08 - Dergi Bursa
Transkript
08 - Dergi Bursa
Nisan - Mayıs 2012 Fiyat›: 7 TL 08 www.dergibursa.com.tr K E N T R E H B E R İ V E Y A Ş A M D E R G İ S İ Bursa’nın “alacalı kadını” 1 editör notu Editör Notu: Dergi Bursa’nın bu ayki teması (Yeniden Doğuş) bu yazının da konusudur. Dikkatinizi rica ediyorum. Gözlerinde baharı taşıyanlar Bu toplum için ulusal egemenlik her şeyden önemli olmalı. Bu kadar çok kayıp verip ülkesini savunan çok az millet var yerkürede. Geleceği için gününü feda edip, son nefesine dek toprağını savunan bir milletin egemenliği; bugün dünden daha fazla anlam taşıyor. Çocuklarımızı, daha doğrusu ışıklarımızı geleceğe bugün yaptıklarımız taşıyacak... 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, TBMM‘nin 23 Nisan 1920 günü kurulmasının onuruna, TBMM tarafından sadece Türk çocuklarına değil, bütün dünya çocuklarına ithaf edildi. Böylesine yüce bir bakış açısını da geleceğine bu kadar düşkün bir millet yapabilirdi ancak. Milli bayram 23 Nisan, TBMM’nin açılışı ve dolayısıyla da halkın yönetime tam anlamıyla hâkim olmasının ilk günü olduğu için, ulusal egemenliğin de en güzel göstergesi. Çağın dâhisi Atatürk’ün meclis duvarlarını süsleyen sözü; “Egemenlik, kayıtsız, şartsız milletindir!” kısaca ne çok şey anlatıyor zaten. Türkiye Cumhuriyeti'nin belirli bir sloganı olmasa da bu cümle bunun yerini dolduruyor adeta. Çünkü Mustafa Kemal Atatürk, kurduğu cumhuriyetin halk egemenliğine dayalı olduğunu bilerek ve buna inanarak söylemişti bu sözü... İstanbul işgal altındayken, Mustafa Kemal kararını verdi: “Vatanı kurtaracak yine millettir” dedi. Ankara’da meclisi toplayıp kurabilmek için çabaladı. Amasya Genelgesi'yle Sivas'ta bir 2 kongre toplanması için çağrıda bulundu. Sivas’ta bir temsil kurulu seçildi. Sonraki süreç, Atatürk'ün başkanlığında, bir milletin egemenliğini kullanması için ilk Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni toplanmasına kadar vardı. Ulusal Kurtuluş Savaşı ile ilgili bütün kararlar bu mecliste alındı. Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde tüm dünyaya ulusal kurtuluş savaşı dersi verildi. Ezilen uluslara örnek olabilecek bir bağımsızlık mücadelesi yaşandı. 23 Nisan 1920’den beri milletimiz egemenliğini kendi seçtiği temsilcilerin eliyle kullanıyor. 23 Nisan bu nedenle bir bayram. Bu nedenle kutlanıyor. 23 Nisan 1920 yılında TBMM'nin açılışının birinci yılında kutlanmaya başlanan Hakimiyet-i Milliye Bayramı ile Himaye-i Etfal Cemiyeti'nin 23–30 Nisan'ı Çocuk Haftası ve haftanın ilk gününü de çocuk bayramı ilan ettiği 1929'den itibaren kutlanmaya başlandı. Bu iki bayram 23 Nisan 1935 yılında, “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” adı altında bir araya getirildi. Hâkimiyet-i Milliye bayramı, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunu gerçekleştiren TBMM'nin açılışını kutlamak amacını taşırken; çocuk bayramı savaş sırasında yetim ve öksüz kalan yoksul çocukların bir bahar şenliği ortamında sevindirmek amacını taşıyordu. TRT, UNESCO'nun 1979'u “Çocuk Yılı” olarak duyurmasının ardından, Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliği'ni başlatarak, bayramı uluslararası düzeye taşıdı. Bugün tüm dünya çocukları Atatürk’ün onlara armağan ettiği bayramlarını kutlamak için ülkemize geliyor. 23 Nisan dünyada kutlanan ilk çocuk bayramı. Atatürk çocuklara armağan ettiği bu bayramı, “Bugünün küçükleri, yarının büyükleridir” sözüyle perçinlemişti. Zaten fazla söze ne hacet! Paylaştıklarımız kalan sayfalarda, keyifli okumalar. https://twitter.com/#!/editornotu [email protected] ır k a Ç n i g En 3 arka plan Yıl: 2 Sayı: 8 / Nisan - Mayıs 2012 ISSN: 2146 - 1457 Yerel Süreli Yayın (2 Aylık) www.dergibursa.com.tr İmtiyaz Sahibi ve Yayın Yönetmeni Engin Çakır (Sorumlu) [email protected] Yazarlar A.Kadir Kılınç, Celil Sezer, Dilek Şen, Emine Civanoğlu, Erdinç Tuğcu, Melih Karaer, M.Ömür Akkor, Nazan Aşkalli, Nazlıhan Ergin Şevik, Özlem Şenkoyuncu, Özgür Çakır, Serkan Duru, Sezai Evans Uzman Yazıları Psk.Ayşegül Alkış, Dyt.Başak Kefeli, Op. Dr. Cenk Aşkalli, Özgür Akkaya Erdemol, Op. Dr. Servet Yetgin, Dr. Nihat Taşçı, Dyt. Nilgün İstek www.dergibursa.com.tr Yayıncı / Yapımcı / Yönetim Yayın ve Reklam Koordinatörü Emine Korku [email protected] Grafik Tasarım Photo Graphica Creative [email protected] Enise Güleryüz Fotoğraf Demet Argun Güngör, Engin Çakır, Özgür Çakır Çorbada Tuzu Olanlar Esin Şuekinci, Esra Minez, İrem İlyas, Orhan Turhan, Yücel Zorlu Reklam İletişim / Abonelik [email protected] [email protected] T. (0224) 233 87 11 4 Baskı Çekirge Mah. Selvili Cad. No:12 Çelebi 2 Apt. D.1 Osmangazi / BURSA T. (0224) 233 87 11 www.photographica.com.tr [email protected] www.ozgun-ofset.com Dergi Bursa, Photo Graphica tarafından T.C. yasalarına uygun olarak yayınlanmaktadır. Dergi Bursa’nın isim ve yayın hakkı Photo Graphica’ya aittir. Yayımlanan yazı, fotoğraf ve konuların her hakkı saklıdır ve tüm sorumluluğu eser sahiplerine aittir. İzin alınarak ya da kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. Reklamların sorumluluğu reklam verenlere aittir. Dergi Bursa, “Basın Meslek İlkeleri”ne uymaya söz vermiştir. 5 plan plan bursa dokusu Bursa’nın alacalı kadını - Erguvan tek karede Bursa Yeniden doğan Bursa yakışıklısı 14 bursa öyküsü İpekten bir gün... 16 tema Baharla gelen aşk esintisi 24 detaylı bakış Uçurtma hayaliyle yaşamak... 30 kitabi Panait İstrati - Emine Civanoğlu 32 Türkçe sözlüğü Dilbilgisi 36 rengarenk Yeşillenmeye başlayan sevinç aslında... 38 hemzemin Sembolik hikayeler - Nazlıhan Ergin Şevik 44 semboller Güneş - A.Kadir Kılınç 46 havadan sudan Bir sabah öyküsü - Nazan Aşkalli 48 köşe Simurg ile yedi dipsiz vadi - Dilek Şen 50 d. armağansın Sil baştan başlamak - Serkan Duru 52 eğitimin psikolojisi Alış - veriş psikolojisi - Ayşegül Alkış 54 gezi yorum Gemlik Körfezi’ne kuşbakışı 56 detay Küllerinden doğan kültür varlığı - Esra Minez 60 fotoğrafa yazı Pazar pazar İstanbul’da - Celil Sezer 62 fotoğrafın altı Banliyö manzarası - Yücel Zorlu 68 uzaktaki yakın Bir şehirden fazlası - Barselona - Özgür Çakır 72 evrensel sanat Gaudi’nin zihnindeki harikalar diyarı 88 tekno günce Teknolojinin yeniden doğuşu - Erdinç Tuğcu 92 armoni Katalan kralların ezgisi - Gypsy Kings 96 film şeridi İspanyol Büyüsü - Penelope Cruz 98 serbest yazı Bir nefeste yaşam kaynağı - Özlem Şenkoyuncu 102 g.zaman kipinde Zamanın nakışına dikiş tutmuyor 104 keyfi yerinde Spor dolu doğa keyfi - Melih Karaer 108 ruhun gıdası Yeniden doğun kendinize - Özgür Akkaya Erdemol 110 sağlık Uzman yazıları ile sağlık konuları 114 bursa mutfağı Seyyahlara Bursa rehberi - Ömür Akkor 128 rehber bursa Bursa’nın yaşam rehberi 130 www.dergibursa.com.tr 6 8 7 bursa dokusu Yazı ve fotoğraflar: Engin Çakır Bursa’nın alacalı kadını 8 En nazlı, en süslü, en sabırsız ve en alacalı cümbüşün ismi erguvandır Bursa’da. Geçmişte “Erguvanlar Şehri” olarak bilinen “unutkan” bu şehre, baharı getiren yine “onun” ta kendisidir. Pembe midir, gülkurusu mu? Vişne midir, mor mudur, lila mıdır yoksa şarap kırmızısı mı? Aşağı yukarı pembedir. Hafiften mavimsi. Ama öyle herhangi bir mavi de değil; çivit mavisi vardır ya bildiğimiz, işte o maviye çalar gizlice. Erguvan; çokça şarap kırmızısı, pek az çivit mavisi ve bolca beyazın harmanı ile oluşan fevkalade zengin bir renk. Peki ya çiçeği? Bahar geldiğine göre şimdi erguvan vakti... Bursa Ovası’ndaki ve Uludağ yamaçlarındaki tüm koruluklar, sırtlar, mavimsi pembe çiçeklerle ya boyanmış ya da boyanmak üzere. Renk cümbüşü var her yerde. Tam keyif zamanı işte… Erguvan sanki ışığın içerisinden geliyor bize. Renk almış bir buğu gibi zamanda kaybolmayı bekliyor. Altı üstü 15-20 gün bizimle… Ona sahip olmak da kaybetmek de anlam taşıyor böyle olunca. Yeniden doğuşu simgeliyor. Aynı zamanda yağmurun gelmesiyle düşen tohumlarıyla beraber yok oluşu… Bursa’da günbatımlarının ayak izleri erguvandır, iyi düşünün. Şehrin batısında beliren renk erguvan değil de nedir? Kızarmış bir şeker pembeliği ile mandalina kızılının alacalı bir cümbüşü olmaz mı o mavi saatlerde? Erguvanın en gösterişli vakti Mayıs… Gel gelelim Nisan başlarından itibaren sunmaya başlıyor güzelliğini. Baharı müjdelemek için sabırsız bir çiçek. Daha yapraklarını vermeden son derece cömert bir tutumla çiçek tohumlarını açıveriyor. Bu çiçekler ne yazık ki çok kısa ömürlü. Yaprakları en geç bir ay içinde yağmurlarla birlikte toprağa geri dönüyor. Erguvanın Osmanlı kültüründeki özel yerini ise Yazar Ramis Dara’nın "Erguvan Zamanı" isimli kitabından öğrenelim: “Yüzyılın başında Bursa’da "Erguvan Bayramı" kutlanıyordu. Bu bayramın öyküsü şöyle: Buharalı bir çömlekçinin oğlu olan Seyyid Ali (Seyyid Şemseddin Muhammed bin Ali el- Hüseyni el Buhari) Medine’deyken rüyasına Hz. Muhammed girer ve ona, "Anadolu’ya gidip hizmetini orada sürdür" der. Seyyid Ali bunun üzerine tasını tarağını toplayıp yola çıkar. Bursa’da yerleşmeye karar verir. Kısa sürede tanınır, Bursalılar onun ziyaretine koşar. Henüz 22 yaşındaki Seyyid Ali, "Emir Sultan" diye anılmaya başlanır. Emir Sultan bir süre sonra, Sultan Yıldırım Bayezid’in kızı Hundi Hatun’la evlenip saraya damat olur. Herkes tarafından çok sevilen Emir Sultan 1429’da vefat eder. O tarihten itibaren bahar başlangıcında, erguvanlar çiçeğe bezenince, Türkiye’nin dört bir yanından gelen müritleri, Emir Sultan’ın türbesini ziyaret eder. Kalabalıkların Bursa’da buluştuğu bu dönem, "Erguvan Cemiyeti, Erguvan Faslı, Erguvan Bayramı" diye anılmaya başlanır.” 14. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar erguvan adına şenlikler hatta bayramlar düzenlendi Bursa’da. 1855 Bursa depreminden sonra ise büyük bir kısmı yıkılan şehir kendini toplamaya çalışırken, şehir halkı bayramlarını ve panayırlarını unuttu. Zaman içinde unutulduysa da 2000’den bu yana yeniden hareketlendirme çabaları var. Özellikle belediyelerimiz ve Yerel Gündem 21 Tarihi ve Kültürel Miras Grubu bu konuda çalışmalar yürütüyor. Somut göstergesi ise “Erguvan Bayramları”nın tekrar başlaması… 9 bursa dokusu Erguvan Bayramı; kardeşlik, sevgi ve paylaşımın ne demek olduğunu anlatan bir tema etrafında toplanıyor. Doğayı, onun bereketini ve güzelliğini anlatmak için şenlikler kapsamında çeşitli sergiler açılıyor, paneller düzenlenip, söyleşiler yapılıyor. Erguvan dikme günleri ile erguvan severler ortak paydada buluşturuluyor. Fakat katılımlar istenilen düzeyde değil. Hilmi Yavuz “Erguvan Sözler”de şöyle anlatıyor onu: "Zamandır seni sardığım kumaş Bekledin örtünsün ki yavaş yavaş Erguvandın, kayboldun dile gelişlerde..." “Baki” de erguvan düşkünüydü. Renkliyi, parıltıyı ve kıymetli olanı seven şairin en sevdiği ağaç da başlı başına bir "sefahat" olan erguvandı. Belki bunun için sevgilisini erguvani elbiseler içinde düşlemişti. Evliya Çelebi'nin "Erguvan Cemiyeti Faslı" yazısında Bursa’daki Erguvan sohbetlerinden bahsedilse de erguvanla özdeşleşmiş bir şehir daha var. İstanbul’u ve özellikle boğazı kendine has rengine bürüyen erguvan ağacı, İstanbul’un da önemli simgelerinden kabul ediliyor. Hatta İstanbul’un erguvan zamanı kurulmaya başlandığı da rivayetler arasında. İstanbullu erguvan âşıkları da bu nadide ağaç için yaşatma ve koruma derneklerinde, kulüplerde Bursa’dakilerle benzer organizasyonlar düzenliyorlar. Şehrin köşe bucağında ne kadar erguvan ağacı varsa tek tek bulunup, koruma altına alınıyor. Haritaları çizilip, olağan durumlara karşı zayiatı için engelleyici çalışmalar yapılıyor. Yeni ağaçlar dikiliyor. Diğer bir deyişle Bursa’dan fazla sahip çıkıyorlar bile denebilir. Söyleyin ismine paneller, söyleşiler yapılan, bayramlar ilan edilen kaç ağaç var ki? Ne kadar çok ağaç olduğunu vakti gelince; Mudanya’dan Tirilye’ye, Güzelyalı’dan Kurşunlu’ya, Gemlik’ten Yalova’ya giderken kolayca anlayabilirsiniz. 10 11 bursa dokusu Kısa kısa * Erguvan, Farsça bir renk ismi aslında, ismi rengi… Doğal yollarla üretilen en zor renk olduğu için, Bizans hükümdarlarının kıyafetlerinde kullanılan bir renkmiş, dolayısıyla bir zenginlik, güç belirtisi olarak; imparator dışında hiç kimse mor pelerin takamazmış. Yine rivayete göre Bizans asilleri, soyluluklarını belirtmek için kanlarının dahi erguvan rengi aktığını söylemişler. * Filistin de ise İsa’nın ortaya çıkması ve havarilerinden Yahuda’nın İsa'yı otuz gümüş karşılığı ihbar etmesi, daha sonra da bu yaptığından pişman olup, kendini bir erguvan ağacının dalına asması üzerine, Erguvan ağacı da, bu utancı kaldıramamış ve bu ihanet yükünü dallarında taşıdığı için, önceleri beyaz olan çiçekleri utancından kızarmış. Bundandır ki, erguvan ağacına Hıristiyanlar “Yahuda (Juda) Ağacı” derler. Romalı askerler Hz. İsa'nın göğsüne ‘Yahudilerin Kralı’ yaftasını asmadan önce onunla alay etmek için de erguvan giydirmişler. * Erguvan Akdeniz kökenli bir ağaç... Nazik ve soğuk rüzgârları sevmiyor. * Tarihte Osmanlı mutfağında erguvan, rengi ve görünümü açısından salatalar üzerinde süsleme olarak kullanılmış. Sadece renginden değil bu ağacın güçlü dallarından da Osmanlı'da baston yapımında yararlanılmış. Şamanlar ise hastalıkları kovmak için erguvan kabuklarını kaynatıp içmişler. * Erguvan ağacının yaprakları ve çiçeği üzerine düşen çiğ damlaları bu çiçekleri bir mücevher gibi gösterir. * Şair Baki de iki mısra ile bu olağanüstü durumu şöyle anlatmıştır; “Dürr ü yakut ile nahl-i murassa sandım / Erguvan üzre dökülmüş katarat-ı emtâr” “Erguvan üzerindeki çiğ damlalarını görünce / yakut ve mercanla süslü bir fidan sandım” 12 13 tek karede bursa Yeniden doğan Bursa yakışıklısı Tek karede Bursa’nın hem geçmişinden hem de özünden bir kare fotoğraftaki. Bursa simgelerinden nam-ı diğer İpek Böceği. Kelebekken yumurtalarını dut yaprakları üzerine bırakan İpek Böceği, yumurtladıktan üç dört gün sonra ölür. Baharda taze dut yaprakları üzerindeki yumurtalardan larva halinde çıkan tırtıllar sık tüylü ve siyahtır. Büyük bir iştahla devamlı dut yaprağı yerler ve dört beş defa gömlek değiştirerek bir ya da bir buçuk ayda 7 veya 8 santime ulaşırlar. Büyüdükçe renkleri açılır ve tüyleri kaybolur. İyice büyüyüp de hücrelerine yerleşince üst dudağındaki delikten iplik halinde zamk gibi bir sıvı çıkararak kozasını yapmaya başlar. Tırtıl önce kozanın dış kısmını sonra kendi vücudunun etrafını örmeye devam eder ve görünmez olur. Eğer kendi haline bırakılırsa iki üç hafta içinde kelebek haline gelerek ördüğü kozayı parçalar ve dışarı çıkar. Fotoğraf: Demet Argun Güngör 14 15 bursa öyküsü 16 İpekten bir gün Büyük hayalleri vardı. Kendisine yumuşak ve parlak bir liften ev kuracaktı. Hayalleri o kadar derindi ki düşüncelere dalar giderdi. Aradan uzun zamanlar geçti. Önce olduğu yerde sarmaladı kendisini kozayla, evi oldu. Sonra iplik olup kumaşa döndü ve en sonunda yaşamın içerisine katıldı derinlere dalarak… Yazı ve Fotoğraflar: Engin Çakır İpekböceği elbette bir tırtıl… Lifi kendine koza örmek için üretiyor ve insanlar bu liften iplik yapıp kumaş dokuyorlar. Çok sağlam bir ip olan ipek boyanınca da gösteriş kazanıyor. Fakat ipeğin Bursa’daki karşılığı elbette ki çok daha fazla... Yüzyıllardır binlerce aileye geçim kaynağı olmuş, ticareti hareketlendirmiş ve beraberinde kültürel bir birikim getirmiş bu tırtıl. Bugün Kozahan’da düşüncelere dalıp gidenler belki de bu yüzden bu hissi yaşıyorlar. 17 bursa öyküsü Bahar gözlerine dolmuştu küçük kedinin. İlk kez içini ısıtan güneşin mahmurluğu üzerinde, gerim gerim geriniyordu. Hani sanki Kozahan yapıldığından beri orada yatıyordu. Zamanda kaybolan bu mekânda, yanında bir bardak çay ile bir akşamüstü simidine ya da Türk kahvesine kim hayır diyebilir ki? 18 Koza Han’ın içindeki geniş, dikdörtgen avlunun tam ortasındaki küçük mescidin altındaki şadırvanın etrafında yaşananlar yüzyıllardır farklılaşsa da hissedilenler çok da değişmiyor. Bursa’da huzur Kozahan’da nefes alıyor. 19 bursa öyküsü Atılan her adımda, ipekten bir geçmişi hissetmek mümkün hanların en ipeksi olanında… Yüzyıllardır Bursa ile özdeşleşmiş bir yapının hala yaşamın içerisinde olduğunu hissetmek, onu anlamaya biraz daha yaklaşmaktır. 20 21 bursa öyküsü Kapıları hiç kapanmadı Koza Han’ın… Yüzyıllardır büyük bir tevazu ile kucaklıyor misafirlerini. Zaten kimse de çarpıp çıkmıyor kapısını. Herkes kapıların açık olduğunu biliyor ve yine geliyor... 22 23 tema Baharla gelen aşk esintisi 24 Tıpkı bir aşk gibi bekleriz her sene “onun” gelişini. Her sene geleceğini bilsek de isminin başında “ilk” sıfatının olması bizi hep heyecanlandırır. Doğa renkleri ile haykırır tüm evrene enerjisinin gücünü. Bir aşk masalının şiirsel sayfaları gibidir ilkbahar… Yazı ve fotoğraflar: Engin Çakır Uludağ “Bahar geldiğinde mi ben böyle olurum? Yoksa böyle olduğumda mı gelir bahar?” diyor Ayşe Kulin bir Candan Erçetin şarkısında. Neler olmaz ki bahar geldiğinde… Mart, nisan ve mayıs ayları doğanın ruh göçü zamanıdır. Bir süre aramızdan ayrılan hisler yeniden bize dönerler. Bir mevsimden çok şeydir baharın anlamı. Diğer mevsimlere göre çok daha fazla anlamlar içerir. Umuttur her şeyden önce… Sevinçtir çoğu kişi için. Bazen yeni bir hayat anlamına gelir. Sıcak günlerin habercisidir. Buz kesen aylardan, iliklerimize kadar donduran soğuklardan bir sıyrılış… Uludağ Diğer taraftan özlemin en güzel halidir. Kış boyu daralan ve bunalan insanlar baharla birlikte yüreğini de yeşertir. Yarınlarına daha sıcak bakabilir. Yaz aylarını seven insanlar bile baharı çok severler. Çünkü yazı onlara taşıyan yine bahardır. Bu yüzden ilk teşekkürler hep onadır. Tebessüm ettiren bu rengârenk mevsim, yeniden dirilişin yaşandığı mevsimdir. Son cemrenin toprağa düşmesiyle topraktan beslenen ve ölüm uykusunda olan tüm canlılar uyanmaya başlar yavaş yavaş… Önce küçük küçük yeşil otlarla, kır çiçekleriyle gösterir yüzünü bahar bize. Sonra sanki "ben de buradayım, eski ihtişamımdan hiçbir şey kaybetmedim, alımla morumla işte yeniden doğuyorum" der gibi ağaçların çiçekleriyle süslenmesi, sokakların mis gibi çiçek kokularıyla dolması, güneşin tenimizi hafiften yakmaya başlaması gelir... Herkesin yüreğini pır pır ettirir yeniden dirilişe şahit olmak. Kupkuru dallar, kupkuru topraktan can bulurken, insanlar da can bulabilir bu mis kokan mevsimde. Kuru dallar bile yeniden dirilebiliyorsa neden ben de dirilemeyeyim der insan... Antonio Vivaldi'nin Four Seasons şarkısının ilkbahar bölümü daha başka bir anlam kazanır bu mevsimde. Kuzey yarım kürede 21 Mart - 22 Haziran, güney yarım kürede 23 Eylül - 22 Aralık arasındaki zaman dilimi kapsayan ilkbahar tüm dünyada “aynı 25 tema Tirilye anlama” gelir. İlkbahar veya ilkyaz, doğa döngüsünde kış ile yaz arasındaki mevsimdir. İlkbaharda ağaçlar çiçek açar, hava sıcaklığı artmaya başlar. Karların erimesi ve bol miktarda yağışların yağması ile su yatakları olan dereler, göller, göletler ve barajlar su ile dolar. Doğa en güzel pozlarını baharda verir. Her yer suyla doluyken, doğa can bulur. Her yana dağılan çiçekler dünyanın rengini bir anda değiştiriverir. Fakat her güzel şeyin olduğu gibi bazı kötü yanları da vardır baharın… Yerel hava depresyonu olarak meydana gelen hava değişikliklerinde halk arasında Kırk İkindi adı verilen sağanak 26 yağışlar başlar. Bu yağışlarla şiddetli gök gürültüsü, yıldırım düşmesi, dolu tehlikesi ve sel felaketleri de görülür. Bazen bu yağışlar çiftçilere çok zarar verir. İnsanlar üzerinde de sağlık açısından olumsuz etkileri olabilir. Yorgunluk, halsizlik ilkbaharın insanlar üzerindeki olumsuz etkilerindendir. Bu duruma tıp dilinde kısaca “Bahar Sendromu” denir. Aslında bu biraz da psikolojik olarak da ortaya çıkar… Sevgililere “bahar gözlüm” denmesinin sebebi ise baharın renklerinde saklıdır. Bir düşünün bahar renklerini. Turkuvazdan yeşile, sarıdan pembeye, kırmızının en koyusundan beyazın en sadesine kadar neredeyse her renk doğanın yeni renkleri oluverir. Makyaj gibi görünse de doğal olduğu renklerin birbirine olan uyumundan bellidir. Ve ilkbaharda yeni aşklara doğru yelken açar insan. Bunun mevsim geçişlerinden etkilenen hormonlarımızla alakası olsa da esas neden doğanın her şeyi bize daha güzel sunuyor olmasıdır. Tıpkı Sezen Aksu’nun şarkısındaki gibi, neden her bahar âşık olur insan? Bunun sebebi sadece “geldi bahar ayları, gevşedi gönül yayları…” şeklinde açıklanabilir mi? 27 tema Suuçtu Şelalesi, M.Kemal Paşa İlkbahar Yüzümü bulutlara kaldırıp, Dua eder gibi mırıldanıyorum. Kuşlarla, otlarla yıkanıyorum. Rüzgârla, ilkbaharla… Güneş gözkapaklarımı ısıtıyor. Ah! Güvenilmez ilkbahar güneşi… Rüyada mıyım, gerçek mi bu? Hem var gibiyim, hem yok gibi. Bir güney kentinde, bir kıyı kahvesinde... 28 Başakların sonsuz salınışı… Burada, kendimle baş başa… Ömrümü böylece tamamlayabilirim. Bir kuşu dilinden hiç öpmedim. Belki bir gün öpebilirim. Belki bir gün rüzgâr olurum ben de. Eserim başakların üzerinden. Kalbim bir yaz gününe karışsın isterim. Bir kuş cıvıltısında doğmak için yeniden… Ataol Behramoğlu 29 detaylı bakış Hazırlayan: Sezai Evans “Uçurtma hayaliyle yaşamak” Eskiden her çocuğun bir uçurtması, bir de sicim ipi vardı sarmalık. Ona bakmaktan boynu tutulur, rüzgârdan gözleri sulanır ama yine peşinde koşardı kuyruğunun… Gökyüzüne doyardı klavye bozmaktansa… Baharın geldiği şu günlerde mavi gökyüzüne en çok yakışacak olan renk uçurtmalar… 30 Hatırlar mısınız acaba? Uçurtmayı Vurmasınlar filmi 89 yılında hepimizi tebessüm ettirerek ağlatmıştı. Gökyüzünde uçan uçurtmalarla çok şey anlatılıyordu filmde. Senaryosu Feride Çiçekçioğlu’na ait bir Tunç Başaran filmiydi. Beş yaşındaki bir çocuğun gözüyle kadınlar hapishanesinin ve sevginin öyküsünü anlatıyordu. Küçük Barış'ın (Ozan Bilen) dört duvar arasında ne suçu vardı ki? Oysa esrardan tutuklanan annesiydi. Barış henüz algılayamadığı bir garip dünyanın içinde, her yanı soğuk ve sağır duvarlarla çevrili bir hapishane avlusundaydı. O kısır döngünün içinde sevimli bir çocuktu sadece. Öylesine çocuktu ki tuvaletini tutamayıp altına kaçırdığında aklımızdan hiç çıkmamış o repliği söyleyiverdi bir anda: “Ben işemedim Miki işedi!” Barış’ın tek dileği uçurtmalardı pek çok çocuk gibi. Gökyüzünü ve özgürlük uçurtmalarını gözlüyordu. İnci Abla’sı (Nur Sürer), özgürlüğüne kavuştuktan sonra bir gün uçurtma olup geri döneceğine söz bile vermişti. Uçurtma onun hayalleriydi, gökyüzünde onun göremediklerini gören en sıkı dostuydu… Sizin uçurtmalarınız da hayalleriniz mi? Uçurtma denince çok şey var mı aklınızda? Gazeteden miydi uçurtmanız yoksa jelâtinden mi? Elektrik direğine mi takıldı yoksa? Yıllarca yüzüne bakılmadı, renkleri mi soldu? Ya da ipi mi koptu? Yoksa mahallenin en güzel uçurması sizinki miydi? Öyle çok şey var ki uçurtma için söylenecek… Uçurtmayı elinize ilk aldığınızda uçuramayacağınızı düşünürsünüz. O koca gökyüzünün altında ezilip kalacağınızı, rüzgârın yardım etmeyeceğini ve üzüleceğinizi… Çıtalarından kavrayıp rüzgâra karşı tuttuğunuz anda ise her şey değişir, sınır tanımaz bir heyecan kaplar içinizi. Koşup sizinle birlikte bir an önce yükselmesini arzularsınız. Yeryüzünden soyutlanıp sonsuzluğa kucak açmak istersiniz. Onunla en yükseklere çıkıp göremediklerinizi görüp, soluyamadığınız havayı solumak istersiniz. Belki de yavaşça başlayan bir salon dansı gibi rüzgârla ahengi yaşarsınız ve sonunda uçurtma olursunuz. Siz de uzak kalmayın uçurtmayla gökyüzünü renklendirmekten. Mavi gökyüzünü rengârenk uçurtmalarla boyayın. Yaşamın hengâmesinden biraz olsun kendinizi soyutlayın ve doğanın farklı kokularıyla baş başa kalın. Gökyüzüne yükselen uçurtmanıza sarıldığınız gibi tutkuyla sarılın hayallerinize. Sanmayın ki uçurtma sadece kâğıt ve çıtalardan oluşuyor. Uçurtma esasında sokak oyunları kültürünün yegâne parçası. Çocukluğunuzun peşinizi bırakmayan yüzü... Doğayı koruma bilincinin simgesi. Tüm bu soysal ve duygusal birikimlerin yansıması… Bu yansımaların içerisinde rengârenk anlamlar içeren kocaman bir dünya sanki. (M.Ö) 3000 yıllarında Çin’de çıktığı tahmin edilen uçurtmayla ilgili dünyada binlerce kulüp, birlik, federasyon vb. kuruluşların önderliğinde yerel, ulusal ve uluslararası pek çok yarışma, festival ve dünya şampiyonaları organize ediliyor. Bu katılımın tek açıklaması yaşanan heyecan… Doğa dostu olması, onu simgelemesi ve gökyüzünün mavisine en güzel arkadaşlardan bir tanesi olması şüphesiz… Uçurtma etkinliklerinin sayısı giderek artıyor. Sadece çocukların değil, büyüklerin de bu etkinliklere yönelik yoğun ilgisi var. 31 detaylı bakış Bir de seyri var elbet... Rüzgârın hareketlerini hissetmekten alınan tarifsiz keyfi… Uzaktan bile görseniz, ipinin ucunda eğlenen, hayattan keyif alan birisi olduğu bilirsiniz. Ya da bazıları vardır bagajında bile uçurtma taşır. Canı sıkıldıkça arabaya atlayıp uçurtma uçurmaya giderler. Hepsi uçurtmayı anlatır. Uçurtmanın da bir efsanesi var... Efsaneye göre Çinli bir adam, şapkasının uçmasını engellemek için şapkasını iple bağlamış. Böylece ilk uçurtmayı istemeden de olsa icat etmiş. Daha sonra Çin'den Kore ve Hindistan'a giden tüccarlar aracılığıyla tüm Asya'ya yayılmış. Japonya'daki Budist rahipler uçurtmaları kötü ruhları uzaklaştırmak ve o yılın hasatını artırmak için kullanmışlar. Başka bir hikâye de 300 yıl öncesinden. Nagoya Kalesi'nin çatısındaki altın heykeli çalmak isteyen bir hırsızın çatıya çıkmak için kendisini bir uçurtmaya bağladığına inanılıyor. Uçurtma 32 hikâyelerini Avrupa'ya taşıyan kişi ise Marco Polo olmuş. Daha da ilginç bir not ise şu: 1822'de George Pocock isimli bir öğretmen at arabasının hızını uçurtma yardımıyla 20 mile çıkarmış. Avrupa'da ise meteoroloji çalışmaları ve telsiz konuşmaları için geliştirilmiş uçurtmalar… Uçurtma da teknolojiden nasibini alanlardan oldu. Eskiden tek ipli bildiğimiz uçurtmalar varken artık iki, üç hatta dört ipli ya da kumandalı uçurtmalar dahi var. Saatte 200 km hıza ulaşabilen uçurtmalar bile var. Ama bu uçurtmaları uçurtabilmek ve kontrol altında tutmak için bilgi ve tecrübe şart. Gün geçmiyor ki yeni bir uçurtma modeli çıkmasın. Fakat ilginç olan ülkelerin de belli tercihleri olması… Türkiye’de, Suriye’de ve Yunanistan’da klasik altıgen uçurtmalar yaygınken, Afganistan ve Hindistan'da "fighter" yani kavgacı isimli uçurtmalar meşhur. Bu ülkelerde mavi gökyüzüne aslında çok da yakışmayan bir durum söz konusu... Uçurtma sahipleri birbirlerinin uçurtmalarını nişanlayıp diğerini düşürmeye çalışıyor. Birçok konuda olduğu gibi uçurtma dünyasında da ABD ve Avrupa ülkeleri oldukça gelişmiş. En yaygın modeller Cody, Rokkaku, Eddy, Genki ve Box diye biliniyor. Akrobasi uçurtmaları ve “flowform” modelleri ise ABD'de oldukça popüler. Hollanda'da ise her rüzgâra göre uçurtma var. Böylece fırtınada bile uçurabiliyorsunuz. Uçurtmanın kendi ekseni etrafında dönmesi "spin", yüzü yere yatarak 360 derece dönmesi ise "axel" olarak tanımlanıyor. Burnu yere dönük olan uçurtma birden sırtüstü yatıyorsa bunun ismi de “fade” oluyor. Kısaca matematik defterinden yapılan nam-ı diğer şeytan uçurtmalarını bilen çocuk sayısı az artık. Ortasında üç çıtası olan, renkli kâğıtlarla süslenen, mahallece gidilen pikniklerde kuyruğuna jilet takılarak kapıştırılan uçurtmalar... 