Gazinin Sesi 1 E Dergi - AYDIN / GERMENCİK
Transkript
Gazinin Sesi 1 E Dergi - AYDIN / GERMENCİK
1 Germencik Gazi Mustafa Kemal İlköğretim Okulu Eğitim – Öğretim Kadrosu İlhan ÇELİK Okul Müdürü Özgür TOPÇU Müdür Yardımcısı Asiye ULAŞ Ana Sınıfı Öğr. Ayşegül ÖZCAN Sınıf Öğretmeni Sema Z. KEYİK Sınıf Öğretmeni A.ALBAYRAK Sınıf Öğretmeni Şakire YİĞİN Sınıf Öğretmeni Saliha YILMAZ Sınıf Öğretmeni Deniz SANNAV Sınıf Öğretmeni Güler TANRIVERDİ Sınıf Öğretmeni Arzu ERSOY Sınıf Öğretmeni Gülsüm GÜNAY Sınıf Öğretmeni Neslihan AK Fen ve Teknoloji Hüseyin OKUL Bilişim Teknolojisi Recep KÖKER Rehber Öğretmen Seçil VARDAR Türkçe Öğr. Ö.K ARADENİZ İngilizce Öğr. Murat BEZELİ Matematik Öğr. Ahmet ARSLAN Beden Eğitimi Ali Hakan ÖKTEM Beden Eğitimi İ. BÖLÜKBAŞ Sosyal Bilgiler Muharrem KÜÇÜK Müzik Öğretmeni 2 VİZYONUMUZ MİSYONUMUZ Geleceğe umutla bakan, değişime açık, özgüveni yüksek, yeteneklerini doğru kullanabilen, sorumluluk bilinci gelişmiş bireyler yetiştirmek. Çevresiyle olumlu ilişkiler kurabilen, kendine güvenen, Atatürk ilke ve inkılâpları ışığında çağdaş düşünebilen, milli değerlerine bağlı mutlu bireyler yetiştirmek ÖNSÖZ YAYIN EKİBİ Yıl: 1 Yüreğimizde saklı kalmış, söyleyemediğimiz ne varsa söylemek amacıyla, biraz eğlenmek biraz öğrenmek için "Gazi'nin Sesi"ni kaleme almaya karar verdik. Dergimizi en güzel şekliyle sizlerle buluşturmak için yaklaşık bir yıldır gerek öğrencilerimiz gerek öğretmenlerimizle hummalı bir çalışma gerçekleştirdik. Sayı: 1 Temmuz 2010 Sahibi : İlhan ÇELİK (Okul Müdürü) Dergimizde herhangi bir konu sınırlandırmasına gitmedik, içimizden geleni tüm samimiyetimizle sizlerle paylaştık, içeriğimizde edebiyatın nadide örnekleri de var. Unutulmaya yüz tutmuş el sanatlarımız da... Müzikten de bahsettik, toplumumuzdaki aksaklıklardan da... ilçemizi de tanıttık, sağlıklı yaşamanın faydalarını da... Kısacası insana dair ne varsa bu derginin sayfalarında görebilirsiniz. Yayın Kurulu: Seçil VARDAR Hüseyin OKUL Sema Zahide KEYİK Şakire YİĞİN Ayşegül ÖZCAN Arzu ERSOY Çağdaş eğitim, öğrenci-öğretmen işbirliğini öngörmektedir. Biz de bu çalışmamızda bunu en iyi şekilde yerine getirdik. Dergimiz için emek sarf eden öğretmen ve öğrencilerimizi tebrik ediyorum ve onlara sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Yayın Kurulu: Özgür TOPÇU Abdullah ALBAYRAK Güler TANRIVERDİ Deniz SANNAV Neslihan AK Saliha YILMAZ Asiye ULAŞ Bizlerle makalesini paylaşan değerli hocam Hasan Kağan YAYLA' ya, sağlık köşemizde bizlere değerli bilgiler veren Hıdırbeyli Sağlık Ocağı doktorumuz Naim ÇAKAR' a ve ney yapımıyla ilgili pek çok bilgiyi bizlerle paylaşan Coşkun Ağabey'imize çok teşekkür ediyorum. Teşekkürün en büyüğünü hak eden ve bu derginin her safhasında büyük emek sarf eden Bilgisayar Öğretmenimiz Hüseyin OKUL'A ayrıca şükranlarımı sunuyorum. "Gazi'nin Sesi" ilk sayısında sizlere içten bir "merhaba" diyor. Daha sonraki sayılarımızda tekrar görüşmek dileğiyle... Basım Yeri: ENSAR OFSET /O 232 237 67 73 Muhabbetle kalın. İLETİŞİM BİLGİLERİ TELEFON: 0256 563 07 17 Türkçe Öğretmeni E-Posta : [email protected] WEB: http://germencikgmk.meb.kl2.tr Seçil VARDAR 3 4 Germencik Kaymakamı Resul ÇELİK Kısaca özgeçmişinizden bahseder misiniz? Olduğumuz yerden başka yerlere yayılmasını, insanlara bulaşmasını engelledik. Bunun sonucunda İçişleri Bakanlığı, 1968 yılında Elazığ’da dünyaya geldim. İlkokul, ortaokul ve liseyi Tarım Bakanlığı’ndan takdirname aldım. Ama önemli olan köyde okudum. Daha sonra üniversiteyi Ankara’da tamamladım. aldığım takdirnamelerden ziyade bu hastalığın yayılmasını Ankara üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi önlemektir. Bu da beni çok mutlu etmiştir. Bölümü’nden mezun oldum. Evliyim. Üç kızım var. İlçemizin genel durumu hakkında bilgi verebilir misiniz? İlçemize gelmeden önce nerelerde görev yaptınız? Her türlü ulaşım imkânına sahiptir. Halkımız eğitimlidir, Trabzon- Düzköy, Trabzon -Araklı, Sivas- Koyulhisar, Aksaray kültürlüdür, etrafında gelişen olayları takip edecek kadar dünya Sarıyahşi kaymakamlıkları; Şırnak vali yardımcılığı ve Balıkesir görüşü sahibidir. Fakat hak ettiği yerde değildir. Daha iyi Manyas kaymakamlığı yaptım. Daha sonra Germencik’e geldim. yerlerde olunabilir. “Bir gün ben de kaymakam olmak istiyorum” desem bana ne Eğitimde çok iyiyiz, sağlıkta çok iyiyiz. Fakat bu yerimizde gibi tavsiyelerde bulunurdunuz? saymayı gerektirmiyor. Daha çok çalışmamız gerekiyor. Yapmamız gereken: sosyal hayatı canlandırmak için, genç Kaymakam olabilmek için öncelikle üniversitelerin hukuk ya da siyasal, idari- iktisadi bilimler fakültelerinin çeşitli bölümlerinden nüfusumuzu eğlendirebilmek için güzel sosyal mekânlar yapmamız gerekiyor. Yerel yönetimle işbirliği yaparak parklar, mezun olmanız gerekiyor. Peki, buraları kazanmak için sizin ne spor sahaları yapılmalıdır. yapmanız gerekiyor: Öncelikle çok çalışmalısınız. Derslerinizde başarılı olmanız gerekiyor. İlçemizi üç kelimeyle özetlemenizi istesek bize ne söylerdiniz? İyi bir kaymakam olabilmek için vatanını çok seveceksin, insanını Enerji, Tarım, turizm. çok seveceksin, bayrağını çok seveceksin. Sadece söylemekle “ ben vatanımı çok seviyorum” demekle olmaz. Ülkene olan İlçe halkımızın sorunlarını maddelersek size göre ilk üçe hangi sevgini göstermenin en güzel yolu çok çalışmaktır. Bu yüzden sorunlar girer? çok çalışmanız gerekiyor. İşsizlik, altyapı, eğitim. “Meslek hayatımın en güzel günüydü” dediğiniz bir anınızı Son olarak okulumuz hakkındaki düşüncelerinizi alabilir miyiz? bizlerle paylaşabilir misiniz? Gazi Mustafa Kemal İlköğretim Okulu ilgilenmemiz gereken bir Çok önemli olaylar yaşıyoruz. Bunları birbirinden ayırmak çok okuldur. Öğrenci, veli, okul yönetimi ve öğretmen arasında zordur. Bizler için çok basit gibi görünen olaylar bir vatandaşımız sağlıklı bir iletişim kurulması gerekiyor. Çünkü okulun eğitim için çok önemli olabilir. O yüzden biz olayları seviyesi öyle bir ilişkiyi zorunlu hale getiriyor, olmazsa olmazı sınıflandıramıyoruz. Ama beni en çok etkileyen olay Balıkesir haline getiriyor. Fiziki yönden bir takım eksiklikleri olsa da yine Manyas’ta yaşadığım bir olaydır. de güzel bir okuldur, yeni bir binası vardır. Gazi Mustafa Kemal Biliyorsunuz bir zamanlar Türkiye’de kanatlı hayvanlarda İlköğretim Okulu bende bunları çağrıştırıyor. görülen” Kuş gribi” dediğimiz bir hastalık ortaya çıkmıştı. Bu Röportajı yapanlar: Ayşe LALECİOĞLU, Ayşe hastalık Türkiye’de ilk defa Manyas’ta görüldü. Almış olduğum tedbirler sonucu bu afetin olduğu yerde sönmesini sağladım. ŞENGÜL, Toprak YELKIRAN 5 Germencik İlçe Milli Eğitim Müdürü Tamer TUNÇ Ayşe ŞENGÜL: Bize kendinizden biraz bahseder misiniz? Eğitim ülkemizde yaşayan her çocuğun hakkıdır. Türkiye’nin maalesef eğitim açısından çok iyi seviyede olmadığı görülmüştür. Bunun sonucu 2005’te çağdaş eğitim anlayışı benimsendi ve okullarda eğitim açısından ciddi bir değişime gidildi. Çağdaş eğitimin temelinde öğrenci yatar. Öğrenci bilgiye kendisi ulaşır. Öğretmen rehber rolündedir. Ben size eğitimci yönümden bahsedeyim. Eğitim: Bir toplumun, çocukların en güzel şekilde yetişmesi için yapılan çalışmalardır. Bizim en büyük hedefimiz öğrencilerimizin güzel yerlere ulaşmasıdır. Hedefimiz eğitimli, bilgili, kaliteli öğrenciler yetiştirerek ülkemizi muasır medeniyetler seviyesine ulaştırmaktır. Ayşe LALECİOĞLU: Yeni eğitim sistemine göre okulun öğrenci hayatındaki yeri ne olmalıdır? Toprak YELKIRAN: Milli eğitim müdürümüz olmadan önce nerelerde görev aldınız? Okul öğrencilerin sevdiği bir ortam olmalıdır. Öğrenci okulu, kendini, arkadaşlarını, öğretmeninin sevmelidir. Öğrenciler koşarak okula gelmelidir. Rize, Yozgat, Kirazlıda öğretmenlik yaptım. Balatçıkta ve Germencik Hürriyet İlköğretim Okulu’nda müdürlük yaptım. Kuşadası’nda Şube Müdürlüğü yaptım. Ayşe ŞENGÜL: “öğretmen” kelimesi sizin için ne anlam ifade ediyor? Ayşe LALECİOĞLU: İlçe geneline baktığınızda okullarımızdaki genel başarı durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? En az öğrenci kelimesi kadar önemlidir. Öğretmen olmada eğitim olmuyor. Burada “başarı” kelimesini açmak lazım… Mevcut başarının tek ölçütü SBS değildir. Sporcular, ustalar da çeşitli başarılara imza atabiliyorlar. Güzel şiir okumak, güzel resim yapmak da başarıdır. Gerçek başarıyı ölçmek için geniş kapsamlı bir araştırma yapmak lazım. Bunun ilk adımını attık. İlçe genelinde istatistikler yapılmaya başlandı. Bu bilgilerden yola çıkarak okullardaki başarı durumu hakkında daha gerçekçi sonuçlara ulaşabiliriz. Kendini iyi yetiştiren öğretmenler, işlerini güzel yapar. Öğretmenler daima kendini yenilemek zorundandır. Bu mesleği sevmezsen hiçbir zaman başarılı olamazsın. Eğitim sistemimizin temelinde öğrenmen yatar. Bu yüzden öğretmenlerimiz bizim için çok önemlidir. Toprak YELKIRAN: Son olarak Gazi Mustafa Kemal İlköğretim Okulu’na neler söylemek istersiniz? Ayşe ŞENGÜL: Size göre SBS’yi kazanan öğrenci sayısı okulların başarı durumu için tek ölçüt müdür? Diğer soruda da belirttiğim gibi bana göre SBS başarı ölçümünde tek ölçüt değildir. Eğitimin temel amacı sosyal çevreyle iyi ilişkiler kurabilen bireyler yetiştirmektir. Bizim amacımız hem bilgili hem de kişiliği oturmuş bireyler yetiştirmektir. Sadece teste dayalı eğitim yapıp öğrencileri sosyal yönden eksik bırakırsak bireylerde ve toplumda ciddi sorunlar meydana çıkar. Gazi Mustafa Kemal yeni bir okuldur. Açılalı beş yıl oldu. Okulumuz güzel bir okuldur fakat asıl güzelliği sizin bu okulu sevmenizdir. Okulunuzu güzelleştiren sizlersiniz. Siz azmettiğiniz sürece bütün engelleri aşıp hedeflerinize ulaşabilirsiniz. Yeter ki önünüze bir hedef koyun ve bu hedefe ulaşmak için çok çalışın. Küçük adımlarla büyük engeller aşılabilir. Toprak YELKIRAN: Çağdaş eğitim anlayışını nasıl değerlendiriyorsunuz? Yolunuz açık olsun. 6 İlhan Çelik Okul Müdürü Özgür TOPÇU Müdür Yardımcısı DAVAMIZ "İlköğretim Davası, İnsan alma, millet olma davasıdır." Bu davada bize düşen en temel görev eğitimlerini üstlenmiş olduğumuz yavrularımızı geleceğe umutla bakan bireyler olarak yetiştirmektir. ÖĞRETMEN OLMAK Bir sevdadır öğretmen olmak. Hani yemeden içmeden kesen; hani sevdiğine pervane olan; yani gözü başka bir şey görmeyen bir sevda. Bir kara sevda desek daha doğru olur. Kendimize, ailemize, çevremize, ulusumuza, İnsanlığa yararlı olmak okuma - yazma öğrenmekle başlar. Okuma yazma devamında temel eğitim ile insanın kendine güveni artar. Bu güven artışıyla birlikte cehalet, yavaş yavaş kaybolur. İnsan cehaleti yendikçe daha özgür düşünme gücüne sahip olur. Özgür düşünce her türlü ön yargıdan kendini soyutlayarak insanın gelecek için umutlarını yeşertir. Hiç düşündünüz mü neyin sevdasıdır bu? Ne ile açıklanabilir almadan vermek, verdikçe çoğalmak, çoğaldıkça yaşamı kucaklamak? Bir damla suya hasret bir çöl susuzu gibi bilgi bekleyen, aydınlığa susamış, annelerini bekleyen kuş yavruları gibi ağzınıza akar binlerce, on binlerce çocuğa beyninizi, bedeninizi açmak neyin karşılığıdır? Hayır zor değil, bir tek sözcükle anlatabilirsiniz bütün bunları, bir tek sözcük sizi geleceğe çevirir: "Öğretmen" İşte bu umut insanın kendine saygısını, ailesine sevgisini. Milletine ve devletine olan inanç ve güvenini artırır. Bu yüzdendir ki "İlköğretim Davası" önemlidir. Damardan verilmiş bir güçtür öğretmen olmak. Aç kalmayı, açıkta kalmayı, iklimlerin değişkenliğini, mevsimlerin zorluğunu unutmaktır size imrenerek bakan çocuk gözlerde. Hani gerçek sanatçılar vardır bilirsiniz. İçleri yanıp, gözleri buğulanmış ve yürekleri kan revanken bile izleyicilerini hiç unutmazlar, unutmak ellerinde değildir çünkü. Bu önemli davada rol alan Gazi Mustafa Kemal İlköğretim Okulu öğretmenleri aldıkları sorumluluğun bilincinde olarak çalışmalarını olağan üstü gayretlerle sürdürmektedirler. Bu azim vizyonumuzun {"Geleceğe umutla bakan, değişime açık, özgüveni yüksek, yeteneklerini doğru kullanabilen, sorumluluk bilinci gelişmiş bireyler yetiştirmek") temel şartıdır. İşte böyle bir duygudur öğretmen olmak. Sınıfa girdiğiniz anda sorunlar, dertler, acılar, hüzünler yok olur. Çünkü sizi bekleyen, ağzınızdan çıkacak sözcüklere bakan çocuklarınız vardır. Nasıl unutabilirsiniz! Nasıl yok sayabilirsiniz! Nasıl bana ne diyebilirsiniz! Öğretmen olmak bir yürek işidir çünkü, beyninizle yüreğinizi birleştiren bir köprüdür. Her işin mutlak zor yanları vardır. Önemli olan bütün bu zorlukları yenip başarıya ulaşmaktır. Bizim için dergi bastırmak maddi anlamda aşılması güç bir engeldi. Bu engeli aşmak biraz zamanımızı aldı planlanan süreyi geçirdik ama her şeye rağmen Okulumuz adına çıkarmış olduğumuz dergimizi siz değerli okuyucularımıza sunduk. Umarım beğenir, bizleri yüreklendirirsiniz. Mustafa Kemal'in Kocatepe'den bakışıdır Öğretmen olmak, dalga dalga sürüklemektir gençleri. Samsun'dan karanlığın üstüne doğmaktır öğretmen olmak. Önüne katıp cehaleti Ege'de sulara gömmektir. Derginin hazırlanmasında emeği geçen herkesi gönülden kutluyor, başarılarının daim olmasını diliyorum. Berrak bir Türkçedir öğretmen olmak, diline kültürüne sarılmaktır. Ayyıldız olup göklerde dalgalanmaktır öğretmen olmak. Sözün özü hir sevdadır öğretmen olmak, yüreklerde vatan vatan atmak, damarlarda bayrak bayrak dolaşmaktır. 2. sayıda buluşmak ümidiyle hoşça kaim Saygılarımla... "Öğretmen bir mum gibidir." denmiştir hep. Yani aydınlatan ama aydınlattıkça yok olan. Yanılgıdır bu. Evet aydınlatmaktır öğretmen olmak, ama aydınlattıkça yok olmak değildir. Aydınlattığınız her beyinde çoğalmak, boğduğunuz her karanlıkta bahar toprağı olmaktır. Bereketli ve doğurgan bir bahar toprağı. Verdiğiniz her bilgi cemre olup düşmüştür zemheri ayazının üstüne ve toprak sıcaktır, su sıcak, hava sıcaktır artık. Dallar meyveye durmuştur gayrı. Nasıl yok olduğunuz söylenebilir? Şimdi varsınızdır asıl. Büyüyen her fidanda, açılan her goncada renginiz, kokunuz vardır çünkü. Bakın çevrenize, elleri çalışkan, yüreği umuda gebe, ülkesinin geleceğini vicdanı ile hazırlayan, gözlerindeki coşku ile "Bir sevdadır öğretmen olmak." diyen birini görürseniz saygıyla selâm durun önünde, çünkü Atatürk'ün baş eğmez bir neferidir o... 7 etkisinin olduğunu, hatta çocuklarımızın duyarsız hale geldiğini de görmekteyiz. Çocuk bir köşede oyun oynasın, sesi çıkmasın, “Aman dur bir, işten geldim yorgunum, biraz da ben dinleneyim, bırak bırak karnı tok nasıl olsa” gibi davranışlarımızın sonunda tepkisiz ve bilinçsiz çocuklar yetiştiriyoruz. Hayat da sadece kendilerinin olduğunu sanan bu çocuklar, gün geldiği zaman ne paylaşmayı biliyorlar ne de diğer yaşıtlarına veya büyüklerine karşı sevgi ve saygıyı öğreniyorlar. Ne yazık ki paylaşımcı toplum yerine asosyal çocuklar ve gençler oluşmasına sebep oluyoruz. Recep KÖKER Rehber Öğretmen ÇOCUK GELİŞİMİNDE ŞİDDETİN ÖNLENMESİ Çocuk gelişiminde, şiddete yol açtığını düşündüm silah’ın hiç bir halini sevmediğim gibi oyuncak halini de sevmiyorum. Ebeveyn olarak, bazen karşı koyamadığımızdan, bazen çocuğun ağlamasına kıyamadığımızdan, oyuncak silah alımına engel olamıyoruz. Çocukların bilinçaltında ne yazık ki bu oyuncak silahlar zamanla yer etmekte. Bizler, her ne kadar da yok canım, çocuk ne anlayacak diye düşünsek bile, belli bir süre sonra bu es geçtiğimiz konular bir bir önümüze geliyor. Diyorum ki, oyuncak silahların üretimine son verilsin. Eldeki tüm oyuncak silahlar toplatılıp yok edilsin. Mesela hükümet de bir kanun çıkarsın ve oyuncak silahların üretimine de, satışına da son versin, yasaklasın. Yasak! Hükümet hangi birine yetişsin diye düşünecek olabilirsiniz. Aslında bu kökten çözüm olduğu için böyle düşündüm. Ebeveynler evde silah bulundurmaya devam ettiği sürece, hükümet oyuncak silah üretimini yasaklasa bile, bir şekilde çocuklar evdeki silahtan bile etkilenerek şiddet eğiliminde olacaktır zaten. Birde ebeveynler, “Eee nede olsa erkek çocuğu tabi silahla oynayacak kardeşim” gibi söylemlerde olurlarsa bu eğilim daha da çok artacaktır. Çocukların saldırganlığının artmasına, diğer arkadaşlarına zarar vermesine, kolay yoldan her şeyi yapabileceklerini sanmalarına ve aslında tüm bu şiddete sahipken bile korkak çocuklar yetiştirilmesine sebep oluyoruz. Belki biraz ağır olacak ama ne yazık ki öldürücü bir gelecek yetiştiriyoruz. Çocuklar iyide, kötüyü de gözlemleyerek, örnek alarak ve taklit ederek öğreniyorlar. Babam öyle yapmıştı bir kere bende yapacağım. Tabi bu bununla da kalmayıp çevredeki diğer insanları da taklit ediyorlar. Kimi zaman izledikleri bir film, okulda arkadaşına saldırganlık olarak geri dönüyor. Çünkü çocuk gözlemlediği şeyleri taklit ediyor aslında. Zararlı veya zararsız olduğunu şayet, uyarılmadıysa bilemiyor. Her gün değişik bir haber okuyoruz. Daha geçen gün bir çocuk gerçek bir silahla iki çocuğu vurmuş. Şimdi kim suçlu dört yaşında bu silahı kullanan çocuk mu yoksa o silahı ortalıkta bırakan aile mi? Bütün hayatı boyunca bu çocuk, diğer çocukların acısıyla büyüyecek, düşünsenize nasıl bir psikolojisi olacak bu çocuğun. Kim verecek bunun hesabını bilmiyorum? Şimdi herkes diyecek ki o zaman şu silahlı filmde Çocuklarda ki şiddet eğiliminin en büyük sorumlusu kaldırılsın ki, bence de kaldırılsın ya da çok geç saatlerde ailedir. Çocukları olumsuz yönde etkileyen TV programları, izletilsin. Ya da diyeceksiniz ki şiddet içeren çizgi filimler ne kitap, CD, bilgisayar ve internet de ailelere bu konuda ne yazık olacak, bana soracak olurlarsa lütfen o çizgi filmlerde kaldırılsın. ki destek olmaktadır. Aile olarak yapmamız gereken en önemli Şiddet içerikli filimler, çizgi filmler, bilgisayar oyunları, şey, çocuklarla olan paylaşımı artırmak ve çocuklara insan dergiler ve oyuncaklar. Bütün bunların birçoğunda silah olmasa sevgisini aşılayabilmek. Çocuklar için en önemli olgu sevgi ve ilgidir. Çocuk desteklenmek ve onurlandırılmak ister. Her türlü bile şiddet var. Ya uçan bir tekme, ya öldürücü bir silah ya da imkânı çocuğa sunmak yeterli diye düşünüyorsak yanılıyoruz. buna benzer savaşlar. Mümkün olduğunca izletmiyorum, Çocukların tüm vakitlerini, sürekli bilgisayar ve televizyon almıyorum, izin vermiyorum diye söylemlerde bulunsak bile, başında geçirmelerine engel olmalı ve onlara faydalı uğraşlara tesadüfen izlenen filmlerden bile çocuklar çok etkilenmekte. teşvik etmeliyiz. Şiddetten uzaklaştırmak ve her açıdan daha Kötü adam, iyi adam, dünyayı kurtaran adam. sağlıklı çocuklar yetiştirmek için önemli olan şey çocukla birebir Özellikle bu tip filmlerin çocuklardaki sosyal gelişime kötü ilgilenebilmektir. 