Bio ExPERT - Türkiye Romatoloji Derneği
Transkript
Bio ExPERT - Türkiye Romatoloji Derneği
ISSN: 1309-2596 Cilt: 2, Sayı: 1, 2011 BioExPERT EULAR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar Bu yılki EULAR toplantısında sunulan abstraktların yaklaşık 210 tanesi romatoid artrit tedavisinde TNF inhibitörleri ile yapılan çalışmalara aitti. Bu çalışmalar arasından seçilenler Dr. Ömer Nuri Pamuk tarafından gözden geçirildi. Yaklaşık 75 çalışmada ise diğer biyolojik ajanlarla yapılan araştırmaların sonuçları sunulmuştu. Bunlardan IL-6 reseptörünü ve T hücrelerini hedef alan çalışmalar Dr. Mehmet Sayarlıoğlu, B hücrelerini hedef alan çalışmalar ise Dr. Salih Pay tarafından özetlendi. Dr. Salih Pay ayrıca vaskülitlerde ve bağ dokusu hastalıklarında B hücresini hedef alan tedaviler ile yapılmış az sayıdaki çalışmayı da gözden geçirdi. Spondiloartritlerde biyolojik ajanlarla yapılan çalışmalar ise Dr. Fatoş Önen tarafından derlendi. “ “ Amerikan Romatoloji Cemiyeti (ACR) ve Avrupa Romatoloji Ligi (EULAR) toplantıları, romatizmal hastalıkların patogenez, tanı ve tedavisi konusunda son gelişmelerin gözden geçirildiği ve romatoloji alanında önemli çalışmaların sonuçlarının çoğunlukla ilk olarak duyurulduğu önemli platformlardır. Bu toplantılarda sunulan biyolojik ilaçlarla ve yeni terapötik ajanlar ile yapılan son klinik çalışmaları gözden geçirmenin yararlı olacağını düşünerek BioExpert’in daha önceki bir sayısını 2009 yılında Philadelphia’da yapılan ACR toplantısına ayırmıştık. Bu sayıda da 2011 yılında Londra’da yapılan EULAR toplantısını gözden geçirdik. EULAR’ın önümüzdeki dönem başkanlığını yapacak Prof. Dr. Maurizo Cutolo’dan öğrendiğimize göre bu yılki EULAR toplantısına toplam 3454 abstrakt sunuldu. Bunlardan 119 tanesi (%3.44) Türkiye’den gönderilen çalışmalardı. Prof. Dr. Nurullah Akkoç ETN 1176 BIOEXPERT ILAN 10/24/11 6:43 PM Page 1 C Composite M Y CM MY CY CMY K Etanercept_C2S1_Giris_1 11/4/11 2:43 PM Page 1 BioExPERT EULAR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar Yazarlar Doç. Dr. Ömer Nuri Pamuk Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Romatoloji Bilim Dalı, Edirne Prof. Dr. Mehmet Sayarlıoğlu Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Kahramanmaraş Prof. Dr. Salih Pay GATA, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Ankara Prof. Dr. Fatoş Önen Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, İmmünoloji-Romatoloji Bilim Dalı, İzmir BioExPERT Yıl: 2 Sayı: 1 Sayfa: 1-28 ISSN: 1309-2596 YEREL SÜRELİ Sigma Publishing Dan. ve Org. Dış Tic. Ltd. Şti. adına; İmtiyaz Sahibi Gönül Simpson Yayın Danışmanı İlkay Marangoz Yayına Hazırlayan Pelin Bayrak Yazı İşleri Müdürü (Sorumlu) Gönül Simpson Editör Prof. Dr. Nurullah Akkoç İdare Yeri ve Yazışma Adresi Sigma Publishing Danışmanlık ve Organizasyon Dış Tic. Ltd. Şti. Yazarlar Doç. Dr. Ömer Nuri Pamuk Prof. Dr. Mehmet Sayarlıoğlu Prof. Dr. Salih Pay Prof. Dr. Fatoş Önen Akatlar Mah. Cebeci Cad. No: 67 Etiler / İstanbul Tel : 0 212 352 16 61 Faks : 0 212 352 16 57 e-mail: [email protected] www.sigmapublishing.com Has Matbaacılık San. Tic. Ltd. Şti. Tel : 0 212 629 02 49 www.hasmatbaa.com.tr Bu dergide yayınlanan yazı ve şekillerin sorumluluğu yazarlarına aittir. Sigma Publishing herhangi bir sorumluluk kabul etmemektedir. Etanercept_C2S1_Giris_1 11/4/11 2:43 PM Page 2 BioExPERT EULAR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar İçindekiler y 2011 EULAR’da Romatoid Artritte Anti-TNF Tedavi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 Doç. Dr. Ömer Nuri Pamuk y Romatoid Artrit Tedavisinde İnterlökin-6 İnhibisyonu ve T Hücresine Yönelik Tedavi: Abatasept . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 10 Prof. Dr. Mehmet Sayarlıoğlu y EULAR 2011’DE B Hücresini Hedef Alan Tedavi Çalışmaları . . . . . . . . . . . . . . . . . . 16 Prof. Dr. Salih Pay y Spondiloartritlerde Biyolojik Tedaviler; EULAR Kongresi 2011’de Sunulan Çalışmaların Gözden Geçirilmesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 23 Prof. Dr. Fatoş Önen Etanercept_C2S1_Giris_1 11/4/11 2:43 PM Page 3 BioExPERT EULAR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar Önsöz Amerikan Romatoloji Cemiyeti (ACR) ve Avrupa Romatoloji Ligi (EULAR) toplantıları, romatizmal hastalıkların patogenez, tanı ve tedavisi konusunda son gelişmelerin gözden geçirildiği ve romatoloji alanında önemli çalışmaların sonuçlarının çoğunlukla ilk olarak duyurulduğu önemli platformlardır. Bu toplantılarda sunulan biyolojik ilaçlarla ve yeni terapötik ajanlar ile yapılan son klinik çalışmaları gözden geçirmenin yararlı olacağını düşünerek BioExpert’in daha önceki bir sayısını 2009 yılında Philadelphia’da yapılan ACR toplantısına ayırmıştık. Bu sayıda da 2011 yılında Londra’da yapılan EULAR toplantısını gözden geçirdik. EULAR’ın önümüzdeki dönem başkanlığını yapacak Prof. Dr. Maurizo Cutolo’dan öğrendiğimize göre bu yılki EULAR toplantısına toplam 3454 abstrakt sunuldu. Bunlardan 119 tanesi (%3.44) Türkiye’den gönderilen çalışmalardı. Bu yılki EULAR toplantısında sunulan abstraktların yaklaşık 210 tanesi romatoid artrit tedavisinde TNF inhibitörleri ile yapılan çalışmalara aitti. Bu çalışmalar arasından seçilenler Dr. Ömer Nuri Pamuk tarafından gözden geçirildi. Yaklaşık 75 çalışmada ise diğer biyolojik ajanlarla yapılan araştırmaların sonuçları sunulmuştu. Bunlardan IL-6 reseptörünü ve T hücrelerini hedef alan çalışmalar Dr. Mehmet Sayarlıoğlu, B hücrelerini hedef alan çalışmalar ise Dr. Salih Pay tarafından özetlendi. Dr. Salih Pay ayrıca vaskülitlerde ve bağ dokusu hastalıklarında B hücresini hedef alan tedaviler ile yapılmış az sayıdaki çalışmayı da gözden geçirdi. Spondiloartritlerde biyolojik ajanlarla yapılan çalışmalar ise Dr. Fatoş Önen tarafından derlendi. Romatizmal hastalıklarda biyolojik ilaçlar ile yapılan ve bu yılki EULAR toplantısında sunulan çalışmaların gözden geçirildiği bu sayının sizlere yardımcı olacağını umarım. Prof. Dr. Nurullah Akkoç Ekim, 2011 Etanercept_C2S1_Giris_1 11/4/11 2:43 PM Page 4 Sigma Publishing Danışmanlık & Organizasyon Dış Tic. Ltd. Şti. Akatlar Mah. Cebeci Cad. No: 67 Etiler / İstanbul Tel: +90 212 352 16 61 Faks: +90 212 352 16 57 [email protected] Etanercept_C2S1_Milnasipran 11/4/11 2:36 PM Page 1 BioExPERT Cilt 2, Sayı 1 EULAR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar Doç. Dr. Ömer Nuri Pamuk 2011 EULAR’da Romatoid Artritte Anti-TNF Tedavi Anti-TNF ilaçlar, romatoid artrit (RA) tedavisinde son yıllarda büyük değişikliğe yol açmıştır. İlerleyen zamanla beraber anti-TNF’lerin RA’da kullanımlarıyla ilgili yeni veriler elde edilmekte, farklı tedavi seçenekleri gündeme gelmekte, bunun yanında bazı yan etkiler konusunda daha net bilgiler ortaya çıkmaktadır. Biz burada 2011 EULAR’da RA’da anti-TNF kullanımıyla ilgili farklı konularda ilginç bulduğumuz bildirileri özet olarak sunmaya çalıştık. Anti-TNF Tedaviyle Kemik Hasarının Onarımı Mümkün mü? Birçok çalışmada anti-TNF’lerle eklem ve kıkırdak hasarının önlenebileceği gösterilmekle birlikte antiTNF’lerin yapısal hasarı azaltıp azaltmadığı konusu kesin olarak bilinmemektedir. Son dönemde RA’lıların bir kısmında anti-TNF’lerin erozyonlarda düzelmeye neden olabildiği bildirilmektedir. Bu konuda seçtiğimiz ilk çalışmada Finzel ve ark. (1) RA’lılarda tedaviyle kemik erozyonlarında gerileme ve/veya onarımın olup olmadığını belirlemek için, metotreksat (MTX) ile anti-TNF ilaçları karşılaştırdılar. Bir yıllık çalışmanın başında ve sonunda tüm erozyonların maksimum derinlik ve genişlikleri yüksek rezolüsyonlu mikroCT ile değerlendirildi. Başlangıç erozyon skorları anti-TNF ve MTX grubunda benzerdi. Bir yılın sonunda, anti-TNF grubunda erozyonların derinlikleri anlamlı derecede azalırken, genişlikleri değişmedi. MTX grubundaysa erozyonların hem derinlik hem de genişliği arttı. İlginç olarak, anti-TNF grubunda daha derin lezyonlar daha belirgin düzelme eğilimindeydi. Çalışma grubu 30 hastadan oluşan küçük bir çalışma olmakla birlikte antiTNF grubunda sınırlı da olsa erozyonlarda onarım bildirilmesi önemlidir. Onarımın lezyonların derinliğinde azalma ve bazalde skleroz varlığıyla ilişkili olması, onarımın periostal kemik kompartımanından çok endosteal bölge ve kemik iliğiyle ilişkili olduğunu düşündürmektedir. Konuyla ilgili ikinci çalışmada Takase ve ark. (2) retrospektif olarak günlük pratikte anti-TNF alan RA’lı hastalarda kemik erozyonlarında onarım sıklığını değerlendirmişlerdir. Bir yıldan fazla süreyle infliksimab (INF) (38), etanercept (ETA) (30) ve adalimumab (ADA) (16) kullanan 84 RA’lı hastayı içeren çalışmada anti-TNF öncesi ve 1 yıl sonrasında, öncesi, sonrası durumunu bilmeden el grafileri van der Heijde modifiye Sharp skoruna göre değerlendirilmiş ve herhangi bir ekleminde erozyonda onarım olanlar onarım grubu, diğerleri onarım olmayan grup şeklin© 2011 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. de sınıflandırılmıştır. Başlangıçta 84 hastanın 62’sinde erozyon vardır. Çalışma sonunda 7 hastada (%9.7) onarım gözlenmiştir. Anti-TNF tedavinin ilk yılında, onarım grubunda DAS28 skoru onarım olmayanlardan daha fazla azalmıştır. Erozyonların onarımı ayrıca anti-TNF sonrasında fiziksel bulgularda düzelmeyle de ilişkili bulunmuştur. Sonuçta anti-TNF’lere iyi klinik cevap veren %10’luk bir hasta grubunda da olsa, erozyonların onarımı mümkün görülmektedir. Biyolojik ajanların diz, dirsek gibi ağırlık taşıyan eklemlerde kemik yeniden modellenmesine yol açtığına ilişkin veriler bulunmaktadır. Ancak biyolojiklerle eklem yeniden modellenmesini değerlendirecek ideal radyolojik değerlendirme metodu yoktur. Hashimuze ve ark. (3) yeni tanımladıkları radyografik metodla ETA tedavisiyle RA’lılarda dirsek eklem hasarının düzeltilip düzeltilemeyeceğini değerlendirmişlerdir. Çalışmada 5 yılda 52 RA’lının 94 dirsek eklemi radyografik olarak değerlendirilmiştir. Hastalar ETA (49 dirsek, 26 hasta) ve DMARD (45 dirsek, 26 hasta) şeklinde 2 kola ayrılmıştır. Grupların yaş, cins ve hastalık süreleri benzerdir. Çalışma grubu ARASHI diye kısalttıkları, kemik atrofisi, eklem aralığı daralması, erozyon, eklem yüzeylerinde destrüktif değişiklikleri kapsayan bir radyografik skorlama sistemi uyguladılar. Skor sisteminin en önemli yeniliği, erozyonun dolması, kortikal yüzeylerin yeniden görünümü ve sekonder osteoartrit gibi iyileşme sürecine ilişkin bulguları dikkate almasıdır. Grupların başlangıç özellikleri benzer olmasına rağmen ETA grubunda CRP ve radyolojik ARASHI yıllık değişiklik skoru ortalaması DMARD grubundan anlamlı olarak düşük bulunmuştur. ETA grubundakilerin %71.4’ünde ARASHI değişiklik skoru düzelmiş veya aynı kalmışken, DMARD grubundakilerin %51.1’inde eklem hasarında ilerleme gözlenmiştir. Çalışma sonucunda yeni bir radyolojik skorlama yöntemiyle bir ekleme, dirseğe odaklanılmış, en az 2 yıllık takipte uzun süredir RA’sı olan hastalarda ETA ile dirsek eklem hasarının başarıyla düzeldiği gösterilmiştir. Eklem Erozyonu Varlığı, Sinovit, Eklem Aralığında Daralma ve Anti-TNF Tedavi İlişkisi RA’da klinik sinovit genellikle kemik hasarı (eklem erozyonu, EE) ve kıkırdak kaybıyla (eklem aralığında daralma, EAD) ile ilişkilidir. Bir eklemde sinovit olmadan EE varlığının EAD’ya neden olup olmadığı bilinmemektedir. Landewe ve ark.’nın (4) çalışmasında EE varlığıyla, klinik sinovit (şişkinlik), tedavi ve EAD arasındaki ilişki 2 yıllık PREMIER çalışması 1 Etanercept_C2S1_Milnasipran 11/4/11 2:36 PM Page 2 BioExPERT EULAR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar verileri kullanılarak erken RA’lılarda değerlendirilmiştir. Çalışmada üç tedavi kolu vardır: MTX, ADA veya ADA+MTX. Eklem erozyonu ve EAD ölçümleri 26 ve 52. haftalarda yapılmış ve yine aynı dönemde 2–8 hafta arayla MKF, PIF ve MTF eklemlerde sinovit değerlendirilmiştir. Toplam 17.644 eklemin 226’sında (%1.3) 26. haftada EAD olmamasına karşın 52. haftada EAD gelişmiştir. Bunların 49’unda (%21.7) 26. haftada ne EE ne de 26–52 haftalar arasında şişlik vardı, 44’ünde (%19.5) EE yoktu ama şişlik vardı, 66’sında (%29.2) şişlik olmadan EE ve 67’sinde (%29.6) ise hem EE hem de şişlik vardı. Multivariant analizde 26. haftada EE varlığı ve 26–52. hafta vizitlerinde şişlik olması 52. haftada EAD ile bağımsız ilişkili faktörlerdi. ADA+MTX ve ADA gruplarında, MTX ile karşılaştırıldığında 52. haftada daha az EAD gözlendi. Yine şişlikten bağımsız olarak EE varlığı MTF (metatarsofalangeal) eklemlerde PIF (proksimal interfalangeal) ve MKF’ye (metakarpofalangeal) göre daha fazla EAD ile ilişkiliydi. Sonuçta çalışma verileri mevcut EE’nin klinik sinovitten bağımsız olarak eklemde EAD gelişimine zemin hazırladığını göstermektedir. Ağırlık taşıyan MTF’lerde erozyon varlığı MKF ve PIF’lere göre artmış EAD riskiyle ilişkili olabilir. Çalışmada ayrıca, ADA+MTX kombinasyonunun EE+EAD’sini MTX monoterapisine göre anlamlı olarak azalttığını göstermektedir. Yine çalışmada, EE veya sinovit olan eklemlerde ADA’nın EAD gelişimini azalttığı gösterilmiştir. RA’da Sistemik İmmün Bozukluk ve Anti-TNF’lerin Etkisi İmmün sistemde normalde pro ve anti-inflamatuvar Th hücre topluluğu arasında bir denge vardır. Kronik bir hastalık olan RA’da proinflamatuvar immün cevabın belirgin olduğu sistemik immün fonksiyon bozukluğu söz konusudur. Kosmaczewka ve ark. (5) RA’da DMARD ve anti-TNF öncesi ve sonrası sistemik immün aktivite, Th1, Th17 ve Treg hücrelerin dağılımını değerlendirmişlerdir. Çalışmada 16 hasta sadece MTX kullanırken, 20 hasta MTX ile birlikte veya monoterapi şeklinde anti-TNF almıştır. Tedavi başında ve 4–6 ay sonunda periferik kandan akım-sitometriyle CD69, CD40L, CTLA4, IFN-gamma, IL-17 ve CD4+T hücrelerde FoxP3 ekspresyonu değerlendirilerek kontrol grubu ile karşılaştırılmıştır. Tedavi öncesinde her iki grupta (CD69, CD40L) aktif CD4+T hücre belirteçleri artmış olarak bulunmuştur. AntiTNF alanlarda tedavi öncesinde, MTX grubuyla karşılaştırıldığında sitoplazmalarında eş zamanlı supresör CTLA4 molekülü eksprese eden CD4+T hücre oranında azalmanın eşlik ettiği düşük immün aktivasyon durumu gözlenmiştir. Başlangıçta her iki grupta benzer, artmış periferik Th17 popülasyonu olmasına rağmen RA aktivitesine bağlı en yüksek hücre içi IL17 içeriği ise anti-TNF grubunda görülmüştür. RA’lılarda Th17 hücrelerinin ön planda olmasıyla Th17/Th1 oranı tersine dönmüştür. Anti-TNF gru- 2 Cilt 2, Sayı 1 bunda, MTX ve kontrole göre Th1 ve Treg popülasyonunun belirgin azaldığı, bunun bozulmuş Treg fonksiyonlarına eşlik ettiği gözlenmiştir. Tedavi sonrasındaysa, tüm hastalarda aktivasyon belirteçleri hala yüksekti. Ancak, Th17, Treg ve CTLA4 ekspresyonları normale dönmüştü. MTX grubunda CD4+T hücrelerde spontan IFN-gamma üretiminde artış gözlenirken MTX ve kontrol grubuna göre anti-TNF grubunda azalmış Th1 popülasyonunun devam ettiği izlenmiştir. Çalışmaya göre, aktif RA’da Th17 önemli rol oynar ve bu popülasyon genişlemiştir. RA’da tedavi ne olursa olsun aktive immün durum kısmen devam etmektedir. RA’nın ilerlemesiyle aktivatör ve inhibitör periferik CD4+T hücreler tedricen tükenmekte, bununla birlikte Th1, Th17 ve Treg hücrelerdeki sistemik dengesizlik ve Th1 hücrelerdeki defektler geriye dönüşsüz olarak izlenmektedir. Çalışmadan çıkarabileceğimiz sonuç anti-TNF dahil mevcut tedavilerin iyi klinik cevaba karşın RA’daki sistemik immün bozukluğu düzeltmediğidir. Erken RA’da Anti-TNF Tedavi Erken RA’da yoğun tedaviyle remisyon sağlanması tedavide önemli bir hedeftir. Erken dönemde en uygun remisyon sağlayıcı tedavi stratejisi bilinmemektedir. INF ve yüksek doz steroidlerin remisyon indüksiyonunda etkili olduğu gösterilmiştir. Nam ve ark. (6) çok merkezli bir çalışmada MTX+INF ile MTX+yüksek doz IV steroid tedavilerini remisyon indüksiyonu yönünden karşılaştırmışlardır. Önceden DMARD kullanmamış 112 erken RA’lıyı içeren, 78 haftalık randomize kontrollü çalışmada, doz ve tedavide değişim şartları baştan tanımlanmıştır. Erken RA, semptom süresinin >3 ay, <12 ay olması şeklinde belirlenmiştir. Hastaların ortalama DAS44>2.4’dır (orta hastalık aktivitesi). INF grubu klasik RA dozunda INF ve başlangıçta 10 mg ve 6. haftada 20 mg olacak şekilde MTX kullanmıştır. Steroid/plasebo grubu ilk 250 mg IV metilprednizolon, INF haftalarında plasebo infüzyonu ve aynı şekilde MTX almıştır. Yirmi altıncı haftaya kadar kör yürütülen çalışmanın INF kolunda 26. haftada DAS44’e göre INF artırımı veya kesilmesi uygulanmış; steroid grubunda ise DAS44>2.4 ise sülfasalazin, hidroksiklorokin ve daha sonra gerekirse bunlar kesilerek leflunomid (LEF) eklenmiş, en sonunda SC MTX+LEF veya MTX+LEF+5–7.5 mg prednizolon rejimlerinin birine geçilmiştir. Her 2 kola kontrollerde DAS>2.4 ise IM steroid yapılmıştır. INF ve steroid grubunun başlangıç özellikleri benzerdir. Yirmi altıncı haftada DAS44<1.6 şeklinde tanımlanan remisyona, INF grubunda %32 (17/54), yüksek doz steroid/plasebo grubunda %34 (18/53) ulaşılmıştır. Ellinci haftada INF grubunda (%44), steroid grubundan (%30) daha fazla remisyon gözlenmişse de istatistiksel anlamlılığa ulaşmamıştır (p=0.128). Yetmiş sekizinci haftada ilginç olarak INF (%46) ve steroid/plasebo (%51) benzer remisyon oranları gözlenmiştir. Çalışmaya göre © 2011 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. Etanercept_C2S1_Milnasipran 11/4/11 2:36 PM Page 3 BioExPERT Cilt 2, Sayı 1 yoğun INF tedavisiyle erken, sürdürülebilir remisyon sağlanmıştır. Dikkat çekici olarak, yüksek doz steroidle de benzer remisyon oranları elde edilmiştir. Yazarlar tarafından da vurgulandığı gibi bu çalışmanın radyolojik sonuçlarını merakla beklemek gerekir. Daha önce PREMIER çalışmasında ADA+MTX tedavi rejiminin 2 yıllık tedavide monoterapilere üstün olduğu gösterilmiştir. Bu çalışmanın ilave 3 yıl daha uzatılan açık etiketli kısmının sonuçları da yayınlanmıştır. Breedveld ve ark. (7) 2 yıllık PREMIER çalışmasının 6 ay daha uzatılan açık etiketli MTX ile MTX’sız ADA klinik ve radyografik sonuçlarının bildirmişlerdir. PREMIER’de ADA, MTX ve ADA+MTX karşılaştırılmıştı. Çalışmanın süren kısmında açık etiketli olarak 8 yıla kadar ADA devam edilmesi planlanmıştı. Çalışmada 8 yılı tamamlayanların radyografik verileri değerlendirildi. Modifiye Sharp skorunda (mTSS) 0.5’in üzerinde ilerleme olanlar progresif olarak tanımlanmıştır. Çalışmada 8 yılda remisyon sağlananlar (DAS28<2.6, HAQ≤0.5) ve radyografik nonprogresifler tespit edilmiştir. İlk alınan 799 hastanın 299’u 8. yılda ADA kullanmaya devam etmiştir. Bunların 96’sı MTX, 100’ü ADA, 103’ü ADA+MTX grubundadır. Sekizinci yılda ADA+MTX grubunda radyografik ilerlemede inhibisyon ve etkili hastalık kontrolü görülmüştür. Başlangıçta ADA+MTX (3.8) alanlar ile ADA (10.8) ve MTX (11.4) grupları mukayese edildiğinde ortalama mTSS daha düşük bulunmuş, daha az oranda hastada radyolojik progresyon gözlenmiş (%56.3 vs. %73, 72.9) ve daha yüksek oranda hastada iyi hastalık kontrolü sağlanmıştır (DAS28<2.6 için, %71.3 vs %49.5, %58.4, HAQ≤0.5 için, %65.3 vs. %55.8, %60.2). Ayrıca 8. yılda ADA+MTX kolunda daha yüksek oranda remisyon elde edilmiştir (%28.7 vs. %11.8, 16.9). Sonuçta erken, agresif RA’da ADA ile etkili hastalık kontrolü sağlanmış ve ilk 2 yılda ADA+MTX alanlarda monoterapi gruplarına göre 8. yılda daha iyi sonuçlar görülmüştür. Remisyon İndüksiyonu Sonrası Anti-TNF’ler Kesilebilir mi? Anti-TNF’ler pahalı olduklarından ve potansiyel yan etkileri nedeniyle tedavi hedefine ulaşıldıktan sonra bu ilaçların nasıl ve ne zaman, hangi hastada kesilecekleri önemli bir sorundur. Van den Broek ve ark. (8) çalışmalarında erken RA’lı, DAS düzeyi iyi giden hastalarda INF kesilmesinden sonra hangi hastalarda düşük hastalık aktivitesinin devam edeceği konusunda prediktör faktörlerin tespit edilmesini amaçlamışlardır. BeST çalışmasında, 120 yeni RA’lı MTX+INF kombinasyonu alırken, diğer 109 hasta ise önceki 3 tedavi basamağında yetersiz yanıt (DAS>2.4) gösterdikleri için MTX+INF almışlardı. Bu hastalarda DAS en az 6 ay ≤2.4 olarak kaldıysa INF azaltılmış ve kesilmişti. Başlangıç grubundaki 120 hastanın 77’sinde ve gecikmiş tedavi grubundaki 109 hastanın 27’sinde INF kesilmişti. INF kesilmesi esnasındaki ortala© 2011 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. EULAR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar ma DAS 1.3, ortalama semptom süresi 23 aydı. INF kesilmesinden sonraki yılda, alevlenmeye bakılmaksızın eklem hasarında ilerleme gözlenmedi. On yedi aylık ortalama izlemde hastaların %48’inde düşük hastalık aktivitesinin kaybından sonra INF yeniden başlandı. INF yeniden başlanmasıyla hastaların %84’ünde yeniden remisyon sağlandı. Çok değişkenli analizde sigara, INF tedavisinin >18 ay olması ve ortak epitop varlığı, DAS>2.4 olması ve yeniden INF başlanmasıyla ilişkili bulundu. Sigara içmeyen, ortak epitop negatif olan 18 aydan az tedavi alanların sadece %6’sı