SAYI27 - Arguvan Vakfı
Transkript
SAYI27 - Arguvan Vakfı
ÝÇÝNDEKÝLER VAKIF YAYIN ORGANI 3 AYDA BÝR YAYINLANIR Sayý 27 Aralık 2010 SAHÝBÝ ARGUVAN VE KÖYLERÝ EÐÝTÝM KÜLTÜR VAKFI Adýna Baþkan Mehmet KIZILDAÞ Merhaba . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 2 Kanber Yıldırım ile Söyleþi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 3-6 Ve Kadınlar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 7 Dayanışma Gecemiz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 8-9 Yöremizi Tanýyalým . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 11-15 Toplumcu Gerçekçilik ve Sanat Üzerine . . . . . . . . . . 16-17 Portre - Seval Eroğlu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 18 Yöremiz Türkülerinden . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 19 Sorumlu Yazý Ýþleri Müdürü Ali Haydar KARAÇAM Yayýna Hazýrlayanlar Ahmet FIRAT Veysel KARAHAN Azmi TULUNAY Çaðýn ÖZDEMÝR Arguvan Vakfý Gençlik Komisyonu Saðlýk Köþesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 20-21 68 Ruhuna Geri mi Dönüyoruz? . . . . . . . . . . . . . . . . 22-23 İnsan Hakları Haftası ve Arguvan . . . . . . . . . . . . . . . 24 Kitap - Kuzey Anlatısı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 25 Etkinliklerimiz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 26-27 Grafik Tasarým ATAÞEHÝR AJANS 0.216 572 0 575 Oktay EROÐLU Derneklerimizden . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 28-29 Şiir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 30 Yazýþma Adresi Küçükyol Sokak No.: 3/2 Bostancý / ÝSTANBUL Tel: 0.216 416 12 74 Fax: 0.216 361 97 28 [email protected] Baský: Kay-Ian Matbaa 0.212 612 31 85 - 567 84 19 YAYIN ÝLKELERÝ Dergide yayýnlanmasý için gönderilen yazý, haber ve resimlerin yayýnlanmasýna, yayýn kurulu karar verir. Yöresel fotoğraf, haber ve yorumlara öncelik verilir. Ýmzalý yazýlarýn sorumluluðu yazarlarýna aittir. 1 Sevgi ve Dostluk Pýnarýndan Merhaba; Dergimizin yeni sayısını sizlerle buluşturmanın gururunu ve heyecanını yaşıyoruz. 27. sayımızı Salon Vals’te düzenlediğimiz dayanışma ve eğitime katkı gecemizin ardından, mali olağan genel kurulumuz öncesinde sizlerle buluşturuyoruz. Söyleşi bölümümüzde yakından tanıdığınız, Arguvan ve Köyleri Eğitim Kültür Vakfının kuruluş aşamasından beri içerisinde olan Arguvan ile ilgili her çalışmada, her etkinlikte özveri ile çalışan aynı zamanda vakfımızın bir dönem başkanlığını da yapan, halen Gazete Ataşehir’i yayınlayan Kanber Yıldırım’ı, Veysel Karahan’ın söyleşisiyle sizlere tanıtıyoruz. Kadın köşemizde vakfımızın genç yöneticisi Fatma Kılıç’ın yazısını okuyacaksınız. 16 Ekim 2010’ da Salon Vals’te gerçekleştirdiğimiz, hemşerilerimizin ve Arguvanlı dostlarının yoğun ilgi gösterdiği eğitime katkı gecemizi Azmi Tulunay’ın yazısı ve fotoğraflarıyla bulacaksınız. Yöremizi tanıyalım bölümünde Aşağı Sülmenli Köyünü Kazım Eroğlu, Ali Eroğlu’nun kaleminden, Hıdır Göksu’nun fotoğrafları ile okuyacaksınız. Aktüel köşemizde ‘Toplumcu Gerçeklik ve Sanat Üzerine’ değerlendirme yazısını Aziz Kemal Hızıroğlu’nun kaleminden okuyacaksınız. Portre köşemizde yakından tanıdığınız Arguvan ve Köyleri Eğitim Kültür Vakfı’nın içerisinden birisi olan Seval Eroğlu’nu tanıyacaksınız. Yöremiz türkülerinden bölümünde Seval Eroğlu’nun notaya aldığı, kaynak kişisi Âşık Yoksuli olan ‘Dalgın Dalgın’ isimli parçayı bulacaksınız. Sağlık köşemizde; Dr. Mustafa Sülkü’nün kaleminden ‘Ailemizin Hekimi mi oldu? Aile Hekimimiz mi yok oldu?’ Başlıklı sağlık konusunda içerisinde bulunduğumuz durumu çok güzel anlatan bir değerlendirme okuyacaksınız. Gençlik bölümünde medyamızın üniversite öğrencilerine ve eylemlerine bakış açısını ‘68 Ruhu Geri mi Dönüyor?’ başlığı altında Umut Alikaşifoğlu’nun kaleminden bulacaksınız. Gündem köşemizde Çağın Özdemir’in değerlendirmesiyle ‘İnsan Hakları ve Arguvan’ başlıklı yazıyı okuyacaksınız. Bu sayımızda yer verdiğimiz kitap tanıtım bölümünde Burhan Sönmez’in, Kuzey isimli kitabını Bülent Taş’ın tanıtım yazısından bulacaksınız. Etkinliklerimiz köşemizde vakfımızın düzenlemiş olduğu aktiviteleri Haydar Karaçam’ın anlatısıyla okuyacaksınız. Köylerimizden ve derneklerimizden haberleri Veysel Karahan’ın yazısından okuyacaksınız. Dergimizin yayına hazırlanmasında basılmasında emeği geçen başta Ali Taşdöğen, Oktay Eroğlu ve herkese, reklam vererek katkı sunan dayanışma örneği gösteren tüm dostlara ve reklam bulunması konusunda üstün gayret sarfeden Azmi Tulunay’a teşekkür ediyorum. Bir sonraki sayıda buluşmak dileğiyle sağlık, esenlik ve sevgi ile kalınız. Mehmet KIZILDAŞ Vakıf Başkanı Yeni yılın size ve sevdiklerinize şans ve mutluluk getirmesini dileriz... Arguvan ve Köyleri Eğitim Kültür Vakfı Yönetim Kurulu 2 Söyleşi... Röportaj: Veysel KARAHAN “Arguvan kültürü ve kimliği hakkında binlerce sayfa bilgi bıraktık” ayın Kanber Yıldırım, birçok Arguvanlı ve Arguvanlı dostları sizi, sivil toplum örgütlerindeki ve gazetecilik çalışmalarınızdan dolayı tanıyor. Arguvan Olgusu okurlarına kısaca kendinizi tanıtır mısınız? S 1955 Arguvan Merkez doğumluyum. İlk ve ortaokulu Arguvan'da okudum. Tokat Öğretmen Okulu'nu kazanarak yatılı okudum. 1975 yılında mezun olduğum, zorlu geçen öğretmen okulu yıllarımın ardından siyasi nedenlerden öğretmenlik hakkım alındı. Kendimi siyasetin içerisinde buldum. 1977 Ecevit iktidarı döneminde bu hakkı tekrar almama rağmen ancak kısa bir süre öğretmenlik yapabildim. 12 Eylül darbesine kadar işçilere, köylülere hak arama mücadelesinde yaşam öğretmenliği yaptım. 12 Eylül darbesi ile ben de herkes gibi darbeye uğradım. Daha sonra sakıncalı piyade olarak askerliğimi yaptım. Askerden geldikten sonra yine siyasi nedenlerden dolayı iş olanakları kısıtlı idi. Bir süre pazarlamacılık yaptım. Pazarlamacılığın tecrübesiyle ev tekstil iş kolunda iş yeri açtım. Uzun yıllar bu işle uğraşırken edindiğim kredi boşa gitmesin diye çevremizdeki işsizleri bu alanda iş sahibi yaptım. Bu dayanışmanın suistimali ile süreç içinde bu işi yürütemez oldum. 2004 yılı Temmuz Ayında ilk sayısını çıkardığımız Erengazi Gazetesi ile gazetecilik mesleği ile tanıştım. Endüstri Mühendisi yeğenim Oktay Eroğlu ile birlikte yaklaşık altı yıldır şimdi Gazete Ataşehir olan yerel gazete ve Ataşehir Ajans olarak bu işi sürdürüyoruz. Ataşehir'in ilçe olmasında, Ataşehirliler’in kaynaşmasında sorunlarının dile getirip çözülmesinde gazetemizin katkıları tartışılmaz. Dergimizin bu sayısında konuğumuz Vakfımızın eski başkanlarından Kanber Yıldırım oldu. Sayın Yıldırım ile Arguvan’ı ve dünden bugüne vakıf faaliyetlerini konuştuk. Arguvan ve Köyleri Sosyal Yardımlaşma Dayanışma Derneğinin ve daha sonra kurulan Arguvan ve Köyleri Eğitim kültür Vakfı yönetimlerinde ve Yönetim Kurulu başkanlıklarında görev aldınız hatta her dönem çeşitli sorumluklar ve görevler almayı kendinize prensip edindiniz. Anladığımız kadarıyla geçmiş dönemlerde siyasetle uğraşan biri olarak, yöresel bir kuruluşta çalışmanızdaki amacınız kısaca anlatır mısınız? 