ten - İstanbul ODTÜ Mezunları Derneği
Transkript
ten - İstanbul ODTÜ Mezunları Derneği
İSTANBUL ODTÜ MEZUNLARI DERNEĞİ YAYINIDIR TEMMUZ-AĞUSTOS 2012 Aramıza hoş geldiniz! Aşkı taze tutmanın sırrı: Fullfresh Teknolojisi. Çevreyle dost Arçelik’ten, Fullfresh Teknolojisi ile yiyeceklerinizi uzun süre taptaze tutan No-Frost buzdolabı. Mavi Işık Havalandırma Filtresi İyonizer Teknolojisi Mavi Işığı ile vitaminleri korur, Havalandırma Filtresi ile bakteri oluşumunu engeller, İyonizer Teknolojisi ile mikroorganizmaları yok eder ve kötü kokuları önler. arcelik.com.tr #aşkıtazetutmakiçin Yeniliği aşkla tasarlar 12 Dernek’ten Haziran buluşmamızı Cezayir’de gerçekleştirdik................ 4 Kahvaltıda pilates…............................................................ 6 Bu yılın ilk “Murat Belge ile Boğaz ve Yalılar” gezisi….... ... 7 Teknedeydik!…................................................................... 8 İş dünyasının ODTÜ’lüleri buluşuyor/3.............................. 9 ODTÜ’DEN ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu’nda “Güneş Enerjisi Santrali”nde Uluslararası Gözlemler................................ 10 ODTÜ Senatosu’ndan Kamuoyuna Duyuru...................... 11 Aramıza hoş geldiniz........................................................ 12 14 DERNEK’TEN Yeni mezunlarla heyecanlı buluşma ................................ 14 Söyleşi Levent Ünal: “ODTÜ’lülerin başarısının sırrı yöntemde”......................... 18 Siyaset, 80’ler, Oyunculuk üçgeninde Burak Tamdoğan...................................................................... 20 DERNEK’TEN Mehmet Sepil ile Kuzey Irak ve Petrol üzerine.................... 26 18 KÜLTÜR-SANAT Çocuklar KARABÖCÜ’lere bayılıyorlar.............................. 28 Bu Yıl Cannes’ın Hediyesi Rezan Yeşilbaş......................... 30 Gündem Yeni kürtaj düzenlemesi hazırlanırken... Sayılarla kürtaj gerçeğimiz............................................... 32 YAŞAM Peradays ile ikinci hayat......................................................... 35 20 GEZİ Rengarenk Meksika......................................................... 38 Dernek’ten Fotoğraf Çalışma Grubu................................................... 42 Edebiyat Kulübü.............................................................. 44 Sinema Kulübü................................................................ 45 Burs Havuzu Çalışma Grubu............................................ 46 38 İstanbul ODTÜ Mezunları Derneği Yayın organı Temmuz - Ağustos 2012 Yayın Türü: Yerel Süreli Yayın Basım Yeri ve Tarihi: İstanbul-Nisan 2012 Dernek Adına İmtiyaz Sahibi Feyzan Ali Aliefendioğlu (CHE’78) Tepecik Yolu Sokağı No:82 Dalmaz Konut Apt. D.3 34337 Etiler/İstanbul Sorumlu Müdür: Nevay Samer (CP ’79) Tepecik Yolu Sokağı No:82 Dalmaz Konut Apt. D.3 34337 Etiler/İstanbul Hasan Reyhanoğlu (EE ’99) İstanbul ODTÜ Mezunları Derneği Yönetim Kurulu Feyzan Ali Aliefendioğlu (CHE’78) Hasan Reyhanoğlu (EE’99) Mehmet Ali Acartürk (MAN’78) İrem Güngör (ID’02) Mehmet Rasgelener (ECON-STAT’78) Arif Cevizci (CENG’89) Burcu Küçükbabacık (CHE’00) Yayın Çalışma Grubu Uğur Ayken (ME ‘76) Güzin Caner (CHEM ‘78) Nevay Samer (CP ‘79) Sefika Caculi (CE ‘85) Özay Yaşar (SOC ’80) Seçil Başkaya (SOC ‘03) Feyzan Aliefendioğlu (CHE ‘78) H. Belgin Ünal (SOC ’83) Z. Asuman Dener (PSY ’88) Bircan Yorulmaz (Yayın Koordinatörü) Banka Hesap No: Aidat Hesabı Denizbank Mecidiyeköy Şubesi 3260 – 1441947 – 351 TR330013400000144194700013 Burs Havuzu Hesabı Denizbank Mecidiyeköy Şubesi 3260 -1441947 – 599 TR110013400000144194700021 Yönetim Yeri Adresi Tepecik Yolu Sokağı No:82 Dalmaz Konut Apt. D.3 34337 Etiler/İstanbul Dernek Telefonları Tel: +90 0212 274 68 60 Fax: +90 212 274 67 87 www.istodtumd.org [email protected] e-mailinizi bize bildirin, aylık etkinliklere ve duyurulara daha çabuk erişin Yayın Hazırlık Tetra İletişim Hizmetleri Ltd. Şti Genel Yayın Yönetmeni: Önder Kızılkaya Editör: Pınar Türen Grafik uygulama: Kübra Şahin Fotoğraf: Gökçe Avenoğlu, Cihan Aldık Baskı Şan Ofset Kemerburgaz Cad. No: 13 Ayazağa/Şişli Tel: 0 212 289 24 24 Baraka dergisinde yayımlanan yazı ve fotoğrafları yayma hakkı İstanbul ODTÜ Mezunları Derneği’ne ait olup kaynak gösterilse dahi, hak sahiplerinin yazılı izni olmaksızın ticari amaçla kullanılamazlar. II. Başkan Değerli Arkadaşlar; Bu yazıyı okumakta olduğunuz şu esnada havalar nasıldır bilmiyorum ama ben şu an henüz on altıncı sözcüğü yazarken parmaklarım ter içinde kaldı. Bu denli sıcakları yaşadığımız günlerde gerek ülke gerek dernek gündemimiz sıcakları aratmayacak kadar sıcak, nem yoğunluğunu aratmayacak kadar yoğun. Aksi gibi dergide bu sıcak ve yoğun gündemdeki neredeyse her şeye değinmişiz, kısa kessem olmayacak, hepsini yazsam almayacak. Neyse ki bu yazının uymam gereken bir sözcük sınırı var. Haziran’ı Temmuz’a bağlayan günlerde asili yedeğiyle neredeyse tüm Yönetim Kurulu ve müdüriyetle beraber ODTÜ’deydik. Konsey, Mezunlar Günü ve Diploma Töreni derken, normal bir YK toplantısındaki hazirunun iki katı bir kalabalıkla tüm etkinliklere katıldık. Yetmedi, hazır toplanmışken bir aylık gündemi de değerlendirerek aradan çıkardık. Bu derginin gündeminin yoğunluğunun asıl nedeni budur. Bu kapsamda yeni bir etkinliğin de ilk adımlarını atarak bir boşluğu doldurduk. Aramıza yeni katılan mezunlarımıza ODTÜ’de düzenlediğimiz bir söyleşiyle “Welcome to the Jungle” derken, İstanbul’da yaşamın güzelliklerine, zorluklarına dikkat çektik. Bizi nerede bulabileceklerini, nerede bulamayacaklarını, nerelerde aramaları gerektiklerini hatırlattık. Ertesi gün diploma töreninde üzerinde “Uzataydınız İyiydi” yazan pankartla stadyumu gezerken pankartımızla ve bizimle fotoğraf çektirmek için sıralar oluştu. “Şimdi mi söylenir bu” gibi sitemler duyduk sıklıkla. Yeni mezun arkadaşlarımızın ve velilerinin bu denli ilgisine mazhar olmak çocukça şımarttı bizi açıkçası. Ortadoğu’da daha da ısınan ortam dünya gündemine bütün ağırlığıyla çökmüşken biz bir süre önce gündemimize giren (artık ne maksatla girdiyse) bir konuyu “önemine binaen” unutamadık. Arkadaşımız Özay Yaşar “kürtaj” konusunu “sayılarla kürtaj gerçeğimiz” başlığı altında bir ODTÜ’lünün bakması gereken perspektiften örneklerle sundu. Sayfalarımızda ayrıca “ODTÜ Kadın Çalışmaları” anabilim dalının kamuoyuna duyurusunu da bulacaksınız. “İçimizden Biri” sayfamızda konuk ettiğimiz Özyurtlar İnşaat Genel Müdürü Levent Ünal ODTÜ geçmişini anlatırken mezunlarımızın başarı sırlarını “ODTÜ’lülerin sırrı yöntemde” diyerek özetledi. Bir ODTÜ’lü sayfalarımızda konuk ettiğimiz oyuncu Burak Tamdoğan, “siyaset, 80’ler, oyunculuk” üçgeninde ODTÜ Psikoloji Bölümü’nde başlayıp Ankara Üniversitesi Tiyatro Bölümü’yle devam eden eğitim sürecini ve “ODTÜ Oluşum” yapılanması günlerine ilişkin anı ve görüşlerini dergimizle paylaştı. Derneğimiz yeni gruplarından Enerji Komisyonumuz ikinci etkinliğinde Genel Enerji Şirket Başkanı Mehmet Sepil’i ağırladı. Yeni hobi gruplarımızdan bir diğeri sinema grubumuz, film izleme ve tartışma etkinliklerinin yanı sıra Fransa’da yaşayan sinemacı mezunlarımızdan Defne Gürsoy’la Cannes Film Festivali üzerine söyleşti. Pilates, fotoğraf ve edebiyat gruplarımız mutat etkinliklerini ara vermeden sürdürdüler. Hayatınıza renk katmak için gruplarımızın toplantılarına uğrayabilirsiniz. İhtimaldir ki bu hobi gruplarımız kısa sürede hayatınızda vazgeçilmez olacaktır. Yazılarımızı keyifle okumanız dileğiyle. HABER Haziran buluşmamızı Cezayir’de gerçekleştirdik DERNEK’TEN amızı Haziran ayı buluşm e mekanlarından Beyoğlu’nun gözd leştirdik. Cezayir’de gerçek in ve birlikte Müziğin, eğlencen rdüğümüz bir olmanın keyfini sü gece daha yaşadık. 4 wings_bodrum_cesme_odtu.pdf C M Y CM MY CY CMY K 1 09.08.2012 16:52 HABER Kahvaltıda pilates İstanbul ODTÜ Mezunları Derneği Pilates Grubu’nun aktiviteleri açık havada devam ediyor. Neşeli grubun son durağı Riva’ydı. Yaz DERNEK’TEN gelince açıkhava aktiviteleri düzenleyerek buluşmaya devam eden neşeli ekibin bu seferki adresi Riva’da, mezunumuz Deniz Dursun’un (ARCH ‘88) mekanı Kulindağ’dı. “Kahvaltıda pilates” konseptiyle 7 Temmuz 2012 sabahı bir araya gelen İstanbul ODTÜ Mezunlar Derneği Pilates Grubu, ormanın içinde İstanbul’a hem çok yakın hem de bir o kadar onun karmaşasından uzak bir mekanda beraber vakit geçirmenin keyfini yaşadı. Yemyeşil ağaçların altında birbirinden lezzetli ev yapımı 6 yiyeceklerle kahvaltı yapan Pilates Grubu, günü kısa bir yürüyüş ve nefes egzersiziyle tamamladı. Sadece bedeni değil, ruhu da geliştirip dengeleyen bu spor aktivitesini; çok sevdikleri eğitmenleri Sem Hoca’yla yaptıkları için şanslı olduklarını, her ortamda belirten İstanbul ODTU Mezunları Derneği Pilates Grubu, herkesi Pazartesi derslerine katılmaya davet ediyor. Dostluklarını derslerin dışında da devam ettiren grubun bundan sonraki rotası ise “plajda pilates” konseptiyle Büyükada… HABER Bu yılın ilk “Murat Belge ile Boğaz ve Yalılar” gezisi… Murat Belge’nin eşsiz rehberliği eşliğinde Boğaz ve Yalılar gezisi 7 Temmuz Pazar günü gerçekleşti. Biliyoruz ki son yıllarda İstanbul’da Temmuz ayları çoook sıcak geçiyor. Bu kadar sıcak bir havada İstanbul’da en güzel ne olur? Elbette ki “Murat Belge ile Boğaz ve Yalılar” gezisi. 7 Temmuz Pazar günü gerçekleşen gezimizde katılımcılar Murat Hoca’nın etkileyici anlatımıyla beraber Boğaz, yalılar ve yalı sakinleri hakkında hiçbir yerde duyamayacakları bilgiler edindiler. Öğle yemeği için Anadolu Kavağı’nda verilen molada mevsimin en güzel balıklarını Boğaz’a karşı yemek gezinin ayrı bir keyfiydi. Günün sonunda Boğaz manzarası eşliğinde güneşlenme fırsatı da bulan katılımcıların yüzlerinde güneş kızarıklığı, akıllarında Murat Hoca’nın anlattığı hoş hikâyaler kaldı. Yılın ikinci “Murat Belge ile Boğaz ve Yalılar” gezisi 9 Eylül Pazar günü. Bekliyoruz. 7 HABER Teknedeydik! Bu yıl tekne gecemizde bir DERNEK’TEN farklılık yapalım istedik. Daha önceki yıllarda yaptığımız tekne kokteyllerinden kulağımızda kalan “Çok kalabalık, niye cumartesi, niye perşembe, aç kalıyoruz, 2. içkiden sonrasına neden ayrıca para ödüyoruz” gibi cümleler de vardı. Bu kez değişiklikte ferahlık vardır dedik ve bir Cuma akşamı yemekli, sınırsız içkili, yine müzikli-danslı bir gece organize ettik. Çok sıcak bir günün hafif esintili akşamüzeri saatlerinde, önce Kabataş’tan sonra Paşa Limanı’ndan aldık konuklarımızı. Teknede önce hafif ve serin kokteyl servisi ile karşılandık, birbirini tanıyan ve tanımayanların ilk karşılaşma sohbetlerine serin içecekler eşlik etti. Sohbetin ilerlediği saatlerde ise yemek için bir alt kata indik, hoş bir ambians içinde hafif bir müzik, çok lezzetli ve çok çeşitli yemeklerin yanı sıra masaların çevresinde İstanbul gecelerinin ışığını Boğaz’dan rahat rahat izledik, güldük, eğlendik. Havai fişek gösterisi de tam teknemizin yanıbaşında olunca herkes bizim sürprizimiz olduğunu düşündü, ama şimdi itiraf ediyoruz ki biz yapmamıştık… Yemeği mümkün olduğunca çabuk bitirip yine üst kata bu 8 kez dans etmeye geçtik… Bir ara konuklarımız Ajda Pekkan’ın konser verdiği alana yanaşmamızı isteyince, tekne yetkilileri de bizi kırmadı ve 2 şarkılık bir mola verdik. Sonra dönüş… Herkes ayrılırken, başta Ankara’dan gelen konuklarımız olmak üzere ayrılma vaktinin çok çabuk geldiğini söyledi.. Her zamanki dönüş saatimiz olmasına rağmen! O gece herkes için çok güzeldi. İstanbul içi ve dışından gelen tüm konuklarımıza çok teşekkür ediyoruz, verdikleri güzel enerji için, düğünler/konserler ve tatillerle dolu İstanbul gece hayatında bu organizasyona da yer ayırdıkları için. HABER İş dünyasının ODTÜ’lüleri buluşuyor/3 İş dünyasındaki ODTÜ’lülerin bir araya gelmeleri, karşılıklı deneyimlerini paylaşmaları, dayanışma ve ortak proje geliştirmeleri için bir platform oluşturmayı amaçlayan; “İş Dünyasının ODTÜ’lüleri” buluşmaları 3. toplantılarında Haluk Mesci’yi konuk etti. İş dünyasının ODTÜ’lülerinin Haziran ayı konuğu Mahi Mahi Markalaşma Hizmetleri Kurucu Ortağı ve Reklamcılar Derneği Onur Üyesi, Haluk Mesci’ydi (MAN ‘76). 