yeniden INF başlanmasına ihtiyaç gösterdiler. Çalışmada INF’nin kesilmesi hastaların %52’sinde, özellikle başlangıçta INF kullananlarda başarıyla gerçekleştirildi. Alevlenme gözlenenlerin çoğunda INF verilmesiyle düşük hastalık aktivitesi sağlandı. RA’lıların önemli bir kesimi anti-TNF’lerle remisyona girmektedir. Bunların bir kısmında anti-TNF kesilmesiyle remisyon devam etmektedir. AntiTNF’lerin kesilmesi hakkında farklı veriler bildirilmektedir. Konuyla ilgili bir başka çalışmada Kamiya ve ark. (9), ETA ile remisyon sağlanan RA’lılarda tedavinin kesilmesinden sonra remisyonun devamı ve hastalık aktivitesindeki değişikliklere ilişkin Japon verilerini sunmuşlardır. Çalışmada RA’lı 70 hasta ETA aldıktan sonra 1 yıl veya daha fazla izlendi. Bu hastaların 20’sinde ≥6 ay süreyle, önce steroid, sonrasında ETA’nın azaltılması ile devam ettirilebilir remisyon (DAS28<2.6) sağlandı. Bu hastalar ilave ≥1 ay izlendiler. Çalışmada ≥6 ay ETA kesildikten sonra remisyonda kalan hastalar ile (7 olgu), remisyondan çıkıp ETA’ya geri dönenlerle (13 olgu) karşılaştırıldı. Remisyonu devam eden grupta ETA öncesi hastalık süresi anlamlı olarak kısaydı. RF, MMP-3 düzeyleri gruplar arasında benzerdi. Remisyonu idame ettiren grupta ETA’sız 15.9±7.3 aylık izlemde alevlenme olmadı, 5 olguda MTX dozları azaltıldı. Remisyonu ETA’sız idame ettiremeyenlerdeyse ETA ile tüm olgularda yeniden remisyon sağlandı. Sonuçlara göre ETA ile remisyon indüklenen RA’lılarda ETA’nın tedricen kesilmesiyle MTX (6–8 mg/hafta) remisyonu idame ettirilebilir. Erken RA’lılarda remisyon oranının fazla olması ve MTX idamesinin gerekliliği çalışmada özellikle vurgulanmaktadır. Anti-TNF’lerle RA’da remisyon imkansız bir hedef olmaktan çıkmakla birlikte biyolojik ajanlar olmaksızın sağlanan bir remisyonun idamesi önemli bir hedeftir. Remisyon indüksiyonundan sonra antiTNF’lerin kesilmesi hem güvenlik hem de ekonomik açıdan önemlidir. Tanaka ve ark. (10) RA’da ADA ile klinik remisyon elde ettikten sonra ADA’nın kesilmesinin eklem hasarındaki ilerlemeye etkilerini değerlendirdiler. Çalışmaya ≤5 mg steroid alan hastalık süresi farklı RA’lı hastalar alındı. >24 hafta DAS28<2.6 olan hastalarda ADA kesildi. Çalışmanın primer değerlendirme hedefi ADA kesilmesinden 24 hafta sonra DAS28<2.6 olması idi. ADA ve MTX alan 133 hastanın 32’sinde hedef DAS28, 24 hafta sürdürüldü- 3 Etanercept_C2S1_Milnasipran 11/4/11 2:36 PM Page 4 BioExPERT EULAR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar ğü için ADA kesildi. Ortalama hastalık süresi 25.5 ay, ADA kullanım süresi 52 haftaydı. ADA kesilebilenlerde diğerlerine göre hastalık süresi kısaydı. ADA kesilmesinden 6 ay sonra hastaların %93’ünde (13/14) klinik remisyon, %84’ünde (12/14) HAQ remisyonu devam ediyordu. Yapısal remisyonsa ADA bırakılmasından >1 yıl sürede 7 hastada devam ediyordu. Çalışma az hasta içermekle birlikte sonuçlar ADA ile remisyon sağlananların önemli bir kısmında ilacın bırakılmasından sonra da klinik ve radyografik remisyonun devam edebileceğini gösteriyordu. Remisyon Sonrası Haftada Bir, 25 mg Etanercept Etkili mi? Haftada 2, 25 mg subkutan ETA injeksiyonu RA’da etkili olmasına karşın haftada 1, 25 mg ETA uygulanması hastanın injeksiyon anksiyetesini ve ilacın ekonomik giderini azaltabilir. Remisyon sağlandıktan sonra haftada 1 ETA uygulamasının etkili olduğu randomize bir çalışmada gösterilmiştir. Wada ve ark. (11) 25 mg haftada 1 ve 2 ETA uygulamasının 2 yıllık klinik ve radyolojik verilerini sunmuşlardır. Çalışmada önceden biyolojik almayan 63 RA’lı 2 kola ayrıldı. Çalışma sonunda DAS28 (CRP) ile değerlendirilen remisyon oranı hem haftada 1 ETA (%2.4’den %39’a) hem de haftada 2 ETA kolunda (%9.5’den %47.6’ya) anlamlı artmıştı. Çalışma grupları arasında anlamlı remisyon farkı yoktu. Ancak çalışmanın radyografik analizinde haftada 1 ETA uygulamasıyla radyolojik hasarın ilerlediği, haftada 2 ETA grubundaysa radyolojik ilerleme olmadığı gözlendi. Sonuçta haftada 1 kez 25 mg ETA uygulaması, haftada 2 kez 25 mg ETA uygulamasına göre 2. yılda benzer klinik etkinlik göstermekle birlikte, radyolojik hasarın ilerlemesine engel olamamaktadır. Anti-TNF Yetersizliğinde İlaç Değiştirmek Etkili mi? Anti-TNF’lerin etkili olmadığı RA’lılarda ideal tedavi yaklaşımı tam olarak bilinmemektedir. Chatzidionysiou ve ark.’nın (12) çalışmasında 1 veya daha fazla anti-TNF’nin yetersiz olduğu hastalarda başka bir anti-TNF’ye geçmenin faydalı olup olmadığı ve değişikliğin türünün farkı olup olmadığı değerlendirilmiştir. İsveç, Stockholm kaynaklı TNF izlem veri sisteminin (STURE) kullanıldığı çalışmada etkisizlik veya intolerans nedeniyle en azından bir anti-TNF’den diğer biyolojiğe geçen 850 RA’lı hasta çalışmaya alındı; 679 hastada diğer anti-TNF’ye geçilmişti (308 hastada ETA, 294 ADA, 77 INF). İkinci anti-TNF’den sonraki 6. ayda DAS28 skorlarında tüm anti-TNF’lerde kendi içlerinde anlamlı azalma gözlendi. Üçüncü ve 6 aydaki DAS28’deki azalma ETA grubunda diğer monoklonal antikorlardan anlamlı olarak daha fazlaydı. Ayrıca, 6. aydaki EULAR iyi-orta cevaplı hasta oranları ETA grubunda monoklonal antikorlardan anlamlı olarak yüksekti. ETA ve monoklonal antikorlar arasındaki fark 2. ve 3. ilaç değişikliğinde de gözlendi. Altıncı ayda önceki monoklonal antikor tedavisini etki kaybı 4 Cilt 2, Sayı 1 nedeniyle kesen hasta alt grubu eğer ETA’ya geçmişlerse diğer monoklonal antikora geçenlere göre daha iyi sonuçlar gözlendi. Sonuçta çalışmaya göre bir anti-TNF yetersizliği nedeniyle diğerine geçilenlerin tedaviden önemli ölçüde faydalandığı gözlenmiştir. Monoklonal antikorlardan ETA’ya geçenlerde klinik cevap daha belirgindir. Anti-TNF Tedavide Kalış Süreleri RA’da uzun dönemde en iyi tedavide kalış sürelerinin MTX ile olduğu bilinmektedir. RA’da biyolojiklere devam süresiyle ilgili az sayıda veri bulunmaktadır. Iannone ve ark. (13) uzun dönem RA’lılarda, 4 yıllık izlemde 3 anti-TNF kullanımının tedavide kalış oranlarını değerlendirdiler. Çalışmada 853 RA’lıyı içeren İtalyan GISEA kayıt sistemi kullanıldı. 2003–4 yıllarında 324 hastaya ADA, 311 hastaya ETA ve 218 hastaya INF başlanmıştı. Hasta gruplarının başlangıçtaki yaş, cinsiyet, hastalık süresi ve aktivite parametreleri benzerdi. Dört yıl sonra hastaların antiTNF’de kalış oranı %42 idi. ETA’da kalış oranı (%51.4), ADA (%36.4) ve INF’den (%37.6) anlamlı olarak yüksekti. Eş zamanlı DMARD, özellikle MTX kullanımı ve komorbid hastalık varlığı ilaca devamı predikte eden faktörlerdi (p’ler<0.001). Çalışma sonuçları gerçek hayattaki gözlemin randomize kontrollü çalışmalardan farklı olduğunu göstermektedir. ETA uzun dönem kullanıma en uygun tedavi gözükmektedir. Hastalığın şiddeti ve hastalık süresi ilaçta kalışla ilgili görülmemektedir. Konuyla ilgili diğer bir çalışmada Japonya’dan Sakai ve ark. (14) INF, ETA ve tosilizumabda (TCZ) kalış sürelerini analiz etmiş ve yan etkilere bağlı ilaç bırakmalarla ilişkili faktörleri değerlendirmişlerdir. Çalışma INF kullanan 374, ETA alan 441 ve TCZ kullanan 151 hastayı kapsayan bir kayıt sisteminde yapıldı. Beş yıllık dönemde her hasta 6 ayda bir izlenmişti. Çalışma ilk biyolojik alımıyla başlıyordu ve 2.5 yıl dolunca veya ilaç bir nedenle kesilince tamamlanıyordu. İlaç bırakma nedenleri kayıtlardan alındı ve ilaçta kalma eğrileri hesaplandı. Biyolojik grupların yaş, komorbid hastalık ve MTX dozları farklıydı. İki buçuk yılda ETA’da kalış sıklığı (%72), INF (%60) ve TCZ’den (%70) anlamlı yüksekti (p’ler <0.05). Yan etkilerden dolayı biyolojik bırakma insidensleri, her 100 hasta yılı başına INF için 7.8, ETA için 6.7 ve TCZ için 10.1 idi. Düzeltilmiş risk verilerine göre yan etkilere bağlı ilaç bırakma riskini her bir dekat yaş (HR [hazard ratio]: 1.7), önceden aldığı DMARD sayısı (risk oranı [hazard ratio], HR: 1.5) ve biyolojik başlangıcında MTX kulanımı (HR: 1.9) anlamlı etkiliyordu. ETA referans ilaç olarak alındığında, yan etkilere bağlı biyolojik bırakma riski ETA’ya göre INF ve TCZ için farklı değildi. Sonuçta ileri yaş, eş zamanlı MTX kullanımı ve önceki kullanılan DMARD sayısı, yan etkilere bağlı biyolojik bırakılmasıyla ilişkili risk faktörleri olarak görülmektedir. © 2011 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. Etanercept_C2S1_Milnasipran 11/4/11 2:36 PM Page 5 BioExPERT Cilt 2, Sayı 1 Anti-TNF Antikorları ve Etki Azalması Anti-TNF’lerin kullanımıyla zamanla bazı güvenlik sorunları ortaya çıkmıştır. İlaçların nadiren tip I ve III hipersensitivite reaksiyonlarını tetiklediği, akut ve gecikmiş reaksiyonlara yol açtığı bildirilmiştir. Ayrıca, RA’lıların bir kısmında tedavi etkinliği zamanla kaybolmaktadır. Bu da kısmen ilaca karşı oluşan immünojeniteye bağlanmaktadır. Benucci ve ark. (15) biyolojiklere karşı hipersensitivite, hastalık aktivitesi ve 3 farklı anti-TNF’ye karşı spesifik IgA ve IgM antikorların gelişiminin ilişkisini incelemişlerdir. Çalışmaya ardışık INF başlanan 30, ETA başlanan 41 ve ADA başlanan 28 hasta alındı. Prospektif çalışmada 0, 3, 6 ve 12. aylarda klinik veriler ve lokal yan etkiler değerlendirildi, kan alınarak anti-TNF’ye antikorlar, ANA, ANCA, anti-dsDNA bakıldı. İzlemde INF alanların 12’sinde (%40) anti-INF-IgM, 2’sinde (%6) anti-INF-IgA, ADA alanların 19’unda (%68) antiADA-IgM, 4’ünde (%6) anti-ADA-IgA ve ETA alanların 27’sinde (%66) anti-ETA-IgM, 24’ünde (%58) anti-ETA-IgA saptandı. INF grubunda 5 sistemik, ADA ve ETA gruplarında 7’şer lokal reaksiyon gözlendi. Anti-TNF antikorlarıyla 1 yıl sonraki hastalık aktivitesi arasında ilişki bulunmadı. Sonuçta antiTNF’ye karşı spesifik antikor gelişimi nispeten sıktır, ancak bu durum tedavinin etkisinde azalma veya tedaviyi kesmeyle ilişkili değildir. Ayrıca sistemik veya lokal reaksiyonla spesifik antikorların ilişkisi bulunmamaktadır. Çalışmaya göre bu antikorların rutinde anlamı görülmemektedir. Konuyla ilgili diğer çalışmada Pascual-Salcedo ve ark. (16) RA’lılarda anti-INF antikorlarının INF’ye klinik cevapla ilişkisini değerlendirdiler. Ayrıca, INF’ye karşı oluşan immün cevabın tedrici bir süreç olduğu ve tedaviye devamla zaman içerisinde değişebileceği veya toleransı indükleyebileceği veya ilave antikor üretim oluşumunu uyarabileceği önerilmektedir. Çalışmada ortalama 4.42 yıldır INF alan 85 RA’lı hastanın antikor düzeyleri değerlendirilmiştir. RA aktivitesi hastalarda 6, 12. ay ve 3. yılda değerlendirildi. Hastaların 28’inde (%32.9) ve EULAR cevap kriterlerini karşılamayanların hepsinde anti-INF antikorları saptandı. Çalışmada kontrol dönemlerinde (6, 12 ay ve >4 yıl) EULAR cevapsız hastalarda, EULAR orta-iyi cevaplılara göre antikor seviyeleri anlamlı derecede yüksekti. Yüksek serum anti-INF saptanan 9 hastada infüzyon reaksiyonu gelişti. Ayrıca anti-INF pozitiflerde INF doz artışı gereksinimi daha fazla ve tedaviye devam süresi anlamlı olarak kısaydı. MTX, anti-INF sıklığını azaltmazken düşük antikor seviyeleri ve daha uzun tedaviye devamla ilişkiliydi. Çalışma sonucu üstteki çalışmaya ters olarak anti-INF antikorlarının cevapsızlık, infüzyon reaksiyonu ve tedavinin bırakılmasıyla ilişkili olduğunu göstermektedir. RA’lıların bir kısmı ilk anti-TNF’ye cevapsız kalmakta veya sonradan sekonder etkisizlik gelişmektedir. Bunlarda anti-TNF’de değişiklik en sık yaklaşımdır. Ancak, ilk anti-TNF’ye immünojenitenin ikinci © 2011 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. EULAR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar anti-TNF’ye cevabı etkileyeceği, bu nedenle tedavide değişiklik yapmadan anti-ilaç antikorları bakmanın faydalı olacağı önerilmektedir. Konuyla ilgili Plasencia-Rodriguez ve ark. (17) ilk anti-TNF’ye antikor gelişiminin ikinci anti-TNF tedaviye cevabı etkileyip etkilemediğini incelediler. Çalışma, önceden biyolojik almayan, etkisizlik nedeniyle ikinci anti-TNF başlanan 23 RA’lı hastayı içeriyordu. Hastaların antiTNF başlangıcında, 6. ayda, ikinci anti-TNF’ye çevrilince ve 6 ay sonrasında anti-ilaç antikorları ve RA aktivitesi değerlendirildi. İlk anti-TNF’den 6 ay sonra hastaların %60.9’unda antikor saptandı. Antikor gelişen ve gelişmeyenlerin başlangıç ve 6. aydaki aktiviteleri benzerdi. Başka bir anti-TNF’ye geçilmesinden 6 ay sonra, antikor olan grupta olmayanlara göre daha düşük aktivite skorları olma eğilimindeydi (p=0.058). Yine antikorlu gruptakilerin %22.2’si remisyonda, %78.8’i ise düşük-orta aktivitedeydi. Antikor olmayanlarda remisyonda hasta yoktu. Çalışmaya göre ilk anti-TNF tedavide antikor gelişen ve etkisizlik gözlenen hastalarda ikinci TNF’ye cevap genelde antikor gelişimi olmayan hastalardan daha iyi görülmektedir. Etanercepte Cevap Vermeyen Hastalarda ETA Konsantrasyonu Anti-TNF’ler RA tedavisinde oldukça etkili olmakla birlikte hastaların bir kısmı anti-TNF’lere cevapsız kalmaktadır. Kanda ETA düzeyi ve klinik cevap ilişkisini araştıran çalışma bulunmamaktadır. ETA, RA, psöriatik artritte INF ve ADA kadar etkili olmasına karşın Crohn hastalığında etkisizdir. Cevapsız hastalarda mekanizmayı anlamak optimum tedavinin planlamasında önemlidir. Jamnitski ve ark. (18) ETA düzeyiyle klinik cevap ilişkisini araştırmışlar ve cevapsızlığın mekanizmasını incelemişlerdir. İki yüz doksan iki RA’lıyı içeren çalışmada, ETA tedavisinin 1, 4 ve 6. aylarında ETA düzeyleri, anti-ETA antikorları ve klinik cevap değerlendirildi. Altıncı ayda iyi cevap verenlerde ETA düzeyleri, orta derecede cevap verenlerden ve EULAR’a cevap vermeyenlerden anlamlı olarak yüksekti (tüm p’ler <0.05). Klinik cevapla ETA kan düzeyi yüksekliği anlamlı ilişkiliydi (p<0.001). Kan düzeyi en düşük kuartilde olanlar tüm cevapsız olguların %40’ını oluşturuyordu. Bunlar, en yüksek kuartille karşılaştırıldığında ön planda kadın, daha düşük doz MTX kullanan ve yüksek vücut-kitle indeksi olanlardı. Hiçbir hastada anti-ETA antikoru saptanmadı. Sonuçta ETA’ya cevapsızlık ilaç farmakokinetiğini etkileyen farklı klinik, demografik özelliklerle ilişkilidir. Yeterli, optimum tedavi cevabını sağlamak için seçilmiş hastalarda doz düzenlemesi faydalı olabilir. Etanerceptin Sol Ventrikül Kitlesine Etkisi RA’da erken kardiyovasküler hastalık gelişimi bilinmektedir. RA’daki artmış mortalitede erken kalp damar hastalıkları önemli rol oynar. RA’nın artmış kardiyovasküler mortalitenin güçlü bir belirteci olan artmış kardiyak kitle, yani sol ventrikül (LV) hiper- 5 Etanercept_C2S1_Milnasipran 11/4/11 2:36 PM Page 6 BioExPERT EULAR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar trofisiyle ilişkili olduğu gösterilmiştir. Ayrıca, deneysel çalışmalarda TNF-alfanın LV hipertrofisini indüklediği gösterilmiştir. Daien ve ark. (19) anti-TNF’ler ve DMARD’ların LV morfolojisi, makrosirkülasyon (arteryel katılık, gerginlik) ve mikrosikülasyona (retinal arter çapı) etkisini araştırmak amacıyla bir çalışma bildirmişlerdir. Çalışmaya ETA başlanan 21, DMARD başlanan 17 aktif, kadın RA’lı alındı. Hastalarda başlangıç ve tedaviden 3 ay sonra LV kitle indeksi, LV hipertrofisi ekokardiyografiyle, endotel fonksiyonları “pulse wave velocity” ile değerlendirildi. Ayrıca retinal arter çapı değerlendirildi. DMARD grubunda LV kitlesinde değişim 3 ay sonunda anlamlı değildi. ETA grubunda LV kitlesi, kan basıncında değişiklik olmaksızın anlamlı olarak azaldı. İlginç olarak ETA grubundaki LV kitlesindeki azalma DAS28’deki azalmayla pozitif (r=0.45), TNF alfa düzeyindeki değişimle negatif koreleydi (r=–0.48). “Pulse wave velocity” ve retinal arter çapı her 2 tedavi kolunda da değişmedi. Nispeten az hasta ve kardiyovasküler yeniden yapılanma için kısa sureli bir çalışma olmasına karşın anti-TNF’lerin LV hipertrofisini azalttığını göstermesi çalışmanın önemli sonucudur. Çalışma, TNF’nin LV hipertrofisinde rolünü desteklemekte ve anti-TNF’lerin RA’da kardiyovasküler mortalitede yararlı etkisi olabileceğini düşündürebilir. Anti-TNF Altında Yeni Üveit Üveit birçok inflamatuvar hastalık seyrinde gözlenebilir. Önceki çalışmalarda anti-TNF’lerin özellikle monoklonal antikorların üveit alevlenmesini azalttığı gösterilmiştir. Wendling ve ark. (20) çok merkezli bir çalışmada anti-TNF altında yeni başlangıçlı üveitleri sunmuşlardır. Çalışmada anti-TNF kullanan 866 hekimle temasa geçildi ve anti-TNF sonrası yeni üveitler sorgulandı. Anti-TNF öncesi üveitler ve başka nedene bağlı üveitler dışlandı. On sekizi erkek 29 hasta toplandı. Altta yatan hastalık 17 hastada AS, 4 olguda psöriatik artrit, 6 olguda RA ve 2 olguda JRA idi. Ortalama yaş 46, hastalık süresi 15.4 yıldı. Üveit sırasında olguların 21’i ETA (3’ü ADA, 4’ü INF sonrasında), 3’ü ADA, 5’i INF (1’i önceden ETA almıştı) kullanıyordu. Üveit öncesi anti-TNF kullanım süresi ortalama 26.2 aydı. Yirmi beş olguda anterior, 2’şer olguda bilateral kronik anterior ve posterior üveit saptandı. Yirmi beş olgu lokal tedavi, 5 olgu sistemik steroid kullandı. Bir ay içinde olgular düzeldi. Üç hastada anti-TNF kesildi (ETA) diğerlerine geçildi. Dokuz hastada ETA, ADA’ya değiştirildi ve relaps gözlenmedi. Dokuz hastada relaps gözlendi, birinde sekel lezyon saptandı. Çalışma sonucuna göre antiTNF sonrasında üveit özellikle spondiloartropatilerde görülmekle birlikte RA’da da gelişebilir. Çoğunlukla ETA alanlarda gelişme eğilimi daha belirgindir. Anti-TNF Tedavi ve Enfeksiyon Riski RA’da anti-TNF’ler ciddi enfeksiyon riskini arttırırlar. ADA ve INF’de enfeksiyon riskleri benzer olmak- 6 Cilt 2, Sayı 1 la birlikte ETA’nın bunlarla karşılaştırılması bilinmemektedir. van Dartel ve ark. (21) anti-TNF başlanan RA’lılarda her 3 anti-TNF’nin ciddi enfeksiyon riskini karşılaştırmışlardır. Çalışmada Hollanda RA izlem verilerinden 2157 hastanın sonuçları analiz edildi. 2003’den sonraki verileri inceleyen çalışmada ciddi enfeksiyon, hastanede yatmaya veya ölüme neden enfeksiyonlar olarak tanımlandı. RA’lılarda 100 hasta-izlem yılı başına ADA için 3.31, INF için 4.13 ve ETA için 2.13 düzeltilmemiş ciddi enfeksiyon insidensi saptandı. Başlangıçta INF alanlar, yaşlı, yüksek DAS28 ve HAQ skoru, daha fazla steroid kullanımı gibi daha kötü enfeksiyon prognozuna sahip olma eğilimindeydiler. ADA ve INF arasında ciddi enfeksiyon farkı saptanmadı. ETA alanlardaysa ciddi enfeksiyon riski ADA (düzeltilmiş risk oranı: 0.59) ve INF (düzeltilmiş risk oranı: 0.58) grubundan anlamlı olarak düşüktü. Çalışmaya göre INF ve ADA ile enfeksiyon riski benzerdi, ancak ETA ile ciddi enfeksiyon insidensi iki ilaca göre anlamlı azalmıştı. Konuyla ilgili diğer çalışmada Atzeni ve ark. (22) İtalyan kayıt sistemi GISEA’ya dayalı olarak 3 antiTNF ilaçla ciddi enfeksiyon riskini incelemişlerdir. Kayıt sistemi ≥6 ay anti-TNF kullanan veya ciddi enfeksiyon nedeniyle bu süreden önce anti-TNF kesilen 2769 RA’lı hastanın verisini içeriyordu. Çalışma 830 INF, 802 ADA, 1130 ETA kullanan hastayı içeriyordu. Çalışmada 176 hasta ≥1 ciddi enfeksiyon geçirdi. Genel insidens, 1000 hasta-yılı başına 31.8 olarak bildirilirken, bu insidens, ADA için 23.7, ETA için 12.8, INF için 65.1 idi. Diğer 12 aylık dönemlerle karşılaştırıldığında ilk 12 aydaki enfeksiyon riski anlamlı olmamakla birlikte daha yüksek olma eğilimindeydi. En sık ciddi enfeksiyon odakları, alt ve üst solunum yolu (yaklaşık %50), üriner sistem (%12) ve ciltti (%9.7). On hastada aktif tüberküloz saptandı. Anti-TNF’lerin enfeksiyon insidensleri anlamlı farklıydı (p’ler <0.001). Univariat analizde steroid kullanımı, anti-TNF’lere başlama yaşı, komorbid hastalık, eş zamanlı DMARD kullanımı ciddi enfeksiyon riskinde artışla ilişkiliydi. Çoklu analizde ise eş zamanlı steroid kullanımı ve anti-TNF’lere başlama yaşının ciddi enfeksiyonla ilişkili olduğu gözlendi. Çalışma verileri anti-TNF’lerin küçük, ama önemli düzeyde ciddi enfeksiyon riskinde artışa yol açtığını göstermektedir. Steroid ve yaş enfeksiyonla ilişkili faktörlerdi. Üstteki çalışmaya benzer şekilde ETA diğer anti-TNF’lere göre ciddi enfeksiyon bakımından avantajlı gözükmektedir. Anti-TNF Tedavi ve Periprostetik Enfeksiyon Sıklığı Önemli sayıda RA’lıya total eklem replasmanı (TER) uygulanmaktadır. Cerrahi tekniklerde belirgin iyileşmeye rağmen enfeksiyonlar halen ciddi komplikasyon ve morbiditeye neden olmaktadır. Anti-TNF veya diğer biyolojiklerin periprostetik enfeksiyon (PPE) sıklığını arttırdıklarına ilişkin şüpheler bulunmaktadır. Strangfeld ve ark.’nın (23) çalışmasında TER © 2011 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. Etanercept_C2S1_Milnasipran 11/4/11 2:36 PM Page 7 BioExPERT Cilt 2, Sayı 1 uygulanan, biyolojik veya konvansiyonel DMARD kullanan RA’lılarda PPE sıklıkları değerlendirilmiştir. Alman RABBIT biyolojik kayıt sisteminin kullanıldığı çalışmada sadece kalça, diz, omuz veya ayak bileği operasyonları değerlendirildi. Konvansiyonel DMARD’ların %5.1’inde, anti-TNF başlananlarınsa %11.4’ünde tedaviye başlamadan TER öyküsü vardı. İzlemde DMARD grubunun %4.7’si (107 hasta) ve biyolojik grubunun %8.6’sı (397 hasta) artroplasti geçirdi. Toplam 15 (%1) PPE gözlendi. PPE sıklığı DMARD grubunda, anti-TNF grubundan farklı değildi (%1 vs. %1.5, p=0.77). Önceden Danimarka Kalça Artroplasti Kayıtları’nda %0.7, Fin Artroplasti Kayıtları’ndaysa diz için %1.32 gibi PPE sıklıkları bildirilmiştir. Bu çalışmadaki genel PPE sıklığı düşüktü. Çalışma sonucuna göre anti-TNF’ler PPE sıklığını etkilememektedir. Anti-TNF ve Kanser Gelişimi Anti-TNF’lerin artmış kanser riskiyle ilişkisi konusu henüz tartışmalıdır, ancak anti-TNF kullanımının kanser riskiyle ilişkisini açıklayan veriler giderek artmaktadır. Dreyer ve ark. (24) Danimarka Kanser Kayıtları’nı esas alan bir çalışmada anti-TNF’lerin kanser riskinde artışla ilişkili olup olmadığını prospektif olarak değerlendirdiler. Çalışmada başlıca RA’yı içeren 13.699 hastanın verileri incelendi. 