8 denizkadayıfıdır. Saf suda eritilen bu maddeler sayesinde yoğunlaşan su, teknede adeta dingin bir deniz gibi beklemektedir boyaları. Seçil VARDAR Türkçe Öğretmeni Boyaları elde etmek için özel bir çalışma gerekir. Bizlere sunulan her nimeti faydamız için kullanırsak çamur bile değerli bir madene dönüşebilir. Topraktır ebru boyasının özü. Ayağımızın altında her gün binlerce adım darbesiyle ezdiğimiz toprak… Renkli toprağın desteseng yardımıyla ezilip su ile karıştırılmasıyla elde edilen boyalar bekletilir. Dibe çöken boyanın üstündeki fazla su atılır ve dipte kalan boya kullanıma hazırdır. SUDAKİ DANS Ebru… Suyun boyayla dansıdır. Harikulade bir renk cümbüşüdür. Bu muhteşem sanat eserinin tarihçesine göz gezdirecek olursak Asya’dan Avrupa’ya doğu uzun bir yolculuğa tanık oluruz. Ortaya çıkış yeri ve tarihine ilişkin kesin bir delil bulunmamaktadır. Ancak, köklerinin 9. ve 10. yüzyıla kadar uzandığı varsayılmaktadır. Bilinen o ki, bu sanat, kâğıdın tarih sahnesine girmesiyle gelişmiştir. Ebrunun asıl sihri ödde saklıdır. Boyaların birbirine karışması ve dibe çökmesini engelleyen bu madde sayesinde işte ebrunun sihrine kapılıp kendimizden geçiyoruz. Nasıl oluyor da suya resim çiziliyor sorusuna cevap ödde gizlidir. Birtakım işlemlerden geçtikten sonra damlalık yardımıyla boyalara damlatılan öd ebruya hayat verir. Ebru yapımı için en önemli malzemelerimizden biri hiç şüphesiz fırçadır. Fırça öyle hazır alınıp kullanılamaz. Gül dallarının bir boyda kesilip belli bir müddet kurutulması sonucu fırçamızın sapı elde edilir. Fırça ucu için ise at kuyruğu kullanılır. Atın her türlü nimetinden faydalanana bir toplum olarak kuyruğundan faydalanmak da bizlere nasip olmuştur. At kuyruğu kullanılmasının özel bir sebebi vardır. At kuyruğu boyayı birden salmaz ve damla damla akıtır. Çin'de lin-şa-şien, XII. asırdan itibaren Japonya'da suminagaşi ve beninagaşi isimleriyle sulu vasatta yapılan bir takım çalışmaların mevcudiyeti, daha sonraki asırlarda Çağatay Türkçesi'yle ebre adını alarak Türkistan'da ortaya çıkan bu sanatın tarihi gelişimi hakkında bir fikir vermektedir. Türkistan'dan en geç XVI. asır başlarında İpekyolu'nu takiben İran'a geçişinde ebri olarak isimlendirilen bu sanat, görünüşüyle gerçekten bulut kümelerine benzer şekiller taşıdığından, buluta nispet ifade eden bu Farsça ismi doğrulamaktadır. Osmanlı ülkesinde de revaç bulan aynı isim, telaffuz zorluğundan son yüzyılda Türkçe'de ebru'ya dönüşmüştür. Galat olmakla beraber, kaş gibi şekiller de ihtiva ettiğinden, bu sanata ebru denilmesi bir çelişki sayılmamalıdır; çünkü ebru kelimesi Farsça'da kaş manasına gelmektedir. XVI. asır ortalarında Mir Muhammed Tahir tarafından Hindistan'da yapılmaya başlandığı rivayet olunan ebruculuk, buradan İran'a ve sonra da İstanbul'a kadar yayılmıştır. Her şey hazır artık… Bütün malzemeler ebru yapımı için yerlerini almıştır. Emek emek hazırlanan malzemeler sabır dolu, geniş bir yürekten dökülen damlalarla muhteşem lezzetler sunmak için sabırsızlanıyor. Hoş bir ney eşliğinde, sevda yüklü boyaların toprağa düşen yağmur damlaları gibi suya bereket sunmasını ve tıpkı doğanın yeşillenmesi gibi teknenin içinin çiçek bahçesine dönüşmesini seyretmek… İşte huzura erip, aşk ile yanmak bu olsa gerek. Pek çok çeşiti var ebrunun. Battal ebru, şal ebru, gel-git ebru, taraklı ebru, akkase, hafif ebru, hatip ebrusu, çiçek ebru… Her biri farklı duyguyu raks ettirir suyun yüzeyinde… Bilinen ustalarımızdan bazılarını isimlerini sıralayacak olursak: Hazarfen Ethem Efendi, Nafiz Efendi, Necmettin Okyay, Abdülkadir efendi, Sami Okyay, Sacit Okyay, Mustafa Düzgünman, Niyazi Sayın sadece birkaçıdır. Ebruyu bizlerle tanıştıran bu insanlara ne kadar teşekkür etsek azdır herhalde. Gören gözde hoşluk vardır. Bazı eserlerin değerinin anlaşılması için önce onları görmek lazımdır. Ebru en güzel geleneksel sanatlarımızda biridir. Kalpten suya akıtılan, bereketli ve büyüleyici damlaların harikulade hoşluğudur ebru. Seyretmek bile insana tarifsiz duygular aksettirirken, yaparkenki eşsiz yükselişi düşünün bir de. Suya akıtılan boyalar biz yardımıyla şekilden şekle girip gönül dergâhımıza hoşluk kazandırır. Tabi sadece su değildir boyanın su yüzeyinde kalmasını sağlayan. Suya yoğunluk katan birtakım maddelerle su yoğunluğu arttırılır. Bunlar kitre, salep, 9 İcadımız bir gece lambası ve bir sinek kovan cihazından oluşmaktadır. Bu iki aracı birleştirerek bir prizde hem gece lambası, hem de sinek kovar cihazını kullanılabilir hale getirdik. Neslihan AK Fen ve Teknoloji Öğretmeni SİNEKKOVAN GECE LEMBASI Bu yılki “Bu Benim Eserim Proje Yarışması” nda Gazi Mustafa Kemal İlköğretim Okulu olarak biz de vardık. Yarışmaya “Sinek Kovan Gece Lambası” adlı icadımızla katıldık. Şartlar ne denli zor olursa olsun “çalışarak her sorunun üstesinden gelinebilir” düşüncesiyle yola çıktık. İcadımızı uzun araştırma ve çalışma sonucu ortaya çıkardık. İcadımızla ilgili ilk fikri ortaya atan yedinci sınıf öğrencimiz Ali SERT oldu. Daha sonra Ali SERT ve sınıf arkadaşı Yakup İLBASAN bu fikri geliştirerek çok güzel bir icat ortaya koydular. “İcat” diyorum, çünkü yaptığımız araştırmalarda daha önce böyle bir çalışmanın yapıldığına dair bir bulguya rastlamadık. Funda BALLI Yusuf HOŞER 6-A 7/A ZEYTİN AĞACININ AĞIDI Yakacık'ta bir zeytin ağacıyım. Bir zamanlar, Rüzgârlar okşardı saçlarımı, Yapraklarım her sabah Güneşe gülerdi, Masalar dinlerdim yıldızlardan. Yaşamak güzeldi. Dört yanımda Kardeş ağaçlar, dost çiçekler vardı. Görseniz, ne yağmurlar yağardı bereketli, Kuşlar, çocuklar yerdi en çok Meyvelerimi. Nasılda cömertti toprak ana, Sere serpe uzardı Dallarım gökyüzüne, İçten bir türküydü yaşamak O günler nerede! Yakacık'ta bir zeytin ağacıyım, Şimdi beton evler sardı çevremi, Projemiz “Bu Benim Eserim Proje Yarışması” Aydın komisyonu tarafından kabul gördü; fakat İzmir komisyonundan onay alamadı. Bu yüzden de ilerleyemedi. İzmir komisyonundan bize gönderilen açıklamada “Projenin özgün olmadığı ve daha önce benzer projelerin yapıldığı” yönündeydi. Oysaki yaptığımız araştırmalarda bu projeye benzer başka bir projeyle karşılaşmadık. Yarışma araştırmalarını ne genişlikte olduğunu bilemiyoruz. İcadımızın özgünlüğüne gelince: Yedinci sınıf öğrencilerinin hem sevilerine, hem de hayal güçlerine göre yeterince özgün olduğunu düşünüyorum. Tabi, özgünlük dediğimiz kavram kişinin yaşına ve öğrenim seviyesine uygunluk olarak ele alınırsa projemizin özgün olduğunu iddia etmek pek de ukalâlık olmaz herhalde. Yine de şunu biliyorum ki öğrencilerimiz artık başarmanın ne demek olduğunu ve başarmak için ne yapmak gerektiğinin farkındalar. “Bu Benim Eserim Proje Yarışması” nda hem benim hem de öğrencilerim için önemli bir yer tutuyor. Bundan sonraki yıllarda daha “özgün” ve iyi projelerle bu tür yarışmalarda yer alacağımıza eminim. Artık ne dalım var, ne yaprağım, Biliyorum, bir gün kesecekler beni. FUNDA BALLI 6-A AH BİR BİLSEN Ah bir bilsen duyduklarımı, Sanki bir dağ ağırlığı kalkacak üzerimden Ve nehirler boşalacak bir an içerimden Sakın bilme! Anlatsan duyarım bütün güzelliklerimi. Erir dağlarımın başındaki kar. Sussan içerisinden kıymeti kopar. Sakın konuşma! Ha küreğe mahkûm olmak ha prangaya vurulmak Ha görmemek gözlerini, hepsi de bir. Bütün kör düğümler çözülecek gözlerinde. Sakın bakma! Bir haberin gelse iki satırlık. Yüreğim birdenbire kanatlanır, yücelir. Bir martı gibi çıkar kapına gelirim. Sakın yazma! Çıkıp gittiğinden beri sessiz sedasız Başı boş kalan esir, zindanda yatan hürüm. Dönmesem çaresiz kalır ölüm. Sakın işitme! Yusuf HOŞER 7-A 10 edin. Evinizde internet yoksa okulda, kütüphanede ya da ailenize bilgi vererek arkadaşınızın bilgisayarında İnternete girebilirsiniz. 12 yaşından küçükseniz velinizi yanınıza almadan İnternet kafelere gitmeyin. İNTERNET KÖŞESİ Hüseyin OKUL Bilişim teknolojisi Öğretmeni 4. Merhaba Sevgili Çocuklar, İnternetten yararlanmak sizin temel hakkınızdır. İnternet sizi istediğiniz yere götüren uçan halı gibidir. Internet dünyamıza açılan büyük bir özgürlük penceresidir. Internet hava gibidir. Değeri ancak yokluğunda anlaşılır. O hâlde arkadaşlar. Bilinmeyen yerlere açılan ve sizi davet eden her kapıdan içeri girecek misiniz? Her pencereden başınızı çıkarıp bakacak mısınız? ARKADAŞINIZI SİZ BELİRLEYİN! İnternet ortamında sadece tanıdığınız kişilerle sohbet edin ve iletişim kurun. Tanımadığınız kişilerin İnternetten yaptığı arkadaşlık tekliflerini reddedin! İnternet sitelerinde yer alan oyunlara, aktivitelere, yarışmalara katılmadan önce mutlaka ailenize ve öğretmenlerinize danışın. İnternette tanıştığınız yabancılarla ailenizin bilgisi olmadan yüz yüze görüşmeyin, buluşmayın! Tabii ki hayır! Çünkü sizin seçme özgürlüğünüz vardır. Hangi kapının ardında yolculuk yapacağınıza, Hangi pencereden yıldızları seyredeceğinize, Engin ufuklara doğru hangi halı üzerinde uçacağınıza, siz karar vereceksiniz! Öyleyse Genç İnternet Kullanıcısı, İnternetin uçsuz bucaksız ve zenginliklerle dolu dünyasını keşfetmeye hazır mısın? Bu İnternet yolculuğunda gemine beni de al! Sana eslik edeyim. Hızlı, heyecanlı ve eğlenceli bir yolculuğa çıkalım. Sana İnternet yolculuğunda karşılaşabileceğin sinsi tehlikeleri anlatayım. Ama önce güvenli bir İnternet yolculuğu için kullanıcı kaptanın dikkat etmesi gereken konuları birlikte hatırlayalım: 1. 5. GİRECEĞİNİZ KAPIYI, BAKACAĞINIZ PENCEREYİ SİZ BELİRLEYİN! ZAMANI SİZ YÖNETİN! Ziyaret edeceğiniz internet sitelerini aileniz ya da öğretmenlerinizle birlikte siz belirleyin. Size teklif edilen internet Arkadaşlar, Zaman sizin en değerli varlığınızdır. Internet ve sitelerini, ailenize ya da öğretmenlerinize sormadan ziyaret bilgisayar başında kalacağınız zamanı iyi ayarlayın. İnternetin etmeyin. Size teklif edilenlere değil, ailenizin ve zamanınızı çalmasına izin vermeyin. Dışarıda oyun oynamak, öğretmenlerinizin tavsiyelerine önem verin. Ailenizle ya da sevdiğiniz sporları yapmak, ailenizle beraber vakit geçirmek, öğretmenlerinizle birlikte güvenli olduğunu tespit ettiğiniz derslerinizi yapmak ve kitap okumak için kendinize zaman ayırın. İnternet sitelerini bilgisayarınızın "sık kullanılanlar" bölümüne 2. VÜCUT SAĞLIĞINIZI KORUYUN! ekleyin. Sevgili Genç İnternet Kullanıcıları, Bilgisayar karşısında dik oturun; sırtınızı destekleyecek bir sandalye veya oturma alanı seçin. Bilgisayarınızı aydınlık ortamlarda kullanın. Bilgisayarın önünde uzun süreli hareketsiz kalmayın. 6. T.C. kimlik numaranız, adresiniz, telefon numaranız okulunuzun adı, anne ve babanızın iş adresleri ve iş yeri telefon numaralarını yabancılarla paylaşmayın. İnternet üzerinden kendi resimlerinizi, ailenizin resimlerini, video görüntülerinizi yabancılara göndermeyin. Yabancılarla web kamera kullanarak konuşmayın. Evinizi ve odanızı yabancılarla paylaşmayın. 7. 3. YERİ SİZ BELİRLEYİN! Anne ve babanıza karşı açık, şeffaf ve dürüst olun. İnternette yaptığınız maceralı yolculuklarınızda onları da yanınıza almaktan çekinmeyin. İnternette gezinmek için eviniz ve ailenizle birlikte oturduğunuz odayı tercih edin. İnterneti başka bir yerde kullanıyorsanız bu yerin neresi olduğu hakkında ailenizi bilgilendirin. Sigara içilmeyen ve havadar yerleri tercih KİMLİĞİNİZİ VE KİŞİLİĞİNİZİ KORUYUN! "HAYIR!" DEME HAKKINIZI VE ÖZGÜRLÜĞÜNÜZÜ KULLANIN! İnternette iken sizi rahatsız eden, görüntü, ses ve yazılara rastladığınızda hemen Internet kullanımını bırakın. Rahatsız edildiğinizde karşılık vermeyin. Hemen ve hiç çekinmeden ailenize haber verin. Zararlı ve rahatsız edici İnternet sitelerini www.ihbarweb.org.tr adresine ya da 0312 582 82 82 numaralı telefona hemen şikâyet edin. Sizleri rahatsız eden kişilere cevap vermeyin ya da onları yetkililere şikâyet ederek cezalandırın. Çünkü onlar için en büyük ceza, saldırılarına karşılık vermemenizdir. . 8. CÜZDANINIZI HIRSIZLARDAN KORUYUN! Anne ve babanızdan izin almadan ya da onlar yanınızda olmadan İnternet üzerinden alışveriş yapmayın. Unutmayın! İnternette kredi kartı bilgilerini karşı tarafa vermek, cüzdanınızı tanımadığınız bir kişiye emanet etmek gibidir. 11 9. İYİ VE NAZİK BİR KULLANICI OLUN! 14. BİLGİSAYARINIZDAKİ HIRSIZ VE YANKESİCİLERE DİKKAT EDİN! İnternette güzel Türkçemizi nazik ve kibar bir şekilde kullanın. Saka yapmak amacıyla dahi tehdit edici, kötü ve kaba sözler kullanmayın. Internet özgürlüğünüzü kullanırken başkalarını rahatsız etmeyin. Size yapılmasını istemediğinizi siz de başkasına yapmayın! Hatalıysanız özür dilemekten çekinmeyin. İyi ve nazik olmaktan hiçbir zarar görmezsiniz. Kötü niyetli kişiler şifrenizi, banka bilgilerinizi ve diğer kişisel bilgilerinizi adeta olta atarak çalabilirler. Bu hırsız ve yankesiciler şöyle çalışır: Dolandırıcılar bir bankanın ya da finans kurumunun İnternet sitesinin her şeyini tamamen taklit ederek size bir eposta gönderirler. Sizden banka kart numarası ve şifresi gibi kişisel bilgilerinizi isterler. Sevgili Genç İnternet Kullanıcıları, kişisel bilgilerinizi isteyen bir e-posta alırsanız bunu kesinlikle cevaplamayın! İnternette güvenmediğiniz ve bilmediğiniz İnternet sitelerinden alışveriş yapmayın! 10. E-POSTALARINIZI KORUYUN! 15. TAKİP EDİLİYOR OLABİLİRSİNİZ! Keylogger (casus) programı, İnternetteki tüm adımlarınızı izler, kaydeder ve ekranınızın resmini çeker. Bu sinsi program, İnternetteki tüm klavye hareketlerinizi ve bilgilerinizi çalarak programın sahibine gönderir. Casusları Nasıl Atlatabiliriz? Bilgisayarınızın sistem ve anti-virüs güncellemelerini zamanında yapın. Casuslara karsı etkili olan anti-casus yazılımları kullanın. Yabancı bilgisayarlarda kişisel bilgilerinizle faaliyetlerde bulunmayın. Şifresi kolay olan elektronik posta (e-posta) adresleri güvenli değildir. Bu nedenle e-posta adresleriniz için güvenli şifreler oluşturun. İstenmeyen e-postaları önlemek ve gereksiz mesaj trafiği oluşturmamak için internette güvenmediğiniz sitelere kayıt olmayın. Mecbur kalmadıkça özel ve kişisel bilgilerinizi İnternet üzerinden göndermeyin. Çünkü bu bilgiler başkaları tarafından ele geçirilebilir! 