Untitled - Kale Tasarım Merkezi
Transkript
Untitled - Kale Tasarım Merkezi
19/04/2009 03 Avşar Gürpınar [email protected] Türkiye’de tasarımı geliştirmeye yönelik çabalar bir otoyol üzerindeki şerit çizgilerini andırıyor. Zaman zaman uzun ve sürekli ama çoğunlukla kesik kesik, hatta bazı yerlerde hala çizilmemiş çizgiler var. İyimser bir bakışla, onlarca üniversitede grafik, ürün ve moda tasarımı bölümleri mevcut, tasarım kongreleri ve fuarları düzenleniyor, tasarım dergileri çıkartılıyor. Diğer yandan, tasarım bölümlerinin çoğunun kadrolarını üç beş köklü üniversitenin akademisyenleri oluşturuyor, tasarım kongreleri birkaç senede bir düzenlenebiliyor, tasarım fuarları iptal ediliyor ve dergilere son veriliyor. BİR BAŞKA PAZ-ART GÜNÜ Cihangir'deki Roma Bahçesi, bugün, tasarımcılarla sanatçıların açık hava buluşması "Paz-Art"a ev sahipliği yapacak. Katalist Tasarım ve Artane galerisinin gönüllü çabaları ile ilk olarak geçtiğimiz yıl düzenlenen bu etkinlik kış ayları boyunca hava muhalefeti nedeniyle gerçekleştirilememişti. Üçüncü Paz-Art ise 5 Nisan’da yine aynı parkta 45 katılımcı ile yapıldı. İstanbul’un son aylarda gördüğü en güzel havalardan birinde, Tophane Camii, Sarayburnu ve İstanbul Boğazı manzaraları eşliğinde, Avrupa şehirlerinin bitpazarlarını anımsatan bir ortamda Paz-Art’ı gezmeye gelenler de keyifli bir gün geçirdiler. Keyifli bir gün Böyle bir ortam içinde genç tasarımcıların, sanatçıların ya da daha küçük ölçekte çalışan firma ve ortaklıkların çalışmalarını sergileyebilmelerine olanak sağlayan her türlü organizasyon çok değerli bir hale geliyor. Paz-Art da böylesi bir ortam yaratabilmek adına düzenlenen bir sanat ve tasarım etkinliği. Cihangir’de eski ismiyle Roma Bahçesi, şimdiki ismiyle Sanatkarlar Parkı’nda, Cihangir Güzelleştirme Derneği, Yerli ve yabancı tasarımcıların yaşayan mekânlara renk katmak için birbiriyle yarıştığı Unicera Fuarı sektördeki firmaları ve tasarımcıları buluşturan bir platform olma özelliği taşımaya başladı. Unicera Uluslararası Seramik ve Banyo Fuarı, Türk Seramik Sektörü'nün yılda bir kere buluştuğu, sektörün en yeni ürünlerini ve en yeni teknolojilerini tanıttığı uluslararası bir fuar olma özelliği taşıyor. Tüyap Beylikdüzü Fuar ve Kongre Merkezi'nin 7 salonunda 40 bin metrekarelik alan üzerinde kurduğu, ziyaretçilerin çağdaş yaşam tarzına uygun tasarımlarla teknolojiyi buluşturan yeni ürünleri görme şansına sahip olduğu; tasarımcı, üretici firma, tüketici ve profesyonel müşterilerinin bir araya geldiği Unicera Fuarı yalnızca ticari anlamda değil, bir iletişim, bilgi ve kültür aktarım platformu olarak da büyük önem arz etmeye başladı. Sergide Ahmet Kurt’un deri işleri, Meliha Babalık’ın cam ile yaptığı farklı ürünler, Serpil Erol’un yün şapka ve aksesuarları, Songül Cabacı’nın eğlenceli kıyafet tasarımları gibi çalışmaları görmek 01 Pelin Özgen [email protected] ETEKTEKİ TAŞLAR Unicera Fuarı, seramik sektördeki yeniliklerin ilk habercisi oldu. Ünlü mimar Rodo Tisnado, Unicera’da konferans verdi. armatürler, banyo ve mutfak mobilyaları, aksesuarlar ve bunlarla ilgili yayınlar yer buldu. yatırımları kendisini belirgin bir şekilde gösteriyordu. Karo seramik özelinde trend yaratacak tasarım ve uygulamalar en son tekniklerle hayat bulmuş. Renklerde, pastel tonlar ve yalınlığın simgesi beyaz ağırlıklı olmak üzere, doğadaki ana elementlerin Fuarda sergilenen yeni koleksiyonlarda, tasarım, teknoloji ve son yıllardaki Ar-Ge Global krizin yapı sektörüne etkilerinin derinden hissedildiği fuarda, bu sene önceki yıllara oranla katılımcı sayısının azalması dikkat çeken unsurlardan oldu. Büyük ölçekli birçok firmanın fuara katılamaması yapı sektöründe sarsıntılar olduğuna işaret ediyordu. Ancak yurtdışından gelen ziyaretçilerin yoğun ilgisi ve ziyaretçi sayısının geçen yıla oranla artması, iç piyasada fuarla birlikte sektöre bir moral ve canlılık getirmiş oldu. Dünya üreticileri arasında üretimde 7. ve ihracatta 5. sırada bulunan Türk seramik sektörü üreticilerinin buluştuğu Unicera Fuarı kapsamında, seramik kaplama malzemeleri, vitrifiye ürünler, havuz, sauna, mümkündü. Bağımsız tasarımcı ve sanatçıların yanı sıra farklı marka ve galeriler de yerlerini almışlardı. Take Away İstanbul’un İstanbul’u samimi bir yaklaşımla ele alan hediyelik eşyaları, Camekan ve Cam Ocağı’nın yaratıcı çalışmaları, Bülbül’ün NotIkea konseptli ürünlerinin yanında Artane’de sergilenen, Aldous Eveleigh’in İstanbul fotoğraflarını tual olarak kullandığı yağlıboya çalışmaları görülmeye değerdi. Saatler ilerledikçe başlarında Berrin Akyüz tasarımı şapkalarla dolaşan insan sayısı artmaya başladı. Etkinlik bundan böyle her ayın birinci ve üçüncü Pazar günleri tekrarlanacak. 01. Paz-Art'ı bugün 11:00-17:00 saatleri arasında gezebilirsiniz. canlı renkleri ve bunların ton-sur-ton döşemeleri yeni açılımlara imkân verebilir. Metalik, ışıltılı ve çok parlak sırlı karolar da yenilikler arasındaydı. Gelişen trendler, renk ve desenlerin yanı sıra karoların boyutlarını da bir hayli de etkilemişti. Günümüzde tüketiciler daha ince, uzun ve daha büyük ebatlarda karolar kullanarak mekânlarında farklılık yaratmayı tercih ediyor. Mutfak ve banyoların da yaşam alanı haline gelmesi fark yaratan ve fonksiyonelliğin ön planda olduğu tasarımların ortaya çıkmasını sağlamıştı. Geçen yıllara nazaran farklı bir bakış açısı yakalayarak sektöre yeni ufuklar açabilme heyecanıyla fuarla paralel bir dizi etkinlik planlanmıştı. Bu etkinlikler çerçevesinde 31 Mart’ta İstanbul’a gelen Avrupa’nın en önemli mimari ofislerinden Architecture-Studio’nun kurucu ortağı, ünlü mimar Rodo Tisnado santralistanbul’da bir konferans verdi. Konferansın ardından santralistanbul Enerji Müzesi’nde Türkiye Seramik Federasyonu’nun ev sahipliğinde, sektör profesyonelleri ve mimarların katılımı ile açılış daveti verildi. Fuar süresince Seramik Çini ustası Sıtkı Olçar’ın dünyaca ünlü çinileri ve İznik Çini Vakfı eserleri sergilenme imkânı buldu. Fuarın ikinci günü olan Mimarlar Günü’nde ise Domus Academy kurucularından Master Program Başkanı Dante Donegani ve Giovanni Lauda tarafından verilen “Seramik Dünyasında Tasarım ve Geleceğe Ait Trendler” konulu konferans büyük bir ilgi gördü. 01 01. Unicera Fuarı”nda sergilenen ürünlerden. 04 Özgün Tanglay [email protected] IF’E DOYUM OLMAZ! Dünyanın en önemli tasarım ödülleri arasında gösterilen iF, Mart ayında Hannover’de düzenlenen tören ile sahiplerini buldu. Her sene, ödül kazananlar arasından sadece 50 ürüne verilen if Gold ise ilk kez Türkiye'nin kapısını çaldı! kategorisinde ödül alan Twig, bir taburenin işlevselliği ile bir sandalyenin konforunu birleştiriyor. Onu diğer taburelerden farklı kılan zarif eğimli dal ise hem arkalık, hem şapka ve kıyafetler için askılık hem de taşımada kolaylık sağlayan bir öğe oluşturmuş. Twig sandalyeler, bir arada durduklarında da hoş bir doğal peyzaj oluşturuyorlar. iF ödüllerinin amacı tasarım beğenisini artırmak, çarpıcı tasarım başarılarına dikkat çekmek ve karmaşık ürün dünyasındaki farklı buluşları öne çıkarmak olarak özetleniyor. 1953 yılından beri verilen iF ödülleri, önceleri “iyi tasarlanmış endüstriyel ürünlere özel bir şov” olarak tanınıyordu. Ortalama olarak 30’un üzerinde ülkeden katılımcı bilgisayar, aydınlatma, ambalaj gibi birçok kategoride ödül almak için yarışıyor. Bağımsız bir yapı olan iF, tasarım ve endüstri arasında aracılık görevi görüyor. Bu yıl iF jüri üyeleri yılın kazananlarını belirlemek için 39 ülkeden, yaklaşık 3,000 başvuruyu değerlendirdi ve 802 ürün iF ürün tasarımı ödülü aldı. Türkiye’den Hulusi Neci’nin Airfel için tasarladığı “kalem kumanda” ve Nil Deniz’in ilio için tasarladığı happycell kristal bardak seti de bu yıl iF ödülü alan 802 ürün arasındaydı. Ürünler yaratıcılık, fonksiyonellik, tasarım kalitesi, ergonomiyi de içeren değerlendirme kriterlerine göre 16 kategori altında verildi. iF ödülü alanlar arasından 50 ürün ise iF Gold ödülüne layık görüldü. H. Demir Obuz’un ilio için tasarladığı “twig” adlı ahşap tabure de iF Gold ödülü seçkisi içinde yer aldı ve büyük bir başarıya imza atmış oldu. Bugüne kadar Türk tasarımcılardan iF Gold ödülünü alan olmamıştı. Bu yıl iF Gold ödülü alan 50 ürün arasında hepimizin yakından tanıdığı Philips, Sony, Samsung gibi markaların yeni ürünleri de var. Apple’ın iF Gold ödülü alan ürünleri ise yeni nesil i-podlar ile sınırlı değil. Çoğumuzun hayatına çoktan sızmış Jüri üyelerinden Fritz Frenkler “başarılı olanların özgün ürünler olması şaşırıcı değil. Tutarlı uygulamalar ve net tasarım stratejileri ile yol alan firmalar yeni tasarım standartları oluşturma konusunda açık farkla öndeler” diyor. Yazıya tüm başarılı ürünleri sığdırmak mümkün değil. www.ifdesign.de adresinde 2009 yılının tüm kazanan ürünleri bir slayt şov ile izlenebiliyor. Hayata dair yeni düşler için ilham kaynağı oluşturabilir diyor, Türk tasarımcılar için iF gold yolunun Twig ile açılmış olmasını diliyorum. 02 01 03 bu ürünlerden söz etmek yerine, farklı kategorilerde altın ödüle layık görülen birkaç tasarıma göz atalım... Berlin’den genç tasarımcı Nils Frederking’in yuvarlak yemek masası, akıllı bir katlama sistemi öneriyor. Bu masanın katlanmış hali sadece 8 cm kalınlığında. Ödül alan diğer yaratıcı ürün, son derece parlak ve hafif bir bisiklet lambası olan “the beetle”. Lambanın esnek bir yapısı var ve ağırlığı 25 gramdan az. “Natural Nurser” biberonlara yepyeni bir yaklaşım getiren radikal bir ürün. Doğal meme şeklindeki formuyla oldukça yumuşak. Geniş ağzı, kolaylıkla doldurmaya yarıyor ve temizliği kolaylaştırıyor. SENZ XL şemsiye ise başarısını aerodinamik yapısına borçlu. Asimetrik tasarımı, şemsiyenin güçlü bir fırtınada bile en iyi konumu rahatlıkla bulmasını sağlıyor. Türkiye’ye gold ödülü getiren Twig’e gelince... Mobilya/ev tekstili 01. Natural Nurser biberon. 02. Aerodinamik yapısıyla beğeni toplayan SENZ XL şemsiye. 03. Nil Deniz imzalı kristal bardak. 04. Nils Frederking tasarımı katlanabilir yemek masası. 05. “The Beetle” bisiklet lambası. 06. H. Demir Obuz tasarımı “Twig” sandalye 05 04 06 06 6 yıl önce, bir moda seminerinde moda tasarımcılarının rock yıldızı gibi anıldığı ancak bunun karşılığının para cinsinden yüksek olmadığı söylenmişti. Oysa birkaç senede modanın algı düzeyi sokağa indikçe, tasarımcının önemi arttı. Rock yıldızları şan şöhretin karşılığını görmeye başladı. Halk düzeyinde, moda haftalarında salınan tasarımcıların adı bir çırpıda söylenir oldu. Modellerin yanısıra tasarımcılar da ünlü kategorisine terfi ettiler. Herkes moda dilinde konuşmaya başladı. Markalar biliniyor, ürün bazında takip ve bu işe gönül verme sevdası artıyor. 8. sanat sinema ise duruma kayıtsız kalmadı. Ağaç altında başına düşen elmayla yer çekimini bulan Newton gibi Sex and The City dizisi de beyaz perdenin başına düşen elma oldu. Bu elma, moda konusunun para getirdiğine işaret ediyordu. “Şeytan Marka Giyer”, Hollywood yapımı olarak genelin ilgisini çekerken, Lagerfeld sırları modaya adanmış yaşamların ilhamı oldu. 19/04/2009 Melis Pekand Şölen Kipöz [email protected] [email protected] MODAYA ADANMIŞ FİLMLER Valentino The Last Emperor Geçtiğimiz yıl emekliye ayrılan büyük usta Valentino’nun kariyerinin son iki yılına bakıyoruz bu filmde. Hayat arkadaşı ve iş ortağı Giancarlo Giammetti ile birlikte yaşadıkları zorluklar, 50 yıla yakın meslek hayatındaki rekebetçi ortam, sanatın ticaretle mücadelesi 2008 yapımı filmin odak noktaları. Film şu anda İstanbul hariç birçok film festivalinde gösteriliyor. KALİTENİN DEĞİŞEN YÜZÜ: YAVAŞ MODA HAREKETİ Uluslararası Hazır Giyim Tasarımcıları ve Yöneticileri (IACDE) çatısında toplanan ve dünyanın dört bir yanından gelen moda profesyonelleri İzmir’de buluştu. Moda tasarımcıları beyaz perdenin yeni “vazgeçilmezi”. Sinemanın gücü sağolsun, Coco Avant Chanel Audrey Tautou’nun Coco Chanel’i oynadığı tasarıma gönül verenler artıyor. 