FETÖ ÖRGÜTÜ DOSYASI : Fethullah Gülen`in Küçük Dünyası
Transkript
FETÖ ÖRGÜTÜ DOSYASI : Fethullah Gülen`in Küçük Dünyası
Fethullah Gülen'in 'Küçük Dünyası Fethullah Gülen yıllardır ABD'de yaşıyor... Emekli bir vaiz nasıl olur da ABD'de yaşayabilir? Bu ayrı bir konu... Tartışılmalı!.. Fethullah Gülen'in sağlık durumu iyi değil... Hafıza kaybı olduğu söyleniyor... Kalbinden de rahatsız... Üstelik şeker hastası da... Bu yazı dizisi, son on yılın öyküsü... Fethullahçılar içinde bir yarış başladı... ''Fethullah Gülen'den sonra o koltuğa kim oturacak?'' Onlar tartışadursun, biz Gülen'in serüvenini ''Hayatın Sayfalarına'' düşen, Cumhuriyet arşivinden ve ''Din Baronunun Kazları'' kitabımızdan bazı alıntılar yapıp açalım... Şemsettin Nuri' nin Hocaefendi'yle yaptığı röportajları içeren ''Küçük Dünyam'' adlı kitabı bulmanızın olanaksız olduğunu düşünerek okurlarımızı aydınlatmaya çalışacağız. Kitabın 137. sayfasında ''Sivrisinek'' bölümü bulunuyor. Hocaefendi'yi tanımanız bakımından aynen aktarıyorum: ''...O sıralarda Kâbe ve çevresinin temizliğine bugünkü kadar dikkat edilmiyordu. Harem'in duvarlarına dahi idrar yapan oluyordu. Pislik sebebiyle de çok sinek bulunuyordu. Bilhassa geceleri, sinekler ciddi bir şekilde çoğalıyor ve rahatsız edecek oranda insanlara saldırıyorlardı. Ben on beş gün kadar Harem'den hiç ayrılmamıştım. Buna rağmen bir kere dahi olsun beni sinek ısırmadı. Bu durumun sadece bana mahsus olduğunu da zannetmiyorum. Sadece 'Vemen dehalehu kane aminen ' hakikatını, Harem'de ne derece şümullü olduğunu bu hadise sebebiyle daha iyi anlamış oldum...'' Fethullah Hoca'nın çocukluk anıları da hayli ilginç... 43. sayfada yer alan ''Nasara'' bölümünü de gelin birlikte okuyalım: ''Çocukluğumda bizim kazlarımız vardı. Ben onları çok severdim. Bir gün bu kazlar, Necip Ağa adındaki çok muhterem, abit, zahit komşumuzun tarlasına girmişler. O da kızmış, kazları bir güzel dövmüş. Baktık bizim kazlar kan revan içinde. Kiminin ayağı kırılmış, kiminin gözü çıkmış. Onları öyle görünce içim sızladı, çok rikkatime dokundu. Fakat ne ben ne de evimizden bir başkası tek kelime söylemedi. Çok geçmedi. Havada bir bulut belirdi. Necip Ağa'nın tarlasına öyle bir dolu yağdı ki, bahçede ne var ne yok hepsini aldı götürdü. O da, biz de hayret içinde kaldık. Çünkü köyde başka hiçbir yere dolu yağmamıştı..'' Kitabın bir başka bölümünde (9. sayfa) dedesinden anıları aktarıyor Hocaefendi: ''Cihan Harbi'nden evvel çok şiddetli bir zelzele olmuştu. Köyde yıkılmadık bina kalmamıştı. Herkes harman yerinde yatıyor, evlerine gidemiyordu. Halbuki kış bastırmış ve kar da yağmıştı. Bir gün ben de harmana gidiyordum. Karşıma Mehmet Efendi çıktı. Bana 'Şamil Ağa! Nereye gidiyorsun?' diye sordu. 'Harmana' diye cevap verdim. 'Git evine yat! Bir tek taş dahi düşerse getir onu benim kafama çal' dedi. 'Hoca niye?' dedim. Bana şunları söyledi: Bu gece köye Fahri Kâinat Efendimiz geldi. Arkasında Raşid halifeler vardı. Hz. Ali'nin elinde ise birçok kazık bulunuyordu. Ben hemen koştum ve yanına vardım. Efendimiz bana dönerek: - Molla Muhammed! Bu köy senin mi? diye sordu. Ben de 'Evet ya Resulallah! Benimdir' dedim. Bunun üzerine Fahri Kâinat Efendimiz (s.a.v.) Hz. Ali'ye döndü ve 'Ya Ali! Bu köye de bir kazık çak, bir daha bu köy de sallanmasın!' d edi. O da elindeki kazıklardan birini ovaya çaktı... Dedem Şamil Ağa, bu hadiseyi çok defa anlatmıştı. Her defasında da 'İşte manaya açık, ruh insanı bir tek şahıs var. O da Mehmet Efendi'dir' derdi.'' Fethullah Hoca'nın anıları hayli ilginç. Hele askerlik anıları var ki vallahi Aziz Nesin 'e, Muzaffer İzgü 'ye taş çıkarıyor. Askerde sağlık kontrolü yapan doktorla ilgili bölümüne bir bakalım isterseniz: ''Bir defasında umumi kontrol yapılacaktı. Doktor bana ' Sıyır kilotunu' dedi. Ben 'Komutanım, benim dizimden yukarısını annem dahi görmemiştir' dedim. Adam, insaflı biriymiş, 'Geç' dedi, kurtuldum...'' Hoca, kitabın 67. sayfasında anlatıyor: ''Vesveseye esas teşkil edecek hususların doğması için beyin yıkamanın lüzumuna inanıyorum. Baştan vesvese hiç doğmamalı, doğarken hemen ölmeli...'' İşte böyle... Perde açılıyor... HİKMET ÇETİNKAYA DGM savunması İfadeyle gelen itiraf Cumhuriyet gazetesinde 26 Aralık 2001 tarihinde Sertaç Eş imzasıyla yayımlanan haberde 'terör örgütü kurmakla' suçlanan Fethullah Gülen'in DGM'ye verdiği ifadesi yer alıyordu. Haber şöyleydi: "Laik rejimi yıkarak yerine şeriat düzeni getirmek amacıyla terör örgütü kurmakla suçlanan Fethullah Gülen, ABD'den gönderdiği yazılı ifadesinde kendisini kutsallaştırdı. Gülen, kitaplarında konuşmalarındaki cihat anlatımlarıyla suçlanamayacağını belirterek aynı kavramın Kuranıkerim'de de emredildiği savunusunda bulundu. Nurculuğun kurucusu olan Saidi Nursi 'yi sadece bir İslam bilgini olarak gördüğünü savunan Gülen, ''Nurculuğu anlatan kitapların yasak olmadığını'' söyledi. Gülen, ''cumhuriyeti yıkarak yerine dini devlet kurmak amacıyla örgüt kurduğu'' iddiasıyla yargılandığı Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi'ne, ABD'li savcı Joann School 'a verdiği sözlü ifadenin yanı sıra yazılı ifadesini de gönderdi. Gülen, savunmasında ''Hizbullah'ı övdüğü'' yönündeki iddiaya yanıt vermedi. İfadesinde kendisini öven Gülen, yaptığı savunmada, Atatürk'ün sözlerini de dayanak yaparak takıyye yöntemine başvurdu. Kendi düşüncesinden etkilenenlerin uluslararası alanda çalışmalar yaptığını kabul eden Gülen, ''Bu faaliyetlerin netice itibarıyla Atatürk'ün gösterdiği 'Yurtta sulh, cihanda sulh' hedefine hizmet ettiği anlaşılacaktır'' dedi. Gülen, insanları cihada yönelttiği savına ise kendisinin konuşmalarında ve kitaplarında savaşı içermeyen cihadı işlediğini ileri sürdü. Gülen şu görüşlere yer verdi: ''Cihat, Kuranıkerim'de, hadisişeriflerde, bütün tefsir ve hadis kitaplarında bahsi geçen, faziletleri anlatılan bir konudur. Hakkında Türkiye'de de çok sayıda kitap yazılmıştır. Cihat ve faziletlerinden bahseden, hatta onu emreden Kuran, hadis ve ilgili kitaplar ve yazarları hakkında bugüne kadar hiçbir dava açılmamıştır.'' Televizyonlarda yayımlanan kasetinde müritlerine ''gizli, teknik ve tedbirli olmaları'' yönündeki öğüdünün nedenini açıklamakta güçlük çeken Gülen, ''Bir insan hakkında bir iki sözüne dayanarak hüküm verilmez'' dedi." İ'lâ-yı Kelimetullah veya Cihad kitabından alınmıştır O'nun kaleminden cihad Cihad ''c-h-d'' kökünden türemiş, bütün gücünü kullanma mânâsına gelen Arapça bir kelimedir. Diğer bir açıdan o, insanın güç ve takatini sonuna kadar sarfederek her türlü meşakkati göğüsleyip belli bir hedefe yürümesi mânâsını ihtiva eder ki, bu tarif cihadın şer'î mânâsına daha yakındır. ''Cihad'' sözcüğü, İslâmın zuhuruyla ayrı bir hususiyet kazanarak Allah yolunda kavga vermenin adı olmuştur. Bugün cihad denince de akla gelen mânâ budur. Allah yolunda verilen kavga, içe doğru ve dışa doğru olmak üzere iki cephede cereyan eder. İçe doğru verilen mücadeleyi, insanın kendi özüne erme gayreti, dışa doğru verilen mücadeleyi de başkalarını özlerine erdirme ameliyesi olarak tarif edebiliriz. Bunlardan birincisine ''büyük cihad'' , ikincisine de ''küçük cihad'' , denir ki, birincisiyle; insanın kendi özüyle arasındaki engelleri aşıp nefis ma'rifetine ve neticede de marifetullah, muhabbetullah ve zevk-i ruhanîye ulaşması, ikincisiyle de, imanla insanlar arasındaki manialar bertaraf edilerek, herkesin imana ulaştırılması ve ma'rifet- i İlâhî ile tanıştırılması esas alınmıştır. Cihad, bir bakıma insanın yaratılış gayesidir ve yeryüzünde ondan daha önemli bir vazife yoktur. Cihad-ı asgar (küçük cihad), sadece cephelerde eda edilen bir cihad şekli değildir. Bu şekilde bir anlayış, cihad ufkunu daraltmak olur. Cihadın yelpazesi, şarktan garba kadar geniştir. Bazen bir kelime, bazen bir susma, bazen sadece yüzünü ekşitme, bazen bir tebessüm, bazen bir meclisten ayrılma, bazen da bir meclise girme, kısacası, yaptığı her işi Allah için yapma ve bu yolda sevgi ve öfkeyi O'nun rızasına göre ayarlama, bütünüyle İslâmî cihadın şümulüne girer. Bu şekilde hayatın her sahasında, cemiyetin her kesiminde, toplumu ıslah adına sürdürülen bütün gayretler bu cihad cümlesindedir. Aile, yakın ve uzak akraba, komşu ve belde, derken daire daire bütün dünya sathında yapılan her cihad, cihad-ı asgardır. Cihad-ı asgar, bir mânâda maddidir. Mümin, bu muvazene içerisinde yapacağı cihadla dirliğini ve diriliğini bulan insandır. Ve o, cihadı bıraktığı anda öleceğini bilir. FETHULLAH GÜLEN'İN "İ-LÂ-YI KELİMETULLAH VEYA CİHAD" KİTABINDAN SEÇMELER: 'İslam hayatı yaşama hâkim olmalı' Maddi ve manevi cihad, İslami hayatın en büyük müeyyidi ve müeyyidesidir. Müminlerin hayatında cihad ruhu söndüğü zaman, yavaş yavaş iman ve İslam aşkı da söner. Etraflarını çepeçevre fitne kıvılcımları, hatta fitne alevleri sarar; fitneler de hep fitne doğurur ve neticede evleri, sokakları, çarşı ve pazarları hep birer mel'anet yuvası haline gelir de, artık onlar bu korkunç hadiseler karşısında bile en ufak bir reaksiyon gösterme gayreti taşımazlar. Ayrıca, kalplerden cihad arzu ve iştiyakının silinmesi nisbetinde vahyin bereketi, ilahi maksadı anlama aşk ve şevki de kaybolur gider. Çünkü, kalpler artık ilham-ı ilahi'nin indiği yerler olmaktan çıkmış, dolayısıyla kişiler de ilahi esrardan nasipsiz hale gelmişlerdir. Böylelerinin geceleri de karanlıktır, gündüzleri de. Ferdin, ailenin ve topyekûn bir cemaatin ma'mure olması, Allah'ın yüce adının ufkumuzda şehbal açması istikametinde gösterilecek gayretlere bağlıdır. Eğer bir cemaat de bu ruh ve bu aşktan mahrum ise, bugün olmasa yarın, yarın olmasa öbür gün cemiyetleri mutlaka başlarına yıkılacak ve kendileri bu yıkıntının altında kalacaklardır. Şu gerçek asla unutulmamalıdır; mühim olan neticeye ulaşmak değil hak yolda bulunmaktır. Bu yolla Allah'ın rızasını tahsile ulaşma ise Cenâb-ı Hakk kime takdir etmişse ancak ona müyesser olur. Müminler için de Resul-i Ekrem'den (s.a.v) kalma bir vasiyet vardır. Evet O da ümmetine büyük bir dava ve bir yüce gayeyi emanet ölçüsünde vasiyet etmiştir. Bu emanet, dünya ve ukba saadetinin teminatı olan İslami hayatın hayata hâkim olmasıdır. Bu mukaddes emaneti afâk-ı âlemde temsil vazifesi, bugün bir borç olarak bize düşmektedir. Mümin, hayatı boyunca hep bu idealle yaşayacak ve yine bu ideal uğruna sıcak denize de, soğuk denize de açılacak... Sibirya buzullarında, Güney ve Kuzey Amerika'ya kadar her yerde, güç ve hâkimiyetin ağırlığını hissettirecektir. Zira Allah (c.c), müminin, kâfirlerin hâkimiyeti altında yaşamasına razı değildir. Bir mümin, kâfirin emri altında yaşamaya razı olmuşsa, o, İslâm'a ve imâna ait her şeyi kaybetmiş demektir; ve böyle birinin yaşamaya hakkı da yoktur. Zaten yaşaması da bir mezellettir.. ahireti de mezellet olacaktır. Bu itibarla bir müminin, bin bir ihtimamla yaşatacağı en mukaddes duygu ve düşünce, cihana hâkim olma duygu ve düşüncesi olmalıdır. Bunun için de, önce çevresinden işe başlamalı ve gücü nisbetinde bu daireyi genişletmenin çarelerini araştırmalıdır. Bu mevzûda himmet öyle âli tutulmalıdır ki, perspektife bütün cihan alınmalı ve sistem de ona göre akord edilmelidir. 'İslam hayatı yaşama hâkim olmalı' Maddi ve manevi cihad, İslami hayatın en büyük müeyyidi ve müeyyides idir. Müminlerin hayatında cihad ruhu söndüğü zaman, yavaş yavaş iman ve İslam aşkı da söner. Etraflarını çepeçevre fitne kıvılcımları, hatta fitne alevleri sarar; fitneler de hep fitne doğurur ve neticede evleri, sokakları, çarşı ve pazarları hep birer mel'anet yuvası haline gelir de, artık onlar bu korkunç hadiseler karşısında bile en ufak bir reaksiyon gösterme gayreti taşımazlar. Ayrıca, kalplerden cihad arzu ve iştiyakının silinmesi nisbetinde vahyin bereketi, ilahi maksadı anlama aşk ve şevki de kaybolur gider. Çünkü, kalpler artık ilham-ı ilahi'nin indiği yerler olmaktan çıkmış, dolayısıyla kişiler de ilahi esrardan nasipsiz hale gelmişlerdir. Böylelerinin geceleri de karanlıktır, gündüzleri de. Ferdin, ailenin ve topyekûn bir cemaatin ma'mure olması, Allah'ın yüce adının ufkumuzda şehbal açması istikametinde gösterilecek gayretlere bağlıdır. Eğer bir cemaat de bu ruh ve bu aşktan mahrum ise, bugün olmasa yarın, yarın olmasa öbür gün cemiyetleri mutlaka başlarına yıkılacak ve kendileri bu yıkıntının altında kalacaklardır. Şu gerçek asla unutulmamalıdır; mühim olan neticeye ulaşmak değil hak yolda bulunmaktır. Bu yolla Allah'ın rızasını tahsile ulaşma ise Cenâb-ı Hakk kime takdir etmişse ancak ona müyesser olur. Müminler için de Resul-i Ekrem'den (s.a.v) kalma bir vasiyet vardır. Evet O da ümmetine büyük bir dava ve bir yüce gayeyi emanet ölçüsünde vasiyet etmiştir. Bu emanet, dünya ve ukba saadetinin teminatı olan İslami hayatın hayata hâkim olmasıdır. Bu mukaddes emaneti afâk-ı âlemde temsil vazifesi, bugün bir borç olarak bize düşmektedir. Mümin, hayatı boyunca hep bu idealle yaşayacak ve yine bu ideal uğruna sıcak denize de, soğuk denize de açılacak... Sibirya buzullarında, Güney ve Kuzey Amerika'ya kadar her yerde, güç ve hâkimiyetin ağırlığını hissettirecektir. Zira Allah (c.c), müminin, kâfirlerin hâkimiyeti altında yaşamasına razı değildir. Bir mümin, kâfirin emri altında yaşamaya razı olmuşsa, o, İslâm'a ve imâna ait her şeyi kaybetmiş demektir; ve böyle birinin yaşamaya hakkı da yoktur. Zaten yaşaması da bir mezellettir.. ahireti de mezellet olacaktır. Bu itibarla bir müminin, bin bir ihtimamla yaşatacağı en mukaddes duygu ve düşünce, cihana hâkim olma duygu ve düşüncesi olmalıdır. Bunun için de, önce çevresinden işe başlamalı ve gücü nisbetinde bu daireyi genişletmenin çarelerini araştırmalıdır. Bu mevzûda himmet öyle âli tutulmalıdır ki, perspektife bütün cihan alınmalı ve sistem de ona göre akord edilmelidir. Hakkında 100'ün üzerinde dava açıldı, politikacılarla hep yakın ilişki içinde oldu Trilyonlarla oynayan adam 1983 seçimlerinde ANAP'ı destekleyen Fethullah Gülen ve yandaşları, Süleyman Demirel'e savaş açtı... ANAP iktidarı dönemi, Fethullahçılara yaradı. Askeri liseler, polis kolejleri ve astsubay okullarında örgütlenmeye başlayan Fethullahçılar, devlet erkindeki etkinliklerini yoğunlaştırdı. Fethullah Gülen'in hedefi şuydu: ''Sandıkla değil, silahlı darbeyle iktidarı ele geçirmek...'' İlhan Selçuk, M. Emin Değer' in ''Bir Cumhuriyet Düşmanının Portresi'' kitabına yazdığı önsöz ile şöyle der: ''... Fethullah Gülen, bu coğrafyada, bir süreden beri Amerika'yı mesken tuttu; güvencesini Atatürk Türkiyesi'nde, irticaya sempatiyle bakan büyük müttefikimizde gören 'Hoca Efendi' uluslararası bir kişiliktir...'' Ben, otuz yıldır Fethullah Gülen'le ilgili röportajlar yapıyor, yazılar yazıyorum... Fethullah Hoca=Nurculuk... 