2000–2008 yılları arasında 5598 hastaya anti-TNF tedavi başlanmıştı. 23.695 hasta-izlem yılında 313 yeni kanser gelişti. Anti-TNF alanlarda kullanmayanlara göre risk artmamıştı (RR [relative risk]: 1.03, 0.82–1.3). RA, psöryatik artrit ve diğerleri ayrı ayrı incelendiğinde anti-TNF tedavi hiçbir grupta risk artışına yol açmadı. Ayrıca, non-melanom cilt kanseri, NHL gibi hiçbir kanser türünde risk artışı saptanmadı. Cinsiyet, başlangıç yaşı da anti-TNF ile kanser riskini etkilemiyordu. Sonuçta çalışmada 9 yıllık izlemde Danimarka popülasyonunda anti-TNF tedavi, RA ve psöriatik artritte kanser riskini arttırmamaktadır. Anti-TNF’lerle lenfoma ilişkisi üzerinde de oldukça durulmuştur. Bazı çalışmalar anti-TNF kullanımıyla dRA’da 2–4 kat lenfoma riski bildirmektedirler. Ancak, özellikle kronik aktif hastalarda bu risk daha çok RA’ya atfedilmektedir. McCroskery ve ark.’nın (25) çalışmasında FDA’nın pazarlama sonrası verilerine göre lenfoma sıklığı değerlendirildi. Amgen tarafından desteklenen erken/geç ve erken RA’lıları içeren 2 çalışma, 2 ABD ve 3 Avrupa Birliği kayıt sistemi verileri kullanıldı. 24.266 RA’lının, ilk ETA aldıktan itibaren toplam 93.260 hasta-yıla ilişkin verileri analiz edildi. Ortalama ETA kullanımı 2.7 yıldı. Ülkeye spesifik beklenen oranlara göre 27.3 olması gerekirken toplam 62 lenfoma saptandı. Total izlem periyodunda standardize insidens oranı (SIR [standardized incidence ratio]): 2.3 (%95 CI [confidence interval]: 1.7–29), ETA kullanımınındaysa SIR: 3’dü (%95 CI: 2.3–3.9). Lenfoma için ABD ve Avrupa Birliği SIR değerleri farklıydı. © 2011 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. EULAR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar Değerlendirilen kayıt sistemlerine göre ETA alan RA’lılarda 2–5 kat lenfoma riskinde artış saptandı. Bu gözlem biyolojik alan ve almayan RA’lılarda benzer lenfoma riski olduğu gözlemiyle birleştirilerek yorumlanırsa, ETA kullanımı zaten yüksek lenfoma riski olan RA’lılarda ilaveten çok az veya hiç lenfoma riski artışına neden olmaz sonucu çıkartılabilir. Anti-TNF’lerin Mortaliteye Etkisi RA’nın mortaliteye olumsuz etkisi bilinmektedir. Anti-TNF’lerin dRA’da kullanım süresinin artmasıyla anti-TNF’lerin mortaliteye etkisini değerlendiren çalışmalar bildirilmeye başlanmıştır. İngiltere’den uzun dönem gözlemsel kohort bir çalışmada, Emery ve ark. (26) ETA alanlarla geleneksel DMARD kullananların mortalitelerini karşılaştırdılar. Çalışmada British Society of Rheumatology’nin (BSR) verileri kullanıldı. Hastalar son vizite kadar ilk 3 yılda 6 ay arayla, sonrasında yıllık izlendiler. Veriler değerlendirilirken en iyi ve en kötü senaryoya göre değerlendirme yapıldı. İyi senaryoda ETA kesilmesinden 3 ay sonra olan olgular çıkarıldı. İkinci senaryodaysa tedaviye kalkışılan, başlanılan tüm hastaların son kayıt verileri analiz edildi (intention to treat analizi, ITT). ETA kullanan 3431, DMARD alan 1365 hastayı içeren çalışmada her iki grupta ortalama izlem 4.9 yıldı. ETA grubunda yaş daha genç, hastalık süresi, DAS28 ve HAQ skorları daha yüksekti. Sonuçta her 1000 hasta yılı başına ETA grubunda 13.1, DMARD grubunda 22.7 ölüm gözlendi. Birinci senaryoda risk oranı (hazard ratio, HR) anti-TNF lehine anlamlı bulunurken (HR: 0.64, 0.46–0.90, p=0.009) ikinci senaryoda (ITT) anti-TNF lehine HR anlamlı değildi (HR: 0.77, 0.56, 0.56–1.05). Çok değişkenli analizde mortalite riskinin ETA grubunda anlamlı azaldığı, ancak konservatif ikinci senaryoda bu azalmanın anlamlılık sınırına ulaşmadığı gösterildi. Yazarlar yorum olarak yaş, cinsiyet, sigara gibi risk faktörlerine göre istatistiksel düzeltme yapmalarına karşın, tanımlanamayan diğer karıştırıcı risk faktörlerinin sonuç üzerindeki etkisini dışlayamayacaklarını belirtmektedirler. İkinci seçtiğimiz mortalite çalışmasında öncekinden farklı, 3 anti-TNF arasında mortalite farkı olup olmadığı incelendi. Simard ve ark.’nın (27) çalışmasında anti-TNF alan RA’lılarda tüm ölüm nedenleri değerlendirildi. Çalışmada İsveç Biyolojik Kayıt verileri (ARTIS) kullanılarak üç biyolojik ilacı (INF, ETA, ADA) 2003–2008 yılları arasında kullanan 6322 hastanın verisi incelendi. Veri sisteminde demografik faktörler, HAQ, DAS28, CRP, ESR, komorbid hastalıklar ve DMARD bilgileri yer alıyordu. ETA grubu referans olarak alındı. INF başlananların daha kısa hastalık süresi, daha yüksek ESR düzeylerinin olduğu, ETA başlananların daha düşük DAS28, HAQ skorları ve CRP düzeylerine sahip olduğu gözlendi. Komorbid hastalıklar gruplarda benzerdi. İzlemde ADA alanların %25’i, ETA başla- 7 Etanercept_C2S1_Milnasipran 11/4/11 2:36 PM Page 8 BioExPERT Cilt 2, Sayı 1 EULAR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar nanların %19’u, INF alanların %36’sı başka bir biyolojiğe geçmişti. İzlemde 211 ölüm (%3.3) kaydedildi. Bunların %85’i sadece bir anti-TNF alanlardı. İlk ilacı alan hastanın sürekli o grupta kaldığı varsayılarak yapılan sağkalım analizinde ETA’ya karşın INF ve ADA grubunun tüm mortalite riskinin farklı olmadığı gözlendi. Çalışmanın alt grup sağkalım analizlerinde komorbid hastalık varlığı, tedavi başlangıç yılı, mono ve kombinasyon tedavisi gibi küçük alt gruplarda zayıf-orta düzeyde farklılıklar saptandı. Ancak bu farklar tamamen anti-TNF’lere atfedilebilecek bir fark olmadığı için özet veride bunlara ilişkin detaydan bahsedilmemektedir. Sonuçta yazarlar antiTNF’ler arasında mortalite farkı saptamadıklarını, belli alt gruplardaki mortalite farkınınsa hasta seçiminden mi kaynaklandığı yoksa gerçek farklılık mı olduğunu bilemediklerini belirtiyorlar. Kanada Anti-TNF Kohortunda Maliyet ve Sağlık Hizmetleri Kullanımı RA kayıt sistemleri gerçek hayatta anti-TNF’lerin etkinlik ve maliyet analizlerinin yapılmasında önemli kaynaklardır. Maksymowych ve ark. (28) Kanada’dan bir RA kohortundan anti-TNF ve DMARD’ların sağlık hizmetlerinde kullanımı ve maliyet analizini sundular. Alberta RA Kayıt sistemi hem standart DMARD hem de 3 anti-TNF’den birini alanların 3 yıla varan verilerini içeriyordu. Ayrıca 2004–2009 arasında idari sistemden hastalara ilişkin hekim viziti, acil hastaneye yatma gibi sağlık hizmetleri ve ücretleri temin edilmişti. Hastalar 4 grupta incelendi: sadece ilk anti-TNF alan ve ilacı değiştirmeyenler, 1 anti-TNF’den diğerine geçenler, sadece DMARD kullananlar ve DMARD’dan anti-TNF’ye geçenler. Sistemdeki 1222 hastanın 135’i idari verilerde <3 bilgi olduğundan dışlandı. DMARD veya antiTNF değişikliği yapılan gruplarda her hasta yılı başına ortalama hekim viziti, acile başvuru ve hastaneye yatış sayısı daha yüksekti. Özellikle anti-TNF değişikliği yapılanlarda maliyet ve sağlık hizmetleri kullanımı anlamlı yüksekti. DMARD grubu da anlamlı olmamakla birlikte daha yüksek sağlık hizmetleri kullanımı ve maliyete sahip olma eğilimindeydi. Sonuçta antiTNF değişikliği yapılanlarda, ilk anti-TNF’de kalanlara göre anlamlı artmış sağlık hizmetleri kullanımı ve maliyet olduğu gözlendi. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. 13. Kaynaklar 1. S. Finzel, J. Rech, S. Schmidt, K. Engelke, M. Englbrecht, C.M. Stach, G. Schett. Repair of bone erosions in rheumatoid arthritis treated with tumor necrosis factor inhibitors is based on bone apposition at the base of the erosion. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):410. 2. K. Takase, K. Kobayashi, K. Terauchi, T. Watanabe, R. Watanabe, M. Hama, R. Yoshimi, H. Yobayashi, A. Ihata, A. Ueda, M. Takeno, H. Ideguchi, S. Ohno, Y. Ishigatsubo. Repair of bone erosions in rheumatoid arthritis patients treated with TNF antagonists in the real world. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):411. 3. K. Hashizume, K. Nishida, A. Kanako, Y. Nasu, R. 8 14. 15. Nakahara, T. Saito, T. Kanazawa, T. Ozaki. New radiographic scoring method for large joints (ARASHI) identified amelioration of structural damage of the elbow joint by etanercept in patients with established rheumatoid arthritis. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):411. R. Landewé, J. Smolen, E. Keystone, B. Guérette, S. Liu, D. van der Heijde. Existing joint erosions increase the risk of joint space narrowing independently of the presence of clinical synovitis in patients with early rheumatoid arthritis. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):412. A. Kosmaczewska, L. Ciszak, J. Swierkot, P. Wiland, I. Frydecka. Patients with progressive rheumatoid artritis remain with systemic immüne abnormalities even after anti-TNF therapy. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):410. J.L. Nam, E. Villeneuve, P.G. Conaghan, E.M. Hensor, H.I. Keen, R. Amarasena, A. Gough, P. Helliwell, A. Morgan, M. Quinn, M. Green, R. Reece, R.J. Wakefield, P. Emery. A preliminary report of remission induction with two therapeutic strategies with infliximab or high dose intravenous steroids fort he treatment of rhematoid arthritis. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):121. F. Breedveld, E. Keystone, D. van der Heijde, R. Landewé, B. Guérette, M. McIIraith, H. Kupper, S. Liu, A. Kavanaugh. Initial combination therapy with adalimumab plus methotrexate leads to better long-term outcomes in patients with early rheumatoid arthritis: 8-year results of the premier trial. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):254. M. van den Broek, N.B. Klarenbeek, L. Dirven, T.H. Molenaar, H.M. Hulsmans, P.J. Kerstens, T.W. Huizinga, B.A. Dijkmans, C.F. Allaar. Discontinuation of infliximab and potentia predictors of persistent low disease activity in patients with early rheumatoid arthritis and das steered therapy. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):413. M. Kamiya, S. Sohen, H. Kikuchi. Assessment of etanercept withdrawal in rheumatoid arthritis patients in remission. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):414. Y. Tanaka, S. Hirata, M. Nawata, S. Kubo, K. Saito. Discontinuation of adalimumab attaining remission in patients with rheumatoid arthritis. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):120. T. Wada, Y. Ozaki, Y. Son, T. Yagura, N. Yagura, S. Nomura, H. Iida. Clinical and radiographic results from a two-year comparison of once weekly versus twice weekly administration of etanercept in biologics-naive patients with rhematoid arthritis. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):420. K. Chatzidionysiou, R. van Vollenhoven. TNF switch after failure of one or more TNF inhibitors – results of an observational study. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):412. F. Iannone, F. Atzeni, D. Biasi, C. Botsios, P. Cipriani, G. Ferraccioli, C. Ferri, M. Galeazzi, R. Gerli, R. Giacomelli, A. Giardina, W. Grassi, E. Gremese, R. Gorla, M. Govoni, A. Marchesoni, F. Salaffi, L. Punzi, P. Sarzi-Puttini, G. Triolo, T. Ziglioli, V. Foschi, G. Lapadulaon behalf of GISEA. Long-term survival of anti-TNF therapy in a large Italian cohort of rheumatoid artritis patients: comparison among adalimumab, etanercept, and infliximab. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):255. R. Sakai, Y. Komano, T. Nanki, M. Tanaka, H. Yamazaki, K. Watanabe, R. Koike, N. Miyasaka, M. Harigai. Comparison of drug retention rates between infliximab, etanercept, and tocilizumab and relevant risk factors for drug discontinuation due to adverse events in patients with rheumatoid arthritis. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):431. M. Benucci, F. Li Gobbi, G. Saviola, P. Baiardi, P. SarziPuttini, M. Manfredi, F. Atzeni. Lack of correlation between the development of IgA and IgM specific antibodies to antiTNF blocking agents, disease activity and adverse side reactions in a longitudinal study of rheumatoid arthritis patients. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):120. © 2011 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. Etanercept_C2S1_Milnasipran 11/4/11 2:36 PM Page 9 BioExPERT Cilt 2, Sayı 1 16. D. Pascual-Salcedo, C. Plasencia, L. Nuño, S. Ramiro, G. Bonilla, D. Nagore, E. Martin Mola, A. Balsa. Immunogenicity influences the efficacy of long-term treatment with infliximab in rheumatoid arthritis. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):412. 17. C. Plasencia Rodriguez, A. Balsa, J. Diez Sebastian, M.L. Lojo Oliveira, D. Peiteado Lopez, E. Martin Mola, D. Pascual-Salcedo. The development of antibodies against a first anti-TNF treatment after switching to a second TNF inhibitor. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):41. 18. A. Jamnitski, M. Hart, M.T. Nurmohamed, C. Krieckaert, B. Dijkmans, L. Aarden, A. Voskuyl, G.J. Wolbink. Patients non-responding to etanercept obtain lower etanercept concentrations compared to responding patients. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):119. 19. C.I. Daien, P. Fesler, G. du Cailar, V. Daien, A.-M. Dupuy, J.-P. Cristol, J. Ribstein, B. Combe, J. Morel. Etanercept induces a decrease in left ventricular mass in patients with rheumatoid arthritis. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):120. 20. D. Wendling, J. Paccou, J.M. Berthelot, R.M. Flipo, S. Guillaume-Czitrom, E. Dernis, G. Direz, V. Ferrazzi, J.M. Ristori. New onset of uveitis under anti-TNF therapy. A nationwide series. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):119. 21. S. van Dartel, J. Fransen, W. Kievit, A. den Broeder, H. Visser, A. Hartkamp, M. van de Laar, P. van Riel. The difference between adalimumab, infliximab and etanercept on the risk of serious infections in patients with rheumatoid arthritis: results from the dream registry. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):417. 22. F. Atzeni, D. Biasi, C. Botsios, P. Cipriani, G. Ferraccioli, C. Ferri, M. Galeazzi, R. Gerli, R. Giacomelli, A. Giardina, R. Gorla, M. Govoni, W. Grassi, E. Gremese, F. Iannone, A. © 2011 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. EULAR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar 23. 24. 25. 26. 27. 28. Marchesoni, L. Punzi, F. Salaffi, M. Sebastiani, G. Triolo, T. Ziglioli, G. Lapadula, P. Sarzi-Puttini. Long-term anti-TNF therapy and risk of serious infections in a cohort of patients with rheumatoid arthritis: comparison among adalimumab, etanercept and infliximab. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):254. A. Strangfeld, M. Eveslage, B. Manger, H.J. Bergerhausen, A. Kapelle, J. Listing, A. Zink. Periprosthetic joint infections in RA patients treated with biologics or concentional DMARDs. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):411. L. Dreyer, L. Mellemkjær, M.L. Hetland. No increased cancer risk in patients with rheumatoid arthritides treated with anti-tumor necrosis factor agents – a long-term follow-up study from the nationwide Danish DANBIO Registry. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):410. P. McCroskery, V.C. Dias, S. Stryker, B. Bitman, S. Zhao, D.J. Zack. Pooled analysis of observational studies on lymphoma incidence among rhematoid arthritis (RA) patients initiating etanercept therapy. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):417. P. Emery, C. Morgan, A. Reynolds, D. Porter, A. Young, C. Poole, C. Currie, H. Walker. Relative mortality in people with rheumatoid arthritis treated alternatively with etanercept or DMARDs: long-term data from a large, UK, observational cohort study. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):171. J. Simard, M. Neovius, J. Askling. Mortality in patients with rheumatoid arthritis treated with adalimumab, etanercept, or infliximab. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):121. W.P. Maksymowych, N.X. Thanh, L. Martin, A.S. Russell, S.G. Barr, C. Penney, D. Sholter, C. Yan, A. Ohinmaa. Impact of anti-TNF on healthcare utilization and costs in patients with rheumatoid arthritis in Alberta, Canada. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):119. 9 Etanercept_C2S1_Milnasipran 11/4/11 2:36 PM Page 10 BioExPERT EULAR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar Cilt 2, Sayı 1 Prof. Dr. Mehmet Sayarlıoğlu Romatoid Artrit Tedavisinde İnterlökin-6 İnhibisyonu ve T Hücresine Yönelik Tedavi: Abatasept Tosiluzumab EULAR 2011’de sunulan tosilizumab (TZM) ile ilgili bildirileri özetlemeden önce bu ajan ile yapılan klinik çalışmaları gözden geçirmek yararlı olacaktır. Tosiluzumab (TZM) immünglobulin (Ig) G1 alt grubundan humanize anti-human interlökin (IL)-6 reseptör antikorudur. TZM insan IL-6 reseptörünün hem membrana bağlanan hem de solubl formu ile yarışır. Böylece nativ sitokinin reseptörüne bağlanması inhibe edilir ve sitokinin etkisi engellenmiş olur. Tosiluzumab romatoid artrit (RA) ve sistemik başlangıçlı jüvenil idiyopatik artrit (JİA) tedavisi için Amerika’da onaylanmıştır. TZM’nin etkinliği, 3334 hastayı kapsayan randomize çalışmaların değerlendirildiği sistematik bir derlemede gösterilmiştir. Bu hastalara her 4 haftada bir intravenöz (IV) 8 mg/kg TZM verilmiştir. ACR 50 cevabı plasebo (PB) ile birlikte metotreksat (MTX) alan gruba göre anlamlı derecede daha iyi olarak saptanmıştır (%38.8 ve %9.6, rölatif risk, RR, 3.2, %95 CI: 2.7–3.7) (1). Randomize çalışmaları gözden geçiren bir başka sistematik derlemede ve meta-analizde TZM (8 mg/kg)+MTX alan hastalarda, PB+MTX alan hastalara göre yan etki (enfeksiyon oranı gibi) sıklığında artış saptanmış ve buna karşılık malignensi, tüberküloz reaktivasyonu ya da hepatit sıklığında önemli bir artış saptanmamıştır (2). TZM ile yapılmış olan diğer önemli çalışmalar özetle şunlardır; CHARISMA çalışması (3): MTX’e yetersiz cevabı olan Avrupa’lı RA’lı hastalarda yapılmış çift kör, randomize kontrollü klinik çalışmadır. Dört ay süren bu çalışmada 359 hasta 7 tedavi kolundan birine randomize edildi. Bu kollar 2, 4, 8 mg/kg dozlarında TZM (her 4 haftada bir) +PB veya aynı dozlarda TZM (her 4 haftada bir) +MTX veya MTX+PB kollarından oluşuyordu. ACR 20 cevabı TZM monoterapi kolunda; TZM 4 mg/kg kullanan hastalarda %61, 8 mg/kg kullanan hastalarda %63, TZM+MTX kolunda sırasıyla %63 ve %74 olarak bulundu. MTX+PB alan kolda ise ACR 20 cevabı sadece %41’di. ACR50 ve ACR70 cevabı için istatistiksel anlamlılık kombinasyon tedavisi (4 ya da 8 mg/kg TZM+MTX) alan hastalarda gözlendi. DAS28 skorunda doz ile ilişkili azalma 4 hafta sonra tüm hastalarda gözlendi. Yan etki olarak ALT ve AST seviyeleri tüm hastalarda infüzyon aralarında yükseldi ve düştü. Bu yükselme TZM+MTX alan hasta grubunda daha belirgindi. TZM ile tedavi edilen 310 hasta arasında çalış- 10 ma boyunca 127 hastada ALT yükselmesi oldu. Seksen hastanın ALT seviyesi >100 U/L idi. ALT seviyesi yükselen 127 hasta arasında seviyeler son deneme infüzyonundan 1 ay sonra normale indi. Total kolesterol (açlık olmayan) ve trigliserid seviyelerinde sınırda fakat reverzibl yükselme saptandı. HDL kolesterol ve nötrofil seviyelerinde reverzibl azalma saptandı. İki sepsis olgusu gözlendi, ikisi de 8 mg/kg TZM+MTX kombinasyonu alan gruptaydı. Düşük doz TZM monoterapisi alan hastalardan 25’inde antiTZM antikorları gelişti. OPTION çalışması (4): MTX’e yetersiz yanıt veren aktif RA’lı Avrupa’lı hastalarda yapılan çift kör, randomize kontrollü klinik çalışma. Altı yüz yirmi üç hasta TZM (her 4 haftada bir 4 veya 8 mg/kg)+MTX kollarına ya da MTX+PB koluna randomize edildi. Hastalar çalışmaya alındıklarında MTX dışında başka bir DMARD veya biyolojik ilaç kullanmıyorlardı. Hastaların 10 mg veya daha düşük glukokortikoid (GK) veya steroid olmayan anti-inflamatuvar ilaç (NSAID) kullanımına izin verildi. Yirmi dört haftanın sonunda ACR20 cevabı TZM 4 mg/kg alan grupta %48, 8 mg/kg alan grupta %59 oranında sağlandı. MTX+PB alan grupta ise ACR yanıtı sadece %26 idi. MTX+TZM alan her iki grupta da (4 ve 8 mg/kg) ACR50 ve 70 ve EULAR DAS28 remisyon skorunda, MTX+PB grubuna göre anlamlı iyileşme sağlandı. Çalışma boyunca ciddi advers olayların insidansı her 3 grupta benzerdi (%6); ancak ciddi enfeksiyonların oranı TZM ile tedavi edilen gruplarda daha yüksekti (her 100 hasta yılı için 