Yapay Zeka Nedir II - Yapay Zeka Meraklıları
Transkript
Yapay Zeka Nedir II - Yapay Zeka Meraklıları
Alkın Küçükbayrak [email protected] Yapay Zeka Nedir II Bir önceki yazımızı “Yapay Zeka”’nın öncü isimlerinden John McCarthy’nin bu konudaki açıklamaları ile noktalamıştık. Şimdi kaldığımız yerden devam edip bir kaç önemli noktaya daha değinelim ve “Yapay Zeka” kavramını aydınlatmaya devam edelim. Soru: “Yapay Zekanın amacı insan bilincini bilgisayarın içine yerleştirmek mi?” John McCarthy: “Bazı araştırmacılar amaçlarının bu olduğunu söylüyorlar. Ama bence bundan bahsederken mecaz yollu bahsediyorlar (bilincin küçük bir kısmından bahsediyorlar). İnsan bilincinin birçok kendine has özelliği vardır. Ben şahsen hiç kimsenin bunların hepsini bir bilgisayara yerleştirmek konusunda ciddi olabileceğini düşünmüyorum.” Soru: “Yapay Zeka insan zekasına ulaşmaktan ne kadar uzak? Veya ne zaman ulaşabilecek?” John McCarthy: “Bazı araştırmacılar çok sayıda birbirleri ile uyumlu programlar yazılabildiğinde buna ulaşılabileceğini düşünüyor. Bu kişiler “durum”(fact) lardan meydana gelen verileri dev veri bankalarında toparlayıp, bunları mümkün olduğunca etkili şekilde işleyebilmek için programlar ve programlama dilleri yazıyorlar. Soru: “Peki Yapay Zeka’nın kötü bir fikir olduğunu düşünen kimseler var mı?” John McCarthy: “Filozof John Searle, biyolojik olmayan zeki bir makine fikrinin tamamen anlamsız olduğunu söylüyor. Bunu da “Çin Odası” (Chinese Room) tezi ile destekliyor. Filozof Hubert Dreyfus, yapay zekayı bulmanın imkansız olduğunu, bilgisayar bilimci Joseph Weizenbaum ise bu düşüncenin insanca olmadığını ve ahlak dışı olduğunu savunuyor.” “Yapay Zeka” teorisi, ilk olarak Alan Turing tarafından 1947’de, “Computing Machinery and Intelligence” (Hesaplayan Mekanizma ve Zeka) adlı makalede, “Turing Testi” ile birlikte yayınlandı. Turing Testi’nde, birbirini görmeden iletişim kuran iki kutup vardır. Birinci kutup insandır, ikincisi bilgisayar. Turing’e göre, eğer bilgisayar, bilgi sahibi biri gibi insan ile iletişim kurabilir ise, bu iletişimin öteki ucunda bulunan insan da, işini gördükten sonra bağlantıda bulunduğu şeyin insan mı makine mi olduğunu ayırd edemez ise, bilgisayar, “zeki” olarak tanımlanmalıdır. Bu test, birçok kişiyi bu konuda ikna etmiştir. Ama herkesi değil... Burada dikkat edilmesi gereken husus; bilgisayarın işlem yaparken insanlar hakkında hiçbirşey bilmese dahi –ki bilmesine gerek yoktur-, iletişimin içeriği hakkında birşey bilmese dahi –ki işlemini yapmak için bunu da bilmesine gerek yoktur- ve ne ile, ne için, ne şekilde iletişim kurduğunu bilmese dahi –ki bunu da bilmesine gerek yoktur, çünkü ne yapacağı tamamen programcı tarafından yüklenmiştir- yine de bilgisayarın “zeki” olarak tanımlanması gerektiğidir ki, işte bu noktada tartışmalar başlamaktadır. Burada bilgisayarın “zeki” olarak tanımlanabileceğini düşünen bilim adamları, “Yapay Zeka” adı altında insan zekasının bilgisayar ortamında taklit edilebileceğini savundular ve bu yönde tam bir araştırma yarışına girdiler. Altı yıl sonra John McCarthy ve Marvin Minsky’nin başını çektiği profesörler grubunun Yapay Zeka’yı akademik bir dal olarak tanıtmaları ile de “Yapay Zeka” akademik bir dal olarak resmen kabul görmüş oldu. 1970’lere kadar çeşitli alanlarında çeşitli deneyler yapıldı ve büyük aşamalar kaydedildi bu yeni dalın... Fakat sonraları, 1975’lerde, bilgisayar gücünün ve matematik biliminin sınırlarına dayanan araştırmalar giderek yavaşlamaya ve zorlaşmaya başladı. Amerika, Japonya ve Avrupa’da bu konudaki araştırmalara daha az kaynak ayırılmaya başlandı. Ellerindeki sonuçlar insan zekası ile karşılaştırıldığında son derece yetersiz olan, bunun çözümünü de daha karmaşık veya daha güçlü makineler yapmakta arayan bilim adamları, yanlışın nerede olduğunu