2009 yapımı film, modacının otobiyografisi. Henüz gösterime girmeyen Coco Avant Chanel, kostüm açısından Chanel hayranlarını oldukça doyuracak cinsten. Başka bir Coco Chanel filmi ise Shirley McLaine yorumuyla 2008’de TV filmi olarak çekildi. Modanın kalbinde çekilmiş, tasarıma adanmış filmler hangileriydi dersiniz? Arşivciler ve meraklıları için ... Bundan tam 99 yıl önce New York’ta Madison Square Garden’da ilk toplantılarını yapan bir grup moda profesyoneli, son toplantılarını 8-10 Mart’ta İzmir’de gerçekleştirdi. Peki, Uluslararası Hazır Giyim Tasarımcıları ve Yöneticileri(IACDE) çatısında toplanan ve dünyanın dört bir yanından gelen moda profesyonellerini İzmir’e çeken neydi? Bunu kestirmek zor değil; Türkiye’nin 1980’li yıllardan bu yana yabancı markaların fasonculuğunu yaparak edindiği teknolojik bilginin önemi, bir dünya markası olan Hugo Boss ürünlerinin İzmir’de üretiliyor olması-ki bu Türkiye’nin üretici misyonunun yeterli kanıtı -, ülkemizde yeşeren yeni tasarım gücünün küresel moda üreticileri açısından cazip bulunması, ve son olarak, gelecek yıl Türkiye’nin de derneğin üyesi olacağı gerçeği. 98 yıl boyunca dünyanın farklı bölgelerinde –örneğin geçen yıl Shangai’daüretim, verimlilik, tasarım, stil, teknoloji gibi moda ve hazır giyimin sırdaşı pek çok konuyu tartışmaya açan IACDE üyeleri “Kalite” konusunu masaya yatırdılar. Hugo Boss sponsorluğundaki kongrenin açılışını bendeniz “Türkiye’de Moda Tasarımında Kalite’nin Hikayesi” konulu bir sunumla yaparken, İzmir Ekonomi Üniversitesi Moda Tasarımı Bölümü öğrencilerinin defilesi, kalite tartışmasını noktaladı. Devil Wears Prada Pret-a Porter Türkçe çevirisinde niçin Şeytan’ın Prada değil de “marka” giydiğini anlayamadığımız 2006 yılı yapım, efsanevi dergi Vogue içi yaşantı/kölelik müessesini esprili bir dilde anlatmakla kalmıyor, tasarımcıların yaşantısına da ışık tutuyor. 1994 yılına ait film, Paris Moda Haftası’nda hazır giyim kavramı ve defileleri gördüğümüz türün ilk örneklerinden. Sophia Loren ve Marcello Mastroianni’nin başrollerini paylaştığı modanın kalbine dalan yapımda ayrıca kolay kolay bir araya gelmeyecek isimleri de görüyoruz; Kim Basinger, Rupert Everett, Forest Whitaker, Julia Roberts, Tim Robbins. Film podyumda ve perde arkasında yaşanan rekabet, entrika, aşk, aldatma ve yalanlara modanın ön planda olduğu bir bakış açısıyla değinen bir kara komedi. Blow-up 1966 yapımı film aşk ve cinayeti moda arka planında anlatıyor. Zamanının kült filmi haline gelen yapım sekse ve çıplaklığa odaklanmış tavırları içeriyor. Gelmiş geçmiş en iyi modellerden Verushka’nın da filmde göründüğünü hatırlatalım. Lagerfeld Confidential Modanın filmleri öyle arşivlenemeyecek miktarda değil. İlginç olanı az buz çekilen yapımlardaki Chanel ağırlığı. Hem Lagerfeld Sırları’nda, Karl Lagerfeld’in Chanel baş tasarımcısı olması, hem de Coco Chanel’in yaşantısını anlatan 2 filmle Chanel markası, moda-film ikilisinde öne çıkan marka oluyor. İkonik moda tasarımcısı Karl Lagerfeld’in son bir yıldaki yaşantısından kesitler anlatılıyor. 1930’lu yıllarda doğan ve Chanel efsanesinin başına geçen Lagerfeld’in uçsuz bucaksız hayatından bir kuple, ilginç kişiliği yakından tanımak isteyenler için bir fırsat. Filmin ismine yaraşır sırlar; hayat felsefesi, çocukluğu ve cinsel kimliğini anlatırken paylaştıklarından ibaret. Nostalji sevmemesi, kitap merakı ve i-pod aşkı filmde bolca görüleceklerden. Modaya adanmış yaşantılardan ilham almak ve yaratım sürecine şahitlik etmek istediğimiz Yves Saint Laurent’ın da yakın zamanda hayatını anlatan bir filmle beyaz perdede efsaneleşmesi gerektiğine inanıyoruz. Unzipped Moda tasarımcısı Isaac Mizrahi’nin tasarım odaklı dökümanteri. 1994 Sonbahar/Kış koleksiyonunu hazırlarken çekilmiş olan film, modanın yaratıcı öğelerini öne çıkartıyor, tasarım sürecine odaklanıyor. 01 01. Sinema sektörü için Karl Lagerfeld, Isaac Mizrahi, Valentino, Coco Chanel gibi efsanevi isimler kadar Paris Moda Haftası gibi etkinlikler ya da Vogue gibi moda odaklı dergiler de iyi birer “malzeme”. Yalnız TV dizileri değil, Ugly Betty, Sex and the City gibi diziler de modayı yakından takip ediyor. 07 01 Moda dünyasında kalite konusu, neredeyse tartışılmayan bir tabu. Bugün, kalitenin fiyatla ölçüldüğü küresel markaların hükümranlığına karşın, markaların başarılı ve ucuz taklitleri ya da anti-marka gerilla tasarım mağazalarının tanıştırdığı yeni bir kalite anlayışıyla karşı karşıyayız. Türkiye’de moda tasarımının endüstrileşmesi, kurumsallaşması, ve küresel sisteme katılma süreçleri adeta kalitenin de evrimleşmesine işaret ediyor. Terzilik kültüründen tasarıma, tasarımdan markalaşmaya ve kurumsal kültüre geçiş aşamalarında kalite kavramı da dönüşüm geçiriyor. Zanaatsal üretim süreçlerine işaret eden yüksek moda anlayışında kalite kıyafetin yetkinliği, biricikliği, materyal değerine işaret ederken; sezonsal hazır giyim koleksiyonu üreterek kurumsallaşan, küresel moda sistemine dahil olan tasarım pratiklerinde kalite form, biçim, kup, siluet gibi tasarımın görünür özelliklerinde ayırt edicilik olarak ortaya çıkıyor. Kalitenin dönüşüm sürecinin diğer ayağı olan giyim markaları ve tasarımcı evliliklerinde –Network/Arzu Kaprol, Koton/Bora Aksu gibi- farklı kalite uyarlamaları ile karşılaşıyoruz. Bu ilişkide tasarımcı markanın benimsenen ve satılabilir çizgisi uğruna kendi çizgisinden ödün vermiyor; tersine, marka kendini tasarımcıya uyarlıyor. Tasarımcının ve dolayısıyla markanın ticari başarısı aynı çizgiyi farklı kalite standardında koruyabilmekte yatıyor. Bir nevi ekonomi yapıyor tasarımcı. Lüks estetiğin sivri uçlarını piyasaya törpülüyor, ulaşılabilir kılıyor. Bu yüksek modanın sokağa inmesi için gerçekten de mükemmel bir fırsat. Koton’un sloganı “Herkes için Bora Aksu” olabilir mesela. Görülüyor ki, kalitenin üretim, teknoloji ve işçilikle ilişkisindeki son evrimi tasarım girdisi. Öyle ki artık fason üretime bile tasarım bulaşıyor. Moda dünyasının ekonomik krize alternatif cevabı ise, kalitenin, modanın hızlı tüketim döngüsüne hizmet eden savurgan doğasını dizginleyecek etik ve duygusal bir tasarım anlayışıyla yakalanabileceği. Tüketicilerin değişen yaşam döngülerine uyum sağlayabilecek, kullan-at modeline karşı sezonlararası geçişliliğe sahip, çok işlevli parçalarla sağlanan çoklu-markalı bireysel tarzlar yeni seçkinciliğin habercisi. Tüketimin yeni vicdanı, etik, çevreci ve sürdürülebilir tasarım çözümlerine ışık tutarken,aşırı tutucu bir çizgiyi benimseme riskine karşı fantezi ve kaçışlara izin veren deneysel tasarım yaklaşımlarını müjdeliyor. Bu etkilerle “Yavaş Moda Hareketi” projesi çerçevesinde İzmir Ekonomi Üniversiteli genç moda tasarımcıları, kalitenin yeni yaratıcı gücünü gösterirken, Türkiye’yi bir üretim merkezi olarak konumlandıran anlayışa, “aslında Türkiye’nin geleceği tasarım mı?” sorusu ile yanıt verdiler. 01. “Yavaş Moda Hareketi” defilesinden. 08 19/04/2009 Meltem Cansever Çiğdem Demir [email protected] [email protected] EYLEM 01 1960’lardan başlayarak kadınlar, azınlıklar, savaş kurbanları gibi mağdur ve dışlanmış grupların yanında yer almak ve daha adil, daha olumlu bir sosyal-ekolojik değişime katkıda bulunmak için tasarımcıya düşen rolü sorgulayan aktivist tasarımın en önemli sorunu, gerçekleşebilirliği konusunda ciddi kuşkuların olmasıydı. Varlığını kapitalizme borçlu olan tasarımcı nereye kadar bağımsız kalabilirdi ki? Sulandırılmış kazan-kazan formülleri dışında, tasarımın nihai hedefi kâr artırma değil miydi? Oysa geçen onyıllar ve özellikle 2000’ler, tasarımın sosyal ve ekolojik sorumluluktan kaçmayı sürdürmesi durumunda, kârın sürekliliğini sağlamanın pek mümkün olmadığını açıkça gösterdi. Küresel ısınma ve ekonomik krizin etkileri, ana akımın en tutucu firmalarını bile aktivist tasarımın can alıcı meseleleriyle ilgilenmek zorunda bırakıyor. İlk kez 1995’te düzenlenen Design Indaba konferanslarının her yıl diğerinden daha çok ilgi toplaması ve büyük alkışlar almasının ardındaki asıl neden, konuşmacı ve katılımcıların başarısı kadar böyle bir etkinliğin hakiki bir ihtiyaca karşılık gelmesi. 2004’ten bu yana konferanslara, Güney Afrika tasarımını tüm renkleriyle sahneye çıkaran aynı adlı fuar da eşlik ediyor. 1995’te Ravi Naidoo’nun önderliğinde iki yılda bir düzenlenmek üzere başlatılan, hemen sonra her yıl gerçekleştirilmesine karar verilen etkinlik, Zulu dilinde ZAMANI! Alternatif tasarım konferansı Design Indaba, yanına aynı isimli fuarı da katarak bir kez daha tartışmaları başlattı: Aktivist tasarım gerçekçi miydi? “buluşma” anlamına gelen adıyla ve merkez olarak, üç büyük etnik topluluk ve 11 resmi dile ev sahipliği eden Cape Town’u almasıyla, alternatifliğini hemen gösteriyordu. İlk konferansta pek de fazla tanınmayan dokuz konuşmacı vardı. Bu yıl ise, aktivist tasarımcı Bruce Mau’dan ünlü tasarım okulu Design Eindhoven’in trend falcısı başkanı Li Edelkoort’a, Marcel Wanders’ten Patricia Urquiola’ya önemli adları içeren 30’dan fazla kişi, küresel tasarımı mercek altına aldı. Açılış gününde, “Sinik olma zamanı değil şimdi!” diye bağırarak ekonomik krizin Design Indaba’yı haklı çıkardığını belirten Bruce Mau’nun konuşmasının ardından gelen alkışlar ve sevinç çığlıkları konferansa hâkim olan ruh halini gösteriyordu. W+K Delhi reklam ajansından Mohit Jayal ve V Sunil’in güçlü bir yerel geleneğin güzel bir gelecek inşasına nasıl etki edebileceğini ele alan sunumu, en çok sözü edilen konuşmalar arasında yer aldı. Li Edelkoort ekonomik krizin geçen seferki gibi minimalizme yol açmadığını, daha çok geleceğe dair algılarımızı değiştirdiğini PİCTOPLASMA: YENİ KARAKTER DÜNYALARI FESTİVALİ Karakter tasarımı ve sanatını keşfetmek için dünyanın birçok ülkesinden illüstratör, tasarımcı, animatör, yönetmen ve sanatçılar 19-21 Mart tarihleri arasında Berlin’de, “Pictoplasma”da bir araya geldi. 01 makineleri ve çok yönlü çılgın tasarımcı ve sanatçı Javier Mariscal’in animasyonları son derece ilgi çekiciydi. 5.5 Designers, AdamsMorioka, Ferran Adrià, Marian Bantjes, BarberOsgerby, Stephen Burks, Commonwealth, Dunne&Raby, Li Edelkoort, Dai Fujiwara, Keith Helfet, Jannes Hendrikz, Luyanda Mpahlwa, Javier Mariscal, Bruce Mau, Keith Rose, Roger Smythe, Dwayne Spradlin, Frank Tjepkema, Nobumichi Tosa, Patricia Urquiola, Rick Valicenti, W+K Delhi, Marcel Wanders ve Craig Wessels’in ufuk açıcı katkıları, eleştirmenlerden olumlu tepkiler aldı. Black Heart Gang’ın gerçeküstü animasyonları da küresel tasarım camiası tarafından çok beğenildi. Fransız tasarım ofisi 5.5’in bildik lüks ürünlerin 1 Avroluk versiyonlarını ürettiği Save A Product kampanyası ise büyük övgülerle karşılandı. söyledi ve uzun soluklu bir trend olarak, siyahla beyaz arasındaki “gri”nin egemenliğini ilan etti. Konuşmacılar dijital düzeneklerin eklenmesiyle bir hikâyeye sahip olan objelerin –örneğin ufak bir çip sayesinde kişinin ruh haline göre değişen saatler- yükselişini de haber veriyorlardı. İyimser ve coşkulu kalabalığın ana odağı, yerelle küresel arasındaki bağın yanısıra fuardaki ürünlerde de görüldüğü gibi- geri dönüşüm ve emprovize tasarım oldu. Ayrıca bu yıl, ünlü tasarım kurumlarının kilit noktalarındaki isimler, hızlı bir paylaşıma olanak veren Pecha Kucha formatındaki konuşma seanslarında bir araya geldiler. Etkinliğin “baba”sı Ravi Naidoo geçmiştekilerden daha yeşil, daha sürdürülebilirlik odaklı ve daha kalabalık etkinliğin ardından, “Design Indaba’ya gösterilen olağanüstü ilgi, yaratıcılık yoluyla daha iyi bir dünyayı teşvik etme misyonumuzu yeniledi” diyor. Ama konferanstaki abartılı coşku ve tasarıma dünyadaki tüm sorunlara çözüm bulma misyonunun yüklenmesi ne kadar gerçekçi? Yine de Design Indaba’ya inanmak istiyoruz. Grafik, moda, endüstriyel tasarım, mücevher tasarımı, sinema, yeni medya, reklam gibi farklı alanların kapsandığı konferansta elektrikli arabalar, düşük maliyetli konut çözümleri, geleceğin çiftlikleri, laboratuarda üretilen etlerden çağdaş grafik tasarıma, hayvanların tıbbi deneylerde kullanımından yemeğin duygusal değerine, çok farklı meseleler ele alındı. Nobumici Tosa’nın anlamsız 01. Fuarda segilenen ürünler geri dönüşüm ve emprovize tasarımın habercisiydi. 01 09 İlki 2004 yılında düzenlenen, bu yıl Berlin’de gerçekleştirilen Pictoplasma Konferansı, merkez galerilerindeki 30 sergi ile enstalasyon ve sunuşların olduğu “Character Walk” (Karakter Yürüyüşü) ile tasarımcıların kişisel yaklaşımlarını özgürce paylaşabilecekleri bir platform haline geldi. Festival in ilk iki günü, “Characters in Rhythm”(Ritimli Karakterler) ile “Characters in Narration” (Anlatılan Karakterler) izleyiciyle buluşurken, ikinci gün “Psychedelic Midnight Mix” (Halisülasyonlu Geceyarısı Karışımı) ve üçüncü gün ise “Characters in Motion”(Hareketli Karakterler) animasyon festivali kapsamındaki 100’ün üzerinde animasyon film gösterildi. 