl arasında, yaşları 50-53 olan 792 hasta alınmıştır. Bütün belirtilen ölçütlerin 3. ayda tofasitinib gruplarında paseboya göre anlamlı derecede daha iyi olduğu saptanmıştır. Hasta kaynaklı verilerden minimum klinik önemi olan farklar dikkate alındığında hesaplanan tedavi edilmesi gerekli hasta sayısının (“number needed to treat”, NNT) üçüncü ayda 5 ve 10 mg dozlarda (günde iki kez) tofasitinib için sırasıyla 4.6-6 ve 3.7-8.3 olduğu görülmüştür. Bu çalışmanın sonuçları günde iki kez 5 veya 10 mg tofasitinibin geleneksel uzun etkili ilaçlarla birlikte global hastalık değerlendirmesi, ağrı, uyku gibi hasta tarafından bildirilen sonuçlarda klinik ve istatistik olarak anlamlı düzelmelere yol açtığını göstermektedir. ACR 2011’de Fostamatinib “Spleen tyrosine kinase” (Syk) Fc reseptörleri, integrinler ve CD74 kaynaklı hücre içi sinyal iletiminde rol alan bir sitoplazmik tirozin kinazdır. Bu enzimin lökositler, mast hücreleri, makrofajlar, eritrositler, trombositler ve doğal katil hücreler de dahil birçok hücrede Fc sinyal iletiminde rol aldığı düşünülmektedir.14 Syk’nın T ve B hücre aktifleşmesinde de rol oynadığı fakat hematopoetik olmayan osteoklast, sinoviosit, fibroblast ve epitel hücresi gibi hücrelerdeki rolünün daha geri planda olduğu kanısına varılmıştır. Bu fonksiyonları Syk’nın RA ve sistemik lupus eritematozus gibi otoimmün hastalıkların patogenezinde yer aldığı varsayımına yol açmıştır. Syk © 2012 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. ACR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar hedefli tedavilerin RA tedavisinde en az iki yolu etkileyerek yararlı olabileceği düşünülmektedir. Syk inhibitörleri T hücre fonksiyonunu baskılayarak TNF ve IL-1 inhibisyonu yoluyla inflamatuvar yanıtı azaltabilir ve osteoklast fonksiyonunu etkileyerek kemik erozyonlarının gelişmesini önleyebilir.14 Fostamatinib (R-788) oral yoldan alınabilen bir küçük moleküldür ve barsaklarda enterositler tarafından güçlü bir Syk inhibitörü olan R406’ya dönüşerek etki eder.15 Bir deneysel artrit modeli olan farede kollejen bağlı artritte yapılan denemelerde fostamatinib ya da R406’nın klinik artriti, erozyon gelişimini, pannus oluşumunu ve sinoviti azalttığı saptanmıştır.14,15 RA’da fostamatinib faz 2 programıyla ilgili yayınlar 3 önemli çalışmayı kapsamaktadır. Bu çalışmalara toplam 875 hasta alınmış ve çalışmalar 12-26 hafta arasında sürmüştür.15 Yayınlanan ilk çalışmaya metotreksat tedavisine rağmen aktif hastalığı olan 189 RA hastası alınmış ve 50, 100 ve 150 mg (hepsi günde iki kez) dozlarda fostamatinib plasebo kontrollü olarak kullanılmış, primer sonlanma noktası olarak ise 12. haftada ACR20 oranları alınmıştır. Çalışmanın sonucunda 100 ve 150 mg gruplarında ACR20 oranlarının (%65 ve %72) 50 mg ve plasebo gruplarından (%38 ve %32) daha yüksek olduğu görülmüştür. ACR50 (%49/57’ye karşı %19/17) ve ACR70 (%33/40’a karşı %4/2) oranlarında da benzer sonuçlar vardır. Fostamatinibin 100 ve 150 mg dozlarında klinik etkinin 1 hafta içinde başladığı ve bu etkiyle birlikte IL-6 ve MMP-3 düzeylerinde düşme olduğu görülmüştür. Major advers etki olarak ishal ve nötropeni bildirilmiş ve bu etkilerin dozla ilgili olduğu belirtilmiştir.16 İkinci faz 2 çalışmada metotreksat tedavisine rağmen aktif RA’sı olan 457 hasta randomize edilmiş ve çalışmada 100 mg (günde iki kez) ve 150 mg (günde bir kez) fostamatinib ile plasebo karşılaştırılmıştır.17 Altıncı aydaki yanıtlar ACR20 için sırasıyla %67, %57 ve %35 (her iki doz için P < 0.001); ACR50 için %43, %32 ve %19 (P < 0.001 ve P = 0.007), ACR70 için %28, %14 ve %10 (P < 0.001 ve P < 0.05) bulunmuştur. Bu çok merkezli çalışmaya alınan hastaların başlangıçta metotreksat tedavisine yanıt açısından farklı dozlarda yanıtsız kabul edilmeleri eleştirilmiş ve alınan hastaların hastalık şiddetinin düşük olabileceği tartışılmıştır.7 Advers etkiler arasında (100 mg doz’a karşı plasebo için oranlar verilmiştir) ishal (%19-%3), üst solunum yolu infeksiyonu 17 BioExPERT ACR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar (%14-%7), nötropeni (%6-%1) bildirilmiştir. Ayrıca fostamatinib alan hastaların %23’ünde, plasebo alanların ise %7’sinde antihipertansif tedavi başlanması gerektiği belirtilmiştir. Üçüncü çalışmada ise biyolojik tedavi almasına karşın hastalığı aktif 219 RA’lı hasta çalışmaya dahil edilmiş ve önceki çalışmalara benzer klinik primer sonlanım noktalarına ek olarak sekonder sonlanım noktalarında MRI ile inflamasyon ve hasarın karşılaştırılması amaçlanmıştır.18 Bu çalışmada fostamatinib 100 mg (günde iki kez) ve plasebo grupları arasında üçüncü ayda ACR20, ACR50 ve ACR70 oranlarında anlamlı farklılık saptanmamıştır. Sekonder sonlanım noktalarında gruplar arasında farklar tespit edilmekle birlikte gruplar arasında bu parametrelerde başlangıçta farklar olması ve randomizasyona rağmen fostamatinib grubunda hastalık şiddetinin daha yüksek olduğu tartışması bu sonuçların değerlendirilmesini güçleştirmiştir.7 Ayrıca araştırmacılar bu çalışmada oldukça yüksek olan plasebo yanıtını (ACR20 %37) açıklamakta güçlük çekmişler ve bu durumu normal C reaktif protein (CRP) düzeyleri ile çalışmaya alınan (eritrosit sedimantasyon hızları yüksek olan) bir grubun varlığına bağlamışlardır. Bu verilere karşın başlangıçta yüksek CRP ve MRI ile sinovit aktivitesi olanlarda ACR20 yanıtı plasebodan yüksektir (%42’ye karşı %26). Weinblatt ve arkadaşlarının daha önce yayınladığı çalışmada ise biyolojik ilaçlar kullanmış olan hastaların analizi, kullanmamış olanlara göre daha düşük düzeyde bir etkiden söz edilebileceğini göstermiştir (ACR20 fostamatinib 100 mg günde iki kez grubunda %46 plasebo grubunda %14.17 Bildiri Özeti 2594 Longer-term safety of fostamatinib (R788) in patients with rheumatoid arthritis-analysis of clinical trial data from up to 2 years of exposure. A. Kavanaugh, M.E. Weinblatt, M.C. Genovese, ve ark. Bu çalışmada fostamatinib ile yapılan faz 2 randomize, plasebo kontrollü çalışmaların uzatma ve açık etiketli dönemlerinin verileri uzun dönem tolerans ve güvenlilik açısından değerlendirilmiştir. Çalışmaların başlangıcından sonraki 24 aylık süre ve son dozun alımından 28 gün sonrasına kadar geçen süredeki advers olaylar, ciddi advers olaylar, ciddi infeksiyonlar ve ölümler bildirilmektedir. 