düşünürlerken, geleneksel “Yapay Zeka” teorisine pek de beklenmedik bir yerden, “felsefe” kürsüsünden önemli bir eleştiri geldi... Berkeley Üniversitesi Felsefe profesörü John Searle, “Yapay Zeka” fikrini anlamsız bulur ve bu tezini, tam bu nokta üzerinde belirttiği, “Çin Odası” (Chinese Room) örneği ile destekler. Çin odası, tek kanal ile dışarıya bağlı olan küçük bir odadır. Odanın içine sırası ile önce bir insan, ardından bir bilgisayar oturtulur. İçeride oturandan, Çince sembolleri kullanarak (dışarıdakilerin yalnızca çince bildiği varsayılır) o tek kanal üzerinden dışarıdan pizza sipariş etmeleri istenir. İnsanın da bilgisayarın da çince bilmedikleri varsayılır, fakat ellerinde çince bir sözlük vardır. John Searle’e göre, sözlükten bakarak gerekli çince harfleri bulup, yazıp dışarıya yollayan insan, o harflerin ihtiva ettiği manaları bilmek “zorundadır”, aksi halde cümleyi biraraya getiremeyecektir. Bilgisayar ise, bu çeviri işlemini insandan çok daha hızlı şekilde yaptığı halde, sadece verilen görevi yapacaktır, ama yaptığı görevin içeriği hakkında hiçbir fikri olmayacaktır, çünkü zaten buna ihtiyacı da yoktur. Sanırım John Searle’ün tezinin, aynı zamanda Turing Testi’ne bir karşı- tez olduğunu hepimiz farkettik. Zira dışarıdan pizza siparişi alan kişi, içerideki odadan gelen bilginin, bilgisayardan mı insandan mı geldiğini kesinlikle anlamayacaktır, çünkü kapalı odadan yalnızca pizza siparişi almaktadır. Turing’e göre ikinci kutupta pizza siparişi yapan bilgisayar, “zeki”dir, Searle’e göre de, ikinci kutup olarak aynı işi yapan bilgisayar ile insan arasında ciddi bir fark vardır: İletişimde kullanılan sembollerin “içeriklerinin anlaşılması”... “Yapay Zeka” üzerindeki tartışmaların temelini bu konu oluşturur. Bu konuyu tartışan bilim adamları ve filozoflar genellikle bu iki cephe etrafında toplanmaktadırlar, örnekler ve durumlar değişse bile... Searl, “Çin Odası” ile açıkça Turing’in yapay zeka tanımlamasını reddeder. Searle, sadece reddetmekle de kalmamıştır, bu eleştirisi araştırmacılara yeni ufuklar açmıştır. Makalesinde “hiçbir engel tanımadan bugünkü bilgisayarlar ile insan bilincini taklit edebiliriz” düşüncesi olarak tanımladığı “Güçlü Yapay Zeka”’yı (Strong AI) aceleci ve gereğinden fazla “bilimsel” bulmuş, alternatif olarak da “Güçsüz Yapay Zeka” (Weak AI) fikrini ortaya atmıştır. “Güçsüz Yapay Zeka”, matematik ve bilgisayar ile zekayı taklit etme yönünden “güçsüz” olmalıdır ve başka yönlere de açık olmalıdır. Bunu yaparken de beynin algılayışı ve çeşitli sembollerin beyindeki karşılıkları ve manaları incelenmelidir. Bu tezi onaylayan veya ona karşı- tezler üreten, bunları da somutlaştırmaya çalışan bilim adamlarının çalışmalarını ve bu çalışmaların sonuçlarını ilerleyen yazılarımızda inceleyeceğiz. Bunlar arasından dikkati en çok çeken, San Diego Amerikan Üniversitesi’nde “idrakbilim” ve “Yapay Sinirsel Ağlar” (Artificial Neural Networks) profesörü olan Paul Churchland’dir. Bugünkü makinelerle ulaşılması mümkün olmasa bile, “Yapay Zeka”yı bulma yönünde atılan adımların olumlu ve yerinde olduğunu düşünüyor ve ekliyor: “Beynin çalışma prensipleri taklit edilerek ortaya çıkarılan sistemler ile bu mümkün olabilir.” İnternet üzerinden kitap satışı yapan Amazon’un müşteri denetim yazılımı, ünlü satranç oyuncusu Garry Kasparov’u yenen bilgisayar IBM Deeper Blue, yapay kişisel karakterleri içinde barındıran ve kullanıcıya bu karakterler aracılığı ile bilgi veren eğitim programları da ilerleyen sayılarda çıkan yazılarda inceleyeceğimiz örnekler arasında olacak.
Benzer belgeler
Yapay Yaşam I - Yapay Zeka Meraklıları
Yapay Yaşam I
Bir önceki yazımızda Yapay Zeka Ajanlarının çalışma prensiplerini incelemiş, örnek
olarak da "SID ve Penguenler" adlı, birden fazla türde ve sayıda yapay zeka ajanını
bünyesinde barın...