16. İKİ KİSİNİN BİLDİĞİ ŞİFRE, SIR DEĞİLDİR! İnternetteki kullanıcı adlarınız ve şifreleriniz size ait en önemli sırlarınızdır. Bu sırlarınızı hiç kimseyle paylaşmayın. İnternet hesaplarınız için mutlaka güçlü şifreler belirleyin. Şifrenizin içinde harflerin dışında sayılar ve noktalama işaretleri gibi farklı karakterler de bulunsun. Şifrenizin sizinle ilgili bilgilerden oluşmamasına dikkat edin. 11. BİLGİSAYARINIZ! VİRÜSLERDEN KORUYUN! Virüslü bilgisayar, vücuduna bulaşıcı mikrop girmiş ve grip hastalığına yakalanmış olan insana benzer. Virüslü bilgisayar, nezle olmuş insan gibi yorgun ve halsiz çalışır. Öyleyse Arkadaşlar, Bilgisayarınıza mutlaka bir anti-virüs programı kurun. En az haftada bir kez anti-virüs programınızı güncelleyin ve bilgisayarınıza tam virüs taraması yapın. Güvenli olmayan İnternet sitelerinden dosya, müzik, oyun veya film indirmeyin. Önemli dosyalarınızı mutlaka yedekleyin. Unutmayın arkadaşlar. Bir hastalığın en etkili ilacı o hastalığa yakalanmamak için önceden önlem almaktır. 12. BİLGİLERİNİZİ ÇALMAYA GELEN HIRSIZLARA DİKKAT! Spamlar (istenmeyen e-postalar) okumanız için başucunuza zarf bırakıp giden maskeli hırsızlara benzer. Bu zarfı merak edip açtığınızda ve mektuptaki istekleri yerine getirdiğinizde tüm bilgilerinizi çalmış olurlar. Bu şekilde gelen, istenmeyen epostaları kabul etmeyin ve hiç okumadan silin, istemediğiniz halde size ulaşan e-postaları asla arkadaşlarınıza iletmeyin. İnternette gezinirken kendi amaçlarınıza önem verin. Başkalarının amaçlarını ve e-postalarını merak etmeyin. 13. TRUVA ATI BİLGİSAYARINIZI ESİR ALMASINI Truva atı, sinsi bir programdır. Kaleyi içerden fethetmek için kılık değiştirerek kaleye girmiş askerlere benzer. Önce kendisini masum bir müzik, film ya da oyun dosyası olarak tanıtır ve kabul ettiğinizde bilgisayarınızın yönetimini sinsice ele geçirir. Böylece bilgisayarınız başka programların kölesi hâline gelir, sizin kontrolünüzden çıkar ve onların istediklerini yapar. Güvenli olmayan ve bilmediğiniz İnternet sitelerine girmeyin. Bu İnternet sitelerinden dosya indirmeyin. Haftalık virüs taramanızı ihmal etmeyin. 17. İNTERNETTE EN GÜVENİLİR DOSTUNUZ BİZİZ! Aklınıza takılan en küçük konuyu bile çekinmeden bize sorun. Zararlı ve rahatsız edici Internet siteleriyle karşılaştığınızda hemen www.ihbarweb.org.tr adresinden ya da 0312 582 82 82 numaralı telefondan bize ulaşın ve şikâyet hakkınızı ve sorumluluğunuzu kullanın. Haydi, sizler için hazırladığımız www.guvenliweb.org.tr adresindeki İnternet sitemizde buluşalım! KAYNAKÇA http://www.bced.gov.bc.ca http://www.besafeonline.org http://www.childnet-int.org http://www.dmoz.org http://www.guvenliweb.org.tr http://www.kidskonnect.com http://www.protectkids.com http://www.rtuk.gov.tr 12 Toplum sağlığını etkileyenler: Özellikle okul gibi toplu yaşanan yerlerde: SAĞLIK KÖŞESİ Naim ÇAKAR Ortamın havalandırılması Ortam sıcaklığının uygunluğu Hapşırırken ve öksürürken ağzımızın kolun iç yüzüyle kapatılması Tuvalete girmeden önce ve sonra ellerimizin yıkanması Tuvaletlerin temiz bırakılması Yerlere tükürmemek Okula gelen çocukların bulaşıcı hastalık aşılarını yaptırmış olması(Grip aşısı, kızamık, suçiçeği aşısı gibi) Kazaya yol açabilecek davranışlardan kaçınmak Hıdırbeyli Sağlık Ocağı Başhekimi www.naimcakar.com SAĞLAM KAFA SAĞLAM VÜCUTTA BULUNUR "Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur" atasözü, akıl ve ruh sağlığı ile vücut sağlığının bir bütün olduğunu vurgular. Gerçekten de vücut ve zihin ayrılmaz bir bütündür. Fiziksel rahatsızlıklar öğrenmemizi ve başarımızı doğrudan etkiler. İnsan vücudu, çok karmaşık aynı derecede de mükemmel bir sistemdir. Hiç durmaksızın çalışır ve çok değişik koşullara uyum sağlayabilir. Bu kurallara ne kadar uyarsak o derece sağlıklı ve başarılı oluruz. Çünkü hem hastalık nedeniyle devamsızlık yaparak derslerimizden geri kalmayız hem de çalışmak ve başarmak için gerekli olan güce sahip oluruz. Vücudumuzun sağlıklı kalmak için bunca çaba göstermesine karşılık bize düşen tek görev, bu harika makinenin nasıl çalıştığını öğrenmek ve temel sağlık kurallarına uyarak vücudumuzun en iyi biçimde çalışmasına yardımcı olmaktır. Hastalıklardan korunmak tedaviye göre hem daha ucuz hem de daha az eziyetlidir. Sağlığın temeli koruyucu sağlık hizmetleridir. Hastalıklardan korunabilmek için neler yapılacağını bilmemiz gerekir. Bize aile içinde ve okulda öğretilen yaşam kurallarının bir bölümü hastalıklardan korunmaya ve hastalıkların yayılmasını önlemeye yöneliktir. Örneğin hepimiz yemeklerden önce ve sonra ellerin yıkanması, öksürür ya da hapşırırken ağzın kapatılması ve terliyken soğuk su içilmemesi gerektiğini erkenden öğreniriz. Bu kurallardan bazıları bireysel sağlığımızı korumada bazıları da toplum sağlığını korumada etkilidir. Birey sağlığını etkileyenler: Sigara içmemek Çok fazla şeker ve hayvansal yağlar yemekten kaçınıp dengeli beslenmeye özen göstermek Çiğ sebze ve meyveleri iyice yıkamadan yememek Temiz olmayan suları içmemek ve mikroplu sularda yüzmemek Bol bol egzersiz ve spor yapmak Düzenli olarak yıkanmak Giyeceklerin, kullanılan eşyanın ve yaşanan yerin temizliğine özen göstermek Kazaya yol açabilecek davranışlardan sakınmak Stresten kaçınmak Her yemekten sonra dişleri fırçalamak Belirli aralıklarla doktora görünmek Alışılmadık, olağan dışı ya da rahatsız edici herhangi bir belirtide hemen doktora başvurmak Bağımlılık yaratıcı ilaçlar ve alkol kullanmamak. Okuyup yazarken yeterli ışığın soldan arkadan veya yukarıdan gelmesine dikkat etmek. Hareketli taşıtlarda veya yüzüstü kitap okumamak, bu durumlarda gözün uyum yeteneği bozulabilir. Okunan yazı ile göz arasındaki uzaklığın 40 cm olmasına dikkat edilmelidir. Göz sağlığı açısından televizyon ve bilgisayar başında fazla durmamak. Yüksek tonda ve kulaklıkla müzik dinlemek işitme kaybına neden olabilir. Sivilcelerin sıkılması, iltihabın yayılması ve kalıcı deri yaralarına sebep olabileceği için özellikle yüzdeki sivilceleri sıkmamak. Gülümseten Anılar KUDUZ OLURMUYUM 90 yıllarda yöremizdeki yaban hayvanlarında kuduz hastalığının çok görüldüğü ve insanlarımızın kuduz hastalığı bulaşmasından çok korktuğu günlerde oldukça tedirgin bir hasta geldi: - Doktor bey özel bir şey sorabilir miyim? Buyurun! Hasta odanın kapısını kapattıktan sonra, - Doktor bey dün gece beni rüyamda köpek ısırdı acaba kuduz olur muyum? Tam gülerek ''Dalgamı geçiyorsun''diyecektim ki; adam gayet ciddi panik haliyle bana bakıyor. Dolayısıyla ciddi bir tutum takınarak: - Nereden ısırdı? Paçamdan. Ayağını ısırdı mı, yoksa sadece paçanı mı ısırdı? Yok. Sadece pantolonumun paçasından ısırdı. O zaman korkma! Hiç bir şey olmaz. Allah razı olsun! Sağ ol doktor bey. Güle güle geçmiş olsun. Hasta gitti. Neyse ki çalışma arkadaşlarım var, yoksa ben de tereddütteyim bu gerçek miydi? Yoksa rüya mı? 13 Sema Zahide KEYİK 1/A Sınıfı Öğretmeni NEY SESİNE YOLCULUK Duyduğumuz anda titretir yüreği inceden inceye. Şöyle bir anlam vermeye çalışırız nedir diye. Bu kadar ruha yakın ama yeni bir keşif gibi. Çağırır sonra bizi yanına hasretle, aşkla, özlemle dinleriz. Sanki bedene hapsolan o ruhun bir lisanıdır bu işte. Kamışlıktan gelmiş ama ayrılmıştır vatanından. Ondan böyle yanık ve içten bir sesi vardır der alimler evliyalar. Neyi en güzel anlatanlardan biride bütün insanlığa ‘’GEL’’ diye seslenen Mevlana Celalettin Rumi’dir. Mesnevinin ilk on sekiz beytinde şöyle anlatır neyi; 1. Dinle, bu ney nasıl şikâyet ediyor, ayrılıkları nasıl anlatıyor: 2. Beni kamışlıktan kestiklerinden beri feryadımdan erkek, kadın herkes ağlayıp inledi. 3. Ayrılıktan parça parça olmuş kalb isterim ki iştiyak derdini açayım 4. Aslından uzak düşen kişi, yine vuslat zamanını arar. 5. Ben her cemiyette ağladım, inledim. Fena hallilerle de eş oldum, iyi hallilerle de. 6. Herkes kendi zannınca benim dostum oldu ama kimse içimdeki sırları araştırmadı. 7. Benim esrarım feryadımdan uzak değildir, ancak (her) gözde, kulakta o nur yok. 8. Ten candan, can da tenden gizli kapaklı değildir, lakin canı görmek için kimseye izin yok. Mevlana bir ney sesinde işte bu kadar derinlikleri gördü asırlar öncesinden. Şimdi yine aynı ses ama bu sesteki o sırrı bilecek ruhlar hangimizde. Büyük Türk bilginleri de aslına genel olarak ney müziğinin insanın depresif ruh hali üzerinde olumlu ve tedavi edici tesirler bıraktığını gözlemlemişlerdir. Örneğin büyük Türk bilgini Farabi Türk müziğindeki bazı makamların ruha etkisini şöyle sınıflandırır: Rast makamının insana neşe ve huzur verdiğini, saba makamının cesaret ve azim verdiğini, hicaz makamının tevazu ve alçak gönüllülük verdiğini, nihavent makamının da insana sakinlik ve huzur verdiğini gözlemlemiştir. Düşünün ki bu kadar şifa veren melodileri ney sesi ile işitmek kim bilir ruhumuzu nasıl dinlendirir. Büyük neyzenler insanla neyi birbirine o kadar yakın görmüşlerdir ki ney ile insanı şöyle karşılaştırmışlardır. Ney dokuz boğumdan meydana gelmiştir, insanda dokuz ayda meydana gelmiş ve insan gırtlağı da dokuz boğumdan oluşmuştur. İnsan vücudunda dokuz delik vardır ney de dokuz delikten meydana gelmiştir. Kim bilir bu kadar benzerlik mi bizi neye yakınlaştıran. Bu kadar derinliğe sahip neyin yapımına gelince, geçmişten bu yana en iyi kamışın Hatay ilinde yetişmekte olduğu 9. Bu neyin sesi ateştir, hava değil; kimde bu ateş yoksa bilinmektedir. Ney kamışları kasım aralık gibi toplanmaktadır. yok olsun! Toplanan kamışlar ilk kurutma işlemi için kabukları temizlenip 10. Aşk ateşidir ki neyin içine düşmüştür, aşk havalandırılır. Ney yapılacak kamışın üzerinden en az bir yıl coşkunluğundur ki şarabın içine düşmüştür. geçmelidir. Eğri kamışlar düzeltilir. İki çeşit ney açma yöntemi 11. Ney, dosttan ayrılan kişinin arkadaşı, haldaşıdır. Onun vardır. Neyin içi boşaltıldıktan sonra ölçülere göre delikler açılır. Kamışların iki ucuna parazvâne takılır. Üflenecek kısma perdeleri, perdelerimizi yırttı. başparesi eklenir. Başpare yapımında manda boynuzu, fil dişi, 12. Ney gibi hem bir zehir, hem bir tiryak, ney gibi hem bir gibi malzemeler kullanılır. hemden, hem bir müştak kim gördü? 13. Ney kanla dolu olan yoldan bahsetmekte, Mecnun aşkının kıssalarını söylemektedir. 14. Bu aklın mahremi akılsızdan başkası değildir, dile de kulaktan başka müşteri yoktur. 15. Bizim gamımızdan günler, vakitsiz bir hale geldi; günler yanışlarla yoldaş oldu. 16. Günler geçtiyse, geçip gitsin; korkumuz yok. Ey temizlikte naziri olmayan, hemen sen kal! 17. Balıktan başka her şey suya kandı, rızkı olmayana da günler uzadı. 18. Ham, pişkinin halinden anlamaz, öyle ise söz kısa kesilmelidir vesselam. 14 PARAZVÂNE Başpârelerin dudağa temas eden açıklıkları, iç yüzeye verilen derinlikleri (hazne derinliği) ve dış çapları neyzenlerin Neylerin üst ve alt ucuna çatlamayı önlemek için çeşitli istek ve alışkanlıklarına göre değişebilmektedir. Ağız açıklık metallerden yapılmış, kamışa sıkıca giren birer bilezik takılır. Bu çapları 16-17 mm; hazne derinlikleri 1-3 mm; dış çapları da bileziklere parazvâne adı verilir. Metaller altın, gümüş, bakır, vs (boynuz malzemede boynuz kalınlığının elverdiği ölçüde olmak gibi olabilir. Ancak gümüş, bakır gibi metaller oksitlendiğinden kaydıyla) 35-50 mm olabilmektedir. hava ile irtibatları kesilmelidir. Alpakka (bafon) oksitlenmeyen bir alaşım olduğundan tavsiye edilmektedir. Başpârenin kamışa giren kısmının konik açısı, ses kutusunun girişindeki konik açıyla aynı olmalıdır. Bu açı yaklaşık Neyin üst ucuna takılan üst parazvâne, (en üstteki beş derecedir. boğum aynı zamanda ses kutusu olduğundan) 0.30 mm den kalın ve 12 mm den geniş olmamalıdır. Alt parazvâne istenilen Ancak çok duyulmamakla birlikte yeni yeni ses kalınlıkta ve genişlikte olabilir. Neylerin boğum çizgilerine vermeye başlayan Aydın-Germencik bölgesinde de ney kamışı çatlamalara karşı dayanıklılığını arttırmak ve süslemek amacıyla yetişmektedir. Bu bölgede müzikle ilgilenen vatandaşlar bu gümüş veya başka madenlerden teller sarılabilmektedir. kamışları ney yapım sürecinden geçirerek bu tılsımlı sesi keşfetmişlerdir. Coşkun Sezertaşlı ve Besim Acar ney yapımı ile amatörlükten profesyonelliğe açılma aşamasındadır. Bölge insanımızın bu arayışında da aslında ne kadar duygu yoğunluğuna sahip olduğunu anlayabiliriz. Geçmişten günümüze neyin olgunluğuna erişmiş büyük neyzenlerimizi de anmadan geçemeyiz. Neyzen Tevfik, neyzen Aziz Dede, neyzen Emin Dede, neyzen Mehmet Akif Ersoy, neyzen Niyazi SAYIN, neyzen Sultan 3.Selim, neyzen Ulvi Erguner ve Süleyman Erguner, neyzen Koca Yusuf Paşa, neyzen Aka Gündüz Kutbay, neyzen Sultan Abdullaziz ve isimi sayamayacağımız kadar bu sırra erişen bütün neyzenler. Okulumuzda da neye gönül veren öğretmen ve öğrenci arkadaşlarımızla yaptığımız etütlerde neyin feryadını hepimiz yüreklerimizde hissetmeye çalışmaktayız. Neyin sesindeki sırlara erişebilen nefislerden olabilmek ümidiyle… BAHAR Pırıl pırıl dereler. Renk renk çiçekler. Güzel güzel ağaçlar. BAŞPARE Neylerin üst ucuna (üflenen yerine) sesin daha net çıkması ve dudakların yaralanmaması için başpâre denilen bir parça takılır. Başpâre genellikle manda boynuzundan yapılmakla beraber, fildişinden, abanoz veya şimşir gibi sert ağaçlardan yahut benzer malzemelerden yapılabilir. Günümüzde başpâre yapımında sanayide kullanılan teflon, fiberglas gibi malzemeler kullanılmaktadır. Ney yapım geleneğinde çoklukla kullanılan manda boynuzu, manda neslinin tükenmek üzere olması nedeni ile artık bulunamadığı için kullanılmamaktadır. 15 Kuşlar cik cik eder. Pınarların suyu tatlı. Uçurtmalar havada uçar. Yeşil dağlar, yeşil tepe. Bazı yerler çimen, Bazı yerler taş olur. Bazı evlerin içi mis gibi kokar. Havada uçurtmalar uçar. Enes EKİNCİ 1-A İLGİNÇ BİLGİLER Bir deve kuşunun gözü beyninden büyüktür. Ayşegül ÖZCAN 1/B Sınıfı Öğretmeni Emine KURU 1-B Bir insan yaşamı boyunca iki yüzme havuzunu dolduracak kadar tükürük salgılar. BAŞARININ SIRLARI Bir gün Einstein’dan “hayatta başarılı olmayı” matematiksel bir ifadeyle anlatmasını istediler. Einstein dedi ki: Nazar ERTAŞ 1-B Timsahın gözlerinin arasındaki uzaklık, ayaklarının büyüklüğüne eşittir. - Eğer “a” başarıyı gösterirse, formül şöyledir: a=x+y+z. Bu formülde “x” çalışmayı, “y” de dinlenmeyi gösterir. Formülde açıklanmayan harfi fark edenler “ “z” neyi gösterir?” diye sorunca, bilgin taşı gediğine koyar. Baran GÖKTÜRK 1-B Çocuklar baharda daha fazla büyür - “z” de çenenizi tutmayı!!! *** Başarı merdiveni dinlenme yeri değildir. O merdivendeki basamaklar, tırmanan kişinin bir ayağını öteki ayağından daha yükseğe çıkarmak için yapılmıştır. Berna ZURNACIOĞLU 1-B Gözler açık tutarak hapşırmak imkansızdır. Thomas HUXLEY Seyman ÜŞAR 1-B *** Atatürk Gülümsedi öğretmenim Dünyada başarı kazanmanın iki yolu vardır. Kendi aklından faydalanmak ve başkaların akılsızlığından faydalanmak. Atatürk Gülümsedi öğretmenim Biz sınıfa girince Le BRUYERE Dağıldı kara bulutlar *** Açıldı gonca Başarı: Bilmek, istemek, cesaret etmek ve susmak… Hanife KAÇAR 1-B Alex MINTE *** Özetlersek: 1. Öğrenci başaracağına inanmalı 2. Öğrencinin hedefi olmalı 3. Okulu ve okumayı sevmeli 4. Öğrencinin çalışma ortamı uygun olmalı 5. Öğrencinin zihninin dağılmasına yol açan (hayal kurma, üzüntü, televizyon, bilgisayar, telefon, müzik vb.) olmamalı. 6. Öğrenci kendine çalışma programı yapmalı ve planlı çalışmalı. 7. Öğrenci çalıştığı halde başarılı olamıyorsa, ders dinleme ve çalışma yöntemlerini gözden geçirmelidir. 8. Dersi derste öğrenmelidir. Çünkü ders okulda öğrenilir. Derste anlayamadıklarını ders çıkışında öğretmeninden ya da arkadaşlarından öğrenmelidir. 9. Ders dinlerken ve çalışırken mutlaka not tutulmalıdır. 10. Öğrendiklerini tekrar etmeli ve sorular çözerek pekiştirmelidir. Ayrıca yarınki derse hazırlıklı gitmelidir. 