ZEKİ AMA... - Gazete ETÜ
Transkript
ZEKİ AMA... - Gazete ETÜ
Gazete Etü yıllar sonra yeniden yayın hayatına başladı. Genel Yayın Yönetmeni Haydar İleli’nin kaleminden ilk köşe yazısı sayfa 3’te. 19 Mayıs 2016 Tarihin tozlu raflarını araladık: Ahmet Yaşar Ocak ile yaptığımız söyleşi sayfa 10-11’de. 9 Bir başkadır TOBB ETÜ’de öğrenci olmak. Kendine has durumları barındırır. Peki ya hep duyduğunuz cümleler... Ali İhsan Sarı sizler için listeledi. Yıl: 1 Sayı: 1 14 Hep aynı kafe, avm’ler sıkıcı olmadı mı artık? Başka başka deneyimlerin zamanıdır şimdi. Şule Demir’in Satranç Müzesi izlenimleri. 7 Kadın cinayetleri kanayan bir yara . Kelimeler kifayetsiz kalıyor konuştukça. Lakin daha çok ses çıkarmalı şiddete karşı. 8 ZEKİ AMA... Günlük rutinimizde bile yer edinmeye başlayan ve geçtiğimiz günlerde adından sıklıkla söz ettiren yapay zekayı geçmişten günümüze dönüm noktalarıyla inceledik. Sayfa 16-17’de haberimizi bulabilirsiniz. AHMET DENİZ ZENGİN * AHMET SUAT ÖZDEMİR *ALİ İHSAN SARI * ALPEREN AVŞAR * BEYZA ÖZBEK * EMRE YILMAZ * GİZEM KAYA * HAMİDE YAZER * HAYDAR İLELİ * HANİFİ CAN TÜRKOĞLU * İREM ŞERBETCİOĞLU * KAĞAN ALTUN * OĞUZHAN TÜRKER * ÖZLEM KURTCU * RUKEN ÇAKAN * SABRİYE ÖZDENİZ * ŞULE DEMİR *ÜMMÜHAN AZADE GÜLMEZ İlk defa duyuyorsanız inanamayacağınız bir şirket üstelik yerli. Beyza Özbek Edelkrone’u anlattı. 9 Kendimize ne kadar zaman ayırıyoruz veya düşünüyor muyuz? Hanifi Can Türkoğlu yazdığı yazısıyla bu sorulara ışık tutuyor. 2 Bu sayfayı senin için ayırdık TOBB ETÜ’lü. Söyleyecek çok fazla sözünün olduğunun farkındayız. Bizimle paylaşmak ister misin? Bekliyoruz. #GazeteEtü KÜNYE SAHİBİ TOBB EKONOMİ VE TEKNOLOJİ ÜNİVERSİTESİ REKTÖRÜ ADEM ŞAHİN SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ CAHİT UYANIK GENEL YAYIN YÖNETMENİ HAYDAR İLELİ SOSYAL MEDYA KOORDİNATÖRÜ EDİTÖR TASARIM ŞULE DEMİR RUKEN ÇAKAN Yayın:Yerel Süreli ISSN: 2146-5142 Tarih :19 Mayıs 2016 e-posta [email protected] BEYZA ÖZBEK ÖZLEM KURTCU HAYDAR İLELİ gazeteetu etugazete gazeteetu Adres: TOBB ETÜ, Söğütözü Caddesi No:43 Söğütözü/ANKARA www.gazeteetu.com 3 HAYDAR İLELİ Yıllar Sonra Merhaba N elere karşı duyarsızlaştığımızın farkında mısınız? Bu soruya cevap vermek oldukça güç ama neleri daha çok duymaya başladık diye sorsam muhtemelen aklınıza binlercesi gelirdi. Neleri duymak istediğimizi sorsam peki? Ya da neleri anlatmak istediğinizi benimle paylaşır mısınız? Sormak cevaplamaktan her zaman daha kolay olmuştur, cevaplamak da paylaşmaktan. Bazen canınızdan kanınızdan birşeyler paylaşırsınız, bazen malınızdan mülkünüzden bazen küçücük bir tebessümdür paylaştığınız, bazense dertlerinizdir yükü omuzlarınıza ağır. Bazen de içinize sığdıramadığınız hayallerinizi paylaşırsınız. Çünkü hayaller, paylaşıldıkça hayat bulur. Gazete ETÜ ekibi kurduğu hayalleri bugün sizlerle paylaşıyor. Gazete ETÜ’nün 2011’de başlayıp ara verilen yolculuğu yıllar sonra kaldığı yerden yepyeni bir heyecanla devam ediyor. “Gazete çıkarmak zor iştir, gazete disiplindir, gazete ciddiyet ister” tabularını bir kenara bıraktığımız ancak düzensizliği elden bırakmadığımız ekibimizle azami özveriyi göstererek hazırladığımız bu e-gazetede bizden birer parça kendinizden onlarcasını bulacağınıza eminim. Toplumsal konularda düşüncelerimizi, bilgi birikimimizi, tecrübelerimizi kısacası hayallerimizi Gazete ETÜ aracılığıyla sizlerle paylaşacağız. Söylemek istediklerinizi söyleyecek, duymak istediklerinizi soracak ve dahası neleri duyamadığımızı yazacağız. Hayatta en hakiki mürşit diye tanımladığın “İlim ve Fen ve İhtisas nerede varsa, Sanat nerede varsa, gidip öğrenmeye mecburuz.” Saygıdeğer hatıranı bir kez daha minnetle anıyoruz. 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı kutlu olsun. gazeteetu etugazete Bir öğrenci gazetesi olmakla kalmayıp, en büyük hayali, hayallerini paylaşmak olan bir ekip olma yolunda attığımız bu ilk adımda gecesini gündüzüne katıp bana destek olan ve emeği geçen tüm ekibime teşekkür, bu imkanı sağlayan hocalarıma minnet, hayallerimize önayak olan Öğrenici Konseyine de vefa borçluyum. Ve siz bu ortamın sağlanmasından tutun da paylaşacak hayaller kurmamıza dahi sebep olan, bugünden sonra bizleri yalnız bırakmayacağına inandığımız okuyucularımıza da yıllar sonra merhaba. Ayrıca sözlerimi bitirirken 19 Mayıs’ın geçmişte olduğu gibi ülkemize güzel başlangıçlar getirmesini temenni eder, Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı’nı kutlarım. Bugün Başlangıçlar günü! Hoşgeldin Gazete ETÜ! gazeteetu www.gazeteetu.com 4 BAHAR 2016 Diksiyon Kursu Okulumuzun aktif topluluklarından biri olan Radyo Etü düzenlediği diksiyon kursu ile üniversitemizde adından sıkça söz ettiriyor. Kurs için eğitmen olarak TRT’nin ünlü spikerlerinden Erdoğan ARIKAN ve Hünkar MUTLU’yu okulumuzda ağırlayan Radyo Etü bu etkinlik kapsamında hem gelecek dönem yayın yapacak arkadaşlarımıza programlarında yardımcı olmayı hem de okulumuz öğrencilerinin topluluk önünde hitabet gücünü geliştirerek insanlarla iletişim kurabilmeleri konusunda eğitim vermeyi amaçladı. 8 haftalık program okulumuz öğrencilerinden yoğun ilgi gördü. Sizler de Radyo Etü’nün etkinliklerini ve yayınlarını takip etmek isterseniz http://www.radioetu.com adresini ziyaret edebilirsiniz. Müzikle Biz Bize Biz Tasarım Atölyesi kulübü olarak sanatla ve tasarımla ilgili her alandan biraz beslenerek güzel şeyler yapmak için yola koyulan şimdilik küçük bir ekibiz. Çoğunlukla okuldan biraz uzakta, ama aslında içinizdeyiz, yani Teknoloji Merkezindeyiz. Aynı kampüs(!) içindeyiz ancak dersi stüdyolarda olmayanların pek uğramadığı bir yer burası. Akustiği güzel yüksek tavanlı stüdyolarımızın müzik yapıp dinlemek için biçilmiş kaftan olduğunu düşündük. Müziğin birleştirici gücüyle bir araya gelip gülüp eğlenebileceğimiz, tanışıp kaynaşabileceğimiz, çay içip muhabbet edebileceğimiz, canlı müzik dinleyebileceğimiz, tabiri yerindeyse bir etkinlik dizisi yapmak istedik. İsmini de “Müzikle Biz Bize” koyduk. Adı üstünde ‘biz bize’. Kendimiz çalıp kendimiz dinliyoruz. İlk etkinliğimiz türküler konseptinde Tekno’nun stüdyolarından birinde gerçekleşti ancak ana binada, Nar’da, bahçede, avluda hatta cam merdivenlerde dahi olabiliriz. Jazz, Blues, Rock her türlü tarza ve konsepte açığız. Etkinlikler ünlü sanatçıları anma, vefa programları şeklinde veya güncel olaylarla ilgili farkındalık amaçlı, müziğin araç olup erişebildiği her konuda olabilir. Aslında bu haber küçük bir ilan niteliği de taşıyor. Okulumuzda müzikle ilgilenen, enstrüman çalan, şarkı söyleyen, ben yaparım diyen gönüllü arkadaşlarımız varsa bir sonraki etkinliğin kahramanı olabilirler. TOBB ETÜ ailesi, bu imece usulü iyi niyetli projeyi öksüz bırakmamanız dileklerimizle, kimimiz var birbirimizden başka... TOBB ETÜ’de Hipnoz Konferansı Düzenlendi TOBB ETÜ Sağlık ve Biyomedikal Bilimler Topluluğu tarafından 11 Şubat 2016 tarihinde TOBB ETÜ Konferans Merkezi’nde “Tıbbi Hipnoz” konulu konferans gerçekleştirildi. Konferansa Ankara Tıbbi Hipnoz Derneği(ATHD) Başkanı Uzm. Dr. Dilek TÜRKOĞLU ve Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Osman ÖZCAN konuk edildi. Konferansta hipnoz nedir, hipnoz hakkında doğru-yanlış bilinenler, bilinmeyenler, kullanım alanları ve hipnozun tıpta hangi durumlarda hangi amaçla kullanıldığına dair bilgiler verildi. Hipnoz uygulamalarının da yapıldığı konferans konuşmacılar adına TEMA ormanlarında diktirilen fidan sertifikalarının takdim edilişi ile son buldu. gazeteetu etugazete gazeteetu www.gazeteetu.com İskitler Konferansına İlgi 5 BAHAR 2016 TOBB ETÜ Tarih ve Felsefe Topluluğu organizasyonuyla 9 Şubat 2016 tarihinde “İskitler” konulu konferans gerçekleştirildi. Konferansa konuşmacı olarak Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. İlhami Durmuş katıldı. Prof. Dr. Durmuş konuşmasında, İskitler ’in kökenine, nerede ve nasıl yaşadıklarına, siyasi hayatlarına, geçim kaynakları ve ekonomik uğraşılarının neler olduklarına, onlardan günümüze eser olarak nelerin kaldığına değindi. Durmuş, öğrencilere bu konu hakkında ortaya çıkan yeni problematiklerin araştırılması yönünde tavsiyelerde bulundu. Konferans, katılımcıların Prof. Dr. Durmuş’a sorduğu soruların cevaplanmasıyla sona erdi. Kahve Kültürü ve Girişimciliği TOBB ETÜ Yönetişim ve Liderlik Topluluğu organizasyonuyla 15 Şubat 2016 tarihinde ‘’İçimizden Biri - Kahve Kültürü ve Girişimciliği’’ adlı etkinlik gerçekleştirildi. Etkinliğe konuşmacı olarak Caffemio Zincir Sahipleri Mehmet Yamak, Boğaç Yamak ve World Brewers Cup 3.sü Aslı Yaman katıldı. Mehmet Yamak ve Boğaç Yamak konuşmalarında, kahve girişimciliğinden, kendi işletmelerinin oluşum süreçlerinden ve bu süreçte karşılaştıkları zorluklardan bahsettiler. Aslı Yaman ise kahve