13 Haziran akşamı Galata A Pera Cafe’de yapılan etkinlikte, verilen kokteylin ardından konuğumuzu misafir ettik. İlk olarak Haluk Mesci’nin üniversite yılları sonrasında yaşadığı olaylarla reklam dünyasına girişini ve bu alandaki ilginç kariyer hikayesini dinleme fırsatı bulduk. Konuğumuzdan, zamanında kült olmuş ve sloganları bugünlere kadar taşınmış reklamlarının yaratıcılık süreçleri ve perde arkasındaki ikna serüvenlerini öğrendik. Aynı zamanda ODTÜ’nün 2011 tanıtım filminin ve “I brain ODTÜ” sloganının yaratıcısı olan Haluk Mesci’den üniversitemiz tarihinde bir ilk olan bu fikrin ortaya çıkışını dinledik. Reklam-ürün ilişkisi hakkında doğru bilinen yanlışları tartıştık ve bugün en sevdiğimiz reklamların neler olduğu konusunda bizler de fikirlerimizi paylaştık. Konuğumuz sohbet sonrasında bizleri kırmayarak, günlük hayatta reklamlarla ve markalaşmayla ilgili merak ettiğimiz, aklımıza gelen tüm soruları, bizler için cevaplandırdı. İş Dünyası’nın ODTÜlüleri buluşmaları önümüzdeki aylarda da ODTÜ’lüleri bir araya getirmeye ve farklı sektörlerden konuşmacıları ağırlamaya devam edecek… 9 HABER ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu’nda “Güneş Enerjisi Santrali”nde Uluslararası Gözlemler... ODTÜ’DEN Teksas Üniversitesi ile ODTÜ Ankara Kampusu’ndan bir grup öğrenci bir hafta süreyle, ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu’ndaki Solar Güneş Enerjisi santralinde gözlemler yaparak ve projeler geliştirerek çeşitli çalışmalar gerçekleştirdi. ODTÜ Uluslararası Yaz Dönemi - Mühendislik Programı (METU International Summer Engineering Program-METU ISEP 2012) adıyla geçtiğimiz hafta bir araya gelen 10 Makina, Elektrik-Elektronik ve İnşaat Mühendisliği öğrencileri ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu’ndaki “Solar Güneş Enerjisi” santralinde gözlemler yaparak çalışmalarına başladı. ODTÜ Makina Mühendisliği öğretim üyesi Doç. Dr. Derek Baker girişimi ile söz konusu programa katılan Teksaslı öğrenciler ve programa kayıtlı ODTÜ Ankara Kampusu’ndan öğrenciler, ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu’ndaki santral hakkında bilgi edinip gözlem yapmalarının ardından proje aşamasına geçtiler. Kuzey Kıbrıs Kampusu’nda geçirilen sürenin ardından 5 gün boyunca İzmir’de derslerine devam edecek olan öğrenciler İzmir’de aynı zamanda “Uluslararası Ege Enerji Sempozyumu ve Sergisi”ne (IEESE) katılacak. DUYURU ODTÜ Senatosu’ndan Kamuoyuna Duyuru Orta Doğu Teknik Üniversitesi Senatosu’nun 31 Temmuz 2012 tarihinde yapmış olduğu toplantıda aldığı karar doğrultusunda aşağıdaki duyuru kamuoyunun bilgisine sunulmuştur. ________________________________________ Ülkemizde süregelen kimi soruşturma, tutuklama ve baskılardan hak ve özgürlüklerin de yara aldığı bilinen bir gerçektir. Bu bağlamda, bilim insanlarına, öğrencilere ve basın mensuplarına yönelik bu tur uygulamalarla akademik değerlerin ve ifade özgürlüğünün gerilediği görüşü yurt içinde ve yurt dışındaki akademik çevrelerde de yaygın olarak paylaşılmaktadır. Haberleşme özgürlüğünün yaygın bir biçimde ihlal edildiği endişesi, iddianamelerde delil olarak kullanılan bazı belgelerin gerçek olmadığına yönelik tespit ve kanıtlar, hangi gerekçeyle yargılandıkları belli olmayan öğrenci, bilim insanı, basın mensubu ve kamu görevlisi sayılarının sürekli olarak artması kaygıyla izlediğimiz gelişmeler arasındadır. Kendi iradesi ile yurt dışından gelerek ifade veren ve bulunduğu konum itibarıyla delil karartması mümkün olmayan insanların bile tutuklu olarak yargılanmaları ve tutukluluk sürelerinin kabul edilemez şekilde uzaması ile yargılama sürecinin kendisinin bir cezalandırma aracı haline gelmesi, ülkemizde ağır bir baskı ortamı oluşturmakta ve kamu vicdanını rahatsız etmektedir. Üçüncü yargı paketi, bu sorunları ortadan kaldırmamıştır. Temel hak ve özgürlüklere saygı, farklı görüşlere tahammül, çoğulculuk, açıklık, hukukun üstünlüğü gibi demokrasi ilkelerinin ülkemizde tam olarak hayata geçirilememesinden büyük kaygı duyuyoruz. Son dönemlerde genel uygulama haline gelen tutuklu yargılamalara, uzun süreli tutuklamalara, baskı unsuru haline gelen yaygın dinleme, sorgulama ve kovuşturmalara son verecek, 2000’li yıllarda ülkemizi hala insanların fikir suçlarından ötürü yargılandığı bir ülke görünümünden kurtaracak, uluslararası standartlara uygun adil yargılanma koşullarını gerçekten sağlayacak adımların en kısa sürede atılmasını öncelikle bekliyor, hak ve özgürlükler alanının evrensel değerlere uygun biçimde düzenlenmesini istiyoruz. Orta Doğu Teknik Üniversitesi Senatosu “Okulayüzverin Projesi” kapsamında okul yapımı devam ederken proje gönüllüsü bir mezunumuzdan gelen mesajı İstanbul ODTÜ Mezunları Derneği üyeleri ile paylaşıyoruz: Vay Arkadaş, Bi okulu bitiremedik, yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik, dedik; kuyruk elimizde, bıçak düştü gitti, öyle bakıyoruz. Her ODTÜ Mezunu (ki 107.000-yüzyedibin kişi olmuşuz) verse, hepsi vermezse yarısının yarısı 100 TL verse, kaç okul biter dedik, yalanmış bitmedi, zaten ne çeyreği ne onda biri verdi. Toplam bağışçı sayımız 1700ü bile bulamadı. Kimden istesek “biz yardım yaptık, daha bitmedi mi” diyorlar; söyleme bakarsak onbin kişi vermiş ama bağışçı sayımız ortada. Para olmazsa nasıl bitecek? Ama söyleyim, BEN ÇOK YORULDUM. Gönül yorgunluğu bu. İçeride ODTÜLÜLER tarafından azarlanmaktan, hor görülmekten; dışarıda ODTÜ Mezunlarını savunmaktan çok yoruldum. Bir zamanlar ülkenin kaderini değiştirmek için yola çıkanların ve onların izinden yürüyenlerin sadece 1200 çocuğun kaderini değiştirme çabamızı aşağılamasından çok yoruldum. Biz iki avuç genç, onlara inanan bir avuç destekçi abimiz/ablamız ile yoldayız. Bu okulun bitmesine 442 tane 1.000 TL (bin TL) uzaktayız. Takdir sizlerindir. Saygı ve sevgilerimle, Binnur ÖZKAN (Chem’99) BAĞIŞLARINIZ İÇİN www.okulayuzverin.org 11 HABER Aramıza Hoş ODTÜ 2012 mezunları başarılarla dolu eğitim hayatlarına hayatın farklı alanlarında başarılar eklemek üzere mezuniyetlerini kutladılar. Her zaman olduğu gibi büyük bir coşku ile geçen törende ODTÜ ruhu her ODTÜ’DEN yerdeydi. 12 HABER Geldiniz! ODTÜ ruhunu en iyi anlatan ise kuşkusuz “özgürlük” vurgusu yüklü pankartlardı. Yeni mezunlarımıza “aramıza hoş geldiniz!” diyoruz. ODTÜ Mezunlar Günü her yıl olduğu gibi yine yüksek katılımla ve coşkuyla kutlandı. Eski mezunlar ODTÜ’lü olmanın farkını bir kez daha yaşadılar. Birçok farklı etkinlik arasında belki de en keyiflisi eski mezunların folklor gösterisiydi. Coşkuyla kutlanan bir mezuniyet ve mezunlar gününün ardından dostluk, sevgi, birlik ve ODTÜ’lülük dolu anılar kaldı. 13 HABER Yeni mezunlarla heyecanlı buluşma İstanbul ODTÜ Mezunları Derneği Yönetim Kurulu üyeleri ve diğer katılımcı mezunlar bu yıl diplomalarını alan taze ODTÜ mezunları ile “Welcome to Jungle” etkinliğinde bir araya geldi. Münire Atıcı (EE ’10) DERNEK’TEN Bir yönetim kurulu toplantısında ortaya atılan “Yeni mezunlarla nasıl buluşmalıyız?” sorusuna çok güzel bir yanıt oldu” Welcome to Jungle”. İstedik ki İstanbul’a yerleşmeyi düşünen cesur mezunlarımıza yol gösterelim, “E, buyrun hoşgeldiniz Jungle’a” diyelim. Bu amaçla heyecanlı bir hazırlığa başladık. İstanbul’da yapsak gelen olur mu olmaz mı derken, 14 diploma töreninden bir gün önce yani mezunlar gününde buluşmaya karar kıldık. Afişle, maille, sosyal medyayla seferber olduk, sesimizi genç mezunlarımıza duyurmaya çalıştık. Kendi tecrübelerimizden yola çıkarak onların neleri merak edebileceklerini düşünüp bilgilendirici bir program hazırladık. Çiçeği burnunda mezunlarımız da sesimize yanıt verdiler, onlar için hazırladıklarımızı dinlemeye geldiler. Başlarken pek değerli tecrübeli mezunlarımız kendi deneyimlerini paylaştılar. Yeri geldi işe pijama ile gitmeyin öğüdünü verdiler, yeri geldi “şantiyelerde sadece erkeklerin sözü geçmez” dediler. Konu İstanbul’a gelince öncelikle İstanbul’un sadece Beşiktaş, Ortaköy ve Taksim’den oluşmadığını, HABER artık Gebze, Tuzla, Beylikdüzü’nün de İstanbul’dan sayıldığını söyledik. Trafik sıkıntısından bahsedip “İBB yoğunluk haritasını yorumlamayı öğrenseniz iyi olur” dedik. Elbette sadece zorluklardan bahsetmedik. “Hayat burada, eğlence burada, kültür burada, sen neredesin?” dedik. İstanbul’dan bahsedip de iş dünyasının kulağını çınlatmamak olmaz. İş imkânları, baş döndüren plazalar, kişisel gelişim sertifikaları gibi Jungle’ın tüm parçalarından bahsedildi. İstanbul’un fırsatlar şehri olduğunun, çeşit çeşit lisansüstü programlar olduğunun, birçok firmanın genel müdürlüğünün de burada olduğunun altını çizdik. Programın sonunda bu yıl pilot uygulama ile başlayacak olan “ODTÜ 5/İST 101” sınıfının tanıtımı yapıldı. Katılımcıların kaydı alındı. İstanbul’a kesin yerleşenlerle İstanbul’da tekrar buluşulacağı üzerine sözleşildi. Bundan sonra gelenekselleştirmeyi düşündüğümüz “Welcome to Jungle” etkinliğimiz öğrenciler ve diğer mezun dernekleri tarafından çok beğenildi, takdir edildi. Bu etkinliğin gençler arasında mezun derneği bilincini arttırmasını hedefliyoruz. 30. yıl madalyası ile etkinliğimize katılan Nuray Akmeriç’e, desteğini bizden esirgemeyen diğer mezun dernekleri temsilcilerine ve katılımcı tüm arkadaşlara teşekkür ediyoruz. 15 Amfi Salon-1 Büyük Salon 20 kişi kapasiteli, klimalı, ses ve ışık izolasyonlu salonumuz Kokteyller, eğitimler ve seminerler için çok amaçlı salonumuz İstanbul ODTÜ i ğ e n r e D ı r a l n Mezu r o y ı t a k k n e r a z ı hayatın Amfi Salon-2 14 kişi kapasiteli, salonumuz Dinlenme Bölümlerimiz Amfi Salon-3 U düzende 12 kişi kapasiteli salonumuz DERNEK ETKİNLİKLERİMİZ Çalışma Gruplarımız ve Kulüplerimiz Eğitimlerimiz Derneğimizin varlığını sürdürmesinde ve gelişmesinde çok önemli roller üstlenen çalışma gruplarımız ve kulüplerimizden bazıları;. Pilates - Yoga Resim Tango - Latin Dansları - Sirtaki Gitar - Perküsyon İngilizce Konuşma Kulübü İş İngilizcesi İspanyolca (Temel ve İleri Seviye) Temel Fotoğraf Eğitimi İleri ve Orta Seviye Excel Yazılım Proje Eğitimi Oyunculuk Atölyesi Pazartesi Seminerleri/ Farkındalık ve Gelişim Bireysel İtibar ve Marka Semineri Doğru, Güzel ve Etkili Konuşma Semineri Stratejik Düşünme Semineri Şarap Kültürü Denizcilik ve Yelken Eğitimi Türk Sanat Müziği Eğitimleri Burs Havuzu Çalışma Grubu Yayın Kurulu Sosyal Etkinlikler Çalışma Grubu İnsan Kaynakları Çalışma Grubu Edebiyat Kulübü Fotoğraf Çalışma Grubu Bilimsel ve Kültürel Etkinlikler Çalışma Grubu Forum Çalışma Grubu Kentsel Yaşam Çalışma Grubu Gezilerimiz Kış aylarında Uludağ Günübirlik yürüyüş gezileri Bağbozumu gezileri Tarih ve kültür gezileri Boğaz ve Yalılar gezisi Düzenli Buluşmalarımız Her ayın ilk ve üçüncü perşembesi buluşmaları Yılbaşı öncesi kokteylimiz İSTANBULUŞMA etkinliğimiz İş Dünyasında ODTÜ’lüler buluşmaları Tepecik Yolu Sokağı No:82 Dalmaz Konut Apt. D.3 34337 Etiler/İstanbul Toplu taşıma ile ulaşım için otobüsler: 58N: Kabataş- Fatih Sultan Mehmet 59N: Şişli- Fatih Sultan Mehmet Levent ve 4.Levent metrolarından araba ile 5 dakika mesafede. Telefon: 0212 274 68 60 - 0533 206 23 01 0533 690 69 24 Söyleşi ve Gösteriler Edebiyat kulübümüzün düzenlediği “Yazarlar ile Söyleşiler” Fotoğraf Çalışma Grubumuzun düzenlediği “Fotoğraf Gösteri ve Söyleşileri” Bilimsel ve Kültürel Etkinlikler Çalışma Grubumuzun düzenlediği “Güncel Söyleşiler” Deneyimli ODTÜ’lüler ile genç mezunlarımızı bir araya getiren “Deneyimler” İÇİMİZDEN BİRİ “ODTÜ’lülerin başarısının sırrı yöntemde” Özyurtlar İnşaat Genel Müdürü olarak inşaat sektöründe önemli başarılara imza atan Levent Ünal (ECON ’83) ile ODTÜ yılları ve ODTÜ’lülerin başarılarının sırları üzerine dergimiz Yayın Çalışma Grubu üyelerinden Seçil Başkaya (SOC ’03) sohbet etti. ODTÜ dendiğinde aklınıza gelen ilk kare nedir? ODTÜ dendiğinde ilk aklıma gelen şey Tunus Caddesi’nde mavi otobüsler. Kare olarak da çam ağaçları ve kampüs aklıma geliyor. Bizim otobüsler rengiyle bir marka gibiydi, farklıydı. Herhalde şimdi onlar kalmamıştır. Şimdi nasıl gidiliyor okula? ‘Herkesin arabası var’ derseniz şaşırmam. SÖYLEŞİ Galatasaray Lisesi son sınıfta iktisat okumaya karar veren ve ODTÜ’deki kadroyu öğrenmek için Ankara’ya giden Özyurtlar İnşaat Genel Müdürü Levent Ünal, okuldaki demokratik ortamdan ve hoca-öğrenci ilişkilerinden çok etkilenir. Tek tercihle ODTÜ’ye adım atar. İkinci senenin 18 başında 12 Eylül darbesi ile örnek aldığı hocaların okuldan uzaklaştırılması Ünal’ı da akademisyen olmaktan alıkoyar. Türkiye’nin önemli bankalarında yıllarca önemli projeler yürüttükten sonra Özyurtlar İnşaat Genel Müdürlüğü görevini üstlenen Ünal’a göre başarısının sırrı ODTÜ yönteminde... Öğrenciler, lüks arabalarla okula gitmeye başlamış. ODTÜ’nun ruhuna aykırı bir durum esasında... ODTÜ’nün ruhu biraz sakattı bizim dönemde. Bir tostu bile çok gören bir anlayış vardı. Hepimizin içinde kalmıştır mesela... Yuvarlak ekmeğe tosttan başka birşey yapmıyorlardı. Sonuçta parayla satıyorsun, değişik bir şey yapsana. Ben iktisat mezunuyum, Güntaç Özler Hoca’nın Sovyet Ekonomisi diye bir dersi vardı, en sevdiğim derslerden biriydi çünkü teorik bir iktisat dersi değildi. Sosyalist sistemin nasıl bir iktisadi mantıkla yönetildiğini anlatan ve dönem itibariyle de çok anlamlı bir dersti. Ana fikir, koca bir toplumun iktisadi ihtiyaçlarının tek bir merkezden karşılanmasının yarattığı sonuçları (genelde de olumsuz) anlamamızı sağlamıştı. Sistemin (müşteri kabul etmediği) tüketicinin ihtiyacıyla, imalatı ve lojistiği nasıl ve neden buluşturamadığı anlatılıyordu. Bizim tost da öyleydi. Belirsiz ve ulaşılamaz bir merkezden bize dayatılan istemediğimiz bir ürünü yıllarca zorla yemek zorunda kaldık. İÇİMİZDEN BİRİ “Hocalarla öğrencilerin son derece rahat, medeni ilişkisi çarpıcıydı.” Yurtta mı kaldınız? Ben yatılı okuldan oraya geldim. 8 sene yatılı okulda okuduğum için üniversitede direkt arkadaşlarla eve çıktım. ODTÜ’de okumaya nasıl karar verdiniz? Galatasaray Lisesi’nde okurken önce iktisat okumaya karar verdim. Amatörce ilgileniyordum. Sol literatürle ekonomi – politikle ilgilenmemek mümkün değil. Bir arkadaşım da iktisat okumak istiyordu, birlikte karar verdik. Eniştesi ekonomi okuyordu. Gidip konuşalım dedik. Mezuniyetten bir yıl önce Ankara’ya gittik, onlar bizi üniversiteye götürdüler. Biz orada hocalarla oturduk konuştuk. Ben çok etkilendim kadrodan. Hocalarla öğrencilerin son derece rahat, medeni ilişkisi son derece çarpıcıydı. Oradaki demokrasi yani öğrenciyle hocanın eşit bir durumda olması odaklanılan şeyin gerçekten bilim olduğunu gösteriyordu. Kadroyu tek tek öğrendim ve inanılmaz etkilendim. Çağlar Keyder, Gürel Tüzün, Güntaç Özler, Neyir Berktay, Fikret Görün, Haluk Kasnakoğlu… Tek tercih yapıp, sınava girdim. Kazanacağımdan şüphem yoktu. Fakat talihsizliği ikinci senenin başında yaşadık. 