1999'da yaptığım ''Fethullah Gülen'' dizisi yazımda, Nurculuğun içyüzünü, Fethullahcılığı anlattım... Bu gün tam sırasıdır... Said-i Nursi 'nin büyülü amacını iyi bilen, laik demokratik rejimin altının oymak ve Türkiye'yi ''Ilımlı İslam'' modeliyle kucaklaştırmak isteyen Fethullah Gülen, sıradan bir emekli vaiz midir? Asla! M. Emin Değer Fethullah Gülen'in derin misyonunu ''Bir Cumhuriyet Düşmanının Portresi'' nde şöyle anlatır: ''... Sıradan bir kişi değildir. Zeki ve kim ne derse desin ne yapacağını ve nasıl yapacağını çok iyi bilen, amacı için Makyavel taktiğini çok iyi kullanan, dinsel deyimle takıyyenin her t ürüne başvuran bir kişiliktir.'' 1975'te Nur Kampları'nı kurdu M. Emin Değer'in saptaması doğru... Şimdi ise eski yazılarımdan bir kesit... Bakalım Fethullah Gülen nasıl bir kişilik?.. Yıl 1966... Fethullah Gülen, Bornova Camisi'nde vaizdi... Henüz ünlü değildi... Yavaş yavaş çevre edindi... Kestane Pazarı'nda sohbetlere başladı, Hisar Camisi'nde vaazlar verdi... 12 Mart 1971'de gözaltına alındı... Bir süre sonra salıverildi... 1975 yılında ''Nur Kampları'' nı kurdu... Yaz aylarında Edremit, İzmir/Kemalpaşa yöresinde yaşları 13-15 arasındaki yoksul ailelerin çocuklarını yetiştirdi. O tarihte ''Sızıntı'' dergisini çıkardı... Akevler Kooperatifi'nin kuruluşu siyasi ilişkilerinin ilk adımıdır. Kooper atif üyeleri arasına çok sayıda kaymakam, vali, yargıç ve savcı yer aldı... Daha sonra bu kişiler ANAP, DYP'den, 3 Kasım 2002 seçimlerinde de AKP'den milletvekili seçildi, bakan oldu... 12 Eylül 1980 sonrası arandığı halde yakalanamadı. Çünkü Turgut Özal 'ın himayesine girmişti... Özal'la tanışması 1977 seçimlerinden önce oldu. İzmir'de MSP milletvekil adayı olan Özal, Gülen ve çevresinden destek gördü... Fethullah Gülen, 1982 yılının Mayıs ayında bazı askerlerle görüştü. Onlara şu sözü verdi: ''1982 Anayasası'nı destekleyeceğim. Yalnız, TSK'deki yandaşlarıma dokunulmasın. Bir de, benim yakalanmamam konusundaki yazılı emir kaldırılsın...'' ANAP'la güç kazandı Gülen'in koşulları kabul edildi... Fethullahçılar 1982 Anayasası'nı destekledi... O tarihte Yeni Asya grubu ( Mehmet Kutlular ) ile bozuk olan bağları tümüyle koptu... 1983 seçimlerinde ANAP'ı destekleyen Fethullah Gülen ve yandaşları, Süleyman Demirel 'e savaş açtı... ANAP iktidarı dönemi, Fethullahçılara yaradı. Askeri liseler, polis kolejleri ve astsubay okullarında örgütlenmeye başlayan Fethullahçılar, devlet erkindeki etkinliklerini yoğunlaştırdı. Fethullah Gülen'in hedefi şuydu: ''Sandıkla değil, silahlı darbeyle iktidarı ele geçirmek...'' Bunu niçin yapmalıydı? Türk Silahlı Kuvvetleri, adliye, İçişleri ve Milli Eğitim bakanlıklarında örgülenmek... 1986 yılında, Gülen' in ''Akyazılılar Vakfı'' nın askeri okullara sahte sağlık raporu ile öğrenci soktuğu saptandı. Çok kişi tutuklandı, ama Gülen'in burnu bile kanamadı... Türk Silahlı Kuvvetleri, Gülen'e o tarihten itibaren kuşkuyla baktı; 1995 yılından itibaren de Fethullahçılar MİT tarafından sürekli izlendi... 1995 yılında ''medya'' yla yakın ilişkiye girildi. Sağcısından solcusuna, Atatürkçüsünden şeriatçısına dek çok sayıda yazarla ''çıkar yumağı'' oluşturuldu... Tansu Çiller, Mesut Yılmaz, Bülent Ecevit, Hikmet Çetin gibi politikacılarla yakın ilişki kuruldu: Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'le barışıldı, ödüller verildi... Fethullahçılar, 24 yıl içinde inanılmaz bir örgütlenmeyle, yurtiçi ve yurtdışında 500 okul, işyeri, gazeteler, televizyonlar ve radyolar kurdu; tri lyonlar oynamaya başladı... Okulları ABD kontrolünde Fethullah Gülen, hakkımda 100'ün üzerinde dava açtı, ancak hiçbir duruşmaya kendisi gelmedi... Azerbaycan'dan Türkmenistan'a dek pek çok ülkede okullar açtı... Tüm bunlar kimin kontrolünde oldu? Orta Asya cumhuriyetlerini, Ortadoğu'yu denetlemek isteyen ABD'nin yönetiminde... Cumhuriyet gazetesi, Fethullah Gülen'in 30 yıldır peşindeydi... Cumhuriyet'in yazdıkları doğru çıktı... Çok yazıldı çizildi ama okurlara anımsatmak açısından yinelemekte yarar var... Fethullah Gülen, Işık Evleri'nde acaba neyi amaçlıyordu?.. 'Işık Evleri'nin süvarileri Gülen cemaati için ağı genişletmenin yolu, yeni mali kaynak ve insan gücü bulmaktır. Bunun için başarılı ve zeki öğrenciler kazanmaya çalışılır Gülen'in deyimiyle, (öğrencilerin/ağabey adı verilenlerin kaldığı F.B.) ''Işık Evleri'' cemaatin inanmış ya da ticari imkânlar sağlanmış esnaf ve işadamları tarafından finanse edilir. Cemaat için ağı genişletmenin yolu, yeni mali kaynak ve insan gücü bulmaktır. Cemaatin birlik bütünlük içinde bir arada bulunup amaçlarını gerçekleştirmesi için, yeni gelenlere manevi ve mukaddes değerlerin önemi benimsetilir. Ahiret hayatlarında elde edecekleri kazanımlar, sevaplar anlatılır. Önceleri Anadolu'daki esnafla başlayan, sonra büyük kentlere ve iş dünyasına ulaşan bu maddi yardımların birer Allah ve peygamber hizmeti olduğu kabul edildiği için, cemaat bu konuda pek zorluk çekmez. Bu yardımsever kişilerin cemaatin, öğrencileri ümmet rüyaları ile eğittiklerini bilmedikleri muhakkak. ''Hayırlı bir iş'' diyerek buna sarılıyorlar. Zeki çocuklara kanca Böylece, Türkiye'nin dört bir tarafında, ilçelere kadar uzanmış bu evlerde, okullardaki başarılı, zeki çocuklarla bağlantı kurulur. Genellikle okul birincileri seçilir. Bu nedenle, ''Işık Evleri'' , cemaate adam kazandırmanın en etkili yöntemidir. O evlerde görülen yakınlık, karşılık beklemeden yapılan yardımlar, çocuk dünyamızda bizlere, o güne değin hiç sahip olmadığımız duyguları, heyecanları yaşatır. Ancak cemaate girdikten ve cemaatin bir küçük üyesi olduktan sonra müthiş bir değişim başlar. Bir askeri disiplinle, öylesine katı kurallarla yaşamaya başlanır ki, dayanmak çok güçtür. ''...Yurt belletmeni, beni, sabah namazına kaldırdı. Üstüm açık olduğu için çok üşürdüm. Bir de sabahları buz gibi suyla abdest alırdık. Bir keresinde abdest almak istemedim. Belletmen, zorla beni suyun altına soktu. Ondan sonra hasta, sinüzit oldum... Yatsı namazı ve tesbihattan sonra, ev imamının sohbeti vardır. Sonra Nur Risaleleri ve F. Gülen'in kitapları okunur, kasetleri izlenir. Haftada en az (biz öğrenciler için özel olarak hazırlanmış) 3 kaset video izlenir. İslamın nasıl yeniden yönetime hâkim olacağı, özlenen şer'i düzenin topluma faydaları ve benzeri hedefler tekrarlanır. Ya da Hoca'nın yeni çıkan bir kitabı sayfa sayfa okunur. Ev imamı tarafından yorumlanır. Hepsinden sınav yapılır. Mecburi yarışmalar düzenlenir ve kazananlara, yine Hoca'nın başka bir kitabı verilir. Evler çok güzel döşenmiş, her türlü imkânı olan evlerdir. Ev imamı, öğrencilerle sürekli toplantı halindedir. Dikkati çekmek için, toplantılar herkesin uykuda olduğu zamanlarda yapılır. Sıkı istişare içindedirler. Eve gelen öğrenciler kıvama gelmişse, onların planlaması yapılır. Zaman gazetesinin promosyonu için çalışılır. Her evin imamı, abone bulmak konusunda yarış içindedir.'' Kutsal cemaatten olmak... ''Bir kere, beyinlerimize şu ana fikir sanki kazınmıştır: 'Bu cemaatten olmak çok büyük bir nasiptir. Yani öyle bir kısmettir ki, herkese nasip olmaz. Allah'ın ancak çok şanslı ve seçilmiş kulları, bu cemaatin bireyleri olabilir. Bu kutsal cemaatin manevi bir misyonu var' ... Ayrıca, sürekli olarak cemaatin çok büyüdüğü ve hayatta ne olmak istersek -kaymakam, vali, polis, öğretmen- olabileceğimizi ya da nerede ve nasıl bir iş kurmak istiyorsak, cemaatin hemen yardım edeceğini söylüyorlardı. Cemaatin sadece Türkiye'de değil, bütün dünyada yayıldığını ve çok güçlü olduğunu söylüyorlardı. Eğer cemaate karşı olumsuz bir davranışınız olursa, hizmeti sekteye uğratacak bir şey yaparsanız, en başta 'şefkat tokadı' yersiniz. Allah'ın kapısına sırtını dönmeniz ve Allah'ın da size sırtını dönmesi... Peygambere karşı gelmeniz... Bunun sonuçları ne olabilir? Bu tür öyle korkutucu şeyler anlatılır ki, inancı olan bir insan için bunlara tahammül edilemez... Eğer cemaate karşı çok büyük bir şey yaparsanız, hizmette küçücük bir hata yapmış olursanız, Allah başınıza öyle husumetler getirir ki, ne dünyada ne de ahirette belinizi bir daha doğrultamazsınız. Şefkat tokadını muhakkak yersiniz...'' Altın nesil Cemaat ana hatlarıyla: a) Işık Evleri ve yurtlarda yetiştirilen (Gülen'in deyişiyle) 'Işık Süvarileri' yle yeni bir toplum yaratmak... Altın Nesil denen bu yetiştirilen gençlik, cemaatin ana hedefleri çerçevesinde yeni bir toplum yaratacaktır. b) Yaratılan yeni toplumda İslami düzen hâkim olacaktır. Bu da laik demokratik Türkiye Cumhuriyeti'ni sona erdirip, yerine şer'i kanunların geçerli olacağı, İslami devleti kurmakla gerçekleşecektir. ... Yetiştirilip, kendilerine Altın Nesil denilen yeni nesil, Atatürk 'e, devrimlerine ve onun eseri olan Cumhuriyet'e düşmandır. Onunla hesaplaşmak üzere yurt, kolej ve Işık Evleri'nde eğitilmişlerdir. Şer'i düzeni arzulayan tek tip insanlardan oluşan yığınları oluşturur... Yani bir kul oluyoruz. Hangi yöne sürüklenirsekoraya gidiyoruz. Sormayan, sorgulamayan, kendine söylenen her şeye rıza gösteren, itaat eden kişi oluyoruz. Ağabeyler ne derse, itirazsız kabul edeceksin... Yurtdışındaki örgütlenme Amaç şeriat kadrolarını hazırlamak Almanya muhabirimiz Metin Gür, Avrupa'daki İslamcı teşkilatın boşluğunu dolduran Fethullahç ıları şöyle anlatıyor: Almanya ve buna yakın komşu ülkelerdeki Türkiye kökenli İslamcı kuruluşlar arasına en son girenlerden olan Fethullah Gülen hareketi, bugün niteliksel olarak en güçlü olmaya doğru tırmanıyor. Aynı amaç doğrultusunda, Avrupa'da İslamcı hareketin bir boşluğunu doldurarak dikkati çeken Fethullahçıların bu kadar hızlı yayılması, bu ülkelerdeki cami derneklerinin yapısından da kaynaklanıyor. İslamcı kesimin kadrolaşmasında öne çıkan Fethullah Gülen 'e lojistik destek sağlayan cami derneklerine yönelik eleştiriler olduğu halde Fethullahçılar cami açmıyor. Başını Fethullah Gülen'in çektiği harekete biçilen görev, cami derneklerinden ya da Hollanda'da camilerin vakıf adı altında örgütlendikleri gibi vakıfların tabanından çocuk ve gençler içerisinden seçtiklerini çok yönlü eğitimden geçirerek, geleceğin kadrolarını hazırlamak, onları bulunulan ülkelerde aşama aşama önemli yerlere yerleştirmek. Okul, yurt ve dershaneler Almanya, Hollanda, Belçika, Avusturya ve Fransa gibi Türkiyelilerin yoğun olduğu, aynı yoğunlukta camilerin olduğu ülkelerde Fethullahçıların çok sayıda okul, yurt ve dershanesi var. Bunların sayısı giderek artıyor. 1986-87 yıllarında Hollanda'ya giren Fethullahçıların Rotterdam, Utrecht, Tilburg, Den Haag ve Amsterdam kentlerinde yurtları, Zaandam, Dordrecht, Deventer ve Nijmegen'de dershaneleri var. Nijmegen'deki Sema Vakfı dört yıl önce açılmış. Eski bir okul satın alınarak vakfa dönüştürülmüş. Vakıf iki bölümden oluşuyor. Bir bölüm 11-16 yaşları arasında, yükseköğrenim gören gençlerden oluşuyor. Bu bölümde kalan gençlere üç haftada bir evlerine gitme izni veriliyor. Hafta arasında akşam saat 19.30'dan sonra dışarı çıkamazlar, dışarıdakiler de bu saatte yurtta olmak zorundalar. Tüm giderleri yurt tarafından karşılanıyor. Cumartesi ve pazar günleri yurtta, ekonomi, dil, din ve Gülen'in kişiliğinde İslam'a bakış gibi çeşitli konularda ders alıyorlar. Bu bölümün kontenjanı 30 kişi. İkinci bölüm sınavlara hazırlık bölümü. Buraya katılan, alınan çocukların yaşı 8-11 arasında. Bu bölüme katılan çocukların sayısı 100'ün üzerinde. Süre iki yıl. Bunların içinde her akşam evlerine giden olduğu gibi yurtta yatılı kalanlar da var. Her iki bölüme de sınavla, test yapılarak öğrenci alınıyor. Daha çok derslerinde, okullarında başarılı olanlar alınıyor. 8-11 yaş grubunda üstün başarı gösterenler, 11-16 yaş grubuna, yükseköğrenim görenler grubuna alınıyor. Başarı gösterenlerin sayısı 30'u aşıyorsa bir eleme daha yapılıyor, 30 genç en başarılı olanlardan oluşuyor. Araştırma yaptığım sırada yükseköğrenim gören gençlerin arasında olan ve Ağabey konumuna yükselerek 8-11 yaşları arasındaki çocuklara ders veren gence, 11-16 yaş grubu arasına girmekte başarılı olamayan çocukların sonucunun ne olduğunu sorduğumda şu yanıtı veriyordu: " Yapacağımız fazla bir şey yok. Evlerine geri dönüyorlar.'' Cosmicus Cosmicus (Dünyalı) Fethullahçıların yüksek öğrenci teşkilatı. 1995'te Fethullah hareketinin 'Hizmetkâr' larından Yusuf Alan, Ümit Taş, Turan Yazar tarafından Amsterdam'da kuruluyor. Şu anki başkanı Gürkan Çelik. Bugün Roterdam, Utrecht, Nijmegen, Den Haag, Leiden, Brabant ve Twente'de şubeleri var. Şimdiye kadar bu teşkilatın saflarından mezun olmuş 500 öğrencinin geçtiği belirtiliyor. 