kültüründen, kahve seçimi yaparken dikkat edilmesi gereken unsurlardan, katıldığı kahve yarışmalardan ve başarı süreçlerinden bahsetti. Etkinlikte Aslı Yaman, Mehmet Yamak ve Boğaç Yamak önderliğinde, kurulmuş olan kahve atölyesinde gerçekleşen kahve demlemesi ardından kahve tadımı yapıldı. Kahve kültürü üzerine soru-cevap ve sohbet ardından, Caffemio sorulara doğru cevap veren katılımcılarımıza kahve hediyesinde bulundu. Etkinlik, Aslı Yaman’ın kahve üretimi ile ilgili gösterdiği kısa film ile son buldu. LK’16 TOBB ETÜ Endüstri ve Verimlilik Topluluğu, kısa adıyla ETÜ EVT, 9 Kasım 2005 tarihinde toplamda 30 aktif üyesiyle bu keyifli yolculuğa başlayan bir öğrenci topluluğudur. Topluluk önce sadece endüstri mühendisliği bölümünden öğrenci alırken, zaman içinde bünyesini genişletip bütün bölümlerden üye alan ve şuan 300 aktif üyeyle bu yola devam eden Türkiye’nin en büyük öğrenci topluluklarından biri olarak aktif faaliyetlerini sürdürmektedir. Topluluğun yılın farklı zamanlarında düzenlediği teknik geziler, tek günlük seminer ve söyleşilerin yanı sıra; her yıl geleneksel olarak düzenlenen iki ana etkinliği bulunmaktadır; “Liderlik Kampı” ve “Yaz Okulu”. Her yıl Mart ayının ilk iki haftası içinde düzenlenen ve EVT’nin gözbebeği olarak anılan Liderlik Kampı, çalışmalarına aylar öncesinden başlanan; eğitim,sponsorluk ve tanıtım komitelerinin 6 ay boyunca sıkı ve disiplinli bir şekilde çalışmasının sonucu olarak ortaya çıkan inanılmaz bir takım çalışması ürünüdür. Eğitim komitesi aylar öncesinden etkinlik konseptine göre uygun olan ülkenin alanında en başarılı liderlerini bulmak için hummalı bir çalışma sürdürürken, fuaye alanını en renkli şekilde doldurabilmek ve katılımcılarına keyifli bir organizasyon alanı sunmak için sponsorluk ekibi aylar boyunca ciddi sponsorluk görüşmeleri gerçekleştirir. Tanıtım komitesi ise sosyal medya, şehir içi ve şehir dışı standları, internet istesi, afişler ve renkli tüm görseller gibi bütün tanıtım mecralarında sarfettiği aktif eforla organizasyonu yurt genelinde lanse eder ve duyurur. Sonuçta, her bir üyesinin ayrı ayrı emek sarfederek ortaya çıkardığı Liderlik Kampı etkinliği sayesinde ETÜ EVT, bütün katılımcılarına gerek gece eğlenceleri gerek gündüz seminerleri ile unutulmaz bir 3 gün yaşatır. Disiplinli yürütülen çalışmaların ve düzenlenen etkinliklerin yanı sıra; üyeler içi iletişimi kuvvetlendirme ve ekip olma bilincini büyük ölçüde önemseyen ETÜ EVT; sık sık organize edilen bowling turnuvaları, piknikler, partiler ve açık hava sinemaları sayesinde, üyelerine tekdüze bir çalışma düzeninden ziyade eğlenceli ve rahat bir çalışma ortamı sunmaktadır gazeteetu etugazete gazeteetu www.gazeteetu.com 6 SABRİYE ÖZDENİZ Erasmus Yolunda Ü niversite yıllarının en keyifli, en eğlenceli, en özgür dönemidir Erasmus dönemi. İster öğrenim hareketliliği ile gidin ister staj, üniversite hayatınızın bu dönemi, gittiğiniz yer neresi olursa olsun, farklı bakış açıları kazandıran, ön yargıları yıkan, ufuk açıcı bir zaman dilimidir. Gittiğinizde görecekleriniz beklediğinizden çok daha fazla etkileyecektir sizi. Irmak kıyısında kurulan şehirlerin büyüsüne kapılacak, dünyanın dört bir yanından öğrencilerle kaynaşacak, dünya ile gerçek anlamda iletişime girme imkânı bulacaksınız. Avrupa’ya gidecekseniz eğer, sınırları okyanuslara dayanan bir seyahat alanınız olacak. Interrail yaparak görmeyi hayal ettiğiniz yerleri kısa zamanda ziyaret ederek Avrupa’yı fethedebilir ya da Erasmus topluluklarının düzenlediği turlara katılarak otobüsle ülkeler aşabilirsiniz. Gidip göreceğiniz her köşe Avrupa’nın başarı ve efsanelerle dolu tarihini, tarihinden izler taşıyan kusursuz mimarisini, mimarisine ilham veren sanat ve edebiyatını yansıtan büyüleyici yerler. Erasmus başvurunuz kabul edildikten sonra bir süre buna inanamayabilir ya da bunu idrak edemeyebilirisiniz. Başvuru bu yolda atılan ilk adım sadece. Kabul mektuplarınız geldikten sonraki süreci çok iyi takip etmeniz gerekiyor. Pasaport, vize, banka işlemleri derken yorucu hazırlıklar sizi bekliyor. Bir yandan hazırlıklarınızı yaparken diğer yandan gideceğiniz okul ve ülke ile ilgili araştırmalar yapmanızda fayda var. Zira burada yapmanız gerekenlerin yanında orada da halletmeniz gerekecek birkaç işlem var. Sadece vize almak ve pasaport çıkartmak, bir ülkede misafir olmak için yeterli değil elbette. Gittiğinizde kalacağınız yeri önceden ayarlamanız; yurt imkânlarını araştırmanız, yurdun haricinde kalabileceğiniz yerlere bakmanız vardığınızda zorluk çekmemeniz için iyi olacaktır. Ülkeye vardığınızda ilk iş olarak üniversitenin Erasmus ofisine uğramalı, yurtta kalacaksanız yurt için gereken işlemleri yapmayı unutmamalısınız. Birkaç günlük koşuşturmadan sonra geriye sadece Erasmus sürecinin tadını çıkarmak kalacak. Bu süreç, yeni yerler keşfetmenin, eğlenmenin, farklı kültürlerle kaynaşmanın dışında yabancı dilinizi geliştirmek için elinize geçecek en büyük fırsattır aynı zamanda. Gittiğiniz ülkelerin birçoğunda İngilizcenin iyi derecede konuşulduğunu göreceksiniz. İkinci yabancı diliniz de gittiğiniz yerin anadili ise, bu, sizin için bulunmaz bir velinimet olacak. Zorluk çekmemek için Türk arkadaşlarınızla ya da Türk tanıdıklarınızla birlikte hareket etmeyi düşünebilirsiniz. Siz farkında olmadan akıp giden zaman içinde bunun sizin yabancı arkadaşlarla iletişiminize ve dolayısıyla dil becerilerinizi geliştirmenize olumlu anlamda etki ettiğini göreceksiniz. Bu yüzden eğer Erasmus’a gitme amaçlarınızdan biri yabancı dilinizi geliştirmekse elinize geçen fırsatı en iyi şekilde değerlendirmelisiniz. Hayatınızın en güzel hatıralarını biriktirdiğiniz üniversite yıllarında birkaç aylık bir rüya Erasmus. Uyandığınızda meyvelerini gerçek hayatta toplayabileceğiniz bir rüya. Dünyanın bin bir türlü rengini hayatınıza çalın. Fırsatların hepsini değerlendirip unutulmaz anılar biriktirin. Bütün imkânları kullanıp hatıralarınızı Erasmus ile renklendirmeye fazlasıyla değer. gazeteetu etugazete gazeteetu www.gazeteetu.com 7 RUKEN ÇAKAN AHMET DENİZ ZENGİN “Hidrolik Selam” Sistemi Bunca Ölüm Niye? A sansör benim gibi her TOBB ETÜ’lünün gününün önemli bir kısmını geçirdiği bir icat. Bu meret iyi hoş, güzel, insanın yükünü hafifletiyor, benim gibi üşengeçleri kalori yakmaktan kurtarıyor. Faydaları pek fazla. Yurtta kalan biri olarak hayatımın daha da çoğu bu icadın içinde geçiyor. Bu öyle bir icat ki herhalde okulda B69 sınıfından sonra metrekareye en çok insan düşen bir yer. Pek çok zaman katları tırmanırken yalnız olmuyorsunuz çünkü. İşte burada işler biraz değişiyor. Ne mi oluyor? Bir hatırlayın. Cebinizden telefon çıkıyor, yok yere tuş kilidi açılıyor, gereksiz bir iki klasöre giriliyor. İstediğin kata geldiğin zaman hızla kaçılıp gidiliyor. Bu gerginlik neden? Biziz. Sensin. Sizsiniz. Gördüm de söylüyorum. Peki, neden bu gerginlik? Peki, neden bu birden çekip gitmeler? Bir selam ver giderken yahu. Ben bunu kendim için kırmaya çalıştım ve asansör dostlukları edindim. Tamam, öyle uzun sohbetlerimiz yok. Oturup kahve falan içmişliğimiz de yok. Lakin yurt asansöründe, okulda birbirimize selam verdikçe kısa süreliğine de olsa yüzümüz gülüyor. Birbirimizde bunu yaratabiliyoruz. Hadi bunu da geçtim telefonumu boşu boşuna kurcalayıp şarj yemiyorum. Yani diyeceğim o ki dolandırmadan lafı, asansörde birbirimize selam verelim yahu. Günaydın diyelim, iyi günler falan diyelim. Ben hala alışma sürecindeyim lakin inanın zor olmuyor. En azından bana verebilirsiniz, hiç yadırgamadan selamınızı alırım. Efendim ilk sayımızda köşemizi böyle işgal ettik. Verimli olmadığını düşünen olursa sevdiklerine selam ileten bir metni yollarlar ise diğer yazıda yayınlayabilirim. Bu arada bir amme hizmeti yapmadan geçemeyeceğim. Asansörden bahsettik madem, ufak bir bilgi verelim hazırlıktaki arkadaşlarımız için. Büyük olan asansörde istediğiniz kata ulaşmanız için, katınızın iki katına basmanız yeterli olacaktır. Hepinize ‘’iyi günler’’. gazeteetu …Ve kadınlar Bizim kadınlarımız: Korkunç ve mübarek elleri İnce, küçük çeneleri ve kocaman gözleriyle Anamız, avradımız, yarimiz, Ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen Ve soframızdaki yeri Öküzümüzden sonra gelen… Nazım Hikmet O luk oluk kanamaya devam eden bir yara, ne diniyor ne de dindiriliyor. Değişen isimler ve tarihlerle bu yara daha da açılıyor. Öldürülüyoruz, bazen bir “sebeple” bazen de “sebepsiz”. Ana, bacı, sevgili, eş dinlemiyor bu ölüm. Kimi zaman “tutkuyla sevmek” ile gösteriyor kendini, kimi zaman “bu saatte ne işi vardı” nidalarıyla, kimi zamansa “tahrik oldum”larla ve en acısı da bildiğimizden/öğrendiğimizden çok farklı “töre”yle… O zaman sormak istiyorum; hangi sevgi öldürebilir, ya da dışarıda gezmenin