12 Eylül oldu, bir sürü hocayı okuldan uzaklaştırdılar. En parlak hocaları aldılar, bölümden 11 kişi bir gecede gitti. Ben akademisyen olmayı düşünüyordum fakat ondan sonra o hevesim kalmadı. Birden bire ilgi alanım hiç düşünmediğim iş hayatına kaydı. ODTÜ’nün arkadaşlıkları da çok meşhurdur. Eminim çok yakın arkadaşlarınız vardır... ODTÜ’deki arkadaşlarımla görüşüyorum. Yazışıyoruz, konuşuyoruz. Bir ara toplantıları ben organize ediyordum. Hatta, 3-4 kere toplandık. Fakat sonra benim tempom çok değişti. Buraya geçtikten sonra tempom daha da yoğunlaştı. Vakit bulamaz hale geldim. Bu ara, yani son iki-üç yıldır ihmal ettik. İki- üç kişi toplanıyoruz arasıra. ODTÜ’de en sevdiğiniz şey nedir? ODTÜ’de en sevdiğim şey, öğretmen kadrosuyla öğrenci ilişkisinin çok iyi olması. Yanlış bir hiyerarşiye baştan izin vermeyen bir sistemin kurulmuş olması çok takdire şayan. Amerikan üniversitesi olmasından deniyor ama Türkiye gibi otoriter kültürün olduğu bir yerde 1970’li yıllarda sana değer verilmesi, senin de değer vermen gerektiğini öğretiyor. Bir de bize öğrettiği yöntem... Çoğu kişi bunun farkında değil aslında. ODTÜ’lülerin iş hayatında çözüme odaklı olması hep o yöntemden geliyor. O yöntem de şu, biz bir ders kitabı mantığında okumadık. Bir konu vardı, konunun başlıkları vardı. Nasıl elde edersen et, sen içerikten sorumlusun. Ezberci sistemden gelenler ise illa ezberleyecek bir ‘text book’ arıyor, bulamayınca da sıkıntı çekiyorlardı başlangıçta. Fakat bu durumu aştıktan ve yönteme adapte olduktan sonra, öğrenmek ve kendini geliştirmek daha kolay oldu herkes için. Kaynak araştırma yöntemi bu yöntem işte. Sonuçta iş hayatında bu yöntemi özümsemiş insanlar nereye nasıl bakacağını diğerlerine göre çok daha hızlı bulabiliyor. O yüzden de iş hayatında iyiler. Biraz da snobizme bulaşmamış bir üniversite olduğu için, bazı değerleri biraz daha farklı diye düşünüyorum. Para peşinden koşan insanlar olmadığı için, işveren açısından güvenilir çalışanlar yetiştiriyor ODTÜ. “Finansa önem veren, hiçbir zaman sorun yaşamaz” ODTÜ’nün size kattığı en önemli özellik nedir? O özelliği mezun olur olmaz anlamış değilim ama şunun farkındayım, bilmediğim bir konuyla karşılaştığımda daha hızlı çözüme ulaşabiliyorum. Bunu üniversiteden edindiğimi sanıyorum. ODTÜ denildiğinde unutamadığınız bir anınız var mı? “Yaşadığımız günler zor günlerdi. Uzun boykotun arkasından okula başlamıştık. En unutamadığım şeyler o dönemde çok sık aralıklarla jandarmanın okulu, bölümleri çevirmesi. Hazırlıktayken bir arkadaşım İstanbul’dan gelmişti, kahvaltı yaptık, ben de ‘bir-iki ders geç okula giderim’ dedim. Gittiğimde Jandarma’nın okulu çevirdiğini gördüm. Kimse içeri giremiyor, içerdekiler dışarı çıkamıyor. O gün hazırlıktaki herkesi götürdüler. Güya insanları terbiye etmek için çocukları götürüyorlar. Herkesin otobüslere tıkılıp Mamak’a götürülmesi tatsız bir anıydı. Bunu da defalarca yaşadık. ODTÜ deyince maalesef bunlar geliyor aklıma. Güzel günler de yok değil ama bunlar sıkıntılı şeylerdi. “ODTÜ’lülerin iş hayatında çözüm odaklı olması o yöntemden geliyor” Mezun olduktan sonra bankaya mı girdiniz? Mezun olduktan sonra İş Bankası’na girdim. Orada 6 sene çalıştım. Sonra Tekstilbank’a geçtim ve 13 sene çalıştım. Bir sene kamu bankaları krizde dibe vurunca yönetim değişikliği yaptılar, özel sektörden bir grup bankacıyı oraya aldılar ben de Halk Bankası’nda bir sene kredilerden sorumlu murahhas aza olarak çalıştım. Ondan sonra bankacılığı bitirdim. 7 sene ev elektroniği, inşaat ve finans sektörlerinde faaliyet gösteren bir grupta çalıştım. Şimdi Özyurtlar İnşaat’dayım. O zaman inşaat sektörü sizin için yeni? Ben 4-5 yıldır sektörle yatırım amaçlı ilgilenir oldum. Aslında yatırım yönetimi alanında faaliyet gösterenler, muhtelif sektörlerden anlar hale geliyorlar. Bankacılık da buna elveriyor. Ancak bana göre asıl önemli husus, hangi sektörle ilgilenirseniz ilgilenin, finanstır. Şurası bir gerçek ki, finans yönetimine gerekli önemi veren şirketler, hiçbir zaman sorun yaşamaz. 19 BİR ODTÜ’LÜ Siyaset, 80’ler, Oyunculuk üçgeninde BURAK TAMDOĞAN Burak Tamdoğan 1989 yılında girdiği ODTÜ Psikoloji Bölümü’nden siyasi kimliği yüzünden son döneminde ayrılmak zorunda kalmış. ODTÜ Oluşum denince ilk akla gelen isimlerden biri. Siyaset ve sanat ile yoğrulmuş hayatını, ODTÜ’nün bugüne gelmesindeki rolünü ve doğaçlama tiyatro ile tiyatro dünyasına getirdikleri yeni soluğu konuştuk. SÖYLEŞİ ODTÜ’de Psikoloji Bölümü’nde okudunuz ama son dönem ayrılarak Ankara Üniversitesi Tiyatro Bölümü’nden mezun oldunuz. ODTÜ yıllarınızdan ve ayrılmak zorunda kalışınızdan bahseder misiniz? 1989 yılında ODTÜ Psikoloji’ye girdiğimde ortalık toz dumandı. Türkiye’nin 80 sonrası siyasi yıldırılmışlığın meyvelerini topladığı yıllardı. Sol gruplar örselenmişti. Dışarıdakiler geçmişin izinden gitmek isterken, hapisten çıkan insanlar aynı geçmişle hesaplaşmaya başlamışlardı… İkisinin arasında kalan bizlerin yalnızlaştığı bir dönemdi. Üstelik kim hatalıydı ya da kim hatalı değildi sorusunun cevabını veremiyorduk. O yüzden biz bağımsızlar olarak bir araya geldik ve böylece ODTÜ Oluşum’u ortaya çıktı. Günlük sorunlarımız üstünden politika üreten bir topluluk olduk. İlk eylemimizde delik pisuvarlarımızı şikayet ettik. Sonra fiyatları yüzünden kantini protesto ettik. Böyle başladık ve eğitim düzenine kadar protestolarımız genişledi. Bir 20 BİR ODTÜ’LÜ anda beş bin kişiyi toplayabilen bir yapı olduk. Zamanla uzak duran siyasi gruplar da protestolarımıza katıldılar. Aslında öğrenci koordinasyonunu hazırlayan bir dönemdi. Çünkü “Oluşum” olarak yaptıklarımızı diğer üniversitelere de anlattık. Mesela ben Ege Üniversitesi’nde anlattım ne yaptığımızı. ODTÜ Oluşumu öğrencilerin günlük sorunlarından, siyasete uzanan öz örgütlenmesiydi. Diğer üniversitelerde “biz buradan ayağa kalktık arkadaşlar” mesajını verdik. ODTÜ Oluşumu’nun oluşturduğu politik ortam birçok grubun örgütlenmesine de zemin hazırladı. Peki bu kadar uğraştıktan sonra neden son dönemde bıraktınız? Bırakmak zorunda mı kaldınız? Son dönemimde bırakmak zorunda kaldım. Aslında önceleri beni daha eski bir öğrenci ile karıştırdılar. Bir çok arkadaşım ceza alırken bana yönelik soruşturmalar artık okulda olmayan birine gitti. Sonunda yanlışlarını fark ettiler ve düzelttiler. Ya okuldan uzaklaştırılacaktım ya da kaydımı başka yere aldıracaktım. Ben de ODTÜ’de son dönemimde kaydımı aldım ve Ankara Üniversitesi Tiyatro Bölümü’ne girdim. gibi satırla yaralanan insanlar cezalandırılıyor. Benim dönemimde de öyleydi şimdi de durum aynı. Ankara Üniversitesi’ne geçmeniz sizi nasıl etkiledi? ODTÜ’den kaydımı almak benim için çok vahim oldu. ODTÜ’de çok şey öğrendim. Bugünkü halime ODTÜ sayesinde geldim. Benim babam sendikacıydı ve her zaman siyasetle ilgiliydim. Tam bir 80’ çocuğuyum. Ben büyürken babam hapisteydi. 80’i Mamak Askeri Cezaevinde babamı ziyaret ederken öğrendim. Gördüğüm adam babama benzemiyordu. Şimdi anlıyorum ki 80 darbesi herkesi kendi elinden almış. Tüm bunların üstüne Ankara Üniversitesi benim için bambaşka bir tecrübe oldu. Orada ülkücüler çok daha güçlüydü. ODTÜ’den oraya solcular satırla parçalanmasın diye desteğe giderdik. Aslında sağ sol çatışması olmuyordu; sağcılar satırla saldırıyorlardı ve ciddi anlamda üniversite tarafından kayırılıyorlardı. Bu olaylar yine oluyor ve her zamanki Yani geçiş yapmadınız, baştan yeni bir bölüm okudunuz. Evet, sıfırdan başladım. Hem ODTÜ’den kaydımı aldırdığım için, hem bambaşka bir bölüme geçtiğim için geçiş yapma gibi bir şansım zaten yoktu. Aslında okulda çok vakit geçirmedim, daha çok turnedeydim. Üniversitede çok kalamıyordum, ortamdan bunalıyordum. Neden Tiyatro Bölümü’nü seçtiniz? 17 yaşımdan beri tiyatro yapıyordum. Lisedeyken başladım Anadolu Sanat Merkezi ile aşk başladı, Ankara Sanat Tiyatrosu ile şekillendi. ODTÜ’den ayrılma dönemimde de tiyatroyu profesyonel olarak yapıyordum. Evimin kirasını tiyatro ile ödüyordum. “O zaman tiyatro okuyayım” dedim ve Ankara Üniversitesi Tiyatro Bölümü’ne girdim. Eylemlere katılmaya devam ettiniz mi? Evet, ancak ODTÜ’de olduğu kadar değildi. Önce öz haklarını savunman gerekir çünkü siyaset buradan başlar. Örgütlenme de budur. Kendi öz örgütlenmeni gerçekleştirmen gerekir. Ben “bağımsızlar hareketi”ne katıldım. Gelenekler üzerinden gitmenin bir anlamı yok bence, hatta fazla muhafazakar olduğunu düşünüyorum. Türkiye solunda da maalesef bu muhafaza- “Benim babam sendikacıydı ve her zaman siyasetle ilgiliydim. Tam bir 80’ çocuğuyum. Ben büyürken babam hapisteydi. 80’i Mamak Askeri Cezaevinde babamı ziyaret ederken öğrendim. Gördüğüm adam babama benzemiyordu. Şimdi anlıyorum ki 80 darbesi herkesi kendi elinden almış.” karlık çok fazla var. Bir şeyin gelenek olması onun bugün doğru olduğunu göstermiyor, o günün gerçeği olduğunu gösteriyor ve her dönemin gerçeği farklı olabiliyor. Ben bunu yıkamayacaksam neyin peşinde koşturuyorum ki? O zaman, o gelenek kuyruğuma takılmış bir teneke parçası oluyor. Siyaset hayatınızda çok şeyi değiştirmiş, peki şimdi siyaset sizi etkiliyor mu? Şu anda yaptığım tiyatro zaten politik bir tercih. Doğaçlama tiyatro yapıyorum. Doğaçlama tiyatroda tiyatroyu doğduğu yerden ele alıyorsun. Bir sürü elit kesimin sevmediği bir tarz ama dünyanın en yeni akımı. Bizim de aslında en geleneksel tarzımız (ortaoyunu, meddah vb) dolayısıyla benim için çok önemli. Birincisi sahne üzerinde şöyle bir gerçekliği- 21 BİR ODTÜ’LÜ miz var: “kendini değil arkadaşlarını öne çıkar”. Çünkü esas olan oyundur, aktif dinlemen, iyi anlaman gerekir. Doğaçlama seyirciyle oyuncu arasındaki hiyerarşiyi kaldırır. Biz seyirciyi de oyuna katıyoruz zaman zaman. Tabi bunun belirli teknikleri var. O gün ne oynayacağımıza seyirci karar veriyor. Türkiye’de canlanmaya başladı doğaçlama tiyatro ama kulaktan dolma canlanıyor. Tiyatro akademisyenlerinin çoğu role hazırlanırken yapılan doğaçlama çalışmalarını yaptığımızı sanıyorlar, maalesef dünyayı pek yakından takip etmedikleri için. Uluslararası yayınları takip edip, yeni akımları araştırsalardı modern doğaçlamanın dünyada hızla yayılan ve derin teknik araştırmaları içeren bir ekol olduğunu bilirlerdi. SÖYLEŞİ Doğaçlama tiyatro hangi prensipler üzerine kuruluyor? Çeşitli formatlar var. Benim grubumun adı İstanbulimpro. Bizim kendimize has formatlarımız var. Ayrıca dünyada müzikal impro (doğaçlama tiyatro) yapan az sayıda tiyatro grubundan biriyiz. Şarkılar ve müzikler de doğaçlama olarak yapılıyor. Hatta müzisyen arkadaşımız (aynı zamanda oyuncudur) “Şarkı” dediğinde biz artık şarkı söyleyerek devam ediyoruz. Mayıs ayında Türkiye’nin ilk doğaçlama tiyatro festivalini düzenledik. Gelecek sene çok daha kalabalık olacak yabancı konuklarımız. Yaptığımız doğaçlama tiyatro eğlenceli olduğu kadar, elbette politik içerikli. Eğer bir fikriniz, duruşunuz yoksa zaten burada bir şey zikir eğleyemezsiniz. Doğaçlama tiyatro böyle bir şey. Dolayısıyla politik olarak devam ediyorum ama bir yere angaje değilim. Yani diğer anlamda hala öz örgütlülüğüm devam ediyor. Doğaçlama tiyatro için tıpkı beden eğitimi gibi sürekli algı ve beyin egzersizleri yapmalısınız. Aynı anda beyninizin birkaç yerini kullanmanız gerekiyor ve çok iyi dinleyip anlamalısınız. Psikoloji okurken en çok ilgimi çeken alan algıydı. Algı hem yaptığım iş gereği, hem de politik olarak çok önemli bir konu. Dolayısıyla da direk siyasete bağlanıyor nasıl algıladığın ve nasıl baktığın. 22 “Şu anda yaptığım tiyatro zaten politik bir tercih. Doğaçlama tiyatro yapıyorum. Doğaçlama tiyatroda tiyatroyu doğduğu yerden ele alıyorsun. Bir sürü elit kesimin sevmediği bir tarz ama dünyanın en yeni akımı. Bizim de aslında en geleneksel tarzımız (ortaoyunu, meddah vb) dolayısıyla benim için çok önemli.” İzleyiciden nasıl reaksiyon alıyorsunuz? İlk defa izleyenler için çok şaşırtıcı ve eğlenceli. Bunun bir hazırlılığının olmadığına, o anda yapıldığına inandıramıyorsunuz. İkinci yarıda emin oluyorlar çünkü seyircinin dediğini yapıyoruz. İlk yıllarımızda gösterilerimizi vapurlarda yaptık. Bir televizyon kanalı haber yaptı. İhtiyar bir amcaya mikrofonu uzatıp “Bakın insanlar tiyatroya gitmiyor ama artık tiyatro ayağınıza geldi bundan sonra gidersiniz tiyatroya değil mi?” diye sordular. Amca da “Tiyatroyu bize yaparlarsa gideriz” cevabını verdi. Bu çok önemli bir konu. Çünkü Türkiye’deki tiyatroların çoğu elit kesime yönelik oyun çıkarıyor. Bizim yaptığımız tiyatro herkese hitap ediyor. Doğaçlama yaptığımız için seyirci üzerinden gidiyor. Biz ilkokul çocuklarına, üniversiteli gençlere, avukatlara, esnaflara da tiyatro yaptık. Çok mükellef sorular sormuyoruz, mesela “Bize bir mekan söyler misiniz?” gibi basit sorular soruyoruz. Veya sahneye iki kişi çıkarıyoruz ve “aralarındaki ilişkiyi söyler misiniz?” diye soruyoruz. Cevap gelin kaynana oluyor mesela onun üzerinden oyunu devam ettiriyoruz. Bir başka formatta oyuncular susuyor bu kez seyirciler konuşuyor. Bizim sahnemizde sadece seyirci kalamazsınız. Hayatta da öyle olsun istiyoruz. Hiç seyirci kalmayalım. BİR ODTÜ’LÜ Röportajdan sonra oyuna kaldık. Çok farklı bir format vardı o geceki oyunda. Bir psikolog moderatörlük yaptı. Psikoloğun önündeki kişilik kartlarından bir seyirci seçim yaptı. Kartta çıkan kişilik üzerinden nasıl biridir, nerede yaşar, ne iş yapıyordur gibi sorulara cevap alan oyuncular o karakteri yaratarak oynamaya başladılar. Röportaj boyunca konuştuğumuz doğaçlama tiyatro birkaç dakika içinde bizi içine alıverdi. Adeta tiyatroyu yeniden keşfetmek gibiydi yaşadığımız. Tiyatrocu olmasaydınız kendinizi ne olarak hayal edersiniz? Ben birçok şey yaptım ve yapıyorum aslında. Oyun yazdım, senaryo yazdım, eğitmenlik yaptım. Aktif düşünme, aktif anlama, zihinsel süreçler üzerine eğitim veriyorum. Dizilerde de oynuyorum. Çok uzun süre barlarda şarkı da söyledim. Tiyatro en kalıcı olan oldu. Özde sadece ben seçmedim, o da beni seçti ve sürekli olunca da devam ettik. Otuz bir yaşımda babamlara gittim ve babam “Benim oğlum oyuncu” dedi. Ben bir afalladım “Oyuncu mu?” diye. Baktığımda evet 14 yıldır oyuncuydum ama bunu o an fark ettim. Olmak yalandır kanımca. Yapmak esastır. Ne yaparsanız o olursunuz zaten. Ama yaptığınız sürece. Bir oyuncu olarak sinema ve televizyonda neler yapıyorsunuz? Sinema ayrı bir konudur. Tiyatronun ayrı bir önemi var. Bugün soruyorlar “Tiyatro yapmayan oyuncu mu?” diye. Tiyatroda oynamanız için eğitim almanız gerekiyor ama sinemada herkes oynayabiliyor. Bu sektörel bir durum. Televizyonda yaptığınız işin ağır sanatsal bir yönü yok ama bir zanaattır. Rezalet demiyorum ama para kazanmak işin içinde olmasaydı dizi “Yaptığımız doğaçlama tiyatro eğlenceli olduğu kadar, elbette politik içerikli. Eğer bir fikriniz, duruşunuz yoksa zaten burada bir şey zikir eğleyemezsiniz. Doğaçlama tiyatro böyle bir şey.” oyunculuğu yapmazdım. Sinema için öyle söyleyemiyorum. Sinemada karakteri ben belirliyorum ama dizide reyting neyse sen o oluyorsun. Benim en uzun oynadığım dizi Parmaklıklar Ardında idi. Sokakta yürüyorsun, seviliyorsun ama bir süre sonra özel hayatın yok oluyor. Ben mesela Parmaklıklar Ardında dizisi döneminde çocuklarımla parka gidemiyordum. O dönemde kaçacak delik arıyordum, bu kadar tanınmaktan da hoşlanmıyorum. Üstelik dizi çekimi çok ağır bir iş. Biz şimdi bir sendika kurduk telif haklarıyla uğraşıyoruz. Çalışma saatlerine gelemedik bile oraya gelmek çok zor. Oyuncuların işi zor, set çalışanlarının durumu çok daha zor. ODTÜ’de tekrar okumak isteseniz yine aynı dönemi seçer miydiniz? Aynı dönemde okumak isterdim ve aynı şeyleri yapardım. ÖTK döneminde de okumak isterdim ama o zaman şu anki ben olmazdım. Tiyatro yapıyor olmazdım, politikada daha aktif olurdum. Keşke dediğim çok fazla şey yok hayatımda. Az önce söylediğim formüle çok inanıyorum bir işi seçersin ama o iş de seni seçmeli. Aktif olarak siyasete atılmayı düşünüyor musunuz? Ben zaten siyaset yapıyorum ama herhangi bir örgüt bazında değil. Siyaset de yaşamdan koptu kanaatimce. Meclis endeksli siyaset bir çeşit ticarete dönüştü. Paranız varsa halkı temsil etmek için aday oluyorsunuz. Acaba insan neden bunca para harcar birilerini temsil etmek için? Bağımsız milletvekili olarak seçilmek çok güzel ama sonra sesinizi duyurmak çok zor. Ufuk Uras’ta gördük bunu. Sırrı Süreyya halka sanal ortamdan ulaşıyor. Sırrı ağabeyle oturup beş dakika konuşsanız gerçekten dünyaya bakış açınızı değiştirebilecek dolulukta bir insandır. O sustuğu için değil biz duyamıyoruz. Ben o yüzden tiyatro yapıyorum. 