140 bin Türkiyelinin yaşadığı Belçika'da İslamcı kuruluşlar arasında Fethullah Gülen hareketi ikinci yerde geliyor. İşadamlarını örgütlemiş durumdalar. Çalışmalarını onlar aracılığıyla sürdürüyorlar. Lise ve üniversite öğrencilerine yatılı kurslar düzenliyorlar, öğrenci yurtları açıyorlar. Bu ülkede görev yapan bir din görevlisi ''Fethullahçı Nurcular Risale-i Nur üzerine dersler veriyorlar, Türkiye'den sık sık ziyaretçileri geliyor. Belçika'nın beş bölgesinde büyük binalar aldılar'' diyor. Fethullahçılar Almanya'da ilk kez Türk Alman Akademililer Birliği adıyla 1994'te Köln'de örgütleniyorlar. Süleyman Alıcı 'nın başını çektiği bu girişim, zamanla Köln ve yöresinde okul çocuklarının ev ödevlerine ya da zayıf oldukları derslere yardım amacını öne çıkararak ''Diyalog'', ''Eğitim Merkezi'' adı altında dershaneler açıyor. Bu şekilde açılan dershanelerin sayısı dört. Bu dershanelerde yüzlerce çocuk ve genç, Fethullah Gülen'in görüşleriyle tanışma olanağı bulabiliyor. Köln'ün merkezindeki 6 sınıflı dershanede hafta içi saat 15.00'ten 20.00'ye kadar 140 çocuk ders görüyor. Çocuk başı ders ücreti 180 Euro. FETHULLAH GÜLEN KENDİNİ ANLATIYOR 'Cihad fiilen yerine getirilmek zorundadır' Dünya hayatında herkese düşen bir vazife vardır; hiçbir şeyin kararında kalmadığı, servetlerin payimal olup ümranların harabeye döndüğü ve insanlara ötede, ancak buradan gönderdiklerinin fayda vereceği şu dünyada herkes, kendi durumuna göre mutlaka bir şey yapmalı ve gitmeden ötelere bir şey göndermelidir. Şu kat'iyen bilinmelidir ki, ölümle herkesin amel defteri kapanacak ve herkes, yaptığıyla kalacak, ancak, dinine, milletine, ırzına namusuna ve diğer korunması gereken şeylere zarar gelmesin diye kendini Allah yoluna adayanların ve her şeyleriyle yüce İslâm dâvâsına hizmet edenlerin defterleri asla kapanmayacaktır. Bir hadis-i şerif bunu ne güzel izah eder: ''İnsanın ölmesiyle her ameli kesilir; ancak Allah yolunda mücadele edenin ameli, bundan müstesnadır: Onun ameli, kıyamet gününe kadar nemalanır ve kabir fitnesinden de emin kılınır.'' (1) Açılan yol Çünkü o bir çığır açmıştır ve dolayısıyla, kendisinden sonra o yolu takip edenlerin hasenatının bir misli ona da yazılacaktır. Hem o, kabrin fitnesinden ve dehşetinden de emin olacaktır; zira o, gerçekten ölmemiştir ki kabir azabına düçar olsun. Sadece cismaniyeti itibariyle yer değiştirmiş; geride bıraktıklar ıyla da hâlâ insanların gönlünde yaşamaktadır. Hz. Muhammed (s.a.v) 'e, Raşid Halifeler'e ve sahabeye ''ölü'' diyenin kendisi ölmüştür. Onlar öyle bir çığır açmışlardır ki, uğradığımız yolun her girizgâhında onlara ait bir kısım eserler görürüz ve her görüşte yüzümüzü yerlere sürer ve ''Payidâr olun. Bu yolu açtınız ve bize rahat ve emniyet içinde yürüme imkânı hazırladınız'' deriz. Bu sebeple, onların fazilet, meziyet ve hasenâtları üst üste yığılmakta ve tâ Arş'a kadar yükselmektedir. Zaten onlar kabir azabından da emindirler. Çünkü kabir azabı ölü ruhlar, ceset insanları ve dini, hayata hayat yapmayanlar; yani hakikat-ı Ahmediye'ye gönül vermeyenler ve Kur'ân'ı Rehber edinmeyenler içindir. Bu itibarla da, hayatını bunlarla donatmış, mamur etmiş bir insanın kabir azabı çekmesi düşünülemez. Yine cihadla alâkalı fahr-i kâinat Efendimiz, şöyle buyururlar: ''Kişinin kendisini bir gece Allah'a adaması, gündüzünde oruç tutulan, gecesinde de ibadet edilen bin günden daha hayırlıdır.'' (2) Bir tarafta bin gün oruç tutacak ve bin geceyi ihya edeceksiniz; beri tarafta ise memleketi ve milletinizin içine sızmak ve kötülük yapmak isteyen düşman karşısında silahınız omuzunuzda nöbet bekleyeceksiniz, işte bu, öncekinden daha hayırlı ve Allah katında daha makbuldür. Bir kısım müminler, cihad vazifelerini doğrudan doğruya ve fiilen yerine getirir ve neticede, yukarıdan beri arzettiğimiz faziletlere ererler. Bir kısım kimseler de vardır ki, onların cihada fiilen sahip çıkması söz konusu değildir. Fakat onlar da, yaptıklarının karşılığını Cenab-ı Hakk'ın bir lütfu olarak diğerleri ölçüsünde alırlar. Yani, imâna ve Kur'ân'a hizmet istikametinde hatta sırtına bir kerpiç alıp taşıyan insanın dahi sa'yi heba olmaz. Meşveret planında meseleye sahip çıkandan, icraya, ondan bu hizmette ayakçılık yapana kadar herkes niyetine göre mutlaka mükâfatını alır. Kalemiyle cihada iştirak eden yazardan, onun yazdığı şeyleri basıp dağıtan kimseye kadar, herkes dolu dolu hissesini alır. Öyle ise herkes, bu örfaneye Rabbin kendisine bahşettiği imkânlarla iştirak etmeli ve umum neticeye ortak olmaya çalışmalıdır. 1) Tirmizî, Fedâilü'l-Cihad, 2; Ebû Dâvûd, Cihad,16;0 Müsned, 6/20 2) İbn Mâce, Cihâd, 7 Fethullah Gülen'in "İ-lâ-yi Kelimetullah veya Cihad" kitabından alınmıştır. 'Cihada her an hazır olmalıyız' İnanan insanlar, gelecek adına ve endişe verici ciddi tehlikeler karşısında daima hazırlıklı olmalı, ihtiyat akçası gibi sıhhatlerinin, gençliklerinin bir miktarını mutlaka bu işe ayırmalı ve hayat düzenlerini ona göre dizayn edip ayarlamalıdırlar ki, her türlü gaile karşısında paniğe kapılmasın ve şaşırıp kalmasınlar. Kur'an-ı Kerim'in bu mevzuata terğib ve teşviki vardır. ''(Ey insanlar!) Onlara karşı, Allah'ın düşmanı ve sizin düşmanlarınızı ve bunların dışında Allah'ın bilip sizin bilmediklerinizi yıldırmak üzere, gücünüzün yettiğince kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Allah yolunda sarfettiğiniz her şey size haksızlık yapılmadan, tamamen ödenecektir.'' (Enfâl, 8/60) Maddi cihad Resûl-i Ekrem (s.a.v.) de, günün şartları çerçevesinde şöyle buyurmaktadır. ''Kim atını Allah yoluna adar ve bir yerde beslerse; muhakkak onun doyması, suya kanması, pisliği ve idrarı kıyamet günü sevap kefesine konulacaktır.'' (1) Hadis, maddi cihad adına hazırlıklı olmayı bu şekilde teşvik etmektedir. Başka bir hadislerinde de efendimiz, sahabenin ''Atlar hakkında ne buyurursunuz ya Resulallah?' ' sorusuna şöyle cevap vermişlerdir: ''Atlar üç nevi insan için üç türlüdür: At ırkı bazı adam için sevaptır, bazı adam için (fakirlik ve ihtiyaçlarına) bir perdedir, bazısına da boynunda bir vebaldir. At kendisi için ecir olan kimseye gelince, o atını Allah yolunda (cihad için) bağlamıştır ve atını da bol otlu geniş bir sahada veya bir bahçede uzatmıştır. Bu bol otlu sahadan yahut bahçeden atın bu uzun ipinde iken yediği her ot, at sahibi için haseneler olmuştur. Atın ipi kopsa şahlanarak bir veya iki yükseklik veya bir iki şart koşsa, yerde onun bıraktığı gübreleri ve izleri sahibi için haseneler olur. Bir de hayvan bir nehre uğrayıp da ondan içerse -sahibi sulamamış olsa bile- bu su da sahibi için haseneler olur... Bir kimse de atını övünmek için yahut riya için ve İslam ahaliye düşmanlık için bağlarsa, bu hayvan da onun için bir vebaldir.'' (2) 'Mesele at değil' At, belli bir dönemin en süratli nakil ve harp vasıtası olduğundan, hadiste mesele at bazında ele alınmıştır. Günümüzde ise bu tablo değişmiştir. Şu anda insanımız, at yerine taksiye, otomobile binmektedir. Öyleyse, at ile ilgili hüküm aynen günümüzün modern vasıtaları için de geçerlidir. Araba vardır, sahibi için vizrdir; çünkü sefahat ve günahlarda kullanılmakta, bazen de İslam düşmanlığına vasıta yapılmaktadır. Araba vardır, sahibi için sitrdir. Kişi, onunla hem meşru işlerini görür, icabında gelir kaynağı olarak kullanır, fakat hiçbir zaman onun, boynunda ve üzerinde Allah'ın hakkı olduğunu da unutmaz. Araba da vardır, Allah yoluna adanmıştır. Onunla köy köy dolaşılır, içine mürşidler konulur ve va'z u nasihata muhtaç yerlere gidilir. İşte bu arabanın yaktığı her damla benzin, ona harcanan her kuruş para, egzoz borusundan çıkan gazlar, insanı rahatsız eden gürültü ve tekerleklerin temas ettiği çamur bile bütünüyle kişinin defter-i hasenâtına yazılır. Devamlı sevap yazan kalem Tekerlekler, onun hasenâtı hesabına çalışan fabrika çarkları gibi devamlı hasenât imal eder. Bu da, kişi için ecir olacaktır. Arabanın içine giren de, dışına çıkan da ve arabanın yolda bıraktığı iz de, devamlı sevap yazan bir kalem vazifesi görür. Bu sebeple, aldığı arabayı hizmete vakfeden, hiç olmasa ayda bir-iki defa sağa sola gitme vazifesini onun sırtına yükleyen ve ''Bu arabanın alınmasının asıl gayesi neşr-i hak yapmaktır'' diyen kutlu insanı, cidden takdir, tebrik ve tebcil ederiz. Bu bir hazırlıktır ve bu hazırlığın, geleceğin teminatı bakımından taşıdığı ehemmiyet ise her türlü izahtan varestedir. (1) Buhârî, Cihâd, 45; Nesâî, Hayl 11. (2) Buhârî, Cihâd, 48, İ'tisâm 24; Tirmizî, Fedâilü'l-Cihâd, 10. Fethullah Gülen'in "İ-lâ-yi Kelimetullah veya Cihad" kitabından alınmıştır. 'Gerçek diriliş cihadla gerçekleşir' Müminde uyarılması gereken en yüce duygu, cihad duygusudur. Cihad duygusuna sahip olmayan insanlar, mezar taşlarından farksız sayılırlar. Evet onlar, başka değil, sadece ölülerin temsilcileridirler. Böylelerine, Allah'ın kat'iyen nazar-ı merhametle bakması düşünülemez. Kendini Cenâb-ı Hakk'ın yüce adını anlatmaya adamamış bir insan, hedefsiz sayılır ve camidlerden farkı yoktur. İnsan, cihad ruhu ve mücahedesi nispetinde canlılık kazanır. Zira o, ancak cihadla kendini, ailesini ve milletini ihya edip koruyabilir. Gerçek diriliş, ancak cihadla gerçekleşir. Ve insanın attığı en büyük, en kudsi, en verimli, en semereli adım, mücahede ve mücadele istikametinde attığı adımdır. Rasûl-i Ekrem' in (s.a.v), genel ıslahatları arasında ölümden korkmayan, hak bildiği yoldan dönmeyen, olabildiğince zinde bir cemaati ve aktif bir kadroyu yetiştirmiş olması, O'nun en dikkat çekici hususlarındandır. Bu cemaat sürekli mefkûreleri uğrunda mücadele vermeyi düşünüyordu ve hatta ölümsüzlüğün sırrını onlar bu şekilde çözüyorlardı. Cihad sayesinde kıyamete kadar defterleri kapanmayacak ve böyle ebediyen yaşamış olacaklardı. Maddeten ölüp gitmiş olsalar bile, İslam uğruna katlandıkları, göğüs gerdikleri mehâlikten (tehlikelerden) ötürü, bizler ve bütün gelecek nesiller onları hep hayırla yâd edecek olduktan sonra, onlara nasıl ''öldü'' diyebiliriz ki? İnsan ötelere inanınca cihad en yüksek bir mefkûre, en tatlı bir ideal ve en yüce bir düşünce olur. İşte sahabede gelişen duygu ve düşünce de buydu. Bedir'e gidebilmek için birbiriyle yarışıyor.. Çocuklar sırf harbe iştirak edebilmek için parmaklarının ucuna dikilip büyük görünmeye çalışıyor ve geride kalanlar harbe katılmadıklarından dolayı müteessir oluyordu (1). Teknik, teknoloji ve sanayide kat edilen terakki, tek başına Müslümanları içine düştükleri çukurdan çıkaramaz. Cihad, bir farz-ı kifayedir. Ancak bu vazife günümüzde olduğu gibi sistemli olarak hiç kimse tarafından yapılamaz ve bütün bütün ihmale uğrarsa, işte o zaman farz-ı ayn haline gelir ve her fert teker teker ondan sorumlu olur. Devlet de sistemli olarak cihad yapmalıdır. Bazen cihad vazifesini ordu yüklenir; bazen de emniyet kuvvetleri ve her ikisi de harici ve dahili tecavüzlere karşı cihad yapar. Asker bir milletin cihadı ise cihanşümuldür. Zira o, yeryüzünde muvazene unsurudur. Allah, ona bu misyonu yüklemiştir. Ancak onun yeryüzünde muvazene unsuru olabilmesi de bu işi en kudsi, en büyük vazife bilmesine bağlıdır. İşte böyle bir vazifeyi üzerine alan bir millet bulunmadığı takdirde, yeryüzünde muvazeneden bahsetmek de mümkün değildir. Ne acıdır ki 2-3 asırdan beri müminler, başkalarının muvazenesinin piyonları haline gelmiş ve bir türlü muvazenedeki gerçek yerlerini yakalayamamışlardır. Müminin camisi, uyuşukların, miskinlerin yeri olmuş, tekkesi, zaviyesi aşktan mahrum insanların yatıp kalktıkları izbeler haline gelmiş, medresesi, skolastik Batı kültürünün tedris edildiği yer durumuna düşmüş ve müminler, bu halleriyle meselelerini, eski çağların dehlizlerinde anlatan insanlar durumuna düşmüş.. ve tabii, devrini idraktan mahrum insanlar olarak da dünya muvazenesinde ortaya herhangi bir ağırlık koyamamışlardır. Modern teknik ve teknolojide asrın önüne geçemedikten aşk-vecd içinde Sahabe seviyesinde bir hayat yaşamadıktan, Allah'la irtibat açısından tabiinin ibadet ü taatı ölçüsünde bir kulluk sergileyemedikten sonra, Müslümanlık adına yapılacak pek bir şey olmaz zannediyorum. Zira, asrını yaşamayan, problem ve dertlerine, kendi asrına göre mualece ve müdahalede bulunamayan insanın, Müslümanlık adına bir iş yapması da asla söz konusu değildir. İslâmi onur ve gurur taşıyan her fert ve millet, mutlaka kendini cihad vazifesiyle vazifeli olarak görmelidir. Zaten kendinde böyle bir mesuliyet hissetmeyen fert ve milletlerin, İslâmi onur ve gururdan nasipleri olduğu da söylenemez. Cihad, öyle bir mükellefiyettir ki, bir cemaatin mutlaka kendisini bu işe vakfetmesi ve ''ribat'' yapması gerekmektedir. Böylece, iç ve dış düşmanlardan gelebilecek maddi-manevi her türlü saldırı önlenecek ve bu uyûn-u sahire (uyanık gözler) vasıtasıyla bütün bir millet, her türlü felâket ve helâketten kurtulmuş olacaktır. Bu gayret içinde olan insanların saniyeleri seneler, seneleri ise asırlar kadar bereketli sayılır. Onlar daha dünyada iken ebediyeti yakalamış talihlilerdir. (1) Bkz. Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, 6/69; Yusuf Kandehlevi, Hayâtü's-� Sahâbe, 2/93-94. Fethullah Gülen'in "İ-lâ-yi Kelimetullah veya Cihad" kitabından alınmıştır. 'Cihad iç ve dış huzurun garantisidir' Her millet, belli bir güce sahiptir. Eğer millet kendisindeki bu potansiyel gücü dışa karşı harcamaz ve cihan hâkimiyeti uğrunda kullanmazsa, iç bünyede anarşi ve huzursuzluklar başlar. Ferdlerin birbirine düşmesi kaçınılmaz olur. Sokaklarda oluk oluk kan akar; her köşe başında birkaç cenaze ile karşılaşılır. Artık bu ülkedeki evlerde, ya ölen evladına gözyaşı döken dertli analar veya ölen kocasına ağıt yakan gözü yaşlı dul kadınlar vardır. Anarşi, milletin ırz ve namusuna kadar el uzatmıştır. Halbuki, gayesi yeryüzü hâkimiyeti veya en azından yeryüzünde güçlü bir denge unsuru olmak olan bir milletin, dahili sürtüşmelere vakit bulması sözkonusu değildir. Ayrıca fertler arasında harici düşmana karşı birleşme gibi bir dostluk bağının temin ve tesisi de bu yolla mümkündür. Bu da, dahili sürtüşmeleri en alt seviyeye indiren vesilelerden biridir. Bizim asıl gaye ve hedefimiz, ne mücerred manada dünya hâkimiyeti, ne de dünya hâkimiyeti vesilesiyle dahili huzur ve sükunetin teminidir. Belki bunlar, bizim asıl gaye ve hedefimizle irtibatlı semerelerdir. Bizim asıl gayemize gelince o, yeryüzünde cenab-ı hakkın yüce ve yüksek adının şehbal açmasıdır. Fakat bu neticeye ulaşabilmek için milletçe güçlü, kuvvetli ve önüne çıkan manileri ortadan kaldırabilecek kapasitede olmamız şarttır ve zaruridir. Esasen bu iki şeyi birbirine karıştırmamak gerekir. Biz güç ve kuvveti hakkın emrinde kullanmak için isteriz. Yoksa Müslümanın duygu ve düşüncesinde hiçbir zaman tagallüp ve tahakküm için güç ve kuvvet talebi olmamıştır ve olmaz da. 'Dünyaya hâkim olmamız şart' Kendisi mezellet içinde kıvranan bir milletin yüce hakikatleri temsil etmesi imkânsızdır. Hele onun eliyle takdim edilecek hakikatlerin başkalarınca kabullenilmesi hiç mi hiç mümkün değildir. Bu açıdan da, bir milleti ayakta tutan bütün temel dinamiklerde en ileri seviyede kuvvetimizi isbat etmemiz gerekmektedir. Ordumuz en modern silahlarla mücehhez olmalı, maarifimiz, en yeni buluş ve bilgilere beşiklik yapmalı; emniyet kuvvetlerimiz, üç-beş sergerdana teslim olmak bir yana, adı anıldığında bütün dünya anarşistlerinin kalplerine korku salacak derecede güçlü olmalı ve başka devletler dahi altından kalkamadıkları anarşiyi bizlerle bertaraf etmek için devletimize müracaatta bulunmalıdır. Maliyemiz, başkalarına ulufe dağıtacak seviyeye yükselmelidir. Evet, cihanla hesaplaşabilmek için bunlar şarttır. Yüce hakikatleri temsil edebilmemiz için de dünyaya hâkim olmamız, ayrı bir şarttır. Bu şartın yerine gelmesi ise, ancak cihadla mümkün olacaktır. Fethullah Gülen'in "İ-lâ-yi Kelimetullah veya Cihad" kitabından alınmıştır. 