Gençlik öğreniyor ve yazıyor Çoruh Vadisi turizm merkezi haline
Transkript
Gençlik öğreniyor ve yazıyor Çoruh Vadisi turizm merkezi haline
Sayı: 16 Nisan 2007 Gençlik öğreniyor ve yazıyor Çoruh Vadisi turizm merkezi haline getirilecek Türkiye iklim değişikliğine karşı uluslararası mücadeleye katılıyor Sera gazlarının artışından insanlar sorumlu Yoksulluğa karşı maç Gençlik öğreniyor ve yazıyor Türkiye’deki 2007 Ulusal İnsani Gelişme Raporu’nun yazımı tam bir kapasite geliştirme sürecine dönüştü. Türkiye’de ilk defa uygulanan bir yöntemle, rapor, uzmanlar yerine, rapora konu olan kişilerin kendisi, yani gençler tarafından yazılıyor. Ankara, Nisan 2007 Her yıl küresel, yaklaşık her iki üç yılda bir de ulusal düzeyde, farklı temalarda İnsani Gelişme Raporları yazan Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP), bu yıl Türkiye’de Gençlik temalı bir İnsani Gelişme Raporu yazıyor. Ulusal İnsani Gelişme Raporu’nun öncekilerden farklı olarak, uzmanlar tarafından yazılmaması, ilk bakışta gelenekten sapma gibi görünebilir ama değil. Çünkü hiçbir yetişkin, kendileri ve gelecekle ilgili idealleri ya da çözülmesi gereken sorunları hakkında yazanlardan daha ‘uzman’ olamaz. Dolayısıyla, UNDP mikrofonu, kalemi bu yıl gençlere uzatıyor. Gençler, yıl sonuna kadar sürecek proje çerçevesinde yazılacak raporda, önem verdikleri konuları belirleme konusunda kendilerini gösterme fırsatı bulabilecekleri gibi, kendi seçeneklerini arttırma konusunda da bilgi sahibi olma fırsatı bulacaklar. Ulusal raporun hazırlık çalışmaları, Dışişleri Bakanlığı ve Devlet Planlama Teşkilatı’nın onayından sonra, 1 Ocak 2007 tarihinde başladı. İlk aylar, gençlerden oluşan çekirdek ekibin kurulmasıyla geçti. Raporun hazırlığı için şu anda, beş genç yazar, bir web editörü, bir sosyolog, bir istatistikçi, bir gençlik uzmanı, en az 30 öğrenciden oluşan ve web sitesinin kurulmasında yardımcı olan bir gönüllü ordusu bulunuyor. Tüm hazırlık süreci belgesel yapılmak üzere filme çekiliyor. Önümüzdeki aylarda, yaklaşık dört beş bin genç arasında kamuoyu yoklaması yapılacak, onların önündeki fırsatların neler olduğu, ideallerini ne kadar gerçekleştirebildikleri, fırsatların ne kadarından yararlanabildikleri ortaya konmaya çalışılacak. Bunun yanısıra, Türkiye’nin dört bir yanında, gençlerle, aileleriyle, sivil toplum kuruluşlarıyla, kamu kuruluşlarıyla odak grup toplantıları düzenlenecek.. Bu toplantılardan bir kısmı şimdiden Ankara’da yapılmaya başlandı. Aslında bu projenin şekillendirilmesinde, Ankara’da gençlik alanında çalışan sivil toplum kuruluşlarının rolü büyük. Hangi konulara eğilinmesi gerektiğine, nasıl bir çalışma yapılması gerektiğine, yaz aylarından beri UNDP ile Sivil Toplum Kuruluşları arasında yapılan toplantılarda karar verildi. Geçtğimiz hafta raporun hazırlık çalışması için toplantıya davet edilen 30’u aşkın kamu kuruluşunun rapora ilgisi ve destek verme yarışı, toplumun bu konuda birşeyler yapılmasını ne kadar istediğini de ortaya koydu. Tüm kurum ve kuruluşlar, genç Türkiye için yeni bir vizyon, yeni planlar, yeni uygulamalar ve her şeyden önemlisi daha iyi bir koordinasyon gerektiği konusunda hemfikirdi. Raporun genç ekibi, şu anda gençlik alanında çalışma yürüten kamu kuuluşlarıyla tek tek görüşüp, politikaları, programları, gelecekle ilgili planları hakkında bilgi alıyor. Hemen her kamu kuruluşu, projeye her türlü bilgiyi vermek üzere hazırlanmakla kalmadı, bir de hemen hemen her kamu kuruluşunda, raporun yazımına destek vermek için belli birimler harekete geçirildi, ekipler oluşturuldu. Tüm bu bilgiler, raporun yazımına katkıda bulunmak, süreci daha interaktif hale getirmek için Nisan ayının başından itibaren yayın hayatına geçecek gençlik portalında toplanacak. Gençlik portalına, UNDP Türkiye’nin web sitesinden de ulaşılabilecek. UNDP, hem insani gelişme konusunun hem de, gençlikle ilgili politika, uygulama ve projelerin yeralacağı bu web sitesinin kurulması için, Ankara’daki Gençlik Servisleri Merkezi’nden teknik destek, yine Ankara’daki British Council’dan da mali destek alıyor. Bu web sitesinin rapor yayınlandıktan sonraki yıllarda da, British Council’ın desteğiyle devam etmesi, hatta bölgesel bir gençlik portalı haline gelmesi amaçlanıyor. Web sitesini, altyapısı sayesinde, ayrıca, görme engelliler de ziyaret edebilecek. Rapora şimdiden gelen destek, bununla da sınırlı değil. Türkiye’de gençlik alanında çalışan tüm akademisyenler, Mart ayında hazırlık çalışması için biraraya geldikleri toplantıda, raporun hazırlanmasına katkı sağlayabilecek araştırmalarından, görüşlerinden sözederek, böyle bir raporun yazımına tam destek vereceklerini söylediler. Aynı şekilde, hazırlık toplantısına davet edilen özel sektör temsilcileri de, raporun hazırlığına katkıda bulunmaya hazır olduklarını bildirdiler. Özel sektör, özellikle raporun sunumu aşamasında düzenlenmesi planlanan ve gençlik alanında en iyi örneklerin sergileneceği Bilgi Fuarı’nın organizasyonuna katkıda bulunma sözü verdi. Sir Richard Jolly ile röportaj Ulusal İnsani Gelişme Raporu’nun genç ekibi, Mar t ayının ilk haftasında, insani gelişme konusunda İngiliz akademisyen Sir Richard Jolly tarafından verilen eğitimlere katıldı. Ankara, Nisan 2007 Ulusal İnsani Gelişme Raporu’nun genç ekibi, Mart ayının ilk haftasını, insani gelişme konusunda yoğun eğitimler alarak geçirdi. Üstelik bu eğitimler, dünyada 70’li yılların sonunda, insani gelişme kavramını, alternatif bir gelişme modeli olarak ortaya atan ilk kişilerden biri olan İngiliz akademisyen Sir Richard Jolly tarafından verildi. British Council’in mali desteği sayesinde Ankara’ya gelen Sir Richard Jolly, ayrılmadan önce Yeni Ufuklar’a verdiği mülakatta ilk olarak, insani gelişme kavramının ve insani gelişme raporlarının dünyada nasıl ortaya çıktığını anlattı: Richard Jolly (R.J.): UNDP her sene bu insani gelişim raporlarını yazıyor ve bu raporlar son 20 yıla damgasını vuran çok önemli bir girişim. İnsani gelişim raporlarında, cinsiyet ayrımı, kadın sorunları, tüketim konuları ve insan hakları gibi çok önemli konular detaylı ve mükemmel bir şekilde kaleme alınıyor. Daha da önemlisi bu raporlar, bu yıl Türkiye’de olduğu gibi bugün 130’un üzerinde ülkenin kendi ulusal insani gelişme raporlarını yazmalarını teşvik ediyor. Her ne kadar Türkiye’nin şu ana kadar yazılmış 6 ulusal insani gelişme raporu olsa da, bu sene bu rapor, geleneksel ekonomik gelişmenin yetersizlikleri gibi sorunlara yeni bir yaklaşım getirmeyi amaçlıyor. Burada insani gelişme raporlarıyla ilgili önemli bir ayrıntıya değinmeden geçemeyeceğim: İnsani gelişme üzerine yapılan ilk toplantılardan biri, 1987 yılında İstanbul’da Üner Kırdar tarafından düzenlenmişti. O toplantıda benimle beraber, toplantıdan 3 yıl sonra UNDP’de insani gelişme raporlarını başlatan Mahbub ul-Haq dahil, 60-80 katılımcı vardı. O toplantı, Amerika’dan, Avrupa’dan ve gelişmekte olan ülkelerden katılımcıların, insani gelişmeyi ilk olarak tartıştıkları toplantılardan biriydi ve bugünün dünyasında yaşanan sorunlara yepyeni bir yaklaşım getirdi. UNDP Türkiye: Peki niye bu raporlara gerek duyuldu, çıkış noktası neydi? R.J.: Sanırım bunun birçok sebebi var. Güzel bir soru. Öncelikle insani gelişme raporları 1990 yılında başladı, her ne kadar 1980’lerde ilk adımları atılmış olsa da. Hatırlayacak olursanız, 1980’li yıllar Afrika’da, Latin Amerika’da, hatta sanayileşmiş birçok ülkede bile ekonomik sıkıntıların baş gösterdiği umutsuz yıllardı. Ayrıca 1990’lı yıllarda çevresel sorunlara karşı büyümekte olan bir farkındalık başlamıştı. Latin Amerika’da ise demokrasinin eksikliği sürmekteydi... Yani neo-liberal Thatcher ve Reagen ekonomilerinin demokrasi anlamına gelmediği anlaşılmaya başlanmıştı. Şili’de 1973’te darbe sonucu iktidara gelen Pinoche 1980’lere kadar hala iktidardaydı. Thatcher ise küçük bir isyan yüzünden ordularını