33 kitabi Panait İstrati “İnsan olmak ve hayatı hayvanlardan daha az anlamak ne hazin şey.” Kızlar uçurtmaya mı yoksa ipi elinde tutana mı âşık olur? Emine Civanoğlu Bitmez tükenmez gevezeliklerini dinliyorum, beni köpekleri gibi okşayıp avutmasından hoşlanıyorum ama artık odamdan bir yere kımıldayamıyorum, avlumuzdan dışarı çıkamıyorum. Epaminonda da artık beni görmeye gelmiyor. Bu bölüşme ikimizi de öldürüyor. Böyle sürüp gidemez hep. Kendi hesabıma ben ne pahasına ve nasıl olursa olsun bu işkencenin sonunun gelmesini tercih edeceğim! Sonu geldi ama bu, hummalı kıskançlığımın tahmin ettiği en acı sonuçlardan bile bambaşka bir şey oldu. Bir gün sokakta kızılca kıyamet koptu. 34 Çok sevdiğiniz, yazdıklarını ne zaman okusanız kendinize geldiğiniz, onun kelimeleri ile serpildiğiniz yazarlar vardır, onlara diyecek sözüm yok ama bilmenizi isterim ki Panait İstrati, tanıştığınız andan itibaren, o çok sevdiğiniz diğer bütün yazarlardan ayrı bir yerde duracak ve gözünüze, aklınıza her iliştiğinde size ‘hayat öyle güzel ki uçurtma da ben, rüzgar da ben, ip de ben, dağ da nehir de ben, uçurtmanın peşinden koşar gibi yapıp o kızın peşinden koşan adam da ben” diye hissettirecek bir yazar. Hikayelerinin tadı, sabahtan akşama kadar çayırda çimende oynayıp koşa koşa eve vardıklarında çocukların önlerine sürülen sıcacık, kabuğu çıtır çıtır, arasında tereyağı eritilmiş köy ekmeğinin tadı gibi. Yol kenarındaki tarlalarda haylazlık eden, aşık oldukları kızların hayali ile güneşin altında kendinden geçen ergenlerin, dolaptan aşırdıkları ev yapımı şarabın yanına katık etmek için hemen oracıktan topladıkları taze baklanın tadı gibi. Yeni kaynatılmış vişne reçelinin kabaran pembe köpüğü gibi. Yunan bir tüccarla Romanyalı bir çamaşırcı kadının evlilik dışı ilişkilerinden dünyaya gelen İstrati, iyi bir öğrenim görememiş ama hayatı boyunca birçok ülkeyi gezmiş. 1909’da toplumcu işçi hareketine katılmış. Toplumcu çizgideki dergi ve gazetelerde redaktörlük yapmış. Edebiyat alanındaki başarısızlığı üstüne yoksulluk da eklenince, başarısız bir de intihar denemesi olmuş. Yeniden doğuş, onun en iyi bildiği durumlardan, duygulardan biri. Zaten hayatının her anı zor, çılgınca, baş edilmesi imkansız durumların sonrasında yeniden yeniden doğmakla geçmiş. İntihar teşebbüsünün ardında hastanede cebinde bulunan mektup, yazıldığı kişiye gönderilir hastane yetkilileri tarafından. Bu kişi Fransız yazar Romain Rolland’dır. Rolland Panait İstrati ile ilgilenir. Yaşadıklarını yazması için teşvik eder. Hikayelerinin yayımlanması için yardımcı olur. Böylece edebiyat tarihinin önemli yazarlarından biri ortaya çıkar. İstrati, ‘Balkanların Gorkisi’ olarak kabul edilecek kadar beğenilir ve kısa sürede bütün dünyada tanınır. Bir sabahtı. Kapımızın önünde uçurtmamla oynuyordum. Uçurtma çok yükselmişti. Uçuş gücünü denemek için yumağımdaki bütün ipi boşaltmıştım. Oyuncağımın üstünlük ve eksikliklerini anlamaya çalışıyordum. Birden uzaktan gelen bir çığlıkla irkildim: Arkadaşım olan kızın sesiydi. Sokağın ta bir başında kovaları yere atmış el çırparak bağırıyor, bacaklarının var kuvveti ile bana doğru deli gibi koşuyor, birtakım işaretler yapıyordu. Arkama baktım, iki atlı bir arabanın hızla yaklaştığını gördüm. Avludan kaçmış olan küçük köpek Leu, sokağın ortasında, tehlikeden habersiz kulağını kaşıyıp duruyordu. Bir an duraksasam, arkadaşımın en sevgili köpeği ezilecekti. Uçurtmamı bıraktım, atıldım ve köpeği hayvanların bacaklarının altından kurtardım ama araba bana çarptı; düşüp bayılmışım. Kendime geldiğimde, ezilmiş kaburga kemiklerimi ispirto ile ovuyorlardı. Arkadaşım, Leu’yu kucağına almış, orada beni bekliyordu. Aralıktan bana köpeği uzattı, alırken arkadaşımın yüzündeki acı ifade beni ürküttü. Neden yüzün böyle sarı? dedim. Boğulur gibi: Leu’yu sana veriyorum, dedi. Onu sevmesini bilecek misin? Evet, hem de çok. Sevdiğin uğrunda neler yapabilirsin? Her şeyi! Panait Istrati'nin bu romanı, adında söylendiği gibi aslında Sokak Kızı'nın yani Nerrantsula’nın değil, Marco'nun hikayesi... Marco, Tuna Nehri kıyısında yaşayan orta halli bir ailenin tek oğlu; on altı yaşında bir delikanlı. O yaşa kadar aşka düşmemiş olan Marco'nun gönlü, çevresindeki en asi, en delişmen kıza vuruluyor hikayede. Kimi kimsesi olmayan, suculuk yapan bu sokak kızı, köpekleriyle birlikte avlulu bir odada yaşıyor. Marco bir gün kızın dikkatini çekebilmek için, köpeklerinden birini araba altında kalmaktan kurtarıyor ve küçük sokak kızı onun sevgilisi oluyor. Ancak gönlü kabak çiçeği gibi açılan Marco, sokak kızının bir başka sevgilisi daha olduğunu çok geçmeden öğreniyor ve o kabak çiçeği kendi köküne küsecek hale geliyor. Sevdiği kıza olan aşkını kendi yaşlarında bir çocukla daha paylaşmak zorunda kalan Marco’nun, Tuna kıyısındaki İbrail şehrinin şiirli dekoru içinde aynı ateşli ve gizemli kızı seven iki delikanlının derin bir arkadaşlık içinde karanlık diplere sürüklenen korkunç çatışmalarının hikayesi bu. Sakat bir genci kurtarmak için her şeyini, namusunu bile feda eden kimsesiz bir sokak kızının soylu ruhunun hiyakesi. Nil kıyılarında devam ederek, Boğaziçi'nin büyülü sularının dibinde sona eren acıklı, içli bir aşk ve dostluk serüveni... Istrati, bütün çırpınmalarına karşın, peşinde koştukları mutluluğa bir türlü erişemeyen dört arkadaşın trajik kaderlerini, çocukluk anılarının tadıyla anlatıyor yine bu kitapta; biz büyüsek de içimizin panayır yerlerinde, bir briket duvar üstünde çırpı bacaklarını sallaya sallaya oturan çocukluğumuzun, ağzının suyu aka aka yediği horoz şeker tadında yani. Marco, kıskançlıkla, hırsla, aşkla, dostlukla ilgili güçlü sınavlardan geçiyor ve bu sınavlar, Marco'nun gerçek dostluğu, gerçek aşkı keşfetmesine rehberlik ediyor. Sokak Kızı, mutlu sonla biten, sevimli bir aşk öyküsü değil. Kenar mahallelerden, küçük yöre insanlarından çıkan gerçek, sert, zorlu bir aşk öyküsü. Aşkın sadece bir kişiye değil, aynı anda birkaç kişiye kalbi pay edebilen bir duygu olduğunu düşünen Nerrantsula, küçük yaşına rağmen büyük bir akılla ve coşkuyla sevdalı olduğu iki genç adama da bunun olabileceğini türlü yollarla anlatmaya, onlar arasındaki kıymetli dostluğu da aynı coşkuyla korumaya çabalıyor hikaye boyunca. “Etrafımda yemek ve çoğalmak için yaşayan her zamanın ve her yerin insanlarından başka kimseler görmüyorum. Onlardan nefret etmiyorum ama beni hiç ilgilendirmiyorlar. Dünyayı bir hara ve yemekhane gibi görmeye alışmamışım. Kuşkusuz insanlığın yüzükoyun yerde sürünmemek için elinden geleni yaptığını bilmiyor değilim ama ne yalan söyleyeyim bu konudaki gayretleri bana acınacak şeyler gibi görünüyor. Hiçbir büyük şey yapılmıyor.” İyi insan olmanın her koşulda mümkün olduğuna inanmakla kalmayıp bunu her fırsatta hem okurlarına hem dostlarına anlatan Panait İstrati, Rumen yazarlar listesinin başında yer alıyor. Balkanlardaki yazarların hepsinin taşıdığı ortak özelliklere sahip bir üslubu var yazarın. Daha batıda olanlar, onun üslubunu ‘bin bir gece masalı’ anlatısına benzetiyorlar. Hayatını, Panait İstrati okumadan geçiren ve yolun sonuna öyle gelen insanlar var. Sen onlardan olma. 35 dilbilgisi Türkçe sözlüğü Her gün Türkçe olmayan onlarca kelime çıkıyor ağzımızdan. Bu duruma sebep olanları uzun uzadıya anlatmak yerine, güzel Türkçemizden bazı kelimeleri hatırlatıyoruz sizlere. takım Fr. équipement ekipman dolaylı Fr. indirect endirekt sözsüzFr. instrumentalenstrümantal koruma aracı Fr. escorte eskort köken bilimi Fr. étymologie etimoloji hızlı hücum İng. fast break fast break dörtlü final İng. final-four final four ön gösterim İt. gala gala insancıllık Fr. humanisme hümanizm yalıtım Fr. isolation izolasyon ayrışık Fr. hétérogène heterojen özel dikiş Fr. haute-couture haute-couture gümrüksüz mağaza İng. free-shop free-shop ileri uç, ileri uç oyuncusu İng. forward forvet dürüst oyun İng. fair play fair play Katkılarından dolayı Türk Dil Kurumu’na teşekkürler. 36 37 rengarenk Suuçtu Şelalesi, M.Kemal Paşa Yazı ve fotoğraflar: Engin Çakır Yeşillenmeye başlayan sevinç aslında Dürüstlüğün ve sevincin simgesi Yeşil; hayatı cıvıl cıvıl, insanı mutlu, doğayı anlamlı kılan rengin ismi… Doğasıyla tüm şehirleri kıskandıran Bursa’nın rengi… Dinlendirici etkisiyle bizlere huzuru yaşatan Yeşil, bizimle uyum içinde yaşayan yegâne renk… 38 Suuçtu Şelalesi, M.Kemal Paşa Sarı ile koyu mavinin ya da koyu kırmızı ve açık mavinin iyi dengelenmiş karışımları ile vücut bulur yeşil. Sıcak renkleri soğutmaya yönelik bir girişim sonucu ortaya çıkmıştır. Yeşili meydana getiren bu renkler, kendilerine has bir harekete sahipken, karşı hareketleri nedeniyle birbirleri üzerinde bir fren görevi görürler, iki renk de hareketsiz kalır ve ortaya yeşil çıkar. Yeşil yaşamın kaynağını simgeler. Kırmızının ateşini söndürür. Yeşil var olan en huzurlu renktir. Yorgun ve hasta insanlar üzerinde yararlı etkisiyle daha çok olumlu çağrışımlar yapar. İlkbaharda toprağın yeşil bir örtüye bürünmesi, yeniden doğuşu, yaşamı ve umudu simgeler. Sıcak sarı ve maviye eğilimli soğuk kırmızının birleşmesinden oluşan ılık yeşil, ilkbaharın gelmesiyle, karları eritir ve bereketli yağmurları yağdırır. Serinleten, temizleyen ve rahatlatan bir renk olan Yeşil, inancın, esenliğin, tinsel ve maddi zenginliğinin, kurtuluşun ve ahret mutluluğunun simgesi olarak Müslümanlıkta en kutsal renk sayılır. Batı kültüründe, dini anıtlarda, mezarlarda kutsanan bir renk olmakla birlikte, kiliselerdeki vitraylarda teni ve gözü yeşil olan kötü Şeytan’ın rengidir. Dolayısıyla uğursuz, sakınılması gereken tehlikeli bir renk olarak algılanır. Fransızca'da "korkudan yüzün yeşil bir renk alması'' anlamında kullanılan "etre vert de peur", Türkçe'de "yüzü sapsarı oldu" deyimiyle, yani sarı renkle verilir. İçinde kırmızıyı da barındırdığından olsa gerek, günümüzde bu renk, giz düşüncesini çağrıştırır. Bu gizemli yönüyle kanları yeşil akan, tenleri yeşil olan uzaylıları da çağrıştırır ve kozmik bir anlam kazanır. Yine günümüzde, tehdit edilen doğaya karşı çıkan Yeşilcilerin sembolü olmuş ve yüceltilir. Yeşil, akla gelen ilk renklerden olmasına rağmen bir ana renk değil turuncu ve mor gibi ara renktir. Sarı ve mavi renklerin karışımından oluşan Yeşil, doğa ananın rengidir. Doğadaki çoğu şey yeşildir. Ağaçlar, çayırlar, çimenler… 39 rengarenk Yeşil ve Doğa Bitkilerin yaprakları klorofil maddesi yüzünden Yeşil’dir. Ağaçların ve doğanın hâkim renginin yeşil olması bu yüzdendir. Yeşil renk, çevreci hareketler tarafından da sıkça kullanılır. Toprağın ruhu gibidir Yeşil. Solgun geçen mevsimlere inat, dirilişi temsil eder adeta. Ağaçların ve çiçeklerin can bulduğu toprağa, güzelliğiyle tılsımlı bir dokunuş yapan Yeşil, can veren bir renktir. Yeşil ve Bursa Bursa’nın tüm Türkiye’deki namı Yeşil olmasından ileri gelir. Zaten lakabı 40 da ‘Yeşil Bursa’dır. Uludağ ve Bursa Ovası’nın hakim rengi Yeşil’dir. Bursa Bursalılara doğadır, doğa ise Yeşil… Bursa'da Setbaşı Köprüsü’nden biraz ileride kendinizi bulacağınız semtin ismi de Yeşil’dir. Yeşil Cami ve Bursa’nın simgelerinden Yeşil Türbe bu semttedir. Yeşil ve Simgeledikleri Yeşil, güveni simgeleyen bir renk... Bu sebepten banka logolarının çoğu Yeşil… Amerikan Doları’nı simgeler hatta filmlerde para yerine kullanılır. Sonsuz bereket anlamına gelir ve sürekli oluşumu çağrıştırdığından hayatı ve içinde sakladığı dengeyi sembolize eder. Anadolu’da bereket ve bolluğu simgelerken Avrupa kültüründe umudu anlatır. Doğu Karadeniz’i akıllara getirir. Yeşil, Din, Konya, Mevlana ve Türbe Tıpkı Bursa gibi Konya’nın ve türbelerin rengi de Yeşil’dir. Tarihi türbelere sahip olmasından dolayı bu renkle çağrışan Konya yine Yeşil renk ile özdeşleşmiş bir âlimin de ev sahibidir. Mevlana Celaleddin Rumi’nin ve türbesinin rengi yeşildir. Yeşil’de dinsel ya da mistik bir anlam vardır. Müslümanlıkla örtüşen bir ana renk olduğu gibi Hıristiyanlarda da bu renk, inanmanın ve ölümsüzlüğün bir simgesidir. Bolluk duygusu verir. 41 rengarenk Yeşil ve Tonları Kendine güvenen, zarif ve uyum içinde yaşamayı seven kadınların rengi olan Yeşil, içinde bulunulan ortama da üretici kimliği kazandırır, verim artar. Her tonu için farklı etkileri olmakla birlikte; özgür, üretken ve huzur arayan insanlar Yeşil’de aradıklarını bulabilirler. Çağla Yeşili, Yağ Yeşili, Zeytin Yeşili, Petrol Yeşili, Haki Yeşil, Nil Yeşili gibi tonları vardır. Yeşil ve Beslenme Doğal ve sağlıklı beslenmeyi yansıtan bir renk olan Yeşil, piyasadaki tüm diyet bisküvi paketlerinde de kullanılır. Ayrıca doğru beslenme ile ilgili yapılan programlarda veya hazırlanan kataloglarda, genelde beyaz fon üstüne Yeşil kullanılır ve sayfa yeşil tonlarla süslenir. Yeşil aynı zamanda endüstrinin simgesi olarak bilinir. Yeşil ve Askeriye Yeşil’in özdeşleştiklerinin başında Askeriye gelir. Çünkü askeri karasal kamuflajlar yeşil tonlarındadır. Bunun sebebi ise askeri operasyonlarda düşman tarafından kolayca fark edilmeyi önlemektir. Yeşil tonlarda giyinen askerler böylelikle doğanın içinde gizlenmiş olurlar. 42 Yeşil, Hulk, Shrek, Maske ve Matrix Dinlendirici kimliği ile soğuk bir renk olan Yeşil, ferahlık ve açıklık hissi uyandırmasının yanında sinema sektörüne damgasına vurmuş bir film olan Matrix ile de özdeşleşmiştir. Bilişim teknolojisi ile örtüşen ve 01 mantığına en yakışan renk olan Yeşil, Matrix filminin baskın rengidir. Çizgi roman karakterleri Hulk, Shrek ve Maske’nin rengi de yine Yeşil’dir. 43 hemzemin Sembolik hikâyelerden “Ben”e varış Yolculukları severim. En çok da uzaklaştığım kadar kendime yakınlaştığım içsel yolculukları… Yolculukta yer değiştirmek değil, orada karşılayandır önemli olan. Bu bir can da olabilir, bir duygu da hatta “ben” bile olabilir. En güzeli de budur zaten, ben’e yolculuk… 44 Nazlıhan Ergin Şevik Yolcu olmayı da, yoldaşlığı da severim. Bir roman karakterinin maceralarında onu, gölgesi gibi izlemeyi, onunla beraber nehirler geçip, sokaklar arşınlamayı severim misal. Bir şarkının kollarımdan çekip, beni bambaşka bir yörüngeye sokmasını, bir resmin imgeleri arasında yolculuk etmeyi, bir başkasının hikâyesinden yola çıkıp kendime varmayı… Edebiyattan sinemaya, güzel sanatlardan müziğe ilham veren en güzel temalardan biri değil midir ‘yolculuk’. Bazen fiziki yolculuklar konu alınır, bazen manevi… Maddeye ya da manaya her neye olursa olsun yolculuğun insana kattığı çok şey vardır. Yolculuklar büyütür insanı, besler ve bazen yeniden doğmasını sağlar. Özellikle merak, kavuşmak, öğrenmek, yüzleşmek, aramak gibi eylemleri metaforlaştıran yolculuklar insan yaşamında hep dönüm noktası olmuştur. Ve spritüel açıdan da bu yolculuklar birçok eserin yönünü tayin etmiştir. Neredeyse sevdiğim bütün eserlerin bu tema üzerine yoğunlaşması tesadüf değildir sanırım. Sanat, edebiyat insanın içine çıktığı yolculuğun kılavuzu değil midir pek çok zaman. Çocukluğumun vazgeçilmez çizgi filmleri Alice Harikalar Diyarında ve Keloğlan’ın maceralı yolculuklarında, ortaokul yıllarında okuduğum Simyacı’daki Santiago’nun yolculuğunda, lisede okuduğum Dante’nin İlahi Komedya’sında, arka kapağında “Yapmaya değecek tek yolculuk, içimize yapacağımız yolculuktur” yazan Susanna Tamaro’nun kült eseri “Yüreğinin Götürdüğü Yere Git”’te hep aynı sembolik yaklaşım vardı. Sonra Mevlana’nın Mesnevi’sinde ve ona ilham olan Ferüddin Attar’ın Türkçe’ye “Kuşların Diliyle” ve “Kuş Dili” diye çevrilen ve Doğu Klasikleri’nin başyapıtlarından sayılan “Mantıku’t Tayr”* eserinde… Mantıku’t Tayr’da kuşlar üzerinden tasavvuf felsefesi ve inancı anlatılır. Farklı özelliklere ve zaaflara sahip kuşların, Pers mitolojisinin en tanıdık efsanevi kuşu olan Simurg Anka’ya ulaşma isteğini, yolculuklarını, pes edişlerini konu edilir. Simurg’u bilirsiniz, rengârenk parlak tüylü, güzel sesli, etrafına şifa olan, bembeyaz gerdanıyla tüm kuşların sultanı bir şark efsanesidir. Kendilerine bir padişah seçmeye karar veren tüm kuşların toplandığı sırada Hüdhüd kuşu çıkıp, onlara Kaf Dağı’nın ardında yaşayan bilge Simurg’dan bahseder. Onun bütün kuşların efendisi olduğunu fakat ona ancak zahmetli bir yolculukla ulaşabileceklerini söyler. “Bize bizden yakın, bizimse uzak” diye tabir ettiği Simurg’u ararken onlara kılavuzluk edeceğini ekler. Tüm kuşlar Hüdhüd’ün peşine takılıp Simurg Anka’yı aramak için yola çıkarlar. Fakat yol gerçekten de çetindir. Hepsi Simurg’a ulaşmak istese de yorulurlar, Hüdhüd’e bahanelerini söyleyip pes ederler. Bülbül gülü, papağan abıhayatı, tavus kuşu cenneti, kaz suyu, keklik mücevheri arzular. Yol uzundur, aşılacak yedi vadi vardır, bunlar; istek, aşk, marifet, istinga, vahdet, hayret, yokluk vadileridir. Fakat bu yolda kimi hırsa kapılmış, kimi sevdasına dayanamamış, kimi dünyevi işlerin peşine düşmüş sürüden ayrılmıştır. Tüm vadileri aşıp Hüdhüd ile yola devam eden ve Kaf Dağı’nın ardına varabilen sadece otuz kuş kalmıştır. Bunca zorluğun üzerine Simurg’u bulamamışlardır fakat sırrı kendi kendilerine çözerler. Farsça “si” “otuz”, “ömurg” ise “kuş” demektir. Ve aslında otuz kuş aradıkları padişahın, sultanın kendileri olduklarını görürler. Çünkü vardıkları o dergâh bir aynadır. Otuz kuş Simurg demektir ve Simurg mana bakımından otuz kuşta vücut bulmuştur. Hüdhüd’ün söylediği şu sözler aslında her şeyi anlatır. “Simurg’u görecek gözün yoksa gönlün ayna gibi aydın değil demektir.” Artık ortada ne yolcu kalmıştır, ne yol ne de kılavuz, çünkü hepsi birdir. İşte bu mitolojik hikâye içsel yolculuğun en güzel örneklerindendir. Kuşlar üzerinden insanı, arayışı, yaradılışı sorgulayan, yaratana yapılan yolculuğun simgelenmesidir. Nedeni, sonucu, sebebi her ne olursa olsun insanın bu tür yolculuklara ihtiyacı var. Çünkü yol özgürlüktür, umuttur, aydınlanmaktır ve varmaktır. Ve son olarak yol üzerine birkaç üstadın dizelerini de hatırlatmak isterim. Yol uzun diye ayna / beni hala görüyor. Sina Akyol Kimler kimler yoktu bizim kervanda/ Birer birer indi hepsi bir handa/ Savrulduk sap saman biz bu harmanda, / Bir gidiş yoluydu, dönüyor çıktı. Özdemir Asaf Yitirdiklerim de oldu/ kazandıklarımın yanında/ bir ben kaldım şimdi/ tek yakın bana / ama ben eskiden de hep böyle/ yalnız çıkardım yola. Metin Altıok Durma, yürü: ayakların yürümekten kabarsın; Ölümlerden kurtulunur ileriye gitmekle! M.Emin Yurdakul Bir yolculuktu bu ve yolun sonunda/ Ulaşmak istediğim kendimdi/ Yalnızlığımın parmak izlerini/ Bırakarak geçtiğim yollara. Ataol Behramoğlu Hemzemin’de buluşmak üzere, sevgiler *Feridüddin Attar. Mantıku't-Tayr. Tercüman: Sedat Baran. Antik Şark Klasikleri; Lacivert Yayıncılık. İstanbul, 2007. 45 semboller Fotoğraf: Engin Çakır - İznik Gölü, Bursa 46 Güneş, mitolojileri gök cisimlerinden kaynaklanan çok tanrılı uygarlıkların bazılarında baş tanrı; göğü baş tanrı kabul edenlerde ise ikinci derecede tapınılan bir gök cismi olmuştu. Ra, Osiris, Mitra, Helios, Şarruma (Telepuni) ve Apollon aynı zamanda güneş tanrısıydılar. Japon imparatorlarına da “güneşin oğlu” denilmekteydi. Güneş Biz azametinin farkında olmasak da güneş her sabah yeniden doğar. Bir süredir ara verdiğimiz sembolizme geri dönelim. Bu seferki konumuz güneş, hayatın kaynağı. Işık ve sıcaklığı sayesinde oluşan yaşamın gerçek kaynağı olmasına rağmen, kuraklığın da başlıca etkeni sayıldığından, insanlar sürekli olarak tepelerinden ayrılmayan bu görkemli cismi hem sevmiş, hem de ondan korkmuşlardı. Güneş için seçilen sembollerin, çiçek olarak daha çok, krizantem, lotüs, turnusol (ay çiçeği); hayvan olarak da kartal, geyik ve aslan olduğuna tanık oluyoruz. Madenler içinde ise madenlerin güneşi olarak adlandırılan altın, başlı başına güneşin bir simgesi sayılmaktaydı. Çin mitolojisinde güneş Yang, ay ise Ying’tir. Çünkü güneş ışıklarını doğrudan, bağımsız olarak yayar, ay ise onları güneşten alarak yansıtır. Bu nedenle, güneş ateş gibi etkin ve erkek, ay ise pasif ve dişi prensipte olmuşlardır. Yunan mitolojisinde baş tanrı Zeus’tur ve bir gök tanrısıdır. En yakın çocukları Apollon güneş, Artemis ise aydır. Güneş onlar tarafından göğün “babası” olarak düşleniyorsa da bu inanışın Orta Asya göçebe toplumlarında tamamen ters bir biçimde geliştiği saptanır. Özellikle Türko-Moğol aşiretleri nazarında güneş dişi (güneş - ana), ay ise erkek (ay baba/ay dede)dir. Frigyalılarda da Men bir ay tanrısıydı. Abdulkadir Kılınç Güneş, canlı hayatın olduğu gibi, göğün de kalbidir. Ama tam tepe noktasına(Zenit) gelince, dünyayı gören göz olur. Gönderdiği ışınlar bilinçli bilgiyi gösterdiğinden, güneş bir kozmik akıl olur. Bu nedenledir ki, zamanının kültür merkezi olan Yukarı Mısır’daki Heliopolis “Güneş Şehri” olarak adlandırılıyordu. Hristiyan düşüncesinde İsa adaletin güneşi, yaydığı 12 ışın ise onun havarileri olarak kabul edilmiştir. Masonlukta güneş olumlu bilimin ve evrenselliğin bir simgesi olmuştur. Cehalet gibi, batıl inançlar gibi tüm karanlık güçleri yok etme gücüne sahiptir. Dünya üzerinde faaliyet gösteren tüm localar öğle vakti çalışmaya başlarlar, çünkü o saatte güneş en tepededir en çok ışığı saçtığı yerde olur. Tasavvufta ise Ay Hz. Ali’yi, Güneş ise Hz. Muhammed’i temsil eder. Güneş belki de en çok yaratıcılığın sembolü olagelmiştir. Öyle ki, astrolojideki yaratıcılığın sembolü olan aslan burcunun gezegeni güneştir. Öyledir çünkü güneşin baharda yüzünü göstermesiyle birlikte doğa yeniden yaratılır. Kaynakça: Necmettin Ersoy, Semboller ve Yorumları Cilt: I-II Dönence Yayınları 47 havadan sudan Bir sabah öyküsü Nazan Aşkalli Her sabah bir diriliş, her bahar bir uyanış, her tohum bir can, her yokoluş bir varlığa dönüştür. Şehir dışındayım. Önümde beyaz bir sayfa, tükenmeyi bekleyen mürekkep kalemimin ucunda... Kelimeler anlam bulmak için sıra bekliyor. Ama benim içim kıpır kıpır yine durduğum yerde duramıyorum. İki sokak ötedeki kahveye doğru yürümek için kalktım. Şehrin dışında yaşamanın sürprizlerinden biri de aniden ortaya çıkan bir koyun sürüsü ile karşılaşabilmekmiş. Yeni doğmuş kuzuların koşturmaları neşelendirdi beni. Ne kuzucuklar ne de yol kenarında tomurcuklanmış çiçekler hiç düşünmüyorlar; hava soğuk ya da rüzgâr kuvvetli... Akıllarına gelmiyor “Acaba açsam mı, açmasam mı? Doğsam mı, doğmasam mı?” demek… Doğada her şey “an” be “an” ölmeye ve ardından dirilmeye devam ediyor. Kahvedeki hoparlörden yükselen müzik ruhumu serinletirken, kahvenin sıcaklığı içimi ısıtıyor. Kaç kez gelgitler yaşıyoruz ömrümüz boyunca, gecelerimizi süsleyen ayın oyuncağı olan deniz suları gibi… Kaç kez ölüp dirildiğimizin farkında olabiliyor muyuz? Karşımdaki adamı izliyorum, kapkara olan gözleri iyice kararmış 48 düşüncelerinden belli. Selamlaşıyoruz ve öyküsünü dinliyorum bir süre sonra. Az kelimeyle çok şey anlatmaya çabalıyor. Çok başarılı, genç yaşta maddesel tüm imkânlarına kavuşmuş. Evlenmiş boşanmış iki kez. Kurallara uymuş, çoğu zamanda uyar gibi davranıp kendi kurallarını yaratmış. Yol arkadaşlarını bulmuş, kaybetmiş, kırmış, kırılmış. Ve ördüğü görünmez ağların içinde aslında az önce gördüğüm tomurcuktan farksız olduğunu hissediyorum. Tekrar tekrar açıp renklenen sonra solup rüzgârla biçim değiştiren ama asla yok olmayan baharlıklar gibi. Ama güvensizlik ve korku sarmış içini. Kime neye inanacağını bilemez durumda. Düşüncelerinden sıyrıldığında şunu söyledim. Her aldığın karar yeni bir hayat değil mi? En doğrusu senin doğrun, en güzeli senin kalbin. Nasıl ki mutsuzluktan korkarak mutlu olunamazsa insan; yok olmaktan korkarak da var olamaz. Yaşamak başka insanların ilgisine, sevgisine paralel bir şey değil. Ben zenginim, ben aşığım, ben mutluyum diye sunulacak bir şey değil. Yolculuk sadece yaşamak... Kalkıp giderken yanımdan; kapkara gözlerinde “büyük” dünyasını kurtarmak için biraz heves vardı. Ve özlem vardı, içindeki çocuğu özgür bırakmak için… Diriliş, doğum gibi sancılı, riskli ve süresi belirsiz. Bunu tecrübe etmek zor ama bir kardelen olmak gerek belki de? Bir baş kaldırış... Kardelen sadece içindeki aşkı bulmaya, yaşamaya çalışır. Karlara meydan okumasındaki gücü inancından, başını kaldırıp yeryüzüne çıktığında güneşin onu yok edeceğini bilmesi cesaretinden geliyor. Aslında her günün doğumunda yolun başındayız. Yirmili yaşların yerine kırklı yaşların ya da altmışlı yaşların planları, umutları alıyor. Düşüncelerimizde asla yalnız değiliz çok kalabalığız bence. Her an herkes birbirinin aklında ve bir şekilde hayatında. Dirildikçe zenginleşiyor dünyamız, renkten renge giriyor. Hiç birimizin galip gelmediği hırçın bir kavganın içinde olmaktan sıkılmış birçoğumuz artık. Bahar yaklaşıyor. Dönerken düşünüyorum; görecek kaç sabah, yapılacak kaç tercih, basılacak kaç kum tanesi var daha? Sadece bu sabah keşfettiğim; yaşamaya tutsak olmak... Fotoğraf: Orhan Turhan 49 köşe Simurg ile yedi dipsiz vadi Dilek Şen “Rivayet olunur ki, kuşların hükümdarı olan Simurg (Zümrüd-ü Anka ya da batıda bilinen adıyla Phoenix), Bilgi Ağacı'nın dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş. Bu kuşun özelliği gözyaşlarının şifalı olması ve yanarak kül olmak suretiyle ölmesi, sonra kendi küllerinden yeniden dirilmesiymiş.” Hangimiz yanıp tükenip sonra kendi küllerimizden doğmadan büyüyebildik, hangimiz dizleri yara almadan yol alabildi hayatın içinde? İlk adımlarımızda düşerken yanı başımızda annemiz vardı belki, oysa koskoca kadınlar olduğumuzda düştüğümüzü gören kimseler kalmadı etrafımızda. Tam her şey bitti derken nasıl yeniden ayağa kalktık, kendi yaralarımızı kendimiz sardık, kendi küllerimizden aslımızı yarattık. Bu yaratılış hikayesinin özünü sizlerle paylaşmak istedim, yeniden doğuş kavramının içsel boyutumuzdaki yankılarını birlikte duyalım ve geçmişteki yangınlarımızı, bizi biz yapanları anımsayalım. Simurg, Bilgi Ağacı'nın dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş... Kuşlar, Simurg’a inanır ve onun kendilerini kurtaracağını düşünürmüş. Kuşlar dünyasında her şey ters gittikçe onlar da Simurg’u bekler dururlarmış. Ne var ki, Simurg ortada görünmedikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler. Derken bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü Simurg’un kanadından bir tüy bulmuş. Simurg’un var olduğunu anlayan dünyadaki tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte O’nun huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler. Ancak Simurg’un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf Dağı'nın tepesindeymiş. Oraya varmak için ise yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş, birbirinden çetin yedi vadi... 50 İstek, aşk, marifet, istisna, tevhid, hayret ve yokluk vadileri. Kuşlar, hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar. İsteği ve sebatı az olanlar, dünyevi şeylere takılanlar yolda birer birer dökülmüşler. Yorulanlar ve düşenler olmuş. "Aşk Denizi"nden geçmişler önce." "Ayrılık Vadisi"nden uçmuşlar." "Hırs Ovası’nı aşıp”, "Kıskançlık Gölü’ne sapmışlar.” Kuşların kimi Aşk Denizi’ne dalmış, kimi Ayrılık Vadisi’nde kopmuş sürüden. Kimi hırslanıp düşmüş ovaya, kimi kıskanıp batmış göle. Anka'yı beklemekten vazgeçerek, şaşkınlık ve yok oluşu da yaşamış kimisi de… Bu efsanede önce Bülbül geri dönmüş, güle olan aşkını hatırlayıp; Papağan o güzelim tüylerini bahane etmiş (oysa tüyleri yüzünden kafese kapatılırmış); Kartal; yükseklerdeki krallığını bırakamamış; Baykuş yıkıntılarını özlemiş, Balıkçıl Kuşu bataklığını. Yedi vadi üzerinden uçtukça sayıları gittikçe azalmış. Ve nihayet beş vadiden geçtikten sonra gelen Altıncı Vadi "şaşkınlık" ve sonuncusu Yedinci Vadi "yokoluş" da bütün kuşlar umutlarını yitirmiş... Kaf Dağı'na vardıklarında geriye otuz kuş kalmış. Simurg'un yuvasını bulunca ögrenmişler ki; Farsça’da Si-Otuz, Murg- Kuş" demekmiş... Onların hepsi Simurg'muş… Simurg’u beklemekten vazgeçerek, şaşkınlık ve yok oluşu da yaşadıktan sonra bile uçmayı sürdürebilmekmiş. Kendi küllerimiz üzerinden yeniden doğabilmek için; kendimizi yakmadıkça, her birimiz birer Simurg olmayı göze almadıkça, bataklığımızda, tüneklerimizde ve kafeslerimizde yaşamaktan kurtulamayacağız. İşte böyle zamanlarda bizi yere düşüren, yakıp kül eden ne varsa yenilmeden yeniden doğmak için küllerimizden her biri aslında kıymetlimiz olan acılarımızdan ders almayı öğrenmekmiş bizi büyüten. Büyüdükçe daha az yara almamızın, canımızın daha az ama daha derinden yanmasının sebebi aştığımız her vadide biz olmayı öğrenebilmemizmiş. Bize gül bahçesi vadeden nice sahte vadiden geçtik zaman içinde ve durup dinlenmek istediğimiz her vadide biraz daha yara aldık, yandık kül olduk. Zamanla öğrendik ki her yenilgi yeni bir zafer içinmiş ve her yok oluş bizi aslımıza erdirmek için tüketmiş. Şimdi geride bıraktığımız vadilerde kalan küllerimizden doğdukça, kendimizi tanımaya başlıyoruz. Ve Kaf Dağı’nın ardında aradığımız gerçekliğin içimizde olduğunu öğrenerek kendi gerçekliğimizi doğurarak büyüyoruz. Bu sebeple bizi yakıp yok etmek isteyen her şeye teşekkürler, aslında onlarla büyüyoruz. 