16 Emine KURU 1-B Nazar ERTAŞ 1-B Hanife KAÇAR 1-B Baran GÖKTÜRK 1-B Berna ZURNACIOĞLU Seymen ÜŞAR 1-B 1-B Abdullah ALBAYRAK 2/A Sınıfı Öğretmeni Geleceğin Suçlusunu Yetiştirmenin En Basit Kuralları Daha küçükken çocuğa istediği her şeyi vermeye başlayın! Bu şekilde o, herkesin onun geçimini sağlamak zorunda olduğuna inanacaktır. Kötü sözler söylediği zaman gülün! Böylece o kendisinin akıllı olduğuna inanacaktır. Ona düşünmeyi ve beynini kullanmayı hiç öğretmeyin! 21 yaşına gelince kendi kararlarını, kendisi versin diye bekleyin! Yerde bıraktığı her şeyi kaldırın; kitaplarını, ayakkabılarını, kıyafetlerini, onun için her şeyi siz yapın ki; o bütün sorumluluklarını başkalarına yüklemeye alışsın! Onun gözünün önünde sık sık kavga edin ki; bu sayede aile bir gün parçalanırsa çok fazla üzülmesin. KEDİM Benim bir kedim var. Çok güzel bir kedi. Tüyleri pamuk gibi. Arkadaş canlısı gibi, Patileri çok güzel. Kendini oyuna kaptırır. Benim kedim. Yasin ÖRS 2-A Ona istediği kadar harçlık verin ki; hiçbir zaman kendi parasını kazanmanın ne olduğunu öğrenmesin. KÖPEĞİM Benim bir köpeğim var. Çok sevimlidir. Benim köpeğim hiç can sıkmaz. Bekçi köpeği gibidir. Havlamaz benim köpeğim. Her gün oynar benimle. Canım sıkıldı mı gelir yanıma. Benim canım köpeğim. Emre YAY 2-A Yiyecek, giyecek ve konforla ilgili bütün arzularını yerine getirin ki; istediklerine ulaşmak için çalışmak gerektiğini öğrenmesin. Komşulara, öğretmenlere, polislere karşı daima onun tarafını tutun ki, onların hepsine karşı peşin hükümleri oluşsun. Bütün bunları ve benzerlerini yaparak yetiştirdiğiniz çocuğunuz bir gün suç islerse, kendisinden özür dileyin! Ama onu felaket dolu bir hayata hazırladığınız için kendinize teşekkür etmeyi ihmal etmeyin!! Bu belge ABD Houston Polis Müdürlüğü tarafından hazırlanmış ve kentteki tüm evlere ve okullara dağıtılmıştır. Yasin ÖRS 2-A 17 Emre YAY 2-A Yıldız İLBASAN 2-A öğretilseydi, doğru olanı yapabilirdik. Çünkü gerçeğin ve doğrunun ne olduğunu öğrenmiş olurduk. Saliha YILMAZ Doğru olanı yapma kararı belleklerimizdeki canlılığını hiçbir zaman yitirmez. Bu anıyı dostlarımıza ve torunlarımıza göğsümüz kabara kabara anlatırız. Fırsatlardan yararlanmak değil, doğru olanı yapmaktır önemli olan. 3/A Sınıfı Öğretmeni Değerlerinizi kaybetmeden sevgiyle kalın… DEĞERLER Bizi biz yapan manevi değerlerimizdir. Yaptığımız bir şeyin iyi veya kötü olduğunu bu ölçülere göre ayırırız. İşte bir toplumun iyi bir toplum olup olmadığının ölçüsü de bu değerlerin ne ölçüde uygulandığına bağlıdır. Değerlere bağlılık konusunda ne zaman tereddüt etsem aklıma hep okuduğum bir yazı gelir. İsterseniz bu yazıyı sizinle paylaşayım. İLKBAHAR Masmavi gökyüzünde, Uçuyor kırlangıçlar. Laleler, sümbüller, Kokuyor çok güzel. John 11 yaşındaydı ve New Hampshire gölünün ortasındaki adadaki evlerinde ne zaman eline bir fırsat geçse hemen balığa giderdi. Fadime DENER 3-A Levrek avı yasağının kalkmasından bir gün önce, babasıyla akşamın ilk saatlerinde küçük güneş balıklarından yakaladı. Sonra oltasına yem takıp, oltayı fırlatma talimi yaptı. Yem suya değdiği zaman gün batımında suda altın haleleler oluşturmuş, daha sonra gölün üzerinde ay doğmuştu. Oltasının hızla çekildiğini hissedince, oltaya büyük bir balık geldiğini anladı. Babası oğlunun balığı çekişini hayranlıkla izledi. Çocuk sonunda yorgun düşen balığı sudan çıkardı. Bu o güne kadar gördüğü en büyük balıktı, bir levrek; ama av yasağının kalkmasına sadece saatler kalmıştı. PROFESÖR VE SEYİS Bir profesör konferans vermek üzere salona girmiş. Ama bakmış ki salon, on sırada oturan seyis dışında bosmuş. Konuşup konuşmama konusunda tereddüde düsen Profesör sonunda seyise sormuş: - Buradaki tek kişi sensin. Sana göre konuşmalı mıyım, yoksa konuşmamalı mıyım? Seyis cevap vermiş: Baba-oğul güzelim balığa baktılar, pulları ay ışığında ışıl ışıl parlıyordu. Babası bir kibrit yakıp saatine baktı. Saat 22.00 - Hocam ben basit bir insanim, bu konulardan anlamam. olmuştu. Av yasağının bitmesine daha iki saat vardı. Önce balığa, Fakat ahıra gitseydim ve bütün atların kaçıp bir tanesinin kaldığını sonra oğluna baktı. görseydim, yine de onu beslerdim. “Suya geri bırakman gerekiyor, oğlum,” dedi. Bu sözlere hak veren Profesör konferansa başlamış. İki saatin üzerinde konuşmuş durmuş, konferanstan sonra da kendini mutlu hissetmiş, dinleyicisinin de konferansın çok iyi olduğunu onaylanmasını isteyerek sormuş: “Baba!” diye itiraz etti çocuk ağlamaklı bir sesle. “Başka balıklar da var,” dedi babası. “Ama hiçbiri bunun kadar büyük değil!” dedi çocuk. - Konuşmamı nasıl buldun? Seyis cevap vermiş: Göle şöyle bir göz attı. Gölde hiçbir balıkçı teknesi yoktu. Babasının yüzüne baktı bu kez. Kendilerini hiç kimsenin görmemiş olmasına, kimsenin ne balığı yakaladıklarını bilmesinin olanaksız olmasına karşın, babasının sesinden bu konuda hiçbir ödün vermeyeceğini anlamıştı. - Hocam sana daha önce basit bir adam olduğumu ve bu konulardan pek anlamadığımı söylemiştim. Gene de eğer ahıra gidip, biri dışında tüm atların kaçtığını görseydim, onu beslerdim, ama elimdeki tüm yemi ona verip de hayvani çatlatmazdım. Oltanın ucunu balığın ağzından çekti ve balığı gölün karanlık sularına bıraktı. Balık suya düşer düşmez, şöyle bir çırpındı ve gözden kayboldu. Çocuk bir daha bu kadar büyük bir balık tutamayacağından emindi... Sinan GÖKHAN ve Arda ÖZTÜRK 3-A Bu olay bundan tam 34 yıl önce oldu. Bugün o çocuk New York City”nin ünlü mimarlarındandır. Babasının küçük evi hâlâ o adadadır. Oğlunu ve kızlarını hâlâ o adadaki küçük eve balık tutmaya götürür. Çocuk haklıydı. Bir daha o kadar büyük bir balık tutamadı. Fakat “değerler” konusunda bir ikilem yaşadığı zaman hep o balığı gözünün önüne getirir. Babasından öğrendiği gibi “değerler”, doğru ile yanlışın ne olduğu konusunda çok basit bir konudur. Güç olan yalnızca değerlerin uygulanabilmesidir. Birileri görmediği zaman da doğru olanı yapabiliyor muyuz? Evet, küçüklüğümüzde bizlere balığı suya geri bırakmak 18 Fadime DENER 3-A Sinan GÖKHAN 3-A Arda ÖZTÜRK 3-A Oysa ki senin pek çok güzel özelliğin var. Kalbin öylesine yüce ki! Bu gece gelip beni öpüşün de bunu kanıtlıyor. Bu gece başka hiçbir şeyin önemi yok oğlum. Karanlıkta, yatağının yanında diz çöktüm ve çok utanıyorum. Bunları sana uyanıkken anlatsam da anlamazsın biliyorum. Ama yarın gerçek bir baba olacağım. Seninle oynayacağım. Sen acı çektiğinde acı çekecek, sen güldüğünde güleceğim. Dilimin ucuna kötü şeyler geldiğinde dilimi ısıracağım. Kendi kendime sürekli, "O bir çocuk!" diyeceğim. Şakire YİĞİN 3/B Sınıfı Öğretmeni Eleştirmeyin, kınamayın ve şikâyet etmeyin! Eleştiri zararlı bir kıvılcımdır, öyle bir kıvılcımdır ki övünç denilen cephane deposunun patlamasına yol açar. İnsanları suçlamaktansa onları anlamaya çalışalım. Neden böyle davrandıklarını bulmayı deneyelim. Bu yol, eleştiriden çok daha yararlı olan sempati, hoşgörü ve sevecenlik doğurur. Çocuklarınızı eleştirmek istiyorsanız eleştirmeden önce Amerikan gazeteciliğinin klasiklerinden biri olan aşağıdaki yazıyı okuyun. Unutmayalım ki, "Allah bile insanları yaşamının son gününe dek yargılamaz." İnsanları eleştirmek yerine onları anlamaya çalışalım. Ne yapmak istediklerini anlayalım. Sempati, hoşgörü ve nezaket eleştiriden çok daha yararlıdır. "Bilmek affetmektir." Dinle oğlum, bunları sana sen uyurken söylüyorum. Küçücük elini yanağının altına sokmuşsun, nemli alnındaki sarı lülelerin yapış yapış ıslak. Odana bir hırsız gibi süzülerek girdim. Birkaç dakika önce kütüphanede oturmuş gazetemi okurken vicdan azabım nefes kesen bir dalga gibi üstüme geldi. Bir suçlu gibi yatağının başucuna geldim. DERSHANEMİZ Ne güzel dershanemiz Neler mi düşündüm oğlum? Sabah sabah kızmıştım. Pırıl pırıl tertemiz Okula gitmek üzere giyinirken seni azarladım, çünkü yüzünü Oyun oynar zıplarız ıslak havluyla öylesine silivermiştin. Ayakkabılarının kirli Her şeyi bilmeliyiz olduğunu görünce sana onları temizlettim. Bazı eşyalarını yere Sıra, masa, dolap, tahta attığında sana öfkeyle bağırdım. Sakın yere çöp atma Temiz sınıf, temiz hava Kahvaltı ederken bir sürü kusurunu buldum. Yiyecekleri Burası sanki bir yuva. etrafına saçıyordun, lokmalarını çiğnemeden yutuyordun, ekmeğine çok fazla tereyağı sürmüştün. Sen oyun oynamaya Tuğba KACAR 3-B gidiyordun, bense trenime yetişmek zorundaydım. Bana baktın GÜNEŞ elini salladın ve "Güle güle babacığım" dedin. Ben ise kaşlarımı Ey güneş kardeş çattım ve "Dik dur!" dedim sana. Görüyor musun? Akşamüzeri de durum farksızdı. Eve gelirken seni yere Bugün hava ne güzel Çocuklar koşup oynuyor çömelmiş arkadaşlarınla bilye oynarken buldum. Çorapların Kelebekler uçuşuyor yırtılmıştı. Arkadaşlarının önünde seni küçük düşürdüm ve Mis gibi çiçekler kokuyor. kolundan tutup eve götürdüm. Bu çoraplar çok pahalıydı ve giymek istiyorsan dikkatli olmalıydın. Düşün oğlum bunları sana Umut CİLASIN 3-B baban söylüyordu! OKUL Geldi işte okul zamanı Çocuklar sevinçli Taştı bugün neşemiz Coştu bütün çocuklar Süsleyelim okulumuzu İşte bizim okulumuz Okulumuz bizim yuvamız Onu hep korumalıyız Neşeliyiz hepimiz Kavuştuk okulumuza Ne mutlu çocuklara Batuhan KAÇAN 3-B Hatırlıyor musun? Sonra çalışma odama girdin. Gözlerinde incinmiş bir ifade vardı. Kâğıtlarımın üzerinden sana baktığımda bir an için çıkmaya yeltendin. "Ne istiyorsun?" diye bağırdım sana. Hiç bir şey söylemeden koşup boynuma sarıldın ve beni öptün. Hem de büyük bir sevgiyle. Sonra koşarak dışarı çıktın. Kâğıdım elimden düştü. Bana neler oluyordu? Sürekli senin hatalarını buluyordum. Seni böyle ödüllendiriyordum. Seni sevmediğim için değil bu; senden çok şey beklediğim için. Seni kendi çağımın değer yargılarına göre değerlendiriyorum çünkü. 19 Tuğba KACAR 3-B Umut CİLASIN 3-B Batuhan KAÇAN 3-B Başarıya ulaşanlar diyor ki: Güler TANRIVERDİ Mustafa Kemal ATATÜRK: Tembelliği alışkanlık haline getiren toplumların sonunu Atatürk şöyle yorumluyor: “Çalışmadan, öğrenmeden, yorulmadan rahat yaşamanın yollarını alışkanlık haline getirmiş milletler; evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonrada istikballerini kaybetmeye mahkumdurlar..” 4/A Sınıfı Öğretmeni Güzel şey “insan olmak”, Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki!... İnsan olmayı, insan olduğumuz unutmak neredeyse… İyi insanları görünce şaşırır olduk. “Kaldı mı böyle insanlar?” demekten kendimizi alamıyoruz. Para bürüdü gözlerimizi. Bu yüzden de yapmadığımız kötülükler kalmadı. Savaşlar, cinayetler, hırsızlıklar, yalanlar gibi birçok olumsuzluklar… Haber izleyemez olduk, dizileri takip edemez olduk, çizgi filmler bile savaş konulu oldu artık. Çocuklar nefreti, yalanı-dolanı, savaşı, aldatmayı küçük yaşta öğrenir oldular. Bugünün küçükleri yarının büyükleridir diyoruz. Bugün bu şartlarda büyüyen çocuklar yarın ne olacaklar? Soruyorum size. Oysaki güzel şeydir insan olmak! Büyük önder daha sonra çalışmak konusunda şunlerı söylüyor: “Denebilir ki hiçbirşeye muhtaç değiliz. Yalnız tek bir şeye çok ihtiyacımız var. Çalışkan olmak!” Bayram İLBASAN 4-A Newton’un Dinlenme Şekli Newton günde onaltı saat çalışırdı. Dinlenme tarzı ise alışılagelenden oldukça farklıydı. Hukuk kitaplarından sıkıldığı zaman matematiğe yönelir, oradaki yorgunluğunu da felsefe okuyarak atardı. Kendini dinlendirebilmek için sadece üzerinde çalıştığı konuyu değiştirmekle yetiniyordu. Simge TAŞLI 4-A Doğumla gün ışığına sevdalanmak gibi. Emekleyerek geçen zamanda öğrenmenin, tanımanın, aşkıyla doğaya sıkı sıkıya tutunarak ayağa kalkma savaşı verilen bir yumak gibi yuvarlanmak, bir odadan bir odaya. Ve tutunmak güvenli bir ele avuçlarında sevgi damıtan. Mutlu Olmanın Sırları Ufak tefek şeyleri dert etmeyin. Kusursuz olmayabileceğinizi kabullenin. Rahat ve ılımlı olun Birisine bir iyilik yapın ve kimseye bundan bahsetmeyin Sevgi elini ilk siz uzatın Sık sık tekrar edin “Hayat bir acil durum değildir” Tanımadığınız insanların gözlerine bakın ve gülümseyerek “Merhaba” deyin. Her gün kendinize sessiz zaman ayırın. Sahip olduğunuz şeyleri değil, elde etmiş olduklarınızı düşünün. Olumsuz düşüncelerinize yüz vermemeye çalışın. Sorunlarınızı öğretmeniniz olarak görün. Başkalarını suçlamayı bırakın. “Daha fazlası daha iyidir” şeklinde düşünmekten vazgeçin. Bulunduğunuz konumda mutlu olmaya çalışın. Bugünü son gününüzmüş gibi yaşayın, öyle olabilir. Anne tadını bulmak hayatın ilk damlasında. Güzel şey insan olmak! Ayaklanmak, dikilmek hayatın karşısına, ezilmiş diz kapaklarının ağrısından uzaklaşarak büyümek… Uzanabilmek en uzağındaki düşlere birer birer… Bilgiyle, sevgiyle, emekle… Nazlı KARAKOBAK 4-A Güzel şey insan olmak! Hayatta olmak, yaşamı duyumsayan, duyumsadıklarını anlamaya çalışan, tanımlayan ve duyumsadıklarından yeni yeni yaşamlar çoğaltan bir güç olmak ve güçlerini kendi gibi hayat taşlarına kutsal bir armağan havasında sunmak… Güzel şey insan olmak! Düşünebilmek, sorabilmek, gülebilmek, ağlayabilmek, üretebilmek, yaşatabilmek, yaşam bağışlanmış her bir zerreyi insan eliyle, insan yetisiyle… İnsan gibi insan olabilmek… Güzel şey insan olmak! Anne-babalar ve eğitimciler olarak bize düşen görev çocuklarımıza insan olmayı öğretebilmek. Bunu başarırsak ne mutlu bize. Sorunsuz yarınlar, güvenli yarınlar bizim olacaktır o zaman… Bayram İLBASAN 4-A 20 Simge TAŞLI 4-A Nazlı KARAKOBAK 4-A Hayata Dair - Çocuklardan öğrenilebilecek üç şey: Günler günleri kovalamış ve sonbaharın ilk rüzgârları başladığında, kabak önce üşümüş sonra da yapraklarını düşürmüş. Soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlamış. Endişeyle kavağa sormuş: 1. 2. 3. Nedensiz yere mutlu olabilmek Her zaman meşgul olabilecek bir şey bulmak Elde etmek istediği şey için tüm gücüyle savaşmak. Biz büyükler de bu üç şeyi başarabilsek mutluluk bizimle olmaz mı? Lale Pınar ÇUBUK 4-A - Doğru, demiş ağaç doğru. Neler oluyor bana ağaç? Ölüyorsun, demiş kavak. Niçin? Benim on yılda geldiğim yere iki ayda gelmeye çalıştığın için! Gönül ALAN 4-A Mümkün Olsaydı Çocuğumu yeniden yetiştirmek mümkün olsaydı: Ona işaret parmağımı kaldırıp yasaklar koymak yerine, parmaklarıyla resim yapmayı öğretirdim. Hatalarını daha az düzeltir, onunla daha çok yakınlık kurmaya çalışırdım. Onu sadece gözlerimle izler, saat kısıtlamalarını koymazdım. Daha bilgili olmaya çalışır, daha çok şefkat gösterirdim. Onunla daha çok yürüyüşlere çıkar, uçurtmalar uçururdum. Ona karşı ciddi bir tavır içinde olmak yerine, onunla oyun oynardım. Onunla kırlarda koşar, yıldızları seyrederdim. Onunla daha az çekişir, ona daha çok sarılırdım Önce benlik saygısını kazanmasını sağlar, sonra bir ev almaya çalışırdım Ona her zaman katı davranmaz, onu daha çok onaylar ve yüreklendirirdim. Güç konusunda daha az ders verir, sevgi konusunda daha çok şey öğretirdim. Batıhan KAÇAN 4-A Kavak Ağacı ile Kabak Ulu bir kavak ağacının yanında bir kabak filizi boy göstermiş. Bahar ilerledikçe bitki kavak ağacına sarılarak yükselmeye başlamış. Yağmurların ve güneşin etkisiyle müthiş hızlı büyümüş ve neredeyse kavak ağacıyla aynı boya gelmiş. Bir gün dayanamayıp sormuş kabağa: - Sen kaç ayda bu hale geldin ağaç? On yılda, demiş kavak. On yılda mı? diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak. Ben neredeyse iki ayda seninle aynı boya geldim bak. Lale Pınar ÇUBUK 4-A Batıhan KAÇAN 4-A İmkânsız mı? Eğer Gerekiyorsa Elbette Değil. Bir gün bir baba oğluna timsahla kaplumbağanın öyküsünü anlatır. Der ki: “Bir timsah kaplumbağayı yutmak ister. Kovalamaya başlar, tam yakalayıp yutacağı sırada kaplumbağa kenara sıçrar ve ağaca tırmanır.” Öykünün burasında çocuk hayretle: “Baba, hiç kaplumbağa ağaca çıkar mı?” Babası şu cevabı verir: “Çıkması lazımdı oğlum. Çıkması lazımdı. Kurtulması için çıkması lazımdı” der. Kiraz LALECİOĞLU 4-A 23 NİSAN Aylardan nisan ayı Geliyor çocuk bayramı. Bütün çocuklar heyecanlı, Çünkü bu onların bayramı. Nasıl heyecanlanmaz insan? Dünyada tek bizde var bu bayram. Nasıl mutlu olmaz insan? Eğleniyoruz, kaynaşıyoruz bu bayram. Caddeler, evler, okullar bayraklarla süslendi. Herkesin yüzüne bir neşe geldi. Çok şanslıyız biz Türk çocukları, Unutmayacağız hiçbir zaman büyük önderimizi. Odur bize armağan eden bu bayramı. Bu yüzden imreniyor bize, bütün dünya çocukları. Ona çok şey borçluyuz. Bizler de korumalıyız bu güzel vatanı. Seher CİLASUN 4-A (23 NİSAN’DA 1. OLAN ŞİİR) Gönül ALAN 