Ahi Evran ve Ahilik konulu tiyatro eseri
Transkript
Ahi Evran ve Ahilik konulu tiyatro eseri
Ahilik, Ahi Evran-ı Veli tarafından XIII. Yüzyılda Anadolu’da kurulan; üretimde çalışmayı ve standardizasyon, tüketimde komşuyu gözetmeyi ve israftan kaçınmayı, paylaşımda adaleti ve hoşgörüyü kendisine prensip edinen ve bütün bu ilkeleri iktisadi hayat ile bütünleştiren sosyo-ekonomik bir teşkilattır. Ahilik, Anadolu coğrafyasında vücut bulan bir esnaf teşkilatı olmasının yanı sıra medeniyetimizin en önemli değerlerine hizmet eden çok önemli bir kurumdur. Ahilik kültürü sevginin, hoşgörünün, dürüstlüğün, bilginin ve dayanışmanın, helal kazancın ve dürüst yönetimin sembolüdür. Bu düşünce ışığında Ahilik, ticaret ile ahlâkı buluşturan bir hayat felsefesi, dünyada benzeri bulunmayan bir kültür ve medeniyet hazinesi olmuştur. Birlik ve beraberlik gibi değerleri özünde toplayan Ahilik felsefesinin temelinde insan vardır. “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” düsturuyla kökleşen bu anlayış Anadolu’dan atılmış sevgi tohumlarını yedi iklime yaymıştır. Selçuklu Devletini mayasında ve Osmanlı’nın cihan hâkimiyetini kuran anlayışın arkasında Ahilik felsefesi vardır. Bu rolüyle Ahilik Teşkilatı Selçuklu ve Osmanlı Devletleri dönemlerinde kalite anlayışı, ürün ve hizmet standartlarıyla, verimliliğe verdiği önemle, uzmanlaşmış işgücü eğitimiyle, tüketici haklarıyla, toplumsal görgüye kattığı kurallarla toplumun genel refahına önemli fayda sağlamıştır. Ahilik kültürünü tarihsel bir bakışla mazide bırakmak büyük bir yanılgıdır. Modern dünyada, teknoloji hangi noktaya ulaşırsa ulaşsın, dünya durdukça Ahilik felsefesi, değişmesi mümkün olmayan bir değerler bütünü olarak var olacaktır. Milletimizin önemli hasletlerinden biri olan sevgi ve kardeşlik kültürünün, ekonomik, sosyal ve kültürel boyutlarını bünyesinde barındıran Ahilik değerlerinin oluşturduğu gücü günümüz Türkiye’sine taşımak her geçen gün biraz daha önem kazanmaktadır. 2023’e yürürken Ahilik kültürünü yeniden yaşayarak, daha fazla sahip çıkarak Ahilik düşüncesini, birliğini, uhuvvetini tesis ederek ulaşacağız. Toplumumuzun yüzyıllar boyunca temel taşlarını teşkil eden her dönemde ve her yerde denge ve düzen tutturan dünyanın ihtiyaç duyduğu insani birçok değeri bünyesinde barındıran Ahilik teşkilatının gelecekte Türk toplumunun esenliğine de sayısız fayda sağlayacağı açıktır. Günümüz esnaf ve sanatkarı, tüccarı, işçi ve işvereni, akademisyen gibi meslek gruplarını kültürümüzün ürettiği bu değerlerden haberdar etmek kadar yarının toplumunu oluşturacak olan gençlerimize ve çocuklarımıza da Ahi Evran’ı ve Ahilik değerlerini öğretmek hepimizin ortak görevidir. Ahi Evran ve Ahiliğin ülkemizde ve dünyada daha iyi tanıtılması, yaşatılması ve bu kitabın hazırlanmasında emeği geçen herkese kalbi şükranlarımı sunuyorum. Ahilik; temelleri yaklaşık sekiz yüz yıl önce Ahi Evran-ı Veli tarafından Kırşehir’de atılmış, daha sonra tüm Anadolu’ya yayılmış, izleri bugüne kadar süregelmiş kültürel, sosyal ve ekonomik bir oluşumdur. Ahilik aynı zamanda halkın sanat ve ticaret alanlarında yetişmesini sağlayan, insanı ahlâki değerlerle donatan çalışma yaşamını ‘‘iyi insan’’ meziyetlerini esas alarak düzenleyen bir sistemdir. Yenilikler ve güzellikler manzumesi olarak tezahür eden Ahilik sisteminin; insan haklarına saygı, kadının toplumdaki değeri, misafirperverlik, bir ve diri olma anlayışı, dayanışma ve yardımlaşma gibi insan merkezli kıymetleri, günümüzdeki ifadesiyle ‘‘evrensel değerleri’’ bünyesinde barındırdığını görmekteyiz. Ahilik aynı zamanda din, dil, ırk ve cinsiyet farkı gözetmeksizin, herkese eşit muamele yapılan bir anlayışın da simgesidir. Ahilik; zengin-fakir ayrımı yapmaz. Çalışmak ve üretmek, alın teri ile kazanmak Ahilikte bir ahlak kuralıdır. Bunun için herkesin mutlaka bir mesleği ve işi olmalıdır. Anadolu’da yeşeren zengin kültürün manevi mimarları elbette ki Ahi Evran-ı Veli, Mevlâna, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli, Hacı Bayram-ı Veli gibi gönül erenleridir. Ahi Evran-ı Veli gibi yol göstericilerin oluşturdukları güçlü toplumsal halkalar, insanların kötülüklerden korunmasını, iyi olana yönelmesini, çalışkan ve erdemli bireyler yetişmesini merkezine almıştır. Ahi Evran-ı Veli’nin kurduğu Ahilik teşkilatı; cehalete karşı ilmin, tembelliğe karşı çalışmanın ve üretmenin, softalığa karşı bilginin, ayrılığa karşı da birliğin savunucusu olmuş, söz konusu kıymetli hasletlere beşiklik etmiştir. Ahilik teşkilatı tüm Anadolu gönül coğrafyasını bilimle aydınlatmış, sevgiyle ve ahlakla yoğurmuştur. Ahilik kültürünün ve değerlerinin ülkemizde olduğu kadar yakın coğrafyamızda da büyük önemi vardır. Bu vesileyle her yıl Türkiye’nin dört bir yanında düzenlenen kutlamalarda Ahilik ruhu yaşatılmaktadır. Söz konusu kutlamalar vesilesi ile ülkemize kalıcı eserler kazandırmak hepimizin görevidir. Bu temel yaklaşımdan hareketle Uluslararası Tiyatro ve Senaryo Yarışmaları düzenlenmiştir. Yarışmalar neticesinde kültürümüze iki yeni eser kazandırılmıştır. Yarışma sonucunda ortaya çıkan birbirinden kıymetli tiyatro ve senaryo eserlerinin, geçmişmişimizle gururlandıracak ve geleceğimizi daha yüksek bir moralle inşa etmemize zemin hazırlayacak değerde olduğuna inancımız tamdır. Bu vesileyle, Ahilik kültürünü tanıtmak fikri üzerine bina edilen her iki eserde emeği geçenlere şükranlarımı sunarım. AHİ EVRAN VE AHİLİK KONULU ULUSLARARASI TİYATRO YARIŞMASI DEĞERLENDİRME KURULU BAŞKAN SEMİH SERGEN KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI Devlet Tiyatroları Sanatçısı, Yönetmeni, Edebi Kurul Başk. DEĞERLENDİRME KURULU DOÇ. DR. AYFER ŞAHİN AHİ EVRAN ÜNİVERSİTESİ- AHİLİK KÜLTÜRÜNÜ ARAŞTIRMA MERKEZİ Yönetim Kurulu Üyesi CANAN KIRIMSOY KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI- DEVLET TİYATROLARI GEN. MÜD. Başdramaturg İSMAİL KASAP AHİ EVRAN ÜNİVERSİTESİ- EĞİTİM FAKÜLTESİ Öğretim Elemanı HİLMİ ZAFER ŞAHİN İSTANBUL ŞEHİR TİYATROLARI Genel Sanat Yönetmeni HÜSEYİN SORGUN Yazar-Tiyatro Eleştirmeni MUSTAFA KURT KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI- DEVLET TİYATROLARI GEN. MÜD Genel Müdür NECMETTİN ERKAN GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI-ESNAF VE SAN. GEN. MÜD. Genel Müdür PROF. DR. SELDA ÖNDÜL ANKARA ÜNİVERSİTESİ-DİL TARİH VE COĞRAFYA FAKÜLTESİ Bölüm Başkanı PROF. DR. ŞAHMURAT ARIK AHİ EVRAN ÜNİVERSİTESİ- FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ Öğretim Üyesi TUNCER CÜCENOĞLU Oyun Yazarı AHİLİK KUTLAMALARI MERKEZ YÜRÜTME KURULU GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI İÇİŞLERİ BAKANLIĞI MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI TÜRKİYE RADYO - TELEVİZYON KURUMU GENEL MÜDÜRLÜĞÜ YÜKSEKÖĞRETİM KURULU BAŞKANLIĞI ATATÜRK KÜLTÜR DİL VE TARİH YÜKSEK KURUMU BAŞKANLIĞI KIRŞEHİR VALİLİĞİ KIRŞEHİR BELEDİYESİ AHİ EVRAN ÜNİVERSİTESİ AHİLİK KÜLTÜRÜNÜ ARAŞTIRMA MERKEZİ AHİ KÜLTÜRÜNÜ ARAŞTIRMA VE EĞİTİM VAKFI TOBB TESK TESKOMB KIRŞEHİR TİCARET VE SANAYİ ODASI KIRŞEHİR ESNAF VE SANATKÂRLAR ODALARI BİRLİĞİ Birincilik Ödülü Seçici Kurul 1.lik ödülünün verilmemesini kararlaştırmıştır. İkincilik Ödülü N. Taner BÜYÜKARMAN 1967, İzmit doğumlu. Dokuz Eylül Üniversitesi, İzmir Meslek Yüksek Okulunu bitirdi. 1985 yılında İzmir’de başladığı tiyatro hayatını uzun yıllar İzmit’te sürdürdü. Kocaeli Bölge Tiyatrosu, Genç Sahne, Tiyatro Birikim, İzmit Halk Eğitimi Merkezi/Deneme Sahnesi, Alternaif Tiyatro gibi birçok toplulukta oyuncu, yönetmen ve yazar olarak çalıştı. İzmit Sanatevi ve Fayton Oyuncuları’nın kurucuları arasında yer aldı. Haftalık tiyatro gazetesi çıkardı. Şiir akşamları, okuma tiyatroları, felsefe günleri düzenledi. Oyunları Alternaif Tiyatro, Tiyatro Birikim ve İzmir Derin Sahne tarafından sahnelendi. Radyo oyunları TRT Radyolarında seslendirildi. Geriye Kalan adlı oyunu, Kurtarıcılar adıyla Tiyatro Araştırmaları Dergisi’nin 34.sayısında; “Geriye Kalan, Yunus Benem ve Mansur’un Küpesi adlı oyunlarından oluşan ilk kitabı “N.Taner Büyükarman Toplu Oyunları-1 2014 yılında Mitos-Boyut Yayınevi tarafından yayımlandı. OYUNLARI Asla Bilemezsin, Geriye Kalan, Soğan Gibi, Kestane Şekeri, Yunus Benem, Mansur’un Küpesi, Ahiler Zamanı TRT TARAFINDAN YAYINLANAN RADYO OYUNLARI Huzursuzlar Evi (11 Bölüm), Küçük Mucizeler (9 Bölüm) ÇOCUK OYUNLARI İlkel ve Düşne, Münya Dünya, Vergili Köy, Masallar Masalı GÖLGE OYUNU Karagöz’ün Dedektifliği FİLME ÇEKİLEN BELGESEL SENARYOSU Sultan Divanî ÖDÜLLERİ 1998 Aliağa Belediyesi çocuk oyunu yazma yarışmasında ikincilik, 2004 TRT radyo oyunu yazma yarışmasında üçüncülük, 2005 TRT radyo oyunu yazma yarışmasında mansiyon, 2011 Kocaeli Büyükşehir Belediyesi “Deprem” konulu oyun yazma yarışmasında ikincilik, 2012 Bursa Büyükşehir Belediyesi “Karagöz Oyunu” yazma yarışmasında birincilik, 2013 Eskişehir Valiliği “Yunus Emre” konulu uluslararası oyun yazma yarışmasında ikincilik, 2013 Bursa Osmangazi Belediyesi “Özgürlük” konulu Feraizcizade Mehmet Şakir oyun yazma yarışmasında birincilik, 2014 Ahi Evran Üniversitesi, Ahilik Kültürünü Araştırma ve Uygulama Merkezi tarafından düzenlenen “Ahi Evran” konulu uluslararası oyun yazma yarışmasında ikincilik ödülü. AHİLER ZAMANI Diyar-ı Rum’u “Anadolu” yapan Ahî Evrân’a... ve Anadolu’da bilgeliği, cesareti, edebi, kardeşliği yücelten âlimlerin, gazilerin, zanaatkârların, bacıların ve bütün ahîlerin anısına... 20 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI KİŞİLER Derviş – 20’li yaşlarda kalender meşrepli, ufak tefek bir abdal. Fatma Hatun – 35 yaşında dirayetli bir kadın. Hayme Bacı – 20’li yaşlarda genç bir kadın. Hamile. Mahmut Evrân – 40’lı yaşlarda bir âlim. Gümüştekin - 30’lu yaşlarda ufak tefek bir göçer ahî. Sinan - 30’lu yaşlarda iri yarı bir göçer ahî. Tuman - 30’lu yaşlarda iri yarı bir göçer ahî. Gıyaseddin Keyhüsrev – 20’li yaşlarda genç bir şehzade. Sadeddin Köpek – Vezir. 40’lı yaşlarda hırslı bir adam. Çıraklar, nöbetçiler, askerler, ahiler, bacılar, Moğol askerleri. ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /21 DEKOR Bütün sahne sanki bir yangın yerinden oluşur. Sahnenin ortasında bir platform vardır. Dekorun bir bölümü bunun üzerinde yer alır. Bu platform, ekseni etrafında küçük dönüşlerle açısını değiştirerek sahneyi farklılaştıracak, zaman ve mekân değişikliklerini yansılayacaktır. Böylelikle sahne kâh yıkılmış bir hana, kâh ahıra, kâh kasra, bir hücreye vb. dönüşecektir. MÜZİK Oyunda 13.yüzyıl Anadolu’sunda geçerli olan Türkmen sazları kullanılır. Kıl (yaylı) kopuz, telli kopuz, çeşte (şeşte), çeng, davul, vb. KOSTÜM / AKSESUAR Gerçekçi olmalı, stilizasyondan kaçınılmalıdır. Oyunda 13.yüzyıl Türkmen ve Moğol giysileri, aksesuar ve takıları kullanılır. VİDEO / ANİMASYON Dekorunun üzerine zaman zaman görüntüleri yansır. İlk başlarda zayıf ve soluk olan bu görüntü ve sesler, oyun ilerledikçe belirginleşip güçlenecektir. 22 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI Oyun; 13.Yüzyıl Anadolu’sunda yaşananları iki farklı hikâye ve iki farklı zamanda anlatır. İlk hikâye Kayseri’nin 1243 yılında Moğollar tarafından işgalini ve Debbağlar (Dericiler) Hanı’nın yıkımı sonrasını; diğer hikâye ise aynı hanın 1206 yılındaki ilk yapımdan sonrasında yaşananları anlatır. ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /23 BİRİNCİ PERDE 1.SAHNE: İnsan medeni tabiatlıdır, ihtiyaçlarının giderilmesi şarttır. Miladi 1243 yılı. Kayseri. Debbağlar Hanı. Sabahın erken saatleri... Kış. (Sislerin arasından yanmış, yıkılmış, viraneye dönmüş bir han kalıntısı görürüz. Yıkıntıların arasında oklanarak öldürülmüş cesetler, uçlarına renkli çaputlar bağlanmış mızraklar, oraya buraya saplanmış oklar... Müzikle beraber platform yavaşça dönmeye başlar, aynı anda enkazın üzerine yaşlı, yorgun bir yüz yansır. Bütün sahneyi kaplayan bu yüz, Ahi Evran’ın yüzüdür. Zayıf sesi taşların arasından yankılanır. YANKI / AHİ EVRAN – ...bilinmeyen zamanlardı. Ve benim bilemediğim o kadar çok şey vardı ki... Ata Ahmet Yesevi’nin sözüne uyup büyük umutlarla Selçuklu ülkesine göçen kardeşlerimize niye bu kadar kötü davranmıştık, bu cenneti birbirimiz için niye cehennem kılmıştık, Moğol’a niye esir düşmüştük, bu bereketli topraklarda nasıl aç kalmıştık anlayamıyordum. Hâlbuki insan medeni tabiatlı yaratılmıştır. Hayatını sürdürmek için ihtiyaçlarını karşılamak zorundadır. Mesken edinmeye, bir meslek edinmeye, evlenmeye, giyinmeye, yemeye muhtaçtır. Ve elbette tüm bu ihtiyaçlarının giderilmesi şarttır. Bunun için sadece tanımak, anlamak ve birlikte çalışmak yeterlidir. Biz bunu niye başaramamıştık, o zamanlar anlamıyordum. Niye kendi sesimizle dövüşmüştük bilmiyordum. (Işıklar artarken yıkıntılardan yecekler, eşyalar toplayan genç lan derviş görürüz, sırtında eski asılıdır. Hemen yanı başında artık yibir abdabir kopuz topladığı 24 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI eşyaları yüklediği küçük bir kağnı arabası durur. Sis dağılırken yıkıntıların arasından etrafı tedirginlikle kolaçan eden iki kadın çıkar. Korkuyla çevreyi süzerler. Hayme Bacı topallamaktadır, Fatma Hatun’un ise titreyen ellerinde bir yay ve ok vardır. Derviş’i görünce Fatma Hatun hemen yayını gerer fakat telaştan ok elinden düşer, oku yerden alıp tekrar yaya yerleştirir. Hayme Bacı yerden bir taş kapar. Derviş hiç beklemediği bir anda karşısına çıkan bu iki kadından kaçmak ister ama ağzında enkazdan bulup yutamadığı lokmasıyla kalakalır.) DERVİŞ – Ben Moğol akıncısı değilem. Burada kimse sağ kalmamıştır sandım. Acep harabattan nasibimiz var mı diye bakınırken... FATMA HATUN – Ölülerimizi mi soyarsın pis hırsız? DERVİŞ – Değil, vallahi değil! Günlerdir yollardayım, boğazımdan lokma girmemiş. Çarşıyı, hanı da böyle yanmış yıkılmış görünce... FATMA HATUN – Ee? DERVİŞ – Belki biraz yere dökülmüş nohut bulurum dedim, belki çamura bulanmış biraz düğü, bulgur... Artık Hak Çalap ben gibi bir garibe ne ihsan ettiyse... FATMA HATUN - Ya kağnı? Hak Teâlâ çaldıklarını yükleyesin diye bir de kağnı arabası mı ihsan etti sana? Pis hırsız! DERVİŞ – Kağnı terk edilmişti. Herhal kuşatma sırasında öldürülmüş bakırcıların, debbağların, belki külahçı esnafından birisinin dedim... Sonra dedim ki Allah rahmet eyleye, sahibi göçmüş bir çürük kağnı, dedim kimsenin işine yaramaz bir dünyalık... ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /25 FATMA HATUN – (Keser) Kağnının yanından uzaklaş. Ellerini göster. DERVİŞ – Silahım yok! Kuşatma sırasında Kayseri’de değildim. Aha bir garip kopuzum var. Silahtan korkarım, rahmet eyleye Baba İlyas’ın Selçuklu’ya isyanından bu yana elime silah almamışam. FATMA HATUN – İsyana katıldın mı sen de? DERVİŞ – He! Bütün göçerler hep oradaydık ya. Babam, abilerim beni yanlarında götürdüler. Ama Gülşehri’ndeki hezimetten sonra dört bir yana dağıldık. Babam, abilerim hep öldüler. Ben de kaçtım. O gün bugündür yollardayım; bî-mekân ve bînişan diyar-ı Rum’da dolanırım. Hak Teâlâ’nın yoluna girmiş bir ümmi abdalım. Hem Sultan Gıyaseddin’den, hem de kâfir dinli Moğol’un zulmünden kaçarım. FATMA HATUN – Hak Teâlâ sen gibi Abdalan dervişlere kaçıp sıvışmayı mı öğütlemiş peki? Zalim Gıyaseddin’in, soysuz Frankların, kâfir dinli Moğol’un önünden kaç; soyuna, sopuna omuz verme, sırtını dön git, onlara bir tekme de sen at mı demiş? Ahilik bu mudur ya, kardeşlik bu mudur? Canın tamuya gitsin pis hırsız! (Fatma Hatun öfkeyle okunu dervişe doğrultur.) DERVİŞ – Yapma, dur! HAYME BACI – Fatma Hatun! (Birden tüm sahne donar. döner, anlatmaya başlar.) Derviş seyirciye DERVİŞ – İşte tam o anda birden çok tuhaf bir şey oldu. Ben tesadüfen bu han yıkıntısının önünden geçiyordum. Zati Baba İlyas’ın isyan ordusuna da tesadüfen katıldıydım. Kırk bin kişiyle bir olup Sultan Gıyaseddin’in üstüne 26 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI yürüyeceğimizi nereden bilirdim. Ya Gıyaseddin’in, Haçlı artığı Franklarla bir olup göçer Türkmenleri gök ekini biçer gibi biçeceğini... Tesadüfen hayatta kalacağımı... Sonra kâfir dinli Moğol’un çekirge sürüleri gibi diyar-ı Rum’a doluşacağını, Baycu Noyan’ın çekik gözlü askerlerinin elinden tesadüfen kurtulacağımı, tesadüfen şu hana geleceğimi... Ben tam yiyecek bir lokma buldum, şükür bugün de ölmedim derken tesadüfen bu iki kancık kadının eline düştüm. Fakat işte tam bu sırada... Yine tesadüfen başka bir şey oldu. Bir mucize, bir keramet! (Hayme Bacı’nın feryadı duyulur. Öne atılır. Sancılanmıştır.) HAYME BACI – Fatma Hatun! Sancı geldi yine. Aynı dün geceki gibi! FATMA HATUN – (Okunu indirir) Çok mu kötü? Dayanılamayacak kadar mı? HAYME BACI – Bıçak gibi... DERVİŞ – (Seyirciye) İlk başta ne olduğunu anlayamadım. (Kadınlara döner) Kolu mu kırık, yoksa bacağı mı? Dişi mi ağrıyor yoksa? FATMA HATUN – Seni ilgilendirmez, kes sesini! DERVİŞ – Dünden beri mi var sancısı? FATMA HATUN – Uzak dur! Pis hırsız! (Hayme Bacı acıyla üzerindeki örtüyü atar, hamile olduğunu görürüz.) DERVİŞ – (Seyirciye) Vay canına! İki canlıymış... ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /27 FATMA HATUN – Birisini bulmak lazım ya, anlayan birisini... HAYME BACI – (İnler) Dün gece de böyle olmadı mıydı? Etlerimi dişlemedim miydi, odunlar, çaputlar ısırmadım mıydı? Çekik gözlü Moğol dinsizi ince sesimi işitmesin, çifte kılıçlarla kafamızı kesmesin diye kuyulara atmadık mı kendimizi? DERVİŞ – Bu halde kuyuya mı atladın? Bacağını mı vurdun? FATMA HATUN – Sakın yaklaşayım deme! HAYME BACI – Bacağım ne ki, asıl acı kasıklarımda. Sesim çıkmasın diye elceğizimle ağzıma bastırdım. (Fatma Hatun’a) Olmayınca karnımı sıkmadık mı beraberce? İçimden incecik bir kan sızmadı mı? İşte o zaman ağrım biraz dindi. Ama bebecik geceden beri hiç kıpırdanmadı. Fatma Hatun yardım et bana! Bundan önceki iki karındaşı gibi olmasın, ölü doğmasın, erime karşı yüzümü kara çıkartmasın. DERVİŞ – Aman Allah’ım, siz ne yaptınız? Öldürdünüz mü yoksa bebeyi? FATMA HATUN – Hiçbir şey yapmadık biz! Anladın mı? Hiçbir şey! (Sessizlik.) DERVİŞ – (Seyirciye) Öldürmüşler doğmamış bebeği, korkudan öldürmüşler. (Kadınlara) Bak, bizim obada da aynı böyle bir kadın vardı, son anda ebe neneme getirmişlerdi de, nenem kadının karnını yarıp kurtarmıştı zavallıyı. Eğer o ölü bebeği almasaymış, eğer biraz daha gecikselermiş... HAYME BACI – Ne olurmuş ki o zaman? FATMA HATUN – Hiçbir şey olmazmış! (Derviş’e) Sen defolup gitsene şuradan! Yort, git! HAYME BACI – Ölecek miyim yoksa? Fatma Hatun doğruyu de bana. 28 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI FATMA HATUN – Bu salak oğlanın dediğine ne bakıyorsun. HAYME BACI – (Ağlamaya başlar) Karagözlü bir oğulcuk doğuramadan, onun pembe tenini görmeden göçecek miyim ya? DERVİŞ – Eğer karnındaki bebe öldüyse o da ölür. FATMA HATUN – (Derviş’e) Kes sesini! HAYME BACI – Belki de ölmemiştir, belki de yaşıyordur hâlâ. FATMA HATUN – Elbet yaşıyor! DERVİŞ – Kan sızdı diyorsunuz, geceden beri kımıldamadı diyorsunuz... Ama eğer nefesi kuvvetli bir şeyhe gösterirseniz çocuğu kurtarır. Kesin! Ama acele etmek lazım. En iyisi bir Melamî şeyhine gitmeli, belki de Kalenderîlere... Yok, onlar Moğolların dostudur, olmaz. En iyisi siz bu kadıncığı Hacı Bektaş’a gösterin. Ah, Ahi Evran-ı Veli hür olaydı şimdi, Konya zindanlarına atılmayaydı, kara donlu Sultan Gıyaseddin’e tutsak edilmeyeydi... HAYME BACI – Ne olurdu ki o zaman? DERVİŞ - Bir ol demesiyle diriltiverirdi karnındaki sabiyi ölmüşse bile, ikinizi de kurtarıverirdi elbet! FATMA HATUN – Dua mısın, küfür müsün? Defol, git şuradan uğursuz! HAYME BACI – Hem bu diğerleri gibi ölmedi. Uyuyor sadece! FATMA HATUN – Sarhoş musun yoksa? Tabi ya... Pis sarhoş! Esrik sayıklamalarınla aklımızı çelmeye mi geldin? Şarap balçığı kokan o pis ağzınla sakın Mahmut Evran’ın o mübarek adını ağzına alma! DERVİŞ – Siz Ahi Evran’ın müridi misiniz yoksam? (Fatma Hatun cevap vermez.) ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /29 DERVİŞ – Hey güzel Allah’ım, kadere bak! Öyle ya onun müridiyseniz, Bacıyan-ı Rum’lardansınız demektir. Elindeki oktan belliydi zati. (Seyirciye) Bunlar Ahi Evran’ın örgütleyip tertiplediği kadınlar loncasından. Bunlar öyle bir kudretli kadınlarmış ki... FATMA HATUN – Oku kalbine saplamalıydım senin! DERVİŞ – Madem Ahi Evran’ın müridisiniz koşsanız ya hemen yanına, ne durursunuz? Elbet o keramet sahibidir. Öyleymiş vallahi! Duvarların arkasını bile görür, nefesiyle taşları delermiş. Elbet sizin doğmamış bebeye de himmet eder, gül nefesiyle ona can verir. FATMA HATUN – Olur mu hiç öyle şey? Yalancı derviş! Sen kerameti yanlış yerde arıyorsun? Bizi de kendin gibi zındık mı sandın? Sen yoldan çıkmışsın, batıl yele savrulmaktasın. DERVİŞ – Halk katında zındık sayılan niceleri vardır ki hak katında sıddık sayılır. Çekil şuradan, bacımın ayağına bakayım. FATMA HATUN –Bak hâlâ daha konuşur. Git, yoksa canın tamuya gönderirim. HAYME BACI – (İnler) Abla! DERVİŞ – (Hayme Bacı’ya) Bacı kardeş, sen bana inanıyorsun ama değil mi? Ahi Evran öyle ulu bir “veli” imiş ki Muhammed Peygamberin has ümmetiymiş, Allah didarını görmüş. (Hayme Bacı’nın ayağını inceler) Meğer o ejder yılanına bile okuyup üflemiş de, bir nefesiyle ol soğuk hayvanın hiddetini dindirmiş. Elbet senin de acılarını dindirir. Hacı Bektaş’la buluşmaya bile yılanların sırtına binip gidermiş. FATMA HATUN – Kim uyduruyor bunca yalanı? HAYME BACI – Belki de yalan değildir. 30 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI DERVİŞ – Öldüyse bile bebeği o diriltebilir. FATMA HATUN – Sen aklımızı çelmeye gelmiş sureta bir şeytan mısın? Söyle hangi cehennemden fırladın? DERVİŞ – Vallahi doğru söylerim. Ahi Evran öyle bir keramet sahibiymiş ki üç adımda Kayseri’den Gülşehri’ne gidermiş. Her gün sabah namazını Kudüs’te, öğleyi Şam’da, ikindiyi Medine-i münevverede, akşam namazını Hz.Halil’e selam edip Mekke-i mükerremede kılarmış. Sonra da yatsı namazını kılmak için geri dönermiş. Hazreti Hızır’la bile her gün denizin üstünde yürürlermiş! FATMA HATUN – Sabahtan akşama kadar medresede, handa dolanan adam, bütün bunları ne vakit yaparmış peki? Ne vakit deri işleyip debbağlık etmiş, ne vakit pîr olmuş, zanaatkârları eğitmiş, zaviyeler açmış; ahîleri, gazileri, bacıları ne vakit tertiplemiş; ne vakit âlim olmuş, medresede hâcelik yapmış? DERVİŞ – İsterseniz sizi onun yanına götürürüm. Konya’ya giden yolu bilirem. Defalarca gözü kapalı gitmişem. O sizi kurtarır. (Sessizlik.) HAYME BACI – Sahi yolu biliyor musun? DERVİŞ – İki güne kalmaz Konya’da oluruz. Bilemedin üç gün... (Hayme Bacı’ya) Yalnız sen böyle yürüyemezsin, ayağın kırık değil ama fena burkulmuş. Tuluk gibi şiş. “Yakı” yapmak lazım... FATMA HATUN – Sen git! Biz Ebe Kadın’ı bulacağız. Şu ölmüşlerin arasında olsa gerek bedeni, onun tenini koyacağız toprağa. Sonra da... DERVİŞ – Ebe Kadın ölmedi ki! (Hayme Bacı’ya) Yalnız “yakı” yapmak için yumurta, un lazım. ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /31 FATMA HATUN – Ebe Kadın’ın ölmediğini ne biliyorsun? Sen onu tanır mısın, görmüşlüğün var mı ki? Sen ne yalancı bir dervişsin! DERVİŞ – Ölenlerin arasında hiç kadın yok! Hem Moğollar teslim olan kadınları öldürmez, esir alıp çalıştırırlar. FATMA HATUN – Ebe Kadın teslim olmaz! DERVİŞ – Bütün viraneye bak istersen, ölülerin arasında hiç kadın yok! (Fatma Hatun enkazın içinde deli gibi Ebe Kadın’ı aranır. Derviş oralı değildir.) FATMA HATUN – Soysuzun dölleri! Demek Ebe Kadın ellerinde... DERVİŞ – Sizde yumurta, un yoktur değil mi? HAYME BACI – (Sevinir) Ebe Kadın iyi ebedir, dünyanın en iyi ebesidir. Eğer sağsa, o vakit belki benim bebemi de... DERVİŞ – “Sağ”dır! Herhal onu Samagar Kasrı’na götürmüşlerdir. FATMA HATUN - Samagar Kasrı mı? DERVİŞ – He! Çekik gözlü, kâfir dinli Baycu Noyan’ın, Samagar çayırlığının orta yerine inşa ettirdiği bir kale! Şimdi bütün Türkmen boyların boşalttığı obalara Baycu Noyan’ın soyu yerleşir. FATMA HATUN – Soyu batasıca! DERVİŞ – İşte Samagar Kasrı hemen orada, Konya’ya giden yolun üzerinde. FATMA HATUN – Ne yolu, ne Konya’sı? 32 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI HAYME BACI – (Yalvarır) Gidelim. Ebe Kadın oğulcağızımı kurtarır bakarsın, ha? Yakındaymış da. Olmazsa Ahi Evran’a, Konya’ya yürürüz. DERVİŞ – Öyle büyük bir Kasır’mış ki Rum Tekfuru’nda bile öylesi yokmuş diyeler, Süryani papazlarında bile... FATMA HATUN – (Hayme Bacı’ya) İyi de Ertuğrul Bey’e söz vermedik mi? Ne olursa olsun burada, Debbağlar Hanı’nda seni bekleriz demedik mi? DERVİŞ – O kim, kocası mı? FATMA HATUN – Sana ne? HAYME BACI – (Derviş’e) Kocam. Bizim obayı Engürü’ye, Karacadağ’daki kışlağa götürürken takatim kalmayınca beni Fatma Hatun’a emanet ettiler. On adamla beraber burada, Kayseri’de bıraktılar. Ama nereden çıktıysa kâfir dinli Moğol apansız geliverdi. Sonra şehrin surlarını güllelerle dövdü. Tam on beş gün! DERVİŞ – (Fiyuv) On beş gün mü? FATMA HATUN – Ama biz direndik. Bütün ahîler, Kayseri’deki bütün bacılar... Hep birlikte! Ama içeriden bir hain, Moğol’a yol gösterdi. İşte o zaman bütün adamlar öldü, biz hep öldük. HAYME BACI – Ama Ertuğrul Bey’im sağ! O çıkıp gelecek! (Ağlamaya başlar) Ben biraz toparlanayım dediydik. Bari bu bebe ölmesin dediydik... Gidelim Fatma Hatun. Ebe Kadın’ı bulalım. FATMA HATUN – Ya Ertuğrul Bey gelip bizi bulamazsa? Öldüğümüzü düşünmez mi, çıldırmaz mı? Seni on adamına değil, yalnız bana emanet etmedi mi? Ben de gözün arkada kalmasın Gazi Bey’im demedim mi? ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /33 HAYME BACI – O da çocuğunun sağ doğmasını istemez mi peki? Bebesini koklamak istemez mi? DERVİŞ – Hem han diye bir şey kalmamış ki... Üstelik Moğol elini kolunu sallaya sallaya Engürü’ye kadar yürümüş derler, yirmi bin Türkmen çadırını yakmış, omuz üstünde baş komamış derler. (Hayme Bacı’nın üzüldüğünü görür) Ama kurtulup uç şehirlere kaçan obalar da çokmuş tabi. Eğer senin Bey’in hayattaysa... HAYME BACI – Hayatta elbet! Çok güçlüdür o! Sonra çok adamları vardır. DERVİŞ – Güçlüyse hayattadır, eğer adamları da çoksa kesin hayattadır. En kötüsü Gıyaseddin’in adamları onu da yakalayıp Konya zindanlarına atmışlardır, Ahi Evran’ın yanına. HAYME BACI – Gidelim. FATMA HATUN – Bizim kendimize hayrımız yoktur, biz ne yaparız Samagar’da, Konya’da? İki kaçık kadın, bir meczup derviş Moğol’un kasrına mı saldıracağız, Konya üstüne mi yürüyeceğiz? Hangi birine güç yettiririz? HAYME BACI – (Öfkelenir) Öyleysem biz de kaçalım Moğol’un önünden tıpkı tavşan gibi... Yine kaçalım. Batıdaki uç şehirlere gidelim. Yahut günlerce kuyularda saklanalım, sesimizi duymasınlar diye karnımızı sıkıp susalım. Ya susalım, ya ölelim, ya kaçalım! (Sessizlik.) FATMA HATUN – Nasıl gideceğiz Samagar’a, yürüyecek miyiz onca yolu? HAYME BACI – Ben dayanırım, yine etlerimi ısırırım, odunları dişlerim. DERVİŞ – Karnına bir şey yapma sakın. Ben ayağını halledeceğim. Yolumuz üzerinde biraz un, yumurta buluruz inşallah! 34 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI HAYME BACI – Ayağım kopsa da dayanırım ben. Yeter ki... FATMA HATUN – (Keser) Tamam, hele önce Samagar’a gidelim, Ebe Kadın’ı bulalım. Sonrasına bakarız. DERVİŞ – Sonrasında zaten ben Ahi Evran’ı hapisten kurtarırım, bir büyü yaparım, çıkıverir hemen hapisten... FATMA HATUN – Hey Allah’ım, sen bu oğlana akıl fikir ver! (Derviş kağnıya koşar, Hayme Bacı için acele bir döşek yapar. Coşkundur, esriktir.) DERVİŞ – Beheey Samagar Kasrı, behey Baycu Noyan! Bekle bizi geliyoruz! (Hayme Bacı’yı kağnıya yerleştirirler.) DERVİŞ – Acını içinde tutma bacım. Canın yandı mıydı bağır, çağır, çığlık at! Ama pes etme! Ahilerin, evliyaların yüzü suyu hürmetine seni kurtaracağız. Yalnız seni mi ya? Karnındaki bebeyi de, Ahi Evran-ı Veliyi de kurtaracağız. Hadi bakalım bismillah! Ya Allah! (Derviş kağnıya yapışır, müzik yükselir. Işıklar değişmeye, platform dönmeye başlar. Hayme Bacı’nın feryatlarıyla beraber hızlıca çıkarlar.) ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /35 2.SAHNE: Gökyüzündeki nizam gibi... Miladi 1206 yılı. Kayseri. Debbağlar İnşaatı. Sıcak bir yaz gecesi. Hanı (Platform döndükçe sahne bir inşaata dönüşür. İskeleler, tahtalar, istiflenmiş taşlar, ipler vb... İnşaatın bir yanında yılan ve keçi derileri tuzlanıp gerilmiş, kurumaya bırakılmıştır. Dekorun üzerine sürüleriyle yaklaşan göçer ailelerin görüntüsü düşer. Eşyalarını sırtlamış, çadırlarını katırlara yüklemiş yürüyerek gelmektedirler. Görüntülerin önünde Ahi Evran’ın sureti belirir. Yaşlı, yorgun sesi yankılanır.) YANKI / AHİ EVRAN – Moğollar gelmezden çok önceleriydi... Doğduğum topraklardan Hoy’dan, Horasan’dan geliyorlardı. Kıl çadırlarda yaşayan, sürüleriyle dolanan bu insanlar benim insanlarımdı. Belki anlayışları kıttı; belki adetleri, töreleri farklıydı ama onlar da bir nizama, intizama gireceklerdi elbet, lakin zamana ihtiyaçları vardı. Gidecek başka bir yerleri yoktu. Konar Türkmenlerin çoğalmaya, göçerlerin de bir nizama ihtiyacı vardı. Fakat bir arada nasıl yaşayacaklarını bilmiyorlardı. Ben de bilmiyordum. O zamanlar sürekli bunu düşünüyordum ama bir çare bulamıyordum. Her şeyin apaçık gözümün önünde durduğunu göremiyordum. Tıpkı gökyüzündeki mükemmel nizamatı göremediğim gibi. Hâlbuki güneşi kavramak için geceye, yıldızları görmek için karanlığa ihtiyaç vardı. (Platformun dönüşü durur. Sahneye harikulade bir gökyüzü görüntüsü vurur. Genç Ahi Evran iskelelerden birinin üstüne çıkmış, karanlıkta gökyüzünü, dolunayı seyretmektedir. Sahne dışından sesler duyulur. Ellerinde 36 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI kandillerle üç göçer Türkmen; Sinan, Duman ve Gümüştekin sahneye girerler. Üçü de heyecanla, nefes nefese Ahi Evran’ı ararlar.) SİNAN – (Seslenir) Ahi Evran! GÜMÜŞTEKİN – (Seyirciye) Büyük adam bu Ahi Evran, acayip bir âlim! Ta Bağdat’tan kalkıp Kayseri’ye geleli neredeyse üç ay oldu. Üç aydır her akşam yatsı vaktine kadar deli gibi çalışıyor, aha bu Debbağlar Hanı inşaatını bir an evvel bitirmeye uğraşıyor. DUMAN – Ahi Evran! Neredesin? SİNAN – (Seyirciye) Şu kadarcık uyuduğunu görmedim. Çünkü Selçuklu Sultanı’na söz vermiş. Kayseri’ye yaptıracağın hanın içine bir de debbağlar çarşısı kuracağım ki, içini de Türkmen zanaatkârlarla donatacağım demiş. Amma boş demiş! Neden dersen..? Bizde o kadar zanaatkâr ne arasın! (Seslenir) Ahi Evran! Destur! Yort, savul! GÜMÜŞTEKİN – (Seslenir) Ahi Evran! DUMAN - (Seyirciye) Kendisi debbağ, yani deri tabaklayıcısı olduğundan bu mesleği bize öğretmeye uğraşıyor. Daha inşaat tamam olmadan biz talime başladık bile. Deri nasıl tuzlanır, nasıl tabaklanır, yılan, deve, keçi diye nasıl işlenir, hepsini bir bir anlatıyor. GÜMÜŞTEKİN – Lakin bu akşam büyük misafirler var, hem de ta Konya’dan. DUMAN Evran? Fakat tam kaybolacak vakti buldu! Neredesin Ahi SİNAN - Selçuklu Sultanı Kayseri’ye geliyor, Debbağlar Hanı inşaatını denetlemeye. Kervanın ışıklarını surların dışından görmüşler. ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /37 GÜMÜŞTEKİN – İyi de niye geliyor? SİNAN – (Seslenir) Destur! Ahi Evran? DUMAN - Sakın Ahi Evran göçerlere zanaat öğretiyor, onları tertipliyor diye Sultan gönül koymasın, ona bir fenalık yapmasın? GÜMÜŞTEKİN – Hadi oradan! Buluttan nem kapmaya başladınız ya siz de? SİNAN – Hem Sultan davet etmedi mi Ahi Evran’ı diyar-ı Rum’a? DUMAN - Öyle ya, Ahi Evran da Kayseri’ye gelir gelmez göçerleri etrafına topladı, bizi adam yerine kodu. Ama biz biliriz ki konar köylüler, şehirliler bizi beğenmez; oradan oraya sürerler, hor görür, örselerler. (Seslenir) Ahi Evran! SİNAN – (Seyirciye) İster misin Sultan, Ahi Evran’ı yanlış anlayıp ona fena davransın, kötülük etsin? GÜMÜŞTEKİN - (Seslenir) Ahi Evran! DUMAN - (Seyirciye) Aklımız başımızdan gitti. Ahi Evran canımız! Onu uyarmak lazım, gerekirse Sultan’ın suyuna biraz gitmek lazım! SİNAN –(Seslenir) Ahi Evran! GÜMÜŞTEKİN - Sultan’ın kervanının ışıkları surların üstünden göründü bile. Geliyorlar! (Seslenir) Ahi Evran! Neredesin yahu? (Ahi Evran iskelenin üstünden seslenir.) AHİ EVRAN – Ne oluyor yarenler, kıyameti koparttınız gece gece! 38 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI GÜMÜŞTEKİN - Hak Çalap’a şükürler olsun, bulduk! SİNAN – Ahi Evran, ne işin var orada? AHİ EVRAN – Çalışıyordum, dalmışım biraz. GÜMÜŞTEKİN – Kayseri’nin orta yerinde hangi denize daldın? (Güler) Yoksa gece gece yılan avına mı çıktın yine? DUMAN – Gümüştekin! Zevzekliğin sırası mı ya şimdi? SİNAN – (Gümüştekin’e) Baka şu edepsize! AHİ EVRAN – Ne oldu? İnşaatta çalışmaya mı karar verdiniz? GÜMÜŞTEKİN – Çalışıyoruz ya zati. Temel taşlarını, tuğlaları hep biz taşımıyor muyuz inşaata? SİNAN – Nereye taşıyorsun? İki sepet tuğla getirip bütün gün güneşin altında semiriyorsun. DUMAN – (Ahi Evran’a) Selçuklu Sultan’ı Kayseri’ye geliyormuş. Neredeyse varmak üzere! AHİ EVRAN – Misafirleri karşılamak için şeyhim beni mi çağırttı yoksa? Onun için mi bu telaş? Niye hemen öyle demiyorsunuz? GÜMÜŞTEKİN - Yok, çağırtmadı. Yani çağıracaktı ama sonra -aklına geldi, şey ile meşguldür o dedi, şeyin tercümesi ile dedi- vazgeçti. AHİ EVRAN – Misafire hürmet gerek. Karşılamaya gidelim. SİNAN – Dur hele Ahi Evran, Şeyh Evhadüddin seni çağırmadı ama biz senlen konuşmak isteriz. (Üçü de lafa nasıl başlayacaklarını bilemez.) DUMAN – Nasıl desek bilmem ki? ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /39 GÜMÜŞTEKİN – (Lafı dolandırır) Senin şu tercüme ne üzerineydi? AHİ EVRAN – İbn-i Sina’nın bir risalesi. Sultan için Farsçaya çeviriyordum. Aslında tercüme çoktan bitti, yalnız inşaat bitmiyor yarenler. Bir türlü ilerlemiyor. SİNAN – İlerlemez tabi... (Diğerlerini gösterir) Hep bu tembel keçi çobanları yüzünden. GÜMÜŞTEKİN – (Sinan’a) Sen çok mu çalışıyorsun sankim tavuk hırsızı! Sanırsın kendi Hızır Peygamber? SİNAN – Hızır mı? O da peygamber miydi? GÜMÜŞTEKİN – Değil miydi? AHİ EVRAN – (Araya girer) Yarenler bir durun! Ahilik bu muydu ya? Böyle mi konuştuk sizlen? DUMAN – Ahi dediğin başkasının ayıp ve kusurlarını görmezdi. SİNAN – Başkasının hatasını yüze vurmazdı. GÜMÜŞTEKİN – Hatayı ilkin kendi nefsinde arardı. (Ahi Evran’a) Yalnız biz seni telaşlandırdık galiba pîrim? Öyle bağır çağır aranınca... AHİ EVRAN – Yorgunluktan uzanıp kalmışım. Aya bakıyordum, yıldızlara. GÜMÜŞTEKİN – (Yavaşça diğerlerine sorar) Yıldız falına mı bakıyormuş? SİNAN – Yahu, ne falı? Adam koca bir âlim, evliya! DUMAN – Şşt. AHİ EVRAN – Sonra İbn-i Heysem’in yıldızlarla ilgili sözleri geldi aklıma: “Niye bazıları daha parlak”? 40 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI GÜMÜŞTEKİN – (Seyirciye) Çok âlim bir adam! Aklı hep karışık, hep düşünceli... SİNAN – (Gümüştekin’e) Sen de biraz ibret al! GÜMÜŞTEKİN – Ben de bakıyorum yıldızlara ara sıra. Fakat yalnız, hakikatten yıldızlar çok şahane görünüyor. AHİ EVRAN – Ben aslında ayın seyrüseferi ile ilgiliyim. DUMAN – Ne seferi? GÜMÜŞTEKİN – Ay sefere mi çıkıyor? AHİ EVRAN – Hayır! Ama nasıl oluyor da hep aynı zamanda beliriyor? Sonra güneş neden hep tam zamanında batıyor? Niçin yazın gündüzler uzun, kışın kısa? Bu nizam, bu intizam niye hiç bozulmuyor? GÜMÜŞTEKİN – Ohoo, pîrim sen sorulara boğulmuşsun. AHİ EVRAN – Ne çare ki beni kurtaracak cevapları bilmiyorum. Aslına bakarsan o kadar çok şeyi bilmiyorum ki... GÜMÜŞTEKİN – Sen de bilmiyorsan, biz ölelim valla! SİNAN – Gümüştekin, kes artık zevzekliği! Ne biçim konuşma bu? AHİ EVRAN – Bırakın içinden geldiği gibi konuşsun. GÜMÜŞTEKİN – Başka türlüsünü bilmiyorum ki zati! AHİ EVRAN – Gümüştekin haklı. O kendini biliyor. Nerede olduğunu bilmeyen benim. GÜMÜŞTEKİN – Siz âlimler için her şey amma karışık. Hâlbuki ben şu an nerede olduğumu biliyorum: Kayseri’de, Debbağlar ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /41 Hanı inşaatındayım. Elimde bir fener, karanlığın ortasında durmaktayım. (Sessizlik.) AHİ EVRAN – Karanlığın tam ortasında durmaktayız. İşte sorun bu! Belki de benim aklımla bir türlü anlayamadığım, olduramadığım şey... SİNAN - (Keser) Belki de akılla anlaşılamayacak bir şeydir pîrim. Belki de zannettiğin kadar karmaşık değildir. GÜMÜŞTEKİN – Belki de sadece güzeldir. Işıl ışıl parlamaktadır! AHİ EVRAN – Belki de her şey gözümün önünde, apaçık durmaktadır. Ama ben sırrı kavrayamıyorum. GÜMÜŞTEKİN – Yoksam sen de Horasan’dan göçen cavlâkî dervişler gibi boynuna çile halkaları takıp yollara mı düşeceksin pîrim! En iyisi patlatacaksın Melami dervişler gibi büyüğünden bir şişe ab-ı Kevseri yahut çekeceksin içine dumanı. Oh! Gel, keyfim gel! SİNAN – Gümüştekin edepli ol! AHİ EVRAN – Ama ben aklımı azat etmeden, esrik olup kendimden geçmeden hakikatin sırrına varmak, bu nizamı anlamak istiyorum ya Gümüştekin. İhvan-ı Safa risalelerini yazan âlimler gibi, Hocam Fahreddin-i Razî gibi... İbn-i Heysem gibi. Aklımla... GÜMÜŞTEKİN – (Korkuyla) Hi! Yoksam sen de felsefeye mi merak saldın? AHİ EVRAN – (Keser) Aklımızdan niye bu kadar korkuyoruz yarenler? Bize oynayacağı oyunlardan mı? Hepimiz Kâlû Belâ’da, ruhların yaratıldığı o ilk anda olmadık mı? Hepimiz Hak Teâlâ’nın bir zerresi değil miyiz? DUMAN – Böyle söyleme pîrim! Ya orada burada ahkâm kesen 42 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI mollalar, seni de Bâtınilerden bellerlerse? Allah korusun ya sonra seni de... AHİ EVRAN – Değil! Niyetim Bâtıni kelamcılardan biri olmak değil! Ehl-i sünnetten hiçbir vakit ayrılmadım lakin... GÜMÜŞTEKİN – Lakin? AHİ EVRAN – Din-i İslam’a inanıyorsak, o halde Aristo’ya malum olan cevapları elbet bizim de bulmamız gerekmez mi? Gelgelelim o cevaplar bize bir türlü malum olmuyor. Niye? GÜMÜŞTEKİN – Niye? AHİ EVRAN – İşte ben de durmadan bunu soruyorum kendime. Neden önümde apaçık duran cevapları göremiyorum. SİNAN – (Ürperir) Vay anam! Hadi, kalkın gidelim. AHİ EVRAN – Korktun mu Ahi Sinan? İnsan kendinden korkar mı? GÜMÜŞTEKİN – İnsan kendi gölgesinden bilem korkar. AHİ EVRAN – Ama İbn-i Rüşd korkmadı. İbn-i Sina, hocam Fahreddin-i Razî, ya da sohbetlerinden feyz aldığım Şihabeddin Sühreverdi... Onlar korkmadılar. SİNAN – O dediğiniz isimleri bilmem ama Horasan’dan geldiğimiz kervanda bir Melami Şeyhi vardı. Onu mülhid sayıp, zındık diye sırt çevirdiydi mollalar. AHİ EVRAN – İyi ama âlimlere saygı gösterenler de olmadı mı? Bak işte, koskoca Selçuklu Sultanı bizi diyar-ı Rum’a çağırmadı mı? Bir edep, bir fütüvvet nizamı kurulsun, Selçuklu daha nice yıllar muzaffer olsun istemiyor mu? Eğer bu nizamı kuramazsak bu topraklarda nice milletler gibi yok olup gideceğimizi bilmiyor mu? ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /43 GÜMÜŞTEKİN – Peki... Ya oldurmak istediğiniz bu yeni nizam birilerinin hoşuna gitmezse? DUMAN – Ya Selçuklu sizin aklınızı, her baktığını hoşça gören kalender meşrebinizi anlamazsa? SİNAN - Hem diyar-ı Rum karmaşık bir yer. Kim bu topraklara nizamat verebilmiş ki, herkes bir ucundan tutmuş diyar-ı Rum’u yağmalar. AHİ EVRAN – Şu korkuyu içimizden bir türlü atamıyoruz değil mi? DUMAN – Yanlış anlama Ahi Evran! Biz bildiğimiz deliden değil, siyaset denen bilmediğimiz riyadan korkarız. İftiradan, çevrilen bin türlü dalavereden... Çünkü kendimizi bildik bileli herkes birbirini arkadan hançerler bu âlemde. GÜMÜŞTEKİN – He ya! Ben daha çocuktum Harzemşahlar, Tuğrul Bey’imizin kafasını kesti; yetmedi bizim illerde gezdirdi. Sonra Moğollar Harzemşahlar’a saldırdı, dönüp Horasan’ı çiğnedi. Sonra duyduk ki Semerkant’ı, Hamedan’ı, Rey’i yakıp geçmişler, dünya yerle bir edilmiş. Şimdi ise hep biliriz ki kâfir dinli Moğol’un gözü Selçuklu’dadır. Sonra sen dersin ki korkma! AHİ EVRAN – Korkma! Haçlıların karşısına nasıl bir Selahaddin Eyyubi çıktıysa, Moğolları da biri durdurur elbet. GÜMÜŞTEKİN – (Seyirciye) Anlamıyor. Diyemiyoruz ki yüzüne; sen bir garip âlimsin, kitaplar okuyup ilim tahsil edersin, İbn-i Sina’ya özenir, yılanlardan ilaç yapar,derilerini yolarsın, sonra tuhaf sorulara kafayı takar, gece vakti durmuş karanlığa bakarsın. DUMAN – (Ahi Evran’a) Siz ehli İslâm’ın kudretini cümle âleme, hatta Aristo’ya bile kanıtlamak derdinde bir âlimsiniz, neyle çıkacaksınız Moğol’un karşısına? 44 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI AHİ EVRAN – Selçuklu Sultanı bize kollarını açtı. Bakın büyük bir çarşı yaptırıyor Kayseri’ye, hiçbir masraftan çekinmiyor, emanetini de bize vermiştir. GÜMÜŞTEKİN – Devletin kollarına güven olur mu hiç? Bunu ben bilirim de siz bilmez değilsiniz ya! Bugün kollarını açar, bağrına basar; öbürüsü gün vazgeçer, boğmaya kalkar. AHİ EVRAN – Selçuklu devleti öyle bir şey yapmaz! Selçuklu şahları, diğer şahlara benzemez. Bize zarar vermez. İnsan kendi sesiyle dövüşür mü, kendi etini koparır mı, böyle bir şey yapar mı? SİNAN – He yapmaz! İbn-i Sina’ya yapmadılar mı? Hapislere atmadılar mı, yıllarca tutsak etmediler mi? DUMAN - Ya feyz aldığınız Sühreverdi? Ya o? Onu hepten kâfir belleyip idam etmediler mi? AHİ EVRAN – Benim feyz aldığım Ömer Sühreverdi başka, sizin söz ettiğiniz Makdül Sühreverdi başka! SİNAN – Olsun! Ne fark eder? O da bir başka âlim değil miydi? Hapislere sürülmedi mi, gencecik yaşında katledilmedi mi? AHİ EVRAN – Niye hep en kötüyü düşünüyorsunuz? GÜMÜŞTEKİN – Çünkü senin gibi tuhaf şeylere kafayı takan büyük âlimlerin, evliyaların başına iki şey geliyor bu âlemde: Ya “kötü” şeyler yahut “çok kötü” şeyler... Biz seni pîr belledik Ahi Evran, anlasana biz senin için korkuyoruz; Selçuklu’nun seni anlamamasından, sana bir fenalık yapmasından; sonra seni gece karanlığında bir daha hiç bulamamaktan korkuyoruz. Anlasana... (Uzaklardan büyük bir gürültü duyulur. Davullar, ziller vurulur.) ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /45 DUMAN – Kervan göründü! Sultan geldi. (Sessizlik.) AHİ EVRAN – Güneşin altında kalabalık yürümek kolay, gecenin ıssızında bir başına yürümek zor. Ama biz yürümezsek, sonra bizim illerde gecenin bir vakti kim yürür, karşımıza kim çıkar yarenler? (Sessizlik.) AHİ EVRAN – Hadi şimdi gidelim! Sultanı karşılayalım. Misafire hürmet gerek. Merak etmeyin, elbet aradığım sorulara bir cevap bulacağım, sonra da hepsini size bir bir anlatacağım. (Hep birlikte çıkarlar. müzikle beraber ışıklar artmaya başlar.) Platform dönmeye, değişmeye, sisler 46 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI 3.SAHNE: Ahi dediğinin açıkları, kapalıları olur! Miladi 1243 yılı. Kış. Yağmurlu bir gece... (Platform döndükçe sahne harap olmuş bir ahıra dönüşür. Dışarıda şiddetli bir yağmur başlar. Şiddetli gök gürlemeleri... Ahi Evran’ın sureti görünür yine, sesi yankılanır.) YANKI / AHİ EVRAN – ...o zamanlar iyi olmaya, içimi güzelliklerle donatmaya çabalıyordum. Bütün iyiliklerimi göstermeye, kötülüklerimi saklamaya çabalıyordum. Hâlbuki kimden neyi gizliyordum? Sonunda Moğollar gelmişti işte! Her tarafı yakıp yıkmaktaydılar. Nasibimi almıştım, emek vermeliydim. Yememeli yedirmeli, giymemeli giydirmeli, gerekirse ölmeli ama yoksulların, kadınların, çocukların ölmesine izin vermemeliydim. (Platformun dönüşü durur. Fatma Hatun, Hayme Bacı’yı ahırdaki samanların üzerine yatırmış, üzerine eski bir battaniye örtmüştür. Hayme Bacı yorgunluktan yarı uyur, yarı baygın sayıklamaktadır. Dışarıdan duyulan şiddetli bir gök gürültüsüyle uyanır. Fatma Hatun onu sakinleştirir.) FATMA HATUN – Korkma Hayme Bacı, ben buradayım. Ağrın nasıl? HAYME BACI – Karnımın sancısı azaldı biraz Fatma Hatun. FATMA HATUN – Ya bileğin? HAYME BACI – O fena! FATMA HATUN – Hadi sen uyu, Derviş gelecek birazdan. (Hayme Bacı tekrar uykuya dalar.) FATMA HATUN – (Seyirciye) Moğol, Samagar yolu üzerindeki bütün köyleri yakmış. Gecelemek için bir ahıra sığındık. Bizim ab- ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /47 dal derviş yumurta avına çıktı ama gelemedi hâlâ! Kim bilir hangi cehennemde kaldı? İnşallah onu cinler kaçırmışlardır da, almışlardır değersiz canını. Oh, ne iyi olur! (Düşünür) Yok, olmaz! İyi olmaz! Biz ne yaparız sonra bir başımıza? Bu düzde bayırda... HAYME BACI – (Gözleri kapalı, inler) Su! FATMA HATUN – Susadın mı? Tamam, ben şimdi sana su getiriyorum. (Seyirciye) Ne işimiz var bizim Samagar yollarında? Ya bu viraneyi bulamayaydık, ne yapardık gece gece bu yağmurda? Nereye sığınırdık? Off! Ben nereden su bulacağım şimdi? (Derviş girer. Sırılsıklam ıslanmıştır, elinde tuttuğu mendilin içinde bir şeyler vardır. Son derece neşelidir, esriktir. Sufi şiirler okur, bir yandan da el çırpıp dans eder.) DERVİŞ – Beheey! Haber verin âşıklara aşka gönül veren benem! Aşkı nasıl kaybederim, aşk madenin bulan benem... FATMA HATUN – Sersem! Nerede kaldın saatlerdir? Seni beklemekten telef oldu bu kızcağız. Bu kadar gecikeceğini bileydik başımızın çaresine bakardık. DERVİŞ – ...yer gök dolu, aşk durur mu, aşksız hiç nesne var mı ki? Bir küçücük zerre olup yağmurlarla yağan benem! FATMA HATUN – Kes şunu! Bari bir şeyler bulabildin mi? DERVİŞ – Bulmam mı Fatma Hatun! Her ne gerekliyse buldum, tamam ettim. FATMA HATUN – Ya yumurta? DERVİŞ – (Ceplerinden iki yumurta çıkarır) Hem de iki tane birden! (Güler) Yalnız, bu köyü basan Moğollar, Baycu Noyan’ın boyundan değiller besbelli. Nereden anladın dersen, bunlar 48 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI tavukları almışlar ama yumurtalara dokunmamışlar. O alçak Baycu’nun askerleri yemeyecek olsalar bile oyun olsun diye yumurtaları birbirlerinin kafasına atarlardı. FATMA HATUN – Peki ya un? Un da buldun mu? DERVİŞ – Yok! Onu bulamadım. FATMA HATUN – Bulamadın mı? DERVİŞ – Bütün köy talan edilmiş, unu nereden bulayım? FATMA HATUN – Hani ya her şeyi bulup tamam etmiştin? (Seyirciye) Ah, ben ne salağım! (Derviş’e) Yakıyı nasıl yapacaksın peki? Un olmadan yakı yapılır mı? Kız bileğinin sancısından duramıyor. DERVİŞ – (Güler) Un bulamadım ama dere kenarından incecik kum buldum. (Ceplerinden kum çıkarıp gösterir) Bu kadar incesini hiçbir yerde bulamazsın, buğday unu gibi. Nasıl? FATMA HATUN – İşe yarar mı? DERVİŞ – Yaramaz mı hiç? FATMA HATUN – Nereden biliyorsun? DERVİŞ – Bilmem mi? Vakti zamanında az seyretmedim. Hadi bakalım Hayme Bacı, aç gözünü. (Derviş, Hayme Bacı’yı uyandırır. Sonra yumurtayı kırıp ona içirmeye çalışır.) FATMA HATUN – (Seyirciye) Bu ne garip bir oğlan! Deli midir, veli midir anlamadım. Hem köçekler gibi el çırpar, oyun oynar; hem elindeki, avucundaki yetmez gider bizim için kümes yağmalar. Üstelik de bu yağmurda kıyamette! DERVİŞ – (Hayme Bacı’ya) Hele şu yumurtayı bir iç bakalım. ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /49 FATMA HATUN – Yumurtalarla yakı yapmayacak mısın? DERVİŞ – Yakı için öbürüsü var ya! Bu bacının yumurta yemesi gerek, kuvvet toplaması gerek! FATMA HATUN – Bir tane yumurta yeter mi? DERVİŞ – Aslında peşpeşe üç tane içeydi, çok daha şahane olurdu. FATMA HATUN – Onu demiyorum, yakı için bir tane yeter mi? DERVİŞ – Ohoo! Ben bir tane yumurta ile koca minare harcı kararım be! Yakı ne ki? (Hayme Bacı yumurtayı bırakır, inler.) HAYME BACI – Su. DERVİŞ – Ne dedi? FATMA HATUN – Susamış, deminden beri su diye inliyor. DERVİŞ – Ee, neye vermedin peki? FATMA HATUN – Suyu nereden bulayım, çeşme mi var sanki yanımızda? (Gök gürler. Derviş güler.) DERVİŞ – Yahu gök delinmiş, neyin çeşmesi? Hak Çalap yukarıdan indiriveriyor rahmeti! Sen ne tuhaf bir balıksın, derya içre olup deryayı bilmiyorsun. Baksana her yan su, her yan su! (Derviş etrafına bakınır, yerde ters duran bir kap bulur, kaptığı gibi ahırın dışına fırlar.) 50 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI FATMA HATUN – (Hayme Bacı’ya) Hadi şu yumurtayı iç bakalım. HAYME BACI – Ya ben bunu çiğden nasıl içeceğim? FATMA HATUN – Ha, sen kuyruk yağında pişmiş istersin, Bey karısısın ya... Oldu sultanım, yanına sıcak bazlama da katam mı? (Derviş girer.) DERVİŞ – Hele o kap iyice dolsun bakalım biraz yağmurun altında. (Hayme Bacı’ya) Yumurtayı içmedin mi ya sen hâlâ? FATMA HATUN – Çiğden içemiyor, midesi kalkıyor! DERVİŞ – (Yumurtayı Hayme Bacı’nın elinden alır) Sen bunu kendin için içmeyeceksin ya... Karnındaki oğlun için içeceksin, ilaç niyetine. Hem o büyüyecek, keramet sahibi bir abdal olacak! FATMA HATUN – Neye abdal oluyormuş? DERVİŞ – Tamam, olmasın. Gazi olsun, at binsin, kılıç kuşansın, Hak Çalap Tanrı da ona “baş”lık, “buğ”luk nasip etsin! Eğer canı kalmışsa tabi... (Hayme Bacı’nın üzüldüğünü görür) Yahu bende de bir gevezelik hasıl oldu bu aralar, dilimi tutamıyorum! (Hayme Bacı’ya) Hem karnındaki bebenin canı kalmamışsa bilem Ahi Evran diriltecek ya onu, bir nefesi ile can verecek ya! Hey, heyy! (Derviş keyifle şiirler söyleyerek çıkar.) FATMA HATUN – (Derviş’in arkasından) Bağırma öyle deli deli, aptal Derviş! Meczup musun, Mecnun musun? Çarpılacaksın sonra! DERVİŞ – (Dışarıdan) Asıl sen bağırıp durma! Hem aptal değilim ben, “abdal”ım! ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /51 FATMA HATUN – Hadi seni geçtim, yanındayız diye biz de çarpılacağız. DERVİŞ – (Dışarıdan) Bağır bağır da Moğol eşkıyası sesini duyup hepimizi kessin şuracıkta. (Gök gürler. Aynı anda Derviş’in feryadı duyulur.) DERVİŞ – Aah! FATMA HATUN – (Panikler) Ne oldu? Ne? İyi misin? (Derviş elinde su dolu kap; kolunu, bacağını çarpıtmış girer.) FATMA HATUN – Hi! Ne oldu sana? DERVİŞ – Yıldırım çarptı. (Güler) Yahu, sen ne korkak bir şeysin! Her bir şeye inanıyorsun. Beni ilk görende eline nasıl ok aldıydın hayret! (Suyla dolu kâseyi Hayme Bacı’ya verir) Hak Çalap beni neye çarpsın ki? Ben ne kötülük yapmışam, ne günah işlemişem ki? FATMA HATUN – Allah canını almaya! Ne oyunbaz oğlanmışsın ya sen! HAYME BACI – (Derviş’in verdiği suyu içer) Ölmüşlerinin ruhuna değsin. DERVİŞ – Yarasın, şifa niyetine! (Derviş kağnının yanına gider, topladığı eskiler içinden bulduğu bezleri, geniş ve uzun şeritler halinde kesmeye koyulur.) DERVİŞ – Hem, Hak Çalap Tanrı asıl şu kâfir dinli Moğol’u çarpsın! Çarpsın da tekmili birden unufak olup gitsin! (Fatma Hatun, Derviş’in önüne dikilir.) 52 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI FATMA HATUN – Yapabileceksin değil mi? DERVİŞ – Sen beni ufak tefek görürsün de, sepet mi sanırsın? (Fatma Hatun, Derviş’in önünden çekilir. Derviş Hayme Bacı’nın bileğindeki sargıyı çözer.) DERVİŞ – Vay, vay, vay! FATMA HATUN – Ne oldu? Bileği kötü mü? DERVİŞ – Yok bir de iyi olsun! Kötü tabi. (Hayme Bacı’ya) Ama birazdan acını alacağız senin Hayme Bacı. Güvercin gibi kanat vurup ferahlayacaksın. (Derviş yumurtayı kırıp Hayme Bacı’nın bileğinde gezdirir, yumurtanın sarısı patlayınca, dere kumunu yumurtanın üzerine serpmeye başlar.) DERVİŞ – Al işte, bak! Tam burası! Gördün mü bak, yumurta nasıl da patladı. Vay, vay, vay! Nasıl da burkulmuş şuncacık ayak? (Fatma Hatun’a) Şu bezleri uzat çabuk! (Fatma Hatun’un dik dik baktığını görür.) Bir zahmet uzatıver abla! (Fatma Hatun bezleri verir.) DERVİŞ – (Hayme Bacı’ya) Canın yandı mı? HAYME BACI – Hiç yanmadı. DERVİŞ – Ben bu işi iyi bilirem. Benim ustalığım da işte bu! FATMA HATUN – Ustaymış. Hah! Üfürükçüyüm, çıkıkçıyım demiyor da! Boş gezenin boş kalfasıyım demiyor da... DERVİŞ – Niye, bu da iş değil mi? FATMA HATUN – İş dediğin dülgerliktir, debbağlıktır, keçeci- ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /53 liktir, demirciliktir. İş dediğin zanaattır, loncadır, ahîliktir. DERVİŞ – Bu senin dediğinin kuralı var mı ya? FATMA HATUN – Var kapalıları olur. tabi! Ahi dediğinin açıkları olur, DERVİŞ – Onlar ne yahu? FATMA HATUN – Sana uymaz! DERVİŞ – Niye? FATMA HATUN – Çünkü Ahi dediğinin midesi safahata kapalı olur. Dili yalana, eli hırsızlığa, beli başkasının namusuna kapalı olur. DERVİŞ – Benim kimsenin namusunda gözüm yoktur. FATMA HATUN – Sonra Ahi dediğinin açıkları olur: Eli düşküne, yüreği merhamete, gönlü tevazuya açık olur. DERVİŞ – Ne yani ben şimdi ahî değil miyim? HAYME BACI – (Gerginliği hisseder, atılır) Fatma Hatun! FATMA HATUN – Sen dur hele Hayme Bacı! Madem ahîsin, zanaatın nedir? Kimden el aldın? Pîrin, velîn, ustan kimdir? DERVİŞ – Nenem! FATMA HATUN – Ne? DERVİŞ – He valla! Ben şu boyda küçücük bir oğulcukken erik ağacından düştüğümde, nenem benim koluma yakı yaptıydı. FATMA HATUN – Peki, söyle bakalım deli oğlan, sen kaç senedir yakı yapıyorsun? 54 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI DERVİŞ – Sene mi? FATMA HATUN – Herhalde ilk defa Hayme Bacı’ya yakı yapmadın? (Sessizlik. Derviş boynunu büker.) FATMA HATUN – İlk defa mı yakı yapıyorsun yoksa? Tüh, Allah seni bildiği gibi yapsın! Biz de seni iş bilirsin sanıyoruz. DERVİŞ – Biliyorum. FATMA HATUN – Neyi biliyorsun? Çıldırtma insanı! Madem biliyorsun, dükkânın nerede, hangi loncaya bağlısın, şimdiye kadar bu işten kaç dirhem para kazandın? DERVİŞ – Zanaatkâr olmak için ille para kazanmak mı gerekir? FATMA HATUN – Elbet ya! Esnaflık budur. (Derviş düşünür. Sonra elini uzatıp avucunu açar.) FATMA HATUN – Ne? Yani, şimdi bir de para mı istiyorsun? DERVİŞ – He! FATMA HATUN – Bir iyilik yaptın, bir de utanmadan para mı istiyorsun? HAYME BACI – Fatma Bacı, ne oldu şimdi? Niye uğraşıyorsun şu çocukla? Neye dellendin yine? FATMA HATUN – Ne çocuğu be! Cin olmadan adam çarpmaya kalkışıyor. Baksana üç kuruş iyilik yaptı, bir de kalkmış para istiyor edepsiz! Bu senin yaptığın iş midir? DERVİŞ – Para verirsen “iş” olacak. Bu meslekten kazandığım ilk para olacak. ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /55 FATMA HATUN – O zaman ne olacak peki? Bu yaptığın yiğitlik mi olacak, ahîlik, kardeşlik mi olacak? DERVİŞ – Para kazanırsam üçte biriyle sermaye yapacağım, üçte biriyle karnımı doyuracağım, üçte birini de ahiler gibi yoksullara dağıtacağım. (Fatma Hatun şaşırır) Biz de ahîliğin nizamını duymuşuz biraz. Hem bunları yaparsam belki sen beni adam yerine koyarsın. (Sessizlik.) HAYME BACI – Sen zaten adamsın. Hem de gül gibi adamsın. (Derviş, Fatma Hatun’a bakar. Fatma Hatun susar.) DERVİŞ – O halde para istemez. Paraya gerek yoktur. (Sessizlik. Derviş gider kağnıdan bir battaniye alır, dışarıda uyumak için hazırlanır.) DERVİŞ – Yarın öğlen Samagar Kasrı’na varırız. (Derviş tam çıkacakken Fatma Hatun seslenir.) FATMA HATUN – Nereye? DERVİŞ – Uyuyacağım. FATMA HATUN – Dışarıdaki yağmur uyutmaz şimdi seni. Şu köşede iliş bir yere. (Derviş durur, sonra çok sevinir. Güle, oynaya ahırın diğer ucuna gider, uzanır.) DERVİŞ – Allah rahatlık versin. (Sessizlik. Herkes uyuyacakken Derviş seslenir.) 56 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI DERVİŞ – Fatma Hatun! FATMA HATUN – Yine ne var? DERVİŞ – Her iş yolunda giderse, bebek kurtulursa, biz kurtulursak... İşte o zaman, sen bana... FATMA HATUN – Ben sana ne? DERVİŞ – Sen bana bir zanaat öğretir misin? FATMA HATUN – Öğretemem. (Derviş bozulur.) FATMA HATUN – Benim öğreteceğim zanaat ne ki? Kilim, kumaş dokuma; çorap, hedik örme. Onlar sana gelmez. Ama söyleriz Ahi Evran’a, seni bir loncaya yerleştirir. Orada bir hayırlı meslek öğrenirsin. (Derviş çok sevinir.) DERVİŞ – Ben dülger olmak isterem. FATMA HATUN – Hadi uyu artık. DERVİŞ – Niye diyecek olursan, evler yapmak isterem, bir sürü güzel ev. Sonra bir tane de kendime yapmak isterem. Sonra içine girip oturmak isterem, sonra çocuklarım olsun isterem. FATMA HATUN – Sen hâlâ şu ahîliği anlayamadın. Her bir işi kendin yapmayacaksın. Önemli olan hep birlikte, elbirliğiyle yapmak! Niye anlamıyorsun? Birlikte yapılacak! Bu kadar basit! DERVİŞ – (Düşünür) Birlikte? Ha, imece yani! Ev birlikte yapılacak... Fatma Hatun, sen bana şu Bacıyan-ı Rumlardan ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /57 birlikte ev yapabileceğim birini bulabilir misin? Gerçi sizin loncada da hep kızlar var ama... Yanlış anlama, ev yapmak için... FATMA HATUN – Sen delisin! Hakikatten ya delisin, ya divanesin! (Fatma Hatun arkasını döner, uyumaya başlar. Derviş neşelenir, sonra o da arkasını döner, müzik yükselir. Işıklar değişmeye, enkazı oluşturan platform dönmeye başlar.) 58 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI 4.SAHNE: Amelsiz ilim olmaz. Konya. Miladi 1230 yılı. Yaz. Gece. (Platform döndükçe sahne Konya’da bir medreseye ve onun büyük bahçesine dönüşür. Ortada hayat havuzu vardır. Küçük bir çeşmeden akan incecik su havuzu doldururken, diğer taraftaki küçük delikten sular kaybolur. Dekorun üzerinde Ahi Evran’ın sureti belirir. Yaşlı, yorgun sesi yankılanır.) YANKI / AHİ EVRAN – ...o zamanlar Moğolların Selçukluya saldırmaya cesaret edemeyeceği sanılıyordu. Saldırsalar dahi başarılı olamayacakları düşünülüyordu. Ve Gıyaseddin Han, daha henüz bir şehzadeyken kendine öyle güveniyordu ki... Ne göçerlere, ne Türkmenlere, ne de âlimlere ihtiyacı olmayacağını düşünüyordu. Sanki bulutların üzerinde bir gökyüzü sarayında yaşıyordu. (Sinan, Duman ve Gümüştekin ellerinde büyük yemiş tabakları, mangallar, fincanlar, yer sofraları ve minderlerle girerler. Sofra kurup minderleri yaymaya, mangalları yellemeye koyulurlar.) GÜMÜŞTEKİN – (Seyirciye) Ahi Evran memleketin dört bir tarafını çarşılarla, loncalarla, ahîlerle donatıyor. Kayseri’deki Debbağlar Hanı inşaatı bitti, yanında Külahçılar çarşısı bilem var. Bakırcılar çarşısı az ilerde! Bir de kadınların işlettiği dokumacılar, kilimciler çarşısı var ki... Şimdi bütün Türkmenler kadın, erkek zanaat peşinde! Hepsi yaren oldu, çırak oldu, kalfa oldu. Usta da olacaklar inşallah! SİNAN – (Seyirciye) Sultan Alâeddin de Ahi Evran’dan çok memnun kaldı, davet etti onu Konya’ya. Medresede “Hace”lik yapmasını istiyor, yani “Hoca”lık. DUMAN – (Seyirciye) Sultanın davetine icabet etmemek olmaz. SİNAN – (Seyirciye) Ahi Evran da kalktı Kayseri’den, geldi Konya’ya. ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /59 GÜMÜŞTEKİN – Aman diyeyim! Bu işin içinde bir çapanoğlu olmasın sakın? DUMAN – Yahu, buluttan nem kapmayın! (Seyirciye) Şimdi Konya Medresesi’nde Hacelik yapıyor Ahi Evran. GÜMÜŞTEKİN – (Seyirciye) Ben de medresenin temizliğiyle ilgileniyorum. İlme hizmet ediyorum, Ahi Evran’ın yanından da ayrılmıyorum. SİNAN – Biz de senin yanından ayrılmıyoruz Ahi Gümüştekin. Senin sağın solun belli olmaz! GÜMÜŞTEKİN – Halt etmişsin sen onu Ahi Sinan! Biz bu yola girdik bir kere! Ahiliğe baş koyduk! Cömert ve fedakâr olacağız, âlimlere yakın duracağız, zenginlere zenginliğinden dolayı itibar etmeyip, hak için hakkı söylemekten korkmayacağız. SİNAN – Senin ki korkusuzluk değil, patavatsızlık! Daha bu akşam bile neler yaptın yemekte. DUMAN – (Seyirciye) Sultan Alâeddin bu akşam büyük bir yemek verdi Konya’nın ileri gelenlerine. Sofrada bir yanına küçük oğlu şehzade İzzeddin’i oturttu, bir yanına da Ahi Evran’ı... SİNAN – (Güler) Sofranın ucuna da Ahi Gümüştekin’i. DUMAN – (Seyirciye) Ve kendisinden sonra gelecek veliahtı ilan etti şehzade İzzeddin’i. SİNAN – (Seyirciye) İşte o anda büyük oğlu şehzade Gıyaseddin simsiyah oldu. Ama hiç bozuntuya vermedi, ses etmedi. GÜMÜŞTEKİN – Hayra alamet değil bu! DUMAN – Yemekler yenilip gece tamam olunca herkes huzurdan çekildi. Ahi Evran da Şehzade Gıyaseddin’le komutanı Sadeddin Köpek’i medreseye davet etti. 60 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI GÜMÜŞTEKİN – Davet etmedi yahu, davete mecbur kaldı. Gıyaseddin nasıl da birer kahve içelim diye tutturdu görmediniz mi? SİNAN – Yatsılar bilem okundu, bu vakitte neyin kahvesi? Hayırlısıyla şu gece bir biteydi... DUMAN – Yalnız sizi yatsı namazında göremedim ya ben. (Gümüştekin ve Sinan bakışırlar.) GÜMÜŞTEKİN – Biz yatsıyı kazaya bıraktık. DUMAN – Yatsının kazası mı olurmuş? GÜMÜŞTEKİN – Olmaz mı? DUMAN – Olmaz! Sabaha kadar istediğin vakit kıl! GÜMÜŞTEKİN – Sabaha kadar koysunlar bizi burada nöbete de, sen gör bakalım yatsının kazası oluyor muymuş, olmuyor muymuş? Hem bu vakitte ne işimiz var medresede arkadaş? Kesin bir iş var bu işin içinde, bak dediydi dersiniz. Hem neye bu vakitte Ahi Evran’la yalnız konuşmaya geliyor o “Köpek”? DUMAN – Ahi dediğin edebe aykırı söz konuşmaz. Bak cezası var. GÜMÜŞTEKİN – Köpek sıfat değil ki, adamın adı: Sadeddin Köpek! Hem cezası neyse çekeriz arkadaş! SİNAN – Yalnız bu Şehzade Gıyaseddin ile o komutan olacak Sadeddin Köpek’e aha da şu kadarcık güveniyorsam. DUMAN – Yahu size ne! Ne karışıyorsunuz! Size ne oluyor? GÜMÜŞTEKİN – Olur mu? Gece gece onlara hizmet eden kim? Yemiş, şilte taşıyan kim? Sabaha kadar kim nöbet duracak? Şimdi ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /61 çadırın önünde uyumak vardı anasını satayım, yıldızların altında... Oh, püfür püfür! Tabi, yatsı namazından sonra... (Gümüştekin’in ayağı takılır, elindeki büyük yemiş tabağı elinden kayıp hayat havuzuna düşer.) SİNAN – Önüne baksana! Çüş! Yahu, ne sakar adamsın! GÜMÜŞTEKİN – Ne olmuş yani? Ayağımız takıldı, elimiz kaydı. Gece gece sofra düzecek adam mıyım ya ben? DUMAN – Yalnız hayat havuzuna bir şey düşmesi hiç iyi olmadı. Saygısızlıktır! Hayra alamet değildir derler. SİNAN – (Gümüştekin’e) Bunun hangi bir işinde hayır var ki? GÜMÜŞTEKİN – Bana bak, lafını bil sofra kurdu! SİNAN – Bilmezsem ne olurmuş tavşan avcısı! Kesecek misin beni? DUMAN – Şşt! Geliyorlar. Çekilin! (Sinan cezveleri mangala sürerken Gümüştekin ile Duman düşen meyveleri havuzdan çıkarırlar. Çabucak sofraya yerleştirip kapının kenarında beklemeye koyulurlar. Ahi Evran, Şehzade Gıyaseddin ve komutan Sadettin Köpek beraberce girerler. Gıyaseddin ve Sadettin Köpek ince elbiselerinin üzerinde uzun kılıçlar taşırlar.) GIYASEDDİN – ...ne mutlu bize ki Sultan babamızın davetine icabet etmiş, ta nerelerden kalkıp gelmişsiniz. Bağdat’ı, Şam’ı, Kayseri’yi dolanmışsınız. Dar-ül İslam’ın saygısını, tekmil Türkmenlerin sevgisini kazanmışsınız. 62 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI AHİ EVRAN – Sultanımız Alâeddin Alp’in ve sizin kudretinizle elbet! GIYASEDDİN – Elbet Sultan Babamın kudretiyledir. Her bir şeye o karar verir. Şimdilik. (Ortadaki hayat havuzunu görür) Hayat havuzu dedikleri şey değil mi bu? AHİ EVRAN – Beli şehzadem. Medresenin tam ortasındadır ki öğrenciler hayatın faniliğini hiçbir daim unutmasınlar. Bu havuz, küçücük bir çeşmeden akan suyla dolar, sonra bir müddet deli deli akar, ortaya gelince durulur, en sonunda da ufacık bir delikten kaybolur gider. Ama havuzun suyu eksilmez, hep doludur. GIYASEDDİN – Vay, vay, vay! Âlimlerle sohbete doyum olmuyor Öyle mi Sadeddin Köpek? SADEDDİN KÖPEK – Beli Şehzadem. (Gıyaseddin serinlemek için başını hayat havuzunun sularına daldırır. Sadeddin Köpek ise çizmelerini suya sokup yüzünü yıkar. Ahi Evran bu saygısızlıkları şaşkınlıkla izler.) GIYASEDDİN – Oh! Konya’da yaz geceleri bunaltıcı oluyor, insan ferahlamak için âlimlerin sohbetine sığınıyor. Kayseri’deki çarşıların nizamı, intizamı herkesin dilinde “Hace Mahmut Evran”! Kayseri’de yaptıklarınıza bir keramet, bir mucize gözüyle bakmakta Sultan babamız; size pek bir inanıyor, pek bir ihtimam gösteriyor. Bir de dergâh kurmuşsunuz derler, müritleriniz de hep göçerler, zanaatkârlarmış. Sakın yakında devlet kurmaya da kalkışmayın. (Güler) AHİ EVRAN – Küçük bir zaviye Şehzadem, aslında iki göz oda bir şey. Niyetimiz diyar-ı Rum’da konar-göçer tüm Türkmen kardeşleri tanışık etmek, işi kolay kılmak. Ahilere, yarenlere intizamı öğretmek... SADEDDİN KÖPEK – Kul kurar, kader gülermiş. ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /63 GIYASEDDİN – (Güler) Kader güler mi? Yahu Sadeddin Köpek nereden buluyorsun böyle lafları! SADEDDİN KÖPEK – (Ahi Evran’a) Umalım da her şey sizin gönlünüzden geçtiği gibi olsun. AHİ EVRAN – İnşallah! Elbet bu işleyiş sadece Kayseri’de değil, pek çok ilde kurulsun dileriz. Kervansarayların tacirlerle dolup boşalmasını isteriz. Sonra Türkmen zanaatkârlar için daha pek çok çarşıya gerek var. Hem yalnız Kayseri’de değil; Niksar’da, Ladik’de, Gülşehri’nde... Bütün illerde hanlara, çarşılara ihtiyaç var. (Gıyaseddin sofraya oturmadan önce belini sıkan uzun kılıcını çıkarmaya koyulur.) GIYASEDDİN – Lakin biz asker milletiz; çarşı, pazardan önce, ordunun imarını ihmal etmemek gerekir? Öyle mi Sadeddin Köpek! SADEDDİN KÖPEK – Beli şehzadem. En önce ordunun nizamı gerektir. AHİ EVRAN – Lakin ordunun da demire, deriye, kılıca ihtiyacı yok mudur? (Gıyaseddin belinden çözdüğü kılıcını Ahi Evran’a, kucağına atar.) GIYASEDDİN – Kılıç istiyorsan, al bu senin olsun evliya... (Gıyaseddin güler. Ahi Evran bozulur.) AHİ EVRAN – Biz Sultan Alâeddin’in buyruğunu gözetiriz. Sultan Babanızın bütün Türkmen illerini kervansaraylarla donattığını gördük. Eğer Türkmen çarşıları olmazsa, Türkmen esnafı, taciri olmazsa bu yollardaki kervansaraylar kim içindir? GIYASEDDİN – O gördüğün kervansaraylar elbet Sultan Babamızın 64 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI fikriyatıdır. Bizim dileğimiz, kudretimiz ise başka yöndedir. Biz de seninle bunu konuşmak isteriz Hace Mahmut Evran! Sen de bilirsin ki Sultan babamız iyice yaşlandı. Elbet gün gelecek o da sırasını savacak. O zaman kılıç bizim elimize geçecek. (Hâlâ Ahi Evran’ın elinde duran kılıcı alır.) GIYASEDDİN – Kılıç nasıl? AHİ EVRAN – Güzel! GIYASEDDİN – Peki niye güzel? Çünkü bu kılıcı Frankların en mahir ustaları yaptı. Çifte su verilmiştir, hem keskin, hem esnektir. Taşa vursan kırılmaz değildir ama kırılması çok zordur. Fakat bu kılıç esasen niye çok güzel biliyor musun Hace Mahmut Evran! Çünkü bu kılıç benim kılıcımdır. Önemli olan kılıcı kimin yaptığı değil, nasıl kullandığındır. Kardeşim İzzeddin gibi fazla ihtiyatlı mı yoksa benim gibi cesurca mı? (Gıyaseddin kılıcı Ahi Evran’a çevirir. Gümüştekin koşup Gıyaseddin’in önüne dikilir. Gıyaseddin Gümüştekin’in ufak tefek cüssesine bakar, sonra gülüp kılıcı Gümüştekin’e verir.) GIYASEDDİN – ...diyar-ı Rum’da senin bilmediğin daha nice güzellikler var Hace Mahmut Evran, Frankların çelik kılıçları ne ki! AHİ EVRAN – Kılıçları Franklardan mı alıyorsunuz? GIYASEDDİN – Göçer çobanlardan alacak değiliz elbet! Onlar koyunları zor güdüyorlar, değil ki çeliğe çifte su vermeyi becerebilsinler. AHİ EVRAN – Göçerlerden de iyi zanaatkârlar çıkıyor, biz bunu Kayseri’de gördük, tecrübe ettik. Yeter ki biraz zaman tanıyalım. ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /65 SADEDDİN KÖPEK – Ne için? Medenileşsinler diye mi? AHİ EVRAN – Bir fırsat verelim, yeni bir nizama, yeni bir fütüvvet intizamına alıştıralım. Öyle olduktan sonra niye yapamasınlar ki? GIYASEDDİN – Peki, senin bu göçer yarenlerin, Süryani ustalar gibi taş kesebilirler mi, Yahudiler gibi tacir olabilirler mi, Ermeni ustalar gibi kuzu derisini yumuşatabilirler mi? Şimdiye kadar Araplar gibi at eğiten bir Türkmen gördün mü? Acemler gibi halı dokuyan, Yezidiler gibi telkâri kuyum işleyen... Göçerleri bu işlerle niye yoralım ki? Onların azıcık aklını karıştırmayalım. Onlar bizim için ölsünler yeter. AHİ EVRAN – Gaza da lazımdır, zanaat da... Bütün peygamberlerin, hatta asr-ı saadetteki halifelerin bile bir zanaatı yok muydu? Zanaatsız insan olur mu? GIYASEDDİN - Peki ya sizin bir maharetiniz var mı Hace Mahmut Evran? Sizin zanaatınız nedir? AHİ EVRAN – Debbağlık. GIYASEDDİN – Debbağlık mı? AHİ EVRAN – Hayvan derilerini yolmak, işlemek! Cinsine göre ayırmak; meşin, sahtiyan, kösele yapmak. GIYASEDDİN – Vay, vay, vay! Biz seni ehl-i sünnet âlimlerden biri sandıydık ya Hace Mahmut Evran! Meğerki sen keçi çobanlarından bile yüksek bir zanaat ehliymişsin. Deri yolarmışsın. (Güler) AHİ EVRAN – İlim amelden önce gelir elbet ama amelsiz ilim de bir işe yaramaz. Kişi ilmini uyguladığı ölçüde makbul insan olur. Hikmet olmadan tevhid, tevhit olmadan vahdet olmaz. Hakikate ermenin yolu bu değil midir? Eğer bunu göremediysek, 66 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI birilerinin atlarıyla üstümüzden geçip bizi çiğnemeleri an meselesidir. Ya bu sırrı öğreniriz, ya da bu topraklarda yok olur gideriz. (Sessizlik.) SADEDDİN KÖPEK – Siz göçerlerin bu topraklarda kalıcı olmasını istiyorsunuz Hace Mahmut Evran, hâlbuki biz zanaata değil, dünyaya sahip olmak dileriz. GIYASEDDİN – Garba da, şimale de yürümek isteriz! Mağrip de bizim olsun isteriz, maşrık da! Sonra bu dünyadaki her ölümlü bizim adımızı duysun isteriz. Tıpkı Büyük İskender gibi, Cengiz Han gibi... AHİ EVRAN – İyi ama babanız bu geceki yemekte küçük kardeşiniz İzzeddin’i halifesi ilan etmedi mi? GIYASEDDİN – Baka, Hace Mahmut Evran! Ölüm hak, miras helaldir. Elbet Sultan babam da vakti tamam olduğunda hakkına razı gelecektir. O gün geldiğinde, helalin kime nasip olacağı belli olmaz. Bedeli ödenmeden samur kürk giyilir mi? Bunca kıymetli mücevher, tespihçiye deldirilir mi? SİNAN – Kahveler pişti! (Gıyaseddin sözünü kestiği için Sinan’a öfkeyle bakar. Sonra yumuşar, güler.) GIYASEDDİN – O halde getirin de içelim bakalım şu göçer Türkmenlerin marifetini. Ne de olsa misafir ikramsız olmaz değil mi? GÜMÜŞTEKİN – Tabi ya... Misafir ikramsız olmaz. (Gıyaseddin fütursuzca lafa giren Gümüştekin’e şaşkınlıkla bakar. Sonra Ahi Evran’a döner.) GIYASEDDİN – Sen bu herifleri nereden buldun yahu? ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /67 AHİ EVRAN – Diyar-ı Rum’a geldiğimden beri yanımdalar. İnşaatta çalıştılar; göçerdiler, şimdi mükemmel birer zanaatkar oldular. (Sinan, Duman ve Gümüştekin hep birlikte kahve ikramına başlarlar.) GIYASEDDİN – Zanaatkâr mı? AHİ EVRAN – Eskiden beri pek çok şeyde mahirdirler. SADEDDİN KÖPEK – Mesela? AHİ EVRAN – Mesela... Eskiden çok güzel kıl çadır dokurlardı. GIYASEDDİN – Çadır mı? (Gıyaseddin başlarlar. atılır.) ve Sadeddin Köpek Gümüştekin dayanamaz, gülmeye ortaya GÜMÜŞTEKİN – Sonra keçi çobanlığı yapardık, iyi mera bulur, ayran, tereyağı çalkalar, okların arkasına tüy dikerdik. (Gıyaseddin ve Sadeddin Köpek’in kahkahaları artar. SİNAN - Bir de tekke kurar, nefes üflerdik. Kopuz, çeşte çalardık, kimyon eker, tarhanaya, yoğurda kaşık çalardık. Ha, bir de iyisinden at çalardık. GIYASEDDİN – (Güler) Başka? SİNAN - Başka... DUMAN - Diz vurup böğürürdük, kılıç kuşanıp gürz vururduk; namerdin yüzüne tükürüp küfrederdik; çarşıda, pazarda omuz vurup devirirdik; kavgadan korkmaz, gerisin geri kaçmaz, ha bir de güzel gördük mü asla geri durmazdık. 68 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI GIYASEDDİN – Yaşayın siz! Peki ya şimdi..? Esnaflıkta ne yaparsınız? SADEDDİN KÖPEK – Orada da yan gelip yatarlar. (Gülüşürler.) GIYASEDDİN – İlahi Hace Mahmut Evran! Göçerlerden zanaatkâr oldurmaya çalışıyorsun. Gel, boşa çabalama. Şu göçerler için ısrar etme! Biz, sizi yanımızda görmek dileriz. Yanımızda olursanız güçleneceğimizi biliriz. Biz güçlenirsek siz de güçlenirsiniz. AHİ EVRAN – Güç Hak’tan, nizamdan alınır. Ahiler bunun için varlar. Düşmanın üstüne gözü kapalı gitmeyi de, bi-hakkın mükemmelen kılıçlar da yapmayı da bilirler. Ölmeyi bildikleri gibi hanlar, kervansaraylar da inşa edebilirler, mükemmel atlar yetiştirip, telkari kuyumlar işleyebilirler. GIYASEDDİN – Peki ya kahve? AHİ EVRAN – (Anlamaz) Kahve mi? GIYASEDDİN – (Kahveyi fırlatır atar) Senin göçer yoldaşların daha iki pişim kahve pişiremiyor. Bunca dediklerini neyle yapacaklar ya? (Sadeddin Köpek ağzındaki kahveyi tükürür.) GIYASEDDİN – Halı, kilim mi dokutacaksın bize Ahi Evran, oya mı işleteceksin? Biz “er” gibi dövüşelim bu bize yeter! AHİ EVRAN – Öyleyse Sultan Alâeddin’in yaptırdığı bunca kervansaraya ne gerek var? Hepsinin de içlerinde ancak üçbeş gayrı Müslim durur. GIYASEDDİN – İçini kim doldurmak isterse doldursun. Biz hükümdar olmak dileriz, dünyaya hükmetmek, fücceten dövüşmek isteriz. Sonra da izin veririz ki insancıklar bize hizmet ede! ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /69 AHİ EVRAN – Sizden olmayan size hizmet eder mi? GIYASEDDİN – Biz de herkesi bizden yaparız. AHİ EVRAN – Güçlüyken sizden yana olanlar, güçsüz düştüğünüzde kim güçlüyse ondan yana olurlar. Bir bakmışsınız yanınızda kimse kalmamış. Kardeşlerinizden gayrı sizi kim tanır, kim durur yanınızda? SADETTİN KÖPEK – Sen şimdi bize akıl vermeye çalışırsın ya Ahi Evran. Sadede gel. Bizim davamızda hangi kardeşin yanında duracaksın onu söyle! İzzeddin kardeşin mi, Sultan Gıyaseddin’in mi? GIYASEDDİN – Karar ver! Göçer çobanların tarafında mı olacaksın, bizim yanımızda mı? İlim diye gökyüzüne bakıp Yunanî feylesoflardan, mantık ve kelam ustalarından çeviriler mi yapacaksın, yoksa bizi yücelten şerhler mi düzeceksin? Benim devletimin yanında mı yer alacaksın, yoksa gidip yeni bir Danişment Devleti mi kuracaksın? Daha önce de denediler. Biz de gidip o medeni Türkmen beyliğini tepeledik, yerle bir ettik. O zaman hep gördüler kılıç mı daha kudretliymiş, ilim mi? Bizim kudretimizdeki topraklardaki yaşayış ve düzen bizim istediğimiz gibi olacak. Ve biz bu topraklarda daha fazla göçer çoban istemiyoruz Hace Mahmut Evran. Kural, kaide tanımaz bu yabani meczupları ve onların tuhaf adetlerini görmek istemiyoruz. Onlara yurtluk verecek ne bir karış toprağımız, ne de tek bir meramız vardır. (Sessizlik.) AHİ EVRAN – Belki göçerlerin adetleri farklıdır, nefesleri farklıdır. Belki medrese, mektep görmediler; kitabı, din-i İslam’ı iyi öğrenemediler. Belki zanaat bilmezler, cahildirler, kabadırlar da... Ama yürekleri saftır. Belki bildikleri kıttır, belki şimdilik mahir değillerdir ama diyar-ı Rum’a sadece başlarında bitleri, çaldıkları atlarıyla gelmediler; ceplerinde cam ile barut da vardı. Ya bizim elimizde uyduruk bir Frank kılıcından gayrı ne var? (Sessizlik.) 70 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI AHİ EVRAN – Onlar sizin kardeşiniz, onlar diyar-ı Rum’u size “Anayurt” yapacaklar. GIYASEDDİN – Diyar-ı Rum zaten bizim anayurdumuzdur. Bu ümmi çobanlar, bu tavuk hırsızları mı benim yurdumu bana verecek? Aslan Alp Malazgirt’te dövüşürken, Sultan Kılıçaslan Miryokefalon’da yüz bin kişilik Roma ordusunu dize getirirken senin ahîlerin neredeydi? AHİ EVRAN – Kimi Horasan’daydı, Semerkant’ta, kimi Azerbaycan’daydı, kimi Buhara’da. Kimi daha doğmamıştı. Ama şimdi hepsi buradalar. GIYASEDDİN – Ama şimdi de biz onları istemiyoruz. Sultan babam varsın göçerlerle çoğalacağını sansın, varsın onlara kol kanat gersin; devletin gemini şimdilik istediği yöne çevirsin; varsın küçük kardeşimiz İzzeddin’i halifesi bilsin; elbet o gem önünde sonunda bizim elimize geçecek. O zaman biz de atı kendi bildiğimiz gibi koşturacağız. O zaman yeni bir nizam kuracağız. Sen o zamana kadar kimin yanında olacağına karar ver Hace Mahmut Evran! Ama şunu bil ki ben bu kafayı değiştirmem. Eğer sen değiştirirsen beni bul! Ben o zaman Selçuklu sarayında olacağım. (Gıyaseddin ve Sadeddin Köpek çıkarlar.) GÜMÜŞTEKİN – Onca taze yemiş vardı. Hiçbirini yemediler. AHİ EVRAN – Ellerinin altında her türlü yemiş var! Onlar kıymeti de, hikmeti de, onları çoğaltacak yurdu da başka yerde arıyorlar. Bu akşamlık bu kadar yeter. Yarın erken kalkmamız lazım. (Ahi Evran çıkar.) GÜMÜŞTEKİN – (Sinan’a) Ne biçim kahve yapıyorsun? Hep senin yüzünden... (Gümüştekin, Duman’la beraber çıkarken Sinan arkalarından dik dik bakar. Sonra mangala gider.) ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /71 SİNAN – Bu kahve yapmayı öğreneceğim, hem de öyle bir öğreneceğim ki bütün dünya bu kahveyi benim yaptığım gibi içecek! (Müzikle beraber platform dönmeye, ışıklar değişmeye, sisler artmaya başlar.) 72 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI 5.SAHNE: Arı kovanındaki balda kimin hakkı var? Samagar Kasrı’na giden yolun kıyısında bir sabah. Miladi 1243 yılı. Kış. (Platform döndükçe sahne eski bir yol ağzına dönüşür, ağaçlar, kurumuş otlar vb. Sahnede Ahi Evran’ın yaşlı, yorgun sureti belirir. Zayıf sesi yankılanır.) YANKI / AHİ EVRAN – Arı kovanındaki balı sonuna kadar boşaltma, çünkü onda arıların da hakkı var. Buzağılı ineği sonuna kadar sağma, çünkü onda buzağının hakkı var. Yaşlanmış koyunun, keçinin, nalsız atın, dişsiz ninenin, doğmamış bebelerin bu topraklarda hakkı var. Unutma! Gün gelende bizden bunun hesabını soralar. (Derviş, Hayme Bacı’yı kağnıya yüklemiş girer. Fatma Hatun yanlarındadır. Hayme Bacı’nın yine sancısı tutmuştur. Derviş durur, soluklanır.) DERVİŞ– İyi misin Hayme Bacı? HAYME BACI – İyiyim. FATMA HATUN – Nereye iyi! Yola çıktığımızdan beri inleyip durur. DERVİŞ - Bir tanecik olsun ebe kadın bulamadık ki? Geçtim ebeyi, kadın bulamadık, köy bulamadık. FATMA HATUN – Öğlene Samagar’da oluyorduk hani? Hani bu yolları hep bilirdin sen? Hani gözü kapalı gidip geldiydin defalarca? DERVİŞ – Bütün yollar darmadağın olmuş, değişmiş. İz kalmamış ki. Sanırsın çekirge sürüsü basmış her yanı. (Derviş kağnıdan küçük bir tulum su çıkarır.) ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /73 FATMA HATUN – Bir köy bulamazsak daha fazla dayanamaz bu kızcağız. HAYME BACI – Dayanırım. DERVİŞ – Sen biraz su iç Hayme Bacı. Yağmur suyudur, sancını alır. (Fatma Hatun’a) Hayme Bacı dayanacak, Samagar Kasrı’na kadar dayanacak! Başka yolu yoktur! FATMA HATUN – Hadi diyelim dayandı, Samagar Kasrı’nı nasıl bulacaksın peki? Köyleri bulduğun gibi mi, elinle koyduğun gibi mi? (Derviş susar.) FATMA HATUN – Söylesene dilini mi yuttun? Kasra giremezsek ne yapacağız? Bu kışta ayazda niye bizi buralara kadar getirdin? Ya Ertuğrul Bey geri döndüyse, bizi bulamadıysa? Bir şey desene? (Derviş hiçbir şey olmamış gibi üzerindeki elbiseleri yavaşça çıkarmaya başlar. Üstlük, yağmurluk, şapka, pantolon... Hepsini çıkarmaya koyulur.) FATMA HATUN – Ne yapıyorsun sen be deli oğlan? Aklını mı kaçırdın? (Derviş cevap vermez. İç donu ve fanilası ile kalana kadar soyunmayı sürdürür.) FATMA HATUN – Hay canına yandığım! Düştük bir divanenin peşine, duman olduk. (Hayme Bacı’ya) Sen de bakma şuna, çevir başını öte yana! (Derviş bu kez kağnıya yüklediği elbiseleri seçip seçip üzerine giyinmeye başlar. Deri bir zırh, deri bileklikler takınır. Bir yandan da Moğolca bir türkü tutturur.) 74 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI DERVİŞ – Ursan orokh ene borog Nulimstai mine zürlerei Dursan sanakh bükhne borog Gunigtai mine zürlerei... (Fatma Hatun daha fazla devam etmesine dayanamaz, Derviş’in yakasına yapışıp yere yıkar. Ama Derviş, Fatma Hatun’un elinden kurtulup kağnıya koşar. Bir Moğol akıncı başlığını başına geçirir. Şimdi artık tam bir Moğol savaşçısına benzemiştir.) DERVİŞ – Nasıl oldum? FATMA HATUN – İtim kâfir! Meğer sen bir Moğol’muşsun da bizi kandırırmışsın! (Fatma Hatun okuna koşar. Yayını gerip Derviş’e doğrultur.) DERVİŞ – Eğer tam bir Moğol olduysam, Samagar Kasrı’na da girebiliriz demektir. Kadıncık Ana’nın yanına da varabiliriz demektir. FATMA HATUN – Ne demek bu şimdi? DERVİŞ – Eğer sen bile beni Moğol’a benzettiysen, Moğol kafiri de beni kendinden ayrı görmez. O zaman elimizi kolumuzu sallaya sallaya Samagar Kasrı’na gireriz. Ben bir Moğol askeri, sizler de benim esir kadınlarım olaraktan... (Derviş tekrar türkü söylemeye, diz vurup dans etmeye başlar. Fatma Hatun okunu indirir.) FATMA HATUN peşindesin? – Yani sen şimdi..? Sen gene ne cinlikler DERVİŞ – Biz Hayme Bacıyı Ebe Kadın’ın yanına koyacağız, Ebe Kadın da onu kurtaracak ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /75 FATMA HATUN – Nasıl olacak bu? DERVİŞ – Ben ebelikten ne anlarım? Ben “yakı yapmayı” bilirem sadece. FATMA HATUN – Onu demiyorum, Ebe Kadın’ın yanına nasıl gireceğiz? Sen gibi bir meczup oğlanın buncacık oyununa aldanırlar mı sanırsın? DERVİŞ – Aynen öyle sanıram. Hem Onca yol geldik, ne bir köy gördük şehir. Kim kurtaracak ya bu kızı? derdindeysen, sen gelme! Neticede esir olacaksın. başka çaremiz var mıdır? talan edilmedik, ne de bir Ha, ama sen tatlı canının kaleden içeri girince sen HAYME BACI – Öyle mi olacak? Fatma Bacı esir mi olacan sen de? (Sessizlik. Sonra Fatma Hatun kağnıya gider. Oradan bulduğu bir bezi uzunlamasına yırtar.) FATMA HATUN – Sen yeterince çekik gözlü değilsin. İyi bir Moğol olmak için çekik gözlü olmak gerekir. (Emreder) Çök! DERVİŞ – (Anlamaz) Ha? FATMA HATUN – Çök dedim sana, gözünü bağlayacağım. (Derviş çöker. Fatma Hatun, Derviş’in başındaki Moğol başlığını çıkarır. Derviş’in bir gözünü bezle çaprazlamasına bağlar. Sonra Moğol başlığını tekrar başına geçirir.) FATMA HATUN – Şimdi oldu işte! Artık gözlerin fazla dikkat çekmez. (Derviş, Fatma Hatun’un omzunda duran ok sadağını da alır, omzuna asar. Sonra emreder.) 76 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI DERVİŞ – “Ursan orokh, ene boroog”! FATMA HATUN – (Anlamaz) Ne? DERVİŞ – Yani diyorum ki Moğolca: Düşün önüme! HAYME BACI – Biraz önceki şarkının sözleri değil mi bu? FATMA HATUN – Bana da öyle geldi. DERVİŞ – Öyle zaten! FATMA HATUN – Ne demek bu şimdi? Sen bu şarkının sözlerinden başka Moğolca bir laf bilmiyor musun? DERVİŞ – Yok! Ben Moğolcayı nereden bileyim ki? Bir tek bu şarkıyı biliyorum! FATMA HATUN – Hay Allah cezanı vermeye senin! Bir şarkıyla nasıl gireceğiz içeri? Böyle şey olur mu? Ben de kabahat ki senin aklına uyuyorum. HAYME BACI – Fatma Bacı sen şimdi benim için esir mi olacaksın? FATMA HATUN – Sen düşünme öyle şeyleri. Hele iyice ört üstünü! DERVİŞ – Ört ya... Hava döndü kar geliyor. FATMA HATUN – Kar mı? Emin misin? DERVİŞ – Olmam mı hiç! Ama dert etmeyin, elbet bahar gelecek! (Hep birlikte çıkarlarken platform dönmeye başlar. Müzikle beraber ışıklar değişir, sisler artar.) ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /77 6.SAHNE: Ahilik edebleri nelerdir, kaç tanedir? Miladi 1230 yılı. Diyar-ı Rum’da bir şehir. Sabah. (Platform döndükçe sahne büyük bir tabakhaneye dönüşür. Ahi Evran’ın yaşlı suretinin görüntüsü yarı karanlık sahneye vurur. Yorgun sesi yankılanır.) YANKI / AHİ EVRAN – Hocam Fahreddin-i Râzî’ye göre tüm ilimler tanımla başlar. Eğer tanım, temel aldığı ilkeler üzerine inşa edilmezse o zaman fikrî silsileyi kaybederiz. Aristo mantığı işte buydu: Bir ilkeler bütünü. Bağdat’taki medreselerde gördüğüm “Fütüvvet anlayışı” da aslında bir ahlaki ilkeler bütünüydü. O halde ister ilmi olsun, ister ameli, eğer bir işleyiş inşa etmek gerekiyorsa bir ilkeler bütününe ihtiyaç vardı. Peygamberlerin şeriat koymaları işte bundandı. Gıyaseddin’in ise ilkeleri yoktu. Tıpkı satranç oyunundaki gibi, “şah”ı ele geçirmeye öyle şartlanmıştı ki. Sonrasında yapacağı hamleler için hiçbir fikri yoktu. Benimse bir planım, bir hareket silsilem vardı. (Platformun dönüşü durur. Işıklar artarken tabakhanede çalışan işçiler sahneye doluşurlar. Kimi tuzlanmış koyun, keçi ve yılan derilerini kurutmak için iplere asmaya, kimi kurutulmuş derileri temizlemeye koyulur. Hummalı bir faaliyet... Çalışanlar arasında Ahi Evran ile Sinan, Duman ve Gümüştekin’i de görürüz.) DUMAN - (Seyirciye) Bütün illeri dolanıyoruz; Niksar, Tokat, Teke Diyarı, Ladik, Burdur, Sivas, Sivrihisar! Bayram, Ramazan demeden her ilde göçerlere meslek öğretiyor, çarşılar kuruyoruz, ahîliğin edebini anlatıyoruz. 78 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI GÜMÜŞTEKİN - (Seyirciye) Ahi Evran’ın himmetiyle bütün göçerler zanaatkâr oldu çıktı. Kimisi deri işliyor, kimisi keçe yapıp külah dikiyor, kimisi pabuççu, kimisi çizmeci, kimisi dülger! Yaptığımız işler..? Ha, bak orada henüz çok ustalaşamadık. SİNAN - (Seyirciye) Ama Ahi Evran moral bozmak yok diyor, haydin aslanlarım diyor, ey ahîler, yarenler diyor. Elbet Hak Çalab’a yakışan nakışı, biçemi, şemaili, ustalığı bulacağız diyor. Ha gayret diyor. Gayret bizden tevfik Allah’tan! (İçeriye I.Çırak girer. İri yarı bir göçerdir. Afyon çektiği bellidir; yalpalamaktadır, zor yürür.) I.ÇIRAK – Ahiler, yarenler, kardeşlerim geç kaldık. Yatak sardı uyanamadık. Kusura bakmayın! (Ahi Evran’ı görür) Oo, kim gelmiş? Debbağların pîri gelmiş! Ahi Baba hoş geldin! AHİ EVRAN – (I.Çırak’a) Hoş bulduk! Sen galiba hastasın ahî kardeş? Böyle çalışamazsın. I.ÇIRAK – Ben de bir şey yok Ahi Baba, cin gibiyim. DUMAN – (Yavaşça) Bari mübarek Ramazan’da yapmayaydın şu işi. I.ÇIRAK – İmsak’tan beri ağzımıza bir şey komamışız pîrim. Hem vallahi, hem tillahi! SİNAN – Yalan konuşma! Afyon çekmişsin sen. Şu haline bak, ayakta duramıyorsun. I.ÇIRAK – (Kızar) Lafını bil Ahi Sinan! Abdestsiz değiliz ki namazdan geri duralım! Korkaklar yalan konuşur, benim Allah’tan başka kimseden korkum yok! Ben Ramazanda oruç yer miyim? Haram ayında olduğumu bilmez miyim? Ben cahil cühela biri değilim ki! DUMAN – Beli değilsin. Peki, bu halin ne? ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /79 I.ÇIRAK – Afyonu sahurda sakıza sarıp yutuyoruz. İnce sakız öğleye doğru eriyor midede, afyon patlıyor içerde. Çaktın mı? Bizimkinin tesiri ancak yeni başladı. (Sessizlik.) AHİ EVRAN – Pekâlâ, tamam! Hadi sen şimdi var git çadırına, biraz uyu, kendine gel! Sana bugünlük izin verdik, gayrı gelme! Amma yarın tam vaktinde seni burada tamam isteriz. Anlaştık mı? I.ÇIRAK – Vay, pîrim be! Senin yoluna can veririm, yoluna kendimi feda ederim. Sen hiç merak etme! Yarın herkesi çıkartırım çadırlardan dışarı, çekerim sabahın en köründe hizaya. Dökerim hepsini senin yoluna! AHİ EVRAN – Sen kendin gel, o da yeter. Yalnız afyon sarmak yok! İftara kadar seni ayık görmek isterim. Yarın bütün iftarlıklar benden! I.ÇIRAK – Yaşa sen Ahi Evran! Pîrlerin pîri be! Yarın herkes kılıç gibi olacak karşında! Sıkıysa olmasınlar. Kılıç gibi olacaklar, kılıç! (I.Çırak yalpalayarak çıkar. Diğerleri sessizce bakışırlar.) DUMAN – (Ahi Evran’a) Şu bizim çırakları kırbaçlamak lazım ya, başka türlü yola girmez bunlar! AHİ EVRAN – Yangına körükle gidilmez Ahi Duman. Yarenlere kızma! Başka türlüsünü görmemişler ki... Ama öğrenecekler. Düşmanın üstüne yalın kılıç koşmayı nasıl öğrendilerse, meslek adabını da, edebi de öğrenecekler. Cehalet öyle bir kumaştır ki, kimse kendi üstüne yakıştırmaz. Birbirimize kızmayalım. Belki biz de başka bir şeyin cahiliyizdir. DUMAN – Bağışla pîrim. Bizim de aklımız bu kadarcık işte! 80 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI Fakat kızmayayım da ne halt edeyim; taşa, kuma, rüzgâra mı kızayım? Aha şehzade Gıyaseddin tepemizde akbaba gibi dolanır. Sadeddin Köpek göçerleri bir karış suda boğmak ister. Böyle adamlar yüzünden senin utanmanı istemeyiz, yüzünün eğik olmasını istemeyiz. AHİ EVRAN – Ben de istemem Ahi Duman. Ben de konar göçer bütün Türkmenler bir an evvel meslek edinsinler, usta olsunlar isterim. Çarşılar kurulsun, yarenler çalışsınlar isterim. DUMAN – İyi de bunları kimle yapacağız Ahi Evran? Bu adamlarla mı? AHİ EVRAN – Başka kimimiz var? (Sinan hemen atılır, Tabakhanenin bir bölümünde çalışan çıraklara dönüp kızmaya başlar.) SİNAN – Olmuyor yarenler, olmuyor canlar! Bak haftalardır anlatıp dururum aha bu her bir derinin bir tavı var! Eğer vaktı saatında tuzlanmış, kurumuş deriyi ipten indirmezseniz deri fena halde kurur. GÜMÜŞTEKİN - ...ki o vakit membran ile etler, yağlar kolaycacık kazınmaz. Kazınmayınca ne olur? II.ÇIRAK - Bıçak deriyi yırtıverir Yiğitbaşım. AHİ EVRAN – (Söz’e girer) Yok, daha hemen oraya gelmeyin! Deriyi ıslatıp tekrar yumuşatırız amma lakin bu sefer de vakit kaybı olur. III.ÇIRAK - Sonra onun da tekrardan bir tav zamanı var değil mi Ahi Baba? Orada da tavı kaçırmamak gerek. SİNAN - Hadi bir kere kaçırdın anladık, lakin ikinciyi kaçırırsan... ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /81 IV.ÇIRAK – (Atılır) Yuh artık, o gadarı da eşeklik! (III. Çırak ağzından fena laf kaçırdığını fark eder, pişmanlıkla ağzını kapar, utanır.) IV.ÇIRAK – Sözüm size değildi valla! (Diğer çıraklar hemen atılır. Sinan ile Duman da yaklaşırlar.) V.ÇIRAK - Oo, adaba aykırı söz söyledi Ahi Baba! II.ÇIRAK – Edepsizce laf etti... III.ÇIRAK - Ezaya koyalım! V.ÇIRAK – Cezaya dikelim. IV. ÇIRAK – Ağzımdan gaçıverdi valla Ahi Baba! Boş bulundum. Hem elimiz alışsa da dilimiz bu yeni edebe daha alışamadı gari! SİNAN – Ulan ben de zor alıştıydım. Bu seferlik bağışlasak mı acep? II.ÇIRAK – Olmaz Ahi Sinan; sonra yol olur, herkes nizamı, intizamı çiğnemeye kalkar. Ne adap kalır ne edep! Afyon çekeni bağışla, fena söz edeni bağışla. Ne olacak bu böyle..? AHİ EVRAN – O da doğru ya... (Çıraklar gülüşmeye başlarlar.) V.ÇIRAK – O halde bir keçi bulalım, ayaklarına tuz basıp yalattıralım. III.ÇIRAK – Yok yok, amuda kalkıp bütün çarşıyı dolansın yahut tüm gün tek ayaküstüne çalışsın. 82 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI II.ÇIRAK – Yoğurt ilen tıraş edelim. (Gülüşürler. Tam o sırada içeriye yalınkılıç askerleri ile Sadeddin Köpek girer. Askerler hemen köşelere çekilip tertip alırlar.) SADEDDİN KÖPEK – Bizim yüzümüzden çalışmanızı bölmeyin Hace Mahmut Evran. Biz bir köşede bekleriz. Siz devam edin. AHİ EVRAN – Asıl biz sizi bekletmek istemeyiz, mesele her ne ise bir an evvel bilmek isteriz. SADEDDİN KÖPEK – Tüh! Ben de meslek öğrenmeye niyetlenmiştim. Gördün mü bak, kısmet değilmiş. Neyse, Şehzade Gıyaseddin sizi Konya’ya, huzura bekliyor. AHİ EVRAN – Şuradaki işimiz bitsin, derhal yola çıkarız, üç güne kalmaz Konya’da oluruz. SADEDDİN KÖPEK – Şehzade Gıyaseddin sizi hemen görmek diler. AHİ EVRAN – Ben de buradaki göçer kardeşlerimizle işimiz bitsin, derhal yola çıkmak isterim. SADEDDİN KÖPEK – Bizi üzmeyin Hace Mahmut Evran, şehzade Gıyaseddin’i bekletmeyin, sonra Selçuklu’ya verginizi ödemediğinize dair söylentileri ciddiye almamız gerekir. AHİ EVRAN – Selçuklu bizden yılda bir kere vergi ister. Biz de geciktirmeden kuruşu kuruşuna veririz! SADEDDİN KÖPEK – Ama geliriniz çoğalmış derler. Tekmil diyar-ı Rum sizin derilerinizle donanırmış derler. Yeni gelirler için, yeni vergi gerektir derler. İyisi mi siz şu göçerleri bırakın, bir an evvel yola çıkın. GÜMÜŞTEKİN – (Öne atılır) Göçerlerden ne istiyorsunuz yahu? Alıp veremediğiniz nedir? ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /83 SADEDDİN KÖPEK – Bak ahî! Sizin göçerlerinizden hiçbir şey beklemiyoruz. Çünkü onlardan hiçbir şey olmayacağını biliyoruz. O yüzden de çekip gitsinler istiyoruz. Ama siz onları bu topraklarda kalıcı yapmaya çalışıyorsunuz. Eğer kalıcı olurlarsa sorun olurlar, meralarımızı yolarlar, tarlalarımızı çiğnerler, afyon kokan, şarap kokan nefesleriyle, şehirlerimizi kirletirler. Bu çobanlara edeb, adap öğreteceğinizi sanıyorsanız aldanırsınız. Bunlardan bir şey olmaz. Uğraşmayı bırakın, gereksiz yere vaktinizi harcamayın. I.ÇIRAK – (İçeri girer, hâlâ yalpalamaktadır) Sen vaktin, gereğin, uğraşının ne olduğunu nasıl öğrendin kumandan? Ya sen kimsin, kimlerdensin? (Askerler I.Çırağın etrafını sararlar.) SADEDDİN KÖPEK – (Ahi Evran’a) Gördün mü bak! İşte adamların bunlar. Diyar diyar gezip bu aklı kıt, yola gelmez adamlara edep, nizam öğretmeye çabalıyorsun. Bunlarla mı kavgayı sürdüreceksin? Yoksa bizimle birlik olup dünyayı mı fethedeceksin? Ya ömrünün sonuna kadar deri yolacaksın, ya da Konya medreselerinde rahat bir hayat süreceksin. Karar senin. I.ÇIRAK – Edebi adabı senden öğrenecek değiliz ya. SADEDDİN KÖPEK – Sizin gibileri iyi bilirim. İki lafı bir araya getiremeyen dağ adamlarısınız, ehlileşmezsiniz. Siz hepiniz zavallı cahillersiniz. Ahilik sizin neyinize! Siz adap, edep öğrenemezsiniz. GÜMÜŞTEKİN – (Öne atılır) Yemekteki edepler nelerdir Ahi Çoban? II.ÇIRAK – Yemekteki edepler on iki tanedir Yiğitbaşım. 1) Yemek yerken sağ diz yukarı dikilir. 2)Sol ayak aşağıdadır. 3)Lokma büyük olmaz. 4)Lokma iyice çiğnenir. 5)Yemek yere dökülmeden yenir. 6)Ağızda lokma varken konuşulmaz. 7) 84 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI Başkasının lokmasına bakılmaz. 8)Ekmek ısırılıp bırakılmaz. 9)Ekmek yemeğin suyuna batırılmaz. 10)Yemekteyken sümkürülmez. 11)Ağız şapırdatılmaz. 12)Yemekten sonra eller yıkanır ve silinir. DUMAN – Su içmekteki edepler nelerdir Ahi Mürsel? I.ÇIRAK – (Önce başından aşağı bir kova su döker) Su içmekteki edepler üç tanedir. 1)Tas iki elle tutulur. 2)Dinlene dinlene içilir. 3) Tastaki su yere dökülmez. (Elindeki boş kovaya bakar) Tastaki su! SİNAN – Sokakta yürürkenki edepler kaç tanedir Ahi Gündüz? III.ÇIRAK – Sokakta yürürkenki edepler sekiz tanedir. 1)Sert yürümemek. 2)Çukurlara basmamak. 3)Yukarıya bakarak yürümemek. 4) Taştan taşa seğirtmemek. 5)Yol ortasından yürümemek. 6)Kimsenin ardınca uzun uzun bakmamak. 7)Büyüğün önünden yürümemek. 8)Birisiyle giderken yolda durup onu bekletmemek. IV.ÇIRAK – (Öne çıkar) Pazardaki edepler de altı tanedir. 1) Kimseye omuz vurmamak. 2)Uzaktakileri çağırmamak. 3)Kahkaha ile gülmemek. 4)Yere tükürmemek. 5)Sümkürmemek. 6)Pazarda yürürken bir şey yememek ve içmemek. (Sadeddin Köpek şaşkındır. Bu kez kendi askerlerinden biri öne atılıp konuşmaya başlar.) I.ASKER – Mahalledeki edepler de dört tanedir. 1)İşi olmadıkça mahallede gezmemek. 2)Karşıdan gelenin yakınından geçmemek. 3)Açık kapı ve pencerelerden bakmamak. 4)Çocuklara uymamak. (Sadeddin Köpek iyice şaşırır. Şimdi sahnedeki herkes edepleri birlikte söylemeye başlar.) AHİ EVRAN – Hasta ziyareti ile ilgili edepler kaç tanedir? DUMAN – Beş tanedir Ahi Baba! ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /85 SİNAN – 1)İkindiden sonra gitmek. II.ÇIRAK – 2)Hastanın yanında güler yüzlü olmak. III.ÇIRAK – 3)Hastanın sağ yanına oturmak. I.ASKER – 4)Çok oturmamak. II.ASKER- 5)Fatiha okumak. (Sadeddin Köpek hırslanır, öfkelenir. Sonra hiçbir şey demeden kaçar gibi gider. Gümüştekin arkasından seslenir.) GÜMÜŞTEKİN – Nereye gidiyorsun Sadeddin Köpek? Gel, daha yeni başladık. Daha 742 tane edep var. Niye hemen gittin? (Ahiler gülüşürler. Askerler Ahi Evran’ın izin vermesiyle Sadeddin Köpek’in arkasından çıkarlarken Duman, Ahi Evran’ın yanına gelir.) DUMAN – Sanırım etmezler. bitti. Herhalde artık bizi rahatsız AHİ EVRAN – Bitmedi Ahi Duman. Daha yeni başlıyor. (Diğerlerine döner) Yapacak çok işimiz var yarenler! Daha her şeyin başındayız, en başındayız! (Müzik yükselir. Işıklar kararır.) ...birinci perdenin sonu... 86 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI İKİNCİ PERDE 7.SAHNE: Bela ve kötülüklere karşı sabırlı ve tahammüllü ol! Miladi 1243 yılı. Kış. Samagar Kasrı. Akşam. (Müzikle beraber platform dönmeye başlar. Geceyi aydınlatmaya çalışan meşalelerin arasından Samagar Kasrı’nın avlusunu görürüz. Kasrın arka tarafında, yüksekte nöbet tutan Moğol askerleri görünür. Ahi Evran’ın yaşlı ve yorgun yüzü sahneye yansır. Zayıf sesi yankılanır. YANKI / AHİ EVRAN – Baba İlyas, Türkmenleri toplayıp Gıyaseddin’e başkaldırdığında da, Moğollar Selçuklu’yu yağmalayıp Kayseri’yi yıktıklarında da ben Konya’da mahpustum. Ahiler dört bir yana dağıldılar, pek çok şeylerini kaybettiler. Ama elleri hep açık oldu, düşkünlere yardım için; kapıları hep açık oldu, konuklar ve ihtiyaç sahipleri için; sofraları hep açık oldu, yoksullar ve yolda kalanlar için. Ahiler kar altında kalsalar da bahardan ümitlerini kesmediler. (Meşalelerin, gölgelerin arasından Fatma Hatun’u görürüz. Hayme Bacı’nın oturduğu kağnıyı sırtlanmış girer. Derviş arkalarından gelir; diline doladığı Moğolca türküyü bağıra çağıra söylemektedir. Kasrın yüksek burçlarında nöbet bekleyen Moğol askerleri akşam karanlığında Derviş’i görünce onu durdururlar. Ateşlerin altına gelmesini istedikleri bellidir ama Derviş karanlık gölgelerin arasında durup Moğolca türküyü söylemeyi sürdürür. Askerler önce Derviş’i süzerler, ardından onlar da Moğolca türküye katılırlar, sonra hep birlikte arsızca gülüşürler. Nöbetçiler akşam karanlığının içinde uzaklaşıp ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /87 kaybolurken Hayme Bacı, Fatma Hatun ve Derviş Samagar Kasrı’nın ortasında kalakalırlar. Birbirlerine sokulurlar.) FATMA HATUN – Ee, deli oğlan, Samagar Kasrı’na girdik. Şimdi ne olacak? DERVİŞ – Ne bileyim ki! FATMA HATUN – Ne demek o? Ne yapacağını bilmiyor musun? HAYME BACI – Durun şimdi! Ebe Kadın’ı bulmamız lazım. FATMA HATUN – Nasıl bilmezsin? Bir planın yok mu? DERVİŞ – Plan dediğin ne ki? FATMA HATUN – Tüh, Allah cezanı vermeye! Bütün bildiğin bu muydu ya? Bütün barutun bir atımlık mıydı? DERVİŞ – Şşt! Bağırmasana! HAYME BACI – Ebe Kadın nerededir acep? DERVİŞ – Nerede olacak, zindana atmışlardır! HAYME BACI – Zindana mı? FATMA HATUN – Atmışlar mıdır? DERVİŞ – Atmamışlar mıdır? FATMA HATUN – Hay Allah’ın delisi! Kağnıyı al elimden bari. (Fatma Hatun deminden beri yüklendiği kağnıyı yere bırakır. Derviş, Hayme Bacı’yı yavaşça yere indirir. Tam o sırada bir Moğol savaşçısı Türkmen bir kadın esirle beraber girer. Kadın, taşıdığı çuvallar, kazanlar, tulumlar yüzünden güçlükle yürür. Esir kadın Fatma Hatun’la Hayme Bacı’yı 88 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI görünce duralar. Kadın duralayınca Moğol savaşçısı kadını sertçe iterek uyarır. Kadın yoluna devam eder. Moğol savaşçı Derviş’e işaret eder. Belli ki kendisiyle gelmesini istemektedir.) MOĞOL SAVAŞÇISI - Ene zamaar! Kherev ene dakhi! Naash ir! (Derviş, Moğol savaşçısının dediklerini anlamış gibi başını sallar. Moğol savaşçısı uyarısını tekrarlar. MOĞOL SAVAŞÇISI - Naash ir! Naash ir! (Derviş, bozuntuya vermemeye çalışarak, tekrar türküsünü söylemeye başlar. Moğol savaşçısı Derviş’in sarhoş ya da meczup olduğuna hükmedip bağıra çağıra çıkar. Derviş ve kadınlar rahatlarlar.) FATMA HATUN – Kadıncığı gördünüz mü? Nasıl eziyet eder soysuz dölleri! HAYME BACI – Bizi görünce nasıl da üzüldü. Benim de nasıl etlerim çekildi. Zavallıcık! FATMA HATUN – (Derviş’e) Sen niye susuyorsun? DERVİŞ – (Düşünceli) Kim? FATMA HATUN – Kim diyen! DERVİŞ – Ben mi? Ben düşünüyorum. FATMA HATUN – Şimdi mi düşünüyorsun? Niye daha önce düşünmedin? DERVİŞ – Daha önce de düşünüyordum, şimdi de düşünüyorum. Ben düşünceli bir abdalım. FATMA HATUN – (Çaresiz) Hay Allah’ım, ya Rabbim! DERVİŞ – O kadını tanır mıydınız? HAYME BACI – Yok! Bacıyan-ı Rum’lardandı belli ki, ama kim bilir hangi obadandı. ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /89 DERVİŞ – Bacıyan-ı Rum’lardan olduğunu nasıl anladınız? FATMA HATUN – Peşkiri vardı. DERVİŞ – Ya... Ben görmemişim. FATMA HATUN – Sen zaten ne görüyorsun ki? HAYME BACI – Eğer o kadın buradaysa. Ebe Kadın’ı da buraya getirmişlerdir. Ama nerededir? DERVİŞ – Kim bilir nerededir? FATMA HATUN – (Kadının Moğol askeriyle çıktığı yönü gösterir) Nerede olacak, o kadını götürdükleri yerdedir elbet! DERVİŞ – (Diğer tarafı gösterir) Ya bu taraftaysa? FATMA HATUN – Peki, öyleyse o taraftan gidelim. HAYME BACI – Sancı girdi yine. Bir şeyler yapalım artık n’olur. DERVİŞ – (Fatma Hatun’un gösterdiği tarafı gösterir) Tamam, bu taraftan gidiyoruz. FATMA HATUN – Niye şimdi bu taraf dedin? DERVİŞ – Sen öyle istedin diye. FATMA HATUN – Seni var ya, çeker öldürürüm, sonra da bir Moğol öldürdüm diye cümle âleme yayarım. DERVİŞ – Tamam gidiyoruz. Düşün önüme! (Derviş, Fatma Hatun’u tıpkı Moğol askerinin yaptığı gibi sertçe iter. Fatma Hatun, Derviş’e dik dik bakar. Sonra hep beraber Moğol askeriyle kadının çıktığı yönden çıkarlar.) 90 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI 8.SAHNE: Ahi dediğin inancını kaybetmez. Miladi 1235 yılı. Konya. Şehzade Gıyaseddin’in Kasrı. (Müzikle beraber platform dönmeye başlar. Sislerin arasından büyük bir salon görürüz. Arkada upuzun, büyük perdeler. Perdelerin iki yanında iri kıyım nöbetçiler... Ahi Evran’ın yaşlı ve yorgun yüzü sahneye yansır. Zayıf sesi yankılanır.) YANKI / AHİ EVRAN – Hücredeyken durmadan gizli gizli okudum. Okuduklarımı düşündüm, sonra yaşadıklarımızı... Karanlığın içinde aydınlığı düşündüm. Bu karanlığın bize ettiklerini... Çok şey kaybettiğimizi biliyordum ama bir şeyi asla yitirmedim: Umudumu ve inancımı! (Işıklar artarken Gıyaseddin’i görürüz. Bir sedire oturmuş kılıcıyla oynamaktadır. Sadeddin Köpek telaşla girer.) GIYASEDDİN – Geliyor mu? SADEDDİN KÖPEK – Haber verildi kendisine, ama ne zaman gelir bilemem. GIYASEDDİN – Gözünü korkuttuk mu? SADEDDİN KÖPEK – Korkmuyor. GIYASEDDİN – O halde son bir kez iyilikle gidelim üstüne. İzzeddin’le görüşüyor mu hâlâ? SADEDDİN KÖPEK – Çok sık değil, ama kardeşiniz vakit vakit Konya Medresesi’nde onu ziyaret ediyor. Kumandan Kemaleddin Kamyâr da onların yanına geliyor. ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /91 GIYASEDDİN – Kemaleddin Kamyâr, Sultan Babamın en yakın adamı. Üçünün bir arada ne işleri var? Neler konuşuyorlar? SADEDDİN KÖPEK – Sanırım kardeşiniz de sizin yaptığınızı yapıyor, Ahi Evran’ı kendi yanına çekmeye çalışıyor. Bunun için ahî zaviyelerini ziyaret ediyor, çarşılarda göçerlerle sohbet ediyor, onların eğlencelerine katılıyor. GIYASEDDİN – Eğlenceleri batsın. Demek İzzeddin de Ahi Evran’dan medet umuyor? Demek Ahi Evran Selçuklu’da bu kadar önemli bir isim oldu ha? SADEDDİN KÖPEK – Ahiler artık her yanda. Sultan Babanız Kayseri’de şehrin güvenliğini bile onlara bırakmış, gece gündüz şehrin nizamını sağlıyorlarmış. Ahi Evran gazilerle kadınları da örgütlemiş. Hepsi hem zanaat öğreniyor, hem de savaş talimleri yapıyorlarmış. GIYASEDDİN – Demek kadınlar savaş talimi yapıyor? Vay, vay, vay! Desene Ahi Evran bizden önce Selçuklu’ya hükümdar olmuş. Devlet adamlarıyla görüşmeler, kolluk, inzibat kuvvetleri, gaziler, bacılar, ahiler, Sultan babamdan iltifatlar... Bu adam başımıza dert olacak bizim. SADEDDİN KÖPEK – Babanızla düşündüğünüz kadar samimiyeti yok! O babanızdan ziyade şeyhine daha çok bağlı. GIYASEDDİN – Şeyhi ile arası nasıl? SADEDDİN KÖPEK – Evhadüddin Kirmanî büyük kızını geçen ay ona gelin verdi. Şu çetin ceviz olan kızını, Bacıyan-Rum’u örgütleyen, kilim, kumaş, dokuma atölyelerini kurduran kızını... GIYASEDDİN – Allah kahretsin, bunu niye şimdi öğreniyorum peki? Her şeyden haberim olmalı demedim mi? Ne yiyor, ne içiyor, kimlerle görüşüyor, ne konuşuyor..? Hepsini bilmek istiyorum. 92 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI SADEDDİN KÖPEK – Ara sıra Hacı Bektâş diye genç bir şeyhle de görüşüyorlar, ilmi sohbetler ediyorlar. Bazen Sadreddin Konevî de katılıyor bu sohbetlere. GIYASEDDİN – (Öfkeli) İlmi sohbetler... Bütün âlimleri kendi yanına çekiyor. Bu ahîlik de ilimle başlamadı mıydı? Şu ilim denen şeyden iyice sıkılmaya başladım artık. Âlimlerin bizden fazlaca bildiği ne ola ki? SADEDDİN KÖPEK – Onlar farklı düşünüyorlar, biz ise hep aynı şeyi... GIYASEDDİN – Elbet biz de Ahi Evran kadar biliriz. Benim ondan eksiğim nedir ki? Fazlam olması gerekmez mi? Ben kudretli Selçukluların kanındanım, o kim ki? SADEDDİN KÖPEK – Etrafı hep müritleriyle dolu; öğrenciler, ahiler, gençler... GIYASEDDİN – Hep söylüyorum ya, bu ahîlikte göçerleri çeken tuhaf bir şey var. İnsan düşünmeden edemiyor, acaba göçerler bu ahilikte ne buluyor? SADEDDİN KÖPEK – Ahi Evran onları adam yerine koyuyor, insan yerine... GIYASEDDİN – İnsan olmayan insan yerine konur mu? Bu nasıl bir dergâh? SADEDDİN KÖPEK – Onların ki dergâh değil, daha ziyade kardeşlik birliği. Nizam, intizam ocağı... Haktan gelen şerbeti içmek, onun mükemmelliğine ulaşmak niyeti. Hacca niyetlenmiş karınca misali; yolda olmak, o yola girmek... Ötesi nasip, kısmet! Ahi yiğitler hep yan yana, her şeyi birlikte yapıyorlar. Birlikte çalışıp, omuz omuza dövüşüp, hep birlikte öğrenip, sonra birlikte eğleniyorlar. Ama yaptıkları her işte bir nizam, intizam var. ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /93 GIYASEDDİN – Ne oldu sana? Sen de Ahi Evran gibi konuşmaya başladın. Yoksa sen de onlara mı katılmaya karar verdin? SADEDDİN KÖPEK – Elbette ki hayır! Ben sadece anlayalım diyorum. Bekleyelim, kavrayalım. Daha yakından tanıyalım. Sizin de istediğiniz o değil mi? O yüzden takip ettirmiyor musunuz onu? Her attığı adımdan haberdar olmuyor musunuz? GIYASEDDİN – Bilemiyorum. Ama bizimle beraber olmayacak bu Ahi Evran! Göçerlerden vazgeçmeyecek. Nasıl davranırsak davranalım nafile! İster suyuna gidelim, ister zor kullanalım. Boş yere çırpınıp duruyorum. Sanki kocaman bir düğümü hiç durmadan çözmeye uğraşıyorum. SADEDDİN KÖPEK – Bir vakit sonra o düğüm kendiliğinden çözülecektir. Sabredin. GIYASEDDİN – Sabretmekten sıkıldım, beklemekten yoruldum; askerleri, âlimleri, beyleri, şeyhleri, müritleri... Ne olacaksa bir an evvel olsun artık! Mademki ecel çalmıyor Sultan babamızın kapısını, o halde biz kendisine biraz yardımcı olalım, gerekirse biz kıralım o kapıyı. Bu günlerde zayıfladı biraz kendisi. Aşçılara söylemek lazım yiyeceklerine, içeceklerine dikkat etsinler. Mantar katsınlar yemeklerine mesela. Ama Allah korusun çok zehirli mantarlar varmış, bilmeden bir parçası bile yenirse... SADEDDİN KÖPEK – Yani... GIYASEDDİN – Yani... Bu işi senin halletmen münasiptir deriz. SADEDDİN KÖPEK – (Şaşırır, duyduğuna inanamaz) Ben mi? GIYASEDDİN – Ne oldu? Adamların mı yok, yoksa yüreğin mi..? SADEDDİN KÖPEK – Benden istediğiniz şey ne adamla olur, ne yürekle. Ben kardeşiniz İzzeddin’le dövüşünüzde size sadığım ama... 94 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI GIYASEDDİN – Ama iş Sultan babamla dövüşmeye gelince onun yanını mı tutarsın? Neler oluyor sana böyle? Ahi Evran seni de mi etkiledi? Birdenbire onun gibi mi düşünmeye başladın? Sen kime sadıksın, kime sadakatle bağlı kalacaksın? SADEDDİN KÖPEK – Elbette... GIYASEDDİN – Elbette bana. Bir daha gözünde sakın şüphenin gölgesi olmasın Sadeddin Köpek! Yüreğinde çocukça bir merhametin filizlenmesine sakın izin verme! Çünkü henüz yolun başındayız, sadakat ve merhamet bataklığına saplanamayız. Çünkü ben saplanıp kalmak istemiyorum. Yürümek, koşmak istiyorum; koşsam uçmak istiyorum; dağları aşmak istiyorum. Tıpkı bir fırtına gibiyim; estim, gürlemek istiyorum. Dünyayı fethetmek istiyorum. Beni durdurmaya kalkışan kim olursa olsun, çiğneyip geçmek istiyorum! (Müzikle beraber ışıklar azalır. Platform dönmeye başlarken ikisi beraber karanlıkta kaybolurlar.) ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /95 9.SAHNE: Ahi dediğin sözünde durur. Miladi 1243 yılı. Samagar Kasrı. Kış. (Samagar Kasrında büyük, karanlık bir hücre. Mazgallarda bir aşağı bir yukarı gezinen Moğol nöbetçilerin ayakları görünür. Ahi Evran’ın yaşlı ve yorgun yüzü sahneye yansır. Sesi yankılanır.) YANKI / AHİ EVRAN – Önünü göremediğin bir çağdır “karanlık”! “Aydınlık” ise önünü gördüğünü sandığın bir çağdır. Ey ahî, karanlık bir çağdasın diye sakın umudunu yitirme! Aydınlıktasın diye de sakın gevşeme! Sonuçta hepimiz arılar gibi bir “kovan”ın içindeyiz. Umarım kendini feda etmek zorunda kalacağın bir karanlıkta yaşamıyorsundur. Ama eğer yaşadığın kovanı aydınlatmak zorundaysan şunu unutma ki kaçıp terk ederek aydınlığa kavuşamazsın. (Hayme Bacı ile Fatma Hatun’u görürüz. Zayıf ışıkların altında, sahne arkasındaki yüksek merdivenlerden aşağı inerler. Derviş arkalarından gelir. Merdivenleri indikleri anda karanlığın içinden nereden çıktığı belli olmayan gölgeler Derviş’in üzerine atılıp onu yere yıkarlar, Hayme Bacı ve Fatma Hatun’u ise çekiştirip uzaklaştırmaya çalışırlar. Derviş’in ağzına bez tıkıştırılır, gölgelerden birinin elinde sivri bir kazık vardır.) I.HATUN – Sakın sesini çıkarma Moğol iti! Yoksam kalbine saplarım aha bu kazığı, sonram hiç sesini çıkaramazsın. Şşt! HAYME BACI – (Çaresizce seslenir) Derviş ağa, Fatma Hatun! II.HATUN – Şşt! Sakın sesinizi çıkarmayın bacılar. Sizi kurtaracağız bu Moğol itinden. 96 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI FATMA HATUN – Hayır, durun! III.HATUN – Siz uzaklaşın hele bacım, çekilin şöyle! FATMA HATUN – O Moğol akıncısı değil! O bir Türkmen, bir abdal! I.HATUN – Abdal mı? (Kadınlardan biri karanlığın içinden bir kandil getirir, Derviş’in üzerine çöken kadınlar doğrulurlar. Derviş ağzındaki tıkacı çıkarır, gözündeki bezi çözer. Öksürüğe boğulmuştur. Ortalık hafifçe aydınlanırken herkes şaşkındır, nefes nefesedir.) II.HATUN – (IV.Hatun’a) Hani ya sen esir kadınlar geliyor demiştin? IV.HATUN – Öyleydi. Aha bu Moğol esir etmişti şuncağızları. Benim de onları görünce içim acımıştı. DERVİŞ – (Seyirciye) Ne kadar da çok içi acıyor herkesin. I.HATUN – (Derviş’e) Neye bu kılığa girdin ya sen? DERVİŞ – (Seyirciye) Ben şimdi ne diyeyim? İşte yine bir tesadüf! Ebe Kadın’ı bulacağız diye girdiğimiz hücrede şu başıma gelenlere bak! Moğol erlerinin elinde can vermeyelim derken Türkmen kadınların eliyle göçeceğiz öte yana! II.HATUN – (Fatma Hatun’a) Eğer bu herif Moğol akıncısı değilse sizi kim esir etti peki? FATMA HATUN – Bizi kimse esir etmedi. I.HATUN – Öyleysem burada ne işiniz var? III.HATUN – Kafam karıştı benim. ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /97 HAYME BACI – Biz Ebe Kadın’ı bulmak için geldik. FATMA HATUN – Kayseri’de Debbağ Hanı’nın yanında Kevsa Hatun derler bir ebe kadın var, Bacıyan-ı Rumlardan... Onu arıyoruz. IV.HATUN – Kevsa Hatun mu? III.HATUN – Ahilerden miymiş? FATMA HATUN – He! Aha, bu dervişin sözüne uyduk. Moğollar esir kadınları öldürmez dediydi, bütün ahî bacıları Samagar obasına, Baycu Noyan’ın kasrına götürdüler dediydi. DERVİŞ – Yalan değil! Bak ne dediysem çıktı. HAYME BACI – Biz de Ebe Kadın’ı buraya kaldırmışlardır diyerekten... I.HATUN – Deli misiniz siz, canınıza mı susadınız? Bir tanecik ebe kadın bulmak için Moğol’un obasına, kasrına girilir mi? İnsan durduk yere kendini esir eder mi? HAYME BACI – Biz esir değiliz! I.HATUN – Artık öylesiniz. HAYME BACI – Öyle miyiz? FATMA HATUN – Moğol iki günlük yoldaki bütün köyleri, evleri yakmış. Çekirge sürüsü gibi geçmişler her yerden. Ne ahî kalmış, ne bir kadın! DERVİŞ - İnsan komamışlar ortasında kalakaldık. ki hiçbir yerde. Issızlığın I.HATUN – (Derviş’i gösterir) Sonra da bu delinin sözüne uydunuz..? 98 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI (Fatma Hatun gider Hayme Bacı’nın üzerindeki kalın battaniyeyi çeker. Kadınlar Hayme Bacı’nın hamile olduğunu görürler.) FATMA HATUN – Bizim hemen Ebe Kadın’ı bulmamız lazım. Şarttır! Başka çaresi yoktur. II.HATUN – Yine de buraya gelmeyecektiniz. Doğum yaptırmakta ne var ki? Ben dört tane doğurdum. IV.HATUN – Şimdi nasıl çıkacaksınız dışarı? FATMA HATUN – Onu sonra düşünürüz. Lakin bu kızcağız ağırlaşınca kocası bunu bana emanet etmiştir. Ben de söz verdim, gözün arkada kalmasın Bey dedim. Daha önce iki bebesi ölü doğmuş. Durumu ağırdır! DERVİŞ – Moğol gelince, bunlar hep kuyulara atmışlar kendilerini. FATMA HATUN – Ama bu bebenin yaşaması şarttır. DERVİŞ – Şarttır ya! Gazi olacak bu, ahî olacak, bey olacak! (Hatunlara döner) Karnındaki bebe iki gündür hiç kımıldanmammış. III.HATUN – İki gün mü? I.HATUN – Günün geldi mi? HAYME BACI – Yok, daha iki ay var. DERVİŞ – Eğer bebe içerde öldüyse... (Hayme Bacı ağlar.) DERVİŞ – Eğer öyleyse bilem, ben ta Konya’ya kadar götürürüm seni Hayme Bacı. Sen üzülme! ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /99 I.HATUN – Ne işiniz var Konya’da? DERVİŞ – Ahi Evran-ı Veli’yi orada hapis tutarlar duymadınız mı? Eğer Samagar’da Hayme Bacı’yı kurtaramazsak, Konya’ya gideceğiz. Ahi Evran da bir nefesiyle can verecek sabiye, kurtarıverecek ikisini de. II.HATUN – Bu hapishaneden çıkıp başka bir hapishaneye mi gireceksiniz? DERVİŞ – He! I.HATUN – (Derviş’e) Çekil şuradan! (Hayme Bacı’ya) Sen de gel bakalım şöyle. FATMA HATUN – Ne olacak ki? I.HATUN – Bir bakacağız. Muayene etmek lazım. HAYME BACI – Biz Ebe Kadın’a geldik, onun için aştık bunca yolu. FATMA HATUN – Ona görünsek daha iyi. I.HATUN – Burada öyle Kevsa Hatun diye bir Ebe Kadın yoktur. Onca hücre, oda vardır. Ama hiç öyle birisini duymadık. HAYME BACI – Ne edeceğiz şimdik Fatma Bacı? (Sessizlik.) I.HATUN – Fatma Bacı mı dedin ya sen? DERVİŞ – (Atılır) He, ne olmuş ki? I.HATUN – Senin adın Fatma mı? DERVİŞ – He onun adı Fatma! 100 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI I.HATUN – Bacıyan-ı Rumlardansın..? DERVİŞ – He! Hem de Bacıyan-ı Rumlar’ın en delisi. Öyle bir ok kullanıyor ki göreceksin! Sonra öyle bir çarpıyor ki adamı yere... I.HATUN – (Heyecanlanır) Yoksa sen rahmetli Evhadüddin Kirmanî hazret-lerinin kızı mısın? DERVİŞ – (Fatma Hatun’a) Öyle misin? FATMA HATUN – He! Öyleyim. (Kadınlarda bir sevinç patlaması olur. Fatma Hatun’a sarılırlar, göz yaşları dökerler. Derviş hiçbir şey anlamaz, şaşkındır.) I.HATUN – Bacılar, Fatma Hatun bu! Hiç görmemişiz ya seni şimdiye kadar! Kusura bakma tanıyamadık. II.HATUN – Vay, Fatma Hatun, bu ne kutlu gündür, bu ne büyük şandır! En kötü günümüzde sen çıkıverdin ya karşımıza. DERVİŞ – Hiçbir şey anlamıyorum. Ne var? Bu kadar sevinecek ne oldu ki? III.HATUN – Fatma Hatunmuş ya bu? DERVİŞ – İyi, anladık Fatma Hatun. Ne olmuş ki? IV.HATUN – Ahi Evran’ın karısı Fatma Hatun! (Derviş ne diyeceğini bilemez şaşırır, sevinir, sevinçten saçmalar.) DERVİŞ – Vay yahu ama sen bana neye demedin bana peki neye söylemedin aha bak gördün mü ben neye bilemedim o ka- ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /101 dar da dediydim Ahi Evran diye de söylendiydim söylenmedim miydi(Hayme Bacı’ya) sen biliyor muydun ya gördün mü sen bak! (Kadınlar Derviş’i susturmaya çalışırlar.) I.HATUN – Şşt! Sessiz! DERVİŞ – (Fatma Hatun’a) Neye söylemedin peki? FATMA HATUN – Boşver! Şimdi bu kızı kurtarmamız lazımdır. DERVİŞ – Peki ya sen madem Ahi Evran’ın, yani Ahi Evran-ı Veli’nin hanımısın, yani Ahi Baba’nın... Öyleysem neye kendini esir ettin, Moğol’un içine girdin? Hadi Hayme Bacı mecburdur, hadi beni boş ver, delinin tekiyim. Ama ya sen..? FATMA HATUN – Ne olmuş bana? DERVİŞ – Senin işin gücün vardır, yapacağın büyük, mühim, önemli işler vardır. Bütün ahî bacıların gözü senin üzerindedir. FATMA HATUN – Gazi Bey’in emanetinden daha mühim işim yoktur. Hem etrafta ahî, bacı kaldı mı? Baksan ya hep neredeyiz. HAYME BACI – Ne olacak peki şimdi? FATMA HATUN – (I.Hatun’a) Sen biraz önce muayene dedin? Ebe misin? II.HATUN – Ebe’dir. Hem de bizim Harput’un en iyisi ebesidir. Daha iyisini görmedim. Benim dört bebemi de o doğurttu, aha yüzü burada. FATMA HATUN – Sen şu kızımıza bir bak bakalım bacım. Bak bakalım durum nedir? 102 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI (I.Kadın alışık hareketlerle girişir. Diğer hatunlara döner.) hazırlığa I.HATUN – Getirin bakalım siz de Hayme Bacıyı, hazırlayın hele. (Kadınlar arkada bezle ayrılmış bölmeye geçerler. Hepsi bezin arkasında kaybolurlar. Derviş ve Fatma Kadın yalnız kalırlar. Sessizlik.) DERVİŞ – Gene de söyleyecektin bana. Ha, bileydim ne değişirdi? Bilemem. Belki ben kendi yoluma giderdim yahut senin kapında yatardım. Ahi Evran’a giderdik, onun yolunda ölürdük. FATMA HATUN – Sen Mahmut Evran’ı Konya’da gördün mü hakikatten? DERVİŞ – Uzaktan. Gündüz millet taşkınlık yapmasın diye gece karanlığında çarşıdan geçirdiler onu. Ellerine zincir bağlamışlardı. Bütün ahî canlar toplanmıştı. Uzaktan el ettik ona, hatta seslendim ben de herkes gibi. Ahi Evran, Ahi Evran! FATMA HATUN – Ya, sana bir şey yapmadılar mı? DERVİŞ – Hangi birimize bir şey yapacaklar ki? Hepimiz dizilmişiz Konya çarşısına sağlı sollu... Hem bize daha ne yapacaklardı ki? Gıyaseddin topumuzu esir etmişti, ahileri, gazileri tüketmişti, kalan ahîleri Batı’daki Tekfur şehirlerine kaçırtmıştı. Daha ne yapacaktı? Şimdi de geri kalanımızı Moğollar tüketirler işte. Ama biz uzaktan bağırdık hep: Ahi Evran, Ahi Evran! FATMA HATUN – Ahi Evran... DERVİŞ – Ama o hapislerden kurtulacak, sonra da hepimizi Gıyaseddin’in zulmünden kurtaracak. Hem bizi, hem Hayme bacıyı, hem de bebeyi kurtaracak. ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /103 FATMA HATUN – Allah’ın izniyle! DERVİŞ – Allah’ın izniyle... (Arka taraftan bir çığlık duyulur. I.Hatun heyecanla girer. Diğerleri arkasından koşarlar.) FATMA HATUN – Ne oldu, kötü bir şey mi oldu? DERVİŞ – Çok mu kötü? Berbat mı, felaket mi? I.HATUN – (Sevinçli) Bebek yaşıyor! FATMA HATUN – Yaşıyor mu? DERVİŞ – Nasıl? FATMA HATUN – Neredeyse üç gündür hiç hareket etmediydi ya? I.HATUN – Ihlamur bardakla dinlemediniz mi? Tık tık diye vurmadınız mı? DERVİŞ – Bardak mı, ıhlamur ağacından mı yapılıyor? Tık tık ne? I.HATUN – Kalbi atıyor. Sesi çok yavaş duyuluyor ama kalbi atıyor. (Herkes çok sevinir. Hayme Bacı da arkadan sevinçle çıkar.) DERVİŞ – Sancısı vardı, kıvranıyordu..? I.HATUN – Daha bir zaman sancısı olur. Kolay değildir; korkmuş, atlamış, düşmüş... Yalnız bundan sonra dinlenmesi gerek, doğuma kadar kalkamadan hep yatması gerek. 104 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI DERVİŞ – (Çok sevinir) Heyt be! Gördün mü bak! Ben ne dediydim? Ahi Evran-ı Veli ikisine de can verecek demedim miydi? Kurtaracak demedim miydi? Dedim miydi, demedim miydi? Al işte bak, Ahi Evran kurtardı ikisini de. Fatma Bacı da yardım etti ona, himmet gösterdi, uğraştı, didindi... FATMA HATUN – Hay deli oğlan, sus! Yavaş! HAYME BACI – Kımıldadı Fatma Hatun. Hem öyle bir tekme attı ki... DERVİŞ – Heyt be! Yaşıyor! Daha da yaşayacak! Bey olacak inşallah! (Herkes sevinçle birbirine sarılır.) DERVİŞ – Ee, şimdi ne olacak peki? I.HATUN – Burada kalamazsınız. Gitmeniz lazım. Bu kızın iyi beslenmesi lazım. Pekmez, bal, av eti yemesi, süt, yumurta içmesi lazım! DERVİŞ – Biz bir tane zorla içirdiydik ama... I.HATUN – Bir çiğ yumurtadan ne olur ki... DERVİŞ – Doğru! Peki, şimdi hepimiz nasıl çıkıyoruz dışarı? (Sessizlik.) I.HATUN – Hepimiz çıkmayacağız. Yalnız siz ikiniz çıkacaksınız. DERVİŞ – Nasıl? I.HATUN – Ama şimdi çıkamazsınız, nöbetçiler geceleyin kimsenin çıkmasına izin vermiyor, ancak sabaha... HAYME BACI – Yalnız ikiniz çıkacaksınız ne demek? ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /105 I.HATUN – (Fatma Hatun’a) Siz neyle geldiniz? FATMA HATUN – Bir kırık kağnıya yükledik Hayme Bacı’yı. Eski çaputlardan da döşek yaptık. HAYME BACI – İkiniz çıkacaksınız ne demek? I.HATUN – İyi, güzel. Tekrar o kağnıyı alırlar, bu kızcağız da kımıldanmadan yatar içinde. (Derviş’e) Nöbetçiler seni gördü mü? FATMA HATUN – Görmez mi, birlikte türkü bile söylediler. I.HATUN – İyi! (Anlamaz) Ne türküsü? DERVİŞ – Her neyse... I.HATUN – Hayme Bacı kağnıya uzanır, döşek yaptığınız çaputları da bu sefer üzerine kapatırsın. Yetmezse bizdeki battaniyeleri, hırkaları da veririz. Bir güzel gizleriz Hayme Bacı’yı. HAYME BACI – Peki ya Fatma Bacı? I.HATUN – Sonra da sabahleyin kapılar açılınca elinizi kolunuzu sallaya sallaya çıkıp gidersiniz. HAYME BACI – Peki ya Fatma Bacı ne olacak? Ya siz? (Sessizlik.) I.HATUN – Bize bir şey olacağı yok! Biz hep buradayız. HAYME BACI – Olmaz, sizi burada bırakmayız. DERVİŞ – Ben de bırakmam. FATMA HATUN – Yalnız ikiniz gidiyorsunuz o kadar! 106 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI HAYME BACI – Olmaz, ben gitmem! DERVİŞ – Ben de. FATMA HATUN – Bana bakın! Birlikte gitmeye kalkarsak hepimizi yakalarlar. O bebenin doğması gerek! Gazi olacak o, ahi olacak ya! Ben Ertuğrul Bey’e söz verdim, gözünü arkada kalmasın dedim. İster er olsun, ister hatun, ahî kişi sözünde durmaz olur mu? DERVİŞ – Olmaz, sizi burada bırakamam. HAYME BACI – Bu ne fena bir şey! Böyle şey olur mu? (Kadınlar, Hayme Bacı ile Derviş’in itirazlarını dinlemezler, Derviş’i merdivenlere sürüklerler, Hayme Bacı’yı da sakinleştirmeye çalışırlar.) I.HATUN – Git kağnıyı getir! Birisi onu çalmadan yahut kırıp bir köşeye atmadan çabuk, koş getir! Kızı gece karanlığında sokmak lazım o çaputların altına. Kimseye görünmeden. Hadi, git getir kağnıyı! (Derviş istemeye istemeye merdivenleri çıkar.) DERVİŞ – Geri dönüp sizi de kurtaracağım. Seni kurtaracağım Fatma Hatun. Sonra Ahi Evran’ı da... Hepinizi. And olsun ki kurtaracağım. Bir büyü yapacağım, hepiniz çıkacaksınız dışarı! FATMA HATUN – Hey, deli oğlan! Bak hele! Kimsin sen? Adını söylemedin ya hiç! DERVİŞ – Sen de söylemediydin. FATMA HATUN – Sen benimkini öğrendin. Peki, ya senin adın ne? ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /107 DERVİŞ – Musa! Abdal Musa derler. (Fatma Hatun, Derviş’e el sallar. Derviş de Fatma Hatun’a ve diğer kadınlara el sallar. Ağlamaklı olur; sonra biraz canlanır, gözyaşları içinde Moğolca türküyü söylemeye başlar. Fatma Bacı ve kadınlar ona el sallarlarken platform dönmeye, ışıklar değişmeye başlar.) 108 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI 10.SAHNE: Zulüm! Miladi 1236 yılı. Konya. Sıcak bir yaz günü. (Platformun üst tarafında Gıyaseddin’in taht odası aydınlanır. Arkası dönük bir taht görürüz. Tahtın üzerine ve tüm sahneye zehirlenerek öldürülen Alâeddin’in görüntüleri yansır. Görüntülerin önünde Ahi Evran’ın sureti belirir, sesi yankılanır.) YANKI / AHİ EVRAN – Gıyaseddin’in, Sultan babası Alâeddin’i zehirletip öldüreceğini kim bilirdi? Kardeşi İzzeddin’in sürgüne gideceğini ve sonra Gıyaseddin’in suçsuz, günahsız ahîlere bunca fenalıklar yapabileceğini..? Türkmen babalarıyla karşı karşıya geleceğini, büyük isyanların çıkacağını ve Gıyaseddin’in talihin bir oyunuyla Türkmenleri kendi yurtlarında Frankların paralı askerleriyle mağlup edeceğini, ülkeyi bir yangın yerine çevireceğini kim bilebilirdi? Ama siyaset bu! En olmayacak şeyleri oldurmakta pek mahir. (Platformun dönüşü durur. Tahtın arkasından önce Gıyaseddin’in kılıcını, sonra da kendisini görürüz. Demir zırhlar içindedir.) GIYASEDDİN – Göçerler kıt meralarımızı yağmaladı göz yumduk; sürüleriyle verimli tarlalarımızı yoldu göz yumduk; köylerimize saldırdı, soydu, hırsızladı göz yumduk. Ve daha dün yılanlardan ilaçlar yapıp derilerini yolan bir debbağ bana nizamat dersi vermeye kalkıştı göz yumduk; en iyi adamlarımı ayarttı göz yumduk. Köpekler bile beni terk etti. Ama şimdi artık sıra bende! Herkes duysun sesimi. Sadeddin Köpek sen de duy! Korkmuyorum artık ne sırtlanlar gibi arkadan saldıran Harzemşahlar’dan, ne akbabalar gibi tepemde dolanan Moğollardan, ne kardeşimin yüzüne gülen ahilerden, ne göçerlerden, ne Türkmen “Baba”larından... Hiçbirinden ve hiçbir şeyden korkmuyorum. Meğer her şey ne kadar basitmiş, ölüm küçücük bir şişeye sığarmış! Baba katili olmak bu kadar sıradanmış. Şimdi herkesin yüreğine korku salma sırası ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /109 bende! Elbet bunu yapabilirim, çünkü yapabilecek kudrete sahibim. Artık gücüm var! Yapabilecek kudretim var! Yapacağım. Bana engel olacak hiç kimse kalmadığı için yapacağım. (Işıklarla beraber sahnenin pek çok yerinden yüzlerini örtülerle gizleyen, yalın kılıç askerler sahneye doluşurlar.) GIYASEDDİN – Gidin! Sultan Gıyaseddin’in kudretini gösterin! Eski sultanın askerlerine, âlimlerine, çok sevdiği ahîlerin medreselerine, hankâhlarına, zaviyelerine, çarşılarına, hanlarına, bacılarına, gazilerine, abdallarına, hâlâ benden korkmayanlara işte Gıyaseddin’in kudretidir bu deyin! Sıra bende! Kudret benim! Bu hayatı onlar için bir cehenneme çevirin! (Gıyaseddin karanlıkta kaybolurken sahnenin her yerinden ateşler, dumanlar yükselir. Gıyaseddin’in adamları sahnenin her iki yanında yer alan medreselere, çarşılara saldırırlar. Bağırışlar arasında âlimleri, ahileri, sürükleyerek götürürler. Bir gürültü, bir karmaşa. Bir süre sonra her şey durulur, ışıklar değişir. Ortalık darmadağınıktır. Sahne dışından Gümüştekin, Sinan ve Duman’ın sesleri duyulur, ellerinde kandillerle girerler. Üçü de heyecanlı, nefes nefesedir. Ahi Evran’ın Debbağlar Hanı’ndaki evinin önüne gelip seslenirler.) SİNAN – (Seslenir) Ahi Evran! DUMAN – Ahi Evran! Neredesin? GÜMÜŞTEKİN – (Seyirciye) Korkunç bir kıyım, büyük bir talan! (Seslenir) Neredesin Ahi Evran! DUMAN – (Seyirciye) Ahi Evran; Azerbaycan’ı, Acem diyarını, Şam’ı, Mekke’yi, Bağdat’ı dolanıp Diyar-ı Rum’a geleli nere- 110 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI deyse kırk sene oldu. Kırk senedir her akşam yatsı vaktine kadar çalıştı, aha bu diyarı kalkındırmaya, bu topraklarda tıpkı kâinattaki gibi bir nizam inşa etmeye çalıştı. SİNAN – (Seyirciye) Şu kadarcık uyuduğunu görmedim. Çünkü Selçuklu’ya söz verdi. Bütün memleketteki çarşıların içini Türkmen zanaatkârlarla donatacağım dedi. Biz de o kadar zanaatkâr ne arasın dedik! Ama oldurmayı bildi! Kervansaraylar ahî esnaflarla doldu. (Seslenir) Ahi Evran! Neredesin! DUMAN – (Seslenir) Yort, savul! Ahi Evran! GÜMÜŞTEKİN debbağlık, söyledi. SİNAN - - (Seyirciye) Bize meslek adabını gösterdi; külahçılık, kilimcilik... Ahiliğin edeplerini Neredesin Ahi Evran? DUMAN – (Seyirciye) Gıyaseddin’in adamları her bir yanı talan ediyor. En çok da ahi zaviyelerini, çarşılarını, dükkânlarını... GÜMÜŞTEKİN – (Seslenir) Destur! Neredesin Ahi Evran? DUMAN – Ya, Ahi Evran’a bir fenalık yaparlarsa? SİNAN – (Seyirciye) Aklımız başımızdan gitti. Ahi Evran canımız! GÜMÜŞTEKİN – Onu uyarmak lazım, gerekirse uç şehirlere kaçmak lazım! SİNAN –(Seslenir) Neredesin Ahi Evran! GÜMÜŞTEKİN – Sultan’ın adamları yaklaşıyor. Ellerindeki meşalelerin ışıkları göründü bile. Geliyorlar! (Seslenir) Ahi Evran! (Ahi Evran evinin bahçe çitinin üstünde görünür. Yaşlanmıştır.) ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /111 AHİ EVRAN – Ne oluyor ahîler, kıyameti koparttınız gece gece! GÜMÜŞTEKİN – yapmamışlar! Şükürler olsun, buradasın. Sana bir şey SİNAN – Ahi Evran, ne işiniz var orada? AHİ EVRAN – Çalışıyordum, bir çeviriyle uğraşıyordum, yorgunluktan uzanıp kalmışım. Aya bakıyordum yine, yıldızlara... GÜMÜŞTEKİN – (Seyirciye) Aklı hep yıldızlarda! Hep düşünceli... DUMAN – Hâlâ cevapları mı düşünüyorsun pîrim? AHİ EVRAN – Hâlâ cevapları düşünüyorum. GÜMÜŞTEKİN – Siz âlimler için her şey amma karışık. Ben şu an nerede olduğumu biliyorum: Debbağlar Hanı’nda, senin evinin önündeyim. Elimde bir fener, karanlığın ortasında durmaktayım. (Sessizlik.) AHİ EVRAN – Karanlığın tam ortasında durmaktayız. Sorun hep bu! Belki de benim aklımla bir türlü anlayamadığım, olduramadığım şey... SİNAN - (Keser) Belki de akılla anlaşılamayacak bir şeydir pîrim. Belki de zannettiğin kadar karmaşık değildir. AHİ EVRAN – Belki de gözümüzün önünde apaçık durmaktadır. GÜMÜŞTEKİN – Ama sen aklını azat etmeden, esrik olup kendinden geçmeden hakikatin sırrına varmak, bu nizamı anlamak istiyorsun. AHİ EVRAN – Tıpkı İhvan-ı Safa risalelerini yazan âlimler gibi, Hocam Fahreddin-i Razî gibi... İbn-i Heysem gibi. 112 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI Aklımla... Aklımızdan korkmayalım yarenler. Hepimiz Kâlû Belâ’da, ruhların yaratıldığı o ilk anda yaratılmadık mı? Hepimiz Hakk’tan bir zerre değil miyiz? Eğer hepimiz din-i İslam’a inanıyorsak, o halde Aristo’ya malum olan cevapları elbet bizim de bulmamız gerekmez mi? GÜMÜŞTEKİN – Geliyorlar Ahi Evran! AHİ EVRAN – Korkmayın ahiler insan kendi sesinden korkar mı? DUMAN – Korkmuyoruz Ahi Evran! SİNAN – Tıpkı İbn-i Rüşd gibi... İbn-i Sina gibi... GÜMÜŞTEKİN – Fahreddin-i Razî, Şihabeddin Sühreverdi gibi. Korkmuyoruz. AHİ EVRAN – Elbet bu karanlık çağ bitecek. Elbet aydınlık bir çağ gelecek. Bir edep, bir fütüvvet nizamı kurulacak. Eğer bu nizamı olduramazsak bu topraklarda nice milletler gibi yok olup gideceğimizi bilmez misiniz? DUMAN - Kim bu topraklara nizamat verebilmiş ki? SİNAN – Aynısını İbn-i Sina’ya da yapmadılar mı? Hapislere atmadılar mı, yıllarca tutsak etmediler mi? GÜMÜŞTEKİN - Ya Makdül Sühreverdi? Ya o? Onu hepten kâfir belleyip idam etmediler mi? DUMAN – Senin gibi tuhaf şeylere kafayı takan büyük âlimlerin, evliyaların başına iki şey geliyor bu âlemde: Ya “kötü” şeyler yahut “çok kötü” şeyler... Biz senin için korkuyoruz, sana bir fenalık yapmalarından, sonra seni gece karanlığında bir daha hiç bulamamaktan korkuyoruz. (Dışarıdan gürültüler duyulur.) SİNAN – Gıyaseddin’in adamları... Geldiler. ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /113 (Ahi Evran belinden kuşağını çıkarıp Gümüştekin’e bağlar.) AHİ EVRAN – Ahi Gümüştekin, bu senindir. (Külahını çıkarıp Duman’ın başına yerleştirir.) AHİ EVRAN – Ahi Duman, bu sana. (Hırkasını çıkarıp Sinan’a verir.) AHİ EVRAN – Ahi Sinan, bu da senin için. (Sessizlik.) AHİ EVRAN – Ahiler sıra sizde. Uç şehirlere gidin. Tanımadıklarınızla tanışık olun, işi kolay tutun, sevin, sevdirin. Ahiliğin edebini, ilmin irfanın adabını, kardeşliği, fedayı öğretin. DUMAN – Şeyhim ya siz... AHİ EVRAN – Onların istediği benim. Siz gidin! (Dışarıdan gürültüler artar. Ellerinde mızraklar, kılıçlarla askerler sahneye doluşurlar. Ahi Evran’ın etrafını sararlar. Birden bütün sahne donar. Gümüştekin, Sinan ve Duman askerlerin arasından geçip öne gelirler.) GÜMÜŞTEKİN – (Seyirciye) O gün Ahi Evran’ı yakaladılar, esir ettiler. SİNAN – (Seyirciye) Ama biz sonra hep uç şehirlere yürüdük. DUMAN – yürüdük. (Seyirciye) Denizli’ye, Bozüyük’e, Antalya’ya GÜMÜŞTEKİN – Karahisar’a, Yalova’ya, Bozüyük’e, Söğüt’e... SİNAN – Sivrihisar’a, Afyon’a, Muğla’ya yürüdük. 114 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI DUMAN – Yarenler! Güneşin altında kalabalık yürümek kolay! GÜMÜŞTEKİN – Gecenin ıssızında bir başına yürümek zor. SİNAN – Ama biz yürümezsek, sonra bizim illerde gecenin bir vakti kim yürür. DUMAN – Karşımıza kim çıkar yarenler? (Müzikle beraber ışıklar azalırken platform dönmeye, sisler artmaya başlar.) ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /115 11.SAHNE: Hayat havuzun suyu eksilir mi? Miladi 1243 yılı. Kış. Soğuk bir sabah! (Platform döndükçe sahne bozkırda bir vadiye dönüşür. Çok uzaklarda Samagar Kasrı görünür. Ahi Evran’ın sureti düşer yine sahneye, sesi yankılanır.) YANKI / AHİ EVRAN – Hücremdeki parmaklıklardan masmavi gökyüzüne bakıyorum. Medresedeki havuzu düşünüyorum. Yüzyıllardır âlimler o havuzları inşa ettirmişler. Uzak dağlardan suyunu getirtmişler. İncecik bir su akmaya başlamış. Önce çalkalanmış, sonra uzun uzun akmış, sonra durulmuş, sonra ufacık bir delikten kaybolmuş. Ama havuzun suyu eksilmemiş. Eğer su akmaya devam ederse istediği kadar su delikten kaybolsun, havuzun suyu eksilmez. Durmadan tazelenir. Hayat budur. Her yeni doğan bebek; bir başlangıç, yeni bir umuttur. (Platformun dönüşü durur. Üzeri tepeleme çaputlarla dolu kağnı ile beraber Derviş girer. Sahnenin ortasına gelince, durur. Gözünü gizleyen bezi indirir. Kağnının kenarına iki kez vurur. Hayme Bacı çaputların altından doğrulur. Önce sevinçlidir, sonra hüzünlenir.) HAYME BACI – Bitti mi Abdal Musa? DERVİŞ – Bitti Hayme Bacı. Geçti gitti. Nasılsın? HAYME BACI – Biraz sancım var. Ama benimki yol boyu tekmeledi durdu. DERVİŞ – Ne güzel! 116 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI HAYME BACI – Şimdi ne olacak peki? DERVİŞ – Fatma Hatun seni bana emanet etti. Sizin obayı bulacağız. Yaylalarda bakınacağız, kışlaklarda arayacağız. Elbet bulacağız. Ayağın nasıl? HAYME BACI – Ağrısı sızısı kalmadı. Güvercin gibi uçtu gitti... DERVİŞ – Yalnız güzel yakmışım yakıyı, taş gibi olmuş. Yarına sargılarını açarız, sonra bir de güzel yıkarsın bacağını... Olur biter! Bütün acılar gibi bir zaman sonra küllenir gider. HAYME BACI – Ya Fatma Hatun! DERVİŞ – Onun da sancısı küllenecek elbet! Sonra hür olacak, güvercin gibi kanat vuracak. Moğol siyasetçidir, elinde kıymetli bir esir olduğunu fark ettiği zaman bu kıymeti değerlendirecektir. Ben de herkese söylerim Fatma Hatun’un Moğol’a esir olduğunu. Elbet birilerinin kulağına gider. HAYME BACI – Gider elbet! DERVİŞ – O zaman çekip alırlar Moğol’un elinden, kurtarıverirler Fatma Hatun’u. Kurtarmazlarsa ben varım. Yine kılık değiştirir, girerim Baycu Noyan’ın inine! Hem ben de daha Moğolca türkü çok! (Derviş kağnıda duran kopuzunu çıkarır.) HAYME BACI – Sen de ahî olacak mısın? DERVİŞ – Niyetim var ama bu zanaatla zor! Yani işte bu “yakı” işiyle filan... HAYME BACI – anlatırsın... Sen de türkü söylersin, kopuz çalarsın, ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /117 DERVİŞ – He, anlatırım. Zanaatkâr olamadık, sanatkâr olduk derim. Bütün abdalları da toplarım etrafıma. Onlara ahîliğin edebini anlatırım dilim döndüğünce... Eli açık olmayı, gönlü açık olmayı, kardeşliği, fedayı... Fatma Hatun’un yaptıklarını... Ahi Evran-ı Veli’yi anlatırım sonra. Seni nasıl kurtardığını, karnındaki bebeyi nasıl dirilttiğini anlatırım. HAYME BACI – Başka? DERVİŞ – Ejder yılanına nasıl okuyup üflediğini, ol soğuk hayvanı bir nefesiyle nasıl sindirdiğini, senin acılarını nasıl dindirdiğini, hepsini anlatırım. Sonra yılanların sırtına binip Hacı Bektaş’la nasıl buluşmaya gittiğini... HAYME BACI – Başka? DERVİŞ – Üç adımda Kayseri’den Gülşehri’ne nasıl yürüdüğünü, her gün akşam namazını Mekke-i Mükerremede kıldığını, sonra yatsı namazını kılmak için evine nasıl geri döndüğünü, Hazreti Hızır’la bile her gün denizin üstünde yürüdüğünü anlatırım. HAYME BACI – İyi de bunların hiçbirini gözünle görmedin ki! DERVİŞ – Olsun! Ben sanatçıyım. Sanatçıların anlattıkları gerçek değildir ki, masal gibidir. Zaten herkes neyin ne olduğunu bilir. Onlar böyle dinlemeyi severler, ben de böyle anlatmasını severim. HAYME BACI – Fatma Bacı kızsın sana da gör gününü! Ya sabahtan akşama kadar medresede hâcelik yaptığını, feylesof olduğunu, hanlar, çarşılar donattığını, zanaatkârlar eğittiğini, zaviyeler açıp, ahîleri, gazileri, bacıları “bir bir” tertiplediğini... DERVİŞ – Onları da anlatırım da... Dinlerler mi? 118 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI HAYME BACI – Yazacak mısın peki? DERVİŞ – Ben de okur yazarlık ne arasın. Aha bu kopuzla anlatacağım hepsini. Hem çalacağım, hem söyleyeceğim. HAYME BACI – Ben de anlatacağım. Bizim obadakilere anlatacağım. Sonra oğluma anlatacağım. Senin söylediğin Moğolca türküyü bile anlatacağım. DERVİŞ – (Güler) Yalnız anlatmak olmaz. Söyleyebilir misin ya? (Derviş kopuzu çalmaya, Moğolca türküyü çalıp söylemeye koyulur.) DERVİŞ – Ursan orokh ene borog Nulimstai mine zürlerei... (Derviş türküyü söylerken vadinin içinde bir okçu belirir, sonra diğer yanda başka bir okçu daha görünür. Ardından elinde mızrak tutan bir başkası... Vadinin üst tarafından bir diğeri seslenir.) SES - Heyy! Pis Moğol, uzak dur hatundan, geri dur! (Derviş söylemeyi bırakır. Şaşkınlıkla sesin nereden geldiğini anlamaya çalışır, okçuları görür.) DERVİŞ – Vay anam! Bunlar da kim? HAYME BACI – (Sevinir) Bunlar Türkmen! Bunlar bizimkiler. DERVİŞ – Ama beni öldürecekler, kıyafetime baksan ya, beni Moğol sanırlar. SES - Canına mı susadın itim kâfir, uzaklaşsana kızın yanından! ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /119 HAYME BACI – Durun, o Moğol değil! (Derviş korkuyla ellerini kaldırır.) DERVİŞ – Ben Moğol akıncısı değilem! Vallahi de değilem, tillahi de değilem. Silahım yoktur! Aha bir garip kopuzum var. Silahtan korkaram. Bî-mekân ve bî-nişan bu diyar-ı Rum’da dolanıram, Hak Çalap’ın yoluna girmiş bir ümmi abdalım. Kâfir dinli Moğol’un zulmünden kaçaram. (Derviş konuşurken sesin sahibi Ertuğrul, aşağıya iner. Derviş’in arkasından yaklaşır.) ERTUĞRUL – Peki ya bu üzerindeki nedir? DERVİŞ – Vallahi uzun hikâye! (Hayme Hatun, Ertuğrul’u görünce çok sevinir, çılgına döner. Sarılırlar.) HAYME BACI – Ertuğrul Beyim sen misin? Buldun mu ya beni? ERTUĞRUL – Seni buldum hatunum. Günlerce yollarda dolandım, Debbağlar Hanı’na bakındım. Ama sonunda seni buldum. HAYME BACI – (Derviş’e) Bu benim Bey’im, Ertuğrul Gazi. Çocuğumun babası, obamızın direği... ERTUĞRUL - Hayme Hatun, bu herif doğruyu mu söyler? Eğer Moğol değilse neye Moğolca türkü söyler? HAYME BACI – O benim hayatımı kurtardı. Fatma Bacı ile bir olup oğulcağızımla beni sana bağışladılar. DERVİŞ – Yok Ahi Evran kurtardı onu! (Hayme Bacı güler.) 120 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI ERTUĞRUL – Sen nasılsın? Bebemiz nasıl? HAYME BACI – İkimiz de çok iyiyiz. Ama Fatma Bacı Moğol’a esir düştü, Samagar’da. ERTUĞRUL – (Hayme Bacı’ya) Biz hem senin, hem Fatma Bacı için geri döndük. Ölmediğinizi görünce Moğolların kadınları Samagar’da topladığını öğrendik. Çaresiz düştük yollara ki sizi gördük. Ama bu kadarcık adamız... Samagar’a giremeyiz, Moğol’la dövüşemeyiz. Geri dönmek zorundayız, obaya yetişmemiz lazım. (Sessizlik.) DERVİŞ – Siz gidin, ben zaten Fatma Hatun’u kurtarırım. (Hayme Bacı’ya) Yalnız Senin dikkat etmen gerek, her gün yumurta içmen lazım! HAYME BACI – Sen de bizimle gel Abdal Musa, obamız büyük. ERTUĞRUL – (Derviş’e) Eski Sultan Söğüt’ü bize yurtluk bağışladı. Sen de gel! Ne kadar çok olursak o kadar iyi. DERVİŞ – Yok, ben Konya’ya gideceğim, Ahi Evran’ı kurtarmaya... Ama sizin yurtluğa da gelirim elbet. Uğrarım yani. Belki baharda... Zaten başka gidecek nerem var ki? Size ahîleri anlatırım. Ahilerin görkemli çağını. HAYME BACI – Hoşça kal Abdal Musa. DERVİŞ – Hoşça kal Hayme Bacı! Hoşça kal Ertuğrul Bey’im. Hoşça kalın! (Ertuğrul Bey’in adamları kağnıyı yüklenirler.) ERTUĞRUL – (Hayme Bacı’nın üstünü örter) Üşüme. Oğulcuğum da üşümesin. ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /121 HAYME BACI – Erkek olursa Utman diyeceğim ona ya da Otman. DERVİŞ – Ne biçim isim o öyle? Otman diyesiye kadar Osman deseniz ya! HAYME BACI – Osman mı? (Beğenir) İyi! Bak, o olur. Osman olur. ERTUĞRUL – Bakarız. Bir düşünürüz. HAYME BACI – Hoşça kal Abdal Musa! Baharda bizim obaya uğra! Oğulcuğumu görmeye gel! (Hep birlikte çıkarlar. Derviş sahnede yalnız kalır. Kopuzunu görür, alıp sırtına asar.) DERVİŞ – (Seyirciye) Fatma Hatun doğmamış bir bebe için kendini feda ettiydi ya... Esirlikten hiç kurtulamayabilirdi, orada ölüp gidebilirdi ama hiç tereddüt etmedi. Moğolların elinde tam on altı sene esir kaldıktan sonra... İşte ancak o kadar vakit sonra kurtuldu. (Derviş birden durur, üstüne başına bakar. Sonra çıkanların arkasından seslenir.) DERVİŞ – Heey! Elbiselerim, elbiselerimi verin! Bu kılıkta ben nasıl dolanıram. Hey, durun. (Derviş arkalarından çıkarken ışıklar azalır, platform dönmeye, sisler artmaya başlar.) 122 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI 12.SAHNE: Kendi sesinle dövüşme! Miladi 1243 yılı. Konya. Akşam. (Gıyaseddin’in sarayında karanlık bir oda. Ahi Evran küçük, tahta bir sedire oturtulmuş. Elleri, ayakları zincire vurulmuş. Yanında yalın kılıçlar içinde iki nöbetçi duruyor. Hapishanelere yollanan ahilerin görüntüleri sahneye yansır. Birbirlerine zincirlerle bağlı ahîler Konya çarşılarından geçirilirler... Görüntüler akarken Ahi Evran’ın yankılanan yaşlı sesini duyarız.) YANKI – Ansızın unuttuk. Unutmamamız gereken her şeyi ve unutmamamız gereken herkesi unuttuk. Sonra biz hep unutulduk. Böyle bir şeye hazırlıklı değildik. Ama hayat böyle bir şey... İnsanı hep hazırlıksız yakalıyor. (Platformun dönüşü durur. Görüntüler sona erer, yankı susar. Ahi Evran’ın oturduğu tahta sedir aydınlanır.) AHİ EVRAN – (Seyirciye) Bilinmeyen zamanlardı. Ve benim bilemediğim o kadar çok şey vardı ki... Ata Ahmet Yesevi’nin sözüne uyup büyük umutlarla Selçuklu ülkesine göçen kardeşlerimize niye bu kadar kötü davranmıştık, bu cenneti birbirimiz için niye cehennem kılmıştık, niye esir düşmüştük, bu bereketli topraklarda nasıl aç kalmıştık? Bilmiyordum. Hâlbuki sadece tanımak, anlamak ve yan yana durmak yeterliydi. Biz bunu niye başaramamıştık? Niye kendi sesimizle dövüşmüştük? Bilmiyordum. (Sahnenin diğer bir köşesinde cılız bir ışık yanar. Fatma Hatun’u görürüz.) FATMA HATUN – Üzülme beyim, üzülme Ahi Mahmut Evran. Bak, ben hiç üzülmüyorum. Çünkü insan, başına fena bir şey gelirse değil, fena bir şey yaparsa üzülür. Üzülecek bir şey yapmadık ki. Varsın senin kıymetini bilmesinler şimdi. Bir gün elbet bilecekler. Eğer ayrıyız diye üzülürsen... Sen orada yıldızlara bakar durursun, ben burada yıldızlara bakar ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /123 dururum. İşte olur, biter. (Fatma Hatun bir serap gibi kaybolur. Gıyaseddin, Ahi Evran’ın arkasından yaklaşır. Üzerinde zırhlar, elinde uzun kılıcı vardır...) GIYASEDDİN – Vah Hace Mahmut Evran, vah! Göçer kardeşlerine inandın, onlar da seni terk ettiler. Neredeler şimdi? Niye gelip kurtarmıyorlar seni? Kaçıp gittiler mi? Şu her şeylerini, kendi canlarını bile feda edeceğini söyleyen yarenlerin, kendi müşterisini siftah yapmayan komşusuna gönderen ahîlerin neredeler? Ortaya sandıklar koyup kazançlarını yoksullarla paylaşan kardeşlerin nerede? Yoklar mı? Yoklar! Çünkü artık dünya değişti, artık yeni bir düzen var. Senin kurduğun nizamı, intizamı kaldırıp attılar. Şimdi Gıyaseddin’in nizamı var, herkes de bu yeni nizama uyuyor, isterlerse uymasınlar! Uyacaklar! Bu yeni nizamın tek kuralı var: Güçlü olan kazanacak! Vah Hace Mahmut Evran, vah! Meğerki sen de o kadar kudretli değilmişsin... Biliyor musun aslında hiç kimse hükümdarlar kadar kudretli olamaz. Artık kafam rahat! Bana zarar verebilecek kimse kalmadı. Bir tek ben varım. Düşmanlarımı astırdım, köpekleri boğdurdum, seni avucumun içine aldım. Şimdi etrafımda yeni adamlarım var, onlar eskiyince paye vereceğim daha yenileri var. Aslında benim yanımda durabilirdin ama sen göçer kardeşlerini terk edemedin. Senin gibi bir âlimin o cahil göçebelerle işi neydi? Uzun zaman bunu düşündüm ve şimdi biliyorum. Çünkü sen de onlar gibisin; yersiz, yurtsuz bir göçebesin. Hiçbir yere ait değilsin. Hoy’dan, Semerkant’a, Şam’dan, Bağdat’a... Kayseri’ye, Niksar’a, Gülşehir’e, Konya’ya dolanıp duruyorsun. Hiçbir yere bağlanamadığın için insanlara bağlanmayı seçmişsin. Öyle mi? Umarım şimdi dört duvarın arasında rahat edersin. AHİ EVRAN – Hepimiz bir zerreyiz. Ancak bir araya gelirsek mükemmel oluruz, vücut buluruz. Bizler tek başına neyiz? Bir arı, bir karınca tek başına nedir? Bizler ancak bir tarağın dişleri gibi eşit, hür ve birlikteysek bir kıymetiz. GIYASEDDİN – (Nöbetçilere emreder) Hücresine kadar zincirlerle yürüsün. Herkes de sinip kaldığı yerden bakıp görsün kudretimi, benim yanımda durmayanların başına neler geleceğini... 124 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI (Gıyaseddin karanlıkta kaybolur. Sahnenin değişik yerlerinden insanlar belirirler. Karanlığa saklanarak gecenin karanlığında Ahi Evran’ı görmeye çalışırlar. Birden sahneye mızraklı askerler doluşur. Yan yana durup mızraklarıyla bir set oluştururlar. Ahi Evran gece karanlığında askerlerin arasına girer. Yürümeye başlar. Etrafta toplanan kalabalık giderek artar. Kalabalığın arasında Sinan, Duman ve Gümüştekin’i de görürüz. Çaresizce Ahi Evran’ı uğurlarlar. Sessizce bekleşen kalabalığın arasında elinde yanan küçük bir çıra ile Derviş belirir. Ahi Evran’ı görünce var gücüyle bağırır.) DERVİŞ – Ahi Evran. Ahi Evran! (Derviş’in cesaretini gören herkes seslenmeye başlar: Ahi Evran!) DERVİŞ – Hepimiz buradayız Ahi Evran. Hepimiz buradayız! (Sesler yükselirken kalabalık, Derviş’in küçük çırasıyla kendi çıralarını tutuşturur. Şimdi sahnenin her yanındaki küçük çıralar, gecenin karanlığında ışıl ışıldır.) I.ÇIRAK - Ahiliğin açıkları, kapalıları vardır. (Kalabalık: Ahi Evran!) II.ÇIRAK – Ahiliğin açıkları üç tanedir: III.ÇIRAK – 1)Elin açık olacak. 2)Sofran açık olacak. 3) Kapın açık olacak! (Kalabalık: Ahi Evran!) IV.ÇIRAK - Ahiliğin kapalıları üç tanedir. V.ÇIRAK – 1)Eline sahip olacaksın. 2)Diline sahip olacaksın. 3)Beline sahip olacaksın! ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /125 (Sesler!) DUMAN – Karanlıkta yürümeyeceksin Ahi Evran! SİNAN – Bu topraklarda bundan böyle hiç kimse karanlıkta yürümeyecek. GÜMÜŞTEKİN – Hiç kimse karanlıkta yürümeyecek! II.ÇIRAK – Karanlıkta yürümeyeceğiz! (Birden bütün sahne donar. Ahi Evran durur. Sesler kesilir. Gümüştekin, Sinan ve Duman öne gelir.) GÜMÜŞTEKİN – O gece Ahi Evran’ı hapse attılar. Beş sene hapis yattı. Gıyaseddin ölünce eceliyle... -Ona erken geldi tabi ecel- Şehzade İzzeddin başa geçti. Serbest bıraktı Ahi Evran’ı ve bütün ahileri. SİNAN - Yıllar sonra Fatma Bacı da kurtuldu esaretten, buluştular, hasret sona erdi. Sonra... DUMAN – Sonra zaman geçti, acılar küllenmese de unutuldu. Unutulmaması gereken her şey gibi unutuldu. GÜMÜŞTEKİN – Ama izleri duruyor. Yeterince dikkatli bakarsanız o izleri görebilirsiniz. Sonra geriye bir isim kaldı. SİNAN - Onu unutmadık. DUMAN – Çünkü biz o ismi sevdik, pîr belledik. Hep onu söyledik. (Işıklar azalırken Derviş uzaklardan seslenir.) DERVİŞ – Ahi Evran! (Müzik yükselir. Işıklar kararır.) SON... Üçüncülük Ödülü Şirin AKTEMUR TOPRAK 1975 Ankara doğumlu. 1999 Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro Tarihi ve Teorisi Ana Bilim Dalı Mezunu. 2000 İngiltere Londra’da dil ve Tiyatro eğitimi. 2000 Schwarz auf Weıss gazetesi Kültür Sanat sayfasında haftalık eleştiri yazıları yayınlandı. 2009 Gökhan Aktemur ile birlikte “Gılgameş” oyununu yazdı. Oyun, Konya Devlet Tiyatrosunda sahnelendi. “Gılgameş” oyunuyla Sanat Kurumu Övgüye Değer Oyun Yazarı Ödülü ve 10. Lions Tiyatro Ödülleri En İyi Oyun Yazarı Ödülü almıştır. 2009 “Ex-press” oyununu yazdı. Oyun, Europe Theatre Convention ve Ankara Devlet Tiyatrosu ortak yapımı olarak sahnelendi. Türkiye’de ve Avrupa’nın 7 farklı ülkesinde çevirileri yapılarak oynandı. “Ex-press” oyunu 10. Lions Tiyatro Ödülleri Özgün Yeni Oyun Ödülü almıştır. 2010 Freiburg Devlet Tiyatrosunda “Cabinet” projesinde “Icons by Icons” oyununu yazdı. Mustafa Avkıran, Övül Avkıran, Peter Kastenmüller ortak rejisiyle Freiburg Devlet Tiyatrosunda sahnelendi. 2012-2013 Neşet Ertaş adına yazdığı “Neşe’dert’ aşk” oyunu sahneleme aşamasındadır. 