51 dünyaya armağansın Serkan Duru Sil baştan başlamak Yaşamımızda hayata yeniden başlamak zorunda kaldığımız durumlar vardır. Bu bazen isteğimizle olurken, bazen de çevrenin etkisiyle olur. Batılılar buna “reset” diyorlar. Yani yeniden başlamak... Hani bilgisayarımız fazla işlem yaptığında kendini kilitliyor ya biz de onu tekrar çalıştırmak için “reset” tuşuna basıyoruz. 52 Şimdi size gerçek bir doğa olayını anlatacağım. Kaynak, National Geographic kanalında yayınlanan bir belgesel. Kartal, kuş türleri içinde en uzun yaşayanlardan biridir. 70 yıla kadar yaşayan kartallar vardır. Ancak bu yaşa ulaşmak için, 40 yaşındayken çok ciddi ve zor bir karar vermek zorundadır. Kartalın yaşı 40'a vardığında pençeleri sertleşir, esnekliğini yitirir ve bu nedenle de beslenmesini sağladığı avlarını kavrayıp tutamaz duruma gelir. Gagası uzar ve göğsüne doğru kıvrılır. Kanatları yaşlanır ve ağırlaşır. Tüyleri kartlaşır ve kalınlaşır. Artık kartalın uçması iyice zorlaşmıştır. Dolayısıyla kartal burada iki seçimden birini yapmak zorundadır: - Ya ölümü seçecektir, - Ya da yeniden doğuşun acılı ve zorlu sürecini göğüsleyecektir. Bu yeniden doğuş süreci 150 gün kadar sürecektir. Bu yönde karar verirse kartal bir dağın tepesine uçar ve orada bir kaya duvarda, artık uçmasına gerek olmayan bir yerde, yuvasında kalır. Uygun yeri bulduktan sonra kartal gagasını sert bir şekilde kayaya vurmaya başlar. En sonunda kartalın gagası yerinden sökülür ve düşer. Kartal bir süre yeni gagasının çıkmasını bekler. Gagası çıktıktan sonra bu yeni gaga ile pençelerini yerinden söker çıkarır. Yeni pençeleri çıkınca kartal bu kez eski kartlaşmış tüylerini yolmaya başlar. 5 ay sonra kartal, kendisine 20 yıl veya daha uzun süreli bir yaşam bağışlayan meşhur yeniden doğuş uçuşunu yapmaya hazır duruma gelir. Kendi yaşamımızda sık sık yeniden doğuş süreçleri yaşamak zorunda kalırız. Zafer uçuşunu sürdürmek için, bize acı veren eski alışkanlıklarımızdan, geleneklerimizden ve anılarımızdan kurtulmak zorundayız. Bu yeni bir iş, yeni bir şehir veya yeni bir eş olabilir. Ancak geçmişin gereksiz safrasından kurtulduğumuzda, deneyimlerimizin yeniden doğuşumuzun getireceği olağanüstü sonuçlarından tam olarak yararlanabiliriz. İnsanlar ile hayvanları ayıran en önemli özelliklerden bir tanesi hayvanların düşünememekten kaynaklanan, içgüdüsel olarak karar verebilmeleri ve uygulayabilmeleri... İnsanoğlu düşündükçe karar vermekte zorluklar yaşıyor ve kararsızlığı seçiyor. Bazen kararlarımız acı da verse her zaman yeniden doğuşu müjdeleyebilir. Hoşça ve Dergi Bursa’da kalın. 53 eğitimin psikolojisi Alış:) veriş:( psikolojisi Psk. Ayşegül Alkış Birçoğumuz için artık alışveriş bir alışkanlık, hatta alışveriş merkezleri olmazsa olmaz. Bundan 20 sene önce insanlar hafta sonu ne yapıyordu acaba? Uzmanlara göre alışveriş kişinin kendine hediye vermesi gibi, hem kendini önemli hissettiren hem de çalışmalarının karşılığı olan bir ödül. Zaman zaman bu hediye alımı haddini aşıyor, gerekli gereksiz, zamanlı zamansız birçok şey alıyoruz. İşte burada önemli olan kendimize alışverişi nasıl açıkladığımız. Birçoğumuz için aldıkları kendisinin değerini belirliyor. Alışverişin en acı tarafı bu olsa gerek… Pahalı, orijinal ya da tasarım bir ürün aldıklarında kendi değerlerinin arttığını düşünüyorlar. Hep gazete ya da magazin programlarında görüyorsunuzdur, “Üzerindekinin bedeli … TL, Sadece kendisinde olan … ürün, dünyada sadece 50 adet üretilen …” diye başlayan cümleler bizi daha fazla biricik, tek olmaya, parayla kendimizin değerini arttırmaya yöneltiyor. Aynı zamanda bizi özel hissettiriyor. Altı milyar insan içinde farklı olmak için bir şans gibi görünüyor. Kişiliğimizde yer alan kusurları kapatmanın bir yolu aslında alışveriş. Yani kişiliğimizin makyajı… Hele 54 hala Nasreddin Hoca’nın dediği gibi “Ye kürküm ye” dünyasında yaşadığımız düşünülürse insanların birçok ihtiyacından kısıp fark edilmek istemeleri çok doğal. Artık kişilik özelliklerimiz; konuşkanlığımız, espritüelliğimiz, yardımseverliğimiz, çalışkanlığımız ikinci planda kalıyor. Giyimimiz, telefonumuz, evimiz bunların önüne geçiyor. Karanlık bir perde gibi siz konuşurken, kişiliğiniz göstermeye çalışırken, yaptıklarınız anlatmaya çalışırken engel oluyorlar. Gerçek ben gidiyor, geriye benim olan şeyler kalıyor… Gerçek beni bulmak için, alışveriş bağımlısı olarak psikoloğa gelen insanların kendilerine verdikleri değer arttıkça dışarıya yaptıkları yatırım azalıyor. “Ben değerliyim ve bu değeri arttırmak için taşlara, süslere ihtiyacım yok diyenler” mutlu oluyor. Bir terazi gibi. Her iki tarafı dengelemek çok önemli. İhtiyaçlar ve kontrol. İhtiyaçlarımızı düşünüp kontrolümüzü arttırdığımızda nefsimiz de güçleniyor. Bizi alışverişe iten zayıflıklarımızla mücadele ediyoruz. Kendimize veremediğimiz değeri başkalarından beklemek; “Kıyafetimi beğendiler mi acaba, beni gördüler mi, benim telefonumdan bak kimsede yok, en güzel ev benim, bu bir tek bende var, şu çantayı alsam herkes bayılır” gibi cümleler ne kadar dışa bağımlı yaşadığımızı, insanların ilgi ve onayına ne kadar muhtaç olduğumuzu bize gösteriyor. İşin en zor ve çözülemez tarafı ise bu düşüncelere sahip ebeveynlerle büyüyen çocuklar. Biricik olmak için elde edilecek tek yol maddiyat gibi görüyorlar ve gerçek değerlerimizi yitiriyorlar. İşte o zaman “Eskiden insanlar böyle değildi” diye cümleler kuruyoruz. Şimdi arkanıza yaslanın ve düşünün, en son ne zaman geçekten kendinizi sevdiniz ve başkalarını dediklerini önemsemediniz? En son ne zaman gerçekten ihtiyacınız olan bir şey alıp onu başkalarınınkiyle kıyaslamadınız? Sizin için en önemli fark edilmek mi yoksa fark etmek mi? Bu sorulara verdiğiniz cevaplar kendinizle ne kadar ilgilendiğiniz gösteriyor. Unutmayın en çok ilgiyi kendinize yine siz verebilirsiniz, kendinizi dinleyin… 55 gezi-yorum Umurbey Gemlik Körfezi’ne kuşbakışı Anıt mezarı, doğası ve panoramik manzarası ile davetkâr bir kadın gibi körfezi izliyor Umurbey. Gerisi elinize bir kadeh şarap alıp ona eşlik etmek… Onu anlamanın tek yolu yanına gitmekten geçiyor. Fotoğraflar: Demet Argun Güngör - Engin Çakır Bursa “yakın yerler” diye tarif edilebilecek gezi rotaları sebebiyle oldukça şanslı bir şehir. Dört bir yanında hafta sonu gezileri için uygun yerler bulunuyor. Atatürk döneminin son başbakanı, Türkiye’nin 3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın doğum yeri olan Umurbey de bu rotalardan bir tanesi. Hem tarihi, hem doğal güzelliği, hem de Gemlik Körfezi’ne bakan eşsiz manzarası ile Umurbey, Osmanlıların 9 yıl süren Gemlik kuşatması sırasında Gemlik’in etrafındaki stratejik yerlerde oluşturdukları ve asker ailelerini yerleştirdikleri 5 küçük çadır köyünün 100 yıl kadar sonra birleştirilmesi ile meydana gelmiş… Adını da bu köyleri birleştiren Umur Bey’den almış… Gemlik ilçesine bağlı olan Umurbey, Marmara Bölgesi’nin güneyinde, denizden 250 m yükseklikteki Kurban Dağları eteğine kurulu bir yerleşim alanı. İlk göze çarpan da elbette 56 bölgenin hemen hemen her yerinden görülebilen Anıt Mezar… Celal Bayar anısına yapılmış olan Anıt-Heykel Umurbey ile özdeşleşmiş durumda. Celal Bayar Anıt Mezarı ve etrafındaki geniş park, Celal Bayar Vakıf MüzesiKütüphanesi ve Celal Bayar AnıtHeykeli Umurbey meydanında yer alıyor. Meydanın yukarısında Celal Bayar’ın 1883 yılında doğduğu 19.yüzyıl müze-evi görülebilir. Bursa’da, il merkezinden sonra Rüştiye Merkezi açılan (1875) ikinci yerleşim yeri olan Umurbey’deki rüştiyeye 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı’ndan sonra Bulgaristan’dan Bursa’ya göç eden Abdullah Fehim Bey müdür olarak tayin olmuştu. A. Fehim Bey’in oğlu olan Celal Bayar 1883’te Umurbey’de doğmuş, 1986’da 103 yaşında iken “dünyanın en uzun ömürlü politikacısı ve devlet adamı” olarak vefat etmişti. Celal Bayar, 1967’de Umurbey’de bir vakıf kurarak bir müze ve bir kütüphane inşa ettirdi. Bursa ve Ege Bölgesi’nde kendisinin de öncülük ettiği Kuvay-ı Milliye Hareketi’nin ve Kurtuluş Savaşı’nın anlatılmasını istemişti. Celal Bayar haklı çıktı, kütüphane ve müze bugün çok şey anlatıyor. Küçük bir köyden beklemeyeceğiniz kadar değerli eseri bir arada bulabileceğiniz bu müze ve kütüphanenin bahçesi aynı zamanda vasiyeti üzerine Celal Bayar’ın anıtmezarını da ağırlıyordu. Naaşı daha sonra devlet tarafından 1990 yılında yaptırılan Anıt-Mezar’a nakledildi. Umurbey’de sizi en çok şaşırtacak yer belki de kütüphane ve müze olacaktır. Fotoğraflar, eşyalar ve tabloların sergilendiği müzede Celal Bayar'ın madalyaları, nişanları, plaketleri, kendisine hediye edilen armağanlar, silahlar ve giysiler görülebiliyor. 20.000’den fazla kitap, yazma ve doküman bulunan kütüphane ise, Türkiye'nin en zengin kütüphanelerinden biri olarak gösteriliyor. Kütüphane ve müze pazartesi öğleden sonra ve salı günleri dışında haftanın diğer günleri ziyarete açık tutuluyor. Umur Bey’de sayıları 53 olarak tespit edilmiş olan ahşap evler, 4 adet anıt ağaç, Umurbey Camii, Aytepe Mesire Yeri, Beyler Mezarlığı’nda bulunan Osmanlı mezar taşları ve Kara Ali Paşa Mezarı görmeniz gerekenler listesinde yer alanlar… Umurbey’in en tepe yerinde Marmara Denizi ve İznik 57 gezi-yorum Gölü’nün görülebildiği bir konumda yer alan Kara Ali Paşa Mezarı Gemlik kuşatmasındaki deniz cephesi komutanı Aykut Alp’in oğludur ve denizi gören bir yerde gömülmeyi istemiş ve isteği gerçekleşmiştir. Kurban Dağı’nın Umurbey'den görünen yüzünün arkasında yer alan maki türü bodur ağaçlarla kaplı bölümü ise yaban domuzu avına çıkan avcıların av sahası olarak ilgi görüyor. Çevrede zeytin ağaçlarının çokluğu dikkat çekerken yerleşim alanına gelenler çeşitli taş evleri görebilir. Umurbey meydanından yukarı doğru yürüyenler sokağın köşe başında Bayar'ın doğduğu ev ile karşılaşabilirler. 19.yy geleneksel Osmanlı evi çizgilerine sahip üç katlı ahşap müze evde, orijinal dekoru içinde, aynı dönemi yansıtan çeşitli kullanım eşyaları görülebiliyor. Yazın deniz seviyesine kıyasla esintili, serin havası zihin açıyor, terletmiyor Umurbey’in. Bu havanın etkisiyle sakinleştirici özelliği hissediliyor. Hem denizi hem de dağları seyreden manzarası Gemlik üzerinden batıya açılıyor; gün batımında ise denize vuran göz alıcı yansımalarına şahit oluyorsunuz. Umurbey’de geçmişe gidip, tertemiz havanın ferahlığı ile yaşamın tadına varıyorsunuz. 58 Tarihçe Bursa’dan önce Mudanya ve Gemlik fethedilmesi gereken yerler arasında olduğu için Gemlik Kalesi 9 yıl süre ile kuşatılmıştı. Bu kuşatmaya Osman Gazi ile Orhan Gazi’nin Balaban Bey, Yazır Bey, Akçakoca, Örencik Bey, Kozalan Bey gibi seçkin komutanları görev almış, Kara Ali de bu kuşatmaya denizden destek vermişti. Uzun süren kuşatmalar nedeniyle çadır köyleri kurulmuş daha sonra 1333 yılında Gemlik fethinden sonra yerinde bırakılan çadırların yerine zamanla kerpiç evler inşa edilmiş. Kumandanların isimleri verilen beş köy Rumeli Fatihi Lala Şahin Paşa'nın torunu Musa Bey'in oğlu Umurbey tarafından birleştirilerek Umurbey adını almıştı. Nasıl gidilir? Bursa - Yalova karayoluna üç km uzaklıkta yer alan Umurbey'e asfalt yol ile her iki yönden giriş bulunuyor. Düz bir rampa çıkışıyla ulaşılıyor. Gemlik'e 4 km mesafedeki Umurbey’e yarım saat aralıklarla otobüs seferleri de yapılıyor. Gece aydınlatılan anıt mezarı ziyaret edecekler araçlarını çevre düzenlemesinin yapıldığı alandaki otoparka bırakabiliyorlar. Aytepe Mesire yerindeki geniş alan otopark olarak kullanılıyor. Umurbey; Bursa’ya 34, Yalova'ya 41 km, İstanbul’a 198 km uzaklıkta. Ne yenir? Tarıma dayalı bir ekonomik yapıya sahip olan Umurbey'de tıpkı Gemlik gibi zeytincilik göze çarpıyor. Karayolu üzerindeki dükkânlarda satışa sunulan zeytinler; ince kabuklu, %30 yağ oranlı, küçük çekirdekli ve %86 et oranları ile dünyanın en kaliteli sofralık zeytinleri arasında gösteriliyor. Gemlik’te üretilen yıllık 5000 ton zeytinin %20’sini karşılayan Umurbey’de yağ üretimi de yapılıyor. Umurbey mutfağının tanınmış yöresel yemekleri arasında ceviz ve peynir serpilip, üzerine kızdırılmış tereyağı dökülerek servis edilen “Düdük Hamur”, şerbetli bir tür hamur tatlısı olan “Cennet Künkü”, bir başka çeşit hamur tatlısı Zürbiye, Zeytinyağlı Enginar Dolması, Cevizli Lokum ve Höşmerim bulunuyor. Nerede kalınır? Umurbey'in Yalova, Gemlik ve Bursa’ya yakın olması konaklamada çeşitlilik imkânı veriyor. Yalova, Gemlik ve Bursa’daki otellerin birçoğu konaklamanın yanı sıra termal sulara sahip olması nedeniyle kaplıca hizmeti de sunuyor. 59 detay Küllerinden doğan kültür varlığı Hazırlayan: Esra Minez Bursa Tophane UNESCO Gençlik Derneği Genel Sekreteri İki ülkeyi, kültürel motifleri ve insanları birbirine bağlayan bir köprüydü aslında bizimkisi… 350 yılı geride bırakmış bir evin hayata dönüş hikayesi. Küllerinden doğan bu kültür varlığı hepimizin. Artık evdeyiz. Gittiğimde uğrarım demeyin, gelin görün ve yaşayın. 60 Tarihi Cumalıkızık Köyü’nde bir evi baştan aşağıya onardık, dekore ettik ve yeniledik. Cumalıkızıklılara örnek olabilmesi için müze ev yaptık. Osmanlıların Bursa’daki ilk yerleştikleri bölgelerden biri olan, 700 yıllık vakıf köyü Cumalıkızık’ta, Osmanlı mimarisinin sergilendiği bir açık hava müzesi olduğu gibi zengin bir kültürel mirastır da. Biz Bursa Tophane UNESCO Gençlik Derneği olarak, Nilüfer Lions Kulübü ortaklı, 2000 yılında tipik bir Cumalıkızık evi satın aldık. Almanya UNESCO Club Kulmbach-Plassenburg e.V. ve Almanya Lions Club KulmbachPlassenburg kulüplerinin maddi desteği ile alınan evin restorasyonunu ve dekorasyonunu derneğimiz Bursa Tophane UNESCO Gençlik Derneği üstlendi. Amacımız bu evi onararak bir “Proje Evi” yapmak, Uluslararası Gençlik Merkezi olarak kullanmak ve derneğimizin de içinde bulunduğu, 1998 yılında başlayıp günümüzde halen sürmekte olan “Bursa Yerel Gündem 21 Cumalıkızık Koruma Yaşatma Projesi”ne katkıda bulunmaktı. Ne mutlu bize ki tüm bunları gerçekleştirebildik. Bunların yanında; evi, 2005 yılında derneğimizin Avrupa Birliği’nden kazandığı proje olan “Cumalıkızık Kültür Turizmini Geliştirme Projesi” kapsamında, Cumalıkızık İlköğretim Okulu’nun da katkısıyla, Cumalıkızık kadınlarına ve gençlerine meslek ve beceri edinme kursları için kullandık. Pansiyonculuk, Ev Yemekleri ve Doğal Ürünler Hazırlama, El Dokumacılığı, Ağaç İşleri ve Ağaç Oymacılığı, Turizm İngilizcesi, İletişim ve Bilgi Teknolojileri derslerini ve Toplam Kalite ve Girişimcilik seminerleri konularında deneyimli öğretmenler tarafından öğretildi. Projelerimiz ve dernek üyelerimizin katkılarıyla onarım ve tadilat yaptığımız evimizde, Almanya UNESCO Club Kulmbach-Plassenburg e.V. ve Nilüfer Lions Kulüplerinin de maddi destekleri oldu. Dernek olarak “Müze Ev Projesi” ile evin dekorasyonunu tamamen üstlenerek, bu Cumalıkızık evini bir müze ev haline getirerek dekore ettik. Evlerimizden, anneanne ve babaannelerimizden kalan dantel, örtü, ebru, halı, kilim, bakır, yöresel giysi, takı ve bunun gibi birçok antika eşyalar getirerek, Cumalıkızıklı kadınlara eski köyün orijinal motiflerini kullandırıp dantel perde ördürerek, yöreye ve zamanına uygun olarak dekore ettik. Bazı antika eşyaları da vitrinlerde sergiledik. Evde, proje ortağımız Almanya UNESCO Club Kulmbach-Plassenburg e.V. ‘nin de kendi yöresel giysi ve eşyalarını vitrinlerde sergileyerek iki kültürü bir araya getirmiş olduk. Birkaç odasını, banyosunu ve mutfağını pansiyonculuğa uygun olarak döşedik. 20 Mayıs 2010’da Almanya’dan da gelen proje ortaklarımız ve Berlin Belediye Başkanı’nın katılımlarıyla gerçekleşen törenle evi açtık. Törende, Bursa Senfoni Orkestrası bu tarihi ve doğal doku eşliğinde atmosfere uygun parçalar icra etti. Amacımız tarihi dokusunu bozmadan yapılan yenilenmeyle eski ama gerçeğine uygun eşyaları kullanarak Cumalıkızık köylüsüne örnek bir ev yapmaktı ve Cumalıkızık’ta pansiyonculuğu yaygınlaştırmaktı. Böylece yapıları koruyarak, Cumalıkızık’ı yaşayanlarıyla geleceğe taşımış, ekonomik ve sosyo kültürel gelişimi sağlamış olacaktık. Bugün küllerinden doğan bu bina kültürel mirasımızı tanıtıp yaşatmak için büyük bir adım oldu. Gerisi diğer evlerin başına… 61 fotoğrafa yazı Pazar pazar İstanbul’da Celil Sezer Sağ yanağıma konan bir öpücüğü hayal meyal hatırlıyorum. Uykuya tekrar dalmadan önce o bulanık bilinç sahasında son hatırladığım bir kapı sesi. Sanırım biri beni öpüp gitti bu sabah. Aradan kaç saat geçmiş bilmiyorum; kendiliğimden uyandım. Sıkıcı bir Pazar sabahından insanı kurtaran güneşli bir gün sırıtıyor pencereden. Kendime bir kahve yaptım, pikaba bir Cohen plağını koydum: Famous Blue Raincoat. 62 Duş alıp hazırlandım. Pencerenin kenarına ilişip yüzen gemileri seyrettim bir süre. Neden sonra, vapura binmek istedi canım? Hatta o an vapura binmek için çıldırasıya bir arzu duydum. Evden hızla çıktım. Kapımın önündeki istasyona gittim ve hazır bir taksi gibi sürekli beni beklediğini düşündüğüm tramvaya atladım: Gün ışığı yan cepheden geliyor. Ellerim buz tutmuş, hava soğuk aslında; ama güneşin orada olduğuna kanıp, ben de sokaklara dökülmüş onca insan gibi, havanın aslında çok da soğuk olmadığına inanıp kandırıyorum kendimi. Sıcak diyorum hava, aslında sıcak. Tramvaylar, diğer tüm toplu taşıma araçları gibi bana halkın pek savunmasız olduğu yerlermiş gibi gelir. Neden bilmiyorum ama sanki insanlar bir tramvayda giderken, bir belediye otobüsünde veya bir vapurda seyahat ederkenki gibi, sadece kendi içlerine dönerler. Etrafı kolaçan eden bakışlar, aslında sanırım yine kendileri gibi kendi içlerine dönen insanları tespit etme ve kendilerinin bu hallerinde bir gariplik olmadığına inanma çabasıdır. Bilmiyorum, ben zaten çok bilmem ama kendi içine dönme ve savunmasız olma halini bana düşündüren şey şu hülyalı genç kız olabilir (Gerçi bu kız biraz da üzgünmüş.) Eminönü’nde indim. Altgeçitten çıktıktan sonra gördüğüm ve görmeyi çok sevdiğim manzara şuydu: Aslında bu şehirde, kışın, yerini yaza bıraktığını sokakta satılan şeylerden anlayabilirsiniz. Sözgelimi İstanbul’da kestane yerine mısır satılmaya başlanmışsa, yaz gelmiş demektir. Fotoğraftan anladığımız kadarıyla, bugün sadece güneşli bir kış günüdür. Şehrin, benim de en sevdiğim parçası olan ve Tarihi Yarımada diye adlandırılan bu bölgesine hiç değmemiş, burada hiç gezinmemiş, burada rastgele sokaklara dalıp, yıkılan camiileri, çeşmeleri görmemiş, o karanlık sokaklarda satılan karanlık eşyalara hiç bakmamış olan insanlar, aslında İstanbul diye kendi kurdukları ve aslında gerçek İstanbul’a hiçbir zaman dokunamamış bir coğrafyada yaşıyorlardır. Sözgelimi, belki de bir hafta boyunca biriktirdiği parayla, o sokaklarda yere serilen bezlerin üzerinde kurulan sergilerden üçüncü kalite bir traş makinasını alan varoş gençlerin heyecanı, benim bahsettiğim İstanbul’a dâhildir. O çocuğun, o 63 fotoğrafa yazı heyecanını-o kutuyu açarken duyduğu hissi- alırsanız, bu şehir azalır: Biraz daha ilerleyip Yeni Camii’nin üçüncü kapısına geldim. Bu kapının önü aslında herkesin bildiği, önündeki güvercinler sayesinde de çocuklar için ait olduğu camiiyi “Güvercinli Camii” yapan meşhur kapıdır. Bana öyle geliyor ki halk, bir şehrin en samimi sakinidir. Yani, bu şehirde yaşayan insanların çoğu kendi eğlencelerini kendileri yaratır. Mesela, biz gençler bir evde parti düzenler veya bir barda doğum günü eğlencesi tertip ederiz. Ve aslına bakarsak, bunun anlamı, biz kendi eğlencemizi kendimiz yaratırız. Halk ise farklıdır. O, yaşadığı şehrin bizzat kendisi ile 64 eğlenir. Yani, benim düzenlediğim bir ev partisi, onun için çocuğunu bir güneşli pazar günü alıp, Güverci Camii’nin önüne götürmektir. Ve cep telefonlarının yaygınlaşması ile halk içinde de gelişen fotoğraf kültürü, bu anları ölümsüzleştirmeye yaradı. Artık çocuklar güvercin kovalarken, genç babalar onları bir kenardan fotoğraflıyor: Ya da akşama ne pişireceğini düşünen ev hanımları, kocalarını ve çocuklarını: Şehir kendi yemek kültürünü de oluşturmuştur çoktan. Ve çoğu kez, şehri gezmeye çıkan insanlar, sofrada neler bulacağını üç aşağı beş yukarı bilir. Bu ya bir ekmek arası köfte olabilir. Ya da benim yediğim gibi, bir esnaf lokantasının az pilav, az çorba ve az patlıcandan oluşan müthiş lezzetli mönüsüdür. Şimdi diyeceksiniz ki “yahu çocuk sen hani vapura binmek için çıkmıştın evden, ne işin var karada?” Haklısınız efendim, ben de şimdi bunu hatırlayıp iskeleye doğru yol almaya başlıyorum. Ancak ne mümkün, şehirde o kadar bahsedilecek şey var ki, kısacık bir özet yaparak ulaşacağız vapurumuza. Öncelikle Eminönü çiçek pazarından -ki zamanla burası evcil hayvanların satıldığı yere de dönüşmüştür- geçerken, gördüklerimden bir demet. Kırk yıl düşünsem aklıma gelmez, adam Funda toprağı satıyor: Benim bildiğim tek Funda, lisede bizim sınıftaki İzmirli kızdı. Ama ne kızdı. El Sürme Lütfen’ler bu kış çok tutuluyor. Şaka şaka, o bir limon ağacı. Fulyalar, kuru ve yeşil soğanlar, biberler ve onların tohumları… Bir gün bu ve benzeri şeylere ihtiyacınız olursa, yolunuz mutlaka buraya düşecek. Bakın hala ilgilenenler var. Altgeçitten geçerek deniz tarafına çıkmak için ilerledim. İstanbul’un bu bölgesindeki altgeçitler tam bir halk kalabalığıyla doludur. Daha doğrusu halkın kucağı gibidir. Bir anda o kucağa düşebilirsiniz. Sonuçta asgari ücretle geçinen insanlar da ayakkabı giyiyorlar değil mi? Nereden alıyorlar sanıyorsunuz onları? Ya da kapüşonlu polarlar ve eşofman altları gibi son moda kıyafetlerin tamamı burada da birkaç kalite düşüğünden satılıyor: İnsanlar burada hızla yürüyorlar, insanlar burada hızla alıp, aldıklarını plastik torbalara hızla koyuyor ve yollarına devam ediyorlar. Ve insanlar burada hep tetikte bir tehlikeyi bekleyen serçe kuşları gibi, en ufak farklı bir şeyi hızla fark ediyorlar: Cennet, Eminönü-Kadıköy vapurunun olduğu bir yer olsa gerek. Ve altgeçitte biraz daha oyalansaydım, az daha kaçıracaktım cenneti. Eskiden el ele tutuşanları gördükçe bir tarafım hep acırdı ama artık kendi yalnızlığıma sarılmayı, ondan bir sevgili yaratmayı çoktan öğrendim. Ben onlara bakar gibi yapıp, birazdan ayrılmakta olduğum güvercinli camiyi ve Tarihi Yarımada’yı seyrediyorum: Vapurlar da altgeçitler gibi, halkın vazgeçilmez sokaklarıdır. Elinde tuttuğu gazeteyi okuyanlar, karşısında oturan komşu kadınla dedikodu yapan ev hanımları, güneşli günü fırsat bilip keyfi yerinde turist gruplarına karışır. Ve İstanbul’un varoş bir semtinden çıkıp, sevgilisiyle gezmeye, sevgilisini gezdirmeye çıkan genç âşıklar da oradadır ya da altgeçitten geçerken gördüğü bir oyuncak silahı kendine bin bir türlü numara ve gözyaşlarıyla aldıran küçük erkek çocuklar… Kendisini en iyi, halkın anlayacağını ümit eden darbukacı Çingene çocuklar da eksik olmaz vapurlarda. Zaten halk, kendisinden biraz farklı bir şey(!) gördü mü, hemen dikkat kesilir. Yıllar önce Ahmet Altan’ın kendi gençlik dönemini 65 fotoğrafa yazı anlattığı bir yazısında, vapurlardaki çay servisleri ve çaylar için kullandığı harikulade bir ifade vardı: “Islak tepside, ılık çaylar…” Pek hoşuma gider bu. Sizler de bilirsiniz o çaycıları değil mi? Nihayet Kadıköy’e yanaşıyoruz. Gerçi yanaşsak ne olacak ki? Ben bir yere oturup bir bardak çay içeceğim belki, bir iki satır bir şey okuyup tekrar vapura bineceğim. 