4 mg/kg, 8 mg/kg ve plasebo grupları için sırasıyla %3, %6 ve %2.3). Ciddi enfeksiyonlardan hiçbiri tüberküloz değildi. Laboratuvar anormallikleri TZM+MTX grubunda daha yaygındı. Serum transaminaz yüksekliği (üst sınırdan 3 kez daha fazla) MTX+TZM alan hastalarda anlamlı olarak daha fazlaydı (%5–6), MTX+PB alan grupta %0.5–1 arasındaydı. Transaminazlarda yükselme hepatitin diğer bulgu ve semptomlarıyla birlikte değildi (serum biluribin veya alkalin fosfataz yüksekliği gibi). Serum kolesterol seviyesinde yükselme (total, LDL, HDL kolesterol) TZM ile tedavi edilen hastalarda daha sıktı. Kolesterol düşürücü tedavi %26, %21 ve%3’ünde (sırasıyla 4 mg/kg, 8 mg/kg ve PB grup) gerekli oldu. Nötrofil sayısında normal değerlerin altında geçici azalma 4 mg/kg ve 8 mg/kg TZM alan grupta %37 ve %67 oranında PB grubunda ise 4 hastada gözlendi. RADIATE çalışması (5): Tek başına MTX’e yetersiz cevap veren, TNF alfa inhibitörlerinden bir veya © 2011 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. Etanercept_C2S1_Milnasipran 11/4/11 2:36 PM Page 11 BioExPERT Cilt 2, Sayı 1 daha fazlasına yetersiz cevabı veya intoleransı olan RA’lı Avrupa ve kuzey Amerikalı hastalarda çift kör, randomize, kontrollü, 24 hafta süren 499 hastalık bir klinik çalışmadır. Çalışmaya giriş zamanında hastalar MTX dışında DMARD veya biyolojik ilaç almıyordu. Günde 10 mg veya daha az GK ve NSAID kullanımına izin verildi. Hastalar randomize olarak MTX+TZM (4 ve 8 mg/kg IV her 4 haftada bir) ve MTX+PB grubu olarak 3 kola ayrıldı. ACR 20 cevabı MTX+TZM alan (8 mg/kg ve 4 mg/kg) hastalarda sırasıyla %50 ve %30 oranında elde edildi. Buna karşılık MTX+PB alan hastaların sadece %10’unda ACR20 cevabı sağlandı. Kombinasyon tedavisi alan gruplarda (8 mg/kg ve 4 mg/kg), MTX+PB alan gruba göre daha iyi ACR50 yanıtı ve DAS28 remisyonu saptandı ACR70 cevabı ise yalnızca 8 mg/kg alan grupta kontrol grubuna göre daha iyi bulundu. Her 3 grupta ciddi yan etki ve total yan etkilerin insidansı, ciddi enfeksiyon oranları benzerdi. Serum transaminazlarında yükselme (normal üst limitin 3 katından fazla) MTX+TZM alan hastaların %2–3’ünde, MTX+PB alan hastaların %1’inden azında saptandı. Bu seviyedeki yükselme olan hastaların hiçbirinde yükseklik iki vizitten daha fazla devam etmedi ve hastaların çoğu TZM’ye devam etti. Transaminazlardaki yükselme hepatitin diğer semptom ve bulguları ile birlikte değildi. Serum HDL seviyesinin >60 mg/dl, LDL seviyesinin >160 mg/L olması 8 mg/kg alan hastalarda sırasıyla %17, %12 ve 4 mg/kg TZM alan hastalarda sırasıyla %14 ile %15 ve kontrollerde sırasıyla ve %4 ile %4 olarak saptandı. LDL/HDL indeksinde artış TZM alan hastalarda daha sıktı (sırasıyla %22, %19 ve %10). Geçici nötropeni hastaların %28 ve %20’sinde gözlendi (sırasıyla, 8 ve 4 mg/kg gruplarda). Plasebo grubunda ise %1’den azdı. TZM ile ilgili olarak yayınlanmış temel yayınları bu şekilde özetledikten sonra TZM ile ilgili 2011 yılı Avrupa Romatoloji Kongresinde (EULAR) sunulan bazı bildirilerin özetlerini inceleyelim. TZM’nin Etkinliği MTX kullanmasına rağmen aktif olan RA’lı hastalarda TZM’nin etkinliğini araştıran çalışmalar devam etmiştir. Dougados ve ark.’nın (6) MTX kullanımına rağmen aktif RA’lı hastalarda yaptığı çift kör, 2 yıl süreli, faz 3b randomize kontrollü çalışmada; MTX kullanımına TZM eklenerek yapılan tedavi ile MTX kullanıyorken TZM monoterapisine geçen hastaların etkinliği ve güvenliği karşılaştırılmıştır. MTX kullanıyorken hala aktif olan hastalar (556 hasta) 4 haftada bir TZM 8 mg/kg IV+MTX ile 4 haftada bir TZM 8 mg/kg IV+oral PB koluna randomize edildi. Yirmi dördüncü haftanın sonunda hastaların %92’si çalışmayı tamamladı. Gruplar arasında elde edilen DAS28 remisyon oranlarında (TZM+MTX ve TZM+PB için sırasıyla %40.4 ve %34.8) ve ACR skorlarında her iki grup arasında farklılık yoktu. Etkinin başlangıcı her iki grupta da hızlıydı ve DAS28 remisyon oranı her iki © 2011 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. EULAR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar grupta da 8 haftada başarıldı (%18.1 ve %15.2). MTX kullanımına rağmen aktif RA’lı hastalarda, TZM+MTX tedavisinin TZM monoterapisinden üstün olmadığı sonucuna varıldı. Yine Weinblatt ve ark.’nın (7) biyolojik tedavilere ve DMARD’lara yetersiz cevabı olan veya bu ilaçları tolere edemeyen aktif RA’lı hastalarda yaptığı 24 haftalık, prospektif, açık etiketli, randomize çalışmada hastalar başlangıçta kullandıkları ilaçlara göre gruplara ayrıldı. Başlangıçta sadece DMARD veya biyolojik tedavi +DMARD kullanan hastalar (TZM 4 mg/kg veya TZM 8 mg/kg) +1 veya daha fazla DMARD kullanılan kollara (COMBO), öncesinde sadece biyolojik tedavi alan hastalar TZM 8 mg/kg koluna alındılar. DAS28 remisyon oranı, ACR 20/50/70 cevapları tüm grupların ITT popülasyonlarında benzerdi. TZM’nin etkinliği klinik parametrelerin dışında da araştırılmıştır. Mc Innes ve ark.’nın yaptığı randomize, plasebo kontrollü çalışmada (MEASURE çalışması) (8) lipid ve inflamasyon parametreleri üzerine TZM’nin etkinliği araştırılmıştır. MTX kullanmasına rağmen aktif olan 132 RA’lı hasta 2 yıllık çalışmanın başlangıçtaki 24 haftalık çift kör fazında oral MTX+her 4 haftada bir IV TZM 8 mg/kg ya da oral MTX+PB koluna randomize edildi. Çalışmada TZM’nin lipoprotein profillerinde kantitatif değişikliklere, değişen HDL kompozisyonuna, inflamatuvar ve protrombotik belirteçlerin seviyelerinin azalmasına neden olduğu görülmüştür. Sonuç olarak bu değişiklikler TZM ile tedavi edilen RA hastalarında kardiyovasküler riskin lehine olabileceği belirtilmiştir. Saito ve ark.’nın (9) yaptığı çalışmada TZM’nin etkinliği sekonder AA amiloidozlu RA hastalarında araştırılmıştır. Bu çalışmada histopatolojik olarak tanısı konulmuş 10 RA hastasına her 4 haftada bir TZM 8 mg/kg IV verildi. Hastaların hepsinin yüksek RA aktivitesi vardı. Bu hastalara organ disfonksiyonu nedeniyle MTX gibi DMARD’lar verilemiyordu ve bu nedenle monoterapi kullanmaları gerekti. On hastanın 7’si anti-TNF ilaçlardan başka biyolojik tedavi gerektiriyordu. Çalışmada TZM’nin 6 aylık kısa dönemde etkinliği ile birlikte amiloidozun neden olduğu renal ve gastrointestinal disfonksiyonun iyileşme durumu değerlendirildi. Amiloidoz için etkinlik 4 alanda değerlendirildi; 1- ödemin azalması veya diyarenin görülmemesi, 2 - üriner protein atılımında azalma, 3- serum albümin seviyesinde artış (normal aralığa), 4- serum kreatinin seviyesinin azalması veya değişmemesi. Sonuç olarak TZM’ye alan hastalarda 6 ay sonra ortalama DAS28-ESR skoru 5.55’den 2.45’e geriledi. On hastadan 3’ünde amiloidoz tedavi etkinliği için belirlenen 4 alanda iyileşme görüldü. On hastanın hiçbiri 6 ay içinde bir organ disfonksiyonuna progresyon göstermedi. Tekrar biyopsi ile yapılan değerlendirmede amiloid depozit alanında 6 ay sonra %27’den %8.4’e gerileme oldu. TZM sadece amiloidozlu RA hastalarında organ disfonksiyonunun ilerlemesini durdurmakla kalmadı, aynı zamanda anti- 11 Etanercept_C2S1_Milnasipran 11/4/11 2:36 PM Page 12 BioExPERT EULAR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar TNF tedavinin de içinde bulunduğu konvansiyonel tedavilere dirençli sekonder AA amiloidozlu hastalarda bulguların iyileşmesini de sağladı. Sonuç olarak TZM’nin AA amiloidoz için anti-TNF tedaviye göre daha iyi bir seçenek olabileceği belirtilmiştir. Ruhsatlandırma sonrasında TZM’nin etkinliği 6424 Japon RA hastasında Takeuchi ve ark. (10) tarafından değerlendirilmiştir. TZM kullanan hastaların tamamı çalışmaya dahil edilmiştir. Her 4 haftada bir 8 mg/kg TZM kullanan hastalar 28 hafta izlendiler. Başlangıçta DAS28-ESR skoru 5.51 olan hastaların 28 hafta sonra skor 2.94’e geriledi. Hastaların %57.6’sı iyi EULAR cevap kriterlerini karşılıyordu. İyi ve orta EULAR cevap oranı 2 yıldan az hastalık süresi olan kişilerde anlamlı olarak daha iyi idi. Sonuçta Japon hastalarda ruhsatlandırma sonrası kullanımda da TZM etkili bir ilaç olarak değerlendirildi. RA’lı hastalarda yüksek CRP seviyesi ve eklem hasarının progresyonu arasındaki ilişki bilinmektedir. Fakat tedavi öncesi CRP seviyesi ve tedaviye cevap arasındaki ilişki bilinmemektedir. Emery ve ark. (11) TZM faz 3 çalışmalarını analiz ederek TZM ile tedaviyi takiben tedavi öncesi CRP ve klinik etkinlik arasındaki ilişkiyi araştırmışlardır. Hasta grupları PB, DMARD’lı kombinasyon ile TZM 4 mg/kg ve TZM 8 mg/kg alan hastalardan oluşmaktaydı. Sonuç olarak DMARD’lara yetersiz cevap veren hastalardan oluşan havuzlanmış popülasyonda tedavi öncesi CRP düzeyi, 24. haftadaki DAS28-ESR’de iyileşme ve ACR20/50/70 cevapları ile korelasyon gösteriyordu. Bu etki TZM’nin her iki dozunda da istatistiksel olarak anlamlıydı, PB ile anlamlı değildi. TZM ile tedavi edilen hastalarda tedavi öncesi CRP seviyesi, 24. haftada düşük hastalık aktivitesi veya remisyonun sağlanması ile ilişkili bulunmadı (DAS28 kriteri). Sonuç olarak; popülasyonun genelinde tedavi öncesi daha yüksek CRP, hastalık aktivitesinin tüm ana komponentleri ile değerlendirildiğinde TZM’ye iyi cevap ile ilişkiliydi. Diğer etkili RA tedavileri ile bu etkinin görülüp görülmediği bilinmemektedir. Bununla birlikte etki derecesinin küçüklüğü ve bireysel farklılıkların büyüklüğü nedeniyle tedavi öncesi CRP seviyesinin prediktif biyomarker olarak kabul edilmesi zor gözükmektedir. Bu yüzden tedavi öncesi CRP seviyesi RA’da tedavi kararı için kullanılmamalıdır. RA’lı hastalarda insülin rezistansı prevalansının arttığı bildirilmiştir. Bu hastalarda insülin rezistansının gelişmesinde inflamasyonun etkisi vardır. İnsülin rezistansı tip 2 diabetes mellitus (DM) gibi obezite ile ilişkili hastalıkların patofizyolojisinde anahtar rol oynar. TNF-alfa, IL-1 ve IL-6 adipoz dokulardan üretilen sitokinlerdir ve insülin rezistansını modüle ettikleri gösterilmiştir. Son zamanlarda infliksimab ile RA hastalarında insülin rezistansında iyileşme rapor edilmiştir. IL-1 reseptör antagonisti anakinrada insülin rezistansını önleyebilmekte ve tip 2 DM’ye olumlu etki yapabilmektedir. Morishima ve ark. (12) diyabeti olan RA hastalarında TZM’nin glukoz metabolizma- 12 Cilt 2, Sayı 1 sına etkisini araştırdılar. TZM ile tedavi edilen (8 mg/kg) 39 RA hastasında (10 diyabetik, 19 nondiyabetik) HbA1c değişiklikleri analiz edildi. Her iki grup arasında prednizolon dozları benzerdi. Sonuç olarak prednizolon kullanan diyabetli RA hastalarında TZM’nin HbA1c seviyesine olumlu etki yaptığı gözlendi. Bu anti-diyabetik etki nedeniyle prednizolon kullanan diyabetli RA hastalarında TZM’nin yararlı olabileceği sonucuna varıldı. IL-6 çok fonksiyonlu bir sitokindir. B hücrelerinin (otoantikor üreten hücreler) terminal farklılaşmasını olduğu kadar T hücrelerinin proliferasyonunu ve farklılaşmasını da arttırır. IL-6 monositlerin dendritik hücrelerden (DC) makrofajlara farklılaşmasını da yapan sitokin olarak bilinir. Richez ve ark. (13) RA hastalarında TZM tedavisinin ilk 3 ayında dolaşan DC’ler ve T hücreleri üzerine etkisini araştırdılar. Yirmi sekiz RA hastasında dolaşan DC’ler (miyeloid DC’ler ve plazmositoid DC’ler) ve farklı T hücre alt grupları longitidunal olarak değerlendirildi. Sonuçta TZM’ye cevap veren ve aktif RA’lı hastalarda başlangıçta daha yüksek CD8 T hücreleri ve hücrelerin miyeloid DC’ler ile karakterize olduğunu gösterdiler. İlginç olarak özellikle TZM’ye iyi cevap veren hastalarda miyeloid DC’lerin seviyelerinin tedavi sırasında azaldığı gösterildi. Güvenlik Dougados ve ark.’nın (6) yaptığı çalışmada advers olay, ciddi advers olay ve ciddi enfeksiyon oranı TZM+MTX için 100 hasta yılında 491, 21 ve 6; TZM+PB için 467, 18 ve 6 olarak saptanmıştır. En sık ve ciddi yan etki enfeksiyon olmuştur. Advers olay nedeniyle ilacı kesme oranı ve doz ayarlama oranı sırasıyla TZM+MTX grubunda %3.9 ve %27.4 ile TZM+PB grubunda %2.9 ve %18.5 olarak saptandı. ALT yükselmesi (>60) TZM+MTX grubunda %16, TZM+PB grubunda ise %6 oranında gözlendi. Sonuç olarak bu çalışmada güvenlik profilinde her iki grup arasında bariz bir farklılık saptanmamıştır. DMARD veya biyolojik ilaç kullanmasına rağmen hastalığı aktif seyreden, çalışmaya alınırken kullandığı ilaçlara göre randomize edilen RA hastalarında yapılan ve TZM’nin etkinliği ve güvenliğinin araştırıldığı bir başka çalışmada (7) ciddi advers olaylar, ciddi enfeksiyonlar ve nadir laboratuvar anormallikleri her iki grupta (TZM 4 veya 8 mg/kg + bir veya daha çok DMARD ile TZM monoterapisi) benzer olarak saptandı. Saiki ve ark.’nın yaptığı çalışmada (14) TZM tedavisi alan RA’lı hastalarda non-romatoid artraljinin varlığı değerlendirilmiştir. MTX ve anti-TNF tedaviye cevap vermeyen, TZM ile (8 mg/kg her 4 haftada bir IV) tedavi edilen 79 RA hastasının değerlendirildiği çalışmada 29 hastada non-romatoid artralji saptandı. Ağrı daha çok omuz, sırt gibi büyük eklemlerde ve RA ağrı bölgelerinden farklıydı. En çok TZM enjeksiyonundan sonra 1 veya 2 gün sonra başlıyordu ve 1 haftaya kadar uzayabiliyordu. Non-romatoid artralji görüldüğünde CRP yüksek seviyelerden (>50 mg/dl), düşük seviyelere geri© 2011 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. Etanercept_C2S1_Milnasipran 11/4/11 2:36 PM Page 13 BioExPERT Cilt 2, Sayı 1 liyordu (<5 mg/dl). Non-romatoid artralji görülen hastaların TZM tedavisi öncesi CRP seviyeleri daha yüksekti. Bu hastalarda IL-6 seviyeleri TZM tedavisinin başlangıcından 28 gün sonra daha yüksekti. Non-romatoid artralji gelişen hastalara 5 mg/gün prednizolon eklendi ve artralji daha erken sonlandı. Ruhsatlandırma sonrasında TZM kullanan (8 mg/kg) 6424 Japon RA hastasının 28 hafta izlendiği çalışmada (10) total advers olay %42.8, ciddi advers olay %9.4. En sık advers olay enfeksiyon ve infestasyon (%9.6) ve en sık ciddi advers olay oranı %3.6 olarak saptandı. Ana enfeksiyon bölgeleri respiratuvar sistem (%49.9), deri (%29.3), gastrointestinal sistem (%11.7) ve üriner sistem (%6.7) olarak saptandı. En yaygın ciddi enfeksiyon bakteriyel pnömoni (%1.14) idi. Malignensi advers olay olarak 31 hastada rapor edildi (%0.48) ve bu hastalarda belli bir spesifik patern gözlenmedi. Gastrointestinal bozukluk 301 hastada gözlendi (%4.69) ve 12’si gastrointestinal perforasyon (%0.19) idi. Otuz dört hasta 28 hafta içinde öldü ve bu oran Japonya’nın 2008 yılında rapor edilen RA hastalarının standardize mortalite oranı ile benzerdi. Genovese ve ark.’nın (15) TZM alan RA hastalarında TZM’nin uzun dönem güvenliğini incelediler. 4009 hastanın değerlendirildiği çalışmada veriler klinik çalışmalardan ve uzun dönem uzatma çalışmalarından elde edildi. Total izlem süresi 12.293 hasta yılı idi. Advers olay oranı 314.6/100 hasta yılı idi. Enfeksiyon en yaygın advers olaydı (103.7/100 hasta yılı). En yaygın ilaç kesilmesine neden olan olaylar arasında laboratuvar anomalisi olarak transaminaz yüksekliği (1.1/100 hasta yılı), enfeksiyon/infestasyonlar (1/100 hasta yılı) ve neoplazmlar (benign, malign veya tanımlanamamış, 0.7/100 hasta yılı) gelmekteydi. Enfeksiyon en yaygın ciddi advers olay idi (4.6/100 hasta yılı). Gastrointestinal perforasyon 0.24/100 hasta yılı olarak gözlendi ve %59’u kolonik divertiküler perforasyondu. MI ve inme oranı 100 hasta yılında 0.3 ve 0.2 olarak saptandı ve zamanla değişmedi. Sekiz hasta anaflaktik reaksiyon nedeniyle çalışmadan çekildi. Sonuç olarak ciddi advers olayların, ciddi enfeksiyonların, MI ve inme oranları uzun dönemde izlemde de değişmedi ve bunlar RA popülasyonunda rapor edilen oranlar ile uyumluydu. Abatasept Abatasept (ABT) (CTLA4-Ig) bir solubl füzyon proteinidir. CTLA4’ün ekstrasellüler domaini ve IgG1’in Fc porsiyonundan oluşur. CTLA4-Ig antijen sunan hücrelerde CD80 (B7-1) ve CD86’ya (B7-2) bağlanır ve böylece CD28-B7 kostimülatör etkileşimin kompetetif inhibitörü gibi davranarak CD28 aracılığı ile T hücreleri ile gelen ikincil aktivasyon sinyaline engel olur. ABT Amerika FDA tarafından bir veya daha fazla DMARD’a cevap vermeyen aktif RA’lı hastalarda onaylanmıştır. RA’lı hastalarda ABT’nin etkinliği ve güvenliği 2009 yılında 7 randomize çalışmadan elde edilen 2908 © 2011 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. EULAR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar hastalı bir meta-analiz ile değerlendirilmiştir. ABT’nin etkinliği ve güvenliği tek başına veya plasebo ile birlikte biyolojik olan veya olmayan DMARD ile kombine edilerek değerlendirilmiştir (16). ABT kullanan hastalar 1 yılda ACR50 cevabına anlamlı olarak daha iyi ulaştılar (rölatif risk, RR, 2.2, %95 CI: 1.7–2.8 ve absolut risk farkı %21, %95 CI: %16–27). Yine fiziksel fonksiyonda iyileşme, hastalık aktivitesinde ve ağrıda azalma ABT kullanan hastalarda anlamlı olarak daha iyi idi. Ciddi enfeksiyonların sayısında 12 ayda ABT ile tedavi edilen hastalarda anlamlı artış saptandı (OR, 1.9, %95 CI: 1.1–3.4) ve diğer meta-analizlerde de benzer bulgular gözlendi (17). ABT diğer biyolojik DMARD’lar ile kombine kullanıldığında ciddi yan etki sıklığı artıyordu (RR 2.3, %95 CI: 1.2–4.6). ABT kullanan hastalarda ciddi enfeksiyonlar en yaygın olarak bronkopulmoner ağaçtaydı. Ayrıca erken RA’lı ve kötü prognostik faktörlü MTX naiv hastalarda, MTX ya da MTX+anti-TNF inhibisyonu kombinasyonuna dirençli hastalarda da ABT’nin etkinliği gösterilmiştir (18,19,20). Radyografik sonuçların da değerlendirildiği çalışmalarda, ABT ile klinik iyileşmelere ek olarak radyolojik ilerlemenin de istatistiksel olarak anlamlı miktarda inhibisyonu da gösterilmiştir. ABT ile tedavi edilen RA hastalarında artmış malignensi ile ilişki bulunmamıştır (21). ABT ile ilgili olarak 2011 yılı Avrupa Romatoloji Kongresinde sunulan bazı bildirilerin özetleri ise şu şekildedir. Etkinlik Genovese ve ark.’nın (22) yaptığı MTX’e yetersiz cevabı olan aktif RA’lı hastalarda ek tedavi seçeneği olarak geliştirilen subkütan (SC) veya IV ABT’nin etkinliğinin karşılaştırılmasının (ACQUIRE çalışması) amaçlandığı 6 ay süreli faz 3b, çift kör, “doubledummy” çalışmada hastaların bir grubuna haftalık SC ABT (sabit doz 125 mg) ile IV 10 mg/kg yükleme dozu (1. gün) uygulandı. Diğer gruba 1, 15 ve 29. günlerde IV 10 mg/kg ABT’yi takiben her 4 haftada bir aynı doz ABT ve beraberinde 15 mg ve üzeri MTX uygulandı. 1457 hastanın alındığı çalışmada 6 ay sonra ACR50, ACR70 ve HAQ yanıtı (başlangıca göre ≥0.3 birim değişim) SC ve IV grupta sırasıyla %52, %26, %70 ve %50, %25, %65 olup benzerdi. ABT’nin gerçek yaşamdaki etkinliği ile ilgili veriler sınırlı olması nedeniyle Fransız romatoloji derneğinin Orencia ve RA (ORA) kayıtlarından elde edilen verilerin kullanıldığı bir başka çalışmada (23) 2008 yılından beri kaydedilen, 6 ayda bir izlenen 1031 hasta değerlendirildi. Sonuçta ORA kayıtlarından elde edilen veriler ABT’nin gerçek hayattaki etkisinin klinik çalışmalarda bildirilenlere benzer olduğunu gösterdi. RF/Anti-CCP pozitifliğinin hastalık aktivitesinden bağımsız olarak ABT’ye daha iyi cevap ile ilişkili olduğu saptandı. İlginç olarak bu sonuç ABT kullanılarak T-B kostimülatör yolağının modülasyonunda 13 Etanercept_C2S1_Milnasipran 11/4/11 2:36 PM Page 14 BioExPERT EULAR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar ilk kez gösterildi. Bu durum gösteriyor ki, RA’da otoantikorların varlığı B hücre hedefli tedaviye sınırlı etkinliğin prediktif faktörü değildir, diğer biyolojik tedavilerde de gözlenebilir. MTX kullanımına rağmen aktif seyreden RA’lı hastalarda ABT ile manyetik rezonans görüntüleme (MRG) ile sinovit, osteit, erozyon ve klinik etkinliğin değerlendirildiği 12 ay süreli bir çalışmanın (24) 4 ayı çift kör periyot (27 hasta IV ABT+MTX koluna, 23 hasta da PB+MTX koluna randomize edildiler), 8 ayı da açık etiketli uzatma çalışması olarak planlandı. Sonuçta açık etiketli uzatma süresince başlangıçta ABT+MTX koluna randomize edilen hastalarda MRG bulgularında süreklilik gösteren yararlı etki gözlendi. Başlangıçta MTX koluna randomize edilen hastalarda ABT’nin eklenmesinden sonra sinovit ve osteitte orijinal ABT+MTX koluna benzer seviyede bir azalma sağlandı. CD28 en önemli T hücresi kostimülatör molekülüdür ve ekspresyonu tekrarlayan hücresel stimülasyon sonrasında down-modüle olur. RA’da dolaşan CD28– T hücrelerinin yüksek sayısı kötü prognoz ile ilişkili bulunmuştur. CD28– T lenfositleri farklılaşmış efektör sitotoksik T hücrelerinin fonksiyonel özelliklerini gösterir. Dahası son veriler göstermektedir ki bazı CD28– T hücrelerin düzenleyici özellikleri vardır. ABT CD28 ile yarışır, T hücre kostimülasyonunu bloke edebilir. RA’lı hastalarda ABT ile tedavinin dolaşan CD28– T hücrelerinin sayısını azalttığı ve bu azalmanın klinik iyileşme ile direkt korele olduğunu gösteren Scarsi ve ark.’nın (25) yaptığı çalışmada dolaşan CD28– T hücrelerinin sayısının RA hastalarında ABT’ye cevapta tahmin ettirici olup olamayacağı değerlendirilmiş ve CD28– T hücrelerinin fenotipik ve fonksiyonel özellikleri araştırılmıştır. RA’lı 30 ardışık hastanın (27 kadın, 3 erkek, ortalama yaş: 55, başlangıç DAS28: 5.63) 29’u anti-TNF, 6’sı da ritüksimab tedavisine rağmen aktif olan hastalardı. En az 3 ardışık ay ABT ile tedavi edildikten sonra değerlendirildiler. Otuz hastanın 14’ünde (%47) ABT ile iyi klinik cevap elde edildi. Cevap veren hastalarda başlangıçta CD8+CD28– T hücrelerinin mutlak sayısı diğer hastalardan anlamlı olarak daha düşüktü. Oysa CD4+CD28– T hücrelerinin sayısındaki düşüklük anlamlı değildi. CD4+CD28– hücrelerin mutlak sayısı 96 hücre/ml’den daha düşüktü veya CD8+CD28– hücrelerin mutlak sayısı 146 hücre/ml’den daha düşüktü ve iyi klinik cevapla ilişkiliydi. Sonuç olarak başlangıçta dolaşan CD28– T hücrelerinin düşük sayısı ABT’ye iyi klinik cevap için prediktif bir belirleyici gibi görünmektedir. Dolaşan CD28– T hücreleri proinflamatuvar ve nadiren regülatör fenotipte hücrelerdir. RA hastalarında ABT tedavisinin başlangıcından önce ve sonra regülatör T hücrelerin fenotipik ve fonksiyonel analizinin yapıldığı başka bir çalışmada (26) ABT ile tedavinin CD4+ T hücreleri ve regülatör T hücrelerinin artmasına neden olduğu, bunun yanı sıra regülatör T hücrelerinin fonksiyonel analizi ile izole edilen regülatör T hücrelerinin azalmış fonksiyonu gösterildi. 