18 Cilt 2, Sayı 2 Analize giren hasta sayısı 803’tür ve bu hastalar ortalama 1.3 yıl fostamatinib (1038 hasta-yıl) kullanmışlardır. Bu hasta-yıl sayılarının içinde başlangıçta plasebo kullanan hasta sayısı 211’dir (265 hasta-yıl). İlaç kesme oranları karşılaştırıldığında metotreksat tedavisine yanıtsız hastaların olduğu TASKi1 ve TASKi2 çalışmalarında 6. ayda bu oranlar %13.8 ve %15.3, daha önce biyolojik ilaç da kullanmış olanların olduğu TASKi3 çalışmasında %34.6, plasebo alanlarda ise %26.6’dır. Yirmi dördüncü ayda ilaç kesme oranları TASKi1 ve TASKi2 için %35.6 ve %35.1, TASKi3 için %59.2’dir. Ciddi advers olayların insidans hızı (100 hasta-yıl için) TASKi1 ve TASKi2 için 7.7 ve 9.3, TASKi3 için 17.5, plasebo alanlarda 6.4’tür. Ciddi infeksiyonların insidans hızı bu gruplarda sırasıyla 3.1, 3.0, 6.3 ve 4.6; ölümlerin insidans hızı ise 0.6, 0.5, 0.4 ve 0.9’dur. TASKi3 grubunda ölümler dışında bütün advers olayların daha fazla olduğu dikkat çekmektedir. En sık gözlenen advers olaylar ishal (%27.4), hipertansiyon (%22.5) ve üriner sistem infeksiyonlarıdır (%12.7). Sıklığı en yüksek olan ciddi advers olaylar infeksiyonlar (3.4/100 hasta-yıl) ve gastrointestinal sistem kaynaklı sorunlardır (1.8/100 hasta-yıl). Pnömoni (1/100 hasta-yıl), üriner sistem infeksiyonları (0.4/100 hasta-yıl), sellülit (0.3/100 hasta-yıl) en sık saptanan ciddi infeksiyonlardır. Tedavinin kesilmesi en çok ilk 6 ayda gözlenmiş, TASKi3’de bu durum daha çok ilacın etkili olmamasına, ve genelde advers olaylara (ishal, nötropeni, transaminazların yükselmesi) bağlanmıştır. Kan basıncının 160/100 mm Hg üzerinde olması için insidans hızı (100 hasta-yıl için) fostamatinib için 22.9, plasebo için 24.8; 180/110 mm Hg üzerinde değerler için sırasıyla 4.9 ve 2.8; 1500/mm3’ün altında nötrofil değerleri için 9.9 ve 3.7 ve 1000/mm3’ün altındaki nötrofil değerleri için 2.2 ve 0 olarak bildirilmektedir. Bu çalışmada tüberküloz veya mantar infesiyonu saptanmamıştır. Dördü serebrovasküler olay kaynaklı altı ölüm olgusu rapor edilmiştir. Diğer iki ölüm infeksiyona bağlı kabul edilmiş olup birisi fostamatinib diğeri plasebo grubundadır. Sonuç olarak yazarlar güvenlilik açısından bu uzun dönem izleme çalışmasında yeni bir sorun gözlemediklerini belirtmiş fakat daha önce biyolojik almış olan ya da birden çok DMARD kullanmış hastalarda sadece metotreksat kullanmakta olanlara göre advers olay, ciddi advers olay ve ciddi infeksiyonların daha sık gözlendiğine dikkat çekmişlerdir. Bu durumun ek karıştırıcı faktörlere bağlı olabileceği ve süren faz 3 çalışmalarda araştırılacağı eklenmiştir. © 2012 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. BioExPERT Cilt 2, Sayı 2 ACR 2011’de Sfingozin-1-fosfat (S1P) ve RA Tedavisinde Oral S1P Liyaz İnhibitörü Kullanımı S1P, sfingozin kinazın (SFK) aktivasyonu ile sfingozinin fosforilasyonu sonucunda oluşan biyolojik mekanizmalarda rolü olan sfingomiyelin metaboliti bir lipiddir.19 S1P; SFK, S1P fosfataz ve S1P liyaz (S1PL) gibi çeşitli enzimler yoluyla kontrol edilir. S1P hücre dışında özgül reseptörlere (“Gprotein-coupled receptors”, GPRC) bağlanarak ve hücre içi mekanizmalarla fonksiyon gösterebilir. S1P’nin hücre gelişimi, farklılaşması, migrasyon, sağkalım ve anjiyogenez mekanizmalarında yer aldığı düşünülmektedir. S1P/S1P reseptörü inflamasyonda pro-inflamatuvar prostaglandin üretimini tetikleyerek önemli rol oynayabilir, ayrıca COX-2 ekspresyonunu artırabilir. Buna ek olarak SFK insanda TNF-alfa yoluyla uyarılan IL-1β ve IL-6 salınımını kontrol eder. S1P üretiminde azalma periferik kan hücrelerinde in vitro monosit kemotaktik protein-1 (MCP-1), TNF-α, IL-6, IL-1β ve MMP-9 düzeylerinde azalmaya yol açmaktadır.19 Kollajen bağlı artrit modelinde SFK siRNA ile tedavi eklemde inflamasyonun ve tahribatın azalmasına yol açmış ve S1P, IL-6, TNF-α, interferon-g ve IgG2a anti-kollajen antikor düzeylerinde azalma gözlenmiştir.20 S1P ile inflamasyon arasındaki önemli ilişkileri gösteren bu veriler S1P baskılanmasının RA tedavisinde yeri olabileceğini göstermektedir. SFK’nın farklı fizyolojik rolleri olduğu anlaşılan iki izoenzimi bulunmaktadır (SFK 1 ve 2). SFK-1 hücre büyümesi ve sağkalımı yönünde eki gösterirken SPK-2 hücre çekirdeğinde yerleşerek birçok hücrede DNA sentezini inhibe etmektedir.19 Serumda S1P konsantrasyonu 600-1000 nM bulunmuştur. Çeşitli hücre tipleri S1P ve reseptörlerini sentezler. RA’da sinovyal hücreler ve periferik B lenfoblastoid hücre dizinlerinin yüksek düzeylerde S1P aktivitesi gösterdiği saptanmıştır. RA’da ayrıca sinovyal sıvıda S1P düzeyleri osteoartrittten daha yüksek bulunmuştur. S1P doku düzeylerini kontrol eden enzimlerden birisi olan S1PL, S1P’nin yıkımını katalize etmektedir. S1PL aktivitesini kısmen baskılayan oral bir küçük molekül olan LX3305 (LX2931) hayvan modelleri ve RA araştırmalarında denenmektedir. Hayvan modellerindeki çalışmalar, LX3305 uygulanan fare, sıçan ve maymunlarda lenfosit sayılarında azalma göstermiştir. LX3305 tedavisi altında S1P düzeylerinde en fazla artış timus, dalak ve jeju© 2012 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. ACR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar numda görülmekte ve RA’da immün yanıtı tamamen etkilemeden koruyucu rolü olabileceği düşünülmektedir.21 Bildiri Özeti 2593 The oral S1P lyase inhibitor LX3305 (LX2931) demonstrates favorable safety and potential clinial benefit at 12 weeks in a phase 2 proff-of-concept trial in patients with active rheumatoid arthritis on stable methotrexate therapy. Fleischmann RM, Poiley JE, Stoilov R, ve ark. Bu faz 2 çalışmada S1PL inhibitörü bir küçük molekül olan ve klinik öncesi çalışmalarda deneysel RA modellerinde inflamasyonu azalttığı gösterilen LX3305’in metotreksat tedavisine yetersiz yanıt veren ve metotreksat almayı sürdüren (10-25 mg/hafta) hastalarda güvenlilik, tolerans ve etkinliği çok merkezli, randomize, çift-kör, plasebo kontrollü tasarımla araştırılmaktadır. Çalışmaya alınan 208 hastaya 12 hafta süre ile değişmeyen dozlarda almakta oldukları metotreksat yanında 70 mg, 110 mg, 150 mg LX3305 veya plasebo verilmiştir. Hastaların 177’si doğu Avrupa, geri kalanı Amerika Birleşik Devletleri’nden çalışmaya alınmıştır. Etkinlik için primer sonlanım ölçütü 12. haftada ACR20 yanıtıdır. Çalışmada hastalık aktivitesi ve fonksiyon ölçütleri yanında kan lenfosit sayımları, kemik ve kıkırdak metabolizma ürünleri de değerlendirilmiştir. Bu çalışmada 150 mg LX3305 ile plasebo arasında 12. haftada ACR20 (%60’a karşı %49) sonuçları arasında anlamlı fark saptanmamıştır. Hastaların çalışma ilacına toleransı iyi bulunmuş, çalışmada sadece 2 ciddi advers olay raporlanmış ve bu olaylar araştırmacılar tarafından çalışma ilacı ile ilgili bulunmamıştır. Araştırmacılar yaptıkları “post hoc” analizlere dayanarak toleransı iyi olan çalışma ilacının RA’da tedavi potansiyeli taşıdığı sonucuna varmışlardır. ACR 2011’de RA Tedavisinde Yeni Moleküller: Özet ve Sonuç Bu derlemede ACR 2011’de RA tedavisinde faz 2 düzeyinde çalışılan yeni moleküllerle ilgili bilgiler ve bildiri