yeşilUFUKLAR - REC Türkiye
Transkript
yeşilUFUKLAR - REC Türkiye
BÖLGESEL ÇEVRE MERKEZİ DERGİSİ – ÜÇ AYDA BİR YAYIMLANIR yeşil UFUKLAR Yıl 1 Sayı 1 | OCAK 2005 | 5.00 YTL İ K E D E K İ L H TE aki d a y n Dü krar i t s i l se bölge l güvenliğe e çevres bağlı Çevre ve Orman Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr. Hasan Sarıkaya ile STK'lar ile ilişkileri ve REC’den beklentileri üzerine görüştük. Sayfa 17 Yasa tasarısı, çevreyi kirleten, motoru iki zamanlı Sosyalist dönem araçlarını hedefliyor. Menderesli akış hem insanlara hem de doğaya daha uygun. Sayfa 20 Arnavutluk eski araçlara karşı sıkı önlemler alıyor. Ütopik çevreci olamayız Sayfa 29 Narew Nehri'nin yeniden doğuşu Türkiye’nin “çevresi” şimdi REC’lendi Bölgesel Çevre Merkezi (REC) 15 yıllık deneyimi ile şimdi Türkiye’deki çevre paydaşlarının da çözüm ortağı... REC’in 16. ülke ofisi Mayıs 2004 tarihinde Ankara’da resmen çalışmaya başladı... Kapasite Geliştirmede Uzman Bilgiye Ulaşmada Öncü Hibe Yönetiminde Güvenilir Özel Sektöre Kılavuz REC Türkiye’nin Kapasite Geliştirme Programı çerçevesinde eğitimleri Kasım 2004’de başladı. REC Türkiye, çevre alanında çalışan sivil toplum kuruluşlarını, devlet kurumlarını ve yerel idareleri hem kurumsal kapasitelerini geliştirecek, hem de AB Uyum süreci çerçevesindeki çalışmalarında destekleyecek eğitim programlarına davet ediyor. REC Türkiye Hibe Programı, çevre koruma ve sürdürülebilir kalkınma alanlarında, özellikle yerel düzeyde aktif olarak faaliyet gösteren, tabanda örgütlü sivil toplum kuruluşlarına (STK), kurumsallaşma çabalarında ve/veya küçük ölçekli proje geliştirme faaliyetlerinde ve yerel yönetimler ve ulusal STK’ ların uzun vadeli projelerine mali destek sağlıyor. REC Türkiye Çevresel Bilgi Programı bünyesinde çevresel bilgiye ulaşımı sağlamak ve Türkiye’deki çevresel paydaşların bilgi yönetimi kapasitelerini geliştirmelerine yardımcı olmak için çalışmalar yapılıyor. Program, bilgiye erişimi kolaylaştırarak, çevresel paydaşların karar verme sürecine katılımlarını desteklemeyi hedefliyor. Özellikle yeni proje fırsatlarının geliştirilmesini amaçlayan bu program alanı, REC Türkiye’nin iş geliştirme birimi olarak faaliyet gösteriyor. Programın genel amacı, REC Türkiye’nin hizmetlerinin iş dünyası başta olmak üzere tüm çevresel paydaşlara ulaşımını sağlayarak, yeni finansman kaynaklarına erişimi kolaylaştırmak. Ceyhun Atuf Kansu Cad. No:102, 06520 Balgat, Ankara-Türkiye Tel: (90 312) 284 95 55 Faks: (90 312) 287 01 10 E-posta: [email protected] Web sitesi: www.rec.org.tr İ ÇİNDEKİLER yeşil UFUKLAR Yıl 1 Sayı 1 I Ocak 2005 I ISSN: 1305-5232 Yeşil Ufuklar Orta ve Doğu Avrupa için Bölgesel Çevre Merkezi (REC)’nin üç ayda bir yayımlanan ve özgün adı Green Horizon olan dergisinin Türkiye uyarlamasıdır. Yeşil Ufuklar, Green Horizon dergisinde yer alan haber ve makalelerin yanı sıra Türkiye’den haber ve makalelere de yer vermektedir. Yeşil Ufuklar REC’in karar alma süreçlerine katılımı destekleme, bölgesel paydaşlar arasında işbirliğini teşvik etme gibi amaçlarına hizmet eder. Yeşil Ufuklar Orta ve Doğu Avrupa’da çevre ve sürdürülebilir kalkınma alanında önemli konulara ve gerçek öykülere yer vermektedir. Dergi, iş dünyası, uluslaralarası organizasyonlar, hükümetler, yerel yönetimler, sivi toplum kuruluşları, akademik kurumlar ve basın için yararlı bir kaynaktır. Yeşil Ufuklar’da yer alan fikir ve görüşler Bölgesel Çevre Merkezi’nin görüşlerini yansıtmaz. Yeşil Ufuklar elektronik olarak www.rec.org.tr adresinden incelenebilir. Yeşil Ufuklar Yayın Sahibi: REC Türkiye adına Dr. Sibel Sezer Eralp DERGİ EKİBİ Doç. Dr. Nesrin Algan Güzin Arar Deniz Gümüşel Bilge Kahramanyol Kerem Okumuş Dr. Nilüfer Oral Ayrıca... Gabor Heves ■ Wojtek Kosc ■ Mira Mileva Robert Nemeskeri ■ Jerome Simpson Daniela Tuchel ■ Kristina Vilimaite Ruslan Zhechkov K A PA K K O N U S U 10 Tehlikedeki güvenlik 14 Kirlilikten ulusal güvenliğe 16 Yokoluşun kıyısındaki deniz GÖRSELLER: BirdLife International ■ Atilla Boltresz Laszlo Falvay ■ Marianne Gjorv Greenpeace ■ Greenaccord Heidelbergcement ■ Marta Kaczynska Hadley Kincade ■ Michal Kosc ■ Klinkmar MTI ■ PressPhoto BTA ■ Reuters Green Horizon MAGAZINE TEAM Editor: Pavel Antonov Assistant Editor: Greg Spencer Design: Sylvia Magyar Production: Patricia Barna Proofreader: Steven Graning Administrative officer: Emese Gal Webmaster: Vadim Ostapenko Advertising coordinator: Alex Gregorio EDITORIAL BOARD Sustainable development: Janos Zlinszky Information and research: Jerome Simpson Funds and investments: Jennifer McGuinn Public participation: Magdolna Toth Nagy Environmental policy: Oreola Ivanova Business and corporate responsibility: Robert Nemeskeri Environmental law: Stephen Stec Çevre politikalarında yeni bir olgu olan güvenlik sorunsalı, zengin doğal kaynaklara sahip Türkiye’nin geleceği açısından giderek önem kazanıyor. KAPAK KONUSU Karadeniz’in bir enerji koridoru haline gelmesi ve petrol kirlilği, hepimizin ortak sorunu. Çevresel güvensizlik Bir milletin güvenliği, temiz su ve hava, ekilebilir toprak ve diğer temel ihtiyaçların yeterli bir şekilde temin edilmesine bağlıdır. Farklı insanların ortak kaynakları, işbirliğini ve karşılıklı saygıyı paylaşmaları sınır-ötesi istikrar için gerekli bir bileşimdir. MERCEK 17 Ütopik çevreci olamayız 18 Hem temiz hem ekonomik 20 Bir nehrin yeniden doğuşu Çevre ve Orman Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr. Sarıkaya ile editörümüz Nafiz Güder ve REC Çevresel Bilgi Programı Yöneticisi Yeşim Çağlayan görüştü. KAPAK FOTOĞRAFI Laszlo Falvay DİĞER BÖLÜMLER Forum 4 Türkiye’den haberler 6 Dış haberler 7 EEA Haberleri 9 REC Haberleri 24 Biyoçeşitlilik 27 Bilişim Teknolojileri 28 Yasal Boyut 29 Kitaplık 30 Hollanda'nın başkanlık döneminde, Avrupa Komisyonu, eko-verimli girişimler için iş dünyasından yararlandı. Narew'in eski haline döndürülmesi, geçmişteki çevre katliamlarını telafi etmek için örnek oluşturabilir. REC BÜLTENİ 22 Çevre yönetimi ve AB sürecinde yeni bir soluk 23 Kiev’den uzanan taşlı yol REC Executive Director: Marta Szigeti Bonifert Çevre tahribatı ile doğal kaynak kıtlığı, ekonomik sorunlar, yetersiz yönetimler ve toplumlar arasındaki gerginliklerin de etkisiyle ulusal güvenlik sorununa dönüşebiliyor. 1990’dan beri 15 ülkede çalışan, çevre yönetimi ve AB sürecinde uzman olan REC’in Türkiye Ofisi Mayıs 2004’de Ankara’da açıldı. REC Türkiye Direktörü Sibel Sezer ile editörümüz Nafiz Güder görüştü. İLETİŞİM Avrupa’nın Çevresi sürecine doğuyu da katmayı hedefleyen 2003 planları. Editör [email protected] KATKIDA BULUNANLAR: 14 Abone işlemleri [email protected] Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Yeşim A. Çağlayan Editör: Nafiz Güder Çeviri: Özge Gezerler Düzelti: Mine Eroğlu Tasarım Uygulama: Fatma Cankara - İris İletişim Çözümleri Renk Ayrımı: Merkez Repro Baskı: Elma Teknik Basım Matbaacılık Bu proje Avrupa Komisyonu tarafından desteklenmektedir. MICHAL KOSC 20 Bölgesel Çevre Merkezi REC Türkiye Ceyhun Atuf Kansu Cad. No:102 Balgat 06520 Ankara Türkiye Tel: (90-312) 284 95 55 Faks: (90-312) 287 01 10 Web: www.rec.org.tr 3 | OCAK 2005 | yeşil UFUKLAR FORUM editörlerden Yeşil Ufuklar’a doğru Yeşil Ufuklar, çevre yönetimi, doğanın ve doğal kaynakların korunması, sürdürülebilir kalkınma konularında çalışmak üzere 2004 yılında Türkiye’de de kurulan REC’in, bu sahalarda çalışan, çevre politikalarında söz sahibi olan ve çevre sorunlarıyla ilgilenen herkese yönelik olarak hazırladığı yeni bir süreli yayın. Yeşil Ufuklar’ı, REC merkez ofisinin tüm Orta ve Doğu Avrupa ülkelerindeki paydaşlar için hazırlanan Green Horizon dergisi ile aynı kurumsal kimlik ve yayın ilkeleri çerçevesinde, ve benzer bir içerikle sizlere ulaştıracağız. REC merkezi ve REC Türkiye tarafından birlikte hazırlanan Yeşil Ufuklar’ın, AB ile bütünleşme yolundaki ülkemiz için geniş bir perspektif sunacağını düşünüyoruz. İlk sayımızda kapak konusu olarak, çevre sorunları ve doğal kaynaklar üzerindeki rekabet ile, bunların ulusal güvenlik sorunu haline gelmesi arasındaki ilişkiye odaklanan ‘çevresel güvenlik’ konusunu ele alıyoruz. REC merkezi’nin hazırladığı bir makale ve L. Brown söyleşisinin yanı sıra, Ankara Üniversitesi SBF, Kentleşme ve Çevre Sorunları Anabilim Dalı’ndan Doç. Dr. Nesrin Algan, ülkemizin çevresel güvenlik sorunlarını irdeliyor. Bilgi Üniversitesi Deniz Hukuku Araştırma Merkezi Müdür Yardımcısı Dr. Nilüfer Oral ise, Karadeniz’deki petrol taşımacılığı özelinde çevresel güvenlik konusuna odaklanıyor. REC Türkiye’nin önemli paydaşlarından Çevre ve Orman Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr. Hasan Sarıkaya ile söyleşimizde, bakanlığın politikalarını öğrenirken, REC Türkiye Direktörü Dr. Sibel Sezer Eralp ile söyleşimizde de, REC’in Türkiye’deki misyonu, programları ve çalışma sistemi hakkında bilgi edinebilirsiniz. REC Türkiye’nin önemli misyonlarından biri, AB sürecinde, çevre politikaları ve çevre yönetimi uyumuna katkıda bulunmak olduğu için, Yeşil Ufuklar’ın Haberler sayfalarında, Türkiye’den çevre haberlerinin yanı sıra, AB’den haberleri de bulacaksınız. Yine REC Bülteni bölümümüzde, REC Türkiye’nin yanı sıra, diğer REC ofislerinin çalışmalarına yer vereceğiz. Mercek bölümümüzde, hem AB hem de Türkiye’deki çevre politikaları ve doğa koruma çalışmalarına ilişkin ayrıntılı bilgilere yer vereceğiz. Son sayfalarımızda yer alan Yeşil Bakış bölümümüzde, uzman gözünden hazırlanan yazılar, çevre yönetimi konusunda bilgi altyapısı sağlamayı amaçlıyor. Forum bölümünü ise, çevre konusundaki düşünsel tartışmalara ayırdık, hem Türkiye’de çevre yönetimi hem de REC Türkiye’nin çalışmalarına ilişkin görüşlerinizi bizimle paylaşmanızı bekliyoruz. Yeşil Ufuklar, www.rec.org.tr sitesinde elektronik formatta da bulunabilecek. Ayrıca REC Türkiye’nin haftalık elektronik haber bültenleri ve diğer yayınları için [email protected] adresinden bizimle bağlantı kurabilirsiniz. Yeşil Ufuklar’ı beğeneceğinizi umuyoruz. Nafiz Güder yeşil UFUKLAR | OCAK 2005 | 4 LASZLO FALVAY KRİTİK HAFTA: Her günü önemli Dünyayı serinleten yedi gün Eğer 2004 yılında çevreyi en çok etkileyen haftayı seçmem gerekseydi, 1-7 Kasım haftası diğer seçeneklerin arasından kolayca sıyrılırdı. O Pazartesi günü bilim adamları, insan faaliyetleri nedeniyle oluşan sera gazlarının artması sonucunda kuzey buzulunun hızla ısındığını ortaya koyan Kuzey Kutbu İklimsel Etki Değerlendirmesi’ni açıkladı. Değerlendirme, acil önlem alınmadığı taktirde Kuzey Kutbu’ndaki deniz buzulunun en azından yarısının, Grönland Buzul Katmanı’nın da önemli bir bölümünün bu yüzyılın sonuna kadar eriyeceğine, bunun da deniz suyu seviyesinin bütün dünyada yükselmesine ve küresel ısınmanın artmasına neden olacağına dair çok güçlü kanıtlar sunuyordu. Ertesi gün, yani Salı günü, George W. Bush’un Beyaz Saray’daki yeni dönemi başlıyordu. Bush yönetimi iklim değişikliği felaketinin sinyallerini veren bilimsel öngörülerin farkındaydı elbet, çünkü 2004 yılında manşetlere çıkan bir Pentagon raporunda, küresel ısınmanın, “bilimsel bir tartışma konusu olmaktan öte, ABD için bir ulusal güvenlik sorunu olarak ele alınması” tavsiye ediliyordu. Bundan bir gün sonra, en gerçekçi çevrecilerden biri olan, Yeryüzü Politikası Enstitüsü’nün Başkanı Lester Brown, İtalya’da düzenlenen "Yeşil uyum" (Greenaaccord) Konferansı’nda, doğal kaynakların bütün dünyada tükeniyor olmasının, Amerika’yı ve doğaldır ki diğer ülkeleri de- terörizmin yapabileceğinden çok daha ciddi derecede tehdit ettiği konusunda bizleri uyarıyordu. Cuma günü, Küresel Ayakizi Ağı’nın (Global Footprint Network - GFN) Başkanı Mathis Wackernagel, Yaşayan Gezegen Raporu 2004’ü sundu. Çalışma, nüfusu bir milyonun üzerinde olan bütün ülkelerin hektar ölçeğinde ekolojik ayak izlerini ölçüyordu. Görünüşe göre, 2001 yılı itibariyle insanlığın ekolojik ayak izi, küresel biyolojik kapasiteyi yüzde 21 oranında aşmıştı bile. Küresel kapasitenin aşılması 1988’de başlamıştı ve o günden beri de artarak sürüyor. Bu da, şu anda dünyanın doğal zenginliklerini, kendilerini yeniden üretmelerine fırsat vermeyecek kadar hızla tükettiğimiz anlamına geliyor. Paylaşılan doğal kaynaklar konusundaki çevresel güvenlik kaygıları, Orta ve Doğu Avrupa’ya yabancı değil. Su rezervlerinin azalması, biyolojik çeşitlilik kaybı, hava kirliliği, balıkçılık, Tuna ve Tisza gibi uluslararası nehirlerdeki olumsuz etkiler nedeniyle son 20 yıl içinde çatışma ve gerilimlere tanık olduk. Çevre konusundaki anlaşmazlıkların giderilmesi için, REC gibi kuruluşlar tarafından yeni politika ve düzenlemeler geliştirildi, bir çok proje hayata geçirildi. 1998’de Bosna konusunda yapılan Szentendre anlaşması gibi örneklerde ise, barışçı bir diyalog, işbirliği ve güven oluşturma konusunda çevrenin ortak payda olduğu görüldü. Savaş sonrasının önemli girişimlerinden biri olan Bölgesel Çevre Rekonstrüksiyon Programı, yeniden yapılanma kapsamında çevreye odaklanıyordu. Çevre ve Güvenlik Girişimi de, çevre ve güvenlik sorunlarını ele alan bir başka uluslararası çaba oldu. Son Yaşayan Gezegen Raporu’na göre Orta ve Doğu Avrupa henüz biyolojik kapasitesini aşmamış durumda. Ancak sayılara tek tek bakıldığında, bölgedeki ülkelerin çoğunun eşiği geçtiği ve kaynaklarını en müsrif kullanan ülkelerin Çek Cumhuriyeti ile Polonya olduğu görülüyor. Bölge ortalamasını olumlu yönde etkileyen ülke ise Rusya ve sahip olduğu muazzam bâkir kaynaklar. Aslında, kasım’ın ilk haftasını mutlu sonla bitiren de Rusya oldu. 6 Kasım Cumartesi günü Başkan Putin, Kyoto Protokolü’nü imzaladı ve böylece küresel iklim sözleşmesinin önümüzdeki yılın başlarında yürürlüğe girmesinin kapısını açtı. Bu mutlu sonun, sürdürülebilir ve daha güvenli bir küresel çevre konusunda işbirliğine giden yolun parlak başlangıcı olmasını diliyoruz. Pavel P Antonov FORUM yuvarlak masa Gerçeklere karşı masallar GERÇEK ARAYICISI: Apfel’e göre, Halkla İlişkiler şirketi gibi çalışan STK'lar güvenilirliklerini yitirecek. FRANKLIN APFEL Bilim adamı ve Dünya Sağlık Örgütü (WHO) medya danışmanı Gerçekler. İnsanların peşinde koştuğu şey bu işte. Ancak gerçekleri öğrenmek pek de kolay değil. Hiçbirimiz sütten çıkmış ak kaşık olmadığımız için sonunda öyle bir noktaya gelirsiniz ki, bazı şeylerin doğru olduğuna inanmak zorunda kalırsınız, tıpkı Tanrı’ya olan inanç gibi. Örneğin Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) konusu, ilginç bir konudur. Bu konuyu İngiltere’de ilk kez Sivil Toplum Kuruluşlarının (STK) gündeme getirdiği sanılır ama aslında öyle değil! Bu konu sanayiye uzanır ve öylesine çirkindir ki ona bulaşmak istemezsiniz bile. Monsanto hayatımızı patentliyor: “Bu tohumları bizden tekrar satın almadıkça bir daha kullanamazsınız; tohumlarınızın asıl sahibi biziz. Rüzgâr tohumlarınızı komşu tarlaya sürüklese de biz paramızı alırız.” Sorunun özünü oluşturan bu açgözlülük ve bu her şeye sahip olma tutkusu öyle çirkin ki. GDO konusunda inandırıcı olmak istiyorlarsa bunu farklı biçimde ifade etmeleri gerekir. Medyanın, sanayicilerin malzemelerini kullanmak istemediği gerçeğini sanayiciler bir türlü hazmedemiyor. Belki kimileri daha inandırıcı, ama hikâyeler neredeyse aynı: Haydi iktidarsızlıkla ilgili bir hikâye uyduralım da biraz Viagra satalım. Biraz depresyondan söz edelim de, Prozac işine girelim. Açgözlülük ile satış, ve de gerçekler arasındaki sınır nerede peki? Sanayiciler, insanların artık kuşkucu olduğu, böyle davranmakta da haklı olduğu gerçeğini kabullenmek zorunda. Bazı raporlar, en güvenilir kuruluşların sivil örgütler olduğunu söylüyor. Oysa ben Greenpeace’in tasarlayıp sahnelediği olayları izlemek istemiyorum. “Sanayi sektörüne bakın ve onları örnek alın,” görüşüne de katılmıyorum. Sivil örgütler böyle devam ederse, sonunda inandırıcılıklarını yitirir. Bilim adamları da sütten çıkmış ak kaşık değil. Beyinlerimizde bir tahribat var. Toplumla nasıl konuşacağımızı bilmiyoruz, hatta farklı disiplinlerdeki bilim adamlarıyla bile yeterince konuşamıyoruz. Kendi kabuğumuza kapanma eğilimindeyiz. Çoğumuz için bu bir açmaz! Ben, Yeşil Ufuklar’ın gerçekleri sunma potansiyeli taşıdığı görüşüne bütünüyle katılıyorum. Amacı da bu olmalı zaten. Hem etik, hem de kanıtlara dayanıyor. Gelin kuşkucu olalım. Bilime gereksinmemiz var, sanayiye gereksinmemiz var, savunuculuğa gereksinmemiz var, siyasî güce gereksinmemiz var, ama hiçbirimiz sütten çıkmış ak kaşık değiliz. Bu çamura bir biçimde bulaşmak zorundasınız. Derginize başarılar diliyorum. Reklam alarak kendinizi tehlikeye atmış oluyorsunuz; ancak şeffaf da olun. Reklamverenlerinizi, sorumluluklarını yerine getirmeye çağırın. Çevre açısından gerçekten güvenilirler mi, değiller mi? Yeri geldiğinde de reklamverenleri eleştirin. Toplumun gözünde, gerçekleri ortaya çıkarma özelliğinizle tanınmak zorundasınız. Bizim aradığımız da işte bu. ____________ Orta ve Doğu Avrupa medyasında çevre ve sağlık konusuna verilen önemi irdeleyen bu tartışmalar, haziran ayında Budapeşte’de düzenlenen Bakanlık Düzeyinde 4. Çevre ve Sağlık Konferansı’nda, Green Horizon dergisinin tanıtımı sırasında yapıldı. Konferans, REC, Bellagio Sürdürülebilir Kalkınma Forumu ve Reuters Vakfı tarafından düzenlenmişti. Parasal destek, Dünya Sağlık İletişimi Birliği, İtalyan Tröst Vakfı ve Dünya Sağlık Örgütü - Avrupa Şubesi tarafından sağlandı. MIKLOS SUKOSD Geleceğimizi Koruyalım Projesi medya danışmanı, Macaristan Sivil örgütler için altı temel iletişim yöntemi bulunur. Yalnız beyin gücü anlamında değil, gerçek profesyonellik anlamında da çok az sayıda STK, bu iletişim yöntemlerinin tamamını uygulama ve sonuçlandırma yeterliliğine sahiptir. Bunlardan ilki gündemi belirlemektir. Buna en iyi örnek, renkli ve çarpıcı eylemler yapan Greenpeace’dir. Aslında bu eylemleri kendi stüdyolarında bire bir prova eder, bazen kendi kameraları ile kaydeder, daha sonra da bu kayıtları medyaya sunarlar. İkinci yöntem basın duyuruları ve konunun bütün ayrıntılarını içeren malzemelerdir. Uzun ve sıkıcı makalelerin, uzman görüşlerinin ve bilimsel raporların hedef kitleye iletilmesi çok zordur. İçleri bir sürü dipnotla, bilimsel veriyle, karşıt bilimsel modellerle ve farklı araştırmacıların bulgularıyla doludur. STK'lar- HADLEY KINCADE HADLEY KINCADE Yeşil eylemciler, ‘medyanın çamuruna bulaşırken’, ‘dürüst’ imajlarını korumak zorunda. Yeşil Ufuklar’ın ilk sayısında, bir süre önce Budapeşte’de, sağlık ve medya konulu bir toplantıda yapılan sunumlardan ikisine yer veriyoruz. dan farklı olarak, büyük ilaç ve eczacılık şirketleri, halkla ilişkiler şirketlerine para ödeyip medyaya yönelik etkinlikler, bilimsel konferanslar düzenleyebilir ve hatta göstermelik STK'lar bile kurabilir. Üçüncü yöntem görüşlerdir. Topluma mal olmuş kişiler, aydınlar, STK'ları destekleyen veya onlara yakınlık duyanlar, sorunların kökenlerini ve seçenekleri akılcı bir uslûpla analiz edebilir. İnsanların ilgisini çeken öyküler dördüncü sırada gelir. Korunmaya muhtaç bir çocuk görüntüsü, çocuk sorunları konusunda, 1015 ciltlik bilimsel analizin anlatabileceğinden daha fazlasını anlatabilir. En azından medyanın beklediği budur. Beşinci yöntem, on-line araçlar ve İnternet siteleridir. Değişik mecraları bir arada kullanmak, günümüzün STK'ları açısından oldukça önemlidir. Ben elektronik ortamda iletişimin, sivil örgüt iletişiminin ulaştığı en ileri nokta olduğuna inanıyorum. Son olarak da, STK'lar medyanın aracılığı olmadan üyeleriyle doğrudan iletişim kurabilir. Sivil örgütlerin, iş çevrelerinin birbiriyle nasıl iletişim kurduğuna bakmaları da son derece akıllıca olur. İş dünyasının kullandığı halkla ilişkiler yöntemleri, politika benimsetme modeli olarak kullanılabilir. STK'lar, piyasa yöntemlerini yaratıcı ve yenilikçi bir biçimde uyarlayarak iletişim stratejilerini daha etkili hale getirebilir. KURALINA GÖRE OYNAYIN: Sukosd, STK'ların Greenpeace’i örnek alıp basınla profesyonel ilişkiler kurmaları gerektiğine inanıyor. 