4-A Kiraz LALECİOĞLU 4-A 21 Seher CİLASUN 4-A Mahmut ERTAŞ 4-A Deniz SANNAV 4/B Sınıfı Öğretmeni BENİM OKULUM Ben bir öğretmenim. Gazi Mustafa Kemal İlköğretim Okulu’nun öğretmeniyim. Bu ismi neden mi belirttim? Bugün bu okulda görevliyim ama yarın başka bir okulda görevli olabilirim. Bu okulda görev yapmaktan da oldukça mutluyum. Beni asıl üzen başkalarının bakış açısı. Bu bakış aslında okula da değil okulun öğrencilerine. Bu konuda onların ne kadar haksız olduklarını biliyorum. Bu okulun öğrencilerinin de diğer okulların öğrencilerinden hiçbir farklarının olmadığını biliyor ve görüyorum. EN İYİ DOSTUMDUR O Yere düşsem, Yaramı sarar. Çok iyi bakar bana, En iyi dostumdur o. Parçalanmış aile çocukları olmaları, onların hayata maalesef 1-0 yenik başlamalarına neden oluyor. Gelin bu yenilgiyi henüz hayatın daha başında olan bu miniklerin kaderleri olmadığını gösterelim. Gerek maddi, gerekse manevi anlamda onların arkasında duralım. Onları vatanını ve milletini seven, ahlaklı, iyi huylu ve yardımsever yetiştirmek için gerekli bütün olanaklarımızı seferber edelim. Elindeki yiyeceği,, Yarısını verir bana. O yüzden çok seviyorum, En iyi dostumdur o. Öğrencilerimi çok seviyorum. Onlara birikimlerimi aktarırken; bu okulun ve öğrencilerin de hayat ve tecrübe bağlamında bana bir şeyler kazandırdığının farkındayım. Durumları sebebiyle yaptıkları / yapabilecekleri davranışlar karşısında daha anlayışlıyım çünkü onları anlayabiliyorum. Sizlerin de onları tanımaya ve anlamaya davet ediyorum. Unutmayın ki onların yerinde sizler de olabilirdiniz. Ödevimizi yaparız birlikte, Acılarımızı paylaşırız. En iyi arkadaşım, En iyi dostumdur o. Onu çok severim ben. Her şeyini severim. Adını vereyim. En iyi dostumdur o. Canlıları Koruyalım Sevda KARTAL 4-B Tavuk, köpek, inek, eşek Kimi kümeste, kimi binek, Arkadaş ol sen, severek Canlıları koruyalım. Balkonda gül, kasımpatı Suda balık, denizatı Değil mi ki ağız tadı Canlıları koruyalım. Tüm hayvanlar ölmeden Yeşillikler kurumadan Güzel dünya çöl olmadan Canlıları koruyalım. Sevda KARTAL 4-B 22 Songül KARA 4-B Nazlı ERDAL 4-B JİPTE YOKSA ÖĞRETMEN UYUYAKALINCA İki acemi er, paraşüt eğitimlerini tamamladıktan sonra ilk atlayışları için havalanırlar. Makul seviyeye geldiklerinde komutanları son kontrolleri yapıp: Öğretmen sınıfta uyuyakalmıştı. Uyanınca hatasını örtbas etmek için: -Rüyalar ülkesinin kralıyla randevum vardı. Dedi Ertesi gün uyuyakalan bir öğrenciyi sopayla uyandırıp: Atladıktan bir süre sonra paraşütün sağ tarafındaki ipi Sınıfta nasıl uyursun? Diye bağırdı. çekin, paraşütleriniz açılacaktır. Şayet açılmazsa hiç telaşa Öğrenci de kendini savundu: kapılmayın sol tarafta yedek bir ip var onu çekin, sorun kalmaz. -Benim de rüyalar ülkesi kralıyla randevum vardı. İndiğinizde sizi bir jip bekliyor olacak, sizi karargâha geri götürecek. Öğretmen: -Kral ne dedi? Diye sordu. Askerler korkarak da olsa atlamışlar. Heyecanla sağ Öğrenci cevapladı: taraftaki iplerine asılmışlar. tık yok. Biraz korkuyla sol taraftaki -Kral: ben sizin öğretmeninizi hiç görmedim! Dedi iplere asılmışlar, paraşütler yine açılmamış. Çok sinirlenen asker: -Bu komutanın hiçbir dediği çıkmıyor, aşağıda jip de yoksa o zaman görüşürüz onla! Yavuz BALLI 4/B Songül KARA 4/B BUGÜN YARIN Birini döven bir adam hakimin karşısına çıkarılmış, hakim sormuş: -Nerede yaşıyorsun? -Orada burada… -Ne iş yaparsın? -Onu bunu… -Barda dövdüğüm adamı önceden tanıyor musunuz? -Şöyle böyle… -Ne demek yani nereden tanıyorsun? -Oradan buradan… Hakim artık dayanamamış: -Anlaşıldı, götürün bu adamı tıkın içeri!… İki jandarma adamın koluna girmiş götürürken, adam hakime seslenmiş: Heeeey bir Dakka!… Ne zaman çıkacağım ben buradan!… -BUGÜN YARIN!… Nazlı ERDAL 4/B BOZUK YUMURTA Herkes sofra başındaydı. Birden küçük Ahmet ‘in sesi duyuldu: -Anneciğim galiba, benim yumurtam bozuk! Annesi hemen tersledi: -Ahmet, Sofrada herkesin yanında böyle söylenmez! Oradan birkaç dakika geçti ve biraz sonra küçük Ahmet’in sesi tekrar duyuldu: -Anneciğim, gagasını da yiyeyim mi? Kader ZENTUR 4/B ÜÇ TEMBEL ÇOCUK Bir gün adamın biri en büyük oğlundan su istemiş. Oğlu da: -Öf be baba, her şeyi benden istiyorsun, deyip vermemiş. Ortanca oğluna: -Oğlum sen ver bari demiş. Ortanca oğlu da: -Ağabeyime söz geçiremedin, benden mi istiyorsun, demiş ve vermemiş. En küçük oğlu da babasına demiş ki: -Baba sen bu iki terbiyesize bakma, kalk bir tane sen iç, bir tane de bana ver… Ali YABURGA 4/B İSMİMİ BİLİYORUM DA… HİZMETÇİ Evin hanımı işe yeni başlayan hizmetçiye: -Biz 8’de kalkar, 9’da kahvaltı yaparız. Sen ona göre hazırlanırsın tamam mı? Dedi. Hizmetçi gayet sakin cevap verdi: -Uyanamazsam siz başlayın. Gülistan ÇİTİL 4/B Gülistan ÇİTİL 4-B Temel askerdeyken yeni başçavuş gelir ve tüm bölüğe şöyle der: -Sakın benim adımı unutmayın, benim adım Arslan Arslanoğlu. Eğer adımı unutursanız, geldiğimde canınızı okurum. Sonra da gider… Aradan haftalar geçer ve başçavuş gelir. Herkese adını sorar ve hepsi bilir. Sıra temele gelir… Temel: -Bir hayvan oğlu hayvandı ama haçen ismini bilemiyorum. Onur TAŞLI 4/B Yavuz BALLI 4-B Kader ZENTÜR 4-B Ali YABURGA 4-B 23 Onur TAŞLI 4-B Alpez Can GELDİ 4-B Ben önceden biraz çekingen bir çocuktum. Yabancı bir kimse gördüğüm zaman, hemen annemin kucağına kaçardım. 4 yaşına gelince annem beni bölgedeki bir anaokuluna haftada birkaç gün Arzu ERSOY göndermeye başladı. İlk başlarda gitmek istemedim ama sonra 5/A Sınıfı Öğretmeni alıştım. Yabancı insanlarla ve arkadaşlarla tanıştım. Öğretmenlerimle konuşurken büyüklerle konuşmayı öğrendim. Arkadaşlarımla geçinmeyi, yabancı çocuklarla arkadaş olmasını biliyorum artık. Evimize bir yabancı geldiğinde yine biraz Oyun benim en doğal hakkım utanıyorum ama eskisi kadar değil. Bu değişimi toplumun içine Devamlı oyun oynuyorum diye bana kızıyorsunuz. Yok, oyun başında katılmaya borçluyum sanırım. Ve topluma karışmanın en güzel yolu çok vakit geçiriyormuşum, işim gücüm oyunmuşum, kocaman adam da bizim için oyun. olmuşum daha hala oyun oynuyormuşum. Bir de bu şikâyetlerle rehberlik uzmanlarına gitmeniz yok mu, sizi hiç anlamıyorum. Gerçi siz de beni anlamıyorsunuz. Siz! Siz büyüklerim. Siz de bir sürü oyun oynuyorsunuz. Kahvelerin önünden geçerken tavla, dama, okey oynayan bir sürü amcalar görüyorum. Sonra iddia gişelerinin önünde, piyango gişelerinde şans oyunları oynayan sizler değil misiniz? Arkadaşlarınızla haftada bir yaptığınız maçlar bir oyun değil mi? Ya, iş aralarında bilgisayarlarınızdan karşılıklı oynadığınız Counter-Strike oyununa ne demeli? Facebook’da oynadığınız Farm Wille ne? Bir oyun değil mi? Oyun ve Yaş Üniversite gençlerinin oynadığı Tabu ne peki? Köylerimizde oynanan Dedim ya, “Oyunun yaşı olmaz.” diye. Koca koca amcalar bile cirit oyununu biz mi oynuyoruz? kahvelerde oyun oynuyor diye. O yüzden oyun oynamamın Bence bize hiç kızmayın. Çünkü siz de en az bizim kadar bitmesini beklemeyin benden. Her dönemde oynayacağım. Yaşıma, seviyeme ve çevreme göre oyunlar her yaş dönemimde olacak. oyuncusunuz. Ortamı olsa, misket de oynarsınız, sek sek de. Salıncağa da binersiniz, kaydırağa da. Aslında sizin de içinizde en az Psikolog amcaların dediğine göre sizin göreviniz benim yaş ve gelişim seviyeme uygun oyunları bulmakmış. Siz bulmasanız da ben bizimki kadar oyun isteği var ama “Koca adamın oyun oynaması ayıptır” anlayışından dolayı çekiniyorsunuz. Hadi, itiraf edin. kendim bulurum ama neyse siz yine de bana yardımcı olun. Bilgisayar Oyunları Anneciğim-babacığım şunu bilmenizi istiyorum. Oyun benim en doğal hakkım. Çünkü çocuk demek oyun demek. Yemek içmek benim için nasıl bir ihtiyaçsa emin olun oyun da benim için o kadar ihtiyaç. Oyun ve Öğrenme Aslında ben birçok şeyi oyunda öğreniyorum biliyor musunuz? Oyun benim için en büyük öğrenme alanı. Arkadaşlarımla nasıl ilişki kuracağımı, kurallara uymayı, başkasının sırasını beklemeyi, incitmeden konuşmayı hep oyunlarda öğreniyorum. Üstelik oyun oynarken yeni kelimeler duyuyorum. Bazen renkleri, bazen hayvanları, bazen de sesleri oyunda keşfediyorum. Anneciğim-babacığım eğer bana bir şey öğretmek ve anlatmak istiyorsanız bunun için en güzel alan oyun biliyor musunuz? Oyun esnasında söyledikleriniz adeta zihnime çakılıp kalıyor. Benimle oynarken bana söylemek istediklerinizi, oyundaki hayali bir kahramana, bir oyuncağa söyletin yeter. Geçen gün ne oldu biliyor musunuz? Tırnaklarım uzamıştı ve ben kesmek istemiyordum. Annemle birlikte oynarken annem arabamı aldı. Arabam tam uçarak benim elime konacaktı ki, birden durdu. “Neden gelmiyor” dedim. Annem dedi ki “Araban senin tırnaklarının uzadığını görmüş, uzun tırnaklı eller pis olurmuş, o yüzden gelmiyor” dedi. Hemen annemle birlikte tırnaklarımı kestim. Oyun ve Hayal Dünyası Biz çocuklar çok hayalciyiz. Aslında buna hayal dünyamız geniş demem gerekiyor sanırım. Oyun benim hayal dünyamı genişletiyor. Çünkü oyundaki plastik bir oyuncak bazen canavara, bazen çekice dönüşebiliyor. Bir çubuk bazen asker, bazen sopa, bazen de direk olabiliyor. Oyun oynarken düşünme, üretme yeteneklerim gelişiyor. Oyun ve Sosyalleşme Oyun benim topluma karıştığım, arkadaş edindiğim, insanları tanıdığım, arkadaşlarımla iletişim kurmayı öğrendiğim bir alan. Ben insan olduğumu, topluluğun bir üyesi olduğumu, sevilip sevilmediğimi arkadaşlarımla birlikte oynarken anlıyorum. Son zamanlarda herkes bizlerin bilgisayar karşısında oyun oynadığından şikâyetçi. Katılıyorum size. Üstelik bilgisayar oyunlarının pek öğreticiliği olmadığını, hayal dünyasını körelttiğini ve bizleri asosyal bir varlık yaptığını duydum. Ama ne yapabiliriz ki? Sizlerin zamanınızdaki gibi bizim sokaklarımız yok. Olsa bile anne ve babalarımız topluma güvenip bizi dışarı salmıyor ki. Diyelim dışarı çıktık, bakkallarda misket satılmıyor ki. Gazoz kapağını elimize alsak hemen “Pistir o, at onu!” diye atmamızı istiyorsunuz. Çamurla oynasak, “Üstün kirlenir.” diye kızıyorsunuz. Birazcık koşsak “Aman düşeceksiniz! Fazla koşma evladım terleyeceksin!” diyip durduruyorsunuz. Apartmandaki arkadaşlarımıza gitmek istesek “Onları rahatsız etmeyelim.” diyip engel oluyorsunuz. Gelelim eve. Evde boya yapamıyoruz, çünkü yerler kirlenirmiş. Çekyatlarda zıplayamıyoruz, örtüler bozulurmuş. Evde koşulmazmış, çünkü komşular rahatsız olurmuş. Oyuncaklarımızı dökerek oynayamazmışız, ev dağılırmış. Soruyorum size. Biz ne yapacağız peki? Bilgisayardan başka seçeneğimiz var mı? Etrafı dağıtmadan, hiç ses çıkarmadan, döküpkırmadan, ortalıkta çok görünmeden, annemizin televizyon dizilerine babamızın haberlerine maydanoz olmadan oynanacak başka oyun var mı? Bilgisayardan kurtulmamızı istiyorsanız öncelikle bize alternatif oyun seçenekleri sunmanız gerekir. Gelin beraber oynayalım. Açıkçası ben babamla oynamayı bilgisayarla oynamaya tercih ederim. Ama babam çok yoğun. İşten geç geliyor zaten. Sonrasında yemek, haber derken ben uyumuş oluyorum. Annem mi? O da gündüz komşularda, yemek hazırlama, ev işlerini görme telaşında. E, akşam olunca da bulaşıklar var. Sonrasında ise dizileri başlıyor. Onun da vakti yok. Yani bize bilgisayardan başka oyun alanı ve oyun arkadaşı kalmadı. Neyse çok uzattım herhalde. Ne yapayım ama kendimi her yerde böyle anlatamıyorum ki. Lütfen en doğal hakkım olan oyunlarıma saygı gösterin. Ve beni oyunlarla eğitin. 24 Tablonun Fiyatı DÜNYA ATASÖZLERİ Avrupa'nın ünlü sanat merkezlerinden birinde, çocuğun biri, vitrinde çok hoş bir tablo görür. Tablonun bedeli oldukça yüksektir. Çocuk bu tabloyu bir sonraki sene ağabeysinin doğum gününe almayı ister ve bir iş bulup kıt kanaat geçinerek biriktirdiği tüm para ile mağazaya gider. İnsan dışı ile karşılanır, içi ile uğurlanır. (MOGOLISTAN) Ne kadar az yüksekten uçarsan, düştüğün zaman o kadar az incinirsin. (TIBET) Kadın gölge gibidir, kendisini takip edenden kaçar, önünden gidenin arkasından koşar. (KONGO) Şanslıdır, tablo hala satılmamıştır. İçeri girer, tabloyu bir süre yakından izledikten sonra resmi yapan sanatçıyı bulur ve; "Ağabeyimin doğum günü için bu resmi satın almak istiyorum, tüm param da bu kadar" der. Ressam bir süre düşündükten sonra tabloyu paketler ve çocuğa satar. Çocuk paketini alır ve teşekkür ederek çıkar. Evlenmeden evvel gözlerinizi dört açın. Evlendikten sonra yarı yarıya kapayın. (PORTEKIZ) Mutluluk herkesin hayatından bir kere geçer. (VENEZUELA) İnsanlar yaşadıkça ihtiyarladıklarını sanırlar, hâlbuki yaşamadıkça ihtiyarlarlar. (ISKOCYA) Mağazada adamın arkadaşları da vardır ve şaşkın şaşkın Hakiki sevgi ayrılıkta unutulmaz. (BELCIKA) sorarlar: Allahın gülü dikenli yarattığına hayret edeceğiniz yerde, dikenler arasında gül yarattığına şükrediniz. (ARABISTAN) "Sen ne yaptın, o resmin değeri milyonlar ederdi. Neden bu kadar düşük bir rakama sattın?" Biri öteki kadar zengin olunca, kardeşler birbirlerini severler. (UGANDA) Ressam cevap verir: "Evet, ben bu resme milyonlarını verecek bir sürü insan bulabilirdim, ancak tüm servetini bu resme verecek kaç kişi bulabilirdim?..." Yaşını söyleyen kadın ya genç olduğu için kaybedecek bir şeyi yoktur ya da yaşlı olduğundan kazanacak bir şeyi yoktur. (MALEZYA) Çabuk gelen kotü şans, geç gelen iyi şanstan iyidir. (ARNAVUTLUK) Başkalarını azarlar gibi kendini azarla, kendini affeder gibi başkalarını affet. (ÇİN) Erkek yaşını saklamaya, kadın ise saklamamaya başladığı zaman yaşlanmıştır. (PERU) Güzellik, tabiatın kadınlara verdiği ilk hediye, ayni zamanda geri aldığı ilk şeydir. (ŞİLİ) Ömrünün sonuna kadar eşeğe binmektense, bir yıl ata binmek yeğdir. (HOLLANDA) Yatağa yattığım zaman, problemlerimi elbiselerimde bırakırım. (HOLLANDA) Sözün Özü: Günümüzde insanlar her şeyin fiyatını biliyor, fakat hiçbir şeyin değerini bilmiyorlar. Hacı Ömer AÇIKGÖZ 5-A (Oscar WILDE’dan alıntıdır) Kim Barbar Rahmetli Barış Manço, Fransa'da bir televizyon programına katılır. Her şey gayet güzel giderken, sunucu klasik Avrupalı edası ile: - Siz Türkler barbarsınız! Der. Bunun üzerine Barış Manço sunucuya üzerinde para olup olmadığını sorar. Sunucu, cebinden birkaç banknot çıkartıp Barış Manço'ya uzatır: - Şimdi bu paranın üzerindeki kim? Diye sorar sevgili Barış. Sunucu: Aşkın tokadı üzüm gibi tatlıdır. (MISIR) - General bilmem ne, bilmem neredeki savaşta kahramanlık yapmıştır. Taşı delen suyun kuvveti değil, damlaların sürekliliğidir. (BREZILYA) Sunucunu verdiği diğer banknotun üzerindeki resmi göstererek: Hiç bir mutfak iki kadını alacak kadar zengin değildir. (SUDAN) Üç taşınma bir yangına bedeldir. (JAPON) Nisan yağmuru, Mayıs çiçeği getirir. (KANADA) Bir yalan ne kadar hızlı olursa olsun, hakikat onu yetişip geçer. (KENYA) Küçük üzüntüler konuşurlar, büyük dertler dilsizdir. (NIJERYA) - Peki bu? - Teğmen bilmem ne, böyle etmiştir, şöyle etmiştir. Diye astıkları kestikleri insanlardan bahseder. Bunun üzerine Barış Manço cebinden birkaç banknot çıkarır ve üzerindekileri teker teker anlatır: - Bu Mevlana Celaleddini Rumi; ünlü bir Türk düşünürüdür. Bu Halit Refik KARAY; ünlü bir Türk Edebiyatçısıdır. Bu Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusudur. Birleşmek başlangıçtır, birliği sürdürmek gelişmedir; birlikte çalışmak başarıdır. (U.S.A) Sessizliğin üzerine sunucuya bakarak şöyle der: İdealler yıldızlar gibidir, onları tutmak mümkün olmaz ama karanlık gecelerde yolumuza onlar rehberlik ederler. (FRANSA) Melik DURAK 5-A - Şimdi siz söyleyin, kim barbar? Evinde huzurlu olmak istiyorsan eşinin bütün istediklerini yap. (NIJERYA) Yalan dörtnala gider, gerçek adım adım yürür, fakat gene de vaktinde yetişir. (NORVEC) Bir şekilde doğar, fakat binbir şekilde ölürüz. (YUGOSLAVYA) Hak yenir ama hazmedilmez. (YUNAN) Ağaç ne kadar yüksek olursa olsun, yaprakları yine de yere düşer. (ÇİN) Küçük kazançlar servet getirir. (JAMAIKA) Hüseyin ACAR 5-A Hüseyin ACAR 5-A 25 H. Ömer AÇIKGÖZ 5-A Melik DURAK 5-A BENİM İÇİN TEK VARLIK Seninle bir yağmur başlıyor iplik iplik. Bir güzellik doğuyor yüreğime şiirden. Martılar konuyor omuzlarıma. O güzel gözlerin ağrı oluyor birden. AH BİR BİLSEN Akşamlardan, gecelerden, senden uzağım. Şiirlerin rüzgârdır uzak dağlarda esen. Durgun sular gibi azalacağım. Bir gün birdenbire gelmezsen. Ah bir bilsen duyduklarımı, Sanki