çağırmıştı, bu örneklere bakarak, insan haklarının ekonomik gelişmeyle ilerlediği yolundaki klasik anlayış doğru değildi. Bir de çevresel konular vardı ve zirve toplantısı her ne kadar 1992 yılında yapılmış olsa da çevresel sorunlara farkındalık 1970’lere uzanıyordu. Tüm bunlardan dolayı ekonomide süregelen ortodoksinin yetersiz oluşu gibi bir düşünce oluşmaya başlamıştı. Bu sebeplerden ötürü yeni bir yaklaşıma ihtiyaç Sir Richard Jolly İngiliz Akademisyen duyuluyordu. İlginç olan ise, insani gelişme raporunun yaratılışı: Rapor, Pakistan’ın en kötü özelliklerini bilen Pakistan Maliye Bakanı Mahbub ulHaq, ekonomist ve filozof olan Nobel ödüllü Amartya Sen ve ilginçtir ki UNDP’nin sağ-kanattan olan ama bu gruba inanan ve Mahbub ul-Haq’ın yakın arkadaşı olan cumhuriyetçi başkanı Bill Draper’ın ortak fikriydi. Rapor tüm bu unsurların doğru zamanda biraraya gelmesiyle ortaya çıktı. UNDP Türkiye: Peki bu insani gelişme raporlarının başlamasıyla dünyada ne değişti? Bu raporlar beraberinde neyi getirdi? Raporun getirdiği bazı yaklaşımları herhangi bir ülke politikasında farkettiniz mi? R.J.: Evet sanırım bunun örnekleri var. Ancak asıl yeni olan şey, liberal filozofik bir bakış alanı sunan neo-liberal ekonomi yerine tutarlı bir çerçeve sunmaktı. Bu yeni anlayışa göre aslolan, seçenekleri arttırmak ve insanın yeteneklerini güçlendirmekti. Öte yandan, o dönemde, bastırılmış ya da liberal temellere dahil edilmemiş unsurlar da vardı. Bunlar sadece politik ya da medeni haklar değil aynı zamanda ekonomik ve sosyal haklar olmak üzere tüm dünyada insan haklarıydı. İnsani gelişme anlayışı ise, sadece oy kullanma hakkı tanıyan bir demokrasiyi değil, toplumdaki ezilmiş grupları da içeren kapsamlı bir demokrasiyi öngörüyordu. Bu görüşlerin ne ölçüde güç kazandığını sorabilirsiniz... Fikir olarak yayıldılar ve ulusal insani gelişme raporları bu yeni unsurlarla birlikte tereddütsüz kabul edildi. Örneğin, gelişmeye, insan hakları yönünden bakan yeni yaklaşım birçok ülkede ortak politika olarak kabul ediliyor artık... Bir başka örnek vermek gerekirse, eşitsizliklerden doğan aşırılıkların yumuşatılması artık daha çok dikkat çekiyor ve bazı ülkelerde bu yönde girişimler başlatılıyor. 20-30 yıl kadar öncesiyle karşılaştırdığımızda, Kore, Malezya, Sri Lanka, Morityus ve Tunus gibi ülkeler dinamik ekonomi ile yeniden dağılımı birleştirerek, daha da dinamik bir ekonomi elde eden ülkeler olarak günümüzde dikkat çekiyor. Sonuç olarak bu fikirler her ne kadar bugün tüm dünyada uygulanıyor olmasa da, giderek daha fazla dikkat çekiyor. UNDP Türkiye: Peki tüm bu insani gelişme raporlarıyla siz ne zaman ilgilenmeye başladınız? Biraz bundan bahsedebilir misiniz? R.J.: Benim UNICEF’te 14 yıllık bir iş deneyimim var. UNICEF’te çalışmaya başlamadan önce akademisyendim; UNCEF’te de, örgütün daha çok analitik işlerini yapıyordum ve UNICEF; Afrika ve Latin Amerika gibi ülkelerde çocuk ölümlerinin arttığı ve eğitim standartlarının düştüğünü açıklayıncaya kadar (yani 1980’lere kadar) ben de Dünya Bankası’nın kötü ideolojisinin bir parçasıydım. O dönemde kim, Dünya Bankası’nın ekonomiyi düzelterek kalkınmaya yardımcı olduğunu nasıl iddia edebilirdi ki? Mahbub ul-Haq’ın da sonradan dediği gibi “insanların hayatlarının dengesini bozuyorlardı”. Ama 1995 yılında insani gelişme raporlarının bir parçası olduğumda gerçekçi bir strateji kurma konusunda bazı kaygılarım vardı. Dolayısıyla sorumlu olduğum tüm raporlarda, yapılması gerektiğini savunduğum eylemlerle ilgili olumlu örneklere yer verilmesine çabaladım. Bir başka deyişle “şunlar yapılmalı” demek yerine “şunlar yapılmalı çünkü sonuçlarının örneklerini Kenya, Kosta Rika veya herhangi bir ülkede görebilirsiniz” demek anlamına geliyordu ki örnek olarak sunduğumuz ülkeler çok da iyi ülkeler değildi. Bulduğumuz olumlu örnekler çoğunlukla belli bir dönemde ya çok yoksul olan ya da eşitsizliklerin çok olduğu ülkelerdi. Dolayısıyla böyle bir çözümün çok daha gerçekçi olduğuna kanaat getirdim ve stratejimizi “tavsiye vererek ilerletmek” olarak belirledim. UNDP Türkiye: Peki bu küresel insani gelişme raporlarının kaç tanesinde birebir rol aldınız? R.J.: 5 küresel insani gelişme raporunda... Bunlardan ilki 1996’da ekonomik büyüme ve insani gelişmeyle ilgiliydi. 1997’deki ise, yoksulluk ve insani gelişmeyle ilgiliydi. Ancak sadece maddi açıdan yoksulluk değil, her şeyden yoksulluk ve yoksunluk. 1998’deki raporun konusu ise tüketim çılgınlığı ve tüketimdeki eşitsizliklerdi. 1999’daki rapor küreselleşme konuluydu ve benim en çok sevdiğim ve benim dönemimin muhtemelen en önemlisi olan 2001’deki raporun konusu ise insan hakları ve insani gelişmeydi. UNDP Türkiye: Ancak sizin başka kitaplarınız da var öyle değil mi? Bunlardan söz edebilir misiniz? R.J.: Öncelikle ilk yazdığım şey üniversite öğrencisiyken, Afrika’daki eğitimin güçlendirilmesi ve Afrika’nın kalkınması için bir eğitim stratejisi bulmak konusunda yazdığım tezdi. Daha sonra 1978 yılında silahsızlanma ve dünya kalkınması hakkında bir yazım oldu. UNICEF’te çalışırken ben ve Profesör Francis Stewart dahil 3 arkadaşım, ‘insani bir kalkınma’ konusunda 2 ciltlik bir kitap yazdık. Fakat daha sonra farkettim ki, ‘insani bir kalkınma’dan çok, insani gelişmeyle birlikte bir kalkınma daha önemli... Bu yüzden tekrar biraraya gelmeye karar verdik ama o dönemde insani gelişme raporları üzerine yeni görevime başlamıştım. UNICEF’ten bir arkadaşımla bu konuda çalışmaya başladık ve her ne kadar işin büyük bir bölümünü o yapmış olsa da ben de bir açılış bölümü yazdım. Daha sonraki yıllarda ise Birleşmiş Milletler’in tarihini yazmaya başladık. Şimdilik bunun sadece 9 cildini tamamlayabildik ama önümüzdeki 2 yıl içinde bunlara 6 cilt daha eklenecek. UNDP Türkiye: Adınızın önünde bir “Sir” ünvanı var. Bu ünvanı almanızın çalışmasını yürüttüğünüz bu insani gelişme raporlarıyla ilgisi var mı? R.J.: Aslında hiçbir zaman sebebini tam olarak bilemiyorsunuz. Raporlarla ilgisi olabilir ama ünvan sunulduğundaki sebep olarak “Birleşmiş Milletler için yapmış olduğum hizmetler” gösteriliyordu. Buna sevinmemin bir nedeni de daha önceleri İngiltere, Birleşmiş Milletler’de yapılmış herhangi bir görevi ülkeye hizmet olarak görmüyordu. Daha da önemli bir nokta var ki o da şu: İngiltere daha önce Birleşmiş Milletler’in kurallarına uymuyordu. BM kurallarına göre, çalışan hiçbir personele, uyruklarını açığa çıkaracak bir ünvan verilemez. Çünkü genel anlamda Birleşmiş Milletler’de çalışan herkes dünya vatandaşı olarak görülüyor. Bunun sebebi ise asıl uyruğunuz yüzünden bazı kayırmalara veya hor görmelere maruz kalmamanız. Ancak İngiltere kurallara uyarak, UNDP’den emekli olmamı bekledi ve 2000 yılının sonuna doğru sessizce böyle bir ünvanın teklif edilmesi karşısında kabul edip etmeyeceğimi sordular. ‘Sir’ ünvanımı 2001 yılının başlarında Kraliçe’nin huzurunda kabul ettim. UNDP Türkiye: Peki Sir, sizi Türkiye’ye getiren şey ne? R.J.: Beni buradaki UNDP Temsilciliği’nden Aygen Aytaç’ın liderliğindeki çalışma ekibi davet etti. Öncelikle çok güzel bir ekip olduğunu söylemek zorundayım. Ekip Türkiye için gençlik üzerine ulusal insani gelişme raporu yazacak ve bu, çok heyecan verici... Türkiye’de denenen yöntem, daha önce UNDP dışında çok fazla ülkede denenmedi ve denenen dört-beş ülkede ise sadece “iyi bir çabadan” öteye gidemedi ve beklentileri karşılamadı. Türkiye’de ise bu ekiple bir haftamı geçirdim ve planları çok heyecan verici. Akademisyenlerle, devlet kurumlarıyla, sivil toplum örgütleriyle birçok toplantı yapıldı ve şimdiden rapora çok büyük ilgi duyuluyor. Ortaya çok güzel fikirler atılıyor ve rapora katkıda bulunmak için herkes çok istekli. Sanırım bu ekip 2 hafta gibi bir süre sonra Türkiye’deki gençlerle konuşmaya ve röportaj yapmaya başlayacak. Onların duygularını, görüş açılarını, hayal kırıklıklarını, sıkıntılarını ve umutlarını öğrenmeye çalışacaklar. Zannediyorum bu rapor çok ilginç olacak. Türkiye’deki bu gençler, ülkenin geleceği olacak; özellikle de Türkiye nüfusunun çoğunluğunun genç nüfus olduğu düşünülürse. Birçok ülkede durum böyle değil. Ayrıca 15-25 yaş arasındaki bu gençlerin çoğu sözgelimi 2050 yılında hala hayatta ve hala aktif olacak. Bu yüzden onlar hakkında bir rapor yazılacaksa, bu onların gereksinimleri ve fırsatları göz önünde tutularak ve uzun vadedeki gelecekleri düşünülerek yazılmalı. 