23 ENERJİ KOMİSYONU Mehmet Sepil ile Kuzey Irak ve Petrol üzerine Enerji Komisyonu ikinci etkinliğinde Mehmet Sepil’i (CE ’78) konuk etti. Sepil Kuzey Irak petrolünün Türkiye açısından önemi ile ilgili görüşlerini paylaştı ve katılımcıların konu ile ilgili sorularını yanıtladı. DERNEK’TEN ODTÜ İstanbul Mezunları Derneği Enerji Komisyonu, faaliyetlerine mayıs ayı içerisinde İstanbul Etiler’deki dernek binasında yaptığı tanışma toplantısı ile başladı. Komisyonumuzun amacı; bilgi paylaşımının esas olduğu, farklı disiplinlerden gelen katılımcıların birbirlerine tecrübelerini aktardığı, enerji ve güncel konular ile ilgili tartışmaların yapıldığı, yeni düşüncelerin üretildiği ve komisyon çalışma sonuçlarının dernek üyeleri, mezunlar ve kamuoyu ile paylaşılacağı bir platform olmasını sağlamak. Bunun için ilk etkinliğimiz Genel Enerji şirket başkanı Mehmet Sepil (CE’78)’in katıldığı söyleşiyi düzenlemek oldu. Katılımın yoğun olduğu etkinlik 26 5 Haziran Salı günü dernek binamızda yapıldı. Söyleşi, Komisyon Başkanımız Mete Göknel’in, konuğumuz Mehmet Sepil’i tanıtması ile başladı. Konuğumuzun Kuzey Irak bölgesi ve petrol konusunda görüşlerini aktarmasının ardından, soru-cevap kısmına geçildi. Soruların cevaplanmasından sonra, Dernek Başkanımız Feyzan Aliefendioğlu’nun, Mehmet Sepil’e verdiği şilt ile söyleşi sonlandı. Söyleşi boyunca 2002 yılından beri Kuzey Irak’taki gelişmelerden bahseden Sepil, “Kuzey Irak’ta petrol ve gaz olduğu yıllardan beri biliniyordu. Fakat bölgedeki çalkantılı siyası yapı, 30 yıldan beri devam eden politik gelişmeler arama çalışmalarının önünde bir engel oldu. Öncesinde 4 milyon varil olan günlük üretim, ambargo zamanlarında 1.5 milyon varile kadar düştü. Şu an Kuzey Irak’ta yaklaşık 50 tane petrol şirketi faaliyet gösteriyor. Genel Enerji bu şirketler arasında en fazla petrol sahasına sahip olan ve en fazla üretim yapan şirket. Ülkeden bugün itibarıyla günlük yaklaşık 2.3 milyon varil petrol ihraç ediliyor. Bu miktarın 350 bin varili Kerkük-Ceyhan boru hattı üzerinden gönderiliyor. Geri kalan kısım ise Basra’dan deniz yoluyla ülkelere aktarılıyor. Resmi rakamlara göre dünyada petrol rezervleri en yüksek seviyede olan ülke 210 milyar varille Suudi Arabistan. Kuzey Irak’ın ise 150 milyar varillik bir rezervi var. Yapılan arama çalışmaları ENERJİ KOMİSYONU ile bu rakamın daha da artacağı öngörülüyor” dedi. Kuzey Irak Bölgesinde ilk petrol arama çalışmalarını yapan şirketin bir Türk şirketi olan Genel Enerji olduğunu belirten Sepil, “Aslında biz bölgede inşaat işleri ile uğraşıyorduk. Çok da başarılı olduk. Sonrasında 2002 yılında petrol işine girdik. Mehmet Emin Bey’le ortak olduk. Dünya petrol tarihine bakılırsa bizimkine benzer hikayeler görülür. Öncü diyebileceğimiz şirketler yeni gelişen bölgelere gider, risk alarak arama faaliyetlerine başlarlar. Sonrasında ise daha büyük şirketlerle birleşir veya bu şirketler tarafından satın alınırlar. Azerbaycan ve Afrika’daki petrol bölgelerinde gelişimler bu şekilde olmuş” dedi. Bölgedeki doğalgaz rezervlerinin öneminden bahseden Sepil, “Petrol arama çalışmaları sırasında gaz rezervlerine de rastlanıyor. Petrol rezervleri olduğu kadar bölgede önemli miktarda gaz rezervi de mevcut. Dünyada gaz arzını yapan ülkeler mevcut durumu kendi lehlerine çok iyi yönetiyorlar. Doğru fiyat politikaları uyguluyorlar ve yapılmış olan uzun dönemli al ya da öde anlaşmalarıyla “Türkiye Kuzey Irak’ta bulunan gaz potansiyelini iyi değerlendirmeli, doğru politikalar üretmeli ve bölgede söz sahibi olarak gaz konusunda fırsatları kaçırmamalı.” sadece Türkiye’ye değil diğer Avrupa ülkelerine de yüksek fiyatlardan gaz satmaya devam ediyorlar. Öte yandan Türkiye’nin gaz ihtiyacının neredeyse tamamı yurtdışından geliyor. İhtiyacın büyük kısmı Rusya’dan, bir kısmı İran’dan bir kısmı ise Azerbaycan’dan karşılanıyor. Türkmen gazını getirme çalışmaları devam ediyor. Fakat Irak gazı bütün bunlara alternatif oluşturabilecek durumda. Bunun için Türkiye Kuzey Irak’ta bulunan gaz potansiyelini iyi değerlendirmeli, doğru politikalar üretmeli ve bölgede söz sahibi olarak gaz konusunda fırsatları kaçırmamalı” dedi. Ayrıca Amerika’da şeyl gazındaki gelişmelere dikkat çeken Sepil, “Şeyl gazının önümüzdeki dönemde önemi artacak. Bu konuda yaptığı çalışmalarla enerji konusunda bağımsızlığını elde etmek üzere olan Amerika’nın politikaları da bu doğrultuda değişecektir diye düşünüyorum” dedi. Bölgede potansiyelin büyük olduğunu fakat siyasi çalkantının devam ettiğine değinen Sepil, “Bölgesel Kürt hükümeti ile Bağdat hükümeti petrol kanunu konusunda henüz anlaşma sağlamadı. Bu sebepten dolayı yılda 12 milyar dolarlık bir petrol Ceyhan’a akmıyor. Bağdat ile Erbil arasındaki politik sorun hala devam ediyor” dedi. Ayrıca Türkiye’nin büyümesinin önündeki en büyük engelin enerji fiyatları olduğunu söyleyen Sepil, “Türkiye’nin son yıllarda büyüme hızı ortalama yüzde 6 ile 8 civarında. Bu durumda elektrik talebi ise yüzde 9 artmakta. Bu talep artışı her Türkiye’nin ödemesi gerek doğalgaz ve elekrtik faturasını ciddi rakamlara taşımaktadır” dedi. Söyleşi boyunca düşüncelerini samimiyetle dinleyicilere aktaran Mehmet Sepil’e katılımından dolayı bir kez daha teşekkür ediyoruz. Önümüzdeki dönemde de söyleşi, panel vb. etkinliklerle çalışmalarımıza devam edeceğiz. Bu doğrultuda tüm mezunlarımızın katılım ve desteğini beklemekteyiz. 27 KİTAP Çocuklar KARABÖCÜ’lere bayılıyorlar Altıncı kitabı baskıya hazırlanan Niran Elçi (Niran Bahçekapılı IE ‘92), çocuklardan esinlenerek çocuklara yazdığı çağdaş masalların yaratım sürecini Baraka okurlarıyla paylaştı. KÜLTÜR-SANAT Karaböcü fikrinin nereden çıktığını çok net hatırlıyorum. Kendimi bir ‘yazar’ olarak değil, hayatla bir meselesi olan (birkaç meselesi... hadi çok meselesi olan diyelim) ve yazı dünyasında kendini rahat hisseden biri, bir kıvılcım geldiğinde ‘yazan’ biri olarak görüyorum. Karaböcü bir fikir olarak ortaya çıktığında Nisan dört yaşındaydı ve anaokuluna gidiyordu. Ve benim meselelerim vardı. Eminim farkında olan tek ben değilim. Biz bir tüketim toplumuyuz. ‘80’lerde liberal ekonomiye geçtikten sonra tüketecek daha fazla şey bulmaktan bahsetmiyorum. Değinmeye çalıştığım, üretmeden tüketen bir toplum olduğumuz. Göstergeler çok açık. Dış ticaret denge(sizliği)miz ve dev açığımız. Gündelik hayatımızda faydalandığımız, katma değeri yüksek ürünlerin büyük kısmının bu ülkede üretilmemesi… Nisan da bu tüketim toplumunda, 28 başarılı bir yetişkin tüketici olma yolunda hızla ilerlemekteydi. Ama ben ona, tükettiğimiz şeyleri üretmemizin mümkün olduğunu anlatabilmek istiyordum. Büyüdüğünde kendini ifade edebileceği bir yaratım diline sahip olmasını ve üretmenin verdiği duygusal tatminden yoksun kalmamasını istiyordum. Ve bu yetenekleri geliştirebilmesi için önünde bir örnek olmalıydı. Anne, baba ya da çocuk olmuş herkes bilir. Bir çocuğun bir şeyi yapmasını istiyorsanız ‘yap’ demeyeceksiniz. Yapacaksınız. Ben de yapmaya, Nisan için öyküler yazmaya karar verdim. Karardan uygulamaya geçmek zaman aldı, çünkü ben bir ‘proje’ olarak yazamıyorum. En başta bahsettiğim kıvılcıma ihtiyacım var. Oyuncaklı bir karakter. Heyecanlı bir kurgudaki bir hayati an. İfade etmek istediğim bir mesele. Kıvılcımsız yazdıklarım kuru, yavan, sönük kalıyor. Akmıyor. Kıvılcımın gelmesi uzun sürdü. Ve başka meselelerimden beslenerek geldi. Hayata bir öykü olarak baktığı zaman hayatı kavrayabilen bir zihin yapım var. Benim için öyküler yalnızca romanların, filmlerin içinde değildir. Müzik eserlerinin içinde öyküleri dinlerim. Resimlerdeki öyküleri seyrederim. Tarih benim için geçmişin öyküsüdür, siyaset ise bugünün. Yaratıcılık, üretkenlik kaygılarının kafamın içinde oynaştığı günlerde, öykü dünyasında bir fantazya furyası vardı ve çocuk, genç, yetişkin, elfler, hobbitler, cüceler, ejderhalarla yatıp kalkıyorduk. Üretmeye çalışan gençler de bu ögelerle üretmeye çalışıyordu. Fantazya edebiyatını ve sinemasını, sorduğu ‘what if’ sorularını ve bu soruların yanıtı olarak yaratılan dünyaları severim. Ama bunlar benim topraklarımın karakterleri değil. Benim topraklarımın gulyabanileri, öcüleri ve böcüleri çocuk masallarının içindeki yerlerini kaybetmişler. KİTAP Bu yüzden, eğer ben bir öykü yazacaksam, öcüler ve böcüler hakkında olmalıydı. Öcüler yatağın altından çıkmalıydı, karanlık ve korkunç olmalıydı: Karaböcü’nün adı konmuştu. Nisan’ın büyüdüğü evde her zaman hayvanlar oldu. Üniversiteden mezun olup, kendi evimde yaşamaya başladığım ilk seneden itibaren, farklı zamanlarda, kedi, köpek, tavşan, gine domuzu, hamster, muhabbet kuşu, cennet papağanı, kara kaplumbağası, su kaplumbağası, japon balığı, pekin ördeği besledim. Hayvanlara bayılırım ve mümkün olsa bir sürüsünü beslerdim. Hepsinin başarılı girişimler olduğunu söyleyemem. Ama bu süreç içinde epey deneyim biriktirdim. Eve hayvan almak isterseniz arayın; size neden o hayvanı beslememeniz gerektiğini anlatabilirim. Hayvan besleme deneyimim de Karaböcü’nün biçimini ve karakterini oluşturdu. Zaman zaman Karaböcü hakkında konuşmak için okullara gidiyorum. Dizinin birinci kitabı 11. baskısını yaptı. Diğer kitaplar 7. baskıda. Çocuklar kedi biçiminde olan ve dilediği hayvanın biçimine bürünebilen bu böcüye bayılıyorlar. Ama bana sorarsanız çocukların öyküleri bu kadar sevmesinin asıl nedeni, gözlemleyerek öyküye dokuduğum, çocukların gerçek yaşamlarından alınmış küçük küçük ögeler, davranış ve konuşma biçimleri, komik durumlar. Öyküdeki Nisan bir apartman dairesinde yaşıyor. Çekirdek ailenin bir parçası. Anne baba çalışıyor, Nisan okula servisle gidiyor ve hayat güllük gülistanlık değil. Nisan gerçek hayatla baş etmeye çalışırken, ona destek olan tüylü, yumuşak, narin, ama aynı zamanda büyük ve güçlü bir arkadaşı var. Çocuklar öyküyle kendi hayatları arasında rahatlıkla paralellik kuruyorlar ve kendilerini öykülerin içinde görebiliyorlar. Öyküyü oyunlarına uyarlamak çok kolay ve okul etkinliklerinde çocuklarla yaptığım sohbetlerde vurguladığım gibi, öykülere kaldığı yerden devam etmeleri, kendi öykülerini yaratmaları mümkün. Son senelerde Karaböcü’ye bir de Cimcime Civciv katıldı. Cimcime Civciv, zamanın çocuklara dayattığı bir başka sorundan, ‘sarı ve düz saç+beyaz ten=güzel’ denkleminden, yani çocuklara dayatılan yapay bir tektip güzellik algısından çıktı. Cimcime esmer, kısa boylu, kıvırcık saçlı ve fiziksel özellikleri yüzünden okulda taciz ediliyor; zavallı, küçük, sevimli kıza çirkin cadı deniyor. Büyüklerin sataşma konusunda verdikleri öğüt ise her zamanki gibi: Boş ver, aldırma, öyle dediler diye öyle olmuyorsun ki! İş yerindeki mobbing (duygusal taciz) durumlarında bize aynı öğüdü verdiklerini hayal edin. Cimcime bir gün tacizlere dayanamaz olunca, kontrolü ele alıyor ve madem ona cadı diyorlar, o zaman cadı olması gerektiğine karar veriyor. Onun elinden ne gelir? Adamı Zorla Cadı Yaparlar! Cimcime, zekası, girişkenliği ve aynı zamanda naifliği ile o kadar sevimli bir karakter oldu ki, devamının gelmesi kaçınılmazdı. Yayına hazırlanan yeni kitapta (Kurabiye Uçan Omlet) Cimcime’yi mutfakta bir sınav bekliyor ve bu sefer içinde uçan omletler, kaçan köfteler, kovalayan köpekler var. Seneler içinde, henüz ürün haline dönüşememiş başka projelerim de oldu. Aralarında en sevdiğim, dünyayı istila etmeye hazırlanan bir puding canavarı hakkındaki çizgi roman senaryosu. Senaryo taslağı hazır, çizer hazır, projeyi sahiplenecek bir yayınevi bekliyoruz. Kızıma mesaj verme görevini tamamladıklarına göre, artık gerçek hayatın ciddiliği içindeki küçük hayal adalarım bu öyküler. Şimdi bir sonraki kıvılcımı bekliyorum. O kıvılcım geldiğinde, peşine takılıp bir sonraki hayal adasına kaçacağım. 1971’de Rize’de doğan Niran Elçi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Endüstri Mühendisliği Bölümü’nden 1992 yılında mezun oldu. Uzun yıllar özel sektörde yönetici olarak çalıştıktan sonra 2001 krizi hayatının yönünü değiştirdi. Kitaba olan sevgisi ve ilgisi onu önce çevirmenliğe sonra da yazarlığa yöneltti. Niran Elçi, 2001 Mayıs ayından beri, ağırlıklı olarak fantastik edebiyat türünde olmak üzere çok sayıda kitabı İngilizce’den Türkçe’ye kazandırdı. Yaptığı işte ODTÜ’de aldığı endüstri mühendisliği eğitiminin katkısını her fırsatta belirten Elçi, kızıyla birlikte İstanbul’da yaşıyor. Önceleri sadece kızı için tasarladığı, anlattığı hikayelerin bir kısmı, 4 kitaplık “Karaböcü” serisi olarak basıldı ve çocukların büyük beğenisini kazandı. Geçen sene ise buna minik cadının hikayesi eklendi. (Adamı Zorla Cadı Yaparlar (2011). 