2014 yazdığı “Minyatür (Bir-lik)” adlı oyun, Uluslararası Ahilik Konulu Tiyatro Yarışmasında üçüncülük ödülüne layık görülmüştür. Bunların dışında henüz sahnelenmemiş oyunları vardır. Bağımsız sanatçı olarak yazarlık ve dramaturgluk yapmaktadır. Umut Toprak ile evli ve Deniz Işık Toprak adında bir oğul annesidir. MİNYATÜR (BİR-LİK) OYUN KİŞİLERİ MİNYATÜR USTASI ÇIRAK YUSUF AĞA KÖYLÜ KAVUK USTASI KAVUKLU (KAVUK USTASININ MÜŞTERİSİ) AYNA USTASI AYNA USTASININ MÜŞTERİSİ MUMCU BİRİNCİ ESNAF (MUMCU’NUN KOMŞUSU) İKİNCİ ESNAF (MUMCU’NUN KOMŞUSU) AHİ BABA KALFA KALFA’NIN USTASI YİĞİTBAŞI Yusuf Ağa’nın Karısı, Yusuf Ağa’nın Oğlu, Birkaç genç öğrenci, 2 Ahi Şeyhi, Görevli 134 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI Oyun, anlatıcı oyuncu tekniğine uygun olarak yazılmıştır. Oyunun içindeki hikayeler, oyuncular tarafından anlatılmaktadır, dolayısıyla bu hikayelerin mekanlarının ve olayların birebir gerçekçi üslupla sahnelenme zorunluluğu yoktur. Oyun, simgesel olarak canlandırılmaya olanak vermektedir. Yazarın belirttiği sahneleme olanaklarının dışında da canlandırılması mümkündür. Bir oyuncu, birden fazla farklı rolü oynayabilir. ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /135 Bir Minyatür Ustasının atölyesi. Minyatür Ustası çalışmaktadır. Bir genç ona çıraklık yapmak ve ondan ustalık öğrenmek üzere atölyesine gelmiştir. ÇIRAK- Uzun zamandır eserlerinizi ve sizi hayranlıkla takip ediyorum ama en çok minyatürleriniz beni büyülüyor. Onlara bakarken resimde öğrendiğim bütün teknikler, kurallar bozuluveriyor, çerçevelerinden taşıyor. Ustalığınız karşısında boynum eğik, önünüzde duruyorum ve izniniz olursa sizden bu işi öğrenmek istiyorum. MİNYATÜR USTASI- Estağfurullah. Ustalık işin kolay yanı ama zor olan karar vermek ve kararlı kalmak. Bu devirde… Resme bile çok az insan evladı bakarken, minyatür… Minyatüre bakmak, minyatürü almak, onu nakşetmek ve ona niyet etmek. Sizinki olsa olsa iyi niyettir bu devirde. ÇIRAK- Niyetimin iyiliğine şüphe yok, bu cennette insan ancak iyi niyet taşır. MİNYATÜR USTASI- Burası büyülenenler için büyülüdür doğru ama bir de bu kapının dışı var. (Çırak ısrar eder.) ÇIRAK- Bu dünyanın içinde burada ayrı bir dünya kurmuşsunuz. Burada var olmuşsunuz, kendinizi ve dünyayı burada bulup burada kurmuşsunuz. Bana bu dünyanın kapısını açarsanız ben de kendi yolumu bulabilirim. MİNYATÜR USTASI- Bu bir ömür alır. ÇIRAK- Verecek tek bir ömrümüz var zaten. MİNYATÜR USTASI- Çok yiğitsin. ÇIRAK- Yiğitlik sadece işin başı. 136 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI MİNYATÜR USTASI- Bu büyülendiğin dünyanın sırları, bu kapıdan çıkınca pul pul dökülüverirler, eline yüzüne bulaşırlar, sokaktaki hayatın ayazı kesiverir tenini, sıçrayıp uyanıverirsin. Biz bu büyünün son mirasçılarıydık bu hayat, başka varisleri kucaklamaz artık. Bu kapıyı açmak kolay, kapımız herkese açık işte karşımdasın ama zor olan burada durabilmek. Beni bile burada tutmazlarken sana nasıl gel diyebilirim. ÇIRAK- Ben geldim bile usta buradayım; yeter ki sen el ver, sırrını ver. Sen de Yiğittin bugün Ustasın. “Git” demediğiniz sürece yanınızdayım. MİNYATÜR USTASI- Peki bir gün bana “git” derlerse? ÇIRAK- Ustasınız siz, size kim git diyebilir? MİNYATÜR USTASI- Ustayım evet ama bu dükkanın bir sahibi var. Sahibine de ödemem gereken borç. Bu dükkanın dışındaki hayat bu kapıyı her gün daha da zorluyor. Ve burası her an kapanabilir. Bana da “git” diyebilirler. (Çırak kararlıdır.) ÇIRAK- Sana değil bize “git” demiş olurlar. Ömrünüzce yanınızda olurum, sizin kadar usta olur muyum bilemem ama belki sizin gibi Usta olurum günün birinde. Sizin ustalığınızda başka bir sır var, belki de bu sırrınız benim gözlerimi alan. Çırağın kararlılığı Minyatür Ustasını etkiler ve Usta, Çırağı yanında çalıştırmaya, ona ustalık öğretmeye ikna olur. MİNYATÜR USTASI- Sır, işini güzel ahlakla yapmakta. Ustalık işin kolay yanı, öğrenilir de öğretilir de gönlü olana, Yiğit olana. Ben sana işin yönteminden çok, işin sırrını, edebini öğreteceğim. İyi huylu ve güzel ahlaklı olmayı, İşinde ve hayatında doğru, güvenilir olmayı öğreteceğim. Ahdinde, sözünde ve sevgisinde vefalı olmayı, ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /137 Sözünü bilmeyi, sözünde durmayı, Hizmette ve vermede ayırım yapmamayı, Yaptığı iyilikten karşılık beklememeyi, Güler yüzlü olmayı, Tatlı dilli olmayı, Tevazu sahibi olmayı, Anaya ve ataya hürmet etmeyi, Dedikoduyu terk etmeyi, Komşularına iyilik etmeyi, İnsanların işlerini içten, gönülden ve güler yüzle yapmayı, Başkasının malına hıyanet etmemeyi, Sabır ehli olmayı, Cömert, ikram ve kerem sahibi olmayı, Daima hakkı kullanmayı, Öfkesine hakim olmayı, İçi, dışı, özü, sözü bir olmayı, Kötü söz ve hareketlerden sakınmayı, Maiyetinde ve hizmetindekileri korumayı ve gözetmeyi öğreteceğim. Sır olan bu aslında, ustalık işin önü. ÇIRAK- Zor olan bu galiba. Bir ömür bu sırra erebilmek. Ve sonra minyatürde Ustalaşmak. MİNYATÜR USTASI- Minyatür, ustalaştıkça küçülen bir iş. Bir tüy kalemin, tek bir kılının ucunda dünyayı nakşettiğimiz gün ustalaşırız biz. Onu öğrettiğimiz gün de bugünse eğer önce boş bir kağıtta başlar her şey, derin bir boşlukta. (Minyatür Ustası, Çırağa boş bir kağıt verir.) ÇIRAK- Büyüdükçe küçülebilmek… MİNYATÜR USTASI- Önce bir hayatı alıp dondurduğun an, sonra o anı alıp elindeki boş kağıda doldurduğun an ve sonra bunların hepsini küçülttüğün an minyatür başlar, inceldikçe taşar. 138 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI ÇIRAK- İşin kolay yanı hiç de kolay görünmüyor. MİNYATÜR USTASI- Edebinle hünerini büyüttüğün gün Ustalığa ulaşırsın. O gün, büyüdükçe küçülmeye başlamışsındır. Çırak gece gündüz boş sayfayla baş başa kalır, atölyedeki minyatürlere bakar. Zaman geçmiştir, tek bir çizik bile atmamıştır. Yeni bir günde Usta gelir. Boş kağıda bakar. MİNYATÜR USTASI- Güzel. (Çırak şaşırır.) ÇIRAK: Güzel mi? Önümde koca bir evren, karşımda boş bir sayfa var. Buraya neyle, nasıl geçilir bulamıyorum. MİNYATÜR USTASI- Kolayından başlayalım o zaman. Bana aharlı kağıtlardan bir tane getiriver. (Çırak anlamaz) MİNYATÜR USTASI- Yani eskitilip parlatılmış kağıt ve kurşun kalem. (Çırak getirir, Usta eskiz çizer.) MİNYATÜR USTASI- Önce deseni boyasız fırçayla yani suyla çizelim. Islak cilanın geçtiği yerlerde kağıdın cilası kaçıyor ve matlaşıyor, gördün mü? Bu sayede resmin figürleri sınırlarıyla belirip birbirlerinden ayrılıyor. ÇIRAK:- Evet MİNYATÜR USTASI- Sonra biraz sabır gerekiyor. Yani sabırla kurumasını beklemek gerekiyor. Kuruduktan sonra zemin renklerini vuralım. Önce altın tozu. Üzerinden zer mühreyle geçip parlatalım. (Çırak zer mühreyi ilk kez görmüştür.) ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /139 ÇIRAK- Akik taşına benziyor bu. MİNYATÜR USTASI- Evet, şimdi hünerli kısmı başlıyor, elbise üstü nakışları, çiçekler, ağaçlar, her bir dalı ve her ince teline kadar, sabırla işlemesi. Bu, günlerini alır. Bir tüy kalem, 7 renk boya ve binlerce hikayenin içinden seçip işleyeceksin. Her şey kuruduktan sonra aharlı kağıt biraz daha eskimiş olacak. Alıcısı geldiğinde seni gördükten sonra nakşına bakacak. İşte sır burada elinden tutacak. Edebinle işini sunduğunda, tasvirlerin daha da değerlenecek. Alıcının elindeki eserin, başka gözlere değdikçe şenlenecek. Yeter ki sırrını bil, kahırla verme onu, kahır alma. ÇIRAK- Almanın ve vermenin ahlakı, bunun yolu nerdedir? MİNYATÜR USTASI- Bunun yoluyla ustalığın yolu aynıdır. 7 kapıdan geçer. 7 renkle iç içe bu kapılardan geçeceksin. Birini açarken öbürünü kapatacaksın. Hayatın 7 rengiyle bu kapılardan geçersen ustalığa ulaşırsın. Bu kapıları bağlamak da açmak da senin vicdanında. ÇIRAK- Ne kapısı bunlar? MİNYATÜR USTASIkapıları. Ustalığın 7 kapısı. İyilik ve fenalık ÇIRAK- Hangi kapıdan nasıl geçilecek? (Usta eline büyük bir minyatür kitabı alır. Kitabın sayfalarını çevirirken her minyatürde bir kapıyı anlatmaya başlar.) MİNYATÜR USTASI- Cimrilik kapısını bağlayıp, lütuf kapısını açacaksın, (Minyatür Ustası kitabın sayfasını çevirir.) Kahır ve zulüm kapısını bağlayıp, hilim ve mülâyemet kapısını açacaksın 140 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI (Minyatür Ustası kitabın bir sayfasını daha çevirir.) Hırs kapısını bağlayıp, kanaat ve rıza kapısını açacaksın (Minyatür Ustası kitabın bir sayfasını daha çevirir.) Tokluk ve lezzet kapısını bağlayıp, riyazet kapısını açacaksın (Minyatür Ustası kitabın bir sayfasını daha çevirir.) Halktan yana kapısını bağlayıp, Hak’tan yana kapısını açacaksın (Minyatür Ustası kitabın bir sayfasını daha çevirir.) Herze ve hezeyan kapısını bağlayıp, Marifet Kapısını açacaksın (Minyatür Ustası kitabın bir sayfasını daha çevirir.) Yalan kapısını açacaksın bağlayıp, doğruluk kapısını (Usta 7 kapıyı da saydıktan ve son minyatürü de gösterdikten sonra kitabı kapatır.) Hangi işi yaparsan yap, usta olabilmek için bu kapılardan geçmen gerek. Bu gördüğün kitap Ahiliğin kitabıdır, içindeki minyatürler ustaların tasvirleridir, bu topraklarda yaşamış her çeşit esnafın hikayesini anlatır. ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /141 ÇIRAK- Siz mi yazdınız bu kitabı? MİNYATÜR USTASI- Aslında tamamı Ahi Kardeşliğinin nakşıdır. Hikayeler onların hayatından, nakışları benim elimden çıkmadır. ÇIRAK- Gerçek mi bu hikayeler? MİNYATÜR USTASI- Hepsi gerçeğin kendisidir. Ama ne kadarı yaşanmıştır bilemem. Şimdi sana her kapıda bir hikaye anlatacağım. Bu kitaptaki minyatürlerin hikayelerini. O kapıları açmak da bağlamak da sana kalmış. Ama Ahilik kültüründe bu kapılardan geçebilirsen Ustalığa erişebilirsin. Minyatürde ustalaşmak için de boş bir kağıt ve en kalınından fırçayla başlamalısın. (Çırak, hevesle hemen çizmek ister.) ÇIRAK- Tamam. MİNYATÜR USTASI- Kağıtlardan en büyüğünü al, ser. (Çırak en büyük kağıdı alıp serer.) MİNYATÜR USTASI: Şimdi bir tane fırça. (Çırak fırçaların için en incesini almak ister.) MİNYATÜR USTASI- En kalın fırçayla başlayacaksın. Şimdi en kalın fırçayı al. (Çırak şaşırmıştır.) MİNYATÜR USTASI- Zaman geçtikçe giderek incelirse becerin, ahlakınla birlikte zevkin de fırçan da incelecek. Ve bir gün, bir tüy kalemin ucunda dünyayı tasvir edebilirsen, ancak o gün seni ustalığa önerebilirim. 142 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI (Çırak heyecanlanmıştır, içinde korkusu vardır. Panikler.) başaramama ÇIRAK- Ya başaramazsam? MİNYATÜR USTASI- Bunu yıllar içinde, zaman geçtikçe göreceğiz. Şimdi bu kitaba ve çizgilerin her zerresine/teline iyi bak. (Usta tekrar kitabın kapağını açar kitaptaki bir minyatürü gösterir.) MİNYATÜR USTASI- Buradaki insanları görüyor musun, aslında tekdüze duygusuz bakışlarının ardında hepsinin bir hikayesi var. ÇIRAK- Neden minyatürlerdeki insan dizisi suskundur, duygusuzdur? MİNYATÜR USTASI- Öyle buyrulmuştur. Biz onlara duygusuz bakmayı buyururken aslında kendimiz yitirmiştik içimizdeki hisleri. Bu dünyanın tozları hislerimizi örttükçe minyatürlerde duyguyu yasaklamışlardı, biz küçüldükçe onları küçültmüştük, bizden büyük olmasınlar diye. Hiçbir zaman bizden büyük olmadılar ama hep bizden parlak nakşedildiler. Dünyanın üzerine toz duman çöktükçe altın tozlarıyla ışıldattım bütün yaprakları, biz soldukça onlar kızardılar utançlarından, dünya karardıkça onlar taştılar tasvirlerinden. Şimdi bu kitabın minyatürlerine bakmaya başlayacağız ve sana gördüğün her minyatürün hikayesini anlatacağım (Usta ilk minyatürün sayfasını açar, bu minyatürün görüntüsü projeksiyonla sahneye yansıtılabilir. Ve usta, kitaptaki ilk minyatürün hikayesini anlatmaya başlar. Çırak sessizce hikayeyi beklemektedir.) MİNYATÜR USTASI- Vakti zamanında, Anadolu’da haritayı dörde katlayıp da tam ortasına denk gelen noktada Yusuf Ağa derler bir araba esnafı yaşarmış. Haritanın katlarının arasına ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /143 sıkışmış o köylere daha motorlu arabalar, tarlaları koca tekerleriyle süren traktörler gelmezken, Yusuf Ağa araba sevdasına düşmüş. Ağa dediysem, cömertliğinden, eli açıklığından yakıştırılmıştı ona Ağalık, yakışmıştı da. Kırmızısından, en güzelinden, kocaman bir arabası vardı. Köyde kentte kim evlense gelin arabası Yusuf Ağa’nınki olurdu. Akşamları mahallenin çocukları doluşur tur atarlardı, 15 çocuğun sığdığını bilirim “cim cim cim dal dal dal…” tezahüratlar, şarkılar hep bir ağızdan. Musluklarından hiçbir tarihte su akmayan evlere bidon bidon su taşınır, kimin dört tekere ihtiyacı varsa görülürdü. Zaten civarda başka da kimselerde yoktu. Araba, telefon bir tek onlarda vardı. Herkes gelip gurbetteki yakınıyla, sevdiğiyle onların telefonundan konuşurdu. İnsanların en güzel ve en acılı haberleri o evde alınırdı. Telefonun yazdırılarak konuşulduğu, saatler sonra aradığınız kişiye ulaşılan günlerdi. Minyatür Ustası hikayeyi anlatırken birden hikayenin minyatürleri canlanırlar ve oyuncular Ustanın anlattığı hikayeyi oynamaya başlarlar. Büyülü bir andır. Usta hikayenin derinine dalmıştır ve artık oyunun dışındadır. (Şeritli projeksiyon perdesi kullanılarak, oyuncunun görüntünün içinden canlanırmış gibi görünmesi sağlanabilir. Ya da projeksiyon olmaksızın oyuncular kımıltısız durarak minyatür resmi kendileri oluşturabilirler. Hikayenin belli bir yerinde aniden hareket edip canlanıp hikayeyi oynayabilirler.) ÇIRAKUstanın kalbinden çıkıp dilinde buluşan her kelimeyle, kağıtlardaki incecik minyatürler, üzerlerindeki altın tozlarını silkeleyip ete kemiğe bürünüyorlardı. Onların tozlarından biz aydınlanıyor, bizim ışığımızdan onlar canlanıyordu. Onlar canlandıkça hikayeler başlıyor, hikayeler yaşadıkça, benim için, her kapı tek tek aralanıyordu. Ve her hikayenin kapısı kapandıkça ben biraz daha aklanıyordum. Akı: ;ىقاEli açık, cömert, yiğit, delikanlı. Ahi: Cömert, kardeş, Ahilik ocağından olan kimse. Her minyatür tek tek buyurulan duygusuz bakışlarını ovuşturup, gümüşi ışıltılar saçıyordu. İncecik ruhlarıyla kağıtlardan 144 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI sıyrılıp bizimle aynı havayı soluyorlardı, çok eski zamanların nefesinden. Eski zamanların nefesinden çınlayan sesleri, sazlara vuruyor, tek tek dile geliyorlardı, minnacık minyatürler. Eşittik artık, boyumuz, sesimiz, bakışlarımız. Evvel zaman içinde ustanın elinde donmuş her minyatür şimdi ustanın dilinde can buluyordu. Ben hikayenin derininde, kapı aralarında, kendimi buluyordum, aklanıyordum. (Minyatür Ustası hikayeyi anlatmaya devam eder.) MİNYATÜR USTASI- Yusuf Ağa, melek yüzlü karısı Huriye Hanım’a aşkla bağlıymış. (Tombul, sevimli, çekik gözlü Yusuf Ağa ve narin, melek yüzlü karısı Huriye Hanım tasvirlerinden canlanmışlardır.) YUSUF AĞA- Çiçeğim araba bugün düğünde, gençler heves etmişler verdim süslesinler binsinler. Gönül yapmak sevaptır, bu uşakların düğününü de ben yapayım dedim, yuvaları açılsın. YUSUF AĞA’NIN KARISInişanlılar değil mi. Bunlar bizim telefondan konuşan (Minyatür Ustası atölyenin telefonuna doğru uzanır, Çırak telaşlanır, Ustasının arama yapmasını istemez.) YUSUF AĞA’NIN KARISI- Çok fakirlermiş iyi etmişsin. Allah razı gelsin senden. (Yusuf Ağa’nın oğlu bir hışımla gelir.) YUSUF AĞA’NIN OĞLU- Baba Kamilgillere yine veresiye vermişsin, adam borcunu ödemiyor. YUSUF AĞA- Harmana veririm dediydi. (Oğlan kızar.) ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /145 OĞLU- Bu sene de harmana veririm diyor. Senin veresiyelerini toplayacağız diye Ofis (TMO) kapılarında sabahlıyoruz yine bir kuruş borç ödeyen yok. Veresiye mal verilir mi bu devirde baba. (Köylüye acır.) YUSUF AĞA- Bu sene çok böcek olmuş tarlalarda, köylü hiç mahsul toplayamıyor oğlum ne yapsın fakirler, ses etme, sevaptır. OĞLU- Yine iflas bayrağını çekeceğiz bu gidişle. KARISI- Yorma babanı, kaç iflastan döndü o, hiçbirini bize söylemeden, iflas ederdi, haberimiz bile olmazdı, yine toparlardı çok şükür, hiç başımızı eğmedi. Ağalar gibi yaşadık hep, huzurumuzu hiç bozmadı. MİNYATÜR USTASI- Yusuf Ağa’nın sevapları haritanın bir ucundan öbür ucuna dek uzanırmış. Ailesi, bunu, öldüğünde anlamış. Cenazesinde haritanın dört yanı insan seliyle dolmuş taşmış, gözyaşları hala akarmış. Taziyesi yıllarca sürmüş, Esnafı, köylüsü, genci yaşlısı, öğretmeni, öğrencisi, taziye sinileri evlere sığmamış. Meğer ne çok fakir varmış memlekette, Yusuf Ağa’nın eli hepsine yetermiş. KARISI: Okul formalarıyla delikanlılar geldiler, “arkadaşıydık hanım yenge, başın sağ olsun” dediler ağlaya ağlaya. 65 yaşındaki adamın 15 yaşında arkadaşları mı olur? Meğer bu gençler harçlıksız kalınca bizim beye gelirlermiş, harçlıklarını verirmiş hepsinin, üstüne bir de yemek yedirirmiş onlara. YUSUF AĞA- Delikanlı onlar yesinler, afiyet olsun. KARISI- Öğretmenleri ay sonunu hep bizim dükkanda bulurlarmış, kıyamazmış onlara, çoğunun borcunu almazmış. YUSUF AĞA- Adam sen de, memur adamın elinden parası alınır mı, günah. 146 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI OĞLU- Ölümünden sonra çekmecesinde bir defter bulduk. Biz borç vermesine razı gelmezdik ya, rahmetli anlamayalım diye borç defterine Arapça harflerle yazmış, şimdi kimin borcu var hiçbirimiz bilmiyoruz. Valla herkese alacaklı gözüyle bakar oldum. MİNYATÜR USTASI- Cömertliğiyle dillere destan bir esnaf Yusuf Ağa. Yusyuvarlak göbeği, ağzında sigarası, başında fötr şapkasıyla tam bir minyatür kahramanı. YUSUF AĞA- Foter şapkamı ver de gideyim çiçeğim. MİNYATÜR USTASIYusuf Ağa’nın başından düşürmediği şapkasının hikayesi, bozkırın sıcağında başlamıştı. Satış yapmaya gittiği köylerden birinde dinlenmek için durdu. Çok uzakta bir adam tarlasını sürüyordu. YUSUF AĞA- Yazının yüzünde bir gölgelik ağaç yok arkadaş, insan nasıl dayanır bu sıcağa. Dilim damağım kurudu susuzluktan. (Uzakta gördüğü köylüye seslenir.) YUSUF AĞA- Hemşerim kolay gelsin. KÖYLÜ- Sağ ol. Bir şey mi istersin? YUSUF AĞA- Geliyorum kardeş bekle hele. Suyun var mı çok susadım. Derken yaklaştım adama. Uzaktan anlamamışım yaklaşınca ne göreyim arkadaş, insanlığa yaraşır mı bu? KÖYLÜ- Buyur emmi bir şey mi istedin? YUSUF AĞA- Ne istediğimi de unuttum arkadaş, benim uzaktan gördüğüm adam sabanıyla tarlasını sürüyordu. Ama yaklaşınca ne göreyim adam sabanı da kendi sürüyordu. Sabana bağlı ne öküz ne davar hiçbir hayvan yok. Adam bu sıcakta kendini sabana bağlamış tarlayı sürüyordu. ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /147 YUSUF AĞA- Kardeş öküzün yok mu senin, niye sabanı sen sürüyorsun? KÖYLÜ- Yok hemşerim, öküz möküz yok, iş başa düşer. Sen ne istediydin? YUSUF AĞA- Çoluk çocuk yok mu sana yardım edecek? KÖYLÜ- Oğlum var Almanya’ya işçi yazıldı. YUSUF AĞA- Hah, çıktı mı? KÖYLÜ- Çıktı çok şükür. Ama para yatırmak lazımmış, öküzü sattım, oğlan parayı yatırmaya gitti, yeter derlerse gidecek inşallah. Sen ne istediydin? YUSUF AĞA- Ne istediğimi de unuttum arkadaş. KÖYLÜ- Bir bardak su vereyim de iç, dilin damağın kurumuş. YUSUF AĞA- İnsanlığımdan utandım, bastım gittim oradan. MİNYATÜR USTASI- Yusuf Ağa akşama iki öküzle o köye geri döner. Adamı bulur. YUSUF AĞA- Hemşerim su verenlerin çok olsun, bu hayvanlar senin, arabana bağla, tarlanın da bereketini gör. Benim adım Yusuf, dükkanım sanayide, Yukarı Mahalle’de Hükümet Konağının orada otururum, kime sorsan söylerler. Bir ihtiyacın olursa önce beni bul. KÖYLÜ- Allah razı olsun, Yusuf Ağa. YUSUF AĞA- Oğlan ne zaman gidiyor Almanya’ya? KÖYLÜ- Kısmet. YUSUF AĞA- Niye sattığın öküzün parası yetmedi mi yoksa? 148 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI KÖYLÜ- Canı sağ olsun Ağam artık hayvanlarımız var burada geçinir gideriz. (Yusuf Ağa cebinden bir çıkarır, köylüye verir.) tomar daha para YUSUF AĞA- Al bu parayı, uşağın gönlü kalmasın, gitsin, orada kendine düzen kurar elbet. (Köylü hayrete düşer nasıl teşekkür edeceğini bilemez.) KÖYLÜ- Allah razı olsun Yusuf Ağa, Almanya’dan ne getirsin ne istersin. oğlan gidince sana YUSUF AĞA- Sağlıkla gitsin gelsin, hatırı kalmasın bana da sadece bir foter şapka getirse kafi. KÖYLÜ- Foter şapka dediğin nedir ki bu devirde Ağa, lafı mı olur, baş üstüne. YUSUF AĞA- Oğlan Almanya’ya gitti çok şükür, orada çalışmış didinmiş, düzenini kurmuş. Sağ olsun her izne gelişinde bana bir foter şapka getirir, başımın üstünde yeri var anısının, kenarındaki süslü tüyünü atar her gün takarım, güneşten korur, rahat ederim. (Hikaye bittiğinde minyatürü tekrar ilk haliyle resim olarak görürüz.) ÇIRAK- Yusuf Ağa’nın kendisi de hikayesi de kim bilir kaç esnafa kapı açmıştı. Ben bu kapılardan geçerken bozkırın sarısını ve arabanın kırmızısını işlemiştim boş kağıdıma. MİNYATÜR USTASI- Her kelimesiyle yaşanmış bir hikayeydi Yusuf Ağa’nınki. Biz de bir çay söyleyelim dilimiz damağımız kurudu. ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /149 (Usta telefon etmek ister. Çırak telaşlanır, ustanın aramasını istemez. Ustanın o telefonu eline almasını istemez.) ÇIRAK- Aramayın! MİNYATÜR USTASI- Niye? ÇIRAK- Ben gider söylerim. MİNYATÜR USTASI- Ne gerek var canım, devir değişti artık yazdırıp da saatler sonra bağlanmasını beklemiyoruz ya. Ararız getirirler. ÇIRAK- (üzülerek mırıldanır) devir değişti. MİNYATÜR USTASI: Hat kapanmış. (Usta çıkar. Çırak tek başına kalır. Atölyenin telefonu ödenmemiş faturadan dolayı kapatılmıştır.) ÇIRAK- Ah be Yusuf Ağa çok erken gitmişsin. Usta üzülmeden, hissetmeden çözüverseydik sıkıntısını. Dükkanın kirası için gelen ihtarname yetmezmiş gibi bugün de telefon kesildi. Bu ay da kirayı ödeyemezse dükkandan atacaklarmış Ustayı, nasıl dayanacağız bilmiyorum. Bu küçücük cennet, dışarıdaki kocaman vahşi hayatın gürültüsüne ne kadar dayanabilir bilmiyorum. Her şeyin devleşerek büyüdüğü ve büyüdükçe ezdiği bu dünyada minnacık bir cennet burası, minicik işlerin yapıldığı. Ve bu minnacık cennette küçücük minyatürleriyle büyüyen bir Usta... Oysa daha nakşedecek ne çok hikayesi var. (Usta bir süre sonra gelir, kitabını eline alır.) tekrar minyatür MİNYATÜR USTASI- Yeni bir sayfa açalım başka bir kapıya daha. 150 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI ÇIRAK- Ben de yeni bir sayfa alabilir miyim? MİNYATÜR USTASI- Al bakalım. Bence artık bir boy ince fırçaya da geçebilirsin. (Çırak sevinir, aşamadır.) bu, minyatürde yeni bir MİNYATÜR USTASI- Ama unutma maharet işin kolay yanı, asıl ustalık edebinde biter. Usta olabilmek için bütün şartları yerine getirmen gerek. (Minyatür Ustası kitapta yeni bir sayfa açar ve yeni minyatür görünür.) ÇIRAK- Bu kez neredeyse bembeyaz bir minyatür. MİNYATÜR USTASI- Evet ama ilk gördüğün renge, ilk gördüğün şekle aldanma. İlk baktığında sana görünen renk beyaz, bakalım hikaye bittiğinde gördüğün renk ne olacak. Bu gördüğün sıra sıra dizilmiş, kıvrımlı yolda yürüyen bembeyaz küreler Osmanlı kavukları. Osmanlı kavuklarının başları süslediği evvel zaman içinde, dillere destan kel başlı bir kavukçu varmış. ÇIRAK- Kellik kavukçuya dert mi ustam, kim bilir o kel başına kaç kavuk yapıp yakıştırmıştır. MİNYATÜR USTASI- Hiç kavuk. ÇIRAK- Kaç? MİNYATÜR USTASI- Hiç kavuk yapmamış kendine. Koca İstanbul’a hatta koca Osmanlı’ya koca koca kaç kavuk yapmış ama kendi kel başına hiç kavuk yapmamış. ÇIRAK- Neden? (Minyatürler canlanırlar.) ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /151 KAVUK USTASI- Kavuk dediğin üstü süslü, içi boş şey. Marifet benim yaptığımda değil, marifet o boşluğu doldurmakta. Ne kavuklar vardır, ağırlığından altındakinin boynunu eğmişlerdir, ne kavuklar vardır altındakinin ağırlığından kuş tüyüne dönmüşlerdir. O ağır adamlar ki başlarındaki kavuğun varlığını unutup bir tüy telekle dolaşır gibi ömür sürmüşlerdir. MİNYATÜR USTASI- Osmanlı’da her mevki sahibinin ayrı kavuğu olurmuş. Bizim kavukçuya en çok kavuk diktiren zat-ı muhterem ise; adı hiçbir yerde anılmayan, mevkisi utancından aharlı sayfalarda solan bir kavukluymuş. “Kavuk sallayarak” kavuk elde eden kadim müşterilerindenmiş. Bir kavuğu eskimeden yenisini diktirenlerden… Usta en çok onların kavuğunu yaparken zorlanırmış. (Kavuk Ustası büyükçe bir kavuk sarmaktadır.) KAVUKLU- Kolay gelsin Usta, daha bitmedi mi benim kavuğum. KAVUK USTASI- Bitmedi. KAVUKLU- Ne kadar kaldı? KAVUK USTASI: Şeritlerin içine pamuklar dolduruldu, sargısı kaldı. (Kavuklu övünerek;) KAVUKLU- Bu defaki hepsinden büyük ne de olsa. İşin uzamıştır. (Kavuk Ustası imalı;) KAVUK USTASI- Evet bitmek bilmedi. Bir tarafını sarsam öbür tarafı açık kalıyor, metrelerce destar yetmedi açıklarını kapamaya. 152 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI KAVUKLU Ne kavukmuş ama… Olsun sen sarmana bak kapanmayacak açık yoktur şu cihanda. KAVUK USTASI- Allah kapanmayacak açık, sarılmayacak yara vermesin başınıza! KAVUKLU- Amin. Yarın bitirmiş ol usta. KAVUK USTASI- Baş üstüne. MİNYATÜR USTASI- Yarın olur, Kavuklu, taze kavuğu alırken, daha onu başına geçirmeden yenisini ister. KAVUKLU- Ellerine sağlık. Şimdi yenisine başlayabilirsin. (Kavuk Ustası şaşırır!) KAVUK USTASI- Yeni bir mertebe mi aldınız. KAVUKLU- Hayır samur kürkümün üstüne takacağım. İnşallah mevkiimiz de peşi sıra gelecek. KAVUK USTASI- Dediği gibi de olurdu, bir kavuk bitmeden, üst mertebesinin kavuğuna başlardım. Kavuklar büyüdükçe kürkler çoğaldı, kürkler çoğaldıkça, kavuklar bitmek bilmedi. Bizim zat-ı muhterem Kavuklumuzun içi o denli hırsla doldu taştı ki ne kürklere, ne kaftanlara sığamadı. Ama başının üstündeki kavuğunun içi hep bomboş kaldı. Yüzlerce kavuğa nefsi doymuyordu. Oysa kavuk dediğin içi boş bir şey, marifet onu doldurmakta. Her kavuğu sabırsızlıkla bekliyor, törenle takıyor, aynanın karşısından kendini alamıyordu. Methiyeler, mertebesiyle beraber bana da uzanıyordu. Bense sadece kısmetime razı gelmekle yetiniyordum. KAVUKLU- Bunu senden daha iyi saran usta bulunmaz. Öyle bir sanatlı bağlamışsın ki, ucunu bulana aşk olsun. Gönlümden koptu bu kez sana iki kese birden vereceğim. (Kavuk Ustası fazla keseyi kabul etmez.) ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /153 KAVUK USTASI- Hakkım olan yalnız bir kese, ikincisi fazladır. KAVUKLU- Birinci keseyle şu kel başına bir kavuk yap. İkinci kesede de zümrüt taşlı, gösterişli bir mücevher vardır onu da alıp, kavuğunun üstüne tak süs niyetine, şöyle bir salın, şanın olsun. Gönlümden koptu al bakalım hadi. KAVUK USTASI- Ben kısmetime kanaat ederim, üstü hiçbir vakit bende kalmaz. Bu sebeple kavuğumun üstüne layık gördüğünüz mücevherat sizde kalsın. Kel başımın serpuşuna gelince; üryan gelip üryan giderim, kafamı da içi boş bir şey için yormam. Emeğimin karşılığı budur üstü kalsın. MİNYATÜR USTASI- Deyip keselerden birini alır, mücevheri geri verir. Kavuklu şaşırır, mücevherini de alıp gider. Kavuk ustası mertebelerin kavuklarını sararken, hırs kapılarını sımsıkı bağlı tutuyordu. KAVUK USTASI- Bizim kavuklu, pek kıymetli bir mertebedeyken birden kavuk siparişi vermez oldu. Tez zamanda haberi yayılıverdi. Nefsine yenildiğinde, bir gün öyle bir gaflete düşmüş ki, açığı göz önüne çıkıverince, celladın kılıcında başı bir yana, kavuğu öbür yana düşmüş. Allah kapanmayacak açık, sarılmayacak yara vermesin kimsenin başına! MİNYATÜR USTASI- En zor durumlarında bile sadece emeğinin karşılığına razı gelen esnafların rengi olmuş, ak kavuklar. Onlar bembeyaz sarıklarını kefen gibi taşımışlar başlarının üstünde. Servetleri ise: Hiç. (Usta kitabı bırakır, Çırak’a yevmiyesini verir.) MİNYATÜR USTASI- Bu da senin yevmiyen, güle güle harca. (Çırak almak istemez.) 154 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI ÇIRAK- Kasada hiç paramız kalmadı bana bunu vermeyin. (Usta kararlıdır.) MİNYATÜR USTASI- O senin hakkın. ÇIRAK- Ama günlerdir hiç satış yapmıyoruz, siz bununla kirayı ödeyin lütfen ya da başka bir ihtiyacı. Kirayı ödeyemezsek burayı kaybedebiliriz, ben çok kaygılıyım ve elimden hiçbir şey gelmiyor. MİNYATÜR USTASI- Güle güle harca, o senin hakkın. Çizimlerin dışında da hiçbir şey için kaygılanma. ÇIRAK- Çok mu kötü durumdayım Usta? MİNYATÜR USTASI- Yarın kaldığımız yerden devam ederiz, daha çok işimiz var. (Ertesi gün.) (Usta ve Çırak atölyedeki işlerini bitirdikten sonra tekrar Minyatür kitabını alırlar ve yeni bir sayfa açarlar.) MİNYATÜR USTASI- Yeni güne yeni minyatür. (Gümüş sırlarla parlayan bir sayfa açılmıştır.) ÇIRAK- Gümüş sırlar içinde bir sayfa bu, berrak ışıltılı bir hikaye başlıyor galiba. MİNYATÜR USTASI- Evet ışıltılı ama yanılsama değil aslında dosdoğru bir hikaye diyebiliriz. Aynacılar minyatürü. Minyatür Ustası, Aynacılar minyatürünün hikayesini anlatmaya başlarken, minyatürdeki insanlar canlanmaya başlarlar. ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /155 MİNYATÜR USTASI- Nerede ve ne zaman olduğu fark etmeyen ama “doğruluğuyla” fark edilen bir Aynacı varmış. Esnaflığında hiç yalan söylediği, satışında hiç hile yaptığı görülmemiş. Mütevazı Aynacının dürüst hali yüzüne, yüzünden aynalarına, aynalarından tekrar kendine yansırmış. Doğruluğu kendine tekrar yansırmış. “Aynası işmiş kişinin”, bizim tasvirin işi de aynaymış. Küçücük dükkanının dört bir yanı aynalarla doluymuş. Gençliğinin son demlerini süren bir müşteri gelmiş. MÜŞTERİ- Bana gençliğimi gösterecek bir ayna istiyorum yaşlılığımı değil. Uzun yaşamak istiyorum ama ihtiyarlığımı görmek istemiyorum. Yaşlanıp yüzümün ve bedenimin çürüdüğünü, yalnızlığı ve mutsuzluğu görmek istemiyorum o aynada. Bana ihtiyarlığımı göstermeyecek, gençliğimi gösterecek bir ayna yapabilir misin? USTA- Ayna ustası müşterisinin yüzüne bakar ve yanıtlar. AYNA USTASI- Evet yaparım. (Müşteri sevinir, heyecanlanır.) MÜŞTERİ- Bunu gerçekten yapabilirsen sana servet öderim. AYNA USTASI- Bunun için servet ödemenize gerek yok. MÜŞTERİ- Yeter ki yap, bu aynanın yapımı çok uzun sürer mi? Yaşlandığımı görmeye tahammülüm yok. AYNA USTASI- Hayır diğerlerinden daha çabuk biter. MÜŞTERİ- Harika. Dürüst bir esnaf olduğunu duydum, sana güveniyorum. Bol kazançlı günler dilerim. AYNA USTASI- Teşekkür ederim. Ben de size yaşlılığınızı görecek kadar uzun bir ömür dilerim. 156 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI USTA- Müşteri, Aynacının dileğindeki sırrı duyamayacak kadar heyecanla çıkmış. Aynacı çok kısa bir zamanda bu aynayı bitirmiş, müşteriye teslim etmiş. Sahibi aynayı alınca iki avuç para uzatmış Aynacı Ustasına. Ama Aynacı bu iki avuç paranın içinden sadece bir tanesini alıp diğerlerini Müşteriye geri vermiş. MÜŞTERİ- Böyle bir ayna için servet ödemeye razıyım dedim niye bu kadar az alıyorsun? AYNA USTASI- Ederi bu kadar. (Müşteri Aynacının bu yaptığını anlayamaz, şaşırır!) MÜŞTERİ- Sen bilirsin, şimdi bu ayna yaşlılığımı göstermeyecek mi? AYNA USTASI- Hayır göstermeyecek ama ben size yaşlılığınızı görecek kadar uzun bir ömür dilerim. MÜŞTERİ- Ben de size bol kazançlar dilerim. Hoşça kalın. USTA- Müşteri aynasından memnun kalmıştır, telaşı geçmiş, gençliğine baktıkça mutlu olmuştur. Ayna gençliğine gençlik katmıştır. Bu mutluluk yaşlılığını biraz daha ertelemiştir. Ama yıllar geçtikçe aynadaki görüntü bulanmaya, bir süre sonra da hiçbir şey göstermemeye başlar, müşteri öfkeyle aynacıya geri gelir. MÜŞTERİ- Bu ayna göstermiyor. Sahtekar. AYNA USTASI- Gözleriniz görüyor değil mi? MÜŞTERİ- Evet. AYNA USTASI- Ne mutlu, kör değilsiniz. MÜŞTERİ- Hayır her şeyi görüyorum ama senin yaptığın ayna göstermiyor. ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /157 AYNA USTASI- Demek ki artık genç değilsiniz. Ne mutlu bu yaşı da görüyorsunuz. MÜŞTERİ- Bana yalan söyledin, kandırdın beni. AYNA USTASI- Size yalan söylemedim, söylediklerimin hepsi doğruydu. Yaptığım ayna da sahte değil, sihirli değil tamamıyla gerçekti. MÜŞTERİ- Neden göstermiyor o zaman. AYNA USTASI- Demek ki artık gençliğiniz bitmiş. Benden gençliğinizi gösterecek bir ayna istemiştiniz. Ben de size gençliğinizi gösterecek kadar bir ayna döktüm, yaşlılığınızı değil. Ben size sihirli değil, sırlı bir ayna yaptım. Aynadaki gerçeğin ardında sır vardır. Sır dökülünce gerçek de bulanır. Sizin gençliğiniz biterken aynanın da gençliği bitti ve arkasındaki sırlar pul pul döküldü. Çünkü o aynayı gençliğinizi gösterecek kadar yaptım. Arkasına, gençliğinize yetecek kadar az sır döktüm. O yüzden de ederi diğer aynalardan düşüktü. MÜŞTERİ- Oysa ben sana servet ödemeye razıydım. AYNA USTASI: Gereği kadar ödediniz. Gençliğinizi değil, tüm ömrünüzü gösterecek bir ayna isteseydiniz biraz daha para ödeyebilirdiniz. Eğer ömrünüzü değil neslinizi gösterecek bir ayna isterseniz o zaman daha da çok para öderdiniz ki onlar gümüş sırlı aynalardır, daha dayanıklıdır. Ama bir aynacıya hiçbir zaman servet ödeyemezsiniz, çünkü aynacı sadece gerçeği gösteren bir ayna yapabilir, onun sırrı budur, ardında gerçeğin kendisinden başka bir mucize aramayın, çünkü yoktur. Karşılığı ise emeği kadardır, hiçbir zaman servet değildir. Çünkü bizim doğrumuz budur. MÜŞTERİ- Sırrı az döktüğünüz için o kadar az para aldınız demek. 158 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI AYNA USTASI- Evet. MÜŞTERİ- Ve doğruyu söylediniz. AYNA USTASI- Evet, o gün sizi aldatmadım, doğruyu söyledim ve gerçeği gösterdim. Çünkü ayna, görmek istediğinizi değil, ne yaşıyorsanız onu gösterir. Belki de sır; görmek istediğimiz yaşamdadır. Bir Osmanlı Sultanı, başı kesilen suçlunun kellesine ayna tutarmış, son gördüğü şey cezası olsun diye. Çünkü insan beyni bedeninden biraz daha geç ölürmüş. Bir Osmanlı aşığı ise sevdiğine ayna hediye edermiş “bu cihanda senden daha güzel şey yok” diye. İnsan ne yaşıyorsa onu görüyor, ne yaşatıyorsa onu gösteriyor. Yani aynanın ardındaki sır ne yaşadığındadır. (Müşteri ikna olmuş ve sakinleşmiştir.) AYNA USTASI- Siz aynalardan kaçıyorsunuz oysa ben aynalarda gerçeği bularak arınıyorum. Aynalar sayesinde kendime dönüyorum. Tek bir anı değil yaşadığım her ayrıntıyı görüyorum orada, bana ait tüm anları görüyorum ve çoğalıyorum. MÜŞTERİ- Doğruluğunuza ikna oldum. Şimdi sizden yeni bir ayna istiyorum. Bundan sonraki ömrümü gösterecek kadar derin, kuşaktan kuşağa geçecek kadar sağlam, her anın ayrıntısını yansıtacak kadar berrak, beni hiç yalnız bırakmayacak ve benden sonraki nesillerimi sığdıracak kadar büyük bir ayna. AYNA USTASI- Evet hepsi mümkün. Ne büyüklükte bir ayna yapmamı istersiniz? (Çırak merakla minyatür ustasına sorar.) ÇIRAK- Dev bir ayna mı yaptırmış yoksa? (Minyatür ustası gülümser, Çırak’a küçük bir el aynası verir.) MÜŞTERİ- Hayır küçük bir el aynası yeter. ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /159 AYNA USTASI- Tamam. Ama unutmayın ayna ne kadar berrak olursa gerçeği de o kadar doğru gösterir. Bu yüzden aynaya da kendinize de “güzel” bakın. MİNYATÜR USTASI- Aynacıdan çıkarken müşterinin gözleri, gençliğinden daha parlak bakıyormuş ve aynası da o kadar berrakmış. Müşteri bu aydınlığa yine servet ödemek istemiş ama Aynacı bu kez de küçük bir el aynası kadar para almış. (Çırak, elinde ayna.) ÇIRAK- Aynacılar minyatürünün gümüş sırları bana doğruluk kapısını yansıtırken, Ustamın dili doğruluk kapısının aynası oluyordu. Ve bütün minyatürler tasvirlerin içine girip donarken ben aynada ustama ve geleceğime bakıyordum. Ustalığın sırlarına, bu sırra erip eremeyeceğimi bilmeden çiziyordum. Bazen ince, bazen kalın, bazen neşeli kıvrak, çoğu zaman kaygıyla. Zaman ilerliyor, ben onu yakalayamıyordum ve mekanımız her geçen gün daha da daralıyordu. Her an bizi buradan çıkarabilirlerdi, her çalan kapı, her gelen yabancı kocaman bir kaygı oluyordu, minicik hanede. Bense bu sırları dökülmüş aynada ustama ve geleceğime bakıyordum. (Minyatür Ustası, Çırağın elindeki aynayı alır, gülümser.) MİNYATÜR USTASI- Geleceğine oradan bakamazsın. Aynadaki gerçeğin ardında sır vardır. Sır dökülünce gerçek de görünmez. Sırra erdiğin vakit gerçeği görürsün ama geleceğini değil. Ayna sana mum gibi ışık tutmaz, yolunu açmaz, aydınlatmaz. Sadece olanı gösterir, ne varsa onu. Ve onu da görebilmek için senin mum yakman gerek. Kendini görebilmen için, yolunu aydınlatman için, işte sana altın tozlarıyla aydınlatılmış sıcacık bir sayfa. ÇIRAK- Mumcular minyatürü. MİNYATÜR USTASI- Marifet kapısında eriyip erenlerin, su gibi arınmış suskunların kapısı, Mumcular minyatürü. 160 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI (Minyatür görünür. Kapalı bir hanın içinde, beyaz mumlarla kaplı bir küçücük dükkan. Mumcunun dükkanı.) MİNYATÜR USTASI- Evvel zamanların birinde altı üstü, çevresi çehresi kapalı, 7 kapılı bir han varmış. 7 kat cihanın üzerinde kurulmuş en büyük hanmış. Avlusu yok, çatısı çok, içi loşmuş. 77 sokağını arşınlayan 77 milletten insanla doluymuş. Kutu kutu dükkanlarının içinde, türlü türlü malları birbirinden çok, müşterileri renklerden serhoş, esnafları hepsinden hoşmuş. Binlerce esnaf her günün sabahı, bu hanın 7 kapısını açıp, besmeleyle girer, edebiyle işini yapar, 7 kapısını bağlayıp çıkarmış. Kalın duvarlarından, duvarlarını birbirine bağlayan kemerlerinden, tepeye uzayan sütunlarından, sütunların ucundaki tavanlarından bir süzme ışık sızmazmış. Gökyüzünün o keskin ışığı bir iğne ucu çatlak bulamazmış ki kesip de içeri girsin. Bunun içindir ki her sokağının yüksek tavanlarına lacivert gökler, sarı yıldızlar, türkuaz tonlar işlenmiş. Girenlerin gecesiyle gündüzü, başıyla yüreği birbirine dönermiş. Arı gibi işleyen esnafı, gün yüzü görmezmiş, günü fark etmeden geceye dönermiş. Avuç içi kadar dükkanlarından avuç avuç kazanıp kalabalık ailelerini geçindirirlermiş. Gün yüzü görsünler diye, gün yüzü görmeden çalışırlarmış. Bu karanlık cihan hanının, kalın duvarlarını, karanlık dehlizlerini, daracık sokaklarını, minicik dükkanlarını, minnacık türlü türlü malları ışıldatırmış. Aynacıların aynaları, şapkacıların iğneleri, arabacıların tekerleri, mumcuların mumları… Dükkanların hiçbiri diğerinden büyük değilmiş. Kendi kısmetlerine kanaat edecek kadarmış. İşte bu kutu kutu dükkanların birinde de, tek başına yaşar bir mum esnafı varmış. Güne hasret, güneşe hasret, ışık aşığı mum ustası aşka ışık yaparmış. Ama bir gün olsun o ışığı yakamamış. Ne yakalamış, yakmış, ne yanmış ne sönmüş. Yıllar var ki hep beklemiş. Bu kararmış dünyada bir ışık beklemiş, bu kalın taş duvarları bir kılıç serinliğinde kesecek, ona değecek bir ışık. 7 kat cihanın 7 kapılı hanında, sokaklardan dehlizlere aramış, bulamamış. ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /161 (Mumcular minyatürü canlanır. Mumcu Ustası sessiz sakindir fazla konuşmaz, zevzeklik etmez, bu yüzden onu esnaf komşularının dilinden tanırız.) BİRİNCİ ESNAF- Mumcu, bu cihan hanının mumudur. Mum gibi adamdır. Mum gibi suskun, mum gibi dimdik, mum gibi bembeyaz, dürüst, namuslu, tertemiz bir esnaftır. Biz burada 77 milletten esnaf, 77 milletten insanı ağırlarız, alırız satarız, geliriz gideriz, bir gün olsun Mumcudan dert çekmeyiz. İKİNCİ ESNAF- Dili bağlı, gözü bağlı, beli bağlıdır. Kimsenin dedikodusunu yapmaz, kötü söz söylemez, kimsenin ayıbını görmez. Kimseye kötü gözle baktığı görülmez. kimsenin onuruna namusuna göz dikmez. Onun tek işi mum yapıp mum satmak, tek tutkusu aşkın ışığını bulmaktır. BİRİNCİ ESNAF- 7 kat cihanın yükünü yüklenmiş bu handa başı dönen, soluğu kesilen, gözü yorulan her insan evladı mumcuda dinlenir, kendine gelir, kendini bulurmuş. İKİNCİ ESNAF- Onun suskunluğu, hanın bütün sesini susturur; onun mumları, handaki bütün renklerin gürültüsünü dindirir. BİRİNCİ ESNAF- Mum yapardı ama yakmazdı. MUM USTASI- Benim mum yakabilecek ateşim yok sizin varsa buyurun. İKİNCİ ESNAF- Hayatı boyunca o ateşi aradı. BİRİNCİ ESNAF- Biz her gün bir kandil yakar koyarız dükkanına, bitene kadar çalışır, kandil bitince işini de bitirir. Bilmiyoruz o küçücük dükkanında mı kalır ama hepimizden önce gelirdi. İKİNCİ ESNAF- Her sabah kapının karşısındaki tezgahında buluruz onu. Elimizde kandil, selamlar işimize koyuluruz. Günaydın Usta. 162 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI MUMCU- Günaydın, ellerine sağlık. İKİNCİ ESNAF- Sağ ol, senin de. Kolay gelsin. BİRİNCİ ESNAF- Hele gün içinde yorulunca yanına gidip bir soluk almak, dünyaya değer. İKİNCİ ESNAF- Sadece biz değil, müşteriler için de bir soluk, mumcunun dükkanı ve mumcu. ÇIRAK- Hayatı boyunca mumlarını yakacak ateşi arayan bir mumcu. BİRİNCİ ESNAF- Kolay gelsin Usta çok yorulduk bir soluklanalım dedim. İKİNCİ USTA- Bugün han yine çok kalabalık, çok şükür. MUMCU- Hoş geldiniz. Buyurun oturun. BİRİNCİ ESNAF- Yaptığın mumlar kim bilir kaç kişinin yolunu aydınlattı Usta. Kaç evi, kaç dükkanı… Kim bilir nelere şahit oldu, ne sırlara, ne yazılara, hangi karanlıklara… İKİNCİ ESNAF- Hele bizim; gecemize de gündüzümüze de sırdaşlık eder, kendin gibi mumların da. ÇIRAK- Rüya gibi. Mumcu, mumları, dükkanı, minyatürü, hikayesi hepsi rüya gibi. MİNYATÜR USTASI- İşte o karanlık handa, günlerden bir gün, rüya gibi bir gece, bizim mumcu, gerçeğin peşinde rüyanın izinde, rüyanın içinde mi dışında mı bilinmez bir ışığın peşinde… ÇIRAK- Rüyasının peşinde. ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /163 MİNYATÜR USTASI- Rüyanın içinde, uykusunun en derininde. (Minyatür Ustası Çırağa sessiz olması için işaret eder.) (Sessizlik) MİNYATÜR USTASI- O gece karanlık han, hiç olmadığı kadar karanlıkmış, zifiri. Zifiri karanlığın içinde Mumcu yapayalnız. Gündüzden döktüğü mumlar henüz yumuşak, sıra sıra iplere dizili. İçlerindeki fitiller ince pamuk ipliğinden bağlanmış, ateşini beklemekte, sessizce, sakince. Her mumun kalbi fitilse, bizim mumcunun kalbi de onu yakacak ateşin fikriyle dolmuş bu gece. Gerçek bir aşkmış bu. Yolunu bilmediği, bir labirentin içindeymiş gibi aradığı aşkın ışığı… Ömrünce yolunu aradığı ama bulamadığı aşkın ışığı… Hep tek başına aramış gerçek aşkın yolunu, belki de bundandır bunca yıldır bulamayışı. Belki de onun yolu yalnızlıkla kapanmıştı. Bir yol bulmalıydı. Birden sıçradı ama uyanmadı aynı derinlikte aniden bir gölge gördü. Fırladı gölgenin peşinden. (Aniden sahnenin tüm ışıkları söner. Karanlık. Çırak mum yakar, Minyatür Ustası hikayeyi anlatmaya devam eder.) MUMCU- Gölgesi olduğuna göre ışığı da vardır. Bunca yıldır bunun için durmuşum sanki, bunca yıldır bu gölgeyi kovalamak için bedenimi dinlendirmiş, bunca yıldır bu gölgenin ışığını bulmak için ömrümü dindirmiştim. MİNYATÜR USTASI- Gözleri, elleri, hiç seslenmediği dili, bunca yıldır bunun için susmuştu sanki. Ve şimdi sadece bu gölge için sesleniyordu. MUMCU- Gölgesi olduğuna göre ışığı da olmalıydı. Koştum, 7 cihanın en büyük hanında ıssız koridorlarında koşuyordum, durmaksızın soluk soluğa. 164 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI MİNYATÜR USTASI- O koştukça sokaklar uzuyor, bilmediği sokaklara giriyor, o sokaklardan koridorlar açılıyor, koridorlardan dehlizler çıkıyor, sütunların üzerinden tavanlar uzuyor ve hiçbirinden bir ışık sızmıyor ama o ışığı arıyordu. Bir labirentin içindeymiş gibi dört döndü ve çaresiz bacakları yere yığıldığında tekrar kendi dükkanındaydı. Tezgahının dibinde soluksuz. Tam bu sırada iki çakmak göz yanıverdi karşısında. MUMCU- Gölgenin ışığı. MİNYATÜR USTASI- Saatlerdir peşinden koştuğu ışığı çakmak gibi yanıverdi gözlerinin önünde. o gölgenin MUMCU- İki çakmak göz. MİNYATÜR USTASI- Meğer saatlerdir koşa koşa aradığı gölgenin ışığı, kendi mekanında duruyormuş. Bu, çakmak gözleri ışıl ışıl parlayan, pırıl pırıl bir kadınmış. MUMCU- Buradasın. Seni arıyordum. Hep burada mıydın? (Sessizlik. Cevap alamaz.) MUMCU- Benden kaçıyor muydun? Yoksa bekliyor muydun bilemedim. MİNYATÜR USTASI- Bilemedi ama şimdi onunlaydı. İki çakmak göz… Yürek ateşiyle yanan iki çakmak göz... Gerçek aşkı aydınlatacak iki çakmak göz. Bunca yıldır tek başına aradığı gerçek aşkın yolunu aydınlatacak, kalbinin fitilini yakacak iki çakmak göz. Ateşle mum… (Mumcu kadına anlatır.) MUMCU- Her mumun kalbi fitildir. Pamuk ipliğindendir. Alevle tutuşur. Bitene kadar erir. Fitil yanarken mum erir, mum erirken fitil biter. Ancak birbirlerini bulduklarında var ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /165 olurlar. Ve birbirlerini bulduktan sonra yok olurlar. Ama o an her yer aydınlanır. Herkesin yolu, geleceği, dünyası aydınlanır. MİNYATÜR USTASI- Mumcu, ömrü boyunca aradığı ateşi kadının çakmak gözlerinde bulmuştu. Aşkın ateşini. Mecazi aşk ona gerçek aşkın ışığını vermişti. Kalbinin fitili bu ateşle yandı, iki çakmak gözle. O yandıkça bütün mumlarını yaktı, mumlardan çıkan ışık aynacının aynalarına yansıdı, oradan kavukçunun iğnelerine, kavukların tepesine taktığı aleme, arabacının tekerlerinden, tüm esnafın ürünlerinde parladı çaktı. Mumcunun kalbinin fitili yandıkça yandı, eridi, karıştı, söndü. Eridikçe “erdi”. Su gibi arındı, sırlara erdi. BİRİNCİ ESNAF- Bizler o sabah hanın 7 kapısını besmeleyle açtığımızda üzerimize nur yağdı. Rivayet olunur ki gece boyunca hanın bütün dükkanları aydınlanmış, han etrafına ışıklar saçmış, sabaha kadar. Ve o gün handaki bütün esnafın bütün dükkanlarına bereket yağdı. Mumcunun dükkanında ise eriyip sönmüş mumlar bulduk. Bir daha hiçbir sabah onu selamlayamadık. Ama biliriz ki üzerimize yağan bereketle o bizi her sabah selamlar, erip gittiği gök kubbeden. ÇIRAK: Rüya gibi bir minyatürdü. (Minyatür Ustası, Çırağın çizimlerine bakar.) MİNYATÜR USTASI- Sen de rüya kadar hızlısın, çizgilerin iyice inceldi. Tüy fırçada çok başarılısın. (Çırak çok heyecanlanır. Uzun zaman sonra iyi bir şeyler duymak onu sevindirmişken,) MİNYATÜR USTASI- Mumlarımız sönmek üzere. Elektriği de kestiler. (Çırak çok üzülür ama Ustasına belli etmemeye çalışır.) 166 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI ÇIRAK- Ben yarın için mum alırım, siz hiç dert etmeyin. MİNYATÜR USTASIYarın akşama kalmayız, karanlıkta çalışamayız, gündüz biraz çalışır bitiririz. Hikayeye vakit kalmayabilir. Şimdilik sana iyi geceler, sabah görüşürüz. ÇIRAK- Tam da kitabın sonuna yaklaşmıştık ve kalan minyatürleri de görmeyi çok istiyordum. Bir yol olmalı. Her geçen gün buradaki alanımız daralıyor. Zamanımız daralıyor. Oysa ben hiç durmaksızın yol almak istiyorum. Bu uzun yolculukta hiç durmadan. (Elektriğin kesik olduğunu unutup düğmeye basar ama aydınlanmaz. Cebinden yevmiyesini çıkarır, lambaya bakar. Kararlıdır.) ÇIRAK- Yarın bu işi çözeceğim. Usta izin verse de vermese de yarın bu elektriği açtıracağım. (Ertesi gün) (Elektrik açılmıştır.) MİNYATÜR USTASIelektriği. Hala çözemedim kim nasıl açtırdı bu ÇIRAK- Mumcunun nuru bizim dükkana da yağdı herhalde bu gece. Bakın her yer ışıl ışıl. Kim bilir belki kiramız borcumuz bile kapanmıştır. MİNYATÜR USTASI- Senin şansına. Artık kitabımız bitiyor, son minyatüre geldik. (Çırak kitaba devam edebilecekleri için çok mutludur.) ÇIRAK- Gördüğüm en güzel kitaptı, renkleriyle, hikayeleriyle. Şimdi hangi kapıyı hangi esnafla geçeceğiz? ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /167 MİNYATÜR USTASI- Bu seferki minyatür, hepsini anlatıyor. Hepsinin birliğini. Ahilik minyatürü. birden ÇIRAK- Çok renkli görünüyor. MİNYATÜR USTASI- Tüm renklerin birliği. Ahilik Birliği. Birliğin gücünü. Dayanışmanın özünü. Yüzlerce yıl öncesinden Ahi Evran’ın fikrini. Ahilik Birliğinde şed kuşatma törenini anlatıyor bu minyatür. ÇIRAK- Bir çırak olarak şed kuşatma törenini ben de çok merak ediyordum. MİNYATÜR USTASI- Ahilik Birliğinde ustasının yanında yıllarca çalışıp, sanatını öğrenen kalfaların artık Usta olabilmek için Ahi Baba ve heyetinden onay aldığı bir törendir. Yani kalfalıktan ustalığa yükselme törenidir. ÇIRAK- Ne mutlu. MİNYATÜR USTASI: Umarım sen de o günleri görebilirsin. İşine sadık ve becerikli bir çıraksın, Usta olacağın günler de gelecektir elbet. (Çırak mahcup olur.) ÇIRAK- Üstelik ayrıcalık. bu olayı bir törenle yaşamak büyük bir MİNYATÜR USTASI- Bu minyatürde, ortada gördüğün kişiler Ahi Baba ve heyetidir. Bir kalfanın ustalığa geçiş töreni için toplanmışlardır. (Minyatür canlanır, bu minyatürde oynayacak kişiler yerlerini alırlar.) MİNYATÜR USTASI- Ahi Baba ve heyeti, önce birbirlerinin hatırlarını sorarlar. Ahi Şeyhlerinin her birinin giysisinin 168 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI rengi, temsil ettikleri meslek grubuna göre değişir. Ahi Baba’nınki ise saflığı, temizliği temsilen beyaz renktedir. Önce dualar edilir. Sonra Yiğitbaşı gelerek hepsini selamlar. ÇIRAK- Yiğitbaşı kimdir? MİNYATÜR USTASI- Yiğitbaşı, usta olacak kişinin denetimini yapar, onayını verir ve Ahi Babaya yardımcı olur. AHİ BABA- Ey erenler sizler de münasip görürseniz, bugün burada bir gencimizi ustalığa terfi ettireceğiz. Müsaade buyurursanız törene başlayalım. (Heyet onay verir.) YİĞİTBAŞI- Bugün huzurunuza çıkacak ve ustalık için izninizi arz edecek olan Kalfamız, uzun zamandır ustasının yanında çalışmış, eğitim görmüş, sanatını öğrenmiş, yıllar içinde gerekli şartları yerine getirmiş bir nakkaştır. (Çırak heyecanlanır.) ÇIRAK- Nakkaş mı? Sizin gibi bir minyatür ustasının hikayesi mi yoksa? MİNYATÜR USTASI- Evet, senin, benim gibi bir minyatür sanatçısı, bu törenle Ustalığa aday olmuştur. Bakalım Usta olabilecek mi? ÇIRAK- Bakalım ben de bir gün usta olabilecek miyim? (Minyatür Ustası töreni anlatmaya devam eder.) MİNYATÜR USTASI- Ustası, kalfasına Usta olması için destek vermiş ve heyetin müsaadelerine sunmuştur. ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /169 YİĞİTBAŞI- Münasip görürseniz Kalfamızı huzurunuza getirelim. (Ahi Baba heyetin diğer üyelerine sorar.) AHİ BABA- Münasip midir? HEYET ÜYELERİ- Münasiptir. (Yiğitbaşına;) AHİ BABA- Münasiptir, buyursun gelsinler. MİNYATÜR USTASI- Yiğitbaşı geri geri çıkarak huzurdan ayrılır. Sonra bir elinde ibrik, diğerinde süpürgeyle gelir. Ustalığa geçecek kalfanın, huzura çıkacağı yolu su ve süpürgeyle temizler. Bu yol temizlik, dürüstlük, iyilik yoludur. Yine yüzü heyete dönük vaziyette çıkar ve bu kez tepsi içinde hediyelerle döner. (Yiğitbaşı, hediyeleri Heyete sunar.) AHİ BABA- Bu tepsideki hediyeler ortak sandığa konulsun. ÇIRAK- Ortak sandık? MİNYATÜR USTASI- Zor duruma düşen esnaflar için düşünülmüştür ortak sandık. Hastalanan, ailesi ve kendisi bakıma muhtaç kalan ya da iş yeri kullanılamaz hale gelen esnaflara, bu ortak sandıktan yardım edilirmiş. (Çırak hayran kalır.) ÇIRAK- Gerçek bir birlik bu. MİNYATÜR USTASI- Birlikten doğan gücün en güzel yansıması. Tabi ki sadece gelen hediyelerle dolmazmış sandık. Esnaflar sistemli bir biçimde gelirlerinin bir kısmını sandığa ayırırlarmış. “Bir-lik”, herkesin “bir” olduğu büyük bir 170 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI bütünlük. Kiminin bir avuç para attığı, kiminin tek bir birlik atabildiği ama hepsinin, içinde birlik sağladığı bir sandıkmış. Birlik olmak böyleymiş. ÇIRAK- Ama bu birliğin içinde olabilmek de, burada ustalaşmak da hiç kolay olmuyor anlaşılan. MİNYATÜR USTASI- Elbette. Bu törenlerde, heyetin yakınında bulunan üç temel unsur da çok anlamlıdır: Su, tuz ve toprak. ÇIRAK- Bunlar ne için? MİNYATÜR USTASI- Su temizliği simgeler. Tuz hayatın tadını, toprak dönüşün yine toprağa olacağını simgeler. Sonra Yiğitbaşı, Kalfa ve Kalfanın Ustası huzura çıkarlar. (Yiğitbaşı, Kalfa ve Kalfanın Ustası, ağır ve törensi adımlarla gelip, saygıyla Heyetin karşısında dururlar.) (Törendeki her ayrıntı gibi onların hareketleri ve duruşları da anlamlıdır. Ustanın ve Yiğitbaşının elleri önlerinde başları eğik saygıyla heyet karşısına geçmişler, Kalfayı ortalarına almışlardır. Kalfa, kollarını önden kavuşturup kulaklarından tutar. Bu duruşuyla son öğütlere hazır olduğunu ifade eder. Ayak baş parmakları ise birbirleri üzerindedir.) (Yiğitbaşı, Kalfa ve Ustası tarif edildiği şekilde dururlar.) ÇIRAK- Neden böyle dururlar? MİNYATÜR USTASI- Çünkü sol başparmak hissiyatı, sağ başparmak aklı temsil eder. İnsanoğlu her işe hissiyatıyla başlar. Büyüyüp kemale erince aklını kullanır. Üçü de heyetin huzurunda bu vaziyette beklerler. (Salavat getirilir.) ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /171 AHİ BABA- Yiğitbaşı, huzura getirdiğin, isteyen bu gencimiz hangi meslektendir. ustalığa geçmek YİĞİTBAŞI- Nakkaştır. AHİ BABA- Ne zamandır ustasının yanında çalışır? YİĞİTBAŞI- 10 yıldır çalışmaktadır. AHİ BABA- Mesleğinde yetkinliğe erişmiş midir? YİĞİTBAŞI- Bizler yaptığı işleri inceledik, ustasının tavsiyelerini aldık ve size yaptığı minyatürlerden bazılarını getirdik. AHİ BABA- Buyurun. (Yiğitbaşı yine aynı törensi yürüyüşle Kalfanın yaptığı eserleri Heyete sunar.) MİNYATÜR USTASI- Büyük sınav başlar. ÇIRAK- Umarım beğenirler ve Kalfa Ustalığa geçebilir. (Eserler tek tek incelenir.) AHİ BABA- Bu kalfanın yaptığı eserler hepimizin gözünü gönlünü hoş etti. Tek tek hepsinde büyük incelik var, maharet var. (Çırak çok sevinir ve rahatlar.) ÇIRAK- Oh çok şükür. MİNYATÜR USTASI- Dur bakalım sınav bitmedi, başlıyor. Maharet, işin en kolay yanı. asıl şimdi AHİ BABA- Yiğitbaşı, peki siz bu Kalfamızın ahlakını nasıl bulursunuz? 172 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI YİĞİTBAŞI- Ustası ve yol kardeşleri iyiliğine şahitlerdir ve takdirlerine layık olmuştur. AHİ BABA- Unutmayasın ki güzel ahlak işinin en başı olmalı. Nefsine esir olmayasın. Kötü sözden, gıybetten uzak durasın. Boğazından bir tek haram lokma geçirmeyesin. (Ahi Baba, öğütlerden sonra Kalfa’nın Ustasına sorar.) AHİ BABA- Usta, huzurumuza getirdiğin Kalfanın sanatı için sen ne buyurursun? KALFANIN USTASI- Uzun yıllardır yanımda çalışan Kalfam, işinin sanatını yıllar içinde, sabırla, özenle ve disiplinle edinmiştir. Minyatür sanatında Ustalık mertebesine erişecek eserler yapmaya başlamıştır. Maharetini ve Ustalığını huzurlarınıza takdir ederim. AHİ BABA- Peki ahlakı için ne buyurursunuz? KALFANIN USTASI- Dünya işlerine ve ahlakına da her işine de kefil olurum. Yıllardır birlikte çalışırız, ne büyüklerine, ne küçüklerine, ne ustalarına, ne komşularına hiçbir kötülüğü görülmemiştir. (Ahi Baba Heyete yönelir ve sorar.) AHİ BABA- Ey erenler, bu kalfanın işlerini gördük, beğendik, ahlakını duyduk memnun olduk, onun iş yeri açıp, ustalık mertebesine gelmesini uygun görür müsünüz? (Heyet onaylar.) (Ahi Baba Kalfaya yönelir, ona öğüt vermeye başlar.) AHİ BABA- Ey oğul, Ustan senden ziyadesiyle memnuniyetini dile getirdi. Bizler de yaptığın işlere, girdiğin yola, ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /173 insaniyetine kanaat getirdik. Şimdi söyleyeceklerimi can kulağıyla dinle. Ahlakın senin nefesin olsun. Doğruluk da ahlakının temeli olsun. Ve şimdi göreceklerini unutma. (Ahi Baba eline bir terazi alır.) Ölçüde, tartıda bir tek zerre yanılmayasın, kimsenin hakkını yemeyesin. (Ahi Baba eline bir parça toprak alır.) Kibri unut, her gün üzerine bastığımız ve tekrar içine gireceğimiz toprak kadar mütevazi ol. (Ahi Baba, içi su dolu ibriği alır.) AHİ BABA- Su gibi berrak ol. Su gibi temiz ol. (Ahi Baba, önce toprağın olduğu kabın içine su döker. Sonra, eline bir kaya parçası alır.) AHİ BABA- Bu elimdeki taş kadar sağlam ol. Ne olursa olsun, hangi devirde olursan ol, tek başına bile kalsan, tüm zorlukların karşısında yıkılmadan kaya gibi dur. Hayatın zorlukları karşısında iradeni kaya gibi sağlam tut. Tüm bunları yaparken ustalığını her gün büyüt, sanatını her an geliştir, kendin gibi ustalar yetiştir ama yetiştirdiklerine şefkatli ol, hangi zorlukta olursan ol, kendinden önce onların haklarını ver. Ahlakını vicdanından ayırmayasın, Ustalığının hayrını, hem sen göresin, hem başkaları… (Heyete sorar.) AHİ BABA- Ey erenler sizler de münasip görürseniz yeni Ustamıza peştamal kuşatalım. HEYET ÜYELERİ: Münasiptir, buyurun. 174 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI (Salavat getirirlerken, bir tepsi içinde kuşak getirilir.) (Ustası, Kalfasına, kuşağı üç kere bağlar ve üç kere çözer.) MİNYATÜR USTASI- Ustası, kalfalık kuşağını çözerken Ahilik geleneğinin üç kapısının kapandığını ifade eder. KALFANIN USTASI- Dilini bağlı tut, gözünü bağlı tut, belini tut. MİNYATÜR USTASI- Ustası, ustalık kuşağını bağlarken de Ahilik geleneğinde üç kapının açıldığını ifade eder. KALFANIN USTASI- Elini açık tut, sofranı açık tut, kapını açık tut. MİNYATÜR USTASI- Ve dördüncü bağlamada atılan düğümde ise artık hep vicdan muhasebesi yapacağını belirtir. KALFANIN USTASI- Ey oğul, çıraklıktan kalfalığa, kalfalıktan ustalığa yetişmen için elimden geleni yaptım. Şimdi sana tüm haklarımı helal ediyorum. Senin de bana geçmiş hakların olduysa eğer, heyetin huzurlarında helalliğini istiyorum. KALFA- Benim sizde ne hakkım olabilir, sayenizde iş sahibi oldum, ekmeğinizi yedim. Benim değil ancak sizin bende hakkınız çoktur, asıl ben yüce heyetin huzurunda sizden helallik isterim. KALFANIN USTASI- Ustalığının her gününde hayırlı işler göresin, her işinin hayrını göresin, yardım edenlerin çok olsun, yardım ettiklerin daha da çok olsun. Ahilik geleneklerine bağlı olasın ve bunca yıldır ettiğim nasihatleri unutmayasın, bu sana son tavsiyemdir. Hakkım sonuna kadar helal olsun. (Kalfa, Ustasının elini öper.) ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /175 AHİ BABA- Ustalığın hayırlı olsun. (Kalfa, Ahi Babanın elini öper. Sırayla büyükten küçüğe hepsinin elini öper. Eli öpülen sırasıyla çıkar, en son yiğitbaşının elini öper, onunla birlikte çıkarlar.) (Bu sırada Minyatür Ustasının dükkanına bir görevli girer.) GÖREVLİ- İyi günler beyefendi, dükkan sahibi ev sahibinizin talimatıyla buradayız, size anlayışla tanımış olduğu süre bugün dolmuştur. Dükkan kapanıyor, bugün acilen boşaltmanız gerekiyor. (Çırak hayretler içinde!) ÇIRAK- Nasıl olur, ustam taşınıyor muyuz? Nereye çıkarız? MİNYATÜR USTASI- Taşınmıyoruz, buradan çıkarılıyoruz. (Çırak görevliye ısrar eder.) ÇIRAK- Ustam yıllardır bu dükkanda çalışıyor, böyle bir anda çıkaramazsınız. GÖREVLİ- Ama aylardır da kira ödemiyor. ÇIRAK: Ödemiyor değil, ödeyemiyor, son iki aydır. (Minyatür Ustası çırağı sakinleştirmeye çalışır.) GÖREVLİ- Bu akşama kadar burası boşalacak, boşaltmazsanız da kapıya kilit vurulacak. MİNYATÜR USTASI- Bize belli bir süre vermeniz gerekir, bu kadar kısa zamanda nasıl taşınabiliriz? 176 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI GÖREVLİ- Süre verilemiyor. Çünkü dükkan bugün başkalarına satılıyor. Ve ev sahibiniz, sattığı kişilere dükkanı boş vermek istiyor. Zorluk çıkarmayın, akşama kadar boşaltmış olun lütfen. (Görevli çıkar. Minyatür Ustası ve Çırak şoktadır.) ÇIRAK- Çok büyük haksızlık, şu koskoca dünyada işimizi sığdıracağımız minnacık bir yer ayrılamıyor mu? Oysa bizim yüreğimiz her geçen gün büyüdükçe nakşımız daha da küçülüyordu. Bir gül yaprağının üzerine bir dünya nakşedecek kadar küçülüyorduk. MİNYATÜR USTASI- Evet, dünya büyüdükçe biz küçültüyorduk. Onu, bir tüy kalemin ucundan bir gül yaprağına sığdıracak kadar küçülüyorduk. Ama bu kocaman dünya o tek yaprağı bile sığdırmadı, hiçbir köşesine. Kıyamadı, bir tek yapraklık bile yer vermeye. Yapacak bir şey yok, toparlanalım. (Akşam olmuştur. Minyatür Ustası ve Çırağı dükkanı toplamaya çalışmaktadırlar. Bu sırada dükkanın yeni sahipleri gelir.) (Çırak yanlarına gider.) ÇIRAK- Buyurun galiba dükkanın yeni sahipleri sizsiniz. Biz de toplanıyorduk. Biraz daha zaman verirseniz bitiririz. AHİ BABA- Toplanmayın. Ne olursa olsun, hangi devirde olursan ol, tek başına bile kalsan, tüm zorlukların karşısında yıkılmadan kaya gibi dur. Hayatın zorlukları karşısında iradeni kaya gibi sağlam tut. MİNYATÜR USTASI- Siz? Ahilik Birliğinde tanışmıştık. ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /177 AHİ BABA- Evet bizler dükkanınızı satın aldık. Duyduk ki esnaf kardeşimiz zor duruma düşmüş, iş yeri kullanılamaz hale getirilmiş. Birlik olarak Ortak sandığımızı açmaya karar verdik. Ahi Birliğimiz, dükkanınızı satın aldı ve içine de yeniden sizin yerleşmenizi uygun gördü. Ki, bu diyarda sizden başka kimselerin yapmadığı bu işi başkalarına da öğretesiniz, yeni Ustalar yetiştiresiniz diye, edebiyle. MİNYATÜR USTASI- Evet biz minyatür sanatçıları çok azaldık, dünya çoğaldıkça biz azaldık ama bitmiş değiliz, yeni Ustalarımız ve onların da yeni Çıraklarıyla daha nice nesilden nesle, öğreteceğimiz bir iştir bu, birliğimiz bir oldukça. Şu yeryüzünde bir tek yaprak tanesi kalsa bile… SON... Birinci Mansiyon Ödülü ÜÇ EREN AHİ EVRAN-I VELÎ YUNUS EMRE HACI BEKTAŞ-I VELÎ Ufuk ÇENGİZ Ufuk Cengiz, 1989 yılı Ekim ayının 19. Gününde doğdu. İlk ve orta öğretimi memleketi olan Kırşehir’de, lisans eğitiminin ilk yılını Nevşehir Hacı Bektaş Üniversitesi’nde, diğer üç yılını Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde tamamlamıştır. Halen Erciyes Üniversitesi Türk Halk Edebiyatı bilim dalında yüksek lisans eğitimine devam etmektedir. 2000 yılında tiyatro ile tanışan Ufuk Cengiz, çocuk yaştan itibaren tiyatro oyunlarında yer almış, liseden sonra kurduğu “Evran Tiyatro Kültür ve Sanat Akademisi” çatısı altında her yıl Çanakkale Zaferi’nin yıldönümleri münasebetiyle derlediği ve kendisinin kaleme aldığı tiyatro oyunlarını yönetmiş ve oyuncu kadrosunda da yer almıştır. 2014 yılında düzenlenen “Ahi Evran ve Ahilik Konulu Uluslararası Tiyatro Eseri ve Senaryo Yarışmasında” tiyatro eseri alanında “Üç Eren Ahi Evran-ı Veli, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli” adlı eseri ile uluslararası alanda 3. olmuş, 1. mansiyon ödülünü almıştır. Kırşehir Belediyesi Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü’nün kültür yayınlarından bazılarının redaktörlüğünü yapmış ve Kırşehir Belediyesi Aile Yaşam Merkezi’nde Yaratıcı Yazarlık Atölyesi vermiştir. Milli Eğitim Bakanlığına bağlı Kırşehir Halk Eğitim Merkezi’nde, mezun olduğu Kırşehir Lisesi’nde, Gençlik Merkezi’nde, E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda, Polis Meslek Yüksekokulu’nda tiyatro eğitmenliği yapmıştır ve hâlen Kırşehir Belediyesi Gençlik Merkezi’nde (Begem) tiyatro eğitmenliği yapmaktadır. “Renklerle Hayat Anlatısı” “Yaratılış Anlatıları” “Hayatın Örtülü Yüzü” “İstiklal Marşı’nı Anlamak” “Üniversiteyi Bitirince Üniversiteli Oldum” gibi söyleşileri olan Ufuk Cengiz’in tarihi roman türündeki özgün eseri 2015 Mart ayında yayınlanacaktır KİŞİ KADROSU 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. 13. 14. AHİ EVRAN-I VELÎ HACI BEKTAŞ-I VELÎ YÛNUS EMRE GÜLŞEHRÎ EDEBALİ FATMA BACI GÖNCÜ ZEKİ KALFA ESEF ÇARIKÇI SABIR ANA NİLÜFER HATUN 1.KÖYLÜ- 1. YOL KARDEŞİ-1.MÜRİD 2.KÖYLÜ- 2. YOL KARDEŞİ-2.MÜRİD 186 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI “ÜÇ EREN” I.PERDE SAHNE I Mekân: Hünkâr Hacı Bektaş-ı Velî dergâhıdır. Ceylan motifli duvar halıları vardır. (Hünkâr Hacı Bektaş-ı Velî posta oturmuş, iki müridi de Hünkâr’ın dizleri dibinde oturmaktadır. Semah ekibi Hünkâr’ın huzurunda semah dönmektedir. Semahın sonuna gelindiğinde ortamı sis kaplar. Semah ekibi yavaşlar ve sabit bir hâl alırlar. ) SEMAH EKİBİ - (Hep bir ağızdan yüksek bir sesle) Hüü!.. HÜNKÂR- Canlar, Yolumuz; ilim, irfan ve insan sevgisi üzerinedir. Nefsine ağır geleni kimseye tatbîk etme! Eline, diline, beline hâkim ol! Marifet; nefsi silmek değil, bilmektir… DÂVUDÎ BİR SES- Mahmud yola çıktı; Nasîrüddîn Mahmud geliyor… Ahi Sultan sana doğru gelmekte ey Hünkâr! HÜNKÂR- Dost çıkmışsa yola, Arzusu varmaksa bana, Can kurban dost yoluna… Varıp düşem ben de yola… (Bu sözden sonra semah ekibinin yarısı postun sağına yarısı da soluna olmak üzere yüzleri seyirciye dönük vaziyette hilal şekli alırlar. Elleri önlerinde bağlıdır. Bu konuşmadan habersiz ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /187 gibidirler. Hünkâr’ın yanında oturan iki mürid onlar da gaybdan gelen bu sesten habersizdirler. Posta bakarlar, Hünkâr’ın kalktığını fark edip yanına koşarlar.) MÜRİDLER- Hünkâr’ım! HÜNKÂR- Sizler geleni ağırlayın, gideni uğurlayın. Açları doyurun, yoksulları gözetin. Şüphesiz rızık Allah’tandır. Bir dost bizi dilemiş, yılları yel eylemiş, Dereleri yol eylemiş de bir yakın tepeye gelmiş. (Hünkâr, sahne ortasına ilerler) Şu meydana aşk olsun, Erenler demine aşk olsun. Hû dost… hû dost… Durmayın semahınız şen olsun… (Der ve eliyle işaret eder, saz çalınmaya başlar, semah gösterisi 3 dakika daha devam eder. Semah dönülürken Hünkâr çıkar, diğer iki mürid yolcu eder. Semah biter, semah ekibi sahneden çıkar. Diğerleri de çıkar. Dekor bir dağ görünümüdür. Ahi Evran, derviş kıyafetiyle sahnededir. Elinde âsâsı vardır.) HÜNKÂR-(Dervişe yaklaşır.) Aşk olsun ey derviş… AHİ EVRAN- Aşkın cemâl olsun. HÜNKÂR-Cemâlin nûr olsun. AHİ EVRAN- Nûrunalâ olsun. (İki velî sarılırlar birbirlerine.) 188 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI HÜNKÂR- “Nûrunalânûr” olsun. Bizi dilemişsiniz Sultanım… (Not: Bu bir âyettir ve nûr üstüne nûr demektir. Alâ’daki ilk a sesi kısa okunacak) AHİ EVRAN- Dileğimiz aşktır Hünkâr’ım… HÜNKÂR- Aşkı niçin istersiniz Sultan’ım? AHİ EVRAN- Maşuğa can fedâdır Hünkâr’ım… HÜNKÂR- Ey anlarsınız? Ahi Sultan, dört kapının söylediğini nasıl AHİ EVRAN- Aşkla Hünkâr’ım… İlimle girersin şeriate, ilimsiz, yolu bulamazsın. Aşkla sarılırsın tarikate, aşksız ona tutunamazsın. Aşkla yürürsün marifete, aşksız berhudar olamazsın. Aşkla ulaşırsın hakikate, aşksız Hakk’a varamazsın. HÜNKÂR- Aşk olsun yâ Sultan’ım! AHİ EVRAN- Aşkın cemâl olsun… HÜNKÂR- Ömrünü nerelerde tüketirsin Sultan’ım? AHİ EVRANHorasan ehlindeniz, size hemşehriyiz. Sürdü devran bizi Anadolu’ya… Gezdim; Evvel Kayseri, Denizli, sonra Konya… Nasip etti Mevlâ, bize dost oldu Celâleddîn Rûmî Mevlânâ… HÜNKÂR- Atası nehirdi, evlâdı oldu deryâ… Ne büyük lütuf, dost olmak Mevlânâ’ya… ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /189 AHİ EVRANŞimdi meskenim Gülşehir’dir. Nâm-ı diğer Kırşehir. Suyu serin akar, havası temiz… Kerpici gül kokar, şirindir şehrimiz… HÜNKÂR- Ziyaret nasip ola! Bizim de geldi göresimiz… Hangi karışı var ki bu yurdun, gitmediğimiz! AHİ EVRAN- Tepeler Tepeler Tepeler Tepeler HÜNKÂR- yol verdi sana geldim. eğildi ben sana geldim. yol versin de bize gelesin. eğilsin de bize gelesin. Dostlara selâm olsun… Bu deme aşk olsun… Canlara selâm olsun… Aşkla size geleyim… AHİ EVRAN- İzninle gideyim hey dost, Ahiler beni bekler. HÜNKÂR- Birlikte kalkalım hey can,canlar beni bekler. AHİ EVRAN-Canlara selâm olsun Hünkâr’ım. HÜNKÂR- Ahilere selâm olsun Sultan’ım. AHİ EVRAN- Erenler şahı… ‘aleynâ ‘aleykümü’s-selâm. HÜNKÂR- Pîrlerpîri… ‘aleynâ ‘aleykümü’s-selâm. (Sahnede zıt yönlere doğru giderler.) (Anlatıcı girer.) 190 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI ANLATICI Hz. Muhammed, Bedir Savaşından üç gün önce ashâbı toplayarak silahlarını hazır etmelerini söyler. Alem-i şerifi de amcası Hz. Abbas’a vermek ister. Hz Abbas, kendisinin yaşlandığını, eğer uygun görülürse alem-i şerifin oğlu Mahmud’a verilmesini arzu ettiğini söyler. Amcasının gerekçesini ve fikrini mâkul bulan Efendiler Efendisi, alem-i şerifi amcaoğlu Mahmud’a havâle eder. Şanlı Bedir Savaşı gerçekleşir ve zaferle sonuçlandırılır. Savaştan sonra Hz. Muhammed, Hz. Ali’ye Mahmud’un nasıl savaştığını sorar. Ondan; “Bir elinde kılıç bir elinde sancak, Evran gibi çarpıştı.” cevabını alınca Mahmud’u omuzlarından kavrayarak “Ahî, Evran’sın sen!” der. Böylece Hz. Muhammed, amcaoğlu Mahmud’a “Ahi Evran” adını verir. Peygamberin tebriki üzerine sahâbenin her biri Mahmud’a teberrüken birer hediye takdim ederler. Hz. Ali ise ganîmet adına elinde ne varsa tamamen fukarâya dağıttığı için bir şey veremez. Hz. Muhammed; “ Sen ne verirsin yâ Ali?” diye sorunca Hz. Ali, iki farklı rivâyete göre “ Kızım Zeynep’i ya da Rukiye’yi verdim.” diye cevap verir. Üç gün üç gece düğün yapılır. Düğün yemeği için; doksan dokuz adet sığır, koyun ve keçi kesilir. Düğün sonrası Hz. Muhammed, Ahi Evran’la birlikte hayvanların kesildiği yere gider ve biriken derileri ona teslim eder. Ashâbına hitaben; “Yâ Ashâb! Hz. Âdem’den tâ bize değin gelen peygamberlerden ve ecdâdlarımdan birer yâdigâr kalmıştır. Debbağlık sanatı da onlardan bize kaldı. Ve biz de o sanatı Ahi Evran Şeyh Mahmud İbn-i Abbas’a ihsan eyledik.” der. Ahi Evran’a peygamberlik mucizâtıyla debbağlık sanatını öğretir, o da velâyet kavrayışıyla bu sanatı öğrenir. Ahi Evran o derilerden rengârenk, çok güzel ürünler yapar. Hz. Muhammed de Ahi Evran’ın beline şed bağlayarak onun otuz iki esnafa pîr olduğunu duyurur. ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /191 SAHNE II (Sahnede bir gölge oyunu perdesi kurulur. Ahi Evran keçi postlarını parlatmaktadır. Kadınlı-erkekli birkaç köylü Ahi Evran’ın yanına gelirler.) 1. KÖYLÜ- Selâmünaleyküm efendim, kolay gele… AHİ EVRAN- Ve aleykümü’s-selâm Efendi Kardeşim, sağ olasın. 1. KÖYLÜ- Nasîrüddîn Mahmud siz misiniz? Şu anlattıkları derviş… 2.KÖYLÜ- Nimetullah da derlermiş… AHİ EVRANHerkes bir şey söyler canlar; her şeyin bir adı var. Ota, hayvana, mâdene ad veren Rabb’im bizi de adsız komamış zahir… Esas mesele hangi isimle çağrıldığın değil nasıl anıldığındır… Arzunuz nedir buyrun? 2.KÖYLÜ- Arzumuz Allah’ın izninde, senin elindedir ey Sultan! 1.KÖYLÜ- Şu yakınlarda bir tepe var; bağa bahçeye eteğinden gittiğimiz. O tepeyi yer edinmiş bir evran musallat oldu başımıza, çok büyük ve korkunç bir yılan… Yılan da değil âdeta bir ejderha… 2. KÖYLÜ-Bildiğin evran yani… 1. KÖYLÜ- Bizi kurtarırsan sen kurtarırsın Ahi Baba’m o evrandan. 192 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI AHİ EVRAN- Anlaşıldı mesele,siz şimdi varın gidin, umulur ki kurtulasınız ondan… (Ahi Evran, köylüler çıkarken gölge oyunu perdesinin ardına geçer. Işık ve gölge oyunlarıyla kükreyen ejderhanın yüzünü yüzüne sürer.) AHİ EVRAN- Ne de güzel yaratmış seni Mevlâ’m. Gözlerin alev alev, külhan külhan… Hşşş… Sus bakalım, sus be hey evran! Ne sana kalacak, ne bana bu devran! (Gölge perdesinin ışığı söner. Sahnenin bir köşesinde duran iki köylü kadın bu olanları görmüşlerdir.) FATMA BACI- Ana, gördün sen de değil mi Ahi Baba’nın ettiğini? SABIR ANA- Gördüm kızım, gördüm ya. FATMA BACI- Ahi Baba koskoca evranı, etti işte kendine râm. SABIR ANA- Etti, etti… Gözümüzle gördük işte… Bu Ahi... evran! FATMA BACI-Bu nasıl bir adam, bu nasıl bir Ahi! Hem Ahi, hem evran… SABIR ANA -O bir ulu eren… Bilmez misin erenler için ne derler! Zaman için kuştu onlar, Mekândan mekâna uçtu onlar… Bu devrana muştu onlar… ( Kadınlar ağır ağır sahneden çıkarlar.) (Işık söner. ) ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /193 SAHNE III (Mekân: Bir terzihâne. Yerde çoraplar, kumaşlar, eski ütü, yelek vs. vardır. Usta ve kalfa ellerindeki bazı ürünlerle uğraşırken bir ağızdan ilâhi okumaktadırlar.) KALFA- Dağlar ile taşlar Çağırayım Mevlâ’m Seherlerde Kuşlar Çağırayım Mevlâ’m ile seni ile seni Gökyüzünde İsa ile Tur dağında Musa ile Elindeki âsâ ile Çağırayım Mevlâ’m seni Derdi aşkın Eyyûb ile Gözü yaşlı Yakûb ile Ol Muhammed Mahbûb ile Çağırayım Mevlâ’m seni Yunus okur diller ile Hakkı seven kullar ile Ol Fahri bilenler ile Çağırayım Mevlâ’m seni (Bir süre çalıştıktan sonra usta elindeki ürünü katlayıp kenara koyar ve kalfasına seslenir.) GÖNCÜ ZEKİEvlat, şu testiden bir su ver de ecdâdının canına değsin. (Kalfa hızlı adımlar atarak denileni yapar. Ustasının önüne diz çöker ve suyu ikram eder. Usta bir yudum su içer.) 194 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI GÖNCÜ ZEKİ- Senin de ciğerin yanmıştır, al bakayım usta elinden bir yudum su iç. KALFA- (Bir yudum içer.) Allah’a şükürler olsun, hiçbir er susuz kalmasın. GÖNCÜ ZEKİ - (Önce göğe bakar sonra başını önüne eğer, Kerbelâ olayına telmihen) Âh Hüseyin… Vâh Hüseyin… Yanmadı mı ciğerlerin kor gibi… (der. Dertlenirler, biraz sessizlikten sonra) KALFA- Ustam… Üç sene oldu yanındayım, Sen bana baba oldun ben senin evlâdın. Âcizim, nâ-çârım, bilgisizim… Bir kusurum var mıdır bilmek dilerim? GÖNCÜ ZEKİ- Bin bir gün hizmetin tamam oldu ya… Her gününde, tam üç günlük yol gittin. Nefesinle zikir, terinle şükrettin… Büyüdün, geliştin, sanat öğrendin. Mesleğini ahlâk, çalışmayı ibadet belledin. Kusur arayan gözü var mıdır ustanın, Söyle de bilelim? KALFA- Gözlerin güzel bakar, eteğin aybı saklar. Tâlip yola kurban, beni usta ellerin paklar… Dileğim odur ki; razı isen benden ustam, Müsaadenle ben de şed kuşanıp Ahi olsam. ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /195 GÖNCÜ ZEKİHer şeyin özü insan! Benim senden razı olduğumca; Mevlâ da razı olsa benden. Senin dileğin artık şarttır. Emanetlerini tertip et şeyhimize varalım. Emeğini sunup takdirini soralım. Razı olursa onlar da bizden, Evlâdım, sana da “şed” kuşatalım. (Işık söner) 196 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI SAHNE IV (Sahne Şed Töreni için hazırlanmıştır. Ahi Evran ortada olmak üzere, sağında ve solunda birer minder bulunmaktadır.) GÜLŞEHRÎ- Safâsâkileri, onur sahipleri es-selâm Ey seyyidler, ey ulu erenler es-selâm Hak cemâlini kendine cem edenler es-selâm Cümle üstadlar, mürşidler, yaşlılar, gençler esselâm AHİ EVRAN- Ve aleykümü’s-selâm ve rahmetullâhi ve berekâtühü… GÜLŞEHRÎ: Hal şudur ki; esnafımızdan bir mümin kardeş uzun zamandır ustasının hizmetinde bulunmuş, şartları yerine getirmiş, ustasının rızasını almıştır. Usta da üstadlık hakkını yerine getirip bugün siz azizlerin rızası ile kalfasına destur vermek ister. Müsaade buyurursanız, ustamız kalfasını size getire, huzurunuzda kıyam göstere? AHİ EVRAN- Âlâ… münasip, gelsinler. (Gülşehrî, bu konuşmadan sonra geri geri yürüyerek sahneden çıkar. Kısa bir süre sonra yanında Göncü Zeki, ortalarına gelecek şekilde arkalarına kalfa, onunda arkasında iki yanına denk gelecek şekilde iki yol kardeşi olduğu halde sahneye gelirler. Yol kardeşlerinden birinin elinde üzerinde kalfanın el emeği ürünlerin bulunduğu bir tepsi, diğerinin elinde de Ahi Dergâhı’na hediye etmek üzere getirilen bir tepsi vardır. Yol kardeşleri ellerindeki bu tepsileri kenarda bulunan kasnakların tepsiyi yerden yükseltmeye yarayan yüksekliği olan halka biçimindeki nesne- üzerine koyarlar. Gülşehrî, minderinin önüne gelir ve Ahi Evran’ın müsaadesiyle yerine oturur. Kalfanın elleri çapraz bir şekilde omuzlarındadır. Ustanın elleri göbeğinde bağlıdır. ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /197 Yol kardeşlerinden birinin sağ diğerinin sol eli kalfanın iki omzundadır.) GÖNCÜ ZEKİ- Yoluna koymuşum başımla canımı; Tâ ki altın gibi saf ola bedenim. Kapından dileğim budur benim; Ben fakire bir nazar kılasın… KALFA- Ey cemâli yüze bakanların kıblesi olan Ey dudakları her sırra sahip olan Senin bu âlemde yoktur dengin Güzellikle bu kölene kılasın bir nazar. (Kalfa ustasının yanına gelir ve…) KALFA- Cömertlik denizlerinin atası sensin Senin sözün haktır, fermanıdır Hakk’ın… İki nûr ile bir nazar kılasın, Cümle derde devadır senin bakışların… GÖNCÜ ZEKİ Hidâyete erdiren ışıktır yüzün, Hakk’ın suretinden işarettir yüzün, Birlik ehline müjdedir sözün, Hac, ihram ve ziyarettir yüzün… Es-selâm hey erenler… Dünya malın terk edenler… AHİ EVRAN- (Eliyle boş minderi işaret ederek) Ve aleykümü’s-selâm ve rahmetullâhi ve berekâtühü… Buyurasın üstâdım. (Oturmasını bekler.) Söyle bakalım, Şed kuşanmaya hazır mıdır bu evlâdım? 198 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI GÖNCÜ ZEKİ- Takdir sizindir Sultan’ım. Kanaatimce bu kul şedde müheyyâdır. GÜLŞEHRÎ- (Ahi Evran’a bakar –Kalfaya soru müsaade ister.) Yol atan kimdir evlâdım? KALFA- sormak için Kabul buyurursa yol atam ustamdır. (Gülşehrî, Göncü Zeki’ye bakar, söylediğini başıyla onaylar.) Zeki, Kalfanın GÜLŞEHRÎ- Yol kardeşlerin senden razılar mıdır? KALFA- Yol kardeşlerim, işte, ardımcadırlar. ( Onlar da kendilerine bakan Gülşehrî’yi başlarıyla onaylarlar.) AHİ EVRAN- Gel bakalım tâlip can. (Kalfa diz üstü Ahi Evran’ın önüne gelir.) AHİ EVRAN- Söyle bakalım;şeddin mânâsı nedir? KALFA- Teslimiyet ve vefâdır. AHİ EVRAN- Şed kimden kaldı? KALFA- Hz. Ali’ den. AHİ EVRAN- Ustan sana ne verdi? KALFA- İcâzet. AHİ EVRAN- Hangi kapıdan girdin? ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /199 KALFA- İrâdet kapısından girdim, İcâzet kapısından çıktım. AHİ EVRAN- Kimin köçeğisin? KALFA- Sanat erbâbının. AHİ EVRAN- Sanatı nasıl öğrendin? KALFA- Erenlerin huzurunda. AHİ EVRAN- Pîrin ve üstâdın kaçtır? KALFA- Pîrim birdir, üstâdım bindir. AHİ EVRAN-Peki erkân kapısı kaçtır? KALFA- Dörttür. AHİ EVRAN- Bunlar nelerdir? KALFA- Şeriat, Tarikat, Marifet, Hakikat. AHİ EVRAN- Kimin icâzetiyle revân oldun? KALFA -Siz erenlerin icâzetiyle. AHİ EVRAN- Ustan sana ne etti? KALFA- Ben ustama hizmet ettim Ustam bana sanat öğretti. AHİ EVRANPişmiştir bu kalfa, Pîrler âhiret haklarını helâl etsinler! 200 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI SAHNEDEKİLER Helâl olsun. GÖNCÜ ZEKİ(Kalfanın omzuna elini koyar.) Taşı tut altın olsun. Allah seni iki cihanda aziz etsin. Tuttuğun işten hayır gör. Erenler, pîrler hep yardımcın olsun. Allah rızkını bol etsin. Yoksulluk göstermesin. Ana, baba, usta hakkına riayet etmezsen, Halka zulüm edersen, Kâfir ve yetim hakkı yersen, Allah’ın yasaklarından sakınmazsan; Tırnaklarım ahirette boynuna çengel olsun. (Kalfa ustasının elini, usta kalfanın alnını öper ve ustasının işaretiyle posta oturanlara el emeği ürünleri bir tepsi içinde sunar. El emeği ürünler incelendikten sonra Ahi Evran’la birlikle herkes ayaklanır. Ahi Evran şeddi boynuna atar, kalfayı karşısına alır, şeddi ustaya verir. Ahi Evran, kalfanın ellerini tutar ve usta, şeddi bağlı eller üzerine atar.) AHİ EVRAN- Beni pîr bildin mi? KALFA- Bildim Sultan’ım. AHİ EVRAN: Beni pîrliğe kabul ettin mi? KALFA- Ettim ey Şah’ım. AHİ EVRAN- Beni pîrliğe kabul ettin mi? KALFA- Ettim Evran’ım. ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /201 Estağfurullah, cemi’ günahlarımla geldim. Hak dediklerinizi hak bilip, Bâtıl dediklerinizi bâtıl bilip bağlandım. AHİ EVRANHakk’a imân et. Mezhebi bir bil, rehberini pîr bil. Yalan söyleme, haram lokma yeme ve haram içme, Gıybet etme, zinâ etme, gördüğünü ört, görmediğini söyleme. Büyüğüne hizmet, akrânına izzet, küçüğüne şefkat eyle. Elinle koymadığını kaldırma, haksız yere el-dil olma. Dilin tek, belin pek tut. (Ahi Evran bu öğütlerden sonra şeddi alıp kalfanın omzuna atar, beline indirir ve sırasıyla dua ile üç düğüm atar.) AHİ EVRANÜç düğüm attık belin bağladık. Hem belin, hem gözün, dilin bağladık. Üç gün sonra bir üstâdın gelecek. Üç düğümün üçünü de çözecek. Açılan üç düğüm üç şeyi açar. Cimrilik, pahıllık Ahiden kaçar. Kapını, elini, sofranı açık tut. Kibri, tamahı, hırsı unut. Sen ki geçmişe ışık, geleceğe umut olasın! Ahiliğin hayrolsun, evlâdım… KALFA- Safâ nazar ediniz Sultanım… (Ahi Evran, kalfaya eliyle yerine geçmesini işaret eder. Kalfa tam adım atacakken ortamı sis kaplar. Yeşil ışıklar yanar. Herkes donar.) 202 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI DÂVUDÎ BİR SES-Hünkâr Hacı Bektaş yola koyuldu, niyeti seni görmektir ey Evran Sultan! AHİ EVRANMeğer dilemiş dost bizi, Sürelim yüzüne yüzümüzü… (Işıklar normale döner, kalfa yerine geçer.) AHİ EVRANMisafirimiz vardır Ahiler! Ben karşılamaya giderim. Siz de bekleyin; Dostumuz gelince şerbet içip sofra çekelim. GÜLŞEHRÎolsun. Buyruğunuz baş üstüne Sultan’ım. Yolunuz açık (Ahi Evran, Hünkâr’ı karşılamaya gider. Meydana helva kazanı kurulur. Sahnenin ön kısmında Hacı Bektaş-ı Velî, Ahi Evran’ı beklemektedir.) AHİ EVRAN-Aşk olsun Hünkâr’ım. HÜNKÂR- Aşkın cemâl olsun. AHİ EVRAN- Cemâlin nûr olsun. HÜNKÂR-“Nûrunalânûr” olsun Sultan’ım. (Sarılırlar, sonra otururlar.) AHİ EVRAN- Ziyaretiniz safâlar getirdiniz. bizi hoşnut etti. Erenler Şahı, HÜNKÂR-Karşıladınız ya hoşnut biz olduk Ahi’m. AHİ EVRAN-Hünkâr’ım, mâlum oldu ki bir garip ziyaretçiniz olmuş. ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /203 HÜNKÂR-Mâlumunuzdur lâkin anlatmak icab eder, dostlar da bilsin. AHİ EVRANDilin doğruya döner, ne dersen doğru dersin Söyle Hünkâr’ım, söyle de canlar dinlesin… HÜNKÂR- Bir derviştir uğradı kapımıza, bir alaca öküz yanında… Öküzün zayıflıktan yapışmış karnı sırtına… Dervişse; yüklenmiş heybeyi kendi omzuna! Belli ki yufka yürekli, kıyamamış hayvancağıza… Yol boyunca alıç doldurmuş torbasına. Kendiyse incerek, boyu orta… Tenini güneş kavurmuş, gönlü ezelden yanık. Dileği buğday imiş, vurmuş illerini kıtlık! AHİ EVRAN- Desene nasip vermiş Mevlâ da gelmiş kapına. HÜNKÂR- Nasip Allah’tan Sultan’ım. Dedik; “Getirdiğin alıç sayısınca nefes verip himmet edelim.” Dedi; “Yok yok ille nimet isterim.” AHİ EVRAN- Desene vahlar düşmüş ocağına. HÜNKÂR- Israrımız sürdü Ahi’m; “Getirdiğin alıçların çekirdekleri sayısınca nefes verip himmet edelim.” dedik. AHİ EVRAN- Bu kez geldi doğru yola de hele. HÜNKÂR-Dedi; “Yok yok ille nimet isterim.” 204 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI AHİ EVRAN- Vâh ki vâh… HÜNKÂR- Aldı buğdayları düştü yola, Neden sonra geldi aklı başa! Geldi lakin elleri çıktı boşa. AHİ EVRAN- Neden peki Hünkâr’ım? HÜNKÂR- Alındı bizden gönül anahtarı, uğurladık Taptuk’a. (Tapduğa) AHİ EVRAN -Kim bilir? Belki düşer yolu buraya da! (Işık, güneş misâli üzerlerine döner, ellerini gözlerine siper ederler.) AHİ EVRAN- Erenler Şahı, bir gölgelik ağaç olsa sıcak günlerde gölgelenilirdi, ne güzel olurdu. HÜNKÂR-Ne ola Ahi’m? (Hünkâr, Ahi Evran’ın âsâsını alır yere diker, ağaç dallanır gölge eder. Hünkâr ve Sultan sevinçle birbirine bakar.) AHİ EVRANErenler Şahı, ne olurdu burada bir de pınar olsaydı da abdest almaya, içmeye yarasaydı? (Hünkâr eliyle yeri işaret eder ve su sesi gelir.) AHİ EVRAN- Ellerin dert görmesin Şah’ım! HÜNKÂR- Duan kabul, yolun makbul olsun Ahi Sultan! AHİ EVRAN- Kalk Şah’ım yürü, ahiler yol gözler. ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /205 (İkisi birden hareketlenir, Ahi Evran’ın sahneye girdiği taraftan çıkarlar. Onlar çıktığı esnada Gülşehri ve diğerleri sahneye helva kazanı kurarlar. Erenler, diğer kapıdan sahneye girerler. Yaklaşırlarken meydan süpürülmektedir. Erenleri fark edince hemen toplanılır. Uluların eli öpülür.) GÜLŞEHRÎ- (Önce Ahi Evran’a sonra Hacı Bektaş-ı Velî’ye) Hoş geldiniz Pîrler Pîri… Siz de hoş geldiniz Erenler Şahı, Ey Hacı Bektaş-ı Velî… AHİ EVRANHoş gördük ahretliğim… Seni Hünkâr’a tanıtayım. (Hünkâr’a dönüp) Hünkâr’ım bu Ahi, benim kardeşliğim, İsmi hem kendinin hem bu memleketin ismi. Gerçi demeye ne hacet! Velîler bilir birbirini… Öyle değil mi kardeşim Gülşehrî? GÜLŞEHRÎ Estağfurullah efendim. HÜNKÂR- Hoş bulduk güzel can. (Etrafa bakarak.) Hoş bulduk şehr-i gül. Hoş bulduk ey Gülşehrî can! GÜLŞEHRÎ- Lûtfettiniz Hünkâr’ım. Helva karıştırılacaktı, buyurun siz katın ahi helvamıza dilediğiniz miktarı. 206 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI (Hünkâr’a un kabını uzatır. Hünkâr bir avuç un alır, kazana atar, Ahi Evran’a bakar, o da aynısını yapar. Gülşehrî kazanı karıştırır. O sırada ulular posta oturur. Onlara birer tabak ikram edilir. Tam yiyecekleri sırada) HÜNKÂR- Be hey Ahi Sultan, (Seyircileri gösterir.) Şunca canlar bakarken geçer mi helva boğazdan? AHİ EVRANEy Erenler Şahı, boşuna mı aldın sen bu nâmı? Büyüklük Allah’ındır, ikram bizim borcumuz. HÜNKÂR- Duamız odur ki; şifayı Lokman katsın, helvayı Hızır sunsun. AHİ EVRANİyi dedin ey Hünkâr! Yiyen afiyet bulsun, Hızır helva sunsun… Durma yiğitbaşı, dağıtın helvayı ağızlar tat bulsun… (Önce protokole bir tepsi helva gider, sonra müzik girer, ışık yanar ve sahne gerisindeki hizmet ekibi tüm seyircilere helva dağıtır. Helvalar tüketildikten sonra) GÜLŞEHRÎ- Erenler deminde mertlik sâkisine aşk olsun Dediğim Hak selâmıdır alana aşk olsun Ehl-i beyti sevenlerin kalbine aşk dolsun Hasan-Hüseyn aşkına içenlere aşk olsun (Kalfa testiden bardaklara su doldurur, birer çimdik tuz atar ve ikram eder. [Tuzlu sudan protokol- ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /207 deki iki üç kişiye de sunulur] Şerbet içilir. Ulular ayaklanır, müritler etrafına hilâl olurlar. Ahi Evran temsili “ahilik duasını” okur.) AHİ EVRAN Euzübillahimineşşeytanirracîm. Bismillahirrahmanirrahîm. İlâhiyâ Rab! Dinde sağlamlık, inançta kuvvet, doğru yolda olgunluk ver. Günahlarımızda bağışlanma, dilde açıklık, sözde düzgünlük, dirilme gününde ululuk ver. Amin… (Perde kapanır.) 208 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI II. PERDE SAHNE I Mekan: Ahi Evran’ın dergâhıdır. (Ahi Evran posta oturmuş önünde dizleri üzerinde oturmakta olan bir genç vardır. Ahi Evran ve genç sohbet etmektedirler.) EDEBALİ- Sultan’ım, dün gece bir düş gördüm hayra yorula… AHİ EVRAN- Hayrolsun inşallah, anlat hele! EDEBALİ- Susuzluktan çatlamış bir toprak… Gökten bir tohum düşüyor. Ve bulutlar tohumun düştüğü yerin üzerine toplanıyor. Yalnızca tohumun olduğu yere sicim gibi yağmur yağıyor. Tohum filizlenip fidan oluyor. Bu esnada gönlüme bir neşe doluyor. Çok sürmeden doğudan bir doru tay geliyor. Gözlerime bakıp taze fidanı ısırıp tüketiyor. AHİ EVRAN- (Heyecanla ayağa kalkar.) Dur oğul dur… Susuz toprak. Bulutlar ve yağmur. Tohum ve taze fidan. Doğudan gelen tay… EDEBALİ- Evet Sultan’ım… korkulası bir rüya mıdır? AHİ EVRAN- Yok oğul… Devamı da var mıdır anlat hele! EDEBALİ- Fidanı yiyen tay birden şaha kalktı ve güçlü bir aygır olup kişnedi… Ayağının değdiği yerden itibaren tüm doğu, batı ve güney illeri yeşile bezendi… Ma’mur hale geldi. AHİ EVRAN- Yüce Mevlâ hayr eyleye ya, gönlümce hayırdır evladım… ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /209 EDEBALİ- Tabirini Allah ve sevgili velisi bilirler… Şerhi ne ola aceb? AHİ EVRAN- Toprak sensin Edebali! Tenin kuruyup toprak gibi çatladığında Allah sana bir kız evlat verecek… Tohum ve fidan o kızdır. Ki Allah, rahmetini esirgemeyecek ondan. Bulutlar ve yağmur rahmete işaret. Doğudan gelen doru tay ise; kızına er olacak yiğide işarettir. İyi dinle Edebali! Senden olacak kız ve ona er olacak yiğidin soyu doğuya, batıya ve güneye hükmedecek. Hükmüne giren her yer ma’mur olacak. Tayın bastığı yerin doğu, batı ve güneyinin yeşile bezenmesi de buna işarettir… Rüyan hayrolsun Ahi… EDEBALİ- Tabiriniz yerini bulsun Sultan’ım… (IŞIK SÖNER) 210 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI SAHNE II Mekan: Ahi Evran’ın dergÀhıdır . (Ney ile “Gel Gör Beni” ilahisi çalar. Bir derviş girer sahneye, Ahi Evran önünde kürsü olduğu halde bir eser kaleme almaktadır.) YUNUS EMRE- Aşk olsun ey Sultan. AHİ EVRAN- (Başını kaldırır bakar. Ahi Evran kalemi defterin arasına koyar. Ayağa kalkar.) Aşkın cemâl olsun… YUNUS EMRE -Cemâlin nûr olsun. AHİ EVRAN -“Nûrunalânûr” olsun. (İki eren birbirine sarılırlar ve posta otururlar.) Nicedir hâlin, neredir yolun? YUNUS EMRE -Sivrihisar yolum, miskindir halim. AHİ EVRAN-Nerden gelirsin böyle, belli ki yorgunsun? YUNUS EMRE- Anadolu’yu gezerim karış karış, yorgunluğum utancımdan! AHİ EVRAN -Neden arlandın, utanman neden? YUNUS EMRE- Hayli zaman oldu; Kıtlık vurmuştu ilimi, nimet diledim Hünkâr’a gittim. Dedi; “Nefes edip himmet verelim.” Dedim; “İlle nimet isterim.” Aldım buğday düştüm yola ya, Yolda geldi aklım başa… ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /211 AHİ EVRAN -Döndün mü sonra? YUNUS EMREDöndüm ya! Döndüm ama dedi ki; “Bundan gayrı kilidin Tapduk’ta!” Vardım elim sundum Tapduk’a tuttu elhamdülillah… Yüzüm sundum Tapduk’a, öptü elhamdülillah… Yarınımı sundum Taptuk’a bastı elhamdülillah… Kimdir bu dedi Ana Bacı’ya; Yunus’tur deyince Ana Bacı, Bizim Yunus mu dedi elhamdülillah… AHİ EVRAN -(Ahi Evran ayağa kalkar, sahnenin önüne doğru gider. Kendi kendine konuşur gibi) Ne mübarek, ne güzeldir yüzün… Selam olsun sana ey Taptuk Emre! Ne güzel bir can yetişmiş ocağında, ne güzel döner dili… Müsaade buyur kalsın benimle Nasiplensin ilminden bu şehrin ahileri… (Yunus Emre’ye döner) Bir müddet misafirimiz olmaz mısın Gardaş Yunus’um? YUNUS EMRE - Şeyhim beni bekler ya, davet de icâbet ister… Kalam seninle Sultan’ım… AHİ EVRAN- Safâ verdin, hoş geldin Yûnuskardaşım. (IŞIK SÖNER) 212 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI SAHNE III (Debbağhane önüne Gülşehrî, Göncü Zeki, Ahi Evran ve Yunus Emre oturmuşlardır.) YUNUS EMRE- İy gönlümün eğlencesi eyit bana neyleyeyin Işkundan oldum âvârederdüm kime söyleyeyin (Ey gönlümün eğlencesi, söyle bana neyleyim? Aşkından oldum âvâre, derdimi kime söyleyim?) AHİ EVRANDermanı kendinde, dert veren Hakk’tır, Ölümdür dermansız dert, onun da aslı Hakk’tır. YUNUS EMRE- İy yarenler iy kardaşlar korkaram ben ölemdiyü Öldüğümi kayırmazam itdüğümi bulamdiyü (Ey yârenler, ey kardaşlar! Korkarım ben ölürüm diye, Öldüğüme yanmam, ettiğimi bulurum diye!) İybîçâre miskin Yûnus günahın çok neyleyesin Sığındum ol Allah’umadidi hem afv idem diyü (Ey bîçâre Miskin Yûnus, günahın çok n’eyleyesin? Sığındım o Allah’ıma affediciyim dedi diye) GÜLŞEHRÎ- Kimse bundan tatlu söz söylemedi Kimse bundan yiğkitab eylemedi (Mantıku’t-tayr’ından) YUNUS EMRE- Ben bende seyrideriken aceb sırra irdüm ahi … Ben ışk bağı bülbüliyem ol bağçeden geldim ahi (Ben bende seyrideriken nasıl sırra erdim ahi! … Ben aşk bağı bülbülüyüm o bahçeden geldim ahi!) … ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /213 (Biraz durduktan sonra) Bilmek isterim Pîr-i Pîrân Ahi Evran, nedir aslı fütüvvetin? AHİ EVRAN- Altı şartı var Fütüvvet yolunun Üçü açık üçü bağlıdır onun Hem halifem, hem kardeşim, hem de yârimdir Gülşehrî Hem gönül ehlidir, hem de şair… Tıpkı sen gibi O desin tafsilatın fütüvvetin Şair anlar, derler şairin dilin GÜLŞEHRİ(Yunus’a bakarak): Bunda üç nesne gerek açık ola Üçü de bağlu gerekdir bu yola Alnı açık gerek Ahi kişiye Ki cihanda güneş gibi ışıya Sofra bağı dahi hem açık gerek Hem de öyle az değil, çok çok gerek Kapu dahi açık olunca tamâm Olur ol üç açık anda vesselâm (Mantıku’t-tayr’dan) YUNUS EMRE- Açıklarını anladık Fütüvvet yolunun Ya kapalıları da var mıdır bunun? GÜLŞEHRİ - Dili gıybetden anun bağlu gerek Sözü şîrîn ü aşı yağlı gerek Gözü hem bağlu gerek kim görmeye Kimsenün aybınata’nurmaya(Mantıku’t-tayr’dan) Bağlulardan biri de uçkurudur Uçkur âdemi tamuya yürüdür 214 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI (Son beyit M.T’da şöyleydi: –Bağlulardan biri ilersügidür Kim ol altıdan kamudan yiğidür- [ilersügi: uçkur] ) AHİ EVRAN - Fütüvvet yolunun özü bu Emre’m İsterem ki bağda birkaç gül derem… YÛNUS EMRE- Gülşehri’ne pek yaraşmış Gülşehrî Evran sen deryâsın, (Gülşehrî’yi göstererek) bu dahi nehri… AHİ EVRAN - Dost bağından geldi isen Bülbül dek şakıdı isen Şöyle durup güldü isen Hoş geldin ey Yunus Emre’m YÛNUS EMRE- Hoş-safâ, hem de şifa bulduk Sultan’ım. AHİ EVRAN- Şifa Allah’tandır Can Özüm, vesile n’ola ki? YÛNUS EMREŞu ilerde kayalık bir alan var, altından kaynak fışkırır. Öyle bir kaynak ki güneşin içinde kaynamış sanki! Yol yürüyen ayaklarımın dermanı kesilir olmuştu. Girem dedim girdim suya, çıktım ki canım bulmuş şifa… AHİ EVRAN- Ne mutlu bize, kaplıcamız olmuşsa şifa! YÛNUS EMRE- Bildim bir velî eli var bu işte, elin değdi değil mi Ahi’m? ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /215 GÜLŞEHRÎ -Bir kış günü Kırşehir civarlarında dolaşırdık Sultan’ımız ve ihvânımızla… Gezerken namaz vakti gelip çattı, Ahi’m dedi ki “şurada bir abdest tazeleyip namazımızı kılalım. Tüm ihvân hemen dağıldık etrafa ki su bulalım diye. Kış nasıl bir çetin! El sunacak damla su yok! YÛNUS EMRE -Hay Allah… GÜLŞEHRÎ- Sultan’ım, merak etmeyin şimdi buluruz diyerek elindeki âsâsını oradaki büyük kayanın dibine üç kez vurdu. Ardından kayanın dibinden sıcak su fışkırmaya başladı. Abdestimizi alıp namazımızı edâ ettik çok şükür. AHİ EVRAN-Yaratan var… Yeri göğü Yaratan var… Bizi de mutlak bir şeylere vesile kılan var… Duam odur ki dünya durdukça dursun o kaplıca, şifa arayan kullara Şâfi oradan tecellî etsin… YÛNUS EMRE - Âmin. GÜLŞEHRÎ- Söylesen ya kardaş sence ilim nedir? YUNUS EMRE- İlim; ilim bilmekdür, ilim kendin bilmekdür Sen kendüni bilmezsin yâ nice okumakdur (İlim; ilim bilmektir, ilim, kendini bilmektir. Sen kendini bilmezsen bu nasıl okumaktır!) GÜLŞEHRÎ- Okumak? YUNUS EMRE Okumakdanma’ni ne, kişi Hakk’ı bilmekdür Çün okudın bilmezsin ha bir kurı ekmekdur (Okumaktan mânâ ne? Kişinin Hakk’ı bilmesidir Çünkü okuyup da (Hakk’ı) bilmezsen, o bir kuru ekmektir!) … 216 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI GÖNCÜ ZEKİ - Boş gördük biz seni, dedik söyleşelim, Dinledik ya şimdi seni, çağır, ardınca gelelim… YUNUS EMRE - Tehî görme kimseyi kimsene boş değül Eksikliğile nazar erenlere hoş değül (Boş görme kimseyi, kimse boş değil Eksikliğe bakmak, erenlere hoş değil!) GÜLŞEHRÎ- Bildik biz seni, boş görmeyiz kimseyi! YUNUS EMRE… Derviş bilir dervişi, Hak yolına turmışı Dervişler hümâkuşı, çaylak u baykuş değül (Derviş bilir dervişi, hak yoluna durmuşu Dervişler Hümâ Kuşu! Çaylak veya baykuş değil!) AHİ EVRAN- Hak söylersin a Yûnus… Sözünde yoktur beis… YUNUS EMRE- … Giderdüm gönlümden kîni, kin dutanun yoktur dîni İy yârenler ben bu sözi, uludan işitdim ahi (Çıkardım gönlümden kini, kin tutanın yoktur dini! Ey yârenler ben bu sözü uludan işittim ahi!) GÜLŞEHRÎ- Sûrete kalan kişi âşık değil Aşk anun gibi ere lâyık değil (Mantıku’t-Tayr’dan) YUNUS EMRE- Işkun aldı benden beni, bana seni gerek seni Ben yanaram düni güni, bana seni gerek seni (Aşkın aldı benden beni, bana seni gerek seni! Ben yanarım dün bugün, bana seni gerek seni!) ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /217 Ne varlığa sevinürem ne yokluğa yerinürem Işkunıl aavunuram bana seni gerek seni (Ne varlığa sevinirim, ne yokluğa üzülürüm. Aşkın ile avunurum, bana seni gerek seni!) GÜLŞEHRÎ- Ben evimde bulıcak sûsenleri Neyleyim yabandaki gülşenleri Doğru âşık istemez aslâ visâl Mûnisihicrân u yârıdır hayâl YUNUS EMRE - Sûfilere sohbet gerek, ahîlere ahret gerek Mecnunlara Leylî gerek bana seni gerek seni (Sûfilere sohbet gerek, ahilere ahret gerek, Mecnunlara Leylâ gerek, bana seni gerek seni!) GÜLŞEHRÎ Mecnun’un aradığı Mevlâ idi Aradaki vasıta Leylâ idi… AHİ EVRAN- Mecnun’un Leylâ’sına… Leylâ’ya meftun Mecnun’a… O iki aşığın Mevlâ’sına selam olsun… YUNUS EMRE- Elif okuduk ötürü Pazar eyledik götürü Yaradılanı hoş gördük Yaradandan ötürü… AHİ EVRANAdın kalsın bâkî, ne güzel dersin ey Yûnus… Tenler ölür amma… Ölmez bu Yûnus! 218 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI YUNUS EMRE- … Ten fânidür can ölmez gidenler gine gelmez Ölür ise ten ölür canlar ölesi değül (Ten fânidir, can ölmez; gidenler yine gelmez, Ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil!) (Bir müddet sessizlik olur.) Çok mal haramsız, çok laf yalansız olmaz Susmak gerek kimi zaman ey Ahi Sultan… AHİ EVRAN - Doğruları bilen söylesin, Susmayı bilen dinlesin… Yer gök arşa değin, Hak adıyla inlesin! YUNUS EMRE- Vakit geçti gidem gayrı, Tapduk Pîrim yol gözler, AHİ EVRAN- Açılsın da yollar dosta gidesin Gidesin de yâra selâm edesin Biz Ahileri kardaş bilip Her dem hatır edesin… YÛNUS EMREKardaşımsın ey Evran hem de canım içinde can! (Ayağa kalkar, onunla birlikte diğerleri kalkar, Yunus Emre seyirciye hitaben) de ayağa “Elest”ten biliriz birbirimizi! Dinleyin onu, yolunda yürüyün a dostlar! O ki… Gelmez dünya pazarına bir daha onun gibi can… (Ahi Evran’a döner.) ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /219 YUNUS EMRE- Aşk olsun ey Sultan’ım. AHİ EVRAN- Aşkın cemâl olsun… YUNUS EMRE- Cemâlin nûr olsun AHİ EVRAN- “Nûrunalânûr” olsun… (Birbirine sarılırlar, sonra diğerleriyle sarılıp ayrılırlar. Yunus Emre sahneden çıkar… O çıkarken “Gel Gör Beni Aşk N’eyledi” ilahisi çalar.) 220 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI SAHNE IV Mekân: Kır-yayla alanıdır. (3 kadın dere kenarında çamaşır yıkamaktadır. Yunus Emre sahneye girer, etrafa bakınırken) FATMA BACI - Belli ki yabancısın, ne ararsın buralarda? YUNUS EMRE- Biz bizi bilmezidük bizi Yaradan eyledi Âşikarâ bizi kıldı kendüy pinhân eyledi (Biz bizi bilmezdik, bizi Yaratan eyledi. Âşikâra bizi kıldı, kendini gizledi.) FATMA BACI- Bir garip dervişsin anlaşılan. Sözlerin tatlı… De hele kimsin? YUNUS EMRE - Ete kemiğe büründüm Yûnus diye göründüm… FATMA BACI- Bildik seni, sen şu Hünkâr’a gidensin. YUNUS EMRE - FATMA BACI- YUNUS EMRE- Hem Hünkâr’ı, hem Ahi Sultan’ı kendine dost bilenim. Ben Hak dostlarıyla Hakk’a yürüyenim… Sözün tatlı ya, gönlün de geniş… Buldun mu peki aradığını söyle derviş? Canlar canını buldum bu cânum yağma olsun Assı ziyandan geçdüm dükkânum yağma olsun (Canlar canını buldum, bu canım yağma olsun! Büyük zarardan kurtuldum, dükkânım yağma olsun!) ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /221 FATMA BACI- YUNUS EMRE - Ay aşka düştüğünden rengi sarı Gün aşka battığından rengi sarı Aşkı mı dert edersin yâ dost Senin de solmuş tenin, benzin sarı! Bizim işimiz gönüllerdir bacılar… Yalnız gönüller!Allah âşıklarının benzi sararır hazan yaprakları gibi… FATMA BACI-(Boynunu büker.) Yâ aşk ereni… Peki biz? Yanaklarımız al al! Biz yakışmaz mıyız Allah aşkına? YUNUS EMRE- Allah âşıklarının benzi sarı, Allah’ın sevdiklerinin ki ise al olur ey bacı! Öyle bir sevmiş ki sizi, Yaratan! Koca bir dağ vermiş yaslanasınız diye… Biz gönül işlerken nakış nakış, Elindeki deri gibi işlemiş sizi o şanlı nakkaş! Hem alptir hem eren, gül diye gönüller deren… O ne sevgili can, Hak dostu Ahi Evran… FATMA BACI- Gönlü yüce bir dervişsin ey Yûnus… Hak elin tuta… YUNUS EMRE - Ey bana iyi diyen, Allah’ın en kötü kulu benim Öyle günahkârım ki! Tüm günahkârlar benden üstün… (Bacılar birbirine bakarlar, sonra…) FATMA BACI- Söyle hele Yûnus gardaş nedir şu dervişlik? 