15 dakika oturup, iki kez söylememe rağmen çay getirmemiş olan garsona iyi bir fırça kayıp kalktım. Tekrar vapura binmeyi istiyordum. Nereye gitsem? Tekrar Eminönü veya Karaköy, olmadı Beşiktaş. Fark etmez ki. Nasılsa gidecek yerim yok, öyle dolanıyorum. Beşiktaş’a karar verip iskeleye doğru yöneldim. Gitar çalan bir çocuk gördüm, orada bekleşen birkaç delikanlı, dikkatimi çektiler, fotoğrafladım. Biraz daha yürüdükten sonra, üzgün bir genç gördüm. Kendime benzettim biraz herhalde. Hikâyesini merak ettim ama sormadım, 66 bir fotoğrafını çekip yürümeye devam ettim. Yaklaşık on dakika kalkış için bekledim iskelede. Bu sıkıcı dakikaları Beşiktaşlı taraftarlar neşelendirdi. Sanırım bugün maç var (futbolla hiç ilgilenmem ama en azından bu tahmini yapabilirim.) Aslına bakarsanız gençler çok neşeliydi, kızlı erkekli bir grup, durmadan bir sürü şarkı, marş ve tezahürat söyledi hep bir ağızdan. Beşiktaş vapurunun adının Beşiktaş olması ne hoş değil mi? Vapura bindiğim an şu güzel kızla karşılaştım, küçük bir kızın pencereden dışarıyı seyretmesi kadar izlenesi bir şey var mıdır acaba? Tek fotoğrafçı elbette yalnızca ben değildim. Yeni tasarlanan Şirket-i Hayriye vapurları yüzünden neredeyse aç kalacak olan martılar, bindiğim vapurdan dolayı pek memnun, balkonlarından atılan simitleri havada kapıyorlardı. Ve insanlar bunun tadını çıkarmasını da biliyordu. Karşı yaka görünmeye başladı. Orada öylece durup arada bir bana bakan bir amca vardı, dikkatimi çok çekti, ben de fotoğrafladım. Beşiktaş’ta trafik yoğundu. Ben de Kabataş’a kadar yürümeye karar verdim. Zaten çınar ağaçlarıyla kaplı o yolu yürümeyi hep sevmişimdir. Dolmabahçe sarayının önüne geldiğimde, bir afacan, kulübedeki polisleri güldürmek için bin bir oyun yapıyordu. Yanımdan bir bisikletli öyle bir hızla geçti ki aklım fırlayacaktı. Ben de intikamımı pan yaparak (bir fotoğraf tekniği) aldım. Stadın önü kalabalıklaşmaya başlamıştı. Zabıtaların uzaklaşmasını bekleyen satıcılar duvar diplerini mesken tutmuşlardı. Sonunda yine yalnız ve güzel evime döndüm. Sağ yanağıma konan öpücüğün sahibini şimdi hatırlıyorum. Yüzümde şapsal bir gülümseme ile kendime kahve yaptım. Salona gelip bir Cohen plağı daha koydum pikaba. Bu sefer: The Stranger Song… 67 fotoğrafın altı Banliyö manzarası… Sirkeci-Halkalı banliyö hattında her gün binlerce seyirci, trenin pencerelerinden tarih kokan bir İstanbul filmi seyrediyor. Surlar, ahşap evler, boyalı duvarlar trenin penceresinden içeri doluyor. Bu filmde her karenin bir hikâyesi var… 68 Yazı ve fotoğraflar: Yücel Zorlu İlk durağımız Sirkeci. Eskiden olduğu gibi halen ticaretin kalbi burada atıyor. Zamanında Sirkeci sahilleri günümüzdeki gibi değilmiş. Deniz, tren garının arka taraflarına dek bir liman şeklinde içeriye girermiş. Bugün kentleşmenin getirdiği değişimin hangi boyutlarda olduğunu anlayabiliyorsunuz. (Cankurtaran semtinin yanı başındaki Ahırkapı’da Bizans devrinde büyük sarayın ahırları bulunuyormuş. Osmanlı döneminde ise padişahların atları barındırılmış bu bölgede. Bu bölge deniz kazalarına müsait olduğundan 1755 yılında III. Osman’ın talimatıyla, devrin kaptanıderyası Süleyman Paşa Ahırkapı Feneri’ni yaptırmış) Daha sonra, Osmanlı’nın İstanbul’u aldıktan sonra kurduğu ilk mahallelerden biri olan Cankurtaran semti karşılıyor bizi. Daha sonra sahil bölümünde denizdeki akıntıları denetlemek için bir “cankurtaran bölüğü” oluşturulmuş. Bu sebeple semte Cankurtaran ismi verilmiş. Trenin üçüncü durağı Kumkapı. Bu semt ismini, eskiden bölgeye kum taşıyan küçük gemilerin yüklerini boşalttıkları iskeleden almış. 18. yüzyılda ise bu bölgeye “Şen Meyhaneler” denirmiş. Kumkapı günümüzde de meyhane kültürü dendiğinde ilk akla gelen yerlerden biri. “Hünkarım, yeni kapınız vatana millete hayırlı uğurlu olsun” Kumkapı’dan sonraki durağımız ise Yenikapı. Rivayete göre bu bölgenin ismini IV. Murat vermiş. Zamanında padişah tarafından mey(şarap), afyon ve fal yasaklanmış. IV. Murat bir gece, tebdil-i kıyafet İstanbul’a indiğinde, karşıya geçmeye karar verip bir sandal kiralamış. Sandalcı müşterisinin sultan olduğunu bilmiyormuş tabi. Bir ara, sandalın yanından sarkan bir ipi çekmiş. İpin ucunda bir testi! Sultan, “Ne var o testinin içinde?” diye sormuş. Sandalcı “Ne olacak, mey işte” diye gülerek müşterisine ikram etmiş. Her ne kadar yasaklamış olsa da, IV. Murat’ın alkolle arasının iyi olduğu bilinir. İkramı kabul etmiş ama yine de, “Mey yasak. 69 fotoğrafın altı Hünkârımız görse kafanı vurdurtur, korkmuyor musun?” diye sormaktan da geri kalmamış. Sandalcı da haliyle, “Yahu Hünkâr nereden görecek bizi denizin ortasında,” demiş. Aradan biraz zaman geçmiş. Sandalcı bu kez de, teknenin tahtalarından birini kaldırıp aradan afyon çıkarmış ve nargilesine atarak körüklemeye başlamış. Gönlü zengin adam, hemen müşterisine de ikram etmiş. Sultan yine kabul etmiş ama yasağı gene hatırlatmış. Sandalcı aynı şekilde, “Kim görecek ki bizi denizin ortasında,” demiş. Biraz daha vakit geçmiş. Bizim sandalcı cebinden fal taşlarını çıkarmış. Hünkâr’a, “Ver 5 akçe de falına bakayım,” demiş. Fal IV. Murat’ın en kızdığı şeymiş ama “Hadi biraz daha sabredeyim” diye düşünüp, “Bak bari” demiş. Fal taşlarını elinde çalkalayıp atan sandalcı, “Efendi, sorunu sor bakalım” demiş. Padişah, “Hünkâr şu anda nerededir?” diye sormuş. Sandalcı taşlara bakıp “Hünkâr şu an denizdedir,” demiş. IV. Murat güya endişelenmiş havalarına girip, “Sakın yakınımızda bir yerde olmasın,” diye sormuş sandalcıya ve tekrar iyice bakmasını söylemiş. Sandalcı taşlara tekrar bakmış ve birden, IV. Murat’ın ayaklarına kapanıp, “Affet beni 70 Hünkârım” diye yalvarmaya başlamış. Kıyıya dönene kadar yalvarmaya devam etmiş. Padişah dayanamayıp, “Sana bir soru soracağım. Eğer bilirsen seni affederim. Bilemezsen boynunu anında vurduracağım,” demiş. Sandalcı sevinçle, “Padişahım çok yaşa,” demiş ve merakla soruyu beklemeye başlamış. IV. Murat, sandalcıya, “Dönüşte İstanbul’a hangi kapıdan gireceğim?” diye sormuş. Tabi sandalcı hemen itiraz etmiş, “Hünkârım, şimdi ben hangi kapıyı söylesem, siz başka kapıdan girersiniz. Affınıza sığınarak, gireceğiniz kapıyı bir kâğıda yazsam ve size versem; kapıdan geçtikten sonra okusanız olur mu?” demiş. Hünkâr başını “Olur” anlamında sallayınca, sandalcı tahminini yazıp kâğıdı vermiş. Padişah kâğıdı alır almaz, daha bakmadan, yanındaki fedaisine, “Hemen boynunu vur şu kâfirin” emrini vermiş. Sonra da, “Surlara yeni bir kapı açıla! İstanbul’a oradan gireceğim” demiş çevresindekilere. Kapı 5-10 dakikada açılmış, padişah ve erkânı şehre girmiş. IV. Murat bir ara, sandalcının kâğıda hangi kapıyı yazdığını merak etmiş. Kendinden çok eminmiş, laf olsun diye cebindeki kâğıda bakmış. Ama okuyunca hayretler içinde kalmış. Sandalcı kâğıda şunları yazmışmış: “Hünkârım, yeni kapınız vatana millete hayırlı uğurlu olsun.” O gün bugündür de işte o kapı, “Yenikapı” olarak anılıyormuş. Beşinci durağımız, ismini II. Bayezid sadrazamlarından olan Koca Mustafa Paşa’dan alıyor. Lakabı “Koca” olan Mustafa Paşa bölgede bulunan 8. yüzyıldan kalma “Andrei-Krisei” kilisesini camiye çevirince semt sadrazamın adıyla anılmıştır. Son durağımız olan Yedikule’nin surlar üzerindeki dört kulesi Bizans döneminde yapılmış. Bunlara bitişik olarak duran üç kuleyi ise Fatih yaptırmış. Daha sonra Osmanlılar, genellikle üst düzey diplomatların hapsedildiği bir zindan olarak kullanmışlar Yedikule’yi. Osmanlı padişahlarından II. Osman (Genç Osman) ilk çıktığı seferde Yeniçeri ocaklarının artık devrinin geçtiğini idrak etmiş. Genç Osman, ıslahat hareketlerini genişleterek sürdürmeye çalışırken saray entrikaları sonucu hayatının baharında Yedikule denilen bölgede katledildi. 71 Barselona uzaktaki yakın 72 Özgür Çakır Bir şehirden fazlası Dergi Bursa’nın bu sayısında İspanyol rüzgârı eserken ve ana tema da “yeniden doğuş” olunca “Uzaktaki Yakın” köşesinin rotasını doğrultacağı yer de, 1992 Olimpiyat Oyunları sonrası adeta yeniden doğan Barselona. İspanya’nın başkenti Madrid’e Ankara dersek, bu diyarların İstanbul’u olarak rahatlıkla nitelendirebileceğimiz bir İspanyol kentine gidiyoruz. 73 uzaktaki yakın Bakmayın siz İspanyol kenti dediğime; aslında Barselona İspanya’nın on yedi özerk bölgesinden biri olan Katalunya’nın başkenti ve muhtemelen İspanya’nın en İspanyol olmayan şehri. Hatta laf aramızda Barselona nüfusunun çoğunluğunu oluşturan Katalanlar da İspanyol olarak anılmaktan pek hoşlanmıyorlar. Katalanca doğal olarak bölgedeki anadil; İspanyolca ikinci lisan. Barselona’da ve elbette Katalunya’nın diğer bölgelerinde göreceğiniz tabela ya da bütün yönlendirme işaretleri de bu sebeple iki dilde yazılıyor. Katalanca, İspanyolcaya benzeyen ancak daha çok Fransızcanın etkisinde kalmış, kabaca İspanyolca ve Fransızcanın bir karışımı olarak nitelendirilebilecek bir dil. Barselona tarih boyunca isyankâr bir toplum olan Katalanların isyankâr başkenti olmuş. Nitekim hala resmi binaların yanı sıra sivil birçok bina ve kuruluşta da İspanya bayrağından daha fazla Katalan bayrağı görmek mümkün. Meşhur Hannibal’ın babası Romalı General Kartacalı Hamilcar Barca tarafından kurulan Barselona –ki görüldüğü üzere şehre ismini de vermiş bu zat-, küçük ama bağımsız bir krallık olarak bir süre varlığını korumuş hatta sınırlarını genişletmiş. Kral Ferdinand’ın İspanyol kraliçesi Isabella ile evlenmesi sonucu İspanyol Krallığı’na katılarak başkentliği Madrid’e devretmiş. Sonrasında geçen altı yüzyıl boyunca da Barselona bir türlü eski huzurunu bulamamış. Katalanlar, merkezi Kastilya yönetimine defalarca isyan etmiş. Hatta Napolyon İspanya’yı işgale kalkıştığında onunla birlik olmayı bile göze almışlar. Ancak sonuç yine hüsran olmuş. İspanyol yakın tarihinin en büyük kara lekesi olan General Franco döneminde Katalanlar çok zor zamanlar geçirmişler. Katalancanın kullanılması 74 okullarda, iş yerlerinde, hatta evlerde bile yasaklanmış ve Katalan kimliği yok edilmeye çalışılmış. Ancak bütün bu baskılar Katalanları yıldırmamış, her şeye rağmen kültürlerini korumayı başarmışlar. Bu direniş yıllarında Katalan kültürünün en önemli sembolü hiç tartışmasız FC Barcelona olmuş. Bahsettiğimiz sadece bir futbol kulübü ya da bir stadyum değil. Katalan halkının General Franco’ya karşı direnişinin temsilcisi olan kulüp, tarih boyunca bu siyasal ve sosyal görevi üstlenerek yasaklanan Katalan bayrağının renklerini taşımış. Adeta bir milli takım havası ile formasına reklam almayı reddetmiş (bu geleneği sadece Unicef’e yardım etmek için bozduğunu biliyoruz). Nitekim daha sonra da bahsedeceğim “Camp Nou”yu gezerseniz tribünlerde yazılı “MES QUE UN CLUB” yani “bir kulüpten fazlası” sloganı, sanırım her şeyi anlatmaya yeterli. İşte bu nedenlerle Katalanlar 1975’te Franco’nun ölümü ile biten baskı döneminde takıma, adeta kimliklerine sahip çıkar gibi sarılmışlar. General Franco’nun ölümü sonrası Kral Carlos’un dönüşü ile Katalanca bir kez daha serbest bırakılmış ve ardından Barselona kenti 1992 Olimpiyat Oyunları ile adeta yeniden ayağa kalkmış. Oldukça bakımsız durumda ve “kirli” olan şehir, bu organizasyon sayesinde neredeyse tamamen makyajlanmış, temizlenmiş ve hatta sahil şeridi tekrar inşa edilerek muhteşem bir hale getirilmiş. Barselona’ya gittiğinizde, orada olmanın verdiği coşkuyla İspanyolları çok sevdiğinizden, İspanyol kültürüne hayran olduğunuzdan filan bahsetmeye kalkarsanız baltayı taşa vurursunuz, benden söylemesi. Katalanların sempatisini kazanmak için böyle büyük bir çabaya girişmenize de gerek yok zaten. Sebebini çok net açıklayamamakla birlikte Avrupa sınırları içerisinde TC vatandaşı olarak sempati ile karşılaşacağınız ender duraklardan biri olduğunu söyleyebilirim. Katalanlar İspanya’nın diğer özerk bölgelerine kıyasla göreceli olarak sosyal, kültürel ve ekonomik açıdan daha gelişmiş olduklarından mıdır bilinmez, oldukça liberal ve hoşgörülü bir toplum. Farklılıklara saygı gösteren ve hatta farklılıkları korumaya çalışan bir yapıları var. İşte bu nedenle şehirde çok kültürlü bir havanın olduğunu söylemek yanlış olmaz. 1992 Olimpiyatları’nın gerçekleştirildiği yılda 30 bin kişi civarında olan yabancı nüfus, 2010 yılında 300 bine ulaşmış. Dolayısıyla şehirde kalıcı olarak yaşayanların yüzde yirmisini yabancılar oluşturuyor. İspanya’nın olduğu kadar aslında Avrupa’nın hatta belki de dünyanın en renkli ve görülmeye değer şehirleri listesinde üst sıraları zorlayan bir yerden bahsediyorum. Yılda 30 milyon yolcunun geçiş yaptığı Barselona Havalimanı ile şehre adeta turist yağıyor. Londra, Paris ve Roma’dan sonra Avrupa’nın en fazla ziyaret edilen dördüncü şehri olan Barselona, büyük olasılıkla bu yazıyı okuyanların 75 uzaktaki yakın birçoğunun zaten gezip gördüğü bir şehir olmalı. Dolayısıyla henüz gitmemiş olanların aklını çelmenin tam vaktidir. Kendi imkânlarınızla, rezervasyonlarınızı önceden yaparak kolaylıkla bir Barselona seyahati planlamanız mümkün. Uğraşmak istemeyenler onlarca tur şirketinin neredeyse yılın her haftası gerçekleştirdiği bol alternatifli Barselona turlarından birine katılmayı da tercih edebilirler. İspanya’nın kuzeydoğusunda, Fransa’ya yakın sayılabilecek bir bölgede, Akdeniz kıyısında yer alan bu liman kenti, beklentiniz ne yönde olursa olsun bunu karşılayabilecek potansiyele sahip. Futbol meraklılarının ilgisiz kalamayacağı FC Barcelona’nın mabedi Nou Camp da; sanata ve 76 mimariye düşkünlerin kutsal Katalan dörtlüsü Gaudi, Miro, Picasso ile Dali’in eserleri ve müzeleri de; alışveriş tutkunu kadınlar için başta Zara olmak üzere dünyanın en popüler mağaza zincirleri de; eğlenceye ve gece hayatına düşkünler için oldukça renkli envai gece kulüpleri ile Flamenko şovları da; deniz, kum ve Akdeniz güneşi olmadan tatil yapamam diyenler için Barcelonata plajlarında şehir merkezinden denize girme imkanı da; midesine düşkün olanlar için özellikle deniz ürünleri başta olmak üzere zengin Akdeniz mutfağının enfes lezzetleri de; çocuklar ve içindeki çocuğu koruyabilmiş yetişkinler için Avrupa’nın en büyük tematik akvaryumu ve Disneyland’a rakip oyun parkı Port Aventura da burada. Konaklamak için bütçenize uygun bir yer bulmakta zorlanmayacağınızı söylememe gerek yok sanırım. Bu noktada önerim, her ne kadar bütün Avrupa kentlerinde olduğu gibi çok gelişmiş bir metro ağı olsa da şehrin önemli noktalarının merkezinde sayılabilecek Katalunya Meydanı’na yakın bir otel tercih etmeniz. Bu tercihi yaparken yıldız sayısına fazla takılmayın; nitekim otelde gerçekten az vakit geçireceksiniz. Bu defa diğer bütün seyahatlerinizdekinden daha fazla yapılacak şey, daha çok görülecek yer var. Yollara düşmeden önce yanınıza sadece ihtiyacınız kadar nakit para almalı, mümkünse bunları farklı ceplerinize dağıtmalı ve pasaportunuzu otelde güvenli bir yerde bırakmalısınız. Çünkü bu güzel gülün dikeni de var maalesef; aldığı yoğun göç ve yüksek işsizlik oranları nedeniyle kapkaç olayları epeyce fazla. Tadınızı kaçırmadan ve hevesinizi kırmadan Barselona’da özellikle motosikletli kapkaç olaylarının diğer büyük şehirlere kıyasla biraz daha sık meydana geldiğinin altını çizmeliyim. Yani “Biutiful” filmini aklınızdan çıkarmadan “Vicky Christina Barcelona”ya motive olabilirsiniz. Barselona’yı keşfetmek için size önerim her zaman olduğu gibi tabanvay marifetiyle, gerektiğinde metro ağını kullanarak şehri tavaf etmeniz olacak. Metro ve diğer toplu taşıma araçlarında kullanmak üzere turistler için hazırlanmış olan, seyahat sürenize göre çok çeşitli ve sınırsız kullanım hakkı veren kartlardan almak akıllıca bir tercih. Daha az zahmetle şehrin turistik alanlarını gezmek isteyenler, gerçek bir turist modunda dolaşmayı ve alacakları çoklu biletle istedikleri yerde inip gezdikten sonra kaldıkları noktadan devam edebilecekleri üstü açık tur otobüslerini, yani ‘Bus Turistica’ları tercih edebilirler pek tabi. 1865’te yapılan ızgara şeklindeki şehir planına sadık kalınarak geliştirilen ve hayranlık uyandırıcı bir şehircilik anlayışına sahip olan Barselona, haritayı elinize alıp cadde isimlerini takip ederek hiç kaybolmadan her yeri gezebileceğiniz bir şehir. Önerime uyup Katalunya Meydanı’na yakın bir yerde konumlandıysanız şehre hemencecik adapte olmanızı sağlayacak olan caddeye, meşhur Las Ramblas’a çok yakınsınız demektir. Şehri İstanbul’a benzettik madem ‘Plaça de Catalunya’yı Taksim Meydanı’na, Las Ramblas’ı da İstiklal Caddesi’ne benzetmek en doğrusu. Bir farkla, uzunluğu 3 kilometreyi bulan bu caddenin sonunda sizi tünel benzeri bir alan değil Akdeniz kıyısı bekliyor olacak. Adını Arapça kökenli bir kelimeden alan bu cadde; eskilerde kelimenin anlamının da işaret ettiği gibi bir nehir yatağı iken, günümüzde, iki yanını çevreleyen olağanüstü mimari güzellikteki binalar, aklınıza gelebilecek her türlü mağaza, kafe, restoran, bar, iki yanında sıralı ağaçlar, banklar, büfeler, sokak çalgıcıları, mim sanatıyla meşgul performans sanatçıları, turistler, yerel halk ve dünyanın her milletinden insan selinin oluşturduğu bir büyük enerji koridoru adeta. Victor Hugo’nun “dünyanın en güzel caddesi” olarak tanımlamayı uygun gördüğü 77 uzaktaki yakın Las Ramblas, tıpkı İstiklal Caddesi gibi neredeyse yirmi dört saat canlılığını koruyan ve enerjisini hiç kaybetmeyen bir bölge. Barselona’da ne kadar vakit geçireceğiniz size kalmış ama geri döndüğünüzde, vaktinizin büyük çoğunluğunun hiç farkında olmadan Las Ramblas ve civarında geçtiğini fark edeceksiniz. Bu yüzden ilk 78 turunuzda fazla oyalanmadan, nasılsa geri döneceğinizi bilerek bir resmi geçit ile güne başlamak iyi fikir. Bu bitmez tükenmez görünümlü caddeyi dolaşırken deniz yönünde sağınızda göreceğiniz canlılığı ve kalabalığı ile sizi içine çekecek olan kapalı pazaryeri ise 19. yüzyıldan kalmış olan, yerel halkın ‘La Boqueria’ olarak adlandırıldığı Mercat de Sant Josep. Balık ve sebze meyve pazarı olan La Boqueria’da taze ve kurutulmuş balıklar ile her türlü deniz canlısı, et, sosis, tropikal meyveler, meyve salataları, sebzeler, her türlü baharat, kurutulmuş domatesler, biberler, örülmüş sarımsak demetleri, türlü tatlılar, reçel ve şekerlemeler küçük dükkânlarda müthiş bir düzen ve özenle satılmakta. Ayrıca bir takım küçük restoran ve kafeler de mevcut. Barselona’ya gelip uzunca vaktinizi bir pazaryerinde geçirdiğinize ve bu renkli tezgâhların önünde fotoğraf çektirdiğinize siz de şaşıracaksınız. Bir de mekân önerisi vermek gerekirse, burada yer alan “El Quim” isimli restoran için yemek yenilmeden Barselona’dan dönülürse Barça Hacısı olmanın eksik kalacağı yönünde görüş bildirenler var, benden söylemesi. Las Ramblas boyunca her adım başı ilginizi çekecek bir aksiyon olduğunu söylersem abartmış olmam. Ücreti karşılığında birlikte fotoğraf çektirebileceğiniz ustaca yapılmış makyajları ile son derece yaratıcı bir çeşitlilik sunan canlı heykeller, yani mim sanatçıları harekete geçtiklerinde sizi oldukça eğlendirecekler. Ayaküstü portrenizi çizen sokak ressamları, dansçılar, çiçekçiler birinden diğerine ilginizi kaydırarak sizi caddenin sonuna dek sıkılmadan sürükleyecekler. İlk turun sonrasında mutlaka Las Ramblas’a çıkan sokakları da keşfetmeye vakit ayırın ve ana caddenin büyüsüne kapılıp ara sokakları gezmeyi ihmal etmeyin. Hediyelik eşya satan küçük dükkânları, dar ve küçük balkonları kırmızı sardunyalarla süslenmiş evleri, irili ufaklı kafeleri, Flamenko ve Tapas barlarını burada bulacak, sonra daracık kemerli geçitlerden geçerek çeşmeler, heykeller ve Gaudi’nin gençlik yıllarında tasarladığı ferforje lambalar ile palmiye ağaçlarının süslediği küçük meydanlarda soluklanacaksınız. Burada da bir öneride bulunmak gerekirse bildiğimiz iki büyük fast food zincirine ait restoranların arasındaki sokaktan girip ilk sağa döndüğünüzde karşınıza çıkacak avludaki restoran ve Tapas barlarını şiddetle öneririm. Katalunya Meydanı’ndan marinanın olduğu sahile dek uzanan Las Ramblas’ın sonundaki meydanda sizi dökme demirden altmış metrelik devasa bir sütun üzerindeki Colomb heykeli bekliyor olacak. Bazılarınca sağ kolunu kaldırıp parmağıyla Amerika’yı işaret ettiği iddia edilen bu Katalan denizcinin parmağının yönü kafanızı karıştırabilir. Heykel yapılırken gözden kaçmış bir hesap hatası mıdır ya da Colomb’un Hindistan’a niyetlenip Amerika kıtasına çıkmasına bir gönderme midir bilemiyorum ama parmağın yönü iddia edildiği gibi yenidünyayı işaret etmiyor sanki. Fazla takılmayın. Merak edenler Monument a Colom’un tepesine asansör ile çıkıp manzarayı izlerken bir yandan parmağın yönünü de daha yakından inceleyebilirler pek tabi. Las Ramblas’ın ardından bahsettiğim gibi Olimpiyat oyunları ile adeta yeniden yaratılmış olan sahil şeridini gezebilirsiniz. Deniz kıyısında devasa bir marina ve dünyanın en büyük limanlarından biri konumlanmış durumda. Ahşap köprüyü geçerek ulaşacağınız “Port Vell” bölgesindeki 79 uzaktaki yakın “MareMagnum” tesisi içerisinde birçoğu fast food türevi olmak üzere çok sayıda kafe ve restoran ile sinema salonları ve bahsettiğim büyük deniz akvaryumu olan “L’Aquarium” bulunmakta. On bir binden fazla deniz hayvanını barındıran L’Aquarium’da özellikle köpek balıklarının bulunduğu alanda suyun altında tasarlanmış olan seksen metrelik cam tünelde sağ çıkacağını bilerek bu sevimli yaratıklarla yakın temas kurma hissi herkes için ilginç bir deneyim olabilir. Bahar ya da yaz aylarına denk gelen bir seyahatte Barselona şehir merkezinden girebileceğiniz kumsalları yine marinaya yakın olan Barcelonata bölgesinde bulabilirsiniz. Aslında neredeyse yılın her mevsiminde güneşlenen insanların eksik olmadığı uzun kumsallardan oluşan bu plaj grubu, yorgun turistler için de cazip bir alternatif elbette. Bu bölgede çıplaklar plajı dışındaki diğer plajlarda da çırılçıplak insanlarla karşılaşma ihtimalinizin olduğunu da belirtmek gerek. Barselona’da yalnızca plajda değil, bütün şehirde çıplak gezmek kanunlara aykırı bir durum değil. Olimpiyatlar öncesi bir kısmı Banliyö konumundaki, bazı sanayi tesisleri de bulunan ve bu nedenle denizi de kirlenmiş olan, neredeyse tek bir kumsalın bile bulunmadığı bu alanın görünümü, gerçekten insanı şaşırtacak derecede değişmiş ve güzelleşmiş durumda (tabi ben de eski fotoğraflar ve anlatanların yalancısıyım). Bu bölgede özellikle deniz ürünlerine meraklı olanlar, uygun fiyata kaliteli hizmetin satın alınabileceği restoranları bulabilirler. Bahsettiğim bu kısa sayılabilecek güzergâhta büyük ihtimalle hatırı sayılır bir vakit geçirmiş ve dolayısıyla acıkmış olmalısınız. Daha fazla vakit kaybetmeden bir şeyler yemek iyi fikir, çünkü eğer öğle saatleri yaklaştıysa İspanyolların meşhur öğle uykusu 80 “siesta”ya takılıp aç kalma ihtimaliniz mevzu bahis. Her ne kadar ekonomik krizin etkilerini hissediyor olsa da İspanyollar gece hayatından ve öğle uykusundan vazgeçmiş değil. Zira siesta adını verdikleri uyku molaları sayesinde daha uzun ve keyifli bir gece geçirebildiklerine inanıyorlar. Bu yüzden siz de Barselona’da geçireceğiniz sürede İspanyol günlük yaşamına adapte olacak şekilde yemek saatlerinizi düzenlemelisiniz. Öğleden sonra kavramının da bu ülkede biraz farklı olduğunu belirtmekte yarar var tabi. Örneğin bir mağazanın öğleden sonra tekrar açılacağı söyleniyorsa bu akşamüstü 5’ten sonra açılacağı anlamına geliyor. İşte bu yaşam molası nedeniyle öğünlerinizi akşam yemeği de dâhil olmak üzere birkaç saat rötarlı yemeye de hazır olun. Çok turistik sayılabilecek mekânlar ve fast food zincirlerine ait olanlar dışında yemek yemeye niyetleneceğiniz bütün kafe ve restoranlarda akşam yemeği servisinin 9’dan hatta bazı yerlerde 10’den önce başlamayacağını belirtmeliyim. Barselonalılar siestadayken sizin için en güzeli elbette ki şehri gezmek olmalı. Muhtemelen çoktan vermiş olduğunuz “tapas bar” molasından sonra Las Ramblas’tan ayrılıp “Barri Gotic” bölgesine doğru ilerleyin. Bu bölge adından da anlaşılabileceği gibi gotik mimarinin çok hoş örneklerine ev sahipliği yapıyor. Ortaçağ’dan kalma binalar, küçük saraylar ve manastırlar ile zaman makinesine girip yüzyıllarca geriye gitmiş gibi hissedeceksiniz. Seyahatiniz güneşli ve sıcak bir mevsimde ise karanlık, serin ve dar sokakların öğle güneşinden korunmak için oldukça ideal bir sığınak olduğu söylenebilir. Bölgenin en önemli binası olan Katedral’i mutlaka görmelisiniz. Yapımına 1298 yılında başlanan Katedral’in dikkat çekici gotik ön cephesi, 19. yüzyılda yapıya eklenmiş. Katalan gotik mimarisinin en etkileyici örneklerinden biri olarak kabul ediliyor. Hafta sonunu içine alan bir tatilde olma ihtimaliniz yüksek olduğuna göre bir hatırlatma; cumartesi akşamları ve pazar öğleden sonraları Katedral’in önünde geleneksel olarak “Sardana” yani Katalan halk dansı yapılmakta. Telli ve nefesli çalgılar ile davuldan oluşan müzik grubunun çaldığı ritmik ezgiler eşliğinde insanlar erkek, kadın karışık çoluk çocuk el ele tutuşup dans ediyor, her geçen dakika dansa katılanların sayısı artarak yeni çemberler oluşuyor. Görünüşte basit olan ama aslında disiplin isteyen bu dans görülmeye değer. Katedral’in arkasındaki meydanda yer alan Barok stildeki 18. yüzyıldan kalma kilisenin arka duvarında ise sizi Barselona tarihinin tanığı bir duvar karşılayacak. General Franco döneminde muhalif Cumhuriyetçilerin infaz duvarı şehrin ve Katalanların hafızasını canlı tutmak amacıyla korunmuş. Duvardaki delikler ve tahribat yaşananları başka bir şeye gerek bırakmayacak şekilde anlatmaya yetiyor. Bu bölge ile ilgili bir gastronomi önerisinde bulunmak gerekirse Santa Maria Del Mar Kilisesi’nin arka bahçe kapısından geçerek ulaşacağınız Passeig Del Born’da çok sayıda kaliteli restoran, bar ve gece kulübünün olduğunu söyleyebilirim. Özellikle Tapas barlarında her damak zevkine uygun bir şeyler bulmanız mümkün. 