01 Etkinlik merkezi olan Haus Der Kulturen Der Welt (Dünya Kültürleri Evi)’de düzenlenen görkemli sergide, AJ Fosik, Akinori Oishi, Ben Frost, Borris Hoppek, Doma Collective, Doudouboy, Edwina Ashton, Friends With You, Gary Baseman, Golan Levin, Hideaki Kawashima, Ian Stevenson, James Marshall, Jeremy Dower, Juan Pablo Cambariere, Mark Ryden, Motomichi Nakamura, Nagi Noda, Olaf Breuning, Sam Gibbons, Shoboshobo, Tim Biskup gibi birçok önemli isimler yer aldı. İzleyici aktif kılan ve Pictoplasma ruhunu yansıtan sergi, içindeki çarpışan karakter tasarımlarından oluşan çarpışan arabalarla katılımcılara keyifli anlar yaşattı. Etkinliğin en önemli yanlarından biri de konferans ve sempozyumları bir araya getirmesiydi. Akademik bakış açısı karakterlerle buluştu; karakter algısı, yaratımı, evrensel medyanın şekillendirilmesi, medya teorisi, tasarım, ekonomi gibi kavramlar sempozyum panellerinde irdelendi. Çağrılı sanatçı sunuşlarında ise; Saiman Chow,Boris Hoppek, Fayaz Jafri, Marc Craste, James Jarvis, AJ Fosik, Andrea Crews, Protey Temen, W+K TokyoLab, Klaus Haapaniemi, Risa Sato, Charles Glaubitz gibi usta isimler yer aldı. Borris Hoppek ile çalışan galeri sahipleri de Hoppek’i kişisel anılarıyla anlattı (onlara göre Hoppek’in o şehirde olduğu sokaklarda graffitilerin artmasından anlaşılabilirdi). İspanya’nın en çok mülteci alan Cadiz şehrinde yaptığı “86 Negritos” adlı enstalasyonu özellikle izleyicinin beğenisini kazandı. 01 01 Çağrılı sanatçıların her birinin sunuşlarına başlarken ilham kaynaklarını anlatması oldukça dikkat çekiciydi. Sunuşunda şarkı da söyleyen Arjantin’li Gaston Caba’ya göre ilham kaynağı sonsuzdu; bazen dans eden insanlara ani sorular sorduğundan ve cevaplardan yola çıkış doneleri elde ettiğinden bahsetti. Hong Kong asıllı Amerikalı Saimon Chow, Çin kültürü, ruhani inançları ve mangadan etkilenerek büyüdüğünü belirtti. Fayaz Jafri ise ilham kaynağı olarak Miyazaki’nin işlerini gösterdi. Studio Aka’nın animasyon yönetmeni Marc Craste’nin vurguladığı nokta, animasyonun basit olduğunda işe yaradığıydı ve onun da ilham kaynağı yine Miyazaki ustaydı. Risa Sato’nun karakter tasarımlarıyla ilgili samimi açıklamaları, Klaus Haapaniemi’nin Londra metrosunda kullanılan illüstrasyonları ve İskandinavlara özgü masalsı karakter tasarımları ise konferanstan akılda kalanlardandı. ilham dolu birkaç gün sundu. Çok sayıda tasarımcı, Anna Hellsgard ve Christian Gfeller (Bongout) deneysel kavram kitabı atölye çalışmasına adeta akın etti. Andrea Crews’ın, yalnızca dikiş makinaları ve atık Disney tişörtleriyle karakter kostümü tasarımı yaptırdığı workshop da ilgi çekiciydi. ‘Pictopia’ birçok sanatçıya, tasarımcıya, film yapımcısına, müzisyene, performansçıya düzenlenen workshopların da katkısıyla 01. 30 ayrı sergi, enstalasyon ve sunuşlara ev sahipliği yapan Pictoplasma, yer yıl önemini arttırıyor. Pictoplasma izleyicileri etkinlik boyunca, Berlin’in birbirinden ilginç galerinde Character Walk’ı takip ettiler, konsept partilere katıldılar, ustalarla sohbet etme şansı elde ettiler, 100’ün üzerinde animasyon izlediler, konferanslar sayesinde sanatçıları daha yakından incelediler, tasarım oyuncakları ile kitaplarından satın aldılar, Haus Der Kulturen Der Welt’in içine kurulmuş koca bir oyun parkında gezdiler ve hatta çarpışan arabalara bile bindiler. Bir tasarımcı daha başka ne isteyebilir ki? 19/04/2009 10 Ali Sefa Ekizce 11 A. Sadi Tekin [email protected] [email protected] TÜRKİYE’DE ENGELLİ VE HATT MASUMİYET KENTE DÖNDÜ! ÇOCUK OLMAK Ülkemizde “engelli” dendiğinde, insanların kafasında hep “eksik” bir insan imajı oluşur. Temel ihtiyaçlarını kendi başına karşılayamayan, dolayısıyla “eksik” bir hayat yaşayan bu insan imajı, ona devamlı göz-kulak olacak “normal” (!) bir insana eklemlenerek tahayyül edilir. Engelli denilen kişi, bir anlamda, tek başına bir şey ifade etmeyen bir yaşam formundan başkaca bir şey değildir ülkemiz insanı, yani bizim için. Oysa bu engelli kavramı, zannedildiği gibi genel geçer bir kanı değildir. Yani dünyanın medenileşmeyi başarmış o çok uzak ülkelerinde engelli olmak, burada algılandığı gibi doğuştan veya sonradan bir melanete tabi olmak anlamı taşımaz. Çünkü o uzak ülkelerde engelli, doğuştan getirdiği veya sonradan edindiği bir melaneti üzerinde taşıyan bir “farklılık” değildir; aksine, engellinin toplum içindeki fiziksel çevreyle yaşadığı sorunlar, diğer “normallerin” insan olmak adına yaşadıkları başarısızlığı ifade eder. Bu başarısızlığın giderilmesi, kent mekânını kentin eksikliklerinden dolayı kullanamayan engelliler için yeniden ve radikal bir biçimde düzenlemekle mümkün olabilir. Bu konuda atılmış olan başarılı adımlardan biri de ülkemizde Mersin Üniversitesi bünyesinde gerçekleştirilmekte. Mersin Üniversitesi koordinatörlüğünde ve Selanik Aristo Üniversitesi ortaklığıyla yürütülen ACTUS (Accessibility Network for Turkish and Greek Societies – Türk ve Yunan Toplumları için Erişim Ağı) projesinin ikinci semineri 9 Nisan 2009 tarihinde Mersin Üniversitesi’nde yapıldı. AB tarafından desteklenen ve 18 ay sürecek bu araştırma projesi, “Engelsiz Kentler” sloganıyla, engelliler için kent mekânının mimari açıdan daha ulaşılabilir olmasını amaçlıyor. Biz de MDM Mimarlık olarak, 2008 yılında Türkiye üniversite öğrencileri arasında Fonksiyonel Mekânlar Tasarım Yarışması başlığı altında düzenlediğimiz “Fiziksel Engelliler Anaokulu Tasarımı” projesini bu seminerde katılımcılarla paylaşma fırsatı bulduk. Bu yazının başındaki, “Türkiye’de engelli olma” konusunun uzanımları elbette farklı noktalara işaret ediyor. Bu yarışmayı düzenlemekteki amacımız, sorunun kökenine, yani yine yukarıda bahsedilen “algı” problemine dikkat çekebilmek; bunu yaparken de ülkemizin geleceği olarak addeddiğimiz üniversite gençliğini işin içine katabilmekti. Çünkü, geleceğin politikacısı, belediye başkanı, şirket sahibi, fikir üreteni, aydını olarak gördüğümüz üniversite öğrencilerinin bir kısmının –eğer yakın çevrelerinde bir engelli yoksa- ülkemizde engelli olmanın ne demek olduğu konusunda fikir sahibi olamadıkları gibi bir gerçekle karşı karşıya duruyoruz. Yarışma, yılında Access in Paris (Paris'te Erişim) adıyla yayınlanmış ve tarihte Access/Erişim kelimesinin engelliler adına ilk kullanımı bu rehberle başlamış. Mersin'de "Engelsiz Kentler" sloganıyla başlatılan ve önemli bir eksikliği gündeme taşıyan ACTUS projesini AB de destekliyor. rastlamadığımız bu projenin dünya üzerinde az miktarda örnekleri mevcut olsa da, soruna bu açıdan bakan bir örnek bulmak güç. Zira söz konusu fiziksel engel olduğunda, sadece fiziksel engelli çocuklara hizmet veren kurumlarla sorunun üzerine gitmek mümkün değil; burada amaçlanan, toplumun yapısını oluşturan ve sadece fiziksel engelinden dolayı toplumda yer edinemeyen bireyle fiziksel engel yaşamayan bireyi çocuk yaşta sosyal çevreyle etkileşime sokmak. iki açıdan bu “algı” problemine işaret ediyor; birincisi, kısa vadede yarışmaya ilgi gösteren gençlerin kafasında konuyla ilgili soru işaretleri oluşturmak. İkinci ve daha uzun vadede toplumsal yapımızla ilgili olan konu ise, hayata geçmesini amaçladığımız fiziksel engelliler anaokuluna devam edecek engelli ve engelsiz çocukların okul öncesi çağda kaynaşarak toplumsal algıyı bir üst seviyeye taşımaları. Okul öncesi eğitimin önemi ve gerekliliği özellikle son on yıldır tüm dünyada ve ülkemizde vurgulanmakta. Günümüz şartlarında eğitimin, “imkânı olanın olduğu kadar verebildiği” bir şey oluşunu bir kenara koyarak; yani toplumun bırakın ilköğretimi, okul öncesi eğitim yaşlarında izole edildiğini -istemeden de olsagörmezden gelerek, bu projenin engelli ve engelsiz çocukları okul öncesi yaşta bir araya getirebileceğine ve kafalarımızdaki engelli imajını sonsuza dek yok edebileceğine inanmak gerekiyor. Zira okul öncesi çağda, bu anaokuluna devam eden engelsiz bir çocuğun, engelli arkadaşlarıyla, onları engellemeyen bir fiziksel çevrede vakit geçirebilmesi, kafasındaki imajı bu doğrultuda oluşturmasına vesile olacaktır. Engelli çocuk da, ailesine bağımlı olmadan kendi kendine yetebildiği bir fiziksel çevrede alacağı okul öncesi eğitim sayesinde, kendine güvenen ve engellerinin arkasına sığınmayan bir birey olma yolunda ilk adımı atacaktır. Kent mekânının engellilerin de rahatlıkla etkileşime geçebileceği, “erişilebilir” noktalar olmasını sağlamak adına, dünyada farklı ülkelerde bir çok çalışma yapılmakta. Özellikle, bu çalışmaların bizim tahayyül edebileceğimizden çok daha uzun yıllardır sürdürülüyor olması, kendi açımızdan bir kayıp olduğu kadar, bu çalışmaların yapılabilirliği açısından da örnek oluşturuyor. Bu örneklerin içinde, engellileri toplum içine çıkabilme ve kent hayatına karışabilme konusunda destekleyen en uzun soluklu projelerden biri, Londra merkezli PHSP (Pauline Hephaistos Survey Projects) Access Project-Erişim Projesi. PHSP Charitable Trust tarafından desteklenen proje, tamamen engelli ve engelsiz gönüllülerin çalışmaları sonucunda oluşturuluyor ve toplanan bilgiler, engellilerin kente hiçbir engel olmadan erişebilmeleri için rehberler haline getiriliyor. Bu rehberlerden ilki, 1973 Ülkemizde henüz bir benzerine PHSP rehberleri, engellilerin şehir içi erişimleri için pratik ve bizzat engelliler tarafından deneyimlenmiş bilgileri barındırırken, erişim bilgilerinin kısa ve öz tanıtımlarının yapılabilmesi adına yeni standartlar belirleme görevi de taşıyor. Ancak rehberlerin en önemli görevi, hem şu anki şartlarda engelli erişimi açısından şehirlerde nelerin mümkün olduğunu bildirmek, hem de yapılması gerekenler konusunda insanları bilinçlendirerek değişim için katalizör görevi üstlenmek. Şu an için Londra ve Paris şehirleri ve İsrail için hazırlanmış olan bu rehberlere ek olarak, İngiltere'deki futbol stadyumları için de bir rehber bulunmakta. Genel olarak bu rehberlerde ne tarz bir bilgi bulunduğuna gelince... Rehberlerin başında alışık olunduğu üzere kentle ilgili veriler, telefon numaraları ve haritalar var. Devam eden sayfalarda ise, engelli ekipmanlarının temin edilip tamir ettirilebileceği merkezlerden tutun da, metin özellikli telefonların yerlerine, işitme/görme engellilerin de izleyebileceği etkinliklere, seyahat edilebilecek tüm taşıt çeşitlerine ait bilgilere, engelli dostu tuvaletlere, tüm konaklama, etkinlik, sağlık merkezlerine varana dek, bir şehir rehberinde yer alması gereken her şey bulunuyor. Bu detaylı rehberler sayesinde bir engelli yaşadığı şehir veya ziyaret edeceği şehirle ilgili ihtiyacı olan bütün bilgilere ulaşabildiği gibi; yine bu rehberler sayesinde halkın ve yerel yönetimin şehirdeki engellerin iyileştirilmesi yönünde bilinç oluşturmasına olanak sağlanmış oluyor. Böyle bir rehberin ülkemizdeki kent merkezleri için hazırlanması, ülkemizde yaşayan veya ülkemize dışarıdan gelen engellilerin kentin sosyal yapısıyla etkileşimi için hem kent kullanıcıları, hem de yerel yönetimler açısından ilham verici olacaktır. Öte yandan da, kent merkezlerinin doğrusuyla-yanlışıyla erişebilirlik açısından bir envanterinin çıkarılabilmesi, böylesi bir çalışmayla mümkün olabilecektir. (www.accessproject-phsp.org) Sonuç olarak, kafalarımızdaki algı değiştiğinde, toplum olarak hep eksikliğini çektiğimiz “empati”nin artık kendimizi zorlayarak oluşturmamız gereken bir düşünce biçimi olmadığının da farkına varacağız. Engellerin ortadan kaldırılması ve farklılığın yüceltilmesi için toplum olarak bu kaynaşmanın başka alanlara da sirayet etmesi umuduyla hareket etmekten başka çaremiz bulunmamaktadır. 01 01. MDM Mimarlık’ın “Fiziksel Engelliler için Anaokulu Tasarımı” projesinden. 