bir dağ ağırlığı kalkacak üzerimden Ve nehirler boşalacak bir an içerimden Sakın bilme! Yakup İLBASAN 7-A Anlatsan duyarım bütün güzelliklerimi. Erir dağlarımın başındaki kar. Sussan içerisinden kıymeti kopar. Sakın konuşma! DUYGULAR Ha küreğe mahkûm olmak ha prangaya vurulmak Ha görmemek gözlerini, hepsi de bir. Bütün kör düğümler çözülecek gözlerinde. Sakın bakma! Bir aşktır, İnsanı birbirine bağlayan. Bir kalptir, Seni ve beni yaşatan. Bir hüzündür ki, Ayrılınca acıtan. Bir haberin gelse iki satırlık, Yüreğim birdenbire kanatlanır, yücelir. Bir martı gibi çıkar kapına gelirim. Sakın yazma! Sevmek bir gül gibidir; Seversen açar. Ayrılırken dikeni, Kalbine batar. Çıkıp gittiğinden beri sessiz sedasız Başı boş kalan esir, zindanda yatan hürüm. Dönmesem çaresiz kalır ölüm. Sakın işitme! Ayşe LALECİOĞLU 6-B Yusuf HOŞER 7-A İMECE Tarladan ürün kaldırmaya Yetim yoksul damı onarmaya, Kışlık odun için dağa, Ve cami duvarının kerpicini karmaya… Pir Hacı Bektaş’tan, Hacı Bayram Veli’den beri, Yaşlısı, genci, Anadolu’nun kadını eri, Kulak verip gönül sesine, Sevap saymış imeceyi, hep baş görev bilmiş. Muhammet LALECİOĞLU 7-A BAYRAK VE YURDUM Bulutların ardında. Ay-yıldızlı bayrağım. Yurdumun her köşesinde, Şerefle dalgalanır. Her zaman yüreğimde, Kalbimdesin bayrağım. Varlığın beni yaşatır, En umutsuz anımda. Sensizliği düşünmem, Ufuklarda dalgalı, Ay-yıldızlı bayrağım. Yusuf HOŞER 7-A Ercan DOĞAN-Yusuf HOŞER 7-A 26 Ercan DOĞAN 7-A Yakup İLBASAN 7-A SENİN SEVGİNDEN KORKTUM Ölüm dediğin nedir ki gülüm! Ben senin için yaşamayı göze almışım. Bu sinsi, karanlık dünyada, Ölmekten değil, senin sevginden korkmuşum. Karanlığa ışık attım. Senin aydınlık sevgin sayesinde Kahpe kurşunlardan değil, Senin sevginden korktum. ÖĞRETMENİMİN SEVGİSİ Aydınlandım karanlıkta. Yok ettim gölgeleri. Büyük donanmalardan değil, Senin sevginden korktum. Canım öğretmenim. Sensin derdime derman. Bana yardımcı olursun, Derdimi paylaşan. Yakup İLBASAN- Yusuf HOŞER 7-A SENİN SEVGİNDEN KORKTUM Sensin bana ana, baba. Bilmediğimi öğreten. Yanlışımı düzelten. Sensin canım öğretmenim. Ölüm dediğin nedir ki gülüm! Ben senin için yaşamayı göze almışım. Bu sinsi, karanlık dünyada, Ölmekten değil, senin sevginden korkmuşum. Bizim için emek harcayan, Bizim için uğraşan. Bizi okutan, bilgi veren, Sensin canım öğretmenim. Karanlığa ışık attım. Senin aydınlık sevgin sayesinde Kahpe kurşunlardan değil, Senin sevginden korktum. Her sabah gülücüğüyle bizi karşılayan. Annemin sevgisini, Babamın sevgisini yaşatan, Sensin canım öğretmenim. Aydınlandım karanlıkta. Yok ettim gölgeleri. Büyük donanmalardan değil, Senin sevginden korktum. Cansel TAŞLI 7-A Yakup İLBASAN- Yusuf HOŞER 7-A ZEYTİN AĞACININ AĞIDI İLKBAHAR Yakacık'ta bir zeytin ağacıyım. Bir zamanlar, Rüzgârlar okşardı saçlarımı, Yapraklarım her sabah Güneşe gülerdi, Masalar dinlerdim yıldızlardan. Yaşamak güzeldi. Gelince ilkbahar, neşe saçar. Kuzular meleşir, kuşlar ötüşür. Ağaçlar çiçek açar, gelin gibi olur. Ben çok severim ilkbaharı. Çocuklar koşuşur kırda, bayırda. Ben hiç doyamam ilkbahara. Gelince hemen gitme ne olur. Benim çok sevdiğim ilkbaharım. Dört yanımda Kardeş ağaçlar, dost çiçekler vardı. Görseniz, ne yağmurlar yağardı bereketli, Kuşlar, çocuklar yerdi en çok Meyvelerimi. Ayşe ŞENGÜL 6-B Nasılda cömertti toprak ana, Sere serpe uzardı Dallarım gökyüzüne, İçten bir türküydü yaşamak O günler nerede! Yakacık'ta bir zeytin ağacıyım, Şimdi beton evler sardı çevremi, Artık ne dalım var, ne yaprağım, Biliyorum, bir gün kesecekler beni. Cansel TAŞLI 7-A Funda BALLI 6-A 27 Funda BALLI 6-A Ayşe ŞENGÜL 6-B ülke belki de İran’dır. İran’ın tamamen çöl ve dağ olan orta ve güneydoğu kesimi hariç bütün her yerinde Türklere ve Türkçeye rastlamak mümkün. Hasan Kağan YAYLA EGE ÜNİVERSİTESİ Türk Dili Okutmanı TÜRKÇENİN VATANI NERESİ? Dilimiz… Dünyayı kendisiyle tanıdığımız ve kendisiyle sevdiğimiz kimliğimiz. Hayatımız boyunca bizimle yaşayan; bilincimiz açıkken bir an bile ayrı kalamadığımız varlığımız. Annemizin bize en güzel emaneti. “Dil” kavramının birçok tanımı var elbette, ama maalesef çoğu onun “insan olmak”taki rolünü içermez. Oysa bize “insan” sıfatını veren kavram “dil”dir. Peki acaba bize “insan” sıfatı veren ve diğer insanlar içinde ayrı bir “kimlik” kazandıran güzel dilimiz Türkçemiz hakkında ne kadar şey biliyoruz? Mesela Türkçenin yaşayan diller arasında bilimsel olarak ispatlanmış en eski dil olduğunu biliyor muyuz? Bilinen en eski yazıyı icat ederek insanlık tarihini başlatan Sümerlerin Türkçeden 180 civarında kelime aldığından kaçımız haberdar? MÖ 3500 yıllarına tarihlendirilen Sümer tabletlerinde ses ve anlam bilime göre Türkçeden geçtiği ispat edilen “gişik “(eşik, kapı), “dingir” (tengri, tanrı) gibi kelimelerin bulunduğunu ve bu tanıkların dilimizin yaşını en az 5500 olarak ispat ettiğini biliyor muyuz? Ya da konuştuğumuz bu güzel dilin lehçeleri göz önüne alındığında Kuzey Kutbu’ndan Basra Körfezi’ne, Çin içlerinden Avrupa ortalarına kadar ana dil olarak yayıldığını ve dünyaya anadil olarak yayılan en büyük dil olduğunu hiç duyduk mu? Bu sorular çoğaltılmasına çoğaltılabilir ama karşımıza çıkan şu gerçek değişmez: Saçma sapan popüler özentiler uğruna harcadığımız ve el birliğiyle mahvettiğimiz Türkçe hakkında aslında pek de bir şey bilmiyoruz; daha da kötüsü hiç merak etmiyor ve bu konuları araştırmıyoruz. Ülkede en çok Türkçe konuşulan yer kuzeybatısında yer alan “Güney Azerbaycan” bölgesidir. Adından belli olacağı üzere bu bölgede Azerbaycan Türkçesi konuşuluyor. Azerbaycan Cumhuriyetinde 8 milyon Azerbaycan Türkü yaşarken en büyük şehri Tebriz olan bu bölgede Türkçe konuşan yaklaşık 30 milyon insan yaşıyor. Yani buradaki Türk nüfus Azerbaycan’dan çok daha fazla. Ve daha da önemlisi maalesef bizlerin de diline dolaşan ve bölgede yaşayan Türkler için Ruslar tarafından “Türk” kelimesinin yerine icat edilen tuhaf “Azeri” sözcüğünü burada duyma ihtimaliniz yok. Buradakiler kendilerine Türk; dillerine de Türkçe diyorlar. Şah İsmail zamanında Anadolu’dan gelen Türkmenlerin torunları da burada yaşıyor ve hala Yörüklük yapıyorlar. Buradaki konargöçer aşiretlere “Şahsevenler” deniliyor. Şahsevenler de Azerbaycan Türkçesi ile konuşuyorlar. Bu bölgeden olan yaklaşık 7 milyon Türk ise ülkenin başkenti Tahran’da yaşıyor. Yani 10 milyon nüfusa sahip Tahran’da alış veriş yapmak isterseniz Türkçe bilmeniz yeterli. Çünkü başkentin yüzde yetmişi Türklerden oluşuyor. Tahran’da bir dükkana girin ve ne almak istediğinizi Türkçe söyleyin, eğer girdiğiniz dükkanda sizi anlamamışlarsa hemen yandaki dükkana gidin, inanın bu sefer karşınızdaki kesinlikle Türk olacaktır. Ülkenin ortalarından güneyindeki Basra Körfezine kadar olan bir alanda ise “Kaşgay” Türkleri yaşıyorlar. Eskiden göçerlik yapan Kaşgay Türkleri artık yerleşik durumdalar. Bu arada bir popüler kültür bilgisi verelim: Kendilerinden haberdar olmadığımız Kaşgay Türklerinden haberdar olan Nissan otomobil şirketi ürettiği bir arazi aracının adını “Kasgai” yani “Kaşgay” koydu. Ülkedeki Kaşgay Türklerinin nüfusu 2 milyon civarında. Ülkenin Kuzeybatısında ise Türkmen Sahra bölgesi var. Burada da 3 milyona yakın Türkmen Türkçesi konuşan Türk var. Türkmenler Sünni mezhebine bağlı iken kalan bütün diğer Türkler Şii mezhebindeler. Ayrıca Kızılbaşlar, Horasanlılar, Sıra konumuzun esası olan cevabı içeren soruda; Halaçlar gibi küçük Türk boyları da İran’da yaşayan Türkler acaba kaçımız Türkiye’den sonra en çok Türkçe konuşulan arsındalar. ülkenin hangisi olduğunu biliyor? Biraz düşünelim bakalım acaba Görüldüğü gibi İran tarihi geçmişi ve barındırdığı Türkiye dışında en çok Türk hangi ülkede yaşıyor? Belki de büyük Türk nüfusu ile bir Türk ülkesi. Ne yazık ki günümüzde çoğumuzun aklına şu anda bağımsız cumhuriyetler olan İran Türkleri dillerinden uzaklaştırılıyorlar. 80 milyona yakın Kazakistan, Kırgızistan gibi ülkeler gelecek. Ama bu sorunun nüfusu olan İran’da yaklaşık 35 milyon kişi tarafından ana dil cevabı olan ülke hiç uzakta değil, hatta sınır komşumuz. Resmî olarak konuşulan Türkçenin Farsça, Lorca, Belucça, dili Farsça olmasına rağmen birçoğumuz tarafından kullandığı Mazenderanca, Gılekçe, Arapça, Kürtçe gibi çok farklı dillerin alfabe sebebiyle Arapça konuştuğu zannedilen bir ülkeden konuşulduğu bir yerde çoğunluğun dili olmasına rağmen resmi bahsedeceğim; İran’dan… dil kabul edilmemesi gerçekten de şaşılacak bir durum. İran, komşumuz olmasına rağmen hakkında çok şey bilmediğimiz ülkelerden birisi. Ve bilmediğimiz en önemli gerçek ise ülkede ana dil olarak konuşulan diller arasında yaklaşık 35 milyon kişi tarafından konuşulan Türkçenin birinci sırada olması. Tarih öğretimimizde sıklıkla tekrarlanan hatalardan biri olan “Türk-İran İlişkileri” başlığı bizim bu ülke hakkında pek bir şey bilmememizin en büyük sebeplerinden birisi. Çünkü İran, Selçukluların kurulduğu ülke olarak yaklaşık bin yıldır Türklerin idare ettiği bir coğrafya. Bizim tarih kitaplarımız görmek istemese de İran bin yıl boyunca sırasıyla Selçuklular, Karakoyunlular, Akkoyunlular, Safeviler, Avşarlar ve Kacarlar gibi değişik Türk boylarınca yönetilen bir Türk ülkesiydi. İngilizlerin ayak oyunlarıyla 1926’da Fars kökenli Rıza Pehlevi’nin başa gelmesiyle ülkede Türk yönetimi bitti ve ülke hızla Farslaştırılma sürecine girdi. Ülkedeki en büyük etnik grup olan Türkler yok sayıldı ve o coğrafyada en çok konuşulan dil olan Türkçe dışlandı. Bir ülkede en çok konuşulan dilin resmi dil olmadığı tek Türkiye’den sonra en çok Türkçe konuşulan ikinci ülke olarak hafızalarımızda yer almayı çoktan hak eden bir ülke İran. Bu anlattığım bilgileri şiir ve nesir ürünleri ile desteklemek isterdim ama yazının çok uzayıp okuyucuları sıkmasını istemem. Elbette gelişen teknolojinin hayatımızı ele geçirdiği bu yıllarda, bu yazıyı okuduktan sonra İnternette İran Türkleri ve İran Türkçesi ile ilgili bilgi ve belgelere ulaşmak da okuyuculara düşüyor. Doğudan batıya, kuzeyden güneye Asya ve Avrupa kıtalarına anadil olarak yayılmış güzel Türkçemizi biraz merak etmek, Türkçenin gizli hazinelerinin önümüze olanca ihtişamı ile serilmesi için yeterli olacaktır. Bu hazine de hayata ve dünyaya bakışımızı daha da netleştirecek bir mercek olacaktır. Yazımı Atatürk’ün sözleriyle bitirmek istiyorum: “Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması, millî hissin gelişmesinde başlıca müessirdir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki, bu dil şuurla işlensin.” 28 yapıp Atamızın yanına gelmiş ve kulağına “Çanakkale savaşında dedesini öldürmüşüz o yüzden size bu şekilde sert sert bakıyormuş” demiş. Atamızın cevabı ise çok net ve kısa olmuş. "Sor bakalım dedesinin Çanakkale'de ne işi varmış..." Gizem AYER 6-A BİZİM DE LİDERİMİZ OLUR MUSUNUZ? ATATÜRK’TEN EĞİTİMLE İLGİLİ ÖZLÜ SÖZLER Bir gün Müslüman memleketlerinden birinde (Mısır’da) bağımsızlık davası için çalışan liderlerden biri, Mustafa Kemal'i görmeye gelmişti. Kendisine: Bir millet irfan ordusuna sahip olmadıkça, muharebe meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin kalıcı sonuçlar vermesi ancak irfan ordusuna bağlıdır. 1923 -"Bizim hareketin de başına geçmek istemez misiniz?" diye sordu. Öğretmenler her fırsattan yararlanarak halka koşmalı, halk ile beraber olmalı ve halk, öğretmenin çocuğa yalnız alfabe okutan bir varlıktan ibaret olmayacağını anlamalıdır. 1927 Olabilecek şey değildi ama insan yoklamalarını pek seven Mustafa Kemal: Milli eğitimde süratle yüksek bir seviyeye çıkacak olan bir milletin, hayat mücadelesinde maddi ve manevi bütün kudretlerinin artacağı muhakkaktır. 1928 -"Yarım milyonunuz bu uğurda ölür mü?" diye sordu. Adamcağız yüzüne bakakaldı. Milli eğitim ışığının memleketin en derin köşelerine kadar ulaşmasına, yayılmasına özellikle dikkat ediyoruz. 1924 -"Fakat Pasa Hazretleri yarım milyonumuzun ölmesine ne lüzum var? Başımızda siz olacaksınız ya..." Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenden, eğiticiden yoksun bir millet henüz millet adını almak kabiliyetini kazanmamıştır. Ona basit bir kitle denir, millet denemez. Bir kitle millet olabilmek için mutlaka eğiticilere, öğretmenlere muhtaçtır. 1925 -"Benimle olmaz beyefendi hazretleri, yalnız benimle olmaz. Ne vakit halkınızın yarım milyonu ölmeye karar verirse, o zaman gelip beni ararsınız." İsmehan YAŞIM 6-A Yeni nesil, en büyük Cumhuriyetçilik dersini bugünkü öğretmenler topluluğundan ve onların yetiştirecekleri öğretmenlerden alacaktır. 1924 Türkiye’nin birkaç yıla sığdırdığı askeri, siyasi, idari inkılâplar sizin, sayın öğretmenler, sizin sosyal ve fikri inkılâptaki başarılarınızla pekiştirilecektir. Hiçbir zaman hatırlarınızdan çıkmasın ki, Cumhuriyet sizden “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” nesiller ister. 1924 Öğretmenler; yeni nesli Cumhuriyetin fedakâr öğretmen ve eğitimcileri, sizler yetiştireceksiniz, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır. Eserin kıymeti, sizin beceriniz ve fedakârlığınızın derecesiyle orantılı olacaktır. Cumhuriyet; fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek karakterli koruyucular ister. Yeni nesli, bu özellik ve kabiliyette yetiştirmek sizin elinizdedir... Sizin başarınız, Cumhuriyetin başarısı olacaktır. 1924 Deniz GÖKÇE 6-A YENİ TÜRK ALFABESİNİN KABULÜ Atatürk 1928 yılı Haziran' ında, yeni Türk Alfabesi' nin tespiti ile ilgili bir komisyon kurulmasını istedi. Çalışmaların sonucu olan alfabeyi Ata'ya Falih Rıfkı Atay getirdi. Atatürk bunları uzun uzun inceledi ve sordu: - Yeni yazıyı uygulamak için ne düşündünüz? Falih Rıfkı: - Bir onbeş yıllık uzun, bir de beş yıllık kısa süreli iki öneri var dedi. Öneri sahiplerine göre ilk zamanlar iki yazı bir arada öğrenilecekti. Gazeteler yarım sütundan başlayarak yavaş yavaş yeni yazılı kısmı artıracaklardı. Daireler ve yüksek okullar içinde bazı yöntemler düşünülmüştü. Atatürk Falih Rıfkı’ya baktı: SOR BAKALIM DEDESİNİN ÇANAKKALE'DE NE İŞİ VARMIŞ Savaş sonrası, ülkelerin subay ve üst düzey yöneticilerinin katıldığı bir resepsiyon verilmiş. Ulu önder Atatürk de bu resepsiyona katılmış. Davet süresince bir subay atamıza gözlerini dikmiş bir şekilde sürekli sert sert bakıyormuş. Atatürk bu durumdan rahatsız olmuş ve yanındaki subaylardan birini gönderip sorunun ne olduğunu öğrenmek istemiş. Atamızın yardımcı subayı görüşmesini - Bu, ya üç ayda olur ya da hiç olmaz, dedi. Hayli radikal bir devrimci iken Falih Rıfkı dahi sasırmış ve bakakalmıştı. Atatürk devam etti ve: - Çocuğum, dedi, gazetelerde yarım sütun eski yazı kaldığı zaman dahi herkes bu eski yazılı parçayı okuyacaktır. İşte bu yüzden olmaz, dedi. Esra ŞENGÜL 6-B 29 BAŞÖĞRETMEN ATATÜRK Yazı devriminden sonra(1928),Atatürk'ün kara tahta başındaki resmi görülünce, O’na "başöğretmen" denilmeye başlanmıştı. Aslında, adlandırmada geç kalınmıştı. Kurtuluş Savaşı’ndan hemen sonra, bir İstanbul gazetecisi kendisine söyle bir soru yöneltmişti: -Yurdu kurtardınız. Simdi ne yapmak isterdiniz? Hiç duraklamadan su cevabi vermişti: YANINA ALDIĞI İLK ER O, Samsun'a çıktığı zaman, üstü başı yırtık, postalları patlamış, silahsız bir er gördü. Yüzünün rengi bakıra dönmüş, eriyip kemik ve sinir kalmış bu Türk askeri ağlıyordu. O'na sordu: - Asker ağlamaz arkadaş, sen ne ağlıyorsun? Er irkildi, başını kaldırdı. Bu sesi tanıyordu ve bu yüz ona yabancı değildi. Hemen doğruldu ve Anafartalar'daki Komutanını çelik yay gibi selamladı. - Söyle niçin ağlıyorsun? -Milli Eğitim Bakanı olarak Türk Kültürünü Yükseltmeye çalışmak, en büyük amacımdır. Ondan sonra Atatürk nerede görünse, mutlaka orada bir okula girer, öğretmen ve örgencilerle konuşurdu. Birgün Atatürk'ün yolu köy okuluna düştü. Tek sınıflı okulda bir genç öğretmen ders veriyordu. Atatürk sınıfa girince, öğretmen kürsüsünü terk etti. Atatürk: -Hayır, yerinizde oturunuz ve dersinize devam ediniz, dedi. Eğer izin verirseniz, bizde sizden faydalanmak isteriz. Sınıfa girdiği zaman, Cumhurbaşkanı bile öğretmenden sonra gelir. İç Anadolu'nun yanık yürekli çocuğu içini çekti: - Düşman memleketi bastı, hükümet beni terhis etti. Silahımızı elimizden aldı. Toprağıma giren düşmanı ne ile öldüreceğim? Kemal