222 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI YUNUS EMRE- Dervişlik didükleri hırkayı latâc değil Gönlin derviş eyleyen hırkaya muhtâc değil (Dervişlik dedikleri hırka ile taç değil, Gönlünü derviş eyleyen, hırkaya muhtaç değil!) FATMA BACI- Sen hırkayı gönlüne giydirmişsin, yolun doğru özün gibi… YUNUS EMRE- Yunus Emre der hoca gerekse var bin hacca Hepsinden eyüce bir gönüle girmekdür (Yunus Emre der ki: Hoca, gerekirse bin (kez) hacca git, Hepsinden (daha) iyi olani bir gönüle girmektir.) FATMA BACI- Ne denir buna… Gönüller safâsın bula… YUNUS EMRE - Gelin tanşık idelüm işün kolayın tutalım Sevelim sevilelim dünya kimseye kalmaz (Gelin tanış olalım, işin kolayını tutalım. Sevelim, sevilelim! Dünya kimseye kalmaz…) FATMA BACI- Ne yüceymiş gönlün ey Yûnus! YUNUS EMRE - İki kişi söyleşür Yûnus’u görsem diyü Biri aydur ben gördüm bir âşık kocaymış (İki kişi Yunus’u görsek diye konuşurlar, Biri der ki: “Ben gördüm, bir yaşlı âşıkmış!) FATMA BACI- (Bacılara) Kendi koca, gönlü âşık… Aşığın gönlü olur mu koca! (Yunus Emre hareketlenir, gidecek olur.) ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /223 FATMA BACI- Yanlış bir söz mü ettim, nere gidersin ey derviş? YUNUS EMRE- Yok yire geçürdüm güni ah nideyüm ömrüm seni Senünle olmadım ganî ah nideyüm ömrüm seni (Yok yere geçirdim günü, âhn’ideyim ömrüm seni? Seninle olmadım ganî, âhn’ideyim ömrüm seni!) FATMA BACI- Yolun açık ola ey Yûnus! Dağlar taşlar sana yoldaşlık ede! YUNUS EMRE - … Gâh eserem yeller gibi gâh tozaram yollar gibi Gâh akaram seller gibi gel gör beni aşk n’eyledi… (Gâh eserim yeller gibi, gâh tozarım yollar gibi Gâh akarım seller gibi, gel gör beni aşk n’eyledi!) (Yunus Emre bu beyti söyler sonra ney eşliğinde “Gel Gör Beni Aşk N’eyledi” bestesi söylenir. Işık söner.) PERDE KAPANIR (Anlatıcı girer.) 224 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI ANLATICI Hz. Peygamber ashâbıyla birlikte yürürken yolda bir köpek ölüsü görürler. Sahabe tiksintiyle burunlarını tutarak ve yüzlerini çevirerek geçerken, Hz. Muhammed “Ne güzel dişceğizleri var!” der. Ashâb arasında Ahi Evran da vardır. O, köpeğin derisini yüzüp tabaklayarak Hz. Muhammed’e getirir. Peygamber de onu tebrik ve tahsîn eder. Bunlar, elbette birer efsaneden ibarettir. Tarikat kurucusunun değerini yüceltmek, hatırasına hürmet göstermek için Hz. Muhammed’le ilişkilendirilmesi diğer pek çok tarikatte de görülen bu durumdur. Ahilik her ne kadar bir tarikat değilse de Ahilerde de aynı durumun olduğunu gözlemliyoruz. Şecerenâmelerde anlatılan bu menkıbelere bakıldığında 12. ve 13. yüzyıllarda yaşamış olan Ahi Evran’ın 600 yıl yaşamış olması gerekir. Zaten bu çelişkiyi aşmak için de iki Ahi Evran’dan söz edilir. Şecerenâmelerde buna benzer başka menkıbeleri de yer alır pîr-i pîrân Ahi Evran hazretlerinin. İkinci Ahi Evran Kırşehir’de türbesi bulunan gerçek Ahi Evran’dır. Ahi Evran 1171 (Hicrî 566) yılında İran’ın Batı Azerbaycan taraflarında bulunan Hoy Kasabası’nda doğmuştur. Anadolu’da Ahilik teşkilâtının kurucusu ve otuz iki esnaf zümresinin pîri kabul edilen bu velî ve âlim zatın asıl adı Mahmud’dur. Babasının adına ve doğum yerine nispeten Mahmud bin Ahmed el-Hoyî (Hoylu Ahmed’in oğlu Mahmud) denmiştir. Künyesi “hakikatlerin babası” mânâsına gelen “Ebu’l-hakâyık”; lakâbı “dinin yardımcısı” anlamındaki “Nasîrüddîn”dir. Ahi şecerenâmelerinde ve diğer bazı kaynaklarda Ahi Evran’ın adı “Nimetullah” olarak da geçer. ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /225 III. PERDE SAHNE I Mekan: Bir çarık dükkanıdır. (Çarıkçı elinde bir miktar para ile dükkânın önünde kendince sevinmektedir. Biraz sonra bir müşteri yanına gelir ve elindeki bir çift çarığı yere atar.) ÇARIKÇI- Hayırdır mübarek? Nedir bu hiddetin sebebi? Çarığı niçin yere atarsın? ESEF- Kafana atmadığıma şükret! Bu nasıl çarıktır böyle! Daha giyip şurdan şuraya gitmeden altı delindi. ÇARIKÇI- E sen de bastığın yere dikkat etsene ehmal! ESEF- Bastığım yere dikkat edeceğim de senden 10 akçeye bu çarıkları niye aldım. Hem çok kıymetlidir iyidir diye övüp piyasasından 5 fazlaya çarık satıyorsun hem de bastığın yere dikkat etseydin diyorsun! ÇARIKÇI-(Alaycı bir tavırla konuşmaya devam eder.) Kötü mü yapıyorum seni bastığın yere dikkat etmen için uyarıyorum işte… (Kendi kendine) adama bak yahu… iyilik de yaramıyor. ESEF-(Oldukça sinirlenerek) İyilik yapma derdindeysen (çarıkları ayağıyla iter.) al şu çarıkları ya paramı iade et ya da bunları alırken övdüğün gibi övgüye layık olanı ver! ÇARIKÇI-O olmaz işte! Sen al git, yırt getir; ondan sonra değiştirmemi iste! 226 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI ESEF-(Çarıkçının yakasını toplar ve kavgaya tutuşurlar.) Senden esnaf olmayacağı belliydi de o gül yüzlü bal sözlü ustan sana güvendi diye şed kuşattılar beline! Yazıklar olsun senin gibi ahiye! ÇARIKÇI- (Bir yandan yerde boğuşurlar bir yandan atışırlar.) Rahmetli ustamı karıştırma… Ne varmış ahiliğimde… Karlı kazanç için elimden geleni yapıyorum işte… ESEF-Tek derdin kar etmek zaten… Bu dünyada istediğin kadar kar et öbür dünyada iki elim yakanda olacak. (Tartışma ve kavga bu şekilde sürerken sahneye Gülşehrî girer kavga edenleri görünce hemen koşup ikisini birbirinden ayırır.) GÜLŞEHRÎ-Ne oluyor size ya Hu! Kardeş kardeşe vurur mu! ÇARIKÇI-(Pişkin bir tavırla) Sattığım çarığın kötü olduğunu getirmiş. söylüyor. Giyip eskitip ESEF- (Saygı ile elleri önünde bağlı konuşmaktadır.) Efendim, huzurunuzda bu halde bulunmaktan utanç duyuyorum ancak öfkeme hakim olamadım. (Yerden yırtık çarıkları alıp Gülşehrî’ye uzatır.) Bu çarıkları alalı daha bir saat ya oldu ya olmadı. Şu haline bakar mısınız? İlk taşa basmamda kocaman bir delik peyda oldu! GÜLŞEHRÎ-(Çarığı alıp inceler.) Haklısın altı delinmiş. Hem bunun derisi de oldukça ince bu deriden çarık değil kılıca kın bile olmaz! (Çarıkçıya döner.) ÇARIKÇI- Nasıl olmaz! En güzel ceylanın derisinden yaptım. Hususi olarak altını yırtmış. ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /227 GÜLŞEHRÎ-Hem suçlusun hem güçlü… Belki kardeşin kardeşe vurmasına evvelden engel olamadım ama iftira etmene müsaade edemem! ESEF-Efendim bu konunun Ahi Mahkemesinde tartışılmasını ve Ahi Evran Sultan’ın kararlarını talep etmekteyim. GÜLŞEHRÎ-En doğrusu bu olacak yalnız Ahi Sultan hacc vazifesi için Hicaz’a gitti. Bu hususu Cuma günü namazdan sonra halledip bu haksızlığın son bulması için gerekeni yaparız. ESEF- Nasıl uygun görürseniz efendim… ÇARIKÇI- Benim haklı çıkacağım bellidir ya hadi dediğiniz gibi olsun bakalım… GÜLŞEHRÎ-Sana mahkemen görülene dek satış yapmanı yasaklıyorum. Dükkânına mühür vurdum, kapat ve aklını başına alana dek insan içine karışma! ÇARIKÇI- (Şaşkın.) Ama nasıl olur?... IŞIK SÖNER 228 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI SAHNE II Mekan:Çarıkçı’nın dükkânının önüdür. (Çarıkçı dükkânın önünde başını ellerinin arasına almış vaziyette oturmaktadır. Önde Gülşehrî, yanında Göncü Zeki, Kalfa (yani yeni usta), ve Esef’le birlikte sahneye gelirler. Dükkânın önünde durduklarında Çarıkçı ayağa kalkar. Görüntüsünden pişmanlık sezilmektedir.) GÜLŞEHRÎ- Cuman mübarek olsun efendi! Mescitte göremedik seni? ÇARIKÇI- Efendim arka saflardaydım çıkınca da hemen dükkâna geldim. GÜLŞEHRÎ- Allah kabul etsin o halde… Ehh… gelelim meselemize; Esef kardeşine sattığın bu çarıkların sıçan derisinden olduğunu tesbit ettik. Eti yenmez gönü giyilmez derler hiç mi atandan öğüt almadın! Çarık olsun diye o hayvana nasıl kıydın! ÇARIKÇI- Sıçan olur mu efendim hakiki ceylan derisi… GÜLŞEHRÎ- Sus… Daha günaha gark olma! ÇARIKÇI-Ama… GÜLŞEHRÎ-(Kararlı bir ses tonuyla) Tesbiti bizzat Ahi Evran Sultan’ımız yaptı! Otuziki esnafın ve debbağların pîri Ahi Evran Sultan! ÇARIKÇI-(Şaşkın) Ama… O… Hicaz’da değil miydi? GÜLŞEHRÎ- Atandan öğüt almamışsın ya hiç yol yordam da mı görmedin! Seni tatmin etmek için sırrı mı ifşa edelim! ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /229 ÇARIKÇI-(Sorduğu sorudan pişman olmuş vaziyette) Affedersiniz efendim… GÜLŞEHRÎ: Ahi Sultan’ın kararını bildiririm sana; (Elinde fermana benzer Evran’ın kararını okur.) bir kağıttan Ahi Hakk yolunu bulana dek sana esmesin saba Kollarından tutulup halk içinde alnına sürülsün kara, Üç gün el içinde alnının karasıyla dolaştırıla Esnaflık etmeye esnafın yüz karası; Ve doğru yolu bulana dek atıla pabucu dama! ÇARIKÇI- Affedin efendim… Çalışmazsam ne kazanır, ne yerim? GÜLŞEHRÎ- Bu zamana dek dürüst esnaf hakkıyla kazanırken onun hakkına da girdiğine say… Yediklerin yeter de artar bile azık olarak sana! (Gülşehrî Esef’in elinde tuttuğu çarıkları alıp Çarıkçı’nın dükkânının çatısına atar. Kalfa elinde bir boya kutusu uzatır ve Gülşehrî bir bez parçasını boyaya batırıp Çarıkçı’nın alnına sürer. Gülşehrî ve yanındakiler sahneden çıkarlar, Çarıkçı yere üzgün bir şekilde oturup ellerini başının arasına alır ve ağlar.) IŞIK SÖNER 230 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI SAHNE III Mekân: Ahi Evran’ın debbağhanesidir. (Ahi Evran namaz kılmaktadır. Son oturuştan sonra duaya geçer. O sırada birisi dükkâna girer. Bir köşeye geçip diz üstü oturur ve namazın bitmesini bekler. Gelen kişi seyyah İbn-i Selam’dır. Namaz bitince…) AHİ EVRAN- (Duada) Ey yerin dibinden sular çıkaran, Ey gökleri direksiz havada tutan Ol deyince olduran, dur deyince durduran… Sen dur demedikçe durmaz şu atan!(Kalbini tutar) Sen yönümüzü sana döndür… Amin… (“Âmin” der elini yüzüne sürer ve seccâdesini toplar. Ayağa kalktığı sırada…) İBN-İ SELAM- Selamünaleyküm ey eren, Allah namazını, karşılıksız komasın niyâzını! kabul etsin AHİ EVRAN- Ve aleykümü’s-selâm seyyah kardeşim hoş gelmişsin. Nereden gelir, nere gidersin? İBN-İ SELAM- Hoş gördük. Ömür kervanına katıldık dünyayı gezeriz. Dünyayı gezeriz de Diyâr-ı Rum’u gezmeden olmaz dedik. Bu yöne geldik. AHİ EVRAN- Seyahatin selâmet ola. Açsındır şimdi yoldan geldin. Dur hemen sana sofra kuralım! İBN-İ SELAM- Açlığım yoktur yâ eren. Az evvel yedim azığımdaki nimetleri. Fazlası israftır. AHİ EVRAN- Misafirhanemize buyur o halde; uyumak, dinlenmek istersin? ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /231 İBN-İ SELAM- Vakti gelince geçerim ey eren, birkaç gün misafir olmaktır niyetim. AHİ EVRAN- Başımız üzere yerin var. Ne yapmak dilersin? Söyle, yoldaşlık edelim. İBN-İ SELAM- Birçok il gezdim Anadolu’da, bir çoğunda konakladım. Ahilik diye bir şey duydum çoğunda ve anladım ki bu Ahilik nüfuz etmiş Selçuklu Devletinin hamuruna! Sordum sual ettim, Kırşehir dediler, Kırşehir’de biri var Evran derler namına! Var git ona, o anlatır her şeyi eksiksiz sana. AHİ EVRAN- Ne marifeti varmış bu Evran denen adamın? İBN-İ SELAM- Hah işte! Marifet ehliymiş, künyesi de hakikatlerin babası mânâsında “Ebu’l-Hakâyık”mış. İlim, irfan sahibi, Allah’ın sevgili kullarındanmış. AHİ EVRAN- Estağfurullah! İBN-İ SELAM-(Başını ellerinin arasına alır) Eyvahlar olsun! Nasıl bilemedim? (Hemen kalkar elini öpmek ister, Ahi Evran öptürmez) AHİ EVRAN- Eyvaha düşmeyesin kardeşim! İBN-İ SELAM- Affedin efendim, bilemedim! AHİ EVRAN- Bunca yolu niçin çiğnedin buyur da, derdine ortak olalım? İBN-İ SELAM- Efendim benim adım Selam, babamın adı da Selâm olduğu için İbn-i Selam derler. Bir seyahattir çıktım yola, erzâğımsa bir kalem ve bir levha. Seyahatimi not eder bir seyahatname tertip ederim. Sizden de Ahiliğin ilkelerini dinleyip yüzyıllar sonrasına nakletmek isterim. 232 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI AHİ EVRAN- Niyetin hâlis kardeşim, dilerim vaki ola! Ahilik, kardeşliktir. Cömertliktir Ahilik. İşi ibadet bilip dünyayı göz ardı etmeden âhirete hazırlanmaktır Ahilik. İBN-İ SELAM- Nasıl olur! İş ibadet sayılır mı hiç? AHİ EVRAN- Sayılır ya kardeşim. Ölmeyecek gibi dünya için, her an ölecek gibi âhiret için çalışmalı demiyor mu Peygamber Efendimiz! İBN-İ SELAM- Öyle ama… AHİ EVRAN- Bu da öyle işte… Allah adını kalpten çıkarmadan iş üzere olursa insan, işi bereketli olur. O bereket ki… Artar da cihânı kaplar! İBN-İ SELAM- Çok il gezdim Anadolu’da. Birçok yerde Ahi Tekkesi, zaviyesi gördüm. Onların var mıdır sizinle bağı? AHİ EVRAN- Ahilik kardeşliktir kardeşim. Kardeşin kardeşle olmaz mı bağı! İBN-İ SELAM- Ne ile sağlarsınız peki bu bağı? AHİ EVRAN- Fütüvvet terbiyesi alıp Fetâ ehli olan kardeşlerimize şed kuşatır gönülden gönüle de bağ kurarız. El ele verdiğimiz zaman dünyayı kucaklarız. İBN-İ SELAM-(Sevinçle)Müsaade edin elinizi öpeyim Ahi Baba’m. (Eline uzanır, Ahi Evran yine öptürmez.) AHİ EVRANKıl namazını, başını yalnız Allah’a eğ! Biz ki Allah’ın kemter kuluyuz… Yerdeki karınca bizden daha yeğ! ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /233 İBN-İ SELAM-Müsaadenizle o halde Ahi Baba’m, ben dinlediklerimi not etmek için icâzet dilerim. AHİ EVRAN- Müsaade senindir Selam kardeşim, Haydi kalemin revân ola! (Işık Söner) 234 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI SAHNE IV Mekân: Ahi Evran’ın dergâhıdır. (Ahi Evran posta oturmuş, sağ tarafında Gülşehrî, sol tarafında da Göncü Zeki oturmaktadır. Oyundaki tüm karakterler de karşısına diz üstü oturmuşlardır. Ahi Evran nasihat etmektedir.) AHİ EVRAN- “Yıldızlar”a “Güneş”e götürür. tutunun ahiler! Yıldızlar sizi FATMA BACI- Nasıl tutunalım, kimdir o yıldızlar Sultan’ım? AHİ EVRAN- Mübarek Büyük Dedem Muhammed Mustafa (S.A.V.) ne buyuruyor: “ Benim ashâbım yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız doğru yolu bulmuş olursunuz.” KALFA- Siz kimi salık verirsiniz Ahi Baba’m? NİLÜFER HATUN- Evet ya! Siz kimin yolunu tutalım dersiniz? AHİ EVRAN- Denilmesi gerekeni Fahr-i Kâinat Efendimiz (S.A.V.) demiştir. Bize düşen, bu yıldızların en büyüklerinden haber vermektir. Bir hadis-i şerifte buyruluyor ki: “Nebîlerden ve Resûllerden sonra Ebû Bekir’den daha faziletli bir zat üzerine güneş doğmuş değildir.” FATMA BACI- Peki ya diğerleri? AHİ EVRAN- Peygamberimizin duası olan bir sahabedir ki; o Ömer Faruk’tur. KALFA- Nasıl yani? AHİ EVRAN- Nebîler Nebîsi bir gün: “Allah’ım, İslâm’ı Ebû Cehil veya Ömer bin Hattab’dan sana sevgili olanı ile aziz ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /235 kıl.” diye dua etmiş ve sonrasında Ömer bin Hattab İslâm’la şereflenmiştir. Bir diğeri de Osman bin Affan’dır. İki nûr sahibi Osman. Peygamberimizin kızı Hz. Rukiye ile evlenmiş, o vefat edince Hz. Ümmü Gülsüm’le evlenmiştir. Ümmü Gülsüm de vefat edince Peygamberimiz Osman için şu sözleri sarfetmiştir: “ Eğer üçüncü bir kızım daha olsaydı, onu da Osman’la evlendirirdim!” 1.KÖYLÜ- Ahi Baba’m, bize dördüncü büyük yıldızdan da haber vermeyecek misin? AHİ EVRAN- Sabır büyük erdemdir can ahi! Sabır… Dördüncü büyük nûr da ceddimiz Ali’dir. Aliyye’l-Murtezâ için Peygamberimiz (S.A.V.) “ Ben ilmin şehriyim, Ali onun kapısıdır. İlim edinmek isteyen ona kapısından gelsin!” buyurmuştur. GÜLŞEHRÎ- Şeyhim! Velîlik konusunda ne düşünürsünüz? AHİ EVRAN- Velîliğin mührü Atamız Ali’dedir. Ve Ali bizdendir, biz de Ali’den! GÜLŞEHRÎ- Şed de Hz. Ali’den kalmıştı, anlatır mısınız? AHİ EVRAN- İlk olarak Peygamberimiz Hz. Ali’ye şed kuşatmıştır, o da bize şed kuşattı! ESEF- Ahi Baba’m bir gün ticaret bir kervanıyla yolum Konya’ya düştü. Nasip oldu Mevlânâ’nın sohbetine katıldım. Kendisine “Mevlânâ neden dönersin?” diye soruldu, o da; Cezbe kalbe dolunca, Eller açılır Hakk’a! Dağıtır aldığını halka, Dönerken saçılır aşk etrafa! Bizler Allah der döneriz, Hak der döneriz.” dedi. AHİ EVRAN- (Gülümseyerek.) Âh Hünkâr… 236 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI ESEF-Bunu soran sonra dedi ki: “Dönmek yok bizde ey kardaş! Allah kelâmını bir kez dedik mi, dururuz orda dönmeyiz daha…” siz ne düşünür nasıl bakarsınız bu iki erene? AHİ EVRAN- Dönen de bizdendir, duran da bizden… Amma biz ne döner ne dururuz! Gâh olur dışarıdan gâh içimizden, Biz Allah dedikçe hep çalışırız! GÖNCÜ ZEKİ- Sultan’ım, ticarette kıstas ne olmalı? AHİ EVRANTâcir en çok helal ve haramı bilmeli. Ey Ahiler! Alışveriş ilmini bilmeyen, haram lokmadan kurtulamaz. Haram lokma yiyen ise ibadetlerinin sevabını bulamaz! KALFA- Pîrler Pîri! AHİ EVRAN- Söyle gönlümün taze sefîri? KALFA- Ben esnaflığa yeni adım attım. Elimi siz tuttunuz, bizden sonraki kardeşlerimiz neyi destek bilsinler? AHİ EVRANÖğüdüm olsun kulaklara küpe! Kalpleri olsun içi Hak dolu Kâ’be! Duy beni Yâr nûrunu göresice… Elinle koymadığını kaldırmayasın! Kem sözden, riyâdan, öfkeden sakın! Küçüğünü sev, büyüğünü bil, Müşterilerine güler yüzü esirgeme, Eline, diline, beline sahip ol! FATMA BACI- Ahi Sultan! Savaş için ne nasihat edersiniz? ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /237 AHİ EVRAN- Ey Ahiler! Mücâhitler; savaşırken safta namazdaki gibi sessiz olup komutanına itaatte cemaatin imama uyması gibidir. Düşmandan korkmayın. Allâhu Tealâ’nın emir ve yasaklarına uyamamaktan korkun. Vatan sevgisinin imandan olduğunu unutmayın! İBN SELAM- Ahi’m, Ahiler diyorsunuz da kimdir bu ahiler? Siz ne iş yaparsınız? AHİ EVRANHazerde ipek, seferde çelik derler bize! İsteyene ipek olur seriliriz, Dileyene çelik olur belâ kesiliriz! Boynumuzun büküklüğü edebimizdendir. Kalkmaya görsün bu baş, bu boyun! Düşmana kahır olur yağarız… Sevdamız da Allah için, belâmız da Allah içindir… Hak, hukuk, adalet ve cömertlik temel şiarımızdır! Fütüvvet yolunun anahtarı mürüvvettir. Bizde gönül saflığı esastır. (Öksürür, kaldığı yerden Gülşehrî devam eder.) GÜLŞEHRÎ- Çünarıtmadun mürüvvet gölünü Sen ne bilirsin fütüvvet yolunu Sen fütüvvet-nâmeyi bilir isen Okuyuban şerhini kılur isen… AHİ EVRAN- Evet… Ahi çalışkan olmalı…. Ama okumalı da… Bizim başucu kitaplarımızdır fütüvvetnâmeler, her Ahi okumalı onları. Sağ olasın ahretliğim… GÜLŞEHRÎ- Siz sağ olun Sultan’ım… FATMA BACI- Ahi Baba’m cömertlikte sınır ne olmalı? 238 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI AHİ EVRAN- Ne derece cömertlik bekliyorsanız, o derece cömert olmalısınız Ahiler. Kendin muhtaç iken bile başkalarına verecek kadar cömert olunuz… SABIR ANA- Ey koca Ahi! Peki ya hoşgörüde sınırımız ne olmalı? AHİ EVRAN- Kuvvetli ve üstün durumda iken affetmesini, hiddetli iken yumuşak davranmasını bilecek kadar hoşgörülü olmalısınız. “Ne olursan ol yine gel” diyen Mevlânâ gibi sizi dileyip gelene açmalısınız yüreğinizi… GÜLŞEHRÎ- Pîr’im, Mevlânâ deyince... Sohbetinize bugün iki misafir dâhil oldu. AHİ EVRAN- Öyle mi, kimdir onlar? GÜLŞEHRÎ- Konya’dan… İşte şuradalar. (Eliyle halkın arka tarafını işaret eder. İşaret ettiği yerde iki semazen elleri omuzlarında ayağa kalkarlar ve öne gelirler. Onlar yaklaşırken Ahi Evran ayağa kalkar. Tüm halk ayaklanır ve sahnede hilal şekli alırlar. Semazenler Ahi Evran’ın sağında ve solunda olmak üzere ortada dururlar. Ney ile sema müziği çalmaya başlar. Sahne ışığı pembe olarak tepeden Ahi Evran ve semazenler üzerine doğrulur. İki yeşil ışık sahne girişlerine doğru yanar ve sahneye iki semazen daha girer. Ahi Evran ortada, dört semazen dönmeye başlar. Bir müddet sonra Ahi Evran cezbeye gelir ve kendi etrafında bir tur döner. Pembe ışık Ahi Evran’a, yeşil ışıklar girişlere döner. Sol girişten Yûnus Emre, sağ girişten de Hacı Bektaş-ı Velî sahneye girer. Semazenler sema ederken bu iki eren sahne önüne gelir simetrik ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /239 bir şekilde yerlerini aldıktan sonra çapraz olarak geriye dönerler ve Ahi Evran’a ellerini uzatırlar. Ahi Evran ilerler ve ortalarında yerini alır. Üç eren omuz omuza verip “dost bahçe” görünümünü sağlarlar.) SON... İkinci Mansiyon Ödülü A.Kadir BOZKURT 30 Ekim 1962 tarihinde Viranşehir’de doğdu, ilköğrenime Çanakkale’de başladı, Selçuk’ta ve Manavgat’ta devam etti, lise eğitimini Antalya’da tamamladı. Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Tiyatro Bölümü’nden 1986 yılında mezun oldu. TRT Ankara Televizyonu’nda 19881989 yıllarında, ‘Acemiler İş Başında’ adında bir dizi film ve birçok belgesel projesinde çalıştı. Ardından da 1990 yılında ‘Peri Kızı’ adındaki dizi filmde başrolde oynadı. Bir süre içsellikle yoğurduğu yazarlık çalışmalarına 2000 yılına kadar demlenme zamanı tanıdı. 2007 yılında Pentagram Yayınları tarafından basılan “Kibrit Kutusu” adındaki romanıyla okuruna merhaba dedi. 2008 yılında “Bitimsiz yol” adındaki romanı Pentagram Yayınları tarafından basıldı. 2008 yılında “Gül Kralım Gül” adındaki çocuk oyunu Kemer Belediye Tiyatrosu tarafından sahnelendi. 2010 yılında “Ormanın Cinleri” adındaki oyunun ‘İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Projesi’ kapsamında düzenlenen yarışmada dereceye girerek kitap haline getirildi. 2010 yılında Nasuh Mahruki ile Yılmaz Sevgül’ün Everest 2010 Ekspedisyonu’na yazar olarak katıldı ve “Dünyanın Zirvesine Tırmanış” adındaki ‘Dağcılık/Belgesel’ kitabı 2011 yılında Alfa Yayınları’ndan çıktı. 2011 yılında kadınlara yönelik, Female Dergisi’nin ‘Simurg’ köşesine yazmaya başladığı yazılarını hala sürdürmektedir. 2013 yılında Eskişehir Valiliğinin düzenlediği; Yunus Emre konulu tiyatro yarışmasında “Ete Kemiğe Büründüm” adlı tiyatro oyunu; uzun metrajlı sinema filmi senaryo yarışmasında “Kılıç Artığı Anadolu” adındaki film senaryosu dereceye girerek ödüllendirildi. 2013-2014 yılında TRT’de 13 bölüm olarak yayınlanan, “Karadeniz’den” adlı belgeselin metin yazarlığını yaptı. 2014 sezonunda “Sirke Tadında Böğürtlen Reçeli” adındaki tiyatro oyunu İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda sahnelenmektedir. 2014 sezonunda, “Kıl Çadırların Düşü” adındaki tiyatro oyunu İzmit Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda sahnelenmektedir. 2014 yılında Kırşehir’de düzenlenen Uluslararası Ahilik Konulu tiyatro yarışmasında “Yol Atası Ahi Evran” adlı tiyatro oyunu; uzun metrajlı sinema filmi senaryo yarışmasında “Göç Yolu Anadolu” adındaki film senaryosu dereceye girerek ödüllendirildi. Yasemin Dalkılıç’ın dalışlarının anlatıldığı “Yasemin Dalkılıç’la Dünyanın İnanılmaz Dalışları” adındaki kitabın 2015 yılında yayınlanacaktır. İlk Osmanlı Derya Beyi Kara Mürsel Alp’in yaşamının anlatıldığı tiyatro oyunu NİSAN 2015 tarihinde İzmit Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda sahnelenecektir. Ayrıca dizi film projeleri üstünde de çalışmaktadır. A.KADİR BOZKURT’UN KİTAPLARI: 1. İÇİMDEKİ ERKEK (ROMAN) 2. MAVİ YEŞİL YA DA TURUNCU (ROMAN) 3. BİTİMSİZ YOL (ROMAN) 4. HAVA KABARCIKLARI (ROMAN) 5. KİBRİT KUTUSU (ROMAN) 6. UMUTLU KASABASI (ROMAN) 7. YAZARIN ÖLÜMÜ (ROMAN) 8. SU ATEŞ YEL TOPRAK (ROMAN) 9. DÜNYANIN ZİRVESİNE TIRMANIŞ (DAĞCILIK/BELGESEL) 10. DÜNYANIN İNANILMAZ DALIŞLARI (DALIŞ/BELGESEL) A.KADİR BOZKURT’UN TİYATRO OYUNLARI: 1. SİRKE TADINDA BÖĞÜRTLEN REÇELİ (YETİŞKİN) 2. ETE KEMİĞE BÜRÜNDÜM (YETİŞKİN) 3. YOL ATASI AHİ EVRAN (YETİŞKİN) 4. ZOR OYUN (YETİŞKİN) 5. İLK GECE (YETİŞKİN) 6. AKREP ONURU (YETİŞKİN) 7. KIL ÇADIRLARIN DÜŞÜ (GENÇLİK) 8. TAHTA KILIÇLILAR (GENÇLİK) 9. GÜL KRALIM GÜL (ÇOCUK) 10. ORMANIN CİNLERİ (ÇOCUK) A.KADİR BOZKURT’UN SİNEMA FİLMİ SENARYOLARI: 1. KILIÇ ARTIĞI ANADOLU 2. GÖÇ YOLU ANADOLU 3. MENDİLİM KEKİK KOKUYOR 4. KİBRİT KUTUSU 5. NASİP APARTMANI YOL ATASI AHİ EVRAN AHİ EVRAN KADINCIK ANA ŞEYH EVHADÜDDİN KİRMANİ ZEYNÜDDİN SADAKA ALAÜDDİN KEYKUBAT KÖLE KADIN GİYASÜDDİN KEYHÜSREV ZİNDANCI ZİNDANCININ OĞLU AHİ AHMET SEYFÜDDİN TUĞRUL KÖLE SATICISI PATAVATSIZ MÜRİT BİRİNCİ GENÇ İKİNCİ GENÇ 250 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI BİRİNCİ PERDE BİRİNCİ SAHNE (Yıl 1210… Bir ibadethane…) (Bir grup genç kadın ve erkek, tanrıya ulaşmanın yolunda sema eden Evhadüddin Kirmani’ye mumlarıyla eşlik etmektedir. Bu töreni izleyenlerin ya da kendini kaptırarak semaya katılanların arasında, Ahi Evran, Zeynüddin Sadaka gibi dönemin önemli insanları da bulunmaktadır.) EVHADÜDDİN KİRMANİ Bir nefeslik olsun, O’nun sırlarını söyleyecek gönül nerede? Bir an için O’nun sözlerini dinleyecek kulak nerede? O sevgili, gece gündüz cemalini gösteriyor. O’nu görmekten nasibini alacak göz nerede? (Evhadüddin Kirmani cemalperestlik meşrebine uygun olarak kendinden geçmiş bir halde genç kadın ya da erkeklerden biriyle sema etmeyi sürdürür.) ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /251 İKİNCİ SAHNE (Yıl 1210… Kayseri’deki uluslararası Yabanlu Pazarı…) (Otuzlu yaşların ortalarındaki Ahi Evran ve Zeynüddin Sadaka’yla birlikte yürüyen kırklı yaşların ortalarındaki Evhadüddin Kirmani, pazar yerini dolaşmaktadır. Köle satışının yapıldığı alan fazlasıyla ilgi görmektedir.) EVHADÜDDİN KİRMANİ - Dar-ı dünya Yabanlu Pazarı’nda toplanmış, mal alanlar, mal satanlar… ZEYNÜDDİN SADAKA- Gök Çalap’a aklını kullanarak ulaşabilen, kendisi için de hayırlı olanı bulmayı beceriyor şeyhim! EVHADÜDDİN KİRMANİ- Bizi Kayseri’ye sürükleyen de aynı akıl değil mi? AHİ EVRAN-Ne yazık ki Anadolu’nun yeni sahipleri, Rum, Acem, Cenevizli ya da Yahudi esnafların arasında kaybolup gitmiş. EVHADÜDDİN KİRMANİ- Böyle işler Oğuz illerinin konar göçerlerine göre değil. AHİ EVRAN-Ne ekersen, onu biçersin Anadolu Şeyhlerinin Şeyhi… Bu curcunada aradığını bulabilmek için Yabanlu Pazarı’nı baştanbaşa dolanmak gerekiyor. Bir yerde çömlekçiler, bir yerde bakırcılar, bir yerde dokumacılar, bir yerde dericiler toplansa, her esnafın yeri belli olsa… EVHADÜDDİN KİRMANİ- En başta ahlakı bozulana çeki düzen vermek gerek. Çürükleri aralarından ayıklayalım. Düşkünlere fütüvvet ehlinin elini uzatalım… AHİ EVRAN- İşini yanlış yapanlara da doğrusunu gösterelim… Akıllıları eğitmeli, beceriklileri meslek sahibi yapmalı, güçlüleri cengâver gibi yetiştirmeli. Hepsini de fütüvvetin çatısı altında birleştirmenin yolunu bulmalı… 252 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI EVHADÜDDİN KİRMANİ- Sen şimdiden derici esnafı bir araya toplamayı başardın. AHİ EVRAN- İşimizin kokusunu bizlerden başkası çekemediğinden, surların dışında yan yana, iç içeyiz. EVHADÜDDİN KİRMANİ- Bir olalım, iri olalım, diri olalım diye bunun için deriz ya! ZEYNÜDDİN SADAKA- Bu yol uzuncadır. EVHADÜDDİN KİRMANİ- Zor olanın yükünü taşımaktan korkan var mı ola? AHİ EVRAN- Yok çok şükür! KÖLE SATICISI- Ey ahali… Huyu kötü, tabiatı bozuk bir cariyeyi kim alıyor? (Evhadüddin Kirmani duraksar.) Bütün ayıplarıyla satıyorum! Kim alacaksa birkaç adım beri gele… AHİ EVRAN- Şeyhim? EVHADÜDDİN KİRMANİ- Biraz bekle! KÖLE SATICISI- Gel ihtiyar, çekinme! Daha fazla ağzının suyunu akıtmadan birini koynuna al. Şifa olur. Gece gündüz yataktan çıkasın gelmez. Ha babam, de babam, Gök Çalap ne verdiyse artık… EVHADÜDDİN KİRMANİ- Bu kadın kusurlarıyla kaç dirhemdir? KÖLE SATICISI- O sana yaramaz. EVHADÜDDİN KİRMANİ- Sen parasını söyle tellal efendi. KÖLE SATICISI- Nur yüzlü birine böylesine şirret bir köleyi satmak işinin erbabına yakışmaz. İki gün geçmeden geriye getirirsin. Gereksiz yere canımı sıkarsın sonra… ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /253 ZEYNÜDDİN SADAKA- Bir huysuz kölenin peşine düşmek de nereden çıktı şeyhim? EVHADÜDDİN KİRMANİ- Kırk dirhem yeter mi? KÖLE SATICISI- Fazla bile gelir… ZEYNÜDDİN alsaydın. SADAKA- Hiç olmazsa parana yakışır bir köle EVHADÜDDİN KİRMANİ- Melâmet sevdalılarına böylesi yakışır. (Bir tezgâhın başındaki mürit koşarak yaklaşır.) PATAVATSIZ MÜRİT- Şeyhim! Şeyh Kirmani! EVHADÜDDİN KİRMANİ- Sakin olsana! PATAVATSIZ MÜRİT- (Ağzındaki yiyeceği etrafa saçarak) Seni köle taciriyle pazarlık yaparken görünce aklım başımdan gitti! KÖLE SATICISI- Genç ve güzel Kıpçak cariyesini kırk dirheme verebilirim. Sen de keyfini sürersin. Cehennem ateşinin beklediği köle satıcısına da hayır duaları edersin, işe yarar belki… PATAVATSIZ MÜRİT- Kırk dirheme yarım koyun veriyorlar, düşür biraz daha fiyatı! EVHADÜDDİN KİRMANİ- Ya mürit, gereksiz yere aramıza girmesene… Ben onu istiyorum! PATAVATSIZ MÜRİT- En azından almak fütüvvet ehlinin terbiyesindendir tellal efendi! KÖLE SATICISI- O halde günahı benden gitti. 254 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI EVHADÜDDİN KİRMANİ- Ben de seninle konuşarak yeterince günaha girdim zaten! KÖLE SATICISI- Bak, daha sonra ‘Ayıplı malmış!’ diyerek getirirsen, üstüne para versen bile almam, haberin ola… PATAVATSIZ MÜRİT - Be hey cahil tellal! Bir fütüvvet ehlinin satın aldığı malı geri verdiği nerede görülmüş? AHİ EVRAN- Sen de alışverişin edeplerini bellemişsin ama pazar yerinde nasıl davranılacağından bütünüyle habersizsin. PATAVATSIZ MÜRİT- Niye öyle söylersin Şeyh Nasirüddin Mahmut? AHİ EVRAN- Bir şey yenilip içilir mi pazar yerinde? PATAVATSIZ MÜRİT- Tadına bakıyordum… Şeyhimi görünce… AHİ EVRAN- Kalabalığın arasında uzaktan uzağa bağırılmayacağını bilmez misin? PATAVATSIZ MÜRİT- Şeyhimi pazarlık yaparken görünce… köle satıcısının karşısında AHİ EVRAN- Ya pazar yerindekilere omuz atarak koşuşturmak? PATAVATSIZ MÜRİT- Heyecanlandım dedim ya! ZEYNÜDDİN SADAKA- Kahkahalarla gülmek de üstüne tuz, biber… PATAVATSIZ MÜRİT- Yerin dibine geçtim şeyhlerim, yeter artık! AHİ EVRAN- Bir tek tükürüp sümkürmediğin kaldı, onları da yap, tam olsun. PATAVATSIZ MÜRİT- (Utançla uzaklaşır.) Kusuruma bakma, kusuruma bakmayasın… ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /255 KÖLE SATICISI- (Kadının belgelerini verir.) Bu mendeburun yüzünü görmekten beni kurtardın ya, kamçı da hediyesi olsun. EVHADÜDDİN KİRMANİ- Hediyen senin olsun! KÖLE SATICISI- Sen araya girmeseydin, sabah akşam demeden dayak atacak birine, başımın gözümün sadakası olarak verecektim. (Çevresindekilere) Ey dar-ı dünyanın insanları! Nur yüzlü cariyeler telef olurken, insana bile benzemeyen bir uğursuzun talihine bakın! Ey Gök Çalap! Bu mudur adalet dediğin? ZEYNÜDDİN SADAKA- Bir sus ya hu! EVHADÜDDİN KİRMANİözgürsün artık. (Belgeleri kadına vererek) Al bunu, KÖLE KADIN- Sen kendini Gök Çalap mı sanırsın be adam? EVHADÜDDİN KİRMANİ- Bu ne öfkedir hatun kişi? KÖLE KADIN- Senin gibi akılsıza az bile! KÖLE SATICISI- Sana söyledim başına bela aldığını… EVHADÜDDİN KİRMANİ- Bir köleyi özgür bırakmak, peygamber efendimizin sünnetlerindendir. Bizler de yolunun yolcusu olarak… KÖLE KADIN- Ben köle değildim ki özgür olayım? EVHADÜDDİN KİRMAN- Nasıl diyorsan öyle olsun, var git yoluna… KÖLE KADIN- O paranın karşılığını ödemeden hiçbir yere gitmem. EVHADÜDDİN KİRMAN- Özgürsün dedim sana! 256 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI KÖLE KADIN- Özgürsem hayatıma karışma! EVHADÜDDİN KİRMANİ- Ya sabır… (Köle kadın peşlerinden yürüyünce, Ahi Evran gülmeye başlar.) Sen niye gülmektesin Hoylu Mahmut? AHİ EVRAN- Saygısızlığımı bağışlayın şeyhim… Sen Abbasi Halifesi en-Nasır li-Dinillah tarafından, göçerleri irşat etmeye gönderilmiştin. En kolay engelde takılıp kaldın ya, ona gülerim… ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /257 ÜÇÜNCÜ SAHNE (Kayseri’deki hanikah…) (Mum ışığında sema eden altmışlı yaşların ortalarındaki Evhadüddin Kirmani, kendinden geçmiş bir halde tanrıya ulaşmanın yolundadır.) EVHADÜDDİN KİRMANİ- Aşkımın yolunda ne yapıyorum, kimim ben? Hangi sermaye ile vuslatını arıyorum, kimim ben? Bugün lütfün elimden tutmazsa, Yarın nereye giderim, ne derim, kimim ben? (Yaşı yirmiye dayanan kızı kendi halinde söylenmektedir.) KADINCIK ANA- İyi huy, güler yüz ve de tatlı söz kırk dirhemlik kölede ne gezer derlerdi ay anam! Yarım koyun parasına beni doğurduğun için mi bunca huysuzluk? Su hizmetini görenin elbisesi ve endamı temiz olacak deniyorsa birazcık edebine uy. Bir temiz bezi beline bağlayıp, çerçöp olmasın diye gözünü su kabından ayırmamak çok mu zor? Su dökülürse, kurutmak için yanında bir bez parçası daha taşıyacaksın. Gözünü cemaatin üstünden ayırmayacaksın. Daima ashabı gözeteceksin. Sağ ayağının başparmağı, sol ayağının başparmağı üstünde olacak. Niye dersen? Sallallahu aleyhi ve selem efendimizin zamanından kalmadır. Su içmeyi talep ettiğinde, Hasan ile Hüseyin suyunu vermek için seğirtmiş. Koşuşturma sırasında İmam Hüseyin, sol ayağının başparmağını çarparak kanatmış. Bu halinin görünmesini istemediğinden, sağ ayağının başparmağıyla üstünü örtmüş. Sol ayağının başparmağı olmayan Selman-ı Farisi sırra vakıf olunca da geleneğe dönüşmüş derler. Sen de geleneğe uyarak makam sahibinin sağ eline doğru uzatacaksın suyu. Sol tarafında daha da büyüğü varsa, onun da suyunu vereceksin. Dön yine öteki tarafa, ver geriye kalan cemaatin suyunu da… Gece vakti sakilik daha da kolay! Yanından geçerken üç kere parmağınla testiye vurur, uyanmaz- 258 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI sa geçip gidersin… Bu hizmetin edebini bellememek için neden böylesine inat? Ya sofra edebi? Ya diğerleri? Terk-i diyar eyleyene kadar direndin ya, daha ne diyeyim sana… EVHADÜDDİN KİRMANİ Izdırap da olsa, safa da olsa, biriz biz. Beddua da olsa, dua da olsa, biriz biz. Desem ki ben senim, sen de bensin, Söylemesi iki türlüdür, yoksa biriz biz… ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /259 DÖRDÜNCÜ SAHNE (Yıl 1230… Kayseri’deki deri atölyesi…) (Ellili yaşların ortalarındaki Ahi Evran yarı karanlık köşede deri işlemektedir. İki genç, gizlice atölyeye girerek yaptıklarını izlemeye çalışır.) BİRİNCİ GENÇ- Hişşştt! Sessiz ol! İKİNCİ GENÇ- Sensin gürültü yapan! BİRİNCİ GENÇ- Gürültü yapan sessiz ol der mi? İKİNCİ GENÇ- Bütün gürültü ‘Sessiz ol!’ diye bağırmandan çıkıyor. BİRİNCİ GENÇ- Boş yere dilini yoracağına, gözlerini konuştur da yılan derisini nasıl işlediğini öğrenelim… İKİNCİ GENÇ- Sen de sessiz olaydın! BİRİNCİ GENÇ- İyi yapmadık civanmert kardeşim… İKİNCİ GENÇ- Abarttıkça abartıyorsun! BİRİNCİ GENÇ- Debbahlar çarşısının eskilerinden olsaydın anlardın söylemek istediklerimi. İKİNCİ GENÇ- Hiç böyle rengârenk keçi derisi görmemiştim! BİRİNCİ GENÇ- Bu derileri Kayseri’de Ahi Evran’den başkası işleyemiyor. İşin sırrını öğrenirsek, onun gibi işler, çil çil altınlarla keselerimizi doldururuz. İKİNCİ GENÇ- Boş yere dericilerin piri dememişler. 260 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI BİRİNCİ GENÇ- Bu yüzden tuhaf sözler dolanır hakkında… İKİNCİ GENÇ- Bir derici ustasının neyi tuhaf olur ki? BİRİNCİ GENÇ- Şeyh Nasirüddin Mahmut aynı zamanda yılanların da piridir! Elleriyle yılanları yakalar, istediğinde de yılan donunda âdemoğluna görünürmüş… İKİNCİ GENÇ- Yok artık! BİRİNCİ GENÇ- Bu yüzden yılan derisini ondan başkası işleyemez diyorlar… İKİNCİ GENÇ- Beni korkutmaya mı çalışıyorsun? (Bir deri balyasını devirince gürültü oluşur. Onlara doğru yürüyen Ahi Evran’ın yansıması ejderha gibi görünmektedir.) AHİ EVRAN- Kim var orada? İKİNCİ GENÇ- Kimse yok pirim! AHİ EVRAN- Ben gaipten sesler mi işitmekteyim yani? BİRİNCİ GENÇ- Ejderha olduğunu söyledim sana! İKİNCİ GENÇ- Çabuk kaçalım buradan! BİRİNCİ GENÇ- Kelime-i şahadet getirelim bence! İKİNCİ GENÇ- Yürü, çabuk ol… BİRİNCİ GENÇ- Kıpırdayamıyorum, ayaklarımın bağı çözüldü. AHİ EVRAN- Siz buraya gelmezseniz, ben yanınıza gelirim, bedelini de ödetirim. ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /261 BİRİNCİ GENÇ- Eşhedü enne ilahe… Aklıma gelmiyor… Devamı neydi? İlahe illallah ve… ve… (Birinci genç arkadaşını sırtına alarak kaçmaya çalışırken, karşısında Ahi Evran’ın ejderhaya dönüşen yansımasını bulacaktır.) AHİ EVRAN- Kimsiniz siz? Kimlerdensiniz? BİRİNCİ GENÇ- Ben yan komşunun yeni çırağıyım! İKİNCİ GENÇ- Ben ondan da yeniyim ejderha babam! AHİ EVRAN- Yola girmeden pabucunuzu dama mı attıracaksınız? İKİNCİ GENÇ- Bir cahillik ettik, kusurumuza bakma ahi babam! AHİ EVRAN- Hem yiğitlerimizden olduğunuz nereden belli? BİRİNCİ GENÇ- Ne istersen sor şeyhim, her sorduğuna yanıt verelim! AHİ EVRAN- Sayın bakalım yüz yirmi dört edebin tamamını! BİRİNCİ GENÇ- Nereden birbirine karıştırdım. başlasam yanlış AHİ EVRAN- Sen? İKİNCİ GENÇ- Ben ondan da beter haldeyim! AHİ EVRAN- Ya ahinin halleri kaç ola? BİRİNCİ GENÇ- Altıdır ahi babam! İKİNCİ GENÇ- Üçü açık, üçü kapalıdır! olacak, hepsini 262 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI AHİ EVRAN - (Birinci Genç’e) Say bakalım açık hallerini. BİRİNCİ GENÇ- İlk vakit ahinin eli açık olacak… AHİ EVRAN- Neden? BİRİNCİ GENÇ- Yoksullara ve de düşkünlere yardım etmek için… İkincisi, kapısı açık olacak… AHİ EVRAN- Neden? BİRİNCİ GENÇ- Bir şey istemeye gelenler ve de konuklar için… Üçüncü olarak da sofrası açık olacak… AHİ EVRAN- Neden? BİRİNCİ GENÇ- Açları ve de konukları doyurmak için… AHİ EVRAN- Sen de geriye kalanını say bakalım. İKİNCİ GENÇ- İlk vakit gözü bağlı olmalı… AHİ EVRAN- Niye? İKİNCİ GENÇ- Kimsenin ayıbını görmemek, kimseye kötü gözle bakmamak için… İkincisi, beli bağlı olmalı… AHİ EVRAN- Niye? İKİNCİ GENÇ- Kimsenin ırzına, namusuna, haysiyetine ve de onuruna kötülük etmemek için… Son olarak da dili bağlı olmalı… AHİ EVRAN- Niye? İKİNCİ GENÇ- Kimseye kötü söz söylememek, kimse hakkında iftira etmemek, gıybet yapmamak ve de münafıklıktan uzak durmak için… ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /263 AHİ EVRAN- Yıkılın gözümün önünden! (İki genç kaçarken, içeri giren Kadıncık Ana’ya çarpar.) İKİNCİ GENÇ- Kaç bacım kaç! BİRİNCİ GENÇ- Şeyh Nasirüddin Mahmut, ejderha donuna bürünmüş, sorgu sual ediyor! (İki genç panikle çıkar.) KADINCIK ANA- Şeyhim? AHİ EVRAN- Fatma Hatun? KADINCIK ANA- Benim şeyhim… AHİ EVRAN- Ne durursun kapının eşiğinde? KADINCIK ANA- Buradan ejderha donunda görünmektesin? AHİ EVRAN - O hallerim sırlarına ulaşmanın derdine düşmüş yiğitlerin terbiyesi içindir. Biz öteki dünyanın nimetlerini öğretmeye çalışırken, onlar buradaki nimetlere sıkı sıkıya tutunabilmenin yollarını arıyor. (Ejderha maskesini yüzünden uzaklaştırarak) Bu hallerim de ejderhadan farklı sayılmaz ya! KADINCIK ANA- Ne güzelmiş şuradakiler… AHİ EVRAN - Yılan derilerinin artıklarından yapmıştım… Çok beğendiysen senin olsun. KADINCIK ANA- (Hediyeyi kabul ederek) Bu deriyi işlemenin inceliklerini de öğrenmek isterim. AHİ EVRAN- Bizim mesleğin derdi çoktur. Eziyeti fazladır. Şu kokunun içinde çalışmak bile ömürden ömür götürür. 264 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI KADINCIK ANA- Âlimlere âlimlik öğreten Nasirüddin Mahmut’un böyle atölyelerde eziyet çekişine akıl yetişmiyor zaten… AHİ EVRAN- Bu bizim işimiz… Çok önceleri ustamızın eteğine yapışmış, o gündür, bu gündür dericiliği meslek bellemişiz. KADINCIK ANA- Şeyh babam melametiliğin hırkasını sırtına geçirdikten sonra dericiliğe başladığını söylüyor. AHİ EVRAN- Ne çok şey biliyormuş şeyhimin kızı? Ben nefsimin terbiyesini deriyi işlerken öğrendim. Başka türlü dünya nimetlerinden kaçması zor oluyor. KADINCIK ANA- Bildiklerini bana da öğret Ahi Evran. AHİ EVRAN- Bu pisliğin içinde çalışmakta kararlı mısın yani? KADINCIK ANA- Şeyhimizin eteğine yapışan zarar etmez. ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /265 BEŞİNCİ SAHNE (Düş ile gerçek arasında bir yer…) (Kadıncık Ana, ejderha görünümlü Ahi Evran’ın etrafında dönen pervane gibidir.) KADINCIK ANA- Ne olduğu bilinmeyen düşlerin birindeymiş Şeyh Nasirüddin Mahmut… Ta Hazreti Muhammet sallallahu aleyhi ve selem efendimizin hayatta olduğu günlere gitmiş ay anam! Bir dolu mübarek insanın arasında, kendini peygamber efendimizin amcası Abbas’ın oğlu olarak bulmuş! Bir tarafında Hak Çalap’a yakınlığıyla tanınan, gök rengi kıyafetler içinde Hazreti Ebu Bekir ve aynı renkteki kıyafetlerle etrafını çevreleyen şeyhler… Bir başka tarafında Gök Çalap’tan korkusuyla tanınan Hazreti Ömer yeşil kıyafetler içinde. Onun çevresinde de müderrisler, kadılar, halifeler… Ak renkli camesiyle, hayâsı dilere destan Hazreti Osman, hatiplerle, hafızlarla ve kalem ehliyle beraber… Kara renkli camesiyle Hazreti Ali, yiğitlerle ve ahilerle… Resul Hazretleri ‘Bir günde, bin kere ciğerini kan eyleyen âdemoğluna ne yaparsın?’ diye sormuş Emirü’l Müminin Ali’ye. O da ‘Bir kişi günde bin kere ciğerini kan eyleyip, gönlümü yıkar ise ben onun hatırını yıkamam’ diye karşılık vermiş. Resul Hazretleri de, ‘Ali’den başka yiğit, Zülfikar’dan başka kılıç yok’ buyurmuş. Her yöne saldıran ejderhalar gibi, Bedir gazasına katılan Şeyh Nasirüddin Mahmut, canını dişine takarak düşmanları korkutmaktaymış. Ağzından alevler çıkarıyormuş. Önüne geleni paramparça ediyormuş. Şeyh Nasirüddin Mahmut’un civanmertliğini gören peygamber efendimiz ‘Sen Ahi Evran’sin!’ diyerek sancak-ı şerifi kendisine vermiş. Onun davranışlarını, sünneti olarak değerlendiren ashap da yadigârlar vermeye başlamış. Bir hurma ağacının gölgesinde onları izleyen Hazreti Muhammet ‘Ya Ali! Sen ne verirsin?’ diye sormuş. Hazreti Ali de ‘Allah’ın emri ve resulünün rızasıyla, kızım Rukiye’yi, amcamın oğlu Sultan Ahi Evran Hazretlerine verdim’ demiş. İkisinin nikâhını 266 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI kıyan peygamber efendimiz, dericilik mesleğinin kuşağını Ahi Evran’ın beline dolamış. O da peygamberimizin izniyle, otuz iki esnaf pirinin kuşağını bağlamış. Ahi kuşağını bağladığı kişiler, Kayseri’nin hatırlı esnaflarındanmış. Haramda gözü olmayan, işinin erbabı insanlar! Hepsinin de sanatı birbirinden farklıymış. Şeyh Evhadüddin Kirmani’ye sadakatle bağlı, fütüvvet ehli otuz iki esnaf... Bu törenin tamamında da Anadolu’ya gelerek Kırşehir’i yurt edinmiş… ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /267 ALTINCI SAHNE (Yıl 1234… Kayseri’deki hanikah…) (Altmışlı yaşlara yaklaşan Ahi Evran rüyasının heyecanını yirmili yaşların başındaki Kadıncık Ana’yla paylaşmaktadır.) AHİ EVRAN - Çok farklı bir rüyaydı Fatma Bacı. KADINCIK ANA- Peygamber efendimizin damadı olmak kimin hoşuna gitmez ki! AHİ EVRAN- Ahi pirliğine beni layık gördüğünü söyleyerek kuşağı belime dolamaya başlayınca dilim damağım kurudu sanki... KADINCIK ANA- Sen zaten dericilerin şeyhisin. AHİ EVRAN- Bu rüyanın özel bir anlamı olmalı… Niye bağlıyorum diğer şeyhlerin kuşağını? Aklım darmadağın… KADINCIK ANA- Aklını kurcalayacak ne var ki? Artık işini gücünü istediğin hale getirdin. Bir de hayırlı tarafından eşini buldun mu, senden iyisi yok… AHİ EVRAN- Sen de evliliğe takıldın ama… KADINCIK ANA- Takılan sensin şeyhim! AHİ EVRAN- Nasıl da sitem dolu sözlerin! KADINCIK ANA- Evlilik hikâyeleri rüyalarına bile girmeye başlamış, daha ne diyeyim ben! AHİ EVRAN- Ahı gitmiş, vahı kalmış hallerimizi güzel rüyalar süslese de gerçekte kimsenin dikkatini çekmez. 268 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI KADINCIK ANA- Sen de babam gibi melâmet hırkasını sırtına geçirmişsin, kendini gizleyebilmek için elinden geleni ardına koymamaktasın. AHİ EVRAN- Biz şeyhimizin yolunu yol bellemişiz Fatma Bacı! KADINCIK ANA- Senin şeyhin Anadolu’ya gelir gelmez, kendine bir kadın bulup evlenmiş ama… AHİ EVRAN- Köle taciri, kötü sözleriyle anacağızını yerin dibine sokmasaydı, başını çevirip bakmaz idi. KADINCIK ANA- Senin gözüne girmek isteyenlerin de tacirleri tarafından yerin dibine sokulması mı gerek? köle AHİ EVRAN- Bu nasıl söz? KADINCIK ANA- Sen yılanların dilinden, sultanların diline kadar her denileni anlayan âlimlerdensin. Şeyhinin kızını anlamakta mı zorlanırsın? Beni de anla işte… AHİ EVRAN- Ya yanlış anlar isem? KADINCIK ANA- Doğru anladığından kuşkun olmasın. Yeri geldiğinde anamdan daha huysuz, yeri geldiğinde lafını dilinin ucunda tutamayacak kadar şirret, yeri geldiğinde ondan da beter olacağımdan korkuyorsan? AHİ EVRAN- Kaygım senden yana değil. KADINCIK ANA- Bu kaygı ne ola ki? AHİ EVRAN- Şeyhimin kızına layık olamamaktan korkarım. (Şeyh Zeynüddin Sadaka’yla birlikte içeri giren altmışlı yaşların sonlarındaki Evhadüddin Kirmani konuşmalara tanık olur.) KADINCIK ANA- Şu Anadolu diyarında senden ala şeyh var mı ola? ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /269 EVHADÜDDİN KİRMANİ- Çok yaşlandığımdan kulaklarım yanlış mı işitmeye başladı, yoksa boynuz kulağı geçmiş, bizim mi haberimiz yok… AHİ EVRAN- (Utangaç) Duyduklarınız Fatma Hatun’un şakacı sözleriydi. ZEYNÜDDİN SADAKA - Bağdat’tan kötü haberler var. AHİ EVRAN- Hayırlar ola şeyhim? EVHADÜDDİN KİRMANİ- Şeyh Şihabüddin Sühreverdi’nin Hakk’a yürümesi an meselesiymiş. Oğlu İmadüddin Sühreverdi’nin, fütüvvet teşkilatının başına geçeceği söyleniyor. Bir an önce Bağdat’a gitmem için haber gönderen Halife el-Mustasim Billâh ise şeyhlerin şeyhliğine beni uygun görmüş. KADINCIK ANA- Bu yaştan sonra dönüşü olmayan yollara mı revan olacaksın? AHİ EVRAN- Ya Anadolu’daki hizmetleriniz? EVHADÜDDİN KİRMANİ- Bundan böyle Anadolu’daki fütüvvet teşkilatının yükü, Şeyh Zeynüddin Sadaka’nın sırtındadır. ZEYNÜDDİN SADAKA- Bu görev Nasirüddin Mahmut’un hakkı değil mi şeyhim? EVHADÜDDİN KİRMANİ- Biz Anadolu’ya konar göçerleri irşat etmeye gelmiştik. O, bununla da yetinmeyerek, eli iş tutan fütüvvet ehlini ahiliğin çatısında toplamayı başardı. AHİ EVRAN- Güzel sözlerinin yükünü taşıması kolay değildir şeyhim. EVHADÜDDİN KİRMANİ- Biz boynuzun kulağı geçebileceğini gözlerimizle gördük. Uluğ Sultan’ımız desteğini esirgemediği sürece ahiliğin sırtı yere gelmeyecektir. 270 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI AHİ EVRAN- Siz olmadan kanatlarımız yolunsa da elimizden geleni ardımıza koymayız. EVHADÜDDİN KİRMANİ- Bunca yıldır dağ, tepe, ova, dere demeden gitmediğim yer kalmadı. Dilimin döndüğünce peygamber efendimizin yolunu gösterip, fütüvvet ahlakını anlatmaya çalıştım. Her yapılan doğru olsa da kadınlarımıza hizmette geri kaldık. Bu eksikliğimizi de Fatma kızımın tamamlayacağına inanıyorum. KADINCIK ANA- Bu sözlerin manası da ne ola? EVHADÜDDİN KİRMANİ- Ahilerin ve fütüvvet ehlinin kadınlarına şeyhlik yapacaksın. KADINCIK ANA- (Gülerek) Hiç kadından şeyh mi olurmuş? EVHADÜDDİN KİRMANİ- Neden olmasın? KADINCIK ANA- Nasıl olsun ki? ZEYNÜDDİN SADAKA- Bir tek sözümü dinlemeden göçüp giden anacığının yükü de sırtında olacak. KADINCIK ANA- Bu yük taşınır tarafından değildir şeyh babam! EVHADÜDDİN KİRMANİ- Zor kısmı yola çıkmaktadır. Geriye kalanı Hakk Teâlâ’nın izniyle kolaylaşır. KADINCIK ANA- Hiç olmazsa başlarken yanımda olsaydın. EVHADÜDDİN KİRMANİ- Küçük Asya’nın dört yanı halifelerimle doludur. Başın sıkıştığında yalnız kalmazsın. İçini rahat tut. KADINCIK ANA- Yolunu, yöntemini söyle hiç olmazsa! EVHADÜDDİN KİRMANİ- Yol atasına akıl vermek haddimize mi? ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /271 ZEYNÜDDİN SADAKA - Sen yolunu hepimizden kolay bulursun Fatma Bacı. KADINCIK ANA- Dik kafalı Türkmen bacılara dert anlatmayı kolay mı sanırsınız? ZEYNÜDDİN SADAKA - Sen de onlar gibi diklenirsin olur biter! KADINCIK ANA- Ne diye gülersin Nasirüddin Mahmut? AHİ EVRAN - Ahi edeplerinin devamına ‘işine, aşına, eşine,’ diye eklersin, tamam olur. KADINCIK ANA- Oldu olacak, Yabanlu Pazarı’na birer tezgâh da biz açalım bari… AHİ EVRAN- Neden olmasın? KADINCIK ANA- Siz gülün bakalım! ZEYNÜDDİN SADAKA dolanır vallahi… Bütün dünyanın tüccarları peşinizde AHİ EVRAN - Çırak, kalfa, usta derken, yayılır gidersiniz Anadolu’ya… KADINCIK ANA- Çok üstüme gelirseniz rahmetli anacığım gibi sayıp dökmeye başlayacağım, haberiniz ola… EVHADÜDDİN KİRMANİ- Rahmetli anacığım deyince… İlk evliliğimi Şeyh Rüknüddin Sücasi’nin kızıyla yapmıştım. Hem şeyhim, hem de kayın pederimdi. KADINCIK ANA- Bu da nereden çıktı şimdi? EVHADÜDDİN KİRMANİ- Dinle hele… O da kendi şeyhi Kutbud- 272 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI din Ebheri’nin kızıyla evlenmişti. Bu silsile onlardan önce de böyleydi, bundan sonra da böyle sürmesini gönlüm arzulamaktadır. AHİ EVRAN- Şeyhim? EVHADÜDDİN KİRMANİ- Sen de halifem olarak silsileyi takip edersen, gözüm arkada kalmayacak Nasirüddin Mahmut. AHİ EVRAN- (Çekinerek) Karar şeyhimindir… KADINCIK ANA- (Mutluluğunu gizlemeye çalışarak) En uygununu şeyh babam bilir… EVHADÜDDİN KİRMANİ- Son söz bana bırakıldıysa, yola koyulmadan nikâhınızı da tamamlayalım… Gelin bakalım, oturun yanı başıma… ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /273 YEDİNCİ SAHNE (Ahi Evran’ın Kayseri’deki evi…) (Elindeki mektupla seyirciye konuşmaktadır.) KADINCIK ANA- Bir anda oluverdim Kadıncık Ana! Ne zormuş baş olmak ay anam! Ben evlendiğim gecenin hayallerini kurarken, babam Bağdat’a, kocam da Şeyh Zeynüddin Sadaka’yla birlikte Konya’nın yollarına revan oldu. Her gece konuklarla uğraşmayı, yemeklerini hazırlamayı, yataklarını toplamayı, çamaşırlarını yıkamayı eziyet sanırdım. Eziyetin feriştahı baş olmaktaymış! Bütün Kayseri’yi omuzlarıma bırakıp gitmişler de haberim yok! Biri ‘Kül kalmamış çamaşır yunmaya’ diye dertlenir. Bir başkası deri işinden anlarmışım gibi ‘Siparişlere göz atıver Kadıncık Anam’, ‘Çırak hasta oldu Kadıncık Anam’, ‘Kalfanın karısı doğurdu Kadıncık Anam’, ‘Ustanın babası öldü Kadıncık Anam’… Ay ki ne ay! Gün bitmediyse bacıları irşat et, halı dokumasını göster, keçe işlemesini öğret… Ahiliğin özü terbiye, her fırsatta bacılarını terbiye et! ‘Yemek yemenin öncesinde ve sonrasında ellerin yıkanması gerekir. Bunun hizmetini verecek olan beline peştamalını kuşanacak. Biri sağ tarafa, öbürü sol tarafa sarkmak üzere beline iki temiz havlu asacak. Bir kimse elini silmek istediğinde, sağ tarafındakine sağındaki havluyu, sol tarafındakine solundaki havluyu uzatacak. Sofra örtüsünü de ‘Ya Allah’, deyip ortalığa savurmayacak. Önce iki eliyle kenarlarını tutacak. Makam sahibinden izin istedikten sonra yere koyarak ve de sonuna kadar yayacak… Yemek yerken de şu rubai kulağınıza küpe ola: Çok yeme, fikirlerin katılaşır, körleşir. / Az ve temiz ye de gözlerin açılsın. / Bütün horlaman çok yemendendir. / Az yemektir horlamanın devası… Bu bacıların ise horlamadan laf açılınca akıllarına yatak düşer. Biri pişkince dudak bükerek ‘Bir haftadır erkeğim arkasını dönüp yatıyor. İki gecede bir üstüme çıkmasına alışmıştım. Oralarımı buralarımı mıncıklamadan uyumazdı…’ diye şikayetlenir. ‘Gözüne, dizine dursun kuduruk bacım! 