14 Cilt 2, Sayı 1 RA’lı hastalarda farklı immün hücrelerde hedeflenen immünomodülasyonda ABT’nin moleküler etkisinin araştırıldığı bir çalışmada (27), T hücre kostimülasyonu ABT aktivitesinin primer mekanizması olmasına rağmen ABT’ye cevap veren hastaların B hücre bölümünde gen ekspresyonu değişikliklerinin baskınlığı gözlemlendi. Bu önceki çalışmalarda RA sinovyumunda B hücrelerindeki azalma ile uygunluk gösteriyordu. Bu veriler hem T hem de B hücrelerinin modülasyonunda ABT’nin önemli bir yöntem olabileceğini göstermiştir. Remy ve ark. (28) önceden anti-TNF ve sonrada RTX ile tedavi edilen RA hastalarında biyolojik tedavilerin 3. hatta etkinliklerini karşılaştırdılar. Fransız romatoloji derneğinin geliştirdiği prospektif ve elektronik kayıt sisteminden elde edilen verilere göre hem anti-TNF tedaviye ve sonrasında RTX tedavisine dirençli olan RA hastalarında anti-TNF veya ABT ile tedavinin 3, 6 ve 12. ayda etkinlik ve güvenlikleri benzer olarak bulunmuştur. Güvenlik Genovese ve ark.’nın (22) yaptığı MTX’e yetersiz cevabı olan aktif RA’lı hastalarda ek tedavi seçeneği olarak geliştirilen subkütan (SC) veya IV ABT’nin etkinliğinin karşılaştırılmasının (ACQUIRE çalışması) amaçlandığı çalışmada 6 ay sonunda SC ABT ve IV ABT ile tedavi edilen grupta ölüm sırasıyla %0.3 ve %0.7, ciddi yan etki %4.2 ve %4.9, ciddi enfeksiyon %0.7 ve %1.4, malignensi %0.4 ve %0.7, önceden belirlenmiş otoimmün olay %1 ve %0.8 ve enjeksiyon yeri reaksiyonu %2.6 ve %2.5 olarak saptandı. Bu çalışmaya göre SC ABT kullanım kolaylığı ve düşük enjeksiyon yeri reaksiyonu ile güvenli bir tedavi seçeneği olarak düşünülebilir. Klinik pratikte hastalar biyolojik tedavilere geçici olarak ara verebilirler ve bu durum ilaç konsantrasyonunun, immünojenitenin azalmasına yol açar. SC ABT’nin 3 ay ara verilmesi ve takiben tekrar başlanması ile güvenliğinin yeniden değerlendirildiği çift kör, faz 3, randomize bir çalışmada (29) SC ABT iyi tolere edildi, etkinlik ve güvenlik için negatif bir etki oluşmadı. Keystone ve ark. (30) tarafından yapılan açık etiketli ve tek kollu çalışmada IV ABT’den SC ABT’ye geçilmesi iyi tolere edildiği görülmüştür. AIM ve ATTAIN çalışmalarının yaklaşık 5 yılını tamamlayan uygun hastalar, 125 mg/hafta SC ABT kullanmak üzere çalışmaya alındı. IV ABT’nin etkinliği SC ABT’ye geçtikten sonra da devam etmiş ve etkinlikte bir azalma saptanmamıştır. Az ve ılımlı lokal bölge enjeksiyonları, düşük immünojenite saptanmıştır. ABT monoterapisi başlanan 31 hastanın 3’ünde psöriaziform lezyonlar bildirilmiştir (31). Hastalar 63 (kadın), 60 (erkek) ve 62 (erkek) yaşlarındadır. ABT tedavisine başladıktan 9, 10 ve 14 ay sonra lezyonlar gelişmiştir. Sonuç olarak psöriaziform lezyon gelişiminin yatkınlığı olan bireylerde kostimülasyon blokajı ile açığa çıkan T hücre fonksiyonlarındaki değişiklikler ile ilişkili olup olmadığının açıklanmasına ihtiyaç olduğu düşünülmüştür. © 2011 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. Etanercept_C2S1_Milnasipran 11/4/11 2:36 PM Page 15 BioExPERT Cilt 2, Sayı 1 Kaynaklar 1. Singh JA, Beg S, Lopez-Olivo MA. Tocilizumab for rheumatoid arthritis: a Cochrane systematic review. J Rheumatol 2011; 38:10 2. Campbell L, Chen C, Bhagat SS, et al. Risk of advers events including serious infections in rheumatoid arthritis patients treated with tociluzumab: a systematic literature review and meta-analysis of randomized controlled trials. Rheumatology (Oxford) 2011; 50:552 3. Maini RN, Taylor PC, Szechinski J, et al. Double-blind randomized controlled clinical trial of the interleukin-6 receptor antagonist, tocilizumab, in European patients with theumatoid arthritis who had an incomplete response to methotrexate. Arthritis Rheum 2006; 54:2817 4. Smolen JS, Beaulieu A, Rubbert-Roth A, et al. Effect of interleukin-6 receptor inhibition with tociluzumab in patients with rheumatoid arthritis (OPTION study): a double-blind, placebo-controlled, randomised trial. Lancet 2008; 371:987 5. Emery P, Keystone E, Tony HP, et al. IL-6 receptor inhibition with tocilizumab improves treatment outcomes in patients with rheumatoid arthritis refractory to anti-tumour necrosis factor biologicals: results from a 24-week multicentre randomised placebo-controlled trial. Ann Rheum Dis 2008;67:1516 6. Dougados M, Huizinga T, Sheeran T, et al. Tociluzumab (TCZ) plus methotrexate (MTX) does not have superior clinical efficacy to TCZ alone in RA patients with inadequate response to MTX: 24-week results of the ACT-RAY study. Ann Rheum Dis 2011; 70(Suppl3):73 7. Weinblatt M, Kremer J, Cush J, et al. Safety of tocilizumab (TCZ) monotherapy and TCZ plus DMARDS in a US RA population with inadequate response (IR) to biologics or DMARDs: The ACT-STAR study. Ann Rheum Dis 2011; 70(Suppl3):170 8. Mc Innes I, Lee JS, Wu W, et al. MEASURE: A translational, randomized, placebo (PBO)-controlled study to evaluate the effects of tociluzumab (TCZ) on parameters of lipids and inflammation. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):73 9. Saito K, Miyagawa I, Hanami K, et al. Study on the efficacy of tocilizumab, an anti IL-6 receptor antibody, in patients with rheumatoid arthritis (RA) complicated with secondary AA amyloidosis. Ann Rheum Dis 2011; 70 (Suppl3):74 10. Takeuchi T, Harigai M, Inokuma S, et al. Postmarketing surveillance of tocilizumab for rheumatoid arthritis in Japan interim analysis of 6424 patients. Ann Rheum Dis 2011;70 (Suppl3):610. 11. Emery P, Bernasconi C, Thompson L, et al. Relationship between pretreatment CRP and clinical efficacy following treatment with tocilizumab: results from a pooled analysis of tocilizumab phase 3 studies. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):279 12. Morishima A, Ogata A, Hirano T, et al. Decreased HBA1c during humanized anti-Interlökin-6 receptor antibody, tocilizumab in rheumatoid arthritis with diabetes. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):609 13. Richez C, Barnetche E, Shipley E, et al. Impact of tocilizumab on circulating dentritic cells and T cells in rheumatoid arthritis patients. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):609 14. Saiki O, Uda H. An appearance of non-rheumatoid arthralgia after tocilizumab treatment in patients with rheumatoid arthritis. Ann Rheum Dis 2011,70(Suppl3):623 15. Genovese M, Sebba A, Rubbert-Roth A, et al. Long-term safety of tocilizumab in rheumatoid arthritis clinical trials. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):610 16. Maxwell L, Singh JA. Abatacept for rheumatoid arthritis: a Cochrane systematic review. J Rheumatol 2010; 37:234 17. Salliot C, Dougados M, Gossec L. Risk of serious infections © 2011 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. EULAR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar during rituximab, abatacept and anakinra treatments for rheumatoid arthritis: meta-analyses of randomised placepocontrolled trials. Ann Rheum Dis 2009; 68:25 18. Kremer JM Genant HK, Moreland LW, et al. Effects of abatacept in patients with methotrexate-resistant active rheumatoid arthritis: a randomised trial. Ann Intern Med 2006; 144:865 19. Genovese MC, Becker JC, Schiff M, et al. Abatacept for rheumatoid arthritis refractory to tumor necrosis factor alpha inhibition. N Engl J Med 2005; 353:1114. 20. Westhovens R, Robles M, Ximenes AC, et al. Clinical efficacy and safety of abatacept in methotrexate-naive patients with early rheumatoid arthritis and poor prognostic factor. Ann Rheum Dis 2009; 68:1870 21. Simon TA, Smitten AL, Franklin J, et al. Malignancies in rheumatoid arthritis abatacept clinical development programme: an epidemiological assesment. Ann Rheum Dis 2009; 68:1819 22. Genovese MC, Covvarubias JA, Leon G, et al. The Acquire (Abatacept comparison of sub(qu)cutaneous versus intravenous in inadequate responders to methotrexate) trial: A large phase IIIB non-inferiority study. Ann Rheum Dis 2011; 70(Suppl3):74 23. Gottenberg JE, Ravaud P, Bardin T, et al. Positivity for RF/anti-CCP is associated with a better response to abatacept: Data from the "orencia and rheumatoid arthritis" (ORA) registry. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):74 24. Conaghan P, Durez P, Alten R, et al. Persistent beneficial effect of abatacept on magnetic resonance imaging (MRI)assessed synovitis and structural damage through 12 months in methotrexate (MTX)-inadequate responders with active rheumatoid arthritis (RA). Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):151 25. Scarsi M, Rossi D, Bosio C, et al. Low numbers of circulating CD28 negative T cells may be a predictive factor of a good clinical response to abatacept in patients with rheumatoid arthritis. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):77 26. Bonelli M, Göschl L, Hladik A, et al. Abatacept treatment leads to increased proportions of regulatory T cells in patients with rheumatoid arthritis (RA). Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):274 27. Häupl T, Grützkau A, Latek R, et al. Transcriptome studies of sorted whole blood cells from RA patients suggest an additıonal mechanism of immünomodulation by abatacept. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):610 28. Remy A, Gottenberg JE, Lukas C, et al. Comparison of third line of biologics in rheumatoid arthritis patients previously treated with TNF inhibitors then rituximab: retreatment by TNF inhibitors or treatment by abatacept?.Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):458 29. Kaine J, Gladstein G, Strusberg I, et al. Subcutaneous (sc) abatacept is well tolerated, demonstrates clinical efficacy and is associated with low immünogenicity following withdrawal and re-introduction: Phase III evaluation in rheumatoid arthritis (RA) patients responding to abatacept. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):466 30. Keystone E, Kremer J, Russell A, et al. Switching patients (pts) with rheumatoid arthritis (RA) from intravenous (IV) to subcutaneous (sc) abatacept is well tolerated and sustains previously established efficacy. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):461 31. Konsta M, Rallis E, Karameris A. et al. Development of psoriasiform lesions during therapeutic administration of abatacept, a selective inhibitor of T-cell costimulation, for rheumatoid arthritis. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):473 15 Etanercept_C2S1_Milnasipran 11/4/11 2:36 PM Page 16 BioExPERT Cilt 2, Sayı 1 EULAR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar Prof. Dr. Salih Pay EULAR 2011’de B Hücresini Hedef Alan Tedavi Çalışmaları EULAR 2011’de B hücresini hedef alan tedavi çalışmalarını romatoid artritli hastalarda ve romatoid artrit dışındaki hastalıklarda B hücresini hedef alan tedavi çalışmaları olarak ikiye ayırabiliriz. EULAR 2011’de sunulan romatoid artritli hastalarda B hücresini hedef alan tedavi çalışmalarını beş alt grupta incelemek mümkündür. Bu alt grupları rituksimabın (RTX) B hücre popülasyonuna etkisini ve bu etkinin klinik bulgulara yansımasını inceleyen temel çalışmalar, RTX’in uygulama şeklini güvenli bir şekilde kolaylaştıran yöntemleri araştıran çalışmalar, RTX’in etkinliğinin önceden belirlenebilmesi için uygun belirteçleri araştıran çalışmalar, RTX’in özellikle uzun dönem etkinliği ve güvenliğini araştıran çalışmalar olarak sıralayabiliriz. EULAR 2011’de temel çalışma olarak niteleyebileceğimiz dört çalışma dikkat çekicidir. Bu çalışmalarda RTX’in B hücre popülasyonlarına etkisi ve bu etkinin klinik etkinlik ve bulguların tekrar ortaya çıkması ile ilişkisi araştırılmıştır. Mei ve ark. RTX’in sirkülasyondaki ve dokudaki yerleşik IgA plazmablastlara etkisini araştırmışlardır. RTX tedavisi alan hastalarda tedavi öncesi ve tedaviden 2–9 ay sonra akım sitometrisi ile periferik kan B hücresi ve plazmablast/plazma hücresi düzeyleri araştırılmıştır. Ayrıca HLA-DR, IgA, CCR10 ve beta integrin ekspresyonlarına bakılmış ve lamina propria biyopsilerinde IgA eksprese eden hücrelerde incelenmiştir. Tedavi süresince periferik kan CD20+ naiv ve hafıza B hücre sayısı başlangıç değerlerine göre belirgin azalırken, plazmablast/plazma hücresi normal miktarda veya hafifçe azalmış olarak dolaşımda sürekli olarak saptanmıştır. Tedavi öncesinde veya tedavi sonrasında dolaşımdaki plazmablast/plazma hücrelerinin IgA, beta 7 integrin ve CCR10 eksprese ettikleri ve fonksiyonel kayba uğramadıkları gözlenmiştir. Bu hücrelerin fenotipleri onların mukozal immün yanıttan kaynaklandığını göstermektedir. IgA+plazmablast ve plazma hücreleri RTX ile tedavi edilen hastaların lamina propria biyopsilerinde de saptanmıştır. Dolaşımdaki plazmablastların sayısı ile DAS28 değerleri arasında korelasyon bulunmamıştır. Mukozal plazma blast üretiminin devam etmesi, RTX tedavisinin mukozal yüzeyde bulunan bazı fonksiyonel B hücrelerini etkilemediğini düşündürmektedir. Bu veriler RTX’in mukozal B hücrelerine ve (oto)antikor yapımına sınırlı düzeyde etkili olduğunu göstermektedir. Bu konudaki sınırlı etkinlik belki bireyler arasında farklılık göstermekte ve RTX’e bağlı etkinlik ve yan etkilerin ortaya çıkmasında rol oynamaktadır (1). 16 RTX’e yanıt süresi değişkendir ve günümüzde RTX’in sabit olarak 6 ayda bir uygulanmasının mı yoksa ihtiyaca göre uygulanmasının mı uzun dönem sonuçları bakımından daha avantajlı olduğu bilinmemektedir. Vital ve ark. romatoid artritli hastalarda RTX’e ilk yanıtı takiben relaps paternlerini tanımlamak ve potansiyel biomarker’lar bulmak için 3 ayrı klinik çalışmadan toplanan RTX ile tedavi edilen 104 hastanın naiv ve hafıza B hücrelerini ve plazmablast subgruplarını 0, 2, 6, 14 ve 26. haftalarda yüksek duyarlı akım sitometrisi ile ölçmüşlerdir. Bu yazarlar 26. haftada periferik kanda B hücresi yoksa takip eden 3 ay içinde klinik tablonun stabil kaldığını veya daha iyiye gittiğini; eğer B hücresi saptanırsa klinik bulguların daha da kötüleştiğini göstermişlerdir. Bu sonuçlar stabil klinik yanıt için B hücre deplesyonunun sürekli olması gerektiğini, belki de eğer 26 haftadan önce B hücre düzeyinde artış gözlenirse dozun daha önce uygulanmasının akla uygun olduğunu düşündürmektedir (2). Benzer diğer bir çalışmada Brezinchek ve ark. RTX’e yanıt vermeyecek hastaları saptamak için ilave B hücre epitop analizlerinin yararlı olup olmayacağını araştırmışlardır. Bu amaçla tedaviden önce, 2 ve 24. haftada akım sitometri ile oldukça fazla sayıda yüzey belirtecini (CD19, CD24, CD27, CD38, CD45 ve IgD, ayrıca T hücreleri ve monositleri ayırmak için CD3 ve CD14) çalışmışlardır. B hücrelerini yüzey boyamalarına göre şu alt gruplara ayırmışlardır: naiv (CD19+, IgD+, CD27–); IgD hafıza (CD19+, IgD+, CD27+), “post-switch” (CD19+, IgD–, CD27+) ve“double negative” (CD19+, IgD–, CD27–) hücreler. Ayrıca B hücreleri CD95 ve CD80 taşımalarına göre de kategorize etmişlerdir. Bu çalışmaya 31 hasta alınarak 24 hafta boyunca izlenmiştir. EULAR yanıtına göre 12 hasta (%38) iyi yanıt, 12 hasta (%38) orta derecede yanıt ve 7 hasta (%22) ise yanıtsız olarak değerlendirilmiştir. On beşinci günde yapılan değerlendirmede iyi veya orta derecede yanıt verenlerin sadece %8’inde yanıt vermeyenlerin ise %43’ünde tamamıyla B deplesyonu saptanmıştır. Başlangıçta yanıt vermeyenlerde CD95+ “post-switch” B hücresi sıklığı sağlıklı kontrollere göre belirgin olarak yüksek bulunmuş (%70.6±3.6 versus %56.6±2,7; p<0.036) ve bu oran 24. haftada daha da artmıştır (%97.2±1.3). Ayrıca yanıt veren hastalarda transisyonel (T1) B hücresi mutlak değerleri sağlıklı kontrollere göre belirgin olarak daha düşük saptanmıştır (97.8±45.8 versus 268.0±62.0, p<0.0002). Bu çalışmanın ilk sonuçlarına göre 15. günde B hücrelerinin miktarı RTX tedavisi ile © 2011 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. Etanercept_C2S1_Milnasipran 11/4/11 2:36 PM Page 17 BioExPERT Cilt 2, Sayı 1 elde edilecek yanıt konusunda fikir vermez. Ancak transisyonel B hücre sayısı ve CD95+ “post-switch” B hücre oranı romatoid artritli hastalarda RTX’e tedavi yanıtının belirleyici marker’ları olmaya aday gibi görünmektedir (3). RTX gibi B hücre deplesyonu yolu ile etkili olan tedavilerde B hücre deplesyonunun temel mekanizmalardan biri NK’ların oluşturduğu antikora bağımlı hücresel sitotoksisitedir (ADCC). Antikor temelli tedavilerde görülen ADCC reaksiyonunda FcγRIIIa/CD16 NK hücrelerinde eksprese olan majör Fc gama reseptörü (FcγR) önemli olabilir. Periferik kanda NK hücreleri 2 alt gruba ayrılır: majör CD3neg/CD56dim/CD16bright, oldukça sitotoksik alt grup ve minör CD3neg/CD56bright/ CD16dim, sitotoksik aktivitesi düşük grup. Cooper ve ark. mikroçevreninin, DMARD ve RTX tedavisinin CD56bright/dimalt grup popülasyonuna ve FcγRIIIa/CD16 ekspresyonuna etkisini araştırmışlardır. Kontrol grubuna göre hem erken hem de yerleşik romatoid artritli hastalarda CD56+ NK hücrelerinde FcγRIIIa/CD16 ekspresyonu belirgin azalmış olarak bulmuşlardır (p=0.037); bu azalma hem CD56bright hem de CD56dim alt gruplarında da izlenmiştir. Erken romatoid artritli hastalarda artmış FcγRIIIa/CD16 ekspresyonu dolaşımda yüksek IL-6 düzeyleri, yüksek anti-CCP ve RF titreleri ile korele bulunmuştur (p≤0.05). Bu araştırıcılar romatoid artritli hastalarda NK hücrelerinde FcγRIIIa/CD16 genetik olarak düşük eksprese olabileceğini ve bunun da RTX’e klinik yanıt için negatif bir belirteç olabileceğini ileri sürmüşlerdir (4). RTX infüzyonları aşırı duyarlılık endişesi ile artan infüzyon dozlarında yaklaşık 4 saat süresinde uygulanmaktadır. Ancak aynı ilacın onkoloji literatüründe daha kısa sürede uygulanabileceğini gösteren çalışmalar vardır. Bu amaçla yapılan bir çalışmada 36 hastaya bir ve on beşinci günlerde iki infüzyondan oluşan (her siklusta RTX 1000 mg/500 ml NaCl) uygun premedikasyondan sonra kısa süreli protokol uygulanmıştır. Bu protokolde birinci siklusta tedaviye 75 ml/sa hızıyla başlanmış ve her 20 dakikada 75 ml arttırılarak 225 ml/sa hızına ulaşılmış, daha sonra 350 ml/sa hızında bir saat verilerek toplam infüzyon iki saatte tamamlanmıştır. Birinci siklusta sorunu olmayan hastalara ikinci uygulamaları 250 ml/sa hızında 20 dakika ve daha sonra 625 ml/dk hızında 40 dakika olmak üzere toplam 1 saate infüzyonları bitirilmiştir. Otuz altı hastaya toplam 47 infüzyon sorunsuzca uygulanmış, 5 hastada hafif ve reversibl yan etkiler oluşmuştur. Bu çalışmaya katılan hastalar ve infüzyonları uygulayan hastane personeli kısa süreli uygulamadan memnun kalmış ve kısa süreli uygulamanın romatolojik hastalarda da uygun olduğu gösterilmiştir (5). RTX ile yapılan daha önceki çalışmalarda RF ve ACPA pozitifliğinin daha iyi klinik yanıt lehine olduğu gösterilmiştir. Bu alanda diğer biomarker’ların belirlenmesi ile ilgili çalışmalar devam etmektedir. © 2011 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. EULAR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar EULAR 2011’de iki çalışma bu yönüyle dikkat çekicidir. Birincisi Owczarczyk ve ark. naiv ve hafıza B hücreleri ve plazmablastlarda eksprese olan genleri duyarlı “reverse transkriptase assay” (RT-qPCR) ile ölçmüşlerdir. Kan örnekleri REFLEX çalışmasına katılan hastalardan alınmış ve aynı biomarker’lar DANCER ve SERENA çalışmalarında prospektif olarak test edilmiştir. RT-qPCR ile ölçülen B hücresi CD20 mRNA ekspresyon düzeyi ile yüksek duyarlı akım sitometresi ile ölçülen mutlak CD19 hücre sayısı arasında güçlü korelasyon izlenmiştir (r=0.88, p<0.0001, n=186). REFLEX çalışmasından 121 RTX ve 23 plasebo alan hasta örneği incelenebilmiştir. Plazmablast marker’ı olan IgJ ekspresyonu