01 Ray ve Charles Eames, Bruno Munari, Jaime Hayon, Marti Guixé… Liste uzun; tasarım dünyasının oyuncak merakı hiç yeni değil! Yeni olan eğilimin yönü; çocukların taleplerindeki değişiklik. Çocuklar, oyun yoluyla eğlenmekle kalmaz, hayatı anlamlandırırlar. Kendi hayal dünyalarını geliştirmek için oyuncakları kullanmak kadar imal etmek de “sayılır”; o halde bir dal parçası ya da birkaç ufak taşı bile oyuncak olarak değerlendirebiliriz aslında. Gelgelelim, zaman içinde, teknoloji sayesinde çok şeyin değiştiği, dijitalleşen hayatlarımız gibi, oyuncakların da bu dönüşümden nasibini aldığı açık. Televizyon, bilgisayar, internet ve oyun konsollarıyla dolu bir dünyaya gözlerini açan ‘zamane’ çocuklarının ilgisini söz konusu eski moda oyuncaklarla çekmek mümkün mü dersiniz? Şubat ayında New York'ta gerçekleştirilen Toy Fair 2009'da verilen ödüller, bu durumun değişmekte olduğunu müjdeliyordu(!). “Yılın Kız Çocuk Oyuncağı “ödülünü alan Playmobil USA'in ‘Pony Farm’ adlı küçük at çiftliği oyunu belki de, trendin yön değiştirdiğini göstermekte. Basit, nispeten daha az teknolojik ve hatta kendi çocukluğumuzdan hatırladığımız manüel oyuncaklar, hem daha ucuz olmaları, hem de çocukların pek de kullanmadıkları hayal güçlerini tekrar keşfetmelerini sağlamaları nedeniyle tekrar popüler olma yolunda. Radyo kontrollü, benzin motorlu ve ölçekli model arabaların yanısıra, değişebilen parçalarla kendi otomobilinizi yaratabileceğiniz ahşap ‘Automoblox’ ile ‘Playsam’in çevreci ve minimal otomobillerini de bu anlamda değerlendirebiliriz. Robot dediğimizde aklınıza ahşap gelmiyor mu? Japon oyuncak ustası Nakagawa Takej'in “take-g toys” markalı sevimli ahşap robotlarına göz atmanızda fayda var! Ünlü oyuncak markası Hasbro'nun “Yılın Elektronik Eğlence Oyuncağı” kategorisinde ödül kazanan ‘FurReal Friends Biscuit My Lovin' Pup’ı ise peluş bir robot köpek. “Otur”, “konuş”, “yat” gibi 6 komutu anlayıp oyuna hazır olduğunda havlayan köpek, alıştığımız robot oyuncaklardan daha sıcak ve sevimli. Sony'nin ‘Aibo’ köpeğine alternatif olan bebek dinozor "Pleo" ise yine bir çeşit yumuşak deri altında yapay zekalı bir robot; öğrenebilen, güncellenebilen ve dahası, özel bir yazılım yükleyerek karakteri değiştirilebilen kullanıcıya açık bir platform. Robot oyuncakların sayısı artmaya devam ediyor etmesine, fakat anlaşılan o ki, bundan böyle daha sevimli görünecekler. Fuarda hem “Büyük Ödül”ü hem de “Yılın Erkek Çocuk Oyuncağı” ödülünü sırtlayan Kanadalı SpinMaster firmasına ait 02 yaşında ve Hala Yaşına Göre Çok Güzel” modeliyle kutlayadursun, yetişkinler seçimlerini saçları ağarmış ‘eski dost’tan yana yapmıyor. ‘Gerçekçi olmanın ayarını kaçırmış’ hamile Barbie’den yapmadıkları gibi! Onlar daha çok koleksiyon amaçlı oyuncakların keyfini çıkarıyorlar. Çeşitli sanatçı ve tasarımcılarla çalışılarak tasarlanmış, vinil ya da plastikten sınırlı sayıda üretilmiş “designer toys”a (tasarımcı oyuncağı) Kidrobot'un ‘Dunny’ ve Hong Kong merkezli Toy2r firmasının ‘Qee’ bebek serisini örnek vermek mümkün. Bomboş, bembeyaz üretilerek, kullanıcıya boyatılan yeni nesil bebek ‘Trexi’ ise Coca-Cola, Adidas, Nike ve Motorola gibi markaların ilgi alanında; firmalar mesajları için sıradışı bir mecra! 03 04 06 05 Diğer yandan, Fwis'in ‘Readymech’i Bryan'ın Paper Foldables'ı, Matt Hawkins'in Urban Paper'ı gibi, internetten indirilip, yazıcıda basılan; nostaljik kesip katlama seansından sonra 3 boyut kazanan kağıt oyuncaklar da oldukça rağbet görmekte. Cera Cera, fikri bir adım öteye götürerek, yine kağıttan, ancak mekanizması sayesinde hareket ettirilebilen modeller tasarlıyor. Bir makas, biraz da yapıştırıcı ile kullanıcı etkileşimini mümkün kılan bu keyifli tarza bir örnek de yakınlardan: Tamer Köşeli'nin aslında lokum ambalajı olarak tasarladığı, lokumlar bittikten sonra içinden çıkan parçalarla çeşitli figürlere dönüşen "Lokum", Hacivat ve Karagöz'den esinlenerek kurgulanmış. Teknolojiniin giderek artan hızına karşın, ataları taş parçaları ve dallarla kendine oyuncak yapan insanoğlu, o noktadan çok da uzaklaşamaya yanaşmıyor. Basit, zekice tasarlanmış, sevimli bir ahşap oyuncak daha uzun yıllar bizleri heyecanlandıracak gibi görünüyor. 01. Hamile Barbie eleştirileri sırtlıyor. 07 “Bakugan Battle Brawlers” kartlı dövüş oyununun çizgi filmleri de yapılmış. Günümüzde, oyun ve oyuncakların pazarlamasında, çizgi filmler, bilgisayar oyunları, simülasyonlar, giysiler, aksesuarlar, topluluk platformları, etkinlikler gibi yöntem ve mecralar, ürünler ile birlikte bir dünya yaratmak amacıyla kullanılıyor. Nihayetinde, sadece bir oyuncak değil, bir dünya satın alıyorsunuz. Elbette oyuncak dünyası yalnızca çocuklara ait değil! Hele de son dönemde…Kız çocuklarında, gerçekçi olmayan kadınsal beklentilere ve hatta beslenme düzensizliklerine neden olmakla suçlanan ‘Barbie’ bebek, 50. yılını “50 02. Tamer Köşeli tasarımı“Lokum” 03.‘Designer Toys’her çeşidiyle popüler. 04. Minimalist‘Playsam’otomobil. 05.‘Readymech’kağıt oyuncaklardan. 06. ‘Take g-toys’ahşap robot. 07. Bebek dinozor‘Plea’. 12 19/04/2009 13 Barış Çakmakçı [email protected] Seher Süleymanoğlu, “Bereket Tılsımı” İTKİB Halı Tasarım Yarışması 2008 Anadolu kadınları kilimleri dokurken gönderme yapan motifleri kullanmayı yeğlemişler. Tasarımcı, buradan hareketle toprağın bereketini anlatan, eve bolluk bereket getiren tılsımları motif olarak seçmiş. Kadını simgeleyen “elibelinde” ile erkeği simgeleyen “koçboynuzu” halı üzerinde yerini almış. Bordürde ise doğurganlık simgelerinden faydalanılmış. ÖDÜLLÜ GENÇ Nil Deniz, “Happycell” bardak serisi Sözüm Doğan, iF product design award 2009 + Design Plus 2009. Happycell, gitgide daha bireysel hayatlar sürmeye başlayan insanların zaman zaman da olsa biraraya gelerek paylaşma duygularını pekiştirmeyi hedefliyor. Ürün, daireselliğini kanıksadığımız bardağı hücre formunu andıran biçimler ile yorumlayarak hem tutuşta yenilik, hem de açılı kesilmiş ağızları ile algıda farklılık getiriyor. IDA 2007 Hakan Gürsu ile birlikte Designnobis çatısı altında tasarlanan Volitan, güneş ve rüzgâr enerjisi kullanarak hareket etmekle yetinmiyor, deniz suyundan tatlı su elde ediyor, karbondioksit üretmeden ve yakıt bağımlılığı bulunmadan yol alabiliyor. Nokta dönüşü yapabilen ilk deniz aracı olma özelliğinin yanısıra yakıt bağımlılığını kaldıran Volitan, 32 metre boyunda bir yolcu teknesi. Proje, geleceğin en yenilikçi ve çevreci teknesi olarak IDA 2007’de büyük jüri tarafından iki ayrı kategoride birincilik ödülüne layık görüldü. İMZALAR Volitan tekne Oğuz-Ece Yalım, “4U” bekleme ünitesi, oturma elemanı Red Dot Design Award 2009 Nurus için genel mekanlarda, sosyalleşmeye teşvik eden bir oturma ünitesi olarak tasarlanan 4U, sırt formunun sunduğu farklı ölçülerde oturma hücreleri ile kullanıcıya yan yana, sırtsırta ya da yüzyüze olmak üzere farklı oturma biçimleri öneriyor. Orhan Irmak, Son yıllarda Türkiye'de tasarım adına çok önemli adımlar atıldı; pek çok farklı kulvarda aldıkları ödüllerle genç tasarımcılar, yeni bir dönemi ilan etti adeta. Koltuktan tekneye, öğütücüden bardağa hayatın her köşesine el atan bu isimleri akılda tutmakta fayda var! Yakında onları bambaşka yerlerde görebiliriz... Radikal Tasarım, genç tasarımcıların ödüllü tasarımlarını derledi. Koleksiyon İstanbul serisi çay bardağı ambalajı Ceyhun Akın, Öğütücü reddot design award: best of the best İstanbul Çay Bardağı serisinin modern tasarımını ve yenilikçi yüzünü ön plana çıkarmak, en az içindeki ürün kadar tasarımıyla dikkat çeken bir ambalaj oluşturmak amacıyla projesine imza atan Orhan Irmak, Endüstriyel Tasarımcılar Meslek Kuruluşu (ETMK) İstanbul Şubesi genel sekreterliği görevini yürütüyor. İMMİB 2008 Endüstriyel Tasarım Yarışmaları Mermer ve Doğal Taşlardan Ev ve Mutfak Eşyaları Profesyonel Kategori Birincisi Retrospektif tasarım teması kapsamında, eskiden un elde etmek için kullanılan silindir biçimli taşların dönerek birbiri arasında ezilmesi sayesinde fındık, ceviz gibi gıdaların ufalanmasını amaçlayan tasarım, kullanıcının geçmişle bugün arasında bir bağ kuruyor. Gökay Yalın, “Pasif Direniş” İTKİB Genç Moda Tasarımcılar Yarışması, 2008 yılı Birincisi Yarışmanın ana temasının ‘isyan’ olmasından hareketle, İngiliz sömürgesindeki Hindistan’dan ve Gandhi’nin Pasif Direniş öğretisinden yola çıkan ve hazırladığı koleksiyonda -konuyu siyasi bir boyuta taşımamak adına- kendi iç dünyasında soyutlaştıran Gökay Yalın, hayali bir ordu kurmak ve onları kendine göre giydirmek fikri üzerinde yoğunlaşmış. Atıl Kızılbayır, Mool+Ketif+Tavaa Aldığı ödül: İMMİB Endüstriyel Tasarım Yarışmaları Elektrikli Mutfak Eşyası Birinciliği (2007), İMMİB Endüstriyel Tasarım Yarışmaları Plastik Ev Eşyası Birinciliği (2007) MSÜ Mimarlık Fakültesi Endüstri Ürünleri Tasarımı bölümü mezunu Atıl Kızılbayır, halen ilk icat edildiği zamanda kaldığına inandığı ekmek kızartma makinesi tasarımını yeni bir boyuta taşıyarak ezber bozmak istemiş. Saliha Dönmez, “Bukelamun” kanepe, Hasan Demir Obuz, Twig Tabure, Forest bardak seti “Toplama-Kapa” genç odası MOSDER Ulusal Ev Mobilyaları Tasarım Yarışması Kanepe kategorisinde birincilik + genç odası kategorisinde mansiyon. Dönmez’in imza attığı iki ürün de aslında bir dönüşüm teması içeriyor. Kullanıcının ihtiyaçlarına göre düzenlenebilen sistemlerin üretim kolaylığı önemli bir faktör. Bu yüzden mdf, kayar kapaklar ve metal strüktür kullanılmış. Şule Koç, “Black Diamond” oturma birimi Design Turkey 2008 Superior Design Award + red dot : product design 2009. Ürün, kullanıcıya aynı hacim ve form ile, birden fazla oturma pozisyonunu olanaklı kılmayı amaçlıyor. Kullanıcı ürünün hem biçimini, hem de kullanım şeklini degiştirmekte aktif bir rol oynuyor. iF Gold design award 2009 + red dot: product design 2009 + Design Plus 2009 Twig tabure, eğimli bir silindire indirgenen yaslanma yüzeyi ile yeni bir konfor biçimi geliştiriyor. Forest serisi ise, doğadan esinlenerek tasarlanmış. Birbirinden farklı ağaç formlarını temsil eden cam bardak serisi bir araya her gelişinde farklı peyzajlar oluşturuyor. Büşra Gizem Vayvay, Karabiber değirmeni Ödül: 2008 İMMİB Endüstriyel Tasarım Yarışmaları Metal Mutfak Eşyaları Öğrenci Kategorisi Birincisi. Milano Domus Academy’de yüksek lisans eğitimine devam eden Büşra Gizem Vayvay’ın karabiber değirmeni, öğütme işlemine getirdiği farklı yaklaşımla ayrılıyor. Karabiber, özdeş iki parça zıt yönde hareket ettirilerek öğütülüyor. 19/04/2009 14 Yunus Tunak Yasemin Tekmen [email protected] Yerel seçimlerin gündemimizde olduğu geçtiğimiz günlerde televizyonlardaki sonuçlara ilişkin bilgi ve görsel kargaşası eminim sizleri de rahatsız etmiştir. Sonuçları bir bakışta algılayabildiğiniz tek ekran gördünüz mü? NTV, sunucuyu dokunmatik ekran ile buluşturmaya karar verdi ama temel bir problem vardı: Sunucu bize mi bakacaktı yoksa ekrana tıklayıp sonuçları mı inceleyecekti? Ekrana girip çıkarken oldukça hareketli anlar yaşadı gecenin sunucuları. Yine de, NTV’nin seçim ekranı son dönemlerin en kayda değer, üzerinde emek harcanmış arayüz çalışması olarak dikkat çekti. Televizyonda sunucuları izlerken aslında bir çeşit kullanıcı deneyi izler gibiydik. Kaç tanesi yayından önce pratik yaptılar ekranla bilmiyorum ama ekranda oldukları birkaç saat içinde arayüzü kullanma süratlerinin ve denemeler yapmaktaki cesaretlerinin artışını görmek oldukça eğlenceliydi. Kullanıcıdan arayüzü test etmesini istediğinizde bekleyebileceğiniz her durumu yaşadılar. [email protected] BİLGİ KARMAŞASI İLE KALİTE ARASINDAKİ İNCE ÇİZGİDE ARAYÜZ TASARIMI Yerel seçimler tasarımcılara kabus yaşattı. Yalnızca afişler ya da bayraklar değil, seçim sonuçlarını ekranlarına sığdıramayan televizyonlar da keyif kaçırmak için yeterliydi. Anlaşılan, finans sektörünün incisi sayılan arayüz tasarımı her eve lazımdı! Hepimizin hayatı buna benzer ekranların karşısında geçiyor, televizyon, bilgisayar, cep telefonu, beyaz eşyalarımız, otomobilimiz, ATM cihazı hatta loto oynadığımız makineler... Sesi açarken ya da kanal ayarlarken televizyonunuzun size ne kadar yardımcı olduğunu düşünüyorsunuz? Para çekerken ekrandaki yönlendirmeler sizin işleminizi ne kadar hızlandırıyor? Yemek siparişinizi vermek için onay butonunu aradığınız yerde bulabiliyor musunuz? Bunlar gibi bir çok örnek vermek mümkün. Kullanıcı arayüzleri, varlığını hissetmediğimiz veya bizi engellemediği sürece başarılı kabul edilen ürünler olarak ilginç bir değerlendirme kriterine sahiptir. Doğru tasarlandıklarında bilgi alışverişinizi sorunsuz biçimde tamamlamanıza imkan sağlarlar. Bu bakımdan süratin ve verimliliğin çok önemli olduğu finans sektörüne arayüz tasarımının etkisi oldukça dikkat çekicidir. 