12 Eylül darbesi ile sol hareketler önemli ölçüde yenilmiş, dağılmış, birçoğu cezaevinde tutsak, bir kısmı kaçak, bir kısmı da yaşadığı yerde tutunamayarak gurbeti seçmişti. İnsanlar ancak en yakınlarına itimat ederek dayanışma geleneğini sürdürebiliyorlardı. İşte bu süreçte ancak on yıl sonra gurbette karşılaşanlar, birbirlerini tanımayan hemşeriler birlikteliğe susamışçasına birbirlerine sarılma hissi içerisinde dernekleşmeye başlamışlardı. Merdan Ercan ve arkadaşlarının dernek çalışmalarını duyunca kendimi onların yanında buldum. Dayanışma, fedakârlık, özveri ruhunu kaybetmeyen arkadaşlardan ayrı duramazdım. Hep birlikte Arguvan kimliği ve kültürü ile barışık olan arkadaşlarla Arguvan kimliğinden taviz vermemeye özen göstererek önce dernek sonra vakıf çatısı altında Arguvan adına iyi şeyler yapmaya çalıştık. Arguvan'ın geçmişi ile ilgili yazılı kaynak sıkıntısı, geçmişe dönük araştırmalarda en büyük sıkıntımız oldu. Bir taraftan sosyal, kültürel projelerle çalışmaları sürdürürken, 3 Söyleşi... diğer taraftan gelecek kuşaklara yazılı kaynak bırakalım diye dergi çıkarmaya başladık. Arguvan Olgusu bugüne kadar aralar verilmesine rağmen devam ediyor. cılığı ilke edindik ve başarılı olduk. Faaliyetlerimizden kısaca söz edecek olursak önce şunu belirteyim. Haftanın hemen hemen yedi günü akşamları toplanıp tartışır, proje üretir, organizasyon İşimizden, evimizden, çocuklarımızdan, onlara ayır- yapardık. Her hangi bir etkinlikte başarısızlık ya da bir mamız gereken zamandan fedakârlık ederek yeni olay çıkması önemli bir darbe yaratacağından tekrar yetişen kuşağa derneği, Arguvan'ı ve Vakfı sevdirdik. toparlanma zor olur kaygısı ile her ayrıntıyı özenle gözAlmış olduğumuz toplumsal sorumluluğu sonuna den geçirirdik. Bu disiplinli çalışma her etkinlikte kadar yerine getirmeye çalıştık. başarıyı getirdi. Yılda bir dayanışma yemeği yaparak kurumumuzu Sizin Vakıf Başkanlığınız döneminde Bilim Sağlık finanse ediyorduk. Diğer etkinliklerden kar amacı Merkezi adı altında Hem vakfımız adına hem de gütmeden kendi kendini finanse etmesini amaçlıyorduk. Arguvan köyleri arası futbol turnuvası en zor ama toplumun sağlık konularına eğilmeniz adına Önemgençlerin tanışıp kaynaşmasında en uzun zamanı da li bir sağlık kuruluşu açtınız. Bu sağlık kuruluşunun kapsadığından en önemli etkinliğimizdi. faaliyetlerini ve geldiği noktayı bize özetler misiniz? Müzik eğitimi ile gençlere halk müziğini ve Dernekler yasası gereği derneğimizin kapatılması Arguvan türkülerini sevdirdik. Vakıf gençlerle ve polisin iki dudağının arasında idi. Dernekler ticari çocuklarla dolup taşıyordu. faaliyet yürütemiyorlardı. Nitekim bu dönemde bir Gençlere ve çocuklara tiyatroyu sevdirmek için soruşturma geçirdik ve kapanmanın eşiğinden döndük. tiyat-ro eğitimi veriyor ve her yıl bir tiyatro sergiliyorDolayısıyla faaliyet alanlarımız oldukça kısıtlı idi. duk. Arguvan Olgusu'nu iki ayda bir çıkarmak için Dernek çalışmaları ile Arguvanlılar önemli bir dayanış- uğraşıyorduk. ma ruhu ve potansiyel yakalamışlardı. Bu potansiyeli Her yıl 40-60 arası Arguvanlı üniversite öğrencidaha da arttırmak Arguvanlılar adına kurumlar oluşturlerine eğitim bursu verdik. mak