askerî yüksek idare mahkemesi dergisi
Transkript
askerî yüksek idare mahkemesi dergisi
ASKERÎ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİ DERGİSİ (Askerî Yüksek İdare Mahkemesi Kararları Dergisi) Sayı : 26 ANKARA GENELKURMAY BASIMEVİ 2011 Askerî Yüksek İdare Mahkemesi Dergisi Yayın Kurulu Personeli Hâk.Alb.Yüksel DOĞAN Hâk.Yb.Dr.Kazım GÜLTEKİN Hâk.Yb.Ayşe SEREZLİ Hâk.Bnb.Yunus YILMAZ Dz.Hâk.Bnb. Metin YILMAZ Svl.Me. İlhami ERKAN Svl.Me. Tuba AÇIK İletişim Adresi Askerî Yüksek İdare Mahkemesi Başkanlığı Devlet Mah. Merasim Sok. Yücetepe / ANKARA Gensek Faks : +90.312.4172992 Tel : 0 .312.4106649 / 4106585 Askerî Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Dergisi, Mahkeme Başkanlığı’nca yılda bir sayı olarak yayınlanan ve bilimsel incelemeler ile AYİM kararlarına yer veren bir dergidir. AYİM Dergisinden edinmek isteyenler, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi Başkanlığının TC. Ziraat Bankası Saraçoğlu Şubesi (Şube No:1059) 1276 No’lu hesabına istenen her kitap için 15 (onbeş) TL yatırdıktan sonra, alacakları makbuz sureti ile birlikte doğrudan Mahkeme Başkanlığı’ndan yazılı olarak talepte bulunduklarında, istenen sayılar adreslerine gönderilir. *Dergide yer alan yazılarda ileri sürülen görüşler yalnızca yazarlara aittir, yayınlayan kurumu bağlamaz. GENELKURMAY BASIMEVİ YAYIN NUMARASI : 2011/ II İÇİNDEKİLER SAHİFE V ÖNSÖZ AYİM İNTERNET SİTESİNİN İÇERİĞİ VE ADRESİ VII ASKERÎ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİNDE DAVA AÇMA USUL VE YOLLARI İLE DİLEKÇE ÖRNEKLERİ IX-XXIII YARARLANMA AÇIKLAMASI XXVII YAZILARINIZI BEKLİYORUZ XXIX KONU FİHRİSTİ XXXI BİLİMSEL İNCELEMELER * AYİM’de Açılan Tam Yargı Davalarında Tazminat Miktarının Değiştirilmesi 3-10 Dr. Kazım GÜLTEKİN Hâk.Yb. AYİM 2.Daire Raportörü * TSK’da Görevli Devlet Memurlarına Disiplin Amirlerince Verilen Disiplin Cezalarının Yargısal Denetiminde Ön Sorun:Yasama Kısıntısı 11-16 İlter AKSOYLU Hâk.Yb. AYİM 3.Daire Raportörü * AYİM Kararları Işığında Kamu Personelinin Kusurlarından Devletin Mali Sorumluluğu HulusiGÜL Hâk.Bnb. As.Yarg.Tet.Hâk. YunusYILMAZ Hâk.Bnb. AYİM 3.Daire Raportörü III 17-52 * TALİ (TÜREV) KURUCU İKTİDARIN, ANAYASAYI DEĞİŞTİRME MESELESİ 53-75 Ankara Barosu Avukatı Mesude ALTUNEL AYİM KARARLARI SAHİFE NU I. USUL 79-118 II. ESAS 119-547 548-558 III. KAVRAM FİHRİSTİ IV ÖNSÖZ Askerî Yüksek İdare Mahkemesi’ne açılan davalar sonucu verilen kararların toplu bir şekilde derlenerek bilgi edinilmesini sağlamayı amaçlayan Askerî Yüksek İdare Mahkemesi Dergisi’nin 26’ıncı sayısı hazırlanmış olup ilgililerin faydalanması için yayınlanmaktadır. Daha önceki yayınlarda olduğu gibi, derginin bu sayısının da başta Üniversitelerimiz, Yüksek Yargı Organlarımız ve Barolarımız olmak üzere hukuk çevrelerine, askeri yargıçlara, Silahlı Kuvvetlerimizin Tugay seviyesine kadar olan birlik ve kurumlarına, Silahlı Kuvvetler Kütüphanelerine dağıtılması planlanmıştır. Halen www.msb.gov.tr sitesi içerisinde ayrı bir alt başlıkta yer alan internet sitemizde 7-26’ıncı sayılarda yer alan kararların özetleri, tam metinleri ve bu önsözün sonunda yer alan AYİM internet sitesi fihristinde belirtilen konular yer almaktadır. Aynı site ayrıca TSK İntranet içerisinde yine www.msb.bak sitesinin alt başlığında yer almaktadır. Yüksek Mahkemeler içerisinde, yayınlanan kararlarını internet ortamına aktaran ilk mahkeme olmak çalışmalarımıza ayrı bir şevk katmıştır. Söz konusu çalışmalarımız nedeniyle gerek yazılı olarak, gerek telefonla yada şahsen tebrik ve övgülerini dile getiren kişi ve makam sahiplerine şükranlarımı sunarım. Dergimizin bu sayısı da önemli hukuki konulara temas eden bilimsel incelemelerle zenginleştirilmiştir. Bu sayıda 4 adet bilimsel inceleme ve 121 adet karar yer almaktadır. Anayasanın 157 nci maddesinden kaynağını alan ve 40 yıldır faaliyetini sürdüren Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, Anayasa ve 1602 Sayılı Askerî Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun belirlediği görev ve amaç doğrultusunda ilk ve son derece mahkemesi olarak yargısal denetim yapmaktadır. Askeri idari işlem ve eylemlerden kaynaklanan uyuşmazlıkların çözümünde öğretiyi kendisine rehber edinen mahkememiz, verdiği kararlarla Türk idari hukukuna katkı yapıcı yönde çaba göstermektedir. Pek çok bilimsel eser ve incelemede Mahkememiz kararları üzerinde müspet değerlendirmelerde bulunulmuş ve idare hukukuna yapılan katkılar dile getirilmiştir. Bilim adamlarının ve hukukçuların bilimsel nitelik ve içerikte eleştiri ve uyarılarıyla "Hukuk Devleti" yolunda kendisine düşen görevi en iyi şekilde yerine getirebileceğine inanan Mahkememiz; bu yöndeki değerlendirmelerin idarî yargının daha da gelişmesinde yapıcı bir fonksiyon ifa ettiğini benimsemekte ve bunu tabii kabul etmektedir. Bu bakımdan, bilim adamları ve hukukçularımızın Mahkememiz kararları üzerindeki ya da İdare Hukuku ve Anayasa Hukukuna ilişkin her türlü yazı ve incelemelerini beklediğimizi ifade etmek isterim. V Dergimizin tüm hukukçulara, idare birimlerindeki görevlilere ve okurlarına yararlı olması bizler için en büyük mutluluk kaynağıdır. Dergimizin yayınlanmasında yardım ve desteklerini esirgemeyen Milli Savunma Bakanlığı Müsteşarı Korgeneral Sayın Ümit DÜNDAR’a şükranlarımı sunar, yayında emeği geçen başta Yayın Kurulu Başkanı, Genel Sekreter Hâk.Alb. Yüksel DOĞAN olmak üzere Yayın Kurulu Üyeleri, Hâk. Yb. Dr. Kazım GÜLTEKİN, Hâk.Yb.Ayşe SEREZLİ, Hâk.Bnb.Yunus YILMAZ ve Dz.Hâk.Bnb. Metin YILMAZ’a, dergimizi bilgisayar ortamında hazırlayan ve düzenlemelerini yapan, Yayın Kurulu Şubesi Müdürü V. Svl.Me.İlhami ERKAN’a basımı kısa sürede ve istenilen biçimde gerçekleştiren Gnkur.Basımevi Müdürü Tnk.Alb.M. Hamdi BAŞAK ile Basımevi mensuplarına teşekkür ederim. Abdullah ARSLAN Hâkim Tuğgeneral As.Yük.İd.Mah.Bşk. VI AYİM İnternet Sitesinin İçeriği ve Adresi Türk Yargı Düzeni İçindeki Yeri Tarihi Gelişim AYİM’nde Dava Açma Usül ve Yolları Yayın (Dergi) Faaliyetleri AYİM’nin Bibliyografyası 1602 Sayılı AYİM Kanun Metni AYİM İçtüzüğü AYİM’nin Bağımsızlığı ve Tarafsızlığına Ait AİHM Kararı AYİM Dergilerini Nasıl Edinebilirsiniz (Abonelik) AYİM İletişim Adresi AYİM Dergisi Kararları, İçtihatı Birleştirme Kararları, Makaleler. İNTERNET ADRESİ www.msb.gov.tr altında AYİM altbaşlığında TSK INTRANET ADRESİ www.msb.bak altında AYİM altbaşlığında VII ASKERÎ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİNDE DAVA AÇMA USUL VE YOLLARI İLE DİLEKÇE ÖRNEKLERİ* a. Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin Niteliği: Askerî Yüksek İdare Mahkemesi 4.7.1972 tarih ve 1602 sayılı kanunla kurulmuş, Türk Milleti adına askerî olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, askeri kişileri ilgilendiren ve askerî hizmete ilişkin idarî işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini ve diğer kanunlarda gösterilen görevleri yapan bir yüksek mahkemedir. (Anayasa m.157 ve 1602 s.K. m.20). b. Askerî Yüksek İdare Mahkemesinde Kimler Dava Açabilir: Askerî Yüksek îdare Mahkemesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askerî memur, astsubay, askerî öğrenci, er ve erbaşlar, uzman çavuş ve uzman jandarma çavuşlar ile sivil memurlar dava açabilirler. (1602 sayılı K. m.20). Bunların dışındaki şahıslar, özellikle sivil kişiler, askerî hizmete ilişkin idarî eylem ve işlemlerden menfaatleri ihlal edilmiş yahut hakları muhtel olmuş olsa bile bu mahkemede dava açamazlar. Askerlik yükümlülüğünden doğan davalarda ise, davacının asker kişi olması koşulu aranmaz. c. Askerî Yüksek İdare Mahkemesinde Hangi Çeşit Davalar Açılır: Askerî Yüksek İdare Mahkemesinde, asker kişileri ilgilendiren ve askerî hizmete ilişkin idarî eylem ve işlemlerden doğan iptal ve tam yargı davalarına bakılır. Suç ve ceza ile ilgili davalara bu mahkemede bakılmaz. İptal davaları, idarî bir işlemin iptalini, Tam yargı davaları ise, idare hukuku alanında ihlal edilmiş bir hakkın yerine getirilmesini veya maruz kalınan bir zararın tazminini (ödettirilmesini) hedef alan davalardır. Tam yargı (tazminat) davaları idari işlem ya da idari eylem kaynaklı olabilir. Menfi sicil tanzimi, terfi ettirilmeme, kademe ilerlemesi yaptırılmama, emekliye sevk v.b. işlemlerin iptali istemleri iptal davalarına, araç devrilmesi sonucu ölüm ve yaralanma olayları, emeklilik işleminin iptali sebebiyle açılan tazminat davaları tam yargı davalarına misal olarak gösterilebilir. Cumhurbaşkanının, Yüksek Askerî Şûra'nın tasarrufları ve Sıkıyönetim Komutanlarının 1402 sayılı Kanunda yazılı tasarrufları ile disiplin suç ve tecavüzlerinden ötürü disiplin amirlerince verilen cezalar aleyhine Askerî Yüksek îdare Mahkemesinde ne iptal ne de tam yargı davası açılamaz. Bu tasarruflar yargı denetimi dışındadır. Askeri Yargıtay Onursal Daire Başkanı (E) Hak. Alb. Hulusi ÖZBAKAN’ın yazmış olduğu “TSK Personel Kanunu” (Ankara-1986) adlı eserin 436-443 üncü sahifeleri arasında yer alan bölüm, güncelleştirilip genişletilmek suretiyle bu metne esas alınmıştır. IX Askeri Yüksek İdare mahkemesinde tespit ve yorum davaları açılamaz. d. Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde Dava Açma Şartı: Askerî Yüksek İdare Mahkemesinde açılacak iptal davalarında; idarî eylem ve işlemin yetki, sebep şekil, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olması ve davacının menfaatini ihlal etmesi, tam yargı davalarında; dava konusu idarî eylem ve işlemin hukuka aykırı olması ve davacının hakkını ihlal etmesi şarttır. Olayda hukuka aykırılık ve menfaat yahut hak ihlali bahis konusu değilse dava reddolunur. e. Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde Dava Açma Usulü: Asker kişilerle ilgilî idari eylem ve işlemlere ilişkin idari davalar, Askerî Yüksek îdare Mahkemesi Başkanlığına hitaben yazılmış dilekçeler ile açılır. (Dilekçe örnekleri için bahsin sonuna bakınız.) Dilekçeler Askerî Yüksek îdare Mahkemesi Başkanlığına doğrudan elden verilebileceği gibi (1602 s.h. 36/f 1), dilekçeler ile savunmalar ve davalara ilişkin her türlü evrak, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi Başkanlığına gönderilmek üzere en yakın amirlere, Bölge ve îdare Mahkemesi Başkanlıklarına, Bölge ve îdare Mahkemesi bulunmayan yerlerde Asliye Hukuk Hakimliklerine yabancı memleketlerde Türk Konsolosluklarına verilebilir. (1602 s.k. 37), ya da posta ile doğrudan gönderilebilir (Örneğin APS ile). Bu yerlere verilen dilekçeler, en geç üç gün içinde Askerî Yüksek îdare Mahkemesi Başkanlığına taahhütlü olarak gönderilir. (1602 s.k. m.39). Posta yoluyla doğrudan göndermelerde, dava dilekçesinin mahkeme kaydına geçtiği tarih, davanın açılma tarihi olarak kabul edilir. Dilekçelerde: a)Tarafların ad ve soyadları ile sınıf ve rütbeleri, duhulü, nasbı, adresleri ve unvanları; varsa vekillerinin veya temsilcilerinin ad ve soyadları ile adresleri ve unvanları; b) Davanın konusu ve sebepleri ile dayandığı deliller; c) Davaya konu olan idarî eylem ve işlemin yazılı bildirim tarihi; d) Tazminat davalarında uyuşmazlık konusu miktar gösterilir. Dilekçeler ile bunlara ekli evrakın örnekleri karşı taraf sayısından bir fazla olur. (Davalı bir ise iki; iki ise üç nüsha gibi) Jandarma Genel Komutanlığı mensuplarının açacakları davalarda, hasım (davalı) olarak İçişleri Bakanlığı, Kara, Deniz, Hava K.K.lığı mensuplarının açacakları davalarda hasım (davalı) olarak Milli savunma Bakanlığı gösterilir. Ayrıca davanın konusuna göre husumetin Başbakanlık, Maliye Bakanlığı, Emekli Sandığı, OYAK Gn. Md.lüğü ve Milli Eğitim Bakanlığına da yöneltilmesi gerekir. Dilekçelerin tüm nüshalarının imzalı, ekli evrakın örneklerinin mümkün ise tasdikli (evrakı veren makam veya noterlerce, avukatla takip edilen işlerde avukatlarca) olması gerekir. X Yukarıdaki şartlardan birinin yerine getirilmemesi halinde dilekçenin reddi cihetine gidilir. Her idarî eylem ve işlem aleyhine ayrı dilekçe ile dava açılır. Ancak aralarında maddî ve hukukî bakımdan bağlılık varsa, aynı şahsı ilgilendiren birden fazla eylem ve İşlemler aleyhine bir dilekçe ile de dava açılabilir. Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılacak davalar harca tabidir. Ayrıca gerekli tebligat masraflarını karşılamak üzere, posta gideri alınır. Davaların harç ve posta giderlerini para olarak değil, harç pulu ve posta pulu olarak, dava dilekçeleriyle birlikte ikmal etmeleri gerekir. Yargı harçları her yıl Resmi Gazete’de yayınlanarak ilan edilmektedir. Bir örnek olmak üzere 2011 yılı için AYİM’de açılacak davalarda ödenecek harç ve posta giderleri aşağıya çıkarılmıştır: HARÇ MİKTARLARI (HARÇ PULU OLARAK) 1. İptal Davalarında: a. Yürütmeyi durdurma istemi olmayan iptal davalarında alınacak harç miktarı : 66,40 TL. b. Yürütmeyi durdurma istemi de bulunan iptal davalarında alınacak harç miktarı: 96,70 TL. 2. Tam Yargı (Tazminat) Davalarında: Başvurma Harcı (28,20 TL) + talep edilen maddi-manevi tazminat miktarı üzerinden nispi harç (Talebin binde 59,4’ünün ¼’ü) alınır. Nispi harç 18,40 TL ’den aşağı olamaz. Tam yargı davası toplam harcı da (başvurma+nispi harç) 46,60 TL.’den aşağı olamaz. 3. Karar Düzeltme Taleplerinde: Karar düzeltme istemleri de harca tabi olup; 2011 yılı için öngörülen karar düzeltme harcı 38,20 TL.’dir. POSTA GİDERLERİ (POSTA PULU OLARAK) İptal Davalarında: Davalı Milli Savunma Bakanlığı ise alınacak posta pulu miktarı 45,00 TL. Davalı diğer bakanlıklar ya da kurumlar ise alınacak posta pulu miktarı 50,00 TL. Tam Yargı (Tazminat) Davalarında: Davalı Milli Savunma Bakanlığı ise alınacak posta pulu miktarı 100.00 TL, Davalı İÇ İŞLERİ BAKANLIĞI ise alınacak posta pulu miktarı 120.00 TL alınmaktadır. Karar Düzeltme davalarında posta pulu olarak 25.00 TL alınmaktadır. XI Harç ve posta giderlerinin pul olarak dava dilekçesiyle birlikte karşılanmaması halinde, dilekçeler işleme alınmaz ve davacıdan bu eksikliğin tamamlanması talep edilir. Bu talebe rağmen söz konusu eksiklik ikmal edilmezse davanın açılmamış sayılmasına karar verilir. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nde açılacak davalarda (iptal ve tam yargı) davanın “duruşmalı” görülmesi de mümkündür. Taraflarca duruşma talebinde bulunulmazsa ve mahkemece re’sen gerek görülmezse, yargılama evrak üzerinden yapılır. Duruşma talebinin mutlaka dava dilekçesinde (davalı idare için 1. Savunma layihasında) yapılması gerekir. Daha sonra yapılacak taleplerin kabulü, ilgili Dairenin uygun ve gerek görmesine bağlıdır(1602 S.K.md. 48). f. Askeri Yüksek İdare Mahkemesince Verilecek Kararlar: Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılan davalar; dilekçenin reddi, davanın kabulü (işlemin iptali), davanın reddi, bir karar ittihazına mahal olmadığı, dosyanın işlemden kaldırılması, davanın açılmamış sayılması, davanın ehliyet ya da görev yönünden reddi veya tam yargı (tazminat) davalarında belli bir miktar maddi-manevi tazminata hükmedilmesi şeklinde bir kararla sonuçlanır. Dilekçenin reddi kararları daha ziyade 1602 sayılı K.nun 36 ve 38 inci maddelerine aykırılık hallerinde verilir ve davanın reddi mahiyetinde olmadığından davacının 30 gün içinde eksikliği ikmal ile davayı yeniden açmak hakkı vardır. İptal davalarında davanın kabulü, İşlemin iptali demektir. Tam yargı davalarında ise davanın kabulü halinde idare verdiği zararın tazminine mahkûm olur. Davanın reddi kararı, davacının talebinde haklı olmadığını gösterir. Dava açma süresi geçirildikten sonra açılan davalarda da, davanın haklılığı incelenmeden süre aşımı sebebiyle davanın reddine karar verilir. Dava görülmekte iken davacının davasından feragat veya davalının kabulü halinde dava konusu kalmamış olduğundan ilgili daire veya Daireler Kurulunca bir karar İttihazına mahal görülmez. Bunlardan ayrı olarak dava esnasında ölüm veya başka herhangi bir sebeple tarafların kişilik veya niteliklerinde değişiklik olursa, davayı takip hakkı kendisine geçenin başvurmasına kadar ve gerçek kişilerden olan tarafın ölümü halinde, idare mirasçılar aleyhine takibi yenileyinceye kadar dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilir.(1602 S.K.m.61). Yalnız öleni ilgilendiren davalara ait dilekçeler iptal olunur. Davacının gösterdiği adrese tebligat yapılamaması halinde, yeni adresini bildirinceye kadar dava dosyası işlemden kaldırılır. g. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kararlarının Hukukî Sonuçları: Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Daireleri ile Daireler Kurulu kararları kesin olup, kesin hükmün bütün hukuki sonuçlarını hasıl ederler. Bu kararlar aleyhine ancak yargılamanın iadesi ve kararın düzeltilmesi talebinde bulunulabilir. XII Karar düzeltme istemleri, ilamın tebliği tarihinden itibaren 15 gün içinde yapılabilir. Karar düzeltme isteminin kabulü için 1602 sayılı Kanunun 66 ncı maddesinde belirtilen hallerin gerçekleşmiş olması lazımdır. Karar düzeltme istemi harca tabidir. Gerek karar düzeltme, gerekse yargılamanın yenilenmesi dilekçelerinin de, dava dilekçeleri gibi karşı taraf (davalı) sayısından bir fazla olarak verilmesi ve tüm nüshalarının ilgililerce imzalanması şarttır. İdare, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 138 inci maddesi gereğince, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi ilamlarının (kesinleşmiş kararlarının) icaplarına göre işlem veya eylem tesis etmeye mecburdur. Tam yargı davaları hakkında Askerî Yüksek İdare Mahkemesinden çıkan ilamlar genel hükümler dairesinde infaz ve icra olunur. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi ilamlarının icaplarına göre eylem veya işlem tesis etmeyen idare aleyhine Askerî Yüksek İdare Mahkemesinde tam yargı davası açılabilir, (1602 s.K. m.63) h. Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde Dava Açma Süresi: Askeri Yüksek îdare Mahkemesinde dava açma süresi, her çeşit işlemlerde yazılı bildirim (tebliğ) tarihinden itibaren kanunlarda ayrı süre gösterilmeyen hallerde altmış gündür. (1602 S.K. m.40). Askeri Yüksek îdare Mahkemesi Genel Kurulu 5.12.1983 tarih ve E. 1983/1, K. 1983/17 sayılı îçtihatları birleştirme kararında, hangi hallerin yazılı bildirim sayılacağı hususunda ilke olabilecek halleri aşağıdaki şekilde karara bağlamıştır: -"İdarece tebliği zorunlu ve tebliğ edilmeden uygulama imkanı bulunmayan işlemlerde, tebliğ suretiyle yazılı bildirimin yapılması şartı aranmalıdır. -İdarenin tebliğle kendi kendini sınırlayarak bağladığı ve fakat tebliğ edilmeden uygulama imkanı bulunmayan işlemlerde, gene tebliğ suretiyle yazılı bildirimin yapılması şartı aranmalıdır. -İhtiyari başvuru yoluna gidilmesi, yazılı bildirimin yapıldığının bir karinesidir. Uyuşmazlık konusu idari işlem tarihi belirtilerek imza karşılığı tebliğ edilmemiş yahut Tebligat Kanunu'na göre geçerli bir tebligat yapılmamışsa, bu takdirde ihtiyari başvuru tarihi yazılı bildirim tarîhi olarak kabul edilmelidir. Sayılan hallerin dışındaki işlemlerde ise; işlemin uygulanması, bu uygulama ile kişinin statüsünde bir değişiklik olması ve bu değişikliğin kişi tarafından bilinmesi halinde uygulama tarihi yazılı bildirim tarihi olarak kabul edilmelidir. Yukarıda sıralanan esaslara göre; öğrenme (muttali olma) hususunun yazılı bildirim olarak kabulü, ancak istisnai hallere inhisar etmekte ve istisnalar dışındaki hallerde yazılı bildirimin tebliğ suretiyle yerine getirilmesi zorunlu olmaktadır.” XIII Ancak bugün uygulamada dava konusu olabilecek bazı işlemler için idarece yazılı bildirim yoluna gidilmemektedir. Mesela terfi sırasında bulunan personele terfi edemediği veya kademe ilerlemesi yapamadığı hususları bazen idarece kendiliğinden bildirilmemektedir. Bu gibi ahvalde ne suretle hareket edilecektir? Artık idarenin yazılı bildirimini beklemeye mahal yoktur. Çünkü, terfi ya da kademe ilerlemesine esas tarihler 30 Ağustos itibariyle hüküm ifade ettiğinden, ilgililerin bu tarihten itibaren dava açma süresi içinde ya doğrudan doğruya Askerî Yüksek îdare Mahkemesine müracaatla dava açmaları yahutta haklarında tesis edilmiş olan idarî işlemin geri alınması, kaldırılması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılmasını, bu işlemi yapmış olan makamlardan idarî dava açma süresi içinde (60 gün) istemeleri gerekir. Bu müracaat işlemeye başlamış olan dava açma süresini durdurur. Altmış gün içinde cevap verilmez ise istek reddedilmiş sayılır. İsteğin reddi halinde; red yazısının tebliği tarihinden, şayet müracaat idarece cevaplandırılmamış ise 60 günlük bekleme süresinin bitiminden itibaren dava açma süresi yeniden işlemeye başlar ve müracaat tarihine kadar geçmiş olan süre de hesaba katılır. Dava açacak olanların geçmiş olan süreyi 60 güne tamamlayan müddet içinde davalarını mutlaka açmaları gerekir. Aksi halde dava açma süresi kaçırılmış olur. Bir misal ile açıklamak gerekirse, 30.8. 2011 tarihinde terfi sırasında olupta terfi edemeyen ve terfı edemediği hususu kendisine yazılı olarak bildirilmeyen (Keyfiyet yazılı olarak bildirilmişse dava açma süresi bu tarihten başlar) bir personelin 10 Eylül 2011 tarihinde hakkındaki bu işlemin kaldırılarak terfiinin sağlanması hususunda ihtiyari bir müracaatta bulunduğunu farz edelim. 31 Ağustos ile 10 Eylül tarihleri arasında dava açma süresinden sayılan 10 gün geçmiş bulunmaktadır. (Müracaat tarihi olan 10 Eylül günü dava süresine dahil edilmez). Bu şahsın müracaatına idarece 29 Eylül 2011 tarihinde cevap verildiğini ve keyfiyetin aynı gün kendisine tebliğ edildiğini biran için farz edecek olursak, bu şahsın artık 30 Eylül 2011'dan itibaren 50 gün içinde davasını açması lazım gelir. Müracaatı idarece cevaplandırılmamış ise 10 Eylül tarihinden itibaren 50 gün beklemesi ve bu sürenin bitiminden itibaren yine 50 gün içinde Askerî Yüksek İdare Mahkemesi nezdinde davasını açması gerekir. Bugün uygulamada idarî işlemlerden menfaatleri haleldar olan bir çok personelin genellikle bir dîlekçe ile müracaat ederek haklarında yapılmış olan işlemin "nedenini" sordukları, bilhassa terfi edememe ve kademe ilerlemesi yapmama işlemlerinin sebebinin bildirilmesini (Terfî edemememin Kademe ilerlemesi yapamamamın sebeplerinin bildirilmesini) üst makamlardan talep ettikleri ve aldıkları cevap üzerine dava açtıkları görülmektedir. XIV Yapılan müracaat, alınan cevap ve dava açma işlemleri 60 gün içine sığdırıldığı takdirde dava açma süresini geçirme gibi bir tehlike ile karşılaşılmazsa da, bazı personelin ya idareye geç müracaat etmeleri veya müracaatlarına idarece verilen cevabın geç kalması gibi nedenlerle bu sürenin dışına çıktıkları görülmekte ve Askerî Yüksek İdare Mahkemesinde açtıkları davaların süre aşımı sebebi ile reddi cihetine gidilmektedir. 1602 sayılı Kanunun 35 inci maddesine göre personel dava açma süresini geçirmemek için müracaat dilekçelerinde dava konusu yapacakları işlemin nedenini sormaktan ziyade işlemin "geri alınması", "kaldırılması", '"'değiştirilmesi" veya "yeni bir İşlem yapılmasını'" istemeleri gerekmektedir. Ancak bu nitelikteki müracaatlar işlemeye başlamış olan dava açma süresini durdurur. Bir de müracaatın "işlemi yapmış olan makamlardan" istenmesi şarttır. K.K.K.lığınca tesis edilmiş olan bir idari işlem için Gnkur. Bşk.lığına veya MSB.lığına yapılan müracaat kanuni anlamda (dava açma süresini keser nitelikte) bir müracaat sayılmaz ve işlemeye başlamış olan süreyi durdurmaz. İlgililerin 1602 sayılı Kanunun 35 inci maddesine göre idareye (kesin işlemi yapmış olan makama) yalnız bir defa müracaat hakları vardır. İdarenin cevap vermemesi veya verilen cevaptan tatmin olunmaması halinde idareye ikinci defa yapılan müracaat tekrar işlemeye başlamış olan dava açma süresini yeniden durdurmaz. Birden ziyade yapılan müracaatlarda da durum aynıdır. Uygulamada birçok personelin idareye birden ziyade müracaatla dava sürelerini geçirdikten sonra dava açtıklarına şahit olunmaktadır. Kesin idari işlemlerin Askerî Yüksek İdare Mahkemesinde dava konusu yapılabilmesi için idareye muhakkak müracaat mecburiyeti yoktur. Kanun bu nev'iden müracaatları "ihtiyari müracaat" olarak kabul etmiş ve ilgililerin İhtiyarlarına (seçim haklarına) bırakmıştır. ı. Yürütmenin Durdurulması: Askerî Yüksek İdare Mahkemesinde açılan davalarda, dava konusu işlemin veya kararın iptali ile birlikte yürütmenin durdurulması da talep olunabilir. Herhangi bir idari işlemin veya kararın iptali talep olunmadan başka bir deyimle o işlem veya karar dava konusu yapılmadan başlı başına o işlemin veya kararın yürütülmesinin durdurulması Askerî Yüksek İdare Mahkemesinden istenemez. Davanın haklılığının İlk nazarda anlaşılması ve idari İşlemin uygulanması halinde telâfisi güç veya imkansız zararların ortaya çıkmasının muhtemel bulunması hallerinde yürütmenin durdurulmasına karar verilebilir. Yürütmenin durdurulması kararı, dava konusu işlemi, yapıldığı andan önceki duruma, başka bir deyimle eski hale getirir. XV Yürütmenin durdurulması kararı verilebilmesi için talep şarttır. Askerî Yüksek İdare Mahkemesi davacının haklılığını ilk nazarda anlasa bile talep olmadıkça kendiliğinden bu yolda bir karar veremez. Bu talebin dava dilekçesiyle yapılması mümkün olduğu gibi, davanın ileriki aşamalarında da harcı yatırılmak kaydıyla her zaman yapılabilmesi imkan dahilindedir. Yürütmenin durdurulmasına karar verilen davalar öncelikle görülür. Doksan gün içinde yürütmenin durdurulmasına yeniden karar verilmez ise durdurma kararı kendiliğinden ortadan kalkar. Bu konuda yeniden karar vermek için ilgilinin bir dilekçe ile doksan günlük süre dolmadan talebini yenilemesi şarttır. (1602 S.K.m.62). İlgililer (davacılar) birden fazla sayıda yürütmeyi durdurma isteminde bulunabilirlerse de; bu konudaki her talep ayrı harca tabidir. (Dava açıldıktan sonra, ayrı bir dilekçeyle yapılacak yürütmeyi durdurma istemli iptal Davalarında; 2011 yılı için, Başvurma Harcı : 28,20 + İlam Harcı: 38,20 + Y.Durdurma : 30,30 = 96,70 TL.’lik harca tabidir). Olağanüstü haller sebebiyle alınan tedbirlerin uygulanmasında görevlendirilen kamu personelinin naklen atanmalarına ilişkin iptal davalarında yürütmeyi durdurma kararı verilemez (1602 S.K. md. 62) Yürütmeyi durdurma kararları da, iptal kararları gibi idarece en geç 60 gün içinde yerine getirilmek mecburiyetindedir (1602 S.K. md. 63). XVI İPTAL DAVASI DİLEKÇE ÖRNEĞİ (Duruşma istemi vardır) (1) (Yürütmenin durdurulması istemi vardır) (2) ASKERİ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİ BAŞKANLIĞINA DAVACI ANKARA : Adı Soyadı Sınıf ve Rütbesi (Sicili), Statüsü (Sivil memursa görev yaptığı karargâh - Gnkur., MSB.ya da Kuvveti), Kuvveti, Açık Birlik Adresi (3) VEKİLİ :.......................(4) DAVALI : Milli Savunma Bakanlığı- ANKARA (5) DAVA KONUSU :2010 yılı genel atamaları ile Kıbrıs Garnizonu’ndan Diyarbakır Garnizonu’na yapılan atama işleminin iptali istemi YAZILI BİLDİRİM TARİHİ: 2. 6. 2010 (6) OLAYLAR : 1. 1989 yılında Kara Harp Okulu’ndan mezun olduktan sonra 1989-1990 yıllarında sınıf okulunda, 1990-1994 yılları arasında İzmit Garnizonu’nda, 1994-1996 yılları arasında Şırnak garnizonunda,1996- 2000 yılları arasında Ankara garnizonunda, 2000-2002 yılları arasında Hakkari garnizonunda, 2002-2004 yılları arasında Kırklareli garnizonunda, 2004-2007 yılları arasında Kıbrıs garnizonunda görev yaptıktan sonra, KKK.lığının 2011 yılı genel atamalarıyla Kıbrıs garnizonundan 3’üncü derece garnizon olan Diyarbakır garnizonuna atandım. 2. 2011 yılına ait doldurduğum Atama istek formunda Diyarbakır garnizonunu tercih etmedim. Emsallerimden de bu garnizonu tercih eden olmadı. XVII 3. Oysa benimle birlikte işlem gören emsallerim P. Yzb.lardan (A), (B) ve (C) nin safahat hizmet puanı benim safahat hizmet puanımdan daha yüksektir. Bu emsallerimin atama safahatları gözetildiğinde, bana nazaran çok daha yüksek dereceli garnizonlarda görev yaptıkları buna rağmen 2011 yılı atamalarında 1 ve 2’nci derece garnizonlara atandıkları görülecektir. Oysa benim safahatımın bu kişilere nazaran çok daha kötü olduğu ortadadır. HUKUKSAL NEDENLER: 1. 926 sayılı Kanun’un 118 ve 119 uncu maddeleri ile Türk Silahlı Kuvvetleri’ne Mensup Subay ve Astsubayların Atanma ve Yer Değiştirmeleri Hakkındaki Yönetmeliğin 6, 14 ve 54 üncü maddelerinde 3’ncü derece garnizonlara atama esaslarını öngörmektedir. 2. Gerek benim, gerekse emsal gösterdiğim subayların atama safahatları dikkate alındığında, benim dava konusu yaptığım atamamda bu mevzuat hükümlerine uyulmadığı açıkça görülecektir. SONUÇ VE İSTEM: Yukarıda açıklanan nedenlerle ve mahkemenizce re’sen saptanacak gerekçelerle, 2011 yılı genel atamalarında atama istek formunda belirttiğim garnizonlara atamamın yapılmayarak, 3’üncü derece garnizon olan Diyarbakır garnizonuna yapılan atama işleminin İPTALİNE, (2.8.2011 tarihine kadar ilişiğimin kesilmesi emredildiğinden, ailemi ve evimi atandığım garnizona taşımam halinde büyük maddi-manevi zarara uğrayacağımdan, öncelikle YÜRÜTMENİN DURDURULMASINA) (7) Yargılama giderlerinin davalı idare üzerinde bırakılmasına karar verilmesini, (Yargılamanın duruşmalı yapılmasını) (8) Saygılarımla arz ve talep ederim. 25.6.2011 .. İmza Adı-SOYADI Sınıf ve Rütbe EKLER: EK-A : Atama Emri fotokopisi EK-B : Atama İstek Formu fotokopisi EK-C : Atama safahatına ilişkin belge fotokopileri XVIII DİPNOTLAR: (1) Yargılamanın duruşmalı yapılması isteniyorsa bu ibare dava dilekçesinin bu bölümüne yazılacaktır. (2) Yürütmenin durdurulması isteniyorsa bu ibare dava dilekçesinin bu bölümüne yazılacaktır. (3) Davacı arzu ediyorsa tebligat adresi olarak, kıtası dışında bir başka adres de (örneğin bir ev adresi) bildirebilir. (4) Bu bölüm avukatla takip edilen davalarda doldurulacaktır. (5) Davacı J. Gn. K.lığı mensubu ise davalı olarak İçişleri bakanlığı yazılır. Emeklilik işlemlerinde TC. Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü, OYAK işlemlerinde Ordu Yardımlaşma Kurumu Genel Müdürlüğü hasım mevkiinde gösterilmelidir. (6) Dava konusu yapılan idari işlem davacıya ne zaman tebliğ edilmişse, bu bölüme söz konusu tebliğ tarihi yazılacaktır. (7) Parantez içindeki metin, davada ancak yürütmenin durdurulması istemi varsa yazılacaktır. (8) Parantez içindeki metin ancak davanın duruşmalı yapılması talep ediliyorsa yazılacaktır. XIX TAM YARGI DAVASI DİLEKÇE ÖRNEĞİ (Duruşma istemi vardır) (1) ASKERİ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİ BAŞKANLIĞINA ANKARA DAVACI : Adı-Soyadı Sınıf ve Rütbesi (Sicili) Açık Birlik Adresi (2) VEKİLİ :....................... (3) DAVALI : Milli Savunma Bakanlığı- ANKARA (4) DAVA KONUSU : 20.000 TL. maddi, 5.000 TL manevi tazminat istemi YAZILI BİLDİRİM TARİHİ: Davalı idareye yaptığım mecburi idari müracaatımın reddine ilişkin yazı ....................tarihinde tarafıma tebliğ edilmiştir (veya mecburi idari müracaatıma davalı idarece 60 gün içinde cevap verilmemiştir). (5) OLAYLAR : 1. Özel Kuvvetler Komutanlığı 2. A. 1. Tb. 2. Bl. K.lığı emrinde görev yapmaktayken, ............... tarihinde Hakkari-Uludere ilçesi kırsal yöresinde operasyon ve arazi taraması esnasında bir grup teröristle girişilen silahlı çatışmada ağır yaralandım. Bu olaya ilişkin tutanak ve belgeler EK’tedir. 2. EK’te sunduğum belge ve raporlardan görüleceği üzere, bu yaralanma nedeniyle 6 ay hastanede yatarak tedavi gördüm ve 14 ay istirahat kullandım. Sonuçta GATA Sağlık Kurulu’nun 6. 12. 2010 tarih ve 3140 sayılı raporuyla “Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapamaz” kararı verildi ve bu karar üzerine 4.2.2011 tarihinde vazife malülü olarak emekliye sevkedildim. 3. Bu yaralanma ve emeklilik işlemi nedeniyle 15.2.2011 tarihinde Emekli Sandığı’nca tarafıma ..............................TL. vazife malüllüğü aylığı bağlandı ve ..................TL emekli ikramiyesi aldım. XXI HUKUKSAL NEDENLER: 1. Vazife başında maruz kaldığım bu idari eylem nedeniyle sol bacağım diz altından, sağ kolum da omuzdan kesildi. Şu an suni protez takılı bulunmaktadır. 2. Henüz mesleğimin başında iken ve 55 yaşına kadar görev yapma imkanı varken, genç yaşımda ve rütbemde TSK.den uzaklaşma durumunda kaldım. Bu olay nedeniyle bana idarece yapılan yardımlara (nakdi tazminat) ve bağlanan emekli aylığına rağmen, karşılanmayan büyük maddi ve manevi zararlara uğramış bulunuyorum. 3. Uğramış olduğumu değerlendirdiğim 20.000 TL maddi ve 5.000 TL. manevi zararın tarafıma ödenmesi için, hakkımdaki kat’i sağlık kurulu raporunun onaylanması tarihinden itibaren bir yıllık süre içinde kalan .................. tarihinde davalı idareye yazılı olarak başvurdum. İdarece tarafıma gönderilen ve ................tarihinde tebellüğ ettiğim yazıda söz konusu tazminat taleplerimin reddedildiği belirtilmektedir. 4. Bir kamu hizmetinin ifası sırasında uğradığım bu idari eylemden doğan zararlarımın davalı idarece “kusursuz sorumluluk” ilkesine göre tazmini gerekli olup; sayın mahkemenizin içtihatları da bu doğrultudadır. SONUÇ VE İSTEM : Yukarıda açıklanan nedenlerle; 20.000 TL maddi ve 5.000 TL. manevi tazminatın HÜKÜM ALTINA ALINMASINA, (Maddi tazminata emekli edildiğim tarihten itibaren, manevi tazminata olay tarihinden itibaren YASAL FAİZ İŞLETİLMESİNE) (6) Yargılama giderlerinin davalı idareye yükletilmesine, (Yargılamanın duruşmalı yapılmasına) (7) karar verilmesini saygılarımla arz ve talep ederim. 3.4.2011 İmza Adı-SOYADI Sınıf ve Rütbe EKLER: EK-A : Olaya ilişkin tutanak ve belgeler EK-B : Sağlık Raporları ve Emeklilik işlemlerine ilişkin belgeler EK-C : MSB.na yapılan mecburi idari müracaat dilekçesi EK-D : MSB.nın ...................... tarihli cevabi yazısı XXII DİPNOTLAR (1) Yargılamanın duruşmalı yapılması isteniyorsa bu ibare dava dilekçesinin bu bölümüne yazılacaktır. (2) Davacı görevdeyse bu bölüme görev (kıta) adresini yazabileceği gibi, kıt’ası dışında bir başka adres de (örneğin ev adresi) bildirebilir. (3) Bu bölüm avukatla takip edilen davalarda doldurulacaktır. (4) Tazminat istemi bir idari işlemden (örneğin atama, sicil, emeklilik vb.) kaynaklanıyorsa; idari işlemi tesis eden idareye göre (MSB., İçişleri Bakanlığı, OYAK, Em. Snd. Gn. Md.lüğü) davalı (hasım) taraf gösterilecektir. Eğer tazminat istemi bir idari eylemden (yaralanma, ölüm vb.) kaynaklanıyorsa; maruz kalınan eylemin mahiyeti ve davacının (mirasçılarının) kuvveti dikkate alınarak, davalı olarak MSB veya İçişleri Bakanlığı belirtilecektir. (5) İdari işlemden doğan tam yargı davaları, 1602 sayılı Kanun’un 42. Maddesi uyarınca 60 günlük dava açma süresine tabidir. Buradaki örnekte olduğu gibi, idari eylemden doğan bir tam yargı davası söz konusuysa, ilgililerin öncelikle bir yıllık süre içinde idareye başvurarak haklarının giderilmesini talep etmeleri zorunlu bulunmaktadır. (Mecburi idari müracaat). Bu bir yıllık idareye başvuru süresi, ölüm olaylarında ölümün duyulduğu tarihten, yaralanma ve sakatlanmalarda ilgili hakkındaki kat’i sağlık kurulu raporunun onay tarihinden itibaren başlamaktadır. Mecburi idari müracaatta bulunulduktan sonra, idarece 60 gün içinde bir cevap verilmezse 60 günün dolduğu tarihten itibaren 60 gün içinde AYİM’de tam yargı davası açılmalıdır. Eğer idarece bir cevap verilirse, bu cevabın tebliğinden itibaren 60 gün içinde aynı şekilde AYİM’de tam yargı davası ikame edilmelidir. İlgililer idareye vaki müracaatındaki maddi ve manevi tazminat miktarlarıyla bağlı değildirler. Bu istemlerin idarece reddinden itibaren 60 gün içinde AYİM’de açacakları davada maddi ve manevi tazminat miktarlarını arttırarak talepte bulunabilirler. (6) Faiz istemi talebe bağlıdır. Dava dilekçesinde talep edilmezse, mahkemece re’sen faize hükmedilemez. Bu nedenle parantez içindeki metin, davada ancak faiz istemi varsa yazılacaktır. (7) Parantez içindeki metin, davanın duruşmalı yapılması talep ediliyorsa yazılacaktır. XXIII DİKKAT ARADIĞINIZ KARARLARI BULABİLMENİZ İÇİN ARKA SAHİFEDEKİ AÇIKLAMAYI OKUMANIZI ÖNEMLE ÖNERİRİZ YARARLANMA AÇIKLAMASI Sayın Okuyucu, Eğer AYİM Dergisini belirli bir konuda açılmış bir davada Mahkemenin nasıl bir karar verdiğini öğrenmek için incelemekte iseniz, kitabın başında yer alan fihrist bölümünde, konu fihristinden aradığınız konuyu bulun. Örneğin aradığınız karar askeri öğrencilik ile ilgili bir konu ise (A) harfinden "Askeri öğrenci işlemleri" başlığını bulun. Bu başlığın altında alt başlıklar göreceksiniz. Aradığınız konu örneğin bir askeri öğrencenin disiplinsizlik nedeniyle askeri okuldan çıkarılması ile ilgili ise, alt başlıkları taramaya başlayın. Orada "Okuldan çıkarılma" başlığını bulacaksınız. Ancak okuldan çıkarılma birçok nedenlerle olabilir. Siz ise disiplinsizlikten çıkarılmayı arıyorsunuz. Okuldan çıkarılma başlığının altında yine birçok başlık göreceksiniz. İşte bunlardan biri disiplinsizlik nedeniyle okuldan çıkarılmadır. Bunun karşısında numaralar göreceksiniz. Bunlar sahife değil karar numaralarıdır. Dergide bulunan Usüle ve Esasa ilişkin kararlar (1)'den (121)'e kadar, numaralandırılmıştır. Aradığınız karara ulaşmış olacaksınız. Aradığınız konu atama, sicil, nasıp, işlemleri vs. olabilir. Bu takdirde ilgili harften aradığınız konuyu, varsa alt başlığını bulup karşısındaki karar numarasını öğrenin ve karar numarasını bularak AYİM kararını inceleyin. XXVII YAZILARINIZI BEKLİYORUZ Sayın bilim adamları, sayın yargıç ve avukatlar, tüm hukukçular; dergimizde yayımlanmak üzere İdare Hukuku ve Anayasa Hukuku ile ilgili yazılarınızı bekliyoruz. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Dergisinde yayımlanması istenen yazılarınız, a."Bu yazı, aynı veya başka bir başlık altında hiçbir yerde yayımlanmamıştır ve yalnızca Askeri Yüksek idare Mahkemesi Dergisine gönderilmiştir" cümlesini taşıyan bir dilekçeye ekli olarak Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başkanlığına gönderilmelidir. b.Gönderilen yazılar, iki nüsha olarak kağıdın bir yüzüne iki daktilo aralığıyla yazılmalıdır. c. Gönderilen yazıların dergide yayınlanıp yayınlanmayacağı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başkanlığının takdirindedir. Yayımlanmayan yazılar dilekçede gösterilen adrese iade edilecektir. Katkılarınıza bugünden sonsuz teşekkürler. XXIX KONU FİHRİSTİ SIRA NU KARAR NU. I. USUL SAHİFE NU. 1 DİLEKÇE REDDİ 1,2 81-82 2 EHLİYET 3,4 83-91 3 FERAGAT 5 91-92 4 GÖREV 6,7 93-96 5 İDARİ İŞLEM 8 97-98 6 KABUL 9 99-100 7 KARAR DÜZELTME 10 101-106 8 KESİN HÜKÜM 11 107-109 9 SÜRE 12,13 110-115 14 115-117 10 YARGILAMANIN YENİLENMESİ XXXI II. ESAS SIRA NU. A ASKERİ ÖĞRENCİ İŞLEMLERİ OKULDAN ÇIKARILMA KARAR NU. 15 SAHİFE NU. 121-122 ASKERLİK KANUNU’NDAN DOĞAN İŞLEMLER 1 2 3 4 ASKERE SEVKEDİLME 2 ASKERLİK HİZMETİNDEN MUAF TUTULMA DÖVİZLE ASKERLİK SEVK TEHİRİ YAPILMAMASI 16 17 18,19,20 21 ASTSUBAYLIĞA GEÇİRİLME UZMAN JANDARMALIKTAN VE UZMAN 22,23 ERBAŞLIKTAN ASTSUBAYLIĞA GEÇİRİLME 1 2 3 4 5 6 7 8 9 ATAMA ASKERİ HÂKİM ATAMASI ATAMADA GARNİZON SÜRESİ ATAMADA KADRO ESASI ATAMADA İSTEKLİ OLUNAN YERLERİN DİKKATE ALINMAMASI ATAMADA SIRA ESASI VE GARNİZON DERECESİ GEÇİCİ GÖREVLENDİRME İDARİ,ASAYİŞ VE ZARURİ NEDENLERLE ATAMA İKİNCİ BÖLGE HİZMETİ UZMAN ERBAŞ ATAMALARI AYIRMA 1 MAHKUMİYET HÜKMÜNE DAYALI OLARAK AYIRMA 2 UZMAN ERBAŞ SÖZLEŞMESİNİN SAGLIK NEDENİYLE FESHİ 3 UZMAN ERBAŞ SÖZLEŞMESİNİN YAŞ TASHİHİ NEDENİYLE FESHİ 4 YARGI DENETİMİ DIŞI İŞLEMLER 126-129 129-131 132-144 144-147 147-154 24 25,26. 27 28 154-163 164-171 171-174 174-179 29 180-181 30 31 182-184 185-187 32 33 187-193 193-195 34 196-198 35 199-202 36 203-205 37 206-209 AYLIK VE AYLIĞA İLİŞKİN İŞLEMLER 1 EK DERS ÜCRETİ 38 2 GÖREV AYLIĞI 39 3 ÖZEL HAREKÂT VE OPERASYON 40 TAZMİNATI XXXII 210-214 214-216 216-220 4 TUTUKLULUK-AÇIĞA ALMA-AYLIK İLİŞKİSİ 5 UZMAN ERBAŞ SAĞLIK YARDIMI 41 221-227 42 227-229 D DEVLET MEMURLARI İLE İLGİLİ İŞLEMLER 1 ATAMA 43,44,45,46 2 DEVLET MEMURLUĞUNDAN ÇIKARILMA 3 DİSİPLİN CEZALARI 4 GÖREVDE YÜKSELME VE UNVAN DEĞİŞİKLİĞİ 5 KADRO VE SINIF DEĞİŞİKLİĞİ 6 ÜCRETSİZ İZİN 47 48 49,50 246-253 254-256 257-273 51,52 53 274-279 280-283 926 SAYILI KANUNU'NDAN DOĞAN DİĞER İŞLEMLER 1 AÇIĞA ALINMA 54 2 İHTİSAS KAPSAMINDAN ÇIKARILMA 55 3 SINIF DEĞİŞİKLİĞİ 56,57 1 2 3 4 5 E EMEKLİLİK 1005 SAYILI KANUNA GÖRE EMEKLİLİK 2330 SAYILI KANUNA GÖRE EMEKLİLİK ADİ MALULİYET EMEKLİLİK TALEBİ VAZİFE MALULİYETİ 230-245 58 59 60 61 62,63,64 G GATA KANUNU'NDAN DOĞAN İŞLEMLER 1 DOÇENTLİK KADROSUNA ATANMA 65 2 GATA ÖĞRETİM ÜYELİĞİ GÖREVİNDEN 66 ALINMA 283-285 286-290 291-297 297-298 299-304 304-308 309-310 311-320 320-326 326-330 H HARCIRAH YURTİÇİ GEÇİCİ GÖREV YOLLUĞU 67 331-333 İ İNTİBAK 5289 SAYILI KANUNA GÖRE İNTİBAK 68 334-335 XXXIII K KAMU KONUTLARI (LOJMAN) 1 KONUT GRUPLARININ DÜZENLENMESİ 69 2 LOJMAN TAHLİYE İŞLEMİ 70 3 LOJMAN TAHSİS EDİLMEMESİ 71,72 KIDEM-YURTİÇİ/YURTDIŞI ÖĞRENİM İZNİ YÜKSEK LİSANS KIDEMİ 73,74,75,76 KİMLİK KARTI, SAĞLIK FİŞİ, SİLAHLA İLGİLİ İŞLEMLER 1 EMEKLİ SUBAY-ASTSUBAY KİMLİK 77 KARTLARI 2 KİMLİK KARTI 78 M MADALYA VE ŞEREF AYLIĞI İSTİKLAL MADALYASI 79 336-338 338-341 342-346 347-363 364-368 368-370 371-373 N NASIP NASIP DÜZELTİLMESİ 1 2 3 1 2 3 4 5 6 7 80 O OYAK İŞLEMLERİ EMEKLİLİK YARDIMI 81,82 KISMİ MALULİYET YARDIMI 83 TAM VE DAİMİ MALULİYET YARDIMI 84 Ö ÖZEL KANUNLARDAN DOĞAN İŞLEMLER GAZİLİK ÜNVANI VERİLMEMESİ 85 KEY ÖDEMELERİ 86 NAKDİ TAZMİNAT 87 NÖBET HİZMETİ 88,89 SORUŞTURMA EMRİ VERİLMEMESİ 90 ŞEHİT SAYILMA 91 UÇUCULUK VE UÇUŞ EĞİTİMİNE İLİŞKİN 92 İŞLEMLER R RÜTBE VE TERFİ 1 RÜTBE BEKLEME SÜRESİ 2 RÜTBE VE TERFİ 3 TUTUKLULUKTA VE AÇIKTA GEÇEN SÜRELERİN TERFİİ VE RÜTBE KIDEMLİLİĞİNE ETKİSİ XXXIV 93 94,95,96 97 373-378 379-386 387-389 389-393 393-395 395-399 399-402 403-411 411-416 416-419 420-422 423-427 428-447 447-452 S SAĞLIK İŞLEMLERİ 1 CENAZE GİDERLERİ 2 RAPOR İPTALİ 98 99,100,101,102 SİCİL-KADEME İLERLEMESİ 1 ASKERİ HAKİME VERİLEN İDARİ SİCİL 103,104 2 SİCİLDE YETKİ UNSURU 105,106 3 SİLAHLI KUVVETLERDE KALMASI 107 UYGUN DEĞİLDİR ŞEKLİNDE DÜZENLENEN SİCİL. SÖZLEŞMELİ SUBAY/ASTSUBAY İŞLEMLERİ SUBAY SÖZLEŞMESİNİN YAPILMAMASI 108,109 452-455 455-469 470-479 479-490 490-495 496-505 T TAM YARGI (TAZMİNAT) DAVALARI 1 İDARİ EYLEMLERDEN DOĞAN TAM YARGI DAVALARI 505-521 110,111,112,113 2 İDARİ İŞLEMLERDEN DOĞAN TAZMİNAT DAVALARI A- İPTAL DAVASI İLE BİRLİKTE AÇILAN TAM YARGI DAVASI 114 B- İPTAL DAVASI SONUNDA VERİLEN KARARI TAKİBEN AÇILAN TAM YARGI DAVASI. 115,116 523-530 C- İŞLEM NEDENİYLE AÇILAN TAM YARGI DAVALARI 117 530-533 Ç- İŞLEMİN İPTALİ İSTENMEKSİZİN İŞLEM 118 NEDENİYLE AÇILAN TAM YARGI DAVASI 534-536 D- YARGI KARARININ YERİNE GETİRİLMEMESİNDEN DOĞAN TAM YARGI DAVALARI 536-539 521-523 119 Y YARGI DENETİMİ DIŞI İŞLEMLER DİSİPLİN SUÇ VE CEZALARI 120,121 XXXV 539-547 BİLİMSEL İNCELEMELER -1- -3- ASKERİ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİNDE AÇILAN TAM YARGI DAVALARINDA TAZMİNAT MİKTARININ DEĞİŞTİRİLMESİ Dr. Kazım GÜLTEKİN Hâkim Yarbay AYİM.2.D.Raportörü İdarenin işlem ve eylemleri nedeniyle vatandaşın uğradığı mağduriyetin giderilmesi için müracaat ettiği yargı yolu idari yargıdır. İdarenin işlem veya eylemi nedeniyle zarara uğrayan davacı bu zararın telafisi amacı ile tam yargı davası açmaktadır. Ancak pratik uygulamalarda, açılan davalarda davacının talep ettiği tazminat miktarının mahkeme tarafından bilirkişiler kanalıyla hesaplattırılan gerçek zarardan çok daha düşük bir meblağ olabildiği veya tam tersi şekilde çok daha yüksek bir meblağ olabildiği görülebilmektedir. Bu çalışmada Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde tam yargı davalarında gerçek zararın karşılanması konusu normlar ve mahkeme kararları baz alınarak incelenmiştir. Anayasanın 125. maddesi uyarınca İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır. Bu kapsamda idarenin eylem ve işlemleri nedeniyle zarara uğrayanlar, zararlarının tazmini için dava açma hakkına sahiptirler. 1602 Sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun 36. maddesinde, asker kişilerle ilgili idari eylem ve işlemlerden kaynaklı tazminat davalarında uyuşmazlık konusu miktarın gösterileceği açıkça belirtilmiştir. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun 36. maddesindeki bu düzenlemeden dava konusu miktarın tam yargı davalarında, dava açılırken tam olarak gösterilmesi gerektiği sonucu çıkmaktadır. 1602 Sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun 56. maddesinde, İdari Yargılama Usulü Kanunu ile Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun uygulanacağı haller; “Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde; İdari Yargılama Usulü Kanunu ile Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun hakimin davaya bakmaktan memnuiyetini gerektiren haller, ehliyet, üçüncü şahısların davaya katılması, davanın ihbarı, bağlılığı, tarafların vekilleri, feragat ve kabul, teminat, mukabil dava, bilirkişi, keşif, delillerin tespiti, yargılama giderleri, adli yardım ve duruşmanın inzibatına ilişkin hükümleri uygulanır.” denerek sınırlı şekilde sayılmıştır. Görüldüğü üzere ıslah konusunda Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun ilgili maddelerine atıfta bulunulmamıştır. Islah davanın taraflarının, usule ilişkin yaptıkları işlemlerden gösterecekleri bir noktaya kadar olanlarını, masraflarını vermek şartiyle bir defaya mahsus olmak üzere ortadan kaldırmayı içeren beyanlarından -3- ibarettir.1 Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 83. maddesinde “iki taraftan her biri usule mütaallik olarak yaptığı muameleyi tamamen veya kısmen ıslah edebilir” denmekte ve 185. maddesinde, “müddei, müddeaaleyhin rızası olmaksızın davasını tevsi veya mahiyetin tebdil edemez ...davadan feragat veya ıslah bu hükümden müstesnadır” denerek ıslah davayı genişletme yasağı dışında tutulmaktadır. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 87. maddesinin son cümlesi “Müddei ıslah suretiyle müddeabihi tezyit edemez”2 şeklindeyken Anayasa Mahkemesi 1999 yılında verdiği bir karar ile “…itiraz konusu kural, davacıların haklarını en kısa sürede ve en az giderle almalarını engelleyerek hak arama özgürlüğünü önemli ölçüde zorlaştırması nedeniyle demokratik toplum düzeninin gerekleriyle bağdaşmadığından Anayasa'nın 13. maddesine uygun bir sınırlama olarak kabul edilemez” diyerek bu ibareyi iptal etmiştir.3 İdari eylem ve işlemlerden dolayı tam yargı davası açarken, davacının zararını tam olarak tespit edebilmesi çok önemlidir. Zarar fazla talep edildiğinde, dava açarken yüksek harç yatırmanın yanında, şayet duruşma talebinde bulunulmuş ise, aleyhe vekalet ücreti ile karşılaşma söz konusu olacaktır. Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açarken davacının fazlaya ilişkin haklarını saklı tutması mümkün değildir. Yargılama aşamasında bilirkişinin tespit ettiği tazminat hak edişi, davacının talebinden fazla olsa da, ne davacının, ne de talepten fazlaya hükmedememe (Necat iudex ultra petita partium) kuralı uyarınca hakimlerin gerçek zararın tazmini için hukuk çerçevesinde yapabilecekleri bir şey olmamaktadır. Davacının açtığı tam yargı davasında, tazminat hak edişininin hesaplanması mahkeme tarafından yapılmamaktadır. Bu hesaplama; bir şekilde mahkemece tespit edilen ve bilirkişiye bildirilen kriterler çerçevesinde ayrıntılı, teknik uzmanlığı gerektirdiğinden “hesap bilirkişisi” tabir edilen bilirkişilere yaptırılmaktadır. Cismani zararlarda vücut fonksiyon kayıp oranları, bu hesabın yapılmasında temel veri teşkil etmektedir. Davacının zararını tespiti, davacıların meslekte kalmaları halinde izleyecekleri mesleki yükselme yollarının birçok faktöre bağlı olması ve birçok seçenek bulunması nedeniyle uzmanlık gerektirir maddi hesapların yanında, cismani zararlarda çok daha zor bir hal almaktadır. Mahkemenin atadığı tıbbi bilirkişilerin mütaalaları birbirinden farklı olabilmekte, 1 ANSAY, Sabri Şakir, “Islah”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 7, Sayı 1, 1950, s. 123. 2 12.01.2011 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edilen ve 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe girecek olan Hukuk Muhakemeleri Kanununda ıslah 176-183. maddelerde düzenlenmiştir. Kanun metni için bkz. http://www.tbmm.gov.tr/kanunlar/k6100.html, 27.02.2011. 3 Anayasa Mahkemesinin 20.07.1999 tarih ve 1999/1-33 E.K. sayılı kararı, Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi, Sayı 36, Cilt 2, s. 579-580. -4- hastanelerin ve GATA Adli Tıp Ana Bilim Dalının vücut fonksiyon kayıp oranı tespit miktarları da birbirinden farklı olabilmektedir. Danıştay 1983 yılında verdiği içtihadı birleştirme kararı ile kamu görevlilerine ait mevzuattan doğan uyuşmazlıklarda, idari işlemin neden olduğu zararın miktar olarak saptanmasının mümkün olmadığı hallerde, dava dilekçesinde uyuşmazlık konusu miktar gösterilmeden tam yargı davası açılabileceğine hükmetmiştir.4 Askeri Yüksek İdare Mahkemesi de asker kişilerin parasal ve özlük haklarına ilişkin davalarda Danıştayın bu kararı paralelinde kararlar vermektedir. Askeri öğrenci iken okuldan ilişiği kesilen davacının açtığı iptal davası sonrasında okula dönmesi ve bu şekilde emsallerinden 1 yıl geç mezun olması nedeniyle uğradığı zararların tazminini isteyen davacının miktar belirtmeksizin “statü dışında geçirdiği süredeki özlük haklarının yasal faizi ile birlikte ödenmemesi işleminin iptali ve manevi tazminat” istemiyle açtığı davada Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, “…tesis edilen okuldan çıkarılma işlemi, idarenin hizmet kusurunu ortaya koymaktadır. Davacının hukuka aykırı olarak hakkında tesis edilen okuldan çıkarılma işlemi nedeniyle emsallerinden 11 ay 20 gün sonra Uzm.J.Çvş. nasbedilmek ve göreve başlamak suretiyle statü dışında geçirdiği süredeki özlük haklarının yasal faizi ile birlikte ödenmesi …davacının okuldan çıkarılma sebebiyle duyduğu üzüntünün telafisi amacıyla, …çıkarılma tarihinden itibaren işleyecek yasal faiz dikkate alınarak uygun miktarda manevi tazminat verilmesi kabul edilmiştir.” diyerek davacının maddi zararını “hesap bilirkişisine” hesaplattırarak zararının karşılanmasına karar vermiştir.5 1602 Sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununda ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usul Kanununda kısmi dava ve ıslah ile ilgili düzenleme bulunmadığı görülmektedir. Her iki kanunda da Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununa bununla ilgili atıf da yoktur. Yukarıda belirtilen personelin mevzuattan doğan uyuşmazlıklarda, idari işlemin neden olduğu zararın miktar olarak saptanmasının mümkün olmadığı hallerde, dava 4 Danıştay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 29.12.1983 tarih ve 1983/1-10 E.K. sayılı kararı, http://www. danistay.gov.tr/kerisim/container.jsp, 20.02.2011. 5 Askeri Yüksek İdare Mahkemesi 2. Daire Başkanlığının 20.05.2009 tarih ve 2008/1089 E., 2009/630 K. sayılı kararı. Aynı yönde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi 2. Daire Başkanlığının 13.05.2009 tarih ve 2009/31-557 E. K. sayılı kararı. Askeri Yüksek İdare Mahkemesine doğrudan rakam belirtilerek maddi manevi tazminat istemiyle açılan özünde aynı içerikli idari işlemden kaynaklı özlük hakkı kaybının tazminini amaçlayan davalar için bkz. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi 2. Daire Başkanlığının 11.03.2009 tarih ve 2008/1126 E., 2009/317 K. sayılı kararı; Askeri Yüksek İdare Mahkemesi 2. Daire Başkanlığının 18.02.2009 tarih ve 2008/1153 E., 2009/242 K. sayılı kararı. -5- dilekçesinde uyuşmazlık konusu miktar gösterilmeden tam yargı davası açılabileceği yönündeki içtihad “ıslah” veya “kısmi dava” değildir.6 Anayasa Mahkemesi, İstanbul 3. İdare Mahkemesinin itiraz yolu ile yaptığı başvuruda; idari yargıda görülen tam yargı davalarında davacının katlandığı zararı tam olarak bilemediği, bu nedenle dava tarihinde gerçek zararın ortaya konulamadığı hallerde usule ilişkin yargısal sorunlarla karşılaşıldığı, idari yargı uygulamasında fazlaya ilişkin hakların saklı tutularak dava açılmasının olanaklı olmadığı, 2577 sayılı Kanunun 31. maddesinin 1. fıkrasında yer alan "...hakimin davaya bakmaktan memnuiyeti ve reddi, ehliyet, üçüncü şahısların davaya katılması, davanın ihbarı, tarafların vekilleri, feragat ve kabul, teminat, mukabil dava, bilirkişi, keşif, delillerin tespiti, yargılama giderleri, adlî yardım hallerinde ve duruşma sırasında tarafların mahkemenin sükûnunu ve inzibatını bozacak hareketlerine karşı yapılacak işlemlerde…" ibaresi nedeniyle, özel hukuktan kaynaklanan ve adli yargıda görülen bir davada dava konusu miktarın ıslah yoluyla artırılması mümkün iken, idari yargıda görülmekte olan davalarda bunun mümkün olmadığını belirterek 2577 sayılı Kanunun 31. maddesinin 1. fıkrasındaki bu düzenlemenin Anayasanın 2. ve 10. maddelerine aykırı olduğu iddiasıyla iptalini talep etmiş, Anayasa Mahkemesi 16 Haziran 2008 tarihli kararında “…İtiraza konu kuralla yargılama sürecinde uygulanacak bazı usul kurumlarına ilişkin olarak Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununa yollama yapılmıştır. İdari Yargılamanın özellikleri gözetilerek sınırlı bir şekilde sayılan bu konular 2577 sayılı Yasada hüküm bulunmayan hususlarda uygulanacaktır. Başvuruya neden olan konu ise, hukuk usulüne yapılan yollamalar arasında ıslah kurumuna yer verilmemesidir. İdari Yargılamanın kendiliğinden inceleme özelliğine karşın, hukuk yargılamasındaki tarafların talebine dayanan inceleme yetkisi bağlamında usule ilişkin taraf işlemlerinin tamamen veya kısmen düzeltilmesini amaçlayan ıslah kurumuna 2577 sayılı Yasada yer verilmemesi, Yasa Koyucunun usul yasalarını belirlemedeki takdir yetkisi içinde kalmaktadır. Gerçekten hukuk yargılamasında bulunmasına karşın tanık, yemin hali, sabıka, icra gibi kurumlara da yer vermeyen idari yargılama usulünün Anayasa'ya göre yasayla düzenlenen diğer usul yasaları gibi ilgili olduğu yargı yerinin özelliği ve gelişen yargılama koşullarına göre belirlenen bir sistem olduğu gözetildiğinde, her iki yargı sisteminde davacı ve davalı durumunda bulunanların aynı durumda bulunmadıkları ve bu nedenle de aynı yasa kurallarına tabi tutulmalarının gerekmediği anlaşılmaktadır.” diyerek Anayasaya aykırılık olmadığını belirtmiştir.7 6 Aynı yönde bkz. BİRTEK Fatih, “İdari Yargıda Kısmi Dava”, http://www.adalet.org/makale/xysbekran.php?idno=6853&id2=19368, 27.02.2010 (Bu makalenin Terazi Hukuk Dergisi, Sayı. 35 (Temmuz 2009)’te yayımlandığı belirtilmektedir). 7 Anayasa Mahkemesinin 12.06.2008 tarih ve 2004/103 E., 2008/121 K. sayılı -6- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 21 Temmuz 2009 tarihli Okçu kararında, idari yargıda ıslah konusundaki 16 Haziran 2008 tarihli Anayasa Mahkemesi kararına atıf yaparak bu kararın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile çeliştiğini belirtmiş ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında pek sık rastlanılmayan bir uygulama ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 46. maddesi uyarınca ihlale yol açan uygulamanın Türkiye Cumhuriyeti tarafından ortadan kaldırılmasını ve bu konuda düzenleme yapılmasını istemiştir.8 Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Okçu kararından sonra “İdarî Yargılama Usulü Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı” hazırlanmış ve bu Tasarının 10. maddesi ile 2577 sayılı Kanunun 16. maddesine “Taraflar, dava dilekçesinden veya savunmadan sonra verecekleri dilekçelere dayanarak hak iddia edemezler. Ancak tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, haklı sebeplerin bulunması halinde nihaî karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir.” hükmünü içeren bir bent eklenmiştir.9 Yaptığımız araştırmadan, bu Tasarının halen Adalet Bakanlığında bulunduğu ve görüşlerin alınması aşamasında olduğu anlaşılmaktadır.10 1602 Sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” başlığını taşıyan 43/1 nci maddesi “İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açmadan önce, bu eylemlerin yazılı bildirimi üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde yetkili makama başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri lazımdır. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliği tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler” hükmünü içermektedir. kararı, Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi, Sayı 45, Cilt 2, s. 1296. 8 Kararın Fransızca metni için bkz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 21.07.2009 tarih ve 39515/03 sayılı kararı, http://cmiskp.echr.coe.int/tkp197/view.asp?item=1&portal=hbkm& action=html&highlight=Ok%E7u%20%7C%2039515&sessionid=67067646&s kin=hudoc-en, 24.02.2011.; bu karar ile ilgili Türkçe özet bilgi için bkz. KARAKIŞ Şefik, İdari Yargıda Islah Üzerine Bir AİHM Kararı, Güncel Hukuk Dergisi, Aralık 2009/12-72, s. 62-65. 9 İdarî Yargılama Usulü Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı metni için bkz. http://www.denetde.org.tr/iyukdegKT.htm, 24.02.2011. 10 Bkz.http://www.tusiad.org/__rsc/shared/file/TADT-YasamaBulteni-No01Ocak2011.pdf, 24.02.2011. -7- Askeri yüksek İdare Mahkemesinde açılan tam yargı davalarında, dava dilekçesinde “fazlaya ilişkin hakların saklı tutulması” talebinde bulunulmuş olsa da, daha sonra açılan davada Mahkeme; “…Islahın konusu, tarafların yapmış olduğu usul işlemlerinin düzeltilmesidir. 04 Kasım 2000 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Anayasa Mahkemesi kararı incelendiğinde söz konusu Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 87. maddesindeki kuralın davacıları ikinci kez dava açmaya zorlaması nedeniyle hak arama özgürlüğünü kısıtladığından bahisle iptaline karar verildiği anlaşılmaktadır. Adli Yargıda zamanaşımı süreleri dikkate alındığında bu süreler içerisinde dava devam ederken bilirkişi raporları sonrasında ortaya çıkan tazminat farkının ikinci bir ek dava ile istenebileceği açıktır. Oysa ki 1602 sayılı Askerî Yüksek İdare Mahkemesinde açılan davalarda bir yıllık ve idari başvurudan sonra altmışar günlük dava açma süresi işlemektedir. Bu süreler geçirildikten sonra müddeabihin miktarının değiştirilemeyeceği yine 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun 46/4. maddesinin amir hükmüdür. Bu nedenle davacı vekilinin ıslah talebinin yasal süreler geçirildikten sonra yapıldığı, ilk dava dilekçesinde fazlaya ait istemin saklı tutulmasının durumda bir değişiklik yaratmayacağı sonuç ve kanaatine varıl(mıştır)…”11 demekte, 2008 Anayasa Mahkemesi kararı sonrasında, “…kaldı ki Anayasa Mahkemesinin 23 Aralık 2008 gün ve 27089 sayılı Resmi Gazetede Yayımlanan 12.06.2008 tarih 2004/103 E, 2008/121 sayılı kararıyla İdari Yargıda ıslah kurumuna yer verilmemesi husususun Anayasaya aykırı olmadığına karar verilmiştir…”12 diyerek davanın reddi yoluna gitmekte, “…Özel hukukta zaman aşımı genel olarak uzundur ve daha önemlisi bir def’idir. Zaman aşımı def’i karşı tarafça zamanında ileri sürülmedikçe hakim zaman aşımını re’sen nazara almaz. Bu nedenle bir alacağın önce bir kısmını dava etmek, daha sonra geri kalanını ikinci bir dava ile istemek özel hukukun yapısına esasen uygundur. İdari yargıda ise dava açma sürelerinin tümü hak düşürücü sürelerdir. Bu süreler kamu düzeni ile ilgili olup, yargılama süresince mahkemece re’sen nazara alınırlar, dava açma süresi geçtikten sonra açılan idari davalar işin esasına geçilmeden reddedilir. İlk davada fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmasının beyan edilmesi, şayet ikinci dava, dava açma süresi içerisinde açılmamış ise kaçırılan süreyi ihya etmez…”13 demektedir. 11 Askeri Yüksek İdare Mahkemesi 2. D.Bşk.lığının 15.03.2006 tarih ve 2004/582 E., 2006/210 K. sayılı kararı; Askeri Yüksek İdare Mahkemesi 2. D.Bşk.lığının 31.01.2007 tarih ve 2006/491 E., 2007/110 K. sayılı kararı. 12 Askeri Yüksek İdare Mahkemesi 2. D.Bşk.lığının 16.12.2009 tarih ve 2009/13311348 E.K. sayılı kararı. Aynı yönde kararlar Askeri Yüksek İdare Mahkemesi 2. D.Bşk.lığının 23.12.2009 tarih ve 2009/1338-1388 E.K. sayılı kararı.; Askeri Yüksek İdare Mahkemesi 2. D.Bşk.lığının 02.06.2010 tarih ve 2010/518-728 E. K. sayılı kararı. 13 Askeri Yüksek İdare Mahkemesi 2. D.Bşk.lığının 05.04.2006 tarih ve 2005/545 E., 2006/322 K. sayılı kararı. -8- Askeri Yüksek İdare Mahkemesi bu kararlarında, idari müracaat sonrasında, talebin kısmen veya tamamen reddi halinde, reddin tebliği tarihinden ve altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açılabileceğini, altmış gün geçtikten sonra davanın süreden reddinin gerektiğini belirtmekte iken, 30 Eylül 2009 tarihli kararında; “…bir eylem dolayısıyla ortaya çıkan zarar zamanla artabilir. (SSK Tüzüğüne göre işgörmezlik oranının sonradan artması gibi) Bu durumlarda her bir zararın ortaya çıktığı andan itibaren bir yıllık süre içerisinde davalı idareye başvurulması gerekir. Hatta Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 14 Kasım 2001 gün ve 2001/1019 K. sayılı kararında belirtildiği üzere, zarar gören maddi zararını kısmi dava olarak bir defada açabileceği gibi, kanunda yazılı yasal sürelere uymak kaydıyla birden fazla talepler halinde de davalı idareye müracaat ederek olumlu cevap alamaması üzerine her bir talep için süresinde dava etmek isteyebilir. Yine zarar gören bir yıllık süre içerisinde önce manevi tazminat için, daha sonra maddi tazminat için davalı idareye başvurabilir. Bu durumda zarar görenin her müracaat için 60+60 günlük süre içerisinde dava açması gerekir. Yani davalı idareye yapılan müracaattan sonra davalı idarenin red yazısı veya zımnı reddi üzerine 60 günlük süre içerisinde dava açılması şartı sadece davalı idareye yapılan müracaattaki talep ile ilgilidir. Zarar gören bir yıllık süre içerisinde kalmak kaydıyla daha sonra öğrendiği bir zararın tazmini için yeniden davalı idareye başvurarak bu zararın tazminini isteyebilir. Taleplerinin reddi halinde de süresi içerisinde bu talepleriyle ilgili olarak yeni bir dava açabilirler. Bu nedenle davacı vekillerinin bir yıllık süre içerisinde olmak kaydıyla zararlarının karşılanması için yaptıkları ikinci başvurunun da süresinde olduğunu kabul etmek gerekmektedir.”14 diyerek bir yıllık süre içerisinde ek dava açılabileceğini belirtmiştir. Oybirliği ile verilen bu karar sonrasında davalı idare karar düzeltme talebinde bulunmuş ve davalı idarenin karar düzeltme istemi oyçokluğu ile reddedilmiş, karşıoy kullanan üyeler karşıoy yazılarında “Davacı vekilinin ikinci idari müracaatına cevap verilmemesi ile ilk idari müracaatından itibaren tabi olduğu dava açma süreleri mevzuat nedeniyle yeniden canlanamayacaktır. Bilindiği gibi idari eylemlerde idareden ön karar alınması için yapılan idari müracaat dava açma şartıdır. İdari müracaat yapıldıktan sonra 60+60 günlük dava açma süresi geçirildikten sonra yeni bir idari müracaatta bulunma imkanı mevcut olmayıp, bu açıdan 1 ve 5 yıllık sürelerin geçmemiş olmasının da önemi yoktur. Bu durumda davacının ikinci dilekçesi ile yaptığı ıslah talebinin ilk idari müracaatını takip eden 120 günlük süreden sonra yapıldığı, dolayısıyla 1602 sayılı Askeri Yüksek İdari Mahkemesi Kanununun 46/4. maddesinin idari davanın açılması için kanunen riayeti gereken süreler geçirildikten sonra müddeabihin miktarının değiştirilemeyeceğine ilişkin amir hükmünün ihlali mahiyetinde olduğu görülmektedir. 14 Askeri Yüksek İdare Mahkemesi 2. D.Bşk.lığının 30.09.2009 tarih ve 2007/1085 E., 2009/1076 K. sayılı kararı. -9- Bu nedenle davacı vekilinin değişik tanımlamalar kullansa da (ek dava gibi) talep edilen maddi tazminat miktarının artırılmasına yönelik ıslah talebinin yasal süreler geçirildikten sonra yapıldığı anlaşılmaktadır.”15 diyerek Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin önceki kararlarındaki yaklaşımı yönünde düşüncelerini ortaya koymuşlardır. Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin, 1602 sayılı Kanunda mevcut hükümlere karşın, yorumla, davacının gerçek zararını tazmin için karar ikliminde değişiklik yapma çabasında olduğu görülmektedir. Anayasanın 125. maddesindeki “idarenin eylem ve işlemleri nedeniyle zarara uğrayanlar, zararlarının tazmini için dava açma hakkına sahiptirler” hükmünün gerçek manada anlamını bulabilmesi için idari yargıda açılan tam yargı davalarında, davacının kendi ihtiyarlarında olmayan ve uzmanlarınca yapılabilecek “vücut fonksiyon kaybı tespiti”, yine uzmanlık gerektiren ve hukukçuların yapmakta zorlandıkları maddi tazminat hak ediş hesapları gibi süreçleri aştıktan sonra tam olarak ortaya konabilecek zararları “değişmez bir kesinlikte” ortaya koyamayacaklarının kabulü gerekir. Bir hukuk devletinde davacının gerçek zararının tazmininin hedeflenmesi gerekir; bunun için, Askeri Yüksek idare Mahkemesi Kanununda, halen ilgili kurum ve kuruluşlardan görüş alma aşamasında olduğu anlaşılan “İdarî Yargılama Usulü Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı”ndakine benzer şekilde, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktarın, haklı sebeplerin bulunması halinde nihaî karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabileceğine dair bir düzenleme yapılması gerektiğini düşünmekteyiz. 15 Askeri Yüksek İdare Mahkemesi 2. D.Bşk.lığının 30.12.2009 tarih ve 2009/13451400 E.K. sayılı kararı. - 10 - TSK’DA GÖREVLİ DEVLET MEMURLARINA DİSİPLİN AMİRLERİNCE VERİLEN DİSİPLİN CEZALARININ YARGISAL DENETİMİNDE ÖN SORUN:YASAMA KISINTISI İlter AKSOYLU Hâkim Yarbay AYİM.3.D.Raportörü Anayasanın 129. maddesinin 3. fıkrası; “Uyarma ve kınama cezalarıyla ilgili olanlar hariç, disiplin kararları yargı denetimi dışında bırakılamaz” şeklinde iken, 5982 sayılı “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”un 13. maddesi ile Anayasa’nın 129. maddesinin üçüncü fıkrasında değişiklik yapılarak “disiplin cezaları yargı denetimi dışında bırakılamaz” düzenlemesi getirilmiş ve Devlet memurlarına verilen uyarı ve kınama cezaları da yargı denetimine açılmıştır. Bu değişiklik öncesi uyarı ve kınama cezalarına karşı yargı yolu 657 SK’nun 136. maddesiyle kapalı idi. Bu hükmün iptali için yapılan bir başvuru sonucu Anayasa Mahkemesi, uyarı ve kınama cezalarına karşı yargı yolunu bizzat Anayasanın 129. maddesinin kapattığını belirterek Anayasaya aykırılık görmemiştir.1 Bu karara katılmak mümkün değildir. Anayasamızın 129. maddesinin üçüncü fıkrasında “ uyarma ve kınama cezalarıyla ilgili olanlar hariç, disiplin kararları yargı denetimi dışında bırakılamaz” denmektedir. Cümlenin sonundaki “bırakılamaz” ifadesi karşı anlamı “bırakılabilir” dir. Anayasadaki düzenlemeyi, “uyarma ve kınama cezalarıyla ilgili olanlar yargı denetimi dışı bırakılabilir, diğer disiplin cezaları yargı denetimi dışı bırakılamaz” şeklindedir. Anayasamız, uyarma ve kınama disiplin cezalarını yargı denetimi dışında bırakmamış, bırakılmasına izin vermiştir.2. Anayasa Mahkemesi kararında 129. maddenin gerekçesinden hareket ederek düzenlemenin lafzını bir kenara atmış, özgürlükleri genişletici yorum yerine kabul edilemeyecek biçimde hak arama özgürlüğünü daraltıcı yorum yapmıştır. 5982 sayılı kanunla yapılan Anayasa değişikliğine uyum sağlamak amacıyla 657 sayılı Devlet Memurları Kanununda da değişiklikler yapılmıştır. 13.02.2011 tarih ve 6111 sayılı Kanunla 3 Devlet Memurları 1 AYM, KT.: 27.11.2007 , E. 2002/169, Sy.26792 K. 2007/88, RG. 19.02.2008 , 2 Aynı yönde görüş için Bkz.: Kemal Gözler, İdare Hukuku, C.II, Bursa, Ekin Yayınevi, 2003, s.709 3 6111 sayılı Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması İle Sosyal Sigortalar Ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu Ve Diğer Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde - 11 - Kanununun 135. maddesi yeniden düzenlenmiş ve tüm disiplin cezalarına karşı idari yargı yolunun açık olduğu düzenlemesi getirilmiş, uyarı ve kınama cezalarına karşı yargı yolunu kapatan 136. madde ise yürürlükten kaldırılmıştır.4 Yukarıdaki düzenlemelerden anlaşıldığı üzere devlet memurlarına verilen uyarı ve kınama cezaları da dahil olmak üzere disiplin cezalarına karşı ise yargı yolunun açık olduğu bizzat Anayasanın 129. maddesi ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 135. maddesi ile güvence altına alınmıştır. 1602 Sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun 21. maddesinin son fıkrasında ise; ”...disiplin suç ve tecavüzlerinden ötürü disiplin amirlerince verilen cezalar yargı denetimi dışındadır.” hükmüne yer verilmiştir. TSK’da görevli devlet memurlarına disiplin amirleri tarafından 657 SK. göre verilen disiplin cezaları da 1602 SK’nun 21/3. maddesindeki yargı denetimi yasağı içinde midir? Öncelikle belirtmek gerekir ki devlet memurlarına disiplin kurulları tarafından verilen disiplin cezaları yargı denetimine açıktır. Yukarıda açıklandığı üzere disiplin kullarının verdiği disiplin cezaları 1602 SK’nun 21/3. maddesindeki yargı denetimi yasağı kapsamında değildir. TSK’da görevli devlet memurları disiplin suç ve cezaları bakımından iki farklı disiplin rejimine tabidirler. Bu bakımdan hangi disiplin cezalarına karşı yargı yolunun açık, hangilerine karşı ise kapalı olduğu önem arz etmektedir. 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun “Disiplin cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve hâller” başlıklı 125. maddesinin 6. fıkrası, “özel kanunların disiplin suçları ve cezalarına ilişkin hükümleri saklıdır” hükmünü; bunun yanında özel kanun mahiyetinde olan 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanununun 115. maddesi, “Silahlı Kuvvetlerde çalışan sivil memur, müstahdem, müteferrik müstahdem ve Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun, 25.02.2011 tarih ve 27846 sayılı mükerrer resmi gazetede yayınlanmıştır. 4 6111 sayılı kanunla yapılan değişiklik öncesi; 657 Sayılı DMK’nun 135. maddesinde; Disiplin amirleri tarafından verilen uyarma ve kınama cezalarına karşı itirazın, varsa bir üst disiplin amirine, yoksa disiplin kurullarına yapılabileceği, aylıktan kesme, kademe ilerlemesinin durdurulması ve Devlet Memurluğundan çıkarma cezalarına karşı idari yargı yoluna başvurulabileceği, 136/3. maddesinde ise itiraz edilmeyen kararlar ile itiraz üzerine verilen kararlar kesin olup, bu kararlar aleyhine idari yargı yoluna başvurulamayacağı hükmü bulunmaktaydı. - 12 - gündelikçi sivil personel bu kanunun askerlere tahmil ettiği sorumluluk ve hizmetlerinin ifası bakımından: ... b) Bütün sivil personel emrinde çalıştıkları askeri amirlere karşı ast durumunda olup bu kanunun 14. maddesinin asta tahmil ettiği vazifeleri aynen yapmaya mecburdurlar. Hilâfına hareket edenler askerlerin tabi olduğu cezai müeyyidelere tabi olurlar.” hükmünü; TSK İç Hizmet Kanununun 115. maddesinin sorumlu tuttuğu “Astın Vazifeleri” başlıklı 14. maddesi, “Ast, amir ve üstüne umumi âdap ve askeri usullere uygun tam bir hürmet göstermeye, âmirlerine mutlak surette itaate ve kanun ve nizamlarda gösterilen hallerde de üstlerine mutlak itaate mecburdurlar. Ast muayyen olan vazifeleri, aldığı emri vaktinde yapar ve değiştiremez, haddini aşamaz. İcradan doğacak mesuliyetler emri verene aittir. İtaat hissini tehdit eden her türlü tezahürler, sözler, yazılar ve fiil ve hareketler cezai müeyyidelerle men olunur.” hükmünü içermektedir. Buna göre, Türk Silahlı Kuvvetlerinde çalışan sivil memurlar, ister ceza hukukuna, ister disiplin hukukuna ilişkin bir yaptırımı gerektirsin, amirlerine karşı her türlü itaatsizlikleri ve saygısızlıkları yönünden özel kanun teşkil eden 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu ile 477 sayılı Disiplin Mahkemeleri Kanununa tâbidirler. 1632 sayılı Askeri Ceza Kanununda 22.02.2000 tarih ve 4551 sayılı Kanunla yapılan değişiklikler sonrası, Milli Savunma Bakanlığı ile Türk Silahlı Kuvvetleri kadro ve kuruluşunda çalışan Devlet Memurlarının bu kanun tatbikatında askeri şahıs sayıldığı ve bunların asker kişi sıfatlarının Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunun 115. maddesinde belirtilen yükümlülüklerle sınırlı olduğu hüküm altına alınmıştır. Aynı Kanunla değişik 165. madde uyarınca, devlet memurları hakkında disiplin cezası olarak uyarı, aylık kesilmesi, göz hapsi ve oda hapsi cezaları verilebilecektir. Ancak, bu maddenin (A) bendinin son paragrafına göre; “Devlet memurlarına, sadece amire saygısızlık ve emre itaatsizlik suçlarından dolayı disiplin cezası verilebilir. Disiplin bozucu diğer eylemleri hakkında ilgili Kanun hükümleri uygulanır”. Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli devlet memurları, disiplin suçları bakımından genel olarak 657 sayılı Kanundaki düzenlemelere, istisnaen emre itaatsizlik ve saygısızlık fiilleriyle sınırlı olarak Askeri Ceza Kanunu ile Disiplin Mahkemeleri Kanununa tâbidirler. Ancak, bu yükümlülük Kanunun açık hükmü uyarınca salt emre itaatsizlik veya saygısızlık suçlarına ilişkin olup nitelik ve nicelik itibariyle bunların dışında kalan halleri kapsamamaktadır. Türk Silahlı Kuvvetlerindeki sivil personelin 211 sayılı Kanunun 14. maddesinin son fıkrasındaki “itaat hissini tehdit eden her türlü tezahürler, sözler, yazılar ve fiil ve hareketler cezai müeyyidelerde men olurlar” hükmünden hareketle, emre itaatsizlik ve Saygısızlık suçu seviyesine varmayan basit hallerin, disiplin tecavüzü ve kabahati kabul edilerek Askeri Ceza Kanununa göre cezalandırılması gerektiği düşünülebilir ise de, Askeri Ceza Kanununda 4551 SK’la 2000 yılında getirilen - 13 - sınırlamalardan sonra burada öngörülen astlık görevinden dolayı cezaî müeyyideyi Askeri Ceza Kanununda değil, “Disiplin bozucu eylemleri hakkında ilgili Kanun hükümleri uygulanır” hükmü karşısında, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununda ve buna bağlı mevzuatta aramak gerekir. 1602 sayılı Kanununun 21/3. maddesindeki hükümden maksat, gerçekten ve her bakımdan askeri disiplin suç ve tecavüzlerinden ötürü verilen cezaların yargı denetimine mani olmaktır. Dolayısıyla metnin lafzından hareketle, bu kısıntıyı idarenin işlemin kılığını değiştirmesine cevaz verecek şekilde devlet memurluğuna ilişkin disiplin bozucu fiillerden ötürü verilen tüm cezalara şamil etmek mümkün değildir. Aksinin kabulü, idarenin bu suretle denetimden kaçınmasını meşru saymak anlamına gelir. Bu açıklamalar karşısında, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli devlet memurları hakkında ikili bir disiplin hukuku rejiminin öngörüldüğü;1602 sayılı AYİM Kanununun 21/3. maddesindeki denetim kısıntısının, 1632 sayılı Askeri Ceza Kanununun 165. maddesinde sayılan sadece amire saygısızlık ve emre itaatsizlik suçlarından dolayı Askeri Ceza Kanununda öngörülen usullere göre verilen disiplin cezalarını kapsadığı, diğer disiplini bozucu eylemlerden dolayı verilen disiplin cezalarında ise, yargı yolunun açık olduğu anlaşılmaktadır. Bu konudaki AYİM kararları incelendiğinde; devlet memurlarına Askeri Ceza Kanununda belirtilen usullere göre ve yine Askeri ceza Kanununda yazılı disiplin cezalarının verilmesi halinde bu cezaların yargı denetimi dışında olduğu, Devlet Memurları Kanununda yazılı disiplin cezalarının verilmesi durumunda ise bu cezaların 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun 21/3. maddesi kapsamında olmaması nedeniyle yargı denetimine açık olduğu yönünde kararlar verildiği görülmektedir 5. Burada karşımıza çıkan bir başka sorun ise disiplin amirlerinin AsCK’nun 165. maddesini ihlal ederek, 657 SK göre ceza vermeleri gerekirken AsCK’na göre ceza vermeleri durumunda yargı denetimi yapılabilecek midir? Bunun cevabı, yasal düzenlemelerin belli bir idari işlem için öngördüğü hukuki rejim yerine, yöntem saptırması teşkil etsin etmesin, kanunen caiz olmayan başka bir usule başvurmanın başlı başına bir hukuka aykırılık oluşturacağı olmak gerektir. Esasen idare başvurması yasak olan bir 5 AYİM 3.D. KT.: 15.07.2010, E.2010/1288, K.2010/1026 ; AYİM 3.D. KT.: 07.07.2005, E.2005/41, K.2005/919 ; AYİM 3.D. KT.: 29.03.2007, E.2007/325, K.2007/512 ; AYİM 3.D. KT.: 28.06.2007, E.2007/721, K.2007/835 ; AYİM 3.D. KT.: 05.06.2008, E.2008/655, K.2008/832; AYİM 3.D. KT.: 13.04.2006, E.2004/1483, K.2006/660 - 14 - yolla, işlemi yasal olmayan bir sürece tâbi kılmakta; böylece bir bakıma kılık değiştirmiş cezaî işlem yapma yasağı ihlalinden dolayı işlemi bütünü itibariyle ve baştan sakatlanmaktadır. Zira, kanunun öngördüğünden ayrı ve denetime kapalı bir hukukî zemine oturtmakla işleme farklı bir mahiyet kazandırmaya imkan yoktur. Aksinin kabulü, idarenin bu suretle denetimden kaçınmasını meşru saymak anlamına gelir. 1602 sayılı Kanunun 21/3. maddesindeki denetim kısıntısının askeri disiplin yaptırımlarına ilişkin süreci kapsadığı; Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli devlet memurları hakkında ikili bir disiplin hukuku rejimi öngördüğü; hangi hukuki prosedürün uygulanacağına, kamu düzenini ilgilendirdiğinden ve kanunla tayin edildiğinden, idarenin ajanının değil hukukun ne olduğunu söyleme yetki ve görevi olan hâkimin karar vereceği; doğal olarak yargı yerinin kuralı tatbik edene ve uygulamaya değil hukuka tabi olacağı; esasen askeri disiplin hukuku usulüne ve kısıntısına tabi olmayan bir işlemin salt bu surette hukuka aykırı tatbikinden dolayı yargı denetimi dışında olduğunun kabulü mümkün değildir. AYİM bu tür cezaların yargısal denetimin yaparken, disiplin amirinin eylemin hangi suçu oluşturduğu konusundaki değerlendirmesi ile bağlı kalmamakta, eylemin hangi suçu oluşturduğuna kendisi karar verdikten sonra, bu eylemin AsCK’nun 165. maddesinde yazılı emre itaatsizlik yada saygısızlık suçlarından birini oluşturup oluşturmadığına bakmaktadır. Eğer eylem 165. madde kapsamına giriyorsa disiplin amiri cezayı 657 SK göre vermiş olsa dahi bu cezanın yargı denetimi dışı olduğunu belirtip ancak yokluk haliyle sınırlı denetim yapmaktadır6. 6 AYİM 3.D. KT.: 29.03.2007, E.2007/325, K.2007/512 ; AYİM oyçokluğuyla verdiği bir kararda ise; “…davacının naklen atanmak için ilk amiri yerine doğrudan sivil kuruma başvurduğunun anlaşılması üzerine, her ne kadar savunmada emre itaatsizlik denilmekte ise de usulsüz müracaattan dolayı yetkili disiplin amirince aylıktan kesme cezasıyla cezalandırıldığı… disiplin amiri tarafından disiplin tecavüzü kabul edilerek Askeri Ceza Kanunun 165 ve 7’1nci maddelerine göre tesis edilen aylıktan kesme cezasının yok hükmünde sayılmasını gerektiren ağır ve açık bir hukuka aykırılık hali bulunmadığından, 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun 21/ son maddesi karşısında yargısal denetiminin yapılarak incelenmesinin mümkün olmadığı” şeklinde karar vermiş bu kararında disiplin amirinin eylemi yanlış vasıflandırmış olmasını dikkate almamıştır.(AYİM 3.D. KT.: 28.04.2005, E.2005/26, K.2005/656) AYİM bir başka kararında ; “…Yapılan incelemede, cezalandırma yazısında bahsi geçen “görev talimatında emredilen işleri yapmamak” şeklindeki emre aykırı tutum ve davranışından dolayı cezalandırıldığı anlaşılan davacının eyleminin, Askeri Ceza Kanununun 165/A-son maddesindeki “emre itaatsizlik” suçunu oluşturduğu kanaatine varılmaktadır..” demek suretiyle disiplin amirinin eyleminin AsCK’nun 165. maddesi kapsamında olup olmadığını denetlemiştir. (AYİM 3.D. KT.: - 15 - AYİM’nin, amire saygısızlık ve emre itaatsizlik eylemleri dışında kalan disiplin cezalarını, 1602 sayılı Kanunun 21. maddesinde düzenlenen yargı denetimi yasağı kapsamında görmeyerek yargı denetimi yapması, hak arama hürriyetini genişleten, evrensel hukuk ilkelerine ve yasama kısıntısının amacına uygun bir yaklaşımdır. 05.06.2008, E.2008/655, K.2008/832); AYİM bir başka kararında ; “…davacının disiplini ihlal eden eylemlerin hizmete ilişkin emrin verilişi sırasında bakış ve hareketiyle isteksizliğini ortaya koymak ve disiplin amirinin “son zamanlardaki hal ve hareketlerini beğenmiyorum” şeklindeki uyarısına “Ben de sizin hal ve hareketlerinizi beğenmiyorum” şeklinde cevap vermek olarak belirlendiği, davacının bu eylemleri savunmasında tevilli olarak kabul ettiği görülmektedir. Davacının eylemleri İç Hizmet Kanununun 14. maddesinde astın amirine karşı göstermesi gereken saygının ihlali niteliğinde olup tipiklik açısından 477 sayılı Kanununun 47. maddesinde tanımlanan amire saygısızlık disiplin suçunu oluşturmaktadır. Her ne kadar davacının eylemi ilk amiri tarafından 477 sayılı Kanunun 48’inci maddesinde yazılı “itaatsizlik” suçunu oluşturduğu, yine bir üst disiplin amiri tarafından ise “disiplin tecavüzü” suçunu oluşturduğu kabul edilmiş ise de; disiplin amirlerince eylemin yanlış vasıflandırılmasının disiplin cezasının yargısal denetiminde belirleyici kabul edilemeyeceği, disiplin cezalarında hangi kanunun ve maddesinin uygulanacağı hususu kamu düzenini ilgilendirdiğinden ve kanunla belirlendiğinden hangi eylemin hangi disiplin suçunu oluşturduğunu kanunlar çerçevesinde Mahkemenin belirleyerek yargısal denetime açık olup olmadığına karar vereceği, aksinin kabulünün yargı denetimine açık yada kapalı bir işlemin salt disiplin amirlerinin hatalı değerlendirmesi sonucu yargı denetiminden yoksun kalacağı ya da denetime kapalı olması gereken bir cezanın yargı denetimine açılması sonucunu doğuracağı hususları göz önüne alınarak davacının eylemlerinin amir saygısızlık disiplin suçunu oluşturduğu ve bu eylem nedeniyle Askeri Ceza Kanunu hükümlerine göre verilen disiplin cezasının 1602 sayılı AYİM Kanununun 21/son maddesi gereği yargı denetimi dışında bulunduğu ve inceleme kabiliyeti bulunmadığı sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır..” gerekçesiyle disiplin cezası gerektiren eylemin hangi suça uyduğunu ve hangi kanun hükümlerine göre cezalandırılması gerektiğini açıklığa kavuşturmuştur. (AYİM 3.D. KT.: 30.12.2010, E.2010/2201, K.2010/1868) - 16 - AYİM KARARLARI IŞIĞINDA KAMU PERSONELİNİN KUSURLARINDAN DEVLETİN MALİ SORUMLULUĞU Hulusi GÜL Hâk.Bnb. Askeri Yargıtay Tetkik Hâkimi Yunus YILMAZ Hâk.Bnb. AYİM 3.D.Raportörü. Kamu tüzel kişilerine bağlanan eylem ve işlemler, sonuçta birer gerçek kişi olan memurlar ve diğer ajanlar tarafından gerçekleştirilirler. Bu durum, hizmetten yararlanan kişilerin uğradıkları zararların hangi sorumluluk ilkelerine göre ve kimin tarafından tazmini gerektiği konusunda çeşitli sorunlar ortaya çıkarmaktadır. Bu nedenle memurlar ve diğer ajanlar tarafından idare fonksiyonunun yürütülmesi sırasında ve kamu hizmetleriyle ilgili olarak gerçekleştirilen faaliyetlerin hangi hallerde kamu tüzel kişilerine ve hangi hallerde memurların ve diğer ajanların şahıslarına atıf ve izafe edilebileceğini tespit etmek gerekmektedir. Kamu hizmetlerinin yürütülmesi sırasında ya da bu hizmetlerin kendisinden, kuruluş ve işleyişinden dolayı idare edilenlerin uğradıkları zararlardan, asıl olarak “hizmet kusuru” esasına göre idarenin sorumlu olduğu kabul edilmektedir. “Hizmet kusuru”, genel anlamıyla, bir kamu hizmetinin kuruluşunda, düzenlenmesinde veya işleyişindeki aksaklık, eksiklik ve bozuklukları ifade etmektedir. Hizmet kusuru teşkil eden haller, kamu hizmetlerinin idare ajanları eliyle yürütülüyor olması nedeniyle, aslında idare ajanlarının kusurlarıdır. Ancak idare ajanlarının her derecedeki kusurlu davranışları “hizmet kusuru” değildir. Bazı zararların idare ajanlarının, kamu tüzel kişilerine veya kamu hizmetine isnat ve izafe edilemeyecek derecedeki kusurlu faaliyetlerinden meydana gelmesi mümkündür. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun (DMK) 13’üncü maddesi hükmü ile, 1965’ten önce benimsenmiş ve yerleşmiş olan idarenin “hizmet kusuru” ve idare ajanının “kişisel kusuru” ayırımı yanında, “kamu hukukuna tabi görevlerle” ilgili olarak kişilerin uğradıkları zararların ilgili kamu tüzel kişisi tarafından tazmin edileceğine ilişkin “görev kusuru” esası getirilmiştir. 1982 Anayasası’nın 129/V’inci maddesindeki düzenleme ile “görev kusurusalt kişisel kusur” ayırımı geçerliğini sürdürmüştür. Bu hükümler, idare ajanlarının hizmetten, görevlerinden ayrılamayan davranışları ile kişilere verdikleri zararlardan doğan tazminat davalarını kapsamaktadır. Ancak, personelin hizmetten ve görevlerinden ayrılabilen “salt kişisel kusur”larından dolayı adliye mahkemeleri önündeki sorumlulukları ortadan - 17 - kalkmamıştır. Uygulama da bu yönde sürdürülmektedir. İdare ajanının “görev kusuru”ndan ya da bununla birlikte “hizmet kusuru”ndan dolayı idarenin sorumlu tutulması durumunda, ilgili kamu tüzel kişisi, faaliyetleriyle zarara yol açan personele rücu edebilecektir. Çalışmanın konusu kamu görevlilerinin kusurlu davranışlarından devletin mali sorumluluğunun AYİM kararları ışığında incelenmesi olduğundan, askeri ajanların kusurlu davranışlarının söz konusu olması halinde hangi ölçütlere göre devletin mali sorumluluğunun kabul edildiği ve tazminata hükmedildiği inceleme konusu yapılmıştır. - 18 - I. İDARE HUKUKUNDA SORUMLULUK A. GENEL OLARAK Kamu hukuku alanında, özel hukuktaki sorumluluktan esinlenilerek ve idare hukukunun özellikleri dikkate alınarak, özel hukuktaki sorumluluktan ayrı bir sorumluluk getirilmiştir. 1 İdarenin hukuki sorumluluğu, “idari faaliyetler” sonucu yönetilenlerin uğramış oldukları zararların tazmini kurumu olarak ortaya çıkar. Burada bahsedilen “idari faaliyetler” bir işlem, bir eylem ya da bir sözleşme şeklinde ortaya çıkabilir. Bu faaliyetlerin gerisinde daima bir “kamu hizmeti” vardır. Kamu hizmeti, “memurlar ve diğer kamu görevlileri tarafından yerine getirilen ve devlet veya kamu tüzel kişileri tarafından veya bunların denetimi altında genel ihtiyaçları karşılamak ve kamu yararını sağlamak amacına yönelik genel kapsamlı, devamlı ve düzenli faaliyetler”2 şeklinde tanımlanabilir. İdarenin ve diğer kamu tüzel kişilerinin yol açtığı zararlar, aslında onlar adına ve hesabına hareket eden ajanlarının işlem ve eylemlerinden doğar. Böylece, idari faaliyet ve hizmetlerden veya hareketsizliklerden doğan zararların tazmininde, idarenin ve ajanlarının sorumluluğu meselesiyle karşılaşılır. İdarenin ve kamu tüzel kişilerinin kendi organları tarafından kişilere karşı ika edilmiş olan zararlardan dolayı sorumlu tutulmaları prensibi, ancak modern hukukta zor ve yorucu ilmi ve teşrii incelemeler sonucunda kabul olunmuştur. Söz konusu prensip, yorumu ve tatbiki bakımından bir çok ihtilaflara konu olmuştur. Bununla birlikte, kamu tüzel kişilerinin bireylere veya topluluklarına verdikleri zararların karşılanması gereği, bugün artık hiçbir uygar ülkede tartışma konusu değildir3. Günümüzde kamu tüzel kişilerin güçlerinin çok büyük boyutlara ulaşması karşısında, daha güçsüz durumda olan üçüncü şahısları korumak düşüncesi de kamu tüzel kişilerinin sorumlu tutulmalarını gerektiren nedenlerden biri olmuştur. Kamu görevlileri, devlet gücü ve otoritesini ellerinde bulundurdukları için, kendi ödeme güçlerinin çok üstünde zararlar verebilmektedirler. Böyle durumlarda idarenin, ilgiliye rücu koşuluyla, 1 2 3 GÖZÜBÜYÜK, A. Şeref-TAN, Turgut: İdare Hukuku, C. I, Turhan Kitabevi Yayınları, Ankara 2001, s. 657. ONAR, S. Sami: İdare Hukukunun Umumi Esasları, C. I İstanbul 1966, s. 13; YENİCE, Kazım-ESİN, Yüksel: İdari Yargılama Usulü, Ankara 1983, s. 77. DURAN, Lütfi: “Türk Kamu Personelinin Mali Sorumluluğu”, BALTA’ya Armağan, Ankara 1974, s. 60. - 19 - T. Bekir zararı karşılaması tutarlı bir yöntem olmaktadır4. Ancak, ajanlarının her türlü davranışlarından idareyi sorumlu tutmak hukuk mantığıyla bağdaşmayacağı gibi, idare ajanları tarafından kamu gücünün kötüye kullanılmasına da imkan verir. Bu nedenle, bazı şartların gerçekleşmesi halinde, meydana gelen zararlardan idare ajanlarının kişisel olarak sorumlu tutulmaları prensibi kabul edilmiştir. Buna göre idare ajanları, üçüncü kişilere zarar vermek gibi kötü niyet ve kasıtla işledikleri veya kamu hizmeti ile bağdaşmayan ve ondan kolayca ayrılabilen yahut hukuk kurallarına açıkça karşı gelme niteliği taşıyan davranışlarından doğan zararlardan kişisel olarak sorumlu tutulacaklardır. B. İDARE HUKUKU MEVZUATINDA SORUMLULUK 1. 1982 Anayasasındaki Düzenlemeler İdarenin sorumluluğuna ilişkin ilk anayasal kaynak olma niteliği taşıyan 1961 Anayasası’nın 114’üncü maddesinin son fıkrasında yer alan “idare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.” hükmü, 1982 Anayasası’nın “Yargı Yolu” başlığını taşıyan 125’inci maddesinin son fıkrasında aynı şekilde yer almıştır. 1982 Anayasası’nın 125’inci maddesinin son fıkrasının bir usul hükmü olmadığı açıktır. Bir başka deyişle, anılan fıkra maddi bir kural ihtiva etmektedir. Ancak idarenin verdiği zararlardan sorumlu olduğunu amir bu kuralda, sorumluluğun sebepleri, hukuki kaynak ve kriteri, temeli ve neye dayanacağı gösterilmemekte, bu konuda bir açıklık bulunmamaktadır 5. Anayasa’nın 125’inci maddesi Danıştay içtihatlarında da farklı uygulamalara konu olmuştur. Yüksek Mahkeme, Anayasa’nın bu maddesini bazı kararlarında idarenin “hizmet kusuru”na dayanan sorumluluğuna, bazı kararlarında ise kusursuz sorumluluğuna dayanak olarak kullanmaktadır. Görev sırasında diğer bir polis memurunun kullandığı araçta, sürücünün kusuru sonucu geçirdiği trafik kazasında ölen polis memurunun yakınlarının açmış olduğu tazminat davası ile ilgili kararında Danıştay, Anayasa’nın 125’inci maddesi hükmüne yer verdikten sonra, idarenin “hizmet kusuru” esasına göre sorumlu tutulacağını belirtmiştir6. 4 İNAN, Atilla: “Kamu Görevlilerinin Hukuka Aykırı Davranışlarından Devlet ve Diğer Kamu Tüzel Kişilerinin Kusursuz Sorumluluğu”, DD., Y. 11, S. 42-43, 1982, s. 24. 5 DURAN, Lütfi: Türkiye İdaresinin Sorumluluğu, Ankara 1974, s. 7. 6 10. D., T. 26.10.1995, E. 1995/3321, K. 1995/4995 (DD., Y. 26, S. 91, 1996, s. 1105). - 20 - AYİM kararlarında da, Anayasa’nın 125’inci maddesi son fıkrasında yer alan hüküm idarenin sorumluluğunu kuran maddi bir hüküm olduğu kabul edilmektedir: “... Anayasa’nın 125. maddesi son fıkrasında yer alan ‘idare kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür’ şeklinde ifadesini bulan üst hukuk normu; idare hukukunda sorumluluğun ‘anahtarı’ konumunda bulunmaktadır. Türk idare yargısı manzumesinde görevli olan idare mahkemeleri, Danıştay ve AYİM, tam yargı davalarında bu üst hukuk normunun ışığında, idare hukukunun kendine has yapısı ve özelliğini de dikkate alarak hukuk yaratma yetkileri çerçevesinde ‘idari sorumluluğa’ ilişkin kuralları belirlemekte ve sonuca gitmektedirler”7. AYİM’in Anayasa’nın 125’inci maddesi ile ilgili son yıllardaki içtihatlarının, doktrindeki görüşler ve diğer yargı organlarının uygulamalarına paralel bir doğrultuda istikrar kazandığını ve pek çok olayda, aşağıdaki gerekçelere yer verilerek idarenin sorumluluğuna hükmedildiğini görüyoruz: “Anayasa’nın 125’inci maddesine göre ‘idare kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararları ödemekle yükümlüdür’. Bu suretle idarenin sorumluluğu Anayasa prensibi olarak kabul edilmiştir. Ancak Anayasa’da idarenin sorumluluğunun hangi esaslara göre belirleneceği belirtilmemiş; bu meselenin halli doktrin ve yargı kararlarına bırakılmıştır. Bugün idarenin sorumluluğu hizmet kusuru ve kusursuz sorumluluk ilkelerine dayandırılmaktadır. İster hizmet kusuru isterse kusursuz sorumluluk ilkelerine dayansın, genel olarak idarenin tazmin borcunun doğabilmesi için bir zararın mevcudiyeti, zarara yol açan eylemin idareye yüklenebilir nitelikte bulunması, zarar ile eylem arasında illiyet bağının bulunması zorunludur”8. AYİM kararlarında genellikle, sorumluluğun temeli olarak Anayasa’nın 125/son maddesi esas alınmıştır. Bu madde dışında, özellikle ajanın kusurunun söz konusu olduğu davalarda, Anayasa’nın 40/II ve 129/V’inci maddeleri ile 1602 sayılı Kanun’un 24’üncü maddelerine referans verildiği kararlar9 da bulunmakla birlikte, son dönemde, tam yargı 7 AYİM 2. D., T. 21.10.1992, E. 1992/210, K. 1992/649; T. 04.05.1988, E. 1988/93, K. 1988/126; T. 05.10.1988, E. 1988/15, K. 1988/206 (ÖZGÜLDÜR, Serdar: Tam Yargı Davaları, Yetkin Yayınları, Ankara 1996.s. 214-215). 8 AYİM 2. D., T. 02.02.2011, E. 2009/1041, K. 2011/138. 9 “Anayasanın 40’ncı maddesinde yer alan ‘Kişinin resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da kanuna göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır.’ şeklinde ifadesini bulan hükmü ve yine Anayasanın 129/5’inci maddesindeki ‘Memurlar ve diğer - 21 - davalarına ilişkin kararların neredeyse tamamında Anayasa’nın 125/son maddesine atıfta bulunulmuştur.10 Türk hukukunda idare ajanının hukuki sorumluluğu konusu, ilk kez 1982 Anayasası’yla anayasal bir kural olarak düzenlenmiştir. “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” kenar başlığını taşıyan Anayasa’nın 40’ıncı maddesinin 2’nci fıkrasında, “Kişinin, resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır.” kuralı yer almaktadır. Kamu hizmeti görevlileriyle ilgili maddelerden, “Görev ve sorumlulukları, disiplin kovuşturmasında güvence” kenar başlıklı 129’uncu maddenin 5’inci fıkrasında, “Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir.” kuralına yer verilmiştir. Anayasa koyucu bu düzenlemelerle, idare ajanlarını ilk aşamada dava dışında tutmak istemiştir. Diğer taraftan, zarar gören kişinin karşısında Devleti bulması, böylece alacağını güvence altına alması amacı kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak ancak idare aleyhine açılabilir.’ şeklindeki hükmü ile 1602 Sayılı Kanunun 24’üncü maddesinde yer alan ‘Kişiler askerî görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan ötürü bu görevleri yerine getiren personel aleyhinde değil sadece bu mahkemede ilgili kurum aleyhine tazminat davası açabilirler. Kurumun genel hükümlere göre sorumlu personele rücu hakkı saklıdır.’ şeklindeki hükmü muvacehesinde askerî bir kamu hizmetinin ifası sırasında ifa edilen zararlarda sonuç ile eylem arasındaki bağın hizmetten soyutlanamayacağı, idare ajanının mevcut kişisel kusurunun ifa edilen görevden ayrı düşünülemeyeceği, bu durumda dahi verilen zararlarda devletin asıl ve birinci derecedeki sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı, keza devlet adına kamu hizmeti yürüten davalı idarenin halin icaplarına ve ihtiyaca göre hizmeti devamlı ve iyi şekilde topluma arz etmesi ve hizmeti yürütürken kimsenin zarara uğramamasını sağlamak amacıyla gerekli önlemleri alması zorunludur. Bu zorunluluğunun gereği gibi yerine getirilmemesi hizmetin kusurlu işlediğinin göstergesidir.” (AYİM 2. D. T. 24.06.2009, E. 2008/699, K. 2009/744). Ayrıca bkz. AYİM 2. D., T. 22.03.1995, E. 1994/1175, K. 1995/216; T. 01.02.1995, E. 1993/388, K. 1995/107 (AYİM Dergisi, S. 10, s. 874, 923); T. 05.11.1997, E. 1996/950, K. 1997/857; T. 25.12.1996, E. 1995/597, K. 1996/1146 (AYİM Dergisi, S. 11, s. 1027-1028, 1040). 10 ÖZGÜLDÜR, s. 215. Bu tür kararlar için bkz. AYİM 2. D., T. 02.02.2011, E. 2009/1041, K. 2011/138; T. 29.12.2010, E. 2010/319, K. 2010/1424; T. 15.04.2009, E. 2008/403, K. 2009/446; T. 15.10.2008, E. 2007/263, K. 2008/1059; T. 26.12.2007, E. 2006/1365, K. 2007/1082; T. 28.06.2006, E. 2004/417, K. 2006/687; T. 21.12.2005, E. 2005/192, K. 2005/916. - 22 - güdülmüştür. Zararı ödeyen idarenin, kusuru bulunan ajana “rücu” etmesi her zaman mümkündür11. Ancak, Anayasa’nın bu hükümlerini ajanın her türlü kusurundan idarenin sorumlu olacağı şeklinde yorumlamak mümkün değildir. Zira 1982 Anayasası da, 129’uncu madde ile “görevsel kusur”-“salt kişisel kusur” ayırımını dikkate almıştır. 129’uncu maddenin 5’inci fıkrasının “salt kişisel kusur”u kaldırdığı, artık bu tür kusurlardan dolayı da idari yargı yerlerinin görevli olduğu görüşü, her şeyden önce Anayasa’nın 125 ve 137’nci maddeleri karşısında geçerli değildir. Bilindiği gibi 125’inci maddenin son fıkrasında, idarenin “kendi” eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kuralı yer almaktadır. Yani idare, ancak “idari eylem ve işlemlerinden” doğan zararlardan sorumludur. Eğer eylem veya işlem idareye bağlanamıyorsa, yani idari olma niteliğini yitirmişse, maddeye göre idareyi sorumlu tutmak mümkün değildir. Çünkü “salt kişisel kusur” teşkil eden fiil ve davranışlar, idare ajanının hizmet içinde, görev sırasında ve görev dolayısıyla yapmış olduğu fiil ve davranışlar olmakla birlikte, hizmet ve görevden ayrılabilen, idari işlem ve eylem niteliğini kaybetmiş ve bu nedenle ajanın şahsına atıf ve izafe edilebilen fiil ve davranışlardır12. Doktrinde hakim olan görüşe göre, Anayasa’nın 129/V’inci maddesi hükmü “salt kişisel kusur”u ortadan kaldırmamıştır. İdare ajanlarının görevden ve hizmetten ayrılabilen, soyutlanabilen kusurlu faaliyetleri maddenin kapsamı dışında kalmaktadır. Bu faaliyetlerden personelin kendisi sorumlu olacaktır13. 2. 657 Sayılı Kanun’un 13’üncü Maddesi 657 sayılı DMK’nın 13’üncü maddesi, aynı Kanun’un 4’üncü maddesinde tanımlanan çeşitli kamu personelinin “kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak” kişilere verdikleri zararlardan doğan sorumluluklarını hükme bağlamıştır: “Kişiler, kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan ötürü bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açarlar. Kurumun genel hükümlere göre sorumlu personele rücu hakkı saklıdır.”14 11 GÖZÜBÜYÜK, A. Şeref: Yönetsel Yargı, Turhan Kitabevi, Ankara 2004, s.299. 12 DURAN, Kamu Personelinin, s. 103. GÖZÜBÜYÜK, s. 299-300; YENİCE-ESİN, s. 321-322; ÖZGÜLDÜR, s. 111; DURAN, Kamu Personelinin, s. 103; 13 14 12.05.1982 tarihli ve 2670 sayılı Kanunla bu maddeye, “12 nci maddeyle bu maddede belirtilen zararların nevi, miktarlarının tespiti, takibi, amirlerin sorumlulukları ve yapılacak işlemlerle ilgili diğer hususlar Başbakanlıkça - 23 - Bu maddeye kadar bizde “sorumluluk sistemi” geçerli idi. DMK’nın yürürlüğe girmesiyle bu sistem değiştirilmiş ve “yasal güvence sistemi”ne yönelinmiştir ve Türk pozitif hukukuna “görevle ilgi olan ve olmayan kusur” ayrımını getirmiştir15. Buna göre, idare edilenler “kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili” olarak uğradıkları zararlardan ötürü bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açarlar. Böylece hukukumuzda teminat sistemi kabul edilmiş olmaktadır. Kanunun gerekçesine göre, bu hüküm hem memur hem de idare edilenler lehine teminat getirmektedir. 657 sayılı Kanun’un 13’üncü maddesi, kamu personelinin yalnızca hizmet ve görevlerinden ayrılamayan “görev kusuru” ile üçüncü kişilere verdiği zararlardan doğan tazminat davalarını kapsamına almaktadır. Bu nedenle, “görevleriyle ilgili olmayan”, yani “salt kişisel kusur”larından dolayı doğrudan doğruya kamu personeli aleyhine adliye mahkemelerinde haksız fiil esaslarına dayanarak tazminat davası açılmasına engel değildir. Doktrinde, 657 sayılı DMK’nın 13’üncü maddesi üzerinde çok yoğun bir tartışma ve değerlendirme yapılmıştır. Bu madde hükmü ile, kamu görevlilerinin salt kişisel kusurlarından dolayı mali sorumlulukları ilkesinin kaldırılmadığı kabul edilmektedir16. Yani memurların “görevleriyle ilgili olmayan”, “görevden ve hizmetten ayrılabilen, soyutlanabilen”, “idareye atıf ve izafesi mümkün olmayan” kusurlu tutum ve davranışları kişisel sorumluluklarına neden olacaktır. Bu tür eylem ve işlemlerinden doğan zararlardan dolayı, memurlar aleyhine, haksız fiil esaslarına dayanarak, doğrudan doğruya adalet mahkemelerinde tazminat davası açılabilecektir. Bir görüşe göre DMK m. 13, memurdan ziyade idarenin davalı mevkiine konulabilmesini mümkün kılmaktadır. Söz konusu hüküm memurun kişisel kusur alanını daraltmakta, buna karşılık idarenin sorumluluğunu genişletmektedir17. Bir başka görüşe göre ise, DMK’nın düzenlenecek yönetmelikle belirlenir” hükmünü içeren bir fıkra ile 26.03.2002 tarihli ve 4748 sayılı Kanunla, “İşkence ya da zalimane, gayri insani veya haysiyet kırıcı muamele suçları nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince verilen kararlar sonucunda Devletçe ödenen tazminatlardan dolayı sorumlu personele rücu edilmesi hakkında da yukarıdaki fıkra hükmü uygulanır.” şeklinde bir diğer fıkra eklenmiştir. 15 ESİN, Yüksel: Danıştay’da Açılacak Tazminat Davaları, I. Kitap: Usul, Ankara 1976. s. 114. 16 ONAR, C. II, s. 1207-1208; ESİN, Usul, s. 114. ÖZYÖRÜK, Mukbil: İdare Hukuku-İdari Yargı-Ders Notları, Teksir, Ankara 1977, s. 124. 17 - 24 - 13’üncü maddesi kişisel kusur kavramını ortadan kaldırmamış, fakat alanını daraltmıştır18. DURAN’a göre ise, maddenin “gerek sözü, gerek amacı, kişilerin personele karşı dava açmalarını önlemek ve kaldırmak”tır19. Bu madde hükmünden, kamu hukukuna tabi “görevleri yerine getiren personelin, görev içinde ve sırasında olmak kayıt ve şartıyla, görevden ayrılabilen ya da göreve bağlanamayan tutum ve davranışlarından dolayı da, aleyhlerine dava açılamayacağı anlaşılmaktadır”. Bu madde böylece, “kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak kişilerin uğradıkları zararlardan ötürü, bu görevlerin uygulanmasını sağlayan veya etkileyen personele, zarar görenlere karşı tam bir yargı bağışıklığı getirmiş bulunmaktadır”20. Bu konuda doktrinde hakim görüş, 13’üncü maddenin usuli bir hüküm içerdiği ve kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak kişilerin uğradıkları görev kusurundan doğan zararlardan dolayı idarenin sorumlu tutulacağı şeklindedir. Ayrıca bu madde ile, idare ajanlarının görevden ayrılabilen, hizmete bağlanamayan salt kişisel kusurlarından doğan sorumluluklarının ortadan kaldırılmadığı kabul edilmektedir. Danıştay’ın 13’üncü maddeye ilişkin içtihatlarını dikkate alarak genel bir değerlendirme yaptığınızda, Yüksek Mahkemenin hizmet kusuru alanını genişlettiği, buna karşılık kamu görevlilerinin kişisel kusurlarının alanını daralttığı ancak tümü ile de ortadan kaldırmadığı görülmektedir21. 3. 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu m. 24 1602 sayılı AYİM Kanunu’nun 24’üncü maddesi, 657 sayılı DMK’nın 13’üncü maddesi benzeri bir hüküm içermektedir. Bu maddeye göre; “Kişiler askeri görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan ötürü, bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, sadece bu mahkemede ilgili kurum aleyhine tazminat davası açabilirler. Kurumun genel hükümlere göre sorumlu personele rücu hakkı saklıdır”. 18 ESİN, Usul, s. 114. Ancak ESİN, 13’üncü madde hükmünün özel hukuktaki adam çalıştıranın (istihdam edenin) sorumluluğuna benzer bir sorumluluk biçimi getirdiğini; bu hükmün gerçek değerinin kusursuz sorumluluk alanında belirdiğini ifade etmektedir. 19 DURAN, Kamu Personelinin, s. 95. 20 A.g.e., s. 68-69. 21 GÖZÜBÜYÜK, Yönetsel Yargı, s. 297. - 25 - İlk şeklinde, 24’üncü madde farklı bir hüküm içermekteydi. Bu hükme göre, “askeri hizmetin ifası dolayısıyla askeri görevin kural ve gereklerine uyulmadığı iddia edilerek üçüncü şahıslar tarafından asker kişiler aleyhine şahsi kusur isnadı ile açılacak tam yargı davalarına” AYİM’de bakılmakta idi (m. 24/b). Ancak bu hüküm, Anayasa Mahkemesi tarafından, Anayasa’nın 140’ıncı maddesine ve hukuk devleti ilkesine (Anayasa m. 2) aykırı bulunarak iptal edilmiştir22. 1602 sayılı Kanun’un üçüncü kişilerin asker kişilere karşı hizmetin ifası sırasındaki salt kişisel kusurlarından dolayı tazminat davası açabilmelerine olanak tanıyan mülga 24/b maddesi, yürürlükte kaldığı dönemde, doktrinde de eleştiri konusu olmuştur. Çünkü bu hükümle, tam yargı davalarına yeni bir kategori daha ilave edilerek, o güne kadar adli yargının görev alanında olan davalar AYİM’in görevi içerisine sokulmuştur23. Kamu görevlilerinin idari eylem ve işlem niteliğinde olmayan ve bu nedenle de salt kişisel kusur sayılan faaliyetlerine dayanan tazminat davaları, Anayasa’nın 139’uncu maddesi gereğince genel olarak adliye mahkemelerinin görev alanına girmektedir. 1602 sayılı Kanun’un mülga 24/b maddesi ile, bu davalar adli yargının görev alanından çıkarılıp AYİM’in görev alanına dahil edilmekle, kamu personelinin mali sorumluluğu rejiminde bir ayrıcalık ve “anomali” yaratılmıştır24. Bunun sonucu olarak, AYİM bir sulh hukuk veya asliye hukuk mahkemesi haline getirilmiş olmaktadır. Böylece asker kişilerin mali sorumlulukları genel ve olağan hukuk rejimi çerçevesinde söz konusu olmayacaktır. Anayasa Mahkemesi, Yargıtay 4’üncü Hukuk Dairesinin Anayasaya aykırılık başvurusunu kabul ederek, 1602 sayılı Kanun’un 24’üncü maddesinin (b) bendini iptal etmiştir25. Anayasa Mahkemesi’nin bu kararına göre, Danıştay’a verilmemiş bir yargı yetkisinin AYİM’e başka bir yasa kuralı ile verilmesi Anayasa’nın temel yapısı ile bağdaşmamaktadır. Bu hüküm, yetki alanını genişleterek, AYIM’i özel hukuk alanında karar verebilen bir adliye mahkemesi durumuna getirmektedir. Ayrıca idari yargı mercilerinde kişilere karşı dava açılamayacağına ilişkin idare hukukunun temel ilkesi ihlal edilerek, hukuk sistemine uymayan bir durum 22 A.M.nin T. 25.03.1975, E. 1974/4, K. 1975/62 sayılı kararı (AMKD., S. 13, s. 380-393). 23 ÖZGÜLDÜR, s. 166. 24 DURAN, Lütfi: “Askeri İdarenin Yargısal Görev ve Yetkisinin Sınırları”, Onar Armağanı, İstanbul 1977, s. 225-226. 25 A.M.nin T. 25.03.1975, E. 1974/42, K. 1975/62 sayılı kararı (AMKD., S. 13, s. 392 vd.) - 26 - yaratılmaktadır. Keza bu kural, kamu personelinin mali sorumluluğu açısından ayrıcalıklı bir durum yaratmaktadır. Bu suretle Anayasa Mahkemesi, AYİM’in görev ve yetkilerinin Anayasaya aykırı olarak genişletildiğini ifade ederek, 1602 sayılı Kanun’un söz konusu 24/b maddesi hükmünün iptaline karar vermiştir. C. AYİM KOŞULLARI KARARLARINDA İDARİ SORUMLULUK İdare hukukunda idarenin sorumluluğundan söz edilebilmesi için belli koşulların bir arada bulunması gerekmektedir. Bu koşulların isimlendirilmesi ve sayısı konusunda farklı görüşler bulunsa da genel olarak üç koşulun birlikte bulunması gerektiği kabul edilmektedir. Bunlar: bir zararın varlığı, zararın idareye yüklenebilir nitelikte olması ve zarar ile idare ajanlarının eylem veya işlemleri arasında uygun illiyet bağının bulunması. Bu konuda geçerli olan ilke ye göre: ”Hiç kimse ödemek zorunda olmadığı bir miktar için ödemede bulunmaya mahkûm edilemez.”26 Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kararlarında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden sorumlu tutulabilmesi için “… bir zararın mevcudiyeti, zarara yol açan eylemin idareye yüklenebilir nitelikte bulunması, zarar ile eylem arasında illiyet bağının bulunması(nın) zorunlu...” koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerektiği kabul edilmektedir.27 1. Zararın Varlığı Hukuk sujesinin maddi veya manevi varlığında istem dışı olarak ortaya çıkan kayıp ve eksiklikler zarar kavramı ile açıklanır.28 Bir idare ajanı veya kamu hizmetinden kaynaklanan ve idare edilenin uğramış olduğu zararın tazminini güvence altına alma işlevine sahip idarenin sorumluluğu rejiminde zarar ilk önce bir kamu tüzel kişisinin sorumluluğunun koşulunu oluşturur.29 Herhangi bir davranış olmakla birlikte bir zarar doğmamışsa idarenin tazmin borcu doğmaz. Zarar maddi veya manevi zarar şeklinde olabilir. Maddi zarar bir kişinin mal varlığında meydana gelen eksilmeyi; manevi zarar ise, bir kişinin kişilik haklarına yönelik bir tecavüz dolayısıyla duyduğu cismani ve manevi acı, ıstırap, hayat zevklerinden azalmayı ifade eder. 26 ATAY, E. Ehem-ODABAŞI, Hasan-GÖKCAN, Hasan Tahsin: İdarenin Sorumluluğu ve Tazminat Davaları, Seçkin Yayınları, Ankara 2003, s.149. 27 Buna ilişkin AYİM kararları için bkz. dipnot 8 ve 10. 28 29 ÖZGÜLDÜR, s. 59. ATAY-ODABAŞI-GÖKCAN, s.149-150. - 27 - Zararın taşıması gereken özellikler genel olarak şu şekilde sayılabilir: Zarar gerçekleşmiş, kesin, hukuken korunan menfaate yönelik, parayla ölçülebilir nitelikte ve özel olmalıdır.30 AYİM’in zararın varlığı ve özellikleri ile ilgili bazı kararları şunlardır: “... Hizmetin sebep ve tesiriyle rahatsızlandığını hatta çalışamaz durumda ölümcül hasta olduğunu iddia eden tarafın bunu belgelemesi gerekir. Aksi takdirde tüm iddiaları mesnetsiz ve soyut kalmaktadır. Bu itibarla davacının rahatsızlığı dolayısıyla zararı iddialarını herhangi bir belgeyle kanıtlayamayan davacı vekilinin soyut iddialarına kurulumuzca itibar edilmemiş, davacının maddi ve manevi tazminat isteminin reddine karar verilmiştir.”31 “... Görevine giden timi taşıyan askerî aracın devrilmesi sonucu sakat kalan davacının uğradığı zararın davalı idarece karşılanması gerekli ise de; davacının maddi zararlarının yapılan ödemelerle fazlası ile karşılandığı 2330 sayılı Kanun uyarınca ödenen nakdi tazminatın manevi zararının karşılığı olarak ödendiği ve miktarının emsal davalarda hükmedilen manevi tazminat miktarının üzerinde bulunduğu anlaşılmakla tazminat isteminin reddine karar verilmiştir...”32 “... Genel Kurmay Özel Kuvvetler Komutanlığına ait CASA uçağının düşmesi sonucu vefat eden subayın yakınlarının, maddi zararlarının yapılan ödemelerle fazlası ile karşılandığı, ayrıca kendilerine 2629 sayılı Kanun uyarınca ödenen tazminatın manevi zararlar karşılığı olarak kaldığı, maddi tazminat hesabında dikkate alınmadığından ve davacıların manevi zararlarının karşılığı olarak kalan bu tazminat mahkememizin emsal olaylarda takdir ettiği manevi tazminat miktarından fazla olduğundan davacıların maddi ve manevi tazminat isteminin reddine karar verilmiştir...”33 30 GÖZLER, Kemal: İdare Hukuku, C. II, Ekin Kitabevi Yayınları, Bursa 2003, s. 1176. 31 AYİM 2.D. T. 19.10.2000, E. 2000/16, K. 2000/856 (AYİM Dergisi, S. 15, s. 871). 32 AYİM 2.D. T. 09.11.2001, E. 2000/637, K. 2001/772 (AYİM Dergisi, S. 17, s. 1164). 33 AYİM 2.D. T. 15.01.2003, E. 2002/667, K. 2003/39. - 28 - 2. Zarara Yol Açan Eylemin İdareye Yüklenebilmesi İdarenin meydana gelen bir zarardan sorumlu tutulabilmesi için idari davranışın idareye yüklenebilir olması gerekir. Eğer zarara sebep olan idari davranış idareye yüklenemiyorsa idarenin sorumluluğundan söz edilemez. Bu zarar doğurucu idari davranış, icrai olabileceği gibi ihmali de olabilir. idare dışındaki ve idareyle ilişkisi olmayan kişilerin verdikleri zararlar ise idareye yüklenemez. 34 Zarara yol açan eylemin idareye yüklenebilmesi ile ilgili bazı AYİM kararları şu şekildedir: “... Dava dosyasındaki bilgi ve belgeler ile davacının hastalığı konusunda ihtisas sahibi olan bilirkişiler tarafından düzenlenen rapordaki görüşler ve davacının 2005 yılından itibaren 2007 yılına kadar komando eğitim faaliyetlerine ve paraşütle atlama faaliyetlerine katıldığı hususu dikkate alındığında; davacıda oluşan ‘servikal 6-7 anterior mikrodiskektomi kafes ile intervertebral fizyonlu+servikal siringomyeli’ tanılı rahatsızlığın askerlik görevinin sebep ve tesirinden kaynaklanmadığı, zararlı sonuçla idarenin davranışı arasında uygun nedensellik bağının bulunmadığı, idareyi sorumlu tutacak herhangi bir kusurlu hareket veya kusursuz sorumluluğu gerektirecek bir durumun söz konusu olmadığı anlaşılmakla, davacının maddi ve manevi tazminat isteminin reddinin gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır...”35 “... TSK’da görevli olup rahatsızlığı nedeniyle muayene ve kontrol amacıyla görev yaptığı birliğinin bulunduğu ildeki (Siirt) 30 Yataklı Seyyar Cerrahi Hastanesinden başka bir ildeki (Ankara) GATA Hastanesi Üroloji Servisine sevkinin uygun görülmesi üzerine sevk kağıdı ile sevk edilen davacılar yakınına, bu yolculuk için ortaya çıkan masrafları ... mevzuat uyarınca ödense bile, personelin yapacağı yolculuk kendi sorumluluğuna bırakılmaktadır. İşin doğası da bunu gerektirmektedir. İdare, tüm hastaneye sevkli personelin nakil ve yolculuğunu temin etme yükümlülüğü altına sokulamaz. Bu durumun doğal bir sonucu ve kural olarak hastaneye sevk nedeniyle yapılan yolculuklar sırasında uğranılan zararlar nedeniyle idarenin herhangi bir şekilde sorumluluğu bulunmamaktadır. Somut olayı irdelediğimizde, ... sevk edildiği hastaneye gitmek üzere yapacağı yolculuğun şeklini seçmekte tamamen serbest irade ile hareket etme imkânına sahip olan davacılar yakınının, bu yolculuğu kendisine ait özel araç ile yapmak şeklindeki tercihinin doğal sonucu, yolculuk sırasında 34 35 ATAY-ODABAŞI-GÖKCAN, s. 174. AYİM 2.D. T. 19.01.2011, E. 2009/708, K. 2011/142. - 29 - ortaya çıkacak zararların sorumluluğunun da genel ilkeler çerçevesinde müsebbibine ait olmasıdır. Dolayısıyla, davacılar yakınının sevk edildiği hastaneye gitmek üzere yaptığı yolculuk kapsamında, idarenin bir hizmetinin ve buna bağlı olarak hizmet kusurunun bulunduğunun kabulü mümkün görülmemiştir...”36 “... Davacıların yakınının ölümü olayında elektrik panosunun kilidinin, panoyu emniyete almak ve yetkisiz kişilerin ulaşmasını engellemek fonksiyonunu icra etmediği, kullanılan panonun eski tip olması ve gereken tedbirlerin alınmamış olması, davacının kazan dairesindeki görevine ve elektrik panosu ile ilgili işlemlere nezaret edecek personelin tefrik edilmemiş olması, denetim faaliyetinin gerektiği gibi icra edilememiş olması sebepleriyle davalı idarenin hizmet kusurunun bulunduğu ve davacıların zararının idarece karşılanması gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır...”37 “... Ameliyat sonrası davacının bacaklarında oluşan felcin normal bir ameliyat komplikasyonu olduğu tıbbi bilirkişi raporu ile ortaya konduğundan; olayımızda ortada bir zarar mevcut olmakla birlikte davacının zararının idareye izafe edilebilecek herhangi bir kusurdan kaynaklanmadığı ve dolayısıyla davalı idarenin tazminle sorumlu tutulamayacağı sonucuna varılmıştır...” 38 “... Tazmin borcunun meydana gelebilmesi için zarar doğuran davranışın (fiilin) idare adına veya idare tarafından yapılmış olması gerekir. Zarar doğurucu davranışın idareye bağlanma olanağı yoksa idarenin tazmin borcunun doğmayacağı açıktır. Bir başka anlatımla zararın idareye bağlanabilmesi için idarenin zararın faali ve sorumlusu olması gerekmektedir. Bedelli askerlik hizmetini ifa etmekte iken, hafta sonu izninde asker arkadaşının özel arabası ile kışlaya dönerken geçirilen trafik kazası sonucu sakatlanan davacının zararı doğrudan idareye bağlanamayacağı gibi, idarenin zararın faali ve sorumlusu olması da mümkün görülmemiştir ...”39 “... Dava dosyasındaki bilgi ve belgeler ile GATA Profesörler Kurulu tarafından düzenlenen ek rapordaki görüşler birlikte değerlendirildiğinde; davacının askerliğe elverişsiz hale gelmesine sebep 36 AYİM 2.D. T. 14.07.2010, E. 2010/437, K. 2010/881. 37 AYİM 2.D. T. 25.03.2009, E. 2007/330, K. 2009/350. 38 AYİM 2.D. T. 16.05.2001, E. 1999/851, K. 2001/422 (AYİM Dergisi, S. 16, s. 666). 39 AYİM 2.D. T. 02.12.1998, E. 1998/270, K. 1998/780 (AYİM Dergisi, S. 13, s. 798). - 30 - olan kronik viral Hepatit B rahatsızlığının askerliğin sebep ve tesirinden meydana gelmediği, tıbbi teşhis ve tedavilerde herhangi bir hata, gecikme ve eksiklik bulunmadığı, davacıda bünyesel olarak mevcut olan Hepatit B hastalığının davacı askere gelmeden önce de davacıda mevcut olduğu ancak bu haliyle askerliğe elverişsizlik hali oluşturmadığı, ancak bu rahatsızlığının daha sonra ilerleyerek davacının askerliğe elverişsiz hale gelmesine neden olduğu, ancak bu ilerlemenin askerliğin tesir ve sebeplerinden kaynaklanmadığı, bu nedenle de davalı idarenin gerek hizmet kusurunun gerekse kurusuz sorumluluğunun bulunmadığı dolayısıyla davacının maddi ve manevi tazminat istemlerinin reddine karar verilmesi gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır...”40 3. Zarar İle Eylem Arasında İlliyet Bağının Bulunması İdarenin sorumluluğunun doğabilmesi için, zarar ile idarenin davranışı arasında bir illiyet bağının, sebep sonuç ilişkisinin bulunması gerekir. Bu ilişki doğrudan doğruya bulunmalıdır; biri diğerinin uygun ve normal sonucu olmalıdır. Eğer sonuç, olayların doğal akımına göre beklenilmeyen olağanüstü bir sonuç ise, idare bu sonuçtan bütünü ile sorumlu tutulamaz. Bir başka deyişle, bu bağın yokluğu idareyi sorumluluktan kurtarır41. İdare hukukunda nedensellik bağının ispatı zarar görenlere aittir. Ancak ispat yükümlülüğü özel hukuktaki kadar ağır ve zor değildir. Çoğu kez davacının kanıt başlangıcı sayılabilecek ipuçlarını mahkemeye vermesi yeterlidir42. “... Davacının asayişle ilgili askerî bir görevin ifası sırasında iç güvenlik operasyonu esnasında teröristlerce döşenen uzaktan kumandalı bombanın patlaması sonucu kulaklarından rahatsızlanarak sakat kaldığı anlaşılmaktadır. Olayın meydana gelmesinde hizmetin kurulması ve işletilmesinden kaynaklanan idareye yüklenebilecek bir hizmet kusurunun varlığından söz edilemez. Ancak zararlı sonuç doğuran olay ile hizmet arasında illiyet bağı bulunduğundan kusursuz sorumluluk ilkesine göre zararın zarar gören üzerinde bırakılmayarak topluma yayılması adalet, 40 AYİM 2.D. T. 21.11.2007, E. 2006/1325, K. 2007/975. Bu konudaki diğer bir karar da şöyledir: “Hepatit-B virüsünün cinsel temas, ortak kullanılan jilet, enjektör, diş fırçası, kulak deldirme gibi alet ve girişimlerle bulaşması göz önünde bulundurulduğunda idarenin tazminle sorumlu tutulması hukuken mümkün görülmemiştir. Zira davacının zararı bulunduğu ve bu zararın idarenin somut bir eyleminden kaynaklandığı ortaya konulamamıştır...” (AYİM 2.D. T. 23.01.2002, E. 2001/226, K. 2002/102, AYİM Dergisi, S. 17, s. 1072). 41 ÖZGÜLDÜR, s. 61. 42 İNAN, s. 31. - 31 - eşitlik, hakkaniyet esaslarına uygun düşeceğinden davacının zararlarının bu esaslara göre karşılanması gerekeceği sonucuna ulaşılmıştır...”43 “... Davacılar yakını ...’ün olay tarihinde görev yerinden memleketine Kabul Toplanma Merkezi aracılığıyla güvenli kabul edilen günde seyahat edilecek şekilde tutulan, ücreti personel tarafından ödenen sivil araç ile seyahat ederken meydana gelen trafik kazasında vefat ettiği, zararın meydana gelmesinde idareye atfı kabil bir hizmet kusurunun bulunmadığı anlaşılmakta ise de, davacılar yakınının Kabul Toplanma Merkezi aracılığı ile memleketine intikal için öngörülen emirler doğrultusunda hareket ettiği, nitekim bölge koşullarına uygun olarak alınan tedbirler doğrultusunda tutulan araç ile memleket iznine intikal amaçlı seyahat ederken kendi kusuru olmaksızın sivil aracın kaza yapması neticesinde vefat eden davacılar yakınının vefatı olayının bu haliyle hizmetten soyutlanamayacağı, bu şekilde meydana gelen zarar ile hizmet arasında illiyet bağı bulunduğu anlaşıldığından, kusursuz sorumluluk ilkesi gereğince davacıların uğradığı zararların idare tarafından karşılanması gerektiği sonucuna varılmıştır...”44 “... Davacılar yakını J.Ulş.Er ...’ın ölüm olayının bir kamu görevi olan askerlik hizmetinin ifası sırasında meydana geldiği, Adli Tıp Kurumu Bşk.lığı 1.İhtisas Kurulunun 13.04.2005 tarihli raporunda ‘kronik kalp damar hastalığı olan kişinin ölümünün kendinde mevcut kalp damar hastalığının aktif hale geçmesi sonucu meydana gelmiş olduğu’ belirtilmiş olmakla birlikte aynın raporda ‘kişinin ölümünden yaklaşık 4 saat önce uğradığı bildirilen etkili eylem sonrasında teçhizatlı olarak 400 metrelik bir mesafeyi önce yürüme sonra koşma şeklinde ağır efor sarf ettiği anlaşıldığından ve söz konusu eforun kendinde mevcut kronik kalp damar hastalığını akut hale geçirebileceğinden…’ ifadelerine yer verilmiş olması karşısında ceza hukuku sorumluluğu açısından uygun illiyet bağının bulunmadığı kabul edilse dahi idare hukukundaki tazmin sorumluluğu bakımından efor sebebiyle kalp rahatsızlığının aktif hale geçmesi ile solunum ve dolaşım durması neticesinde meydana gelen vefat olayının hizmetten soyutlanamayacağı, meydana gelen zarar ile hizmet arasında uygun illiyet bağının bulunduğu ve illiyet bağını kesecek bir olgunun bulunmadığı sonucuna varılmıştır...”45 “... Dava konusu, J.Er ...’ın ölümü olayında, idareye yüklenebilecek bir hizmet kusurunun varlığından söz edilemez ise de, davacılar yakınının 43 AYİM 2.D. T. 25.01.2011, E. 2008/1251, K. 2011/123. 44 AYİM 2.D. T. 19.01.2011, E. 2010/1301, K. 2011/60. Benzer kararlar için bkz. AYİM 2.D. T. 05.05.2010, E. 2009/834, K. 2010/601; T. 03.11.2010, E. 2009/620, K. 2010/1244. 45 AYİM 2.D. T. 01.04.2009, E. 2005/754, K. 2009/371. - 32 - askerlik hizmetini yerine getirirken tedavisi için sevk edilmek üzere bindirildiği helikopterin düşmesi sonucunda öldüğü, kamu görevinin ifası sırasında oluşan zarar ile görevden kaynaklanan eylem arasında sıkı bir illiyet bağı bulunması, zararın hizmetin içinden doğması sebebiyle davacıların uğradığı zararların kusursuz sorumluluk ilkesi gereğince davalı idarece karşılanması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır...”46 “… Tıbbi bilirkişi incelemesine göre özetle; mevcut komplikasyonun tecrübe ve bilgi düzeyi böyle bir müdahaleyi yapabilecek ve oluşacak komplikasyonları zamanında tespit ederek gerekli tedbirleri alabilecek düzeyde olduğu, hekim ihmali ya da dikkatsizliğinde, ya da yetki aşımından oluşmadığı kanaatine ulaşıldığı belirtilerek, hastada ortaya çıkan komplikasyonun eksik, yetersiz, hatalı ya da gecikmiş bir tıbbi müdahalenin söz konusu olmadığı… bu nedenlerle davacı hakkında yaptırılan ve yukarıda belirtilen tıbbi bilirkişi raporu uyarınca davalı idarenin hizmet kusurunun bulunmadığı zarar ile eylem arasında illiyet bağının kurulamadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır…”47 “... Bir asker arkadaşının öldürülmesi olayının etkisi ile asabi şoka girdiği ve akabinde felç geçirdiği anlaşılan erin zararına, hizmetin içinden gelen etkenlerin neden olmadığı, zararlı sonucun tamamen davacıda mevcut bünyesel rahatsızlıktan kaynaklandığı, zararlı sonuç ile idarenin davranışı arasında uygun bir nedensellik bulunmadığı...”48 “... Davacının moral çöküntüsü, alınganlık, şüphecilik ruhsal durumu altında intihar etmek kastıyla hareket ettiğinin kabulü karşısında, eylemin askeri hizmetin sebep ve tesiri ile meydana gelmediği, zararlı sonuç ile idare arasında illiyet bağı olmadığı...”49 “... Ortada bir zarar mevcut olmakla birlikte, davacının sakatlanmasının geceleyin ranzasında uyurken kendiliğinden düşmesinden kaynaklandığı, askeri hizmetin sebep ve tesirinden olmadığı, ... zararlı sonuç ile eylem arasında nedensellik bağı bulunmadığı, davacının sakatlanması olayında idarenin sorumlu tutulamayacağı...”50 46 AYİM 2.D. T. 30.04.2008, E. 2005/265, K. 2008/523. AYİM 2.D. T. 12.03.2003, E. 2001/165, K. 2003/205 (AYİM Dergisi, S. 18, K. 2, s. 796). 47 48 AYİM 2.D. T. 06.10.1999, E. 1999/135, K. 1999/559 (AYİM Dergisi, S. 14, s. 868). 49 AYİM 2.D. T. 02.10.2002, E. 2001/51, K. 2002/782. 50 AYİM 2.D. T. 10.1.2001, E. 2000/405, K. 2001/48 (AYİM Dergisi, S. 16, s. 582). - 33 - II. ASKERÎ AJANLARIN KUSURLU DAVRANIŞLARINDAN DEVLETİN MALİ SORUMLULUĞU A. GENEL OLARAK Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin görev alanını düzenleyen Anayasanın 157/1 ve 1602 sayılı Kanun’un 20/1’inci maddelerine göre bir davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin görev alanına girebilmesi için iki şartın aynı anda gerçekleşmesi gerekmektedir. Bu şartlar: İdari işlemin veya eylemin asker kişiyi ilgilendirmesi, idari işlem veya eylemin askerî hizmete ilişkin olmasıdır. 1982 Anayasası’nın 157’nci maddesinde ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdari Mahkemesi Kanunu’nun 20’nci maddesinde idari eylemin de tıpkı idari işlemlerde olduğu gibi askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendirmesi ve askerî hizmete ilişkin olması halinde bu eylemden doğan uyuşmazlıklarda Askeri Yüksek İdari Mahkemesinin görevli olduğu belirtilmiştir. Askerî ajanların kusurlu davranışları sonucu meydana gelen zararlar nedeniyle asker kişiler tarafından açılacak tam yargı davaları AYİM’in görev alanına girdiğinden bu konuya ilişkin bu Mahkemenin yaklaşımı önem taşımaktadır. Ancak aşağıda açıklanan sorumluluk çeşitlerine ve bu sorumluluk çeşitlerinin farklı özellikler taşımalarına rağmen, AYİM kararları incelendiğinde, tazminat davalarında genellikle Anayasa’nın 125’inci maddesine göre hüküm tesis edildiği, kararlarda “hizmet kusuru” ve “kusursuz sorumluluk” kavramlarına değinilerek, ısrarla “görev kusuru” ve “kişisel kusur” kavramlarına yer verilmediği görülmektedir. AYİM’in konuyla ilgili kararlarında genellikle şu ifadelere yer verdiği görülmektedir: “Anayasanın 125’inci maddesine göre idare kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararların ödemekle yükümlüdür. Bu suretle idarenin sorumluluğu Anayasa prensibi olarak kabul edilmiştir. Ancak, Anayasada idarenin sorumluluğunun hangi esaslara göre belirleneceği belirtilmemiş, bu meselenin halli doktrin ve yargı kararlarına bırakılmıştır. Bugün idarenin sorumluluğu hizmet kusuru ve kusursuz sorumluluk ilkelerine dayandırılmaktadır. İster hizmet kusuru ve kusursuz sorumluluk ilkelerine dayandırılmaktadır. İster hizmet kusuru isterse kusursuz sorumluluk ilkelerine dayandırılsın genel olarak idarenin tazmin borcunun doğabilmesi için bir zararın mevcudiyeti, zarara yol açan eylemin idareye yüklenebilir nitelikte bulunması zarar ile eylem arasında illiyet bağının bulunması zorunludur.”51 51 AYİM 2. D., T. 02.02.2011, E. 2009/1041, K. 2011/138. - 34 - Askerî ajanların kusurlu davranışlarından devletin mali sorumluluğu konusunda AYİM’in büyük oranda hizmet kusuru kavramına yer vermesine rağmen, aslında bir kısım davranışların görev kusuru, bazılarının ise kişisel kusur olduğu görüldüğünden, çok az örnekleri olsa da sözü edilen her üç kusur kavramı da inceleme konusu yapılmıştır. B. ASKERÎ AJANLARIN KUSURLU DAVRANIŞLARINDAN KAYNAKLANAN SORUMLULUK ÇEŞİTLERİ 1. Hizmet Kusuru “Hizmet kusuru” kavramının ilk ortaya çıkışı, Fransız Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 1873 tarihli “Blanco” kararıyla olmuştur52. Türk hukukunda yasalarda düzenlenmemiş olup devletin sorumluluğunu sağlamak amacıyla içtihat tarafından yaratılan bir kavram ve kurum niteliği taşır. İdarenin kusura dayalı sorumluluğunda tek kuram olan “hizmet kusuru”, genel anlamıyla, kamu hizmetinin kuruluş ve işleyişindeki aksaklık, eksiklik ve bozuklukları ifade eder. İdarenin fiziki bir varlığı olmadığından, kusurları aslında personeli tarafından işlenen kişisel kusurlardır. Ancak hizmet kusuru, hizmetin kuruluş ve işleyişindeki bir aksaklık, bozukluk, gecikme veya hizmetin kötü işlemesi şeklinde ortaya çıkmaktadır. Hizmet kötü işlediği için de hizmet, yani hizmetin sahibi idare sorumlu olmalıdır. Nitekim GÖZLER de, Türk hukukunda yapılan tanımı eleştirerek, Fransız hukukunda olduğu gibi “kamu görevlilerinin görevlerinden ayrılamaz nitelikte olan kusurları” olarak tanımlanması gerektiğini ileri sürmektedir.53 Öte yandan, idarenin hizmet kusuruna dayanan zorunluluğu “asli” ve “doğrudan”dır. Yani idarenin “kendi” sorumluluğudur ve personelin haksız fiil’inden dolayı “üstlenilmiş” bir sorumluluk değildir54. Bir olayda hizmet kusuru varsa doğrudan doğruya idare aleyhine dava açılabilecektir. İdareyi sorumlu tutmak için başka bir esas aramaya gerek kalmayacaktır. Bu nedenle hizmet kusuru, “genel” bir sorumluluk ilkesi niteliğini de taşır55.Hizmet kusuru, belirli bir ajan veya memurun şahsına atıf ve izafe edilebilen bir kusur olmayıp, kamu hizmetini görmekle yükümlü olan idareye ait bir kusurdur. Bu nedenle, hizmet kusuru ilkesi gereğince idarenin sorumluluğuna hükmedilebilmesi için herhangi bir ajan veya memurun 52 Karar metni için bkz. ONAR, C. III, s. 1870-1871. 53 GÖZLER, s. 1043. 54 ONAR, C. III., s. 1696; ÖZGÜLDÜR, s. 70-71. 55 YAYLA, Yıldızhan: İdare Hukuku I, İstanbul 1990, s. 148. - 35 - kusurunun bulunması zorunlu değildir. Kusurun somut faili olan ajanın belli olması da hizmet kusurunun varlığına engel değildir. Bu durum hizmet kusurunun “anonim” niteliği olarak kabul edilmektedir. Bu nitelik dolayısıyla, hizmet kusurunun somut faili saptanabilse dahi idare, ajanının kusurunu ileri sürerek sorumluluktan kurtulamayacaktır 56. Çünkü hizmet kusuru söz konusu olduğunda, yargılanan obje memurun “kusuru” değil, “hizmete ilişkin davranış”tır. Gerek Fransız gerekse Türk doktrin ve uygulamalarında, idarenin hizmet kusurundan doğan sorumluluğu, hizmetin “hiç” işlememesi, “kötü” işlemesi veya “geç” işlemesi olmak üzere üç halde kabul edilmektedir. Ancak bu ayırımın, kesin çizgilerle ayrılmış bağımsız kategorilerden oluştuğunu sanmak doğru değildir57. Zarar doğuran bir davranış, bu üç halden bir veya birden fazlasına dahil olabilir. Hizmetin kötü işlemesi, genel olarak, “hizmetin gereği gibi yapılmış olmaması” anlamına gelmektedir. Hizmetin “geç” ya da yavaş işlemesi de bir hizmet kusuru teşkil eder. Bu nedenle, hizmet gecikmeli olarak yerine getirilmiş ve bundan bir zarar doğmuş ise, idare hizmet kusuru esasına göre tazminle yükümlü tutulacaktır. Kamu hizmetlerini gereği gibi yerine getirmekle yükümlü olan idare, bu yükümlülüğünü “hiç” yerine getirmez ve bu yüzden bir zarar doğarsa, zararı tazminle yükümlü olacaktır. Uyuşmazlık Mahkemesinin hizmet kusurunu, “kamu görevlisinin yürüttüğü görev sırasında herhangi bir ilişki kurulabilen kusurları” veya “kamu görevlisinin görevi sırasında kullandığı yetkilerden ve resmî sıfatından ayrılamayan kusurları”58 şeklinde tanımladığı ve bu durumlarda idari yargının görevli olduğuna karar verdiği görülmektedir.59 AYİM, hizmet kusuru alanını Danıştay’a nazaran daha geniş tutmaktadır. Bunun sebebi, 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu ve buna göre çıkarılan İç Hizmet Yönetmeliğinin hizmeti düzenleyen maddeleri nedeniyle idarenin önce bu hizmetleri yerine getirip getirmediğine bakılmasındandır60. 56 ÖZGÜLDÜR, s. 72. 57 YAYLA, s. 149-150. 58 U.M.nin T. 14.04.1997, E. 1997/16, K. 1997/15 sayılı kararı, R.G. T. 18.05.1997, S. 22993. 59 GÖZLER, s. 1044. 60 DEVRİM Semahattin: “Devletin ve Kamu Tüzel Kişilerinin,Kamu Görevlilerinin - 36 - AYİM’in ilk dönem kararları incelendiğinde, özellikle askerî ajanların “kasti” suçlarında hizmet kusuruna girmeden, bu tür eylemleri “kişisel kusur” sayarak açılan davaları reddettiği61, askerî ajanların taksirli eylemleri sonucu meydana gelen zararları ise, hizmet kusuru kabul ederek esastan karara bağladığı görülmektedir.62 Ancak kasti suçlardaki içtihadını kısa sürede değiştirerek, bu tür eylemlerden kaynaklanan davalara da istikrarlı olarak bakmaya başlamıştır. AYİM’in kasti suçlarda her hâlükârda “idarilik” sıfatını aradığı, bu sıfatın bulunmaması halinde hizmet kusurunun bulunmadığı, zararın kamu hizmetinin sebep ve tesirinden geldiğinin de kabulünün mümkün olmaması karşısında kusursuz sorumluluk esasına da dayanılamayacağına karar verdiği görülmektedir. Nitekim bir kararında; “... Davacının yaralanmasıyla meydana gelen zarar P.Kd.Üçvş. ...’ın kasti silahlı müessir fiilinden kaynaklanmıştır. Zarar veren kişinin Silahlı Kuvvetler mensubu (idarenin ajanı) olması, davalı idareyi zarardan sorumlu tutmak için yeterli değildir. Zarar doğuran eylemin idari özelliği de yoktur. Zarar suç teşkil eden tamamen kasti bir bireysel eylemden doğmuştur. İdareyle eylem arasında illiyet bağı kurmak mümkün olmamıştır, suçun idareye ait bir silahla işlenmiş olmasını illiyet bağı kurmak için yeterli saymak da mümkün değildir...” şeklindeki gerekçelerle davanın reddine karar verilmiştir.63 AYİM’in hizmet kusuru kavramından yola çıkarak çözümlediği davalardan örnekler aşağıda yer almaktadır. Ancak benzer mahiyetteki kararların bir kısmında hizmet kusuruna bir kısmında ise kusursuz sorumluluğa göre tazminata hükmedildiği görülmektedir. “... İdarenin organ ve ajanları aracılığı ile hizmetin iyi ve sağlıklı bir şekilde yürütülmesi sorumluluğu mevcuttur. Hizmetin istenilen seviyede devamlı ve hatasız bir şekilde yürütülmesi zorunluluğu idarenin geniş bir yelpaze içinde yer alan konularda denetim ve gözetim yükümlülüğünü de beraberinde getirmektedir. İdarenin ajanının hatalı hareketleri ile meydana gelen olayda idarenin hizmetlerinden ayrı düşünülemeyecek olan ajanın eğitim, yetiştirilme ve denetim ve gözetim konularında idarenin sorumluluklarını yeterli seviyede yerine getirdiğini söylemek mümkün değildir. Bu açıdan idarenin, hizmetin iyi ve sağlıklı bir şekilde işletilmemesinden kaynaklanan hizmet kusurunun bulunduğu, bu nedenle Hukuka Aykırı Eylemlerinden İdare Hukukundan Doğan ve Kusura Dayanmayan Sorumluluğu”, Türkiye Noterler Birliği Dergisi, S. 24, 25, Ankara 1979, s. 19. 61 AYİM. 3.D. T. 16.04.1974, E. 1973/2174, K. 1974/1060 (ÖZGÜLDÜR, s. 243). 62 AYİM. 3.D. T. 04.06.1974, E. 1974/1412, K. 1974/1225 (ÖZGÜLDÜR, s. 243). 63 AYİM 2.D. T. 02.06.2010, E. 2010/109, K. 2010/711. Ayrıca bkz. 3.D. T. 27.11.1979, E. 1979/223, K. 1979/444 (ÖZGÜLDÜR, s. 243-244). - 37 - davacıların zararlarının hizmet kusuru ilkesine göre davalı idarece karşılanması gerektiği sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır...”64 “... Davacılar yakınının ölümüne neden olan eylemi gerçekleştiren idarenin diğer bir ajanı olan aynı birlikte görevli bir erdir. Yapılan adli soruşturma neticesi ... Askerî Mahkemesinin 16.11.2007 tarihli gerekçeli kararı incelendiğinde, müteveffanın da alkolün etkisiyle silah ile şakalaştığı görülmekle müteveffanın bu eylemlerinin müterafik kusur olarak kabul edilerek meydana gelen zararın Anayasanın 125 nci maddesi gereği davalı idarece karşılanması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır...”65 “... Davacılardan B.P.’ın askerlik hizmetini yaptığı esnada müessir fiile maruz kaldığı, üstü tarafından ast’larını usulüne uygun bir şekilde eğitmek ve korumakla görevli oldukları halde bu lazimeye riayet edilmeyerek, davacı B.P.’a müessir fiilde bulunulduğu, bu şekilde olayın müessir fiilden hakkında kamu davası açılmış olan idarenin ajanları Karakol Komutanının kusurundan ileri geldiği, ajanların idarenin yürüttüğü hizmetin bir parçası olup, bunun hizmetin yapısından kaynaklandığı, başka deyişle ajanları idarenin yürüttüğü hizmetten ayırmanın mümkün olmadığı düşünüldüğünde birlikteki hizmetin iyi işlemediği, ajanların yeterince eğitilmediği ve yeterince denetlenmediği, dolayısıyla idarenin hizmet kusuru içinde bulunduğu anlaşıldığından davacı B.P.’