'Mümin cihada harç yapmalı' Mümin, olabildiğince şefkatli ve mürüvvetlidir. Onun başkalarının kurtuluşu için çırpınıp durmasının manası da işte budur. Hatta o, bu uğurda başını kaldırım taşı gibi muhataplarının ayaklarının altına kor ve onlardan gelecek her türlü hakarete sabır ve müsamaha ile mukabelede bulunur. Fakat, içte anarşi ve huzursuzluk çıkaran mütevacizlerin karşısına da tunçtan bir abide gibi dikilir ve ölümü pahasına da olsa her türlü tecavüze sed çekmeye çalışır. Kur'an onu bu vasfıyla tebcil eder ve ''Kâfirlere karşı alabildiğine onurlu ve izzetlidir'' (Maide, 5/54) der. Mümin gerektiği zaman izzet ve onurunu maddi cihada harç yapar ve kadınıyla, erkeğiyle, ihtiyarıyla, genciyle, hatta gerektiğinde çocuğuyla devletin yanında yer alarak iç bünyeyi saran fesad şebekesini ortadan kaldırıncaya kadar cihad ve kavgasını devam ettirir. Çünkü mümin, firasetiyle de bilir ki, bugün kobralaşmış ve insanlık sıfatını başka yerlerde bırakmış bir anarşiste veya teröriste en küçük taviz vermek, yarın ardı arkası gelmeyen taleplere kapı açmaktır. Bugün birinden, küçük dahi olsa bir talepde bulunan ve bu talebinin kabul edildiğini gören anarşist, katiyen bununla tatmin olmayacak ve her geçen gün çok daha başka tavizler koparmaya çalışacaktır. Her taviz, bir başka talebe davetiyedir. Eğer bir gün ırz, namus ve vatan dahi, bütün mukaddeslerimiz pazarlık masasına getirilirse, bu verilen ilk tavizin acı fakat gerçek bir neticesi olacaktır. Öyle ise mümin işin başında taviz vermemeye çok dikkat etmeli ve bu mevzuda olabildiğine kararlı davranmalıdır. Mesela, anarşistler ''Bugün dükkânlar kapanacak, kepenkler çekilecek'' diye ültimatom gönderseler, mümin, o gün bir başka mazeretinden dolayı dükkânını kapatacak dahi olsa, her türlü mazereti bir tarafa atacak ve gidip dükkânında oturacaktır. Bunu yapmak, onun için cihadların en büyüğüdür. Bu, zulmün karşısına dikilip, fiilen zalimin yüzüne tükürmek demektir. Bu, onun için açılan şehadet kapısıdır. Zira Allah rasûlü, ''Malını müdafaa ederken öldürülen şehiddir'' (1) buyurmaktadır. Diğer taraftan, bir anarşist elinde silah kapına dikilse ve anarşi hesabına senden bir arpa tanesi dahi istese, vermemek için diretecek, canını verecek, fakat o bir arpa tanesini vermeyeceksin. Çünkü, onun ilk talebini yerine getirdiğinde bileceksin ki, aynı şahıs bir başka zaman yine kapını çalacak ve seni ömür boyu yere baktıracak taleplerde bulunacaktır. İşte o zaman, ilk defa kapının çalındığında, ne pahasına olursa olsun diretip ölümü tercih etmediğine bin pişman olacaksın. Bu mezellete meydan vermemenin çaresi, yine sensin. Sana ahirette ebedi bir saadet ve mutluluk temin edecek olan şehadeti, üç günlük dünya hayatına, hem de zillet içinde geçecek olan bir hayata tercih edeceksin. (1) Buhari, Mezalim, 33, Müslim, İman, 226. Fethullah Gülen'in "İ-lâ-yi Kelimetullah veya Cihad" kitabından alınmıştır. 'Ölüm Müslümanı sindiremez' Günümüzde her türlü anarşi ve terör, dış mihraklıdır. Dış güçler bu vesile ile bu cennet vatanı bir kaos cehennemine çevirmek istemektedirler. Anarşi ve terörle zaafa uğratılan bir devlete her türlü teklife boyun eğdirmekten daha kolay bir şey yoktur. İşte, dış güçlerin arzu ettikleri de budur. Onlar, bu memleketi bir sömürü ülkesi haline getirmek istemektedirler. Bütün anarşistler de onlara uşaklık yapmaktadırlar. Ama inşallah onlar, istediklerini elde edemeyeceklerd ir. Ne var ki, sürekli olarak iç anarşi ile terör mihraklarıyla uğraşmak, bizi varmak istediğimiz esas nokta açısından geciktirebilecektir. Zaten düşmanlarımızın ikinci derecede arzuları budur. Onlar, Müslümanın kendisine gelip güçlenmesinden, Kuran'da ifade edilen, arslan önünden kaçan yaban eşeği korkusu ile korkmaktadırlar. (1) Anarşi ve terörün hiçbir meşru yönü yoktur. Bazen de anarşi ve terörü bizzat devletler yapar; Amerika'nın, Rusya'nın, Çin'in yaptığı gibi... İşte o zaman da mümine düşen vazife, elindeki bütün imkânları en son hududuna kadar kullanıp, onların karşısına dikilmek olur. Mümin, her zaman ve her zeminde izzetle ölmeyi zilletle yaşamaya tercih eden insandır. Ölüm, onu sindirip korkutamaz. Dış güçler ve terörist devletler de bunu böyle bilmeli, böyle bellemelidir. (1) Bkz. Müddessir, 74/50-51. Fethullah Gülen'in "İ-lâ-yi Kelimetullah veya Cihad" kitabından alınmıştır. Saidi Nursi 23 Mart 1960'ta Şanlıurfa'da yaşamını yitirince tarikat içinde liderlik yarışı başladı 'Yazıcılar-Okuyucular' kavgası Dönemin Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Yaşar Tunagör'ün teşvikiyle Fethullah Gülen, 1966'da İzmir'e tayin edildi ve orada hedefine uygun ve kendine has bir örgütlenme içine girdi. 'Yazıcılar'ın lideri Hüsrev Efendi, hareket içinde saygın bir kişiydi. Onun etkisiyle 'Yazıcılar', Denizli, Kütahya, Eskişehir, İzmir gibi yerlerde ağırlıklarını hissettiriyordu. Ege bölgesi 'Yazıcılar'ın kalesi oluvermişti. Fethullah Gülen ve yeni oluşan çevresi de, 'Yazıcılar'la birlikte hareket ediyordu. Tolga Çevik 'in 6 Ekim 2000 tarihinde NTV MAG'da yayımlanan yazısı Cumhuriyet gazetesinin yıllardır Fethullah Gülen'in ne yapmak istediğine ilişkin haberlerini doğruluyordu... Önce Tolga Çevik in yazısına bir bakalım isterseniz: Ankara DGM tarafından hakkında gıyabi tutuklama kararı verilmesi, bu kararın İstanbul'da kaldırılması ve buna Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu 'nun sert tepki göstermesi Fethullah Gülen'i yeniden gündeme oturttu. Son yıllarda okulları, 'Işık Evleri' , siyaset ve medya dünyasıyla olan ilişkileriyle tanınan Gülen'in uzun yolculuğu, Nur tarikatıyla başladı. Saidi Nursi 23 Mart 1960'ta Şanlıurfa'da yaşamını yitirince, tarikatı, ''Bundan sonra ne olacak?'' kaygısına düştüler. Nurcuların bir kesimi, cemaatin başına bir kişinin seçilmesini isterken, bir kesimi de Said Nursi'nin en yakınlarından oluşan bir 'İstişare Heyeti' nin kurulmasını ve bu 'Ağabeyler Konseyi' nin hareketi yönlendirmesini uygun görüyordu. Bazıları ise siyasi bir teşkilat kurmayı, bazıları da devlete başkaldırıp silahlı mücadele verilmesini önerdi. Tahiri Mutlu, Mustafa Sungur, Ceylan Çalışkan, Hüsnü Yeğin, Bayram Yüksel, Mehmet Fırıncı gibi 'Nur cemaatinin ağabeyleri' , içlerinde 'en cevval ve en fedakâr' gördükleri Zübeyir Gündüzalp' i bu hareketin başına seçtiler. Kendileri de Zübeyir Gündüzalp'in altında bir istişare heyeti oluşturdular. Zübeyir Gündüzalp'in lider seçilmesi, cemaatin içindeki tartışmaları bitirmedi. Nursi'nin sağlığında başlayan ''Yazıcılar- Okuyucular'' bölünmesi bu kez açıkça ortaya çıktı. Saidi Nursi'nin ölümünden ve 27 Mayıs . ihtilalinin gerçekleşmesinden sonra bu karışıklık daha da büyüdü El yazısı ve latin harfleri ''Yazıcılar'', Hüsrev Altınbaşak önderliğinde ayrı bir grup haline dönüştü. Altınbaşak, Tahiri, Hulusi Bey, Demirel'in de akrabası olan İslamköylü Hafız Ali, Mübarek Mustafa, Santral Sabri gibiler 1930 ve 1940'larda, Saidi Nursi'nin yazmış olduğu risaleleri bizzat el yazısıyla kaleme alarak çoğaltmışlardı. Bu yazma ve yazarak çoğaltma işini yapanlar, Nurcular arasında 'Yazıcılar' diye anıldılar. Zübeyir Gündüzalp, Ceylan Çalışkan, Mustafa Sungur, Bayram Yüksel, Mehmet Fırıncı, Mehmet Emin Birinci ve Bekir Berk gibi isimler ise ikinci kuşaktan Nurculardı. Cemaate sonradan katılmışlardı. Bu ekip, Nursi'nin eserlerini Latin harfleriyle kitap halinde basıyordu. Bu nedenle onların adı 'Okuyucular' a çıkmıştı. Bir başka lider adayı Mehmet Kayalar , etrafındakileri silahlandırma çabası gösteriyordu. O, 'okumakla-yazmakla' değil, 'silahla' Nurculuğun yaygınlaşacağı inancındaydı. Mehmet Kayalar gibi düşünen bir başka isim de Elazığ'dan Müslüm Gündüz 'dü. Gündüz'ün Kayseri tarafında yandaşlarıyla atış talimleri yapacak kadar işi ileri götürdüğü söyleniyordu. Bir başka aday Ankara'dan Said Özdemir' di. Nurcular için önemli bir 'ağabey' olan Said Özdemir, cemaat içinde oldukça etkili bir isimdi. Daha sonra Nurculuğun 'Tenvir' kolunu oluşturacak olan Said Özdemir'in Ankara'da adamlarıyla silahlı dolaştığı söylentisi de yaygındı. O dönemde bir lider adayı daha gizli hazırlıklar içindeydi: Erzurumlu bir vaiz olan Fethullah Gülen. Nurculuğun Erzurum'da en etkili ismi Mehmet Kırkıncı Hoca, Osman Demirci Hoca (AP'nin Nurcu milletvekili) ve Muzaffer Aslan sayesinde cemaatle tanıştı ve onlara katılmak istedi. 1963-66 yılları arasında Edirne ve Kırklareli'nde görevli olduğu dönemde, camilerde yaptığı konuşmalar yoluyla etrafında insanlar toplamaya başlamış, Nurcuları ve diğer dini çevreleri etkilemişti. Hep ağlayan, bazen kendini yerden yere atan konuşma tarzı ile dikkatleri üzerine çekiyordu. Okuyuculuk, yazıcılık, silahlı mücadele gibi tarzlardan ayrı olarak 'hitabet' yoluyla etkiliyordu çevresindekileri. Bir başka tarz daha geliştirdi: Açıkça Nurcu olduğunu söylemedi, Nurcu ağabeyleriyle hep mesafeli bir temas içindeydi, konuşmalarında Saidi Nursi'nin adını pek kullanmadı. Fethullah Gülen'e İzmir görevi Daha Edirne ve Kırklareli'ndeyken cemaatin içinde yeni bir tarzın temsilcisi olmayı, etrafında yetiştirdiklerini devletin önemli kademelerine yerleştirmeyi hedefliyordu. Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Yaşar Tunagör 'ün teşvikiyle Gülen, 1966'da İzmir Bornova Camii'ne vaiz olarak tayin edildi ve orada hedefine uygun ve kendine has bir örgütlenme içine girdi. 'Yazıcılar' ın lideri Hüsrev Efendi, hareket içinde saygın bir kişiydi. Onun etkisiyle 'Yazıcılar' , Denizli, Kütahya, Eskişehir, İzmir gibi yerlerde ağırlıklarını hissettiriyordu. Ege bölgesi 'Yazıcılar'ın kalesi oluvermişti. Gülen ve yeni oluşan çevresi de, 'Yazıcılar' la birlikte hareket ediyordu. Bunun üzerine 'ağabeyler konseyi' nden Zübeyir Gündüzalp, Mehmet Fırıncı ve Bekir Berk, Ege bölgesine gitti. Çoğu yerde dershanelere alınmadılar, kimi yerde tartışmalar, kavgalar yaşandı, kimi yerlerde ağır hakaretlere maruz kaldılar. Gündüzalp, ancak daha planlı ve merkezi bir yönetimin ihtilafları çözebileceğini düşünüyordu. İstanbul'a dönünce Süleymaniye'de Kirazlı Mescit Sokağı'nda bulunan 46 numaralı evi, Nurcuların merkezi olarak tahsis etti. Mehmet Fırıncı, M. Emin Birinci, daha sonra aralarına katılacak olan Mehmet Kutlular, Kirazlı Mescit Sokağı'ndaki evin müdavimi oldular. Cemaatle ilgili kararlar, Saidi Nursi'nin eserlerinin basımı, açılan dershanelerin tespitleri hep bu evde düzenlendi. Öyle bir zaman geldi ki cemaat bu evle anılır oldu: Kirazlı Mescit Cemaati... Hatice Babacan olayı 1960'lı yılların sonlarında Necmettin Erbakan' ın Odalar Birliği'nden Demirel 'in emriyle atılması olayı, bütün İslami kesimleri olduğu gibi Nurcuları da etkiledi. 'Mason' bilinen Demirel'in, 'Müslüman' bilinen Erbakan'a karşı gösterdiği bu tutum, genelde bütün İslami çevrelerde büyük tepki oluşturmuştu. Müslümanlara hitap eden bir parti düşüncesi de bu olayla birlikte gelince, bütün İslami kesimler heyecanlandı. Ardından gelişen Hatice Babacan olayı bu süreci daha da hızlandırdı. Hatice Babacan'ın başörtüsü yüzünden ilahiyat fakültesinden kovulması, İslamcıları ayağa kaldırmıştı. Bu olay İslamcı kesimler arasında AP'ye olan güveni azalttı ve yeni parti kurma görüşü destek kazandı. Ancak Nurcuların 'ağabeyleri' içinde parti konusunda bir birlik yoktu ve bazı 'ağabeyler' Erbakan ismine çok sıcak bakmıyordu. Erdoğan'a destek ve büyük sağ projesi Cumhuriyet gazetesinde 2 Aralık 2001 tarihinde "ANKARA (Cumhuriyet Bürosu)" mahreciyle yayımlanan haber Fethullah Gülen-Recep Tayyip Erdoğan ilişkisini gözler önüne seriyordu. Haber şöyleydi: ABD'de yaşayan Fethullah Gülen 'e bağlı cemaatin, Tayyip Erdoğan liderliğindeki AKP'ye verdiği desteğin altında Turgut Özal 'la temelleri atılan ''Büyük Sağ'' projesinin yattığı belirtildi. Gülen'le doğrudan bağlantılı kişilerin yanı sıra Birlik Vakfı, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı gibi yan örgütlerin üstlendikleri roller ve ticari ilişkiler, AKP kadrosu üzerinde büyük iktidar hesaplarını gündeme getiriyor. Gülen'in siyasi rolünü somutlayan bazı bağlantılar şöyle: * Milli Görüş siyasetinde önemli rol oynayan Milli Türk Talebe Birliği'nin devamı olarak görülen Birlik Vakfı, AKP kadrosunun ''dergâhı'' olarak biliniyor. Vakıf, 29 Mayıs 1985'te ''Büyük Sağ'' projesini yaşama geçirmek için kuruldu. İlk başkanı, Necmettin Erbakan 'ın bakanlarından İsmail Kahraman idi. Diğer kurucular Tayyip Erdoğan, Hasan Kalyoncu, Ali Coşkun, Cemil Çiçek, Abdülkadir Aksu ve Zeki Ergezen . Bu kadrodan Kahraman ve Çiçek dışındakilerin tamamı AKP'de etkin görevler aldı. * Gülen-Erdoğan bağlantısında kilit isim, Zaman gazetesi yazarı Ali Ünal .. * Fethullah Gülen'in onursal başkanı olduğu Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nca düzenlenen Abant Toplantıları'nın önemli isimlerinden Prof. Dr. Burhan Kuzu da AKP'nin kurucuları arasında. * İşadamı Cüneyd Zapsu , Erdoğan'ı TÜSİAD'a tanıtan kişi olmasının yanı sıra Gülen'e yakınlığıyla tanınıyor. * Gülen'i ABD'de ziyaret eden ve onunla ''gönül bağları'' olduğunu söyleyen Asya Finans Yönetim Kurulu Başkanı İhsan Kalkavan 'ın da AKP'nin finansörleri arasında bulunduğu basında yer almıştı. Fethullah Gülen cemaatinin onlarca yıla yayılan iktidar hesapları ve son olarak AKP'nin rolü, Milli Görüş kökenli yazar Nasuhi Güngör 'ün yeni yayımlanan ''Yenilikçi Hareket'' kitabında ayrıntılarıyla işlendi. Kitaptan bazı bölümler şöyle: * Aslında Erdoğan'ın yola çıkmasına vesile olan isimler gerçekten birbirinden ilginç ve farklı portreler oluşturuyor. Örneğin Turgut Özal'ın yakınındaki isimlerden olan avukat ve yayımcı Münci İnci de, Tayyip Erdoğan'ın kurduğu ilişkiler zincirinde önemli bir yer tutuyor. Bir dönem Inter-Medya Yayın Grubu'nun sahibi olan İnci'nin, Samanyolu TV'nin ''gizli