01 01 01 Saniye = Maliyet Doğru kurgulanmış bir internet şubesi düşünelim: Kullanıcı kolayca aradığını buldu ve işlemini gerçekleştirip çıktı, toplam 55 saniye sürdü. Arayüzüne dikkat edilmeden hazırlanmış bir diğer şubede ise, kullanıcı aradığını ilk seferde bulamayıp sadece bir linke fazladan bastı, sonuçta aradığı sayfaya erişti ve işlemini gerçekleştirdi, toplam süre 1 dakika. Ciddi bir fark yok, sadece 5 saniye kaybetti. Bu duruma bir de perspektif değiştirerek bakalım… Ay başları, maaş zamanı olduğu için bankalar gibi internet şubeleri için de çok yoğun dönemlerdir. Diyelim ki internet şubelerimize bir günde ellişer bin kişilik giriş çıkış oldu ve hepsi de az önce bahsettiğimiz tek işlemi gerçekleştirdi. Elli bin kişinin 5 saniye kaybetmesinin bankaya toplam maliyeti ciddi boyutlarda olacaktır. Aktarılan her bit veri, sunuculara yapılan her tür talep bir maliyete karşılık gelmektedir. Bir arayüz tasarımcısını endüstri ürünleri tasarımcısına yaklaştıranlar da bu detaylar konusundaki yetkinliğidir. IMKB'de hisse hareketlerini takip eden bir broker, internet şubesinden hesabını kontrol eden bir müşteri, çağrı merkezinde size cevap veren bir görevli… Hepsinin ortak özelliği karşılarındaki ekranla bilgi alışverişi halinde olmalarıdır. Bilgi alışverişlerinin süresini sadece 1 saniye kısaltırsanız, kurumlara, insan ve teknoloji kaynağı açısından, ciddi biçimde tasarruf sağlamayı başarabilirsiniz. Ayrıca kullanıcıların memnun kalacakları deneyimler, en dikkat çekici reklamlar kadar etkili bir güçtür. Dünyada öncü olabildiğimiz çok az sayıda konudan birinin finans sektöründe teknoloji kullanımı olduğunu söylemek hiç de abartılı olmaz. Bu konuda sürekli ödüllendirilen ve 15 takdir toplayan birçok markaya sahibiz; arayüz konusunda yerleşik bir kültür henüz oluşturmasalar da el yordamıyla pek çok başarılı çözüme imza atmaktalar. Teknolojiye yaptıkları yatırımın sürüklediği bu çözümler, diğer sektörlerde de belirgin bir bilincin oluşmasına öncülük etmekte. Teknik Eğitim Bu konuda oturmuş bir eğitim altyapımız ne yazık ki henüz yok. Sektördeki herkes kendi kendini yetiştirmiş, alaylı sayılabilecek kişiler. Temel tasarım eğitimi almamış kişiler kadar, grafik ve endüstriyel tasarım gibi diğer tasarım disiplinlerinden bu alana geçen insanlar sektörü sürüklemekteler. Nasıl ki bir grafik tasarımcı basım sürecinden, ürün tasarımcısı da üretim sürecinden anlamak zorunda ise, arayüz tasarımcıları da tasarım yaptıkları platformlara ilişkin teknik konularda bilgi sahibi olmalı. Sorun şu ki, eğitim müfredatlarımız henüz bu sektörün beklentilerine cevap verebilecek durumda değil. Atılması gereken ilk adım sahada yetişmiş profesyonellerin okullarımızın ilgili bölümlerinde ders vermeye başlaması. Okullarla profesyonellerin buluşması, arkasından çok gerekli olan ve endüstri ürünleri tasarım bölümlerinde, öğrencilerin sanayi ile birlikte hazırlandığı projelerde olduğu gibi sektörel destekleri de kendine kolaylıkla çekecektir. Belki de yerel seçimlerin sonuçlarını takip ettiğimiz TV kanallarının görselliğinin, IMKB işlem ekranlarının veya bankanızın internet şubesinin bir okul projesi haline getirildiğini görebileceğiz. 01. Arayüzü doğru tasarlanmış bir internet şubesi maliyeti düşürmede önem taşır. ‘Souvenir’ kelimesini Türkçeye ‘bir mekanı hatırlatmaya yarayan nesne’ olarak çevirebiliriz. Kentlerin tanıtımı ve markalaşabilmesi için böylesi hatıra eşyalarının etkisi büyük olduğundan, bu süreçte tasarımcıya önemli roller düşüyor. Tasarımcı, kentteki farklılıkları bulup ortaya çıkarabilmeli, geliştirmeli, kurumsal bir kimlik altında kent simgeleri oluşturarak yeni bakış açıları ortaya koymalı ve bunları çeşitleyebilmeli. Bu amaçta sadece tasarımcı değil, şüphesiz her kurumun koordineli ve sürekli olarak çalışması gerekir, tabii kurumların da tasarımcıları desteklemesi. Dünyadaki ‘souvenir’ örneklerine bakarsak her bölgenin kendini farklılaştırmak adına, kimi zaman çok aşikar, kimindeyse hiç akla gelmeyecek unsurları kullanıp, bunları simgeleştirdiğini görüyoruz. Avusturya, çikolataların, likörlerin, neredeyse tüm hediyeliklerinin üzerinde ünlü besteci Mozart’ı kullanıyor, Amerika ise eski bir oto yol olan Route 66’i. Amsterdam’ın bir kaç öğeyi birden kullandığına şahit oluyoruz; tahta ayakkabılar, laleler, değirmenler, mimari yapılar, Red Light District ve hatta marihuana bile. Alaska’da ise vahşi hayatın simgesi haline gelen ayı, kartal, amerikan geyiği, balina ve hatta sevimsiz sivrisinek bile sembolleşerek ürünlerde kullanılıyor. Londra’nın zengin bir simge koleksiyonu mevcut, metro haritası, çift katlı kırmızı otobüsler, mektup kutuları, kırmızı telefon kulübeleri gibi. Kanada ise bayrağındaki akçaağaç yaprağını sembolize ediyor. Ama artık, klasik tarz hatıra ve hediyelikler kadar, yeni nesil tasarımcıların ellerinden çıkanlara da bakmak gerekiyor. Genellikle devletten ve belediyelerden destek alan bu gruplar farklı projelere imza atıyorlar. Söz gelimi Viyana için tasarımlar yapan Vienna Concept Store, giysiden ev aksesuarlarına uzanan geniş bir yelpazede tasarımlar sunuyor. Kanada ise The Souvenir Shop’un tasarımlarıyla “hatırlanıyor”. Almanya’da Jennifer Flume, Picturings diye adlandırdığı “kişisel fotoğraf mücevherleri” olarak kullanabileceğimiz yüzük, kolye ve bilezik gibi takılar tasarlıyor ve bize hatıralarımızı üzerimizde taşıma imkanı sunuyor . En ilginç ürünlerden birini ise kendini ‘ben çöp satıyorum’ diyerek Justin Gignac pazarlıyor; New Yorklu sanatçı şehrin sokaklarından topladığı çöpleri (bira kutuları, biletler, izmaritler, fişler, kullanılmış çatal kaşık vs.) güzelce plastik küpler içinde paketleyerek bir hatıra eşyası olarak satıyor. Özel-sayılı ürünlerinin arasında Yankees maçından topladığı çöpler bile var! Bu kadarla kalmıyor… “Reduced Carbon Footprint Souvenirs” markasıyla Hector Serrano’nun kişiye özel hazırladığı ‘souvenir’ler de oldukça ilginç. Eyfel Kulesi, Big Ben gibi dünyaca ünlü anıtların küçük imitasyonları altına yazılan mesajlar önce yakınlara emaille gönderiliyor, ardından üç boyutlu modellenerek somutlaştırılıyor. Bir grup Fransız tasarımcı ise “Regional Roundup Paris” adı altında toplanarak HATIRLAMAK İÇİN TASARLAMAK Son dönemde tasarımcılar “yaratıcı souvenir” meselesiyle haşır neşir! Kentler birer birer nesneleşiyor... 01 02 04 03 05 Paris’e taptaze bir perspektiften bakmanızı sağlıyor. Türkiye’deki ‘souvenir’ izlerini takip ettiğimizdeyse karşımızda –sıklıkla- Kapalı Çarşı ürünleri çıkıyor: Dansöz kıyafetleri, hamam setleri, nazar boncukları, seramikler, çiniler, örtüler, yemeniler, kilimler, halılar, takılar… Daha çok ‘el emeği göz nuru’ oryantal ürünler! Ancak, ülkenin daha modern, daha endüstriyel ve spesifik ‘tasarım’ hatıra eşyalarına da ihtiyacı olduğu açık. Türkiye’de bu tarz çalışmalara örnek olarak Mavi Jeans’in tişört olarak çıkarıp markalaştırdığı İstanbul serisi gösterilebilir. İstanbul Modern Sanatlar Müzesi 06 dükkanında da İstanbul’a has tasarım ürünlerini bulmak mümkün (Yine İstanbul’da farklı tasarımcılar tarafından ürün geliştirilen bir marka olan “Take-away İstanbul” var). İzmir’de ise “İzmiriz” markası kenti için modern ve genç bir çizgide ürünler çıkarıyor. Görünen o ki, tasarımcılar “hatırlamak için tasarlama”ya daha çok kafa yormaya başlıyor. Ancak iş tasarımcıyla bitmiyor! Türkiye’de de tasarımcıların odalarca, belediyelerce desteklenmesi, teşvik edilmesi, üretilen fikirlerin yayılması ve bilinirliğin arttırılması gerekiyor. Yaratıcı hatıralar bırakabilmek adına… 07 01-03. Maybe Design tasarımı koli bandı ve nihale ‘Take Away İstanbul’ markası altında. 02. İzmiriz markasının bardak altları. 04. “Finlandiya’nın Sırrı” sergisiyle satılan Fin usülü hediyelik! 05. İstanbul Modern Sanatlar Müzesi’nin hediyelik tasarımlarından kol düğmesi. 06. Cem Dinlenmiş tasarımı “Süper Kahraman” çay bardağı. 07. justin Gignac tasarımı “Ne York Çöpü”, souvenir anlayışını topyekün yeniliyor. 19/04/2009 16 17 Yasemin Şener [email protected] BU BİNA NE OLMAK İSTER? 01 02 03 Bilim Adamı ve teknoloji gurusu Ray Kurzweil 1999 yılında yayınlanan kitabı “In The Age of Spiritual Machines”de (Ruhani Makineler Çağında) eğer güncel trendler devam ederse yakında bilgisayarların insan beyninin hafıza kapasitesini ve hesaplama hızını geçeceğini söylüyordu. Kurzweil’e göre karmaşık makineler farkındalık ve duygu gerektiren işlemler yapmaya başlayacak ve yüzyıl sonunda insan ve makine bilinci ayırt edilemez hale gelecek. Bu açıdan bakıldığında gelecekte yapıların da yapay zekaya sahip olmaması için aslında hiçbir neden yok gibi görünüyor. Binaların belki de öncelikle sıradan fonksiyonları bizden komut almaya gerek duymadan en iyi şekilde yerine getirmeyi öğreneceklerini öngörmek aslında hiç de zor değil. Günümüzde yapı sistemlerine entegre olmuş bilgisayarlar, binalarda sıcaklık, hava akımı, enerji tasarrufu gibi koşulları otomatik olarak kontrol edebiliyorlar. Şu anda bilgisayarların bu davranışları bir programcı tarafından önceden belirleniyor; fakat, akıllı binaların nasıl davranacaklarına kendilerinin karar vermeye başlamaları sadece zaman meselesi. İnsanoğlu tarih boyunca soyunun geleceğini merak etmekten kendini alamadı. Bu merak bilimin, teknolojinin ve kültürün gelişmesinin ateşleyicisi, motivasyonu oldu. İlksel çağlardaki barınak kavramından günümüzdeki karmaşık yapı sistemlerinin yaratılmasına kadar geçen yüzyıllar içinde bu meraktan nasibini mimari de aldı. Geçmişte olduğu gibi bugün de mimarinin geleceği ile ilgili sayısız varsayım mevcut. Düşünen ve hisseden binalar bunlardan belki de yalnızca biri. Örneğin 1957 yılında Disneyland’de yaratılan ve plastik bir kabuk görünümüne sahip olan “House of the Future” örnek evini ziyaret edenleri, insanoğlu’nun uzayı keşfe çıktığı o yıllarda, gelecekte ‘bilim kurgu’ stilinin geleneksel bina tekniklerinin yerini alacağına ikna etmek hiç de zor değildi. Bununla beraber hızla geçen 50 yılın ardından mimari çevre o dönemdeki tahminlerin tam tersine çok az değişti. Peki, otomotiv ve bilgisayar endüstrisi bu kadar hızlı bir biçimde gelişirken neden konutlar 50 yıl öncesiyle temelde aynı biçimde inşa ediliyor? Uzmanlar ev sahiplerinin teknolojik gelişmelere karşı beklendiği kadar ilgi göstermediklerini dile getiriyorlar. Yani zemindeki granit kaplamanın renginin ne olduğu onları hala evlerinde yararlanabilecekleri teknolojik olanaklardan çok daha fazla ilgilendiriyor. Belki de yaşadığımız mekanlarda güncel teknolojiyi uygulamanın maliyeti hala çok yüksek olduğundan konut yapılarıyla ilgili kodlar oldukça yavaş değişiyor ve yeni gelişmelerden ev sahipleri yararlanamıyor. Uzmanların ortak görüşü ise konut mimarisi endüstrisinin değişim için yeterince olgunlaştığı yönünde. Önümüzdeki 20 yıl ile ilgili iyimser tahminleri, konutların Düşünen ve hisseden binalar gelecekte Louis Kahn’ın bu meşhur sorusuna kendileri cevap verecekler. Mimarların yapıların ne isteyebileceği konusundaki tahminleri bir yana, belki de artık binalar bize ne istediklerini söyleyecek, ya da bize danışmadan istediklerini yapacaklar. Bilim adamları içinde yaşadığımız yüzyıl içinde makinaların kendi özgür ve bireysel haklarına sahip olacağını tahmin ediyorlar. Peki, ya binalar? Onlar da uzak gelecekte kullanıcılarıyla eşit haklara mı sahip olacaklar? değişime eskisinden daha kolay adapte edilebileceği, daha çok dijital nitelikler kazanacağı, çevreyle daha çok barışık olacağı, daha sağlıklı ve güvenli olacağı yönünde. Minivan tipi bir arabanız varsa tatile giderken arka koltukların yerini değiştirerek çocuğunuzun bisikletine ya da valizlerinize istediğiniz gibi yer açabileceğinizi bilirsiniz. İşte geleceğin evleri de tıpkı bugünün arabaları gibi esneklik sunacak. “Building an Affordable House” kitabının yazarı Fernando Pagés Ruiz, gelecekte evlerimizin duvarlarını veya kapılarını günlük ihtiyaçlar için yeniden yapılandırarak ihtiyaç halinde çocuklarımızın ev ödevlerini yapabilecekleri geçici bir alan ya da kendi işlerimizi yürüteceğimiz bir çalışma odası yaratabileceğimizi söylüyor: “Esnek bir evde misafiriniz geldiğinde birkaç duvarı hareket ettirerek ve aydınlatma düğmesini de o alana taşıyarak hızlı bir misafir odası yaratabileceksiniz.” Geleceğin mimarisi ile ilgili çeşitli ütopyalar yaratıladursun, en azından yaşadığımız mekanların yakın geleceği ile ilgili ayağı yere en sağlam basan beklenti daha sağlıklı koşullarda yaşayacağımız. ABD’de yüksek performanslı lüks konutlar yaratan inşaat şirketleri özellikle de güney bölgelerde yaşanan nem ve polen sorununa çözüm getiren üstün teknolojiye sahip sistemleri şimdiden uygulamaya başladılar bile. Geleceğin evlerinin tahmin yürütülen bir diğer özelliği ise ebatları… Mimarlar 20 sene içinde mega evlerin artık tercih edilmemeye başlayacağına, büyük evlerin en az 150 m2 daha küçüleceğine inanıyor. Bunun yanı sıra ahşap, taş gibi doğal kaynakların giderek tükenmesinin yanısıra, soğutulmasında, ısıtılmasında ve yenilenmesinde yüksek enerji sarfiyatına ihtiyaç duyması nedeniyle artık masif evler tercih edilmeyecek. Nanoteknoloji ile yaratılan kompozit malzemeler geleneksel yapı malzemelerinin yerini alacak. 