belirli bir saati mi vardır? Ya da bir kıyafet –ne olursa olsun; ister etek, ister pantolon- bir insanı nasıl tahrik edebilir? Binlerce yıllık bu kadim toprakların hangi töresi ölümü emredebilir? Ya da en düz haliyle; Neden öldürülen hep kadın? Neden; giyimine, hangi saatte dışarıya çıktığına, ne pahasına olursa olsun boşanmamasına, kendisini sevene olumlu cevap vermesi gerektiğine, ya da sadece “hayır” demesine dikkat etmesi gerekenler kadınlar? Ölüm ne zaman bu kadar sıradan oldu bizler için; gazetelerin “üçüncü sayfaları” cadde ortasında eski kocası/sevgilisi tarafından defalarca bıçaklanan, o da yetmeyip cesetleri yakılan kadınların fotoğraflarıyla doluyken… Öldürülen kadın: kadının adı Özgecan, Dilek, Değer, Münevver, Güldünya, Hatice, Aysel, Songül, Ayfer ve daha nicesi. Yaşları henüz yaşayamadıkları o en güzel yaşlar. Malum kadına olan saygımızdan yaşını sormayız ya, öldürürken de sormuyor hiçbir bahane. Memleketler: doğu, batı, kuzey, güney. Failler: koca, sevgili, oğul, akraba… Öldürülen kadın: o kadın anne, eş, kardeş, sevgili, gelin, arkadaş… Verilen cezalar ortada, her gün –duyduğumuz ve gördüğümüz kadarıyla- cinayetlere bir yenisi daha ekleniyor, bir öncekinin yasını bile tutamadan. Kadına yaşama hakkını bile tanımayanlar ya elini kolunu sallaya sallaya dolanıyor aramızda, ya da bir süre yatıp, kaldığı yerden dönüyor hayatına. Ne yazık ki kadın ölümleri bunca acıya rağmen“üçüncü sayfa haberi” olmaktan öteye gidemiyor, normalleşmeye başlıyor. Yıllar önce sofradaki yeri öküzden sonra gelen kadının, artık sofrada yeri bile olmuyor… Her şeye rağmen ‘sevgiyle’ kalın… İllüstrasyon için Bilgehan Bölek’e teşekkür ederiz. etugazete gazeteetu www.gazeteetu.com 8 EMRE YILMAZ BEYZA ÖZBEK Başka Bir Şey Okumadığın Gün Karanlıktasın S B izler de takdir edersiniz ki kitap okumak güzeldir ve hem kişisel hem de toplumsal gelişim açısından şarttır. Bu önermenin aksini ise hiç kimse iddia etmeyecektir. Buna rağmen diğer ülkelerle karşılaştırılmalı olarak kitap okuma oranlarına baksak hezimetimiz hemen farkedilecektir. Bence de tuhaf. Hem kitap okumanın çok önemli olduğuna dair toplumda mutlak bir inanış var hem de bunu yerine getirmemek için ileri düzeyde bir inat. u youtube kanalına daha önce denk gelmediyseniz, sizi profesyonel hayata motive eden bir iş ortamıyla henüz karşılaşmadınız demektir. Black Diamond, NAB ve Reddot gibi önemli ödüller almış Edelkrone isimli inovasyon firmasının kanalı olan ‘’Başka Bir Şey’’ ; kim olduklarını, ne yaptıklarını ve ne şekilde yaptıklarını samimi bir şekilde, bölümler halinde izleyicisiyle paylaşıyor. Aynı zamanda kendi doğrularını, kendi yöntemleriyle göstererek modern iş hayatının düzenine bir anlamda kafa tutuyor. Yüzde yüz yerli sermaye örneği olan Edelkrone, 2009’da Kadir Köymen tarafından Ankara’da kurulmuş ve kamera aksesuarları üzerine uzmanlaşmış bir firma. Türkiye’de en çok ihracat yapan ve en çok patente sahip şirketlerden biri olması, Edelkrone’u vizyoner bir marka haline getirmiş. ‘’Tomorrow’’ adını verdikleri çiçeği burnunda ofislerinde ise yarına dair bir şeyler yapma peşindeler. Bu AR-GE merkezi tadındaki ofis, videolardan anlaşıldığı kadarıyla şirketin ‘’ilham merkezi’’. İçinde çalışan insanlar da tamamen yeni bir şeyler bulmaya ve problem çözmeye odaklı. Küresel bir farkındalığın oluşmasını isteyen bu insanlar; işe kendi problemlerini çözmekten başlıyor ve yeni bir fikir bulduklarında, -çalıştıkları ekip tarafından onaylanırlarsa- tasarlıyor ve en nihayetinde de üretiyorlar! Şirketin en dikkat çekici özelliklerinden biri de hiyerarşi sistemleri: Burada alt-üst yok. Edelkrone çalışanları maaşlarına, tatillerine, mesai saatlerine ve daha birçoğuna kendileri karar veriyor. Nasıl mı diye sordunuz? Bir yazılım sayesinde. İçinde her çalışana verilmiş 100 puanı bulunan bu yazılım, kişilerden 100 puanlık yetkiyi ekibi arasında paylaştırmasını istiyor. Verilen puanları kimse bilmiyor, tüm oranlar yazılımda saklanıyor. Sonuç olarak bir karar alınırken, ekibin içindekiler bir oylamaya tabii tutuluyor ve herkesin yetki oranına göre karar yazılım tarafından değerlendiriliyor . İşte bu kadar. Belki insanlık için küçük bir ofis, ama yine insanlık için büyük bir adım olabilecek iş mizacı. İlham alınması gereken, kafamızı açan bir şeyler… Çokça edindiğiniz spoilerdan sonra, içinizde bir tutam heyecan oluştuysa, bu sefer ‘’Gavurun oğlu yapmış be’’ dedirten değil de biraz milli duygular kabartan şu -başka bir şey-leri izleyelim mi? gazeteetu Bu problemi nasıl çözeriz diye düşününce aklıma gelen ilk nokta, bir davranışın nasıl umumileştirilebileceği sorunu. Evet bir davranışın insanlar arasında umumileşebilmesi için kişilerin birbirlerini ciddi anlamda o davranışı yapmaya teşvik etmesi gerekir ve bu davranışın aksi yönünde hareket edilmesinin yadırganır olması gerekir. Teşvik etme meselesine değinecek olursak bunun başarılabilmesi herkese hitap edebilen iletişim araçlarının bu yönde kullanılmasıyla ve çeşitli iktidar alanlarındaki otorite sahiplerinin bu işe sahip çıkmasıyla mümkündür. Bu yüzden özellikle televizyonlarda yazarlara daha fazla yer verilmelidir yoksa televizyonları yalnızca eğlence aracı olarak kullanmak ahlaki ve kültürel anlamda bir çöküşe sebep olacaktır. Gecelere kadar daha kendi kişiliğini oturtamamış sayısız ünlünün yaşantısını insanlara sunmak ahlaki bir soykırımdır ve hakeza bize çok yabancı ve zıt değerler, temeller üzerinden senaryoları inşa edilen dizi ve filmler de aynı neticeyi verecektir, veriyor da. Öyle ki kişi hiç ilgi duymadığı hatta varlığından rahatsız olduğu ünlülerden, onların arasındaki magazinsel ilişkilerden bile istemediği halde haberdar olmasına rağmen çoğu kitabını ilgiyle okuduğu yazarla yolda karşılaşsa onu tanıyamayacaktır. İşte bu durumun sebebi televizyonculuğun yapıcılıktan alabildiğine uzak durması ve eğlenceyi yegane amaç edinmesi ve bunu dayatmasıdır. Bu durumun neticesinde ise yazarlar ve kitaplar sürekli gündemin haricinde kalmakta, kişileri harekete geçirecek saik olan merak hep uykuda kalmaktadır. Teşvik meselesinin ikinci ayağına gelecek olursak çeşitli alanlardaki otorite sahiplerinin kitap okunması gerektiğini sürekli vurgulaması gerekir. Bunu hem söylem olarak hem de fiilen gerçekleştirmelidirler. Mesela kitap fuarları kitaplara duyulan ilginin insanlar açısından zirveye ulaştığı yerlerdir. Bu ilginin kolaylıkla gözlemlenebiliyor olmasına rağmen bir şehirde kitap fuarı bir defa ya kurulur ya kurulmaz. İşte otorite sahipleri bu organizasyonları gerekirse kendileri düzenlemelidir çünkü ihtiyaç var. Yine bu alanda otorite sahibi olan tanınmış yazarlar gerekirse( ki gerekiyor bence ) taşra, ilçe, köy demeden okul okul dolaşıp söyleşiler yapmalıdırlar. Sadece bu bahsettiklerimiz bile yerine getirilse az zamanda ne kadar yol katedeceğimizi herkes görecektir. Aklıma gelen bir başka mesele ise kitapların ulaşılabilirliği sorunudur. İşe kitap fiyatlarından başlayabiliriz. Maalesef kitap fiyatları herkesin ulaşabileceği miktardan fazla. Bu yüzden fiyat sorununu aşmak adına kütüphaneleri zenginleştirme yoluna gitmeliyiz. Her okulun kütüphanesi olmasına rağmen ya kapısı kilitlenecek kadar raflar boş ya da okunmaktan çok uzak kitaplardan teşekkül etmiş durumdalar. Artık kendimizi kandırmaktan vazgeçip okul kütüphanelerini sıfırdan yenileyip okunacak kitaplarla donatmalıyız. Bunun için çok ciddi fedakarlıklara gerek yok sosyallik adına düzenlenen etkinliklerden bir iki defa vazgeçsek kim bilir kaç okul nitelikli kütüphanelere kavuşacaktır. Sizlerin de gördüğü gibi sadece birkaç hamlede nesilleri işe yaramaz olmaktan kurtarıp daha nitelikli hâle getirebiliriz. Artık yakınmayı bir kenara bırakıp istemeye ve yapmaya başlayalım. etugazete gazeteetu www.gazeteetu.com 9 ALİ İHSAN SARI List-ETÜ I HANİFİ CAN TÜRKOĞLU Ruhumuz Nerede? nka tapınaklarına gitmek isteyen Avrupalı arkeologlar, bir Kızılderili rehberle yola çıkıyor. Yolu yarıladıktan bir müddet sonra Kızılderili rehber anlamsız bir şekilde birden yere oturuyor ve beklemeye başlıyor. Buna anlam veremeyen arkeologlar rehbere bu yaptığının sebebini sorduğunda ise manidar bir cevap alıyorlar: Çok hızlı ilerledik, ruhumuz geride kaldı. Okulda Duymaktan Sıkıldığınız 13 Cümle (Dikkat Otosansür İçerir) Burdan Aşti’ye kadar bizimmiş. Madem açmayacaksınız, verin bize şu halısahanın işletmesini para kazanalım. Abi bizim okulda hiçbir şey yapılmıyor, bak diğer üniversitelere. Armada’ya gidiyorum, seni de atıyım. Aslında bu kulüp işleriyle falan uğraşmak lazım ya. Evet parti yapcam. Dj’im ben. Son stajı naylon yapıp IBT kascam. İngilizce abi İngilizce. Abi çıkmış çöz ya. (Toefl’a 8 kere girdi.) Sen ne diyosun bi’ keresinde şenliğe Sezen Aksu gelmiş. Otomata gidiyosan