5 | OCAK 2005 | yeşil UFUKLAR HABERL E R türkiye TA R I M Canavar Balon’un başarılı gezisi YUNUS ARIKAN Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar’ın İKLİM Ankara’da iklim değişikliği Ankara İklim Değişikliği Konferansı 1-3 Eylül 2004 tarihlerinde Çevre ve Orman Bakanlığı ile BM Kalkınma Programı’nın (UNDP) ev sahipliğinde düzenlendi. Türkiye’nin 24 Mayıs 2004’te BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne 189. taraf olarak katılması nedeniyle düzenlenen bu ilk ve geniş katılımlı konferansta, ulusal ve uluslararası kuruluşların temsilcileri tarafından, karar vericilere, kamu kuruluşları, özel sektör, araştırma kurumları ve STK’lar gibi kilit paydaşlara, BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi tanıtıldı ve Türkiye’nin taraf olduktan sonraki yükümlülükleri ve fırsatları tartışıldı. Konferans, aralarında REC’in de bulunduğu pek çok uluslararası kuruluş, Türk ve yabancı kuruluşlar, bilim kurumları, Sivil Toplum Kuruluşları, özel şirketler, sendikalar ve özel sektör birliklerinin yanı sıra iki yayın kuruluşunun desteği ile gerçekleşti. Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe açılış konuşmasında, “açlıktan ölen insan sayısının yüzyılın sonunda ağır bir tablo ile insanlığın karşısına geleceğini,” belirterek, “tablo bu kadar ağır, karanlık, endişe verici ise dünyanın temiz enerjiye yönelmesi gerekir,” dedi. UNDP Daimi Temsilcisi Jakob Simonsen de konuşmasında, iklim değişikliğinin en vahim sonuçlarından birinin yoksulluk olduğunu vurguladı. Konferans destekçilerinden olan REC, programda üç sunuşla yer aldı. REC Genel Sekreteri Marta Szigetti Bonifert, Yenilenebilir Enerji ve Enerji Verimliliği Ortaklığı (REEEP) ve Akdeniz Yenilenebilir Enerji Girişimi (MEDREP) hakkında bilgi verirken, Zsussza Ivanyi, Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin ulusal bildirim ve sera gazı envanterlerini hazırlama sürecinde kapasite geliştirme ihtiyaçlarının analizini sundu. REC Türkiye Direktörü Dr. Sibel Sezer Eralp de sunuşunda, sürdürülebilir kalkınma yolunda ortaklık girişimlerinin rolü ve önemine değindi. Üç gün süren ve üst düzey karar vericilerin süreci sahiplenmesi açısından önemli bir adım olan konferansta, 12 bildirili oturum, 2 atölye çalışması, sponsor ve destekçilerin yer aldığı bir sergi düzenlendi. Oturumlara, çeşitli disiplinlerden 16 yabancı ve 32 Türk konuşmacı ile 750’den fazla izleyici katıldı. BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin Türkçe metni, Sözleşme Sekreteryası tarafından yayımlanan ‘Yeni Başlayanlar için İklim Değişikliği’ ve ‘İklime Özen Göstermek’ başlıklı 3 adet Türkçe yayın da ilk kez burada dağıtıldı. (GDO) oluşturduğu tehdit ve riskler konusunda toplumu bilgilendirmek ve GDO’ya Hayır İmza Kampanyası’na destek sağlamak amacıyla, hormonlu bir domatesi simgeleyen Canavar Balon Friends of the Earth – Dünya Dostları desteğiyle 100’ü aşkın sivil toplum kuruluşunun üyesi olduğu GDO’ya Hayır Platformu tarafından Türkiye’ye getirildi. İstanbul’dan 1 Ekim’de yola çıkan ve Bursa, İzmir, Muğla, Adana, Diyarbakır ve Samsun dahil olmak üzere 16 şehri dolaşan balon, GDO’ya karşı 100 bin imza toplanmasını sağladı. 3 Kasım tarihinde turu sona eren Canavar Balon sadece GDO tehlikesine dikkat çekmekle kalmadı, acil önlemler alınması konusunda Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nı da harekete geçirdi. 2 Kasım tarihindeki Meclis görüşmelerinde Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami Güçlü, bakanlığının resmi görüşü olarak, ithal ürünlerde kontrol ve denetimler yapılacağını, ithal edilen ya da üretilen bebek maması ve çocuk besinlerinde GDO’lu hammadde ya da bileşenlerin kullanılmayacağını, ithal edilen ürün ve gıdalarda ithalat öncesinde ithalatçı ülkenin yetkili otoritesinden beyan ve taahhütname isteneceğini, mısırdan elde edilen glikoz ve früktoz, mısırözü ve soya yağı ile benzeri ürünlerin ithalatında ihracatçı ülke garantisi ve ithalatçı firma taahhüdü isteneceğini, gıda ve yem amaçlı ithalat sırasında Avrupa Birliği limitlerinin baz alınacağını, sertifikalı tohumluk ithalatında GDO limitinin ‘sıfır’ olacağını ve tohumlukların transgenik çeşitlere ait olmadıkları konusunda ihracatçı ülke garantisi ve ithalatçı firma taahhüdü isteneceğini belirtti. YA S A M A İki yeni yönetmelik yürürlüğe girdi Kanunu’na dayanarak hazırlanan iki yönetmelik, 30 Temmuz 2004 tarih ve 25538 sayılı Resmi Gazete’de yayımlandı. ‘Ambalaj ve Ambalaj Atıklarının Kontrolü Yönetmeliği’, 1 Ocak 2005 tarihinden itibaren yürürlükte. Yönetmelik, cam, metal, plastik, kâğıt ve karton satış ambalajları ile dış ve nakliye ambalajlarının tamamını kapsıyor, bu ambalajları piyasaya süren kurumlara ve ambalaj üreticilerine çeşitli sorumluluklar getiriyor. Bir diğer yönetmelik ise, her türlü pil ve akümülatör ürünün etiketlenmesi, işaretlenmesi, atıklardan ayrı olarak toplanması ve alınacak önlemler gibi konulardaki sorumlulukları düzenlemek üzere hazırlanmış ve 31 Ağustos 2004 tarih ve 25569 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış olan, ‘Atık Pil ve Akümülatörlerin Kontrolü Yönetmeliği. Yönetmeliğin ana amacı, pil ve akümülatörlerin, üretimden başlayarak tüm aşamalarda, çevre ve insan sağlığına uygun süreçlerden geçmesini sağlamaktır. yeşil UFUKLAR | OCAK 2005 | 6 FRIENDS OF THE EARTH Avrupa Birliği uyum süreci çerçevesinde Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından Çevre HABERLER AB'den Güncel Haberler ENERJİ Enerji savurganlığı Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF), AB’nin, yeni üye ülkelerin enerji tasarruf hedeflerini yeterince ciddiye almadığı görüşünde. Eski isminin baş harfleri WWF ile tanınan koruma örgütü özellikle, Avrupa Komisyonu’nun, üye devletlerin, toplam ulusal enerji verimliliklerini yıllık yüzde 1 artırmalarını yeterli görmesini eleştiriyor. Orta ve Doğu Avrupa’dan yeni katılan sekiz devletin bu oranı rahatlıkla aşabileceğini iddia eden WWF, 25 üyenin hepsi için en az yüzde 2’lik bir hedef konulması çağrısında bulundu. WWF’nin eylül ayında açıklanan raporunda, Polonya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Slovenya ve Slovakya’daki enerji tüketimleri ele alındı. Raporda, bu ülkelerin gayri safi hasılanın (GSH) her bir birimini üretmek için, genişleme öncesi üye olan 15 ülkeye kıyasla, ortalama iki kat daha fazla enerji tükettiği belirtildi. GSH başına enerji tüketimi AB-15’e kıyasla beş kat fazla olan Slovakya, bu konuda en düşük performansa sahip ülke. Turizm sayesinde enerji tüketimi düşük bir ekonomi geliştiren Slovenya ise, eski AB üyeleri kadar olmasa da, bu konuda en başarılı ülke. WWF’e göre, genişleme öncesi müzakerelerde, piyasanın liberalleştirilmesi ve enerji üretiminin artırılması konuları o kadar vurgulandı ki, yeni üyelerden biri, enerji verimliliğini teşvik eden bir ulusal yasa tasarısını, üyeliğe engel olabilir kaygısıyla gündemden çıkarttı. İKLİM Kuzey Kutbu erirken, Rusya Kyoto’yu hayata geçiriyor Meclis onayının ardından Başkan Vladimir Putin 6 kasımda, Rusya’nın Kyoto Pro-tokolü’nü onayladığını beyan eden yasa tasarısını imzaladı. Küresel iklim sözleşmesi 16 Şubat 2005 tarihinde yürürlüğe girdi. 1990 yılında dünyadaki sera gazlarının yüzde 55'inden fazlasının sanayileşmiş ülkeler tarafından salındığı saptanmıştı. Halen toplam yayınımın yüzde 17'sine neden olan Rusya'nın imzası ile birlikte, sözleşmenin yürürlüğe girmesi için en az 55 sanayileşmiş ülke koşulu da yerine getirilmiş oluyor. 1990’da karbon dioksit emisyonlarının yüzde 36’sının kaynağı tek başına ABD idi. AB liderleri ve Japonya, Rusya’nın kararını takdirle karşıladı. Japon Çevre Bakanı Yuriko Koike, ABD, Avustralya ve diğer ülkelerin protokolü onaylamaları için girişimlerini sürdürme sözü verdi. Sözleşmeye göre Rusya, kullanmadığı emisyon kredilerini, sınırlarını aşmış ülkelere satabilecek. Sözleşme yürürlüğe girdiğinde, Sanayileşmiş ülkeler, 2012’ye kadar altı temel sera gazının toplam emisyonlarını 1990’daki seviyenin yüzde 5.2 altına düşürmek zorunda kalacak. Moskova’nın bu kararı, bilim adamlarının, Kuzey Kutup Buzulu’nun hızla erimekte olduğunu açıklamasından iki gün önce verildi. İzlanda’nın başkenti Reykjavik’te açıklanan Kuzey Kutbu İklim Etki Değerlendirmesi’ne göre, kuzey kutup noktası daha önce sanılandan çok daha hızlı, dünyanın diğer yerlerine göre iki kat hızla ısınıyor. 300 bilim adamının oluşturduğu uluslararası bir ekip tarafından bölgede gerçekleştirilen, daha önce benzeri yürütülmemiş dört yıllık bilimsel çalışmaya göre, insan etkinlikleri sonucunda artan sera gazlarının, kutbu daha da ısıttığı sanılıyor. Değerlendirme, sekiz Kuzey Kutbu ülkesi ve altı yerli halkın kuruluşlarından oluşan, bakanlık düzeyinde hükümetlerarası bir organ olan Kuzey Kutbu Komitesi ve 18 ulusal bilim akademisince atanan bir grup olan Uluslararası Kuzey Kutbu Bilim Komitesi tarafından yürütüldü. Kuzey Kutbu’ndaki deniz buzulunun Grönland’daki Buzul Tabakası’nın önemli bir bölümüyle birlikte bu yüzyılın sonuna kadar eriyeceği tahmin ediliyor. Yeni üyelerin balayı bitti Avrupa Komisyonu’nun üst düzey bir yetkilisi Environmental Daily haber servisine, AB’nin 10 yeni üyesinin, eksikliklerinden dolayı, çevre düzenlemelerinin uyumu konusunda epey güçlük çekeceğini bildirdi. Avrupa Komisyonu Çevre Genel Müdürlüğü, Yasal Uygulama ve Yaptırım Birimi Başkanı George Kremlis, Mayıs 2004’te yeni üye olan devletlere ek süre verildiğini belirtti. Kremlis, yeni üyelerin uyum sürecinde ‘yetersiz’ olduğunu, Avrupa Komisyonu’nun 2005’ten itibaren ihlâl takibatına başlayacağını da sözlerine ekledi. Yeni üyelerin, 200’den fazlası ana yönerge olmak üzere, AB’nin 561 kısımlık çevre müktesebatının tamamını uyarlaması gerekiyordu. Bu sürecin zorluğunun farkında olan Kremlis, temel altyapıyı iyileştirme maliyetinin tahminen 50-80 milyar Avro olduğunu, buna karşılık AB’nin ancak 3.5 milyar Avro’luk kaynak sağladığını, en zor sektörlerin ise, atıklar, su, doğa koruması, hava ve ÇED olduğunu belirtti. Ayrılık tohumları Eylül ayında, böcek ilacına dayanıklı bir mısır türüne ait 17 çeşit tohumun, Avrupa ortak tohum kataloğuna eklenmesine karşı Avrupa genelindeki protestolara, Polonya’daki Yeşiller de katıldı. 60 çiftlikten oluşan ve genetiği değiştirilmiş ürün tarımından vazgeçtiğini resmen açıklayan Uluslararası Polonya Kırsal Koruma Birliği, dönüm noktası niteliğindeki bu karara karşı mücadeleye başladı. Birlik, yayımladığı bildiride, “genetiği değiştirilmiş tohumların şimdiye dek ortak kataloğa alınmadığını” anımsatarak, kararın, genetiği değiştirilmiş ürünlerin Avrupa’da yaygın biçimde üretilmesinin yolunu açacağını belirtti. Söz konusu tohumlar, Monsanto kimya şirketinin genetik mühendislikle ürettiği bir mısır türünün bütün çeşitlerini içeriyor. Karşıt gruplar ise, bunların diğer mısır türleriyle çapraz döllenerek Avrupa’daki bütün ürünleri bozmasından endişe duyuyor. Yıllardır bütün Avrupa ülkelerine, GDO’ları dışlamaları yönünde baskı yapan Uluslararası Dünya Dostları Derneği (FoE) de Polonyalılar’a destek oldu. Dernek, Avrupa Bölgeler Meclisi ile eylül ayında, geleneksel tarım ürünlerini genetik değişikliklere karşı korumak amacıyla ortak bir kampanya başlattı. Kampanya, Avrupa’da GDO’dan arınmış alan ve bölgelerin yasal boyutta tanınması için olduğu kadar, geleneksel ve geni farklılaşmış tarım ürünlerinin bir arada bulunmasına olanak tanıyacak yasal bir çerçeve oluşturulması için de baskı oluşturacak. Karbon-takas planları onaylandı Environmental Daily haber servisine göre Avrupa Komisyonu, AB karbondioksit yayınımı takas programı kapsamında sekiz ulusal tahsisat planını (NAP) daha onayladı. Bu da, 16 ülkedeki sanayi sektörünün, programın öngörülen başlama tarihi olan ocak ayında takasa başlayabileceği anlamına geliyor. Kalan dokuz plandan kaç tanesinin zamanında hazır olacağı ise henüz bilinmiyor. Komisyon ekim ayında, Belçika, Estonya, Letonya, Lüksemburg, Portekiz ve Slovakya’nın planını koşulsuz onayladı. Bu ülkeler, 2005-07 döneminde programa katılan şirketlere tahsis edilecek yayınımın sınır değerlerini düşürme konusunda anlaştı. Fransa ve Finlandiya’ya da koşullu onay verildi. Fransa’nın yayınım artış öngörüsünün abartılı olduğunu düşünen Komisyon, Fransa’nın tahsisatı 4.5 milyar ton daha azaltmasını istiyor. Komisyon’un Finlandiya’dan talebi ise daha kolay: Helsinki’den, programı Baltık Denizi adalarında bulunan dört tesisi kapsayacak biçimde genişletmesi isteniyor. NAP konusunda hâlâ onay bekleyen dokuz ülke, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Yunanistan, Malta, Litvanya, İtalya, Polonya, İspanya ve Kıbrıs Rum Kesimi. Yunanistan henüz bir plan sunmuş değil. Komisyon’a göre, –koşullu ya da koşulsuzşimdiye dek onaylanan planlar, yayınım sınırındaki 12 bin tesisten 7,200 tanesini kapsıyor. İzin verilen sınırlar ise 3.8 milyar ton karbon dioksite ulaşıyor 7 | OCAK 2005 | yeşil UFUKLAR HABERL E R orta ve doğu avrupa | dünya MADENCİLİK BIRDLIFE/SIMON STIRRUP Altın yine karardı BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİK BirdLife'dan acı ötüş Bir koruma grubu olan BirdLife, AB Life çevre fonu programını değiştirme yönündeki Avrupa Komisyonu planına karşı çıkıyor. Avrupa Komisyonu, yıllık 240 milyon Avro olan fonu 320 milyon Avro’ya çıkarmayı, ancak fon kapsamındaki Yaşam Doğa unsurunu iptal etmeyi planlıyor. Environmental Daily haber servisinin bildirdiğine göre, BirdLife, Avrupa Komisyonu’nun “Life Plus” olarak isimlendirdiği planların, “Avrupa’da tehlike altında bulunan pek çok kuş türünün, diğer fauna, flora ve habitatların maruz kaldığı riskleri artıracağını” savundu. AB politikasından sorumlu Clairie Papazoglou, “AB’nin, bir yandan doğa korumasını en önemli öncelik olarak görmeyi sürdürürken, bu başarılı programı bitirmeyi planlamasını aklımız almıyor,” dedi. Komisyon’a göre, Avrupa’daki önemli türlerin yaşam ortamlarının korunmasını hedefleyen bir girişim olan Natura 2000 ağı, Life’ın sağlayabileceğinden daha fazla fona gereksinme duyuyor. Avrupa Komisyonu, ağın yıllık 6.1 milyar Avro olan bütçesinin, yine bu amaca yönelik olan, AB yapısal ve kırsal kalkınma fonları tarafından karşılanmasının daha doğru olacağı görüşünde. Life’ın sağladığı fonlar ise, koruma altındaki bölgelerin izlenmesi benzeri koruma çalışmaları için bundan sonra da kullanılabilir. BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİK Akbabalar artık dolanmıyor Avrasya’da tehdit altındaki Kızıl Akbaba, yerli olmayan yaban domuzları yüzünden Hırvatistan kıyısındaki önemli bir sığınağını terk ediyor. Kanatları 3 metreye ulaşan bu dev leş yiyiciden yaklaşık 70 çift, Cres Adası’nın korunan bir bölgesinde kuluçkaya yatıyor. Ancak 1986 yılında av turizmini geliştirmek üzere dışarıdan bölgeye getirilen yaban domuzları, akbabaların temel besin kaynağı olan koyunları yiyor. Cresli çobanlarla ortak yaşam ilişkisi kurmuş olan Kızıl Akbaba’nın ölü koyunların leşleriyle beslenmesi, çobanları leşleri gömme derdinden kurtarıyordu. Akbabaları acilen koruma amacıyla kurulmuş olan Hırvat STK’sı Eco Center’a göre, avcılar yaban domuzlarının nüfusunu kontrol altına almayı başaramadı. Domuzların yayılımını önlemek için çekilen çitler de yıkılınca yaklaşık bin yaban domuzu adada serbestçe dolaşmaya başladı. Eco Center’ın başkanı olan kuşbilimci Goran Susic, köylülerin koyunlarını, insandan hiç korkmayan bu yaban domuzlarına karşı korumakta büyük zorluk çektiğini söylüyor. Susic’e göre, bölge belediyesi bu sorunu çözmek için hiç bir şey yapmamış. Bölgedeki geleneksel hayvancılığın ve eşsiz biyolojik çeşitliliğin zarar görmemesi, özellikle de adadaki Kızıl Akbabalar’ın yok olmaması için harekete geçilmesi gerekiyor. yeşil UFUKLAR | OCAK 2005 | 8 Geçen sonbaharda, Romanya’nın kuzeyindeki Cisla Nehri’ne hasarlı bir borudan ağır metaller sızınca, altın madenciliği Romanya’da çevre konusunda yeni bir tartışmanın odağı oldu. Reuters’in haberine göre, Baia Borsa madenindeki kaza sonrasında, 60 km uzaktaki beş Ukrayna kasabasına su verilmesi durduruldu. Bölge çevre kurumundan bir yetkilinin Reuters’e verdiği bilgiye göre, “Baia Borsa altın madenindeki hasarlı bir borunun kırılması sonucunda Cisla Nehri’ne, içinde çinko, kurşun ve bakır içeren bir tortu sızdırmaya başlamıştı.” Cisla, Viseu Nehri’nin bir kolu, Viseu ise, önce Ukrayna’ya ardından Macaristan’a uzanan Tisza nehriyle birleşiyor. Sızıntı eylül ayının ilk haftası meydana geldi. Çevre koruma yetkilileri Reuters’a, hızlı müdahale ettiklerini ve 80 m3 kirli suyu nehirden çektiklerini bildirdi. Yetkililer hiç ölü balığa rastlamadıklarını da belirtti. Ukrayna’da ise yetkililer, balık tutmamaları ve üç günlük içme sularını depolamaları konusunda halkı uyardı. Altın madenciliği ezelden beri Romanya doğasını tehdit ediyor. 2000’deki Baia Mare sızıntısında, bir dinlendirme havuzunun siyanür içeren atıkları Tisza ve Tuna nehirlerine karışmış, binlerce balığın ölümüne neden olmuştu. Siyanür arıtma teknolojilerinin güvenilirliği konusundaki kaygılar, gerçekleştiği taktirde Avrupa’nın en büyük açık madeni olacak Rosia Montano altın madeni projesine karşı yapılan protestoları da alevlendirdi. SÜRDÜRÜLEBİLİR ULAŞIM Bisikletçiler yollara düşüyor Geçen sonbaharda, Romanya’daki gönüllü kuruluşların ortak çalışması sonucunda, ülkenin güneydoğusunda doğal güzelliklerle dolu Banat bölgesinde, içinde 1000'den fazla bisiklet yolu bulunan bir ağ oluşturuldu. Bir yıl süren projede, ormanların içinden, dağ ve tepelerden geçen 22 farklı yol belirlendi. Hem karayolu, hem de arazide sürüşe olanak tanıyan bu karma yol ağı, doğal haliyle korunan bir kaç alanın yanı sıra, bölgedeki bütün turistik güzelliklere de uzanıyor. Proje kapsamında, katılımcı gruplardan gelen tamamı gönüllü ekipler, özel olarak tasarlanan 252 adet yönlendirme levhası yerleştirdi. Projeye, Timisoara Genç Doğa Dostları Derneği ile Resita Düşünce Derneği’nin katkılarıyla Resita Bisiklet Atılım Derneği öncülük etti, Miercurea Ciuc Çevre Dayanışma Vakfı ise 2,300 Dolarlık bir kaynak sağladı. Projeyle ilgili Romence broşürler asbikeattack@yahoo. com e-posta adresinden istenebilir veya www.freewebs. com/tpn-rynf/prezentare.htm adresinden indirilebilir. Resita Bisiklet Atılım Derneği’nden Catalin Gavrila, broşürlerin İngilizcesi’ni de yayımlamak için kaynak aradıklarını söyledi. Bisiklet yolu girişimi, kıta ölçeğindeki 6 numaralı Eurovelo güzergâhına bağlanacak ulusal bisiklet ağını kurmayı amaçlayan program kapsamında gelişti. Projenin ana amacı, sürdürülebilir ve çevre dostu alternatif ulaşım yöntemlerine ilişkin Avrupa’daki düzenlemeleri hayata geçirmekti. AVRUPA ÇEVRE AJANSI HABERLERİ Biyo-yakıtlara talep çevreye zarar verebilir Emisyon teknolojisi kağıt üstünde daha etkili Tarım ürünleri ve benzeri biyo kütlelerden elde edilen sıvı yakıtlar, ulaşım sektörü için yararlı olsa da, çevre ve enerji açısından sanıldığı kadar yararlı değil. Avrupa Çevre Ajansı (EEA), biyo kütlelerin elektrik üretiminde daha verimli olacağına, AB’nin biyo kütlelerden elde edilen biyo yakıtları teşvik etmesinin, toprak, canlı çeşitliliği ve tarımı olumsuz etkileyebileceğine dikkat çekiyor. EEA açıklamasında, ‘kullanılan yönteme göre, enerji üretimi ve tarım kaynaklı CO2 emisyonlarının artmasının yanı sıra, biyo yakıt elde etmede kullanılan türlerin üretimine ağırlık verilmesi, tarımsal biyoçeşitliliği de etkileyebilir. Bu yan etkiler, sağlanacak çevresel yararlarla birlikte değerlendirmeye katılmalıdır,’ deniliyor. Benzin yerine kullanılan en yaygın biyo yakıtlar, buğday ve şeker pancarı gibi nişastalı bitkilerden elde edilen biyo etanol ile, kolza tohumu, ayçiçeği ve soya gibi yağlı bitkilerden üretilen biyo dizeldir. 2002’de biyo yakıtların kara taşımacılığındaki payı yüzde 0.4 kadardı. AB ülkeleri 2010 yılına kadar, benzin ve dizelin yüzde 5.75’i yerine biyo yakıtları kullanmayı hedefliyor. Oysa tarım bitkilerinin ve biyo kütlelerin, elektrik üretmek için yakılması yerine ulaşım amaçlı yakıta dönüştürülmesi, işlemlerde harcanan enerji nedeniyle fazla tasarruf sağlamıyor, üstelik CO2 emisyonlarındaki azalma da çok az. EEA’ya göre, ‘çevreci açıdan bakılırsa, başka enerji türlerinin elde edilebileceği bitkiler yerine, yakıt üretilecek bitkilerin yetiştirilmesi teşvik edilmemeli.’ Tarım alanlarının bu amaçla kullanılması, AB’nin 2010 yılında, yenilenebilir enerji türlerinin toplam enerji tüketimindeki payını yüzde 12’ye, elektrik üretimindeki payını da yüzde 21’e çıkarma doğrultusunda koyduğu hedefleri yakalamasını zorlaştıracaktır. Daha verimli taşıtlar teknik açıdan olanaklı 3.0 L otomobiller (VW Lupo/ Audi A2) Melez oto (Honda Insight) Melez oto (Toyota Prius) Orta boy Diesel oto Orta boy benzinli oto Büyük Diesel oto Büyük benzinli oto Dört çeker taşıtlar CO2 emisyonu g/km Biyo yakıt üretimi AB 25'de hâlâ sınırlı Avrupa Çevre Ajansı’nın (EEA) yeni raporuna ve ekindeki bilgilere göre, artan motorlu araç trafiğinin çevre üzerindeki etkisini azaltmanın en iyi yolu taşıt artışını azaltmak. Bildiride, trafik hacmindeki artışa rağmen teknolojik gelişmelerin, karayolu ulaşımının neden olduğu hava kirliliğinde azalma sağladığı belirtiliyor, ancak kentlerdeki hava kirliliği sorununun çözülmesi için daha fazlasına gerek duyulduğu da ekleniyor. Ulaşımdan kaynaklanan hava kirliliği bütün Avrupa’da hâlâ her yıl on binlerce erken ölüme neden oluyor. Günümüzde yeni araçlara uygulanan testler, otomobillerin gerçek seyir ortamını yansıtmadığı için, emisyon değerleri de gerçek değerlerin altında tahmin ediliyor. Politikacılar için "On Temel Ulaşım ve Çevre Konusu" başlıklı rapora göre bu saptama, kentlerdeki hava kalitesinin, neden araç üreticilerinin test verileri kadar hızlı iyileşmediğini de açıklayabilir. Test yöntemlerindeki bu açıklar nedeniyle, Avrupa motorlu araç sanayii, 1995-2008 döneminde üretilen otomobillerin CO2 emisyonlarını ¼ oranında azaltma taahhüdünü yerine getirecek gibi görünürken, iklimlendirme cihazları ve araç-içi diğer donanımların yol açtığı sera gazı emisyonlarının test kapsamı dışında tutulması, alınan mesafenin yarısına yakınının işlevsiz kaldığı anlamına da geliyor. Otomobil sanayii bu hedefi tutturacak olsa bile, ulaşımdan kaynaklanan toplam CO2 emisyonunun 1990 ilâ 2010 arasında yüzde 25 oranında artacağı tahmin ediliyor; hedef tutturulamazsa artış yüzde 35 olacak. CO2 konusunda şimdiye dek kaydedilen gelişmenin yüzde 15’i, benzinli araçlara göre daha az yakıt tüketen dizel motorlu araçların pazar payının artmasıyla oldu. Ancak raporda, daha fazla güç elde etmek için dizel motorlarda uygulanan ‘çip-ayarlama’ işlemi, yakıt tüketimini ve kirletici gaz emisyonunu artırdığı için endişe verici olarak nitelendi. Güncel tahminlere göre, yeni kuşak dizel araçların yaklaşık yarısında oynama yapılmakta ve bu tür değişiklikler otomobillerin emisyonlarında, özellikle de zararlı partiküllerde, üç kata kadar varan bir artışa neden olmaktadır. EEA Genel Müdürü Jacqueline McGlade, Hollanda’nın AB dönem başkanlığı tarafından sürdürülebilir taşımacılık konusunda ekim ayında Amsterdam’da düzenlenen bir konferansta, “Öncelikle, araçların gerçek hayatta da emisyon standardlarını tutturması sağlanmalıdır,” dedi. Almanya Fransa Sürdürülebilirliğe ulaşmak İtalya Çek Cumhuriyeti Hollanda Çevre Değerlendirme Ajansı’nın (Netherlands Danimarka Avusturya İspanya İsveç Polonya Biyo dizel Biyo etanol Environmental Assessment Agency) hazırladığı "Çözümlenmemiş Çevre Sorunları" başlıklı raporda varılan temel sonuca göre, AB çevre politikası, insanlar ve ekosistemlerin sağlığı açısından yararlı olduğu açıkça görülen ekonomik yatırımları hızlandırmakla birlikte, iklim değişimi, biyo çeşitlilik kaybı ve kentlerdeki hava kirliliği başta olmak üzere, hâlen çözüm bekleyen önemli sorunlar bulunuyor. Yeni Avrupa Komisyonu’nu ve Avrupa Parlamentosu’nu bilgilendirmek amacıyla Hollanda’nın AB başkanlığı sırasında hazırlattırılan rapora, www.rivm.nl adresinden ulaşılabilir. 9 | OCAK 2005 | yeşil UFUKLAR KAPAK KONUSU | çevre ve güvenlik ak n y a k l a ğ do e l i ı t a b i r Çevre tah lar, n u r o s k i om n o k e , ı ğ lar ı m u kıtl l p o t e ler v m i t e n ö y yetersiz de n i r e l k i l gin r e g i k a d arasın ik l n e v ü g l lusa u e l y i s i k et or. y i l i b e ş ü dön a n u n u r so TE İ K E D E K HLİ eri sk rt Neme e b o R tonov | Pavel An yeşil UFUKLAR | OCAK 2005 | 10 çevre ve güvenlik | KAPAK KONUSU Tuchel ATILLA BOLTRESZ iela | Dan hem de salt taşıdığı öz değerler için, çevreye verilen tahribatın giderilmesi; b) Çevrenin, kasıtlı saldırılardan ve kötü kullanımlardan korunarak tahribatının engellenmesi. Birleşmiş Milletler Üniversitesi’nin Milenyum Projesi tarafından basılan kitaba göre, yalnızca bir kaç ülke, düşünce ve eylemi birleştiren resmi bir ‘çevresel güvenlik’ tanımına sahip. M acaristan’ın uluslararası müzakerecisi Tibor Farago’nun çevre ve güvenlik konusundaki yorumu, uluslararası barış sürecinin temel hedefleriyle paralellik gösteriyor: Nükleer, biyolojik ve kimyasal silahların azaltılması ve bütünüyle ortadan kaldırılması. Farago’ya göre günümüzün çevre ve güvenlik süreci aynı alfabeyi izliyor: ‘A’ nükleer güç santralleri ve atık güvenliği, ‘B’ biyo-güvenlik ve genetik kirlenmeden doğan tehlikelerin giderilmesi, ve ‘C’ kimyasal kirlenmenin önlenmesi. REC’in baş hukuk danışmanı olan Stephen Stec, REC’in bakış açısını: “Biz, çevresel güvenlik yerine çevre ve güvenlik demeyi tercih ediyoruz, çünkü bu ilişkinin iki boyutu var. Birincisi, toprak, su ve petrol gibi doğal kaynaklar ile diğer çevresel değerlerin ülkeler arasında gerginlik ve çatışmalara neden olması. İkincisi ise, mevcut bir anlaşmazlık süreci içinde çevrenin, iki düşman tarafın işbirliği yapmak istediği bir konu haline gelmesi, giderek diğer alanlarda da anlaşma ve işbirliği için bir başlangıç noktası olmasıdır” biçiminde özetliyor. Merkezi New York’ta bulunan BM Çevre Programı’nın (UNEP) direktörü Adnan Amin, günümüzün bazı temel kaygılarını ayrıntılarıyla açıklıyor: “Kaynak tahribatı ile insan arasında bir bağlantı var. Kaynaklar üzerindeki rekabet anlaşmazlıklara yol açabilir” diyor Amin. “Örneğin, örgün tarım yapılması sonucu toprak tahribatı oluşabilir. İnsanlar tarım yapabilmek için daha iyi koşullar arayışıyla farklı yerlere taşınmaya başlarlar, bu da çatışma için büyük bir potansiyel barındırabilir; dünyanın bazı yerlerinde bu etnik çatışmaları da besleyebilir.” Amin’e göre çatışmayı tetikleyebilecek bir diğer çevre sorunu da su kirliliği. B undan tam 20 yıl önce, 1984 yılının 3 Aralık gece yarısını biraz geçe, dünyadaki en trajik sınaî kazalardan birinde, binlerce insan hayatını yitirmişti. Union Carbide böcek ilacı fabrikasının bir vanasından sızan zehirli metil izosiyanat gazı, Orta Hindistan’daki Bhopal şehrinin binlerce sakinini öldürdü. İnsan hayatına ve sağlığına inen bu büyük darbe, çevre kazalarının insan güvenliğine ne denli büyük bir tehdit oluşturduğunu gözler önüne seriyordu. Günümüzde ise, çevre ile güvenlik arasındaki ilişki çok daha geniş bir perspektiften yorumlanıyor. Kaynak yetersizliği ve doğa tahribatı sonucunda ortaya çıkabilecek çatışmalar, bir hayalet gibi üzerimizde dolanıyor. Buna karşılık, yakın geçmişte Balkanlar’da görüldüğü gibi, paylaşılan bir çevreye verilen zararın doğurduğu ortak kaygılar, anlaşmazlıkların çözümünü ve barışı hızlandıran bir etken de olabiliyor. Hükümetler ve uluslararası kuruluşlar, uluslararası anlaşmalar yardımıyla çevresel riskleri azaltmanın yollarını arıyor. Bu tür anlaşmalar, paylaşılan çevresel kaynaklar konusunda ortak sorumluluk ve hakları tanımladığı gibi, çevresel tehditler konusunda bilgi erişimini ve bilgi paylaşımını sağlayarak sınır ötesi ortak çalışmalara olanak tanıyor. Çevre konusundaki kaygıların, ekonomi, maliye, savunma, içişleri ve dışişleri gibi yönetsel konularla eşit ağırlıklı olarak iç içe geçmesi, ulusal güvenliğin, yaşamımızın can damarı olan çevresel sistemleri doğru bir biçimde yönetmemize bağlı olduğu gerçeğinin daha iyi kavranmasını sağlamıştır. Ancak yöneticilerin güvenlik tanımı hâlâ yeterince net değil. Güvenliğin tanımlarından biri, ‘tehlike ya da korkudan uzak olma’, veya ‘güvende olma hissi’dir. Çevre, makro-ekonomik bir unsurdur, ortak bir varlıktır, yaşamın sürdürülebilmesi açısından en önemli hazinedir. Çevrenin durumu, herhangi bir türün, toplumun ya da ulusun varlığı açısından belirleyici olduğu için, güvenlik açısından da yaşamsal bir önem taşır. 2001 tarihli "Geleceğin Durumu" (State of the Future) kitabının yazarları Jerome C. Glenn ve Theodore J. Gordon’a göre, ‘çevre güvenliği’ iki temel kavramı içine alabilir: a) Hem insan yaşamının destekleyicisi olması açısından REUTERS/OLEG POPOV YABANCI GÖZLEMCİ: Bir NATO askeri, bölgedeki etnik Arnavutlar ile gerilimin tırmandığı 2001 sonbaharında, Makedonya’daki Tetovo kasabasını gözlüyor. Güneydoğu Avrupa’daki toprak ve doğal kaynak varlığı, son on yıldaki kanlı sürtüşmelerin nedeniydi. 11 | OCAK 2005 | yeşil UFUKLAR | çevre ve güvenlik “Sağlıksız içme suyu kaynakları nedeniyle insanlar hastalanıyor, bu da hükümetin harekete geçmediğine dair şikâyetlere neden oluyor; bu durum, doruk noktasına ulaştığında, şiddeti tetikleyip bir bölgenin istikrarını bozabilir.” Bir çok ülkede ulusal güvenliğin temeli ve potansiyel çatışmanın ana kaynağı, yiyecek üretimi ve dolayısıyla yaşam için bir önkoşul olan suya erişimdir. Bu olgu binlerce yıl öncesine dayanan sulama GAZ MASKESİ REUTERS/RAJ PATIDAR “Şehir sakinleri uykudaydı. Gözlerini, burunlarını ve ağızlarını yakan gazın etkisiyle karanlıkta çığlık çığlığa uyandılar. Öğürmeye ve öksürmeye başladıklarında ağızlarından kan dolu köpükler geldi. Herkes panik içinde kaçıyordu, kimisi ezildi, kimisi çırpına çırpına öldü. Koşarak kaçışırken sidik torbalarını ve bağırsaklarını kontrol edemiyorlardı. Hiçbir alarm işitilmedi, tesisin güvenlik sistemlerinden hiçbiri çalışmıyordu. Bir kaç saat içinde sokaklar binlerce cesetle dolmuştu,” 1984’te Hindistan’ın Bhopal şehrindeki Union Carbide tesisinde yaşanan zehirli gaz patlamasını betimleyen satırlardan yalnızca birkaçı. Fotoğrafta, Bhopal’deki gaz faciasının kurbanları, yine Bhopal’de 27 Eylül 2004 tarihinde, facia davasının görüldüğü sırada düzenledikleri bir gösteride, Union Carbide’ı sonradan satın alan Dow Kimya Şirketi aleyhine sloganlar atarken görülüyor. Kurbanlar, şirketin kovuşturulmasını ve şirket aleyhine açılan ceza davasının Merkezî Soruşturma Bürosu’nun tavsiyesi ile sicile işlenmesini talep ediyor. Pankart yazısı: ‘Dow cezalandırılmalı’ yeşil UFUKLAR | OCAK 2005 | 12 toplumlarının mücadele vermeye ya da gelişip serpilmeye devam eden Nil’den Japonya’ya kadar çok iyi anlaşılmıştır. SAVAŞ YARALARI: 1999 baharında, yanan bir petrol rafineri tankındaki patlama, Belgrat’ın 16 kilometre kuzeyindeki Pancevo’da gökyüzünü aydınlatıyor. NATO’nun hava saldırıları bu küçük sanayi kasabasındaki rafineriyi ve kimya kompleksini tahrip etmişti.. 1 990’ların başında Balkanlar’ın çokkültürlü bölgesinde yaşanan askeri çatışmanın miraslarından biri de, geri dönen çok sayıdaki mülteci nedeniyle ekosistem üzerinde artan baskıdır. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nden elde edilen 2000 yılı verilerine göre, mülteci olarak kabul edilen 4 milyona yakın insan, eski Yugoslavya’daki savaş sonrasında asıl yurtlarına döndü. Bu durum, bölgedeki doğal sistemler üzerindeki baskıyı artırdı. Bunun yanı sıra, BM Çevre Programı istatistiklerine göre, Bosna-Hersek’teki ormanlık alanın yaklaşık yüzde 20’sine, kara mayınları yüzünden girilememektedir. Arnavutluk ve Makedonya’daki kamplarda bulunan mültecilerin yakacak odun gereksinmesi orman tahribatına neden olmaktadır. Anlaşmazlıkların önlenmesi ve çözümünde çevrenin üstlendiği rolün en net göstergesi herhalde, 1990’lardaki savaşın ardından iki rakip toplum arasındaki ilk ve en üst düzeydeki hükümetlerarası organ olan, Bosna-Hersek Çevresel Yönetim Komitesi’dir. Haziran 1998’de REC’in Szentendre’deki merkezinde imzalanan Mutabakat Metni, Dayton’dan sonra Bosna’daki bu iki rakip arasında imzalanan en geniş kapsamlı anlaşma olmuştur. 1998’de Sırp Cumhuriyeti’nin kentleşme, altyapı planlaması, bayındırlık ve çevre bakanlığını yürütmüş olan merhum Jovo Basic şöyle diyordu: “Ezelden beri komşuyduk. Aynı havayı soluyor, çoğunlukla aynı sudan içiyor, aynı toprağa basıyor ve aynı hedefleri paylaşıyoruz, öyleyse birbirimize güvenmemiz gerekiyor. Hükümetim adına, Federasyon, Avrupa ve dünya ile işbirliği yapmaya kararlı olduğumuzu övünerek söyleyebilirim.” REC İcra Direktörü Marta Szigeti Bonifert’e göre, etkili bir sınıraşan yönetim modelinin gelişmesi desteklenerek ve anlaşmazlık durumlarında iletişim sağlanarak, Orta ve Doğu Avrupa bölgesinde çevre ile güvenlik ilişkisi güçlendirilebilir. Devletler ve toplumlar tarafından paylaşılan belli doğal kaynakların akılcı kullanımı ve potansiyel risklerin azaltılması konusunda sınıraşan işbirliği, bölgede huzurun sağlanması ve güvenlik açısından önemli bir araçtır. Neretva Nehir deltası, Shkoder Gölü ve Batı Stara Planina (Batı Balkan Dağ Silsilesi), paydaşların ülke sınırları ötesinde birlikte çalıştığı bölgeler arasındadır. REC, paylaşılan doğal kaynakların, merkezî ve yerel yönetimler, sivil toplum, bilim adamları ve uzmanlar tarafından birlikte yönetilmesi amacıyla, kapasite ve kararlılığı geliştirmek ve bu konuda bilinci artırmak için çalışmaktadır. REC, Sava ve Tisza nehirleri, ya da Karpat Dağları gibi, paylaşılan doğal kaynakların birlikte yönetilmesine yönelik uluslararası anlaşmaların yapılması ve uygulanması konusunda aktif rol oynamıştır. Bonifert, REC’in ayrıca, diyalog ve eşgüdümlü çalışma doğrultusunda yasal ve kurumsal yapıları desteklediğini de ekliyor. REC, yeni araçlar yardımıyla sürdürülebilir kalkınmadaki PRESS PHOTO BTA KAPAK KO N U S U boşlukları dolduracak uluslararası politika süreçlerine kılavuzluk ederken araştırma ve değerlendirmeleri temel almaktadır. Tehlikeli Faaliyetlerde Doğrudan Yabancı Yatırımlar için Yönetişim İlkeleri ile, yerel yöneticiler için Karpat Sözleşmesi Uygulama Kılavuzu buna örnek olarak verilebilir. Balkanlar’daki askeri çatışma sona erdikten sonra, Güneydoğu Avrupa’daki Bölgesel Çevre Yeniden Yapılandırma Programı’nda (REReP) REC itici bir güç işlevi görmüştür. 1999’da katılımcı, esnek ve şeffaf bir süreç olarak tasarlanan bu program, savaş sonrasında Balkan Yarımadası’ndaki çevrenin korunması açısından uluslararası ölçekte dikkat çekti. Son tahminlere göre bölgeye, çeşitli kanallardan 500 milyon Avro’dan fazla yardım aktı. Szigeti Bonifert, REReP deneyiminin ve başarılarının çok değerli olduğunu söylüyor. Bonifert’e göre, “Güneydoğu Avrupa’daki soruna gösterilen ilgi, aktarılabilecek nitelikteki know-how’u kullanacak olan diğer bölgeler için de yararlı olabilir.” Ç evre ve Güvenlik Girişimi, BM Çevre Programı, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) ile BM Kalkınma Programı (UNDP) tarafından, NATO’nun desteği ile 2002 yılında başlatıldı. EnvSec adı verilen girişim, sınıraşan çevre sorunlarında işbirliğini kolaylaştırmayı, çevresel işbirliği ve sürdürülebilir kalkınma aracılığıyla barış ve istikrarı desteklemeyi amaçlıyor. EnvSec, Orta Asya, Kafkaslar ve Güneydoğu Avrupa’yı kapsıyor. EnvSec raporlarından birinde, Balkanlar’da çevresel anlamda sorunlu bir çok bölge olduğu belirtilmiştir. AGİT’in ekonomi ve çevre işleri koordinatör yardımcısı olan Marc Baltes sorunlu bölgeleri, “yüksek nüfus yoğunluğu ya da kentleşme, sosyo-ekonomik baskılar, zayıf yönetsel yapılar ve toplumlar arasındaki gerilimle birleştiğinde ortaya çıkan ulusal güvenlik kaygıları,” olarak tanımlıyor. Güneydoğu Avrupa’daki uluslararası kuruluş ve hükümetlerin uzmanları, eylül ayında Üsküp’te yapılan iki günlük bir toplantıda, EnvSec’in bölgedeki öncelikleri üzerinde uzlaşmaya vardı. EnvSec’in bölge çevre ve güvenlik | KAPAK KONUSU "Yeryüzü Politikaları Enstitüsü" (Earth Policy Institute) kurucusu ve 2001’den bu yana başkanı olan Lester R. Brown, çevre, güvenlik ve sürdürülebilir kalkınma konularındaki küresel bakış açısını, kasım ayında Toskana’da düzenlenen "Yeşil Uyum" basın konferansında Green Horizon’a açıkladı. Su savaşlarI için hazırladığı çalışma programına göre, girişim 2005-2006’da tehlikeli faaliyetlerin sınıraşan risklerini kontrol altına alma ve azaltma konularına odaklanacak. Program, Arnavutluk, Bosna-Hersek, Makedonya, Sırbistan ve Karadağ ile geçici olarak BM yönetimi altında bulunan Kosova’da, madencilik sektöründeki projeleri de kapsayacak. Yakın gelecekte küçültülmesi, uzun vadede ise doğal durumuna döndürülmesi hedeflenen, Makedonya’daki Lojane madeninde bir fizibilite çalışması planlanıyor. Bunun yanı sıra sınır ötesi çevre denetimi ve erken uyarı sistemleri de geliştirilecek. T aslak programa göre, sınıraşan doğal kaynakların yönetimi EnvSec’in Balkanlar’daki ikinci önceliği. Tisza nehir havzası için planlanan çevresel değerlendirme, aslında ‘çevrenin durumu’ üzerine ayrıntılı bir rapor olacak. Devlet, halk ve iş dünyası arasındaki ilişkiler, Sava nehir havzasının yönetimini iyileştirecek ve sivil katılımın artmasını sağlayacak. Koruma altındaki alanlar arasında oluşturulacak bir ağ da, Karpat ve Alp bölgelerindeki örnekleri izleyerek, Balkanlar’da sınıraşan biyolojik çeşitlilik yönetimini geliştirecek. EnvSec ortakları, Güneydoğu Avrupa için çevre, güvenlik ve diplomasi konularında bir lisansüstü program da planlıyor. Kurs, Budapeşte’deki Orta Avrupa Üniversitesi ile işbirliği yapılarak düzenlenecek. “Çevre idarî sınır tanımaz,” diyor Makedonya çevre ve altyapı planlama bakanı Ljubomir Janev. “Çevre ve güvenlik konusunda yapılan çalışmalar en azından, kısmen de olsa, çevreyi etkileyen etkinliklerin beraberinde getirdiği riskleri azaltmaya odaklanmalıdır,” diyor Stec. Tesislerde ve sorunlu bölgelerdeki yatırımların aslında yapılan yatırımın riski artırdığı ve Tisza Nehri’nde kirliliğe yol açtığı, 2000 yılındaki talihsiz Baia Mare kazasının aksine- riski azaltacak biçimde yapılması gerekiyor. Stec, bütün yatırımların, özellikle de sınıraşan etkiye sahip olanların, REC’in geliştirmiş olduğu sağlam yönetim ilkelerine sadık kalarak, dikkatle yapılması gerektiğini söylüyor. Tuhaf bir rastlantıyla, "Sizin Ekonominiz" (Your Economy) başlıklı kitabın tanıtımı için New York Times’a demeç vermek üzere 11 Eylül 2001 günü New York’ta idim. Daha öğle olmadan, demeç tarihe gömülmüştü bile. Aslında Usame Bin Ladin ve adamları, toplumun dikkatini, geleceğimizin altını oyan çevre tahribatından farklı bir yöne çekmeyi başarabildikleri taktirde, pek çok açıdan hayal bile edemedikleri sonuçlara ulaşabilir. Hemen akla gelen alanlardan biri su. Su kaynakları yüzünden ülkeler arasında ciddi çatışma potansiyeli var. Bugün dünyanın bir çok yerinde, Güneydoğu Asya’da Çin ile Vietnam, Laos ve Tayland gibi Mekong ülkeleri arasında gerginlik tırmanıyor. Benzer bir durum da Türkiye ile Suriye ve Irak arasında, Dicle ve Fırat nehir havzaları konusunda yaşanıyor. Toprak konusunda da çatışmalara tanık oluyoruz. Bunu özellikle, Afrika’da hayvancılıkla geçinen göçebe toplulukların tarım sahalarına doğru yönelmesi ve nüfus artışı sonucunda çatışmaların yaşandığı Sahra ülkelerinde görüyoruz. Aynı durum, göçebelerle çiftçiler arasında ciddi çarpışmaların yaşandığı Nijerya’da da söz konusu. Küresel ölçekte bakarsak, iklim sorunu da çatışma yaratan konulardan biri; çünkü bu soruna, Amerika ve diğer gelişmiş ükeler neden olurken, bunun sonuçlarından, örneğin deniz düzeyinin yükselmesinden en çok etkilenenler ise Bengaldeş gibi ülkeler. Gerilimlerin tırmandığı daha bir çok bölge var. İran’da yüzlerce, hatta binlerce mültecinin kaderlerine terk edildiğini, çünkü su kaynaklarının kuruduğunu ve hiç su kalmadığını görüyoruz. Çin’de bilim adamlarının verdiği sayılara göre, çölleşme yüzünden kısmen ya da tamamen terk edilen 24 bin köy bulunuyor. Avrupa’daki Afrikalılar’ın çoğu, ekolojik baskı altında olan, toprak erozyonu ve benzeri sorunların pençesindeki ülkelerden geliyor. Okyanuslardaki balıkçılık sahalarının paylaşılması da bir gerilim konusu. Peki, bu sorunlar, Orta ve Doğu Avrupa’yı ne derece ilgilendiriyor? Bazen, Amerika’da ya da Avrupa’da bulunduğum sırada, her şeyin yolunda gibi göründüğü duygusuna kapılıyorum. Ancak, dünyada ekolojik baskıların yoğunlaştığı bölgeler olduğunu da unutmamalıyız. Bunların çoğu da kıtlığa yol açan sorunlar. Su kıtlığı ve iklim değişikliği yüzünden gıda fiyatlarının artma tahlikesi var. Bu, baş edemeyecek birçok düşük gelirli ülkeyi istikrarsızlığa sürükleyebilir. Siyasi istikrarsızlık