4050 yıl sonra Türkiye’nin durumu ne olacak? Türkiye’yi nerede görmek isteriz? Gelecekteki Türkiye’yi kurmak üzere bugünün gençlerinin ne tür hazırlıkları olmalı? Bu 1923’te Atatürk’e, Türkiye’yi 1950’li, 60’lı hatta 1970’li yılların dünyasına nasıl hazırlayacaksın diye sormaya benziyor ve belki de Atatürk o dönemde o vizyona sahipti. Bizim görevimiz bugünkü gençlerin de aynı vizyona sahip olması için onlara sunabileceğimiz fırsatlar yaratmaktır. Gelecekte liderlik vasıflarına erişebilmeleri için profesyonel yetenekler kazandırmak, Türkiye’deki diğer insanlara karşı sorumluluk duymalarını sağlamaktır. UNDP Türkiye: Peki sizce bu rapor tüm bunları yapabilir mi? R.J.: Bence bu rapor bunu başarabilir. Harika bir ekipleri ve raporu yetiştirebilecekleri kadar da zamanları var. Raporun lansmanı 24 ve 25 Kasım tarihlerinde yapılacak dolayısıyla bu tarihe yetişmek için çok çalışmaları gerekecek. Onlar sadece legoları üstüste koymak gibi basit bir iş yapmıyorlar. Bu raporun web sitesini de kuracaklar, insanlarla sürekli bir etkileşim halide olmaları gerekecek, birçok toplantı ve görüşme yapmaları gerekecek ki bu sadece belli bir düzeydeki üniversite öğrencileri değil aynı zamanda sokak çocukları, kadınlar ve hatta daha da ilginci belli bir yaşta evlenmiş, çocuk sahibi olmuş ama hala 20li yaşlarının başında olan kadınlar. Farklı sebeplerden ötürü toplum tarafından itilmeye zorlanmış insanlar. Bu insanlar hayatta ikinci bir şansları olsaydı, ne olmak isterlerdi, tüm bunlar gözler önüne sürülecek... İkinci şans için yapılması gerekenler tartışılacak... UNDP Türkiye: Belli ki, bu rapor herhangi bir gençlik raporundan farklı olacak... Gençlik insani gelişme perspektifinden ele alınacak. Peki insani gelişmeyi tek bir cümleyle tanımlayacak olasaydınız nasıl tanımlardınız? R.J.: Bir cümleyle: insani gelişme; insanı, bir ülkedeki her türlü siyaset ve eylemin tam ortasına yerleştirmek, insanın istediği şekilde yaşamasına, projelerini gerçekleştirmesine olanak sağlamaktır. Çoruh Vadisi turizm merkezi haline getirilecek Doğu Anadolu’da yer alan Çoruh Vadisi bölgesi geçimini tarımdan sağlayan ve özel sektör ekonomisi ve girişimcilik kapasitesi gelişmemiş bir yöre. Ancak, coğrafi konumu ve zengin kültürel mirası ile yaz turizmi faaliyetleri için büyük bir potansiyel taşıyor. Ankara, Nisan 2007 Doğu Anadolu Bölgesi'nin ekonomisini kalkındırmak için, UNDP, Kültür Bakanlığı ve özel sektör ortakları Efes Pilsen Grubu’nun desteği ile, önümüzdeki iki yıl boyunca “Doğu Anadolu’da Turizmi Geliştirme” projesi uygulanacak. Proje, 30 Mart 2007’de Istanbul’da yapılan bir basın toplantısıyla duyuruldu. Toplantıda konuşan UNDP Türkiye Daimi Temsilcisi Mahmood Ayub, UNDP ile Efes Pilsen arasındaki bu ortaklığın özel sektörün kalkınmayla ilgili sorunlara çözüm bulmasına ilişkin bir örnek olduğunu söyledi. Ayub, özel sektör ve özel girişimlerin bünyesinde kalkınmayla ilgili sorunlara çözüm bulunması için gerekli beceri ve insan kapasitesinin bulunduğunu vurgulayarak, özel sektörün katılımı olmadan bu sorunların çözülmesinin beklenemeyeceğini belirtti. Efes Pilsen Grubu projeye mali yardım sağlıyor. Öte yandan, Kültür ve Turizm Bakanlığı proje çalışmalarını ulusal politikalara entegre ederek, programın başarısında kilit rol oynayacak. Proje, Çoruh Vadisi bölgesinde tarım dışında alternatif gelir kaynakları yaratarak bölgesel eşitsizlikleri azaltmayı hedefliyor. Bu çerçevede, katılımcı planlama ve uygulamayı desteklemek için turizmi geliştirme kurulları oluşturulacak, ve İspir ve Uzundere ilçelerindeki turizm ofislerinin katkıları sağlanacak. Bu çalışmalar sonucunda yeni iş fırsatları ve yerel girişimler geliştirilerek, turizmin bölgede alternatif bir gelir kaynağı olması sağlanacak. Sosyo-ekonomik koşulların, düşük GSMH’nın ve dış göçün yarattığı eşitsizliklerin dengelenmesine katkıda bulunulacak. Bu proje sayesine, Çoruh Vadisi geniş kültürel, doğal ve vahşi yaşam zenginliği ile yerel ve yabancı turistlerin ilgisini çekecek. Örneğin, bölgedeki Kaçkar Dağları kano, rafting ve trekking sporları ve kuş gözlemciliği için ideal. Ancak, daha yapılacak çok iş var. Yöre insanları son derece dost ve girişime açık olmakla birlikte, turizm sektöründe deneyimsiz ve eğitime muhtaç. Bölgedeki konaklama imkanlarının da geliştirilmesi ve turistik standartlara getirilmesi gerekiyor. Proje tamamlandığında, iyi korunmuş bio-çeşitliliği, zengin bitki ve hayvan yaşamı, kaleleri, camileri ve kiliseleriyle Çoruh Vadisi turistlerin merakla ziyaret etmek isteyeceği bir bölge olacak. Bölgesel Afet Bilgi Araştırma Merkezi Türkiye’de bir “Bölgesel Afet Bilgi Araştırma Merkezi” kurulması için çalışmalara başlandı. Türkiye, Tacikistan, Ukrayna, Kırgızistan ve Kazakistan, merkezin kurulması için, 21 Mar t’ta Ankara’da bir Mutabakat Belgesi imzaladılar. Ankara, Nisan 2007 “Kalkınmakta olan Ülkeler arasında Teknik İşbirliği” (TCDC) anlaşması çerçevesinde hazırlanan protokol, Genel Müdürlüğü’nde, Genel Müdür Mustafa Taymaz ve Tacikistan Sismoloji ve Deprem Mühendisliği Kırgızistan Ulusal Bilimler Akademisi Sismoloji Enstitüsü, Ukrayna Ulusal Bilimler Akademisi Jeofizik Enstitüsü, Kazakistan Eğitim ve Bilim Bakanlığı Sismoloji Enstitüsü ve Ulusal Nükleer Merkez Jeofizik Enstitüsü’nün başkanları tarafından imzalandı. Afet İşleri Enstitüsü, Araştırma Araştırma Merkez, doğal afetlerin olumsuz etkilerinin önleminde ön değerlendirmelerin hazırlanması ve etkilerin azaltılması için Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) ülkeleri ile işbirliği yapılmasını amaçlıyor. Ayrıca afet senaryoları, sismik riskler, coğrafi bilgilendirme ve erken uyarı sistemleri konusunda katılımcı ülkelerin deneyimlerinden ve göreceli avantajlarından yararlanmayı hedefliyor. UNDP Türkiye Temsilcisi Mahmood Ayub, UNDP ve Devlet Planlama Örgütü tarafından, “Kalkınmakta olan Ülkeler arasında Teknik İşbirliği” anlaşması çerçevesinde yürütülecek olan projenin, uzun bir teknik değerlendirme sürecinden sonra oluşturulduğunu söyledi. Afet İşleri Genel Müdürü Mustafa Taymaz ise, Türkiye’nin geçmişte yaşanan depremlerden ders aldığını, artık önlemler alma zamanının geldiğini belirtti. UNDP Temsilcisi Ayub imza törenindeki konuşmasında, ortaklıklar kurarak çalışmanın önemini vurgulayarak, bunun tüm taraflara karşılıklı yararlar sağlayacağını söyledi. “Bazı sorunlar, ulusal sınırların ötesinde eylem ve işbirliği gerektirir. Bu yüzden UNDP, kalkınma sorunlarının sınır ötesi çerçevede, bölgesel ve uluslararası işbirliği ile belirlenmesini ve çözümlere varılmasını teşvik ediyor.” Afet Araştırma Merkezi projesinin temeli 2005’te atıldı. BDT ülkeleri ile Türkiye, bilgi paylaşmak ve faaliyetleri planlamak için 2006 yılında beş yuvarlak masa toplantısı gerçekleştirdiler. Proje sayesinde, BDT ülkeleri ve Türkiye afetler konusunda kendi bilgi ve deneyimlerini paylaşma ve gelecekteki araştırmaların temelini atma imkanını bulacaklar. Taraf ülkeler ortak bir hareket planı oluşturacak ve bölgesel afet önleme projeleri tasarlayacaklar. Türkiye iklim değişikliğine karşı yürütülen uluslararası mücadeleye katılıyor Türkiye'nin hazırladığı İklim Değişikliği Ulusal Bildirimi 2004 yılında BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ni imzalaması sonucu her yıl düzenli olarak yayınlanması gereken ilk İklim Değişikliği Ulusal Bildirim Raporu. Ankara, Nisan 