04 06 05 Otomasyon sistemleri, keşfinin üzerinden uzun zaman geçmesine rağmen yüksek maliyetleri nedeniyle konut sektöründe hala yaygın olarak kullanılamıyor. Bununla beraber enerji uzmanları gelecek 20 yılda teknolojinin daha da gelişeceği, fiyatların düşeceği ve bilgisayarla haşır neşir yaşamayı reddeden hiç kimsenin kalmayacağı gerçeğine dayanarak bu sistemlerin ev yaşamının vazgeçilmez parçaları olacağını tahmin ediyorlar. 01. Ora-Ito’nun müzik grubu 10000Hz Legend – Air için yarattığı konut projesi. Kısacası evlerimizdeki otomasyon sistemlerini cep telefonlarımızla ya da taşınabilir bilgisayarlarımızla kolaylıkla kontrol edebileceğimiz günler çok da uzak değil. Yani trafikte beklerken fırını açıp, akşam yemeğinizi pişirmeye başlayabilecek, hafta sonu seyahatiniz için otobanda yol alırken internetten cihazınıza gelen bir uyarı ile çocuklarınızın televizyonu ve ışıkları boş yere açık bıraktığını öğrenebilecek, kolayca sisteme bağlanarak enerji tasarrufu yapabileceksiniz. 04. European Space Agency (ESA)’nin depreme dayanıklı “Uzay Evi”, uzay gemilerinin solar panellerinde ve antenlerindeki ultra hafif CFRP malzemeden inşa ediliyor ve kendi kendine yetebiliyor. 02. “Raybould House and Garden” projesinin dış örtüsü plastikleştirilmiş sıvı alüminyumla biçimlendirilmiş; Şulan Kolatan ve William Mac Donald, KOL/MAC Studio. 03. ONL mimarlık bürosu tarafından yeni teknoloji strüktürle yaratılmış “Web of North Holland” binası, Hollanda, 2002. 05. Büyük Mısır Müzesi Yarışması, Şulan Kolatan ve William Mac Donald, KOL/MAC Studio projesi, Kahire, Mısır, 2002 – 2003. 06. “Trans-Ports v2” sergileme ünitesi, ONL mimarlık bürosunun tasarımı. 19/04/2009 18 Umut Kart Fatma Korkut [email protected] [email protected] MODA GEÇER, KİMLİK KALIR TASARIM KANUNU TASLAĞI BSH Group, dünyanın en büyük beyaz eşya üreticilerinden biri. BSH Group’un tasarım grup direktörü Robert Gotschy Türkiye’deydi. Gotschy, yerel değerlerin rekabetteki önemine işaret etti. Yaşam tarzları ve kullanım alışkanlıklarını incelenen bir departman! Bu, bir tasarımcı için ne büyük nimet! Ama önde giden beyaz eşya markalarının 20 bin ürünlük dev yelpazesine etki ettiğini düşününce, departmanın önemini fark etmek zor değil. Fakat departmanı ilginç kılan, ürün gamı değil, başındaki endüstriyel tasarımcı Robert Gotschy! Ev aletleri üzerine çalışmaya başlamadan önce uçak tasarımı konusunda kariyer yapan Gotschy, ikisinin çok benzediğini düşünüyor! TBMM’ye sunulan tasarım kanunu taslağı ne içeriyor? Hangi tasarımları koruyor, neleri tasarım’dan sayıyor? Avrupa Birliği (AB) ile üyelik müzakerelerinin başlamasıyla birlikte 554 sayılı endüstriyel tasarımların korunması hakkında kanun hükmünde kararnamenin yasalaşması çalışmalarına hız veren Türk Patent Enstitüsü (TPE), tasarım kanunu taslağını 2005 yılında ilgili kurum ve kuruluşların görüşüne açtı. İkinci taslak, 2006 yılı başında TPE’de düzenlenen bir çalıştayda paydaş temsilcilerine sunuldu. Endüstriyel Tasarımcılar Meslek Kuruluşu da taslağın değerlendirme sürecinde rol alan paydaşlar arasındaydı. Taslak, geçtiğimiz Şubat ayında TBMM’ye sunuldu. Tescilli korumadan tescilli ve tescilsiz korumaya geçiş: Tescil sistemine ilişkin önemli bir değişiklik getiren taslak, tescilli tasarımların yanı sıra tescilsiz tasarımların da korunmasını düzenliyor. AB’nin tasarımların korunmasına ilişkin topluluk tasarımı tüzüğüne benzer şekilde, tescilsiz tasarımların, Türkiye’de kamuya sunulmasından itibaren üç yıl süreyle kopyalamaya karşı korunması öneriliyor. Tekstil ve moda gibi sektörlerde geliştirilen tasarımların çok sayıda ve kısa ömürlü olması, ekonomimizde önem taşıyan bu sektörler açısından tescilli sistemin yeterince hızlı ve ekonomik olmaması, tescilsiz korumayı çekici bir seçenek haline getiriyor. Tasarımcı olarak belirtilme hakkı: AB’nin topluluk tasarımı tüzüğü, tasarımcının kimliğini belirtmeden tescil başvurusu yapabilme seçeneği veriyor. Benzer düzenlemelerin aksine başvuruda tasarımcının kimliğini belirtmenin zorunluluk olmaktan çıkması, Avrupa Birliği’nde tasarım meslek örgütlerinin üretici firmalar karşısında yeterince varlık gösteremediğine işaret ediyor. Ülkemizdeki 19 düzenleme, tasarımcının kimliğinin belirtilmesini bir hak olarak tanımlıyor ve eğer başvuru sahibi tasarımcının kendisi değilse başvuru hakkının nasıl elde edildiğinin açıklanmasını da zorunlu tutuyor. TPE’nin hazırladığı ilk tasarım kanunu taslağı, bu açıdan, ne yazık ki AB’nin topluluk tasarımı tüzüğünü örnek almıştı. Eleştiriler dikkate alınarak taslakta değişiklikler yapıldı ve mevcut düzenlemede tasarımcılara sağlanan haklar taslağın son halinde de korundu. Yine de TBMM’de taslak üzerinde yapılacak değişikliklerin meslektaşlar ve tasarım örgütleri tarafından bu konu açısından yakından izlenmesi gerekiyor. Kamu düzenine veya genel ahlaka aykırılık incelemesi: Ülkemizdeki mevcut düzenleme, diğer birçok düzenlemede olduğu gibi kamu düzenine veya genel ahlaka aykırı tasarımların korunmayacağı hükmünü içeriyor. Tasarım kanunu taslağı, AB’nin topluluk tasarımı tüzüğüne benzer şekilde, tescil başvurusu yayımlanmadan önce, başvuru aşamasında kamu düzenine veya genel ahlaka aykırılık incelemesinin yapılmasını öneriyor. Ne tür tasarımların kamu düzenine veya genel ahlaka aykırı olabileceği sorusunun yanıtı yoruma açık, ancak hassas konuların siyasi ve cinsel olmak üzere iki alanda öbeklendiği söylenebilir. Nitekim tasarım kanunu taslağının gerekçesinde, bu incelemenin “uygulamada sıkıntılara yol açan bazı başvuruların” reddine imkan sağlayacağı belirtilerek, örnek olarak “terör örgütlerinin simgelerini içeren tasarımlar” gösteriliyor. AB’nin topluluk tasarımı tescil sistemi açısından da benzer konular öne çıkıyor. Usame bin Ladin’in ve ABD eski Başkanı George Bush’un tasvirlerinin bulunduğu karabiberliklerden Usame bin Ladin’li Bundan önce uçak tasarımı yapıyordunuz; o deneyimin bugünkü tasarım yaklaşımınıza etkisi nedir? Uçak tasarımında ve ev aletleri alanında çalışmak aynı aslında. İkisinde de mühendisliği, fiyatı, kullanışlılığı, malzemeyi, marka değerlerini, yerel değerleri dikkate almak durumundasınız. Karmaşıklık da ortak. Bu sektöre geçtiğimde ürün çeşitlenmesi beni çok şaşırttı; 20 bin kadar ürün! Tasarımı ve planlaması kolay değil. İTÜ öğrencileri birlikte yaptığınız projeden başlayalım mı? Bütün ürünü değiştirmeden üretilebilecek kısa dönem fikirleri üzerine çalışıyoruz. Amaç, gelecekteki 20 yılı düşünmek değil, kullanışlılığı arttırmak. Mevcut ürünü daha iyi hale getirmeleri istendi; buzdolabının tamamını değiştirmeden, sadece içini mesela… Türk müşterilerine daha uygun hale getirmek için… Türk müşterilerinin beklentileri tasarımda nasıl farklılıklar yaratıyor? 01 olanın tescil başvurusu kamu düzenine veya genel ahlaka aykırılık gerekçesiyle reddedildi. Benzer şekilde, insan vücudunu çıplak betimleyen cinsel içerikli bazı tasarımların da tescil başvuruları reddedildi. Tasarım kanunu taslağının ifade özgürlüğünü sınırlayan bu tutumunun, AB düzenlemelerinden de güç aldığı açık. Öte yandan anayasamız ifade özgürlüğünü sınırlandırma nedenleri arasında genel ahlaka değil kamu düzenine yer veriyor! “İnsan duyuları ile algılanan” tasarımdan yalnızca görünüş olan tasarıma: Tasarım kanunu taslağı, tasarımın tanımına ilişkin de önemli bir değişiklik getiriyor. Mevcut düzenlemede tasarım, “insan duyuları ile algılanan” özellikler temelinde tanımlanıyor; taslakta önerilen tanım ise tasarımı görünüş özellikleri ile sınırlıyor. Tasarım tanımı açısından da AB düzenlemelerini örnek alan taslak, üzerinde yoğun müzakereler yapılarak geliştirilen ve çağdaş bir çerçeve getiren mevcut tanımın gerisinde kalan bir tanımı öneriyor. Oysa tasarım hukuku ile örtüşen konular içeren marka hukukunda, üç boyutlu markalar, renk markaları, hologramlar, hareketli görüntü içeren markalar gibi görünür işaretlerin yanı sıra ses ve doku markaları gibi farklı duyulara hitap eden işaretler gündemde. Bu gelişmelere ışığında tasarım alanında da çeşitli duyulara hitap eden tasarımların korunmasının yakın gelecekte gündeme gelmesi olası görünüyor. Mevcut tanımın tasarım kanunu taslağında da korunması şüphesiz daha isabetli olacak. Ancak bunun gerçekleşmesi, meslektaşların ve tasarım örgütlerinin yasalaşma sürecine aktif olarak katkıda bulunmalarını gerektiriyor. 01. Usame Bin Ladin’li karabiberlik kamu düzenine aykırı olduğundan tescillenmedi. Söz gelimi buzdolabı Türk pazarında en çok satan ürün… Çok miktarda taze meyve sebze satın alıyorsunuz. Bunları pişirirken adımlarınız var. Ayrıca siz pişmiş yemeği de muhafaza etmek istiyorsunuz. O yüzden de büyük bir alana ihtiyaç duyuyorsunuz, ki bu, diğer ülkelerden farklı. Yerel alışkanlıklarla ilgili araştırmalarınıza değinelim mi öyleyse; pazarlama ekibi tasarım ekibini ne denli yönlendiriyor? Seyahat ettiğimizde önce dükkânlara göz atarız; insanların nesneleri kullanım biçimlerini inceleriz. Bu bizim günlük işimiz. Diğer yandan tasarımla ilgili araştırmalar yapıyoruz. Farklı coğrafyalardan gelen cevaplar benzerse sorun yok ama ayrıysa mühendisler ve pazarlamacılar birlikte çalışır ve tüm ihtiyaçları aynı anda karşılayacak tasarım için kafa yorarız. Bir de pazarlaması var Geçmişte uçak ve otomobil tasarımı üzerine çalışan Robert Gotschy, BSH endustriyel tasarım ekibinin direktörlüğünü yürütüyor. Alman tasarımcı, İTÜ ile sürdürdükleri projenin “gerçekçilik” anlamında örnek teşkil ettiğini söylüyor. Diğer yandan uçakta, içeride tek özelliği değiştireceksen bile sadece form değil, başka sistemleri de düşünmek zorundasın. Kabinler hemen hemen ortak; renk değişiyor mesela Türk havayolları için. Kısacası, bir sektörde yaygın, diğerinde ise derin bir karmaşıklık söz konusu diyebilirim. Trendler uçak tasarımında etkili olmuyordur tabii… tabii, onların pazara bakışı farklı. Tasarım, stil ve şekillerle ilgilenmek işin bir boyutu. Ama pazarla ilgilenmek, hangi özelliklerin ilgi çektiğini anlamak diğer rakiplerle yarışmak için önemlidir. Peki ya yerel tasarımcılarla çalışmaya ne diyorsunuz? Profilo’da çok şanslıyız; Sedef Aksoy bizi çok etkiliyor. Dışarıdan gelip, bakıp, dönüp tasarım yapmakla, kültürü bilen, alışkanlıkları bilen birinin olması çok farklı. Birlikte iyi bir ekip çalışması yapıyoruz, acil konularda bir telefon uzağımızda! Pazara gerçekten uyumlu ürünler elde edebilmek için Yunanistan ve İspanya’da da böyle ilişkilerimiz var. “Biz o ülkeyle ilgili her şeyi biliyoruz, ihtyaç duymuyoruz” diyen firmalar olduğunu biliyorum ama bu yalnızca başarısızlığı getirir. Tasarım ekibine gelirsek… Bizimkisi gibi büyük firmalarda tasarımcılar hem tasarım yönetiyorlar, hem de tasarım yaratıyorlar. Münih’te 10 endüstriyel tasarımcıyız, ayrıca dışarıdan 10 kişi daha var birlikte çalıştığımız. O kadar çok tasarım işi var ki kendi başına yapamazsın. Biz Münih’te birleştiriyor, organize ediyoruz. Farklı ülkelerden aldıklarımızı BSH ihtiyaçlarıyla birleştiriyoruz, ki bütün pazarlara kusursuz oturabilsin. Avrupa ruhuyla iletişim kuruyoruz. Bunu olabildiği kadar engellemeye çalışıyorduk. Bir kabin 10-15 yıl değişmeden duracak. Tasarımı farklı ülkelere ve kültürlere uygun olacak. Esperanto dilini duydunuz mu, var olan bir dili seçmemek için yaratıldı. Uçakta da böyle; her yerden kabul görmeli. Tasarımda yerel değerler 20 sene sonra hala var olacaklar mı? Geleceğe dönersek, ne isteyecek pazar? Ev aletlerinde en büyük adım enerjiyi verimli kullanmak olacak. Verimi ne getiriyor? Yeni malzeme, teknoloji, izolasyon, kapı konsepti belki, iç mekan konsepti… Dünyanın her tarafında enerji, su tüketimi ile ilgili bir problem yaşanıyor. Teknolojiyi ev gereçlerine nasıl aktarabileceğimizi düşünmek zorundayız. Mühendislik gelişimleriyle beraber tasarımı da ilerletmek şart. Böylelikle, müşteri aldığı ürünün teknolojisinin gelişmiş olduğunu anlayabilir. Bir de verimli, teknolojik ürünlerin geniş kitlelere yayılabilecek kadar uygun fiyatlı olması gerekiyor. Bence olacaklar! Şu anda, uluslararası güçlü markalara sahip olmak trend. Ama sonunda… Tamam, Avrupa’da standartlar, kurallar var ama insanlar kimliklerini kaybetmek istemiyor. Biz bu yüzden yerel markaları ilginç buluyoruz. Modern zamanda herkesin cep telefonu var ama yemek pişirmede farklılıklar görünüyor, eğitimde, mimaride… Endüstriyel ve ekonomik etkilerine dayanarak, ürettiğimiz ürünlerin teknik arka planı aynı kalabilir belki. Ama dışı değişir. Mümkün olduğu sürece yerel markalarımız olacak. Rekabet açısından da önemli bana kalırsa. 