81 uzaktaki yakın 82 Konu tekrar dönüp dolaşıp “Tapas”a geldiğine göre biraz açıklamayı da hak ediyorsun sevgili okur. Tapas, İspanyolların en meşhur yemeği diye bilinse de tek bir yemeği tarif etmediğini söylemeliyim. Genel olarak bizdeki mezelerin karşılığı aperatifler ve atıştırmalıklardan oluşan bir yemek grubu Tapas olarak adlandırılmakta. Zeytinyağlılardan ara sıcaklara geniş bir alternatif liste ile zevkinize uygun bir Tapas çeşidi bulmanız olası. Burada da küçük bir uyarıda bulunmalı ve neredeyse tüm etli yemeklerin domuz eti barındırdığını söylemeliyim. Bu konuda hassasiyeti olanlar da sıkıntıya düşmeyeceklerdir. Çünkü Barselona mutfağında aklınıza gelebilecek her türlü deniz ürününü bulmak mümkün. Barselona deniz ürünleri konusunda oldukça bonkör bir şehir. Özellikle deniz mahsulleri ile yapılan bir pilav olan Paella’yı da mutlaka deneyin. Paella, içine bolca balık ve deniz ürünü konulmuş –bazen et veya sebze- ve safranla renklendirilmiş bir tür zeytinyağlı pilav. Hazır mutfaktan ve gastronomi önerilerinden bahsediyorken Tapas ve Paella dışında yerel sosislerin oldukça lezzetli olduğunun altını çizip patatesli omlet olan Tortilla’yı da listenize mutlaka eklemeniz gerektiğini söylemeliyim. Şarap merakı olanlar için tekrara gerek yok ama bilmeyenlere Barselona’nın kırmızı şaraplarının da namının ülke sınırlarını aşarak dünyada önemli bir yer sahibi olduğunun altını da çizmek gerek. Kırmızı şarabın içine önce bal sonra elma ve turunçgiller ailesinin bazı bireylerinin, ardından votka ve bazen de romun katılmasıyla oluşan ve son olarak gazoz eklenerek büyük bir sürahide buz içinde ikram edilen ve ismini kan kırmızı renginden alan ünlü alkollü kokteylleri Sangria’yı da tatmadan dönmeyin. Barselona’ya kadar gelip Sangria içmemek olmaz ama bu içkiyi içmek için Las Ramblas gibi turistik yerleri seçerseniz karşılaşacağınız uçuk fiyatlar keyfinizi kaçırabilir. Bu yüzden daha yerel olan ve turistik görülmeyen barları tercih 83 uzaktaki yakın etmenizi öneririm. Tatlı meraklıları için ise kişisel deneyimlerime dayanarak Barselona’daki tatlı çeşitlerinin gereğinden fazla şekerli olduğunu söylemeliyim. Alternatif olarak istisnai bir durum Churro için geçerli. Lokal bir tatlı arayışında olanlar kahveye batırılarak yenen Churro’yu deneyebilirler. Ve pek tabi “Créme Brulée”. Fransızmış gibi dursa da aslında bir Katalan spesiyalitesi olan krem bruleyi bütün bu sohbetin dışında tutuyor ve doğru yere denk gelmeniz için bol şans diliyorum. Henüz şehrin mimari dehası Gaudi ve eserleri ile tanışmamış olduğunuzun farkındayım ama büyük ihtimalle günü bitirmiş ya da bitirmekte olmalısınız. Gün batımı ışığında şehre bir genel bakış ile manzaranın tadını çıkarmak üzere Montjuic tepesine doğru yol almanın vaktidir. Tepeye rahat ulaşmak 84 için funiküler sistem inşa edilmiş. Olimpik Stadyum’un da bulunduğu bu park size muhteşem bir Barselona manzarası sunacak. Ayrıca şehrin yoğun temposundan uzak sakin bir bölge olduğunu söyleyebilirim. Olimpik Stadyumun yanı sıra Montjuic Şatosu, kale ve kelime anlamı sihirli çeşmeler olan “La Fontana Magica” da bu bölgede. Pueblo Espanol ise Montjuic dağının eteklerine kurulmuş bir minyatür kent. İspanya’daki tüm mimari örnekler ve yaşam şekilleri bir açıkhava mimari müzesi şeklinde sergileniyor. Küçük bir köyü andıran alanda aynı zamanda çok sayıda hediyelik eşya satan dükkân da mevcut. Las Ramblas ve civarına göre fiyatların -kaliteden ödün vermeden- daha makul olduğunu göz önünde bulundurursak hediyelik eşya alışverişini aradan çıkarmak için uygun bir yer. İspanya’ya kadar gelip Flamenko izlemeden dönmek olmaz ve turist olmanın hakkını vermek istiyorum diyenler için birçok seçenek söz konusu. Gerçekten de turist moduna geçip ateşli ve enerji dolu Flamenko dansçılarını izlemek yorgunluğunuzu alıp üstüne bir de enerji depolayacak bünyenize. Ne de olsa gece hayatını deneyimlemeye uzun saatler var. Daha önce de belirttiğim gibi İspanya’da her şeyde olduğu gibi gece hayatında da bir rötar söz konusu. Böyle bir niyetiniz varsa bir gece kulübü ya da bara gitmek için gece 12’den, hatta 2’den sonra bir saat dilimini tercih etmekte fayda var ama uyarması benden, henüz başta Barselona’yı Barselona yapan Antoni Gaudi’nin eserleri olmak üzere görmediğiniz çok yer ve yapılacak çok şey var, tercih sizin. Ertesi günü Barselona’yı çok güzel ve gelişmiş bir liman kenti sıradanlığından kurtaran büyük sanatçıların özellikle Antoni Gaudi’nin eserlerine ayırmak gerek. Mezuniyet töreninde rektörüne “Bir budalayı mı yoksa dehayı mı mezun ediyoruz bilemiyorum.” dedirten ve sonrasında bıraktığı eserleriyle mimari deha olarak anılacak olan Gaudi, şehrin değişik yerlerine inşa ettikleri ile sadece Barselona’ya değil dünya mimarlık tarihine de adını altın harflerle yazdırmış bir isim. Barselona’ya “Gaudi’nin Şehri” ve hatta ‘Gaudi’nin oyun parkı’ demek yanlış olmaz. Mimari özel ilgi alanınız olmasa da Gaudi’nin eserleri sıradışı formları, genel olarak keskin köşeler barındırmayan yuvarlak hatları, masalsı görünümleri ve barındırdığı ilginç detaylar ile ilginizi çekmeyi başaracak. İsmi bazılarınıza belki de Alan Parson Project’in hit şarkısından tanıdık gelecek olan “La Sagrada Familia” yani Kutsal Aile Kilisesi hiç şüphesiz kentin en önemli simgesi. Konumu ve yüksekliği ile şehrin her yerinden size göz kırpan bu muhteşem binanın yapımına 1882 Mimar Villar tarafından başlanmış, neo gotik tarzdaki bu üç cepheli katedralin yapımını bir sene sonra Gaudi devralmış. Nam-ı diğer ‘bitmeyen kilise’ La Sagrada Familia’da, doğa Gaudi’nin en önemli esin kaynağı olmuş. 1926 yılında hazin bir tramvay kazası sonucu ölen Gaudi’nin İsa’nın doğuşunu simgeleyen ilk cephesini tamamlayabildiği yapının inşası hala sürmekte ve mimarın ölümünün yüzüncü yılı olan 2026’da bitirilmesi planlanıyor. La Sagrada Familia, Avrupa’nın bütün büyük kentlerinde bulunan ve hepsi birbirini andıran büyük katedrallerin hiçbirine benzemiyor. Her biri birer sanat eseri olan çok sayıda canlandırma ve heykel barındıran; sarmaşıklar, çilek ve böğürtlen gibi meyve kabartmaları ve hatta küçük bir sudoku gibi enteresan detaylar barındıran, üç cephede dörder adetten on iki adet çok sivri ve yüksek çan kulesi olan bu yapı, tıpkı bizim peribacaları misali sanki bu dünyaya ait değilmiş gibi duruyor. İlk görüşte cüssesi ve tuhaf görünümü ile sizi etkileyecek olan bu şaheser yaklaştıkça ve detaylarını inceledikçe sizi büyülemeyi başaracak. Aynı zamanda müze statüsünde olan La Sagrada Familia’nın kulelerine çıkarak merkezi bir noktadan Barselona’yı seyreylemek de mümkün. Bunun için uzun kuyruklara takılmak istemiyorsanız erken bir saatte ziyaret etmenizi öneririm. Kulelere asansör ile çıkılmakta, ancak inişte merdivenleri kullanmak gerekiyor. Bu yüzden klostrofobik bir kişiliğiniz ve diz eklemlerinizde sorununuz varsa, şehri 85 uzaktaki yakın izlemeyi bir başka tepeye bırakmak iyi fikir. La Sagrada Familia’yı sindirip özümsediyseniz sırada Gaudi’nin diğer eserleri var. Yürüme mesafesinde ulaşabileceğiniz, bir ucu Katalunya Meydanı’na, diğer ucu ise şehri ortadan oblik bir şekilde ikiye yaran bulvar olan Avenida Diagonal’e çıkan Paseo De Garcia isimli bir hayli geniş caddede sanatçının iki önemli eserini bulmakta zorlanmayacaksınız. Yürürken birbirine benzer mimaride dizilmiş evlerin gidişatına aykırı duran iki evden biri “Casa Batllo”, diğeri ise “La Pedrera”, 86 namı diğer Casa Milla. Casa Battlo yapısındaki dini ve ulusal sembollerin yanı sıra kıvrımlı dış hatları, çok farklı doku ve malzeme birleşimleri, parlak renkleri ve sınırsız detayları ile yine Gaudi’nin özgün üslubunun ipuçlarını taşıyan bir bina. Bazılarına göre binanın en çekici kısmi geri dönüştürülmüş seramiklerle dekore edilmiş olması. Yakınındaki diğer başyapıtı ise Casa Milla. Dış görünümünün bir taş ocağını andırması nedeniyle bu anlama gelen “La Pedrera” olarak bilinen bu görkemli apartman, bugün Unesco’nun Dünya Mirası Listesi’nde yer alıyor. Tavan katı ise Gaudi’nin eserlerinin sergilendiği şık bir teknoloji müzesine (Espai Gaudi) ev sahipliği yapıyor. “Cadı korkutan” olarak da bilinen ve Yıldız Savaşları’nın Darth Vader’ine benzeyen bacaları ise binanın öne çıkan diğer bir özelliği. Sırada Parc Güell var. Adından da anlaşılabileceği gibi Gaudi’nin eserlerini barındıran büyük bir park alanından bahsediyorum. Bu bölgeye ulaşmak için metroyu kullanmak iyi fikir. Eğer ormanı kat eden uzun bir parkuru yürümek istemiyorsanız Parc Güell işareti bulunan iki durak olan Vallcarca ve Lesseps’ten ikincisini tercih etmenizi öneririm. Parc Güell sadece mimari ile ilgilenenleri değil, çocukluğunda Hansel ve Gretel masalındaki gibi pastadan bir ev hayali kuran herkesi büyüleyecektir. Gerçekten de masal diyarını andıran bu parkta neyin daha eğlenceli olduğuna karar vermek zor. Bir tepenin üzerinde yer alan ve dolayısıyla kuşbakışı şehir manzarasına sahip bu alan zamanında Guell ailesinin talebi ile şehrin ileri gelenleri için küçük bir villa kent olarak tasarlanmış ancak rağbet görmeyince parka dönüştürülmüş. Burada Gaudi’nin küçük ormancıklar yaratma merakını, “trade mark”ı haline gelmiş olan kırık cam ve mozaiklerden yaptığı tablo misali dizaynlarını, paraboller, dalgalar ve kıvrımların mimariye en fonksiyonel yansımalarını görmek mümkün. Parkın etrafını kıvrılarak çevreleyen mozaik kaplı incelikle tasarlanmış, yumurta şeklinde tümsekler barındıran, bank demeye dilimin varmadığı bu uzun oturma alanı belki de dünyanın en iyi manzaraya sahip ve kesinlikle en büyük bankı olma özelliğini de taşıyor. Barselona şehrinin simgesi haline gelen kertenkele şeklinde tasarlanmış mozaik kaplı olan seramik çeşme ve Dor mimarisi tarzında inşa edilmiş seksen altı sütundan oluşan ve yine tavanı mozaiklerle süslenmiş kapalı alan parkın diğer önemli detayları. Buradaki hediyelik eşya dükkânından tasarımı Jordi Nogués’e ait Gaudi eserlerinin bazı detaylarını barındıran kupaları da hediye listenize ekleyebilirsiniz. Barselona aynı zamanda bir müzeler kenti olarak da tanımlanabilir elbette. Modern Sanatlar Müzesi, Ayakkabı Müzesi, Çikolata Müzesi, Miro, Picasso ve Dali’nin eserlerinin sergilendiği müzeler ve daha onlarcası arasında tercih yapmakta zorlanacaksınız. İspanya’daki en önemli Picasso koleksiyonuna ev sahipliği yapan Museu Picasso bunların içinde kaçırılmaması gerekenlerden. Barri Gotic’teki La Ribera bölgesinde bulunan müze ve çevresi renkli sokaklar ilginizi çekebilir. Museu Picasso’da sanatçının çocukluğunda bulduğu her şeyin üzerine yaptığı ya da kafasına vurula vurula yapmak zorunda bırakıldığı resimlerden Las Meninas serisine uzanan evrelerini ve geniş seramik koleksiyonu görülebilir. Fundacio Juan Miro’da ise Katalanların gururu Miro’nun kuşlar, kadınlar ve yıldızlar etrafında gelişen sürrealist cümbüşlerini; Fundacio Tapies’te Antoni Tapies’in eline geçen her şeyden tablo yapma merakını izleyebilirsiniz. Ayrıca iki komşu modern sanatlar müzesi olan MACBA ve CCCB modern sanatlara ilgi duyanların uzun vakitler geçirebileceği diğer iki önemli müze. Bu müzelerin bulunduğu semtin sokakları ise Barselona günlük yaşamını gözlemlemek ve dinlenmek için oldukça keyifli kafe ve barlara ev sahipliği yapıyor. Salvador Dali hayranı olanlar, şehrin yaklaşık bir saatlik bir sürüş mesafesi dışında kuzeyde yer alan Figueres’teki Dali Müzesi’ni görmeden dönmesinler. Dali’nin kendi kurduğu bu müzenin bahçesinde siyah bir Cadillac ve etrafı sarmaşıklarla çevrili taştan şoförü karşılıyor sizi. Alışılmışın dışında bir karşılama bu çünkü dalgıç kıyafetleri içindeki şoför “Cadillac”ın içinde ya da yanında değil, tam üzerinde duruyor! Şehir merkezinde de “Dali kusuruma bakmasın ama Barselona’ya geldim yollara düşerek otobanlarda vakit kaybedemem” diyenleri tatmin edebilecek kapasitede daha küçük bir Dali müzesi de mevcut. Son müze önerim oldukça enteresan bir mekan olan şehrin en yeni enteraktif müzesi ‘El Museu d’Historia De Catalunya’, yani Katalunya Tarih Müzesi. Bu müzede bir şövalye gibi giyinmek, hava baskınına karşı bir sığınakta bombardımanı beklemek, Katalan radyosundan diktatör Franco’nun ölümünün verildiği haberi ya da 1966 yılında Beatles’ın şehre gelişini anlatan yayınları dinlemek ve tarihin interaktif bir metotla ne derece ilgi çekici bir hal alabileceğini gözlemlemek mümkün. Barselona’ya gelmişken ve birazcık da futbola ilginiz varsa, Nou Camp Stadyumu’nu ve Barselona Müzesi’ni gezmeden dönmeyin. Müze gerçekten çok başarılı ve stadyum da heyecan verici bir futbol mabedi. FC Barcelona Resmi Satış Mağazası ise gerçekten buzdolabından emziğe binlerce çeşit FCB ürünü ile şaşırtıcı zenginlikte bir mağaza. Ismarlananlar listesinde mutlaka bir FC Barcelona forması olacağını hesaba katarsak şehirdeki daha küçük mağazaları es geçerek forma alışverişi için Nou Camp’ı tercih etmek fena fikir değil. Ancak stada biraz erken gitmekte fayda var. Çünkü akşam 7’den sonra ziyaretçi kabul edilmiyor. Şehre veda için yine bir başka tepeye, Tibidabo’ya çıkmak ve bu aziz şehri bir de oradan seyreylemek gerek. Mavi bir tramvayla ulaşacağınız şehrin Montjuic’ten sonra panoramik manzarasını farklı bir açı ile izleyebileceğiniz diğer bir tepe olan bu mekân, tepesine Sao Paulo’dakinin benzeri kollarını iki yana açmış devasa bir İsa heykeli yerleştirilmiş olan büyük bir kilise ve eğlenceli bir lunapark da barındırıyor. Zaten yüksek olan bu tepedeki dönme dolaptan eşsiz Barselona manzarasının tadını çıkarmak mümkün. Anlata anlata ben bittim anlatacaklarım bitmedi. Gördüğünüz gibi anlatarak sonu gelmeyecek zenginlikte, bir gidenin mutlaka bir kez daha gitmeyi isteyeceği çok özel bir şehir Barselona. “Üç günlük ziyaretten üç senelik sohbetle döneceksin.” dediklerinde ben pek ciddiye almamıştım ama siz beni ciddiye alın. Anlattığım onlarca şeyden hiçbiri ilginizi çekmese bile bu şehirde sizi yakalayabilecek ve sizin Barselona’nızı tanımlayabilecek bir şey bulacağınızdan eminim. Bu yüzden acele edin ve ilk Barselona ziyaretinizi gerçekleştirmek için harekete geçin. 87 evrensel sanat “Gaudi’nin zihnindeki harikalar diyarı” Antoni Gaudi Çağdaş mimari ile doğanın buluşmasının bir şehirdeki izleriydi Gaudi’nin zihnindeki. Onun hayal gücünden en çok nasibini alan Barselona oldu. Dehasına en güzel örnekler ise; Mila Apartmanı, Güell Parkı, La Sagrada Familia Kilisesi, Camillas’da El Capricho Villası, Astorga’da Piskoposluk Sarayı ve Leon’daki Fernandez Konağı’ydı. 88 Egzotik ve büyüleyici bir masal gibiydi yaptıkları. Fantastik ve görkemli dünyasında neler oluyordu kim bilir? Yapıtlarında yeni Gotik biçimlerle yeni yapı tekniğini ustaca bağdaştırmasını bilen Antoni Gaudi Cornet (1852 -1926), mimarlıkta biçim ve teknik yenilikler yaptı. Art Nouveau (Yeni Sanat) akımının İspanya’daki öncüsü oldu. Öğrenimini Barselona’da yaptı ve yine Barselona’ya imzasını attı. 25 Haziran 1852’de Katalonya’nın Reus kentinde doğdu. Bir bakır ustasının oğluydu. Sanatında kullandığı zanaat inceliklerini babasından almıştı. 1869’da başladığı mimari eğitimi, askerlik hizmeti ve çeşitli nedenlerle sekiz yıl sürdü. 1878’de eğitimini tamamladığı Barselona kenti, tüm sanatsal etkinliklerinin merkezi oldu ve kişiliğinin gelişiminde büyük yer tuttu. Sanki Barselona ondan ibaretti, o Barselona’dan… O dönem, Barselona’da özellikle tekstil endüstrisinin gelişmesiyle orta sınıfın güçlendiği, zenginliğin ve şehirsel gelişimin arttığı bir dönemdi. Gaudi, Fransız mimar Eugene Viollet-le-Duc ve “süsleme, mimarinin kaynağıdır” diyen İngiliz düşünür John Ruskin’in teorilerinden etkilenmişti. Zamanla 19.yy.’ın baskın tarihî stillerinin ötesine geçerek, kendi sınıflandırılması güç estetiğini yaratmıştı. İlk önemli eseri, Vicens ailesi için 18831888 tarihlerinde yaptığı Barselona’daki Casa Vicens adlı yazlık ev oldu. Daha sonra Eusebi Güell adlı sanayici ile güçlü bir ilişki kurarak bu aile için yaptığı eserlerle Barselona’da saygınlık kazanmıştı. Bu eserler, Güell Pavilyonu (1884-1887), Güell Sarayı(1886-1888), Güell Mahzeni (1895-1898), Colonia Güell Türbesi (1898-1908), Fantastik Güell Parkı( 1901-1914)’ydı. Diğer önemli eserleri arasında ise Teresano Koleji (1888-1889), yılın binası ödülünü kazandıran Celvet Evi (1898-1900), Bellesgurad Villası (1900-1905), Battlo Evi (1904-1906), La Pedrera adıyla bilinen Mila Evi (1904-1906) bulunur. En ünlü eseri ise hayatını adadığı, yapımı halen süren La Sagrada Familia Kilisesi’dir. Gaudi, 1882’de F. Del Villar tarafından yapımına başlanan bu kiliseyi tamamlama işini 1883’de üzerine aldı. Gittikçe daha fazla zamanını bu esere ayıran Gaudi, 1908’de başka proje almayı bıraktı ve 1926’da ölümüne kadar sadece La Sagrada Familia ile uğraştı. Gaudi, tüm mimari bilgisini karmaşık semboller sistemi ve inancın gizemlerine ilişkin görsel açıklamalarla birleştirerek bir 20. yy. katedrali yaratmayı arzuluyordu. Sadece tüm enerjisini esere ayırmakla kalmadı, stüdyosunu da inşaata taşıdı. 7 Temmuz 1926’da, 74 yaşında bir trafik kazası sonucu öldü ve Sagrada Familia’ya gömüldü. Kilisenin ismi ise “Bitmemiş Kilise” olarak kaldı. Gaudi, koyu bir Katolik ve ateşli bir Katalan milliyetçisiydi. Katalanca konuşmanın yasalara aykırı olduğu bir dönemde, Katalanca konuştuğu için tutuklandı. İlerleyen yaşında kendini tamamen dini bir yapıya adaması da dindarlığından kaynaklanıyordu. Gaudi, bir dahi olarak kabul edilmekle birlikte, renk-körü olarak da bilinirdi. Bu iddiaya göre, eserlerini yardımcısı Joseph Maria Jujol olmadan yaratması mümkün değildi. Gaudi’nin eserlerinin sekiz tanesi Unesco Dünya Mirası Listesi’nde yer alıyor. Park Güell, Palau Güell ve 89 evrensel sanat Casa Milà1984’te, Sagrada Familia’nın “İsa’nın Doğuşu” cephesi ile Yeraltı Türbesi, Casa Vicesn, Casa Battlo ve Colonia Güell Türbesi 2005’de Unesco Dünya Mirası Listesi’ne girmiştir. Gaudi, 1908’de iki Amerikalı girişimciden New York’ta bir otel yapma önerisi almış ve 300 m. yüksekliğinde bir bina tasarlamıştı. Ancak bu proje Gaudi’nin 1901-1910 arasında sanatçıyı halsiz düşüren uzun süreli hastalığı nedeniyle gerçekleşmemişti. Gaudi’nin projesinin, 11 Eylül 2001’de yıkılan Dünya Ticaret Merkezi yerine yapılacak bina için uygulanması önerilmişti. “Bir dehayı mı yoksa budalayı mı mezun ediyoruz, bilmiyorum.” Bu söz School of Architecture of Barcelona’nın Rektörü Profesör Elias Rogent’ın, mezuniyet töreninde (1878) ona söyledikleri… O ise yanındaki arkadaşına dönüp: “benim şimdiden bir mimar olduğumu söylüyorlar.” dedi gülerek. Gaudi’nin en etkileyici yanı; “Atölyemin hemen dışındaki ağaç benim akıl 90 hocam” diyecek kadar doğa aşığı olmasıydı… Bitki ve hayvanlar doğal biçimleri onun hep en önemli esin kaynağı olmuştu. Ağaçların dalları, bitkilerin yaprakları, hayvanların iskelet yapıları gibi doğal her detayı taşa çeviriyordu. La Sagrada Familia’nın kolonlarının ağaç gövdesi formunda olması da bu yüzden… Bir gün Gaudi’nin çatı bacalarını kaplamak için kullanacağı seramikler yolda kırılmıştı. Gaudi geri göndermek yerine bu kırık parçaları, yuvarlak geçişli yüzeyleri kaplamak için kullandı. Kimse (Gaudi dâhil) bu kırık seramik ve cam parçalarının sonradan Barselona’nın simgesi olacağını öngöremedi! 1907 yılında biten Casa Battlo‘nun içinde keskin bir hat kullanmadı. Tüm duvar köşeleri, kapılar, pencereler yuvarlak hatlardan oluşuyordu. Sanki bir nehir geçmiş ve nehir yatağı oracıkta uzanıyordu… Nehrin bıraktığı doğal izler binanın iç tasarımını oluşturdu. Gaudi doğayı eserlerine yansıtmakla kalmıyor ışık ve havalandırmaya da büyük önem veriyordu. Bir nevi bu da doğaya duyulan bir saygıydı. Buna en açık örnek Casa Battlo’dan olabilir. Dışarıya ve avluya bakan pencerelerin altında son derece basit tahta kepenk gibi bir mekanizma ile dışarıdan odaya hava aldırabiliyorsunuz. Her odanın tavanından avluya bakan pencerelerle odaların içi hep gün ışığı alıyor. O odanın sokağa bakan camı olmasa bile içeride gün ışığı var. Üstelik renkli camlarla yaratılan oyun sayesinde içeriye giren ışık size hep huzur veren bir tonda. Eğriselliği ön planda tutup yapılarına attırdığı parabolik taklalar, Gaudi’nin bir matematik ve geometri dehası olduğunun göstergesi. Farklı iplere ağırlıklar asarak bina modellemesi yapıyor. Sonra onun bu basit yöntemini programcılar örnek alıp mimari modelleme programları geliştiriyorlar. Doğayı taklit eden bu ayrıntı ustası dâhinin taklit edilemeyen tarzı onun mirasıydı. Dünyayı harika bir yer yapmak için uğraştı. Onun harikalar diyarında ise sadece Alice yoktu. 91 tekno günce Teknolojinin yeniden doğuşu Uzun savaşlar, haçlı seferleri, dini baskılar, salgın hastalıklar ve kıtlıklar ile yorulmuş Orta Çağ artık yaşlanmış, zayıflamış ve ölüme yaklaştıkça selefini arar olmuştu. Orta Çağ’ın karanlığını, yine karanlık bir mahzenden çakan bir kıvılcım alev alev aydınlattı. Her şeyin başlangıç noktası Gutenberg'in baskı makinesi oldu. Gutenberg belki de farkında olmadan insanlık tarihinin gidişatını değiştirdiğinde sene 1440'tı. El yazımı ile günde 1-2 sayfa hızında ilerleyen kitap çoğaltma işi matbaa ile beraber günde 3600 sayfaya çıktı. Yangın durdurulamayacak bir hızda ilerliyordu. 1500'lü yılların başında 200 Avrupa şehrinde matbaa vardı ve basılmış kitap sayısı 200 milyonu bulmuştu. Rönesans döneminin insanlığa en büyük katkısı bu bilginin daha serbestçe dolaşımı oldu. Diğer önemli buluşlarla beraber günümüz dünyasının temelleri atılmaya başladı. Bu dönemde ortaya çıkıp önce Avrupa’nın sonra da insanlığın yönünü değiştiren ve günlük hayatımızın vazgeçilmezleri haline gelen bu diğer buluşları beraber inceleyelim. Gözlük ile ilgili en eski tarihi kayıt, Dominik Keşişi Giordano Da Pisa'nın 1306 yılına ait vaaz kayıtlarındadır. 20 yıl öncesine atıfta bulunan bu konuşmada göz camı olarak geçen gözlükler, 5. yüzyıl Çin Hanedanlığı’ndan beri kullanılan lenslerin bir göz kusurunu düzeltmekle ilgili ilk kullanım örneğidir. Gözlükle ilgili en eski görsel kayıt ise 1352 yılında Tommaso da Modena'nın yaptığı 92 Kardinal Hugh de Provence'i bir metni okurken resmettiği, portre çalışmasıdır. Bu dönemde yapılan lensler sadece uzağı görememe bozukluklarında iş gören dışbükey merceklerdi. 1604 yılında ilk defa Keppler hem iç bükey hem de dış bükey merceklerin hangi görme bozukluklarına ne şekilde iyi geldiği ile ilgili bir kitap yayınladı. Amerika'nın kurucu babalarından ünlü mucit Benjamin Franklin de dedelerimizin kullandığı çift odaklı gözlükleri icat ederek tek camda hem yakın hem de uzak gözlüklerini birleştirdi. Cam teknolojisinin de gelişmesi ile birlikte daha sağlam ve hafif camlarla bugün hepimizin hayatını kolaylaştıran araçlar haline geldiler. 1596 yılında ise bir başka önemli buluş günlük hayatımıza girmek üzereydi. İngiltere'de 1. Elizabeth'in vaftiz yeğeni, Sir John Harington, evdeki kokuya dayanamamış olacak ki kendini yıkayabilen bir tuvalet sistemi geliştirdi. Hatta bununla birlikte buluşunu detaylı bir şekilde bir kitapta da anlattı. Bir tane de vaftiz annesinin evine bu sistemden kurdu. Ancak çok gürültülü olduğu için vaftiz annesi Kraliçe Elizabet tarafından kullanılmadı. Erdinç Tuğcu Aslında İngiliz halkı da bu buluşa çok ısınamadı. Ama Fransızlar "Angrez" adı ile onu benimsediler ve tuvaletlerimizin vazgeçilmezi haline gelen "Sifon", Rönesans'ın önemsiz gözükse de yaşam süremizi oldukça yükselten gizli kahramanlarından biri oldu. 11. yüzyıl başlarında, bazı kiliselerde güneşin ve ayın konumlarını gösteren garip mekanizmalar baş göstermeye başladı. Bunlardan bazıları o kadar gelişmişti ki sadece güneş ve ay değil bazı önemli yıldız takımlarının da yerlerini gösterebiliyorlardı. Ama rönesansla birlikte, her alandaki dramatik değişim onların da kaderini belirleyecekti. Yıldızların, durumu, günlerin gösterilmesi yetmedi ve mekanik saat kavramı gelişti. Bilinen ilk saat kulesi Salisbury Katedraline yapılmıştı. Tam yapım tarihi bilinmese de 1300’lü yılların hemen başı olarak tahmin ediliyor. Çünkü 1306 tarihli evraklarda Salisbury Katedrali’ne saatleri gösteren bir mekanizma takıldığı ile ilgili kayıtlar mevcut. Mekanik saatlerin bundan sonraki macerası o dönemdeki pek çok diğer buluş gibi hızlı bir yayılımla Avrupa’nın bütün şehirlerine yayılmaya başladı. 1500’lü yılların başında Nurnberg’li saat ustası Peter Henlein “Nurnberg Yumurtası” olarak da bilinen, taşınabilir ilk saati yaptı. Yayla çalışan mekanik saatlerin de ilk örneklerinden olan bu saat de yaygınlaşarak, modern çağa geçişteki en önemli adımlarımızdan olan zaman kavramının günlük hayatımızın vazgeçilmez bir parçası haline gelmesini sağladı. üst üste kullanılmasını sağlayacak gözlükler yapmaya başladı. İki lensin üst üste kullanılması ile görüntüyü 9 kata kadar büyütebiliyordu. Dünyanın ilk mikroskobu böylelikle hayat bulmuş oldu. Hayat şartları onu sahte bozuk para üreten bir kalpazan haline getirse de, buluşu tıp tarihini değiştiren en önemli cihazlardan biri olarak adını yaşattı. Günümüz bilim dünyasının vazgeçilmez üyelerinden bazıları, ileride sahte para üretmek yüzünden hapishanelere düşecek bir kalpazanın elinden çıkacaktı, üstelik 5 yaşındayken. 1500’lü yılların sonunda Hollandalı Sacharias Jansen, çocuk yaşında sokaklarda satıcılık yaparak geçiniyordu. Son dönemde iyice moda olmuş gözlükleri satıyordu ama elindeki gözlükler, ileri derecedeki bozuklukları düzeltmeye yetmiyordu. Babasının yardımı ile iki merceğin Jansen’in bilim dünyasını değiştirme başarısı bununla da bitmedi. Çift lensli sistemini başka amaçlarla da kullanan Sacharias bunun uzaktaki cisimlere bakmak için de çok iyi bir yöntem olduğunu keşfetti. 1608 yılında festivallerde, panayırlarda teleskobunu satmaya çalışan adamın buluşu, dönemin en önemli bilim adamı olan Galileo Galilei’nin eline geçti. Cihazın tasarımında çok önemli değişiklikler yapan Galileo, bu cihazdan faydalanarak, Dünya’nın Güneş’in etrafında döndüğünü ispatladı. Kilise ile bilimin arasının açılmasına sebep oldu, modern bilimin atalarından biri ve gözleme dayalı astronominin de babası haline geldi. 9. Yüzyılda Çinlilerin “Ölümsüzlük İksiri” bulma çalışmalarında karşılarına duman ve ateşin laneti çıktı. Bu kara toz, zaten birbirlerini öldürmek için fırsat kollayan insanların işini çok kolaylaştıracak baruttu. Başlarda havai fişeklerde kullanılan toz, yavaş yavaş silah formuna girmeye başladı. Önce Ortadoğu’ya oradan da Avrupa’ya yayıldı. İkisine de yayılmasının arkasındaki temel etmen ne ilginçtir ki Moğollar oldu. Avrupa ilk defa barutun kesif kokusunu 1241 yılında Mohi savaşında duydu ve korkarak savaş alanından çekildi. Bu yeni icat derhal ilgilerini çekti, 1248 yılında ilk toplarını savaşta kullanmaya başlamışlardı. Rönesans ile birlikte bu form daha 93 tekno günce da küçüldü ve taşınabilir bir tüfek icat oldu, o tarihten itibaren bozulan mertlik milyonlarca insanın canına maloldu ve olmaya da devam ediyor. İmparatorluğu döneminde ilk bilyalı sistem fikirleri görülse de hayata geçirilebilir hale getiren Leonardo olmuştur. Buluşların çağı Rönesansta, bir buluş makinesine ayrıca değinmeden geçmek olmaz. 