yüksek olan hastalarda düşük olanlara göre daha kötü tedavi yanıtı izlenmiştir (IgJhi’lı hastalarda ACR50 %9, IgJlo’lı hastalarda ACR50 %31, p=0.02). Ortak bileşik ürün olan FCRL5’in düşük oranda ekspresyonu gösteren IgJhi’lı alt grubun tedavi yanıtı daha da kötü olmuştur (IgJhiFCRL5lo’li hastalarda ACR50 %0, diğer tüm gruplarda %31, p=0.002). Plasebo grubunda bu farklılık gözlenmemiştir. Toplam 206 RTX ve 94 plasebo alan hastadan oluşan DANCER ve SERENA kohortlarında da benzer eğilim ortaya konmuştur. Üç çalışmadan alınan örneklerin sonuçları kombine olarak değerlendirildiğinde ACR 50 yanıtı IgJhi’li hastalarda (n=63) %14, IgJlo’li hastalarda (n=225) %31 (p=0.007) olarak saptanmıştır. Kombine biomarker’larda da benzer eğilim mevcuttur. Plasebo grubunda ise bu farklılık saptanmamıştır. Bu sonuçlara göre plazmablast spesifik transkripti IgJ’nin tek başına bazal yüksek ekspresyonu veya düşük oranda FCRL5 ekspresyonu ile birlikte olması tedavi yanıtı açısından olumsuz bir biomarker olarak değerlendirilmiştir (6). Bu kategoride ikinci çalışma ise Ruyssen-Witrand ve ark.’nın SMART çalışmasına katılan hastalarda yaptıkları B hücre yolaklarındaki 10 aday gendeki tek nükleotid polimorfizmleri (SNP) ile RTX’in ilk doza yanıtı arasındaki ilişkiyi araştıran çalışmadır. Bu çalışmaya 115 hasta katılmış, 91’i (%81) yanıt veren ve bunlardan 31’i (%27) çok iyi yanıt veren grup olarak değerlendirilmiştir. FCGRIIIA’nın (1q23) bir nonsinonim kodlayan SNP’si (rs396991) ve BAFF’ın (13q32-q34) 5’ regülatuar bölgesinde (–871 C/T) yer alan bir SNP (rs9514828) ile RTX yanıtı arasında ilişki bulunmuştur. FCGRIIIA’nın G allel taşıyıcıları, taşıyıcı olmayanlara göre daha yüksek yanıt oranı göstermişlerdir (%91 vs %70, OR=4.6 [%95 CI: 1.5–13.6], p=0.006). BAFF’ın, C allel taşıyıcıları da taşıyıcı olmayanlara göre daha yüksek yanıt oranı göstermişlerdir (%85 vs %64, OR=3.2 [1.1–9.1], p=0.03). Multivariant analizde bu iki SNP’nin de bağımsız olarak RTX yanıtı ile ilişkili oldukları gösterilmiştir. Bu sonuçlar bu iki SNP’nin romatoid artritli hastalarda ilk kür RTX tedavisinden sonra yüksek yanıt oranı ile ilişkili olduğunu göstermektedir. Daha önceki çalışmalarda FCGRIIIA’nın (rs396991) G 17 Etanercept_C2S1_Milnasipran 11/4/11 2:36 PM Page 18 BioExPERT EULAR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar alleli, NK hücreleri ve makrofajlar tarafından IgG1 bağlanması için yüksek affiniteli allel olarak saptanmış ve BAFF’ın (rs9514828) C alleli ise BAFF proteinin düşük serum seviyeleri ile ilişkili bulunmuştur. Bu bulgular farklı genetik yapıların RTX yanıtını etkileyebileceğini göstermektedir (7). EULAR 2011’de RTX’in etkinliğini göstermeye yönelik farklı şekilde dizayn edilmiş çok sayıda çalışma sunulmuştur. Roudaut ve ark. romatoid artrit hasta kohortunda RTX’in tedavi idame oranlarına bakmışlar ve kendi pratiklerinde bu hastalarda gördükleri etkinlik ve güvenlik verilerin literatür verileri ile karşılaştırmışlardır. Bu retrospektif gözlemsel çalışmada 2005–2010 yılları arasında RTX uygulanan 79 hastanın yaş ortalaması 64, hastalık süresi ise 16.8 yıldır. Çalışma grubunda RF pozitifliği %45.3, ACPA pozitifliği ise %47.2 olarak belirlenmiştir. RTX’in tedavi idame oranları ikinci yılda %61.8 olarak gözlenmiştir. Tedaviyi bırakma hastaların %66’sında etkisizlik, %33’ünde ise yan etkiler nedeniyle gerçekleşmiştir. Bu çalışmanın sonuçları güvenlik verileri yönünden literatür ile uyumludur; ancak etkinlik verileri açısından literatürden daha düşüktür. Bu olasılıkla gerçek yaşam verilerinin çalışmalara uymaması, çalışma grubunun bu kadar uzun süreli hastaları içermesine karşın RF (romatoid faktör [rheumatoid factor]) ve ACPA (araşidonil siklopropilamid [arachidonyl cyclopropylamide]) pozitifliğinin düşük olmasına bağlanabilir. Ancak bu veriler RTX’in tedavi etkinlik oranının günlük pratikte de çok iyi olduğunu göstermektedir (8). RTX’in etkinliği ile ilgili diğer ilginç çalışma ise Peterfy ve ark. tarafından metotreksata (MTX) yetersiz yanıt vermiş hastalarda RTX ve MTX kombinasyonunun manyetik rezonans görüntüleme (MRG) bulgularına etkilerinin değerlendirildiği çalışmadır. Bu çalışmaya biyolojik naiv, aktif (DAS28CRP>3.2), stabil dozda MTX (12.5–25 mg/hafta) tedavisine yanıt vermemiş, anti-CCP veya RF’si pozitif romatoid artritli hastalar alınmıştır. Bu çalışmaya alınan hastalarda bir yıldan fazla hastalık süresi olanlarda MRG’de erozyon, bir yıldan kısa süreli olanlarda ise sinovit olması ve el bilek veya MKF eklemlerinin tutulmuş olması şartı vardır. Hastalar plasebo+MTX, 2⫻500 mg RTX+MTX ve 2⫻1000 mg RTX+MTX olarak randomize edilmişlerdir. Aktif eklemlerin el bilek ve el MRG’leri 12, 24 ve 52. haftalarda 2 radyoloji uzmanı tarafından sinovit, osteit, erozyon ve eklem aralığında daralma bulguları açısından değerlendirilmiştir. Çalışmaya toplam 185 hasta randomize edilmiş ve on ikinci haftada plasebo grubuna göre RTX gruplarında sinovit ve osteit skorlarında belirgin azalma gözlenmiştir. Benzer olarak RTX gruplarında plasebo grubuna göre erozyon skorlarında 24. ve 52. haftalarda, eklem aralığında daralma skorlarında 52. haftada belirgin oranda düşük düzeyde ilerleme gözlenmiştir. Bu MRG verileri RTX+MTX kombinasyonunun aktif romatoid 18 Cilt 2, Sayı 1 artritli hastalarda eklem hasarını önlediğini gösteren kanıtları konfirme etmiştir (9). B hücresini hedef alan tedavilerde diğer bir ilginç çalışma RTX’in kimerik olmasından dolayı immünojenik özelliği yüksek olduğu için tamamıyla insan antiCD20 monoklonal antikoru olarak üretilen ofatumumabın (OFA) faz 3 çalışmasıdır. Bu çalışmaya biyolojik naiv, MTX’a yanıtsız aktif romatoid artritli hastalar alınmıştır. Bu çalışmada 129 hasta OFA grubuna, 131 plasebo grubuna randomize edilmiştir ve hastalık aktivitesi olarak şiş ve duyarlı eklem sayısının 8 veya üzeri olması, DAS28-ESR’nin 3.2 veya üzerinde olması, akut faz yanıtının olması ve 12 hafta veya daha fazla sürede 15 mg veya daha fazla MTX uygulanmış olması şartı aranmıştır. Hastaların bazal değerleri benzer olup, %82 kadın hasta ve %84 RF pozitifliği saptanmıştır. OFA grubunda plasebo grubu ile karşılaştırıldığında 24. haftada daha yüksek oranda ACR 20 yanıtı elde edilmiştir (%50 vs %27, p<0.001). RF pozitif hastalarda ACR20 yanıtı OFA grubunda %50 (n=108), plasebo grubunda (n=111) ise %26 olarak saptanmıştır. RF negatif hastalarda ise OFA grubunda (n=21) %48, plasebo (n=20) grubunda %30 olarak saptanmıştır. OFA ve plasebo gruplarında iyi ve orta EULAR yanıtı %67 ve %41 oranlarında izlenmiştir (p<0.001). En sık advers olay döküntü OFA grubunda %21, plasebo grubunda <%1, ürtiker ise sırasıyla %16 ve <%1 oranında izlenmiştir. Bu reaksiyonlar genellikle ortahafif şiddette gözlenmiş ve büyük çoğunluğu ilk uygulamada ortaya çıkmıştır. Sonuç olarak OFA tedavisi biyolojik naiv, aktif romatoid artritli hastalarda immünojeniteyi arttırmadan tüm klinik parametrelerde iyileşme sağlamıştır (10). Romatoid artrit tedavisi sürecinde önemli endişelerden biri de hümoral immün yanıtın bozulması veya aşılama gibi hümoral immün sistemin önemli olduğu durumlarda yetersiz yanıt oluşmasıdır. Kapetonovic ve ark., bu konuya açıklık getirmek için MTX, antiTNF, RTX, abatasept ve tosilizumab gibi anti-romatizmal ilaçları kullanan romatoid artritli hastalarda 7-valent konjuge aşı içeren pnömokok aşısını takiben antikor yanıtını değerlendirmişlerdir. Aşı uygulamasından 4–6 hafta sonra 23F ve 6B’ye karşı oluşan serotip spesifik IgG düzeyleri ölçülmüş ve antikor yanıt oranı (AYO) gruplar arasında karşılaştırılan aşılama sonrası/öncesi antikor düzeylerinin logaritmik değeri olarak hesaplanmıştır. Pozitif antikor yanıtı (PAY) ise AYO’nun iki kat veya daha fazla olması olarak tanımlanmıştır. Her iki serotip için AYO değerleri tüm gruplar arasında farklı bulunmuş (univariate analiz, ANCOVA; p<0.001) ve kontrol grubuna göre karşılaştırıldığında, her iki serotip için anti-TNF monoterapisi dışında tüm tedavi gruplarında AYO değerleri belirgin olarak düşük gözlenmiştir (p değeri 0.023 ile <0.001 arasında). Dahası, RTX monoterapisi veya RTX+MTX kombinasyonu alan hastalar, anti-TNF veya MTX monoterapisi alan hastalar ile karşılaştırıldığında belirgin olarak daha © 2011 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. Etanercept_C2S1_Milnasipran 11/4/11 2:36 PM Page 19 BioExPERT Cilt 2, Sayı 1 düşük AYO değerleri saptanmıştır. RTX ile tedavi edilen hastaların hiçbiri serotip 6B için PAY’a ulaşamadığı için pozitif immün yanıt belirleyicisi olarak sadece serotip 23F kullanılmıştır. Lojistik regresyon modelinde yaş ve cinsiyet uyarlanmasından sonra MTX ve RTX tedavisinin PAY değerlerinde bozulmayı doğru tahmin ettiği gözlenmiştir (MTX için; p=0.038; OR=0.5; %95 CI: 0.31–0.97)ve (RTX için; p<0.001; OR=0.09; %95 CI 0.03–0.3). Bu kohorttaki hasta sayısı abatasept ve tosilizumab için değerlendirme yapmaya yeterli değildir. Bu sonuçlar RTX öncesi aşılama uygulamasının önemini tekrar vurgulamakta ve MTX’in de bu konuda masum olmadığını göstermektedir (11). Hematolojik hastalardan elde edilen veriler, mevcut veya iyileşmiş hepatit B virüs (HBV) enfeksiyonu olan hastalarda RTX tedavisinin HBV reaktivasyonuna neden olabileceğini göstermiştir. Romatoloji literatüründe bu konu ile ilgili yeterli veri yoktur. Bu nedenle Vassilopoulos ve ark. kronik (HBsAg+) veya iyileşmiş HBV enfeksiyonu (HBsAg–, anti-HBc+, anti-HBs±) olan hastalarda RTX tedavisinin güvenliğini araştırmışlardır. Bu araştırıcılar HBV enfeksiyonundan iyileşmiş 7 hastada ve profilaktik antiviral tedavi altındayken RTX alan 2 kronik hepatitli hastada reaktivasyon olmadığını rapor etmişlerdir. Altı hastada (2 aşılanmış, 4 iyileşmiş hepatit) protektif anti-HbS antikor titreleri takip edilmiş ve RTX tedavisi sırasında önemli bir değişim gözlenmemiştir. Çok kısıtlı hasta sayısına bağlı olmasına karşın bu veriler RTX’in kısa dönemde güvenli olduğunu düşündürmekle birlikte bu konuda daha yüksek sayıda hasta ile yapılan uzun dönemli çalışmalara ihtiyaç vardır (12). İmmünsüprese hastalarda merkezi sinir sisteminde JCPy virüs replikasyonu progresif multifokal lökoensefalopatinin (PML) ortaya çıkmasına neden olabilir. RTX ve anti-TNF’ler ile tedavinin PML riskini arttırıp arttırmadığı halen tartışmalı bir konudur. Bu hasta grubunda tedavi öncesi PML riski olup olmadığını gösterecek geçerli bir araştırma yöntemi yoktur. Bu amaçla Verheyen ve ark. romatoid artritli hastalarda RTX tedavisi öncesi JCPy virüs taramasını yararlı olup olmayacağını araştırmışlardır. Bu araştırmada toplam 63 hastada kan ve idrar örneklerinde JCPy virüs DNA’sı PCR ile bakılmış ve 44 hastada takip periyodunda da incelemelere devam edilmiştir. İdrar örneklerinde toplam 24 hastada (%38.1) JCPy virüs DNA’sı pozitif saptanmıştır. Takip periyodunda 15 hastada JCPy virüs DNA’sı pozitif 26 hastada ise negatif olarak gözlenmiştir. Üç hastada sadece başlangıçta JCPy pozitif olarak bulunmuştur. Kan örneklerinin ise sadece birinde JCPy virüs DNA’sı pozitif saptanmıştır. İdrar örneğinde JCPy virüs DNA’sı pozitif saptanan hastaların on ikisinde genotip inceleme yapılmış ve bu DNA’ların PML ile ilişkili olmayan genotiplere bağlı olduğu gösterilmiştir. Yazarlar bu sonuçlara göre romatoid artritli hastalarda RTX tedavisinin JCPy virüs enfeksiyon riskini art© 2011 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. EULAR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar tırmadığı kanaatine varsalar da bu konuda daha titiz ve ayrıntılı çalışmalara ihtiyaç olduğu açıktır (13). Romatoid artritli hastalarda; hastalığa, ilaçlara veya enfeksiyonlara bağlı akciğerler ile ilgili çok sayıda problem ile karşılaşılmaktadır. RTX’in bu grup hastalardaki güvenliliği tam olarak incelenmemiştir. Bu amaçla Dass ve ark. hasta kohortlarında RTX alan hastalarının sonuçlarını değerlendirmişlerdir. Akciğer sorunu olarak interstiyel akciğer hastalığı olan 48, kronik obstrüktif akciğer hastalığı olan 14, bronşektazi olan 5 ve geçirilmiş ampiyem olan 2 toplam 67 hastada RTX ile tedavi sırasında ikisi intertisyel akciğer hastalığı ve biri kronik obstrüktif akciğer hastalığı olanlardan olmak 3 ölüm saptanmıştır. Ölüm nedenleri şunlardı: kronik obstrüktif akciğer hastalığında enfeksiyon alevlenmesi, pnömoni ile beraber interstisyel akciğer hastalığının olası akut progresyonu ve intihar. Yazarlar bu verilere göre uzun süreli romatoid artrit ve komorbid akciğer hastalığı olan bu hasta grubunda endişe oluşturacak yeni bir güvenlik sinyalinin olmadığını, ancak bir olguda ölüme yol açan interstiyel akciğer hastalığındaki ilerlemenin dikkat çekici olduğunu ve bu nedenle hastaların solunum fonksiyon testleri ve yüksek rezolusyonlu akciğer tomografisi gibi uygun metodlarla yakından izlenmesinin yararlı olacağını vurgulamışlardır (14). Son yıllarda romatoid artritli hastalarda RTX dahil biyolojik tedaviler ile başarılı sonuçlar elde edilmiştir. Ancak bu tedaviler beraberinde güvenlik endişelerini de gündeme taşımışlardır. Tek başlarına kullanıldıklarında oldukça güvenli oldukları anlaşılan bu ilaçların kombine kullanımlarındaki güvenlikleri hakkında veriler yetersizdir. Bu amaçla yapılan açık etiketli SUNDIAL (stage II) çalışmasının amacı RTX ile birlikte diğer biyolojik DMARD’ların (etanercept, adalimumab, infliksimab ve abatasept) kombine kullanımının güvenliğini araştırmaktır. Yüz yetmiş altı hastanın katıldığı bu çalışmadan 16 hasta (%9.1) çalışmadan çekilmiştir, bunların dördü advers olay nedeniyle olmuştur. Ciddi advers olay sıklığı 21.7/100 hasta yılı (%95 CI: 13.5–35.0), enfeksiyon sıklığı 165/100 hasta yılı (%95 CI: 138.8–196.1) ve ciddi enfeksiyon sıklığı %3.8 (%95 CI: 1.2–11.9) olarak saptanmıştır. Bu veriler REFLEX çalışması ile karşılaştırıldığında farklı bulunmamıştır. Bu sonuçlara göre yazarlar RTX ile biyolojik DMARD’ların kombinasyonunun klasik DMARD kombinasyonundan yan etki açısından farklı olmadığı yorumunu yapmışlardır (15). RTX’in güvenliği ile ilgili son çalışmada klinik çalışmalara alınan romatoid artritli hastaların yaklaşık 9.5 yıllık takiplerinde elde edilen güvenlik verileri bildirilmiştir. Bu analizde toplam 11.962 hasta yılı tedavi alan 3194 hastanın sonuçları değerlendirilmiştir. Hastalar RTX alanlar ve 5 yıldan fazla süredir RTX alanlar olarak ikiye ayrılmış ve plasebo grubuyla karşılaştırılmıştır. Beş yıldan fazla RTX alanlarda 100 hasta yılı başına 254.12 (%95 CI: 249.46–258.86) advers olay, 14.30 (%95 CI: 13.23–15.46) ciddi advers 19 Etanercept_C2S1_Milnasipran 11/4/11 2:36 PM Page 20 BioExPERT EULAR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar olay, 75.41 (%95 CI: 72.89–78.02) enfeksiyon ve 3.26 (2.77–3.84) ciddi enfeksiyon saptanmıştır. Bu oranlar RTX alan toplam hastalardan ve plasebo grubundan farksız bulunmuştur. Ciddi opportünistik enfeksiyon sıklığı RTX grubunda 0.06/100 hasta yılı; plasebo grubunda ise 0.09/100 hasta yılıdır. Malinite oranında artış izlenmemiştir. Miyokard infarktüsü oranı 0.41/100 hasta yılı olarak saptanmış ve bu genel romatoid artrit popülasyonundan (0.48–0.59/100 hasta yılı) farksız bulunmuştur. Bu sonuçlara göre RTX alan hastalarda zamanla güvenlik verilerinde değişiklik olmadığı, yeni bir güvenlik sinyalinin ortaya çıkmadığı ve zaman içinde gözlenen tüm yan etkilerin plasebo grubundan farksız olduğu anlaşılmıştır (16). EULAR 2011’de sunulan romatoid artrit dışındaki hastalıklarda B hücresini hedef alan tedavi çalışmalarını üç alt grupta incelemek mümkündür. Bu alt grupları sistemik lupus eritematozus (SLE), primer Sjögren sendromu (pSS) ve ANCA (anti-nötrofil sitoplazmik antikor [anti-neutrophil cytoplasmic antibody]) ilişkili vaskülitlerdeki B hücresini hedef alan tedavi çalışmaları olarak sıralayabiliriz. EULAR 2011’de sunulan SLE ile ilgili B hücresini hedef alan tedavi çalışmalarının üçü de belimumab ile ilgilidir. Bu çalışmaların ilkinde BLISS çalışmalarına alınan (BLISS-52 ve BLISS-76) seropozitif SLE’li hastaların immünolojik parametreleri üzerine belimumabın etkisi araştırılmıştır. Birinci çalışmada aktif SLE’li hastalarda rutin tedavinin yanı sıra hastalara 1 veya 10 mg/kg ayda bir kez 52 veya 76 hafta süresince belimumab uygulanmıştır. İmmünglobulin, kompleman, otoantikor düzeyleri 52. haftada, B, T hücresi alt grupları ve pnömokok, tetanoz ve influenza antikorları ise 76. haftada değerlendirilmiştir. Çalışmanın sonuçlarında anti-dsDNA, anti-Sm, anti-ribozomal P antikorları ve antikardiyolipin antikorları tedavi gruplarında plasebo grubuna göre belirgin olarak daha yüksek oranda hastada pozitiften negatife dönmüştür. Benzer olarak C3 ve C4 düzeylerinin de doza bağımlı olarak hasta gruplarında plasebo grubuna göre daha yüksek oranda normalleştiği gözlenmiştir. Hipergamaglobulinemi de tedavi çalışma gruplarında daha yüksek oranda hastada normalleşmiştir. Belimumab CD20+, naiv (CD20+/27–) ve SLE alt grubu (CD19+/27bright/38bright) dahil çok sayıda dolaşımdaki B hücre alt grubunu belirgin azaltmıştır. Ancak hafıza (CD20+/27+) B hücreleri 8. haftada yaklaşık %100 oranında artmış ve 52. haftada başlangıç değerlerine geri gelmiştir. T hücre alt gruplarında ise orta derecede bir artış izlenmiştir. Daha önce yapılan aşılamalara bağlı antikor titrelerinde ise bir değişiklik gözlenmemiştir. Tüm bu bulgular belimumabın etki mekanizması ile uyumludur (17). SLE’li hastalarda belimumab ile ilgili ikinci çalışmada ise belirgin olarak serolojik aktivitesi yüksek SLE’li hastalar bir alt grup olarak alınmış ve belimumabın bu gruptaki hastalarda etkinliğinin farklı olup olmadığını göstermek için post-hoc analiz yapılmıştır. Bu alt gruba C3 düzeyi 90 20 Cilt 2, Sayı 1 mg/dl’den düşük veya C4 düzeyi 16 mg/dl’den düşük veya anti-dsDNA30 IU/ml veya daha yüksek hastalar alınmıştır. Bu değerlendirme sonucunda belimumab ile tedavi edilen serolojik olarak çok aktif hastaların; hastalık aktivitesi, SLE alevlenme riski, yeni BILAG 1A/2B skor gelişmesi, doktorun hastayı değerlendirmesinde kötüleşme, yorgunluk ve kortikosteroid gereksinimine göre değerlendirildiğinde daha yüksek oranda iyileştikleri gözlenmiştir. Bu çalışmada B hücrelerini etkileyerek immün kompleks oluşumunu azaltan belimumabın özellikle bu alt grupta daha etkili olduğunu, hasta seçiminde bu özelliğin dikkate alınmasının tedavinin başarısında önemli olduğunu göstermektedir (18). SLE’li hastalarda belimumab ile ilgili üçüncü çalışmada belimumabın faz 2 çalışmasına alınan hastaların 6 yıllık uzun dönem etkinlik ve güvenliliği araştırılmıştır. Faz 2 çalışmasına giren 449 hastanın 296’sı açık etiketli çalışmaya devam etmiştir. Yüz hasta yılına göre adverse olay, enfeksiyon ve malignite gelişme oranı 6 yıl süresince stabil kalmış veya azalmıştır. Belimumab alan tüm seropozitif SLE’li hastalarda SLE yanıt indeksi birinci yılda %39 olup, 6. yıl içinde %55–61’e yükselmiştir. SLE yanıt indeksinin tersine, bir yeni BILAG A veya iki yeni BILAG B alevlenme oranı ve SELENA-SLEDAI alevlenme oranı belimumab alan hastalarda yıllar içinde gittikçe azalmıştır. İlaveten yine tedavi grubunda kompleman düzeyleri artmış, otoantikor düzeyleri düşmüş, kortikosteroid kullanım gereksinimi başlangıç değerlerine göre 6 yıllık süreçte azalmıştır. Bu sonuçlar belimumabın bu hasta grubunda uzun dönemde güvenli olduğunu ve etkinliğin gittikçe arttığını göstermektedir (19). EULAR 2011’de sunulan primer Sjögren Sendromu (pSS) ile ilgili B hücresini hedef alan tedavi çalışmalarından birisi dikkat çekicidir. Bu plasebo kontrollü çift kör çalışmada RTX tedavisinin pSS’li hastalarda BAFF düzeyleri üzerindeki etkisi araştırılmıştır. Yirmi RTX alan ve 10 plasebo alan hastaya ek olarak yaş ve cinsiyet dağılımı açısından uygun 10 sağlıklı gönüllünün katıldığı bu çalışmada bazal BAFF düzeyleri hasta gruplarında kontrol grubuna göre belirgin olarak daha yüksek bulunmuştur. RTX uygulanan grupta B deplesyonu görülürken plasebo grubunda B hücre sayısında değişiklik gözlenmemiştir. BAFF düzeyleri 36 hafta sonunda plasebo uygulanan grupta hafifçe artarken (0.5 kat, p<0.05), RTX uygulanan grupta çok belirgin olarak artmıştır (3–4 kat, p<0.05).RTX grubunda BAFF düzeyleri 48. haftada normale gelmiştir. Bu veriler RTX tedavisinin BAFF düzeylerinde belirgin artışa neden olduğunu ve bu artışın B hücre sayısı ile negatif korelasyon gösterdiğini ortaya koymuştur. BAFF’ın pSS patogenezinde rol aldığını düşünürsek bu verilerin değerlendirilmesi için daha ayrıntılı çalışmalara ihtiyaç olduğunu söyleyebiliriz (20). EULAR 2011’de ANCA ile ilişkili vaskülitlerde (AİV) RTX tedavisi ile yapılan çalışmaların ilk ikisin© 2011 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. Etanercept_C2S1_Milnasipran 11/4/11 2:36 PM Page 21 BioExPERT Cilt 2, Sayı 1 de uzun dönem etkinlik araştırılmıştır. RTX ile tedavi edilen 22 hastanın prospektif olarak izlendiği çalışmada total takip süresi 3288 hafta, medyan