29 SİNEMA Bu Yıl Cannes’ın Hediyesi Rezan Yeşilbaş 13 yıldır Cannes Film Festivali’ni takip eden sinema eleştirmeni Defne Gürsoy izlenimlerini dergimiz için kaleme aldı. Defne Gürsoy (MAN ’83) 65. yaşını kutlayan Cannes Film Festivali’nde bendeniz de onüçüncü yılımı doldurdum. Nisan sonunda bu yılki yarışma filmleri açıklandığında içimden “olağan şüpheliler yine seçkide” diye geçirmiştim. Cannes’ın gediklisi birçok usta yönetmen Altın Palmiye için yarışacaktı. Abbas Kiarostami, Michael Haneke, AlainResnais, Ken Loach, Carlos Reygadas, Cristian Mungiu ve Jacques Audiard gibi isimlerle birlikte, dört adet Amerikan filmi seçkide yer alıyordu. Gerçi biz içimizden “Nanni Moretti’nin başkanlığını yaptığı bir jüri ile Amerikan sinemasına ödül çıkması biraz zor” demiştik. Aynen de böyle oldu. Amerikan filmleri –bizce doğru bir kararla- ödül listesinde yer alamadı. KÜLTÜR - SANAT Altın Palmiye’yi en büyük favorilerden Avusturyalı üstat Michael Haneke’nin “Amour-Sevgi/Aşk” filmi aldı. Ben her yazımda bu filmin adını “Sevgi/Aşk” diye iki kelimeyle tercüme etmeyi tercih ettim. Zira bilen bilir, Batı dillerinde sevgi ve aşk arasında bir ayrım yapılmaz. Love veya amour hem sevginin, hem de aşkın karşılığıdır. Oysa Haneke’nin filmine konu olan “Amour”, gerçekten sevgi ve aşk karışımı bir duygunun en üst noktasını anlatıyor. Ben bir Hanekesever olarak bu sonuçtan çok memnundum. Ama inanıyorum ki Hanekesevmezler bile bu filmin büyüklüğünü anlayacaklardır, zira şiddetten en uzak eserine imza atmış üstat. Üstelik, Jean-Louis Trintignant ve Emmanuelle Riva’nın nefes kesen oyunlarının büyüsünde sevginin bir insana yaptırabileceği en zor şeyi anlatıyor. Filmi anlatmadan geçeceğim, zira ince 30 SİNEMA Rezan Yeşilbaş ve oyuncusu Belçim Bilgin nakış gibi dokunmuş bu sinema başeserini keşfetmenizi önlemek istemiyorum. Ama Haneke’nin ödülü alırken karısına söylediği gibi, benim sevgili eşim Uğur Hüküm ile bizim de aramızda benzer bir anlaşma var... Rezan Yeşilbaş’ın Başarısı Bu yılın bizlere en güzel hediyesi Kısa Film yarışmasına seçilen Rezan Yeşilbaş ve filmi “Sessiz-Be Deng” oldu. Öncelikle, yarışan dokuz kısa filmi görmüş biri olarak, çok haklı bir Altın Palmiye olduğunu belirtelim. Gerçekten de Rezan’ın filmi ile diğerleri arasında adeta lig farkı vardı. Üstüne bir de Rezan’ı (ve sevgili eşi Beyza’yı) tanıma keyfi eklenince, bu yıl Cannes’daki en büyük hediyemiz oldu . Uzun metrajlı filmlerin ödül listesini açıklamadan önce, gecenin ilk ödülünü açıklamak için Cinéfondation ve Kısa Metrajlı Filmler yarışmasının jüri başkanı Belçikalı usta Jean-Pierre Dardenne sahneye çıktığında, açıklama o kadar hızlı oldu ki Rezan’ın adını –heyecandan- ancak duyabildik. Ve yanında filminin başarısına büyük katkısı olan oyuncusu Belçim Bilgin’i de alarak Kısa Film Altın Palmiye’sini almaya çıkarken, Rezan çok heyecanlı görünüyordu. Öyle ya, dünyanın en büyük ve önemli sinema festivalinde, hem de iki kez 1(Rezan ile yaptığım oldukça kapsamlı röportajı okumak isteyenler bakınız: http://www.birgun.net/writer_index. php?category_code=1271849063&news_co de=1338886007&year=2012&month=06&d ay=05#.UBFbtI7IqQs). Paradise love Ulrich Seidl Altın Palmiye almış bir yönetmenden ikinci kısa filmiyle her genç yönetmenin rüyasını gördüğü şey gerçek oluyordu. Rezan “Çok heyecanlıyım. Öncelikle jüri üyelerine çok teşekkür ederim. Jean-Pierre Dardenne gibi bir ustadan bu ödülü almak büyük bir ayrıcalık. Doğrusu bu kadar çok büyük yönetmenin önünde konuşmaktan büyük heyecan duyuyorum. Bu ödülü ülkemin yalnız bırakılmış ve sessiz kadınlarına adıyorum” dedi. Ardından öğrendiğimize göre Dardenne kendisine kuliste “Ayakkabı sahnesi sinema tarihine geçecek bir sahne, seni yakından izlemeye devam edeceğim” demiş. Geleceği parlak bir yönetmenin doğuşuna şahit olduk. Rezan’ın Altın Palmiyesinin bir diğer anlamlı yanı ise büyük hayranı olduğu Yılmaz Güney’den tam 30 yıl sonra gelmesi... Haneke-Jean-Louis Trintignant Ödül Listesi : Altın Palmiye –“Amour”Aşk-Sevgi” – Michael Haneke Büyük Ödül – “Reality” MatteoGarrone En İyi Yönetmen - Carlos Reygadas “Post TenebrasLux-Karanlıktan sonra Aydınlık” En İyi Senaryo - CristianMungiu “DupaDealuri-Tepelerin Ardında” En İyi Kadın Oyuncu – Cristina FluturveCosminaStratan “Tepelerin Ardında” En İyi Erkek Oyuncu - MadsMikkelsen “Jatgen-Av” (Thomas Vinterberg) Jüri Ödülü - KenLoach “Theangels’ share-Meleklerin Payı” Altın Kamera (En iyi ilk film) – BenhZeitlin “Beasts of thesouthernwild-Vahşi Güneyin Yaratıkları” (Belli Bir Bakış seçkisinden) En İyi Kısa Film Altın Palmiyesi – REZAN YEŞİLBAŞ “BE DENG-SESSİZ” 31 KÜRTAJ Yeni kürtaj düzenlemesi hazırlanırken... Sayılarla kürtaj gerçeğimiz Ülke genelinde çok tartışma yaratan kürtaj yasağının kadın sağlığına ve nüfusa etkilerini bilimsel veriler ışığında derleyerek tartışmaya gerek bırakmayacak açıklıktaki rakamsal gerçekleri dergimizde paylaşıyoruz. Özay Yaşar (SOC ’80) Geçtiğimiz aylarda kamuoyunca GÜNDEM çokca tartışılan ve özellikle de başta kadın örgütleri olmak üzere toplumumuzun değişik kesimlerinden büyük tepki alan, hükümetin “kürtajın yasaklanması” ya da “sınırlandırılması” girişimleri eski yasama yılı içerisinde rafa 32 kaldırılmış görünürken; Sağlık Bakanlığı’nın hazırladığı yeni kararname duyumları, konunun farklılaştırılarak ve makyajlanarak yeniden gündeme geleceğinin sinyallerini veriyor. Öyle görünüyor ki siyasal iktidar, bu sefer “arkadan dolanarak”, yasaklayamasak da “engelleriz”i denemeye çalışıyor. Yakında Bakanlar Kurulu’na sunulması beklenen bu değişiklik önergesi ile temel bir sağlık hakkı, inanç temelinde ve cezalandırma yöntemi ile sınırlandırılmaya çalışılıyor. Basına yansıdığı kadarı ile yeni düzenlemede; KÜRTAJ 10 hafta üzerindeki gebeliklerin sonlandırma girişimlerindeki koşullar yeniden tanımlanarak buna uygun davranmayan kişilere yönelik hapis cezaları artırılıyor. Sağlık personeline isterlerse -inançlarına aykırı olması durumunda “istemli kürtaj”da görevden çekilme hakkı tanınıyor. İstek üzerine gebelik sonlandırılmadan önce anne adayına veya çiftlere danışmanlık hizmeti verilerek, 2-4 gün kararlarını gözden geçirme süresi tanınıyor. Bu önerilen uygulamaların tıp etiğindeki yeri kuşkusuz yine çokca tartışılacakken, bizler aslında “nüfusumuzun azalacağı” gerekçeleriyle gündeme getirilen “kürtaj” konusunda, sayılarımızın bizlere neler söylediğine tekrar bakalım istedik. Türkiye’nin doğurganlık, nüfus artışı, ana ve çocuk sağlığı verilerini dünya ortalama verileri* ile karşılaştırmak aslında bu konuda “doğrunun ne olduğunu” ve ne yapılması gerektiğini de bize söylüyor. − Türkiye hala doğurganlık hızı yüksek ve nüfusu en genç ülkeler arasında. Türkiye’de doğurganlık hızı, 2001’de 2.37 iken 2010’da 2.03’e geriledi. Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) verilerine göre Türkiye, örneğin Bulgaristan, Yunanistan, Rusya, Ukrayna ve hatta İran’dan daha yüksek doğurganlık hızına sahip. Türkiye’den daha yüksek doğurganlık hızına sahip ülke sayısı çok fazla değil ve bunların da nüfus açısından Türkiye ile yarışma şansları yok. Sonuç olarak doğurganlık hızının ortalama olarak gerilediği bir dünyada Türkiye’nin uluslararası durumu ile ilgili bir tehdit en azından yakın dönemli bir olasılık olarak görünmüyor. − Türkiye kürtaj oranı yüksek ülkeler arasında değil. Dünyada gelişmekte olan ülkelerde doğurma çağındaki her bin kadının 29’u, gelişmiş ülkelerde ise 24’ü kürtaj oluyor. Türkiye’de ise bu oran 22.1. − Türkiye’de istenmeyen düşük sayısı, kürtaj sayısından hala daha fazla. 2008 yılı Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması sonuçlarına göre 100 gebelikten 10’u isteyerek kürtaj yoluyla son bulurken, 10.5’i istenmeyen düşük şeklinde sona erdi. − Kürtajın yasaklandığı ülkelerde, düşükler azalmamakta, tersine güvenli olmayan düşükler hızla yükselmekte. İsteyerek düşüklerin yasa dışı olarak yapılması durumunda, kadın sağlığında ciddi olumsuz sonuçlara yol açtığı bilinen bir gerçektir. Anne sağlığı göstergelerinin gereği,1983 yılında, Türkiye’de 10 haftaya kadar olan isteyerek düşüklere yasal olarak izin verilmiş; aynı yasa ile aile planlaması hizmetlerinin yaygınlaştırılması da hedeflenerek, diğer bazı önlemler getirilmiştir. Türkiye’de isteğe bağlı düşüğün yasalaştığı dönemin başlangıcında, her dört gebelikten biri istemli düşük ile sonuçlanırken, sadece yirmi yıl içinde bu sayı her on gebelikten bire düşmüştür. − Ülkeler, tıbbi olmayan nedenle düşüğe kanunen izin verdiğinde, gebelik sonlandırma anlamlı bir artış olmaksızın, işleme bağlı toplam ölüm ve hastalık/sakatlanma dramatik olarak düşmekte. Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre, her yıl en azından 75.000 kadın gereksiz yere güvenli olmayan düşük sonrası hayatını kaybetmektedir ve çok daha fazlası kısırlığı da kapsayan ömür boyu süren hastalık ve sakatlıktan muzdarip olmaktadır. − Güvenli kürtajın yasaklanması anne ölümlerini de artırmaktadır. OECD’nin 2009 verilerine göre Türkiye’de her 100 bin canlı doğunda 18.4 anne ölüyor. 2009’da yeterli ülke verisi olmadığı için 2007 verileriyle karşılaştırma yaparsak Türkiye Meksika’dan sonra OECD içinde en kötü ülke. Sadece 20 ülke verisinin yer aldığı 2009’da ise Türkiye en kötü dördüncü konumunda. − Toplumsal eşitsizlik artmakta. İstenmeyen gebelik oranı, gelişmekte olan ülkelerde; azınlık kadınlarında, eğitim düzeyi düşük olanlarda ve yoksullarda çok daha fazla. Dil ve kültürel engeller de doğum kontrolüne başvurmayı azaltıyor. Bu da toplumun alt kesimlerinin güvenli olmayan kürtaj yöntemlerinin risklerinden daha çok etkilenmeleri sonucunu getiriyor. − Özetle Türkiye’de 10 haftaya kadar kürtajın serbest bırakılmasından bu yana; - Kürtajlar 3 kat azalmıştır. - Anne ölüm hızı 6 kat azalmıştır. - Modern Aile Planlaması Yöntem Kullanımı 2 kat artmıştır. - Kadınların Yaşam Süresi 14 yıl artmıştır. - Dünyada 8 anne ölümünden biri sağlıksız kürtajlardan oluşmaktayken, Türkiye’de sadece 50 anne ölümünden birinin nedeni sağlıksız kürtajdır. - 1950’li yıllarda anne ölümlerinin yaklaşık yarısı düşükler nedeni ile iken, bugün sadece anne ölümlerinin %2’si güvenli olmayan düşükler nedeniyledir. - Güvenli olmayan düşüklere bağlı ölüm ve sakatlıklar önemli ölçüde sağlık gündeminden çıkmıştır. Dünya Sağlık Örgütü (WHO)’nün hesaplamalarına göre, dünyada her yıl, 210 milyon civarında gebelik meydana gelmekte, bunların yaklaşık 1/3’ü istenmeden oluşmaktadır. Dünyada meydana gelen gebeliklerin 46 milyonu isteyerek düşükle sonlanmaktadır. Yasaklamalar nedeni ile düşüklerin 19 milyonu güvenli olmayan koşullarda gerçekleşmektedir. Güvenli olmayan düşüklere bağlı olarak dünyada her sekiz dakikada bir kadın ölmektedir. Güvenli olmayan düşükler dünyadaki anne ölümlerinin %13’üne, her yıl 68 bin kadının ölümüne ve 5,3 milyon kadının hastalık ve sakatlığına neden olmaktadır (WHO-2007). *Kaynaklar: − Dünya Sağlık Örgütü (WHO) 2007 raporu, - İsmet Özkul “http:// hesapliekonomi.blogspot.com/” - Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği raporu-http://www. medikalakademi.com.tr/ 33 KÜRTAJ ODTÜ KADIN ÇALIŞMALARI ANABİLİM DALINDAN KAMUOYUNA DUYURU Uluslararası insan hakları standartları üreme hakkını yaşam, sağlık, özel hayatın gizliliği ve ayrımcılığa karşı haklar bağlamında ele alır. Türkiye de bu uluslararası standartlar çerçevesinde hazırlanmış olan uluslararası sözleşmeleri onaylamış bir ülkedir. Bunların başında gelen Birleşmiş milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW), kürtajı bir suç olarak gösteren yasalara karşı çıkmaktadır. CEDAW komitesine göre “Taraf devletler, kadınların, doğurganlıklarının kontrolüyle ilgili uygun hizmetlerin olmaması nedeniyle onların yasadışı kürtaj gibi güvenli olmayan tıbbi uygulamalar arayışına girmek zorunda kalmalarına engel olmalıdır.” Böyle olmakla beraber Türkiye’de son günlerde bu hakkın geri alınması amacı ile gündeme taşınması, bizleri ciddi olarak kaygılandırmaktadır. Kürtaj ile başlayan tartışmanın kadınların beden bütünlüğü, üreme hakları, cinsel yaşamları gibi alanlara kadar genişlemesi, kamuoyunda bu alanlara devletin rahatlıkla müdahale edebileceği izleniminin yaratılması, kadın hakları açısından kabul edilemez bir gelişmedir. Kadınların fazla düşünmeden ve keyfi olarak kürtaja başvurdukları ve bunu bir doğum kontrol yöntemi olarak kullandıkları varsayımı ile kürtajı yasaklamak, kadının insan haklarına vurulacak en ciddi darbelerden biri olacaktır. Ülkemizde kürtajların esas olarak 35 yaşının üzerinde ve doğurganlık eğilimleri azalmış kadın grubunda olduğu göz önüne alındığında, iktidar temsilcilerinin kürtajın bir doğum kontrol yöntemi olarak kullanılmakta olduğu savı doğrulanmamaktadır. Öte yandan dünya örnekleri kürtajın yasaklandığı durumlarda bile, güvenli olmayan koşullarda uygulanılmasına devam edildiğini göstermektedir. Nitekim, Dünya Sağlık Örgütü Üreme Sağlığı Strateji Raporları, dünyada her yıl ortalama 45 milyon kürtajın yapıldığını ve bunların 19 milyonunun güvenli olmayan ortam ve koşullarda gerçekleştiğini göstermektedir. Örgüt, güvenli ellerde yapılmayan bu kürtajlardan dolayı her yıl 68 bin kadının öldüğünü açıklamaktadır. Kürtajdan ölen bu kadınların sayısı, gebelikle ilişkili olarak ölen 500 bin kadının %13’üne karşılık gelmektedir. Kürtajdan kaynaklanan rapor edilmemiş ölümlerin varlığı da hesaba katıldığında bu kadınların sayılarının çok daha fazla olduğu sonucuna varılabilir. Ülkemizde de kürtaja dair getirilecek kısıtlamalar ve yasaklamalar, açıktır ki tıp mesleği elemanlarının yerini ehliyetsiz kişilerin almasına, kürtajın güvenli olmayan yerlerde ve koşullarda yapılmasına yol açacaktır. Kürtajın bir doğum kontrol yöntemi olarak kullanılmasını engellemek için doğru strateji, onu yasaklamak değil, aile planlaması ve üreme sağlığı hizmetlerinin kalitesini artırmak ve ülke genelinde yaygınlaşmasını sağlamak olmalıdır. Arzu edilmeyen gebeliklerin olmasını ve kürtajla sonuçlanmasını önlemek için kadınlar ve erkeklerin cinsel eğitim ve modern doğum kontrol yöntemlerine ilişkin bilgilere erken yaşlardan başlayarak kolaylıkla ulaşmalarını temin etmek gerekmektedir. Kadınların bedenlerini denetleme gücünü elinde bulundurmak isteyen, onları her şekilde araçsallaştıran politik müdahalelerin, kadınlara atfedilen rol ve değerlerle çok yakından ilgili olduğu görüşündeyiz. Bugün Türkiye’de kadınlar her açıdan gerçek bir değersizleştirme sürecinin özneleri olmaktadırlar. Kendilerine birey olarak değer verilmek yerine varlıkları aile ve evlilik kurumlarının içinde eritilmek istenmektedir. Evliliğin her kadının yaşamında nihai amaç olması gerektiğini savunan, boşanmaları olumsuzlayan, kadınların ücretli çalışmasından yana olmayan, buna karşılık anneliği ve ev kadınlığını tek olumlu değer olarak gören, kadın cinselliği üzerinde ahlaki baskı oluşturan ataerkil anlayışların şimdi de kadınların bedenlerine müdahale etmeleri bu değersizleştirme sürecinin bir parçasıdır. GÜNDEM Türkiye’de kadınların değersizleştirilme sürecinin iyi anlaşılması ve bu sürecin tersine çevrilmesi gerekmektedir. Kadına öncelikle insan haklarına sahip bir birey olarak değer veren, kadın erkek eşitliğine inanan ve ayrımcılığı reddeden çevreleri bu eşitliği savunmaya davet ediyoruz. Orta Doğu Teknik Üniversitesi Kadın Çalışmaları Anabilim Dalı 34 TURİZM Peradays ile ikinci hayat Bora Tanlak (IE ’78) ve Murat Argon (MAN ‘71) ODTÜ’lülükle kolaylaşan dostluklarını Pera’da açtıkları Bed & Breakfast otelleri Peradays’te sürdürüyorlar. Tarihi bir Pera evinin içinde misafirlerine modern ve konforlu bir konaklama imkanı sunulan Peradays’e konuk olduk ve ikinci hayatlarının hikayesini Bora Tanlak’dan dinledik. Bora Tanlak’ın tarifiyle elimizle Öncelikle sizi biraz tanıyalım. ’78 yılının Şubat ayında ODTÜ Endüstri Mühendisliği’nden mezun oldum. İlk profesyonel işim Efes Pilsen’de pazarlama uzmanlığıydı. Sonra Enka Pazarlama gibi şirketlerde çalıştım. Daha sonra tekstil – konfeksiyon işine girdim ve uzun yıllar bu alanda kendi şirketimle faaliyette bulundum. 