bana da bi’ sandviç al. Dur parasını veriyim. Şşşş. Abi ben kendi işimi kurcam ya! Konsept kafe açıcam Çukurambar’a. Fuayede yer yok, Nar’da çalışalım. (Çantayı bırakan gitmiş.) Şu YDB’den bi’ kurtulayım, sadece otoparka yanlamaya gelirim. Spora yazılalım mı? Gitmeyiz sonra, ne dersin. Bonus: Pardon! Tunncer Bankası Genç Kartınız var mıydı? Bonus 2: Abi olmamış yaa! (Ben daha iyi yapardım ama yapmıyorum çünkü eleştirmek daha kolay.) Sevgili dostlar, bizim Kızılderili rehber mi çok hassas, yoksa biz mi çok kayıtsızız? Acaba bizim ruhumuz nerede kaldı? Hangi tiviti atıyorken, hangi sinepi çekiyorken, hangi vaynı izliyorken hızımıza yetişemedi? Bilemeyiz belki terk edildiğimizde bu saydığım eylemler dünya üzerinde henüz vücut bulmamış da olabilir. Ayrıca –toplumların da ruhlarının var olduğu varsayımını kabul ederek- içtimaî ruhumuzun vaziyeti ne âlemdedir? Elbette bu soruların cevabını bulmak kolay değildir. Ancak ruhumuzu bir yerlerde bıraktığımız da aşikâr. Öyle ki sahip olduğumuz fikirlerimiz, yaşam tarzımız, inançlarımız bizi diğerlerinden eksik hissettiriyorsa ve ifade etmekten çekiniyorsak; hedef ve hayallerimizde Anadolu’ya yer kalmamışsa bencilliğimizden; içimizden sorduğumuz sorulara cevaplarımızda “bana ne”ler artmışsa bir sorunumuz olmalı dostum. Selam alıp vermeyi unutmuşsak, birbirimizin halini soramaz olmuşsak, özgüvensiz bakıyorsa gözlerimiz irdelememiz gerekir bu durumu. İçtimai ruhtan bahsetmiştik. İçimizde bu toprakların ekmeği ve suyuyla beslenip, gugıl öörtten bakıyormuşçasına yapayca halkına bakan, iz’ansızsa devletine çatan aydınlar türemişse, belki de ruhu bedenden ayıran özel ameliyathaneler kuruludur bilmediğimiz yerlerde. Acı haberleri kanıksıyorsak, mazlumla empati kuramıyorsak, bir yerlerde öksüz ve yetimlerin varlığı hatırımıza gelmiyorsa yahut geldiğiyle kalıyorsa vuslat ırak olmalı ruhumuzla. Tabii bu noktada “Niçin biz bu hale geldik?” sorusuna cevap aramak bizim için daha faydalı olabilir. Iskaladığımız noktaları fark edersek belki bir yol buluruz. Mesela, tarihimizle pek ilgilenmediğimizden olabilir mi? Kadim kültürümüze yabancı kalmamızdan, bize miras kalan değerleri bilmediğimizden olabilir mi? Birbirine fikrî manada çok benzer kişilerle bir çevreyle oluşturduğumuz çapsız dairenin içinde mi hapsolduk? Hep ışıklı kafelerde oturduğumuzdan da olabilir. Mesela eksantrik bulduğumuz bir kıraathanede yaşlı bir amcanın kelamında saklıdır ruhumuza giden yolun haritası. Fazlaca konuşulmayı hak etmeyen konuları konuşmaktan, fazlaca sevilmesi gerekmeyen şeyleri sevmekten ötürü bu kayboluşu yaşıyoruzdur. Sevgili dostlar, arayış serüvenimiz karamsar şekilde sona ermesin. Eminim ki bu arayış içerisindekilerin, birtakım çarpıklıkların farkındakilerin sayısı fazladır. Ey monoton hayatın pençesinde kalanlar, pençede kıpırdayıp ruhunu arayanlar: Yalnız değilsiniz. Muhabbetle kalın… gazeteetu etugazete gazeteetu www.gazeteetu.com 10 AHMET SUAT ÖZDEMİR & HAYDAR İLELİ BİR BİLGENİN ÖĞÜTLERİ G azete Etü’nün ilk sayısında, Tarih alanındaki araştırmaları ve kitaplarıyla tanınan Üniversitemiz Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak ile sohbet ettik. Lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü’nde tamamlayan Ocak, Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü’nde master ve Strasbourg Üniversitesi Türkoloji Bölümü’nde de doktora yaptı. Doçentlik ve profesörlük unvanlarını Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü’nde alan Ocak, hâlen TOBB ETÜ Tarih Bölümü’nde öğretim üyeliği yapıyor. Yerli ve yabancı çok sayıda bilimsel makalesi bulunan Ahmet Hoca, 5 Ocak 2016 ‘da Türk Kültürüne Hizmet Vakfı’nın verdiği “Türk Kültürüne Hizmet Şükran Ödülü”ne layık görüldü. İslam tarihindeki grupları, kişilikleri ve yapıları sosyal tarih perspektifinden incelerken, günümüzde de ilgiyle tartışılan birçok konuya akademik bir bakış açısı getiren hocamızı daha yakından tanımak adına onunla keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Beğenilerinize sunuyoruz… Ailem yetİŞmeme önemlİ bİr İmkan sağladı GÜNÜMÜN BİR KISMINI ERTESİ GÜNÜ PLANLAYARAK GEÇİRİRİM Ben taşra kasabasında doğdum, büyüdüm, yetiştim. İlk ve orta eğitimimi orada aldım. Babam bir esnaf idi. Aile orta halli bir aileydi. Herhangi bir maddi sıkıntımız olmadan büyüdüm ve tahsilimi yaptım. Bugünkü yaptığım mesleğe yönelmemde babamın önemli bir etkisi oldu. Babam tarihi, özellikle Osmanlı Tarihi’ni çok severdi. Ve İstanbul’a dükkana malzeme getirmek için her gittiğinde bana bazı kitaplar getirirdi. Ben o kitapları okuyarak derslere hazırlanıyordum, küçülüğümden beri içimde böyle bir tarih hevesi vardı. Muhafazakar bir ailede yetiştim. Muhafazakar aileler tarihe çok önem verir. Sağolsun babam bana İstanbul’da öğrencilik yıllarımda hiçbir sıkıntı çektirmedi. O yüzden benim özellikle çok kitap alma imkanım oldu. O zamanlarda kendi çapımda oldukça büyük bir kütüphane oluşturdum. Okumayı çok seviyorum, özellikle klasik Türk ve Batı romanları çocukluğumdan itibaren beni çok geliştirdi. Yine babam da tarihi roman okumayı çok severdi. Feridun Fazıl Tülbentçi’nin Osmanoğulları, Yavuz Sultan Selim Ağlıyor, Barbaros Hayrettin Geliyor gibi Osmanlı tarihi ile ilgili romanlarını okur, ve zaman zaman bana okutup dinlemeyi severdi. Ayrıca eski geleneksel kültürün temsilcisi olan Son Osmanlı zamanında yetişmiş benim çocukluğumda epeyce yaşlı olan insanlar da gerek evimizde gerekse babamın dükkanında gelir hatıralarını anlatırlardı. Böyle bir ortamda bulunmak da önemli. O yüzden benim ailem benim yetişmeme önemli bir imkan sağladı. Her gün muntazaman uyguladığım, hiç aksatmadan robotumsu bir günlük hayatım, standard bir programım yok. Genellikle erken yatıp erken kalkarım. Sabahın erken saatlerinde, el ayak ortada henüz yokken çalışmayı tercih ederim. Herkesin yaptığı günlük işleri ben de yaparım, fakat günümün bir kısmını ertesi gün vereceğim dersleri hazırlamak, ilgi duyduğum kitapları ve özellikle çalıştığım alanda yeni çıkan literatürü okumak, en fazla da üzerinde çalıştığım konulara yoğunlaşmakla geçiririm. Eskiden spora da belli bir vakit ayırırdım, ama maalesef buna pek fırsat bulamıyorum. Akşam haberlerini televizyondan takip etmek, artık pek iç açıcı olmasa da, ihmal etmediğim bir alışkanlıktır. Çalışmaktan yorulduğumda, ya Türk Sanat Müziği dinler veya bilgisayara bir eski film koyar seyrederim. Genellikle de 1970’ler öncesi Polisiye, 2. Dünya Savaşı, Tarihi ve Western türü Hollywood filmlerini tercih ederim. Şimdiki aksiyon filmlerini sevmem. Bence sinema 1970’lerden sonra sinemalıktan çıkmış, başka bir şey olmuştur. gazeteetu Tarİh konusunda toplumumuzun gerçekten fİkrİ olduğunu sanmıyorum Eğer olsaydı piyasayı çoğu edebi değerden, sağlam bir kurgudan yoksun, sırf isim yapmaya, para kazanmaya yönelik, kısacası bir defa bile zor okunacak kalitesiz tarihi romanlar istila etmezdi. etugazete gazeteetu Bunlar inanılmaz sayıda baskı yapıyor ve kitap evlerinde okuyucunun adeta gözünün içine sokulurcasına standlarda reklam ediliyor. İnsanımız bu romanları tarihsel gerçekleri anlatan metinler olarak okuyorlar. Dizileri veya filmleri tarihsel gerçekler olarak seyrediyorlar. Sebebi, demin söylediğim gibi gerçek bir tarih bilinci yoksunluğudur. Sebebi hala yoğun bir biçimde yaşamakta olduğumuz kültürel ve ideolojik travmadır. Bu travma bizim toplumumuzu ideolojik ve kültürel olarak adeta “şizofrenik” bir toplum yapmıştır. Kavgasız hiçbir problemimizi medeni bir tarzda tartışamaz olmuşuzdur. Bu yüzden bizim standart okumuş insanımız için tarih, gerçekte yaşanan bir hayatın bilincine varmak, onu öğrenmek ve entelektüel kapasitesini takviye edecek veya bugününü doğru kavrayıp değerlendirmeye yarayacak bir bilimsel disiplin değildir. Daha çok, hatta bütünüyle hamasi ve ideolojik duygularını besleyecek bir hikâye, toplumsal bunalım zamanlarında da sığınacağı şefkatli bir ana kucağıdır. O yüzden gerçekten yaşanan tarih bizim insanımızın hoşuna gitmez. O ideolojik ve ruhsal olarak tatmin olacağı “sanal bir tarih” ister. İspatı mı? Kitapçı rafları, televizyon dizileri, hatta sözüm ona televizyondaki tarih programları…Ama ben insanımıza suç bulmuyorum. Çünkü onun sağlam bir tarih kültürü, dolayısıyla bilinci edinmesine önce eğitim sürecinde uygulanan sorgulayıcı, analitik bakış kazandırıcı değil, kalitesiz ve hikâyeci, ideolojik tarih eğitimi engel olmaktadır. www.gazeteetu.com 11 Gerçek tarİh bİLİNCİ kendİne ve dünyaya doğru bakmasını öğretİr. Sözünü ettiğim büyük kültürel travmayı yaşamış bu toplumda, bu eğitimi alarak yetişen insanımızdan başka bir şey bekleyemezsiniz. Dolayısıyla bana göre asıl suç, bu kültürel travmayı önce kendisi yaşayan, sonra da topluma yaşatmaya çalışan aydın tabakasındadır. Gerçek