ise, zamanla hepimizi etkileyecek biçimde uluslararası düzeyde ekonomik gelişmeyi sekteye uğratabilir. Sizce dünya liderleri, küresel bir çevre krizini önlemeyi başarabilir mi? Ciddi çevre sorunlarının ilk temel ekonomik kanıtı olan gıda fiyatlarındaki artışa bakarak işe başlayabiliriz. Bu artış, “uyanın” çağrısı yapan bir ekonomik göstergedir. Siyasi anlamda, gıda fiyatlarından daha hassas bir ekonomik gösterge olduğunu sanmıyorum. İşte bu nokta, eğer irade gösterilirse, devrimin başlangıcı olabilir. Bu ise Berlin Duvarı’nın yıkılmasına eşdeğer bir dönüşümdür. Çevre ile güvenlik nerede kesişiyor? KÜRESEL DÜŞÜNÜR GREENACCORD Lester R. Brown’un çevre alanındaki bazı etkinlikleri: • 1974 Worldwatch Enstitüsü’nün kurucusu • 1984’ten bu yana “Dünyanın Durumu” raporlarının yayımcısı • 22 onursal ünvanın, ve aralarında 1987 Birleşmiş Milletler Çevre Ödülü ve 1989 WWF Doğa Altın Madalyasının da yer aldığı bir çok ödülün sahibi 13 | OCAK 2005 | yeşil UFUKLAR KAPAK KO N U S U | çevre ve güvenlik Çevre politikalarında yeni bir olgu olan çevresel güvenlik sorunsalı, zengin doğal kaynaklara sahip Türkiye’nin geleceği açısından giderek önem kazanıyor. Kİrlİlİkten ulusal güvenlİğe Doç. Dr. Nesrin Algan Değişim kıpırtıları Nitekim, çevre sorunları etkisinin küresel düzeyde hissedilmesiyle, 1970’lerden itibaren ‘ulusal güvenlik’ kavramı, çevresel ögeleri de içerecek şekilde yeniden tanımlanmaya başlamıştır. Bu yıllarda yaşanan petrol krizi, doğal kaynakların sınırlı olduğu ve kaynak kıtlığının ekonomi kadar enerji güvenliğini de tehdit edecek boyuta ulaşabileceğini göstermiştir. R. Falk’un, çevre-güvenlik bağlantısını çarpıcı biçimde gösteren 1971 tarihli ‘Tehlike Altındaki Gezegen’ (This Endangered Planet) yapıtından bu yana, geleneksel güvenlik kavramının, gezegenimizin temel yaşam destek sistemlerindeki bozulmaların yarattığı güvenlik sorunuyla baş edebilmek yeşil UFUKLAR | OCAK 2005 | 14 İklim değişikliği, ozondaki incelme, çölleşme, biyolojik çeşitliliğin azalması, gibi sınıraşan çevre sorunları tüm gezegeni ve canlıları eşit derecede etkilemektedir. için genişletilmesi gerektiğine dikkat çeken çok sayıda çalışma yapılmıştır. En önemlileri L. R. Brown, R. H. Ullman, N. Myers olan araştırmacıların geliştirdiği çevresel güvenlik kavramı, esas olarak, ekolojik sistemin ve bunun bir parçası olan bireyin varlığının güvence altına alınması düşüncesine dayanmaktadır. Buradaki güvenlik kavramı, geleneksel anlamda devletin ve ulusal çıkarların korunması anlayışını yansıtan bir içerik taşımaktadır. Bağımsız Silahsızlanma ve Güvenlik Komisyonu (ICDSI), 1982 tarihli ‘Ortak Güvenlik: Bir Silahsızlanma Programı’ isimli raporunda, ‘ortak güvenlik’ kavramını ilk kez kullanarak, küresel güvenliğin değişen niteliğine dikkat çekmişti. Bu raporla dünya kamuoyununun gündemine giren ‘kapsamlı güvenlik’ kavramı, yoksulluk, küresel çevre sorunları ve nükleer savaş gibi çok sayıda tehdidi kapsar. R. H. Ullman 1983 tarihli ‘Güvenliğin Yeni Tanımı’ (Redefining Security) çalışmasında, bir ülkenin vatandaşlarının yaşam kalitesini kısa bir zaman diliminde ciddi boyutta tehdit eden eylem ve doğal olayları da ulusal güvenliğe yönelik tehditler olarak değerlendirerek çevresel güvenlik kavramını genişletmiştir. Çevre-güvenlik ilişkisine dikkati çeken ilk uluslararası belge ise, BM Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu’nun, hükümetlerin ve uluslararası toplumun gündemine sürdürülebilir kalkınma kavramını getiren, çevre politikalarında küresel düzeyde bir dönüşüm sağlayan ‘Ortak Geleceğimiz’ raporudur. Yoksulluk ve çevre ilişkisini vurgulayarak, kuşaklar ve bölgeler arası adalet anlayışını vurgulayan bu yeni yaklaşım, uluslararası çevre politikaları üzerinde etkili olmuştur. Raporun, diğer bir önemli özelliği de, çevre, barış ve güvenlik etkileşimine dikkat çekmesidir. Soğuk savaş sonrasında dünya güvende mi? Soğuk savaşın bittiği 1980’lerin sonunda çevresel güvenlik, akademik camianın yanı sıra, uluslararası örgütlerce de tartışılmaya başlanmıştır. 1990’larda ise, gıda güvenliği, çevresel güvenlik, ekolojik güvenlik, beşeri güvenlik kavramları uluslararası ilişkilerde daha sık görülmeye başlar. UNDP 1993 Beşeri Gelişme Raporu’nda, güvenlik kavramının, beşeri gelişme, gıda güvenliği, istihdam ve çevresel güvenlik olgularını da kapsayacak şekilde ele alınması gerektiği vurgulanmıştır. 1995 tarihli ‘Küresel Komşuluk’ raporunda, bu yeni anlayışa gezegenin güvenliği kavramı da eklenmiştir. Soğuk savaşın bitmesiyle NATO, güvenlik kavramını, çevre ögesini içerecek şekilde yeniden tanımlamıştır. Türkiye Genelkurmay Başkanı’nın 1998 yılında AGİT tarafından düzenlenen Askeri Doktrinler Semineri’nde, dünyanın karşı karşıya kaldığı yeni tehditlerden birinin çevresel tehditler olduğunu vurgulaması, bu yeni güvenlik anlayışının Türkiye tarafından da önemsendiğinin göstergesidir. Üyesi olduğumuz NATO, OECD, AGİT gibi kuruluşların geliştirdiği uluslararası görüş doğrultusunda, geleneksel güvenlik kavramını yeniden tanımlamamız, çevresel güvenlik olgusunu da içerecek bir anlayışı benimsememiz gerekiyor. Ancak, Türkiye’nin geleneksel güvenlik anlayışını ve çevresel politikalarını ciddi biçimde dönüştürecek bu yeni yaklaşımın benimsenmesini, sadece üyesi olduğumuz kuruluşlara uyum sağlamak biçiminde algılamak doğru olmaz. Coğrafi konumu ve ekolojik özellikleri nedeniyle, özellikle sınıraşan çevre sorunlarının, ülkenin güvenliğini tehdit edebilecek boyutlara ulaşma PHOTODISC Ç evre sorunları ve doğa tahribatı yalnızca ekosistemlerin ortadan kalkması, bitki ve hayvan türlerinin nesillerinin tükenmesi, nefes alabileceğimiz ortamların giderek azalması mı? Bu sorunların, artık gezegendeki tüm canlıların varlığını tehdit eder boyuta ulaşması, sayılan tekil tahribatlardan farklı bir bakışla değerlendirmeyi gerektirmiyor mu? Ve önceleri bilmediğimiz güvenlik endişeleri de doğurmuyor mu? Çoğu kez, can, sağlık ve mal güvenliğini tehlikeye sokma potansiyeli taşıyan bu sorunlarla mücadele edebilmek için, çeşitli teknik önlemler bir zorunluluk haline geliyor. Günümüzde, özellikle bazı sanayi ürünleri ve gıda gibi temel maddelerin üretimi, taşınması ve tüketiminde belirli güvenlik önlemleri bir çok ülkede yasalarla zorunlu kılınmıştır. Çevregüvenlik ilişkisini insan sağlığı açısından ele alan ve çevre güvenliğini sağlamak amacıyla tüzel, idarî ve teknik önlemler alınmasını gerektiren bu düzenlemeler, sanayi ve teknolojideki gelişmelere bağlı olarak önemini koruyor. Buradaki ‘güvenlik’ kavramı, daha çok işletme ve/veya faaliyet düzeyinde alınacak önlemlerle bertaraf edilebilecek ‘emniyet tedbirleri’ni ifade etmektedir. Ancak son 30 yıldır, doğal kaynaklar üstündeki derin tahribatın tüm canlıları, canlı-cansız tüm doğal kaynakları, yani tüm ekosistemi yok edebilecek boyuta ulaşması, çevre sorunlarının küresel felaketler yaratma riski, güvenlik ve çevre ilişkisinin daha farklı bir yaklaşımla ele alınmasını gerektiriyor. İklim değişikliği, ozondaki incelme, çölleşme, biyolojik çeşitliliğin azalması, tehlikeli atıkların yasa dışı ticareti, doğal kaynak kıtlığı gibi sınıraşan çevre sorunları tüm gezegeni ve canlıları eşit derecede etkilemektedir. Bu sorunların, ulusal ve uluslararası istikrarsızlığa, uzlaşmazlığa hatta çatışmalara yol açma potansiyeli, bu sorunları önleyebilmek ve giderebilmek için hükümetleri ortak politikalar geliştirmeye ve tüzel düzenlemeler yapmaya zorlamıştır. çevre ve güvenlik | KAPAK KONUSU Doğal zenginlik: Hem fırsat, hem tehdit Türkiye’nin çevresel riskleri artıran konumu, paradoksal bir şekilde, sahip olduğu doğal zenginliklerin de temelidir. Türkiye’de çevresel güvenlik sorunu yaratabilecek unsurların başında, Orta Asya, Kafkasya ve Ortadoğu petrolleri ve doğal gazının taşındığı, dünyanın en yoğun deniz güzergâhlarından biri üzerinde olması gelir. Boğazlar’dan yılda yaklaşık 50 bin gemi geçmektedir. İstanbul’un yoğun kentsel deniz trafiği ile birlikte bu dar alanda seyreden deniz aracı sayısı günde 1,640 civarındadır. Boğazlar’dan taşınan petrol 1998’de 60, 2003’de 135 milyon ton iken, 2004 sonunda ise 160 milyon tona ulaşmıştır. Ham petrol ve türevleri, LPG, patlayıcı, parlayıcı ve kimyasal maddeler, sıvılaştırılmış amonyak gazı, nükleer yükler, atıklar vb. tehlikeli yük taşımacılığının, olası bir kazada Boğazlar’da yaratacağı felaketin boyutu, yalnızca seyir ve can güvenliğini değil, doğrudan ulusal güvenliğimizi tehdit edebilir. Boğazlar’daki koşullar diğer denizlerinkinden çok daha zordur, ancak diğer deniz alanları da çevresel güvenlik açısından yüksek riskli bölgelerdir. Örneğin, Karadeniz’e yılda 111 bin ton petrol yayılmaktadır. Biyolojik yönden iyice fakirleşmiş olan Karadeniz, bir de tehlikeli yük taşımacılığı tehdidi altındadır. Çernobil felaketi, zehirli varillerin boşaltılması gibi sorunlar da anımsanırsa, Karadeniz’in çevresel güvenlik açısından sadece Türkiye için değil, diğer kıyı ülkeleri için de riskli olduğu görülür. Bu riskler, Karadeniz, Boğazlar ve Marmara ile hidrografik ilişkisi bulunan Ege Denizi için de güvenlik sorunsalı oluşturur. Son yıllarda, Baltık-Ren-Tuna-Karadeniz gemi trafiğinin de eklenmesi, Ege’de hem gemi kaynaklı kirlenmeleri hem de kaza riskini artırmıştır. Çok yüksek bir deniz trafiği olan bu yarı kapalı havzadaki kazalar, ekolojik felaketlerin yanı sıra turizmi de etkileyerek, kıyı ülkelerinin ekonomilerine zarar verebilir. Akdeniz havzası, dünyadaki su kütlesinin yüzde 1’ini oluşturmasına rağmen, dünya tanker trafiğinin yüzde 28’ine ev sahipliği yapar. Bunun önemli bir kısmı Yumurtalık-Ceyhan hatlarından taşınan Irak petrolüdür. Bakü-Tiflis-Ceyhan hattının eklenmesiyle, Türkiye’nin çevresel güvenlik sorunsalının boyutu daha da artacaktır. Bu sorunsal, özellikle İskenderun Körfezi’nde Boğazlar’dakine benzer bir risk doğurabilir. Karadeniz ve Akdeniz’deki en ciddi risklerden birini oluşturan, yasadışı tehlikeli atık taşımacılığı da Türkiye açısından sorun olmayı sürdürecektir. Karadeniz’deki zehirli varil sorunu 1987’den beri çözülememişken, Ulla gemisinin İskenderun Körfezi’nde batması, 1970’lerden beri süren yasa dışı gemi sökümleri, geri kazanılmak için Irak’tan gelen ve aralarında radyasyon içeren parçalar bulunan binlerce ton savaş hurdasının halen ülkede bulunması, tehlikeli atıkların Türkiye’nin çevresel güvenliği açısından önemini gösteriyor. Çevresel güvenlik riski yaratan bir diğer sınırötesi sorun komşularımızın nükleer tesisleridir. Bulgaristan’da sınırımızın 130 km, Ermenistan’da ise 30 km ötesinde eski Sovyet teknolojisiyle işleyen nükleer santraller, bölgesel ölçekteki çevresel güvenlik tehditleri olarak karşımıza çıkar. Kaynaklarımızın geleceği Türkiye’nin çevresel güvenlik sorunları doğal kaynaklar bakımından artmaktadır. Özellikle su, gıda ve biyolojik güvenlik, yakın gelecekte yaşamsal derecede sorun oluşturacak tehditlerdir. Su açısından zengin sayılmak için, kişi başına düşen tatlı su miktarı yıllık en az 10 bin m3 olmalıdır. Halen dünyada kişi başına düşen yıllık tatlı su miktarı 7,342 m3’tür. Bu miktar Türkiye’de 3,600 m3 olup, yalnızca nüfus artışı sonucu, 2030 yılında kişi başına düşecek tatlı su miktarı 1,375 m3’e düşecektir. Su kaynaklarının sürdürülemez biçimde kullanılması, küresel iklim değişikliği gibi etmenlerle, halen su sıkıntısı çeken Türkiye’nin, yakın bir gelecekte su yoksulu ülkeler arasına girme riski vardır. Sınıraşan sular konusunda komşularımızla yaşanmış sorunları da eklersek, su güvenliğinin, Türkiye’nin uluslararası gündeminde önem kazanacağı söylenebilir. Çevresel güvenlik sorunlarımızdan biri de gıdadır. Gıda güvenliği, kıtlaşan toprak ve su kaynaklarının yanı sıra, tarımsal biyolojik çeşitlilik konusundaki çevresel tehdit ve bozulmalardan da etkilenmektedir. Gıda güvenliği ile, toprak, su ve biyolojik güvenlik etkileşim halindedir. 78 milyon ha. olan Türkiye’nin 62 milyon ha.’ı erozyona maruz kalmakta ve her yıl 1.2 milyar ton verimli toprak yitirilmektedir. Tarım topraklarının amaç dışı kullanımı, gıda güvenliği üstündeki en büyük tehdittir. 1980’lerden beri yerleşim amacıyla tarım dışı bırakılan alan 450 bin ha’dır ve Türkiye toprak rezervi kalmayan 19 ülkeden biridir. Yanlış tarım politikaları sonucu 2.5 milyon ha’dan fazla arazinin ekiminden vazgeçildiği için gıda üretimi düşmüştür. Hayvansal gıda üretimi de gerilemektedir. Fransa ile birlikte kendini besleyebilecek iki Akdeniz ülkesinden biri olacağı öngörülen Türkiye, küresel ekonomik politikaların da etkisiyle, gıda kaynakları bakımından hızla bağımlı duruma gelmektedir. Bu durum kırsal kesimin yoksulluğunu da artırmaktadır. Gıda güvenliğindeki bir diğer sorun alanı da, tarımsal ilaç, yapay gübre ve hormon kullanımıdır. Bunlara, Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar ve denetimdeki yetersizlikler de eklenince, Türkiye’de gıda güvenliği, çevresel güvenlik bakımından öncelikli sorunlardan biri olmuştur. GDO'lar yalnızca gıda güvenliği bakımından değil, biyolojik güvenlik açısından da ciddi tehlikeler taşımaktadır. Türkiye’de tür ve habitat kaybı sorunlarına, özellikle endemik ve/veya nesli tehdit altındaki türlerin korunmasına öncelik verilmekle birlikte, biyolojik çeşitliliğin en önemli unsurlarından olan genetik çeşitlilik ve özel olarak da tarımsal biyolojik çeşitlilik kaybına ulusal politikalarda gereken önem verilmemektedir. Sonuç olarak Türkiye’nin, ulusal ekonomik kalkınma politikalarını, çevresel açıdan sürdürülebilir doğal kaynak kullanımı politikalarıyla bütünleştirememesi, kısa ve orta dönemde birer çevresel güvenlik tehdidi oluşturacaktır. Bunlara, sınıraşan çevresel güvenlik sorunları da eklendiğinde, Türkiye’nin, şimdiye dek salt ‘kirlenme’ sorunu olarak algılanan sorunların, bugün ‘ulusal güvenlik” sorunlarına dönüştüğü gerçeğine göre hareket etmesi gerekmektedir. riski taşıması, Türkiye’nin çevresel güvenlik politikalarını oluşturmasının temel gerekçeleri olarak değerlendirilmelidir. Nesrin Algan Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, Kentleşme ve Çevre Sorunları Ana Bilim Dalı PHOTODISC Gıda güvenliği, kıtlaşan toprak ve su kaynaklarının yanı sıra, tarımsal biyolojik çeşitlilik konusundaki çevresel tehdit ve bozulmalardan da etkilenmektedir. 15 | OCAK 2005 | yeşil UFUKLAR KAPAK KO N U S U | çevre ve güvenlik Karadeniz’in bir enerji koridoru haline gelmesi ve petrol kirliliği, hepimizin ortak sorunu. Yokoluşun kıyısındakİ denİz Dr. Nilüfer Oral var. Junior M, 20 kişilik bütün mürettebatı Nuria Tapias tarafından kurtarıldıktan hemen sonra batmıştı. Tabii Hera trajedisini ve aynı gün, aynı fırtına sırasında başka bir geminin, Lujin I’in Boğaz’ın Karadeniz ağzında karaya oturduğunu unutmamalıyız. Uluslararası yasal zemin Karadeniz ve petrol taşımacılığı Karadeniz, Rusya ve güney Kafkasya’nın zengin petrol yatakları ile Batı’daki pazarlar arasında bağlantı sağlayan önemli bir enerji koridoru haline geldi. Aslında Rus petrolü tek başına, AB’nin ithal ettiği petrolün yüzde 20’sini oluşturuyor. Son bulgulara göre, AB’nin bugün yüzde 50 olan ithalatı yüzde 70’e çıkabilir. Karadeniz’den taşınan Rus petrolü ise, 1 milyon varil/günden, 3 milyon varil/güne ulaştı. 2003’de toplam yaklaşık 150 milyon ton petrol Karadeniz üzerinden taşınırken, bunun yaklaşık 140 milyon tonu, dar ve trafiği yoğun olan Boğazlar’dan geçti. Petrolün büyük kısmı Karadeniz’den taşındığı için, giderek artan miktardaki petrolün müşterilere güvenli biçimde nasıl ulaştırılacağı en önemli sorun haline geldi. Karadeniz’de, petrolün denize karıştığı ‘Erika’ ya da ‘Prestige’ türü bir kaza, güç belâ yaşamaya çalışan bu deniz için bir felaket olacaktır. Karadeniz’deki gemi kazaları CEM ORKUN KIRAÇ Karadeniz, bu kadar riske karşın, tarihe geçecek bir deniz kazası yaşamadı. Ancak bütün uzmanlar, böyle bir risk olduğunun, hem kazaların önlenmesi, hem de kazalara müdahaleye hazır olunması gerektiğinin farkında. Güncel kazalar arasında, 2 Mayıs 2003’te 160 bin dwt’lik Nuria Tapia ile 83 gwt’lik Junior M’nin, Sinop’un sadece 75 mil açığında çarpışması da yeşil UFUKLAR | OCAK 2005 | 16 1982 Deniz Hukuku Sözleşmesi gereğince (1982 LOSC), devletler deniz çevresini korumak ve kollamakla yükümlüdür. Türkiye ve ABD gibi bazı ülkeler, 1982 LOSC’a taraf olmasalar da, bu sorumluluğun uluslararası teamül hukukunun gereği olduğu herkesçe kabul edilmiştir. Böylece soru, ‘deniz çevresini, özellikle petrol ve benzeri tehlikeli madde nakliyatının tehlikelerinden nasıl koruyacağız?’ sorusuna dönüşür. Uluslararası toplum, yükün kendi güvenliğini sağlamak için, ürünlerin taşındığı tanker, tanker mürettebatının eğitimi, atık boşaltma yöntemi, tehlikeli sularda seyir, denize petrol dökülmesi halinde sivillerin yükümlülükleri gibi konularda gelişkin ve ayrıntılı bir yasal çerçeve ve ilgili düzenlemeleri oluşturmuştur. Düzenlemelerin büyük bölümü, uluslararası deniz taşımacılığının en yetkili kurumu, ve uluslararası düzeyde tek hükümetlerarası kuruluş olan Uluslararası Denizcilik Örgütü (IMO) tarafından geliştirilmiştir. Deniz ve okyanusları nakliye kökenli kirlenmelerden korumada kilit kuruluş IMO’dur. IMO’nun bu türde kirliliğe karşı geliştirdiği en önemli düzenlemelerden biri, Uluslararası Gemilerden Kaynaklanan Kirliliğin Önlenmesi Anlaşması (MARPOL 73/78) ve bunun altı ekidir. MARPOL 73/ 78’in özelliklerinden biri, hassas denizlerin ‘özel bölgeler’ olarak seçilmesi, buralara petrol ve benzeri maddelerin boşaltılması ve bırakılmasının yasaklanmasıdır. MARPOL’e göre Karadeniz bu ‘özel bölgeler’den biridir. Ne yazık ki, Karadeniz’de, bunu ihlâl edenleri denetlemek ve yargılamak için gerekli altyapı olmadığından, yasa dışı boşaltıma karşı yaptırım zayıf olmakta, MARPOL’un koruyucu niteliği yetersiz kalmaktadır. Uluslararası hukukun zayıflıklarından biri de, standartların altındaki, ya da üzerinde uzlaşılmış uluslararası standartlara uymayan gemilerdir. Geminin uluslararası düzenlemelere uygunluğunu sağlama sorumluluğu geminin kayıtlı olduğu ülkeye yüklense de, uygulamada bunu sağlamak çok zordur. Bunun nedeni, uluslararası hukukun, uluslararası kural ve standartları uygulatmada birincil yetkiyi kıyı devletine değil, bayrak devletine vermiş olmasıdır. 1982 LOSC’a göre kıyı devleti, gemilerin yol açabileceği kirliliğe karşı, kirliliğin önlenmesi, azaltılması ya da kontrol altına alınmasını sağlayacak yasa ve düzenlemeler çıkarma hakkına sahiptir. Fakat kıyı devleti, yasa ve kuralları ihlâl eden geminin geçişine ancak, gemi kasıtlı ya da ciddi bir kirlilik yaratıyorsa müdahale edebilir. Diğer bütün durumlarda kıyı devleti, ihlâli (geminin kayıtlı olduğu ülke olan) bayrak devletine şikâyet eder ve onun harekete geçmesini bekler. Hukuktaki bu boşluk, özellikle de petrol ve kimyasal madde gibi tehlikeli yüklerin, standart altı gemilerle taşınması durumunda ciddi sonuçlar doğurabilir. Karadeniz istatistiklerine göre, 2003’de denetlemeden geçen 379 petrol tankerinden 172’sinin, -çoğu seyir güvenliği ile ilgili- toplam 304 konuda eksiği olduğu belirlenmiştir. Daha da ürkütücü olan, aynı yıl Karadeniz limanlarında demirleyen gemilerin yaklaşık yüzde 15’inde, 16 binin üzerinde eksiklik bulunmuş olmasıdır. Bölgedeki yasal zemin Uluslararası hukuk, ülkeler arasında bölgesel işbirliği gerektirir. BM Bölgesel Denizler Programı’nın başlamasıyla bölgesel işbirliği önemli ölçüde geliştirildi. Tarihi Stockholm Konferansı’nın ardından, 1972’de başlayan programla Akdeniz, bugün sayıları on dörde ulaşan bölgesel denizlerin ilki oldu. 1992’de başlayan Karadeniz Bölgesel Deniz Programı, Karadeniz’e kıyısı olan altı ülkenin tümünün imzaladığı Karadeniz’in Korunması Sözleşmesi ile ‘Bükreş Sözleşmesi’ hayata geçirildi. Sözleşmede, Karadeniz Deniz Çevresinin Acil Durumlarda Petrol ve Diğer Zararlı Maddelerce Kirlenmesine Karşı Mücadelede İşbirliği Protokolü de dahil dört tane protokol bulunuyor. Protokol, Karadeniz’e kıyısı olan altı ülkenin, bölgesel işbirliği planlarının yanı sıra, denize petrol sızması durumunda müdahaleye hazır olmalarını da gerektiriyor. Denize petrol sızması olasılığına karşı bölgesel Karadeniz Çevre Acil Eylem Planı 2003’te kabul edilmişti. Bununla birlikte, Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerin, denize petrol sızması olasılığına karşı, ulusal bir acil müdahale planı benimsemesi de bekleniyor. Bu planlar, denize petrol sızması halinde, ülkelerin kirliliği en aza indirmek için, uygun donanımla, hızlı ve etkin bir biçimde müdahale etmelerini sağlayacak. Ancak Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerden yalnızca üçünün tamamlanmış bir ulusal planı var. Dahası, bölgesel petrol sızıntısı konusundaki deneyim henüz emekleme aşamasında. Karadeniz tükenmeden Karadeniz’de, özellikle tehlikeli, riskli ve zehirli madde taşımacılığını güvenli hale getirmek için, kıyı ülkelerinin derhal harekete geçmesi gerekiyor. Hera trajedisinde de görüldüğü gibi deniz, yalnızca bir kaç dakika içinde koskoca gemileri yutup canlar alabiliyor. Bu tehlikelere karşı önlem almak da biz insanlara düşüyor. Karadeniz ülkeleri, uluslararası standartlara uymayan gemilerin seyrine izin vermemeli. Karadeniz’in bir enerji güzergâhı haline gelmesi ve petrol kirliliği, bütün bireyleri ve bütün hükümetleri ilgilendirmeli. Bu eşsiz denizi koruyabilecek güce sahibiz, koruyabiliriz ve korumalıyız. 