2007 Türk hükümeti ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı UNDP tarafından uygulanan ve bütçesi Küresel Çevre Fonu tarafından desteklenen 420.000 Dolarlık bir bütçeye sahip olan ‘Türkiye’nin İklim Değişikliğine Uyumu’ projesi tamamlandı. Ülke Raporu Türkiye Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe ve UNDP Türkiye Mukim Koordinatörü Mahmood Ayub tarafından medyaya sunuldu. Bu alanda öncü olan araştırma Türkiye’nin özellikle su kaynaklarının azalması, kuraklık ile tarım ve sağlık sektörleri açısından iklim değişikliğinden etkilendiğini gösteriyor. Proje Türkiye’nin geleceği ile ilgili tahminleri ve sera gazı emisyonu ve enerji sektörünü inceleyen analizlerini içeriyor. Proje kapsamında iklim değişikliğinin olası etkileri incelendi ve sera gazı emisyonu envantarı hazırlandı. Yapılan çalışmalar 2020 yılına kadar olan dönem için öngörülen emisyon hesaplarını da içeriyor. Proje kapsamında alternatif enerji senaryoları geliştirilirken, sera gazı emisyonunu azaltmayı sağlayacak koruyu önlemler de araştırıldı. Bununların yanında kamunun farkındalığını artırmaya yönelik kampanyalar düzenlendi. Bu rapor Türkiye’nin 2004 yılında BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ni imzalaması sonucu her yıl düzenli olarak yayınlanması gereken ilk İklim Değişikliği Ulusal Bildirim Raporu. Enerji ve Tabii Kaynaklar, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme, Tarım ve Sağlık Bakanlıklarıyla beraber Devlet Planlama Teşkilatı Çevre ve Orman Bakanlığı ve UNDP Türkiye’nin ortaklaşa düzenlediği çalıştaylara katıldı. 20’den fazla araştırma enstitüsü, 100’ü aşkın araştımacı ve uzmanın da katkılarıyla raporun hazırlıkları tamamlandı. Türkiye’nin BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin gereklerini uygulamak için attığı adımları gösteren İklim Değişikliği Ulusal Bildirim Raporu’nda Türkiye’nin yakın gelecekte alması gereken önlemler de belirtiliyor. Türkiye'nin İlk İlkim Değişikliği Ulusal Bildirisi BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) Sekreter yası’na 23 Mar t 2007’de sunulan Birinci Ulusal Bildirim Raporu, iklim değişikliği alanındaki Ulusal Eylem Planı’nın önceliklerini belirliyor, ve Türkiye’de İklim Konularında Bilimsel Yönlendirme Kurulu ve Ulusal Eylem Planını İzleme Platformu kurulması gerektiğine dikkat çekiyor. Ankara, Nisan 2007 Birinci Ulusal Bildirim Raporu’nun hazırlanması sırasında Türkiye iklimindeki normal dışı eğilimleri anlayabilmek için birçok çalışma ve araştırma yapıldı. Sonuçlar, gittikçe büyüyen bir tehlike olarak iklim değişikliğine karşı acilen harekete geçmek gerektiğini gösteriyor. Rapor, ülkenin iklim hassasiyeti değerlendirmelerini ortaya koyuyor; mevcut eğilimleri ve gelecekle ilgili tahminleri belirliyor; ve özellikle hava sıcaklığı ve yağış trendleri, deniz seviyesinin yükselmesi, iklim değişikliğinin sosyoekonomik yaşam üzerindeki etkileri, su kaynakları, tarım, deniz-topraktatlısu eko-sistemleri, sulak araziler ve biyo-çeşitlilik, sağlık, ve toprak bozulması alanlarında uyum tedbirleri öneriyor. İklim Değişikliği Ulusal Bildirim Raporu’nun bulguları özetle şöyle: Sıcaklık ve yağışlar Türkiye’de 1951-2004 tarihlerı arasında, ortalama yıllık mevsimsel hava sıcaklıklarına uygulanan trend analizinde ortaya çıkan en belirgin nokta, yaz mevsiminde hava sıcaklıklarındaki artış oldu. Yaz sıcaklıkları en çok ülkenin batı ve güneybatı bölgelerinde arttı. Kentleşmenin bir sonucu olarak yaz aylarındaki sıcaklık artışı en çok Akdeniz sahil kentlerinde, bölge yüksek basınç sistemlerinin etkisine girdiğinde belirginleşiyor. Kış mevsiminde maksimum sıcaklıklar Karadeniz bölgesinin kıyı kesimlerinde önemli ölçüde düşme eğilimi gösteriyor. Orta Anadolu bölgesinde de sıcaklıklarda yaygın bir düşme eğilimi var. Genel olarak minimum sıcaklıklar hem kış, hem yaz aylarında benzer dağılım gösteriyor. Kış mevsimi minimum değerleri, sadece kuzey ve güney sahil bölgelerinde bariz azalma gösterdi. Yaz mevsimi minimum değerlerinde ise, araştırmanın yapıldığı zaman sürecinde, gözlemlenen yerlerin hemen hemen tümünde ciddi artış trendleri görüldü. Yağış miktarına gelince; sonbahar ve kış aylarında önemli değişiklikler gözlemlendi. Kış mevsimi yağışları, Türkiye’nin batı bölgelerinde son 50 yılda belirgin ölçüde azaldı. Öte yandan, Orta Anadolu’nun kuzey bölgelerinde sonbahar aylarındaki yağış miktarı arttı. Genellikle yağışlar, Ege ve Akdeniz sahillerinde düşüş, Karadeniz kıyı kesimlerinde ise artış gösterdi. Orta Anadolu’daki yağışlarda ise çok az veya hiç değişiklik gözlemlenmedi. Gelecekte Türkiye’nin güneybatı kıyılarında ciddi bir yağış azalması; Kafkasya sahil şeridinde ise tersine daha fazla yağış alınması bekleniyor. Bu gözlemler hem kış, hem bahar aylarındaki toplam yağışlar için geçerli. Yaz aylarında Türkiye’deki toplam yağış miktarlarında fazla değişiklik olmayacak. Türkiye genelinde sonbahar mevsiminde yağışlarda hafif bir artış bekleniyor. Sonbahar yağışlarındaki artışın daha çok DicleFırat havzasında görüleceği dikkate değer bir husus. Deniz seviyesinde yükselme ve kıyı kesimleri Son yüzyıl içinde dünyanın deniz seviyelerindeki yükselmenin 10-20 cm arasında olduğu tahmin ediliyor. Akdeniz ve Karadeniz bölgelerinde ise, deniz seviyesindeki yükselme son yüzyıl içinde 12 cm civarında. Kıyı kentleri Türkiye’nin toplam yüzölçümünün %5’inden azını kaplamakla birlikte, kıyı alanlarında 30 milyonun üzerinde nüfus yaşıyor. Deniz seviyesindeki yükselmenin başlıca sonuçları erozyon, seller, kıyı şeritlerinde su baskınları ve toprağın daha fazla tuzlanması olacak. Deniz seviyesinin yerel düzeyde (dört mareografik istasyonda yapılan ölçümlere göre), yılda ortalama 4-8 mm yükselmesi, yerleşim bölgelerindeki verimli topraklar ve kıyı alanlarındaki yollar da dahil olmak üzere, çeşitli mühendislik inşaatları için tehdit oluşturabilir. İnsan yaşamı ve ülke ekonomisine gelecek riskleri azaltmak için, Türkiye’de hazırlanan kıyı planları ve mühendislik projelerinin, deniz seviyesi yükselme trendlerini göz önüne alması öneriliyor. Alçak deniz seviyesi koridorlarında yer alan diğer ülkelerle kıyaslandığında Türkiye deniz seviyesinde yükselmeye karşı özellikle hassas gözükmüyor. Yine de, Hızlanmış Deniz Seviyesi Yükselmesi göz önünde bulundurulmalı. Bir kıyı ülkesi olan Türkiye’de kıyı bölgelerinde yaşanabilecek sorunlar için hükümet kurumları tarafından şimdiye kadar çeşitli tedbirler alındı. Örneğin, Fethiye-Göcek, Gökova, Patara, Kekova, Foça, Datça-Bozburun ve Belek gibi koruma altındaki alanların çoğu kıyı bölgelerinde yer alıyor. Çevre Bakanlığı, Çevresel Etki Değerlendirmesi için bir Kıyı Bölgesi Departmanı kurmayı planlıyor. Özel Alanları Koruma Müdürlüğü yeni yeni alanları koruma altına alıyor ve özel çevre programları geliştiriyor. İklim değişikliğinin sosyo-ekonomik yaşama etkileri Akdeniz, Ege ve Marmara’nın kıyılarında ve kıyı kesimlerine yakın yerlerdeki toprak bozulmalarının ve çevre sorunlarının ana nedeni kontrolsüz büyüme ve kalkınma baskısı. Su ihtiyacı çoğunlukla yeraltı rezervlerinden karşılanıyor. Fakat bunların aşırı kullanılmasıtuzlu su karışmasına, ve tarım gibi diğer alanlar için su kaynaklarının azalmasına neden oluyor. İnsanların kullanımı ana sorun halindeyken, deniz suyu seviyesinin yükselmesi sorunları daha da artırıyor. Bu konu 21. yüzyıl boyunca daha da önemli bir sorun haline gelecek. Istanbul Türkiye’nin en büyük sahil kenti. Sanayi altyapısı ve diğer ekonomik özellikleri ile Türkiye’nin motor gücü ve GSMH’ya en büyük katkıyı sağlayan şehir. İstanbul’da iklim değişikliği nedeniyle oluşacak ana sorunlardan biri tuzlu su girişi. İki büyük lagün olan Büyükçekmece ve Küçükçekmece gölleri ile eski İstanbul’u iş semtlerinden ayıran Haliç koyu, ve Istanbul’a temiz su tedarikinin yapıldığı Karadeniz’in kıyı şeridine yakın Terkos gölü, özellikle tuzlanma