Atatürk, er'in omzuna elini koydu: - Üzülme çocuğum, dedi. Gel benimle! Ve Samsun deposunda giydirilip silahlandırarak yanına aldığı ilk er bu Mehmetçik oldu. Zuhal BASTI 7-A Toprak YELKIRAN 6-B KAHRAMAN TÜRK KADINI (17Mart 1923 Tarsus) Mustafa Kemal İstasyon’dan şehre doğru, bir süre yaya olarak yürüdü. O'nu görmek için sabahtan itibaren yolları dolduran Tarsusluların arasından neşe ile selamlar vererek, ilerledi. O sırada ansızın bir olayla karşılaştı. Milli Mücadele'deki çete giysili bir kadın, Atatürk'ün yolunu keserek ayağına kapandı. Gözyaşlarıyla söyle haykırıyordu: - "Bastığın toprağa kurban olayım Paşam!" Mustafa Kemal onu yerden kaldırmak için eğilirken kulağına bu kadının Kurtuluş Savaşında cephelerde çarpışmış olan (Adile Çavuş) olduğunu fısıldadılar. ATATÜRK'TEN ÇOK GÜZEL BİR ANI: İzmir kurtulur, çok tatlı bir yorgunluk, Atatürk ve silah arkadaşları Ankara'ya hareket edecekler. Trene binerler kompartımana çekilirler. Gözlerinden iki damla yas düsen Mustafa Kemal, bu güneşten yüzü yanmış kadının elinden tutup ayağa kaldırdı ve ona söyle seslendi: - "Kahraman Türk kadını! Sen yerlerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde yükselmeye layıksın." Leyla ERELİ 7-A Ertesi gün kompartımanın kapısını çalar yaveri, açar. Yorgun, bitkin, kravatını yıkamaktadır Atatürk. Yaveri "ya paşam bu ne hal hiç uyumadınız herhalde niye böylesiniz" der. "Ya çocuk kompartımanıma yastıkla battaniye koymayı unutmuşsunuz. Kolumu yastık yaptım ağrıdı, setremi yastık yaptım üşüdüm. Bende uyuyamadım kalktım" der. Deniz GÖKÇE 6-A Gizem AYER 6-A İsmehan YAŞIM 6-A Esra ŞENGÜL 6-B Gürkan ÜŞÜNTÜ 6-B Toprak YELKIRAN 6-B Leyla TERELİ 7-A Zuhal BASTI 7-A Yaveri; "aman paşam! Birimize haber vereydiniz hemen size bir yastıkla battaniye getirirdik" der. Bir ülke kurtarmaktan dönen komutan tarihi bir cevap verir. "Geç fark ettim. Hepiniz en az benim kadar yorgundunuz. Hiçbirinize kıyamadım. Önemli olan benim uyumam değil milletimin rahat uyuması". Gürkan ÜŞÜNTÜ 6-B 30 yüklemiş bir amca, o gariban çocukların küçücük ellerine kitap ları verir. Düşünün, Noel Baba gibi. Noel Baba yalan, Mustafa Amca ise gerçek. Geyikler yerine eşeği var. Eşek de daha gerçek, Mustafa Amca da. - Çocuklar bunları okuyun, aranızda da değişin. On beş gün sonra aynı gün gelip alacağım. Aman yıpratmayın, diğer köylerdeki arkadaşlarınız da okuyacak" der. Mustafa artık Ürgüp'teki kütüphanede bir iki gün durmakta, diğer günler eşeği Yüksel'le köy köy gezmektedir. Köylerdeki çocuklar Eşekli Kütüphaneciyi her seferinde alkışlarla karşılarlar. Kalpleri küt küt atar heyecandan, sevinç içinde yeni kitapları beklerler. Mustafa Amca'nın ünü etrafa yayılır. Diğer devlet memurları makam odalarında sıcak sıcak oturup iş yapmazken, Mustafa'nın eşeği Yüksel yediği otu hepsinden fazla hak etmektedir. Zamanla insanlar kütüphaneye de gelmeye başlar. Mustafa bakar ki kütüphaneye kadınlar hiç gelmiyor. Zenith ve Singer'e mektup yazar: "Bana dikiş makinesi yollayın, firmanızın adını kütüphanenin girişine kocaman yazayım" der. Zenith dokuz tane, Singer bir tan e dikiş makinesi yollar (ilk sponsorluk faaliyeti). Salı günlerini kadınlar günü yapar. Kumaşı alan kadın kütüphaneye koşar. On makine yetmediği için sıra oluşur. Sırada bekleyen kadınların eline birer kitap verir, beklerken okusunlar diye. Okuma-yazma oranının düşüklüğünü görünce halkevlerine okuma yazma kursları vermeye gider. Halktaki bu gayreti gören Mustafa gelir getirmesi açısından önem taşıyan Halıcılık kursları başlatır, bölgede halıcılığı canlandırır. EŞEKLE GELEN AYDINLIK Yıl 1943. Genç Mustafa'nın tayini kütüphaneci olarak Ürgüp Tahsin Ağa Kütüphanesi'ne çıkar. Devlet memurluğu o dönemde süper bir şey. Çünkü özel sektör falan yok. Bizimki kütüphanede heyecanla okurları bekler; bir gün olur, beş gün olur, gelen giden yok. Etraftakilerle konuşur, herkese anlatır: - Bakın kütüphane bomboş duruyor, gelin kitap okuyun." Gelen giden olmaz. Amirlerine durumu bildirir. - Kardeşim otur oturduğun yerde, maaşını düzenli alıyon mu, almıyon mu? - Alıyorum. - Eee, o zaman ne karıştırıyon ortalığı, gelen giden olsa maaşın mı artacak? Başına daha fazla bela alacan, o kütüphaneye yıllardır kimse gelmez zaten. 23 yaşındaki genç memur "Ne yapayım, ne yapayım?" diye düşünür durur. Sonunda aklına bir fikir gelir, eşine söyler. Eşi önce "Deli misin bey?" der, ama kocasının bir şeyler üretme, işe yarama çabasını yakından görünce fikri kabullenir. O dönem devletteki amirlerinin çıkardığı tüm engellerin tek tek, binbir güçlükle üstesinden gelir. Çünkü o zaman da şimdiki gibi, "Aman bir şey yapmayalım da başımıza bir iş gelmesin. Çalışsan da aynı maaş, çalışmasan da" zihniyeti aynen var. O bıyıklı, kravatlı, asık yüzlü, sigara kokan, arkalarındaki Atatürk resminden utanmayan, ama ülkesine gram faydası olmayan bürokratları zorlukla ikna eder ve bir eşek alır. İki tane de sandık yaptırır. İki sandığa, kalınlığına göre 180-200 kitap sığar. Sandıkların üstüne "Kitap İare Sandığı" yazar. Kitapları eşeğe yükler ve köy köy gezmeye başlar. Bu arada valilik Mustafa hakkında dava açar, "kendi görev tanımı dışında davranıyor" diye. 50 yaşına gelen Mustafa Amca baskıyla emekli edilir. Mustafa Amca köylüler arasında efsane olur, yıllar geçtikçe köylerdeki çocuklarda okuma aşkı yerleşir. 2005 yılında Mustafa Amca vefat eder. Tüm Kapadokya çok üzülür, aralarında toplanırlar. Ürgüp'e "Eşekli Kütüphaneci" Mustafa GÜZELGÖZ ve eşeğinin heykelini dikerler. Girişimcilik ne biliyor musun? Bulunduğun yere yenilik katmalısın. Mutlaka adım atmalısın. Yaptığın iş olduğu yerde durup duruyorsa, sende bir uyuzluk vardır arkadaş. İnsan var, dokunduğu yere değer katar; insan var, dokunduğu yere değer kaybettirir. Bakın Nevşehir'den ve bu ülkeden nice müdür, amir, vali, bürokrat, milletvekili, politikacı geçti; binlercesinin adını kimse hatırlamaz ama Mustafa GÜZELGÖZ ve eşeğinin heykeli var. Kütüphaneye de bir yazı asar: "Sadece Pazartesi ve Cuma günleri açıyoruz." Köydeki çocuklar şaşırır. Eşeğe bir sürü kitap Derya İLBASAN 6-B 31 KALDIRIMLAR vitrini gibi kullanmakla kalmamış, dükkânının önüne herhangi bir aracın park etmemesi için yola evet “YOLA” satacağı bisikletleri dizmiş. Bazılarınızın, edep sınırlarını aşarak “oha” dediğini duyar gibi oluyorum. Öyle ya yayalar için ayrılmış ve “Kamu Malı” sayılan kaldırımı bu şekilde işgal etmeyi insan psikolojisiyle açıklamak mümkün değil. Bence bunları yapma nedenleri sadece çok para kazanma hırsı ve kültürsüzlük. Şehirleşmeyi becerememiş belediyelerimizin öksüz çocuklarıdır kaldırımlar. Evden dışarıya adım attığımızda fark ederiz onları. Kimi yüksek kimi alçak, kimi dar kimi geniş ama hepside ortak bir amaç için oluşturulmuş; biz yayalar için bir şehrin olmazsa olmazları. Ne yazık ki günümüz belediyeleri kaldırımlara gerekli önemi verebilmiş değiller. Hatta bazı belediyelerimizin bırakın önem vermeyi, ne yazık ki bu önemi bile kavrayamamışlardır. Yolun olması onlar için önemlidir, asfalt veya taş döşeme yaparlar. Hatta yolla kaldırımı ayırmak için (rastgele de olsa) kenar taşlarını döşerler. Göze batacak yerdeyse kaldırımın taşları da döşenir. Hepsi o kadar. Kaldırımdan yürümenin mümkün olmadığını anlayıp etrafa göz atarak yoldan yürümeye devam ettik. Kaldırımlarda daha başka nelerimiz var görebildiklerimizi saymaya çalışalım. Traktör, otomobil, ziraat aletleri, römork, ağaç, çöp konteynırı, lağım akıntıları, dükkânlara ait ticari mallar, berberlerin havlu kurutma askıları, kahvehane masaları (müşterileriyle beraber), Lokanta masaları, inşaat artıkları, inşaat malzemeleri, ağaçlar sadece göz ucuyla görebildiklerimiz. Bu kaldırımın yüksekliği ne kadar olmalı? Genişliği ne kadar olmalı? İnsanların rahat yürüyebileceği cinsten bir taşla döşenmiş mi? Özürlüler için, özürlü araçları için rampalar var mı? Çoğu belediye düşünmez bunları. Yolları yapayım da kaldırımlar nasıl olsa fark etmez görüşündedirler. Bir düşünür “ kaldırımların yüksekliği bir ülkenin gelişmişlik seviyesi ile ters orantılıdır” demiş. Demek ki memleketin gidişatını anlamak için fazla uzağa gitmemiz gerekmeyecek… Bir belediye başkanına “Başkanım, yayaların geçmesi için yapılmış olan yaya kaldırımını, ağaç dikerek kullandınız bu yayalara saygısızlık değil midir” diye sormuşlar. Başkan da gayet pişkin “Bizim millet zaten kaldırımdan yürümez” demiş. Bir yaya kaldırımını bile vatandaştan esirgeyen anlayışın son bulması en büyük dileğimiz. Bu iş sadece dilemekle olmaz tabii. Kaldırımların fiziki durumu madalyonun sadece bir tarafı. Diğer tarafı ise içler acısı. Belediyenin iyi veya kötü, yapmış olduğu kaldırımları kullanabiliyor muyuz peki? “Nerede efendiiim” dediğinizi duyar gibi oluyorum. Öyle ya bizim kaldırımlardan yürümek, olimpiyatlardaki “Pentatlon” yarışını tamamlamaktan daha zor. Abarttığımı düşünenler hemen bir sokak kaldırımına çıkıp yürümeye başlayabilirler. Bana hak vereceklerine adım kadar eminim. Hangi şehirdeydi hatırlamıyorum bir grup genç üzerinde “Kaldırımımı Geri Ver” yazılı kâğıt bastırmışlar. Yaya kaldırımını işgal etmiş olan otomobil ve bilumum engellerin üzerine bu çıkartmaları yapıştırıyorlarmış. Karanlıktan şikayet etmek yerine, bir mum yakmayı tercih ettikleri için onları tebrik ediyorum. İsterseniz sizinle kısa bir kaldırım yolculuğu yapmaya çalışalım. En yakın kaldırıma çıkıyoruz. Çıkmamızla inmemiz hemen bir oluyor. Çünkü önümüzdeki market dükkânındaki malların yarısını kaldırıma dizmiş ve dükkânından yola bir koridor oluşturmuş. İlk “Lehavle” mizi çektik, marketi geçip tekrar kaldırıma çıktık. Daha iki adım atmıştık yolumuz bir masa tarafından kesildi. Neymiş efendim, sigara yasağı yüzünden içeride oturamıyormuş vatandaş. Kaldırım var ya, koy masayı (babanın malı gibi) kaldırıma müşteri hem sigara hem çay içsin!!! Kaldırımına önem vermiş, doğaya ve insana saygılı bir Germencik’te yaşamak düşünceleriyle hoşçakalın… Hatice TOSUN, Melisa NEŞELİ, Asya DEMİR 7-A Olmayacak indik yola, kahvehaneyi geçtikten sonra tekrar kaldırıma çıkmak istedik. Mümkün değil, yolun kenarından değil ortasından yürümek zorunda kaldık bu sefer. Beyaz eşya satan bir ticarethane kaldırımın tamamını beyaz eşya 32 Hatice TOSUN 7-A Melisa NEŞELİ 7-A Asya DEMİR 7-A JEOTERMAL ENERJİ İLE İLGİLİ BİR SÖYLEŞİ Efecan EĞRİBOYUN : Jeotermal Enerji nedir? Kabil BİRALMIŞ* : Jeotermal kaynak kısaca yer ısısı olup, yerkabuğunun çeşitli derinliklerinde birikmiş ısının oluşturduğu, kimyasallar içeren sıcak su, buhar ve gazlardır. Jeotermal enerji ise jeotermal kaynaklardan doğrudan veya dolaylı her türlü faydalanmayı kapsamaktadır. Efecan EĞRİBOYUN : Jeotermal enerjinin diğer enerji türlerine göre avantajları nelerdir? Kabil BİRALMIŞ : Jeotermal enerji günümüzde fosil enerji kaynaklarına göre önemli avantajlar sunmaktadır. Bunlar: Yerlidir, Yenilenebilir, Ucuzdur, Çevre dostudur, Dışa bağımlılığı yoktur. Dünyada kullanım alanları oldukça gelişmiştir. Elektrik elde etme, ısıtma, soğutma, termal turizm, mineral-tuz eldesi, endüstride kullanım (entegre) gibi çok amaçlı olarak kullanma şansı yaratmakta olup topluma ve ekonomiye katkısı büyüktür. Ömerbeyli bölgesinde bulunan jeotermal enerji potansiyelinin güvenilir, ekonomi ve kaliteli biçimde ekonomiye kazandırılması Elektrik üretimi için kullanılan kaynakların çeşitliliğinin artırılması Seracılık için kullanıldığında sera gazı emisyonlarının azaltılması Atıkların değerlendirilmesi Çevrenin korunması Efecan EĞRİBOYUN : Bir Jeotermal santral kurabilmek için hangi izinlerin alınması gereklidir. Kabil BİRALMIŞ : Jeotermal santral kurabilmek için değişik kurum ve kuruluşlardan izin alınması gerekmektedir bunlar: Elektrik Üretim Lisansı Teşvik Belgesi MTA Sözleşmesi ÇED Gerekli Değildir Belgesi Fizibilite Raporu Mühendis Sözleşmesi Türkiye, dünyada jeotermal zenginliği ile yedinci sırada yer TPIC Sözleşmesi almasına rağmen mevcut potansiyelinin sadece yüzde 4’ünü Proje Finansmanı Hakkında kullanabilmektedir Efecan EĞRİBOYUN : Jeotermal çalışmalarınız devam etmekte Efecan EĞRİBOYUN : Jeotermal santralin buraya kuruluş amacı midir? Bu alanda jeotermal potansiyel ne kadardır? nedir? Kabil BİRALMIŞ : Sahada bu güne değin MTA tarafından yapılan yapılan detay jeoloji, jeokimya, jeofizik, sondaj ve test çalışmaları, Kabil BİRALMIŞ : Bunun birçok sebebi var bunlar: sıcaklığı 200 °C den fazla bir rezervuarın varlığını ortaya çıkarmıştır Jeotermal kaynağın elektrik enerjisi üretimi amaçlı (MTA, 1988). 2002 yılında MTA tarafından yapılan jeofizik kullanımının yaygınlaştırılması 33 değerlendirme raporu sonuçları, Germencik jeotermal anomalisinin Mevcut planlamaya göre, ruhsat alanımızı batısında yer alan yaklaşık 50 km²’lik alana yayıldığını göstermektedir. yaklaşık ¼ lük bölümü enjeksiyon alanıdır. Bu alan üzerindeki 5 kuyu enjeksiyon kuyusu olarak seçilmiştir. Bu kuyuların rezervuar Sahadan sürdürülebilir enerji üretiminin sağlanabilmesi ve sıcaklıkları 191-205 °C arasında değişmektedir. Bu sıcaklık değerleri rezervuarda oluşacak basınç düşümünün en aza indirilmesi ve çevre “binary cycle yöntemi” ile enerji üretimine çok uygun değerlerdir. kirliliği oluşturmamak için, atık jeotermal suyun sahanın batı bölümünde açılan kuyulara geri basılması uygun bulunmuştur. Efecan EĞRİBOYUN : Jeotermal bölgede birçok kuyunun açılmış olduğunu gördük. Bu kuyular arasında özellik olarak herhangi bir GÜRMAT, Ömerbeyli jeotermal sahasının yüksek sıcaklıklı alanın farklılık var mıdır? potansiyelini kullanarak ilk aşamada 47.4 MWe kurulu gücü olan bir santrali gerçekleştirmiş olup; santralde enerji üretim test Kabil BİRALMIŞ : Ömerbeyli jeotermal sahasında MTA çalışmalarına Mart/2009 ayı içerisinde başlanılması planlanmıştır. tarafından 1982-1986 yılları arasında dokuz adet arama ve üretim kuyusu açılmıştır. GÜRMAT, Germencik jeotermal santralının jeotermal akışkan üretimi ve atık jeotermal su enjeksiyonu için 9 adet yeni jeotermal kuyuyu 2007-2008 yılları arasında, uygun yeni sondaj teknolojileri uygulayarak açmıştır. ÖB-5, 6, 8, 10, 11, 14, 17 ve 19 no.lu kuyular üretim, ÖB-9, AG-22, 24, 25 ve 26 no.lu kuyular jeotermal su enjeksiyon ve ÖB-3 kuyusu ile kondense su enjeksiyonu için kullanılacaktır. Aydın-Germencik Ömerbeyli jeotermal sahası, Büyük Menderes Grabeninin batı bölümünde Ömerbeyli-Alangüllü yerleşim yerleri sınırları içinde yer alan yüksek sıcaklıklı bir sahadır. En yüksek 232 °C sıcaklığa sahip Ömerbeyli jeotermal rezervuarı “su baskın” (waterdominated) bir jeotermal rezervuardır. Fay kontrollü hidrotermal tip Ömerbeyli jeotermal sahası, arama ve üretim sondaj çalışmaları ile, belirlenmiştir (MTA 1988). Sahada MTA tarafından yapılan yapılan jeolojik, jeofizik, sondaj, test ve jeokimya çalışmaları, rezervuar sıcaklığını 200-215 °C üzerinde Santral için toplam 8 adet üretim kuyusundan 2530 ton/saat olduğunu göstermiştir. jeotermal akışkan üretimi planlanmaktadır. Santralden yılda 8200 saat elektrik üretimi öngörülmesi halinde; jeotermal rezervuardan Efecan EĞRİBOYUN 6-A yılda yaklaşık 20.8 milyon metreküp jeotermal akışkan üretimi * Kabil BİRALMIŞ, Germencikte faaliyet yapılacaktır. Bu miktarın yaklaşık 16.4 milyon metreküpü (%79) gösteren Gürmat Jeotermal Elektrik reenjeksiyon yoluyla yeniden Sahanın batı bölümünde yer alan Santrali’nin yüksek mühendisidir. enjeksiyon kuyularına basılacaktır. Ayrıca, kondenserde yaklaşık 100 ton/saat kondense su da rezervuara geri basılacaktır. 