ın müterafık kusuru da dikkate alınarak, davacının maddi zararları ile kişilik haklarının ihlal edilmesi ile uğradığı manevi zararların davalı idarece karşılanması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır...”66 “... Sanık astsubayın, pusu ve pusuya karşı koyma eğitiminde, eğitimin muharebe eder gibi olmasını sağlamak üzere havaya ateş etmesi gerekirken, daha etkili olacağını düşünerek pusu kuracak tim elemanlarının bulunduğu istikamete ve başlarının bir boy üzerinden geçecek şekilde ateş etmesi sonucu bir askerin öldüğü olayda; olayın ilk başta idare ajanı olan sanık astsubayın kusurundan ileri geldiği düşünülebilir ise de, ajanı idarenin yürüttüğü hizmetten ayırmanın mümkün olmadığı göz önüne alındığında, hizmetin yürütülmesi sırasında ajanların yeterince eğitilmediği ve denetlenmediği dolayısıyla idarenin hizmet kusuru içinde bulunduğu...”67 “... Ölüm olayının meydana gelmesinde; idarenin diğer bir ajanının dikkatsizlik, tedbirsizlik sonucu silahının ateş alması, bu ajanın olaydan 64 AYİM 2.D. T. 06.10.2010, E. 2009/600, K. 2010/1132. Ayrıca bkz. AYİM 2.D. T. 16.06.2010, E. 2006/1370, K. 2010/792. 65 AYİM 2.D. T. 08.07.2009, E. 2008/368, K. 2009/800. 66 AYİM 2.D. T. 24.06.2009, E. 2008/699, K. 2009/744. 67 AYİM 2.D. T. 03.03.1999, E. 1998/9, K. 1999/152 (AYİM Dergisi, S. 14, s. 893). - 38 - önce nöbet yerini terk etmesi, silahlık nöbetinin talimatlara aykırı olarak yarım doldurma vaziyetinde tutulması, günlük hizmet cetveline ve eğitim programına hiç uyulmaması, etken olduğundan idarenin hizmet kusurunun bulunduğu...”68 “… Nöbetçisi olduğu sırada arazide uyuyan erin, erzak aracının üstünden geçmesi sonucu ölümü olayında; nöbetçi erlerin başında komutan olarak bulunan onbaşının, erleri nöbet sırasında yatırmaması gerektiği düşünüldüğünde birlikteki hizmetin iyi işlemediği, hizmetin yürütülmesi sırsında ajanların yeterince eğitilmediği, yeterince denetlenmediği dolayısıyla idarenin hizmet kusuru içinde bulunduğu...”69 “... Davacıların desteğinin ölümü sonucunu doğuran balık tutmaya giden rütbeli personel ile nehre girerek boğulması maddi olayında, idare tarafından nehre girilmemesi konusunda gerekli emirler yayınlanmasına rağmen bu emirleri icra ve takip edecek personeli bu konuda yetiştirmemesi ve bu personelin disiplinsizlikle olayın oluşuna sebebiyet vermesi nedeniyle idarenin hizmet kusuru olduğu sonucuna varılmıştır...”70 “... Olay günü sanık astsubayı tarafından verilen tabancayı odaya götürmesi konusunda görevlendirilmiş ve tabanca ile oynamaması hususunda uyarılmıştır. Sanığın kendisine teslim edilen silahla oynamaması gerekirken silahla oynaması, silahı boş dahi olsa canlı hedefe tevcih etmemesi gerekirken müteveffaya tevcih etmesi, hiçbir şekilde tetik düşürmemesi gerekirken tetik düşürmesi fiilleri dikkate alındığında, ilk başta olayın idare ajanı olan sanığın kusurundan ileri geldiği düşünülüyorsa da, ajanın idarenin yürüttüğü hizmetin bir parçası olduğu, bunun hizmetin yapısal özelliğinden kaynaklandığı düşünüldüğünde, birlikteki hizmetin iyi işlemediği, hizmetin yürütülmesi sırasında ajanların yeterince eğitilmediği, yeterince denetlenmediği, dolayısıyla idarenin hizmet kusuru içinde bulunduğu...”71 “... Birliğin garajının zeminine toprak dolgu maddesi çekilmesi maksadıyla oluşturulan konvoyda bulunan reo aracının, önünde giden konvoy komutanı subayın bulunduğu jeepi sollaması, yalnız başına yola devam etmesi, araç komutanı olan çavuşun ehliyeti ve yetkisi olmadığı halde 68 AYİM 2.D. T. 16.10.2002, E. 2002/777, K. 2002/788. 69 AYİM 2.D. T. 26.04.2000, E. 1999/789, K. 2000/347 (AYİM Dergisi, S. 15, s. 964). 70 AYİM 2.D. T. 14.01.1998, E. 1997/410, K. 1998/15 (AYİM Dergisi, S. 13, s. 848). 71 AYİM 2.D. T. 22.06.2001, E. 2000/632, K. 2001/536 (AYİM Dergisi, S. 16, s. 600). - 39 - reo aracının direksiyonuna geçerek aracı hızlı biçimde kullanması ve aracı devirmesi sonucu bir kişinin ölümü, altı kişini yaralanması olayı hizmetin iyi işlemediğini göstermektedir. Bu nedenle ajanını yeterince eğitmeyen ve yeterince denetlemeyen idarenin meydana gelen zararları hizmet kusuru ilkesi uyarınca karşılamasının gerektiği sonucuna ulaşılmıştır...”72 “... Tıbbi bilirkişiler tarafından düzenlenen bilirkişi raporunda da belirtildiği üzere, ilk kez baygınlık şikayeti ile viziteye çıkan müteveffaya VSD ve muhtemel İnfektif Endokardit tanısının geç konulması ve buna bağlı olarak geç ve yetersiz tedavi uygulanması karşısında, davacının hastalığını teşhis ve tedavi eden tıbbi birimlerde hizmetin iyi işlemediği dolayısıyla idarenin hizmet kusuru içinde bulunduğu...”73 “... Hipertansiyon ve psikolojik rahatsızlıkları sebebiyle bir çok defa viziteye çıkan, muhtelif hastanelerde tedavi gören ve ölümünden bir hafta önce de yapılan muayenesinde anksiyete bozukluğu tanısıyla 15 gün sonra kıtası hastanesinde kontrolünün uygun olduğuna karar verilen müteveffanın, gerekli tedavisinin yapılması gerekirken bu işlem hiç yapılmayarak yurt dışına uzun bir yolculuğa çıkacak olan gemide görevlendirilmesinde idarenin hizmet kusurunun bulunduğu...”74 “... Davacının yaralanması olayının davalı idare ajanının suç teşkil eden eylemi ve idareye ait silahla gerçekleştiği, meydana gelen zararla eylem arasında sıkı bir illiyet bağının bulunduğu, olayda davacının sarf ettiği haksız tahrik oluşturan sözleri ile müterafik kusurunun bulunduğu, bu nedenle zararın zarar gören üzerinde bırakılmayarak topluma yayılmasının adalet, eşitlik, hakkaniyet esaslarına uygun düşeceğinden, davacının zararlarının müterafik kusurun da gözönüne alınarak kusursuz sorumluluk ilkesine göre karşılanması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır...”75 “... Davacıların yakını müteveffa P.Çvş. ...’ın ölüm olayını doğuran maddi olayın, askerlik gibi tehlikeli ve özellikli bir kamu hizmetinin ifası sırasında (nöbet hizmetinin ifası sırasında) idarenin diğer bir ajanının, yine idareye ait nöbet hizmeti için teslim edilmiş silahı kullanmak suretiyle, suç teşkil eden fiili sonucunda meydana geldiği ve ayrıca müteveffanın da sanık P.Er ...’in üstü olup, aynı zamanda nöbet hizmetinin ifası sırasında tim 72 AYİM 2.D. T. 07.03.2002, E. 2001/104, K. 2002/7 (AYİM Dergisi, S.17, K. 2, s. 1166). 73 AYİM 2.D. T. 10.12.2001, E. 1999/850, K. 2001/882 (AYİM Dergisi, S. 17, K. 2, s. 1180). 74 AYİM 2.D. T. 04.05.2001, E. 2000/83, K. 2001/364 (AYİM Dergisi, S. 16, s. 609). 75 AYİM 2.D. T. 12.05.2010, E. 2006/1283, K. 2010/669. - 40 - komutanı olmasına rağmen P.Er ...’in tüfeğine dolu şarjör takmasına ve kendisine doğrultulması üzerine onu disiplinli olmaya yönlendirmesi gerekirken ‘vuracaksan vur ulan’ şeklinde sarf ettiği sözleriyle tim komutanı sorumluluğunu gerektiği gibi yerine getirmeyecek tarzdaki bu davranışıyla müterafık kusurunun bulunduğu anlaşıldığından, davacıların zararlarının müteveffanın müterafık kusuru da dikkate alınarak kusursuz sorumluluk ilkesi gereğince davalı idare tarafından karşılanmasının gerektiği sonucuna ulaşılmıştır...”76 “... Davacılar yakınının ölüm olayının, müteveffanın bir kamu hizmetini ifa ettiği sırada, idarenin diğer bir ajanının kusurlu davranışı ile sebep olduğu trafik kazası sonucunda meydana geldiği, müteveffanın olayda herhangi bir kusurunun bulunmadığı, idare ajanının kusurundan kaynaklanan zarar ile eylem arasında illiyet bağının bulunduğu anlaşılmakla, davacıların uğradıkları zararın kusursuz sorumluluk ilkesi gereğince davalı idare tarafından karşılanmasının gerektiği sonucuna varılmıştır...”77 2. Görev Kusuru “Görev kusuru” kavramını ilk kullanan DURAN olmuştur78. DURAN’a göre görev kusuru, “geniş anlamda ‘kişisel kusur’ sayılabilirse de, aslında ‘hizmet kusuru’ niteliği taşıyan ‘mesleki ve ödevsel bir kusurdur” ve “personelin, yaptığı hizmetin ve ödevin kural ve usullerine uyma yükümüne riayetsizliği biçiminde ve halinde ortaya çıkar”. Yazara göre bu kusur, hizmet içinde veya hizmet dolayısıyla, idarenin personele verdiği ödev, yetki ve araçlarla işlenmekte ve “hizmet, kusurun irtikabına yol açmaktadır”. Bu anlamda görev kusuru, “personelin hizmetten ayrılamayan kişisel kusurları” olarak ortaya çıkmaktadır79. Yani görev kusuru, “her halde kişisel kusuru ‘içeren’ bir kusur türüdür; ancak, buna karşın idari bir kusurdur ve bu idari nitelik dolayısıyla da, ... bir ‘haksız fiil’ değildir”80. GÜRAN da görev kusurunu, “ajanın, ‘idari’ bir tasarruf yaparken, mevzuatın, üstlendiği ödevin ve yürüttüğü hizmetin kural, usul ve gereklerine, artık hizmet kusurunun anonimliğinden çıkarak, ferdin kendisine atıf ve izafe edilebilecek boyutlarda ve biçimde aykırı davranışları” olarak tanımlamaktadır. Yazara göre, “hizmet kusuru” ile 76 AYİM 2.D. T. 22.10.2008, E. 2005/471, K. 2008/1066. 77 AYİM 2.D. T. 17.09.2008, E. 2007/767, K. 2008/900. 78 DURAN, Kamu Personelinin, s. 107-113. 79 A.g.e., s. 110-111. OZANSOY, Cüneyt: Tarihsel ve Kuramsal Açıdan İdarenin Kusurdan Doğan Sorumluluğu (Basılmamış Doktora Tezi), Ankara 1989, s. 299. 80 - 41 - “görev kusuru”nda sorumluluğun kaynağında, “önce, mevzuatın idare ajanına yüklediği bir görev, tanıdığı bir yetki, verdiği bir araç-gereç, sonra da, o ajanın bunları hukuka uygun veya aykırı biçimde kullanması olayı vardır. Hatta ajan, keyfi, yanlı, kasıtlı, suç teşkil eder, görev ve yetki alanını aşar, idare işlevi dışına çıkar görünümde işlem/eylem yaparken bile, bütün bunlara rağmen gene de, resmi yetki, görev ve olanaklarından, yetkisinden, idaresi’nden ‘tamamen tecrit ve tefrik edilmesini önleyen veya engelleyen’ ve sırasında gayet hafif ve gevşek olabilecek bir bağ ile irtibatlanmış durumdadır...”81 OZANSOY’a göre, “görev kusuru” olgusuna DMK m. 13 ve Anayasa m. 129/V bağlamında yaklaşmak gerekir. Bu durumda görev kusuru, “her şeyden önce, kamu görevlisine karşı adli yargıda dava açılmasını önleyen bir kusur türü”dür. OZANSOY ayrıca, bir tanım denemesinde bulunarak görev kusurunu, “somut olarak kamu görevlilerinin kişisel kusurlarından kaynaklanan bir davranışı içerse de, aslında idarenin ‘kendi davranışı’ sayılması gereken ve dolayısıyla idarenin ‘kendi sorumluluğunu’ doğuran, hukuka ve göreve aykırılığı, ‘göreve ve idareye’ ilişkin sayılmasını engellemeyen kusurun, somut personelde kişiselleşen görünüm biçimi”82 olarak tanımlamaktadır. İçtihatlarda da “görev kusuru” kavramının, üzerinde ittifak edilen bir tanımını göremiyoruz. Uyuşmazlık Mahkemesi, bu konu ile ilgili 10.07.1985 tarihli bir kararında, doktrinden etkilenerek, şu saptamalarda bulunmuştur: “... Kişinin uğradığı zararla, zarara sebebiyet veren kamu görevlisinin yürüttüğü görev arasında herhangi bir ilişki kurulabiliyor ise, ortada görevle ilgili bir durum var demektir ki bu husus öğretide ‘görev kusuru’ olarak tanımlanmaktadır. Bu tür davranışlar, kamu personelinin hizmetten ayrılamayan kişisel kusurları olarak ortaya çıkmaktadır...”83. Yukarıdaki açıklamalarda görüldüğü gibi, doktrinde ve içtihatlarda görev kusuru, hizmetle ve görevle birlikte değerlendirilmekte ve bazan “görevden ayrılamayan kişisel kusur”, bazan da “hizmet kusuru ile kişisel kusurun iç içe geçmesi” olarak nitelendirilmektedir. Yapılan tanımların ortak noktası, görev kusurunun “hizmet içinde veya hizmet dolayısıyla, idarenin personele verdiği görev, yetki ve araçlarla işlenen”, diğer bir ifadeyle 81 GÜRAN, Sait: “İdarenin ve Ajanın Sorumluluğunun Belirlenmesine İlişkin Düşünceler”, Sorumluluk Hukukunda Yeni Gelişmeler II. Sempozyumu, İstanbul 1981, s. 189-190. 82 OZANSOY, s. 284-285. 83 U.M.nin E. 1985/4, K. 1985/14 sayılı kararı, KARAHASAN, M. Reşit: Sorumluluk ve Tazminat Hukuku, C. II, İstanbul 1989, s. 1361. - 42 - “görevle ilgili olarak işlenen” ve bu nedenle “görev ve hizmetten ayrılamayan” bir kişisel kusur olduğudur. Görev kusuru ile ilgili olarak bu kavramın ortaya atılmasından kısa bir süre sonra AYİM’in bu kavrama yer verdiği ve “… idare ajanının kişisel kusurunun görevle ilgili olup olmadığına ve ayrıca kişisel kusurun suç olup olmadığına,şayet suç ise kasti veya taksirli suçlardan olup olmadığına bakılmaktadır…onbaşının; koğuşa şarjörü dolu vaziyetteki Tomson marka makineli tabancasıyla girip, silah elinde iken yatan erleri kaldırmak maksadıyla yataklar arasında gezmesi şeklinde beliren kusurlu hareketlerinin, hizmetten ayrılması mümkün görülmeyerek, adı geçen şahsın kişisel kusuru görev kusuru olarak kabul edilmiştir…”84 şeklindeki kararı ile, doktrine paralel bir uygulamaya girdiği görülmektedir. Ancak bir kısım kararlarda, özellikle hizmetin içinden gelmeyen, hizmetle bütünleşmeyen ve ona aykırı düşen durumlarda “idarilik” vasfının bulunmaması gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi söz konusu olmuştur.85 “Görev kusuru” kavramından yola çıkılarak AYİM tarafından son dönemde verilmiş çok az sayıdaki kararların bir kısmı şu şekildedir: “… Davacının maluliyetinin idare ajanlarının suç teşkil eden kastı eylemi neticesinde gerçekleştiği tespit edildiğinde her ne kadar idareye bir hizmet kusuru atfetmek mümkün değil ise de Anayasanın 129/5 nci madde ve fıkrasındaki ‘memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak ancak idare aleyhine açılabileceği’ hükmü ve 1602 sayılı AYİM Kanunu’nun 24 ncü maddesindeki ‘kişilerin askeri görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevi yerine getiren personel aleyhine değil; sadece bu mahkemede ilgili kurum aleyhine tazminat davası açabilecekleri’ hükmü karşısında idarenin söz konusu zararın giderilmesinde ‘istihdam ettiği ajanın görev kusurundan doğan objektif sorumluluk’ hali uyarınca sorumlu tutulmasının gerekeceği kanısına varılmıştır.”86 “... Kendilerine verilen temizlik görevinin ifası esnasında bir arkadaşının yaktığı çakmağının odadaki benzin buharını tutuşturması 84 AYİM 3.D. T. 06.04.1976, E. 1973/1784, K. 1976/827 (ÖZGÜLDÜR, s. 247). 85 Örnek kararlar için bkz. ÖZGÜLDÜR, s. 247-248. 86 AYİM 2.D. T. 03.04.2002, E. 2000/303, K. 2002/234 (AYİM Dergisi, S. 17, K. 2, s. 1100). - 43 - sonucu yaralanarak sakat kalan davacı erin zararının, görev kusuru çerçevesinde davalı idarece karşılanması gerekir... ”87 “... Davacıların yakını olan P.Astsb.Çvş. ...’in ölümü sonucunu doğuran maddi olayın askerlik gibi özellikli bir kamu görevinin ifası sırasında davalı idarenin hizmette ajan olarak istihdam ettiği P.Er ...’in yine idareye ait olan bir silahı kullanması sonucu meydana geldiği hizmet ile eylem arasında illiyet bağı bulunduğu, bu nedenle zararın zarar gören üzerinde bırakılmayarak ajanın görev kusuru nedeniyle kusursuz sorumluluk ilkesi uyarınca idarece karşılanması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır...88 Mahkeme kararlarının uygulanmaması nedeniyle açılan davalarda, AYİM, başlangıçta istikrarlı olarak “ağır hizmet kusuru” bulunduğuna karar vermiş;89 daha sonra, aşağıda yer alan kararlarda da görüldüğü gibi, idare ajanının “görev kusurunun” bulunduğunu kabul etmiş; daha yeni tarihli kararlarında ise, tekrar “ağır hizmet kusuru” kavramına dayanmıştır. “Davacının hukuka aykırılığı Dairemiz kararıyla saptanan bir idari tasarrufla, astsubay statüsüne son verilip 03.03.1997 tarihinden yeniden göreve başlatıldığı tarihe kadar statü dışında kaldığı maddi bir vakıadır. Davalı idare ajanlarınca davacı hakkında sübjektif değerlendirmeye dayalı ayırma sicili düzenlenmek suretiyle başlatılan disiplinsizlik nedeniyle ayırma işleminin tekemmül ettirilerek TSK. ile ilişiğinin kesilmesi, idarenin hizmet kusurunu ortaya koymaktadır. Gerçekten, davalı idare ajanlarınca ilgili mevzuat hükümlerine (926 sk., Astsubay Sicil Yönetmeliği) tam olarak riayet edilmemesi suretiyle sübjektif değerlendirmeye dayalı ayırma sicili takdiri, bu sicil üzerine toplanan komisyonun aynı şekilde ayırma yönünde kanaat belirtmesi, ardından da yetkili makamların onayı ile işlemin tekemmül ettirilmesi, bu konudaki hizmetin kötü işleyerek, idarenin hizmet kusuru içinde olduğunu göstermektedir. Diğer bir deyişle, kamu hukukundan doğan bir yetkinin (ayırma sicili düzenlenmesi, ayırma işleminde komisyon kararı) idare ajanlarınca kullanılmasından doğan ve dosya kapsamına göre de ilgili ajanın/ajanların kişisel sorumluluğunu (salt kişisel kusur) gerektirmediği anlaşılan, bu mahiyeti itibariyle de bir görev kusurunun sebebiyet verdiği 87 AYİM 2.D. T. 18.12.2002, E. 2002/111, K. 2002/957(AYİM Dergisi, S. 18, K. 2, s. 816). 88 AYİM. 2.D., T. 29.05.2003, E. 2003/46, K. 2003/448 (AYİM Dergisi, S. 19, K. 2, s. 1011). 89 ÖZGÜLDÜR, s. 327-329. - 44 - zararın hizmetten ayrılması mümkün olmayıp, davalı idarece üstlenilmesi gerektiği kuşkusuzdur...”90 “... Davalı İdarenin 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun 63’üncü maddesine uygun olarak, tebliğ tarihinden itibaren 60 gün içinde yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararın gereğini kendi değerlendirmesine göre yerine getirdiği, davanın konusunun ‘uygun il içi atama yapılmaması işleminin iptali’ olarak belirlenmesi ve yürütmenin durdurulması kararının gerekçesinde uygulama konusunda bir açıklama yapılmadığı, bu hususta nihai kararda açıklama bulunduğu, ayrıca davacının başlangıçta anadolu lisesi bulunan Yenice’ye atandığı, davacının burada kadro bulunmadığı konusunda idareyi bilgilendirmediği, atamadan sonra buna ilişkin belgelerle idareye müracaat ettiği, bütün bu sebeplerle konu yürütmenin durdurulması aşaması ve kararı itibariyle değerlendirildiğinde Yenice’ye ataması iptal edilerek ihtiyaca binaen yapılan yeni işlemden dolayı bu safhada idarece yürütmenin durdurulması kararının hiç yerine getirilmediğinden bahsedilemeyeceği, bir yargı kararının yerine getirilmemesi ağır hizmet kusuru teşkil ederse de, somut olayda hizmet kusurunun tam olarak belirmediği anlaşılmakla, manevi tazminat talebinin reddine karar vermek gerekmiştir...”91 “... 1602 sayılı AYİM Kanununun 63’üncü madde 2’nci fıkrası, davalı idareye, en geç altmış gün içinde verilen kararın icaplarına uygun olarak yerine getirme yükümlülüğü getirmektedir. Davacının vekili aracılığıyla açmış olduğu iptal davasında ‘eşinin durumundan dolayı Bitlis garnizonundan Adilcevaz İlçe Jandarma Komutanlığı emrine atandırılmama’ işleminin iptalini talep ettiği anlaşılmaktadır. AYİM Nöbetçi Dairesi tarafından 27 Ağustos 2009 tarihinde verilen yürütmeyi durdurma kararın bu talebe yönelik bir karar olduğundan şüphe bulunmamaktadır. Başka bir anlatımla, davalı idare ‘Yürütmeyi Durdurma’ kararını gereklerinden ve icaplarından olan, davacının ‘Adilcevaz İlçe Jandarma Komutanlığı emrine’ atanması yönünde işlem tesis etmek şeklindeki bağlı yetki içine girmektedir. Davalı idarenin, yürütmeyi durdurma kararının gereklerini yerine getirmediği, tesis ettiğini ileri sürdüğü (Bitlis İl Jandarma Komutanlığı Merkez Karakol Komutanlığı emrine atanma işlemi) atama işleminin, yürütmeyi durdurma kararının gereklerini yansıtmadığı, dolayısıyla ağır bir hizmet kusuru içinde bulunduğu açıktır...”92 90 91 92 AYİM. 1.D. T. 17.11.1998, E. 1998/299, K. 1998/947. AYİM. 2.D. T. 06.07.2010, E. 2010/308, K. 2010/838. AYİM. 2.D. T. 04.05.2010, E. 2009/1230, K. 2010/490. Bu konudaki bir başka karar da şöyledir: “... Davalı idarenin 2007 yılı il içi atamaları kapsamına davacı hakkında tesisi ettiği Akseki İlçe J.K.lığı Taşlıca J.Krk.K.lığı Asyş.Tim Komutanlığı görevinden Akseki İlçe J.K.lığı Mrk.J.Krk.K.lığına atama işlemi - 45 - 3. Kişisel Kusur İdare ajanlarının “kişisel kusur”a yol açan davranışlarını iki gruba ayırmak mümkündür. Bunlar, ajanın bireysel fiil ve kusurları ile hizmet içinde yapılan fiil ve kusurlarıdır. Bireysel kusur, idare ajanlarının davranışları, onların görevinden, yetkilerinden, hizmet araç ve gereçlerinden, resmi sıfatından tam ve mutlak suretle ayrılmış olanlardır 93. Uzaktan veya yakından, doğrudan veya dolaylı olarak, az veya çok kamu faaliyet ve hizmetleri ile ilişkisi bulunmayan bu davranışlar, idare ajanının herhangi bir kamu yetkisi kullanmaksızın ve kamu görevi sırasında olmaksızın, bir vatandaş sıfatıyla yapmış olduğu hareket ve tasarruflardır. Bu gibi durumlarda, hukuki sorumluluğu gerektiren kusurlu davranışta bulunan idare ajanları tamamen “özel ve kişisel” kapasiteleri içinde hareket etmektedirler. Bu anlam ve içeriğiyle “kişisel kusur”dan söz edilen sorumluluk hallerinde idare ajanı, adalet mahkemeleri önünde özel hukuk hükümlerine göre sorumlu tutulacaktır. Bu tür fiil ve kusurlar “idari eylem” ve “idari kusur” karşısında yer alamayacağı için, teknik ve dar anlamda “kişisel eylem” ve “kişisel kusur” niteliği taşımazlar 94 ve konumuzun dışında kalırlar. İkinci grupta yer alan idare ajanlarının fiil ve kusurları ise, hizmetle, görevle, ajanın resmi sıfatıyla, hizmet araçları ile ilgili olarak ortaya çıkar. Bunlar, idare ajanlarının kamu hizmeti sırasında veya görevi dolayısıyla gerçekleştirmiş oldukları fiil ve kusurlarıdır. idare ajanının, hizmet içerisinde yapılmakla birlikte, hizmetten ayrılabilen ve kişisel olarak sorumluluğunu gerektiren kusurunu ise “salt kişisel kusur” olarak adlandırılmaktadır. İdare ajanlarının kamu görevlerinin ifası sırasında işlemiş oldukları fiilleri neticesi oluşan zararların hepsi aynı nitelikte değildir. Bazı zararlar hizmetin kuruluş ve işleyişindeki bir eksikliğe bağlı olarak idarenin sorumluluğunu, bazı zararlar ise hizmetle ilgili görülmeyerek, idare Dairemizin 15.01.2008 gün ve 2007/758 Esas, 2008/43 Karar sayılı kararıyla hukuka aykırı bulunarak iptal edildiği, kararın davalı idareye 13.02.2008 tarihinde tebliğ edildiği, davalı idarenin yargı kararını 60 gün içinde 13.04.2008 tarihine kadar yerine getirerek davacı hakkında eski görev yeri olan Akseki İlçe J.K.lığı Taşlıca J.Krk.K.lığı Asyş.Tim Komutanlığı görevine ataması gerekirken makul süre içinde yargı kararını yerine getirmeyip, 27.06.2008 tarihli idari işlemle yerine getirdiği ve davacının da 07.07.2008 tarihinde ilişik keserek eski görev yerine katıldığı, dolayısıyla davalı idarenin yargı kararını geç yerine getirmesi nedeniyle ağır hizmet kusuru içinde bulunduğu açıktır...” (AYİM. 2.D. T. 21.04.2009, E. 2008/1186, K. 2009/494). 93 GÜRAN, s. 188. 94 DURAN, Kamu Personelinin, s. 103. - 46 - ajanlarının sorumluluğunu gerektirir. İdarenin sorumluluğunu gerektiren zararlar “hizmet kusuru”ndan, idare ajanlarının sorumluluğunu gerektiren zararlar ise “salt kişisel kusur”dan doğmaktadır. “Hizmet kusuru” da çoğu zaman idare ajanlarının fiillerinden doğmaktadır. Ancak idare ajanlarının her derecedeki kusurlu davranışı hizmet kusuru teşkil etmez. Bu durumda, hangi işlemlerin hangi koşullarda idare ajanlarının kişisel sorumluluklarına yol açacağının açıkça belirlenmiş olması gerekmektedir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun bir kararına göre, memur veya kamu görevlisi, “... kötü amaç ve niyetle, garez ve husumetle hareket etmesi veya açık ve kesin olan yasa hükümlerini bilerek ve kasten ihlal etmesi şeklinde tezahür eden ve görev ile yetkilerinden, hizmet araç ve gereçlerinden, resmi sıfatından, tam ve mutlak suretle ayrılabilen;...işlem ve eylemleri ile verdikleri zararlardan dolayı...” bizzat sorumlu olacaktır95. AYİM’in kişisel kusur konusunda genellikle “hizmetten ayrılabilir kusur” ölçütünden yola çıktığı görülmektedir. Bu konuda başlangıçta dar yorum yapılırken daha sonraları askeri hizmetin bünyesinde ve yapısında bulunan tehlike dikkate alınarak özellikle kişisel kusur teşkil etmekle birlikte bir eylemden zarar görenler açısından geniş bir yoruma gittiği görülmektedir. Örneğin el bombası atışı sırasında pimini gereği kadar sıkı tutmaması sonucu bombanın patlamasıyla teğmenini ölmesinde hayatın olağan akışına göre her normal insanın başına gelebilecek olan bu davranış kişisel kusur olarak kabul edilmemiştir.96 İdare ajanlarının yargı kararlarını yerine getirmemesinin “kişisel kusur” olarak kabul edilmesine rağmen, 97 AYİM’in, bu konuda kişisel kusura değinmeden “hizmet kusuru” veya “kusursuz sorumluluk” nedeniyle idare aleyhine maddi ve manevi tazminata hükmettiği görülmektedir. AYİM’in, bir kısım eylemlerin aslında askeri ajanın kişisel kusurundan kaynaklanmasına rağmen idare aleyhine tazminata karar verirken ısrarla kişisel kusur kavramına yer vermeyerek, kusursuz sorumluluk kavramına yer verdiği görülmektedir: “TSK İç Hizmet Kanununun 24 ncü maddesine göre, her üst disipline aykırı gördüğü her hâle müdahaleye ve emir vermeye görevlidir. Bu meyanda, davacının, Karakol Komutanı olan amirinin bilgisi dahilinde ve TSK İç Hizmet Kanununun 24 ncü maddesi çerçevesinde disiplinsizliklerinden ötürü müdahale ettiği astları tarafından sözlü ve fiili 95 T. 11.02.1998, E. 1998/4-27, K. 1998/100 (YKD., C. 25, S. 4, Nisan 1999, s. 447). 96 AYİM 2.D. T. 29.01.1992, E. 1991/235, K. 1992/43 (ÖZGÜLDÜR, s. 254). 97 GÖZLER, s. 1047. - 47 - saldırıya uğradığı sırada hizmet hâlinde olduğu ortadadır. Dolayısıyla, davacının kişilik haklarına yapılan saldırı sonucu doğan zararın kamu hizmetinin ifası esnasında meydana gelmesi karşısında, idarenin ajanlarının zarara yol açan eyleminin idareye yüklenebilir nitelikte olduğu ve illiyet bağının bulunduğu belirlenmiştir. İdarenin ajanlarının kasdi fiillerinden kaynaklanan ve hizmetle olan bağı kendine özgü bir nitelik taşıyan olayda, idarenin hizmet kusurundan söz edilemezse de, doğan zararın hak ve nısfet kuralı gereğince kusursuz sorumluluk esasına göre tazmini gerekmektedir...98 “... Müteveffanın spor ve atışta başarısız olması nedeniyle komutanlarınca azarlandığı, mahkeme kararında da belirtildiği üzere intihar ettiği gün ve önceleri müteaddit kereler müessir fiile maruz kaldığı, üstlerin astlarını usule uygun bir şekilde eğitmek ve korumakla görevli oldukları halde bu lazımeye riayet edilmeyerek, müteveffanın başarısızlığın verdiği moral bozukluğu, komutanlarınca diğer başarısızlarla birlikte ayrılarak bölüğün önünde yuh çektirilmesi ve müteaddit kereler dövülmesi sonucu bunalıma girerek nöbeti sırasında intihar ettiği, bu şekilde olayın müessir fiilden mahkum olan idarenin ajanları bölük komutanı ve takım komutanının kusurundan ileri geldiği,..., birlikte hizmetin iyi işlemediği, ajanların yeterince eğitilmediği ve yeterince denetlenmediği, dolayısıyla idarenin hizmet kusuru içinde bulunduğu...”99 D. AJANA RÜCU İdarenin hizmet kusuru ile ajanın kişisel kusuru yan yana veya iç içe bulunabilmektedir. Hizmet kusuru ile kişisel kusurun yan yana bulunduğu durumlarda, yani zararın doğumuna birden fazla fiilin sebebiyet vermesi fakat bu fiillerin bir kısmının hizmet kusuruna bir kısmının da kişisel kusura yol açması halinde, zarara uğrayan kişi, bir sıra takibi zorunlu olmaksızın, dilerse hizmet kusuruna dayanarak idari yargı yerinde idare aleyhine, dilerse de kişisel kusuruna dayanarak adli yargı yerinde idare ajanı aleyhine tazminat davası açabilir.100. 98 AYİM 2.D. T. 22.04.2003; E. 2003/616, K. 2003/348 (AYİM Dergisi, S. 19, K. 2, s. 1008). 99 AYİM 2.D. T. 05.04.2000, E. 1998/268, K. 2000/425 (AYİM Dergisi, S. 15, s. 952). 100 ONAR, C. III, s. 1705-1706. - 48 - Zarar gören kişi yalnızca idare veya yalnızca ajan aleyhine dava açıp zararın tamamını bunların birinden tazmin etmiş ise, zararı ödeyen taraf, kusuru oranında diğer tarafa rücu etmek hakkına sahiptir101. Zarar doğuran bir işlem veya eylemde ajanın kişisel kusuru ile idarenin hizmet kusurunun iç içe girmesi durumunda ise, zarar doğuran fiil tektir ve bu iki kusuru birbirinden ayırmak mümkün değildir. Zarar doğuran fiil bir taraftan hizmet kusuru teşkil ederken diğer taraftan kişisel kusur teşkil etmektedir; ancak bu kişisel kusur hizmetten ayrılamamaktadır. İşte “görev kusuru” teşkil eden bu halde, zarar gören kişi ancak idare aleyhine tazminat davası açabilecektir. İdare de, ödemek zorunda kaldığı tazminat için kusuru oranında ajana rücu edecektir. Rücu ile ilgili hükümler mevzuatımızda, 657 sayılı Kanun’un 13’üncü maddesi, 1602 sayılı AYİM Kanunu’nun 24‘üncü maddesi ile Anayasa’nın 40/III ve 129/V’inci maddelerinde yer almaktadır. 657 sayılı Kanun’un 13’üncü maddesinde ve Anayasa’nın 40/III’üncü maddesinde, kurumun (devletin) sorumlu personele rücu hakkı “saklı” tutulmuşken, Anayasa’nın 129/V’inci maddesinde “görev kusuru”ndan doğan tazminat davalarının kamu personeline rücu edilmek “kaydıyla”, idare aleyhine açılabileceği ifade edilmiştir. 657 sayılı Kanun’un 13’üncü ve Anayasa’nın 40/III’üncü maddelerindeki düzenlemelerin idare ve devlete rücu konusunda bir takdir yetkisi tanıdığı görülmektedir102. Ancak Anayasa’nın 129/V’inci maddesindeki düzenlemeyle, Türk hukukunda idarenin rücuu bir takdir yetkisi olmaktan çıkarılmış ve bağlı yetki haline getirilmiştir103. Rücu konusuna AYİM’in kararlarında fazlaca yer verilmediği görülmektedir. Özellikle ilk kurulduğu yıllarda, rücu konusunda idareye hatırlatmada bulunulduğu veya rücu hakkının saklı tutulduğuna dair kararlar verdiği görülmektedir. Örneğin, bir erin kasti eylemi sonucu ölen çavuşun yakınlarının açtığı davada kusursuz sorumluluk esasına göre tazminata hükmederken, idarenin faile rücu hakkının saklı tutulduğuna işaret etmiş; 104 daha yakın dönemdeki bir kararında ise, sabah yataktan kaldırılma sırasında bir erin çavuşu silahla öldürmesi olayında kusursuz sorumluluk esasına göre tazminata hükmederken, idarenin rücu hakkının bulunduğunu belirtmiştir.105 101 A.g.e., s. 1705, YENİCE/ESİN, s. 330. 102 OZANSOY, s. 341. 103 A.g.e., s. 342. 104 AYİM 3.D. T. 25.02.1975, E. 1974/1982, K. 1975/403 (ÖZGÜLDÜR, s. 255). 105 AYİM 2.D. T. 11.03.1993, E. 1992/81, K. 1992/151 (ÖZGÜLDÜR, s. 256). - 49 - AYİM’in aşağıdaki kararında ise, davacının idare ajanına rücu edilmesi talebi konusunda karar verilmesine yer olmadığına dair karar verilmiştir. “… Davacı en son 23.08.2002 tarihinde tesis edilen atama işlemleri sonucu, hak etmediğini düşündüğü bu işlemle bir nev’i cezalandırmaya tabi tutulduğu kanaatiyle acı ve üzüntüye maruz kalmış; bu üzüntüsü dolayısıyla manevi zarara uğramıştır. Bu bakımdan davacının uğradığı söz konusu manevi zararın idarece tazmini gerektiği kanaatine varılmış; ancak bu atamalarda Dairemizin yürütmeyi durdurma kararı vermesi üzerine davacının ilişik kesmeyerek yeni görev yerlerine katılmaması gibi nedenler dikkate alınarak, Dairemizce takdiren ... manevi tazminata hükmedilmiştir. T.C. Anayasasının 40/2 nci maddesine göre kişilerin resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zararın kanuna göre devletçe tazmin edileceği, Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkının saklı olduğu, 129/5 nci maddesine göre memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak ancak idare aleyhine açılabileceği yönündeki rücua ilişkin açık Anayasa ve yasa hükümleri dikkate alınarak, davacının tazminatın sorumlulara rücu edilmesi talebi hakkında ayrıca bir karar verilmesine gerek görülmemiştir.106 106 AYİM 1.D. T. 17.02.2004, E. 2004/231, K. 2004/237 (AYİM Dergisi, S. 19, K.2., s. 1129-1132). - 50 - SONUÇ Kamu hizmetlerinin yerine getirilmesi sırasında, idare adına hareket eden memurlar ve diğer idare ajanlarının eylemleri sonucu kişilerin uğramış oldukları zararların tazmin ettirilmesi imkanının tanınması, idarenin hukuka bağlılığının, yani hukuk devleti ilkesinin bir gereğidir. Kamu hizmetleri gerçek kişiler olan idare ajanları tarafından yürütüldüğünden, meydana gelen zararlar da esas itibariyle ajanların kusurlu fiil ve davranışlarından kaynaklanmaktadır. Zarara yol açan fiil ve davranışlar çoğu zaman hizmete ve göreve ilişkin olurken, bazan da hizmetle ve görevle hiçbir ilişkisi bulunmayabilir. Türk hukukunda, 1982 Anayasası’nın 40/II ve 129/V’inci maddeleri ile 657 sayılı Kanun’un 13’üncü maddesindeki düzenlemeler sonucunda, kusur konusunda üçlü bir ayırım karşımıza çıkmaktadır: İdarenin “hizmet kusuru” ile idare ajanının “görev kusuru” ve “salt kişisel kusuru”. Bu üçlü ayrım konusunda doktrin ve uygulamada tam bir fikir birliği bulunmamaktadır. Bu konuda objektif bir nitelik taşıyan “hizmetten ayrılabilir kusur” kıstasının diğerlerine oranla bu konuda daha elverişli olduğu kanaatindeyiz. Bu kıstasa göre, zarar doğuran fiil ve davranış hizmetten ayrılabiliyorsa, bu takdirde kamu görevlileri salt kişisel kusur işlemiş kabul edilir ve zarardan bizzat sorumlu tutulurlar. Eğer fiil ve davranışın hizmet ve göreve aykırı ve yabancı bir nitelik taşıdığı anlaşılırsa, personelin salt kişisel kusuru söz konusudur. Kamu hizmetlerinin yürütülmesi sırasında üçüncü kişilerin uğramış oldukları zararlarının tazmininde, hizmet kusuru, görev kusuru ve salt kişisel kusur gibi sorumluluk kavramları ile uğraşmak yerine, idare ajanlarının “görevleri ile ilgili olarak” işlemiş oldukları her türlü zarar verici fiil ve davranışlarından, Anayasa’nın 125’inci maddesi ile de öngörülen, idarenin doğrudan ve asli olarak sorumlu bulunduğunun kabul edilmesi, mevzuatımıza ve hukuk devleti ilkesine daha uygun olacaktır. AYİM’in de kararlarında kusur konusundaki ayrımlardaki yanlışlıklara rağmen bu doğrultuda Anayasanın 125’inci maddesine göre uygulama yapması yerindedir. - 51 - KAYNAKÇA ATAY, E. Ehem-ODABAŞI, Hasan-GÖKCAN, Hasan Tahsin: İdarenin Sorumluluğu ve Tazminat Davaları, Seçkin Yay. Ankara 2003. DEVRİM, Semahattin: “Devletin ve Kamu Tüzel Kişilerinin, Kamu Görevlilerinin Hukuka Aykırı Eylemlerinden İdare Hukukundan Doğan ve Kusura Dayanmayan Sorumluluğu”, Türkiye Noterler Birliği Hukuk Dergisi, S. 24, Ankara 1979, s. 38-51. DURAN, Lütfi: “Askeri İdarenin Yargısal Görev ve Yetkisinin Sınırları”, Onar Armağanı, İstanbul 1977, s. 193-251. : “Türk Kamu Personelinin Mali Sorumluluğu”, T. Bekir BALTA’ya Armağan, Ankara 1974, s. 59-120. : Türkiye İdaresinin Sorumluluğu, Ankara 1974. ESİN,Yüksel:Danıştay’da Açılacak Tazminat Davaları,I.Kitap,Ankara 1976. GÖZLER, Kemal: İdare Hukuku C. II, Ekin Kitabevi Yayınları,Bursa 2003. GÖZÜBÜYÜK, A. Şeref: Yönetsel Yargı, Turhan Kitabevi, Ankara 2004. : “Askeri Yüksek İdare Mahkemesi ve Görevleri”, AİD., C. 5, S. 3, Eylül 1972, s. 3-13 GÖZÜBÜYÜK, A. Şeref-TAN, Turgut: İdare Hukuku, C. I Turhan Kitabevi Yayınları, Ankara 2001. GÜRAN, Sait: “İdarenin ve Ajanın Sorumluluğunun Belirlenmesine İlişkin Düşünceler”, Sorumluluk Hukukunda Yeni Gelişmeler II. Sempozyumu, İstanbul 1981, s. 187-198 (Sorumluluğun Belirlenmesi). İNAN Atilla: “Kamu Görevlilerinin Hukuka Aykırı Davranışlarından Devlet ve Diğer Kamu Tüzel Kişilerinin Kusursuz Sorumluluğu”, DD., Y. 11, S. 42-43, 1982, s. 18-38. KARAHASAN,M.Reşit:Sorumluluk veTazminatHukuku,C.II,İstanbul 1989. ONAR, S. Sami: İdare Hukukunun Umumi Esasları, C. I-III, İstanbul 1966. OZANSOY, Cüneyt: Tarihsel ve Kuramsal Açıdan İdarenin Kusurdan Doğan Sorumluluğu (Basılmamış Doktora Tezi), Ankara 1989. ÖZGÜLDÜR, Serdar: Tam Yargı Davaları, Yetkin Yayınları, Ankara 1996. ÖZYÖRÜK, Mukbil: İdare Hukuku-İdari Yargı-Ders Notları, Ankara 1977. YAYLA, Yıldızhan: İdare Hukuku I, İstanbul 1990. YENİCE, Kazım-ESİN, Yüksel: İdare Yargılama Usulü, Ankara 1983. - 52 - TALİ (TÜREV) KURUCU İKTİDARIN, ANAYASAYI DEĞİŞTİRME MESELESİ Av.MesudeALTUNEL1 İçindekiler 1- “Anayasa” kavramı, 2- Kurucu İktidar-Kurulmuş İktidar ayrımı, 3- Asli Kurucu İktidar -Tali Kurucu İktidar ayrımı, 4- Tali Kurucu İktidarın Sahibi ve Hukuki Vasfı, 5- Tali Kurucu Organın Asli Kurucu Organ ve Diğer Anayasal Organlar Karşısındaki Konumu, 6- Anayasa Değişikliğinin(Tali Kurucu İktidarın) Gerekliliği a) Lehteki Görüşler b) Aleyhteki Görüşler c) Sonuç Olarak 7- Tali Kurucu İktidarın “Sınırı” Meselesi A- Tali Kurucu İktidarın Maddî Yönden Sınırlı Olduğu Görüşü B- Tali Kurucu İktidarın Maddî Yönden Sınırsız Olduğu Görüşü a) genel olarak b) hususi noktalar - Tali kurucu iktidar anayasadaki değiştirme usulünü değiştirebilir mi? - Tali kurucu iktidar, anayasanın “değiştirilemez” olarak belirlediği hükümlerini değiştirebilir mi? - Tali kurucu iktidar anayasayı tümüyle değiştirebilir mi? - Tali kurucu iktidar anayasanın ruhunu değiştirebilir mi? 8- Kaynakça 1 Avukat, Ankara Barosu Üyesi (e-posta: [email protected]) - 53 - “ANAYASA” Kavramı XX. yüzyılın büyük hukukçusu Hans Kelsen’in “normlar hiyerarşisi” ya da “hukuk düzeni piramidi” adı verilen teorisine göre; bir hukuk düzeninde bulunan normlar (anayasa, yasa, tüzük vs.) belirli bir altlık-üstlük ilişkisine, bir başka ifade ile, bir hiyerarşi zincirine tabidir. Bu hiyerarşide alt basamakta bulunan norm, meşruiyetini üst basamakta bulunan normdan alır. Anayasa’nın da bu normlar hiyerarşisinin en üst basamağında yer aldığı kabul edilir. “Anayasa” ibaresi genel olarak, “devletin temel yasası olan, normlar hiyerarşisinin en üst basamağında yer alan, devletin ana organlarının kuruluşunu belirleyen, bu organların işleyişini düzenleyen ve temel hak ve özgürlükleri güvence altına alan hukuk kurallarından oluşan bir belgedir” şeklinde tanımlanabilir. Anayasa, maddi ve tanımlanabilmektedir2: şekli olmak üzere iki farklı anlamda da 1. Maddî Anlamda Anayasa: Devletin temel organlarının kuruluşunu ve işleyişini belirleyen hukuk kurallarının bütünüdür. Bu anlamda bir kuralın anayasa kuralı olup olmadığına o kuralın içeriğine, neyi düzenlediğine bakılarak karar verilir. Bir kural, içerik itibarıyla devletin ana organlarının kuruluşuyla ve işleyişiyle ilgili ise, o kural anayasal niteliktedir. 2. Şeklî Anlamda Anayasa: Normlar hiyerarşisinde en üst sırayı işgal eden, kanunlardan farklı ve daha zor bir usulle konulup değiştirilebilen hukuk kurallarının bütünüdür. Bu anlamda bir kuralın anayasa kuralı olup olmadığına, onun içeriğine bakılmaksızın, o kuralın bulunduğu yere ve yapılış-değiştiriliş şekline bakılarak karar verilir. Eğer bu kural, normlar hiyerarşisinin en tepesinde yer alıyorsa ve kanunlardan daha zor bir usulle değiştirilebiliyorsa o kural, içerik olarak neye ilişkin olursa olsun bir anayasa kuralıdır. Günümüzde, az sayıdaki istisnalar bir yana bırakılacak olursa, hemen bütün devletlerde anayasal düzenin yazılı bir anayasaya dayandığı görülmektedir. Yazılı anayasaların böyle yaygın bir hale gelmesinin temelinde, değişen iktidar ilişkilerinin yeni biçiminin yazılı kurallarla belirtilmesi gereksinimi yatmaktadır. Ayrıca federal yapılı devletlerin ortaya çıkması da, federal otorite ile yerel otoritelerin yetki paylaşımını yazılı bir biçimde saptamak gereğini ortaya çıkarmıştır. Devletin ana kuruluşunu yazılı bir şekilde 2 Gözler, Kemal, Anayasa Hukuku’na Giriş, Ekin Kitabevi Yayınları, Bursa 2004, s.13-19 (www.anayasa.gen.tr/anayasakavrami.htm. ET: 16.05.2010) - 54 - belirleyip, güvence altına almak gereksinimi, bu kuralların değiştirilmesinin muhtelif düzenlemelerle zorlaştırılması düşüncesine de yol açmıştır.3 Anayasa da nihayetinde bir “yasa”dır. Anayasa’nın değiştirilmesi, sıradan yasaların değiştirilmesi için öngörülen usulden farklı değilse yumuşak anayasa; sıradan yasaların değiştirilmesi usulüne göre daha zorlaştırılmış ise katı (sert) anayasa söz konusudur. Ancak bu ayrım sadece teorik önem arz eder; zira her iki tür anayasayı değiştirmek de sıradan yasaların değiştirilmesi için öngörülen usule göre az ya da çok zorlaştırılmıştır4. Bu zorlaştırıcı düzenlemelere anayasayı değiştirme sürecinin uzatılması, değişiklik için gerekli teklif ve kabul yeter sayısının artırılması gibi yollar misal teşkil edebilir. Anayasa değişikliklerinin sıradan yasalara nazaran zorlaştırılmasının yanı sıra; kurucu iktidar anayasanın kimi maddelerinin değiştirilmesini men ederek maddi bir katılık oluşturma yoluna da gidebilir. Bu halde anayasayı değiştirme yetkisine getirilen sınırlamalarla, milletin o alandaki değişiklik için egemenlik yetkisinden vazgeçmiş sayılacağı da düşünülebilir5. “KURUCU İKTİDAR” – “KURULMUŞ İKTİDAR” Ayrımı Anayasayı yapan ve değiştiren iktidar “Kurucu iktidar”dır. Kurucu iktidarın yanında bir de anayasa tarafından kurulan iktidarlar (“kurulmuş iktidarlar”) vardır. Anayasa tarafından kurulan yasama, yürütme ve yargılama gibi olağan devlet iktidarlarını, bunların dışında bulunan, onlardan üstün olan ve onları kuran kurucu iktidardan ayırmak gerekir. Böylece, “kurucu iktidar” ile “kurulmuş iktidarlar” arasında bir ayrım yapılması zorunluluğu doğmaktadır6. Kurulmuş iktidar, kurucu iktidar tarafından yapılan anayasa ile hukukî ve siyasî statüleri belirlenen ve kurucu iktidarın anayasada belirlemiş olduğu sınırlar içerisinde devletin çeşitli hukuki yetkilerini kullanan devlet organlarıdır. Kurulmuş organlar, anayasa ile belirlenmiş olan yetkilerini, anayasanın açık izni olmadan başka bir kurucu organa devredemezler. Çünkü kurulmuş organlara tanınan yetkiler, bir hak için değil, bir işlevin yerine getirilmesi için kendilerine verilmiştir. Binaenaleyh, kurulmuş 3 Onar, Erdal, 1982 Anayasası’nda Anayasayı Değiştirme Sorunu, Yayl. Y., Ankara 1993, s.1-2 4 Eroğul, Cem, Anayasayı Değiştirme Sorunu (Bir Mukayeseli Hukuk İncelemesi), AÜSBF Yayını, Ankara 1974, s.177 5 Onar, Erdal, s.3, 4 6 Gözler, Kemal, Kurucu İktidar, Ekin Kitabevi Yayınları, Bursa, 1998, s.13 - 55 - organlar, yetkilerini devrederlerse, anayasanın ve kurucu iktidarın üstünlüğü ilkesini çiğnemiş olurlar7. Somut anlamda “Kurulmuş iktidarın hangi devlet organlarını ifade ettiği” sorusuna gelince, bu hususta farklı görüşler vardır. Örneğin; Kapani8, bundan özellikle devletin siyasal karar organları olan yasama ve yürütmeyi anlamak gerektiğini savunur. Kubalı9, kurucu ve kurulmuş iktidar ayrımında şu örnekleri verir: “Mesela, ikinci Cumhuriyet Anayasamızı yapan kurucu meclis bir kurucu iktidar olduğu halde, kuruluş tarzı ve yetkileri bu Anayasa tarafından düzenlenen Büyük Millet Meclisi, Cumhurbaşkanı, Bakanlar Kurulu birer kurulmuş iktidar ya da organdırlar”. Gözler10 ise kurulmuş organların dar bir şekilde anlaşılmaması gerektiğini; Kurulmuş iktidarın, anayasada belirlenen sınırlar içinde, devletin çeşitli hukukî yetkilerini kullanma iktidarı olduğuna göre, devletin her bir çeşit hukukî yetkisini kullanan organların da kurulmuş organlar olduğunu savunur. Devletin baslıca, yasama, yürütme ve yargılama olmak üzere üç hukukî yetkesi olduğuna dikkati çeken Gözler; bunlara koşut olarak “Yasama, Yürütme ve Yargılama Organları” olmak üzere üç kurulmuş organ olduğunu ifade eder. “ASLİ KURUCU İKTİDAR” – “TALİ KURUCU İKTİDAR” Ayrımı Kurucu iktidar “aslî kurucu iktidar” ve “tali kurucu iktidar” olmak üzere ikiye ayrılır. Yeni bir anayasa yapma iktidarına “aslî kurucu iktidar”; mevcut bir anayasada, yine o anayasanın öngördüğü usullere bağlı kalarak değişiklik yapma iktidarına ise “tali kurucu iktidar” denir11. Yeni bir anayasa yapan, yani aslî kurucu iktidarı kullanan organ “aslî kurucu organ”dır. Bu organ, tek kişi olabileceği gibi, on kişi de veya bir meclis de olabilir. Önemli olan bu organın anayasa yapma iktidarını kendi kendinden almasıdır. Buna karşın, anayasayı değiştiren organ, yani tali kurucu iktidarı kullanan organ, “tali kurucu organ”dır. Bu organ ise anayasayı değiştirme yetkisini, kendisinden değil, anayasadan almaktadır.12 Tali kurucu organ da “kurulmuş organ” statüsündedir. 7 Kubalı, Hüseyin Nail, Anayasa Hukuku Dersleri: Genel Esaslar ve Siyasî Rejimler, İÜHF Yayını, İstanbul, 1971, s.96 8 Kapani, Münci, Politika Bilimine Giriş, Bilgi Yayınevi, Ankara 1988, s.63 9 Kubalı, Hüseyin Nail, s.96 10 Gözler, Kemal, s.14, 15 11 Gözler, Kemal, s.11 12 Eroğul, Cem, s.27 - 56 - Doktrinde Anayasa’yı değiştiren iktidar bakımından muhtelif terimler kullanılmaktadır. Örneğin; Kubalı13 “değiştirme (tadil) iktidarı” deyimini tercih ederken; Eroğul14, haklı olarak, “tali” sıfatının “ikinci derecede önemli olan” anlamını taşıması, oysa burada işaret ettiği kavramın böyle bir özelliğinin bulunmaması ve “türev” sıfatının adlandırdığı kavramın “müştak” karakterini daha iyi ifade etmesi nedeniyle “türev kurma fonksiyonu” terimini kullanmaktadır. Teziç15 de, Eroğul’a gönderme yaparak, “türev” sıfatının daha uygun olduğunu belirtmekle birlikte, bölüm başlığında “tali kurucu iktidar” terimini kullanmaktadır. Görüldüğü gibi bu konuda bir terim birliği yoktur. Kavram karmaşası yaratmamak için çalışmamızda en yaygın kullanılan “tali kurucu iktidar” terimi kullanılmıştır. Aslî kurucu iktidar, hukuken sınırsız, hukuk-dışı, sahibi hukuken belirlenemeyen, hukuk boşluğu ortamında beliren, monokratik veya demokratik biçimleri olan, yeni bir anayasa yapma iktidarıdır. Tali kurucu iktidar ise, hukukî ve sınırlı nitelikte olan ve sahibi hukuken belirlenebilen(Anayasa’nın yetki verdiği organ), anayasayı, yine o anayasanın öngördüğü usullerle değiştirme iktidarıdır. Asli kurucu iktidar bir ülkenin siyasi rejiminde kesintiler nedeniyle bir hukuk boşluğunun doğması durumlarında ortaya çıkar. Bu durumlarda fiili iktidarı elinde bulunduran sosyal güçler, yeni devletin veya yeni rejimin anayasasını meydana getirirken, kendilerini bağlayan hiçbir pozitif hukuk normu mevcut değildir. Ancak bu sınırsızlık hukuki açıdan mevcut olup, sosyolojik anlamda bu iktidarı sınırlayan birçok faktör elbette olabilir. Aslî kurucu iktidarın ortaya çıkış şekilleri:16 1-Aslî kurucu iktidarın en yaygın ortaya çıkış şekli, devrim17 ve hükûmet darbesi18dir. Önce ülkenin mevcut siyasal rejimi, bir devrim ya da hükümet darbesi sonucu yıkılır. Eski rejimi yıkarak siyasal iktidarı ele geçiren devrimciler ve darbeciler, yeni bir anayasa hazırlayarak yeni bir siyasal rejim kurarlar. 1789 Fransız İhtilali, 1917 Rus İhtilali, 27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül 1980 Askerî Darbeleri buna örnektir. 13 Kubalı, Hüseyin Nail, s.88 vd. 14 Eroğul, Cem, s.22 15 Teziç, Erdoğan, Anayasa Hukuku, Beta Yayınları, İstanbul 1986, s.162 16 Gözler, Kemal, s.65-73 17 Devrim: Sosyal, ekonomik, siyasal ve hukukî düzenin bütünüyle ve şiddet yoluyla değiştirilmesidir. 1789 Fransız Devrimi, 1917 Rus Devrimi gibi. 18 Hükûmet Darbesi: Hükûmetin, anayasal usuller dışında, şiddet yoluyla, birden bire, ama yine yöneticiler arasında el değiştirmesidir. 27 Mayıs 1961 ve 12 Eylül 1980 Hükûmet darbeleri gibi. Hükûmet darbesinde, devrimden farklı olarak sadece yöneticiler değişir, siyasal ve sosyal düzende genellikle değişme olmaz. Devrimde halkın da katılımı söz konusu iken, hükûmet darbelerini çoğunlukla sınırlı sayıda yönetici kesimler ve özellikle askerler yapar. - 57 - 2-Aslî kurucu iktidarın ortaya çıktığı diğer bir durum da savaştır. Örneğin Birinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’da daha önceden mevcut olmayan birçok devlet (Litvanya, Lehistan, Çekoslovakya ve Yugoslavya) kuruldu ve bunlarda yeni Anayasalar yapıldı. Keza, savaştan sonra yeni bir devlet kurulmasa bile ağır bir savaştan çıkan bir ülkede bazen yeni bir anayasa yapıldığına da şahit olunmaktadır. Örneğin, 2. Dünya Savaşı bittikten sonra, Fransa’da (1946 Anayasası), İtalya’da (1947 Anayasası) ve Almanya’da (1949 Anayasası) yeni Anayasalar yapılmıştır. 3-Aslî kurucu iktidar, sömürge olan bir ülkenin bağımsızlığa kavuşması durumunda da ortaya çıkmaktadır. Sömürge bir ülkenin bağımsızlığına kavuşması savaş yoluyla19 olabildiği gibi, barış yoluyla20 da olabilmektedir. Her iki durumda da genellikle bağımsızlığına kavuşan ülkede yeni bir anayasa yapılır. 4-Bazı hallerde, birden çok bağımsız devletin kendi istekleriyle birleşip, yepyeni bir devlet kurdukları görülmektedir. Bu durumda, önceden mevcut olmayan yeni bir devlet bir federasyon olarak kurulur ve bu federasyonda yeni bir anayasa kabul edilir. Örneğin 1787 ABD Federal Anayasası böyle yapılmıştır. Bazen de bir devlet, birden çok bağımsız devlete ayrılmaktadır. Bu durumda, önceden mevcut olmayan yeni devletler kurulur ve yeni anayasalar yapılır. 1990’ların başında SSCB’nin dağılmasından sonra yerine kurulan devletler ve bunlarda yapılan anayasalar bu hususta örnek teşkil edebilir. Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, Asli kurucu iktidarın sahibi zamana-mekâna-şartlara göre değişebilmektedir. Örneğin 1789 Fransız Devrimi’nde asli kurucu iktidar devrimciler; 12 Eylül 1980 darbesinde asli kurucu iktidar darbeciler olmuştur. Bugün itibariyle ise anayasamızın(1982 Anayasası) "Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir” yönündeki açık vurgusundan; Türkiye Devleti’nin Demokratik bir Cumhuriyet olduğundan ve de Anayasa Mahkemesi’nin “demokratik ülkelerde asli kurucu iktidarın sahibi halktır” (E: 2008/16, K: 2008/116, KT: 05.06.2008) yönündeki kararından, asli kurucu iktidarın HALK olduğu sonucu çıkmaktadır. 19 Hindistan, Birmanya ve Cezayir’in kurulması ve bu ülkelerdeki ilk anayasaların yapılması bu yolla olmuştur. Keza, ABD’nin kurulması ve 1787 Anayasasının yapılması da böyle bir bağımsızlık mücadelesinin ürünüdür. 20 Bu yolda, sömürgeci ülke, kolonisi olan ülke üzerindeki egemenliğinden vazgeçerek bu ülkenin bağımsızlığını tanır. Özellikle İngiltere, bu yolu izlemiştir. Örneğin, Avustralya, Kanada, Yeni Zelanda bu yolla kurulmuştur. - 58 - TALİ KURUCU İKTİDARIN SAHİBİ ve HUKUKİ VASFI Anayasayı değiştirme yetkisini anayasadan aldığından ve bu yetkiyi de yine anayasada çizilen çerçeveye uygun yürütmesi gerektiğinden hareketle, Tali kurucu iktidarın hukuki bir iktidar olduğu tartışmasızdır. Tali kurucu iktidarın hukukî bir iktidar olmasından mütevellit, bu iktidarın sahibinin kim olacağı konusu da hukukî bir konudur. Anayasayı yapan asli kurucu iktidar, onu değiştirme yetkisinin sahibini de belirtir. Genel itibariyle tüm anayasalar, nasıl değiştirileceklerini belirlemiştir. Anayasayı değiştirme yetkisinin su ya da bu organa verilemeyeceği yolunda zorlayıcı ve genel bir hukuk kuralı yoktur. Bu nedenle anayasa, değiştirme yetkisini yasama organına verebileceği gibi, hükümete, halka, herhangi bir organa ya da kişiye verebilecektir. Zira aslî kurucu iktidar hukuk-dışı bir iktidar olduğundan tali kurucu iktidarın sahibini de istediği gibi belirleyebilecektir21. Ancak Eroğul,22 “Hukukun Tutarlı Olma Zorunluluğu”nun bu hususta asli kurucu iktidarı sınırlayabileceğini şu örnekle savunur: “Örneğin, bir anayasa, ‘egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ dedikten sonra, ‘anayasayı değiştirme yetkisi falanca hanedanın tekelindedir’ diye bir hüküm getirirse, bu anayasa hukuken sakattır. Bunun sebebi, tayin edilen değiştirme organının basta ilan edilen ilke ile çelişmesi, yani hukukun varlık şartlarından birine, kendi içinde tutarlı olma şartına uyulmamış olmasıdır”. Anayasal sistemimizde Anayasa'da değişiklik yapma yetkisi tali kurucu iktidar sıfatıyla TBMM'ye verilmiştir. (AY m. 175) 21 Eroğul, Cem, s.29 22 Eroğul, Cem, s.29-dipnot 25 - 59 - TALİ KURUCU ORGANIN, ASLİ KURUCU ORGAN ve DİĞER ANAYASAL ORGANLAR KARŞISINDAKİ KONUMU Tali kurucu organ ile aslî kurucu organ fonksiyonel açıdan aynı hukukî değere sahiptir. Tali kurucu organın aslî kurucu organdan türemiş olması, aslî kurucu organca belirlenen çerçeveye tabi olması; aslî kurucu organın koyduğu kural ile tali kurucu organın koyduğu kural arasında bir hiyerarşi yaratmaz. Dolayısıyla “şart koyan kural” ile “şarta uyularak yapılan kural” eşit hukukî değere sahiptir. Bu eşitliği sağlayan da, kuralların içerikleri değil, biçimleridir. Biçim olarak her iki kural da aynı anayasanın kurallarıdır ve anayasa kuralları arasında hiyerarşi yoktur.23 “Kurulmuş organ” statüsünde olan tali kurucu organ, hukukî vasıf itibariyle anayasaca öngörülen diğer kurulmuş organlardan farksızdır ve de yaptığı iş, diğerlerinin yaptığı işler gibi yürürlükteki hukuk düzenine tabidir. Tali kurucu organın farklı bir fonksiyon görmesi, diğerlerinden hukuken üstün olduğu sonucunu doğurmaz. Ancak Tali kurucu organın fonksiyonu ile diğer anayasal organların fonksiyonları arasında bir hiyerarşi vardır. Aslında kendisi de bir anayasal organ olan tali kurucu organ, fonksiyonu bakımından diğer devlet organlarının üzerinde yer alan “kuruculuk” yetkisine sahip olduğundan, diğer anayasal organların kaderini tayin edebilmektedir.24 23 Eroğul, Cem, s.25-26 24 Eroğul, Cem, s.29-30 - 60 - ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİNİN (Tali Kurucu İktidarın) GEREKLİLİĞİ A-Lehteki Görüşler Bu husustaki görüşler şu şekilde özetlenerek sıralanabilir;25 1-Anayasa kaidelerinin statik, sosyal gerçekliklerin ise dinamik olduğu yadsınamaz bir hakikattir. Dolayısıyla, anayasalar sosyal yaşamdaki değişime adapte olabilmek ve yeni ihtiyaçlara cevap verebilmek için değişime muhtaçtır. Ayrıca Anayasal düzende istikrar sağlanabilmesi, anayasanın değiştirilmesini zorunlu kılan koşullarda bunu gerçekleştirmekle mümkündür. Nitekim anayasaların değiştirilebilir oluşunun temelinde, sürekliliğin temini amacı da yatar. Zira bir anayasayı değişmez kılmak, onu dondurmak, sürekliliğini baştan engellemektir. 2-İkinci bir görüş de Jefferson’un, “Yeni Kuşaklar Teorisi”ne dayandırılmaktadır. Bu teoriye göre eski kuşakların iradesi, yeni kuşakları bağlamaz. Zira dünya nimetlerinden ölüler değil, yasayanlar yararlanabilir. O halde yeni kuşakların, önceki kuşakların yaptığı anayasaları değiştirebilmeleri gerekir. 3-Anayasanın bağdaşmaz. değişmezliği, Anayasayı Milli değiştirilemez Egemenlik kılmak, İlkesi ulusun bir ile de kısmının egemenliğinden vazgeçmesi demektir. Fransız devrimi sonrasında yapılan 1791 Anayasası (VII. Baslık, 1. madde) bu düşünceyi iyi bir şekilde ifade etmiştir: “Ulusal Kurucu meclis beyan eder ki, ulus, anayasayı değiştirme zamanaşımına uğramaz hakkına sahiptir”. Diğer yandan 1793 Haklar Beyannamesi de bunu teyit eder niteliktedir: “Bir halk, her zaman anayasayı 25 San, Coşkun, Anayasa Değişiklikleri ve Anayasa Gelişmeleri, AİTİA Yayını, Ankara, 1974, s.55-56; Gözler, Kemal, s.111-114 - 61 - değiştirme, yenileştirme ve gözden geçirme hakkına sahiptir. Bir kuşak, gelecek kuşakları kendi kanunlarına tabi tutamaz”. 4-Anayasa yapılması, bir bakıma geleceğin planlanması anlamına da gelir. Geleceği kesin olarak bilmenin mümkün olmaması nedeniyle, geleceğe dönük yapılan uzun vadeli ve derinlemesine planlanma, gereğince isabetli ve sağlıklı olamayacağından; bir planlama belgesi olarak anayasaların da başarısızlığa uğraması ihtimali hep mevcuttur. 5-Nihayet anayasanın hiçbir şekilde değiştirilemeyeceğinin hükme bağlanmasının herhangi bir değeri yoktur. Çünkü bir anayasa, zorunluluk ortaya çıkınca değişmeye muhtaçtır. Bu değişikliğin hukukî yollarla olması yasaklanırsa, devrim, hükümet darbesi gibi hukuk-dışı yollarla olması kaçınılmazdır. Ortaya çıkan değiştirme zorunluluğunun engellenmesi, anayasal düzen değişikliğinin zor kullanarak –hukuk dışına çıkılarak yapılması neticesini doğuracaktır ki; bir hukukçu şiddete kapı aralayamaz. B-Aleyhteki Görüşler Anayasa değişikliği aleyhindeki düşünceler temel olarak doğal hukukçular tarafından savunulmuştur. Buna göre anayasa “akdi” karakterdedir. Anayasa, siyasal toplumu oluşturan bireyler arasında oy birliğiyle yapılmış bir “sosyal sözleşme”dir. O halde bu sözleşmenin değiştirilmesi için de tüm ulusun müşterek rızası gerekir. Bu görüsün tabii sonucu ise, anayasanın değişmezliğidir. Çünkü toplumu oluşturan tüm bireylerin bir konuda birleşmeleri pratikte mümkün değildir26 Anayasanın değişmez olduğunu savunan bu anlayış, kendi içinde de tutarlılık göstermekten yoksundur. Zira bahsedildiği tarzda bir akdin varlığının kanıtı mümkün değildir. Ayrıca değişiklik için sağlanamayacak 26 San, Coşkun, s.52 - 62 - olan oybirliğinin, Anayasa’nın yapımı hususunda nasıl sağlandığı sorusu da çelişkiyi ortaya çıkarmaktadır27. C-Sonuç Olarak “Değişmeyen tek şey, değişimdir” klişesinden hareket edecek olursak, her şey gibi anayasalar da değişime muhtaçtır. Zira her zamana, her şarta ve her ihtiyaca cevap verecek yeterlilikte ve mükemmellikte bir anayasa yapmak ve de bu anayasanın sonsuza dek mükemmelliğini koruması mümkün değildir. Binaenaleyh, asırlar boyu aynı kalan, gelecek kuşakları bağlayan anayasadan bahsedilemez. Anayasaları değişmez kılmak, onları fosilleştirmekten öteye gidemez. Bu noktada Pierre Pactet’in şu sözü28 de anayasalarda değişimin gerekli ve doğal olduğunun haklı bir ifadesidir: “Anayasalar canlılar gibidir; doğarlar, gelişirler, siyasal yasamın bozucu etkilerine maruz kalırlar, önemli ya da önemsiz değişikliklere konu olurlar ve bir gün yok olurlar”. Anayasal değiştirilmesini düzende zorunlu kılan istikrar sağlanabilmesi, koşullarda bunu anayasanın gerçekleştirmekle mümkündür. Nitekim anayasaların değiştirilebilir oluşunun temelinde, sürekliliğin temini amacı da yatar. Zira bir anayasayı değişmez kılmak, onu dondurmak, sürekliliğini baştan engellemektir. Anayasaları değişmez kılmak fikrinin isabetsizliği akabinde, anayasaların istikrar belgeleri oldukları da unutulmamalıdır. Bu itibarla, dinamik olan siyasi ve sosyal yaşama adapte olması gereken statik anayasanın mutlak istikrarından bahsedilemese de; değişme gerekliliği ile istikrar ihtiyacını uzlaştırmak, yani “nisbî istikrar” 29 sağlamak gerekir. 27 San, Coşkun, s.52 28 Gözler, Kemal, s.10 29 Kubalı, Hüseyin Nail, s.102-103 - 63 - TALİ KURUCU İKTİDARIN “SINIRI” MESELESİ Tali kurucu iktidar, anayasayı değiştirirken, anayasada öngörülen değiştirme usulüyle bağlı olduğundan, şekli açıdan sınırlı bir iktidardır. Ancak, tali kurucu iktidarın maddî yönden sınırlı olup olmadığı, bir başka anlatımla tali kurucu iktidarın anayasada istediği herhangi bir maddeyi değiştirip değiştiremeyeceği, yani anayasayı değiştirirken anayasa muhtevasıyla bağlı olup olmadığı tartışmalı bir husustur. Anayasa değişikliklerinin maddî yönden anayasaya uygunluğunun denetlenemeyeceği görüsü ile tali kurucu iktidarın maddî bakımdan sınırsız olduğu görüsü arasında sıkı bir bağlantı vardır. Keza aynı bağlantı, bu değişikliklerin denetlenebileceği görüsü ile bu iktidarın sınırlı olduğu görüsü arasında da söz konusudur.30 A-Tali Kurucu İktidarın Maddî Yönden SINIRLI Olduğu Görüşü: Anayasa değişikliklerinin anayasaya uygunluğunun denetlenebileceğini savunan bu görüşün iki temel dayanak noktası vardır: 1-Birinci dayanak noktası Federal Alman Anayasa Mahkemesi tarafından oluşturulmuştur. Buna göre, anayasanın da üstünde yer alan ve tali kurucu iktidarın anayasada değişiklik yaparken uymakla mükellef olduğu; “süpra-pozitif temel normlar”, “objektif ahlak normları”, “tabii adalet” gibi muhtelif isimlerle anılan bir takım hukuk normları bulunmaktadır.31 Bu normlar, tali kurucu iktidarın sınırını belirler. Fakat bu anlayış, sağlam bir temele dayanmamaktadır; zira “anayasa-üstü normlar”ın neler olduğu ve nasıl saptanacağı ve de bunlara nasıl bağlayıcılık atfedilebileceği sorularının net ve genel kabul gören bir yönü yoktur. 30 Gözler, Kemal, s.132 31 Kıratlı, Metin, Alman Federal Anayasa Mahkemesi, AÜSBF Yayınları, Ankara, 1963, s.54; Turhan, Mehmet, “Anayasaya Aykırı Anayasa Değişiklikleri”, AÜHFD, c.XXXIII, 1976, S.1-4, s.75 - 64 - 2-“Anayasa-içi hiyerarşi” görüşü ikinci dayanak noktasıdır ki, buna göre de pozitif anayasa normlarının değeri birbirine denk olmayıp, kendi içinde bir hiyerarşiye tabidir. Anayasanın bazı normları ötekilerden daha önemlidir. Zira bunlar iktidarın temelini, özünü meydana getiren normlar olmaları nedeniyle anayasanın diğer normlarından üstündürler.32 Örneğin, anayasanın cumhuriyetin niteliklerini belirten maddesi ile ormanların korunmasını düzenleyen maddesi eşit değere sahip değildir.33 Bu görüşe binaen, tali kurucu iktidarın, anayasayı değiştirirken, anayasanın bu üstün kurallarına aykırı düzenleme yapamayacağı; yaparsa da bu değişikliğin anayasaya uygunluk denetimi yapmakla görevli organca iptal edilmesi gerektiği neticesine ulaşılmaktadır. Anayasa normları arasında bir hiyerarşinin olmaması ve usulüne göre yapılan bir anayasa değişikliği ile anayasanın diğer normlarının aynı değerde olmasından mütevellit “anayasa-içi hiyerarşi” görüşü tamamen yanlış bir görüştür. Zira yazılı anayasa teorisinde içerik değil, biçim önemlidir ve bu nedenle de anayasada yer alan her kural, aynı anayasada bulunması itibarıyla eşit hukukî değere sahiptir.34 B-Tali Kurucu İktidarın Maddî Yönden SINIRSIZ Olduğu Görüşü: 1-Genel Olarak Tarafımızca da benimsenen görüş, tali kurucu iktidarın anayasayı değiştirirken, onun muhtevasıyla bağlı olmadığı, yani maddî bakımdan sınırsız olduğu görüşüdür. Bu görüş, “anayasa normları arasında bir hiyerarşi olmadığı” savı istikametinde temellendirilmektedir. Çünkü anayasada belirlenmiş değiştirme usulüne uyularak yapılmış bir anayasa değişikliği neticesinde ortaya çıkan norm, geçerli bir anayasa normudur. Dolayısıyla bu norm ile 32 Özbudun, Ergun, Türk Anayasa Hukuku, Yetkin Yayınları, Ankara, 1989, s.126 33 Turhan, Mehmet, S.1-4, s.68 34 Gözler, Kemal, s.134 - 65 - anayasanın mevcut diğer normları aynı hukukî değerdedir ve bu normun anayasanın diğer normlarına uygun olma mecburiyeti de yoktur. Nitekim Özbudun’a35 göre “anayasa değişikliği neticesinde ortaya çıkan norm, hangi ölçüte göre, anayasaya uygun ya da aykırı sayılacaktır. Hukuk normları hiyerarşisinde bir norm, ancak kendisinden üstün düzeyde başka bir norma aykırı düştüğü takdirde geçersiz sayılabilir. Kendi düzeyindeki normlar arasında ise astlık-üstlük ilişkisi değil, ancak zaman yönünden öncelik sonralık; konu yönünden de genellik özellik ilişkisi söz konusu olabilir. Bu açıdan usulüne uygun olarak meydana getirilmiş bir anayasa normunun kendisiyle eşdeğerli olan başka bir anayasa normuna uygun olup olmadığını denetlemek mantıken mümkün görünmemektedir”. Tali kurucu iktidarın fonksiyonu bakımından aslî kurucu iktidarla aynı hukukî değerde olduğu gerçeğinden hareketle de tali kurucu iktidarın maddi bakımdan sınırsız olduğu sonucuna varılabilir. Gözler’in36 de haklı olarak ifade ettiği gibi, “Yani aslî kurucu organ ile tali kurucu organın koyduğu kurallar arasında hiyerarşi yoktur. Tali kurucu iktidarın aslî kurucu iktidardan türemiş olması, aslî kurucu iktidarın belirlediği koşullara göre çalışması, onun koyduğu kuralların aslî kurucu iktidarın koyduğu kurallardan aşağı olmasını gerektirmez. Zira tali kurucu iktidarın ayırıcı özelliği üstün bir kurala değil, daha önceki bir kurala dayanmasıdır. O halde fonksiyonu bakımından aslî kurucu iktidara benzeyen tali kurucu iktidar, maddî bakımdan onun gibi sınırsızdır”. 2-Hususi Noktalar Tali kurucu iktidarın maddi açıdan sınırsızlığı hususunda, ehemmiyeti itibariyle ayrıca irdelenmesi gereken bazı hususi noktalar da vardır. Bunlar: a-Tali kurucu iktidar anayasadaki değiştirme usulünü değiştirebilir mi? 35 Özbudun, Ergun, Türk Anayasa Hukuku, Yetkin Yayınları, Ankara, 1989, s.126 36 Gözler, Kemal, s.135 - 66 - b-Tali kurucu iktidar, anayasanın “değiştirilemez” olarak belirlediği hükümlerini değiştirebilir mi? c-Tali kurucu iktidar anayasayı tümüyle değiştirebilir mi? d-Tali kurucu iktidar anayasanın ruhunu değiştirebilir mi? a)Tali kurucu iktidar, anayasadaki değiştirme usulünü değiştirebilir mi? Bir kısım yazar, tali kurucu iktidarın anayasadaki değiştirme usulünü değiştirmemesi gerektiğini savunur. Bu yazarlara göre, anayasanın değiştirilmeyle ilgili hükümleri anayasanın “kilit” kısmını oluşturur. Bu hükümlerin değiştirilmesi, anayasanın herhangi bir hükmünün değiştirilmesiyle eşdeğerdir. Zira böyle bir değişiklik, anayasanın tüm otoritesinin ortadan kalkması anlamına gelebilir. Örneğin 2/3 çoğunlukla değiştirilebilen bir anayasanın 1/2 çoğunlukla değiştirilebilir hale getirilmesi, anayasanın katılığını ortadan kaldırır; adeta, anayasayı anayasa olmaktan çıkarır. Bu kadar önemli bir yetki, tali kurucu iktidara değil, aslî kurucu iktidara ait olmalıdır.37 Buna karşılık bizim de katıldığımız görüşe38 göre, anayasanın değiştirilme usulünün düzenlendiği maddesinin değiştirilmesi ile herhangi bir maddesinin değiştirilmesi arasında hukuken bir fark yoktur. Kaldı ki, anayasanın değiştirilmesinin çok güç koşullara bağlanması durumunda, anayasanın uygulanması esnasında ortaya çıkabilecek bir takım sakıncaların çözümü noktasında anayasanın değiştirilme usulünün değiştirilmesinde bir yarar da olabilir. Tali kurucu iktidarın anayasayı değiştirme usulünü değiştirmesi çoğu ülkede görülmüştür. Örneğin, Fransa’da 3 Haziran 1958 tarihli Kanunla, 1946 Anayasası’nın değiştirilme usulüne iliksin 90’ıncı maddesi açıkça yürürlükten kaldırılarak, hükümete anayasayı değiştirme yetkisi 37 Aktaran: Teziç, Erdoğan, Anayasa Hukuku, Beta Yayınları, İstanbul 1986, s.173 38 Teziç, Erdoğan, İstanbul 1986, s.174-176 - 67 - verilmiştir.39 Bizde de 3361 sayılı ve 17.05.1987 tarihli “07.11.1982 tarih ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 67, 75, 175’inci maddelerinin Değiştirilmesi ve Geçici 4. maddesinin Yürürlükten Kaldırılması Hakkında Kanun”un 3. maddesiyle 1982 Anayasası’nın 175. maddesinde düzenlenen Anayasayı değiştirme usulü değiştirilmiştir. Buna göre, anayasa değişikliği sürecinde ihtiyari bir yol olan referandum, bu değişiklikle hem ihtiyari hem de zorunlu bir kurum olarak Türk anayasa hukukuna girmiştir. b) Tali kurucu iktidar, anayasanın “değiştirilemez” olarak belirlediği hükümlerini değiştirebilir mi? Bazı anayasalar, tali kurucu iktidarın kimi konularda değişiklik yapmasını yasaklamıştır. Bu tür sınırlanmalar, genellikle “rejimin değiştirilmesini yasaklamak” şeklinde görülmektedir. Hatta bazı anayasalar değiştirilmezlik kapsamını öyle genişletmiştir ki; Örneğin 1960 Kıbrıs Anayasası, “Temel Maddeler” adı altındaki hükümleri “hiçbir surette değişmez” ilan etmiş; 1919 Finlandiya Anayasası ise kendisinin değişmez olduğunu ilan etmiştir.40 Anayasanın bazı maddelerinin değiştirilmesinin ayrıca ve açıkça yasaklanması durumuna “kısmi değişmezlik” (ya da “içeriksel sınırlama”) denir.41 Anayasada “değiştirilemez hükümler” açısından kendi anayasal sistemimize baktığımızda;42 *Eski Anayasalarımız içinde ilk defa 1924 Anayasası’nda değiştirilmesi yasaklanmış kurala rastlanmaktadır. Bu Anayasanın, değişiklik sürecini düzenleyen 102. maddesi, “Devlet şeklinin Cumhuriyet olduğu” hakkındaki birinci maddesinde değişiklik yapılmasının teklif dahi edilemeyeceğini belirtmekteydi. 39 Teziç, Erdoğan, İstanbul 1986, s.174 40 Eroğul, Cem, s.50 41 Teziç, Erdoğan, Anayasa Hukuku, Beta Yayınları, İstanbul 1986, s.170 42 Onar, Erdal, s.7-21 - 68 - *1924 Anayasası’ndaki değiştirme yasağı, varlığını, 1961 Anayasası’nda da korumuştu. Bu Anayasa’nın 9. maddesi, bu kez madde numarası belirtmeden, “Devlet şeklinin Cumhuriyet olduğu” hakkındaki Anayasa hükmünün değiştirilemeyeceğini ve değiştirilmesinin teklif edilemeyeceğini öngörmekteydi. Ancak, o dönemde Anayasa Mahkemesi43 bu yasağı geniş yorumlamış ve değiştirilmesi yasaklanan “Cumhuriyet”in sıradan bir Cumhuriyet olmadığını belirterek, bu kavramın, Anayasanın 2. maddesindeki nitelikleri de içermesi gerektiğine işaret etmişti. Böylece, Anayasa Mahkemesi, 1961 Anayasası’ndaki değiştirilmesi yasaklanmış maddeler arasına, Cumhuriyet’in niteliklerini belirleyen 2. madde ve onun yollama yaptığı başlangıç metnindeki temel ilkeleri de katmış ve Anayasa’da değiştirilmesi yasaklanan “Cumhuriyet”in kapsamını, benimsenmesi pek de kolay olmayan bu tür yorumlarla fazlasıyla genişletmiştir. Oysa eğer kurucu iktidar, "Cumhuriyet"e Anayasanın 2. maddesindeki nitelikleri içeren bir anlam verip, bunların da değiştirilmesini yasaklamak isteseydi, bunu açıkça belirtebilirdi. *1982 Anayasası’ndaki değiştirme yasağı, daha kapsamlıdır. Nitekim “değiştirilemeyecek hükümler” başlıklı 4. maddeye göre; Anayasa’nın 1. maddesindeki devlet şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile 2. maddesindeki Cumhuriyet’in nitelikleri ve 3. maddesi hükümleri(devletin tek yapılı oluşu, resmi dili, başkentinin Ankara oluşu, milli marşı, bayrağı) değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez. Üzerinde durulması gereken asıl husus, anayasaların maddelerinin değiştirilmesinin yasaklanıp yasaklanamayacağı değil; bazı bu yasaklamaların hukukî değerinin ve bağlayıcılığının olup olmadığıdır. Anayasa maddelerinin hukuken eşdeğer olduğu kuralını kabul etmekle birlikte, anayasanın kendisi ayrıca ve açıkça bazı maddelerini 43 ÖR: Anayasa Mahkemesi’nin 27.1.1977 günlü, E.1976/43, K.1977/4 sayılı Kararı, AMKD, Sayı 15, s.115; 12.10.1976 günlü, E.1976/38, K.1976/46 sayılı Karar, AMKD, Sayı 14, s. 263 - 69 - “değiştirilemez” kıldığında, anayasa kuralları arasında bir hiyerarşi yaratılmış olacağı; böylece bu “değiştirilemez” maddelerin tali kurucu iktidarı maddi açıdan sınırlayacağı ve bu hükümlere aykırı olarak anayasanın değiştirilemeyeceği yönünde fikir beyan eden hukukçular vardır.44 Nitekim Anayasa Mahkemesi de kararlarında45 anayasanın “değiştirilemez” kıldığı hükümlerin değiştirilemeyeceğini; hatta anayasanın değiştirilemeyecek hükümlerinin, anayasanın diğer maddelerinde yapılacak değişikliklerle de değiştirilemeyeceğini ifade etmiştir. Fakat aşağı yukarı tüm kamu hukukçuları, bu yasaklamaların bir hukukî değeri olmadığı konusunda hemfikirdir. Bu yazarlara göre, bu türlü sanrılandırmaların hukukî değil, tarihî ve siyasî bir değeri vardır. Bunlar, rejimi kuranların politik ideallerini yansıtan ve hiçbir bağlayıcılıkları olmayan birer temenniden öteye geçemezler. Bu yasaklar, tali kurucu iktidarlar karşısında, birer “kâğıttan engel”dir.46 Bu görüşün temel dayanakları şu şekilde sıralanabilir:47 1-Belirli bir dönemin kurucu iktidarı, geleceğin kurucu iktidarından üstün olamaz. Bu bağlamda bir kuşak, gelecek kuşakları bağlayamaz; onları kendi değişmez ilkelerine tabi kılamaz. 2- İkinci dayanak ise hukukî olmaktan ziyade sosyolojiktir. Bu görüştekilere göre, aslî kurucu iktidar, anayasadaki bazı hükümlerin değiştirilmesini ne kadar yasaklarsa yasaklasın, toplumda değişiklik eğilimi arttıkça ve buna cesaret bulundukça bu kurallar eninde sonunda, su ya da bu şekilde değiştirilecektir. Eğer devletin hukuksal yapısında, hukuksal yollardan değişiklik yapılması engellenirse, bu değişiklik ister istemez hukukun dışına 44 ÖR: Gözler, Kemal, s.139-147 45 ÖR: AYM, E.1970/1, K.1970/31, 16.6.1970 tarihli kararı; AYM, E.2008/16, K.2008/116, 5.6.2008 tarihli kararı 46 Tunaya, Tarık Zafer, Siyasal Kurumlar ve Anayasa Hukuku, Araştırma, Eğitim, Ekin Yayınları, İstanbul, 1982, s.134; Özbudun, Ergun, Türk Anayasa Hukuku, Yetkin Yayınları, Ankara, 1989, s.132 47 Tunaya, Tarık Zafer, s.134; Gözler, Kemal, s.139 - 70 - çıkılarak yapılacaktır. Hukukun dışına çıkmaktansa, bu hükümlerin hukukun içinde değiştirilebileceğini kabul etmek gerekir. 3-Tali kurucu iktidar, önce değiştirme usulüne uygun olarak değiştirme yasağı getiren maddeyi değiştirip, sonra değiştirilmesi yasaklanan maddeyi değiştirebilir. Buna hiçbir hukukî engel yoktur. 4-Son dayanak ise, yasakların çiğnenmesinin hiçbir pratik müeyyidesinin olmamasıdır. Buna göre, değiştirilemeyecek hükümlerin teorik değeri olsa bile değiştirildiklerinde pratik olarak yapılacak hiçbir şey yoktur. Zira anayasa değişikliklerine karşı hiçbir başvuru yolu öngörülmemiştir. Tali kurucu iktidarın hukuki bir iktidar olduğundan bahisle, anayasadaki “değiştirilemez” hükümlerin değiştirmesinin tali kurucu iktidarın hukukilik vasfı ile çelişeceği ilk bakışta akla gelebilse de; değiştirme yasağının hukuki değil, tarihi ve siyasi bir değeri olduğu anlayışı bu çelişkiyi gidermektedir. Burada şu hususa da değinmeden geçmemekte yarar var: Bilindiği gibi 1982 Anayasası’nın 1., 2. ve 3. maddeye ilişkin değiştirme yasağı getiren “değiştirilemeyecek hükümler” başlıklı 4. maddesi, kendisi için bu tür bir koruma sağlamamıştır. Benzer düzenleme, 1924 ve 1961 Anayasaları’nda da gözlenmekteydi. Devlet şeklinin Cumhuriyet olduğuna ilişkin kuralın değiştirilmesini yasaklayan 1924 Anayasası’nın 102., 1961 Anayasası’nın ise 9. maddeleri kendilerinin değiştirilmelerini yasaklamamışlardı. Böyle olunca da, önce bu maddelerin kaldırılıp, sonra söz konusu yasağa hukukî yoldan son verilip verilemeyeceği, bir sorun doğurmaktaydı. 1982 Anayasası’nda da önemini korumaya devam eden bu soruna, iki farklı şekilde yaklaşılabilir.48 Bir görüş,49 değiştirme yasağı getiren maddenin de, niteliği gereği değişmezlik kazandığını ileri sürmekte 48 Onar, Erdal, s.19-20 49 ÖR: Serozan, Rona, "Anayasayı Değiştirme Yetkisinin Sınırları", İ.Ü. Hukuk Fakültesi Mecmuası, C. XXXVII, 1972. Sayı 1-4, s. 135-136; Dal, Kemal, Türk Esas Teşkilât Hukuku, Ankara 1984, s.64. - 71 - ve bu maddeyi kaldırıp, korunan değeri dayanaksız bırakmanın söz konusu olamayacağını savunur. Buna karşılık, bizim de katıldığımız ikinci görüş,50 “değiştirilemez” kılınan maddelerin yukarıda açıkladığımız dayanaklar nedeniyle hukuki değil, tarihi ve siyasi değere sahip olan bir temenni olması nedeniyle zaten bir bağlayıcılığı yoktur. Kaldı ki bu bağlayıcılığın olduğunu savunanların penceresinde bakılsa bile, 4. madde üzerinde bir yasak olmadığından, onu değiştirebilmek pozitif hukuk karşısında mümkündür. c) Anayasa tümüyle değiştirilebilir mi? Tartışmalı hususlardan biri de, tali kurucu iktidarın anayasa maddelerinin ne kadarını değiştirebileceğidir. Yani “değiştirilen madde sayısının 1 ya da 100 olması arasında bir fark olmalı mıdır?” sorusudur. Doktrinde bazı yazarlar, anayasanın bütünüyle değiştirilemeyeceğini öngörmüşlerdir. Onlara göre, anayasa bütünüyle değiştirildiğinde mevcut anayasal düzen ortadan kalkmış olur. Bunu ise ancak aslî kurucu iktidar yapabilir. Mevcut anayasa ile öngörülmüş olan değiştirme yetkisi, bu anayasayı ilga etme sonucunu doğurmamalıdır.51 Anayasanın “değiştirilemez” hükümleri dışında kalan maddelerinin ihtiyaç halinde tümüyle bile değiştirilebileceğini savunanlar52 da olmakla birlikte; kanımızca anayasanın bir kaç maddesi değiştirilebileceği gibi, ihtiyaç halinde, “değiştirilemez” hükümler de dâhil olmak üzere (yukarıda açıklanan nedenlere binaen bu hükümlerin hukuki bağlayıcılığının olmadığından mütevellit) anayasanın tüm maddeleri de değiştirilebilir. Zira tüm maddelerin değiştirilmesi ile bir maddenin ya da bir kaç maddenin değiştirilmesi arasında, nitelik bakımından, hukukî bakımdan bir fark 50 ÖR: Onar, Erdal, s.19-20; Soysal, Mümtaz, 100 Soruda Anayasanın Anlamı, İstanbul 1990, s.396; Teziç, Erdoğan, Anayasa Hukuku, İstanbul 1991, s.166 51 Aktaran: Teziç, Erdoğan, Anayasa Hukuku, Beta Yayınları, İstanbul 1986, s.174 52 ÖR: Yalçın Güler, Gülşah, “Anayasa Değişiklikleri, Kurucu İktidarlar ve Meşruiyet”, Sayıştay Dergisi, sayı: 66-67, s.38; Gözler, Kemal, s.149-150 - 72 - olmayıp; sadece nicelik yönünden bir fark vardır ki, bu da hukuken önemsizdir. d) Tali kurucu iktidar, anayasanın “ruhunu” değiştirebilir mi? Doktrinde bazı yazarlar tali kurucu iktidarın anayasanın ruhunu değiştiremeyeceğini, onunla bağlı olduğunu savunmaktadır. Bunlara göre, anayasanın temel ilkeleri değiştirildiğinde anayasal düzen ortadan kalkmış sayılır ki, bu da bindiği dalı kesmektir. Eğer bu iktidar, anayasayı değiştirirken anayasanın ruhunu ihlal etmişse “anayasaya karşı hile”den bahsedilir.53 Örneğin Kubalı’ya göre, tali kurucu iktidar, anayasanın sadece lafzı ile değil, ruhu ile de bağlıdır; zira aksi halde tali kurucu iktidar, kendisini kuran anayasayı, onun dayandığı temelleri yıkmak imkânını elde etmiş olur. “Anayasanın Ruhu”ndan kasıt ise “anayasanın özünde yatan ideoloji”dir. Kubalı, bu fikirlerini şöyle örneklendirmiştir: “Örneğin; bu anayasada(1961 Anayasası) iki meclis sisteminden tek meclis sistemine geçilmesi ya da seçim sisteminin değiştirilmesi anayasanın ruhuna uygun; ama kadınların seçme ve seçilme hakkından yoksun bırakılması, çok partili sistemin terk edilmesi ya da mülkiyet hakkının ortadan kaldırılması anayasanın ruhuna aykırıdır.”54 Buna karşılık, pozitivist hukukçular anayasanın ruhunun bağlayıcılığını reddederler. Tarafımızca da benimsenen bu görüşe göre, bir kere “ruh” olgusu hukuken saptanamaz bir olgudur ve objektif bir kriteri de yoktur. Ayrıca da bir dönemin kurucu iktidarının, gelecekteki kurucu iktidarı sınırlaması ya da bir öncekinin sonrakine üstünlüğü iddia edilemez. Aksi halde, ortaya çıkan değiştirme zorunluluğunun engellenmesi, anayasal düzen değişikliğinin zor kullanarak –hukuk dışına çıkılarak yapılması neticesini doğuracaktır ki; bir hukukçu şiddete kapı aralayamaz. 53 Teziç, Erdoğan, Anayasa Hukuku, Beta Yayınları, İstanbul 1986, s.172 54 Kubalı, Hüseyin Nail, s. 102,103 - 73 - Gözler’e göre:55 Aslında, “bu anayasanın ruhudur, şu değildir” derken bazı anayasa maddeleri veri alınarak hareket ediliyor demektir. Kubalı’nın örneklerine bakılınca: “iki meclis sisteminin değiştirilmesi anayasanın ruhuna uygun, mülkiyet hakkının ortadan kaldırılması anayasanın ruhuna aykırıdır” tespitinin objektif bir kriteri olmadığı gibi; söz konusu tespit, anayasa maddeleri arasında bir hiyerarşi kurmak sonucunu da doğurmaktadır. Çünkü bu örnekte mülkiyet hakkının düzenlendiği maddeye, meclis sisteminin düzenlendiği maddeye göre bir üstünlük, bir değiştirilemezlik atfedilmektedir. Oysa anayasa maddeleri eşit hukuki değere sahip olduğundan, eşdeğerdeki maddelerden hareketle, bunlardan bazılarına, anayasanın ruhuna ilişkin olduklarını ileri sürerek değişmezlik tanımak; anayasa maddeleri arasında sunî ve keyfî bir hiyerarşi yaratmak anlamına gelir. Dolayısıyla “anayasanın ruhu”, hukuken saptanamayacak, hukuk-ötesi bir kavramdır. 55 Gözler, Kemal, s.154-155 - 74 - KAYNAKÇA * Eroğul, Cem, Anayasayı Değiştirme Sorunu (Bir Mukayeseli Hukuk İncelemesi), AÜSBF Yayını, Ankara 1974 * Gözler, Kemal, Kurucu İktidar, Ekin Kitabevi Yayınları, Bursa, 1998 * Gözler, Kemal, Anayasa Hukuku’na Giriş, Ekin Kitabevi Yayınları, Bursa 2004, s.13-19 (www.anayasa.gen.tr/anayasakavrami.htm. ET: 16.05.2010) * Kapani, Münci, Politika Bilimine Giriş, Bilgi Yayınevi, Ankara 1988 * Kıratlı, Metin, Alman Federal Anayasa Mahkemesi, AÜSBF Yayınları, Ankara, 1963 * Kubalı, Hüseyin Nail, Anayasa Hukuku Dersleri: Genel Esaslar ve Siyasî Rejimler, İÜHF Yayını, İstanbul, 1971 * Onar, Erdal, 1982 Anayasası’nda Anayasayı Değiştirme Sorunu, Yayl. Y., Ankara 1993 * Özbudun, Ergun, Türk Anayasa Hukuku, Yetkin Yayınları, Ankara,1989 San, Coşkun, Anayasa Değişiklikleri ve Anayasa Gelişmeleri, AİTİA Yayını, Ankara, 1974 * Serozan, Rona, "Anayasayı Değiştirme Yetkisinin Sınırları", İ.Ü. Hukuk Fakültesi Mecmuası, C. XXXVII, 1972. Sayı 1-4, s. 135-141. * Soysal, Mümtaz, 100 Soruda Anayasanın Anlamı, İstanbul 1990 * Teziç, Erdoğan, Anayasa Hukuku, Beta Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 1991 ve 8. Baskı, İst. 2003 * Teziç, Erdoğan, Anayasa Hukuku, Beta Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 1986 * Turhan, Mehmet, “Anayasaya Aykırı Anayasa Değişiklikleri”, AÜHFD, c.XXXIII, 1976, S.1-4 * Tunaya, Tarık Zafer, Siyasal Kurumlar ve Anayasa Hukuku, Araştırma, Eğitim, Ekin Yayınları, İstanbul, 1982 * Yalçın Güler, Gülşah, “Anayasa Değişiklikleri, Kurucu İktidarlar ve Meşruiyet”, Sayıştay Dergisi, sayı: 66-67, sf. 35-46 * AYM, 27.1.1977 tarihli, E.1976/43, K.1977/4 sayılı Kararı, AMKD, Sayı 15, s.115 * AYM, 12.10.1976 tarihli, E.1976/38, K.1976/46 sayılı Karar, AMKD, Sayı 14, s. 263 * AYM, 16.6.1970 tarihli, E.1970/1, K.1970/31 sayılı kararı, AYM, 5.6.2008 tarihli, E.2008/16, K.2008/116 sayılı kararı, http://www.anayasa.gov.tr/kararlar, ET: 25.05.2010 - 75 - - 76 - AYİM KARARLARI - 77 - I. USUL 1. DİLEKÇE REDDİ -1ÖZETİ: Dava dilekçesi ve eklerinin incelenmesinde; dilekçede, emeklilikle ilgili bir husus konu edilmesine rağmen hangi nedenle Milli Savunma Bakanlığının hasım gösterildiğinin anlaşılamadğı, ayrıca idari işlemin iptali niteliğinde olmayan, yargı yerinde bir idari karar almaya yönelik istemde bulunulduğu görülmekle dilekçenin reddine karar verilmiştir. 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun bu mahkemede açılacak davalara ait dilekçelerin neleri kapsayacağını belirten 36 ncı maddesi; “Dilekçelerde: a) Tarafların ad ve soyadları ile sınıf ve rütbeleri, duhulü, nasbı, adresleri ve ünvanları; varsa vekillerinin veya temsilcilerinin ad ve soyadları ile adresleri ve unvanları; b) Davanın konusu ve sebepleri ile dayandığı deliller; c) Davaya konu olan idari eylem ve işlemin yazılı bildirim tarihi; d) Tazminat davalarında uyuşmazlık konusu miktar gösterilir. Dilekçeler ile bunlara ekli evrakın örnekleri karşı taraf sayısından bir fazla olur.” hükmünü amirdir. Dava dilekçesi ve eklerinin incelenmesinde; dilekçede, emeklilikle ilgili bir husus konu edilmesine rağmen hangi nedenle Milli Savunma Bakanlığının hasım gösterildiğinin anlaşılamadğı, ayrıca idari işlemin iptali niteliğinde olmayan, yargı yerinde bir idari karar almaya yönelik istemde bulunulduğu görülmekle, işlemin ne olduğu, bir örneğinin ve tebliğ tarihini belirten belgenin dosyaya dahil edilerek dava açılmasının gerektiği, bu hususların açıklığa kavuşturulmaksızın dava açıldığı görülmüştür. Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun 45’inci maddesinin (B) bendi gereğince, yukarıda belirtilen hususlar gözetilerek 30 gün içinde dava açılmak şartıyla DİLEKÇENİN REDDİNE, dilekçe ve eklerinin iadesine, peşin harç alındığından noksanlar tamamlanarak yeni bir dava dilekçesi verildiği takdirde harç alınmamasına, 17 HAZİRAN 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM 3.D., 17.06.2010; E. 2010/1119, K. 2010/737) - 81 - -2ÖZETİ: Dava dilekçesi ile buna ekli evrak örneğinin karşı taraf sayısından bir fazla iki (2) suret olması gerekirken tek suret olması dilekçenin reddi sebebidir. 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun bu mahkemede açılacak davalara ait dilekçelerin neleri kapsayacağını belirten 36’ncı maddesi; “Dilekçelerde: a) Tarafların ad ve soyadları ile sınıf ve rütbeleri, duhulü, nasbı, adresleri ve unvanları, varsa vekillerinin veya temsilcilerinin ad ve soyadları ile adresleri ve unvanları; b) Davanın konusu ve sebepleri ile dayandığı deliller; c) Davaya konu olan idari eylem ve işlemin yazılı bildirim tarihi; d) Tazminat davalarında uyuşmazlık konusu miktar gösterilir. Dilekçeler ile bunlara ekli evrakın örnekleri karşı taraf sayısından bir fazla olur.” hükmünü amirdir. Dilekçe ile buna ekli evrak örneğinin karşı taraf sayısından bir fazla iki (2) suret olması gerekirken tek suret olduğu anlaşılmıştır. Bu itibarla; 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun 45’inci maddesinin (B) bendi gereğince, yukarıda belirtilen eksiklikler nedeniyle DİLEKÇENİN REDDİNE, dilekçe ve eklerinin iadesine, peşin harç alındığından bilahare dilekçe verilmesi halinde yeniden harç alınmamasına, 03 Haziran 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM. 3.D., 03.06.2010; E 2010/977, 2010/694) - 82 - 2.EHLİYET -3ÖZETİ: Davacının iptalini talep ettiği 1’inci sicil üstü İkm.Yzb.Y.Y.’nin geçici görevlendirme işleminin, İkm.Yzb.Y.Y. hakkında tesis edilmiş (sübjektif) işlemlerden olduğu, anılan subayın bu işleme karşı dava açabileceği, işlemle davacı arasında ancak dolaylı menfaat ilişkisinden söz edilebileceği, bununda menfaat ilişkisini kişisel kılmaya yetmediği gözetilerek bu istem bakımından, davacıya ilişkin bir ön koşul olan “menfaat ihlali” (sübjektif ehliyet) koşulunun bulunmaması nedeniyle, 1602 sayılı Kanunun 45/1-a maddesi uyarınca davanın reddine karar vermek gerekmiştir. Davacı, 29 Mart 2010 tarihinde Doğubeyazıt Asliye Hukuk Mahkemesi, 02 Nisan 2010 tarihinde de Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde kayda geçen dava dilekçesinde özetle; 1’inci Mknz.P.Tug. Lojistik Destek Sahra Hizmet Bl.K.lığına bağlı Sabit Mutfak Ks. K.lığı kadrosunda atamalı olarak görev yaptığını, 25 Ocak 2010 tarihinde 1’inci sicil üstü İkm.Yzb.Y.Y.’nin yerine Ulş.Yzb. C.Ç.E.’nin KKK.lığının bilgisi dışında görevlendirildiğini, atamalı sicil üstü mevcutken usulsüz görevlendirilen ve yeterli süre çalışmayan Ulş.Yzb. C.Ç.E.’nin 26 Mart 2010 tarihinde kendisine 1’inci sicil üstü olarak sicil verdiğini ve 4 maddelik sicil bölümünün 26 Mart 2010 tarihinde 02.05.2010 tebellüğ tarihi atılarak tebliğ edildiğini, yasal çalışma süresini tamamlamadığını ispat amacıyla sicillerin açıklandığı dönemden özellikle de 02.05.2010 tarihinden önce dava açtığını belirterek, 1’inci sicil üstü İkm.Yzb.Y.Y.’nin geçici görevlendirme işleminin ve 2010 yılı 1’inci ve 2’nci sicil üstü sicil işlemlerinin iptalini, İkm.Yzb.Y.Y.’nin geçici görevlendirme işleminin yürütmesinin durdurulmasını talep etmiştir. Dava dosyası, AYİM Genel Sekreterliğinin ilk incelemesi üzerine, dilekçede belirtilen görev yeri değişikliği işleminin talep edilmesinde, davacının dava ehliyetinin bulunmadığı belirtilerek, davanın reddine karar verilmesi istemiyle Dairemize gönderilmiştir. 1602 Sayılı Kanunu’nun 21’inci maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde idari işlem ve eylemlerden dolayı menfaati ihlal edilenler tarafından açılacak iptal davalarının karara bağlanacağı belirtilmiştir. - 83 - Dolayısıyla bir idari işlemden menfaati ihlal edilmeyen kişi, bu işleme karşı iptal davası açamaz. Davacıya ilişkin bir ön koşul olan “menfaat ihlali” (sübjektif ehliyet) koşulunun bulunmaması halinde 1602 sayılı Kanunun 45/1-a maddesi uyarınca davanın reddine karar verilmesi gerekir. Gerek doktrinde gerek yargı kararlarında belirtildiği üzere, “menfaat” kişisel, meşru ve aktüel olmalıdır. Menfaatin kişisel nitelikte olması, idari işlemin dolaylı veya doğrudan ilgiliye tesir etmesini, bir menfaatini ihlal etmiş olmasını ifade eder. Bu açıklamalar ışığında dava konusuna dönüldüğünde, davacının iptalini talep ettiği 1’inci sicil üstü İkm.Yzb.Y.Y.’nin geçici görevlendirme işleminin, İkm.Yzb.Y.Y. hakkında tesis edilmiş (sübjektif) işlemlerden olduğu, anılan subayın bu işleme karşı dava açabileceği, görevlendirme işlemlerinin, bizzat ilgilisi hakkında tesis edilen sübjektif nitelikte işlemlerden olması nedeniyle menfaat ilişkisinde kişisellik unsurunun ancak hakkında görevlendirme işlemi tesis edilen kişi yönünden mevcut olabileceği; işlemle davacı arasında ancak dolaylı menfaat ilişkisinden söz edilebileceği, bununda menfaat ilişkisini kişisel kılmaya yetmediği gözetilerek bu istem bakımından, menfaatinin kişisel nitelikte olmaması, diğer bir anlatımla davacıya ilişkin bir ön koşul olan “menfaat ihlali” (sübjektif ehliyet) koşulunun bulunmaması nedeniyle, 1602 sayılı Kanunun 45/1-a maddesi uyarınca davanın reddine karar vermek gerekmiştir. Diğer yandan;1602 sayılı AYİM Kanunu’nun 21’inci maddesinin Birinci fıkrası; “20’nci maddede belirtilen kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden dolayı; yetki, sebep, şekil, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından bahisle menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılacak iptal davaları doğrudan doğruya ve kesin olarak Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde çözümlenir ve karara bağlanır...” hükmünü içermektedir. Anılan yasa hükmü uyarınca, bir davanın iptal davası olarak Mahkememizde görülebilmesi için; ortada asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin bir idari işlemin mevcut olması ve bu işlemin davacının menfaatini ihlal etmesi zorunlu ve gerekli bulunmaktadır. Bu iki koşulun yanı sıra idari yargı öğretisi ve uygulamasında, söz konusu işlemin “kesin” ve “yürütülebilir” bir mahiyeti haiz olması gerekliliği de ayrıca aranmaktadır. İptali talep edilen sicil işleminin askeri hizmete ilişkin ve asker kişi olan davacıyı ilgilendirdiği konusunda bir tereddüt bulunmamakla birlikte, dava konusu sicil işleminin yürürlük kazanmış “kesin” ve “yürütülebilir” nitelikte bir idari işlem olup olmadığının irdelenmesi gerekmektedir. - 84 - Silahlı Kuvvetlerde sicil, belli şekil ve esaslara bağlanmış bir idari usûl çerçevesinde ve süreçte bir yıllık döneme tekabül eden kendine özgü bir değerlendirme işlemidir. Yıllık siciller matbu belgedeki nitelik ve kıstaslara yapılan işaretlemeler ile belirtilen kanaatlerden oluşmaktadır. Birçok işleme esas alınmakla beraber en önemli ve doğrudan sonucu, personelin yeterlik durumunu ve derecesini, dolayısıyla emsalleri arasındaki kıdem durumunu belirlemesidir. Her idari işlem gibi, sicil işlemlerinin de idari davaya konu edilebilmesi için kesin ve icrai (yürütülmesi zorunlu) olmasının yanında ilgililerin hukuki durumunu etkilemesi ve yürürlüğe sokulmasının gerektiği bilinen bir keyfiyettir. Doktrinde ve yargı kararlarında da genel kabul gördüğü üzere, hukuk düzeninde varlık kazanabilmesi için gerekli prosedürün son aşamasından geçmiş ve doğrudan hukuki sonuç doğurabilen işlemler kesin ve icrai işlemlerdir. Diğer bir ifadeyle, idari karar alma sürecinde başkaca bir aşamadan geçmesine gerek kalmayan, uygulamaya hazır, nihai nitelikteki işlemler kesin; dışsal hukuki etkiye sahip işlemler icraidirler. Bir idari işlem olarak sicil işlemleri, mevzuatta öngörülen usuli süreçte birçok idari makamın katılımıyla belli ve zorunlu aşamalardan geçmek suretiyle tesis edilmektedir. Sicil işlemlerinin tabi olduğu prosedür, Subay ve Astsubay Sicil Yönetmeliklerinde bir idari usûl çerçevesinde kapsamlı olarak gösterilmiştir. Bu yönetmelikteki hükümlere göre; sicil notu, her yıl sicil üstlerince yapılan işaretlemelerin ilgili Başkanlıklar tarafından nota tahvili sonucu bulunan notların ortalamasını (SSY m. 3/r; ASY m.3/ö.); sicil süresi, iki 30 Ağustos arasındaki terfi yılını (SSY m.3/v; ASY m.3/ş) ifade eder. Yönetmelikte öngörülen belgelerin usulüne ve gerçeğe uygun tanzimi sicil üstlerinin yetki ve görevine girmekle beraber, sicil üstleri gerektiğinde imza, işaret ve kanaat dışında düzeltme yapabilirler (SSY m.5; ASY m.5). Sicil belgelerindeki personel bilgilerinin doldurulması görevi birinci sicil üstüne, zamanında düzenlenip başkanlıklara gönderilmesi görevi ise bağlı bulunan tugay ve eşidi birlik komutanlarına veya kurum amirlerine aittir (SSY m.24/b, 27; ASY m.21/b, 24). Sicil belgelerinin doğru olarak doldurulması, kıta komutanları ile amirlerin temel sorumluluğudur (SSY m.24/m; ASY m.21/1). Ayrıca, sicil üstleri niteliklere ait kıstasların teknik açıdan doğru olarak doldurulmasından sorumludur. Normal şartlarda sicil belgeleri (ayrılış sicilleri hariç) esas olarak 2 Mayıs itibariyle düzenlenir ve en geç 30 Mayıs tarihinde Kuvvet Başkanlıklarında bulundurulur. Bu tarihlere göre düzenlenen siciller o yılın 30 Ağustos tarihinde düzenlenmiş kabul edilir (SSY m.26; ASY m.23). Ancak kanaatin değişmesi veya sicil düzenlenmemesi halinde 30 Ağustosa kadar üç aylık sürenin tamamlandığı tarihte sicil belgesi tanzim edilebilir (SSY m.26, 102; ASY m.23, 70). Gerek kanaat değişikliği, gerek temel niteliklerden birinde b veya c kıstasının - 85 - işaretlenmesi halinde (SSY m.32; ASY m.30) bütün sicil üstleri sicil vermek zorundadır. Personel başkanlıkları gönderilen belgelerin usulüne uygun doldurulup doldurulmadığını ve belge durumunu kontrol ederek eksiklikleri tamamlattırır. Yapılan işaretlemenin nota tahvil edilmek suretiyle verilen notlar bulunur. Sicil alma eğiliminde farklılık halinde Sicil Denetleme ve Değerlendirme Kurulunca kasıtlı veya keyfi verildiği anlaşılan siciller ister lehe, ister aleyhe olsun, Kuvvet Komutanının onayı ile iptal edilir. İptal edilen siciller dikkate alınmaz (SSY m.30, 36; ASY m.27, 33). Subay Sicil Yönetmeliği’nin “Sicillerin tekemmülü” başlıklı 103’üncü ve Astsubay Sicil Yönetmeliğinin aynı başlıklı 71’inci maddesine göre; “Genelkurmay Başkanlığı, Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı veya Sahil Güvenlik Komutanlığına gelen sicil belgeleri, birer birer incelenir. Kanun ve bu Yönetmelik hükümlerine uygun olarak düzenlendiği anlaşılanlar, Genelkurmay veya Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ile Sahil Güvenlik Komutanlığı Personel Başkanlıklarının ilgili sicil subayı, kısım amiri ve şube müdürü tarafından bu Yönetmeliğin 30’uncu maddesinin birinci fıkrasının (k) bendinde (Astsubay Sicil Yönetmeliğinin 27/1-k bendinde) açıklandığı şekilde imzalanmak suretiyle sicil hükümleri kesinleşir ve kesinleşen sicil, o subayın sicil dosyasına konur. // Bu yönetmelik esaslarına uygun şekilde düzenlenmemiş siciller, üçüncü sicil üstlerine iade edilerek hataları düzeltilir. Sicil belgelerinde, imza ve niteliklere ait işaretlemelerdeki hata ve noksanlıklar dışında saptanan hata ve noksanlıklar, sicil inceleyen şubeler tarafından düzeltilebilir.” Kesinleşen sicil işlemi, özel gizlilik dereceli olduğundan tebliğ edilemez. Görüldüğü üzere, sicil işleminin tesisi sürecinde çeşitli idari makamların hiyerarşik denetimi ve katılımı söz konusu olduğu gibi, gerektiğinde bazı düzeltmeler yapılabilmekte, keyfilik halinde ister lehe, ister aleyhe olsun sicil iptal edilebilmekte ve ancak öngörülen prosedürün tamamlanmasıyla kesinlik kazanmaktadır. Sicil işlemi, bir bütün olarak bu suretle tekemmülü ile uygulanabilirlik kazandıktan sonra yürürlüğe sokulmaktadır. Yönetmeliğe göre birinci sicil üstü tarafından belli bazı işaretlemelerin, geri besleme maksadıyla yazılı olarak tebliği zorunlu olmakla birlikte (SSY m.31; ASY m.28), ilgilisini madden etkilemeye yönelik bu tebligatın dışsal hukuki etkide bulunma olarak değerlendirilemeyeceği açıktır. Usulüne uygun düzenlenerek kesinleşen ve yürürlük kazanan sicil işlemlerinin gizliliğinden dolayı muhatabına tebliğ edilememesinin sonucu olarak, icraya başlandığı 30 Ağustos’tan sonra her zaman iptali istenebilir. Sonuç olarak, mevzuatta öngörülen idari prosedürün en geç 30 Ağustos tarihinde sona ereceği dikkate alındığında, davanın açıldığı tarih - 86 - itibariyle ortada bütün usuli işlemleri tamamlanmak suretiyle tekemmül ederek yürürlüğe girmiş kesin ve icrai bir sicil işlemi bulunmadığından, davanın erken açıldığı sonucuna varılmıştır. Açıklanan nedenlerle; 1. Sübjektif ehliyeti bulunmadığından 1’inci sicil üstü İkm.Yzb.Y.Y.’nin geçici görevlendirme işleminin iptaline yönelik davanın REDDİNE, OYBİRLİĞİ ile, 2. İdari davaya konu edilebilecek bir işlem bulunmadığından, 2010 yılı 1’inci ve 2’nci sicil üstü sicil işlemlerinin iptaline yönelik erken açılan davanın REDDİNE, Üye Hâk.Alb. Mustafa OKŞAR’ın Karşı oyu ve OYÇOKLUĞU ile, 21 NİSAN 2010 tarihinde karar verildi. KARŞI OY GEREKÇESİ Dava konusu uyuşmazlık diğer talep yanında 2010 yılı sicil döneminde düzenlenen 1’inci sicil üstü işleminin iptali istemini içermektedir. Sayın çoğunluğa katılmadığım husus ise bu talebe bağlı davanın erken açılmış bir dava olup olmadığı noktasında odaklanmaktadır. Davacı hakkında 02 Mayıs 2010 tarihi itibariyle ancak 2010 yılının Mart ayı içinde fiilen 1’inci sicil üstü tarafından sicil düzenlendiği ve Astsubay Sicil Yönetmeliğinin 28’inci maddesi uyarınca, “sicil belgesindeki 31, 32, 33 ve 34’üncü maddelerde yer alan niteliklerin” tebliğ edildiği anlaşılmaktadır. Aynı Yönetmeliğin 25’inci maddesi uyarınca sicil işlemlerinin “özel” gizlilik derecesine sahip olması nedeniyle davacının işlemin içeriğinden haberdar olamayacağı açıktır. Davacı 26 Mart 2010 tarihinde varlığından haberdar olduğu sicil işlemlerinin iptali istemiyle 29 Mart 2010 tarihinde AYİM kayıtlarına geçen dilekçesiyle dava açmıştır. Sayın çoğunluk sicil işlemlerinin 30 Ağustos tarihi itibariyle tekemmül edeceği ve kesinleşeceği değerlendirmesiyle davanın erken açıldığı sonucuna ulaşmıştır. Bir aşamada sicil işleminin niteliği, işlemin kesin ve yürütülebilir olması durumlarının irdelenmesi gerekmektedir. Kabul gören en genel tanımlamaya göre, İdari işlem, bir idari makam tarafından bir kamu hizmetinin yürütülmesi amacıyla hukukun kendisine tanıdığı kamu gücünü kullanarak, ilgilinin rızasını aramadan tek yanlı irade açıklamasıyla yapılan “kesin” ve “yürütülmesi zorunlu (icrai) her türlü işlemdir. (Bkz. CANDAN, Turgut, İdari Yargılama Usulü Kanunu, Maliye ve Hukuk, y., Ankara 2005, s. 66, 76; ERKUT, Celal, İdari İşlemin Kimliği, - 87 - Ankara, 1990, s. 2; Danıştay İDDGK. 03.05.1985 tarih ve E.: 1985/80, K.: 1985/71 sayılı kararı, Danıştay Dergisi S. 60-61, s. 107.) Bir işlemin iptal davasına konu olabilmesi için ortada idarenin bir işleminin varlığı yeterli değildir. Yukarıdaki tanımlama çerçevesinde, idarenin bir işleminin “idari işlem” niteliğini kazanması, bu işlemin “kesin” ve “yürütülmesi gerekli” olmayı zorunlu kılmaktadır. Başka bir anlatımla ilgililerin menfaatini ihlal eden “etkili” ve “kesin” bir işlemin bulunması gerekmektedir. Nitekim 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu'nun 2’nci maddesinde: iptal davalarının, tesis edilen idari işlemlerin hukuka aykırı olacağından bahisle menfaati ihlal edilenler tarafından açılacağı, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 14/3-d maddesinde ise; “İdari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olup olmadığı” şeklinde ifade edilen “ilk inceleme konusu” aynı Kanunun 15’inci maddesinde davanın reddi sebebi olarak belirtilmiştir. İptal davasına konu olabilecek bir idari işlemin “menfaat ihlali”, “kesinlik” ve “yürütülebilirlik (icrailik)” niteliklerine sahip olması gerektiği açıktır. Ancak bir işlemin “kesin olması” ve “menfaat ihlali” içermesi ile o işlemin “yürütülebilirlik” özelliğine sahip olması farklı durumları belirtmektedir. İdarenin var olan hukuk düzeninde etkiler yaratmak hukuki sonuçlar ortaya çıkarmak yönündeki iradesinin açıklanması, tek başına olarak işlemde “yürütülebilirlik – icrailik” özelliğinin varlık kazanmasında yeterlidir. (ERKUT, Celâl, İdari Davaya Konu Olabilecek Kesin ve Yürütülebilir İşlem Kavramı, I. Ulusal İdare Hukuku Kongresi, 1’inci Kitap, İdari Yargı, s.1-4, Ankara, 1990). İşlemin “yürütülebilir” olması ile re’sen icra edilmesi durumunu birbirinden ayırmak gerekmektedir. Yürütülebilir (İcrai) karar almakla ilgilinin hukuki durumunda bir yenilik veya değişiklik meydana gelir. Bu yenilik veya değişiklik hukuk âleminde doğmuştur. Bunların maddi âlemde de gerçekleşmesi için çoğu kez bazı ameliyerlere girişilmesini gerektirir. (GÜNDAY Metin, İdare Hukuku, İmaj y. Ankara, 2002, s.113). İdari işlemler etkilerini önce hukuk alanında daha sonra da olgularda gösterir. İdari işlemler tesis edildiği andan itibaren hukuk düzleminde etkilerini gösterir. Yürütülebilir (icrai) işlemle öngörülen işlemin hukuki etkisidir. İşlemin kesin olması, menfaat ihlali gibi hususlar işlemin iptal davasına konu olabilmesi ile ilgili olup yürütülebilir (icrai) olması ile ilgili değildir. İdari işlemler, tesis edildikleri veya oluştukları andan itibaren icrailik özelliğini bünyelerinde barındırırlar. (ERKUT, a.g.e. s.119). Diğer yandan “kesinlik” kavramı üzerinde durmak gerekmektedir. Bir idari işlemi yapan makam, o işlemle ilgili olarak nihai iradesini açıklamış ve işlemle ilgili yapılacak herhangi bir şey yoksa, işlem kesindir. Fiilen işleme ulaşmak bakımından diğer bir makamın bir işlemi veya onayı gerekiyorsa, bu durum işlemin kesinlik niteliğine zarar vermez, onu ortadan kaldırmaz. (SEZGİNER, Murat, Ayrılabilir İşlem Kuramı, Yetkin y, Ankara 2000, s.4647). - 88 - Bu açıklamalar ışığında sicil işlemleri irdelendiğinde; sicil işlemleri sıralı sicil üstleri tarafından belirli bir değerlendirmeyi içermektedir. Her sicil üstü bu yöndeki irade ve değerlendirmesini sicil belgesindeki ilgili hanesine yansıtmaktadır. Astsubay Sicil Yönetmeliğinin 18’inci maddesinde, herhangi bir makam veya amirin sicil değerlendirmesinde sicil üstlerine müdahale edemeyeceği ve telkinde bulunamayacağı açıkça belirtilmiştir. Buna bağlı olarak, sicil işlemi tesis edildiği andan itibaren içinde yürütülebilme özelliği taşıdığı gibi, hukuk düzleminde hukuki etkisini doğuracak kesinliğe de sahiptir. Nitekim anılan Yönetmeliğin 27’nci maddesinde 30 Ağustos tarihi beklenmeden sicil işlemlerinin başka işlemlere dikkate alınacağı, dikkate alınması için ilgili makamlara gönderileceği belirtilmektedir. Davacı hakkında tanzim edilen ve “özel” gizlilik derecesine sahip sicil işleminin davacının bilgisi dışında hangi işlemlere esas alınacağının ve buna bağlı olarak tesis edilen diğer işlemlerin sonuçları itibariyle davacının hukuki düzleminde nasıl bir etki yarattığının tespiti ve dava konusu yapılabilmesi olanağı daima tartışmalı kalacaktır. Nitekim 02 Mayıs itibariyle düzenlenen bir sicil işlemindeki olumsuz kanaat atama işlemine esas alınabilmektedir. Ancak ilgili personel tarafından atama işlemini dava konusu yapmadıkça sebep unsuru içinde kalan sicil işleminin hukuki etkisi açıklığa kavuşturulamayacak ve yargısal denetime tabi tutulamayacaktır. Diğer yandan sicil işlemlerinin yargısal denetim aşamasında da ayrı ayrı ele alındığı, örneğin, birinci sicil üstü işlemi iptal edilirken diğer sicil işlemlerinin hukuka aykırı olmadığı gerekçesiyle bu yöndeki talebin reddi söz konusu olabilmektedir. Açıklanan nedenlerle, Mart 2010 tarihinde fiilen tesis edilen ve tesis edildiği anda hukuki etkisini kesin bir şekilde doğuran 2010 yılı 1’inci sicil üstü sicil işleminin yargısal denetime tabi tutulması kanaatinde olduğumdan aksi yönde oluşan sayın çoğunluk kararına katılamadım. 21.04.2010 ÜYE Mustafa OKŞAR Hâk.Alb. (AYİM 1.D, 21.04.2010; E. 2010/391, K. 2010/422) - 89 - -4ÖZETİ: Her ne kadar davacı kızının Deniz Harp Okulu öğrencisi olduğunu ve bu yönergeye dayanarak kızına ceza verildiğini belirterek bu davayı açtığını beyan etmiş ise de açılan davada davacının doğrudan bir menfaati ihlâl edilmediği için davacının subjektif ehliyeti yoktur. Davacı Dz.P.Kd.Alb…03.09.2010 tarihinde Asliye Hukuk Mahkemesinde, 07.09.2010 tarihinde AYİM’de kayda geçen dava dilekçesinde özetle; kızının Deniz Harp Okulu öğrencisi olduğunu, kızına DEY 178-3 Dz.Eğt.ve Öğr.K.lığı Deniz Harp Okulu Disiplin Yönergesine dayanılarak cezalar verildiğini, anılan yönergenin kanunlara uygun olarak hazırlanmadığını ve bir takım eksikliklerinin olduğunu, DEY 178-3 Deniz Harp Okulu Disiplin Yönergesi EK-A’da yer alan Disiplin Suçlarına ait cezaların 477 sayılı Disiplin Mahkemeleri Kanununda gösterilen cezalarla herhangi bir bağlantısının olmadığını, Yönergenin EK-B’sinde Disiplin Tecavüzleri ve bunların ceza karşılıklarının gösterilmiş olduğunu, disiplin tecavüzlerinin ayrıntılı olarak yazıldığını, karşılığı olan cezalarında kesin olarak belirtildiğini, Kanunların hazırlanmasında verilecek cezaların alt sınırı ve üst sınırı belirtilerek suçun işlenme durumuna, niteliğine, hasara vs. bakılarak hakime takdir ve yetkisinin bırakıldığını, yönergede ise amirlere takdir yetkisi bırakılmadığını, cezaların alt ve üst sınırlarının belirtilmediğini, doğrudan ceza tespiti yapıldığını, öğrencilerin aldığı her ceza karşılığı, kendilerinden ayrıca disiplin puanın da düşüldüğünü, bu yönerge amire takdir yetkisi vermediği için herhangi bir konuda öğrencinin işlediği ilk disiplin tecavüzünde amirin yönergede belirtilen cezayı vermek zorunda olduğunu, bu durumun amirin takdir yetkisini kullanma hakkını elinden aldığını, cezaların orantısız olduğunu, yönergenin düzeltilmesi için davalı idareye başvurduğunu, başvurusuna cevap verilmediğini belirterek DEY 178-3 Deniz Harp Okulu Disiplin Yönergesinin iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Dava ehliyeti, dava şartlarından olup, 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun 44/e maddesinde, ilk incelemede dikkate alınacak hususlar arasında belirtilmiştir. Kanunun 45/A maddesinde de dava ehliyetinin yokluğu halinde davanın reddine karar verileceği hükme bağlanmıştır. 1602 sayılı AYİM Kanununun 21 nci maddesinde, idari işlem ve eylemlerden dolayı; yetki, şekil, sebep, yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından bahisle, edilenler tarafından, tam yargı davalarında ise, ayrı - 90 - iptal davalarının, konu ve maksat menfaatleri ihlal idari işlem ve eylemlerden dolayı hakları ihlal edilenler tarafından açılabileceği hüküm altına alınmıştır. Bir kimsenin kendi menfaatlerini etkilemeyen işleme karşı dava açması, idare hukukumuz açısından mümkün değildir. Menfaat ilişkisinin meşru ve kişisel olmasının yanında, güncel olması da gereklidir. Dava, DEY 178-3 Deniz Harp Okulu Disiplin Yönergesinin iptali istemiyle açılmıştır. Davacı şu anda Dz. Alb. Rütbesinde bir subay olup, Deniz Harp Okulu Disiplin Yönergesi ile her hangi bir ilgisi yoktur. Başka bir deyişle, bu yönergenin davacıya uygulanma ihtimali bulunmamaktadır. Her ne kadar davacı kızının Deniz Harp Okulu öğrencisi olduğunu ve bu yönergeye dayanarak kızına ceza verildiğini belirterek bu davayı açtığını beyan etmiş ise de açılan davada davacının doğrudan bir menfaatinin ihlâl edilmediği için davacının subjektif ehliyeti bulunmadığından 1602 sayılı Kanun’un 44/c ve 45/A maddeleri uyarınca davanın reddinin gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. Açıklanan nedenlerle; 1. Davacı...’nın, DEY 178-3 Deniz Harp Okulu Disiplin Yönergesinin iptali istemiyle açtığı davanın EHLİYET YÖNÜNDEN REDDİNE, 2. 1602 sayılı Askerî Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun 71 nci maddesi gereğince yargılama giderlerinin (posta giderleri dahil) DAVACIYA YÜKLETİLMESİNE, 24 KASIM 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verilmiştir. (AYİM 2.D., 24.11.2010; E. 2010/1287, K. 2010/1298) -5ÖZETİ: Davacının yargılama aşamasında geçen dilekçesiyle davadan feragat ettiğini bildirmesi ve feragat beyanının kesin hükmün bütün hukuki sonuçları doğurması nedeniyle davanın esası hakkında bir karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerekmiştir. Davacı vekili 12.04.2010 tarihinde AYİM’de kayda geçen dava dilekçesinde özetle; 1993 yılında uzman erbaş olarak göreve başlayan davacının, sözleşmesinin 11.05.2007 tarihinde kendi isteği ile sonlandırıldığını ve özlük haklarının ödendiğini, ancak 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 1/D maddesi kapsamında tazminat ödenmediğini, bu konudaki idari müracaata yasal süre içerisinde cevap verilmediğini, 3269 sayılı Uzman Erbaş Kanununun 18'inci maddesi karşısında davacıya 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 1/D maddesi kapsamında tazminat - 91 - verilmemesi işleminin iptalini, ödenecek tazminata sözleşme feshi tarihinden itibaren yasal faiz uygulanmasını talep ve dava etmiştir. Yargılama aşamasında davacı vekili, 13.07.2010 tarihinde AYİM kaydına geçen dilekçesiyle davadan feragat ettiğini bildirmiştir. Bilindiği üzere 1602 sayılı Kanunun 56’ncı maddesinin atfıyla davadan feragatle ilgili uygulanacak hükümler HUMK’nun 91-95’inci maddelerinde yer almaktadır. Anılan yasal hükümlere göre davadan feragat, iki taraftan birinin (davasının) netice-i talebinden vazgeçmesidir. Davasından vazgeçen davacı, bununla dava dilekçesinin talep ve sonuç bölümünde istemiş olduğu haktan (talepten) vazgeçmektedir. Davacının davasından feragat etmesi ile dava konusu uyuşmazlık sona erer. Zira, feragat kesin hükmün bütün hukuki sonuçları doğuran bir irade beyanıdır. Bu itibarla hüküm kesinleşinceye kadar davadan feragat edilmesi mümkündür. Bu nedenle davanın esası hakkında bir karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerekmiştir. Davacı vekilinin duruşma istemi mevcut ise de; davanın devamı sırasında davadan feragat edilmesi ile davanın esas yönünden incelenmemesi nedeniyle duruşma yapılmamıştır. Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1. Feragat nedeniyle 1602 Sayılı Kanunun 56’ncı maddesi atfı ile HUMK nun 91-95’inci maddeleri uyarınca DAVANIN ESASI HAKINDA BİR KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA, 15 Temmuz 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM.3.D.,15.07.2010; E. 2010/1100, K. 2010/1019) - 92 - 4. GÖREV -6ÖZETİ: Dava konusu hizmet borçlanmasından kaynaklanan işlemin tesisinde askeri yeterlilik, yetenek, tutum ve davranışlar, askerlik hizmetinin amacı yönünden bir değerlendirme yapılmadığından dolayısıyla askeri hizmete ilişkinlik şartı gerçekleşmediğinden davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde görülmesi mümkün değildir. Davacı 01.04.2010 tarihinde Çorlu 1’inci Asliye Hukuk Mahkemesi ve bu yolla 07.04.2010 tarihinde AYİM kaydına geçen dava dilekçesinde özetle; 4 yıl süreli üniversite mezunu olduğunu ve 30.08.1996 tarihinde teğmen rütbesiyle muvazzaf subay nasbedildiğini, 5434 sayılı Kanunun 15/e maddesi uyarınca sivil öğrencilikte geçen eğitim-öğretim sürelerinin fiili hizmetine eklenip eklenmediğini araştırdığını, kendi payına düşen ödemeyi yapmasına rağmen Kurum payının Sandık hesabına yatırılmadığını öğrendiğini, müracaatı üzerine bilahare Kurum karşılığı tutarın bütçeden ödendiği, ancak gecikmeden kaynaklanan faiz ödemesinin yapılmadığını, yaptığı müracaata kurum katkı payına faiz ödenmesinin mümkün olmadığı şeklinde cevap verildiğini, zamanında yapılmayan kesintilerden şahsının değil idarenin sorumlu olduğunu belirterek, hizmet borçlanması karşılığı olarak kurum tarafından ödenmesi gereken tutara işletilen faizin ödenmemesi işleminin iptaline karar verilmesini talep ve dava etmektedir. AYİM Genel Sekreterliğinin 12.04.2010/1330 sayılı yazısıyla; dava konusunun AYİM’nin görevine girmediği belirtilerek ilk inceleme aşamasında bir karar verilmek üzere dava dosyası Dairemize gönderilmiştir. Dava dosyasının incelenmesinden; davacının fakülteden mezun olduktan sonra 1996 yılında teğmen nasbedildiği, 5434 sayılı Kanunun 15’inci maddesi uyarınca öğrencilikte geçen süresinin hizmetten sayılması için Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı’na müracaat ettiği, Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı’nın 02.06.2009 tarihli yazısı ile hizmet borçlanması talebinin uygun görüldüğü, davacı tarafından ödenmesi gereken 210,70 TL şahıs katkı payını davacının 23.12.2009 tarihinde ilgili Kurum’un banka hesabına yatırdığı, faiz oranının uygulanmasından sonra Kurum karşılığı kesenek miktarı olarak 1.963,70 TLnin tespit edildiği, davalı idare tarafından Kurum karşılığı olan 263,35 TLnin 19.11.2009 tarihinde Sosyal Güvenlik Kurumuna yatırılmasına rağmen faiz tutarı olan 1.700,35 TLnin yatırılmadığı, faiz tutarının ödenmesinin mümkün olmadığı şeklinde - 93 - davacıya olumsuz cevap verildiği, bunun üzerine işlemin iptali istemi ile dava açıldığı anlaşılmaktadır. Anayasanın 157’nci maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu; ancak askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olma şartının aranmayacağı belirtilmiş; 1602 sayılı Kanunun 2568 sayılı Kanunla değişik 20’nci maddesinde de aynı hüküm yer almıştır. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlemin “asker kişiyi ilgilendirmesi” ve “askeri hizmete ilişkin bulunması” koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir. 1602 sayılı Kanunun değişik 20’nci maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan, subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlar asker kişi olarak sayılmaktadır. Davacının asker kişi olduğunda kuşku bulunmamaktadır. İdari işlemin, görevli yargı yerinin tespiti yönünden “askeri hizmete ilişkin” olup olmadığının saptanabilmesi için işlemin konusuna bakılması gerekmektedir. Eğer idari işlem askeri gereklere, askeri usul ve yönteme ve askeri hizmete göre tesis edilmiş ise bu işlemin askeri hizmete ilişkin olduğu kabul edilmelidir. Daha açık bir ifadeyle, askeri hizmete ilişkin idari işlemler: İdarenin bir asker kişinin askeri yeterlik ve yeteneklerinin, tutum ve davranışlarının askeri geçmişinin, asker kişi olmaktan kaynaklanan hak ve ödevlerinin; askerlik hizmetinin amacı, askeri görev yerlerinin özellikleri, askeri kural ve gerekler göz önünde tutularak değerlendirilmesi sonucunda tesis edilen işlemlerdir. İşlem, askeri olmayan bir makam tarafından tesis edilmiş olsa bile durum değişmemekte menfaati ihlal edilen asker kişinin açtığı davaya Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nde bakılması gerekmektedir. Dava konusu uyuşmazlık subay nasbedilmeden önce yüksek okulda geçen başarılı öğrencilik süresinin fiili hizmet süresine eklenebilmesi için borçlanılmasından doğmuştur. Davalı taraf kurum karşılığı anaparanın yatırıldığını ancak faiz ödenemeyeceğini beyan etmiş ve uyuşmazlık faiz konusunda odaklanmıştır. Faizin ödenmemesine ilişkin davalarda görevli mahkeme faizin doğduğu asıl işleme göre tespit edilmektedir. Hizmet borçlanmasından kaynaklanan işlemin tesisinde askeri yeterlilik, yetenek, tutum ve davranışlar, askerlik hizmetinin amacı yönünden bir değerlendirme yapılmamaktadır. Uyuşmazlığın çözümünde de bu hususlar dikkate alınmayacaktır. Askeri hizmete ilişkinlik şartı gerçekleşmediğinden davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde çözülmesi mümkün değildir. - 94 - Genel İdari Yargı görevlidir. Uyuşmazlık Mahkemesinin 05.04.2010 tarih 2009/278 E., 2010/86 K. tarihli kararı da bu yöndedir. Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1. Uyuşmazlığın çözümü genel idari yargının görevine girdiğinden, DAVANIN GÖREV YÖNÜNDEN REDDİNE, 2. 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 9’uncu maddesi uyarınca, görevsizlik kararının tebliğinden itibaren otuz gün içerisinde görevli mahkemede dava açılabileceğinin, görevli mahkemede dava açıldığı takdirde ödenen başvuru harcının dikkate alınabileceğinin davacıya bildirilmesine, 15 Nisan 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM 3.D., 15.04.2010; E. 2010/688,K. 2010/533) -7ÖZETİ:Taraflar arasındaki uyuşmazlığın, kesinleşmiş mahkeme hükmüyle belirlenen nafaka borcunun haciz yoluyla kesilmesinde izlenecek usule ilişkin olduğu anlaşıldığından davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde çözülmesi mümkün değildir. Davacı 12.03.2010 tarihinde AYİM kayıtlarına geçen dava dilekçesinde özetle; İstanbul Üsküdar 2’nci İcra Müdürlüğünün 24.11.2009 tarihli yazısına istinaden birikmiş nafaka borcu ile işleyen nafaka ödemesinin maaşından haciz yoluyla kesilmeye başlandığını, birlik mutemetliği tarafından önce birikmiş nafaka borcu için maaşının 1/4 oranında, ardından nafaka borcu için kesinti yapıldığını, uygulamanın İcra İflas Kanununun 82/9 maddesine aykırı olduğunu, bu konuda yaptığı idari müracaattan sonuç alamadığını belirterek, işlemin iptaline karar verilmesini talep ve dava etmektedir. AYİM Genel Sekreterliğinin 22.03.2010/914 sayılı yazısıyla; dava konusunun AYİM’in görev alanına girmediğinden bahisle, bir karar verilmesi için dosyanın Dairemize gönderildiği görülmektedir. Anayasanın 157’nci maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren - 95 - ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu; ancak askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olma şartının aranmayacağı belirtilmiş; 1602 sayılı Kanunun 2568 sayılı Kanunla değişik 20’nci maddesinde de aynı hüküm yer almıştır. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlemin “asker kişiyi ilgilendirmesi” ve “askeri hizmete ilişkin bulunması” koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir. 1602 sayılı Kanunun değişik 20’nci maddesinde; Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan, subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlar asker kişi olarak sayılmaktadır. Davacının asker kişi olduğunda kuşku bulunmamaktadır. İdari işlemin, görevli yargı yerinin tespiti yönünden “askeri hizmete ilişkin” olup olmadığının saptanabilmesi için işlemin konusuna bakılması gerekmektedir. Eğer idari işlem askeri gereklere, askeri usul ve yönteme ve askeri hizmete göre tesis edilmiş ise, bu işlemin askeri hizmete ilişkin olduğu kabul edilmelidir. Daha açık bir ifadeyle, askeri hizmete ilişkin idari işlemler; idarenin bir asker kişinin askeri yeterlik ve yeteneklerinin, tutum ve davranışlarının askeri geçmişinin, asker kişi olmaktan kaynaklanan hak ve ödevlerinin, askerlik hizmetinin amacı, askeri görev yerlerinin özellikleri, askeri kural ve gerekler göz önünde tutularak değerlendirilmesi sonucunda tesis edilen işlemlerdir. İşlem, askeri olmayan bir makam tarafından tesis edilmiş olsa bile durum değişmemekte, menfaati ihlal edilen asker kişinin açtığı davaya Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nde bakılması gerekmektedir. Taraflar arasındaki uyuşmazlığın, kesinleşmiş mahkeme hükmüyle belirlenen nafaka borcunun haciz yoluyla kesilmesinde izlenecek usule ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. 2004 sayılı İcra İflas Kanununun 82 ve 83 ncü maddelerinde haczi caiz olan mal ve haklar gösterilmiştir. 2004 sayılı kanunun 4 ncü maddesinde de icra ve iflas dairelerinin muamelelerine karşı yapılacak şikayet ve itirazların inceleneceği yetkili adliye mahkemesi belirtilmiştir. Dava konusu işlem icra dairesinin işlemidir. Uyuşmazlığın çözümünde esas alınacak bu düzenlemeler adli yargının görev alanına dahildir. Dava konusu işlemin tesisinde askeri yeterlilik, yetenek, tutum ve davranışlar, askerlik hizmetinin amacı yönünden bir değerlendirme yapılmamaktadır. Uyuşmazlığın çözümünde de bu hususlar dikkate alınmayacaktır. Askeri hizmete ilişkinlik şartı gerçekleşmediğinden davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde çözülmesi mümkün değildir. - 96 - Yukarıda açıklanan nedenlerle; Uyuşmazlığın çözümü adli yargının DAVANIN GÖREV YÖNÜNDEN REDDİNE, görevine girdiğinden, 25 MART 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM 3.D., 25.03.2010; E. 2010/542, K.2010/420 ) 5. İDARİ İŞLEM -8ÖZETİ: Dava dilekçesinde, herhangi bir iptal istemi bulunmadığı, 5947 sayılı Kanunun bazı hükümlerinin iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine başvurulması isteminde dava konusu olabilecek bir idari işlem bulunmadığından davanın reddine karar verilmiştir Davacı, 12.03.2010 tarihinde kayda geçen dilekçesinde özetle; Gülhane Askeri Tıp Akademisi Haydarpaşa Eğitim Hastanesinde öğretim üyesi olarak görev yaptığını, 5947 sayılı Kanun ile askeri hekimlerin serbest çalışma ve mali hakları konusunda yeni düzenlemeler yapıldığını, YÖK’e bağlı üniversite hastanelerindeki öğretim üyeleri bakımından bir yıllık geçiş süresi tanınmış olmasına rağmen GATA’da görevli öğretim üyelerine 6 ay süre tanındığını, yine ödenmesi öngörülen sağlık hizmetleri tazminatını düzenleyen yasa kuralının da tazminat miktarını belirleme yetkisini idarenin takdirine bıraktığını, getirilen düzenlemenin 926 sayılı ve diğer kanunlarla getirilen sistematiğe aykırı olduğunu, Kanunla ilgili olarak henüz kendisine uygulanmış bir işlem bulunmadığını, ancak ileride bu yasanın kendisine de uygulanacağını, kanundaki Anayasa’ya aykırılıkların önceden giderilmesi amacıyla bu davayı açtığını belirterek, 5947 sayılı Kanunun 12’nci maddesi ile 926 sayılı Kanunun EK-17’nci maddesine (c) fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen (ç) fıkrasının birinci ve ikinci paragraflarında yer alan “… geçmemek üzere…” ibarelerinin ve (ç) fıkrasının üçüncü ve dördüncü bentlerinin tümünün Anayasanın 7’nci ve 128’inci maddelerine, yine 5947 sayılı Kanunun 20’nci maddesinin (a) bendinin ve (b) bendindeki “19’uncu maddenin (a), (c) ve (d) bentleri” ifadesinde yer alan “d” ibaresinin Anayasanın 10’uncu maddesine aykırılığının ciddi bulunarak yürürlüğünün durdurulması ve iptal edilmelerine karar verilmesi için Anayasa Mahkemesine başvurulması talebiyle dava açılmıştır. - 97 - AYİM Başkanlığının 17.03.2010 gün ve Gensek.:2010/897/İd.Ks. sayılı yazısıyla dilekçede belirtilen hususların idari davaya konu yapılmasının mümkün olmadığı belirtilerek bir karar verilmek üzere dosyanın Dairemize gönderildiği anlaşılmıştır. 1602 sayılı AYİM Kanununun 20’nci maddesinde; “AYİM Türk Milleti adına; askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimi ve diğer kanunlarda gösterilen görevleri yapar. Ancak askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz.” hükmü bulunmaktadır. Anayasanın 152’nci maddesinin birinci fıkrasında; “Bir davaya bakmakta olan mahkeme, uygulanacak bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin hükümlerini Anayasaya aykırı görürse veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varırsa Anaysa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar davayı geri bırakır.“ hükmü yer almaktadır. Bu hükümler birlikte değerlendirildiğinde, mahkemeler tarafından, bir kanun hükmünün iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulabilmesinin koşulları; bakılmakta olan ve mahkemenin görevine giren bir davanın bulunması, davaya bakanın mahkeme olması, iptali istenen kanun hükmünün davada uygulanacak kural olması, uygulanacak kuralın Anayasaya aykırı görülmesi ya da aykırılığın ciddi olduğu kanısına varılmasıdır. Davacı hakkında 5947 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla tesis edilmiş dava konusu olabilecek bir idari işlem bulunmamaktadır. Dava konusu olabilecek bir uyuşmazlık ve idari işlem bulunmadığına göre, iptali istenen kanun hükmünün davada uygulanacak kural olduğundan da bahsedilemez. Dava dilekçesi incelendiğinde, herhangi bir iptal istemi bulunmadığı, talebin, sırf 5947 sayılı Kanunun bazı hükümlerinin iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine başvurulması isteminden ibaret olduğu görülmektedir. Yukarıda da belirtildiği üzere, dava konusu olabilecek bir idari işlem bulunmadığından, iptali istenen yasa kuralının davada uygulanması da mümkün değildir. Dolayısıyla davada uygulanacak kural niteliği bulunmayan yasa hükmünün iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine başvurulması da hukuken mümkün değildir. Anayasa Mahkemesi 18.03.1981 gün E.1981/5, K.1981/14 sayılı kararında (RG:17.05.1981/17343), sırf Anayasaya aykırılığın saptanması amacıyla açılan davada, mahkemenin itiraz yoluyla yaptığı başvuruyu, mahkemenin yetkisizliği nedeniyle reddetmiştir. - 98 - Sonuç itibariyle denetlenebilecek bir idari işlem bulunmadığından davanın reddine karar verilmiştir. Yukarıda açıklanan nedenlerle; Mahkememizce yargı denetimi yapılabilecek bir idari işlem bulunmadığından; Anayasanın 152, 1602 sayılı Kanunun 20, 21 ve 36’ncı maddeleri gereğince DAVANIN REDDİNE, 25 Mart 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM 3.D., 25.03.2010; E. 2010/501, K. 2010/400) 6.KABUL -9ÖZETİ: Davanın görümü sırasında davalı kurum tarafından davacının vazife malûlü kabul edilerek vazife malûllüğü aylığı bağlanması kabul mahiyetinde olduğundan uyuşmazlığın esası hakkında bir karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. Davacı 04.01.2010 tarihinde Konya Nöbetçi İdare Mahkemesi kaydına, 08.01.2010 tarihinde AYİM kaydına geçen dava dilekçesinde özetle; Şırnak/Akçay 6’ncı Motorize Piyade Tugay Komutanlığında askerlik vazifesini yaparken 18.04.2009 günü komutanlarının emri ile birlik envanterinde bulunan el bombası fünyelerinin sayım ve kontrolünü yaptıkları sırada fünyelerden birinin elinden düşmesi sonucu patladığını ve sol elinden yaralanarak askerliğe elverişsiz hale geldiğini belirterek öncelikle adli yardım isteminin kabulü ile vazife malûlü sayılmama işleminin iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. AYİM 3’üncü Dairesinin 21.01.2010 tarih ve Gensek No:2010/87, Esas No:2010/84 sayılı kararı ile davacının adli yardım isteminin kabulüne karar verilmiştir. Dava dosyasında mevcut bilgi ve belgelerin incelenmesi neticesinde; davacının Şırnak/Akçay 6’ncı Motorize Piyade Tugay 5’inci Motorize Piyade Tabur 2’nci Motorize Piyade Bölük Komutanlığında askerlik vazifesini yaparken 18.04.2009 günü Bölük envanterinde bulunan el bombası fünyelerinin sayım ve kontrolü ile görevlendirildiği, el bombası fünyelerinin sayım ve kontrolü sırasında el bombası fünyelerinden birinin patlaması sonucu davacının sol elinden yaralandığı, yapılan muayene ve - 99 - tedavisi sonucunda GATA Asker Hastanesi Sağlık Kurulunun 10.07.2009 tarih ve 2460 numaralı raporu ile “sol el ateşli silah yaralanmasına bağlı 4-5. parmak amputasyonlusu 3. parmak eklem hareket kısıtlılığı teşhisiyle “A/64 F3, B/65 F2, B/65 F3 Askerliğe elverişli değildir.” kararı verildiği, davanın açılmasından sonra davalı kurum vazife malûllüğü tespit kurulunun 30.03.2010 tarih ve 19 numaralı kararı ile vazife malûlü kabul edildiği, bilahare davalı kurumun 05.04.2010 tarih ve 92312 sayılı işlemi ile davacıya 01.09.2009 tarihinden itibaren vazife malûllüğü aylığı bağlandığı anlaşılmıştır. Kabul iki taraftan birinin diğerinin netice-i talebine muvafakat etmesi olarak Hukuk Usulü Muhakeme Kanununun 92 nci maddesinde tanımlanmış olup uyuşmazlığı kesin olarak sona erdiren, davanın esasına girilmesini önleyen ve kesin hükmün tüm sonuçlarını doğuran taraf beyanıdır. Davanın görümü sırasında davalı kurum tarafından davacının vazife malûlü kabul edilerek vazife malûllüğü aylığı bağlanması kabul mahiyetindedir. Bu nedenle vazife malûlü kabul edilmeme işleminin iptali istemi ile ilgili olarak uyuşmazlığın esası hakkında bir karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. Yukarıda açıklanan nedenlerle; Vazife malûlü kabul edilmeme işleminin iptali istemi hususunda 1602 sayılı Kanunun 56’ncı maddesi delaletiyle H.U.M.K.nun 91-95’inci maddeleri uyarınca kabul nedeniyle DAVANIN ESASI HAKKINDA BİR KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA, 17 Haziran 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM 3.D., 17.06.2010; E. 2010/84,K.2010/738) - 100 - 7. KARAR DÜZELTME -10ÖZETİ: Davacıların oğlunun askerlik vazifesini yaparken Beyköy Tatbikat Bölgesinde icra edilecek atışlı arazi tatbikatına hazırlıkları sırasında bulduğu patlamamış mühimmatın elinde patlaması sonucu vefat etmesi nedeniyle vazife maluliyeti aylığı bağlanması isteminin reddine karar verilmiş ise de; davacıların kararın düzeltilmesi istemi üzerine yapılan incelemede, kararın kanuna aykırı olduğu sonucuna ulaşılmış, bu sebeple talebin kabulü ile söz konusu kararın kaldırılması ve işlemin iptaline karar verilmiştir. Davacı vekili 21.07.2009 tarihinde AYİM kaydına geçen dava dilekçesinde özetle; müvekkillerinin oğlunun KKTC 50’nci Mknz. P. A. K.lığında askerlik vazifesini yaparken ordugâh çevresindeki kuru otların temizlenmesi ile görevlendirildiğini, otların temizlenmesi sırasında kuru otlar arasında bulduğu LAW silahına ait mühimmatın patlaması neticesinde vefat ettiğini, müvekkillerinin oğlunun eline aldığı nesnenin patlamamış bir mühimmat olduğunu bilmeden ve kasıtlı hareketi bulunmaksızın sadece verilmiş emir gereği mıntıka temizliği görevini yerine getirme saiki ile bu mühimmatı bir kenara götürürken elinde patladığını, müvekkillerin oğlunun müterafik kusurunun bulunmasının dahi görev ile ölüm olayı arasındaki nedensellik bağını kesmeyeceğini, müvekkillerinin oğlunun emir ve talimatlara aykırı davranışta bulunmadığını belirterek vazife malûllüğü aylığı bağlanmaması işleminin iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiş, AYİM 3’üncü Dairesinin 18.02.2010 tarih ve Esas No:2009/973; Kara No:2010/211 sayılı kararı ile davanın reddine karar verilmiştir. Davacı vekilinin 22.03.2010 tarihinde AYİM kaydına geçen dilekçesi ile müvekkillerinin oğlunun herhangi bir kanun ve tüzüğe, emre aykırı bir davranışının bulunmadığını belirterek süresinde söz konusu kararın düzeltilmesi isteminde bulunduğu anlaşılmıştır. 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu’nun 66’ncı maddesinde; Daireler ile Daireler Kurulunca verilen kararlar hakkında ilamın tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içerisinde kararın esasına etkisi olan iddia ve itirazların kararda karşılanmamış olması, ilamda birbirine aykırı hükümlerinin yer alması, kararın usul ve kanuna aykırı bulunması sebepleri ile kararın düzeltilebileceğinin istenebileceği belirtilmiştir. - 101 - Dava dosyası ve AYİM 3’ncü Dairesinin 18.02.2010 tarih ve 2009/973 E – 2010/211 K. sayılı kararı incelendiğinde söz konusu karar usul ve kanuna aykırı olduğundan kararın düzeltilmesi isteminin kabulü ile kararın kaldırılmasına karar verilmiştir. Dava dosyasında mevcut bilgi ve belgelerin incelenmesi neticesinde; davacıların oğlu P. Onb. …. KKTC 50’nci Mknz. P. A., 2’nci Mknz. Tb. K.lığı, Muh. Ds. Bl. K.lığında askerlik vazifesini yaparken Beyköy Tatbikat Bölgesinde icra edilecek atışlı arazi tatbikatına hazırlık ve provaları maksadıyla birliğiyle birlikte 12.05.2006 tarihinde atışlı tatbikat bölgesine intikal ettiği, ordugah tesis edildiği, 16.05.2006 günü saat 14:30 civarında Keşif Tk. K.nın aralarında davacıların oğlunun da bulunduğu Keşif Takımı personelini toplayarak ordugâhtaki personel çadırları civarında kuru otlar bulunduğunu, bu otların yangın tehlikesi ile zehirli haşarat yaralanmalarına karşı tehlike oluşturması sebebiyle ot temizliği yapılması için emir verdiği, ot temizliğinin başlamasını müteakip davacıların oğlunun kuru otlar arasında bulduğu M 72 serisi LAW silahına ait patlamamış mühimmatı bularak bunu yerden aldığı, yaklaşık 7 metre kadar elinde taşıyarak bir süre incelediği, bu cismi yerden aldıktan birkaç dakika sonra cismin büyük bir gürültü ile P. Onb. .’ın elinde iken patladığı, patlama sonucu yaralanan P. Onb. …’ın bilahare vefat ettiği, davacıların 24.05.2006 tarihli dilekçe ile vazife malûllüğü maaşı bağlanması için idari müracaatta bulunduğu, davalı kurumun 28.05.2007 tarih ve 437 sayılı işlemi ile davacıların talebinin reddedildiği, bu işlemin tebliğine ilişkin herhangi bir belgenin bulunmadığı, bu kez davacı vekilinin 07.05.2009 tarihli dilekçesi ile davalı kurumca tesis edilen söz konusu talebin reddine ilişkin işlemin yeniden gözden geçirilerek vazife malûllüğü aylığı bağlanması için idari müracaatta bulunduğu davalı kurumun 04.06.2009 tarihli işlemi ile daha önceki karara atıfta bulunularak aylık bağlanmasının mümkün olmadığının davacıya bildirilmesi üzerine vazife malûllüğü aylığı bağlanmaması işleminin iptali istemiyle süresinde bu davanın açıldığı anlaşılmıştır. AYİM Nöbetçi Daire Başkanlığının 06.08.2009 tarih ve Gensek No:2009/2564; Esas No:2009/23 sayılı kararı ile davacıların yürütmenin durdurulması isteminin reddine karar verilmiştir. Bilindiği üzere Sandıktan faydalanacaklar 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanununun 12/II nci maddesinde sayılmış (k) bendinde de erler vazife malûllükleri ile vazifeden doğma ölümleri halinde iştirakçi olarak kabul edilmiştir. 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanununun 44/1 nci maddesi: “Her ne sebep ve suretle olursa olsun vücutlarında hâsıl olan arızalar ve düçar oldukları tedavisi imkânsız rahatsızlıklar yüzünden vazifelerini yapamayacak duruma giren iştirakçilere (malûl) denir ve haklarında bu kanunun malûllüğe ait hükümleri uygulanır.” hükmünü amirdir. Yine aynı - 102 - kanunun 45 nci maddesinde de bir kimsenin vazife malûlü sayılabilmesi ve bu nedenle kendisine aylık bağlanabilmesi için malûliyetin görevin ifası sırasında ve görevin neden ve etkisiyle oluşmasının gerekeceği belirtilmiştir. 5434 sayılı kanunun 48’nci maddesi ise; “Vazife malûllükleri: a) Keyif verici içki ve her çeşit maddeler kullanmaktan; b) Kanun, tüzük ve emir dışında hareket etmiş olmaktan; c) Yasak fiilleri yapmaktan; ç) İntihara teşebbüsten; d) Her ne suretle olursa olsun kendisine veya başkalarına menfaat sağlamak veya zarar yapmak maksadından; doğmuş olursa bunlara uğrayanlar hakkında (Adî malûllük) hükümleri uygulanır.” hükmünü içermektedir. 5434 sayılı Kanunun 66/ç ve 67 nci maddesinde iştirakçilerden 45 nci maddede yazılı vazifeden doğma sebeplerle ölenlerin ölüm tarihinde bu kanuna göre aylığa müstehak dul ve yetimlerine (Karı, koca, çocuklar, ana, baba) aylık bağlanacağı düzenlenmiştir. Açıklanan bu mevzuat hükümlerine göre davacıya vazife malûlü kabul edilerek oğlundan dolayı aylık bağlanabilmesi için oğlunun malûl olması, malûliyetin görevin sebep ve etkisiyle oluşması, ayrıca malûliyetin 5434 sayılı kanunun 48 nci maddesinde belirtilen yasak fiillerden doğmamış olması gereklidir. Davacının görevli olduğu sırada malûl hale geldiği konusunda tereddüt bulunmamakla birlikte uyuşmazlığın esasının malûliyet halinin 5434 sayılı kanunun 48/b maddesinde belirtilen yasak fiillerden kaynaklanıp kaynaklanmadığı ve malûliyetin görevin sebep ve tesiri ile oluşup oluşmadığı noktasında odaklandığı anlaşılmaktadır. Olayla ilgili olarak yapılan soruşturma sonucunda Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcılığınca verilen 07.08.2006 tarih ve 2006/624-231 E.K. sayılı Kovuşturmaya Yer Olmadığına ilişkin kararda M 72 LAW silahına ait mühimmatın teknik yapısı sebebiyle muhtemel statik elektrik veya müteveffanın uyguladığı vurma ve basınç neticesinde patlamanın meydana gelmiş olabileceği ve bu patlamaya bağlı olarak davacıların oğlunun vefat ettiği belirtilmiştir. Başka bir deyişle patlamanın müteveffanın bulduğu mühimmatı kurcalaması veya oynaması gibi sebeplerle mühimmatın patlamasına neden olduğu her türlü şüpheden uzak olarak açık ve net bir biçimde ortaya konulamamıştır. Davacıların oğlunun olay günü ordugahtaki personel çadırları etrafındaki otların yangına sebep olmasını önlemek gayesiyle temizlik yapılmasında görevlendirildiği, bu görevin askeri hizmete ilişkin olduğu konusunda tereddüt bulunmamaktadır. Temizlik yapılan bölgenin daha önce atış alanı olarak kullanılmış bir bölgede olduğu dikkate alındığında temizlik faaliyeti bizatihi risk unsurunu - 103 - bünyesinde barındırmaktadır. Davacının temizlik faaliyeti sırasında eline aldığı arazide atıştan kalan patlamamış bir roket parçasının patlaması ile vefat ettiği dikkate alındığında müteveffanın fiilinin askeri hizmetle bağını tümüyle koparacak ağırlık ve ölçüde bir davranış olmadığı, dolayısıyla maluliyetin sebep ve sonuç ilişkisi yönünden hizmetten soyutlanabilir olmadığı anlaşılmıştır. Tüm bu açıklamalar birlikte değerlendirildiğinde davacıların oğlunun ölüm olayının görevin sebep ve tesiri ile meydana geldiği 5434 sayılı kanunun 44 ve 45’nci maddesi kapsamında vazife malulü kabul edilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. Aksine tesis edilen işlem hukuka aykırı bulunarak iptal edilmiştir. Vazife malûllüğünden dolayı ilgililere ve aylık bağlanabilmesi için malûliyetin vazifeden doğduğunun kabulü ile ilgili hakkında vazife malûllüğüne ilişkin hükümlerin uygulanmasına karar verilmesi, daha sonra aylık bağlanmaya ilişkin şartların olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir. Malûliyetin vazifeden doğduğunun kabul edilmesinden sonra vefat edenin yakınlarına maaş bağlanma şartları 5434 sayılı kanunun 72 nci maddesinde düzenlenmiştir. Davacıların oğlunun ölüm olayı hakkında vazife malûllüğü hükümlerinin uygulanamayacağı yolunda işlem tesis edildiğinden maaş bağlanma şartları konusunda tahsis dosyasında bir araştırma yapılmadığı, bu konuda bir işlem tesis edilmediği anlaşılmaktadır. Davacının müracaat tarihinden itibaren aylıkların yasal faizi ile birlikte ödenmesine karar verilmesi talep edilmiş ise de bu konuda bir işlem tesis edilmediğinden denetlenecek işlem bulunmaması nedeniyle bir karar verilmemiştir. Vazife malûllüğünün kabul edilmemesi işleminin iptaline dair karardan sonra 5434 sayılı kanunun 72 nci maddesinde belirtilen şartların olup olmadığı veya hangi tarihten itibaren oluştuğu konusunda bir işlem tesis edilmesi gerekmektedir. Bu işlem tesis edildiğinde aylıkların başlangıcı ve faiz hususunda uyuşmazlık halinde bu taleplerin yeniden dava konusu yapılması mümkündür. Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1. 1602 sayılı Kanunun 66'ncı maddesi uyarınca kararın düzeltilmesi isteminin kabulü ile AYİM 3'üncü Dairesinin 18.02.2010 tarih ve Esas No:2009/973, KARAR NO:2010/211 sayılı kararının KALDIRILMASINA, 2. Vazife malulü kabul edilmeme işleminin İPTALİNE; 27 MAYIS 2010 tarihinde Üye Hâkim Albay AKBULUT’un karşı oyu ve OYÇOKLUĞU ile karar verildi. - 104 - Mehmet KARŞI OY GEREKÇESİ Dava dosyasında mevcut bilgi ve belgelerin incelenmesi neticesinde; davacıların oğlu P. Onb. ..’ın KKTC 50 nci Mknz. P. A. 2 nci Mknz. Tb. K.lığı Muh. Ds. Bl. K.lığında askerlik vazifesini yaparken Beyköy Tatbikat Bölgesinde icra edilecek atışlı arazi tatbikatına hazırlık ve provaları maksadıyla birliğiyle birlikte 12.05.2006 tarihinde atışlı tatbikat bölgesine intikal ettiği, ordugah tesis edildiği, 16.05.2006 günü saat 14:30 civarında Keşif Tk. K.nın aralarında davacıların oğlunun da bulunduğu Keşif Takımı personelini toplayarak ordugâhtaki personel çadırları civarında kuru otlar bulunduğunu, bu otların yangın tehlikesi ile zehirli haşarat yaralanmalarına karşı tehlike oluşturması sebebiyle ot temizliği yapılması için emir verdiği, ot temizliğinin başlamasını müteakip davacıların oğlunun kuru otlar arasında bulduğu M 72 serisi LAW silahına ait patlamamış mühimmatı bularak bunu yerden aldığı, yaklaşık 7 metre kadar elinde taşıyarak bir süre incelediği, roket parçası bulduğunu söyleyerek yanındaki arkadaşlarına gösterdiği, bu cismi yerden aldıktan birkaç dakika sonra cismin büyük bir gürültü ile P. Onb. ..’ın elinde iken patladığı, patlama sonucu yaralanan P. Onb. ..’ın bilahare vefat ettiği, vazife malullüğü aylığı bağlanmaması işleminin iptali istemiyle süresinde bu davanın açıldığı anlaşılmaktadır. 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanununun 44/1 nci maddesi: “Her ne sebep ve suretle olursa olsun vücutlarında hâsıl olan arızalar ve düçar oldukları tedavisi imkânsız rahatsızlıklar yüzünden vazifelerini yapamayacak duruma giren iştirakçilere (malûl) denir ve haklarında bu kanunun malûllüğe ait hükümleri uygulanır.” hükmünü amirdir. Yine aynı kanunun 45 nci maddesinde de bir kimsenin vazife malûlü sayılabilmesi ve bu nedenle kendisine aylık bağlanabilmesi için malûliyetin görevin ifası sırasında ve görevin neden ve etkisiyle oluşmasının gerekeceği belirtilmiştir. 5434 sayılı kanunun 48’nci maddesi ise; “Vazife malûllükleri: a) Keyif verici içki ve her çeşit maddeler kullanmaktan; b) Kanun, tüzük ve emir dışında hareket etmiş olmaktan; c) Yasak fiilleri yapmaktan; ç) İntihara teşebbüsten; d) Her ne suretle olursa olsun kendisine veya başkalarına menfaat sağlamak veya zarar yapmak maksadından; doğmuş olursa bunlara uğrayanlar hakkında (Adî malûllük) hükümleri uygulanır.” hükmünü içermektedir. Olayla ilgili olarak yapılan soruşturma sonucunda Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcılığınca verilen 07.08.2006 tarih ve 2006/624-231 E.K. sayılı kovuşturmaya yer olmadığı kararında da belirtildiği üzere, atışlı tatbikat bölgesine çıkılmadan iki gün önce yayınlan 2 nci Mknz. P. Tb. K.lığının 10 Mayıs 2006 gün ve HRK.:1700-103-06/157 sayılı emri ile “atışlarda ve atış alanlarında alınacak emniyet tedbirleri” - 105 - kapsamında atışlı tatbikat bölgesi olarak kullanılan yerlerde atıştan sonra patlamamış mühimmat kalması durumunda bu mühimmatın can kaybına ve yaralanmalara sebep olduğuna dikkat çekilerek hiçbir mermi parçası ile oynanmayacağının, görüldüğü yerden çıkarılmaya çalışılmayacağının, başka bir yere taşınmayacağının ve üzerine işaret maksadıyla taş vs. konmayacağının davacıların oğluna 11.05.2006 tarihinde imza karşılığı tebliğ edildiği, bu hususun tanık beyanları ile de teyit edildiği, davacıların oğlunun ordugah bölgesinde yapılan ot temizliği sırasında otlar arasında bulduğu M 72 serisi LAW silahına ait mühimmat (roket parçasını) kendisine tebliğ edilen emirlere aykırı hareketle yerinden alarak taşıdığı, kurcaladığı, mühimmatın teknik yapısı sebebiyle muhtemel statik elektrik veya müteveffanın uyguladığı vurma ve basınç neticesinde patlama mekanizmasının harekete geçmesiyle mühimmatın patlamasına bağlı olarak vefat ettiği, müteveffanın ölümünü doğuran eylemine başka bir kişinin iştirakinin bulunmadığı anlaşılmıştır. Dava konusu olaya benzer bir şekilde el bombası atış alanında otların temizliği yapılırken bulduğu el bombasını eline alarak oynaması sonucu el bombasının patlamasına bağlı olarak malul hale gelen davacının vazife malulü kabul edilmeme işleminin iptali istemiyle açtığı davanın reddine karar verilmiştir. (AYİM 3. D. 02.10.2003 tarih ve 2003/155-110 E.K. sayılı karar) Tüm bu açıklamalar birlikte değerlendirildiğinde davacıların oğlunun kendisine tebliğ edilen emir ve talimatlara aykırı hareketle ot temizliği sırasında yerde bulduğu ve mühimmat (roket parçası) olduğunu bildiği cismi yerden alıp taşıması ve kurcalaması sonucu bu cismin patlamasına bağlı olarak malûl hale geldiği, davacıların oğlunun bu davranışının askeri hizmetle bağını koparacak nitelik ve ölçüde bir davranış olduğu, dolayısıyla davacıların oğlunun malûllüğünün 5434 sayılı kanunun 48/b maddesi kapsamında kalan emir dışı hareket etmekten kaynaklandığı, davacıların oğlunun vazife malûlü kabul edilmemesinde herhangi bir hukuka aykırılık bulunmadığı, tesis edilen dava konusu işlemin hukuka uygun olduğu, bu nedenle davanın reddine karar verilmesi gerektiği düşüncesinde olduğumdan sayın çoğunluk kararına katılamadım. 27.05.2010 ÜYE Mehmet AKBULUT Hâkim Albay (AYİM.3.D., 27.05.2010; E 2010/882, K. 2010/668) - 106 - 8. KESİN HÜKÜM -11ÖZETİ: Tarafları, konusu, sebebi aynı olan ve daha önceden Dairemiz tarafından kesin hükme bağlandığı anlaşılan işbu davanın TSK’den re’sen emeklilik işlemi yönünden kesin hüküm nedeniyle reddine karar vermek gerekmiştir. Davacı, 10.11.2010 tarihinde kayda geçen dilekçesinde özetle: Yüksek Askeri Şura’nın (YAŞ’ın) 26.05.1997 tarihli kararı ile 926 sayılı Kanunun 50/c maddesi uyarınca TSK’nden re’sen emekliye sevk edildiğini; kararı 29.05.1997 tarihinde tebellüğ etmiş ise de, tesis ve tebliğ tarihinde işlem yargı denetimine kapalı olduğu için yasada öngörülen dava açma süresinin anayasa değişikliğinin yürürlüğe girdiği 23.09.2010 tarihinden itibaren işlemeye başlayacağını; dava konusu işlemin bir çok yönden hukuka aykırı olduğunu belirterek öncelikle, vaki Anayasa değişiklikleri doğrultusunda uyum yasalarının çıkarılmasının bekletici mesele yapılmasına; hakkında YAŞ tarafından tesis edilen dava konusu işleme uygulanan TSK. Personel Kanununun 50’nci maddesinin “Değişik fıkra: 29/07/1983 – 2870/4 md.) ... Bu gibi subaylardan durumlarının Yüksek Askeri Şura tarafından incelenmesi Genelkurmay Başkanlığınca gerekli görülenlerin Silahlı Kuvvetlerden ayırma işlemi, Yüksek Askeri Şura kararı ile yapılır.” hükmünün, Anayasanın 2, 10, 36, 70, 125 ve 129’uncu maddelerine aykırılığının ciddi görülerek iptali için Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunulmasına; dava konusu idari işlemin dayanağı olan disiplin, sicil ve kanaatlerin hukuka aykırılığının tespitine ve iptaline; bilahare, disiplinsizlik suçlaması ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden ayırma işleminin yok hükmünde sayılmasına ve iptaline; yoksun kaldığı tüm özlük haklarının (emeklilik primleri ve statü dışında geçirdiği sürenin emeklilik bekleme süresinden sayılması dahil) geriye dönük olarak iadesi ile maaş ve diğer parasal haklarının yasal faizi ile birlikte ödenmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Genel Sekreterliğince 1602 sayılı AYİM Kanununun 44’üncü maddesi uyarınca dava dilekçesi üzerinde yapılan incelemede, kanuna aykırılık görüldüğünden bu hususta bir karar verilmek üzere dava dosyası Dairemize intikal ettirilmiştir. Öncelikle ifade etmek gerekir ki Anayasanın 157’nci maddesinin, Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin kuruluşunun, işleyişinin, yargılama usullerinin, mensuplarının disiplin ve özlük işlerinin hangi esaslara göre düzenleneceğini öngören son fıkrasında yapılan değişiklikle (5982 SK md. 21) “askerlik hizmetinin gerekleri” ibaresi madde metninden çıkarılmış ise de; yasa koyucunun, söz konusu değişikliğe bağlı olarak 1602 sayılı - 107 - Kanunda yeni bir düzenleme yapmaya gerek görüp görmeyeceği, düzenleme yapacak ise bunun ne zaman yürürlüğe gireceği bilinmediğinden davacının söz konusu değişiklik nedeniyle uyum yasalarının çıkarılmasının bekletici mesele yapılması yönündeki talebinin (bu hususun teknik anlamda bekletici mesele olarak değerlendirilemeyeceği de nazara alınarak) kabulü hukuken mümkün görülmemiştir. Anayasanın 125’inci maddesinin 2’nci fıkrasında yapılan değişiklikle (5982 SK md.11), YAŞ’ın disiplinsizlik ve ahlaki nedenlerle TSK’den re’sen ayırma kararları yargı denetimine açılmıştır. 1602 sayılı Kanunun 21’inci maddesinde söz konusu değişikliğe paralel bir düzenleme henüz yapılmamış ise de, bu hükmün somut norm denetimi yoluyla Anayasa Mahkemesince iptali veya sonraki kanun olarak doğrudan Anayasal kuralın uygulanması halinde, ortaya çıkan hukuki durumun, geçmişe etkili şekilde Anayasa değişikliğinden önceki durumu ortadan kaldırması mümkün görülmemiştir. Bu itibarla, 1602 sayılı Kanunun 21’inci maddesinin, işbu davanın incelenmesine engel teşkil etmediği değerlendirilerek süre ve kesin hüküm yönünden incelemeye geçilmiştir. Yapılan incelemede, davacı hakkında, AYİM 1’inci Dairesinin 01.07.1997 gün ve 1997/521- 508E/K sayılı kararıyla “Yüksek Askeri Şura Kararına dayalı olarak disiplinsizlik nedeniyle Türk Silahlı Kuvvetlerinden ayırma işlemi” konusundaki davanın inceleme kabiliyeti bulunmadığından reddine karar verildiği anlaşılmıştır. Bir davanın, kesinleşmiş bir yargısal kararla sonuçlanmasını müteakip, yargı organları önüne yeniden getirilmesine “kesin hüküm“ engeldir. 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 237’inci maddesinin 2’nci fıkrası uyarınca, kesin hükmün mevcudiyetinin kabulü için davanın konusunun, sebebinin ve tarafların aynı olması şartlarının bir arada gerçekleşmesi gerekmektedir. Kesin hükümle sonuçlanmış böyle bir dava yargı organı önüne getirildiğinde dava koşulu yokluğu nedeniyle, esası görüşülmeden mahkemece reddedilecektir. Bu itibarla; tarafları, konusu, sebebi aynı olan ve daha önceden Dairemiz tarafından kesin hükme bağlandığı anlaşılan işbu davanın TSK’den re’sen emeklilik işlemi yönünden kesin hüküm nedeniyle reddine karar vermek gerekmiştir. Özlük hakları yönünden: İlke olarak yasalar, yasa koyucu tarafından aksi öngörülmedikçe, yürürlüğe girdikleri tarihten sonraki olay ve durumlara uygulanır. Bu itibarla, YAŞ’ın disiplinsizlik ve ahlaki nedenlerle TSK’den re’sen ayırma kararları, değişikliğin yürürlüğe girdiği 23.09.2010 tarihinden itibaren ileriye yönelik yargısal denetime açılmış olmaktadır. Söz konusu değişiklik, bu yönüyle, önceye ait YAŞ kararlarının dava açma süresi gözetilmeksizin yargısal denetiminin yapılmasını öngörmemektedir. - 108 - Dolayısıyla, önceye ait YAŞ kararlarının yargısal denetiminde, davanın süresinde açılıp açılmadığı sorunu idari yargılama hukukunun ilke ve kurumları çerçevesinde çözümlenmelidir. İdari işlem ve eylemlerin uzun bir süre uyuşmazlık kaynağı ve bir davaya konu olması ihtimali, kamu hizmetinin işlemesini ve idarenin faaliyetlerini aksatabileceğinden, bu sakıncayı önlemek için idari uyuşmazlıkların yargı organı önüne getirilebilmesi yasa koyucu tarafından nispeten kısa bir süre ile sınırlandırılmıştır. Zira ancak bu sayede idari işlemlerin uzun süre dava tehdidi altında bulunmaktan kurtarılarak idari istikrarın sağlanabileceği kabul edilmiştir. Bu nedenle, idari yargıda dava açma süre süresi kamu düzenine ilişkin olup “hak düşürücü” niteliktedir. Bunun zorunlu sonucu olarak, sürenin geçmesiyle dava açma hakkı düşer, bu konu hakkında artık bir daha dava açma imkanı kalmaz ve yasanın belirlediği hal (ihtiyarı idari müracaat) dışında, ilke olarak dava açma süresinin durması/kesilmesi söz konusu değildir. Dava açma süresinin bu niteliği nedeniyle, dava konusu işlemin tesis edildiği tarihte YAŞ kararının yargısal denetime kapalı olduğundan bahisle, dava açma süresinin işlemeyeceğini/ duracağını, bu kısıntı kalktıktan sonra işlemeye başlayacağını kabul etmek Kurulumuzca hukuken mümkün görülmemiştir. Yasama kısıntısı yoluyla getirilen yargısal denetim yasağının dava açma süresini durdurduğu yada bu halde sürenin işlemeyeceği bir ilke olarak kabul edildiğinde, söz konusu yasak, işlemin tesis tarihinden ne kadar uzun bir süre sonra kalkmış olursa olsun, yargısal denetimin yapılabileceğinin kabulünü gerektirir ki, bunu, salt kamu düzeni ve kamu yararı gerektirdiği için dava süresini işlemin yazılı olarak tebliğ edildiği tarihten itibaren 60 gün gibi kısa bir süre ile sınırlayan düzenlemeyle bağdaştırmak mümkün değildir. Dava açma süresinin “hak düşürücü” niteliği gereği sürenin geçirilmesiyle uyuşmazlık yargı organı önüne götürülememekte ise de, kuşkusuz bu husus, idarenin, Anayasa değişikliği öncesine ait YAŞ kararları ile ilgili olarak işlemini geri almasına yada yasa koyucunun, dava açma süresiyle veya özlük haklarıyla ilgili özel bir düzenleme yapmasına engel değildir. Sonuç olarak, AYİM Kanunu’nun 40/1’inci maddesi uyarınca işlemin tebliğ tarihinden itibaren 60 gün içinde dava açılması gerekirken, (işlemin yoklukla malul olmasını gerekterin bir olgu da bulunmadığından) bu süre geçirildikten sonra açılan özlük haklarına ilişkin davanın, aynı Kanunun 45’inci maddesi uyarınca süre aşımı nedeniyle reddine karar vermek gerekmiştir. Varılan sonuçlar itibariyle, davanın esasına girilemediğinden davacının 926 sayılı Kanunun 50’nci maddesi ile ilgili anayasa aykırılık itirazı da incelenememiştir. Açıklanan nedenlerle; 1. Ayırma işleminin iptali talebine bağlı davanın kesin hüküm nedeniyle REDDİNE, - 109 - 2. Özlük haklarının iadesi talebine bağlı davanın süre aşımı nedeniyle REDDİNE, 23 ARALIK 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM.1.D., 23.12.2010; E. 2010/1957, K. 2010/1959) 9. SÜRE -12ÖZETİ:Teğmenliğe nasıp tarihini belirleyen 23.07.1992 tarihli ve 92/40511 sayılı kararın iptalini talep eden davacının, söz konusu kararı tebellüğ ettiği 25.08.1992 tarihinden itibaren 60 gün içinde dava açması yada ihtiyari müracaatta bulunması gerektiği; bu süre geçirildikten sonra yapılan ihtiyari idari müracaatın dava süresini ihya etmeyeceği; dolayısıyla dava açma süresi geçirildikten sonra açılan işbu davada süre aşımı bulunduğu açıktır. Davacı, AYİM Başkanlığına havale edilmek üzere 02.11.2010 İskenderun 1’inci Asliye Hukuk Mahkemesinde kayda geçirdiği dava dilekçesinde özetle: 30.08.1983 tarihinde piyade astsubay nasbedildiğini; 30.07.1988 tarihinde Anadolu Ü. Açık Öğretim Fakültesini bitirdiğini; subaylığa geçiş için 15.02.1989 tarihinde yaptığı müracaatın üçvş. Rütbesinde bulunma koşulunu sağlamadığı gerekçesi ile 10.03.1989 tarihinde reddedildiğini; diğer müracaatları sonunda 23.07.1992 tarihli ve 92/40511 sayılı kararla 29.02.1992 tarihinden geçerli olarak Ord. Tğm. nasbedildiğini; kararı 25.08.1992 tarihinde tebellüğ ettiğini; oysa AYİM’in 1991/144-447 sayılı kararında belirtildiği üzere kanunda Üçvş. rütbesinde bulunma şartı aranmadığından ilk müracaatının kabul edilmesi ve subaylık nasbının 15.02.1989 tarihi esas alınarak tespit edilmesi gerektiğini; 25.06.2010 tarihli dilekçe ile idari müracaatta bulunarak teğmenlik nasbının iljk müracaat tarihi olan 15.02.1989 tarihi esas alınarak 28.02.1989 tarihine götürülmesini talep ettiğini; talebinin 09.09.2010 tarihinde tebellüğ ettiği KKK.lığının 21.09.2010 tarihli yazısıyla reddedildiğini belirterek nasbını 29.02.1992 olarak düzenleyen 23.07.1992 tarihli kararın iptalini talep ve dava etmiştir. Dava dosyası AYİM Genel Sekreterliğinin 06.01.2011 tarihli yazısıyla 1602 sayılı Kanununun 46/3 maddesi uyarınca bir karar verilmek üzere Dairemize gönderilmiş ise de; davanın süresinde açılıp açılmadığı - 110 - hususunun, kamu düzenine ilişkin olması nedeniyle re’sen gözetilmesi zorunlu bulunduğundan öncelikle davanın süresinde açılıp açılmadığının değerlendirilmesi gerekmiştir. Bilindiği gibi Anayasanın 125’inci ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun 40’ncı maddelerinde, dava açma süresinin her çeşit işlemlerde (Kanunlarda aksi yazılı olmadıkça) yazılı bildirim tarihinden itibaren başlayacağı; 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunun 35/a maddesinde ise; kesin işlem yapmaya yetkili makamlarca tesis edilen idari işlemlerin geri alınması, kaldırılması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması; üst makamdan, yoksa işlemi yapmış olan makamdan, idari dava açmak için belli olan süre içinde (yani 60 gün içinde) istenebileceği, bu müracaatın işlemeye başlamış olan dava açma süresini durduracağı, 60 gün içinde idarece cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı ve dava açma süresinin yeniden işlemeye başlayacağı, müracaat tarihine kadar geçmiş olan sürenin de hesaba katılacağı hüküm altına alınmıştır. Belirtilen mevzuat ve açıklamalar ışığında dava konusu değerlendirildiğinde; teğmenliğe nasıp tarihini belirleyen 23.07.1992 tarihli ve 92/40511 sayılı kararın iptalini talep eden davacının, söz konusu kararı tebellüğ ettiği 25.08.1992 tarihinden itibaren 60 gün içinde dava açması yada ihtiyari müracaatta bulunması gerektiği; bu süre geçirildikten sonra yapılan ihtiyari idari müracaatın dava süresini ihya etmeyeceği; dolayısıyla dava açma süresi geçirildikten sonra açılan işbu davada süre aşımı bulunduğu açıktır. Davacının emsal gösterdiği kararda davacı davasını kararnamenin tebliğinden itibaren 60 gün içinde açmıştır. Dolayısıyla esas yönünden emsal sayılabilecek söz konusu kararın dava süresi bakımından işbu davaya emsal alınması mümkün değildir. 1602 sayılı AYİM Kanununun 45’inci maddesi sürenin geçirilmesi halinde davanın reddine karar verileceğini öngördüğünden; Yukarıda açıklanan nedenlerle; Davanın süre aşımı nedeniyle REDDİNE, 11 OCAK 2011 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM.1.D., 11.01. 2011; E. 2011/51,K. 2011/4) - 111 - -13ÖZETİ: Davacıya yapılan OYAK emeklilik yardımı ödemelerinden davacı lehine hareketle en son 31.12.2007 tarihinde söz konusu ödemelerden haberdar olduğunun kabulü durumunda, bu tarihten itibaren AYİM Kanununun 35/a maddesi kapsamında 60 günlük dava açma süresi içerisinde idari müracaatta bulunması gerekirken, bu müracaatını süresinde yapmadığı anlaşıldığından, davanın süre yönünden reddine karar verilmiştir. Davacı vekili, 10.08.2009 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nde kayda geçen dava dilekçesinde özetle; müvekkili tarafından, davalı kurum aleyhine kurumla ilişiğinin kesilmesi sonucu tasarruf ve birikimlerinin geri ödenmesi aşamasında 2006 ve 2007 yılı kâr paylarının ödenecek tutara dahil edilmemesi nedeniyle, belirtilen yıllara ait kâr paylarının hesaplanıp ödenmesi, elde edilen aktüeryal kârdan müvekkilinin ortaklık payına isabet eden tutarın da ödenmesi istemiyle Ankara 19 ncu Asliye Hukuk Mahkemesi’nde dava açıldığını, Ankara 19 ncu Asliye Hukuk Mahkemesinin 20.11.2008 gün ve 2008/285 Esas, 2008/381 Karar sayılı kararı ile davanın çözümünde askeri idari yargı yerinin görevli olduğu belirtilerek görevsizlik kararı verildiğini, bu kararın Yargıtay 4 ncü Hukuk Dairesinin 28.05.2009 gün ve 2009/4854 Esas, 2009/7260 Karar sayılı ilamı ile onanarak kesinleştiğini, müvekkilinin suç işlediği iddiası ile 20.08.2006 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiğinin kesildiğini, davalı OYAK tarafından da üyeliğine son verilerek 16.10.2007 tarihi itibariyle tasarruf ve birikimlerinin emeklilik yardımı olarak ödendiğini ancak ödenen tutarın hesaplanmasında 2006 ve 2007 yılı kâr paylarının hesaplamaya dahil edilmeyerek eksik ödeme yapıldığını, geri ödeme tutarının hesaplanmasında, son defa aidat kesintisinin yapıldığı Mart 2006 tarihi esas alınarak 02.04.2006 tarihi itibariyle kâr payının hesaplandığını, 2006 yılından kalan 9 aylık dönem ile 2007 yılından 9,5 aylık dönem (16.10.2007 tarihine kadar) için belirlenen kâr payı oranlarının müvekkilinin birikimlerine uygulanmadığını, eksik ödeme yapıldığını, ayrıca davalı OYAK tarafından 2007 yılı içerisinde tamamen iştirakçilerinin aidatlarıyla oluşturulan varlık ve iktisadi işletmelerin büyük bir kısmının satış-devir yoluyla elden çıkarıldığını, bizzat davalı kurumun belgelerine göre 31.12.2007 tarihi itibariyle düzenlenen aktüeryal bilançosunda 2.651.721.636, 61 TL kâr oluştuğunu belirterek müvekkiline ödenmeyen 2006 ve 2007 yılı kâr payları ve elde edilen aktüeryal kârdan müvekkilinin ortaklık payına isabet eden tutara karşılık olarak şimdilik 1.000,00 TL’nın, ilk ödemenin yapıldığı - 112 - 16.10.2007 tarihinde itibaren en yüksek banka mevduat faizi ile birlikte davalı OYAK’tan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Dava dosyasında bulunan bilgi ve belgelerin incelenmesinden; astsubay statüsünde Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapmakta olan davacının, disiplinsizlik nedeniyle 31.08.2007 tarihinde ilişiğinin kesildiği, 02.04.2006 tarihi ile ilişiğinin kesildiği 31.08.2007 tarihi arasında firarda kaldığından davacıya maaş ödemesinin yapılmadığı, bu nedenle en son Mart 2006 ayı maaşından OYAK üye aidatı kesildiği, emeklilik evraklarının 08.10.2007 tarihinde OYAK’a ulaşması üzerine davalı OYAK tarafından, davacının en son üye aidatının intikal ettiği (Mart 2006 ayı) tarih dikkate alınarak emeklilik yardımının hesaplanarak 19.146,96 TL. emeklilik yardımı tutarından; davacının OYAK’a borç verme borç tutarı olan 2.152, 46 TL mahsup edildikten sonra kalan 16.994,50 TL.’nin, 10.000,00 TL.’sinin davacının avukatı ..’ya ödenmek üzere 16.10.2007 tarihinde OYAKBAK/Küçükesat şubesindeki hesap numarasına yatırıldığı, kalan 6.994,50 TL.’nin ise davacı hakkında OYAK’a ulaşmış olan haciz ihbarnameleri nedeniyle icra müdürlükleri ile yapılmakta olan yazışmalar sebebiyle emanet hesabına alındığı ve emanet hesaptaki 6.994, 50 TL.’sının; 3.861,00 TL.’sının Hakkari 2 nci İcra Müdürlüğünün 2006/622 sayılı, 1.066,63 TL.’sinin Van 1 nci İcra Müdürlüğünün 2006/3372 sayılı dosyasına 24.10.2007 tarihinde gönderildiği, kalan 2.066,87 TL.’nin ise davacının avukatı ..’ya ödenmek üzere 24.10.2007 tarihinde OYAKBAK/Küçükesat şubesindeki hesap numarasına yatırıldığı, davacı vekili tarafından 12.03.2008 tarihli dilekçe ile davalı OYAK’a müracaat edilerek emeklilik yardımı ile ilgili hesaplamalara ilişkin bilgi ve belgeler ile kesinti tutarları, nemalandırma ve değerlendirmeye ilişkin kayıtların birer suretinin gönderilmesinin istenildiği, OYAK’ın 26.03.2008 tarihli cevabi yazısı ile davacının emeklilik yardımı miktarının en son üye aidatının intikal ettiği Mart 2006 ayı esas alınarak hesaplandığı belirtilerek istenilen bilgi ve belgelerin davacı vekiline gönderildiği, davacı vekili tarafından bu kez 09.05.2008 tarihli dilekçe ile davacıya yapılan emeklilik yardımı ödemesinde, 2006 ve 2007 yılı kâr paylarının hesaplamaya dahil edilmediğinden, 2006 ve 2007 yılı kâr paylarının ilk ödemenin yapıldığı 16.10.2007 tarihi itibariyle hesaplanarak ödenmesi ve OYAK’ın her türlü yatırım ve iştiraklerinden davacının üyelik hakkına karşılık gelen tutarın hesaplanarak ödenmesi talebi ile davalı OYAK’a müracaat edildiği, OYAK’ın 02.06.2008 tarihli cevabi yazısı ile davacının 02.04.2006 tarihi itibariyle 2006 kâr payından faydalandırıldığı, ancak bu tarihten sonra kâr payı tahakkuk ettirilmediği belirtilerek olumsuz cevap verilmesi üzerine, davalı OYAK tarafından davacıya yapılan emeklilik yardımı ödemesi hesabına 2006 ve 2007 yılı kâr paylarının dahil edilmemesi ve elde edilen aktüeryal kârdan davacının ortaklık payının düşen tutardan yararlandırılmaması nedenlerine dayalı olarak davacı vekili tarafından 07.07.2008 tarihinde Ankara 19 ncu Asliye Hukuk Mahkemesinde davalı OYAK aleyhine alacak davası açıldığı, Ankara 19 ncu Asliye Hukuk - 113 - Mahkemesinin 20.11.2008 gün ve 2008/285 Esas, 2008/381 Karar sayılı kararı ile davanın çözümünde askeri idari yargı yerinin görevli olduğu belirtilerek yargı yeri yönünden dava dilekçesinin reddine karar verildiği, işbu kararın Yargıtay 4 ncü Hukuk Dairesinin 28.05.2009 gün ve 2009/4854 Esas, 2009/7260 Karar sayılı kararı ile onanması üzerine AYİM’de işbu davanın açıldığı anlaşılmıştır. Dava açma süresinin, kamu düzenine ilişkin olması nedeniyle, davanın her aşamasında gerek tarafların talebi üzerine ve gerekse re’sen mahkemece dikkate alınması gerekmektedir. Anayasanın 125 ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun 40 ncı maddelerinde, dava açma süresinin her çeşit işlemlerde yazılı bildirim tarihini izleyen günden itibaren başlayacağı belirtilmiş ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin 5.12.1983 gün ve E.1983/11, K.1983/17 sayılı İçtihatları Birleştirme Kurulu Kararında da dava açma süresinin yazılı bildirimi takip eden tarihten başlayacağı hükme bağlanmış bulunmaktadır. 1602 sayılı Kanunun “Dava Açma Süresi” başlığını taşıyan 40 ncı maddesinde; “...Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açma süresi her çeşit işlemlerde yazılı bildirim tarihinden itibaren kanunlarda ayrı süre gösterilmeyen hallerde 60 gündür. Adresleri belli olmayanlara özel kanunlardaki hükümlere göre ilan yolu ile bildirim yapılan hallerde; özel kanunda aksine hüküm bulunmadıkça ilan tarihinden itibaren onbeş gün sonra başlar...” hükmü yer almaktadır. Kanunun “İhtiyari Müracaat ve İdari Makamların Sûkutu” başlıklı 35 nci maddesinin (a) bendi, “İhtiyari müracaat; Kesim işlem yapmaya yetkili makamlarca tesis edilen idari işlemlerin geri alınması, kaldırılması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması, üst makamdan yoksa işlemi yapmış olan makamdan idari dava açmak için belli olan süre içinde istenebilir. Bu müracaat işlemeye başlamış olan dava açma süresini durdurur. Altmış gün içinde cevap verilmez ise, istek reddedilmiş sayılır. İsteğin reddi üzerine dava açma süresi başlar ve müracaat tarihine kadar geçmiş olan süre de hesaba katılır.” hükmünü amirdir. Kanunun 35/b maddesinde ise; “İlgililer, hakkında idari davaya konu olabilecek bir eylem veya işlemin yapılması için idari makamlara başvurabilirler. Bu halde yetkili makamlar en çok altmış gün içinde bir cevap verirler. Bu süre içinde cevap verilmez ise, istek reddedilmiş sayılır. İlgililer altmış günün bitiminden itibaren idari dava açma süresi içinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açabilirler.” denmektedir. Kanunun 45 nci madde (A) bendinde, süresi dışında açılan davaların reddine karar verileceği belirtilmektedir. Dava dosyasında mevcut bilgilerden; davacıya ilgili ödemelerin 16.10.2007 ve 24.10.2007 tarihlerinde yapıldığı, davacı vekilinin 12.03.2008 tarihli bilgi istemli yazısı ile de söz konusu ödemelerin 2007 yılı içerisinde yapıldığının belirtildiği, davacı lehine hareketle en son 31.12.2007 tarihinde - 114 - söz konusu ödemelerden haberdar olduğunun kabulü durumunda, bu tarihten itibaren AYİM Kanununun 35/a maddesi kapsamında 60 günlük dava açma süresi içerisinde idari müracaatta bulunması gerekirken, bu müracaatını süresinde yapmadığı, bu nedenle 01.01.2008 tarihinde başlayan dava açma süresinin 01.03.2008 tarihinde sona ermesine karşın 07.07.2008 tarihinde açılan davada süre aşımı bulunduğu anlaşıldığından, davanın süre yönünden reddine karar verilmiştir. Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun 35, 40, 44 /f, 45/A maddeleri uyarınca davanın süre yönünden REDDİNE, 08 NİSAN 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM 3.D., 08.04.2010; E. 2010/610, K. 2010/451) 10. YARGILAMANIN YENİLENMESİ -14ÖZETİ: YÖK Başkanlığının davacı hakkındaki işleme esas alınan (davacının tamamladığı yüksek lisans öğrenimlerinin birbirinden farklı olmadığına dair) 08.07.2008 tarihli kurul kararı mütalaa niteliğindedir. Davacıyı, idareyi ve görevli yargı mercii olarak Askeri Yüksek İdare Mahkemesini ilgili konuda aydınlatıcı nitelikte olup Mahkememiz açısından bağlayıcı değildir. Davacı 23.08.2010 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde kayda geçen yargılamanın yenilenmesi talebini içeren dilekçesinde özetle; kendisiyle aynı durumda olan P.Yzb. ..’ün YÖK tarafından verilen “İşletme” ve “Yönetim ve organizasyon” bilim dallarının ayrı bilim kabul edilmeyeceğine ilişkin Kurul kararının iptali istemiyle idari yargıda açtığı dava neticesinde söz konusu kararın iptal edildiğini; iptal kararının Danıştay tarafından da onaylandığını; belirtilen karar neticesinde söz konusu bilim dallarının farklı iki dal olduğunun ispatlandığını; iptal edilen kararın AYİM tarafından kendisi hakkında verilen karara esas alındığını belirterek yargılamanın iadesi yoluyla işlemin iptaline karar verilmesini talep etmiştir. - 115 - Dava dosyası ile P.Yzb. ….’ün davacısı olduğu 2007/719 Esas sayılı dava dosyanın incelenmesinden; davacının ilave lisansüstü öğrenim kıdemi verilmesi talebinin reddine dair işlemin iptali istemiyle açtığı davanın, Dairemizin 15.12.2009 tarihli ve 2009/365 -1200 E/K sayılı kararıyla, tamamladığı lisansüstü öğrenimin öncekinden faklı bir dal olmadığından bahisle reddedilmesini müteakip davacının, kendisiyle aynı durumda olan P.Yzb. …’ün YÖK tarafından verilen “İşletme” ve “Yönetim ve organizasyon” bilim dallarının ayrı bilim kabul edilmeyeceğine ilişkin Kurul kararının iptali istemiyle idari yargıda açtığı dava neticesinde söz konusu kararın iptal edildiği hukuki sebebine dayanarak yargılamanın iadesini talep ettiği anlaşılmıştır. Yargılamanın iadesi nedenleri 1602 sayılı AYİM Kanununun 64’üncü maddesinde, belirtilmiştir. Bunlar; -a) Zorlayıcı sebepler dolayısıyla veya lehine karar verilen tarafın eyleminden doğan bir sebeple elde edilemeyen bir belgenin, kararın verilmesinden sonra ele geçirilmiş olması; -b) Karara esas olarak alınan belgenin sahteliğe hükmedilmiş veya sahte olduğu, mahkeme veya resmi bir makam huzurunda ikrar olunmuş veya sahtelik hakkındaki hüküm karardan evvel verilmiş olup da yargılamanın iadesini isteyen kimsenin, karar zamanında bundan haberi bulunmamış olması; -c) Karara esas olarak alınan bir ilam hükmünün kesin hüküm halini alan bir kararla bozularak ortadan kalkması; -d) Bilirkişinin kasıtla gerçeğe aykırı beyanı ve ihbarda bulunduğunun, hükümle tahakkuk edilmesi; -e) Lehine karar verilen tarafın, karara etkisi olan bir hile kullanılmış olması; - f) Vekil veya kanuni temsilci olmayan kimseler huzuru ile davanın görülüp karara bağlanmış bulunması; -g) Çekilmeye mecbur olan Başkan veya üyenin katılması ile karar verilmiş olması, -h) Tarafları ve sebebi aynı olan bir dava hakkında verilen karara aykırı yeni bir karar verilmesine sebep olabilecek bir madde yokken, aynı Daire veya diğer Daire yahut Daireler Kurulu tarafından evvelki ilamın hükmüne aykırı bir karar verilmiş bulunması, halleridir. Görüldüğü üzere, yargılamanın iadesi nedenleri sayma yoluyla belirtilmiştir. Diğer bir deyişle, ancak Kanunda belirtilen nedenlerin mevcudiyeti halinde olağanüstü kanun yolu olan yargılamanın iadesi yoluna gidilebilmektedir.Dolayısıyla, davacıya ilişkin yargılamada değerlendirmeye alınmış YÖK mütalaasının sonradan idari yargı yerince iptal edilmiş olması bir yargılamanın iadesi nedeni olamaz. Ayrıca ifade etmek gerekir ki, davacı hakkındaki işleme esas alınan ve dolaylı olarak da düzeltilmesi talep edilen kararın dayanaklarından biri olan YÖK Başkanlığının kurul kararı (mütalaası) 08.07.2008 tarihli ve B.30.0.E.Ö.B.0.00.00.01 -2596 sayılı karardır. Davacının karar düzeltme nedeni olarak ileri sürdüğü, (Danıştay 8’inci Dairesinin 26.04.2010 tarihli ve 2009/5502 E, 2010/2045 K sayılı kararıyla, karar düzeltme isteminin reddine karar verilmekle kesinleşen) Ankara 15’inci İdare Mahkemesinin 22.11.2007 tarihli ve 2007/601-1573 E. K. sayılı kararına konu YÖK Başkanlığı kurul kararı (mütalaası) ise, 15.01.2007 tarihli ve B.30.0.E.Ö.B.0.00.00.01 -126 - 116 - sayılı karardır. Dolayısıyla her iki kurul kararı farklı kararlar olup sadece içerikleri itibariyle benzerdir. Diğer taratan; YÖK Başkanlığının davacı hakkındaki işleme esas alınan (davacının tamamladığı yüksek lisans öğrenimlerinin birbirinden farklı olmadığına dair) 08.07.2008 tarihli kurul kararı mütalaa niteliğindedir. Davacıyı, idareyi ve görevli yargı mercii olarak Askeri Yüksek İdare Mahkemesini ilgili konuda aydınlatıcı nitelikte olup Mahkememiz açısından bağlayıcı değildir. Tamamlanan iki yüksek lisans öğreniminin birbirinden farklı dallarda olup olmadığını 926 sayılı Kanunun benimsediği ilave lisansüstü öğrenime kıdem verilmesi rejimi yönünden değerlendirilmesi münhasıran Mahkememize aittir. Nitekim Dairemizin P.Yzb. .. hakkındaki 06.10.2010 tarihli ve 2007/719 Esas, 2010/1066 Karar sayılı Kararında bu hususa değinilerek Ankara 15’inci İdare Mahkemesinin 22.11.2007 tarihli ve 2007/601-1573 E. K. sayılı kararına rağmen dava reddedilmiştir. Yukarıda belirtilen nedenlerle davacının isteminin 1602 sayılı Kanunun 64’üncü maddesinde belirtilen hiçbir nedene dayanmadığı, sonuç olarak yargılamanın iadesi koşullarının bulunmadığı değerlendirilmiştir. Açıklanan nedenlerle; Yargılamanın yenilenmesi talebinin REDDİNE, 09 Kasım 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM 2.D., 09.11.2010; E. 2010/962, K. 2010/1131) - 117 - - 118 - II. ESAS ASKERÎ ÖĞRENCİ İŞLEMLERİ OKULDAN ÇIKARILMA -15ÖZETİ: Davacının vermiş olduğu “Uzman Jandarma Okuluna uyum sağlayamadığımdan dolayı kendi isteğimle, hiçbir baskı ve tesir altında kalmadan ayrılmak istiyorum” şeklindeki dilekçesine istinaden okuldan ilişiğinin kesilmesi işleminin hukuka ve mevzuata uyarlı olduğu sonucuna varılmıştır. Davacı vekili, 12.11.2009 tarihinde AYİM’de kayda geçen dilekçesinde ve 29.01.2010 tarihinde yine AYİM’de kayda geçen cevaba cevap dilekçesinde özetle: müvekkilinin 2009 yılında Uzman Jandarma Okuluna girdiğini ve 31.08.2009 tarihi itibariyle intibak eğitimine çağrıldığını; bu eğitim sırasında, yemin törenine bir gün kala müvekkiline “kendi isteğimle intibak eğitiminden ayrılıyorum” beyanları içeren bir belge imzalatılmak istendiğini; okula devam etmek istediği halde hukuk dışı baskılar, korkutma, desise ve hile sayılacak eylemler sonucu iradesi fesada uğratılarak 16.09.2009 tarihinde bu belgenin imzalatıldığını; Okul Yüksek disiplin Kurulunca hakkında okuldan çıkarılması konusunda herhangi bir karar verilmeyen davacının intibaksızlık nedeniyle okuldan çıkarılması işleminin usul saptırması nedeniyle hukuka aykırı olduğunu belirtmek suretiyle, işlemin yürütmesinin durdurulmasını ve iptalini talep ve dava etmiştir. AYİM 2 nci Dairesinin 24.11.2009 tarih ve 2009/1241 E. sayılı kararı ile yürütmenin durdurulması isteminin reddine karar verilmiştir. Dava dosyasında bulunan bilgi ve belgelerin incelenmesinden; Uzman Jandarma yetiştirilmek üzere uzman jandarma adayı olarak 30.08.2009 tarihinde Uzman Jandarma Okulu’nda öğrenim görmeye başlayan davacının, 16.09.2009 tarihinde “Uzman Jandarma Okuluna uyum sağlayamadığından dolayı kendi isteğimle hiçbir baskı ve tesir altında kalmadan ayrılmak istiyorum. Tarafıma yapılan tüm masrafları ödemeyi kabul ediyorum.” şeklinde dilekçe vermesi üzerine okulla ilişiğinin kesildiği, vekili aracılığı ile söz konusu dilekçeyi özgür iradesi ile vermediği, tehdit ve manevi cebir altında verdiğini belirterek Uzman Jandarma Okulu’ndan çıkarılma işleminin iptali istemi ile dava açtığı anlaşılmıştır. Uzman Jandarma Okulu Yönergesi (JGY 180 -2 (A))’nin 5’inci bölümünün 3’üncü maddesinde; “Uzman Jandarma Okulu öğrencilerinin - 121 - ikinci dönemin başlangıcına kadarki süre içinde kendi istekleri ve yazılı müracaatları ile okuldan ayrılabilecekleri” hükme bağlanmıştır. Dava konusu olayda; Davacı vekilince, davacının 16.09.2009 tarihli dilekçesindeki Uzman Jandarma Okuluna uyum sağlayamaması nedeni ile kendi isteği ile okuldan ayrılmak istediğine dair beyan ve ifadelerinin serbest ve gerçek iradesini yansıtmadığı, söz konusu dilekçenin tehdit ve manevi cebir altında alındığı öne sürülmüş ise de; söz konusu dilekçenin herhangi bir baskı, zorlama ve tehdit sonucu alınmış olduğuna dair davacı vekilinin soyut beyanları dışında herhangi bir delil bulunmadığı, Uzman Jandarma Okulu Yönergesinin 5’inci bölüm 3’üncü maddesinde yer alan “Uzman Jandarma Okulu öğrencilerinin ikinci dönemin başlangıcına kadarki süre içinde kendi istekleri ve yazılı müracaatları ile okuldan ayrılabilecekleri”ne ilişkin hükme istinaden davacının 16.09.2009 tarihinde vermiş olduğu “Uzman Jandarma Okuluna uyum sağlayamadığımdan dolayı kendi isteğimle, hiçbir baskı ve tesir altında kalmadan ayrılmak istiyorum” şeklindeki dilekçesine istinaden okuldan ilişiğinin kesilmesi işleminin hukuka ve mevzuata uyarlı olduğu sonuç ve kanaatine varılmıştır. Açıklanan nedenlerle; Yasal dayanaktan yoksun DAVANIN REDDİNE, 02 HAZİRAN 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM 2.D., 02.06.2010; E. 2009/1241, K. 2010/729) ASKERLİK KANUNUNDAN DOĞAN İŞLEMLER 1. ASKERE SEVK EDİLME -16ÖZETİ: Davacının hukuka aykırı olarak hakkında tesis edilen okuldan çıkarılma işlemi nedeniyle emsallerinden sonra Uzm.J.Çvş. nasbedilmek ve göreve başlamak suretiyle statü dışında geçirdiği süredeki özlük haklarının yasal faizi ile birlikte ödenmemesi işleminin iptali gerekir. Davacı vekili, 16.07.2008 tarihinde Diyarbakır Nöb.İd.Mah.de 21.07.2008 tarihinde AYİM’de kayda geçen dilekçesinin reddine dair AYİM 2 nci D.nin 28.07.2008 tarih ve 2008/779-843 E.K. sayılı kararının - 122 - 28.08.2008 tarihinde tebliğini müteakip 29.08.2008 tarihinde Diyarbakır Nöb.İd.Mah.de 04.09.2008 tarihinde AYİM’de kayda geçen dava dilekçesi ile özetle; müvekkilinin 2003 yılında askere sevk edilmek üzere Askerlik Şubesine müracaat ettiğinde hastaneye gönderildiğini “Kronik Hepatit-B Virüs İnfeksiyonu” tanısı ile “askerliğe elverişli değildir, seferde görev emri alabilir” raporu verilerek askerlik hizmetinden muaf hale geldiğini, ancak kendisinin yeniden hastaneye sevk edildiğini, sevk sonucunda Diyarbakır Askeri Hastanesi tarafından düzenlenen raporda "geçirilmiş hepatit-B virüs infeksiyonu(halen sağlam)" teşhisiyle " askerliğe elverişlidir" kararı verilmesi üzerine sevk edildiği Diyarbakır Askeri Hastanesi tarafından düzenlenen raporda "geçirilmiş hepatit-B virüs infeksiyonu(halen sağlam)" teşhisiyle "askerliğe elverişlidir" kararı verilmesi üzerine askere sevk edildiğini, söz konusu işlemin hukuka aykırı olduğunu belirterek askere sevk edilmesi işleminin iptalini talep ve dava etmiştir. AYİM 2 nci Dairesinin 17.09.2008 tarih ve GENSEK NO.:2008/2732, ESAS NO.:2008/849 sayılı kararı ile yürütmenin durdurulmasına karar verilmiştir. Davalı idarenin yürütmenin durdurulması kararının kaldırılması talebi ise AYİM 2 nci Dairesinin 05.11.2008 tarih ve GENSEK NO.:2008/2732, ESAS NO.:2008/849 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Dava dosyasının incelenmesinden; 01.01.1994 tarihinde askerlik çağına giren davacının, yoklama kaçağı olarak aranmakta iken Mersin Askerlik Şubesi Başkanlığınca cezaevinden tahliye edildiği ve hakkında yapılacak işlemin bildirilmesinin istenildiği, Siverek Askerlik Şubesi Başkanlığınca da davacının 1111 Sayılı Askerlik Kanununun 86 ncı maddesi gereği son yoklamasının yapılmasının istenildiği, Mersin Askerlik Şubesi Başkanlığınca davacının sevk edildiği Garnizon Tabipliği tarafından yapılan muayenesinde hakkında "Askerliğe Elverişlidir" kararlı sağlık raporu verildiği, davacının yoklama kaçağı olması nedeniyle askerlik hizmetini yapmak üzere sevk edileceği birlik olan Siverek Askerlik Şubesi Başkanlığından sorularak Sah.Shh.Okl. ve Eğt.Mrk.K.lığı (Samsun) emrine sevk edilmesinin bildirildiği, 02.06.1999 tarihinde askerlik hizmetini yapmak üzere birliğine sevk edilen davacının eğitim birliğine katılmadığı tespit edildiğinden bakaya olarak aranmaya başlanıldığı, davacı bakaya olarak aranmakta iken Melikgazi Askerlik Şubesi Başkanlığına müracaat ederek rahatsızlığı nedeniyle asker hastanesine sevkini talep ettiği, sevk edildiği Kayseri As.Hst.Bştbp.liğince yapılan muayenesi sonuncunda hakkında "Hepatit B Virüs Enfeksiyonu" tanısı ile "C/52 Altı Ay Hava Değişimi” kararlı Kayseri As.Hst.Bştbp.liğinin 29.08.2002 tarihli 947 sayılı sağlık raporu verildiği, 05.02.2003 tarihinde Melikgazi Askerlik Şubesi Başkanlığına müracaat ederek SMK uyarınca asker hastanesine sevkini talep ettiği, sevk edildiği Kayseri As.Hst.Bştbp.liğince yapılan muayenesi sonucunda hakkında "Kronik Hepatit B Virüs İnfeksiyonu" tanısı ile "B/52 F3 Askerliğe Elverişli Değildir. Savaşta Sefer Görev Emri Alabilir” kararlı 04.03.2003 tarihli ve 271 sayılı sağlık raporunun verildiği, MSB'nin - 123 - 07.07.2004 tarihli, SAĞ:9062-3512-04/PI.Ynt.Rp.Ş. sayılı ve "İhbarlı Yükümlü" konulu yazısı ile davacı hakkında Teftiş Dairesi Başkanlığına ihbarda bulunulması nedeniyle kontrol muayenesi başlatıldığı ve sevk edildiği Diyarbakır As.Hst.Bştbp.liğince yapılan muayenesi sonucunda hakkında "Geçirilmiş Hepatit B Virüs Infeksiyonu (Halen Sağlam)" tanısı ile "Askerliğe Elverişlidir " kararlı 21.07.2006 tarihli ve 2685 sayılı raporun verildiği, davacı hakkında verilen ilk rapor ile kontrol muayenesi sonucu verilen rapor arasında karar yönünden farklılık bulunması nedeniyle hakkında karar verilmek üzere ikinci kontrol muayenesi için MSB'nin 13.09.2006 tarihli SAĞ:9062-12632-06/PI.Ynt.ve Rp.Ş.sayılı ve "2 nci Kontrol Muayenesine Sevk Edilen Yükümlü" konulu yazısı ile Elazığ As.Hst.Bştbp.liğine sevk edildiği, yapılan muayenesinde hakkında "Geçirilmiş Hepatit B Virüs İnfeksiyonu (Halen Sağlam)” tanısı ile "Askerliğe Elverişlidir" kararlı Elazığ As.Hst.Bştbp.liğinin 27 Mart 2007 tarihli 460 sayılı sağlık raporun verildiği ve davacının durumunun kesinleştiği, davacının durumunun kesinleşmiş olması nedeniyle askerlik şubesince bakaya olarak aranmaya başlanıldığı anlaşılmaktadır. 1111 Sayılı Kanunun 10/8 nci maddesinde Türk Silahlı Kuvvetleri Sağlık Yeteneği Yönetmeliğine göre bedeni kabiliyeti askerliğe elverişli olmayanların askerlik hizmetinden muaf tutulacağı öngörülmüştür. Resmi hastanelerden alınan ve Milli Savunma Bakanlığına gönderilen sağlık raporlarında yer alan tanı ve teşhislerin, 1111 sayılı Kanunun 10/8 nci maddesi uyarınca, Türk Silahlı Kuvvetleri Sağlık Yeteneği Yönetmeliğine göre değerlendirilerek sonucuna göre yükümlülerin askerliğe elverişli olup olmadıklarının belirlenmesini müteakip, askerliğe elverişli olmadığına karar verilenlerin askerlikten muaf tutulmaları, askerliğe elverişli oldukları belirlenenlerin ise askerlik yükümlülüklerini yerine getirmelerinin sağlanması gerekmektedir. Türk Silahlı Kuvvetleri Personelinin Sağlık Muayene Yönergesi (MY:33-2 (A)’nın 3 ncü Bölüm 10 ncu maddesi; “...’Askerliğe Elverişli Değildir’ raporları kaybolanlarla, haklarında ihbar yapılanların yeniden muayeneleri için MSB Sağlık Daire Bşk.lığınca uygun görülen bir askeri hastaneye muayeneye sevk edilir. Muayene sonucu düzenlenen sağlık kurulu raporu onay için Sağlık Daire Bşk,lığına gönderilir.” hükmünü, Aynı Yönergenin 2 nci Bölüm “Kontrol Muayenesi” başlıklı 3 ncü maddesi; “.. a. onay makamları, sağlık kurullarının düzenlediği raporları yeterli bulmazsa veya ilgili kişi rapor kararına kendisine bildirim tarihinden geçerli olmak üzere 30 gün içerisinde karşı girişimde bulunursa, ya da ilgili için bildirim (ihbar) yapılırsa başka bir askeri hastanede muayenesi yapılır. b. Rapora itiraz bir üst makama yapılır. Askeri öğrenci adaylarının sağlık kurul muayenesi sonucunda tanzim edilecek rapor itiraz, ön rapor tarihinden itibaren 7 gün içerisinde şahsen ilgili kuvvet sağlık daire başkanlıklarına - 124 - yapılır. c. Kontrol muayenesi raporunu muayeneye sevk eden makam onaylar. d. Eğer ilk alınan sağlık kurulu raporu ile kontrol muayenesi sonucu alınan rapor arasında tanı ve karar bakımından bir aylık yoksa bu rapor, sevk eden makam tarafından onaylanır. Onaylanan bu rapor kararına karşı ilgili şahısça yapılacak hiçbir girişim kabul edilmez.” hükmünü, “Hakem Muayenesi” başlıklı 4 ncü maddesi de “ a. Kontrol muayenesi sağlık kurul raporunun onayları tarafından yeterli bulunmadığı durumlarda, b. İlk alınan sağlık kurulu raporu ile kontrol muayenesi sonucu alınan rapor arasında tanı ve karar bakımından uyumsuzluk bulunduğu durumlarda ilgili kişinin rapor kararına raporun onaylanıp kendisine bildirim tarihinden geçerli olmak üzere 30 gün için de karşı girişimde bulunmadığı halinde, c. Rapor için herhangi bir bildirim (ihbar) yapılması halinde bir üçüncü askeri hastane sağlık kuruluna muayene yaptırılır. Eğer son iki rapor (kontrol ve hakem muayenesi ) arasında tanı ve karar bakımından bir ayrılık yoksa ve raporlar gerekli görülen bütün tetkikler yapılarak düzenlenmişse bu rapor sevk eden makam tarafından onaylanır. Onaylanan bu rapor kararına karşı yapılacak hiçbir girişim kabul edilmez ve karar kesindir. d. Kontrol ve hakem muayenelerinde, raporun tanzim edildiği tarihte yürürlükte olan TSK Sağlık Yeteneği Yönetmeliği uygulanır.” hükmünü içermektedir. Davacı hakkında KAYSERİ As.Hst.nin 04.03.2003 gün ve 271 sayılı sağlık kurulu raporu ile “Kronik Hepatit–B Virüs İnfeksiyonu” teşhisiyle “D/52-F-3 Askerliğe elverişli değildir. Savaşta sefer görev emri alabilir” kararı verilmiş, bilahare kontrol ve hakem muayeneleri sonucunda sırasıyla Diyarbakır Asker Hastanesi Sağlık Kurulunun 21.07.2006 gün ve 2685 sayılı raporu ile “Geçirilmiş Hepatit–B Virüs İnfeksiyonu (Halen Sağlam)” teşhisiyle “askerliğe elverişlidir” kararı, Elazığ As.Hst.nin 27.03.2007 tarih ve 460 sayılı sağlık kurulu raporu ile “Geçirilmiş Hepatit–B Virüs İnfeksiyonu (Halen Sağlam)” teşhisiyle “askerliğe elverişlidir” kararı verilmiştir. AYİM 2 nci Dairesince Davacı hakkında verilen her üç raporda belirtilerek, raporlarda yer alan veri ve laboratuar tetkik sonuçlarına göre, geçen süre içinde davacının 2003-2006 yılları arasında askerliğe elverişli olacak şekilde iyileşmesinin tıbben mümkün olup olmadığı GATA K.lığından sorulmuş ve GATA K.lığının 03.07.2009 tarih ve ENF.HST.AD.BŞK.: 9050-1807-09/1550 sayılı yazısı ekindeki 30.07.2009 tarihli Rapor ile her üç raporun da bulgular bölümündeki tıbbi veriler uyarınca tıbben uygun raporlar oldukları belirtilmiş ve “…davacının ‘askerliğe elverişli değildir’ kararlı raporu ile ‘askerliğe elverişlidir’ kararları arasında geçen süre içerisinde ‘hepatit-B virüs enfeksiyonu’ rahatsızlığı, tıbben oldukça nadir görülse de gerileyebilir. Enfeksiyon hali ortadan kalkıp bağışıklık kalabilir.” şeklinde açıklama yapılmıştır. GATA K.lığının bu açıklaması ışığında, davacı hakkındaki KAYSERİ As.Hst.nin “Kronik Hepatit–B Virüs İnfeksiyonu” teşhisiyle “D/52-F-3 Askerliğe elverişli değildir. Savaşta sefer görev emri alabilir” şeklindeki 04.03.2003 gün ve 271 sayılı sağlık kurulu raporunun gerçeğe aykırı bir rapor olduğunu söylemenin - 125 - hukuken mümkün olmadığı sonucuna ulaşılmaktadır. Bu durumda, 2003 yılı itibarıyla mevcut tıbbi veriler dikkate alınarak, davacının herhangi bir hatası hilesi olmaksızın bu şekilde askerliğe elverişsiz olduğu tespiti yapılmış olan davacının, daha sonra 2006 yılındaki Diyarbakır Asker Hastanesi ve 2007 yılındaki Elazığ As.Hst.nin raporlarına dayanılarak tekrar askere sevk edilmesinin hukuka uygun olmadığı anlaşıldığından, davacının askere sevk edilme işleminin iptaline karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. Açıklanan nedenlerle; Davacı …’nın askere sevk edilme İŞLEMİNİN İPTALİNE, 15 TEMMUZ 2009 tarihinde OYBİRLİĞİ karar verildi. (AYİM 2.D., 15.07.2009; E. 2008/849, K. 2009/822) -16ÖZETİ: Profesyonel futbolcu olan davcının ibraz ettiği belgelerin içeriğinden anlaşılan uzun süreli sakatlık vakıasına itibarla davacının askere sevkinin ertelenmesine hukuki bir engel bulunmadığı görülmekle ve bu tıbbi belgelerin içerik olarak sahteliği de ileri sürülmediğinden, belgelere itibar edilmesi gerekir. Davacı vekili, 10.03.2010 tarihinde İzmir Nöbetçi İdare Mahkemesinde, 16.03.2010 tarihinde AYİM’de kayda geçen dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin profesyonel futbolcu olduğunu, 2’nci Futbol ligi takımlarından Sakarya Spor Kulübü ile sözleşmesinin bulunduğunu, davalı idare tarafından müvekkilinin askere sevkinin 31.10.2009 tarihine kadar ertelenmiş olduğunu erteleme bitiminde Türkiye Futbol Federasyonu aracılığıyla sevk ertelemesi için davalı idareye başvurulduğunu, fakat MSB.lığının 12.11.2009 günlü işlemi ile, davacının önceki sevk tehir dönemi içinde takımının müsabakalarının 1/’ünden fazlasında kadro dışı kalması gerekçe gösterilerek bu istemin reddedildiğini, oysa ki müvekkilinin kadro dışı kalmasının, uzun süreli sakatlığından kaynaklandığını,bu itibarla erteleme talebinin uygun bulunmayarak sevke tabi tutulmasının hatalı olduğunu ileri sürerek davacının askere sevkinin ertelenmemesi işleminin iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. AYİM 2’nci Dairesinin 31.03.2010 gün ve 2010/381 E. Sayılı kararı ile yürütmenin durdurulmasına, 18.05.2010 gün, 2010/381 E. sayılı kararı ile - 126 - de yürütmenin durdurulması kararının kaldırılması talebinin reddine karar verilmiştir. Dava dosyası ile davacının askerlik şubesi şahsi dosyada mevcut bilgi ve belgelerin incelenmesinden; 01.01.1998 tarihinde askerlik çağına giren davacının son yoklamasının müteakip askere sevkinin 31.12.2001 tarihine kadar ertelendiği, bilahare açık öğretim fakültesine kayıt yaptırması nedeniyle sevkinin 3,1.10.2002 tarihine kadar sevki ertelenmiş, üniversiteden kaydını sildirmesi üzerine bu kez profesyonel futbolcu olması nedeniyle askere sevkinin 31.10.2009 tarihine kadar birer yıllık sürelerle ertelendiği, son erteleme bitiminde yeniden sevk tehir teklifi yapılmadığında davacının bir önceki erteleme döneminde takımının maçlarının 1/3’ünden fazlasında kadro dışı kaldığı anlaşıldığından davacının askere sevkinin tehir edilmediği, bunun üzerine de işbu davanın açılmış olduğu anlaşılmıştır. 1111 sayılı Askerlik Kanununun 35/E maddesi; “Aşağıda belirtilen yükümlülerin askere celp ve sevkleri, Millî Savunma Bakanlığınca 33 yaşını doldurdukları yılın sonuna kadar tehir edilebilir. 1. 13 Aralık 1960 tarihli ve 160 sayılı Kanun kapsamına giren kurumlarda görevli olup hizmetinin özelliği sebebiyle sevkinin tehirine ihtiyaç duyulan kamu personeli, 2. Devlet veya kendi hesaplarına yurt içinde veya yurt dışında staj, yüksek lisans, ihtisas veya doktora yapanlar, 3. (Ek:29/7/1999-4418/1 md.) Sporcuların aktif spor hayatının aşağıda belirtilen şartlarda devam ettiğinin belgelendirilmesi kaydıyla; a) Olimpiyat Oyunları, Dünya ve Avrupa Şampiyonalarında ilk üç dereceye giren sporcular ile bu dereceleri alan takımların kadrolarında yer alan sporcular, b) A Büyükler Millî Takım kadrolarında yer alan sporcular, c) (Değişik:13/6/2001-4679/1 md.) Türkiye Profesyonel 1 inci ve 2 nci futbol liglerinde yer alan takımların kadrolarında bulunan profesyonel futbolcular, d) (Değişik:13/6/2001-4679/1 md.) Üç ve daha fazla ligi bulunan diğer spor dallarında en üst iki ligde yer alan takımlar ile en az iki ligi bulunan spor dallarında en üst ligde yer alan takımların uluslar arası kuralların öngördüğü sayıdaki sporcuları, Millî Savunma Bakanlığınca belirlenecek esaslar çerçevesinde, yukarıda belirtilen kamu personeli hakkında bağlı oldukları bakanlığın; Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği, Türkiye Büyük Millet Meclisi gibi herhangi bir bakanlığa bağlı veya ilgili bakanlığı bulunmayan kurum personeli ile staj, yüksek lisans, ihtisas veya doktora yapanların ilgili kurum amirinin; üçüncü bentte yer alan sporcular için ilgili bakanlığın teklifi üzerine, sevk tehiri işlemi yapılabilir. - 127 - (Değişik:25/7/1999-4414/3 md.) Bu Kanunun 86 ncı maddesine tâbi olup haklarında soruşturma açılanlardan ceza alanlar ile 89 uncu maddeye tâbi olanların sevkleri tehir edilmez. Ancak 89 uncu maddeye tâbi olan yükümlülerden, sevk tehir işlemine neden olan staj, yüksek lisans, ihtisas ve doktora öğrenimine başlangıç tarihleri, bakaya kaldıkları tarihten önce olanların sevk tehiri işlemi yapılabilir. Askere celp ve sevki tehir edilenler, tehir müdettinden önce sevk tehirine sebep olan çalışmalarını bıraktıklarında, tehir teklifini yapan makamlar tarafından, durum, iki ay içinde Millî Savunma Bakanlığına bildirilir. Bu yükümlülerin sevk tehir işlemleri Milli Savunma Bakanlığınca iptal edilir. “ hükmünü amir bulunmaktadır. 17.10.2009 günlü ve 27379 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak aynı tarihte yürürlüğe giren Milli Savunma Bakanlığı Sevk Tehir İşlemleri Yönetmeliğinin 5’nci Bölümünde aktif spor hayatı devam eden yükümlülerin sevk tehiri işlemleri düzenlenmiş bulunmaktadır. Yönetmeliğin “sevk tehir süreleri ve şartları” başlığını taşıyan 16’cı maddesinin 1’nci fıkrasının ( c ) bendinin 2 numaralı alt bendinde, “Müteakip sevk tehirlerinde; halen kadrosunda bulunulan takımın bir önceki sevk tehir dönemindeki 1’nci ve 2’nci futbol ligi müsabakalarının en az 1/3’ünde takım kadrosunda bulunmak şartı aranır” hükmüne yer verilmiştir. Bu hükmün istisnası maddenin 3’ncü fıkrasında yer almakta olup, buna göre “Sezon içerisinde veya sonunda erteleme kapsamındaki veya yurt dışındaki bir başka takıma transfer veya geçici transfer nedeniyle gidenlerden bir sefere mahsus olmak üzere bir önceki sevk tehiri dönemindeki 1’nci ve 2’nci futbol ligi müsabakalarının en az 1/3, diğer spor dalları resmi müsabakalarının en az yarısında takım kadrosunda bulunma şartı aranmaz.” Aynı maddenin 7’nci (son) fıkrasında ise “Yoklama kaçağı veya bakaya durumunda iken sevklerinin tehiri teklif edilen sporculardan yoklama kaçağı veya bakaya durumuna düşmeden önce kulüpleri ile sözleşme imzalamış olan sözleşme tarihinden teklif tarihine kadar geçen süre içinde gerekli diğer şartları taşıdıkları anlaşılanların sevkleri tehir edilebilir” şeklinde bir düzenleme yer almıştır. Bu düzenlemeler ile Türkiye Profesyonel 1’nci ve 2’nci futbol liginde yer alan takımların kadrolarında yer alan sporcuların askere sevklerinin ilgili kurumun teklifi üzerine 38 yaşını doldurdukları yılın sonuna kadar ertelenebilmesi imkanı getirilmiş bulunmaktadır. Ancak bu şekildeki yükümlülerin sevk tehirlerinin yapılabilmesi için söz edilen şartların yanı sıra 1111 sayılı Kanunun 35/E maddesinin üçüncü fıkrasında belirtildiği üzere aynı zamanda bu kanunun 86’ncı maddesine (yoklama kaçağı) tabi olmayıp haklarında soruşturma açılıp ceza almamış veya 89’ncu maddeye (bakaya) tabi olmaması şartlarının da gerçekleşmiş olması gerekmektedir. - 128 - Davacının takımının maçlarının 1/3 ünden fazlasında kadro dışında kalmasının gerekçesi olarak uzun süreli sakatlığı gösterilmektedir. Gerçekten davacı vekilinin ibraz ettiği özel bir hastane tarafından düzenlenmiş bulunan ameliyat raporu ile istirahat raporları incelendiğinde, davacının 01.08.2008 tarihinde ortopedik rahatsızlığı nedeniyle ameliyat edildiği, ameliyat tarihinden itibaren 3 ay süre ili aktif spor faaliyetlerinden uzak durmasının tavsiye edildiği, ameliyatı takiben fizik tedavi ve rehabilitasyon amaçlı tedavisi süren davacının, bu tedavi bitiminde aktif spor hayatına dönebilmesi için 5-6 aylık bir sürenin öngörüldüğü anlaşılmaktadır. Davalı idare, davacının uzun süreli sakatlığı ile ilgili olarak ibraz edilen belgelerin yeterli görülmemesi gerekçesi ile sevk erteleme işlemine dayanak kabul edilemediğini ileri sürmektedir. Gerçekten davacı hakkındaki belgeler tek tabip tarafından tanzim ve imza edilmiş belgelerdir. Ancak, bu belgelerin içerik olarak istirahat raporu olmaktan ziyade, profesyonel futbolcu olan davacı ile takımının arasındaki sözleşmeden kaynaklanan yükümlülüklerin uygulanması bakımından bilgi verici belgeler mahiyetinde olduğu, esas itibariyle davacının bu sözleşmeden kaynaklanan edim yükümlülüğünü yerine getirmesine engel tıbbi durumu belgelemekten öte bir amacının bulunmadığı hususları dikkate alındığında, ibraz edilen belgelerin içeriğinden anlaşılan uzun süreli sakatlık vakıasına itibarla davacının askere sevkinin ertelenmesine hukuki bir engel bulunmadığı, kaldı ki , bu tıbbi belgelerin içerik olarak sahteliği ileri sürülmediğinden, belgelere itibar edilmesinde zorunluluk bulunduğu sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır. Açıklanan nedenlerle ; 1. Davacının …’un askere sevkinin 1111 sayılı Askerlik Kanunu 35/E maddesi kapsamında tehir edilmemesi İŞLEMİNİN İPTALİNE, 03 KASIM 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM 2.D. 03.11.2010; E 2010/381, K 2010/1195) 2. ASKERLİK HİZMETİNDEN MUAF TUTULMA -17ÖZETİ: Davacının ağabeyinin firar halindeyken yakalanarak nezarethaneye konduğu ve burada vefat ettiği, ağabeyinden sonra askerlik hizmet sırası gelen ilk (erkek) kardeş olan davacının askerlik hizmetinden muaf tutulmama işleminin hukuka uygun olmadığı. - 129 - Davacı vekili, 30.07.2010 tarihinde Muş Asliye Hukuk Mahkemesi, 03.08.2010 tarihinde AYİM’de kayda geçen dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin ağabeyi …’ın 01.09.1986 tarihinde silahaltına alındığını, 20.06.1988 tarihinde askerlik görevini yaparken vefat ettiğini, müvekkilinin 1111 sayılı Askerlik Kanununun 10 uncu maddesinin 9 uncu bendindeki düzenlemeden faydalanmak üzere yaptığı müracaatın davalı idarece reddedildiğini, müvekkilinin ağabeyinin nezarethanede asker sıfatıyla bulunduğu esnada vefat ettiğini belirterek müvekkilinin askerlik hizmetinden muaf tutulmaması işleminin iptaline ve öncelikle yürütmenin durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Davalı vekilinin yürütmenin durdurulmasına dair talebi, AYİM. 2 nci D.nin 16.09.2010 tarih ve E.2010/994 sayılı kararıyla kabul edilmiştir. Dava dosyasının incelenmesinden; davacının ağabeyi …’ın askerlik hizmetini yapmak üzere 01 Eylül 1986 tarihinde silah altına alındığı ve askerlik hizmetini yapmakta iken sevk edildiği asker hastanesinden dönmeyerek firar ettiği, 01 Haziran 1988 tarihinde tekrar firar ettiği, anılan yükümlünün yakalanarak Gölcük Merkez Komutanlığına teslim edildiği ve buradaki nezarethanede 20 Haziran 1988 tarihinde intihar ederek vefat ettiği, yükümlü … aralık 2009 yedek subay celbinde sevke tabi iken, babasının ve annesinin diğer oğlu ..’ın silahaltında iken vefat etmesi nedeniyle …’ın askerlik hizmetinden muaf tutulmasını talep ettiği, 26.11.2009 tarihli yapılan idari müracaata MSB.lığının 17.06.2009 tarihli yazısıyla menfi cevap verildiği ve yazının 15.07.2010 tarihinde tebliğ edildiği, sonrasında işbu davanın açıldığı anlaşılmıştır. 1111 sayılı Askerlik Kanununun 10 uncu madde, 9 ncu fıkrası; “(Değişik Bent:5.2.2009-5837/2 md.) Askerlik hizmetini yerine getirmekte iken ölen, akıbeti meçhul kalan, hakkında gaiplik kararı alınan veya maluliyet aylığı bağlanmasını gerektirecek biçimde malul olanların; a) Baba ve annesinin müşterek olarak talep ettiği veya baba ya da annesinden biri ölmüş ise sağ olanın talep ettiği kardeşlerinden biri, istekli olmadıkça silah altına alınmaz veya silah altında ise terhis edilir, b) Baba ve annenin müştereken anlaşamadıkları veya her ikisinin de ölmüş olması durumunda; öncelikle silah altında olan kardeşi var ise istekli olması halinde terhis edilir, silah altında olan kardeşi yok ise veya silah altında olan kardeşi terhis olmak istemez ise askerlik hizmet sırası gelen ilk kardeş istekli olmadıkça silah altına alınmaz. Askerlik hizmetini yerine getirmekte iken 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamında hayatını kaybeden yükümlülerin kendilerinden olma erkek çocukları ile aynı anne ve babadan olan kardeşlerinin tamamı, istekli olmadıkça silah altına alınmaz ve silah altındakiler istekleri halinde terhis edilir. Bu bent hükümleri seferberlik ve savaş halinde uygulanmaz.” hükmüne amirdir. - 130 - Aynı Kanunun 80 inci maddesi; “Kıt'a ve müesseselerden kaçan veya aldıkları izin ve tebdilihava müddetini geçiren erbaş ve er kıt'a ve şubelerce ele geçirilinceye kadar aranır ve elde edilenler nezaret altında kıt'alarına sevk edilmek üzere mahalli hükümetine teslim olunur. Firar ve izinsiz olarak geçen müddetlerle her hangi bir mahkemenin hükmettiği hapis cezaları muvazzaf ve yedek hizmetlerinden sayılmaz. Disiplin cezaları hizmetten sayılır. Beraatle neticelenen davalarda mevkufiyet müddetleri hizmetten sayılır. Ancak muvazzaflardan altı ay talim görmemiş olanlara bu müddet tamamlattırılır. Yedeklere talim müddeti kadar hizmet yaptırılır.” hükmüne amirdir. 1111 sayılı Askerlik Kanununun 10 uncu maddesinin birinci fıkrasının (9) numaralı bendinin madde gerekçesinde; amacın “askerlik mükellefiyetini yerine getirmekte iken vefat veya malul olmuşsa veya gaiplik kararı alınmışsa ondan sonra gelen ilk oğlunun istekli olmaması halinde, Silahlı Kuvvetlere bağlanması ve ikinci bir acı ihtimali korkusuna kapılmaması bakımından, silah altına alınmaması...” olduğu ifade edilmiştir. Davacının ağabeyi …; 18 aylık hizmete tabi olarak 01.09.1986 tarihinde askere sevk edilmiş, 05.09.1986 tarihinde birliğe katılmış, 01.10.1987 tarihinde firari durumuna düşmüş, 01.06.1988 tarihinde birliğine teslim olması sonrası 05.06.1988 tarihinde ikinci defa firari durumuna düşmüş, firar halindeyken yakalanarak Gölcük Merkez K.lığına teslim edilmiş, nezarethanede iken 20.06.1988 tarihinde vefat etmiştir. Davacı, vefat eden ağabeyinden sonra askerlik hizmet sırası gelen ilk (erkek) kardeştir. Ayrıca davacının ağabeyi hakkında firar suçları ile ilgili açılmış herhangi bir dava da mevcut değildir. Kaldı ki nezarette bulunduğu süre içinde “asker” statüsündedir. Anılan madde gerekçesinden de anlaşılacağı üzere maddenin amacı “Silahlı Kuvvetlere bağlanma” ve “ikinci bir acı ihtimali korkusu” olarak zikredildiğinden ve ağabeyinin vefatı sırasında “asker” statüsünün mevcut olduğu anlaşıldığından, davacının askerlik hizmetinden muaf tutulmama işleminin hukuka uygun olmadığı sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır. Açıklanan nedenlerle; Davacı …’ın 1111 sayılı Askerlik Kanununun 10/9.maddesi uyarınca askerlik hizmetinden muaf tutulmama İŞLEMİNİN İPTALİNE, 24 KASIM 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM 2.D. 24.11.2010; E 2010/994, K 2010/1254) - 131 - 3. DÖVİZLE ASKERLİK -18ÖZETİ: 1111 sayılı Askerlik Kanununun 5380 sayılı kanunla değişik EK-1 inci maddesi, 2 nci fıkrasının Anayasaya aykırılığı ileri sürülmüş ise de, 1111 sayılı Kanunun Ek-1 nci maddesi ile Anayasanın 62 nci maddesinde belirlenen yabancı ülkede çalışan Türk Vatandaşlarının korunmalarına yönelik hükümlerin çakışmadığı gibi, aynı hedefe yönelik düzenlemeler olduğu görülmekle Anayasaya aykırılık iddiası ciddi bulunmamıştır. Davacı vekili, 30.03.2010 tarihinde Burdur 2 nci Asliye Hukuk Mahkemesi, 07.04.2010 tarihinde AYİM’de kayda geçen dava dilekçesinin AYİM 2 nci D.nin 26.05.2010 tarih ve 2010/649-679 E. ve K. sayılı kararıyla reddi sonrasında 07.07.2010 tarihinde Burdur 2 nci Asliye Hukuk Mahkemesi, 12.07.2010 tarihinde AYİM’de kayda giren dava dilekçesinde özetle; yurt dışında halen oturma ve çalışma iznine sahip olduğunu ve şartları muhafaza ettiğini, yurda kesin dönüş yapmadığını, yurt içinde yaşayan yaslı anne, babasıyla birlikte sürekli bakıma ve gözetime muhtaç kardeşinin bulunduğunu, ileri derecede zeka özürlü olan kardeşinin bakımının kendisi için bir zorunluluk olması nedeniyle yurt dışındaki işlerini erteleyerek yurt içinde zorunlu olarak kaldığını, bir takvim yılının yarısından fazlasının yurt içinde geçirmesi halinde dövizle askerlik hizmeti kapsamından çıkartılma işleminin “yurt içinde altı aydan fazla kalamazsın” şeklinde yorumlanmasının mazeret hakkını tanımayarak yurt dışında yaşayan vatandaşların anavatanla bağlarının kopartılmasına neden olduğunu, isteyen her Türk vatandaşının Türkiye’de isteği zaman gelip kalabileceği ve bu hakkın da kısıtlanamayacağını ileri sürerek işlemin iptaline karar verilmesini yürütmenin durdurulması istemiyle birlikte talep ve dava etmiştir. Dairemizin 16.09.2010 gün ve 2010/3033 - 885 Gensek.-Esas sayılı kararı ile yürütmenin durdurulması isteminin reddine karar verilmiştir. Dava dosyasının incelenmesinden; davacının, 17.10.2000 tarihinde TC Stutgart Büyükelçiliği’ne başvurusunu müteakip başvurusunun kabulü ve 03-04 Ocak 2009 tarihleri arasında temel askerlik eğitimini ifa etmesi sonrasında; 25.12.2009 tarihinde ödemesini tamamlayarak geçici olarak terhis edildiği anlaşılmakta ise de; davacının, Burdur Emniyet Müdürlüğünün 11.01.2010 tarihli yazısı ile 2009 yılında 11 ay 1 gün süreyle Türkiye’de kaldığının tespit edilmesi sebebiyle Burdur Askerlik Şubesi Başkanlığının 29.01.2009 tarihli yazısı ile dövizle askerlik hizmeti - 132 - uygulaması kapsamından çıkarıldığı, sonrasında anlaşılmıştır. bu davanın açıldığı 1111 sayılı Askerlik Kanununun 5380 sayılı kanunla değişik EK-1 inci maddesi, 2 nci fıkrası “Dövizle askerlik hizmetinden yararlanmak üzere yaptıkları başvuruları kabul edilen yükümlülerden, … dövizle askerlik hizmetinden yararlanmak için gereken yükümlülüklerinin devamı süresince toplam olarak her takvim yılının yarısından fazlasını yurt içinde geçirenler, …Millî Savunma Bakanlığı tarafından dövizle askerlik hizmeti kapsamından çıkartılarak durumlarına uygun askerlik işlemine tâbi tutulurlar.” hükmünü içermektedir. Kanunda belirtilen esaslara göre dövizle askerlik hizmetinden istifade edebilecek veya edemeyecek yükümlüler ile ilgili şartların, ödeme işlemlerinin, toplanan dövizin kullanılmasının, celp, sevk, eğitim, izin, sağlık, özlük hakları, geçici ve kesin terhis işlemlerinin, geri ödeme ile ilgili işlemlerin, hizmet hesabının, olağanüstü hallerde göreve çağırmanın, beyan edilen bilgi ve belgelerin doğruluğunun araştırılmasının, yurt içinde ve yurt dışında yürütülen faaliyetlerin denetlenmesi usulleri ile diğer işlemlerin, Bakanlar Kurulunca çıkarılacak yönetmelikte düzenleneceği 3802 sayılı Kanunla değiştirilen 1111 Sayılı Askerlik Kanunun EK-3 üncü maddesinde belirtilmiştir. 1111 Sayılı Askerlik Kanununun EK-3 üncü maddesi gereğince çıkartılan ve işlem tarihinde yürürlükte bulunan 2008/13171 sayılı Dövizle Askerlik Hizmeti Uygulanma Esasları Hakkında Yönetmeliğin 29’uncu maddesinde Dövizle askerlik hizmetinden çıkarılma şartları düzenlenmiş olup, Yönetmeliğin 1/a maddesi gereğince; Kanunda belirtilen temel askerlik eğitimini yapmış ve ödeme yükümlülüğünü yerine getirmiş olsalar dahi; Kanunda ve bu Yönetmelikte belirtilen şartlara sahip olmadıkları halde, dövizle askerlik hizmetinden yararlandıkları daha sonra anlaşılanların; aynı Yönetmeliğin 1/d-1 inci maddesine göre ise; Temel askerlik eğitiminde geçen süre hariç olmak üzere, her takvim yılının toplam olarak yarısından fazlasını yurtiçinde geçirenlerin dövizle askerlik hizmeti kapsamından çıkarılacağı ve bunların askerlik hizmetlerinin, tabi olacakları diğer askerlik hizmet şekillerinden biri ile tamamlattırılacağı hüküm altına alınmış bulunmaktadır. 1111 sayılı Kanun’un EK-1 inci maddesi ve Yönetmeliğin anılan hükümleri birlikte değerlendirildiğinde, dövizle askerlik uygulamasına ilişkin düzenlemelerin temel amacının, yurt dışında işçi ve işveren sıfatı ile bulunan Türk vatandaşlarının, kazandıkları ekonomik ve sosyal statüyü kaybetmelerinin önlenmesi, mevzuatta belirtilen şartları taşımayan yükümlülerin ise, hileli yollarla uygulamadan yararlanmasının engellenmesi olduğu anlaşılmaktadır. Bu sebeple, 1111 sayılı Kanunun EK-1 inci maddesinde, dövizle askerlik statüsünden çıkarılmayı gerektiren, “yükümlülüklerinin devamı süresince toplam olarak her takvim yılının yarısından fazlasının yurt içinde geçirilmesi” halinin, uygulamanın kötüye - 133 - kullanıldığına karine teşkil etmesi yüzünden “dövizle askerlik uygulamasından çıkarılma sebebi” olarak belirlendiği anlaşılmaktadır. Açıklanan tüm mevzuat incelendiğinde, yükümlülüklerin devam ettiği sürede, yani son ödemenin yapıldığı 25.12.2009 tarihine kadar, 2009 yılında 6 aydan fazla süreyi Türkiye’de geçirdiği anlaşılan davacının dövizle askerlik kapsamında çıkarılmasında mevzuata ve hukuka aykırılık bulunmadığı sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır. Davacı vekilince müvekkilinin kapsamdan çıkarılmasına sebep olan Kanun hükmünün Anayasaya aykırılığı ileri sürülmüş ise de, Kanunda düzenlenen dövizle askerlik işlemlerinde yükümlülerin dövizle askerlik için müracaatlarını askerlik çağına girdikten sonra 38 yaşına kadar geniş bir zaman dilimi içerisinde yerine getirme konusunda seçim hakkı tanındığı, 38 yaşının aşılmış olması halinde de döviz miktarından bir miktar artış olmakla birlikte bu statünden yararlanma hakkının devam ettiği, bu duruma göre, dövizle askerlik başvurusunu yaptıktan sonra taksitle ödemeyi seçenler açısından ise yükümlülüğün devam ettiği kabul edildiğine göre, bu yolu tercih edenler açısından Kanunda öngörülen gereklilikleri yerine getirmelerinin beklenmesinin kaçınılmaz olduğu, serbestçe seyahat edebilme olgusundan yararlanmayı düşünen bir kimsenin ise, öncelikle yükümlülüklerini tamamlaması gerekeceğinin kendisinden beklenmesinin doğal olduğu, ayrıca Ek-1 nci maddesi ile Anayasanın 62 nci maddesinde belirlenen yabancı ülkede çalışan Türk Vatandaşlarının korunmalarına yönelik hükümlerin çakışmadığı gibi, aynı hedefe yönelik düzenlemeler olduğu, bu nedenle Kanunla herkes için geçerli objektif düzenlemenin Anayasaya aykırı olduğu iddiasının ciddi olmadığı kanısına varılmıştır. Açıklanan nedenlerle; Yasal dayanaktan yoksun DAVANIN REDDİNE, 01 ARALIK 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM 2.D. 01.12.2010; E 2010/885, K 2010/1285) -19ÖZETİ: Davacının yükümlülüğünü tamamladığı tarihten itibaren durumunun araştırılarak dövizle askerlik hizmeti kapsamından çıkarılması gerekirken bu işlemin yapılmaması işleminde davacının hatası hilesi ve başka bir olumsuz katkısının olmadığı, olayın tamamen idarenin kendi hatasından ve ihmalinden kaynaklandığı anlaşılmakla, davacının Askere sevk edilmesi işlemi idari istikrar ilkesine aykırıdır. - 134 - Davacı vekili, 02.03.2010 tarihinde kayıt altına alınan dava dilekçesi ile cevaba cevap dilekçesinde özetle yurt dışında yaşayan ve çalışan davacının yaptığı başvurunun davalı idare tarafından kabul edilerek dövizle askerlik hizmeti kapsamına alındığını, bu kapsamda 03.04.1998 -03.05.1998 tarihleri arasında temel askerlik eğitimini tamamladıktan sonra terhis edildiğini, 26.11.1998 tarihinde de bakiye döviz borcunu ödeyerek yükümlülüklerini tamamladığını, ancak çalıştığı şirketin davacıyı oyalayarak bir süre Türkiye’de kalmasına yol açtıktan sonra, tekrar işe almayacağını bildirdiğini, buna bağlı olarak da davacının yurt dışına çıkamadığını, davalı idarenin 22.03.2010 tarihli işlemi ile davacının bir takvim yılında 6 aydan fazla süreyi Türkiye’de geçirdiği gerekçesi ile dövizle askerlik kapsamından çıkarıldığını, oysa ki davacının Türkiye’de bulunmasının, elinde olmayan nedenlerden kaynaklandığını ve davacının Türkiye’ye kesin dönüş yapmak niyetini taşımadığını, bu itibarla Türkiye’de bir yılda 6 aydan fazla kalmasının yurda kesin dönüş mahiyetinde kabul edilemeyeceğini, dolayısıyla davacının dövizle askerlik hizmeti kapsamından çıkarılması işleminin hukuka aykırı olduğunu ileri sürerek işlemin iptaline ve yürütmenin durdurulmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davacının yürütmenin durdurulmasına ilişkin talebi AYİM 2’nci Dairesinin 10.03.2010 gün, 2010/293 E. Sayılı kararı ile kabul edilmiş, bilahare aynı Dairenin 05.05.2010 gün ve aynı sayılı kararı ile bu kez davalı idarenin yürütmenin durdurulması kararının kaldırılması yönündeki talebi kabul edilmiş, daha sonra davacı vekilinin tekrar yürütmenin durdurulmasına karar verilmesini talep etmesi üzerine bu kez aynı Dairenin 16.06.2010 gün ve aynı sayılı kararı ile yürütmenin durdurulmasına ve 13.10.2010 gün ve aynı sayılı kararı ile de yürütmenin durdurulması kararının kaldırılmasına yönelik davalı idare talebinin reddine karar verilmiştir. Dava dosyasının incelenmesinden; 24.01.1998 tarihinde dövizle askerlik başvurusunda bulunan ve başvurusunun kabul edilmesi üzerine ilk taksit ödemesini yapıp 03.04.1998 -03.05.1998 tarihleri arasında temel askerlik eğitimini yapan ve 26.11.1998 tarihinde bakiye döviz borcunu da ödeyerek yükümlülüklerini tamamlayan davacının, Emniyet Genel Müdürlüğü Yabancılar Pasaport Hudut İltica Dairesi Başkanlığı kayıtlarına göre, dövizle askerlik hizmeti kapsamına alındıktan ve fakat yükümlülüklerini henüz tamamlamadan önce, 03.05.1998 tarihinde terhisini müteakip yurt dışına çıkmadığı, bu şekilde dövizle askerlik hizmeti kapsamındaki yükümlülüklerini tamamladığı 26.11.1998 tarihine kadar bir takvim yılında 6 aydan fazla süreyi kesintisiz olarak yurt içinde geçirdiği, bu tarihten itibaren 09 Nisan 2009 tarihine kadar davacı hakkında herhangi bir işlem yapılmadığı, 09 Nisan 2009 tarihinde başlatılan süreç sonunda 25.02.2010 tarihinde dövizle askerlik hizmeti kapsamından çıkarılarak noksan hizmetli takibine alındığı anlaşılmıştır. - 135 - 1111 sayılı Askerlik Kanununun 3802 sayılı Kanunla Değişik EK1’nci maddesinde dövizle askerlik statüsünden kimlerin nasıl yararlanabilecekleri, başvuruların nasıl yapılacağı, başvuruları kabul edilenlerin hangi hallerde dövizle askerlik statüsünden çıkarılacakları hüküm altına alınmıştır. Kanundan anlaşılacağı üzere; dövizle askerlik hizmetinden yararlanmak isteyen yükümlülerin oturma ve çalışma iznine sahip olarak işçi, işveren veya bir meslek yada sanatı icra eden statülerinden biriyle yabancı ülkelerde en az üç yıl süre ile fiilen bulunmaları, başvuru sırasında durumlarını gösteren belgeler ile birlikte bağlı bulundukları Türk Elçilik ve Konsolosluklara başvurmaları ve yönetmelikte gösterilen 10.000 Alman Markı veya karşılığı yabancı ülke parasını başvuru tarihinden itibaren 38 yaşını tamamladıkları yılın sonuna kadar ödemeleri esastır. 1111 sayılı Kanunun EK-1’nci maddesinin üçüncü fıkrasında başvuruları kabul edilen yükümlülerin hangi hallerde dövizle askerlik hizmeti kapsamından çıkarılacakları tek tek sayıldıktan sonra yükümlülüklerinin devamı süresince her takvim yılının yarısından fazlasını yurt içinde geçirenlerle yurda kesin dönüş yapanların dövizle askerlik statüsünden çıkarılacağı belirtilmiştir. Davacının son taksidini ödeyerek yükümlülüğünü tamamladığı 26.11.1998 tarihinden önce 1998 yılı içerisinde altı aydan fazla süreyi yurt içinde geçirmesi nedeniyle yukarıda açıklanan mevzuat hükümleri gereğince dövizle askerlik hizmetinden çıkarılması işlemi hukuka uygun olmakla birlikte, davacının son taksidini ödeyerek yükümlülüğünü tamamladığı 26.11.1998 tarihinden itibaren makul bir süre sonra davacının durumunun araştırılarak kesin terhis işleminin yapılması veya dövizle askerlik hizmeti kapsamından çıkarılması gerekirken aradan 11 yıl gibi uzun bir süre geçtikten sonra davacıyla ilgili işlemlerin başlatıldığı ve 12 yıl geçtikten sonra davacının dövizle askerlik statüsünden çıkarılarak noksan hizmetli olarak askere sevk edilme işleminin idari istikrar ilkesi yönünden tahkiki zorunlu bulunmaktadır. Bilimsel öğretide, idareye bir süre ile sınırlı olmaksızın tasarrufunu her zaman geri alma olanağı tanınacak olursa uyuşmazlıkların sonunun gelmeyeceği idarenin işlemi tesis ederken daha uyanık olamayacağı, dolayısıyla idare edilenlerin hukuki güvenliklerinin sağlanamayacağı esası kabul edilmiş bulunmaktadır. Yine doktrinde kabul edilen esaslara göre hukuka aykırı bir işlem ancak muayyen bir süre sonraya kadar geri alınabilir. Bu süre geçtikten sonra işlem geri almak olanaksızdır. Belirli bir sürenin geçmesiyle işlem kanuna aykırı olsa dahi artık kazanılmış hak olmaktadır. Hukukun bir amacı da kişilerin gerek birbirleriyle gerekse devletle olan ilişkilerinde güveni ve sürekliliği sağlamaktır. Kanuna aykırı olarak tesis edilse bile bir işlemin uzun bir süre sonra geri alınması adalet, hakkaniyet, kamu düzeni ve istikrar ilkelerine dolayısıyla hukuka aykırı olur. - 136 - Topluma ve kişiye hizmetle yükümlü bir hukuk devleti kişiye haksızlık yapmamak ve kendisinin yararlandığı bir süreden kişiyi de yararlandırmak zorundadır. Fransız Hukukunda Kanuna aykırı idari işlemlerin bazı haklar doğurması halinde bu işlemler, kanunsuz yapıldığı gerekçesiyle ancak idari dava açma süresi içinde geri alınabilir. Türk Hukukunda ise, kazanılmış hakkın mevzuata uygun yapılmış idari işlemlerden doğabileceği, hukuka aykırı bir işlemin kazanılmış hak doğuramayacağı, ancak yerleşmiş kazanılmış durum yaratabileceği, bu tür işlemlerin dava açma süresi geçtikten sonra geri alınamayacağı kabul edilmektedir. Yargıtay’ın 27.01.1973 gün ve E.1972/6, K.1973/2 sayılı İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararı ile Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulunun 22.12.1973 gün ve A.1968/8, K.1973/14 sayılı kararında belirtildiği gibi, çok ciddi ve ağır ölçüde hukuka aykırı olmaları nedeniyle hiçbir hukuki değere sahip olmayan ve hukuken yok hükmündeki idari işlemler, yönetilenlerin gerçek olmayan beyan ve bilgilerle idareyi aldatarak yaptırdıkları işlemler, hile ile elde edilmiş işlemlerle idare edilenlerin kolayca anlayabileceği açık hataya dayalı işlemler hukuka aykırı olacakları için bir hak doğurmazlar ve idarece her zaman geri alınabilir. Sözü edilen bu kararlarda yokluk, mutlak butlan, ilgilinin gerçek dışı beyanı veya hilesi olmamak koşuluyla iyi niyetli kişiler yönünden yanlış bir idari tasarrufun iptal davaları için kanunen müesses (60) günlük dava açma süresinin geçmesinden sonra geri alınması, idari istikrarı, toplumun güven duygusunu ve kamu düzenini zedeleyeceği cihetle sakıncalı görülmüş, bu tür sakat işlemlere yapay bir sıhhat tanınarak idare edilenler, haklarında yapılmış işlemlerin süresiz olarak geri alınabileceği endişe ve tehdidinden kurtarılmış, dolayısıyla kişi ile idare arasında eşit ve adil bir denge sağlanmış olmaktadır. Ancak gerek Danıştay gerekse Mahkememizin yerleşik içtihatlarında, idarenin söz konusu sakat işlemi geri alma bakımından (60) günlük süre esası mutlak bir şekilde kabul edilmemekte, her dosyanın ve olayın özelliği dikkate alınarak ne kadar bir “süre”nin geçmesinin “idari istikrar” ilkesi bakımından yeterli olabileceği belirlenmektedir. İşte, dosyasına göre saptanacak olan bu sürenin geçtiği saptanacak olursa, ayrıca işlem yok hükmünde değilse ve ilgilinin hile ve yalan beyanı yoksa, idarenin işlemini geri alması kabul edilmemekte; “idari istikrar” ilkesi ve sosyal hukuk devleti olgusu dikkate alınarak işlemin iptaline karar verilmektedir. (AYİM.1.D.nin 08.12.1997 tarih ve E.1997/125, K.1997/233 sayılı ve AYİM.2.D.nin 04.10.2006 tarih ve E.2005/875, K.2006/1004 sayılı kararları) Dava konusu olayda davacının yükümlülüğünü tamamladığı 26.11.1998 tarihinden itibaren durumunun araştırılarak dövizle askerlik hizmeti kapsamından çıkarılması gerekirken bu işlemin yapılmaması işleminde davacının hatası hilesi ve başka bir olumsuz katkısının olmadığı, - 137 - dolayısıyla davacının idareyi yanıltıcı veya aldatıcı bir girişimde bulunduğunun söylenmesinin mümkün olmadığı, olayın tamamen idarenin kendi hatasından ve ihmalinden kaynaklandığı, idari istikrarın tesisi için yeterli sürenin de geçtiği dikkate alındığında, aradan uzun bir süre geçtikten sonra daha önce tesis edilen işlemin hatalı olduğundan bahisle davacının Askere sevk edilmesi işleminin idari istikrar ilkesine aykırı olduğu, bu yönüyle tesis edilen işlemde kamu yararı da bulunmadığı dolayısıyla işlemin amaç unsuru yönünden hukuka aykırı olduğu sonuç ve kanaatine varılmıştır. Açıklanan nedenlerle ; Davacı ..’nin Dövizle askerlik hizmeti statüsünden çıkarılarak noksan hizmetli olarak askere sevk edilmesi işleminin İPTALİNE, 08 ARALIK 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verilmiştir. (AYİM 2.D. 08.12.2010; E 2010/293, K.2010/1341) -20ÖZETİ: Dövizle askerlik başvurusu yapan, ödemesi gereken dövizi ödeyip temel askerlik eğitimini tamamladıktan sonra 29.03.1996 tarihinde kesin terhise tabi tutulan ve herhangi bir hilesi, idareyi aldatıcı ve yanıltıcı davranış bulunmayan davacı hakkında 12 yıl sonra idarece dövizle askerlik hizmetinden yararlanma işlemin geri alınarak dövizle askerlik kapsamından çıkarılma işleminin tesis edilmesinin, idareye güven kazanılmış haklara saygı ilkesi ve idari istikrar ilkesi gereğince hukuka aykırı olduğu sonucuna varılmıştır. Davacı vekili, 21.08.2009 tarihinde İstanbul Nöbetçi İdare Mahkemesinde ve bu kanalla 26.08.2009 tarihinde AYİM’de kayıtlara geçen dava dilekçesinde özetle; davacının dövizle askerlik hizmetinden yararlanmak üzere 12.01.1992 tarihinde yaptığı müracaatın kabul edildiğini ve Burdur’da temel askerlik eğitimi tamamladığını, 1992 yılında terhis edildiğini, ancak bundan 16 yıl sonra Bakırköy Askerlik Şubesi Başkanlığının 04.06.2008 tarihli yazısı ile dövizle askerlik hizmeti kapsamından çıkarıldığının bildirildiğini, bu yazının davacıya 03.08.2008 tarihinde ulaştığını, bunun üzerine 15.08.2008 tarihinde davalı idareye başvurarak aksaklığın giderilmesini talep ettiğini, ancak idarece 21.08.2008 tarihinde bu talebin reddedildiğini, takibinde davacının 23.09.2008 tarihinde - 138 - İstanbul 10. İdare Mahkemesinde iptal davası açtığını, mahkemenin görevsizlik kararı üzerine Ankara 15. İdare Mahkemesine başvurduğunu, bu Mahkemece de görevsizlik kararı verildiğini, ancak dosyanın temyiz incelemesi için halen Danıştay’da bulunduğunu, bu aşamada yargılama görevinin Askeri Yüksek İdare Mahkemesine ait olduğunu tespit ettiklerini ve Danıştay’daki temyiz incelemesinin sonucunu beklemeden işbu davayı açtıklarını, zira zamanında açılmış olan davaların dava açma süresini durdurduğunu, görevsizlik kararının kesinleşmesinin beklenmesine gerek olmadığını, davacıya dövizle askerlik hizmetinden yararlanmak üzere başvurduğunda taksitlerin devamı süresince yükümlülüklerinin devam edeceğine ilişkin bir açıklama ya da uyarı yapılmadığını, 1992 yılında Rusya’da meydana gelen karışıklıklar nedeniyle zaman zaman Moskova’dan ayrılmak zorunda kaldığını, ancak bu ayrılışlarının dövizle askerlik hizmetinden yararlanma şartlarını kaybetmesiyle sonuçlanacağını bilmediğini, hatta kendisine 09.02.1996 tarihinde terhis belgesi verildiğini, oysa bu belgenin gerekli araştırma ve incelemeler yapılmadan verilmemesinin gerektiğini, şimdi aradan geçen uzunca sürenin ardından tesis edilen işlemin geri alınmasının idari istikrar ve hukuki güvenlik ilkelerini zedelediğini, yargı organlarının yerleşik içtihatlarının bu yönde olduğunu, tesis edilen işlemin hukuka aykırı olduğunu belirterek iptaline ve yürütmesinin durdurulmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davacının yürütmenin durdurulması yönündeki talebi, AYİM Nöbetçi Dairesinin 01.09.2009 tarih ve 2009/3011-367 Gensek-Esas sayılı kararıyla reddedilmiş, bilahare talep üzerine AYİM 2.D.nin 23.12.2009 tarih ve 2009/3011-959 Gensek-Esas sayılı kararı ile de yeniden yürütmenin durdurulması isteminin kabulüne karar verilmiştir. Dosyada bulunan bilgi ve belgelerin incelenmesinden; 09.07.1971 doğumlu olup 01.01.1990 tarihinde askerlik çağına giren davacının dövizle askerlik hizmetinden yararlanmak üzere 05.05.1992 tarihinde TC Moskova Büyükelçiliği aracılığıyla müracaatta bulunduğu, müracaatının kabul edilmesi üzerine 13 Eylül – 13 Ekim 1992 tarihleri arasında temel askerlik eğitimine tabi tutularak geçici terhis işlemi yapıldığı, döviz ödemesini 04.09.1995 tarihinde tamamlayarak kesin terhise hak kazandığı ve 29.03.1996 tarihinde terhis belgesi düzenlenerek kesin terhis işlemi yapıldığı, ancak davalı idarece geriye dönük olarak 2008 yılında yapılan inceleme neticesinde, davacının henüz döviz taksiti ödemelerinin devam ettiği dönem içinde 1992 yılında 6 ay 9 gün, 1993 yılında tüm yıl, 1994 yılında 11 ay 21 gün ve 1995 yılında 7 ay 22 gün süreyle yurt içinde kaldığının tespit edildiği, bunun üzerine Milli Savunma Bakanlığının 12.02.2008 tarih ve MİY.5030-254-08/Asal.D.Er İşl.Ş. Döv.As.Ks.6352 sayılı yazısıyla dövizle askerlik hizmeti kapsamından çıkarıldığı, keyfiyetin Bakırköy Askerlik Şubesi Başkanlığının 04.06.2008 tarihli yazısıyla bildirildiği, bu bildirim üzerine davacının vekili aracılığıyla 15.08.2008 tarihli dilekçe ile davalı idareye müracaat ederek mağduriyetinin giderilmesini talep ettiği, ancak davalı idarenin 21.08.2008 tarihli yazısı ile - 139 - talebinin reddedildiği, bu gelişmelere bağlı olarak ta iş bu davanın açıldığı, davacı vekilinin 26.10.2009 kayıt tarihli ve yeniden yürütmenin durdurulması konulu dilekçesinde ekli internet çıktısından da Danıştay’daki temyiz incelemesinin tamamlandığı, Ankara 15.İdare Mahkemesinin görevsizlik kararının onandığı anlaşılmaktadır. 5380 sayılı Kanunla yapılan değişikliklerle birlikte 1111 sayılı Askerlik Kanununun EK-1 inci maddesi halen; “Oturma veya çalışma iznine sahip olarak işçi, işveren sıfatıyla veya bir meslek ya da sanatı icra ederek, yurt içinde geçirilen süreler hariç olmak üzere, toplam en az üç yıl süre ile fiilen yabancı ülkelerde bulunan bu Kanun ile 1076 sayılı Yedek Subaylar ve Yedek Askeri Memurlar Kanununa tâbi yükümlüler, 38 yaşını tamamladıkları yılın sonuna kadar durumlarını ispata yarayan belgelerle birlikte bağlı bulundukları Türk konsoloslukları aracılığı ile askerlik şubelerine başvurmaları, 5.112 Euro veya karşılığı kadar yönetmelikte belirtilecek yabancı ülke parasını, başvuru tarihinden itibaren 38 yaşını tamamladıkları yılın sonuna kadar ödemeleri ve 21 gün süreli temel askerlik eğitimine tâbi tutulmaları hâlinde muvazzaf askerlik hizmetini yerine getirmiş sayılırlar. Dövizle askerlik hizmetinden yararlanmak üzere başvuranlar; öngörülen dövizi başvuru sırasında def'aten ödeyebilecekleri gibi, dörtte birini başvuru sırasında, kalanını 38 yaşını tamamladıkları yılın sonuna kadar olan süre içinde en çok üç eşit taksitte ödeyebilirler. Dövizle askerlik hizmetinden yararlanmak üzere yaptıkları başvuruları kabul edilen yükümlülerden, gereken şartları taşımadıkları anlaşılanlar, ödemeleri gereken yabancı ülke parasını yönetmelikte belirtilen sürelere uygun ödemeyenler, belirtilen yaş sınırı sonuna kadar temel askerlik eğitimini yapmayanlar, ücret veya maaşları yurt içinden transfer edilenler, yabancı ülkelerde resmî görevle bulunanlar, dövizle askerlik hizmetinden yararlanmak için gereken yükümlülüklerinin devamı süresince toplam olarak her takvim yılının yarısından fazlasını yurt içinde geçirenler, yurda kesin dönüş yapanlar veya dövizle askerlik hizmetinden yararlanma şartlarını kaybedenler, istekleriyle vazgeçenler, askerliğe elverişsiz olduğu tespit edilenler Millî Savunma Bakanlığı tarafından dövizle askerlik hizmeti kapsamından çıkartılarak durumlarına uygun askerlik işlemine tâbi tutulurlar. Her ne sebeple olursa olsun 38 yaşını tamamladıkları yılın sonuna kadar dövizle askerlik hizmetinden yararlanmak üzere başvurmayanlar ile başvurdukları hâlde döviz ödemelerini veya yönetmelikte belirtilen süre içinde temel askerlik eğitimlerini yapmadıkları için dövizle askerlik hizmeti kapsamından çıkartılanlar, 7.668 Euro veya karşılığı kadar yönetmelikte belirtilecek yabancı ülke parasını, başvuru sırasında defaten ödemeleri ve 21 gün süreli temel askerlik eğitimine tâbi tutulmaları kaydıyla bu Kanun hükümlerinden yararlanırlar.” hükmünü taşımaktadır. Dövizle askerlik kurumu, aslında ilk olarak 20.03.1980 tarih ve 2299 sayılı Kanunla 1111 Askerlik Kanununa eklenen Ek-1 inci madde - 140 - düzenlemesiyle mevzuata ve uygulamaya girmiş, bilahare anılan Ek-1 inci maddede sırasıyla; 22.10.1981 tarih ve 2539 sayılı Kanunla, 12.10.1988 tarih ve 3478 sayılı Kanunla, 21.05.1992 tarih ve 3802 sayılı Kanunla ve nihayet 02.07.2005 tarih ve 5380 sayılı Kanunla değişiklikler yapılmış, ancak madde metninde geçen “bir takvim yılının yarısından fazlasının yurt dışında geçirilmiş olması” şartı açısından davacının dövizle askerlik müracaatını yaptığı 1992 yılında ve halen yürürlükte bulunan metinde bir değişiklik olmamıştır. Diğer taraftan, Kanunda belirtilen esaslara göre dövizle askerlik hizmetinden istifade edebilecek veya edemeyecek yükümlüler ile ilgili şartların, ödeme işlemlerinin, toplanan dövizin kullanılmasının, celp, sevk, eğitim, izin, sağlık, özlük hakları, geçici ve kesin terhis işlemlerinin, geri ödeme ile ilgili işlemlerin, hizmet hesabının, olağanüstü hallerde göreve çağırmanın, beyan edilen bilgi ve belgelerin doğruluğunun araştırılmasının, yurt içinde ve yurt dışında yürütülen faaliyetlerin denetlenmesi usulleri ile diğer işlemlerin, Bakanlar Kurulunca çıkarılacak yönetmelikte düzenleneceği 3802 sayılı Kanunla değiştirilen 1111 Sayılı Askerlik Kanunun EK-3 üncü maddesinde belirtilmiştir. 1111 Sayılı Askerlik Kanununun EK-3 üncü maddesi gereğince çıkartılan mülga 1992 tarihli Dövizle Askerlik Hizmeti Uygulanma Esasları Hakkında Yönetmeliğin İkinci Bölüm 5 inci maddesi; “Dövizle askerlik hizmetinden yararlanmak isteyen yükümlülerde; a) Oturma veya çalışma iznine sahip olarak en az üç yıl süre ile yabancı ülkede işçi, işveren sıfatıyla veya herhangi bir meslek veya sanatı icra ederek veya bir hizmet akdine dayanarak yabancı bandıralı gemilerde en az üç yıl süre ile fiilen gemi adamı olarak bulunmak ve bu durumlarını yükümlülüklerini tamamlayıncaya kadar kaybetmemiş olmak, b) Dövizle askerlik hizmeti dışında diğer askerlik hizmetlerinden biri ile yurt içinde silah altına alınmamış olmak, c) Dövizle askerlik hizmetinden yararlanmak için 38 yaşını tamamladıkları aralık ayının sonuna kadar T.C. Konsolosluklarına başvurmak ve başvuru sırasında haklarında belirlenen dövizi yönetmelikte gösterilen cins, miktar, süre ve şartlara uygun olarak ödemek, d) Dövizle askerlik hizmeti yükümlülüğünün devamı süresinde kesin dönüş yapmamış olmak, e) Temel askerlik eğitimine en geç 38 yaşını tamamladıkları yılı takip eden yıl içinde başlamak ve bitirmek şartları aranır...” hükmünü amir olmakla dövizle askerlik hizmetinden yararlanmanın ölçütleri ortaya konmuştur. Ayrıca yurda kesin dönüş yapabilme şartları da “kalan taksitlerin tamamının ödenmesi” ve “temel askerlik eğitimini yapmak” ölçütlerine bağlanmıştır. - 141 - Yönetmeliğin 26 ncı maddesinde ise dövizle askerlik hizmeti kapsamından çıkarılacakların koşul ve sınırları; “a) yükümlülükleri süresi içerisinde, dövizle askerlik hizmetinden yararlanma şartlarından herhangi birini yerine getirmeyenler, b) Bir aylık temel askerlik eğitimini yapmış ve ödeme yükümlülüğünü yerine getirmiş olsalar dahi; Kanunda ve bu yönetmelikte belirtilen şartları taşımadıkları halde, dövizle askerlik hizmetinden yararlandıkları daha sonra anlaşılanlar” şeklinde belirlenmiştir. Yönetmeliğin 4/y maddesinde; “Dövizle askerlik hizmetinden yararlanmak için gereken yabancı ülkede en az bulunma süresi: yükümlülerin yabancı ülkelerde oturma veya çalışma iznini haiz olarak çalışmaya başladıkları tarihten itibaren, başvuru tarihine kadar yabancı ülkelerde fiilen bulunmaları gereken en az üç yıllık süreyi” kapsayacağı hüküm altına alınmıştır. 4/Z(4) maddesinde ise “kesin dönüş, bir takvim yılın içinde 6 aydan fazla yurt içinde bulunma” kriterine bağlanmıştır. Anılan mevzuat açısından somut olay incelendiğinde; davacının 1992 yılında dövizle askerlik hizmetinden yararlanmak ve gerekli dövizi taksitle ödemek hususunda davalı idareye 05.05.1992 tarihinde başvuruda bulunduğu, müracaatının kabul edilmesi üzerine 13.10.1992 tarihinde temel askerlik eğitimini tamamlayarak geçici terhise hak kazandığı, ancak ödemesi gereken döviz taksitlerinin sonuncusunu 04.09.1995 tarihinde tamamladığından, dövizle askerlik hizmetinden kaynaklanan yükümlülüklerinin ve bu kapsamda “bir takvim yılının yarısından fazlasını yurt dışında geçirmek” şartının aynı tarihe kadar devam ettiği, oysa davacının bu yükümlülük süresi içinde 1992, 1993, 1994 ve 1995 yıllarında 6 aydan fazla süreyle Türkiye’de bulunduğu, dolayısıyla dövizle askerlik hizmetinden kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getiremediği ve aslında kapsam dışına çıkarılmasının gerektiği, ancak davalı idarece gerekli araştırma zamanında yapılmayarak 29.03.1996 tarihinde kesin terhis işlemi yapıldığı, bilahare 2008 yılında tesis edilen dövizle askerlik hizmeti kapsamından çıkarılma işleminin bu haliyle mevzuata uygun olduğu, anlaşılmakla birlikte bu durum işlemin hukuka uygun olduğu anlamına gelmemektedir. Zira, tesis edilen kesin terhis işleminden yaklaşık 12 yıl sonra kapsam dışına çıkarılmış olmasının idare hukukunun temel ilkelerinden olan idari istikrar ve hukuki güvenlik ilkelerine göre irdelenmesi gerekmektedir. Bilimsel öğretide; idareye tasarruflarını geri alma konusunda bir süre sınırlaması getirilmediği durumlarda uyuşmazlıkların sonunun gelmeyeceği, buna karşılık idarenin işlem tesis ederken yeterli dikkat ve özeni göstermekte ihmalci davranabileceği, dolayısıyla yönetilenlerin hukuki güvenliklerinin sağlanamayacağı kabul edilmektedir. Öğretide ayrıca, hatalı/hukuka aykırı bir işlemin ancak belirli bir süre sonuna kadar geri alınabileceği, bu süre bittikten sonra geri alınmasının hukuka aykırı olacağı, sözü edilen belirli - 142 - sürenin geçmesiyle hukuka aykırı olan işlemin kişiler açısından kazanılmış hak doğuracağı kuralı kabul görmektedir. Hukukun bir amacı da kişilerin gerek birbirleriyle, gerekse devletle olan ilişkilerde güven ve sürekliliği sağlamaktır. Kanuna aykırı sakat bir işlemin uzun bir süre sonra geri alınması adalet, hakkaniyet, kamu düzeni ve istikrar ilkelerine dolayısıyla hukuka aykırı olur. Topluma ve kişiye hizmetle yükümlü bir hukuk devleti kişiye haksızlık yapmamak ve kendisinin yararlandığı bir süreden kişiyi de yararlandırmak zorundadır. Yargıtay’ın 27.01.1973 tarih ve E.1972/6, K.1973/2 sayılı İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararı ile Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulunun 22.12.1973 gün ve A.1968/8, K.1973/14 sayılı kararında da belirtildiği gibi, çok ciddi ve ağır ölçüde hukuka aykırı olmaları nedeniyle hiçbir hukuki değere sahip olmayan ve hukuken yok hükmündeki idari işlemler, yönetilenlerin gerçek olmayan beyan ve bilgilerle idareyi aldatarak yaptırdıkları işlemler, hile ile elde edilmiş işlemlerle idare edilenlerin kolayca anlayabileceği açık hataya dayalı işlemler hukuka aykırı olacakları için bir hak doğurmazlar ve idarece her zaman geri alınabilir. Sözü edilen bu kararlarda yokluk, mutlak butlan, ilgilinin gerçek dışı beyanı veya hilesi olmamak koşuluyla iyi niyetli kişiler yönünden yanlış bir idari tasarrufun iptal davaları için kanunen müesses (60) günlük dava açma süresinin geçmesinden sonra geri alınması, idari istikrarı, toplumun güven duygusunu ve kamu düzenini zedeleyeceği cihetle sakıncalı görülmüş, bu tür sakat işlemlere yapay bir sıhhat tanınarak idare edilenler, haklarında yapılmış işlemlerin süresiz olarak geri alınabileceği endişe ve tehdidinden kurtarılmış, dolayısıyla kişi ile idare arasında eşit ve adil bir denge sağlanmış olmaktadır. Bununla birlikte gerek Askeri Yüksek İdare Mahkemesi ve gerekse Danıştayın yerleşik içtihatlarında, idarenin söz konusu sakat işlemi geri alma bakımından (60) günlük süre esası mutlak bir şekilde kabul edilmemekte, her dosyanın ve olayın özelliği dikkate alınarak ne kadar bir “süre”nin geçmesinin “idari istikrar” ilkesi bakımından yeterli olabileceği belirlenmektedir. İşte, dosyasına göre saptanacak olan bu sürenin geçtiği saptanacak olursa, ayrıca işlem yok hükmünde değilse ve ilgilinin hile ve yalan beyanı yoksa, idarenin işlemini geri alması kabul edilmemekte; “idari istikrar” ilkesi ve sosyal hukuk devleti olgusu dikkate alınarak işlemin iptaline karar verilmektedir. Bu açıklamalara nazaran dava konusu olay incelendiğinde; 1992 yılında dövizle askerlik başvurusu yapan, ödemesi gereken dövizi ödeyip temel askerlik eğitimini tamamladıktan sonra 29.03.1996 tarihinde kesin terhise tabi tutulan ve herhangi bir hilesi, idareyi aldatıcı ve yanıltıcı davranış bulunmayan davacı hakkında 29.03.1996 tarihinden 12 yıl sonra idarece dövizle askerlik hizmetinden yararlanma işlemin geri alınarak dövizle askerlik kapsamından çıkarılma işleminin tesis edilmesinin, idareye - 143 - güven kazanılmış haklara saygı ilkesi ve idari istikrar ilkesi gereğince hukuka aykırı olduğu sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır. Açıklanan nedenlerle Davacı …’ın dövizle askerlik hizmeti kapsamından çıkarılması İŞLEMİNİN İPTALİNE, 28 NİSAN 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM 2.D. 28.04.2010; E 2009/959, K.2010/572) 4. SEVK TEHİRİ YAPILMAMASI -21ÖZETİ: Sevk tehir teklifinin yapıldığı dönemde, davacının sevk tehir şartlarını taşımasına karşılık, önceki dönemde bakaya kaldığı şeklindeki yorumun yasal mevzuata uyarlı olmadığı kanaatine varıldığından, bu nedenle sevk tehiri yapılmaması işleminin iptaline karar verilmesi sonucuna ulaşılmıştır. Davacı vekili, 23.02.2010 tarihinde AYİM’de kayda geçen dava dilekçesinde özetle, Ekim 2009 ayına kadar profesyonel futbolcu olması nedeniyle sevki ertelenen davacının 2008-2009 sezonunun ikinci yarısında ...spor ile geçici transfer sözleşmesi imzaladığını, sezon sonunda tekrar erteleme kapsamındaki 2. Lig takımlarından …spor ile sözleşme imzalayan davacının sevkinin tehir edilmesi gerektiği halde aksi yönde tesis edilen işlemin hukuka aykırı olması sebebiyle iptaline karar verilmesini yürütmenin durdurulması istemiyle birlikte talep ve dava etmiştir. Davacının yürütmenin durdurulması istemi Dairemizin 03.03.2010 tarih ve Esas No.:2010/260 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Dava dosyasının incelenmesinden; 1982 doğumlu olan ve 31.10.2003 tarihine kadar lise öğrenimi nedeniyle askere şevki ertelenen davacının profesyonel futbolcu olması nedeniyle birer yıllık sürelerle şevkinin 31.12.2009 tarihine kadar ertelendiği, erteleme süresi içinde erteleme kapsamında bulunmayan …spor Kulübü ile 21.01.2009 tarihinde sözleşme imzalayarak yarım sezon bu takımın kadrosunda bulunduğu ve 14.08.2009 tarihinde sevk tehir hakkı veren 2 nci lig takımlarından …spor ile sözleşme imzaladığı Türkiye Futbol Federasyonunca 05.10.2009 tarihli yazısı ile sevki tehiri uzatma teklifi yapılan davacının erteleme kapsamından çıkarılarak bakaya olarak aranmaya başlandığı anlaşılmıştır. 1111 Sayılı Askerlik Kanunu'nun 35/E maddesi, "(Değişik:11.6.20085768/1 md.) Millî Savunma Bakanlığınca belirlenecek esaslar çerçevesinde; - 144 - 1) 8/6/1984 tarihli ve 217 sayılı Devlet Personel Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname kapsamına giren kamu kurum ve kuruluşlarında görevli olup hizmetinin özelliği sebebiyle sevkinin tehirine ihtiyaç duyulan kamu personelinin, 2) Devlet veya kendi hesaplarına yurt içinde veya yurt dışında staj, yüksek lisans, ihtisas veya doktora yapanların, bağlı oldukları bakanlığın, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği ile Türkiye Büyük Millet Meclisi gibi herhangi bir bakanlığa bağlı veya ilgili bakanlığı bulunmayan kurum personeli ile staj, yüksek lisans, ihtisas veya doktora yapanların ilgili kurum amirinin teklifi üzerine, 35 yaşını doldurdukları yılın sonuna kadar, 3) Aktif spor hayatının aşağıda belirtilen şartlarda devam ettiğinin belgelendirilmesi ve müteakip sevk tehirleri için Milli Savunma Bakanlığınca belirlenecek oran kadar kadroya girmek kaydıyla; a) Olimpiyat oyunları, Dünya ve Avrupa şampiyonaları ile uluslararası müsabakalarda ilk üç dereceye giren sporcular ile bu dereceleri alan takımların kadrolarında yer alan sporcuların, b) A Büyükler Milli Takım kadrolarında yer alan sporcuların, c) Türkiye Profesyonel 1 inci veya 2 nci futbol liglerinde yer alan takımların kadrolarında bulunan profesyonel futbolcuların, ç) Üç ve daha fazla ligi bulunan diğer spor dallarında, en üst iki ligde yer alan takımlar ile en az iki ligi bulunan spor dallarında, en üst ligde yer alan takımların uluslararası kuralların öngördüğü sayıdaki sporcuların, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün veya ilgili özerk federasyon başkanlıklarının teklifi üzerine, 38 yaşını doldurdukları yılın sonuna kadar, askere celp ve sevkleri tehir edilebilir. 86 ncı veya 89 uncu maddelere tabi olanların sevkleri tehir edilmez. Ancak, 86 ncı veya 89 uncu maddeye tabi olan yükümlülerden, sevk tehir işlemine neden olan görev, staj, yüksek lisans, ihtisas veya doktora öğrenimi ile sporcuların erteleme kapsamındaki kulüpleri ile sözleşme başlangıç tarihleri, yoklama kaçağı veya bakaya kaldıkları tarihten önce olanların sevk tehiri işlemi yapılabilir. Askere celp ve sevki tehir edilenler, tehir müddetinin bitiminden önce sevk tehirine sebep olan çalışmalarını veya öğrenimlerini bıraktıklarında veya sözleşmesi feshedilen, hak mahrumiyeti cezası verilen, erteleme kapsamında bulunmayan liglerdeki takımların kadrolarına geçen sporcuların durumu, tehir teklifini yapan makamlar tarafından, iki ay içinde Milli Savunma Bakanlığına bildirilir. Bu yükümlülerin sevk tehir işlemleri, Milli Savunma Bakanlığınca iptal edilir. Sevk tehirinin iptalini gerektiren durumun zamanında Milli Savunma Bakanlığına bildirilmemesi, teklif yapan makamların ve hakkında sevk tehiri teklifinde bulunulanların sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. - 145 - Sevk tehiri şartlarını taşımadığı, bilgi veya belgeleri gerçeği yansıtmadığı halde askere sevkinin tehir edildiği tespit edilenlerin askerlik işlemleri, sevk tehiri işlemi yapılmadan önceki durumları, sevk tehiri şartlarını kaybettiği tespit edilenlerin ise, sevk tehiri şartlarını kaybettikleri tarihteki durumları dikkate alınarak yürütülür. Askerlik işlemlerinin yürütülmesine ilişkin görevlerini veya sorumluluklarını zamanında yerine getirmediği tespit edilenler hakkında 92 nci, 93 üncü veya 100 üncü maddeler gereği gerekli kovuşturmalar başlatılır, ancak bu durum yapılacak olan diğer adli işlemlere engel teşkil etmez. Sevk tehiri işlemlerinin yürütülmesine ilişkin usul ve esaslar yönetmelikle belirlenir.” hükmündedir. 1111 sayılı Askerlik Kanununun 14 ncü maddesiyle değişik 89 ncu maddesinde; “Sınıf ve tertibatı belirlenmiş olanlardan, yapılan bildirim ve duyuru üzerine birlikte sevk edilecekleri emsallerinin sevkinin son gününe kadar gelmeyen ve bu durumları 47 nci maddede yazılı özürlerinden ileri gelmediği belirlenenler ile sevk edildikten sonra askerliğini yapacağı kıtaya gitmeksizin kaçanlardan elde edilip de erteleme hakkı bulunmayanlar derhal sevk olunurlar.” hükmündedir. Anılan mevzuat hükümleri ışığında dava konusu olaya bakıldığında; profesyonel futbolcu olması nedeniyle 31.12.2009 tarihine kadar askere sevki tehir edilen davacının, tehir süresi içinde 21.01.2009 tarihinde erteleme kapsamında olmayan …spor Kulübü ile sözleşme imzaladığı ve böylelikle 1111 sayılı Kanunun yukarıda belirtilen 35/E maddesi uyarınca sevk tehir hakkını kaybettiği, aynı maddeye göre sporcunun durumunun 2 ay içinde sevk tehirini talep eden Türkiye Futbol Federasyonu Başkanlığı tarafından Milli Savunma Bakanlığına bildirilmesinin ve Bakanlıkça da sevk tehiri iptal edilerek davacının bakaya takibine alınmasının gerektiği, oysa Federasyon tarafından böyle bir bildirim yapılmadığı ve davacının sevk tehirinin iptal edilmediği anlaşılmıştır. Yani davalı idare, davacının sevkinin yeniden tehir edilmesi talebine kadar durum hakkında bilgi sahibi olmadığından davacıyı bakaya takibine almamış, sonrasında davacının Şubat 2009 celp döneminden itibaren erteleme şartlarını kaybettiğini belirlemiş ve geriye dönük olarak farazi bir bakaya takip işlemi gerçekleştirerek, diğer şartları taşıyan davacının sevkinin yeniden tehir edilmesine ilişkin başvuruyu, “daha önce bakaya kaldığından bahisle” reddetmiştir. Oysa 1111 sayılı Askerlik Kanununun sevk tehiri işlemlerine ilişkin hükümleri incelendiğinde belli bir tarihe kadar sevk tehiri yapıldıktan sonra, sevk tehiri süresi içerisinde geçici olumsuz değişimlerin yükümlü aleyhine yorumlanması, olayımızda olduğu gibi bakaya kaldığı şeklindeki değerlendirme, aynı Kanunun 89 ncu maddesinde belirlenen bakaya kalma tanımına uymamaktadır. Kaldı ki 31.12.2009 tarihine kadar sevk tehirli durumda iken 21.01.2009 da 3. lig takımı ..spor e sözleşme yapan davacının, - 146 - bu tarihten itibaren 2 nci lig Takım olan ..spor ile sözleşme yaptığı 14.08.2009 tarihine kadar bakaya kaldığı kabul edilirse, 14.08.200931.10.2009 tarihleri arasında erteleme şartlarını haiz statüsü için durumu nasıl aleyhine yorumlanabileceği ortaya konulmamıştır. Dolayısıyla 05.10.2009 tarihinde sevk tehir teklifinin yapıldığı dönemde, davacının sevk tehir şartlarını taşımasına karşılık, önceki dönemde bakaya kaldığı şeklindeki yorumun yasal mevzuata uyarlı olmadığı kanaatine varıldığından, bu nedenle sevk tehiri yapılmaması işleminin iptaline karar verilmesi sonucuna ulaşılmıştır. Açıklanan nedenlerle; Davacı …1111 sayılı Askerlik Kanunun 35/E maddesi kapsamında askere sevkinin tehir edilmemesi İŞLEMİNİN İPTALİNE, 09 HAZİRAN 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verilmiştir. (AYİM 2 .D. 09.06.2010; E 2010/260, K 2010/765) ASTSUBAYLIĞA GEÇİRİLME UZMAN JANDARMALIKTAN VE UZMAN ERBAŞLIKTAN ASTSUBAYLIĞA GEÇİRİLME -22ÖZETİ: Sicil şartını taşımaması nedeniyle astsubaylığa geçiş müracaatı kabul edilmeyen davacının açtığı sicil iptal davası sonunda, bir kısım sicilinin iptali sonrasında engel halin ortadan kalktığı görülmekle; uzman jandarmalıktan astsubaylığa geçiş müracaatının kabul edilmemesi işleminin hukuka aykırı olduğu sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır. Davacı vekili 01.04.2009 tarihinde kayda geçen dava dilekçesinde özetle; davacının astsubaylığa geçiş için başvurduğunu, ancak sınava katılmaya hak kazanamadığını, yaptığı araştırmada 2005 ve 2006 yıllarına ait sicil notlarının düşük olması sebebiyle sınav müracaatının kabul edilmediğini öğrendiğini, sicile yönelik yapılan değerlendirmelerin hukuka aykırı olduğunu belirterek, astsubaylığa geçiş sınavı için yapılan başvurunun reddine dair işleminin iptaline karar verilmesini talep ve dava etmektedir. - 147 - Dava dosyasının incelenmesinden; 2009 yılında yapılacak uzman jandarmalıktan astsubaylığa geçiş sınavı için başvuruda bulunan davacının talebinin Jandarma Genel Komutanlığının 09.02.2009 tarihli yazı ile reddedilerek 17.02.2009 tarihinde davacıya tebliğ edildiği, yaptığı araştırmada 2005 ve 2006 sicillerinin düşük olması sebebiyle müracaatının kabul edilmediğini öğrenen davacının anılan dönemler için sicil iptal davasının yanı sıra, süresinde bu davayı açtığı anlaşılmaktadır. Uzman jandarmalıktan astsubaylığa geçiş sınavına girmek için müracaat eden istekli uzman jandarmaların müracaatları, 3466 sayılı Uzman Jandarma Kanunu, Uzman Jandarma Atama ve Sicil Yönetmeliği ve Uzman Jandarmaların Astsubaylığa Geçme Yönergesi hükümleri doğrultusunda değerlendirilmeye alınmaktadır. 3466 sayılı Uzman Jandarma Kanununun "astsubaylığa geçiş" başlıklı 18’inci maddesinde; ‘’Uzman jandarmaların astsubaylığa geçirilmesi ile ilgili usul, esas ve şartlar aşağıda belirtilmiştir: a) Bu bentteki şartları sağlayan uzman jandarmalardan, jandarma genel komutanlığının ihtiyaç duyacağı miktar kadarı, jandarma genel komutanlığı tarafından görülecek lüzum üzerine kendi sınıflarında veya öğrenimleri ile ilgili ihtiyaç duyulan sınıflarda astsubay çavuşluğa nasbedilirler. Kendi nam ve hesabına genelkurmay başkanlığı tarafından tespit edilecek fakülte, yüksek okul veya meslek yüksek okullarından mezun olmak, Muvazzaf astsubay olmaya istekli olmak, 28 yaşından gün almamış olmak, En az üç yıl uzman jandarma olarak görev yapmış olmak, Yönetmelikte öngörülen sınavlarda başarılı olmak, 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda ve ilgili yönetmelikte belirtilen; ceza durumuna, sicil notuna, kişisel ve ahlaki niteliklerine, disiplin durumuna, görevdeki başarısına, sağlık durumuna, mesleki yeterliliğine ve sahip olması gereken diğer niteliklere ilişkin şartları sağlamak, Tabi tutulacakları temel askerlik eğitiminde başarılı olmak. …………’’ şeklinde düzenlenmiştir. - 148 - Jandarma Atama ve Sicil Yönetmeliğinin "astsubaylığa geçirilme şartlan" başlıklı 86’ncı maddesi ile Uzman Jandarmaların Astsubaylığa Geçme Yönergesinin ikinci bölüm 1/e maddesinde; uzman jandarmaların astsubaylık için müracaat etmeleri halinde, müracaat tarihi itibarıyla nasip tarihinden itibaren almış oldukları mevcut sicil not ortalamasının, sicil notunun % 80 ve daha yukarısında olması gerektiği belirtilmektedir. Davacı sınav müracaatının kabul edilmemesi nedeniyle açtığı davanın yanı sıra eş zamanlı olarak 2005 ve 2006 yıllarındaki sicil işlemlerinin iptali istemiyle başka bir dava daha açmıştır. Yapılan incelemede, sicil işlemlerinin iptaline ilişkin davada; AYİM 1’inci Dairesinin 29.12.2009/764-1266 E.K. sayılı ilamı ile 2005 yılı birinci ve ikinci askeri sicil üstü ile mülki sicil üstü, 2006 yılı birinci ve ikinci sicil üstleri tarafından takdir edilen sicillerin iptaline karar verilmiştir. Davaya konu işlemin Uzman jandarmalıktan astsubaylığa geçiş müracaatı kabul edilmeyen davacının sicil not ortalamasının sicil tam notunun % 80’nin altında olması nedeniyle tesis edildiği anlaşılmaktadır. Davacının açtığı sicil iptal davasının lehine sonuçlanması sebebiyle, davanın sonucuna göre halen sınava girmeye engel halinin devam edip-etmediğinin bildirilmesi için yazılan 11.02.2010 tarihli ara kararına verilen 12.03.2010 tarihli cevabi yazıda; davacının 2009 yılında yaptığı müracaatın sicil şartlarını taşımadığından kabul edilmediği, ancak iptal edilen sicilleri sonrasında mevzuatta belirtilen sınava giriş şartlarını taşıması sebebiyle 2010 yılında yapılacak sınava ilişkin müracaatının kabul edildiği belirtilmektedir. Sicil şartını taşımaması nedeniyle astsubaylığa geçiş müracaatı kabul edilmeyen davacının açtığı sicil iptal davası sonunda, bir kısım sicilinin iptali sonrasında engel halin ortadan kalktığı görülmekle; 2009 yılında uzman jandarmalıktan astsubaylığa geçiş müracaatının kabul edilmemesi işleminin hukuka aykırı olduğu sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır. Yukarıda açıklanan nedenlerle; Davacının astsubaylığa geçiş sınavı müracaatının kabul edilmemesi işleminin İPTALİNE, 01 Nisan 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM.3.D., 01.04.2010; E. 009/899, K. 2010/497) - 149 - -23ÖZETİ: İdarenin, yürütülen kamu hizmetinin daha iyi ve amacına uygun bir şekilde yürütülmesinde görevlendireceği personelin seçiminde yazılı sınav ve fiziki şartları tespitinin yanı sıra mülakat yapmak ve kamu hizmetinin görülmesi açısından en uygun seçimi yapmak zorunda olması nedeniyle uzman erbaşlıktan astsubaylığa geçiş için yapılan sınavda mülakat sınavı yapması hukuka aykırı olmadığı gibi, mülakatın kayıt altına alınmaması da tek başına sınavın hukuka hukuka aykırı olduğu anlamına gelmemektedir. Davacı vekili 25.12.2009 tarihinde AYİM’de kayda geçen dava dilekçesi ile savunmadan sonra sunduğu cevap dilekçesinde özetle; müvekkilinin 03.12.2001 tarihinden bu yana Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yaptığını, uzman erbaşlıktan astsubaylığa geçme şartlarını taşıması nedeniyle sınava girmesinin uygun görülerek başvurusunun kabul edildiğini, bilahare 16.06.2009 - 05.11.2009 tarihleri arasında K.K.K.lığınca yapılan muvazzaf astsubaylık sınavlarına katıldığını, yazılı sınavda 75,384 puan alarak başarılı olduğunu, fiziki kabiliyet sınavından da 100 tam not aldığını, son olarak yapılan mülakat sınavında ise sorulan soruları yanıtladığı halde başarısız sayıldığını, durumun 25.12.2009 tarihinde kendisine tebliğ edildiğini, oysa uzman erbaşlığa girişteki mülakat sınavında aranan koşullar ile astsubaylığa geçiş için yapılan mülakatta aranan koşulların aynı olduğunu, müvekkilinin bu koşulları sağlayarak uzman erbaş yapılmasına rağmen astsubaylığa geçirilmediğini, uzman erbaş olarak görev yaptığı 8 yıl boyunca başarılı ve disiplinli çalışmaları nedeniyle 24 kez takdirname aldığını, Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesinin ilk 2 yılını başarıyla tamamlayarak önlisans diploması aldığını, 14’üncü Zırhlı Tugay K.lığında icra edilen İngilizce dil kursunda başarılı olduğunu, keza Milli Eğitim Bakanlığınca düzenlenen bilgisayar kursunda da başarı sağladığını, sınava katılabilmesi için amirleri tarafından düzenlenen nitelik belgesinde hakkında olumlu kanaatler belirtildiğini, tüm bunlara rağmen mülakat sınavında başarısız sayılmasının objektif bir değerlendirmeye dayanmadığını, kanuna aykırı olduğunu, Hukuk Devleti ilkesi gereğince idarenin yargısal denetim yapılmasını ortadan kaldıracak ya da bunu güçleştirecek işlem ve eylemlerde bulunmasının mümkün olmadığını, muvazzaf astsubaylık sınavının mülakat ile ilgili bölümünün de diğer idari işlemler gibi yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden denetlenmesinin gerektiğini, ancak bu denetimin; sınavın teknolojik imkanlardan yararlanılarak sesli ve görüntülü kayıt altına alınması ile mümkün olabileceğini, Danıştay’ın yerleşik kararların bu yönde olduğunu belirterek, işlemin iptaline ve öncelikle yürütmenin durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. - 150 - AYİM 3.D.nin 07.01.2010 tarih ve 2009/4375 Gensek – 2010/2 Esas sayılı kararı ile yürütmenin durdurulması yönündeki talep reddedilmiştir. Dava dosyasında mevcut bilgi ve belgelerin incelenmesi sonucunda; 03.12.2001 tarihinden bu yana Tnk.Uzm.Çvş. sınıf ve rütbesiyle uzman erbaş olarak Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde görev yapmakta olan davacının 2009 yılı muvazzaf astsubaylığa geçiş sınavları için müracaatta bulunduğu, müracaatının uygun görülmesi üzerine 09.08.2009 tarihinde yazılı sınava alındığı, bu sınavdan 75,04699 not alarak başarılı olduğu, 22.10.2009 tarihinde yapılan Fiziki Kabiliyet ve Yeterlilik Testinden de tam not alarak başarılı olduğu ve mülakat sınavına girmeye hak kazandığı, ancak 23.10.2009 tarihinde icra edilen mülakat sınavında ise mülakat heyetince yapılan değerlendirme sonucunda kendisine 32 puan verildiği, böylece mülakatta alması gereken notun altında bir not alması nedeniyle muvazzaf astsubaylık sınavlarında başarısız sayıldığı ve sonucun K.K.K.lığının 16.11.2009 tarihli yazısı ile kendisine bildirilmesi üzerine işlemin iptali istemiyle süresi içinde işbu davayı açtığı anlaşılmıştır. 926 sayılı TSK Personel Kanununun 68 inci maddesine dayanılarak hazırlanan ve 28.05.2004 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe konulan Dış Kaynaktan Muvazzaf Astsubay Temin Yönetmeliğinin “Başvuruların Kabulü, Seçim ve Sınav Esasları” başlıklı 8 inci maddesi; “Muvazzaf astsubay aday adayları; kuvvet komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı tarafından belirlenen makamlara, yürürlüğe konulacak yönergede belirtilen usullere uygun olarak başvururlar. Başvuruları kabul edilenler; genel kültür sınavı, fizikî yetenek değerlendirme testi ile mülâkata tâbi tutulurlar. Bu sınavlarda göz önünde tutulan değerlendirme ölçüt ve esasları; kuvvet komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı tarafından yürürlüğe konulacak yönergelerde belirlenir. Yapılacak değerlendirmeler sonucunda başarılı olanlar ve tam teşekküllü askerî hastahanelerden sınıfında "Muvazzaf Astsubay Olur" kararlı sağlık raporu alanlardan, ihtiyaç kadarı, muvazzaf astsubay adayı olurlar.” hükmü içermektedir. 3269 sayılı Kanunun 19’ncu maddesine dayanılarak çıkarılan Uzman Erbaş Yönetmeliğinin Astsubaylığa Geçirilme başlıklı 24’ncü maddesinde ise; “Uzman erbaşların astsubaylığa geçirilmesiyle ilgili usul ve esaslar ile diğer hususlar aşağıda belirtilmiştir: a) Bu bentteki şartları sağlayan uzman erbaşlardan kuvvet komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığının ihtiyaç duyacağı miktar kadarı, astsubay çavuşluğa nasbedilirler. - 151 - 1) Kendi nam ve hesabına Genelkurmay Başkanlığı tarafından tespit edilecek fakülte, yüksek okul veya meslek yüksek okullarından mezun olmak, 2) Muvazzaf astsubay olmaya istekli olmak ve en az bir yıl hizmeti bulunmak, 3) Başvuru tarihinde 28 yaşından gün almamış olmak, 4) Yapılacak sınavlarda başarılı olmak, d) Astsubay olmaya istekli uzman erbaşların, müracaat esasları ve tâbi tutulacakları sınavlar; kuvvet komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı tarafından yürürlüğe konulacak yönergelerde belirlenir. Astsubaylığa geçirilecek uzman erbaşların değerlendirilmesi; yapılan yazılı sınavlar sonucu aldıkları notlarına veya puanlarına sicil not ortalamasının yüzde yirmi beş (%25)i, bedenî yeterlilik ve yapılması hâlinde mülakat notunun her birinin yüzde on(%10)u ile örneğine EK-D'de yer verilen mükâfat puanlarının ilâvesi ve örneğine EK-E'de yer verilen ceza puanlarının düşülmesi ile yapılır. Astsubay adayı, uzman erbaşların tâbi tutulacağı tüm sınavlarda 100 tam puan üzerinden değerlendirilir. Değerlendirme notlarının eşit olması hâlinde, adayların sıralamasında sınavlarda alınan notlar, bunun da eşit olması hâlinde hizmet süreleri göz önünde bulundurulur.” şeklinde hüküm mevcuttur. Yönetmeliğin bu hükmüne dayanılarak Kara Kuvvetleri Komutanlığı tarafından; kendi nam ve hesabına en az iki yıl süreli yüksekokul, meslek yüksekokulu veya fakülteleri bitirenlerden Kara Kuvvetleri Komutanlığında muvazzaf astsubay nasbedilmek üzere temel askerlik ve astsubaylık anlayışı kazandırma eğitimine alınacaklarda aranacak nitelikler, bunların tabi tutulacakları seçme sınavlarına ilişkin usul ve esaslar ile astsubay adaylarının yetiştirilmesi ile ilgili esasları gösteren Dış Kaynaktan Muvazzaf Astsubaylığa Alınacaklara İlişkin Yönerge (KKY 5118) hazırlanarak yürürlüğe konulmuştur. Anılan Yönergenin “Sınav, Seçim ve Nasıp İşlemleri” başlıklı Dördüncü Bölümünde yer alan “Sınav uygulaması” başlıklı 1 inci maddesinde; muvazzaf astsubay aday adaylarının sırasıyla genel kültür sınavına, fiziki yeterlilik ve değerlendirme testine ve son olarak mülakata tabi tutulacakları, mülakatın; alınacak personel hakkında arzu edilen ve testlerle tespiti mümkün olmayan bilgilerin tespiti amacıyla mülakat heyeti ve aday arasında yapılan planlı ve ölçülü bir konuşma ve görüşme şeklinde ve KKK.lığı Mülakat Yönergesi (KKY-51-8) esaslarına göre icra edileceği, mülakat komisyonu üyelerinin bir veya bir kaçının sınav yapılan branştan olmasının gerektiği, değerlendirmenin 50 tam not üzerinden yapılacağı ve 40 ve daha yukarı not alanların mülakatta başarılı kabul edilecekleri, mülakat değerlendirme sonuçlarının Yönergenin ekinde yer alan EK-K Değerlendirme Formuna işleneceği düzenlemeleri mevcuttur. Bahsi geçen Yönergenin 4’ncü Bl. 1. d(2) maddesinde ise mülakat işlemlerinin KKY.51- 152 - 8 Yönergesine göre yapılacağı bildirilmiştir. Belirtilen Yönergenin 2’nci Bölüm 2’nci fıkrasının c bendinde ise “Astsubay Hazırlama Okulları ve Astsubay Sınıf Okullarına alınacak öğrenciler ile uzman erbaşlığa alınacak adaylar için teşkil edilecek mülakat komisyonları üyelerinden birisi astsubay olur.” şeklinde hüküm mevcuttur. Yukarıda zikredilen mevzuat hükümlerini toparladığımızda, 3269 Sayılı Uzman Erbaş Kanununa tabi olarak istihdam edilen uzman erbaşların astsubaylığa geçiş işlemlerinin sırasıyla 3269 Sayılı Kanuna dayanılarak çıkarılan Uzman Erbaş Yönetmeliği, (KKY 51-18) Sayılı Yönerge ve KKK’lığı Mülakat Yönergesi (KKY 51-8) hükümlerine göre yapıldığı görülmektedir. Davacı hakkında düzenlenen işlemler, konuyu düzenleyen ve yukarıda ilgili bölümleri zikredilen mevzuat hükümlerine uygun olduğu görülmüştür. Ancak Başsavcılık düşüncesine ve davacı vekilinin özellikle duruşmada serdettiği iddialarına nazaran bir iki hususa işaret etmek gerekmektedir. Bunlardan birincisi “mülakat” aşamasının hukuki denetiminin elverişli hale gelmesi için gereken önlemlerin alınmaması halinin ileri sürülmesidir. Bizatihi bu tür önlemlerin alınamamasının, işlemi, unsurları açısından (özellikle maksat unsuru açısından) hukuka aykırı hale getirmeyeceği kanısına varılmıştır. Zira idare yürütülen kamu hizmetinin daha iyi ve amacına uygun bir şekilde yürütülmesinde görevlendireceği personelin seçiminde yazılı sınav ve fiziki şartları tespitinin yanı sıra mülakat yapmak ve kamu hizmetinin görülmesi açısından en uygun seçimi yapmak zorundadır. Bu süreçte hukuka aykırılığın oluşabilmesi için yanlı ve bir kayırma içine girildiğinin iddia edilmesi ve bunun iddia edence kanıtlanması gereklidir. Taraflarca, maksat unsurunu hukuka aykırı hale getiren böyle bir iddia öne sürülmemiş olup, sadece mülakatın kayıt altına alınmaması ve bu amaçla hukuki denetiminin yapılmaması şeklindeki bir iddia, bu açıdan oluşabilecek bir hukuka aykırılığın bulunduğu anlamına gelmemektedir. Diğer konu ise, davacının mülakatını yaptıracak heyette bir astsubayın bulunmasının gerekmesine rağmen bu hususa riayet edilememesi halidir. Konuyla ilgili olarak uygulanacak hükümleri belirten genel idari düzenleyici işlem KKK Komutanının imzasını havi bir emir ekinde yürürlüğe giren KK Mülakat Yönergesi (KKY 51-8)’dir. Bu Yönergenin ilgili maddelerinde yukarıda da zikredildiği üzere mülakat komisyonlarının 1 başkan ve 4 üyeden oluşturulacağı, astsubay hazırlama okulları ve astsubay sınıf okullarına alınacak öğrenciler için teşkil edilecek mülakat komisyonları üyelerinden birinin astsubay olacağı hükmü mevcuttur. Davacı hakkında oluşturulan komisyon üyelerinin tamamın subay olduğu ve tüm üyelerce davacı hakkında (konuyla ilgili Yönerge hükmüne göre başarı sayılmayı gerektirecek) başarı notunun altında not takdir edildiği savunma ekinde gönderilen evraktan anlaşılmıştır. Komisyonda bir astsubayın bulunmamış - 153 - olması ilk bakışta, kuşkusuz bir şekil noksanlığını akla getirmektedir. Ancak idare hukukunda bilindiği üzere her şekil noksanlığı işlemin iptalini gerektirmemektedir. Davacı hakkında bir üyenin astsubay olması halinde de bu üye tam puan takdir etse dahi sonuçtaki kanaat değişmeyecektir. Bu eksiklik, denetimini yaptığımız birel işlemin sakatlanması açısından yeterli düzeyde bir şekil unsurundaki hukuka aykırılığı doğurmadığından işlem bu yönden hukuka aykırı bir hale gelmemiştir. İşlemin hukuka aykırılığını belirten bir diğer görüş te, davacının seçiminin Uzman Erbaş Yönetmeliğinin 24’ncü maddesinde düzenlenen puanlama ile yapılması gerektiği, bu nedenle Yönerge hükümlerine göre sınava tabi tutulmayıp mülakata alınmasının doğru olmadığı şeklindeki görüştür. Davacının sınavları aşması durumunda kuşkusuz bu puanlama yapılmak durumundadır. Ancak bu aşamaya gelebilmek için Yönetmeliğin 24/a-4 madde ve bendinde “yapılacak sınavlarda başarılı olmak” durumunun aşılması ve bu koşulun öncelikle gerçekleşmiş olması gerekmektedir. Davacı sınavlarda (mülakatta) başarılı olamamıştır. Bu durumda belirtilen aşamanın uygulanması mümkün olmadığından, bunun yapılmamış olması da, doğaldır ki işlemi hukuka aykırı hale getirmemektedir. Yukarıda açıklanan nedenlerle; Yasal dayanaktan yoksun DAVANIN REDDİNE, 10 HAZİRAN 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM.3.D., 10.06.2010; E. 2010/2, K 2010/718) ATAMA 1. ASKERİ HÂKİM ATAMASI -24ÖZETİ: Yetki ve etkinliğin toplandığı tek birim olan Komutan/Kurum Amirinin dışında, görev ve işlev açısından etkinliği bulunmayan disiplin subayının hâkimlik teminatında yer alması hukuken mümkün olmadığı gibi, 357 Sayılı Kanunun 16’ncı madde kapsamındaki koruma şemsiyesi altına alınmasını gerektiren herhangi bir durum da söz konusu değildir. - 154 - Davacı, 06 Kasım 2009 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kaydına geçen dava dilekçesinde özetle; 2008 yılı genel atamaları ile atandığı 4’üncü Kor.K.lığı Disiplin Subaylığı görevinden 02 Ekim 2009 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan atama kararnamesi ile 7’nci Kor.K.lığı As.Mah.Hak.liğine atandığını, tesis edilen bu atama işleminin hukuka aykırı olduğunu, 357 sayılı Askeri Hakimler Kanununun 16’ncı maddesinde yer alan “askeri hakim ve askeri savcılar ile yardımcı askeri savcılar” ibaresinin sadece askeri mahkeme ve savcılıklarda görev yapanları değil, fiilen yargı görevi yapan tüm askeri hakim sınıfına mensup subayları kapsadığını, nitekim AYİM 1.D.nin 25 Eylül 2005 gün ve 2005/722 Esas, 2005/1073 Karar sayılı kararı ile AYİM 1.D.nin 2008/872 Esas sayılı kararının da bu yönde olduğunu, öte yandan TC. Anayasasının 145’inci maddesinin; “Askeri yargı, askeri mahkemeler ve disiplin mahkemeleri tarafından yürütülür.” hükmünün de, tartışmasız bir biçimde disiplin mahkemelerinin yargı fonksiyonu açısından askeri mahkemelerden bir farkının olmadığını ortaya koymakta olduğunu, bunun doğal sonucu olarak da bir yargı yeri olduğu Anayasa hükmü ile ortaya konan disiplin mahkemelerinin iddia makamı olan disiplin subaylıklarına atanan askeri hakim sınıfına mensup subayların da 357 sayılı Kanunun 16’ncı maddesindeki teminata haiz olduklarını, AYİM 1.D.nin 25 Eylül 2005 gün ve 2005/722 Esas, 2005/1073 Karar sayılı kararında da belirtildiği üzere yasa koyucu tarafından 357 sayılı Kanunun 16’ncı maddesinin son fıkrasında teminatsız görevlerin sayma suretiyle belirtildiğini, 357 sayılı Kanunun 39’uncu maddesinin 2’nci fıkrasında ise askeri yargının idari görev kadrolarının sayma yoluyla açıklandığını, askeri yargının yargı ve idari görevlerinden başka bir görevinin olmadığını, yasa koyucu tarafından açıkça ve sayma yoluyla belirlenen idari görev kadrolarına dahil edilmediğine göre disiplin subaylığının bir yargı görevi olarak kabul edildiğini, TC. Anayasasının 140’ıncı maddesinin; “Hakim ve savcıların atamaları, … görevlerinin ve görev yerlerinin geçici veya sürekli olarak değiştirilmesi, … diğer özlük işleri mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik tazminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir.” hükmünün de disiplin subaylığının teminatlı olmasını zorunlu kıldığını, Anayasa Mahkemesinin 07 Mayıs 2009 gün ve 2005/159 Esas, 2009/62 Karar sayılı kararında da, Anayasanın 145’inci maddesi uyarınca askeri yargının askeri mahkemeler ve disiplin mahkemeleri tarafından yürütüleceği açıklanarak Anayasanın 9, 138 ve 140’ıncı maddelerindeki düzenlemeler gereğince adli ve idari yargı için öngörülen yargı bağımsızlığının askeri yargı için de geçerli olduğunun belirtildiğini, Anayasa Mahkemesinin 04 Haziran 1970 gün ve 1970/6-29 E/K sayılı kararında da disiplin mahkemelerinin; kuruluşu, işleyişi Anayasa’da açıklanan ilkeler uyarınca özel kanunla düzenlenen ve askeri mahkemeler ile aynı statüde olan mahkemeler olduğunun belirtildiğini, öte yandan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında hürriyeti bağlayıcı cezaya hükmeden mahkemelerin heyetlerinin bağımsız ve tarafsız olmamalarının, bir diğer ifade ile hakimlik teminatlarına haiz bulunmamalarının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/1’inci maddesinin ihlali olarak nitelendirildiğini, Disiplin Mahkemelerinin statüsü, 357 sayılı - 155 - Kanunun 16 ve 39’uncu maddelerinin amir hükümleri ile Anayasa Mahkemesinin ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararları nazara alındığında Disiplin Mahkemelerinin iddia makamında görev yapan askeri hakimlerin teminata haiz olduklarının anlaşılmakta olduğunu, bu nedenlerle 11 Haziran 2008 tarihinde başlayan 4 yıllık teminat süresi dolmadan yapılan atama işleminin hukuka aykırılıkla sakatlanmış olduğunu, diğer yandan K.K.Subay ve Astsubay Atama Yönergesinin “Atamaların planlanması” başlıklı 11’inci bölüm 1’inci maddesinin b fıkrasının 10’uncu bendinde 3’üncü derece garnizonlara hangi sıra ile atama yapılacağının açıklandığını, buna göre garnizon hizmet süresini tamamlayanların öncelikle atanmalarında zorunluluk bulunduğunu, dolayısıyla 2010 yılında garnizon hizmet süresini dolduracak olan kendisinden önce garnizon hizmet süresini dolduran emsal askeri hakimler bulunduğundan, dava konusu atama işleminin bu yönden de hukuka aykırı olduğunu, bu nedenle öncelikle Hak.Alb….’ın 7’nci Kor.K.lığı As.Hak.liğine atanması gerekirken kendisinin atanmasının hukuka aykırı olduğunu, ayrıca Hak.Alb…., Hak.Alb…., Hak.Bnb…. ve Hak.Bnb….’nın garnizon hizmet sürelerini doldurduklarını belirterek 4’üncü Kor.K.lığı Disiplin Subaylığı görevinden 7’nci Kor.K.lığı Askeri Mahkeme Hakimliği görevine yapılan atama işleminin iptaline ve öncelikle anılan işlemin yürütmesinin durdurulmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir. AYİM 1’inci Dairesinin 22 Aralık 2009 gün ve Gensek Nu:2009/3692, Esas Nu:2009/1113 sayılı kararı ile yürütmenin durdurulmasına ve AYİM 1’inci Dairesinin 09 Haziran 2010 gün ve Gensek Nu:2009/3692, Esas Nu:2009/1113 sayılı kararı ile yeniden yürütmenin durdurulmasına karar verildiği anlaşılmaktadır. Dava dosyasındaki bilgi ve belgelerin incelenmesi neticesinde; ilk rütbeye nasıp tarihinden itibaren sırasıyla 1989-1990 yılları arasında Balıkesir garnizonunda (kurs nedeniyle), 1990-1997 yılları arasında İzmir garnizonunda, 1997-1998 yılları arasında Ankara garnizonunda (askeri hakimlik stajı nedeniyle), 1998-2002 yılları arasında Erzurum garnizonunda görev yapan, 2002 yılında AYİM 1’inci Daire Raportörlüğü görevine daha sonra, 2008 yılında da Ankara/4’üncü Kor.K.lığı Disiplin Subaylığı görevine atanan davacının, 02 Ekim 2009 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan atama kararnamesi ile Diyarbakır 7’nci Kor.K.lığı Askeri Mahkemesi Askeri Hakimliği görevine atanması üzerine anılan atama işleminin iptali istemi ile işbu davayı açtığı anlaşılmaktadır. Anayasanın 145’inci maddesinin son fıkrasındaki; “Askerî yargı organlarının kuruluşu, işleyişi, askerî hâkimlerin özlük işleri, askerî savcılık görevlerini yapan askerî hâkimlerin görevli bulundukları komutanlıkla ilişkileri, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir” şeklindeki düzenlemeye uygun olarak askeri hakim sınıfına mensup subayların atamaları, terfileri ve özlük hakları 357 sayılı Askeri Hakimler Kanununda düzenlenmiştir. - 156 - Anılan Kanunun 16’ncı maddesinin 1’inci fıkrasındaki; “…Bu kanun hükümleri saklı kalmak şartıyla Silahlı Kuvvetler mensuplarının nakil ve tayinleri hakkındaki hükümler esas alınarak…” şeklindeki düzenleme ile askeri hakim sınıfına mensup subayların atanmaları ile ilgili olarak 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununa ve dolayısıyla Subay ve Astsubay Atama Yönetmeliğine atıf yapılmış, ancak 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununun atamalar ile ilgili hükümleri ile Subay ve Astsubay Atama Yönetmeliği hükümleri, 357 sayılı Askeri Hakimler Kanunu hükümleri saklı kalmak kaydıyla ve Anayasanın 9, 37, 138, 139, 140 ve 145’inci maddeleri ile güvence altına alınan “hakimlik mesleğinin gereklerine”, “yargı bağımsızlığı” ve “yargıç güvencesi (hakimlik teminatı)” ilkelerine aykırı olmadığı sürece uygulanabilecektir. Bu kapsamda askeri hâkim sınıfına mensup subayların atamalarıyla ilgili mevzuat hükümleri irdelendiğinde; 357 sayılı Askeri Hakimler Kanununun “Yer Değiştirme esasları” başlıklı 16’ncı maddesi; “Askeri hâkimler ve askeri savcılar ile yardımcılarının, adli müşavirlerin, Askeri Adalet İşleri Başkanlığı ile Askeri Adalet Teftiş Kurulu Başkanlığı kadrolarında ve askeri yargı ile ilgili idari görevlerde bulunan askeri hâkimlerin atanmaları bu kanun hükümleri saklı kalmak şartıyla Silâhlı Kuvvetler mensuplarının nakil ve tâyinleri hakkındaki hükümler esas alınarak Milli Savunma Bakanı ve Başbakanın müşterek kararnamesi ile Cumhurbaşkanının onayına sunulur ve Resmi Gazete ile yayınlanır./(Değişik: 12/6/2003 - 4894/2 md.) Askeri Hâkim ve askeri savcılar ile yardımcı askeri savcılar muvafakatları alınmadıkça ikinci bölgede hizmet sürelerini tamamlamadan, birinci bölgede dört yıldan önce başka bir yere ve göreve atanamazlar. Ancak bir mahkemenin veya kadronun kaldırılması, teşkilatında mahkeme bulunan birliğin yer değiştirmesi veya yükselme sebebiyle aynı kadroda kalmalarına imkân olmayanların yahut ikinci bölgeye atanma sırası gelenlerle, sıkıyönetim halinde sıkıyönetim mahkemelerine atanmalarda muvafakat şartı aranmaz./Askeri hâkimlik, askeri hâkim yardımcılığı, askeri savcılık, askeri savcı yardımcılığı görevlerine ve adli müşavirliklere, Askeri Adalet İşleri Başkanlığı ile Askeri Adalet Teftiş Kurulu Başkanlığı kadrolarına ve askeri yargı ile ilgili idari görevlere yapılacak atanmalarda yukarıdaki fıkralar hükümleri saklı kalmak şartıyla, Askeri Yargıtay notları, müfettiş raporları ve idari üstlerce düzenlenen siciller gözönünde tutularak işlem yapılır./Bu görevlerden birinden diğerine yapılacak atanmalar ya ilgilinin muvafakati veya bulundukları yerde kendi kusurları olmaksızın hâkimliğin gerektirdiği şeref ve tarafsızlıkla görev yapamayacakları yahut bulundukları yerlerde kalmaları memuriyetlerinin nüfuz ve itibarını zedeleyici veya işlerin çokluğuna ve çeşidine göre görevde gereken başarıyı göstermedikleri soruşturma ve belgelerle anlaşılmasına yahut kadro ve hizmetin böyle bir atanmayı zorunlu kılması haline bağlıdır./Askeri Yargıtay Başkanlığına, İkinci Başkanlığına, Daire Başkanlıklarına, Üyeliklerine ve Başsavcılığına seçilen askeri hâkim ve askeri savcıların atanmaları 1’inci fıkrada olduğu gibi kararname ile - 157 - yapılır ve yayınlanır. Bunlar başka bir göreve atanamazlar. Ancak, muvafakatleri alınmak ve Askeri Yargıtay üyeliği hukukundan feragat etmek şartı ile başka bir göreve atanabilirler./Adli müşavirliklerde, Askeri Adalet İşleri Başkanlığı ile Askeri Adalet Teftiş Kurulu Başkanlığı kadrolarında ve askeri yargı ile ilgili idari görevlerde bulunan askeri hâkimlerin atanmalarında süre ve muvafakat şartı aranmaksızın subaylar hakkındaki genel hükümler uygulanır.” hükmüne yer verilmiştir. Subay ve Astsubay Atama Yönetmeliğinin “Garnizon hizmet süresinin tamamlanması ilkesi” başlıklı 11’inci maddesi; “Subay ve astsubayların atandığı garnizonda hizmet süresini tamamlamaları esastır. Subay ve astsubaylar bu Yönetmeliğin 23 ve 24’üncü maddelerde belirtilen sebepler hariç olmak üzere garnizon değiştirmek suretiyle atamaya tabi tutulmazlar” düzenlemesi mevcuttur. 