1 3 Şubat 2004 günkü tarihi fırtınada MV Hera, 19 kişilik mürettebatı ve taşıdığı kömürle birlikte Karadeniz’in sularına gömüldü. Bu facia, şiddetli fırtınanın kaçınılmaz sonu muydu, yoksa önlenebilir bir kaza mıydı? Hera hakkında bildiklerimiz, Kamboçya bandıralı 30 yıllık yaşlı bir gemi olduğundan, fırtınada seyrederken birkaç dakikada suya gömüldüğünden ibaret. Peki, bu yaşlı gemi standartlara uyuyor muydu? Fırtına uyarısına karşın, denize açılmasına neden izin verilmişti? Eldeki tek kayıt, en son 2001’de Rus yetkililerce denetlendiğini gösteriyor. Denetlemede saptanan beş kusurdan biri, can yeleklerinin olmayışıydı. Hera trajedisi, denizin tehlikelerini ve denize açılan gemilerin hem seyir güvenliği hem de çevre açısından uluslararası standartlara uygunluğun önemini bir kez daha gösteriyor. Bu, özellikle de petrol, kimyasal madde, amonyak gibi tehlikeli, riskli ve zehirli yükler taşıyan gemiler için çok önemli. Nilüfer Oral Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi söyleşi | REC TÜRKİYE BÜLTENİ “Ne çevre uğruna ekonomiyi, ne de ekonomi uğruna çevreyi feda etme lüksümüz yok” diyen Çevre ve Orman Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr. Hasan Sarıkaya’ya göre, kalkınma ile koruma arasında denge arayışındaki Türkiye “çok dikkatli bir güzergâh izlemek zorunda”. Bu süreçte Çevre ve Orman Bakanlığı’nın işlevi, AB uyum çalışmaları, sivil örgütlerle ilişkileri ve REC’den beklentileri üzerine Prof. Dr. Sarıkaya ile editörümüz Nafiz Güder ve REC Çevresel Bilgi Programı Yöneticisi Yeşim Çağlayan görüştü. Ütopik çevreci olamayız Türkiye hızlı büyüme sağlayacak projelere ağırlık verirken doğal kaynaklar üzerindeki baskı da artıyor. Kalkınma ile korumanın ara kesitinde önemli bir görevi olan ÇOB’nın yaklaşımı nedir? Kalkınma-koruma ikilemi başka ülkelerin de sorunu. Ekolojik, ekonomik ve sosyal unsurlar sürdürülebilir kalkınmanın üç ayağıdır. Yüksek kalitede çevrenin maliyeti ekonomiyi olumsuz etkiler, rekabet gücümüzü yitirirsek, işsiz ve aç insanları çevre konusunda ikna edemez, sosyal istikrarı sağlayamayız. Çok dikkatli bir güzergâh izlemek zorundayız, ütopik çevreci olma lüksümüz yok. Çevre için 25 milyar Avro'luk bir yatırım gerekiyor, açıktır ki bunu bugün, tek başımıza yapamayız. Dolayısıyla geri dönüşü olan konularda toleranslı, ama geri dönüşü olmayan tahribat konusunda itinalı davranmalıyız. Çevre teknolojileri son derece ileri, önemli olan maliyetleridir. Kabul edilebilir, ekonomik, koşullarımıza uygun teknolojileri kullanmak zorundayız. Bütün gelişmiş ülkelerin de yaptığı bu zaten. Bu süreçte REC’in işlevi nedir, ÇOB’nın REC’den beklentileri neler? REC, Türkiye ile benzer süreçten geçen ülkelerde çalışıyor. Çevre mevzuatının geliştirilmesi, özellikle AB ile uyumlaştırma sürecinde kazandığı deneyimi aktarmasını, ÇOB-AB ilişkisinde bir arayüz oluşturmasını bekliyoruz. En büyük eksikliğimiz olan bilgi altyapımızı, yani bilgi toplama, paylaşma ve kullanımını geliştirmek için Bilgiye Erişim Projesi başlattık. Altyapıyı kuruyoruz ama önemli olan bilginin buraya akması. Bu bilgi ağının kurulmasında da, uluslararası deneyi-mini aktarmasını bekliyoruz REC’ten. STK'larla yakın ilişkisi dolayısıyla, onların doğru bilgiye ulaşmasında da önemli bir rol üstlenebilir REC. Küçük Hibeler Programınızın, STK'ların çalışmalarını güçlendirmesini bekliyoruz. KOSGEB kapsamındaki kuruluşların bilgiye erişme ve AB’ye uyum sürecinde sıkıntıları var. Mevzuattaki ve uygulamadaki gelişmelerin bu kuruluşlara aktarılmasında, paydaşların eğiti-mi ve sürece daha hızlı katılmasında REC önemli bir köprü. Yetişmiş eleman açığını kapatmak için bünyemizde eğitim veriyoruz ama REC’in Kapasite Geliştirme Programı’nın da katkısını bekliyoruz. REC’in Ankara’da bulunması, sürekli irtibat halinde olmamızı sağlıyor. STK'lar ve üniversitelerle ilişkileriniz nasıl? STK'lar kuşkusuz çok etkin, toplumun nabzını tutuyor, iradesini yansıtıyor, esnek yapılarıyla bizim yapamadığımız işleri başarabiliyor, hatta uluslararası politikaları şekillendirebiliyor. Bakanlık politikaları ve yönetmelikler konusunda STK'lardan görüş alıyor, toplantılara, kurullara davet ediyoruz. STK'ları yanımıza alma, destekleme ve işbirliği gereğinin bilinciyle bir STK Şube Müdürlüğü kurduk. Doğru bilgiye ulaşamayan STK'ların yanlış bilgilerle uygulama yapması bazen fayda yerine zarar veriyor. Ortak bilgi ağı sayesinde daha verimli çalışabiliriz, böylece güzel çalışmalar yapan STK'lar seslerini duyurabilir. Araştırma, mevzuat ve standart geliştirme konularında üniversitelerle işbirliği içindeyiz. Hem onların kapasitesini daha iyi kullanmak, hem de onların çalışmalarını bize ve topluma ulaştırması için gerekli bu. 17 | OCAK 2005 | yeşil UFUKLAR Daha önce, kurumlar arasında koordinasyon sağlayan, mevzuat geliştiren ve yürürlüğe koyan bir bakanlıktık. Taşra teşkilatı yetersiz olduğu için yürütmede zayıftık. Birleşmeyle Orman Bakanlığı’nın güçlü taşra teşkilatını, araç-gereç, personel altyapısını kullanma imkânı doğdu. Buna rağmen, AB sürecinde bize düşen çok ciddi faaliyetler, bilhassa denetim, izleme, raporlamayı etkin yürütme açısından kadromuzun nitelik ve niceliği yetersiz, profesyonel yapıdan uzak. Bu sorun daha da büyüyecek. Çevre uzmanları iş bulamazken, personel alımındaki kısıtlama nedeniyle bu insan gücünü kullanamıyoruz. Borç içindeki belediyeler, yüksek yatırım maliyetli tesisleri kuramadığı, önlem alamadığı için yaptırımda zorlanıyoruz. Bazen siyasî nedenlerle yaptırımlarımız etkisiz kalabiliyor. Çözüm, Çevre ve Orman Bakanlığı ile birlikte çalışan, siyasetten etkilenmeyen özerk bir denetleme birimi. Böylece, yaklaşık 5 bin kişilik nitelikli personel açığı da kapatılabilir. Yüksek Maliyetli Çevresel Yatırımlar Projesi, Yerel Yönetimler Yasası gibi düzenlemeler gündemimizde. Hayatın gerçeklerinden uzak yönetmelikler değişmeden, bir taahhüt anlayışıyla bir kaç senelik yapım süreleri öngören takvimler konmadan, çevre tesisleri hiç bir zaman kurulamaz. Türkiye’deki çevresel bilgi altyapısı, izlemeölçüm ağı, bilgi paylaşımı çok zayıf. Bilgi çok az, olan dağınık, ulaşılabilir ve güvenilir değil. Eylemlerin doğru bilgiye dayanması gerekiyor. Eksik ve yanlış bilgi, yanlış yönlendirmeye, paniğe yol açıyor. Farklı kurumlardaki bilginin bir tabanda toplanması, kurumsal yapılanma ve tesis kurmak için bu bilgiye ihtiyaç duyan uygulayıcılara, yani belediyelere, kamu ve sanayi kuruluşlarına sunulması konusunda bize görev düşüyor. Çevre yaptırımlarında 56 kurumun yetkili olması da sorun. Mevcut yapıyla bu iş yürümüyor. Çözüm için daha önce bu süreçten geçen İngiltere ile işbirliği yapıyor, doğru yapılanma şeklini araştırıyoruz. Ancak bu eksiklere bakıp, ÇOB’nın AB’ye hazırlıksız olduğunu düşünmeyin. 1983’de yürürlüğe giren Çevre Kanunu ağırlıklı olarak Alman mevzuatının tercümesidir. Bu sağlam temel AB direktiflerine uymayı da kolaylaştırıyor. Tek hassasiyetimiz Aarhus Sözleşmesi’dir. BDT ülkelerine kıyasla modern olan Alman, İtalyan, İngiliz arıtma teknolojilerini kullanıyoruz. Çevre korumanın Türkiye’de erken başlaması, kamuoyunun bilinci en büyük gücümüz. NAFİZ GÜDER 1991’den beri çeşitli yapısal değişiklikler geçiren Bakanlık, sonunda Orman Bakanlığı ile birleşti. Bugünkü yapınız gereksinmeleri karşılıyor mu? AB sürecinde zayıf ve güçlü yönleriniz neler? MERCEK | sürdürülebilir girişimler Hollanda'nın başkanlık döneminde Avrupa Komisyonu, eko-verimli girişimler için iş dünyasından yararlandı Hem temiz hem ekonomik Ruslan Zhechkov A vrupa Birliği’nin yeni üye ülkelerinden birinde, başarılı bir işletmenin yöneticisi olduğunuzu düşünün. Ürünlerinizin büyük bir bölümünü Avrupa piyasasına satıyorsunuz ve şirketin bir kısmı da Batı Avrupalı bir şirket ya da kuruluşa ait. Ülkeniz AB’ye girmeden önceki yıllarda, parlamentonuzun Avrupa koşullarını yerine getirmek için hızla yasa üstüne yasa çıkardığını gazetelerde okuyorsunuz. Bu yasaların çoğunun çevreyle ilgili olduğunun ve bazılarının ucunun size de dokunacağının farkındasınız. Gitgide AB’nin çevreye ilişkin koşullarının, küçük ve orta boy işletmelerin oluşmasını önleyerek, ülkenizin ekonomik gelişmesini engellediğini düşünmeye başlıyorsunuz. Bu düşünce tarzı, içinde bir parça doğruluk payı barındırıyor ve çevre korumasında çalışan uzmanlar için de büyük bir sorun oluşturuyor. Ancak çevre korumasının ekonomik cephesi bu kadar basit değil ve Hollanda'nın başkanlığı sırasında Avrupa Komisyonu, meselenin netleştirilmesi ve eko-verimliliği destekleyen siyasi sürecin başlatılması gibi zor görevleri üstlendi. Hollanda İmar, İskân ve Çevre Bakanlığı (VROM), eko-verimli girişimlere yatırım yapmanın kazançlı olacağı fikrini, çeşitli üst düzey konferanslar, atölye çalışmaları ve araştırmalarla teşvik etti. Hollandalı yetkililer bu tür yatırımların çoğu durumda şirketin performansını artırdığını ve böylece makro düzeyde ekonomik gelişmeye katkıda bulunduğunu ileri sürüyor. Net kazançlar Ortalama bir şirketin yöneticisi olan size iyi haberlerimiz var. Eğer yeterince zeki iseniz ve yeniliklere girişecek kadar cesursanız, sadece işinizi ve çalışanlarınızı elinizde tutmakla kalmayıp, ham madde ve elektrikten tasarruf ederek, talebin fazla olduğu Batı Avrupa, İskandinavya ya da Amerikan pazarlarına daha fazla ürün satabilirsiniz. Dahası, muhtemelen civardaki akarsuyu daha az kirletecek, daha az ceza ödeyecek ve şehirdeki arkadaşlarınızın taktirini toplayacaksınız. Bu konuda bir çok başarı öyküsü var; REC, Güney Kıbrıs ve Malta dışında yeni üye ülkelerden, 50’nin üzerinde örnek derledi (örnekler yan sayfadaki “Çöplükten hazineye” başlıklı yazıda görülebilir). Hollanda başkanlığı sırasında yeniden canlandırılan süreç, Lizbon Stratejisi olarak bilinen ve Mart 2000’deki Lizbon Avrupa Konseyi sırasında benimsenen belgenin içerisine yerleştirilmelidir. Bu belge, AB’nin 2010 itibariyle, “daha fazla ve daha iyi iş, ve daha fazla toplumsal bütünleşmeyle, sürdür ülebilir ekonomik kalkınmayı gerçekleştirebilecek, dünyanın en rekabetçi ve en dinamik bilgi-tabanlı ekonomisi haline gelmesi” hedefini koymuştur. Haziran 2002’deki Götenburg Avrupa Konseyi sırasında, Lizbon Stratejisi gözden geçirilip belgeye üç temel dayanak eklendi: iktisadî, toplumsal ve çevresel. 2004 Resmiolmayan Çevre Konseyi’nin proje başkanı Gerben Roest’e göre, Lizbon Stratejisi’nin çevre ayağı, Lizbon uygulamasının odak noktasını oluşturmamıştır. Hollanda başkanlığı, AB’nin rekabet gücünün daha çok ve daha iyi ekoverimli girişimlerle artırılacağı, ve çevrenin korunmasıyla ekonomik kalkınmanın çelişkili olmadığı düşüncesini teşvik ederek, çevre ayağını geliştirmeyi amaçladı. Avrupa Komisyonu, yeniliği, mevcut bilginin, ticari açıdan başarılı bir biçimde yeni bir bağlama uygulanması olarak tanımlıyor. Ancak, Hollanda başkanlığı sırasında daha geniş olarak yapılan tanıma göre; “Artı değer yaratan, ve doğal kaynaklara olan talebi, ya da (su ve hava dahil) kirliliği azaltan her türlü potansiyel ya da gerçek yenilik, eko-verimli yenilik olarak tanımlanır.” Tanıma göre yenilik kavramı böylece “teknoloji, tasarım, organizasyon, pazarlama ve dağıtımı da kapsar.” KEMAK YOLLARIN HAKİMİ: Macar KEMAK şirketi, büyük çukurların kapatılması ve benzeri yol onarımlarında, bir zamanlar tehlikeli atık kapsamına giren ve cezalandırılan ezilmiş asfalt kullanıyor. yeşil UFUKLAR | OCAK 2005 | 18 sürdürülebilir girişimler | MERCEK REC, VROM’un da desteğiyle, yeni üye ülkelerin rekabetten kopmaması için, ekoverimli yenilikleri benimseyen şirketlerden örnekleri bir araya getirdi. Araştırma, yenilikleri teşvik eden ya da güçleştiren politik araçların yanı sıra, bu şirketleri ekoverimli yenilikler benimsemeye yönelten etkenleri saptamayı da amaçlıyordu. REC ekibi, çevreyi bir kazanç fırsatı olarak gören şirket yöneticilerini buldu. Ekip, masa başı araştırmayla yetinmeyip, şirket yöneticileri, önde gelen araştırmacı, akademisyen ve politikacılarla da görüştü. Araştırmadan elde edilen görüşler, geleceğe yönelik sonuçlar çıkarmak amacıyla, mevcut ulusal politikalar ve AB politikaları ile birlikte değerlendirildi. REC’in ülke araştırmaları, Temmuz 2004’te Maastrich’teki Resmi-olmayan Çevre Konseyi’nde referans olarak kullanıldı. Araştırmanın sonucuna göre, eko-verimli yenilikler, şirketlerin rekabet gücünü çeşitli şekillerde artırıyor. Mikro düzeyde, daha verimli kaynak kullanımı, aynı ürünün daha az enerji ve hammaddeyle üretilebileceği anlamına geliyor. Ayrıca, bu şirketler dalgalı ithalat piyasalarından daha az etkileniyor. Üretim sonucunda daha düşük düzeyde hava ve su kirliliği, şirketin kirletme ödentilerinde de tasarruf edeceği anlamına geliyor. Atık geri kazanımının daha yüksek olması, çevre tahribatını azaltıyor, ya da en azından, bir üretim sürecinden çıkan atıkların, bir başka süreç için hammadde olabilmesi anlamına geliyor. Yenilikler, bir şirketin pazarlarını büyütüp imajını iyileştirebilir. KLINKMAR Kanıtlanmış örnekler RESİM: RAFİNE ATIK: Klinkmar şirketi, petrol rafinerilerinden çıkan atıklarla taneli yakıt üretiyor. Çöplükten hazineye Atığın geri kazanılması ve sınaî ekolojinin unsurları Teşvik gereksinmesi REC’in görüştüğü kişiler, eko-verimli yenilikleri teşvik etmek amacıyla, AB’nin ve hükümetlerin, toplumun bilinçlendirilmesi, mali teşvikler ve yeşil teşvik kriterleri gibi uygulamaların bir karışımını hayata geçirmesi gerektiğini belirtti. Harici maliyetlerin içselleştirilmesi ve çevreye zarar veren sübvansiyonların düzenlenmesi de, doğru fiyat göstergelerinin oluşturulması açısından önem taşımakta. Eko-verimli yeniliklerin desteklenmesi için, daha fazla mali kaynağın, özel sektör ve kamu kurumları kanalıyla aktarılması gerekir. Bunlar, Resmiolmayan Çevre Konseyi’nin vardığı diğer temel sonuçlardı. Orta ve Doğu Avrupalı bir çok uzman da aynı kanıda. Çek Cumhuriyeti’ndeki Charles Üniversitesi Çevre Merkezi başkanı Profesör Bedrich Moldan, REC araştırmasında altı çizilen bir çok zorluğu şöyle özetliyor: gerçekten eko-verimli yenilikleri, yeşili kullanarak aklanma çabalarından ayırmak gerekir; KOBİ’lerin eğer eko-verimli yenilikler benimsemeleri isteniyorsa, doğru bilgi sunulmalı; ve süreci hızlandırmak için mali kurumlardan daha fazla yatırım ve kredi sağlanmalı. Son olarak, piyasa tabanlı araçların kullanılması, piyasayı dalgalanmalardan da uzak tutacaktır. Ruslan Zhechkov, REC Çevre Politikası Programı’nın proje yöneticilerinden biridir. Klinkmar şirketi, çoğunlukla petrol rafinerilerinden açığa çıkan tehlikeli atıklardan taneli yakıt elde etmek amacıyla eşi benzeri görülmemiş ve oldukça etkin bir teknoloji kullanıyor. Bu yakıt, sıvı yataklı buhar kazanları ve ızgaralı fırınların yanı sıra, çimentonun fırında pişirilmesinde de kullanılıyor. Taneli yakıt elde etmek için şimdiye dek 3 bin ton tehlikeli atık kullanıldı. Teknoloji, tehlikeli atıkların bulundukları topraktan yılda 30 bin ton gibi bir miktarda, verimli bir biçimde alınmasını sağlıyor. Bu örnek, sınaî ekoloji ile farklı sanayi kolları arasındaki işbirliğini sergiliyor - bir tesisin atığı, bir başkası için yakıt oluyor. Şirketin bu girişiminde en temel etken, tehlikeli atıkların, tehlikesiz bir biçimde kullanılması gereği olmuş. Bu projenin ekonomik açıdan bir çok yararı var. Birincisi atığı üreten, tehlikeli atıkların depolanması için para ödemek zorunda kalmıyor. Klinkmar yakıtı satarak kâr ediyor; yakıtı satın alanlar ise, normalde ödeyeceklerinin yarısını ödeyerek yakıt giderinden kâr elde ediyor. Bira mayası geri kazanım fabrikası Ekoproduktas, Litvanya’daki bira üreticilerinin bütün bira mayalarını geri kazanma kapasitesine sahip. Şirket, bira üreticilerinin eskiden tarla ve arazilere boşalttığı 5,5-6 bin ton civarındaki sıvı bira mayasını işliyor. Şirket bu projeyi gerçekleştirmek için, Litvanya Çevre Yatırım Fonu’ndan (LEIF) ve Ukio Bankas isimli özel bir bankadan kredi almış. Şirketin ürettiği kurutulmuş maya, pek çok ülkenin yanı sıra AB ülkeleri ve Kanada’ya da ihraç ediliyor. Proje, bira üreticilerinin atık boşaltma sorununu çözmüş ve yöre halkını etkileyen çevre sorununu da ortadan kaldırmış. Yol yapımı ve bakımı Macaristan’daki KEMAK şirketi, 1 Ocak 2002’ye kadar tehlikeli atık kategorisinde olan, bu yüzden de atılması yüksek maliyette olan, ezilmiş asfalt malzemesini bir zamanlar çok büyük miktarda üretiyordu. Şirket sorunu, bu maddeyi yeniden kullanarak çözdü. Mükemmel bir yapıştırma özelliği olan maddeyi, büyük çukurları kapatmada ve yolları onarmada kullanmaya başladı. Toplam tasarruf yıllık 577 bin Avro’ya ulaştı. 1997 ile 2000 arasında, 21,620 ton ezilmiş asfalt maddesi, tehlikeli atık olmak yerine, yeniden kullanıldı ve şirketi ham madde olarak 23,600 ton kaya taşı çıkarma zahmetinden de kurtardı. Bu işlemle, yeni asfalt maddesinin ısıtılıp karıştırılması gerekmediği için, normal enerji maliyetlerinden yüzde 20-30 tasarruf sağlandı. 19 | OCAK 2005 | yeşil UFUKLAR MERCEK | doğa onarımı Narew Nehri'nin çok kollu yatak sistemi pek çok kuşa ev sahipliği yapıyor ve nehir kenarında yaşayanlar için doğal bir taşkın kontrol havzası oluşturuyor. Narew’in eski haline döndürülmesi, geçmişteki çevre katliamlarını telafi etmek için örnek oluşturabilir. Bir nehrin yeniden doğuşu Wojtek Kosc MICHAL KOSC D ariusz Ochrymiuk, Polonya’nın kuzeydoğusunda, Narew Nehri’nin Zoltki ve Rzedziany köyleri arasında bulunan dokuz kilometrelik bölümünde tam 11 yılını geçirmiş. Dariusz Ochrymiuk Narew’e nehir değil, kanal diyor. Kanal diyor çünkü, yetkililer 1970’lerde nehri ıslah etmeye karar verdikten sonra adeta bir kanala dönüştürülmüş. Arka arkaya yapılan büyük ölçekli hafriyat çalışmaları sonunda, yaklaşık 4,500 yıl önce oluşmuş, hayranlık uyandıran çok kollu yatak sisteminin yerini alacak yeni bir nehir yatağı açılmış. Narew’in bu çok kollu sistemi oldukça ender rastlanan bir özellik, yalnızca Sibirya’daki Ob ve Kuzey Afrika’daki Okawango nehirleri'nde benzer bir akış sistemi görülüyor. Ochrymiuk, Narew’i yeniden doğal akışına kavuşturma çalışmalarını başarıyla yürüten Kuzey Podlasie Kuşları Koruma Derneği’ni (PTOP) yönetiyor. Proje, on yıllar önce yapılan ıslah çalışmaları kadar kapsamlı, ama bu kez etkileri çok olumlu. Nehrin özellikle bu bölümü kuşlar için birinci derecede bir habitat olmakla birlikte, PTOP isminin yarattığı çağrışımın aksine, proje yalnızca kuşlara yönelik değil. Nehir, Polonya’nın Beyaz Rusya sınırı yakınlarında bulunan Narew Nehri Ulusal Parkı’nın tampon bölgesinden geçiyor, suları da hem Polonya hem de Avrupa ölçeğinde tehlike altında bulunan bir çok türün yaşadığı yeşil UFUKLAR | OCAK 2005 | 20 önemli kuş rezervlerini besliyor. Narew Ulusal Parkı tampon bölgesinin restorasyonu, flora ve fauna açısından olduğu kadar, insanlar için de yararlı olacak bir çevre çalışmasına iyi bir örnek oluşturabilir. Bu projeden, yöre halkı, Narew Ulusal Parkı ve bölgeyi ziyarete gelen turistler yararlanacak. 