274 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI Nikâhımın üstünden bir yıldan fazla geçti. Daha erkeğimle aynı yatağa girmek nasip olmadı. Bu türden halleri aklıma düşürmenin âlemi var mı ola?’ diyemezsin. Başlarsın kocayla halvet olmanın edeplerini sıralamaya… ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /275 SEKİZİNCİ SAHNE (Yıl 1237... Konya sarayı…) (Ahi Evran genç şehzade Giyasüddin Keyhüsrev’e ders vermektedir.) GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- Söylenenler doğru mudur? AHİ EVRAN- Ne söylediklerini bilmeden nasıl yanıt vereyim şehzadem? GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- Canını sıkanlara yılan gibi göründüğün dillerde dolanır. AHİ EVRAN- Her daim canımı sıkacak işlerle uğraşmaktasınız, gözünüze yılan gibi göründüğüm oldu mu? GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- Çoğu zaman yılanların diliyle konuştuğunu biliyorum. AHİ EVRAN- Uluğ Sultan’ımızın veliahdına, haksızlık yaptığını söylemek haddimizi aşar. GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- İç surların öteki tarafındaki atölyende yılan derilerini rengârenk işliyormuşsun. AHİ EVRAN- El verdiğim ahiler de yakında aynısını yaparlar. GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- Bu yılancılık bilgisi nereden gelmektedir Hoca Nasirüddin? AHİ EVRAN- Tıp ilmine İbni Sina kadar vakıf olamasam da yılanlar hakkında yazdıklarını anlayabilen âlimlerdenim. GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- Ben de ağularıyla ilgileniyorum. AHİ EVRAN- O halde yılan ağusunu def etmede yine yılanların kullanıldığını da biliyorsunuzdur. 276 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- Öyle mi oluyor? AHİ EVRAN- Bunun için ilmin gerektirdiği ölçü ve usulle yılanı avlamak gerekir. Âlim kişiler, baş ve kuyruk tarafından bir miktarını kesip atar. Kalan kısmını belli maddelerle kaynatarak, tıp ilminin kurallarına uygun bir panzehir imal eder. Bununla da yılanın ağusu vücuttan def edilir. GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- Çok ilginçmiş! AHİ EVRAN- Bu işin nasıl yapılacağını bilmeyen ise bilge kişilerin maksadını anlayamaz. Yılanın güzel renklerine cahilce elini uzatır… GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- O cahillerden değilim ben! AHİ EVRAN - Tıp ilmine merakınızı çoğaltmak isterseniz,‘Kitabü’l-afai’ adındaki eserimde, yılanlar hakkında aradığınız bilgileri bulabilirsiniz. GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- Sen alışmışsın sabah akşam demeden anlatmaya. Karşındakinin dinlemeye niyeti var mı, dinledikleri eziyete dönüşüyor mu, umurunda değil… AHİ EVRAN- Sultan soyunun eğitimi için Kayseri’deki düzenimi bırakıp Hanikah-ı Lala’nın başına geçtim. Bu da yetmezmiş gibi Konya’daki tanınmış ailelerin eğitim gördüğü Hanikah-ı Ziya’nın şeyhliği de benim sırtımda. Dar-ül Mülk’e hizmetlerimin karşılığı olarak dersimizin tadını kaçırmayalım. GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- O halde niye mutsuz geçiyor zaman? AHİ EVRAN- Dün gece içkiyle fazla haşır neşir olduğunuzdan olmasın? GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- Haddini bil Hoca Nasirüddin! AHİ EVRAN- Siz de bilin şehzadem! ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /277 GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- Bu nasıl söz? AHİ EVRAN- Eğer Uluğ Sultan’ımızın ricası olmasaydı, ne siz bana öğrenci olabilirdiniz, ne de ben size hoca… GİYASÜDDİN KEYHÜSREVgeçeceğimi unutma. Babamdan sonra Selçuklunun başına AHİ EVRAN- O günler geldiğinde düşünürüz bunları. GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- Ben yine de yaptıklarını unutmayacağım! AHİ EVRAN- Çok fazla hafızanıza anlatacaklarımı aklınızda tutun. güveniyorsanız, bugünkü GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- Yine hangi saçmalıklarla zaman öldüreceğiz? AHİ EVRAN- Türk ve İslam âlimlerinden İbni Sina… GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- Hey Ya Rabbim! AHİ EVRAN- Tıp âlimini yeterince tanısaydınız, böyle üfleyip, püflemezdiniz… GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- Beni doktor mu yapacaksın? AHİ EVRAN- Onun eserlerini keyifle okuyan sultan babanız özellikle tanımanızı istiyor. GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- Ok atmasını ya da mızrak savurmasını bilen âlimleri anlatsana. AHİ EVRAN- İyi bir savaşçı olmanız için vezirimiz Sadüddin Köpek, devlet işlerini bir köşeye bırakmış, sizinle özel olarak ilgileniyor zaten. 278 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- Çok fazla kılıç sallamaktan da hoşlanmıyorum. Birkaç hareketten sonra kollarım yoruluyor. Şu istilacı Moğollara da şaşıyorum zaten. Can almak güzel ama önlerine geleni doğrarlarken üstleri başları kan içinde kalıyordur. Kuruyunca kötü kokar. Sinekler peşlerini bırakmaz. AHİ EVRAN- Can almanın kötülükleriyle zaman yitireceğimize, hayat kurtarmanın erdemlerine dönelim. GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- Yine mi İbni Sina? AHİ EVRAN- Bu tıp âlimini farklı kılan, Yunan filozoflarına merakıdır. GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- Sen de çok seversin onları! AHİ EVRAN- Siz de sevmeye başlasanız iyi olur. GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- O mıymıntılar bana göre değil. Varsa yoksa vavaylavü laklaka! Ben Büyük İskender gibi zaferden zafere koşanları seviyorum! AHİ EVRAN- Uluğ Sultan’ımız gibi… GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- Babamdan da geçmiş artık. Onun yerinde olsaydım, ordularımın başına geçmiş, Cengiz Han’ın çocuklarını tarihin sayfalarından silmiştim. AHİ EVRAN- O günleri görmeye vademiz yeter inşallah! GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- İnanmıyor musun bana? AHİ EVRAN- Biz yine dönelim İbni Sina’ya. GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- Be hey Hoca Nasirüddin! Büyük İskender Gordion’un kör düğümünü ikiye bölerken, İbni Sina’nın kitaplarını mı okumuş? ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /279 AHİ EVRAN- Aristoteles’in öğrencilerinden sayılan İskender’i anlattığım derslerde de mutsuzdunuz. Büyük GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- Sen sorumu yanıtla hele. AHİ EVRAN- Aralarında bin üç yüz yıl var. GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- Demek ki İbni Sina’yı okumadan da dünyanın hâkimi olunuyormuş. AHİ EVRAN- O da Yunan felsefecilerini ezbere bilirdi. GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- Yine gözlerini bulutlara kıçından laf uyduran filozoflara döndürdün konuyu! dikip, AHİ EVRAN- Dedenizin fethettiği Sinop’ta doğan bir filozof var. Adı Diyojen… GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- Dedem Diyojen’i savaşta perişan etmemiş miydi? AHİ EVRAN- Siz Malazgirt Meydanı’nda yenilen Bizans İmparatoru’yla karıştırıyorsunuz. Bu Sinoplu filozof İsa peygamberden önce dörtyüzlü yıllarda yaşamış. Tüm dünya nimetlerinden uzaklarda yaşamını sürdürebilen nadir filozoflardan biridir. GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- Yere Evhadüddin Kirmani gibi… ve göğe sığdıramadığın Şeyh AHİ EVRAN- Bir fıçının içinde geçirmiş bütün ömrünü. GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- Bu şeyhinden de betermiş! AHİ EVRAN- Onun yaşadığı Korint topraklarını istila etmiş Büyük İskender, ününü duyduğu için de ziyaretine gitmiş. GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- Fıçının olduğu yere mi? 280 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI AHİ EVRAN- Evet… GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- Ayağına çağırmamış yani? AHİ EVRAN- Büyük İskender fıçıya eğilip, ‘Benden istediğin bir şey var mı?’ diye sormuş, Diyojen de ‘Işığımı kesme yeter!’ diye karşılık vermiş. GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- Bak sen hamam böceğine! Tez elden ikiye bölmüştür küstahlığının bedeli olarak! AHİ EVRAN- ‘Ben eğer Büyük İskender olmasaydım, Diyojen’in yerinde olmak isterdim,’ diyerek büyüklüğünü göstermiş diye yazıyor kitaplar. GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- Ben ise Büyük İskender’den başkası olmak istemezdim. AHİ EVRAN- Bunun için de Büyük İskender’in okuduklarını okumanız, bildiklerini bilmeniz gerekir. GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- İbni Sina’dan vazgeçtik yani… AHİ EVRAN- La Havle Vela Kuvvete İlla Billahil Aliyyil’Aziym! ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /281 DOKUZUNCU SAHNE (Ahi Evran’ın Kayseri’deki evi…) (Elindeki mektupla seyirciye konuşmaktadır.) KADINCIK ANA- Konar göçerlerin inatçısı da katırdan betermiş ay anam! Kuş uçmaz kervan geçmez yerlerde, Şeyh Evhadüddin Kirmani’nin adı dolanır ya! Bu inatçı ekinci de babamın adını işitip, mübarek ramazanın son günlerinde, ahıra girer gibi daldı meclisimizin ortasına. Biz Diyarbakır seferi için askerlerin eğerlerine keçe yetiştirmenin derdiyle kıvranmaktayız. O da Şeyh Evhadüddin Kirmani’ye ya da halifelerinden birine irşat olmanın derdine düşmüş. ‘Ben şeyhin halifelerinden sayılırım’ deyince eğlendiğimi sandı. ‘Anadolu Bacıları’nın piriyim’ diye devam edince de küfürler savurdu. Kısa yoldan anlamayınca oturttum karşıma, başladım anlayacağı dilden konuşmaya… ‘Bak hele Türkmen kocası, ebced-i tarikat denilen fütüvvet ahlakının nasıl kazanılacağını on iki nefeste anlatayım: Bir fütüvvet gönüllüsü, ruhlar âlemindeki tarlasını sahibine itaatkâr öküzün sessizliğinde sürmeli, buraya sevgisinin tohumlarını ekmeli, Gök Çalap için dökeceği gözyaşlarıyla sulamalı, gözlerden uzaklarda filizlenmesini beklemeli, açlık ve susuzluk düşünmeden ektiklerini biçmeye başlamalı, hizmet aşkıyla harman eylemeli, marifet mahsulünü sabırla dövmesini becermeli, şevkle gökyüzüne savurmalı, adım adım tahrikât basamaklarını tırmanarak öğütmeli, rahmet suyuyla hamura dönüştürmeli, muhabbetin tandırında kızdırmalı ve de çileyle pişirmeli… On iki nefese erdirdik mi tamamını? Var mı anlamadığın nefes?’ O aksakallı ‘Şeyhim!’ diye ellerime kapanmış, bacılar kikir kikir karşımızda kikirderken, Şeyh Nasirüddin Mahmut’un çelebilerinden biri saygıyla kapının eşiğinde belirdi. Eli elime, teni tenime dokunmasa da hasretini çektiğim, ne zaman dönecek diye yolunu gözlediğim erkeğimi karşımda görür gibi oldum. Altmışındaki heriften ne bekliyorsun diyenler haksız sayılmaz… Haklı da değil ama… 282 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI Ruhunda ruhumu, aşkında aşkımı bulduğum şeyhimin kolları arasında uyumayı, teninin kokusunu içime çekmeyi istemek çok mu fazla? Neyse, düşündükçe içim bir hoş oluyor zaten… Bir mektup yollamış surların dışındaki Sultan Alaüddin Keykubat’ın ordugâhında olduğu halde… Son aylarda çok yorulduğunu yazmış mektubunda. Ulu Sultan’ı sefere gönderdikten sonra uzunca bir zaman… Özellikle yazmış uzunca bir zaman diye… Bir de yanında öğrencilerinin olmayacağını eklemiş… Baş başa evimizde dinleneceğimizi, bana zahmetler vereceğini, zahmetlerinden dolayı önceden özür dilediğini uygun bir dille yazmış… Eh, mürekkep yalamış âlimlerden ne de olsa… ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /283 ONUNCU SAHNE (Yıl 1237… Ahi Evran’ın evi…) (Ahi Evran gerilim içinde evine girer.) AHİ EVRAN- Bu olmamalıydı, böyle yapılmamalıydı, yazık oldu sultanımıza… KADINCIK ANA- Dur hele… Sakin ol… AHİ EVRAN- (Kendi kendine) Gün boyu neşesi yerindeydi, Celalüddin Karatay’la çevgen oynamış, mızrak savurmuştu… Hiç iyi olmadı, hiç… KADINCIK ANA- Bir kaza mı oldu? AHİ EVRAN- Uluğ Sultan’ımızı dar-ı arasında yemek yerken ağuladılar… dünyanın sahipleri KADINCIK ANA- Ne? Nasıl yani? Çeşnicibaşı ne güne duruyormuş? AHİ EVRAN- Bu işte onun da parmağı var. Çorbadan sonra elleriyle parçaladığı kuş etini sultanın önüne bırakmıştı. Bir lokma aldı kuştan, ikincisini yiyemeden bakışları değişiverdi… KADINCIK ANA- Tek tek anlatsana! AHİ EVRAN- Ben yanı başımda oturan Celalüddin Karatay’ın uyarısıyla durumu fark ettim. Yanına gidene kadar da ağulandığından emin oldum. Ne güçlü bir zehir ki, cümle âlemin deviremediği gövdesini sıtmaya tutulmuşçasına sarsmaktaydı. Çok geçmeden dili şişmeye başladı, söyledikleri anlaşılmaz oldu. Çaresizlik içinde bana bakıyordu! Aceleyle Keykubadiye Sarayı’na götürdük. Ne yaptıysak çare olmadı Fatma Hatun, gözlerimin önünde solup gitti… KADINCIK ANA- Kim yapmış olabilir ki? 284 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI AHİ EVRAN- En büyük oğlu Giyasüddin Keyhüsrev taht elinden gidecek diye korkmuş olmalı… KADINCIK ANA- O, sultanın veliahttı değil miydi? AHİ EVRAN- Ulu Sultan bayram törenleri sırasında oğluna çıkışıp, artık akıllanmayacağından emin olduğunu söylemişti. Onun yerine de Eyyubilerin soyundan gelen oğlunu veliaht ilan etti. Bütün ulemaya da vasiyetini yerine getirmeleri için Kur’an’a el bastırıp, yeminler ettirdi. KADINCIK ANA- O oğlu çok küçük değil mi? AHİ EVRAN- En doğrusunu yaptı! KADINCIK ANA- Neden öyle söylersin ki? AHİ EVRAN- Uluğ Sultan kararını açıklamadan önce düşüncelerimi sormuştu. KADINCIK ANA- Sen konuşmuşsundur! de ümeranın önünde lafını sakınmadan AHİ EVRAN- O şehzadeyi yetiştiren benim! Selçuklu hanedanlığına yakışır bir sultan olması için elimden geleni yaptım. O ise yarı bozuk aklını başına devşirmedi. Ben de kendine bile hayrının olmayacağını açıkça dile getirdim. KADINCIK ANA- Boş yere dememişler Hoca Nasirüddin Mahmut eşeğine ters tarafından biner diye! AHİ EVRAN- Her vakit sarhoş, hiçbir vakit laf dinlemez. Sabahlara kadar eğlenerek Selçukluya sultan olunmaz Fatma Hatun! KADINCIK ANA- Sarayların duvarları soğuğu durdurur, yer sarsıntılarına direnir ama laf taşıyanların karşısında güçsüz kalır… Selçuklunun şehzadesini karşına almakla iyi etmemişsin. ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /285 AHİ EVRAN- O şehzadeyi başımıza sultan yaptılar. KADINCIK ANA- Ne? AHİ EVRAN- Duydun işte! KADINCIK ANA- Kur’an’a el bastılar demiştin? AHİ EVRAN- Ulu Sultan’ın cenazesi Konya’daki ecdatlarının türbesine gönderilmeden, Giyasüddin Keyhüsrev’i saraya getirdiler. Yas kıyafetleri üstündeyken ellerinden tutup, tahta çıkardılar… KADINCIK ANA- Taziye tamamlanmadan mı? AHİ EVRAN- Çok yakında cülus şenliklerine başlayıp, Giyasüddin Keyhüsrev’in şerefine zindanları boşaltırlar. KADINCIK ANA- Karşı koyan çıkmadı mı? AHİ EVRAN- Bu işin arkasında Sadüddin Köpek var. Muhalefet edeceklere fırsat vermemek için Meydan Kapısı’nın dışındaki kapıları kapattırdı. Tüm emirlere ve Harizm beylerine sarayda sadakat yemini ettirdi. Onunla da yetinmeyerek eyvanda bulunan kalabalığın huzurunda Kur’an’a el bastırdılar. KADINCIK ANA- Tam da Diyarbakır seferinin öncesi! AHİ EVRAN- Yeni Selçuklu sultanı taziyeleri kabul etmeye başladı bile… matem elbiseleriyle KADINCIK ANA- Ulu Sultan’ın ağulandığı dillerde dolaşmaya başlayınca, uçlarda yaşayan konar göçerleri dizginlemek kolay olmayacak. AHİ EVRAN- Bu çocuk Selçuklunun başına büyük dertler açacak, biliyorum ben… Zaman yitirmeden Şeyh Zeynüddin, Sadaka’ya haber vermeli, Türkmen babalarıyla oturup konuşmalı… 286 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI KADINCIK ANA- Bu isyan demek! AHİ EVRAN- Ahi ocakları sözümüzden dışarı çıkmaz çok şükür! Dede Garkın’ın, Baba İlyas Horasani’nin, Hacı Bektaş’ın peşinde yürüyecek fazlaca insan var. Molla Hüdavendigar’ın da sözü dinlenir… KADINCIK ANA- Sen bir müderrissin Nasirüddin Mahmut… Bir âlimsin. Bir ticaret erbabısın. Ağzından dökülenlerse devlet erkânındakilerin sözlerine benziyor. AHİ EVRAN- Aynı zamanda, demircisinden bakırcısına, dokumacısından dülgerine kadar otuz iki ahi ocağındaki şeyhlerin şeyhiyim! KADINCIK ANA- Bu insanların, dudaklarından dökülecek sözlere bakması beni korkutur ya! AHİ EVRAN- Ahi ocaklarında haksızlığın karşısında dik durmayı öğütlerken, kendi başımızı nasıl eğeriz? KADINCIK ANA- Bir yanım yaşanacak felaketlerden korkar, diğer tarafım ise Uluğ Sultan’a yapılan haksızlığın bedelini ödetmekten yanadır. AHİ EVRAN- Umarım güç yeter haksızlığa… ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /287 ON BİRİNCİ SAHNE (Ahi Evran’ın Kayseri’deki evi…) (Bir dokuma tezgâhının başındaki Kadıncık Ana seyirciyle konuşmaktadır.) KADINCIK ANA- Yer yerinden oynamakta ay anam! Uluğ Sultan’a yapılan haksızlık içten içe kavrulan Anadolu ateşine dönüşüverdi. Bir kefen bezinden fazlasında gözü olmayan Şeyhlerin Şeyhi de böyle bir zamanda, Hakk Çalap’ın rahmetine kavuştu. Son yolculuğunda yanında olamasak da kendine yakışır bir törenle defnedildiğini cümlemizin kulağına ulaştırdılar. (İçinden gelen bir rubaiyi hüzünle okur.) Senin aşkın gönlümden daha hoş bir gam evi bulamadı. Senin mumum benim gibi coşkulu bir pervane bulamadı. Akıl dalgıcı varlık denizine atladı da, Hiçbir sedefte senden büyük inci tanesi bulamadı… (Kendini toplamaya çalışır.) Bu dünyanın hırslarını yoluna rehber belleyen Sadüddin Köpek’in, kefen bezi bulamadan terk-i diyar eyleyişinin ibreti âlem hikâyesini sorma gitsin… Bir Türkmen ailenin evladı olarak Selçuklu sarayına gelmiş. Aklı, bilgisi ve cesaretiyle Ulu Sultan’ın katında kendine makam bulmuş. Hem savaşta hem de barışta yararlılıklar göstermiş. Onun becerisiyle Kubadabad Sarayı dillere destan bir hal almış derken, başlıyor akılsız başın acıklı hikâyesi… İlk fırsatını bulduğunda Ulu Sultan’ın canı karşılığında Giyasüddin Keyhüsrev’e dar-ül Mülk’ün yolunu açıyor. Ok yaydan çıktıktan sonra da devlet erkânının birer birer canına kast ederek vezirlik makamına kadar yükseliyor. Dursun artık! Yeter değil mi? Ne gezer ay anam! Şeytani yalanların bini bir para! Bir gece annesinin saraya konuk geldiğini, şimdiki sultanın dedesiyle geceyi 288 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI geçirdiğini, ondan hamile kaldığını ve kendisinin dünyaya geldiğini çevresine fısıldamaya başlamış. Hanedan soyundan geldiğini, o nedenle de Selçuklu tahtında hakkının olduğunu iddia ediyormuş. Bu uyduruk hikâyesine kimin inanacağı bilinmez ama Sultan Gıyaseddin can korkusuyla harekete geçmiş. Kubadabad Sarayı’nda tuzağa düşürdüğü vezirini ipsiz sapsız takımının kılıç darbeleriyle parçalatmış. Ölümü de kolay olmamış diyorlar. Can havliyle ellerinden kurtulmaya çalışmış. Kapının önünde yeniden yakalayarak arkası arkasına kılıçlarını indirmişler. İnim inim inlemiş! Sürüm sürüm sürünmüş! Bir kafesin içindeki parçalanmış cesedi günlerce halka teşhir edilmiş. O kafesin asılı olduğu yerden düşmesiyle bir gariban daha canından olmuş. Konya’da yaşayanlar ‘Öldü gitti ama ölüsü bile can almaya devam ediyor’ diye kötülüklerini anmaya devam etmişler. O kadar şan şöhret, bir parçacık kefen bezine sarılıp gömülmeye bile yetmemiş vesselam… ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /289 ON İKİNCİ SAHNE (Yıl 1240… Konya zindanları…) (Altmışlı yaşların ortalarındaki Ahi Evran demir parmaklıkların ardındaki hücresindedir.) ZİNDANCI- Son zamanlarda yemeklerimizin tadına bakmaz oldun Hoca Nasirüddin? AHİ EVRAN- Pek yiyesim gelmiyor. ZİNDANCI- Her çarşıya çıktığımda ahiler seni soruyor, ‘Pirimize iyi bak,’ diyerek üstü kapalı gözümü korkutuyorlar. AHİ EVRAN- Hala ahilerden mi sorulur çarşıların düzeni? ZİNDANCI- Eskisi kadar olmasa da birkaçının sözü dinlenir. AHİ EVRAN- Bilir misin adlarını? ZİNDANCI- Çok yaklaşmam korkumdan! AHİ EVRAN- Ahi ocaklarına yolu düşenlerden kimselere zarar gelmez. ZİNDANCI- Ahi ve Türkmenleri zindanlara dolduranlar sanki bizmişiz gibi pek hoş gözle bakmazlar. Biz de onlar gibi ekmeğimizin peşindeyiz ahi babam! Bakma böyle insan azmanı olduğuma, yüreğim yumuşaktır. Eve gittiğimde kadınım bağırıp çağırmaya başlar. Bebeler üstüme üşüşür. Bir laf etsem, bin ah işitirim… AHİ EVRAN- Çocuk umuttur zindancı! ZİNDANCI- Bir gün babaları gibi zindancı olduklarını da görürüz inşallah… 290 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI AHİ EVRAN- Niye zindancı olsunlar? ZİNDANCI- Tek bildiğim budur, başkası aklıma gelmez… AHİ EVRAN- Okusunlar, adam olsunlar… ZİNDANCI- Senin gibi eşeğe tersinden binip, peşindeki öğrencilere ders anlatan âlimlerden olsunlar, he mi? AHİ EVRAN- Onu da kim uydurmuş? ZİNDANCI- Bütün zindancılar öyle söylüyor. AHİ EVRAN- Aralarında eşeğimin peşinde dolanarak derslerimden nasiplenen var mı? ZİNDANCI- Yok… AHİ EVRAN- Eşeğim buralarda da değil? ZİNDANCI- Suçu senin kadar ağır olmadığındandır. AHİ EVRAN- Bu zindana çok mu gelip gider âlimler? ZİNDANCI- Geleni çok olsa da gideni az sayılır. AHİ EVRAN- Niye öyle dersin ki? ZİNDANCI- Daha önceden hiç zindan görmüşlüğün var mıydı? AHİ EVRAN- Bir zamanlar Kayseri’de kadılık yapmıştım. Çok âdemoğlunu zindana gönderdim ama benim için burası ilk… ZİNDANCI- Sizin gibi mürekkep yalamışlara zindanlarımızın havası iyi gelmez. Çabuk soldurur insanı… Hele yetmişinden sonra zindana düşenin… ZİNDANCI BAŞI- (Uzaktan) Zindancı! ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /291 ZİNDANCI- Emret zindancı başı! ZİNDANCI BAŞI- Sultan Giyasüddin Keyhüsrev zindanımıza şeref vermiştir. Kilitler açıla, engeller kaldırıla! ZİNDANCI- Emrin olur zindancı başı! AHİ EVRAN- Bu sultan öğrencilerimdendir. Sor bakalım, eşeğin peşinde ders dinlemişliği var mıymış? ZİNDANCI- Sus canını sevdiğimin hocası! Seninle konuştuğum işitilirse, acımaz, alır kellemi… (Sultan Giyasüddin Keyhüsrev yanındaki kalabalıkla birlikte Ahi Evran’ın hücresine yaklaşır.) İZZÜDDİN KEYKAVUS- Hiç de dillerinde dolandırdıkları ejderhaya benzemiyorsun Hoca Nasirüddin! Bir ejderha olsaydın, zincirleri parçalar, ağzından çıkardığın alevlerle demirleri eritirdin. AHİ EVRAN- Çok şükür Hakk Teâlâ’nın ölümlü kullarındanım. GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- Bir yılan arasından sıyrılıp gitmiştin zaten… olsaydın, zincirlerin AHİ EVRAN- Ders almaya geldiysen şimdilik uygun değilim. GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- Bir fütüvvet erbabı gibi yetiştirmek için yeterince uğraşmadın mı? AHİ EVRAN- İşe yaramadığını görüyorum. GİYASÜDDİN KEYHÜSREV - Ahi kuşağını belime dolayıp, esnafların arasında dolaştırmana az kalmıştı. AHİ EVRAN- O kuşağı baban da, deden de gururla taşıdı. 292 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- Pis kokulu, kara libaslı dağlılarla aynı kuşağı taşımamaktan şikâyetçi değilim. AHİ EVRAN- Oğuz atanın soyunu küçümsemek Selçuklunun sultanına yakışmıyor. GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- Göçerlere medeniyeti öğretmek için çok uğraştınız ama olmadı işte! AHİ EVRAN- Su yolunda akmaktaydı… GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- Bir sultana bile nasıl davranacağını öğrenemeyen göçerler, şimdi de isyan peşinde! AHİ EVRAN- Suyun önünde durmaya kalkışanlar, şiddetiyle de uğraşmak zorundadır. GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- Ben dünyanın sahibi Giyasüddin Keyhüsrev’sem, ‘Dur!’ dediğim yerde sular durmalı, ‘Ak!’ demeden yerinden kıpırdamamalı! AHİ EVRAN- Sultanlığın gücü, babanızın yaptığı gibi yolunda akmasını sağlamaktan geçer. GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- Kıl çadırlıların dertleriyle uğraşmaktan bıktım artık! AHİ EVRAN- Can derdindedir hepsi de… GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- Cengiz hanın soyuyla savaşacaklarına, sultanlarına asilik yapmaktalar! AHİ EVRAN- Ulu Sultan’ın yolundan gitseydiniz… GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- Bu yüzdendir iflah olmaz şımarıklıkları! AHİ EVRAN- Anadolu’nun yeni sahiplerini hoş görmek gerek! ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /293 GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- Oh… Ne ala! Her istedikleri yerde sürülerini otlatacaklar, ‘Bu topraklar sultanındır’ denildiğinde ‘Her yer Gök Çalap’ındır’ diye itiraz edecekler… Ya nerede kaldı bizim sultanlığımız? AHİ EVRAN- Emeklediğin günleri hatırlarım Sultan Giyasüddin… Birkaç adım atamadan, yere devrilmekteydin. Ulu Sultan’ımız yardımcı olmaya çalıştığında da sakalına yapışırdın. Engel olmaya çalışanlara, ‘Zamanı geldiğinde öğrenir nasıl olsa.’ derdi rahmetli sultanımız da… GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- Ne olmuş yani!? Benim şehzadelerim de aynısını yapıyor. AHİ EVRAN- Bu göçerlerin de yeni doğmuş çocuklardan farkı yok. GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- Yine başladın kelime oyunlarıyla kafamın içini bulandırmaya! Laf dinleyeceğine, laf anlatmaya çalışıyorsun! AHİ EVRAN- Doğru bildiğimi söylemekteyim. GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- Bunun için mi Sadüddin Köpek’le birlik olup, canımı almak istediniz? AHİ EVRAN- Bu söz beni yaralar işte! O ahlak yoksununu, babanızı ağulattığı ve vasiyetini yerine getirmediği günden beridir düşman belledim. GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- Yine de önümü kesmesi için desteğinizi eksik etmediniz. AHİ EVRAN- Ulu Sultan’ımızın canına göz dikenlerin hepsine düşmanız! GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- Böyle sözlerle beni mi suçlamaktasın? 294 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI AHİ EVRAN- En azından babanızın vasiyetine uymayarak, Sadüddin Köpek’in suçuna ortak oldunuz. GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- Sus be bunak adam! Daha fazla zorlayarak, başını gövdenden ayırmama neden olma! AHİ EVRAN- Ölümün acısı zindanlarında yaşadıklarımdan daha hafif kalır! GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- Taş duvarların arasında geberip gitmenin zamanı yakındır hoca efendi! AHİ EVRAN- Ben gelmişim yetmişine, ölümden korkacağım yılları çoktan geride bırakmışım. Sen ise yirmisinde bile değilsin, ölümden korkacaksan sen kork! GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- Göçerleri başımıza musallat edenin, Baba İshak Horasani olduğu söyleniyor. Ben ise yılanın başının sen olduğunu biliyorum, Ahi Evran! AHİ EVRAN- Hem beni, hem onu, hem de suçlayabileceğin bütün Türkmenleri zindana tıktırdın. Yine de göçerlerin öfkesini kesememişsin. GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- Bir süredir Baba İlyas’ın peşindeki çapulcularla uğraşıyorum. AHİ EVRANŞeyhlerini sindirememişlerdir. zindana attırmanı içlerine GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- Üç beş Türkmen diye yaptıklarını önemsememiştim. Karşılarına diktiğim askerleri dağıtarak, Amasya üstüne yürüdüler. AHİ EVRAN- Baba İshak Horasani’yi kurtarmaya gidiyorlardır. GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- Bunu bildiğimden, Armağan Şah’ın askerlerini Amasya’ya gönderip, sahte peygamberi idam ettirdim. ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /295 AHİ EVRAN- Sen isyanın ateşini iyice körüklemişsin! GİYASÜDDİN KEYHÜSREV- Bu konar göçerlerin aklı bir garip! Gözlerinin önünde idam edildiği halde, öldüğüne inanmamışlar. ‘Gök Çalap’tan yardım istemeye gitti, geri gelecek.’ diyerek askerlerimize saldırmışlar. Armağan Şah’ı şehit ederek, Konya üstüne yürümeye başlamışlar. AHİ EVRAN- Yaptıklarının hesabını sormaya geliyorlardır! GİYASÜDDİN KEYHÜSREV - Ben ise yılanın başını kurtarmaya geliyorlardır diye düşünmüştüm. Aralarında Evhadüddin Kirmani’nin deli kızı da varmış diyorlar. Dua et de doğru olmasın! 296 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI ON ÜÇÜNCÜ SAHNE (Malya Ovası’nda bir yer…) (Kadıncık Ana Babailer isyanını yaşarcasına anlatmaktadır…) KADINCIK ANA - Göçmen kuşların hikâyesini Nasirüddin Mahmut’tan dinlemiştim ay anam… Bu kuşlar Oğuz illerinden sökün eden konar göçerler gibi durdukları yerde durmazmış. Bir dağdan öteki ovaya, vadilerden vadilere uçuşur, dünyayı dolaşırlarmış… Ben de ahi şeyhleri ile Türkmen babaları arasında Konya semalarına kanat çırpmaktayım. Binlerce yıldır Küçük Asya’da yaşayanlarla, Acem’iyle, Arap’ıyla, Kürt’üyle, Ermeni’siyle, cümle âlem su olmuş akıyoruz… Bu arada Selçuklu Sultanı’nın, Beyşehir’deki Kubadabad Sarayı’na çekildiği söyleniyor. Yol boyunca Nasirüddin Mahmut’umun yüzünü hayal ettim. Kolu kanadı kırılmış erkeğime kavuşmanın zamanı yaklaştığından kıpır kıpır yüreğim! Gözün görebildiğince uzanan Malya ovasına vardığımızda cennetin önündeki yeşillik sanmıştık. Pınarların taşıdığı sular, bozkırı bataklığa dönüştürmüş. Sakarca kazı, suna, angıt, çamurcun, sakarmeke… Kuş sesleri kurbağaların varaklamalarına karışmış. Gölün çevresinde beslenen toyun dar-ı dünya umurunda değil. Karşı taraftaki adalarda kuluçkaya yatan farklı türde martılar gözlerden uzakta kalmayı tercih etmiş. Su kuşları kalabalık gruplar halinde oynaşmakta. Flamingo, ak pelikan, kaşıkçı, küçük akbalıkçıl, macar ördeği, uzun bacak… Meraklı olanları üstümüzde uçuşarak çığlıklar atıyor. Kılıç gaga, mahmuzlu kız kuşu, gülen sumru… Yolumuz Konya olmasa, burada yaşa, burada öl… Orada yalnızca ölümün olduğunu, Selçuklu ordusunu karşımızda görünce anladık. Askerlerin çoğu bizler gibi, Oğuz soyundan! Pek savaşmaya niyetlerinin olmadığını anlayan komutanları, demir donlu şövalyeleri ön saflara dizmiş. Haç yapmışlar yüzlerine! Canımızı almak için emir bekliyorlar! Bir anda birbirimize karıştığımızda, bir baldırı çıplağa, on silahlı cengâver, dayan dayanabilirsen! Ardı arkası kesilmiyor Selçuklu askerlerinin… Ne olduğunu anlayamayan ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /297 rengârenk kuşlar, ölümün seslerinden ürküp, yükseklere kanat çırptı. Kızıla boyandı batmaya yüz tutmuş güneş! Ne kan rengi bataklığa döndü, ne de yumurtalarını bırakıp başka diyarlara göç edebildi göçmen kuşlar! Öylece havada uçuştular, Malya ovasındaki nefretin ateşi sönene kadar… 298 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI ON DÖRDÜNCÜ SAHNE (Yıl 1243… Konya zindanları…) (Ahi Evran demir parmaklıkların ardındadır.) ZİNDANCI- Şu benim oğlan, akıllı mı akıllı, maharetli mi maharetli, taşı sıksa suyunu çıkaracak alimallah… AHİ EVRAN- Hakk Teâlâ sevdiklerine bağışlasın. ZİNDANCI- Bu evladımın eli sanata da yatkındır şeyhim, yiğitlerinizin arasına katıverseydik hayrına olurdu. AHİ EVRAN- Bu işlerin usulü var, erkânı var. ZİNDANCI- Olmazsa eksik olur zaten. AHİ EVRAN- Bir yol atası, iki de yol kardeşi bulsun, sonra da otursun ahi babanın karşısına… ZİNDANCI- O ahi tadından yenmez. babası Şeyh Nasirüddin Mahmut olursa, AHİ EVRAN- Bu halimizle zindanı mahfil belleyip, yiğitlik töreni yapacak halimiz yok ya? ZİNDANCI- Her sözde bir mekân, her mekânda söylenecek bir söz bulunur. Sen destur ver yeter ki… (Zeynüddin Sadaka, elindeki su ve süpürgeyle, rütiellere uygun olarak yanlarına gelir.) AHİ EVRAN- Şeyh Zeynüddin? ZEYNÜDDİN SADAKA- Allahın selamı üzerine olsun, ey şeriat ve tarikat ashabı! Allahın selamı üzerine olsun ey şedd, ahd ve vefa ehli! Allahın selamı üzerine olsun ey mürüvvet, kerem ve cömertlik ehli! ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /299 AHİ EVRAN- Bu uğursuz yerde işin ne? ZEYNÜDDİN SADAKA- Genç talibin muradı yiğitlerin arasına katılmakmış. Nakipliğini yapmamı isteyince fırsat bilip seni görmeye geldim. Yiğitlik törenine başlamamız için desturun var mı ola? AHİ EVRAN- İslam halifesinin halifesine nakiplik yakışık alır mı? ZEYNÜDDİN SADAKAyakışmıyor. Ahi şeyhlerinin şeyhine de zincirler ZİNDANCI- Şeyhlerim… Bir ucundan başlayalım mı? ZEYNÜDDİN SADAKA- Bu zindancı oğlu yiğitliğe heves etmese, Sultan Giyasüddin ölene kadar birbirimizle hasret gideremezdik. ZİNDANCI- Çok ah aldı Selçuklunun sultanı! Akıttığı kanların haddi hesabı yok, acısı çıkar elbette! ZEYNÜDDİN SADAKA- Hiç acımadı Sultan Giyasüddin! Çoluk çocuk demeden başkaldırının intikamını aldı. AHİ EVRAN- Fatma Hatun da Babailer arasındaymış... ZEYNÜDDİN SADAKA- Buraya gelişim onunla ilgili zaten… AHİ EVRAN- Yoksa? ZEYNÜDDİN SADAKA- Yok şeyhim yok, öyle değil… ZİNDANCI- Başlayalım mı artık? ZEYNÜDDİN SADAKA - Kılıç artıklarının arasına karışan Fatma bacım, sağ salim Kayseri’ye dönmeyi başarmış… ZİNDANCI- Çok zamanımız yok da… 300 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI ZEYNÜDDİN SADAKA- Peygamber efendimiz ‘Bir toplumun efendisi, o topluma hizmet edendir.’ diye buyurmuştu. Ben de Hazreti Şit, Hazreti Nuh ve Hazreti İbrahim peygamberlerimizin yaptığı hizmete gönüllü olmak istiyorum. Ne buyurursun? AHİ EVRAN- Bu sözlerin üstüne destur vermekten öte sözümüz olmaz. (Ahi ritüellerine uygun olarak yürüdüğü yolu sulayan ve süpüren Zeynüddin Sadaka, dışarıda bekleyen yiğit adayını huzura getirir.) ZEYNÜDDİN SADAKA- Gelişimiz Hakk için, duruşumuz Hakk için, sözlerimiz Hakk için… Bu talip, ahilerin silsilesine bel bağlamaya niyetlenmiştir. Uluların katarlarında erkân görüp, yiğitlerin arasında kendine yakışan yeri bulup, Şah-ı Merdan kapısında beli bağlı kullara ve hanedan âşıklarına hizmetkârlık yapmak ister. AHİ EVRAN- Mübarek olsun… (Besmele çekilerek fütüvvet hutbesi okunduktan sonra bir tas su ile bir avuç tuzu eline alır.) Gök Çalap suyu temiz, tuzu da öldürücü olarak yarattı. Her şeyin yaratıcısı ‘Şu tatlı su, bu da acı tuz.’ dedi. Onu ahd, borç ve de söz verme alameti kıldı. Gök Çalap lanet etsin ahdini bozana! (Tuzu suya karıştırarak) Kim ki sözünde durmazsa, kendi aleyhinde sözünden dönmüş olur. Kim ki verdiği sözü tutarsa, Hakk Teâlâ’nın mükâfatlarını kazanır. Onun, çok tövbe edenleri sevdiğinden kimsenin kuşkusu yoktur. ZİNDANCININ OĞLU- Herkesin gözü önünde ya da gizleyerek, bilerek ya da bilmeyerek işlediğim günahlarımdan dolayı tövbe ediyorum. Gök Çalap’ın hoş görmedikleri için de bağışlayıcılığına sığınıyorum. AHİ EVRAN - Bu talibin yol atası var mı ola? (Ahi Ahmet ve iki yol kardeşi zincirler içinde gelir.) ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /301 ZEYNÜDDİN SADAKA- Ahi şeyhlerinin şeyhi uygun görürsen yol atalığını Ahi Ahmet yapacak, iki yiğidimiz de yol kardeşi olacak. AHİ EVRAN- Ahi Ahmet, dünya gözüyle yeniden karşılaşmak güzel oldu. ZİNDANCI- Bundan iyisi Şam’da kayısı şeyhim! AHİ AHMET- Sonrası daha da güzel olur inşallah! ZİNDANCI- İnşallah, inşallah! (Zindancının oğlu yol atasının önüne oturur. Yol kardeşlerinin biri sağına, diğeri soluna oturacaktır. İki taraftan da talibin eteğini tutarlar. Yol atası ile talip birbirinin sağ elini tutarak üstüne mendil örter. Yol üstadı Yasin Suresi’ni okur. Yol kardeşleri ellerini talibin başına koyar.) AHİ EVRAN- Ey yol atası! Atalarımızdan bizlere ulaşan gayret ve iffet kuşağını bağlama yolunda hizmetkârlık yapacak talibe sözün var mı ola? AHİ AHMET- Gök Çalap’ın emirlerine saygı, yarattığı canlılara sevgi göstermek gerek. Bu dünyanın yaşamı hoşgörüyle sürer, öteki dünya iyiliklerle kazanılır. O gün geldiğinde, ne bir mal fayda verir, ne de evlatlar. Yalnızca kalbinin temizliğidir gerekli olan! AHİ EVRAN- Ey oğul, nereye varırsan, izzetle ve hürmetle var. Nereye oturmak istersen, edebinle otur. Söz söylemek istersen, hikmet söyle ya da sus. Bir yerde duracak olursan, hizmete dur. (Talip zindandaki büyüklerin elini öper, yol kardeşleriyle kucaklaşır.) 302 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI ZİNDANCININ OĞLU- Hakk dergâhına ve Hazreti peygamber huzuruna kabul edildiğimde, yol kardeşlerimi de yanımda görmeyi isterim. Sizler de kabul olduğunuzda, beni isteyin. AHİ EVRAN- Bu yiğidimiz ahiliğin silsilesine adımını atmıştır, Allah utandırmasın. ZİNDANCI- (Gözleri dolmuştur.) Utandırmaz inşallah… Biz de işimizin başına dönelim ahi şeyhlerinin şeyhi. Baş zindancıya yakalanıp, şuracıktaki cennetimizi cehennem kılmayalım. (Zindancı mahkûmları götürürken oğlu da yanındadır.) ZEYNÜDDİN SADAKA- Zor günlerden geçiyoruz Nasirüddin Mahmut! AHİ EVRAN- Kösedağ’daki Selçuklu ordusundan kötü haberler mi var? ZEYNÜDDİN SADAKA- İki katından daha kalabalık oldukları halde Moğolların hakkından gelememişler. İlk kez savaş meydanına çıkan Sultan Giyasüddin’in ordugâhta sofralar kurdurduğunu söylüyorlar. Genç emirlerle gece boyunca âlemler yapılmış, çalgılar, çengiler… AHİ EVRAN- Bu yarım akıllı çıldırmış olmalı! ZEYNÜDDİN SADAKA- Gün doğumunda savaş düzeni almadan saldırıya geçmişler! Çok zaman geçmeden de Baycu Noyan’ın savaş oyunlarıyla dağılıvermişler. AHİ EVRAN- Felaket! ZEYNÜDDİN SADAKA- Asıl felaket birkaç birliğin tuzağa düşmesini yenilgi sanan Sultan Giyasüddin’in savaş alanını terk etmesiyle yaşanmış. Onun halini gören komutanlar da arkasından kaçmaya başlayınca Selçuklu ordusu savaşa girmeden darmadağın olmuş. ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /303 AHİ EVRAN- Tam bir bozgun yaşanmış Kösedağ’da! ZEYNÜDDİN SADAKA- Tam bir utanç! Ne olduğunu anlayamayan Moğollar, ordugâhtaki hareketsizliği savaş hilesi sanmış. Üç gün sonra saldırdıklarında, Selçuklu ordusunun dağıldığını, sultanın vahşi hayvanlarını ve hazinelerini savaş alanında bırakarak kaçtığını anlamışlar. AHİ EVRAN- Büyük İskender olma hayallerinin, dönüşü olmayan dertler açacağı belliydi! ZEYNÜDDİN SADAKA- Önce Alanya’ya kaçmış, kendini güvende hissetmeyince de Beyşehir Gölü’ndeki Kubadabad Sarayı’na sığınmış. Bu zaferden güç alan Baycu Noyan’ın ordusu da Sivas’tan Kayseri’ye yönelmiş… AHİ EVRAN- Kayseri mi? ZEYNÜDDİN SADAKA- Sivas subaşısı anlaşma yoluna hazinelerini verince, yıkım ve kıyım yapmadan yollarına devam etmişler. AHİ EVRAN- Kayseri’deki durum nedir? ZEYNÜDDİN SADAKA- Oradan ayrılanlar kalenin kuşatma altında olduğunu söylüyor. AHİ EVRAN - Ya Fatma Hatun? ZEYNÜDDİN SADAKA- Ahi şeyhleri direnme kararı almış diyorlar. Anadolu Bacıları da ahilerle birlikte hareket edeceklermiş. O da surların içinde olmalı… AHİ EVRAN- Bu Moğolların acımasızlıkları ortada, surları aşabilirlerse kimseyi sağ koymazlar. ZEYNÜDDİN SADAKA - İyi düşün, iyi olsun şeyhim… AHİ EVRAN- İyi düşünecek tarafı mı kalmış Şeyh Zeynüddin! 304 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI ON BEŞİNCİ SAHNE (Kayseri’nin surlarında bir yer…) (Kadıncık Ana Moğollarla savaşı yaşarcasına anlatmaktadır…) KADINCIK ANA- İlk geldiklerinde surların dışında bulunan mahalleleri yağmaladılar, yakaladıklarını acımasızca öldürdüler ay anam! Bir sonraki gün komutanlarla şehrin etrafında tur attılar. Ben işyerlerimizin yakınındaki Sivas Kapısı’nın burçlarındaydım. Tam da bulunduğum tarafa gözlerini dikmişti Baycu Noyan. Üç devasa mancınığı esirlere kurdurmaya başladılar. Bir zamanlar babamla tartışan cavlaki dervişleri de dualar ederek onlara yardımcı oluyordu. Bu dervişlerin büyü ve sihirle uğraşmalarını babam dinsizlik sayardı. Bir iş yapmadan ortalıkta dolanmalarından da Nasirüddin Mahmut hazzetmezdi. Kadılık yaptığı dönemlerde hiçbirine rahat yüzü göstermemişti. İş edinmeleri için yapmadığını koymadı. Kendisiyle inatlaşanları da şehrin dışına sürdürdü. Bu yüzden midir bilinmez ama savurdukları mancınığın taşı üstümüzden geçerek dericiler çarşısının ortasına düştü. İkincisi Sivas Kapısı’nın burçlarını dağıttı. Sonra da arkası arkasına tepemize kocaman taşlar yağmaya başladı. Nasirüddin Mahmut’un hayatını adadığı çarşılar kısacık zamanda yerle bir oldu. Bir tek göğsümün üstünden ayırmadığım yılan derisi hediye kaldı yadigâr… Öyle savaşıyorduk ki ay anam, aklın şaşar! Gündüz yıkılan surları gecenin karanlığı çöker çökmez onarmaya başlıyorduk. Battal Mescidi’nin harabelerinde pusuya yatan savaşçılarımız büyük kayıplar verdiriyordu. İki hafta boyunca dillere destan kahramanlıklarla savaştık. Bu kadarını beklemeyen Moğollar havaların soğumaya başlamasıyla daha da saldırganlaştı. İlk ihanet şehrin iğdişbaşından geldi. Biz yine de kazanacağımızdan emindik. Bir gece vakti adamlarıyla Moğollara sığınan subaşının ihanetiyle de yıkılmaktan beter olduk. Son durumumuzu öğrenen Moğollar bütün güçleriyle Sivas Kapısı’na yüklendi. En sonunda surları ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /305 aşıp, karşı koyanları öldürdüler. Sağ yakaladıklarını da ellerini bağlayarak Meşhed Ovası’na götürdüler. Bin türlü işkenceyle gizli hazineleri ortaya çıkardılar. Köle olarak işlerine yaramayanları acımadan öldürüyorlardı. Ben de onlarla birlikte ölmek istedim. Bir Moğol askeri, Nasirüddin Mahmut’un hediyesine uzanınca yüzünü tırmaladım. Kafamı bedenimden ayırmasına cavlaki dervişlerinden biri engel oldu. Moğollar çekinir onların büyülerinden! Yaptıklarını tanrısal bulur. Hem şeyh babamın hem de şeyh kocamın sahtekârlıkla suçladığı dervişlerden birinin hayatımı kurtarması, kaderin garip bir cilvesi olmalı… O an ölemeyince, ondan sonrasında ölmek de garip geldi. Ölüm kaçınılmaz nasıl olsa, marifet umudu yitirmeden yaşayabilmekte… 306 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI YOL ATASI İKİNCİ PERDE BİRİNCİ SAHNE (Orta Asya stepleri…) (Bir köle olarak zincirlenmiş Kadıncık Ana, otuzlu yaşlarının başındadır.) KADINCIK ANA- Peygamber efendimizin köleleri satın alarak özgürlüğüne kavuşturduğunu bilir misin ay anam? O Hakk’a yürüdükten sonra köleliğe karşı çıkmak sünnetlerinden sayılmış. Hal böyleyken âdemoğlunun bedenine para ödeyen çok… Ben de çarşı pazar dolaştırılan kölelerden biriyim artık! Bedelini ödeyen alıp geçecek! Arapça, Farsça, Türkçe biliyorum, Moğol’un dilini de ha çözdüm, ha çözeceğim… Okuma var, yazma var! Kuran satırı satırına ezberimde! Şeyh Nasirüddin Mahmut’tan yadigâr dericiliği saymasak bile, dokumacılık ya da keçecilikte âşık atmaya çalışanın aklına şaşarım. Ahilik terbiyesi de üstüne bal kaymak! Yarım koyunun parasını anacığıma fazla görenler, benim için kesesinin ağzını genişçe açmalı vesselam! Laf ebesi esnafların dedikodularını duymasam yaşadığımdan haberim olmayacak. Cengiz Han’ın gelini Töregene Hatun’u dillerinde pelesenk etmişler. Bu hatun kişi kocası Ögedey öldüğünden beridir Moğolların devletini yönetmekteymiş. O da kadın, ben de kadınım… Git gide aklım karışıyor… Her geçen zaman umudun ışığını cılızlaştırmakta… Bu ruh haliyle duyduğum konuşmalar sırasında garip hırıltılar çıkararak kahkahalar atmışım. Bizim meşrebimiz yüksek sesle gülmeyi edepsizlik sayar. Kimin umurunda ay anam! Sırtımda hissettiğim kırbacın soğuk acısıyla kendime geldim. Almış götürmüş deriyi, helal-i hoş olsun, fazlasıyla değer… Son evlendiği Prenses Tamara’ya delicesine âşık olan, uğruna gümüş paralar bastıran Sultan Giyasüddin, kendini aslan, sevdiği kadını da güneşi olarak işletmiş diyorlardı. Bir ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /307 zamanların tuğracısı Muhammet Şemsüddin İsfahani’ye, kalem ve kılıç erbaplarıyla birlikte devletin idaresini teslim edip, Alanya Kalesi’nde aşkının sefasını sürdüğünü ballandıra ballandıra anlatıyorlardı. Biz de aşkımızdan delirmek üzereyiz ama sırtımızda kırbaç şaklaması eksik olmuyor! Beni kahkahalara boğan haber ise çalgılı ve çengili muhabbetlerinin birinde sultanın ağulandığını işitmek oldu. Can havliyle ‘İmdat!’ çığlıkları atarak ayağa fırlamış, birkaç adımdan sonra da Babailerden ve Moğollardan kurtardığı canını oracıkta teslim edivermiş. Allah’ından bulmuş! Beterin beteri olmuş! On bir yaşındaki oğlunu da Dar-ül Mülk’e sultan yapmışlar. Az önceki kamçının acısını sonradan fark etmiş olmalıyım ki gözlerimden yaşlar boşalmaya başladı. Gök gürültüsünden beter gırtlağımdan çıkan sesler… İşini gücünü bırakan ‘Delirdi bu kadın?’ diye bana bakıyor. ‘Yok, delirmedim, sevinçten akıyorlar…’ Kimin umurunda havada vızıldayan kırbaç darbeleri ay anam! Her yeni sultanın cülus töreninde zindanların boşaltıldığı aklıma düşüverdi. Şeyh Nasirüddin Mahmut hala yaşıyorsa, göçmen kuşlar kadar özgürdür artık. Hakk’a yürüdüyse, Gök Çalap’ın rahmeti üstünde olsun, göçmen kuşlardan daha özgürdür şimdi… 308 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI İKİNCİ SAHNE (Yıl 1245… Konya’daki Hanikah-ı Ziya…) (Yetmişli yaşların başlarındaki Ahi Evran, sakinlik içinde yazdığı kitaba kendisini kaptırmıştır. Yirmili yaşların başındaki Alaüddin Çelebi de huzursuzca karşısında beklemektedir.) ALAÜDDİN ÇELEBİ- Adım Alaüddin… AHİ EVRAN- Bu adı duyduğumda Uluğ Sultan’ımız hatırıma gelir. Yüreğimin bir köşesi burulur. ALAÜDDİN ÇELEBİ- Benim adım da Uluğ Sultan’ımızın şanlı günlerinden yadigârmış. AHİ EVRAN- Bin yıl geçmiş gibi üstünden, her yerde nefret, her yerde kan... ALAÜDDİN ÇELEBİ- Sizin dönüşünüzle Dar-ül Mülk’ün sokaklarındaki başıbozukluk sona erdi. Ahi hançerlerini gören ayak takımı belaya bulaşmaktan uzak duruyor artık. AHİ EVRAN- Ben yine de ömrümün kalanını toprağa adamadığım için bin pişmanım! Can dostum Sadrüddin Muhammed El-Konevi’ye aracı olunca yaşlılık hayallerimi Denizli’de bırakmak zorunda kaldım. Sultan Giyasüddin’in ölümüyle Dar-ül Mülk’teki dertlerin azalacağını sanmıştım. Çok yanılmışım! İçi çürümüş devletin; çürümekten de beter bir hal almış, nereye dokunsan elinde kalıyor. ALAÜDDİN ÇELEBİ- Bir zamanlar sultanımız Alaüddin Keykubat garip bir düşe düşmüş. Tabir ilminin âlimlerinden sayılan dedemi telaşla huzuruna çağırmışlar. Uluğ Sultan rüyasında kafasının altın, sinesinin gümüş, göbekten aşağısının da ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /309 tamamıyla bakır olduğunu görmüş. Dedem de ‘Senin mevcudiyetinde dar-ı dünya halkı huzur içinde kalacak, altın gibi kıymetli ve halis olacak, senden sonraki evlatlarının devri gümüş derecesine düşecek, torunlarının devri de bakır olacaktır,’ diye âlem-i manayı tabire başlamış. AHİ EVRAN- Hakikati tabir eylemiş. ALAÜDDİN ÇELEBİ- ‘Saltanatın üçüncü batınında halk birbirine düşecek, vefa u şefkat tükenecek,’ diye de tabire devam etmiş. ‘Dördüncü ve beşinci batında Anadolu tamamıyla tarumar olacak, Selçuki hanedanlığı zeval bulacak, dar-ı dünya nizamı kalmayacak, küçük insanlar büyük mevkilere oturacak, mühim işler şer ve fesat kimselerin eline düşecek…’ AHİ EVRAN- Bu sözlerin sahibi sultan’ül ulema değil mi? ALAÜDDİN ÇELEBİ- Siz de işitmişsiniz demek. AHİ EVRAN- Şeyh Bahaeddin Veled’in torunu musun? ALAÜDDİN ÇELEBİ- Doğrudur şeyhim. AHİ EVRAN- Molla Hüdavendigar’ın oğullarından Alaüddin Çelebi? ALAÜDDİN ÇELEBİ- Az öncesine kadar küçük oğluydum. AHİ EVRAN- Her halinden kalem tutmuş, mürekkep yalamış olduğun anlaşılıyor. Rahmetli deden de namına yakışır ulemalardandı. ALAÜDDİN ÇELEBİ- Pek barışık sayılmazmışsınız ama? AHİ EVRAN- Bir ucu Horasan’a uzanan hikâyenin ne kadarını bilirsin ki? ALAÜDDİN ÇELEBİ- En azından, akliyecilerin ‘seyr-i sulük-i afakî’ ile sezgicilerin ‘seyr-i sulük-i enfüsi’ metodundaki düşünce ayrılıklarından karşı karşıya geldiğinizi bilirim. 