357 sayılı Kanunun 16’ncı maddesinin atıfta bulunduğu; 926 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunun 118’inci maddesinde; “Subay ve astsubayların atama ve yer değiştirmelerinin hizmetin aksatılmadan yürütülmesi esasına bağlı olarak, sosyal, iklim ve ulaşım durumları ile kültür ve sağlık durumları ve bunlara benzer yer ve bölge şartları göz önünde tutularak tespit edilen bölge ve garnizonlara –(a) meslek programları, meslek içi ve kadro ihtiyacı-(b) Sağlık durumu-(c) İdari, asayiş ve zaruri sebepler –(d) istekte bulunduğu yerler” dikkate alınarak sıra ile yapılacağı belirtilmektedir. Aynı Kanunun 119’uncu maddesi de; “Yukarıdaki maddede yazılı esaslar dâhilinde bölge ve garnizonların tespiti, bölgelerin ve garnizonların değişen şartlara göre yeniden tespiti, buralarda kalma süreleri, atanma ve yer değiştirmelerde dikkate alınacak sair hususlar Milli Savunma ve İçişleri Bakanlıklarınca hazırlanacak yönetmelik ile tespit edilir.” şeklinde düzenlenmiştir. 926 sayılı TSK Personel Kanunun 119’uncu maddesi uyarınca çıkarılan ve 01 Ocak 2006 tarihinde yürürlüğe giren Subay ve Astsubay Atama Yönetmeliğinin (18 Aralık 2005 tarih ve 26027 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıştır) 14’üncü maddesinde; "Subay ve astsubayların atamaları, hizmetin aksatılmadan yürütülmesi esasına ve hizmet ihtiyacı prensibine uygun olarak aşağıdaki kriterler dikkate alınarak Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı tarafından atama yönergelerinde belirtilen garnizonlar arasında sıra ile yapılır. a) Meslek programları ve meslek içi eğitim esasları, b) Kadro ihtiyaçları, c) Kıta hizmeti zorunluluğu, ç) Terfi durumu, d) Sınıf, branş ve ihtisasları, e) Kendisinin, eşinin ve bakmakla yükümlü olduğu çocuklarının atamaya esas hayati önemi haiz sağlık durumları, f) İdari, asayiş ve zaruri sebepler, g) Personelin atanma isteğinde belirttiği yerler. Subay ve astsubaylar, kendileriyle eşlerinin memleketleri ve daimi ikametgahlarının bulunduğu garnizonlar dahilinde, mümkün olduğu kadar, sıkıyönetim - 158 - hizmetleri, sosyal tesis (orduevi, özel eğitim merkezi, askerî gazino, ve benzeri), levazım amirlikleri, ihale / muayene ve kabul komisyon üyelikleri, inşaat-emlak, asker alma ile jandarma (eğitim görevleri hariç) ve sahil güvenlik hizmetleri gibi halkla doğrudan ilişkili görevler veya mal ve hizmet alımı ile ilgili görevlere verilmez veya atandırılmazlar. Ancak, son genel nüfus sayımına göre büyükşehir belediye / belediye hudutları içindeki nüfusu 500.000'i aşan yerler için bu fıkra hükmü uygulanmaz.” hükmü mevcuttur. Subay ve Astsubay Atama Yönetmeliğinin “Garnizon hizmet süresinin tamamlanması ilkesi” başlıklı 11’inci maddesi; “Subay ve astsubayların atandığı garnizonda hizmet süresini tamamlamaları esastır. Subay ve astsubaylar bu Yönetmeliğin 23 ve 24’üncü maddelerde belirtilen sebepler hariç olmak üzere garnizon değiştirmek suretiyle atamaya tabi tutulmazlar” düzenlemesine yer verilmiştir. Subay ve Astsubay Atama Yönetmeliğinin “Kara Kuvvetleri Komutanlığına Ait Hükümler” başlıklı 5’inci Bölüm, “Bütün garnizonlarda görevi yapma esası” başlıklı 53’üncü maddesinin son fıkrası; “24’üncü maddede belirtilen hâllerin yanında Kara Kuvvetleri Komutanlığı için “3’üncü derece garnizonlara atama ihtiyacı”, garnizon hizmet süresini tamamlamadan atandırılmayı gerektiren haller arasındadır” düzenlemesi bulunmaktadır. Anılan Yönetmeliğinin 5’inci Bölüm, “Garnizon hizmet süreleri” başlıklı 54’üncü maddesi; “Subay ve astsubayların derecelere göre garnizonlardaki garnizon hizmet süreleri aşağıda belirtilmiştir./a) 1’inci derecedeki garnizonlarda garnizon hizmet süresi 8 yıl,/b) 2’nci derecedeki garnizonlarda garnizon hizmet süresi 6 yıl,/c) 3’üncü derecedeki garnizonlarda garnizon hizmet süresi; garnizonlara bağlı olarak 4-5 yıl,/ç) 4’üncü derecedeki garnizonlarda garnizon hizmet süresi 3 yıl,/d) 5’inci derecedeki garnizonlarda garnizon hizmet süresi 2 yıl,/e) Kıbrıs 2’nci derece, Gökçeada ve Bozcaada 3’üncü derece garnizonlardır. Bu garnizonlarda hizmet süresi 2 yıldır. /Bu garnizon sürelerinin sınıf ve rütbelere göre tatbikine ilişkin esaslar idarenin ihtiyaçları doğrultusunda Kara Kuvvetleri Komutanlığı Atama Yönergesinde düzenlenir./Hizmetin özelliğine göre garnizonlardaki bu süreler Yönetmeliğin 23’üncü maddesinde belirtilen bağlayıcı sebepler mevcut değilse, benzer durumdaki diğer subay ve astsubayların haklarını ihlal etmemek kaydı ile sıralı hizmet garnizonuna atandırılacak olanlar hariç 1’inci derece garnizonlar için idarenin ihtiyacına, diğer garnizonlarda personelin isteğine istinaden her seferinde 1 yıl olmak üzere en fazla iki kez Kuvvet Komutanlığınca uzatılabilir./1’inci derecedeki garnizonlarda görev yapan personelden, garnizon hizmet süresinin asgari 2’nci yılını tamamlayan ve geçerli bir mazerete istinaden kendi isteği ile atanmak üzere dilekçe ile müracaat eden personelin, kadro imkânları ve personelin safahatı göz önüne alınarak idarenin ihtiyaç duyduğu diğer bir garnizona atandırılması değerlendirilir. Bu personelin 1’inci derecedeki diğer bir garnizona atanması durumunda, garnizon hizmet süresi önceki - 159 - 1’inci derece garnizonda görev yaptığı süre ile toplanarak toplam 8 yıl olarak uygulanır./Atama durumunda olan personelden; Elazığ Merkez, Erzurum Büyükşehir Merkez, Diyarbakır (Büyükşehir Merkez ve Orgeneral Bilge Garnizonu), Erzincan Merkez, Şanlıurfa Merkez, Malatya (Merkez ve Battalgazi), Gaziantep (Merkez , Nizip ve Oğuzeli), Sivas Merkez, Kahramanmaraş, ve Osmaniye garnizonlarına safahat itibarıyla atanabilecek personel miktarının az olması veya sınıf, rütbe ve branş bazında bu garnizonlardaki kadroları karşılamaması durumunda; ihtiyaç duyulan nasıplılar arasında, 1 ve 2’nci derecedeki garnizonlarda en az 5 yılını tamamlayanlardan (sıralı hizmet garnizonu sırasında olanlar ile ertesi yıl sıralı hizmet garnizonuna gidiş sırası kesin olarak gelecekler ve kritik görevlere seçilenler hariç), toplam safahat puanı en fazla olandan başlamak üzere görev ihtiyaçları göz önüne alınarak, bulundukları garnizonda garnizon hizmet süresi tamamlama şartı aranmaksızın personel atandırılır. /1 ve 2’nci derecedeki garnizonlarda en az 5 yılını tamamlayanlardan, beşinci fıkrada belirtilen garnizonlara atama isteyen personele öncelik verilir./Subay ve astsubayların 1, 2 ve 3’üncü derecelerdeki garnizonlarda görev yaparken, bulundukları garnizon statüsü ve derecesi değiştiği hallerde atamaları, değişmeden önceki garnizonda kaldıkları süre, kalınması gereken sürenin üçte iki (2/3)si veya daha fazlası ise evvelki garnizon hizmet süresine, üçte iki (2/3)sinden daha az ise yeni garnizon hizmet süresine göre hesaplanarak yapılır./Sıralı hizmet garnizonlarında hizmet süresi itibari olarak 3 yıldır (1095 gün). İtibari süre; 3 yıllık garnizonlarda geçen hizmet süresi 1 katsayı ile, 2 yıllık garnizonlarda geçen hizmet süresi ise 1,5 katsayı ile çarpılarak hesap edilir./Sıralı hizmet garnizonlarında;/a) Generaller,/b) Bu garnizonlarda toplam kadrosu 10 (dahil) ve daha az olan sınıfların personeli, /c) Sıralı hizmet garnizonu görevini iki defa tamamlayıp bu garnizonlara 3 ve daha fazla giden her sınıf personel için görev süresi 2 yıldır. İkiden sonraki sıralı hizmet garnizonu görevlerine göndermede, gönderileceği sıralı hizmet garnizonu görevi için itibari olarak 1 yıl ve daha fazla müktesebi olanlar,bu hizmeti yapmış sayılırlar./Hudut birliklerinde görevlendirilen subay ve astsubayların tabi oldukları hizmet süreleri, Kara Kuvvetleri Atama Yönergesinde belirtilir.” hükmüne amirdir. Subay ve Astsubay Atama Yönetmeliğine dayanılarak hazırlanan K.K. Subay ve Astsubay Ataması Yönergesinin “Atamalarının Planlanması” başlıklı 11’inci bölüm, 1’inci maddesinin b fıkrasının (10)’uncu bendi; “1) Elazığ, Erzurum, Diyarbakır, Erzincan, Şanlıurfa, Malatya, Gaziantep (Merkez, Nizip ve Oğuzeli), Sivas, Kahramanmaraş ve Osmaniye Garnizonları’na sınıf/branş ve kadro görev yerlerinin özelliğine göre ihtiyaç duyulan nasıplılar arasından yapılacak atama planlamasında aşağıdaki personel dikkate alınır./a) 1’inci derece garnizonlarda iki yılını veya 2’nci derece garnizonlarda beş yılını tamamlamış ve atanması mümkün olan istekli personel,/b) 3’üncü derece garnizonlarda garnizon hizmet süresini tamamlayanlardan atanması mümkün olan istekli personel,/c) Garnizon hizmet süresini tamamlayan ve safahatı itibarıyla bu garnizonlara - 160 - atanabilecek personel,/ç) 1’inci ve 2’nci derece garnizonlarda en az beş yılını tamamlayan personel (Garnizonda en fazla kalandan başlamak üzere (7, 6, 5 yıl), hizmet safahat puanına göre sıralanan personel istek durumuna bakılmaksızın 3’üncü derece garnizon atama planlamasına dahil edilir.).” hükmüne yer verilmektedir. Davalı idare davacı hakkında tesis ettiği atama işlemini, Subay Astsubay Atama Yönetmeliğinin 53’üncü maddesinin son fıkrası ve 54’üncü maddesi, ayrıca K.K. Subay ve Astsubay Atama Yönergesinin 1’inci Bölüm 1’inci maddesinin b fıkrasının 10’uncu bendi kapsamında, Diyarbakır 7’nci Kor.K.lığı kıdemli hakimi Hâk. Alb. ….’ın emekliliği sonucu oluşan görev ihtiyacına dayandırdığı görülmektedir. Davalı idare tarafından söz konusu görev ihtiyacının giderilmesi maksadıyla yapılacak atamaya esas olmak üzere Subay ve Astsubay Atama Yönetmeliğinin 53 ve 54’üncü maddesi ile K.K. Subay ve Astsubay Atama Yönergesinin 11’inci bölüm 1’inci madde b fıkrasının (10)uncu bendi hükümlerine uygun olarak; garnizon hizmet süresini tamamlayan ve ataması mümkün olan personel bulunmadığından, 1’inci ve 2’nci derecedeki garnizonlarda en az 5 yılını tamamlayanlardan garnizonda kalış sürelerine göre toplam safahat puanı en fazla olandan başlamak üzere liste hazırlandığı, hazırlanan bu listeye; garnizonda kalış süresi davacıdan fazla olan Hâk. Alb. …, Hâk. Alb. …, Hâk.Alb. …, Hâk.Alb. …, Hâk.Alb. …, Hâk.Alb. …, Hâk.Alb. … ve Hâk.Alb. …’in Hâkimlik teminatı bulunması, (Subay ve Astsubay Atama Yönetmeliğinin 42’nci maddesi kapsamında emekliliğine 2 yıl kalması, atanmaya esas sağlık raporu bulunması vb. nedenlerle) garnizonda kalış sürelerinin uzatılması gibi nedenlerle dahil edilmediğinden, davacının hazırlanan listede garnizonda kalış süresine göre toplam safahat puanı en fazla olan personel konumunda olduğu, dolayısıyla 3’üncü derece garnizon olan Diyarbakır garnizonuna davacının atandığını belirtmektedir. Davalı idarenin dayandığı bu hususların ayrı ayrı irdelenmesi gerekmektedir. Davalı idare tarafından, 3’üncü derece garnizonlara gönderilecek askeri hâkim subaylar listesinde davacının önünde bulunan Hâk.Alb. …’ın durumunun irdelenmesi yararlı olacaktır. Emsal, Hâk. Alb. ….’ın “Garnizon puanları listesi”nde 20’nci sırada, davacının ise 31’inci sırada olduğu görülmektedir. Mevcut puan sıralamasına göre emsal askeri hâkim subayın davacıdan önce 3’üncü derece garnizon görevine gönderilmesinin gerektiği tüm tartışmalardan uzaktır. Ancak davalı idare tarafından, 2001 yılından itibaren İzmir garnizonunda görev yapan emsal As.Hâk.Alb. ...’ın 23 Mayıs 2006 tarihli kararnameyle yardımcı Askeri Savcılık görevinden askeri savcılık (kıdemli savcı) görevine atanması nedeniyle dört yıllık görev teminatı kazandığı ileri sürülmektedir. Bu konunun ayrıca irdelenmesi gerekmektedir. Askeri Hâkim Sınıfına mensup subayların görev teminatını 357 Sayılı Askeri Hâkimler Kanununun 16’ncı maddesinde düzenleme altına alınmıştır. - 161 - Davalı idare tarafından aynı Askeri Mahkeme veya Savcılıkta yapılan görev değişikliği teminat kapsamı içinde görülmektedir. Ancak, emsal askeri hâkim subay hakkında uygulanan görev değişikliği, görev teminatı müessesesiyle korunan amacın kapsamı içinde görülmesi hukuken mümkün gözükmemektedir. Söz konusu görev değişikliği, askeri hâkimlerin hiçbir hukuk dışı özneden etkilenmeden bağımsız olarak görev yapmasının sağlanması amacı dışında, doğrudan doğruya Askeri Savcılık kurumunda hangi savcının daha kıdemli olduğu ve kıdemli Askeri Savcılık görevinin hangi Askeri Savcı tarafından yerine getirileceğine ilişkin bir belirlemeyi içermektedir. Emsal Askeri Hâkim Subayın böyle bir işlem nedeniyle görev teminatı kapsamında görülmesi ve 2006 yılından itibaren dört yıl teminat kazandığı yönündeki bir değerlendirmenin hukuken kabulü mümkün gözükmemektedir. Daha öncede belirtildiği üzere aynı görev alanında ve aynı görev yerinde, kıdem durumuna göre en kıdemli savcının belirlenmesine yönelik bir işlemin hâkimlik teminatı kapsamında görülmesi anılan müessesenin getiriliş amacına da aykırı düşmektedir. Bu bağlamda, hâkimlik teminatı koruması altında bulunmayan ve davacıya göre 3’üncü derece garnizona atanma sırasında önde bulunan emsal Askeri Hâkim Alb…’ın Diyarbakır garnizonuna atanması suretiyle 3’üncü dereceli garnizonda beliren görev ihtiyacının karşılanması gerekirken, garnizon puanı göz önüne alınmadan davacının atama işlemine tabi tutulmasının hukuka aykırı olduğu sonucuna varılmıştır. (Üye Hâk.Alb. …, bu gerekçe yanında kritik kadroda görev yapan ve süresiz bir şekilde her atama döneminde atamaları ertelenen emsal askeri hâkim subayların da garnizon puan durumuna göre davacıdan önce bu garnizona atanmaları gerektiğini belirterek hukuka aykırılık açısından ek gerekçe ileri sürmüştür.) Öte yandan üzerinde durulması ve açıklığa kavuşturulması gereken diğer bir konuda disiplin subaylığı görevini yürüten askeri hâkim sınıfına mensup subayların 357 Sayılı Kanunun 16’ncı maddesi kapsamında hâkimlik teminatı koruması altında bulunup bulunmadığı konusudur. 357 Sayılı Askeri Hâkimler Kanununun 16’ncı maddesinde, askeri hâkim, askeri savcılar ile yardımcı askeri savcıların muvafakatları alınmadıkça ikinci bölgede hizmet sürelerini tamamlamadan, birinci bölgede dört yıldan önce başka bir yere ve görev atanamayacakları belirtilerek, askeri hâkimlik teminatının sınırları çizilmiştir. Ayrıca aynı Kanun hükmünde, Adli müşavirliklerde, Askeri Adalet İşleri Başkanlığı ile Askeri Adalet Teftiş Kurulu Başkanlığı kadrolarında ve askeri yargı ile ilgili idari görevlerde bulunan askeri hâkimlerin atanmalarında süre ve muvafakat şartı aranmayacağı belirtilerek ve yürütülen görevin nitelikleri göz önüne alınarak hâkimlik teminatından yararlanamayacakların konumu ortaya konmuştur. Bu düzenlemeler ile yargı erkini doğrudan kullanan askeri hâkim ve askeri savcıların görevlerini yerine getirirken hiçbir hukuk dışı öznenin etkisinde kalmadan bağımsız bir şekilde davranmaları, Hukuk Devleti ilkesinin koruduğu esasları gerçekleştirebilmeleri amacıyla hâkimlik güvencesinin sağlanması doğrultusunda getirilmiştir. Anayasal düzenlemelere getirilen - 162 - hâkimlik güvencesi ilkesinin somutlaştırıldığı yasal düzenlemelerde, görev ve görev yeri ölçütünün esas alındığı açıktır. 477 Sayılı Kanun kapsamında düzenlenen Disiplin Mahkemelerinde disiplin subaylarının durumu göz önüne alındığında, bu görevin sadece askeri hâkim sınıfına mensup subaylar tarafından değil, sınıf subayları tarafından da yürütüldüğü (m.6) Mahkeme üyelerinin tamamının sınıf subayı veya astsubaylardan oluştuğu (m.3) yargılamaya tabi tutulan eylemlerin disiplin suçun niteliğinde TSK.’nın iç disiplinine ilişkin olduğu (m.41-61), ayrıca anılan disiplin suçları için yaptırım uygulama yetkisinin disiplin amirinde de bulunduğu (m.7), disiplin soruşturması sonrası süreci işletenin ve iddianame ile dava açılmasını sağlayanın komutan veya askeri kurum amiri olduğu (m.14-15), bu bağlamda, disiplin yargı sürecinin başlatılmasından, iddianamenin imzalanması, mahkemenin üyelerinin seçilmesi ve toplanması, yargılamanın sonuçlandırılmasına kadar uzanan yelpazede etkili tek birimin komutan veya askeri kurum amirinin olduğu açıkça görülmektedir. Yetki ve etkinliğin toplandığı tek birim olan Komutan/Kurum Amirinin dışında, görev ve işlev açısından etkinliği bulunmayan disiplin subayının hâkimlik teminatında yer alması hukuken mümkün olmadığı gibi, 357 Sayılı Kanunun 16’ncı madde kapsamındaki koruma şemsiyesi altına alınmasını gerektiren herhangi bir durum da söz konusu değildir. Bu bağlamda, davacının bu yöndeki itirazına itibar edilmediği gibi bu konudaki anayasaya aykırılık iddiası da ciddi bulunmamıştır. Açıklanan nedenlerle; Hukuki dayanaktan yoksun atama işleminin İPTALİNE, 09 KASIM 2010 tarihinde Üye Hv.P.Kur.Alb. Yusuf DOĞRUER ve Üye P.Kur.Alb. İbrahim ÖZER’in karşıoyları ve OYÇOKLUĞU ile karar verildi. KARŞI OY GEREKÇESİ Dava dosyasında yer alan ve davacı ile ilgili belgeler muvacehesinde, idarece tesis edilen atama işleminde kanuni mevzuata aykırı bir husus görülmediğinden, işlemin iptali yönünde oy kullanan sayın çoğunluğun görüşüne katılamadık. 09.11.2010 ÜYE ÜYE Yusuf DOĞRUER Hv.P.Kur.Alb. İbrahim ÖZER P.Kur.Alb. (AYİM.1.D., 09.11.2010; E. 2010/1113, K. 2010/1128) - 163 - 2. ATAMADA GARNİZON SÜRESİ -25ÖZETİ: Davacının iptale konu olan ataması nedeniyle Çankırı garnizonunda geçen hizmet süresinin Subay ve Astsubay Atama Yönetmeliğinin 15’inci maddesinde belirtilen 120‘den fazla olduğu dikkate alındığında, davacının Mersin Garnizonunda 8 yıllık garnizon hizmet süresini doldurmadığı değerlendirilmiştir. Davacı vekili, 28.05.2010 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nde kayda geçen dava dilekçesinde ve savunmaya verdiği cevap dilekçesinde özetle; müvekkilinin 2002 yılı Kasım ayında Ordu İl Jandarma K.lığı emrinden Mersin İl J.K.lığı emrine atandığını ve 03.12.2002 tarihinde yeni görev yerine katıldığını, bilahare 2007 yılı genel atamalarıyla da Çankırı İl J.K.lığı emrine atandığını, il içi atamalar sonucunda Şabanözü İlçe Jandarma K.lığında istihdam edildiğini, Mersin ilinde garnizon hizmet süresini doldurmadan atama yapılmış olması nedeniyle bu işlemin iptali istemiyle AYİM’e müracaat ettiklerini ve AYİM 1’inci Dairesinin 27.05.2008 tarih ve 2007684 E.-2008/558 K. sayılı kararı ile işlemin iptal edildiğini, bu dava henüz sonuçlanmamış iken müvekkilinin bu kez Şabanözü İlçe J.K.lığından alınarak Ilgaz İlçesi Per-Loj. Astsubaylığı görevine getirildiğini, bu işlemin iptali istemiyle açtıkları davanın da AYİM 1’inci Dairesinin 25.03.2008 tarih ve 2007/1068 E.-2008/339 K. sayılı Kararı ile iptal kararıyla sonuçlandığını, böylelikle müvekkilinin yaklaşık 1 yıl süreyle Mersin dışında çalıştığını, bilahare 04.02.2010 tarihinde yeniden atanmak üzere hazırlık tebligatı verildiğini, oysa bu tarih itibariyle 8 yıllık garnizon hizmet süresini henüz tamamlamadığını, bu hazırlık tebligatı işleminin iptali istemiyle de AYİM’de dava açmalarına rağmen, AYİM 1’inci Dairesinin 02.03.2010 tarih ve 2010/248-239 E-K sayılı Kararı ile, idari davaya konu edilebilecek kesin ve yürütülebilir işlem bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine hükmedildiğini, ancak bu kez müvekkilinin hazırlık tebligatına istinaden J.Gn.K.lığının 20.05.2010 tarihli genel atama emriyle Malatya iline atandırıldığını, 8 yıllık garnizon hizmet süresini doldurmadığı gibi, atanmasını gerektiren başkaca bir neden de bulunmadığı halde tesis edilen bu işlemin hukuka aykırı olduğunu belirterek, işlemin iptaline ve öncelikle yürütmesinin durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Davacı vekilinin yürütmeyi durdurma talebinin, AYİM 1’inci Dairesinin 14.07.2010 tarih ve 2010/666 Esas sayılı Kararı ile kabul edildiği ve işlemin yürütmenin durdurulduğu, davalı idarenin yürütmenin durdurulması kararının kaldırılması talebinin AYİM Nöbetçi Dairesinin - 164 - 27.08.2010 tarih ve 2010/249 Esas sayılı Kararı ile kabul edilerek yürütmeyi durdurma kararının kaldırıldığı, daha sonra davacı vekilinin yeniden yürütmeyi durdurma talebinin AYİM 1’inci Dairesinin 05.10.2010 tarih ve 2010/666 Esas sayılı Kararı ile kabul edilerek yeniden yürütmenin durdurulmasına karar verildiği anlaşılmıştır. Dosyada bulunan bilgi ve belgelerin incelenmesinden; Jandarma Genel Komutanlığının 2001 yılı genel atamaları sonucunda Diyarbakır Garnizonundan Ordu Garnizonuna atanan davacının, eşinin Adana’da özel bir şirkette görev yaptığından bahisle atama talep etmesi üzerine, davalı idare tarafından davacının aile bütünlüğünün sağlanabilmesi amacıyla daha önceden görev yaptığı Adana iline komşu olan Mersin iline 17.10.2002 tarihinde atandırıldığı, 02.12.2002 tarihinde yeni görevine başladığı, daha sonra 2007 yılı genel atamalarıyla Çankırı İl J.K.lığına atandığı ve 23.07.2007 tarihinde ilişik keserek 08.08.2007 tarihinde yeni görevine katıldığı, bu işlemin iptali istemiyle AYİM’de dava açtığı, AYİM 1’inci Dairesinin 27.05.2008 tarih ve 2007684 E.-2008/558 K. sayılı kararı ile söz konusu atama işleminin iptaline hükmedildiği, bu karar üzerine 31.03.2008 tarihinde Çankırı’dan ilişik keserek 17.04.2008 tarihinde yeniden Mersin İl J.K.lığında göreve başladığı, bilahare 8 yıllık garnizon hizmet süresini 2010 yılında doldurduğu gerekçesiyle, J.Gn. K.lığı tarafından 2010 yılı genel atamalarında atama planlamasına dahil edildiği, kendisine bu konuda tebligat verildiği ve devamında 20.05.2010 tarihli 2010 yılı genel atamalarıyla Malatya İl J.K.lığı emrine atandırılması üzerine, davacının süresi içinde atama işleminin iptali istemiyle işbu davayı vekili aracılığıyla açtığı anlaşılmıştır. Bilindiği üzere 2803 sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu’nun 24’üncü maddesi uyarınca çıkarılmış olan Jandarma Teşkilatı Görev ve Yetkileri Yönetmeliğinin “Atama Ve Yer Değiştirmede Uygulanacak Esaslar” başlığı altındaki 183’üncü maddesinde; atanma ve yer değiştirmelerin, hizmetin aksatılmadan yürütülmesi esasına bağlı olarak, memleketin ekonomik, sosyal, iklim, ulaştırma, kültür ve sağlık durumları ve bunlara benzer yer ve bölge şartları göz önüne alınarak tespit edilecek bölgelere ve garnizonlara; meslek programları, meslek içi eğitim esasları, kadro ihtiyacı, kıt’a hizmeti zorunluluğu, terfi durumu, sınıf ve ihtisasları, sağlık durumu, idari, asayiş, zaruri sebepler ve istekli bulunulan yerler göz önünde bulunarak Türk Silahlı Kuvvetlerine Mensup Subay ve Astsubayların Atanma ve Yer Değiştirmeleri Hakkındaki Yönetmelik (Subay ve Astsubay Atama Yönetmeliği) ile buna dayalı olarak çıkartılacak yönerge esaslarına göre yapılacağı belirtilmiştir. Anılan hükmün göndermede bulunduğu Subay ve Astsubay Atama Yönetmeliğinin 14’üncü maddesinde de buna paralel bir hüküm yer almaktadır. Aynı Yönetmeliğinin 11’inci maddesinde; subay ve astsubayların atandığı garnizonda hizmet süresini tamamlamalarının esas olduğu ve Yönetmeliğin 23 ile 24’üncü maddelerinde belirtilen sebepler hariç olmak - 165 - üzere garnizon değiştirmek suretiyle atamaya tabi tutulamayacakları, belirtilmiştir. Yönetmeliğin “Jandarma Genel Komutanlığına Ait Hükümleri içeren Sekizinci Bölümünde yer alan düzenlemelere göre, Jandarma Genel Komutanlığı mensuplarının görev yaptıkları garnizonlar, atama açısından 5 ayrı dereceye ayrılmış, bunlardan 1’inci dereceli garnizonların hizmet süreleri ise 8 yıl olarak belirlenmiş bulunmaktadır. Subay ve Astsubay Atama Yönetmeliğinin Garnizon hizmet süresinin hesaplanması başlıklı 15’inci maddesinde: ”Bulundukları garnizonlarda hizmet sürelerini katılışlarına göre 30 Eylül tarihine kadar dolduranlar, kendi isteği ve başka bir erteleme sebebi yoksa, o yılın atama planına alınırlar./Bu atamaların geç yapılması veya zorunlu sebeplerden (açığa alınma ve tutukluluk halinin beraatla sonuçlanması ile, yurt içi veya yurt dışı kurs, hava değişimi, tedavi, istirahat, tabii afet izni gibi elde olmayan ve belgelenebilen mazeretler) dolayı yeni garnizonlara 30 Eylül tarihinden sonra katılan personel, 31 Aralık tarihi itibariyle hizmet süresini tamamlıyorsa, o yılın atama planına alınır./Subay ve astsubayların istekleri üzerine verilen her türlü ücretsiz izin süresi, bulunulan garnizon hizmet süresinden sayılmaz./Aynı garnizonda açığa alınma, tutukluluk, hava değişimi, istirahat, kurs, sıhhi izin ve benzeri sebeplerle görevden ayrı kalınan sürelerin toplam 120 günü, bulunulan garnizonun hizmet süresinden sayılır. /Hükümlülük, izin tecavüzü ve firarda geçen süreler garnizon hizmet süresinden sayılmaz. Hüküm giyen personelin tutukluluk ve açıkta bulunduğu süreleri de garnizon hizmet süresinden sayılmaz.” hükmü yer almaktadır. Dava konusu uyuşmazlık, davacının Mersin garnizonun da 8 yıllık garnizon hizmet süresini doldurup doldurmadığı noktasında düğümlenmektedir. Yukarıda belirtilen mevzuat hükümleri çerçevesinde dava konusu irdelendiğinde; davacının talebi üzerine 17.10.2002 tarihinde Mersin’e atandığı ve 02.12.2002 tarihinde göreve başladığı, 2007 yılı genel atamalarıyla Çankırı İl J.K.lığına yapılan atama işleminin AYİM 1’inci Dairesinin 27.05.2008 tarih ve 2007684 E.-2008/558 K. sayılı kararı ile iptal edildiği, davacının bu atama nedeniyle 08.08.2007- 31.03.2008 tarihleri arasında Çankırı garnizonunda görev yaptığı, 17.04.2008 tarihinde yeniden Mersin İl J.K.lığında göreve başlayan davacının 2010 yılı genel atamalarında Malatya İl J.K.lığı emrine atandırıldığı anlaşılmıştır. Davacının 17.10.2002 tarihinde Mersin’e atandığı ve 02.12.2002 tarihinde göreve başladığı dikkate alındığında, Subay Astsubay Atama Yönetmeliğinin 15’inci maddesi uyarınca, davacının 31 Aralık tarihi itibariyle Mersin garnizonunda garnizon hizmet süresinin tamamlayıp tamamlamadığının hesaplanması gerekmektedir. Davacının Çankırı garnizonun da geçen hizmet süresinin (08.08.2007- 31.03.2008) Aynı Yönetmeliğin 15’inci maddesinde belirtilen 120‘den fazla olduğu dikkate alındığında davacının, 31 Aralık 2010 tarihi itibariyle Mersin Garnizonunda 8 yıllık garnizon hizmet süresini doldurmadığı değerlendirilmiştir. - 166 - Sonuç olarak; garnizon hizmet süresini doldurmadan atanmasını gerektirecek bir sebep olmayan davacının, subay ve astsubayların atandığı garnizonda hizmet süresini tamamlamaları esasına aykırı olarak Mersin garnizonunda garnizon hizmet süresini tamamlamadan Malatya İl Jandarma Komutanlığına yapılan atama işleminin hukuka aykırı olduğu kararına varılmıştır. Açıklanan nedenlerle; Hukuka aykırı olduğu sonucuna varılan atama işleminin İPTALİNE, 26 EKİM 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM 1. D., 26.10.2010; E. 2010/666, K. 2010/1071) -26ÖZETİ: Diyarbakır Asker Hastanesindeki K.K.K. lığı Kardiyoloji Servisi kadrosuna atanma işlemi tesis etmenin K.K.K.lığı takdirinde bulunduğu, Kuvvetler arası kadro geçişi ile atama yapılmasının Kuvvetler arası koordine ve işbirliği gerektirdiği, takdir yetkisi içinde bu kadro geçişinin yapılmamasında hukuka aykırı bir yön bulunmadığı değerlendirilmiştir. Davacı vekilleri tarafından 30 Temmuz 2009 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kaydına geçen dava ve cevaba cevap dilekçesinde özetle; müvekkillerinin 2009 yılı genel atamalarında GATA Kardiyoloji AD.Kardiyoloji Uzmanlığı-Ankara’dan Diyarbakır Asker Hastanesi Kardiyoloji Servisi Kardiyoloji Uzmanlığına atandığını, ancak 29 Nisan 2009-14 Mayıs 2009 tarihleri arasında yıllık izinde olması ve izin sırasında rahatsızlanarak 07 Mayıs 2009-27 Haziran 2009 tarihleri arasında yatarak tedavi görmesi nedenleriyle atama emrinin kendisine tebliğ edilemediğini, emirden 08 Haziran 2009 tarihinde şifahen haberinin olduğunu, yapılan işlemin hukuka uygun olmadığını, zira müvekkillerine bu atama dönemi önce atama istek formu doldurtulmadığını, bu konudaki emrin tebliğ edilmediğini, eğer doldurtulmuş olsa müvekkillerinin mutlaka eşinin görev yapabileceği bir kadroyu seçip atanmayı isteme şansının olacağını, zira eşinin halen Ankara Numune Hastanesinde Başasistan olarak görev yaptığını ve ancak eğitim ve araştırma hastanelerinde kadrosunun bulunduğunu, Diyarbakır’da ise kadrosunun olmaması nedeniyle 4 yıl süreyle eşini bu garnizona götüremeyeceğini, böylelikle aile bütünlüğünün bozulacağını, halen ilköğretim 4’üncü sınıfta olan çocuğunun eğitiminin de aksayacağını, müvekkillerinin sıralı hizmet garnizonlarından olan Diyarbakır’a atanabilmesi için, yönerge gereği öncelikle ve Mart ayı sonuna kadar bir - 167 - hazırlık tebligatı yapılmasının gerektiğini, bu tebligatın da yapılmadığını, Etimesgut Asker Hastanesinde 2002 yılından bu yana görev yapan Hv.Tbp.Bnb.Kutsi KABUL varken, 2003 yılında Ankara’ya atanmış olan davacının Diyarbakır’a atanmasının emsal yönünden de kabul edilebilir olmadığını, keza K.K.K.lığı personeli olan Tbp.Yb….’in de Diyarbakır’a atanmasının mümkün olduğunu, çünkü adı geçen personelin de Ankara’da kalış süresinin davacıdan fazla olduğunu belirterek öncelikle yürütmenin durdurulmasına ve devamında atama işleminin iptaline karar verilmesini talep ve dava etmişlerdir. Davacı vekillerinin yürütmenin durdurulması yönündeki talebi, AYİM 1’inci Dairesinin 06 Ekim 2009 günü ve Gensek Nu:2009/2756, Esas Nu:2009/976 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Dava dosyasındaki bilgi ve belgelerin incelenmesi neticesinde; 1996 yılında Hv.Tbp.Tğm.nasbedilen davacının 1997-1999 yılları arasında Ankara-Etimesgut. 1999-2009 yılları arasında Ankara (1’inci Derece) garnizonunda göreve yaptığı, 2009 yılı genel atamalarında Diyarbakır (4’üncü Derece) garnizonuna atandırıldığı, bunun üzerine Ankara garnizonundan Diyarbakır garnizonuna atanma işleminin iptali istemiyle, vekilleri aracılığıyla iş bu davayı açtığı anlaşılmaktadır. 926 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunun 118’inci maddesinde; “Subay ve astsubayların atama ve yer değiştirmelerinin hizmetin aksatılmadan yürütülmesi esasına bağlı olarak, sosyal, iklim ve ulaşım durumları ile kültür ve sağlık durumları ve bunlara benzer yer ve bölge şartları göz önünde tutularak tespit edilen bölge ve garnizonlara –(a) meslek programları, meslek içi ve kadro ihtiyacı-(b) Sağlık durumu-(c) İdari, asayiş ve zaruri sebepler –(d) istekte bulunduğu yerler” dikkate alınarak sıra ile yapılacağı belirtilmektedir. Aynı Kanunun 119’uncu maddesi de; “Yukarıdaki maddede yazılı esaslar dâhilinde bölge ve garnizonların tespiti, bölgelerin ve garnizonların değişen şartlara göre yeniden tespiti, buralarda kalma süreleri, atanma ve yer değiştirmelerde dikkate alınacak sair hususlar Milli Savunma ve İçişleri Bakanlıklarınca hazırlanacak yönetmelik ile tespit edilir.” şeklinde düzenlenmiştir. 926 sayılı TSK Personel Kanunun 119’uncu maddesi uyarınca çıkarılan ve 01 Ocak 2006 tarihinde yürürlüğe giren Subay ve Astsubay Atama Yönetmeliğinin (18 Aralık 2005 tarih ve 26027 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıştır) 14’üncü maddesinde; "Subay ve astsubayların atamaları, hizmetin aksatılmadan yürütülmesi esasına ve hizmet ihtiyacı prensibine uygun olarak aşağıdaki kriterler dikkate alınarak Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı tarafından atama yönergelerinde belirtilen garnizonlar arasında sıra ile yapılır. a) Meslek programları ve meslek içi eğitim esasları, b) Kadro ihtiyaçları, c) Kıta hizmeti zorunluluğu, ç) Terfi durumu, d) Sınıf, branş ve - 168 - ihtisasları, e) Kendisinin, eşinin ve bakmakla yükümlü olduğu çocuklarının atamaya esas hayati önemi haiz sağlık durumları, f) İdari, asayiş ve zaruri sebepler, g) Personelin atanma isteğinde belirttiği yerler. Subay ve astsubaylar, kendileriyle eşlerinin memleketleri ve daimi ikametgahlarının bulunduğu garnizonlar dahilinde, mümkün olduğu kadar, sıkıyönetim hizmetleri, sosyal tesis (orduevi, özel eğitim merkezi, askerî gazino, ve benzeri), levazım amirlikleri, ihale / muayene ve kabul komisyon üyelikleri, inşaat-emlak, asker alma ile jandarma (eğitim görevleri hariç) ve sahil güvenlik hizmetleri gibi halkla doğrudan ilişkili görevler veya mal ve hizmet alımı ile ilgili görevlere verilmez veya atandırılmazlar. Ancak, son genel nüfus sayımına göre büyükşehir belediye / belediye hudutları içindeki nüfusu 500.000'i aşan yerler için bu fıkra hükmü uygulanmaz.” hükmü mevcuttur. Aynı Yönetmeliğin 5’inci maddesinde; “Atamalarda kadro görev yerinin özellikleri esas alınır. Bu Yönetmelikte ve bu Yönetmeliğe dayalı olarak çıkarılan Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı atama yönergelerinde gösterilen istisnalar hariç olmak üzere, kadrosu olmayan bir görev yerine atama yapılmaz. Barışta kıta, karargâh ve kurumlara kadrolarda belirtilen rütbelerden ast rütbe ile asil olarak kimse atanamaz.” düzenlemesi yer almaktadır. Subay ve Astsubay Atama Yönetmeliğinin “Hizmet ihtiyacına göre değişik garnizonlara atama ilkesi” başlıklı 6’ncı maddesinde; “Subay ve astsubaylar; Türk Silahlı Kuvvetlerinin hizmet ihtiyacı esas alınarak ve bu Yönetmelikte düzenlenmiş esaslar kapsamında, meslek hayatları boyunca değişik garnizonlarda vazife görecek şekilde atama işlemine tabi tutulurlar.” hükmüne, yer verilmiştir. Yönetmeliğin “Atamada planlı değişim ilkesi” başlıklı 7’nci maddesi; “Subayların atanmaları, bu Yönetmelik esaslarını ve meslek programlarının maksadını gerçekleştirecek şekilde hazırlanmış sınıf/branş/ihtisas, mesleki gelişim plan/paternlerine uygun olarak, atamada planlı değişimi sağlayacak şekilde yapılır “ hükmünü içermektedir. Yine Aynı Yönetmeliğin 43’üncü maddesi ise; “Eşleri muvazzaf/sözleşmeli Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu askerî personel olan subay ve astsubaylar istekli olmaları durumunda hizmet ve kadro imkânları nispetinde eşleri ile aynı garnizona atanmaları dikkate alınır./ Eşleri Devlet kuruluşlarında görevli subay ve astsubayların atanmalarında eşlerinin memuriyet görevi göz önünde tutulur. Talep ettikleri garnizonlara atanmaları muvazene, kadro ve ihtiyaç durumu ile safahatı ve sıralı hizmet garnizonu hizmet sırası dikkate alınarak öncelikle yapılabilir. /Atama durumuna girmiş personelin çocuklarının yüksek öğretim, özel ve yatılı okullar hariç olmak üzere eğitim ve okul durumlarına bağlı istekleri, emsallerine nazaran avantaj sağlamamak kaydıyla imkânlar nispetinde karşılanabilir.” hükmüne amirdir. - 169 - Yönetmeliğin, Hava Kuvvetleri Komutanlığına ait hükümleri ihtiva eden Yedinci Bölümünün 70 inci maddesi; “Subay ve astsubayların garnizonlarda kalma süreleri:/1’inci ve 2’nci derece garnizonlarda 5 yıl,/3’üncü ve 4’üncü derece garnizonlarda 4 yıl, / 5’inci derece garnizonlarda 3 yıldır./Subay ve astsubaylar bu garnizonlarda görevin özelliğine de bağlı kalarak sıra ile hizmet görecek şekilde atanmaya tabi tutulurlar./Görevin özelliğine göre garnizonlardaki bu süreler, 23’üncü maddede belirtilen bağlayıcı sebepler mevcut değilse, aynı statüye bağlı diğer subay ve astsubayların haklarını ihlal etmemek kaydı ile uzatılabilir.” hükmünü, 71’inci maddesi; “24’üncü maddede belirtilen sebeplerden biri ile herhangi bir garnizon hizmet süresinin üçte iki (2/3)sini bitirerek ayrılanlar, bu garnizon hizmetini o defa için tamamlamış sayılırlar.” hükmünü ve 72’nci maddesi de; “4 ve 5’inci derece garnizonlara 2’nci kez ve daha sonra yapılacak atamalar Hava Kuvvetleri Komutanlığı Yönergesinde belirtilen esaslar doğrultusunda yapılır. /Atama sebebine bakılmaksızın 4 ve 5’inci derece garnizonlara 2’nci kez ve daha sonra yapılan atamalarda hizmet süresi 2 yıldır. Bu süre personelin isteği haricinde en fazla 1 yıl uzatılabilir.” hükmünü taşımaktadır. İdare hukukunda “süre” konusunun kamu düzenine ilişkin olması ve yargılamanın her aşamasında dikkate alınması gerektiği, ayrıca davalı idarenin süre aşımı yönünden itirazının bulunduğu göz önüne alınarak öncelikle bu hususun irdelenmesi gerekmektedir. Davalı idare, 2009 yılı atamalarının intranet ortamında yayınlandığını ve davacının haberi olması gerektiğini ileri sürmüş ise de; istirahatli ve izinli bulunan davacıya 2009 atamasının tebliğ edildiğine ilişkin herhangi bir yazılı belge bulunmadığı, 1602 Sayılı AYİM Kanununun 40’ncı maddesi ve Anayasanın 125/3 maddesi kapsamında dava açma süresinin yazılı bildirim tarihinden sonra başlayacağı belirtildiği, davacıya bu kapsamda yapılmış yazılı bir bildirim bulunmadığı göz önüne alındığında davalı idarenin süre aşımı yönündeki itirazına itibar edilmemiştir. Dava dosyasındaki bilgi ve belgeler ile Dairemizin 27 Ocak 2010 tarihli ara kararı gereği gönderilen belgeler incelendiğinde; Meslek Safahatı boyunca 1997 yılından itibaren Ankara garnizonunda görev yapan davacının, safahatine uygun olarak 4’üncü dereceli olan ve sıralı hizmet garnizonu kabul edilmeyen Diyarbakır garnizonuna atandırıldığı, atandığı kadronun (TMK. 61-4294 C-29.08.2007) davacının rütbe ve uzmanlık branşına uygun olduğu, 1998 yılında Ankara garnizonuna giren emsal Hv.Tbp.Bnb. …’un safahat ve Ankara garnizonu hizmet süresi itibariyle davacıya emsal olamayacağı, diğer emsal Tbp.Yb. …’in Kara Kuvvetleri K.lığı mensubu olması, Kuvvetler arası garnizon derecelendirme farkının bulunması (Diyarbakır garnizonu Hv.K.K.lığında 4’üncü dereceli, K.K.K. lığının ise 3’üncü dereceli garnizondur.), ayrıca Diyarbakır Asker Hastanesindeki K.K.K. lığı Kardiyoloji Servisi kadrosuna atanma işlemi tesis etmenin K.K.K.lığı takdirinde bulunduğu, Kuvvetler arası kadro geçişi ile atama - 170 - yapılmasının Kuvvetler arası koordine ve işbirliği gerektirdiği, takdir yetkisi içinde bu kadro geçişinin yapılmamasında hukuka aykırı bir yön bulunmadığı hususları göz önüne alındığında Tbp.Yb. …’in de emsal kabul edilemeyeceği değerlendirilmekle, dava konusu atama işleminde hukuka aykırı bir yön bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Öte yandan, davacının eş durumu ve çocuğunun okul durumunun Atama Yönetmeliğinin 43’üncü maddesi kapsamında dava konusu atama işlemine hukuki bir engel teşkil etmediği, aksi bir değerlendirmenin davacı lehine sürekli Ankara garnizonunda kalmasına yol açacak şekilde haksız bir avantaj sağlayacağı, ayrıca atama istek formu doldurulması veya doldurulmamasının davalı idarenin objektif sınırlar içinde kalarak atama işlemi tesis edip etmediğinin yargısal denetimine doğrudan bir etkisinin bulunmadığı dolayısıyla bu yönlerden de işlemde hukuka aykırı bir yön bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Açıklanan nedenlerle; Hukuki dayanaktan yoksun davanın REDDİNE, 30 MART 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM 1.D., 30.03.2010; E. 2009/976, K.2010/329) 3. ATAMADA KADRO ESASI -27Davacının 2010 yılı genel atamalarında, sınıf kadro görevine uygun olmayan birlik komutanlığına atandığı anlaşılmakla, söz konusu atama işleminin, davacının atama gördüğü kadro sınıfı itibariyle hukuka aykırı olduğu, atama işleminden sonra gerçekleştirildiği hususu gözönüne alındığında, kadro sınıf değişikliğinin dava konusu atama işlemindeki hukuka aykırılığı ortadan kaldırmadığı sonucuna ulaşılmıştır. ÖZETİ: Davacı 13 Ağustos 2010 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kaydına geçen dava dilekçesinde özetle; Ankara garnizonunda 11 yıl görev yaptıktan sonra 2010 yılı genel atamalarında Denizli- Çardak Hava Meydan K.lığı görevine atandırıldığını, bu kadronun “pilot, seyrüsefer ve silah sistemi” sınıflarına ait olduğunu, kendi sınıfının Hava İstihkâm olduğunu, yapılan atama işleminin hukuka aykırı olduğunu belirterek, Ankara - 171 - garnizonundan Denizli Çardak garnizonuna yapılan atama işleminin iptalini talep ve dava etmiştir. Davacının yürütmenin durdurulması talebi üzerine, AYİM 1’inci Dairesinin 21 Eylül 2010 gün ve Gensek Nu:2010/3483, Esas Nu:2010/1004 sayılı karar ile yürütmenin durdurulmasına karar verildiği anlaşılmaktadır. Dava dosyasındaki bilgi ve belgelerin incelenmesi neticesinde; davacının Hv.K.K. lığının 06 Ağustos 2010 tarihli 2010 genel atamalarını içeren emir ile Ankara Milli Savunma Bakanlığı İnş.Eml. ve NATO Güv.Yat.D.Eml.Grp.Bşk. Kamu ve Kira Ş. Md.lüğü görevinden Denizli – Çardak Hava Meydan K.lığı görevine atandığı, atama işleminin 12 Ağustos 2010 tarihinde davacıya tebliği üzerine iş bu davanın açıldığı anlaşılmaktadır. 926 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunun 118’inci maddesinde; “Subay ve astsubayların atama ve yer değiştirmelerinin hizmetin aksatılmadan yürütülmesi esasına bağlı olarak, sosyal, iklim ve ulaşım durumları ile kültür ve sağlık durumları ve bunlara benzer yer ve bölge şartları göz önünde tutularak tespit edilen bölge ve garnizonlara –(a) meslek programları, meslek içi ve kadro ihtiyacı-(b) Sağlık durumu-(c) İdari, asayiş ve zaruri sebepler –(d) istekte bulunduğu yerler” dikkate alınarak sıra ile yapılacağı belirtilmektedir. Aynı Kanunun 119’uncu maddesi de; “Yukarıdaki maddede yazılı esaslar dâhilinde bölge ve garnizonların tespiti, bölgelerin ve garnizonların değişen şartlara göre yeniden tespiti, buralarda kalma süreleri, atanma ve yer değiştirmelerde dikkate alınacak sair hususlar Milli Savunma ve İçişleri Bakanlıklarınca hazırlanacak yönetmelik ile tespit edilir.” şeklinde düzenlenmiştir. 926 sayılı TSK Personel Kanunun 119’uncu maddesi uyarınca çıkarılan ve 01 Ocak 2006 tarihinde yürürlüğe giren Subay ve Astsubay Atama Yönetmeliğinin (18 Aralık 2005 tarih ve 26027 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıştır) 14’üncü maddesinde; "Subay ve astsubayların atamaları, hizmetin aksatılmadan yürütülmesi esasına ve hizmet ihtiyacı prensibine uygun olarak aşağıdaki kriterler dikkate alınarak Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı tarafından atama yönergelerinde belirtilen garnizonlar arasında sıra ile yapılır. a) Meslek programları ve meslek içi eğitim esasları, b) Kadro ihtiyaçları, c) Kıta hizmeti zorunluluğu, ç) Terfi durumu, d) Sınıf, branş ve ihtisasları, e) Kendisinin, eşinin ve bakmakla yükümlü olduğu çocuklarının atamaya esas hayati önemi haiz sağlık durumları, f) İdari, asayiş ve zaruri sebepler, g) Personelin atanma isteğinde belirttiği yerler. Subay ve astsubaylar, kendileriyle eşlerinin memleketleri ve daimi ikametgahlarının bulunduğu garnizonlar dahilinde, mümkün olduğu kadar, sıkıyönetim hizmetleri, sosyal tesis (orduevi, özel eğitim merkezi, askerî gazino, ve benzeri), levazım amirlikleri, ihale / muayene ve kabul komisyon üyelikleri, - 172 - inşaat-emlak, asker alma ile jandarma (eğitim görevleri hariç) ve sahil güvenlik hizmetleri gibi halkla doğrudan ilişkili görevler veya mal ve hizmet alımı ile ilgili görevlere verilmez veya atandırılmazlar. Ancak, son genel nüfus sayımına göre büyükşehir belediye/belediye hudutları içindeki nüfusu 500.000'i aşan yerler için bu fıkra hükmü uygulanmaz.” hükmü mevcuttur. Aynı Yönetmeliğin 5’inci maddesinde; “Atamalarda kadro görev yerinin özellikleri esas alınır. Bu Yönetmelikte ve bu Yönetmeliğe dayalı olarak çıkarılan Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı atama yönergelerinde gösterilen istisnalar hariç olmak üzere, kadrosu olmayan bir görev yerine atama yapılmaz. Barışta kıta, karargâh ve kurumlara kadrolarda belirtilen rütbelerden ast rütbe ile asil olarak kimse atanamaz.” düzenlemesi yer almaktadır. Subay ve Astsubay Atama Yönetmeliğinin “Hizmet ihtiyacına göre değişik garnizonlara atama ilkesi” başlıklı 6’ncı maddesinde; “Subay ve astsubaylar; Türk Silahlı Kuvvetlerinin hizmet ihtiyacı esas alınarak ve bu Yönetmelikte düzenlenmiş esaslar kapsamında, meslek hayatları boyunca değişik garnizonlarda vazife görecek şekilde atama işlemine tabi tutulurlar.” hükmüne, yer verilmiştir. Yönetmeliğin “Atamada planlı değişim ilkesi” başlıklı 7’nci maddesi; “Subayların atanmaları, bu Yönetmelik esaslarını ve meslek programlarının maksadını gerçekleştirecek şekilde hazırlanmış sınıf/branş/ihtisas, mesleki gelişim plan/paternlerine uygun olarak, atamada planlı değişimi sağlayacak şekilde yapılır “ hükmünü içermektedir. Yukarıda belirtilen mevzuat hükümleri ve açıklamalar çerçevesinde atamada esas alınacak ilkelerden biri de, ilgilinin kamu yararı doğrultusunda önceden belirlenen kadro rütbe ve sınıfına uygun göreve atanmasının zorunluluğu yönündedir. Davacının 2010 yılı genel atamalarında, sınıf kadro görevine uygun olmayan Çardak Hava Meydan Komutanlığına atandığı anlaşılmakla, söz konusu atama işleminin, davacının atama gördüğü kadro sınıfı itibariyle hukuka aykırı olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Diğer yandan, davalı idare tarafından, davacının atandığı, Çardak Hava Meydan K.lığı görevine ilişkin kadro sınıfı değişikliğinin atama işleminden önce 29 Temmuz 2010 tarihinde başlatıldığını ve kadro değişikliğinin 27 Eylül 2010 tarihinde onaylandığını, dolayısıyla kadro sınıfı açısından hukuka aykırılığın bulunmadığı belirtilmiş ise de; davacı hakkında atama işleminin 06 Ağustos 2010 tarihinde tesis edildiği, dava konusu atama işleminden bir kaç gün önce başlatılan ancak kadro sınıf değişikliği onayının, atama işleminden yaklaşık bir buçuk ay sonra 27 Eylül 2010 tarihinde gerçekleştirildiği hususları gözönüne alındığında, kadro sınıf değişikliğinin dava konusu atama işlemindeki hukuka aykırılığı ortadan kaldırmadığı sonucuna ulaşılmış ve davalı idarenin bu yöndeki itirazına itibar edilmemiştir. - 173 - Açıklanan nedenlerle; Hukuki dayanaktan yoksun atama işleminin İPTALİNE, 09 KASIM 2010 tarihinde, Üye Hv.P.Kur.Alb. Yusuf DOĞRUER ve P.Kur.Alb. İbrahim ÖZER’ in karşı oyları ve OYÇOKLUĞU ile karar verildi. KARŞI OY GEREKÇESİ Dava dosyasında yer alan ve davacı ile ilgili belgeler muvacehesinde, idarece tesis edilen atama işleminde kanuni mevzuata aykırı bir husus görülmediğinden, işlemin iptali yönünde oy kullanan sayın çoğunluğun görüşüne katılamadık. 09.11.2010 ÜYE ÜYE Yusuf DOĞRUER Hv.P.Kur.Alb. İbrahim ÖZER P.Kur.Alb. (AYİM.1.D., 09.11.2010; E. 2010/1004, K. 2010/1113) 4. ATAMADA ALINMAMASI İSTEKLİ OLUNAN YERLERİN DİKKATE -28ÖZETİ: Davacının, 30 Ağustos 2010 tarihi itibari ile kadrosuzluktan emekliye sevk edileceği gerçeği karşısında, işgal ettiği kadro görevine başka bir personelin atamasının yapılabilmesi ve sınıf ve rütbesine uygun başka bir kadroya atanmayarak da kısa bir süre için (TemmuzAğustos 2010 tarihleri için) davacının işgal edeceği kadroya atama yapılabilmesinin sağlanması hususları göz önüne alındığında, davalı idarenin “emre” atama işlemi tesis etmesinde “hizmetin aksatılmadan yürütülmesi” esasına bağlı kalarak kamu yararı amacına yöneldiğinde kuşku bulunmamaktadır. Davacı 14.07.2010 tarihinde AYİM’de kayda geçen dava dilekçesinde ve savunmadan sonra sunduğu cevap dilekçesinde özetle; 2008 yılı genel atamalarıyla KTBK.lığına atandığını ve 30.08.2010 tarihi itibariyle kadrosuzluk nedeniyle emekliye ayrılacağını, bu nedenle 2010 yılı genel - 174 - atamalarının planlanması aşamasında Personel Bilgi Sistemi üzerinden doldurduğu Atamaya Esas Bilgi Formuna, Kıbrıs’tan Türkiye’ye atanmayı istediğini yazdığını, bilahare K.K.K.lığı Tayin Dairesini telefonla arayıp sözlü olarak bu isteğini ilettiğini, ancak kendisine “2010 yılında emekli olmayacağının” söylediğini, oysa 1979-1980 arasında bir yıl süreyle asteğmenlik yapmış olması nedeniyle 2010 yılında kadrosuzluktan emekliye ayrılmasının zorunlu olduğunu, bu durumu belirtmesine rağmen kendisine ısrarla 2010 yılında emekliye ayrılmayacağının söylediğini, bunun üzerine Atamaya Esas Bilgi Formunu yeniden ve ilave bir yıl daha Kıbrıs’ta görevine devam etmek istediği şeklinde düzelttiğini, bundan bir hafta sonra telefonla birliğinin aranarak “2010 yılında kadrosuzluktan emekliye ayrılacağının” söylenmesi üzerine, Atamaya Esas Bilgi Formunu yeniden değiştirdiğini ve Türkiye’ye atama talep ettiğini, buna rağmen 2010 yılı genel atamaları sonucunda Türkiye’ye atanmadığını ve KTBK.lığı Kurmay Başkanlığı emrine atandığını, bu işlemin hukuka aykırı olduğunu, zira Kıbrıs’ın yabancı bir ülke statüsünde olması nedeniyle, buradan emekliye ayrılması halinde ikamete devam edemeyeceğini ve mutlaka Türkiye’ye dönmesinin gerekeceğini, aksi halde ikamet izni almasının gerektiğini ve bunun da masraflı olduğunu, idarece benzer durumdaki başka personelin yurtdışından Türkiye’ye atanıp oradan emekli olmasının sağlandığını, ancak kendisi hakkında bu yönde işlem tesis edilmeyerek eşitlik ilkesine aykırı davranıldığını, 31 yıllık hizmeti sonunda yurtdışında bırakılarak mağdur edildiğini, ülkeye dönmek için yaklaşık 6.146,74 TL tutarında masraf edeceğini, davalı idarenin hukuka aykırı işlemiyle neden olduğu bu zararın da yine idarece giderilmesinin gerektiğini beyan etmiş ve garnizon hizmet süresini doldurmasına rağmen, Türkiye’ye atanma yönündeki talebi karşılanmayarak KTBK.lığı Kurmay Başkanlığı emrine yapılan atama işleminin iptaline ve uğramış olduğu 6.146,74 TL tutarındaki zararın ilişik keseceği 04.08.2010 tarihinden hesaplanacak yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Dava dosyasında bulunan bilgi ve belgelerin incelenmesi sonucunda; 1979 neşetli olarak Mly. Kd. Alb.sınıf ve rütbesinde görev yapmakta olan davacının 2008 yılı genel atamaları ile KTBK Kor.Kur.Bşk.Mly.ve Büt.Ş. (Ş.Md.) (KKTC) görevine atandığı, 1979 neşetli olması nedeniyle de 30.08.2010 tarihi itibariyle kadrosuzluk nedeniyle emekliye ayrılacak personel statüsünde olduğu, bu duruma nazaran davacının 2010 yılı genel atamalarına ilişkin olarak doldurmuş olduğu 10.12.2009 tarihli güncel atanma istek formunda ‘’ Kızlarım Girne Amerikan Üniversitesinde okuduğu için uygun görüldüğü takdirde bir yıl daha kalmak istiyorum’’şeklindeki açıklamayla KIBRIS’tan atanma istemediğini beyan ettiği, K.K.K.lığının 2010 yılı genel atamaları ile de KTBK Kor.K.lığı Kur.Bşk. Emrine atanması üzerine, sözü edilen atama işleminin iptali ve maddi tazminat talebiyle AYİM’ de bu davanın açılmış olduğu, müteakiben 30.08.2010 tarihi itibariyle de kadrosuzluk nedeniyle emekliye sevk edilerek ilişiğinin kesilmiş olduğu anlaşılmıştır. - 175 - DEĞERLENDİRME: l - ATAMA İŞLEMİNİN İPTALİ İSTEMİ YÖNÜNDEN: Davacının 14.07.2010 tarihinde kayda geçen dava dilekçesiyle bu davayı açmasından sonra 30.08.2010 tarihinden geçerli olmak üzere kadrosuzluk nedeniyle emekliye ayrıldığı anlaşılmıştır. Bilindiği üzere iptal davasının görümü için gerekli koşullardan biri de “menfaat” koşuludur. Bu husus 1602 sayılı Kanunun 21’inci maddesinden açıkça belirtilmiştir. Diğer taraftan söz konusu menfaatin “meşru” ve “kişisel” olması yanında “güncel” olması da gerekmektedir. Zira yargı kararları uygulanmak için verilir ve uygulanmak suretiyle de taraflar arasındaki uyuşmazlığı ortadan kaldırır. Uygulanabilme olanağı bulunmayan yargı kararı vermenin hiçbir anlamı olmayacağı şüphesizdir. Yukarıda belirtildiği üzere yargılama devam ederken emekli olması nedeniyle davacının atama işleminin iptali konusu hakkında güncel menfaati kalmamıştır. Dava ehliyetinin sübjektif unsurunu teşkil eden güncel menfaatin eksikliği, davacıda dava ehliyeti yokluğuna neden olduğundan atama işleminin iptali isteminin esası hakkında bir karar verilmesine yer olmadığına karar vermek gerekmiştir (Üye Hak. Alb. Mustafa OKŞAR, iptal davasına konu edilen işlem ile davacı arasındaki menfaat ilişkisinin bir ön koşul olarak davanın açıldığı anda bulunmasının yeterli olduğu, dava süresince ve karar anına kadar sürmesinin gerekmediği, bu itibarla atama işleminin iptali isteminin esastan çözüme kavuşturulması gerektiği; Üye Hâk.Yb. Fikret ERES, emekli olan davacının atama işleminin iptalinde güncel menfaatinin kalmadığını, bu itibarla menfaat koşulu ve buna bağlı olarak davacının sübjektif dava ehliyeti ortadan kalktığından davanın esası hakkında bir karar verilmesine yer olmadığına değil de 1602 sayılı Kanunun 44/C ve 45/A maddeleri uyarınca davanın reddine karar vermek gerektiği; yönünden karşı oy belirtmişlerdir). (Başkan Hâk.Alb. Celâl IŞIKLAR ise, davacının statü dışına çıkmış olması nedeniyle, menfaati bulunsun ya da bulunmasın, dava konusuz kaldığından, bu gerekçeyle atama işleminin iptali istemi yönünden davanın esası hakkında bir karar verilmesine yer olmadığı kararı verilmesi gerektiği yönünde ayrışık gerekçe bildirmiştir.) II – MADDİ TAZMİNAT İSTEMİ YÖNÜNDEN: Bilindiği üzere Anayasanın 125’inci maddesine göre idare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararları ödemekle yükümlüdür. Bu açıdan idarenin sorumluluğu Anayasa prensibi olarak kabul edilmiştir. Ne var ki idarenin sorumluluğunun hangi esaslara göre belirleneceği öğreti ve yargı kararlarına bırakılmıştır. Genel kabule göre idarenin sorumluluğu hizmet kusuru ve kusursuz sorumluluk esaslarına dayandırılmaktadır. Hangi esas üzerinde temellendirilirse temellendirilsin genel olarak idarenin tazmin yükümlülüğünün doğması için öncelikle bir zararın varlığı, zararı doğuran eylemin/işlemin idareye yüklenebilir olması, zararlı sonuç ile eylem veya işlem arasında nedensellik bağının bulunması gerekmektedir. - 176 - Somut olay bakımından da İdarenin tazmin sorumluluğunun doğabilmesi için benzer şekilde (herhangi kusursuz sorumluluk nedeni bulunmadığından); idarenin bir kusur içinde bulunması, gerçek bir zararın ve bu zarar ile idari işlem arasında nedensellik bağının bulunması gerekmektedir. 926 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunun 118nci maddesinde; “Subay ve astsubayların atama ve yer değiştirmelerinin hizmetin aksatılmadan yürütülmesi esasına bağlı olarak, sosyal, iklim ve ulaşım durumları ile kültür ve sağlık durumları ve bunlara benzer yer ve bölge şartları göz önünde tutularak tespit edilen bölge ve garnizonlara –(a) meslek programları, meslek içi ve kadro ihtiyacı-(b) Sağlık durumu-(c) İdari, asayiş ve zaruri sebepler –(d) istekte bulunduğu yerler” dikkate alınarak sıra ile yapılacağı belirtilmektedir. Aynı Kanunun 119ncu maddesinde ise; bölge ve garnizon tespiti, buralarda kalınacak süreler ve atama ve yer değiştirmeler ile ilgili hususların MSB ve İçişleri Bakanlığı tarafından çıkartılan Yönetmelikte düzenleneceği belirtilmiş olup, bu hükme dayanılarak çıkartılan Türk Silahlı Kuvvetlerine Mensup Subay ve Astsubayların Atama ve Yer Değiştirmeleri Hakkındaki Yönetmeliğin 1nci maddesinde; “Subay ve astsubayların meslek hayatları boyunca değişik bölge ve garnizonlara atanmalarında Silahlı Kuvvetler hizmet ihtiyacı esas alınmak suretiyle vazife görecek şekilde atama ve yer değiştirme işlemine tabi tutulurlar” hükmü; Yönetmeliğin 3ncü maddesinde ise: ”Subay ve astsubayların atama ve yer değiştirmeleri hizmetin aksatılmadan yürütülmesi esasına bağlı olarak, memleketin ekonomik, sosyal, iklim, ulaştırma, kültür ve sağlık durumlarıyla, bunlara benzer yer ve bölge şartları göz önüne alınarak tespit edilen bölge ve garnizonlara aşağıdaki esaslar dahilinde sıra ile yapılır. –(a) Meslek programları, meslek içi eğitim ve kadro ihtiyacı-(b) Kıt’a hizmeti zorunluluğu -(c) Terfi durumu– (d) Sınıf ve ihtisasları –(e) Kendisinin, eşinin ve çocuklarının hayati önemi haiz sağlık durumu –(f) İdari, asayiş ve zaruri sebepler –(g) Atama istek kartlarında belirttikleri yerler” hükmü yer almaktadır. Atama Yönetmeliğinin 45nci maddesinde de; “Atanma ve yer değiştirmeler hizmetin aksatılmadan yürütülmesi, kadro yerleri ve personelin ihtisası ile safahatı esas olmak üzere garnizonlar arasında sıra ile yapılır” hükmüne yer verilmiştir. Görüldüğü üzere mevzuat hükümleri çerçevesinde, atamalarda planlı değişimin “hizmetin aksatılmadan yürütülmesi” ilkesinin ışığında, hizmet safahatı gözetilerek “sıra esası”na göre yapılacağı ana fikri benimsenmiştir. İdare, işlemlerinde hiçbir zaman ve hiçbir koşulla kamu yararı amacının dışında bir amaca yönelemez. Keza işlemleri hukuka uygun bir sebebe dayalı olmak zorundadır. İdari işlemin “finalist” ve “kozalist” özelliği olarak ifade edilen bu nitelendirme çerçevesinde davalı idarenin - 177 - atama işlemi tesis ederken yöneleceği kamu yararı amacı, “hizmetin aksatılmadan yürütülmesi” esası olmalıdır. Yukarıda belirtilen açıklamalar ışığında dava konusu atama işlemi irdelendiğinde; 1979 neşetli subay olan ve 30 Ağustos 2010 tarihi itibariyle kadrosuzluk nedeniyle emekliye sevk edilecek olan davacının 2008 yılı atamaları ile Kıbrıs garnizonunda K.T.B.K. K.lığı Maliye ve Bütçe Şb. Md.lüğüne atandığı, 2010 yılı genel atamaları ile de K.T.B.K. K.lığı Kurmay Bşk.lığı emrine atandığı görülmektedir. Davacının, 30 Ağustos 2010 tarihi itibari ile kadrosuzluktan emekliye sevk edileceği gerçeği karşısında, işgal ettiği kadro görevine başka bir personelin atamasının yapılabilmesi ve sınıf ve rütbesine uygun başka bir kadroya atanmayarak da kısa bir süre için (Temmuz-Ağustos 2010 tarihleri için) davacının işgal edeceği kadroya atama yapılabilmesinin sağlanması hususları göz önüne alındığında, davalı idarenin “emre” atama işlemi tesis etmesinde “hizmetin aksatılmadan yürütülmesi” esasına bağlı kalarak kamu yararı amacına yöneldiğinde kuşku bulunmamaktadır. Ayrıca davacı, Türkiye’de bulunan bir komutanlık emrine atanmamasının kendisini harcırah yönünden maddi kayba uğratacağını belirterek atama işleminin bu yönden de hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüş ise de; yukarıda da belirtildiği üzere idare, bir idari işlemde sebep ve amaç unsurları bağlamında, kamu yararı amacı dışında bir amaca yönelemeyeceğinden atama işlemi tesis ederken personelin ekonomik kayıp ve kazançlarını atama işleminin sebebi olarak ele alamaz. Davacının 2008 yılı atamaları ile Kıbrıs garnizonuna atanması işleminde, davalı idarenin, “hizmetin aksatılmadan yürütülmesi” kamu yararı amacı dışında, “davacının Kıbrıs tazminatı almasının sağlanması” amacına yönelik işlem tesis ettiği kabul edilemez ise, 2010 yılı genel atamaları ile K.T.B.K. K.lığı Kurmay Bşk.lığı emrine atanması işleminde de davacının harcırah miktarı yönünden zarara uğratılması amacına yönelindiği kabul edilemez. Diğer yandan davacı, iki yıl olan Kıbrıs garnizon süresini doldurduğunu ve Türkiye’de bir komutanlık emrine atanması gerektiğini, önceki yıllarda uygulamanın bu yönde olduğunu ileri sürmüştür. Yukarıda açıklandığı üzere kamu yararı amacına yönelik olarak işlem tesis eden davalı idarenin, bu atama işlemiyle, atanma istek formu doldurarak KIBRIS’tan atanmak istemediği yönündeki iradesini ortaya koyan davacıyı aynı yerde komutanlık emrine atamakla birey yararı ve kamu yararı dengesini koruduğu sonucuna ulaşılmıştır. Yukarıda yapılan değerlendirilmeler ve açıklamalar ışığında; birey yararı ve kamu yararı dengesini koruyarak ve hizmetin aksatılmadan yürütülmesi ilkesi çerçevesinde kamu yararı amacına yönelik olarak davalı idarenin tesis etmiş olduğu dava konusu atama işleminde hukuka aykırı bir yön bulunmadığı, buna bağlı olarak davalı idarenin tazmin sorumluluğunu gerektirir bir kusurunun bulunmadığı sonucuna ulaşılarak maddi tazminat - 178 - talebinin reddine karar verilmiştir. (Başkan Hâk.Alb. Celâl IŞIKLAR maddi tazminat talebinin reddine dair ayrışık gerekçe bildirmiştir.) Açıklanan nedenlerle; 1. Atama işleminin iptali isteminin ESASI HAKKINDA BİR KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA, Üye Hâk.Alb. Mustafa OKŞAR’ın ve Üye Hâk.Yb. Fikret ERES’in usul yönünden Karşı oyu ve OYÇOKLUĞU ile, 2. Hukuki dayanağı REDDİNE, OYBİRLİĞİ ile, bulunmayan maddi tazminat isteminin 25 OCAK 2011 tarihinde karar verildi. (AYİM 1.D., 25.01.2011; E. 2011/64, K. 2011/238) AYRIŞIK OY GEREKÇESİ Hizmet ve görev süresi biten bir personelin, yurt dışındaki kadro görev yerinden, atama talebi olması ve hatta yurt dışında yerleşme niyeti bile olsa yurt içindeki bir garnizona atanması, hem usulde genellik, hem de memuriyet mahiyeti gereğidir. Ancak mevzuatımızda Kıbrıs bir garnizon olarak düzenlenmiş ve anlaşmalar gereği bu garnizonda görevli personele bazı ayrıcalıklar tanınmıştır. Davacının, her ne saikle olursa olsun, süresi 2 yıl olup 1 yıl daha uzatılabilen Kıbrıs Garnizonundan yurt içine atanmak istemediğine ilişkin atama formundaki beyanı karşısında, atanmamasından doğan zararın kendi kişisel kusurundan kaynaklandığı görülmektedir. Bu sebeple, doğan zarardan dolayı idarenin sorumluluğunun bulunmadığını ve davanın reddinin gerektiğini düşünüyorum. 25.01.2011 BAŞKAN Dr. Celâl IŞIKLAR Hâk.Alb. - 179 - 5. ATAMADA SIRA ESASI VE GARNİZON DERECESİ -29ÖZETİ: Davacının gerek Ankara’daki özel bir tıp merkezinin mesul müdürü ve ortağı olmasının gerekse atamaya esas alınacak rapor ibraz etmediği anne ve babasının sağlık durumlarının dava konusu işleme bir etkisi bulunmamaktadır. Davacı vekili, 09.11.2009 tarihinde AYİM kayıtlarına giren dava dilekçesinde özetle; 20.03.2006 tarihli onayla emekliliğe sevkini müteakip eksik hizmet süresi olduğu anlaşılan davacının Hv. K. K.lığının 27.10.2009 tarihli emriyle eksik hizmet süresini tamamlamak üzere Kütahya Hv. Er Eğt.Tug. K.lığı Sağlık Amirliğine atandığını, atama işleminin hukuka aykırı olduğunu, zira atama öncesi davacıya şifahen Ankara’ya atanacağının bildirildiğini, bu atamayla davacının ortağı olduğu özel tıp merkezi ile ilgilenemeyeceğini, keza kendisi ile birlikte oturan anne ve babası ile de ilgilenemeyeceğini belirterek işlemin iptaline ve yürütmenin durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Dairemizin 17.11.2009 ve 15.12.2009 tarihli kararları ile davacı vekilinin yürütmenin durdurulmasına ilişkin müteaddit talebinin reddine karar verilmiştir. Dava dosyasının incelenmesinden, safahatında birinci dereceli garnizon olan Ankara’da 9 yıl, ikinci dereceli garnizon olan Konya’da 6 yıl görev yapmış olan davacının, MSB.lığının 20.03.2006 tarihli ve 2006/10-58 sayılı kararı ile isteği üzerine emekliye sevk edildiği; bilahare Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından 25 fiili hizmet yılını doldurmadığının, 7 ay eksiğinin bulunduğunun anlaşılması üzerine eksik kalan hizmet süresini tamamlaması amacıyla MSB.lığının 28.08.2009 tarihli ve 2009/12-241 sayılı kararnamesi ile tekrar statüye alındığı ve Hv. K. K.lığının 27.10.2009 tarihli emri ile Kütahya Hv. Er. Eğt. Tug. K.lığı Sağ. A.liğine atandığı; sonrasında söz konusu atama işleminin iptali istemiyle AYİM’de işbu davayı tesis ettiği anlaşılmıştır. Bilindiği üzere, 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununun 118’inci maddesi; subayların ve astsubayların atanma ve yer değiştirmelerinin, hizmetin aksatılmadan yürütülmesi esasına bağlı olarak, memleketin ekonomik, sosyal, iklim, ulaştırma, kültür ve sağlık durumları ve bunlara benzer yer ve bölge şartları göz önüne alınarak tespit edilecek bölgelere ve garnizonlara; meslek programları, meslek içi eğitim esasları, kadro ihtiyacı, sağlık durumu, idari, asayiş, zaruri sebepler ve istekli bulunulan yerler dikkate alınarak sıra ile yapılacağını buyurmaktadır. Aynı - 180 - Kanunun 119’uncu maddesi uyarınca çıkarılan ve 01.01.2006 tarihinde yürürlüğe giren Subay ve Astsubay Atama Yönetmeliğinin (RG.18.12.2005/ 2602) 14’üncü maddesinde de buna paralel bir hüküm yer almaktadır. Yukarıda belirtilen mevzuat hükümlerinden, subay ve astsubayların meslek hayatları boyunca değişik garnizonlarda vazife görecekleri, vazife görecekleri garnizonlar belirlenirken diğer bazı kriterlerle beraber isteklerinin de nazara alınacağı anlaşılmaktadır. Kuşkusuz personelin isteği de atamada bir kriterdir ama tek kriter değildir. Bu bağlamda idare, atama işlemini tesis ederken “hizmetin aksatılmadan yürütülmesi” çerçeve normunu gözeterek, sıra esası dahilinde personelin isteğini gerçekleştirmeye çalışacaktır. Belirtilen düzenlemeler ve açıklamalar ışığında davacının durumu incelendiğinde; safahatında birinci dereceli garnizon olan Ankara’da 9 yıl, ikinci dereceli garnizon olan Konya’da 6 yıl görev yapmış olan davacının, atandığı Kütahya Hv. Er. Eğt. Tug. K.lığında tabip kadrosunun beş, mevcudun ise üç olduğu ve sağlık amirliği kadrosuna atanabilecek uygun rütbede personel bulunmaması nedeniyle bu kadronun boş olduğu gözetildiğinde, hizmet ihtiyacı nedeniyle safahatına, sınıf ve rütbesine uygun bir kadroya atanan davacı hakkında tesis edilen işlemde hukuka ve mevzuata aykırılık bulunmadığı değerlendirilmiştir. Davacının gerek Ankara’daki özel bir tıp merkezinin mesul müdürü ve ortağı olmasının gerekse atamaya esas alınacak rapor ibraz etmediği anne ve babasının sağlık durumlarının dava konusu işleme bir etkisi bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle; Hukuki dayanaktan yoksun bulunan davanın REDDİNE, 01 HAZİRAN 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. AYİM.1.D., 01.06.2010; E. 2009/1118, K. 2010/608) - 181 - 6. GEÇİCİ GÖREVLENDİRME -30ÖZETİ: Geçici görevlendirilmesi için zaruri ve idari sebeplerin oluştuğu bir ortamda davacının yetkili makam (J.Gn.K.lığı) tarafından geçici olarak görevlendirilmesinin uzatılması işleminde hukuka aykırı bir yön bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Davacı 05 Nisan 2010 tarihinde Balıkesir İdare Mahkemesi kaydına, 08 Nisan 2010 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kaydına geçen dava dilekçesinde özetle; 2006 yılında Balıkesir Savaştepe İlçe J.K.lığına atandığını, 2010 yılı atamalarına yönelik olarak 5’nci bölgeye hazırlık tebligatı aldığını, hakkındaki bir takım şikayetler nedeniyle Balıkesir İl J.K.lığı tarafından 23.11.2009 tarihinden itibaren 3 ay süre ile Balıkesir Marmara İlçe J.K.lığı emrine geçici görevlendirildiğini, hakkındaki isnadlarla ilgili olarak yürütülen adli ve idari tahkikat sonucunda bir eylemi ile ilgili olarak disiplin cezası ile tecziye edildiğini, bir diğer eylemi ile ilgili olarak da Donanma K.lığı Askeri Savcılığı tarafından kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini, buna rağmen Marmara İlçe J.K.lığındaki geçici görevlendirme işleminin önce 05.02.2010 tarihinden itibaren 31.03.2010 tarihine kadar, bilahare 31.03.2010 tarihinden 30.06.2010 tarihine kadar uzatıldığını, yapılan görevlendirmenin hakkındaki isnadlardan kaynaklandığını, oysa ki hakkındaki isnadların yasal gereklerinin yerine getirildiğini, bu görevlendirme nedeniyle kendisinin ve ailesinin mağdur edildiğini, süreç içinde asli görevine iadesine yönelik idari başvurularının da reddedildiğini, bu nedenle Marmara İlçe J.K.lığındaki geçici görevlendirmesinin 31.03.2010 tarihinden 30.06.2010 tarihine kadar uzatılması şeklindeki idari işlemin hukuka aykırı olduğunu belirterek işlemin iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davacının yürütmenin durdurulması yönündeki talebi, AYİM 1’inci Dairesinin 25 Mayıs 2010 gün ve Gensek Nu:2010/1356, Esas No:2010/430 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Dava dosyasındaki bilgi ve belgelerin incelenmesi neticesinde; davacının 2006 yılında Balıkesir Savaştepe İlçe J.K.lığına atandığı, 2010 yılı atamalarına yönelik olarak 5’inci bölgeye hazırlık tebligatı aldığı, davacı hakkında kumar oynadığı ve iffetsiz bir kadınla yaşadığı yönündeki şikayetler nedeniyle Balıkesir İl J.K.lığı tarafından 23 Kasım 2009 tarihinden itibaren 3 ay süre ile Balıkesir Marmara İlçe J.K.lığı emrine geçici görevlendirildiği, hakkındaki isnadlarla ilgili olarak yürütülen adli ve idari tahkikat sonucunda kumar oynama isnadı ile ilgili olarak disiplin cezası ile tecziye edildiği, iffetsiz bir kadınla beraber yaşamak isnadı ile ilgili olarak da Donanma K.lığı Askeri Savcılığı tarafından kovuşturmaya yer olmadığına - 182 - karar verildiği, davacının Balıkesir İl J.K.lığı tarafından davacının Marmara İlçe J.K.lığındaki geçici görevlendirme işleminin önce 05 Şubat 2010 tarihinden itibaren 31 Mart 2010 tarihine kadar, bilahare 31 Mart 2010 tarihinden 30 Haziran 2010 tarihine kadar uzatıldığı, yapılan geçici görevlendirmenin, davacının hakkındaki isnadlardan dolayı saygınlığını ve etkisini yitirmesi sebebinden kaynaklandığı, açıklanan bu süreç içinde davacının asli görevine iadesine yönelik idari başvurularının da reddedildiği ve en son 31 Mart 2010 tarihinden itibaren görevlendirmenin 30 Haziran 2010 tarihine kadar uzatılması üzerine işbu davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Dava konusu, davacının geçici olarak görevlendirildiği Balıkesir – Marmara İlçe J. K.lığı Asyş.İsth.Ks.A.görevinin 31 Mart 2010 tarihinden 31 Haziran 2010 tarihine kadar uzatılması işleminin iptali isteminden oluşmaktadır. 926 Sayılı TSK. Personel Kanunun “Subay ve Astsubayların Atanmaları” başlıklı 121’inci maddesinin (a) fıkrasında ”Asteğmen – albay rütbelerindeki subaylar ile astsubayların atamaları, Kuvvet Komutanlıklarınca …” yapılır hükmü bulunmaktadır. Aynı Kanunun 119’uncu maddesinde atanma ve yer değiştirmelerde dikkate alınacak hususların bir Yönetmelikle tespit edileceği belirtilmiştir. 926 Sayılı TSK. Personel Kanunun 119’uncu maddesi uyarınca çıkarılan ve 01 Ocak 2006 tarihinde yürürlüğe giren Subay ve Astsubay Atama Yönetmeliğinin (18 Aralık 2005 tarih ve 26027 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıştır.) ”Atama Yetkileri” başlıklı 13’üncü maddesinin(f) bendinde “Çeşitli nedenlerle yapılacak görevlendirmelerde görevlendirmenin 3 aya kadar yapılması durumunda Kuvvet Komutanlığına, Jandarma Genel Komutanlığına ve Sahil Güvenlik komutanlığına bilgi verilmek suretiyle asgari Tümen/Tugay (ve eşidi) Komutanlıklarca, görevlendirmenin 3 ay dan fazla süreler için yapılması durumunda ise görevlendirme ilgili birliğin teklifi ile Kuvvet Komutanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığınca yapılır” düzenlemesi mevcuttur. J.Gn.K.lığı Atama Yönergesinde de benzer hükümlere yer verilmiş olup Yönergenin 4’üncü bölüm 2’nci maddesinde geçici görevlendirme şartları ve usulü belirlenmiş bulunmaktadır. Burada yer verilen düzenlemeye göre, 3 aya kadar geçici görevlendirmelerin Tüm/Tug/J.Blg.K.lıkları tarafından, 3 aydan fazla görevlendirmeler ile bir takvim yılında birden fazla yapılacak görevlendirmelerde anılan makamların teklifi ile J.Gn.K.lığı tarafından yapılması gerekmektedir. Açıklanan mevzuat hükümlerine göre; subay ve astsubayların hizmetin aksatılmadan yürütülmesi ve hizmet ihtiyacı prensibine uygun olarak objektif somut bilgi ve belgelere dayalı idari, asayiş ve zaruri sebeplerle Kuvvet Komutanlığınca atandığı kadrosundan başka bir kadroya Atama Yönetmeliğinin 13/f maddesinde belirtilen usul ve şartlarda belli süreler dâhilinde görevlendirilmeleri mümkün bulunmaktadır. Ancak bu şekilde - 183 - yapılacak görevlendirmelerde de Atama Yönetmeliğinin 5’inci maddesi uyarınca kadro görev yerinin özelliklerinin esas alınması ve kadrosu bulunmayan bir görev yerine görevlendirme yapılmaması gerekmektedir. Bu açıklamalar ışığı altında ve davalı idarenin savunması ile savunma ekinde 1602 sayılı Kanunun 52’nci maddesi kapsamında gönderilen gizlilik dereceli belgeler ışığında dava konusu görevlendirme işlemi irdelenecek olursa; davalı idare tarafından davacının geçici görevlendirme işlemine tabi tutulmasının, hakkında yapılan şikayetler sonucunda başlatılan soruşturmanın selametinin sağlanması gayesine yönelik olduğu gibi, görevli olduğu ilçede halk nazarında saygınlığının ve etkinliğinin yitirilmiş olması sebebine dayandığı görülmektedir. Bu hali ile geçici görevlendirme için idari bir zorunluluk bulunduğu anlaşılmaktadır. Öncelikle belirtmek gerekirse, davacının dava konusu istemi, 31 Mart 2010 ve 31 Haziran 2010 tarihleri arasında yapılan geçici görevlendirme işleminin iptalinie yöneliktir. Davacının dana önceden Balıkesir İl J. K.lığının teklifiyle Bursa J. Blg.K.lığı tarafından yapılan 23 Kasım 2009 -23 Şubat 2010 ve 23 Şu.at 2010 – 31 Mart 2010 tarihleri arasındaki geçici görevlendirmenin davacı tarafından dava konusu yapılmadığı açıktır. Bu bağlamda AYİM Başsavcılığına önceki geçici görevlendirmelerin yetkisiz makam tarafından yapıldığına ilişkin konunun yargısal irdelemeye tabi tutulması mümkün görülmemektedir. Dava konusu taleple sınırlı olarak yapılan incelemede; davacının Marmara İlçe J. K.lığı emrine yapılan geçici görevlendirmesinin 31 Mart 2010 tarihinden 31 Haziran 2010 tarihine kadar uzatıldığı, bu teklifin ilk olarak Balıkesir İl J.K.lığının 25 Mart 2010 tarih ve PER:1270-15608-10 sayılı mesaj ile Bursa J. Blg.K.lığına yapıldığını, Bursa J. Blg.K.lığının 26 Mart 2010 tarih ve PER:1270 -16142-10/PER.ÖZL.Ks.sayılı mesaj ile J.Gn.K.lığına teklifte bulunulduğu, bu teklifin J.Gn.K.lığına 30 Mart 2010 tarih ve PRR:1270-1085898-10/Tyn.D.J.Asb.Tyn.S.Sayılı yazısıyla kabul edildiği ve davacının 31 Mart 2010 – 31 Haziran 2010 tarihleri arasındaki geçici görevlendirilmesinin uygun görüldüğü anlaşılmaktadır. Bu çerçevede geçici görevlendirilmesi için zaruri ve idari sebeplerin oluştuğu bir ortamda davacının yetkili makam (J.Gn.K.lığı) tarafından geçici olarak görevlendirilmesinin uzatılması işleminde hukuka aykırı bir yön bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Açıklanan nedenlerle; Hukuki dayanaktan yoksun davanın REDDİNE, 21 EYLÜL 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM 1.D., 21.09.2010; E. 2010/430, K. 2010/885) - 184 - 7. İDARİ, ASAYİŞ VE ZARURİ NEDENLERLE ATAMA -31ÖZETİ: Davacı hakkında disiplin mahkemesinde dava açılmış olması, hakkında atama işlemi tesis edilmesi için tek başına yeterli bir neden değildir. Davacı, 02.07.2010 tarihinde Sultandağı Asliye Hukuk Mahkemesinde, 09.07.2010 tarihinde AYİM’de kayda geçen dava dilekçesinde özetle; J.Gn.K.lığının 2009 yılı genel atamalarında Afyonkarahisar II Jandarma Komutanlığı Sultandağı İlçe Jandarma Komutanlığı Merkez Jandarma Karakol Komutanlığı görevine atamasının yapıldığını, 2010 yılı genel atamalarını müteakip il içi atama emri ile Emirdağ İlçe Jandarma Komutanlığı Piribeyli Jandarma Karakol Komutanlığına atandırıldığını, atama işleminin hiç bir idari ve haklı sebebe dayanmadığını, takdir yetkisinin keyfi kullanıldığını, kamu yararı ve hizmet gereklerinin gözetilmediğini, atamanın ceza niteliğini taşıdığını belirterek işlemin iptaline ve yürütmenin durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. AYİM Nöbetçi Dairesinin 27.08.2010 tarihli kararı ile yürütmenin durdurulması talebinin reddine karar verilmiştir. Dava dosyanın incelenmesinden; 2008 yılı genel atamalarında Afyonkarahisar İl J. K.lığı emrine atanan davacının Sultandağı İlçe J. Mrk. J. Krk. Komutanı olarak istihdam edildiği; bu görevini sürdürmekte iken davacı hakıkında üstü konumundaki J.Kd.Bçvş.S.B’ye saygısız davrandığı iddiasıyla "üste saygısızlık" suçundan 02.03.2010 tarihli iddianameyle Eskişehir 1’inci Hava Kuvvet Komutanlığı Disiplin Mahkemesinde dava açıldığı; bu nedenle 06.04.2010 tarihli işlemle Emirdağ – Piribeyli J. K.lığına geçici olarak görevlendirilen davacının (Bu işleme karşı açtığı davada 11.05.2010 tarihinde yetki yönünden yürütmenin durdurulmasına karar verilmiştir.), bilahare 24.06.2010 tarihli işlemle aynı kadroya (Piribeyli J. Krk. K.lığına) atandığı; davacının da söz konusu il içi atama işleminin iptali istemiyle işbu davayı tesis ettiği anlaşılmıştır. Bilindiği üzere, dayanağını 2803 sayılı Jandarma Teşkilat Görev ve Yetkileri Kanununun “... nokta ataması yapılmayıp, İl Jandarma Komutanlıkları emrine atanan astsubay ve uzman jandarmalardan emniyet ve asayiş görevi alacak olanların istihdam yerleri ve il içi yer değiştirmeleri İl Jandarma Komutanının teklifi üzerine Valinin onayı ile belirlenir.” hükmünü içeren 14’üncü maddesinden alan Jandarma personelinin il içi atama işlemlerine, aynı Kanunun 24’üncü maddesi uyarınca çıkartılan Jandarma Teşkilatı Görev ve Yetkileri Yönetmeliğinin “Atamada ve Yer Değiştirmede Uygulanacak Esaslar” başlıklı 183’üncü maddesinin - 185 - göndermesi uyarınca Subay ve Astsubay Atama Yönetmeliği ile Jandarma Genel Komutanlığı Atama Yönergesi hükümleri uygulanmaktadır. Jandarma Teşkilatı Görev ve Yetkileri Yönetmeliğinin 183’üncü maddesinde ve Subay ve Astsubay Atama Yönetmeliğinin (RG.18.12.2005/26027 14’üncü maddesinde “hizmetin aksatılmadan yürütülmesi”nin temel esas olduğu belirtildikten sonra “İdari, asayiş ve zaruri sebepler” atama işlemlerinin tesisinde nazara alınacak kriterler arasında sayılmıştır. Aynı yönetmeliğin “Garnizon hizmet süresini tamamlamadan atandırılmayı gerektiren haller” başlıklı 24’üncü maddesinin (h) bendinde de “idari, asayiş ve zaruri sebepler” bir atama nedeni olarak belirtilmiştir. Yukarıda serdedilen mevzuat hükümlerinden açıkça anlaşıldığı üzere idare, atama işlemini tesis ederken “hizmetin aksatılmadan yürütülmesi” ilkesini gözetmek durumundadır. Dolayısıyla hizmetin gerektirdiği yani idari, asayiş ve zaruri nedenlerin mevcut olması durumunda GHS’ni tamamlamasa dahi kişinin görevinden alınıp başka bir garnizona atanması mümkündür. Yasal ve idari düzenlemelerde hizmetin zorunlu kıldığı durumların (idari, asayiş ve zaruri sebeplerin) neler olduğu belirtilmediğinden, bunların hukuki ve maddi olay olarak ne zaman gerçekleşmiş sayılacağı ve böylece atama işlemi tesis etmenin gerekip gerekmediği konusunda idareye takdir yetkisi tanındığı açıktır. Kuşku yok ki, diğer bütün kamusal yetkilerde olduğu gibi idarenin takdir yetkisi de kamu yararı amacı ve hizmet gerekleriyle sınırlı bulunmaktadır. Yukarıda belirtilen açıklamalar ışığında dava konusu işlem değerlendirildiğinde; davacı hakkında tesis edilen işlemin, davacının, üstü konumundaki J.Kd.Bçvş.S.B’ye saygısız davrandığı iddiasıyla hakkında "üste saygısızlık" suçundan Eskişehir 1’inci Hava Kuvvet Komutanlığı Disiplin Mahkemesinde dava açılmış olmasına ve doğan anlaşmazlık nedeniyle huzurlu bir ortam içerisinde görev yapılmasının imkansız hale gelmesine dayandırıldığı anlaşılmaktadır. Davalı idarenin davacının Krk. K.lığı görevinde yetersiz olduğu, hizmeti aksattığı yönünde bir iddiası bulunmadığı gibi, davacının atandığı görevin yine bir Krk. K.lığı olduğu gözetildiğinde davacının başarılı bir personel olduğu anlaşılmaktadır. Davacının işlediği iddia olunan fiilin ilk planda gereği, hakkında adli takibat başlatmaktır. Nitekim birlik K.lığı da bunu yapmıştır. Bu halde davacı hakkında disiplin mahkemesinde dava açılmış olması, hakkında atama işlemi tesis edilmesi için tek başına yeterli bir neden değildir. Davalı idare doğan anlaşmazlık nedeniyle huzurlu bir ortam içerisinde görev yapılmasının imkansız hale geldiğini de ileri sürmüş ise de, bu soyut iddiayı destekleyen hiçbir maddi olgu bulunmamaktadır. Keza, davacıya isnat edilen fiilin ağırlığı, bir faraziye olarak, anlaşmazlık nedeniyle huzurlu bir ortam - 186 - içerisinde görev yapılmasının imkansız hale geldiğini kabul etmeye objektif olarak yeterli değildir. Kaldı ki, Eskişehir 1’inci Hv. K.Klığı Disiplin Mahkemesinin 04.05.2010 tarihli kararı ile davacı hakkında beraat kararı verilmiştir. Tüm bu hususlar bir arada değerlendirildiğinde, olayın somutunda, mevzuatın aradığı idari ve zaruri nedenin gerçekleştiğini kabul etmenin hukuken mümkün olmadığı, bu nedenle dava konusu işlemin sebep ve konu unsurları yönünden hukuka aykırı olduğu sonucuna varılmıştır. Açıklanan nedenlerle; Hukuka aykırı bulunan il içi atama işleminin İPTALİNE, 09 KASIM 2010 tarihinde Üye Hv.P.Kur.Alb. Yusuf DOĞRUER ve Üye P.Kur.Alb. İbrahim ÖZER’in Karşı oyları ve OYÇOKLUĞU ile karar verildi. (AYİM 1.D., 09.11.2010; E. 2010/885, K. 2010/1118) KARŞI OY GEREKÇESİ 1602 Dava dosyasında yer alan ve davacı ile ilgili gizli belgeler muvacehesinde, idarece tesis edilen atama işleminde kanuni mevzuata aykırı bir husus görülmediğinden, işlemin iptali yönünde oy kullanan sayın çoğunluğun görüşüne katılamadık. 09.11.2010 ÜYE ÜYE İbrahim ÖZER P.Kur.Alb. Yusuf DOĞRUER Hv.P.Kur.Alb. 8. İKİNCİ BÖLGE HİZMETİ -32ÖZETİ:İdarenin Sıralı Hizmet Garnizonunda boş bulunan kıta ve karargâh hizmetleri için tespit edilecek rütbe ve kıdem ihtiyaçlarının hangi nasıplılar arasından karşılanacağını belirleme konusunda takdir yetkisine sahip olduğu, 3’üncü defa SHG’ye atama görecek personel arasında ayrı ayrı grupların oluşturulmasının, hizmetin gereklerinden kaynaklandığı ve bu uygulamanın mevzuata aykırı bir yönünün bulunmadığı değerlendirilmiştir. - 187 - Davacı, 02.06.2010 ve 26.08.2010 tarihlerinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kayıtlarına geçen dava ve savunmaya cevap dilekçelerinde özetle; daha önce 1’inci dereceli garnizonlarda görev yapmadığını, ilk defa 2008 yılında garnizon hizmet süresi sekiz yıl olan 1’inci dereceli İzmir Garnizonuna atandığını, sadece 2 yıl görev yaptığını, Iğdır Tuzluca Gaziler Bölgesinde ve Bitlis Tatvan’da geçirdiği sürenin ilk yılının buranın o zaman OHAL kapsamında olması nedeniyle 2’nci bölge E garnizonu olarak değerlendirilmesi gerektiğini, böyle değerlendirildiğinde itibari olarak 365 gün müktesebi olduğunun görüleceğini, dolayısıyla ilgili Yönerge gereği 3’üncü SHG hizmetini tamamlamış olması gerektiğini, emsal gösterdiği 3 kişinin kendisinden önce SHG görevine gitmeleri gerekirken gitmediklerini, Topçu Tayin Şubesi ile yaptığı telefon görüşmesinde söz konusu kişilerin üst grupta yer alması nedeniyle atanmadıklarının, kendisinin 89, 90 ve 91 devreleri ile aynı grupta yer aldığının belirtildiğini, atama mevzuatında belirtildiği şekilde bir grup yapılmasının yer almadığını, kaldı ki kendisinin 3’üncü grup olan Kh. Sb./Tb. K grubunda yer aldığı belirtilmesine rağmen; 2’nci grup olan Üst. Kh. Sb. (Tug./A. Kh. Sb.) grubunda yer alan bir kadroya atandığını, dolayısıyla idarenin mevzuat hükümlerine aykırı olarak oluşturduğu gruplandırmaya da uymadığını, 83 yaşında olan annesine bakmakla yükümlü olduğunu, annesinin çeşitli hastalıkları sebebiyle tedavi gördüğünü ve birinin yardımıyla ihtiyaçlarını giderebildiğini, açıkladığı nedenlerle Hakkâri Yüksekova 3’üncü Tak. P. Tüm. Tak. Topçu A. A. Kh. Dent. ve İrt. Ks. Dent. ve İrt. Sb.lığına atanmasının hukuka aykırı olduğunu belirterek, öncelikle söz konusu atama işleminin yürütmesinin durdurulmasına ve iptaline karara verilmesini talep etmiştir. Dairemizin 14.07.2010 gün ve 2010/2324 - 698 Gensek, Esas sayılı kararı ile yürütmenin durdurulması isteminin reddine karar verilmiştir. Dava dosyasında mevcut bilgi ve belgelerin incelenmesi sonucunda; davacının 01.01.2006 tarihinde yürürlükte kaldırılan TSK’ne Mensup Subay ve Astsubayların Atanma ve Yer Değiştirmeleri Hakkındaki Yönetmelik ve bu Yönetmeliğe ait Müşterek Yönergede belirtilen 1’inci ve 2’nci coğrafi bölge görevleri kapsamında; 30.08.1989 – 12.08.1990 tarihleri arasında Ankara Polatlı (1- B), 13.08.1990 – 05.07.1993 tarihleri arasında Edirne Keşan (1-B), 06.07.1993 – 04.08.1996 tarihleri arasında (bu dönem içinde birliğine verilen GDHG kapsamında; 28.06.1994 – 18.10.1994 ve 27.11.1995 – 15.04.1996 tarihleri arasında Iğdır Tuzluca Gaziler (2-E)) Kars Kağızman (2-D), 05.08.1996 – 21.07.2000 tarihleri arasında Burdur (1-B), 22.07.2000 – 10.08.2003 tarihleri arasında Bitlis Tatvan (2-C), 11.08.2003 – 01.01.2006 tarihleri arasında Çankırı (1-B), 01.01.2006 tarihinde yürürlüğe giren Subay ve Astsubay Atama Yönetmeliğine ve bu yönetmeliğe dayanılarak çıkarılan K. K. Subay ve Astsubay Atama Yönergesine göre; 01.01.2006 – 17.07.2008 tarihleri arasında yine Çankırı (3’üncü derece) ve 18.07.2008 tarihinden itibaren yine İzmir (1’inci derece) Garnizonlarında görev yaptıktan sonra 2010 yılı genel atamalarında Hakkâri Yüksekova - 188 - 3’üncü Tak. P. Tüm. Tak. Topçu A. A. Kh. Dent. ve İrt. Ks. Dent. ve İrt. Sb. lığına atanması üzerine bahse konu atama işleminin iptali istemiyle süresinde iş bu davayı açtığı anlaşılmıştır. 926 Sayılı TSK Personel Kanunu’nun 118’inci maddesinde; “Subay ve astsubayların atama ve yer değiştirmelerinin hizmetin aksatılmadan yürütülmesi esasına bağlı olarak, sosyal, iklim ve ulaşım durumları ile kültür ve sağlık durumları ve bunlara benzer yer ve bölge şartları göz önünde tutularak tespit edilen bölge ve garnizonlara (a) meslek programları, meslek içi ve kadro ihtiyacı, (b) Sağlık durumu, (c) İdari, asayiş ve zaruri sebepler, (d) istekte bulunduğu yerler” dikkate alınarak sıra ile yapılacağı belirtilmektedir. Aynı Kanunun 119’uncu maddesi de; "Yukarıdaki maddede yazılı esaslar dahilinde bölge ve garnizonların tespiti, bölgelerin ve garnizonların değişen şartlara göre yeniden tespiti, buralarda kalma süreleri, atanma ve yer değiştirmelerde dikkate alınacak sair hususlar Milli Savunma ve İçişleri Bakanlıklarınca hazırlanacak yönetmelik ile tespit edilir." şeklinde düzenlenmiştir. 926 sayılı Kanunun 119’uncu maddesi uyarınca çıkarılan ve 01 Ocak 2006 tarihinde yürürlüğe giren Subay ve Astsubay Atama Yönetmeliğinin 14’ncü maddesinde; "Subay ve astsubayların atamaları, hizmetin aksatılmadan yürütülmesi esasına ve hizmet ihtiyacı prensibine uygun olarak aşağıdaki kriterler dikkate alınarak Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı tarafından atama yönergelerinde belirtilen garnizonlar arasında sıra ile yapılır. a) Meslek programları ve meslek içi eğitim esasları, b) Kadro ihtiyaçları, c) Kıta hizmeti zorunluluğu, ç) Terfi durumu, d) Sınıf, branş ve ihtisasları, e) Kendisinin, eşinin ve bakmakla yükümlü olduğu çocuklarının atamaya esas hayati önemi haiz sağlık durumları, f) İdari, asayiş ve zaruri sebepler, g) Personelin atanma isteğinde belirttiği yerler. …”, 11’inci maddesinde; “Subay ve astsubayların atandığı garnizonda hizmet süresini tamamlamaları esastır. Subay ve astsubaylar bu Yönetmeliğin 23 ve 24 üncü maddelerde belirtilen sebepler hariç olmak üzere garnizon değiştirmek suretiyle atamaya tabi tutulmazlar.“, 24’üncü maddesinde; “subay ve astsubayların bulundukları garnizonlarda garnizon hizmet sürelerini bitirmeden diğer bir garnizona atandırılmalarını icap ettiren haller şunlardır:… f) sıralı hizmet garnizon görevi ihtiyacı, 31’inci maddesinde; "…Subay ve astsubaylardan kendisi, eşi ve çocukları için aldığı atamaya esas sağlık raporlarında belirli uzmanların bulunduğu garnizonlara atanmaları gerektiği belirtilenlerin, atanacakları garnizonlarda askeri hastaneler ile diğer kamu sağlık kurumlarındaki uzmanlardan da istifade edebileceği göz önüne alınarak atamaları yapılır. Atanma (hazırlık) emrini tebellüğ eden personel, kendisi, eşi veya bakmakla yükümlü olduğu çocukları için bulunduğu yere en yakın ve tam teşekküllü askeri hastaneden alacağı ‘Hayati önemi haizdir, tedaviden - 189 - yararlanır’ kayıtlı veya belirli uzmanları bulunan, hastalığının tedavi edileceği sağlık teşkilleri ile iklim, yer ve tedavi koşullarını öngören sağlık kurulu raporlarının yetkili makamlarla tasdik şekline göre bir yıl için bulunduğu garnizonda bırakılır veya ataması, sağlık raporunun uygun gördüğü garnizona yapılır….”, 53’üncü maddesinde; “Subay ve astsubayların, hizmetin aksatılmadan yürütülmesi, kadro, rütbe, branş ve personelin ihtisası ile safahatı esas alınarak, Kara Kuvvetleri Atama Yönergesinde belirtilen her dereceli garnizonda görev yapmaları esastır. 4 ve 5’inci derecedeki garnizonlar sıralı hizmet garnizonlarıdır. Personel sıralı hizmet garnizonlarına idare tarafından belirlenecek bir sıraya göre atanır. Personelin kadro, sınıf, rütbe ve branşı itibarıyla karşılaşılacak tahditler nedeniyle atamada bu iki derecedeki garnizonlar birlikte değerlendirilir….”, 54’üncü maddesinde; “….Sıralı hizmet garnizonlarında hizmet süresi itibari olarak 3 yıldır (1095 gün). İtibari süre; 3 yıllık garnizonlarda geçen hizmet süresi 1 katsayı ile, 2 yıllık garnizonlarda geçen hizmet süresi ise 1,5 katsayı ile çarpılarak hesap edilir…..c) Sıralı hizmet garnizonu görevini iki defa tamamlayıp bu garnizonlara 3 ve daha fazla giden her sınıf personel için görev süresi 2 yıldır. İkiden sonraki sıralı hizmet garnizonu görevlerine göndermede, gönderileceği sıralı hizmet garnizonu görevi için itibari olarak 1 yıl ve daha fazla müktesebi olanlar, bu hizmeti yapmış sayılırlar….”, 55’inci maddesinde; “…b) sıralı hizmet garnizonuna ikinci, üçüncü ve müteakip defa gidecekler: Boş bulunan kıta ve karargah hizmetleri için tespit edilecek rütbe ve kıdem ihtiyaçlarını karşılayan nasıplılar arasından, sıralı hizmet garnizonuna evvelki gidiş yıllarına göre ve bunlardan bu bölgedeki evvelki hizmet süreleri az olanlar başa alınmak üzere sıra ile gönderilir. Sıralı hizmet garnizonunda daha önceden çeşitli zaman ve sebeplerle müktesep hak kazananların, bu haklarının müteakip gidişlerde kullanılmasında, hakların kazanıldığı garnizonların emsal değerleri kullanılarak, itibari hizmet süreleri bulunur. Bu süreler, itibari olarak müteakip sıralı hizmet garnizonuna gidiş sırasının tespitinde ve sıralı hizmet garnizonlarından çıkarılmada kullanılır….”, hükümleri yer almaktadır. Ayrıca K. K. Subay ve Astsubay Atama Yönergesinin 11’inci Bölüm 1-ç- (1)-(c) maddesi; “Garnizon Dışı Harekat Görevi (GDHG) kapsamında kıtası ile her defasında kesintisiz 30 gün ve daha fazla, münferiden her defasında kesintisiz 15 gün ve daha fazla süreli geçici görevle gönderilen personel bilgilerinin Tayin Daire Başkanlığınca doğru olarak tutulabilmesi maksadıyla EK-E (Geçici Görev Onay Belgesi), geçici görevin başlangıç ve bitim tarihlerinde ve devam eden görevler için her yıl 15 Mart itibarıyla tanzim edilerek Mart ayı sonuna kadar KKK.lığında bulundurulur. Göreve gidiş ve dönüşte geçen süreler görev süresinden sayılır”, 11’inci Bölüm 1-ç(3)-(a) maddesi; “Sıralı hizmet garnizonlarına ilişkin hesaplamalar, itibari garnizon hizmet süresine göre yapılır. 1’inci ve 2’nci defa yapılan SHG görevleri için itibari garnizon hizmet süresi üç yıl (1095 gün)’dır. Üç yıllık garnizonlarda geçen hizmet süresi bir katsayı ile iki yıllık garnizonlarda geçen hizmet süresi ise 1,5 (bir buçuk) katsayı ile çarpılarak hesap edilir. - 190 - 3’üncü ve müteakip defa yapılan SHG görevleri için bütün garnizonlar için hizmet süresi iki yıl (730 gün)’dır.”, 11'inci bölüm 1-d-(1)-(a) maddesi "sıralı hizmet garnizonlarına atanacak subay ve astsubay miktarları, sınıf/branşlarına uygun olarak kadro, rütbe, ihtiyaç ve o yılın personel destekleme (muvazene) planına göre tespit edilir. İstifa ve emekli miktarları da dikkate alınarak sırası gelen yeterli sayıda personele, her yılın en geç Mart ayı sonuna kadar kati veya muhtemel tebligatları yapılır. Ancak, asayiş görevi ve zorunlu durumlarda tebligat şartı aranmaz.” 11’inci bölüm 1-d-(1)(b)-(II) maddesi; “Sıralı hizmet garnizonu görevini iki defa tamamlayıp bu garnizonlara üç ve daha fazla giden her sınıf personel için görev süresi iki yıldır. İkiden sonraki sıralı hizmet garnizonu görevlerine göndermede, gönderileceği sıralı hizmet garnizonu görevi için itibari olarak bir yıl (365 gün) ve daha fazla müktesebi olanlar, bu hizmeti yapmış sayılır.”, 11’inci bölüm 1-d-(2)-(c)-(I) maddesi; “Boş bulunan kıta ve karargâh hizmetleri için tespit edilecek rütbe ve kıdem ihtiyaçlarını karşılayan nasıplılar aşağıdaki esaslara göre sıralanır; (aa) Bir önceki sıralı hizmet garnizonuna giriş yılı önde olan, (bb) Görev süresi ve müktesep toplamı az olandan itibaren sıralama yapılır. (cc) Bunların aynı olması durumunda kura numarası önde olan personel öncelik alır.” hükümlerini içermektedir. Davacının yukarıda açıklandığı şekilde o tarihlerde yürürlükte bulunan mevzuat hükümlerine göre 1’inci ve 2’inci SHG hizmetlerini sırasıyla 06.07.1993 – 04.08.1996 ve 22.07.2000 – 10.08.2003 tarihleri arasında 2’nci coğrafi bölgenin D ve C garnizonları olan Kars Kağızman ile Bitlis Tatvan’da yapmış olduğu, 1’inci SHG hizmeti sırasında Birliğine verilen GDHG kapsamında; 28.06.1994 – 18.10.1994 ve 27.11.1995 – 15.04.1996 tarihleri arasında 2’nci coğrafi bölgenin E Garnizonu olan Iğdır Tuzluca Gaziler Bölgesinde görev yaptığı, 2’nci SHG hizmeti sırasında Bitlis Tatvan’da geçirdiği sürenin ilk yılının buranın o zaman OHAL kapsamında olması nedeniyle 2’nci bölge E garnizonu olarak değerlendirilmesi gerektiğini hususunda herhangi bir mevzuat hükmünün bulunmadığı, 2’nci coğrafi bölgenin D ve C garnizonlarında garnizon hizmet süresinin 3, E garnizonlarında garnizon hizmet süresinin 2 yıl olduğu, itibari hizmet süresinin 3 yıllık garnizonlarda 1, 2 yıllık garnizonlarda 1,5 emsal katsayısı ile çarpılarak hesaplanmasının gerektiği, dolayısıyla Kars Kağızman’da 06.07.1993 – 27.06.1994 (356 gün), 19.10.1994 – 26.11.1995 (403 gün), 16.04.1996 - 04.08.1996 (110 gün) ve Bitlis Tatvan 22.07.2000 – 10.08.2003 (1114 gün) tarihleri arasında görev yapılan toplam (356 + 403 + 110 + 1114)1983 günlük sürenin 1 emsal katsayısı ve Iğdır Tuzluca Gaziler’de 28.06.1994 – 18.10.1994 (112 gün) ve 27.11.1995 – 15.04.1996 (139 gün) tarihleri arasında görev yapılan toplam (112 + 139)251 günlük sürenin 1,5 emsal katsayısı ile çarpımı sonucunda (1983 x 1 + 251 x 1,5) 2360 günlük itibari hizmet süresinin bulunduğu, bu süreden 2 SHG itibari hizmet süresinin toplamı olan(1095 + 1095) 2190 gün düşüldüğünde; davacının itibari (2360 - 2190) 170 günlük müktesebin bulunduğu, dolayısıyla 365 - 191 - günlük müktesebi bulunmadığından davacının 3’üncü SHG hizmetinin tamamlaması gerektiği hususundaki iddiasının doğru olmadığı belirlenmiştir. Subay ve astsubayların kendileri ile eş ve çocuklarının atamayı etkileyecek ölçüde ciddi ve hayati önemi haiz hastalıklarının atamalarda göz önüne alınacağı, bu durumdaki personelin, sağlık kurulu raporlarının yetkili makamlar tarafından yapılan tasdik şekline göre ya bulunduğu garnizonda bırakılacağı veya atamalarının sağlık raporunun uygun gördüğü garnizonlara yapılacağı, davacının annesine bakmakla yükümlü olduğuna ve rahatsızlıklarına dair herhangi bir belge ibraz etmediği, doğru olsa bile söz konusu mevzuat hükümlerine göre annesinin rahatsızlığı ile ilgili ileri sürdüğü hususların atamaya esas mazeret niteliğinde olamayacağı ortadadır Yukarıda belirtilen mevzuat hükümlerinden anlaşılacağı üzere idarenin SHG’nda boş bulunan kıta ve karargâh hizmetleri için tespit edilecek rütbe ve kıdem ihtiyaçlarının hangi nasıplılar arasından karşılanacağını belirleme konusunda takdir yetkisine sahip olduğu, idare tarafından Subay ve Astsubay Atama Yönetmeliğinin 55’inci, K. K. Subay ve Astsubay Atama Yönergesinin 11'inci bölüm 1-d-(1)-(a) ve 1-d-(2)-(c)-(I) maddesi hükümleri kapsamında, boşalacak olan kadroların ihtiyaçlarını karşılayacak neşetlere uygun düşen nasıplılardan SHG’na gidecek personel için yedi SHG grubunun oluşturulduğu, birinci grupta Kıta K., ikinci grupta Üst. Kh. Sb. (Tug/Alay Kh.Sb.), üçüncü grupta Kh. Sb./Tb. K., dördüncü grupta Tb. Kh. Sb., beşinci grupta Bölük/Batarya Komutanları, altıncı grupta takım komutanları, yedinci grupta ise astsubaylardan subay olan personelin bulunduğu, gruplar oluşturulurken kadronun karşılığı olan görevlerin tanımlandığı, müteakiben görevi yapabilecek neşetlerin belirlendiği daha sonra bu neşetlere emsal olmuş nasıplar tespit edildiği, bu bağlamda davacının yer aldığı Kh. Sb./Tb. K. grubunun 1989, 1990 ve 1991 nasıplı Yarbaylar ile 1988 -1993 arası nasıplı Kıdemli Binbaşılardan oluştuğu, dolayısıyla davacının yer aldığı grubun hizmet ihtiyaca nazara alınarak objektif kıstaslarla belirlendiği, davacının emsal gösterdiği kişilerin davacıdan farklı nasıplı olarak ikinci grup olan Üst. Kh. Sb. (Tug/Alay Kh.Sb.) grubuna dahil edildiği ve bu grupta ele alındığı, dolayısıyla davacıya emsal olamayacakları, 3’üncü defa SHG’ye atama görecek personel arasında ayrı ayrı grupların oluşturulmasının, hizmetin gereklerinden kaynaklandığı ve bu uygulamanın mevzuata aykırı bir yönünün bulunmadığı, sıralı hizmet garnizon görevi ihtiyacı nedeniyle garnizon hizmet süresini doldurmadan atanmasının normal olduğu, davacı ile aynı sınıf ve branşa sahip ve aynı grupta değerlendirilen personel için (davacının 170 günlük müktesebi de dikkate alınarak) yapılan sıralamada davacının 34’üncü sırada bulunduğu, SHG hizmetine atanacak personele muhtemel veya kati şeklinde tek bir tebligatın yapılmasının öngörüldüğü, davacıya da bu kapsamda muhtemel ve kati tebligatların yapıldığı, kendisinden sonra gelen personelinde hizmet ihtiyacı çerçevesinde SHG hizmetine atandığı görülmüştür. - 192 - Yukarıda belirtilen mevzuat hükümleri ve açıklamalar çerçevesinde; sıralı hizmet garnizon görevi ihtiyacı ve sırasının gelmesi nedeniyle garnizon hizmet süresini doldurmamış olan davacının SHG hizmetine atanmasında hukuka aykırı bir yönün bulunmadığı, ancak; davalı idare tarafından davacının üçüncü grup olan Kh. Sb./Tb. K. grubunda yer aldığı belirtilmesine rağmen; bu gruptaki bir göreve atanmayıp, ikinci grupta yer alan Üst. Kh. Sb. (Tug/Alay Kh.Sb.) grubundaki bir kadro görevi olan 3’üncü Tak. P. Tüm. Tak. Topçu A. A. Kh. Dent. ve İrt. Ks. Dent. ve İrt. Sb. lığı görevine atandığı, dolayısıyla idarenin kendisinin oluşturmuş olduğu gruplandırmaya uymayarak, davacıyı grubunun dışında ve bir üst grupta yer alan göreve atamış olması nedeniyle yapılan atama işleminin hukuka aykırı olduğu ve iptalinin gerektiği sonucuna varılmıştır. Açıklanan nedenlerle; Hukuka aykırı olan atama işleminin İPTALİNE, 21 ARALIK 2010 tarihinde Üye P. Kur. Alb. İbrahim ÖZER’in Karşı oyu ve OYÇOKLUĞU ile karar verildi. KARŞI OY GEREKÇESİ Dava konusu atama işleminde idarece takdir yetkisinin objektif kullanıldığı ve atama işleminin hukuka uygun olduğu görüşünde olduğumdan; sayın çoğunluğun kararına katılmadım. 21.12.2010 ÜYE İbrahim ÖZER P.Kur.Alb. (AYİM 1. D., 21.12.2010; E. 2010/698, K. 2010/2170) 9. UZMAN ERBAŞ ATAMALARI -33ÖZETİ: Jeneratör teknisyeni olan davacının atandığı birlikte jeneratör teknisyeni kadrosu bulunmadığından işlemin iptaline karar vermek gerekmiştir. Davacı, 27.05.2009 tarihinde Tokat İdare Mahkemesi, 31.05.2010 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde kayda geçen dava dilekçesinde ve cevaba cevap dilekçesinde özetle; 2008 yılı genel atamalarında kadrosu bulunmadığı halde Tokat İl Jandarma Komutanlığı emrine atandığı ve kurtarıcı araç operatörü olarak istihdam edildiğini, 2010 yılı genel atamalarında ise Çukurca 3’üncü J.Snr.Tb.K.lığı emrine - 193 - atamasının yapıldığını; görev süresinin kesintisiz on yılını Güneydoğu Anadolu Bölgesinde geçirdiğini, jeneratör teknisyeni olarak kendisinden sonraki tarihlerde göreve başlayan personelin bir kısmının ikinci kez 1'nci coğrafi bölgeye atamalarının yapıldığını; atama prensiplerinin dikkate alınmadığını ve mağdur olduğunu; ayrıca 3’üncü J.Snr.Tb.K.lığında jeneratör teknisyeni kadrosunu bulunmadığını belirterek atama işleminin iptaline ve yürütmenin durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Dairemizin 201.07.2010 tarihli kararı ile yürütmenin durdurulması talebinin reddine karar verilmiştir. Dava dosyasının incelenmesinden; davacının 1998-2005 yılları arasında Batman İl J.K.lığı, 2005-2008 yılları arasında Şırnak İl J.K.lığı emrinde görev yaptığı, 2008 yılı genel atamalarında Tokat garnizonu ve bağlı birliklerinde jenaratör miktarının fazla olması ve bölgenin kritik olmasından ötürü Tokat İl J.K.lığı emrine atandığı, 2010 yılı (21.05.2010) genel atamalarıyla Hakkari-Çukurca 3’üncü J.Snr.Tb.K.lığı emrine atandığı, 27.05.2010 tarihinde kayda geçen dilekçe ile işbu davanın açıldığı anlaşılmaktadır. 3269 Sayılı Uzman Erbaş Kanunun 1’inci maddesi, “Bu Kanunun amacı, Türk Silahlı Kuvvetlerinin erbaş kadrolarında devamlılık arz eden teknik ve kritik görevlerde, yetişmiş personel ihtiyacını karşılamak maksadıyla istihdam edilecek uzman onbaşı ve uzman çavuşların temini, hizmet şartları görev ve hakları, yükümlülükleri, astsubay sınıfına geçirilmeleri ile ilgili esas ve usulleri düzenlemektir.“ hükmünü; 16’ncı maddesinin 4’üncü fıkrası ise (işlem tarihi itibariyle yürürlükteki haliyle); “Uzman erbaşların istihdam edildiği kadro görev yerinin herhangi bir nedenle kaldırılması veya bu kadrolarda uzman erbaş istihdam edilmesine gerek kalmaması durumlarında uzman erbaşlar, kuvvet komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı veya Sahil Güvenlik Komutanlığı tarafından, ihtisas sahibi olduğu diğer birliklerdeki boş olan uzman erbaş kadro görev yerlerine atanabilirler veya başka bir sınıfta istihdam edilebilirler…” hükmünü içermektedir. Yukarıda serdedilen mevzuat hükümlerinden açıkça anlaşıldığı üzere, uzman erbaşların statüye alınış amacı “erbaş kadrolarında devamlılık arz eden teknik ve kritik görevlerde yetişmiş personel ihtiyacını karşılamak”tır. Dolayısıyla aslolan, uzman erbaşların kendilerine tahsis edimiş (branş ve ihtisaslarına uygun) kadrolarda istihdam edilmeleridir. Şayet kadro görev yerleri herhangi bir nedenle kaldırılmış veya bu kadrolarda uzman erbaş istihdamına gerek kalmamış ise ancak o zaman ihtisas sahibi olduğu diğer birliklerdeki boş olan uzman erbaş kadro görev yerlerine atanabillecekler veya başka bir sınıfta istihdam edilebileceklerdir. Kuşkusuz bu hususlara riayet edilmek koşuluyla uzman erbaşlar, 3269 sayılı Kanunun 18’inci maddesi uyarınca, sözleşme süreleri içinde değişik bölge - 194 - ve garnizonlara, Türk Silahlı Kuvvetlerinin hizmet ihtiyacı esas alınmak suretiyle atanma ve yer değiştirme işlemlerine tabi tutulacaklardır. Esasen J.Gn.K.lığı Uzman Erbaş Yönergesinin 3’üncü Bölüm, 12’nci maddesinin "2'nci grup garnizonlarda boşalan kadro görev yerleri ve ihtiyaç miktarı kadar, 1’inci grup garnizonlarda görevli uzman erbaşlardan isteğe bağlı kalınmaksızın atamaları yapılır.... / 1’inci ve 2’nci grup garnizonlara atamalarda personel, branşları (Jen.Tek., İş.Mak.Oprt.,Ağr.Arç.Şf.,Köpek Oprt. vb.) içerisinde değerlendirilir." hükmü dahi atamalarda branşların esas alınacağını, diğer bir anlatımla uzman erbaşların branşlarına uygun kadrolara atanacağını ifade etmektedir. Yukarıda belirtilen açıklamalar ışığında dava konusu işlem değerlendirildiğinde; davacının, davalı idare tarafından aksi ileri sürülmeyen iddiası ve dilekçesi ekinde sunduğu Karargah ve Destek Bölük K.lığı “Bölük Karargahı” kadrosuna göre, davacının atandığı birlikte “jenaratör teknisyeni” kadrosu bulunmadığı anlaşılmaktadır. Davalı idare, davacının atanma nedenini “1’inci grup garnizonlardaki (27) jeneratör teknisyeni kadrosunda (11) uzman erbaş, 2’nci grup garnizonlardaki (31) jeneratör teknisyeni kadrosunda ise (38) uzman erbaş olmak üzere toplam (58) jeneratör teknisyeni kadrosunda (49) uzman erbaşın istihdam edildiği; 2’nci grup garnizonlarda bulunan iç güvenlik ve sınır birlikleri ile teşkil edilen üs bölgelerinde fazla sayıda jeneratör kullanımına ihtiyaç duyulduğundan toplam (49) jeneratör teknisyeni uzman erbaşın (38)’inin bu garnizonlarda istihdamına gerek duyulduğu; 2010 yılı genel atamalarında, 2’nci grup garnizonlarda görevli (40) jeneratör teknisyeni uzman erbaştan, bu bölgedeki birliklerde 5 ila 11 yıl süre ile görev yapan ve 1’inci grup garnizonlara atama talebinde bulunan (toplam 11) jeneratör teknisyeni uzman erbaşın 1’inci grup garnizonlara atanması için 1’inci grup garnizonlarda 2008 yılında göreve başlamış ve iki yıllık görev süresini dolduran jeneratör teknisyeni uzman erbaşların tamamının 2’nci grup garnizonlara atandırıldığı” gerekçesine, yani 2’nci grup garnizonlardaki jeneratör teknisyeni (hizmet) ihtiyacına dayandırıyor ise de; görüldüğü üzere 2’nci grup garnizonlarda (31) jenaratör teknisyeni kadrosuna karşılık (38) personel bulunmaktadır. İdare, hizmeti en etkin şekilde yürütmek için hangi vazifeyi hangi branştan ve kaç kişiyle gördürmesi gerektiği yönündeki takdir yetkisini personel kadrosu ile önceden belirlemekte ve bir anlamda takdir yetkisini objektifleştirmektedir. Eğer hizmet 2’nci grup garnizonlarda daha fazla sayıda jeneratör teknisyeni uzman erbaş istihdamını gerektiriyorsa kadronun işlemden önce, buna göre düzenlenmesi gerekmektedir. Sonuç olarak, jeneratör teknisyeni olan davacının atandığı Çukurca 3’üncü J. Snr. Tb. K.lığı’nda jeneratör teknisyeni kadrosu bulunmadığından işlemin iptaline karar vermek gerekmiştir. - 195 - Açıklanan nedenlerle; Hukuka aykırı bulunan işlemin İPTALİNE, 20 Ekim 2010 tarihinde Hv.P.Kur.Alb.Yusuf DOĞRUER ile P.Kur.Alb.İbrahim ÖZER’in KARŞI OYLARI ve OYÇOKLUĞU ile karar verildi. (AYİM 1.D., 20.10.2010; E. 2010/681,K. 2010/1017) AYIRMA 1. MAHKUMİYET HÜKMÜNE DAYALI OLARAK AYIRMA -34Kendi isteğiyle emekli olan davacının statüde iken işlediği dolandırıcılık suçundan dolayı yedeklikte 1111 sayılı kanun hükümlerine tabi tutulmasında hukuka aykırı bir yön bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. ÖZETİ: Davacı vekili,15 Mart 2010 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kaydına geçen dava ve cevaba cevap dilekçesinde özetle; müvekkilinin 1983 neşetli olarak TSK'da göreve başladığını, meslek hayatında başarılı olan müvekkili hakkında "Dolandırıcılık" suçundan Ankara 8’inci Asliye Ceza Mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda verilen 13 Aralık 2006 tarihli ve Esas No:2001/1224, Karar No:2006/761 sayılı karar ile para cezasına hükmedildiğini, müvekkilinin ceza kararından önce emekli olduğunu ve emekli statüsüne geçtiğini bu nedenle müvekkili hakkında TSK.’den çıkarma işlemi uygulanamayacağını, çünkü “asker şahıs” olmadığını emekli statüsünde bulunduğunu 926 Sayılı TSK. Personel Kanununun 50/d ve As.C.K.nunun 30 ve 31’inci maddelerinin müvekkiline uygulanamayacağını ve dava konusu işlemin hukuka aykırı olduğunu belirterek emeklilik statüsünde iken TSK.den çıkarılma işleminin iptalini talep ve dava etmiştir. Davacı vekilinin yürütmenin durdurulması yönündeki talebi, AYİM 1’inci Dairesinin 30 Mart 2010 gün ve Gensek Nu:2010/932, Esas Nu:2010/333 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Dava ve özlük dosyasındaki bilgi ve belgelerin incelenmesi neticesinde; davacı hakkında "Dolandırıcılık" suçunu işlediği iddiasıyla yapılan yargılama sonucunda verilen Ankara 8’inci Asliye Ceza Mahkemesinin 13 Aralık 2006 tarihli ve Esas No:2001/1224 Karar No:2006/761 sayılı kararına dayanılarak 926 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununun 50/d ve 1632 sayılı Askeri Ceza Kanununun 30/1-B maddeleri gereğince Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarılma işlemi tesis - 196 - edildiği, davacı hakkında tesis edilen ayırma işleminin 12 Ocak 2010 tarihinde İçişleri Bakanı tarafından onaylandığı ve davacının 16 Şubat 2010 tarihinde tebliğ ettiği, davacının Jandarma İstihkam Ana Depo Komutanlığında görevli iken 04 Mayıs 2000 tarihinde "Dolandırıcılık" suçunu işlediği iddiasıyla Ankara 8’inci Asliye Ceza Mahkemesinde yargılaması devam ederken 12 Şubat 2007 tarihli dilekçesi üzerine J.Gn.K.lığının 27 Şubat 2007 tarihli ve PER.:4184-163-07/Mrk. D.Em. İşl.Ş. Sb.İşl. (67213) sayılı ve "Emekliye Sevk " konulu Bakanlık Onayı ile 16 Mart 2007 tarihinde emekliye sevk edildiği, davacı hakkında Ankara C. Başsavcılığı tarafından "Dolandırıcılık" suçunu işlediği iddiasıyla 25.10.2000 tarihli ve Esas No:2001/43875 sayılı iddianame ile kamu davası açıldığı ve yapılan yargılama sonucunda Ankara 8’inci Asliye Ceza Mahkemesinin 13 Aralık 2006 tarihli ve Esas No:2001/1224 Karar No:2006/761 sayılı kararıyla "Dolandırıcılık" suçundan 1 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, neticeten bu cezanın 34.941,00 TL adli para cezası çevrilmesine karar verildiği, kararın Yargıtay 11’inci Ceza Dairesinin Esas No:2007/3286 Karar No: 2007/7058 sayılı kararı ile onandığı anlaşılmaktadır. 926 Sayılı TSK Personel Kanunu’nun “Çeşitli nedenlerle Silahlı Kuvvetlerden ayrılacak subaylar hakkında yapılacak işlem” başlıklı 50’inci maddesinde 1’inci fıkra (d) bendinde (Ek bend: 28/06/2001-4699 S.K./7. md.) Aşağıda belirtilen suçlardan hükümlü olma nedeniyle ayırma:/ Ertelenmiş, para cezasına veya tedbire çevrilmiş, affa uğramış olsalar bile, Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlarla, 1632 sayılı Askeri Ceza Kanununun 131 inci maddesinin birinci fıkrasının az vahim hali hariç basit ve nitelikli zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas, iftira gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyet kırıcı nitelikteki suçlardan veya istimal ve istihlak kaçakçılığı hariç kaçakçılık, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma suçlarından hükümlü olan subaylar hakkında, hizmet sürelerine bakılmaksızın Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu hükümleri uygulanır.” hükmünü içermektedir. 1076 sayılı Yedek Subaylar ve Yedek Askeri Memurlar Kanunu’nun “Yedek subaylık ve memurluk hakkını gaip ettiren sebepler” başlıklı (Değişik: 27/7/1970 -1316/1 md.) 23’üncü maddesinde; “Türk Silâhlı Kuvvetlerinde subaylıktan çıkarmayı gerektiren bir suçtan mahkûm olmak” yedek subay ve yedek askerî memurluktan çıkarılma ve Askerlik Kanunu’nun uygulanmasını gerektiren sebepler arasında sayılmıştır. Davacı, hakkında ceza yargılaması devam ederken isteği üzerine emekliye ayrılmış bir personeldir. Emekli olunca 1076 sayılı Yedek Subaylar ve Yedek Askeri Memurlar Kanunu’na tâbi olacaktır. 1076 sayılı Kanunun 23’üncü maddesinin (a) bendinde, TSK’da subaylıktan ayrılmayı gerektirecek bir suçtan (yedeklik statüsünde iken) mahkum olanların yedek subaylık statüsüne son verileceği ve haklarında 1111 sayılı Kanun - 197 - hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Bu nedenle yedeklik statüsünde bile olsa, askeri personelin, TSK’den çıkarmayı gerektirecek bir suçtan mahkum olması halinde, yedek subaylık statüsüne son verilecek ve 1111 sayılı Kanun hükümleri uygulanacaktır. Davacı hakkında “Dolandırıcılık” suçundan dolayı yapılan ceza yargılaması sonucu, Ankara 8’inci Asliye Ceza Mahkemesinin 13 Aralık 2006 gün ve E:2001/1224, K:2006/761 sayılı kararı ile “1 (Bir) yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve neticeten bu cezanın 34.941.00 TL. adli para cezasına çevrilmesine” karar verildiği, anılan kararın Yargıtay 11’inci Ceza Dairesinin 24 Ekim 2007 gün ve E:2007/3286, K:2007/7058 sayılı kararıyla onanarak kesinleştiği maddi bir olgudur. Davacı hakkında mahkumiyetine yol açan suçun nitelik olarak “Dolandırıcılık” suçu olduğu ve buna bağlı olarak 926 Sayılı Kanunun 50/d maddesi uyarınca “paraya çevrilmiş olsa bile” ayırma işlemi tesis edilmesini zorunlu kılan bir suç olduğu açıktır. Bu bağlamda davalı idarenin 926 Sayılı TSK. Personel Kanununun 50/d maddesi ve 1076 Sayılı Yedek Subay Kanununun 23/a maddesi uyarınca, davacının yedek subay statüsünü kaldırarak 1111 sayılı Askerlik Kanununa tabi tutmak yükümlülüğü altında ve bu yönde işlem tesis etmek zorunda olduğu tartışmasızdır. Bu çerçevede kendi isteğiyle emekli olan davacının statüde iken işlediği dolandırıcılık suçundan dolayı yedeklikte 1111 sayılı kanun hükümlerine tabi tutulmasında hukuka aykırı bir yön bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Öte yandan davacı vekili tarafından 1632 sayılı Askeri Ceza Kanununun 31/A maddesinin Anayasaya aykırılığı ileri sürülmüş ise de anılan maddenin işlemde uygulanan ve dairemiz tarafından yargısal denetimde dikkate alınan bir hüküm olmadığından davacı vekilinin bu yöndeki talebine itibar edilmemiştir. Açıklanan nedenlerle; Hukuki dayanaktan yoksun bulunan davanın REDDİNE, 07 ARALIK 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM.1.D., 07.12.2010; E. 2010/333, K. 2010/1199) - 198 - 2. UZMAN ERBAŞ SÖZLEŞMESİNİN SAĞLIK NEDENİYLE FESHİ -35ÖZETİ: Gerek 3 aydan fazla hava değişimi almış olması sebebiyle bir fesih nedeninin bulunması gerekse davacının sözleşme yenilemek için gerekli olan istihdam edildiği kadronun görev özelliklerine göre sınıfı ve branşı ile ilgili sağlık niteliklerine sahip olduğunu gösterir sağlık kurulu raporunu temin ve ibraz edememesi nedeniyle sözleşmesinin yenilenmesine imkân bulunmayan davacı hakkında tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı değerlendirilmiştir. Davacı vekili, 17.03.2010 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkamesinde kayda geçen dava dilekçesinde ve savunmadan sonra sunduğu cevap dilekçesinde özetle; müvekkilinin 12.11.2007 tarihinde TSK bünyesinde göreve başladığını, ancak davalı idare tarafından 28.08.2009 tarihinde sözleşmesinin feshedildiğini, gerekçe olarak da “3 aydan fazla hava değişimi almış olmasının” gösterildiğini, bu işleme karşı AYİM’de dava açtıklarını ve AYİM 1’inci D.nin 13.10.2009 tarihli Kararı ile işlemin yürütmesinin durdurulduğunu, davanın henüz sonuçlanmadığını, yürütmeyi durdurma kararı üzerine davacının 11.01.2010 tarihinde Noter huzurunda taahhütname imzalayarak 5 yıl daha uzman çavuş olarak görev yapmayı taahhüt ettiğini ve sözleşmesini yenilemek istediğini, ancak davalı idarece bu talebi kabul edilmeyerek ikinci kez sözleşmesinin feshedildiğini, her ne kadar 2’nci kez fesih işlemi yapılırken, AYİM 1’inci D.nin “Yetki unsuru açısından hukuka aykırı bularak yürütmeyi durdurma kararı vermiş olması” gerekçe gösterilmiş ise de bunun kabul edilemeyeceğini, zira müvekkilinin halen sağlığına kavuştuğunu, tesis edilen işlemin hukuka aykırı olduğunu, keza sözleşmesinin yenilenmemesi işleminin tesisinden hemen önce Kayseri Asker Hastanesince düzenlenen sağlık raporunda yer alan “Görev yapamaz” ifadesinin de kabulünün mümkün olmadığını, müvekkilinin GATA’da yeniden muayene ettirilmesinin gerektiğini, diğer yandan müvekkilinin yakalandığı hastalığın bir meslek hastalığı olduğunu, katıldığı operasyonların zorlu şartları nedeniyle bu hastalığa yakalandığını, tedavisi için gerekli özenin gösterilmediğini, hastalığın erken teşhis edilemediğini ve bu nedenle ilerleyerek 5 aylık hava değişimi verildiğini, zaten böyle bir rahatsızlık nedeniyle 5 ay gibi uzunca bir süre hava değişimi de verilmemesinin gerektiğini, bu nedenlerle işlemin hukuka aykırı olduğunu ileri sürerek iptaline ve müvekkilinin mahrum kaldığı mali ve özlük haklarının hak ediş tarihlerinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir. - 199 - Dava dosyasında mevcut bilgi ve belgelerin incelenmesi sonucunda: Davacının 12.11.2007 tarihinde imzaladığı 2 yıllık sözleşme ile 3269 sayılı Kanun kapsamında TSK bünyesine uzman erbaş olarak katıldığı; 1’inci Komando Tugay Komutanlığı emrinde Piyade Uzman Çavuş sınıf ve rütbesiyle görev yapmakta iken rahatsızlığı nedeniyle birliği tarafından Kayseri Asker Hastanesine sevk edildiği, burada yapılan muayene ve tedavileri sonucunda Hastanenin 07.05.2009 tarihli ve 377 sayılı Sağlık Kurulu Raporu ile “Akciğer Tüberkülozu + Tüberküloz Plörezi” teşhisi konularak “Sonunda Muayene Kaydı ile 5 Ay Hava Değişimi” kararı verildiği, davacının bu karara itiraz etmesi üzerine bu kez kontrol muayenesi için Ankara Mevki Asker Hastanesine sevk edildiği, anılan hastanede yapılan kontrolü sonucunda Hastanenin 14.08.2009 tarihli ve 541 sayılı Sağlık Kurulu Raporu ile “Tedavide Akciğer Tüberkülozu + Tüberküloz Plörezi” tanısı konulduğu ve “46/C, 49/C/F Mevcut bulgularla ‘Akciğer Tüberkülozu + Tüberküloz Plörezi’ tanı ve ‘C/46-49 5 ay hava değişimi kararı’nın tıbben ve TSK SYY hükümlerine göre yerinde ve doğru olduğu kanaatine varılmıştır.” şeklinde karar verildiği, bunun üzerine Kayseri 1’inci Komando Tugay Komutanlığının 28.08.2009 tarihli yazısı ile davacının sözleşmesinin feshedildiği, davacının bu işlemin iptali ve yürütmesinin durdurulması istemiyle AYİM’de açtığı iptal davasının görümü sırasında, AYİM 1’inci D.nin 13.10.2009 tarihli ve 2009/1021 Esas sayılı Kararı ile; “…Uzman Erbaş Yönetmeliğinin 13’üncü maddesi gereğince davacının sözleşmesinin bizzat 1’inci Komd.Tug.Komutanı tarafından feshedilmesi gerekir iken, yetkisi bulunmayan Tugay Komutan Yardımcısı tarafından feshedilmesi…” nedeniyle yetki unsuru yürütmeyi durdurma kararı verildiği, bu karar üzerine K.K.K.lığının 21.12.2009 tarihli emri ile davacının yeniden Kayseri Komando Tugay K.lığı emrine atandığı, atamanın ardından sözleşmesini yenilemek üzere 11.01.2010 tarihli noter onaylı taahhütnameyi hazırlayarak aynı tarihli dilekçesi ile amirlerine müracaatta bulunduğu, bu müracaatı üzerine gerekli sağlık raporunu alması için Kayseri Asker Hastanesine sevk edildiği, bu hastanece yapılan muayeneler sonucunda 14.01.2010 tarihli ve 29 numaralı Sağlık Kurulu Raporu ile davacıya “Akciğer Tüberkülozu Sekeli + Tüberküloz Plörezi Sekeli” tanısı konularak “B/46 F-1 Türk Silahlı Kuvvetlerinde Görev Yapamaz” kararı verildiği, rapor üzerine 1’inci Komando Tugay K.lığının 18.01.2010 tarihli işlemi ile “davacının almış olduğu 5 aylık hava değişimi süresi nedeniyle” sözleşmesinin yenilenmediği ve 12.11.2009 tarihinden geçerli olacak şekilde terhis edilerek TSK ile ilişiğinin kesildiği, böylelikle süresi içinde sözleşmenin yenilenmemesi işleminin iptali istemiyle işbu davanın açıldığı anlaşılmıştır. Bu arada, yukarıda sözü edilen “sözleşmenin feshi işlemine” karşı açılan iptal davası sonuçlanmış ve Dairemizin 13.04.2010 tarihli ve 2010/1021-448 E-K sayılı Kararı ile; “yetki yönünden hukuka aykırılık sebebiyle” sözleşmenin feshine dair işlemin iptaline karar verilmiştir. - 200 - Bir idari işlem, yargı yerlerince yetki unsuru yönünden iptal edildiğinde kuşkusuz, yetkili kişi/ya da organ vasıtasıyla aynı işlem yeniden tesis edilebilecektir. Ne var ki, somut olayda, davacı hakkındaki fesih işlemine ilişkin yargılama henüz sona ermeden davacının sözleşme süresi sona erdiğinden idare, sözleşme yenileme prosedürünü işletmiştir. Mevzuatın sözleşmenin yenilenebilmesi için aradığı koşullardan herhangi birinin bulunmaması halinde (Örn:İstihdam edildikleri/edilecekleri kadronun görev özelliklerine göre sınıf ve branşları ile ilgili 8/10/1986 tarihli ve 86/11092 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe giren Türk Silahlı Kuvvetleri Sağlık Yeteneği Yönetmeliğinde belirtilen sağlık niteliklerine sahip olmak.- Uzm. Erbaş Yönetmeliği Md. 12/4) sözleşmenin yenilenmesi mümkün olmadığı gibi, herhangi bir fesih nedenin bulunması halinde de sözleşmenin evleviyetle yenilenemeyeceği kuşkusuzdur. 3269 Sayılı Uzman Erbaş Kanununun işlem tarihinde yürürlükte olan 10’uncu maddesinde; “Uzman erbaşlar ve bunların bakmakla yükümlü olduğu aile fertlerinin tüm sağlık işlemleri hakkında, 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetlen İç Hizmet Kanunu hükümleri uygulanır. Ancak, uzman erbaşların hava değişimi ve istirahat süresinin toplamı, tedavi süresi hariç olmak üzere istirahat ve hava değişiminin başladığı tarihten geriye doğru son bir yıl içerisinde üç ayı geçemez. Sürenin hesaplanmasına en son alınan hava değişimi ve istirahat süresi dahil edilir. Hava değişimi ve istirahat süresi üç ayı geçenlerin Türk Silâhlı Kuvvetleri ile ilişikleri kesilir. Bunlardan barışta ve savaşta görev esnasında veya görev dışında görevlerinden dolayı bir saldırıya veya kazaya uğrayan veya bir meslek hastalığına yakalananların, iyileşinceye kadar ilişikleri kesilmez, izinli sayılırlar. Sıhhî arızası devam edenler ve kendisinden istifade edilemeyeceği anlaşılanlar hakkında 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu hükümleri uygulanır." hükmü yer almaktadır. Yukarıda belirtilen yasal düzenlemeden; istirahat ve hava değişimi süresinin toplamının istirahat ve hava değişimine başladığı tarihten geriye doğru son bir yıl içerisinde üç ayı geçemeyeceği, hava değişimi ve istirahat süresi üç ayı geçenlerin Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilişiklerinin bağlı yetki sonucu kesileceği açıkça anlaşılmaktadır. Davacı hakkında Kayseri Asker Hastanesinin 07.05.2009 tarihli ve 377 sayılı Sağlık Kurulu Raporu ile “5 Ay Hava Değişimi” kararı verildiği, davacının bu karara itiraz etmesi üzerine bu kez kontrol muayenesi için sev edildiği Ankara Mevki Asker Hastanesinin 14.08.2009 tarihli ve 541 sayılı Sağlık Kurulu Raporu ile “Tedavide Akciğer Tüberkülozu + Tüberküloz Plörezi” tanısı konulduğu ve “46/C, 49/C/F Mevcut bulgularla ‘Akciğer Tüberkülozu + Tüberküloz Plörezi’ tanı ve ‘C/46-49 5 ay hava değişimi kararı’nın tıbben ve TSK SYY hükümlerine göre yerinde ve doğru olduğu - 201 - kanaatine varılmıştır.” şeklinde karar verildiği nazara alındığında davacı hakkında objektif bir fesih nedeni bulunduğu görülmektedir. Daha önce de ifade edildiği üzere, bir fesih nedeninin mevcudiyeti sözleşmenin yenilenmesine evleviyetle engeldir. Bu itibarla, davacı hakkında 18.01.2010 tarihli kararla tesis edilen sözleşme yenilememe işleminde hukuka aykırı bir yön görülmemiştir. Davacının hastalığının “meslek hastalığı” olduğu yönünde hiçbir veri bulunmaması karşısında davacı vekilinin soyut iddia ve anlatımına itibar etmek hukuken mümkün değildir. Diğer taraftan, davacı hakkında Kayseri Asker Hastanesinin, sözleşmenin yenilenmesine esas 14.01.2010 tarihli ve 29 numaralı Sağlık Kurulu Raporu ile davacıya “Akciğer Tüberkülozu Sekeli + Tüberküloz Plörezi Sekeli” tanısı konularak “B/46 F-1 Türk Silahlı Kuvvetlerinde Görev Yapamaz” kararı verildiği nazara alındığında davacının, sözleşmesinin yenilenebilmesi için gerekli olan, istihdam edildiği kadronun görev özelliklerine göre sınıf ve branşı ile ilgili sağlık niteliklerine sahip olma koşulunu da taşımadığı görülmektedir. Davacı vekili, söz konusu (sözleşme yenileme işlemine esas) rapora itiraz edildiğine ilişkin bir belge sunmamakla birlikte, davacı hakkında tam teşekküllü bir hastaneden rapor alındıktan sonra işlem tesis edilmesi gerektiğini ileri sürmüş ise de; esasen, davacı tarafından yenilemeye esas rapora itiraz edilmiş olsa dahi KKK.lığı Uzman Erbaş Yönergesinin 6’ncı Bölüm, 6’ncı madde (c-ç ) bendleri gereği idare, itiraz sonucu beklenmeksizin yenilememe işlemi tesis edebilmektedir. Öte yandan davalı idare, dava konusu işlemin nedenleri arasında davacının sözleşme yenileme için gerekli sağlık koşuluna sahip olmamasına yer vermemiş ise de, bu objektif (bağlı yetki sonucu yenilememe işleminin tesisini gerektiren) nedenin yargı yerince dikkate alınmasına bir engel bulunmamaktadır. Sonuç olarak, gerek (3 aydan fazla hava değişimi almış olması sebebiyle) bir fesih nedeninin bulunması gerekse davacının sözleşme yenilemek için gerekli olan istihdam edildiği kadronun görev özelliklerine göre sınıfı ve branşı ile ilgili sağlık niteliklerine sahip olduğunu gösterir sağlık kurulu raporunu temin ve ibraz edememesi nedeniyle sözleşmesinin yenilenmesine imkân bulunmayan davacı hakkında tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı değerlendirilmiştir. Açıklanan nedenlerle; Yasal dayanaktan yoksun bulunan davanın REDDİNE, 26 Ekim 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM.1.D., 26.10.2010; E. 2010/425, K. 2010/1055) - 202 - 3. UZMAN ERBAŞ SÖZLEŞMESİNİN YAŞ TASHİHİ NEDENİYLE FESHİ -36ÖZETİ: 3269 sayılı kanunun statüye girildikten sonra yapılan yaş tashihlerini nazara alınmamasını öngördüğü kabul edilmek gerekir. Davacının 45 yaşına girdiği yılın sonu itibariyle sözleşmesinin feshedilmesinde hukuka aykırı bir durum bulunmadığı değerlendirilmiştir. Davacı vekili 30.12.2009 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kaydına geçen dava dilekçesinde özetle; davacının 08.07.1992 tarihinde Uzman Erbaş olarak göreve başladığını sözleşmesinin feshedildiği 24.12.2009 tarihine kadar görev yaptığını, sözleşme fesih nedeninin; davacının düzeltilmiş yaşına göre 45 yaşına girdiği yılın 2011 yıl olmasına rağmen, düzeltilmemiş yaşı nazara alınarak sözleşme feshi yoluna gidildiğini, davacının son sözleşmesini 07.08.2008 tarihinde üç yıllık süre için imzalamasına ve sözleşme süresinin 07.08.2011 tarihinde sona erecek olmasına rağmen; düzeltilmemiş nüfus kaydındaki yaşı esas alınarak 45 yaşından gün aldığı takvim yılının 2009 yılı olması sebebiyle fesih işlemi tesis edildiğini, işlemin hukuka aykırı olduğuna zira mahkeme kararı ile düzeltilmiş yaş dikkate alınmayacaksa bu durumun Kanun’da açıkça yazılması gerektiğini, örneğin 1111 sayılı Askerlik Kanununun 81’inci md. 1’inci fıkrası ile 5434 sayılı Em.Snd.K.nun 105’inci maddelerinin buna örnek olduğunu, 3269 sayılı Kanun’unda Uzman erbaşların yaş düzeltmeleri ile ilgili olarak herhangi bir düzenlemeye yer verilmediğini, taraflar arasındaki uyuşmazlığın çözümünde davacının düzeltilmemiş doğum tarihinin mi, yoksa kesinleşmiş mahkeme kararı ile düzeltilmiş nüfus kaydındaki yaşının mı esas alınacağının önem arzettiğini, genel kural yapılacak işlemlerde düzeltilmiş nüfus kayıtlarının esas alınması gerektiğini, düzeltilmiş, nüfus kaydının esas alınmayacağı hallerin yasalarda açıkça belirtildiğini, örneğin 1111 sayılı Kanunun 81’inci md.1’inci fıkrası ile 5434 sayılı Em.Snd.K.nun 105’inci maddesindeki hükümlerin buna örnek olduğunu, ancak 3269 sayılı Uzman Erbaş Kanununda uzman erbaşların yaş düzeltmeleri ile ilgili herhangi bir düzenlemeye yer verilmediğini, bu nedenle davacının mahkeme kararıyla düzeltilmiş yaşı esas alınarak, yaş haddini doldurup doldurmadığının hesaplanması gerektiğini, ayrıca 3269 sayılı Kanunun 12’nci maddesinde sözleşme süresi dolmadan sözleşme fesih nedenlerinin tek tek sayılmak suretiyle gösterildiğini ve Kanunun bu maddesinde sayılan sebepler içerisinde düzeltilmiş yaşına göre 45 yaşından gün almadığı halde, nüfusa ilk kayıt olduğu tarihteki yaşına göre 45 yaşından gün alanların sözleşmelerinin feshedileceğine dair bir sebebin sayılmadığını ifade ederek işlemin iptaline karar verilmesi istemiyle bu davanın açıldığı görülmektedir. - 203 - Davacı vekilinin yürütmenin durdurulması yönündeki talebi Dairemizin 12.01.2010 tarih ve 2010/73 Esas Nu.lı kararı ile reddedilmiştir. Dava dosyasının incelenmesinde; 08.07.1992 tarihinde imzalandığı sözleşme ile 3269 sayılı Kanun kapsamında TSK.’da göreve başlayan davacının 07.08.2008 tarihinde 3 yıl süre ile sözleşmesini yenilediği, bilahare davacının 11.11.1965 olan doğum tarihinin Kayseri 3’üncü Asliye Hukuk Mahkemesinin 22.02.2006 tarih ve E:2005/733 K:2006/76 sayılı kararı ile 11.11.1967 olarak tashih edildiği ve 01.03.2006 tarihinde kesinleştiği, ancak 1’inci Mknz.P.Tug.K.lığının 23.12.2009 tarih ve MRKŞ. 1980-1937-09 sayılı sözleşme feshi işlemi ile ve “3263 sayılı Kanunun 5’inci maddesinin “… sözleşmelerin azami 45 yaşına girdikleri yıla kadar uzatılabilir” hükmü uyarınca sözleşmesinin feshedildiği görülmektedir. 3269 Sayılı Uzman Erbaş Kanunu'nun 5’inci maddesinde; ” Uzman erbaşlar; iki yıldan az, beş yıldan fazla olmamak şartıyla sözleşme yaparak göreve başlar ve Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı ile ilgilendirilirler. Bunlardan; istihdam edildikleri kadronun görev özelliklerine göre sınıf ve branşları ile ilgili sağlık nitelikleri uygun olanların müteakip sözleşmeleri, bir yıldan az, beş yıldan fazla olmamak şartıyla azamî kırkbeş yaşına girdikleri yıla kadar uzatılabilir. / Bu yaş sınırının beş yıl fazlası uzman erbaşların askerlik çağı sonudur. Barışta ve seferde bu süreye kadar yedeğe ayrılmış uzman erbaşlar yaşı en genç olanlardan başlamak üzere hizmete çağrılabilirler.“ hükmü yer almaktadır. Uzman Erbaş Yönetmeliğinin “Tanımlar” başlığı altındaki 4’üncü maddesinde ise, “Sözleşme yılı”nın; “Sözleşme başlangıç tarihinden sözleşme bitiş tarihine kadar birer yıllık süreleri” ifade ettiği belirtilmiştir. Belirtilen mevzuat hükümlerine göre, davacının tashih öncesi doğum tarihi olan 11.11.1965 tarihi esas alındığında 12.01.2009 tarihinden itibaren 45 yaşına girmiş olan davacının sözleşmesinin 07.08.2008 tarihinden itibaren 3 yıl süre ile yenilenmesine dair işlemin hukuka aykırı olduğu; tashih edilmiş doğum tarihi (11.11.1967) esas alındığında ise bunun aksi kolaylıkla söylenebilecektir. Bu itibarla dava konusu uyuşmazlığın esasını uzman erbaş sözleşmelerinin yenilenmesinde yaş tashihlerinin nazara alınıp alınamayacağı hususu oluşturmaktadır. Bilindiği üzere gerek 3269 sayılı Kanunda gerekse Uzman Erbaş Yönetmeliğinde bu konuda açık bir hüküm yer almamaktadır. 1111 sayılı Askerlik Kanununun 3’üncü maddesinde, askerlik çağının, yoklama devri, muvazzaflık ve yedek olmak üzere üç devreye ayrıldığı; 81’inci maddesinde ise, askerlik çağına girdikten sonra yaşlarını değiştirenlerin yaşlarında yapılan değişikliğin askerliklerine tesirinin bulunmadığı belirtilmiştir. Buna göre, askerlik çağına girdikten sonra yapılan yaş tashihlerinin yedeklik döneminin tespitinde de nazara alınmayacağı açıktır. 