özetleri bir araya getirilmiştir. Son yıllarda RA tedavisinde sitokin (TNF-α) inhibitörü monoklonal antikorlar ve füzyon proteinleri ön plana çıkmış, bunlarla ilgili kontrollü çalışmalar ve 19 BioExPERT Cilt 2, Sayı 2 ACR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar kayıt sistemleri ile önemli tecrübeler elde edilmiştir. RA tedavisinde seçenekler artmaya devam etmektedir, IL-6 inhibitörü, B-hücre hedefli tedavi (antiCD20) ve T-hücre kostimülasyon inhibitörü (abatacept) biyolojik tedavilere eklenmiş ve başarıyla kullanılmaktadır. Bu gelişmelere rağmen kullanılmakta olan biyolojik tedavilere primer ve sekonder yanıtsızlık, tolerans ve güvenlilik sorunları sürmektedir. Kullanılan biyolojik tedavilerin parenteral olmasının getirdiği maliyet ve komorbidite de dikkate alınmalıdır. Belirtilen sorunlar RA tedavisinde yeni bir alan açmakta ve küçük oral moleküllerin de tedavide yeri olabileceğini göstermektedir. ACR 2011’de yer alan çalışmalarda sunulan ilaçlar tofasitinib (JAK inhibitörü), fostamatinib (Syk inhibitörü) ve LX3305(S1PL inhibitörü)’dir. Bu moleküller hücre içi sinyal iletimi ya da metabolizmasını etkileyerek inflamasyonu baskılayıcı etki gösterdikleri deneysel modellerde gösterilmiş, insanlarda tolerans ve güvenlilik açısından denenmiş, şu anda faz 2 çalışma sonuçları bildirilen moleküllerdir. Tofasitinib çalışmalarında, ilacın radyolojik hasarı engelleyici etkisi ve hasta tarafından bildirilen sonlanma noktalarına (ağrı, fonksiyon, uyku vb.) olumlu etkileri sunulmaktadır. Fostamatinib çalışması uzun süre güvenlilik verilerini içermektedir. LX3305 ile ilgili bildiri ise kısa dönem (12 hafta) etkinlik ve tolerans ağırlıklıdır. Tofasitinibin seçilmiş hasta gruplarında önemli bir etkinliğinin olduğu ve belli dozda (10 mg, günde iki kez) yapısal hasar yönünden de avantaj gösterdiği anlaşılmaktadır. Yapısal hasardan koruyucu etkinin uzun dönem için klinik anlamı bilinmemektedir. Düşük oranda da olsa ciddi infeksiyon riski ve nötrofillerde azalma, kolesterol değerlerinde ve kreatinin düzeylerinde artış gibi plasebo kontrollü çalışma dışında kullanıldığında dikkatle izlenmesi gereken advers etkiler rapor edilmektedir. Fostamatinible ilgili daha önce yayınlan faz 2 çalışmalar, özellikle biyolojik ilaçların kullanımı sonrası fostamatinib kullanılan çalışmada etkinliğin gösterilememesi tasarım yönünden çeşitli eleştiriler almıştır.18,22 Bu eleştiriler arasında primer sonlanma noktası dışı sonuçların vurgulanması, randomizasyona rağmen gruplar arasında hastalık şiddeti ile ilgili farklar ve biyolojik tedavi sonrası yapılan çalışmada hastaların biyolojik tedavilerin sadece 3 ay kullanılması sonrası çalışmaya dahil edilmesi sayılabilir. Fostamatinible ilgili toksisite verilerinin yüksek oranlar nedeniyle dikkatle değerlendirilmesi gerektiği vurgulanmıştır.22 Yeni bir molekül olan LX3305 ile olan çalışmada 12 haftalık dönemde 20 etkinliğin plasebo grubundan anlamlı derecede yüksek olduğu kanıtlanmamıştır. Bu çalışmada da plasebo kolunda yanıt oranı yüksektir. RA’da küçük moleküllerle yapılan çalışmalarda çok sayıda ülkeden hasta alındığı görülmektedir (Bildiri özeti 2592, 2593, 2594, 2627). Bütün standardizasyon çabalarına karşın farklı ülkelerdeki araştırmacılar arasında hasta değerlendirmesi konusunda uyumsuzluklar ve değişik toplumlar arasında tolerans/toksisite bakımından farklar olabileceği bilinmektedir. Çalışmaların sunulması ve değerlendirilmesinde bu faktörlerin dikkate alınması yerinde olacaktır. Kaynaklar 1. Tak PP, Kalden JR. Advances in rheumatology: new targeted therapeutics. Arthritis Research and Therapy 2011,13(Suppl 1):S5. 2. Blom M, Kievit V, Fransen J, ve ark. The reason for discontinuation of the first TNF blocking agent does not influence the effect of a second TNF blocking agent in patients with rheumatoid arthritis. J Rheumatol 2009;36:2171-7. 3. Klaasen R, Thurlings RM, Wijbrandts CA, ve ark. The relationship between synovial lymphocyte aggregates and the clinical response to infliximab: a prospective study. Arthritis Rheum 2009;60:3217-24. 4. McInnes IB, SchettG. Cytokines in the pathogenesis of rheumatoid arthritis. Nat Rev Immunol 2007;7:429-42. 5. Youinnou P, Jamin C, Saraux A. B-cell: a logical target for treatment of rheumatoid arthritis. Clin exp Rheumatol 2007;25:318-28. 6. Lewiecki EM. Denosumab update. Curr Opin Rheumatol 2009; 21:369-73. 7. Yazıcı Y, Regens AL. Promising new treatments for rheumatoid arthritis. Bull NYU HospJt Dis 2011; 69:233-7. 8. Riese RJ, Krishnaswami S, Kremer J. Inhibition of JAK kinases in patients with rheumatoid arthritis: scientific rationale and clinical outcomes. Best Practice and Research Clinical Rheumatology 2010;24:513-26. 9. Kremer JM, Bloom BJ, Breedveld FC ve ark. The safety and efficacy of a JAK inhibitor in patients active rheumatoid arthritis: results of a double blind, placebo-controlled phase Iıa trial of three dose levels of CP-690,550 versus placebo. Arthritis Rheum 2009;60:1895-905. 10. Kremer JM, CohenS, Wilkinson BE ve ark. A phase 2B dose ranging study of oral JAK inhibitor tofasitinib(CP690,550) versus placebo in combination with background methotrexate in patients with active rheumatoid arthritis and inadequate response to methotrexate. Arthritis Rheum 2011 (e-pub, doi: 10.1002/art.33419) 11. Fleischmann R, Cutolo M, Genovese MC, ve ark. Phase 2B dose-ranging study of oral JAK inhibitor tofacitinib (CP-690,550) or adalimumab monotherapy versus placebo in patients with active rheumatoid arthrts with an inadequate response to DMARDs. Arthritis Rheum 2011 (e-pub, doi:10.1002/art.33383). 12. Tanaka K, Suzuki M, Nakamura H, ve ark. Phase II study of tofacitinib (CP-690,550) combined with methotrexate in patients with rheuatoid arthritis and an inadequate response to methotrexate. Arthritis Care Res (Hoboken) 2011;63:1150-8. © 2012 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. BioExPERT Cilt 2, Sayı 2 13. Coombs JH, Bloom BJ, Bredveld FC, ve ark. Improved pain , physical functioning and healt status in patients with rheumatoid arthritis treated wth CP-690,550, an orally active Janus knase (JAK) inhibitor: results from a randomised, double-blind, placebo-controled trial. Ann Rheum Dis 2010;69:413-6. 14. Gomez-Puerta JA, Bosch X. Spleen tyrosine kinase inhibitors-novel therapies for RA? Nat Rev Rheumatol 2011;7:134-6. 15. Scott DL. Role of spleen tyrosine kinase inhibitors in the management of rheumatoid arthritis. Drugs 2011;71:1121-32. 16. Weinblatt ME, Kavanaugh A, Burgos-Vargas R ve ark. Treatment of rheumatoid arthritis with a Syk kinase inhibitor: a twelve week, randomized, placebo-controlled trial. Arthritis Rheum 2008;58:3309-18. 