bakımından muhtemel bir Hızlanmış Deniz Seviyesi Yükselmesi tehditi altında. İstanbul’un beş-yıldızlı kültürel ve tarihi yerleri de öngörülen deniz seviyesi yükselmesinden etkilenecek. Türkiye sahil hattındaki kıyı şeridi erozyonuna karşı hassasiyet analizinin ilk değerlendirmelerine göre, deniz seviyesi yükselmesinin GSMH’nın %6’sı kadar sermaye kaybı ve %10’u kadar koruma ve uyum maliyeti getireceği öngörülüyor. Su kaynakları Dünyada muhtemel bir iklim değişikliğinin olası sonuçlarını su havzaları ölçeğinde araştırmak için Dokuz Eylül Üniversitesi tarafından yapılan modelleme çalışmalarında Gediz ve Büyük Menderes havzaları örnek olarak kullanıldı. İzmir kenti yakınlarındaki Gediz Nehri Havzası, Ege bölgesinin ikinci büyük nehri. Toplam 18.000 km2 drenaj alanına sahip. Günümüzde Gediz Havzası’nın en dikkat çeken özelliği suyunun azalmış olmasıdır.Bunun nedeni başta tarım sulamacılığı, endüstriyel ve gündelik su ihtiyacı olmak üzere yoğun bir talep rekabeti yaşanması. Havza, zaman zaman yaşanan kuraklıklara rağmen çevresel kirlenme tehditi altındadır.Havzanın güncel hidrolojik analizi, çeşitli kullanımlar için toplam su arzının, toplam su talebine hemen hemen eşit olduğunu gösteriyor. Diğer bir deyişle, Gediz’in daha fazla su tahsis etmek için fazladan rezerv yoktur. Büyük Menderes Nehri Havzası, incelenen ikinci kaynaktı. Ege’nin bu en uzun nehri önce Türkiye’nin batısında 584 km’lik bir alanı dolaştıktan sonra büyük bir delta oluşturarak Ege denizine dökülür. Gediz deltası gibi Büyük Menderes deltası da önemli bir sulak arazidir. 24.976 km2’lik toplam drenaj alanı vardır. Yıllık su boşaltımı Türkiye’nin su potansiyelinin %1.6’sını karşılar. Nehir havzasında, 13 baraj ve birçok sulama sistemleri inşa edilmiştir. Havza içinde sulama yapılan toplam tarım aranı 88.000 hektardan fazla. Büyük Menderes Havzası Türkiye’nin ana pamuk üreticisi. Ege’nin üç büyük şehrinde --Aydın, Muğla ve Denizli-- 2.5 milyondan fazla nüfus yaşıyor. Bölge sadece tarım bakımından değil, tekstil ve turizm açısından da zengin. Bu ekonomik faaliyetler büyük bir su talebi ve rekabeti yaratıyor. Öngörülen iklim değişikliği senaryolarına dayandırılan su bütçesi modelinin simulasyonundan elde edilen sonuçlar, 2030 yılına kadar yüzey sularının %20’sinin azalacağını gösteriyor. Havzaların azalan yüzey suyu potansiyeli başlıca tarım, ev ve sanayi alanlarındaki su kullanıcıları arasında ciddi su sıkıntısı yaratacak. Böylece ekinler normalden daha fazla suya ihtiyaç duyarken, iklime bağlı olarak azalan yağışı değerleri de fazladan baskı oluşturacak. Gelecekte beklenen iklim değişikliği mağduriyetiyle başetmek için, arazi kullanımı yönetim programlarında, sulama ve yerleşim alanlarındaki su taşıma ve dağıtım sistemleri teknolojilerinde değişiklik yapılması teşvik ediliyor. Su kullanıcıları arasında su taleplerini rasyonalize etme çalışmaları önerilen adaptasyon önlemleri arasında yer alıyor. Tarım Araştırma projesi, iklim ile tarım sistemleri arasındaki ilişkiyi analiz etmek için, Akdeniz bölgesinin doğu kıyısında, Seyhan Hehri Havzası dahil olmak üzere, kıraç ve yarı-kıraç alanları inceledi. İlk sonuçlar Türkiye’nin güney bölümünde, 2070 yılına kadar ortalama sıcaklığın 2.3°C artacağını ve yıllık yağışların 470 mm’den 360 mm’ye düşeceğini gösteriyor. Seyhan Nehri havzasındaki su kaynakları nispeten istikrarlı. 1990’dan beri rezervuarların kuruması ve kuraklık gibi ciddi bir olguyla karşılaşılmadı. Ancak, gelecekte iklim değişikliğinin yol açabileceği su boşaltım miktarında azalma sonucu kuraklık meydana gelebilir. Fakat, CO2 yoğunluğunda yükselme, iklim değişikliğine bağlı hava sıcaklıkları ve su sıkıntısı, havzada yağmurla beslenen buğday ve sulanan arazideki mısır üretimi dahil, ana ekinlerin verimini etkileyebilir. Tahminler Adana bölgesinde ve yağmurla beslenen bölgedeki tahıl üretimininde gelecekte, küresel ısınmaya bağlı olarak sıcaklık ve yağıştaki değişikliklerle, azalma olacağını gösteriyor. İklim değişikliğine bağlı olarak artan su talebi daha etkin sulama ile şimdiki imkanlarla bile düzeltilerek yönetilebilir. Etki ölçümü çalışmalarından elde edilen bulgulara göre belirlenen uyum önlemlerinin bazıları şunlar: Su kaynaklarının geleneksel-olmayan yöntemlerle kullanılması için teknikler geliştirilmesi; Kuraklık ve tuzluluğa dayanıklı yeni bitki türleri geliştirilmesi veya ıslah edilmesi; Az kaliteli suyla iyi kaliteli ürün veren bitki türleri geliştirilmesi. Deniz, toprak ve tatlısu eko-sistemleri Karadeniz eko-sisteminde, 1980’li ve 1990’lı yıllar arasında, eutrophication (nitrojen ve fosfor içeren kimyevi bileşiklerin artması), aşırı avlanma, jelatinli etobur türlerinin aşırı çoğalması, ani soğuma ve ısınmalar ve bunlara bağlı nedenlerle çok ciddi değişiklikler meydana geldi. İklim değişikliğinin sonucu olarak su sıcaklığındaki artışlar ekolojik süreçleri, su türlerinin coğrafi dağılımını etkiliyor; türlerin yok olmasına ve bio-çeşitliliğin azalmasına neden oluyor. Sağlık Belli zaman aralıklarında hava sıcaklığı değişimlerinin analizi, Türkiye’de (sıtma, leptospirosis ve kanamalı Kırım-Kongo humması dahil) bazı hastalıklar ile yüksek hava sıcaklığı arasında bir paralellik olduğunu ortaya çıkardı. Son 35 yıl içinde özellikle Adana bölgesinde sıtma vakalarında artış kaydedildi. Fakat önleme ve kontrol çalışmaları ve tedbirleri etkili oldu; ve son zamanlarda sıtma vakaları büyük ölçüde azaldı. Toprak bozulması ve çölleşme Türkiye’nin fizyografik çevresi, geçmiş kültürel ve ekonomik mirasıyla biraraya geldiğinde ve şimdiki toprak kullanıcılarının sosyo-ekonomik durumu göz önüne alındığında, toplam toprak alanının %86.5’inin çölleşmeye karşı oldukça hassas olduğu ortaya çıkıyor. Ekilebilir toprakların da %73’ü erozyon, toprak bozulması ve çölleşme riski altında. İklim faktörleri, seyrek ve hassas bitki örtüsü dikkate alındığında, Güneydoğu Anadolu ve Türkiye’nin iç bölgelerindeki çorak alanlar çölleşmeye yatkın görünüyor. Yüksek topoğrafya, tarım alanlarının sürdürülebilir-olmayan kullanımı ve orman yangınları gibi doğal ve antropojenik faktörler göz önüne alındığında, Akdeniz ve Ege bölgeleri gelecekte çölleşme sürecine karşı daha hassas olabilecek alanlar. 1998 yılında ‘Birleşmiş Milletler Çölleşmeyle Mücadele Anlaşması’nı (UNCCD) imzalayan Türkiye, bu anlaşma gereğince çölleşmeyi azaltma ve toprak bozulması önleme konularında bazı plan ve programlar hazırlandı. BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi uluslararası toplumu acilen eyleme çağırıyor Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (United Nations Framework Convention on Climate Change/UNFCCC) Genel Sekreteri Yvo de Boer, küresel iklim sisteminin belirgin ve gittikçe ar tan bir şekilde ısınması konusunda şimdiye kadar elde edilen kesin bilimsel kanıtlar üzerine, bu olguyla mücadele için uluslararası toplumu hızla ve kararlılıkla harekete geçmeye çağırdı. Ankara, Nisan 2007 BM’nin ‘İklim Değişikliği Hükümetler-arası Paneli’nin (Intergovernmental Panel on Climate Change/IPCC) yayınladığı rapora göre, eğer sera gazları salınımı şimdiki hızıyla artmaya devam eder ve endüstri devrimi öncesine göre iki katına yükselirse, dünyamız bu yüzyılda ortalama 3°C’lık bir ısı artışına uğrayacak. Yvo de Boer, “Tüm devletlerin de kabul ettiği bu bulgular, insanlığın karşı karşıya olduğu tehlike konusunda hiçbir tereddüte yer vermiyor, ve gecikmeden önlem alınmasını gerektiriyor. İklim değişikliği konusunda harekete geçmek için yeterli bilgimiz olmadığı yolundaki görüşler, artık hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde bertaraf edildi”, dedi. IPCC raporuna göre, son 100 yıldaki ısı artışı 0.74°C olup, bunun büyük bir oranı geçtiğimiz 50 yılda meydana geldi. Önümüzdeki 20 yıl içinde dünya sıcaklığının on yılda bir 0.2°C artacağı öngörülüyor. UNFCCC Genel Sekreteri Boer, “Bilim dünyasının