1452 yılında Medici ailesinin yönettiği Floransa Cumhuriyeti’nde dünyaya gelen, "Vincili Üstad Piero'nun oğlu Leonardo" ya da halk arasında bilinen adı aile Leonardo Da Vinci, Rönesans dönemini tek başına tanımlamaya yetecek çok yönlülüğe sahipti. Yaşadığı dönemde İtalya’nın en önemli mimarı, mühendisi, mucidi, matematikçisi, anatomisti, müzisyeni, heykeltıraşı ve ressamıydı. Çağının çok ilerisinde, günümüz bilim - teknolojisine yön verecek ve temel oluşturacak bir çok araştırma ve buluş yapmıştı. Paraşüt: Uçma eylemi ile çok ilgilenen Leonardo’nun, piramit biçiminde tasarladığı paraşüt, temel olarak rüzgardan faydalanarak havada süzülmeyi hedefliyordu. 20. yüzyılda yapılan denemeler gösterdi ki Leonardo’nun tasarımı gerçekten işlevseldi. Rulman: Çok önemli bir buluş gibi gözükmese de hareketli hemen hemen her sistem rulmana dayalıdır. Roma 94 Makineli Tüfek: Günümüz anlamındaki makineli tüfeklerden farklı olsa bile kısa sürede 11 misket ateşleyebilen makineli tüfek tasarımı da Leonardo’ya aitti. Daha çok kilise orgundan ilham alan tüfek sıralı olarak soğutma, doldurma ve ateşleme işlemlerine izin veriyordu. Tank: Leonardo’nun tasarımları arasında en ilginçlerinden biri olan tank, 8 kişilik 36 silah içeren ve tamamen dişlilerle idare edilebilen kaplumbağa şeklinde bir araçtı. İçindeki adamları koruduğu gibi girdiği savaş alanını tarumar etme kapasitesine sahipti. Ne gariptir ki Leonardo’nun hiçbir savaş makinesi kendi zamanında hayata geçirilmedi. Robot: Leonardo bugün bile peşinde koştuğumuz robot teknolojisini zaten hayata geçirmişti. Üstün insan anatomisi hakimiyeti ve dişli bilgisi sayesinde, kalkıp oturabilen ve çenesini oynatan bir robot tasarlamıştı. Tasarım o kadar iyiydi ki daha sonra hayata geçirildiğinde Leonardo’nun fikirleri NASA tarafında uzay araştırmalarında kullanılacak robot tasarımlarında da kullanıldı ve üstadın doğumundan tam 550 yıl sonra, fikirleri uzayın sonsuzluğuna açılmayı başardı. 95 armoni Gypsy Kings 96 Katalan kralların ezgisi Gitar çalmaya başlayanların Flâmenko gitarı tercih etmelerinde Gypsy Kings’in şarkılarının payı büyüktür. Şarkılarının çoğu Türk müzisyenler tarafından Türkçe’ye uyarlanarak düzenlendi. Örnek vermek gerekirse Yaşar, Ege, Akın ve Öykü-Berk gibi sanatçıların albümlerinde Gypsy Kings’in etkileri oldukça açıktır. Akdeniz rüzgârlarıyla şekillenmiş bu müzik anlayışı sadece ülkemizde değil tüm dünyada aynı etkiyi kolayca göstermiştir. Hem ritmik hem de yavaş şarkıların en unutulmayanları arasına yazdırdıkları onlarca eserleri var. En çok bilinen şarkılarından “Volare” ya da “Bamboleo” kadar ritmik, “Tu Quieres Volver” ya da “No Volvore” kadar romantik bir şarkıdır Gypsy Kings. Gipsy Kings (Çingene Krallar) Fransa'nın güneyindeki bir kasabada Los Reyes adıyla 1970 yılında kurulmuş. Ünlü Flâmenko şarkıcısı Jose Reves'in oğulları (Nicolas, Andre, Canut, Patchai ve Paul Reyes) ve kuzenlerinden (Tonino, Paco, Diogo Baliardo) oluşuyor. İsimlerini İspanyolca “kral” anlamına gelen “Reyes” soyadından alan Gipsy Kings, 30 senedir İspanya’dan tüm dünyaya esen bir Flâmenko esintisi Gypsy Kings. Türkiye'de en çok sevilen yabancı grupların başında gelen Çingene Krallar, Fransız olmalarına ve İngilizce harici bir dilde şarkı söylemelerine rağmen; dünya listelerini alt üst etmiş, sayısız unutulmaz şarkının sahibi olmanın ötesinde başlı başına bir “müzik tarzı” olarak kabul ediliyor. bugün büyük oğul Paul Reyes ve 4 kardeşi tarafından yaşatılıyor. Sokaklarda, düğün salonlarında, parti ve festivallerde şarkı söylerken 1986'da yapımcı Claude Martinez ile tanıştıktan sonra hayatları değişmiş. İlk albümleri Fransa'daki bir bağımsız şirketten çıkmış. "Djobi Djoba" ve "Bamboleo"nun başarısı üzerine Sony Müzik'le anlaşarak kendi adlarını taşıyan ilk albümlerini çıkarmışlar. Sadece Fransa'da 500 binden fazla satmış ve İngilizce bile söylemedikleri halde Amerikan müzik listelerinde 40 hafta kalmışlar. Arka arkaya yayımlanan "Mosaigue" (1989), "Este Mundro" (1992) ve "Love Liberte" (1993) albümlerinden sonra ilk best of'ları çıktı. Bundan dört yıl sonra da "Estrellas" (1995) ve "Compas"ı (1997) çıkardılar ve isimlerini Flâmenko tarihine yazdırdılar. Sonrası zaten dünyayı dolaşan bir Akdeniz esintisi olarak devam etti. Dünya müzik listelerinden hiç düşmediler. Haftalarca zirveyi kimseye kaptırmadılar. Kendilerine has tarzlarıyla İspanyol müziğinin dünyadaki en etkin temsilcileri oldular. Çingeneler gibi dünyayı gezdiler ve krallar gibi müzik yaptılar… Grup Üyeleri Paul Reyes: ritm gitar, vokal Andre Reyes: ritm gitar, vokal Nicolas Reyes: itm gitar, baş vokalist Tonino Baliardo: solo gitarist, "El Maestro" Paco Baliardo: ritm gitar Patchai Reyes: ritm gitar, vokal Biego Baliardo: ritm gitar Canut Reyes: ritm gitar, vokal Albümleri Allegria (1982), Luna De Fuego (1983), Gipsy Kings (1988), Mosaique (1989), Allegria (ABD Versiyonu) (1990), Este Mundo (1991), Live (1992), Love and Liberté (1993), Greatest Hits (1994), The Best of the Gipsy Kings (1995), Estrellas (1995), Tierra Gitana (1996), Compas (1997), Cantos De Amor (1998), Volare: The Very Best of the Gipsy Kings (1999, 2000'de tekrar yayınlandı), Somos Gitanos (2001), Roots (2004), Pasajero (2006) 97 film şeridi İspanyol büyüsü Penélope Cruz Gerçek Adı: Penélope Cruz Sánchez Doğum Yeri: Madrid, İspanya Doğum Tarihi: 28 Nisan 1974 98 İspanya’nın yüzünü ve ismini tüm dünyaya ezberlettiği, Akademi ödüllü “güzeli” Penelope Cruz… Eski bir dansçı. Hayırsever yapısıyla da biliniyor. Kendi ülkesi dışında ise “büyülü İspanyol kadın” olarak anılıyor. Baş döndürücü güzelliği ile kalmıyor, zor rollerin altından kalkan performanslarıyla tüm dünyanın alkışlarını üzerine topluyor. On beş yaşındayken bir ajansın açtığı yetenek denemesinde 300 genç kız arasında öne çıkması, Penélope için sinema ve televizyonun yolu açılmış olduğu anlamına geliyordu. 9 yıl İspanya Devlet Konservatuarı’nda bale eğitimi görmüştü. Dansa ve görsel sanatlara olan ilgisi onu bugün olduğu noktaya kadar taşıdı. İlk filmleri ile dikkatleri üzerine çekse de, uluslararası bir ün kazanmasına yol açan Pedro Almodovar filmleri oldu. "Live Flesh" ve "All About My Mother"daki performansları onun Atlantik'in öteki yakasına, Hollywood'a transfer olmasını sağladı. İlk önce "Woman On Top"da rol alan aktris, daha sonra Johnny Depp ile "Blow"da ve Matt Damon ile "All The Pretty Horses"da kamera karşısına geçti. Kırılgan güzelliği ile damarlarındaki Latin kanın eşsiz birleşimi ve yeteneği onu, sinema dünyasında daha da yükseltti. Her ne kadar 1990’lar da İspanya ‘yeteneklerin’ farkına varılmış olsa da, cazibeli aktris Penelope Cruz’un yarattığı dalga, öncelikle okyanusun öte yakasındaki sahillerde iz bıraktı. Seyircilere dar vakitlerde muhteşem seyirler sunan Penelope Cruz, “People” Dergisi’nin seçtiği “2000’lerin en güzel 50 kadını” arasına girmeyi başarmıştı bile. Yapımcı Alan Paul onun için, “Geçtiği yollarda trafiğin tıkanmasına yol açabilir. Onu hareket ederken gören kişinin gözleri ister istemez ona takılıp kalacaktır” diyordu. Vejetaryan aktris Cruz’u izleme şansına en çok sahip olanlar Amerikalı izleyiciler, “Üstteki Kadın” (Woman On Top)’da müzmin hareket özrünü yemek yapma konusundaki ilahi hüneri ve sonra da gerçek aşk ile kapatan seksi bir kadını canlandıran Cruz’u izledi. Billy Bob Thornton’un yönettiği bir sonraki filmi “All The Pretty Horses”da Matt Damon ile birlikte kamera karşısına geçerek zengin bir Meksikalı çiftçinin kızını canlandırdı. Perde arkasında ise, güzel yıldızın aktör ile bir ilişki yaşadığı ve Damon’un eski sevgilisi Winona Ryder’dan ayrılmasının sebebinin de bu olduğu dedikoduları 99 film şeridi yayıldı. Her ne kadar “Pretty” yıldızları, ilişkilerinin boyutu hakkında net bir açıklama yapmasalar da, Cruz bir televizyon kanalındaki bir söyleşide Damon ile yakınlaştıklarını kabul etti. İspanya’nın Madrid kentinde büyüdü. Araba tamircisi bir baba ile kuaför bir annenin en büyük kızı olan Cruz, milli konservatuarda dokuz yıl boyunca klasik bale eğitimi aldı. Buna ek olarak, dört yıl Cristina Rota’dan ders aldı. Ayrıca, üç yıl boyunca Angela Garrido’dan İspanyol balesi derslerinde geliştirdiği dans kabiliyetini Raul Caballero’dan aldığı derslerle pekiştirdi. Cruz’un gençliği 100 ve güzelliğiyle dans konusundaki yeteneği birleşince, aktristin İspanyol televizyon kanallarındaki birçok şovda boy göstermesi gecikmedi. Aynı dönemde Mecano isimli pop grubu için hazırlanan bir videoda yer aldı. İki yıllık lise öğreniminin ardından ilgisini oyunculuk, dans ve akademi çalışmalarına yöneltti. 1991 yılında “El Laberinto Griego” (Greek Labyrinth) ile sinema dünyasına adım atmasının ardından, yedi yıl boyunca İspanyol filmleri için kamera karşısına geçti. Bu dönemdeki çalışmaları arasında yer alan ve 1994 yılında Yabancı Film Oskar’ı kazanan “Belle Epoque”daki dört kız kardeşten birini canlandırdığı rolü ile beyaz perdedeki yerini sağlamlaştırdı. 1993’de “Framed” isimli bir Amerikan televizyon dizisi için kendisine gelen teklifi kabul ederek okyanusun öte yakasına geçti. Okyanus aşırı bu macerasını kısa keserek Avrupa’ya geri dönen aktris, Almodovar’ın “Live Flesh” inde rol aldı. İkili, 1999’da “All About My Mother” (Annem Hakkında Herşey)’de bir kez daha bir araya gelecekti. Ancak bundan bir yıl öncesinde Cruz, yanında Almodovar olmaksızın iki başarıya imza attı. “La Nina de Tus Ojos” (Rüyaların Kızı)’daki rolü, aktriste 1999 yılı “Best Actress Filmografi Karayip Korsanları – Gizemli Denizlerde (2011), Sex And The City (2010), Kırık Kucaklaşmalar (2009), G-Force (2009 – Seslendirme), Nine (2009), Aşkın Peşinde (2008), Barselona Barselona (Vicky Cristina Barcelona - 2008), Bandidas (2006), Dönüş (Volver- 2006) – Sahara (2005), Yeni Yıl (2004), Bulutların Üzerinde(2004), Çapkın Aşık(2003), Gothika(2003), Çarpık İlişkiler (2002), Beyaz Şeytan (2001), Corelli'nin Mandolini (2001), Vanilla Sky (Oyuncu Seçimi - 2001), Annem Hakkında Her şey (1999), Üstteki Kadın (1999), Rüyaların Kızı(1998), İhtiras Tomurcukları(1998), Aç Gözünü(1997), Çıplak Ten(1997), Güzellik Çağı(1992) Goya” ödülünü kazandırdı. Ardından bir Hollywood yapımı olan “ The Hi-Lo Country” de Woody Harrelson ve Billy Crudup ile beraber rol aldı. Cruz da, her yeni yıldız gibi, ilk kazandığı paraları çarçabuk harcadı. Ancak meslektaşlarının aksine, bunları kendi harcamalarıyla tüketmeyerek Hindistan Kalküta’daki Mother Theresa çocuk yurduna bağışladı. Ruh güzelliğinin yanı sıra, fiziksel güzelliğiyle de göz kamaştıran yıldız, bu sayede “Blow”(2001)’da Johnny Depp’in uyuşturucu bağımlısı karısı rolünü garantiledi. Filmi yöneten Ted Deme bile, bu konuda açık yürekli davranarak, gerçekte Cruz’un bu rol için uygun olmadığını ancak büyüleyici güzelliği sebebiyle onu seçtiğini itiraf etmişti. Güzelliğine bir de sempatik tavırları eklenince oturup rol teklifi beklemesine gerek kalmayan esmer güzeli aktris, yeni bin yılda başarılarını bir bir perçinledi. Rol aldığı her projede isminden sıkça söz ettirdi. 2001–04 yıllarında Tom Cruise birlikteliliği ile geçti. Volver gibi Almodovar filmlerinde oynamaya devam etti ve başarılarını zirveye çıkarttı. Bir yandan başka yapımlarda kendisini kanıtlamaya devam etti ve günümüze dek başarısını devam ettirdi. Kısa Kısa… * Daha bebeklikten başlayarak ailesinin isteğiyle TV reklamlarında oynuyordu, büyüdükçe bütün enerjisini dansa vermeye başladı. * "All the Pretty Horses" filminden sonra vejetaryen oldu. * 1997'de Uganda'da 2 ay gönüllü hizmette bulundu. * Sabera Foundation adlı yardım örgütünü destekliyor. (Bu örgüt, Hindistan’ın Kalkutta bölgesinde evsizler için ev, okul ve hastane yapım etkinliklerinde bulunuyor.) * Adını Joan Manuel Serrat’ın "Penélope" adlı şarkısından aldı. * Kız kardeşi Monica da İspanya'da TV yıldızı… * 2002’de Avustralya Empire Dergisi’nde en seksi 7. kadın film yıldızı seçildi. 101 serbest yazı Bir nefeste yaşam kaynağı Hayatımızın rutinini değiştiren, bize yaşam enerjisi veren, hem beden hem de ruh sağlığımıza pozitif etki eden kişi, inanç, felsefe ve yeni alışkanlıklarımız yeniden doğmamızı sağlıyor. Hayatımıza giren önemli kişiler hayatımızda nasıl yeni bir sayfa açıyorsa, yaşam şeklimizi değiştirecek yeni alışkanlıklarımız da bize yeni bir hayat sunuyor. Hayatımızda çok ciddi değişiklikler yapacak, özellikle son yıllarda kişisel gelişimde çok meşhur olan “Nefes” konusundan bahsetmek istiyorum. Herkes nefes alıyor, bu kadar basit bir konunun neyi hayatımızı değiştirecek kadar etkili olabilir diyebilirsiniz. Ama konunun uzmanları doğru nefes almanın kişinin hayatını gerçekten değiştirdiğini, daha sağlıklı ve mutlu bir hayat vaat ettiğini söylüyor. Aslında hayatımız nefes almak üzerine kurulu. Nefesimiz bittiği an hayatımızda bitiyor. Son birkaç yıldır “Doğru Nefes Almanın Önemi” üzerine birçok seminere katıldım bu konuyla ilgili birçok yazı okudum. Öğrendiklerimden bu konunun aslında bildiklerimizin de ötesinde çok daha önemli olduğunu fark ettim. Doğru nefes alma konusunda profesyonel olarak eğitim 102 Özlem Şenkoyuncu “Seninle yeniden doğmuş gibiyim” cümlesi eski bir Türk filminin bir sahnesinden alıntı gibi duruyor değil mi? Aslında hayatımıza baktığımızda yaşantımıza giren birçok şeyle yeniden doğmuş gibi oluyor, yenileniyor, tazeleniyoruz. Özellikle de nefesimizle… veren, koçluk yapan birçok uzman var. Bazı üst düzey yöneticiler, aktör ve aktristler, tiyatrocular, sporcular ve bu konuda farkındalığı olan kişiler nefes konusunda çok ciddi eğitimler alıyor hatta çoğu nefes koçu ile birlikte çalışıyor. Profesyonel işi “nefes koçu” olan ve kişilere doğru nefes almayı ve uygulama tekniklerini öğreterek hayatlarında önemli değişiklikler yapan, belki de hayatlarını kurtaran birçok uzman var. Nefes konusunda günlük, haftalık, aylık seminerler yapıyorlar, bu konuda profesyonel koçluk hizmeti veriyorlar. Amerika’daki Devers GEA adındaki bir araştırma firmasının yaptığı araştırma insanların ölüm nedeninin %12’sinin tıbbi bakımdan, %20 ’sinin çevrenin rolünden, %24’ünün biyolojik özelliklerden, %44’ünün de yaşam tarzından kaynaklandığını ortaya çıkarmış. Rakamlar bize alışkanlıklarımızın ve hayat tarzımızın ömrümüzün süresinin belirlenmesinde ne kadar etkili olduğunu söylüyor. Doğru nefes almak ise hayatımızın kalitesini arttıran, sağlığımızı pozitif etkileyen, bize yaşam enerjisi veren güzel alışkanlılar arasında yer alıyor. Bebekken aldığımız nefes en doğru yöntemken büyüyünce doğru nefes almayı unutuyor, yarım yamalak aldığımız nefesle yaşamaya çalışıyoruz. Oysa vücudumuzun havadaki oksijene o kadar çok ihtiyacı var ki. Şöyle dolu dolu, ciğerlerimizi şişirerek, tüm hücrelerimize havanın dolduğunu hissederek nefes almak kendimize yapacağımız iyiliklerin başında geliyor. Uzmanlar doğru nefes almamanın kalp krizi riskini artırdığını, tansiyonu dengesizleştirdiğini ve yaşam enerjimizi düşürüp bizi halsiz, yorgun ve mutsuz yaptığını söylüyor. Doğru nefes almaya başlayarak hayatımızın seyrini değiştirebilir, daha sağlıklı bir vücutla yaşarken yeniden doğmuş gibi olabiliriz. Hayatta en değerli varlığımız sağlık ve maalesef onu kaybedince gerçek değerini anlıyoruz. Yazımı Kanuni Sultan Süleyman’ın 1560 senesinde Zigetvar seferinde çadırda hasta yatağında söylediği, sevgili Barış Manço ile dilimize dolanan ünlü bir sözden alıntı ile bitirmek istiyorum, “Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi…” Nefesiniz bol olsun... Derin bir nefes al ve oku... Doğru nefes alma yöntemi Sağ elinizi göğüs kafesinizin üstüne, sol elinizi de karnınızın üstüne koyun. Üç kez derin nefes alın ve verin. Nefes alırken hangi elinizin daha fazla hareket ettiğine dikkat edin. Göğüs kafesiniz mi yoksa karnınız mı daha çok şişiyor? Göğüs kafesiniz daha çok hareket ediyorsa “Sığ Nefes”, karnınız daha çok hareket ediyorsa “Tam Nefes” alıyorsunuz demektir. Sığ nefes ciğerlerin tam kapasite ile kullanılmadığı yanlış nefes alma biçimidir. Tam nefes ise ciğerlerin tam kapasite ile kullanıldığı, vücudumuza gerektiği kadar oksijen aldığımız bir nefes türüdür. Karnınızı şişirerek nefes aldığınızda tam nefese yakın bir nefes alıyorsunuz ve doğru nefes alıyorsunuz demektir. Yanlış nefes alındığının göstergeleri Nefes alırken diyaframı şişirerek değil göğüs kafesini şişirerek nefes almak, ağızdan nefes almak, omuzlar düşük dik olmayan bir sırt ile oturmak ( bunlar ciğerlerimizi tam kapasite ile kullanamamıza neden olur ) Yanlış nefes alıyorsanız; * Kalp krizi riski artar * Tansiyon dengesizleşir * Stres seviyesi düzenlenemez * Enerji düşük olur * Hücrelere daha az oksijen gittiğinden rahatsızlıklar artar. Nefes alıp vererek yaşamımıza devam ediyoruz. Acaba doğru nefes alıyor muyuz? Doğru nefes almak nedir biliyor muyuz? Peki, doğru nefes almazsak karşılacaklarımızdan haberdar mıyız? * Aslına bakarsanız tüm organlarımız hücrelerden oluştuğuna göre fiziksel hastalıklarımızın büyük bir kısmına yanlış nefes almak neden olabilir de denebilir. Dünya Sağlık Örgütünün “Doğru nefes alıp vermenin standartı nedir?” sorusuna cevabı; sadece burundan nefes alıp vermektir. Neden burundan nefes alıp vermeliyiz? Burundan nefes aldığımızda ciğerlerimize, bronşlarımıza gidecek hava burunun içinde ısıtılır ya da soğutulur. Yani bedene uyumlanır. Burunun içindeki mukoza sayesinde nemlendirilir. Hava içerisindeki parçacıklar, tozlar burun tarafından filtrelenir ve arındırılır. Eğer burun tarafından alınan hava yine burun tarafından verilmezse filtrelenen yabancı maddeler beden dışına atılamaz ve burunda kalır. Nefes alırken dikkat etmemiz gerekenler; * Diyaframı kullanmak; * Diyaframı tam kullandığımızda ciğerlerimizi de daha fazla kullanmış oluruz. Diyafram ayrıca iç organlarımıza da masaj yapılmasını sağlar. Böylece o organlar toksinleri daha rahat atar ve kan akışı daha etkin olur. * Sessiz nefes almak * Nefes alıp verirken duyulan hırıltılar ya da gürültülü nefes almak doğru nefes alınmadığının ya da solunum sistemindeki rahatsızlıkların göstergeleridir. Doğru nefes sessizdir. Mücadele etmez, gürültü çıkarmaz. * Nefes alıp verirken tüm ciğerleri kullanmak * Akciğerlerimiz sağda üç lob, solda iki lob olmak üzere beş bölümdür. Yanlış nefes alışkanlıkları nedeniyle tam kapasite kullanamıyoruz. Nefes tekniklerini hayatınızda uygulamaya başladığımızda akciğer kapasitemizi daha etkin kullanmaya başlarız. Tam kapasite ile kullanmak için daha gelişmiş egzersizler de var. * Dakikada alınan nefes sayısının 8’in altına indirilmesi * Uzmanlar 13 yaş sonrası bir insanın dakikada 12 - 15 arasında nefes aldığını bildiriyor. Dünya Sağlık örgütü’nün önerdiği dakikada nefes alıp verme sayısı ise; 8. * İdeal nefes alma sayısına ulaşmak için nefes ile ilgili bilinçlenmek ve eğitim almak gerekiyor. Bursa’da genel katılıma açık ve ücretsiz olarak kişisel gelişim ve doğru nefes alma ile ilgili eğitimler veren Pozitif Düşünce ve Pozitif Yaşam Derneği’ne www.pozitifdusunce.biz adresinden ulaşabilir ve detaylı bilgi alabilirsiniz. 103 geçmiş zaman kipinde Zamanın nakışına dikiş tutmuyor Kimisi ayaktan pedallı, kimisi de elle çevirmeli. Genç kızların rüyası tüysiklet dikiş makineleri… Senelerce kendi zevkimizi yaşatmamıza imkân sağlamış, ev ekonomimize katkıda bulunmuş ve yaşamımızın tam ortasına kurulmuş bu eski dostları bir düşünün; şu an evlerin neresindeler? 104 Eskiden herkes kendi diktiği giysileri kullanırdı. Çocukların okul müsamerelerine hazır kostümler alınmaz, evde anneler tarafından dikilirdi. Tabi o zamanlar her şey bu denli hazır gelmezdi önlerimize. Popüler kültürle tepsi içinde sunulan yaşam biçimleri bu kadar yerleşmemişti zihinlerimize. Giyecek bir şeylere ihtiyacımız olduğunda aklımıza ilk gelen AVM’lerdeki mağazalar olmazdı. Evimizden çözümler üretmeyi düşünürdük. Kumaşçılara koşar bize en uygun kumaşı bulurduk. Kimimize annelerimiz terzi olurdu kimimize kardeşleri… Evinde terzi bulamayan eski bir terzi dükkânında alırdı soluğu. Büyük büyük makasların, makaraların ve en önemlisi dikiş makinelerinin elinden çıkan elbiseler, “benim” diyen markaların vitrinlerine taş çıkartırdı. Ev hanımları, çalışanlar, merakı olanlar ne vakit bir boşluk yakalasa; otururlardı makinelerin başına, koca koca makasları tutarlardı ellerinde. Fiyonklu elbiseler mi çıkmazdı o ellerden ya da fırfırlı gömlekler. Gece elbiseleri, en şık takım elbiseler… Kaliteli kumaşlar aranır bulunur, üzerine en güzel düğmeler ve en güzel kurdelelerden süsler vurulur, yaşam bulurdu üzerlerimizde. Bu işten en kazançlı çıkan ise çocuklar olurdu. Makaralar araba, dikiş makinelerinin parçaları pedal ve direksiyon olurdu onlara. Annelerinin elinden çıkan elbiseler ise işin cabası… Evin içerisinde, hayatımızın tam ortasında nefes alırdı adeta dikiş makineleri. Çocuklara oyun kaleleri, annelere dikim fabrikaları olurdu bir anlamda. Hep bir köşede varlığını sürdürmesine rağmen, artık popülerliğini yitirdi dikiş olgusu ve onun silahşorları dikiş makineleri… Evin en işlevsel parçasıyken, en nadir kullanılan ve lüzumsuzca yer kaplayan eşyalarına döndü bu makineler. Balkonlara, bodrumlara belki de kullanılmamak üzere yazlıklara atıldılar. Hatta bazen kendilerini çöplerde buldular. Evlerde dikiş ve nakış adına harcanan saatlerin sayısı 105 geçmiş zaman kipinde 106 giderek azaldı. Makineleri kullanmayı bilenler birer birer tükendi. Çok az kişi artık kendi zevkini elbiselerine yansıtabiliyor. Dikiş makinesi sesi gelmiyor evlerden. Ananeler kendisine meşgale ediyor makineleri ancak. Kimse ihtiyaç duymuyor. Sanayileşmeye, piyasa ekonomisine teslim oluyor dikiş makineleri... Evin ekonomisini tutamıyor. Tıpkı ülkemiz gibi, “kendimize yetemiyoruz” artık. Mağazalara ihtiyaç duyuyoruz. Konfeksiyon ürünlerle giyiniyor, başkalarının hayal gücüne, modellerine teslim ediyoruz tüm görünümümüzü. hiçbir gelinin aklına dahi gelmiyor. Ev ekonomisinin yolları arasında görülmüyor. Çünkü bir yanda ayağında salladığı bebeğini beşiğine bırakıp bir kumaşa iplik atmaya gayret gösteren; gözlerinin altı mosmor, parmak uçları nasır olmuş anneler, diğer yanda hazır giyimle mağazalar zinciri kuran patronlar… Durup düşünmek ve ev ekonomisine, kendi zevklerimize, yıllarca yaşamımıza ortak olmuş eski bir dosta yer açmak mümkün evlerimizde. Ama onca zamanın ve yerleşen alışkanlıkların ardından nakışların dikiş makineleri artık hiç dikiş tutmuyor! Bir dönemin saygınlık abidesi olan ve geçmiş kokan makinelerle birlikte birçok şeyi kaybediyoruz belki de. Hazır tüketimin vahşi rekabeti içerisinde adı bile geçmiyor artık ne yazık. Bir zamanlar reklam sloganlarında, “her gelin kızın rüyası” olan bu makineler “Yerlilerden gelen iğneler” İlk dikiş makinesi Fransız Barthelemy Thimonnier tarafından 1830 yılında icat edilmesine rağmen günümüzde kullanılan modeli, büyük ölçüde Elias Howe tarafından geliştirildi. Dikiş makinelerinin ilginç de bir hikâyesi var: Devrindeki birçok dikiş makinesi modelinin verimsiz olduğunu gören Howe, işe yarar bir model geliştirmek istiyordu. Makine ustası olan Howe, 1841'den itibaren tüm boş zamanlarını bu işe ayırdı. En büyük engeli ise dikiş iğnesinin yapısıydı. İpliği beraberinde taşıyacak bir iğneyi bir türlü tasarlayamıyordu. Bu arayış 1846 yılında kadar sürdü. Bir öğleden sonra, dikiş iğnesinin yapısıyla ilgili çalışırken, göz kapaklarının ağırlığına dayanamadı ve uyudu. Rüyasında yerliler tarafından yakalandığını gördü. Yerlilerin mızrakları dikkatini çekti. Bu mızrakların sivri uçlarında delikler vardı. Uyanınca deliği ucunda olan iğnelerle denemeler yaptı. Böylece çağdaş dikiş makinelerinin ilk örneğini geliştiren Howe, 10 Eylül 1846'da dikiş makinesinin patentini aldı. Dikiş makineleri o günden bugüne bir kısım değişikliklere uğrasalar da, dikiş iğnesinin yapısı hiç değişmedi… 107 keyfi yerinde Spor dolu doğa keyfi Dünyadaki cennet bahçeleri olan golf sahalarının ülkemizde çok değerli örnekleri bulunuyor. Türkiye’nin 2012 yılında Dünya Amatör Golf Şampiyonası’na ev sahipliği yapacak olmasıyla daha da perçinlenen golf serüvenimiz tüm hızıyla sürüyor. Dostlarınızla doğanın içinde spor yapma keyfini paylaştığınız bu sporda; yemyeşil çim sahalar, olağanüstü ormanlar, göller, ağaçlar ve hayvanlar da sizleri bekliyor. 108 M. Melih Karaer Golf oyununun amacı, sahanın belirlenmiş 18 parkurunu (çukurunu) golf topuna en az vuruş yaparak tamamlamaktır. Diğer spor dallarından ayrılan özelliği ise, her sahanın golfun ana prensipleri dikkate alınarak, birbirinden farklı bir tasarımla yapılmış olmasıdır. Her çukurun uzunluğu da birbirinden farklıdır. Örneğin; birinci çukur 110 metredeyken, on altıncı çukur 250 metrede olabilir. 18’lik golf sahalarının toplam uzunluğu, normal olarak 5400 metreyle 7000 metre arasında değişebilir. Golfçunun gerçek rakibi diğer oyunculardır. Fakat saha zorlayıcı olduğundan rakip "golf sahasının kendisi" olarak görülür. Bu prensip nedeniyle profesyonel golf, sportmenliğe değer verenlerin en yüksek seviyede ödüllendirildiği, sportmen olmayanların kendilerini dışında buldukları bir dünyadır. Golfun iki ana prensibi vardır; oyuncuya ve sahaya saygı. Bu prensiplere sıkı sıkıya bağlı hareket edilmesi sayesinde bu kadar yaygınlaşmış ve sevilmiştir. Günümüzde çok ilgi çeken ve milyarlarca dolar değerinde bir endüstridir golf. Her oyuncu sırayla başlangıç vuruşlarını yaparlar. Sahanın çukura kadar olan bölümünde fair-way adı verilen sahanın esas oyun alanına topu atmak amaçlanır. Bu alan diğer alanlara göre daha düzgün ve kısa kesilmiş çimlerden oluşur. Yaklaşık 30 ila 90 metre genişliğinde olabilir; vuruş yapmaya daha elverişlidir. Marifet topu düzgün çimli alanlara atabilmek... Bu alanın iki yanında “rough” (kaba çim) adı verilen bölge yer alır. Bu bölgede uzun otlar, çalılıklar, ağaçlar veya kumlu ya da topraklı bölgeler yer alabilir. Buralardan golfçunun vuruş yapabilmesi için özel teknikler gereklidir. Doğal olarak bu tür engellerin olmadığı sahalarda yapay engeller golf sahası mimarı tarafından sahaya yerleştirilebilir; kum havuzları, küçük göller vs. Oyuncular isabetli atışlarla green adı verilen, bayrak direğiyle özel olarak işaretlenmiş çukura topu atmayı hedeflerler. En az vuruşla topu çukura atabilmek oyunun amacıdır. Oyun 18 parkur da tamamlandıktan sonra biter. En az vuruşu yapan oyuncu kazanır. Daha sonra putting green adı verilen pata alanıyla çukur sona erer. Pata alanı; çok kaliteli çimle kaplı ve sürekli kısa kesilerek pata yapmaya uygun hale getirilmiş, ortasında veya kenarında bayrakla işaretlenmiş çukura verilen addır. Alanın düzgün olmasının yanı sıra yine mimarın yaratıcılığına bağlı olarak çeşitli seviyeler ve eğimler yaratılarak pata atışlarının güçleştirilmesi sağlanabilir. Green’ler topun en iyi şekilde yuvarlanması için bakımı son derece titizlikle yapılan özel çimlerden yapılır. Green’de atış yapılırken bayrak çıkartılır. Her çukur için bir par belirlenmiştir. Bu sayı, çok iyi bir golf oyuncusunun (Scratchgolfer) topu green'e sokması için gereken vuruş sayısıdır. Bu sayı, çukurun (yükseltiler, su vs gibi sebeplerden kaynaklanan) zorluğu ile değil, çukurun uzunluğu ile alakalıdır. Doğal engellerin oluşturduğu zorluk, ayrıca Course - und Slope - Rating adı verilen bir sayı ile belirtilir. 