17. Weinblatt ME, avanugh A, Genovese MC, Musser TK, Grossbard EB, Magilavy DB. An oral tyrosine kinase (Syk) inhibitor for rheumatoid arthritis. N Engl J Med 2010; 363:1303-12. © 2012 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. ACR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar 18. Genovese MC, Kavanaugh A, Weinblatt ME ve ark. An oral Syk kinase inhibitor in the treatment of rheumatoid arthritis: a three month randomized placebo controlled, phase II study in patients with active rheumatoid arthritis that did not respond to biologic agents. Arthritis Rheum 2011;63:337-45. 19. Peng-fei H, Chen Y, Peng-fei C, Li-feng J, Li-dong W. Sphingosine-1-phosphate: a potential therapeutic target for rheumatoid arthritis. Mol Biol rep 2011;38:4225-30. 20. Lai WQ, Irwan AW, Goh HH, Melendez AJ, McInnes IB, Leıng BP. Distinct roles of sphingosine kinase 1 and 2 in murine collagen induced arthritis. J Immunol 2009;181:8010-7. 21. Donoviel MS, Hansen GM, Kramer JA, ve ark. Sphingosine-1-phosphate lyase is a potential therapeutic target for autoimmune disease. Keystone Toplantısı 2009 (poster). 22. Boers M. Syk kinase inhibitors for rheumatoid arthritis: trials and tribulations. Arthritis Rheum 2011;63: 329-30. 21 Prof. Dr. Kenan Aksu T Hücresini Hedef Alan Tedaviler Bildiri Özeti 2595 Daha Önce anti-TNF ajan kullanmış romatoid artritli hastalarda daha sonra abatasept ve başka anti-TNF ajan kullanılmasının karşılaştırmalı etkinliği (Harrold LR, Reed G, Curtis JR, et al.) Bir veya daha fazla anti-TNF başarısızlığı olan romatoid artritli (RA) hastalarda nasıl bir yol izleneceği/hangi biyolojik ajanın seçileceğine dair veriler oldukça sınırlıdır. Bunların yanı sıra, biyolojikler içinde başa baş karşılaştırma yapan çalışma sayısı da oldukça azdır. Bu çalışmanın amacı öncesinde bir veya daha fazla anti-TNF kullanmış ve hastalık kontrolü başarısız olmuş RA’lı hastalarda, daha sonra abatasept (ABA) ve antiTNF ajan kullanımının etkinliklerini karşılaştırmaktır. Çalışma, Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan çok merkezli ve gözlemsel bir çalışma olup Kuzey Amerika Romatoloji Araştırmacıları Ortaklığı kayıt (CORRONA) verileri kullanılarak yapılmıştır. Bu çalışmanın orijinal yanı TNF yanıtsız hastalarda ABA ile ilgili ilk karşılaştırma çalışması olması ve başa baş tasarımıdır. Bu çalışma 28.000 RA hastası arasından klinik hastalık aktivite indeksine (KHAİ)* göre remisyonda olmayan ve en az bir anti-TNF kullanmış olan RA’lı hastalar üzerinde yapılmıştır. Çalışmaya, 42 eyaletten, %80’i özel olarak çalışan 310 romatolog katılmış ve 1/2/2002’den 14/12/2009 tarihine kadar süre içinde görülen hastalar alınmıştır. Hastalar iki kola ayrılmıştır; daha öncekinden başka bir anti-TNF başlanan (n = 2.108) ve ABA (n = 968) başlanan hastalar. Hastalar 6-12 ay boyunca izlenmişlerdir. Tedavi ilişkili yanlılığı kontrol etmek için eğilim skoru (ES) kullanılmıştır. ES, yaş, RA süresi, şiş eklem sayısı, hasta global değerlendirmesi, hekim global değerlendirmesi ve sigorta tipi kullanılarak her iki gruptaki hastalar eşleştirilmiştir. Tedavi yanıtı ACR20, 50 ve KHAİ kullanılarak, tedavi başlangıcından 6 ay ve 1 yıl sonra elde edilmiş- tir. Tedavisi kesilen hastalar son gözlemin ileri taşınması modeline göre değerlendirilmiştir. ABA kolunda 6 aylık izlemi 431 hasta, 12 aylık izlemi 327 hasta, anti-TNF grubunda 6 aylık izlemi 958 hasta, 12 aylık izlemi ise 637 hasta tamamlamıştır. Bu hastaların çoğu kadındır (ABA grubunda %77, anti-TNF grubunda %81). Her iki grupta ortalama yaş (sırasıyla, 56 ve 57 yıl), ortalama hastalık süresi (sırasıyla, 12 ve 14 yıl) ve ortalama KHAİ (sırasıyla, 21 ve 23) oldukça benzerdir. Altıncı ay değerlendirmesinde iki tedavi grubu arasında küçük dengesizlikler gözlenmiştir: ABA kullananlar; hasta global değerlendirmesi (51’e 47), bireysel ağrı raporu (52’ye 48) ve modifiye Sağlık Değerlendirme Anketi Skoru (0.66’ya 0.58) göre daha aktif hastalığa sahip olarak gözükmektedir. Öte yandan anti-TNF alan grupta ABA grubuna göre romatoid faktör seropozitifliği daha yüksek bulunmuştur (p = 0.01). On iki aylık dönemde ise tüm bazal ölçütlere göre anlamlı bir fark görülmemiştir. Gruplar arasında ACR20 ve ACR50 yanıtları 6. ve 12. aylarda benzerdir ve fark yoktur. Düzeltilmiş ve düzeltilmemiş analizlere göre ABA başlananlarla anti-TNF başlananlar 6. ve 12. aylardaki KHAİ’ne göre karşılaştırılmış ve anlamlı bir değişiklik saptanmamıştır. ES analizlerinde göre sonuçlar benzerdir. Çalışma süresinin 12 ay olarak kısa tutulmuş olması bu çalışmanın sınırlayıcı noktasıdır. Bir diğer sınırlayıcı nokta; anti-TNF grubundaki hastaların çalışma öncesi kullandıkları antiTNF ajana karşı primer mi, yoksa sekonder bir yanıtsızlığa mı sahip olduklarının tayin edilemeyişidir. Sonuç olarak, öncesinde en az bir antiTNF kullanmış ve sonrasında tedavisi ABA veya başka bir anti-TNF’ye değiştirilmiş bu kohortta 12 aylık dönem açısından etkinlik açısından herhangi bir farklığa rastlanmamıştır. RA hastalarında anti-TNF ajan başarısızlığında ABA ya da diğer bir anti-TNF ajan kullanımı makul bir tedavi gibi görünmektedir. *-KHAİ: 28 şiş eklem sayısı + 28 duyarlı eklem sayısı + hasta global değerlendirmesi + hekim ya da sağlık çalışanı global değerlendirmesi (Aletaha D, Smolen J. Best Prac & Res Clin Rheum 2007;21:663-675). 22 © 2012 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. BioExPERT Cilt 2, Sayı 2 IL-6’yı hedef alan tedaviler Romatoid artritli hastalarda tocilizumab tedavisi sırasında major kardiyovasküler olay gelişimini sağlayan risk faktörleri (Rao V, Pavlov A, Klearman M, et al.) Romatoid artrit’li (RA) hastalarda meydana gelen tüm ölümlerin yaklaşık %50’sinde kardiyovasküler (KV) hastalık katkısı olduğu tahmin edilmektedir. Bu artmış ölüm sıklığını sadece hiperkolesterolemi, diabetes mellitus, hipertansiyon ve sigara gibi geleneksel KV risk faktörleri ile açıklamak zordur. Olasıdır ki, altta yatan hastalıktaki inflamatuar değişiklikler de olumsuz bir şekilde de bu sıklığa katkıda bulunmaktadır*. RA patogenezinde IL-6’nın önemli rol oynadığı göstertilmiştir. Bu çalışmada, IL-6’ya karşı geliştirilmiş insan monoklonal antikoru tocilizumab (TCZ) tedavisi sırasında ortaya çıkabilen KV olaylar ile lipid değerleri, hastalık aktivitesi ve inflamasyon ölçütleriyle ilişkisi değerlendirilmiştir. Beş faz III TCZ çalışması (AMBITION, OPTION, TOWARD, LITHE ve RADIATE) ve onların uzun dönem izlemi ile elde edilen veriler birleştirilerek bu çalışma gerçekleştirilmiştir. Çalışmadaki bütün hastalar en azından bir doz 4 mg/kg veya 8 mg/kg TCZ tedavileri almıştır. TCZ tedavisi sırasında ölümcül olmayan