takip süresi 137 hafta (35–263), bazal ortama BVAS 9.9 (SD 5.1), 26. haftadaki BVAS 1.2 (SD 0.5, p=0.003) olarak saptanmıştır. Yirmi altıncı haftada 11 hastada tam, 9 hastada ise kısmi yanıt elde edilmiştir. Relaps için geçen medyan süre 89 hafta ve kısmi yanıt elde edilenlerde relaps daha erken oluşmuştur (kısmi yanıt verenlerde 81, tam yanıt verenlerde 120 hafta, p=0.03). Periferik B hücresi olmayanlarda relaps gözlenmemesine karşın, B hücre deplesyon düzeyi veya B hücrelerinin tekrar ortaya çıkması klinik yanıtı veya relapsın tahmininde yararlı bulunmamıştır. Bu sonuçlar RTX’in AİV’de uzun süreli etkinlik gösterdiğini, ancak B hücre deplesyonun klinik yanıt veya relaps için bir biomarker olmadığını düşündürmektedir (21). RTX’in AİV’li hastalarda uzun dönem etkinliğini araştıran çok merkezli, randomize, çift kör, plasebo kontrollü bir başka çalışmada bir kür RTX’in etkinliği siklofosfamid (CYC) ile tedavi edilen ve azatiyoprin ile idame ettirilen ve 18 ay takip edilen hastalar ile karşılaştırılmıştır. Çalışmaya 197 ANCA pozitif hasta alınmıştır; ortalama takip süreleri 35±14.6 aydır. Altıncı aydaki birincil sonlanım noktası (BVAS/WG ve prednizolon=0 mg) RTX grubunda %64, CYC grubunda ise %53 (p=0.13) olarak gerçekleşmiştir. Bu oranlar 12. ve 18. aylarda RTX grubunda %42 ve %36, CYC grubunda ise %38 ve %31 (p=NS) olarak saptanmıştır. Tedavi grupları arasında alevlenme sayısı, en az bir alevlenme sayısı, alevlenme oranları arasında fark bulunmamıştır. Relaps PR3-ANCA pozitif hastalarda MPO-ANCA pozitif hastalardan daha sık görülmüştür. RTX grubunda kümülatif kortikosteroid kullanımı 12. ayda daha az olsa da ancak 18. ayda fark ortadan kalkmıştır. Toplam, ciddi veya spesifik yan etkiler açısından gruplar arasında fark görülmemiştir. Bu sonuçlar tek kür RTX’in 18 ay süresince standart remisyon indüksiyon ve idame tedavisi kadar etkili olduğunu göstermektedir (22). Diğer bir çalışmada da dirençli WG’li hastalarda RTX’in granülomatoz veya vaskülitik bulgular üzerine etkinliği karşılaştırılmıştır. Bu tek merkezli, retrospektif değerlendirmede 59 hasta 75 kür tedavi almıştır; %66 hasta dirençli granülomatöz, %39 hasta ise vaskülitik bulgular için tedavi edilmiştir. Dört aylık izlem sonucunda, %9 hastada tam remisyon, %52 hastada yanıt, %27 hastada progresyon izlenmiştir. Klinik yanıt oranı (tam veya kısmi) vaskülitik bulguları olanlarda çok iyi ve orbital granüloma veya pakimenenjit gibi granülomatoz bulguları olanlara göre belirgin yüksek (p<0.05) bulunmuştur. Alveolar hemorajisi olan 12 hastada klinik yanıt oranı %83, dirençli aktif böbrek tutulumu olanlarda ise %80 saptanırken, 27 orbital granülomalı hastanın hiçbirinde tam remisyon sağlanamamış, %44 hastada kısmi remisyon görülmüş, %22 hastada aktivitede değişiklik olmamış ve %33 hastada ise progresyon olmuştur. Bu sonuçlar WG’li © 2011 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. EULAR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar hastalarda RTX’in dirençli vaskülitik bulgular üzerine çok daha etkili olduğunu göstermektedir (23). Daha önceki çalışmalarda RTX’in tip 2 miks kriyoglobulinemide etkili olduğu bildirilmiştir. Ancak uzun dönem etkinlik konusunda fazla veri yoktur. Bu amaçla Roccotello ve ark. tip 2 miks kriyoglobulinemili hastalarda RTX’in klinik bulgular, semptomlar ve laboratuvar bulguları üzerine etkisini araştırmışlardır. Yirmi iki hastanın değerlendirilmesine bakıldığında 12 nefritik sendromlu hastada proteinüri düzeyi, eritrosit sedimantasyon hızı, kriyoglobulin, RF ve IgM 6, 12, 18 ve 24. haftalarda belirgin azalmıştır (p<0.01); ancak C4 düzeyleri ilk yıl artmış, 2. yılda stabil kalmış ve üçüncü yıldan sonra azalmıştır. HCV viral yükü izlem boyunca değişmemiştir. Beş hastada kemik iliği anormallikleri saptanmış ve hepsinde tedavi sonrası düzelmiştir. Polinöropati bulgularında da EMG düzeyinde belirgin düzelme olmuştur. Erken ve geç dönemde ciddi yan etki saptanmamış, sadece 3 hastada düşük düzeyde anti-RTX antikorları ortaya çıkmıştır. Bu veriler RTX’in HCV ile ilişkili miks kriyoglobulinemik sistemik vaskülitte etkili ve güvenli bir tedavi seçeneği olduğunu göstermektedir (24). RTX ile romatolojik hastalıkların tedavisinde deneyimler artmaya başladığı için, EULAR 2011’de B hücresi hedefli tedavilerde romatoid artrit veya diğer hastalıklarda daha çok uzun dönem etkinlik ve güvenlilik konusunda yapılan çalışmalar dikkat çekmiştir. Bu haliyle RTX çeşitli endikasyonlarda etkin ve güvenilir bir tedavi seçeneği olarak gözükmektedir. Kaynaklar 1. Mei HE, Frölich D, Giesecke C, et al. Incomplete targerting of mucosal B cells by anti-CD20 therapy with rheumatoid arthritis. Ann Rheum Dis 2011; 70(Suppl3):71 2. Vital E, Rawstron AC, Dass S, et al. Association between early B cell repopulation and early relapse after rituximab for rheumatoid arthritis. Ann Rheum Dis 2011; 70(Suppl3):70 3. Brezinschek HP, Rainer F, Brickman K, et al. EULAR response and B cell analysis by high-sensitive flowcytometry – The Austrian B-cell surveillance (ABS) study. Ann Rheum Dis 2011; 70(Suppl3):69 4. Cooper DL, Martin S, Kozera L ve ark. Fc gamma receptors as determinants of response to B cell depletin therapies in rheumatoid arthritis. Ann Rheum Dis 2011; 70(Suppl3):70 5. Bukh G, Larsen S, Rasmussen SS, et al. Very fast infusionrate of rituximab for rheumatoid arthritis is well tolerated and safe. Ann Rheum Dis 2011; 70(Suppl3):754 6. Owczarczyk K, Su Z, Abbas AR, et al. Elevated blood plasmablast mRNA markers are negative predictors of response to rituximab in rheumatoid arthritis. Ann Rheum Dis 2011; 70(Suppl3):69 7. Ruyssen-Witrand A, Rouanet S, Combe B, et al. BAFF and FCGRIIIA polymorpisms are predictive factors of response to rituximab in RA. Ann Rheum Dis 2011; 70(Suppl3):69 8. Raudaut C, Vergne-Salle P, Dufauret-Lombart C, et al. Two years therapeutic maintenance rate of rituximab in rheumatoid arthritis. Ann Rheum Dis 2011; 70(Suppl3):608 9. Peterfy C, Emery P, Tak P ve ark. Rituximab (RTX) plus methotrexate (MTX) prevents bone erosion and joint-space narrowing (JSN) and reduces synovitis, osteitis as shown on MRI: results from a randomised, placebo-controlled trial in patients (PTS) with rheumatoid arthritis (RA-SCORE). Ann 21 Etanercept_C2S1_Milnasipran 11/4/11 2:36 PM Page 22 BioExPERT EULAR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar Rheum Dis 2011; 70(Suppl3):152 10. Taylor PC, Quattrocchi E, Mallett S, et al. Ofatumumab, a fully human anti-CD20 mab, in the treatment of biologicnaive rheumatoid arthritis patients: A randomised, doubleblind, placebo-controlled clinical trial. Ann Rheum Dis 2011; 70(Suppl3):72 11. Kapetanovic MC, Roseman C, Jönsson G, et al. Rituximab and methotrexate but not TNF-blockers are associated with impaired antibody response following pneumococcal vaccination using 7-valent conjugate vaccine (Prevenar®) in patients with established rheumatoid arthritis. Ann Rheum Dis 2011; 70(Suppl3):123 12. Vassilopoulos D, Hatzara C, Kandili A, et al. Safety of rituximab therapy in rheumatoid arthritis patients with current or resolved hepatitis B virus infection. Ann Rheum Dis 2011; 70(Suppl3):609 13. Verheyen J, Feist E, Maizus K, et al. Frequency of JCPyV infections in patients with rheumatoid arthritis after treatment with rituximab. Ann Rheum Dis 2011; 70(Suppl3):608 14. Dass S, Atzeni F, Vital E, et al. Safety of rituximab in patients with rheumatoid arthritis and concomitant lung disease. Ann Rheum Dis 2011; 70(Suppl3):71 15. Rigby W, Mease P, Olech E, et al. An open-label study of the safety of rituximab (RTX) in combination with other biologic disease-modifying antirheumatic drugs (DMARDs) in patients with active rheumatoid arthritis (RA). Ann Rheum Dis 2011; 70(Suppl3):623 16. Van Vollenhoven RF, Emery P, Bingham CO, et al. Longterm safety profile of rituximab in rheumatoid arthritis clinical trials: pooled analysis of up to 9.5 years follow-up of the retreatment population. Ann Rheum Dis 2011; 70(Suppl3):608 22 Cilt 2, Sayı 1 17. Hiepe F, Stohl W, Scheinberg M, et al. The mechanism of action of belimumab, a blys-specific inhibitor, is consistent with biomarker and vaccine results from the phase 3 BLISS studies. Ann Rheum Dis 2011; 70(Suppl3):124 18. Van Vollenhoven R, Schneider M, Wallace D, et al. Efficacy of belimumab in patients with systemic lupus erythematosus: focus on patients with low complement and positive antidsDNA – results from BLISS-52/BLISS-76. Ann Rheum Dis 2011; 70(Suppl3):124 19. Petri M, furie R, Merrill J, et al. Six-year experience with belimumab in patients with SLE. Ann Rheum Dis 2011; 70(Suppl3):314 20. Pollard R, Abdulahad W, Meijer J, et al. Effect of rituximab treatment on BAFF levels in patients with primary Sjögren’s syndrome: A placebo-controlles clinical trial. Ann Rheum Dis 2011; 70(Suppl3):126 21. Dass S, Vital E, Pease C, et al. Rituximab provides stable long term responses in ANCA associated vasculitis. Ann Rheum Dis 2011; 70(Suppl3):83 22. Specks U, Stone JH, RAVE. Long-term efficacy of rituximab in ANCA-associated vasculitis. Ann Rheum Dis 2011; 70(Suppl3):85 23. Holle JU, Mueller C, Gross WL, et al. Retrospective study of rituximab (RTX) in refractory granulomatosis with polyangiitis (Wegener’s) (WG): Comparison of treatment response in vasculitic versus granulomatous manifestations. Ann Rheum Dis 2011; 70(Suppl3):85 24. Roccatello D, Rossi D, Baldovina S, et al. Rituximab as a therapeutic tool in severe mixed cryoglobulinemi: A long term study on 22 patients. Ann Rheum Dis 2011; 70(Suppl3):161 © 2011 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. Etanercept_C2S1_Milnasipran 11/4/11 2:36 PM Page 23 BioExPERT Cilt 2, Sayı 1 EULAR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar Prof. Dr. Fatoş Önen Spondiloartritlerde Biyolojik Tedaviler; EULAR Kongresi 2011’de Sunulan Çalışmaların Gözden Geçirilmesi 25–28 Mayıs 2011 tarihlerinde Londra’da yapılan EULAR kongresindeki sunumların önemli bir bölümünü, son yıllarda sürekli güncelliğini koruyan “spondiloartrit (SpA) tedavisinde biyolojik ilaçlar” konulu çalışmalar oluşturmuştur. Bu çalışmalarda; günlük pratikte sık kullanılmaya başlanmış olan anti-TNF ilaçlarla ilgili halen tam yanıtlanmamış soruların yanıtları bulunmaya çalışılmış ve yeni biyolojiklerin etkinlik ve güvenlilikleri araştırılmıştır. Bu derlemede, sözü edilen çalışmalar gözden geçirilerek romatoloji hekimlerine ışık tutabilecek önemli sonuçların vurgulanması amaçlanmıştır. Anti-TNF İlaçların Aksiyel SpA’daki Kısa ve Uzun Dönemdeki Etkinliği; Anti-TNF İlaçlar Yapısal Hasar Ortaya Çıkışını Engelliyor mu? Remisyon Olası mı? Anti-TNF ilaçların hem ankilozan spondilit (AS) hem de erken aksiyel SpA’da akut inflamasyonu ve semptomları düzeltmede son derece başarılı oldukları bilinmektedir. Etkinliğin tedaviye devam edilmesi ya da kesilmesi durumunda ne kadar sürdüğü ve tedavinin AS’deki yapısal hasar oluşumunu önleyip önleyemediği ise henüz net değildir. Eldeki veriler daha çok, tedavinin yeni kemik oluşumunu engelleyemediği yönündedir. Ash ve ark., daha önce, çok erken dönemdeki aksiyel SpA’lı hastalarda uyguladıkları infliksimab (INF) tedavisinin 16. ve 40. haftalarda hastalık aktivitesini gösteren klinik bulgularda ve spinal manyetik rezonans (MR) görüntülemede saptanan inflamatuvar lezyonlarda düzelmeye neden olduğunu göstermişlerdir (1,2). Bu kongrede sundukları çalışmada ise ilk çalışmadan itibaren altı yıla kadar izledikleri 21 hastada uzun süreli etkinliği ve erken dönemde inflamasyonun baskılanmasının AS’deki yeni kemik yapımı ile giden döneme ilerlemeyi durdurup durduramadığını araştırmışlardır (3). Başlangıçtaki randomize kontrollü çalışmada INF kullanan ve halen anti-TNF ilaca [4 adalimumab (ADA), 9 etanercept (ETA), 3 INF] devam eden 16 hastanın [12 hastada birlikte nonsteroid antiinflamatuvar ilaç (NSAİİ)] 12’sinde çalışmanın başlangıcında ve sonunda değerlendirmek için sakroiliyak eklem (SİE) grafileri vardı. Çalışma başlangıcında üç hasta AS tanısı için modifiye New York (mNY) kriterlerini karşılarken, çalışma sonunda yedi hastada SİE’de radyolojik ilerleme gözlenmiş ve bunların ikisi AS tanısı için modifiye New York (mNY) kriterlerini karşılar © 2011 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. duruma gelmiştir. Fazla sayıda hastanın içerilmediği bu çalışmanın ön sonuçları, erken dönemde antiTNF başlanan ve tedavinin etkili olduğu aksiyel SpA’lı hastalarda, orta ve uzun dönemde tedavi gereksiniminin sürdüğü ve tedavi altındayken düşük hastalık aktivitesi ve iyi fonksiyon durumunun devam ettiği yönündeki bilgilerimizi desteklemektedir. Ancak yine diğer bazı çalışmalarda gösterildiği gibi, erken dönemde inflamasyon baskılansa da radyolojik ilerlemenin devam ettiği görülmektedir. Erken aksiyel SpA’lı hastalarda (hastalık süresi <5 yıl) yapılan ve daha önce ilk sonuçları bildirilen ESTHER çalışmasında ise 48 hafta süreyle ETA (n=40) ve sulfasalazin (SSZ), (n=36) kullanımı sonrası; a) halen ETA (1. ve 2. yılda ETA) ile tedavi edilen hastaların 2. yıldaki uzun dönem yanıtları; b) daha önce SSZ ile tedavi edilen hastalarda ETA tedavisine (1. yılda SSZ, 2. yılda ETA) yanıt; c) ilaçsız remisyon dönemlerinin sıklığı ve d) atak durumunda yeniden başlanan ETA tedavisinin etkinliğinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır (4). Kırk sekizinci haftada çalışma protokolüne göre remisyonda olan (ASAS remisyon koşullarına ulaşan ve omurga ve SİE tüm vücut MR görüntülemede aktif inflamasyon olmayan) hastalar aktif tedavi uygulanmadan izlenmiştir. Bu hastalar atak yaşamaları durumunda (BASDAI’da 48. hafta sonucuna göre 2 puan artış) 108. haftaya kadar uzayan süre boyunca ETA ile tedavi edilmişlerdir. Çalışma protokolüne göre remisyonda olmayan tüm hastalarda 2. yılda doğrudan ETA kullanılmıştır. Sonuçta; ETA ile 48. haftada elde edilen remisyon sıklığı, SSZ grubunda elde edilene göre önemli derecede daha fazla olmakla birlikte, hem ETA hem de SSZ ile bir yıl tedavi edildikten sonra remisyona giren erken aksiyel SpA’lı hastaların yaklaşık %70’inin 24–40 hafta sonra atak yaşadığı ve ETA ile remisyona giren hastaların yaklaşık üçte birinin ilaçsız remisyonda kaldığı görülmüştür. İki yıl süreyle ETA ile tedavi edilenlerde, sürekli düşük hastalık aktivitesi sağlanmış, bazılarında ek düzelme saptanmıştır. İlk yıl SSZ kullanıp 2. yıl ETA tedavisine geçilen hastalarda klinik ve MR görüntülemede yanıt alınmıştır. Ayrıntılı sonuçlar Tablo 1’de görülmektedir. EULAR Kongresi 2011’de sunulan bildiriler arasında, yukarıda sözü edilen ESTHER çalışmasında yer alan bir grup hastanın başlangıç ve birinci yıl tüm vücut omurga ve SİE MR görüntülemelerinin yağlı lezyonlar, ankiloz ve erozyon gelişimi yönünden 23 Etanercept_C2S1_Milnasipran 11/4/11 2:36 PM Page 24 BioExPERT Cilt 2, Sayı 1 EULAR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar Tablo 1. Erken Aksiyel Spondiloartritli Hastalarda Etanercept ve Sülfasalazin Tedavisinin Sonuçları Remisyon-Atak Grubu SİE MRG Omurga MRG BASDAI Başlangıç 48. hafta 108. hafta Başlangıç 48. hafta 108. hafta Başlangıç 48. hafta Atak 108. hafta 1. yıl SSZ 2. yıl ETA Ortalama (SD) (n=3) 1. yıl ETA 2. yıl ETA Ortalama (SD) (n=22) 1. yıl SSZ 2. yıl ETA Ortalama (SD) (n=26) 12.0 (6.4) 1.1 (1.4) 0.4 (0.5) 0.2 (0.7) 0 (0) 0 (0) 5.7 (1.8) 1.1 (0.6) 5.0 (1.5) 1.5 (1.4) 3.2 (3.9) 0 (0) 0 (0) 0.7 (1.2) 0 (0) 0.3 (0.6) 5.9 (1.6) 2.0 (0.1) 4.5 (0.4) 1.7 (1.6) 8.6 (7.3) 2.4 (3.3) 2.9 (3.7) 3.4 (5.6) 1.3 (1.9) 1.0 (1.7) 5.4 (1.1) 2.6 (1.7) (-) 2.7 (2.3) 6.5 (5.8) 2.7 (3.2) 1.6 (2.0) 1.3 (2.5) 1.0 (1.9) 0.7 (1.6) 5.9 (1.2) 4.7 (2.3) (-) 3.2 (2.6) değerlendirildiği araştırma da yer almaktadır (5). Çalışmanın amacı; ETA veya SSZ ile tedavi edilen erken aksiyel SpA’lı hastalarda aktif inflamatuvar lezyonlar ile yeni kronik lezyonların gelişimi (T1 MR) arasında ilişkinin olup olmadığının saptanmasıdır. Çalışmanın 48. haftasında elde edilen sonuçlar; kemikte daha önceden inflamasyon bulgusu yoksa SİE kadranlarında ve omurga ünitelerinde çok az sayıda yeni yağlı lezyonların ortaya çıktığını ve inflamasyonun ortadan kalkmasıyla yağlı lezyonların ortaya çıkışı arasında anlamlı bir ilişki olduğunu göstermiştir. İnflamasyonun bir yıl üzerinde düzelmemesi durumunda daha az sıklıkta yağlı lezyon ortaya çıkmıştır. Başlangıçta var olan yağlı lezyonlar 48. haftada düzelmemiştir. ETA grubunda SSZ grubu ile karşılaştırıldığında, başlangıç ve 48. hafta ortalama yağlı lezyon skorlarında anlamlı düzeyde daha fazla artış olduğu görülmüştür. Hem tüm grupta hem de iki alt grupta omurga ve SİE ortalama erozyon ve ankiloz skorlarında anlamlı bir değişiklik ortaya çıkmamıştır. Bu çalışmanın sonuçları, aksiyel SpA’li hastalarda inflamasyon, TNF inhibisyonu ve subkondral kemik iliğindeki yağlı lezyonların gelişimi arasında yakın bir ilişki bulunduğunu düşündürmektedir. Plasebo kontrollü, GO-RISE çalışmasına alınan kesin AS tanılı hastalardan oluşan 91 kişilik bir alt grupta; daha yeni bir anti-TNF ilaç olan ve henüz Türkiye’de ticari kullanıma sunulmayan golimumab (GLM) tedavisinin etkinliği araştırılmıştır. GLM tedavisi sırasında başlangıçta, 14. ve 104. haftalarda elde edilen MR görüntülemelerindeki yapısal değişiklikler modifiye ASspiMRI-c metodu kullanılarak (0=normal, lezyon yok; 1=minör yağlı dejenerasyon [YD]; 2=daha fazla YD; 3=1–2 sindesmofit; 4=2’den fazla sindesmofit; 5=vertebral köprüleşme; 6=vertebral füzyon) ve çift kör olarak değerlendirilmiştir (6). 24 Remisyon Olmayan Grup 1. yıl ETA 2. yıl ETA Ortalama (SD) (n=9) GLM ile tedavi edilen hastalarda omurgada modifiye ASspiMRI-c skorlarının daha yüksek olduğu ve skorlardaki artışın büyük oranda YD artışından kaynaklandığı görülmüştür. Araştırıcılar, omur cisimlerinde fokal alanlarda yer alan aktif inflamasyonun TNF blokerinin etkisiyle baskılanıp YD alanlarına dönüşebileceğini düşünmüşlerdir. Bu etki, TNF blokerlerinin yapısal hasarı baskılayamamasına katkıda bulunabilir. Daha eski bir çalışmada, AS’li hastalarda sürekli NSAİİ kullanımının, gerektiğinde kullanıma göre daha etkili olduğu ve radyolojik ilerlemeyi baskılayabileceği konusunda veri elde edilmiştir (7). Bu çalışmanın yöntemiyle ilgili bazı sorunların olması, sonuçların konfirme edilmesini gerektirmektedir. Bu kongrede sunulan bir başka çalışmada farklı araştırıcılar tarafından bu konu ele alınmış, AS’li hastalarda uzun dönem radyografik progresyon üzerinde NSAİİ ve anti-TNF ilaçların etkinliklerinin karşılaştırıldığı REGISPONSER-AS kohortundan elde edilen veriler tartışılmıştır (8). Bu çok merkezli prospektif gözlemsel çalışmada başlangıçtaki ve 3 yıl sonundaki radyolojik incelemeler, BASRI skorları kullanılarak değerlendirilmiş ve sonuçta NSAİİ tedavisinin radyografik ilerlemeyi durduramadığı ama antiTNF ilaçların uzun dönem izlemde yeni kemik oluşumunu baskılayabileceği bildirilmiştir. Anti-TNF Tedavisine Aday Hastaları Belirlemede BASDAI mı, ASDAS mı Daha İyi Çalışıyor? Klinik pratikte anti-TNF adayı aktif AS hastalarını belirlemek için sıklıkla yüksek BASDAI (BASDAI >4) değerleri kullanılmaktadır. Bu yıl içerisinde yüksek hastalık aktivitesini göstermek amacıyla ASDAS sınır değerleri de yayımlanmıştır. Yukarıda sözü edilen REGISPONSER-AS kohortundan elde edilen kesitsel veriler değerlendirilerek, çalışmalarda ve kli© 2011 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. Etanercept_C2S1_Milnasipran 11/4/11 2:36 PM Page 25 BioExPERT Cilt 2, Sayı 1 nik kullanımda anti-TNF tedavisi için uygun adayların seçiminde, yüksek hastalık aktivitesi için BASDAI ve ASDAS değerlendirmelerinden hangisinin daha iyi bir seçim olabileceği araştırılmıştır (9). Sonuçta; AS hastaları artmış BASDAI yerine yüksek ASDAS değerlerine göre seçilseydi, halen tedavi için uygun olan hastaların %10’undan azının seçilmemiş olacağı, ama seçilmemiş ve uygun olacak hastalardan %30’dan fazlasının seçilmiş olacağı görülmüştür. ASDAS ile uygun adaylar belirlenmiş olsaydı, seçilen hastaların tedaviye daha iyi yanıt verebilecek özelliklere sahip olduğu, bu nedenle ASDAS yüksek hastalık aktivitesinin BASDAI yüksekliğinden daha iyi bir belirleyici olabileceği öne sürülmüştür. ASDAS, anti-TNF tedaviye yanıtı izlemede başarılı mı? BASDAI, anti-TNF tedavi adaylarını belirleme dışında, klinik pratikte ve çalışmalarda en sık kullanılan hastalık aktivitesi izlem parametresidir. BASDAI, tamamen hastanın verdiği bilgilere dayanılarak oluşturulur. ASDAS’da ise AS hastalık aktivitesini belirlemede ek olarak inflamatuvar göstergelerden de (c-reaktif protein [CRP] ve eritrosit sedimentasyon hızı [ESH]) yararlanılmaktadır. ASDAS’ın CRP’si normal veya yüksek olanlarda ya da şiş eklemi olan veya olmayanlarda benzer şekilde çalışıp çalışmadığı tam olarak araştırılmamıştır. Norveç’ten gelen bu çalışmada Fagerli ve ark., NOR-DMARD