bir tarih bilinci topluma şahsiyet ve kimlik kazandırmasının ötesinde, kendine ve dünyaya doğru bakmasını da öğretir. Bunu sağlayacak olan, üniversitelerimizdir. Ünİversİtelerdekİ tarİh çalışmalarının çoğu gerçek tarih araştırmalarına dönüşebİlmİş değİldİr henüz. Bana göre asıl suç, bu kültürel travmayı önce kendisi yaşayan, sonra da topluma yaşatmaya çalışan aydın tabakasındadır. Gerçek bir tarih bilinci topluma şahsiyet ve kimlik kazandırmasının ötesinde, kendine ve dünyaya doğru bakmasını da öğretir. Bunu sağlayacak olan, üniversitelerimizdir. Üniversitelerdeki akademik tarih çalışmalarının çoğu ne yazık ki sözünü ettiğim kültürel travmanın yarattığı ideolojik bölünmüşlüğün pençesinden kurtulabilmiş, dolayısıyla gerçek tarih araştırmalarına dönüşebilmiş değildir henüz. Bu toplumda da zaten bu çok zordur ve düzelmesi kanaatimce daha çok uzun zaman alacaktır. Dolayısıyla gerçek tarih araştırmaları yapmak bu ülkede hem zor, hem pahalı, ama aynı zamanda ne toplumda ne akademiada prim yapan bir şey değildir. Belli ideolojik kalıplar doğrultusunda yayın yaparsanız, muhatap ve çevre edinirsiniz. Ama bu kalıpların, alışılagelmiş zihniyetlerin dışına çıkarsanız, birileri size hasım kesilir ve yazdıklarınızı karalamaya, değersizleştirmeye, hatta yok saymaya kadar işi vardırabilirler. Türkiye’de aileler tarihin hamaset hikâyelerinin çok ötesinde bir tarih bilincine sahip olmadıkları ve gazeteetu tarih öğrenmenin ya devlet otoritesine eklemlenmeye veya çok para kazandırmaya yaramadığını gördükleri için çocuklarının üniversitede tarih bölümlerine gitmesini istemezler. O yüzden çocukları Tarih bölümlerini tercih etseler bile genellikle aileleri engel olur. Oysa Tarihçilik parlak ve kıvrak bir zekâ ve kavrayış, eleştirel ve analitik bir kafa isteyen bir disiplindir. Romancının ve fİlmcİnİn amacı tarİh öğretmek değİl İlgİ çekmektİr. Gerçek tarihe gelince… Bir defa bu terim zaten sorunlu bir terimdir. Her zaman tarihçiler “mutlak gerçek tarih”diye bir şey olduğunu düşünmezler. Gerçeğe ulaşabildikleri gibi ulaşamayabilirler de. Dolayısıyla gerçek tarihi öğrenmek o kadar kolay bir iş değildir. Her şeyden önce bu sağlam bir eğitim işidir. Ama okuyucular açısından soruyorsanız, ciddi yazılmış popüler veya akademik tarih eserlerini okumak gerekir. Romanlardan, filmlerden, dizilerden tarih öğrenilmez. Onlar eğlendirmek içindir. O yüzden romancılar ve filmciler tarihi ister istemez hayallerinde kurguladıkları biçimde bilerek tahrif ederler. Çünkü romancının ve filmcinin amacı tarih öğretmek değil ilgi çekmektir. TarİHÇİlİkte yalnız kütüphane veya arşİv çalışması yetmez. Benim kanaatime göre alana da çıkmak, incelediğiniz konunun geçtiği mekânları veya incelediğiniz kişinin hayatının geçtiği yerleri dolaşmak, oradaki izleri, kalıntıları görmek, insanlarla konuşmak son derece gereklidir. Kısacası her ikisini de yapmak lazımdır. Çünkü birbirlerini tamamlarlar. Olayların geçtiği mekânları dolaşmak fikrinizi, düşüncenizi açar, incelediğiniz olayın içine sizi çeker, hayalinizi çalıştırır. Dolayısıyla yapacağınız yorum ve analizlere daha bir derinlik ve çekicilik katar. Şahsen ben yapabildiğim, imkânlarım elverdiği ölçüde bu söylediğimi uygulamaya çalışırım. etugazete gazeteetu Hangİ alanda çalışmak İstİyorsaNIZ o alanın bİlgİlerİne sağlam bİr şekİlde ve metotlu olarak sahİp olun Bunun için usanmadan, ama severek çalışmak. Kısacası hiçbir maddi karşılık beklemeden, amatör araştırıcılık ruhuyla, Frenklerin “scientific curiosity” dedikleri bilimsel merak sevkiyle, ama profesyonel ve bilimsel metotlarla çalışmak lazımdır. Yani yüksünerek değil, severek, hatta bir çeşit ruhsal bir zevk duyarak çalışmak gerekir. Sevmezseniz eliniz boş kalır. Severseniz üretebilirsiniz. Ürettiğiniz bilgi işe yarar. Aksi halde o alanın rutin, standard bilgisiyle kalır, hiçbir katkı yapamazsınız. www.gazeteetu.com 12 KAĞAN ALTUN Marvel için Bir Kilometre Taşı:Civil War M arvel 2000’li yıllarında başında yaşadığı maddi problemlerden dolayı birçok karakterinin film haklarını Sony ve Fox gibi şirketlere satmak zorunda kalmış ancak sonrasında Disney’in Marvel’ı satın almasıyla başlayan ve birçok şirkete ilham kaynağı olan sinema evreni, salonlarda yerini almaya başlamıştı. Tam 8 yıl ve 11 film geçti, Civil War ise bu serinin on ikinci filmi. Bugün bu evren şüphesiz, film sektöründe çığır açmış durumda. Yaptığı her işle çıtayı biraz daha yükselten Marvel, birçoklarına göre en etkileyici çizgi romanı olan Civil War’u(ülkemizde “Kahramanların Savaşı” olarak çevirisi yapıldı) beyazperdeye taşımaya karar verdiğinde doğal olarak beklenti de bir hayli yüksek olmuştu.Bu filmi ele almadan önce çizgi romana kısaca değinmem faydalı olacak diye düşünmekteyim. İç savaş temel olarak bir grup “acemi” süper kahramanın hatasıyla bir süper kötünün yerel bir ilkokulu havaya uçurmasıyla başlar. Bunun üzerine devlet süper kahramanlar için bir sicil kayıt yasası tasarlar. Bu yasaya göre kahramanlar kimliklerini halka açıklayacak ve bir nevi devlet personeli statüsüne geçeceklerdir. Steve Rogers(Kaptan Amerika) bu yasaya karşı çıkarak yandaşlarıyla birlikte yer altına iner, yasayı savunan Tony Stark(Iron Man) ise kendi tarafında olanlarla birlikte kaptanı ve destekçilerini yakalayıp devlete teslim etmeyi seçer. Daha fazla çizgi roman detaylarına girmeyerek film incelemesine geçiyorum. Uyarı !! Buradan sonrası filmle ilgili ağır spoiler içerir. Birkaç satır üstte çizgi romandan bahsettiğimin farkındayım ancak film hikaye olarak çizgi romandan oldukça farklı işlenmiş. Buna rağmen birkaç kilit sahnede görsel olarak çizgi romanlara bir selam verilmeden geçilmemiş. Filmin yönetmenleri Russo kardeşler Captain America:Winter Soldier filmini yönettikten sonra Marvel ve Disney tarafından baş tacı edilmiş ve Marvel Sinematik Evreninin önemli iki filmini daha yönetmeleri için ikna edilmişti. Bu filmde de kendilerinden bekleneni verdiler ve gerek hikayenin işlenişi gerekse görsel efektler ile harika bir film ortaya çıkardılar. Belki de ilk defa bir süper kahraman filminde filmin üzerine kurulu olduğu bir kötü karakter yoktu. Bu filmimizin baş kötüsü sayılabilecek isim Baron Zemo idi. Kendisini çizgi romanlardan oldukça farklı işlemişler ancak bu hikayeye en uygun olan şeklinin bu olduğunu düşünmekteyim. Peki filmde ne oldu da iç savaş çıktı ? Bu kargaşanın temelinde Birleşmiş Milletler’in getirip masaya koyduğu Sokovia Anlaşması var gibi görünse de asıl mesele namı değer Kış Askeri, Bucky Barnes idi. Baron Zemo’nun Birleşmiş Milletler konseyine düzenlediği ve Kara Panter’in babasının ölümüne yol açan patlamayı Bucky’nin üstüne yıkması bir nevi savaşa start veren andı. Sinema evrenine bu filmle dahil olan Kara Panter’in intikam yemini etmesi ve Bucky’nin peşine düşmesi olayları iyice alevlendirdi. Ancak en yakını Bucky’yi hafızası silinmeden önceki haline getirme umuduyla onu güvenlik güçlerinden önce bulmaya çalışan Kaptan Amerika için Kara Panter’e izin vermek imkansızdı. Bütün güvenlik teşkilatlarının aradığı Kış Askeri’ni bulmasına rağmen teslim etmeyen Kaptan Amerika’nın karşısında ise Sokovia Anlaşması’nı imzalamış ve kaptana da imzalatmaya çalışan bir Iron Man vardı. Iron Man’in temel motivasyonu Sokovia’daki insanların ölümünden kendini sorumlu tutması, Avengers ekibinin bir şekilde otoriteye bağlı olması gerektiğini düşünmesi ve filmin sonuna doğru öğrendiği, kış askerinin ebeveynleri Howard & Maria Stark’a suikast düzenlemiş olduğu gerçeğiydi. Kaptan Amerika ise hükümetlerin gelip geçici olduğunu düşündüğünden anlaşmayı imzalamayıp dostu Bucky’yi de teslim etmeyerek doğru yolda olduğunu düşünmekteydi. Bu iki zıt görüş çerçevesinde ortaya iki takım çıktı. Iron Man tarafında War Machine, Vision, Black Widow, Black Panther ve hepimizin merakla beklediği Spider-Man bulunmakta buna karşı Kaptan’ın yanında Falcon, Winter Soldier, Hawkeye, Scarlet Witch ve Ant-Man vardı. Filmin afişini gören hemen hemen herkesin aklına gelen iki soru geldi.1-Kim kazanacak? 