ortağı'' olduğu gündeme geldi. İnci, bu iddiayı yalanlamadı. ABD'de Gülen ziyareti Erdoğan, 2000 yılı Mayıs ayında ABD'ye yaptığı gezide, uzun süredir orada yaşayan Fethullah Gülen'le de bir araya geldi.Gülen, Özal örneğini gündeme getirerek Erdoğan'la uzun uzun sohbet etti. Bu, yenilikçi hareketle Gülen cemaati arasındaki ne ilk ne de son temas oldu. Gülen hareketinin tartışmasız yeni gözdesi, Erdoğan'ın başını çektiği yenilikçi hareketti artık. Fethullah Gülen'in konuşmaları kasetlere alınıyor ve bu kasetlerle hem taraftar hem de para sağlanıyordu Sessiz ve derinden ilerleyiş MSP teşkilatı Fethullah Gülen cemaatinin gelişmesinde hayli etkindi. MSP'liler her yerde Gülen'in propagandasını yapıyorlardı. MSP'lilere göre Fethullah Gülen, diğer Nurcular gibi değildi, aslında MSP'liydi ama açıkça siyaset yapmıyordu. Nurcular, Erbakan'dan endişelenirken, karşılarına MHP çıktı. MHP, İslamcıların desteğini sağlamak amacıyla onları partisine davet ediyor, oy vermeyecekleri de mason uşaklığıyla suçluyordu. MHP'liler Hüsrev Altınbaşak'la da görüşmüşler ve Yazıcılar'ın desteğini almışlardı. Fethullah Gülen'in tavrı da onlardan yanaydı. Bir anda Isparta, Kastamonu ve Elazığ'daki Nurcular MHP'ye tam destek sağladılar. Ankara, Adana, Yozgat gibi illerde de bir grup Nurcu MHP'ye sıcak davranıyordu. Bunun dışında Alparslan Türkeş, Nurcuların arasına adamlarını sızdırdı. Türkeş'in Nurcular içindeki adamları Nur derslerinde ''Başbuğ'un Risale-i Nur okuduğunu, ileride tam bir Nurcu lider olacağını'' yaydı. Zübeyir Gündüzalp, liderliğindeki ağabeyler konseyi, MHP'nin bu müdahalesine karşı çıktı. Bu ekip, yayımladığı ''Tarihi Vesikaların Işığı Altında İslami Hareket ve Türkeş'' adlı bir kitapla MHP'ye açık tavır aldı. Bu eser aynı zamanda Nurcuların ilk siyasi kitabıydı. Bu kitapta, Türkeş'in aslında M. Kemal ve İnönü' den farklı olmadığı, din konusunda onlar gibi düşündüğü, Arapça ezana, çarşafa karşı çıktığı kendi sözleriyle aktarıldı. Kitap, Gündüzalp'in talimatıyla Türkiye'nin her tarafına gönderildi ve Nurcuların MHP'ye oy vermemesi için geniş bir kampanya yürütüldü. Saidi Nursi'nin CHP'ye karşı DP'ye oy verdiği, AP'nin de DP'nin devamı olduğu tekrar hatırlatıldı. Fakat bu ilk açıktan muhalefet birtakım sıkıntıları ve tereddütleri de beraberinde getirdi. Kimi yerde ''MHP'ye karşı olmak ve onlarla uğraşmak cemaate zarar verir dendi'' ve broşürün dağıtımına karşı çıkıldı. MHP aleyhtarı kampanyaya karşı çıkanlar arasında ilginç bir isim vardı: Fethullah Gülen. 'Işık Evleri' açılıyor Fethullah Gülen, o sırada İzmir ve Ege bölgesinde vaazlarıyla ağırlığını hissettirmeye başlamıştı. Nurcuların önde gelenlerinin tavsiyelerine pek uymadığı da görülüyordu. Ağabeylerden Mustafa Sungur ona ''Nur dershaneleri aç'' demesine rağmen, Fethullah Gülen bu isteğe başlangıçta uymadı. Daha sonra yakınlarından Mustafa Birlik ve Mehmet Metin ile birlikte kendine özgü, sonraları ''Işık Evleri'' diye anılacak olan dershaneleri açmaya başladı. Üstelik Saidi Nursi'nin kitaplarını değil, sadece kendisinin hitabetini ön plana alan bir çalışma tarzı tutturdu. Fethullah Gülen'in konuşmaları kasetlere alınıyor ve bu kasetlerle özellikle Ege bölgesinde hem taraftar hem de para sağlanıyordu. Abdullah Yeğin, Hulusi Efendi, Şerafettin Kartal, Bayram Yüksel ve diğer önemli Nurcu ağabeyler ''Bantla hizmet olmaz'' diye bu örgütlenme tarzına karşı çıktılar. Buna rağmen, Fethullah Gülen bu tarzda ısrar etti. Kemal Erimez, Mustafa Birlik, İlhan İşbilen, Cahit Tuzcu, Bekir Akgün, Mustafa Asutay gibi bölgenin ileri gelen Nurcuları da Fethullah Gülen'in yanında yer aldılar. Fethullah Gülen, Nurculuğun içinde bir 'Fethullahçılık' oluşturma çabasına girmişti. Üstelik Fethullah Hoca vasıtasıyla cemaate katılanların bazıları Fethullah Hoca'va Mehdi, Hz. İsa, Kahtani gibi manevi sıfatlar yakıştırıyorlardı. Fethullah Gülen, 'ağabeylere' ilk muhalefet bayrağını MHP'ye yönelik savaşın hizmete yakışmadığını ifade ederek açtı. Erbakan etrafındaki hareketlenme de, Nurcuların zeminini önemli ölçüde etkiliyordu. Özellikle Ankara'daki Nurcuların Erbakan'ın yanında yer alması, İstanbul'daki Nurcuları kızdırdı. Bu yüzden İttihad gazetesinde AP yanlısı yayınlara ağırlık verildi ve yeni parti kurmak isteyenlerin aleyhinde yazılar çıkmaya başladı. Bu durum ise bir anda yeni parti kurmak isteyenlerin tepkisini çekti. Erbakan parlamentoya giriyor 12 Ekim 1969'da yapılan seçimde Konya'dan bağımsız adaylığını koyan Necmettin Erbakan milletvekili seçilince, AP içinde kendine yakın kimi milletvekilleriyle yakınlaştı. Tevfik Paksu, Hüsamettin Akmumcu ile kurulacak parti için birlikte çalışmaya girişti. Tevfik Paksu, Hüsamettin Akmumcu ve arkadaşları, Nurculardan açıkça destek almaya çalıştıkları için beklemek zorunda kaldılar. Zübeyir Gündüzalp, Paksu ve arkadaşlarına yüz vermedi. Buna rağmen Erbakan ve arkadaşları ''Hak geldi, batıl zail oldu'' ayetini slogan haline getirerek 26 Ocak 1970'te Milli Nizam Partisi'ni (MNP) kurdu. Anayasa Mahkemesi'nin MNP hakkında kapatma davası açması da o güne kadar partiye mesafeli duran birçok Nurcunun ''İslamın partisi olduğu tescil edildi'' diyerek, MNP'ye yönelmesinde etkili oldu. Nurcuların tabanında çatlamalar ve kaymalar olmuştu. Bilhassa küçük şehirlerdeki, kasaba ve köylerdeki Nurcular, MNP'nin saflarında faal olarak çalışıyordu. Zübeyir Gündüzalp ölünce 12 Mart 1971 muhtırası Nurcuları da tedirgin eden bir darbe oldu. Muhtıradan hemen sonra, 2 Nisan 1971'de cemaatin lideri Zübeyir Gündüzalp öldü. Otorite, kontrol ve yönetme yeteneğine sahip Zübeyir Gündüzalp'in boşluğu doldurulacak gibi değildi. Nurcu Yeni Asya cemaati için, ''Bundan sonra ne olacak?'' kaygısı yeniden başladı. 12 Mart yönetimi genelde Nurcuları kollamasına rağmen, İzmir'de Fethullah Gülen ve Mustafa Birlik tutuklandı. Bekir Berk onları savunmak için İzmir'e gitti, itiraz dilekçelerini yazdıktan sonra Balıkesir'e geçti ve orada bir ''Nur ayini'' sırasında yakalandı. Tutuklanan Bekir Berk, İzmir Sıkıyönetim Komutanlığı'na sevk edildi. Bademli Askeri Hapishanesi'nde Nurculuktan içeriye alınan dört gruba mensup elli üç kişi vardı. Bekir Berk ve diğerleri açıkça Nurcu olduklarını söyleyip müdafaa yaparlarken, Fethullah Gülen ve Mustafa Birlik Nurcu olduklarını gizlediler. Ama bunun bir faydası olmadı; Bekir Berk 1 yıl ceza alırken, Fethullah Gülen ve Mustafa Birlik üçer yıla mahkûm edildi. Diğerleri ise beraat etti. Erbakan ve arkadaşları 12 Mart'tan sonra MSP'yi kurdu. MSP kısa zamanda örgütlendi ve ilk seçimde Türkiye'nin üçüncü partisi olmayı başardı. MSP'den sonra Yeni Asya cemaati en büyük dini gruptu. Fethullah Gülen ise Yeni Asya cemaatinin içinde, adeta bir uçbeyi gibiydi. Gülen, bağımsızlığını ilan etmek için uygun zaman kollayan bir küçük grubun lideriydi. Zübeyir Gündüzalp'in ölümünden sonra Yeni Asya cemaatinin yıprandığını, MSP'nin ise gün geçtikçe güçlendiğini ve siyasi yönden de etkin olduğunu gözlüyordu. Kafasındaki hedeflere ulaşabilmek için, MSP'nin atak, keskin ve hareketli gençlerine ihtiyacı vardı. MSP'ye yakınlaşmak, uzun vadede Fethullah Gülen için daha yararlı olacaktı. Bu düşünceyle MSP çevresine adamları vasıtasıyla mesajlar gönderdi. Yeni Asya cemaatini eleştirdi, MSP'nin gayretini övdü. Böylece MSP ile Gülen arasında bir yakınlaşma başladı. Gülen'in yıldızı parlıyor MSP'liler bu durumdan memnundu. Çünkü Yeni Asya cemaatini Fethullah Gülen vasıtasıyla bölmek, zayıflatmak mümkündü. Erbakan, kurmaylarına ''Fethullah Gülen hocamıza sahip çıkın, onun etrafında bulunun, yardımcı olun'' talimatı verdi. İşte bu yakınlaşmayla Fethullah Gülen'in yıldızı parlamaya başladı. Temelini attığı, altyapısını oluşturduğu cemaat bir anda hareketlendi. İzmir Bornova Camii'ne her taraftan akın akın insanlar gidiyor, cuma vaazları veren Fethullah Hoca'yı dinliyordu. Vaazdan sonra misafirler, Gülen cemaatine ait dershanelerde ağırlanıyor ve teyp kasetlerinden yine Fethullah Hoca'nın önemli vaazları dinletiliyordu. Yeni Asya ileri gelenleri Fethullah Gülen ve cemaatini tamamen kopmaması için, Fethullah Gülen'in vaazlarından bazılarını 'Hitap Çiçekleri' adıyla kitaplaştırdı. Fakat istenilen yakınlık kurulamadı. Bunun üzerine Mehmet Kırkıncı, Mustafa Sungur, Mustafa Bayram gibi ileri gelenler Fethullah Gülen'i ziyaret ettiler. Ama artık kemikleşmiş bir çevre oluşturmayı başaran Fethullah Gülen, kendi hareket tarzında ısrarlıydı. Kemikleşmiş taban MSP'lilerden oluşmuştu. Mustafa Birlik, Kemal Erimez gibi Nurculuğuyla tanınmış güçlü kişiler de Fethullah Gülen'in yanındaydı. MSP teşkilatları Fethullah Gülen cemaatinin gelişmesinde hayli etkindi. MSP'liler her yerde Fethullah Gülen'in propagandasını yapıyorlardı. MSP'lilere göre Fethullah Gülen, diğer Nurcular gibi değildi, aslında MSP'liydi ama açıkça siyaset yapmıyordu. Gülen-Erbakan kapışması ÖNTÜRK İNTERNET SİTESİ FETHULLAHÇILARIN TALİMATINI ELE GEÇİRDİ ABD'de 'para' takıyyesi New York ve çevresinde ekonomik güç olma yolunda hızlı adımlar atan Fethullahçıların ABD yönetiminin ve Türkiye'nin yakın takibinden kurtulmak için ''takıyye'' ye başvurdukları ortaya çıktı. İnternet sitesi Jöntürk'ün ele geçirdiği bir belge, cemaatin, özellikle ABD'ye para transfer eden Fethullahçıların neler yapması gerektiği konusundaki ''takıyye'' dolu talimatlardan oluşuyor. Türkiye'de hakkında açılan davalardan kurtulmak üzere ABD'ye sığınan Fethullah Gülen 'e yakın olmak için Türkiye'den ABD'ye külliyetli miktarda para transferi yapıldı. Hem ''Hocaefendi'' ye yakın olmak hem de green card almak için cemaat üyelerinin kişi başına yaptıkları 3 milyon dolarlık transferler Türkiye'de istihbarat birimlerinin dikkatini çekti. Bunun üzerine söz konusu transferleri araştırmak üzere özel bir birim ABD'ye gönderildi. Fethullahçıların, özellikle New York ve yakın çevresindeki ticari faaliyetleri ABD'de FBI ve CIA tarafından da yakın takibe alındı. Fethullahçıların ABD'de banka kurmaya yönelik girişimlerde bulunmaları, bu takibin en önemli faktörlerinden biri olarak gösteriliyor. ABD yönetiminin 11 Eylül sonrasında İslami sermayeye yönelik kuşkulu yaklaşımı ve Türkiye'nin transfer edilen paralara ilişkin soruşturması üzerine Fethullahçılar, çeşitli önlemler almaya başladılar. İşte Jöntürk'ün ele geçirdiği New York ve çevresinde yaşayan Fethullahçılara gönderilen önlemler paketi: 1- Yaşanılan evlerden Risale-i Nur Külliyatları, ''Hocaefendi'' nin kaleme almış olduğu eserler kaldırılacak. 2- Evlerin giriş kısmına, dış kapı açıldığında görülebilecek şekilde ABD bayrağı ve Atatürk resimleri asılacak. 3- Zaman gazetesi, Sızıntı ve Aksiyon gibi dergilere başka isimler altında abone olunacak. 4- New York Times, New York Post gibi gazeteler okunacak. İşyerlerinde bu gazeteler Türkiye'den Hürriyet ve Milliyet gibi gazetelerle birlikte herkesin görebileceği yerlere konulacak. 5- Telefonların dinlenebileceğinden hareketle kesinlikle dini konuşmalar yapılmayacak. 6- Buluşmalar için telefonlarda kodlu konuşulacak. Mesela ''Bu akşam maçı nerede seyrediyoruz'', ''Bu akşam bizde okey oynayalım mı?'' vb. cümlelerle haberleşilecek. 7- İşyerlerinde kesinlikle namaz kılınmayacak. Cem edilecek. 8- Erkekler sakal, bıyık uzatmayacak. Sürekli tıraşlı olunacak ve ABD'li işadamı gibi davranılacak. Amerikalılarla yakın ilişkide bulunan işadamlarının eşlerinin başları kesinlikle açık olacak. 9- Sohbetlerde laiklik, demokrasi ve insan haklarını savunucu konuşmalar yapılacak. 10- Cemaat üyeleri servetlerinin kaynağı konusunda en yakın arkadaşlarına bile bilgi vermeyecek. Gülen, şeriata ulaşmak için izlenecek yöntemleri kitaplarında müritlerine söyledi: 'Cami ve kışladan yararlanın' Cumhuriyet gazetesinde 18 Ağustos 2000 tarihinde Alper Ballı imzasıyla yayımlanan haberde Fethullah Gülen' in yazdığı kitaplara dikkat çekilmişti. Haber şöyleydi: Ankara DGM'nin ABD'de bulunan Fethullah Gülen hakkında çete oluşturmak suçlamasıyla gıyabi tutuklama kararı vermesinin ardından iddianame hazırlıkları sürerken iddianameye konu olan soruşturmadaki kanıtlar da şekillenmeye başladı. Şeriatı öven ve müritlerine devlete sızmalarını öneren konuşmaları televizyonlara yansıyan Gülen, cemaatinden, laikliğe alternatif bir düzenin yerleştirilmesi amacıyla devlete karşı baskı kurmalarını istemişti. Gülen, Ankara DGM Başsavcılığı'nın yürüttüğü soruşturma çerçevesinde değerlendirilen kitaplarında, şeriata ulaşmak için müritlerine çeşitli önerilerde bulunuyor. ''Buhranlar Anaforunda İnsan'' adlı kitabında ülkeyi zavallı olarak niteleyerek bugünkü nesilleri umursamazlıkla suçlayan Gülen, 102. sayfada ''Ah zavallı vatan, yıllar yılı kaygısız evlatlarının şuursuz ve düşüncesiz davranışlarından meydana gelen bu kadar musibetle inim inim inledikten, düşmanca tavırlarla bu kadar hırpalandıktan, canhıraş feryatlarla bu kadar sızlandıktan sonra, bugünkü nesillerden de aynı umursamazlığı mı görecektin'' yakınmasını dile getiriyor. Gülen, ''Ölçü veya Yoldaki Işıklar'' adlı kitabında da tasarladığı düzenin kurulmaması durumunda çekilen acıların boşa gideceğini belirterek şöyle devam ediyor: ''Bu umumi çalkalanma ve tekevvünden münkariz olmayan millet, payına düşeni alacak ve yeni bir dünya kuracaktır (sf. 2). Ya bütün bu buhranlardan sonra bir idrak ve izanla kurulmasını tasarladığımız dünyayı kuracak ve huzura ereceğiz veya bir kısım küçük hesap ve çıkarlar uğruna çekilen binlerce ıstırabı semeresiz ve boş kılacak bir anlayış ve davranışla gerisin geriye gideceğiz (sf. 3 ve 4). Öyleyse siyasi, gayri siyasi bütün gruplar için vahy-i münzelin (Kuran) âlem şumul davetini icabetten başka ne çare ne de makul bir mesnet kalmadığı çağrısıyla insanımıza sesleniyoruz. Hepiniz toptan Allah'ın ipine sarılın. (sf. 27)'' 'Komando gibi yaşayın' Gülen, ''Ölçü ve Yoldaki Işıklar-3'' kitabında Cumhuriyeti, Kuran'ın belirttiği esaslar olarak tanımlayarak bu esasların uygulanabilmesi için siyasete karışılmasını istiyor. Siyasete karışmamayı ulusla ilgilenmeme olarak niteleyen Gülen, ''Siyasete karışmam, siyasete karışma demek, vatan ve millet işine, milletin hayat ve bekasına karışma demektir'' diyor. ''Ölçü ve Yoldaki Işıklar-4'' kitabında Müslümanların komando gibi yaşamasını ve İslami