vardığı sonuçları tüm hükümetlerin onaylaması çok önemli, çünkü bu değerlendirme politik alanda somut kararlar alınması için sağlam bir temel oluşturuyor.” dedi. İklim Değişikliği alanında BM’nin en üst düzey yöneticisi olan De Boer, uluslararası hükümetleri önderlik etmeye ve BM sistemi çerçevesinde görüşmeleri sürdürmeye çağırdı. “Zehirli gaz salınımı konusunda sanayileşmiş ülkeler için daha sıkı yaptırımlar, kalkınmakta olan ülkeler için ise emisyonlarını azaltıcı teşvikler ve gerçekçi uyum önlemlerini içeren yeni bir uluslararası anlaşmaya ihtiyacımız var” diye ekledi. İngiltere hükümeti’nin geçen yıl yayınladığı ‘Stern Raporu’na göre, ortalama 3°C’lik ısı artışı dünyada ciddi su kıtlıklarına ve tarım verimi azalmasına yol açacak. İklim değişikliği daha şimdiden kalkınmakta olan ülkelerde ekonomik ve sosyal gelişmeye ket vuruyor. IPCC’nin iklim değişikliğinin etkileri konusunda yapacağı değerlendirme, Nisan ayının başında yayınlanacak. Yvo de Boer, “IPCC’nin en kötümser tahminlerinin iklim değişikliği konusunda şimdi ve gelecekte sürdürülecek mücadeleyi göz önüne almayan senaryolara dayandırılması iyi bir haber. Kötü akıbeti önlemek için gerekli olan politika ve teknoloji şimdiden mevcut… İklim Sözleşmesi ve Kyoto Protokolu’nun varlık nedeni de zaten bu planları yürürlüğe koymaktır”, diyerek ülkeleri iklim değişikliğine karşı harekete geçmeyi engelleyen ekonomik temelli faktörlerin üstesinden gelmeye çağırdı. “Stern Raporu, iklim değişikliğinin sonucu olan sıcaklık artışlarının yol açtığı vakitsiz ölümlere dikkat çekmekle kalmıyor; aynı zamanda bu konuda harekete geçmemenin getireceği ekonomik bedelin (örneğin milyonlarca insanın yerlerinden-yurtlarından olup göç etmesi gibi) şimdi önlem almanın getireceği maliyetten çok daha ağır olacağını da belirtiyor.” dedi. IPCCC, iklim değişikliğinin etkileri ve mevcut önleyici tedbirler konusundaki değerlendirmelerini önümüzdeki aylar içinde tamamlayacak; ve Mayıs 2007’de Bonn’da yapılması planlanan UNFCCC toplantısında kamuoyuna bildirecek. Her üç raporun bir sentezi, bu yıl Aralık ayında yapılacak Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı’ndan yaklaşık bir ay önce sunulacak. UNFCCC Genel Sekreteri, iklim değişikliği alanında, maliyetleri azaltan pazar-odaklı yaklaşımları kullanma konusunda Kyoto Protokolu’nun başarısına güvenilebileceğini de belirtti. Kyoto Protokolu, 35 sanayileşmiş ülkenin ve Avrupa Topluluğu ülkelerinin 2008-2012 yılları arasındaki ilk taahhüt döneminde, sera gazı emisyonlarını 1990 seviyelerinin ortalama %5 altına çekmelerini şart koşuyor. Boer, “Uluslararası katılım ile gelecekte yapılacak anlaşmalar, sanayileşmiş ülkelerin emisyonlarını azaltmada öncü olmalarını ve 2050 yılına kadar %60 ila %80 arasında emisyon indirimine hazırlıklı olmaları gerektiğini öngörmelidir.” dedi. “Sera gazlarının atmosferde birikerek, en kötü felaketleri doğurmasını önlemek için hedeflememiz gereken yol budur.” Sera gazlarının artışından insanlar sorumlu İklim Değişikliği Hükümetler Arası Paneli (IPCC)’nin Şubat 2007’de yayınladığı Küresel Isınma Raporu, karbondioksit, metan ve diazot monoksit gibi sera gazlarının atmosferdeki yoğunluğunun, 1750’lerden bu yana, ciddi ölçüde ar tmasının insan faaliyetlerinin sonucu olduğunu doğruluyor. Ankara, Nisan 2007 Fosil yakıtlar yakılması, karbon bakımından zengin ormanların tahribatı ve ısıyı hapsetme özelliği taşıyan aerosol ürünleriklim değişikliği olgusunun ardındaki baş faktörler… ve gelecek yıllarda daha da tehlikeli değişimlere yol açabilirler. İklim değişikliğinin beklenen etkileri (deniz sularının yükselmesi, daha sık ve yoğun fırtınalar, türlerin yokolması ve ekinlerin harab olması) dünyadaki tüm ülkelerde hissedilecek. IPCC Raporu, daha şiddetli sıcaklıklar, daha uzun süren sıcak dalgaları, yeni rüzgar düzenleri, bazı bölgelerde ağırlaşan kuraklıklar, bazı bölgelerde ise daha yoğunlaşan yağışlar, buzulların ve kuzey kutbundaki buzların erimesive dünyanın ortalama deniz seviyelerinin yükselmesi ile daha sıcak bir dünyaya doğru hızlı bir gidiş olduğunu gösteriyor. Rapor, Antarktika’nın ve Grönland’ın buz tabakalarının kütle kaybettiğinin ve deniz seviyesinin yükselmesine katkıda bulunduğunun ilk bilimsel kanıtlarını da veriyor. Raporda şu saptamalar da yer alıyor: Dünyanın ortalama yüzey sıcaklığı son 100 yılda (1906-2005) 0.74° santigrat civarında arttı. Bu rakam, son yıllarda yaşanan aşırı sıcak yıllar nedeniyle 2001 raporunun 0.6°C’lik 100 yıl tahmininden daha yüksek. 1850 yılı civarında başlanan modern anlamda kayıt tutma yöntemleri sonucunda, o yıllardan bu yana yaşanan en sıcak 12 yıldan 11’i son dönemde gerçekleşti. Önümüzdeki 20 yılda 0.2°C’lik bir sıcaklık artışı öngörülüyor. Denizin hem Kuzey Kutbu, hem Antarktika bölgelerinde çekilmesi bekleniyor. Sera gazları emisyonu şimdiki tahminlerin üst sınırına ulaşırsa, Kuzey Buz Denizi’nin büyük bir kısmı yıl boyu süren buz örtüsünü 21. yüzyılın sonuna kadar kaybedebilir. Kuzey Buz Denizi’ndeki buz miktarı 1978’den beri her on yılda %2.7 oranında azaldı; yaz minimumu ise 10 yılda %7.4 azaldı. Birçok bölgede, özellikle bahar aylarında, kar kalınlığı azaldı. Kış ve bahar aylarında buzlu zeminin maksimum miktarı, Kuzey Yarımkürede 20. yüzyılın ikinci yarısında %7 azaldı. Kuzey Yarımkürede nehir ve göllerin donma tarihi son 150 yılda ortalama 5.8 gün daha geç geldi. Ortalama çözülme tarihi ise 6.5 gün erkene çekildi. Yüksek rakımlarda yağışların artması“çok muhtemel”, alt-tropik bölgelerde azalması ise “muhtemel” görülüyor. Bu değişiklerin yapısı 20. yüzyılda gözlemlenenle benzerlik gösteriyor. Şiddetli sıcaklar ve sıcak dalgaları trendinin devam etmesi “çok muhtemel”. Kuraklık süreleri ve yoğunlukları geniş alanlarda 1970’den beri arttı, özellikle de tropikal ve alt-tropikal bölgelerde. Afrika’nın Sahel bölgesi, Akdeniz bölgesi, güney Afrika, ve güney Asya’nın bazı kısımları şimdiden (20. yüzyılda) daha kuraklaştı. Küresel ısınmayı azaltmak için bireysel olarak neler yapabiliriz? İklim değişikliğine karşı bireysel mücadelede alınabilecek önlemlerden bazıları. Ankara, Nisan 2007 Evimizi enerji verimliliğine göre ayarlayalım Kışın güneşle ısınmayı artırabilir ve evimizi rüzgar almayacak hale getirebiliriz. Yazın ise daha çok gölgelik sağlayabilir ve daha fazla rüzgar alacak şekilde düzenleme yapabiliriz. Yakıt tasarruflu araba kullanalım Daha az yakıtla daha fazla yol kat etmek mümkün. Böylece daha az karbon dioksit tüketmiş, benzin parasından tasarruf etmiş oluruz. Arabamızı or tak kullanabiliriz Eğer geniş bir araç kullanıyorsak, arkadaş ve yakınlarımızla işe aynı araba ile gidip gelmek yakıttan ve paradan tasarruf sağlar. Araba lastiklerimizi yeterince şişik tutalım Araba lastiklerinin gerektiği kadar şişik olmasına dikkat edelim. Bu küçük önlem yılda 112.5 kg karbondioksit ve 840 Dolar para tasarrufu sağlar. Hava filtresini değiştirelim Arabamızın hava filtresini her ay kontrol edelim, sıkça değiştirelim. Yılda 360 kg karbondioksit ve 130 Dolar tasarruf sağlar. Çöp üretimini azaltalım Daha az ambalajlı, dönüşümlü kağıtlı, plastik ve camlı ürünler satın alalım. Yılda 900 kg karbondioksit tasarruf edebiliriz. Kompostlama, seragazı emisyonlarını azaltmaya yardımcı olur. Dönüşümlü kağıt kullanalım Bilgisayarımızın yazıcı kağıdının %100 geri dönüşümlü olmasına dikkat edelim. Bir top kağıtta 2.25 kg karbondioksit tasarruf edebiliriz. Minimal ambalajlı ürünler alalım Az ambalajlı ürünler çöpümüzü %10 oranında azaltabilir. Yılda 540 kg karbondioksit ve 1000 Dolar para tasarruf edebiliriz. Kullanılmayan elektronik cihazların fişini çekelim Elektronik cihazlar kapalı olsalar bile enerji kullanırlar. Kullanmadığımız zaman fişten çekerek 450 kg karbondioksit ve 150 Dolar tasarruf sağlayabiliriz.. Bir ağaç dikelim Ağaçlar bize mikro iklim ve sürekli nem sağlar. Karbondioksiti emer ve temiz