3269 sayılı Kanun, sözleşmeleri azami 45 yaşına girdikleri yıla kadar uzatılabilecek olan uzman erbaşların yedeklik - 204 - dönemlerini bu yaş yani (45 yaş) üzerinden tanımlamıştır. Şöyle ki, 3269 sayılı Kanunun yukarıda da belirtilmiş olan 5’inci maddesinin 2’nci fıkrasında “Bu yaş (45 yaş) sınırının beş yıl fazlası uzman erbaşların askerlik çağı sonudur. Barışta ve seferde bu süreye kadar yedeğe ayrılmış uzman erbaşlar yaşı en genç olanlardan başlamak üzere hizmete çağrılabilirler.” hükmü yer almaktadır. Dolayısıyla 1111 sayılı Kanunun 3’üncü ve 81’inci maddesi ile 3269 sayılı Kanunun 5’inci maddesi bir arada değerlendirildiğinde uzman erbaşların azami yaş hadlerinin belirlenmesinde yaş tashihlerinin nazara alınamayacağı anlaşılmaktadır. Öte yandan 3269 Sayılı Uzman Erbaş Kanunu'nun 5’nci maddesi uzman erbaşları statüye girişlerinden itibaren Emekli Sandığı/Sosyal Güvenlik Kurumu ile irtibatlandırmaktadır. Gerek 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 57’nci gerekse 5434 Sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanununun 105’inci maddesi, (bu kanuna göre) ilk defa çalışmaya başlanan tarihten sonraki yaş düzeltmelerinin dikkate alınmayacağını buyurmaktadır. Anılan kanunların dava konusu uyuşmazlığın çözümünde doğrudan uygulanamayacakları ileri sürülebilirse de, 3269 sayılı Kanunun bu kanunlarla kurduğu ilgi ve 3269 sayılı Kanunda yaş tashihinin nazara alınacağına ilişkin bir hüküm bulunmadığı gözetildiğinde 3269 sayılı kanunun statüye girildikten sonra yapılan yaş tashihlerini nazara alınmamasını öngördüğü kabul edilmek gerekir. Diğer taraftan ifade edilmesi gereken bir husus ise, TSK’nın, ileriye dönük personel planlamalarını yapabilmesi için hangi personelinin hangi tarihte yaş haddine ulaşacağını önceden öngörebilmesi gerekir. Bu yönüyle de uzman erbaşların yaş tashihlerinin yaş hadlerinin belirlenmesinde nazara alınmaması gerektiğinde kamu yararı bulunmaktadır. Belirtilen mevzuat hükümleri ve açıklamalar çerçevesinde davacının tashih öncesi doğum tarihi olan 11.11.1965 tarihi esas alınarak yapılan değerlendirmede; davacının 11.11.2009 tarihinden itibaren 45 yaşına girmiş olması nedeniyle, bu tarihten sonra sözleşmesinin sürdürülmesine kanunen imkan bulunmadığı, bu itibarla davacının sözleşmesinin 07.08.2008 tarihinden itibaren en fazla 31.12.2009 tarihine kadar yenilenmesi gerekirken 11.11.2011 tarihinde sona erecek şekilde yenilenmesi işleminin hukuka aykırı olduğu ve 45 yaşına girdiği yılın 31 Aralık ayından sonra istihdamına devam ettirilmesine hukuken imkan bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Bu nedenle son sözleşme 07.08.2008 tarihinde 3 yıl süreli olarak imzalanmışsa da 45 yaşına girdiği yılın sonu olan 31.12.2009 tarihi itibariyle feshedilmesinde hukuka aykırı bir durum bulunmadığı kararına varılmıştır. Açıklanan nedenlerle, Hukuki dayanaktan yoksun bulunan davanın REDDİNE, 08 HAZİRAN 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM.1.D., 08.06.2010; E. 2010/73, K. 2010/651) - 205 - 4. YARGI DENETİMİ DIŞI İŞLEMLER -37ÖZETİ: 1602 sayılı Kanunun 64 üncü maddesinde tek tek sayma yoluyla belirtilen yargılamanın iadesi sebepleri tahdidi (sınırlayıcı) olup hâkim/mahkeme tarafından genişletilemez. Davacı, 22.02.2010 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nde kayda geçen dilekçesinde özetle: Askeri Yargıtay’da Hâkim albay rütbesiyle Tetkik Hâkimi olarak görev yaparken, Yüksek Askeri Şuranın 01.08.1997 tarihli ve 1997/4 sayılı kararına dayalı olarak 04.08.1997 tarihli ve 1997/37 sayılı üçlü kararnameyle emekliye sevk edilmesi üzerine söz konusu işlemin iptali istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nde açtığı davanın, Daireler Kurulu tarafından, Anayasanın 125’inci maddesi uyarınca YAŞ kararlarının hukuki denetim dışı bırakıldığı gerekçe gösterilerek oyçokluğuyla reddedildiğini; oysa aynı Daireler Kurulunun, Hâkim Albay …’nın YAŞ Kararına istinaden üçlü kararname ile kadrosuzluktan emekliye ayrılmasına yönelik olarak açtığı davayı kabul ettiğini ve Anayasaya aykırılık iddialarını da ciddi bularak işi Anayasa Mahkemesine taşıdıktan sonra işlemi iptal ettiğini; kendi davasının reddedilmesinin yargılamayı yapan hâkimlerin baskı altında kaldıklarını gösterdiğini; Anayasa Mahkemesinin 08.01.2010 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan 08.10.2009 tarihli ve Esas No:2006/105, Karar No: 20009/142 sayılı Kararı ile, 357 sayılı Askeri Hâkimler Kanununun, askeri hâkimlere subay sicili düzenlenmesine ilişkin bazı hükümlerinin, askeri mahkemelerin bağımsızlığına ve hâkimlik teminatına aykırı bulunarak iptal edildiğini, bu iptal kararının aynı zamanda Askeri Hâkimlerin YAŞ kararıyla ihraçlarının hukuksuzluğunu tescil ettiğini; Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının yargılamanın yenilenmesi nedeni olarak kabul edilmesinin gerektiğini; Danıştay İdari Davalar Kurulunun 19.04.2007 tarihli ve Esas No: 2005/2988, Karar No:2007/555 sayılı Kararı ile Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Daireler Kurulunun 27.05.1999 tarihli ve Esas No:1998/59, Karar No:1999/91 sayılı Kararı, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi 1’nci Dairenin 28.02.1995 tarihli ve Esas No:1995/79, Karar No:1995/209 sayılı Kararı ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi 1’nci Dairenin 15.11.1994 tarihli ve Esas No: 1994/1620, Karar No:1994/1284 sayılı Kararının bu yönde olduğunu; her ne kadar Anayasanın 153’üncü maddesinde Anayasa Mahkemesi İptal Kararlarının geriye yürümeyeceği hükme bağlanmış ise de, bu ilkenin lafzi ve katı şekilde yorumlanması halinde hukuk devleti ilkesine aykırı sonuçların doğacağını, nitekim uygulama ve öğretide konunun tartışıldığını ve Anayasa Mahkemesi iptal kararının görülmekte olan davanın taraflarını istisnai olarak bağlayacağının ve davanın konusu olan işlemle ilgili olarak uygulanmasının gerektiğinin kabul edildiğini; daha önce dava konusu yaptığı Türk Silahlı - 206 - Kuvvetleri’nden re’sen ayırma işleminin esasının idari sicil amirlerinin düzenledikleri sicile dayandığını, bunun da Anayasaya aykırı olduğunun Anayasa Mahkemesinin 08.01.2010 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan iptal kararı ile kesinlik kazandığını; idarenin dava konusu işleminin yok hükmünde olduğunu belirterek yargılamanın yenilenmesi talebinin kabulü ile Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Daireler Kurulunun hakkında verdiği red kararının kaldırılmasını ve davasının kabulüne karar verilmesini talep etmiştir. Dosyada bulunan bilgi ve belgelere göre, davacı hakkında Askeri Yargıtay’da Tetkik Hâkimi olarak görev yapmakta iken “Silahlı Kuvvetlerde kalması uygun değildir” kanaatli sicil düzenlenmesi üzerine, Yüksek Askeri Şuranın 01.08.1997 tarihli ve 97/4 sayılı Kararıyla, 357 sayılı Askeri Hâkimler Kanununun 22’nci maddesinin (C) bendinin son tümcesi, 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununun 50’nci maddesinin (c) bendi hükümleri uyarınca disiplinsizlik nedeniyle Türk Silahlı Kuvvetlerinden ayrılmasına karar verildiği; Yüksek Askeri Şura kararına dayanılarak hazırlanan üçlü kararname ile de Türk Silahlı Kuvvetleri’ nden resen ayırma işlemi tesis edildiği; bilahare davacının, “Disiplinsizlik nedeniyle Türk Silahlı Kuvvetleri’nden resen ayırma işleminin iptali ile uğradığı zararların tazmin hakkının saklı tutulması” istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nde dava açtığı, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Daireler Kurulu tarafından yürütülen yargılama sonunda 08.04.1999 tarihli ve Esas No:1998/31, Karar No:1999/48 sayılı Karar ile davacının yöneldiği madde hakkında yasal olarak Anayasaya aykırılık iddiasında bulunulamayacağından Anayasaya aykırılık iddiasının reddine; (Anayasanın 125/2’nci maddesinde yazılı yasama kısıntısı nedeniyle YAŞ kararlarının yargı denetimine kapalı olduğu gerekçesiyle) üçlü kararnamenin iptaliyle ilgili inceleme kabiliyeti bulunmayan davanın reddine; zararlarını tazmin hakkının saklı tutulması istemi hakkında bir karar verilmesine yer olmadığına karar verildiği; Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Daireler Kurulunun oyçokluğu ile verdiği bu karara karşı davacının işbu başvuruyu yaparak yargılamanın iadesini talep ettiği anlaşılmıştır. Yukarıda özetlenen dilekçesinden açıkça anlaşıldığı üzere davacı, Anayasa Mahkemesinin 357 sayılı Kanunun 12’nci maddesinin bir bölümünü iptal eden Kararının bir yargılamanın iadesi sebebi olduğunu ileri sürmektedir. Bilindiği üzere, askeri hâkim sınıfı subaylar hakkında idari sicil düzenlenmesinin hukuki sebebini teşkil eden 357 sayılı Askeri Hâkimler Kanunu’nun “Sicil Belgeleri ve Sicil Üstleri” başlıklı 12’nci maddesinin (B) bendi; “B) Subay sicil belgesini düzenlemeye ve sicil vermeye yetkili idari sicil üstleri: - 207 - Birinci sicil üstü: Sicili düzenlenecek askeri hâkim subayın kuruluş bağlantısına göre nezdinde askeri mahkeme kurulan komutan veya askeri kurum amiri; Askeri Adalet İşleri Başkanlığı, Askeri Adalet Teftiş Kurulu Başkanlığı ve Askeri Yargı ile ilgili diğer idari hizmette bulunanlar için amir durumunda bulunan en az yüzbaşı rütbesindeki, İkinci sicil üstü: Kuruluş bağlantısına göre birinci sicil üstünün bir üst görev yerinde bulunan, komutan veya amir durumundaki, Üçüncü sicil üstü: Kuruluş bağlantısına göre ikinci sicil üstünün bir üst görev yerinde bulunan komutan veya amir durumundaki subay olup aşağıdaki istisnalar saklıdır....” hükmünü içermekteyken, Anayasa Mahkemesinin 08.10.2009 tarihli ve 2006/105 Esas, 2009/142 Karar sayılı kararı ile; (B) bendinin ilk paragrafının “... Sicili düzenlenecek askeri hâkim subayın kuruluş bağlantısına göre nezdinde askeri mahkeme kurulan komutan veya askeri kurum amiri;..” bölümünün Anayasanın 9, 138, 139 ve 145’inci maddelerine aykırı bulunarak iptaline karar verilmiş ve gerekçeli karar 08.01.2010 tarihli Resmi Gazetede yayınlanmıştır. Davacının yargılamanın iadesi nedeni olarak ileri sürdüğü Anayasa Mahkemesinin iptal kararı bu karardır. Oysa Yüksek Askeri Şuranın davacı hakkındaki 26.05.1997 tarihli ve 97/1 sayılı Kararı, 357 sayılı Askeri Hâkimler Kanununun 22’nci maddesinin (C) bendi ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununun 50’nci maddesinin (c) bendi hükümlerine dayanmaktadır. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen 357 sayılı Kanunun 12’nci maddesindeki kurallar, dava konusu re’sen emeklilik işleminin hukuki dayanağını oluşturmadığı gibi, söz konusu kurallar, iadesi talep edilen yargılamada herhangi bir şekilde uygulanmış da değildir. 357 sayılı Kanunun 12’nci maddesi ile 22’nci maddesi arasındaki benzerlik, her ikisinin de askeri hâkimlere idari sicil belgesi düzenlenmesi yönünde hükümler içermesidir. Buna göre, Anayasa Mahkemesinin söz konusu iptal kararı, iadesi talep edilen yargılamaya ilişkin olarak yeni bir hukuki durum yaratmamaktadır. Olsa olsa, 357 sayılı Kanunun 22/ C maddesinin de Anayasaya aykırı olduğu yönündeki iddianın ciddi bulunması yönünde bir argüman olabilir ki, bu hususun tartışılabilmesi için öncelikle yargılamanın iadesini gerektirir bir neden olmalıdır. 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun “Yargılamanın iadesi” başlığı altındaki 64’üncü maddesi aynen; “Daireler ile Daireler Kurulundan verilen kararlar hakkında, aşağıda yazılı sebepler dolayısıyla yargılamanın iadesi istenebilir. a) Zorlayıcı sebepler dolayısıyla veya lehine karar verilen tarafın eyleminden doğan bir sebeple elde edilemeyen bir belgenin, kararın verilmesinden sonra ele geçirilmiş olması; b) Karara esas olarak alınan belgenin sahteliğine hükmedilmiş veya sahte olduğu, mahkeme veya resmi bir makam huzurunda ikrar olunmuş - 208 - veya sahtelik hakkındaki hüküm karardan evvel verilmiş olup da yargılamanın iadesini isteyen kimsenin, karar zamanında bundan haberi bulunmamış olması; c) Karara esas olarak alınan bir ilam hükmünün kesin hüküm halini alan bir kararla bozularak ortadan kalkması; d) Bilirkişinin kasıtla gerçeğe aykırı beyan ve ihbarda bulunduğunun, hükümle tahakkuk etmesi; e) Lehine karar verilen tarafın, karara etkisi olan bir hile kullanmış olması; f) Vekil veya kanuni temsilci olmayan kimseler huzuru ile davanın görülüp karara bağlanmış bulunması; g) Çekilmeye mecbur olan Başkan veya üyenin katılması ile karar verilmiş olması; h) Tarafları ve sebebi aynı olan bir dava hakkında verilen karara aykırı yeni bir karar verilmesine sebep olabilecek bir madde yokken, aynı Daire veya diğer Daireler yahut Daireler Kurulu tarafından evvelki ilamın hükmüne aykırı bir karar verilmiş bulunması. ” hükmünü içermektedir. Görüldüğü üzere Kanun koyucu, yargılamanın iadesi sebeplerini tek tek sayma yoluyla belirtmiştir. Sayılan bu nedenler tahdidi (sınırlayıcı) olup hâkim/mahkeme tarafından genişletilemez. Genişletme yasağı anılan maddede “... aşağıda yazılı sebepler dolayısıyla...” denilmek suretiyle açıkça ortaya konulmuştur. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin, “Baraj Yasası” olarak bilinen ve 926 sayılı Kanunda değişiklik yapan 3475 sayılı Kanunun uygulanması nedeniyle terfi edemeyen bir kısım personelin açmış olduğu iptal davalarında istisnai olarak, “yargılamanın iadesi” kurumunun amacından yola çıkılarak Anayasa Mahkemesinin iptal kararı bir yargılamanın iadesi nedeni olarak kabul edilmiş ve davacı dilekçesinde bu kararları emsal göstermiş ise de; önemle belirtmek gerekir ki, bu davalarda iptal edilmiş olan yasa kuralı, yargılamanın iadesi yoluna gelen davacılar hakkında uygulanmış olan yasa maddesidir. Oysa somut olayda, yukarıda etraflıca açıklandığı üzere davacının yargılamanın iadesi nedeni olarak ileri sürdüğü Anayasa Mahkemesinin iptal kararına konu yasa kuralı, görülmekte olan davada uygulanmış bir yasa kuralı değildir. Bu itibarla Anayasa Mahkemesinin iptal kararının yargılamanın iadesi nedeni olup olamayacağı teorik tartışmasına dahi girmeksizin, 357 sayılı Askeri Hâkimler Kanununun askeri hâkimlere idari sicil düzenlenebilmesine imkân tanıyan 12’nci maddesinin bir kısmının iptal edilmiş olmasının, davacı açısından bir yargılamanın iadesi sebebi oluşturmadığı açıktır. - 209 - Yukarıda belirtilen nedenlerle; Yargılamanın yenilenmesi dilekçesinde ileri sürülen sebeplerin 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanun’unun 64 üncü maddesinde sayılan sebeplerden olmadığı sonucuna varıldığından davacının YARGILAMANIN YENİLENMESİ İSTEMİNİN REDDİNE, 18 Haziran 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM D.K., 18.06.2010; E. 2010/9, K. 2010/30) AYLIK VE AYLIĞA İLİŞKİN İŞLEMLER 1. EK DERS ÜCRETİ -38ÖZETİ: 5044 sayılı Kanunun 2’nci maddesine göre öğretmenin haftalık 12 saatten fazla olan derslere ek ders ücreti ödeneceği düzenlendiğinden, davacının bu kadar süreyi aşmaması nedeniyle kendisine ek ders ücreti ödenmesinin mümkün değildir. Davacı, 18.11.2009 tarihinde Samsun Nöbetçi İdare Mahkemesi’nde, 23.11.2009 tarihinde de AYİM’de kayda geçen dilekçesinin AYİM 3’üncü Dairesinin 03.12.2009 gün ve 2009/1392 Esas, 2009/1267 Karar sayılı kararı ile 30 gün içinde dava açılmak şartıyla reddi üzerine 22.12.2009 tarihinde Samsun Bölge İdare Mahkemesi’nde, 25.12.2009 tarihinde de AYİM’de kayda geçen yenilenen dava dilekçesinde özetle; 2008 yılı atamaları ile Samsun /Sahra Sıhhiye Okulu ve Eğitim Merkezi Kurmay Başkanlığı Koordinasyon Subaylığına atandığını, 22.07.2008 tarihinde Öğretim Başkanlığı Müşterek Konular Kurulu Öğretmenliğine görevlendirildiğini, Haziran 2009 tarihinde öğretmenlerin ek ders ücreti aldığını öğrendiğini, bunun üzerine Okul idaresine müracaatta bulunduğunu, Okul idaresince kendisinin atamalı öğretmen statüsünde olduğunun ve maaş karşılığı haftalık 12 saat ders vereceğinin belirtildiğini, bu konumu itibariyle sadece 10.11.2008 tarihinde 1 ders saatlik ücret aldığını, Okul idaresine atanmalı öğretmen olmadığını, idare tarafından görevlendirilen personel statüsünde olduğunu ve haftalık 8 saat girmiş olduğu derslerden ek ücret alması gerektiğini belirtmesine rağmen talebine olumsuz cevap verildiğini, ek ders ücreti ile ilgili olarak 26.08.2009 tarihinde yapmış olduğu müracaatına Sahra Sıhhiye Okulu ve Eğitim Merkezi Komutanlığının 13.11.2009 tarihli cevabi yazısı ile olumsuz cevap verildiğini, tesis edilen ders ücreti ödenmemesi işleminin hukuka aykırı olduğunu belirterek iptaline ve 2008 -2009 eğitim – - 210 - öğretim yılında girmiş olduğu ders ücretlerinin yasal faiziyle birlikte tarafına ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir. Dava dosyasında bulunan bilgi ve belgelerin incelenmesinden; 2008 yılı genel atamaları ile Samsun/Sahra Shh. Okl. ve Eğt. Mrk. Kur. Bşk. Bşk. (Koor.Sb.) görevine atanan ve Samsun/Sahra Shh. Okl. ve Eğt. Mrk. K.lığının 22.07.2008 gün ve MRK.Ş.: 1280 -648-08 sayılı, “Görevlendirme” konulu emri ile Öğrt. Bşk.lığı Müş. Kon. Krl. öğretmeni olarak görevlendirilen davacının, 26.08.2009 tarihli dilekçesi ile; Eylül 2008 – Haziran 2009 tarihleri arasında öğretmen olarak görev yaptığını, girdiği derslerden ücret alması gerekirken bu güne kadar ders ücreti alamadığını, ders ücreti hakkında Haziran 2009 tarihinde okul idaresine verdiği dilekçesine bir cevap alamadığını belirterek bu güne kadar girdiği dersler hesaplanarak ücretin tarafından ödenmesini talep ettiği, Sahra Sıhhiye Okulu ve Eğitim Merkezi Komutanlığının 13.11.2009 tarihli cevabi verilmesi üzerine AYİM’de işbu davayı açtığı anlaşılmıştır. 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununun 150’nci maddesi; “Her derecedeki askeri okullarda ve Meslek Programları Yönetmeliği gereğince açılan kurslarda hizmetin gerektirdiği kadrolara öğretmen atanamaması halinde 5044 sayılı Kanunun esaslarına göre öğretmenler ile subay ve astsubaylara ders görevi verilebilir.” hükmüne 5044 sayılı Askeri Okullar Öğretmenleri Hakkında Kanunun 2’nci maddesi; “Askeri yüksek okullarda: I - Meslek dersleri öğretmenleri, muvazzaf veya emekli subay ve askerî memurlardan; … tayin olunur.” hükmüne, 5044 sayılı Kanunun 4’üncü maddesi; “Askeri okullar için ikinci ve üçüncü maddelerde yazılı şartları haiz öğretmen bulunmadığı takdirde, mütehassıs subay ve askeri memurlarla mütehassıs diğer Devlet memurları, ek görevle, öğretmenliğe tayin olunurlar. Bu suretle görevlendirileceklere ders saati başına, orta derece okullarda (2-4), lise derecesindeki okullarda (3 - 5) ve yüksek okullarda (5 10) lira, Millî Savunma Bakanlığınca takdir edilerek kadro karşılıklarından verilir. Bunların ders saati hesabiyle ayda alacakları ücret tutarı, yüksek okullarda (160), lise ve ortaokullarla muadillerinde (80) lirayı geçemez. 5044 sayılı Kanunun 5’inci maddesi; “Asli öğretmenler, öğretmeni bulunduğu bilim dalında, yüksek okullarda haftada oniki, liselerde haftada onbeş ve ortaokullarda haftada onsekiz saat ders okutmakla ödevlidirler. Ancak, teşkilâtı elverişli olmayan okullarda bu miktar ders saatlerinden daha az miktarda ders verilebilir. - 211 - Asli öğretmenler okutmakla ödevli oldukları ders saatleri miktarından fazla, ilâve olarak ve toplamı haftada, ortaokullarda altı, liselerde dokuz, yüksek okullarda (yalnız tatbiki mahiyette) dört saat ders okutabilirler. Yüksek okullarda, haftada oniki saate ilâve olarak, öğretmenin fazla okutacağı ders saati, aynı derste aynı konuyu okutmak şartıyla, haftada altı saat olabilir. Bu suretle fazladan okutacakları bilim dalı dersleri için, yüksek okullarda beher ders saatine (4) lira, lise ve ortaokullarda (2) lira ücret verilir.” hükmüne, 2009 yılı Merkezi Yönetim ve Bütçe Kanunu K cetveli I/B maddesinde ise; “ 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununun 150 nci ve ek 4’üncü maddeleri gereğince, fiilen ek ders görevi yapanlara ders saati başına ödenecek ek ders ücreti: 1. Harp Akademileri, Gülhane Askeri Tıp Akademisi, sınıf okulları, özel ihtisas okulları, NBC Okulu, İstihbarat ve Dil Okulu, Harita Yüksek Teknik Okulu, yabancı dil okulları ve benzerleri ile harp okulları ve astsubay meslek yüksek okullarında ders görevi verilenlerden; a) Öğretim üyesi, öğretim görevlisi ve okutmanlara, b) Öğretmenlere ve öğretmen olarak görevlendirilenlere, 2914 sayılı Yükseköğretim Personel Kanununa göre Okutmanlara ödenen kadar 2. Ortaöğretim yapan askeri okullarda ve kurslarda ders görevi verilenlere, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu 176’ncı maddesine göre” ders saati ücreti ödeneceği öngörülmüş bulunmaktadır. Davacının öğretmen olarak görev yaptığı Samsun Sahra Sıhhiye Okul Komutanlığının, 5044 sayılı Kanunda belirtilen “yüksek okul” kapsamında değerlendirilmesi gerektiği hususunda taraflar arasında bir ihtilaf bulunmamaktadır. Taraflar arasındaki ihtilaf; davacının 5044 sayıl Kanunun 2’nci maddesi kapsamında asli öğretmen statüsünde mi, yoksa 5044 sayılı Kanunun 4’üncü maddesi kapsamında ek görevle öğretmen olarak görevlendirilmiş mütehassıs (uzman) subay statüsünde mi değerlendirilmesi gerektiği ve buna bağlı olarak da 5044 sayılı Kanunun 4’üncü maddesinde kapsamında davacıya ders saati başına mı ücret ödeneceği, yoksa aynı Kanununun 5’inci maddesi gereğince haftalık azami 12 saatlik zorunlu derse ilave olarak okutulacak ders saati başına haftada azami 6 saate kadar ek ders ücreti mi ödeneceği noktasındadır. 5044 sayılı Kanunun 4’üncü maddesi gereğince ders saati başına ücret ödenebilmesi için; mütehassıs (uzman) subay ve askeri memurlarla, mütehassıs (uzman) diğer Devlet memurlarından; askeri yüksek okullar için 5044 sayılı Kanunun 2’nci maddesinde, askeri lise ve ortaokullar ile muadili okullar için ise 5044 sayılı Kanunun 3’üncü maddesinde belirtilen şartlara - 212 - haiz öğretmen bulunmadığı için ek görevle öğretmenliğe tayin olunmuş olması gerekmektedir. Burada “tayin olunma” ifadesinin, sadece atama görmeyi ifade ettiği şeklinde dar yorumlanmaması gerektiği, maddede belirtilen “tayin olunma” ifadesinden, ek görevle öğretmen olarak görevlendirilmenin anlaşılması gerekmektedir. Kanun Koyucunun, askeri yüksek okullarda, askeri lise ve ortaokulları ile muadili okullarda öğretmen olarak görev yapacak kişilerin 5044 sayılı Kanunun 2’nci ve 3’üncü maddelerinde belirtilen şartlara sahip olmasını şart koştuğu, ancak bu niteliklere haiz öğretmen bulunmadığı takdirde Kanunun 4’üncü maddesi ile söz konusu askeri okullarda mütehassıs (uzman) subay ve askeri memurlar ile mütehassıs(uzman) diğer Devlet memurlarının ek görevle görevlendirilebileceğini öngördüğü anlaşılmaktadır. Bu noktada üzerinde durulması gereken diğer kavram “ek görev” ifadesidir. Bu ifadeden anlaşılması gereken de; asli görevin yanında öğretmenlik görevinin ek görev olarak yaptırılmasıdır. Öğretmenlik görevi yaptırılacak mütehassıs subay, askeri memur veya diğer Devlet memuru; bu görevin yanında asli görevini de yapabilecektedir. 926 sayıl Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunun 150’nci maddesinde de her derecedeki askeri okullarda ve Meslek Programları Yönetmeliği gereğince açılan kurslarda hizmetin gerektirdiği kadrolara öğretmen atanamaması durumunda 5044 sayılı Kanun esaslarına göre öğretmenler ile subay ve astsubaylara ders görevi verilebileceği, bu şekilde ders görevi verilenlere ders saati başına her yıl bütçe kanunlarında gösterilecek tutar kadar ücret ödenmesi öngörülmüştür. Burada dikkate edilmesi gereken husus; verilecek ders görevinin 5044 sayılı Kanun esaslarına göre verilmesi öngörüldüğünden; ödenmesi gereken ders saati başı ücretinin; verilecek ders görevinin, 5044 sayılı Kanunun 2 ve 3’üncü maddeleri kapsamındaki niteliklere haiz olunması nedeniyle mi, yoksa 5044 sayılı Kanunun 4’üncü maddesi kapsamında ek görevle mi verildiğinin saptanması ve buna göre 5044 sayılı Kanunun 4’üncü maddesi gereğince ders saati başı veya 5044 sayılı Kanunun 5’inci maddesi gereğince zorunlu haftalık ders saatine ilave olarak okutulan ders saati ile ilgili olarak ek ders ücreti olarak ödenmesi gerekmektedir. Dava konusuna dönüldüğünde; her ne kadar davacı 2008 yılı genel atamalarında Samsun/Sahra Sıhhiye Okulu ve Eğitim Merkezi Komutanlığı Kurmay Başkanlığı “Koordinasyon Subaylığı” kadrosuna atanmış ise de; Samsun/Sahra Shh.Okl.ve Eğt.Mrk.K.lığının 22.07.2008 gün ve MRK.Ş.: 1280-648-08 sayılı görevlendirme emri ile Öğretim Başkanlığı Müşterek Konular Kurulunda öğretmen olarak görevlendirildiğinden, atamalı olduğu görev yerinden görevlendirme tarihinden itibaren ayrılarak öğretmen olarak görev yaptığı, atamalı olduğu görev yerinde görev yapmadığı, öte yandan anılan görevlendirmenin; asli görevi uhdesinde kalmak üzere yapılmış bir görevlendirme olmadığı, söz konusu öğretmenlik görevinin davacıya ek bir görev olarak değil, asli bir görev olarak verildiği, bu nedenle davacının, - 213 - 5044 sayılı Kanunun 4’üncü maddesi kapsamında, 2’nci ve 3’üncü maddelerde belirtilen şartlara haiz öğretmen bulunamadığından ek görevle öğretmen olarak görevlendirilmiş personel statüsünde olduğunun kabul edilemeyeceği, 5044 sayılı Kanunun 2’nci maddesinde askeri yüksek okullarda meslek dersleri öğretmenlerinin muvazzaf subaylardan da seçilebileceği belirtildiğinden, davacının 5044 sayılı Kanunun 2’nci maddesi kapsamında öğretmen statüsünde olduğunun kabul edilmesi gerektiği, bu itibarla; 5044 sayılı Kanunun 5’inci maddesi gereğince haftalık azami 12 saatlik zorunlu derse ilave olarak okutulan ders saati ile ilgili olarak haftada azami 6 saate kadar ek ders ücreti ödenmesinin söz konusu olacağı, (davacının Ekim 2008 ile Haziran 2009 (dahil) tarihleri arasında girdiği ders sayısı savunma ekinde gönderilmiş olmakla 9 ay içinde toplam 109 derse giren davacının sadece öğretmen olarak görev yaptığı ve haftalık ortalama 4 saat derse girdiği müşahade edilmiştir.) 5044 sayılı Kanunun 4’üncü maddesi kapsamında ders saati başına ücret ödenmemesi şeklinde tesis edilen dava konusu işlemin belirtilen nedenlerle hukuka ve mevzuata uyarlı olduğu sonuç ve kanaatine varılmıştır. Yukarıda açıklanan nedenlerle; Yasal dayanaktan yoksun DAVANIN REDDİNE, 20 Mayıs 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM.3.D., 20.05.2010; E. 2010/35, K. 2010/638) 2. GÖREV AYLIĞI -39ÖZETİ: İdarenin iç işleyişindeki düzensizlik ve ilgili birimin aylık tahakkuk ettiren birime bilgi vermemesi nedeniyle davacıya açık hataya düşülerek fazladan ödenen Nisan ve Mayıs 2009 aylıklarının geri istenmesi işleminde herhangi bir hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Davacı vekili, 14.12.2009 tarihinde AYİM’de kayda geçen dava dilekçesinde ve cevaba cevap dilekçelerinde özetle; müvekkilinin 108’inci Topçu Alayı 2’nci K/M Topçu Tabur Komutanlığı (Erciş/VAN) emrinde görev yapmakta iken Van Asker Hastanesi Sağlık Kurulunun 17.03.2009 gün ve 287 sayılı "Türk Silahlı Kuvvetlerinde Görev Yapamaz" raporuna istinaden, SGK Kamu Görevlileri Emeklilik İşlemleri Daire Başkanlığınca adi malul olduğuna karar verildiğini, hakkında adi malul olarak emekli işlemi tesis olunarak 15 Haziran 2009 tarihinden itibaren emekli maaşı - 214 - bağlandığını, birlik komutanlığı mutemetliğince 15 Nisan 2009 ve 15 Mayıs 2009 maaşları ile çeşitli kalemler adı altında 15 Eylül 2009 tarihi de dahil olmak üzere bazı ödemelerde bulunulduğunu, bilahare komutanlık tarafından yapılan bu ödemelerin büyük bir kısmının sehven yapıldığı belirtilerek geri ödenmesi için mutemetlik tarafından yazı yazılması sonucunda kendisinden talep edilen paranın tamamı olan 6.769.13 TL.nin Erciş Mal Müdürlüğüne makbuz karşılığı yatırıldığını, 10 yıldan fazla bir süre uzman çavuş olarak görev yaptığından, kulaklarında meydana gelen işitme kaybı üzerine sağlık nedeniyle emekliye sevk edilmesi sonucu emekli maaşı bağlanıncaya kadar normal görev maaşı ödenmesine devam edilmesi gerektiğini, 15 Haziran 2009 tarihinde emekli maaşı bağlanması nedeniyle 15 Nisan 2009 ve 15 Mayıs 2009 tarihinde ödenen maaşlarının geri alınmasının hukuka ve kanuna aykırı olduğunu, kendisi hakkında Emekli Sandığı Kanunu hükümleri uyarınca emekli maaşı bağlanıncaya kadar maaş verilmeye devam edilmesi gerektiğini, emekli maaşı bağlanan kamu görevlisine emekli maaşı bağlanıncaya kadar geçecek süre içinde almakta olduğu maaşın ödenmediğine ilişkin bir uygulamanın kendisince bilinmediğini, ancak yasanın açık bir hükmü ile yapılabilecek böyle menfi uygulamanın dahi, sosyal devlet ve eşitlik ilkeleri ile bağdaşmayacağını, emekli maaşı bağlanıncaya kadar geçecek süre için maaş ödenmesine devam edilmesinin idare hukukunun bir gereği olduğunu, 15 Nisan 2009 ve 15 Mayıs 2009 aylarına ait maaşlarının geri alınması işleminin hukuka aykırı olduğunu iddia ederek, söz konusu geri alma işleminin iptaline karar verilmesini talep etmiştir. Dava dosyasında mevcut bilgi ve belgelerin incelenmesinden; davacının, 03 Haziran 2002 tarihinde 2 yıl süreli sözleşme imzalayarak TSK' da göreve başladığı, 03 Haziran 2004 tarihinde sözleşmesini 5 yıl süreli yenilediği, 17 Mart 2009 tarihinde Van Asker Hastanesi tarafından "B/19 F-3 TSK'DA Görev Yapamaz" kararlı sağlık raporu düzenlenmesi üzerine, 3269 sayılı Uzman Erbaş Kanununda yapılan yeni düzenlemenin amir hükümleri gereğince, 8’inci Kolordu Komutanlığının 16 Nisan 2009 tarihli, MRK.Ş.:1980-545-09/İd.İşl.Astsb. sayılı ve "Uzman Erbaş Sözleşme Feshi" konulu emri ile sözleşmesinin 15 Nisan 2009 tarihinde feshedildiği, durumunun Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı tarafından "Adi Malul" olarak değerlendirildiği, MSB'nin 19.08.2009 tarihli ve 2009/40 sayılı işlemi ile "malulen emekliye ayrılmasının uygun görüldüğü", 15.06.2009 tarihinden itibaren kendisine maaş bağlandığı ve vazife malullüğü durumunun reddedildiği, sözleşme fesih yazısının Maliye Bütçe Şube Müdürlüğüne geç ulaşması nedeniyle Nisan ve Mayıs 2009 aylarında personelin görevde olduğu düşünülerek personele maaş ödemesine devam edildiği, fesih emrinin ulaşması neticesinde de yapılan hatanın düzeltilerek fazla olarak ödenen maaşların kendisinden istendiği davacı tarafından ödenmesi sonrasında işbu davanın açıldığı anlaşılmıştır. - 215 - Dava konusu işlemin hukuki niteliği ve buna bağlı olarak öncelikle görev konusu tartışılmış, düzenlenen işlemin kökeninde idarenin aylıkları geri istemesi şeklindeki tasarrufunun olması, bu nedenle işlemin idari mahiyette olup, bu konudaki uyuşmazlıklara bakmak görevinin de idari yargıda olduğu kanısına varılmıştır. Bu görüşe üyeler Hâkim Albay Ayhan AKARSU ve Hâkim Albay Mehmet AKBULUT idare tarafından davacıya Nisan-Mayıs 2009 aylarında yapılan maaş ödemelerinin tamamen hata ile yapılan bir ödeme olduğu, ödemenin temelinde dayanılan bir idari işlem bulunmadığı, idarece geri alınacak tutarın belirlenerek bunun geri istenmesinde ve sonuçta davacının bunu kendi iradesiyle ödemesi sürecinde idari işlem karakterinin bulunmadığı ve uyuşmazlığın hallinde idari yargının değil adli yargının görevi olduğu kanaatiyle katılmamışlardır. Yukarıda da belirtildiği üzere davacının Türk Silahlı Kuvvetleri ile olan ilişiği 15 Nisan 2009 tarihi itibariyle kesilmiş olmakla davacı bu tarihten itibaren görevde değildir. Buna rağmen idarenin iç işleyişindeki düzensizlik ve ilgili birimin aylık tahakkuk ettiren birime bilgi vermemesi nedeniyle davacıya fazladan Nisan ve Mayıs 2009 aylıkları ödenmiştir. Bu kuşkusuz açık bir hata hali olmakla konuyla ilgili yargısal kararlarda da istikrarlı olarak belirtildiği üzere açık hataya dayanan yanlış ödemeler geri alınabilmektedir. Ayrıca davacı ile yapılan görüşme sonucunda bu durum davacı tarafından da kabul edilerek idareye ödeme yapılmıştır. Belirtilen nedenlerle düzenlenen işlemde herhangi bir hukuka aykırılık bulunmadığından davanın reddine karar verilmiştir. Yukarıda açıklanan nedenlerle; Yasal dayanaktan yoksun DAVANIN REDDİNE, 08 NİSAN 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM.3.D., 08.04.2010; E. 2010/30, K. 2010/449) 3. ÖZEL HAREKÂT VE OPERASYON TAZMİNATI -40ÖZETİ: Davacının birinci derece kritik ilde görev yapmakla beraber “Özel Harekat ve Operasyon Tazminatına İlişkin Esaslar” konulu “Başbakanlık olur”una ekli (2) sayılı cetvelde birlik ve ünvanı belirtilen yerlerde görevli olmadığı gibi terörle mücadeleye yönelik olarak harekat ve operasyonlara katılma görevinin de bulunmadığı anlaşıldığından davacıya 375 sayılı KHK’nın 28/A maddesindeki tazminatın ödenmesi mümkün değildir. - 216 - Davacı 11.02.2010 tarihinde Konya Bölge İdare Mahkemesi kaydına, 15.02.2010 tarihinde AYİM kaydına geçen yenileme dava dilekçesinde özetle; Konya 56. Bakım Merkezi Komutanlığı emrinde görevli iken KKK.lığının 01.12.2008 tarihli emri ile Siirt 3’üncü Komd. Tug. Loj. Des. Bak. Bl. 9. D/Ds. Tk. K.lığına geçici olarak görevlendirildiğini, 27.02.2009 günü Siirt’e intikalini tamamladığını, 24.07.2009 tarihinde görevini tamamlayarak esas birliğinde katılmak üzere ayrıldığını, 375 sayılı kanun hükmünde kararnameye dayanılarak çıkarılan özel harekat ve operasyon tazminatına ilişkin esasların 4/f maddesinde “terörle mücadeleye yönelik olarak yapılacak harekat ve operasyonlara katılmak üzere kapsam dışı illerden geçici olarak görevlendirilen personelden kapsam dahilindeki illerde görev yaptıkları süreyle orantılı olarak (2) ve (3) sayılı cetvele göre ek tazminat ödenir.” dendiği, kendisine de bu tazminatın ödenmesi gerektiğini belirterek davalı idarenin 05.11.2009 tarihli işleminin iptali ile 2.214,45 TL. iç güvenlik tazminatı, 43 TL bölge tazminatı ve 633,55 TL komando tazminatı olmak üzere toplam 2.891 TL.sının ödenmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Dava dosyasında mevcut bilgi ve belgelerin incelenmesi neticesinde; Davacının Konya Bakım Merkezi Komutanlığı emrinde görevli olduğu sırada KKK.lığının 01.12.2008 tarih ve HRK:3170-6226908/Kuv.Glş. ve Tşk.D.Tşk.(7) (351456) sayılı ve İs. İnş. Bkm. Onr. Brl. nin teşkili ve uygulama emri konulu emri gereği SİİRT 3. Komd. Tug. Loj. Des. K. Bkm. Bl. 9’uncu D/Ds. Tk. (İs. İnş. Bkm. Onr. Brl. İçin) 1’nci Mbl. Bkm. ve Onr. Timine tekerlekli araç teknisyeni olarak görevlendirildiği, davacının 12.01.2009 tarihinde Ankara 551’inci İs. İnş.Tb. K.lığına katıldığı, bilahare 551’inci İnş. Tb. K.lığı bünyesine teşkilatlanması tamamlanan 2’inci Or. İs. İnş. Bkm. Onr. Birliği ile 27.02.2009 tarihinde Siirt’deki birliğine katıldığı, buradaki görevini tamamlayarak 24.07.2009 tarihinde esas birliğine katılmak üzere ayrıldığı, davacının özel harekat ve operasyon tazminatı ödenmesi için 03.09.2009 tarihli dilekçesi ile idari müracaatta bulunduğu, 2’nci Or. K.lığına 05.11.2009 tarih ve Mly.Büt:9260-784-09/Büt.Ş. sayılı yazısı ile davacının talebinin reddedildiği, bu işlemin 16.11.2009 tarihinde davacıya tebliğ edildiği, davacının 05.11.2009 tarihli bu işlemin iptali ile 2.214,45 TL. iç güvenlik tazminatı, 43 TL. bölge tazminatı, 633,55 TL komando tazminatı ödenmesine karar verilmesi istemiyle süresinde bu davayı açtığı anlaşılmıştır. Davacı her ne kadar dava dilekçesinde iç güvenlik tazminatı, bölge tazminatı ve komando tazminatı olmak üzere üç ayrı tazminat ödenmesini talep etmiş ise de; AYİM 3’üncü Dairesinin 29.12.2009 tarih ve 2009/15921471 E. K. sayılı Dilekçenin Reddine Dair Kararı ile davacının komando tazminatı ve bölge tazminatı istemlerinin kanuni dayanaklarını göstermesi ve bu hususta idari müracaat bulunup bulunmadığı konusunda açıklık olmadığı belirtilmesine rağmen davacının yenileme dilekçesinde bu hususa açıklık getirmediği, davacının 03.09.2009 tarihli idari müracaat dilekçesinde ve - 217 - yenileme dava dilekçesinde 375 sayılı KHK’nın 28/A maddesi uyarınca tazminat ödemesi isteminde bulunduğu dikkate alınarak dava konusu 375 sayılı KHK’nın 28/A maddesi kapsamında özel harekat ve operasyon tazminatı ödenmemesi işleminin iptali istemi olarak belirlenmiş ve inceleme bu çerçevede yapılmıştır. Özel Harekat ve Operasyon Tazminatının ödenmesine ilişkin usul ve esasları belirleyen 375 sayılı KHK.nın 28/A maddesi “sıkıyönetim veya olağanüstü hal ilan edilen bölgeler veya Milli Savunma ve İçişleri Bakanlıklarınca müştereken belirlenecek kritik yörelerde özel harekat ve operasyon timi olarak görev yapan; Emniyet Genel Müdürlüğü emniyet hizmetleri sınıfı kadrolarında bulunanlar ile sözleşmeli uçuş personeline, subay, astsubay, uzman jandarma ve uzman erbaşlara ve operasyonları fiilen sevk ve idare eden karargah ve bürolardan bu fıkra uyarınca alınacak Başbakan onayında belirtilenlerden görevlendirilen personele….. fiilen görev yapıldığı sürece ve bu süre ile orantılı olarak ek tazminat, B fıkrasında yer alan tazminata ilave olarak ayrıca ödenir.” düzenlemesini içermektedir. 375 sayılı KHK.nın 28/A maddesi 2 nci fıkrasında da tazminat ödenecek yerleşim birimleri, tazminat miktarı ve tazminatın ödenmesine ilişkin usul ve esasların İçişleri ve Milli Savunma Bakanlığının teklifi ve Maliye Bakanlığının görüşü üzerine Başkan onayı ile tespit edileceği belirtilmiştir. 375 sayılı KHK’de öngörülen tazminatın verilmesi ile ilgili usul ve esaslar “Özel Harekat ve Operasyon Tazminatına İlişkin Esaslar” konulu Başbakanlık oluru ile yürürlüğe konulmuştur. Özel Harekat ve Operasyon Tazminatına ilişkin Esasların (1) sayılı cetvelinde kritik iller dört dereceye ayrılmış, Siirt ili 1 nci derece kritik il kapsamında sayılmış, (2) sayılı cetvelde de hangi görev ünvanları için hangi gösterge rakamı üzerinden ek tazminat (Özel Harekat ve Operasyon Tazminatı) ödeneceği belirtilmiştir. Aynı esaslara ekli (2) sayılı cetvelin « Jandarma ve diğer askeri personel » başlıklı A maddesinin (a) fıkrasında « birinci derece kritik illerde konuşlandırılmış özel harekat ve operasyon birliği olarak tespit edilmiş Kara Kuvvetleri Komutanlığı ve Jandarma Genel Komutanlığı birliklerinde görevli personelden denildikten sonra, « 1. Komando ve Dağ komando tugayı, alayı, taburu ve bölüklerinde, 2. Özel Kuvvetler Komutanlığı birliklerinde, 3. İç Güvenlik Harekatında görevlendirilen zırhlı birlik ile piyade/mekanize piyade/motorlu piyade birliklerinde (emrine veya harekat kontrolüne verilen birlikler dahil), 4. Jandarma Komando birliklerinde, 5. Jandarma Özel Harekat timlerinde, 6. Mekanize Jandarma Komando timlerinde 7. Sınır birliklerinde il ve ilçe belediye hudutları dışındaki iç güvenlik karakollarında, 8. İstbihbarat birimlerinin terörle mücadele kadrolarında görevli olup, fiilen haber kaynağında bulunan subay, astsubay, - 218 - uzman jandarma ve uzman erbaşlara, 9. Muharebe görev uçuşuna fiilen katılan ; helikopter pilotları, teknisyenler, kapı makineli tüfek nişancıları, ambulans helikopterleri sağlık personeli, havacılık birimlerinden görevlendirilen diğer personele, 10. Patlayıcı madde imha uzmanı kadrolarında patlayıcı maddeleri zararsız hale getirme ve yok etme hizmetlerinde fiilen çalışan bomba imha uzmanları ile mayın temizleme timlerinde fiilen çalışan subay, astsubay, uzman jandarma ve uzman erbaşlara...... 13 ncü bendinde Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı (emrine veya harekat kontrolüne verilen birliklerden yukarıda sayılanlar dışında kalanlar dahil) ve kuruluşundaki birlikler ile diğer jandarma iç güvenlik birliklerinde görevli subay, astsubay, uzman jandarma ve uzman erbaşlara 3200 gösterge rakamı üzerinden tazminat ödeneceği belirtilmiştir. “Özel Harekat ve Operasyon Tazminatına İlişkin Esasların 4/e maddesinde “Terörle mücadeleye yönelik olarak yapılacak harekat ve operasyonlara katılmak üzere, kapsam dışı ilerden geçici olarak görevlendirilen personele de, kapsam dahilindeki illerde görev yaptıkları süre ile orantılı olarak ekli (2) ve (3) sayılı cetvele göre ek tazminat ödenir. Kapsam dahilindeki iler arasındaki bu tür görevlendirmelerde, personele daha yüksek tazminat ödenen il için öngörülen miktarda ödeme yapılır.” 4/f maddesinde de “(2) sayılı cetvelin A/b maddesinde belirtilen personele; birliklerin konuş yerlerine bakılmaksızın 1’inci derece kritik illerde operasyon icra etmeleri halinde ekli (2) sayılı cetvele göre aylık olarak 2, 3 ve 4’üncü derece kritik illerde operasyon icra etmeleri halinde ise ekli (3) sayılı cetvele göre günlük olarak ödeme yapılır. Ay içinde hem 1’inci derece hem de 2, 3 ve 4’üncü derece kritik illerde operasyon icra edilmesi halinde de ekli (2) sayılı cetvele göre aylık olarak ödeme yapılır.” düzenlemesine yer verilmiştir. Bu düzenlemelerden anlaşılacağı üzere özel harekât ve operasyon tazminatı ödenebilmesi için öncelikle 1 nci derece kritik illerde konuşlu özel harekât ve operasyon birliği olarak tespit edilmiş “Özel Harekât ve Operasyon Tazminatına İlişkin Esaslar” konulu “Başbakanlık olur”una ekli (2) sayılı cetvelin A maddesi (a) fıkrasının bir ila onuncu ve 13ncü bendlerinde gösterilen birlik veya görev yerlerinde fiilen görev yapıyor olmak gereklidir. Söz konusu “Özel Harekât ve Operasyon Tazminatına İlişkin Esaslar” konulu “Başbakanlık olur”u bir bütün olarak incelendiğinde illerdeki terör olayı ve faaliyetlerinin yoğunluk derecesi, birliklerin özellikleri, özel harekat ve operasyon birliği olarak tespit edilmiş olup olmadığı, birliklerin her an operasyonel faaliyetlere katılma riski, personelin görev yeri ve patlayıcı madde uzmanlığı gibi yaptığı görevin niteliği ve önemi gibi etkenler dikkate alınarak farklı birlik ve personel için farklı tazminat miktarının öngörüldüğü anlaşılmaktadır. - 219 - Personelin özlük haklarına ilişkin olarak yapılacak ödemelerde kanunilik ilkesi esas olup, hangi ödemenin hangi personele yapılacağı açıkça mevzuatta belirtilenler dışında, ödeme yapılacak personelin yorum yoluyla genişletilmesi mümkün değildir. Söz konusu 2 sayılı cetvelde özel harekât ve operasyon tazminatı ödenecek birlikler açık olarak sayılmış, davacının görev yaptığı birlik bu birlikler arasında gösterilmemiştir. Ancak tazminat ödenecek birlikler arasında açık olarak sayılmamakla birlikte görev yapılan birliğin özel harekat ve operasyon tazminatına ilişkin esasları düzenleyen Başbakanlık oluruna ekli (2) sayılı cetvelin 3 ve 13 ncü maddelerinde gösterilen birliklerin emrine veya hareket kontrolüne verilmiş olarak 1 nci derecede kritik illerde konuşlu olarak görev yapılması halinde özel harekat ve operasyon tazminatı ödenmesi mümkündür. Davacının görev yaptığı Loj. Des. K.lığı Bak. Brl. 2nci D./Ds. Tk. özel harekat operasyon birliği olarak tespit edilmiş 3’üncü Komd. Tug. K.lığının kuruluşunda bulunmadığı gibi, bu birliğin emrine veya harekat kontrolüne de verilmemiştir. Davacının iç güvenlik harekat bölgesinde gizlilik ve aciliyet gerektiren yüklenicisi bulunmayan inşaat faaliyetlerinde kullanılmak üzere Malatya 2’nci Or. K.lığı İs. Bşk.lığına bağlı İs. İnş. Bkm. Onr. Brl. teşkil edilmesinde geçici olarak görevlendirildiği, davacının terörle mücadeleye yönelik olarak harekat ve operasyonlara katılma görevinin bulunmadığı anlaşılmıştır. Tüm bu açıklamalar birlikte değerlendirildiğinde davacının birinci derece kritik ilde görev yapmakla beraber “Özel Harekat ve Operasyon Tazminatına İlişkin Esaslar” konulu “Başbakanlık olur”una ekli (2) sayılı cetvelin A maddesi (a) fıkrası bir ila onuncu ve 13 ncü bendlerinde birlik ve ünvanı belirtilen yerlerde görevli olmadığı gibi terörle mücadeleye yönelik olarak harekat ve operasyonlara katılma görevinin de bulunmadığı anlaşıldığından davacıya 375 sayılı KHK’nın 28/A maddesi kapsamında “Özel Harekat ve Operasyon Tazminatına İlişkin Esaslar” konulu “Başbakanlık olur”una ekli (2) sayılı cetvele göre tazminat ödenmesinin mümkün olmadığı, tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır. Yukarıda açıklanan nedenlerle; Yasal dayanaktan yoksun DAVANIN REDDİNE, 27 MAYIS 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM.3.D., 27.05.2010; E. 2010/413, K. 2010/698) - 220 - 4. TUTUKLULUK-AÇIĞA ALMA-AYLIK İLİŞKİSİ -41ÖZETİ: Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının, beraat veya düşme gibi değerlendirilemeyeceği dikkate alındığında, davacının tutuklu bulunduğu sürelerde eksik aldığı özlük haklarının, ancak 5 yıllık denetim süresi içerisinde kasıtlı yeni bir suç işlemediği takdirde açıklanması geri bırakılan hükmün ortadan kaldırılarak ceza mahkemesince davanın düşmesine karar verilmesi halinde ödenebileceği sonucuna varılmıştır. Davacı vekili ilk kez 26.10.2009 tarihinde AYİM kaydına geçen ve AYİM Daireler Kurulunun 05.11.2009 tarih ve E:2009/65, K:2009/70 sayılı kararı ile dilekçenin reddine karar verilmesi üzerine 25.11.2009 tarihinde AYİM kaydına geçen yenileme dilekçesinde özetle; öncelikle Daireler Kurulunun dilekçenin reddi kararının hukuka aykırı olduğunu, rütbe terfi yapılması işlemiyle bunun sonucu olarak derece/kademe ilerlemesi yapılması ve özlük haklarının buna göre ödenmesi işlemleri arasında maddi ve hukuki bakımdan bağlılık bulunduğunu, ilk dava olan rütbe ve derece verilip verilmeyeceği konusu çözüme bağlanmadan özlük haklarının eksik ödenmesi davasının karara bağlanamayacağını, dolayısıyla iki dairenin görev alanına giren konuda Daireler Kurulunun görevli olduğunu, bu nedenlerle Daireler Kurulunun ayrı ayrı işlemler hakkında maddi ve hukuki bağlılık bulunmadığı, ayrı ayrı dilekçelerle dava açılması gerektiği yönündeki dilekçenin reddi kararına katılmadıklarını, Müvekkilinin 30.08.1988 tarihinde astsubay çavuş nasbedilip başarılı hizmetleri devam ederken zimmet suçundan Van J.Asayiş K.lığı Askeri Mahkemesinde yargılanıp beraat kararı verilmesi gerekirken eksik soruşturma ile önce mahkumiyetine sonra hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğini, bu durumda CMK md.231 gereği yargılamanın askıya alındığını, 5 yıl süreyle denetim statüsü yaratıldığını, yargılamanın henüz sonuçlanmadığını, kararın kesinleşmediğini, atılı eylemlerin şu an itibariyle sabit olmadığını, müvekkilinin 5 yıl içerisinde başka bir suç işlemez ve bu başka cürümden kesin mahkumiyet kararı ile hükümlü olmaz ise şimdiki zimmet suçundan ve eyleminden hiç yargılanmamış konumuna gireceğini ve kamu davasının düşmesine karar verileceğini, hal böyleyken HAGB kararı bahane edilerek sicil yoluyla Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiğinin kesildiğini, bu işlemin iptali için de ayrıca AYİM’de dava açtıklarını, - 221 - Müvekkilinin, hakkındaki ceza davası sebebiyle 27.06.200305.10.2003 tarihleri arasında tutuklu, 26.01.2004-15.10.2008 tarihleri arasında açıkta kaldığını, müvekkilinin 15.10.2008 tarihinde açık işleminin kaldırılıp göreve döndüğü, bu tarihten resen emekliye sevkedildiği 13.06.2009 tarihine kadarki süre içerisinde derhal emsali astsubayların rütbe ve derece/kademesine yükseltilmesi ve emsaline ödenen maaş ve diğer özlük haklarının ödenmesi, keza bu dönemle ilgili olarak eksik yatırılan OYAK ve Emekli Sandığı kurum karşılıklarının ödenmesi gerektiğini, bu taleplerle 07.07.2009 tarihli dilekçe ile idari başvuruda bulunduklarını, davalı idarece verilen yanıtta; Genelkurmay Başkanlığının emri gereğince ilişiği kesilmeden önce müvekkilinin rütbe ve kademe ilerlemesinin yapıldığı, açıkta ve tutuklulukta geçen sürelerde ödenmeyen veya noksan ödenen maaş ve diğer özlük haklarının denetim süresi sonunda verilecek düşme kararını müteakip ödenebileceğinin bildirildiğini halbuki CMK md.231/5’te aynen “ … hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukuki sonuç doğurmamasını ifade eder” denildiğini, idarenin bu hükme rağmen olumsuz sicil düzenlemek suretiyle ilişiğini kesmesi ve özlük haklarını ödememesinin bu hükmün açık ihlali olduğunu, bu mantıkla müvekkilinin ilişiğinin kesilmesi için idarenin de 5 yıl beklemesi gerektiğini, ayrıca rütbe terfi ve kademe ilerlemesini derhal yapıp (yanlış ve eksik de olsa) özlük haklarını 5 yıl sonra ödemenin kendi içerisinde çeliştiğini, eğer yasal engel varsa rütbe için de uygulanması gerektiğini, 926 sayılı Kanunun ilgili hükümlerinin sonradan yürürlüğe giren CMK’nun 231’inci maddesi ile birlikte amaçsal yorumlanması gerektiğini, CMK’nun 231’inci maddesinin sonraki tarihli özel bir düzenleme olduğunu, 926 sayılı TSK Personel Kanununun 33’üncü madde hükmünün sonundaki “Bu şekilde yapılan terfi ve rütbe kıdemliliklerinde maaş farkı ödenmez” şeklindeki hükmün müvekkiline uygulama kabiliyeti bulunmadığını, buradaki kanun koyucunun amacı, bazı kıdem almalar nedeniyle örneğin master, doktora, üstün başarı kıdemi alarak nasbın lehe düzeltilmesi halinde geçmişe yönelik parasal hak doğurmaması olduğunu, müvekkilinin bu durumda olmadığı, dolayısıyla 33 ncü maddenin son cümlesinin müvekkilini ilgilendiren bir yönü bulunmadığını, eğer Mahkemece 33 ncü maddenin uyuşmazlığın çözümünde uygulanacak kural olduğu görüşü benimsendiği takdirde, ilgili hükmün anayasaya aykırı olması sebebiyle Anayasa Mahkemesine başvurulmasını, Müvekkilinin 27.6.2003-5.10.2003 tarihleri arasında tutuklu ve 26.1.2004-15.10.2008 tarihleri arasında açıkta kaldığı için bu dönemlerde maaşını eksik aldığını, OYAK’na ve TC.Emekli Sandığına eksik rütbe, derece/kademe baz alınarak ve yine eksik maaş üzerinden kesenek gönderildiğini, davalı idarenin bu mağduriyetin giderilmesini de 5 yıl sonraya ötelediğini, Müvekkilinin 15.10.2008-13.6.2009 tarihleri arasında görevde olduğunu bu süreç yönünden 5 yıllık denetim süresinin sözkonusu olmadığını, maaşının emsali astsubayların rütbe ve derece/kademeleri emsal alınarak tam ve eksiksiz ödenmesi gerektiğini belirterek, - 222 - Müvekkilinin emsali astsubaylar gibi - 30.08.2001’de Kademeli Bçvş.rütbesinde, 4 ncü derece 1 nci kademede; - 30.08.2002’de Kademeli Bçvş.rütbesinde, 4 ncü derece 2 nci kademede; - 30.08.2003’de Kademeli Bçvş.rütbesinde, 4 ncü derece 3 ncü kademede; - 30.08.2004’de Kademeli Kıdemli Bçvş.rütbesinde, 3 ncü derece 1 nci kademede; - 30.08.2005’de Kademeli Kıdemli Bçvş.rütbesinde, 3 ncü derece 2 nci kademede; - 30.08.2006’de Kademeli Kıdemli Bçvş.rütbesinde, 3 ncü derece 3 ncü kademede; - 30.08.2007’de II.Kademeli Kıdemli Bçvş.rütbesinde, 2 nci derece 1 nci kademede; - 20.08.2008’de II.Kademeli Kıdemli Bçvş.rütbesinde, 2 nci derece 2 nci kademede; olacak şekilde terfi etmiş gibi kabul edilerek emsali astsubaylar gibi işlem tesis edilmeme işleminin, bu tarihler esas alınarak rütbe terfii, derece ve kademe ilerlemesi işlemlerinin yapılmaması işleminin iptali ile ilgili olarak açmış bulunduğumuz davanın “mesele-i müstehire”, yani “ön mesele” kabul edilerek işbu davanın sonuçlanmasının beklenilmesine; Müvekkilinin; - 27 Haziran 2003-5 Ekim 2003 tarihleri arasında tutuklu, 26 Ocak 2004-15 Ekim 2008 tarihleri arasında ise açıkta, 15 Ekim 2009-13 Haziran 2009 tarihleri arasında görevde, kalmış bu tarihler itibariyle emsali astsubayın rütbe ve derecesine getirilmemiş, yargılama sonucu beklenilmiş ve bu nedenle de maaşını da eksik almış olduğundan; Eksik aldığı “maaş farkları”nın ödenmemesi işleminin, keza Ordu Yardımlaşma Kurumu’na ve TC.Emekli Sandığı Genel Müdürlüğüne de bu eksik maaş üzerinden “kurum karşılıkları” da doğal olarak “eksik” yatırılmış olduğundan, yine bu tarihler baz alınarak her iki kuruma yatırılacak “kurum karşılıklarının” yatırılmamış olması işleminin, Gerek maaş farklarına gerek kurumlara yatırılarak kurum karşılıklarına, anılan kurumlardaki biriken paranın emsalinden geri kalmaması için, yasal faiz yürütülmesi gerekirken, bu işlemin de yapılmaması işleminin işlemiş ve dava tarihinden itibaren işleyecek olan yasal faizleri ile birlikte yatırılmamasına ilişkin işlemin iptaline; şayet taleplerine 33 ncü maddenin yasal engel olduğu kabulü sözkonusu olacak olursa; TSK.m.33,f.2 son cümle olan “Bu şekilde yapılan terfi ve rütbe kıdemliliklerinde maaş farkı ödenmez” hükmü aleyhimize uygulanacak ise, işbu hükmün Anayasanın eşitlik, adil yargılanma, hiç kimsenin mahkeme - 223 - kararı olmaksızın parasal ve diğer özlük haklarından yoksun bırakılamayacağına, keza hukuk devleti ilkelerine açıkça aykırı olduğundan iptali gerektiğinden, bu iddianın “ciddi” bulunarak Anayasanın 152 nci maddesi uyarınca Anayasa Mahkemesine başvurulmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Dava dosyası ve davacının özlük dosyalarının incelenmesinden; 30.08.2002 tarihi itibariyle Kad. Bçvş. rütbesinde ve 4’üncü derecenin 1’inci kademesinde bulunan davacının, hakkında yürütülen bir soruşturma kapsamında 26.06.2003 tarihinde tutuklandığı, bilahare Van Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığının 22.09.2003 tarihli ve 2003/1425-630 E/K sayılı iddianamesi ile hakkında muhtelif suçlardan kamu davası açıldığı; 30.10.2003 tarihinde tahliye edilen davacının 926 sayılı Kanunun 65’inci maddesi uyarınca 26.01.2004 tarihinde açığa alındığı; açıkta iken yürütülen yargılamasının en son Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesinin 10.11.2008 tarihinde kesinleşen 11.09.2008 tarihli ve 2008/1287-876 sayılı kararı ile Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması (HAGB) kararı ile son bulduğu; 06.10.2008 tarihli onayla davacının açığının kaldırıldığı; bilahare İçişleri Bakanlığının 16.02.2009 tarihli ve 2009/02 sayılı kararı ile, davacının, özlük haklarının durmasına neden olan suçlar ile ilgili yargılamasının kesin hükümle (HAGB kararıyla) sonuçlandığı 10.11.2008 tarihinden geçerli Kd. Bçvş.luğa yükseltilmesine ve Kd. Bçvş.luk nasıp tarihinin 30.08.2005 tarihine götürülmesine, 30.08.2003 tarihinden geçerli olarak Kad. Bçvş. rütbesinde 4'üncü derecenin 2'nci kademesine, 30.08.2004 tarihinden geçerli olarak 4'üncü derecenin 3'üncü kademesine, 30.08.2005 tarihinden geçerli olarak Kd. Bçvş. rütbesinde 3'üncü derecenin 1’inci kademesine, 30.08.2006 tarihinden geçerli olarak 3'üncü derecenin 2'nci kademesine, 30.08.2007 tarihinden geçerli olarak 3'üncü derecenin 3'üncü kademesine yükseltildiği, davacının vekili aracılığıyla 9.7.2009 tarihli dilekçe ile idari müracaatta bulunarak hiç açıkta ve tutuklulukta kalmamış gibi emsalinin bulunduğu rütbe ve derece/kademeye yükseltilmesini ve özlük haklarının buna göre ödenmesini talep ettiği, davalı idarenin 21.8.2009 tarihli yazısıyla davacının ilişiği kesilmeden önce rütbe ve derece/kademe ilerlemesinin yapıldığı, açıkta ve tutuklulukta geçen sürelerde eksik ödenen maaş ve diğer özlük haklarının ancak denetim süresi sonunda verilecek düşme kararını müteakip ödenebileceğinin belirtildiği, bunun üzerine yasal süre içerisinde 26.10.2009 tarihinde kayda geçen dilekçe ile açılan dava ile ilgili olarak AYİM Daireler Kurulunun 5.11.2009 tarih ve E.2009/65, K.2009/70 sayılı kararı ile dava konusu işlemler hakkında ayrı ayrı dilekçelerle dava açılması gerektiği belirtilerek dilekçenin reddine karar verildiği, 25.11.2009 tarihinde kayda geçen yenileme dilekçesiyle işbu davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Davacı vekili, duruşma esnasında AYİM 1.Dairesinde görülen rütbe terfi davası ile bu dava arasında fiili ve hukuki irtibat bulunduğunu, her iki dava dosyasının birleştirilerek AYİM Daireler Kurulunda görülmesi - 224 - gerektiğini ileri sürmüş ise de, bu konuda 1602 sayılı AYİM Kanunun 26 ncı maddesi gereğince Daireler arası görev ve yetki uyuşmazlıklarının kesin olarak çözmeye yetkili organ olan Daireler Kurulunca verilmiş bir karar bulunması ve ayrıca AYİM 1 inci Dairesinde görülen E.2010/386 sayılı dosyanın 1.6.2010 tarihinde karara bağlanmış olması nedeniyle aşama itibariyle de dosyaların birleştirilme imkanı bulunmaması nedenleriyle davacı vekilinin bu talebi yerinde görülmemiştir. Dava konusu uyuşmazlık iki ayrı konuda odaklanmaktadır. Birincisi hakkındaki yargılama sonucunda hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen davacıya açıkta ve tutuklulukta geçirdiği sürelerde eksik ödenen özlük haklarının ne zaman ödeneceği sorunudur. Davacı vekili derhal ödenmesi gerektiğini iddia ederken davalı idare ise bu ödemelerin ancak denetim süresi sonunda verilecek düşme kararını müteakip yapılabileceğini savunmaktadır. Öncelikle bu husus açıklığa kavuşturulmalıdır. 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunun 65 nci maddesinde açığa alınanlara, açıkta kaldıkları sürece aylıklarının üçte ikisinin, tutuklulara ise yarısının ödeneceği ancak bu gibilerden haklarında kovuşturmaya yer olmadığına, muhakemenin menine, beraate, her ne sebeple olursa olsun kamu davasının düşmesine veya ortadan kaldırılmasına karar verilenlerin ödenmeyen veya noksan ödenen her türlü özlük haklarının ödeneceği hüküm altına alınmıştır. 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunun 231 nci maddesinde sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezası ise mahkemece hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebileceği, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının kurulan hükmün sanık hakkında bir hukuki sonuç doğurmamasını ifade ettiği, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi halinde sanığın beş yıl süreyle denetim süresine tabi tutulacağı, sanığa denetimli serbestlik tedbiri uygulanabileceği, denetim süresi içerisinde dava zamanaşımının duracağı, denetim süresi içerisinde kasten yeni bir suç işlenmediği, denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde açıklanması geri bırakılan hükmün ortadan kaldırılarak düşmesine karar verileceği belirtilmiştir. Davacı hakkında yapılan yargılama neticesinde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı, tutuklu ve açıklı bulunulan sürelerde eksik ödenen özlük haklarının ödenebilmesi için 926 sayılı Kanunun 65 nci maddesinde sayılan kararlar arasında gösterilmemiştir. - 225 - Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının niteliği irdelendiğinde; hükmün açıklanmasının geri bırakılması müessesesi, davayı ve cezayı ertelememekle birlikte, hükmün açıklanmasını erteleyen, 5 yıllık denetim süresi içinde kasten bir suç işlenmemesi ve denetimli serbestlik hükümlerine uygun davranılması (eğer mahkemece denetimli serbestlik tedbiri uygulanmış ise) halinde açıklanması geri bırakılan hükmün ortadan kaldırılarak davanın düşmesine karar verilmesini; denetim süresi içerisinde kasıtlı yeni bir suç işlenmesi veya (eğer mahkemece hükmedildiyse) denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranılması halinde ise hükmün açıklanmasını sağlayan yeni bir müessesedir. 5271 sayılı kanunun hükmün açıklanmasının geri bırakılması müessesesinin düzenlendiği 231 nci maddesinde geçen “kurulan hükmün sanık hakkında bir hukuki sonuç doğurmamasını ifade eder” şeklindeki ifadenin bu kararın ilgili hakkında 5271 sayılı kanunun 223 ncü maddesinde belirtilen mahkumiyet, beraat veya davanın düşmesi, güvenlik tedbirine hükmedilmesi gibi bir karar olarak yorumlanmaması anlamında değerlendirilmesi gerekir. Bu itibarla; hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı, yukarıda açıklanan niteliği itibariyle 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununun 65 nci maddesinde sayılan kararlar (kovuşturmaya yer olmadığına, muhakemenin menine, beraate, her ne sebeple olursa olsun kamu davasının düşmesine veya ortadan kaldırılmasına dair kararlar) kapsamında değerlendirilemeyeceği, zira ceza mahkemesince belirlenen 5 yıllık denetim süresi içerisinde eğer davacı kasten yeni bir suç işler ise ceza mahkemesince, daha önce hükmolunan ceza ile ilgili hükmün açıklanacağı, dolayısıyla bu hükmün beraat veya düşme gibi değerlendirilemeyeceği, davacının tutuklu bulunduğu sürelerde eksik aldığı özlük haklarının, ancak 5 yıllık denetim süresi içerisinde kasıtlı yeni bir suç işlemediği takdirde açıklanması geri bırakılan hükmün ortadan kaldırılarak ceza mahkemesince davanın düşmesine karar verilmesi halinde 926 sayılı Kanunun 65 nci maddesi kapsamında davacıya ödenebileceği, bu nedenle; açıkta geçen sürelerde maaştan yapılan kesintilerin ödenmemesi yönünde tesis edilen dava konusu işlemin hukuka ve mevzuata uyarlı olduğu sonucuna varılmıştır. Yukarıda açıklandığı üzere davacıya açıkta ve tutuklulukta geçen sürelere ilişkin eksik ödenen özlük haklarının ancak denetim süresi sonunda ödenmesi mümkün olduğundan, ileride davacıya ödenip ödenmeyeceği dahi şu aşamada belirsiz olan özlük hakları farklarının hangi rütbe ve derece/kademe esas alınarak ödenmesi gerektiği hususunun ve Anayasaya aykırılık iddiasının irdelenmesine gerek görülmemiştir. Davacı vekilinin diğer talebi ise davacının açığının kaldırıldığı 15.10.2008 tarihinden ilişiğinin kesildiği 14.6.2009 tarihine kadar eksik - 226 - ödenen özlük haklarının yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemidir. Davacı vekili müvekkilinin hiç tutuklu kalmamış ve açığa alınmamış gibi işlem görerek emsalinin rütbesine yükseltilmesini ve özlük haklarının da buna göre ödenmesini talep etmiş ise de, davacının hangi rütbe ve derece/kademeye yükseltilmesi gerektiği hususundaki uyuşmazlığın AYİM 1.D.nin 1.6.2010 tarih ve E.2010/386, K.2010/609 sayılı kararı ile karara bağlandığı, bu karardan da anlaşıldığı üzere davalı idarenin davacı hakkında tesis ettiği rütbe terfi ve derece/kademe ilerlemesi işleminin hukuka uygun olduğu, dolayısıyla davacı vekilinin ileri sürdüğü rütbe ve derece/kademe üzerinden özlük haklarının ödenmemesinde hukuka aykırılık bulunmadığı sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır. Yukarıda açıklanan nedenlerle; Yasal dayanaktan yoksun davanın REDDİNE, 10 HAZİRAN 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM.3.D., 10.06.2010; E. 2010/675, K. 2010/750) 5. UZMAN ERBAŞ SAĞLIK YARDIMI -42ÖZETİ: Davacının uzman erbaş sözleşmesinin sıhhi sebeplerden dolayı feshedilmiş olması ve sözleşme feshine neden olan sıhhi arızanın tedavisine devam edildiğinin anlaşılması nedeniyle sağlık yardımının ödenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Davacı vekili 09.11.2009 tarihinde AYİM’de kayda geçen dava dilekçesi ile 04.01.2010 tarihinde kayda geçen cevap dilekçesinde özetle; müvekkilinin 08.11.1994 tarihinde göreve başladığını, Ağrı Asker Hastanesinin 08.08.2001 tarihli raporu ile HbsAG Pozitifliği tespit edilmesi üzerine 18.10.2001 tarihinde sözleşmesinin feshedildiğini , Ankara Asker Hastanesinin 23.01.2009 tarihli raporu ile davacıya “52/A, F-3, hastanın HBSAG Pozitifliğinin 2001 yılından itibaren devam ettiği saptandı" teşhisi konulduğunu, buna istinaden sağlık yardımı yapılması için yaptıkları müracaata müspet yada menfi yönde cevap verilmediğini belirterek, bu nedenle taleplerinin reddine dair zımni kararın iptaline ve 5085 sayılı Kanunun geçici 1 inci maddesine göre sağlık yardımı yapılmasına karar verilmesini talep ve dava etmektedir. Dava dosyasının incelenmesinden; davacının 08.11.1994 tarihinde sözleşmeli uzman erbaş olarak göreve başladığı, biten sözleşmesini - 227 - yenilemek maksadı ile sevk edildiği Ağrı 12.Mknz.P.Tug.K.lığı 200 Yataklı Asker Hastanesi Baştabipliğinden uzman erbaş olabileceğine ilişkin rapor alamaması nedeniyle sözleşmesinin 18.10.2001 tarihinde feshedildiği, davacının askerlik şubesi kanalıyla 01.03.2002 tarihinde Mareşal Çakmak Hastanesine müracaat ederek tahlillerini yaptırmasında rağmen işlemlerini tamamlatmadığından sonuç raporunun tanzim edilemediği, bilahare davacının vekili aracılığıyla KKK’lığına 01.11.2007 tarihinde başvuruda bulunarak sağlık yardımı yapılmasını talep ettikleri, cevaben yazılan yazıda "sıhhi arızalarının devam ettiğini belgelemesi halinde" sağlık yardımından yararlanabileceğinin bildirildiği, Ankara Askerlik Dairesine hastalığının devam ettiğini gösterir rapor alabilmek için askeri hastaneye sevk almak amacıyla yaptıkları müracaatın reddedilmesi üzerine Askeri Yüksek İdare Mahkemesine dava açtıkları, AYİM 3.D.nin 18.12.2008/692-1351 E.-K. sayılı hükmü ile işlemin iptaline karar verildiği, karar üzerine hastaneye sevk edilen davacı hakkında Ankara Asker Hastanesinin 23.01.2009 tarihli raporu ile “52/A, F-3, hastanın HBSAG Pozitifliğinin 2001 yılından itibaren devam ettiği saptandı" kararı verildiği, rahatsızlığının devam ettiğinin rapor ile tespit edilmesi üzerine davacı vekili tarafından sağlık yardımı yapılması talebiyle 03.09.2009 tarihinde başvuru yapıldığı, yasal süre içerisinde herhangi bir işlem yapılmaması üzerine bu davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Konu ile ilgili yasal düzenleme incelendiğinde, 3269 sayılı Uzman Erbaş Kanununun 10.02.2004 tarih ve 5085 sayılı Kanunla eklenen 10 ncu maddesinin son fıkrası şu şekildedir: ” (Değişik fıkra: 11/06/2008-5768 S.K./4.mad.) Sözleşmeleri sağlık nedeniyle sona erenlerden; sözleşmelerinin sona ermesine neden olan sıhhî arızalarının tedavisine devam edilenlere, sözleşme sona erme tarihinden başlamak şartıyla on iki ayı geçmemek üzere tedavi süresince, görevdeki emsallerinin almış oldukları net maaşların (27/6/1989 tarihli ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 28 inci Maddesinde belirtilen ek tazminatlar ile 14/7/1964 tarihli ve 500 sayılı Kanuna göre ödenen tazminat ve yabancı dil tazminatı hariç) 2/3'ü her ay sağlık yardımı olarak kurumlarınca ödenir. Bu ödemeden hiçbir kesinti yapılmaz. Ödemeye ilişkin usul ve esaslar yönetmelikle düzenlenir. Ancak, sözleşme sona erme tarihinden itibaren on iki ay içerisinde sözleşmenin sona ermesine neden olan sıhhî arızasından dolayı, 5434 sayılı Kanuna göre malûllük aylığına hak kazananlara, hak kazandıkları tarihten itibaren söz konusu yardım kesilir.” 3269 Sayılı Uzman Erbaş Kanununa sağlık yardımı ile ilgili eklenmeyi yapan 5085 Sayılı Kanunun 17.02.2004 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmesi sebebiyle, bu tarihten önce sözleşmeleri sağlık nedeniyle feshedilen uzman erbaşların da bu haktan istifade etmelerine yönelik olarak düzenlenen 5085 Sayılı Kanunun Geçici 1 inci Maddesi ise; “Bu Kanunun yürürlüğe konulduğu tarihten önce, sözleşmesi sağlık nedeniyle feshedilip de, 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununa göre malûllük aylığına hak kazanamayan uzman - 228 - erbaşlardan sözleşmenin feshine neden olan sıhhî arızalarının tedavisine halen devam edilenlere, bu Kanunun yürürlüğe konulduğu tarihi takip eden aybaşından itibaren oniki ayı geçmemek üzere tedavi sürelerinin sonuna kadar görevdeki emsallerinin almış oldukları net maaşların (375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 28 inci maddesinde belirtilen ek tazminatlar ile 500 sayılı Kanuna göre ödenen tazminat ve lojman tazminatı ile yabancı dil tazminatı hariç) 2/3'ü, her ay sağlık yardımı olarak kurumlarınca ödenir. Bu ödemeden hiçbir kesinti yapılmaz. “ şeklinde düzenlenmiştir. Gerek davalı idarenin savunmalarında, gerekse Başsavcılık düşüncesinde, 1 yıllık hak düşürücü sürenin geçirilmesinden sonra idari müracaatın yapıldığı ve süre aşımının bulunduğunun belirtilmesi karşısında bu husus öncelikle incelenmiştir. Sağlık yardımı ile ilgili davacının durumuna ilişkin Geçici Madde 1’de herhangi bir müracaat süresinin öngörülmemesi, bu madde içeriğindeki “Kanunun yürürlüğe konulduğu tarihi takip eden aybaşından itibaren on iki ayı geçmemek üzere…” şeklindeki düzenlemenin ise müracaat dönemine ilişkin bir tespit olmayıp, sağlık yardımının tedavi süresince yapılabileceği azami döneme ilişkin bir tespit olması karşısında, yapılan müracaatı müteakip, idarenin sükutu üzerine açılan davada süre aşımının bulunmadığı değerlendirilmektedir. Mevzuat hükümlerine göre, uzman erbaşlara sağlık yardımı yapılabilmesi için; sözleşmesinin sıhhi sebeplerden dolayı feshedilmiş olması ve sözleşme feshine neden olan sıhhi arızanın tedavisine devam edilmesi şartlarının bir arada gerçekleşmesi gerekmektedir. 5434 Sayılı Emekli Sandığı Kanunu hükümlerine göre malullük aylığı bağlanıncaya kadar ve on iki ayı geçmemek üzere bu ödeme yapılacaktır. Yapılan incelemede, Ağrı 200 Yataklı Asker Hastanesinin 24.08.2001 tarihli raporu ile davacının sarılık rahatsızlığının tespiti üzerine, 18.10.2001 tarihinde sözleşmesinin sağlık nedeniyle fesh edildiği, öte yandan Ankara Asker Hastanesinin 23.01.2009 tarihli raporu ile “Hepatit B virüs infeksiyonu” tanı ve “Hastanın HBSAG pozitifliğinin 2001 yılından beri devam ettiği saptandı.” kararı verildiği, keza Dairemizin 01.04.2010 tarihli ara kararına gelen 26.05.2010 tarihli cevabi yazıdan davacıya maluliyet aylığı bağlanmadığı anlaşılmıştır. Buna göre; davacıya sağlık yardımı yapılması için tüm yasal koşulların gerçekleştiği, olumsuz işlemin ise hukuka aykırı olduğu sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır. Yukarıda açıklanan sebeplerle; Davacıya sağlık yardımı ödenmemesi işleminin İPTALİNE, 03 HAZİRAN 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM.3.D., 03.06.2010; E. 2010/1376, K. 2010/723) - 229 - DEVLET MEMURLARI KANUNUNDAN DOĞAN İŞLEMLER 1. ATAMA -43ÖZETİ: İdarenin ihtiyaç duyulan alanlarda ve temininde güçlük çekilen personel yönünden, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 68/B maddesi uyarınca 1,2,3,4 ncü derecelerdeki kadrolara kazanılmış hak sayılmamak kaydıyla, süre kaydı aranmaksızın daha alt derecelerde bulunan personelden atama yapması hukuka uyarlıdır. Davacı vekili, 10.05.2010 tarihinde kayda giren dava dilekçesinde özetle; davacının sivil memur olarak 14 yıllık fiili hizmetinin bulunduğunu, 2008 yılında Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesinden mezun olarak lisans diploması aldığını, yasada aranan diğer şartları da taşıması nedeniyle sıralı sicil üstleri tarafından 2010 yılında 657 sayılı Kanunun 68/B maddesi kapsamında bir derece yükseltilmesinin uygun görüldüğünü, bu yöndeki teklifin davalı idare tarafından oluşturulan komisyonun 24.03.2010 tarih ve 2 sayılı kararı ile uygun bulunmadığını, bu suretle davacının 657 sayılı Kanunun 68/B maddesinde yer alan bir üst dereceye yükselme imkanından mahrum kaldığını oysa ki davacının bu hususta yasada aranan tüm şartları taşıdığını, bu itibarla davalı idare tarafından davacının bir üst dereceye yükseltilmemesi işleminin hukuka aykırı olduğunu ileri sürerek işlemin iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Dava dosyasının incelenmesinden; 1996 tarihinde davalı idare bünyesinde VHKİ sivil memur olarak memuriyete başlayan halen bu ünvanda çalışmaya devam eden davacının 2008 yılında Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesinden mezun olarak lisans diploması olduğu, sıralı sicil üstleri tarafından yapılan 2010 yılında 657 sayılı Kanunun 68/B maddesi kapsamında bir üst dereceye yükseltilmesi hususundaki teklifin, MSB bünyesinde oluşturulan komisyon tarafından 24.03.2010 gün ve 2 sayılı karar ile kabul edilmemesi üzerine işbu davanın açıldığı anlaşılmıştır. 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunun Derece Yükselmesinin Usul Ve Şartları başlığını taşıyan 68’nci maddesinde “(Değişik madde: 12/02/1982 2595/5 md.) A) Derece yükselmesi yapılabilmesi için: a) (Değişik alt bent: 26/06/1984 - KHK 241/4 md.) Üst dereceden boş bir kadronun bulunması, - 230 - b) Derecesi içinde en az 3 yıl ve bu derecenin 3 üncü kademesinde 1 yıl bulunmuş, c) Kadronun tahsis edildiği görev için öngörülen nitelikleri elde etmiş, d) Sicil bakımından üst dereceleri yükselebilecek nitelikte bulunduğunun saptanmış, olması şarttır. B) (Değişik bent: 04/05/1984 - KHK 199/1 md.) Eğitim ve öğretim hizmetleri sınıfı hariç, sınıfların 1, 2, 3 ve 4 üncü derecelerindeki kadrolarına, derece yükselmesindeki süre kaydı aranmaksızın, atanmasındaki usule göre daha aşağıdaki derecelerden atama yapılabilir. Ancak, bu şekilde bir atamanın yapılabilmesi için ilgilinin; a. 1 inci dereceli görevlerden ek göstergesi 650(5300) ve daha yukarıda olanlar için en az 12 yıl, b. 1 ve 2 nci derece görevlerden ek göstergesi 650(5300)'den az olanlar için en az 10 yıl, c. 3 ve 4 üncü dereceli görevler için en az 8 yıl, (Ek fıkra: 26/08/1993 - KHK - 501/1 md.; İptal Anayasa Mahkemesinin 06/10/1993 tarihli ve E.1993/32, K.1993/32 sayılı kararı ile) (Değişik fıkra: 27/06/1989 - KHK - 375/7 md.) 08/06/1984 tarih ve 217 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 2 nci maddesi kapsamına dahil kurumlarda fiilen çalışmış olması ve yüksek öğrenim görmüş bulunması şarttır. Ancak dört yıldan daha az süreli yüksek öğrenim görenler için yukarıdaki sürelere ikişer yıl ilave edilir. Yasama Organı Üyeliğinde, Kanunlarla kurulan fonlarda, muvazzaf askerlikte ve okul devresi dahil yedek subaylıkta ve uluslararası kuruluşlarda geçen sürelerin tamamı ile yüksek öğrenim gördükten sonra özel kurumlarda veya serbest olarak çalıştıkları sürenin 6 yılı geçmemek üzere 3/4'ü yukarıdaki sürelerin hesabında dikkate alınır. Bu bent hükümlerine göre atananlar atandıkları kadronun aylık (Ek gösterge dahil) ve diğer haklarından yararlanırlar. Bu suretle üst dereceye atananların bu kadrolarda geçirdikleri her yıl kademe ilerlemesi ve her "3" yıl derece yükselmesi sayılmak suretiyle kazanılmış hak ve emeklilik keseneğine esas aylık derecelerinin yükselmesinde gözönüne alınır. Ancak atandıkları kadro aylıkları, başka görevlere atanma halinde kazanılmış hak sayılmaz.” şeklinde bir düzenleme yer almaktadır. Bu düzenleme incelendiğinde, maddenin (B) bendinde, daha alt derecelerden üst derecelere yükseltme hususunda “…atama yapılabilir” denmek suretiyle davalı idareye takdir hakkı tanındığı görülmektedir. Davalı idare tarafından yürürlüğe konulan MSY 52-10 Türk Silahlı Kuvvetlerinde Görevli Devlet Memurları Hakkında 657 sayılı Devlet Memurları Kanunun 68/B Maddesinin Uygulanmasına İlişkin Yönergenin 2’nci Bölümünde yer alan uygulama esaslarını belirleyen 4’ncü maddesinde derece - 231 - yükseltilmesinden yararlandırılacak devlet memurlarını belirlenmesine yönelik kriterler belirlenmiştir. Yönergenin anılan maddesinin (a) bendinde “657 sayılı Devlet Memurları Kanunun 68’nci madde (B) fıkrası, devlet memurlarının görevde iken kurum yararına yapmış oldukları üstün başarı ve hizmetlerinin derece terfi yapılmak suretiyle değerlendirilmesine olanak sağlamıştır. Derece yükseltilmesi yapılabilmesi için üst dereceden boş fiili kadronun bulunması dikkate alınarak teklif edilecek devlet memurunda öncelikle; 1. Görevinin, bağlı olduğu Milli Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı ve Kuvvet Komutanlığı çapında, kapsamlı ve etkin olması, 2. Görevinin hukuki, mali, teknik veya idari sorumluluk içermesi, 3. Görevinde temayüz etmiş olması, 4.2 yıl veya daha fazla süreli yüksekokul veya fakülte mezunu olması 5. Son sicil notunun olumlu ve son 6 yıllık sicil notu ortalamasının 95 ve üzerinde olması 6. Uyarma, kınama, aylıktan kesme cezaları hariç diğer disiplin cezalarını almamış olması ve taksirli suçlar hariç paraya çevrilmiş veya tecil edilmiş olsa bile mahkumiyeti bulunmaması şartları aranı” hükmüne yer verilmiştir. Davalı idarenin davanın esasına ilişkin savunması içeriğinden, davacının derece yükseltilmesinden yararlandırılmamasının, yaptığı görevin etkili ve kapsamlı bir görev olarak kabul edilmemiş olması hukuki sebebine dayandırıldığı anlaşılmaktadır. Yukarıda belirtildiği gibi, devlet memurlarının üst dereceye yükseltilmeleri hususunda davalı idareye bir takdir hakkı tanınmış olmakla beraber, bu takdir hakkının objektif ve hukuka uygun şekilde kullanılması gerekmektedir. Davalı idarenin bunu sağlamak amacıyla takdir hakkını kullanırken uyacağı esasları yönetmelik veya yönerge hükümleri ile önceden belirlemesi ise bu gerekliliği temine yönelik bir yükümlülüktür. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 68/B maddesi ile idareye 1,2,3,4 ncü derecelerdeki kadrolara kazanılmış hak sayılmamak kaydıyla süre kaydı aranmaksızın daha alt derecelerde bulunan personelden atama yapabilme imkanı tanındığı, bu durumun gerel kural değil, istisnai bir durum olduğu, idarenin kanunda yazılı şartları taşıyan herkesi bu imkandan yararlandırma zorunluluğu bulunmadığı ancak ihtiyaç duyulan alanlarda ve temininde güçlük çekilen personel yönünden bu imkanın kullanmasında hukuka aykırılık bulunmadığı, idarenin bu kadrolara atama yapabilmesi için kanunda yazılı kısıtlamalar dışında geniş bir takdir yetkisinin bulunduğu, idarenin bu takdir yetkisini kullanırken kendisini sınırlayacak genel ve objektif kurallar içeren düzenleyici işlemlerde bulunmasının (Yönetmelik ve yönerge gibi) hukuka aykırılık teşkil etmediği gibi hukuka bağlı devlet ilkesinin gereği olduğu, somut olayda da davalı idarenin 657 sayılı Kanun’un 68/B maddesinden yararlanmak için başvuran 631 personelden yönergedeki - 232 - şartları taşıyan 260 tanesini bu haktan yararlandırmasında hukuka aykırılık bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır. Açıklanan nedenlerle ; Yasal dayanaktan yoksun DAVANIN REDDİNE, 22 EYLÜL 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM 2.D., 22.09.2010; E. 2010/670,K. 2010/1023) -44ÖZETİ: 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 68/B maddesi genel kural değil, istisnai bir durum olup, idarenin kanunda yazılı şartları taşıyan herkesi bu imkandan yararlandırma zorunluluğu bulunmadığı, davalı idarenin başvuran adayların durumunu inceleyerek ihtiyaç duyduğu alanlarda temininde güçlük çekilen personel yönünden bu imkanı kullanarak personelin motivasyonunu artırmak amacıyla uygun gördüğü personeli bu imkandan yararlandırmasının hukuka uyarlı olduğu. Davacı, 18.06.2010 tarihinde AYİM’de kayda geçen dava dilekçesinde ve cevaba cevap dilekçesinde özetle; Genelkurmay Strateji Daire Başkanlığı Avrupa Güvenlik Şube Müdürlüğünde AB Uzmanı olarak görev yapmakta iken 21 Nisan 2009 tarihinde istisnai memurluğa tefrik edildiğini, Genelkurmay Merkez Daire Başkanlığına, Devlet Memurları Kanunun 68/B maddesi kapsamında derece yükselmesi yapılması için, Gnkur.Bşk.lığının 30 Haziran 2009 tarihli, Gn.P.P.1490-4-58941-09/ SEK(5700-2718) sayılı yazısı ile teklifte bulunulduğunu, ancak Gnkur.Bşk.lığının 13 Nisan 2010 tarihli, PER:1490-1062-10/Mrk.D.Svl.Me.ve İşçi Ş. sayılı onayında İstisnai Memur Değerlendirme Kurulunun kararı gereğince bir üst dereceye yükseltilmediğinin bildirildiğini, yaptığı başvuru üzerine Gnkur.Mrk.D.Bşk.Iığınca, İstisnai memurlara 68/B kapsamında derece yükselmesinin yapılamayacağının bildirildiğini belirterek, söz konusu işlemin iptaline karar verilmesini talep ve dava etmektedir. Dava dosyasının incelenmesinden; Gnkur.Strateji Daire Başkanlığı Avrupa Güvenlik Şube Müdürlüğünde AB Uzmanı olarak görev yapan davacının, 21.04.2009 tarihinde istisnai memurluğa ayrıldığı, Genelkurmay Plan Prensipler Başkanlığının Gn.P.P.1490-4-58941-09/SEK(5700-2718) sayılı yazısıyla 657 sayılı Devlet Memurları Kanunun 68/B maddesine göre - 233 - derece yükseltilmesi yapılabilmesi için Genelkurmay Merkez Daire Başkanlığına teklifte bulunulduğu, Genelkurmay Başkanlığının 13 Nisan 2010 tarihli ve PER.:1490-1062-10/Mrk.D.Svl.Me.ve İşçi Şb. Sayılı yazısıyla bir üst dereceye yükseltilmediği hususunun bildirildiği, 28.04.2010 tarihli dilekçeyle idari müracaatta bulunarak 657 sayılı Kanununun 68/B maddesine göre bir üst dereceye yükseltilmesini yeniden talep ettiği bu talebine idarenin 06.05.2010 tarihili yazısıyla menfi cevap verilmesi üzerine iş bu davanın açıldığı anlaşılmıştır. 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunun Derece Yükselmesinin Usul Ve Şartları başlığını taşıyan 68’nci maddesinde “(Değişik madde: 12/02/1982 2595/5 md.) A) Derece yükselmesi yapılabilmesi için: a) (Değişik alt bent: 26/06/1984 - KHK 241/4 md.) Üst dereceden boş bir kadronun bulunması, b) Derecesi içinde en az 3 yıl ve bu derecenin 3 üncü kademesinde 1 yıl bulunmuş, c) Kadronun tahsis edildiği görev için öngörülen nitelikleri elde etmiş, d) Sicil bakımından üst dereceleri bulunduğunun saptanmış, olması şarttır. yükselebilecek nitelikte B) (Değişik bent: 04/05/1984 - KHK 199/1 md.) Eğitim ve öğretim hizmetleri sınıfı hariç, sınıfların 1, 2, 3 ve 4 üncü derecelerindeki kadrolarına, derece yükselmesindeki süre kaydı aranmaksızın, atanmasındaki usule göre daha aşağıdaki derecelerden atama yapılabilir. Ancak, bu şekilde bir atamanın yapılabilmesi için ilgilinin; a. 1 inci dereceli görevlerden ek göstergesi 650(5300) yukarıda olanlar için en az 12 yıl, ve daha b. 1 ve 2 nci derece görevlerden ek göstergesi 650(5300)'den az olanlar için en az 10 yıl, c. 3 ve 4 üncü dereceli görevler için en az 8 yıl, (Ek fıkra: 26/08/1993 - KHK - 501/1 md.; İptal Anayasa Mahkemesinin 06/10/1993 tarihli ve E.1993/32, K.1993/32 sayılı kararı ile) (Değişik fıkra: 27/06/1989 - KHK - 375/7 md.) 08/06/1984 tarih ve 217 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 2 nci maddesi kapsamına dahil kurumlarda fiilen çalışmış olması ve yüksek öğrenim görmüş bulunması şarttır. Ancak dört yıldan daha az süreli yüksek öğrenim görenler için yukarıdaki sürelere ikişer yıl ilave edilir. Yasama Organı Üyeliğinde, Kanunlarla kurulan fonlarda, muvazzaf askerlikte ve okul devresi dahil - 234 - yedek subaylıkta ve uluslararası kuruluşlarda geçen sürelerin tamamı ile yüksek öğrenim gördükten sonra özel kurumlarda veya serbest olarak çalıştıkları sürenin 6 yılı geçmemek üzere 3/4'ü yukarıdaki sürelerin hesabında dikkate alınır. Bu bent hükümlerine göre atananlar atandıkları kadronun aylık (Ek gösterge dahil) ve diğer haklarından yararlanırlar. Bu suretle üst dereceye atananların bu kadrolarda geçirdikleri her yıl kademe ilerlemesi ve her "3" yıl derece yükselmesi sayılmak suretiyle kazanılmış hak ve emeklilik keseneğine esas aylık derecelerinin yükselmesinde göz önüne alınır. Ancak atandıkları kadro aylıkları, başka görevlere atanma halinde kazanılmış hak sayılmaz.” şeklinde bir düzenleme yer almaktadır. Davalı idare tarafından yürürlüğe konulan MSY 52-10 Türk Silahlı Kuvvetlerinde Görevli Devlet Memurları Hakkında 657 sayılı Devlet Memurları Kanunun 68/B Maddesinin Uygulanmasına İlişkin Yönergenin 2’nci Bölümünde yer alan uygulama esaslarını belirleyen 4’ncü maddesinde derece yükseltilmesinden yararlandırılacak devlet memurlarının belirlenmesine yönelik kriterler belirlenmiştir. Yönergenin anılan maddesinin (a) bendinde “657 sayılı Devlet Memurları Kanunun 68’nci madde (B) fıkrası, devlet memurlarının görevde iken kurum yararına yapmış oldukları üstün başarı ve hizmetlerinin derece terfi yapılmak suretiyle değerlendirilmesine olanak sağlamıştır. Derece yükseltilmesi yapılabilmesi için üst dereceden boş fiili kadronun bulunması dikkate alınarak teklif edilecek devlet memurunda öncelikle; 1. Görevinin, bağlı olduğu Milli Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı ve Kuvvet Komutanlığı çapında, kapsamlı ve etkin olması, 2. Görevinin hukuki, mali, teknik veya idari sorumluluk içermesi, 3. Görevinde temayüz etmiş olması, 4.2 yıl veya daha fazla süreli yüksekokul veya fakülte mezunu olması 5. Son sicil notunun olumlu ve son 6 yıllık sicil notu ortalamasının 95 ve üzerinde olması, 6. Uyarma, kınama, aylıktan kesme cezaları hariç diğer disiplin cezalarını almamış olması ve taksirli suçlar hariç paraya çevrilmiş veya tecil edilmiş olsa bile mahkumiyeti bulunmaması şartları aranır” hükmüne yer verilmiştir. Ancak, bu düzenlemeler incelendiğinde, maddenin (B) bendinde, daha alt derecelerden üst derecelere yükseltme hususunda “…atama yapılabilir” denmek suretiyle davalı idareye takdir hakkı tanındığı görülmektedir. Bu takdir hakkının objektif ve hukuka uygun şekilde kullanılması gerekmektedir. - 235 - 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 68/B maddesi ile idareye 1,2,3,4 ncü derecelerdeki kadrolara kazanılmış hak sayılmamak kaydıyla süre kaydı aranmaksızın daha alt derecelerde bulunan personelden atama yapabilme imkanı tanınmıştır. Bu durumun genel kural değil, istisnai bir durum olup, idarenin kanunda yazılı şartları taşıyan herkesi bu imkandan yararlandırma zorunluluğu bulunmamaktadır. İdarenin bu kadrolara atama yapabilmesi için kanunda yazılı kısıtlamalar dışında geniş bir takdir yetkisi bulunmaktadır. Davalı idare başvuran adayların durumunu inceleyerek ihtiyaç duyduğu alanlarda temininde güçlük çekilen personel yönünden bu imkanı kullanarak personelin motivasyonunu artırmak amacıyla uygun gördüğü personeli bu imkandan yararlandırılabilecektir. Somut olayda da davalı idarenin 657 sayılı Kanun’un 68/B maddesinden yararlanmak için başvuran diğer adaylarla birlikte davacının bu talebini değerlendirerek reddetmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı davacının istisnai memur statüsünde olmasının Kanun’un 68/B maddesinden mutlaka yararlanmasına gerekçe teşkil etmediği sonuç ve kanaatine varılmıştır. Açıklanan nedenlerle; Yasal dayanaktan yoksun DAVANIN REDDİNE, 08 ARALIK 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM.2.D., 08.12.2010; E. 2010/834, K. 2010/1347) -45ÖZETİ: Davacının halen görev yaptığı kadroya müracaat ettiği tarihte bu göreve başlaması halinde eşiyle ayrı yaşayacağını bildiği halde göreve müracaat ettiği ve göreve başladıktan sonra da Ankara Garnizonuna atanmayı talep ettiği görülmekle, garnizonda zorunlu hizmet süresinin de tamamlamadığı dikkate alındığında, Ankara iline atanma talebinin kabul edilmemesi işleminde hukuka ve mevzuata aykırılık görülmemiştir. Davacı, 31.05.2010 tarihinde AYİM’de kayda geçen dava dilekçesinde özetle; 13 üncü İkmal Merkezi Komutanlığı (Afyonkarahisar) emrinde sivil memur (kimya mühendisi) kadrosunda görev yaptığını, eşi Sinan KARAPINAR’ın ise Ankara Sanayi Odası 1inci Organize Sanayi Bölge Müdürlüğünde elektrik saha mühendisi kadrosunda görev aldığını, eşi ile farklı illerde görev almaları nedeniyle aile birliğinin sağlanması maksadıyla 25.02.2010 tarihinde Ankara ili sınırları dahilinde bir kadroya - 236 - atama isteğinde bulunduğunu ve atama isteğinin reddedildiğini, idarenin Anayasa’nın 41 inci maddesi uyarınca kendi bünyesinde görevli personele yönelik iş birleştirme işlemlerinin yürütme hususundaki yükümlülüğün olduğunu beyan ederek atama isteğinin reddine ilişkin işlemin iptalini talep ve dava etmiştir. Dava dosyasında bulunan bilgi ve belgelerin incelenmesinden; davacının eşinin 03.11.2003 tarihinden itibaren Ankara’da çalıştığı, davacının 11.11.2006 tarihinde evlendikten sonra 21.11.2008 tarihinde göreve başladığı, eşinin görev yaptığı Organize Sanayi Odası 1 nci Organize Bölge Müdürlüğü Ankara iline atanması için eş durumundan tayin isteğinde bulunduğu; bu isteğinin 12.04.2010 günlü cevabi yazı ile reddedilmesi sonrasında atanma talebinin reddedilmesi işleminin iptali istemi ile AYİM’de işbu davayı açtığı anlaşılmıştır. 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 72 nci maddesi; “Kurumlarda yer değiştirme suretiyle atanmalar; hizmetlerin gereklerine, özelliklerine, Türkiye'nin ekonomik, sosyal, kültürel ve ulaşım şartları yönünden benzerlik ve yakınlık gösteren iller gruplandırılarak tespit edilen bölgeler arasında adil ve dengeli bir sistem içinde yapılır. (Değişik fıkra: 09/04/1990 - KHK - 418/5 md.; İptal: Anayasa Mahkemesi'nin 05/02/1992 tarih ve E.1990/22, K.1992/6 Sayılı Kararı ile; Yeniden düzenlenen fıkra: 18/05/1994 - KHK/ 527/5 md.) Yeniden veya yer değiştirme suretiyle yapılacak atamalarda; aile birimini muhafaza etmek bakımından kurumlar arasında gerekli koordinasyon sağlanarak memur olan diğer eşin de isteği halinde ataması, atamaya tabi tutulan memurun atandığı yere 74 ve 76 ncı maddelerde belirtilen esaslar çerçevesinde yapılır. Yer değiştirme suretiyle atanmaya tabi memurun atandığı yerde eşinin atanacağı teşkilatın bulunmaması ya da teşkilatı olmakla birlikte niteliğine uygun münhal bir görev bulunmaması ve ilgilinin de talebi halinde, bu personele eşinin görev süresi ile sınırlı olmak üzere aşağıdaki şartlarda izin verilebilir. (Ek fıkra: 09/04/1990 - KHK - 418/5 md.; İptal: Anayasa Mahkemesi'nin 05/02/1992 tarih ve E.1990/22, K.1992/6 Sayılı Kararı ile; Yeniden düzenlenen fıkra: 18/05/1994 - KHK/ 527/5 md.) Bu suretle izin verilenlere, aylık ve diğer ödemelerine karşılık olarak, aylık (taban ve kıdem aylığı dahil), ek gösterge, zam ve tazminatlarının kanuni kesintiler düşüldükten sonraki net miktarının, eşleri; a) Olağanüstü Hal Bölgesine dahil illerle bu illere mücavir olarak belirlenen illerde görevli olanlara %60'ı, b) Kalkınmada 1 inci derecede öncelikli yörelerde görevli olanlara %50'si, c) Kalkınmada 2 nci derecede öncelikli yörelerde görevli olanlara %25'i, kurumlarınca kadro tasarrufundan ödenir. Eşleri diğer yörelerde görevli olanlar ise ücretsiz izinli sayılır. - 237 - (Ek fıkra: 09/04/1990 - KHK - 418/5 md.; İptal: Anayasa Mahkemesi'nin 05/02/1992 tarih ve E.1990/22, K.1992/6 Sayılı Kararı ile; yeniden düzenleme: 18/05/1994-KHK/ 527/5 md.) Yukarıda sayılanların kadroları eşlerinin görevlendirme süresiyle sınırlı olarak saklı tutulur. Ancak, bu süre memuriyet boyunca 4 yılı hiç bir surette geçemez. Bunların kademe ilerlemesi; emeklilik ve diğer bütün hakları ve yükümlülükleri devam eder. Ancak ücretsiz izin verilenlerin bu sürelerinin emeklilikten sayılabilmesi için kesenek ve kurum karşılıklarının her ay kendileri tarafından T.C. Emekli Sandığına yatırılması gerekir. (Değişik fıkra: 29/11/1984 - KHK - 243/13 md.) Memurların atanamayacakları yerler ve bu yerlerdeki görevler ile kurumların özellik arz eden görevlerine atanabilmeleri için hangi kademelerde ne kadar hizmet etmeleri gerektiği ve yer değiştirme ile ilgili atama esasları Devlet Personel Başkanlığınca hazırlanacak bir yönetmelikle belirlenir. Kurumlar atamaya tabi olacak personeli için bu yönetmelik esaslarına göre Devlet Personel Başkanlığının görüşünü almak suretiyle bir personel ve atama planı hazırlar.” hükmünü, Aynı Kanununun 76 ncı maddesi; “Kurumlar, görev ve unvan eşitliği gözetmeden kazanılmış hak aylık dereceleriyle memurları bulundukları kadro derecelerine eşit veya 68 inci maddedeki esaslar çerçevesinde daha üst, kurum içinde aynı veya başka yerlerdeki diğer kadrolara naklen atayabilirler. Memurlar istekleri ile, kurumlarında kazanılmış hak derecelerinin en çok üç derece altında aynı veya başka yerlerdeki kadrolara atanabilirler. Aşağı dereceye atananların 68 inci maddede yazılı süre kaydı aranmaksızın eski derecelerine tekrar atanmaları mümkündür. Kazanılmış hak derecelerinden aşağı derecelere atananların aylık derece ve kademeleri genel hükümlere göre tespit edilmekle beraber, atandıkları bu derecelerde geçirdikleri süreler (kesenek ve karşılık farklarının kendileri tarafından her ay T.C. Emekli Sandığına gönderilmesini kabul etmeleri şartiyle) emeklilik yönünden eski derecelerinde değerlendirilir.” hükmünü, Aynı Kanununun 74 üncü maddesi; “Memurların bu Kanuna tabi kurumlar arasında, kurumların muvafakatı ile kazanılmış hak dereceleri üzerinden veya 68 inci maddedeki esaslar çerçevesinde derece yükselmesi suretiyle, bulundukları sınıftan veya öğrenim durumları itibariyle girebilecekleri sınıftan, bir kadroya nakilleri mümkündür. Kazanılmış hak derecelerinin altındaki derecelere atanabilmeleri için ise atanacakları kadro derecesi ile kazanılmış hak dereceleri arasındaki farkın 3 dereceden çok olmaması ve memurların isteği de şarttır. Aşağı dereceye atananların 68 inci maddede yazılı süre kaydı aranmaksızın eski derecelerine tekrar atanmaları caizdir. - 238 - Kazanılmış hak derecelerinden aşağı derecelere atananların aylık derece ve kademeleri genel hükümlere göre tespit edilmekle beraber, atandıkları bu derecelerde geçirdikleri süreler (kesenek ve karşılık farklarının kendileri tarafından her ay T.C. Emekli Sandığına gönderilmesini kabul etmeleri şartıyla) emeklilik yönünden eski derecelerinde değerlendirilir. 13/12/1960 tarihli ve 160 sayılı Kanunun 4 üncü maddesi kapsamına giren kurumlarla bu Kanuna tabi kurumlar arasındaki nakillerde de yukarıdaki hükümler uygulanır. Aynı kanunun 4 üncü maddesi kapsamına giren kurumlarda çalışıp 657 sayılı Kanuna tabi olmayan personelden, hizmete giriş dereceleri 36 ncı madde ile tespit edilen giriş derecelerinin üzerinde olanların ilk ilerleme ve yükselmeleri için kanuni bekleme sürelerine yukarıda yazılı dereceler arasındaki sürelere tekabül eden süre kadar ilave edilir.” hükmünü içermektedir. Milli Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı ve Kuvvet Komutanlıklarında Görevli Devlet Memurlarının Yer Değiştirme Suretiyle Atanmalarına İlişkin Yönetmeliğin, dava konusu işlemin tesis edildiği tarih itibariyle yürürlükte olan metinleri incelendiğinde; Yönetmeliğin “Tanımlar” başlıklı 3 ncü maddesi; “Bu Yönetmelikte geçen, a) Yer değiştirme suretiyle atama; aynı kurumda çalışan memurların, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 76 ncı maddesindeki esaslar çerçevesinde atanmasını, b) Kurum; Millî Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı ve Kuvvet Komutanlıklarının karargâhları ile bağlı birlik, kurum ve kuruluşlarını, c) Hizmet bölgesi; Bakanlar Kurulu kararı ile belirlenen, kalkınmada birinci ve ikinci derecede öncelikli yöreler ile bunların dışında kalan yöreleri, d) Hizmet alanı; hizmet bölgelerindeki görevin yapıldığı yeri, e) Zorunlu çalışma süresi; her hizmet bölgesinde zorunlu olarak çalışılması gereken asgari süreyi, ifade eder.” hükmünü, Anılan Yönetmeliğin “Temel İlkeler” başlıklı 4 üncü maddesi; “Yer değiştirme suretiyle atamalarda esas alınacak temel ilkeler şunlardır; a) Bu Yönetmelik kapsamındaki Devlet memurlarının mahallinden temin edilmesi ve hizmet alanlarındaki görevin sürekliliği esastır. b) Yer değiştirme sureti ile atamalarda, atanmak istenilen hizmet bölgesi ve alanındaki kadro imkânları öncelikle dikkate alınır. - 239 - c) Hizmet ihtiyacı nedeniyle yapılacak atamalarda, görevin özelliğine göre hizmet bölgeleri ve alanları arasında memurların adil ve dengeli dağılımının sağlanması esastır. d) Atanacak memurun asaletinin onaylanmış olması gerekir. e) Atanma isteklerinin değerlendirilmesinde birlik komutanı veya kurum amirlerinin görüşleri de dikkate alınır.” hükmünü, Anılan Yönetmeliğin “Atamalarda Gözönünde Bulundurulacak Hususlar” başlıklı 7 nci maddesi; “Atamalarda aşağıdaki hususlar gözönünde bulundurulur. a) Atamalarda, aile bütünlüğünün muhafaza edilmesi bakımından, eş ve sağlık durumları, ilgili kurumlar arasında gerekli koordinasyon sağlanarak dikkate alınır. b) Aynı kurumda çalışıp da atanma talebinde bulunan eşlerden ast durumunda olanın görev yeri üst durumda olana bağlı olarak değiştirilir. c) Farklı kurumlarda çalışıp da atanma talebinde bulunan eşlerden unvan, kadro ve görev bakımından daha aşağıda bulunanın görev yeri üst durumda olana bağlı olarak değiştirilir. d) Önceki görev yerinden disiplinsizlik ve ahlaki nedenlerle atamaya tâbi tutulan memurların, eski görev yerlerine yeniden atanma istek ve teklifleri dikkate alınmaz.” hükmünü, Yönetmeliğin “İsteğe Bağlı Yer Değiştirmeler” başlıklı 9 ncu maddesi; “Aşağıda belirtilen özürlerin belgelendirilmesi halinde, hizmet bölgelerindeki zorunlu çalışma süreleri tamamlanmadan memurun isteği üzerine yer değiştirme suretiyle atama yapılabilir. A) Özür Grubu : Sağlık Durumu, B) Özür Grubu : Eş Durumu, Bu özür gruplarında, yukarıda belirtilen öncelik sırası esas alınır.” hükmünü, Yönetmeliğin “Eş Durumunun Belgelendirilmesi” başlıklı 11 nci maddesi; “Memurun (B) özür grubuna dayanarak yer değiştirme isteğinde bulunabilmesi için eşinin 8.6.1984 tarih ve 217 sayılı Devlet Personel Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye tâbi bir kurumda memur statüsünde çalıştığını, görev yeri belgesi ve vukuatlı nüfus kayıt örneği ile belgelendirmesi gerekir.” hükmünü içermektedir. Ayrıca, K.K.Svl.Me.Yönergesi (KKY-52-2(A))’nin 6’ncı Bölüm “Yer Değiştirme Suretiyle Atamanın Nedenleri” başlıklı 2’nci maddesi; “a) Memurun kendisinin, eş veya bakmakla yükümlü olduğu aile fertlerinin birinin sağlık durumu, - 240 - b. Memurun görev yaptığı garnizon dışında ikamet eden birisiyle evlenmesi, c. Memurun tahsil seviyesinin üstünde öğrenim yapmak üzere okul kazanması, ç. Memurun görev yerinin değiştirilmesinin birlik komutanları veya kurum amirlerince, gerekçesiyle birlikte teklif edilmesi d. Lağv, tenkis, konuş değişikliği veya kadronun iptali, e. İdari, asayiş ve zorunlu nedenler, f. Memurun bölgesindeki zorunlu çalışma süresini tamamlayıp, atanma isteğinde bulunması, g. Haklarında yapılan adli, idari, inzibati bir soruşturma sonucuna göre, memurun o yerde kalmasında sakınca görülmesi, ğ. Memurun iki yıl üst üste olumsuz sicil alması,” hükmünü içermektedir. Yukarıda belirtilen mevzuat hükümleri kapsamında dava konusu işlem irdelendiğinde; Afyonkarahisar 13 üncü İkmal Merkez K.lığında sivil memur olarak görev yapmakta olan davacının, eşinin Sanayi Odası 1 inci Organize Bölge Md.lüğünde görev yapıyor olması sebebiyle eş durumundan B özür grubuna tabi olarak yaptığı atanma talebinin kabul edilmemesi işleminin iptali istemi ile AYİM’de açtığı bu davada; davacının eşinin 03 Kasım 2003 tarihiden itibaren Ankara Sanayi Odası 1 nci Organize Sanayi Bölge Müdürlüğünde çalıştığı ve 11 Kasım 2006 tarihinde evlendikleri dolayısıyla davacının Afyonkarahisar garnizonunda bulunan ve halen görev yaptığı kadroya müracaat ettiği tarihte bu göreve başlaması halinde eşiyle ayrı yaşayacağını bildiği halde Ankara garnizonunda bulunan kadrolardan birine değil Afyonkarahisar Garnizonunda bulunan bu göreve müracaat ettiği Ankara garnizonunda bulunan benzer kadrolar için aranan KPSS notu Afyonkarahisar Garnizonunda davacının görev yaptığı kadronun notundan daha yüksek olduğu için davacının öncelikle daha düşük KPSS puanı aranan bir kadroya müracaat ettiği göreve başladıktan sonra da Ankara Garnizonuna atanmayı talep ettiği, bunun da hakkaniyete uygun olmadığı, ayrıca bulunduğu yerde hizmet ihtiyacının bulunduğu ayrıca bu garnizonda zorunlu hizmet süresinin de tamamlamadığı dikkate alındığında, davalı idarece tesis edilen Ankara iline atanma talebinin kabul edilmemesi işleminde hukuka ve mevzuata aykırılık görülmediğinden, davanın reddine karar verilmesi gerektiği sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır. Açıklanan nedenlerle; Yasal dayanaktan yoksun DAVANIN REDDİNE, 20 EKİM 2010 tarihinde OYÇOKLUĞU ile karar verilmiştir. - 241 - KARŞI OY GEREKÇESİ 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 2 nci ve 72 nci maddelerine dayanılarak hazırlanan Milli Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı ve Kuvvet Komutanlıklarında Görevli Devlet Memurlarının Yer Değiştirme Suretiyle Atanmalarına İlişkin Yönetmeliğin atamalarda göz önünde bulundurulacak hususların düzenlendiği 7 nci maddesinin (a) fıkrasında; atamalarda, aile bütünlüğünün muhafaza edilmesi bakımından eş ve sağlık durumlarının, ilgili kurumlar arasında gerekli koordinasyon sağlanarak dikkate alınması, 9 uncu maddesinde; isteğe bağlı yer değiştirmelerde, özür gurubu olarak “Sağlık Durumu” ve “Eş Durumu” olmak üzere iki grup belirlenmiş ve bu özürlerin belgelendirilmeleri halinde önce “Sağlık Durumu” sonra “Eş Durumu” olmak üzere öncelik sırası ile “Sağlık Durumu” ve “Eş Durumu” nedeniyle isteğe bağlı yer değiştirme suretiyle atama yapılabileceği belirtilmektedir. Anayasanın “Ailenin korunması” başlıklı 41 inci maddesi: “ (Değişik:3.10.2001-4709/17 md.) Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır. Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar.” hükmünü içermektedir. Anayasanın 41 inci maddesinde yer alan hüküm gereğince, Devlet, ailenin ve aile bütünlüğünün korunması için gereken önlemleri almakla yükümlüdür. Anayasa’nın aile kurumuna verdiği önemin bir sonucu olarak, bu durum yukarıda belirtilen atanma mevzuatınca da tanınmış; devlet memurlarının atanmalarında aile bütünlüğünün korunması ilkesinin, öncelikle dikkate alınacak prensiplerden olduğu kabul edilmiştir. Bu sebeple, kamu görevlilerinin atanmalarında, “aile bütünlüğünün korunması” birincil öneme haiz mazeretlerdendir. Ailenin bütünlüğünün korunması prensibinin, bir diğer yükümlülük olan “kamu hizmetinin aksatılmadan yürütülmesi” esası ile birlikte gözetilmesi gerekeceği de açıktır. Ancak, somut olaya özgü olarak, kamu hizmetlerinin aksatılmadan yürütülmesine ilişkin somut sebeplerin neler olduğunun ve bu sebeplerin, ailenin bütünlüğüne tercih edilmesinin gerekçelerinin idarece ispat edilmesi gerekeceği tartışmasızdır. Bu kapsamda 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 72 nci maddesinde; memurların yeniden veya yer değiştirme suretiyle yapılacak atamalarında; aile birimini muhafaza etmek bakımından kurumlar arasında gerekli koordinasyon sağlanarak memur olan eşin de isteği halinde, atamaya tabi tutulan memurun atandığı yere 74 ve 76 ncı maddelerinde belirtilen esaslar çerçevesinde atamalarının yapılacağı, yer değiştirme suretiyle atanmaya tabi memurun atandığı yerde eşinin atanacağı teşkilatın bulunmaması ya da teşkilatı olmakla birlikte niteliğine uygun münhal bir görev bulunmaması ve ilgilinin de talebi halinde, bu personele eşinin görev süresi ile sınırlı olmak üzere ücretli veya ücretsiz izin verilebileceği öngörülmüştür. Bu düzenleme - 242 - ile kanun koyucu, hem devlet memurlarının aile bütünlüğünün korunmasını hem de kamu hizmetinin aksatılmadan yürütülmesini sağlamayı hedeflemiştir. Dava konusu işlemde, davalı idarece, “aile bütünlüğünün korunması” prensibinden ayrılarak bu yükümlülüğe aykırı davranmayı gerektirecek nitelikte somut sebeplerin neler olduğunun da ortaya konmadığı tespit edilmiştir. Tüm bu nedenlerle, dava konusu, davacının atama isteğinin kabul edilmemesi işleminin hukuka ve mevzuata aykırı olduğu ve işlemin tesisinde kamu yararı ile birey yararı arasındaki dengenin korunmaması sebebiyle takdir yetkisinin kullanımında hukuka aykırı hareket edildiği kanaatinde olduğumdan çoğunluk görüşüne katılamadım. 20.10.2010 ÜYE Coşkun GÜNGÖR Hâk.Alb (AYİM 2.D., 20.10.2010; E. 2010/758, K. 2010/1165) -46ÖZETİ: Anayasanın 41 nci maddesindeki düzenleme ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanunun 72 nci maddesindeki hüküm dikkate alındığında, eşi sözleşmeli öğretmen olarak görev yapan davacının naklen atanmasına muvafakat verilmemesi işleminde, davalı idare tarafından takdir yetkisinin kamu yararı ile birey yararı dengesi gözetilerek, objektif kriterlere göre kullanıldığının söylenemeyeceği. Davacı vekili, 13.05.2010 tarihinde AYİM’de kayda geçen dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin 02.07.2002 tarihinde Milli Savunma Bakanlığı Kalite Yönetim Bölge Başkanlığında göreve başladığını, halen 2 numaralı Muayene ve Kabul Komisyon Başkanlığında uzman üye (tekstil mühendisi) olarak görev yaptığını, 2007 yılında evlendiğini ve eşinin Diyarbakır-Silvan-Taşpınar Köyüne sözleşmeli öğretmen olarak atandığını ve halen bu görevde olduğunu, eşinin beş kez Ankara’ya atanma talebinin, ilgili bakanlıkça uygun görülmediğini, bunun üzerine müvekkilinin 2009 yılında eş durumu nedeniyle Adana iline kurum içi atama talebinde bulunduğu, bunun mümkün olmaması halinde Sanayi ve Ticaret Bakanlığına naklen atanmasına muvafakat verilmesini talep ettiğini, davalı idarenin bu talepleri uygun görmediğini, son olarak 02.02.2010 tarihinde davalı idareye başvurarak Sanayi ve Ticaret Bakanlığına naklen atanmasını istediğini, davalı idare tarafından, hizmet ihtiyacı nedeniyle bu talebin uygun - 243 - bulunmadığı, Sanayi ve Ticaret Bakanlığının davacının nakil talebini uygun gördüğünü ve davalı idareden muvafakat verilmesini istediği, tesis edilen kurumlar arası naklen atamaya muvafakat verilmemesi işleminin hukuka aykırı olduğunu belirterek işlemin iptaline ve yürütmenin durdurulmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davacının yürütmenin durdurulması istemi AYİM 2’nci Dairesinin, 26.05.2010 tarih ve 2010/666 E. sayılı kararıyla, davacının yeniden yürütmenin durdurulması istemi ise AYİM Nöbetçi Dairesinin 13.08.2010 tarih ve 2010/144 E. sayılı kararıyla reddedilmiştir. Dava dosyasının incelenmesinden; 02.07.2002 tarihinde Milli Savunma Bakanlığı Kalite Yönetim Bölge Başkanlığında göreve başlayan ve halen Milli Savunma Bakanlığı Ankara Kalite Yönetim Bölge Başkanlığı emrinde 2 numaralı Muayene ve Kabul Komisyonu Başkanlığında uzman üye (tekstil mühendisi) olarak görev yapan davacının, 2007 yılında evlendiği, eşinin Diyarbakır-Silvan-Taşpınar Köyüne sözleşmeli öğretmen olarak atandığı ve halen bu görevde olduğu, eşinin müteaddit Ankara’ya atanma taleplerinin uygun görülmediği, davacının 02.02.2010 tarihinde davalı idareye başvurarak Sanayi ve Ticaret Bakanlığına naklen atanmasını istediği, davalı idare 30.03.2010 tarih ve MTKY.1230-101610/Klt.Ynt.D.İda.Ş. sayılı yazısıyla; “MSYNT 52-2 Milli Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı ve Kuvvet Komutanlıklarında Görevli Devlet Memurlarının Yer Değiştirme Suretiyle Atanmalarına İlişkin Yönetmeliğin ikinci bölüm 11’inci maddesi kapsamında bulunan özür grubuna girmediğinden atanma isteğinin değerlendirilemediğini” bildirildiği, davacının atanma taleplerinin de uygun görülmemesi sonrası kurumlar arası naklen atamasının yapılabilmesi için Sanayi ve Ticaret Bakanlığına yaptığı 05.04.2010 tarihli müracaatın, Sanayi ve Ticaret Bakanlığının 06.05.2010 tarih ve Sayı:B.14.0.PER.000000.01. 903.02/3313 sayılı cevabi yazısıyla “MSB’nin muvafakat vermemesi sebebiyle herhangi bir işlem yapılamamıştır” şeklinde cevaplandırıldığı, davacının naklen atanmasına muvafakat verilmemesi üzerine AYİM’de işbu davanın açıldığı anlaşılmıştır. Devlet Memurlarının bir kurumdan diğerine nakillerine ilişkin usul ve esaslar, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 74’üncü maddesinde yer alan "Memurların, bu Kanuna tabi kurumlar arasında kurumların muvafakati ile kazanılmış hak dereceleri üzerinden veya 68’inci maddede ki esaslar çerçevesinde derece yükselmesi suretiyle bulundukları sınıftan veya öğrenim durumları itibariyle girebilecekleri sınıftan bir kadroya nakilleri mümkündür" hükmü ile düzenlenmiştir. Dava konusu olayda, davacının kurumlar arası nakli için Sanayi ve Ticaret Bakanlığının muvafakatinin bulunduğu fakat davalı Milli Savunma Bakanlığınca muvafakatin verilmediği görülmektedir. 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunun 74’üncü maddesi gereği davalı idarenin davacının - 244 - kurumlar arası nakli için muvafakat verip vermeme hususunda takdir yetkisinin bulunduğu ortadadır. Ancak idareye tanınan bu takdir yetkisi sınırsız olmayıp, takdir yetkisinin objektif ölçütler doğrultusunda kamu yararı ile birey yararı gözetilerek kullanılması gerekir. Anayasanın “ Ailenin korunması ve çocuk hakları” başlıklı 41’inci maddesinde; ”Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır. Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar.” , 657 sayılı Devlet Memurları Kanunun “Yer değiştirme suretiyle atanma” başlıklı 72’nci maddesinin 2’nci fıkrasında; “ Yeniden veya yer değiştirme suretiyle yapılacak atamalarda, aile birimini muhafaza etmek bakımından kurumlar arasında gerekli koordinasyon sağlanarak memur olan diğer eşin de isteği halinde ataması, atamaya tabi tutulan memurun atandığı yere 74 ve 76’ncı maddelerde belirtilen esaslar çerçevesinde yapılır. Yer değiştirme suretiyle atanmaya tabi memurun atandığı yerde eşinin atanacağı teşkilatın bulunmaması ya da teşkilatı olmakla birlikte niteliğine uygun münhal bir görev bulunmaması ve ilgilinin de talebi halinde, bu personele eşinin görev süresi ile sınırlı olmak üzere aşağıdaki şartlarda izin verilebilir.” hükmü düzenlenmiştir. Davalı idarece, davacının görevinden ayrılması halinde yerine aynı nitelikte personel verme imkanı bulunmadığından ve görev yerinde yürütülen hizmette zafiyet meydana geleceğinden, davacının görevinden ayrılmasını uygun görmediğini ve naklen atanmasına muvafakat edilmediği belirtilmiştir. Anayasanın 41’inci maddesindeki düzenleme ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanunun 72’nci maddesindeki hüküm dikkate alındığında, hizmet ihtiyacının mahiyetinin açıklanmadığından soyut bir iddiadan öteye gitmediği, tesis edilen davacının naklen atanmasına muvafakat verilmemesi işleminde, davalı idare tarafından takdir yetkisinin kamu yararı ile birey yararı dengesi gözetilerek, objektif kriterlere göre kullanıldığının söylenemeyeceği, dolayısıyla işlemin sebep ve amaç unsurları yönünde hukuka aykırı olduğu sonuç ve kanaatine varılmıştır. Açıklanan nedenlerle; Davacının naklen atama talebine muvafakat verilmemesi İŞLEMİNİN İPTALİNE, 01 ARALIK 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM.2.D., 01.12.2010; E. 2010/666, K. 2010/1307) - 245 - 2. DEVLET MEMURLUĞUNDAN ÇIKARILMA -47ÖZETİ:Davacının TCK'nun 247'nci maddesine göre değil, As.C.Kanununun 131 'inci maddesinin az vahim hal kapsamında mahkumiyetine karar verildiği, bu bağlamda davacının durumunun 657 sayılı Kanunun 98 ve 48'incimaddeleri kapsamına girmediği sonucuna varılmıştır. Davacı, 29.12.2009 tarihinde AYİM'de kayda geçen dilekçesinde özetle; 15.04.1994 tarihinden bu yana Tekirdağ İl J.K.lığı Maliye Şube Müdürlüğünde nakit mutemedi ve Mali İşler Memuru olarak çalıştığını, Tekirdağ İl J.K.lığı adına bankalarda açılı bulunan hesapları kullanma yetkisine sahip olduğunu, 19-23 Ocak 2009 tarihleri arasında MSB Müfettişi tarafından işçi teftişinin alındığını ve teftiş sonucunda SGK Başkanlığına 1.408,16 TL tutarında fazla ödeme yapıldığının tespit edildiğini, bunun üzerine bu fazla ödemenin iadesi için gerekli çalışmalara başladığını, bilahare yazılı miktardaki fazlalığı Ziraat Bankası şubesinden bizzat kendisinin çektiğini, ancak işlerinin yoğunluğu, aynı günlere rastlayan İstanbul Jandarma Bölge K.lığı denetlemesi ve eşinden ayrılma durumlarının psikolojisini bozması ve SSK Mevzuatını da tam olarak bilmemesi nedeniyle üst komutanlıklardan yardım talep etmesi yüzünden yaklaşık 20 günlük bir sürenin geçtiğini, Şube Müdürü tarafından tüm bunların bilinmesine rağmen kendisinin Alay Komutanına şikayet edilmesi sonucu Askeri Mahkemeye verildiğini, Çorlu 5'inci Kor.K.lığı Askeri Mahkemesi tarafından yapılan yargılama sonunda, zimmet suçunun sabit görülerek mahkumiyetine karar verildiğini, Askeri Mahkeme Hakiminin kendisine "sana karar geldikten sonra temyiz edebilirsin" şeklinde beyanda bulunması nedeniyle kararın gelmesini beklediğini, 05.11.2009 tarihinde kararın kendisine tebliğ edilmesini müteakip itirazda bulunmasına rağmen sürenin geçtiğinden bahisle talebinin reddedildiğini, böylece Askeri Mahkeme Kararının temyiz edilmeksizin kesinleştiğini, temyiz hakkının elinden alındığını, kararın kesinleşmesi üzerine de, 12.09.2009 tarihinden itibaren açıkta olmasına rağmen J.Gn.K.lığı tarafından 14.12.2009 tarihinde ilişiğinin kesildiğini, şimdiye kadar başarıyla görev yaptığını, bu yüzden üst ve amirleri tarafından pek çok takdir aldığını, 6 yıl sicil ortalamasının yüksek olması nedeniyle erken terfi ettirildiğini, Askeri Ceza Kanununun 131'inci maddesinde yazılı zimmet suçunun unsurları olmadığı halde hatalı şekilde mahkum edildiğini, şube müdürünün komplosuna kurban olduğunu belirterek, Devlet memurluğundan çıkarılma işleminin iptaline ve öncelikle yürütmenin durdurulmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davacı vekili de savunmadan sonra 04.05.2010 tarihinde AYİM'de kayıtlara giren cevap layihasında özetle; müvekkiline Askeri Mahkeme - 246 - tarafından 1632 sayılı Kanunun 131'inci maddesinin "az vahim" hal cümlesi uyarınca ceza verildiğini, başkaca feri ceza da uygulanmadığını, TCK'da düzenlenen zimmet suçu ile As.C.K.'da düzenlenen zimmet suçunun unsurları aynı olmakla birlikte asli ve feri cezaları ile idari sonuçları açısından farklılık gösterdiklerini, müvekkilinin asker kişi olması, işlediği iddia edilen suçun askeri suç olması ve askeri hizmet ve görevi ile ilgili olması nedenlerinden ötürü Askeri Mahkemede yargılanıp As.C.K.nun 131/1'inci maddesinin az vahim hal fıkrası uyarınca cezalandırıldığını, anılan maddenin gerekçesine bakıldığında, TCK'daki zimmet suçundan farklı olarak, TSK'de kıymeti ne olursa olsun her ordu malının bir sorumluya teslim edileceği, binlerce kalem malzeme envanteri olan bir kurumda çok düşük değerdeki malzemelere karşı bu suçun işlenmesi durumunda TSK'den ayırmak gibi ağır bir müeyyide uygulamanın adil olmayacağının belirtildiğini, bu düzenlemeye paralel olarak 926 sayılı TSK Personel Kanununun 50 ve 94'üncü maddelerine eklemeler yapılarak, As.C.K.nun 131'inci maddesinin az vahim halinden mahkum olan subay ve astsubayların TSK'dan çıkarılamayacağı hususunun kabul edildiğini, benzer düzenlemenin 3466 sayılı Uzman Jandarma Kanununun 16'ncı maddesinde de yapıldığını, Kanun koyucunun bu düzenlemeler ile, subay, astsubay ve uzman jandarmalar açısından As.C.K.nun 131/1 'inci maddesinin az vahim halini yüz kızartıcı, şeref veya haysiyet kırıcı nitelikteki suçlar dışında tuttuğunu, TSK'da görevli sivil memurlar açısından da bu suçun yüz kızartıcı bir suç olduğunun kabul edilemeyeceğini, bu durumun statüler hukuku ile ilgisinin olamayacağını, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi İkinci Dairesinin 09.07.2008 tarih ve 2007/1165 E. 2008/798 K. sayılı Kararı ile 12.11.2008 tarih ve 2008/1111-1104 E.K. sayılı Kararlarının da bu yönde olduğunu belirterek, işlemin iptaline ve ayrıca ödenmeyen tüm özlük haklarının da ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir. Davacının ve vekilinin Yürütmenin Durdurulması yönündeki talepleri AYIM İkinci Dairesinin 20.01.2010 gün ve Gensek No..2009/4426, Esas No.:2010/2, 17.03.2010 gün ve Gensek No.:2009/4426, Esas No.:2010/2 ve 14.04.2010 gün ve Gensek No.:2009/4426, Esas No.:2010/2 sayılı kararlarıyla reddedilmiştir. Her ne kadar davacının dava dilekçesinde sadece "Devlet memurluğundan çıkarılma işleminin iptali" talep edildiği halde, bilahare davacının vekili tarafından 04.05.2010 tarihinde sunulan cevaba cevap layihasında, işlemin iptali talebinin yanında "Ödenmeyen tüm özlük haklarının yasal faiziyle birlikte ödenmesine" karar verilmesi şeklinde yeni bir talebe yer verilmiş ise de, 1602 sayılı AYİM Kanununun 46/4 maddesindeki; "Taraflar sürenin geçmesinden sonra verecekleri savunmalara veya ikinci dilekçelere dayanarak hak iddia edemezler" hükmü karşısında idari yargıda iddia ve savunmanın değiştirilmesi ve genişletilmesi yasağı bulunduğundan, davacı vekilinin savunmaya cevap dilekçesinde, dava dilekçesindeki taleplerinin dışında kalan bu yeni talebinin ayrı bir dava - 247 - konusu yapılabileceği bu davada dinlenemeyeceği sonucuna varılmış ve bu husus inceleme dışı tutulmuştur. Dava dosyasında yer alan bilgi ve belgelerin incelenmesinden; Tekirdağ İl Jandarma K.lığında Devlet memuru olarak görev yapan davacının, 24.04.2009-21.05.2009 tarihleri arasında zimmet suçunu işlediği iddiasıyla Çorlu 5'inci Kolordu K.lığı Askeri Mahkemesinde yapılan yargılaması sonunda, Mahkemenin 17.09.2009 tarih ve 2009/1024-868 E-K sayılı Kararı ile, zimmet suçu sabit görülerek eylemine uyan Askeri Ceza Kanununun 131/1'inci maddesinin "az vahim hal" cümlesi ve TCK'nın 62/1'inci maddesi uyarınca 5 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği, ancak TCK'nın 50/a maddesi uyarınca bu cezanın 3.000 TL Adli Para Cezasına çevrildiği, davacının yüzüne karşı verilen bu kararın zamanında temyiz edilmemesi nedeniyle kesinleştiği ve infazına geçildiği, bunun üzerine J.Gn.K.lığımn 11.12.2009 tarihli işlemi ile davacının Devlet memurluğundan çıkarılmasına karar verildiği, kararın 14.12.2009 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine, süresi içinde işbu davanın açıldığı anlaşılmıştır. Zimmet suçu 5237 sayılı TCK'nun 247'nci maddesinde "zimmet" başlığı altında düzenlenmiş olup anılan madde; "Zimmet Madde 247. - (1) Görevi nedeniyle zilyedliği kendisine devredilmiş olan veya koruma ve gözetimiyle yükümlü olduğu malı kendisinin veya başkasının zimmetine geçiren kamu görevlisi, beş yıldan oniki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Suçun, zimmetin açığa çıkmamasını sağlamaya yönelik hileli davranışlarla işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır. (3) Zimmet suçunun, malın geçici bir süre kullanıldıktan sonra iade edilmek üzere işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranına kadar indirilebilir, "hükmünü içermektedir. Aynı suç Askeri Ceza Kanunun 131'nci maddesinde "Eşyayı ve malları çalan, satan rehine veren ve alanlar" başlığı altında düzenlenmiş olup, bu maddede; "eşyayı ve malları çalan, satan, rehine veren ve alanlar; Madde 131; 1 - Askeri bir hizmet yaparken veya vazifeyi suiistimal ederek bir hizmet veya vazifeden ötürü tevdi veya emanet edilmiş olan para veya kıymeti ne olursa olsun bir eşyayı yahut kendisine tevdi veya emanet edilmiş olmasa bile her türlü askeri erzak, eşya ve hayvanları çalanlar veya zimmetine geçirenler, yahut ihtilas edenler veya satanlar, yahut rehine verenler ve bunları bilerek satın alanlar veya rehin kabul edenler veya gizleyenler beş seneye kadar ağır hapis cezası ile cezalandırılırlar. - 248 - (Değişik İkinci Paragraf:22/3/2000-4551/27 md.) Az vahim hallerde, altı aydan üç seneye kadar hapis cezası hükmolunabilir. Çalınan veya rehin edilen mallar bulunursa geri alınır. Yok edilen eşya, hayvan ve sairenin değerlerinin ödettirilmesine de hükmolunur. 2 - Yukarıdaki fıkrada yazılı fiiller silâh, cephane veya herhangi bir müdafaa vasıtasına taalluk ederse ceza arttırılır. 3 - Yukarıdaki iki fıkrada yazılı fiiller seferberlikte yapılırsa yapanlar hakkında on seneden aşağı olmamak üzere ağır hapis, az vahim hallerde iki seneden aşağı olmamak üzere beş seneye kadar ağır hapis cezası verilir, hükmünü içermektedir. Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarma cezasının düzenlendiği Askeri Ceza Kanununun 30'ncu maddesi ise; "Madde 30 - (Madde Başlığıyla Birlikte Değişik:22/3/2000-4551/6 md.) Aşağıda yazılı hallerde subay, astsubay, uzman jandarmalar ve özel kanunlarında bu cezanın uygulanacağı belirtilen asker kişiler hakkında, askerî mahkemeler veya adliye mahkemelerince asıl ceza ile birlikte, Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarma cezası da verilir. Bu husus mahkeme hükmünde belirtilmemiş olsa dahi, Silahlı Kuvvetlerden çıkarmayı gerektirir. A) Taksirli suçlardan verilen cezalar hariç olmak üzere ölüm, ağır hapis, bir seneden fazla hapis cezası ile hükümlülük halinde, B) Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlarla basit ve nitelikli zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyeti kırıcı suçtan veya istimal ve istihlak kaçakçılığı hariç kaçakçılık, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma, Devlet sırlarını açığa vurma suçlarından biriyle hükümlülük halinde. Taksirli suçlardan verilen cezalar hariç olmak üzere, askerî mahkemelerce üç aydan fazla hapis cezası ile birlikte Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarma cezası da verilebilir." hükmünü amirdir. 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununun 98'inci maddesinde memurluğun sona ermesi sebepleri düzenlenmiştir. Maddenin (b) bendine göre, Devlet Memurlarının, memurluğa alınma şartlarından herhangi birini taşımadıklarının sonradan anlaşılması veya memurlukları sırasında bu şartlardan herhangi birini kaybetmeleri halinde memurlukları sona ermektedir. - 249 - Bu düzenlemede memuriyeti sona erdiren iki sebep yer almaktadır. Biricisi memurun alınma şartlarını taşımadığının sonradan anlaşılması, ikincisi memurlukları sırasında bu şartlardan birini kaybetmeleri halidir. Davacının ikinci sebebe dayanılarak yani memuriyeti sırasında 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 48'inci maddesinde sayılan şartlardan birini kaybettiği gerekçesiyle memuriyetinin sona erdirildiği anlaşılmaktadır. Devlet memurluğuna alınacaklarda aranan genel ve özel şartlar 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 23.01.2008 tarih ve 5728 sayılı yasayla değişik kanunun 48'inci maddesinde düzenlenmiş olup, maddenin (A) bendinin 5 numaralı alt bendine göre, "Türk Ceza Kanununun 53'üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uğramış olsa bile devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, milli savunmaya karşı suçlar, devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk, zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkum olmamak." devlet memurluğuna alınmada aranan genel şartlardan biridir. Davacıya uygulanan cezanın mahiyeti ve nevinin davacı hakkında inşa edilen idari işleme esas teşkil etmesi nedeniyle önem arz ettiği görülmektedir. Davacı Askeri Mahkemede zimmet suçundan yargılanarak mahkum olmuştur. Davacı hakkında inşa edilen memuriyetten ayırma işlemi 657 sayılı DMK.nun 48 ve 98'inci maddelerine isnat edilmiştir. Başka bir deyişle, davalı idare idari işlemi inşa ederken 657 sayılı DMK.nundan kaynaklanan bağlı yetkisini kullanmıştır. 657 sayılı DMK.nun 48 ve 98'inci maddelerinde düzenlenen memuriyete son vermeye sebep olan "zimmet" suçundan mahkumiyet TCK. ve As.C.K.da farklı şekilde düzenlenmiştir. Unsurları aynı olan suçun müeyyideleri (öngörülen asli ve fez'i cezaları ile bağlanan idari sonuçları) her iki yasada farklı düzenleme yoluna gidilmiştir. Askeri şahıslar bakımından zimmet suçunun hem TCK'da hem de As.C.K.da ayrı ayrı düzenlenmiş olması önem arzetmektedir. Zira her iki yasada düzenlenen suçun nevi aynı olmasına rağmen, müeyyide olarak öngörülen asli ve fer'i cezalar farklıdır. Davacının askeri mahkemede yargılanmasının sebebi, işlediği suçun askeri mahalde olması, askeri kişi sayılması ve işlediği suçun askeri suç olması ve askeri hizmet ve görevi ile ilgili olmasıdır. Yani davacı asker kişi olarak Askeri Mahkemede Askeri Ceza Kanunu uygulanmak suretiyle yargılanıp mahkum edilmiştir. Davacıya uygulanacak ceza Askeri Ceza Kanununda düzenlenmiş olan cezadır. - 250 - Askeri Ceza Kanununun davacıya uygulanan maddesi 131'inci maddenin "az vahim hal" fıkrasıdır. Yasa koyucu Askeri Ceza Kanununda, zimmet suçunu düzenlerken Türk Ceza Kanunundan ayrık olarak "az vahim hal" in düzenlenmesinin nedeni, yasa gerekçesinde de açıklandığı üzere TSK'da kıymeti ne olursa olsun her ordu malının bir sorumluya teslim edileceği, binlerce kalem malzeme envanteri olan bir kurumda çok küçük değerdeki malzemelere karşı bu suçun işlenmesi durumunda TSK'dan ayırmak gibi ağır müeyyide uygulamanın adil olmayacağı gerekçesidir. Görüldüğü üzere yasa koyucu, az vahim hal olarak nitelenen zimmet suçundan hüküm giyecek askeri şahısları, TSK'dan ayırma fer'i cezası uygulanmasını zorunlu kılmamıştır. Tüm bu yasal mevzuat birlikte değerlendirildiğinde; zimmet suçundan mahkumiyet hali 657sayılı Devlet Memurları Kanunun 98 ve 48'inci maddeleri gereğince Devlet Memurluğundan çıkarılmayı gerektiriyorsa da TCK'ndan farklı olarak Askeri Ceza Kanununda zimmet suçunun "azvahim halinin" de düzenlendiği ve yine Askeri Ceza Kanununun, Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarma cezasının düzenlendiği 30'uncu maddesinde zimmet suçunun az vahim halinin Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarılmayı gerektiren suçlar arasında sayılmadığı, davacının TCK'nun 247'ncimaddesine göre değil, As.C.Kanununun 131 'inci maddesinin az vahim hal kapsamında mahkumiyetine karar verildiği, bu bağlamda davacının durumunun 657 sayılı Kanunun 98 ve 48'incimaddeleri kapsamına girmediği, Devlet Memurluğundan çıkarılması işleminin sebep unsuru bakımından hukuka uyarlı olmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır. Açıklanan nedenlerle; Davacı Sivil Memur ..'ın Devlet Memurluğundan çıkarılması İŞLEMİNİN İPTALİNE, 06 EKİM 2010 tarihinde OYÇOKLUĞU ile karar verildi. KARŞI OY GEREKÇESİ 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 98’inci maddesinde memurluğun sona ermesi sebepleri düzenlenmiştir. Maddenin (b) bendine göre; Devlet memurlarının, memurluğa alınma şartlarından herhangi birini taşımadıklarının sonradan anlaşılması veya memurlukları sırasında bu şartlardan herhangi birini kaybetmeleri halinde memurlukları sona ermektedir. Bu düzenlemede memuriyeti sona erdiren iki sebep yer almaktadır. Birincisi memurun alınma şartlarını taşımadığının sonradan anlaşılması, ikincisinin de memurlukları sırasında bu şartlardan birini kaybetmeleri halidir. Davacının da ikinci sebebe dayanılarak, yani memuriyeti sırasında - 251 - 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 48’inci maddesinde sayılan şartlardan birini kaybettiği gerekçesiyle memuriyetinin sona erdirildiği anlaşılmaktadır. Devlet memurluğuna alınacaklarda aranan genel ve özel şartlar 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 48 inci maddesinde düzenlenmiş olup, işlem tarihinde yürürlükte olan 48 inci maddenin (A) bendinin 5 numaralı alt bendine göre; “Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uğramış olsa bile devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, milli savunmaya karşı suçlar, devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk, zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmamak.” Devlet memurluğuna alınmada aranan genel şartlar arasında sayılmıştır. Dolayısı ile 657 sayılı Kanunun 98 inci maddesinin (b) bendi gereğince; aynı Kanunun 48 inci maddesinin (A) bendinin 5 numaralı alt bendi kapsamında Devlet Memurluğuna alınmada aranan genel şartlardan “zimmet suçundan mahkûm olmamak” şartını memurluğu sırasında kaybeden Devlet memurlarının memurluklarının sona ereceği hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Sözü edilen “zimmet suçundan mahkûm olmamak” şartı, Devlet memurluğuna alınmada aranan genel şartlardan birisi olarak sayılır iken Kanun koyucu, zimmet suçu için “az vahim hal” ya da “vahim hal” gibi bir ayrım yapmadığı gibi, bu suçtan mahkûmiyet halinde cezanın nevi ve miktarı hususunda da herhangi bir ayrım yapmamıştır. Kanun koyucu, Devlet memurluğu statüsüne alınmada ve Devlet memurluğu statüsünün devamında “zimmet suçundan mahkûm olmamak” şartını ararken “zimmet suçundan mahkum olma” halini tek başına memuriyete engel bir hal olarak görmektedir. Burada kamu görevinin inanılır, güvenilir, itibarlı ajanslar eliyle yürütülmesi amaçlanmıştır. Memur sıfatı taşıyan ve kamu hizmetinin personel unsurunu oluşturan kişilere toplumun güven duyması, bireylerin idareye olan güven ve inancını da sağlayacaktır. Kamu hizmetinin, gerekli saygınlığı yitirmiş ajanlar eliyle yürütülmesi bireylerin idareye olan güven duygularının sarsılmasına, kişi-idare ilişkilerinde arzu edilmeyen olumsuz bazı gelişmelere neden olabilir. İşte Kanun koyucu, böylesi bir tehlikenin meydana gelmesini önlemek için önlem almış ve yüz kızartıcı bir suç olan “zimmet” suçundan mahkûm olan ilgilinin Devlet memurluğuna alınmamasını ve Devlet memurluğu statüsüne haiz idare ajanının ise statüde bulunduğu esnada yüz kızartıcı bir suç olan - 252 - “zimmet” suçundan mahkûm olması halinde Devlet memurluğuna alınma şartını kaybetmiş olacağından memuriyetinin sona ermesini öngörmüştür. Devlet memurları Kanununun 98 ve 48 inci maddelerinde statüden çıkarılmada hariç tutulmamıştır. Eğer Kanun koyucu, subaylarda olduğu gibi Devlet memurları hakkında da zimmet suçunun daha az cezayı gerektiren halinden mahkûm olma halini statüden çıkarılmada hariç tutmayı amaçlamış olsa idi, 926 sayılı TSK. Personel Kanununun 50/d maddesinde olduğu gibi açıkça “zimmet suçunun daha az cezayı gerektiren hali hariç” demek suretiyle zimmet suçunun daha az cezayı gerektiren halinden mahkûm olanların Devlet memurluğu statüsüne alınmasını ve Devlet memurluğu statüsünden çıkarılmamasını öngörürdü. Ancak, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 98 ve 48 inci maddelerinde böyle bir düzenlemeye yer verilmemiştir. Kendisine tevdi edilen bir miktar parayı zimmetine geçirdiği suçlamasıyla Askeri Mahkemede yargılanan ve sonuçta “zimmet” suçu sabit görülerek Askeri Ceza Kanununun 131/1 inci maddesinin “az vahim hal” cümlesi uyarınca cezalandırılmasına karar verilen davacının, kesinleşen bu mahkûmiyet hükmü nedeniyle ve bağlı yetki uyarınca Devlet memurluğundan çıkarılması işleminde hukuka aykırı bir yön bulunmamaktadır. Tüm bu hususlar göz önüne alındığında, davalı idarenin davacının devlet memurluğundan çıkarılması yönünde tesis ettiği işlemin hukuka uygun olduğu kanaatinde olduğumdan sayın çoğunluk görüşüne katılamadım. 06.10.2010 ÜYE Selçuk DEMİRÖZ P.Kur.Alb. (AYİM.2.D 06.10.2010; E. 2010/2, K. 2010/1103) - 253 - 3. DİSİPLİN CEZALARI -48ÖZETİ: Anayasa’nın 129 ncu maddesinin ikinci fıkrası, 1632 sayılı Askerî Ceza Kanununun 175 nci maddesi ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 130 ncu maddesinin açık hükümleri karşısında davacının savunması alınmadan uyarı cezası ile cezalandırılması hali idari işlemin (disiplin cezasının) şekil unsurundaki “ağır ve bariz” sakatlığını ortaya koymaktadır. Davacı vekili, 15.01.2010 tarihinde AYİM’de kayda geçen dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin, MSB.lığının 07.11.2005 tarihli yazısı ile “Bakanlık katındaki bayramlaşma sırasında ellerinin ceplerinde görülmesi” sebebi ile uyarı cezası ile cezalandırıldığını; bu disiplin cezası sebebiyle istisnai memurluğa atanma puanının düştüğünü; uyarı cezasının savunması alınmaksızın verilmiş olması nedeniyle açıkça hukuka aykırı olması nedeniyle yok hükmünde olduğunun kabulü gerektiğini belirtmek suretiyle kendisine verilmiş olan uyarı cezasının yürütmesinin durdurulmasını ve iptalini talep ve dava etmiştir. Davacının Yürütmenin Durdurulması talebi AYİM İkinci Dairesinin 10.03.2010 tarih ve GENSEK NO. 2010/165, ESAS NO.2010/88 sayılı kararıyla kabul edilmiştir. Dava dosyası ve davacının özlük dosyasının incelenmesinden; davacının, MSB İnşaat Emlak ve NATO Güv. Yat. D.Bşk.lığı İnş. Grp. Etd. Prj. Ve Kşf. Md. lüğü emrinde görev yaptığı sırada, 02.11.2005 tarihinde bakanlık katında icra edilen bayramlaşma sırasında ellerinin ceplerinde olduğunun görülmesi nedeniyle, MSB.lığının 07.11.2005 gün ve 7200-5005/İnş.Eml. ve NATO Enf. D.P.Ş. (721) sayılı yazısı ile uyarı cezası ile cezalandırıldığı, bu cezanın verilmesi öncesinde davacının savunmasının alınmadığı, yapılan işlemin hal ve hareketlerine dikkat etmesi yönünde bir ikazdan öte DMK’nun 125/A maddesi kapsamında bir cezalandırma olduğu davacı vekili tarafından davacının savunması alınmaksızın uyarı cezası verilmesi işleminin yokluğuna karar verilmesi istemiyle dava açıldığı anlaşılmaktadır. Bütün idari işlemlerin belirli şekil kurallarına uyularak gerçekleştirilmesi zorunluluğu vardır. Şekil, işlemin yapılması için gereken yol ve yöntemleri içerir ve idare hukuku alanında idari işlemin ana - 254 - öğelerinden birini oluşturur. Bir idari işlemin yapılması için uyulması gereken şekil koşulları, izlenmesi gereken yöntem kuralları, anayasa, yasa, tüzük, yönetmelik, gibi düzenleyici metinler içinde yer almaktadır. Anayasa’nın 129 ncu maddesinin ikinci fıkrası da “Memurlar ve diğer kamu görevlileri ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve bunların üst kuruluşları mensuplarına savunma hakkı tanımadıkça disiplin cezası verilemez” hükmünü, 1632 Sayılı Askerî Ceza Kanununun 175 nci maddesi “Disiplin amiri cezayı vermeden evvel faile kendini müdafaa etmeğe müsaade eder” hükmünü, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 130 ncu maddesi, “Devlet memuru hakkında savunması alınmadan disiplin cezası verilemez. Soruşturmayı yapanın veya yetkili disiplin kurulunun 7 günden az olmamak üzere verdiği süre içinde veya belirtilen bir tarihte savunmasını yapmayan memur, savunma hakkından vazgeçmiş sayılır.” hükmünü içermektedir. Anayasa’nın 129 ncu maddesinin üçüncü fıkrasında “Uyarma ve kınama cezalarıyla ilgili olanlar hariç, disiplin kararları yargı denetimi dışında bırakılamaz” denildikten sonra, aynı maddenin dördüncü fıkrasında “Silahlı Kuvvetler mensupları ile hakimler ve savcılar hakkındaki hükümler saklıdır” şeklinde istisnai bir düzenleme öngörülmüş, 657 sayılı Kanunun 135 nci maddesinde “Disiplin amirleri tarafından verilen uyarma ve kınama cezalarına karşı itiraz, varsa bir üst disiplin amirine yoksa disiplin kurullarına yapılabilir. Aylıktan kesme, kademe ilerlemesinin durdurulması ve Devlet memurluğundan çıkarma cezalarına karşı idari yargı yoluna başvurulabilir.” hükmüne, 1602 Sayılı AYİM Kanununun 21 nci maddesinin son fıkrasında da “... disiplin suç ve tecavüzlerinden ötürü disiplin amirlerince verilen cezalar yargı denetimi dışındadır” hükmüne yer verilmiştir. Yukarıda belirtilen mevzuat hükümleri dikkate alındığında uyarma cezasının yargı denetimi dışında tutulmasının öngörüldüğü açıkça anlaşılmaktadır. Bu pozitif düzenlemelerin doğal sonucu olarak da bu konuda açılacak iptal davasının inceleme kabiliyeti olamayacağı tabiidir. Hukuki durum böyle olmakla beraber, tüm idari işlemlerin “yok”luk haliyle sınırlı olarak yargı denetimine tabi olduğu yadsınamaz. Gerek AYİM’in, gerek Danıştay istikrar bulmuş içtihatlarına göre disiplin cezaları “yokluk” haliyle sınırlı olarak denetlenmekte, yokluk hali saptandığında işleminin iptaline karar verilmektedir. İdari bir işlemin herhangi bir unsurunda görülen çok ağır derecede hukuka aykırılıklar ya da esaslı bir unsurdan yoksun olması anlamına gelen “yokluk” halinde işlem hiç yapılmamış, hukuk yaşamında doğmamış gibi değerlendirilir. Yokluk teorisine göre, işlemlerde “geçerlilik” koşulları ile “varlık” koşullarının birbirinden ayırt edilmesi gerekir. Birincisinin oluşmaması halinde işlem sadece “iptal edilebilir” nitelikte iken, varlık - 255 - koşullarının oluşmaması halinde işlem yoktur. İşlemin oluşması için gerekli olan kurucu unsurların işlemde bulunması bir zorunluluk ve bizatihi işlemin varlık sebebidir. Anayasa’nın 129 ncu maddesinin ikinci fıkrası ve 1632 sayılı Askerî Ceza Kanununun 175 nci maddesi ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 130 ncu maddesinin açık hükümleri karşısında davacının savunması alınmadan uyarı cezası ile cezalandırılması hali idari işlemin (disiplin cezasının) şekil unsurundaki “ağır ve bariz” sakatlığını ortaya koymaktadır. Bu itibarla; Davacı …’a MSB İnş.Eml ve NATO Enf. D.Bşk’nı tarafından 07.11.2005 tarihinde verilen “uyarma” disiplin cezasının şekil unsuru yönünden ağır ve bariz şekilde sakat olduğu anlaşılmakla anılan cezanın “YOK HÜKMÜNDE” OLDUĞUNUN TESPİTİNE ve İPTALİNE, 07 TEMMUZ 2010 tarihinde OYÇOKLUĞU ile karar verildi. KARŞI OY GEREKÇESİ T.C.Anayasasının 129’uncu madde, 3 ncü fıkrası ve 1602 sayılı AYİM Kanununun 21’inci madde son fıkrası gereği disiplin amirlerince verilen cezalar nedeniyle idari yargının doğrudan denetiminin istenemeyeceğinden, işlemin iptali yönünde alınan çoğunluk kararına katılamadım. 07.07.2010 ÜYE Ahmet DÜZEN Top.Kur.Alb. (AYİM 2.D., 07.07.2010; E. 2010/88, K. 2010/872) - 256 - 4.GÖREVDE YÜKSELME VE UNVAN DEĞİŞİKLİĞİ -49ÖZETİ: Davacının Yazı İşleri Müdürlüğü kadrosu altında “Dosya İnceleme Uzmanı” ve Yazı İşleri Müdür Yardımcısı” olarak yaptığı görevlerin zabıt katipliği gibi değerlendirilmesi gerektiği, aksi kabulün, kamu yararı amacına hizmet etmemesi sebebiyle hukuka aykırı olduğu. Davacı, 04.05.2010 tarihinde AYİM’de kayda geçen dava dilekçesinde özetle; 01.11.1990 tarihinde İstanbul Beykoz Askerlik Şubesi başkanlığı emrinde göreve başladığını; 2007 yılından bu yana Askeri Yargıtay 3’üncü Dairesi yazı işleri müdür yardımcısı olarak görev yapmakta olduğunu; MSB. lığının 10.02.2010 tarihli emriyle açılan sınava katılmak için yaptığı başvuru sonrasında, MSB.lığının 19.04.2010 tarihli yazısı ile görevde yükselme eğitimine çağrılmadığını öğrendiğini; yazı işleri müdürlüğü kadroları için “altı yıl zabıt katipliği yapmış olma” şartını; karar tasnif şube müdürlüğü kadrosu için ise “sekiz yıl uzman olarak görev yapma” şartını karşılamadığı için müracaatının reddedildiğini öğrendiğini; kendisinin yazı işleri müdür yardımcısı olarak görev yaptığını; yazı işleri müdürlüğü kadrosuna başvurusunun kabul edilmeme halinde, on iki yılını doldurmuş memur arkadaşının kendisine amir konumuna gelebileceğini; aynı şartların, 2006 yılında yazı işleri müdür yardımcılığına atanırken de geçerli olduğunu; idarenin hatalı işlemi yüzünden hiçbir zaman müdür olma şansının olamayacağını; Askeri Yargıtay ve AYİM başkanlığı TMK’larında geçen VHKİ, uzman ve yazı işleri müdür yardımcılığı kadrolarının dikkate alınmadan tamamen kuvvet komutanlıkları ve birlik mahkemeleri kadroları esas alınarak yapılan düzenlemenin ve bu düzenlemeye uygun olarak tesis edilen işlemin ve TSK’da Görevli Devlet Memurlarının Görevde Yükselme Yönergesinin 2’nci bölümünün 3’üncü maddesinin e fıkrasının 2’nci bendinin hukuka aykırı olduğunu belirterek söz konusu Yönerge hükmünün ve işlemin yürütmesinin durdurulmasına ve iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davacının Yürütmenin Durdurulması talebi AYİM 2 nci Dairesinin 12 Mayıs 2010 gün ve Gensek No.2010/1754, Esas No.2010/596 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Dava dosyasının incelenmesinden 01.11.1990 tarihinde Beykoz Askerlik Şubesi Başkanlığında sivil memur olarak göreve başlayan davacının 16.01.1996 tarihine kadar çeşitli Askerlik Şube Başkanlıklarında görev yaptığı, bu tarihten sonra MSB.lığı Personel D.Başkanlığına atamasının yapıldığı, 16.08.2001 tarihinde uzman olduğu, 19.07.2004 tarihinde AYİM 1 nci Daire Başkanlığı Dosya İnceleme Uzmanlığına, 24.07.2007 tarihinde Askeri Yargıtay 3.Daire Yazı İşleri Müdür - 257 - Yardımcılığına atandığı MSB.lığının 2010 yılı Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Eğitim ve Sınavı için 24.02.2010 tarihli dilekçesiyle Askeri Yargıtay 4.D.Başkanlığı Yazı İşleri Müdürlüğü Askeri Yargıtay Gensek Genel Evrak Yazı İşleri Müdürlüğü ve Askeri Yargıtay Başkanlığı Gensek Karar Tasnif Şube Müdürlüğü için müracaatta bulunduğu, müracaat ettiği kadrolar için mevzuatta belirtilen hizmet süresi şartını sağlamadığı gerekçesiyle MSB.lığının 19.04.2010 tarihli yazısıyla müracaatının kabul edilmediği bu hususun kendisine tebliği üzerine iş bu davanın açıldığı anlaşılmıştır. 