olmayan yayınları okumamalarını öneren Gülen, müritlerinin başarıya ulaşmak için lüksten kaçınmalarını öğütleyerek şöyle devam ediyor: ''Muvaffakiyetin düşmanı refahtır, lükstür. Müslümanların muvaffakiyeti ancak komando gibi yaşamakla mümkün olur (sf. 95). İslami olmayan gazete ve mecmuaları okumak zararlı olur. Eğer mutlaka okunması gerekiyorsa sadece başlıkları okunmalıdır (sf. 96).'' Gülen, ''Ruhumuzun Heykelini Dikerken'' adlı kitabında ise Türkiye'de dini hayat yıllarca işlemez hale getirilerek ''dünyada mutluluk'' gibi çarpık bir düşüncenin beyinlere yerleştirildiğini öne sürüyor. Fethullah Gülen, şu iddialarını müritlerine iletiyor: ''Evet, yıllar ve yıllar bu ülkede ruhi hayatın büyük ölçüde sürdürülmesi, dini hayatımızın işlemez hale getirilmesi, aşkın, vecdin, bütün bütün unutturulup gönüllerin diline zincir vurulması, düşünen ve okuyan aydınların gidip kaskatı bir pozitivizme aborda olmaları, salabet ve hakta sebat yerine softalığın ikame edilmesi, hatta ahiret ve cennet istenirken bile dünyada alışılagelen mutluluğun devamı mulahazası ile istenmesi gibi çarpık düşünce, çarpık telakkileri sine lerimizden söküp atmadan yeni bir fasıl açmamız mümkün değildir.'' Darbeciler, cemaatlerin desteği karşılığında okullarda felsefeyi seçmeli, din eğitimini zorunlu ders yaptı 12 Eylül'ün getirdikleri Fethullah Hoca'nın gözü yaşlı vaazları çok etkili oldu. 1978'de yayımlamaya başladığı Sızıntı dergisi etrafında oluşan beyin takımına sahipti. MSP'lilerin teşkilatlarının desteği de buna eklenince Fethullah Gülen ve cemaati etkili bir cemaate dönüşmeye başladı. Yeni Asya cemaatinden kopan, ama MSP'nin gölgesinde kalan Fethullah Gülen cemaati, bu hamlelerle cemaatler arasında üçüncü sıraya yükseldi. Yazıcılar ve diğer Nurcu gruplar zaman içinde etkinliklerini yitirmiş, çoğu Fethullah Hoca'nın cemaatinde yer almaya başlamıştı. F ethullah Gülen yeteri kadar güçlendiği inancına varınca MSP'lilikten de kurtulması gerektiğine karar verdi. Yurt müdürlüğü, cemaatin çeşitli kurumlarındaki görevler, dershane sorumlukları gibi çekirdek kadrolar, MSP'li olanların elinden alınıyor ve kendisini Fethullahçı kabul edenlere devrediliyordu. Çoğu kimse bu dönüşümün farkında değildi. Fakat bir süre sonra MSP'liler durumu fark ettiler. Bu yüzden ortaya ''MSP'lilik- Fethullahçlık'' tartışmaları çıktı. 'Nazik' başlayan tartışma giderek sertleşti. Gülen 24 Haziran 1980'de yaptığı bir vaazda isim vermeden MSP'yi ve MSP'nin yayın organı Milli Gazete'yi eleştirince, kapalı devre süren tartışmalar açığa çıktı. Bu olay, Fethullahçılarla MSP'lilerin ilk gerginliğiydi. Bu sürede Fethullahçılar, MSP'lilerin öfkesi ve görülmedik tepkisi yatışsın diye sessiz kalmayı tercih etti. Bu süreç içinde kendilerini bu noktaya getiren MSP'lilerin büyük bölümünü, bazı müritlerini de kaybetti Fethullahçılar. Ama, MSP'lilerin öfkesi ve tepkisi zamanla yatıştı. İki taraf da birbirlerini 'kazanmak' düşüncesiyle hareket ediyordu. MSP yönetimi Fethullah Gülen'e karşı açıktan tavır almamıştı. Ayrıca ülkedeki gelişmeler bu kavganın açıkça sürmesini de engeller. 12 Eylül askeri darbesi sonucu MSP kapatılır, Erbakan da cezaevine gönderilir. Darbenin ilk günlerinde İslamcı çevreler büyük bir korku yaşadı. Fakat çok geçmeden durumun pek de korkulacak gibi olmadığını fark ettiler. Darbenin lideri Kenan Evren, neredeyse dini cemaatlerin yapmak istediklerini yapar hale gelmişti. Evren, yaptığı konuşmalarda ayetler, hadisler okuyor, İslamı övüyordu. Darbeciler, cemaatlerin desteği karşılığında okullarda dini eğitimi zorunlu hale getirdiler. Buna karşı felsefe, zorunlu ders olmaktan çıkarılıp seçmeli hale getirildi. Evren'in bu tutumu, dini cemaat ve tarikatları rahatlattı. Darbeciler ve cemaatler ittifakı 12 Eylül darbecileri de özellikle anayasa oylamasına taban bulmak amacıyla, İslamcı çevrelere hoşgörülü davrandılar. Hatta kimi cemaatlerle de doğrudan ilişkiye geçtiler. Nurcuların kimi ileri gelenleri, darbecilerle yakınlık kurmuştu. Erzurum'da bulunan Mehmet Kırkıncı Hoca bunların başında geliyordu. Mehmet Kırkıncı Hoca, Kenan Evren'e mektup yazarak neler yapılabileceğine dair önerilerde bulunmuş, darbecileri överek dualar etmişti. Mehmet Kırkıncı'nın Demirel'e bağlı Yeni Asya cemaati içinde çok etkili olduğunu öğrenen darbeciler de ona yakınlık gösterir ve özel görüşmelerde kendisine yardımcı olacaklarını söylerler. Kırkıncı Hoca, Gülen ile işbirliği yapınca, ortaya büyük bir güç çıkar. Gülen, hakkında aranıyor afişleri asılı olmasına rağmen darbecilere tam destek veriyordu. Sızıntı dergisinde askerleri öven başyazılar yazdı. Darbeden bir ay sonra yazdığı ''Asker'' ile daha sonra kaleme aldığı ''Son Karakol'' başlığını taşıyan başyazılarda askerlerin ''tepe'' bir varlık olduğunu söyleyerek, anadan doğma asker millet olduğumuzu belirtti. Gülen'e göre, asker tam zamanında yetişmeseydi, ''Bütün millet olarak inkisar içinde ağlamakdan başka çaremiz kalmayacaktı.'' Ve Gülen 12 Eylül'den günümüze kadar ''ağlayarak'' vaazların sürdürdü... Genelkurmay raporunda Fethullahçılar 'Rejim karşıtı en büyük tehlike' İrticayla mücadele için kurulan Batı Çalışma Grubu'nun raporunda Fethullahçıların devlet içindeki örgütlenmelerini tamamladıkları, toplum içinde kabul gördükleri vurgulanıyord u Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde kurulan Batı Çalışma Grubu tarafından hazırlanarak Mart 1998'deki MGK toplantısına sunulan raporda, Fethullah Gülen'in sızamadığı TSK'ye karşın emniyette kadrolaştığına işaret ediliyordu. Rapora göre Gülen, kısa vadede Türkiye'de herkesin dini yaşantı içinde olmasını, uzun vadede ise din devletini hedefliyordu. Genelkurmay, Fethullah Gülen 'in başta TSK olmak üzere devlete sızma girişimlerini sezerek ilk önlem alan kurum oldu. Genelkurmay raporunda Fethullahçıların hedefleri, stratejisi ve yapısı irdelendi. Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde irticayla mücadele için kurulan Batı Çalışma Grubu'nun MGK toplantısında ele alınan raporunda, Fethullah Gülen'in örgütlenmesini devlet modeline göre yürüttüğü belirtilerek ''devlet içinde kadrolaşmasını tamamlamış, toplumda kabul gören, cumhuriyetten yana gözüken, Atatürk ve ilkelerini sözde benimseyen Fethullahçıların rejimin karşı karşıya kaldığı en önemli tehlike'' olduğu vurgulandı. Raporda, Fethullah Gülen'in sızamadığı TSK'ye karşı emniyette kadrolaştığına işaret edilirken, mali gücünün büyüklüğü de irdelendi. Genelkurmay, Gülen'in başta TSK olmak üzere devlete sızma girişimlerini sezerek ilk önlem alan kurum oldu. Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde kurulan Batı Çalışma Grubu (BÇG) tarafından hazırlanarak Mart 1998'deki MGK toplantısına sunulan raporda, Fethullah Gülen'in yaşamı, stratejisi ve hedefleri ayrıntılarıyla anlatıldı. Rapora göre, Fethullah Gülen, modern Türkiye'nin kurucusu Atatürk'ün yaşama gözlerine yumduğu ''10 Kasım 1938'' de doğduğunu öne sürüyor, ancak resmi belgelere göre doğum tarihi 1942. Kamu kurumlarıyla ilk ilişkisi 1968 yılında İzmir'de merkez vaizi ve Kestanepazarı Kuran Kursu belletmeni olarak başlıyor ve 1970'te Nurculuk faaliyetlerinin programlarını yürütüyordu. 1971'in ilk günlerinde İzmir İmam- Hatip ve İlahiyata Öğrenci Yetiştirme Derneği'nde Nurculuk faaliyetleri yürüttüğü gerekçesiyle ihraç edildi ve aynı gerekçeyle İzmir Sıkıyönetim Komutanlığı'nda ifade verdi, hakkında dava açılarak vaaz vermesi yasaklandı. 1972-1980 yılları arasında sırasıyla Erzurum, Edremit ve İzmir'de vaizlik yapmaya devam etti. 1980, Gülen hareketinin düğmesine basıldığı yıl oldu. Nisan ayında İzmir'de, İran'da Humeyni' yi yönetime getirene benzer bir ''huruç (atılım) harekâtı'' başlatma kararı alan Gülen, konuşmalarında bugün vardığı noktanın hedefini şöyle açıklıyordu: ''Harekâtın başarıya ulaşması için yurt çapında orta ve yükseköğrenim öğrencileri için yurt binaları açılması, fikirlerimiz doğrultusunda kitap ve dergilerin yayımının gerçekleştirilmesi ve öğretmenlerin kazanılması gerekiyor.'' Gülen'in çalışmaları özellikle askeri yetkilileri harekete geçirdi. 13 Eylül'de Ege Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı'nın operasyonunu haber alarak İzmir'den Erzurum'a kaçtı. Ortalık durulunca Çanakkale'ye atandı. Gülen adı Ege Ordu Komutanlığı'nın yayımladığı aranan kişiler listesinde yer aldı ve 1986'da yakalandı. Ancak üst düzeyde yapılan girişimler sonucunda serbest bırakıldı. 1989'da Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından resmi vaizlik belgesiyle İstanbul İl Müftülüğü'nün belirlediği camilerde vaizlik yapmasına izin verildi, bu süreçte ''barış ve hoşgörü mesajları vererek'' Anayasa Mahkemesi'nin türban yasasını iptal etmesiyle başlayan toplumsal hareketlere son verilmesini istedi. Uzun vadede din devleti isteği Genelkurmay Başkanlığı'nın, MGK'nin Mart 1998'de yaptığı aylık olağan toplantısına sunduğu rapora göre Gülen, kısa vadede Türkiye'de herkesin dini yaşantı içinde olmasını, uzun vadede de din devletini hedefliyor. Saidi Nursi 'nin yazılı bir vasiyetiyle onun faaliyetlerini devraldığı söyleniyor ve yüz yüze görüşme yöntemiyle gerekirse ağlayarak muhataplarını etkiliyor. Hindu lider Mahatma Gandi 'nin davranışlarından esinlenmiş. Yayımlanmış 24 kitabı ve yasal 130 kadar video kaseti, çok sayıda teyp kaseti ile kitlelere rahatça ulaşabiliyor. Devlet politikaları ile çelişmemeye özen göstermesine rağmen, Yunan hükümetinin desteklediği müftüyle işbirliği yapması da dikkat çekiyor. Genelkurmay raporunda, başta Gülen olmak üzere Türkiye'deki İslamcı hareketlerin uluslararası çıkar mücadelesindeki konumu şöyle irdelendi: * Dinin, toplumların siyasi tutum ve davranışlarını etkileyebilecek karakter taşıması nedeniyle uluslararası etkinlik amacı güden Batılı ülkelerin özellikle Müslüman topluluklarla ilişkilerinde bu olgudan yararlandıkları, bilinen tarihi bir gerçektir. Süper güçler petrol alanlarına tekabül eden İslam ülkelerini kendi hinterlandlarına almak için giriştikleri çabalarda bir ölçüde İslamiyetten yararlanır. Batı, Arap monarşilerinin arkasında yer alırken, Rusya'nın nüfuz alanına giren Arap ülkelerinde ''İslam sosyalizmi'' gibi ideolojik temalar taşıyan din yorumlarına girişiyor. * İslamiyetin bir Soğuk Savaş silahı olarak kullanıması günümüzde daha da belirginleşmiştir. İran devrimini izleyen süreçte İran-Irak Savaşı devrimi ihraç politikalarını engellemede önemli rol oynamış, Sovyetler'in Afganistan'ı işgaline karşı bölgesel İslamcı unsurlarca başlatılan direnişin Batılı güçlerin desteğini aldığı gözlenmiştir. * Sovyetler Birliği'nin dağılması ise gerek kutuplararası dengede yerini bulmuş Müslüman ülkeler, gerekse etkileşime açık hale gelen Sovyet Müslümanları dikkate alındığında İslamcı faaliyetler açısından önemli değişikliklere neden olmuştur. Bu dönemde, eski Doğu Bloku ülkelerindeki milliyetçi hareketlerin sonucu olarak Müslüman toplulukların taraf oldukları çatışmalar ve İslamcı unsurların Orta Asya ülkelerindeki taban genişletme faaliyetleri, diğer Müslüman ülkeler gibi Türkiye kökenli İslamcı grupları da etkilemiş ve eski Doğu Bloku, İslamcı unsur ve devletlerin bir rekabet alanı haline gelmiştir. * Müslüman Asya halklarının çoğunlukla Türk kökenli olması ve Türk İslamcı grupların temelinde daha çok kendi tarihimizden kaynaklanan tarikat motiflerinin yer alması bağlamında Türkiye kökenli grupların avantajlı oldukları söylenmelidir. * Türkiye'deki İslamcı gruplar kitle potansiyeli bulunmayan radikal unsurların yanı sıra, önemli bir tabana sahip Milli Görüşçüler, Ortadoğu alanında İsrail ve Batı karşıtı tutumlarını sürdüren unsurlardan yana tavır koyarken, Gülen, Batı yanlısı bir tavır ortaya koymadığı gibi aleyhte bir görünüm vermekten de kaçınmaktadır. * Milli Görüşçüler, bir İslam enternasyoneli oluşturmayı hedefleyen tarzda, tüm yabancı İslamcı grup ve devletlerle ilişki kurmaya, bunlarla ortak politika ve tutumlar geliştirmeye özen gösterirken, Gülen grubu ABD'den Japonya'ya kadar yayılan bir okullar ve cemaat zincirine sahip olmasına karşılık yabancı İslamcı gruplarla bu tür ilişkilere girmedi. * Radikal unsurlar ve Milli Görüşçüler, İran'a yönelik ABD ambargosu gibi yaptırımlara tavır koyarken, Gülen unsurları İran'a karşı tavır koyuyor, ancak Batı yanlısı Suudi Arabistan'a karşı tarafsız davranıyor. Gülen'in Türk cumhuriyetlerine yönelik açılımını, bölgedeki İran ve Suudi Arabistan'ın varlığına alternatif olarak lanse ettiği de bir gerçektir. * Gülen, genellikle Erbakan 'la uyuşmazlık içinde. İslamiyeti Türklük şuuru ile yürütme yönündeki stratejisi ile RP'nin ümmet anlayışı iki cemaat arasındaki anlaşmazlığın temelini oluşturuyor. * Toplumun her kesimini kucaklayıcı yaklaşımları nedeniyle, dini motifli terör örgütleri ve radikal dinci kesimler tarafından çok büyük eleştiri ve hakaretlere maruz kalıyor ve demokratik-laik Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin savunuculuğunu yapmakla suçlanıyor. * Görünüş ve kıyafet bakımından tutucu bir tavır sergileyen diğer İslamcı grupların şekilci ısrarlı tutumlarını desteklememekte, bu konuda modern bir anlayış sergiliyor. * Yurtiçi ve yurtdışında, hiç de küçümsenmeyecek dev bir organizasyon kurmayı başarmış ve bu organizasyon aracılığıyla gelişmesini hızla sürdürüyor. Uygulamaları ve etkinlikleri hakkında elde yeterli sayılabilecek bilgi olmasına rağmen, böyle büyük bir organizasyonu gerçekleştiren teşkilat ve yapısı hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır. * İrticai faaliyetlere karşı önemli engellerden biri olan TCK'nin 163. maddesinin kaldırılmasıyla dinci kesime hareket serbestisi sağlanmıştır. Yasal boşluğun giderilmesi için gerekli yasal düzenleme yapılması yaşamsal öneme sahiptir. Strateji ve hedefleri * Gülen grubu Nurcular, yasal platformda orta ve yükseköğrenim gençliğini kazanmak için sahibi oldukları vakıf, okul, yurt ve dershaneler aracılığıyla eğitilmiş bir taban oluşturmayı, aynı zamanda güvenlik kuvvetleri dahil tüm devlet organlarında kadrolaşmayı strateji olarak benimsemişlerdir. * Özellikle gecekondu bölgeleri ile kırsal kesimden zeki, gelecek vaat eden çocuklar seçilerek eğitilmekte, hatta eğitim sürecinde bazı çocukların ailelerine aylık bağlanmaktadır. Bu uygulamalarıyla grup, diğer İslamcı gruplara nazaran toplumda daha büyük bir hoşgörüyle karşılanmaktadır. * Propagandanın önemini kavrayan ve görsel-sözel yayın metodunun etkin olduğuna inanan Fethullahçılar da görüşlerinin kolayca ulaştırılacağının bilinci ile görsel- sözel medya unsurlarını etkin olarak kullanmaktadırlar. * Dünyada başlayan küreselleşme ve demokratikleşme sürecinin hızı ve yarattığı değişimler Türkiye'ye de yansımış, birçok alanda olduğu gibi yayın alanında da özel teşebbüsün varlığı ve etkinliği ön plana çıkmış, anayasanın 28. ve 29. maddelerinde yer alan ''Devlet, basın yayın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır'' ifadesine rağmen; Fethullahçıların bu alandaki faaliyetlerinde de önemli gelişmeler olmuş ve kendilerine ait TV kanallarından Saidi Nursi'nin görüşlerinin açıkça yayımlandığı aşamaya gelinmiştir. * Grup günümüzde, sahip oldukları vakıf, okul ve dershane, yurt ve bunu finanse eden kuruluşlarıyla devlet modeline göre örgütlenen, yönetici kadroları şimdiden hazır, iyi eğitilmiş ve bilimsel nitelikli bir kitleye sahip en iyi organize edilmiş bir grup niteliği taşıyor. * Gülen, demokratik yollardan devlet kademelerinde kadrolaşarak, Atatürk ilke ve devrimlerini de ortadan kaldırıp, şeriat esaslarına dayalı bir devlet kurmayı ve bunu takiben dünya Türk-İslam birliğini gerçekleştirmeyi hedeflemektedir. 