miyokard enfaktüsü, ölümcül olmayan inme ve kardiyovasküler nedenden dolayı ölüm major kardiyovasküler ters etki (MKVTE) olarak alınmıştır. MKVTE’ye sahip olan (n = 50) ve olmayan (n = 3936) hastaların demografik, laboratuar, hastalık özellikleri bağımsız ve kör olarak tayin edilmiş ve bu iki hasta grubu karşılaştırılmıştır. Tedavi öncesi ve tedaviden 24 hafta sonra olası risk faktörlerini değerlendirmek için MKVTE’ye kadarki zaman, zaman değişkeni olarak alınarak tek değişkenli cox orantısal zarar/tehlike modeli gerçekleştirilmiştir. P < 0.05 değerler istatistiksel olarak anlamlı değerler olarak alınmıştır. TCZ tedavisi sonrası ortanca MKVTE oluşma zamanı 680 (minimum 29, maksimum 1792) gündür. TCZ maruziyet sırasında oluşan tüm MKVTE’ler için, yaş, koroner arter hastalık (KAH) öyküsü, DAS28, total kolesterol/HDL oranı ve serum albumin düzeyi tahmin ettirici özellikler olarak bulunmuştur. Çok değişkenli hassasiyet analizi sonu- ACR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar cu bu özellikler içinde yalnızca yaş ve KAH öyküsü tahmin ettirici özellikler olarak belirlenmiştir. Tedavinin 24. haftasında eritrosit sedimentasyon hızı gibi inflamasyon belirleyicilerinde, tedavi öncesi ve sonrası oluşan lipid değişiklikleri ile MKVTE riski arasında ilişki gözlenmemiştir. Hastalık aktivitesi ile MKVTE arasındaki ilişkiye bakılacak olursa; 28 şiş eklem sayısı, 28 duyarlı eklem sayısı, DAS28 skoru ve tedavi sonrası DAS28’deki düşme ve EULAR yanıtı ile MKVTE arasında ilişki saptanmış, buna karşılık kan basıncı, sigara içimi, trigliserid, HDL ve LDL düzeyleriyle MKVTE arasında ilişki belirlenmemiştir. Plasebo grubunun olmaması, çalışma tasarımı açısından en yüksek hasta sayısıyla yapılan çalışma olmasına rağmen MKVTE’ye sahip hasta sayısının azlığı, 5 çalışmada tedavi bırakılmasının %31 gibi azımsanmayacak bir oranda olması, zamanla değişebilen hipertansiyon ve kortikosteroid kullanımı gibi karıştırıcı faktörlerin varlığı bu çalışmanın sınırlayıcı noktalarıdır. Sonuç olarak; TCZ tedavisi sırasında, geleneksel KV risk faktörleri (koroner arter hastalığı varlığı, total kolesterol/HDL oranı ve albümin) varlığı kadar, hastalık ölçütleri MKVTE ile ilişkili olarak bulunmuştur. Bazal özellikler göz önünde bulundurulduğunda, çok değişkenli analizde sadece yaş ve KAH öyküsü varlığı ile MKVTE arasında istatistiksel anlamlı ilişki saptanmıştır. Hastalık aktivitesinin etkin kontrolü dahil, RA’lı hastanın çok yönlü değerlendirilmesinin KV riskin azalmasına yol açabileceği düşünülmüştür. Bildiri Özeti 2628 Öncesinde metotreksat kullanan aktif romatoid artritli hastalarda tocilizumab + metotreksat ve tocilizumab + plasebo, çift kör çalışması: 24 haftalık yapısal hasar, yaşam kalitesi ve fiziksel fonksiyon değerlendirilmesi (Dougados M, Kissel K, Amital H, et al.) Romatoid artrit (RA) patogenezinde artmış T ve B hücresi aktivitesi, tümör nekroz faktör alfa, IL-6 gibi sitokinlerin artışı ve bu immun anormallikler sonucunda eklem hasarı gelişebildiği gösterilmiştir. Son yıllarda, patogenezde etkin olan IL-6’ya karşı insan monoklonal antikorları *-Farragher TM, Goodson NJ, Naseem H, et al.Arthritis Rheum. 2008;58:359-69. © 2012 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. 23 BioExPERT Cilt 2, Sayı 2 ACR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar (tocilizumab; TCZ) geliştirilmiş ve RA tedavisinde kullanılmaya başlanmıştır. Bu çalışmada, metotreksat (MTX) almakta olan hastalık aktivitesi (DAS) 4.4’ün üzerinde olan ve en azından 1 ekleminde radyolojik erozif değişikliği olan aktif RA’lı hastalarda tek başına TCZ veya MTX ile birlikte TCZ tedavisinin klinik etkinliğini ve güvenliğini değerlendirmek amaçlanmıştır. Bu çalışmaya 864 RA hastası tarandıktan sonra koşullara uygun 556 olgu randomize edilmiş ve TCZ + MTX grubuna 279 hasta, TCZ + plasebo grubuna 277 hasta alınmıştır. MTX grubundaki hastalara oral olarak ve stabil dozlarda MTX verilmiştir. TCZ her iki gruba da 8 mg/kg dozunda ve 4 haftada bir olarak verilmiştir. Primer sonlanım noktası 24. haftadaki DAS28’deki remisyon oranıdır. Bazal ve 24. hafta el ve ayak grafileri alınmış ve tedavi körlüğü olan bağımsız bir okuyucu tarafından radyografiler ve klinik yanıt değerlendirilmiştir. Randomize edilen hastaların %92’si (n = 512, TCZ + MTX = 260, TCZ + PBO = 252) çalışmayı tamamlamıştır. Genel olarak hasta özellikleri radyolojik skorlar hariç her iki grupta da benzerdir (%80.3 kadın; yaş: 53.3 yıl; RA süresi, 8.2 yıl; DAS28, 6.35). Genant modifiye Sharp skoru (GSS) TCZ + plasebo grubunda TCZ + MTX grubuna göre daha yüksek bulunmuştur. DAS28 remisyon oranı TCZ + MTX grubunda %40.4, TCZ + PBO grubunda ise %34.8 olarak gerçekleşmiştir ve bu istatistiksel açıdan anlamlı değildir (p = 0.19). ACR20/50/70/90 yanıt oranları her iki grupta da benzer sıklıklarda görülmüştür. Yapısal hasar açısından da gruplar arasında GSS’deki değişim bakımından anlamlı bir fark saptanmadı. Fakat bazale göre 24. haftadaki erozyon skoru TCZ + MTX grubunda daha iyiydi fakat anlamlı bir bulgu görülmemiştir (p = 0.09). Yaşam kalitesi belirteçlerinde HAQ-DI ve RAQoL bazal değerlerine göre anlamlı olarak iyileşmiş olarak bulunmuş, fakat gruplar arasında fark gözlenmemiştir. En sık ortaya çıkan ters etki (TE) ve ciddi TE enfeksiyondur; fakat enfeksiyon açısından gruplar arasında anlamlı bir fark görülmemiştir. TE nedeniyle ilaç bırakılması ve doz değişikliği yapılması TCZ + MTX grubunda daha sık olmuşsa da gruplar arasında anlamlı bir fark yoktur. ALT yüksekliği (>60 U/ml) TCZ + MTX grubunda (%16), TCZ + PBO grubuna göre (%6) daha sık gözlense de istatiksel bir fark saptanmamıştır. Yirmi 24 dört haftalık bir çalışma olması ve uzun dönem verilerinin olmayışı bu çalışmanın en önemli sınırlayıcı noktasıdır. Sonuçlar TCZ+MTX kombinasyonunun DAS28 remisyon oranları, ACR yanıtları, yapısal hasar belirteçleri ve yaşam kalite ölçekleri kullanıldığında 24. hafta sonunda TCZ monoterapisine klinik üstünlüğünün olmadığını göstermektedir. Enfeksiyon, karaciğer enzim anormallikleri gibi ters etkiler açısından gruplar arasında bir farklılık saptanmamıştır. Bu sonuçlar TCZ monoterapisi ile klinik anlamlı yanıtlar elde edilebileceğini, güvenlik sorunu olmayacağını ve bu nedenle eş zamanlı MTX verilmesinin gerekli olmayacağını düşündürmektedir. Bildiri Özeti 2629 Tocilizumab kullanan 7.901 Japon Romatoid artrit hastasının etkinlik ve güvenlik verileri (Yamanaka H, Masayoshi H, Inokuma S, et al.) Tocilizumab (TCZ) IL-6 inhibisyonu yapan ve romatoid artrit (RA) tedavisinde başarıyla kullanılan biyolojik bir ajandır. Japonya’da RA tedavisinde infliksimab, etanercept, adalimumab, tocilizumab ve abatasept