1970’lerde Narew’in ıslah çalışmaları biter bitmez, nehirle ilgili sorunlar da baş gösterdi. Projenin amacı, tarıma elverişli yeni alanlar kazanmaktı. Ancak yeni yatak o kadar çok su çekti ki, eski kolların seviyesi tahmin edilenin çok altına düştü. PTOP’nin gerçekleştirdiği araştırmaya göre, su seviyesindeki düşüş kimi yerlerde 1.6 metreye ulaşırken bazı kollar tamamen kurudu. Sonuç olarak çoğu kolun kanalla bağlantısı kesildi ve o zamana kadar bölgeye yabancı olan bitki türleri buraları kapladı. Başarısız taşkın kontrolü Islah çalışması, nehrin bütün vadisini önemli derecede etkiledi. 13 km2'lik bir alanı kaplayan doğal bir taşkın ovasında 45 milyon m3 su tutulabiliyor, bu da civar köyleri koruyacak kadar yıllık taşkınları önlemeye yetiyordu. Kanalın çevresindeki sahaların taban suyundaki seviye düşüşünü telafi etmek isteyen yetkililer, başarısızlıkla sonuçlanan yeni bir işe kalkıştılar. Su toplaması düşüncesiyle inşa edilen iki su bendi bölgedeki su düzeyinin daha da düşmesine yol açtı. Bütün bunlar yetmezmiş gibi, 19811993 yılları arasında, tam da ıslah çalışmaları tamamlandıktan hemen sonra, ard arda bastırarak Polonya’nın kuzeydoğusunu sarsan kuraklıklar, turbalık yangınlarını da had safhaya çıkardı ve vadideki biyolojik çeşitliliği iyice azalttı. Bölgedeki bütün ekosistemin bozulması, nehrin vadisine serpiştirilmiş köy ve mezraları ciddi boyutta etkiledi. Kuzeydoğu Polonya, kırsal kesimdeki yaşamın tarıma bağlı olduğu, çoğunlukla tüketime ancak yetecek kadar üretim yapılan, ülkenin en yoksul bölgelerinden biriydi (hâlâ da öyle). Islah çalışmaları, tarıma elverişli yeni alanlar kazanmak şöyle dursun, köylülerin balık avladıkları su kütlelerini yok etti, taşkın döneminde köyler arasında tahta sandallarla yapılan geleneksel ulaşıma da darbe indirdi. PTOP, Almanya’da gerçekleşen doğal duruma döndürme projelerinden aldığı cesaretle, ve bir Alman vakfı olan Euronatur’un da desteğiyle 1993’te çalışmalarına başladı. “Eğer su, doğal akışına yeniden kavuşturulamazsa, eski nehir yataklarının yüzde 40’a varan bölümü tamamen kaybedilecek,” diyor Ochrymiuk. “Avrupa’da ve dünyada, yalnızca Narew’in sahip olduğu çok kollu sistem, bir kaç yıl içinde yok olabilir. Şimdi harekete geçip, radikal işler yapmak gerek. Zararlı süreçler öyle bir düzeye ulaştı ki, nehrin doğa onarımı | MERCEK Narew Ulusal Parkı müdür yardımcısı Jerzy Kostrzewski’nin anlatımıyla, “proje, parkın tampon bölgesinde gerçekleştirildiği için fazla bir katkımız olamıyor, yasalar böyle. İşbirliğimiz, görüş bildirmekten ve çalışmalarımızı proje ile koordineli yürütmekten ibaret. Ama sonuçta bu bölgeye komşu bir sahada çalışıyoruz ve tampon bölgede yapılanlar bizim için de büyük önem taşıyor. Parkın ve tampon bölgenin ekosistemleri birbirinden koparılmamalı. İşte bu nedenle doğal duruma döndürme projesini destekliyoruz, özellikle de şimdiye dek elde edilen olumlu sonuçları gördükten sonra. Ancak çalışma sahanız doğa ise, dereyi görmeden paçaları sıvamak çok doğru olmaz.” Narew Ulusal Parkı’nın tampon bölgesinde restore edilen nehir yatakları, Park’ın içinde kalan ve göreceli olarak el değmemiş yatak sistemine bağlanıyor. Burada, yöre halkının gereksinmeleriyle çevre arasında bir uzlaştırma gerekiyordu. Buna en iyi örnek, ıslah çalışmaları sırasında yapılmış olan ve vadi boyunca zikzak çizen toprak bir yoldu. Eski nehir yataklarının pek çoğunu birbirinden koparmış ve doğal akışı bozmuş olan yol bütünüyle ortadan kaldırılsaydı, restorasyon daha etkili olurdu. Fakat yol aynı zamanda köyler arasındaki ulaşımı kolaylaştırdığından, PTOP, suyun üç adet köprünün altından geçmesini ve yolun bazı bölümlerini de alçaltarak, suların yolun üzerinden kolaylıkla akmasını sağlayarak, vadinin birbirinden yalıtılmış bölümleri arasındaki bağlantıyı korumaya karar verdi. Projeyi planlayanlarla vadide yaşayanlar arasındaki işbirliğinden her iki taraf da kazançlı çıktı. “Nehirdeki çalışmamız sırasında, çoğunlukla yöre halkının bilgeliğine güvenerek hareket ettiğimizi söylemeliyim,” diyor Ochrymiuk. “Çoğu zaman onların fikirlerinden ilham aldık. Nehir yataklarının her biri hakkında bir sürü şey anlatabiliyorlardı bana, özellikle evlerinin hemen yanından geçenler hakkında.” Bu kapsamdaki bir projenin, yerel yöneticilerin karşılayamayacağı miktarda parasal kaynağa gereksinme duyduğu aşikârdır. PTOP çok büyük ölçüde, bağışlara dayanmak zorunda. Projenin mevcut aşamasının 297 bin Avro olarak öngörülen toplam maliyetinin büyük bölümü, Polonya vakfı EkoFundusz tarafından karşılanıyor. Diğer büyük destekçilerin başında Estetik düzelmeler Ochrymiuk, projenin en önemli kazançlarından birinin, bölgenin güzelleştirilmesi olduğunu söylüyor. Böylece bölge ziyaretçiler için daha çekici duruma gelecek ve sonuçta köylüler için bir gelir kaynağı yaratılacak. Bu bölgedeki turizm patlaması, tarım turizminde Polonya’da yaşanan genel patlamayla aynı zamana rastladı, ancak sonuçta turizmin sürekliliğini belirleyen etken, o bölgenin değeridir. Şimdi bu değerler Narew vadisinde yeniden kazanılıyor. “Bu proje bir şekilde bölgemizi dış dünyaya tanıtacak ama ben kendi adıma tarım turizmi işine girmeyi düşünmüyorum, en azından şimdilik,” diyor Rogowek köyünün muhtarı Jozef Perkowski. “Yine de doğal duruma döndürme çalışmalarından ben de kazançlı çıktım. Ailem ve komşularım şimdi, otlağımın içinden geçen eski nehir yataklarından birinde yüzüp balık tutabiliyor.” Proje bir bütün olarak, Polonya’daki benzer projelerin esinleneceği örnek bir uygulama ve izlenecek bir model oldu. Yakın gelecekte, Avrupa’nın en geniş sulak alanlarının bulunduğu Biebrza Nehri’nde bir restorasyon projesi başlayacak. Bundan başka, Polonya’nın ikinci büyük nehri Oder’in bazı bölümlerinin doğal durumuna döndürülmesi yolunda çalışmalar yapılıyor. Narew Nehri’ndeki proje, bundan önceki rejimin doğadan kazanç sağlamak için uyguladığı yanlış uygulamalar sonucu oluşan hasarı gidermeyi amaçlayan başka projeler için iyi bir örnek olma yolunda. LASZLO FALVAY Ekosistemler örgüsü Almanya’nın Kuzey Rhine Westfalya bölgesi yönetimi, Bölgesel Çevre Koruma Vakfı ve projeyi 1990’larda başarıyla hayata geçiren Euronatur Vakfı geliyor. “Önce baştan aşağıya temizlemek, sonra da sürekli izlemek gerekiyor. Henüz projenin başındayız,” diyor Ochrymiuk. “Toplumdan projeye bir itiraz gelmezse, dört yıl içinde tamamlamayı umuyoruz. Narew gibi bir nehrin 1 kilometrelik bölümünün doğal haline dönüştürülmesinin maliyeti yaklaşık 250 bin Avro. Korkarım bu bize ıslah çalışmasından daha pahalıya mal olacak.” artık etkin olarak korunması gerekiyor. Sadece eski yatakları suyla doldurmak yetmez.” Proje, Avrupa’daki en kapsamlı projelerden biri olmasına karşın, oldukça yalın teknikler üzerine kurulu. Proje özü genel olarak iki temel işleme dayanıyor. Birincisi, suyu eski nehir yataklarına yönlendirecek barajlar yaparak kanalın su seviyesini yükseltmekti. Eski nehir yataklarının çalı ve ağaçlarla kaplandığı kollara su verilmeden önce ekip üyeleri buraları temizliyordu. Proje, Narew havzasında büyük ölçekli yeni bir müdahale anlamına gelmekle birlikte bu kez iyi karşılanıyor. MICHAL KOSC DOĞAYA DÖNÜŞ: Dariusz Ochrymiuk (sağda), geçmişi 1970'lere uzanan bir ıslah projesi sonucunda bozulan nehir ekosistemini doğal durumuna geri döndürmeyi amaçlayan projenin yöneticisi. 21 | OCAK 2005 | yeşil UFUKLAR REC TÜR K İ Y E B Ü LT E N İ | ulusal bakış 1990’dan beri 16 ülkede çalışan, çevre yönetimi ve AB sürecinde uzman olan REC’in Türkiye Ofisi Mayıs 2004’de Ankara’da açıldı. REC Türkiye Direktörü Sibel Sezer ile editörümüz Nafiz Güder görüştü. Çevre yönetimi ve AB sürecinde yeni bir soluk Hem resmi hem de sivil toplum örgütü kimliğiniz olduğu söylenebilir mi? Çevre STK'larının güçlenmesi önceliklerimizden biri, ancak, misyonumuz bununla sınırlı değil. En temel özelliğimiz, bütün sektörler ve kurumlar arasında köprü kurarak işbirliğini geliştirmeyi, kutuplaşmayı ortadan kaldırmayı hedeflememizdir. Bütün çevre paydaşlarını kucaklayan, sektörlerüstü bir kimliğimiz var. Türkiye’deki acil çevre sorunları neler? Çevre sorunları deyince, doğa korumadan biyolojik çeşitliliğe, hava kirliliğinden yenilenebilir enerji ve enerji tasarrufuna, kimyasallardan risk yönetimine, çevre etki değerlendirmesinden stratejik çevresel değerlendirmelere, katı atık yönetiminden su yönetimine ve denizlerin korunmasından sulak alanların yönetimine kadar pek çok konu acil eylem gerektiriyor. Ayrıca, yasaların ve uluslararası çevre sözleşmelerinin uygulanması; devlet, yerel yönetim, özel sektör ve STK gibi paydaşların kapasitelerinin geliştirilmesi; toplum bilincinin artırılması; veri toplanması, envanter çıkarılması, bilgiye erişme ve kullanma; yoksullukla mücadele-çevre ilişkisi; halk sağlığı konuları, yukarıdakilerin hepsini ilgilendiren temel unsurlar. Burada ‘sürdürülebilir kalkınma’nın önemi de ortaya çıkıyor. Bu kavram pek çok kişi tarafından eleştirilse de bunun tam anlaşılmamaktan kaynaklandığını düşünüyorum. Sosyal ve çevresel etkileri, hatta maliyetleri göz ardı eden kısa vadeli kalkınma özellikle Batı’da demode olmuştur. Elbette kalkınma desteklenmeli, ancak bunu yaparken orta ve uzun vadeli etkileri de göz önüne alınmalı. ‘Ekonomi politikalarının yoksulluk, halk sağlığı, biyolojik çeşitlilik, hava kalitesi, yeşil UFUKLAR | OCAK 2005 | 22 kültürel ve doğal kaynaklar üzerindeki etkileri nedir?’ diye sormalıyız. Doğal kaynaklar çoğu zaman özel sektör için ‘bedava’ kaynak olmuştur. Oysa üretimde hiç bir malın ara ürünü bedava değil. Türkiye’nin bel bağladığı sektörlerden biri olan turizm, tamamen kültürel ve doğal kaynak zenginliğine bağlıdır. Turizmi örnek alarak sürdürülebilir kalkınmayı anlatayım. Bir anlamda kültür ve doğamızı kısa vadeli ‘kiralayıp’ kâr sağlıyoruz. Çoğu durumda yöre halkı bu kârdan zaten yeterince pay alamıyor. Ancak, bunlar sürdürülebilir anlayışla kullanılmazsa ‘kiralayacağımız’ kaynak kalmayacak. Büyük yatırım yapılan kitle turizmi böyle sürerse orta vadede kârlılığını yitirme riski taşıyor. Kaynaklar ve ekosistem uzun vadede korunup değerlendirilirse, hem turizmin ve ona bağlı sektörlerin kârlılığı korunur hem de yöre halkının gelirden aldığı pay, refah düzeyi artırılır. Bu noktada hükümetin, belediyelerin, SKT'ların ve özel sektörün çevre alanında giderek hem daha fazla sorumluluk üstlenmesi hem de çaba harcaması sevindirici. AB adaylık süreci de önemli rol oynayacak. Yine de, Türkiye’de çevre yönetimi büyük boyutlu maddî ve teknik desteğe gereksinme duyuyor. Alan olarak Türkiye’nin diğer REC ülkelerinin toplamına neredeyse eşit olduğunu görüyoruz. REC ailesindeki konumunuz nedir? Geniş yüzölçümü, yerşekilleri çeşitliliği, yüksek nüfus, kentlere doğru hızlı göç, yüksek kalkınma oranı gibi ciddi farklar nedeniyle Türkiye’nin çevre sorunları diğer REC ülkelerinden farklı. Bu zorlukların yanı sıra avantajlarımız da var. Zengin biyolojik çeşitliliğe ve doğal kaynaklara sahibiz. Bu, hem esneklik kazandırıyor, hem de çeşitli projeler geliştirme ve uygulama fırsatı sunuyor. Bu açıdan bakınca REC Türkiye’nin, REC içindeki önemi artıyor. REC Türkiye’nin öncelikleri ve sahip olduğu potansiyel nedir? Yakın gelecekte hangi uygulamalarınızı göreceğiz? Birincil görevimiz AB ile bütünleşme sürecinde kurumsal ve teknik kapasitelerini artırmaları için çevresel paydaşları desteklemek, böylece AB standartlarının ülkemizde etkin olarak yerleşmesini sağlamaktır. Yani REC Türkiye, bölgesel ve uluslararası ölçekte Türkiye’nin üzerine düşenleri yapabilmesi için kolaylaştırıcı işlevi üstlenecektir. Kapasite geliştirme ve çevre eğitimi; çevresel bilgi; hibeler; ve iş dünyası programları olmak üzere dört temel programımız var. Ayrıntılı ve güncel bilgi, www.rec.org.tr adresinde görülebilir. REC Türkiye’nin en büyük potansiyeli, AB ile bütünleşme başta olmak üzere REC’in 14 yıllık deneyim ve uzmanlığı. Kapasite geliştirme temalı yayın ve eğitim programlarımızı Türkiye’de başlattık. Bölgedeki REC örgütlenmesi sayesinde sağlam işbirlikleri kurabileceğiz. Uluslararası kuruluşlar gözündeki saygınlığımız, resmi kurumlarla işbirliğimiz de hiç kuşkusuz sürekliliğimiz açısından önemli avantajlarımız. REC, 28 ülke ve AB tarafından imzalanan bir şarta dayanan, Orta ve Doğu Avrupa’daki bütün ülkelerde çalışan bir kuruluştur. REC Türkiye, ikili anlaşmayla kurulmuş, TBMM tarafından onaylanmıştır. REC, 1990'larda büyük değişim geçiren Orta ve Doğu Avrupa’daki çevre sorunlarının çözümünde, ülkelerin AB’ye uyumunda önemli rol oynadı. Ülkemizde de benzer bir misyonu olan, özerk, tarafsız ve kâr amacı gütmeyen REC, diğer uluslararası kuruluşlar arasında, çevre alanındaki pek çok hizmeti sunmak üzere hedefleri net olarak tanımlanmış tek kuruluş. REC’in Türkiye’ye açılması Mart 2006’ya kadar sürecek bir AB projesidir. Avrupa Komisyonu 2004-06 dönemi için 2.3 milyon Avro'luk bütçe sağladı. Bu projenin direk faydalanıcısı Çevre ve Orman Bakanlığı. Ancak, bütün etkinliklerimiz bu komisyon projesiyle sınırlı değil. IRIS REC’in çalıştığı ülkelerde örgütlenmesi ve işlevi nasıl? Türkiye’deki benzeri kuruluşlardan farkı nedir? Eğitim: • Lisans: New York Columbia Üniversitesi Ekonomi Bölümü • Yüksek Lisans: Bilkent Üniversitesi İşletme Bölümü • Doktora: Boğaziçi Üniversitesi Çevre Bilimleri Enstitüsü İş Deneyimi: • Son on yıldır Birleşmiş Milletler bünyesinde görev almıştır. • Habitat Konferansı - İstanbul, Küresel • Çevre Fonu - Karadeniz Çevre Programı • Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP)'nın projelerinde önemli görevler üstlenmiştir. doğu avrupa, kafkaslar, orta asya | REC TÜRKİYE BÜLTENİ “Avrupa’nın Çevresi" sürecine doğuyu da katmayı hedefleyen 2003 planları, destek bekliyor. Kiev’den uzanan taşlı yol Jerome Simpson A vrupa’nın dört bir yanından gelen çevre bakanları ve üst düzey yetkililer, Doğu Avrupa, Kafkaslar ve Orta Asya (EECCA) bölgesine özgü çevre sorunlarının çözümüne yönelik, 2003’te verilmiş sözlerin ne derecede uygulandığını görmek için, 21-22 ekimde Gürcistan’ın Tiflis şehrinde bir araya geldi. Kiev’deki "Avrupa’nın Çevresi" (Europe's Environment) bakanlar konferansının 1,5 yıl sonrasında, yetkililer Kiev toplantısında benimsenen stratejiye dair taahhütlerini yinelediler. Ancak, 12 EECCA ülkesinden yalnızca 4 bakanın katılması, şimdiye dek alınan yolun yetersizliğinin ve EECCA ülkelerinin fikri sahiplenme derecesinin göstergesiydi. Gürcistan Çevre Bakanı Tamar Lebenidze, sunduğu bildiride, ekonomilerin yeniden yapılandırılması, hukukun üstünlüğünün sağlanması, kurumsal reformun gerçekleştirilmesi gibi çabalara ek olarak, ‘ulusal karar sürecinde, çevrenin dikkate alınması'nın hâlâ büyük bir zorluk oluşturduğunu vurguladı. Yani, EECCA’nın önünde uzun bir liste bulunuyor. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı’nın (OECD) ev sahipliği yaptığı, Orta ve Doğu Avrupa Çevresel Eylem Programı’nın Yürütme Kurulu Sekreteryası, EECCA çevre stratejisi hedeflerine ulaşılması için sağladıkları desteğin yanı sıra, şehir suyu reformu, kamusal çevre finansmanı, etkili ve etkin çevre politikalarının teşvik edilmesini de destekleyen, 18 projenin uygulanmakta olduğunu bildirdi. Toplantıda, 4 milyon Avro tutarındaki bu projelerin 2005’de de sürmesi onaylandı. Beyaz Rusya, Azerbaycan ve Kırgızistan’ın da aralarında bulunduğu birçok ülke, sekreteryanın bu desteğini memnuniyetle karşılarken, Moldovya, Rusya ve Ukrayna gibi ülkeler, kaynak eksikliğini ve proje yönetim kapasitelerinin zayıflığını gerekçe göstererek bağışçı kuruluşları, ülkelerinin çevre sorunlarına daha fazla önem vermeye çağırdılar. Bu ülkelerin bakanları, mali yardımın ötesinde, bilgi aktarımı ve kurumsal güçlendirmeyi de takdirle karşıladıklarını vurguladılar. Ermenistan, bölgesel önceliklerin belirlenmesi için bir araştırma yapılmasını istedi, Azerbaycan, bölgenin çevre sorunlarına yönelik teknik yardımın kendileri için yararlı olacağını belirtti, Gürcistan ise, stratejinin beşinci hedefi olan, "mali kaynakları artırmak için kapasite oluşturulması" talebinde bulundu. Ekonomisi dış borçlar altında ezilen Kırgızistan, Polonya ve Bulgaristan’ın, çevre karşılığı borçlanma takasından ders alıyor. Bununla birlikte donörler de, desteklenen ülkelerden, daha güçlü sahiplenme ve daha Bağışçılar, desteklenen ülkelerden, daha güçlü sahiplenme ve daha hızlı ilerleme istedi. hızlı ilerleme istedi. Çek Çevre Bakanlığı’ndan Helena Cizkova, EECCA ülkelerine, uygulama için bütün sektörlerden destek almaları tavsiyesinde bulundu. Cizkova, stratejiyi daha etkin bir biçimde hayata geçirebilmeleri için, EECCA ülkelerinden, ne tür desteklere gereksinme duyduklarını bağışçılara ve Yürütme Kurulu’na net olarak sunmalarını istedi. Donör ülkeler, kolaylaştırıcı kuruluşlar, ve EECCA’daki sivil toplum kuruluşları, öncelikli konuları ele alabilmek için daha net ve gerçekçi bir çalışma takvimine gereksinme olduğu konusunda görüş birliğine vardı. Avrupa Komisyonu ve Norveç, donörlerin yönlendirdiği bir sürecin sürdürülebilir olmaması gerekçesiyle, bağışta bulunanların önceliklerinden bağımsız yerel uygulamalara gidilmesi önerisinde bulundu. EECCA ülkelerinden ayrıca, 2002’de Johannesburg’da düzenlenen Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi’nde çıkan sonuçlar doğrultusunda ortak çalışma zemini oluşturmaları istendi. STK’lar ilgi bekliyor STK temsilcileri, bölgede sınır ötesi işbirliğine ve çevre koşullarını iyileştirmeye yönelik etkinliklerin yeterli olmadığını belirtti. Ayrıca resmi sürece istedikleri derecede katılamadıklarından da yakındılar. Avrupa Komisyonu, bölgedeki hükümetlerden yeni bir siyasi desteğe gereksinme duyulduğunu vurguladı ve merkezlerin sürdürülebilirliğini sağlamak amacıyla donörlerden destek istedi. Yerel ölçekteki destekler, bakanlıklar açısından bir ivmelenme, uygulamayı kolaylaştırma ve sürekliliği sağlama unsuru olabilir. Konuşmacılar sürekli olarak, bu süreçte bölgesel çevre merkezlerinin önemini vurguladı. Kafkaslar, Orta Asya, Moldovya ve Rusya’dan dört bağımsız çevre merkezi ile REC, EECCA bölgesinde güçlü bir ortaklık oluşturdu: REC Ağı. Düzenli bir iletişim, bölgesel ve yerel ölçekli toplantılar, halka açık yuvarlak masa toplantıları, işbirliği için ortak ilkelerin saptanması gibi çalışmalarla, Mart 2003’ten bu yana işbirliği zaten şekilleniyordu. REC direktör yardımcısı Oreola Ivanova, REC’in paylaşacağı çok deneyim olduğunu söylüyor ve Sekreterya’nın desteğine ek olarak, REC Ağı’nın desteğini en etkin duruma getirmeye kararlı olduklarını da sözlerine ekliyor. REC Ağı, Kiev Deklarasyonu ışığındaki görüşlerini Tiflis’de açıkladı. Bu, EECCA ülkelerindeki üst düzey yetkililerin de desteklediği, stratejinin 2007 yılında Belgrat’ta yapılacak bir sonraki "Avrupa’nın Çevresi" toplantısından önce uygulamaya konmasını amaçlayan, 11 girişimden oluşan bir paket. Bu olay, yararlı bir tartışmanın ateşlenmesi ve yeni REC Ağı’nın duyulması açısından iyi olmakla birlikte, ne ağa üye kuruluşlar ne de genel olarak EECCA ülkeleri için mali yardımın yakında geleceğine dair bir işaret görülmedi. MARIANNE GJORV DOĞU CEPHESİ: Özel EECCA toplantısı Gürcistan’ın Tiflis şehrinde gerçekleşti. ____________ Jerome Simpson, REC Bilgi Programı Yöneticisi 23 | OCAK 2005 | yeşil UFUKLAR REC BÜLT E N İ | kurumsal REC Türkiye, Orta ve Doğu Avrupa Bölgesi'ndeki çevre sorunlarının çözümüne yardımcı olmak amacıyla çalışan, siyasî görüşlerden ve çıkar guruplarından bağımsız, kâr amacı gütmeyen, uluslararası bir kuruluş olan Orta ve Doğu Avrupa Bölgesel Çevre Merkezi’nin (REC) Türkiye’deki temsilcisidir. REC, bu hedefe ulaşabilmek için sivil örgütler, resmî kurumlar, özel sektör ve diğer çevre paydaşları arasındaki işbirliğini teşvik etmekte, serbest bilgi paylaşımını ve çevre yönetimine toplumsal katılımı desteklemektedir. REC, 1990 yılında ABD, Avrupa Komisyonu ve Macaristan tarafından kurulmuştur. Bugünkü yasal zemini, 28 ülke hükümeti ve Avrupa Komisyonu tarafından imzalanan bir şarta ve Macaristan Hükümeti ile yapılan uluslararası bir anlaşmaya dayanmaktadır. REC’in merkezi Macaristan’da Szentendre’dedir. Hizmet verdiği 16 ülkede, Arnavutluk, Bosna Hersek, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Hırvatistan, Letonya, Litvanya, Macaristan, FYR Makedonya, Polonya, Romanya, Sırbistan Karadağ, Slovakya, Slovenya ve Türkiye’de ülke ofisleri bulunmaktadır. REC’in