'Ölümlerin kol gezdiği yol' Cumhuriyet gazetesinde Aykut Küçükkaya imzasıyla 20 Şubat 2000 tarihinde yayımlanan ''Fethullah Gülen'in şeriat özlemi'' başlıklı haberde Gülen'in Nil Yayınları'ndan çıkan ''Fasıldan Fasıla'' kitabı ayrıntılarıyla yer almıştı. İşte kitabın birinci cildindeki bazı bölümler şöyle: * 600 yıllık o tarih içinde kaç tane kazan kaldırma olayı gösterebilirsiniz? Osmanlı'yıbu açıdan eleştirenler, kendi tarihlerine baksınlar, 50-60 yıl içinde 600 senede meydana gelen isyanların, başkaldırmaların birkaç katını müşahede edeceklerdir. * Devletler de tıpkı şahıslar gibi doğar, büyür, gelişir ve ölürler. Ne yapılırsa yapılsın, tıpkı şahıslar gibi, devletlerin ölümü de önlenemez. Evet, bir zamanlar biz de büyük, muhteşem bir devlettik. Bayraklarımız dünyanın dört bir yanında dalgalanıyordu. Nihayet günü geldi, tarihçilere muhteşem bir mazi ve tükenmez bir malzeme bırakıp gittik. Gitmekle kalmadık, arkadan gelenler, bizi bu muhteşem mazimizle teselliye başladılar. Bugün biz şanlı mazideki o muhteşem günlerimize yeniden dönmek istiyorsak, öncelikle şu gerçeği hatırdan çıkarmamalıyız: ''Yoksa siz, sizden öncekilerin başlarına gelenler, sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sanıyordunuz?'' Evet, işte yol bu! Ölümlerin kol gezdiği bir yol. Ciddi bir mücadele ve dayanma ruhu isteyen yol. Evet, bu mücadele ruhuna sahip olur ve bütün dünyevi beklentilerden ve maddi hazlardan azade kalabilir ve neticede her şeyi Allah'a verme ve her muvaffakiyeti ondan bilme manasında ihlasa ulaşabilirsek, o takdirde o günlerin yeniden gelmesi niye hayal olsun ki? * Medreseler kapatılmaktan ziyade ıslah yoluna gidilmeliydi. Günümüzdeki okullar ise dejenere olmuştur. Eğer hususi meşgul olanları istisna edecek olursanız, ilahiyatlar dahil, ''mevcut sistemin'' ciddi ilim adamı yetiştirmediği bir gerçektir. * Dinleme mevkiinde olan herkese İslamı anlatmak farzdır. Bu, sadece bir neslin halledeceği mesele de değildir. Bugün, asırların tahribatı tamir edilmeye çalışılıyor. Fakat öyle bir atmosfer meydana getirilmiş ki ne bu atmosferin durulması mümkün, ne ondan uzaklaşmak mümkün. Her şeye rağmen işte bu zor şartlar altında bile vazifemizi yapmaya çalışıyoruz. * Efendimizin yaptığı, Harun Reşid, Alparslan, Melikşah, Fatih, Yavuz ve Kanuni 'ler gibi, tarih yapmak yazmaktan daha önemlidir. Mesela bugün, içinde yaşadığı çağı aydınlatmış o şanlı cedlerimizin tarihini öğrenmek için, Hammer 'ın kitabına müracaat ediyor ya da etmek zorunda kalıyorsak, bu bizim için züldür. Yakın çağ tarihimiz hakkında, olayların kahramanları daha aramızda ve hayatta iken ''yalan söyleyen tarih'' isimli kitaplar yazmak zorunda kalıyorsak, bu tarihi yazma meselesinin de ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. * Şimdi İran'da dini yönü ağırlıklı bir devlet var. Müslüman ülkeler, ''devlet ağırlıklı din'' politikasını tercih ediyorlar. ABD'nin Pakistan'ı desteklemesindeki sebeplerden birisi de din ağırlıklı bir devlet modelinin oluşturulmasını engellemektedir. Sakarya'da bulunan Nakşi dergâhı yöneticilerinden Ömer Öngüt Fethullahçıları zorla bağış toplamakla suçladı Para toplama metotları Hakikat Vakfı'nın kurucu yöneticisi Ömer Öngüt, Gülen ve cemaatini bağış toplama konusunda eleştiriyordu. Öngüt, ''Fethullah (Gülen) böyle değildi. Davetlerden, ziyafetlerden kaçınırdı, yemezdi. Allah-u Teala da onu muhafaza ederdi. Bunu biliyorum. Ama sonra bu haramlara karıştı. Nam ve şöhret için oruçlu oruçsuz insanlara gösteriş davetleri verdi. Mini etekli hanımlar hizmetinde şöhret, nam ve gösteriş...'' diyordu. Radikal İslamcı Selam gazetesi, Eylül 1997'de Fethullah Gülen hakkında birkaç günlük dizi yazı yayımladı. Bağnaz İslamcı Akit gazetesindeki bir köşe yazarı, ''Papa-Gülen'' buluşmasını sert bir dille ve İslami zeminde eleştirerek; ''İslam siyaseti, her türlü Makyalevizmin üstündedir'' mealinde bir ibare kullandı. Kadiri tarikatı mürşidi Haydar Baş , cemaatin yayın organı Yeni Mesaj gazetesinde, Papa buluşması münasebetiyle Gülen ve cemaatine açık bir mektup yazdı. Araştırmacı- yazar Faik Bulut , Fethullah Gülen'in maskesini düşürdü. Bulut, o nedenle Fethullahçılardan yoğun tepki aldı... Faik Bulut, ''Kim Bu Fethullah Gülen'' kitabında (Ozan Yayıncılık) gözlemlerini şöyle aktarıyor: Fethullah Gülen ve çevresi, son yıllarda kamuoyunu en çok meşgul eden bir camiayı temsil eder. Sabah gazetesinde Gülen hakkında yazı dizisi yapan Hulusi Turgut 'un saptamasına göre ''Türkiye ve yurtdışında yaklaşık 20 bin medrese ve okulu'' bulunan Nur hareketi hakkında olumlu ya da olumsuz görüş belirtenler olması çok olağan. Bu gelişmenin olumlu yanı çokça tartışıldı basın ve medyada. Fakat yaratılan ''imajı'' olumlu bulmayıp, kuşkuyla bakanların varlığı da bir gerçek. Okulların açılması gayesi, Altın Nesil'in ne yapacağı, gelecekteki rolü, Gülen ve çevresinin gerçek amacı vs. gibi meseleleri irdeleyip sorgulayanlar bulunuyor bu toplumda. Sözen'in sözleri Son örneğini, RP'nin yayın organı konumundaki Kanal 7 televizyonunda ''Sözün Özü'' adıyla program yapan Nazlı Ilıcak 'ın 23 Şubat 1998 günkü açık oturumuna katılan eski İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı sosyal demokrat Nurettin Sözen 'in söyledikleri teşkil ediyordu. Sözen, ''okulların amacına ilişkin kuşkularını'' dile getirdi. 25 Şubat 1998 günü Kanal D'de Güneri Civaoğlu tarafından hazırlanan emekli General Kemal Yavuz ad vererek, ''Fethullah Gülen'in kim ve ne adla, hangi yetki ve sıfatla Papa ile buluştuğunu, Vatikan'daki Türkiye Büyükelçisi'nin nasıl bir gerekçeyle kendisini resmi protokolle karşılayıp ağırladığını'' sordu. ''Durum'' programında konuşan ''Kuşkucu'' kesimin sadece laik ve Kemalist askeri çevrelerden geldiğini söylemek olanaksız. Tersine, kimi İslamcı/dinci çevrelerle bazı ülkücüler kafalarındaki soruları açıkça seslendiriyor. Ülkücülere göre Gülen'in ''Türklüğü yayıyorum, Türkçeyi dünyaya öğretiyorum'' gerekçesiyle yurtdışındaki cemaat okullarını savunması, tatmin edici ve samimi değil. Çünkü, orada öğretilen Türkçe olmaktan ziyade İngilizcedir. Gülen, geçen yıllarda ''başörtüsü teferruattır'' kabilinden bir söz söyleyince, başta ''türban takma'' mücadelesi veren öğrenciler olmak üzere, hem Refahlı kesimlerden hem radikal İslamcılardan açık- kapalı eleştiriler aldı. İslamcı Cuma dergisi, tepkisini, habere eleştirel yaklaşımını kapak konusu yaparak dışavurdu. Sakarya'da bulunan Nakşi dergâhının bir kuruluşu olan Hakikat dergisi, ''dinlerarası diyalog'' u başlatan Gülen ve çevresini kastederek, ''Nurcular'' deyimine kafiyeli biçimde, ''Narcılar'' (cehennemlikler, cehennemde yanacak olanlar) ibaresini kapaktan anons etti. (bkz. Hakikat, Kasım 1996) Aynı dergâhın ve Hakikat Vakfı'nın kurucu yöneticisi Ömer Öngüt ise Gülen ve cemaatini kastederek, para/bağış toplama meselesinde şu iddialara yer verdi: Nurcular nasıl para toplar? ''Fethullah (Gülen) böyle değildi. Davetlerden, ziyafetlerden kaçınırdı, yemezdi. Allah-u Teala da onu muhafaza ederdi. Bunu biliyorum. Ama sonra bu haramlara karıştı. Nam ve şöhret için oruçlu oruçsuz insanlara gösteriş davetleri verdi. Mini etekli hanımlar hizmetinde şöhret, nam ve gösteriş...'' (bkz: Ömer Öngüt, Hakiki Müslümanlar ve Sahteleri, s 18, Hakikat Neşriyat, 1996, İstanbul). Sakaryalı Nakşi Şeyhi Öngüt Hoca, ''Onlar ahiret karşılığında dünya hayatını satın alan kimselerdir'' (Bakara: 86) mealindeki ayete dayanarak, Gülen çevresini, ''Böyle haram mahallere iftar ismini vermiş'' olmak ve ''iftarları alet ederek mini etekli hanımlarla oruçlu olanların da orucunu bozmak'' la (bkz. age, s.1819) suçluyor. Öngüt'ün Nur cemaatine ilişkin suçlama ve iddiaları bununla kalmıyor, kendi deyimiyle ''misallere'' yani örneklemelere dayanıyor. Şöyle ki: ''Bir taraftan iftar vereceğiz diye oltayı atıyorlar. Bir taraftan halkı kaz gibi yoluyorlar. Diğer taraftan keyfi yollarla israf ediyorlar. O da haram, bu da haram; bunların neresi İslam? Yemeğe davet ediyorsunuz, gelenlerden para topluyorsunuz veya senet alıyorsunuz, senedi ödeyemeyenleri de icraya veriyorsunuz. Hani din kurdunuz, Allah'tan korkmuyorsunuz. Halktan da utanmıyorsunuz. Biraz yemek verdim diye kişinin hanesini söndürüyors unuz. Bir de bunu İslam dinini alet ederek yapıyorsunuz. Bu, İslam dininde hiç görülmüş müdür? Bu, ancak Nurculuk dinine yakışır. Eskiden padişahlar ve zenginler davet ederlerdi. Gelenlere diş kirası diye para verirlerdi. Siz hem davet ediyorsunuz, yemeğinizi yiyenin de dişlerini söküyorsunuz. Bu İslam dini ile nasıl bağdaşır? Hiç böyle bir şey görülmüş müdür? Ancak bu, kurduğunuz Nurculuk dininin, dinden çıkmış türemelerinde görülüyor. Bu narcılık mı, Nurculuk mu? Size ibret maksadı ile birkaç misal veriyoruz. Bunlar icap ettiği zaman mahkemede hepsi açıklanacak. Gayemiz halkı, bölücülerin gaspçılığından kurtarmaktır. 1) İzmir'de bir gün bir arkadaş Nurcuların davetine icap ediyor. Dedi ki: Her zaman olduğu gibi cazgırların 'benden bu kadar, benden bu kadar' faslı bittikten sonra tahsildarlar makbuzlarla ve hazırlanmış senetlerle çıkıyorlar. Sıra ile. Sıra bize geldi. Bana da 'ne veriyorsun' demiyorlar. Sormadan, 'bu, şu kadar verir' diye kendileri yazıyorlar. Bu çok büyük bir rakamdı. Bana da halkın içinde imzalattılar. Ben, isteksiz imzaladım. Bundan rücu (geri dönme/vazgeçme) edebilir miyim? Edersin. Zira, isteksiz verilen şey zaten haramdır. Fakat (bağış diye imzalattırılan senedin bedelini) vermezsen, hemen icraya verirler. Eskiden eşkıyalar dağda soyarlardı. Bunlar da masada soyuyorlar... 'Ortada hep aynı saat' 2) Çankırı'dan diğer bir arkadaş dedi ki: Bizden de talepte bulundular, bir şeyler vaatettik. Günü geldi, tahsildarlar geldi. Ben böyle vaatetmemiştim dedim. Bu, bu yükü kaldırır demişler, bir o kadar daha ilave ederek vaadettiğimin üstünde (bir meblağ) yazmışlar. İstemediğim halde, benden aldılar. 3) İzmit'ten bir arkadaş dedi ki: Gazeteci olmam hasebiyle davetlerine gidiyorum. 'Benden şu kadar, benden bu kadar' derken bir arkadaşın da kıymetli bir saati var. Her toplantıda 'benden de şu saat' diyor. Fakat ikinci toplantıda gene aynı saat çıkıyor... 4) Yine İzmir'den bir kardeş anlattı: Bir alışveriş neticesinde vakıf tarafından bana ciro edilen birkaç senedi elden tahsil ettim. Tahsile gittiğimde borçlulardan biri, 'Bu, esasında benim borcum değil. Beni yemeğe çağırdılar ve orada yemek sonrası açık arttırma şeklinde, benden şu kadar, ondan bu kadar diyerek bu senetleri aldılar. İnanın şu anda bu senedi ödeyecek gücüm yok. Ama bulup buluşturdum, borç aldım, sana veriyorum' dedi. 'Bu parayı niçin vermiştin' dediğimde, 'zekât olarak' verdiğini söyledi. Ben de zekâtın bu şekilde verilemeyeceğini söyledim. 'Vallahi mahcubiyetimden verdim' dedi. 5) Ankara'daki iki arkadaşa senet imzalatmışlar. Senetleri ödemeyince icraya vermişler. Arkadaşım ödemek istemediğini görünce, himmet davası (cemaat içindeki bir çeşit şeriat mahkemesi-F.B.) açmışlar, ödemeye mecbur bırakmışlar. Yine bir kardeşimiz nakletti: Simsarlar esnafı davet etmeden evvel okullarının salonlarını gayet güzel süslüyorlar. Her simsar şehrin bir bölgesini alıyor. Gözüne kestirdiği kişileri davet ediyor, ilk önce yemekler yeniyor; sonr a, özel olarak hazırlanan üst kata çıkılıyor. Burada video ile yaptıkları icraatları anlatıp övünüyorlar: 'Biz şöyle hizmet ederiz, böyle büyük cemaatiz' kabilinden. Sonra simsarlardan biri esnaftanmış gibi kendini göstererek, 'Bunlar büyük iş yapıyorlar, benden şu kadar milyar' diyor. Her toplantıda böyle açılış yapan birini bulunduruyorlar. Bir simsar da hep 'milyarlık' açılış yapıyor. Sonra her misafire kâğıt veriliyor ve ödeyeceği parayı yazması isteniyor. Herkes bir şey yazdıktan sonra, kâğıtlar toplanıyor ve mikrofonun başında duran simsara hepsini veriyorlar. Simsar başlıyor herkesin adını ve yazdığı miktarı okumaya. Böylece her şeyi ilan ediyorlar. Bu sırada başka bir simsar mikrofondan duyulacak şekilde tanıdığı kişiler için şöyle bağırıyor: 'O daha fazla verebilir. 