310 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI AHİ EVRAN- Bu hikâye Hallacı Mansur’dan da eskiye uzanır. ALAÜDDİN ÇELEBİ- Akliyeci âlimlerden Fahrüddin Razi ile dedemin tartışmaları Horasan’dan ayrılmamıza neden olmuş. AHİ EVRAN- Beni yetiştiren Fahrüddin Razi hocamdır! ALAÜDDİN ÇELEBİ- Bu yüzden dedemle kesişmeyen yollarınız babamla hiç kesişmeyecek. AHİ EVRAN - Manevi yolculuklarımız ayrı olsa da varacağımız yer aynıdır. ALAÜDDİN ÇELEBİçatışmışsınız. Şems-i Tebrizi’yle de Kayseri’de AHİ EVRAN- O da ‘seyr-i sulük-i enfüsi’ metodunu belleyenlerdendir. Bir zamanlar Şeyh Evhadüddin Kirmani’yle Battal Meclisi’nde fazlaca karşı karşıya geliyorlardı. ALAÜDDİN ÇELEBİSizin şeyhiniz Hakk’a cemalperestliğinin kötülüğü hala konuşuluyor. yürüdü ama AHİ EVRAN- Kim ne kötülüğünü görmüş ki? ALAÜDDİN ÇELEBİ- Kadınlı erkekli semalarından söz ediyorlar. AHİ EVRAN- Hakk’ın sanatında güzellerin güzelliğine bakmak sevaptır. Bizim yaratılanı sevişimiz Yaradan’dan ötürüdür. ALAÜDDİN ÇELEBİ- Şu gözler manayı eşyada gördü. Ben eşyayı gördüm, ruh ise manaya baktı. Bu yüzdendir maddi gözlerle güzelliklere bakışım, Manayı ancak suretinde görebilirsin… AHİ EVRAN - Bu bailerindendir. okuduğun Şeyh Kirmani’nin sevdiğim ru- ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /311 ALAÜDDİN ÇELEBİ- Ben de Hallacı Mansur’u ölüme götüren ya da İbni Sina gibi bir bilim insanını peşinden sürükleyen akliyeciliği tanımak istiyorum şeyhim. AHİ EVRAN- İlk kez karşımda dikilsen de Şeyh Zeynüddin Sadaka’nın medresesindeki yiğitlerle birlikte büyüdüğünden haberdarım. ALAÜDDİN ÇELEBİ- Yolumuz okumaktan geçmeseydi, bir ustanın eteğine yapışıp sanat öğrenecektik. AHİ EVRAN- İlim bilen bizdendir zaten. ALAÜDDİN ÇELEBİ- İzin verirsen eksik kalanını da yanında tamamlayayım. AHİ EVRAN- Senin gibisine babandan iyisi zor bulunur. ALAÜDDİN ÇELEBİ- Ben sezgicilerin yolunu yeterince biliyorum. AHİ EVRAN- Yanımda olman Molla Hüdavendigar’ın hoşuna gitmeyecektir. ALAÜDDİN ÇELEBİ- Buraya gelmeden önce çok düşündüm. AHİ EVRAN- O kadar çok düşünmüş olsaydın, babanla tartışmanın sonrasında soluğu Hanikah-ı Ziya’da almazdın. ALAÜDDİN ÇELEBİ- Ah şeyhim! Tebrizli Şems eşiğimizden adımını attığı günden beridir ocağımızda huzur kalmadı. Her halvet odasından çıkışlarında bambaşka birisi olarak babamı karşımızda buluyoruz. Ne derslere geliyor, ne cuma hutbelerini eskisi kadar önemsiyor, ne de kimsenin lafını dinliyor. AHİ EVRAN- Biz de işitmekteyiz garipleşen hallerini. 312 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI ALAÜDDİN ÇELEBİ- Bunca yıldır hayranlık beslediğim insanı tanıyamaz oldum. Büyülenmiş sanki! Kaç ulu kişi araya girmeye çalıştı. Sultan bile ‘Uzak dur kalender dervişinden,’ diye haber gönderdi. AHİ EVRAN- Bize sorgu sual etmek düşmez. ALAÜDDİN ÇELEBİ- Ahi arkadaşlarım geçenlerde meyhaneden çıkarken görmüş. Bana anlattıklarında yerin dibine geçtim. Bir hışımla eve gittim. İster istemez tartışmaya başladık. Şems-i Tebrizi, müridi olarak gördüğü babamın sadakatini sorgulamaktaymış. AHİ EVRAN- Bu mudur kızgınlığının nedeni? ALAÜDDİN ÇELEBİ- Bir değil, iki değil, canıma yetti artık! Elimden bir kaza çıkacak diye korkmaktayım. AHİ EVRAN- Her derdin devası sabırdır Alaüddin Çelebi. ALAÜDDİN ÇELEBİ- Son yaptıkları bütün sabrımı tüketti şeyhim! AHİ EVRAN- Hayır ola? ALAÜDDİN ÇELEBİ- Az önce medresede dersteydim, ‘Yetiş Hoca Alaüddin!’ diye evden haber gelince, koşturdum gittim. Avluda gördüklerim inanılır gibi değil! Babamın bizlere dokundurmaya kıyamadığı kitaplar havuzda yüzüyor. Dedemin yazdığı Maarif de onların arasında! Masmavi mürekkep olmuş havuzun suyu… Babamın da kucağında yeni kitaplar! Asmanın gölgesine oturan Şems-i Tebrizi de suyun içindeki kitapları izleyerek nutuk çekiyor. Önüne geçip engel olmaya çalıştım, dinleyen kim! Tam birbirimize gireceğimiz sırada evdekiler dışarı çıktı. Kimya Hatun önüme durmasaydı, neler yaşanacağını Allah bilir… AHİ EVRAN- O ailenizden biri mi? ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /313 ALAÜDDİN ÇELEBİ- Öyle sayılır… Aynı çatının altında büyüdük biz… AHİ EVRAN- Kimya Hatun’un aranıza girişi dönüşü olmayan dertlerden başını kurtarmış. ALAÜDDİN ÇELEBİ- Şems-i Tebrizi dertlerimin sonu gelmeyecek! Konya’da olduğu sürece AHİ EVRAN- Beni şeyhin olarak bellemekte kararlıysan ve de akliyecilerin ‘seyr-i sulük-i afakî’ yolculuğunda peşime takılacaksan… ALAÜDDİN ÇELEBİ- Attığın adımın dışına çıkmam şeyhim! AHİ EVRAN- Bu yol İplikçi yetişmekten farklıdır. Medresesi’nde kâmil-i insan ALAÜDDİN ÇELEB- Sen yeter ki babamdan uzak tut! AHİ EVRAN- ‘Bana meyhaneden içki al!’ dersem? ALAÜDDİN ÇELEBİ- Demezsin şeyhim… AHİ EVRAN- Ya ‘Bütün kitaplarını havuza doldur!’ dersem? ALAÜDDİN ÇELEBİ- Der misin şeyhim? AHİ EVRAN- Sen ‘seyr-i sulük’ yolculuğunda peşimde yürümeye hazır değilsin. Git şimdi Alaüddin Çelebi. Bunları yapmaya hazır olduğunda yeniden kapımızı çal… (Ne diyeceğini bilemeyen Alaüddin Çelebi şaşkın bir halde çıkar.) 314 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI ÜÇÜNCÜ SAHNE (Karakorum’daki pazar yeri…) (Otuzlu yaşlarının ortalarındaki Kadıncık Ana köle olarak satılmaya çalışılmaktadır.) KADINCIK ANA- Ay anam, yarım yamalak hatırımda huysuz hallerin! Burnumun direğini sızlatan kokunu özlüyorum nedense! Şeyh babamın arkası kesilmeyen rubaileriyle sema edişi gözlerimin önünden siliniyor belli belirsiz… En fazla da Mahmut’umun yüzünü unutmaktan korkuyorum. Lafın ucu Anadolu’ya dayandığında, adını duyabilir miyim diye kulak kesiliyorum… Dar-ı dünyanın kalabalığı büyük Moğol kurultayının onuruna Karakorum’daydı. On bir yaşında babasının tahtına kurulan İzzeddin Keykavus ile Moğol Hanı’nın cülus törenine gönderilen küçük kardeşi Rüknüddin Kılıçaslan’ın hikâyeleri bozkır insanlarının dilinde dolanıyordu. Kurultayın toplanması gecikince dokuz yaşındaki şehzade, Töregene Hatun’un gözdesi haline geldi. Gittiği yerleri neşelendiren sevimli bir oyuncak gibiydi sanki… O günlerin hatırasına çil çil altınlar ortalıkta dolanıyor. Köle tacirinin işlerinde bir bereket, bir bereket, sorma gitsin! Fazlaca mıncıklanmaktan kaba etlerim morarınca ‘Edep ya hu!’ diye basıyorum çığlığı. Yuvarlaklaşan çekik gözleriyle ‘Dilimizi biliyor musun?’ diye etrafımda toplaşıyorlar. ‘Ben Anadolu Bacıları’nın şeyhiyim, hatta şeyhlerinin şeyhiyim! Bir keçe işlerim aklınız şaşar, bir halı dokurum, attığım düğümleri cavlaki dervişleri bile çözemez, yedi renkli derilerimi gördüğünüzde büyünün hası sanırsınız!’ Bu çekik gözlülerde alışveriş adabı da yok ay anam! Ne söylersen söyle Araplardan beter bağrışıp çağrışıyorlar. Çoğu zaman sağımı solumu kurcalayarak ‘Kaç altın dedin şuradaki mağrur bakışlıya?’ diye soruyorlar. Alışverişin adabı azıcık tarafından tadına bakmakta, bunlar hamuduyla götürecek sanki! İşinin erbabı köle tellalı ‘Bu köle, Anadolu’dan gelme, şeyhlerin şeyhi mübarek bir adamın kızıymış, herkesin gücü yetmez onun gibi- ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /315 sine!’ diyerek ağırdan alıyor. Ben de Şehzade Rüknüddin’in erkânından ‘Bu şeyhlerin şeyhi kim ola ki?’ diyecek birilerine bakınıyorum. Bir başkası ‘Yatakta nasılmış, sen onu söyle!’ deyince utancımdan başım önüme devriliyor. Alıcı olmadıklarını anlayan tellal ‘Çok merak ettiysen on altını saymalısın elime!’ diyerek başından savmaya çalışıyor. ‘O kadar altını verdikten sonra beş köleyle yatağa girerim ben!’ deyince de kahkahalar patlıyor arkası arkasına… Edep medep yok işte, maksat muhabbet olsun! Her malın alıcısı olmasaydı, anacığımın karşısına babam çıkar mıydı hiç? Ben de pazar yerinin kumkumasında Moğol noyanlarından birine satıldım. Gerisini ne siz sorun, ne de ben söyleyeyim vesselam… 316 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI DÖRDÜNCÜ SAHNE (Yıl 1247… Konya’daki Hanikah-ı Ziya…) (Yetmişli yaşların başlarındaki Ahi Evran ile Zeynüddin Sadaka sohbet etmektedir.) ZEYNÜDDİN SADAKA- Şems-i Tebrizi’nin Konya’ya gelişi iyi olmadı. AHİ EVRAN- Şeyh Kirmani’yle Battal Mescidi’ndeki atışmalarından nasıl yaman bir derviş olduğunu bilirim. ZEYNÜDDİN SADAKA- Sen yine de Molla Hüdavendigar’ın oğlunu, Hanikah-ı Ziya’nın çelebilerinden yapmasan iyiydi. AHİ EVRAN- O yapıştı eteğime… Birkaç kez geri çevirdim ama Şems-i Tebrizi’yle kapıştıkça geri geldi. Son gelişinde ‘Şeyhi olmayanın şeyhi şeytanıdır, elimden tutmazsan ruhumu şeytana satmam yakındır.’ deyince… ZEYNÜDDİN SADAKA- Kimya Hatun’un ölümüdür Alaüddin Çelebi’yi deliye döndüren. AHİ EVRAN- O hatunun adını Alaüddin Çelebi’den de duymuştum. ZEYNÜDDİN SADAKA- Sadırlar mahallesindeki medreseme Molla Hüdavendigar’ın kızını getirip götürürdü. Anadolu Bacıları’yla yaptığımız zikir ve semalara katılmışlığı da vardır. Her yerde sözünü sakınmadan konuşan Şems-i Tebrizi ‘Onların arasında tek bir nur var. O da Molla Hüdavendigar’dan kaynaklanıyor.’ diyerek Melike Hatun’a medresemizi yasakladı. Onunla birlikte Kimya Hatun’un da ayağı kesildi. Çok geçmeden de Şems’le evlendirildiğini duyduk, ardından da öldü zaten. AHİ EVRAN- Genç yaşta Hakk’ın rahmetine kavuşmuş, mekânı cennet olsun. ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /317 ZEYNÜDDİN SADAKA- Alaüddin Çelebi dillere destan aşklarından da söz etti mi? AHİ EVRAN- Başkasının haremiyle ne işimiz olur ki? ZEYNÜDDİN SADAKA- İkisinin aşkı haremlerinin duvarlarını çoktan aşmıştır. AHİ EVRAN- Ya Şems-i Tebrizi’nin gönlünden geçenler? ZEYNÜDDİN SADAKA- Onun yaşındaki dervişin aşkından hayır mı gelirmiş? AHİ EVRAN- Sen nikâhımda şahitlik yaptığını unuttun galiba? ZEYNÜDDİN SADAKA- O hatırına kıyılmıştı. nikâh Şeyh Evhadüddin Kirmani’nin AHİ EVRAN- Öyle mi sanırsın? ZEYNÜDDİN SADAKA- Nikâhın kıyıldığı geçirmek yerine Konya’ya dönünce… geceyi Kayseri’de AHİ EVRAN- Ne yapacağımı bilemeyince kaçıp gitmesi kolayıma geldi. ZEYNÜDDİN SADAKA - ‘Bir kadına âşık olmadan Gök Çalap’ın aşkını anlayamazsınız.’ diyerek yiğitleri terbiye eden şeyhimizin düştüğü durumlara bakar mısınız? AHİ EVRAN- Şems-i Tebrizi yakalanmış olmasın? de Kimya Hatun’a hazırlıksız ZEYNÜDDİN SADAKA- Alaüddin Çelebi dövülerek öldürüldüğünü söylüyor. AHİ EVRAN- Öyle olsaydı Emir-i Dad peşini bırakmazdı. 318 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI ZEYNÜDDİN SADAKA- Vezir Şemsüddin İsfahani sezgicilerin meşrebine sadakatle bağlıdır. Bu yüzden Molla Hüdavendigar’ın şeyhine kimseler dokunamaz. Kını altından kılıcın yetkilerini, sultanın babasından aldığından beridir burnundan kıl aldırmıyor. AHİ EVRAN- Gün gelir, devran döner. ZEYNÜDDİN SADAKA- Sen Denizli’de bahçıvanlık sevdasına tutulduğunda, ayak takımını kullanarak birbirini yemeye başlamışlardı zaten… Hiç gözünün yaşına bakmadan Atabeg ile beylerbeyini tuzağa düşürdüler. Cesetleri günlerce sultan kapısında asılı kaldı. Şimdi de Emir-i Dad ile Pervane’nin sırt sırta verdiği söyleniyor. Şemsüddin İsfahani ise daha da güçlenebilmek için sultanın annesiyle evlenmeye aklını takmış, kimsenin lafını dinlemiyor… AHİ EVRAN- Bu İsfahanlı vezir yakınla bizimle de uğraşmaya başlar. ZEYNÜDDİN SADAKA- Sen de Alaüddin Çelebi’ye destek vererek acem tayfasını karşına aldın. AHİ EVRAN- Ahi ve Türkmenlerle yeniden karşı karşıya gelmekten çekinirler. ZEYNÜDDİN SADAKA- Seni koruyan, Allahın dünyadaki velisi Celalüddin Karatay’ın desteğidir. AHİ EVRAN- Zindandaki yıllarım daha rahatmış anlaşılan… ZEYNÜDDİN SADAKA- Batu Han’ın Anadolu’daki temsilcisi Vezir Şemsüddin İsfahani olsa da Güyük Han’ın yerine seçilen Mengü Han’ın nasıl bir yol izleyeceğini kimse bilmiyor. AHİ EVRAN- Bu arayacağız. gidişle Sadüddin Köpek’in dönemini mumla ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /319 ZEYNÜDDİN SADAKA- Kan dökülmeden huzurun gelmeyeceği aşikâr! AHİ EVRAN- On yıl içerisinde nereden nereye geldik. On bir yaşındaki sultan Dar-ül Mülk’e kurulmuş, onun yerinde gözü olan dokuz yaşındaki kardeşi Moğollara elçi gönderilmiş. Yakında altı yaşındaki Şehzade Alaüddin de ortaya çıkarsa şaşırma! ZEYNÜDDİN SADAKA- Bizanslılar dillere destan saray oyunlarını Anadolu’da bırakmış anlaşılan. AHİ EVRAN- Acemlerin Anadolu’ya taşıdıkları şark kurnazlıklarını da unutma. ZEYNÜDDİN SADAKA- Oyun kimden olursa olsun, altında âdemoğlunun hırsları yatıyor. (Alaüddin Çelebi panikle içeri girer.) ALAÜDDİN ÇELEBİ- Bağışlayın şeyhim, yalnızsınız diye… AHİ EVRAN- Bir sorun mu var? ALAÜDDİN ÇELEBİ- Kusurumu hoş görün… Pekiyi değilim… Ben… Ben nasıl anlatacağımı bilemiyorum… ZEYNÜDDİN SADAKA- Eğer benden çekiniyorsan? ALAÜDDİN ÇELEBİ- Birkaç saate kalmadan Şems-i Tebrizi’nin başına gelenleri bütün Konya duyacak nasıl olsa! AHİ EVRAN- Şu lafı dilinde dolandırmadan konuşsana evladım. ALAÜDDİN ÇELEBİ- O cavlaki dervişin yüzünü çoktandır görmüyordum. Dün akşam Emir-i Dad Nusretüddin’in hanikahında karşı karşıya geldik. 320 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI AHİ EVRAN- Uzak dursaydın keşke! ALAÜDDİN ÇELEBİ- Öyle yaparak ahi kardeşlerimin arasına karıştım. Eski âlimlerin ve filozofların sözlerine kendimi kaptırmıştım. Ahi Ahmet bir şeyler söylerken Şems-i Tebrizi ayağa kalkarak sözünü kesti. ‘Ne zamana kadar onun bunun sözlerini nakledecek ve bununla övünüp duracaksınız? Ne zamana kadar atsız eğere binip er meydanında dolaşacaksınız? Aranızda kalbim Rabbimden haberler veriyor diyecek biri yok mu?’ diyerek de meclistekilere meydan okudu. ZEYNÜDDİN SADAKA- Her zamanki yakışıksız sözleri! ALAÜDDİN ÇELEBİ- Ahilerin ve devlet erkânının tepkisi çoğalınca, babam nasıl davranacağını bilemedi. Alelacele meclisten ayrıldılar. Adaletten sorumlu Emir-i Dad Nusretüddin öfkesinden yerinde duramıyordu. Bir sürü hararetli konuşmanın sonrasında kalabalık dağıldı. Biz de Emir-i Dad’ın görevlendirdiği yedi kişiyle babamın evine gittik. Ben içeri girerek Şems-i Tebrizi’yi bekleyenlerin olduğunu söyledim. Korkusuzca kapının önüne çıktı. Onu Kimya Hatun’u öldürmekten dolayı tutuklamak istediler. Kimya Hatun’un adını duyar duymaz üstüme yürüdü. Boğazıma sarıldığı sırada yediği hançer darbeleriyle yere devrildi. AHİ EVRAN- Sen mi öldürdün? ALAÜDDİN ÇELEBİ- Ahi hançerini çeken üstüne saldırdı. Kim bilir kaç delik açılmıştır bedeninde… ZEYNÜDDİN SADAKA- Cesedi nerede? ALAÜDDİN ÇELEBİ- Ahi Bedrüddin Gevhertaş’ın bahçesindeki kör kuyuya attılar. ZEYNÜDDİN SADAKA - Bu iş karışık bir hal almış Hace Nasirüddin… Biz ahiliği yeniden ayağa kaldıralım derken, birileri dönüşü olmayan düşmanlıkların fitilini ateşlemiş bile… ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /321 ALAÜDDİN ÇELEBİ- Sözünü ettiğiniz ben miyim? AHİ EVRAN- Sen yalnızca kurbansın evlat. ZEYNÜDDİN SADAKA - Bir süredir Emir-i Dad Nusretüddin’in de arasında bulunduğu devlet adamları, İsfahanlı vezire gizliden gizliye meydan okuyordu. Şimdi de saltanat savaşına ahileri çekerek güç kazanmak istiyorlar. AHİ EVRAN- Bizim savaşımız Moğollarladır. ZEYNÜDDİN SADAKA- Konya’da olduğun sürece tarafsız bırakmayacaklardır. AHİ EVRAN- Yola çıkma vaktidir evlat, geride kalanlarla helalleşmek istersen elini çabuk tut. ALAÜDDİN ÇELEBİ- (Ahi Evran’ın eline yapışır.) Hakk’ını helal et şeyhim! AHİ EVRAN- Dur hele, bundan sonraki yolculuğumuz birlikte olacak. ALAÜDDİN ÇELEBİ- Benim yüzümden olmanızı içime sindiremem! yerinizden yurdunuzdan AHİ EVRAN- Beni baba bellememiş miydin? Zor günlerinde evladımızın yanında olamayacaksak babalığın hikmeti ne ki? ALAÜDDİN ÇELEBİ- Ne yöredir yolumuz şeyhim? AHİ EVRAN- Kırşehir taraflarına… ALAÜDDİN ÇELEBİ- Şeyh Hacı Bektaş’ın yanına mı? ZEYNÜDDİN SADAKA- Kırşehir Emiri Seyfüddin Tuğrul sultanın has adamlarındandır, sizlere fazlasıyla sahip çıkar. 322 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI AHİ EVRAN- Kırşehir kadısı Baba Merendi de Denizli yerine Kırşehir’e yerleşmemi istemişti ama dönüp dolaşıp kendimizi Dar-ül Mülk’te bulmuştuk. ZEYNÜDDİN SADAKAdostlarındandır. O da Şeyh Evhadüddin Kirmani’nin can AHİ EVRAN - Ahiliğin Kırşehir’de yeniden hayat bulacağı hazreti peygamber efendimiz tarafından bildirilmişti zaten… ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /323 BEŞİNCİ SAHNE (Moğol Noyanının çadırı…) (Otuzlu yaşların ortasındaki Moğol kıyafetleri içindedir.) Kadıncık Ana, KADINCIK ANA- Herkesin dilinde İsfahanlı vezirin başına gelenler! Şu âdemoğlu yaşananlardan neden nasibini doğru almaz ki? Gördüğünü görmezden gelir, duyduğuna kulaklarını kapatır! Bir zamanların acımasız veziri Sadüddin Köpek’in ipini çeken, saltanat erkânında tuğracılık yapan Şemsüddin İsfahani’nin hikâyesi, nereden nereye uzanmış ay anam! Onun geçtiği yollardan geçip, Sultan Giyasüddin’in adına devleti yönetmekteymiş diyorlar. Kösedağ felaketinden sonra Cengiz Han’ın efsane torunlarından Batu Han’ın Anadolu’daki naibi olmuş. Astığını asıyormuş, kestiğini kesiyormuş. Ne güzel değil mi? O da Sadüddin Köpek gibi ölen sultanının vasiyetini yerine getirmeyerek işine gelen şehzadeyi Dar-ül Mülk’ün başına seçmiş. Kan bağı hikâyesiyle uğraşarak zaman yitirmek yerine de genç sultanın annesiyle evlenivermiş. Artık saltanat divanına sultanlara yakışır törenlerle geliyor, devlet erkânını önünde diz çöktürüyor, acımasızca kararları Anadolu’da dilden dile dolanıyormuş. Töregene Hatun’un ayyaş oğlu Mengü Han’ın seçilmesi, Batu Han’ın hoşuna gitmemiş deniyor. Bu itişmenin nereye varacağı bilinmez ama iki bin Moğol askeriyle Anadolu’ya dönen Selçuklunun veliahdı, İsfahanlı vezirin hesaplarını allak bullak etmiş. Üç yıldır Töregene Hatun’un terbiyesiyle büyüyen Rüknüddin Kılıçaslan’ın getirdiği yarlıkla, abisinin sultanlığı, Şemsüddin İsfahani’nin de vezirliği sona ermiş. Hiç kimseye danışmadan devlet adamlarının canını almasının ve töreleri umursamadan eski sultanın karısıyla evlenmesinin bedeli ağır olmuş. Son ana kadar Batu Han’ın kendisini kurtarmasını bekleyen İsfahanlı vezirin finali de Sadüddin Köpek’ten farklı olmamış. Ahilerin kolunda idama götürülürken ‘Nereye götürüyorsunuz?’ diye sormuş. ‘Daha önce gönderdiklerinin yanına gidiyorsun!’ demişler. Haksız yere canını aldıklarının akrabaları, ölene kadar işkence etmiş. Sonra da bir çukura atmışlar kefensiz cesedini… İki çocuk sultan da Selçukluyu 324 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI paylaşamayınca, Sultan Hanı’nın önünde savaşa tutuşmuş diyorlar. Canlar alınmış, canlar verilmiş! Kötü niyetli emirlerin oyununa geldiklerine ikna edilen kardeşler, Celalüddin Karatay’ın maharetiyle savaş meydanında barıştırılmış. Birbirine sarılıp ağlaşmışlar. El ele, kol kola Dar-ül Mülk’e dönüşleri törenlerle kutlanmış. Artık Küçük Asya’yı üç sultan birlikte yönetiyormuş. Selçuklunun kartalı iki başlıdır, kenarına bir baş daha eklemek gerekecek herhalde… ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /325 ALTINCI SAHNE (Yıl 1254… Kırşehir’deki hanikah…) (İlk olarak genç yaşlarda tanıdığımız Zindancının Oğlu’nun şed bağlama töreni usulüne uygun olarak sürmektedir. Sona yaklaşan törenin nakibi Alaüddin Çelebi’dir. Seksenli yaşlardaki Ahi Evran, tarikat erkânıyla birlikte usta adayının ürettiği ürünleri kontrol eder.) AHİ EVRAN- Bu kalfanın el emeği, göz nuru, yol atasının namına yakışır cinsten olmuş. TAHRİKÂT ERKÂNI- Hü vallah! AHİ EVRAN- Tahrikât erkânı da benim gibi mi düşünmektedir? TAHRİKÂT ERKÂNI- Hü eyvallah! AHİ EVRAN- Yol atası, tarikat edebini ve şeddi ve de erkânımızı yeterince öğretmiş midir? AHİ AHMET- Görevlerimi elimden geldiğince yerine getirdim ahi babam! AHİ EVRAN- Yol atası önüne düştüğü kalfasından razı mıdır? AHİ AHMET- Bu yiğidin babasını Konya zindanlarında birlikte tanımıştık. Bizi ikna etmek için yapmadığını bırakmamıştı. Ahi kardeşlerine sahip çıkmaya çalışırken de Moğollar tarafından katledildi. TAHRİKÂT ERKÂNI- Mekânı cennet olsun! AHİ AHMET- Ben kalfamdan bütünüyle razıyım! O da benden yana hakkını helal-i hoş etsin. 326 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI ZİNDANCININ OĞLU - (Ahi Ahmet’in elini öper.) Bir hakkım varsa bin kez helal-i hoş olsun! AHİ EVRAN- Yol kardeşleri de kalfamızdan razı mıdır? YOL KARDEŞLERİ- (Zindancının Oğlu’yla kucaklaşır.) Razıyız ahi babam! AHİ EVRAN- Bize düşen de gökleri ve yıldızları yükselten, yeryüzünü bolca akan suların üstüne yayan Hakk Teâlâ’nın adıyla, tarikat erkânının huzurunda şeddi bağlamaktır. (Şedd töresine uygun olarak dualarla bağlanmaktadır.) Mühr-i Ali ve Mühr-i Muhammet! TAHRİKÂT ERKÂNI- Hü dost! AHİ EVRAN- Hakk Teâlâ’dan başka ilah yoktur. Muhammet O’nun resulüdür. Ali O’nun velisidir. TAHRİKÂT ERKÂNI- Hü dost! AHİ EVRAN- Ey ahi ustası! Şeriatta üstünvar ol, tarikatta payidar ol, hakikatten haberdar ol! TAHRİKÂT ERKÂNI- Hü dost! AHİ EVRAN- Son nefes olarak da hatırında tut, muhafaza et, sıkı sıkıya sarıl, topla, ört, ol, al… ZİNDANCININ OĞLU- Hü ahi babam! AHİ EVRAN- Saymaya başlayın da gerisi gelsin. ALAÜDDİN ÇELEBİ- Hatırında tutacağın? ZİNDANCININ OĞLU- Gök Çalap’ın yoludur. ALAÜDDİN ÇELEBİ - Muhafaza edeceğin? ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /327 ZİNDANCININ OĞLU- O’nun dinidir. ALAÜDDİN ÇELEBİ- Sıkı sıkıya sarılacağın? ZİNDANCININ OĞLU- Takvadır. ALAÜDDİN ÇELEBİ- Toplayacağın? ZİNDANCININ OĞLU- Ahiret amelidir. ALAÜDDİN ÇELEBİ- Örteceğin? ZİNDANCININ OĞLU- Halkın ayıbıdır. ALAÜDDİN ÇELEBİ- Atacağın? ZİNDANCININ OĞLU- Kötü huylarımdır. ALAÜDDİN ÇELEBİ- Olması gereken? ZİNDANCININ OĞLU- İnsaftır. ALAÜDDİN ÇELEBİ- Alınması gereken? ZİNDANCININ OĞLU- Ahiret yanımda bulunmalıdır. yurdunda lazım olanların hepsi TAHRİKÂT ERKÂNI- Hü vallah! AHİ EVRAN- Bu dünyayı yaşarken terk etmek bütün ibadetlerin başlangıcıdır. TAHRİKÂT ERKÂNI- Hü eyvallah! AHİ EVRAN- Mührümüz tamam oldu… (Zindancının oğlu büyüklerin ellerini öper.) Ulu Tanrı’m utandırmasın! AHİ AHMET- Yeni ustamızın gönlüne göre bir şed töreni oldu, eksik olmayasın. 328 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI AHİ EVRAN- Birer ikişer eşyalarından da satın alalım. İş yerini açmasına katkımız olsun. Bu arada yiğitlerimiz tarikat erkânının hayrına helva hizmetine başlasın. Biz de ayağının tozuyla Konya’dan gelen konuklarımıza kulak verelim. (Genç olanlar meclisten ayrılır. Zindancının Oğlu ürünlerini satarken sohbet devam edecektir.) AHİ AHMET- Çok zamandır fırsat arıyordum Kırşehir’e gelmeye, Dar-ül Mülk’teki keşmekeşlikler boyumuzu aşınca ziyaretimiz kaçınılmaz oldu. AHİ EVRAN- Biz de beklenmedik zamanda karşımıza çıkınca, üzülelim mi, sevinelim mi bilemedik doğrusu… ZEYNÜDDİN SADAKA- Kırşehir emirimiz Seyfüddin Tuğrul’un telaşını görünce ahi şeyhlerimizle birlikte peşine düştük. SEYFÜDDİN TUĞRUL- Celalüddin Karatay’ın günden beridir telâşe memuru olduk zaten! Hakk’a yürüdüğü ALAÜDDİN ÇELEBİ- Nur içinde yatsın Hakk Teâlâ’nın dünyadaki velisi… AHİ EVRAN- Ahiliğin yeniden düzene girişi rahmetlinin sayesindedir. ZEYNÜDDİN SADAKA- Şems-i Tebrizi’nin ölümünden sonra sezgicileri sakinleştirmeyi ondan başkası beceremezdi. ALAÜDDİN ÇELEBİ- Molla Hüdavendigar yokluğuna alışabilmiş mi bari? ZEYNÜDDİN SADAKA- Sen hala içindeki öfkeyi yaşatmaktasın. ALAÜDDİN ÇELEBİ- Ben Molla Hüdavendigar’ın yokluğuna alıştım ama o şeyhinin gidişini hala içine sindirememiştir. ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /329 ZEYNÜDDİN SADAKA- İlk vakitler öldürülmüş olabileceğini kabullenmemişti. Onu bulabilmek için ağabeyini Şam’lara, Halep’lere gönderdi. Molla Hüdavendigar şeyhinin öldüğüne inanmayınca da kimseler inanmak istemedi. Şimdi de yokluğunu kuyumcu Selahüddin Zerküb doldurmaya çalışıyor. Ağabeyinin kayınpederi olduktan sonra aralarından su sızmaz oldu. ALAÜDDİN ÇELEBİ- Ahi Türk’ün oğlu Hüsamüddin Çelebi de benim yerimi almış diyorlar. AHİ AHMET- O da Hanikah-ı Ziya’nın postnişinde hakkı olduğunu söyleyerek sıkıntı yaratıyor. AHİ EVRAN- Uluğ vakfedilmişti. Sultan’ımızın zamanında hakları ahilere ZEYNÜDDİN SADAKA- Babası öldüğünden beridir eski defterleri kurcalıyor. AHİ AHMET- Bu keşmekeşlikler sırasında postnişine oturmaya niyetlenince seyfi kardeşlerimle Hanikah-ı Ziya’ya gittik. Hüsamüddin Çelebi’den önce postnişinin başına geçerek ‘Bu adamın şeyhliğini kabul etmiyorum,’ dedim. Bir anda ortalık buz kesti. Onların müritleri üstüme gelmeye niyetlenince seyfiler kuşaklarındaki hançerlere uzandı. Molla Hüdavendigar araya girmeseydi çok kan dökülürdü. O da öfkesini içine atarak yalınayak hanikahı terk etti zaten… AHİ EVRAN- Bu gerginlikler Moğolların yüzünden! Ahi ve Türkmenlere sözleri geçmeyince Molla Hüdavendigar’ı yanlarına çekmeye çalışıyorlar. ZEYNÜDDİN SADAKA- Zor zamanda yitirdik Calalüddin Karatay’ı… ALAÜDDİN ÇELEBİ- Son yolculuğunda yanında olmayı can-ı gönülden istemiştik. Cenaze namazını Molla Hüdavendigar’ın kıldıracağını öğrenince kısmet olmadı. 330 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI ZEYNÜDDİN SADAKA- O görkemli törenleri sevmezdi ama sessiz sedasız uğurlamak Sultan İzzüddin’in içine sinmedi. Ölüm haberini alınca Karakorum’a yolculuğunu yarım bırakıp Konya’ya geri döndü. En küçük kardeşi Alaüddin’i de kendisinin yerine Moğollara gönderdi. AHİ AHMET- Namına yakışır törenle Konya’ya getirerek toprağa verdik. ZEYNÜDDİN SADAKA- O yaşına rağmen Sultan İzzüddin’i, Karakorum’a yolculayacak kadar sağlığı yerindeydi. AHİ EVRAN- Onur kırıcı yolculuk ağrına gitmiştir. SEYFÜDDİN TUĞRUL- İşin aslını doğru düzgün anlayamadan Rüknüddin Kılıçaslan’ın aşçı kıyafetlerine bürünerek saraydan kaçtığını öğrendik. Akıl hocalarının peşine takılarak Kayseri’de sultanlığını ilan etmiş. İki sultanın anlaşmazlığı savaş aşamasına taşınınca, Sadrüddin Konevi’nin önderliğini yaptığı bir heyete beni de dâhil ettiler. AHİ EVRAN- Sadrüddin Konevi ikisinin de hocası sayılır. SEYFÜDDİN TUĞRUL- Herkes kolay ikna olmuyor şeyhim. ZEYNÜDDİN SADAKA- Sen de babalarına hocalık yapmıştın. Sözünü dinlemeleri bir yana, beş yıl boyunca zindanda süründürdüler. SEYFÜDDİN TUĞRUL- Biz savaşın vebali üstümüzde kalmasın diye elimizden geleni yaptık. Sultan Rüknüddin’in heyeti, Kayseri ve Kırşehir’i de topraklarına dâhil etmeye çalışınca aralarını bulmak hayal oldu. ALAÜDDİN ÇELEBİ- Kırşehir’e gelmeye kalkarlarsa düşünemedikleri kadar çok kan dökülür. ZEYNÜDDİN SADAKA- Öyle de, böyle de dökülecek zaten… ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /331 SEYFÜDDİN TUĞRUL- Ben de Sultan İzzüddin’in emriyle askerlerimi toparlamak üzere Kırşehir’e döndüm. AHİ EVRAN- Bu yolun sonu hayırlı görünmüyor. SEYFÜDDİN TUĞRUL- Kılıçların kınlarından çıkması yakındır Şeyhim! AHİ EVRAN- Hakk Teâlâ yardımcımız olsun… 332 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI YEDİNCİ SAHNE (Moğol Noyanının çadırı…) (Otuzlu yaşların sonundaki Kadıncık Ana, Moğol kıyafetleri içindedir.) KADINCIK ANA- Gök Tanrı’yla toprak ananın arasında yaşayıp gidiyorum ay anam! Yol yordam bildiğimi görünce Tosuncuk Noyan’ın terbiyesini bana verdiler. Kolları boğum boğum, gözleri yumuk yumuk! Bacaklarımı aralayıp, göğsümü gerine gerine tosuncuğumu doğuramasam da can düşmanımdan evlat edindim kendimce, buna da şükür… Ahi meşrebiyle büyütmeye çabalarken babasının Baycu Noyan’ın komutanlarından olduğunu öğrendim. İki de bir ‘Kösedağ’da Sultan Giyasüddin’in ordusunu şöyle dağıttık, Kayseri’nin surlarını böyle aştık.’ diyerek kanımı tepeme sıçratmaz mı? Şeytan ‘Bir gece kesiver gırtlağını!’ diyor. Tosuncuğumdan ayrı düşerim diye şeytani düşünceleri kışkışlıyorum. O büyüdükçe boğum boğum halleri kaybolmaya, inatlaşmalarımız çoğalmaya başladı ama fütüvvet terbiyesiyle yetişecek inşallah! ‘Say bakalım açık hallerimizi,’ dediğimde, ‘El, kapı, sofra!’ diye sıralıyı veriyor. ‘Kapalı hallerimiz?’ ‘Söz, dil, bel!’ ‘Nazar değmesin yiğidime!’ Ben tosunumu inceden inceye işlerken, Anadolu’dan gelen haberler kızılca kıyamet! Bizim tosuncuğun babası, ‘Sultan İzzüddin, Karakorum’a gelmek üzere yola çıkmış ama Celalüddin Karatay’ın ölümüyle geriye dönmek zorunda kalmış.’ diyor. Yerine de en küçük kardeşi Alaüddin’i göndermiş… Hem babam, hem de kocam Celalüddin Karatay’ı fazlasıyla severdi. ‘Bu mübarek adamın ahlakı hiçbirine benzemez!’ derlerdi. Gök Çalap’ın cennetinde bulmuşlardır birbirlerini, nur içinde yatsın üçü de… Bir üzücü ölüm haberi de hiç tanımadığım Alaüddin Keykubat hakkındaydı. On yedi yaşındaki sultan, Anadolu’dan çıkmadan, adını taşıdığı dedesi gibi ağulanarak terk-i diyar eylemiş. Dedesinin kanına giren babasıydı. Bu zavallının kanına da Karakorum’dan sultan olarak döneceğinden korkan kardeşleri girmiş diyorlar. Günahları boyunlarına! Bu arada Töregene Hatun’un yetiştirdiği Rüknüddin Kılıçaslan da Konya’dan Kayseri’ye kaçarak… Kayseri deyince, içim cız etti birden… ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /333 Ne diyordum? Rüknüddin kendisini Selçuklunun sultanı ilan edince, beş yıl önceki gibi savaşa tutuşmuşlar. Yeniden kanlar akıtılmış, canlar alınmış! Bir kez daha yenilen Rüknüddin Kılıçaslan’ın yeni adresi Burdur zindanları olmuş… Bu gibi haberleri duydukça daha fazla sarılıyorum tosuncuğuma. Bir ahiyi ya da bacıyı yetiştirircesine, kuvvetliyken affetmesini, hiddetliyken yumuşak davranmasını, düşmanlığı dostlukla, kötülüğü iyilikle karşılamasını, kendi ihtiyacı varken başkasına vermesini dilimin döndüğünce anlatmaya çalışıyorum. Gök Tanrı’ları, bizim Rabbimizle aynı olduğundan verdiği nimetlere birlikte şükrediyoruz. Lakin onların peygamberleri olmadığından sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin ve kutsal kitabının adı dualarımızda geçmiyor. Yine de birçok sure öğrendi Moğolcasından… 334 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI SEKİZİNCİ SAHNE (Yıl 1256… Kırşehir’deki hanikah…) (Ahi Evran ile Alaüddin Çelebi tedirgin bir bekleyiş içindedir…) AHİ EVRAN- Bu Moğollar kanımızı emmekten yorulmadı! ALAÜDDİN ÇELEBİ- Baycu Noyan’ın ‘Konya’da taş üstüne taş koymayacağım!’ diye yeminler ettiği söyleniyor. AHİ EVRAN- Her kafadan bir ses! ALAÜDDİN ÇELEBİ- Kimi istediği kışlakları ve yaylaları vermediğimiz için geldi diyor. Kimi de Mugan yurdunu Hülagü Han’a bırakarak Anadolu’ya kaçtığını söylüyor. AHİ EVRAN- Kösedağ’da Selçukluyu utançtan utanca sürüklemişti. Dua edelim de şimdiki cihat kararı Anadolu’nun hayrına olsun. ALAÜDDİN ÇELEBİ- Kırşehir emirini Konya’ya uğurlarken ‘Bu kez Moğolların sonu geldi!’ diyordu. AHİ EVRAN- On üç yıl önce yarım akıllı Giyasüddin yirmili yaşların başındaydı. Şimdi de aynı yaşlardaki oğluna canımız emanet. ALAÜDDİN ÇELEBİ- Bir kez daha aynı utancı yaşatamayacaklar! AHİ EVRAN- O Moğol domuzuyla Selçuklunun güçlü zamanlarında baş edilememişti, şimdiki dönem çok daha beter… ALAÜDDİN ÇELEBİ- Fatma Bacı da Kayseri’deki direnişte ölmüş değil mi? AHİ EVRAN- Belki de esir düşmüştür. ALAÜDDİN ÇELEBİ- Onu tanıyanlar güzel sözlerle hatırlıyor. ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /335 AHİ EVRAN- Şeyh Evhadüddin Kirmani adına yakışan bir kız yetiştirmişti. ALAÜDDİN ÇELEBİ- Yüzünü hatırlıyor musun şeyhim? AHİ EVRAN- Belli belirsiz… ALAÜDDİN ÇELEBİ- Özlediğin de oluyor mu? AHİ EVRAN- Doksan yaşına yaklaşan bir ihtiyara sorulacak soru mu bu? ALAÜDDİN ÇELEBİ- Zaman geçtikçe unutulurmuş gibi… AHİ EVRAN- Yoksa unutmaktan korktuğun birileri mi aklına düştü? ALAÜDDİN ÇELEBİ- Beni öylesine iyi tanıyorsunuz ki… Şeyh Kirmani istediği için mi kızıyla evlendiniz? AHİ EVRAN- O yapmış. Onun nikâhlanmış. lifelerimden ilk nikâhını şeyhi Rüknüddin Sücasi’nin kızıyla şeyhi de vakti zamanında kendi şeyhinin kızıyla Benim de kızım olsaydı, gönül rahatlığıyla habiriyle nikâhlardım. ALAÜDDİN ÇELEBİ- Bu gönül işidir şeyhim. AHİ EVRAN- Bizim nikâhımız da gönül rızasıyla kıyılmıştı. ALAÜDDİN ÇELEBİ- Bir genç kızın aşkına ne kadar güvenilir ki? AHİ EVRAN- Senin Kimya Hatun’a güvendiğin kadar! ALAÜDDİN ÇELEBİ- Onunla yaşadıklarımızdan haberdar mısınız? AHİ EVRAN- Herkesin bildiğini biliyorum. ALAÜDDİN ÇELEBİ- Bunca yıl sessizliğinizi korudunuz. 336 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI AHİ EVRAN- Kurumaya yüz tutmuş yarayı deşmenin âlemi var mı? ALAÜDDİN ÇELEBİ- Herkes kıskançlık yüzünden Şems-i Tebrizi’yi öldürdüğümü düşünüyor. AHİ EVRAN- Ben de Ahi düşünürler sanırdım. Evran istediği için öldürdüğünü ALAÜDDİN ÇELEBİ- Öyle de düşünen çok tabi! AHİ EVRAN- Biz ise kimsenin kanını akıtmaya niyetlenmedik Alaüddin Çelebi. O gece, Emir-i Dad Nusretüddin eline geçirdiği fırsatı kullanmaya çalıştı. Ahileri İsfahanlı vezirle karşı karşıya getiremeyince de bedelini canıyla ödedi. (Seyfüddin Tuğrul savaş sonrasının perişanlığıyla gelir.) SEYFÜDDİN TUĞRUL- Bu işin sonu nereye varacak Nasirüddin Mahmut? AHİ EVRAN- Cenk meydanından kötü haberlerle döndüğün aşikâr! SEYFÜDDİN TUĞRUL- Kötü de laf mı ola? AHİ EVRAN- Sakin ol, otur şuraya, soluklan biraz… SEYFÜDDİN TUĞRUL- Bu Selçuklu Hanedanı çoktan bitmiş, bizim yaptığımız kendimizi kandırmaktan öte değilmiş. ALAÜDDİN ÇELEBİ- Bir kez daha mı Anadolu’nun kaderini Moğollar belirledi? SEYFÜDDİN TUĞRUL- Kaderimizle oynayan başımızdaki sultanlar! AHİ EVRAN- Bu kinayeli sözlerin altında yatan nedir? SEYFÜDDİN TUĞRUL- Az kalmıştı Moğolların Anadolu’dan sürül- ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /337 melerine… Dar ül Mülk’teki cihat ordusunu dar-ı dünya toplansa yenemez dersin. Kösedağ’daki utancın tekrarlanmayacağına, yıllardır süregelen Moğol zulmünün sona ereceğine öylesine emindik ki… AHİ EVRAN- Nedir gücünüzün önüne set çeken? SEYFÜDDİN TUĞRU - Siyaset, iş bilmezlik, çok başlılık, en önemlisi de ahlaksızlık… Baycu Noyan’ın ordugâhı Aksaray tarafındaydı. Biz de Sultan Hanı yakınlarında ordugâhımızı kurmuştuk. Gece yarısı ulaşan bir haber bütün gardımızı düşürdü. AHİ EVRAN- Hayır ola? SEYFÜDDİN TUĞRUL- Biz cihat uğruna ibadetlerimizi yaparken, Sultan İzzüddin sarhoş bir halde beylerbeyinin evine giderek haremini sıkıştırmış. AHİ EVRAN- Bu nasıl bir iş? ALAÜDDİN ÇELEBİ- O sultanın ve İslam’ın hizmetinde canını ortaya koymuşken, ailesine böyle bir davranış… SEYFÜDDİN TUĞRUL- Savaşın kaderini belirleyen de beylerbeyinin sultan sancağını kapatıp, Moğol ordusuna katılışı oldu. Başta vezirimiz olmak üzere, pek çok emir ve asker şehit edildi. ALAÜDDİN ÇELEBİ- Bu bedeli hangi vicdan taşıyabilir? SEYFÜDDİN TUĞRUL- Babası da kendi çıkarları uğruna dedesinin canına kıymamış mıydı? ALAÜDDİN ÇELEBİ- Taş üstünde taş bırakmamışlardır Dar-ül Mülk’te! SEYFÜDDİN TUĞRULdönmüştüm. Ben yeniden toplanırız diye Konya’ya 338 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI ALAÜDDİN ÇELEBİ- Molla Hüdavendigar orada mıydı? SEYFÜDDİN TUĞRULDar-ül Mülk’e ulaştığımda Medresesi’nin önünde mahşeri bir kalabalık vardı. İplikçi AHİ EVRAN- Ya Sadrüddin Konevi, Zeynüddin Sadaka? SEYFÜDDİN TUĞRUL- Acı haber ulaşır ulaşmaz değerli eşyaları toplayan Sultan İzzüddin, Ahmedek Kapısı’ndan Antalya’ya doğru yola çıkmış. Geride ne bir devlet adamı ne de bir asker var! Bir tek ahiler kalmış Selçuklunun Dar ül Mülk’ünde… Hep birlikte ayak takımının ve bozguncuların kavgalarını yatıştırmaya çabaladık. Saray kâhyası da Moğolların hiddetini azaltabilmek için halkın değerli eşyalarını toplamaya çalışıyordu. Bir cami hatibi de kıymetli eşyalarıyla minbere çıkmış, ‘Bizi kurtaracak servetimizden başka bir şey kalmadı. Değerli mallarımızı, kadınlarımızın ve çocuklarımızın uğruna feda edelim,’ diyerek ağlıyordu. ALAÜDDİN ÇELEBİ- Ya Molla Hüdavendigar? SEYFÜDDİN TUĞRUL - Gün doğarken yeşil elbiseler içinde yanıma geldi. Senin hakkında sorgu sual etti. İyi olduğunu söyledim. Seni savaştan uzak tutmam için yeminler ettirdi. Konya’daki savaşın kimseye faydasının olmayacağını söyleyerek, Kırşehir’e dönmem için zorladı. Bir de emanet verdi, yükü üstümde kalmasın… ALAÜDDİN ÇELEBİ- Hayırdır? SEYFÜDDİN TUĞRUL- (Cebinden çıkardığı mektubu uzatır.) Baban gönderdi. ALAÜDDİN ÇELEBİ- (İsteksizce alır.) Benim babam Şeyh Nasirüddin Mahmut’tur. SEYFÜDDİN TUĞRUL- Bu sözlerinle babana haksızlık yapmaktasın. ALAÜDDİN ÇELEBİ- Beni evlatlıktan çıkaran babamdı! ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /339 SEYFÜDDİN TUĞRUL- O günlerde Şems-i Tebrizi’nin katillerinden birisi gibiydin. ALAÜDDİN ÇELEBİ- Şu anda değişen ne ki? SEYFÜDDİN TUĞRUL- Öfkeler yerini sabra terk etmiştir. ALAÜDDİN ÇELEBİ- (Mektubu okumaya başlar.) Müderrislerin övüncü, oğulların hayırlısı, kötülüklerden dönüp tövbe edenlerin sevgilisi oğlumuz, babasının selâmını okusun, alsın. Hayır duasıyla meşgul olduğumuzu bilsin. Cömertlikle yoğrulmuş huyuna, asli talihine dönmedikçe, başını bizlik, benlik pisliğinden, nefislerdeki kötülüğün penceresinden dışarı çıkarmadıkça, bilsin ki hurilerle, altınlarla, saçılıp dökülmüş incilerle dopdolu bir dünya olan hava ve heves dikenliğine gelmek, yokluk gül bahçesini bırakmaya değmez. Birisi huyuna aykırı bir yola, gaflete teşvik ederse, Tanrı ahitlerini unutup koşarak o işe gitmesin. “Bir kavme karşı beslediğiniz kin…” AHİ EVRAN- (Kuran-ı Kerim’den alıntının devamını getirir.) “Sizin aşırı hareketinize, tecavüzde bulunmanıza sebep olmasın, sizi adaletten alıkoymasın.” ALAÜDDİN ÇELEBİ- “Bir kavmin zulmü…” AHİ EVRAN- (Kuran-ı Kerim’den alıntının devamını getirir.) “Sizi yüce yolunuzdan çevirmesin.” SEYFÜDDİN TUĞRUL- Ayetleri ne de güzel yakıştırmış mektubuna. ALAÜDDİN ÇELEBİ- (Giderek duygusallaşmaktadır.) Mevlâ’nın katında onun razılığına mazhar olan, yüce himmetinize uygun bulunan yolu bırakmanıza sebep olmasın. Bütün dünya sana karşı bir şekle girer, değişirse bile, sen kendi yolunda yürümeye bak, bir başka şekle girme, değişme… SEYFÜDDİN TUĞRUL - İçeride oku istersen… 340 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI ALAÜDDİN ÇELEBİ- Benim şeyhimden gizleyecek sırrım yoktur… (İyice duygusallaşarak mektubu okumayı sürdürür.) O odada da baban oturuyor bil. Bunu böyle say. Komşuluk hakkını sana nasıl yaraşırsa o şekilde gözet. ‘Nice tiksindiğiniz, olmasını istemediğiniz şeyler vardır ki hayırdır size.’ ayetini dudak altından gizlice oku… (Mektuba ara vererek) O hala Konya’da mı? SEYFÜDDİN TUĞRUL- Ben yanından ayrılırken Kulağı Küpeli Kapısı’ndan geçerek meydanın arkasındaki tepeye doğru yürüdü. Sonra da kuşluk namazına başladı. AHİ EVRAN- Duaları kabul olmuştur inşallah… (Yeniden mektubu okumaya çalışan Alaüddin’in gözleri dolmuştur. Duygularını gizlemek istercesine yanlarından ayrılacaktır.) ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /341 DOKUZUNCU SAHNE (Kayseri’de bir ev…) (Kırklı yaşların başındaki Kadıncık Ana, Moğol kıyafetleri içindedir.) KADINCIK ANA- Bu dünyanın halini anlayan bir adım beri gele ay anam! Göç yollarında savrulmak kaderimize yazılmış! Göçmen kuşlar gibi göçüp duruyoruz. Bir vakit Baycu Noyan’ın yeşillikler diyarında yaşadık. On Moğol erkeğinden ikisini ordusuna çağıran Hülagü Han’ın karargâhı Mugan’da kurulunca, Anadolu’ya doğru yollara döküldük. Anadolu diyorum ay anam! Yanlış bir söz ettim sanma! Önde Baycu Noyan’ın cengâverleri, arkada kadınlar, çoluklar, çocuklar, hayvan sürüleri ve aralarına karışmış köleler… ‘Ben buralarda doğdum, buralarda büyüdüm,’ diyorum Tosuncuk Noyan’ıma. ‘Şu tarlada çalışan kadınlar kadar özgürdüm!’ Sultan Hanı yakınlarında Selçuklu askerleriyle savaşa tutuşulunca tadımız tuzumuz kaçtı. Bu dünyada savaşsız yaşamak mümkün değil mi ay anam? Moğollar yenilirse tosuncuğuma ne olacak? Kazanırlarsa daha da beter! Ben dertlenip dururken, Selçuklu ordusunu dağıtan Baycu Noyan’ın cengâverleri, Konya’nın kapılarına dayandı. Bizlere de surların yakınlarına çadırlarımızı kurarak beklemek düştü. Bu dünyada kavuşacağımı hayal bile etmediğim, öteki dünyada kavuşacağımızdansa zerre kadar kuşku duymadığım Nasirüddin Mahmut’un deri atölyeleri yarım menzil uzağımızdaydı. Kokusu burnumda sanki! Yeşil cübbesiyle namaza duran Molla Hüdavendigar’ın hikâyesi cavlaki dervişlerinin arasında dilden dile dolaşarak bizlere kadar ulaştı… Bir başka hikâye de Ahmedek Kapısı’ndan katırlarıyla çıkan cami hatibiyle ilgiliydi: Dört katır yükü değerli hediyeyle Baycu Noyan’ın çadırına gitmiş. Yaşına hürmet gösteren Baycu’nun hatunu tarafından sofrasına buyur edilmiş. Ona ikram edilen içkiyi Allah’ın haram ettiğini söyleyerek geri çevirmiş. ‘Bize neden haram etmedi?’ diye sormuş hatun. ‘Siz kâfirsiniz!’ demiş hatip. ‘Tanrı huzurunda siz mi daha hayırlısınız, biz mi?’ diye sormuş. Hatip hiç düşünmeden ‘Biz!’ demiş. ‘O 342 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI halde nasıl olur da Gök Çalap size karşı bize yardım eder?’ diye sormuş. ‘Müslümanlar İslamiyet yolundan uzaklaştığı için Hak Teâlâ kızdı ve sizin kılıcınıza teslim etti.’ diye karşılık vermiş. Bu sohbeti ikna edici bulan Baycu Noyan’ın hatunu Müslümanlığı kabul ederek hatibin kızı olmuş diyorlar. Dört katır yükü hediyeyi kabul eden Baycu Noyan da talandan ve kıyımdan vazgeçmiş. Büyük yemini yerine gelsin diye de sultan türbelerinin bulunduğu kaleyi hariç tutarak, dış surların burçlarını yıkmakla yetinmiş… Dar-ül Mülk’e de Burdur zindanlarından çıkardığı Rüknüddin Kılıçaslan’ı sultan yapmış. Hülagü’nün Bağdat seferine giderken tosuncuğumun babasını sultanı korumakla görevlendirdi. Tam düzen tutacağız derken Bizanslıların desteğiyle eski sultan geriye döndü. Ay ve yıl demeden savaştan savaşa sürüklenip durduk. Dedem Korkut hikâyelerinden farkımız kalmadı. Alamut Kalesi’ndeki haşhaşilerin efsanesi Moğolların saldırılarıyla sona ermiş diyorlar. Çok daha inanılmazıysa, Bağdat’ın yerle bir edildiği, Abbasi halifesi Mustasım Billah’ın öldürüldüğü, hatta kanı bulaşmasın diye keçeye sararak atlarıyla üstünde dolaştıklarını dahi işittik. Selçuklu topraklarını ikiye bölen Moğolların elinden kardeş sultanların savaşı da son buldu. Biz de Sultan Rüknüddin’in peşinden kendimizi Kayseri’de bulduk. ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /343 ONUNCU SAHNE (Yıl 1261… Kırşehir’deki hanikah…) (Doksanlı yaşların başlarındaki Ahi Evran yazdığı kitaba kendini kaptırmıştır. Oldukça tedirgin görünen Alaüddin Çelebi araya girebilmek için fırsat kollamaktadır…) ALAÜDDİN ÇELEBİ- Vakit doluyor şeyhim… AHİ EVRAN- Son satırlar aceleye gelmiyor. ALAÜDDİN ÇELEBİ- Mızrağın gölgesi boyunu aşana kadar zaman tanımışlardı. AHİ EVRAN- Hiç olmazsa kitabımı tamamlayacak fırsatı vermişler. (Son kez göz attığı kitabı Alaüddin Çelebi’ye uzatır.) Al bunu… ALAÜDDİN ÇELEBİ- Ağız-u Encam… AHİ EVRAN- Bir parça yazım hatası olabilir, gözlerim yeterince görmüyor, hataların düzeltilmesi de sana kalıyor artık… ALAÜDDİN ÇELEBİ- Şu sıkıntıları başımızdan savdıktan sonra birlikte düzeltiriz inşallah… Az sonra mancınıkların taşları üstümüze yağmaya başlar. Daha fazla oyalanmadan Kırşehir’den ayrılalım. AHİ EVRAN- Ben hiçbir yere gitmiyorum Alaüddin Çelebi! ALAÜDDİN ÇELEBİ- Ne? AHİ EVRAN- Duydun söylediğimi… ALAÜDDİN ÇELEBİ- Şeyh Hacı Bektaş dergâhında yolunuzu gözlüyor. 344 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI AHİ EVRAN- Biliyorum. ALAÜDDİN ÇELEBİ- Ertuğrul Gazi’ye de ‘Ben gelene kadar Şeyh Edebali’ye sahip çıkın.’ diye haberler göndermiştiniz? AHİ EVRAN- Neler söylediğimi biliyorum Alaüddin Çelebi! Daha fazla yorma beni… Uç topraklardaki direnişin benden sonra da sürdürülmesi gerekiyor. Zaman yitirmeden uçlardaki ahilere katıl. Son kitabım sana emanet, al ve git artık… ALAÜDDİN ÇELEBİ- Siz de canınızı önemsemeden Kırşehir’de ölümü mü bekleyeceksiniz? AHİ EVRAN- Her şeyi önemsediğim için elindeki kitabı mürekkep eyledim. ALAÜDDİN ÇELEBİ- Bu bir vasiyetname şeyhim! AHİ EVRAN- Geç bile kaldım yazmakta. Ben hayatta olduğum sürece ahilere karşı sürdürülen savaşın sonu gelmeyecek. ALAÜDDİN ÇELEBİ- Canımı almadan Ahi Şeyhlerinin Şeyhi’ne kimseler zarar veremez. AHİ EVRAN- Onlar benim için Kırşehir’in surlarına dayandılar. ALAÜDDİN ÇELEBİ- İkimiz için de görülecek hesapları var. AHİ EVRAN- İki hesap birbirinden farklıdır Alaüddin Çelebi! Beni öldürmek ve seni de sağ salim kurtarmak için buradalar. ALAÜDDİN ÇELEBİ- Sırt sırta savaşırız şeyhim! AHİ EVRAN- Şeyh Zeynüddin Sadaka’yı korumaya çalışırken canından olan Sadrüddin Konevi’nin oğlunun acısı hala yüreğimi dağlamaktadır! ALAÜDDİN ÇELEBİ- Her zaman bir umut vardır demez misiniz? ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /345 AHİ EVRAN- Bir kez daha benzerini yaşamamızın gereği yok. ALAÜDDİN ÇELEBİ- Surların dışında bekleyen Kırşehir valisi babamın müritlerindendir. AHİ EVRAN- Bu da şehitliğe yakın olduğumu gösterir. ALAÜDDİN ÇELEBİ- Nurüddin Cacaoğlu’nun niyeti savaşmak olsaydı mancınıkların taşlarını çoktan başımıza yağdırmışlardı. AHİ EVRAN- Son olaylar sırasında Dar-ül Mülk’e saldıran Karaman beylerine yapılanlar aklında mıdır? ALAÜDDİN ÇELEBİ- İbret-i âlem olarak Konya sokaklarında dolaştırıp, halkın hakaretlerine maruz bıraktılar. AHİ EVRAN- Dahası da yok mu? ALAÜDDİN ÇELEBİ- İç kalenin kapısında idam ettikten sonra sarayın burcundan oklamışlardı. AHİ EVRAN- Aynı utancı benim de yaşamamı ister misin? ALAÜDDİN ÇELEBİ- Bir anlaşma yolu bulunur elbette… AHİ EVRAN- Nurüddin Cacaoğlu Moğol soyundandır. Onun gibilerin hesabı Anadolu’daki direnişin sonunu getirmek üstüne kurulmuştur. Ahi ve Türkmenlerin gücünü kırabilmek için ellerinden geleni ortaya döküyorlar. ALAÜDDİN ÇELEBİ- Ayn Calud’da Memluk sultanına yenilmeleriyle hesapları bozulmadı mı? AHİ EVRAN- O zaferin cesaret vereceğini düşünerek daha da saldırganlaştılar. Baycu Noyan’ın başlattığı savaşı, Sultan Rüknüddin’e tamamlatacaklar. ALAÜDDİN ÇELEBİ- Son olaylar sırasında kardeşini elinden kaçıran Rüknüddin geride kalanlardan intikam alıyor. 346 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI AHİ EVRAN- Bu kez hesaplar intikamın ötesine taşınmış. Uç Türkmenleri etkisiz hale getirebilmek için Denizli’ye Moğol ve Selçuklu ordusunu birlikte gönderdiler. Karamanlılar’ın Dar-ül Mülk’e saldırısını bahane ederek Sultan İzzüddin’i destekleyen devlet adamlarını Moğollara katlettirdiler. Her durumu fırsata dönüştüren kurt tıynetli yöneticiler, varisleri olduğu halde mülk ve servetlerine el koyuyor. ALAÜDDİN ÇELEBİ- Bir yerde söndürdükleri, başka yerde yeniden harlanmaktadır. AHİ EVRAN- Bu yüzden de ateşin üstüne körükle yürüyerek, Anadolu Şeyhlerinin Şeyhi Zeynüddin Sadaka’yı gözlerini kırpmadan öldürdüler! Ahiliğin sonunu getirebilmek için de Kırşehir’in surlarına dayandılar. ALAÜDDİN ÇELEBİ- Ben ahiliği seçtiğim için bütün bunlar! AHİ EVRAN- Ah Alaüddin Çelebi! Çoluğa çocuğa karışsan da çocuksu saflığından sıyrılamamışsın. ALAÜDDİN ÇELEBİ- Şems-i Tebriz’in düşmanlıklar böyle büyümeyecekti. ölümüne karışmasaydım AHİ EVRAN- Can almanın bedeli ağırdır! Her zamansız ölüm yaşayanların da bir parçasını yanında götürüyor. ALAÜDDİN ÇELEBİ- Onun ölümünü düşünmeden uyuduğum bir gece olmadı. AHİ EVRAN- Sen tek canın hesabını veremezken, Anadolu’da dökülen kanların hesabını kim ve nasıl verecek? (Zindancının oğlu çekinerek yanlarına gelir.) ZİNDANCININ OĞLU- Ahi babam! AHİ EVRAN- Al işte, senin gibi başımdan ayrılmayanlardan biri de bu! ESNAF VE SANATKÂRLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ /347 ZİNDANCININ OĞLU- Yol atamı pusuya düşürdüklerinde yanında değildim. Bir daha aynı acıyı yaşatmalarına izin vermem! AHİ EVRAN- Ne o? Alaüddin Çelebi’ye destek vermeye mi geldin? ZİNDANCININ OĞLU- Nurüddin Cacaoğlu’nun gönderdiği elçi huzuruna gelmek için destur istiyor. AHİ EVRAN- Bir derdi varsa Kırşehir Emiri Seyfüddin Tuğrul’la konuşsun. ZİNDANCININ OĞLU- Sizinle konuşmak istiyormuş. AHİ EVRAN- Günlerdir elçi üstüne elçi gönderiyorlar. Kırk türlü lafla Kırşehir’e girmelerine izin vermeyeceğimizi anlattık. Daha neyin elçisiymiş bu? ZİNDANCININ OĞLU - Ahi babam, gelen onlardan farklı… KADINCIK ANA- (Dışarıdan) Açın derim yolumu! AHİ EVRAN- Bu ses? KADINCIK ANA- (Dervişleri aşarak yanlarına gelir.) Ahi Evran şeyhim! AHİ EVRAN- Fatma Hatun? KADINCIK ANA- Bir kez mezarının başında dua edebilmek için canımı vermeye razıydım şeyhim! AHİ EVRAN- Ben de yanına gelebilmek için canımı vermeye hazırlanıyordum. 348 / T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI ON BİRİNCİ SAHNE (Kırşehir’deki hanikah…) (Yas kıyafetlerine bürünmüş Kadıncık Ana, elindeki Ahi Evran’ın Ağız-u Encam kitabıyladır.) KADINCIK ANA - Çipil gözleri kömür karasıydı Tosuncuk Noyan’ımın! Bir savaşçı edasıyla kaşlarını çatarak babasının yanında sefere katılmıştı. Bu kez de Cengiz Han’ın torunları birbirine düşmüş dediler. İkisi de geriye dönmedi ay anam! Ben de ahilerin ateşini söndürmeye çalışan devlet erkânı tarafından özgür bırakıldım. Bir kadın köle olarak ‘El değiştirdim.’ mi deseydim? Son kez Ahi Evran’ımı dünya gözüyle gördüm ya… Daha ne olsun? Bundan sonra dar-ı dünya kimin umurunda? Tosuncuk Noyanım’ın hikâyesini anlattım Şeyh Nasirüddin Mahmut’a… Ondan da evladı bellediği Alaüddin Çelebi’nin hikâyesini dinledim… Biz savaş çığlıkları arasında elimizden geleni yaptık ama şimdilik kazanan kötülük oldu. O gün ay tutulmuştu. Dar-ı dünya karanlığa gömülmüştü. Hiç kimseye acımayan savaş tanrıları, tosuncuğuma acımadığı gibi, acemice hançerini savuran Alaüddin’e ve de ilk kez hançerini belinden çıkarmaya çalışan şeyhime de acımadı. Son mürekkep eylediği satırlar, acılardan geriye kaldı vesselam… SON... Notlar
Benzer belgeler
Ahi Evran ve Ahilik konulu senaryo
ve hizmet standartlarıyla, verimliliğe
verdiği önemle, uzmanlaşmış işgücü
eğitimiyle, tüketici haklarıyla, toplumsal görgüye kattığı kurallarla toplumun
genel refahına önemli fayda sağlamıştır.
Ahi...