18 parkurluk bir saha, genelde, dört adet Par-3 çukuru, on adet Par-4 çukuru ve dört adet Par-5 çukurundan oluşur. Dolayısıyla bir tur genelde 72’lik bir par sayısına sahip olur. Dokuz parkurluk sahalarda bu sayılar yarılanır. Golf dünyada özellikle de İngiltere ve ABD de hızlı bir gelişme gösterdi. ABD’de 25000’den fazla golf sahası ve 35 milyon golfçu vardır. Tüm Avrupa ülkelerinde de çok yaygın bir spordur. Golfun en yaygın olduğu ülkelerin başında; İngiltere, İspanya, İsveç, Fransa ve İtalya sayılabilir. Ülkemiz ise, son yıllarda art arda hizmete giren uluslararası nitelikteki golf tesisleriyle; dünya golf severlerini bir araya getiren nezaketin, prestij ve kalitenin buluştuğu seçkin bir golf cenneti konumunda. Antalya Belek; yüksek nitelikte, çok özenle yapılmış 15 golf sahası ve beraberinde 5 yıldızlı turizm tesisleriyle dünya golf turizminin göz bebeği konumuna geldi. Hem yaz turizminde cennet sahilleri hem de kış döneminde golf nedeniyle bölge tam bir doluluk yaşayabiliyor ve yıldızı her gün yükseliyor. Bunun bir ifadesi Türkiye’nin 2012 yılında Dünya Amatör Golf Şampiyonası’na ev sahipliği yapacak olmasıyla gözlenebilir. Pek çok rakip ülkeyle yarışan Türkiye, Avustralya’da 2008 yılında yapılan oylamada, en yüksek oyu alarak kazandı ve hazırlıklarına başladı. Bu başarının ardından Antalya Belek Gloria Golf Sahası’nda gerçekleştirilen Avrupa Amatör Golf Şampiyonası’na 24 ülkeden 120 sporcu katıldı. Rekor düzeydeki bu katılım ve Türkiye’nin 2012 Dünya Amatör Golf Şampiyonası’na ev sahipliği yapacak olması, golfun yükselen yıldızı olduğunu kanıtlıyor. Golf Türkiye’de aslında 105 yıl önce İstanbul Golf Kulübü bünyesinde başlamıştı ve bugün 20 civarında saha, 32 golf kulübü ve başarılı bir federasyonu bulunuyor. Gerçekleştirilen pek çok uluslararası şampiyona ve etkinliklerde başarılı golf sporcularımız da bulunuyor. Bütün bu gelişmeler sürerken dünyanın golf için en uygun iklim şartları ve doğal olanaklarına sahip kuşağındaki şehrimiz Bursa; bu zarif, medeni bir o kadar zevkli sporu henüz yakalayamadı. Bir kaç kez şahsi girişimlerim ve Golf Federasyonu’nun desteğiyle golfu Bursa’mıza kazandırma gayretlerimiz oldu fakat bürokrasiye takıldı. Oysa yakın dönemde pek çok 5 yıldızlı tesise sahip olacak, 21 yüzyılın kongre, tarih, kış ve termal turizm cenneti şehrimiz çoktan bir uluslararası golf tesisine sahip olmalıydı. Konuklarına ve hemşerilerine bu sporun keyfini yaşatmalıydı. Bu sporu Bursa’mıza kazandırma çabalarımız elbette ki sürüyor ve umarım başarıya da ulaşacak. Çünkü doğanın tam göbeğinde yaşayan golf, yeşil Bursa’mıza çok yakışacak… 109 ruhun gıdası “Yeniden doğun kendinize” Özgür Akkaya Erdemol Yoga Eğitmeni Bahar bütün sihriyle, dinamizmiyle geldi çattı. Doğanın kış mevsiminden çıkıp bahara girmesiyle beraber toprak ısınıyor, çiçekler açıp güneşe doğru uzanmaya başlıyor, yaşam hızlanıyor. Doğanın bu kadar pürüzsüz, akıcı yaptığı geçişi maalesef biz insanlar kolayca yapamıyoruz. Doğayla bağlantımız zayıfladıkça kıştan bahara geçerken çok zorlanıyoruz. Üzerimize bir ağırlık çöküyor, tembelleşiyoruz. Oysa yogik ve ayurvedik prensipleri takip ederek havaların ısınmasıyla beraber uyanan, canlanan doğayla birlikte yeniden doğabiliriz biz de. Ayurveda Sanskritçe’de ayu (yaşam) ve veda (bilim, sanat) kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmiştir ve yaşam sanatı demektir. Eski Hint metinleri vedalarda görülen Ayurveda Yoga’yla beraber uygulanması tavsiye edilen yoganın kardeş bilimidir ve yogik öğretileri tamamlar. Temel amacı kişinin ruhsal ve fiziksel sağlığını denge haline getirmektir. Ayurveda’ya göre 110 evrende beş temel element (boşluk, hava, ateş, su, toprak) vardır ve bu temel elementlerin birbirleriyle ilişkisine göre temel enerji grupları ortaya çıkar. Bu temel enerji grupları Dosha olarak adlandırılır ve üç adettir; vata, pitta ve kapha. İnsanların doğumla gelen ve yaşam boyu değişmeyen temel yapısı bu doshalarla ifade edilir. Ayurveda insanlar gibi günü ve mevsimleri de doshalarla ifade ederek birbirinden ayırır. Günün değişik zamanları ve mevsimlerin insanları farklı şekillerde etkilediğini savunur. Bireylerin temel yapılarıyla günün farklı bölümlerini, farklı mevsimleri ilişkilendirip farklı diyetler tavsiye eder. Burada amaç kişilerin doğayla uyumunu sağlayıp sağlık hallerini dengelemektir. Sağlıklı ve keyifli bir ilkbahar geçirebilmek için kapha doshasını dengelemek gerekir. Kapha toprak ve su elementlerini simgeler ve bedenin bunlarla olan ilişkisini düzenler. Eklemlerin kayganlığını; sinüsler, akciğerler ve mide gibi hassas dokuları korumak için mukus salgılanmasını sağlar. Aynı zamanda kasların kuvvet ve esnekliğini de belirler. Bedenimizde kapha dengede olduğunda kendimizi güçlü, kararlı ve dayanıklı hissederiz. Bedenimizdeki kapha dengesi bozulduğunda kendimizi yorgun, zihinsel olarak donuk ve depresif hissederiz. Özellikle bahar aylarında kaphayı dengelemek çok önemlidir çünkü kış ayları boyunca bedenimizde kapha birikir. 111 ruhun gıdası Bu nedenledir kış aylarında daha çok evde oturmamız, daha çok yememiz ve daha çok uyumamız. Baharla beraber bedenimizdeki fazla kaphayı atmamız gerekir. Bunun en iyi yolu bedenimizde prananın (yaşam enerjisinin) rahatça dolaşabilmesi için çeşitli yoga hareketleriyle, duruşlarıyla alan açmak ve bu alanı doldurmak için pranayama (yogik nefes çalışması) yapmaktır. Eğer yoga yapmıyorsanız, ama hep aklınızın bir köşesinde yogaya başlamak vardıysa, belki de bu ilkbahar ilk adımı atmak için iyi bir zamandır. Deneyimli bir eğitmenle beraber düzenli olarak yoga duruşlarını ve nefes çalışmalarını uyguladığınızda bedeninizdeki blokajlar kalkacak ve açılan boşluklarda daha fazla hayat enerjisi prana dolaşacaktır. Özellikle ilk başlarda belki yoga matınızın üzerine çıkmamak için kendinize bahaneler üreteceksiniz, hareket etmemek daha cazip gelecek. Eğer çalışmanıza sadık kalır ve pratiğinizi aksatmazsanız ödüllerini de alacaksınız. Hiç kuşkusuz kozadan çıkan bir kelebek gibi baharda yeniden doğmak, dönüşmek için bu egzersizleri 112 uygun bir diyetle desteklemek gerekiyor. Bu mevsimde kaphayı yükselten süt ürünlerinden, buzlu ve soğuk içeceklerden ya da yemeklerden, kızarmış, yağlı yemeklerden uzak durmaya çalışın ya da bunların tüketimini azaltmayı deneyin. Sofranıza daha çok doğal, hafif ve sindirimi kolay yiyecekler koymayı hedefleyin. Yeme alışkanlıklarınızı kontrol edin ve işlenmiş besinleri hayatınızdan çıkarmaya çalışın. Düzenli aralıklarla yemek yiyin, bu bedendeki sindirimi kolaylaştıran ve Ayurvedada Agni olarak adlandırılan sindirim ateşini hızlandırmaya da yardımcı oluyor. Bırakın bu bahar hayatınızı değiştirme, kendinizi dönüştürme, yeniden doğma zamanı olsun sizin için. En önemlisi de doğayla bağlantınızı canlandırmaya çalışın. Güneşli günlerde dışarı çıkın ve gözlerinizi kapayarak güneşe karşı oturup derin nefesler alın. Ağaçlara dokunun, kendini daha sık göstermeye başlayan güneşle beraber hareketlenen hayvanları izleyin. Bedeninizin canlandığını, sizi çevreleyen doğanın bir parçası olduğunuzu hissetmeye çalışın. Doğayla, toprakla bağlantınızı hatırlayın. Betonların içinde bir yaşamı seçmiş olsak da hala toprak ananın bir parçasıyız. Bunu hatırlayın ve size sunulanlar için teşekkür edin. Şehrin temposuna yenik düşmeden bir adım atın ve kendi ritminizi yavaşlatın. Sadeleşin ve sadece ruhunuzu ve bedeninizi canlandıran, besleyen şeyleri hayatınızda tutun, artık size hizmet etmeyenleri serbest bırakın. Çevrenizdeki o muhteşem, ahenkli değişimi takdir edecek zamanı yaratın kendinize ve bu dönüşüm sizin kendi dönüşümünüz için ilham olsun size, enerjinizi ve ışığınızı yükseltsin. Baharla beraber uyanın, yeniden doğun kendinize. 113 çocuk sağlığı Sağlıklı nesillerin formülü: Dyt. Nilgün İstek Medical Park Bursa İlk 6 ay anne sütü Süt, yaşamımıza başladığımız andan itibaren aldığımız ilk besindir. Sayısız faydaları sayesinde ilk 6 ay tek başına anne sütü ile beslenmemiz sağlanabilir. Bebeklerin ilk 6 ay su dahil hiçbir besin verilmeden sadece anne sütü ile beslenmeleri önerilir. İlk 6 ay anne sütü ile beslenmenin ardından uygun ek besine devam edilerek 1,3 milyon bebeğin ölümünün önlenebileceği hesaplanmaktadır. Hastalıkların önlenmesi, maliyetinin çok düşük olması, bebeğin büyüme ve gelişmesinin tamamlanması için anne sütü en uygun ve ekonomik beslenme şeklidir. Anne sütü alan bebeklerde başta enfeksiyon olmak üzere, birçok hastalığın görülme sıklığı azalmakta ve beyin gelişimi daha iyi hale gelmektedir. Anne sütü ile beslenenlerde ileri yaşlarda alerji, kanser, multiple skleroz, aterosikleroz gibi hastalıklar ile alkolizm gibi süregelen sorunlara daha az rastlanmaktadır. Emziren annelerde meme kanseri, yumurtalık kanseri, 114 kemik eksikliği ve anemi daha seyrek gözükmektedir. her verdiklerinde bir memeyi tamamen boşaltmalıdırlar. Her annenin süt içeriği ve kalitesi aynı değildir. Anne sütünün içeriği; annenin yaşına, bebeğin kaçıncı hafta doğduğuna, emzirme zamanına göre değişebilir. Anne sütünün içindeki proteinler, inek sütündekine göre daha kolay sindirilip emilebilir. İnek sütündeki Beta laktoglobulin (protein) denen ve bebeğe alerji yapabilen protein anne sütünde yoktur. Sütün içindeki vitaminler, hazırlanma ve işlenme kaybına uğramadıklarından emilimleri oldukça fazladır. Bu vitaminler bebeğin hastalıklara karşı korunması, hücresel sağlıklarının devamlılığı için gerekir. Bebeğin bağırsaklarında oluşması istenilen yararlı bakterilerin gelişimi için gerekli olan maddeler anne sütündedir. Ayrıca bunlar, zararlı bakterilerin de yerleşmesine engel olurlar. Anne sütündeki Taurin proteini, inek sütüne göre 30-40 kat daha çoktur ve bu protein bebeğin büyümesine yardımcı olur. Anne sütünün içerdiği yağ asitleri çocuğun beyin gelişiminde, göz fonksiyonlarında ve hücrelerinin yapımında kullanılır. Emzirmede ilk gelen süt yağ açısından fakir, karbonhidratlar açısından zengindir. Beslenme uzadıkça çocuk sütün yağlı kısmına varır ve doygunluk hissiyle memeyi bırakır. Yağlı süt, enerjinin yanı sıra doygunluk verdiğinden bebek rahatlıkla uyur. Onun için anneler, sütü Sütün içindeki karbonhidratlardan biri olan laktoz, süt şekeri olarak da bilinmektedir. Laktoz, çok kolay ve yavaş sindirildiğinden kan şekerini dengeler ve beyin dokusunun gelişimine yardımcı olur. Lökosit ve diğer biyolojik elementler, bebeğin dış etkenlere karşı dayanıklı olmasını sağlar. Sağlık dolu günler dilerim. 115 kadın sağlığı Tekrarlayan düşükler Tekrarlayan düşük (abortus) 20. gebelik haftasından önce, bebeğin ağırlığının 500 grama ulaşmadan gerçekleşen iki veya daha fazla düşüğe denir. Tekrarlayan düşük yapma riski ilki düşükten sonra % 25, ikinci düşükten sonra % 30, üçüncü düşükten sonra % 35-40 civarındadır. 25 yaşından sonra düşük riski giderek artar, 45 yaşta % 70-80’lere ulaşır. Miyomlar gebelik sırasında östrojen ile büyüyerek erken dönemde rahim içi dokusu ve rahim kanlanmasını bozarak düşük riskini arttırır. İlerleyen haftalarda rahimde yerleşim ve büyüklüklerine göre bebeğin ve plasentanın gelişim ve yerleşimini bozarak düşüğe ve erken doğuma neden olur. En sık görülen düşük nedeni fetusun (cenin) genetik anormallikleridir ve ilk üç aydaki düşüklerin yüzde ellisinden sorumludur. Düşük materyalinin genetik olarak incelenmesi ile tanı konulur. Takiben anne ve babanın kromozom analizi ve genetik danışma gerekebilir. Bu düşüklerin yüzde on beşinin nedeni rahimde bölme, yapışıklıklar, şekil bozuklukları, miyom ve poliplerdir. Tanısı vajinal ultrason ve rahim filmi (HSG) ile konulur. Rahim ağzı yetmezliği ikinci üç aylık dönemde önemli kayıp nedenidir. Rahim ağzı kaslarının zayıflığı serkulaj adı verilen rahim ağzı dikişi ile tedavi edilebilir. Polikistik over sendromu diyabet hastalarında dengesiz insülin ve şeker düzeyleri düşük riskini arttırır. Tiroid bezi fonksiyon bozuklukluğu tespit edildiğinde gebelik öncesi ya da erken gebelik döneminde endokrinoloji uzmanına başvurulması gerekir. Tedavi edilmediğinde kısırlık ve düşük riski artar. 116 Cinsel yolla geçen klamidya enfeksiyonu, pastorize edilmemiş süt ve süt ürünleri ile geçen listeria, kedi dışkısı ile bulaşan gıdalar ve çiğ etten geçen toksoplazmozis ile herpes sımpleks tip 2 (genital uçuk), sitomegavirüs ve parvo virüsü enfeksiyonu düşük nedeni olan enfeksiyon hastalıklarıdır. Progesteron hormonu eksikliğinde (luteal faz yetmezliği) kanama ve düşük riski artar. Gebeliğin sağlıklı devamını sağlayan bu hormonun eksikliği ağızdan kapsül ya da enjeksiyon uygulanarak tedavi edilir. Sigara; yumurta kalitesi, döllenmesi ve döllenen yumurtanın rahimde tutulmasını zorlaştırır. Gebe kalma şansını yüzde yirmi beş azaltır. Nikotin damar yapılarını kasarak bebeğe ve plesantaya gelen kan akımını azaltıp düşük ve erken doğum ve anne karnında bebek ölümüne neden olabilir. Alkol; embriyo üzerinde toksik etki göstererek düşük ve doğumsal anomalilere neden olur. Kafein; gebelik ve gebeliğe hazırlık döneminde uzak durulması gereken önemli diğer bir maddedir. Radyasyon televizyon, cep telefonları, bilgisayar, mikro dalga fırın, fotokopi makinası gibi cihazlardan alınabilir. Bunlarla Op. Dr. Cenk Aşkalli Jimer Hastanesi olan mesafeler ayarlanmalı ve kullanım süreleri kısaltılmalıdır. Son yıllarda trombofili denen kanın pıhtılaşma bozukluğu düşüklerin önemli bir nedeni olarak gösterilmektedir. Annede pıhtılaşmayı tetikleyen genlerin tespiti ve kanındaki protein C-S, homosistein, antifosfolipit antikor düzeyleri ile tanı konabilir. Tedavide aspirin veya heparin kullanılmaktadır. İlk üç ayda yoğun egzersiz, stres, psikolojik bozukluklar düşük riskini arttırır. Cinsel aktivite daha önce düşük yapmış, vajinal kanaması ve kasık ağrısı olan gebelerde sınırlandırılır. Son yıllarda tekrarlayan düşükler ile tanı ve tedavilerde önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Gebe kalmadan önce folik asit takviyesi, beslenmenin düzenlenmesi, doktor kontrolünde gerekli testlerin yapılması düşüklerin tekrarlanma riskini azaltacaktır. Ayrıca sigara gibi alışkanlıklardan vazgeçilmesi gerekmektedir. Gebe ve gebe adayının psikolojisinin çevresi ve doktoru tarafından yönlendirilmesi de önemlidir. Sağlıklı ve mutlu günler dilerim. 117 kadın sağlığı “Mammografi” Hayat kurtaran adım Op. Dr. Servet Yetgin Esentepe Tıp Merkezi Meme kanseri her 8-10 kadında bir görülen ve bu sıklığıyla kadınlar için kâbus haline gelen bir hastalıktır. Ülkemizde son yıllarda medyatik birkaç ismin meme kanserine yakalandığı haberi tüm kadınları tedirgin etmeye yetti. Aslında bir süredir önemsenmeyen bu riskin tekrar gündeme gelmesi kadınlar için bir uyarı, bir işaret olmuştur. Bilindiği gibi meme kanserinin tedavisinde erken tanı çok önemli. Aslında meme kanseri tedavi edilebilen bir kanser... Hastanın erken evrede saptanması %100 kür diyebileceğimiz hastalığın tamamen tedavi edilebilmesi şeklinde sonuçlanmasını sağlıyor. Erken tanıda; kendi kendine meme muayenesi, risk faktörlerinin belirlenmesi, tarama çalışmaları büyük önem taşır. Tarama çalışmaları ve tanıda mammografinin yeri tartışmasız. Ancak ülkelerin finans sistemleri ve sağlıkçıları arasında öteden beri mammografi taramalarının hangi yaşta başlayacağı ve kaç yılda bir yapılması gerektiği hep bir tartışma 118 konusu olmuştur. Kendi alanında en saygın yayınlardan biri kabul edilen Radiology dergisinin Mart 2012 sayısında yayınlanan bir çalışma belki de bu tartışmalara son noktayı koydu denilebilir. Seattle'da, 1990-2008 yılları arasında meme CA tanısı konulan 2000 meme kanserli kadın arasında yapılan bu çalışmada; 40 yaşından itibaren şikayeti olsun ya da olmasın her kadına yılda bir mammografi yapılması sonucunda, 40-49 yaşları arasında meme kanseri tanısı konulan hastaların sıklığı yaklaşık 2 kat artmış. Ayrıca meme kanseri nedeniyle mastektomi yani memenin tamamının alındığı hasta sayısında yarı yarıya azalma olmuş bir başka deyişle erken tanı nedeniyle hastaların yarısında memenin komple alınmasına gerek kalmadan meme koruyucu cerrahi ile tedavi mümkün olabilmiştir. Özetle; kadınlar 40 yaştan itibaren şikâyeti olsun ya da olmasın, risk faktörüne bakılmaksızın mammografi çektirmeye başlamalı ve bunu yılda bir mutlaka tekrarlamalılar. Böylece meme kanserinin erken tanısı konulabilmekte, dolayısıyla da önce memenin sonrada hayatın kurtarılabilmesi mümkün olmaktadır. Sağlıklı bir yaşam diliyorum. 119 genel sağlık Masabaşı iş belimizi kalınlaştırıyor Dyt. Başak Kefeli Biyofiz Tıp Merkezi Yıllar geçtikçe vücut ağırlığımızı sağlıklı bir şekilde korumak oldukça zor bir hal alıyor. Masabaşında çalışmak her yıl bize fark ettirmeden 2-3 kilo katıyor ve maalesef ki en çok kalınlaşan yerimiz belimiz... Çalışan kişiler için gün içinde sürekli oturmak, öğünlerden en az birini dışarıda yemek, bazı günler yoğunluktan dolayı su dahi içecek fırsatı yakalayamamak ve bunun gibi daha bir sürü etken vücut ağırlığımızda değişikliklere neden oluyor. İşte kilonuzu korumanız için birkaç altın öğüt; Çorba, pilav, makarna, patates, ekmek ve tatlı… Bu besinlerin hepsi karbonhidrat kaynağıdır. Tabaklarınızdan sadece 2’sini karbonhidrat kaynağı olarak seçin. Örneğin çorba, etli patates yemeği, pilav ve yoğurttan oluşan bir menüde tercihiniz 3 kap karbonhidrattan sadece 2’si ve yanındaki yoğurt olmalıdır. Sabah evden kahvaltı yaparak çıkın. Eğer vaktiniz yoksa ya 5 dakika daha erken kalkın ya da iş yerine giderken arabanızı güzel bir fırının önünde durdurun. Alacağınız 1 simit, 1 kutu süt veya sütlü kahve… 1 simit ortalama 3 ince dilim ekmek yerine geçtiği için baylar simidin hepsini bitirirken bayanların yarım simit yemesi yeterli gelecektir. Burada yapılan hata kahvaltı için tercih edilen pastane ürününün poğaça veya börek gibi yağlı besinler olması. Bunun yerine simit veya tost iyi bir alternatif. Gün içinde bardak sayısı sayılamayan çay tüketimine masabaşı çalışan kişilerde alışığız. Çayda bir sıkıntı yok. Ancak ya içine atılan şekerler? İşte bütün suçlu bardağınızın içindeki masum görünen şekerler. Eğer gününüz içeceksiz geçmiyorsa ilk yapmanız gereken, şekeri bırakıp çayın ve kahvenin kendi tadını algılamaya çalışmak. 1 ay sonra şekerli çayın tadını unutacaksınız. Tatlandırıcılar size destek olabilir. Öğlen yemeğine kadar soluksuz çalışıyor olabilirsiniz. Ancak çekmecenize elinizi attığınızda, elinize alacağınız 1 avuç sarı leblebi, 2-3 ceviz, 2-3 adet kuru meyve alternatiflerinden herhangi biri öğle yemeğinde tabağınıza saldırmanızı engelleyecektir. Öğlen yemeğinde yapılan en büyük hata karbonhidratı ayarlayamamaktır. 120 Uzun süren toplantılar uzun süren açlık anlamına gelir. Aç kalma süreniz 3 saati geçerse, pankreasınızdan salınan insülin bir sonraki öğündeki yemeklerinizi karın bölgenizde depolamak için fırsat kollayacaktır. Toplantıda içeceğiniz bir fincan sütlü kahve, bir bardak taze sıkılmış meyve suyu, bir bardak ayran veya bir bardak meyveli süt hem iştahınızı kontrol altına almanıza hem de uzun süren açlığın getirisi olan bel bölgenizin yağlanmasına engel olacaktır. Bazı besinleri tüketmek ve tükettikten sonra vücudunuza zararının dokunmaması için fiziksel aktiviteyi hayatınıza sokmalısınız. Eğer spor yapamıyorsanız; beyaz ekmek, beyaz pirinç, sofra şekeri, hazır meyve suyu, şekerli gazlı içecekler belinizi kalınlaştıracak en baş besinlerdir. Akşam yemeğinizi dışarıda yemek durumundaysanız tercihlerinizi öğlen yemeğine göre yapmanızda fayda var. Öğlen kırmızı et içeren bir yemek yediyseniz akşam tercih edeceğiniz yemek beyaz et olmalıdır. Izgara balık, tavuk veya hindi eti oldukça sağlıklı bir tercih olabilir. Alkol tercihiniz ise beyaz şarap olursa, seçimlerinizde vücudunuzu üzmemiş olursunuz. Eğer yemeğinizi evinizde yiyebiliyorsanız, tercihinizin bol posalı koca bir tabak sebze yemeği olmasına özen gösterin. Sebze yemeği hem bağırsak sağlığınız hem de kilo kontrolünüz için size çok yardımcı olacak. Yanına ekmeğinizi ve yoğurdunuzu eklemeyi ihmal etmeyin. Son olarak 6 ayda bir yaptıracağınız düzenli detaylı kan tahlilleri ile vücudunuzu her dönem yeniden tanımalısınız. Stresinizin, yaşınızın, hareketsizliğinizin ve yanlış beslenme düzeninizin bedeninize zarar vermesini önlemek için düzenli doktor ve diyetisyen muayenesinden geçmeyi ihmal etmeyin. 121 genel sağlık İnme ve rehabilitasyonu Beyin damarlarının hasara uğraması sonucu en önemli klinik bulgu, inme adı verilen vücudun sağ veya sol yarısında kol ve bacağın birlikte felç olmasıdır. İnme Rehabilitasyonu hastanın bedensel kayıplarını azaltarak günlük yaşam aktivitelerinde bağımsız olmasını sağlamaya çalışır. İnme (felç) nasıl oluşur? Beynimizde iki yarımküre vardır. Bunlardan sağ taraftaki sol kol ve bacağımızın, sol taraftaki ise sağ kol ve bacağın hareketleriyle birlikte konuşma yeteneğimizden sorumludur. Bu bölgelere gelen kan akımının herhangi bir nedenle bozulması sonucunda vücudun bir yarısında kol ve bacaktaki felç ortaya çıkar ve buna inme adı verilir. İnmenin belirtileri nelerdir? Beyinde hangi damarın ne ölçüde hasara uğradığına bağlı olarak inmede çeşitli klinik belirtiler ortaya çıkar. En önemli klinik bulgu, vücudun sağ veya sol yarısında kol ve bacağın birlikte felç olmasıdır. Hareket kaybının yanı sıra bilinç kaybı, algılama, duyu, konuşma bozukluğu, görme bozuklukları ve hafıza kaybı gibi çok çeşitli bulgular da görülebilir. kaybı olduğundan birkaç gün geçmesi beklenir, bazı hastalarda ise ameliyat gerekebilir. Bu arada beyin tomografisi veya MR gibi yöntemlerle kanama takip edilir, gerekli ilaç tedavileri düzenlenir. Bu süre içinde hasta yatakta kalmak zorunda olduğundan yataktaki pozisyonuna, beslenmesine ve idrar çıkışlarına, herhangi bir enfeksiyonun araya girmemesine özellikle dikkat edilmelidir. İnmeye yol açan damar olayları genellikle iki çeşittir: Kimler risk altındadır? Özellikle yüksek tansiyonu, şeker hastalığı ve kalp- damar hastalığı olanların bu risk faktörlerine dikkat etmeleri gerekir. Obezite ve beraberindeki kolesterol yüksekliği, sigara, bedensel hareketin azlığı, alkol ve bazı ilaçlar inme riskini artırır. Rehabilitasyon programına hastanın istekle katılması ve ailesinin de bunun önemini bilmesi gerekir. Bu uzun vadeli bir tedavi sürecidir. Tedavi salonundaki eğitimi tamamlanan hastanın bir taraftan dış ortama, diğer taraftan ev yaşantısına uyum çalışmalarına başlanır. Rehabilitasyon sürecinin sonunda hastaların büyük çoğunluğu yürüme becerisini yeniden kazanabildiği gibi sosyal ve mesleki yaşantılarına geri dönebilirler. 1) İskemik yani damar tıkanmasına bağlı olanlar: Beyin damarlarının tıkanması sonucu o bölgedeki beyin dokusunun hasara uğramasıdır. Hastaların yaklaşık % 80’inde inmenin nedeni damar tıkanıklığıdır. 2) Kanamaya bağlı olanlar: Genellikle yüksek tansiyonlu hastalarda veya beyninde baloncuk şeklinde damar genişlemesi olan kişilerde ani bir kanama ile ortaya çıkar. 122 Dr. Nihat Taşcı Rommer FTR Merkezi İnme Rehabilitasyonu Damar tıkanıklığına bağlı inmelerde genellikle hastanın durumu daha iyi olduğundan, hemen ertesi günden itibaren rehabilitasyona başlanmalıdır. Kanamalı hastalarda ise çoğu kez bilinç Sağlıklı bir yaşam dileğiyle… 123 sağlıklı gıda 124 Yazın müjdecisi Erik Önce tomurcuklar belirir dallarının üzerinde. Sonra yavaş yavaş kokuları… Bir bakarız ki çiçekler belirir birer ikişer, derken hepsi gösterir kendini güneşle beraber. Baharın tüm enerjisini dallarına toplamıştır erik ağacı. Yavaş yavaş yazın geldiğini haykırır biz fark etmeden... Daha sonra ekşi ama keyifli bir lezzet oluverir ağızlarımızda… Fotoğraflar: Engin Çakır 125 sağlıklı gıda Taze meyvelerden belki de en müptelası olduğumuz meyvedir Erik. Hoşafı, kompostosu, reçeli ve pekmezi de yapıldığı için aslında sadece bahar ve yaz aylarında değil, 12 ay bizimle beraberdir. Türkiye’de eriğe bahar aylarında hemen hemen her bahçede rastlamak mümkündür ve neredeyse herkes, çocukken erik ağaçlarına birkaç kez dadanmıştır… Sulu sulu eriklerin yanında biraz da tuza kimse hayır diyemez. Eriği bizim için önemli kılan yegâne şey ise faydaları. Tabir yerindeyse saymakla bitmiyor eriğin mucizeleri… Kalp ve böbrek hastalıkları için birebir olan erik, romatizmalı hastalıklara ve de sindirim rahatsızlığı çekenlere çok faydalı oluyor. Ayrıca B vitamini deposu olması da cabası… Bunun yanında potasyum ve magnezyum minareleri açısından da zengin bir meyve olması onu vazgeçilmez kılıyor. Eriğin sahip olduğu zengin vitamin içeriği, çeşitli hastalıklara karşı gösterdiği olumlu etkiler ve düşük kalorisi, faydasını kanıtlıyor. Düşük kalorisi nedeniyle diyet uygulayan 126 kişilerce de tercih edilen meyvelerin başında geliyor. İklimi bakımından çok şanslı olan Türkiye'de ilkbahardan yaz sonuna kadar çeşit çeşit erik bulmanın mümkün olması da eriğin değerini arttırıyor. Eriğin bağırsak etkinliğini artırıcı etkisi bulunuyor. Ayrıca potasyum ve magnezyum minerali açısından da zengin bir meyve olduğu biliniyor. Eriğin regl düzenleyici, idrar söktürücü ve terletici özellikleri de bulunuyor. Çiğ erikte çeşitli minerallerin yanı sıra C, A ve E vitaminleri ile beta karoten de bulunuyor. Erik komposto, reçel ve marmelat şeklinde tüketildiğinde ilave edilen şekerden dolayı kalori değeri arttığı için vitamin ve minerallerden daha sağlıklı bir şekilde yararlanılabiliniyor. Taze olarak tüketimi öneriliyor. Anadolu'da kurutularak da tüketilen eriğin besin değerinin tazesine göre daha yüksek olduğu da bilinenler arasında. Ayrıca pişirilmeden tüketilmesi de tavsiye ediliyor. Çağlasını ilkbaharda, olmuşunu ilkbahardan sonbahara kadarki dönemde ve kurutulmuşunu yıl boyunca severek yediğimiz eriğin ağacı, gülgillerden. Dünyanın pek çok bölgesinde yetiştirilen çeşitli erik ağaçları, ülkemizin hemen hemen her yerinde de yetiştirilebiliyor ve bu yüzden çok şanslıyız. Meyvesinin olgunlaşma dönemlerine göre erikler; erkenci caneriği, yaz ortalarında olgunlaşan Japon ya da İtalyan eriği ve ağustosta olgunlaşmaya başlayan Avrupa eriği olarak ana gruplara ayrılıyor. Bu gruplarda yer alan türlerdeki ağaçlar, 4–12 m. kadar boylanabiliyor. Farklı biçim ve büyüklükteki meyvelerinin ince kabuğu, türlere göre yeşil, sarı, kırmızı ya da mor renklerdedir. Meyvenin gene çeşitli renklerde olan eti, sulu, mayhoş ya da tatlı, meyvenin ortasındaki tek çekirdeği serttir. Kuru eriğin besin değerleri tazesine göre daha fazladır. Ayrıca pişirilmeden yenmesi daha yararlıdır; kompostosu ya da hoşafı yapıldığında vitamin değerleri düşer ama içine şeker katıldığından kalori ve karbonhidratı artar. 