mevcut donörleri, hükümetlerarası ve özel pek çok kurumun yanı sıra Avrupa Komisyonu ile ABD, Almanya, Avusturya, Belçika, Birleşik Krallık, Bosna Hersek, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Estonya, Finlandiya, Hollanda, İtalya, İsveç, İsviçre, Japonya, Kanada, Letonya, Macaristan, Norveç, Polonya, Sırbistan Karadağ ve Slovenya hükümetleridir. ANMA REC merkez ofisi güvenlik ekibinin en eski ve hayat dolu mensuplarından Attila Harasztosi, yakalandığı hastalıktan kurtulamayarak 11 kasım tarihinde yaşama veda etti. 1968 yılında doğan Attila, REC merkezinin Szentendre’ye taşındığı 1996 yılından bu yana REC’te çalışıyordu. Çalışma arkadaşlarının yardımsever, güvenilir ve her zaman halinden hoşnut karakteriyle tanıdıkları Attila bir motosiklet meraklısı ve azimli bir amatör balıkçıydı, hepsinden önemlisi de köpekleri çok severdi. REC KADRO DEĞİŞİKLİKLERİ Aramıza katılanlar Adam Mezei - İntranet Kurulumu, İdarî Bölüm Beata Wiszniewska - AB üye ülkeler Bölgesel Direktörü Aramızdan ayrılanlar Akos Balazs ve Gergo Dobra - REC müstahdemleri Diğer değişiklikler Nathan Johnson - Geçici ve part time yardımcı editör/ tasarımcı, Yayın Bölümü Greg Spencer - Green HORIZON yardımcı editörlük görevi geçici olarak yarı zamana düşürüldü Ausra Jurkeviciute - Şimdi REC için, ana vatanı Litvanya’dan çalışıyor Orss Szilard-Marczin - Çevresel Politika ve Yerel Girişimler Programı’nda, proje sorumlusu olarak yeni bir göreve getirildi ARNAVUTLUK Posta adresi: P.O. Box 127 Ofis adresi: Rr. Durresit P. 11 Shk. 2, Ap. 12, Tirana, Albania Tel/Faks: (355-42) 39-444 E-posta: [email protected] HIRVATİSTAN Djordjiceva 8a Br. 10000 Zagreb, Croatia Tel: (385-1) 481-0774 Tel/Faks: (385-1) 481-0844 E-posta: [email protected] BOSNA HERSEK Koste Hermana 11/2 71000 Sarajevo, Bosnia and Herzegovina Tel: (387-33) 221-998 Faks: (387-33) 209-130 E-posta: [email protected] LETONYA Peldu 26/28, 3 P.O. Box 1039 LV-1050 Riga, Latvia Tel/Faks: (371-7) 228-055 E-posta: [email protected] Banya Luka Saha Ofisi Slavka Rodica 1, 78000 Banja Luka, RS Bosnia and Herzegovina Tel/Faks: (387-51) 317-022 E-posta: [email protected] Mostar Proje Ofisi Ante Starcevico b.b 88000 Mostar, Bosnia and Herzegovina Tel/Faks: (387-3) 632-7331 E-posta: [email protected] REC TÜRKİYE REC Türkiye ofisi çalışmaları dört program etrafında yapılandırılmıştır: - Kapasite Geliştirme Programı - Çevresel Bilgi Programı - Hibe Programları - Özel Programlar. BULGARİSTAN Posta adresi: P.O. Box 1142 Ofis adresi: Pozitano str.3, floor 1 1000 Sofia, Bulgaria Tel/Faks: (359-2) 988-1670 Tel: (359-2) 980-3730 E-posta: [email protected] Ofiste toplam 11 kişi görev yapmaktadır. Dr. Sibel Sezer Eralp, Direktör Deniz Gümüşel, Kapasite Geliştirme Programı Yöneticisi Yeşim A. Çağlayan, Çevresel Bilgi Programı Yöneticisi Güzin Arar, Hibe Programları Yöneticisi Gül Moran, Hibe Programları Uzmanıı Kerem Okumuş, Özel Programlar Yöneticisi Yunus Arıkan, İklim Değişikliği Programı Yöneticisi Bilge Kahramanyol, Ofis Yöneticisi Rıfat Ünal Sayman, Mali ve İdari İşler Yöneticisi Deniz Şahika Kırcalı, Mali ve İdari İşler Asistanı Gülnaz Akşahin, Mali ve İdari İşler Asistanı ÇEK CUMHURİYETİ Senovazna 2 11000 Prague, Czech Republic Tel/Faks: (420-2) 2422-2843 E-posta: [email protected] ESTONYA Ravala str 8 10143 Tallinn, Estonia Tel: (372-6) 605-018 Tel/Faks: (372-6) 461-423 E-posta: [email protected] LİTVANYA Svitrigailos g. 7/16 03110 Vilnius, Lithuania Tel: (370-5) 231-0067 Tel/Faks: (370-5) 233-5451 E-posta: [email protected] MACARİSTAN Ady Endre ut 9-11 2000 Szentendre, Hungary Tel: (36-26) 504-075, (36-26) 504-076 Faks: (36-26) 311-294 E-posta: [email protected] E-posta: [email protected] SIRBİSTAN VE KARADAĞ Primorska 31, 11000 Belgrade, Serbia and Montenegro Tel: (381-11) 329-2899 Faks: (381-11) 329-3020 E-posta: [email protected] Kosova Saha Ofisi Kodra e Diellit Rruga 3, Lamela 26 P.O. Box 160 Pristina, Kosovo Tel/Faks: (381-38) 552-123 E-posta: [email protected] Karadağ Saha Ofisi Ivana Crnojevica 16/2 81000 Podgorica, Montenegro Serbia and Montenegro Tel/Faks: (381-81) 210-235, 210-236 SLOVAKYA Vysoka 18 811 06 Bratislava, Slovakia Tel: (421-2) 5263-2942 MAKEDONYA Faks: (421-2) 5296-4208 Mit. Teodosij Gologanov 39-2-2 E-posta: [email protected] 1000 Skopje, Macedonia Tel/Faks: (389-2) 313-1904 SLOVENYA E-posta: [email protected] Slovenska cesta 5 1000 Ljubljana, Slovenia POLONYA Tel/Faks: (386-1) 425-7065 ul. Zurawia 32/34 lok. 18 Tel: (386-1) 425-6860 00 515 Warsaw, Poland E-posta: rec-slovenia@guest. Tel: (48-22) 629-3665, arnes.si (48-22) 628-7715 Faks: (48 22) 629-9352 TÜRKİYE E-posta: [email protected] Ceyhun Atuf Kansu Cad. No:102 Balgat, Ankara TÜRKİYE ROMANYA Tel: (90 312) 284 95 55 Str Episcop Timus nr.4, Sector 1, Faks: (90 312) 287 01 10 Bucharest, Romania E-posta: [email protected] Tel: (40-21) 231-9764, Web sitesi: www.rec.org.tr (40-21) 231-9765 Faks: (40-21) 231-2017 REC TÜRKİYE'DEN STAJYERLİK İMKÂNI İRİS REC Türkiye program alanları çerçevesinde görev alacak, çevre alanında kendini yetiştirmek isteyen gençler arıyor. Hangi program alanında çalışmak istediğinizi nedenleriyle birlikte açıklayan bir kapak yazısı ve özgeçmişinizi [email protected] adresine gönderiniz. yeşil UFUKLAR | OCAK 2005 | 24 ülke etkinlikleri ULUSLARARASI HABERLER Japonya Başbakanı Junichiro Koizumi ve Macaristan Başbakanı Ferenc Gyurcsany, Kyoto Protokolü’nün tavsiyeleri doğrultusunda iklimin iyileştirilmesi için alınması gereken önlemleri bölgesel ölçekte desteklemesi başta olmak üzere, REC’e Macaristan’daki çalışmalarından dolayı teşekkür etti. 25 Ekim’de Tokyo’da gerçekleştirdikleri görüşmeden sonra yayımladıkları ortak bildiride, her iki başbakan da, Japon Uluslararası İşbirliği Bankası (JBIC) ve REC’in, Japon şirketlerinin teknoloji ve becerilerini Orta ve Doğu Avrupa’da etkin biçimde kullanarak işbirliği yapma niyetlerini memnuniyetle karşıladı. Böylece, bilim, teknoloji ve çevre alanlarında işbirliğine özel önem verilmesi gereği iki ülke tarafından bir kez daha vurgulandı. Ortak bildiride, “Her iki taraf da, Kyoto Protokolü’nün iklim değişikliğine karşı uluslararası işbirliğini güçlendiren önemli bir adım olduğunu kabul ederek, Protokol’ü henüz onaylamamış olan ülkelere, bir an önce onaylamaları çağrısında bulunmakta, Kyoto Protokolü çerçevesinde ikili işbirliği ve emisyon alışverişi gerçekleştirme beklentilerini ifade etmektedir,” denildi. MTI Bölgesel Çevrenin Yeniden Yapılandırılması Programı’nın (REReP) yürütme grubu, 30 Eylül - 1 Ekim tarihlerinde Belgrat’ta düzenlenen bir toplantıda, Güneydoğu Avrupa’nın AB ile bütünleşme sürecinin önemini göz önüne alarak gelecekte yapılacak çalışmaları görüştü. Güneydoğu Avrupa’daki çevre bakanları, Avrupa Komisyonu, donör kuruluşlar, uluslararası kuruluşlar, kurumlar ve STK’lardan oluşan yürütme grubu, REReP programı üzerine dışarıdan, tarafsız gözle yapılan bir değerlendirmeyi ve programla ilgili tavsiyeleri ele aldı. Yürütme grubu, programın bölgedeki çevre politikalarının çerçevesini geliştirmedeki katkısını takdir etti. Söz konusu ülkeler, çevre konusundaki yasamalarını AB standartlarına yaklaştırmada kaydettikleri ilerlemenin yanı sıra, Avrupa Çevre Ajansı (EEA) ve bazı çok-taraflı çevresel anlaşmalarla da işbirliği sağlamış durumda. Avrupa Komisyonu da, bu çabaları sürdürme doğrultusunda, değerlendirmedeki tavsiyeler ve toplantıda yapılan yorumlar üzerine kısa bir rapor hazırlayacak. Güneydoğu Avrupa Sınır-ötesi İşbirliği konusunda Mayıs 2004’te gerçekleştirilen Üst Düzey Yetkililer Toplantısı’nda alınan kararlar ve bunu izleyen sınır-ötesi proje hazırlama ve özgül proje fikirleri toplantısından çıkan sonuçlar, yararlanılmak üzere seçildi. Yürütme grubunun bundan sonraki toplantısı, haziran ya da eylül’de, Brüksel’de olacak. Toplantıda varılan sonuçlara www.rec. org adresinden ulaşılabilir. Daha temiz bir Tuna için STK güçbirliği Yetmişten fazla sivil toplum kuruluşu tarafından yürütülecek altmış beş proje, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı - Küresel Çevre Fonu’nun (UNDP-GEF) da parasal desteği ile REC’ten yaklaşık 700 bin Dolar alacak. Hibe programı, Tuna Havzası’ndaki organik ve toksik kirlenmeye karşı savaşan STK’ları desteklemeyi hedefliyor. Projenin 1.88 milyon Dolar'lık diğer bölümü ise, Tuna Havzası’ndaki kirlilik konusunda halkın bilgilenme hakkına ve katılımcı yönetime odaklanıyor. Böylece Bulgaristan, Bosna Hersek, Hırvatistan, Romanya ve Sırbistan Karadağ, Su Çerçeve Yöneregesi’ni uygulamaya hazır hale gelecek. Balkan çevre antlaşması geleceği planlıyor Eğitim paketi şimdi de Çek ve Slovakya’da REC’in ögretmenler için hazırladığı Green Pack malzemelerinin ekim ayında dağıtılmasıyla birlikte Polonya, Bulgaristan, Macaristan, Çek Cumhuriyeti ve Slovakya’da çevre eğitiminde büyük bir atılım gerçekleşti. Toyota Çevre Projeleri Hibe Programı’nın 2002’deki 225 bin Dolar desteğiyle geliştirilen paketler, ögretmenlerin müfredatı izlerken kullanabilecekleri belge ve malzemeleri kapsıyor. Paket, Çek Cumhuriyeti’nde 1,000 ilköğretim okuluna, Slovakya’da ise 800 okula ücretsiz olarak verilecek. Bundan önce Polonya, Bulgaristan ve Macaristan’da dağıtılan Green Pack’in içinde ders planları, etkinlik çizelgeleri, bir video kaset ve çevreyle ilgili çeşitli konuları içeren etkileşimli bir CD-ROM bulunuyor. Green Pack’in bu yeni versiyonları Slovak ögretmenler ve çevre uzmanları, Slovak STK’sı Spirala ve Slovakya Cumhuriyeti Çevre Bakanlığı’nın katkılarıyla geliştirildi. Benzer bir eğitim paketi de hâlen Rusya için geliştiriliyor. GÜNEYDOĞU AVRUPA REC BÜLTENİ KISA HABERLER Macaristan ve Japonya’dan REC’e övgü UZLAŞMA: 25 ekim 2004’te Tokyo’da, Macaristan Başbakanı Ferenc Gyurcsany ve Japonya Başbakanı Junichiro Koizumi kalkınma ile ilgili bir ikili anlaşma imzaladılar. | Ülke ofisimiz, Su Altyapısı Yönergesi’ne destek oluyor REC Letonya Ülke Ofisi’nin, AB Su Altyapısı Yönergesi’ni Baltık ülkeleri için uyarlama ve uygulama sürecindeki öncü kuruluşlardan biri olduğu bir kez daha anlaşıldı. Letonya Çevre Bakanlığı ile REC işbirliği, ilk olarak, nehir havzası yönetiminin STK'lar ve belediyelerle ilişkilerini geliştirmek amacıyla başlamıştı. Şimdi ise REC Letonya, Baltık Bölgesi’nde Su Ortaklığı Programı çerçevesinde halkın havza yönetimine katılımı konusunda bir rapor hazırlamak üzere seçilen kuruluş oldu. Kentsel Ulaşım Girişimi İkinci Yılında Kentsel Ulaşım Girişimi, 28 eylül’de Brüksel’de düzenlenen ve 20’den fazla ülkenin temsilcilerinin katıldığı bir atölye çalışması ile resmen ikinci yılına girmiş oldu. Atölye katılımcıları, girişimin, ikinci yılındaki etkinliklerine ilişkin düşünce ve önerilerini dile getirme fırsatı buldu. 25 | OCAK 2005 | yeşil UFUKLAR REC BÜLT E N İ | Kurumsal REC İHTİYAÇ ANALİZİ ÇALIŞTAYLARI REC TÜRKİYE EĞİTİM SEMİNERLERİ Paydaşlar REC’ten neler bekliyor? STK’ları geliştirmeyi hedefleyen programların artması, destekçi kuruluşları, STK’ların eksiklerini ve ihtiyaçlarını saptamaya yöneltiyor. REC Türkiye de, kendi programlarını şekillendirmek için EylülKasım 2004 döneminde dört İhtiyaç Analizi Çalıştayı gerçekleştirdi. Danışmanlığı ve yönetimi, ODTÜ’den Yrd. Doç. Dr. Helga Rittersberger-Tılıç tarafından üstlenilen, temsilcilerin aktif katılımını sağlayan çalıştaylarda, grup çalışmaları ile ‘ortak akıl’ oluşturuldu. Tartışmalarda SWOT Analizi (bir sorun ya da araştırmanın: Güçlü yanları/ Strengths; Zayıf yanları/ Weaknesses; Fırsatları/ Opportunities; ve Karşılaştığı tehditler/ Threats) yöntemi yardımıyla stratejiler ve çözüm önerileri oluşturuldu. Grup raporları, çalıştayların sonunda ÇALIŞTAY: Ankara, İstanbul ve Adana’da düzenlenen tüm katılımcılara sunuldu. üç STK çalıştayına, 89 STK’nın temsilcisi katıldı. Ankara, İstanbul ve Adana’da düzenlenen ve birer gün süren üç STK çalıştayına, Edirne’den Van’a kadar, 89 STK’nın temsilcisi katıldı. Çalıştayların ilk bulgularından, STK’ların öncelikle finansal-lojistik destek, ‘know-how’, kaynak oluşturma, proje geliştirme ve proje yönetimi, iletişim ağları ve işbirliği konularında eğitime gereksinme duyduğu anlaşıldı. STK’larda AB’ne giriş süreci konusunda büyük bilgi eksikliği olduğu görülürken, toplumsal katılımı sağlama konusunda da yetersiz oldukları ortaya çıkarıldı. Ankara, Orta Anadolu ve Karadeniz’den gelen STK temsilcileri kırsal kalkınmaya öncelik verirken, Marmara ve İstanbul’dan gelen STK temsilcileri tüketici davranışlarını ve toplumu bilinçlendirme gereğini ön plana çıkarıyordu. STK çalıştaylarının yanı sıra, Ankara’da, başta Çevre ve Orman Bakanlığı olmak üzere, TBMM Çevre Komisyonu, Milli Eğitim Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, DPT, DSİ, çeşitli belediye birlikleri gibi çevre yönetimiyle ilişkili 30 kamu kuruluşunun temsilcisine yönelik bir toplantı daha yapıldı. İhtiyaç Analizi çalışması ile ilgili güncel bilgileri www.rec.org.tr sitesinden izleyebilirsiniz. NAFİZ GÜDER REC HİBE PROGRAMLARI REC Türkiye'nin ilk projeleri yolda Yerel STK’ları kuruluş, teşkilatlanma ve proje geliştirme faaliyetlerinde desteklemek için planlanmış olan Küçük Hibeler Programımız, yoğun bir ilgiyle karşılandı. Çağrımıza 130’un üzerinde proje teklifi ile başvuruldu. Başvurular, REC Hibe Değerlendirme Komitesi tarafından titizlikle değerlendirildi. Bu seçim süreci sonucunda, çalışmalarına yeni başlayan ve Türkiye’nin değişik bölgelerinden gelen tabanda örgütlü 15 STK’nın organik tarım, katı atık yönetimi, çevre eğitimi gibi konularda yoğunlaşan projeleri hibeye hak kazandı. Tüm teklif sahipleriyle Ocak ayında düzenlediğimiz ‘Kazananlar Toplantısı’nda bir araya geldik. Proje sahipleri projelerini tanıttı ve projelerde yaşanacak tecrübeleri, başarıları ve zorlukları paylaşabileceğimiz bir iletişim ağı kuruldu. Hibe sonuçları bekleniyor... REC Türkiye, Proje Yönetimi Eğitimleri sürüyor... REC Türkiye Kapasite Geliştirme Programı, ‘Proje Yönetimi Eğitimleri’ ile Kasım 2004’te başladı. İlk etkinlikler Kasım 2004’te Ankara’da ve Aralık 2004’te İstanbul’da gerçekleşti. STK'lar ve yerel yönetimlere yönelik üçüncü eğitim ise Şubat 2005’de yapıldı. Üç günlük eğitimin ilk günü ihtiyaç analizi ile hazırlık aşamalarına ayrılıyor. İkinci gün, mantıksal çerçeve analizi ve matrisi, teklif hazırlama ve bütçelendirme; üçüncü gün uygulama, izleme ve değerlendirme konuları işleniyor. Fon sağlayan kuruluşların başvuru formatları kullanılarak, öğrenilenlerin farklı formatlara nasıl uygulanabileceği de aktarılıyor. İlk iki Proje Yönetimi Eğitimi’ne, toplam 22 kentten, 34 STK ve 8 yerel yönetimin temsilcileri katıldı. Eğitim programları ile ilgili ayrıntılı bilgiyi http://www.rec.org.tr/kapasite1. htm sayfasından edinebilirsiniz. REC Türkiye, Eğitimcilerin Eğitimi Programı başladı. REC Türkiye’nin, çevre STK'larına, yerel yönetimlere ve devlet kurumlarına yönelik eğitim programlarında çalışacak, aktif bir eğitmenler havuzu oluşturmak için düzenlediği ‘Eğitimcilerin Eğitimi Programı’ başladı. Uluslararası uzmanların eğitim verdiği programa, farklı disiplinlerden 20 kişi seçildi. Aralık 2004’te başlayan ve ayda bir haftadan toplam üç ay süren programın her modülünde farklı konular işleniyor. Üç aylık programı başarıyla tamamlayan katılımcılar, katılım sertifikasının yanı sıra, REC Türkiye Kapasite Geliştirme Programları çerçevesinde eğitimci olarak çalışma olanağını yakalayacak. REC Türkiye, bu programla kendi eğitmenler havuzunu oluşturmanın yanı sıra, Türkiye’de çevre alanında ihtiyaç duyulan kurumsal kapasite geliştirme ve eğitim ihtiyacının karşılanması yönünde birikim sağlanmasına da katkıda bulunmayı amaçlıyor. Geleceği birlikte şekillendirelim Ulusal STK’ların ve yerel idarelerin çevre açısından ülke genelinde önem taşıyan alanlarda hazırlayacakları projelerini destelemek için planlanladığımız “Ulusal Hibeler Programı”mızın Aralık ayında ilk çağrısı yapıldı. Çağrımızın sınırlarını belirlerken ülke genelinde yapmış olduğumuz “İhtiyaç Analizi” sonuçlarından yararlandık. Genç Çevreciler Eğitim Programı REC Türkiye, çevre alanında çalışan Sivil Toplum Kuruluşları'nın aktif üyesi olan, bu kuruluşlarda gönüllü ya da profesyonel olarak çalışan 20-30 yaş arası gençleri, Genç Çevreciler Eğitim Programı’na katılmaya çağırıyor. Program, STK’ların kurumsal gelişimine katkıda bulunmak isteyen gençlere yönetim, planlama, iletişim gibi yönetsel konularda pratik ve interaktif eğitimlerin yanı sıra; güncel çevre sorunları ve çözümleri hakkında bilgilenme fırsatı da sunuyor. Projelerde işlenmesi gereken öncelikli ilk altı tema; - sürdürülebilir tarım, sürdürülebilir turizm, katı atık yönetimi, ekosistem yönetimi, yenilenebilir enerji, sürdürülebilir üretim/tüketim alışkanlıkları. STK’lardan ve yerel yönetimlerden, ele aldıkları çevre sorununu, en çağdaş yaklaşımlarla, ortaklıklar kurarak ve sorumluluğu paylaşarak, belirlenen zaman aralığında, somut bir eylem planı çerçevesinde çözüme götürmeleri bekleniyor. 200’ün üzerinde projenin başvurduğu Ulusal Hibeler Programının seçim süreci devam ediyor. Daha fazla bilgi için: Güzin Arar, Hibe Programı Yöneticisi Tel: (90 312) 284 95 55 e-posta: [email protected] REC Türkiye Hibe Programları yeşil UFUKLAR | OCAK 2005 | 26 Daha fazla bilgi için: Deniz Gümüşel, Kapasite Geliştirme Programı Yöneticisi Tel: +90 (312) 284 95 55 e-posta: [email protected] Eğitim tarihleri REC Türkiye web sitesinden duyurulacaktır www.rec.org.tr REC Türkiye Kapasite Geliştirme Programı Y EŞ İL B AK IŞ Biyolojik Çeşitlilik Mira Mileva Çok önemli bitkiler Balkanlar’daki bitki türleri ve habitatlar için yeni korumalar Seçilen ÖBA’ların genişliği yalnızca bir kaç ha olanlardan, 100 bin ha’ın üzerinde olanlara kadar değişiyor. ÖBA’lar başlangıçta genellikle küçük olup az sayıdaki türe ya da özgül bir bitki örtüsüne ev sahipliği yapıyor, Bulgaristan’daki Tissata ÖBA ve Karadağ’daki Crna poda bölgesi bu durumun örnekleri. Daha büyük ÖBA’lar ise, bir çok türü ve farklı habitatı, ya da bitki zenginliği ve çeşitliliğine sahip alanları barındırabilir. Sırbistan’da 142 bin ha bir alanı kaplayan Stara Planina Dağı ve Hırvatistan’daki 40 bin ha Gorski kotar ve Kapela da en genişlerden ikisi. Dik eğimli araziler insana karşı korunabildiği ve daha fazla çeşitlilik barındırabildiği için seçilen ÖBA’ların büyük bir bölümü dağlık bölgelerde bulunuyor. Kendine özgü habitatları, çeşitlilikleri ve hassas yapılarından dolayı, her ülkenin sulakalarından da çok sayıda ÖBA seçildi. Hırvatistan’daki Neretva Deltası, Karadağ’daki Bijeli Nerini ve Makedonya’daki Ohrid Gölü, çoğu aynı zamanda birer Önemli Kuş Alanı olan sulakalan ÖBA’larından bir kaçı. ÖBA’ların otuz yedisi üzerinden ülke sınırları geçtiği göz önüne alındığında (bkz. tablo), bu alanların korunması için iki veya daha fazla hükümet arasında siyasi işbirliği gereği de ortaya çıkıyor. Projenin parasal kaynağı, Kararlılık Antlaşması Bölgesel Çevre Rekonstrüksiyon Programı kapsamında Norveç tarafından sağlanmakta ve REC Orta ve Doğu Avrupa tarafından koordine edilmektedir. ‘Balkan’ sözcüğü yüzyıllardır, vahşi, bilinmez ve diken üstünde olmakla eş anlamlı kullanılagelmiştir. Ancak bölgede silahların susması ve ekonominin gelişmeye başlamasıyla birlikte Balkan sözcüğü, asıl anlamını, yani ‘güzel sıradağlar’ı yeniden çağrıştırmaya başlayacak gibi görünüyor. Sayıları 30’un üzerinde önde gelen bitki uzmanının, son dönemde Balkanlar’daki önemli türler üzerine yürüttüğü kapsamlı bir araştırmayla bu yönde bir adım daha atıldı. Araştırma, Arnavutluk, Bulgaristan, Hırvatistan, Makedonya ile, Sırbistan ve Karadağ’ı kapsıyor. Önemli Bitki Alanları (ÖBA), olağandışı bir botanik zenginliğe sahip olan, ender, tehdit altında ya da endemik bitki türlerinin çarpıcı bir karışımla bir arada görüldüğü, veya botanik değeri yüksek bir bitki örtüsüne sahip olan doğal ya da yarı doğal alanlardır. Araştırmada 474 ÖBA adayı belirlendi, bu alanların durumları hakkında ulusal ve bölgesel düzeyde bilgi alış verişi gerçekleştirildi. Güneydoğu Avrupa, Avrupa florasının yaklaşık yüzde 40’ına ev sahipliği yapmakta. Bunların dörtte biri Balkanlar’ın endemik türüdür, yani dünyanın başka hiç bir yerinde bulunmaz. Batı Stara Planina Dağı