2-Spider-Man’in nasıl olacak? Marvel resmen origin hikayesi verilmeden bir kahraman filme nasıl sokulur ve nasıl geliştirilir dersi vermiş. Önceki iki Spider-man, Tobey Maguire ve Andrew Garfield’ın 5 filmde bırakamadığı etkiyi Tom Holland bu filmde yaklaşık 25 dakikada bıraktı bizlerde. Kendisinin genç yaşına rağmen bu ağır rolün üstesinden çok iyi geldiğini düşünmekteyim. Kendisini yine Iron Man ile birlite seneye Spiderman:Homecoming filminde izleyeceğiz. Şimdi gelelim fragmanların ve TV spotların meşhur havalimanı sahnesine. Film henüz vizyona girmeden galalarda ve basın oturumlarında seyredenlerin övdüğü kadar var gerçekten. Spider man’in esprili yaklaşımları, Ant-Man’in Giant Man’e dönüşümü, Black Widow’un taraf değiştirmesi, War Machine’in vuruluşu ve tabi ki kusursuz çekilmiş dövüş sahneleriyle hafızalara kazındı. Gelelim kimin kazandığına. Süper asker serumu ve vibranyumdan yapılma kalkanıyla Kaptan Amerika mı yoksa süper teknoloji zırhı ve zekasıyla Iron Man mi ? Bana sorarsanız net bir beraberlik var. Iron Man in sonda yediği temiz dayağa rağmen neredeyse bütün film kontrolü elinde tutması ancak zarar vermekten ziyade yakalama içgüdüsüyle hareket etmesi bu beraberliğin temel nedeni. Filmin sonunda dağılan ekibimiz çok büyük ihtimalle 2018 yılında vizyona girecek olan Avengers Infinity War Part-1’e kadar biraraya gelemeyecek gibi görünüyor. Ancak “Marvel” bu ne yapacağı hiç belli olmaz. gazeteetu etugazete gazeteetu www.gazeteetu.com 13 HAMİDE YAZER Bizim Büyük Oscarsızlığımız ve Mustang Bu yılki Oscar ödül töreninin üzerinden aylar geçti ancak, en iyi erkek oyuncu ödülüne beşinci adaylığıyla uzanmayı başaran Leonardo DiCaprio ülkecek bizi mutlu ederken; törenin bizler içinse ayrı bir önemi daha vardı. Yıllar önce Xavier Koller’in yönettiği Maraşlı bir ailenin yasadışı yollarla İsviçre’ye yolculuklarını anlatan ve İsviçre adına yarışan Reise der Hoffnung/ Journey of Hope/Umuda Yolculuk * filminden sonra, Yabancı Dilde En İyi Film dalında Türkçe bir film daha adaydı, Mustang. Deniz Gamze Ergüven’in yazıp yönettiği başrollerinde Güneş Şensoy, Doğa Doğuşlu, Elit İşcan, Tuğba Sunguroğlu ve İlayda Akdoğan gibi genç yeteneklerin yer aldığı film Fransa adına Oscar için yarıştı. Ancak ödülün sahibi, kazanmasına kesin gözüyle bakılan Macaristan yapımı Saul Fia/Son of Saul oldu Ülkemiz adına da adaylık için başvuran Ergüven, Türkiye adına Kaan Müjdeci’nin yönettiği Sivas filmi seçilince ortak yapımcılardan Fransa adına aday oldu. Mustang ülkemizdeki ilk gösteriminden bu yana tartışmaları da beraberinde getirdi. Filmde ergenlik çağında beş kız kardeşin Karadeniz kıyısında küçük bir kasabada çevre baskısına rağmen gençliklerini yaşama çabaları anlatılıyor. Türkiye’de çekilen, Türk oyuncuların yer aldığı ve içerisinde herhangi bir Fransızca veya başka bir dilde kelime ve gönderme bulunmayan film, yeterince “bu topraklara ait olamamak”la suçlandı. Peki, nedir bu topraklara ait olmaktan kasıt? Yönetmenin filme yaklaşımı ve kullandığı teknikler Avrupa sinemasında örneklerini çokça gördüğümüz bir türden. Aynı şekilde yeni dönem Türk yönetmenler arasında da sıkça kullanılan bir yöntem. Birçok eleştirmen Deniz Gamze Ergüven’i filmde kullandığı yönetmenlik hilelerinden ziyade senaryoda ele aldığı konuyu bir “Batılı” gözüyle işlemesi ve ülkeyi yanlış lanse etmesi yönünden eleştirdi. Sinemasal açıdan başarılı bulunan film öznel yargılarda sınıfta kaldı. Mustang, genelde Amerika’nın batısında başıboş gezen, yabanileşmiş atların ismidir. Filmde özgürlüklerine düşkün, üzerlerine örülen duvarlardan ve hapis hayatından kaçmaya çalışan atların yelesini andıran uzun saçlı kızlar üzerinden yapılan bu gönderme yerinde bir tercih olmuş. Filmde kendilerine dayatılan hayata başkaldıran karakterler, başkaları için yaşamaktan kaçıyor ve kendi yollarını çizmeye çalışıyorlar. Son dönemlerde iyice artan kadının toplum içindeki yeri tartışmalarına uymayan, toplum için aykırı sayılan bu kızlar elbette ki bu topraklara ait olmamakla suçlanacak ve tabi ki Mustang yerine Müjdeci’nin Sivas filmi aday gösterilecekti. Peki, Mustang, Fransa için değil de ülkemiz adına aday gösterilseydi ne olurdu diye bir soru sorabiliriz. Yıllardır ülkemizin küresel çaptaki başarılarını siyasal bir kılıf uydurmaya çalışanların aksine şunu söyleyebiliriz ki yine ilk beş arasına girmesi muhtemeldi. Buna kanıt olarak gittiği festivallerden ödüllerle dönmesi ve Oscar’ın habercisi Altın Küre’ye de ilk kez bir Türk filmi olarak aday gösterilmesini söyleyebiliriz. Her şeye rağmen Mustang, -ülkemiz adına olmasa da- ilk defa bir Türk yönetmenin Oscar’a aday olan bir Türk filmi. Gelişen Türk sineması için önemli bir başarı bu. Uzun yıllar bir kriz ortamı içerisinde bulunan sinemamız 2000’li yıllar ile birlikte yükselişe geçti. Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz, Derviş Zaim, Semih Kaplanoğlu, Reha Erdem gibi yönetmenlerin açtığı yoldan ilerleyen Deniz Gamze Ergüven gibi yeni kuşak sinemacıların çıtayı daha da yükselteceğinin habercisi bu durum. Karşısında László Nemes’in yönettiği Son of Saul gibi güçlü bir film olmasına rağmen Mustang, ödül yarışını sonuna kadar sürdürdü. Ama inanıyoruz ki Ergüven’in attığı ilk adımın ardından, gelecek yıllarda Akademi Ödülleri’nde kırmızı halıda Türk yönetmenleri çokça göreceğiz. *Film, 1990 yılında Yabancı Dilde En İyi Film Oscar ödülünü İsviçre adına kazandı. gazeteetu etugazete gazeteetu www.gazeteetu.com 14 ŞULE DEMİR Gittim, Gördüm, Sevdim: Satranç Müzesi Y eni yeni tanıdığım Ankara sokaklarında Sizinle özellikle paylaşmak istediğim bir Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ni at figürü var. ararken yolda Satranç Müzesi tabelasını gördüm. Satranç oynamayı küçüklükten bu yana çok sevmişimdir, zamanım da varken bu fırsatı kaçırmayayım deyip girdim müzeye. Ben gittiğimde müzeye giriş ücretsizdi ama görevlilerden Ocak 2016 itibariyle girişlerin ücretli olacağını öğrendim. (Tam:8 tl, Öğrenci 5 tl imiş.) Girer girmez kelimenin tam anlamıyla büyülendim. Çok da büyük olmayan bir satranç koleksiyonu beklerken hayal bile edemeyeceğim satranç setleriyle karşılaştım. Bu kadar çok çeşit satranç nasıl olabilirdi? Bu insanlar bu kadar şeyi nereden bulmuştu? Bir tur oynayabilir miydim? Çok güzeldi benim olabilir miydi? Koleksiyonun sahibi olduğunu tahmin ettiğim sempatik hanımefendinin söylediğine göre ilk olarak bu satranç takımıyla başlamış koleksiyon. Figüre bakınca çok kaprisli bir atla karşı karşıya kaldığınızı düşünüyorsunuz. Akın Gökyay’ın 1975 yılında başladığı ve 412 satranç takımına ulaşan bu koleksiyon 31 Ocak 2012 tarihinde Guinnes Rekorlar Kitabına girmiş. Müzeyi ziyaret etmeden önce not etmeniz gerecek önemli detaylar var. Salıdan pazara haftanın 6 günü açık olan bu müze dini ve milli bayramlarda kapalı oluyormuş. Ziyaret saatleri ise şöyle: 10:00 – 12:30 13:30 – 18:00 Müze, iki katlı bir bina oluşuyor. Bunun dışında bir iç bahçeleri var, burada bir kafe yer alıyor. Bu kafe, müze gezisinden sonra biraz mola verip bir şeyler içmek için ideal. Müzeden birkaç görünüm: Star Wars’lu, Lord of the Rings’li, çizgi filmli, tasarımlı, kedili, köpekli, Hitlerli, şekilli şüküllü bir sürü satranç takımı vardı. Ben hepsini fotoğraflayamadım tabi ki. Fotoğrafladıklarımın da hepsini paylaşamayacağım çünkü hem sürprizi kaçmasın hem de çok fazla yer işgal etmek istemiyorum. gazeteetu Pek çok müzede olduğu gibi burada da bir müze mağazası var. Çeşitli satranç takımları, baskılı bardaklar, tişörtler ve pek çok hediyelik eşya bulabilirsiniz burada. etugazete gazeteetu Peki, bu müze nerede? Broşüründeki adresi buraya yazıyorum, bilenler bilmeyenlere tarif etsin: Hamam Arkası Sakarya Mah. Basamaklı Sok. No:3 Altındağ/Ankara Hafta sonlarınızı sürekli gittiğiniz kafelere giderek harcamak istemezseniz çok hoş bir alternatif olabilir bu müze. Satrançla özel olarak ilgilenmiyorsanız bile bu müzede eğlenceli vakit geçireceğinizi düşünüyorum. Umarım ziyaret etme imkânı bulursunuz. www.gazeteetu.com 15 RUKEN ÇAKAN Ne Var Ne Yok? ‘’Abi ya Ankara’da da yapılacak bir şey yok’’ cümlesinden sıkılmadın mı? Yaz geliyor, her taraf cıvıl cıvıl, enerji dolu. E sen de oturma öyle; bir göz atıver buraya, ister tek ister en yakın arkadaşını al yanına, çık dışarı. Bu ay Ankara’da neler mi var? TATBİKAT SAHNESİ YİNE DOPDOLU Genel Sanat Yönetmenliğini ekranların asi ruhlu anti kahramanı -nam-ı diğer Behzat Ç.