127 bursa mutfağı Seyyahlara Bursa rehberi Bu sayıda yemeği bir tarafa bırakıp, yıllar önce Bursa Mutfağı kitabımı yazarken rastladığım ve hep size bahsetmek için sırada beklettiğim ancak bugünlerde yazabildiğim bir kitaptan bahsedeceğim. “Seyyahlara Bursa Rehberi…” M. Ömür Akkor Mutfak Araştırmacısı “Unutulmuş Bursa Mutfağı” üzerine hazırladığım kitabın teknik araştırmaları için gittiğim Beyazıt Kütüphanesi’nde, Bursa ile alakalı pek çok birbirinden kıymetli eserlere de rastladım. Bu eserlerin çoğunun basım tarihi 1960’tan eskiydi. Yani son 50 yıldır Bursa ve Bursa kültürü üzerine neredeyse tek bir eser bile yazılmamış… 1960’tan önce ise yüzlerce eser var. Bursa ile ilgili herhangi bir konuda araştırma için kütüphanelere giderseniz bulacağınız kaynaklar; 20, 30 hatta 70 sene öncesine bile ait olabilir. Bu da en nihayetinde şu anlama geliyor; nerede yaşadığının farkına varanlar ve sahip 128 çıkanlar ile nerede yaşadığının anlamını kavramayanlar ve sahip çıkmayanlar arasında eskiye nazaran çok büyük bir fark var… Şimdilerde şehirde yaşayan insanlar geçmişlerinden bihaber olarak hayatlarına devam ediyor. Kütüphane araştırmalarım esnasında incelediğim Bursa hakkında yazılmış olan birçok kitap ve derginin arasında rastladığım en ilginç kitaptan bahsetmek istiyorum sizlere; kitap 1931 yılında vilayet matbaası tarafından basılmış: “Seyyahlara Bursa Rehberi - Bursa’da altı saat, bir gün ve üç gün kalacaklar için tertip edilmiştir.” 1931 yılında Bursa’ya 6 saat için gelenlere yazılmış olan bir kaynaktan bahsediyoruz. Gerçekten çok şaşırtıcı… İnternet ve bilgi çağını yaşadığımız şu günlerde bile böyle bir rehberin, bırakın Bursa’yı başka herhangi bir şehir için bile, basıldığını sanmıyorum. Kitap sadece 6 saat kalacaklar için bir rehber değil, zamanın kıymetini bilmek ve değerlendirmek hususunda da bir rehber olma özelliği taşıyor. Kitaptaki seyahat programlarından bazılarını hiçbir düzeltme yapmadan aynen aktarıyorum; “… SEYAHAT PROĞRAMLARI A PROĞRAMI ( Bursada altı saat kalacak olanlara mahsus ) ( otomobil ile hareket edilmelidir.) 1- Asarı atika müzesi ‘ufak bir duhuliyeye tabidir. Bursanın meşhur Tür san’atı ve Türk tarihini havi olan türbelerle Muradiye türbelerini gezmek müsadesi buradan alınır. 2- Yeşil camii 3- Yeşil türbesi 4- Yeşil camii yanındaki kahveden ovanın temaşası ( burada bir Türk kahvesi içilmelidir.) 5- Kapalı çarşı ( buradan Bursa ipeklilerini ve havlılarını satın alınız.) 6- Ulu camii ( geçerken şekercilerden Bursanın meşhur kestane şekerini ve ahu dudu şurubunu alınız. 7- Sultan Osman ve Orhan türbeleri (topaneden Bursa ovasını temaşa.) 8- Muradiye cami ve türbelerin ziyaret 9- Eski kaplıca ve Çekirge kaplıcalarını ziyaret. 10- Hudavendigar camii B PROĞRAMI ( Bursada bir gün kalacak olanlara mahsustur ) ( otomobil ile hareket edilmelidir.) 1- Asari atika müzesi ( A proğramına müracaat ) 2- Yeşil camii 3- Yeşil türbesi 4- Yeşil camii yanındaki kahvede istirahat ve ovanın temaşası 5- Yıldırım 6- Bıçakçılar ( Bursa bıçağı güzel bir hediyedir.) 7- Kapalı çarşı ( buradan Bursa ipeklilerini ve havlılarını satın alınız.) 8- Çekirge otellerinde öğle yemeği 9- Çekirge kaplıcaları ve Hüdavendigar camiini ziyaret 10- Çekirgede Eski kaplıcayı ziyaret 11- Muradiye türbelerini ziyaret 12- Muradiye camiini ziyaretü 13- Sultan Osman ve Orhan türbeleri (topaneden Bursa ovasını temaşa.) 14- Ulu camii ( geçerken şekercilerden Bursanın meşhur kestane şekerini ve ahu dudu şurubunu alınız. 15- Otelde avdet veya çekirge otellerinde veya kaplıcalarında banyo. C PROĞRAMI (Laakal üç gün Bursada kalacak olanalar mahsus) Birinci gün 1- Asari atika müzesi 2- Yeşil camii 3- Yeşil türbesi 4- Yeşil camii yanındaki kahvede istirahat ve ovanın temaşası 5- Yıldırım 6- Herhangi bir şehir lokantasında öğle yemeği 7- Otomobil ile Ulu dağa azimet ve aydet 8- Çekirge otel ve kaplıcalarında banyo ( öğle yemeği dağ otelinde de yinebilir.) İkinci gün 1- Çekirge kaplıcaları ve Hüdavendigar camiini ziyaret 2- Eski kaplıcayı ziyaret 3- Kükürtlü kaplıcasını ve oteli ziyaret 4- Yeni kaplıcayı, Kara Mustafa kaplıcasını ziyaret 5- Muradiye türbelerini ziyaret 6- Muradiye camiini ziyaret 7- Sultan Osman ve Orhan türbeleri ve topaneden Bursa ovasını temaşa. 8- Şehirde öğle yemeği 9- Otomobil ile Abulyont “ıssız hanı” Eşkel köyü - Tirilye - Mudanya - Bursa tenezzühü. (seyyahlar için pek latif bir tenezzüh olur.) 10- Çekirge otel ve kaplıcalarında banyo Üçüncü gün 1- Ulu camii ( geçerken şekercilerden Bursanın meşhur kestane şekerini ve ahu dudu şurubunu alınız.) 2- Kapalı çarşı ( buradan Bursa ipeklilerini ve havlılarını satın alınız.) 3- Bıçakcılar ( bursa bıçakları pek güzel hediyedir. 4- Setbaşı mıntıkasında birkaç dokuma fabrikasını ziyaret Öğle yemeği 5- Yenişehir ve İznik kasabalarını ziyaret ve İznikte Asari atıka mütaleası 6- Akşam üstü Bursaya avdet ve ertesi günü Gemlik - Orhangazi - Yalova tarikiyle İstanbula avdet , Nerede şimdi o ahududu şerbeti, bulana bilene aşk olsun… Sadece adı kalmış yadigar ya da hediyelik Bursa bıçakları… Eskiden her gittiğimiz yere hediye olarak Bursa bıçağımızı götürürdük. Kaç kişi kaldı bu âdeti yerine getiren? Bu da yazımızın kıssadan hissesi olsun. Yaşadığımız bu şehre çok şey borçluyuz… Bırakın yeni şeyler kazandırmayı, sahip olduklarımızı koruyalım o bile yeter… Saygılarımla. 129 guidebursa RESTORAN / RESTAURANT “Life guide of Bursa” Çağrışan Et Mangal Y.Mudanya Yolu Çağrışan Köyü T. 244 91 00 Beceren Botanik Parkı T. 211 52 60 CP Steak House Çelik Palas Hotel Çekirge Cad. No:79 T. 233 38 00 Dababa Esentepe Mah. Gürler Cad. No:87 / 12 Nilüfer T. 247 92 00 Çiçek Izgara Belediye Cad. No:15 T. 221 65 26 Korupark AVM T. 241 29 88 İzmir Yolu Orhaneli Kavşağı No:1 T. 452 01 00 Hayat Lokantası Merinos Parkı T. 272 27 77 Gurme / Bademiçi Bademli Mah.No.79 Mudanya T. 549 01 09 İona Cafe Restoran FSM Bulvarı No.48 T.249 90 02 Park Izgara Mudanya Yolu No: 754 T. 244 94 01 Kadife A la Carte Almira Hotel U.Hasan Bul. No:5 T. 250 20 20 DENİZ ÜRÜNLERİ & MEYHANE / SEA FOOD & BAR Kahve Beyaz Mudanya Yolu Göynüklü Köyü Girişi T. 566 34 47 Arap Şükrü Çetin Arap Şükrü Sokağı T. 221 14 53 Kapı Restoran Odunluk Mah. Lefkoşa Cad. Orhaneli Yolu No.23 T. 452 20 07 Kaşıkara Mudanya Yolu Göynüklü Köyü Girişi T. 566 35 66 Kavis Marigold Otel - 1.Murat Cad No: 47 T. 444 40 00 Keyf-i Ala Restoran FSM Bulvarı Tuna Cad.No.112 T.249 04 02 Placia Restaurant Holiday Inn Hotel Görükle T. 442 85 40 Otantik Gemi Güzelyalı Yat Limanı İçi T. 554 43 00 Panaroma Çelik Palas Hotel T. 233 38 00 Tike Mudanya Cad. Bademli Kavşağı T. 549 20 75 Yazı E.Mudanya Yolu Emek Yağı Fabrikası Yanı T. 548 00 28 IZGARA & MANGAL & LOKANTA / GRILLS Cafeman Balıkçısı Agora İş Merk. Kulealtı Bademli T. 549 10 14 Deniz Tabağı Arap Şükrü Sk. T. 222 19 19 Saki Rum Meyhanesi E.Mudanya Yolu No.25 Bademli T. 549 02 89 KEBAP & PİDE / KEBAB & PITA Atmosfer Pide / Metin Durmaz FSM Bulvarı No: 92 T. 240 10 00 Burger King T. 444 54 64 Dominos Pizza Altıparmak T. 222 90 40 Bademli T. 241 58 00 Beşevler T. 453 46 04 FSM Bulvarı T. 453 00 76 Özlüce T. 413 15 00 Çekirge T. 234 99 22 Yıldırım T. 362 60 60 Hobi Paket Büfe Altıparmak T. 221 11 63 Beşevler T. 451 11 00 İhsaniye T. 246 00 55 Özlüce T. 413 73 13 Kentucky Fried Chicken 444 35 55 La Piatto Cafe- Pizza & Macaroni FSM Bulvarı No.90 / A Nilüfer- BURSA T. 444 21 58 Mariza Altıparmak T. 225 12 25 FSM Bulvarı T. 451 44 44 Mc Donald’s T. 444 62 62 Dürümcü Bekir Usta Setbaşı T. 220 11 01 Çekirge T. 233 88 18 FSM Bulvarı T. 243 75 75 Bademli T. 549 28 28 İskender Kebap Tayyare KM Yanı No:60 T. 221 10 76 Carrefour AVM T. 452 10 62 Korupark AVM T. 241 21 10 Kebapçı Yavuz İskender Y.Yalova Yolu Ovaakça T. 267 27 20 As Merkez Outlet Yanı T. 261 60 30 Köy Tesisleri Mudanya Yolu T. 244 99 01 İ.Efendi Konağı Botanik Park T. 211 26 90 Ünlü Cad. No: 7 T. 221 46 15 Zafer Plaza AVM T. 221 15 33 Tavacı Recep Usta Odunluk Mah.Erdoğan Biyücel Cad.No.5 / 1 T.452 40 04 Anadolu Lezzet Dünyası E.Mudanya Yolu Bademli T. 549 23 03 Uludağ Kebapçısı Uluyol Şirin Sok. T. 251 45 51 Kent Meydanı AVM T. 255 55 56 Bademli Et Mangal Mudanya Cad. Shell B.İstasyonu No: 307 T. 244 84 60 Zeugma Restoran Azerbaycan Dostluk Parkı Nilüfer T.452 00 27 130 Big Mammas FSM Bulvarı T. 247 44 55 Kükürtlü T. 236 89 91 Korupark AVM T. 241 27 50 Ertuğrulkent T. 413 38 93 Büfemtrak FSM Bulvarı T. 245 87 25 Marrakech Ocakbaşı Cumhuriyet Mah. Gazi Cad. No.53 T. 452 97 07 Kaju Eat & Drink FSM Bulvarı No.46 / A T.249 80 09 HAZIR YEMEK / FAST FOOD PASTANE / PATISSERIE Aslı Börek Carrefour T. 452 66 86 Kent Meydanı AVM T. 251 40 02 Metro Market T. 441 37 20 Geçit Evke Plaza T. 241 80 88 Osmangazi Metro T. 272 03 03 Zafer Plaza T. 223 79 79 Uludağ Ünv.T. 442 88 26 Bread House Anatolium AVM T. 261 30 27 Carrefour AVM Zemin Kat No:7 T. 451 70 07 FSM Bulvarı No:54/ 3 T. 246 87 27 Kent Meydanı AVM 2. Çarşı Katı T. 255 04 05 Korupark AVM Zemin Kat T. 0543 646 87 87 Çınar Pastanesi Kükürtlü Cad. No:28 T. 235 54 49 FSM Bulvarı No:68 T. 451 58 98 Setbaşı Meydanı No:8 T. 327 55 76 Durak Muhallebicisi Çekirge Meydanı T. 235 08 08 İzmir Yolu Cad. No:66 T. 240 08 09 Altıparmak Cad. No: 74 T. 223 27 19 Ünlü Cad. No:4 T. 220 40 80 “Bursa’nın yaşam rehberi” Kafkas Atatürk Cad. Heykel T. 225 25 99 Carrefour AVM T. 452 49 99 Arena AVM Ertuğrulkent T. 413 78 10 FSM Bulvarı No:42 T. 245 59 00 İzmir Yolu T. 413 22 20 Kent Meydanı AVM T. 255 67 00 Kristal Park Çarşısı İhsaniye T. 246 50 51 As Merkez Karşısı T. 261 52 61 Davutdede- Conk Sok. Yıldırım T. 360 03 30 Korupark AVM T. 241 49 29 Hürriyet Soğukkuyu No:10 T. 247 25 25 Terminal T. 261 58 02 Soğukkuyu No:2 Nilüfer T. 245 01 70 Rıhtım FSM Bulvarı Kamuran Sitesi T. 451 24 77 Altıparmak Cad. No:33 T. 222 31 77 Konak Mah. Beşevler Cad. T. 452 66 28 Eğitimciler Cad. No:139 T. 453 36 00 Çekirge Meydanı T. 236 83 58 Un-Pa Çekirge Meydanı T. 236 73 65 Bilginler Cad. Mehtap Sitesi T. 452 26 72 Bilginler Cad. Tunca Apt. No:32 T. 443 26 17 Kahve Mania FSM Bul. No:116 T. 245 02 22 Ivory Kükürtlü Cad. No:56 T. 234 91 90 Lusso FSM Bulvarı No: 139 / 7 T. 241 45 30 Jazz Bar Uludağ Yolu No:45 T. 239 62 54 Pascal Nilpark AVM T. 240 02 04 K Bar Çekirge Cad. T. 233 44 22 Saklıbahçe 1.Murat Cad. Çekirge T. 236 99 59 Kafe Pi Bursa Angels Çekirge Cad. No.114 T.234 62 00 Siesta Pembe Çarşı No:4 T. 232 35 05 Nalbantoğlu Heykel T. 221 53 01 Kat 3 Magazin Outlet Ataevler T. 443 22 72 Kent Meydanı AVM T. 255 55 22 Starbucks Carrefour AVM T. 453 20 76 Kent Meydanı T. 255 37 39 Korupark AVM T. 241 27 60 Kükürtlü T. 233 39 55 Zafer Plaza AVM T. 220 00 46 Keyifli Bar FSM Bulvarı No:96 T. 245 80 86 Şale Karagöz Cad. Kükürtlü T. 233 18 27 Tesadüf FSM Bulvarı T. 241 58 58 Time FSM Bulvarı No:151 T. 242 41 40 BAR – BİSTRO / BAR BISTRO Waffle Evi Kükürtlü Cad. No:28 T. 236 36 90 rehberbursa Address Nilpark AVM T. 247 01 50 Kırmızı Cumhuriyet Mah. Gazi Cad. No:53 T. 452 97 07 Kios Bar Holiday Inn Görükle T. 442 85 40 Klan FSM Bulvarı / Bademli T. 247 63 23 Konak 18 Çekirge Cad. No:18 T. 235 37 07 Krema Jazz Club Bademli Kavşağı Tike Restoran T. 549 20 75 Kulüp Kültürpark içi Altın Ceylan T. 0530 242 68 78 Uzay Pastanesi Altıparmak Cad. No:19 T. 225 12 55 Çekirge Cad. No:124 T. 236 42 04 Saygınkent AVM T. 413 43 06 FSM Bulvarı No:12 T. 249 13 44 Geçit Mah. Mudanya Yolu No:77 T. 244 63 97 Angaje Lounge & Brasserie Nilpark AVM T. 246 77 44 KAFETERYA / CAFE Bigo FSM Bulvarı No.48/C T. 240 04 04 Cafe Crown Carrefour AVM T. 451 21 45 Kent Meydanı T. 255 30 00 Korupark AVM T. 242 06 24 Boo Live Geçit No:639 T. 244 88 78 Bongo Bar Kültürpark içi Altın Ceylan T. 234 34 34 Malt Magazin Outlet Ataevler T. 443 22 72 Cafe Çizmeli Kedi Gazi Cad.Sadıkoğlu Sit. T.451 53 34 Benzin FSM Bulvarı No:147 / A T. 243 47 43 People Agora İş Merk. Bademli T. 549 04 43 Cadde Üstü FSM Bulvarı T. 246 66 74 Picante Gazi Cad. No.51 / A T. 451 36 34 Cadde Üstü Üni. Görükle T.483 67 77 Pronto Sport Cafe & Bistro Saygınkent AVM Ertuğrulkent T.413 70 80 Coffe and Beyond FSM Bulvarı T. 247 22 37 Fink FSM Bulvarı T. 243 09 99 Gönül Kahvesi As Merkez Outlet T. 261 58 78 Nostaljik Tren İst.Beşevler T. 452 82 16 FSM Bulvarı No:11 T. 247 66 06 Antik Bar Kavaklı Mah. Kavaklı Çıkmazı No.13 / A T.221 45 06 Leman Kültür FSM Bulvarı T. 240 20 00 Mirano Korupark AVM T.24313 80 Mox Lounge FSM Bulvarı T. 240 22 42 Mualla FSM Bulvarı No: 94 T. 240 10 16 Cha Cha Mihraplı Mevkii Carrefour Arkası T. 452 13 50 Caka Teras Kumova Plaza Nilüfer T. 453 09 09 Gren Arap Şükrü Sokağı No: 46 T. 223 60 64 Demo FSM Bulvarı No:59 T. 452 26 96 Duetto FSM Bulvarı No: 94 T. 240 10 16 Gloria Jean’s Coffee’s Korupark AVM T. 241 37 26 Exit Oulu Cad. No:13 T. 234 50 70 Kahve Dünyası Korupark AVM T. 241 23 45 Zafer Plaza AVM T. 225 29 29 La Luz Korupark AVM T. 243 93 98 Festina FSM Bulvarı T. 249 19 49 Resimli Holiday Inn Görükle T. 442 88 15 Şey Pub Oulu Cad. No:9 T. 233 07 25 Shakespeare Bistro Korupark AVM T. 241 29 59 Suare Magazin Outlet Ataevler T. 443 10 01 Veni Vidi Kükürtlü Oulu Cad. No:6 T. 233 99 99 Wamtes Çekirge Cad. No:40 T. 233 66 22 Hayal Kahvesi FSM Bul. No:59 T. 451 50 80 Highout Oulu Cad.Oylum Carşısı T. 233 00 60 The Winston Brasserie Dr.Rüştü Burlu Cad.No.11 T.233 13 48 131 mekan İnsanlar neden Caddeüstü’nde? Bursa eğlence hayatına özgün bir bakış açısı getirme ve Bursa sosyal yaşamına öncülük etme amacıyla 2009 yılında F.S.M. Bulvarı’nda açılan Caddeüstü; üç yıl gibi kısa bir sürede Bursa’nın en çok tercih edilen mekânlarından biri olmayı başararak, Görükle şubesi ile hizmet ağını genişletti. Neslihan Binbaş 132 Kafe bar olarak hizmet veren Caddeüstü, misafirlerinin hayattan aldıkları keyfi yukarılara taşıma felsefesiyle işletilen bir mekân. Her geçen gün dinamizmi ve gelişimi sürüyor. Başarısının sırrı burada yatıyor. Samimi atmosferi, kaliteli hizmeti, yazlık kışlık bahçeleri ve müziklerinin enerjisi ile aslında hayatı taşıyor. Caddeüstü; zengin kahve seçenekleri ve aperatiflerinin yanı sıra lezzetli salataların, dünya mutfağından özenle seçilmiş ana yemeklerin yer aldığı şık restoran menüsü ile de misafirleri için vazgeçilmez bir mekân. Modern çizgisi ve şık çizgileri ile dikkat çeken mekân bugün; lezzetli yemeğin, dost sohbetinin, keyifli müziğin bulvardaki adresi olarak biliniyor. Caddeüstü F.S.M. bazen yorgunluk atarak huzur ve sakinlik peşine düşenlerin bazen ise müzik ve eğlence ile yaşam ritmini artırmak isteyenlerin buluşma noktası olmuş durumda. Gün içinde, iş arasında bir soluk almak, güzel bir kahve içmek ya da akşamları zengin barında farklı lezzetlerle tanışmak isteyenlerin uğrak yeri olmuş bu mekân artık sadece FSM Bulvarı’nda değil… Dinamizm, renk ve keyfi bir arada sunan Caddeüstü Üni de; farklı lezzetleri, eğlenceli oyunları ve rahat mekân kurgusuyla Görükle'de popüler bir durak. Özel günler (Yılbaşı, Sevgililer Günü, Kadınlar Günü, Tıp Bayramı vb.) için yarattıkları “özel indirimler” ve “özel kampanyalar” ile de dikkat çeken Caddeüstü, çoktan ayak alışkanlığı oluşmuş bir mekân… 133 guidebursa OTEL / HOTEL Adapalas *** 1.Murat Cad. No:21 Çekirge T. 233 39 90 Artıç *** Atatürk Cad. Ulucami Karşısı T.224 55 05 “Life guide of Bursa” Otantik Gemi (Butik) Güzelyalı Yat Limanı İçi Mudanya T. 554 43 34 Turkuaz Diş Beşevler Cad. No.76 T. 451 32 22 Tiara Termal Çekirge Meydanı 1.Murat Cad. No.5 T.444 28 05 SPOR SALONLARI / SPORTS HALLS ALIŞVERİŞ MERKEZİ / SHOPPING CENTER Almira ***** Uluabatlı Hasan Bulvarı No:5 T.250 20 20 Anatolia **** Çekirge Meydanı T. 233 94 00 Baia **** Y.Yalova Yolu As Merkez Outlet Yanı T. 275 45 00 Anatolium Y. Yalova Yolu No.487 T. 261 12 22 As Merkez Outlet Y. Yalova Yolu T. 261 51 51 Carrefour İzmir Yolu T. 219 73 00 Kent Meydanı S.Garaj Mah. T. 255 43 63 Korupark Mudanya Yolu 9.Km T. 242 35 35 Özdilek Y. Yalova Yolu 4.Km T. 219 60 00 Zafer Plaza Cemal Nadir Cad. T.225 39 00 SAĞLIK / HEALTH Beceren (Butik) Botanik Parkı T. 211 52 60 Boyugüzel (Butik) Askeri Hastane Karşısı Çekirge T. 239 99 99 Büyükyıldız **** Uludağ Cad. No:16 T. 239 69 90 Acıbadem FSM Bulvarı Sümer Sok. No.1 T. 444 55 44 Biyofiz Tıp Merkezi Karaman Mah.Kültür Cad.Biçen Sok.No.10 Nilüfer T.246 66 66 Beyge Club Beşevler Kültür Mah. Gümüşdere Cad. No.4 Nilüfer T.453 55 00 B-Fit Spor Kulübü Ahmet Yesevi Mah. No.28 Balat / Nilüfer T.244 64 68 Hat Cad. No.10 Osmangazi T.235 35 15 Beşevler Mah. Bilginler Cad. No.18 Nilüfer T.452 60 52 Siteler Kanuni Cad. No.25 / A Yıldırım T.369 08 31 Çok Yaşa Clup Nilpark 5.Kat T.245 68 00 Gym Sport Agora İş Merk. Bademli T.549 25 00 Central **** U.Hasan Bul. No:55 T. 273 55 00 Bursa Anadolu İzmir Yolu Cad. No.105 T. 451 09 09 Çelik Palas ***** Çekirge Cad. No:79 T. 233 38 00 Bursa Göz Merkezi Fomara Meydanı Osmangazi T.444 04 69 Maya Spor Salonu Konak Mah. Lefkoşe Cad. Gizemler Plaza No.12 Nilüfer T.453 02 50 Divan **** Dr. Rüştü Burlu Cad. No:11 T. 233 00 07 Bursa Vatan Fevzi Çakmak Cad. No.55 T. 220 10 40 Score Fitness Spa Korupark AVM İçi T.242 68 00 Gönlüferah **** 1.Murat Cad. No:22 Çekirge T. 233 92 10 Çekirge Kalp ve Aritmi Kükürtlü Mah. Konca Sok. No.2 T. 275 75 00 Studio Pilates Cumhuriyet Mah. Yağmur Sok. Elmas Evler Sit. C / Blok K.4 Nilüfer T.451 32 41 Hilton ***** Yeni Yalova Yolu Cad. No.347 T.500 05 05 Dentatürk Diş FSM Bulvarı No.167 T. 270 09 00 Holiday Inn **** Uludağ Üni. Görükle Kampüsü T. 442 85 40 Doruk Tıp Zübeyde Hanım Cad. No.5 T. 444 04 53 İbis Hotel *** Altınova Mah. Fuar Cad. No: 67 T. 275 85 00 Esentepe Tıp Merkezi Mudanya Yolu Cad. No.169 T. 444 02 46 Kervansaray *** Fomara Meydanı T. 220 00 00 Jimer Orhaneli Yolu Beşevler Kavşağı T. 444 45 67 Kervansaray Termal ***** Çekirge Meydanı T. 233 93 00 Konur Zübeyde Hanım Cad. No.12-2 T. 233 93 40 Kırcı **** Çekirge Cad. No:21 T. 220 20 00 Medical Park Bursa Fomara Meydanı T. 444 44 84 Kitapevi (Butik) Kavaklı Mah. Burçüstü No:21 T. 225 41 60 Kent **** Atatürk Cad. No: 69 T. 253 54 20 Medicabil Mudanya Yolu Küre Sok. Fethiye T. 444 81 12 Marigold ***** 1.Murat Cad. No:47 Çekirge T. 444 40 00 Osmangazi Tıp Merkezi Ulubatlı Hasan Bul. No:46 T. 270 05 05 Montania **** İstasyon Cad. Mudanya T. 211 32 80 Rentıp FSM Bulvarı T. 249 77 00 Otantik Club (Butik) Botanik Parkı T. 211 32 80 134 Asya Spor Merkezi İhsaniye Mah. İkizevler Sok. No.7 Nilüfer T.249 64 55 Retina Göz Merkezi Mudanya Yolu Cad. No.171 / 1 T. 240 24 01 Tango Evita Dans ve Sanat Merkezi Konak Mah.Yaz Sok. T.451 44 15 KUAFÖR / COIFFEUR Ahmet Albayrak Korupark AVM T.241 31 12 Atölye Kuaför E.Mudanya Yolu No.35 Bademli T. 548 00 80 Emma Nilüfer Hatun Cad. T. 452 67 50 Enis Aslan Kükürtlü Cad. T. 233 00 51 Mss Salon Kükürtlü Cad. No.58 T. 232 30 90 Roma Kuaför Korupark AVM T. 243 06 60 Sacha Kükürtlü Mah. Manolya Sk. No.67 T.233 59 79 Kent Meydanı AVM T. 255 63 64 FSM Bulvarı T. 453 38 55 Bademli T.549 11 42 - 43 Stüdio Tim Carrefour AVM T. 452 66 98 ÇİÇEKÇİ / FLORIST Aşşk Çiçek Çelik Palas Otel Altı T. 235 16 00 Bursa Çiçekçilik FSM Bulvarı T. 452 47 32 Lis Çiçek Çekirge Cad. No.139/B T. 236 81 96 Koru Çiçek Korupark AVM T.241 54 74 Pelit Çiçekçilik & Peyzaj Saygınkent AVM Ertuğrulkent T. 413 02 62 “Bursa’nın yaşam rehberi” MÜZE / MUSEUM Bursa müzeleri pazartesi hariç her gün mesai saatleri arasında hizmet veriyor. Arkeoloji Müzesi Reşat Oyal Kültürparkı T. 234 49 18 Bitinya ve Misya bölgelerinde bulunmuş M.Ö. 3000’den Bizans Devri sonlarına kadar olan devirlere ait eserler sergileniyor. Müzede 25 bin eser yer alıyor. 2 bin kadarı sergide. Atatürk Evi Müzesi Çelik Palas Hotel Yanı T. 234 77 16 19. yüzyıl sonlarında yapılmış olan köşk, Bursa Belediyesi tarafından sahibinden satın alınarak Atatürk’e hediye edildi. 1968’de Kültür Bakanlığı’na devredilen bu köşk, 29 Ekim 1973’te, Cumhuriyet´in 50. yılında müzeye dönüştürülerek ziyarete açıldı. Bursa Kent Müzesi Atarük Cad. No:8 Heykel T. 220 26 26 Müzede Bursa’da yaşamış 6 Osmanlı padişahının balmumu heykelleri, geleneksel ticaret hayatını canlandıran dekorlar, kentin topografik maketi gibi objelerle bilgiler sunuluyor. Celal Bayar Müze ve Kütüphanesi Umurbey / Gemlik T. 525 00 98 3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın çalışma yıllarına ait fotoğraflar, anı eşyalar ve hediyeler, tablolar, çeşitli belgeler, nişanlar, madalyalar, şilt ve plaketler yer alıyor. Hünkâr Köşkü Temenyeri Mah.Vakıf Sok. T. 327 91 90 Sultan Abdülmecid tarafından 1859 yılında av köşkü olarak yaptırılmış olan köşk, Sultan Abdülmecid dışında, Sultan Abdülaziz ve Sultan 5. Mehmet Reşad tarafından da kullanılmış. Atatürk’ü de ağırlamış olan köşke günümüzde Atatürk Köşkü ve Cumhuriyet Köşkü de deniliyor. Hüsnü Züber Evi Uzun Yol Sok.3 Muradiye T. 221 35 42 1836 yılında devlet misafirhanesi olarak yapılmış, sonra Rus konsolosluğu olarak kullanılmış olan ev, tipik bir Osmanlı evi. Karagöz Evi Müzesi ve Anıtı Çekirge Cad. T. 232 25 90 Bursa ile özdeşleşmiş Karagöz oyunu hakkında bilinen tüm kültürel motifleri barındıran müzede Ramazan aylarında günümüz hayalileri tarafından Karagöz gösterimleri yapılıyor. Ormancılık Müzesi Çekirge Cad. / Osmangazi T. 234 77 18 Türkiye’nin ilk ve tek ormancılık müzesidir. Bursa’da, Çekirge caddesi üzerinde Saatçi Köşkü olarak bilinen yapıda yer alır. Türk İslam Eserleri Müzesi Yeşil Mah. Yeşil Külliyesi T. 327 76 79 Çelebi Sultan Mehmed tarafından 1414 – 1424 yılları arasında Mimar Hacı İvaz Paşa’ya yaptırılmış ilk Osmanlı medreseleri arasındadır. “Sultaniye Medresesi” adıyla da bilinir. Anadolu Selçuklu mimarisinde açık avlulu medreselerin en iyi örneklerindendir. Tofaş Anadolu Arabaları Müzesi Umurbey Mah. Kapıcı Sok. T. 329 39 41 Tekerleğin at arabasından otomobile gelişimini sergileyen müzede Tofaş’ın 0001 seri nolu araçlarından örnekler izlemek de mümkün. Uluumay Osmanlı Halk Kıyafetleri ve Takıları II. Murat Cad.Şair Ahmetpaşa Med.Muradiye T. 222 75 75 Müzede, Anadolu Folklor Vakfı kurucu üyelerinden Esat Uluumay’ın 45 yılda topladığı 18 değişik koleksiyon sergileniyor. Mudanya Mütareke Evi Müzesi Sahil Yolu / Mudanya T. 544 10 68 Türk Kurtuluş Savaşı’nı sonlandıran Mudanya Mütarekesi’nin imzalandığı tarihi evdir. Mütarekeye ait eşyaların korunduğu evde, döneme ait fotoğraflar ve belgeler de sergileniyor. Merinos Tekstil ve Sanayi Müzesi Atatürk Kongre Kültür Merkezi T. 272 16 00 Bursa´nın tekstil kenti kimliğinin yaşatılması ve Cumhuriyet döneminin ilk sanayi yapılarından Merinos Fabrikası’nın tarihinin gelecek nesillere aktarılması amacıyla kurulan Türkiye’nin ilk tekstil sanayi müzesi. KÜLTÜR MERKEZİ / CULTURAL CENTER Açık Hava Tiyatrosu Reşat Oyal Kültür Parkı T. 234 49 12 Adile Naşit Kültür Merkezi Ertuğrulgazi Mah. Kaplıkaya T. 368 51 20 Akpınar Kültür Merkezi Akpınar Mh. 1050 Konutlar Havuz Sk. T. 243 73 43 Atatürk Kongre Kültür Merkezi Merinos Parkı T. 272 16 00 A.V.P.Devlet Tiyatrosu Atatürk Cad. Heykel T. 222 89 10 Barış Manço Kültür Merkezi Mimar Sinan Cad. No.79 / Yıldırım T. 366 02 02 Bursa Senfoni Orkestrası A. V.P. Devlet Tiyatrosu Binası T. 225 59 70 Bufsad(Bursa Fotoğraf Sanatı Derneği Gurabahane-i Laklakan Kültür Merkezi Selçuk Hatun Sok. No:9 Setbaşı / Osmangazi T. 225 51 50 Çağdaş Eğitim Kooperatifi Kültür Salonu Atatürk Cad. No:93 / Görükle T. 483 21 83 rehberbursa Fethiye Kültür Merkezi Fethiye Mah. Huzur Cad. Fileci Sok. T. 243 36 63 Konak Kültür Merkezi Konak Mah. Yakut Sok. No:2 T. 452 45 00 Şehir Kütüphanesi Setbaşı Köprüsü Yanı T. 326 56 49 Tayyare Kültür Merkezi Atatürk Cad. / Heykel T. 220 88 47–48 Uğur Mumcu Kültür Merkezi Basın Kültür Sarayı K.2 Ataevler T. 441 01 42 Uludağ Üniversitesi Kırmızı Salon Görükle Kampüsü T. 294 00 00 16 mm Sinema Atölyesi F. Çakmak Katlı Otoparkı Zemin Kat T. 222 11 12 TURİZM & ULAŞIM / TOURİSM & TRANSPORTATION Kamil Koç T. 444 05 62 Nilüfer Turizm T. 444 00 99 U. Teleferik İşletmesi T. 327 74 00 Burkon Turizm Çekirge Cad. T. 233 40 00 Plaza Turizm Oulu Cad. No.33 T. 234 58 58 Şentürkler Turizm Çekirge Cad. No.51 T. 235 66 66 İDO Bursa Satış Noktaları Kent Meydanı AVM T. 255 44 60 Korupark AVM T. 242 19 49 Mamis Restaurant T. 211 23 81 Park Plaza T. 244 94 01 Plaza Tur T. 234 58 58 Görükle Kampüsü T. 442 91 25 Zafer Plaza AVM T. 225 39 08 SİNEMA / CINEMA Korupark Cinetech T. 242 93 83 Zafer Plaza Cinetech T. 225 48 88 Setbaşı Prestige T. 221 48 06 Kent Meydanı T. 255 30 84 As Merkez Avşar T. 261 57 67 Akpınar K. M. T. 243 73 43 Altıparmak Burç T. 221 23 50 AFM Carrefour T. 452 83 00 B. Manço K.M. T. 366 08 36 TAKSİ / TAXI Altıparmak T. 222 16 44 Almira T. 252 86 38 Ataevler T. 441 88 00 Bademli T. 549 24 90 Beşevler T. 451 28 28 Çekirge T. 236 71 04 Çelik Palas T. 233 27 79 Dallas T. 233 81 22 Doğumevi T. 236 67 06 İhsaniye T. 247 47 33 Kükürtlü T. 235 12 96 Nilüfer T. 245 05 98 Setbaşı T. 328 90 91 Uludağ T. 222 35 14 135 136
Benzer belgeler
09 - Dergi Bursa
büyükleridir” sözüyle perçinlemişti.
Zaten fazla söze ne hacet!
Paylaştıklarımız kalan sayfalarda,
keyifli okumalar.
https://twitter.com/#!/editornotu
[email protected]
11 - Dergi Bursa
Orhan Turhan, Yücel Zorlu
Reklam İletişim / Abonelik
[email protected]
[email protected]
T. (0224) 233 87 11
06 - Dergi Bursa
büyükleridir” sözüyle perçinlemişti.
Zaten fazla söze ne hacet!
Paylaştıklarımız kalan sayfalarda,
keyifli okumalar.
https://twitter.com/#!/editornotu
[email protected]