5 milyon mu yazmış, yapın 8 milyon.' Tabii bu arada 5 milyon taahhüt eden kişi kıpkırmızı kesiliyor. Sırayla bütün isim ve meblağlar okunuyor, planlı oyunlar tezgâhlanıyor ve iş geliyor senetleri imzalamaya. Herkese vereceği miktara göre senet imzalattırıyorlar. Sonra zamanı gelince de kurt gönüllü olarak paraları almaya gidiyorlar. Onların bütün faaliyetleri Nurculuk dinini kuvvetlendirmek için; halk ise bunların İslam dininde olduğunu zannetiyor. Bunu yalnızca Nurcular yapmıyor, Süleymancısı da Refahçısı da yapıyor...'' (bkz. Öngüt, age, s.20-27) Yeri geldi, değinelim; iddiaların doğru olup olmadığını saptayacak durumda değiliz. Ancak, bizzat Ömer Öngüt Hoca'yla görüşmemizde, bize ''Bunların bir kısmı dava konusu oldu, ama bir şey tutturamadılar'' dedi. Benzer bir olayı, Adıyamanlı işadamlarının Ocak 1998'deki toplantısına katılıp ''Fethullah Hoca çevresinden bazıları, bir gecede trilyon topladı; ben de 500 milyon TL verdim'' diyen kişi anlattı. ''Peki, neden verdin, onca evsiz barksız Kürt göçmeni var, onlara yardım edemez miydin?'' sorusuna, ''Vallahi, nasıl olduğunu ben de anlayamadım'' şeklinde yanıt verdi. Kuşkusuz, bu da tanık olmadığımız bir iddia, ama iddiaların benzerlik taşıması ilginç. Medyada Gülen'in kasetleri yayımlandıktan sonra Fethullahçıların gerçek yüzü göründü Önce Erbakan sonra Gülen Basında Gülen'in sözlerinin yayımlanmasından sonra Fethullahçılar korkuyla, ''Her şey bitti'' diyorlardı. En büyük şoku yaşayan kesim hiç şüphesiz onlardı. Kendilerine hiç dokunulmayacak, hiçbir zaman bu boyutta bir kampanyaya hedef olmayacak duygusu yerle bir olmuştu. 65 milyonun gözünde ''ikiyüzlü'', ''asıl şeriatçılar'' konumuna indirgenmişlerdi. Gülen cematinin bugüne kadarki "kazanımları" sıfırlanmıştı bir anda. ''Artık sıra bize geldi'' sözleri, Fethullahçıların en çok konuştukları sözlerdi. Ama Fethullahçıları asıl düşündüren, bugüne kadar zor zamanlarında hiç sahiplenmedikleri, tam tersine ''sistemle işbirliği'' yapıp üzerine gittikleri, dini çevrelerin yüzüne nasıl bakacaklarıydı. Papa ile 1998 yılının şubat ayında görüşünce Fethullah Gülen 'in prestiji daha da arttı. Türkiye'nin ''manevi önderi'' konumuna geldi. Gazeteciler ardı ardına konuşmalar yaptılar, televizyonlar programlar hazırladılar. Fethullah Gülen ve okulları yine övülerek gündeme getirildi ve görkemli davetler sürdü. İki ana gövdeden biri yıkılmış, meydan Fethullah Gülen ve cemaatine kalmıştı... Fethullah Hoca ve cemaati için kâbus dolu günler hiç de beklenmedik bir zamanda gelecekti. Hem de en uygun bir dönemde ve hükümette... DSP-MHP-ANAP hükümeti, Fethullah Gülen ve cemaati açısından en uygun hükümetti. Çünkü cemaatin DSP'ye oy vermesi sağlanmış; tamamı olmasa da Fethullah Gülen cemaatinin üst kısmı, okullardaki, yurtlardaki görevliler, Işıkevleri'nde bulunanlar, yani cemaatin belkemiği DSP'ye oy vermişti. Fethullah Gülen yine ''tedavi'' nedeniyle ABD'deydi. 21 Mart 1999'dan beri kaldığı ABD'de durumdan memnundu. DSP-MHP-ANAP hükümeti kurulunca, ''tam aradığı hükümet'' oluştuğu için Fethullah Gülen rahatlamıştı. Bülent Ecevit 'in başbakan olması her şeyin üstündeydi ve cemaat için bir teminattı. FP gerilemiş, CHP barajın altında kalmıştı. Ortam Fethullah Gülen ve cemaati için ''dikensiz gül bahçesi'' denilebilecek kadar uygundu. Şimdi daha da gündeme oturma, faaliyetleri hızlandırma ve daha da büyüme zamanıydı. Mayıs ayında, Türkiye'deki ''beyin takımından'' da ''ortam müsait'' işareti gelince, Fethullah Gülen Türkiye'ye dönmeye karar verdi. Gülen Hoca ABD'den dönmeye hazırlanırken Türkiye'ye dönmek için hazırlıklarını tamamlayan Fethullah Gülen, tam dönecekken... Telekulak skandalı patlak verdi. 11 Mayıs günü gazetelerde yer alan haberler, Türkiye'de yaşayanlar için çok da ilgi çekici değildi, ama ABD'den dönmeyi Fethullah Gülen'e erteletecek kadar önemliydi. Aslında Fethullah Gülen ve cemaati için ''sonun başlangıcıydı''. Bir anda, polis teşkilatında kavga olduğu, Fethullahçı polislerle diğerleri arasında kavgadan öte savaş yaşandığı gerçeği ortaya çıkmıştı. Star Grubu'nun bir süre önce yayınına başlayan Star gazetesi, ''Polis savaşı'' na odaklandı ve Fethullah Gülen'den sıkça bahsedilen yayınlar yapmaya başladı. Star gazetesi ısrarla Fethullah Gülen'le bağlantı kuruyordu. 13 Haziran'daki manşeti: ''Dokunan gidiyor'' du. Habere göre Fethullahçılar raporunu hazırlayanlar açığa alınmıştı. 14 Haziran'da Star'ın manşeti ''Deprem'' di. Manşetin altında ise şunlar yazılıydı: ''İşte, Cumhuriyet rejimine karşı en sinsi örgütlenmenin gerçek yüzü.'' Zaman gazetesi Star'ın yayınlarına karşı savunmaya geçmek zorunda kaldı. Star'ın yayınları hiç bitmeyecekmiş gibi ardı ardına sürünce, kaygı ve endişe cemaate sinmişti. Bu duygu Zaman gazetesindeki savunma yazılarında da hissediliyordu. Bu konuyla Show TV de ilgilendi ve Reha Muhtar , ABD'de bulunan Fethullah Gülen'le canlı bağlantı kurarak gündemdeki olayları sordu. ABD'den konuşan Fethullah Hoca, Cumhuriyeti ve Atatürk 'ü sevdiğini, Atatürk'ün bir deha oluğunu anlattı. Reha Muhtar'ın ardı ardına yönelttiği, ''Atatürk'ü seviyor musunuz, bir daha söyler misiniz'' sorularına cevap verdi. 18 Haziran 1999 Cuma günü Fethullah Gülen ve cemaati için kâbusun başladığı kara gün olarak tarihe geçecekti. Sabah Grubu'na ait atv, ''Türkiye sarsılacak!..'' altyazısını geçiyordu sürekli. Ali Kırca 'nın sunduğu Ana Haber Bülteni'nde, ''Türkiye'yi sarsacak!..'' bir haberin kamuoyuna duyurulacağı anonsu ardı ardına ekranda geçiyordu. Ve Ali Kırca, Gülen'e ait bir video kasetle başladı programına. Fethullah Gülen konuştukça, Türkiye sarsıldı gerçekten. Çünkü konuşan Fethullah Hoca, bambaşka biriydi. Hoşgörü abidesi olarak takdim edilen ve geniş kesimlerce de böyle kabul edilen Fethullah Hoca, ''devleti sinsice nasıl ele geçireceklerini'' anlatıyordu bu kasette. Birbirinden ilginç şok sözler, izleyenleri dehşete düşürüyordu. Şok sözler Gülen, şimdi atv'de yayımlanan kasette, ''Cumhuriyet rejimini 'yavaş yavaş' nasıl yıkacağını'' açıklıyordu. ''Durmadan hazırlanmalıyız. Hem de hiç durmadan... Zamanı gelince, uygun boşluk bulunca maratona geçeriz. Bazıları benim için korkak diyor. Ama bazen hasımdan kaçmak, çok çok önemli bir manevradır.'' ''Şef döneminde çarşaflı kadınları bile astılar. Milleti kırıp geçirdiler. Dikkatli olmalıyız. Erken harekete geçersek tepemize binerler. Başka kuvvetler var bu ülkede. Bunları hesap ederek temkinli yürümekte yarar var.'' ''Taa ilerilere gitme, can damarları içinde dolaşma ve eğer sonra dönülüp gelinecekse yara almadan geriye gelme meselesi. Gelecek adına çok önemli esaslardır, hususlardır. Gelecek için bunlara mutlaka riayet edilmelidir.'' ''Adliyede, Mülkiyede veya başka bir hayati müessesede bizim arkadaşlarımızın mevcudiyeti öyle ferdi mevcudiyetler şeklinde ele alınıp öyle değerlendirilmemelidir. Yani bunlar gelecek adına bizim o ünitelerde garantimizdir. Bir ölçüde onlar bizim varlığımızın teminatıdır.'' Fethullahçılar korkuyla, ''Her şey bitti!'' hayıflanmalarıyla bakıyorlardı ekrana. En büyük şoku doğal olarak yaşayan kesim hiç şüphesiz onlardı. Kendilerine hiç dokunulmayacak, hiçbir zaman bu boyutta bir kampanyaya hedef olmayacak duygusu yerle bir olmuştu. Bugüne kadarki "kazanımları" sıfırlanmıştı bir anda. 65 milyonun gözünde ''ikiyüzlü'', ''asıl şeriatçılar'' konumuna indirgenmişlerdi. ''Bu sefer bizim işimizi bitirdile r. Artık sıra bize geldi'' sözleri, Fethullahçıların o akşam en çok konuştukları sözlerdi. Ama Fethullahçıları asıl düşündüren, bugüne kadar zor zamanlarında hiç sahiplenmedikleri, tam tersine ''sistemle işbirliği'' yapıp üzerine gittikleri, aleyhlerinde bulundukları dini çevrelerin yüzüne nasıl bakacaklarıydı. New York'ta yaşayan bir derviş Cumhuriyet Kitapları'nda yayımlanan M. Emin Değer'in, 'Bir Cumhuriyet Düşmanının Portresi' kitabında Fethullah Gülen'in İslami ilkelere dayalı bir sistem kurma, dahası dünyaya yeni bir düzen verme tasarısını gözler önüne seriyordu. Kitaptan bazı alıntılar şöyle: ''Amerika dünyanın dümeninde!'' Bu sözleri, 22 Temmuz 1997 günlü Yeni Yüzyıl gazetesinin 5'inci sayfasında okudum. Yıllardır ABD emperyalizmiyle ilgili olayları ve gelişmeleri ilgiyle izlediğim için, şaşırmadım önce. Çünkü, Amerika kendini böyle görüyor, böyle göstermek istiyordu. Bu söylem bir söyleşinin manşetindeydi. ''Fethullah Gülen ile New York Sohbeti'' adıyla yayımlanıyordu. Söyleşi Fethullah Gülen 'leydi, ama o söylemiş olamazdı, böyle düşündüm; Amerikalıların kendilerini öven bir deyimi olarak yorumladım. Bu söz Gülen'indi ve tümce şöyleydi: ''Amerika dünya gemisinin dümenindeki bir milletin adıdır.'' Merakım daha da artmıştı. Niçin söylensindi bu sözler. Bir daha okudum, bir daha.. bir türlü anlam veremiyordum. Çünkü Hoca'nın ABD aleyhine yazılı çok sözleri vardı, ama bu başkaydı ve bir kutsama gibiydi! Söyleşide yer yer, ABD, ölçüyü aşan bir söylemle övülüyor, ama asıl sığınma çabasıyla söylenenler, işte, şu Amerika dünyanın dümeninde, başlıklı bölümde! Bakın Amerika neymiş: ''Amerika eski Babil gibi. Eğer burada Amerikalıların anladığı, tesis ettikleri, kutsadıkları manada bir demokrasi olmasa, zaten buradaki bu birlik korunamaz. O demokrasinin yumuşak havası herkesi barındırıyor.'' Hoca'nın Amerika'ya 28 Şubat kararlarından sonra apar topar gittiğini düşünerek okuyalım bir kez daha. O gidişin gerekçesini yaratanlara söyleniyor bu sözler. ''Amerika bütün dünyaya kumanda ediyor, dikkat edin, öyle her istediğinizi yapamazsınız'' diyerek, bir yerlere mesaj yolluyor Hocaefendi! Bu kutsamayla karışık gözdağını şu söylemle sürdürüyor: ''Amerika çökse de dünyada yine dengeler olacak. Ama şimdi dünyanın dengesinde önemli bir unsur olarak ve demokratik felsefesiyle oturmuş bir ülke sarsılırsa, dünyada çok ciddi kargaşa yaşanır. Onun için, bakın Amerika'nın bize yarım arpa kadar sadece bizim menfaatımıza (yani bizim okullarımıza maddi/ED) desteği yoktur. Buna rağmen şurada bulunmamıza izin veriyorsa, bu bizim için bir avantajsa, bu avantajı sağlıyor demektir.'' Ne büyük nimet Hoca için. 28 Şubat kararlarından sonra sığındığı dünya jandarmasını başka nasıl övebilirdi? Özellikle şu tümceye dikkat çekmek isterim: ''Burada bulunmamıza izin veriyorsa bu bizim için avantajdir.'' Hoca avantaj sözcüğünü bilerek kullanıyor. Avantaj lütuf, bahşiş ve nimet anlamında kullanılır. Nimet sözcüğünün altını çizelim. Nimettir dese olmayacak, çünkü İslam inancına göre, nimetin gerçek vereni, onun sahibi olan Tanrı'dır. Şimdi bir de nimet sözcüğünü koyarak okuyalım. ''Amerika'nın bizim burada bulunmamıza izin vermesi bir lütuftur, nimettir.'' Gülen'in aslında demek istediği budur. Ama bunu açıktan söyleyemez. Burada söyleşinin çözümlemesine ara verip, Hocaefendi'nin kimi kavramlara ve kurumlara; örneğin demokrasiye bakış açısını arayalım diyorum. Böylece onun gerçek yüzünü biraz daha aydınlatabiliriz! Yapıtlarından anlaşıldığı kadarıyla Hoca, kendini, Mesih misyonuyla, dünyayı sapkınlıktan kurtarmak ve İ'lâ-yi Kelimetullah'ı gerçekleştirmek için hazırlamaktadır. Bu çalışmaların verimli bir aşamasında, 28 Şubat kararlarının engeliyle karşılaşır. 28 Şubat 1997'de toplanan Milli Güvenlik Kurulu'nun, siyasal İslamı bir iç tehlike olarak saptaması ve Fethullah Hoca cemaatinin de bu karar kapsamında olduğunun yayılması, Gülen için tehlike çanlarının çalması anlamını taşıyordu. Gülen Hoca, kendisini ve cemaatini doğabilecek olası bir tehlikeden korumanın yollarını aradı. Söyleşilerle, Samanyolu TV'deki açıklamalarıyla mesajlar yolladı. Ama sürecin etkisinden kurtulamayacaktı. Yolladığı mesajlar da yerine ulaşmış olmalı ki birden hastalandı ve Amerika'ya uçtu. Neden ABD'ye uçtuğunu bir söyleşiden ve ABD'deki çalışmalarından öğreniyoruz. Burada şu soru geliyor gündeme; bu ''hicret'' (1) midir? Yanıt açık; Hocaefendi bunu, 'hicret saymamıştır'. İlginçtir, 1923'ten, belki de 1919'dan bu yana ülkesinde, dini kendisi gibi anlayan Müslümanları, bu arada kendini ''hicrette'' sayan Hoca, Amerika yolculuğunu ve oradaki yaşamını, nedense hicret yaşamı olarak nitelemiyor. Neden mi? Amacına ulaşmak için destek aldığından! Hocaefendi'nin bu sözleri, İslami ilkelere dayalı bir sistem kurma, dahası dünyaya yeni bir düzen verme tasarısını bu ülkenin desteğiyle gerçekleştirebilme umudunun ipuçlarını vermiyor mu? Amerika'yı, geçmişte olmadık yerde kötülemesine karşın bu kez böylesine övmesi bu kanıyı beslemektedir. Hoca'nın Mustafa Kemal 'in kurduğu devrimci Türkiye Cumhuriyeti'nden nefret ettiği açıktır. Dahası, özellikle 1919-1923 arası ve 1950'ye değin geçen süreç, onun düşünce ve tarih albümünde karanlıklar içindedir. Kazanılmış utkular yoktur! Lozan yoktur, Sakarya yoktur, Türkiye Büyük Millet Meclisi ordularının İzmir'e girişi yoktur. Kaldı ki o dönemi karanlık bir dönem, zulüm dönemi olarak niteler her sözünde ve her kitabında. O dönem kimileri için yeni ve umut dolu olabilir. Ama kimileri için de ''insanların ruh ve mana kökünde sürgünler halinde yaşanan, ama korunarak, geçmişi geçmiş yapan dinamiklere saygılı olarak yaşanan bir vetire'dir (süreç).'' Bir gün sona erecek bir zaman dilimi. Neden süreçtir, sonu gelecek olan bir devinimdir de ondan Amerikan demokrasisini kutsayan Gülen için, demokrasi, gerçekte, salt vitrinlik bir sözdür. ''Sonsuz Nur'' adlı yapıtında der ki: ''Eğer demokrasi denilen sistem, bazılarının kabul ettiği gibi, yeryüzünde en zirve sistem ise İslam bu zirveyi hem de asırlar önce yakalamıştır.'' (2) Bin dört yüz sene evvel Medine'de kurulan Muhammedî devlettir zirve sistem! (1) Hicret İslam dininde önemli bir kurumdur. Peygamber'in tebliğ ve irşad görevini yapmasını önleyen Mekke kenti müşriklerinin saldırıları karşısında, görevini yapabilmesi için Medine kentine göçmesi olayı, bu sözcüğü kutsal kurum olarak anıtlaştırmıştır. Hicret bu tarihsel olaydır. İslâm müçtehitleri (düşünce üreten ulema), Müslümanların bir beldede dinsel görevlerini rahatlıkla yapamamaları durumunda, bir başka beldeye güçebileceklerini karara bağlamışlardır. (2) F. Gülen, İnsanlığın İftihar Tablosu-Sonsuz Nur, Nil Yayınları C.1, 9. Baskı syf: 429 (FG. İİT) 1 Ocak 2004 tarihinde başlayan bu yazı dizisi 9 Ocak 2004 tarihi itibariyle durdurulmuştur…
Benzer belgeler
FETHULLAH GÜLEN, TÜRKİYE`NİN AYETULLAHI MI?
Fethullah Gülen'in hedefi şuydu: ''Sandıkla değil, silahlı darbeyle iktidarı ele geçirmek...''
İlhan Selçuk, M. Emin Değer' in ''Bir Cumhuriyet Düşmanının Portresi'' kitabına yazdığı önsöz ile
şöyl...
fethullah gülen ve kurduğu irtica örgütü
aşktan mahrum ise, bugün olmasa yarın, yarın olmasa öbür gün cemiyetleri mutlaka başlarına yıkılacak ve
kendileri bu yıkıntının altında kalacaklardır.
Şu gerçek asla unutulmamalıdır; mühim olan net...
`Köstebek` kitabı - HaberKanal.net.. Tanıklar.. Belgeler.. Bilgiler..
Gülen'in koşulları kabul edildi... Fethullahçılar 1982 Anayasası'nı destekledi... O tarihte Yeni Asya grubu (
Mehmet Kutlular ) ile bozuk olan bağları tümüyle koptu... 1983 seçimlerinde ANAP'ı dest...