ruhsatlı olarak kullanılmaktadır. Bu çalışmada, Japonya’da 2008 yılından sonra ruhsatlandırılmış olan ve bu süre zarfında TCZ kullanan bütün RA’lı hastaların etkinlik ve güvenlik verileri araştırılmıştır. Bu amaçla toplam 7901 TCZ kullanan RA’lı hastanın tam verileri elde edilmiştir. Tüm hastalar güvenlik açısından ilk 6 ay boyunca aktif olarak izlenmiştir. Bütün hastalar 8 mg/kg TCZ aldıktan sonra her 4 haftada bir bu tedavi tekrarlanmış ve 28. haftaya kadar hastalar gözlenmiştir. Hastaların ortalama yaş 58.7 yıl (hastaların %20.7 ≥70 yıl); ortalama RA hastalık süresi 10.4 yıl; solunumsal hastalıklar %17.0 ve kardiyak hastalıklar %5.1’dir. Daha önce anti-TNF ajan kullanımı %62.8, eş zamanlı DMARD kullanımı %72.4, eş zamanlı metotreksat (MTX) kullanımı %55.8 ve eş zamanlı kortikosteroid kullanımı %74 olguda saptanmıştır. Hastalık aktivitesi için DAS28-ESR, remisyon kriterleri için DAS28 remisyon ve Boolean remisyon kriterleri (duyarlı eklem sayısı ≤1, şiş eklem sayısı ≤1, hasta global değerlendirme [0–10 scale] ≤1 ve serum C-reaktif protein düzeyleri [mg/dL] ≤1) kullanılmıştır. © 2012 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. BioExPERT Cilt 2, Sayı 2 Başlangıçtaki ortalama DAS28-ESR 5.5 iken 28. haftada bu değer istatistiksel açıdan anlamlı olarak 2.9’a düşmüş ve %47.6 olguda DAS28 remisyonuna (DAS28-ESR <2.6), %15.1 olguda ise Boolean remisyonuna ulaşılmıştır. DAS 28’in elemanlarında da anlamlı azalmalar olmuş; 28. haftada şiş eklem sayısı ortalama 7.1’den 2.8’e, duyarlı eklem sayısı ortalama 7.6’dan 3.1’e, ortalama görsel anolog skala 56.3’den 31.5’a, saatlik ortalama eritrosit sedimentasyon hızı 54.4’den 13.0 mm’ye düşmüştür. Erken hastalığa sahip olanlar, yerleşik (eski) hastalığa sahip olanlara göre anlamlı olarak daha yüksek oranlarda remisyona girmiştir. Bir diğer deyişle DAS28 remisyonu ve Boolean remisyonuna ulaşma sıklığı hastalık süresi 2 yıldan az olanlarda, hastalık süresi 10 yıldan fazla olanlara göre (p < 0.0001) daha sık gözlenmiştir. TCZ tedavisi öncesi TNF inhibitörü kullanmayan hastalar, tedavi öncesi TNF inhibitörü kullananlara göre anlamlı olarak daha yüksek oranlarda remisyona girmiştir (p < 0.0001). Güvenlik verilerine bakılacak olursa; en sık görülen ters etkiler laboratuar testlerindeki anormallikler, enfeksiyonlar ve paraziter hastalıklardır. Ciddi ters etki sıklığı %9.6 olarak saptanmıştır. En sık görülen ciddi ters etkiler %3.8 ile enfeksiyon ve paraziter hastalıklardır. Ciddi pnömoni %1.1, ciddi sellülit %0.4 sıklığında gözlenmiştir. Japonya’daki diğer biyolojikler (infliksimab, etanercept ve adalimumab) ile TCZ karşılaştırıldığında ciddi enfeksiyon sıklığında anlamlı bir farklılık belirlenmemiştir. Yerleşik hastalığı olanlarda ciddi ters etki daha sık ortaya çıkmıştır. Hastalık süresi 10 yılın üzerinde olanlarda, hastalık süresi 2 yıldan az olanlara göre daha fazla ciddi ters etki geliştiği gözlenmiştir (p < 0.001). Akciğer dışı tüberküloz (TB) olguları da dahil olduğunda TB sadece 5 (%0.06) hastada saptanmıştır. Japonya’da TCZ kullananlarda, TB sıklığı diğer biyolojiklere göre daha sık görülmüş ve çok az bir farkla istatistiksel anlamlılığa ulaşmamıştır (p = 0.06). Gastrointestinal bozukluklar 373 hastada (%4.7) görülmüş ve 13 (%0.16) hastada intestinal perforasyon bildirilmiştir. Ters etkiler içinde 39 olguda malinite bildirilmiştir; ancak özgün bir malinite tipinde artışa rastlanmamamıştır. ACR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar Bu çalışma TCZ ile ilgili şimdiye kadar yapılmış en yüksek hasta sayısına sahip verileri sunmaktadır. TCZ, özellikle anti-TNF kullanmamış ve hastalık süresi 2 yıldan az olan Japon RA’lı hastalarda en etkin tedavi olarak öne çıkmaktadır. TCZ tedavisi sırasında en sık görülen ters etkiler laboratuar test anormallikleri ve enfeksiyonlardır. TCZ tedavisi sırasında görülen ciddi ters etkiler uzun hastalık süresine sahip RA’lı hastalarda ve ilginç olarak MTX tedavisi almayan olgularda daha sık görülmektedir. Sonuç olarak bu çalışma günlük romatoloji pratiğinde Japon RA’lı hastalarda TCZ’nin etkin olduğunu ve iyi tolere edildiğini göstermektedir. Yeni Biyolojikler Bildiri Özeti 2631 Metotreksat tedavisi alan aktif romatoid artritli hastalarda, doz aralıklı, Faz 2, çift kör, plasebo kontrollü, anti-interlökin 6 monoklonal antikoru olan sirukumab çalışması (Hsu B, Sheng S, Smolen J, et al.) RA patogenezinde IL-6’ın aktif rol oynayan sitokinlerden biri olduğu ve IL-6 inhibisyonu yapan ajanların RA tedavisinde etkili olduğu gösterilmiştir. Eski adıyla CNTO 136 olan sirukumab IL-6’ya yüksek oranda bağlanan diğer bir insan monoklonal antikorudur. Çok merkezli, randomize, çift kör, plasebo kontrollü, faz 2 çalışmasının birinci kısmında, plaseboya göre 2 haftada bir 100 mg sirukumab’ın derialtı (DA) uygulamasının etkili olduğu ve genel olarak iyi tolere edildiği gösterilmiştir**. Bu çalışmada ise, aktif RA’lı hastalarda DA sirukumab tedavisinin etkinlik, güvenlik dozunu tayin etmek ve sirukumab’ın farmakokinetik ve farmakodinamik özelliklerini saptayabilmek için doz aralıklı sirukumab faz 2 çalışmasının ikinci kısmının yapılması amaçlanmıştır. Faz 2’nin ikinci kısmında, ortanca 15 mg MTX tedavisi almakta olan 151 aktif RA’lı hastalar 5 gruba randomize edilmiştir: 1. 0.-10. hafta arasında 2 haftada bir plasebo, 12.24. hafta arası sirukumab 100 mg 2 haftada bir *-Koike T, Harigai M, Inokuma S, et al. Postmarketing surveillance of tocilizumab for rheumatoid arthritis in Japan: interim analysis of 3881 patients. Ann Rheum Dis. 2011;70:2148-51. **-Hsu B, Zhou B, Smolen JS, Weinblatt ME. Abstract FRI0345, EULAR 2011. © 2012 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. 25 BioExPERT Cilt 2, Sayı 2 ACR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar 2. 0.-24. hafta arasında 2 haftada bir 100 mg sirukumab (DA) 3. 0.-24. hafta arası 4 haftada bir 100 mg sirukumab (DA) 4. 0-24. hafta arası haftada bir 50 mg sirukumab (DA) 5. 0-24. hafta arası 4 haftada bir 25 mg sirukumab (DA). Bütün gruplarda son dozlar 24. haftada yapılmış ve hastalar 38. haftaya kadar aktif olarak izlenmiştir. 