20 19/04/2009 Aykut Köksal Aslı Ayşen Aydın [email protected] [email protected] HAREKETİN DOĞASINDAN MİNAREYİ GELEN İLHAM İnsanoğlunun merak etme güdüsü peşi sıra keşifleri doğurdu. “Hareket kabiliyetimizi makinelere taşırsak ne olur?” sorusu ilkel robotlarla sonuçlandı. Dönemine göre teknolojik açıdan ileri olan bu makineler, insanoğlunun kendi hareketlerini taklit etme yeteneğinin ve beynin beden üstündeki hakimiyetinin bir göstergesi oldu. Hareketin yarattığı enerji, 20. yüzyılın en önemli sanat ve düşünce akımlarından biri olan fütüristlere de ilham kaynağı oldu. Tasarımcıların formun ötesine geçerek estetikte devrim yaratacakları ve hareketin barındırdığı koreografiyi forma yansıtacakları yeni tarz “Kinetik Tasarım” olabilir mi? 01 Hopson, Kinetik Tasarım kavramıyla sadece mevcut ürünlerin fonksiyonlarının nasıl artırılabileceği değil yepyeni bir metodun da geliştirilebileceğine dikkat çekmek istiyor. Bugüne kadar statik olarak değerlendirilen ürünlere hareket kabiliyeti kazandırma fikrinin bile tasarımda devrim yaratabileceğini savunuyor. Günümüzde aynı heyecanla sanat yapan ünlü isimler var. Reuben Margolin’in “Dalga”sı İsviçre’de Bilim Müzesi’nde sergilenip Youtube’da binlerce kez tıklanırken; Theo Jansen’in rüzgarla beslenen “Strandbeest” familyası BMW’nın reklamlarında yer alıyor. Hepsinin ortak tutkusu da hareketten doğan enerjinin estetiğe yansıması. Mimaride çoktan yer edinmiş olan kinetik tasarım, Hopson’ın vurguladığı TASARLAMAK kinetik hafıza ile hareketleri kaydeden ve tekrarlayabilen robot: Topobo. Statik ve motorize parçaların bir araya gelmesiyle oluşan Topobo şekilden şekle girerek sevimli bir oyuncaktan daha ötesi olabilirken en zor fizik kuramlarını 5 yaşındaki çocuklara bile rahatlıkla anlatılabilme özelliğine sahip. Amerikalı sanatçı Alexander Calder, mühendislik eğitiminden sonra çeşitli işlerde geçirdiği 5-6 yılın ardından sanatla uğraşmaya karar verdiğinde sirk hayatından etkilenmişti. Ürettiklerinin temeli, insanoğlunun enerjisi ve hareket kabiliyetine dayanıyordu. 1931 yılında motor ve çeşitli aksamlarla ürettiği heykeller sanat dünyasında çığır açınca dönemin ünlü ismi Marcel Duchamp, Calder’in eserlerini “mobil” olarak adlandırdı. Böylece, harekete neden olan ve hareketten doğan kuvvetlerin bütünü olarak adlandırılan “kinetik” sanat dünyasında heykel olarak yerini almaya başladı. Kinetiğe gönül vermiş sanatçıların ince hesap gerektiren detaycı ve hayran bırakan çalışmaları genç kuşakları da etkilemiş olacak ki tasarımda kinetik kavramı tartışılmaya başladı. Dikkat çekilmek istenen nokta, otomobil devi Ford’un son yıllarda belirlediği tasarım felsefesi ya da kinetik enerji ile çalışan saatlerin ötesinde bir bakış açısı. Amerikalı genç tasarımcı Ben Hopson, bu yeni kavramla kinetiğin ürün tasarımına yepyeni bir boyut katacağını iddia ediyor. Endüstriyel tasarımcıların formun ötesine geçerek estetikte devrim yaratacaklarını ve hareketin barındırdığı koreografiyi forma yansıtacaklarını savunuyor. Tasarımcıların sadece ürün değil aynı zamanda o ürünle beraber deneyimi de tasarladıklarına dikkat çeken Hopson, Kinetik Tasarım sayesinde mevcudun bir adım ötesine geçileceğini belirtiyor. 21 02 03 sürdürülebilirlik, esneklik ve estetik kavramlarını pekiştiriyor. Aynı düşünceyi savunan Amerikalı mimar Guy Nordenson da fikirlerini şöyle özetliyor: “Eğer mimarlar binaları vücut gibi düşünüp tasarlarsa beyin, iskelet, kas ve tendonlardan oluşan bir sistem hayal etmeliler. Eğer bina, duruşunu değiştirebilir, kaslarını sıkılaştırabilir, rüzgara karşı direnebilirse yapısal kütlesinden yarı yarıya tasarruf edilmiş olur.” WhiteVoid Design tarafından tasarlanan Flare dış cephe ünitesi de, “durağan duvarlara nasıl hareket kazandırılır”ın çarpıcı bir örneği. Her bir parçasının bilgisayarla kontrol edildiği sistem, güneş ışığının yansımasını farklı efektlere büründürüp “binaların da canlı derileri olurmuş” hissi yaratıyor. MIT Tangible Media Group çatısı altında tasarlanan bitirme projelerinden biri ise Mesela, en ücra noktalara bile ulaşan bir süpürge hayatı daha da kolaylaştırmaz mı? Ya da tekerlekli valizlerimizle daha keyifli ve sorunsuz seyahatler? Sonuçta, tasarımcılar sadece ürün tasarlamıyorlar. Aynı zamanda bu ürünlerle elde edeceğimiz deneyimi de tasarlıyorlar. Kokusundan kapısının kapanışına kadar ince detayları düşünülen bir araba, ergonomisiyle 2. bir vücut görevi gören koltuk, temel besin değerleri kadar çıtırtısından da vazgeçemediğiniz mısır gevreği... Hepsinin ortak noktası, ürünlerle kurduğumuz deneyimde ve bizde yarattığı duyguda yatıyor. Bu nedenle akışkan bir hayatın içinde tasarımcıların yakaladığı yeni bir bakış açısı insanoğlunun hayatını kolaylaştırmaya yönelik oluyor. Sürekli hareket halinde olan ve bu devinim içinde yaşadığını hisseden insanların hayatını, ihtiyaçlara yönelik ve estetik açıdan cazip ürünlerle beslemek deneyimlerimizi daha da zenginleştiriyor. 01. MIT Tangible Media Group’un hareketleri kaydeden robotu “Topobo”. 02. WhiteVoid Design’ın tasarladığı “Flare” dış cephe ünitesinin her parçası bilgisayarla kontrol ediliyor. 03. Theo Jansen’in rüzgarla beslenen “Strandbeest”i BMW reklamlarında kullanıldı. Fındıklı'da, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nin yanıbaşında, son cemaat yeri caddeye bitişik bir cami dikkati çeker. Fındıklı Camisi ya da Molla Çelebi Camisi adıyla bilinen ve klasik döneme ait olduğu hemen anlaşılan bu cami, Sinan döneminin yapıtları arasındadır. Molla Çelebi Camisi, Osmanlı mimarlığının klasik dönem cami tipolojisinde büyük bir önem taşıyan altı ayaklı plan şemasına sahiptir. Cami plan tipleri arasında, mihrap duvarına paralel gelişen yayvan planın yeğlendiği bilinir; altı ayaklı şema da merkezi bir öğe olan kubbenin yayvan bir plana oturmasına olanak tanır. Kadırga Sokollu Camisi, Topkapı Kara Ahmed Paşa Camisi, Babaeski Semiz Ali Paşa Camisi, aynı dönemin altı ayaklı camileri arasında en önde gelenlerdir. İnşa edildiği tarihten bugüne Molla Çelebi Camisi'nin başına gelmeyen kalmamış. Ama bir de Vakıflar'dan çekeceği varmış... Ne yazık ki Molla Çelebi Camisi'nin yaşadıkları burada sonlanmıyor. 2000'li yıllara ulaşıldığında caminin minaresinin -büyük bir olasılıkla 1999 depreminin sonucu olan- statik sorunlar taşıdığı görülüyor ve Vakıflar minarenin yıkılıp yeniden yapılmasını kararlaştırıyor. Bu arada sorunlu minarenin caminin özgün minaresi olmadığını belirtmek gerek. Şerefe korkulukları üzerinde ve peteğin üst kesiminde yer alan kabartma girland bezemeler, mevcut minarenin geç dönemde inşa edildiğine tanıklık ediyor. Yapının özgün minaresi olmasa da, yukarı doğru incelen hafif konik gövdesiyle bu zarif minarenin camiyle tam anlamıyla bütünleştiği söylenmeli. Molla Çelebi Camisi'nin banisi, Molla Çelebi lakabıyla bilinen ve İstanbul kadılığı yapmış olan Mehmed Vusulî Efendi'dir. Bugün Fındıklı parkının kıyısında yapayalnız duran cami, inşa edildiği dönemde küçük bir külliyenin parçasıydı. Yine banisi Molla Çelebi'nin adını taşıyan hamam ve bir de okul, külliyenin öteki yapılarını oluşturuyordu. Caminin inşa tarihi tam olarak bilinmiyor. Kimi kaynaklar 1589, kimileri 1565-1566 tarihini veriyor. Kitabesinden 1561-1562 tarihinde yapıldığı anlaşılan Molla Çelebi Hamamı (Fındıklı Hamamı) ile aynı tarihte inşa edilmiş olduğu ise en fazla kabul gören görüş. Molla Çelebi Camisi bugüne dek pek çok yangın ve deprem atlatmış. 1723 ve 1724 tarihlerinde çıkan yangınlar sonucunda cami harap olmuş. Mustafa Cezar, 10 Ekim 1723 gecesi Fındıklı'da caminin civarında çıkan bir yangın sonucunda epeyce ev ve dükkânın yandığını aktarıyor. 6 Kasım 1724 gecesi caminin yakınında çıkan yangında ise bir miktar ev ve dükkân kömür haline gelirken Fındıklı Hamamı'nın da camekânının yandığını belirtiyor. Bu yangınlardan büyük bir tahribatla çıkan caminin harim bölümü onarılıyor ve son cemaat yeri ahşap bir revak biçiminde yeniden yapılıyor. 1787 yılında ise Sadrazam Koca Yusuf Paşa bu ahşap revağın önüne kendi adıyla anılan bir sebil yaptırıyor. Cezar, 1 Mart 1823 günü Cihangir'deki Firuzağa Camisi yakınında bir evden çıkan yangının, bir koldan Fındıklı Hamamı'na kadar uzandığını yazıyor. Hem bu yangında, hem de 1834 yılında çıkan yangında cami ve hamam tahrip oluyor ve yeniden onarılıyor. Peş peşe gelen bu yangınlara ve sayısız depreme karşın cami ve çevresinin 20. yüzyıla bağlamsal bir bütünlük içinde ulaştığını görüyoruz. 1926 tarihli Pervititch haritasında, tümüyle yitiriyor. Caminin yaşadığı başka bir değişim ise, 1958'de, ahşap revağın yerini bugünkü son cemaat yerine bırakması oluyor. Sedad Hakkı Eldem'in 16. yüzyılın klasik çizgilerine sadık restitüsyonuyla ve betonarme bir strüktürle inşa edilen son cemaat yeri camiye "yeni" ama "otantik" bir görünüm kazandırıyor. İşte, 2001 yılında bu minare statik sorunlarının çözümü için yıkıldı ve yeniden inşa edildi. Ne var ki inşa edilen minare artık başka bir minareydi; daha açık bir deyişle, yıkılan minarenin hafif konik geometrisi yok edilmiş, gövde külaha dek aynı çapta yükselen bir silindire dönüştürülmüş, şerefe de zorunlu olarak büyümüştü. Camiyle bütünleşen o zarif minare yerini ne olduğu belirsiz bir "modern" zaman minaresine bırakmıştı. Vakıflar'ın bu müdahaleyi minareye 16. yüzyıldaki özgün görünümünü kazandırmak için yaptığı sanılmasın. Yukarıda sözünü ettiğim girland bezemeleri yeni minarede de yer alıyor, yani yeniden inşa edilen minare -sözde- yıkılan geç dönem minaresi. Zaten silindirik gövdeye sahip klasik dönem minarelerinin, şerefe ile külah arasındaki petek bölümlerinin genellikle gövdeden daha ince olduğu biliniyor. Ayrıca caminin özgün minaresinin nasıl olduğu da belli değil, bu yüzden geç dönem minaresini aynen korumak gerekiyor. 01 o dönemde Fındıklı Caddesi adını taşıyan yol ile deniz arasındaki dokunun ayakta olduğu, yola cephe veren hamamla cami arasında Fındıklı Sokağı'nın yer aldığı, ahşap revak önündeki sebilin yine yola cephe verdiği saptanabiliyor. İşte Osmanlı kentinden geçen yüzyıla ulaşan bu görüntü, 1957'de, Menderes'in imar çalışmalarının kurbanı oluyor. Yol açma ve genişletme çalışmaları sırasında caminin çevresindeki tarihsel doku, Molla Çelebi Hamamı'yla birlikte yıkılıp yok ediliyor. Daha sonra Kabataş set duvarına monte edilecek olan Koca Yusuf Paşa Sebili ise sökülüp kaldırılıyor. Böylece artık kendisine teğet geçen caddenin kıyısında kalan Molla Çelebi Camisi, içinde yer aldığı kentsel bağlamı da Vakıflar'ın yeniden inşa ettirdiği bu minarenin, yeni "tasarımı" ile müteahhitin işini kolaylaştırdığına kuşku yok. Peki ama Vakıflar'ın görevi müteahhitlerin işini kolaylaştırmak mıdır yoksa "vakıf eserler"i korumak mı? 01. 2009'da Molla Çelebi Camisi. Statik sorunlar yüzünden minare yıkılıp yeniden yapılmış. 02 02: Molla Çelebi Camisi'nin 1970'li yıllardaki görünümü. 