nefes almamız için havayı temizler. (Yılda 900 kg karbondioksit tasarrufu) (Kaynak: www.stopglobalwarming.org) Küresel ısınmayla mücadeleye Live Ear th’den destek ABD Eski Başkan Yardımcısı Al Gore’un önderliğindeki çevreciler, küresel ısınmayla mücadele kapsamında 7 Temmuz 2007 tarihinde dünya çapında dev konserler düzenleyecekler. Afrika’ya yardım için düzenlenen 1985 Live Aid ve 2005 Live 8 konserlerini gölgede bırakması beklenen bu etkinlikler 2 milyar insana ulaşmayı hedefliyor. Live Aid ve Live 8 konserlerinden farklı olarak, bu yıl düzenlenecek olan Live Earth konserleri para toplamayı değil, sistem değişikliğini hedefliyor. Amacın dikkat çekmekten öte, insanları harekete geçirmek olan bu konserlere Red Hot Chili Peppers, Black Eyed Peas, Sheryl Crow, Bon Jovi ve Snoop Dogg gibi dev isimler katılacaklarını şimdiden duyurdular. Konserler Şangay, Sidney, Johannesburg ve Londra ile Brezilya, Japonya ve ABD’de birer kentte düzenlenecek. UNDP ile TOBB Ortaklık Anlaşması imzaladı BM’nin Binyıl Kalkınma Hedefleri’nin Türkiye’de başarıya ulaşması için Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ( TOBB) de destek veriyor. Ankara, Nisan 2007 Fotoğraf : Engin Güneysu Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) ile TOBB tarafından 22 Mart 2007 tarihinde düzenlenen ortak basın toplantısında, bu konuda bir ortaklık anlaşması imzalandığı bildirildi. Ortaklık, iş dünyasının desteğiyle, Türkiye’nin Binyıl Hedefleri’ni yerelleştirmesini; ekonomik, sosyal ve demokratik kalkınma hedeflerini gerçekleştirmesini amaçlıyor. Basın toplantısında, TOBB ile bu alandaki işbirliklerinin 2015 yılına kadar süreceğini bildiren Birleşmiş Milletler Türkiye Temsilcisi Mahmood Ayub, "İşletmeler Birleşmiş Milletler Binyıl Hedeflerini'nin başarıya ulaşmasında giderek daha fazla rol üstleniyorlar ve TOBB bu dünya çapındaki eğilimin önemli bir örneğini oluşturuyor. TOBB, bu girişimle, yoksulluk, sağlık, eğitim ve çevre konularında belirlenen gelişme hedeflerini gerçekleştirmede Türkiye'de iş dünyasının bağlılığını teyid ediyor" dedi. TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu da, “ekonomik büyümenin özel sektöre dayalı olduğu günümüz iş ortamında özel sektörün ticari ve ekonomik kalkınmada ekonomik politikaları belirleyen bir aktör konumuna geçmesi gerektiğini” söyledi. Anlaşma, yerel oda ve borsalarının ve onların Yerel Gündem 21 şehirlerindeki üyeliklerini teşvik etmeyi ve Binyıl Hedefleri’ni Yerel Gündem 21 yönetim ağı yoluyla yerelleştirerek Türkiye’nin kalkınmasını ve Binyıl Hedefleri’ne ulaşmasını sağlamak amacıyla yerel yönetişim öğeleriyle beraber “en iyi örnek” ortaklığı kurmasını amaçlıyor. TOBB, ülke çapındaki 364 oda ve borsalı geniş ulusal ve yerel tamsilci ağıyla, özel sektörün Binyıl Hedefleri’ndeki potansiyelini ve yerel çaptaki Yerel Gündem 21 süreçlerini göstermede kritik rol üstleniyor. Rıfat Hisarcıklıoğlu, “81 il ve 157 ilçeye yayılmış oda ve borsalarımızın oluşturduğu geniş ulusal temsil ağı, kilit bir konuma ve role sahip. Birliğimiz, proje çalışmalarında aktif olarak yeralacak ve Binyıl Kalkınma Hedefleri’nin yerelleştirmesi için odalarımız ve borsalarımız tarafından hazırlanacak projelere destek sağlayacak”. 1997 yılından bu yana, UNDP Türkiye, ulusal meslektaşlarıyla yerel yönetim üzerinde, Yerel Gündem 21 Programı kapsamında ortak çalışmalar yürütüyor. Bu program daha önce IULA-EMME – Uluslararası Yerel Merciler adıyla bilinen “Birleşmiş Şehirler ve Yerel Hükümetler, Ortadoğu ve Batı Asya” tarafından koordine ediliyor. Programın genel amacı sivil toplumun, karar verme mekanizmalarına katılarak yerel yatırımlara etki edebilmesi. 60 şehri kapsayan Yerel Gündem 21 Programı eşit ortaklar arasında geliştirilmiş bir ağ ve ortak çalışmaya dayalı bir yaklaşımı temsil ediyor. Yeni bir internet ağı siyaset dünyasındaki kadınları birleştiriyor Dünyanın her yerinden siyasetle ilgilenen kadınları birbirine bağlayan ‘iKNOW Politics' adlı ilk internet ağı, New York’taki Birleşmiş Milletler Merkezi’nde tanıtıldı. Ankara, Nisan 2007 “Politik Yaşamdaki Kadınların Uluslararası Bilgi Ağı” (International Knowledge Network of Women in Politics) adının kısaltılmışı olan iKnow Politics, yönetişim mekanizmalarının kadınlar yararına daha iyi işlemesini sağlamak, siyaset ve toplum hayatında yer alan kadınların rolünü güçlendirmek ve sayılarını artırmak için özel olarak tasarlanmış ilk internet sitesi. UNDP Demokratik Yönetişim Direktörü Pippa Norris, lansman toplantısında yaptığı konuşmada “Kadınlar birbirleriyle iletişim kurarak deneyim kazanırlar. ‘iKNOW Politics’ onlara bu fırsatı sağlayacak. Seçimle işbaşına gelen kadın liderleri genç ve azimli politikacılarla, siyaset adaylarını profesyonel lobicilerle birleştiren iKNOW Politics, kadının kamu hayatında hakettiği yeri bulamaması sorununu aşıp, politik arenaya katılabilmesi için sınırlar ve kuşaklar arasında değişik inanç ve görüşteki kadınlara donanım kazandıracak”, dedi. Siyasetle uğraşan kadınlar tarafından hazırlanan, ve kadın/siyaset ilişkileri konusunda 100’ü aşkın uzmanın veritabanından yararlanan iKNOW Politics on-line kütüphanesi, önde gelen uluslararası ajanslardan, araştırma kurumlarından, akademisyenlerden ve sivil toplum kuruluşlarından sağlanan 400’ü aşkın rapor ve eğitim malzemesini İngilizce, Fransızca ve İspanyolca olarak sunuyor. Kadınların görüş ve önerilerini paylaşabilecekleri bir forum olmanın yanısıra, seçim kampanyaları, siyasi partiler, meclisler, lobi faaliyetleri, bütçeler, kanunlar, ve çatışma-sonrası geçiş dönemi toplumları üzerine geniş bir dizi kaynak sağlıyor. Site yakında Arapça sunuma da başlayacak. New York’taki lansman toplantısında konuşan, A.B.D.’de ulusal bir partiden aday gösterilen ilk kadın başkan-yardımcısı adayı olarak tarihteki yerini alan Geraldine Ferraro, bu girişimi ‘bağlantısı olmayanları da sürece katmaya yarayacak pragmatik bir strateji’ olarak tanımladı. Toplantıdaki tüm katılımcıları “nasıl başarıya ulaştıklarını herkese anlatmaya ve kendi politik amaçlarını desteklemek için bu internet ağını kullanmaya” davet etti. Geraldine Ferraro, “Siyasette kadın olmanın zorluklarını biliyorum. 1984 yılında başkan yardımcılığına aday olduğumda, A.B.D.’deki kadınlara yapabileceklerimizin sınırı olmadığını söylüyordum. Şimdi, iKNOW ile dünya çapında bir adım daha ilerlemiş olduk”, dedi. Afrika’da demokratik yoldan seçilen ilk kadın başkan olan Liberya Cumhurbaşkanı Johnson-Sirleaf ise, girişime desteğini şöyle belirtti: “Değişim rüzgarları esmeye başlarken, kadınlar politik gücün dışında kalıyorlar. İşte bu yüzden İKNOW Politics, siyasetteki kadınlara politik yaşamın her alanında anlamlı bir şekilde yeralabilmeleri için gerekli donanımı sağlayan ilk internet ağı olarak yaratıldı.” Böyle bir bilgi kaynağına büyük ihtiyaç olduğu açık. Her ne kadar siyasetle ilgilenen kadınların sayısı son yıllarda artsa da, kadınlar hala yetersiz temsil ediliyorlar ve tam katılım konusunda sayısız engelle karşılaşıyorlar. IPU’ya (Parlementolar Arası Birlik) göre 2006 yılında parlamenterlerin yüzde 17’sinden azı kadınlardan oluşuyordu. ‘Dünya Çapında Kadın Liderler Rehberi’nin raporu ise dünyanın 194 devlet ve hükümetinin sadece 13’ünün seçimle gelen kadınlar tarafından yönetildiğini belirtiyor. iKNOW Politics girişimi, Uluslararası Demokrasi ve Seçim Desteği Enstitüsü (IDEA), IPU, Uluslararası İlişkiler için Ulusal Demokratik Enstitü (NDI), Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) ve BM Kadınlar Kalkınma Fonu (UNIFEM) ortaklığıyla hayata geçirildi. Yoksulluğa karşı maç 19 Mar t 2007 tarihinde, dünya, yoksulluğa karşı yapılan bir maça daha tanık oldu. Marsilya, Fransa’da oynanan ve UNDP tarafından düzenlenen dostluk maçında, dünya futbol yıldızları ve UNDP İyiniyet elçileri olan Zinedine Zidane ve Ronaldo’nun takımları yoksulluğa karşı farkındalığı ar