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun “Derece Yükselmesinin Usul Ve Şartları” başlıklı 68 nci maddesi: “A) Derece yükselmesi yapılabilmesi için: a) Üst dereceden boş bir kadronun bulunması, b) Derecesi içinde en az 3 yıl ve bu derecenin 3 üncü kademesinde 1 yıl bulunmuş, c) Kadronun tahsis edildiği görev için öngörülen nitelikleri elde etmiş, d) Sicil bakımından üst dereceleri yükselebilecek nitelikte bulunduğunun saptanmış, olması şarttır. B) Eğitim ve öğretim hizmetleri sınıfı hariç, sınıfların 1, 2, 3 ve 4 üncü derecelerindeki kadrolarına, derece yükselmesindeki süre kaydı aranmaksızın, atanmasındaki usule göre daha aşağıdaki derecelerden atama yapılabilir. Ancak, bu şekilde bir atamanın yapılabilmesi için ilgilinin; a. 1 inci dereceli görevlerden ek göstergesi 650 ve daha yukarıda olanlar için en az 12 yıl, b. 1 ve 2 nci derece görevlerden ek göstergesi 650'den az olanlar için en az 10 yıl, c. 3 ve 4 üncü dereceli görevler için en az 8 yıl, 08.06.1984 tarih ve 217 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 2 nci maddesi kapsamına dahil kurumlarda fiilen çalışmış olması ve yüksek öğrenim görmüş bulunması şarttır. Ancak dört yıldan daha az süreli yüksek öğrenim görenler için yukarıdaki sürelere ikişer yıl ilave edilir. Yasama Organı Üyeliğinde, Kanunlarla kurulan fonlarda, muvazzaf askerlikte ve okul devresi dahil yedek subaylıkta ve uluslararası kuruluşlarda geçen sürelerin tamamı ile yüksek öğrenim gördükten sonra özel kurumlarda veya serbest olarak çalıştıkları sürenin 6 yılı geçmemek üzere 3/4'ü yukarıdaki sürelerin hesabında dikkate alınır. Bu bent hükümlerine göre atananlar atandıkları kadronun aylık (Ek gösterge dahil) ve diğer haklarından yararlanırlar. Bu suretle üst dereceye atananların bu kadrolarda geçirdikleri her yıl kademe ilerlemesi ve her "3" yıl derece yükselmesi sayılmak suretiyle kazanılmış hak ve emeklilik keseneğine esas aylık derecelerinin yükselmesinde gözönüne alınır. Ancak atandıkları kadro aylıkları, başka görevlere atanma halinde kazanılmış hak sayılmaz.” hükmünü; - 258 - Kamu Kurum Ve Kuruluşlarında Görevde Yükselme Ve Unvan Değişikliği Esaslarına Dair Genel Yönetmeliğin “Hizmet Süresi” başlıklı 6 ncı maddesi: “Devlet memurlarının görevde yükselme mahiyetindeki atamalarının yapılabilmesi için kurumların çıkaracakları görevde yükselme yönetmeliğinde belirtilen süre kadar bulunduğu kurumda veya diğer kurumlarda alt görevlerde çalışmış olmaları şarttır. Kurumlar atanılacak görevin niteliği itibariyle aranacak hizmet sürelerini, Devlet Memurları Kanununun 68 nci maddesinin (B) bendi hükümlerine göre değerlendirerek kendi kurumlarında ve diğer kurumlarda geçen süreleri dikkate alarak belirler. Bu sürelerin en az iki yılının atamanın yapılacağı kurumda geçmiş olması şartı aranır. Ancak, yeni kurulan kurum ve kuruluşlar ile görevde yükselmeyle ilgili ilanlara başvuru olmaması halinde atamanın yapılacağı kurumda en az iki yıl çalışmış olması şartı aranmaz.” hükmünü; Milli Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı Ve Kuvvet Komutanlıklarında Görevli Devlet Memurlarının Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Yönetmeliği’nin “Görevde yükselme suretiyle atanacaklarda aranacak özel şartlar” başlıklı 7 nci maddesi: “ Bu Yönetmeliğin 5 nci maddesinde sayılan görev unvanlarına görevde yükselme suretiyle yapılacak atamalarda aşağıdaki özel şartlar aranır: a) Müdür, müdür yardımcısı, APK uzmanı ve uzman kadroları için fakülte veya 4 yıllık yüksekokul mezunu olması, b) Yazı işleri müdürü ve yazı işleri müdür yardımcısı kadroları için fakülte, 4 yıllık yüksek okul veya Adalet Meslek Yüksek Okulu mezunu olması, c) Görev tanım formunda yazılı niteliklere ve kadro açıklamasına uygun olması, ç) Son yıl sicil notunun olumlu olması ve son 3 yıllık sicil notu ortalamasının en az 90 olması, d) Sıralı sicil amirlerince doldurulmuş olan görevde yükselme nitelik belgesinden en az 70 puan almış olması, e) Görevde yükselme sınavında başarılı olması, Ayrıca, bu özel şartların yanında aşağıda belirtilen hizmet süreleri de aranır: a) (Değişik bent: 10/04/2009 - 27196 S.R.G Yön/1.mad.) Müdür kadrosuna atanabilmek için; asgari 12 yıl kamu hizmetinin olması, bu hizmetin 8 yılının uzman, APK uzmanı veya müdür yardımcısı görevlerinde ve son 3 yılının atamanın yapılacağı Millî Savunma Bakanlığı veya Genelkurmay Başkanlığı veya kuvvet komutanlıklarında geçmiş olması, - 259 - b) Yazı işleri müdürü kadrosuna atanabilmek için; asgari 12 yıl kamu hizmetinin olması, bu hizmetin 6 yılının zabıt katipliği görevinde ve son 2 yılının atamanın yapılacağı Millî Savunma Bakanlığı veya Genelkurmay Başkanlığı veya kuvvet komutanlıklarında zabıt katipliği/yazı işleri müdür yardımcılığı görevinde geçmiş olması, c) Müdür Yardımcısı kadrosuna atanabilmek için; Asgari 12 yıl kamu hizmetinin olması, 4 yılının uzman veya APK uzmanı görevlerinde ve bu hizmetin son 4 yılının atamanın yapılacağı Millî Savunma Bakanlığı veya Genelkurmay Başkanlığı veya Kuvvet Komutanlıklarında geçmiş olması, ç) Yazı İşleri Müdür Yardımcısı kadrosuna atanabilmek için; Asgari 12 yıl kamu hizmetinin olması, 6 yılının zabıt kâtipliği görevinde ve son 2 yıllık hizmetinin atamanın yapılacağı Millî Savunma Bakanlığı veya Genelkurmay Başkanlığı veya Kuvvet Komutanlıklarında zabıt katipliği görevinde geçmiş olması, d) Araştırma, Planlama ve Koordinasyon (APK) Uzmanı kadrosuna atanabilmek için; Asgari 12 yıl kamu hizmetinin ve uzmanlıkta 6 yıl hizmetinin olması, bu hizmetin son 3 yılının atamanın yapılacağı Millî Savunma Bakanlığı veya Genelkurmay Başkanlığı veya Kuvvet Komutanlıklarında geçmiş olması, e) Uzman kadrosuna atanabilmek için; Asgari 6 yıl kamu hizmetinin olması ve bu hizmetin son 3 yılını atamanın yapılacağı kadronun bulunduğu Millî Savunma Bakanlığı veya Genelkurmay Başkanlığı veya Kuvvet Komutanlıklarında geçirmiş olması.” hükmünü içermektedir. Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli Devlet Memurlarının Görevde Yükselme Yönergesinin “Görevde Yükselme Değişikliğine İlişkin Esaslar” başlıklı ikinci bölümünün “Görevde Yükselme Suretiyle atanacaklarda Aranacak Şartlar” başlıklı 3 ncü maddesinin e fıkrasının 2 nci bendi uyarınca: Yazı işleri müdürlüğü kadrosunda atanacak personelde aranacak şartlar arasında, “Asgari 12 yıl kamu hizmetinin olması, 6 yılının zabıt kâtipliği görevinde ve son 2 yıllık hizmetinin atamanın yapılacağı Millî Savunma Bakanlığı veya Genelkurmay Başkanlığı veya Kuvvet Komutanlıklarında zabıt kâtipliği görevinde geçmiş olması,” şartı aranmaktadır. Aynı maddenin d fıkrasının 2 nci bendi uyarınca Müdür kadrosunda atanacak personelde aranacak şartlar arasında, “Asgari 12 yıl kamu hizmetinin olması, bu hizmetin 8 yılının uzman, APK uzmanı veya müdür yardımcısı görevlerinde ve son 3 yılının atamanın yapılacağı Millî Savunma Bakanlığı veya Genelkurmay Başkanlığı veya kuvvet komutanlıklarında geçmiş olması” şartı yer almaktadır. Bakanlar kurulunun 2010/195 Karar sayılı kararıyla yapılan ve 12 Mart 2010 tarih ve 27519 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe - 260 - girmiş Kamu Kurum ve Kuruşlarında Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Esaslarına Dair Genel Yönetmelikte Değişikler Yapılmasına İlişkin Yönetmeliğin 17 nci maddesiyle anılan Yönetmeliğe eklenen Geçici 7 nci maddenin son fıkrasında;…”Bu maddenin yayımı tarihinden önce duyurusu yapılmış ve başvuru süresi bitmiş olan görevde yükselme eğitimleri ve sınavları ile unvan değişikliği sınavları duyuruları yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan mevzuat hükümlerine göre gerçekleştirilir.” hükmü bulunmaktadır. Yukarıda belirtilen mevzuata göre davacının talepleri incelendiğinde; Davacı tarafından, eğitime alınacak adayların belirlenmesine yönelik Personel Değerlendirme Formundaki puanlamaların 12.03.2010 tarihinde yürürlüğe giren genel yönetmelik ile değiştirildiği ve her ne kadar ilk emir bu yönetmelik değişikliğinden önce yayımlanmış ise de, son müracaat tarihi 05.04.2010 tarihi olduğundan dolayı davalı idarenin de genel yönetmelikteki atıf uyarınca kendi yönetmeliğinde gerekli düzenlemeyi yapmasını müteakip aday belirlemesi yoluna gitmesi gerekirken adayların eğitime alınması ve sınavların yapılmasının hukuka uyarlı olmadığı belirtilmiştir. Ancak davalı idarece adayların belirlenmesine yönelik emrin yayımlanma tarihinin genel yönetmelik değişikliğinden önce olduğu dikkate alındığında, davalı idarenin emri yayımladığı ilk tarih olan 10.02.2010 tarihindeki koşulları baz alarak adayları belirlemesinde hukuka aykırı bir yaklaşım olmadığı, her ne kadar davalı idare tarafından müracaat süresi 05.04.2010 tarihine kadar uzatılmış ise de, bu süre uzatımının ilk müracaatları geçersiz kılmadığı, ancak yeni başvurular için imkan tanıdığı, davacının da bu tarihten çok önce 23.02.2010 tarihinde müracaatını yaptığı dikkate alındığında, sınavın eski mevzuata göre yapılmasında hukuka aykırılık olmadığı, bu nedenle davacının Görevde Yükselme ve Ünvan Değişikliği Sınavının iptaline yönelik talebinin reddinin gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. Davacının iptalini talep ettiği Yönerge hükmüne bakıldığında; Türk Silahlı Kuvvetlerinde Görevli Devlet Memurlarının Görevde Yükselme Yönergesinin “Görevde Yükselme Değişikliğine İlişkin Esaslar” başlıklı ikinci bölümünün “Görevde Yükselme Suretiyle atanacaklarda Aranacak Şartlar” başlıklı 3 ncü maddesinin e fıkrasının 2 nci bendi uyarınca: Yazı işleri müdürlüğü kadrosuna atanacak personelde “Asgari 12 yıl kamu hizmetinin olması, 6 yılının zabıt kâtipliği görevinde ve son 2 yıllık hizmetinin atamanın yapılacağı Millî Savunma Bakanlığı veya Genelkurmay Başkanlığı veya Kuvvet Komutanlıklarında zabıt kâtipliği görevinde geçmiş olması,” şartı aranmaktadır. Görüldüğü üzere, iptali talep edilen yönerge yukarıda belirtilen yasal düzenlemeler ve Yönetmelik hükümleriyle paralel bir düzenleme içermektedir. - 261 - Pozitif hukuktaki "Normlar hiyerarşisi" olgusu, Anayasanın 8, 11, 115 ve 124 ncü maddelerinde düzenlenmiştir. Anayasanın 8 nci maddesinde, “Yürütme yetkisi ve görevinin, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasa ve Kanunlara uygun olarak kullanılacağı ve yerine getirileceği” belirtilmekte; Anayasanın 11 nci maddesinde, “Anayasa hükümlerinin, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduğu” ifade edilmekte, Anayasanın 115 nci maddesinde, “Tüzüklerin Kanuna aykırı olamayacağı” hükmolunmakta, Anayasanın 124 ncü maddesinde de, “Başbakanlık, Bakanlıklar ve kamu tüzel kişilerinin, kendi görev alanlarını ilgilendiren kanunların ve tüzüklerin uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak şartıyla, yönetmelikler çıkarabilecekleri” hüküm altına alınmaktadır. Pozitif düzenlemelerle de hukuki gerçeklik kazanmış "Normlar hiyerarşisi" ilkesi uyarınca, hukuk kuralları kademelenmesinin, yukarıdan aşağıya doğru "Anayasa", "Kanun", "Kanun Hükmünde Kararname", "Tüzük", "Yönetmelik" ve "Diğer alt düzenleyici işlemler" (yönergeler, genelgeler) şeklinde sıralanmak suretiyle yapıldığı bilinen bir olgudur. Buna göre, alt kademede yer alan bir normun üst kademedeki norma aykırı olması ya da ona aykırı veya onun kapsamını aşan düzenlemeler içermesi mümkün değildir. Bu ilkenin tabii bir sonucu olarak, normlar hiyerarşisinde üst kademede yer alan yasal kurallara aykırı düzenleyici tasarrufların idare tarafından yürürlüğe konulması hukuka aykırı düşecektir. Davacının iptalini talep ettiği Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli Devlet Memurlarının Görevde Yükselme Yönergesinin “Görevde Yükselme Değişikliğine İlişkin Esaslar” başlıklı ikinci bölümünün “Görevde Yükselme Suretiyle atanacaklarda Aranacak Şartlar” başlıklı 3 ncü maddesinin d fıkrasının 2 nci bendi uyarınca Yazı işleri müdürlüğü kadrosunda atanabilmek için “Asgari 12 yıl kamu hizmetinin olması, 6 yılının zabıt katipliği görevinde ve son 2 yıllık hizmetinin atamanın yapılacağı Millî Savunma Bakanlığı veya Genelkurmay Başkanlığı veya Kuvvet Komutanlıklarında zabıt katipliği görevinde geçmiş olması,” şartı aranmasının, Yönergenin bu hükmünün dayanağını teşkil eden 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 68 nci maddesi ile Milli Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı Ve Kuvvet Komutanlıklarında Görevli Devlet Memurlarının Görevde Yükselme Ve Unvan Değişikliği Yönetmeliği’nin 7 nci maddesi ile uyumlu olduğu ve bu yönerge hükmünün, üst normlara aykırılık teşkil eden herhangi bir yönünün bulunmadığı, bu itibarla, dava konusu işleme esas alınan ve dayanağı olan üst normlar ile uyumlu olan Yönerge hükmünün, normlar hiyerarşisi prensibini ihlal etmediği, iptali talep edilen Yönerge hükmünün, düzenleyici işlemlerde bulunması gereken “genellik, objektiflik ve soyutluk” özelliklerini taşıdığı, iptali istenen Yönerge hükmünün hukuka aykırı bir yönünün bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır. Davacının müracaatının kabul edilmemesi işlemi incelendiğinde; - 262 - Askeri Yargıtay 4 ncü Daire Yazı İşleri Müdürlüğü ve Askeri Yargıtay Gensek Genel Evrak Yazı İşleri Müdürlüğü yönünden davacının AYİM 1 nci Dairesi Dosya İnceleme Uzmanlığı ve Askeri Yargıtay 3 ncü Daire Yazı İşleri Müdür Yardımcılığı kadrolarında geçen hizmet sürelerinin zabıt katipliğinde geçirilen süre gibi dikkate alınması gerektiği zira devlet memurlarının görevde yükselme ve unvan değişikliklerine ilişkin usul ve esasları belirleyen “Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Esaslarına Dair Genel Yönetmelik” ve bu Yönetmeliğe istinaden çıkarılan “Milli Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı ve Kuvvet Komutanlıklarında Görevli Devlet Memurlarının Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Yönetmeliği”nin, personelin kendi uzmanlaştığı kadrolarda görevde yükselme eğitimine ve sınavına müracaat etmesini ve böylece müracaat edilen kadrolarda yabancılık çekmeyerek ve kısa sürede bu göreve adapte olabilecek adayların öncelikle bu eğitime ve sınava alınmasını amaçlayan bir düzenleme olduğu, davacının da 19.07.2004 tarihinden bu yana AYİM ve Askeri Yargıtay bünyesinde “adli görev” icra ettiği ve bulunduğu kadronun isminin “zabıt katibi” “VHKİ” “Dosya Tasnif Uzmanı”, “Dosya İnceleme Uzmanı” ya da “Yazı İşleri Müdür Yardımcısı” olmasının davacının icra ettiği görevin niteliğini değiştirmediği, çünkü görev tanım formlarına göre “Yazı İşleri Müdürlüğü” kadrosu altında zabıt katipleri ile aynı görevi veya daha üst görevleri icra eden VHKİ, dosya inceleme uzmanı, dosya tasnif uzmanı ve yazı işleri müdürlüğü kadrolarında görev yapan personelin, sırf “zabıt katipliği” görevinde bulunmadıkları için, bu göreve atanmamalarının “Yazı İşleri Müdürlüğü” kadrolarına bu konuda ehil personelin atanmasını amaçlayan mevzuatın ruhuna aykırı olduğu, bu nedenle davacının Yazı İşleri Müdürlüğü kadrosu altında “Dosya İnceleme Uzmanı” ve Yazı İşleri Müdür Yardımcısı” olarak yaptığı görevlerin zabıt katipliği gibi değerlendirilmesi gerektiği, aksi kabulün, kamu yararı amacına hizmet etmemesi sebebiyle hukuka aykırı olduğu, ancak davacının müracaat tarihi ve bu müracaatın reddedildiği tarih itibarıyla davacının yukarıda belirtilen adli görevlerinin, 6 yılın altında kalması nedeniyle müracaatının kabul edilmemesinin hukuka uyarlı olduğu, Yine davacının Askeri Yargıtay Başkanlığı Gensek Karar Tasnif Şube Müdürlüğü için yaptığı müracaatının kabul edilmemesi işleminin de 8 yıllık uzman olarak görev yapma şartını taşımaması sebebiyle, hukuka uyarlı olduğu sonuç ve kanaatine varılmıştır. Açıklanan nedenlerle ; 1. Davacının müracaat ettiği kadrolar için Eğitim ve Sınava Çağrılmama İşleminin İptali İsteminin Reddine OYBİRLİĞİ ile, 2. Görevde Yükselme Eğitim ve Sınavlarının iptali isteminin REDDİNE, OYBİRLİĞİ ile, - 263 - 3. Türk Silahlı Kuvvetlerinde Görevli Devlet Memurlarının Görevde Yükselme Yönergesinin 2 nci bölüm 3 ncü maddesinin e fıkrasının 2 nci bendinin iptali isteminin REDDİNE, Hak.Alb.Kenan KENAN’ın karşıoyu ve OYÇOKLUĞU ile, 08 ARALIK 2010 tarihinde OYÇOKLUĞU ile karar verildi. KARŞI OY GEREKÇESİ Dava konusu TSK.da Görevli Devlet Memurlarının Görevde Yükselme Yönergesinin 2’nci Bölüm 3’üncü maddesinin e fıkrası 2’nci bendinin, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun “Derece Yükselmesinin Usul ve Şartları” başlıklı 68’inci maddesinde, keza bu kanuna gore çıkarılan Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Görevde Yükselme ve Unvan Değişkilği Esaslarına Dair Genel Yönetmeliğin “Hizmet Süresi” başlıklı 6’ncı maddesinde ön görülmeyen sınırlamalar getirdiği, Kanunun ve Yönetmeliğin konuluş amacına bakıldığında aynı görevi yapan personelin aynı görevler de yükselmelerinin amaçlandığı, Yazı İşleri Müdürlüğü kadrosunda Yazı İşleri Müdürünün emri altında görev yapan ve görev tanım formuna göre; zabıt katipleri ie aynı görevleri veya daha üst görevleri yapan “zabıt katiplerine” göre daha fazla niteliklere sahip olmayı gerektiren, (Eğitim durumu, hizmet süresi gibi) “VHKİ”, “Dosya İnceleme Uzmanı” “Dosya Ayırma Uzmanı” ve “Yazı İşleri Müdür Yardımcılığı” kadrolarında görev yapan personel yönünden “Yazı İşleri Müdürlüğü” kadrosu için böyle bir sınırlama getirilmesinin Kanun’un konuluş amacına aykırı ve hukuki dayanaktan yoksun olduğu, Kamu yararına da uygun olmadığı, her ne kadar Mahkemelerce idari işlem tesisi niteliğinde karar tesis edilemez ise de, Kanun’un amacına uygun düzenleme yapma hakkı saklı kalmak kaydıyla (ilgili Yönetmelik ve Yönergede Yazı İşleri Müdürlüğü” kadrosu için; zabıt katipliği ile birlikte Yazı İşleri Müdürlüğü kadrosu altında görev yapan “”VHKİ”, “Dosya İnceleme Uzmanı”, “Dosya Ayırma Uzmanı” ve “Yazı İşleri Müdür Yardımcısı” kadrolarında görev yapan personelin de müracaatına imkan tanıyacak değişikliğin yapılması) söz konusu yönerge hükmünün 2 nci Bölüm 3 ncü maddesinin “e” fıkrasındaki “6 yılının zabıt katipliği görevlerinde ve“ ibaresi ile “zabıt katipliği /yazı işleri müdür yardımcılığı görevlerinde” ibarelerinin iptaline karar verilmesi gerektiği kanaatinde olduğumdan sayın çoğunluk görüşüne katılamadım. 08.12.2010 ÜYE Kenan KENAN Hak.Alb. (AYİM.2.D., 08.12.2010; E. 2010/596, K. 2010/1365) - 264 - -50ÖZETİ: Davacının görevde yükselme ve unvan değişikliği sınavına müracaatında kendi uzmanlaştığı kadrolara müracaat etmesinin, atanacağı kadroda kısa sürede göreve adapta olabileceği ve yabancılık çekmeyeceği bir kadronun eğitim ve sınavına katılması gerektiğinden, Yazı İşleri Müdürlüğü kadrosu için Yazı İşleri Müdürlüğü kadrosunun alt birimleri olan zabıt katipliği ve buna benzer adli görev yapan personelin tercih edilmesinde kamu yararı bulunduğu sonuç ve kanaatine varılmıştır. Davacı 04 Haziran 2010 tarihinde AYİM’de kayda geçen dava dilekçesinde özetle; Milli Savunma Bakanlığında 12 Ağustos 1991 tarihinde 4 yıllık Üniversite mezunu olarak (uzman olarak) göreve başladığını, 19 yıllık uzman memurluk hizmeti olduğunu, halen Askerî Yüksek İdare Mahkemesi Başkanlığında Yayın Tasnif Uzmanı olarak görev yaptığını, Millî Savunma Bakanlığının 08 Mart 2010 tarihinde yayınladığı ve son müracaat tarihi 05 Nisan 2010 olan, Görevde Yükselme Eğitim ve Sınavı konulu yazısına istinaden durumuna uyan kadrolara müracaatta bulunduğunu, bu kadroların Askerî Yargıtay Başkanlığı, Gensek. Karar Tasnif Şubesi Müdürü kadrosu, Askerî Yargıtay Başkanlığı, 4. Daire, Yazı İşleri Müdürü kadrosu, Askerî Yargıtay Başkanlığı, Gensek. Yayın Kurulu Yazı İşleri Müdür Yardımcısı kadroları olduğunu, M.S.B tarafından 20 Nisan 2010 tarihinde TSK-NET kananıyla yapılan duyurudaki Görevde Yükselme eğitimine çağrılan adayların listesini incelediğini, ismimin olmadığını öğrendiğini, eğitime çağrılan ve çağrılmayan adayların puanları ile çağrılmama gerekçeleri yapılan duyuruda belirtilmediği için idareye başvurarak, eğitime çağrılmama gerekçesinin yazılı olarak bildirilmesini talep etmesine rağmen yazılı veya sözlü herhangi bir cevap verilmediğini, Görevde Yükselme Eğitimine çağrılmama gerekçesinin "zabıt katipliği yapmaması" nedeniyle olabileceğini düşündüğü, MSB.Gnkur.Bşklığı ve Kuvvet Komutanlıklarında Görevli Devlet Memurlarının Görevde Yükselme Yönetmeliğinin 7.maddesinde yer alan " Asgari 12 yıl kamu hizmeti olması, bu hizmetin 6 yılının zabıt katipliği görevinde ve 2 yılının atamanın yapılacağı Milli Savunma Bakanlığı veya Genelkurmay Başkanlığı veya Kuvvet Komutanlıklarında zabıt katibi/yazı işleri müdür yardımcılığı görevinde geçmiş olması" ifadesindeki zabit katipliği yapma şartının, hukuka ve Üst norm olan Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Esaslarına Dair Genel Yönetmeliğin - 265 - Ek 3.maddesindeki "…unvan değişikliklerinde öğrenim durumları ile ilgisi bulunmayan görevlerde belirli süre hizmet yapmış şartı aranmaz." hükmüne ve hukuka aykırı olduğunu, zabıt katibine görevde yükselebilmesi hakkı verilip, zabıt katibinden daha üst görevdeki uzmanlara ve müdür yardımcılarına görevde yükselme hakkı verilmemesinin, Genel Yönetmeliğin Ek 3.maddesine ve hukuka aykırı olduğunu, diğer yandan MSB'nin uyguladığı özel yönetmeliğin, Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Esaslarına Dair Genel Yönetmeliğin Geçici 5’inci maddesinden aldığı hukuki yetkiyle hazırlandığını, özel yönetmeliğin üst norm olan Genel Yönetmeliğe aykırı olamayacağını, bu nedenle idarenin bariz hatadan dolayı yaptığı “idari işlemin; yetki, sebep, şekil, konu ve maksat yönlerinden hukuka aykırı olduğunu”, 12 Mart 2010 tarihinde genel yönetmelik değişikliği ile yapılan yeni değerlendirme kriterleri ve puanlama değişikliklerini özel yönetmeliğe ithal etmeden, 2010 yılında Devlet Personel Başkanlığının onayı alınmadan yükselme eğitimi ve sınavının açılmasının hukuka aykırı olması nedeniyle iptalinin gerektiğini 12 Mart 2010 tarihinde yürürlüğe giren Genel Yönetmeliğin 17’nci maddesinde; “Bu maddenin yayımı tarihinden önce duyurusu yapılmış ve başvuru süresi bitmiş olan görevde yükselme eğitimleri ve sınavları ile unvan değişikliği sınavları, duyurunun yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan mevzuat hükümlerine göre gerçekleştirilir." denildiğini, idare tarafından son başvuruların 05 Nisan 2010 tarihinde değilde, 05 Mart 2010 tarihinde sona erdiğini iddia etmenin, MSB'nin 08 Mart 2010 tarihinde yayınladığı ve son müracaat tarihinin 05 Nisan 2010 olduğu belirtilen, Görevde Yükselme Eğitim ve Sınavı konulu kendi yazısını yok sayması anlamına geldiğini, 05 Nisan 2010 tarihinin, son başvuru tarihi olduğundan hiç kimsenin şüphesinin olmadığını, başvuru süresi bitmemiş olduğundan idarenin, eski kriterlere '"göre yönetmeliğini değiştirmeden sınav yapamayacağı için yapılan tüm sınavların iptal edilmesi gerektiğini, 12 Mart 2010 tarih ve 27519 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Üst Norm Genel Yönetmelik değişikliğin 16, 17.ve 18.maddelerinin 12 Mart 2010 tarihinde yürürlüğe girdiğini ve Aday belirleme ve değerlendirme formu ve puan hesaplama kriterlerinin değiştiğini, 16’ncı madde de belirtildiği gibi, görevde yükselecek adayları belirleme kriteri ve puanlama hesaplamalarına esas olan Personel Değerlendirme Formu ile aday belirleme kriterleri, takdir, ödül puanlarına ait hesaplamaların değiştiğini, yeni Kriterlere göre yeniden hesaplama yapılıp konu incelendiğinde, yeni kriterlere göre idarenin yanlış seçtiği birçok personelin Md Yrdc./Müdür adayı bile olamayacağını, İlk üçe bile giremeyeceğini, MSB'lığının yönetmelik ve yönergesini Genel yönetmeliğe uygun hale getirdikten sonra Yeni Personel Değerlendirme Formuna göre, adayları yeniden tespit etmek zorunda olduğunu, Yeni Genel Yönetmeliğin kriterlerine göre tespit edilmeyip, Eski özel yönetmeliğin kriterlerine göre belirlenen adayları eğitime almanın ve atamanın hukuken geçersiz olduğunu, kamu ve kişi zararının oluşmaması için öncelikle, açılmış olan tüm kadroların görevde yükselme eğitim ve sınavlarının durdurularak, iptal edilmesini, özel yönetmeliğin üst norm olan genel yönetmeliğe uygun - 266 - hale getirildikten sonra görevde yükselme sınavlarının yeniden açılması gerektiğini, yeni Personel Değerlendirme formundaki kriterler dikkate alınmadan Görevde yükselme eğitimine alınmama işleminin iptaline, Askeri Yargıtay Başkanlığı Yayın Kurulu Yazı İşl.Md.Yrdc. kadrosu için eğitime çağrılan Svl.Me…'ün MSB'nda 2 yıl Zabıt Katibi görevi yapmadan yükselme eğitimine çağrılması nedeniyle bu kadroya atama yapılmaması için sınav sonucunun iptaline, MSB.Gnkur.Bşklığı ve Kuvvet Komutanlıklarında Görevli Devlet Memurlarının Görevde Yükselme Yönetmeliğinin 7.maddesinde yer alan 6 yıl zabıt katipliği yapma şartı ile 2 yılının atamanın yapılacağı kurumda zabıt katibi/yazı işleri müdür yardımcılığı görevinde geçmiş olması" ifadelerinin iptaline ve 12 Mart 2010 tarih ve 27519 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Üst Norm Genel Yönetmelik değişikliğinin 16,17,18.maddeleri gereği, yapılması zorunlu olan değişiklikler özel yönetmelik ve yönergede yapılmadan, 14 Mayıs 2010 tarihinde yapılan Md.Yrdc.lıkları ve Müdür kadrolarına ait sınav sonuçlarının (Telafisi güç ve imkansız maddi ve manevi Devlet ve Kişi zararlarının oluşmaması için) yürütmesinin durdurularak iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. AYİM 2 nci Dairesinin 28.07.2010 gün ve 2010/2382-740 Gensek-Esas nolu ve 29.09.2010 gün ve 2010/2382-740 Gensek-Esas nolu kararları ile yürütmenin durdurulması ve yeniden yürütmenin durdurulması istemlerinin reddine karar verilmiştir. Dava dosyasının incelenmesinden; davacının ilk defa 12 Ağustos 1991 tarihinde Dış Tedarik Dairesi (Modernizasyon Mal ve Hizmet Tedarik Dairesi) Başkanlığında uzman yardımcısı olarak memuriyet görevine başladığı, 01 Eylül 1994 tarihinde uzmanlığa yükseltildiği, 29 Eylül 1997 tarihinde ARGE ve Teknoloji Dairesi Başkanlığı emrine, 01 Ekim 2007 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başkanlığı Genel Sekreterlik Yayın Kurulu Müdürlüğü emrine uzman olarak naklen atamasının yapıldığı anlaşılmaktadır. Davacının talepleri yönünden dava konusu işlemler ayrı ayrı incelendiğinde; Davacı tarafından, eğitime alınacak adayların belirlenmesine yönelik Personel Değerlendirme Formundaki puanlamaların 12.03.2010 tarihinde yürürlüğe giren genel yönetmelik ile değiştirildiği ve her ne kadar ilk emir bu yönetmelik değişikliğinden önce yayımlanmış ise de, son müracaat tarihi 05.04.2010 tarihi olduğundan dolayı davalı idarenin de genel yönetmelikteki atıf uyarınca kendi yönetmeliğinde gerekli düzenlemeyi yapmasını müteakip aday belirlemesi yoluna gitmesi gerekirken adayların eğitime alınması ve sınavların yapılmasının hukuka uyarlı olmadığı belirtilmiştir. Ancak davalı idarece adayların belirlenmesine yönelik emrin yayımlanma tarihinin genel yönetmelik değişikliğinden önce olduğu dikkate alındığında, davalı idarenin emri yayımladığı ilk tarih olan 10.02.2010 tarihindeki koşulları baz alarak adayları belirlemesinde hukuka aykırı bir yaklaşım olmadığı, her ne kadar davalı idare tarafından müracaat süresi 05.04.2010 tarihine kadar uzatılmış - 267 - ise de, bu süre uzatımının ilk müracaatları geçersiz kılmadığı, ancak yeni başvurular için imkan tanıdığı, davacının da bu tarihten önce müracaatını yaptığı dikkate alındığında, sınavın eski mevzuata göre yapılmasında hukuka aykırılık olmadığı, bu nedenle davacının Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Sınavının iptaline yönelik talebinin ve Yönetmelikte değişiklik yapılmadan eski yönetmelik hükümlerine göre yapılan değerlendirme sonucunda hesaplanan puanı nedeniyle görevde yükselme eğitimine alınmama işleminin iptaline yönelik talebinin reddinin gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. Davacı Askeri Yargıtay Başkanlığı Genel Sekreterlik Yayın Kurulu Yazı İşleri Md. Yardımcılığı kadrosu için eğitime çağrılan Svl.Me. …’ün MSB.lığında 2 yıl zabıt katibi olarak görev yapmaması nedeniyle bu kadro için yapılan sınavın iptalini talep etmiştir. Yapılan incelemede Svl.Me…’ün sehven değerlendirmeye alındığı, yapılan müracaat üzerine yanlışlığın fark edilerek değerlendirme listesinden çıkarıldığı, ayrıca bu kadro için yapılan sınavın başka bir adayın açtığı dava sonucunda AYİM 2 nci D.nin 26 Ocak 2011 gün ve 2010/695, 2011/156 K. sayılı kararıyla tüm sonuçlarıyla birlikte iptal edildiği dolayısıyla davacının bu talebi yönünden davanın konusuz kaldığı sonuç ve kanaatine varılmıştır. Davacı Milli Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı ve Kuvvet Komutanlıklarında Görevli Devlet Memurlarının Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Yönetmeliğinin 7 nci maddesinde yer alan “6 yıl zabıt katipliği yapma şartı ile 2 yılının atamanın yapılacağı kurumda zabıt katibi/yazı işleri müdür yardımcılığı görevinde geçmiş olması" ifadelerinin iptalini talep etmiştir. 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun “Derece Yükselmesinin Usul ve Şartları” başlıklı 68 nci maddesi; “A) Derece yükselmesi yapılabilmesi için: a) (Değişik: 26/6/1984 - KHK 241/4 md.) Üst dereceden boş bir kadronun bulunması, b) Derecesi içinde en az 3 yıl ve bu derecenin 3 üncü kademesinde 1 yıl bulunmuş, c) Kadronun tahsis edildiği görev için öngörülen nitelikleri elde etmiş, d) Sicil bakımından üst dereceleri yükselebilecek nitelikte bulunduğunun saptanmış olması şarttır. B) (Değişik: 4/5/1984 - KHK 199/1 md.) Eğitim ve öğretim hizmetleri sınıfı hariç, sınıfların 1, 2, 3 ve 4 üncü derecelerindeki kadrolarına, derece yükselmesindeki süre kaydı aranmaksızın, atanmasındaki usule göre daha aşağıdaki derecelerden atama yapılabilir. Ancak, bu şekilde bir atamanın yapılabilmesi için ilgilinin; a. 1 nci dereceli görevlerden ek göstergesi 650 ve daha yukarıda olanlar için en az 12 yıl, [44] - 268 - b. 1 ve 2 nci derece görevlerden ek göstergesi 650'den az olanlar için en az 10 yıl,45 c. 3 ve 4 ncü dereceli görevler için en az 8 yıl, (Ek fıkra: 26/8/1993 - KHK - 501/1 md.; İptal Anayasa Mahkemesinin 6/10/1993 tarihli ve E. 1993/32, K. 1993/32 sayılı kararı ile) (Değişik: 27/6/1989 - KHK - 375/7 Md.) 8.6.1984 tarih ve 217 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 2 nci maddesi kapsamına dahil kurumlarda fiilen çalışmış olması ve yükseköğrenim görmüş bulunması şarttır. Ancak dört yıldan daha az süreli yüksek öğrenim görenler için yukarıdaki sürelere ikişer yıl ilave edilir. Yasama Organı Üyeliğinde, Kanunlarla kurulan fonlarda, muvazzaf askerlikte ve okul devresi dahil yedek subaylıkta ve uluslararası kuruluşlarda geçen sürelerin tamamı ile yüksek öğrenim gördükten sonra özel kurumlarda veya serbest olarak çalıştıkları sürenin 6 yılı geçmemek üzere 3/4'ü yukarıdaki sürelerin hesabında dikkate alınır. Bu bent hükümlerine göre atananlar atandıkları kadronun aylık (Ek gösterge dahil) ve diğer haklarından yararlanırlar. Bu suretle üst dereceye atananların bu kadrolarda geçirdikleri her yıl kademe ilerlemesi ve her "3" yıl derece yükselmesi sayılmak suretiyle kazanılmış hak ve emeklilik keseneğine esas aylık derecelerinin yükselmesinde gözönüne alınır. Ancak atandıkları kadro aylıkları, başka görevlere atanma halinde kazanılmış hak sayılmaz. ” hükmüne amirdir. 657 S.K.nun 68 nci maddesine uygun olarak çıkarılan Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Esaslarına Dair Genel Yönetmeliğin “HİZMET SÜRESİ” başlıklı 6 ncı maddesi; “Devlet memurlarının görevde yükselme mahiyetindeki atamalarının yapılabilmesi için kurumların çıkaracakları görevde yükselme yönetmeliğinde belirtilen süre kadar bulunduğu kurumda veya diğer kurumlarda alt görevlerde çalışmış olmaları şarttır. Kurumlar atanılacak görevin niteliği itibariyle aranacak hizmet sürelerini, Devlet Memurları Kanununun 68 inci maddesinin (B) bendi hükümlerine göre değerlendirerek kendi kurumlarında ve diğer kurumlarda geçen süreleri dikkate alarak belirler. Bu sürelerin en az iki yılının atamanın yapılacağı kurumda geçmiş olması şartı aranır. Ancak, yeni kurulan kurum ve kuruluşlar ile görevde yükselmeyle ilgili ilanlara başvuru olmaması halinde atamanın yapılacağı kurumda en az iki yıl çalışmış olmak şartı aranmaz.” hükmüne, “GÖREVDE YÜKSELME EĞİTİMİNE ALINMA” başlıklı 9 ncu maddesi; “Görevde yükselme veya unvan değişikliği suretiyle atama yapılacak kadro veya pozisyonlar sınavlardan en az kırkbeş gün önce kurum personeline duyurulur. Başvuru süresi en az beş iş günü olarak belirlenir. İlan edilen kadro veya pozisyonlar için belirlenen başvuru tarihinin son günü itibarıyla aranan nitelikleri taşıyan personel, duyuruda belirtilen şekilde kurumuna başvuruda bulunabilir. Aylıksız izinde bulunanlar da dâhil olmak üzere, ilgili mevzuatı uyarınca verilmesi zorunlu olan izinleri kullanmakta olan kurum personelinin, - 269 - görevde yükselme eğitimi ve sınavına katılmaları mümkündür. Ancak, başvuru tarihinin son günü ile sınav tarihi arasındaki sürede yıllık izin kullanılamaz. Duyurudan önce yıllık izinde bulunanlar, en geç eğitimin başlangıç tarihine kadar izinlerini sona erdirmek kaydıyla, başvuruda bulunabilirler. Görevde yükselme eğitimine katılacakların sayısı, duyurulan boş kadro veya pozisyon sayısının üç katını geçemez. Üç katından az istekli bulunması hâlinde, başvuru şartlarını taşıyan başvuru sahibi tüm personelin eğitime alınması sağlanır. Duyurulan kadro veya pozisyon sayısının üç katından fazla personelin başvurması hâlinde, bu Yönetmeliğin ekinde yer alan Personel Değerlendirme Formunda belirtildiği şekilde puanlama yapılmak suretiyle, toplam puanı en fazla olandan başlamak üzere, kadro veya pozisyon sayısının üç katı kadar personel belirlenerek eğitime alınır. Ancak, yapılan puanlama sonunda eşitlik olması hâlinde, sırasıyla; a) 10 uncu maddenin (h) bendine ilişkin puanı yüksek olanlara, b) Hizmet süresi fazla olanlara, c) Daha üst öğrenimi bitirmiş olanlara, d) Üst öğrenim mezuniyet notu yüksek olanlara öncelik verilir. Görevde yükselme eğitimini tamamlayanlar, görevde yükselme sınavına katılmaya hak kazanırlar. Görevde yükselme eğitimi programları, kurumlar tarafından sadece kendi personeli için düzenlenebileceği gibi, bu eğitime alınacakların sayısı, atama yapılacak görevler ve eğitim programı bir ay önceden Devlet Personel Başkanlığına bildirilerek uygun görüş alınması hâlinde Devlet Personel Başkanlığı veya anılan Başkanlıkça uygun bulunacak kamu kurum ve kuruluşları tarafından müşterek görevde yükselme eğitimi programları düzenlenebilir.” hükmüne, Milli Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı ve Kuvvet Komutanlıklarında Görevli Devlet Memurlarının Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Yönetmeliğinin 2 nci Bölüm, “Görevde Yükselme suretiyle atanacaklarda aranacak özel şartlar” başlıklı 7 nci maddesi; “Bu Yönetmeliğin 5 inci maddesinde sayılan görev unvanlarına görevde yükselme suretiyle yapılacak atamalarda aşağıdaki özel şartlar aranır: a) Müdür, müdür yardımcısı, APK uzmanı ve uzman kadroları için fakülte veya 4 yıllık yüksekokul mezunu olması, b) Yazı işleri müdürü ve yazı işleri müdür yardımcısı kadroları için fakülte, 4 yıllık yüksek okul veya Adalet Meslek Yüksek Okulu mezunu olması, c) Görev tanım formunda yazılı niteliklere ve kadro açıklamasına uygun olması, ç) Son yıl sicil notunun olumlu olması ve son 3 yıllık sicil notu ortalamasının en az 90 olması, - 270 - d) Sıralı sicil amirlerince doldurulmuş olan görevde yükselme nitelik belgesinden en az 70 puan almış olması, e) Görevde yükselme sınavında başarılı olması, Ayrıca, bu özel şartların yanında aşağıda belirtilen hizmet süreleri de aranır: a) Müdür kadrosuna atanabilmek için; Asgari 12 yıl kamu hizmetinin olması, bu hizmetin 8 yılının uzman, APK uzmanı veya müdür yardımcısı görevlerinde ve son 3 yılının atamanın yapılacağı Millî Savunma Bakanlığı veya Genelkurmay Başkanlığı veya Kuvvet Komutanlıklarında geçmiş olması, b) Yazı işleri müdürü kadrosuna atanabilmek için; Asgari 12 yıl kamu hizmetinin olması, (AYİM 2 nci Dairesinin 29 Eylül 2010 gün ve 2010/129 E. Ve 2010/1040 K. sayılı kararıyla bu ibare iptal edilmiştir.) bu hizmetin 6 yılının zabıt katipliği görevinde ve son (AYİM 2 nci Dairesinin 17 Aralık 2008 gün ve 2008/337 E, 2008/1266 K. sayılı kararıyla bu ibare iptal edilmiştir) 2 yılının atamanın yapılacağı Millî Savunma Bakanlığı veya Genelkurmay Başkanlığı veya Kuvvet Komutanlıklarında zabıt katipliği/yazı işleri müdür yardımcılığı görevinde geçmiş olması, c) Müdür Yardımcısı kadrosuna atanabilmek için; Asgari 12 yıl kamu hizmetinin olması, 4 yılının uzman veya APK uzmanı görevlerinde ve bu hizmetin son 4 yılının atamanın yapılacağı Millî Savunma Bakanlığı veya Genelkurmay Başkanlığı veya Kuvvet Komutanlıklarında geçmiş olması, ç) Yazı İşleri Müdür Yardımcısı kadrosuna atanabilmek için; Asgari 12 yıl kamu hizmetinin olması, 6 yılının zabıt katipliği görevinde ve son (AYİM 2 nci Dairesinin 17 Aralık 2008 gün ve 2008/337 E, 2008/1266 K. sayılı kararıyla bu ibare iptal edilmiştir)2 yıllık hizmetinin atamanın yapılacağı Millî Savunma Bakanlığı veya Genelkurmay Başkanlığı veya Kuvvet Komutanlıklarında zabıt katipliği görevinde geçmiş olması, d) Araştırma, Planlama ve Koordinasyon (APK) Uzmanı kadrosuna atanabilmek için; Asgari 12 yıl kamu hizmetinin ve uzmanlıkta 6 yıl hizmetinin olması, bu hizmetin son 3 yılının atamanın yapılacağı Millî Savunma Bakanlığı veya Genelkurmay Başkanlığı veya Kuvvet Komutanlıklarında geçmiş olması, e) Uzman kadrosuna atanabilmek için; Asgari 6 yıl kamu hizmetinin olması ve bu hizmetin son 3 yılını atamanın yapılacağı kadronun bulunduğu Millî Savunma Bakanlığı veya Genelkurmay Başkanlığı veya Kuvvet Komutanlıklarında geçirmiş olması.” hükmüne amir olup, Türk Silahlı Kuvvetlerinde Görevli Devlet Memurlarının Görevde Yükselme Yönergesi (MSY-52-11)’nde de konu ile ilgili benzer düzenlemelere yer verildiği anlaşılmıştır. Pozitif hukuktaki "Normlar hiyerarşisi" olgusu, Anayasanın 8, 11, 115 ve 124’üncü maddelerinde düzenlenmiştir. Anayasanın 8’inci maddesinde, “Yürütme yetkisi ve görevinin, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasa ve Kanunlara uygun olarak kullanılacağı ve yerine - 271 - getirileceği” belirtilmiştir. Anayasanın 11’inci maddesinde, “Anayasa hükümlerinin, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduğu” ifade edilmiştir. Anayasanın 115’inci maddesinde ise “Tüzüklerin Kanuna aykırı olamayacağı” hükmolunmakta; Anayasanın 124’üncü maddesinde de, “Başbakanlık, Bakanlıklar ve kamu tüzel kişilerinin, kendi görev alanlarını ilgilendiren kanunların ve tüzüklerin uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak şartıyla, yönetmelikler çıkarabilecekleri” hüküm altına alınmıştır. Pozitif düzenlemelerle de hukuki gerçeklik kazanmış "Normlar hiyerarşisi" ilkesi uyarınca, hukuk kuralları kademelenmesinin, yukarıdan aşağıya doğru "Anayasa", "Kanun", "Kanun Hükmünde Kararname", "Tüzük", "Yönetmelik" ve "Diğer alt düzenleyici işlemler" (yönergeler, genelgeler) şeklinde sıralanmak suretiyle yapıldığı bilinen bir olgudur. Buna göre, alt kademede yer alan bir normun üst kademedeki norma aykırı olması ya da ona aykırı veya onun kapsamını aşan düzenlemeler içermesi mümkün değildir. Bu ilkenin tabii bir sonucu olarak, normlar hiyerarşisinde üst kademede yer alan yasal kurallara aykırı düzenleyici tasarrufların idare tarafından yürürlüğe konulması hukuka aykırı düşecektir. 18.04.1999 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 15.03.1999 tarihli ve 99/12647 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe konulan “Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Esaslarına Dair Genel Yönetmeliğin” Geçici 5’inci maddesinin; “Milli Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı, Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı ve Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinde 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabi olarak görev yapanların görevde yükselme niteliğindeki atamaları, bu Yönetmelik hükümleri çerçevesinde kendi mevzuatlarına göre çıkaracakları yönetmeliklere göre yapılır.” hükmünü içermekte olup, bu hükme istinaden MSB.lığınca “Milli Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı ve Kuvvet Komutanlıklarında Görevli Devlet Memurlarının Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Yönetmeliği” hazırlanmış ve 13 Aralık 2005 tarih ve 26022 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu yönetmeliğin Görevde Yükselme Değişikliğine İlişkin Esaslar Başlıklı İkinci Bölümün Görevde Yükselme Suretiyle atanacaklarda aranacak özel şartlar başlıklı, 7’nci maddesinde sınava girilecek kadrolar için aranacak özel şartlar düzenlenmiştir. Davacının iptalini talep ettiği Milli Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı ve Kuvvet Komutanlıklarında Görevli Devlet Memurlarının Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Yönetmeliğinin 2 nci Bölüm, “Görevde Yükselme suretiyle atanacaklarda aranacak özel şartlar” başlıklı 7 nci maddesinin (e) fıkrasının (b) bendinde; Yazı işleri müdürü kadrosuna atanabilmek için, “asgari 12 yıl kamu hizmetinin olması (AYİM 2 nci Dairesinin 29 Eylül 2010 gün ve 2010/1040 K. sayılı kararıyla bu ibare iptal edilmiştir.) bu hizmetin 6 yılının zabit katipliği görevinde ve son (AYİM 2 - 272 - nci Dairesinin 17 Aralık 2008 gün ve 2008/337 E, 2008/1266 K. sayılı kararıyla bu ibare iptal edilmiştir.) 2 yılının atamanın yapılacağı Milli Savunma Bakanlığı veya Genelkurmay Başkanlığı veya kuvvet komutanlıklarında zabit katipliği/yazı işleri müdür yardımcılığı görevinde geçmiş olması” şartının öngörüldüğü, aynı fıkranın (ç) bendinde; Müdür Yardımcısı kadrosuna atanabilmek için, “asgari 12 yıl kamu hizmetinin olması, 6 yılının zabit katipliği görevinde ve son 2 yıllık hizmetinin atamanın yapılacağı Milli Savunma Bakanlığı veya Genelkurmay Başkanlığı veya Kuvvet Komutanlıklarında zabit katipliği görevinde geçmiş olması” şartının öngörüldüğü anlaşılmaktadır. Yukarıda belirtilen mevzuat çerçevesinde; “kamu hizmetinin aksatılmadan ve verimli bir biçimde yürütülmesi” amacına yönelik olarak idarece, uzmanlık gerektiren bazı kadrolar için belirli niteliklere haiz olan personelin seçilmesi ve bu kadroların gerektirdiği düzenlemelerin üst normlara aykırılık teşkil etmeyecek şekilde yapılması durumunda anılan düzenlemelerin üst normlara ve dolayısıyla hukuka aykırılığından söz edilemeyecektir. Özellik arz eden bazı kamu görevi kadrolarına yapılacak atamalarda, atamanın yapılacağı kadro görevi ile ilgili olarak belirli bir tecrübe ve uzmanlığa sahip olunmasının aranmasının da idare hukukunun temel prensipleri ile uyumlu olduğu açıktır. Bu kapsamda idarece, yazı işleri müdürü ve yazı işleri müdür yardımcısı kadrolarına atanabilmek için “6 yıl zabıt katipliği hizmeti” ve bu hizmetin “2 yılının atamanın yapılacağı Milli Savunma Bakanlığı veya Genelkurmay Başkanlığı veya Kuvvet Komutanlıklarında zabıt katipliği görevinde geçmiş olması” yönündeki düzenlemelerin üst normlara aykırı bir yönünün bulunmadığı, anılan düzenlemelerin; genel düzenleyici işlemlerin haiz olması gereken “soyutluk”, “objektiflik” ve “genellik” niteliklerini de karşıladığı, tüm bu nedenlerle iptali istenen söz konusu Yönetmelik ve Yönergenin anılan hükümlerinde hukuka aykırılık bulunmadığı, hernekadar davacı kendisinin üniversite mezunu uzman olduğunu Zabıt Katipliği için lise mezunu olmanın yeterli olduğunu bu nedenle yüksek eğitimli birisi varken daha düşük eğitim seviyesindeki birinin Yazı İşleri Müdürlüğüne tercih edilmesinin kamu yararına aykırı olduğunu iddia etmiş ise de; Kanun’un 68 nci maddesi ve Genel Yönetmelik ile TSK Özel Yönetmeliğinin amacının personelin kendi uzmanlaştığı kadrolarda görevde yükselme ve unvan değişikliği sınavına müracaat etmesi ve böylece müracaat edilen kadrolarda yabancılık çekmeyecek ve kısa sürede bu göreve adapta olabilecek adayların öncelikle bu eğitim ve sınava katılması olduğu, bu nedenle Yazı İşleri Müdürlüğü kadrosu için Yazı İşleri Müdürlüğü kadrosunun alt birimleri olan zabıt katipliği ve buna benzer adli görev yapan personelin tercih edilmesinde kamu yararı bulunduğu sonuç ve kanaatine varılmıştır. Yukarıda belirtilen mevzuat ve açıklamalar ışığında; davacının müracaat ettiği Askeri Yargıtay Başkanlığı 4.Daire Yazı İşleri Müdürlüğü ve Askeri Yargıtay Başkanlığı Gensek Yayın Kurulu Yazı İşleri Müdür Yardımcılığı kadrosu için yaptığı müracaatlarının adli görevde(zabıt katipliği - 273 - ve benzeri görevler) bulunmaması nedeniyle Askeri Yargıtay Gensek Karar Tasnif Şube Müdürlüğü kadrosu için yaptığı müracaatın ise müracaat tarihinde yürürlükte bulunan mevzuat gereği hesaplanan puanı itibarıyla 3 kişilik kontenjana girememesi nedeniyle reddedilmesi işlemlerinde hukuka aykırılık bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır. Açıklanan nedenlerle; Yasal dayanaktan yoksun DAVANIN REDDİNE, 09 ŞUBAT 2011 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM 2.D., 09.02.2011; E. 2010/740, K. 2011/231) 5. KADRO VE SINIF DEĞİŞİKLİĞİ -51ÖZETİ: Kadrolarda genel olarak bir boşluk mevcut iken hizmetin en iyi şekilde yürütülmesi için kadro mevcut oranını dengeli tutacak şekilde hareket etmek amacına yönelik olarak işlem tesis ettiği anlaşılan idarenin tesis ettiği, davacının sınıf ve unvan değişikliği yapılmaması işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı. Davacı, 30.04.2010 tarihinde AYİM’de kayda geçen dava dilekçesinde ve 11.08.2010 tarihinde yine AYİM’de kayda geçen cevaba cevap dilekçesinde özetle; 03.12.1997 tarihinde yardımcı hizmetler sınıfında sivil memur olarak KHO. K.lığında göreve başladığını, halen aynı görevde bulunduğunu, genel idari hizmetler sınıfında uygun bir kadroya atanmak için talepte bulunması sonrasında 10.09.2008 tarihli cevabi yazıyla şartlarının uygun olmadığının bildirildiğini, 20.06.2009 tarihinde Anadolu üniversitesi açık öğretim fakültesi halkla ilişkiler bölümünden mezun olması sonrasında yeniden talepte bulunduğunu, 19.04.2010 tarihli emirle yeniden şartlarının uygun olmadığı hususunun bildirildiğini, davalı idarece, kendisinin “son altı yıllık sicil notu ortalaması en az 85 olması ve geçmek istediği sınıf ve unvanın görevlerini yapabileceğine dair birlik komutanının kanaatinin olumlu olması” şartların sağlamadığı gerekçesiyle sınıf değiştirme talebinin uygun görülmediğinin bildirildiğini, son altı yıllık sicil notu ortalaması 90 ve üstü olması nedeniyle kademe ilerlemesi yapılmış bir personel olduğunu, yapılan işlemin hukuka aykırı olduğunu belirtmek suretiyle dava konusu işlemin iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Dosyada bulunan bilgi ve belgelerden; KHO. K.lığında Yardımcı hizmetler sınıfında sivil memur olarak 03.12.1997 tarihinde göreve başladığı anlaşılan davacının, genel idari hizmetler sınıfında uygun bir kadroya - 274 - atanmak için talepte bulunması sonrasında KHO. K.lığının 10.09.2008 tarihli cevabi yazıyla şartlarının uygun olmadığının bildirildiği, 20.06.2009 tarihinde dört yıllık fakülte bitirmesi sonrasında yeniden aynı yönde talepte bulunan davacıya, KHO. K.lığının 19.04.2010 tarihli emirle yeniden şartlarının uygun olmadığı hususunun davacıya tebliği üzerine AYİM’de işbu davanın açıldığı anlaşılmıştır. Anayasanın 128 nci maddesinin 2 nci fıkrası; “…Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir…” hükmüne, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun "Bir Sınıftan Başka Bir Sınıfa Geçme" başlıklı 71 nci maddesi; "Memurların eşit dereceler arasında veya derece yükselmesi suretiyle sınıf değiştirmeleri caizdir. Bu şekilde sınıf değiştireceklerin geçecekleri sınıf ve görev için bu kanunda veya kuruluş kanunlarında belirtilen niteliklere sahip olmaları şarttır…" hükmüne amirdir. KKY 52-2 (A) Kara Kuvvetleri Sivil Memur Yönergesinin yedinci bölüm sınıf ve unvan değişiklikleri hakkındaki 12 nci maddesi (a) bendinde sınıf ve unvan değişikliği şartları şunlardır: “(1) Sınıf ve unvan değişiklik teklifleri ve personelin dilekçeleri her yıl Mart ayı ikinci haftasında Kara Kuvvetleri Komutanlığında bulundurulur. (2) Geçmek istenilen yeni sınıf ve unvanda uygun boş kadro ve hizmet ihtiyacının bulunması, (3) Memurun yeni sınıf ve unvanına ve atanacağı kadroya ait öğrenim ve diğer nitelikleri haiz bulunması, (4) Sınıf ve unvan değişiklik talebinde bulunan sivil memurun geçmek istediği sınıf ve unvan görevlerini yapabileceğine dair birlik komutanlığının kanaatinin olumlu olması, (5) Son 6 yıllık sicil notu ortalamasının en az 85 olması, (6) Asgari 6 yıl kamu hizmetinin bulunması, (7 ) Bulunduğu sınıf/unvan görevini yapamaz kayıtlı sağlık kurulu raporu alanlar için 6 yıllık süre aranmaz” hükmünü içermektedir. 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun "Memurların Kurumlarınca Görevlerinin ve Yerlerinin Değiştirilmesi" kenar başlığını taşıyan 76 ncı maddesinin 1 inci fıkrası; "Kurumlar, görev ve unvan eşitliği gözetmeden kazanılmış hak aylık dereceleriyle memurları bulundukları kadro derecelerine eşit veya 68 nci maddedeki esaslar çerçevesinde daha üst kurum içinde aynı veya başka yerlerdeki diğer kadrolara naklen atayabilirler." hükmünü amir bulunmaktadır. Bu hükme göre, kurumlar memurların isteklerine bakmaksızın doğrudan doğruya görev yerlerini değiştirebilirler. Yer değiştirme suretiyle veya aynı yerdeki bir başka göreve atanma, idareye tanınmış olan bu yetkinin kamu yararı ve kamu hizmeti gereklerini yerine - 275 - getirme maksadıyla uygun olarak kullanılması hâlinde işlemin hukuka aykırılığından söz edilemez. Kamu hizmetlerinin gereği gibi yürütülmesinden sorumlu olan idare bu görevini kamu ajanları vasıtasıyla yerine getirmektedir. Kamu ajanının, hizmetin gerektirdiği niteliğe sahip olması ve yine hizmetin yerine getirilmesini sağlayacak sayıda bulunması, hizmetin gereği gibi işlemesi bakımından önemlidir. İdareye tanınan takdir hakkı (yetkisi) hiçbir zaman mutlak ve sınırsız değildir. Kamu hizmetinin verimliliği, etkinliği ve kamu yararı ile kişi yararı arasında bir denge kurulması zorunluluğu, bu hak ve yetkinin sınırını oluşturmaktadır. Takdir hakkının, idarece takip edilen amaca uygun olarak kullanıldığı, keyfilikten, kişisel ve duygusal, sübjektif değerlendirmelerden kaçınıldığı ve uzak olduğu, objektif ve gerçek kıstaslara bağlı kalındığı sürece, yargı denetimi dışında tutulması gerektiğinde kuşku yoktur. Ne var ki, idarenin takdir hakkını yerinde kullanmadığının iddia edilmesi halinde, bu sınırların aşılıp aşılmadığının idari yargı organınca denetlenmesi de kaçınılmaz olmaktadır. Diğer bir deyişle, Anayasanın 125 nci maddesinin 3 ncü fıkrasında düzenlenmiş bulunan “İdarenin takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı verilemez” tarzındaki hükmün; idarenin sınırsız ve mutlak takdir hakkına sahip olduğu ve böylece takdir hakkının idari yargı denetimine tabi olmadığı yönünde yorumlanması ve uygulanması, yine Anayasa ile öngörülen “hukuk devleti” ilkesi ile bağdaşamaz. Bu nedenle, anılan yetkinin sınırlarının (takdir hakkının) özellikle “yüksek mahkemelerce” olmak koşuluyla, yargı yerlerince çizilebileceği ve hatta bu konuda hiçbir yasal sınırlamanın kabul görmeyeceğinin benimsenmesinde kamu yararı bulunduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Belirtilen bu takdir yetkisi kapsamında idarece, K.K.Sivil Memur Yönergesinin 7 nci bölüm 12 nci maddesinde, sınıf ve unvan değişikliği için aranan koşullar belirtilmiştir. İdarece sınıf değişikliği hususunda belirtilen bu şartların öngörülmesi suretiyle kullanılan takdir yetkisinin, objektif kriterler esas alınarak ve kamu yararı amacına uygun olarak kullanılıp kullanılmadığına bakıldığında; Sınıf ve unvan değişikliği talebinde bulunan davacının talebi, geçmek istediği sınıf ve unvan görevlerini yapabileceğine dair birlik komutanlığının kanaatinin olumlu olmaması ve geçmek istediği sınıf ve unvanda Öğr.A.K.lığında boş kadro bulunmaması sebebiyle reddedilmiştir. Davacının sicil notu ortalamasının 85 altında olduğu şeklinde bir sebebin sınıf ve unvan değişikliği yapılmaması işlemine gerekçe teşkil etmediği, kaldı ki davacının son 6 yıl sicil notu ortalamasının 85 ‘in altında olması gibi bir durumun sözkonusu olmadığı anlaşılmıştır. - 276 - Davacı Svl.Me. …’ü emsal göstermiş ise de, Svl..Me.Arzu …’ün KHO Sos.Tes.Md.lüğünde görev yaptığı ve muhasebe kursu görmüş olması sebebiyle “muhasebeci” kadrosuna atamasının yapıldığı anlaşılmaktadır. Davalı idarenin hizmetin en iyi şekilde yürütülmesi için gereken tedbirleri almak ve kadrolarda genel olarak bir boşluk mevcut iken hizmetin en iyi şekilde yürütülmesi için kadro mevcut oranını dengeli tutacak şekilde hareket etmek amacına yönelik olarak işlem tesis ettiği anlaşılmakla, davacının sınıf ve unvan değişikliği yapılmaması işleminin iptali isteminin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. Yukarıda açıklanan nedenlerle; Yasal dayanaktan yoksun davanın REDDİNE, 24 KASIM 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM. 2.D., 24.11.2010; E. 2010/623, K 2010/1263) -52ÖZETİ: İdarece sınıf ve unvan değişikliğinin koşulu olarak getirilen genel düzenlemeye göre davacının son üç yıllık sicil ortalamasının 90’ın altında bulunduğu anlaşılmakla, davalı idarece tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Davacı, 09.11.2009 tarihinde AYİM’de kayda geçen dava dilekçesinde ve cevaba cevap dilekçesinde özetle; Gnkur.Bşk.lığı TSK Foto Film Merkezi K.lığında genel idari hizmetler sınıfında çalıştığı esnada Gazi Üniversitesi Atatürk Meslek Yüksek Okulu Otomotiv Bölümünden mezun olduğunu, unvan değişikliği talebine verilen menfi cevabın reddine ve boş bulunan Gnkur.Bşk.lığı Kirazlıdere bünyesindeki 2 nci Özel Oto Ulş. Kademesindeki Otomotiv Teknisyenliği kadrosuna atamasının yapılmaması işleminin iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Dava dosyasında mevcut bilgi ve belgelerin incelenmesinden; TSK Foto Film Merkezi K.lığında Hafif Araç Şoförü olarak görevli olan davacının, Gazi Üniversitesi Atatürk Meslek Yüksek Okulunun Otomotiv programından mezun olarak 05.06.2006 tarihli ön lisans diplomasını almasını sonrası 02.09.2009 tarihli dilekçesiyle idareye müracaat ederek bulunduğu birlikte veya Gnkur.Bşk.lığı bünyesindeki Otomotiv Teknikeri - 277 - kadrosunda branşına uygun bir kadroya atamasının yapılmasını talep ettiği, idarenin 20.10.2009 tarihli yazısıyla talebinin reddedildiği, sonrasında iş bu davanın açıldığı anlaşılmıştır. 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun “Bir Sınıftan Başka Bir Sınıfa Geçme” başlıklı 71 inci maddesi; Memurların eşit dereceler arasında veya derece yükselmesi suretiyle sınıf değiştirmeleri caizdir. Bu şekilde sınıf değiştireceklerin geçecekleri sınıf ve görev için bu Kanunda veya kuruluş kanunlarında belirtilen niteliklere sahip olmaları şarttır. Bu durumda sınıfları değişenlerin eski sınıflarının derecesinde elde ettikleri kademelerde geçirdikleri süreler yeni sınıflardaki derecelerinde dikkate alınır. Kurumlar, memurlarını meslekleri ile ilgili sınıftan genel idare hizmetleri sınıfına veya genel idare hizmetleri sınıfından meslekleri ile ilgili sınıfa, görev ve unvan eşitliği gözetmeden kazanılmış hak aylık dereceleriyle atayabilirler. Eski sınıflarında, görev alacakları yeni sınıfa göre memurluğa daha yüksek bir derece ve kademeden başlamış olup da sınıf değiştirenlerin yeni görevlerindeki ilk ilerleme süreleri eski sınıflarında kazandıkları derece ve kademelere tekabül eden süre kadar uzatılır ve bu süre tamamlanıncaya kadar kendilerine sınıf değiştirmeleri sırasında bulundukları derecede kademe ilerlemesi verilmez.” hükmündedir. Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Esaslarına dair Genel Yönetmeliğin Geçici 5 inci maddesinde yer alan “Milli Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı, Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı ve Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinde 657 sayılı devlet Memurları Kanununa tabi olarak görev yapanların görevde yükselme niteliğindeki atamaları, bu Yönetmelik hükümleri çerçevesinde kendi mevzuatlarına göre çıkaracakları yönetmeliklere göre yapılır.” hükmüne istinaden Milli Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı ve Kuvvet Komutanlıklarında Görevli Devlet Memurlarının Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Yönetmeliği 13.12.2005 tarihli ve 26022 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu Yönetmeliğin 22 nci maddesine dayanılarak liyakat ve kariyer ilkeleri çerçevesinde hizmet gerekleri ve personel planlaması esas alınarak Milli Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı ve Kuvvet Komutanlıkları Karargahı ile Bağlı Birlik ve Kurumlarında (Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı hariç) 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabi olarak görev yapan devlet memurlarının, görevde yükselme ve unvan değişikliklerine ilişkin müracaat, sınav kurulu, sınavın yapılması, takdir/ceza durumu ve diğer usul ve esasları belirlememek amacıyla 10.03.2006 tarihinde onaylanan Türk Silahlı Kuvvetlerinde Görevli Devlet Memurlarının Görevde Yükselme Yönergesi hazırlanmıştır. - 278 - Genelkurmay Başkanlığı Karargahı ile bağlı birlik ve kurumları emrinde görevli sivil memurların, görevde yükselme ile ilgili Uzman, APK Uzmanı, Müdür Yardımcısı, Müdür unvanlı kadrolara atamaları, bu Yönetmelik ve Yönergede belirlenen esaslara göre yapılmaktadır. Yönetmelik ve Yönerge kapsamı dışında kalan sınıf ve unvan değişikliği talepleri için Gnkur.Bşk.lığının 23 Mayıs 2007 günlü devamlı emrine göre; Veri Hazırlama Kontrol İşletmeni ve Bilgisayar İşletmeni, Hesap Sorumlusu, Mal Sorumlusu, tahakkuk memuru, Mali İşler Memuru, veznedar, Memur, Santral Memuru, Depo Memuru, Ambar Memuru, Fotoğrafçı, Kameraman, Zabıt Katibi, İnfaz Koruma Memuru, Şoför, Terzi, Mimar, Mühendis, Matematikçi, İstatistikçi, Fizikçi, Kimyager, Arkeolog, Bilgisayar Programcısı, Avukat, Öğretmen, Mütercim, Psikolog, Diyetisyen, Biyolog, Fizyoterapist, Eczası, Çocuk Gelişimcisi ve Çocuk Eğitimcisi, laborant, Hemşire, sosyolog, Sosyal Hizmetler Uzmanı, Sağlık İdarecisi, Tekniker, Teknisyen ve Teknik Ressam unvanlarındaki kadrolarla ilgili sınıf/unvan değişikliği talepleri için; a. Birlik ve kurumlarca bu sınıf ve unvanlardaki kadrolara personel ihtiyacı ve şartları uyan istekli personelin olması halinde, her yılın Eylül ayı içerisinde Genelkurmay Personel Başkanlığına sınıf ve unvan değişikliği için teklifte bulunulacaktır. b. Uygun görülen sınıf ve unvan değişiklikleri için, birlik ve kurumlar bir sınav kurulu oluşturarak, belirtilen özelliklere sahip istekli bütün personeli sınava tabi tutacaklardır. Söz konusu emirde, sivil memur sınıf ve unvan değişikliğinin genel şartları arasında son yıl sicilinin olumlu olması ve son 3 yıllık sicil notu ortalamasının en az 90 olması şartı aranmıştır. Davacının başvurusu üzerine yapılan incelemede, idarece sınıf ve unvan değişikliğinin koşulu olarak getirilen genel düzenlemeye göre davacının son üç yıllık sicil ortalamasının 90’ın altında bulunduğu anlaşılmakla, davalı idarece tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır. Açıklanan nedenlerle: Yasal dayanaktan yoksun DAVANIN REDDİNE, 26 MAYIS 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verilmiştir. (AYİM 2.D., 26.05.2010; E. 2009/1249, K. 2010/687) - 279 - 6. ÜCRETSİZ İZİN -53ÖZETİ: Ücretsiz izin ile ilgili olarak davacının yaptığı borçlanma nedeniyle 10 yıllık hizmet süresini tamamladığı kabulüyle 6 aylık ücretsiz izin verilmesi hukuken mümkün olmadığından, davacının ücretsiz izin verilmesi talebinin reddine dair tesis edilen dava konusu işlem hukuka uygundur. Davacı, 15.03.2010 tarihinde AYİM’de kayda alınan dava dilekçesinde özetle; devlet memurluğunda geçirdiği süre ile SSK’lı olarak prim ödediği günlerin ve doğum nedeniyle kullandığı 1 yıllık aylıksız izin süresinin 8 aylık kısmını borçlanmak suretiyle elde ettiği itibari hizmet süresinin toplamının 10 yıllık hizmeti karşıladığını, bu sebeple 25.01.2010 tarihinde davalı idareye müracaat ederek 657 sayılı Kanunun 108 nci maddesinde düzenlenen 6 ay süreli aylıksız mazeret iznini kullanmak talebinde bulunduğunu, ancak bu talebinin davalı idare tarafından reddedildiğini, bu işlemin hukuka aykırı olduğunu ileri sürerek işlemin iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Dava dosyasının incelenmesinden; 26.01.2001 tarihinde davalı idare nezdinde istisnai memur olarak çalışmaya başlayan davacının bu atamadan önce SSK’lı olarak çalıştığı 473 günlük hizmet süresinin 28.08.2006 tarihinde hizmet borçlanması suretiyle 5434 sayılı Kanunun Ek 18 nci maddesi kapsamında değerlendirildiği, 08.12.2008 tarihinde doğum yapması nedeniyle aylıksız izin talebinde bulunan davacının bu talebinin kabul edilmesi ile 01.03.2009-01.03.2010 tarihleri arasında aylıksız izin kullandırıldığı, davacının bilahare aylıksız izinde geçen süreyi primlerini ödemek suretiyle hizmet süresine eklediği, akabinde 27.01.2010 tarihinde davalı idareye müracaat ederek memuriyette geçen süresi, SSK’lı geçen süresi ve hizmet borçlanması yaptığı aylıksız izin süresi toplamının 10 yılı tamamlaması nedeniyle altı ay aylıksız mazeret izni talebinde bulunduğu bu talebinin Dz.K.K.lığının 11.02.2010 tarihli işlemi ile aylıksız izin süresinin hesabında daha önce kullandığı ve hizmet süresine eklediği aylıksız izin süresinin dikkate alınamayacağından bahisle reddedilmesi üzerine ücretsiz izin verilmemesi işleminin iptali istemli davanın açıldığı anlaşılmaktadır. TSK İzin Yönetmeliğinin 4 ncü maddesinin 4 ncü fıkrası; “Türk Silahlı Kuvvetleri ve Milli Savunma Bakanlığı bünyesinde görevli 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabi aylıklı sivil memurların izinleri bu Kanuna göre, diğer personelin (ücretli, sözleşmeli ve yevmiyeli) izinleri ise özel mevzuat hükümlerine göre verilir” şeklindedir. - 280 - 657 Sayılı Kanunun 108 nci maddesinin 2 nci paragrafı; “Devlet Memurlarına on hizmet yılını tamamlamış olmaları ve istekleri halinde memuriyet süreleri boyunca ve bir defada kullanılmak üzere altı aya kadar aylıksız izin verilebilir...” hükmünü amirdir. Aynı Kanunun 102 nci maddesi de; “ Devlet memurlarının yıllık izin süresi, hizmeti 1 yıldan on yıla kadar (On yıl dahil) olanlar için yirmi gün, hizmeti on yıldan fazla olanlar için 30 gündür. Zorunlu hallerde bu sürelere gidiş ve dönüş için en çok ikişer gün eklenebilir.” hükmünü amirdir. 657 sayılı Kanunun 108 nci maddesindeki düzenleme; 10 hizmet yılını tamamlamış olmak şartıyla memurun talebi üzerine altı aya kadar aylıksız izin verilmesi hususunda kanun koyucu tarafından idareye takdir yetkisi verilmiş olmakla birlikte, 10 hizmet yılının tespitine ilişkin olarak, bir tanımlama yapılmamış, hizmet deyiminin hangi süreleri kapsadığı açıkça belirtilmemiştir. Konuya açıklık getirmek üzere, Milli Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı ve Komutanlıklarında Görevli Devlet Memurlarının Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Yönetmeliğinin “Tanımlar” başlıklı 4 ncü maddesinde “…hizmet süresi: ücretsiz izinli geçen süreler hariç 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 68 nci maddesi çerçevesinde Kurumda geçirilen süreler ile genel ve katma bütçeli idareler, mahalli idareler, kamu kurum ve kuruluşlarında fiilen çalışılan süreler, resmi ve özel müesseseler ve meslekleriyle ilgili serbest çalışılan süreler ile muvazzaf askerlikte geçen süreleri” şeklinde açıklama bulunmaktadır. Hangi devlet memurları bakımından, hangi sürelerin, devlet memurlarının kazanılmış hak aylıklarında değerlendirileceği hususu 657 sayılı Kanunun 36/C maddesinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemeye göre ; 1. Teknik hizmetler sınıfına girenlerden memurluğa girmeden önce yurt içinde veya yurt dışında mesleklerini serbest olarak veya resmi veya özel müesseselerde ifa edenlerle memuriyetten ayrıldıktan sonra bu işlerde çalışarak yeniden memuriyete girmek isteyenlerin teknik hizmetlerde geçen süresinden bu kanun ve bu kanunun 87 nci maddesinde sözü edilen kurumlarda geçen sürenin tamamı ve geri kalan sürenin 3/4 ü toplamı memuriyette geçmiş sayılarak bu süreler her yılı bir kademe ilerlemesi ve her üç yıl için bir derece yükselmesi verilmek suretiyle değerlendirilir. 2. Sağlık hizmetleri ve yardımcı sağlık hizmetleri sınıfına girenlerden memurluğa girmeden önce yurt içinde veya yurt dışında mesleklerini serbest olarak veya resmi veya özel kurumlarda yapanlarla, memurluktan ayrıldıktan sonra bu işlerde çalışarak yeniden memurluğa girmek isteyenlerin sağlık hizmetlerinde geçen süresinden, bu kanun ve bu kanunun 87 nci maddesinde sözü edilen kurumlarda geçen süreleri ile 196 ncı maddede belirtilen şekilde - 281 - tespit edilecek mahrumiyet bölgelerinde en az 3 yıl çalışanların veya çalışacak olanların sürelerinin tamamı ve geri kalan sürelerinin 3/4 ü toplamı memurlukta geçmiş sayılarak bu sürelerin her yılı için bir kademe ilerlemesi ve her üç yılı için bir derece yükselmesi verilmek suretiyle değerlendirilir. 3. Avukatlık hizmetleri sınıfına girenlerin memuriyete girmeden önce veya memurluktan ayrılarak serbest avukatlıkla geçirdikleri sürelerin 3/4 ü memuriyette geçmiş sayılarak, bu sürelerin her yılı bir kademe ilerlemesine ve her üç yılı bir derece yükselmesine esas olacak şekilde değerlendirilir. 4. Basın Kartları Yönetmeliğine göre, basın kartına sahip olmak suretiyle gazetecilik yaparak memurluğa girenlerin; meslekleriyle ilgili görevlerde istihdam edilmeleri şartıyla, fiilen gazetecilik yaparak geçirdikleri sürenin 3/4 ü fiilen memuriyette geçmiş sayılarak, bu sürenin her yılı bir kademe ilerlemesi ve her üç yılı bir derece yükselmesi verilmek suretiyle değerlendirilir. 5. Özel okullarda öğretmenlik veya yöneticilik yaptıktan sonra Milli Eğitim Bakanlığı emrinde memuriyet kabul edenlerin özel okullarda geçen hizmet sürelerinin 2/3 ünün her yılı bir kademe ilerlemesine ve her üç yılı bir derece yükselmesine esas olacak şekilde değerlendirilir. Yukarıdaki fıkralara göre, değerlendirilecek hizmet süresinden sadece özel sektörde geçen süre 12 yılı geçemez. Ancak, T. C. Emekli Sandığı ve Sosyal Sigortalar kanunlarına tabi görevlerde bulunmuş olanların kazanılmış hakları saklıdır. Yapılacak intibak neticesinde ilgililerin girecekleri dereceler öğrenim durumlarına göre yükselebilecekleri derecenin son kademe aylığını geçemez.” şeklinde hüküm altına alınmıştır. Dava konusu uyuşmazlık; davacının hizmet borçlanması yolu ile hizmet süresine eklenmesini sağladığı 1 yıllık aylıksız doğum izni süresinin 657 sayılı Kanunun 108 nci maddesinde düzenlenen 6 ay süreli aylıksız mazeret izni kullanabilmek için gerekli olan 10 yıllık fiili hizmet süresinin hesaplanmasında dikkate alınıp alınmayacağı ve buna bağlı olarak 6 ay süreli aylıksız mazeret izni kullanma hakkının bulunup bulunmadığına ilişkindir. Devlet memurunun emeklilik yönünden mağduriyetini önlemeye yönelik olmak üzere, fiilen çalışmayarak ücretsiz izinli olarak geçirdiği süreyi borçlanması, memurun kazanılmış hak aylığında dikkate alınmadığı gibi, ücretsiz izin almaya hak kazanmak için hizmet süresi hesaplanmasında da dikkate alınamaz. Bu durum 657 sayılı kanunda, kazanılmış hak aylıklarında esas ılınacak ayrık durumların münhasıran belirtilmesinden de anlaşılmaktadır. Bu itibarla; ücretsiz izin ile ilgili olarak davacının yaptığı - 282 - borçlanma nedeniyle 10 yıllık hizmet süresini tamamladığı kabulüyle 6 aylık ücretsiz izin verilmesi hukuken mümkün olmadığından, davacının ücretsiz izin verilmesi talebinin reddine dair tesis edilen dava konusu işlemin hukuka uygun olduğu sonuç ve kanaatine varılmıştır. Açıklanan nedenlerle; Yasal dayanaktan yoksun davanın REDDİNE, 07 TEMMUZ 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM.2.D., 07.07.2010; E 2010/412, K. 2010/866) 926 SAYILI KANUNDAN DOĞAN DİĞER İŞLEMLER 1. AÇIĞA ALINMA -54ÖZETİ: Davacıya isnat edilen rüşvet almak suçunun 5 yıldan fazla hapis cezasını gerektirmesi nedeniyle 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununun 65/a maddesinde sayılan açığa alınmayı gerektiren suçlar kapsamında kaldığı ve bu yönüyle tesis edilen açığa alınma işleminin idarenin takdir yetkisine girdiği sonucuna varılmıştır. Davacı vekili, 12.03.2010 tarihinde AYİM’de kayıt altına alınan dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin, rüşvet almak ve suç işlemek amacıyla örgüt kurmak suçları nedeniyle açığa alındığını; müvekkilinin yargılamasının Van 1’inci Ağır Ceza Mahkemesinde devam ettiği halde yapılan işlemin hukuka aykırı olduğunu; yapılan işlemde kamu yararı bulunmadığını; işlemin tesisi için gereken şartların oluşmadığını; yargılama sürecinin sonuçlanmasının beklenmesi gerektiğini belirtmek suretiyle açığa alınması yönündeki işleminin hukuka aykırı olduğunu belirtmek suretiyle işlemin yürütmesinin durdurulması ile iptalini talep ve dava etmiştir. AYİM 3’üncü Dairesinin 25.03.2010 gün ve 2010/915 – 537 E-K sayılı kararı ile Yürütmenin durdurulması talebinin reddine karar verilmiştir. Dava dosyasında mevcut bilgi ve belgeler itibariyle; davacının Van İl J. K.lığı emrinde görevli iken işlediği iddia olunan rüşvet almak suçundan dolayı Van Cumhuriyet Başsavcılığının 02.10.2009 tarihli iddianamesiyle - 283 - hakkında kamu davası açıldığı; bu suçtan yargılaması devam ettiği sırada İçişleri Bakanlığının 11.01.2010 tarihli onayıyla açığa alındığı; açığa alınma işleminin davacıya 11.01.2010 tarihinde tebliğini müteakip bu işlemin iptali istemiyle AYİM’de iş bu davayı açtığı anlaşılmaktadır. 926 sayılı TSK Personel Kanununun 106’ncı maddesinde, astsubayların açığa alınmaları ve açıklarının kaldırılmasının subaylar hakkındaki hükümlere tabi olduğu ve 65‘inci madde hükümlerine göre işlem yapılacağı belirtilmiştir. 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununun 65’inci maddesi; “Açığa alınan veya tutuklanan subay ve askeri memurlar hakkında aşağıdaki esaslara göre işlem yapılır: a)(Değişik bent: 26/03/1982 – 2642/10 md.) Haklarında ölüm veya ağır hapis cezasını gerektiren veya yüz kızartıcı bir suçtan ya da taksirli suçlar hariç olmak üzere 5 yıl ve daha fazla hapis cezasını gerektiren bir cürümden veya emre itaatsizlikte ısrar, üste veya amire fiilen taarruz, üste veya amire hakaret, mukavemet suçlarından dolayı kamu davası açılanlar mensup oldukları bakanlıklarca açığa çıkarılabilirler. Ancak, emre itaatsizlikte ısrar, üste veya amire fiilen taarruz, üste veya amire hakaret, mukavemet suçlarında; nezdinde mahkeme kurulan kıta komutanı veya kurum amiri tarafından fiilin işleniş şekli, niteliği ve disiplini ihlal derecesi bakımından açığa alınmayı gerektirip gerektirmediği hakkında bir görüş bildirilmişse bu görüş de dikkate alınır. b)(Değişik bent: 26/03/1982 - 2642/10 md.) (a) bendi gereğince açığa çıkarılanlar yapmakta oldukları görevden alıkonulurlar ve kendilerine başka görev verilmez. c)(Değişik bent: 26/03/1982 - 2642/10 md.) Bunlardan; 1.(Değişik alt bend: 28/06/2001 – 4699 S.K./9. md.) Yargılama sonunda beraatlerine, haklarındaki kamu davasının her ne sebeple olursa olsun ortadan kaldırılmasına veya duruşmanın tatiline veya davanın düşmesine veya kamu davasının reddine veya Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiklerinin kesilmesini gerektirmeyecek şekilde hükümlülüklerine karar verilenlerin açıkları, haklarındaki kararın kesinleşmesi beklenmeksizin kaldırılır. 2.Soruşturmaya konu olan fiillerinin hizmetlerine devama engel olmadığı anlaşılanların açıkları, haklarında karar verilmesi beklenmeksizin kaldırılabilir. d) (Değişik bend: 28/06/2001 – 4699 S.K./9. md.) Hükmün aleyhe bozulması ve mahkemece bu bozmaya uyulması veya duruşmanın tatiline dair kararın ortadan kalkması veya Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiklerinin kesilmesini gerektirecek şekilde hükümlülüklerine karar - 284 - verilmesi hallerinde de (a) bendi içermektedir. hükmü uygulanır…” hükmünü 926 sayılı Kanunun 65’nci maddesindeki “açığa çıkarılabilirler” ibaresi çerçevesinde davalı idareye, personelin açığa alınması konusunda takdir yetkisi tanındığı açıktır. Genel olarak takdir yetkisi, idarenin belli bir konuda karar alıp almama veya birden fazla karar arasında seçim yapma imkânıdır. Ancak bütün kamusal yetkilerde olduğu gibi idarenin takdir yetkisi de kamu yararı amacı ve hizmet gerekleriyle sınırlı bulunmaktadır. Bu açıdan takdir yetkisinin, hizmet gereklerine ve kamu yararına yönelik olarak eşit ve gerekçeli bir şekilde kullanılması gerekmektedir. Takdir yetkisinin objektif sınırlar içinde kullanılıp kullanılmadığı konusunda işlemin dayandırıldığı somut olgu ve nedenlerin bilinmeden bir sonuca varılması olanağı mevcut değildir. Bu nedenle idarece takdir yetkisini hangi somut olgu ve nedenlere dayanılarak kullandığı, başka bir anlatımla idareyi işlem tesis etmeye yönelten sebeplerin somut ve açık bir şekilde ortaya konması gerekmektedir. Aksi bir yaklaşım, idarenin takdir yetkisinin keyfi olarak kullanması sonucunu doğurur ki bunun da Hukuk Devleti ilkesi ile bağdaşmadığı tüm tartışmalardan uzaktır. Bu bağlamda idareye tanınan takdir yetkisi hiç bir zaman mutlak ve sınırsız değildir. Kamu hizmetlerinin verimliliği, etkinliği ve kamu yararı ile kişi yararı arasında bir denge kurulması, objektif işlem tesisi ve yetkinin eşit ve gerekçeli olarak kullanılması zorunluluğu bu yetkinin sınırını oluşturmaktadır. Dava konusu olaya dönüldüğünde; davacıya isnat edilen rüşvet almak suçu 5237 Sayılı TCK’nun 252 vd. maddelerinde düzenlenmiş olup, bu suçun 5 yıldan fazla hapis cezasını gerektirmesi nedeniyle 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununun 65/a maddesinde sayılan açığa alınmayı gerektiren suçlar kapsamında kaldığı ve bu yönüyle tesis edilen açığa alınma işleminin idarenin takdir yetkisine girdiği anlaşılmaktadır. Ayrıca, isnat edilen suçtan dolayı kamu davasının açıldığı tarih olan 02.10.2009 tarihi ile davacının açığa alındığı 11.01.2010 tarihi arasında geçen üç ay on günlük sürenin de makul bir süre olduğu görülmektedir. Dosya kapsamında, idarenin, “açığa almada haiz olduğu takdir yetkisi” ni hukuka aykırı bir biçimde kullandığına dair bir bilgi, delil ya da emare de bulunmamaktadır. Bu duruma ek olarak, davacı vekilinin “müvekkilinin açığa alınması için yargılamasının beklenmesi gerektiği” yönündeki soyut savını destekler mahiyette olan ve “devam eden yargılamadaki delil durumu” itibariyle açığa alınmamasını gerektiren bir sebebin bulunduğunu gösteren bilgi, belge delil ve emare sunduğunu ya da bu yönde bir vakıa ileri sürdüğünü kabul etmek de mümkün değildir. Tüm bu nedenlerle, davacının açığa alınması yönünde tesis edilen dava konusu işlemde kamu yararı-birey yararı arasındaki dengenin korunduğu ve işlemin sebep – konu unsurları arasındaki “ölçülülük” ilkesinin çizdiği sınırlar içinde kalması nedeniyle hukuka uygun olduğu sonuç ve kanaatine varılmıştır. - 285 - Yukarıda açıklanan nedenlerle; Yasal dayanaktan yoksun DAVANIN REDDİNE, 01 TEMMUZ 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM.3.D., 01.07.2010; E 2010/537, K. 2010/844) 2. İHTİSAS KAPSAMINDAN ÇIKARILMA -55ÖZETİ: Konu ile ilgili mevzuata göre İhtisas kapsamından çıkarma işlemi için mahkûm olmak şartının aranmadığı dikkate alındığında, davacının kaçakçılık yapmak amacıyla kurulmuş olan bir suç örgütüne üye olduğu gerekçesiyle hakkında kamu davası açılması nedeniyle ihtisas kapsamından çıkartılması işleminin hukuka uygun olduğu sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır. Davacı, 12.11.2009 tarihinde Bartın Asliye Hukuk Mahkemesinde ve bu yolla 16.11.2009 tarihinde AYİM’de kayıtlara geçen dava dilekçesinin, AYİM Daireler Kurulunun 09.12.2009 tarih ve 2009/74-74 E-K sayılı Kararı ile reddedilmesi üzerine, 04.01.2010 tarihinde Bartın Asliye Hukuk Mahkemesinde ve bu yolla 07.01.2010 tarihinde AYİM’de kayda geçen yenileme dilekçesinde özetle; 1993 yılında Uzman Jandarma Okulundan mezun olduktan sonra Şırnak, Antalya, Çorum ve Hakkari İl Jandarma Komutanlıkları ile Tokat Jandarma Bölge Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü emrinde görev yaptığını, Hakkari bölgesinde görev yaparken bölücü terör örgütü ile yürütülen mücadele kapsamında örgüt hakkında bilgi sağlayan, haber getiren kişilerle irtibat halinde olduğunu, bunlardan biri olan bir şahısla da aynı maksatla ilişki kurduğunu, kendisiyle sık sık telefon görüşmesi yaptıklarını, bu şahsın verdiği bilgiler karşılığında kendilerinden bir takım isteklerinin de olduğunu, bu istekleri ise tamamen idare etmek, şahsı kaybetmemek ve istihbari bilgilerin akışını zedelememek için geri çevirmek yerine, yardımcı olacağı şeklinde yalan vaatlerde bulunduğunu, telefon görüşmelerinde geçen hiçbir hususu fiiliyata dökmediğini, bu arada ilişkide bulunduğu şahsın Diyarbakır İlçe Emniyet Müdürlüğü tarafından dinlemeye alınması üzerine, kendisiyle yaptığı görüşmelerin de yasal olmayan şekilde kayda geçirildiğini, bu dinlemeler neticesinde 23.12.2008 tarihinde “Organize suç örgütünün hiyerarşik yapısında olmamakla birlikte, örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek” suçlamasıyla Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından gözaltına - 286 - alındığını, yaklaşık 4 gün gözaltında tutulduktan sonra Diyarbakır 1’inci Sulh Ceza Mahkemesi tarafından tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldığını, bilahare hakkında iddianame düzenlenerek Diyarbakır 1’inci Asliye Ceza Mahkemesinde 2009/125 Esas numarası ile dava açıldığını, ayrıca aynı olayla ilgili olarak Diyarbakır C.Savcılığı tarafından hakkında “Görevi kötüye kullanmak” suçundan görevsizlik kararı verilerek dosyanın Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığına gönderildiğini, Askeri Savcılığın da görevsizlikle dosyayı Hakkari Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdiğini, Hakkari Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine Hakkari Valiliği tarafından 4483 sayılı Kanun kapsamında ön inceleme yaptırıldığını ve suç işlemediğinin belirlenmesi nedeniyle soruşturma izni verilmediğini, bu durumun bile suçsuzluğunun kanıtlamaya yeterli olduğunu, yapılan dinlemelerin ve düzenlenen iddianamenin tümüyle Diyarbakır Emniyet Müdürlüğünün bir komplosu olduğunu, bu güne kadar başarıyla görev yaptığını, üst ve amirlerinin takdirlerini kazandığını, buna rağmen ihtisas kapsamından çıkarıldığını, tesis edilen işlemin hukuka aykırı olduğunu ileri sürerek iptaline ve öncelikle yürütmenin durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Davacının yürütmenin durdurulmasına ilişkin talebi, AYİM 3’üncü Dairesinin 25.03.2010 tarih ve 2010/83-80 Gensek-Esas sayılı Kararı ile reddedilmiştir. Dosyada bulunan bilgi ve belgelerin incelenmesinden; istihbarat ihtisası kapsamında olan davacının, Hakkâri İl Jandarma Komutanlığı emrinde görev yaptığı tarihlerde, çıkar amaçlı suç örgütü lideri konumundaki bir şahısla irtibat halinde olduğu, ancak sözü geçen örgüte yönelik olarak Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülmekte olan soruşturma kapsamında alınan karar uyarınca, örgüt liderinin iletişiminin kayıt altına alınmaya başlandığı ve davacıyla olan çeşitli telefon görüşmelerinin de böylece kayda geçirildiği, bu görüşmelerde davacının örgüt lideri şahısla karşılıklı menfaat ilişkisi içinde olduklarının, belirtilen şahıs tarafından verilen bazı GSM hatlarının teknik takibinin yapılıp yapılmadığı, bazı GSM hatlarının kimin adına kayıtlı olduğu ve en son görüşmeyi nerede yaptığı gibi sistem bilgilerini temin ederek örgüt liderine verdiğinin, kaçak çay sevkiyatı sırasında kontrol noktalarındaki görevlilerle irtibat kurmaya çalıştığının tespit edildiği, bu tespitler üzerine davacının 23.12.2008 tarihinde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 4 gün gözaltında tutulduğu, tutuklanması istemiyle mahkemeye sevk edildiği ancak tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldığı, müteakiben Diyarbakır C.Başsavcılığının 25.02.2009 tarih ve 2009/1707 Esas, 2009/730 İddianame sayılı İddianamesiyle davacı hakkında “Çıkar Amaçlı Kurulmuş Suç Örgütüne Üye Olmak” suçlamasıyla kamu davası açıldığı, yargılamanın halen Diyarbakır 1.Asliye Ceza Mahkemesinde devam ettiği, bu arada davacının görev yerinin değiştirildiği ve Bartın İl Jandarma Komutanlığı emrine atandığı, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından davacı - 287 - hakkında ayrıca “Görevi Kötüye Kullanmak” suçundan da soruşturma yürütüldüğü ve bu kapsamda görevsizlik kararı verilerek dosyanın Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığına intikal ettirildiği, Askeri Savcılık tarafından da görevsizlik kararı ile dosyanın Hakkâri Cumhuriyet Başsavcılığına gönderildiği, atılı suçun 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerini Yargılanması Hakkında Kanun kapsamında olması nedeniyle, davacı hakkında Hakkâri Valiliği tarafından ön inceleme yaptırıldığı, inceleme sonunda bu suçtan dolayı soruşturma izni verilmediği, gelişmeler üzerine Bartın İl Jandarma Komutanlığı tarafından davacının ihtisas kapsamından çıkarılması için Jandarma Genel Komutanlığına teklifte bulunulduğu, Jandarma Genel Komutanlığı İhtisaslaşma Değerlendirme Kurulunun 29.09.2009 tarihli toplantısında alınan karar ile istihbarat ihtisası kapsamından çıkarılmasına karar verildiği, bu kararın 12.10.2009 tarihinde davacıya tebliğ edilmesi üzerine süresi içinde işbu davanın açıldığı anlaşılmıştır. Jandarma Genel Komutanlığı Jandarma Astsubay ve Uzman Jandarma İhtisaslaşma Yönergesinin İkinci Bölüm 3’üncü madde g fıkrasında personelin ihtisas kapsamından çıkarılmasını gerektirecek haller belirtilmiş olup, sözü geçen g fıkrası; “Personelin ihtisas kapsamından çıkarılmasını gerektirecek haller aşağıya çıkarılmıştır: (1) Personelin; (a) Yüz kızartıcı suçlardan (basit ve nitelikli zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyeti kırıcı suçtan veya istimal ve istihlak kaçakçılığı hariç kaçakçılık, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma) ceza alması veya taksirli suçlar hariç olmak üzere üç aydan fazla hapis cezasına mahkum olması (Ancak; personel hakkında isnat edilen yüz kızartıcı suçu işlediğine dair kuvvetli emareler bulunarak kamu davası açılmış ise yargılama sonucu beklenmeden de ihtisas kapsamından çıkarılabilir) veya, (b) Organize suç örgütleri içinde yer aldığı veya suçlulara ve suç örgütlerine bilgi sağladığının tespit edilmesi halinde, (2) Disiplinsizlik nedeniyle; Son bir yıl içinde mahkemeler, disiplin mahkemeleri veya disiplin amirlerinden toplam; (a) (14) gün ve daha fazla hapis cezası alması veya, (b) (7) gün ve daha fazla hapis cezası ile (2) kez aylık kesilmesi cezası alması veya, - 288 - (c) (7) gün ve daha fazla hapis cezası ile (3) kez uyan cezası alması halinde, (3) Başarısızlık nedeniyle: Personelin ihtisas dalındaki görevinin etkin bir şekilde yürütülmesini sağlayan teknolojik gelişmeye paralel olarak envantere yeni giren silah, malzeme, araç, gereç ve teçhizatların kullanımı hususunda verilen meslek içi uygulama ve görev başı eğitimini başarı ile bitirememesi, sıralı amirleri tarafından alınan tüm birlik içi tedbirlere rağmen (kurs, seminer, geri besleme vb.) personelin başarı grafiğinin sürekli düşme eğiliminde olması halinde (Başarısızlıkla ilgili belgeler eklenir. Bu belgeler; personelin ihtisası ile ilgili yönerge, doküman ve emirler ile görevi gereği bilmesi gereken bilgilere hâkim olup olmadığını tespit etmek için yılda en az (1) kez yapılan sınav sonuçları (tespit edilen baraj puanının altında alanlar) veya personelin başarısının yükseltilmesi maksadıyla icra edilen kurs, seminer ve geri besleme sonunda düzenlenen başarısızlık ile ilgili belgelerdir). (4) Sağlık nedeniyle: (a) Muhabere ve Laboratuar ihtisası hariç olmak üzere, personelin sağlık sorunları nedeniyle ihtisas dalının herhangi bir kadro görevinde verimli bir şekilde çalışamayacak durumda olması ve görevine devamını etkileyecek nitelikte geçirmiş olduğu kaza, olay veya rahatsızlık sebebiyle tam teşekküllü Askeri Hastanelerce Türk Silahlı Kuvvetleri Sağlık Yeteneği Yönetmeliğinde belirtilen esaslar dâhilinde tanzim edilmiş, "Kıta Komutanlığı olmayan kadro görev yerlerinde görev yapar", "Karargah ve kurumlarda görev yapar", "Sınıfı görevini yapamaz" veya "Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapamaz" kararlı sağlık kurulu raporu alması veya, (b) Son bir yıl içinde psikolojik rahatsızlığı nedeniyle sağlık kurulu raporu alması veya toplamda iki ay istirahat veya hava değişimi alması veya, (c) Kullandığı ilaçların etkisinde kalarak ihtisas görevini yerine getiremeyecekleri veya görevde kullanması gereken araç/gereçleri kullanamayacaklarının uzman doktor raporu ile tespit edilmesi halinde, (5) İhtisası ile ilgili gönderildiği kursta, özel alan veya alt uzmanlık eğitiminde başarısız olması (Sağlık nedeniyle kursu bitiremeyenler hariç) halinde, (6) Yaş ve Fiziki Yeterlilik durumu nedeniyle: Personelin ihtisas görevini yaşının ilerlemesi nedeniyle fiziki kabiliyete dayalı görevlerin gerektirdiği seviyede dinamizm ve performansı - 289 - gösterememesi, yaşının fiziki kabiliyet standartlarını koruyup karşılayamaması (MY:170-1C TSK. Beden Eğitimi ve Spor Yönergesinde belirtilen esaslara göre) halinde, (7) Personelin, herhangi bir nedenle bulunduğu ihtisas kapsamından çıkmak istemesi: İhtisas kapsamından çıkmak için müracaatta bulunan personel, Personel Başkanlığınca İhtisaslaşma Değerlendirme Kuruluna sunulur. Personelin isteği İhtisaslaşma Değerlendirme Kurulunca kadro, kıstas, mevcut ve diğer hususlar göz önünde bulundurularak uygun görülmesi halinde ihtisas kapsamından çıkarılır. (8) İhtisas dalının ihtisas kapsamından çıkarılması.” şeklindedir. Anılan Yönerge hükmü karşısında somut olay incelendiğinde; davacının kaçakçılık yapmak amacıyla kurulmuş olan bir suç örgütüne üye olduğu gerekçesiyle hakkında kamu davası açıldığı, soruşturma kapsamında dinlemeye takılan telefon görüşmelerine göre, bu örgüte bilgi sağladığının ve bunun karşılığında çıkar elde ettiğinin anlaşıldığı, bu nedenle durumunun Jandarma Genel Komutanlığı Jandarma Astsubay ve Uzman Jandarma İhtisaslaşma Yönergesinin İkinci Bölüm 3’üncü madde g/1-b maddesine uyduğu, her ne kadar açılan dava henüz sonuçlanmamış ise de, hakkında tesis edilen ihtisas kapsamından çıkarma işlemi için sözü geçen suçlamadan mahkûm olmak şartının aranmadığı, zira kamu hizmetini en iyi şekilde ve eksiksiz görmekle yükümlü olan idarenin, hizmetin aksamasına neden olabilecek ajanları hakkında çeşitli idari ve disiplinel tedbirler almasının zorunlu bulunduğu, bu tedbirlerin ceza hukuku anlamında bir mahkûmiyet hükmü niteliğinde olmadığı gibi mutlaka bir ceza mahkûmiyetinin sonucu olarak uygulanması zorunluluğunun da bulunmadığı, dolayısıyla davacı hakkında tesis edilen işlemin tüm unsurlarıyla hukuka uygun olduğu sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır. Yukarıda açıklanan nedenlerle; Yasal dayanaktan yoksun DAVANIN REDDİNE, 27 Mayıs 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM.3.D., 27.05.2010; E 2010/80, K. 2010/659) - 290 - 3. SINIF DEĞİŞİKLİĞİ -56ÖZETİ: TSK personelinin yeniden sınıflandırılması veya buna bağlı olarak branşın yeniden belirlenmesi veyahut yeni bir branşa dâhil edilmesinde idarenin takdir hakkının bulunduğu, diğer yandan davacının mevzuatta öngörülen şartları sağlamadan doğrudan radyoloji teknisyenliği kursuna tertip edilmesi mümkün olmadığından radyoloji teknisyenliği branşına geçirilmeme işleminde hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Davacı 28.08.2009 tarihinde Bingöl Asliye Hukuk Mahkemesi ve bu yolla 03.09.2009 tarihinde AYİM’de kayda geçen dava dilekçesi ile 15.12.2009 tarihinde kayda geçen cevaba cevap dilekçesinde özetle; lise öğrenimini Erzurum Sağlık Meslek Lisesi (Radyoloji Bölümü)'nde, üniversite öğrenimini Atatürk Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu (Radyoloji Bölümü)'nde tamamlayarak "radyoloji teknikeri" olmaya hak kazandığını, 2001-2003 yılları arasında Atatürk Üniversitesi Araştırma Hastanesi Radyoloji Anabilim dalı başkanlığında sözleşmeli olarak radyoloji teknikerliği yaptığını, ayrıca 20.04.2009 tarihli dilekçe ile Kara Kuvvetleri Komutanlığına radyoloji teknikeri olarak görev yapmak üzere başvurduğunu, başvurusuna yazılı olarak cevap alamadığını, yaptığı sözlü görüşmede "kendisinin Kara Kuvvetleri Komutanlığına sağlık astsubayı (sahra sıhhiye branşında) alındığı, röntgen teknisyenliği için sınava girip kurs görmesi gerektiğinin açıklandığını" belirterek, radyoloji teknikeri olarak görev yapma talebinin reddine dair işlemin iptaline karar verilmesini talep ve dava etmektedir. Dava dosyasının incelenmesinden; 25.07.2003 tarihinde Atatürk Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Yüksekokulu Radyoloji/Sağlık Teknikeri bölümünü tamamlayan davacının “sağlık” sınıfında branşsız istihdam edilmek üzere idarenin açtığı sınavda başarılı olduğu, sağlık sınıfında (sahra sıhhiye/branşsız) astsubay olarak istihdam edildiği, 2004 yılında radyoloji teknisyenliği branşına geçmek için yaptığı müracaatın mesleğinde üçüncü yılını doldurmadığından kabul edilmediği, 2009 yılından itibaren sağlık astsubay branş kurslarına personel seçiminin sınavla yapılmaya başlandığı, sağlık astsubaylarının branş seçimi için yapılan bu sınava davacının müracaat etmediği, bilahare 20.04.2009 tarihli dilekçesiyle doğrudan radyoloji teknisyeni olarak atanmayı talep ettiği, süresinde (60 gün) cevap verilmemesi üzerine davacının olumsuz işlemin iptali istemiyle bu davayı süresinde açtığı anlaşılmaktadır. Taraflar arasındaki uyuşmazlığın; statüye girmeden önce branşlamasını tamamlayan ve bir süre çalışarak mesleki tecrübe edinen bir - 291 - personelin (sahip olduğu ihtisas ve tecrübesi değerlendirilmeksizin) statüye alınmasından sonra meslek içi branşlaşmada ihtisas ve tecrübelerin referans alınarak öngörülen prosedürün dışında farklı bir uygulama yapılıp yapılmayacağı noktasında olduğu görülmektedir. Davacı, lise ve yüksek okul eğitimini radyoloji üzerine olduğunu, 2 yıl süreyle sivil piyasada radyoloji teknikeri olarak çalıştığını, branşlaşmasını tamamlayan tecrübeli personel olduğunu, Türk Silahlı Kuvvetlerinde bu safahatının gözetilerek doğrudan radyoloji teknisyeni olarak atanması gerektiğini belirtmesine karşın, davalı idare isteklilerin sınava tabi tutulması sonrasında yapılacak değerlendirme ve kontenjan durumuna göre radyoloji teknisyenliği kursuna tefrik edildiklerini belirtmektedir. Davalı idare, 20.04.2009 tarihli dilekçesiyle idari müracaatını gerçekleştiren davacının 22.05.2009 tarihli 2009 yılı genel atamalarıyla radyoloji teknisyeni olarak atamasının yapılmadığını, dolayısıyla isteminin reddedildiğini öğrendiğini, bu tarihten itibaren 60 günlük yasal süre içinde dava açmayarak süreyi geçirdiğini belirtmekte ise de; idari müracaatı sonrasında davacıya yapılmış resmi bir tebligatın olmadığı, talebinin zımmen reddini takiben adli tatil sırasında açılan davanın süresinde olduğu anlaşılmaktadır. 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununun “Yeniden Sınıflandırma” başlıklı 72’nci maddesinde astsubayların yeniden sınıflandırılmasında (d) bendi hariç olmak üzere 24’üncü madde esaslarının uygulanacağı belirtilmiş, aynı kanunun 24’üncü maddesinde ise; sıhhi sebepler, uçuştan ayrılmak, ikinci bir tahsil yapmak ve idarenin göreceği lüzum yeniden sınıflandırma sebepleri arasında sayılmıştır. Astsubay Sınıflandırma Yönetmeliğinin 10’uncu maddesi; “Astsubayların yeniden sınıflandırılmaları aşağıdaki hallerde yapılır. a. Sıhhi sebepler b. (Değişik:4.6.1992-21248/2 md.) Uçuştan ayrılanlar c. Özel hizmet niteliğini kaybedenler d. Yeterlik düşüşlüğü gösterenler: İlk sınıflandırma hatasından dolayı yeterlik düşüklüğü gösterdiği sınıflandırma kurullarının tetkik ve teklifiyle anlaşılan astsubay okulları öğrencileriyle astsubay çavuşlar, e. Kuruluş ve kadro değişikliği sebebiyle sınıfları değişecek astsubaylar, f. İdarece görülecek lüzum üzerine sınıfları değişecek astsubaylar, g. Yeni bir sınıf kurulmasında, lüzumlu personel temini için idarece lüzum üzerine sınıfları değişecek astsubaylar,” şeklinde düzenlenmiştir. Görüldüğü üzere personelin yeniden sınıflandırılması veya buna bağlı olarak branşın yeniden belirlenmesi veyahut yeni bir branşa dâhil - 292 - edilmesinde idarenin takdir hakkının bulunduğu yukarıdaki hükümlerde yer alan “idarece görülecek lüzum üzerine” ibaresinden açıkça anlaşılmaktadır. 2009 yılına kadar teknisyen sağlık astsubayı yetiştirilmesi Kara Kuvvetleri Komutanlığı kurslar planında yer alan teknisyenlik kurslarına personel seçimi yöntemi ile yapılmıştır. En az 3, en çok 10’uncu hizmet yılındaki personelin sicil notu takdir ve ceza durumuna göre belirlenen değerlendirme notuyla, kontenjan miktarı kadar personel kursa tefrik edilmekteydi. Bu bağlamda davacının 13.09.2004-31.10.2005 tarihleri arasında gördüğü kurs sırasında yaptığı müracaat hizmet yılı şartını karşılamaması sebebiyle kabul görmemiştir. Devam eden yıllarda davacının 2009 yılına kadar başka müracaatı yoktur. 2008 yılında yürürlüğe giren MY 52-15 TSK Sağlık Astsubayları Branş Eğitimi, Tıbbi Cihaz Tamir Teknisyen Eğitimi ile Tıbbi Cihaz Kalibrasyon Teknisyen Eğitimine Personel Seçim Esasları Yönergesi ile sağlık astsubayı branş kurslarına personel seçim esasları yeniden düzenlenmiş ve seçim sınav esasına dayandırılmıştır. Buna göre; müracaat eden sağlık astsubaylarının yazılı sınav notunun % 80’i kuvvet değerlendirme notunun % 20’sinin toplanması sonucu elde edilen başarı notuna göre sıralanan personelden, kontenjan sayısı kadar personel sağlık teknisyen astsubaylığı kursuna tefrik edilmektedir. Bu uygulama ilk defa 2009 yılında başlamıştır. Davacı gibi dış kaynaktan temin edilen sağlık astsubayları ile GATA Komutanlığından yetiştirilen sağlık astsubaylarının seçim ve yetiştirilmelerinin yanı sıra bu sınava müracaatlarında farklılık yoktur. Davacı 2009 yılında ilk defa açılan bu sınava müracaat etmemiştir. Davacı 2003 yılı personel temin faaliyeti kapsamında branşsız sahra sıhhiye astsubayı olarak alınmıştır. Bilahare davacı, 2009 yılında ilk defa açılan sağlık astsubay branş kursu sınavına müracaat etmeden ve kurs görmeden, önceki ihtisas ve mesleki tecrübesi gözetilerek doğrudan radyoloji teknisyeni olarak atanmayı istemektedir. İdarenin sağlık astsubaylarının temini, yer değiştirilmesi, hangi hizmette hangi istihdam usullerinin benimseneceği hususlarında takdir hakkı bulunmaktadır. İdare kamu hizmetini gördürdüğü personelin seçiminde, hizmetin özelliklerini, hizmetin gereksinim duyduğu personelin niteliklerini ve eğitimini göz önünde bulundurmak zorundadır. Davacı sağlık astsubayı olmadan önce branşlaşmasını tamamladığını, bu durumda başka personelin sınav ve kursa çağrılarak eğitime tabi tutulmasının maddi külfet olduğunu, zaman kaybına ve kamu zararına yol açtığını, mevcut kadrolara doğrudan atanması gerektiğini belirtmekte ise de; tespit ettiği branşlarda ihtiyaç miktarı kadar personelin seçiminde sınav sistemini getiren idarenin buradaki takdir hakkını, sübjektif değerlendirmelerden kaçınmak suretiyle objektif kriterlere uygun kullandığı, - 293 - hizmet gereklerinin kamu yararına uygunluğunu gözettiği, sonuç olarak sınava girip öngörülen şartları sağlamadan doğrudan radyoloji teknisyenliği kursuna tertip edilmesi veya radyoloji teknisyeni olarak atanması mümkün olmayan davacı yönünden tesis edilen işlemin hukuka mevzuata uygun olduğu sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır. Yukarıda açıklanan nedenlerle; Yasal dayanaktan yoksun DAVANIN REDDİNE, 06 Mayıs 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM.3.D., 06.05.2010; E. 2009/1062, K. 2010/593) -57ÖZETİ: 926 sayılı Kanunun 25'inci ve subay sınıflandırma Yönetmeliğinin 11'inci maddesinde ilk sınıflandırma ve yeniden sınıflandırmanın sınıflandırma kurulları tarafından yapılacağı öngörülmesine rağmen, davacının yeniden sınıflandırma işleminin sınıflandırma kurulu oluşturulmadan yapılmasının şekil yönünden hukuka aykırı olduğu sonuç ve kanaatine varılmıştır. Davacı 30.06.2009 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesi kaydına, 02.07.2009 tarihinde AYİM kaydına geçen dava dilekçesinde özetle; 1997 yılında Hava Harp Okulu Havacılık Mühendisliği bölümünden teğmen olarak mezun olduğunu, uçucu personel sıfatını yitirmesi üzerine 1998 yılında uçak bakım sınıfına geçirildiğini, sekiz aylık kursu müteakip 1999 yılında uçak bakım subayı olduğunu, çeşitli birliklerde görev yaptıktan sonra, 2009 yılı atamalarında İstanbul Merkez Komutanlığı 1'inci Özel Koruma Taburundaki Hava Piyade kadrosuna eğitim subay olarak atadığını, katılışından sonra 21.05.2009 tarihli emir ile Hava piyade sınıfına yeniden sınıflandırıldığını öğrendiğini, sınıf değişikliği konusunda isteği ve müracaatının olmadığını, Özel Kuvvetler Komutanlığına bağlı timlerde piyade sınıfı kadrolarında görev yapmış personelin, Hv. Kuv.K.lığı teşkilatında kendi sınıfında görev yapmasının bilgi birikim ve tecrübe eksikliği kaynaklı verim düşüklüğüne yol açtığı şeklindeki idarenin sınıf değişikliği gerekçesinin doğru olmadığını, sınıflandırma işleminin sınıflandırma kurulları tarafından yapılıp yapılmadığının belli olmadığını, hakkında uçak bakım subayı olarak çalışıp çalışmayacağını tespit edecek herhangi bir işlem yapılmadığını, kendisinin sınıfının değiştirilirken diğer taraftan uçak bakım sınıfı kadro ihtiyacını karşılamak için sözleşmeli subay alımı yapıldığını tesis edilen uçak bakım sınıfından piyade sınıfına geçirilme işleminin hukuka aykırı olduğunu belirterek dava konusu işlemin iptaline ve - 294 - öncelikle yürütmenin durdurulmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir. AYİM 3'üncü Dairesinin 01.10.2009 tarih ve GENSEK No:2009/2323, ESAS No:2009/910 sayılı kararı ile davanın yürütmenin durdurulması isteminin reddine karar verilmiştir. Dava dosyasında mevcut bilgi ve belgelerin incelenmesi neticesinde; davacının 1997 yılında Hava Harp Okulu Havacılık Mühendisliği bölümünden teğmen rütbesi ile mezun olduğu, uçucu personel niteliğini kaybetmesi üzerine 1988 yılında uçak bakım sınıfın geçirildiği, uçak bakım sınıf okulunu bitirmesini müteakip 1999-2004 yılları arasında Genkur. Özel Kuvvetler Komutanlığında, 2004-2006 yılları arasında Hava Harp Okulu Öğrc. A. K.lığında, 2006-2009 yıllarında Genkur. Bilgi Ds. Tb. K.lığında görev yaptıktan sonra 2009 yılı genel atamalarında İstanbul Merkez Komutanlığı 1'inci Özel Koruma Tb. K.lığına eğitim subayı olarak atandığı, müteakiben Hv.Kuv. Komutanlığının 21.05.2009 tarih ve PER:1460-60942-09/Per.Ynt.D.Per.Pl.Ş. sayılı ve "yeniden sınıflandırılan subaylar" konulu emri ile davacının Hv. Uçak bakım olan sınıfının Hv. Piyade olarak değiştirilerek yeniden sınıflandırıldığı, davacının yapılan bu yeniden sınıflandırma işleminin iptali istemiyle süresinde bu davayı açtığı anlaşılmıştır. Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunun "Yeniden Sınıflandırma" başlıklı 24'üncü maddesinde subayların hangi hallerde yeniden sınıflandırılacakları gösterilmiş, (e) bendinde idarece görülecek lüzum üzerine, sınıfların değişmesi icap eden subayların yeniden sınıflandırılabileceği belirtilmiştir. Aynı kanunun 25'inci maddesinde de "ilk sınıflandırma ve yeniden sınıflandırma, sınıflandırma kurulları tarafından yapılır. Sınıflandırma kurullarının kuruluşları, çalışma usulleri, kararlarını nasıl alacakları, kurul üyelerinin nitelikleri ve sınıflandırmanın ne zaman ve nasıl yapılacağına ait hususlar sınıflandırma yönetmeliğinde gösterilir." hükmüne yer verilmiştir. Subay sınıflandırma Yönetmeliğinin "sınıflandırma çeşitleri" başlıklı 60’ıncı maddesinde; "926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda belirtildiği üzere sınıflandırma iki çeşittir: (1) İlk sınıflandırma (2) Yeninden sınıflandırma” hükmüne, Aynı yönetmeliğin “sınıflandırma kurulları” başlıklı 11’inci maddesinde; “Subayların sınıflandırılması, ilk ve yeniden sınıflandırma kurulları tarafından yapılır. Bu kurullar, sınıflandırma şekline ve ihtiyacına göre kuvvet komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı tarafından teşkil edilir. - 295 - Sınıflandırma kurullarının : (1) Görevi : Sınıflandırılması yaptırılacak personelin bu Yönetmelik ve yönergelerine göre işlemlerini yapmaktır. (2) Kuruluşu, üyelerinin nitelikleri ve çalışma usulleri: Genel olarak sınıflandırma kurulları sınıflandırma hizmetlerinde ihtisası bulunan üç üyeden teşekkül eder; bu üyelerin iş bölümü şöyledir. Kurul başkanı: Herhangi bir sınıftan oy hakkına sahip bir subaydır. Üye : Herhangi bir sınıftan oy hakkına sahip bir subaydır. Raportör: Kurulun toplantısından önce ve toplantı halinde lüzumlu idari işleri yapan, kayıtları tutan, oy hakkına sahip, sınıflandırma işlerinde ihtisası olan bir subaydır. Teknik Müşavir : Yeniden sınıflandırılması yapılacak subayın sınıfından olup oy hakkı olmayan bir subaydır. Kurula üye olarak önceden seçilmez ve hakkında işlem yapılacak subaydan kıdemli olur. Kurullar kararlarını oyçokluğu ile alırlar. İlk sınıflandırma kurulları, sınıflandırma ile ilgili işlemleri yapmak üzere kayıt kabul ve sınıflandırma merkezlerince yeteri kadar personelle takviye edilir.” hükmüne, Yönetmeliğin “sınıflandırmanın kesinleşmesi” başlıklı 12/b maddesinde; “Yeniden sınıflandırmada, subaylar için sınıf değişikliği sonuçlarını ihtiva eden tutanaklar; mensup oldukları kuvvet komutanlığının, Jandarma Genel Komutanlığının veya Sahil Güvenlik Komutanlığının onayı ile kesinleştirilir. Sınıflandırmaların kesinleşmesini müteakip ilgili personele tebligat yapılır.” hükmüne yer verilmiştir. Yönetmeliğin "Yönergeler" başlıklı 13'üncü maddesinde subay sınıflandırma faaliyeti, işlemleri, vasıtaları ve ne şekilde yapılacağına dair teferruatlı hususların ilgili kuvvet komutanlıklarınca hazırlanacak yönergelerde gösterileceği belirtilmiş, HKY 12-19(A) sınıflandırma Yönergesinin İkinci bölüm ikinci maddesinde sınıfların kadro ihtiyacı, personelin sağlık durumu, zihni yetenekleri, öğrenimi, sivil mesleği, deneyimi, ilgileri, fiziki profili, isteği gibi faktörler dikkate alınarak yeniden sınıflandırma işleminin yapılacağı, üçüncü maddesinde de, sınıflandırma kurullarının kuruluşu, görev ve yetkileri ile çalışma usulleri düzenlenmiştir. Yukarıda belirtilen mevzuat hükümleri birlikte değerlendirildiğinde TSK’de görevli subayların idarece görülecek lüzum üzerine yeniden sınıflandırılabileceği, subayların yeniden sınıflandırmasının sınıflandırma kurulları tarafından yapılacağı ve yeniden sınıflandırmanın ilgili subayın mensup olduğu kuvvet komutanlığının onayı ile kesinleştirileceği görülmektedir. Dava konusu olaya dönüldüğünde; 926 sayılı Kanunun 25'inci ve subay sınıflandırma Yönetmeliğinin 11'inci maddesinde ilk sınıflandırma ve yeniden sınıflandırmanın sınıflandırma kurulları tarafından yapılacağı öngörülmesine rağmen, dava konusu yeniden sınıflandırma işleminin - 296 - sınıflandırma kurulu oluşturulmadan sadece Hava Kuvvetleri Komutanının onayını müteakip Hv. Kuv. K.lığının 21.05.2009 tarih ve PER:1460-6094209/Per Ynt. D. Per. Pl. Ş. sayılı emri ile tesis edildiği anlaşılmıştır. Bu itibarla, yeniden sınıflandırma işleminin yapılması için kanun, yönetmelik ve yönergede belirtilen uyulması ve izlenmesi gereken yöntem kurallarına uyulmadan yeniden sınıflandırma işleminin tesis edilmesinin şekil yönünden hukuka aykırı olduğu sonuç ve kanaatine varılmıştır. Yukarıda açıklanan nedenlerle; Davacı hakkında tesis edilen yeniden sınıflandırma İŞLEMİNİN İPTALİNE , 22 NİSAN 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM.3.D., 22.04.2010; E. 2009/910, K. 2010/550) EMEKLİLİK 1. 1005 SAYILI KANUNA GÖRE EMEKLİLİK -58ÖZETİ: Arşiv kayıtlarına göre davacının babasının İstiklal Savaşına er olarak katıldığı ve 1005 sayılı Kanun uyarınca şeref aylığına müstehak olduğu anlaşılmakta ise de; söz konusu aylığın asli hak sahibinin veya dul eşinin dışında yetimlerine intikal edeceğine dair herhangi bir hükme yer verilmediğinden erkek evlat olan davacıya babasından dolayı 1005 sayılı Kanun kapsamında şeref aylığı bağlanmasına kanunen imkan bulunmamaktadır. Davacı 19.10.2009 tarihinde AYİM’de kayda geçen dava dilekçesinin AYİM 3’üncü Dairenin 22.10.2009/1250-1093 E.-K. sayılı kararı ile reddi üzerine, 21.12.2009 tarihinde AYİM’de kayda geçen yenileme dilekçesinde özetle; Kurtuluş Savaşına katılmak üzere 10.08.1921 tarihinde askere giden babası ....’in, iki kardeşinin savaşta şehit olması üzerine 08.04.1922 tarihinde terhis edildiğini, İstiklal Savaşı’nda bir gün dahi görev yapanlara İstiklal Madalyası verildiğini ve 1005 sayılı Kanununa göre maaş bağlanması gerektiğini, maaş bağlanmaması yönünde tesis edilen işlemin hukuka aykırı olduğunu belirterek, olumsuz işlemin iptaline karar verilmesini talep ve dava etmektedir. - 297 - Dava ve tahsis dosyasının incelenmesinden; davacının, “Veyis oğlu, Zeliha’dan olma, 01.07.1888 doğumlu, Konya ili- Ilgın İlçesi- Balkı Köyü nüfusuna kayıtlı, 27.07.1966 tarihinde vefat eden” babası ....’in 10.08.1921 tarihinde askere sevk edilerek Kurtuluş Savaşına katıldığı, ancak iki kardeşinin şehit olması nedeniyle 08.04.1922 tarihinde terhis edildiği, bilahare 27.07.1966 tarihinde vefat ettiği, davacının tarihsiz dilekçesiyle davalı Kurumdan, İstiklal Savaşı gazisi olan babasından dolayı tarafına aylık bağlanmasını talep ettiği, 18.09.2009 tarihinde talebine olumsuz cevap verilmesi üzerine bu davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Dava konusu uyuşmazlık, Milli Mücadele döneminde askerlik yapması sebebiyle 1005 sayılı Kanun uyarınca şeref aylığına hak kazanan davacının babasının vefatı sonrasında, bu aylığının oğlu olan davacıya intikal edip etmeyeceği noktasındadır. 1005 Sayılı İstiklal Madalyası Verilmiş Bulunanlara Vatanı Hizmet Tertibinden Şeref Aylığı Bağlanması Hakkında Kanunun 1/1 maddesi; “Milli Mücadeleye iştirak eden ve bu sebeple kendilerine İstiklal Madalyası verilmiş bulunan Türk Vatandaşları ile 1950 yılında Türk Tugayının Kore’ye ayak bastığı Ekim ayında başlamak ve 1953 yılı PanMunjan Ateşkes Anlaşmasına kadar Kore’de fiilen savaşa katılmış olan Türk vatandaşlarına ve 1974 yılında Temmuz 1 inci ve 2 nci Barış Harekâtına Kıbrıs’ta fiilen görev alarak katılmış olan Türk vatandaşlarına, hayatta bulundukları sürece vatanı hizmet tertibinden 4000 gösterge rakamının her yıl bütçe kanunu ile tespit edilen memur maaş katsayısı ile çarpılmasından bulunacak miktarda aylık bağlanır. Hak sahibinin ölümü halinde bu aylık dul eşe % 75 oranında bağlanır, ancak dul eşin tekrar evlenmesi halinde kesilir....” şeklinde düzenlenmiştir. Yapılan incelemede; arşiv kayıtlarına göre davacının babasının 10.08.1921 – 08.04.1922 tarihleri arasında İstiklal Savaşına er olarak katıldığı ve 1005 sayılı Kanun uyarınca şeref aylığına müstehak olduğu noktasında şüphe yoktur. Ancak söz konusu aylığın sadece asli hak sahiplerine ve bunların ölümü halinde ise aylığın %75 oranında dul eşe bağlanması öngörülmüş, asli hak sahibinin yokluğunda yetimlerine intikal edeceğine dair herhangi bir hükme yer verilmemiştir. Davacıya babasından dolayı 1005 sayılı Kanun kapsamında şeref aylığı bağlanmasına kanunen imkan bulunmadığından, tesis edilen dava konusu işlemin hukuka aykırılık bulunmadığı sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır. Yukarıda açıklanan nedenlerle; Yasal dayanaktan yoksun DAVANIN REDDİNE, 20 MAYIS 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM 3.D., 20.05.2010; E. 2010/844, K. 2010/667) - 298 - 2. 2330 SAYILI KANUNA GÖRE EMEKLİLİK -59ÖZETİ: Davacıların oğullarının, askerlik görevi sırasında, terör örgütü mensuplarına yönelik yapılan operasyon kapsamında üs bölgesinde, keşif, pusu ve gözetleme faaliyetlerinin gerçekleştirilmesine yönelik verilen emir gereği yapılan hazırlıklar esnasında, çanta kuşanırken, kazaen, kendi silahının tetiğine elinin teması sonucunda silahının ateş alması sonucu meydana gelen ölüm olayının 2330 sayılı Kanun kapsamında kabul edilmesi gerekir. Davacılar vekilleri, 18.01.2010 tarihinde AYİM kayıtlarına giren dava dilekçesinde ve savunmadan sonra sundukları cevap dilekçesinde özetle; müvekkillerinin oğlu P.Onb….’in 18.09.2008 tarihinde başlayan “Volkan-8” operasyonu kapsamında 22.09.2008 tarihinde Kol Komutanının emri ile çantasını kuşanmak üzere hamle yaptığında, dizlerinin arasına aldığı silahın kaza ile ateşlenmesi sonucunda şehit olduğunu, bu olayda kendisinin ağır bir kusuru olmadığı gibi, olayın keyif verici madde kullanmaktan, emir dışı hareketten, yasak fiilleri yapmaktan ya da intihar kastından kaynaklanmadığını, bu nedenle müvekkillerine Kara Kuvvetleri Komutanlığı tarafından 2330 sayılı Kanun uyarınca nakdi tazminat ödendiğini, ancak maaş bağlanmadığını, müvekkillerinin 17.09.2009 tarihinde davalı idareye başvurarak 3713 sayılı Kanunun 21 inci maddesi yollamasıyla 2330 sayılı Kanun hükümlerine göre aylık bağlanmasını talep ettiklerini, davalı idare tarafından ise, eksik bazı evrakların bulunduğunun bildirildiğini, bu eksikliklerin giderilmesi suretiyle idarece 06.10.2009 tarihli yazı ile …’e ait malul ve muhtaçlık belgesinin istendiğini, …’a da daha önce 5434 sayılı Kanun uyarınca aylık bağlanmış olması nedeniyle aynı Kanunun 94 üncü maddesi uyarınca tercihte bulunmasının talep edildiğini, bu gelişmeler üzerine 24.11.2009 tarihli dilekçe ile davalı kuruma yeniden başvurduklarını ve başkaca şarta bağlı olmadan müvekkillerine aylık bağlanmasının gerektiğini belirttiklerini, bu taleplerinin 18.12.2009 tarihli yazı ile reddedildiğini, tesis edilen işlemin hukuka aykırı olduğunu belirterek iptaline karar verilmesini talep etmişlerdir. Dava ve tahsis dosyasının incelenmesinden, davacıların oğlu P.Onb….’in Dağ ve Komando Tugayı 3 üncü Dağ ve Komando Tabur K.lığı (Hakkari) emrinde askerlik görevini yaptığı sırada, 18.09.2008 tarihinde başlayan “Volkan-8” operasyonu kapsamında 22.09.2008 tarihinde Hakkari Şemdinli İlçesi Tekeli Üs Bölgesinde, operasyon görevi kapsamında Şeytan Kayalıkları istikametine keşif, pusu ve gözetleme faaliyetlerinin gerçekleştirilmesine yönelik verilen emir gereği yapılan hazırlıklar - 299 - esnasında, çanta kuşanırken, operasyona başlayacak olmanın verdiği heyecanla ve kazaen, kendi silahının tetiğine elinin teması sonucunda silahının ateş aldığı ve başından yaralandığı, yapılan müdahalelere rağmen kurtarılamayarak hayatını kaybettiği, boşanmış olmaları nedeniyle ayrı yaşadıkları anlaşılan davacılardan anne …’ın 22.09.2008 ve baba …’in ise 13.10.2008 tarihli dilekçelerle davalı idareye müracaat ettikleri ve “oğullarının şehadeti nedeniyle 3713 sayılı Kanun kapsamında aylık bağlanması” yönünde talepte bulundukları, davalı idare tarafından konu ile ilgili bilgi ve belgelerin toplandığı ve Vazife Malullüğü Tespit Kurulunun 24.07.2009 tarih ve 653 sayılı Kararı ile; “…ölen … hakkında 5434 sayılı Yasanın vazife malullüğü hükümlerinin uygulanmasına” karar verildiği, kararın ardından davalı idarenin 03.08.2009 tarihli yazısı ile; yapılacak inceleme için çalışamaz raporu, muhtaçlık belgesi, mal bildirimi ve sair belgelerin gönderilmesinin davacı …’den istendiği, takibinde davacıların bu kez vekilleri aracılığıyla 17.09.2009 tarihli dilekçe ile davalı idareye başvurdukları ve 3713 ve 2330 sayılı Kanun uyarınca kendilerine aylık bağlanmasını talep ettikleri, baba …’den istenen belgelerin ise kuruma gönderilmediği, bu başvuruya davalı idare tarafından 06.10.2009 tarihli yazı ile yanıt verildiği ve “3713 ve 2330 sayılı Yasa hükümlerinden yararlanılabilmesi için, ölenin iç güvenlik ve asayişin sağlanmasıyla görevli olmasının yeterli olmadığının, ayrıca ölüm olayının anılan Yasa hükümlerinde sayılan haller kapsamında gerçekleşmesinin gerektiğinin, …’in ölümü olayının ise bu kapsamda olmadığının ve dolayısıyla 3713 ve 2330 sayılı Yasa hükümlerinin şartsız olarak uygulanmasına imkan bulunmadığının” bildirildiği ve yapılacak incelemeye esas olacak şekilde davacıların boşanma tarihin ve medeni durumunu gösterir vukuatlı nüfus kayıt örneğinin, davacı …’a ait mal bildirim belgesi ve muhtaçlık belgesinin, kimlik araştırma belgesinin, …’in öğrenim durumunu gösteren belgelerin gönderilmesinin istendiği ve ayrıca diğer davacı …’den de daha önce istenmiş olan belgelerin gönderilmesi halinde gerekli incelemenin yapılacağının bildirildiği, davacılar vekillerinin istenen belgelerin bir kısmını 26.10.2009 tarihli dilekçeleri ekinde kuruma gönderdikleri, bu kez davalı idarenin 06.11.2009 tarihli yazısı ile de; “3713 ve 2330 sayılı Yasalardan istifade edilebilmesi için, ölenin iç güvenlik ve asayişin sağlanmasıyla görevli asker olmasının yeterli olmadığının, ayrıca ölüme neden olan olayın da anılan Kanunlar kapsamında gerçekleşmiş olmasının gerektiğinin, …’in ise kazaen kendi silahından çıkan kurşunla hayatını kaybetmesi nedeniyle bu şartı sağlamadığının, bu nedenle hakkında bahsi geçen Kanun hükümlerinin uygulanamayacağının, ancak 5434 sayılı Kanunun 72 nci maddesi kapsamında davacılara aylık bağlanması imkanının bulunduğunun” bildirildiği, davacı vekillerinin 24.11.2009 tarihli dilekçeleri ile taleplerini yineledikleri, ancak davalı idarenin 18.12.2009 tarihli cevabi yazısıyla, önceki red yazılarına atıf yapılmak suretiyle yeni bir yanıt verilmeyeceğinin bildirildiği, bunun üzerine görülmekte olan davanın açıldığı ve vefat olayı 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ve 2330 sayılı Kanun kapsamında kabul edilmediğinden, davacılara koşulsuz aylık bağlanması isteminin reddi işleminin iptalinin talep edilmekte olduğu anlaşılmıştır. - 300 - Davalı kurum savunmasında ve Başsavcılık düşüncesinde davada süre aşımı bulunduğunu ileri sürmüşlerdir. Öncelikle bu hususun açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Dava açma süresinin, kamu düzenine ilişkin olması nedeniyle, davanın her aşamasında gerek tarafların talebi üzerine ve gerekse re’sen mahkemece dikkate alınması gerekmektedir. Anayasanın 125 ve 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun 40 ncı maddelerinde, dava açma süresinin her çeşit işlemlerde yazılı bildirim tarihini izleyen günden itibaren başlayacağı belirtilmiş ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin 5.12.1983 gün ve E.1983/11, K.1983/17 sayılı İçtihatları Birleştirme Kurulu Kararında da dava açma süresinin yazılı bildirimi takip eden tarihten başlayacağı hükme bağlanmış bulunmaktadır. 1602 sayılı Kanunun “Dava Açma Süresi” başlığını taşıyan 40 ncı maddesinde; “...Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açma süresi her çeşit işlemlerde yazılı bildirim tarihinden itibaren kanunlarda ayrı süre gösterilmeyen hallerde 60 gündür. Adresleri belli olmayanlara özel kanunlardaki hükümlere göre ilan yolu ile bildirim yapılan hallerde; özel kanunda aksine hüküm bulunmadıkça ilan tarihinden itibaren onbeş gün sonra başlar...”, Kanunun “İhtiyari Müracaat ve İdari Makamların Sukutu” başlıklı 35 nci maddesinin (a) bendi, “İhtiyari müracaat; Kesin işlem yapmaya yetkili makamlarca tesis edilen idari işlemlerin geri alınması, kaldırılması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması, üst makamdan yoksa işlemi yapmış olan makamdan idari dava açmak için belli olan süre içinde istenebilir. Bu müracaat işlemeye başlamış olan dava açma süresini durdurur. Altmış gün içinde cevap verilmez ise, istek reddedilmiş sayılır. İsteğin reddi üzerine dava açma süresi başlar ve müracaat tarihine kadar geçmiş olan süre de hesaba katılır.”, Kanunun 35/b maddesinde ise; “İlgililer, hakkında idari davaya konu olabilecek bir eylem veya işlemin yapılması için idari makamlara başvurabilirler. Bu halde yetkili makamlar en çok altmış gün içinde bir cevap verirler. Bu süre içinde cevap verilmez ise, istek reddedilmiş sayılır. İlgililer altmış günün bitiminden itibaren idari dava açma süresi içinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açabilirler.” , Kanunun 42’nci maddesinde: “İlgililer, haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davaları ile birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı, icra tarihinden itibaren altmış gün içinde tam yargı davası açabilirler. - 301 - Bu halde de ilgililerin 35 inci madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır.” hükmü bulunmaktadır. Kanunun 45 nci madde (A) bendinde, süresi dışında açılan davaların reddine karar verileceği belirtilmektedir. Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde dava dosyası incelendiğinde; davacıların vazife malullüğü aylığı bağlanması talebini içeren 22.09.2008 ve 13.10.2008 tarihli müracaatlarına karşı gerekli belgeleri temin ettikten sonra 24.07.2009 tarihli karar ile davacıların oğulları …’in vazife malulü sayılmasına karar vermiş ve aylık bağlanabilmesi için 03.08.2009 tarihli yazıyla davacılardan …’den ilave belgeler istemiştir. Söz konusu yazı incelendiğinde davalı idarenin vazife malullüğünün 2330 ve 3713 sayılı yasa kapsamında olup olmadığı hususunda bir değerlendirmesinin ve kararının bulunmadığı, aksine incelemelerin sürdüğü anlaşıldığından bu işlemin dava açma süresini başlatan kesin işlem mahiyetinde olmadığı anlaşılmaktadır. Daha sonra davacılar vekilinin 17.09.2009 tarihli başvurusuna karşı davalı idare 06.10.2009 tarihli yazısıyla davacıların 2330 ve 3713 sayılı kanunlar kapsamında aylık bağlanma talebini reddetmiştir. Ancak bu red işleminin davacılara hangi tarihte tebliğ edildiğine dair bilgi ve belge bulunmamaktadır. Davacıların devam eden süreç içerisinde bazı yeni belgeler sunmuş olması söz konusu red işleminin tebliği anlamına gelmeyeceğinden, 06.11.2009 tarihli en son red işleminin 28.12.2009 tarihinde tebliği üzerine 18.01.2010 tarihinde açılan davada süre aşımı bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılarak davanın esas yönünden incelenmesine geçilmiştir. Davacılar vekili ölüm olayının 2330 ve 3713 sayılı Kanunlar kapsamında meydana geldiğini, vazife malûllüğü aylığının bu kapsamda bağlanması gerektiğini ileri sürmüştür. 2330 sayılı Kanunun “Amaç” başlığı altındaki 1 nci maddesinde “Bu kanunun amacı, barışta güven ve asayişi korumak, kaçakçılığı men, takip ve tahkikle görevli olanların bu görevlerinden dolayı ya da görevleri sona ermiş olsa bile yaptıkları hizmet nedeniyle derhal veya bu yüzden maruz kaldıkları yaralanma veya hastalık sonucu ölmeleri veya sakat kalmaları halinde ödenecek nakdi tazminat ile birlikte bağlanacak aylığın ve bu yüzden yaralanmaları halinde ödenecek nakdi tazminatın esas ve yöntemlerinin düzenlenmesidir.” şeklinde hükme yer verilmiştir. Kanunun 2’nci maddesinde ise; İç güvenlik ve asayişin korunması veya kaçakçılığın men, takip ve tahkikle görevlendirilen personelle kimlerin amaçlandığına açıklık getirilerek Silahlı Kuvvetler mensupları kanun kapsamında bulunan personel olarak sayılmıştır. Aynı kanunun 4/d maddesinde de bu kanun kapsamına girenlerden herhangi bir sosyal güvenlik kurumuna tabi olmayanların sakat kalmaları halinde öğrenim durumlarına göre 657 Devlet Memurları Kanununun - 302 - değişik 36'ncı maddesi hükümlerine göre belirlenecek giriş derece ve kademeleri üzerinden 5434 sayılı kanun hükümlerine göre görev malullüğü aylığının % 25 artırılarak bağlanacağı belirtilmiştir. 5434 Sayılı Kanunun 4049 Sayılı Kanunla değişik 72 nci maddesinin son fıkrasında “Bu Kanunun 64 ncü maddesinin (a, b, c, ç, d ve e) fıkralarında açıklanan durumlardan dolayı veya 3.11.1980 tarih ve 2330 Sayılı Kanun ile bu Kanuna ek 2566 Sayılı Kanun kapsamında mütalaa edilen görevler nedeniyle geride dul ve yetim bırakmadan hayatlarını kaybetmiş bulunan iştirakçilerle, bunlardan aylık almakta iken ölenlerin baba veya analarına ölüm tarihini takip eden aybaşından itibaren aylık bağlanır” hükmü yer almaktadır. Belirtilen kanun metninden de anlaşılacağı üzere, aylık bağlanması için getirilen ölçüt, 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanununun 64/a-e maddesi ya da 2330 sayılı Nakdi Tazminat Ödenmesi ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun kapsamında mütalaa olunabilecek bir görevden dolayı yaşamın yitirilmiş olmasıdır. Dava konusuna dönüldüğünde; davacının görev yaptığı birliğin Hakkari Şemdinli Tekeli Üs bölgesinde konuşlu iç güvenlik harekâtı ile görevli bir birlik olduğu, vefat olayının terörle mücadeleye yönelik bir faaliyet sırasında, gece şartlarında, operasyon görevinin stres ve heyecanıyla silah kaza sonucu meydana geldiği, operasyon görevinin devlete, topluma, kişilere ve onların mallarına yönelik tehlikeleri önlemeye ve dirlik ve düzenin sağlanmasına yönelik bir görev olduğu dikkate alındığında, davacılara 5434 sayılı Kanunun 72/son maddesi ve 2330 sayılı Kanun kapsamında aylık bağlanması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. Davacı vekili ölüm olayının 3713 sayılı Kanun kapsamına da girdiğini aylıklarının bu kanun gözetilerek bağlanmasını talep etmektedir. 3713 sayılı Terörle Mücadele kanununun 1 nci maddesinde; “Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden” eylemler şeklinde tarif edilmiştir. Aynı Kanununun “Yardım” başlıklı 21 nci maddesinin birinci fıkrasında “Memur ve kamu görevlilerinden yurtiçinde ve yurtdışında görevlerini ifa ederlerken veya sıfatları kalkmış olsa bile bu görevlerini - 303 - yapmalarından dolayı terör eylemlerine muhatap olarak yaralanan, sakatlanan, ölen veya öldürülenler hakkında 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun uygulanır. Ayrıca; a) Malûl olanlarla, ölenlerin aylığa müstahak dul ve yetimlerine bağlanacak aylığın toplam tutarı, bunların görevde olan emsallerinin almakta oldukları aylıklardan; emekli olanların öldürülmeleri halinde ise, dul ve yetimlerine bağlanacak aylığın toplam tutarı ve Kanuna göre kendisine bağlanabilecek emekli aylığından az olamaz...” hükmüne yer verilmiştir. Görüldüğü üzere, bu yardımlardan yararlanmanın asıl ve en önemli şartı “terör eylemlerine muhatap” olmaktır. Terörle Mücadele Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/802) (S.Sayısı:554) Genel gerekçe bölümünün madde gerekçelerinin 23. maddesine “Maddede, kamu görevlilerinden yurtiçinde veya dışında görevlerini ifa ederlerken veya sıfatları kalkmış olsa bile bu görevlerini yapmalarından dolayı terör suçluları tarafından yaralanmaları veya sakat bırakılmaları halinde kendilerine veya öldürülmeleri durumunda eşi ve çocuklarına bağlanacak aylık veya yapılacak yardımlar düzenlenmektedir.” şeklinde bir gerekçe getirilmiştir. Davacıların oğlunun ölümüne neden olan olayın doğrudan terör suçluları tarafından ika edilen bir olay olmadığı ve herhangi bir terör eylemi sonucu meydana gelmediği açıktır. Bu nedenle meydana gelen ölüm olayının 2330 sayılı Kanun kapsamında olmasına rağmen 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamında bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Yukarıda açıklanan nedenlerle; Davacılara 2330 sayılı kanun kapsamında vazife malullüğü aylığı bağlanmaması işleminin İPTALİNE, 10 HAZİRAN 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM 3.D., 10.06.2010; E. 2010/881,K. 2010/745) 3. ADİ MALULİYET -60ÖZETİ: Diskromatopsi rahatsızlığının davacının göreve başladığı tarihte mevcut olduğunun anlaşılmasına rağmen, davacının göreve girmeden öncede sakat (malûl) olduğu kesin olarak ortaya konulamadığından 5434 sayılı Kanunun 44/3’ncü maddesi gerekçe gösterilerek malûl kabul edilmemesi hukuka aykırıdır. - 304 - Davacı vekili 29.06.2009 tarihinde AYİM kayıtlarına geçen dava dilekçesinde özetle; davacının onbeş yıl uzman erbaş olarak görev yaptığını, görev süresi içerisinde yapılan muayenelerde uzman erbaş olarak göreve devam eder kararı verildiğini, GATA Asker Hastanesinin 28.01.2009 tarih ve 88 sayılı raporu ile diskromatopsi teşhisi konularak uzman erbaş olarak göreve devam edemez kararı verildiğini, sözleşmesinin fesh edildiğini, davacının gözlerindeki kusurun görev süresi içerisinde meydana geldiğini, davalı kurum tarafından adi malûl kabul edilmediğini, bunun hukuka aykırı olduğunu belirterek adi malûl kabul edilmemesi nedeniyle emekli aylığı bağlanmaması işleminin iptaline, emekli ikramiyesi ile emekli aylıklarının hak ediş tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte ödenmesine, yargılamanın duruşmalı yapılmasına karar verilmesini talep etmiştir. Dava dosyasında yer alan bilgi ve belgelerin incelenmesinden; davacının 14.04.1994 tarihinde uzman erbaş olarak göreve başladığı, GATA Sağlık kurulunun 28.01.2009 tarih ve 88 sayılı raporu ile diskromatopsi teşhisi konularak Türk Silahlı Kuvvetlerinde ulaştırma sınıfında uzman erbaş olarak görevine devam edemez raporu verildiği, 14.04.2009 tarihinde sözleşmesinin yenilenmediği, bu tarih itibarı ile ilişiğinin kesildiği, davalı kurum tarafından diskromatopsi (renk körlüğü) rahatsızlığının doğumsal bir hastalık olup sonradan oluşmasının mümkün olmadığı, Sandığa tabi göreve girmeden önce de var olduğu gerekçesi ile adi malûl kabul edilmediği, bu işlemin iptali için dava açıldığı anlaşılmıştır. 5434 sayılı Kanunun 44 ncü maddesi “Her ne sebep ve suretle olursa olsun vücutlarında hasıl olan arızalar veya düçar oldukları tedavisi imkansız hastalıklar yüzünden vazifelerini yapamayacak duruma giren iştirakçilere (malûl) denir ve haklarında bu kanunun malûllüğe ait hükümleri uygulanır. (Değişik fıkra: 28.06.2001 – 4699 S.K./25. md.) Şu kadar ki, bunlar yazı ile istedikleri takdirde haklarında bu Kanun hükümleri uygulanmaksızın malûllüklerinin mani olmadığı başka vazife ve sınıflara nakil suretiyle tayinleri yapılmak üzere istifa etmiş sayılırlar. Bunların, istifa etmiş sayıldıktan sonra dahi, bu Kanun hükümlerinin uygulanmasını istemek hakları mahfuzdur. Ancak, kurumlarında başka vazife ve sınıflara nakli mümkün olanlardan özel kanunlarına göre yükümlülük süresine tabi olanlar, bu yükümlülüklerini tamamlamadıkça - 305 - veya malûliyetlerinin yeni vazifelerine de mani olduğuna dair 50 nci madde uyarınca yeniden rapor almadıkça bu haklarını kullanamazlar. (Değişik fıkra: 21.04.2005 – 5335 S.K./3. md.) İştirakçilerden; talim, manevra, seferberlik veya harp dolayısıyla vazifeleri ile ilgileri kesilmeksizin silah altına alındıkları dönemde malûl olup, bu malûllükleri asıl vazifelerini yapmaya mani olmayanlar ile Sandığa tabi göreve atandıkları tarihten önce malûl sayılmayı gerektiren hastalık veya sakatlığı olduğu belirlenenler hakkında, bu hastalık veya sakatlıkları sebebiyle bu Kanunun malûllüğe ilişkin hükümleri uygulanmaz” şeklinde düzenlenmiştir. Yukarıda yer verilen 5434 sayılı yasa hükümlerine göre her ne suretle olursa olsun vücutlarında meydana gelen arızalar veya tedavisi imkansız hastalıklar nedeniyle vazifesini yapamaz durumu gelen iştirakçilere malûl denilecek, sandığa tabi göreve atandıkları tarihten önce malûl sayılmayı gerektiren hastalık ve sakatlığı olduğu belirlenenler hakkında bu hastalık sebebiyle malûllüğe ilişkin hükümler uygulanmayacaktır. Diskromatopsi rahatsızlığı tespit edildiğinden dolayı adi malûl kabul edilmeyen başka bir davacının açtığı iptal davasında (AYİM Gensek No:2007/1602) diskromatopsi rahatsızlığının tek etkeninin genetik sebepler olup olmadığı, rahatsızlığın oluşumunda başka etkenlerin olup olmadığı, çeşitlerinin bulunup bulunmadığı ara kararı ile sorulmuş, GATA Komutanlığının 20.01.2009 tarih GÖZ HST.AD:8050-3458-09/1575 sayılı yazısında; normal bir insan gözünün 15.000 renk tonunu fark edebileceği, 3 retina hücresi sayesinde gözün temel renk olan kırmızı,yeşil ve maviyi algılayabileceği, renk görme bozukluklarında bu renkleri algılayan hücrelerden birinin, ikisinin veya her üçünün birlikte çalışmamasının mümkün olabileceği, kişide kırmızı görme hücreleri eksik ise kişinin protanop, yeşil görme hücreleri eksik ise döteranop, mavi hücreleri eksik ise tritanop olacağı, aynı zamanda protanomali, döteranomali veya tritanomali olarak adlandırılan ana renk gören hücrelerin kısmi bozukluklarınında söz konusu olduğu, buradan anlaşılacağı gibi renk görmedeki bozukluğun şiddetinin çok hafif dereceden ağır düzeylere kadar değişik şekilde olabildiği, diskromatopsi (renk körlüğü) nin sıklıkla doğuştan bir hastalık olduğu, genetik geçiş gösterdiği, en sık karşılaşılan iki çeşit için (kırmızı ve yeşil) hücrelerin eksikliğinde kalıtımsal geçişin cinsiyete bağlı x kromozomu ile olduğu, - 306 - diskromatopsi muayenesinin psödoizokromatik renk levhaları (Ischiara) ile yapıldığı, çevre hastaneler de renk muayenesinin sadece ischiara renk levhaları yapıldığı, hafif düzeyde olan renk körlüklerinin kişinin levhalardaki sayıları ezberlemesi halinde sağlam olarak değerlendirilebildiği, Gülhane Askeri Tıp Akademisinde ise ischiara renk kitabı ile muayenenin dışında şüpheli kişilerde daha ileri muayene yöntemlerinin (100 Hue testi, HRR testi gibi) kullanılmakta olduğu, ilgili kişinin 2000 yılındaki muayenesinde bu rahatsızlığın mevcut olup olmadığının tespitinin mümkün olmadığı, sağlık kurulunun düzenleyeceği raporun hastalığın o an mevcudiyetini belirteceği bildirilmiştir. 3269 sayılı Uzman Erbaş Kanununun 5 nci maddesi uyarınca ilgilinin uzman erbaş olarak göreve başlayabilmesi ve sözleşmesinin yenilenebilmesi için istihdam edildiği kadronun görev özelliklerine göre sınıf ve branşları ile sağlık niteliklerine sahip olması gerekmektedir. İstihdam edilecek kadro görev yeri sağlık şartları da Türk Silahlı Kuvvetleri Sağlık Yeteneği Yönetmeliğinde belirlenmiştir. Bu yönetmelikte her görev için aranacak nitelikler esas alınarak ilgilinin istihdam edileceği görevin sağlık şartlarına haiz olup olmadığı Askeri Hastane sağlık kurulları tarafından tespit edilmektedir. İstihdam edilecek görev için aranan şartları taşımadığı belirlenenler göreve alınmamakta, görevin gerektirdiği niteliğini sonradan kaybettiği sağlık kurulu raporu ile tespit edilenlerin sözleşmeleri yenilenmemektedir. Somut olayda; davacı uzman erbaş olur raporu ile 14.04.1994 tarihinde uzman erbaş olarak Türk Silahlı Kuvvetlerinde göreve başlamış, davacı hakkında Erzincan Asker Hastanesinin sağlık kurulunun 28.01.1999 tarih ve 147 sayılı askerliğe elverişlidir raporu, Girne Asker Hastanesi Sağlık Kurulunun 09.03.2004 tarih ve 21 sayılı ulaştırma uzman erbaş olur raporu, Beytepe Asker Hastanesi Sağlık Kurulunun 15.02.2007 tarih ve 727 sayılı Ulaştırma sınıfında uzman erbaş olur raporu, GATA Sağlık Kurulunun 28.01.2009 tarih ve 88 sayılı diskromatopsi teşhisli Türk Silahlı Kuvvetlerinde ulaştırma sınıfında uzman çavuş olarak göreve devam edemez raporu, GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Sağlık Kurulunun 06.03.2009 tarih 271 sayılı Türk Silahlı Kuvvetlerinde ulaştırma sınıfında uzman erbaş raporu düzenlendiği anlaşılmıştır. Davacı 1994 yılında göreve başladığında diskromatopsi rahatsızlığı belirlenememiş, onbeş yıllık görev süresi içerisinde yapılan muayenelerde bu husus tespit - 307 - edilememiştir. GATA Komutanlığının 28.01.2009 tarih ve 88 sayılı raporunda; İschiara, 100 NUE, HRR testleri ile yapılan muayene sonucu davacıda diskromatopsi tespit edildiği kayıtlıdır. 5434 sayılı Kanunun 44’üncü maddesi uyarınca ilgili hakkında malûliyete ilişkin hükümlerin uygulanmaması için rahatsızlığın sandığa tabi göreve başlamadan önce mevcut olduğunun, Türk Silahlı Kuvvetleri Sağlık Yeteneği hükümlerine göre sakat olduğunun belirlenmesi gerekmektedir. Rahatsızlığın sıklıkla doğuştan olduğu bildirilmiştir. Rahatsızlığın sıklıkla kalıtımsal geçişli olması sandığa tabi göreve başladığı tarihte var olduğunu göstermeye yeterli değildir. GATA Komutanlığının yukarıda yer verilen görüşünde diskromatopsi rahatsızlığının renk görmedeki bozukluğun şiddetinin çok hafif dereceden ağır düzeylere kadar değişik şekilde olabildiği, hastalığın tespitinin çevre hastanelerde renk levhaları ile yapıldığı, hafif düzeyde olan renk körlüklerinin tespit edilemeyebileceği, hastalığın geçmiş yıllarda mevcut olduğunun tespit edilemeyeceği, düzenlenen raporlarda hastalığın muayene esnasında var olup olmadığını belirteceği bildirilmiştir. Hastalığın şiddetine ve çeşidine göre ilgili personelde kendisinde bu rahatsızlığının bulunduğunu fark edemeyebilir. Bu nedenle ilgilinin levhaları ezberleyerek yanıltma yaptığı da ispat edilemez. Davacının göreve başladığı tarihte bu rahatsızlığın davacıda mevcut olduğu davacının göreve girmeden öncede sakat (malûl) olduğu kesin olarak ortaya konulamamıştır. Bu durumda kanunun aradığı şart davacı için oluşmadığından davacının malûl kabul edilmemesinin ve malûliyet aylığı bağlanmamasının hukuka aykırı olduğu sonucuna varılmıştır. 