kayıt sisteminde (yeni DMARD başlanan inflamatuvar artritli erişkin hastaların ardışık olarak sisteme kaydedildiği ve 3., 6. ve 12. ayda ve daha sonra yılda bir kez izlendiği hasta kayıt sistemi) yer alan 308 AS’li ve anti-TNF ilaç kullanan hasta arasında CRP’si normal ve yüksek olanları ve şiş eklemi olan ve olmayanları farklı yanıt kriterlerine göre antiTNF ilaca yanıt yönünden karşılaştırmışlardır (10). Sonuçta; anti-TNF ilaca başlayan AS’li hastalar arasında bazal CRP değeri yüksek olanların yüksek olmayan hastalarla karşılaştırıldığında tedaviye daha sık olarak yanıt verdikleri görülmüştür. Bu sonuç, hem ASDAS’ın kullanımı hem de inflamatuvar göstergeleri içermeyen ölçüt yöntemleri ile gösterilebilmiştir. ASDAS klinik olarak önemli düzelme için yanıt sıklığı, diğer ölçütler için yanıtlara benzer bulunmuş ve CRP’si normal olan ve şiş eklemi bulunmayan hastalarda da ASDAS’ın yanıt göstergesi olarak kullanılabileceği gösterilmiştir. Anti-TNF Tedaviye İyi Yanıtı Önceden Gösterebilen Belirteçler Nelerdir? Tedavi başlangıcında yüksek CRP değerine sahip hastaların anti-TNF tedaviye daha iyi yanıt vereceği konusundaki önceki bilgilerimizi destekleyen yukarıdaki çalışmadan sonra, yine iyi yanıt göstergeleri arasında sayılan “genç hasta yaşı” ve “kısa süreli hastalık” prognostik faktörlerinin “tedaviye yanıt” ile ilişkisi araştırılmıştır. İngiltere’de Headley Court © 2011 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. EULAR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar adlı askeri rehabilitasyon merkezi tarafından İngiliz Ordusu için verilen romatoloji hizmeti kapsamında izlenen genç yaştaki, kısa hastalık süreli, ADA veya ETA kullanan 35 AS’li hastanın verileri, BSR Biyolojik Kayıt verileri ve bu konudaki üç önemli çalışmanın sonuçlarıyla karşılaştırılmıştır (11). Araştırıcılar sonuçlarının önceki verileri desteklediğini bildirmiş ve güvenlik verilerinin de iyi olması nedeniyle anti-TNF tedaviye erken başlanması konusunda daha cesur olunması gerektiğini vurgulamışlardır. Eldeki veriler, erkek cinsiyetin de anti-TNF tedavisine iyi yanıt göstergelerinden biri olduğunu göstermektedir. Kadın hastalar arasında anti-TNF tedavinin kesilme sıklığının daha yüksek olmasının nedeni bilinmemektedir. Hollanda’lı araştırıcılar bu durumun kadın hastalarda daha fazla entezopatik sorunlar olmasıyla açıklanabileceğini düşünmüşler ve aşağıda kısaca sözü edilen çalışmayı planlamışlardır. Bu çalışmada, AS için mNY ve aksiyel SpA için ASAS kriterlerini karşılayan ve aktif hastalık nedeniyle INF, ETA veya ADA başlanan toplam 220 hasta değerlendirilmiştir (12). Hassas entezis bölge sayısı (0–28), tedavi başlangıcında ve tedaviden 3 ay sonra değerlendirilmiştir. ASAS 20 yanıt kriterleri kullanılarak tedaviye yanıt tanımlanmıştır. Başlangıçtaki entezit sayısı kadınlarda daha fazla olsa da 3 ay sonraki hassas entezis sayısındaki değişimin kadın ve erkekler arasında karşılaştırılabilir düzeyde olduğu görülmüştür. Sonuç olarak; erkek ve kadın hastalar arasındaki anti-TNF tedaviye yanıt farkı, kadın hastalardaki fazla sayıdaki hassas entezis bölge sayısı ile açıklanamamıştır. Radyolojik Kanıt Olmadan Anti-TNF Tedaviye Başlamak Uygun Olur mu? Günlük romatoloji pratiğinde karşılaşılan bir durum; klinik olarak yüksek olasılıkla spondiloartrit düşünülen ancak pozitif radyografi veya MR görüntüleme bulgusu olmayan aktif hastalığı olan kişilerde, tedavi olarak anti-TNF ilaçlara başlama konusundaki legal sorunlardır. Fransız araştırıcılar bu nedenle yaptıkları retrospektif çalışmada, radyografik veya MR görüntülemede SpA kanıtı olan 257 hasta ile hiçbir radyolojik görüntüleme (X-ray veya MRG) bulgusu olmayan 128 hastada INF, ETA ve ADA tedavilerine verilen yanıtı BASDAI 50, ASAS 20 veya ASAS 40 ve yeterli veri olan durumlarda ASDAS’a göre, altı ay ve bir yıl sonra karşılaştırmışlardır (13). Yanıt veren hastalar arasında HLAB27’si pozitif olanlarda HLA-B27 negatif olanlara göre majör ASAS 40 yanıtı daha yüksek orandadır (%37 vs %23, p=0.05). Diğer iyi yanıt göstergeleri arasında, diğer çalışmalardakine benzer olarak, erkek cinsiyet, genç yaşta başlangıç, düşük BASFI, düşük VAS ağrı, yüksek ESH ve CRP saptanmıştır. Sonuç olarak; başlangıçta, en az bir adet SpA ile ilişkili görüntüleme bulgusunun olması, anti-TNF ilaca 25 Etanercept_C2S1_Milnasipran 11/4/11 2:36 PM Page 26 BioExPERT EULAR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar yanıtı gösteren majör bir prognoz faktörü olarak değerlendirilmiştir. Bununla birlikte, sadece klinik kanıtı olan hastalardaki yanıt oranı da ihmal edilemez düzeyde (yaklaşık %40) saptanmıştır. Bu sonuç, yeni geliştirilen ASAS sınıflandırma kriterlerinin, hiçbir radyolojik bulgu olmadan da tanı konulmasını sağlayarak klinisyene yardımcı olabileceğini düşündürmektedir. SpA’lı Hastalarda Anti-infliksimab Antikorlar Oluşuyor mu, Oluşuyorsa Bu Antikorlar Uzun Dönemde Tedavi Etkinliğini Azaltıyor mu? Son zamanlarda yapılan bazı çalışmalarda, SpA’lı hastalarda, romatoid artritli (RA) hastalarda olduğu gibi INF ile tedaviye yanıtın süreç içerisinde azaldığı veya kaybolduğu gözlenmiş, bu durumun INF’ye karşı oluşan antikorlarla ilişkili olabileceği düşünülmüştür. İspanya’da yapılan bu çalışmada, uzun bir süre boyunca INF kullanan SpA’lı hastalarda anti-INF antikor oluşumunun klinik bulgularla ilişkisinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır (14). 1999–2010 yılları arasında INF ile tedavi edilen 94 SpA hastasında (50 AS, 12 andifferansiye SpA, 22 psöriatik artrit [pSA] ve 10 inflamatuvar barsak hastalıkları ile ilişkili SpA) ortalama 4.5 yıl süreyle klinik bulgular, serum INF düzeyleri ve anti-INF antikorların varlığı değerlendirilmiştir. Sonuçta; hastaların yaklaşık olarak dörtte birinde anti-INF antikorların ortaya çıktığı ve bu antikorların klinik yanıtın azalması ve infüzyon reaksiyonlarının ortaya çıkışı ile ilişki gösterdiği saptanmıştır. Bu durum aynı zamanda, tedavinin zamanla kesilmesi ile de ilişkili bulunmuştur. Anti-TNF Tedaviye Yanıt Vermeyen SpA Hastalarında Diğer Biyolojik İlaçlarla İlgili Deneyimler; Umut Verici Ajan Var mı? Bu kongrede SpA’lı hastalarda anti-TNF dışı diğer biyolojik ajanların da etkinliği araştırılmıştır. Daha önce açık etiketli faz II çalışmada (15) aktif AS’li 20 hastada (10 TNF-naiv ve 10 TNF dirençli) başlangıçta ve 2. haftada 1000 mg rituksimab (RTX) kullanılmış ve TNF-naiv grupta 24. haftada iyi klinik yanıt elde edilmiştir. TNF yanıtsız grupla karşılaştırıldığında, TNF-naiv grupta önemli sayıdaki daha fazla hastada BASDAI 50 yanıtına ulaşılmıştır. Bu çalışmanın izlem döneminde, RTX’a başlangıçta yanıt verip 24 ile 48. haftalar arasında alevlenme (BASDAI skorunda, >1.5 birim artış) gösteren 5 hastada 2. siklus RTX tedavisinin etkinlik ve güvenliliğinin araştırılması amaçlanmıştır (16). Hastalar 2. siklus tedaviden sonra yine 48 hafta süreyle izlenmişlerdir. Başlangıçta RTX ile tedaviye iyi yanıt veren aktif AS hastaları 2. siklus RTX tedavisi sonrası da iyi ve sürekli bir klinik yanıt göstermişlerdir. Kırk sekizinci haftada değerlendirilen dört hastanın ikisi (TNF-naiv) BASDAI 50 ve ASAS remisyon kriterlerini karşılamışlardır. Bazı 26 Cilt 2, Sayı 1 TNF-naiv hastalarda RTX işe yarayabileceği düşünülebilir. Ancak aktif AS hastalarında B hücrelerine yönelik tedavilerin net olarak değerlendirilebilmesi için plasebo kontrollü çalışmalara gereksinim olduğu açıktır. Anti-TNF ilaçlar aktif AS hastalarının tedavisinde RA’dakinden daha başarılı sonuçlara neden olsalar da, yine de yanıt alınmayan hastalar bulunmaktadır. Abatasept (ABA) yakın geçmişte RA tedavisinde onay almış bir kostimülatör inhibitörüdür. Daha önce ABA’nın AS’de etkili olduğunu gösteren bir olgu sunumu ve az sayıda açık etiketli çalışma vardır. Bu kongrede sunulan açık etiketli çalışmada (17); ticari kullanımda olan bütün anti-TNF tedavilerin başarısız olduğu 13 aksiyel SpA’lı hastada (10 kadın, 3 erkek) ABA tedavisinin etkinlik ve güvenliliği araştırılmıştır. Yedinci ayda ilacı kullanmaya devam eden 12 hastanın üçünde önemli derecede yanıt, dördünde olası bir yanıt elde edilmiş, 5 hasta tedaviye hiç yanıt vermemiştir. Bir hasta minör yan etki nedeniyle ilacı kesmiştir. Tedavi sırasında önemli bir yan etki ortaya çıkmamıştır. BASDAI, BASFI, CRP ve ESH’de önemli derecede düzelme saptanmamıştır. Sonuç olarak; anti-TNF ilaçlara refrakter SpA’lı hastalarda ABA’nın orta derecede bir etkisinin olabileceği söylenebilir. Ancak daha geniş ve plasebo kontrollü çalışmalarla gerçekten bir etkinliğin olup olmadığı gösterilebilecektir. Bazı yeni olgu sunumlarında, bir monoklonal insan anti-IL-6 reseptör antikoru olan tosilizumab (TCZ) tedavisinin AS’li hastalarda etkili olduğunun gösterilmesi, AS patogenezinde IL-6’nın rolünü düşündüren kanıtların da varlığıyla birlikte heyecan yaratmıştır. EULAR kongresi 2011’de sunulan prospektif ancak kontrol ve karşılaştırma grubu içermeyen bu çalışmada, 5 SpA’lı hastada TCZ tedavisinin kısa süreli etkinliğinin ve tolere edilebilirliğinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır (18). 3–6 infüzyon sonrası hastalardan yalnız birinin tedaviye yanıt verdiği görülmüştür. TCZ tedavisinin etkinliğinin araştırıldığı 2. çalışmada ise toplam 18 anti-TNF dirençli aksiyel SpA’lı hastadaki (9 AS, 3 PsA, 6 andifferansiye SpA) tedavi sonuçları hayal kırıklığı yaratmıştır (19). Net biyolojik yanıta karşın aksiyel ve periferik bulgularda hiçbir klinik yarar gözlenmemiştir. İmmün aracılı inflamatuvar hastalıklarda yeni bir tedavi yaklaşımı olarak IL-17A’nın nötralizasyonu araştırılmaktadır. IL-17A’yı hedefleyen tam insan monoklonal antikoru secukinumab (AIN457) tedavisinin RA, psöriazis ve non-infeksiyöz üveitlerde yapılan ön çalışmalarda etkili olduğu gösterilmiştir. Çok merkezli, çift-kör, plasebo kontrollü, “proof of concept” çalışmasında, 1984 mNY kriterlerini karşılayan toplam 30 hastada AIN457 tedavisinin etkinlik ve güvenliliği araştırılmıştır (20). Primer sonlanma noktası olarak seçilen ASAS20 yanıtı 6. haftada ilaç grubunda plasebo grubuna göre önemli derecede daha yüksek saptanmıştır. Tedavi ilk hafta içinde © 2011 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. Etanercept_C2S1_Milnasipran 11/4/11 2:36 PM Page 27 BioExPERT Cilt 2, Sayı 1 etkili olmaya başlamıştır. İki hastada (kan basıncında artış ve ayakta deri altı absesi) yan etki ortaya çıkmıştır. Bu çalışmada sunulan ara veriler AIN457 tedavisinin aktif AS hastalarında yararlı olabileceğini düşündürmektedir. Daha büyük ve uzun süreli etkinlik ve güvenlilik çalışmalarının yapılması yararlı olacaktır. Anti-TNF İlaçlar Psöriatik Artritte Yapısal Hasarı Engelliyor mu? RA’daki kemik tutulumunun göstergesi, radyografilerdeki erozyon ve periartiküler osteopeni ile gösterilebilen kemik kaybıdır. Kemik kaybının nedeni osteoklast aktivasyonudur. PsA’da ise radyografilerde hem osteoblastlar hem de osteoklastların aktif olduğunun göstergesi olarak hem yeni kemik yapımı hem de kemik yıkımı bulguları saptanır. RA’da, anti-TNF tedavinin el kemik kayıp hızını azalttığı gösterilmiştir. Bu çalışmada, PsA’da anti-TNF’nin bu yönde etkisinin olup olmadığının araştırılması amacıyla, INF veya plasebo ile tedavi edilen hastalarda, 24. ve 54. haftalarda eldeki kemik kaybı değişiklikleri değerlendirilmiştir (21). PsA’da INF tedavisinin etkinliğinin araştırıldığı IMPACT çalışmasından elde edilen alt analizde, PsA’da eldeki kemik kaybının durmakla kalmayıp aynı zamanda düzelme gösterebildiği saptanmıştır. Araştırıcılar, bu sonucun, PsA’daki kemik tutulumunun patofizyolojisinde osteoklastlarla birlikte osteoblastların da rolünün olduğu konusundaki hipotezi desteklediğini düşünmektedir. SONUÇ EULAR 2011 Kongresi’nde, SpA tedavisi konusunda sunulan bildirilerin sonuçlarının genel olarak önceki bilgilerimizi ve görüşlerimizi destekler nitelikte olduğu görülmektedir. Eldeki bulgular, antiTNF ilaçların erken aksiyel SpA’daki hastalık aktivitesi ve inflamasyonu baskılamada başarılı olduğunu ancak genellikle yapısal hasarı önleyemediğini göstermektedir. Bu durumun, ilaçların SİE ve omurgadaki inflamasyonu düzeltme yoluyla kronik bulguların başlangıcı olarak sayılan yağlı dejenerasyonu arttırması sonucunda ortaya çıktığı düşünülebilir. Erken dönemde anti-TNF başlanan ve tedavinin etkili olduğu aksiyel SpA’lı hastalarda, uzun dönemde tedavi gereksiniminin sürdüğü ve tedavi altındayken düşük hastalık aktivitesi ve iyi fonksiyon durumunun devam ettiği yönündeki bilgilerimiz desteklenmiştir. Bu arada, IMPACT çalışmasının bir alt analizi, INF tedavisinin PsA’da eldeki kemik kaybı üzerinde olumlu etkileri olduğunu göstermiştir. Geçtiğimiz yıl içinde tanımlanan ASDAS değerlendirmesinin, SpA’da hastalık aktivitesini izlemede ve anti-TNF tedavisi için karar vermede yararlı bir parametre olduğu görülmüş; bu kongrede yer alan çalışmalarda da, erkek cinsiyet, genç yaşta başlangıç, © 2011 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. EULAR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar düşük BASFI, yüksek ESH ve CRP değerlerinin AS’de anti-TNF tedaviye iyi yanıtı önceden gösteren belirteçler olduğu belirlenmiştir. INF kullanan AS’li hastalarda anti-INF antikorların varlığı ve bunların tedavi üzerindeki olumsuz etkileri bir çalışma sonucunda dile getirilmiştir, ancak başka çalışma sonuçlarının görülmesine ihtiyaç bulunmaktadır. Radyolojik kanıtı olmayan ve anti-TNF tedavi gereksinimi olan hastaların önemli bir bölümünün tedaviye iyi yanıt verdiği, bu nedenle yeni ASAS aksiyel SpA sınıflandırma kriterlerinin bu tedaviye başlamada yol gösterici olabileceği görülmektedir. Anti-TNF dışındaki biyolojik tedaviler arasında yer alan RTX ve ABA ile olumlu, TCZ ile olumsuz sonuçlar bildirilen hastalar olsa da, bu ilaçların etkinliğinin araştırılması için geniş kapsamlı ve kontrollü çalışmalara gereksinim vardır. IL-17A monoklonal antikoru tedavide etkili ve güvenli gibi görülmektedir. Daha büyük ve uzun süreli etkinlik ve güvenlilik çalışmalarının sonuçlarının beklenmesinde yarar vardır. Kaynaklar 1. Barkham N et al. Clinical and imaging efficacy of infliximab in HLA-B27 positive patients with magnetic resonance imaging-determined early sacroiliitis. Arthritis Rheum 2009;60(4):946-54 2. Barkham N et al. Continued efficacy of infliximab in the treatment of HLA B27 positive very early ankylosing spondylitis following its discontinuation; Clinical and imaging results of the 40 week follow-up study of a three month, randomised, placebo-controlled trial. Arthritis Rheum 2010;62(10)Suppl:S806 3. Ash. Z et al. Long term results of a remission induction approach to early axial spondyloarthritis. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):129 4. Song IH et al. Clinical and magnetic resonance imaging response to treatment with etanercept in early axial spondyloarthritis: 2 year data of the ESTHER TRIAL. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):338 5. Song IH et al. Development of fatty lesions, ankylosis and erosions in the spine and sacroiliac joints on whole-body MRI in early axial spondyloarthritis after treatment with etanercept vs. Sulfasalazine–results of the ESTHER TRIAL at week 48. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):129 6. Hermann KG et al. The effect of golimumab on structural spinal changes in ankylosing spondylitis: magnetic resonance imaging results of the placebo-controlled GO-RAISE STUDY Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):338 7. Wanders A et al. Nonsteroid antiinflammatory drugs reduce radiographic progression in patients with ankylosing spondylitis; a randomised clinical trial. Arthritis Rheum 2005;52:1756-65 8. Schiotis R et al. Comparative analysis between NSAIDs versus TNF-alpha blockers on long-term radiographic progression in ankylosing spondylitis. Data from REGISPONSER-AS COHORT. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):339 9. Vastesaeger N et al. ASDAS high disease activity may be a better selection criterion than BASDAI elevation for the treatment of ankylosing spondylitis patients with anti-TNF therapy. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):127 10. Fagerli KM et al. The role of CRP and peripheral disease in achieving ASDAS response to anti-TNF therapy in 308 patients with ankylosing spondylitis. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):82 27 Etanercept_C2S1_Milnasipran 11/4/11 2:36 PM Page 28 BioExPERT EULAR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar 11. Rees J et al. Early intervention with anti-TNF therapy in ankylosing spondylitis with young age and short disease duration produces superior clinical results in standard clinical practice. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):337 12. Arends S et al. Tender entheses are not related to differences in response rate to TNF-alpha blocking therapy between male and female patients with ankylosing spondylitis. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):339 13. Bisson-Vaivre A et al. Anti-TNF efficiency in patients with clinical signs of spondylarthritis but without any iconographic evidence. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):339 14. Plasencia Rodriguez C et al. Influence of immunogenicity on the efficacy of long-term treatment with infliximab in spondyloarthrities. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):82 15. Song IH, et al. Different response to rituximab in tumor necrosis factor blocker-naive patients with active ankylosing spondylitis and in patients in whom tumor necrosis factor blockers have failed: a twenty-four-week clinical trial. Arthritis Rheum 2010;62:1290-7 28 Cilt 2, Sayı 1 16. Song IH et al. Patients with active ankylosing spondylitis show clinical response to a second cycle of rituximab – followup of an open label clinical trial. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):130 17. Quemeneur AS et al. Treatment of anti-TNF alpha-resistant axial spondyloarthritis with abatacept: a prospective study. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):340 18. Del Castillo Pinol N et al. Tocilizumab for treatment of refractory spondyloarthritis: report of 5 patients. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):343 19. Dudler J et al. Tocilizumab in axial spondylarthropathies: about 18 cases. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):128 20. Baeten D et al. The anti-IL17a monoclonal antibody secukinumab (AIN457) showed good safety and efficacy in the treatment of active ankylosing spondylitis. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):127 21. Hoff M et al. Hand bone loss in patients with psöriatic arthritis: sub analyses from IMPACT 2 comparing infliximab and placebo. Ann Rheum Dis 2011;70(Suppl3):155 © 2011 Sigma Publishing. Tüm haklar› sakl›d›r. ENBREL MYCLIC ILAN 175X250.FH11 2/22/11 6:04 PM Page 1 C Composite M Y CM MY CY CMY K ISSN: 1309-2596 Cilt: 2, Sayı: 1, 2011 BioExPERT EULAR 2011’den Seçilmiş Çalışmalar Bu yılki EULAR toplantısında sunulan abstraktların yaklaşık 210 tanesi romatoid artrit tedavisinde TNF inhibitörleri ile yapılan çalışmalara aitti. Bu çalışmalar arasından seçilenler Dr. Ömer Nuri Pamuk tarafından gözden geçirildi. Yaklaşık 75 çalışmada ise diğer biyolojik ajanlarla yapılan araştırmaların sonuçları sunulmuştu. Bunlardan IL-6 reseptörünü ve T hücrelerini hedef alan çalışmalar Dr. Mehmet Sayarlıoğlu, B hücrelerini hedef alan çalışmalar ise Dr. Salih Pay tarafından özetlendi. Dr. Salih Pay ayrıca vaskülitlerde ve bağ dokusu hastalıklarında B hücresini hedef alan tedaviler ile yapılmış az sayıdaki çalışmayı da gözden geçirdi. Spondiloartritlerde biyolojik ajanlarla yapılan çalışmalar ise Dr. Fatoş Önen tarafından derlendi. “ “ Amerikan Romatoloji Cemiyeti (ACR) ve Avrupa Romatoloji Ligi (EULAR) toplantıları, romatizmal hastalıkların patogenez, tanı ve tedavisi konusunda son gelişmelerin gözden geçirildiği ve romatoloji alanında önemli çalışmaların sonuçlarının çoğunlukla ilk olarak duyurulduğu önemli platformlardır. Bu toplantılarda sunulan biyolojik ilaçlarla ve yeni terapötik ajanlar ile yapılan son klinik çalışmaları gözden geçirmenin yararlı olacağını düşünerek BioExpert’in daha önceki bir sayısını 2009 yılında Philadelphia’da yapılan ACR toplantısına ayırmıştık. Bu sayıda da 2011 yılında Londra’da yapılan EULAR toplantısını gözden geçirdik. EULAR’ın önümüzdeki dönem başkanlığını yapacak Prof. Dr. Maurizo Cutolo’dan öğrendiğimize göre bu yılki EULAR toplantısına toplam 3454 abstrakt sunuldu. Bunlardan 119 tanesi (%3.44) Türkiye’den gönderilen çalışmalardı. Prof. Dr. Nurullah Akkoç
Benzer belgeler
Bio ExPERT
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Romatoloji Bilim Dalı, Eskişehir
Doç. Dr. Veli Yazısız
Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İç Hastalık...