2011 yılında işimi tasfiye ettim. Şimdi Peradays ile emekliliğimi ikinci bir hayat gibi yaşamaya başladım. Burayı açalı 15 ay oluyor. Nasıl bir fikir vardı kafanızda, nasıl bir otel istediniz? Bazı konuklarımız, “Ruhunuzu yansıt- YAŞAM koymuş gibi buluyoruz Peradays Oteli. İçeri girer girmez burasının bildiğimiz bed & breakfast otellerden farklı bir stile sahip olduğunu anlıyoruz. Burası iki ODTÜ’lü ile bir ‘ODTÜ’lü’den farksız’ İ.Ü.’lü iktisatçının ortak ürünü… Bu ‘ikinci hayat’ projesi Pera’da stil sahibi bir minik otele dönüşmekle kalmamış şimdiden “mükemmellik ödülleri” kazanmaya başlamış. Bora Tanlak ile sohbet edince, enerjisini ve oteli gezdirirken gözlerindeki pırıltıyı görünce bu başarının nedenini anlıyoruz. Bora Tanlak’ın Murat Argon’la 1974’teki staj günlerinden; ‘ODTÜ’lüden farksız’ İ.Ü’lü Murat Hıncal ile de 1985’teki profesyonel iş günlerinden bu yana oluşturduğu keyifli uyum bugün bu ikinci hayat projesinde tam bir takım çalışmasına dönüşmüş ve dünyadaki özel yerini kabul ettirmeye başlayan İstanbul’a çok özel bir minik otel kazandırmış. 35 TURİZM mışsınız” diyor. Bu çok hoşuma gidiyor. Geçen yıl 18 Nisan’da Paskalya sırasında o curcunayı kaçırmamak için daha deneme bile yapamadan konuk kabul etmeye başladık. Ve ilk izlenimler hep başarılı oldu. Ondan sonra bir iki ay boş kaldık ama zaman içerisinde gezginlerin yorumlarına göre derecelendirme yapan seyahat sitesi Tripadvisor’dan konuklar gelmeye başladı. Şu an Tripadvisor’da 529 tane bed & breakfast oteli içinde birinci sıradayız. Aşağı yukarı dokuzuncu ayımızdan beri bu böyle gidiyor. Bizim için bu başarıyı sağlamak çok hoş bir şey tabii. Pera’da tarihi bir binayı restore etme sürecinin kolay olmadığını düşünüyoruz. Tarihi eser restorasyonunu siz mi üstlendiniz? Tamamen biz üstlendik. Restorasyon çalışmaları iki buçuk yıla yakın sürdü. Uzun bir süreydi çünkü yap boz şeklinde yaptık, fikir değiştirdik. Genç mimar arkadaşlarımızdan fikirler aldık. Onlarla ana konulara karar verdik. Sonra mimar arkadaşlarımızı değiştirdik. Mesela merdivenlerde delikli sac kullanmak benim fikrimdi. Müzelerde karşımıza çıkan ama iç mekan için için pek düşünülmemiş bir fikirdi. Delikli saclar sayesinde çatıdan aşağıya kadar ışık alabiliyoruz; yine bu sayede bir loft havası da yakalamış olduk. YAŞAM Murat Argon’la olan işbirliğinizden bahseder misiniz? Murat Argon’un işletme konularında çok katkısı oldu. Sonuçta otelcilik konusunda amatörüz. Mesela “açık büfe kahvaltı yapıp saat 11:00 gibi bitirelim” 36 diyorduk. Murat Argon; “Burası Beyoğlu, burada insanlar geceyi uzatabilir, burada açık büfe gibi saatli bir kahvaltı uygulaması yapmayalım” dedi. Ve bundan çok olumlu tepki aldık. Çok mutlu oldu insanlar. Bu şekilde bizim için iş uzuyor ama kahvaltımızı kişiye özel veriyoruz. Çok daha sıcak bir ilişki yakalıyoruz misafirlerimizle. Tanıtımınızı nasıl yapıyorsunuz? Ağırlıklı olarak Tripadvisor’ı kullandık. Şimdi booking.com gibi online rezervasyon sitelerini de kullanıyoruz. Tanıtımlarımız hep internet üzerinden ilerliyor. Kişisel olarak biz de seyahatlerimizi Tripadvisor üstünden planlıyoruz. Kalacağımız yerleri oradan seçiyoruz. Buraya gelen müşterilerimizin hepsi son derece kaliteli. Tripadvisor çok seçkin bir site. Hangi yaş grubundan olursa olsun insanlar okuyarak, bilerek, bilgi sahibi olarak otel seçiyorlar burada. 15 ay içinde 103 tane yorum gelmesi çok önemli ki; bunların içinde ya biri ya ikisi olumsuzdur. Bu arada yine ODTÜ İE ’2012 mezunu gençler Candaş ve Onur’un şirketi Condicon’dan internete dönük sosyal medya desteği almaya başladık. Alışık olduğumuz bed & breakfast otel anlayışından çok daha şık, adeta bir butik otel tarzınız var. Bu sizin bilinçli bir tercihiniz miydi, müşteri profilinizi nasıl etkiliyor? Evet öyle bir algı oluşturmayı başardık ve misafirlerimiz de bundan memnun. Sadece dekorumuzla değil konuklarımızla kurduğumuz iletişimle de bu farkı yarattığımıza inanıyoruz. Mesela Murat Argon, burada misafirlerimizle sohbetler ediyor. Sohbetin yanında bir de şarap açıyoruz; misafirler İstanbul’u gezmeyi unutuyor. En çok nereden misafir geliyor? Şu aralar Kanadalılar ve Amerikalılar çok geliyor. Ama mesela bugün Dubai’den misafirlerimiz var; anne, kız, damat gelmişler. Aslında ‘hiç onlara göre bir otel değiliz’ diye düşünülebilir ama burada çok mutlu oldular. Onlara özel meyveler ikram ediyoruz. Böyle ufak jestlerle Türk misafirperverliğini gösteriyoruz. Hem müşterilerimiz mutlu oluyor, hem de biz. Siz devamlı oteldesiniz. Murat Argon nasıl katılıyor işletmeye? Murat Argon yaşama olan ilgisinin getirdiği tecrübeler ile bize özellikle müşteri memnuniyeti kısmında çok katkı sağlıyor. Üstelik o kadar keyifli sohbet ortamları yaratıyor ve bilgisini misafirlerle paylaşıyor ki değeri maddi olarak ölçülemeyecek bir ortam sunuyoruz misafirlerimize. “Bunların bedeli yok” diyor Murat Ağabey. Ben mesela her sabah burada kahvaltıya yardım ederken ya yol tarif ediyorum ya gezi planı yapıyorum misafirlerimizle. Elbette küçük otel olduğumuz için bunları yapabiliyoruz, müşterilerle tek tek ilgileniyoruz. Rezervasyonu kesinleşmiş konuklara önceden ‘something to be done in İstanbul’ diye bir mesaj atıyorum. 15 – 20 tane seçenek sunuyorum, linkler yolluyorum. ‘Güzel bir havada Boğaz turu yapın, Anadolu Kavağı’nda inin, balık yiyin’, ya da kapalı havada şu müzeleri, sarayları gezin TURİZM gibi tavsiyelerde bulunuyorum. Bir kısmı çok teşekkür ederek dönüyor, bir kısmı onun üzerinden çalışıp gezisini planlıyor. İkinci hayat dediniz, ikinci hayat için doğru bir seçim mi bu? Mükemmel. Çünkü bize çok uyuyor. Biz hepimiz insanlara mutlu olacakları şeyler vermekten hoşlanıyoruz zaten. Sokaktan geçen insan da bizden bir şey istese aynı şey. İnsanlara bir şeyler katmak zaten mutlu ediyorken bir de bunun üzerine para alıyoruz. Niye Pera’yı seçtiniz? Neden Güney değil de burası? Hayatımız, ilişkilerimiz burada. Hem İstanbul ciddi miktarda turist çekmeye başladı. Buranın potansiyelini görüyoruz. Hep kendiniz ve Murat Argon’dan söz ettiniz; ya ‘ODTÜ’lüden farksız’ dediğiniz Murat Hıncal? O, aramızda bedenen ve zihnen en becerikli adamdır. Bu nedenle Peradays’ın inşaat uygulamaları büyük ölçüde onun katkılarıyla sonuçlanmıştı. İşletmeye başladığımızdan bu yanada pozitif elektriği sayesinde yakaladığı servis başarı düzeyi ile beni kıskandırmaya başladı. ODTÜ Burs Havuzu’na katkıda bulunacak bir projeniz olduğunu biliyoruz. Bize biraz da bu projeden bahseder misiniz? Oh, nihayet buraya gelebildik. Sevgili Murat Argon yıllar önce uygulamaya sokulan ve başarı ile sürdürülen “ODTÜ Burs Havuzu”nun fikir sahibi, mimarı ve ilk mühendislerindendir. 2012’ye geldiğimizde bir çok genç mezun arkadaşımız onun devrettiği bayrağı daha yükseklere taşımış ve taşımaktadırlar. Biz de bu güzel oluşuma karınca kararınca katkıda bulunabilmek için şöyle bir şey düşünüyoruz: Eğer yasal bir engel yok ise; otelimizin kendi sitesinden rezervasyon yapan ODTÜ referanslı misafirlerimize %10 indirim yapacağız ve toplam konaklama bedelinin %2’sini de ODTÜ İstanbul Mezunlar Derneği aracılığı ile ODTÜ Burs Havuzu’na aktaracağız. Bu uygulama başarılı olur ise, bu çalışmayı diğer ortağımız Murat Hıncal’ın mezunu olduğu İ.Ü. İktisat Fakültesi referanslı konuklara da yayacağız. Bu uygulama başka kurumlarca da benimsenebilirse bu, bizim için kıvanç kaynağı olacaktır. Bu fikrimizi duyurmamızda aracı olduğunuz için size şükranlarımızı sunuyoruz. En işlevsel odalardan biri, yüksek tavan avantajından faydalanılarak yataklar yukarıya yerleştirilmiş ve her detayı düşünülmüş mini bir mutfak yaratılmış. Mini terasta İstanbul keyfi... Çatıdan en alt kata devam eden aydınlatma sistemi özel tasarlanmış. 37 MEKSİKA Rengarenk Meksika Feryal Bekdik Meksika’ya yaptığı gezinin ardından yaşadıklarını ve birbirinden güzel fotoğraflarını Baraka okuyucularıyla paylaştı. Feryal Bekdik (CE ’79) MEXICO CITY GEZİ Meksika’daki ilk akşamımızda yemek için dışarı çıkıyoruz. Biraz yürüdükten sonra kalabalık ve şenliğin ortasına düşüyoruz. Karnaval kıyafetli çeşit çeşit gruplar görüyoruz. Meğer ölüler gününe hazırlıkmış. Meksika’da senede bir gün ölüler günü olarak kutlanıyormuş. Ölüler gününde tüm ölenlerin ruhları sevdikleri için buluşmaya bir günlüğüne geri geliyormuş. Akşam yemeği için Cafe de Tacuba’ya gidiyoruz. İçerde bizi ölüler günü için iskelet kostümü giymiş garson karşılıyor. Meksika’nın olmazsa olmaz yemeklerinden tortilla ve tako yiyoruz ve çok beğeniyoruz. 38 İlk günümüzde Plaza de las Tres Culturas “Üç Kültür Meydanı”nı ziyaret ediyoruz. Bu meydana Üç Kültür Meydanı denmesinin nedeni, Aztek döneminden kalma tapınağa ait kalıntıların, Koloniyel döneme ait 16.yy.’dan kalma bir Katolik Kilisesinin ve çağdaş dönemi yansıtan 1964’de yapılmış apartmanların bir arada olması. Meydandan ayrılarak Latin Amerika’nın en kutsal mekanlarından biri sayılan Cerro del Tepeyac’daki Guadalupe Kilisesi’ne gidiyoruz. Buranın Katolikler tarafından bu kadar önemsenmesinin nedeni 12 Aralık 1531 yılında Juan Diego adlı bir yerliye esmer tenli Meryem Ana’nın görünmesi. Yeni yapılan kilisede ise bizi ilginç görüntüler bekliyor. Kiliseden içeri girerken yürüyen bant üzerine biniliyor. Bant hareket ederken yukarıya monte edilmiş Meryem’in o meşhur pelerinli resmini izlemek ve kiliseyi dizlerinin üstünde sürünerek ziyaret eden binlerce insan görmek çok etkileyici. Şehirdeki ziyaretlerimizden sonra otobüsümüze binerek şehir dışına çıkıyoruz. Burada da tepelerde inşa edilmiş gecekondular, kancayla evlere alınan kaçak elektrik bize çok bildik geliyor! TEOTİHUACAN Otobüs ile yarım saat kadar gittikten sonra Teotihuacan Kenti’ne varıyoruz. Aztekler, kenti terk edilmiş haliyle bulmuşlar ve Teotihuacan adını vermiş- MEKSİKA ler. Daha sonra, bu kentte Zapotek ve Mistekler gibi Maya topluluklarının da yaşamış olduğu kazılardan anlaşılmış. Efsanelere göre, insan kılığına girerek onlara uygarlığı öğreten ve sonra göklere geri dönmüş bir ilah olan “Tüylü Yılan” tasvirlerinin ilk örneklerine de bu kentte rastlanmış. Önce fresklerin olduğu Tüylü Yılan Sarayını geziyoruz. Daha sonra uğradığımız mağazada Meksika taşlarını tanıyoruz. En önemli taşlarından biri obsidyenmiş. Taşlardan yapılan heykelleri hayranlıkla seyrediyoruz. Gezdiğimiz yerlerden biri de Ay Piramidi. Otuz dokuz basamak tırmanarak Ay Tapınağı’nın zirvesine ulaşıyoruz. Önümüzde muhteşem bir görüntü uzanıyor. 1,5 km uzunluğunda göz alabildiğine uzanan ölüler yolu ve sol tarafta Güneş Piramidi. Güneş Piramidi 65 metre ile dünyanın 3. büyük piramidi. Altında da 100 metre uzunluğunda tünel var. Kentin sokakları ızgara sisteminde kurgulandığından çok düzenli. Adeta şehircilik harikası. Mekxico City’yi gezmeye devam ediyoruz. Dünyanın en meşhur meydanlarından biri olan Zokalo’ya gidiyoruz. Teotihuacan ziyaretinden sonra Mexico City’nin ana meydanının resmi adı Anayasa Meydanı olsa da Zokalo olarak adlandırılıyor. İspanyol etkisi ile yapılmış tipik bir meydan. Karşıda katedral, etrafında hükümet binaları. Meydana bakan Ulusal Saray’ı (National Palace) ziyarete gidiyoruz. Sarayın ana kapısının üzerindeki balkondaki çan her yıl 15 Eylül saat 11.00’ de çalıyor, çan çaldıktan sonra konuşmalar ve tören başlıyormuş. İspanyollara karşı verilen bağımsızlık savaşı ulusal kahramanlardan Hidalgo tarafından kilisedeki çanın çalınması ile başlamış. Çan daha sonra Ulusal Sarayın balkonuna taşınmış. Sarayın üç katlı barok kemerler ile çevrelenmiş büyükçe bir iç avlusu var. Ana merdiveni üç taraflı olarak ve ikinci katın yarısı ünlü duvar ressamı Diego Rivera’nın resimleri ile kaplı. Ana merdivenin sol tarafındaki 20.yüzyıl Meksika’sında kimler yok ki. Başta Rockefeller olmak üzere tüm kapitalistler, her türlü rezilliğe batmış kilise, Karl Marks, işçilere ders veren Lev Trotsky, Diego’nun kendisi çocuk olarak, iki yanında iki karısı, arkasında Frida Kahlo, kızıl bayrak, her nasılsa kızıl bayrağın önünde işçilerin elinde orak çekiç… Diego New York’da Rockefeller binası için yaptığı duvar resminde Lenin’i betimlemiş. Rockefeller’de resmin parasını ödeyip üzerini sıvatmış. Her ikisi için de cesur adamlar diye düşünmüştüm öğrenciyken. Meksika’lı duvar ressamları Orozco, Rivera, Siqueiros’un isimlerini hocamız Jale Erzen’den duymuştuk ilk olarak. “Duvar Ressamları”; ne hoş bir ad. O yıllarda duvara yapılan devrimci resimlerin slaytlarını gördükçe hepimiz çok heyecanlanmıştık. Yıllar sonra Diego karşımda, capcanlı, rengarenk. Rüyada gibiyim. VİLLAHERMOSA Mekxico City’den sonraki durağımız Villahermosa. Bu bölge koloniyel dönemde gözden ırak kalmış. Burada petrol araştırmaları yapılırken arkeolojik buluntulara rastlanınca kazılar başlamış. La Venta Açık Hava müzesine gidiyoruz. Müzenin girişinde, müzenin yaratıcısı Meksika’nın ünlü şair ve politikacısı Carlos Pellicer Camara’nın heykeli var. Müze iki bölüm. İlk bölümünde dev insan Olmec kafaları sergileniyor. Bazalttan yapılma heykellerin buraya nasıl geldiği, nasıl taşındığı meçhul. Palanque’e varıyor ve ağaçların içindeki küçük ama sevimli Hotel Mision Palanque tatil köyüne varıyoruz. Akşam hazırlanıp, taksilerle buranın gidilebilecek tek eğlence mekanına gidiyoruz. Mekan