ile Akdeniz ve Karadeniz yakınındaki diğer dağlık bölgelerin, bitki çeşitliliğinin en yüksek olduğu merkezler olduğu görüldü. Bulgaristan, Hırvatistan ve Makedonya’da bulunan yaklaşık 100 ÖBA, hem küresel hem de Avrupa ölçeğinde korunması gereken önemde. Bulgaristan’da 200’ün üzerinde ÖBA tehdit altındaki habitatlar listesinde yer alırken, 90’dan fazla ÖBA da Sırbistan ve Karadağ’da bulunuyor. Bu ÖBA’ların çoğu da, ‘rezerv’, ‘ulusal park’ ya da ‘doğal park’ gibi statülerle koruma altına alınmış durumda. ________________ Mira Mileva, REC biyolojik çeşitlilik projeleri yöneticisidir. Güneydoğu Avrupa ve diğer yerlerdeki damarlı bitki türlerinin sayıları*: Hırvatistan Arnavutluk Bulgaristan Makedonya Sırbistan - Karadağ Çek Cumhuriyeti Hollanda Polonya Birleşik Krallık 4,266 3,965 3,900 3,700 3,400 2,500 1,221 2,300 1,623 * Avrupa kıtası (Türkiye’nin zengin bitki örtüsünü dışarıda tutarsak) 12 binin üzerinde damarlı bitkiye - çiçekli bitkilere, kozalaklara ve eğrelti otlarına, 1,700 karayosunu türüne, 2,500 likene ve en az 8 bin büyük mantara yaşam ortamı sunar. Güneydoğu Avrupa’da sınır aşan önemli bitki arazileri Bulgaristan, Makedonya ve Yunanistan: Belasitsa Dağı Bulgaristan, Türkiye: Istıranca Dağı Makedonya-Yunanistan: Doiran Gölü ve Alshar Tribor Dağı Hırvatistan, Bosna-Hersek: Dinara Dağı, Neretva Deltası Hırvatistan, Slovenya: Zumberak and Samobor Dağları ve Uchka ve Chcaria Dağı Birim, Sivil Toplum Kuruluşları ve yurttaş girişimlerinin yönetim ve politikaların oluşumu ve uygulanması süreçlerine katılım kapasitelerinin gelişimine yardımcı olacak bir üniversite-sivil toplum buluşma noktası olarak kurulmuştur. Birim tarafından gerçekleştirilen STK Kapasite Geliştirme Eğitimleri Proje Teklifi Oluşturma, Proje Yönetimi, Gönüllü ve İnsan Kaynakları Yönetimi, Savunuculuk ve Politikaları Etkileme gibi beceri geliştirme amaçlı pratik eğitimlerin yanı sıra Sivil Toplum ve Strateji Geliştirme, Sivil Toplum ve Demokrasi Seminerleri gibi perspektif kazandırma amaçlı tematik eğitimlerden oluşmaktadır. Şubat –Mayıs 2005 tarihleri arasındaki eğitim döneminin katılım koşulları, burslar ve kayıtlar için 20 Aralık 2005 - 21 Ocak 2005 tarihleri arası http://stk.bilgi.edu.tr sitesine başvurunuz. STK’lar için hukuki yardım sistemi ve diğer etkinliklerden haberdar olmak için http://stk.bilgi.edu.tr adresine girerek üye olunuz. İletişim için: Tel: 444 0 428 (444 0 IBU) E-posta: [email protected] 27 | OCAK 2005 | yeşil UFUKLAR YEŞİL BA K I Ş Açık kodlar kapıları açıyor Ücretsiz yazılımlar, kâr amacı gütmeyen küçük kuruluşlar için ideal bir BT çözümü sunuyor. Orta ve Doğu Avrupa’daki STK’ların kullandığı yazılımlara şöyle bir göz atalım. Telif hakkı yaptırımlarında sağlanan ilerlemelere karşın, çoğu bilgisayarda hâlâ yasadışı çoğaltılmış yazılımlar olduğuna eminim. Yüksek fiyatlar, sürekli geliştirilen sürümler ve dijital güvenlik nedeniyle bir çok küçük kullanıcı, teknolojinin gerisinde kalmaktansa yasaları çiğnemeyi tercih ediyor. Açık kodlu yazılım, işte buna çözüm getiriyor. Telif hakkı bulunan lisanslı yazılımın aksine, açık kodlu yazılım İnternet’ten ücretsiz indiriliyor. Ancak temel farkı felsefesi. Programların kaynak kodlarına, ‘kod yazabilen’ herkes ulaşabiliyor, böylece kodlar değiştirilip program geliştirilebiliyor. İnternet hiç uyumayan bir mecra olduğu için, bu tür küçük ölçekli programlamaların, büyük şirketlerin yazılımlarından çok daha hızlı geliştiğini söyleyebiliriz. Açık kodlu ürünler, son on yıldaki niteliksel ve niceliksel evrimin ardından, bugün ticarî yazılımlara karşı ciddi ve gelişkin bir seçenek sunuyor. İşlevsellik, güvenilirlilik, kalite ve kullanıcı dostu olma gibi özellikleri sayesinde, hemen bütün bilgisayar işlemleri, yalnızca açık kodlu yazılımlarla yapılabiliyor. Üstelik açık kodlu programlar, ticarî eşdeğerleriyle oldukça uyumlu. Peki ama açık kodlu yazılım, ticarî yazılımlardan bu denli üstünse neden daha fazla kullanıcı açık koda geçmiyor? Yanıt basit: toplumun sorgulayan bir toplum olmaması. Açık kodlar teknik açıdan bakıldığında daha üstün olsa bile, herkesin Microsoft Word kullandığı bir ortamda sürünün peşinden gitmek çok daha kolay geliyor. Lisanslı yazılımlara karşı açık kodlu yazılımlar konusu özellikle Orta ve Doğu Avrupa’da daha sık gündeme geldikçe, bölgenin açık kodlu uygulamalara geçiş konusunda dünyaya örnek olabilecek bir konumda olduğu da ortaya çıkıyor. Eğer devlet kurumları ya da eğitim kuruluşları gibi büyük kullanıcılar açık kodlu sistemi benimserse, sürecin zincirleme olarak ilerleyeceğine kuşku yok. Orta ve Doğu Avrupa Bölgesi'ndeki geniş toplumsal, kültürel ve ekonomik çeşitliliği göz önüne alırsak, bölgedeki hükümetlerin çok çeşitli yollardan bu ilerlemeye katkıda bulunacağını görebiliriz. Örneğin, Romanya, İrlanda ile birlikte, bütün Avrupa’da BT şirketlerine en yüksek vergi indirimi sağlayan ülkelerden biri. Bir dizi başka teşviği de düşünürsek, şu anda bile 2,000’in üzerinde Microsoft Windows – (NT, 2000 or XP) Linux (RedHat, SuSE or Debian) Microsoft Office – OpenOffice.org Microsoft Internet Explorer – Mozilla Firefox Microsoft Outlook – KMail, Evolution, Mozilla Thunderbird Microsoft SQL– database server MySQL, PostgreSQL Microsoft Visual Studio– KDevelop Adobe Photoshop – GIMP Adobe Illustrator – Scribus olan BT şirketi sayısının daha da artmasına şaşmamak gerek. Doğu Avrupa bugün, küresel BT piyasasının yalnızca yüzde 8’ini oluşturduğu için büyük bir gelişme potansiyeline sahip. Bu iştah açıcı pazardan ticarî beklentilere ters olsa da, bölgedeki STK’lar bu pazar büyümesinin açık kodlu yazılımı da kapsamasını umuyor. Söz gelimi, Makedonya Ücretsiz Yazılım isimli grubun ‘Ücretsiz Yazılım Akımı’ başlıklı kampanyasında, “yazılımda değişiklik yapma özgürlüğü, yazılımı serbestçe dağıtma özgürlüğü, yazılımı her türlü amaçla kullanma özgürlüğü ve programları toplum yararına geliştirme özgürlüğü,” çağrısı yapılıyor. Açık kodların küresel ve bölgesel ölçekte yaygınlaşmasında, Orta ve Doğu Avrupa’daki çevre STK’larının da payı var. Bu konuda başı çekenler, Slovakya’daki ChangeNet ve BosnaHersek’teki EkoMrezaBiH gibi iletişim ağları oldu. Haber yazılımları, gönderi listeleri ve temalı web siteleri gibi on-line hizmetler veren bu ağlar, çoğunlukla açık kodlu uygulamalar kullanıyor ve kodları sürekli olarak kendileri geliştiriyor. Çevre dışındaki alanlarda çalışan STK’larla da güçbirliği yaparak, açık kodlu uygulamaları kullanıcılar arasında etkin olarak teşvik ediyorlar. REC de, çevre koruma alanında açık kodlu yazılımı destekliyor. Örneğin REC, yürüttüğü ‘Ağları Birleştirme” projesinin bir parçası olarak, çevresel bilgi sistemleri yönetimi konusunda çalışan uzmanlar için bir paylaşım/açık kodlu yazılım envanteri hazırlığı içinde. 3D Studio – Blender _______________ Lisanslı yazılımlar ile açık kodlu yazılımların karşılaştırılması T ü rk i ye i ç i n Pa ke tler Hazır REC’in çevre eğitimi aracı Green Pack çok yakında Türkçe olarak hazırlanacak. Programın Macaristan ve Bulgaristan’ın yanısıra Polonya’daki başarısının ardından malzemenin multimedya araçları Çekçe ve Slovakça’ya çevrildi ve içerikleri herbir ülkenin öncelikli çevre koşullarına göre uyarlandı. Şimdi aynı çalışmalar Avrupa Komisyonu Çevre Genel Müdürlüğü LIFE III Programı’nın mali desteği ile Türkiye’de de başlıyor. REC, Green Pack projesinin Türkiye uygulamasını Doğa Derneği ve Kuş Araştırmaları Derneği’nin işbirliğiyle gerçekleştirecek. Öğretmenlerin yönetiminde ilköğretim öğrencileri için geliştirilmiş bir çevresel eğitim kiti olan Green Pack, yerel, bölgesel ve küresel çevre sorunlarıyla ilgili interaktif ve multimedya sunumlar içeriyor. Green Pack’in İngilizce versiyonuna http://greenpack.rec.org adresinden ulaşılabilir. yeşil UFUKLAR | OCAK 2005 | 28 Gabor Heves Bilişim Teknolojileri Gabor Heves, REC Bilişim Programı’nda proje yöneticisi olarak görev yapıyor. YEŞİL BAKIŞ Yasal Boyut Eski otomobiller tarihe karışıyor Arnavutluk Hükümeti, eski ve kirlilik kaynağı araçların ithalini sınırlamaya hazırlanıyor. Takas planına karşı atılan adımlar çimentoya saplandı COURTESY OF HEIDELBERGCEMENT Environmental Daily haber servisine göre, Alman çimento üreticisi HeidelbergCement’in, işletme açısından ciddi tehdit oluşturduğu gerekçesiyle AB karbon emisyonları takas planının 1 ocakta yürürlüğe girmesini durdurma çabaları, ciddi bir başarısızlığa uğradı. Environmental Daily’nin haberine göre, Karlsruhe’deki idarî mahkeme, şirketin, planın Almanya’da bir yıl ertelenmesi yönündeki talebini, reddetti. Şirketin temel gerekçesi, planı uygulamaya zorlanması durumunda, üretim kapasitesinin yüzde 40-50 oranında düşecek olması. Ancak mahkeme, hükümetin, emisyon takası konusunda yasal çerçeveyi oluşturmuş olmasına dayanarak, HeidelbergCement ve plan kapsamına giren bütün şirketlerin, yılbaşından başlayarak, plan kapsamında hareket etmek zorunda olduğu hükmüne vardı. HeidelbergCement’in basın sözcüsü, çimento üreticisinin kararı temyize gideceğini ve Bavaria’daki iki idarî mahkemeden yürütmeyi durdurma kararı çıkarmaya çalışacağını söyledi. Sözcü, bu girişimlerin de sonuçsuz kalması halinde, HiedelbergCement’in Alman anayasa mahkemesine başvuracağını sözlerine ekledi. Eski ve hava kirliliğine neden olan araçların Arnavutluk pazarına kontrol dışı akışı, çevre açısından ciddi bir tehdit haline geldi. Eski, dizel motorlu araçların egzozları, büyük şehirlerdeki yüksek kirlilik oranının başlıca nedenleri arasında. Hazırlanan yasa taslağı, altı yaşından büyük olan otomobillerin ithalatını yasaklayacak. Meclis Ekonomi Komisyonu, teklifi yakın bir zamanda gündeme alacak. Taslakta, aracın yaşına göre bir gümrük vergisi belirleniyor. Yeni otomobiller vergiye tabi tutulmazken, iki ilâ dört yaş arasındaki araçlar, en yüksek gümrük vergisinin yalnızca yüzde 6’sını ödeyecek. Bugüne kadar, Arnavutluk’a ikinci el otomobillerin girişini düzenleyen hiç bir yasa olmadığı gibi, çevre dostu yeni otomobilleri teşvik edecek bir yasa da çıkarılmamıştı. Çevreciler, Arnavutluk’taki hava kirliliğinin baş nedeninin taşıtlar olduğunu ileri sürüyor. Arnavutluk’taki motorlu taşıtların yaklaşık yüzde 80’i mazotla çalışıyor ve bunların yüzde 85’i de 10 yaşın üzerinde. Ulaştırma Çalışmaları Enstitüsü’nün kısa süre önce yaptığı araştırmaya göre, Tiran’daki hidrokarbonların düzeyi, yasal sınırların yüzde 6.5 üzerinde. Hazırlanan yasa, periyodik emisyon testlerinden geçen araçlara yapıştırılacak bir yeşil etiket öngörüyor. Bu önlemin, eski ve aşırı kirlilik yaratan araçları Arnavutluk yollarından uzaklaştırması bekleniyor. Arnavutluk’taki Komünist diktatörlük 1980’lerde yıkıldığında, ülkede yalnızca 2 bin otomobil vardı, ancak İngiliz gazetesi The Guardian’a göre bu sayı 300 bini aşmış durumda. UNDP GEF Küçük Destek Programı (SGP) SGP, sivil toplum kuruluşları ve toplulukların GEF odak alanlarındaki projelerine 50,000 USD’a kadar mali destek sağlamaktadır. Bu odak alanlar: • • • • Biyolojik çeşitliliğin korunması ve sürdürülebilirliği Uluslararası suların korunması Sürdürülebilir Arazi Yönetimi İklim Değişikliği ile mücadele Daha fazla bilgi ve başvuru formları için: www.gefsgp.net • [email protected] 29 | OCAK 2005 | yeşil UFUKLAR YE ŞİL BA K I Ş Kitaplık Enerji: Ne pahasına? Enerjiye artan talep, enerji maliyetlerine yeni bir gözle bakmayı gerektiriyor. Enerjide Toplumsal Maliyet ve Temiz ve Yenilenebilir Enerji Kaynakları Dr. Umur Gürsoy Türk Tabipleri Birliği Yayınları, 2004. 192 sayfa Halk sağlığı uzmanı olan ve çevre sorunları ile sağlık ilişkisi üzerine çalışmalar yapan Dr. Gürsoy, bu kitabında, pek üzerinde durulmayan bir konuya eğiliyor ve enerji üretiminin ekonomi ve işletme kıstasları dışında kalan ve genellikle göz ardı edilen maliyetlerini ele alıyor. Enerji üretim yöntemlerinin irdelendiği bölümde, yenilenemeyen ve küresel ısınmaya yol açan fosil yakıtların yanı sıra, çoğunlukla zararsız gibi algılanan su gücünden enerji üretimi de dahil olmak üzere bütün enerji üretim türlerinin görünmeyen toplumsal maliyetlerine ve zararlarına değiniliyor. Temiz ve yenilenebilir enerji kaynakları bölümünde ise, bütün enerji çeşitlerinin yanı sıra, enerji konusundaki en temel unsur olan, enerjinin verimli kullanılması konusuna değiniliyor. Kitabın son bölümlerinde çevre sağlığında gereksinim duyulan herkes için dokuz sağlık ilkesi ve geniş bir kaynakça da var. Kitap Türk Tabipleri Birliği’nden edinilebilir: O312 231 31 79 Buying Green! "Yeşil Tüketim!" Çevre dostu kamu harcamaları için bir el kitabı Avrupa Topluluğu, 2004. 40 sayfa. Kitapta, AB’nin Gayri Safi Hasıla (GSH)’nın yaklaşık yüzde 16’sını (Almanya’nın GSH’nın nere-deyse yarısı) harcayan kamu kurumlarının Avrupa’daki en büyük tüketiciler olduğu belirtiliyor. Bu nedenle kamu kurumları, çevre dostu ürün ve hizmetleri tercih ederek sürdürülebilir kalkınmaya önemli bir katkı sağlayabilir. Bu tür ürün ve hizmetlere; az enerji harcayan bilgisayarlar, çevreye duyarlı tasarlanmış araçlar, geri dönüştürülmüş ya da dönüştürülebilir büro malzemeleri ve çevreye zarar vermeyen üretim ve işletim sistemleri girmektedir. El kitabında yeşil harcama yapmanın yolları adım adım sunuluyor; bunlar arasında stratejik planlama, yeşil kamu satınalımları mevzuatı, sözleşmelere konulması gereken şartlar, tedarikçilerin, hizmet verenlerin ve müteahhitlerin seçimi, sözleşme hükümlerinin ve hakediş şartlarının belirlenmesi de var. Kitap <europa.eu.int/comm/environment/gpp/pdf/ int.pdf> adresinden indirilebilir. Çevrecinin Rehberi: Haklarımız - Fonlarımız. Küresel Denge-Ankara, 2004. 192 sayfa Sivil toplum örgütlerinin gereksinme duydukları temel bilgileri içeren, daha kolay ve verimli çalışma yöntemleri konusunda ışık tutan yayınların giderek artması, sivil örgütlerin etkinleşmesi ve kurumlaşması doğrultusundaki ilerlemenin önemli bir belirtisi. Küresel Denge Derneği’nin bu kitabı, çevre sahasında çalışan örgütler için benzersiz bir yayın. Haklar ve fonlar gibi önemli ve çetin iki konuyu ele alan ilk yayın olmasının yanı sıra, bu konuların ayrıntılarına inerek ve neredeyse eksiksiz biçimde kapsama özelliğini de taşıyor. Kitabın ilk bölümü olan ‘Haklarımız’da, çevre sahasındaki yasal düzenlemeler, bu sahada çalışan örgütlerin taleplerine ve çalışmalarına hukukî zemin oluşturuacak bütün mevzuat, ülkemizdeki yasama karmaşası ve çevre hukukunun henüz tam anlamıyla oturmamış olmasına karşın, büyük bir yeterlilikle işleniyor. İkinci bölüm olan ‘Fonlarımız’da ise, sivil örgütlerin proje ve etkinlikleri için gereksinme duydukları para kaynaklarını nasıl, hangi kuruluştan, edinebilecekleri sorularına ışık tutuluyor ve ülkemizdeki fon kaynakları tanıtılıyor. Nükhet Turgut ve Güneşin Aydemir’in hazırladığı bu kitap, gördüğü ilgi sonucunda kısa sürede tükenince, Nuran Talu ve Nesrin Algan’ın da katkılarıyla güncellenerek, Ekim 2004’de, yine GEF SGP desteği ile ikinci kez basıldı. Çevre sahasında çalışan bütün kuruluşlara yararlı olacağından kuşkumuz yok. Kitap Küresel Denge Derneği'nden edinilebilir. Tel: 0 312 467 84 90 STK Kapasite Geliştirme Rehberleri 7 kitaplık bir serinin ilk 3 kitabı hazır! REC Türkiye, zengin REC yayın yelpazesinden ilk olarak Sivil Toplum Kuruluşları’na, çalışmalarında yol gösterecek bir dizi yayını seçti ve çevirisini yaptı. 7 kitaptan oluşan serinin ilk ve belki de en önemli üç tanesinin baskıları tamamlandı. Proje Önerisi Hazırlanması Proje Yönetimi ve İzleme ve Değerlendirme eğitim aracı olarak kullanılabilecek şekilde hazırlandı. Konular kısa ve öz bir biçimde anlatılıyor. Bu kitaplar, serinin diğer dört kitabıyla birlikte, tüm STK’ların projelerinde yararlanabilecekleri önemli birer kaynak olacak. Ücretsiz olarak dağıtılacak olan rehberler REC eğitimleri sırasında kullanılacak. Rehberler, REC Türkiye ofisi ile bağlantıya geçilerek edinilebilir yada www.rec. org.tr/bilgi/yayınlar.htm sayfasından .pdf dosyası olarak indirilebilir. Daha fazla bilgi için: Yeşim A. Çağlayan, Çevresel Bilgi Programı Yöneticisi Tel: (90 312) 284 95 55 · e-posta: [email protected] yeşil UFUKLAR | OCAK 2005 | 30 YARININ ENERJİSİNİ BUGÜNDEN KORUYALIM Akdeniz Yenilenebilir Enerji Programı (MEDREP), özel MEDREP şirketlerin, kamu kuruluşlarının, belediyelerin ve hükümetlerin, yenilenebilir enerji kullanımını arttırıcı yöndeki yatırım olanaklarını bulup geliştirmeyi hedeflemektedir Johannesburg’da düzenlenen Sürdürülebilir Kalkınma Dünya Zirvesi’nde İtalyan Hükümeti tarafından oluşturulan MEDREP hem modern, kaliteli ve sürdürülebilir enerji türlerini desteklemek, hem de iklim değişikliğini yavaşlatmak amacıyla, yenilenebilir enerji modern, teknolojilerinin, mevcut enerji kaynakları içindeki oranını arttırmayı hedefleyen, Type II ortaklık kapsamına girer., Uluslararası Enerji Kurumu (IEA), BM Çevre Programı (UNEP), Bölgesel Çevre Merkezi (REC), Dünya Bankası WB ADEME, ISES, MEDENER ve OME gibi uzman uluslararası kuruluşlardan da destek alan .MEDREP geniş bir alanı kaplayan Akdeniz ve Karadeniz havzalarında, sürdürülebilir enerji yönetimi doğrultusunda büyük miktarlardaki sermayeyi harekete geçirmektedirç MEDREP’’in Kuzey Afrika eğitim merkezi MEDREC Eylül 2004’de Tunus’ta açıldı. REC de aynı doğrultuda, Macaristan ve Türkiye’de kuracağı tesislerle, Kuzey Doğu Akdeniz ve Karadeniz bölgeleri ni kapsayan REC sürdürülebilir enerji eğitim merkezlerini önümüzdeki yıl açacaktır. [email protected]’dan MEDREP girişimiyle ilgili ayrıntılı bilgi edinebilirsiniz. reeep renewable energy & energy efficiency partnership Yenilenebilir Enerji & Enerji Verimliliği Ortaklığı (REEEP) yenilenebilir ve verimli enerji sistemlerinin daha hızlı geliştirilmesi için çabalayan ileri görüşlü hükümetler, özel sektör ve büyük kuruluşların oluşturdukları bir birlikteliktir. Mevcut ekonomik sistemlerimiz ve mevcut enerji potansiyelimiz çerçevesinde yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği sistemlerinin geliştirilmesini hızlandırma ve yaygınlaştırma yönünde aynı ortak hedefi benimseyen hükümetler, özel sektör ve Sivil Toplum Kuruluşları arasında yeni ve esnek bir işbirliği tarzı öngören, Sürdürülebilir Kalkınma Dünya Zirvesi’nde ortaya çıkan, II. Tür Girişimler kapsamındadır. Sürdürülebilir enerjinin kazançları açıktır: Enerjiyi garanti altına almak, ekonomik kalkınma, sosyal eşitlik ve çevrenin korunması. REEEP, sürdürülebilir enerji konusundaki vaadlerin somut çalışmalara dönüştürülmesi için tüm paydaşlarla işbirliği yapmaktadır. REEEP’in odaklandığı üç ana faaliyet alanı şunlardır: • Politikalar ve düzenlemeler: Enerji kaynakları arasına yenilenebilir olanları katmaları için gerek duydukları yasal düzenlemeleri hazırlama ve “yatırımcı dostu” ortamlar oluşturma konusunda hükümetlere yardımcı olmak; • Girişimci para kaynakları: Yenilenebilir enerji fonlarının, finans modellerinin, ESCO iş modellerinin, yenilebilir enerji alım-satımına yönelik sertifika sistemlerinin ve küçük ölçekli projelerin oluşturulmasına destek olmak; ve • İletişim: Yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği projeleri alanında bilginin paylaşımı, projelerin para kaynağı bulmasına aracılık, yerel kapasitenin geliştirilmesi ve ülke çapında medya desteği sağlanması. REC, Orta ve Doğu Avrupa ile Türkiye için REEEP’in Sekreteryası olarak görev yapmaktadır. Orta ve Doğu Avrupa ile Türkiye’yi kapsayan ilk REEEP bölgesel toplantısı olan ‘Sürdürülebilir Enerji için Ortaklıklar, 30 Eylül 2004’te, Budapeşte’de gerçekleştirildi. Yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği alanındaki proje önerileri için ilk çağrı Ekim 2004’te yapılmıştır. Daha fazla bilgi için <www.rec.org/reep> REEEP gelecek için sürdürülebilir enerji
Benzer belgeler
Yeşil yapı teknolojisindeki atılımlar sürdürülebilir bir
Türkiye’den haber ve makalelere de yer vermektedir.
Yeşil Ufuklar REC’in karar alma süreçlerine katılımı destekleme,
bölgesel paydaşlar arasında işbirliğini teşvik etme gibi
amaçlarına hizmet eder....
- Eniva :: Enerji ve İklim Değişikliği Vakfi
Türkiye’den haber ve makalelere de yer vermektedir.
Yeşil Ufuklar REC’in karar alma süreçlerine katılımı destekleme,
bölgesel paydaşlar arasında işbirliğini teşvik etme gibi
amaçlarına hizmet eder....