12. haftada, her grup plasebo ile, ACR50 yanıtı açısından karşılaştırılmış ve bu birincil sonlanım noktası olarak alınmıştır. İkincil sonlanım noktası olarak 12. haftadaki bazale göre DAS28(CRP) düzeyindeki değişim alınmıştır. Randomize edilen 151 hastanın %85’i kadın, %60’ı Beyaz, %21’i Japon’dur. Ortanca yaş 53 ± 11 yıl, ortanca hastalık süreleri 5.3 yıl ortanca ağırlık 69 ± 15 kg, ortanca serum CRP: 1.7 mg/dL, ortanca DAS28 (CRP): 5.9 ± 0.9 ve ortanca klinik hastalık aktivite indeksi 38.4’dür. Sirukumab 12. haftada ACR50 yanıtında (p = 0.010) ve DAS28 (p < 0.001) skorlarında anlamlı olarak azalmaya yol açmıştır. Sirukumab 25-100 mg DA dozlarında lineer bir farmakokinetiğe sahip olduğu gözlenmiştir. Sirukumab’ın bütün dozlarında ortalama yarılanma ömrü (T1/2) 14.919.1 gün olarak ölçülmüştür. Farmakokinetik parametreler Beyazlar ve Japonlar arasında anlamlı bir farklılık saptamamıştır. Serum CRP seviyeleri %80 hastada ortalama 2. haftada düşmüş ve 24. haftaya kadar baskılanmış olarak kalmıştır. Sirukumab grubunda plasebo grubuna göre 38. haftada daha sık ters etki görülmüştür (%81’e karşı %67). Ters etkiler arasında en sık görülenler minör enfeksiyonlar ve parazitozlar (%30.6) olmuştur. Sirukumab kullanımı ile lökopeni %9.13, nötropeni %5.3, trombositopeni %3.2, lenfopeni %2.1 hastada ortaya çıkmış, ayrıca %3.7 hastada ALT ve %1 hastada AST yüksekliği gözlenmiştir. Bu laboratuar anormalliklerinden başka sirukumab grubunda 2. haftadan başlayan ve süreklilik arz eden total kolesterol ve LDL kolesterol yükseklikleri de saptanmıştır. Tüm laboratuar anormallikleri sirukumab dozundan bağımsız ortaya çıkmıştır. Bir hasta sirukumab tedavisiyle ilişkisiz serebral anevrizmadan ölmüştür. Sirukumab kullanan %2.8 olguda sirukumab’a karşı antikor gelişmiştir. Sonuç olarak Sirukumab aktif RA’lı hastalarda, 26 MTX ile kombine kullanılabilen, etkili ve genel olarak iyi tolere edilen bir ajan olarak gözükmektedir. Sirukumab, DA yolla uygulandığında 2 haftada bir 25-100 mg dozunda kullanılabilir. Bildiri Özeti 2632 MTX tedavisi alan aktif Romatoid artritli hastalarda, Faz 2, çok merkezli, uluslararası, randomize, çift kör, plasebo kontrollü, insan anti-IL-6 monoklonal antikoru sirukumab çalışması (Hsu B, Sheng S, Smolen J, et al. ) IL-6 monoklonal antikoru sirukumab’ın uluslararası ve çok merkezli olarak tasarlanan bu faz 2 çalışmasının ana amacı aktif romatoid artritli hastalarda 2011 ACR/EULAR remisyon kriterleri kullanılarak, sirukumab tedavisinin hastaları remisyona sokmada ne kadar etkisi olacağının tayin edilmesidir. Bu araştırmada bir önceki çalışmada tarif edilen 5 hasta grubu kullanılmıştır. RA remisyon oranları DAS28 (CRP), 2011 ACR/EULAR kriterleri ve KHAİ kriterlerine göre değerlendirilmiştir. RA remisyon oranları 12., 14. ve 38. haftalarda prospektif olarak DAS28 (CRP) remisyon kriterleri ile ve retrospektif olarak 2011 ACR/EULAR remisyon kriterleri kullanılarak (Booelan ve KHAİ temelli) tayin edilmiştir (Boolean temelli: duyarlı eklem sayısı ≤1 (68 ekleme göre), şiş eklem sayısı ≤1 (66 ekleme göre), CRP ≤1 mg/dL, hasta global değerlendirme ≤1. KHAİ skoru ≤3.3: [KHAİ skoru = duyarlı eklem sayısı (28 ekleme göre) + şiş eklem sayısı (28 ekleme göre) + hasta global değerlendirme (VAS) + hekim global değerlendirme (VAS) + CRP mg/dL]). Sirukumab tedavisi alan hastalarda plaseboya göre daha çok remisyon gözlenmiştir. Sirukumab 100 mg 2 haftada bir veya 4 haftada bir alan grupta, 3 remisyon kriterine göre remisyona giren hastaların oranı 24. haftada zirve yaparak bu durum sirukumabın son dozundan 14 hafta sonrasına kadar (38. hafta) devam etmiştir. Kullanılan 3 remisyon kriter setine göre 100 mg sirukumab’ın 2 haftada bir yapıldığı hasta grubunda, plaseboya göre 12. haftada remisyona girme oranları istatistiksel açıdan anlamlı farklılık göstermiştir (p = 0.024). 2011 ACR/EULAR remisyon kriterleri (Boolean ve KHAİ) kullanıldığında DAS 28 remisyon kriterlerine göre hemen bütün gruplarda daha düşük remisyon oranları görülmüştür. Sonuç olarak © 2012 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. BioExPERT Cilt 2, Sayı 2 sirukumab 25-100 mg DA tedavisi ile RA’li hastalarda plaseboya göre 3 remisyon setine göre de yüksek oranlarda remisyon gözlenmektedir. Bütün çalışma boyunca en yüksek remisyon oranlarına en yüksek sirukumab doz rejimi ile (2 haftada bir S.C.) ulaşılmıştır. Bu çalışma ile sirukumabın, plaseboya göre, aktif RA’li hastaları başarı ile remisyona soktuğu görülmüştür. Bildiri Özeti 2591 Tümör nekrozis faktör alfa inhibitörlerine yetersiz yanıtlı veya biyolojik tedavi almamış romatoid artritli hastalarda anti-IL-17 monoklonal antikoru (LY2439821) ile faz 2 çalışması (Genovese MC, Greenwald MW, Cho CS, et al) Romatoid artrit gibi otoimmun hastalıkların inflamasyon basamaklarında Th17 hücrelerinin etkili olduğu, özellikle IL-17 gibi sitokinlerin üretimine yol açarak inflamasyonun artmasına yol açtığı gösterilmiştir*. Bu çalışmada IL-17’yi nötralize eden, insan monoklonal antikoru LY2439821’in (LY), biyolojik tedavi almamış veya tümör nekrozis faktör inhibitörlerine yetersiz yanıt (TNFİ-YY) vermiş romatoid artritli hasta gruplarında hastalık bulgularının iyileştirilmesinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Bu randomize, çift kör, plasebo çalışmada, eş zamanlı DMARD tedavi devam ederken, TNFİ-YY (n = 188) veya biyolojik almamış hastalara (n = 260) 0., 1., 2., 4., 6., 8., 10. haftalarda LY (3, 10, 30, 80, 180 mg) veya plasebo S.C. olarak uygulanmıştır. Bu çalışmanın birincil sonlanım noktası LY’i biyolojik almamış hastalarda 12. haftada ACR20 yanıt oranını saptamaktır. İkincil sonlanım noktası ise 12. haftada ACR50/70, DAS28, EULAR yanıtlarını ve güvenlik verilerini elde etmektir. Biyolojik kullanmayanlarda 12. haftada anlamlı doz-ilişkisi saptandı (p = 0.031). ACR20 yanıtları açısından biyolojik kullanmayanlarda LY 30, 80 ve 180 mg alan hastalarda ve TNFİYY grubunda LY 80 ve 180 kullanan hastalarda 12. haftada plaseboya göre anlamlı farklılıklar bulundu (p < 0.05). Bütün ilaç doz gruplarında klinik etkinin 1. haftada ortaya çıktığı gözlendi. CRP düzeyleri de, klinik yanıta paralel olarak, 1. haftadaki ilk dozdan sonra hızlı bir düşüş gös- ACR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar terdi. 