çok hoş. Bir tarafta kadınlar tortilla yapıyor, bir diğer yerde barda içki içiliyor, restoranında yemek yenilen piknik alanı da var. Bir çeşit yerleşke. Tüm bu yerleşkeye El Panchan deniliyor. Yemekler çok iyi. Masalar tıklım 39 MEKSİKA tıklım. Herkes salsa yapmaya, Latin müziğine ayak uydurmaya çalışıyor. Çok iyi dans eden delikanlılar masalardan hanımları dansa davet ediyor. Biz de salsa yapıyoruz. Müziğe uyarken aklımıza ritme uygun bizim halk oyunlarını oynamak geliyor. Salsa müziği ile “Atım araptır benim” oynuyoruz. Hızımızı alamıyoruz, “Lorke”, “Halay” aklımıza ne geldiyse oynuyoruz. Hatta “Damat Halayı” bile oynuyoruz. Orkestra şaşkınlık içinde ne yaptığımızı anlamaya çalışıyor. Bizden cesaret alan diğer gruplar da müziğin ritmine kendilerini uydurarak kendi ülkelerinin oyunlarını oynamaya başlıyor. Salsa salsa olalı böyle bir zulüm görmemiştir! MERİDA Meksika gezimize Merida’da devam ediyoruz. Yucatan fatihi ve Merida şehrinin kurucusu Francisco de Montejo’nun adını taşıyan Montejo Caddesinde ilerliyoruz. Koloniyel dönemde yapılmış evlerin önünden geçiyoruz. Montejo caddesi üzerinde Kolombiyalı sanatçı Romulo Rozo tarafında yapılmış Anavatan Anıtı önünde duruyoruz. Tüm Meksika tarihinin özellikle de 1910-1921 yılları arasında Meksika Devrimi’ni omuzlayan kahramanların rölyeflerinin nakşedildiği yarım ay şeklindeki devasa anıta hayran kalıyoruz. Merida “Beyaz Şehir” olarak adlandı- rılıyor. Burası İspanyollar’ın kurduğu ve yaşadığı bir şehirmiş. O yıllarda yerli ahali köylerde yaşıyormuş. Son yıllarda yeşil altın bulunmuş ve bu nedenle bölge zenginleşmiş. Akşam olduğunda Merida’nın canlı yüzü yine bizi kucaklıyor. Gündüz arabayla geçtiğimiz caddeyi araç trafiğine kapatmışlar. Masalar atılmış, orkestra çalıyor herkes dans ediyor. Stantlarda incik, boncuk, çul çaput satılıyor. Masalardan birine yerleşiyoruz. Bir yandan dans edenleri seyrediyor, bir yandan da tekila içiyoruz. Biz Merida’yı çok seviyoruz. Ertesi gün Merida’nın 78 km güneyinde bulunan, Colomb öncesi Maya şehirlerinden yerel Puuc mimarisinin en güzel örneklerine sahip Uxmal (Uşmal)’a gidiyoruz. Şehrin tarihi tam olarak bilinmiyor, fakat binaların çoğu MÖ 500 yıllarında yapılmış. MS 9 ve 12. yüzyıllarda Puuc bölgesinin ekonomik ve politik açıdan en güçlü şehri olmuş. CHİCHÉN ITZA GEZİ Merida’dan ayrıldıktan sonra bir başka Maya kenti Chichén Itza’ya varıyoruz. Chichén Itza Yucatan yarımadasının en iyi korunmuş Maya şehirlerinden biri. Kent ilk olarak MS 600’ler civarında güney tarafta kurulmuş. MS 980’lerde Toltec’ler tarafından ele geçirilmiş. 11. yüzyılda şehrin güney tarafında yeni bir şehirleşme başlamış, 13.yüzyıla kadar da gerek ekonomik, gerek, askeri gerekse dini alanlarda altın günlerini yaşamışlar. Kukulkan Piramidi’ne gidiyoruz. Mayalar bu piramide kendi dillerinde Quetzalcoat, yani kukulkan (Tüylü Yılan) dedikleri efsanevi tanrı krallarının adını vermişler. 7 Temmuz 2007’de seçilen Dünyanın yeni yedi harikalarından biri de işte bu tapınak. Mayalar bu piramidi astronomi ve matematik bilgilerini ortaya koymak istercesine belirli bir sistemle inşa etmiş. Örneğin 4 cephesinin her birinde 91 basamak yer alıyor, böylece 4x91’le bulduğumuz 364 sayısına en tepedeki platformu da (1) bir sayarak eklediğimizde yıldaki günlerin sayısı olan 365’i buluyormuşuz. Ayrıca, piramidi öyle bir şekilde yönlendirmişler ki, ilkbahar (21 Mart) ve sonbaharda (21 Eylül) ekinoksların 40 MEKSİKA gerçekleştiği an, piramide gelen güneş ışıkları piramidin merdiven yanındaki çıkıntıları, merdiven basamaklarının dibinde bulunan iki yılan başı yontusunun S’ler çizen bir gövde uzantısı oluşacak şekilde yukarı doğru uzanmaktaymış. Arkeologlar “yok böyle bir şey” deseler de insanlar buna inanıyorlarmış. Hatta Tüylü Yılan’ın arkasında ateşler saçan bir roket olduğunu, bu nedenle uzaydan gelmiş olabileceğini söyleyenler bile varmış. CANCUN Karayip Denizi kıyısındaki kumsalda turkuaz renkli sularla tanışıyoruz. Burası kıyı boyu lüks otellerin sıralandığı Dünyaca ünlü bir tatil şehri. Cancun, bir tarafta Karayip Denizi diğer tarafta Nichupte Lagün’ü arasındaki şerit boyunca uzanıyor. Biz de bu muhteşem coğrafyada dalış yapmanın keyfini çıkartıyoruz. İlk dalışı “National Park” da yapıyoruz. Burası 2009 yılında oluşturulmaya başlanmış Sualtı Sanat Müzesinin (MUSA) olduğu yer. Müzede çeşitli heykeller yapılmış. Kimi ağlıyor, kimi dua ediyor, kimi hamile, kimi şişman, kimi zayıf. Kiminin de başından ateşler çıkıyor. Balıklar sürüler halinde heykellerin arasında dolanıyor. İkinci dalışı da gene 10 metre derinlikte bir başka heykelli bölgede yapıyoruz. Buradaki heykeller daha orijinal. Denizaltında mercan grubuna doğru ilerliyoruz. Bugüne kadar hiç görmediğimiz bir balık sürüsüne rast geliyoruz. Açık mavi renkli bir balık muhtemelen dişi ve ondan biraz büyükçe siyah, lacivert bir balık muhtemelen erkek. Birbirlerine milimetre mertebesinde uzaklıkta çift olarak yüzüyorlar. Bu şekilde çiftler halinde binlerce balık yüzüyor. Çiftler aynı anda geri dönüyor, aynı anda duruyor, o kadar hızlı hareket ediyorlar ki takip etmekte zorlanıyoruz. Çıkınca ilk iş “ne balığıydı onlar?” diye soruyoruz. Blacking restless olduklarını ve herkesin onlara bizim gibi hayran kaldığını öğreniyoruz. MEXICO CITY Gezimizin sonuna doğru Mexico City’ye vardığımızda kendimizi memlekete geri dönmüş gibi hissediyoruz. Benim için çok özel bir yere gidiyoruz: “Mavi Ev”. Ressam Frida Cahlo’nun doğup büyü- düğü, hayatının çoğunu geçirdiği ve içinde öldüğü eve. Üniversite yıllarından beri hayran olduğum o muhteşem kadının evindeyim. Hayatını okuduğum, filmini seyrettiğim, Pera Müzesi’nde sergisini gezdiğim o muhteşem kadının evindeyim. Giriş katındaki odalarda resimler sergilenmiş. Bir bölümünde Frida’nın bir bölümünde Diego’nun resimleri ile aile fotoğrafları, Frida’nın günlüğünden alınma cümleler var. Bir tanesinde “Benim bacaklara ihtiyacım yok, çünkü benim kanatlarım var” diye yazmış. Çocuk sahibi olamayışının acısını öyle bir yansıtmış ki, tabloyu ağlatmış. Ah Frida, ah dostum, ne kadar güzel arkadaş olurduk diye geçiriyorum içimden. Sanki dostum beni bırakıp gitmiş, öksüz kalmış gibiyim. Meksika’daki son gecemizi Restaurant La Fonda del Recuerdo’da geçiriyoruz. Canlı müzik ve Meksika dansları eşliğinde yemek yiyoruz. Gösterileri öyle çeşitlendirmişler ki sahnede horoz dövüşü bile yapılıyor. Meksika’ya bu Meksika gibi renkli geceyle veda ediyoruz ve ertesi sabah ayrılmak üzere otelimize dönüyoruz. 41 FOTOĞRAF ÇALIŞMA GRUBU “Durdurduğumuz zamanı görüntülüyoruz” Fotoğrafı hobi değil yaşam biçimi olarak gören Haldun Durukan (ME ’82) ile fotoğrafın derinliklerine indik. DERNEK’TEN Nurdoğan Arkış (SOC ’80) Haldun, fotoğrafa hangi gözle bakıyorsun, fotoğraf sana ne ifade ediyor? Fotoğrafa kendi hayallerimle bakıyorum. Görünenlerin ardında gizli kalan dünyayı merak ediyorum... Başkalarını gözlemlemek için bakmıyorum ve çekmiyorum. Bence fotoğraf bir zamanı aramaktır ve zamanın yorumunu yapmaktır. Kendimiz durdurduğumuz zamanı görüntülüyoruz sanki. Çatışmalar içinde kurulan ilişkiler ile karşıtlıklardan çıkan birliktelikler bana hep çekici gelmiştir. Realist bir bakışım olmadı hiç. Bir yerde gerçeklere ihanet etmek gerekir ve bu 42 en çok fotoğrafa yakışıyor. Çerkes Karadağ “Görüntü Büyücüsü” adlı kitabında; “Bence fotoğraf ritim açısından şiirle, içerik açısından öyküyle, görüntü açısından resimle, gerçeklik açısından sinemayla, katılım açısından tiyatroyla, paylaşım açısından da herkesle yakınlık içerisindedir “diye söz ederken fotoğrafın tüm sanat dallarına uç verdiğini çok iyi anlatmış. Fotoğrafa gerçek anlamını veren bu sözü çok önemiyorum. Eminim bir çoğumuz gibi senin de fotoğraf geçmişine bakınca fotoğrafın önemini sana kavratan, seni etkileyen anlar olmuştur. Fotoğraf senin için neden önemli hale geldi, ne oldu da fotoğrafı hobi olarak önemsedin? 1980’li yılların başında Ankara Afsad döneminde yoğun siyah beyaz kareler çeker, karanlık odaya girer, kendimi karanlık odada farklı bir aydınlık içinde bulurdum. Karanlık oda dönemi bitmeye yüz tuttuğunda nedense fotoğrafa uzak kaldım. Ta ki 6-7 yıl öncesine kadar. Fotoğrafa hobi olarak değil yaşam biçimi olarak bakmaya karar verdim. Geri dönüşümün en aklıma gelen sebebi budur. FOTOĞRAF ÇALIŞMA GRUBU Değişik bir bakış açın olduğunu biliyorum, konu seçimin, çerçevelemen farklı oluyor, sence senin bakışındaki farklılık nedir? Hayatın bir anda başlayan ve bir anda biten yalın gerçeğini birer küçük nokta olarak düşünürsek, aslında iki nokta arasında yaşananlar çok boyutlu grafik bir renk karmaşasıdır. Bu karmaşayı fotoğraf karelerine yerleştirmek bana heyecan veriyor. Hayata grafik bir boyuttan baktığımda az bulunan,sıradan ve aslında değer verilmeyen detayları yakalamak mümkün oluyor. Masalsı renkler ve çizgiler o değersiz gibi görülen detaylara farklı anlamlar katabiliyor. Fotoğraf ile ilgili hayalin nedir? Bir fotoğraf yolculuğu hayal ediyorum. Bir yerden başlıyorum yolculuğa ve o yerde bir şeyler çekiyorum. Ardından bir sonraki adrese doğru yola çıkıyorum ve yolda önce çektiğim fotoğraflara hikaye yazıyorum. Bir sonraki adreste bir önceki hikayemi fotoğraflarımla “Hayatın bir anda başlayan ve bir anda biten yalın gerçeğini birer küçük nokta olarak düşünürsek, aslında iki nokta arasında yaşananlar çok boyutlu grafik bir renk karmaşasıdır. Bu karmaşayı fotoğraf karelerine yerleştirmek bana heyecan veriyor.” anlatıyorum. Orada da yine bir takım fotoğraflar çekiyorum ve yolculuğa devam ediyorum. Bu yolculuğu soluksuz devam ettirmek istiyorum, hiç bitmeyeceğini düşünerek... Şu an üzerinde çalıştığın fotoğraf projelerin var mı? Graffiti/insan/hayat/müzik ilişkisi üzerine kurgular hazırlıyorum. Ama herşey henüz çok ham. Neden graffitti dersen, duvarlara işlenen hayallerin hayatta karşımıza çıkan gerçeklerden çok farklı olduğunu düşünüyorum. Hayaller yaşamın içinde bir yaşam gibi geliyor bana. Fotoğrafa yeni başlayan birine ne tavsiye edersin? Öncelikle gördüklerine bakmaya başlamasını tavsiye ederim. Renklerle ilgili eğitim almalı ve ışık ne demektir bir fikir edinmeli. Örneğin John Berger’in “Görme Biçimleri” kitabını okumakla yola çıkmasını makina seçiminden daha önemli buluyorum. Fotoğraf makinalarının, markaların kendisini yönetmesine izin vermemeli, kendisi o makinaları kendi fotoğraf çekme arzu ve eğilimlerine göre şekillendirmeli. Aygıtların egemen olduğu dünyamızda fotoğrafa daha özgür bir düşünceyle sahip çıkılmalı. Kısa zaman içinde kendisine bir bakış şekli ve bir tarz edinmesi de önemli. Fotoğraf çekmeyi bir hobi olmaktan çıkarıp bir yaşam biçimine dönüştürmek çekene de büyük keyif ve enerji veriyor. 43 EDEBİYAT KULÜBÜ Virginia Woolf ve Mrs. Dalloway “KENDİMİ SANA DOĞRU SAVURACAĞIM, YENİLMEKSİZİN VE BOYUN EĞMEDEN, EY ÖLÜM!” (Virginia Woolf’un mezar taşındaki yazıt-Dalgalar’ın bitiş cümlesi: Faust’tan) DERNEK’TEN Bu ay okuduğumuz kitaplardan biri de, ünlü yazar Virginia Woolf’un ilk kez “Jackob’un Odası”nda denemeye başladığı yeni roman tekniğini tam olarak kullandığı ilk kitabı, “Mrs. Dalloway”di. Woolf, bu romanı yazarken, “tüm kalıpları kırmaya, duyduğu ve düşündüğü her şey için yeni bir var olma biçimi, yani yeni bir ifade biçimi bulmaya” kendini zorladığını söylüyor. Kitapta belirli bir olay örgüsü yok ve kronolojik sırayla, başı, ortası, sonu olan bir öykü anlatılmıyor. 1923 yılının Haziran ayında geçen bir günün on iki saati, sürekli olarak geçmişe dönüşler yaparak ele alınmakta. Saatlerin- özellikle Big Ben’in- çalmasından yararlanılarak her geçen saatin; hatta yarım saatin bilincinde olmamız sağlanıyor. (Zaten yazarın roman için düşündüğü ilk isim “The Hours” ). Romanda kişilerin iç dünyası, kişilerin içinde olup bitenler doğrudan aktarılarak, bilinç akışı tekniği ile veriliyor. Yazar, “içinde ne olursa olsun an’ın bir bütün olarak verilmesi”ni amaçlamış. Diğer yandan psikolojik yorumlar, yaratılan kişileri yargılama ya da bir düşünce/davanın savunulması da söz konusu değil ve olup bitenleri yazar ya da anlatıcı yorumlamıyor. Romanda iki baş kişi var. Clarissa 44 Dalloway ellli yaşlarında bir ev hanımı. İkinci karakter Septimus Warren Smith ise otuzlarında, savaş kurbanı bir küçük memur. Daha romanın en başlarında bu iki karakter arasında bir bağ kurulmaya başlıyor: Raslantıyla aynı zamanda Londra’nın aynı sokağında bulunup; aynı şeyleri görüp duyuyorlar. Aslında bu iki karakter arasındaki gizemli bağ bundan çok daha derin ve her ikisi de roman boyunca Shakespeare’den aynı dizeleri anımsıyor. Othello’nun sözleri “Şimdi ölmek, şimdi çok mutlu olabilmek demektir” sürekli olarak akıllarında. Ya da Cymbeline’deki “Güneşin sıcağından korkma artık” diye başlayan ağıtı anımsayıp, kendi kendilerine tekrarlıyorlar. Clarissa romanın geçtiği tek günün akşamında verecek olduğu partiye hazırlanırken, Septimus adım adım onu akıl hastanesine götürecek doktorun gelişine; onunla birlikte gelecek ölümüne yaklaşmaktadır. Romanın sonunda, verdiği partide Septimus’un intiharının anlatılmasıyla birlikte, Clarissa ile Septimus’un yolları son kez kesişecek ve tanımadığı bu gencin ölümü üzerinde düşünmeye ve giderek ona yakınlık duymaya başlayan Clarissa, onunla tümüyle özdeşleşecektir. Öylesine ki, ona acıyacağı yerde, kendisinin yapamadığını bu delikanlının yapmış olmasına adeta sevinmektedir. Mrs. Dalloway, intihar konusunda saplantılı olan ve romanı yazdığı yıllara gelinceye kadar iki kez intihar girişiminde bulunan Virginia Woolf’un, delilik ve intiharı anlattığı tek kitabıdır. Woolf, romanı bitirmesinden on altı yıl sonra bir kez daha yaşamına son vermek istemiş ve bu sefer başarılı olmuştur. SİNEMA KULÜBÜ Sinema Kulübü’nün yoğun gündemi Sinema Kulübü yoğun bir gündem yaşadı. Film seyredildi, film üzerine tartışıldı, Defne Gürsoy ile Cannes Film Festivali izlenimleri üzerine sohbet edildi ve kulüp amaçları üzerine özel bir toplantı gerçekleştirildi. Bilge Seçmeler (EF’01) Mayıs ayında kurulan ve ilk etkinliğinde Zeki Demirkubuz’un “Yeraltı” filmini izleyen Sinema Kulübü olarak ikinci etkinliğimizde İstanbul’un çevrecilik sorunları üzerine kurgulanmış belgesel film “Ekümünopolis” i izledik. Seyir sonrasında Feryal Hanım’ın İnşaat Mühendislik deneyimlerinden yararlanarak sohbetimiz çok daha ilginç noktalara vardı. Feryal Hanım, “Bu belgesel inşaat sektörüne sesleniyor” dedi. Ekümünopolis üzerine; “Azcuk peşin, gerisi Allah kerim … Gazetelerin sayfaları ve televizyon kanalları uzun bir süre bu “cazip” projelerin reklamları ile doluydu… Pastel renklerle bezenmiş, modern yaşamı simgeleyen ne varsa onlara ait sembollerin yer aldığı robot resimler… İnsanı baştan çıkarmaya çalışan sloganlar: orman içinde, göl kenarında, bilmem kaçıncı katında bahçeli, teraslı, önünde kocaman kulaklı tavşanların cirit attığı alanlar, şırıl şırıl akan sular, kanallar, göletler, kayıklar, bilmem nereyi ayağınıza getiren ya da aratmayan ayrıntılar vb ile dolu yapay oluşumlar… Kesinlikle ilk bakışta albeni yaratan ve bize “güya” modernizm çanları çaldırtan “yeni yaşam mekanları”… (Müjde Ayşe Şahintürk’ün izlenimleri) Belgeselin sonrasında ortak kanımız, şayet mahalle vari sokaklarda yaşıyorsanız, balkonunuzdan erik ağacı sarkıyorsa o hayatı bırakmayın. Sinema Kulübü neleri amaçlıyor? 