- ve sahnelerin başarılı oyuncusu Erdal Beşikoğlu’nun üstlendiği Tatbikat Sahnesi, Mayıs ayında da tiyatro severleri boş bırakmayacak. Ankara-İstanbul arasında mekik dokuyan oyunların tarihleri ise şöyle: Woyzeck Masalı: 19.05.2016 / 26.05.2016 Antabus: 22.05.2016 Bir Delinin Hatıra Defteri: 28.05.2016 / 29.05.2016 Biletleri Biletix ya da sahnenin gişesinden alabilirsin. Peki, Tatbikatın yeri nerede mi? Güneş Sokak No:21 - Çankaya’da izleyicilerini bekliyor. COFFEE WEEKEND ANKARA Kahve tutkunlarından kahve sever arkadaşı olanlara, sadece ilgi duyanlardan kırk yıllık hatırını arayanlara kadar herkes için 27-29 Mayıs tarihleri arasında Bilkent Station’da kahve dolu bir mola! ‘’Kahveye dair her şey’’i vaat eden etkinlikte müzik eşliğinde çeşitli workshoplar, demleme barları, damak tadınıza hitap edecek gurme lezzetler ve tasarımlar yer alacak. Etkinliğin programına, detaylı bilgilere ve biletlerine ulaşmak isteyenler için adres: www.biletix.com Bilkent Station’ın yerini merak ediyorsan da gir Bilkent’e, kime sorsan gösterir CAZ RÜZGÂRI Caz müziğin bizdeki yeri ayrı! Dinlemesen bile ortamlarda bir kez de olsa muhabbetini etmişsindir. E yanı başında 3-28 Mayıs tarihleri arasında 20.Uluslararası Ankara Caz Festivali duruyor. Çeşitli mekânlarda yerli ve yabancı birbirinden başarılı sanatçıların yer alacağı festival tüm müzikseverlere açık. Kır tabularını, bir şans ver bence Goran Bregovic dinlenmez mi yahu! İstediğin tüm bilgiler www.ankaracazfestivali.com adresinde. Biletler ise her zamanki gibi biletix’te. Kaçırma, peynir ekmek gibi gidiyor! DÖRT BÜYÜKLER BÜLENT ORTAÇGİL, ERKAN OĞUR, İSMAİL HAKKI DEMİRCİOĞLU, HÜSNÜ ARKAN Evet, yanlış okumadın, bu dört büyük sanatçı ilk defa bir araya geliyor, hem de 27 Mayıs’ta ODTÜ Mezunları Derneği Vişnelik Tesisleri’nde. Kulaklarımızın pası silinecek pası! Bitmeden al biletini biletix’ten. Hatta adresi de vereyim, aç navigasyonu buluver yeri: İşçi Blokları, 1540. Sk (420. Sk.) No:100, Çankaya (ODTÜ Vişnelik) Bir sonraki ay görüşmek üzere, enerjini topla da gel ! gazeteetu etugazete gazeteetu www.gazeteetu.com 16 GİZEM KAYA & İREM ŞERBETCİOĞLU & HAYDAR İLELİ S on günlerde yapay zeka adını sıklıkla duyurur oldu. Teknoloji şirketleri arasında geçen rekabet, insanların bilgiye daha kolay ulaşma arzusu önümüzdeki günlerde de bu yükselişi tetikleyeceğe benziyor. Artık yapay zeka konusunda makale yayınlanan yıllardan ziyade, yapay zekayı sektörleştiren yatırımların yapıldığı, şirketlerin kurulduğu, araştırmaların yapıldığı günlerdeyiz. Bedenimizi akıllı giyilebilir teknolojiye emanet ettiğimiz gibi zihnimizi de artık yapay zeka tarafından yorumlanabilir kılacağız. Sizin için yapay zekanın gelişimini yazımızda derledik. Dünyanın en eski analog bilgisayarı olarak varsayılan Antikythera Düzeneği astronomik konumları hesaplamak için tasarlanmış mekanik bir hesap makinesidir. Yaklaşık M.Ö. 1. Yüzyıldan kaldığı tahmin edilen bu makine yapay zeka kavramından oldukça gerilerde kalmış olmasına rağmen ilk programlama mantığını oluşturması açısından önemlidir. Tam olarak işlevi günümüzde bile gizemini korumaktadır. Düzenekle ilgili en çok kabul edilen görüş, kimi gök cisimlerinin gökyüzündeki konumlarını modelleme amacıyla yapıldığıdır. Birbirine bağlı çarklardan oluşan bir sistemin oldukça eski bir dönemde geliştirilmiş olması şaşırtıcıdır. Bugün, Antikythera Düzeneğinin orjinali Yunanistan’ın Atina kentindeki Ulusal Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor. 12. yüzyılda yaşayan ve dünyanın ilk mühendisi olarak kabul edilen El Cezeri günümüzün problemlerini çözebilecek robotlar ve otomatlar geliştirerek bu alanda büyük bir sıçramaya neden olmuştur. Düzenli sistemlerin, bu sistemlerin yapılarının, limitlerinin ve sistemin imkanlarının araştırılmasına ilişkin disiplinlerarası bir yaklaşımı içeren, canlı cansız tüm karmaşık sistemlerin yönetilmesini ve denetlenmesini inceleyen sibernetiğin ilk adımlarını atmıştır. Yapay zekanın temelleri sibernetik kavramının doğuşuyla atılmıştır. gazeteetu Konu bir şekilde 0 lar ve 1lerden geçiyorsa onun adını anmamak imkansız olur, Alan Turing. Turing bilgisayar biliminin kurucularından olan Turing, makine zekası kavramının oluşmasına öncülük etmiştir. “Bilgisayar Mekanizması ve Zeka” isimli makalesinde yapay zeka konularına değinerek bir makinenin “akıllı” sayılabilmesi için gereken standartları belirleyen Turing testini tasarlamıştır. Bu test makinenin görmeden iletişim halinde olduğu şeyin insan mı yoksa makine mi olduğunu anlamasına yaramaktadır. Turing’in yapay zekanın gelişmesine katkısı büyüktür. Amerikalı bilim adamı John McCarthy, LISP adı verilen günümüzde hala kullanılmakta olan en eski ve en güçlü programlama dilinin mucididir. Yapay zeka çalışmalarının programlama dili olarak seçilmiştir. 1956 yılında gerçekleştirilen ve tarihteki ilk yapay zeka konferansı olarak bilinen Dartmouth Konferansı John McCarthy’nin çabalarıyla yeni bir çağ açılmasına öncü olmuştur. Aynı yıllarda ilk satrranç programı olan MacHack Richard Greenblatt tarafından yapılmış ve turnuvalarda yer almaya başlamıştır. Sene 1997’yi gösterdiğinde bilgisayar ilk Issac Asimov yazdığı bilim kurgu defa bir dünya şampiyonu Kasparov’u romanlarıyla döneminde yapay zeka mat edecek ve yapay zeka kendini kavramını öne çıkaran ilk yazar olmasıyla ispatlayacaktı. tarihte önemli bir yere sahiptir. Yazdığı Sanal bebekleri elimizden düşürmedik eserlerinde robotları yoğun bir şekilde işlemiş hatta “Üç Robot Yasası”nı da literatüre kazandırarak yapay zeka yaklaşımlarına farklı bir bakış açısı getirmiştir. Peki bu “Üç Robot Yasası” nedir? 1. Bir robot hiç bir şekilde insanoğluna zarar veremez ya da pasif kalmak suretiyle zarar görmesine izin veremez değil mi? Tamagotchi adıyla bilinen bu 2. Bir robot kendisine insanlar oyuncak aslında dijital bir evcil hayvandı. tarafından verilen komutlara Yemek ve su verilmesini bekleyen, altı 1. kuralla temizlenmesi gereken ve hastalandığında çelişmediği ilgi bekleyen bu oyuncak yapay zekanın sürece görünen yüzü olarak insanlarla yapay itaat etmek zeka arasında bir bağ oluşturmuştur. zorundadır. 3. Bir robot 1. ve 2. kurallarla çelişmediği sürece kendi varlığını korumak zorundadır. etugazete gazeteetu www.gazeteetu.com Hisseden, tepki veren Furby’ler biz milenyuma girmeden evimize kadar girecekti. 1998’de piyasaya sürülen bu şirin oyuncaklar yapay zeka tarihine bambaşka bir adım atmıştır. Furby minimal bir yapay zekaya sahiptir. Düşünme ve yorum yapma yeteneğine sahip olmamasına rağmen Furby ağlayabiliyor, ilgi istiyor, gülüyor, gürültü olunca uyanıyor, özür diliyor ve isteklerini belli etmekten çekinmiyordu. Google 2009 yılında ilk sürücüsüz otomobillerini hayata geçirdi. Günümüzde 1.9 milyar km yol alacak sürücüsüz otomobiller ilk defa yola 17 TEKNİK YAZI Yapay zeka göründüğü kadar masum mu? Dünyanın önde gelen bilim adamlarından olan Stephen Hawking, “Yapay zeka, kendisini geliştirmeyi sürdürebilir ve hatta kendisini yeniden biçimlendirebilir. Son derece yavaş bir biyolojik evrimle sınırlı olan insanlar, bu tür bir güçle yarışamaz” diyerek insalığı yapay konusunda uyardı. çıkacak. Furby’ler insanlarla bir araya gelmiş başarılı ve etkileyici bir yapay zeka örneğidir. Asimo ilk insansı robot adıyla büyük bir ilgi uyandırdı. Honda firmasının 1986 yılıyla birlikte geliştirmeye başladığı günümüzde hala birçok noktada önüne geçilememiş bir yapay zeka örneği. Asimo insana ait birçok özelliği gerçekleştirebiliyor. Bu özellikler arasında yürümek, koşmak, zıplamak, engebeli arazilerde ilerleyebilmek, insanlara ikram yapabilmek ve dans edebilmek ilgi çekiyor. Asimo yapay zeka teknolojisi geliştikçe yenileniyor, gelecekte hasta bakıcılığına kadar oldukça fazla işlevlere sahip olması planlanıyor. Blue Brain yani süper bilgisayarlar 2005 yılında doğdu. Blue Brain bizim için ufuk açıcı gibi görünmüyor olsa da milyonlarca veriyi bireleştirme, okuma, analiz etme gibi özellikleri sayesinde yapay dünyaya ait çok önemli bir gelişme olarak tarihe geçti. gazeteetu IBM Watson Jeopardy adlı televizyon yarışmasında şampiyon rakiplerini mağlup etti ve yapay zeka adına büyük bir zafer kazandı. Watson, sorulan sorulara cevap vermek için tasarlanan bir yapay zeka örneği. Günümüzde Yapay zeka çalışmaları çok daha ilerlemiş durumda Tesla’nın CEO’su Elon Musk öncülüğünde kar amacı gütmeyen OpenAI adlı şirket 1 milyar dolar yatırım alarak çalışmalarına başladı. Şirket yapay zeka çalışmalarını insanlık adına gerçekleştireceklerini duyurarak gelişmelerin hızlanmasında önemli bir paya sahip olacağını açıkça belli etti. İnsanlığı neler beklediği oldukça merak uyandırıyor. etugazete gazeteetu Son olarak Dünya Ekonomik Forumunda Ocak 2016’da yapılan Davos toplantısında 2020 yılında 5 milyon insanın yapay zeka yüzünden işsiz kalacağına dair bir bildiri yayınlanarak yapay zekanın hızla ilerlemesine ve insan gücünün yerine geçmesine değinildi. Geçtiğimiz günlerde postmodern şiir yazmasıyla gündeme gelen Google’ın yapay zeka botu ile yazımızı tamamlıyoruz. www.gazeteetu.com 18 Vezin: Mefâ’îlün,Mefâ’îlün,Mefâ’îlün,Mefâ’îlün Bir Bahar Öyküsü Soyununca pastoral özlemlerimden Yarına götürecek bir kusurum kalmayınca Bıraktım baharı uyandırmayı kuşlardan önce Gayrı bahar bende bir harabedir Camsız pencereden yanına kadar gelir oturur soğuk Yağmur da yağar, nisandır Nisan Yağmuru, özellikle o günlerde bir şarkıdan daha fazlasıdır Islanması da ne güzeldir Benim çatısız baharımınn üstüne yağarken Ben sonsuz uyusun istesem de Uyanır yağmurlarla ıslanan bahar Uyanır bütün havuzbaşları, salkım söğütler, gökyüzleri En son gözlerin uyanır duvara yaslanır gibi Yağmurdan nasibini almış ıslanır gibi Öldüreceksen eyvallah bu devrana alışmadım. Kaygı bekçisiyim gömmeden önce bir öp