12. haftada DAS28 (CRP), ACR50 gibi diğer klinik parametrelerde ve bunları oluşturan elemanlarda hem TNFİ-YY grubunda hem biyolojik kullanmayanlarda, plaseboya göre istatistiksel farklılıklar gözlendi. Ters etkilerin sıklığı her iki grup ve kollarında da benzer sıklıktaydı. Enfeksiyonların, anlamlı bir farklılık olmasa da, LY kolunda, biyolojik kullanmayan gruba ve plaseboya göre daha sık görüldüğü saptandı. Ciddi ters etki olarak biyolojik kullanmayan grupta 1 hastada (%1.9), LY kolunda ise 7 olguda (%3.4) ciddi enfeksiyon gelişti. Her iki grupta da mikobakteriyel veya fungal enfeksiyonlar gözlenmedi. Bu çalışmada biyolojik kullanmamış RA’lı hastalarda LY’de anlamlı doz yanıt ilişkisi bulunmuştur. LY’nin klinik etkisi hızlı başlamakta, CRP değerlerinde hızlı düşmeler görülmektedir. Ters etkiler plasebo grubu ile bir farklılık……….???? Bildiri Özeti 2630 Metotreksat kullanan romatoid artritli hastalarda, birden fazla, artan dozlarda ATN-103 (ozoralizumab) çalışması (Fleischmann R, Nayiager S, Louw I, et al. ) Ön bilgi ve Amaç Bütün dünya ülkelerinde, 10 yaşı aşkın bir süredir, RA patogenezinde tümör nekroz faktör alfa (TNF-α) inhibisyonu yapan ilaçlar başarıyla kullanılmaktadır. Anti-TNFα ilaçlar da denilen bu gruba girmeye aday ilaçlardan biri de ATN103 (ozoralizumab)’dür. ATN-103, 38 kDa ağırlıklı, 3 değerlikli, 2 özelleşmiş nano parçacığı içeren ve 2 TNF bağlayıcı bölgesi olan yeni bir TNF inhibitör (TNFi) ajandır. Bu çalışmada aktif RA’li hastalarda çift kör, birden fazla ve artan dozlarda ATN-103’ün etkinlik ve güvenliği plasebo ile karşılaştırılmıştır. Öncesinde MTX ve TNFi kullanımı olan, %80’i kadın olan ve ortalama yaşları 52 olan 253 aktif RA’li hasta çalışmaya alınmıştır. Daha sonra paralel çalışma tasarımına göre randomize, ardışık olarak artan ve multipl dozlarda ATN-103 tedavisine geçilen bu çalışmada tüm dozlar Veri İzleme Komitesi değerlendirilmiştir. *-Sarkar S, Fox DA. Targeting IL-17 and Th17 cells in rheumatoid arthritis. Rheum Dis Clin North Am. 2010;36: 345-366. © 2012 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. 27 BioExPERT Cilt 2, Sayı 2 ACR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar Hastalar 3 gruba ayrılmıştır: 1. Grup; 1.gün, 4., 8., ve 12. haftalarda 10, 30, 80 mg dozlarında ATN-103 SC olarak almıştır. 2. Grup: 1. ve 8. haftada 10 ve 80 mg ATN-103 SC olarak verilmiştir. 3. Grup: Plasebo grubu olup 1. gün, 4., 8. ve 12. haftalarda SC tedavilerini almışlardır. Primer sonlanım noktası 16. haftada ACR20 yanıtı olarak alınmıştır. Tedavi grupları arasında TNFi sayısı ve eş zamanlı DMARD kullanımı açısından fark yoktur. Sonuçlar İlaç grupları ile plasebo karşılaştırıldığında, 16. haftada ACR20’ye sadece 4 haftada bir 80 mg ATN-103 verilen grupta ulaşıldı (p = 0.006). Dört haftada bir 80 mg doz rejiminde plaseboya göre ikincil sonlanım noktasına ulaşımda; DAS28’de, ACR50’de, sağlık değerlendirme anketinde, duyarlı ve şiş eklem sayısında, ağrı ve genel sağlık görsel anolog skalasında, hekim ve hasta global değerlendirmelerinde, CRP ve EULAR yanıtlarında istatiksel olarak anlamlı iyileşmeler saptandı (p < 0.05). ATN-103’in farmakokinetiğinde ortalama yarılanma ömrü 9.5-13.5 gün, ortalama temizlenme zamanı 0.3-0.5 L/gün’dü. Toplam ters etki sıklığı %53’dü. En sık görülen ters etkiler enfeksiyonlar olup %25.3 olguda, çoğunlukla üst solunum yolu enfeksiyonları ve idrar yolu enfeksiyonlarıydı. Ciddi ters etki 13 olguda bildirildi (%5.1) ve en yüksek doz grubu olan 4 haftada bir 80 mg ATN103 grubunda hiç ciddi yan etki görülmedi. Enjeksiyon yeri reaksiyonu 3 olguda gözlendi. 16. haftada 4 haftada bir 80 mg ATN-103 SC grubunda ACR20, ACR50, DAS28 ve diğer sekonder sonlanım noktalarına plaseboya göre anlamlı olarak daha iyi ulaşmıştır. Doz artımı ile ters/ciddi ters etki gözlenmemiş ve doz sınırlamasını gerektiren toksisitelerle karşılaşılmamıştır. Sonuç olarak ATN-103, diğer TNFi ajanlara benzer olarak genel olarak güvenli ve ters etkileri iyi tolere edilebilen bir ajandır. Bildiri Özeti 1643 Rituksimab ile tedavi edilen inflamatuar romatizmal hastalıklarda PCR ve antikor taranması ile John Cunnigham virus (JC virüs) taraması yapılması gerekli ve yararlı mıdır? (Verheyen J, Feist E, Maizus K, et al.) John Cunnigham virüs veya kısaca JC virus denilen virüs bir polyoma virüsü olup, HIV enfeksiyonunda olduğu gibi immun sistemin ciddi oranda baskılandığı durumlarda reaktive olup klinik enfeksiyona yol açabilmektedir. Bu virüs enfeksiyonu yavaş virüs enfeksiyonuna yol açarak progresif multifokal lökoansefalopati (PML) de denilen beynin ağır demiyelinizasyonuyla karekterli hastalığa yol açabilir. JC virüs reaktivasyonu (PML) SLE gibi romatizmal hastalıklarda da ve rituksimab (RTX) kullanımı sonrasında da (sıklık 1/30.000) bildirilmiştir. Bu çalışma ile romatizmal hastalığı olup RTX ile tedavi edilen hastalarda JC virüs sıklığını tayin etmek amaçlanmıştır. 59’u RA, 4’ü Wegener granulomatozu, 2’si diğer hastalıklardan olan romatizmal hastalığı olan toplam 65 hastanın kan ve idrar örnekleri alınmıştır. 21 hastada tedavi öncesi, 44 hastada tedavi sonrası örnekler alınmıştır. Bütün hastalar en azından 1 kür RTX tedavisi almışlardır. Çalışma sırasında hiçbir hastada herhangi bir nörolojik semptom gelişmemiştir. Anti-JC virus antikorları floresan teknolojili capture ELISA yöntemiyle tayin edilmiştir. Tedavi öncesi alınan örneklerde (n=21) 7 hastada anti-JC antikoru pozitif çıktı (%33). RTX tedavisi sonrasında (n = 44) alınan idrar örneklerinin 19’unda anti-JC antikoru pozitif bulundu (%43). İki hastada test, RTX tedavi öncesi pozitifken RTX tedavisi sonrası negatifleşti. İki hastada (%3, 2/65) hem kanda hem idrarda JC DNA’sı saptandı ve bu hastalardan birisinin JC DNA’sı 1 ay sonra negatifleşti. Sağlıklı kişilerde kanda JC DNA sıklığı %1 sıklığında görülebilmekte iken, idrardaki JC DNA sıklık oranı özellikle 50 yaşın üzerinde %40’lara kadar ulaşmaktadır.* Bu çalışmayla romatizmal hastalığı olanlarda RTX tedavisinin JC antikor düzeylerini etkilemediği gözlenmiştir. Ayrıca bu hasta populasyonunda az miktarda hastada kanda JC DNA bulunduğu (viremi) saptanmıştır. Eldeki sonuçlara göre romatizmal hastalığı olanlarda JC virüs taramasının yapılması avantajlı görünmemektedir, fakat ileride hastaların risk durumuna göre sınıflandırılmasıyla tarama yapılması yararlı olabilir. * -Iacobaeus E, Ryschkewitsch C, Gravell M, et al. Mult Scler. 2009;15:28-35. -Egli A, Infanti L, Dumoulin A, et al. J Infect Dis. 2000;199:837-46. 28 © 2012 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. ISSN: 1309-2596 Cilt: 2, Sayı: 2, 2012 BioExPERT ACR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar Romatoid artrit tedavisinde biyolojik ilaçlardan sonra yeni bir sınıf ajan olarak tirozin kinaz inhibitörleri, yakın bir gelecekte romatoloji pratiğinde günlük uygulamaya girecek gibi gözükmektedir. Dr. Murat İnanç küçük moleküller başlığı altında ACR toplantısında sunulan bu konudaki yeni çalışmaları gözden geçirirken, öncesinde yapılan çalışmaları da özetledi. Romatoid artrit tedavisinde anti -TNF ajanlarla ilgili çalışmalar Dr. Vedat Hamuryudan tarafından, T hücresi ve IL-6’yı hedef alan biyolojik tedaviler ve diğer yeni biyolojik ajanlar Dr. Kenan Aksu tarafından, B hücresini hedef alan biyolojik tedaviler Dr. Salih Pay tarafından, spondiloartritlerde biyolojik kullanımı Dr. Sedat Kiraz tarafından gözden geçirildi. “ “ Prof. Dr. Nurullah Akkoç
Benzer belgeler
Bio ExPERT
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Eskişehir
Doç. Dr. Veli Yazısız
Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İç Hastalık...