1- Sinema kültürümüzü geliştirmek; 2- Üretim aşamalarını öğrenmek: Hikâye, Senaryo, Teknoloji, Kurgu, Yönetim, Çekim, Oyunculuk, Montaj, Seslendirme, Vizyon, Eleştirmen, Seyirci boyutları; 3- Paydaşları; Üreticiler, Set Çalışanları, Oyuncular, Senarist, Yönetmen, Eleştirmen ve Yapımcılar ile ilişkiler kurmak ve geliştirmek; 4- Başta ODTÜ olmak üzere, üniversitelerin (Boğaziçi, Bilgi Üniversitesi gibi) sinema kulüpleri ile iletişime geçmek; 5- Sinema ile ilgili olan diğer sinema, dergi, dernek, sendika ve gruplarla ilişkiye girmek; 6- Toplu veya bireysel olarak vizyondaki filmleri izleyerek, diğer üyelerimize fikir ve katkılarda bulunmak, tartışmalar yapmak; 7- Festival ve gösterimlerle ilgili olarak özel etkinliklerde bulunmak; 8- Türk ve Dünya Sinema Tarihi hakkında bilgimizi paylaşmak, artırmak, önemli filmleri birlikte izlemek, değerlendirmek. www.odtumistsinema.wordpress. com Defne Gürsoy ile Cannes Film Festivali ÜZERİNE Yaşamınızı faunus üzerine kurmayın. Cannes Film Festivalini izleyen gazetecilerimizden Defne Gürsoy (ODTÜ MAN ’83) ile 8 Haziran akşamı dernek merkezimizde iki saati aşan bilgi bakımından zengin bir söyleşi gerçekleştirdik. TV ekranından tanık olabildiğimiz bir festival üzerine bir Türk gazetecinin tanıklıklarını dinlemek ve siyasi, politik, sosyolojik anlamda Cannes Film Festivali’ni yorumlamak son derece keyifliydi. Defne’nin heyecanı ve kulübümüze gösterdiği destek bizleri de sevindirdi. Bir gazetecinin şifresi ile internetten filmlere ulaşabilmek bizlerde ayrıcalık hissi yarattı. 45 BURS HAVUZU ÇALIŞMA GRUBU Bu köprüden geçen çocuklar ODTÜ’ye gelecek Değerli Üyemiz/Mezunumuz, DERNEK’TEN Burs verdiğimiz öğrencilerimizden oluşan KÖPRÜ Grubu, 9 yıldır sürdürdüğü “Her Yıl Bir Köye Kütüphane Projesi”ni 19 Mayıs 2012’de Kastamonu İli Pınarbaşı İlçesi’nde bulunan Şehit Ramazan Akkaya Yatılı İlköğretim Bölge Okulu’nda gerçekleştirdi. Uzun araştırmalar sonunda; Kastamonu İli Pınarbaşı İlçesi Şehit Ramazan Akkaya YİBO’da bulunan kütüphanenin yetersiz oluşu, ilçede başka bir kütüphane olmayışı ve geliştirilecek olan kütüphanenin ilçenin de kullanımına açık olacağı hususlarından dolayı buraya kurulması uygun görüldü. Proje tarihi olarak da 19 Mayıs 2012 seçildi. 46 Projeye 4.000’in üzerinde kitap bağışı, 3.022 TL maddi yardım geldi. Projeye destek olan herkese gönülden teşekkürlerimizi sunuyoruz. Proje için dernek merkezimizde toplanan 35 koli kitabı ODTÜ’ye bursiyerlerimize gönderdik. Bursiyerlerimizin topladıkları kitaplarla birlikte envanteri tutulan kitaplar, kütüphane için raflar ve masalar, ODTÜ Bilim Otobüsü’ne yüklenerek bursiyerlerimizle birlikte 18 Mayıs gecesi yola çıktılar. İstanbul’dan Yönetim Kurulu ve Burs Havuzu Çalışma Grubu üyesi 5 mezunumuz ve bir dernek personelimiz projeye destekte bulunmak üzere 19 Mayıs sabahı Pınarbaşı’ndaydılar. 19 Mayıs sabahı okulun pansiyonunda yapılan kahvaltının ardından getirilen kitaplar, masalar ve kitaplıklar; okulun öğrencileri, meraklı küçükler, bursiyerlerimiz, mezunlarımız, Okul Müdürü, Müdür Yardımcısı, Öğretmenler, İlçe Milli Eğitim Müdürü, ODTÜ Bilim Otobüsü Şöförleri ve halk tarafından kütüphaneye yerleştirildi. Buradaki dayanışma görülmeye değerdi. Herkes bir işin ucundan tuttu. 19 Mayıs dolayısıyla programlanan resmi tören de okulda gerçekleşti. Hep birlikte tören izlendi. Tören sonrasında İlçe Kaymakamı Mehmet Emin Taşçı ile KÖPRÜ Grubu Koordinatörü Mustafa Ünal kütüphanenin açılışını yaptılar. Açılış sonrası konuşmasında teşekkürlerini ileten İlçe Kaymakamı, KÖPRÜ BURS HAVUZU ÇALIŞMA GRUBU Koordinatörümüze bir plaket verdi. Bursiyerlerimizin önceden planladığı birçok etkinlik, okul öğrencileri ve köy çocuklarıyla birlikte sunuldu. Deneyler gerçekleştirildi, oyunlar oynandı, futbol maçı yapıldı. Yapılan etkinliklerle çocuklarla bursiyerlerimiz arasında çok sıkı bağ oluştu. Öyle ki; ilçeden ayrılırken çocuklarla yapılan vedalaşmadaki gözyaşları herşeyi anlatıyordu. Proje sonrası planlanan gezi; 19-20 Mayıs tarihlerinde Pınarbaşı ve Safranbolu bölgesinde gerçekleşti. 19 Mayıs günü proje ve etkinlikler tamamlandıktan sonra Pınarbaşı Valla Kanyonu ve Ilıca Şelalesi gezildi. Ertesi gün tarihi bir mekanda yapılan kahvaltı sonrasında Horma Kanyonu’na gidildi. Safranbolu da bursiyerlerimizle birlikte gezildikten sonra mezunlarımız ve bursiyerlerimiz Karabük’te ayrıldılar. Bursiyerler Ankara, mezunlarımız İstanbul yoluna koyuldular. Kastamonu’da bulunulan süre içerisinde Okul Müdürü, Müdür Yardımcıları, Öğretmenler, İlçe Milli Eğitim Müdürü ve yöre halkı tarafından oldukça iyi ağırlandık. Kütüphaneyi kurarken, etkinlikleri gerçekleştirirken, 19 Mayıs törenlerini izlerken, yöreyi gezerken, alışveriş ederken, bölge halkıyla bol bol sohbet edildi. Kütüphane projemiz ve ODTÜ anlatıldı. Okuldan ayrılmadan önce okulda yapılan ufak toplantıda Okul Müdürü’nün şu sözleri hepimizin aklına kazındı: “Sizin kurduğunuz bu köprüden bu okulun öğrencileri geçerek ODTÜ’ye gelecekler.” Projeye desteğini esirgemeyen üyelerimiz, mezunlarımız, gönülden ODTÜ’lü herkese çok teşekkür ederiz. Saygılarımızla, İstanbul ODTÜ Mezunları Derneği MAYIS - HAZİRAN 2012 100 TL VE ÜSTÜ BURS VERENLER AŞAĞIDAKİ TABLOLARDA GÖSTERİLMİŞTİR MAYIS-HAZİRAN 2012 KURUMSAL BURSLAR ENSER ENDÜSTRİYEL SERVİSLER 250.00 BENGİ ELGİN ÜÇÖZ (FDE’94) FAS’76 SINIFI BURSU 250.00 CEM SARVAN (MINE’89) 1,000.00 FİNANSBANK TEFTİŞ KURULU ÇALIŞANLARI 200.00 ELİF GÜRSEL USLUER (MAN’00) 880.00 REMEKS LTD.ŞTİ.(REMZİ SOLAK CHE’85) 150.00 ETEM CEM UÇAR (EE’97) EVRE GIDA LTD.ŞTİ. (BÜNYAMİN ÖZDALYAN FDE’87) 750.00 UFUK YAPI SAN VE TİC LTD. ŞTİ. (ÖMER DEMİRBİLEK ME’78) 150.00 FERİDE DEMİRTAŞ (ECON-STAT’79) ÖZEL DENİZATI İLKÖĞRETİM OKULU 500.00 100.00 ÖZGÜN ŞİRKETLER GRUBU 500.00 SGS TASARIM TAAHHÜT İNŞAAT SANAYİİ TİC. LTD. ŞTİ. PROTEM ELEKTRONİK MAKİNA SAN. VE TİC. LTD. ŞTİ. 500.00 FOTOĞRAF KULÜBÜ BURSU 430.00 KONE ASANSÖR SANAYİİ VE TİCARET A.Ş. 1,820.00 TREK TURİZM (FİKRET GÜRBÜZ (ME’78) KÖPRÜ(M) BURSU* ALTERNATİFBANK ÇALIŞANLARI DATA MARKET BİLGİ HİZMETLERİ LTD.ŞTİ. (MURAT BOYLA) 330.00 300.00 TESTO ELEKTR. VE TEST ÖLÇ. CİH. DIŞ TİC. LTD.ŞTİ. (SELMAN ÖLMEZ EE’82) 300.00 TEKNO-METAL LTD. ŞTİ. TEKNOTHERM LTD. ŞTİ. FEVZİ TURKAY OKTAY (EE’88) FUNDA ÇETİNTAŞ (CENG’84) FUNDA GENYA (MAN’89) FUNDA GÜNEŞ (CHE’01) MAYIS-HAZİRAN 2012 TEK SEFERLİK BURSLAR GÖKHAN GÜNVER (FDE’95) MEHMET ALİ ACARTÜRK (MAN ’78) 2,000.00 GÜLSÜN ZEYTİNOĞLU (BIOL’83) LEYLA KARA (MATH ’90) 250.00 MEHMET ALİ ALPAR (PHYS’72) YÜCEL MUTLU 250.00 NURAY-HAKAN AKMERİÇ (CENG’82) ÖZGÜN TANGLAY (ARCH’01) 200.00 ÖZKUL KORAY (MAN’69) RUŞEN ÇETİN (EE’81) MAYIS-HAZİRAN 2012 ARTIRIM SERDAR SUNGAR ABBAS HACIÖMEROĞLU (ARCH’72) TAYFUR CİNEMRE (ME’78) 270.00 ALEV SEMKER AKAL (ECON’84) TEVFİK ONAT (MATH’79) 270.00 AYSUN MERCAN (MAN’82) ZEYNEP DURUKAL (ECON-STAT’76) 47 BURS HAVUZU ÇALIŞMA GRUBU MAYIS-HAZİRAN 2012 BİREYSEL BURSLAR AKIN ÖNGÖR (MAN’67) 1,000.00 ELİF İZGİ TOPBAŞ (ARCH’93) 150.00 DEMET ÖZDEMİR ÖZ (MAN’91) 100.00 SALİM ALTINÖZ (CE’81) 800.00 ERCÜMENT GÜMRÜK (ARCH’72) 150.00 DİLNİŞİN BAYEL (MAN’96) 100.00 TURGUT ONUR (ECON-STAT’79) 600.00 ERSİN ÖZİNCE (MAN’75) 150.00 ERCÜMENT YILDIZ (PHYS’83) 100.00 MEHMET-MUTENA SEZGİN (MAN’84) 550.00 FİLİZ EYÜBOĞLU (CENG’84) 150.00 ERDOĞAN LEBLEBİCİ 100.00 ABDULLAH AYDIN (ME’69) 500.00 GÖKBEN UTKUN (CENG’96) 150.00 ESRA BASKIN 100.00 FİGEN KORUN (ECON’68) 500.00 GÜLTEN SEVİNÇ-ATIL İŞÇEN 150.00 FATMA ŞEBNEM ABAYOĞLU (EE’79) 100.00 İSMAİL IŞIK (CE’76) 500.00 HALUK ERBEN (CHE’76) 150.00 FEYZULLAH ARDA (CHE’72) 100.00 SELMA YURTSEVER (IE’81) 500.00 HÜLYA SİREL 150.00 GÜLTEKİN GÜNAL (MATH’79) 100.00 TUNCAY ÖZYÜREK (ADM’68) 500.00 KAYA ÖZGÜL (MAN’80) 150.00 H. SİNAN TEREK (IE’80) 100.00 ALİ ARİF ERİÇ (ME’82) 400.00 MEHMET MURAT ÖZKARAKAŞ (METE’79) 150.00 HAMİT AYDOĞAN (ADM’80) 100.00 OSMAN CENGİZ BİRGİLİ (CE’78) 400.00 MERAL ÇİMENBİÇER 150.00 HASAN KILIÇ (MAN’88) 100.00 ARSLAN SALMAN (EE’68) 330.00 METE HAKAN GÜNER (MAN’95) 150.00 HİLKAT ERKALFA (CHE’70) 100.00 BÜLENT OLTU (CE’73) 300.00 NESRİN-EROL TUNÇMAN (CHE’79) 150.00 İ.ENGİN ÖZGÜL (MAN’83) 100.00 F.MİNE-DENİZ ÖZGENTAŞ (MAN’82) 300.00 NUR-SERHAT KURAK (CENG’87-ME’87) 150.00 İBRAHİM ŞENYAY (CHE’70) 100.00 FERİDE DEMİRTAŞ (ECON-STAT’79) 300.00 OSMAN ERK (MAN’74) 150.00 İSMAİL ERSİN PEYA (ADM’83) 100.00 NECAT KAMİL KONUKÇU (METE’79) 300.00 ÖMER VARGI (PHYS’76) 150.00 İSMİNİ AÇIKLAMAK İSTEMEYEN (MAN’80) 100.00 NURAN-İSA ÜLKER (CHED’91-ECON’83) 300.00 ÖZEN ALTIPARMAK (MAN’76) 150.00 KURTULUŞ BERKAY GEZEN (EE’95) 100.00 NURAY AYAROĞLU (ECON’84) 250.00 PINAR İLKİ (ARCH’93) 150.00 MEHMET KOCASAKAL (CHEM’78) 100.00 TOLGA EGEMEN (ME’92) 250.00 YUSUF BORA IŞIK (ME’74) 150.00 MEHMET ÖZDEŞLİK (EE’78) 100.00 ÜSTÜN SANVER (MAN’72) 250.00 ALEV KAHRAMAN (MAN’94) 130.00 MEHMET RASGELENER 100.00 YUSUF KÖSE (ECON-STAT’79) 250.00 ELA ÇUBUKÇU (ECON’91) 130.00 MEHMET UMUR COŞKUN (IE’74) 100.00 M.ALİ ACAR (MAN’78) 225.00 TÜRKÜ KARAN (MAN’91) 130.00 MEHMET YAŞAR ÖZEKENCİ 100.00 ALPARSLAN TANSUĞ (MAN’75) 200.00 UĞUR AYKEN (ME’76) 130.00 MELİH KIRLIDOĞ (CE’83) 100.00 DENİZ FEVZİYE KUTLUSOY (ECON’84) 200.00 CENGİZ ERDOĞAN (ECON-STAT’79) 125.00 MURAT DARYAL (CHEM’78) 100.00 FEVZİ TURKAY OKTAY (EE’88) 200.00 ERTAN MESTCİ (ARCH’63) 125.00 MUZAFFER HACIBEKİROĞLU 100.00 GÖKHAN GÜNVER (FDE’95) 200.00 GÖKÇE ORHAN (CRP’96) 125.00 NURSEN TÜZÜN (MAN’86) 100.00 MEHMET ALİ ACARTÜRK (MAN’78) 200.00 MEHMET YENER (MAN’67) 125.00 OĞUZ ÖZDEMİR (MAN’74) 100.00 MEHMET MÜRŞİT ÇELİKKOL (ME’79) 200.00 GÜNHAN ÖZOĞUZ (CHE’75) 120.00 ORHAN KURMUŞ (ECON-STAT’68) 100.00 MELİH KARAKAŞ (CHE’72) 200.00 NURAY-HAKAN AKMERİÇ (CENG’82) 120.00 ÖMER BERKER 100.00 NAFİS YURDAL YALMAN (MAN’87) 200.00 SELÇUK ÖZDİL (ME’78) 120.00 SAİME ÖZBAY (ECON’73) 100.00 OSMAN SARI (CE’70) 200.00 SELMA ZAİM (ID’85) 120.00 SEÇKİN NUZUMLALI (ME’78) 100.00 ÖZKUL KORAY (MAN’69) 200.00 ADNAN OKUR (ECON’95) 100.00 SEDEF DURU ÖZKAZANÇ (MAN’91) 100.00 RUŞEN ÇETİN (EE’81) 200.00 AKIN TELATAR (MAN’90) 100.00 SELDA ARKAN (CHEM’80) 100.00 ŞEBNEM ÖZBÜBER (BIOL’90) 200.00 ATOK İLHAN (MAN’63) 100.00 SEMA TURGUT (MAN’89) 100.00 TAYFUR CİNEMRE (ME’78) 200.00 AYNUR KARPAT (CHE’86) 100.00 SERAP TELCİ (FDE’86) 100.00 ZEYNEP-BÜLENT FIRAT (MAN’97-MAN’97) 200.00 AYSUN MERCAN (MAN’82) 100.00 SEVGİ GÜRBÜZ (IE’83) 100.00 SAVAŞ DERİNGÖL (MAN’76) 160.00 AYŞE GÜLİN GÜNAL (PHIL’99) 100.00 SEYHUN ŞİRİN (GEOE’79) 100.00 AYŞEN KALKAVAN 150.00 BAHAR AKAY (CHE’69) 100.00 TAMER SOYULMAZ (ME’89) 100.00 BERK VURAL (ME’65) 150.00 BANU BÖREKÇİ (MAN’74) 100.00 TEVFİK CEM BAYKARA (EE’90) 100.00 BİRİM-CEM KARAKAŞ (MAN’97) 150.00 BEHZAT YILDIRIMER (MAN’79) 100.00 TUFAN TUNÇYÜZ (ME’74) 100.00 CEMAL OĞUZ BEKAR (MAN’82) 150.00 CAFER FINDIKOĞLU (MAN’74) 100.00 VELDA SAVAŞ GÜNDOĞAR (ADM’92) 100.00 CENK ALTUN-ÖZGÜR TOKGÖZ ALTUN (MAN’94-MAN’97) 150.00 CANAN-ÇAĞATAY PİŞKİN (ECON’94) 100.00 VEYSEL BATMAZ (ADM’79) 100.00 CANBOLAT MAHMUTOĞLU (ME’83) 100.00 YAVUZ BAYRAKTAROĞLU (METE’76) 100.00 ÇAĞLA KURTULUŞ (MAN’69) 150.00 CÜNEYTHAN MERTDOĞAN (ECON’86) 100.00 ZELİHA İLKE SELVİ (CENG’85) 100.00 DEVRİM OKÇU (MATH’90) 150.00 ÇAĞLAR SÜRÜCÜ (CE’95) 100.00 ZİYA DOMANİÇ (MAN’78) 100.00 ZUHAL-ÖNDER FOCAN (ME’78) 100.00 MAYIS-HAZİRAN 2012 SEVDİKLERİNİZİN ANISINA 48 SEMİH ERBEK ANISINA BURSU 5,770.00 ERTUĞRUL KARAKAYA ANISINA BURSU 180.00 “RSY” ANISINA BURSU 2,000.00 AYSEN ALTANLAR ANISINA BURSU 150.00 FATMA KENDİR ANISINA BURSU 1,000.00 EMİNE-FEVZİ ORAY ANISINA BURSU 120.00 BÜLENT OLTU (CE’73) SERTAÇ KENDİRCİ ANISINA BURSU 455.00 H.ALİ YENİDÜNYA ANISINA BURSU 110.00 CANER ERDEM (STAT’07) BÜLENT FİDAN ANISINA BURSU 345.00 MUHİDDİN CENKDAĞ ANISINA BURSU 100.00 DEVRİM OKÇU (MATH’90) ALİ-FERİHA GÜLEN ANISINA BURSU 300.00 MÜŞERREF CENKDAĞ ANISINA BURSU 100.00 GÖKBEN UTKUN (CENG’96) ÖNER ESKİL ANISINA BURSU 250.00 YURTKAN KÖKÜÖZ ANISINA BURSU 235.00 RABİA YENİDÜNYA ANISINA BURSU 220.00 MAYIS-HAZİRAN 2012 YENİ KATILIM MAYIS-HAZİRAN 2012 ADINA BURSLAR GÜLTEKİN KARAŞİN SCIENCE ACHIEVEMENT AWARD 250.00 *KÖPRÜ: Bursiyerlerimizin oluşturduğu grubun adı, KÖPRÜ(M): Mezun bursiyerlerimizin oluşturduğu grubun adı. dı! y ı m az m l r. o a v i y i u ş Olsa de olmu Biz * e c e d sa e tt a sa a Carrier Klim 7 kuruş elektrik harcar. Kampanyalarda onların, yüzlerin, binlerin havalarda uçuştuğu günümüzde, kuruşa geri dönmek elinizde! Carrier’ın Inverter Klimaları minimum kapasitede saatte sadece 7 kuruşa ısıtıp serinletiyor. Carrier; ne de olsa klimanın mucidi. Teknoloji de onda, ekonomi de. ALARKO CARRIER SANAY‹ VE T‹CARET A.Ş. ‹STANBUL Gebze Organize Sanayi Bölgesi, Şahabettin Bilgisu Cad. 41480 Gebze -KOCAEL‹ Tel: (0262) 648 60 00 ANKARA Sedat Simavi Sok. No: 48 06550 Çankaya - ANKARA Tel: (0312) 409 52 00 ‹ZM‹R Şehit Fethibey Cad. No: 55 Kat: 13 35210 Pasaport - ‹ZM‹R Tel: (0232) 483 25 60 ADANA Ziyapaşa Bulvar› Çelik Apt. No: 25 / 5-6 01130 - ADANA Tel: (0322) 457 62 23 ANTALYA Metin Kasapoğlu Cad. Küçükkaya Sitesi A Blok No: 2 / 7 07050 - ANTALYA Tel: (0242) 322 00 29 *Bu özellik 24.000 BTU modellerinde geçerlidir.
Benzer belgeler
ten - İstanbul ODTÜ Mezunları Derneği
olarak bir kez daha Burs Havuzu
Çalışam Grubumuza ve KÖPRÜ
grubuna teşekkürlerimizi iletiyor ve