ttırarak para toplamak ve BM Binyıl Hedefleri’ni pekiştirmek amacıyla karşı karşıya geldi. Ankara, Nisan 2007 Stade Vélodrome’da yapılan ve İtalyan Pierluigi Collina’nın üst üste 4 kez hakemliğini yaptığı karşılaşmada, Zidane’ın takımı Ronaldo’nun takımına 6-2 galip geldi. Zidan’ın takımı için goller; Ronny (KK), Sichi, Portillo (2), Al Jaber ve Fas asıllı Fransız komedyen Jamel Debbouze’dan gelirken Ronaldo’nun takımının gollerini Gerald ve Sonny Anderson kaydetti; ancak maçta uluslararası futboldan diğer ünlü isimler de vardı. Arsenal’den Julio Baptista, Boavista’dan Ricardo Silva, Olympiakos’tan Rivaldo, Real Madrid’den Robinho, Türkiye-Galatasaray’dan Hakan Şükür ve hatta Ronaldo’nun takımına kaydolan ve Formula 1 dünya şampiyonasında yedi birinciliği olan Michael Schumacher bunlardan sadece birkaçı. Daha önceki maçlarda olduğu gibi, bilet satışlarından elde edilen tüm gelirler, UNDP’nin Asya, Afrika ve Latin Amerika’da yürüttüğü projelerde, sağlık merkezleri ve okul yapımları için kullanılacak. Haiti, Kongo, Sri Lanka, Komor, Gine Bissau, Burkina Faso, Namibya, Kolombiya, Brezilya, Butan, Küba ve Vietnam önceki yıllarda “yoksulluğa karşı maç”lardan elde edilen gelirlerden yararlanan ülkeler arasında yer alıyor. Maçla ilgili olarak, Ronaldo; halktan böylesine güzel tepkiler almalarının son derece teşvik edici olduğunu ve farkındalığı arttırarak yoksulluğu alt etmede yardımcı olmaya devam etmek istediğini açıkladı. Aynı şekilde, 2006 Dünya Futbol Kupası’nda jübilesini yaptıktan sonra ilk kez uluslararası platformda futbol oynayan Zidane da, her ne kadar profesyonel futbolu bırakmış olsa da böyle bir amaç için forma giymeye devam edeceğini belirtti. UNDP Başkan Yardımcısı ve BM Genel Sekreter Müsteşarı Ad Melkert ise “yoksulluğa karşı maç sayesinde milyonlarca taraftar futboldaki kahramanlarının, aşırı yoksulluğa karşı mücadelede birer kahraman haline dönüştüklerini görüyor. Bu mesaj çok önemli çünkü ancak hükümetlerin, özel sektörün, sivil toplumların ve Ronaldo, Zidane ve Drogba gibi bireylerin ortaklığıyla yoksulluğu gerçekten yenebilir ve Binyıl Hedefleri’ni gerçekleştirebiliriz” dedi. 'Su kıtlığıyla baş etmek' Bu seneki Dünya Su Günü'nün sloganı 'Su kıtlığıyla baş etmek' idi. Ankara, Nisan 2007 22 Mart’ta kutlanan Dünya Su Günü’nün bu yılki teması, dünya çapında giderek büyüyen su darlığına dikkat çekiyor; ve azalan su kaynaklarının sürdürülebilir, etkin ve adil yönetimi için gerek uluslararası, gerek yerel düzeylerde daha fazla entegrasyon ve işbirliği yapılması gerektiğini vurguluyor. Bu yıl Su Günü’nün kutlanmasında, Dünya Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), tüm Birleşmiş Milletler kuruluşları ve programları adına koordinatörlüğü yürüttü. UNDP Başkanı Kemal Der viş’in Su Günü mesajı “Temiz suya sürdürülebilir erişimi olmayan insanların sayısını yarıya indirme amacını da içeren Binyıl Kalkınma Hedefleri’ne doğru yolumuzun yarısını kat etmiş olduğumuz bu yıl, dünya hala su tedariki ve temizlik konularında ciddi sorunlar yaşıyor. 2015 yılına kadar Hedefleri tutturulabilmek için, daha 900 milyonun üzerinde insanın temiz bir su kaynaklarına gündelik olarak erişebilmesini, ve 1.3 milyondan fazla kişinin de sağlıklı tuvalet koşullarına kavuşmasını sağlamamız gerekiyor. Bu yılki Dünya Su Günü’nün teması “Su Kıtlığıyla Başetmek”, kronik su sıkıntısının dünyada yaklaşık 800 milyon kişiyi etkilediğine, ekolojik sistemlerin çökme tehditi altında bulunduğuna, yoğunlaşan su rekabetinin sınırlar arası gerilimi artırdığına dikkat çekiyor. Dünyanın suyu tam olarak tükenmiyorsa da, güvenilir olmayan su birçok yerde, dünya nüfusunun önemli bir kısmının insani kalkınması için ciddi bir engel oluşturuyor. 43 ülkedeki 700 milyon kişi, su sıkıntısı eşiği olan “yılda kişi başına 1700 m3’ün” altında suyla idare etmeye çalışıyor. 20 yıl sonra 3 milyar kişi bu eşiğin altında kalan ülkelerde yaşıyor olacak. Büyüyen kentlerin, sanayi ve tarımın, enerji talebinin artan su ihtiyacı, yoksulların zaten zor durumda olan gıda ve geçimlerini sağlama güvenliğini daha da tehlikeye atıyor. 2006 İnsani Kalkınma Raporu, temiz suya erişimin bir insan hakkı olarak kabul edilmesi ve su krizine çözüm bulmak için bir Küresel Harekat Planı yapılması için çağrıda bulundu. Dünya Su Günü’nde biz de bu çağrıyı yineliyoruz; ve bu sorunu gerektiği gibi çözemezsek, tüm Binyıl Kalkınma Hedefleri’nden geri kalabileceğimizi hatırlatıyoruz. Ne büyük bir çelişkidir ki, insanların ne kadar yoksulsa, suya o kadar fazla para ödediği bir dünyada yaşıyoruz. Gelişmekte olan ülkelerde yaşayan en yoksul ev halkı gelirinin %10’unu suya harcarken, kalkınmış dünyada gelirinin %3’ünden fazlasını suya harcamak ekonomik sıkıntı çekmek diye nitelendiriliyor. Gerçekte, su krizi büyük oranda temel eşitsizliklerden kaynaklanıyor. 2006 İnsani Kalkınma Raporu’nda vurgulandığı gibi, su kıtlığı tam olarak fiziksel veya çevresel bir eksiklik değil, maddi ve politik güç eksikliğidir. Yoksulların oy kullanamama, hastalıklardan uzak duramama veya afet ve çatışmalardan kurtulamama, ekonomik olarak güçlenememe nedenleri ne ise, yeterli temiz suya ulaşamama nedenleri de aynı. Genellikle yoksul olmak, sesini duyuramamak ve fırsatlardan yoksun kalmak anlamına geliyor. Su krizi ile mücadele etmek, yoksullukla savaşmak ve insani kalkınmayı daha fazla desteklemek için zorunlu bir adım. İklim değişikliği, yoksul insanların geçim mücadelesini daha da zorlaştırıyor. Artan yaygın kuraklıklar, seller ve değişken yağış düzenlerinden ötürü suya erişimin daha da güçleşmesi, yoksulları daha da fazla vuruyor. En yoksul insanların iklim değişikliğinde hiçbir suçu olmamasına rağmen, birçok durumda sonuçlarından en fazla sıkıntı çeken onlar oluyor. Tarım verimliliği Asya ve Sahra-altı Afrika’da daha da azalacak gibi görünüyor. Yükselen deniz seviyeleri, Bangladeş gibi alçakta yeralan ülkelerin içme suyu kaynaklarına tuzlu suların karışması riskini artıracak. Riski ve zararı azaltmak ve yönetmek için etkili ve hesaplı uyum stratejileri geliştirmek, ulusal su yönetimi politikalarının ve uluslararası yardımın odak noktası haline geldi. Su krizi korkutucu gözükebilir, fakat bu acil durumla mücadele etmek için somut adımlar atılabilir. İşte bu yüzden Dünya Su Günü, bu çok hayati konuda tartışmayı canlandırmak ve önlemleri harekete geçirmek için önemli bir fırsat. G8 ve diğer bağışta bulunan ülkeler, yoksulların su sıkıntısını kalplerinde hissetmeli; ve Afrika’ya temiz su ve hijyen koşullarının iyileştirilmesi için verdiği yardımını gelecek yıl iki misline, 2011 yılına kadar ise 200 milyon Sterlin’ine çıkarma sözü veren İngiltere’yi örnek almalıdır. Temiz suya erişimi olmayan dünya nüfusu sayısını yarıya indirme hedefi için gerekli olan toplam yatırım, Avrupa ve ABD’nin bir aylık maden suyu harcamasına eşittir. Binyıl Kalkınma Hedefleri’ni elde etmek, gelişmekte olan dünyaya 38 milyar Dolarlık ek bir ekonomik yarar sağlar. Haziran ayında yapılacak zirvede G8’in üzerinde dikkatle düşüneceğini umduğum rakamlar işte bunlar. Su kaynaklarının yönetimini güçlendirerek, şimdiki ve gelecekteki su ihtiyacını karşılamak için şimdiden yatırım ve planlama yaparak, ülkeleri gelecekteki su şartları üzerindeki denetimlerini artırmak için destekleyerek insani kalkınmaya doğru bir sonraki sıçramayı tetikleyebiliriz. Çözümler esasen hidrolojik veya teknik değil. Güç, politika ve her seviyede yönetişim daha önemli rol oynuyor. Hep birlikte dünya su krizini ile savaşmak için çarelerimiz var. Şimdi ihtiyacımız olan kararlılık, ortak politik irade ve zorlukları yenmek için uygun politikalardır.”
Benzer belgeler
United Nations Nations Unies
yaklaşımları herhangi bir ülke politikasında farkettiniz mi?
R.J.: Evet sanırım bunun örnekleri var. Ancak asıl yeni olan şey, liberal
filozofik bir bakış alanı sunan neo-liberal ekonomi yerine tut...