34 JEOTERMAL ENERJİNİN ELDE EDİLİŞİ 6-7 bar gibi basınçtadır ve türbin hızlandırmada kullanılır. Alçak Basınç Seperatörü : Bu kısımda, Yüksek Basınç Seperatörü’nden gelen kızgın buhar-su içindeki su ayrıştırılarak daha düşük basınçlı bir kuru buhar elde edilir. Bu seperatörden alınan buhar 1,6-2,2 bar gibi basınçtadır ve türbin için itici güç sağlar. Enjeksiyon Pompası : Seperatörlerden elde edilen sıcak suyun içinde doğaya zarar verecek kimyasallar bulunduğundan tekrar çıkarıldığı derinliğe gönderilmesi gerekmektedir. İşte bu pompalar suyu bu derinliğe göndermek için gerekli basıncı sağlarlar. Bu pompalar çok güçlü olup yüksek miktarda elektrik tüketirler (3 megawatt). Enjeksiyon Kuyusu : Pompadan gelen basınçlı suyun verildiği kuyudur. Rezervin ısısının düşmemesi için üretim sahasından 5001000 metre ileriye açılırlar. Buhar Türbini ve Jenaratör : Türbin alçak basıncın etkisiyle güç alırken, yüksek basıncın etkisiyle de hız kazanır. Türbinin çevirdiği jeneratörden elektrik elde edilir (37 megawatt). Bu elektrik bir enerji hattıyla ulusal ağa aktarılır. Ana Kondenser : Yüksek sıcaklıktaki (?) kuru buharın dışarıya verilmeden önce soğutulması gerekmektedir. Bunun için buhar bu ünitenin içerisinden geçirilerek bir miktar soğutulur. NCG Yoğunlaşmamış Gaz Sistemi : Buhar doğaya salınmadan önce çevreye ve insanlara zarar verebilecek gazlardan temizlenmesi gerekmektedir. Bunun için bu ünite içerisinde değişik kimyasallarda kullanmak suretiyle buhar içerisinde bulunan Zaralı madde oranları kabul edilebilir oranın altına çekilir. Vakum Pompaları : İçindeki zararlı maddelerden arındırma işleminde kimyasalların yanı sıra vakum pompaları da kullanılır. Burada işlem gören buhar soğutma kulelerine yönlendirilir. Üretim Kuyusu : Buhar-Su karışımı basınçlı suyun çıktığı kuyudur. Çıkma derinliği 1800 ile 2400 metre arasında değişebilir. Çıkan karışımın sıcaklığı 180 °C ile 240 °C arasında olup yaklaşık olarak 30-40 Bar basıncındadır. Soğutma Kuleleri : Pompadan alınan buharda hala yüksek miktarda ısı vardır. Bunun alınması için soğutma kulelerine alınan buharın üzerine su püskürtülür. Yeteri derecede ısıdan ve zararlı maddelerden arındırılan buhar bacalar yoluyla doğaya salınır. Yüksek Basınç Seperatörü : Bu kısımda kızgın buhar içindeki su ayrıştırılarak kuru buhar elde edilir. Bu seperatörden alınan buhar Yeşim TOSUN 8-A 35 KAHVE TADINDA BİR HAYAT Bir zamanlar, her şeyden sürekli şikâyet eden; her gün hayatının ne kadar berbat olduğundan yakınan bir kız vardı. Hayat, ona göre, çok kötüydü ve sürekli savaşmaktan, mücadele etmekten yorulmuştu. Bir problemi çözer çözmez, bir yenisi çıkıyordu karşısına. Genç kızın bu yakınmaları karşısında, mesleği aşçılık olan babası ona bir hayat dersi vermeye niyetlendi. Bir gün onu mutfağa götürdü. Üç ayrı cezveyi suyla doldurdu ve ateşin üzerine koydu. Cezvelerdeki sular kaynamaya başlayınca, bir cezveye bir patates, diğerine bir yumurta, sonuncusuna da kahve çekirdeklerini koydu. Daha sonra kızına tek kelime etmeden, beklemeye başladı. Kızı da hiçbir şey anlamadığı bu faaliyeti seyrediyor ve sonunda karşılaşacağı şeyi görmeyi bekliyordu. Ama o kadar sabırsızdı ki, sızlanmaya ve daha ne kadar bekleyeceklerini sormaya başladı. Babası onun bu ısrarlı sorularına cevap vermedi. Yirmi dakika sonra, adam, cezvelerin altındaki ateşi kapattı. Birinci cezveden patatesi çıkardı ve bir tabağa koydu. İkincisinden yumurtayı çıkardı, onu da bir tabağa koydu. Daha sonra son cezvedeki kahveyi bir fincana boşalttı. Kızına dönerek sordu: - Ne görüyorsun? - Patates, yumurta ve kahve? Diye alaylı bir cevap verdi Söylenileni yapan kızın yüzüne, kahvenin nefis tadıyla bir gülümseme yayıldı. Ama yine de bütün bunlardan bir şey anlamamıştı: - Bütün bunlar ne anlama geliyor baba? Babası, patatesin de, yumurtanın da, kahve çekirdeklerinin de aynı sıkıntıyı yaşadıklarını, yani kaynar suyun içinde kaldıklarını anlattı. Ama her biri bu sıkıntı karşısında farklı tepkiler vermişlerdi. Patates daha önce sert, güçlü ve tavizsiz görünürken, kaynar suyun içine girince yumuşamış ve güçten düşmüştü. Yumurta ise çok kırılgandı; dışındaki ince kabuğun içindeki sıvıyı koruyordu. Ama kaynar suda kalınca, yumurtanın içi sertleşmiş katılaşmıştı. Ancak, kahve çekirdekleri bambaşkaydı. Kaynar suyun içinde kalınca, kendileri değiştiği gibi suyu da değiştirmişlerdi ve ortaya tamamen yeni bir şey çıkmıştı. - Sen hangisisin? Diye sordu kızına. Bir sıkıntı kapını çaldığında nasıl tepki vereceksin? Patates gibi yumuşayıp ezilecek misin? Yoksa yumurta gibi, kalbini mi katılaştıracaksın? Yoksa kahve çekirdekleri gibi, başına gelen her olayın duygularını olgunlaştırmasına ve hayatına ayrı bir tat katmasına izin mi vereceksin? kızı. Hepinize kahve tadında bir yaşam - Daha yakından bak bir de dedi baba, patatese dokun. dilerim. Kız denileni yaptı ve patatesin “yumuşamış” olduğunu (İnternetten alınmıştır) söyledi. Seda ERTAŞ 6-A - Aynı şekilde, yumurtayı da incele. Kız, kabuğunu soyduğu yumurtanın katılaştığını gördü. En sonunda, kızının kahveden bir yudum almasını söyledi. 36 37 Acı Kaybımız Öğrencilerin evcil hayvan beslemelerinin onların sorumluluk duygularını artıracağını düşündüğüm için birer ev hayvanı alıp beslemelerini önerdim. Öğrencilerimden biri de kaplumbağa beslemeye başlamış. Adını da "Necmi" koymuşlar. Hacim nedir? 5. Sınıfların Fen Bilgisi sınavının 2. sorusu: "Hacim nedir? Bir örnek vererek açıklayınız". Öğrencimizden gelen cevap: "Hacdan gelenlere hacim denir. Örnek: Nasılsın hacim?". Özür Yeni atandığım okuldaki öğrencilerin notları çok düşüktü. Öğrenciler bu karnelerle evde problem yaşayacaklarını söylediler. Bende velileri çağırıp, ortalığın yatışması açısından: "Sakın çocuğun moralini bozmayın, sakın kötü bir şey söylemeyin notlarına bakıp özellikle çocuğunuzun gururunu kırmayın " şeklinde konuşmalar yapınca; erkek velilerden biri dayanamayıp sordu: Necmi bir gün önce hareketsiz kalınca, öldüğü düşünülerek ailecek sade bir törenle evin arka bahçesine gömmüşler. Öğrenciye; herhangi bir rahatsızlığı olup olmadığını sordum. “Yoktu” dedi. Hayvancağız durduk yerde can verdiği için gidip, Necmi’yi aldıkları dükkânın sahibine sebebinin ne olabileceğini sorduğumuzda ”Hocam onlar kış uykusuna yatar” cevabını almış bulunmaktayız. Hepimizin başı sağ olsun. Bu vicdan azabıyla çok yaşamazlar herhalde. Ailenin başı kimdir? Görmüş geçirmiş hatta ermiş bir dede ile konuşurken sordum; - Dede ailenin başı kadın mıdır, erkek mi? - Erkek baştır. - Getirdikleri kötü karne için ne zaman özür dileyelim?" - Peki, kadın nedir? - Kadın boyundur, başı nereye isterse oraya çevirir... Hugo’lar Beşledi Sınıfın en yaramazı Türkçe dersi kitabından bir metni tüm sınıfa sesli olarak okurken V. Hugo’ya "Beşinci Hugo" deyince diğer öğrenciler kısa süren bir sessizlikten sonra gülmekten kırılmışlardı. İngilizce Yazılısı Bir alkış da İngilizce sınavında "Nice …….." şeklindeki boşluğu "Nice mutlu yıllara!" biçiminde dolduran, dahi mi yoksa aptal mı olduğunu henüz anlayamadığımız öğrencime istiyorum. Andropolos’un pantolonu Osmanlı zamanında, Bizans donanması ile Osmanlı donanması savaşacaklar. Bizans yirmi gemilik muhteşem bir donanma hazırlar ve denize açılır. Donanmanın başında Andropolos vardır. Andropolos en öndeki geminin burnunda elleri göğsünde heybetli bir heykel gibi durmaktadır ve hemen arkasında yaverleri vardır. Hep birlikte Osmanlı donanmasını beklemektedirler. Yukarıdan gözcü bağırır: Alfabe Ben de bu yıl okula başlayan bir minimini için kuvvetli bir moral alkışı istiyorum. Okulun açılmasının daha ikinci gününde: “örrrtmenim, taa evden buraya tel çizmeye mi geldik, hep yumarlak mı yapcaz, harf felan öretmicen mi?” deme cesaretini gösterdiği için. "Komutanım, Osmanlı donanması altı gemiyle göründü". Komutan yaverine döner ve: "Bana kırmızı gömleğimi getirin, eğer savaşta yaralanırsam kanım belli olup da askerlerin morali bozulmasın" der. Hemen kırmızı gömleği giyer ve ayni ihtişamıyla yerinde durur. Bir zaman sonra gözcü yine bağırır: "Komutanım, o altı geminin ardından atmış gemi daha göründü" Teknoloji Temel Eskişehir'den Ankara'ya gidecek bir trene binmiş. Karşısındakine nereye gittiğini sormuş, İstanbul'a gittiğini öğrenince, Andropolos tekrar yaverine döner ve hafifçe mırıldanır: "Bana kahverengi pantolonumu getirin" - Teçnoloji ne çadar celişti, pen purada oturayrum Ançara'ya, sen çarşumda oturaysun İstanbul'a cideysun. 38 Çinli ile Oflu Sahipsiz Çinli'nin biri Of'da bir kahvehaneye girer yüksek bir sesle “İçinizde bana yan bakan delikanlı var mı?” diye sorar. Yargıç, otomobil çalmak suçundan sanık olarak karşısına getirilen Temel'e sordu: Tabi bizim sazan Temel: - Otomobil çalmışsın, bunu neden yaptın söyler misin? - Ben varım diye, atlar. İkisi beraber dışarıya çıkar, aradan beş dakika geçer ve Temel gözü morarmış bir halde kahveden içeri girer, hemen ardından giren Çinli'de kasıla kasıla Temel'i göstererek. - Sahibi yok sanmiştum... - Peki, sahibi olmadığı kanısına nereden vardın? - Mezarluğun önine parketmiştu da... - Ona ”yokohamanın tekmesi” tekniğiyle vurdum der. Ertesi gün Çinli yine kahveye gelir, herkese meydan okur. Temel tekrar kalkar, dışarıya çıktıktan beş dakika sonra Temel, burnu kırılmış diğer gözü morarmış bir vaziyette içeri girer. Temelin Sırrı Taka kaptanı Temel Reis yıllardır her sabah kasasını açar ve çıkardığı bir kâğıt parçasına dalgın dalgın bakarmış. Sonra onu dikkatle kasaya koyar ve kimseye emanet etmediği anahtarıyla dikkatle kilitlermiş. Arkasından içeri giren Çinli yine Temel'i göstererek: - Bu kez ona “ejderin yumruğu” tekniğiyle vurdum, Tayfa merak içindeymiş, define haritası falan zannediyorlarmış. Bir gün Temel Reis ölmüş. Anahtarı koynundan alıp sararmış kâğıdı çıkarmışlar. Şöyle yazıyormuş: der. Üçüncü gün Çinli'nin restini yine Temel görür, ikisi beraber dışarı çıkarlar, herkes Temel'i beklerken, Çinli ağzı burnu kırılmış, üstü başı kan revan içinde içeri girer, hemen arkasından kasıla kasıla kahveye giren Temel, eliyle Çinliyi işaret ederek: “Sancak sağ, iskele sol.” Korku - Ona “Toyota'nın krikosuyla” vurdum, der. Adamın biri elinde büyük bir bıçakla camiye dalar ve sorar: Temel Boyacı -Aranızda Müslüman olan var mı? Temel’e karayollarını boyama işi vermişler. Temel başlamış çalışmaya. İlk gün tam 200 metre boyamış. İkinci gün 100 metre, üçüncü gün 50 metre. Artık dördüncü gün 10 metre boyayınca amiri Temel’i çağırmış: Korkudan kimse bir şey diyemez. Birazdan yaşlı bir adam ayağa kalkar: -Ben Müslümancım, der. - Hayırdır evladım iyi çalışıyordun? Bıçaklı adamla yaşlı adam camiden çıkarlar. Adam Dışarıdaki inek sürüsünü gösterip: - Ben yine iyi çalışıyorum - İyi ama dün 50 metre bugün de 10 metre boyamışsın. - E... haliyle. İlk günlerde boya kovasına gidip gelmek kolaydı, sonraları çok vakit almaya başladı. -Amca, şunları kurban edeceğim de ben beceremem yardım eder misin? Der. Yaşlı adam 4-5 hayvanı kestikten sonra “evladım ben yoruldum başka birini bul” der. Adam bu sefer kanlı bıçakla yine cami avlusuna girer Oruç ve sorar: Dursun Temel'e sormuş: -Aranızda başka Müslüman var mı? - Uşağum oruçlu oruçlu kaç hamsi yiyepilursun? Az önceki adamı doğradığını düşünen cemaat çok korkar ve herkes aynı anda imama bakar, imam: - 100 tane demiş. Dursun: -Ulan iki rekât namaz kıldırdık diye Müslüman mı olduk yahu? Temel: - Hadi oradan yesen yesen 1 tane yersin geriye kalan 99 hamsiyi oruçsuz yersin demiş. Bu espri Temel'in çok hoşuna gitmiş. Yolda Cemal'i görmüş ve hemen sormuş: - Uşağum oruçlu oruçlu kaç hamsi yiyepilursun ? Cemal: - 50 demiş. -Ha uşağum 100 deseydun sana müthiş bir espiri yapacaktum demiş. Kedi sütü iç Çocuk peltekmiş. Öğretmeni tahtaya kaldırmış ve tahtadaki "kedi sütü iç" yazısını okumasını istemiş. Çocuk "tedi tütü it" demiş. Öğretmen bağırmış ve doğru söyle demiş. Çocuk yine "tedi tütü it" demiş. Öğretmen acayip sinirlenmiş ve çocuğu dövmüş ve "doğru oku dedim sana şunu" demiş. Çocuğun artık canına tak etmiş ve “pis tedi, ittene tu tütü" demiş. 39 Denize girmek yasak Aslan bizimkileri fark edince üzerlerine doğru gelmeye başlamış. Amerikalı bir yudum viski içip acı sonu beklemeye başlamış. Bir grup İngiliz, Amerikan ve Türk gemiyle yolculuk ediyorlarmış. Birden şiddetli bir fırtına kopmuş. Geminin batacağını anlayan kaptan hemen yolculara koşup gemiyi boşaltmalarını Bu arada Japon da botlarını çıkarıp spor ayakkabılarını istemiş. Fakat kimse buna inanmayarak kendini denize atmayı kabul giymeye çalışıyormuş. Amerikalı sormuş: etmemiş. Bir süre sonra bütün yolcuların ölüm tehlikesiyle karşı -Ne o, aslandan hızlı mı koşacaksın? karşıya olduğunu gören kaptan hemen bir tayfasını çağırmış. "Git bir de sen dene onları gemiden atlamaya ikna etmeyi" demiş. Tayfa -Yoo, senden hızlı koşsam yeter. gitmiş ve kısa bir süre sonra geri dönmüş. Kaptan merakla sormuş: ---Bu bölümü Hazırlayanlar--Eee, ne oldu? -Hepsi atladılar efendim. Kaptan çok şaşırmış: -Nasıl olur, daha demin kıllarını bile kıpırdatmamışlardı. Ne dedin onlara? -Çok kolay. İngilizlere "Sizin gibi soylu insanlar batmak üzere olan bir gemide olmamalılar" dedim. Amerikalılara deniz suyunun insan vücudu için çok faydalı olduğunu söyledim. -Peki ya Türklere ne dedin? Ali ZENTÜR 5-A Elif VAR 5-A Onur CİLASIN 5-A H.Ömer AÇIKGÖZ 5-A Seren ZABINOĞLU 5-A Oğuzhan İLHAN 5-A -Onlara da "Denize girmek yasak! " dedim. Safari Bir Amerikalı ile Japon safari'ye çıkmışlar. Her ikisi de son teknolojik silahlarını da birbirlerine nazire yapmak için yanlarına almışlar. Derken uzakta bir aslan görünmüş. Amerikalı lazer tüfeğini doğrultmuş ve aslana ateş etmiş. Ama karavana. Hemen Japon uydudan yönlendirmeli tüfeğini doğrultup ateş etmiş. Fakat o da karavana. 40 Asiye ULAŞ Ana Sınıfı Öğretmeni OKUL ÖNCESİ EĞİTİMİN ÖNEMİ ve AMAÇLARI... Okul öncesi eğitimin amaçları, Türk Milli Eğitiminin genel amaçlarına ve temel ilkelerine uygun olarak; Çocukların; Atatürk, vatan, millet, bayrak, aile ve insan sevgisini benimseyen, milli ve manevi değerlere bağlı, kendine güvenebilen, çevresiyle iyi iletişim kurabilen, dürüst, ilkeli, çağdaş düşünceli, hak ve sorumluluklarını bilen, saygılı ve kültürel çeşitlilik içinde hoşgörülü bireyler olarak yetişmelerine temel hazırlamak amacıyla çaba göstermek, Sevgili Anne ve Babalar; Çocuğunuzun seven, üreten ve paylaşan bir birey olmasını istiyorsanız, okul öncesi eğitim kurumlarının açık olduğu sürece çocuğunuzu bu eğitimden yararlandırmalısınız… Gelin, ülkemizi güzel yarınlara birlikte hazırlayalım. Çocukların beden, zihin ve duygu gelişmesini ve iyi alışkanlıklar kazanmasını sağlamak, Anasınıfı Öğrencilerimizin Yaptığı Çalışmadan Örnekler Çocukların Türkçe' yi doğru ve güzel konuşmalarını sağlamak, Çocuklara sevgi, saygı iş birliği, sorumluluk, hoşgörü, yardımlaşma, dayanışma ve paylaşma gibi davranışları kazandırmak, Çocuklara hayal güçlerini, yaratıcı ve eleştirel düşünme becerilerini, iletişim kurma ve duygularını anlatabilme davranışlarını kazandırmak, Toplumumuzun temelini oluşturan çocuklarımız ülkemizin geleceğidir. Ulu Önder Atatürk' ün söylemi ile "Çocuklar geleceği yapacak adamlardır". Yeteneklerin en hızlı geliştiği ve biçimlendiği dönemin Okul Öncesi Çağı olduğu bilinmektedir. Bu nedenle 0-6 yaş dönemi; çocuğun gelişiminin en kritik, en ilginç, en çok dikkat isteyen ve ziyan edilmemesi gereken bir dönemdir. Bu dönemde görev alacak usta öğreticiler eğitimli olmalıdırlar; Çocuğun üç yaşından sonra başlayarak, ilköğretime gelinceye kadar olan zaman içinde bakımını, korunmasını ve her yönden gelişiminin sağlanması çok önemlidir. Son yıllarda dünya genelinde her alanda olduğu gibi eğitim anlayışında da pek çok değişiklik meydana gelmiştir. Çocuk gelişimi eğitimine verilen önemin artması bu değişikliklerden sadece bir tanesidir. Çocuk Gelişimi Eğitimi; çocukla çevresindeki insanlar arasındaki gerginliği azaltır. Anneyi çocuğun sürekli isteklerinden kurtarması ve rahat bir nefes almasını sağlamaktadır. Okul öncesi yaşlarda çocuk, çevresindeki kişilerin ortamlarıyla etkileşim yollarını, kendine özgü duyuş, düşünüş ve davranış biçimiyle bağdaştırarak benimser. Böylece benlik kavramını geliştirir. İçinde bulunduğu toplumun bir parçası, bir örneği olur. Toplum ondan neler beklediğini, kendisinin topluma neler vermek zorunda olduğunu, bulunduğu toplum kesitinin gelenek ve göreneklerini çevresinden öğrenmeye çalışır. Çocuğa ilk örnek olacak kişiler anne ve babalardır. Çocuk Gelişimcinin ailelerle işbirliği sağlaması çocuğun gelişimini olumlu şekilde etkilemesi önemlidir. Bu amaçlar doğrultusunda yetişen Çocuk gelişimciler geleceğimiz olan çocuklarımızın eğitiminde önemli bir yer kaplamaktadır. 41 42 43
Benzer belgeler
Benim Bir Hayalim Var
için çok önemli olabilir. O yüzden biz olayları
seviyesi öyle bir ilişkiyi zorunlu hale getiriyor, olmazsa olmazı
sınıflandıramıyoruz. Ama beni en çok etkileyen olay Balıkesir
haline getiriyor. Fiz...