5434 sayılı Kanunun 44/3 maddesinin Anayasaya aykırı olduğu belirtilerek Anayasa Mahkemesine başvurulması yönünde düşünce bildirilmiş ise de; söz konusu kanun hükmü uyuşmazlığın çözümüne engel görülmediğinden Anayasaya aykırılık hususu değerlendirilmemiş, alım gücünde meydana gelen kayıpların telafisine yönelik olarak emekli ikramiyesi ve adi malûl aylıklarına yasal faiz uygulanmasına karar verilmiştir. Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1. Davacının adi malûl kabul edilmemesi nedeniyle emekli aylığı bağlanmaması İŞLEMİNİN İPTALİNE - 308 - 2. Davacının emekli ikramiyesine hak ediş tarihinde ödeme tarihine kadar, adi malûl aylıklarına hak ediş tarihlerinden (ödenmesi gereken aylardan) ödeme tarihine kadar, YASAL FAİZ UYGULANMASINA, 22 NİSAN 2010 tarihinde üye Hâkim Albay Mehmet AKBULUT’un karşı oyu ve OYÇOKLUĞU ile karar verildi. (AYİM 3.D., 22.04.2010; E. 2009/1365, K. 2010/646) 4. EMEKLİLİK TALEBİ -61ÖZETİ: Verdiği emeklilik dilekçesi üzerine hakkında emeklilik işlemi başlatılan davacının, emeklilikten vazgeçtiğine ilişkin dilekçesi Bakan onayından sonra verildiğinden hukuki sonuç doğurmamaktadır. Davacı vekili 25.11.2009 tarihinde AYİM kayıtlarına geçen dava dilekçesinde özetle; davacının 2009 yılı genel atamaları ile Mardin İl Jandarma Komutanı olarak görevlendirildiğini, 19.07.2007 tarihinde göreve başladığını, 25.09.2009 tarihinde Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanlığı emrine atandırıldığını, mehil müddeti içerisinde geçirdiği rahatsızlık sonucu istirahatlı olduğunu, başarılı bir meslek hayatı bulunduğunu, bir kısım askerler tarafından yapılan asılsız ihbara istinaden İl Jandarma Komutanlığı görevinden uzaklaştırıldığını, 13.10.2009 tarihinde emeklilik dilekçesi imzalatıldığını, hakkındaki soruşturmanın devam ettiğini, atama işleminin iptali için dava açıldığını, 25.11.2009 tarihli dilekçesi ile emeklilikten vazgeçtiğini, psikolojik baskı altında sakat doğan iradesine dayanılarak tesis edilen emeklilik işleminin hukuka aykırı olduğunu belirterek emeklilik işleminin iptaline, yürütmenin durdurulmasına, bu dava ile atamanın iptal davası ile birleştirilerek görülmesine karar verilmesini talep etmiştir. AYİM 3’üncü Dairesinin 25.02.2010 tarih Gensek No:2009/3896, Esas No:2009/1449 sayılı kararı ile şartları bulunmadığından yürütmenin durdurulması isteminin reddine karar verilmiştir. Dava dosyasında yer alan bilgi ve belgelerin incelenmesinden; davacının 13.11.2009 tarihli dilekçesi ile özel nedenlerden dolayı emekliye ayrılmak istediğini belirterek gerekli işlemlerin yapılmasını talep ettiği, emekliye sevk işleminin 17.11.2009 tarihinde İçişleri Bakanı tarafından onaylandığı, davacının 21.11.2009 tarihli dilekçesi ile emeklilik dilekçesinin işleme konulmamasını, bu dilekçenin işlemden kaldırılmasını talep ettiği, 21.11.2009 tarihli dilekçeyle yapılacak işlemin bulunmadığının bildirildiği, emeklilik işleminin iptalinin dava konusu yapıldığı anlaşılmıştır. - 309 - Atamanın iptali için açılan dava ile bu davanın birleştirilerek görülmesi talep edilmiş ise de; atama ve emeklilik işlemlerinin farklı hukuki düzenlemelere ve prosedürlere tabi olması nedeniyle her iki işlem arasında hukuki ve fiili bağlılık bulunmadığından bu talep yerinde görülmemiş, dava konusu işlem irdelenmiştir. 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel kanunu 8’inci maddesinde; subayların ve astsubayların özel kanununda yazılı belli şartlar içinde emeklilik haklarının bulunduğu, kanunda belirtilen yükümlülük sürelerini tamamlamadıkça emekliliklerini isteyemeyecekleri hüküm altına alınmıştır. 5510 sayılı Kanunun 48’inci maddesinde; istek üzerine veya yaş haddi, malûllük veya vazife malûllüğü hallerinde kamu idaresinin en yüksek amirinin onayı ile emeklilik işleminin tekemmül edeceği belirtilmiştir. Mecburi hizmet yükümlülüğünü tamamlayan subay ve astsubayların kanunda yazılı diğer şartları da yerine getirmeleri halinde emekliliklerini isteme hakları bulunmaktadır. Emekliye sevk işlemi ilgilinin talebinden sonra en yüksek amirin onayı ile tekemmül etmektedir. Emeklilik talebinden bu işlemin onay tarihine kadar vazgeçilebilir. Davacı tarafından verilen ve kendi imzasını taşıyan dilekçesine istinaden emeklilik işlemi başlatılmış, emeklilikten vazgeçildiğine ilişkin dilekçe Bakan onayından sonra verilmiştir. Emeklilikten vazgeçildiğine dair dilekçe onaydan sonra verildiğinden hukuki sonuç doğurmamaktadır. 4721 sayılı Türk Medeni kanununun 9’uncu maddesinde; fiil ehliyetine sahip olan kimsenin kendi fiilleri ile hak edinebileceği ve borç altına girebileceği, 10’uncu maddesinde; ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan her ergin kişinin fiil ehliyetinin bulunduğu, 14’üncü maddesinde; ayırt etme gücü bulunmayanların fiil ehliyetinin olmadığı belirtilmiştir. Davacının emeklilik dilekçesini verdiği tarihte ayırt etme gücünün bulunmadığına veya kısıtlı olduğuna dair bir bilgi ve belge olmadığından davacı hakkında tesis edilen işlemde hukuka aykırılık görülmemiştir. Yukarıda açıklanan nedenlerle; Yasal dayanaktan yoksun DAVANIN REDDİNE, (AYİM 3.D., 13.05.2010; E. 2009/1449, K. 2010/618) - 310 - 5.VAZİFE MALULİYETİ -62ÖZETİ: Davacının, ölen babasının 1941 yılında askerde meydana gelen batın yaralanması nedeniyle vazifeyi yapamayacak hale geldiği ve bunun hizmetten kaynaklandığı anlaşıldığından, babasından dolayı vazife malulü aylığı bağlanması gerekmektedir. Davacı vekili dilekçesinde özetle; müvekkilinin babasının İkinci Cihan Harbi sırasında yaralandığını, ayrıca kendisine malûl gazi madalyasının verildiğini, müteveffanın dul kızı olan davacıya da bu nedenle aylık bağlanmasının gerekeceğini belirterek işlemin iptali istemiyle dava açmıştır. Dava dosyası ve işlem dosyasının incelenmesinden; davacının 1334 doğumlu babasının 1940-1941 yıllarında 125’inci Top A. 1’inci Tb. Komutanlığında askerlik görevini yaptığı, olay tarihinin çok eski olması nedeniyle müteveffanın yaralanması ile ilgili herhangi bir kaydın bulunmadığı, 1940 yılındaki bir sağlık kaydın da “hüsyelerde şişlik” denilerek 10 gün istirahat şeklinde bilginin bulunduğu, 1970 yılında alınan ve tahsis dosyasında bulunan .., Em.Top.Alb. … ve Em. Org. ..’ın imzalı beyanları bulunduğu, beyanlarında, tanıkların: “1940,1941,1942 2’nci Cihan Harbinin devam ettiği yıllarda İstanbul Boğazı Müstâhkem Mevkiinin müdafasını 1’inci Ordu Komutanlığının emri ile görev alan 150’nci Ağır Sahra Topçu Alayı 15 Mayıs 1940 yılında Selimiye kışlasından hareketle Riva Deresi orman içine mevziye girmiştir. Top çavuşu .. 1’inci Taburun 2’nci Bataryasında görevlidir. Harp seneleri ve yabancı bölgelerde bulunduğumuzdan askeri birlikler gece ve gündüz devamlı emniyet tedbirleri alıyordu 20 Temmuz 1941 gecesi meçhul şahısların yasak bölgelere girdikleri anlaşılmıştır. … emrinde 10 er ile birlikte emir verilerek göreve gönderilmiştir. Silahlı müsademe esnasında karnından kurşunla yaralanmıştır. Taburun çadır revirinde tedavi altına alınmıştır. 07 Ekim 1942 yılında Genelkurmay Başkanlığının topçu atışı denetiminde atış bölgesinde 100 kiloluk cephane sandığını sırtında taşıması sırasında arızalandı yine revirde tedavi altına alınmıştır. Her iki hadise hakkında tarafımızdan tanzim edilen zabıt ve tedavi raporu bağlı olduğu askerlik şubesine gönderilmiştir. …’in her iki arızası askeri görev esnasında tarafımızdan verilmiş bir emrin ifa etmesi mağduriyetine sebep olmuştur. … görevi başında sakatlanmasından iyileşemeyerek vazife göremez durumda olduğundan terhisine iki ay kadar zaman kaldığından Kurmay - 311 - Albay …’ın emri ile şubesine tedavi için gönderilmiştir. “ şeklinde bilgiler verdikleri, Davacının babası hakkında 1968 yılında İzmit Asker Hastanesi ve Gümüşsuyu Asker Hastanesinin raporlarının bulunduğu, raporlarda; “ağır işlerde çalışarak hayatını kazanamaz. Eski batın yarasına bağlı evontrüsyon” ve “Batında reddi imkansız cerhi fıtık, çalışarak hayatını kazanamaz” şeklinde bilgiler bulunduğu, davacının babasının hayatta iken kendisine aylık bağlanması için başvurduğu, bunun reddedilmesi üzerine dava açtığı, Danıştay 10’uncu Dairesinin 21.06.1972 gün E.1971/1921, K.1972/1690 sayılı ilamı ile “olayın eski olup 1950 yılından sonraki bir buçuk yılda açılmaması” nedeniyle davanın reddine karar verildiği, davacının babasının 1974 yılında vefat ettiği, 01.02.1946 doğumlu olan davacının halen dul olduğunun Kadıköy Nüfus Müdürlüğünün yazısı ile bildirildiği anlaşılmıştır. Davacının, ölen babasının 1941 yılındaki iki olay nedeniyle yaralanması üzerine müteveffanın vazife malûlü haline geldiğini ancak sağlığında aylık alamadığını, ölümü üzerine kendisine yetim maaşı verilmemesi üzerine bu işlemin iptali istemiyle dava açtığı görülmüştür. Buradan anlaşılacağı üzere davada halli gereken sorun; müteveffanın yaralanması nedeniyle malûl hale gelip gelmediğidir. Yukarıda zikredilen bilgilerden, davacı hakkında düzenlenmiş raporlardan ayrıca müteveffaya sağlığında gazi hizmet madalyasının verilmesinden ötürü, müteveffanın askerde meydana gelen batın yaralanması nedeniyle vazifeyi yapamayacak hale geldiği ve bunun hizmetten kaynaklandığı kanısına varılmıştır. Davacının babasının daha önceden işlemin iptali istemiyle dava açtığı ve bu davanın Danıştay 10’uncu Dairesinin zikredilen kararı ile reddedildiği görülmekle bu husus kesin hüküm olup olmadığı açısından değerlendirilmiştir. Danıştay 10’uncu Dairesi, müteveffanın talebini, 5434 sayılı kanunun 1950 yılında çıkmasını takiben, hükmün verildiği esnada bulunan “eski olaylar nedeniyle dava açılabilmesi için bunlara ilişkin talebin 1950 yılından sonraki bir buçuk yıl içinde yapılması” şeklindeki hükmü nedeniyle reddetmiştir. Ancak 5434 sayılı Kanunun 49/son fıkrası ile bu süreler kaldırılmış olmakla artık bu zamanda böyle bir süre tahdidi bulunmadığından, bu maddenin eski şekline nazaran verilmiş hüküm, kesin hükme neden olabilecek şekilde bir hüküm olarak kabul edilmemiş ve davanın esasına karar verilmiştir. Davacının babasının askerlik yaptığı esnada yürürlükte bulunan 1930 tarihli 1683 sayılı Kanunun 29’uncu maddesinde “efrat, küçük zabitler ve gediklilerden hazarda askeri vazifelerini ifa etmekte iken vazifelerinin tesiri ile malûl kalanlar, malûliyet maaşına müstehak olurlar” şeklinde hüküm bulunmaktadır. 5434 sayılı Kanunun 56 ve 44’üncü maddeleri ile bu hususlar teyid edilmiştir. Davacının, nüfus kaydından dul olduğu anlaşılmaktadır. Gerek 5434 sayılı Kanun, gerekse 5510 sayılı Kanunlar uyarınca dul kız çocukları yetim aylığı alabilmektedirler, bu açıdan da - 312 - davacının aylığı hak ettiği kanısına varılmakla aksi yönde oluşturulan işlemin iptali yoluna gidilmiştir. Yukarıda açıklanan nedenlerle; Belirtilen nedenlerle hukuka aykırı bulunan, “davacıya müracaat tarihi olan 22 Haziran 2009 tarihinden itibaren yetim aylığı bağlanmama” İŞLEMİNİN İPTALİNE, aylıklara ödeme tarihine kadar YASAL FAİZ ÖDENMESİNE, 04 MART 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi (AYİM.3.D., 04.03.2010; E. 2010/416, K. 2010/280) -63ÖZETİ: Askerlik hizmeti sırasında pusu nöbeti esnasında ayaklarında meydana gelen donmadan dolayı askerliğe elverişsiz hale geldiği anlaşılan davacının vazife malûlü kabul edilmemesi hukuka aykırıdır. Davacı vekili 09.12.2009 tarihinde AYİM kayıtlarına geçen dava dilekçesinde özetle; davacının vatani görevini yaparken 06.01.1993 tarihinde 01:00-05:00 saatleri arasında pusu nöbetçisi olduğu esnada ayaklarının donduğunu, askerliğe elverişli değildir raporuyla terhis edildiğini, davalı kurum tarafından vazife malûlü kabul edilmediğini, bunun hukuka aykırı olduğunu belirterek bu işlemin iptaline, 11.11.2008 başvuru tarihinden itibaren davacı hakkında vazife malûllüğü hükümlerinin uygulanmasına karar verilmesini talep etmiştir. Dava ve tahsis dosyasının incelenmesinden; davacının 13.04.1992 tarihinde Askerlik Şubesinden sevk edildiği, 16.04.1992 tarihinde eğitim birliğine katıldığı, askerlik hizmetini yaparken Diyarbakır Asker Hastanesi Sağlık kurulunun 29.01.1993 tarih ve 302 sayılı raporu ile birbuçuk ay hava değişimine gönderildiği, İzmir Mevki Hastanesi Sağlık kurulunun 19.02.1993 tarih ve 490 sayılı raporu ile askerliğe elverişli olmadığına karar verilerek terhis edildiği, davacının 24.11.2008 tarihinde kurum kayıtlarına geçen dilekçesi ile emeklilik işlemlerinin yapılmasını talep ettiği, davalı kurum tarafından olay tarihinde düzenlenmiş görev emri, olay tutanağı, ayrıntılı kaza tutanağı gibi vazife malûllüğünü kanıtlayıcı belgeler olmadığından talebin reddine karar verildiği, bu işlemin iptali için dava açıldığı anlaşılmıştır. 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanununun 44’üncü maddesinde her ne sebep ve suretle olursa olsun vücutlarında hâsıl olan arızalar ve düçar - 313 - oldukları tedavisi imkânsız rahatsızlıklar yüzünden vazifelerini yapamayacak duruma giren iştirakçilere malûl denileceği ve haklarında bu kanunun malûllüğe ait hükümlerinin uygulanacağı, aynı Kanunun 56’ncı maddesinde muvazzaf, yedek ve gönüllü erlerin silâhaltında bulundukları esnada veya celp ve terhislerinde, sevkleri esnasında vazife malûlü olmaları halinde kendilerine aylık bağlanacağı, 5434 sayılı Kanunun 45’inci maddesinde bir kimsenin vazife malûlü sayılabilmesi için malûliyetin görevin ifası sırasında ve görevin sebep ve etkisiyle oluşmasının gerektiği belirtilmiştir. Davacıya vazife malûllüğünden dolayı aylık bağlanabilmesi için davacının vazifenin ifası sırasında vazifeden dolayı malûl hale gelmesi gerekmektedir. Davacının askerliğe elverişli değildir raporu ile terhis edilmiş olması nedeniyle malûl olduğu hususunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Malûliyetin görevin sebebi ile meydana gelip gelmediğinin irdelenmesi gerekmektedir. Davacının olay esnasında yapmakta olduğu görevin mahiyetini belirten bilgi ve belgelerin gönderilmesi davalı kurum tarafından istenilmiş, Cizre 4’üncü Hudut Alay 1’inci Hudut Tabur Komutanlığının 06.04.2009 tarihli yazısı ile adı geçenin birlik kayıtlarında ismine rastlanmadığı bildirilmiştir. Davacının ayaklarında donma meydana geldiğini ileri sürdüğü tarihte nöbetçi olduğuna ve nöbette iken rahatsızlandığına dair belgeler elde edilememiştir. Davacı hakkında düzenlenen Diyarbakır Asker Hastanesinin 29.01.1993 tarih ve 120 sayılı raporun bulgular bölümünde “… 4’üncü Hudut Alay Komutanlığı Alay Tabipliğinin 12.01.1993 tarih Sağ: Sh. 093618-93/17 nu.lı sevkiyle kliniğe yatırılarak sağlık kuruluna çıkarıldı. Özellikle sol ayağın tüm parmaklarıyla sağ ayağın 1’inci ve 5’inci parmaklarında enfekte ve gargnere lezyonlar tespit edildi. Etken olarak donma sekeli olarak değerlendirilen hasta 12.01.1993 18 Am. İle acilen operasyona alındı…” ibaresinin kayıtlı olduğu görülmüştür. İzmir Mevki Hastanesinin 19.02.1993 tarih ve 490 sayılı raporun bulgular bölümünde “… Şırnak İdilde nöbet esnasında donmaya bağlı sol ayak parmakları tümüyle yok görümünde. Diyarbakır Asker Hastanesinde ameliyat olmuş…” kaydının bulunduğu anlaşılmıştır. Diyarbakır Asker Hastanesinin 29.01.1993 tarihli Hasta Taburcu tezkeresinde; davacının rahatsızlığı ile ilgili Teşhis: Donmaya bağlı ayak tüm parmakları metakarpofalangeal eklem dezartikilasyonu+sağ ayak 5. parmak distal falank amputasyonlusu olarak belirtilmiştir. Davacıya ait Askerlik Şubesi Şahsi dosyasında; 06.01.1993 günü saat 01:00-05:00 arasında pusu nöbetçisi iken ayaklarında donma sonucu 07.01.1993 tarihinde revire sevk edildiğini, buradan Askeri Hastaneye gönderildiğini, bu konu ile ilgili belgelerin hazırlanarak tarafına yardımcı olunmasını talep eden birlik komutanlığına hitaben yazılmış 15.03.1993 tarihli dilekçenin bulunduğu görülmüştür. Aradan geçen uzun zaman nedeniyle davacının birlik - 314 - kayıtlarında ismine rastlanmadığı bildirilmiş ise de; davacı hakkında düzenlenen raporda “nöbet esnasında donmaya bağlı sol ayak tümüyle yok görümünde” şeklinde kayıt bulunması, davacının birlik revirinden Askeri Hastaneye sevk edildiğinin bu raporlardan anlaşılması, ayaklarında meydana gelen donma sonucu askerliğe elverişsiz hale geldiğinin bu raporlarla tespit edilmesi, Askerlik Şubesi Şahsi dosyasında bulunan 15.03.1993 tarihli dilekçede pusu nöbeti esnasında ayaklarında donma olduğunun belirtilmesi göz önüne alındığında bu belgelerin iddiasını doğrulaması nedeni ile davacının pusu nöbeti esnasında ayaklarında donma oluştuğu, bu donmadan dolayı askerliğe elverişsiz hale geldiği kabul edilmiştir. Pusu nöbetinin askerlik hizmetine ilişkin olduğu hususunda bir kuşku bulunmamaktadır. Davacının askerlik hizmeti esnasında bu görevden dolayı malûl hale gelmiş olması nedeniyle vazife malûlü kabul edilmemesi hukuka uygun düşmemektedir. Davacıya 11.11.2008 tarihinden itibaren vazife malûllüğü hükümlerinin uygulanması talep edilmiş ise de; 5434 sayılı kanunun 91. maddesinde erlerin vazife malûllüğü aylıklarının müracaatını takip eden aybaşından itibaren bağlanacağının belirtilmesi nedeniyle davacının dilekçesinin kurum kayıtlarına geçtiği 24.11.2008 tarihini takip eden aybaşından itibaren hakkında vazife malûllüğüne ilişkin hükümlerin uygulanması gerekir. Yukarıda açıklanan nedenlerle; Vazife malûlü kabul edilmeme İŞLEMİNİN İPTALİNE, 22 Nisan 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM 3.D., 22.04.2010; E. 2010/686, K. 2010/534) -64ÖZETİ: Davacının askerde iken, askeri aracın baskı balatasının değiştirilmesi esnasında yaralandığı, anlaşılması karşısında vazife malûlü sayılmaması işlemi hukuka aykırıdır. Davacı vekili 23.03.2008 tarihinde AYİM kayıtlarına geçen dava dilekçesinde özetle; davacının 22.09.1998 tarihinde Tuzla Jeep aracının baskı-balatasını değiştirirken motorun indirilmesi esnasında calaskal zincirinin yapmış olduğu esneme ile sol bileğine çarpması sonucu yaralandığını, revire daha sonra GATA Komutanlığına sevk edildiğini, - 315 - istirahat sonunda görevine devam ettiğini, 29.05.2005 tarihinde Man aracının stepnesini kontrol ederken vinç hareketinin boşaltılması esnasında sol el bileğinden yaralandığını, askeri hastaneye sevk edildiği, ameliyat olduğunu, tedavi sonrasında Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapamaz raporu verildiğini, vazife malûllüğü hükümlerinin uygulanması için 13.01.2009 tarihinde yapılan başvuruya olumlu cevap verilmediğini belirterek vazife malûlü kabul edilmeme işleminin iptaline, bu nedenle eksik ödenen ikramiye ve aylıklarının ilişik kesme tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte ödenmesine, yargılamanın duruşmalı olarak yapılmasına karar verilmesini talep etmiştir. Dava dosyasında yer alan bilgi ve belgelerin incelenmesinden; davacının Çankırı 9 ncu Zırhlı Tugay Komutanlığı emrinde görev yaparken 30.09.1998 tarihinde GATA ortopedi kliniğine sevk edildiği, GATA Komutanlığının 05.10.1998 tarih 6151 sayılı raporu ile sol el bileği naviküler kırık teşhisi ile iki ay istirahat verildiği, istirahat sonunda görevine devam ettiği, Nisan 2006 tarihinde sol el bileğinden ameliyat olduğu, GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Sağlık Kurulunun 14.12.2007 tarih 1220 sayılı raporu ile Astiğmatizma, Atrodez durumu teşhisi ile Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapamaz raporu verildiği, davacının adi malûl kabul edildiği, davacının 13.03.2008 tarihli dilekçesi ile vazife malûlü kabul edilmesini istediği, davalı kurum tarafından davacının olay tutanaklarını takiben revire sevk edildiğine dair raporların bulunmaması, rapor hikâyelerinde olay tarihlerinin çelişkili olması nedeniyle vazife malûllüğünün kabul edilmediği, 15.01.2009 tarihinden itibaren adi malûl aylığı bağlandığı anlaşılmıştır. 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanununun 44 ncü maddesinde; her ne sebep ve suretle olursa olsun vücutlarında hâsıl olan arızalar ve düçar oldukları tedavisi imkânsız rahatsızlıklar yüzünden vazifelerini yapamayacak duruma giren iştirakçilere malûl denileceği ve haklarında bu kanunun malûllüğe ait hükümlerinin uygulanacağı, 5434 sayılı Kanunun 45 nci maddesinde bir kimsenin vazife malûlü sayılabilmesi için malûliyetin görevin ifası sırasında ve görevin sebep ve etkisiyle oluşmasının gerektiği, belirtilmiştir. Davacının vazife malûlü kabul edilmesi vazifenin ifası sırasında vazifeden dolayı malûl hale gelmesine bağlıdır. Davacı hakkında Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapamaz raporu düzenlenmiş olduğundan malûl olduğunda bir kuşku bulunmamaktadır. Malûliyetin görev esnasında, görevin sebep ve tesiri ile meydana gelip gelmediğinin irdelenmesi gerekmektedir. Davacı 22.09.1998 tarihinde askeri aracın bakımı esnasında calaskal zincirinin sol eline çarpması sonucu yaralandığını beyan etmiş, 22.09.1998 tarihinde düzenlenen tutanakta davacının beyanı şeklinde yaralanarak revire sevk edildiği belirtilmiştir. Yaralanma sonunda revire, buradan da GATA Komutanlığına sevk edildiği 9 ncu Zırhlı Tugay Komutanlığının 30.09.1998 - 316 - tarihli sevk belgesinden anlaşılmaktadır. GATA Komutanlığı tarafından düzenlenen 05.10.1998 tarih 6151 sayılı raporda sol el bileği kırığı nedeniyle davacının iki ay istirahatı uygun görülmüştür. Bu raporun hikâyesi bölümünde “bir hafta önce düşme” sonucu yaralandığı kayıtlıdır. Sağlık kurulu raporlarının onaydan sonra ilgili yerlere gönderilmesi, davacının bu kaydı sonradan görmesi mümkündür. Olay tutanağı ile bu kayıt çelişkili ise de olay tutanağı ve raporun teşhisi uyumludur. Tutanakta imzası bulunan Astsb. … 13.05.2009 tarihinde tespit edilen ifadesinde olayın tutanakta geçen şekilde cereyan ettiği ifade edilmiştir. Davacı 29.11.2005 tarihinde Araç Bakım Kısmında Man askeri aracının denetlemeye hazırlık safhasında araç stepnesini kontrol ederken vinç hareketinin boşaltılması esnasında sol el bileğine çarpma sonucu aynı elinden yaralandığı beyan etmiş, 29.11.2005 tarihli tutanakta aynı hususlar tekrar edilmiştir. Davalı kurum tarafından yapılan araştırma sonucu tahsis dosyasında yer alan birlik Komutanlığı tarafından düzenlenen 27.06.2008 tarihli tutanakta davacının olay tarihinde atanmış olduğu görevde çalıştığı, yaptığı görevin kadro görevine uygun branşı olduğu, ilk müdahale raporunun ve olayla ilgili idari ve adli tahkikatın bulunmadığı bildirilmiştir. Davacının bu tarihte revir ve hastaneye sevk edildiğine dair evrak bulunamamış ise de; GATA Komutanlığının 10.04.2006 tarih ve 4443 sayılı raporunda sol elinden el bileği kırığı nedeniyle alçı yapıldığı, tedaviden sonra tekrar şikâyetlerinin başladığı belirtilerek iki ay istirahatı uygun görülmüştür. Olay tutanağı, bu rapor ve daha sonra tanzim edilen hava değişimine ilişkin raporların teşhisleri davacının beyanını doğrular niteliktedir. Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapmayacağına ilişkin 14.12.2007 tarih ve 1220 sayılı raporda sol el bileğindeki artrodez nedeniyle Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapamaz hale geldiği belirtilmiştir. Davacının tazminat istemli AYİM 2 nci Dairesinin 2009/22 Esas ve Gensek No:2008/3710 da kayıtlı bulunan dosyasında İstanbul GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesinin 24.10.2008 tarih PER:9140-1822-08 sayılı yazısı ekinde gönderilen F. Ç.’na ait tıbbi kanaat raporunda özetle; “el bileğindeki naviküler kemik kırığı, kemiğin özelliği nedeniyle kaynaması mümkün olmayabilir. Naviküler kemik kırığının kaynamaması sonucu el bileğinde atroza sebep olabilir. Atroza bağlı geçmeyen ağrılar nedeni ile atrodezi uygulanmıştır.” görüşüne yer verilmiştir. Bu tıbbi görüş ile davacının malûl hale gelmesine neden olan atroz rahatsızlığının kırılma sonucu oluşabileceği anlaşılmaktadır. Aradan geçen uzun zaman nedeniyle anlatımlara bağlı olarak düzenlenen raporlardaki hikâyesi bölümlerinde farklılıklar olması maddi vakanın tespitinde her zaman aleyhe alınarak değerlendirilmesi oluşa uygun düşmeyebilir. Olay tarihinde düzenlenen tutanaklarda davacının araç bakımı esnasında yaralanmaya maruz kaldığının belirtilmesi, bu tutanaklar ile rapor teşhis ve tıbbi görüşün uyumlu olması nedeniyle davacının hizmet esnasında meydana gelen yaralanma sonucu malûl hale geldiği kabul edilmiştir. Araç bakımı askeri hizmete ilişkin bir görevdir. Davacının görevin sebebi ile malûl hale gelmiş olduğundan hakkında vazife malûllüğü hükümleri - 317 - uygulanmaması hukuka uygun düşmemektedir. Davacının özlük hakları farkına geç kavuşması nedeniyle alım gücünden meydana gelen kayıpların telafisine yönelik olarak aylık ve ikramiye farkına yasal faiz uygulanmış, ilişik kesme tarihinden itibaren aylık farklarının ödenmesi talep edilmiş ise de; 5434 sayılı kanun 91 nci maddesi uyarınca vazife malûllüğü aylığı hizmet aylığının kesildiği tarihi takip eden aydan itibaren bağlanabileceğinden adi malûl aylığı bağlandığı tarihten itibaren farklara yasal faiz verilmesi hüküm altına alınmıştır. Yukarıda açıklanan nedenlerle; Vazife malûlü kabul edilmeme işleminin İPTALİNE, Davacının emekli ikramiye farkına hak ediş tarihinden ödeme tarihine kadar, aylık farklarına adi malûl aylığı bağlandığı tarihten ödeme tarihlerine kadar (hak ediş tarihleri itibariyle) YASAL FAİZ UYGULANMASINA, 04 Mart 2010 tarihinde Üye Hâkim Albay Mehmet AKBULUT’un karşı oyu ve OYÇOKLUĞU ile, karar verildi. KARŞI OY Davacının Nisan 2006 tarihinde sol el bileğinden ameliyat olduğu, GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Sağlık Kurulunun 14.12.2007 tarih ve 1220 numaralı raporu ile Astiğmatizma, Atrodez durumu teşhisiyle Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapamaz kararı verildiği, davacının adi malûl kabul edildiği, 15.01.2009 tarihinden itibaren adi malûl aylığı bağlandığı, davacının vazife malûlü kabul edilmeme işleminin iptali istemiyle bu davayı açtığı anlaşılmaktadır. Davacının vazife malûlü kabul edilebilmesi için 5434 sayılı Kanunun 44 ve 45’inci maddeleri gereği, davacının malûliyetine neden olan sol el bileğindeki kırık sonucu meydana gelen sakatlığın vazife esnasında ve vazifenin sebep ve tesiri ile meydana gelmesi gerekmektedir. Davacı ilk olarak 22.09.1998 tarihinde Tuzla Jeep aracının baskı balatasını değiştirirken motorun indirilmesi esnasında calaskal zincirinin sol el bileğine çarpması sonucu sol el bileğinden yaralandığını, yine 29.11.2005 tarihinde kapalı man aracının yedek lastiğini kontrol ederken vinç hareketinin boşaltılması esnasında sol el bileğine darbe alarak yaralandığını, malûliyetinin bu olaylardan kaynaklandığını düzenlenen 22.09.1998 ve 29.11.2005 tarihli tutanaklara dayanarak iddia etmektedir. - 318 - Dosyada mevcut Çankırı 9’uncu Zırhlı Tugay Komutanlığının 30.09.1998 tarihli yazısında davacının birlik tabibince muayenesinin yapılarak GATA ortopedi polikliniğine sevk edildiği, GATA Asker Hastanesi tarafından düzenlenen 05.10.1998 tarihli raporda da davacının anlatımına göre düşme sonucu sol el bileğinde ağrı şikâyeti olan hastanın yapılan muayenesinde sol el bileğinde kırık saptandığı belirtilmiştir. Dosyada mevcut Çorlu Asker Hastanesi tarafından düzenlenen 02.03.2005 tarih ve 371 numaralı rapor ve 31.05.2005 tarihli raporda davacının sol el bileği naviküler eski kırığı yanında, ayak bileği malleol kırığı bulunduğu tespitine yer verilmiştir. Yine dosyada mevcut GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesinin 22.08.2007 tarih ve 5817 numaralı raporunda “ifadesine göre 1998 yılında sol el bileği travması meydana gelen hastaya başvurduğu hastanede sol el bileği karpal naviküler kırığı teşhisi konularak alçı tespit uygulanmış yaklaşık 4 ay tedaviye devam eden hasta tedavi bitiminden kısa süre sonra tekrar sol el bileği travması geçirmiş yine sol el bileği naviküler kemikte kırık tespit edilerek konservatif tedavi uygulanmış” ibarelerine yer verilmiş bu raporda önceki 10.04.2006 tarihli raporda da ilk defa 1997 yılında el bileği kırığı nedeniyle alçı tespit yapıldığı, 4 ay sonra sonlandırılan tedaviden 15 gün geçtikten sonra tekrar kırıldığı belirtilmiştir. Kırklareli 55’inci Mekanize Piyade Tabur Komutanlığının 01.05.2009 tarihli yazısında davacının 29.11.2005 tarihli tutanakta meydana geldiğini iddia ettiği sol el bileğindeki incinme olayı ile ilgili olarak sağlık kuruluşlarına yazılmış herhangi bir belge veya bu hususta herhangi bir bilgi bulunmadığı bildirilmiş, davacının daha fazla maddi kazanç sağlamak maksadıyla bu tür girişimlerde bulunduğu değerlendirmesine yer verilmiştir. Davacının 29.11.2005 tarihinde meydana geldiğini iddia ettiği sol el bileğindeki incinme olayından sonra birlik revirinde muayene olduğuna dair ne şahsi dosyasında ne de başka bir yerde hiçbir belge mevcut değildir. Davacının birliği tarafından gönderilen Sb. Astsb. vizite defteri kayıtlarına göre sol bileğindeki kırık nedeniyle 29.11.2005 tarihinden sonraki ilk viziteye çıkış tarihi 02.03.2006 tarihidir. 22.09.1998 tarihli tutanakta imzası bulunan ….. davacının elinin ne zaman nasıl kırıldığını hatırlamadığını beyan etmiştir. Yukarıda belirtilen deliller kapsamında dava konusu olay değerlendirildiğinde; 22.09.1998 ve 29.11.2005 tarihli tutanakların her ikisinde de görevi sebebiyle sol elinde incinme meydana geldiği ve müteakiben revire sevk edildiği belirtilmiş ise de; 22.09.1998 tarihinde ve bu tarihi takip eden ilk günlerde birlik tabipliğinde muayenesine ilişkin herhangi bir bilgi ve belge olmadığı, ilk muayene kaydının 30.09.1998 tarihi olduğu ve 05.10.1998 tarihinde GATA Asker Hastanesi Polikliniğince düzenlenen raporda davacının düşme sonucu sol el bileğinde ağrı olduğunu beyan ettiği kaydının yer aldığı, davacının bu olaydan kısa bir süre sonra (4 Ay 15 gün) geçirdiği travmaya bağlı olarak sol elinde yeniden kırık meydana - 319 - geldiği, bu kırığın ne zaman ve nasıl meydana geldiğine ilişkin olarak herhangi bir bilgi ve belgenin olmadığı, 29.11.2005 tarihinden önce davacının ayağında da bir kırık tespit edilmiş olduğu, 29.11.2005 tarihini takip eden günlerde muayenesi ve tedavisine ilişkin hiçbir bilgi ve belgenin mevcut olmadığı, bu tarihten sonraki ilk muayene kaydının 02.03.2006 tarihi olduğu, davacının sol elindeki kırığın meydana geliş şekline ilişkin olarak ibraz ettiği tutanakları teyit eden hiçbir bilgi ve belgeye ne şahsi dosyasında ne de başka bir yerde rastlanmadığı hususları ile yukarıdaki açıklamalar birlikte değerlendirildiğinde davacının ibraz ettiği tutanakların inandırılıcılıktan son derece uzak olduğu, davacının sol el bileğindeki yaralanmanın vazifenin sebep ve tesiri ile meydana geldiğini ortaya koyacak bilgi ve belge bulunmadığı, dolayısıyla davacının vazife malûlü kabul edilmemesinde hukuka aykırılık bulunmadığı, davanın reddine karar verilmesi gerektiği düşüncesinde olduğumdan sayın çoğunluk kararına katılmadım. 04.03.2010 ÜYE Mehmet AKBULUT Hâkim Albay (AYİM 3.D., 04.03.2010; E. 2009/1521, K. 2010/286) GATA KANUNUNDAN DOĞAN İŞLEMLER 1. DOÇENTLİK KADROSUNA ATANMA -65ÖZETİ: Doçentlik kadrosuna atanmasına engel olarak belirtilen hususlar araştırılmasına rağmen somutlaştırılamayan, hakkında olumsuz istihbari bilgiyi destekleyecek hiçbir belge ve delil bulunmayan davacının hakkında bu sebebe dayalı olarak tesis edilen doçentlik kadrosuna kendisinin atandırılmaması işleminin hukuka aykırı olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Davacı vekili, 09.06.2009 tarihinde İstanbul Bölge İdare Mahkemesi’nde, 11.06.2009 tarihinde de AYİM’de kayda geçen dava dilekçesinde özetle; GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Komutanlığının 12.11.2008 gün ve HRK.EĞT.ŞUBE: 1210-1465 -08/Eğt.Öğt.Ks. sayılı emri ile GATA K.lığındaki boş doçent kadrolarının ilan edildiğini, bu ilanda Ortopedi ve Travmotoloji Servisi için bir tane boş doçentlik kadrosunun - 320 - bildirildiğini, müvekkilinin bu kadroya atanmak üzere 3 adet başvuru dosyası hazırlayıp incelenmek üzere Ankara GATA Eğitim Şubesine gönderdiğini, juri heyeti olarak Prof.Tbp.Tuğg…., Prof.Tbp….ve Prof….’nun görevlendirildiğini, müteakiben müvekkiline ait başvuru dosyasının jüri üyelerine dağıtıldığını, doçentlik kadrosuna atanacak kişilerin MY 52 -10 (A) GATA K.lığı Profesörlüğe Yükseltme ile Doçentlik ve Profesörlük Kadrolarına Atamada Yapılacak Değerlendirmelerde Kullanılacak Bilimsel Kriterler ve Uygulama Esasları Yönergesine göre değerlendirildiklerini, bu yönergenin amacının doçentlik ve profesörlük kadrolarına atamada mümkün olduğunca objektif ölçütler getirmek suretiyle keyfiliği önlemek olduğunu, anılan Yönerge gereğince yapılan puanlamada müvekkilinin toplam puanının 2017 olduğunu, aynı doçentlik kadrosu için diğer aday olan Doç….’ın toplam puanının müvekkilinden daha az olduğunu değerlendirdiklerini, öte yandan müvekkilinin iki kez mümtazen terfi etmiş, emsalleri arasında askeri ve mesleki yönden temayüz etmiş, yurtdışı ihtisas eğitimine gönderilmiş, istikbalde çok önemli görevlere gelmesi beklenen bir personel olduğunu, sıralı amirlerince meslek safahatı boyunca hep takdir edildiğini, hiç savunma ve ceza almadığını, buna rağmen ve müvekkili hakkında olumsuz sayılabilecek somut hiçbir gelişme olmadığı halde müvekkilinin söz konusu doçentlik kadrosuna atandırılmadığını, Doç….’ın atandırıldığını, tesis edilen işlemlerin hukuka aykırı olduğunu belirterek müvekkilinin GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji servisindeki boş doçentlik kadrosuna atandırılmaması işleminin iptaline, müvekkili yerine söz konusu doçentlik kadrosuna Doç….’ın atandırılması işleminin iptaline ve öncelikle Tbp.Alb.’ın atandırılmasına dair işlem ile ilgili olarak yürütmenin durdurulmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davacının yürütmenin durdurulmasına karar verilmesine ilişkin talebi AYİM Nöbetçi Dairesinin 12 Ağustos 2009 tarih ve Gensek No:2009/2013, Esas No:2009/131 sayılı kararıyla reddedilmiştir. Dava dosyasında bulunan bilgi ve belgelerin incelenmesinden; ilan edilen doçentlik kadrolarından GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Servisinde boş bulunan doçentlik kadrolarının 12 Kasım 2008 tarih ve HRK.EĞT.ŞUBE:1210/1465-08/Eğt.Öğt.Ks. sayılı emri ile yayınlanması üzerine boş bulunan bu kadroya atandırılmak için müracaat eden davacının yapılan bilimsel değerlendirme sonunda 2017 bilimsel puanı olmasına rağmen kendisinden daha düşük bilimsel puanı bulunan diğer aday Doç.Dz.Tbp….’ın söz konusu doçentlik kadrosuna atandırılması üzerine AYİM’de işbu davayı ikame ettiği anlaşılmıştır. 2955 sayılı GATA Kanununun 19 ncu maddesi; “Gülhane Askerî Tıp Akademisinde açık bulunan yardımcı doçentlik kadroları, isteklilerin başvurması için Genelkurmay Başkanlığınca ilân edilir. Müracaat eden adayların durumları; Genelkurmay Başkanlığınca şahsî kayıtları, görevin - 321 - icapları, istihbarî bilgi, belge ve kayıtlar ile temin ve yetiştirme plânlarına uygunluk bakımından değerlendirilerek, uygun görülenler sınavlarının yapılması için Gülhane Askerî Tıp Akademisi Komutanlığına bildirilir. Gülhane Askerî Tıp Akademisi Komutanı; fakültede fakülte dekanı, eğitim hastahanesinde eğitim hastahanesi komutanı, yüksekokulda yüksekokul müdürü ve enstitüde enstitü müdürünün de görüşlerini alarak biri o birimin yöneticisi, diğerleri o birimin dışından olmak üzere üç profesör veya doçent tespit ederek bunlardan, adayların her biri hakkında yazılı mütalaa ister. Gülhane Askerî Tıp Akademisi Komutanı; fakülte dekanı, eğitim hastahanesi komutanı, yüksekokul ve enstitü müdürünün görüşlerini de alarak atamanın yapılması için Genelkurmay Başkanlığına öneride bulunur. Önerilenlerden, kadro miktarı kadarının yardımcı doçentliğe atanmaları Genelkurmay Başkanlığınca yapılır. Yardımcı doçentliğe önermede ve atamada askerî personele öncelik verilir. Yardımcı doçentler her seferinde üç yıllık bir dönem için olmak üzere en çok iki defa atanabilirler. Genelkurmay Başkanlığınca, yan dal uzmanlık eğitimine müsaade edilen yardımcı doçentlerin, bu eğitimde geçen süreleri yardımcı doçentlikten sayılmaz. Yan dal uzmanlık eğitimi süresince öğretim üyeliği özlük haklarından yararlanılmaz. Yardımcı doçentlikte ilk üç yıllık görev süresini tamamlamadan yurt dışı daimi göreve seçilenlerin dönüşlerinde kalan sürelerini tamamlama hakları saklıdır. Bu personelin yurda dönüşlerinde boş kadrolardan hangisine atanacakları yönetmelikle düzenlenir. Yardımcı doçentliğe atamada aranacak şartlar şunlardır: a) Doktora yapmış veya tıpta uzmanlık unvanını almış olmak. b) Askerî personel için doktora veya tıpta uzmanlık unvanını aldıktan sonra fiilen en az iki yıl kıt’a hizmeti yapmış olmak. c) Merkezî sistemle yapılacak yabancı dil sınavında yüzde altmış veya daha yukarısında not almış olmak. d) Deneme dersinde başarılı olmak. e) Tutum ve davranışları ile yasadışı siyasî, yıkıcı, irticaî, bölücü, ideolojik görüşleri benimsememiş, bu gibi faaliyetlere karışmamış olmak. f) Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlarla, 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanunda belirtilen suçlar ile basit ve nitelikli zimmet, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, yalan yere tanıklık, yalan yere yemin, suç tasnii, ırza geçmek, sarkıntılık, kız, kadın ve erkek kaçırmak, fuhşiyata tahrik, gayri tabii mukarenet, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyeti kırıcı suçlar ile kaçakçılık, resmi alım-satımlara fesat karıştırma suçlarından birisinden hükümlü olmamak. g) Firar, üste hakaret, emre itaatsizlikte ısrar, mukavemet, amir veya üste fiilen taarruz, fesat, isyan suçları ile 1632 sayılı Askerî Ceza Kanununun 148 inci maddesinde yazılı suçlardan biriyle hükümlü olmamak. - 322 - h) Taksirli suçlar hariç olmak üzere yukarıdaki bentlerde sayılanların dışındaki suçlardan mahkemeler, disiplin mahkemeleri veya birden fazla disiplin amirince toplam olarak yirmibir gün ve daha fazla hapis veya oda hapsi cezası ile hükümlü olmamak veya cezalandırılmamak. Yardımcı doçentler; ilk üç yıllık dönem sonunda başvurularda aranacak şartları yitirmemiş olmaları halinde Akademi Kurulunun kararı, Gülhane Askerî Tıp Akademisi Komutanının önerisi üzerine, Genelkurmay Başkanlığınca ikinci üç yıllık dönem için atanabilirler.” hükmüne, 21 nci maddesi de “Gülhane Askerî Tıp Akademisinde açık bulunan doçentlik kadroları; isteklilerin başvurması için Genelkurmay Başkanlığınca ilân edilir. Genelkurmay Başkanlığı, biri Gülhane Askerî Tıp Akademisindeki doçentlik kadrolarının boş olduğu birimin yöneticisi, diğerleri o birimin dışından olmak üzere, üç profesör tespit ederek bunlardan, adayların her biri hakkında yazılı mütalaa ister. Gülhane Askerî Tıp Akademisi Komutanı, profesörlerin adaylar hakkındaki mütalaalarına fakülte dekanı, eğitim hastahanesi komutanı, yüksekokul müdürü ve enstitü müdürünün adaylar hakkındaki görüşlerini alarak hazırlayacağı kendi mütalaasını da ekleyerek, önerilen kadro miktarı kadarının atanması için Genelkurmay Başkanlığına teklifte bulunur. Genelkurmay Başkanlığı, yapacağı değerlendirmeyi müteakip, uygun olanları boş doçentlik kadrolarına atar. Doçent kadrosuna atamada askerî personele öncelik verilir. Doçentliğe atamada aranacak şartlar şunlardır: a) Doçentlik unvanını almış olmak. b) En az üç yıl yardımcı doçentlik kadrosunda çalışmış olmak. c) Bu Kanunun 19 uncu maddesinin dördüncü fıkrasının (e), (f), (g) ve (h) bentlerinde yazılı olan nitelikleri haiz olmak.” hükmüne, GATA Yönetmeliğinin 36 ncı maddesi ise; “Gülhane Askerî Tıp Akademisinde açık bulunan doçentlik kadroları; isteklilerin başvurması için Genelkurmay Başkanlığı tarafından ilân edilir. Genelkurmay Başkanlığı, Gülhane Askerî Tıp Akademisi Komutanlığından akademi kurulunun da görüşünü alarak, biri Gülhane Askerî Tıp Akademisindeki doçentlik kadrolarının boş olduğu birimin yöneticisi, diğerleri o birimin dışından ancak o birime yakın dallardan olmak üzere üç asil ve iki yedek profesör tespit eder. Heyetten, dosyaları incelemelerini ve adayların her biri hakkında kişisel raporlarını bir ay içinde yazılı olarak göndermelerini ister. Bu üyeler, adayların her biri için ayrı ayrı yazılı mütalâalarını, Gülhane Askerî Tıp Akademisi Komutanına bildirirler. Gülhane Askerî Tıp Akademisi komutanı, bu mütalâalara; fakültede dekanın, eğitim hastahanesinde komutanın, yüksekokulda ve enstitüde müdürün görüşlerini de alarak hazırlayacağı kendi kanaatini de ekleyerek, önerilen kadro miktarı kadarının atanması için Genelkurmay Başkanlığına teklifte bulunur. Türk Silâhlı Kuvvetleri kadrolarında görevli 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tâbi Devlet memuru statüsündeki doçent unvanına - 323 - sahip personel de, birinci fıkra gereğince doçent kadrolarına aynı esaslar dahilinde başvurabilir. Bu personelin, sivil öğretim kurumlarında geçen yardımcı doçentlik süreleri göz önünde bulundurulur. (Değişik Üçüncü Fıkra:30.7.2008-26952/2 md.) Genelkurmay Başkanlığı, Gülhane Askerî Tıp Akademisi Komutanlığının adaylar hakkındaki mütalâalarını, adayların bilimsel puanlarını, yardımcı doçentlik görev sürelerini ve şahsi kayıtlarında yer alan objektif ve denetlenebilir niteliklerini de dikkate alarak yapacağı değerlendirmeyi müteakip, uygun olanları boş doçentlik kadrolarına atama yapar. Doçent kadrosuna atanmada askerî personele öncelik verilir. Askerî personel tarafından talepte bulunulmayan doçentlik kadrolarına, Gülhane Askerî Tıp Akademisi Komutanlığının önerisi üzerine yukarıdaki esaslar dahilinde Genelkurmay Başkanlığınca sivil doçentler de atanabilir. 35 inci madde hükmüne aykırı olarak, Genelkurmay Başkanlığından izin almadan doçentlik sınavına girip, doçentlik unvanını kazananlar, bu unvanlarını, Türk Silahlı Kuvvetleri içinde kullanamazlar ve bunların doçentlik kadrolarına atanmaları yapılmaz. Doçentliğe atamada aranacak şartlar aşağıda belirtilmiştir : 1) Doçentlik unvanını almış olmak, 2) En az üç yıl ilgili bilim alanında yardımcı doçentlik kadrosunda çalışmış olmak, 3) Yönetmeliğin 34 üncü maddesinde belirtilen ve yardımcı doçentliğe atamada aranacak şartları düzenleyen ikinci fıkrasının (7), (8), (9) ve (10)’uncu bentlerinde ve üçüncü fıkrasında yazılı olan nitelikleri haiz olmak, 4) Türk Silâhlı Kuvvetleri dışından Yönetmeliğin 50 nci maddesinin üçüncü fıkrasına göre temin edilecekler için, ilânda belirtilen nitelik ve şartları taşımak.” hükmüne amirdir. Görüldüğü üzere, 2955 sayılı GATA Kanununun 21 nci maddesinin; “ … Genelkurmay Başkanlığı, yapacağı değerlendirmeyi müteakip, uygun olanları boş doçentlik kadrosuna atar. …” hükmü ve GATA Yönetmeliğinin 36 ncı maddesinin; “… Genelkurmay Başkanlığı, … ve şahsi kayıtlarında yer alan objektif ve denetlenebilir niteliklerini de dikkate alarak yapacağı değerlendirmeyi müteakip, uygun olanları boş doçentlik kadrolarına atama yapar. …” hükmü birlikte değerlendirildiğinde; adayların doçentlik kadrosuna atandırılması konusunda Genelkurmay Başkanlığı’na dolayısıyla idareye geniş bir takdir yetkisi tanındığı anlaşılmaktadır. Kamu hizmeti, kamunun yararına olacak şekilde yürütülür. Hizmetin hangi ve ne nitelikteki personel eliyle yürütüleceğini seçmede, takdir hakkı hiç kuşkusuz idareye aittir. İdare kamu hizmetini gördüreceği personeli seçerken, hizmetin özelliklerini, hizmetin gereksinme duyduğu personelin niteliklerini göz önünde bulundurmak ve ona göre atama yapmak - 324 - durumundadır. Kamu hizmetinin ayrılmaz bir parçası olan personel, görevin etkin, başarılı ve yararlı biçimde yürütülmesinden sorumludur. Bu sorumluluğun gereği gibi yerine getirilmemesi halinde, elbette hizmette etkinliğin sağlanması için idare gerekli önlemleri sorumlu idare ilkesi gereği almak zorundadır. Bu önlemleri alır iken de hizmeti arz edecek personelin seçiminde personelin olumlu yada olumsuz niteliklerini değerlendirmede objektif olmak durumundadır. Hizmet arz etmeye gönüllü olan ve göreve talip olan bir personelin liyakatını değerlendirirken somut verilerle hareket eden idare olumsuz olarak değerlendirmesini de somut verilere dayandırmak zorundadır. Dairemizin 17 Mart 2010 tarih ve Esas No.: 2009/733 sayılı ara kararı ile istenilmesi üzerine gönderilen Jüri Değerlendirme Formlarından davacının GATA Kanununun 21 ve Yönetmeliğinin 36 ncı maddelerine uygun olarak başvurusunun kabulünü müteakip yapılan bilimsel değerlendirmesi sonucunda 2017 bilimsel puan aldığı diğer aday Tbp….’ın ise 1554 bilimsel puanının olduğunun tespit edildiği,yine GATA Kanununun 21 ve Yönetmeliğinin 36 ncı maddelerine uygun olarak 3 Bilim adamından oluşan jüri heyetinin tamamının da değerlendirmesinde “her iki aday kadroya atanmada öncelikli olarak değerlendirildiğinde …yayınları ve yukarıdaki değerlendirmeler ışığında toplam puanı yüksek olduğu için atamada birinci derecede öncelik taşımaktadır” sonucuna ulaşıldığı görülmektedir. Bu bağlamda idarenin savunma ekinde gönderdiği ve davacının doçentlik kadrosuna atanmasına engel olarak belirttiği (takdir yetkisini dayandırdığı) durumuna ilişkin somut bilgi ve belgelerin gönderilmesi Dairemizin 17 Mart 2010 tarih ve Esas No.: 2009/733 sayılı ara kararı ile istenilmesi üzerine 26 Nisan 2010 tarih ve MAİY:68841-3d-1-1412009/Huk.Müş.ve Dav.D./DM. sayılı yazı ekinde “Gizli” gizlilik derecesi ile gönderilen bilgi ve belgelerin incelenmesinden davacının kategorik değerlendirmesine ilişkin somut bilgi ve belgelerin bulunmadığı, sadece davacının kategorik değerlendirmesinin tekrar edildiği anlaşılmıştır. Bu durumda doçentlik kadrosuna atanmasına engel olarak belirtilen hususlar araştırılmasına rağmen somutlaştırılamayan, hakkında olumsuz istihbari bilgiyi destekleyecek hiçbir belge ve delil bulunmayan davacının hakkında bu sebebe dayalı olarak tesis edilen doçentlik kadrosuna kendisinin atandırılmaması işleminin hukuka aykırı olduğu sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır. Diğer taraftan Tbp…..’ın puanı davacıya göre düşük olmasına rağmen atama şartlarını taşıdığı, atandığı kadroda bir yıldır görevine devam ettiği, bu kişinin atandırılmasının iptal edilmesinde davacının doğrudan menfaatinin olmadığı anlaşılmakla, Doç….’ın atamasının iptali ile ilgili karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. - 325 - Açıklanan nedenlerle; 1. GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji servisindeki boş doçentlik kadrosuna davacı …’nın atandırılmaması İŞLEMİNİN İPTALİNE, 2. Doç.Tbp….’ın atandırılma işleminin iptali istemi hakkında karar verilmesine YER OLMADIĞINA, 26 MAYIS 2010 tarihinde OYÇOKLUĞU ile karar verildi. KARŞI OY GEREKÇESİ Davalı idarece 1602 sayılı AYİM Kanununun 52/son maddesi kapsamında incelenmek üzere “GİZLİ” gizlilik derecesi ile gönderilen bilgi ve belgelere göre, davacının Ortopedi ve Travmotoloji Servisi için açılan doçentlik kadrosuna atandırılmayıp diğer adayın atandırılması işleminde, idareyi işlem tesis etmeye yönelten dayanağın gerekçesinin somut bir şekilde ortaya konulmuş olduğu, idarece takdir yetkisinin kamu yararı ve hizmet gereklerine uygun olarak, objektif kriterler esas alınmak suretiyle kullanıldığı, kamu hizmetinin verimliliği, etkinliği ve kamu yararı ile kişi yararı arasında bir denge gözetildiği, bu itibarla; davacının söz konusu doçentlik kadrosuna atandırılmaması işleminin hukuka ve mevzuata uygun olduğunu düşündüğümüzden, işlemin iptali yönünde alınan çoğunluk kararına katılmadık. 26.05.2010 ÜYE ÜYE Ahmet DÜZEN Top.Kur.Alb. M.Nuri ÇİMENOĞLU Dz.Kur.Alb. (AYİM.3.D 26.05.2010; E. 2009/733, K. 2010/727) 2. GATAÖĞRETİM ÜYELİĞİ GÖREVİNDEN ALINMA -66ÖZETİ: Dava konusu olayda intihal tarihi, “intihale konu eserin ilgili dergiye gönderildiği veya dergide yayınlandığı tarih” değil, “bu eylemin halen etkilerini sürdürdüğü ve etik kurulu ile akademi kurulu marifetiyle tespit edildiği tarih” olduğunun kabulü gerekir. - 326 - Davacı, 07.04.2010 tarihinde AYİM’de kayda geçen dava dilekçesinde özetle; Halen GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Üroloji Kliniğinde Yardımcı Doçent olarak çalıştığını, Genelkurmay Başkanlığının 01.03.2010 tarihli emrine istinaden GATA K.lığının 17.03.2010 tarihli emri ile, 2955 sayılı GATA Kanununun 25/3 ncü maddesi uyarınca öğretim üyeliği görevine son verildiğinin bildirildiğini ve durumun 19.03.2010 tarihinde kendisine tebliğ edildiğini, ancak bu işlemin hukuka aykırı olduğunu, zira GATA Kanununun anılan 25 inci maddesinin 3 üncü fıkrasının Kanuna 03.12.2007 tarihinde eklendiğini, bu tarihten önce böyle bir hüküm bulunmadığını, öğretim üyeliği görevine son verilmesine sebep olan bilimsel eserin ise 2007 yılının Ağustos ayında yayınlandığını, böylelikle kanunların geriye yürümezliği ilkesinin ihlal edildiğini ve eserin yayınlandığı tarihte yürürlükte olmayan ve daha sonra yürürlüğe konulan bir hükme dayanılarak hakkında işlem tesis edildiğini belirterek, öğretim üyeliği görevine son verilmesi işleminin iptaline ve öncelikle yürütmesinin durdurulmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davacının yürütmenin durdurulmasına ilişkin talebi, AYİM 2 nci D.nin 02.06.2010 tarih ve 2010/493 Esas sayılı kararı ile reddedilmiştir. Dava dosyasının incelenmesi sonucunda; davacının, Dr…. ve Dr… isimli personel ile birlikte “Repairing Urethrocutaneos Fistula in Adults: Is Catheter Necesary?” isimli bir bilimsel makaleyi, 16.01.2007 tarihinde “Adult Urology” isimli dergiye gönderdikleri, anılan makalenin yayımının 16.04.2007 tarihinde dergi yönetimince kabul edildiği ve Ağustos 2007 ayında derginin 239 ncu sayfasından itibaren yayınlandığı, bilahare GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesine ulaşan bir ihbar mektubu ile söz konusu makalede intihal yapıldığının ihbar edildiği, mektubun incelenmek üzere GATA Komutanlığına gönderildiği, müteakiben GATF Dekanlığının 08.07.2009 tarihli yazısına istinaden GATA Etik Kurulunun 08.09.2009 tarihli toplantısında alınan karar uyarınca, belirtilen makalenin “Annals of plastic surgery (50:378-381, 2003)” adlı dergide yayınlanan ve Dr…, Dr…, Dr… ve Dr… tarafından yazılan “Outpatient Urethrocutaneos Fistula Repair With Local Anesthesia in Adult Patients” adlı makaleden intihal edildiği kararına varıldığı, bunun üzerine Genelkurmay Başkanlığının 11.03.2010 tarihli emrine binaen, akademik kurul kararıyla intihal olduğuna karar verilen makalede isimleri geçen ve aralarında davacının da bulunduğu üç personelin öğretim elemanlığı görevine son verilmesi sonrasında davacı tarafından AYİM’de öğretim üyeliği görevine son verilme işleminin iptali istemli davanın açıldığı anlaşılmıştır. 2955 Sayılı Gülhane Askeri Tıp Akademisi Kanunu’nun “Akademi Kurulu” başlıklı 10 ncu maddesinde, Akademi Kurulunun görevleri arasında “Eğitim ve öğretim, bilimsel araştırma ve yayım faaliyetlerinin esasları hakkında karar almak” da sayılmış bulunmaktadır. - 327 - Aynı Kanununun “Bilimsel Denetim” başlıklı 38 nci maddesinde ise; Öğretim elemanlarının bilimsel yönden denetlenmelerinin GATA Yüksek Bilim Konseyi tarafından, eğitim ve öğretim, bilimsel araştırma, yayın, seminer, klinik ve uygulama faaliyetleri ile diğer hususlar üzerinden yapılacağının, her öğretim elemanının bilimsel araştırmalarının, yayınlarının ve girdiği dersler ile yönettiği seminerlerin ve uygulamaların listesini, yurt içinde ve yurt dışında yapılan bilimsel kongrelerdeki tebliğlerin birer örneğini bağlı bulunduğu yüksekokul müdürü, enstitü müdürü, fakülte dekanı ve eğitim hastanesi komutanı aracılığı ile GATA Komutanlığına sunmak zorunda olduğunun, yayınlanmayan eserlerin birer kopyasının verileceğinin, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun eser sahibine tanıdığı hakların saklı olduğunun ifade edildiği anlaşılmaktadır. Dava konusu işlemin kanuni dayanağı olan, 2955 Sayılı GATA Kanununun; “Unvanların Korunması” başlıklı 25 inci maddesinin 21.11.2007 gün ve 5714 sayılı Kanun ile eklenen üçüncü fıkrası ise; “Bir başkasının bilimsel eserinin veya çalışmasının tümünü veya bir kısmını kaynak belirtmeden kendi eseri gibi göstermek fiilini işlediği Akademi Kurulu kararıyla sabit olan öğretim elemanlarının, öğretim elemanlığı görevlerine son verilir. Öğretim elemanlığı görevine son verilen personel, Gülhane Askeri Tıp Akademisindeki başka bir göreve ya da Gülhane Askeri Tıp Akademisi dışındaki karargâh veya kurumlara atanır.” hükmünü içermektedir. Davacı ile davalı idare arasında, davacının, bir başkasına ait bilimsel eseri, kaynak belirtmeksizin kendi eseri gibi göstermek suretiyle “intihal” eylemini gerçekleştirdiği konusunda ihtilaf bulunmamakta olup, uyuşmazlık dava konusu işlemin tesisinde esas alınan ve 21.11.2007 tarih ve 5714 Sayılı Kanun ile yürürlüğe giren düzenlemenin, yürürlüğe giriş tarihinden önceki intihal eylemine uygulanmasının mümkün olup olmadığı noktasındadır. YÖK Genel Kurulunun 03.06.2005 tarihli kararında disiplin hukuku yönünden yapılan değerlendirmede; “…intihale ilişkin suçlarda, suçun temadi etmesi, intihale konu eserin herhangi bir şekilde satılıyor ve kütüphanelerde bulunuyor veya internet ortamında ulaşılabiliyor ve bu suretle yazarları veya üçüncü kişiler tarafından kullanılıyor veya yararlanılıyor olması, yazarın veya yazarların intihale konu teşkil eden eserden başka bir esere alıntı yapması veya yapmaları veya atıfta bulunması veya bulunmaları, eserin başka bir amaç veya yarar sağlamak üzere kullanılması, eserin kaynak veya dayanak gösterilerek, hukuki, idari veya bilimsel bir karar alınmış olması veya işlem yapılması hallerinde iki yıllık ceza verme zamanaşımı süresinin, en son fiil veya halin vuku bulduğu tarihten itibaren başlayacağı sonucuna varılmış(tır)…” denmektedir. - 328 - Davacının iddia ettiği üzere; dava konusu işleme esas alınan intihal eyleminin, işleme dayanak teşkil eden düzenlemenin yapıldığı 21.11.2007 gün ve 5714 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önceki bir tarihte yapıldığı anlaşılmakta ise de; yukarıda belirtilen mevzuat hükümleri uyarınca, GATA’da görevli öğretim elemanlarının tüm bilimsel çalışmalarının bilimsel denetime tabi olduğu ve kayıt altına alındığı, GATA’da görevli öğretim elemanlarının bilimsel eserleri vücuda getirirken bu eserlerin kendi özgün çalışmalarını yansıtması konusunda hassasiyet göstermelerinin son derece önem arz eden bir gereklilik olduğu, bu gerekliliğin, söz konusu düzenlemeler ile “intihal” eylemi yaptırıma bağlanmadan önce de titizlikle uyulması gereken bir prensip olarak düzenlendiği anlaşılmaktadır. Dava konusu olayda intihal yapıldığının açıkça anlaşıldığı ve davacının bilinçli şekilde bu eylemi gerçekleştirdiği, intihale konu eserin halen yayımda olduğu, intihalin etki ve sonuçlarını GATA Kanununda yapılan değişiklik sonrasında ve halen doğurduğu açık olmakla, belirtilen düzenlemenin uygulanıp uygulanmayacağının saptanması açısından dikkate alınması gereken tarihin, “intihale konu eserin ilgili dergiye gönderildiği veya dergide yayınlandığı tarih” değil, “bu eylemin halen etkilerini sürdürdüğü ve etik kurulu ile akademi kurulu marifetiyle tespit edildiği tarih” olduğunun kabulü ile dava konusu işlemde herhangi bir hukuka aykırılık bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır. Açıklanan nedenlerle; Yasal dayanaktan yoksun DAVANIN REDDİNE. 20 EKİM 2010 tarihinde OYÇOKLUĞU ile karar verildi. KARŞI OY GEREKÇESİ Davacı hakkında tesis edilen öğretim üyeliğine son verilmesi işleminin hukuki dayanağını 2955 sayılı Kanunun 25’nci maddesinin 3. fıkrası hükmü oluşturmaktadır. Ne var ki bu fıkra, anılan maddeye 21.11.2007 tarihli ve 5714 sayılı Kanunla eklenmiştir. Bu tarihten itibaren idareye, “Bir başkasının bilimsel eserinin veya çalışmasının tümünü veya bir kısmını kaynak belirtmeden kendi eseri gibi göstermek” fiilini işlediği Akademi Kurulu kararıyla sabit olan öğretim elamanlarının bu statüsüne son verme yetkisi verilmiştir. Oysa davacı “Bir başkasının bilimsel eserinin veya çalışmasının tümünü veya bir kısmını kaynak belirtmeden kendi eseri gibi göstermek” fiiline dayanak teşkil eden makaleyi 16.01.2007 tarihinde hazırlayıp “Adult Urology” isimli dergiye göndermiştir. Bu durumda intihal eyleminin bu tarihte yapıldığının kabulünde zorunluluk vardır. Her ne kadar intihal eyleminin bu makaleye ulaşıldığı sürece temadi ettiği ve her atıfta ve kaynak gösteriminde suçun zamanaşımının bu tarihten başlayacağı idari bir kurul olan YÖK Genel Kurulunca kararlaştırılmış ise de, maddi ceza hukuku - 329 - açısından cezalandırma niteliği taşıyan “öğretim üyeliğinden çıkarılma cezası” makaleye yapılan atıf veya kaynak göstermeyle ilgili olmayıp, doğrudan intihalin yapılmasıyla ilgilidir. Başka bir deyimle maddi ceza hukuku açısından “intihal” bir suçun maddi unsuru olarak kabul edildiği takdirde, temadi ettiğini söylemek mümkün değildir. Her atıfta veya kaynak göstermede suçun tekrarlanacağı veya temadi edeceği görüşüne katılmak mümkün değildir. Dolayısıyla davacı bu eylemi yasaya göre idareye ögretim elamanlığı statüsüne son verme yetkisi verilmeden önce yapmıştır. Kuşkusuz, statü hukukuna ilişkin düzenlemeleri içeren idari kanunların aksi belirtilmedikçe yürürlüğe girdiği tarihten itibaren geçerlilik kazanıp hüküm doğuracağı, diğer bir deyişle yürürlüğe girdiği tarihten itibaren mevcut tüm durumlara uygulanacağı idare hukukunun temel ilkelerinden birisidir. Dolayısıyla statü hukukuna ilişkin düzenlemeleri içeren idari kanunlar ancak kanun koyucu özel olarak belirtmiş ise geçmişe etkili olarak hüküm doğururlar. 2955 sayılı Kanunun 25’nci maddesinde geçmişe etkili olarak hüküm doğurması konusunda özel bir düzenleme bulunmamaktadır. Yani genel ilke anılan hüküm için de geçerlidir. Davacı, intihal olduğu tespit edilen makaleyi 16.01.2007 tarihinde hazırlayıp “Adult Urology” isimli dergiye gönderdiğine göre, Davacıya uygulanan müeyyide, maddi ceza hukuku açısından “ceza” niteliğinde olduğundan eylem (intihal) tarihindeki norma tabi olması Ceza Hukukunun “kanunsuz suç olmaz” genel ilkesi gereğidir. Bu nedenle makalenin yayımlandığı tarihteki mevzuat hükümlerinin uygulanması gerekir. Sonuç olarak dava konusu işlemin, bizatihi hukuki sebebini oluşturan kanun hükmünün -aksi kanun koyucu tarafından belirtilmediği halde- davalı idare tarafından geçmişe etkili olarak uygulanmış olması nedeniyle sebep ve konu bakımından hukuka aykırı olduğu görüşünde olduğumuzdan sayın çoğunluk görüşüne katılmadık. 20.10.2010 BAŞKAN ÜYE H.Hasan MUTLU Hak.Alb. Kenan KENAN Hak.Alb. (AYİM. 3.D., 20.10.2010; E. 2010/493, K. 2010/1166) - 330 - HARCIRAH YURTİÇİ GEÇİCİ GÖREV YOLLUĞU -67ÖZETİ: Davacının görev yaptığı özel operasyon timinin intikalinin geçici süreli bir kıta halinde intikal olduğu dikkate alındığında, 6245 sayılı Kanunun 15’inci maddesi gereği, davacıya geçici görev süresince yurt içi geçici görev yevmiyesi ödenmemesi işleminde hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Davacı, 23.12.2009 tarihinde AYİM’de kayda geçen dava dilekçesinde ve savunmadan sonra sunduğu cevap dilekçesinde özetle; 27 Temmuz - 26 Eylül 2009 tarihleri arasında, iç güvenlik harekatı kapsamında, Hatay İl J.K.lığı emrine geçici görevle görevlendirildiğini, bu süre zarfında Hatay-Dörtyol Jandarma Komando Tabur Komutanlığı misafirhanesinde kaldığını, iaşe ve konaklama ücretinin tarafınca karşılandığını, Jandarma Genel Komutanlığının görevlendirme emrinin aksine 6245 sayılı Harcırah Kanunu uyarınca ödenmesi gereken günlük harcırahlarının kendisine ödenmediğini, konu ile ilgili olarak 31.08.2009 tarihinde Hatay İl Jandarma Komutanlığına dilekçe ile müracaat ettiğini, ancak “Güçlendirilmiş yemek bedeli alanların harcırah alamayacakları” gerekçesiyle talebinin reddedildiğini, işlemin hukuka aykırı olduğunu belirterek, işlemin iptali ile Hatay İl Jandarma Komutanlığı Dörtyol Jandarma Komando Tabur K.lığında geçici görevle kaldığı 38 günlük harcırahlarının yasal faiziyle birlikte kendisine ödenmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Dava dosyasında bulunan bilgi ve belgelerin incelenmesinden; Jandarma Komando Operasyon Tabur Komutanlığı Jandarma Komando Özel Asayiş Operasyon Timi (Güvercinlik-Ankara)’nde görevli olan davacının görev yaptığı Timin, Jandarma Genel Komutanlığının 05.03.2009 tarih ve LOJ.:4000-88644-09/Pl.Koor.D.Pl.ve Koor.Ş. sayılı emri ile iç güvenlik harekatı kapsamında Adana Jandarma Bölge Komutanlığının takviyesi amacıyla geçici görevle 26 Temmuz 2009-26 Eylül 2009 tarihleri arasında Adana Jandarma Bölge Komutanlığı harekat komutasında görevlendirildiği ve Hatay Dörtyol’da konuşlandırıldığı, Tim personelin görev süresince Hatay Dörtyol Jandarma Komando Tabur K.lığı Misafirhanesinde ücreti karşılığında ikamet ettikleri ve kendilerine görevleri süresince güçlendirilmiş yemek bedeli ödendiği, ancak bu geçici görevlendirme nedeniyle harcırah ödenmediği, davacının da komutanlık önüne yazdığı 31.08.2009 tarihli dilekçe ile günlük harcırah verilmesini talep ettiği, bu talebinin Hatay İl Jandarma K.lığının 31.10.2009 tarih ve 9200-57808-09 sayılı yazısı ile reddedilmesi üzerine, olumsuz idari işlemin iptali amacıyla süresi içinde işbu davanın açıldığı anlaşılmıştır. - 331 - Dava konusu uyuşmazlık; 2009 yılı Bahar – Yaz dönemi ç Güvenlik Harekatını takviye etmek maksadıyla Adana Jandarma Bölge Komutanlığı Harekat Komutasına görevlendirilen ve Hatay İli Dörtyol İlçesinde Konuşlandırılan 2 nci Özel Operasyon timinde görevli olan davacıya yurtiçi geçici görev yolluğu ödenip ödenmeyeceği hususunda odaklanmaktadır. 6245 sayılı Harcırah Kanununun “Muvakkat vazife harcırahı” başlıklı 14’üncü maddesinde; “Aşağıda gösterilen memur ve hizmetlilere muvakkat vazife harcırahı olarak yol masrafı ile yevmiye verilir ve hamal (Cins ve adedi beyannamede gösterilmek suretiyle) bagaj ve ikametgah veya vazife mahalli ile istasyon, iskele veya durak arasındaki nakil vasıtası masrafları da ayrıca tediye olunur: 1. Birinci maddede yazılı kurumlara ait bir vazifenin ifası maksadıyle muvakkaten yurt içinde veya dışında başka bir yere gönderilenlere; 2. Yeni ve eski memuriyetlerine mütaallik bir meseleden dolayı bu kanuna tabi kurumlarca açılan bir dâva sebebiyle sanık veya davalı olarak (işten el çektirilmiş olsun veya olmasın) başka bir yere gönderilenlerden lehinde netice hasıl olanlara; 3. Memuriyet merkezlerinin bulunduğu mahal dışındaki bir vazifeye vekâleten gönderilenlere; 4. Fiilen oturduğu mahalden gayrı bir yere açıktan vekâleten gönderilenlere (yalnız gidiş ve dönüşleri için); 5. (Değişik:12/1/1959-7187/1 md) Muvakkat kaza salâhiyeti ile gönderilenlere.” hükmü; Aynı Kanunun “Askeri birliklerde harekatta harcırah” başlıklı 15’inci maddesinde; “Kıta halinde ve bir kumanda altında hareket eden askeri birliklere mensup subay ve askeri memurlarla astsubaylara ve sivil memur ve hizmetlilere yol masrafı ve yevmiye verilmez. Ancak bu hareket, kıtanın daimi yer değiştirmesi veya diğer kuruluşa girmesi için olursa bunlara aile ve yer değiştirme masrafı verilir. Subay, askerî memur ve astsubaylardan bir kıtayı bir yerden diğer muayyen bir yere götürmeye memur edilip bu vazifenin hitamında asıl birlikleri mahalline dönenlere yalnız dönüşleri için ve teslim ve tesellüm için birkaç erle başka mahalle gönderilenlere gidiş, dönüşleri için yol masrafı ve yevmiye verilir. - 332 - Celp ve terhis eratını sevke memur edilen subay ve askeri memur ve astsubaylara gidişlerinde yalnız yevmiye ve dönüşlerinde yol masrafı ve yevmiye verilir.” hükmü bulunmaktadır. İç Hizmet Kanununun 12’nci maddesinde; “a) Kıta: Görevin yapılması için taktik ve idari birlikleri kapsıyan ve bir kumanda altında toplanan teşkillere kıta denir. Taktik birlik: Belli bir kuruluş ve kadrosu olup asli görevi muharebe hareketleri olan bir teşkildir. Taktik birlikler içerisinde bazı idari unsurlar da bulunabilir. İdari birlik: Belli bir kuruluş ve kadrosu olup asli görevi hizmet hareketleri olan bir teşkildir. b) Karargah: Kumandan veya amirlerin kıta veya kurumlarının sevk ve idarelerinde yardımcı olan bir toplumdur. Karargahlar bir kuruluş ve kadro ile tesbit edilir. c) Askeri kurum: Kıta ve karargah anlamı dışında kalan askeri hastane, okul, ordu evi, dikim evi, fabrika, askerlik şubesi, ikmal merkezi ve depo gibi askeri tesis ve teşkillerdir.” hükmü, Askeri Ceza Kanununun 16 ncı maddesinde;” Bu kanunda yazılı olan "Ordu" kelimesi kara, deniz ve hava kuvvetlerine; ve kıta kelimesi subay kumandasında bulunan her birliğe şamildir.” hükmü yer almaktadır, Her ne kadar davacı görevli bulunduğu özel operasyon timinin, İç Hizmet Kanununda tanımlandığı şekliyle “kıt’a” olarak kabul edilemeyeceğini ileri sürmüş ise de; davanın çözümünde önemli olan Harcırah Kanununda belirtilen “kıt’a” tabirinin ne anlama geldiğidir. Konuyu düzenleyen Harcırah Kanunun 15’inci maddesinin başlığı “Askeri birliklerde harekatta harcırah” olup, davacının görevli olduğu birlik de iç güvenlik harekatı kapsamında tehdit durumu ve mevsim koşullarına göre, asıl konuşlu olduğu bölgeden başka bölgelere intikal etmekte ve görevini bu şekilde sürdürmektedir. Jandarma Komando Özel Asayiş Komutanlığının 10.03.2009 tarih ve LOJ: 4000-94278-09/Loj.Ş sayılı emrinden de anlaşıldığı üzere, 1. JÖH Bölüğünün bazı unsurları Tunceli bölgesine, davacının da görev yaptığı bazı unsurları Hatay Dörtyol’a intikal etmiştir. Davacının görev yaptığı özel operasyon timinin intikali de bu kapsamda olup Harcırah Kanununun 15’inci maddesinde belirtilen kıta halinde intikalin tipik bir örneğidir. Bu açıklamalar çerçevesinde davacıya Harcırah Kanununun 15’inci maddesine dayanılarak yurt içi geçici görev yolluğu ödenmemesinde hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Yukarıda açıklanan nedenlerle; Yasal dayanaktan yoksun DAVANIN REDDİNE, 01 TEMMUZ 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM. 3.D., 01.07.2010; E. 2010/61, K. 2010/930) - 333 - İNTİBAK 5289 SAYILI KANUNA GÖRE İNTİBAK -68ÖZETİ: 5289 sayılı kanun uyarınca bir derece verilebilmesi için ilgili personelin 15.01.2005 tarihinde görevde bulunması gerekmekte olup, 30.08.2005 tarihinde astsubay nasbedilerek göreve başlayan davacının bu Kanundan yararlandırılması mümkün değildir. Davacı 04.03.2010 tarihinde Şarköy Asliye Hukuk Mahkemesi, 09.03.2010 tarihinde AYİM kayıtlarına geçen yenileme dilekçesinde özetle; 11.03.2003 tarihinde Jandarma Astsubay Meslek Okulunda öğrenime başladığını, 30.05.2005 tarihinde mezun olduğunu, öğrencilikte geçen sürenin hizmetten sayıldığını, 5289 sayılı kanun ile 15.01.2005 tarihinden geçerli olarak kamu görevlilerine bir derece verildiğini, kendisine bu kanuna göre bir derece verilmesi için yaptığı başvurunun red edildiğini, bunun hukuka aykırı olduğunu, Anadolu öğretmen lisesinde bir yıl hazırlık okuduğunu, 657 sayılı kanun 36’ncı maddesinde hazırlık sınıfı okuyanlara bir kademe verileceğinin düzenlendiğini, bu nedenle kendisine bir kademe verilmesi için yaptığı başvurunun red edildiğini, 926 sayılı kanunda bir düzenleme olmaması halinde 657 sayılı kanun hükümlerinin uygulanması gerektiğini belirterek olumsuz işlemlerin iptaline karar verilmesini talep etmiştir. Dava dosyasında yer alan bilgi ve belgelerin incelenmesinden; davacının 13.06.2003 tarihinde Akpınar Anadolu öğretmen lisesinden, 26.08.2005 tarihinde Jandarma Astsubay Meslek Yüksek Okulundan mezun olduğu, 30.08.2005 tarihinde astsubay çavuş nasbedilerek göreve başladığı, Astsubay Meslek Yüksek Okulunda geçen öğrencilik süresinin 5434 sayılı kanun uyarınca hizmetten sayıldığı, davacının lise hazırlık sınıfından dolayı bir kademe verilmesini, 5289 sayılı kanun uyarınca bir kademe verilmesini talep ettiği, talebinin red edildiği, bu işlemlerinin iptali için İdare Mahkemesinde dava açıldığı, görev yönünden reddine karar verildiği, AYİM’de dava açıldığı, dilekçenin reddine karar verildiği, dilekçenin süresi içerisinde yenilendiği anlaşılmıştır. 08.02.2005 tarih ve 25721 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak 15.01.2005 tarihinden geçerli olarak yürürlüğe konulan 5289 sayılı kanunda; 15.01.2005 tarihinde görevde bulunan (aylıksız izinde bulunanlar dâhil) ile bunlardan anılan tarihten önce adi malûl, vazife malûllüğü aylığı alanlara bir derece verileceği belirtilmiştir. 5289 sayılı kanun uyarınca bir derece verilebilmesi için ilgili personelin 15.01.2005 tarihinde görevde bulunması gerekmektedir. Davacı 30.08.2005 tarihinde astsubay nasbedilerek göreve - 334 - başladığından bu kanundan yararlandırılması mümkün değildir. Askeri öğrencilikte geçen sürenin borçlanılarak hizmetten sayılması 5510 ve 5434 sayılı kanunlar uyarınca hizmet süresi ile ilgilidir. Kanunun yürürlük tarihinde görevde olmadığından davacının 5289 sayılı kanun kapsamında değerlendirilmemesinde hukuka aykırılık bulunmamaktadır. 657 sayılı Devlet Memurları kanunun 36’ncı maddesinde “ortaokul ve lise ve dengi okullarının normal öğrenim süresinden fazla olması halinde başarılı her öğrenim yılı için bir kademe ilerlemesi uygulanır” hükmü yer almaktadır. Bu düzenleme uyarınca astsubay olan davacının kendisine tarafından bir kademe verilmesi gerektiği ileri sürülmüştür. Anayasanın 128’inci maddesinde memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atamaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ile diğer özlük işlerinin kanunla düzenleneceği hüküm altına alınmıştır. 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununun 1’inci maddesinde bu kanunun Türk Silahlı Kuvvetlerine mensup subaylar, astsubaylar ile harp okulları, fakülteler, yüksek okullar ve astsubay okullarında öğrenim yapan askeri öğrencilere uygulanacağı, 2’nci maddesinde bu kanunun subayların, astsubayların ve askeri öğrencilerin yetiştirilmelerini, sınıflandırılmalarını, görev ve yükümlülüklerini terfi ve taltifleri ile her türlü özlük haklarını düzenlediği belirtilmiş 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 1’inci maddesinde subay, astsubay, uzman çavuş ve uzman jandarmaların özel kanun hükümlerine tabi olduğu düzenlenmiştir. Anayasanın 128’inci maddesi uyarınca kamu görevlilerinin hak ve yükümlülükleri, özlük hakları kanunla belirlenir. Subay ve astsubayların hak ve yükümlülükleri, özlük hakları 926 sayılı kanunda, memurların özlük hakları 657 sayılı kanunda düzenlenmiştir. 926 Sayılı kanunda astsubay nasbedilen personelin lise ve dengi okullarda öğrenim süresinden fazla öğrenim görmüş olması halinde bir kademe ilerlemesi uygulanacağına dair bir düzenleme yer almamaktadır. Kamu görevlilerinin hak ve yükümlülüklerinin kanunla belirlenmesi gerektiğinden statü kanununda yer almayan bir hususun ilgilisine uygulanması söz konusu olmaz. Lise hazırlık sınıfından dolayı davacıya kademe ilerlemesi yaptırılmamasında hukuka aykırılık görülmemiştir. Yukarıda açıklanan nedenlerle; Yasal dayanaktan yoksun DAVANIN REDDİNE, 08 Temmuz 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM.3.D., 08.07.2010; E 2010/691, K. 2010/945) - 335 - KAMU KONUTLARI (LOJMAN) 1. KONUT GRUPLARININ DÜZENLENMESİ -69ÖZETİ: Ankara garnizonu içerisinde birliklerin konuş durumu, emniyet, servis hizmeti, trafik yoğunluğu ve birliklerde mevcut personel sayısı, farklı bölgelerde bulunan konut sayısı gibi faktörlerin göz önüne alınarak Türk Silahlı Kuvvetleri personelinin yararlanacağı konut gruplarının belirlenmesi işleminde hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Davacı 14.08.2009 tarihinde AYİM kayıtlarına geçen dava dilekçesinde özetle; 2006 yılı atamaları ile Millî Savunma Bakanlığı Teftiş Daire Başkanlığına müfettiş olarak atandığını, üç yıldır konut tahsis edilmesini beklendiğini, 2009 yılı atamaları ile MEBS Okulu ve Eğitim Merkezi Komutanlığına atandığını, ilişik kesme tarihinin 19.08.2009 olarak belirlendiğini, 20.05.2009 tarihinde lojman önerisi yapıldığını, 01.06.2009 tarihinde lojman dağıtımı yapıldığını, tercihte bulunduğunu ancak puanının yetersiz olması nedeniyle konut tahsisi yapılmadığını, 27.07.2009 tarihinde atandığı görev yerinden konut önerisi yapıldığını, yeni görev yerinden de tercihte bulunmadığını, önceki görev yerine ait konutlardan tercih yaptırılmadığını, bunun hukuka aykırı olduğunu belirterek 27.07.2009 tarihinde halen görev yaptığı birliğe tahsisli konutlardan önerilmeden 04.08.2009 tarihinde yapılan konut dağıtımının iptaline, yürütmenin durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. AYİM Nöbetçi Dairesinin 27.08.2009 tarih Gensek No:2009/2902, Esas No:2009/249 sayılı kararı ile şartları bulunmadığından yürütmenin durdurulması isteminin reddine karar verilmiştir. Dava dosyasında yer alan bilgi ve belgelerin incelenmesinden; davacının Millî Savunma Bakanlığı Teftiş Daire Başkanlığında müfettiş olarak görevli bulunduğu, 2009 yılı atamaları ile MEBS Okulu ve Eğitim Merkezi Komutanlığına atandığı, 04.08.2009 tarihinde yapılacak olan lojman dağıtımı için 27.07.2009 tarihinde atandığı yerden konut önerisi yapıldığı, davacının atanma öncesinde görev yaptığı yerin konutlarından istifade etmek istediği, talebinin red edildiği anlaşılmıştır. 2946 Sayılı kamu konutları kanunun 3’üncü maddesinde; konut tahsisinin yapılmasına ilişkin usul ve esasların yönetmelikle düzenleneceği, - 336 - Kamu Konutları Yönetmeliğinin 14’üncü Kuvvetleri personelinin konut tahsis talebi esasların (4) sayılı cetveldeki puanlama ve bu bulundurularak Millî Savunma ve İçişleri belirtilmiştir. maddesinde; Türk Silahlı ve değerlendirilmesine dair madde hükümleri göz önünde Bakanlığınca düzenleneceği Türk Silahlı Kuvvetleri Konut Yönergesi MSY 319-2 (B) Birinci Bölüm 3/g maddesinde; “Konut Grubu: Aynı tahsis makamının tahsis sorumluluğunda bulunan konutlar birlik ve kurumların konuş durumu, emniyet, servis hizmeti, trafik yoğunluğu birlik ve kurumlardaki mevcut personel sayısı, personelin konutlardan eşit şekilde faydalandırılması ve personelin görev yerlerine en yakın konutlardan istifade esasları dikkate alınarak oluşturulan konut gruplarını ifade eder.” şeklinde tanımlanmış, aynı Yönergenin Birinci Bölüm 4’üncü maddesinde; Konut tahsisine yetkili makamların bu yönerge esaslarına uygun olarak tahsis sorumluluğunda bulunan konut gruplarını, konut gruplarından istifade edecek birlikleri belirleyeceği düzenlenmiştir. 2946 sayılı kanun ile konut tahsisinin yapılmasına ilişkin usul ve esasların düzenlenmesi yönetmeliğe bırakılmıştır. 2946 sayılı kanuna dayanılarak çıkarılan Kamu Konutları Yönetmeliğinin 14’üncü maddesi ile Türk Silahlı Kuvvetleri personelinin konut tahsis ve değerlendirilmesine dair usul ve esaslarının tespiti konusunda Millî Savunma ve İçişleri Bakanlığınca ayrıca düzenleme yapılmasına izin verilmiştir. Kamu Konutları Yönetmeliğine dayanılarak çıkarılan Türk Silahlı Kuvvetleri Konut Yönergesinde Türk Silahlı Kuvvetleri Personeline lojman tahsis esasları belirlenmiştir. Yönetmeliğin 14’üncü maddesi ile Kamu Konutları Yönetmeliğinde yer alan (4) sayılı cetveldeki puanlamanın esas alınması yönünde bir sınırlama getirilmiş, konutlarının gruba ayrılması ile ilgili bir kısıtlama öngörülmemiştir. Sıra tahsisli konut dağıtımında; yönetmelikte belirtilen puanlama esas alınarak ilgili personelin puanının hesaplanmasında (4) sayılı cetvelde yer alan kriterler göz önüne alınacaktır. Ankara garnizonu içerisinde farklı bölgelerde birlikler ve konutlar bulunmaktadır. Birliklerin konuş durumu, emniyet, servis hizmeti, trafik yoğunluğu ve birliklerde mevcut personel sayısı, farklı bölgelerde bulunan konut sayısı gibi faktörlerin göz önüne alınarak Ankara Garnizonu içerisinde görevli Türk Silahlı Kuvvetleri personelinin yararlanacağı konut grubu belirlenmiştir. Türk Silahlı Kuvvetleri Konut Yönergesi Üçüncü Bölüm 1’inci maddesinde; göreve katılmayı müteakip konut puanlamasına dâhil edilmek üzere başvuru beyannamesi ile konut tahsis makamına veya yetki vereceği birimlere başvurulacağı, genel atama döneminde Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığınca atama emrinde belirtilmesi kaydı ile atama gören ve ilişiği geç kesilecek personele - 337 - ilgili belgelerin ulaşması kaydı ile genel atama döneminde yapılacak konut önerisine dâhil edileceği belirtilmiştir. Kamu konutu ilgili personele yapılan görevden dolayı tahsis edilmekte, kamu konutundan yararlanma hakkı yapılan görevden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle personelin görevli olduğu birliğe ait konutlardan yararlandırılması gerekmektedir. Somut olayda; davacı genel atamalardan önce görev yaptığı birliğin konutlarından istifade etmesi için öneri yapılmış, yeterli puana sahip olmadığından davacıya konut tahsis edilememiştir. Genel atamalardan sonra 04.08.2009 tarihinde yapılacak lojman dağıtımı için davacının atandığı birliğin konut grubundan yararlanmak üzere konut önerisi yapılmıştır. Davacının genel atamalardan sonra yapılan dağıtımda önceki görev yerine ait konut grubundan yararlandırılmamasında ve yapılan konut önerisinden sonra 04.08.2009 tarihinde yapılan konut dağıtımı işleminde hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Yukarıda açıklanan nedenlerle; Yasal dayanaktan yoksun DAVANIN REDDİNE, 22 Nisan 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM 3.D., 22.04.2010; E. 2009/1065, K. 2010/576) 2. LOJMAN TAHLİYE İŞLEMİ -70ÖZETİ: Davacının lojmanda 5 yıllık oturma süresi sonunda, dört adet konut öneriye çıkarılması, beş personelin tercihte bulunması ve sıralaması itibarı ile davacının puanı önerilen konut sayısı içerisinde kalmaması nedeniyle davacıya oturduğu konutun yeniden tahsis edilmesi mümkün değildir. Davacı 28.01.2010 tarihinde AYİM kayıtlarına geçen dava dilekçesinde özetle; 07.01.2005 tarihinde kendisine sıra tahsisli olarak lojman tahsis edildiğini, konutta beş yıllık oturma süresinin dolduğunu, oturmakta olduğu konut grubunda altı adet hak sahibi subayın başvurusu olduğunu, dört adet konutun öneriye sunulduğunu, lojman puanının ilk dört sırada yer almaması nedeniyle konutun başka bir subaya tahsis edildiğini, şartlı olarak verilen iki adet konutun daha öneriye dâhil edilmesi için - 338 - müracaat ettiğini, talebinin uygun görülmediğini, ön puanlama hakkının elinden alındığını, bunun hukuka aykırı olduğunu belirterek konuttan çıkarılma işleminin iptaline, yürütmenin durdurulmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir. AYİM 3’üncü Dairesinin 04.02.2010 tarih Gensek No:2010/324, Esas No:2010/270 sayılı kararı ile şartları bulunmadığından yürütmenin durdurulması isteminin reddine karar verilmiştir. Dava dosyasının incelenmesinden; Selviburnu subay lojmanlarından 07.01.2008 tarihinde davacıya sıra tahsisli olarak konut verildiği, davacının konutta beş yıllık oturma süresinin dolduğu, davacının ön puanlama yapılarak oturduğu konutun yeniden tahsisi için müracaat ettiği, lojman tahsis toplantısının 18.01.2010 tarihinde yapılacağının bildirildiği, personelin bu tarihte görevli olması nedeniyle toplantının 25.01.2010 tarihine ertelendiği, dört adet konutun öneriye çıkarıldığı, beş personelin konut almak için müracaat ettiği, davacının şartlı verilen konutlardan ihtiyaç kadarının öneriye dâhil edilmesini talep ettiği, talebinin uygun görülmediği, davacının puan sıralamasında (43) puan ile beşinci sırada yer aldığı, davacıya ön tahsisle aynı konutun yeniden tahsis edilmediği, daha yüksek puanlı bir personele bu konutun verildiği, tahsis toplantısında iki personelin tercihte bulunmadığı, kalan iki adet konutu davacı tercih etmediğinden davacıya konut tahsis edilmediği, davacının konutu tahliyesinin istendiği anlaşılmıştır. 2946 Sayılı kamu konutları kanunun 3’üncü maddesinde; konut tahsisinin yapılmasına ilişkin usul ve esasların yönetmelikle düzenleneceği, 4’üncü maddesinde; sıra tahsisli konutlarda oturma süresinin beş yıl olduğu, bu sürenin tamamlanmasından sonra konuttan yararlanacak başka birinin olmaması halinde belli bir süre verilmeksizin ve şartlı olarak oturmaya izin verilebileceği hüküm altına alınmış, Kamu Konutları Yönetmeliğinin 14’üncü maddesinde; Türk Silahlı Kuvvetleri personelinin konut tahsis talebi ve değerlendirilmesine dair esasların (4) sayılı cetveldeki puanlama ve bu madde hükümleri göz önünde bulundurularak Millî Savunma ve İçişleri Bakanlığınca düzenleneceği belirtilmiştir. Türk Silahlı Kuvvetleri Konut Yönergesi MSY 1319-2 (B) Üçüncü Bölüm 4’üncü maddesinde; Konutta yasal oturma süresini dolduran personelin konuttan çıkarılmadan yeniden puanlamasının yapılacağı ve diğer personel ile birlikte öneri listesine dahil edileceği, bu personelin ikametindeki konutların ön tahsis işlemine tabi tutulacağı belirtilerek diğer konutlarla birlikte öneriye çıkarılacağı, öneri sonu itibari ile sadece öneriye cevap veren personelin yer aldığı puan sıralamasında personel sırasının öneriye çıkarılan konut sayısı içerisinde kalması halinde bu personele ikametindeki konutun yeniden beş yıllığına tahsis edileceği düzenlenmiştir. - 339 - Türk Silahlı Kuvvetleri Konut Yönergesi Üçüncü Bölüm şartlı konut tahsis ve tahliye esasları başlıklı 6’ncı maddesi; “Ayrılan kontenjana göre konuta girecek personel olmadığı için tahsis edilemeyen konutlar, kendi kontenjanında boş konut durumuna bakılmaksızın diğer kontenjanlardaki personele; subay, astsubay, sivil memur/uzman erbaş (Jandarma Genel Komutanlığı için subay, astsubay, uzman jandarma/uzman erbaş, sivil memur) öncelik sırasına göre önerilerek şartlı olarak tahsis edilir. Şartlı girenlerin tahliyesi gerektiğinde ihtiyaç miktarı kadar konut; tahsis tarihi önce olandan, tahsis tarihi aynı ise tahsis öncelik sırasının statüsüne göre tersinden başlamak üzere tahsis puanı en az olandan, tahsis puanı da eşit ise hizmet süresi az olandan, hizmet süresi de eşit ise konuttan en fazla yararlanmış olandan başlamak üzere tesbit edilerek, hak sahibi personele önerilir. Bu konutlardan tercih edilenler tebligat tarihinden itibaren 30 gün içerisinde tahliye ettirilir. Şartı konutların tahliyesi gerekmediği müddetçe, konutta oturma süresi beş yıldır. Şartlı konut tahsis edilen personelden beş yılını dolduranlara ön tahsis işlemi uygulanmaz. Ancak, bu personele ikametindeki konut birinci paragraf esaslarınca şartlı olarak tekrar tahsis edilebilir. …” şeklinde düzenlenmiştir. Türk Silahlı Kuvvetleri Konut Yönergesi Üçüncü Bölüm 3’üncü maddesinde; boş konutların fiilen boşaldığı tarihten itibaren en geç 30 gün içerisinde öneri tarihi itibariyle boşalacak konutlar ile birlikte öneriye çıkartılarak Yönerge esaslarına göre hak sahibi personele tahsis makamlarınca belirtilecek tarihte tahsis edileceği/tahsis planlaması yapılacağı belirtilmiştir. 2946 sayılı kanun ile kamu konutlarında oturma süresi beş yıl olarak belirlenmiş, konut tahsisinin yapılmasına ilişkin usul ve esasların düzenlenmesi yönetmeliğe bırakılmıştır. 2946 sayılı kanuna dayanılarak çıkarılan Kamu Konutları Yönetmeliğinin 14’üncü maddesi ile Türk Silahlı Kuvvetleri personelinin konut tahsis ve değerlendirilmesine dair usul ve esaslarının tespiti konusunda Millî Savunma ve İçişleri Bakanlığınca ayrıca düzenleme yapılmasına izin verilmiştir. Kamu Konutları Yönetmeliğine dayanılarak çıkarılan Türk Silahlı Kuvvetleri Konut Yönergesinde Türk Silahlı Kuvvetleri Personeline lojman tahsis esasları belirlenmiştir. Türk Silahlı Kuvvetleri Konut Yönergesinde konutta yasal oturma süresini dolduran personele konuttan çıkarılmadan önce yeniden puanlama yapılarak konutta oturabilecek kadar puanı mevcut ise konutu tahliye ile yeniden konuta taşınmak sureti ile mağduriyeti önlemek amacı ile ön tahsis yapılması düzenlenmiştir. Ön tahsis işlemi uygulanırken fiilen boş olan veya otuz gün içerisinde öneri tarihi itibariyle boşalacak konutlar göz önüne alınacaktır. - 340 - Şartlı tahsis edilen konut fiilen boş olan konut olmayıp, ihtiyaç halinde boşaltılacak konuttur. Ayrıldığı kontenjanda konuta girecek personel olmadığı takdirde bu konutlar diğer kontenjanda yer alan personele şartlı olarak verilmektedir. Şartlı tahsis edilen konutlar genelde ilgili kontenjanda yer alan personel tarafından bulunduğu bölge, lojmanın durumu gibi faktörlerle daha az tercih edilen konutlardır. Şartlı verilen konut hak sahibi kontenjanın ayrıldığı subay veya astsubay tarafından talep edilmesi halinde tahliye ettirilebilir. Şartlı girenlerin tahliyesinde de Yönergede belirtilen kriterler göz önüne alınır. Şartlı konutların ön puanlamaya dâhil edilmesi, daha düşük puanlı bir personele aynı konutun yeniden beş yıllığına tahsis edilmesini sağlarken, konutta hiç oturmayan veya uzun süre konut bekleyen yüksek puanlı personeli şartlı konutu tercih etmek zorunda bırakabilir. Aynı konutun yeniden tahsisi yapılacak personel de konut bekleyen yüksek puanlı personelde aynı kontenjanda yer aldığından ikisi de hak sahibidir. Sıra tahsiste puanlama esastır. Şartlı konutların ön puanlamada öneriye dahil edilmesi Kamu Konutları Yönetmeliği ve Türk Silahlı Kuvvetleri Konut Yönergesi hükümlerine uygun düşmemektedir. Şartlı verilen konutlardan ihtiyaç halinde ve talep edilmesi durumunda her zaman faydalanılabilir. Hak kaybı söz konusu değildir. Bu nedenle şartlı konutların ön puanlamada dikkate alınmamasında mevzuata aykırılık bulunmamaktadır. Somut olayda; dört adet konut öneriye çıkarılmış, beş personel tercihte bulunmuş, sıralaması itibarı ile davacının puanı önerilen konut sayısı içerisinde kalmadığından davacıya oturduğu konut yeniden tahsis edilememiş, oturduğu konut daha yüksek puanlı bir personele verilmiş, önerilen iki konutu tercih etmeyen davacının konutu tahliyesi istenmiştir. Yapılan işlemde hukuka aykırılık görülmemiştir. Yukarıda açıklanan nedenlerle; Yasal dayanaktan yoksun DAVANIN REDDİNE, 03 Haziran 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM. 3.D., 03.06.2010; E. 2010/270, K. 2010/702) - 341 - 3. LOJMAN TAHSİS EDİLMEMESİ -71ÖZETİ: Davacının oturmakta olduğu Zeytinburnu konut grubundan kendisine tahsis edilen konuta beş yıllık yasal oturma süresini doldurması ve yeni görev yerinin 3'üncü Kor. K.lığı olması sebebiyle Yenilevent konut grubundaki konutlardan yararlandırılması gerektiğinden Zeytinburnu konut grubundaki konutlardan yararlandırılarak kendisine konut tahsis edilmesi mümkün değildir. Davacı 03.09.2009 tarihinde AYİM kaydına geçen dava dilekçesine özetle; Zeytinburnu lojmanlarında oturma süresinin Eylül 2009 ayında dolduğunu, farklı tahsis makamında çalışıyor olması ve oturma süresini doldurması sebebiyle halen oturduğu lojmandan çıkarılarak Levent bölgesindeki lojmanlardan istifade etmesinin istendiğini, 1'inci Ordu İstanbul Garnizonu Konut Özel Yönergesinin yayımlandığı 2006 yılından bu yana bazı birliklerin lağvedilmesi, bazılarına fazladan personel atanması, bazı lojmanların boşaltılması ve yeni lojman inşa edilmesinin söz konusu özel yönergenin konut gruplarını düzenleyen Ek-C’sinin yeniden düzenlenmesi ihtiyacını ortaya çıkardığını, sadece 3'üncü Kor. K.lığına 2009 atamalarında fazladan 25 civarında personel atandığını, lojman ihtiyacının arttığını, 02.09.2009 tarihinde yapılan lojman dağıtımlarında Levent-Beşiktaş lojmanları için 232 subaya 74 konut önerilirken, Zeytinburnu-Ataköy lojmanları için 74 subaya 54 konut önerildiğini, lojman öneri sırasında Levent grubunda 107'nci sırada olduğunu, tercih ettiği konuta giremediğini, Zeytinburnu konut grubundan tahsis yapılsaydı 37'nci sırada yer aldığını ve halihazırda ikamet ettiği konuta girebilecek olduğunu, Zeytinburnu bölgesinden de kendisine konut önerilmesi gerektiğini belirterek isteği olan Zeytinburnu lojmanlarında ikamete tabi tutulmayarak Levent bölgesindeki konutlardan yararlandırılması şeklindeki işlemin iptaline ve öncelikle yürütmenin durdurulmasına, 1'inci Ordu ve İstanbul Garnizonu Konut Özel Yönergesi Ek-C Çizelgesinin iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. AYİM 3'üncü Dairesinin 17.09.2009 tarih ve Gensek No:2009/3079; Esas No:2009/1061 sayılı kararı ile davacının yürütmenin durdurulması isteminin reddine karar verilmiştir. Dava dosyasında mevcut bilgi ve belgelerin incelenmesi neticesinde; Davacıya 66'ncı Mknz. P. Tug. K.lığının tahsis yetkisindeki Zeytinburnu konut gurubundan konut tahsis edildiği, 2005 yılı genel atamalarında Ayazağa/İstanbul 3ü'ncü Kor. Geri Des. Ybşk.lığı emrine atandığı, davacının konutta yasal oturma süresinin Eylül 2009 tarihinde dolduğu, davacının 1'inci Ordu ve İstanbul Garnizonu Konut Özel - 342 - Yönergesinin Ek-C'sindeki Zeytinburnu lojmanlarından yararlanacak birlik ve kurumlar listesine 3'üncü Kor. K.lığı personelinin de eklenmesi ve Zeytinburnu konutlarından yararlandırılması için 06.07.2009 tarihli dilekçesi ile idari müracaatta bulunduğu, müracaatına cevap verilmemesi üzerine Zeytinburnu bölgesindeki konutlardan yararlandırılmama işleminin iptali ile, 1'inci Ordu ve İstanbul Garnizon Konut Özel Yönergesinin Konut grupları ile bu konut gruplarından yararlanacak birlik ve kurumları gösteren Ek-C Çizelgesinin iptaline ve öncelikle yürümenin durdurulmasına karar verilmesi istemiyle bu davanın açıldığı anlaşılmıştır. MSY 319-2(B) TSK Konut Yönergesinin Birinci Bölüm 3'üncü maddesinin g bendinde “Konut Grubu: Aynı tahsis makamının tahsis sorumluluğunda bulunan konutlar birlik ve kurumları konuş durumu, emniyet, servis hizmeti, trafik yoğunluğu, birlik ve kurumlardaki mevcut personel sayısı, personelin konutlardan eşit şekilde faydalanması ve personelin görev yerlerine en yakın konutlardan istifade esasları dikkate alınarak oluşturulan konut gruplarını ifade eder.” şeklinde tanımlanmıştır. Yönergenin "Konut tahsisine yetkili makamlar" başlıklı 4'üncü maddesinin dördüncü fıkrasında da "Konut tahsisine yetkili makamlar; bu yönerge esaslarına uygun olarak, tahsis sorumluluğunda bulunan konut gruplarını, bu konut gruplarından istifade edecek birlikleri ve bu yönergede belirlenen esasları nasıl yürüteceğini belirler.” hükmüne yer verilmiştir. 1'inci Ordu ve İstanbul Garnizonu Konut Özel Yönergesinde Yenilevent-Orhaniye-Kalender-Darphane-Çengelköy ve Ertuğrul Bölgesindeki konut gruplarından konut tahsisine 23'üncü Mot. P. Tüm K.lığının Ataköy-Zeytinburnu-Fatih-Fındıkzade Bölgesindeki konut grubunda konut tahsisine 66'ncı Mknz. P. Tug. K.lığının yetkili olduğu belirtilmiştir. Söz konusu Konut Özel Yönergesinin Ek-C'sinde de Yenilevent konut grubuna dahil 741 konuttan 3'üncü HRF. Kor. Kh. ve Bağlı birliklerinin, Zeytinburnu konut grubuna dahil 509 konuttan 52'nci Zh. Tak Tüm. Kh. birliklerinin yararlanacağı gösterilmiştir. Davacı tarafından iptal talebine konu olan 1'inci Ordu ve İstanbul Garnizonu Konut Özel Yönergesinin Ek-C Çizelgesinde yer alan konut gruplarının ve yararlanacak personelin belirlenmesinde, TSK Konut Yönergesinde belirtilen esasların dikkate alınmadığı iddia edilmekte ise de; Davalı idarenin 19.02.2010 tarihli yazısından İstanbul Batı Garnizonundaki konut tahsis etmeye yetkili makamların her yıl Kasım ayında Ordu Komutanlığına ana ast ve bağlı birliklerinin konut durumu raporları ve personelin konutlardan faydalanma oranlarının konut kadrosu, mevcudu, ihtiyaç miktarını, konutta oturan ve sırada bekleyen personel miktarını gösteren ve bunların oranlarını gösteren çizelgeleri hazırlayarak gönderdiği, - 343 - çeşitli konut gruplarına tabi olacak konut sayısının ve konut kadrolarının hangi konut grubundan hangi birlik personelinin yararlanacağının belirlenmesinde birliklerdeki personel mevcudunun dikkate alındığı, 2009 yılında Batı garnizonunda görev yapan subay ve astsubayların konuttan faydalanma oranlarının % 100 olduğu anlaşılmaktadır. 3'üncü Kor. K.lığı Birliklerinin konuşlanma durumu itibariyle Yenilevent konut grubuna Zeytinburnu konut grubundan çok daha yakın olduğu konusunda da şüphe bulunmamaktadır. Dolayısıyla konut gruplarının ve yararlanacak personelin belirlenmesinde davacıların iddialarının aksine birlik ve kurumların konuş durumu, servis hizmeti, birlik ve kurumlardaki personel sayısı, personelin görev yerlerine en yakın konutlardan istifade etmesi gibi esasların dikkate alınmadığı sonucuna varmak mümkün değildir. Davacı iddialarını desteklemek üzere Eylül 2009 ayında icra edilen konut dağıtımına ilişkin olarak Levent-Beşiktaş lojmanları ile Zeytinburnu -Ataköy lojmanları arasındaki önerilen konut miktarı ve personel sayısı orantısızlığını örnek olarak göstermiş ise de; bu durumun belirli bir andaki konut talep eden personel ve önerilen konut sayısını gösterdiği, her bir öneri döneminde farklı sebeplerle konut talep eden personel sayısının değişebileceği dikkate alındığında daha önceden soyut olarak belirli yöntem dahilinde konut gruplarının ve yararlanacak personelin belirlendiği 1'inci Ordu ve İstanbul Garnizonu Konut Özel Yönergesinin EkC Çizelgesinin sırf davacının ileri sürdüğü bu nedenle TSK Konut Yönergesinde belirtilen esaslara aykırı olduğunu kabul etmek de mümkün değildir. Bu nedenlerle davacının 1'inci Ordu ve İstanbul Garnizonu Konut Özel Yönergesinin Ek-C Çizelgesinin iptali isteminin reddine karar verilmiştir. TSK Konut Yönergesinin "Konutta yasal oturma süresini dolduran personele uygulanacak ön tahsis işlemi esasları" başlıklı 3'üncü Bölüm 4'üncü maddesinin son fıkrasında"... Aynı garnizonda farklı tahsis makamı veya konut grubunda göreve devam eden personel yasal oturma süresi sonunda yeni görev yerinin konutlarından faydalanır." hükmüne yer verilmiştir. Davacı Zeytinburnu konut grubundan kendisine tahsis edilen konuta beş yıllık yasal oturma sersini doldurmuştur. 1'inci Ordu ve İstanbul Garnizonu Konut Özel Yönergesinin Ek-C Çizelgesine göre 3’üncü HRF.Kor.Kh. ve Bağlı Birlik personelinin Yenilevent konut grubundaki konutlardan yararlanması gerekmektedir. Davacının yeni görev yeri 3'üncü Kor. K.lığı olması sebebiyle Yenilevent konut grubundaki konutlardan yararlandırılması gerekmektedir. Dolayısıyla yukarıda belirtilen Yönerge hükmü gereğince davacının Zeytinburnu konut grubundaki konutlardan yararlandırılarak kendisine konut tahsis edilmesi mümkün değildir. - 344 - Yukarıda açıklanan nedenlerle; Yasal dayanaktan yoksun DAVANIN REDDİNE, 25 MART 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM. 3.D., 25.03.2010; E. 2009/1061, K. 2010/404) -72ÖZETİ: Askerliğini Kıbrıs’ta yedek subay olarak yerine getiren personele misafirhane tahsis edilmemesine yönelik dava konusu yönerge hükmünün ve buna dayalı olarak tesis edilen misafirhane tahsis edilmemesi işleminin hukuka aykırı olmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır. Davacı 20.08.2009 tarihinde Kartal 4. Asliye Hukuk Mahkemesi, 24.08.2009 tarihinde AYİM’de kayda geçen dava dilekçesinde özetle; evli ve bir çocuklu olduğunu, eşinin ikinci çocuğuna hamile olduğunu, ailesini görev yaptığı Kıbrıs’a götürmek zorunda olduğunu, ailesiyle beraber ikamet etmek için konut talebinde bulunmasına rağmen, talebinin dikkate alınmadığını ve misafirhane tahsis listesine hiç dâhil edilmediğini, 10.08.2009 tarihinde yapılan misafirhane dağıtım işleminde kendisine tahsis yapılmaması işleminin hukuka aykırı olduğunu belirterek iptaline, hamile olan eşinin uçuş izninin Ağustos 2009 ayına kadar olması sebebiyle öncelikle yürütmenin durdurulmasına karar verilmesini talep ve dava etmektedir. Dava dosyasının incelenmesinden; 30.04.2009 tarihinde asteğmenliğe nasbedildiği, 09.07.2009 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan kararname ile KTBK Komutanlığı Askeri Mahkemesinde askeri hâkim olarak görevlendirildiği, 2 yaşındaki çocuğu ile hamile olan eşini görev yaptığı yere getirmek zorunda olduğundan 04.08.2009 tarihli dilekçe ile lojman kartı verilmesi ve 06.08.2009 tarihli dilekçe ile kendisine konukevi (misafirhane) tahsis edilmesi için idari müracaatta bulunduğu, KTBK Komutanlığının 04.08.2009 tarihli işlemi ile davacının talebinin reddedildiği, bu işlemin 12.08.2009 tarihinde davacıya tebliğ edildiği, davacının konukevi (misafirhane) tahsis edilmemesi işleminin iptaline karar verilmesi talebiyle süresinde bu davayı açtığı anlaşılmaktadır. AYİM 3. Dairesinin 01.10.2009/2978-1141 sayılı kararı ile davacının yürütmenin durdurulması isteminin reddine karar verilmiştir. Girne garnizonunda bulunan misafirhaneler, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti tarafından KTBK Komutanlığının tahsis yetkisinde olarak, personelinin kullanımına sunulan konutlardan olmakla beraber, Milli Savunma Bakanlığı yoluyla genel bütçeye dâhil olan kira ve genel giderlere ilişkin bir kesinti yapılmayıp, yalnızca bakım-onarım masrafı olarak kendi - 345 - içerisinde kesinti yapılması karşısında, konutlardan yararlanma esasları belirlenirken doğrudan doğruya 2946 sayılı Kamu Konutları Kanununun uygulanma yerinin olmadığı değerlendirilmektedir. Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı tahsis yetkisindeki misafirhanelerden yararlanma esasları Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı Girne Garnizonu Misafirhane Özel Yönergesi ile düzenlenmiştir. Söz konusu Yönergenin İkinci Bölüm Genel esaslar kısmı 1. maddesinde; misafirhane tahsis edilecek personel sayılmış olup, anılan maddede “Misafirhaneler, KTBK Komutanlığı Girne Garnizonunda konuşlu birlik ve kurumlara (…) atanan evli subay (muvazzaf / sözleşmeli), astsubay, sivil memur, uzman erbaşlar ile bekar subay (muvazzaf/sözleşmeli) astsubay, sivil memur, uzman erbaşların kanunen bakmakla yükümlü oldukları birinci derece yakını veya yakınları ile birlikte ikamet edeceğini belgeleyen personele hizmette mesuliyet ve müesseriyet esasları dikkate alınarak, lojman puan sıralamasına göre tahsis edilir.” düzenlemesine yer verilmiştir. Bu Yönerge hükmünden açıkça anlaşılacağı üzere askerlik hizmetini yapmak üzere Türk Silahlı Kuvvetlerine katılan yedek subaylar misafirhanelerden yararlanacak personel arasında sayılmamıştır. Yönerge hükümleri bir bütün olarak değerlendirildiğinde; konuttan yararlanacak personele ilişkin hükümlerin düzenleme biçiminden amacın hizmetin asli ve devamlı personeli durumunda olanlara sosyal destek sağlayarak hizmette tutmayı özendirmek, hizmetin sürekli görev yapan personel eliyle daha verimli yürütülmesini mümkün kılmak olduğu anlaşılmaktadır. Türk Silahlı Kuvvetlerinin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde üstlendiği görev şartları, yedek subay personelin görev süresi, 2946 sayılı Kanunun KTBK Komutanlığı kullanımına verilen misafirhanelerden yararlanma esaslarının belirlenmesinde doğrudan doğruya uygulanamayacağı hususu ile KTBK Komutanlığı tahsis yetkisinde, KTBK Komutanlığı bünyesinde görev yapan tüm personele yetecek sayıda misafirhane bulunmadığı hususları birlikte değerlendirildiğinde, askerliğini yedek subay olarak yerine getiren ve nispeten Türk Silahlı Kuvvetlerinde kısa süreli görev yapan personele misafirhane tahsis edilmemesine yönelik dava konusu yönerge hükmünün ve buna dayalı olarak tesis edilen misafirhane tahsis edilmemesi işleminin hukuka aykırı olmadığı sonuç ve kanaatine ulaşılmaktadır. Yukarıda açıklanan nedenlerle; Yasal dayanaktan yoksun davanın REDDİNE, 21 Ocak 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM. 3.D., 21.01.2010; E. 2009/1141, K. 2010/173) - 346 - KIDEM - YURTİÇİ, YURTDIŞI ÖĞRENİM İŞLEMLERİ YÜKSEK LİSANS KIDEMİ -73ÖZETİ: Nitelik belgesinin olumsuz tanzim edilmesinde takdir yetkisinin objektif ölçü içerisinde ve hukuka uygun olarak kullanıldığı kararına varıldığından yasal koşulların tümünü taşımaması nedeniyle dava konusu lisansüstü öğrenim kıdemi verilmesine dair talebin reddedilmesine dair işlemde ilgili yasal düzenlemelere ve hukuka aykırı bir husus olmadığı kararına varılmıştır. Davacı vekili, 07.09.2009 tarihinde İstanbul Bölge İdare Mahkemesinde, 11.09.2009 tarihinde de Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde kayda geçen dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin, doçentlik sınavını kazanarak 25.12.2008 tarihinde doçent unvanını aldığını, yardımcı doçentlik kadrosunda altı yıllık bekleme süresini tamamladığından 2009 yılı genel atamaları ile GATA Haydarpaşa Eğt.Hst.Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Servisinde uzman kadrosuna atandığını, doçentlik kıdemi verilmesi için yapmış olduğu müracaatına, davalı idarece 926 sayılı TSK Personel Kanununun 36’ncı maddesinin (d) fıkrasında belirtilen şartları taşımadığı gerekçesi ile olumsuz cevap verildiğini, müvekkiline 21.02.2008 tarihli tebligat ile üst üste beş yıl tam sicil notu ile değerlendirildiğinin tebliğ edilmesi nedeniyle müvekkilinin “sicil tam notunun %90 ve daha üstünde olma” şartını sağladığını değerlendirdiklerini, 926 sayılı Kanununun 36’ncı maddesinin (d) fıkrasında yer alan şartlardan birisinin de “Lisansüstü Öğrenim Kıdemi Nitelik Belgesinin Olumlu Olması” olduğunu, müvekkilinin menfi kabul edilecek herhangi bir durumunun bulunmadığını, ancak lisansüstü öğrenim kıdemi verilebilmesi için aranan nitelik belgesinin olumlu olması şartının müvekkili yönünden aranamayacağını, zira 36’ncı maddenin (d) fıkrasında düzenlenen “Lisansüstü Öğrenim Kıdemi Nitelik Belgesi”nin müspet olma şartının sadece lisansüstü öğrenimini kendi nam ve hesabına yapanlar yönünden aranacak bir şart olduğunu, müvekkilinin lisansüstü öğrenimini kendi nam ve hesabına değil, bizzat idare tarafından seçilerek idarenin takdir ve onayı ile yaptığını, müvekkiline lisansüstü öğrenim kıdemi verilmemesi işleminin hukuka aykırı olduğunu belirterek iptaline karar verilmesi istemiyle bu davayı açtığı görülmektedir. Dava dosyasında bulunan bilgi ve belgeler ile özlük ve sicil dosyalarının incelenmesinden; doçentlik sınavında başarılı olarak 25.12.2008 tarihinde psikiyatri bilim alanında doçent unvanını alan - 347 - davacının, doçentlik kıdemi verilmesi talebi ile yapmış olduğu müracaatına K.K.K.lığının 10.07.2009 gün ve PER:1430-191522-09/Tyn.D.Sicil ve Kd.Ş.Sb.Ks. sayılı cevabi yazısı ile 926 sayılı TSK Personel Kanununun 36’ncı maddesinin (d) fıkrasında belirtilen (Lisansüstü Öğrenim Kıdemi Nitelik Belgesinin olumlu olması) şartı sağlamadığından bahisle olumsuz cevap verilmesi ve bu cevabi yazının 07.08.2009 tarihinde davacıya tebliği üzerine AYİM’de bu davanın açıldığı anlaşılmıştır. Davalı idarenin tesis ettiği olumsuz işlemde, davacıya verdiği cevaptan ve savunmalarından yüksek lisans kıdemi verilmemesi nedeninin nitelik belgesinin olumsuz olmasından kaynaklandığı, ve diğer şartlar açısından uyuşmazlık bulunmadığı görülmektedir. Lisansüstü öğrenim kıdemi verilebilmesi için gerek 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununun 36’ncı madde (d) fıkrasında, gerek Subay Sicil Yönetmeliğinin 116’ncı madde (b) fıkrasında öngörülen şartların tamamının sağlanmasının gerektiği konusunda herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır. 926 sayılı Kanunun 36’ncı madde (d) bendi 2 nolu alt bendi; “Lisansüstü öğrenimini kendi nam ve hesabına yapanlar için askeri disiplin tutum ve davranışları, görevindeki başarısı, mesleki bilgi ve yetenekleri, genel kültürü, ahlaki ve şahsi nitelikleri bakımdan kıdem almaya layık bulunduğuna dair “Lisansüstü Öğrenim Kıdemi Nitelik Belgesi”nin müsbet olarak düzenlenmiş olması” hükmünü amir olup Subay Sicil Yönetmeliğinin 116’ncı madde (b) bendi 10/c alt bendinin de aynı düzenlemeye yer verdiği görülmektedir. Lisansüstü öğrenim kıdemi nitelik belgesinin nasıl tanzim edileceğini gösteren Subay Sicil Yönetmeliğinin Ek11 çizelgesinin “Açıklamalar” başlığı altındaki 3’üncü fıkrasında da; “Nitelik belgesinin son değerlendirilmesi ile sicil üstlerinin farklı değerlendirmelerinde kesin hüküm Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığına aittir” hükmü bulunmaktadır. Davacı vekilinin davacının doçentlik eğitimini kendi nam ve hesabına değil idarenin nam hesabına yaptığını, bu nedenle de 926 sayılı Kanunun 36’ncı madde (d) fıkrası uyarınca nitelik belgesi aranmaması gerektiğini ifade etmesi nedeniyle, bu konuyu araştırmak amacıyla yazılan 4.5.2010 tarihli ara kararımıza K.K.K.lığınca verilen 22.6.2010 tarihli cevap ile Genelkurmay Başkanlığının 15.6.2010 tarihli cevaplarından, davacının doçentlik unvanını almak için kendi adına YÖK’e başvurusunda Genelkurmay Başkanlığından izin almadığı ve doçentlik müracaatının kendisi tarafından YÖK’e doğrudan yapıldığından nitelik belgesi de düzenlenmediği anlaşılmakla, davacı tarafından yapılan bu eğitimin kendi nam ve hesabına yapılan bir eğitim olduğu kararına varılmıştır. Dava konusu “Lisansüstü öğrenim kıdemi verilmemesi” işleminin sebebini, yukarıda da ifade edildiği gibi davacı hakkında düzenlenen - 348 - “Lisansüstü Öğrenim Kıdemi Nitelik değerlendirilmesi olgusu oluşturmaktadır. Belgesi”nin olumsuz olarak Yukarıda belirtilen mevzuat hükümleri çerçevesinde, Nitelik belgesinin olumlu veya olumsuz şekilde değerlendirme yetkisinin sıralı sicil üstlerine ait olduğu ancak bu konudaki son değerlendirme ve takdir yetkisinin kullanılmasının ise Kuvvet Komutanlıklarına bırakıldığı açıkça anlaşılmaktadır. Kuvvet Komutanlıklarının ilgili hakkında olumlu nitelik belgesi düzenlense bile son değerlendirmeyi olumlu veya olumsuz olarak kullanma takdir yetkisi ile donatıldığı tartışmasızdır. Ancak mevcut takdir yetkisinin kullanılmasında hangi ölçütlerin esas alınacağı belirlenmemiş ise de tüm kamusal yetkilerin kullanılmasında olduğu gibi tanınan bu yetkinin kamu amacı ve amacın belirlediği sınırlar çerçevesinde objektif olarak ve kamu yararı – birey yararı dengesi korunarak gerekçeli bir şekilde kullanılması yükümlülüğünün ve zorunluluğunun esas alınması gerektiği kaçınılmazdır. Bu bağlamda dava konusu işlemin sebep unsuru içinde ele alınan nitelik belgesinin değerlendirilmesinde kullanılan takdir yetkisinin, dayanılan olgu ve sebepler çerçevesinde irdelenmesi ve yargısal denetime tabi tutulması bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. Açıklamalar çerçevesinde yapılan değerlendirmede; davacının yaptığı yüksek lisans eğitimi nedeniyle kıdem verilmesi yönündeki müracaatı sonrası tanzim edilen “Lisansüstü Öğrenim Kıdemi Nitelik Belgesinin” sıralı sicil üstlerince olumlu olarak düzenlendiği, ancak nihai yetkiye sahip Kara Kuvvetleri Komutanının takdir hakkını nitelik belgesinin olumsuz kabul edilmesi yönünde kullandığı görülmektedir. Davalı idarenin 4.5.2010 tarihli ara kararımıza verdiği 3.6.2010 tarihli cevap ve ekindeki belgelerde yapılan inceleme ve değerlendirmede nitelik belgesinin olumsuz tanzim edilmesinde takdir yetkisinin objektif ölçü içerisinde ve hukuka uygun olarak kullanıldığı kararına varıldığından yasal koşulların tümünü taşımaması nedeniyle dava konusu lisansüstü öğrenim kıdemi verilmesine dair talebin reddedilmesine dair işlemde ilgili yasal düzenlemelere ve hukuka aykırı bir husus olmadığı kararına varılmıştır. Açıklanan nedenlerle; Yüksek lisans kıdemi verilmesi talebinin reddine dair işlemin iptaline yönelik DAVANIN REDDİNE, 15 TEMMUZ 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM. 1.D., 15.07.2010; E. 2009/1091, K. 2010/789) - 349 - -74ÖZETİ: Davalı idarece lisansüstü öğrenim nedeniyle kıdem verilecek personelin değerlendirilmesinde tezli ve tezsiz Lisansüstü öğrenime ayrı puan takdir edilmiş olmasında hukuka aykırı bir yön bulunmadığı gibi sunacağı kamu hizmeti nedeniyle hazırlanacak tezlerden de azami ölçüde istifade edebilmek amacıyla tezli yüksek lisans eğitimlerini teşvik için böyle bir düzenleme yoluna gidildiği görülmekte olup bu itibarla da Anayasanın eşitlik ilkelerine aykırı bir husus bulunmadığı kararına varılmıştır. Davacı 27.04.2009 tarihinde İzmir Nöbetçi İdare Mahkemesi 30.04.2009 tarihinde AYİM kaydına giren dava dilekçesinde özetle; Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Hukuku Ana Bilim Dalı (Genel) Kamu Hukuku Bilim Dalında kendi nam ve hesabına başladığı yüksek lisans eğitimini 15 Ekim 2008 tarihinde tamamlayıp mezun olduğunu, kıdem verilmesi talebiyle 10 Kasım 2008 tarihli dilekçe ile müracaat ettiğini, Dz.K.K.lığının 28 Ocak 2009 tarih ve PER:1430-333209/Sic.ve Kd.Şb. 13826 sayılı yazısı ile müracaat ettiği Kumu Hukuku Bilim Dalında kontenjana giremediği sebebine dayanılarak talebinin reddedildiğini, işlemin hukuka aykırı olduğunu; Zira öncelikle yapmış olduğu müracaatın değerlendirilmesinde dikkate alınan ve uygulanan TSK. Lisansüstü Eğitim– Öğretim Yönetmeliğinin öğrenim kıdemi verilme esaslarını düzenleyen 10’uncu maddesinde belirtilen “nitelik puanına ilaveten tezli yüksek lisans eğitimlerine ilave 10 puan verileceği düzenlemesinin Anayasanın eşitlik ilkesine aykırı olduğu, YÖK Kanununa göre tezli yüksek lisans ile tezsiz yüksek lisanslar arasındaki farkın; öğrenci seçimi öğrencilerin ödeyecekleri harç ücretleri, yararlanabilecekleri burslar gibi konularda kendini gösterdiğini, eğitim kalitesi ile mezuniyet sonrası haklar açısından bir farklılık öngörülmediğini, her iki eğitimi görenlerin de doktora yapabildiklerini, yani tezsiz yüksek lisans mezunları ile tezli yüksek lisans mezunlarının aynı hukuksal durumda olduğunu, bu nedenle TSK. Lisansüstü Eğitim Öğretim Yönetmeliğinin 10’uncu maddesi ile getirilen ve tezli Yüksek Lisans Eğitimi yapanlara verilen ilave 10 puanın Anayasanın 10’uncu maddesinde yer verilen eşitlik ilkesine aykırı olduğunu ve bu nedenlerle iptali ile bu sebebe dayalı olarak “kontenjana giremediği” gerekçesi ile yüksek lisans kıdemi verilmemesi işlemininde iptaline karar verilmesi gerektiğini, işlemin 2’nci hukuka aykırılık nedeninin ise; Dz.K.K. lığı Personel Temin ve Yetiştirme Planının da yer alan ve bu plan gereğince Lisansüstü öğretim görecek subaylara öğrenim kıdemi verilecek Lisansüstü Programlar ve Dallar incelendiğinde; Askeri Hâkim Sınıf için “Hukuk” ve - 350 - “Siyaset ile kamu yönetimi” adı altında iki ana grup program belirlendiğini, bunlardan Hukuk Programında “bilim dalları” esas alınarak düzenleme yapıldığını, hukukende öyle olması gerektiğini, zira; 926 sayılı Kanun ile Subay Sicil Yönetmeliğinin de kıdem verilecek personel kontenjanlarının belirlenmesinde, tereddüte yer vermeyecek şekilde “Anabilim Dalını” değil “Bilim” dalını esas aldıklarının anlaşıldığını, keza Planda belirtilen “Genel Kamu Hukuku”, Anayasa Hukuku, İdare Hukuku…. Bilim dallarının ayrı ayrı bilim dalları olduğunu, planda “Kamu Hukuku Ana Bilim Dalının” bilim dallarından biri olan “Genel Kamu Hukuku” bilim dalının yanı sıra yine Kamu Hukuku Ana Bilim Dalının diğer bilim dalları olan “Anayasa Hukuku”, “İdare Hukuku”, “Askeri Ceza Hukuku”, “Askeri Yargılama Usul Hukuku” … bilim dallarının da ayrıca belirtildiğini ve bu bilim dalları içende yıllara göre ayrı ayrı kontenjan belirlenmiş olmasının, planda belirtilen; Genel Kamu Hukuku ile kastedilenin, Kamu Hukuku Anabilim Dalı olmadığı, Kamu Hukuku Ana Bilim Dalının bir bilim dalı olan “Genel Kamu Hukuku Bilim Dalı olduğunu, neticeten planda yer alan “Genel Kamu Hukuku” nun “Kamu Hukuk Ana Bilim Dalı” olmayıp bu Ana Bilim Dalının bilim dallarından birisi olan Genel Kamu Hukuk Bilim Dalı olduğunu, sonucunda; Genel Kamu Hukuku Bilim Dalının 2008 yılı Kontenjanına giren personelin belirlenmesinde bu kurala riayet edilmeden diğer başvuru sahibi personelin hangi bilim dalı mezunu olduğu araştırılmadan belgesinde yazılı olan Ana Bilim Dalı dikkate alınarak işlemin sonuçlandırılmasının hukuka aykırı olduğunu, Dz.K.K.lığı planı incelendiğinde Askeri Hakim sınıfı için “Genel Kamu Hukuk Bilim Dalına” 2008 yılında 1 kontenjan verilirken, Anayasa Hukuku Bilim Dalı için 2014 yılında 1 kontenjan öngörüldüğünü bu durumda; Anayasa Hukuku Bilim Dalında Yüksek Lisans yapmış başka bir personele planda açıkça “Anayasa Hukuk Bilim Dalı” için 2014 yılında kontenjan verilmiş olmasına rağmen Genel Kamu Hukuku Bilim Dalı”nın 2008 yılı kontenjanına dahil edilerek, bu personele “Genel Kamu Hukuk Bilim Dalından” yüksek lisans kıdemi verilmesinin hukuka aykırı olduğu, Uyuşmazlığın çözümünde; As.Hâk. Ütğm. …’ün Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Programının “Kamu Hukuk Ana Bilim Dalının, Hangi Bilim Dalında (veya alt alanında) öğrenim gördüğünün sorulmasını talep ettiğini, kendisi bu yola başvurmuşsa da; bilgi verilmediğini ifade ederek TSK. Lisansüstü Eğitim – Öğretim Yönetmeliğinin 10’uncu maddesindeki; “…tezli yüksek lisans eğitimlerine ilave 10 puan verileceği” hükmünün ve Yüksek Lisans kıdemi verilmemesi işleminin iptaline karar verilmesi istemiyle bu davayı açtığı görülmektedir. Dava dosyasının incelenmesinden; davacının Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Hukuku Anabilim Dalı Kamu Hukuku Bilim Dalında başladığı lisansüstü öğrenimini 15.10.2008 tarihinde tamamlayarak 10.11.2008 tarihnde lisansüstü öğrenim kıdemi almak için idari müracaatta bulunduğu, talebinin Dz.K.K.lığının 29.01.2009 tarihli yazısı ile ve davacının 2008 yılı için öngörülen kantenjana girememesi gerekçesiyle reddedildiği ve bu cevabın 27.02.2009 tarihinde davacıya - 351 - tebliği üzerine 27.04.2009 tarihinde kayda giren dilekçe ile ve işlemin iptali istemiyle bu davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Davacı dava konusu işlemin yasal dayanaklarından olan TSK. Lisansüstü Eğitim Öğretim Yönetmeliğinin “Öğrenim Kıdemi Verilme Esasları” başlıklı 10’uncu maddesindeki nitelik puanının belirlenmesine yönelik kıstaslar arasındaki “Tezli Yüksek Lisans eğitimlerine ilave 10 puan verilir” düzenlemesinin Anayasının 10’uncu maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesine aykırı olduğu iddiası ile iptaline karar verilmesini talep ettiğinden ve bu husus dava konusu uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasındaki esaslı unsurlardan biri olduğundan öncelikle bu talebin değerlendirilmesine geçilmiştir. 926 Sayılı TSK. Personel Kanununun “Nasıp Düzeltilmesi” başlıklı 36’ncı madde birinci fıkra (d) bendinin 3 nolu alt bendindeki; “…Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı personel temin ve yetiştirme planlarında belirtilecek ihtiyaç duyulan bilim dallarında yüksek lisans öğrenimi yapanlardan; yüksek lisans eğitimi bitiriş notu, lisans eğitimi bitiriş notu, sicil notu ortalaması, mükâfatlar ve cezalar ile Türk Silâhlı Kuvvetleri Lisansüstü Öğrenim Yönetmeliğinde belirtilen diğer şartlar esas alınarak yapılacak sıralamada Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı namına ve kendi namına olmak üzere ayrı ayrı olarak bilim dalı karşılığında tahsisi yapılan kontenjanlara giren subaylara bir yıl, bunlardan doktora yapanlara bir yıl, doğrudan doktora yapanlara iki yıl, doçent olanlara ayrıca bir yıl olmak üzere toplam üç yıl; Tıpta uzmanlık belgesi alanlara, diş tabipliğinde, veterinerlikte, eczacılıkta uzman belgesi alanlara veya doktora yapanlara iki yıl, bunlardan doçent olanlara ayrıca bir yıl olmak üzere toplam üç yıl; kıdem verilir.” hükmü mevcut olup bu hüküm dikkate alındığında davalı idareye yüksek lisans kıdemi verilmesi işleminde sayılan bazı koşullar dışında şart belirleme imkanında tanındığı görülmektedir. Yasanın bu hükmünden hareketle 06.09.2008 tarih ve 26989 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe sokulan TSK. Lisansüstü Eğitim Öğretim Yönetmeliğinin 10’uncu maddesinde nitelik puanının belirlenmesinde tezli yüksek lisans eğitimlerine ilave 10 puan verileceğinin düzenlendiği görülmekte olup, yapılan değerlendirmede 2547 sayılı Kanuna istinaden hazırlanarak 01.07.1996 tarihli resmi gazetede yayımlanıp yürürlüğe sokulan Lisansüstü eğitim ve öğretim Yönetmeliğinin hükümleri incelendiğinde; “Tezli Yüksek Lisans” ve “Tezsiz Yüksek Lisans” öğreniminin bazı yönlerden farklı şartlara tabi tutulduğu görülmektedir. Bu nedenle davalı idarece lisansüstü öğrenim nedeniyle kıdem verilecek personelin değerlendirilmesinde her iki Lisansüstü öğrenime ayrı puan takdir edilmiş olmasında hukuka aykırı bir yön bulunmadığı gibi sunacağı kamu hizmeti nedeniyle hazırlanacak tezlerden de azami ölçüde istifade edebilmek amacıyla tezli yüksek lisans eğitimlerini teşvik için böyle bir düzenleme yoluna gidildiği görülmekte olup - 352 - bu itibarla da Anayasanın eşitlik ilkelerine aykırı bir husus bulunmadığı kararına varılmıştır. Yüksek lisan eğitimi nedeniyle kıdem verilmesine yönelik yasal düzenlemelere bakıldığında 926 sayılı TSK Personel Kanunun “Nasıp düzeltilmesi” başlıklı 36’ncı maddesinin (d) bendindeki düzenleme ile; “d) …Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı insan gücü temin ve yetiştirme planlarında belirtilecek ihtiyaç duyulan dallarda yüksek lisans (bilim uzmanlığı, yüksek mühendislik, master) öğrenimi yapanlara bir yıl, bunlardan doktora yapanlara bir yıl, doğrudan doktora yapanlara iki yıl, doçent olanlara ayrıca bir yıl olmak üzere toplam üç yıl; (….) Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığının insan gücü temin ve yetiştirme planlarında belirtilecek ihtiyaç duyulan dallarda, general ve amiraller hariç olmak üzere, daha önce lisansüstü öğrenim yaptığı daldan farklı bir dalda ilave bir lisansüstü öğrenim yapan subaylara en fazla bir yıl daha; kıdem verilir.” hükmünün getirildiği görülmektedir. Subay Sicil Yönetmeliğinin “Üstün başarı nedeniyle terfi ve lisansüstü öğrenim kıdemi” başlıklı 116’ncı maddesinin b/5 bendinde ise; “Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı insan gücü temin ve yetiştirme planlarında belirtilecek ihtiyaç duyulan dallarda, daha önce lisansüstü öğrenim yaptığı daldan farklı bir dalda, yüksek lisans veya doktora yapmak veya doçent olmak suretiyle ilave bir lisansüstü öğrenim yapan subaylara en fazla bir yıl daha kıdem verilir.” hükmünün getirildiği görülmektedir. Davacı yaptığı yüksek lisans eğitimi nedeniyle kendisine kıdem verilmeyerek Dz.Hâk. Ütğm. …’e kıdem verilmesi işleminde adı geçen hâkim subayın yaptığı yüksek lisans eğitimine yönelik bazı iddialarda bulunması nedeniyle; gerek davacı hakkında (eğitim yaptığı Selçuk Üniversitesi Rektörlüğüne) gerekse Dz.Hâk. Ütğm. Ercan AYGÜN hakkında (eğitim yaptığı Ankara Üniversitesi Rektörlüğüne) 15.12.2009 tarihi itibariyle yazılan ara kararlarla; Selçuk Üniversitesi Rektörlüğünden “… hakkında Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünün 10916 nu.lı diploması ile Yüksek lisans programını tamamlayarak bu diplomayı alan davacının gördüğü eğitimin, hangi isim altında yapıldığı, yapılan eğitimin “Genel Kamu Hukuku Bilim Dalı” olup olmadığı ve Kamu Hukuku Anabilim Dalı’nda yapılan yüksek lisans eğitimi ile “Genel Kamu Hukuku Bilim” dalında yapılan yüksek lisans eğitimlerine kabul şartlarında farklılık olup olmadığı hususları Konya Selçuk Üniversitesi Rektörlüğünden sorulmasına, Dz.Hâk. Ütğm. … hakkında da 15 Aralık 2009 tarihli ara kararla Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde Kamu Hukuku Anabilim Dalı’nda yüksek lisans öğrenimi görerek 2007 yılında mezun olan Dz. Hakim Ütğm. …’ün yaptığı bu eğitime ilişkin “Transkripti”, “Diploma örneği” ve Yüksek Lisans Tezinin “İçindekiler Bölümü”ne ait sayfaların - 353 - suret (veya fotokopilerinin) gönderilmesi ve Dz.Hakim Ütğm. …’ün eğitimini Hangi Anabilim Dalında ve varsa Bilim Dalında yaptığının bildirilmesi ile Dz. Hakim Ütğm. …’ün Kamu Hukuku Ana Bilim Dalı’nda Yüksek Lisans Eğitimine kabul edilirken, Bilim Dalı olarak (Anayasa, Genel Kamu Hukuku, Vergi Hukuku v.b.) bir ayrım gözetilip gözetilmediğinin ayrıca, gözetildi ise bilim dalına uygun olarak aldığı derslerin, diğer dallardan farklılık gösterip göstermediğinin veya bu konuda bilim dalına göre bir kısıtlama olup olmadığının bildirilmesi hususları” sorulmuştur. Selçuk Üniversitesi Rektörlüğünün 22.01.2010 tarihli yazısı ekinde gönderdiği, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğünün 20.01.2010 tarihli yazısında özetle; “…’nün Enstitünün “Kamu Hukuku” tezsiz yüksek lisans programından mezun olduğu, yapılan eğitimin “Genel Kamu Hukuku Bilim Dalı olup olmadığı, hususunun Hukuk Fakültesi Dekanlığının yazısı ekinde gönderildiğinin ifade edildiği anlaşılmakla olup Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanlığının 19.01.2010 tarihli yazısı ekindeki yazıda ise özetle “Sosyal Bilimler Enstitüsü bünyesinde “Kamu Hukuku” Tezsiz Yüksek Lisans programı açıldığı ifade edildikten sonra Genel Kamu Hukukunun ise Kamu Hukuku içerisinde bir alt dal olduğunun ifade edildiği, diğer bir ifade ile davacının “Kamu Hukuku” Tezsiz Yüksek Lisans Programı mezunu olduğunun ifade edildiği anlaşılmaktadır. Ankara Üniversitesi Rektörlüğünün Dz.Hâk.Ütğm. …’e Yönelik 08.03.2010 tarih ve B.30.ANK.0.61.00 650(80) 1067 sayılı yazı ekindeki Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğünün 07.01.2010 tarihli yazı ve ekine bakıldığında ise özetle; “Adı geçen öğrencinin Enstitüde Kamu Hukuku Anabilim Dalında eğitim gördüğü, Kamu Hukukunun alt bilim dalı bulunmadığı ve öğrencinin ders danışmanının onayı ile istediği dersi seçebildiğinin” ifade edildiği görülmekte olup, yine ekte gönderilen …’e ait Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünce tanzim edildiği anlaşılan 23.01.2008 tarih ve 1068 Belge notu Yüksek Lisans Geçici Mezuniyet Belgesinden …’ün “Kamu Hukuku” Anabilim Dalında eğitim gördüğü anlaşıldığından davacının iddia ettiği gibi kıdem verilen adı geçen hâkim subayın eğitiminin Anayasa Hukuku Bilim Dalında yapılmadığı anlaşılmaktadır. Sonuç olarak her iki Üniversite Rektörlüğünün cevaplarından gerek davacının gerekse Dz.Hâk. Ütğm. …’ün “Kamu Hukuku” programında eğitim gördükleri anlaşılmaktadır. Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde yapılan değerlendirmede; Dz. K.K.lığı Personel Temin ve Yetiştirme Planı (2007-2016) çerçevesinde 2008 yılı içerisinde Hâkim Subaylara “Kamu Hukuku” dalında tanınan kontenjana nitelik puanı sıralaması itibariyle giremeyen davacıya yaptığı eğitim nedeniyle kıdem verilmemesi işleminde hukuka ve ilgili düzenlemelere aykırı bir husus bulunmadığı kararına varılmıştır. Yukarıda açıklanan nedenlerle; Yasal dayanaktan yoksun olan DAVANIN REDDİNE, - 354 - 23 MART 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM. 1.D., 23.03.2010; E. 2009/547, K. 2010/318) -75ÖZETİ: Paraya çevrilerek ertelenmiş ceza mahkumiyeti bulunan davacı hakkında, bağlı yetki sonucu tesis edilen lisansüstü öğrenim kıdemi verilmemesi işleminde mevzuata aykırı bir yön bulunmamaktadır. Davacı, 17.11.2009 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kayıtlarına giren dava dilekçesi ve 16.12.2009 tarihinde AYİM kayıtlarına giren ilave dilekçesinde özetle; kendi nam ve hesabına Erciyes Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü İnşaat Mühendisliği Ana Bilim Dalında yüksek lisans eğitimini tamamlayıp lisansüstü öğrenim kıdemi almak için K.K.K.Iığına müracaat ettiğini, ancak müracaatının 926 sayılı Kanunun 36/d maddesinde belirtilen şartları taşımadığı gerekçesi ile reddedildiğini, ret gerekçesinin Ege Ordu K.lığı Askeri Mahkemesinde yürütülen yargılama sonunda tesis edilmiş ve temyiz incelemesi sonunda onanmak suretiyle 03.02.1999 tarihinde kesinleşmiş bulunan 18.11.1998 gün, 1998/270-592 E.K. sayılı hükümde yer alan 765 sayılı TCK.’nın 416/3 ve 430/2’nci maddeleri gereğince verilen ve para cezasına çevrilerek ertelenen hapis cezalarından kaynaklandığı, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren yeni TCK.’da mahkumiyetine dayanak olan eski TCK.nın 430/2’nci maddesindeki eylemin suç olarak düzenlenmediğini, 416/3’üncü maddedeki suçun ise şikayete bağlı kılındığını, lehe kanun değerlendirmesi yapılabilmesi için yaptığı adli müracaatlar neticesinde, mahkumiyet hükmünün 5 yıllık erteleme süresi dolmuş olduğundan esasen vaki olmamış sayılması gerektiğinden bahisle ortada lehe kanun değerlendirmesine konu olabilecek bir hüküm bulunmadığına karar verildiğini, bu suretle lehe kanundan yararlanamadığını, davalı idareye 24.09.2009 tarihinde tekrar müracaat edip hakkındaki mahkumiyet hükmünün esasen vaki olmamış sayılması nedeniyle lisansüstü öğrenim kıdeminin verilmesini talep ettiğini, bu talebinin de 03.11.2009 tarihli yazı ile reddedildiğini, ancak Balıkesir 1’inci Ağır Ceza Mahkemesinin 02.12.2009 gün, 2009/945 D.İş sayılı kararı ile bu mahkumiyet hükmünden kaynaklanan yasaklanmış haklarının geri verilmesine karar verildiğini, dolayısıyla yapılan lisansüstü eğitim kıdemi verilmemesi işleminin hukuka aykırı olduğunu, işlemin iptaline karar verilmesini, 926 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu’nun 36’ncı madde “d” fıkrası gerekçe gösterilerek iptal edilmediği takdirde, söz konusu hükmün Anayasa’nın 2, 10, 11 ve 13’üncü maddelerine aykırı olduğunu ileri sürerek Anayasaya aykırılık iddiasının ciddi görülüp iptali amacıyla Anayasa Mahkemesine taşınmasını ve sonucuna göre karar verilmesini talep etmiştir. Davacı 17.11.2009 tarihli dava dilekçesinde duruşma isteminde bulunmuş - 355 - bilahare 25.01.2010 tarihinde AYİM kayıtlarına giren 24.01.2010 tarihli dilekçesi ile bu isteminden vazgeçtiği anlaşılmıştır. Dava dosyasında mevcut bilgi ve belgelerden davacının, Ege Ordu K.lığı Askeri Mahkemesinde yürütülen yargılama sonunda 18.11.1998 gün, 1998/270-592 E.K. sayılı kararla 765 sayılı TCK.’nın 416/3 ve 430/2’nci maddeleri gereğince 18.3.1997 tarihinde, “reşit olmayan mağdurenin rızası ile ırzına geçmek” ve “reşit olmayan mağdureyi rızası ile alıkoymak” suçlarından, temyiz incelemesi sonunda Askerî Yargıtay 4’üncü Dairesi tarafından düzeltilerek onanmak suretiyle 03.02.1999 tarihinde kesinleşen ve para cezasına çevrilerek ertelenen toplam 10 ay hapis cezası ile mahkum edildiği, Erciyes Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü İnşaat Mühendisliği Ana Bilim Dalında yüksek lisans eğitimini tamamlayıp 17.02.2004 tarihinde mezun olduğu, 16.03.2004 tarihinde lisansüstü öğrenim kıdemi almak için K.K.K.Iığına müracaat ettiği, müracaatının 14.04.2004 tarihinde 926 sayılı Kanunun 36/d maddesinde belirtilen şartları taşımadığı gerekçesi ile reddedildiği, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe girmesinden ve 08.02.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5728 sayılı Temel Ceza Kanunlarına Uyum Sağlamak Amacıyla Çeşitli Kanunlarda ve Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 562’nci maddesi ile CMK’nın “Hükmün Açıklanması ve Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması” başlıklı 231’inci maddesinde değişiklik yapılmasından sonra lehe kanun değerlendirmesi yapılması yönünde talepte bulunması üzerine, Ege Ordusu Komutanlığı Askerî Mahkemesince 10.11.2008 tarihli ve 2008/1068 Müt. sayılı duruşmasız işlere ait kararı ile hakkındaki mahkûmiyet hükümlerinin deneme süresi sonunda esasen vaki olmamış sayılmış olması nedeniyle, taleplerinin reddine karar verildiği, söz konusu karara karşı yaptığı itirazın Hava Eğitim Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 04.12.2008 tarih ve 2008/811 sayılı müteferrik sayılı kararıyla reddedildiği, bu karara karşı, Millî Savunma Bakanı tarafından, 353 sayılı Kanun’un 243’üncü maddesi uyarınca kanun yararına bozma yoluna başvurulduğu, Askerî Yargıtay 4’üncü Dairesi’nin 20.05.2009 tarihli ve 2009/792-1035 Esas ve Karar sayılı ilamı ile MSB’nin kanun yararına bozma talebinin kabulüne, Hava Eğitim Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 04.12.2008 tarih ve 2008/811 müteferrik sayılı itirazın reddine dair kararının, 353 sayılı Kanun’un 243/3’üncü maddesi gereğince, kanun yararına bozulmasına, Ege Ordu Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 10.11.2008 tarih ve 2008/1068 Müt. sayılı kararına karşı yaptığı itiraz hakkında görüş bildirilmek üzere dosyanın Askerî Yargıtay Başsavcılığına iadesine karar verildiği, tebliğname ile Ege Ordusu Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 10.11.2008 tarih ve 2008/1068 Müt. sayılı kararında herhangi bir hukuka aykırılık bulunmadığı belirtilerek itirazın reddine karar verilmesi yönünde görüş ve düşünce bildirildiği, Askerî Yargıtay 4’üncü Dairesi tarafından da 21.07.2009 tarihinde 5237 sayılı TCK’nın 7/2’nci maddesinin “suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur.” hükmüne haiz - 356 - olması, davacı hakkındaki mahkûmiyet hükümlerinin, 765 sayılı TCK’nın 95’inci maddesi gereğince, karar tarihinden itibaren geçen 5 yıllık süre sonunda, 18.11.2003 tarihinde esasen vaki olmamış sayılması hususları birlikte değerlendirilerek ortada kesinleşmiş ve infazı devam eden hükümler bulunmaması nedeniyle talebin reddine karar verilmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı denilip itirazın reddine karar verildiği, 24.09.2009 tarihinde idareye tekrar müracaat edip hakkındaki mahkumiyet hükmünün esasen vaki olmamış sayılması nedeniyle lisansüstü öğrenim kıdeminin verilmesini talep ettiği, bu talebinin de KKK.lığının 03.11.2009 tarihli yazısı ile 926 Sayılı Kanunun 36’ncı madde “d” fıkrasında belirtilen şartları sağlamadığı gerekçesiyle (KKPL 52-2) (2007-2016) K.K.K.lığı Personel Temin ve Yetiştirme Planında “İstihkam” sınıfı subaylara, “İnşaat Mühendisliği” bilim dalında 2009 yılı için tanınan kontenjana aday olarak kabul edilmemesi üzerine bu davanın açıldığı, davanın açılmasından sonra Balıkesir 1’inci Ağır Ceza Mahkemesinin 02.12.2009 gün, 2009/945 D.İş sayılı kararı ile bu mahkumiyet hükmünden kaynaklanan yasaklanmış haklarının geri verilmesine karar verildiği anlaşılmıştır. İşlem tesis tarihi itibariyle yargısal denetim yapıldığından, davalı idarenin dava konusu olan işleminden sonra ortaya çıkan Balıkesir 1’inci Ağır Ceza Mahkemesinin 02.12.2009 gün, 2009/945 D.İş sayılı kararı ile mahkumiyet hükmünden kaynaklanan yasaklanmış haklarının geri verilmesine ilişkin kararının dava konusuna etkisi bu kararımızda irdelenmemiştir. Başsavcılık düşüncesinde davacının talebinin, hakkındaki bir mahkûmiyet hükmüne dayanılarak kendisine yüksek lisans kıdemi verilmemesi işleminin iptali olduğu, 16.03.2004 tarihli ilk talebinin idare tarafından 14.04.2004 tarihli işlemle (aynı gerekçeye dayanılarak) reddedildiği, bu ret işlemine karşı dava açmadığı, aradan yıllar geçtikten sonra bu kez ceza mevzuatındaki değişiklikler nedeniyle mahkûmiyet hükmünün hukuki varlığını yitirdiği iddiasıyla tekrar eğitim öğretim kıdeminden yararlanmayı talep ettiği, davalı idarece, davacının hukuki durumunda değişiklik olmadığı gerekçesi ile bu talebinin de reddedildiği, yeni bir talep ve yeni bir idari işlem bulunmadığı, 14.04.2004 tarihli işlemi dava konusu etmediği, aynı konudaki 24.09.2009 tarihli müracaatının, sona ermiş bulunan dava açma süresini ihya etmeyeceği, öncelikle usulden süre aşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmesi gerektiği bildirilmiştir. Bilindiği üzere iptal davasının süresinde açılıp açılmadığı hususu kamu düzenine ilişkin olup gerek re’sen gerekse tarafların talebi üzerine davanın her aşamasında gözetilmek zorundadır. Bu itibarla dava öncelikle süre yönünden incelenmiştir. 1602 Sayılı AYİM Kanunu’nun 40/1’inci maddesi; “Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde dava açma süresi her çeşit işlemlerde yazılı bildirim tarihinden itibaren kanunlarda ayrı süre gösterilmeyen hallerde altmış gündür.” hükmünü amirdir. - 357 - Davacının iki defa aynı istemde bulunduğu fakat başvuru dilekçesi eklerinde farklı argümanlarla bunlara ilişkin evrakları sunduğu anlaşılmaktadır. İkinci müracaatında, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren yeni TCK.’da mahkumiyetine dayanak olan eski TCK.nın 430/2’nci maddesindeki eylemin suç olarak düzenlenmediği, 416/3’üncü maddedeki suçun şikayete bağlı kılındığı, lehe kanun değerlendirmesi yapılabilmesi için yaptığı adli müracaatlar neticesinde, mahkumiyet hükmünün esasen vaki olmamış sayılması gerektiğinden bahisle ortada lehe kanun değerlendirmesine konu olabilecek bir hüküm bulunmadığına karar verildiğini belirtmek suretiyle, ilk müracaatından farklı belgeler ekleyerek, farklı argümanlarla lisansüstü öğrenim kıdeminin verilmesini talep ettiği, dolayısıyla davada süre aşımı bulunmadığı değerlendirilmiştir. 926 sayılı TSK Personel Kanunu’nun (05.04.2007 – 5621/1md. İle değişik) 36/d maddesi; “…Yukarıda yazılı nitelikleri haiz olanlara lisansüstü öğrenim kıdemi verilebilmesi için; .... 