güzel yaşamadım. #şiirGazeteEtü’de Arafta kaldığından fikriniñ dile mecâli yok Dilâ makâmı derd içinde nihâyete varmak yok [Fikirlerin arada kaldığından, çıkacak bir yol bulamadığından dile gelmeye mecali yok Ey gönül, bu dert makamı içinde, (o yolda olmak var) bir sona varmak yok] Giran gelir o vakt-i leyl de çeşmden akan inciler Geceden seheri görüp de giryân olmamışlar yok [O gece vakti gözünden süzülen inciler ağır gelir bu doğru ama Geceden seher vaktine kadar değin uyuyamayanların gözü yaşlı olmamışlığı yok] Vurunca teñe kaimsen de celalinden âsufun O yârin zülfüne pervâz olup da düşmemişler yok [Tenine çarptığında âsuf adındaki yeri göğü sallayan o şiddetli rüzgarın karşısında ayakta durabiliyorsan da O yârin saçlarına uçup da düşmemiş bir kişi yok] Ne denlü istesen hârimi vaslıña nail olmak Gönül istemez Aşk yolunda çün hevâ-yı vuslat yok [Sen ne kadar vuslatsızlık ile acı çeksen, kavuşmayı istesende Gönül bunu istemez çünkü Aşk yolunda kavuşmak özlemi yok] Görünce ey Odab sükûtla vav misâli eğildiñ Senâsa bâb-ı Adem yoluna hamuş olanlar yok [Ey Odab onu görünce (adeta yeni doğmuş bir çocuk gibi), vav misali eğildin Lâkin şu da unutulmasın, sen gibi bâb-ı Adem yoluna susanlar, lâl olanlar yok] ODAB Ben ne ölü ne diri Bu halimi anlatmaya kaç hikaye gerek Gözlerin ne kör ne bakar Katına çıkmaya kaç basamak gerek Ali İhsan SARI Hadsiz Şiir Dünyayla yarışırken ben meçhul bir hızda Ancak sokak kedilerine düşer hesabı Adı koyulmamış atadan miras Vesselam sevdayı laflamak Yokluk vardı hali hazırda Bir kasa helali şişeye tıkmak gibi Bizler nerenin adamlığını aldık Öyle günah öylesine davetkâr Menşei nedir deseler mesela bu sevdaların Sevilmek de bu arafta İnan gümrüksüz kaçak alayı Anlamsız da zaten katma değer payı Öyle günah öylesine davetkâr. Ahmet Deniz Zengin İllüstrasyonlar için Çiğdem Koç’a teşekkür ederiz.. Arşınlarken belediyenin sokaklarını gazeteetu etugazete gazeteetu www.gazeteetu.com 19 ALPEREN AVŞAR Sporun Kirli Yüzü: Doping 6 Mart akşamı spor camiası bir iddia ile çalkalandı: “En çok kazanan kadın sporcu olan Maria Sharapova yarın akşam tenise veda edeceğini açıklayacak.” Rus raketin Indian Wells’ten çekilmesi, Avustralya Açık’tan sonra sakatlığı sebebiyle hiçbir turnuvaya katılmamış olması bu iddiayı güçlendiriyordu. Sharapova’nın menajeri bu konu hakkında bilgi vermeyi reddediyor, sadece önemli bir açıklama yapılacağını ifade ediyordu. Ama… Durum bambaşkaydı. Ve beklenen gün gelmişti. Sharapova basın mensuplarının karşısındaydı. Son derece soğukkanlı görünüyor, ama bir yandan da sesi titriyordu. Herkesi şaşırtan o açıklama geldi. Sharapova, Avustralya Açık’ta doping testini geçemediğini itiraf etti. 2006 yılından beri magnezyum eksikliği için kullanmış olduğu ‘Meldonium’ maddesinin 1 Ocak 2016 itibariyle Dünya Anti-Doping Ajansı(WADA)’nın yasak listesine alınması sebebiyle testi geçemediğini ifade eden Sharapova, “ ‘Mildronat’ denen bu ilacı on yıldır kullanıyorum. Birkaç gün önce Uluslararası Tenis Federasyonu(ITF)’ndan bir mektup aldım ve bu maddenin diğer adının da ‘Meldonium’ olduğunu öğrendim, fakat 1 Ocak’tan itibaren yasaklı maddeler listesine alındığını bilmiyordum. Çok büyük bir hata yaptım. Bunun sonuçları olacağını biliyorum ama kariyerimin bu şekilde bitmesini istemezdim. Umarım tekrar oynayabilmem için bir şans verilir.” ifadelerini kullandı. Sharapova’nınki bu seviyedeki bir sporcu ile bağdaşmayacak derecede büyük bir hata. ITF’te yer alan ceza kurallarına göre muhtemelen iki yıllık bir ceza alacak. Peki, doping olaylarında yanlış kullanımların oranı ne kadar? Maalesef, sporcuların büyük çoğunluğu bu maddeleri sonucunu bilerek kullanıyor. Doğu Almanya modeli: Rusya doping skandallarının patlak vermesine yol açtı. Bu skandalların en büyüğü 3 ve 7 Aralık 2014 tarihlerinde yaşandı. Alman ARD kanalı iki bölümlük ‘The secrets of doping: how Russia makes its winners’ belgeseli ile Rus sporcuların sistematik olarak doping kullandığını öne sürdü. Belgeselde, Rusya’nın, Doğu Almanya tarzı bir doping programı yürüttüğü öne sürülüyor. 2012 Londra Olimpiyat Oyunları’nda Kadınlar 800 metre finalde altın madalyayı kazanan Mariya Savinova itirafları ve test sonuçlarının rüşvetle nasıl örtbas edildiği de belgeselde yer alıyor. Bu iddialar üzerine WADA kapsamlı bir soruşturma başlattı. 9 Kasım 2015 tarihinde WADA tarafından bir rapor yayınlandı. Raporda, Rusya’nın federasyon ve sporcu düzeyinde doping kullanımı için usülsüzlük yaptığı belirtildi ve Rusya’nın atletizmden men edilmesi istendi. WADA Komisyonu Başkanı Dick Pound: “Rusya’nın yaptığına sadece ‘Devlet destekli doping programı’ denebilir.” açıklamasında bulundu.14 Kasım 2015’te Uluslararası Atletizm Federasyonları Birliği(IAAF), 22’ye karşı 1 oyla Rusya’yı atletizmden men etti. Rusya’nın atletizmde 2016 Rio Olimpiyat Oyunları’na katılma durumu hala belli değil. Türkiye’de durum Maalesef, ülkemizdeki durum iç açıcı değil. Türkiye, son on yılda en fazla sporcusu dopingli çıkan ilk üç ülkeden biri. 2013 yılında Türkiye, 188 pozitif bulgu ile dünyada en fazla doping kural ihlali yapan ikinci ülke. Geçtiğimiz günlerde Gamze Bulut’tan gelen haberle bir kez daha yıkıldık. 2012 Londra Olimpat Oyunları’nda Kadınlar 1500 metrede altın madalya kazanan Aslı Çakır Alptekin’den sonra, aynı yarışta gümüş madalyayı kazanan Gamze Bulut’un da doping yaptığı kesinleşti. Ve ortaya korkunç bir tablo ortaya çıktı. 2012 Londra Olimpiyat Oyunları Kadınlar 1500 metre finalinde yarışan 12 atletten 6’sında doping tespit edildi. Türk sporunun en önemli isimlerinden Dünya ve Olimpiyat Şampiyonu İnsanın olduğu yerde her zaman daha halterci Halil Mutlu ve Avrupa Atletizm az çaba ile başarıya ulaşma arzusu Şampiyonu Süreyya Ayhan Kop’un daha bulunmakta. Doping de spordaki kolayı önceki yıllarda doping yaptığı tespit arama yöntemlerinden en büyüğü. Dünya edildi. 2004 Atina Olimpiyat Oyunları sporu ve özellikle Türk sporu karanlık Çekiç Atma 3.’sü Eşref Apak, 100 metre günler geçiriyor. WADA’nın özellikle engelli 2010 Avrupa Şampiyonu Nevin 2010 yılı itibariyle doping konusunda Yanıt, 2008 Pekin Olimpiyatlarında hassasiyeti artırması birçok sporda 5000 ve 10000 metrede gümüş gazeteetu etugazete gazeteetu madalya kazanan Elvan Abeylegesse doping yaptığı son dönemde kesinleşen sporculardan bazıları. Maalesef liste kabarık. Daha göz önünde olmayan birçok sporcu bulunmakta. 2008’de Olimpiyat şampiyonu olan yürüyüşçü Schwazer, 2012 Londra Olimpiyatları’nın başlamasına günler kala dopingli çıktı. Testinde EPO(Kandaki alyuvar sayısını artırıyor)’ya rastlandı. İtalyan dopingle mücadele yetkilileri, ülkenin madalya umudu olan sporcuya üç buçuk yıl men cezası verdi. Türkiye’de daha çok ilgi çeken ise Schwazer’ın doping maddesini nasıl aldığına ilişkin açıklamasıydı: “Antalya’ya gittim, kasada nakit ödeme yaptım ve reçete falan göstermedim.” Ülkemizde doping maddelerine ulaşmak çok kolay, özellikle de amatör spor salonlarında. Öyle iddialar var ki bazı sporcular dopingsiz yarış kazanılamayacağını söylüyor. 2015 itibariyle Türkiye imajını biraz daha düzeltmiş bulunmakta. Dünyada ve Türkiye’de üst üste yaşanan skandallardan sonra Gençlik ve Spor Bakanlığı daha sert bir politika izleme kararı aldı ve bunun belli bir başarıya ulaştığı söylenebilir. Ama, hala Türk sporunun doping konusunda alması gereken çok yol var. Konunun çözümü için daha derine inilmesi gerekmekte. Sporcu tarafı Hekim Robert Goldman, 1984’te üst düzey sporculara şöyle bir soru yöneltti: Sportif başarı için (mesela Olimpiyat madalyası kazanmak) doping testlerinde tespit edilemeyecek ama beş yıl içinde ölümünüze neden olacak bir ilacı kullanır mıydınız? Sporcuların yarısından fazlası “evet” dedi. Takip eden 15 yıl boyunca yapılan araştırmalar üç aşağı beş yukarı aynı sonucu verdi. Sayıları azalsa bile, bazı sporcular sportif başarı için ölümü göze alabiliyor. Sporcular, itibar ve konfor içinde kısa süre de olsa yaşamayı sürekli çile çekmeye tercih ediyor. İnsan içgüdüsündengelen sürekli kazanma isteği bunun sebeplerinden biri olabilir. Ama, asıl sebep bana göre sadece kazananın var olduğu bu sistem. Önemli olan katılmak diyoruz, fakat bunu ne kadar uyguluyoruz? Sporculara ne kadar bu bilinci verebiliyoruz? Sadece katılan sporcuya ne kadar saygımız var? Sporcu eğitimimiz ne derecede yeterli? Bu soruların cevabı doping konusunda neden bu durumda olduğumuzun da göstergesi aslında. www.gazeteetu.com 20 gazeteetu etugazete gazeteetu www.gazeteetu.com
Benzer belgeler
Yapay Zeka Ders Notları
Kahve kültürü üzerine soru-cevap ve sohbet ardından, Caffemio sorulara doğru
cevap veren katılımcılarımıza kahve hediyesinde bulundu. Etkinlik, Aslı Yaman’ın
kahve üretimi ile ilgili gösterdiği kıs...