22 19/04/2009 23 Burcu Yücetaş [email protected] Polonyalı mimar ve kültürel antropologlar Jacek Dominiczak ile Monika Zawadzka’ nın geliştirdiği Fast Urban Research stratejisi, mimari mekanların kent ölçeğinde önemi ve değişime katkı potansiyellerinin incelendiği bir hızlı kentsel araştırma metodu. Dominiczak ve Zawadzka’nın daha önce Stockholm, Odessa, Constanta gibi kentlerde uyguladığı metod, İstanbul Bilgi Üniversitesi Kültür Yönetimi Programı iş birliğinde gerçekleşen atölye, çalışmasında İstanbul’u hedef aldı. Yaklaşık bir hafta süren atölye, Dominiczak ile Zawadzka’ nın metoda duyulan ihtiyacın sebeplerini aktarmalarıyla başladı. Dominiczak, bu yöntemle şehirlerin mekansal kimlik kodlarına ulaşabildiklerini ifade etti. Yürütücülerin diğer kentlerde yaptıkları araştırma örneklerinin paylaşımı workshop’un ikinci aşamasıydı. Katılımcılardan istenen, bu çalışmaların Balat semti için de yapılması ve Balat’ın mekansal kimlik kodunun tespitiydi. Hedef güzel binalara odaklanılması değil, mimari açıdan kaliteli olanın üstünde durulması ve bunun bilgiye dönüşmesiydi. Böylece, sokak prototiplerine yoğunlaşılarak, grid sistemi yardımıyla bölge analiz edildi. Yerel kimlik özelliklerini yansıtabilecek en ufak ayrıntılar bile belgelendi. Üçüncü gün ise, ‘deformasyon’ kavramı İSTANBUL’UN DNA’SI… “Kentlerin DNA’sını çıkarmak” olarak da tanımlanan hızlı kentsel araştırma metodu Fast Urban Research, İstanbul’a uygulandı. [email protected] Seninki ve Benimki 01 üzerinde duruldu. Susan Brennan’ ın ‘Prototypical Human Face’ adlı kitabından alıntılar yapılarak, en akılda kalan yüz tipinin bir derecede deformasyona uğramış yüz olduğu ve deformasyonun, kimliğin aracı olabileceğinden dem vuruldu. Dominiczak, kendi çalışmalarıyla bir analoji kurarak yaptıkları çalışmanın şehrin yüzünü bir sisteme-prototipe bağlamak olduğunu belirtti. Ardından bu veriler doğrultusunda bölge tekrar araştırıldı, bina cephelerine bir de bu analoji gözüyle bakıldı ve bölgelerin grid çalışmaları sonuçlandırıldı. Tüm çizim ve fotoğraflar bir sunum haline getirilerek, Black/North Seas sempozyumunda izleyicilere sunuldu. Asıl amacı eskiye duyulan saygı çerçevesinde yeni bilginin arayışı yolculuğu olarak nitelenebilecek bir workshop çalışması, doğu-batı, eski-yeni arasında kalmış ‘ideal şehir’ İstanbul’a bakmak için yeni bir perspektif sundu. 01. Atölye liderlerinden Jacek Dominiczak Sezgin Aksu [email protected] Her sektörde olduğu gibi tasarım dünyasında da krizin etkilerini görmek hiç zor değil. Üstelik krizden etkilenenler sadece küçük tasarım ofisleri olmuyor; çok tanınmış, bünyesinde çokca mimarı ve tasarımcıyı barındıran, adeta bir tasarım fabrikası gibi çalışan büyük ofisler de bu süreçte en az kayıpla yola devam etmeye çabalıyorlar. Peki, dünyanın her yerinde, her kesimi etkileyen kriz ortamı biz tasarımcıları nereye götürecek, ne gibi zorluklarla karşı karşıya bırakacak? Tasarım dünyasında küresel krizin, kimi, nasıl etkilediğini en açık şekilde Salone del Mobile’ den anlayabiliriz; geçmiş senelerde itirazlarımıza rağmen, büyük paralar harcanarak, gereğinden fazla, hatta araştırma ya da over-design ürünlerle fuara katılan firmalar, bu süreçte daha temkinli davranıp fuar alanlarındaki metrekarelerini düşük tutuyorlar. Bazı markalar ise Salone del Mobile’ in tasarım dünyasındaki önemini bile bile, katılımlarından vazgeçebilecek kadar zor durumda. Bir çok firma, tasarım ve mimari ofis stand-by’da dört gözle krizin bitmesini bekliyor. Bu stand-by sürecinden tabii ki bizim ofisimiz de etkilendi; bazı projelerimiz durdu, müşteriler işi geri çekmese de askıya aldı. Bekleyen projelerimizin yanında, tüm hızıyla süren yeni projelerimiz de var. Bu, tamamen çalıştığımız firmaların stratejisi ile ilgili. Kimi firmalar bekleme sürecini Barış Çakmakcı TASARIM BEKLEYEMEZ İtalya’da sürdürdüğü tasarım çalışmalarıyla adından söz ettiren Sezgin Aksu, Radikal Tasarım Gazetesi için deneyimlerini paylaştı. avantaja dönüştürüp, kriz sonrası piyasa sürülecek iyi tasarlanmış ürünler yaratıp, kriz sonrasına daha güçlü ve hızlı şekilde yola devam etmeyi ilke edinmişler. Elbette bu firmalar her şeyden önce, tasarımın satıştaki önemini bilen, bütçesini iyi kullanan ve iyi bir pazarlama anlayışına sahip. Ofisimizin kriz ortamında bir başka avantajı da, çoğunlukla restaurant ve bar tasarımları yapmamız oldu. Küresel kriz şüphesiz herkesi etkiledi fakat insanlar restaurant ve barlara gitmeye eskisi gibi devam ediyor çünkü iş bağlantıları için bu mekanlar daha çok önem kazanıyor. Keyifli geçirilen zamanlara ihtiyacımız ise her zamankinden fazla. Krizin, yeni mezun tasarımcılar üzerindeki etkileri de bir başka önemli konu. Genç tasarımcı ve mimarlar için pek de iyi bir zamanlama sayılmaz; ofisimize her gün, değişik yerlerden özgeçmişler geliyor. Onlara ne cevap vermek lazım? Onlar da bu stand-by döneminde bizler gibi sabırlı olmalı, yılmadan hedeflerine ulaşmaya çalışmalılar. Aslında hedefe ulaşırken zorluklar olması can sıkıcı gibi gözükse de, bir çok açıdan insanı geliştirir, olgunlaştırır. Özellikle bizimki gibi yaratıcılığın ön planda olduğu sektörlerde, krizin sınırlar koyması ortaya daha etkileyici işler çıkmasını kaçınılmaz hale getiriyor. Eminim, yeni mezun tasarımcılar arasında bu durumu avantaja çevirenler, sonradan diğerlerine göre çok daha dirençli ve başarılı olacaklar (Darwin’ in teorisindeki gibi en güçlüler ayakta kalacaktır!) Bu dönemde esnek olmakta da fayda var. Sadece Türkiye ya da İtalya olması şart değil; alternatifler de yaratılmalı, Hong Kong gibi... Genç tasarımcılar sıradışı alternatiflerle fark yaratabilir. Ümitsizliğe ve karamsarlığa kapılmadan bu süreci en iyi şekilde atlatmak- değerlendirmek gerekiyor. Eğitime ve kişisel gelişime yatırım yapmak için doğru zaman olduğunu düşünüyorum. Milano’ da özel tasarım okullarında dersler veriyorum ve yeni dönemde, öğrenci sayısında düşüş yaşanmaması dikkatimi çekiyor. Bir çok ülkeden öğrencinin kendisini kriz sonrasına bu şekilde hazırlaması bana umut veriyor. Krizin her şeye rağmen pozitif tarafları olduğuna kesinlikle inanıyorum; firmalar için yeni başlangıçlara vesile olabilir. Yalnız İtalya için değil, Almanya, Fransa ve tabii Türkiye için de..Tasarım dünyasının yanısıra, mimari ve emlak alanlarında yatırım yapan firmalar açısından da krizin olumlu tarafları olacaktır. Yeni teknolojilerin kullanılması, enerji kaynaklarının tüketimini azaltmak için yapılan çalışmaların hız kazanması, “overdesigned /over-scaled” projelere başlamadan bir kez daha düşünülmesi bu olumlu etkilerden bir kaçı. Bizler bu süreci olumlu yanları ile değerlendirip yeni yeni tasarımlarla bu seneki Salone del Mobile’ de olacağız. Çünkü tasarım, krizin geçmesini bekleyemez. Beklerse, pazardaki payını kaybeder. Bu da firmalar için çok tehlikeli olabilir. Yine yeni ürünler göreceğiz, favorilerimiz olacak, ürünler üzerine kritikler yapacağız ve kriz yokmuş gibi fuar haftasının tadını çıkaracağız. Milano’da görüşmek üzere... Alüminyum sandalye üreticisi Emeco ve ünlü mimar Frank O. Gehry, önce Milano’daki Salone del Mobile Fuarı’nda ardından, Mayıs ayında New York’ta sergilenecek yeni bir çalışma için işbirliği yaptı. “Tuyomyo” isimli bank, İspanyolca’da ‘Seninki ve Benimki’ anlamına geliyor. Sınırlı sayıda üretilen ürün, mayıs ayında açık artırma ile satışa sunulacak ve elde edilen gelir Kalıtsal Hastalıklar Vakfı’na (HDF) bağışlanacak. Tuyomyo’nun beklenen değeri $250,000 civarında ve model Frank Gehry’nin alüminyuma kalıcı olarak oyulmuş imzasını taşıyor. Perakende Tasarımı Konuşuyor 14 Mayıs'ta İstanbul Swissotel'de bir araya gelecek dünyaca ünlü tasarımcılar, perakende sektöründe fark yaratmanın yollarını masaya yatıracak. Konferansta eğilimler, marka sadakatini getiren tasarımlar, marka bağımlılığı yaratan, karlılık artışı sağlayan konular üzerinde fikir alışverişinde bulunulacak. Bu yıl ikincisi gerçekleştirilecek olan konferansla ilgili detaylı bilgi için: 0212 289 13 70 Alev Ebüzziya KTM’de Kale Tasarım Merkezi, 21 Nisan’dan itibaren, ayda bir gerçekleşecek KTM-209 etkinliklerine başlıyor. Profesyonelleri öğrencilerle biraraya getirmeyi hedefleyen KTM-209 etkinlikleri alışılmış konferans tanımlarının dışına çıkıyor ve karşılıklı etkileşimi esas alıyor. Bu maksatla kontenjanı kısıtlı tutulacak KTM-209’etkinlik serisinin ilk konuğu dünyaca ünlü tasarımcı/sanatçı Alev Ebüzziya Siesbye. Çalışmalarında “zamansızlık” kavramının öne çıktığını söyleyen Ebüzziya, 17:00’de başlayacak konuşmasında yalnızca tasarım projelerine odaklanacak. Kontenjan sınırı olduğu için www.kaletasarimmerkezi.com adresinden başvuru formunu doldurmak gerekiyor. Site, Arşivle Geldi Kale Tasarım Merkezi, www.kaletasarimmerkezi.co m adresinden ulaşılabilecek web sitesi açıldı. Merkezin "sanal şubesi"nde, yeni tasarımı ve içeriğiyle 2009'un Ocak ayında yayımlanmaya başlayan Radikal Tasarım Gazetesi'nin geçmiş sayılarına ulaşmak ya da indirmek mümkün. Kaybetmek Eskidendi İTÜ Endüstri Ürünleri Tasarımı bölümü öğrencilerinden Begüm Becermen, iF International Forum Design GmbH tarafından düzenlenen ve 16 farklı ülkenin 174 projeyle katıldığı öğrencilere yönelik "http://www.ifdesign.de/pre sse_detail_e.html?pmid=397 " Lebens(t)raeume 2009’ tasarım yarışmasında ‘Universal Design’ ödülünü kazandı. Begüm Becermen'in “Find it” dedektörü, sık kaybettiğimiz nesneleri bulmamıza yarıyor ve RFID teknolojisini kullanıyor. Ekoloji Paylaşım Platformu Tasarım kültürünü geliştirmek üzere proje ve etkinlikler üreten Mana Design Gallery’nin ekotasari.com projesini hayata geçiriyor. Türkiye’nin ekolojik tasarım alanında ilk haber ve proje paylaşım platformu olacak ekotasari.com, haberler, röportajlar ve yazılarla sektöre güncel bilgi akışı sağlayacak. Platform ayrıca sürdürülebilirliğin katma değerini hisseden, geleceğe yenilikçi bakan üretici ve yatırımcılar için bir katalog ve rehber niteliği taşıyacak. Mutfak Buluşması Bu sene alıştığımız kalıpların dışına çıkan MUDERİstanbul Mutfak Fuarı, tasarımcılar için yeni bir platform olmaya aday. Genç zihinler, taze fikirleri buluşturma hedefiyle yenilenen MUDERİstanbul Türkiye'nin dört bir yanından yaklaşık 10 üniversiteden ürün ve mekan tasarımı odaklı mutfak projelerinin yanısıra, aralarında IDSA başkanı Ron Kemnitzer'inkinin de bulunduğu bir dizi konferansa, yemek şovlarına, sofra tasarım sergilerine ve atölye çalışmalarına şaşırtıcı bir programla geliyor. 6-10 Mayıs arasında İstanbul Fuar Merkezi'nde gerçekleşecek fuarın fuayesini ise Adnan Serbest tasarlıyor. Kırmızı Noktalar Türk tasarımcılar, bu sene ödül üstüne ödül kazanıyor. Defne Koz’un Megaron için tasarladığı, uzunlu kısalı banklar, koltuklar ve sallanan oturma birimlerinden oluşan Dondola, Red Dot Awards: Product Design 2009 ödülünü aldı. Hulusi Neci ise, geçtiğimiz sene Design Turkey 2008 Turquality Tasarım Ödüllü’nü alan Airfel Kalem Kumanda tasarımı ile Red Dot Tasarım ödülünün sahibi oldu. Red Dot Tasarım Yarışması ödül töreni, 29 Haziran 2009’da Essen Opera House’da düzenlenecek ve törenin ardından kazanan ürünler Essen'deki Red Dot Tasarım Müzesi'nde sergilenecek. Membran Mekanlar Membran Mekanlar Tasarım araştırmaları yürütmekte olan uluslararası, disiplinlerarası ve bağımsız Ocean organizasyonunun başkanı Michael U. Hensel ve Defne Sunguroğlu Hensel, İzmir Ekonomi Üniversitesi öğrencileriyle “Membran Mekanlar Stüdyosu” adlı atölye çalışmasında bir araya gelecekler. Öğrenciler, ilk aşamada dijital ortamda membran sistemler tasarlayıp ölçekli maketler üretecek; ikinci aşamada ise üniversite kampüsü içinde 1:1 ölçekte bir prototipin tasarımı ve inşaasını gerçekleştirecekler. Ayrıntılı bilgi icin,www.membranespaces.net Beklenen Terminal Akın Nalça ve ekibinin hayata geçirdiği "tasarım ve mekan çözüm merkezi" Terminal, Beylerbeyi'nde kapılarını açtı. Nalça'nın imzasını taşıyan ürün gruplarının yanısıra çatısı altında Inflate, Burkhardt Leitner Constructiv, Expand, Molo gibi uluslararası markaları da toplayan Terminal'de "Container" malzeme kütüphanesi ve "Platform" showroom bölümleri bulunuyor. Editör: Umut Kart Katkıda Bulunanlar: Erkan Aktuğ Sayfa Tasarımı: Emre Senan Tasarım ve Danışmanlık; Emre Senan, Özge Güven Sayfa Düzeni: Taylan Polat Danışma Kurulu: Serhan Ada, Erdem Akan, İhsan Bilgin, Asiye Bodur, Füsun Curaoğlu, Yeşim Demir, Ömer Durmaz, Alpay Er, Cem Erciyes, Sertaç Ersayın, Hakan Ertem, Güran Gökyay, Korhan Gümüş, Gamze Güven, Gülay Hasdoğan, Tansel Korkmaz, Yasemin Köse, Zeynep Bodur Okyay, Suha Özkan, Kuyaş Örs, Nevzat Sayın, Emre Senan Reklam Direktörü: Özer Topkaya Reklam Müdürü: Korhan Kesici Reklam Rezervasyon: Tayfun Elaldırsın Reklamlar için Tel: 0212 505 6486 Fax: 0212 505 74 79 Doğan Medya Center 34204 İstanbul Radikal Sanat Tel: 0212 505 6494 Fax: 0212 505 69 61 [email protected], [email protected] Radikal'in ücretsiz ekidir.
Benzer belgeler
Grafik Tasarımda İntihal ve Etik The Plagiarism and Ethics At
H. Demir Obuz’un ilio için tasarladığı “twig”