4. Cezaları ertelenmiş, para cezasına çevrilmiş, genel veya özel af kanunları kapsamına girmiş, hükümlülüklerine ilişkin kayıtları adli sicilden çıkarılmış olsalar bile; aa) Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlar ile basit ve nitelikli zimmet, irtikâp, iftira, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, yalan yere tanıklık, yalan yere yemin, suç uydurmak, cinsel saldırı, cinsel taciz, kişiyi hürriyetinden yoksun bırakmak, fuhuş, gayri tabii mukarenet, hileli iflas gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyet kırıcı suçlar ile kaçakçılık, resmî ihale ve alım ve satımlara fesat karıştırma suçlarından birisinden mahkûm olmaması, bb) Firar, amir veya üste fiilen taarruz, emre itaatsizlikte ısrar, üste hakaret, mukavemet, fesat, isyan suçları ile 1632 sayılı Askeri Ceza Kanununun 148 inci maddesinde belirtilen suçlardan mahkûm olmaması, cc) Taksirli suçlar hariç olmak üzere, yukarıdaki bentlerde belirtilen suçların dışındaki suçlardan, askerî ve adlî mahkemeler, disiplin mahkemeleri veya disiplin amirlerince toplam olarak 21 gün ve daha fazla hapis veya oda hapsi cezası ile mahkûm veya cezalandırılmış olmaması, gerekir..” hükmünü içermektedir. Keza söz konusu kanun hükmüne paralel düzenleme Subay Sicil Yönetmeliği’nin 116’ncı madde (b) fıkrası 10’uncu bendinin (e) alt bendinde yer almaktadır. Yukarıda serdedilen mevzuat hükümlerinden açıkça anlaşıldığı üzere, para cezasına çevrilmiş, ertelenmiş ve hükümlülüğe ilişkin kayıt adli sicilden çıkarılmış olsa bile, bahsi geçen suçlarla birlikte yirmi bir gün ve daha fazla - 358 - hapis cezasına mahkum olmak lisansüstü öğrenim kıdeminden yararlanmaya engeldir. Buna göre; Ege Ordu K.lığı As. Mahkemesinin 03.02.1999 tarihinde kesinleşen 18.11.1998 gün, 1998/270-592 E.K. sayılı kararla “reşit olmayan mağdurenin rızası ile ırzına geçmek” ve “reşit olmayan mağdureyi rızası ile alıkoymak” suçlarından, paraya çevrilerek ertelenmiş 10 ay hapis cezası ile mahkumiyetine hükmedildiği hususunda uyuşmazlık bulunmayan davacı hakkında, Kanunun yukarıda belirtilen amir hükmü uyarınca bağlı yetki sonucu tesis edilen lisansüstü öğrenim kıdemi verilmemesi işleminde mevzuata aykırı bir yön bulunmamaktadır. Esasen davacı da yürürlükteki mevzuata göre davalı idarenin lisansüstü öğrenim kıdemi verebilmesine olanak bulunmadığını kabul etmektedir. Davacı, 926 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu’nun 36’ncı madde “d” fıkrası gerekçe gösterilerek iptal edilmediği takdirde, söz konusu hükmün Anayasa’nın 2, 10, 11 ve 13’üncü maddelerine aykırı olduğunu ileri sürerek Anayasaya aykırılık iddiasının ciddi görülüp, iptali amacıyla Anayasa Mahkemesine taşınmasını ve sonucuna göre karar verilmesini talep etmiştir. Anayasa’nın “Kanun önünde eşitlik” başlığı altındaki 10’uncu maddesi; “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir./ (Ek: 7.5.2004-5170/1 md.)Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. /Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. /Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.” hükmünü içermektedir. Anayasa Mahkemesi bir kararında “eşitlik ilkesi”ni şu şekilde ifade etmiştir: “…Anayasa’da öngörülen eşitlik “yasa önünde eşitlik” olup herkesin aynı hak ve yükümlülüklere sahip olması anlamında değildir. Eşitlik, her yönüyle aynı hukuki durumlarda olanlar arasında söz konusudur. Hukuk felsefesine girmiş bir deyimle, “eşitlerin eşitliği” anlamındadır. Farklı durumda olanlara, yani eşit olmayanlara farklı kurallar uygulanması, yani “eşit olmayanların eşitsizliği” eşitlik ilkesine aykırılık oluşturmaz.” (E. 1988/7, K. 1988/27, AYMKD, SAYI: 24, sayfa:421.) Görüldüğü üzere Anayasa’nın 10’uncu maddesi her yönüyle aynı hukuki durumda olanların yasa karşısında eşit olduklarını ifade etmektedir. Bu da, her yasa ve benzer şekilde her bir genel düzenleyici işlem yürürlükte kaldığı sürece, kendi içinde her yönüyle aynı hukuki durumda olanlara aynı hak veya yükümlülükleri getirmesi demektir. Kamu görevlisi statüsüne sahip davacı, hiç suç işlememiş kişi durumunda değil, hakkındaki mahkûmiyet hükmünden sonraki 5 yıllık - 359 - erteleme süresini geçirmesi nedeniyle mahkûmiyet hükmü esasen vaki olmamış sayılan kişi durumundadır. Dolayısıyla davacı hiç suç işlememiş bir kişiyle aynı hukuki konumda değildir. Kanun koyucu, yaptığı düzenlemelerde bu duruma hukuki sonuç bağlamayabileceği gibi bazı düzenlemelerinde (Örn. 926 Sayılı Kanun md. 109/6) bu durumu göz önünde bulundurabilir. Bu da Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırılık teşkil etmez. Diğer yönden bu düzenlemenin adil olmadığı da söylenemez. Zira, hakkında “ertelemeli mahkumiyet hükmü vaki olmamış sayılan kişi durumunda” bulunan birisi ile hiç suç işlememiş birisinin aynı niteliklere sahip olmadığı her zaman ileri sürülebilir. Bu bağlamda, söz konusu yasa hükmü, hukukun genel ilkelerine, idarenin tüm işlemlerinin hukuka uygun olması ve yargı denetimine tabi olmasına, diğer bir anlatımla genel anlamda hukukun egemen olması gerektiğinin ifadesi olan hukuk devleti ilkesine aykırılık teşkil etmemektedir. Kurulumuz, söz konusu düzenleme ile yasa koyucunun, kişinin kendi isteğiyle yaptığı öğrenime engel getirmediğini, sadece öğrenimin ödüllendirilmesini öngörmediğini gözeterek, Anayasa’ya aykırılık iddiasını ciddi bulmamıştır. Sonuç olarak, Anayasa’ya aykırılık iddiası ciddi bulunmamış olan yasa hükmü uyarınca bağlı yetki ile tesis edilen davacının lisansüstü öğrenim kıdemi verilmesi için kontenjan değerlendirmesine alınmayarak kıdem verilmemesi işleminde hukuka aykırı bir yön olmadığı değerlendirilmiştir. Açıklanan nedenlerle; Hukuki dayanaktan yoksun bulunan davanın REDDİNE, 30 MART 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM. 1.D., 30.03.2010; E. 2009/1169, K. 2010/336) -76ÖZETİ: Kendisine yüksek lisans kıdemi verilmesi için davalı idareye emekliye ayrılmasından sonra (emekli statüsünde iken) müracaat etmiş olan davacıya, önceden tamamladığı yüksek lisans öğreniminden ötürü kıdem verilmesine imkan bulunmadığından dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı kanaatine varılmıştır. Davacı, 22.10.2009 tarihinde HATAY/Erzin Asliye Hukuk Mahkemesi’nde, 02.11.2009 tarihinde de AYİM’de kayda geçen dilekçesinin, AYİM 1’inci D.nin 02.12.2009 tarihli ve 2009/1174 Esas, 2009/1126 Karar sayılı kararı ile 30 gün içinde dava açılmak şartıyla reddine - 360 - karar verilmesi üzerine 17.12.2009 tarihinde HATAY/Erzin Asliye Hukuk Mahkemesi’nde, 24.12.2009 tarihinde de AYİM’de kayda geçen yenilenen dava dilekçesinde özetle; Dz.K.K.lığı bünyesinde astsubay statüsünde görev yaparken Çukurova Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Bölümü’nde lisans öğrenimini 12.06.1989 tarihinde, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İktisat Anabilim Dalı İktisadi Gelişme ve Uluslararası İktisat Bilim Dalında da yüksek lisans öğrenimini 30.06.1993 tarihinde tamamladığını, 15.04.2004 tarihinde kendi isteği ile emekliye ayrıldığını, kendi nam ve hesabına yüksek lisans öğrenimi yapan astsubaylara 926 sayılı TSK Personel Kanununun 36’ncı maddesinin (d) bendinde belirtilen esaslar dahilinde kıdem verilmesini öngören 5906 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesini müteakip yüksek lisans intibakının yapılması talebi ile TC.Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığına 06.07.2009 tarihli dilekçesi ile müracaat ettiğini, TC.Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığınca dilekçesinin Dz.K.K.lığına intikal ettirildiğini, Dz.K.K.lığının 01.09.2009 tarihli cevabi yazısı ile statü dışında bulunan personelin yüksek lisans öğrenim kıdemine ilişkin olarak TSK Personel Kanunu ve Astsubay Sicil Yönetmeliği esaslarına göre geriye dönük işlem yapılmasının mümkün olmadığı belirtilerek olumsuz cevap verildiğini, görevde iken yüksek lisans öğrenimini tamamlayan, ancak 5906 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden önce emekliye ayrılan astsubaylara yüksek lisans kıdemi verilmemesinin Anayasanın 10’uncu maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesine aykırılık teşkil ettiğini belirterek 926 sayılı TSK Personel Kanununun 83’üncü maddesine 5906 sayılı Kanun ile ikinci fıkra olarak eklenen “Kendi nam ve hesabına yüksek lisans öğrenimi yapan astsubaylara, 36’ncı maddenin (d) bendinde belirtilen esaslar dahilinde kıdem verilir.” şeklindeki düzenlemenin iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurulmasını ve yüksek lisans öğrenim kıdemi verilmemesi işleminin iptaline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı Milli savunma Bakanlığının usule ilişkin itirazları yönünden yapılan incelemede; davacının 06.07.2009 tarihli dilekçesi ile idari müracaatta bulunduğu, bu müracaatına Dz. K.K.lığının 01.09.2009 tarihli yazısı ile cevap verildiği, bu cevap üzerine davacının 22.10.2009 tarihinde olmak üzere süresinde davasını açtığı dolayısıyla davada süre aşımı bulunmadığı görülmüştür. Öte yandan davacı, idari müracaatında yüksek lisans intibakının yapılmasını talep etmiş ise de, Dz. KK.lığının cevabı üzerine intibak işlemini değil yüksek lisans kıdemi verilmemesi işlemini davaya konu ettiği, dolayısıyla gerçek hasmın SGK Başkanlığı değil de Milli Savunma Bakanlığı olduğu değerlendirilmiştir. Bu bağlamda, davacı, başlangıçta dava dilekçesinde hasım mevkiinde sadece SGK Başkanlığına yer verdiğinden Dairemizin 02.12.2009 tarihli kararıyla Milli Savunma Bakanlığının da hasım mevkiine alınması gerektiği belirtilmişi, bilahare dava konusu işlemi tesis yetkisi salt Kuvvet K.lığına ait olduğundan SGK Başkanlığının hasım mevkiinden çıkarılmasına karar verilmiştir. - 361 - Dava dosyasında bulunan bilgi ve belgelerden; Türk Silahlı Kuvvetlerinde Dz.K.K.lığı mensubu muvazzaf astsubay olarak görev yaptığı esnada Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İktisat Anabilim Dalı, İktisadi Gelişme ve Uluslararası İktisat Bilim Dalındaki yüksek lisans öğrenimini 30.06.1993 tarihinde tamamlayarak mezun olan ve ardından 15.04.2004 tarihinde kendi isteği ile emekliye ayrılan davacının, 5906 sayılı Kanunun 03.07.2009 tarihli ve 27277 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmesini müteakip 06.07.2009 tarihli dilekçesi ile TC.Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığına müracaat ederek 5906 sayılı Kanun gereğince yüksek lisans intibak işleminin yapılmasını talep ettiği, TC.Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığının 10.08.2009 tarihli yazısı ile davacının söz konusu dilekçesinin gereğinin yapılması maksadıyla Deniz Kuvvetleri Komutanlığına gönderildiği, Deniz Kuvvetleri Komutanlığının 01.09.2009 tarihli cevabi yazısı ile statü dışında bulunan personelin, yüksek lisans öğrenim kıdemine ilişkin olarak TSK. Personel Kanunu ve Astsubay Sicil Yönetmeliği esaslarına göre geriye dönük işlem yapılmasının mümkün olmadığı belirtilerek olumsuz cevap verilmesi üzerine yüksek lisans kıdemi verilmemesi işleminin iptali istemiyle işbu davayı tesis ettiği anlaşılmıştır. 03.07.2009 tarihli ve 27277 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5906 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 1’inci maddesi ile 926 sayılı TSK. Personel Kanununun 83’üncü maddesine, birinci fıkradan sonra gelmek üzere “Kendi nam ve hesabına yüksek lisans öğrenimi yapan astsubaylara, 36’ncı maddenin (d) bendinde belirtilen esaslar dahilinde kıdem verilir.” şeklindeki ikinci fıkra eklenmiş ve aynı maddenin son fıkrası; “Bu madde hükümlerine göre nasıpları leh veya aleyhe düzeltilenlerin terfi işlemlerinin ne şekilde olacağı ve kıdemlerinin verilme usul, esas ve şartları Astsubay Sicil Yönetmeliğinde gösterilir.” şeklinde değiştirilmiştir. Bu kanuni düzenlemeler gereğince de 11.02.2010 tarihli ve 27490 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Astsubay Sicil Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmeliğin 2’inci maddesi ile Astsubay Sicil Yönetmeliğine 73/A maddesi eklenmiş, eklenen 73/A maddede de 926 sayılı TSK. Personel Kanununun 36’ıncı maddesinin (d) bendinde belirtilen esaslar ve Subay Sicil Yönetmeliğinin konu ile ilgili düzenlemeleri paralelinde, kendi nam ve hesabına yüksek lisans öğrenimi yapan astsubaylara kıdem verilme usul, esas ve şartları düzenlenmiştir. I) Davacının Anayasa’ya aykırılık iddiasına ilişkin olarak; Davacı, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 9’uncu maddesinde yüksek lisans yapan memurlar için herhangi bir şart aranmadığını ayrıca sadece görevdeki astsubaylara kıdem verilmesinin de astsubaylar açısından eşitsizliğe yol açtığını belirtmek suretiyle, 926 sayılı TSK Personel Kanunu’nun 16.06.2009 tarihli ve 5906 sayılı Kanun ile değişik 83/2’inci maddesinin “kendi nam ve hesabına yüksek lisans öğrenimi yapan astsubaylara, 36’ncı maddenin d bendinde belirtilen esaslar dâhilinde kıdem - 362 - verilir” hükmünün, Anayasa’nın 10’uncu maddesindeki eşitlik ilkesine aykırı olduğunu ileri sürmüş ise de; öncelikle ifade etmek gerekir ki, söz konusu hüküm vazifedeki astsubaylara lisansüstü öğrenim kıdemi verilmesine olanak tanıyan bir hükümdür. Bu hükmün iptal edilmesi emekli statüsünde bulunan personele lisansüstü öğrenim kıdemi verilmesini sağlamayacaktır. Bu bakımdan söz konusu olan Kanun koyucunun emekli statüsündeki astsubaylara da kıdem verilmesini öngörmemiş olmasıdır. Kanun koyucunun, özlük haklarına ilişkin yaptığı düzenlemelerde, belirtilen hakların, hangi statüdeki görevlilerce, hangi şartlar altında kullanılacağı konularında ve haklardan istifade etmede riayet edilmesi gereken şekil ve süre kayıtlamalarında belirli bir takdir hakkı bulunduğunun kabulü gerekir. Diğer taraftan Kanun koyucunun bu tutumunun noksan düzenleme sayılıp sayılmayacağı hususu bir yana, Anayasanın 10’uncu maddesindeki eşitlik ilkesine aykırılıktan söz edilebilmesi için aynı statüde olanlara farklı hükümlerin uygulanması gerekir. Diğer bir deyişle, farklı hukuki statüdeki kişilere farklı kurallar uygulanması, Anayasanın “eşitlik” ilkesinin ihlali anlamına gelmemektedir. Dava konusu olayda da böyle bir uygulama mevcut olmadığından eşitlik ilkesinin ihlalinden söz etmek mümkün görülmemiştir. Bu sebeple, Anayasa’ya aykırılık iddiası ciddi görülmemiştir. II) Davacının yüksek lisans kıdemi verilmemesi işleminin iptali istemine ilişkin olarak; 926 Sayılı TSK Personel Kanunu’nun 16.06.2009 tarihli ve 5906 sayılı kanun ile değişik 83/2’inci maddesinin “kendi nam ve hesabına yüksek lisans öğrenimi yapan astsubaylara, 36’ncı maddenin (d) bendinde belirtilen esaslar dâhilinde kıdem verilir” hükmünün görevde bulunan astsubayları kapsadığı; yüksek lisans öğrenimini 1993 yılında tamamlamış ve kendisine yüksek lisans kıdemi verilmesi için davalı idareye 15.04.2004 tarihli işlem ile emekliye ayrılmasından sonra (emekli statüsünde iken) 06.07.2009 tarihli dilekçesi ile müracaat etmiş olan davacıya, önceden tamamladığı yüksek lisans öğreniminden ötürü kıdem verilmesine imkan bulunmadığında dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı kanaatine varılmıştır. Açıklanan nedenlerle; Hukuki dayanaktan yoksun bulunan davanın REDDİNE, 18 MAYIS 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM.1.D.., 18.05.2010; E. 2010/115, K. 2010/553) - 363 - KİMLİK KARTI, SAĞLIK FİŞİ, SİLAHLA İLGİLİ İŞLEMLER 1. EMEKLİ SUBAY-ASTSUBAY KİMLİK KARTLARI -77ÖZETİ: Davacı hakkındaki Asker Hastanesi tarafından düzenlenen raporlarla davacının psikolojik yönden rahatsızlığının bulunduğu tespit edilmesi ve şahsi silahının emanete alınmasının uygun olacağına karar verilmesi nedeniyle davacıya silah taşıma ya da bulundurma izni verilmesinin mümkün olmadığı sonucuna varılmıştır. Davacı vekili 17.12.2009 tarihinde Gelibolu Asliye Hukuk Mahkemesi kaydına, 24.12.2009 tarihinde AYİM kaydına geçen yenileme dava dilekçesinde özetle; Müvekkilinin Gelibolu 2'nci Kor. K.lığında görev yaptığı sırada Gelibolu Asker Hastanesi psikiyatri servisinin 19.10.2006 tarih ve 186 numaralı raporuna dayanılarak 20.10.2006 tarihli tutanakla müvekkiline ait üç adet silahın teslim alındığını, 25.09.2008 tarihi itibariyle emekli olduğunu, Çanakkale Asker Hastanesinin 18.06.2009 tarihli sağlık kurulu raporuyla müvekkilinin silah taşıma ruhsatı almasında sağlık yönünden sakınca olmadığına karar verildiğini, 30.06.2009 tarihinde silahların kendisine teslimi için 2'nci Kor. K.lığına yaptıkları müracaata olumlu cevap verilmediğini, Kara Kuvvetleri Komutanlığının 31.07.2009 tarihli işlem ile ateşli silah taşınmasında ve bulundurmasında psikolojik, nörolojik ve fiziki rahatsızlıklar yönünden sakınca olmadığına dair yeniden alınacak sağlık kurulu raporunun Kara Kuvvetleri Komutanlığına gönderilmesinin istendiğini, en son sağlık kurulu raporuna itibar edilmesi gerektiğini, tesis edilen işlemin hukuka aykırı olduğunu belirterek yeniden muayene yapılmasını öngören Kara Kuvvetleri Komutanlığının 31.07.2009 tarihli işlemi ile 20.10.2006 tarihli müvekkiline ait silahların teslim alınmasına dair işlemin iptaline ve üç adet tabancanın müvekkiline teslimine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Dava dosyasında mevcut bilgi ve belgelerin incelenmesi neticesinde; Davacının Gelibolu 2'nci Kor. K.lığı Kh. ve Kh. Ds. Gr. K.lığında görevli olduğu sırada Gelibolu Asker Hastanesi Sağlık Kurulunun 19.10.2006 tarih ve 186 numaralı raporu ile "anksiyete bozukluğu" teşhisiyle 1 ay istirahatının ve şahsi silahının emanete alınarak silahlı ve mermili görev verilmemesinin uygun görüldüğü, davacıya ait 9 mm.lik Yavuz 16, 7,65 mm. Browning, 9 mm. Kırıkkale marka tabancaların davacının birliği tarafından 20.10.2006 tarihinde teslim alındığı, bundan sonra da davacıya GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesinin altı ayrı sağlık kurulu kararıyla aynı rahatsızlığı sebebiyle muhtelif sürelerde istirahat raporu verildiği, bilahare Gelibolu Asker Hastanesi Sağlık Kurulunun 10.07.2008 tarih ve 87 numaralı raporu - 364 - ile "geçirilmiş psikotik belirtili ağır depresif nöbet" teşhisiyle "A/16-F2 sınıfı görevini yapar, emanete alınan silahların emanette muhafaza edilmesi, mermili görev verilmemesi uygundur." kararı verildiği, bu rapora istianeden davacının silahının 2'nci Kor. Kh. Ds Gr. K.lığı tarafından 01.08.2008 tarihinde emanete alındığı, davacının 25.09.2008 tarihi itibariyle emekliye ayrıldığı, Gelibolu 2'nci Kor. K.lığının 30.03.2009 tarihli yazısı ile emanete alınan silahlara yapılacak işlemin bildirilmesinin istenmesi üzerine KKK.lığının 15.04.2009 tarihli yazısı ile emekli olurken 25.11.2008 tarihinde düzenlenen davacıya ait silah taşıma izin belgelerinin davacıdan teslim alınarak gönderilmesinin ve altı ay içinde silahlarını ruhsat alma yetkisine sahip başka bir şahsa devretmemesi durumunda tabancaların adli makamlara intikal ettirileceğinin tebliğinin istendiği, bu hususun 12.05.2009 tarihinde davacıya tebliğ edildiği davacının Çanakkale Devlet Hastanesi Sağlık Kurulu tarafından düzenlenmiş 18.06.2009 tarihli "silah taşıma ruhsatı almasında sağlık yönünden sakınca yoktur" kararlı raporu ibraz ederek üç adet silahının ve silah ruhsatının kendisine telim edilmesi için 2'nci Kor. K.lığına idari müracaatta bulunduğu, Kara Kuvvetleri Komutanlığının 31.07.2009 tarihli yazısı ile davacının gerekli muayenesinin yapılarak ateşli silah taşımasında ve bulundurmasında psikolojik, nöroloik ve fiziki rahatsızlıklar yönünden sakınca olmadığını belirten sağlık kurulu raporunun Kara Kuvvetleri Komutanlığına gönderilmesinin istendiği, davacının Gelibolu Asker Hastanesine sevk edildiği, ancak hastaneye başvurmadığı, davacının silahların teslimine ilişkin talebinin zımni olarak reddedilmesi üzerine, 20.10.2006 tarihi davacıya ait silahın teslim alınmasına dair işlemin iptaline ve üç adet silahın teslimine, Kara Kuvvetleri Komutanlığı 31.07.2009 tarihli hastaneye sevki ile yeniden muayene yapılmasını öngören işlemin iptaline karar verilmesi istemiyle bu davanın açıldığı anlaşılmıştır. Davacı vekili her ne kadar dava dilekçesinde 20.10.2006 tarihli müvekkiline ait silahların teslim alınmasına dair işlemin iptaline karar verilmesini talep etmiş ise de; davacının Çanakkale Devlet Hastanesi tarafından verilen yeni bir sağlık kurulu raporunu ibraz ederek 30.06.2009 tarihli dilekçesi ile müvekkiline ait silahların kendisine teslim edilmesini ve silahların teslim alınmasına dair işlemin iptalini talep ettiği bu istemin zımnen reddi üzerine 07.10.2009 tarihinde dava açıldığı dikkate alınarak dava konusu teslim alınan silahların iade edilmemesi işleminin iptali ile asker hastanesine sevk işleminin iptali istemi olarak belirlenmiştir. 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunun kimlerin Ateşli silahları taşıyabileceğini gösteren 7/2 nci maddesinde özel kanunlarına göre silah taşıma yetkisine sahip bulunanların ateşli silah taşıyabilecekleri belirtilmiştir. Davacı da İç Hizmet Kanununun 34/c, 87, 90 ncı maddeleri uyarınca özel kanuna göre silah taşıma yetkisine sahip bulunduğu için silahını astsubaylık görevi sırasında taşımıştır. Ancak davacı emekli olmakla artık bu hükümlerin konusunu oluşturmamakta ve - 365 - kendisine uygulanacak normlar 6136 sayılı Kanunun 7/4 ncü ve 6136 sayılı hükümleri uyarınca çıkarılan ve Bakanlar Kurulunun 21.03.1991 tarih ve 91/1779 sayılı kararı ile 01.06.1991 tarihli Resmi Gazete de yayınlanarak yürürlüğe giren Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Yönetmeliğin 11/1, 15,16 ve 17’nci maddesi olmaktadır. Aynı Yönetmeliğin 17'nci maddesinde; "Taşıma veya bulundurma ruhsatı verilen kişilerden sonradan 16 nci maddede belirtilen hallerden birine girmesi nedeniyle silah taşıma ve bulundurma şartlarını kaybedenlerin, yeni ruhsat talepleri kabul edilmeyeceği gibi, mevcut silah ruhsatları iptal edilerek, silahlar zaptedilir. Bu silahların, zaptedildiği tarihten itibaren altı ay içinde silah sahibinin . isteği dikkate alınarak, silah satın almaya hak.kazanmış kişilere devri sağlanır. Bu süre içinde devri / sağlanamayan silahlar ilgili kanunlara göre işlem yapılmak üzere adlî makamlara intikal ettirilir. Bu Yönetmeliğin 3 ncü maddesinin birinci fıkrası hükümlerine göre ruhsatı iptal edilen silahlar hakkında da yukarıdaki fıkra hükmü uygulanır” düzenlemesine yer verilmiştir. 6136 sayılı Kanunun 7/4 ve Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Yönetmeliğin 11/1 nci maddesinde Emekli Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarına silah ruhsatı verilmesi düzenlendikten sonra, aynı Yönetmeliğin 16 ncı maddesinin (n) bendinde Akıl hastası, psikolojik ve nörolojik rahatsızlıkları olanlara hiçbir şekilde ateşli silah ve mermilerini taşıma ya da bulundurma izni verilmeyeceği, verilmiş ruhsatların iptal edileceği belirtilmiştir. Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Yönetmeliğin 15 nci maddesinde ise; “Silah taşıma veya bulundurma ruhsatı almak isteyenlerden, silah taşımalarında veya bulundurmalarında psikolojik, nörolojik veya fiziki rahatsızlıklar bakımından sakınca bulunmadığına dair doktor raporu ve adli sicil belgesi ile Bakanlıkça belirlenen diğer belgeler istenir.” hükmüne yer verilmiştir. Söz konusu Yönetmeliğin "emekli ve müstafi Türk Silahlı Kuvvetleri personelinden istenecek belgeler" başlıklı 12'nci maddesinin 1'inci fıkrasının (d) bendinde emekli TSK personelinin garnizon tabibi yoksa hükümet tabibinden alacakları silah taşımalarına engel hali bulunmadığını belgeleyen doktor raporunu müracaat dilekçelerine eklemeleri gerektiği belirtilmiştir. Somut olaya dönüldüğünde; Davacı hakkındaki Gelibolu Asker Hastanesi tarafından düzenlenen 19.10.2006 tarih ve 186 numaralı rapor ve 10.07.2008 tarih ve 87 numaralı raporlarla davacının psikolojik yönden rahatsızlığının bulunduğu tespit edilmiş ve şahsi silahının emanete alınmasının uygun olacağı kararı verilmiştir. Davacının psikolojik yönden rahatsızlığı olduğuna ilişkin bu raporların aksini ortaya koyacak garnizon tabibi veya Askeri Hastane Sağlık Kurulu tarafından verilmiş herhangi bir - 366 - sağlık kurulu raporu mevcut değildir. Bu halde Ateşli Silahlar ve Bıçakları ile Diğer Aletler Hakkında Yönetmeliğin yukarıda belirtilen 16'ncı maddesinin 1'inci fıkrası ve 17'nci maddesi gereği davacıya silah taşıma ya da bulundurma izni verilmesinin mümkün olmadığı, silahların emanete alınarak davacıya iade edilmemesinin hukuka uygun olduğu sonucuna varılmıştır. Davacı her ne kadar Çanakkale Devlet Hastanesi Sağlık Kurulunun 18.06.2008 tarihli raporu ile silah taşıma ruhsatı almasında sağlık yönünden sakınca olmadığına karar verildiğini, bu nedenle yeniden muayeneye sevkinin hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüş ise de; Ateşli Silahlar Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Yönetmeliğin 12'nci maddesi gereği emekli Türk Silahlı Kuvvetleri personelinin silah taşımalarına engel hali bulunmadığını belirleyen doktor raporunun öncelikle garnizon tabibinden yoksa hükümet tabibinden almaları gerekmektedir. Davacının ikamet ettiği Gelibolu'da asker hastanesinin mevcut olduğu, davacının herhangi bir sevk işlemi olmaksızın asker hastanesi var iken doğrudan doğruya Çanakkale Devlet Hastanesine müracaatı sonucu verilen rapora dayanarak silahların kendisine teslimini istediği, ayrıca ibraz ettiği sağlık kurulu raporunun da davacı hakkında daha önce verilen raporlarla farklılık gösterdiği dikkate alındığında davalı idare tarafından davacının yeniden muayene için asker hastanesine sevk edilmesinin mevzuata uyarlı olduğu, dava konusu yeniden muayene için asker hastanesine sevk işleminde herhangi bir hukuka aykırılık olmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır. Yukarıda açıklanan nedenlerle; Yasal dayanaktan yoksun DAVANIN REDDİNE, 29 NİSAN 2010 tarihinde 31.07.2007 tarihli Asker Hastanesine sevk işleminin iptali istemi yönünden Hâkim Albay Mehmet AKBULUT’un ayrışık oyu ve OYBİRLİĞİ ile karar verildi. AYRIŞIK OY GEREKÇESİ Dava dosyasının incelenmesinden davacı hakkında Gelibolu Asker Hastanesi tarafından düzenlenen davacının psikolojik yönden rahatsız olduğuna dair 19.10.2006 tarih ve 186 numaralı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Yönetmeliğin 16'ncı maddesi uyarınca 10.07.2008 tarih ve 87 numaralı raporlara dayanılarak davacıya ait üç adet tabancanın birliği tarafından emanete alındığı, Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Yönetmeliğin 17'nci maddesi uyarınca silah taşıma ve bulundurma şartlarını kaybettiği belirlenerek, davacının silahını silah satın almaya hak kazanmış kişilere devretmesi, devrin sağlanamaması - 367 - durumunda silahların adli makamlara intikal ettirilmesi için işlemlerin başlatıldığı anlaşılmaktadır. Emekli Türk Silahlı Kuvvetleri personeline silah taşıma ruhsatı verilmesini düzenleyen söz konusu Yönetmeliğin 11/3'üncü maddesinde taşıma ve bulundurma müsaadesinin süresiz olduğu belirtilmekle birlikte, emekli ve müstafi personelin durumlarının ilgili komutanlıkça beş yılda bir araştırılacağı düzenlenmiştir. Bir başka deyişle silah taşıma ve bulundurma ruhsatı verilmesi için gerekli koşulların oluşup oluşmadığı incelenerek verilen silah taşıma izninin iptali veya iptal edilen silah taşıma izninin tekrar verilmesi mümkündür. Bu kapsamda davacının 31.07.2009 tarihli işlemle yeniden muayeneye sevk edilmesi işleminin silah taşıma izninin yeniden verilip verilmeyeceği hususundaki idari kararın oluşturulmasına yönelik bir hazırlık işlemi olduğu, bu işlemin idari davaya konu olabilecek icrai nitelikte bir işlem değil, bir ön işlem niteliğinde olduğu dolayısıyla idari dava konuya olabilecek işlem niteliğinde olmaması sebebiyle 31.07.2009 tarihli davacının Asker Hastanesine sevkine ilişkin işlemin iptali isteminin reddine karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle bu davanın reddine ilişkin karara katılıyorum. 29.04.2010 ÜYE Mehmet AKBULUT Hâkim Albay (AYİM.3.D., 29.04.2010; E. 2010/39, K. 2010/657) 2. KİMLİK KARTI -78ÖZETİ: Davacının disiplinsizlik ve ahlaki durum sebebiyle ayırma işlemine tabi tutulması nedeniyle, emekli subay kimlik kartı vermeyen idarenin işleminin hukuka ve mevzuata uygun olduğu sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır. Davacı vekili 01.12.2009 tarihinde AYİM’de kayda geçen dava dilekçesinde özetle; davacının disiplinsizlik nedeniyle 05.08.2008 tarihinde TSK'dan ilişiğinin kesildiğini, bunun üzerine statü dışında iken adi malûl kabul edilerek emekli aylığı bağlanması için Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığına başvurduklarını, bu talebin reddi üzerine Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılan iptal davasında davacının adi malûl olduğu ve emekli aylığı bağlanması yönünde karar verildiğini, iptal kararı gereğince adi maluliyet aylığı bağlandığını, ardından Hava Kuvvetleri Komutanlığına - 368 - başvurularak davacıya emekli subay kimlik kartı verilmesini talep ettiklerini, bu talebin reddedildiğini, oysa davacıya T.C.Emekli Sandığı tarafından adi malûl kabul edilerek emekli aylığı bağlanmış olması nedeniyle, 211 sayılı İç Hizmet Kanunu, İç Hizmet Yönetmeliği ve TSK Kimlik Kartı Yönetmeliği hükümleri gereğince subay kimlik kartı verilmesi gerektiğini, tesis edilen işlemin hukuka aykırı olduğunu belirterek, iptaline karar verilmesini talep ve dava etmektedir. Dava dosyasının incelenmesinden; davacının adi maluliyet aylığı bağlanmaması işleminin iptali istemiyle açtığı dava üzerine; AYİM 3.D.nin 11.06.2009 tarih ve E.2008/859, K.2009/650 sayılı hükmü ile adi malul kabul edildiği, davacının disiplinsizlik ve ahlaki durum nedeniyle TSK’dan çıkarılma işleminin iptali istemiyle açtığı başka bir davada, AYİM 1 inci Dairenin 16.06.2009 tarihli ve 2008/922 E., 2009/655 K. sayılı hükmü ile davanın reddine karar verildiği, davacının vekili aracılığı ile 07.09.2009 tarihinde emekli subay kimlik kartı verilmesi istemiyle idari müracaatta bulunduğu, talebinin 28.09.2009 tarihli cevabi yazı ile reddedilerek, 01.10.2009 tarihinde davacıya tebliği üzerine süresinde bu davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Dava konusu uyuşmazlığın, disiplinsizlik ve ahlaki durumu sebebiyle üsteğmen rütbesinde iken emekli edilen davacıya Türk Silahlı Kuvvetleri emekli subay kimlik kartı verilip verilemeyeceği noktasında olduğu anlaşılmaktadır. Kimlik kartları ile ilgili hususlar 211 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanununun 34/e, İç Hizmet Yönetmeliğinin 80/b maddelerinde düzenlenmiştir. Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanununun 34/e maddesi; “Silahlı Kuvvetler mensupları şekli ve kullanma tarzı talimatnamede gösterilen hüviyet kartlarını resmi ve sivil olarak her zaman üzerlerinde bulundurmaya mecburdurlar” hükmünü ihtiva etmektedir. İç Hizmet Yönetmenliğinin 80/b maddesinde; kimlik kartlarının şekilleri, dağıtma usulleri ve hangi makamlarca verileceğinin Milli Savunma Bakanlığınca hazırlanacak bir talimatla tespit edileceği öngörülmüştür. Yukarıdaki düzenlemeler, halen görevde olan Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarına ilişkin olup Türk Silahlı Kuvvetleri emeklileri ile ailelerine, vazife malulü yedek subay ve ailelerine kimlik kartı verilmesine ilişkin yasa ve yönetmelikte açık bir bir düzenleme bulunmamaktadır. İç Hizmet Yönetmenliğinin 80/b maddesi uyarınca çıkartılan Türk Silahlı Kuvvetleri Kimlik Kartı Yönergesinde [MSY 52-7(A)], emekli askeri personel ile muvazzaf ve emekli askeri personelin aile fertlerine de kimlik kartı verilmesi öngörülmüştür. - 369 - Türk Silahlı Kuvvetleri Kimlik Kartı Yönergesinin “Amaç” başlıklı 1/c maddesinde; bu yönerge ile, Türk Silahlı Kuvvetleri emeklilik statüsünü muhafaza eden subay, astsubay, uzman jandarma, uzman erbaşlar ile bunların aile fertlerine verilecek kimlik kartlarının şekil, dağıtım ve kullanma usullerinin düzenlediği belirtildikten ve 3’üncü maddesinin (b) bendinin (1) nci alt bendinde kimlik kartı çeşitleri arasında “Emekli Subay Kimlik Kartı“ sayıldıktan sonra, 5’inci maddesinin (b) ve (c) bendlerinde; emekli subay eş ve çocuklarına kimlik kartı verilme esasları düzenlenmiştir. Aynı Yönergenin “Kimlik Kartlarının Hak Sahiplerine Verilmesi ve Değiştirilmesi“ başlıklı 9’uncu maddesinin (c) bendi; “Hak sahibi olarak emekliye ayrılan subay, astsubay, uzman jandarma, uzman erbaşlara emekliye ayrılış sırasında bir defaya mahsus olmak üzere kimlik kartları ilgili Kuvvet veya Jandarma Genel Komutanlığınca, daha sonraki zayi, yıpranma ve diğer değişiklik vs. hallerinde ilgili Askerlik Şube Başkanlıklarınca verilir.....”hükmünü amirdir. Yönergenin “Kimlik Kartı Verilmeyecek Personel” başlıklı 6’ncı maddesinin (b) fıkrasında ise; 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununun 50/c ve 94/b maddesi gereğince disiplinsizlik veya ahlaki durumları nedeniyle ayırma işlemine tabi tutulanlara kimlik kartı verilmeyeceği düzenlenmiştir. 03.02.2009 tarihinde yürürlüğe giren MY 88-1 Türk Silahlı Kuvvetleri Akıllı Kart Yönergesinin 2’nci Bölüm 3’üncü maddesi 3/c bendinde de; 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu gereğince disiplinsizlik veya ahlaki durumları nedeniyle ayırma işlemine tabi tutulanların Türk Silahlı Kuvvetleri akıllı kart hak sahipliğini kaybedecekleri belirtilmektedir. Mevzuat hükümleri ışığında yapılan incelemede; disiplinsizlik ve ahlaki durum sebebiyle ayırma işlemine tabi tutulanların askeri kimlik kartı alamayacağı, muvazzaf ve emekli subaylara kimlik kartları, orduevleri, askeri gazinolar, özel eğitim merkezleri, dinlenme kampları ve diğer sosyal tesislerde kullanılmak üzere verilmekte olduğundan, davacıya emekli subay kimlik kartı vermeyen idarenin işleminde yönerge hükümlerine aykırılık olmadığı, bu nedenle tesis işlemin hukuka ve mevzuata uygun olduğu sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır. Yukarıda açıklanan nedenlerle; Yasal dayanaktan yoksun DAVANIN REDDİNE, 11 MART 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM 3.D., 11.03.2010; E. 2009/1504, K. 2010/347) - 370 - MADALYA VE ŞEREF AYLIĞI İSTİKLAL MADALYASI -79ÖZETİ: Davacının babasına ait künye kayıt bilgilerinden askerliğini silahlı ve tam olarak yaptığının Sarıkamış Asliye Hukuk Mahkemesinin tespit tutanağında belirtildiği anlaşıldığından davacıya babasından dolayı İstiklal Madalyası verilmemesi işleminin hukuka aykırı olduğu sonucuna varılmıştır. Davacı vekili, 10.08.2009 tarihinde AYİM kayıtlarına geçen dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin babası müteveffa …’nin 1920-1921 yılları arasında Millî Orduda askerlik yaptığını, Kurtuluş Savaşında muharebelere katıldığını, davalı idareye başvurarak davacının babasına izafen İstiklal Madalyası ile beratının verilmesini talep ettiğini ancak bu talebin, davacının babasının yasal şartları taşıdığı hususunda kayıt bulunamadığı gerekçesi ile reddedildiğini, bu işlemin hukuka aykırı olduğunu belirterek işlemin iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Dava dosyasında incelenmesinden; davacının 1903 Sarıkamış doğumlu babası …’nin; Milli Mücadelede Erzurum/Oltu ilçesine bağlı Gaziler (Bardız) nahiyesini işgal etmek isteyen Ermeni çetelerine karşı “Mahalli Milis” teşkili içinde olduğu, 15’inci Kolordu Komutanı Kazım KARABEKİR’in köylere yolladığı çağrı üzerine 2’nci Fırka emrine Haziran 1920’de katıldığı, Eylül 1920’de Yarbay Halit (Karsı alan) komutasında 9’uncu Tümen Süvari Birliği içinde Gaziler-Sarıkamış-Kars ve Gümrü’nün ele geçirilmesi harekâtına katıldığı, Gümrü’nün ele geçirilmesini müteakip birliği ile birlikte Çıldır ilçesi Zozan köyünde teşkil edilen Mürettep Süvari Bölüğünde askerliğini yaptığı, 27.09.1921 tarihinde terhis edilerek Gaziler’e (Bardız’a) döndüğü, terhis belgesini işletmek üzere Oltu Askerlik Şubesine gittiğinde matbu defterin olmaması nedeniyle kaydının yapılamadığı, müteakiben yapılacağının belirtildiği, yolların bozukluğu, köydeki işler nedeniyle bir daha askerlik şubesine gidemediği, Gaziler (Bardız) Nahiyesinin sonradan Sarıkamış’a bağlandığı, askerlik kayıtlarının yer değiştirdiği ve kayıtların işlenmediğinin sonradan anlaşıldığı, Sarıkamış Askerlik Şubesinde yer alan künye kayıt belgesinden davacının babasının askerliğini 2’nci Fırka Mürettep Süvari Bölüğü Neferi olarak silah altında ve tam olarak yaptığının anlaşıldığı, ihtiyat defteri kayıtlarından da 1925 ve 1932 yıllarında yoklamasının yapıldığının görüldüğü, davacının babasınca Sarıkamış Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan tespit davasında, kendisi ile savaşa katılan ve İstiklal Madalyası sahipli silah arkadaşları … ve …’ın ifadelerinden de, aynı birlikte süvari askeri olarak savaştıklarının anlaşıldığı, - 371 - davacının 02.06.2009 tarihli dilekçe ile davalı idareye müracaat ederek söz konusu kayıt ve bilgilere nazaran babasından dolayı hayatta bulunan oğlu sıfatı ile kendisine İstiklal Madalyası verilmesi isteminde bulunduğu, ancak bu talebin 09.06.2009 tarihli bir yazıyla, kıta’ya katılış ve terhis tarihi belli olmadığı gerekçesi ile reddedilmesi üzerine işbu davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Dava ile ilgili olarak AYİM kayıtlarında yapılan inceleme sonucunda; davacının babası tarafından İstiklal Savaşına katılmış olmasından dolayı 1005 sayılı kanun kapsamında Şeref Aylığı bağlanması maksadıyla 07.06.1973 tarihinde AYİM’de dava açıldığı, AYİM 2’nci Daire Başkanlığının 05.03.1974 gün ve Esas No:1974/455, Karar No:1974/230 sayılı kararı ile davanın süre yönünden oybirliği ile reddedildiği, davacının babası tarafından 04.04.1974 tarihinde verilen karar düzeltme istemli dilekçesinin de 10.07.1974 tarihinde oybirliği ile reddedildiği anlaşılmaktadır. Davacının babası tarafından 1005 sayılı kanun kapsamında şeref aylığı bağlanmasına ilişkin açılan davanın AYİM 2’nci Daire Başkanlığınca süre yönünden reddedilmiş olmasının, davacının oğlu tarafından babasından dolayı kendisine İstiklal Madalyası verilmemesi işleminin iptali istemiyle açılan bu davayı, davacının ve dava konusunun farklı olması nedeniyle etkilemediği anlaşılmaktadır. Davacı ile davalı idare arasındaki ihtilaf Haziran 1920’de 2’nci Fırka emrinde askerliğe başlayan davacının babasının, kanunda öngörülen 15.05.1919-09.09.1922 tarihleri arasında Milli Orduda görev yapıp yapmadığı noktasındadır. Davacı, Haziran 1920’de silah altına alınan ve 27.09.1921’de terhis belgesi tanzim edilen babasının öngörülen tarihler arasında silah altında olduğunu iddia etmesine rağmen, davalı idare, künye kayıt defterinde açıkça askerliğini silahlı ve tam olarak yaptığı ve 2’nci Fırka Mürettep Süvari Bölüğü Neferi olduğu belirtilmesine rağmen kıta’ya katılış ve terhis tarihi belli olmadığından İstiklal Madalyası verilmesinin mümkün olmadığını belirtmektedir. 29.11.1920 gün ve 66 sayılı İstiklal Madalyası Kanununun, 30.05.1926 gün ve 869 sayılı Kanunun 2’nci maddesi ile getirilen Ek 4’üncü maddesi; “15 Mayıs 1335 tarihinden İzmir’in tarihi istirdadı olan 9 Eylül 1338 tarihine kadar milli orduda vazife almış berri, bahri, havai ve jandarma erkan, ümera ve zabitaniyle mensubin ve memurin ve efradı askeriyeden elyevm müstahdem bulunan veyahut tekaüt istifa veya terhis suretiyle ordudan infikak etmiş olanlardan şimdiye kadar İstiklal madalyası almamış bulunanlara ve şehadet veya vefat suretiyle üful eylemiş bulunanların ailelerine kırmızı şeritli İstiklal Madalyası verilir. İstiklali Milli uğrunda fedayı hayat eden şehitlerin büyük oğluna, yoksa büyük kızına, yoksa - 372 - pederine, o da yoksa validesine, o da yoksa zevcesine verilir.” şeklinde düzenlenmiştir. Kanun düzenlemesine göre; Milli Mücadelenin başladığı 15.05.1919 tarihinden İzmir’in düşman işgalinden kurtarıldığı 09.09.1922 tarihine kadar geçen dönemde Milli Orduda görev aldığı, keza daha önce İstiklal Madalyası ile taltif edilmediği tespit edilen askeri şahıslar ile bunların Kanunda sayılan alt soylarına İstiklal Madalyası verilebilecektir. Yapılan incelemede, davacının babasına ait künye kayıt bilgilerinden de anlaşılacağı üzere davacının babasının Askerliğini silahlı ve tam olarak 2’nci Fırka Süvari Bölüğünde yaptığı, Sarıkamış Asliye Hukuk Mahkemesinin 1972/223 sayılı tespit tutanağında kendisi ile savaşa katılan … ve …’ın aynı birlikte süvari askeri olarak görev yaptıklarının belirtildiği, ihtiyat defteri kayıtlarından da 1925 ve 1932 yıllarında yoklamasının yapıldığı dikkate alındığında, yukarıda belirtilen tarihler arasında askerlik hizmetini yapan davacının babası hakkında savaş yıllarında haklı olarak kayıtların gerektiği gibi tutulmamasının olumsuz sonucunu davacıya yüklemenin hukuk devleti ilkesine aykırı olduğu değerlendirilerek, davacıya babasından dolayı İstiklal Madalyası verilmemesi işleminin hukuka aykırı olduğu sonucuna varılmıştır. Yukarıda açıklanan nedenlerle; Davacıya İstiklal Madalyası verilmemesi işleminin İPTALİNE, 25 Şubat 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM 3.D., 25.02.2010; E. 2009/1574, K. 2010/243) NASIP NASIP DÜZELTİLMESİ -80ÖZETİ:Kanunun özel olarak düzenlemediği durumda, (Örn; yüksek okul ya da fakülte bitirme nedeniyle intibak vb) rütbe terfi yapılmadığı müddetçe derece ilerlemesi yapılması mümkün değildir. Davacı, 08.04.2009 tarihinde Balıkesir İdare Mahkemesinde, 14.04.2009 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemsinde kayda geçen dava dilekçesinin AYİM 1’inci Dairesinin 24.02.2010 tarihli ve 2010/227 – 190 - 373 - E-K sayılı kararı ile reddedilmesinden sonra, 09.04.2010 tarihinde kayda geçen yenileme dilekçesinde özetle; çeşitli suçları sebebiyle açıkta kaldığı süreler ile mahkûmiyet kararlarının infazı n edeniyle hapiste geçen sürelerin toplamı olan 178 günlük sürenin naspına eklenerek, K.K.K.lığının 20.01.2009 tarihli "Aleyhe nasıp düzeltmesi" konulu emri ile 30.08.1998 olan başçavuşluk naspının 24.02.1999 tarihine götürüldüğünü, maaş derece ve kademesinin de 4'üncü derecenin 8'inci kademesi olduğunun kendisine tebliğ edildiğini, ancak Astsubay Sicil Yönetmeliği'nin 52'nci, 54'üncü, 55'inci ve 74'üncü maddelerinin açık hükümleri gereğince özlük haklarını, emsali olan astsubaylar gibi 2'nci derecenin 2'nci kademesinden alması gerekirken, K.K.K.lığının 20.01.2009 ve 12.03.2009 tarihli işlemleriyle aksi yönde işlem tesis edilerek 4'üncü derecenin 8'inci kademesinden özlük haklarının ödenmesinin hukuka aykırı olduğunu belirtmek suretiyle K.K.K.lığının 20.01.2009 ve 12.03.2009 tarihli yazılarıyla tarafına tebliğ edilen idari işlemlerin iptaline karar verilmesini talep etmiştir. Öncelikle ifade etmek gerekir ki, davacının 08.04.2009 tarihinde Balıkesir İdare Mahkemesinde, 14.04.2009 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde kayda geçen dilekçesiyle tesis ettiği davaya ilişkin olarak AYİM 1’inci Dairesinin 24.02.2010 tarihli ve 2010/227 – 190 E-K sayılı kararı ile dava dilekçesinin reddine karar verildiği, bilahare davacının süresi içinde yenilediği dilekçesiyle işbu davayı tesis ettiği gözetilerek, davacı hakkında aynı konuyu içeren derdest başka bir dava bulunmaması nedeniyle davalı idarenin derdestlik itirazına itibar edilmeyerek davanın esastan incelenmesine geçilmiştir. Dava dosyası ve davacının özlük dosyalarının incelenmesinden; 30.08.1986 tarihinde Astsubay Çavuş naspedilen davacının, 30.08.1989 tarihinde Astsubay Kıdemli Çavuş, 30.08.1992 tarihinde Astsubay Üstçavuş, 30.08.1995 tarihinde Astsubay Kıdemli Üstçavuş, 30.08.1998 tarihinde Astsubay Bçvş. rütbesine terfi ettiği; davacı hakkında, 9'uncu P.Tüm.K.lığı As.Sav.lığının 30.09.2002 tarihli, 2002/1907 - 700 E/K sayılı iddianamesi ile, 29.08.2002 ve 04.09.2002 tarihlerinde müteaddit (üç kez) hizmete müteallik bir muameleden dolayı “amire hakaret" suçunu işlediği iddiasıyla kamu davası açıldığı; davacının bu suç nedeniyle 21.11.2002-31.12.2002 tarihleri arasında kırk gün süreyle açıkta kaldığı; 9'uncu Mot. P. Tüm. K.lığı As. Mah.nin 18.09.2006 tarihli, 2006/893-794 E/K sayılı kararı ile davacının 29.08.2002 tarihinde işlediği "Hizmete ilişkin bir muameleden dolayı hakaret etmek" suçundan 5 ay süre ile hapis cezası ile cezalandırılmasına; 04.09.2002 tarihinde işlediği "Hizmete ilişkin bir muameleden dolayı hakaret etmek" suçundan da 5 ay 25 gün süre ile hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği; 9'uncu Mot. P. Tüm. K.lığı As. Mah.nin belirtilen mahkumiyet hükmünün As. Yargıtay 1’inci Dairesinin 20.06.2007 tarihli, 2007/1305 - 1301 E/K karar sayılı kararı ile davacının 29.08.2002 tarihindeki "Hizmete ilişkin bir muameleden dolayı amire hakaret" suçundan tesis olunan mahkumiyet hükmünün onanmasına, 04.09.2002 tarihinde - 374 - "Hizmete ilişkin bir muameleden dolayı amire hakaret" suçundan tesis olunan mahkumiyet hükmünün cezada kazanılmış hak saklı tutularak uygulama yönünden bozulmasına karar verilmesi sonrasında; davacının kesinleşen cezasının infazının 11.09.2007-12.11.2007 tarihleri arasında (63 gün süreyle) yerine getirildiği; bozulan karar nedeniyle 9'uncu Mot. P. Tug. K.lığı As. Mah. tarafından yeniden yapılan yargılaması sonucunda Mah.nin 27.12.2007 tarihli, 2007/840 - 639 E/K sayılı kararı ile davacının, 04.09.2002 tarihinde "Hizmete ilişkin bir muameleden dolayı amire hakaret etmek" suçundan 5 ay 25 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği; bu kararın Askeri Yargıtay 1’inci Dairesinin 11.06.2008 tarihli, 2008/1863 - 1862 E/K sayılı kararı ile onandığı; bu cezasının infazının da 18.08.2008 -01.11.2008 tarihleri arasında (74 gün süreyle) yerine getirildiği, davacının, müteaddit hizmete müteallik bir muameleden dolayı amire hakaret suçundan, 21.11.2002-31.12.2002 tarihleri arasında (kırk gün süreyle) açıkta kaldığı, cezaların mahkeme kararının kesinleşme durumuna göre ikil bölüm halinde infaz edildiği, cezaların infazı sırasında iyi hal durumu nedeniyle davacı hakkında şartlı salıverme hükümleri uygulanarak 01.11.2008 tarihinde tahliye edildiği, açıkta, müşahede altında ve infazda geçen toplam (178) günlük sürenin 926 sayılı TSK Personel Kanununun 83'üncü maddesinin atıfta bulunduğu 36'ncı madde (a) bendi ve Astsubay Sicil Yönetmeliği'nin 41'inci madde (a/3) bendi gereğince kıdeminden düşülerek MSB’nin 09.01.2009 tarihli ve 2008/30-346 sayılı kararnamesi ile 30.08.1998 olan başçavuşluk naspının 24.02.1999 tarihine götürüldüğü; davacının davalı idareye başvurarak naspının düzeltmesini talep etmesi üzerine K.K.K.lığının 12.03.2009 tarihli yazısıyla yapılan işlemin doğru olduğunun ve 30.08.2009 tarihi itibariyle diğer şartları da taşıması halinde kıdemli başçavuşluğu terfi ettirileceğinin ve kıdemli başçavuşluk nasıp tarihinin emsallerinin nasıp tarihi olan 30.08.2005 tarihine götürüleceğinin kendisine bildirildiği; bu gelişmeler üzerine davacının, işlem tarihi itibariyle 2’nci derecenin 2’nci kademesine getirilmesi gerektiğinden bahisle K.K.K.lığının 20.01.2009 ve 12.03.2009 tarihli yazılarıyla tarafına tebliğ edilen idari işlemlerin iptaline karar verilmesi talebiyle işbu davayı tesis ettiği anlaşılmıştır. Davacı, dava dilekçesinin gerek sonuç ve istem bölümünde gerekse dava konusu bölümünde; K.K.K.lığının 20.01.2009 tarihli emri ve 12.03.2009 tarihli emri ile tesis edilen işlemlerin iptalini talep etmektedir. Davacının, daha önceden 14.04.2009 tarihinde AYİM’de kayda geçen dava dilekçesinin AYİM 1’inci Dairesinin 24.02.2010 tarihli ve 2010/227 – 190 E-K sayılı kararı ile; dava dilekçesinde belirtilen uyuşmazlık konusunun, rütbe terfi, aleyhe nasıp düzeltilmesi, derece ve kademe ilerlemesi ve “ön lisans eğitimi nedeniyle alması gereken kıdem” konularından hangilerine tekabül ettiği konusunda tereddüt oluşturacak şekilde belirtilmesi nedeniyle reddedilmiştir. Davacının, iptalini talep ettiği işlemlerin yer aldığı K.K.K.lığının 20.01.2009 tarihli emri ve 12.03.2009 tarihli emrinin, dava dilekçesinde ileri sürülen iddia ve itirazlar kapsamında incelenmesi - 375 - neticesinde; davacının, dilekçesinin reddedilmesi sonrasında AYİM’de 09.04.2010 tarihinde kayda geçen iş bu yenileme dilekçesi ile iptalini talep ettiği işlemin, “Aleyhe nasıp düzeltilmesine bağlı olarak, - 20.01.2009 tarihi itibariyle – derece ve kademesinin 4’üncü derecenin 8’inci kademesi olarak belirlenmesi işlemi” olduğu değerlendirilmiştir. Dava konusu ihtilafın çözümü için; davacının dava konusu ettiği K.K.K.lığının 20.01.2009 ve 12.03.2009 tarihli emirleriyle tesis edilen “derecenin belirlenmesi” işleminin dayanağını oluşturan “nasıp düzeltmesi” işleminin de hukuka uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekmektedir. 926 sayılı TSK Personel Kanununun “Nasıp düzeltilmesi” başlıklı 83’üncü maddesinin 1’inci fıkrası; “Kazai ve idari kararlar sonucu astsubayların nasıplarının düzeltilmesi hakkında 36’ncı maddenin (a), (b), (e) bentleri hükümleri uygulanır. Ancak sıhhi sebepler ile devamsızlık, yönetmelikte gösterilen özel nitelik isteyen kurslar ve 3 ay (dahil) daha az süreli kurslar için 36’ncı maddenin (b) bendi hükümleri uygulanmaz. (Ek: 29/9/1988 -3475/9 md.) Yukarıdaki fıkra gereğince nasıpları düzeltilecek astsubayların; nasıp düzeltme ve terfi işlemlerinin ne şekilde yapılacağı Astsubay Sicil Yönetmeliğinde gösterilir.” hükmünü; 926 sayılı Kanunun 36’ncı maddesi ise; “Kazai ve idari kararlar neticesi nasıp düzeltilmesi aşağıdaki esaslara göre yapılır: a) (Değişik:9/8/1991-KHK-445/2 md.;Aynen kabul 23/1/1992-3768/2 md.) Kısa hapis cezası, tecil edilen, tedbire veya para cezasına çevrilen cezalar hariç olmak üzere subayların; 1. Şahsi hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkûmiyetleri halinde, infaz süresi de dikkate alınarak gözaltı, tutukluluk ve hükümlülükte geçen süreleri, 2. Açığı gerektiren bir suçtan mahkûmiyet halinde açıkta geçen süreleri, 3. Firar veya izin tecavüzünde bulundukları askeri mahkeme kararı ile sabit olanların firarda veya izin tecavüzünde geçen süreleri, Kıdemlerinden düşülür. Bu işlem, firar, izin tecavüzü veya açıkta geçen süreler bakımından hükmün kesinleşmesini, şahsi hürriyeti bağlayıcı cezalar bakımından, cezanın kısmen veya tamamen infazını müteakip son rütbeye nasıp tarihinin düzeltilmesi suretiyle derhal yapılır….” hükmünü içermektedir. Yukarıda serdedilen mevzuat hükümleri çerçevesinde aleyhe nasıp düzeltilmesine ilişkin olarak yapılan değerlendirmede: Davacının, 21.11.2002-31.12.2002 tarihleri arasında açıkta; 19.09.2007-12.11.2007, 18.08.2008-01.11.2008 tarihleri arasında mahkumiyet hükmünün infazında ve 16.12.2002-17.12.2002 tarihleri arasında müşahede altında (Bu süre 5237 - 376 - sayılı TCK’nun 63’üncü maddesi gereğince infazdan mahsup edilmiştir.) geçirdiği sürelerin toplamı olan 178 günlük sürenin 30.08.1998 olan başçavuşluk naspına eklenerek, başçavuşluk naspının 24.02.1999 tarihine götürülmesi suretiyle tesis edilen aleyhe nasıp düzeltilmesi işleminde hukuka aykırı bir yön bulunmadığı görülmektedir. Davacı, bu işlemin tesis edildiği tarih itibariyle derece ve kademesinin 4’üncü derecenin 8’inci kademesi olarak değil de, naspının bir yıl geriye götürülmesiyle emsali haline gelen 1987 neşetli astsubayların bulunduğu derece ve kademe olan 2’nci derecenin 2’nci kademesi olarak tespit edilmesi gerektiğini ileri sürmektedir. 926 sayılı Kanunun “Kademe terfii esas ve şartları” başlığı altındaki 93’üncü maddesi (Değişik madde: 07/07/1971 - 1424/32 md.): “Astsubaylar aşağıda yazılı esaslara göre her yıl kademe ilerlemesi yaparlar. / .... b) Rütbelere ait kademeler ve bu kademelerin üst derece maaş kademelerine sirayeti ek-VIII sayılı çizelgede gösterilmiştir. Kademe ilerlemesi suretiyle üst rütbe maaşını almış olmak, üst rütbeye terfii gerektirmez / ... d) Bekleme süreleri sonunda üst rütbeye terfi eden astsubaylar, yeni rütbelerinin birinci kademesine de ilerlemiş olurlar. Bekleme süreleri dışında rütbe terfii eden astsubaylar da yeni rütbelerinin birinci kademesine ilerlemiş sayılırlar..../ e) Muhtelif sebeplerle nasıp tarihleri lehlerine düzeltilenlerin, yeni nasıp tarihlerine göre ek - VIII sayılı cetveldeki kademelere intibakları yapılır .../...” hükümlerini içermektedir. Görüldüğü üzere 926 sayılı Kanunun 93’üncü maddesinde Ek Vlll sayılı cetvele doğrudan atıfta bulunulmuştur. Dolayısıyla Kanunun özel olarak düzenlemediği durumda, (Örn; yüksek okul ya da fakülte bitirme nedeniyle intibak vb) rütbe terfi yapılmadığı müddetçe derece ilerlemesi yapılması mümkün değildir. 201.01.2009 tarihli işlem ile naspı 24.02.2009 tarihine götürülen davacının işlem tarihi itibariyle rütbesi kademeli “Başçavuş” olup, derece olarak da 4’üncü derecededir. Dolayısıyla bir üst rütbeye terfi edene kadar bir üst dereceye ilerletilmesi yasal olarak mümkün değildir. Bçvş. rütbesine (düzeltilen) nasıp tarihine göre (yaklaşık 10 yıldır başçavuş rütbesinde olması nedeniyle) davacının bulunması gereken kademesi ise, 4’üncü derecenin son kademesi olan 8’inci kademedir. 1986 neşetli astsubay olan davacı, aleyhe nasıp düzeltilmesi sonucunda 1987 neşetli astsubayların kendisine emsal olduğunu ileri sürerken rütbesini dikkate almamaktadır. Oysa işlem tarihinde kendi rütbesi Bçvş., 1987 neşetli astsubayların rütbesi (Kad.) Kd. Bçvş.tur. Dolayısıyla davacı, 1987 neşetli astsubayları emsal alarak yanılgıya düşmektedir. Zira, işlem tarihi itibariyle davacının emsali 30.08.1999 nasıplı “Başçavuş”lardır. Esasen davacı, bu yaklaşımıyla Astsubay Sicil Yönetmeliğinin 52, 55 ve 74’üncü maddelerini de hatalı yorumlamaktadır. Zira 52’nci madde kademe ilerlemesi yapacaklar hakkında olup, maddede yer alan “…Bulunulan yeni nasıplarına göre, emsali astsubaylardan kademe ilerlemesi bakımından geride kalanların kademe - 377 - ilerlemesi, şartları haiz olmaları halinde, emsallerinin bulunduğu kademeye intibak edecek şekilde derhal yapılır.” hükmünde sözü edilen “emsal” neşet itibariyle değil, bulunulan rütbeye nasıp itibariyle emsaldir. Nitekim davacıya da rütbesine göre verilebilecek olan en yüksek derece ve kademe verilmiştir. Keza, davacının iddiasına dayanak yaptığı 55’inci maddede sözü edilen ise, rütbe bekleme süresi içerisinde herhangi bir yıl nasıpları aleyhine düzeltilmesi nedeniyle emsallerine göre bir kademe geri kalan astsubayların, (aynı rütbeye ilişkin bekleme süresi içerisinde) sonraki yıllarda da aleyhlerine nasıp düzeltilmesi yapılması halinde, aleyhe nasıp düzeltilmesi toplamı bir yılı geçmediği takdirde, sonraki yıllara ait terfi yılını tamamlamış kabul edilecekleridir. Görüldüğü üzere bu hükmün davacının durumu ile bir ilgisi bulunmamaktadır. Davacının sözünü ettiği 74’üncü maddede de, terfi ve rütbe kıdemliliği işlemlerinin cezanın infazını takip eden 30 Ağustos tarihinde yapılacağı, kademe ilerlemesinin ise kademe ilerlemesi şartlarını taşıyorlarsa emsallerinin bulunduğu kademeye intibak edecek şekilde kademe ilerlemesi işlemine tabi tutulacakları belirtilmektedir. Görüldüğü üzere, anılan düzenlemede de davacıya bir üst rütbenin derece ve kademesinin verilmesi gerektiğine ilişkin bir hüküm bulunmamaktadır. Nitekim, 20.01.2009 tarihli işlem ile Bçvş.luk nasbı 24.02.1999 tarihine götürülen davacı, emsalleri terfi etmiş olduğundan, cezanın infazını takip eden ilk 30 Ağustos olan 30.08.2009 tarihinde Kd. Bçvş.luğa yükseltilmiş, Bçvş.luk nasbı emsallerinin nasıp tarihi olan 30.08.2005 tarihine götürülmüş, maaş derece ve kademesi ise gerek rütbesi gerekse yüksek öğrenimi de dikkate alınarak 2’nci derece 5’nci kademeye götürülmüştür. Sonuç olarak, 201.01.2009 tarihli kararla Bçvş.luk nasbı 24.02.1999 tarihine götürülen davacının aynı kararla derece ve kademesinin 4’üncü derece 8’nci kademe olarak tespit edilmesinde ve derece ve kademesinin 2’nci derece 2’nci kademe olarak düzeltilmesi talebinin 12.03.2009 tarihli işlemle reddedilmesinde hukuka aykırı bir yön bulunmadığı değerlendirilmiştir. Açıklanan nedenlerle; Yasal dayanaktan yoksun bulunan DAVANIN REDDİNE 02 Kasım 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM 1.D., 02.11.2010; E. 2010/569, K. 2010/1086) - 378 - OYAK İŞLEMLERİ 1. EMEKLİLİK YARDIMI -81ÖZETİ: Davacının Türk Silahlı Kuvvetlerinden fiilen ilişiğinin kesildiği tarih itibariyle 7 yıl 11 ay fiili OYAK üyeliği bulunduğundan OYAK emeklilik yardımından yararlanması hukuken mümkün değildir. Davacı vekili 07.12.2009 tarihinde AYİM’de kayda geçen dava dilekçesi ile cevaba cevap dilekçesinde özetle; Eylül 2000 ayında OYAK üyeliği başlamış olan davacının üyeliğinin, 06.08.2008 tarihinde ilişiğinin kesilmesiyle sona erdiğini, davacının üyelik süresinin 120 aydan az olduğu gerekçesiyle yalnızca aidat iadesi yapıldığını, GATA Sağlık Kurulunun 27.06.2008/1028 sayılı raporu ile davacı hakkında “sınıfı görevini yapamaz” kararı verildiğini, re’sen ayırma işlemi tesis edilen davacıya AYİM 3’üncü Dairesinin kararı ile adi maluliyet aylığı ödenmesine karar verildiğini, ayrıca maluliyet nedeniyle yapılacak ödemelerde üyelik süresinin 120 ay olması gerektiğine ilişkin bir şart olmadığını, kar payı ödenmesi gerektiği halde aksi yönde tesis edilen işlemin hukuka aykırı olduğunu belirterek, işlemin iptaline karar verilmesini talep ve dava etmektedir. Dava dosyasının incelenmesinden; 30.08.2000 tarihinde Hava Harp Okulundan mezun olarak teğmen rütbesiyle göreve başlayan davacının Eylül 2000 ayındaki ilk aidat ödemesiyle OYAK üyeliğinin başladığı, Ankara GATA Sağlık Kurulunun 27.06.2008/1028 sayılı raporu ile “Bronşiyal Astım, Lomber Disk Hernisi Ameliyatlısı, Geçirilmiş Akciğer Tüberkülozu, Nevrotik Kişilikte Remisyonda Anksiyete Bozukluğu” tanı ve “A/47 F-1, A/16 F-2, B/46 F-1, B/63 F-6 sınıfı görevini yapamaz, TSK SYY’nin 2 nolu sınıflandırma çizelgesinde (+) işaretli sınıflarda sınıflandırması uygundur.” kararı verildiği, 22.07.2008 tarihli onay ile disiplinsizlik nedeniyle Türk Silahlı Kuvvetlerinden ayrılmasına karar verildiği ve 06.08.2008 tarihinde fiilen ilişiğinin kesildiği, açıkta iken adi malûl kabul edilmeyen davacıya AYİM 3’üncü Dairesinin 11.06.2009 gün ve 2008/859 E., 2009/650 K. sayılı hükmü ile adi malûliyet aylığı bağlanmasına karar verildiği, bilahare görev harici 19.05.2006 tarihinde geçirdiği trafik kazası sonrasında kalıcı vücut fonksiyon kaybının bulunduğunu iddia eden davacıya Ankara GATA Sağlık Kurulunun 02.10.2009/454 sayılı ek raporuna istinaden kısmi malûliyet yardımı yapıldığı, öte yandan 06.08.2008 tarihinde fiilen ilişiğinin kesilmesi üzerine OYAK üyeliği sona eren davacının fiili üyeliğinin 120 aydan az olması nedeniyle yalnızca biriken aidat iadesi yapıldığı (5.914,02 TL), 20.07.2009 tarihinde yaptığı idari müracaata, 23.09.2009 tarihli yazı ile - 379 - olumsuz cevap anlaşılmaktadır. verilmesi üzerine süresinde bu davanın açıldığı Taraflar arasındaki uyumazlığın, OYAK üyelik aidatlarının kar payı işletilmiş hali olan emeklilik yardımının hangi şartlarda yapılacağı noktasında olduğu anlaşılmaktadır. Davacı vekili müvekkilinin hem adi malûl olarak emekli statüsü kazanması, hem de tarafına kısmi malûliyet yardımı ödenmesi nedeniyle emeklilik yardımı yapılması gerektiğini belirtmesine karşın, davalı kurum daimi üye statüsünde olan ve disiplinsizlik nedeniyle 120 ay fiili hizmet süresini doldurmaksızın ayırma işlemine tutulan davacıya yalnızca aidat iadesi yapılabileceğini belirtmektedir. 205 sayılı OYAK Kanununun 26/a maddesinde; daimi üyelere bir defaya mahsus olarak yapılacak toptan yardımlar arasında davacının talep ettiği “emeklilik yardımı” sayılmış, 21/1 maddesinde; en az 10 yıl (120 ay) süreyle kurumda üye olarak bulunduktan sonra görevli olduğu kuruluştan herhangi bir sebeple ayrılmak suretiyle üyeliği son bulan daimi üyelerin emeklilik yardımından istifade edebilecekleri düzenlenmiştir. Aynı Kanunun 25/1 maddesinde; kuruma aidat ödediği müddet içinde ölmesi halinde, 26/b3 maddesinde ise; kaza kaynaklı kısmi malûliyet halinin vazifeden ayrılmayı icab ettirmesi halinde ayrılış tarihine kadar biriken emeklilik yardımın da iade olunacağı belirtilmektedir. Mevzuat hükümlerine göre daimi üyenin aylık kesintilerine kar payı işletilebilmesi, diğer bir deyişle emeklilik yardımının yapılabilmesi için en az 10 yıl (120 ay) müddetle üyeliğine devam edip aidat kesintilerinin devam etmesi gerekmektedir. Ana kural bu olmakla beraber, aidat kesintisinin devam ettiği süreçte meydana gelen ölüm hali, keza tam ve daimi malûliyetin yanı sıra, kısmi malûliyet halinin görevden ayrılmayı zaruri kılması durumu 10 yıllık kurala istisna olarak kabul edilmiş ve bu istisnai durumlarda emeklilik yardımından istifade etme imkânı tanınmıştır. Davacının harp okulundan mezuniyeti sonrası Eylül 2000 ayındaki ilk aidat kesintisiyle başlayan OYAK üyeliği, Türk Silahlı Kuvvetlerinden fiilen ilişiğinin kesildiği 06.08.2008 tarihinde sona ermiştir. Daimi üye statüsünde olan davacının emeklilik yardımından istifade edebilmek için üyeliğinin ve aidat kesintisinin 10 yıl (120 ay) devam etmesi gerekmektedir. İlişiğinin kesildiği tarih itibariyle 7 yıl 11 ay fiili kurum üyeliği bulunan davacı emeklilik yardımı için gereken şartları taşımadığından emeklilik yardımı yapılması hukuken mümkün görülmemektedir. Davacı vekili, geçirdiği trafik kazası neticesinde, GATA Sağlık Kurulunun 02.10.2009 tarihli ek raporu ile % 12 oranında vücut fonksiyon kaybına uğradığı tespit edilen müvekkiline davalı kurum tarafından kısmi malûliyet yardımı ödemesi yapıldığını, ayrıca kesinleşmiş mahkeme kararı ile adi malûl kabul edildiğini, 205 sayılı Kanunda malûliyet nedeniyle - 380 - yapılan ödemelerde 10 yıl (120 ay ) şartının aranacağına ilişkin bir düzenleme bulunmadığını belirtmekte ise de; 205 sayılı Kanunun 26/b-3 maddesinde kısmi malûliyete duçar olan üyenin durumunun görevinden ayrılmasını gerektirmesi durumunda emeklilik yardımı yapılacağını belirtmektedir. Davacı Türk Silahlı Kuvvetlerindeki görevinin devamı sırasında disiplinsizlik sebebiyle sicilen ayırma işlemine tabi tutulmuştur. Bu işlem sebebiyle Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiği kesilmiş ve OYAK üyeliği de bu şekilde sona ermiştir. Daha sonra adi malûliyet aylığı bağlanması davacının Türk Silahlı Kuvvetlerinden ayrılma şeklini değiştirmemektedir. Davacı malûliyet sebebiyle görevinden ayrılmak veya emekli olmak durumunda kalmış değildir. Bu sebeple üyelik süresinde maaşından kesinlen aidatların nemasız olarak iade edilmesi ve emeklilik yardımı yapılmaması işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır. Yukarıda açıklanan nedenlerle; Yasal dayanaktan yoksun davanın REDDİNE, 29 Nisan 2010 tarihinde Üye Hâkim Albay Muhittin KARATOPRAK ile Üye Hâkim Albay Mehmet AKBULUT’un karşı oyları ve OYÇOKLUĞU ile karar verildi. KARŞI OY GEREKÇESİ Davacı vekili dilekçesinde özetle; davacının OYAK üyeliğinin Eylül 2000 tarihinde başladığını, 06.08.2008 tarihinde ilişiğinin kesilmesi nedeniyle üyeliğinin sona erdiğini, üyelik süresinin 120 aydan az olduğu gerekçesi ile aidat iadesi yapıldığını, kar payı ödenmediğini, davacıya mahkeme kararı ile adi malûl aylığı bağlandığını, 205 sayılı kanunda malûl olan üyelere aidatları geri ödenirken 120 ay şartının aranacağına ilişkin düzenleme olmadığını, davacının adi malûl olduğunun göz ardı edildiğini belirterek kar payı ödemesi yapılmaması işleminin iptaline, 06.08.2008 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir. Davalı kurum savunmasında özetle; hakkında düzenlenen rapor uyarınca davacıya kısmi malûliyet yardımı ödendiği, on yıldan az hizmeti olduğundan emeklilik yardımı yapılmadığı sadece aidatlarının iade edildiği, davacının Türk Silahlı Kuvvetlerinden ayrılma sebebinin düçar olduğu malûliyet olmayıp disiplinsizlik nedeni ile görevinin sona erdirildiği, bu nedenle emeklilik yardımı yapılmasının mümkün olmadığı belirtilerek davanın reddine karar verilmesi istenmiştir. Dava dosyasında yer alan bilgi ve belgelerin incelenmesinden; davacının subay olarak Türk Silahlı Kuvvetlerinde göreve başlaması - 381 - nedeniyle Eylül 2000 tarihinde OYAK üyeliğinin başladığı, disiplinsizlik nedeniyle 06.08.2008 tarihinde ilişiğinin kesildiği, OYAK üyeliğinin sona erdiği, davacıya kısmi malûliyet yardımı yapıldığı, emeklilik yardımı ödenmediği, sadece aidatlarının ödendiği anlaşılmıştır. 205 sayılı OYAK Kanununun 20’nci maddesinde; kurumun üyelerine veya ölümleri halinde mirasçılarına yapılacak yardımlar düzenlenmiş, daimi üyelere bir defaya mahsus olmak üzere emeklilik yardımı, malûliyet yardımı, ölüm yardımı, geçici üyelere malûliyet ve ölüm yardımı yapılacağı, 21’inci maddesinde en az on yıl müddetle kurumda üye olarak bulunduktan sonra görevli oldukları kuruluşlardan herhangi bir sebeple ayrılmak suretiyle üyeliği sona eren daimi üyelerin emeklilik yardımından faydalanacağı, 23’üncü maddesinde kurumun daimi üyelerinden 21 ve 25’inci maddelerde gösterilen sebepler dışında üyelik vasfını kaybedenlere aidatlarının iade olunacağı ancak kurum üyelik müddetleri üç seneyi geçmeyenlerle, geçici üyelere hiçbir aidat iadesi yapılmayacağı belirtilmiştir. Aynı kanunun 24’üncü maddesinde emeklilik yardımının; üyenin kurumda geçen ve aidat ödediği süreye karşılık olarak tasarruf primine yıllık % 5 teknik faiz oranı üzerinden hesaplanan miktardan ibaret olduğu hüküm altına alınmıştır. 205 sayılı kanunun 26’ncı maddesinde; üyelerden birisinin herhangi bir kaza dolayısıyla daimi ve kısmi bir malûliyete uğradığı takdirde bu kanuna ilişik 2 nolu tablodaki nispetler dâhilinde kısmi malûliyet yardımına hak kazanacağı, kısmi malûliyete duçar olan üyenin durumu vazifesinden de ayrılmasını icap ettirecek olursa ayrılış tarihine kadar birikmiş emeklilik yardımı tutarının da kendisine iade olunacağı belirtilmiştir. OYAK Kanununun 21 ve 23’üncü maddeleri birlikte yorumlandığında 3-10 sene arasında üyelik süresi bulunanlardan ölüm hali dışında üyelik sona erdiğinde sadece ödediği aidatların iade edileceği sonucu çıkmaktadır. Üyelik süresi on yılı doldurmadan üyelik süresinin sona ermesi halinde emeklilik yardımı ödenemeyecek sadece birikmiş aidat iade edilebilecektir. Bunun istisnası kısmi malûliyete düçar olan üyenin bu durumunun vazifesinden ayrılmasını icap ettirecek durumda olmasıdır. Davacıya davalı kurum tarafından kısmi malûliyet yardımı yapılmış olduğundan bu hususta uyuşmazlık bulunmamaktadır. Davacının kısmi malûliyet halinin vazifesinden ayrılmasını gerektirecek durumda olup olmadığının irdelenmesi gerekmektedir. Davacının Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiğinin kesilmesinden önce GATA Sağlık Kurulunun 27.06.2008 tarih ve 1028 sayılı raporu ve bronşiyal astım, lomber disk hernisi ameliyatlısı, geçirilmiş akciğer tüberkülozu, nevrotik kişilikte remisyonda anksiyete bozukluğu teşhisi ile Türk Silahlı Kuvvetlerinde sınıfı görevini yapamayacağına ilişkin raporun düzenlendiği görülmüştür. Davacıya Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiğinin kesilmesinden - 382 - sonra aylık bağlanmamış, bu işlemin iptali için açılan davada AYİM 3’üncü Dairesinin 11.06.2009 tarih 2008/859 E., 2009/650 K. sayılı kararında davacının malûliyetini talep etme hakkı bulunduğu belirtilerek adi malûliyet aylığı bağlanmaması işleminin iptaline karar verilmiştir. 5434 Sayılı T.C. Emekli Sandığı kanunun 44’üncü maddesinde; her ne sebeple olursa olsun vücutlarında hâsıl olan arızalar nedeniyle vazifelerine yapamayacak duruma giren iştirakçilere malûl denileceği ve haklarında malûllüğe ilişkin hükümlerin uygulanacağı, bunların istedikleri takdirde malûllüklerinin mani olmadığı başka sınıflara tayinleri yapılmak suretiyle istifa etmiş sayılacakları, bu halde dahi bu kanun hükümlerinin uygulanmasını istemek hakkının mahfuz olduğu hüküm altına alınmıştır. Dosya içerisinde yer alan GATA Komutanlığının 02.10.2009 tarih 454 sayılı Ek raporunda; davacının 14.05.006 tarihinde Diyarbakır’da sürücüsü olduğu araçta trafik kazası sonucu yaralandığı, iki defa ameliyat edildiği, halen belinde aşırı ağrı olduğu, bel fleksiyonunda kısıtlılık tespit edildiği, Türk Silahlı Kuvvetleri Sağlık Yeteneği Yönetmeliği B/63 F6 uyarınca sınıfı görevi yapamaz raporu düzenlenmiş olduğu belirtilmiştir. 2006 yılında geçirdiği trafik kazasından dolayı davacıya davalı kurum tarafından kısmi malûliyet yardımı yapılmış, bu yaralanmadan dolayı 2008 yılında hakkında sınıfı görevini yapamaz raporu düzenlenmiştir. Sınıfı görevini yapamaz raporu tanzim edilen personel adi malûl kabul edilir. Adi malûl kabul edilen personel sınıf değişikliği talep edebileceği gibi emekliliğini de talep edebilir. 5434 sayılı kanunun 44’üncü maddesi gereği emekliliğini talep etmesi halinde görevinden ayrılması gerekir. Sınıf değişikliği yapılarak görevine devam etmesi halinde kanunda aranan diğer şartlarda mevcut ise malûliyet hakkını ileri bir tarihte de kullanabilir. Kanun ile bu hak mahfuz tutulmuştur. AYİM 3’üncü Dairesinin 11.06.2009 tarih ve 2008/859 E., 2009/650 K. sayılı kararında davacının malûliyetini talep etmek hakkı bulunduğu, adi malûl olduğu vurgulanarak adi malûl aylığı bağlanmaması işleminin iptaline karar verilmiştir. Sonuç olarak kısmi malûliyet yardımı yapılan davacı bu rahatsızlığından dolayı vazifesinden ayrılmasını icap ettirecek duruma gelmiştir. Türk Silahlı Kuvvetlerinden disiplinsizlik nedeniyle ayrılmış olması bu sonucu değiştirmeyecektir. 205 sayılı kanun 26’ncı maddesi uyarınca davacıya emeklilik yardımı ödenmelidir. Yukarıda açıklanan nedenlerle işlemin iptaline karar verilmesi gerektiği görüşü ile davanın reddi yönünde oluşan çoğunluğa katılmadık. 29.04.2010 - 383 - ÜYE ÜYE Muhittin KARATOPRAK Hâkim Albay Mehmet AKBULUT Hâkim Albay (AYİM 3.D., 29.04.2010; E. 2010/749, K. 2010/559) -82ÖZETİ: Davacının doğum izninde geçen süreye ilişkin aidatlarının, malûl olarak TSK’nden emekliye ayrılmasından sonra tamamlama isteğine rağmen bu talebin kabul edilmeyerek sadece aidat ödemesinin yapılması ve OYAK emeklilik yardımı yapılmaması hukuka aykırıdır. Davacı vekili, 07.09.2009 tarihinde AYİM’de kayda geçen dava dilekçesinde özetle; 1999 yılı Mayıs ayından itibaren OYAK’na üye olduğunu, Temmuz 2006 ayından itibaren ücretsiz doğum izni kullandığını, 16.06.2009 tarihinde sağlık kurulu raporuna istinaden adi malûl olarak emekliye sevk edilerek ilişiğini kestiğini, 10 yıllık üyelik süresini tamamlayan davacının OYAK’a müracaat ettiğini, 10 yıl süre ile aidat ödememesi nedeni ile yalnızca aidat iadesi yapıldığını belirterek davacı hakkında üyelikten çıkarma ve emeklilik yardımı yapılmaması işleminin iptaline, davacının eksik aidatlarının tamamlatılarak OYAK üyeliği statüsünün yeniden ihdası ile emeklilik aylığı bağlanmasına ve/veya isteğe bağlı emeklilik hakkından yararlandırılmasına, bu talep yerinde görülmediği takdirde davacının hesabında biriken teknik faiz ve kar payının yasal faizi ile birlikte ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir. Dava dosyasının incelenmesinden; davacının 30.06.1997 tarihinde Ordu Hemşiresi olarak göreve başladığı, talebi üzerine OYAK üyeliği başlayan davacının ilk aidatının Haziran 1999 ayında kesildiği, davacının Ekim 2006 ayında ücretsiz izne ayrıldığı, Eylül 2007 ayında tekrar göreve başladığı, GATA Profesörler Kurulunun 16.03.2009 tarih ve 14 sayılı raporu ile TSK da Devlet memuru olarak görev yapamaz raporu verildiği, 16.06.2009 tarihinde malûlen emekliye ayrıldığı, on yıl aidat ödemesi bulunmadığı gerekçesi ile yalnızca aidat iadesi yapıldığı, ücretsiz izinde geçen süreye ilişkin aidat ödenmesi talebinin kabul edilmediği anlaşılmıştır. 205 sayılı OYAK Kanununun 20 nci maddesinde; kurumun üyelerine veya ölümleri halinde mirasçılarına yapılacak yardımlar - 384 - düzenlenmiş, daimi üyelere bir defaya mahsus olmak üzere emeklilik yardımı, malûliyet yardımı, ölüm yardımı, geçici üyelere malûliyet ve ölüm yardımı yapılacağı, 21 nci maddesinde en az on yıl müddetle kurumda üye olarak bulunduktan sonra görevli oldukları kuruluşlardan herhangi bir sebeple ayrılmak suretiyle üyeliği sona eren daimi üyelerin emeklilik yardımından faydalanacağı, emeklilik yardımına hak kazanarak görevli oldukları kuruluşlardan herhangi bir sebeple ayrılan üyelerin isterlerse emeklilik yardımının bir kısmını veya tamamını kurumda bırakarak emekli maaş sistemine girebilecekleri, 23 ncü maddesinde kurumun daimi üyelerinden 21 ve 25 nci maddelerde gösterilen sebepler dışında üyelik vasfını kaybedenlere aidatlarının iade olunacağı ancak kurum üyelik müddetleri üç seneyi geçmeyenlerle geçici üyelere hiçbir aidat iadesi yapılmayacağı belirtilmiştir. Aynı kanunun 24 ncü maddesinde emeklilik yardımının; üyenin kurumda geçen ve aidat ödediği süreye karşılık olarak tasarruf primine yıllık % 5 teknik faiz oranı üzerinden hesaplanan miktardan ibaret olduğu, 25 nci maddesinde kurum üyesinin kuruma aidat ödediği müddet içinde ölmesi halinde ölüm yardımı ödeneği hüküm altına alınmıştır. Dava dilekçesinde emeklilik yardımı yapılmaması işleminin iptaline, emeklilik yardımı bağlanmasına ve/veya isteğe bağlı emeklilik hakkından yararlandırılmasına bu talep yerinde görülmezse davacının hesabında biriken teknik faiz ve kar payının yasal faizi ile ödenmesine karar verilmesi talep edilmek suretiyle terditli talepte bulunulduğundan dilekçenin reddine karar verilmesi yönünde düşünce bildirilmiş ise de; on yıllık üyelik süresini doldurmadan ayrılan kurum üyesinin aidatlarına kar payı verilmesi ve faiz uygulanmasını dava edilebileceği, emeklilik yardımı yapılmaması işlemi ile arasında bağlantı olması göz önüne alınarak her iki talebin bir dilekçe ile dava konusu yapılabileceği bu durumda terditli talep olmayacağı değerlendirildiğinden dilekçenin reddine karar verilmemiştir. OYAK Kanununun 21 ve 23 ncü maddeleri birlikte yorumlandığında 3-10 sene arasında üyelik süresi bulunanlardan ölüm hali dışında üyelik sona erdiğinde sadece ödediği aidatların iade edileceği sonucu çıkmaktadır. Kanunun 24 ncü maddesi uyarınca emeklilik yardımı yapılması için on yıl süre ile kuruma üye olunması ve bu sürede aidat ödenmesi şartlarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir. Davacının doğum izninde geçirilen süreye ilişkin aidat ödemesi olmadığından, emeklilik yardımı için on yıl aidat ödenmiş olma şartının gerçekleşmediği görülmektedir. 205 Sayılı Kanunun 30 ncu maddesi “Açığa çıkarılan, Bakanlık emrine alınan, işten el çektirilen ve diğer kanuni aidatları kesilemeyen üyelerden geçen müddetlere ait aidatlarını Kuruma ödeyenlerin bu müddetleri emekli, malûliyet ve ölüm yardımlarına esas olacak müddetlere ilâve olunur. Ancak, aidatını ödemeyenlerden bu devreler içinde ölüm ve - 385 - malûliyete duçar olanlara, yalnız Kurumda geçen müddete tekabül eden emeklilik yardımı ödenir. Yönetim Kurulu, bu gibilerin aidat borçlarını ödeyebilmeleri hususunda kendilerine kolaylıklar gösterebilir.” şeklindedir. Kanunun 30 ncu maddesi ile üyelik ilişkisinin devam ettiği dönem içerisinde kanunda sayılan nedenlerle aidatı kesilemeyen üyelere daha sonra eksik aidatları tamamlamaları imkânı sağlanmıştır. 2001 yılında yapılan 41. Olağan Genel Kurulun 10 numaralı kararında; firar hali hariç olmak üzere kurum üyelerinin aidatlarındaki eksikliklerin (ücretsiz izinden kaynaklanan nedenlerde dâhil) bir defaya mahsus olmak üzere 205 sayılı kanunun 30 ncu maddesi kapsamında değerlendirilerek eksik aidatlarının tamamlatılmasına ve bu sürenin emeklilik yardımında esas alınmasına karar verilmiştir. Kanunun 30 ncu maddesinin Genel Kurul kararı ile uygulama alanı genişletilmiştir. Davacının doğum izninde geçen süreye ilişkin aidatlarını tamamlaması halinde emeklilik yardımında bu sürenin esas alınacağı yönünde taraflar arasında bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Uyuşmazlık; davacının görevinden ayrılması nedeniyle üyelik süresinden sonra bu aidatları tamamlayıp tamamlayamamasına ilişkindir. 205 sayılı kanunun 30 ncu maddesinde kesilmeyen aidatların hangi tarihte ödenebileceğine ilişkin bir düzenleme yer almamaktadır. 41 nci Genel Kurulun 10 numaralı kararında da ücretsiz izinden kaynaklanan aidatlarının hangi süreye kadar ödenebileceğine ilişkin bir husus olduğu da bildirilmemiştir. Davacının doğum izninde geçen süreye ilişkin aidatlarının malûl olarak ayrıldığı tarihi takip eden sürede yaptığı talebin kabulü ile bu sürenin emeklilik yardımında esas alınması gerekir. Davacının malûlen emekliye ayrılmasından sonra aidat eksikliğinin tamamlama isteğine rağmen bu talebin kabul edilmeyerek sadece aidat ödenmesinin yapılması kanunun amacı ile bağdaşmadığı gibi hakkaniyete de uygun düşmemektedir. Eksik aidatların tamamlatılmak suretiyle davacıya emeklilik yardımı yapılmaması hukuka aykırıdır. Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapamaz raporu sonucu davacının malûlen görevinden ayrılması nedeni ile üyeliği sona ermiştir. Üyelikten çıkarma bulunmadığından bu işlemin iptali ile yeniden üyelik statüsüne alınmasına karar verilmesi mümkün değildir. Emeklilik yardımına hak kazandıktan sonra kanunun 21 nci maddesi uyarınca emekli maaşı sistemine girme hususu taraflarının talebine bağlı olduğundan bu hususta bir karar verilmemiştir. Emeklilik yardımı ödenmemesi halinde 205 sayılı kanunun 23 ncü maddesindeki on yılı doldurmayan üyelere sadece aidat ödenmesi yapılacağına dair hüküm bulunduğundan davacının aidatlarına kar payı verilmesi ve teknik faiz uygulanması imkânı bulunmamaktadır. - 386 - Yukarıda açıklanan nedenlerle; Eksik aidatları tamamlatıldıktan sonra davacıya emeklilik yardımı yapılmaması işleminin İPTALİNE, 11 Şubat 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM 3.D., 11.02.2010; E. 2010/130, K. 2010/213) 2. KISMİ MALULİYET YARDIMI -83ÖZETİ: Terör örgütü mensuplarınca girdiği çatışmada sol el ve sol karın boşluğundan vurularak yaralandığı anlaşılan davacı hakkında düzenlenen ek raporda, vücut fonksiyon kaybının bulunduğunun belirtilmesi nedeniyle OYAK kısmi malûliyet yardımı yapılmaması işleminin hukuka aykırı olduğu sonuç ve kanaatine varılmıştır. Davacı, 04.06.2009 tarihinde Mardin İdare Mahkemesinde, 09.06.2009 tarihinde AYİM’de kayda geçen dava dilekçesinde özetle; terör örgütü mensuplarınca 18.08.2006 tarihinde girdiği çatışmada sol el ve sol karın boşluğundan vurularak yaralandığını, 40 cm. bağırsağının alındığını, malûliyet yardımı yapılması gerektiği halde aksi yönde tesis edilen işlemin hukuka aykırı olması sebebiyle iptaline karar verilmesi belirterek işbu davayı açmıştır. Dava dosyasının incelenmesinden; 18.08.2006 tarihinde operasyon esnasında terör örgütü üyeleri ile silahlı çatışma esnasında yaralanan davacının hakkında 27.11.2006 tarihli Adli Tıp raporu ile “Yaralanmanın; 160 gün iş ve gücüne engel teşkil edeceği, 2- Arıza niteliğinde olduğu”na karar verildiği, yine Diyarbakır Asker Hastanesinin 27.11.2006 tarihli raporunda da işgücü kaybı ve sakatlığı ile ilgili karar verildiği, davacı hakkında düzenlenen en son GATA Sağlık Kurulunun 20.11.2006 gün ve 21495 sayılı raporunda A/45- F-6 piyade sınıfı görevini yapar teşhisinin belirtildiği, davacının bu yaralanma nedeniyle kısmi malûliyet yardımını hak edip etmeyeceği yolunda bir raporunun bulunmadığı görülmüştür. Davalı idare, davacı hakkında tesis edilen olumsuz işlemlerin 27.01.2007 ve 31.03.2009 tarihinde tebliğ edildiğini bu tarihlerden sonra dava açma süresi içinde davanın açılmadığını belirterek süre itirazında bulunmuş ise de buna, bu tebligatların 7201 sayılı Kanunda subay olan asker - 387 - kişilere yapılacak tebligata ilişkin şekil koşularını taşımadığı kanısıyla itibar edilmeyerek işin esası incelenmiştir. Dava konusu uyuşmazlığa uygulanacak olan 205 sayılı OYAK Kanununun kısmi malûliyet yardımını düzenleyen 26/b maddesinde “kısmi malûllük, üyelerden birisi her hangi bir kaza dolayısıyla daimi ve fakat kısmi bir malûliyete uğradığı takdirde iş bu Kanunun ilişik 2 no.lu tablodaki nispetler dâhilinde kısmi malûliyet yardımına hak kazanır...” hükmü yer almaktadır. 205 sayılı Kanuna Ek 2 no.lu “Ordu Yardımlaşma Kurumu Malûliyet Tablosu”nun incelenmesinde ise; belli vücut organlarının (kol, el, bacak, ayak, el ve ayak parmakları, göz, kulak) tamamen veya kısmen kayıplarının, belli vücut organlarının (omuz, dirsek, diz, bilek, kalça) hareket kısıtlılıklarının, iyi kaynamayan kimi kırıkların (bacak, ayak, dizkapağı, alt çene) kısmi malûliyete yol açacaklarının belirtilerek, bunların ne oranda malûliyete yol açacaklarının yüzde olarak da gösterildiği görülmektedir. Aynı tablonun altında ayrıca “Yukarıdaki cetvelde zikredilmiş bulunan malûliyetlerin nispeti, daha az vahim olsalar bile, bunların ehemmiyet derecelerine göre ek cetvelde yazılı nispetlere kıyasen tayin olunur.” hükmünün bulunduğu görülmektedir. Belirtilen mevzuat hükümlerinden de anlaşılacağı üzere kısmi malûliyet yardımı yapılabilmesi için; kısmi malûliyet sonucu vücut fonksiyon kaybının söz konusu olması, bu malûliyetin devamlı olması ve vücut fonksiyon kaybının oranının 205 sayılı OYAK Kanununa Ek 2 no.lu cetvelde sayılan hallerden veya bunlara kıyasen hesaplanan bir oranda bulunması gereklidir. Davacıda meydana gelen arızanın kanunda belirtilen şekilde ve oranda bir arıza olup olmadığının tespit edilmesi maksadıyla davacı hakkında rapor tanzim ettirilmiş, GATA Hastanesi Baştabipliği Sağlık Kurulunun 12.05.2010 gün ve 197 sayılı ek raporunda “Ateşli silah yaralanması sonucu sol el 1. metakarp fraktürü, eksploratris laparotomi, ince barsak segmenter rezeksiyonu, ucuca anastomoza, neden olan yararlanmasının; 1. İnce barsak segmenter rezeksiyonuna neden olan arızasının daimi olduğu, 2. Kişide tarif ve tespit edilen fonksiyonel kaybın, 205 sayılı Ordu Yardımlaşma Kurumu Kanununa Ekli 2 no.lu tablosunda karşılığının olmadığı, vücut fonksiyon kayıp oranının kıyasen belirlenebileceği, 3. 16.07.2006 tarih ve 26230 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan Özürlülük Ölçütü, Sınıflandırması ve Özürlülere verilecek Sağlık Kurulu Raporları Hakkında Yönetmelik dikkate alındığında; Sindirim Sistemi Bölümü Tablo 3.’e göre; ince barsak segmeter rezeksiyonunun % 10 (yüzdeon) olduğu, - 388 - 4. Tüm vücut fonksiyon kaybının kıyasen % 10 (yüzdeon) olduğu kanaatini bildirir GATA Sağlık Kurulu Ek Raporudur.” şeklinde kanaat belirtilmesi üzerine davacının raporda belirtilen şekilde ve oranda kısmi malûliyet yardımını hak ettiği kanısına varılarak işlemin iptaline karar verilmiştir. Yukarıda açıklanan nedenlerle; Ek raporda zikredilen oran göz önünde bulundurularak davacıya kısmi malûliyet yardımı ödenmemesi işleminin İPTALİNE, 27 Mayıs 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM 3.D., 27.05.2010; E. 2010/42, K. 2010/656) 3. TAM VE DAİMİ MALULİYET YARDIMI -84ÖZETİ: Davacı hakkında düzenlenen Asker Hastanesi Sağlık Kurulu raporunda davacının bir işle meşgul olma imkanından kati surette mahrum kaldığına dair açık bir hüküm bulunmamakla birlikte; davacının sefer şartlarında Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapabileceği belirtildiğinden davacıya tam ve daimi maluliyet yardımı yapılması mümkün değildir. Davacı vekili 22.12.2009 tarihinde AYİM kaydına geçen dilekçesinde özetle; müvekkilinin Kara Kuvvetleri Komutanlığından 15.09.2009 tarihinde malûlen emekli edildiğini, OYAK Kanununun 26’ncımaddesine göre malûliyet yardımı ödenmesi için kuruma başvurduğunu, talebinin hukuka aykırı şekilde reddedildiğini, müvekkilinin rahatsızlığının tedavisinin gayri kabil olduğunu ve kurumunda da vazifesine devamına imkan bulunmadığına dair sağlık kurulu raporu bulunduğunu, malûliyet yardımına hak kazandığını beyan ederek, malûliyet yardımı ödenmemesi işleminin iptali ile hak edilen yardım tutarının yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Dava dosyasının incelenmesinden; davacının 05.07.1994 tarihinde istihkam uzman erbaş olarak Kara Kuvvetleri Komutanlığında göreve başladığı, 15.07.1999 tarihinden itibaren OYAK üyesi olduğu, hakkında Ankara Asker Hastanesi sağlık kurulunun 22.04.2009 tarih ve 257 sayılı raporu ile “Hipertansiyon” tanısı konularak “Türk Silahlı Kuvvetlerinde uzman erbaşlığa devam edemez. Barışta askerliğe elverişli değildir. Seferde - 389 - görev yapar” kararı verildiği, davacının daha önceden hava değişimi raporları bulunması üzerine sağlık nedeniyle 06.01.2009 tarihinde sözleşmesinin feshedildiği, bilahare kesin işlemli sağlık raporuna binaen davacı adi malûl kabul edilerek 14.09.2009 tarihinde emekliye sevkinin onaylandığı bu süreç içerisinde davacının malûliyet yardımı yapılması talebinin 30.09.2009 tarihli yazı ile reddedildiği, davacının yasal süre içerisinde açtığı davada Ankara 4’üncü İdare Mahkemesinin 28.10.2009 tarih ve E:2009/1614, K:2009/1625 sayılı kararı ile görevsizlik kararı verildiği kararın 24.11.2009 tarihinde davacı vekiline tebliğ edildiği, taraflarca temyiz edilmemekle görevsizlik kararının kesinleşmesi üzerine 1602 sayılı AYİM Kanununun 41’inci maddesi gereğince yasal süre içerisinde iş bu davanın açıldığı anlaşılmaktadır. 205 Sayılı OYAK Kanununun 26/A maddesinde tam ve daimi malûllük şu şekilde düzenlenmiştir: “Tam ve daimi malûllük, üyelerden herhangi biri ister vazife dâhili ister vazife harici olsun, herhangi bir kaza, hastalık ve sakatlık neticesinde bir işle meşgul olmak imkânından kati suretle mahrum kaldığı heyeti sıhhiye raporu ile tebeyyün ettiği takdirde tam ve daimi malûl addedilir. Muvakkat ve kısmi malûllük ile hastalıklar tam ve daimi malûliyet mefhumunun haricindedir. Ancak, vücudun yarısının felci, iki kol veya iki bacağın, iki elin, iki ayağın ve iki gözün, bir kol ile bir bacağın, bir el ile bir ayağın tamamıyla kaybı, tedavisi gayrı kabil daimi hastalıklarla gayri kabil tedavi olduğu heyeti sıhhiye raporu ile tebeyyün edip kurumca da vazifeye devamına imkân olmadığı kabul edilen sair hastalıklar tam ve daimi hali olarak kabul edilir.” 205 sayılı OYAK Kanunun 26/a maddesinde düzenlenen tam ve daimi malûliyet yardımını doğuran hukuki nedenler kaza, hastalık veya sakatlık olmak üzere üç halde gerçekleşebilir. İki paragraf halinde düzenlenen bu fıkra da her iki paragrafta da eşit şekilde etkili kurucu unsur; kaza, hastalık veya sakatlığın “ bir işle meşgul olmak imkânından kati surette mahrum kalma” sonucunu doğurması ve bu halin bir sağlık kurulu raporu ile ortaya konulmuş olması koşuludur. Bu nedenle anılan fıkranın (205 sayılı kanun madde 26/a) ikinci paragrafında belirtilen “tedavisi gayri kabil daimi hastalıklar” ve “tedavisi gayri kabil tedavi olduğu sağlık kurulu raporuyla belirlenip, kurumca da vazifeye devamına imkân olmadığı kabul edilen sair hastalıklar” da da söz konusu “ortak unsur”un gerçekleşip gerçeklemediğinin aranması gerekmektedir. Davacı hakkında düzenlenen Ankara Asker Hastanesi Sağlık Kurulunun 22.04.2009 tarih ve 257 sayılı raporunda davacının bir işle meşgul olma imkanından kati surette mahrum kalmadığına dair açık bir hüküm bulunmamakla birlikte; davacının sefer şartlarında Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapabileceği belirtildiğinden davacının söz konusu - 390 - hastalıktan dolayı fikren ve bedenen bir işle meşgul olma imkânından kati surette mahrum kalmadığı sonucuna ulaşılmış ve ayrıca bu hususta ek rapor teminine gerek görülmemiştir. Üye Hakim Albay Muhittin KARATOPRAK karşı oy yazısındaki gerekçelerle bu görüşe katılmamıştır. Yukarıda belirtildiği üzere sefer koşullarında Silahlı Kuvvetlerde görev yapabileceği açık olduğundan buradan hareket ile davacıya tam ve daimi malûliyet yardımı yapılabilmesi için gereken “kurucu unsur” olan “bir işle meşgul olmak imkânından kati surette mahrum kalma” hali söz konusu olmadığı görülmüştür. OYAK tam ve daimi malûliyet yardımının ödenebilmesi için, Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişiğinin kesilmesine neden olan hastalığının tedavi edilemezliği yanında, bu hastalığın aynı zamanda bir işle meşgul olma olanağından kendisini kesin biçimde yoksun bırakması da gerekmektedir. Bir başka anlatımla Silahlı Kuvvetlerden ilişik kesilmesini gerektiren bir hastalık, tek başına OYAK tam ve daimi malûliyet yardımı yapılmasının yeterli nedeni sayılamaz. Bu hallere ayrıca bir işle meşgul olma olanağının kesin şekilde yitirildiğinin eklenmesi gerekmektedir. 205 sayılı OYAK Kanununun 26/a(4) maddesinde tam ve daimi malûliyet yardımının, ölüm yardımı gibi hesap edileceğinin hüküm altına alınması da bu görüş ve kabulü doğrulamaktadır. AYİM‘nin uzun süreden beri yerleşik içtihatları da bu yöndedir. Ayrıca 205 Sayılı OYAK Kanununun 26/b maddesinde düzenlenen kısmi malûliyet yardımının ödenebilmesi için malûliyeti doğuran olayın “kaza” kaynaklı olması gerekmektedir. Davacıdaki rahatsızlık (hipertansiyon) bünyesel kaynaklı olup herhangi bir kazaya dayanmadığından kısmî malûliyet yardımı ödenmesine de yasal olarak imkân bulunmamaktadır. Sonuç itibariyle davacıya OYAK malûliyet yardımı yapılmaması işleminde herhangi bir hukuka aykırılık görülmemiştir. Yukarıda açıklanan nedenlerle; Yasal dayanaktan yoksun davanın REDDİNE, 27 MAYIS 2010 tarihinde üye Hâkim Albay KARATOPRAK’ın karşı oyu ve OYÇOKLUĞU ile karar verildi. Muhittin KARŞI OY GEREKÇESİ Davacı vekili dilekçesinde özetle; davacının malûlen emekli edildiğini, OYAK Kanununun 26’ncı maddesi uyarınca kurumca vazifeye devamına imkan bulunmayanlara malûliyet yardımı ödenmesi gerektiğini, malûliyet yardımı yapılması talebinin red edildiğini belirterek olumsuz işlemin iptaline, malûliyet yardımının yasal faizi ile ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir. - 391 - Dava dosyasında yer alan bilgi ve belgelerin incelenmesinden; davacının uzman erbaş olarak görev yaptığı, OYAK üyesi olduğu, sağlık nedeni ile 06.01.2009 tarihinde sözleşmesinin fesh edildiği, Ankara Asker Hastanesinin 22.04.2009 tarih 1589 sayılı raporu ile Türk Silahlı Kuvvetlerinde uzman erbaş olarak göreve devam edemez, askerliğe elverişli değildir, seferde görev yapar raporu verildiği, Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı tarafından adi malûl kabul edildiği, davalı kurum tarafından şahsın seferde görev yapabileceğine ilişkin rapor nedeniyle bir işle meşgul olma imkanından kati suretle mahrum kalmadığı değerlendirilerek malûliyet yardımı talebinin red edildiği, bu işlemin iptali için dava açıldığı anlaşılmıştır. 205 sayılı OYAK Kanununun 26’ncı maddesinde; üyelerden herhangi birinin ister vazife dahili ister vazife harici olsun herhangi bir kaza, hastalık veya sakatlık neticesinde bir işle meşgul olmak imkanından kati suretle mahrum kalmadığı heyeti sıhhiye raporu ile tebeyyün ettiği ettiği takdirde daimi malûl addedileceği, tam ve daimi malûliyet yardımının 25’inci madde gereğince hesaplanan ölüm yardımı gibi hesap ve tesviye olunacağı belirtilmiştir. 205 sayılı kanuna göre tam ve daimi malûliyet yardımına hak kazanabilmek için kaza, hastalık veya sakatlık neticesinde bir işle meşgul olmak imkanından kati suretle mahrum kaldığının heyeti sıhhiye raporu ile tespit edilmesi gerekmektedir. Türk Silahlı Kuvvetlerinden görev yapamaz raporu bu personelin istihdam edildiği sınıf ve görev itibari ile olması gereken sağlık yeteneklerine sahip olmadığını belirtir, personelin bir işle (herhangi bir işle) meşgul olma imkanından mahrum olduğunu tespit etmez. Malûliyet yardımı için ilgilinin görevini yapamaz duruma gelmesi yeterli olmayıp bir işle meşgul olmak imkanında mahrum kalmak bu işlemin kurucu unsurdur. Uygulamada görevi yapamayacağına ilişkin rapor hastaneye gönderilerek gerekirse muayenesinin yeniden yapılarak bir işle meşgul olma imkanından mahrum kalıp kalmadığı hususunda ek sağlık kurulu raporu alınmaktadır. Somut olayda; davacı hakkında bu yönde ek rapor alınmadan 27.04.2009 tarih ve 1589 sayılı raporda yer alan “seferde görev yapar” ibaresi çalışma gücünden mahrum kalmama şeklinde yorumlanarak davacının talebi red edilmiştir. Bu hususun ara kararı ile yerine getirilmesi görüşü belirtilmiş ise de çoğunluk tarafından uygun bulunmamıştır. Her görevin özelliğine göre Türk Silahlı Kuvvetleri personelinde bulunması gereken sağlık yetenekleri Türk Silahlı Kuvvetler Sağlık Yeteneği Yönetmeliğinde belirlenmiştir. Bulunduğu görevin sağlık yeteneklerini kayıp eden personel hakkında Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapamaz kararı Askeri Hastaneler tarafından verilir. Bu personele yedeklik döneminde görev verilip verilmeyeceğini belirlemek amacı ile seferde görev yapıp yapmayacağı tespit edilir. İlgili personelin seferde görev yapacağına ilişkin tespit Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapamaz duruma gelmesine sebep - 392 - olan rahatsızlıktan dolayı “bir işle meşgul olma imkanından kati surette mahrum” kalıp kalmadığını ortaya koymaz. 205 sayılı Kanunun 26’ncı maddesinde malûliyet yardımı yapılıp yapılmamasının değerlendirilmesi için bu hususun heyeti sıhhiye raporu ile tebeyyün etmesi şartı getirilmiştir. Bir işle meşgul olma imkanından kalıp kalmadığının tespiti “sıhhi kurula” başka bir deyişle hekime verilmiş bir yetkidir. Hekim tarafından tıbbi veriler dikkate alınarak tespit edilmelidir. Davacı hakkında bu yönde ek sağlık kurulu raporu alınmadan işlem tesisi hukuka aykırıdır. Davalı kurum tarafından bu husus tamamlanarak işlem tesis edilmelidir. Yukarıda açıklanan nedenlerle; işlemin iptaline karar verilmesi görüşü ile davanın reddi yönünde oluşan çoğunluğa katılmadım. 27.05.2010 ÜYE Muhittin KARATOPRAK Hâkim Albay (AYİM 3.D., 27.05.2010; E. 2010/848, K. 2010/665) ÖZEL KANUNLARDAN DOĞAN İŞLEMLER 1. GAZİLİK ÜNVANI VERİLMEMESİ -85ÖZETİ: Davacının yaralanmasının havan eğitimi esnasında meydana geldiği, Devletin sınırlarını korumak ve güvenliğini sağlamak ile harpte veya terör örgütlerine karşı yapılan mücadele veya her çeşit düşman silahlarının tesiri ile veya harp bölgesindeki harekatlar esnasında meydana gelmediği anlaşıldığından malûl gazi sayılması mümkün değildir. Davacı vekili 10.04.2008 tarihinde İstanbul Bölge İdare Mahkemesi, 16.04.2008 tarihinde AYİM kayıtlarına geçen yenileme dilekçesinde özetle; davacının askerlik hizmetini yaparken havan eğitimi sırasında kaza sonucu yaralandığını, yapılan tedavilere rağmen sağ elini kullanma yeteneğini kayıp ettiğini, kuaförlük mesleğini yapamayacak hale geldiğini, olayda davacının hiçbir kusurunun bulunmadığını, kusurun idarede olduğunu, yapılan müracaata cevap verilmediğini belirterek esasa girilmeden önce dilekçe ekinde sunulan tanıkların istirahe yolu ile dinlenilmesine, kusur oranının tespiti için uzman bir veya heyetten bilirkişi raporu alınmasına, fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydıyla davacıya gazi statüsünün verilmesine ve - 393 - gazilerin yararlandığı imkanlardan yararlanmasının hüküm altına alınmasına karar verilmesini, yargılamanın duruşmalı yapılmasını talep ve dava etmiştir. Dava dosyasında yer alan bilgi ve belgelerin incelenmesinden; davacının İstanbul 23 ncü P.Tug.Mot.P.A.K.lığı emrinde askerlik hizmetini yaparken 06.06.2006 günü eğitim alanında havan namlucuk atışları yapıldığı, namlucuğun atışa hazırlanması sırasında kapsül ve sevk fişeğinin patladığı, davacının sağ elinden yaralandığı, GATA Haydarpaşa Eğitim hastanesi sağlık kurulunun 19.07.2006 tarih 7687 sayılı raporu ile iskelet sisteminin kazanılmış deformitesi teşhisi ile bir ay hava değişimine gönderildiği, aynı hastanenin 03.10.2006 tarih 943 sayılı raporu ile anksiyete bozukluğu tanısı ile 1,5 ay hava değişimine gönderildiği, 24.11.2006 tarihinde terhis edildiği, davacı vekilinin 18.11.2007 tarihinde Milli Savunma Bakanlığına müracaat ederek maddi ve manevi tazminat ödenmesi, gazilik statüsü verilmesini talep ettiği, 23.11.2007 tarihinde AYİM kayıtlarına geçen dilekçe ile dava açıldığı, AYİM Daireler Kurulunun 30.11.2007 tarih 2007/57-70 E.K. sayılı kararı ile taleplerin ayrı dilekçelerle açılması ve dilekçedeki noksanlıklar nedeni ile dilekçenin reddine karar verildiği, gazilik statüsü verilmesi hakkındaki talebin 14.01.2008 tarihinde kayıtlara geçen dilekçe ile yenilendiği, AYİM 3 ncü Dairesinin 28.02.2008 tarih 2008/288-463 E.K. sayılı kararı ile dilekçedeki noksanlıklar nedeniyle dilekçenin reddine karar verildiği, 10.04.2008 tarihinde kayıtlara geçen dilekçe ile bu davanın açıldığı anlaşılmıştır. Davada süre aşımı olduğu ileri sürülmüş ise de; davacı vekilinin gazilik statüsü verilmesine ilişkin talebe cevap verilmemesi nedeniyle açılan dava dilekçesinin AYİM Daireler Kurulunca reddine karar verilmesinden sonra yenileme dilekçesinin süresinde verilmiş olması nedeniyle dava da süre aşımı bulunmadığı sonucuna varılmış, dava konusu edilen gazilik ünvanı verilmemesi işleminde Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığının dahlinin bulunmaması nedeniyle dava Milli Savunma Bakanlığı husumeti ile görülmüştür. Davanın esasına girilmeden önce istinabe yolu ile tanık dinlenilmesine karar verilmesi talep edilmiş ise de; idari yargıda yazılılık esas olduğundan tanık dinlenmemiştir. Mevzuat hükümlerinde malûl gazi tanımına sadece 2847 sayılı kanunda yer verilmiştir. 2847 sayılı Emekli Subaylar, Emekli Astsubaylar, Harp Malûllükleri, Gaziler, Şehit Dul ve Yetimleri ile Muharip Gaziler Dernekleri hakkında kanuna 4417 sayılı kanunla eklenen mükerrer 1 nci maddesinde “Malul Gazi; TSK mensuplarından T.C. Devleti sınırlarını korumak ve güvenliğini sağlamak ile harpte veya Devletin bekasını hedef alan terör örgütlerine karşı yurt içi ve yurt dışı mücadelede her çeşit düşman veya terörist silahlarının tesiriyle veya harp bölgesindeki harekat ve hizmetler sırasında bu harekat ve hizmetlerin sebep ve tesiriyle yararlanarak tedavileri sonucunda sakatlığı rapor ile kesinleşenlerdir.” hükmü bulunmaktadır. - 394 - Davacının yaralanması havan eğitimde havan namlucuk atışları esnasında meydana gelmiştir. Devletin sınırlarını korumak ve güvenliğini sağlamak ile harpte veya terör örgütlerine karşı yapılan mücadele veya her çeşit düşman silahlarının tesiri ile veya harp bölgesindeki harekatlar esnasında meydana gelmemiştir. Malûl gazi sayılmak için kanunda sayılan hallerde yaralanma meydana gelmediğinden davacının malûl gazi sayılması mümkün değildir. Davacının malûl gazi sayılmamasında hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Davacının yaralanma olayı kanun kapsamında olmadığından kusur oranının tespiti de sonuca etkili değildir. Bu nedenle kusur oranının tespiti için bilirkişi dinlenmesine gerek görülmemiş, idare hukukunda davalar süreye tabi olduğundan fazla ilişkin hakların saklı tutulmasına karar verilmemiştir. Yukarıda açıklanan nedenlerle; Yasal dayanaktan yoksun bulunan DAVANIN REDDİNE, 12 MART 2009 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM 3.D., 12.03.2009; E. 2008/551, K 2009/246) 2. KEY ÖDEMELERİ -86ÖZETİ: Konut edindirme yardımı konusunda, 5939 sayılı yasa ile kurum ve kuruluşlara; hatalı bildirimlerin düzeltilerek yapılan düzeltmeler sonucu hazırlanacak son listelerin gönderilmesi için 31.03.2011 tarihine kadar süre tanındığı dikkate alındığında KEY ödemeleri ile ilgili sürecin halen devam ettiği, bu süreç sona ermeden açılan davaların, kesin işlem yokluğu nedeniyle inceleme kabiliyeti bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır. Davacı vekili 14.05.2010 tarihinde AYİM kaydına geçen dilekçesinde özetle; müvekkilinin Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yaptığı dönemde adına konut edindirme yardımı yatırıldığı halde hiç KEY ödemesi alamadığını beyan ederek konut edindirme yardımına ilişkin belgelerin ilgili kuruma gönderilmemesi işleminin iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. AYİM Genel Sekreterliğinin 18.05.2010 tarih ve Gensek: 2010/1948/id.ks. sayılı yazısıyla dilekçedeki bazı eksiklikler belirtilerek ilk - 395 - inceleme aşamasında bir karar verilmek üzere dava dosyası Dairemize gönderilmiştir. Konut edindirme yardımlarının hak sahiplerine ödenmesi usul ve esaslarını düzenleyen ve 30.05.2007 tarih ve 26537 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan 5664 sayılı Konut Edindirme Yardımı Hak Sahiplerine Ödeme Yapılmasına Dair Kanunun 2’nci maddesinin (c) fıkrasında; “Hak Sahibi: Mülga 3320 sayılı Memurlar ve İşçiler ile Bunların Emeklilerine Konut Edindirme Yardımı Yapılması Hakkında Kanun uyarınca; 1/1/1987 ilâ 31/12/1995 tarihleri arasında adlarına konut edindirme yardımı yatırılan ve yardım tutarları gerekli bildirimler yapılarak Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketi hesaplarına intikal etmiş olan kişiler veya bunların kanunî mirasçıları ile 1/1/1987 ilâ 31/12/1995 tarihleri arasında adlarına düzenlenen bildirim formu, konut edindirme yardımı hesaplarını tahakkuk ettirmek ve Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketine devretmekle yükümlü kurum ve kuruluşlara verilmiş ve yardım tutarı tahsil edilmiş, ancak Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketi hesaplarına intikal ettirilmemiş olan kişiler (SSK tarafından yardım tutarları kısmen Bankaya aktarılmış olan işçi emeklileri dâhil) veya bunların kanunî mirasçılarını,” olarak belirlenmiştir. Hak sahiplerinin belirlenmesine ilişkin düzenlemelere Kanunun 3’üncü maddesinde yer verilmiştir. Bu hükme göre Mülga 3320 sayılı Kanunun 4’üncü maddesi uyarınca konut edindirme yardımı hesaplarını tahakkuk ettirmek ve Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketine devretmekle yükümlü olup, ilgili mevzuatı uyarınca bu kanuna ekli (1) sayılı cetveli daha önce gönderen kurumlar dışındaki tüm kurum ve kuruluşların; Konut edindirme yardımı Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketine aktarılmış olan hak sahiplerinin isimleri ve yardım tutarlarının yer aldığı listeleri, konut edindirme yardım tutarı tahsil edilmiş, ancak Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketine aktarılmamış olan hak sahiplerinin isimleri ve yardım tutarlarının yer aldığı listeleri, her hak sahibi için bu Kanuna ekli (1) sayılı cetvele uygun şekilde ve elektronik ortamda kayıtlı olarak Bankaya teslim edeceği, belirlenen süre içinde hak sahiplerine ilişkin listelerin bildirilmemesi, mükerrer veya yanlış bildirilmesi halinde hak sahiplerine karşı sorumluluğun ilgili kurum ve kuruluşlara ait olduğu hükmü, aynı Kanunun 5’inci maddesinde; hak sahiplerine ilişkin olarak bildirilen listelerin resmi gazetede ilan edileceği, bu listelerde isimleri yer almadığı halde konut edindirme yardımına müstahak olduğunu ileri sürenlerin, ilanın yapıldığı tarihten itibaren 3 ay içerisinde Mülga 3320 sayılı Kanuna göre konut edindirme yardımı hesaplarını tahakkuk ettirmek ve ilgili bankaya devretmekle yükümlü olan kurum ve kuruluşlara başvurmaları halinde, adlarına daha önce konut edindirme yardımı yapıldığı hususunun her zaman düzenlenmesi mümkün olmayan nitelikteki belgelerle kanıtlanması veya bu durumun ilgili kurum kayıtları ile anlaşılması kaydıyla, konut edindirme yardımı tutarlarının ilgili kurum veya kuruluşlarca hesaplanarak ilgililerin başvurusunu izleyen 2 aylık (bu süre 5828 Sayılı 2009 yılı Merkezi Bütçe - 396 - Kanunun 29’uncu maddesiyle 8 ay olarak değiştirilmiştir) süre içinde Kanuna ekli EK-(1) sayılı cetvele uygun olarak bankaya bildirileceği, başvuru süresi geçirildikten sonra yapılan taleplerin kurum ve kuruluşlarca dikkate alınmayacağı hükmü bulunmaktadır. Ancak, 5939 sayılı yasanın genel gerekçesinde de belirtildiği üzere, hak sahiplerine ilişkin bilgilerin Tasfiye Halinde Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketine 8 aylık süre içerisinde bildirilememesi ve bu durumun yarattığı hak kayıplarının önlenmesi maksadıyla 08.12.2009 tarih ve 5939 sayılı kanunla (17.12.2009 tarih ve 27435 sayılı resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.) 5664 sayılı Konut Edindirme Yardımı Hak Sahiplerine Ödeme Yapılmasına Dair Kanunda değişiklik yapılmıştır. 5939 sayılı Kanunun 2. Maddesinde; "5664 sayılı Kanunun 5 inci maddesine aşağıdaki fıkralar eklenmiş, maddenin ikinci fıkrasının ikinci cümlesi ile üçüncü fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır. (4) İkinci fıkrada belirlenen sürenin sonuna kadar ilgili kurum ve kuruluşlarca Bankaya gönderilen listelerde belirlenen hatalı bildirimler, Banka tarafından azami 3 ay içinde ilgili kurumlara düzeltme işlemleri için iade edilir. Hatalı bildirimlerin düzeltilmesi ile ilgili süre 31/12/2010 tarihinde sona erer. Ancak kurum ve kuruluşlar süre sonunu beklemeden düzeltmesi tamamlanan listeleri üçer aylık dönemler halinde Bankaya gönderir. Bu düzeltme sırasında, 30/6/2010 tarihinden sonra yeni hak sahibi bildirimi yapılamaz. Banka, ikinci fıkrada belirlenen sürenin sonuna kadar yapılacak bildirimlerden hatasız olanlara göre hazırlanacak listeleri 31/3/2010 tarihine kadar, kurum ve kuruluşlarca düzeltme işlemleri yapılarak gönderilen listeleri ise üçer aylık dönemler halinde EGYO’ya gönderir. Düzeltmeler neticesinde hazırlanacak son liste 31/3/2011 tarihine kadar EGYO’ya gönderilir. Bankaca EGYO’ya bildirilen listeler hak sahipliğinin tespitine esas olmak üzere EGYO tarafından Resmî Gazete’de ilan edilir. (5) Dördüncü fıkraya göre Resmî Gazete’de ilan edilen ilk listede yer alan hak sahipleri için 4 üncü maddeye göre yapılan nema hesaplaması neticesinde oluşan yardım tutarına ilk ilanın yapılacağı tarihe kadarki dönem için % 10 artış uygulanır. İlk ilan tarihinden sonraki listelerde isimleri yer alan hak sahiplerine ise her ilan dönemi için başlangıçtaki % 10 artışa ilave olarak basit usulde % 1,25 artış uygulanır. (6) Deprem, sel, yangın gibi sebeplerle konut edindirme yardımı hak sahiplerinin bildirimlerini bu Kanuna ekli (1) sayılı cetvele uygun şekilde yapamayan kurum ve kuruluşların, bu bilgilerin yukarıda belirtilen sebeplerle zayi olduğuna ilişkin mahkeme kararını ekleyerek hak sahiplerinin kurum ve kuruluşlarında çalıştıkları tarihleri 30/6/2010 tarihine kadar bu Kanuna ekli (2) sayılı cetveldeki formatta ve elektronik ortamda Bankaya bildirmeleri halinde, hak sahiplerinin bu kurum ve kuruluşlarda - 397 - çalıştıkları tarihlere isabet eden kanuni yardım dilimleri dikkate alınmak suretiyle beşinci fıkra çerçevesinde nema hesaplaması yapılır. (7) Birinci fıkra uyarınca Resmî Gazete’de ilan edilen listelerde yer aldığı halde hatalı bildirimler nedeniyle yardım tutarını alamayanların bilgileri de dördüncü fıkrada belirtilen usul ve esaslar doğrultusunda işleme alınarak Resmî Gazete’de iptal ve düzeltme listesi olarak ilan edilir. Bu listelerdeki hak sahiplerinin alacakları da beşinci fıkra çerçevesinde nemalandırılır. (8) Birinci fıkra uyarınca Resmî Gazete’de ilan edilen listelerde yer aldığı halde, yardım tutarını eksik alan hak sahiplerinin alacakları ile Resmî Gazete’de ilan edilen listelerde yer almayıp hak sahibi oldukları ilgili kurum ve kuruluşlarca bildirilen kişilerin alacakları ile ilgili olarak; düzeltme, nemalandırma ve ilan işlemleri dördüncü ve beşinci fıkrada belirtilen esaslar uyarınca yapılır. (9) Belediyeler, bu Kanunda belirlenen kriterlere ve nema hesaplama yöntemine göre nemalandıracakları tutarı kendi kaynaklarından çalışanlarına ödeyebilir. (10) Bu madde uyarınca yapılan ilan tarihlerinden itibaren beş yıl içinde talep edilmeyen alacaklar Hazineye irad kaydedilir. (11) Bu maddede yapılan düzenlemeler uyarınca ilan edilen listelerde yer alan; a) 3 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde ve bu maddenin ikinci ve altıncı fıkralarında tanımlanan gruptaki hak sahiplerine 4 üncü maddenin üçüncü fıkrası ve 28/3/2002 tarihli ve 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanunun geçici 18 inci maddesi uyarınca, b) 3 üncü maddenin birinci fıkrasının (b) bendinde tanımlanan gruptaki hak sahiplerine 4 üncü maddenin dördüncü fıkrası uyarınca, ödenmek üzere Hazine Müsteşarlığı tarafından EGYO’ya kaynak aktarılır.” hükmü , 5664 sayılı Kanuna geçici madde eklenmesine dair 3. Maddesinde ise; "Bu Kanunu 5. Maddesinin ikinci fıkrasındaki 8 aylık süre içerisinde yapmaları gerekene bildirimleri yapmamış olan kurum ve kuruluşlara, bildirimleri yapabilmeleri için bu madenin yayımı tarihinden itibaren 1 aylık süre verilmiştir" hükmü yer almıştır. Mülga 3320 sayılı Kanun uyarınca belirli dönem adlarına konut edindirme yardımı yatırılmış olup da, hak sahibi olarak tanımlananlara yapılacak ödemelere dair usul ve esaslar 5664 sayılı Yasa ile düzenlenmiş ise de, 5939 sayılı Yasa ile; hatalı bildirimlerin düzeltilmesi ve ilanı, hatasız bildirimlerin ödemeyle yükümlü olan Emlak Konut Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı A.Ş. (EGYO)ne bildirimi ve hak sahipleri için hesaplanacak nema oranları yeniden kurala bağlanmış, Türkiye Emlak Bankası A.Ş. ne iletilen - 398 - listelerde isimleri yer almadığı halde, konut edindirme yardımına müstehak olduğunu ileri sürenlerin itirazları üzerine konut edindirme yardımı tutarları yeniden hesaplanarak bankaya bildirmemiş olan Kurum ve Kuruluşlara yeniden bildirim yapabilmesi için ek süre verilmiştir. Bu durumda 5939 sayılı yasa ile kurum ve kuruluşlara; hatalı bildirimlerin düzeltilmesi için 31.12.2010 tarihine kadar, bu düzeltmeler sırasında yeni hak sahibi bildirimi için 30.06.2010 tarihine kadar, düzeltmeler sonucu hazırlanacak son listelerin gönderilmesi için 31.03.2011 tarihine kadar süre tanındığı, bu süreç içerisinde belirlenen hak sahiplerinin üçer aylık dönemler halinde ve sürecin sonunda Resmi Gazetede ilan edileceği anlaşılmaktadır. Yukarıda belirtilen yasal düzenlemeler karşısında KEY ödemeleri ile ilgili sürecin halen devam ettiği, bu süreç sona ermeden açılan davaların, kesin işlem yokluğu nedeniyle inceleme kabiliyeti bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır. Yukarıda açıklanan nedenlerle; Kesin işlem yokluğundan davanın REDDİNE, 20 MAYIS 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM. 3.D., 20.05.2010; E. 2010/877, K. 2010/636) 3. NAKDİ TAZMİNAT -87ÖZETİ: BTR-60 araç şoförü olarak görevli davacının, yol kontrolü amacıyla görevli olduğu sırada araçtan çıkarken araç kapağının, mandalından kurtularak parmağının kırılması olayı nedeniyle davacıya nakdi tazminat ödenmesi gerekmektedir. Davacı, 29.01.2010 tarihinde Kütahya 1’inci Asliye Hukuk Mahkemesinde, 05.02.2010 tarihinde AYİM’de kayda geçen dava dilekçesinde özetle; 27 Şubat 2009 günü saat 09.15 sıralarında Siirt-Eruh karayolu Gölgelikonak köyü yol ayrımı mevkiinde mayın kontrolü yapıldıktan sonra, yol üzerinde emniyet tertibi almak üzere tertiplenirken BTR-60 aracının üst kapağını açtığı sırada kapağın eline düşmesi sonucu yaralandığını, bu olay nedeniyle 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkındaki Kanun uyarınca tazminat alabilmek için Jandarma Genel Komutanlığı Nakdi Tazminat Komisyonuna birliği kanalı ile başvuru yaptığını, fakat talebinin anılan Komisyonun 31 Aralık 2009 tarihli kararı ile hukuka aykırı olarak reddedildiğini iddia ederek Jandarma Genel - 399 - Komutanlığı Nakdi Tazminat Komisyonunun 31 Aralık 2009 tarihli kararının iptalini talep ve dava etmiştir. Dava dosyasının incelenmesinden; Eruh-Siirt karayolunun mayın kontrolünü yapmak ve yol emniyetini almak üzere görevlendirilen ve aralarında davacının da bulunduğu, Eruh 5'inci Mknz. D. Tim K.lığı unsurlarının, 27 Şubat 2009 günü saat 09.15 sıralarında görevi tamamlayarak Eruh-Siirt karayolu 6'ncı Km. Gölgeli Konak yol ayrımında beklemeye geçtikleri, bu sırada davacının, şoförü olduğu BTR-60 aracından çıkmak isterken aracın sol üst kapağının eline düşmesi nedeniyle sol el işaret parmağının kırıldığı, kazanın meydana geldiği 311119 plakalı BTR-60 zırhlı aracın Eruh Merkez Jandarma Karakol Komutanlığı hizmet binası bahçesinde yapılan incelemesi neticesinde; aracın sol üst şoför kapağının açıldığında, kapağın emniyet mandalının sağlam, kapak yuvası kenar lastiklerinin aşınmış, sol şoför üst çıkış kapak mandalının yuvasına takıldığında kapağın yukarıda açık vaziyette durduğu, kapağın açık vaziyette emniyet mandalı takılı durumda iken elle kapamak için zorlandığında kapanmadığı, ancak emniyet mandalı yuvasından çıkarıldığında kapağın kapandığının tespit edildiği, bu kapsamada olayın davacının, kapak emniyet mandalını yuvasına oturtmadan araçtan dikkatsiz ve tedbirsiz bir şekilde inmek isterken meydana geldiği kanaatine varıldığı ve bu nedenle Jandarma Genel Komutanlığı Nakdi Tazminat Komisyonu tarafından 31 Aralık 2009 tarihi 2009/300 sayılı karar ile davacının durumunun 2330 sayılı Kanun kapsamına girmediğine karar verildiği anlaşılmıştır. 03.11.1980 tarih ve 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanunun ”Amaç” başlığı altındaki 1’inci maddesinde, bu kanunun amacı; “Barışta güven ve asayişi korumak, kaçakçılığı men, takip ve tahkikle görevli olanların bu görevlerinden dolayı ya da görevleri sona ermiş olsa bile yaptıkları hizmet nedeniyle derhal veya bu yüzden maruz kaldıkları yaralanma veya hastalık sonucu ölmeleri veya sakat kalmaları halinde ödenecek nakdi tazminat ile birlikte bağlanacak aylığın ve bu yüzden yaralanmaları halinde ödenecek nakdi tazminatın esas ve yöntemlerinin düzenlenmesidir.” şeklinde belirtilmiştir. Kanunun 2’nci maddesinde ise, iç güvenlik ve asayişin korunması veya kaçakçılığın men, takip ve tahkikle görevlendirilen personelle kimlerin amaçlandığına açıklık getirilerek kanun kapsamında bulunan personel sayılmıştır. Aynı Kanunun 10’uncu maddesinin 1’inci fıkrasında; Kanuna göre verilecek nakdi tazminatın ödeme şekli ile 3’üncü maddenin (b) bendi uyarınca ödenecek tazminatın tutarları ile bu kanunla ilgili diğer hususların hazırlanacak bir yönetmelikle düzenleneceği öngörülmüştür. - 400 - Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Yönetmeliğin Kapsamla ilgili 2’nci maddesinde, iç güvenlik ve asayişin korunması ile kaçakçılığın men, takip ve tahkiki konularında görevlendirilen personel sayılmakta, bu görev ve yardımlardan dolayı veya görev ve yardımları sona ermiş olsa bile yaptıkları bu görev ve yardımları nedeniyle ya da Devlet güçlerini sindirme amacına yönelik saldırı sonucu, derhal veya bu yüzden maruz kaldıkları yaralanma ve hastalık sonucu ölmeleri halinde hak sahiplerine verilecek Nakdi Tazminat ile bağlanacak aylığın, sakat kalmaları halinde kendilerine verilecek nakdi tazminatın esaslarını kapsayacağı açıklanmıştır. Yukarıdaki açıklamaları göz önünde bulundurarak dava konusu olay değerlendirildiğinde olay ile ilgili ifade tutanaklarından da açıkça anlaşılacağı üzere; Eruh ilçesi Jandarma Komutanlığı emrinde konuşlu BTR60 araç şoförü olarak görevli davacının yol kontrolü amacıyla Eruh-Siirt karayolu Gölgeli Konak Köyü yol ayrımında görevli olduğu, saat 09.15 sıralarında bu görevin icrası cümlesinden olmak üzere BTR-60 aracından çıkarken kendi kusuru olmaksızın araç kapağının, mandalından kurtularak parmağının kırıldığı ve elinin ezildiği olayın tamamen yukarıdaki mevzuatta zikredilen faaliyet esnasında ve bundan dolayı meydana geldiği görülmekle buna aykırı bir kabul ile oluşturulan işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı kanaatine varılmıştır. Yukarıda açıklanan nedenlerle; Hukuka aykırılık teşkil eden işlemin İPTALİNE, 23 Haziran 2010 tarihinde Üye Jandarma Kurmay Albay A.Cüneyt KÜSMEZ’in karşı oyu ve OYÇOKLUĞU ile karar verildi. KARŞI OY GEREKÇESİ Nakdi Tazminatın ödenme usul ve esasları, 2330 Sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun ile Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Yönetmelikte düzenlenmiştir. 03.11.1980 tarih ve 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanunun ”Amaç” başlığı altındaki 1’inci maddesinde, bu kanunun amacı; “Barışta güven ve asayişi korumak, kaçakçılığı men, takip ve tahkikle görevli olanların bu görevlerinden dolayı ya da görevleri sona ermiş olsa bile yaptıkları hizmet nedeniyle derhal veya bu yüzden maruz kaldıkları yaralanma veya hastalık sonucu ölmeleri veya sakat kalmaları halinde ödenecek nakdi tazminat ile birlikte bağlanacak aylığın ve - 401 - bu yüzden yaralanmaları halinde ödenecek nakdi tazminatın esas ve yöntemlerinin düzenlenmesidir.” şeklinde belirtilmiştir. Kanunun 2’nci maddesinde ise, iç güvenlik ve asayişin korunması veya kaçakçılığın men, takip ve tahkikle görevlendirilen personelle kimlerin amaçlandığına açıklık getirilerek kanun kapsamında bulunan personel sayılmıştır. Aynı Kanunun 10’uncu maddesinin 1’inci fıkrasında; Kanuna göre verilecek nakdi tazminatların ödeme şekli ile 3’üncü maddenin (b) bendi uyarınca ödenecek tazminatların tutarları ile bu kanunla ilgili diğer hususların hazırlanacak bir yönetmelikle düzenleneceği öngörülmüştür. Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Yönetmeliğin Kapsamla ilgili 2’nci maddesinde, iç güvenlik ve asayişin korunması ile kaçakçılığın men, takip ve tahkiki konularında görevlendirilen personel sayılmakta, bu görev ve yardımlardan dolayı veya görev ve yardımları sona ermiş olsa bile yaptıkları bu görev ve yardımları nedeniyle ya da Devlet güçlerini sindirme amacına yönelik saldırı sonucu, derhal veya bu yüzden maruz kaldıkları yaralanma ve hastalık sonucu ölmeleri halinde hak sahiplerine verilecek Nakdi Tazminat ile bağlanacak aylığın, sakat kalmaları halinde kendilerine verilecek nakdi tazminatın esaslarını kapsayacağı açıklanmıştır. Yönetmeliğin 19’uncu maddesinde, Nakdi tazminat ödenmesi, aylık bağlanması, öğretim ve sağlık yardımlarıyla ilgili hükümlerinin; ölüm, sakatlanma ve yaralanmanın görevin sebep ve tesiriyle olmayıp da görevli kişinin kendi kastı sonucu meydana geldiğinin idarece saptanması halinde uygulanmayacağı vurgulanmıştır. Yukarıda belirtilen mevzuat hükümleri çerçevesinde: nakdi tazminat ödenebilmesi için: 1) İç güvenlik ve asayişin korunması, kaçakçılığın men, takip ve tahkiki konularında görevli olunması ya da görevli kişinin 2330 Sayılı Kanunun 2’nci maddesinde belirtildiği derecede yakını bulunulması 2) Ölüm, sakatlanma ve yaralanmanın, doğrudan doğruya belirtilen görevlerin yapılışı sırasında veya görev sona ermiş bulunsa bile görevden dolayı meydana gelmiş olması, 3) Ölüm, yaralanma ve sakatlanmanın oluşumunda kendi kastı bulunmaması, koşullarının bir araya gelmesi gerekmektedir. Bu açıklamalara nazaran; davacının yaralanması olayının iç güvenlik, emniyet ve asayişin korunmasına ve teminine yönelik ya da kaçakçılığın men, takip ve tahkiki ile ilgili belirli bir görevin yapılışı sırasında veya görev sona ermiş bulunsa bile bu görevden dolayı meydana gelmediği değerlendirildiğinden ayrıca davacının yol kontrol görevinin tamamlanmasını müteakip BTR-60 aracından çıktığı sırada, kendi dikkatsizliği ve tedbirsizliğinin de etkisiyle, araç kapağının davacının elinin - 402 - üzerine düşmesi neticesinde meydana geldiği kanaatına varılmıştır. Bu sebeple, yaralanmanın, 2330 sayılı Kanunda belirtilen görevlerin sebep ve tesiri ile meydana gelmediği görüşünde olduğumdan sayın çoğunluğun görüşüne katılamadım. 23.06.2010 ÜYE Abdullah Cüneyt KÜSMEZ Jandarma Kurmay Albay (AYİM 3.D., 23.06.2010; E. 2010/300, K. 2010/761) 5. NÖBET HİZMETİ -88ÖZETİ: Tutuklu ve hükümlülerin hastalanarak hastaneye yatırılması durumunda emniyetinin sağlanması görevinin bir nöbet hizmeti olarak vasıflandırılması mümkün olmadığından, TSK İç Hizmet Yönetmeliğinin 382’nci maddesi (h) bendi gereği nöbet hizmetlerinden muaf olan davacının Devlet Hastanesi Mahkûm Koğuşunda görevlendirmesi işleminde herhangi bir hukuka aykırılık bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır. Davacı, 02.11.2009 tarihinde Denizli İdare Mahkemesinde, 09.11.2009 tarihinde AYİM’de kayda geçen dava dilekçesinde özetle; Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliğinin 382’nci maddesi (h) bendi gereği nöbet hizmetlerinden muaf olmasına rağmen, 2009 yılı il içi atamalarında atandığı Özel Tip Cezaevi Jandarma Bölük Komutanlığı emrinde 03 Eylül 2009 tarihinden itibaren nöbet hizmetine dâhil edildiğini ve bugüne kadar Devlet Hastanesi Mahkûm Koğuşunda nöbet tuttuğunu belirterek, mevzuata aykırı işlemin iptalini talep etmektedir. Davacının yürütmenin durdurulmasına ilişkin talebi AYİM 3’üncü Dairesinin 19.11.2009 tarih ve E.2009/1342 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Dava dosyasının incelenmesinden; Denizli İl Jandarma Komutanlığı Özel Tip Cezaevi Jandarma Bölük Komutanlığında Kd.Bçvş. rütbesinde görevli olan davacının, 29.09.2009 tarihli dilekçe ile idari müracaatta bulunarak Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliği 382’nci madde h bendi gereği nöbet hizmetinden sarfınazar edilmeyi talep - 403 - ettiği, talebinin Denizli İl Jandarma Komutanlığının 13.10.2009 tarihli yazısı ile reddedilerek 14.10.2009 tarihinde davacıya tebliği üzerine 02.11.2009 tarihinde kayda giren dilekçe ile işbu davanın süresinde açıldığı anlaşılmaktadır. Davacı ile davalı idare arasındaki uyuşmazlık; tedavi amacıyla hastaneye sevk edilen tutuklu ve hükümlülerin tedavi süresince cezaevinde mevcut rütbeli personel arasından belli bir sıra dâhilinde emniyetinin sağlanması görevinin nöbet hizmeti olup olmadığı noktasındadır. 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanununun 76’ncı maddesinde; “Nöbet; askerlikteki müşterek hizmetlerin yapılmasını ve devamını sağlamak maksadı ile bu hizmetlerin belli bir sıra ve süre ile subay, askerî memur, astsubay, askerî öğrenci, erbaş ve erler ile Silâhlı Kuvvetler Teşkilâtı içinde vazifeli olan bilumum sivil şahıslar tarafından yapılmasıdır. Nöbetçi: Nöbet hizmetinin yapılması için görevlendirilen şahıstır" hükmü, 77’nci maddesinde; "Kıtalarda, karargâhlarda ve askerî kurumlarda nöbet hizmetine tabi tutulacak personelin kimler olacağı, nöbet hizmetlerinin yapılış tarzı ile şekli ve nöbetçilere ait vazifeler talimatname ile tayin ve tesbit olunur" hükmü, Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliğinin 382’nci maddesinde ise; "Kıtalar, Karargâhlar ve kurumlarda belirli bir sıra ve süre ile subay, askerî memur, astsubay, askerî öğrenci, erbaş ve erler ile Silâhlı Kuvvetler Teşkilâtı içinde vazifeli olan bilumum sivil şahıslar tarafından nöbet tutulur. Nöbetler Karargâh ve kurumlarda sabah saat 09.00’dan ertesi günü saat 09.00’a kadardır. Kıtalarda kıtanın özelliğine göre, komutanın münasip göreceği zamanda başlar ve nöbet 24 saati geçemez. Nöbet hizmetine aşağıdaki rütbe ve makam sahipleri dâhil edilemezler. a. Albay ve birinci sınıf askerî memurlar, b. (Mülga:15.3.1984) c. (Değişik:20.4.2000-24026) Alay (Deniz ve Hava'da eşidi) komutan muavini ile kurum amiri muavinleri, (Askerlik dairesi ile aynı bina veya kışla içindeki askerlik şubesi başkanları ile bir kışla nizamında konuşlu bulunan kışla komutanı dışındaki askerlik şubesi başkanları hariç.) d. Kurmay Başkanları veya vekilleri, askerî hâkimler, disiplin subayları ile kadrosunda emir subayı bulunan komutanlık emir subayları, e. Birlik komutanı veya kurum amirlerince, görevleri ve sorumlulukları icabı nöbete dahil edilmemesine karar verilen mal saymanı ve mal sorumluları ile aynı şekilde ek görev olarak mal saymanlığı ve mal sorumluluğu yapanlar, f. Aldığı görevin özelliği sebebiyle nöbet hizmetinden affedilenler, - 404 - g. (Değişik:26.8.2005-25918/1 md.) Uzman tabip raporuyla belgelemek koşulu ile hamileliğin tespit edilmesinden itibaren doğumun gerçekleşmesini müteakip çocuğun bir (12 ay) yaşını doldurmasına kadar geçen süre içinde bayan subaylar ile Türk Silâhlı Kuvvetlerinde 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa göre istihdam edilen bayan Devlet memurları. h. (Ek:3.4.2003-25068) İki kademeli kıdemli başçavuşlar." hükmü yer almaktadır. Diğer taraftan, 2803 sayılı Jandarma Teşkilatı Görev ve Yetkileri Kanunu’nun 7’nci maddesi; “Jandarmanın sorumluluk alanlarında genel olarak görevleri şunlardır: a) Mülki görevleri; Emniyet ve asayiş ile kamu düzenini sağlamak, korumak ve kollamak, kaçakçılığı men, takip ve tahkik etmek, suç işlenmesini önlemek için gerekli tedbirleri almak ve uygulamak, ceza infaz kurumları ve tutukevlerinin dış korunmalarını yapmak. b) Adli görevleri; İşlenmiş suçlarla ilgili olarak kanunlarda belirtilen işlemleri yapmak ve bunlara ilişkin adli hizmetleri yerine getirmek. c) Askeri görevleri; Askeri kanun ve nizamların gereği görevlerle Genelkurmay Başkanlığınca verilen görevleri yapmak. d) Diğer görevleri; Yukarıda belirtilen görevler dışında kalan ve diğer kanun ve nizam hükümlerinin icrası ile bunlara dayalı emir ve kararlarla Jandarmaya verilen görevleri yapmak.” hükmü 2803 sayılı Kanuna dayanılarak çıkarılan, Jandarma Teşkilatı Görev ve Yetkileri Yönetmeliğinin; Jandarma Mülki Görevlerinin Esasları kapsamında 45’inci maddesi h bendinde; “Ceza infaz kurumlarının ve tutukevlerinin dış korumalarını sağlayıcı önlemleri alır. Tutuklu ve hükümlülerin sevk ve nakilleriyle muhafazalarını sağlar” hükmü, Aynı Yönetmeliğin 77’nci maddesinde; “Tutuklu ve hükümlülerden, hastalananların ceza infaz kurum ve tutukevlerinin kendi revirlerinde iyileştirilmeleri esastır. Zorunlu durumlarda diğer sağlık kurumlarına sevk edilenlerin, bu yerlerde muhafazası Jandarma tarafından sağlanır. Sağlık kurumlarında önceden, Jandarmanın görüşü alınarak tutuklu ve hükümlülerin iyileştirilmeleri sırasında konabilecekleri özel yerleri ilgili kuruluşlarca hazırlanır ve her an hizmete hazır ve bakımlı bulundurulur. Sağlık kurumlarına sevk edilen mahkûm ve tutuklular kanun ve nizamlarda - 405 - öngörülen esaslara uygun tarzlarda önlemler alınarak bu yerlere konur ve Jandarma tarafından muhafaza edilirler.” hükmü, Ayrıca 79’uncu maddesinde de; “Ceza İnfaz Kurum ve Tutukevlerinin dış koruma görevi ve bu kurum yönetimi ile ilişkiler; sevk ve nakil konusuna ilişkin başlıca görevler, personel ve taşıt seçimi, sevk ve nakil sırasında alınacak önlemler ve diğer ayrıntılar çıkarılacak yönergede gösterilir.” hükmü bulunmaktadır. Buna göre; JGY: 456-3, (B) Ceza İnfaz Kurum ve Tutukevlerinin Dış Koruması ile Sevk ve Nakil Hizmetleri Yönergesi’nin Birinci Bölümünde “Sevk: Bir tutuklu veya hükümlünün tedavi, duruşma, sınav vs. nedenlerle cezaevinden teslim alınıp işin bitiminde tekrar aynı cezaevine getirilip teslim edilmesidir.” olarak tanımlanmıştır. Aynı Yönergenin 5’inci bölüm 2’nci kısmında; sevk ve nakillerde görevlendirilecek devriyenin tertibine ait esaslar bölümünde; sevk ve nakledilecek hükümlü ve tutukluların firar etmeleri halinde kamuoyunda sansasyonel etki yaratma özellikleri dikkate alınarak maddi menfaatlere zaafı olmayan ve kötü alışkanlıkları bulunmayan, herhangi bir şekilde firara sebebiyet vermemiş güvenilir subay, astsubay ve uzman jandarmalardan seçileceği, Devriye komutanının subay, astsubay veya uzman jandarmalardan seçilmesi, yukarıda belirtilen kriterler dahilinde devriyede görevlendirilecek birlik komutanının inisiyatif ve sorumluluğunda olacağı, 6’ncı bölüm 1’inci kısımda; “Sağlık kurumlarına sevk edilen hükümlü ve tutukluların bu yerlerde muhafazasının Jandarma tarafından sağlanacağı, devriye komutanının muayeneye götürülen tutuklu ve hükümlü ile birlikte bulunacağı, görevli devriye tarafından gerekli inzibati tedbirlerin alınacağı, özel hükümlü koğuşu bulunmayan hastanelerde yatarak tedavi gören hükümlü ve tutukluların muhafazalarında emniyet tedbirlerinin artırılacağı ve nöbetçilerin mahkumların bulunduğu odanın içerisinde ve kapı ve pencereleri kontrol edecek şekilde bulunacağı ayrıca, hastanelerin mahkum bölümlerinde oda içerisinde dışarısında ve pencere önlerinde nöbet ve devriye faaliyetleri düzenleneceği belirtilmiştir. İfade edilen bu mevzuat hususları çerçevesinde; Nöbet kıta, karargâh ve kurumlarda hizmetin devamını sağlamak maksadıyla belli bir sıra ve süre dâhilinde uygun rütbe ve makam sahipleri tarafından yerine getirilen bir hizmettir. Bu hizmetin; Kıta, karargâh ve kurumda icra edilmesi, bir süre ve sıranın bulunması ayrıca, uygun personelin tefrik edilmesi nöbetin üç kriterini ortaya koymaktadır. Nitekim davacının görev yaptığı Özel Tip Cezaevi Jandarma Bölük Komutanlığında hizmetin devamını sağlamak maksadıyla nöbetçi subay ve nöbetçi astsubay olmak üzere iki ayrı kışla nöbetinin ihdas edildiği ve davacının bu nöbet hizmetine dâhil edilmediği anlaşılmaktadır. - 406 - Diğer taraftan, davacının nöbet hizmeti olarak görüp algıladığı görevin, esasen; bir sevk devriyesi ile tutuklu ve hükümlülerin cezaevinden çıkışından tedavisi dâhil cezaevine teslimine kadar geçen sürede yerine getirilen ve Jandarmaya, mevzuatı gereği verilen mülki bir görev olduğu açıktır. Dolayısıyla, bu görevin sadece hastanede tutuklu ve hükümlünün tedavisine nezaret etmek veya nöbet tutarak emniyetini almak şeklinde dar bir yorumla ifade edilemeyeceği görülmektedir. Bu kapsamda; bu görevin zamanı ve süresi önceden bilinemeyen; kışla dışarısında hatta gerektiğinde il/ilçe dışında herhangi bir sağlık kuruluşunda da yapılacak bir tedaviye ait sevk ve muhafazayı gerektiren; sevk devriyesi komutanının emir-komutasında yeteri kadar muhafız personelinden oluşan bir devriye kuvveti ile icra edilen, aynı zamanda hizmet kâğıdına da yazılmak suretiyle kayıt altına alınan bir görevlendirme olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca hükümlü ve tutukluların hastaneye sevk ve tedavileri esnasında emniyet ve muhafaza görevinin yukarıda belirtildiği gibi “Ceza infaz kurumu ve tutukevlerinin dış koruması, tutuklu ve hükümlülerin sevk ve nakliyle muhafazasına ilişkin bir Yönergenin çıkarılmasını ve görevin ayrıntılarının bu yönergede belirtilmesinin, anılan yönetmeliğin 79’uncu maddesinde belirtilmiş olması da bu görevin kendisine ait usul ve esaslar olduğunu ve özel tedbirlerin alınması gerektiğini ortaya koymaktadır ki bu bakımdan da kışla hizmetlerinden ayrı mütalaayı gerektiren bir uygulama ve görev olduğunun diğer bir ifadesidir. Bununla birlikte 19.09.2008 tarihli devamlı talimatın amaç ve kapsam olarak tutuklu ve hükümlülerin emniyet ve muhafaza görevine ait esasları izah ettiği anlaşılmaktadır. Bu kapsamda sağlık kurumlarında yatarak tedavi gören tutuklu ve hükümlülerin tedavi gördüğü sağlık kurumundaki muhafazası cezaevi birliklerinin asli görevlerindendir. Tutuklu ve hükümlülerin hastalanarak hastaneye yatırılması durumunda emniyetinin sağlanması görevinin bir nöbet hizmeti olarak vasıflandırılması mümkün değildir. Zira devamlılık arz etmediği gibi ne kadar süreceği de belli değildir. İdarenin böyle bir görev çıkacağını değerlendirerek bütün personeli sürekli göreve hazır bulundurması yerine, tedbir ve planlama amacıyla önceden, olabilecek görevin icrasına yönelik personelin çizelge ile tespit edilmesinin İç Hizmet Kanun ve Yönetmeliğinde tanımı yapılmış olan “Nöbet hizmeti” olarak nitelendirilmeyeceği ve tesis edilen görevlendirme işleminde herhangi bir hukuka aykırılık bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır. - 407 - Yukarıda açıklanan nedenlerle; Yasal dayanaktan yoksun davanın REDDİNE, 22 Nisan 2010 tarihinde OYBİRLİĞİ ile karar verildi. (AYİM 3. D., 22.04.2010; E. 2009/1342, K. 2010/525) -89ÖZETİ: Davacının askeri gazino müdürlüğüne bağlı sosyal tesisler nöbetçi astsubaylığı nöbet hizmetine dahil edildiği, bu nöbet hizmetinin kurumlarda yerine getirilen nöbet hizmeti niteliğinde olduğu, bu nedenle hakkında düzenlenen sağlık kurulu raporlarına uygun olduğu sonucuna varılmıştır. Davacı vekili 04.05.2009 tarihinde AYİM kaydına geçen dava dilekçesinde özetle; Müvekkilinin Uzm. J. Çvş. olarak 1994 yılında göreve başladığını, 2004 yılında bel kayması sebebiyle bir ameliyat geçirdiğini, GATA Asker Hastanesi tarafından “sınıfının kıt’a komutanlığı olmayan uygun karargah ve kurumlarda görev yapar.” kararı verildiğini, 2009 yılında Samsun Asker Hastanesinde yapılan muayeneleri sırasında bu raporun bir kez daha yinelendiğini, müvekkilinin geçirdiği ameliyat nedeniyle vücudunun hareket serbestisinin kısıtlandığını, şiddetli ağrılarının bulunduğunu, bu sebeple nöbet hizmetinde de bariz bir şekilde zorlandığını, nöbet hizmeti sırasında ve sonrasında yaşadığı belirgin rahatsızlıklar nedeniyle nöbet hizmetinden muaf tutulmak için 13.09.2009 tarihinde müvekkilinin yaptığı başvurunun reddedildiğini, müvekkili hakkında düzenlenen rapora göre müvekkiline kıta görevine dahil nöbet hizmeti verilmemesi gerektiğini, tesis edilen işlemin hukuka aykırı olduğunu belirterek nöbet hizmetinden muaf tutulma talebinin reddine ilişkin işlemin iptaline ve öncelikle yürütmenin durdurulmansa karar verilmesini talep ve dava etmiştir. AYİM 3’ncü Dairesinin 14.05.2009 tarih ve Gensek No:2009/1515; Esas No:2009/654 K. sayılı kararı ile davacının yürütmenin durdurulması isteminin reddine karar verilmiştir. Dava dosyasında mevcut bilgi ve belgelerin incelenmesi neticesinde: Davacının 1994 yılında Uzm. J. Çvş. olarak göreve başladığı, halen Ordu İl J. K.lığında Per. Loj. İşl. elemanı olarak görev yaptığı, davacının belindeki rahatsızlık nedeniyle 27.06.2004 tarihinde Aksaray Devlet Hastanesinde ameliyat olduğu, bilahare GATA Asker Hastanesinin - 408 - 12.01.2005 tarih ve 44 numaralı raporu ile “Lomber disk hernisi ameliyatlısı (Bilateral L5-Laminektomi ile) teşhisi ile “sınıfının karargah ve kurumlarında görev yapması uygundur.” kararı verildiği, davacının daha sonra yapılan muayenesinde de GATA Asker Hastanesinin 27.12.2006 tarih ve 1522 numaralı raporu ve Samsun Asker Hastanesinin 18.03.2008 tarih ve 484 numaralı raporuyla “sınıfının kıt’a komutanlığı olmayan karargah ve kurumlarda görev yapar” kararı verildiği, davacının rahatsızlığı dikkate alınarak 24 saat esasına dayalı olarak tutulan hareket merkezi vardiya nöbet hizmetinden alınarak, şubat 2009 tarihinden itibaren Askeri Gazino Müdürlüğüne bağlı Efirli Sosyal Tesisleri Nöbetçi Astsubaylığı nöbet hizmetine dahil edildiği, davacının rahatsızlığı sebebiyle nöbet hizmetinden muaf tutulması için 13.03.2009 tarihli dilekçesi ile idari müracaatta bulunduğu, Ordu İl J. K.lığının 30.03.2009 tarihli işlemi ile davacının talebinin reddedilmesi üzerine süresinde bu davanın açıldığı anlaşılmıştır. İç Hizmet Kanununun 76 ncı maddesinde “Nöbet; askerlikteki müşterek hizmetlerinin yapılmasını ve devamını sağlamak maksadıyla bu hizmetlerin belli bir sıra ve süre ile
Benzer belgeler
ASKERÎ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİ DERGİSİ
kararlarına yer veren bir dergidir.
AYİM Dergisinden edinmek isteyenler, Askerî
Yüksek İdare Mahkemesi Başkanlığının TC. Ziraat
Bankası Saraçoğlu Şubesindeki 1059/3420326-5001
No’lu hesabına istene...