için vakıf kurmaya karar verdik. Vakfın kurulması Her yıl Aşure Günü Kültür Şöleni adı ile yapile eğitim ve sağlık alanında kurumlar oluşturmayı tığımız etkinlikleri son yıllardaki Türkü Festivallerinin kararlaştırdık. Evet, benim başkanlığım döneminde provaları gibiydi. O yılların koşullarında böylesine önce sağlık anlayışı ile Bilim Sağlık Merkezi adı altınkatılımı yalnız Divriği Kültür Derneğinin sağladığı da özel poliklinik açtık. Bilim Sağlık Merkezi ile söyleniyordu. On binleri piknik alanlarında buluşoldukça başarılı bir dönem geçirdik. Önemli turuyor, coşku ve heyecanı ormana taşıyorduk. miktarda borçlandık. Geliri ile bir taraftan Kadınlarımız kömbe günü, köfte günü, borçları ödedik, diğer taraftan Vakıf Vakıfta kermes, 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü bütçesine katkı sundu. Bizim yönetiverdiğimiz etkinlikleri ile dernek ve Vakfı ikinci mimizden sonraki yönetimlerde de eğitimlerle bugün evleri gibi görüyorlardı. böyle devam etti. Devletin sağlık poliArguvan türküleri ses yarışmasını biz tikası, Arguvanlıların beklenen ilgiyi halk müziğine projelendirdik. Kasım Eren arkadaşıgöstermemesi, Vakıf yönetiminin birçok sanatçı mızın başkanlığı döneminde ilki gerçeksağlık merkezini işletme anlayışı 2003 yetiştirmiş olduk. leşti. yılında devir zorunluluğunu getirdi. Arguvan ve Köyleri Eğitim Kültür Müzik eğitimi alan, halk oyunları eğitimi Vakfı'nın ilk kurumu devredilmiş oldu. alan gençlerimiz etkinliklerde koro ve folklor gösterileri ile katkı ve katılımı artırıyorlardı. Dernek ve Vakıf Başkanlığınız döneminde yap- Arguvan halk oyunlarını ve Arguvan folklorunu araştırtığınız projelerden ve eğitim kültür faaliyetlerinden mak için Arguvan ve köylerinde araştırma yapmak üzere uzman arkadaşları Arguvan’a gönderdik. Bu kısaca bahseder misiniz? çalışmanın sonucu geçte olsa kitaplaştı. Dernek ve Vakıf başkanlığım döneminde en önem Bu faaliyetleri anlatırken bir anımı anlatmadan geçeverdiğimiz konu eğitim, kültür ve sosyal çalışmalardı. meyeceğim. Yaptığımız dayanışma gecelerinden birine Ancak önemle belirtmek istediğim bir şey var. Bu o dönem Kültür Bakanı olan Ercan Karakaş da çalışmalarda ben sadece temsilen başkandım. Her projeyi her kararı ve faaliyeti yönetim ve komisyonlarda gelmişti. Çıkışta yolcu ederken beni tebrik etti ve tartışarak kararlaştırıyor ve uyguluyorduk. Yaptığımız “Yaptığın konuşmayı dinledim. O kadar çok etkinçalışmalarda benim kadar diğer arkadaşlarında katkısı lik yapmışsınız ki, biz parti olarak bu çalışmaların vardır. Kararlarda katılımcılık, uygulamada paylaşım- yarısını yapsak iktidardan hiç düşmeyiz” dedi. 4 Söyleşi... Vakfımız eğitim ve kültüre önem vermektedir. Kuruluşundan bu güne kadar hem eğitim bursu vermektedir, hem de sanatsal ve kültürel kurslar vermektedir. Bu faaliyetlerle geldiği noktalardan ve başarılardan bahseder misiniz? içine girince herkesin yönü bana dönüyordu. Aday olma serüveni böyle başladı. Kararlaştırdığımız halde bir dönem özel bazı nedenlerden dolayı gidemedim. İkinci dönemde bu sorumluluktan kaçmam mümkün değildi. İstanbul'daki köy derneklerini de toplantıya Adı üzerinde Eğitim ve Kültür Vakfı, elbette eğitim çağırarak bireysel aday olmadığımı, bazı projeleri ve kültüre önem verecektir. Şimdi geriye dönüp bak- uygulamak için zorunluluk olduğunu anlattım ve tığımızda, o dönemde tohumlarını atıp başladığımız bu tüm derneklerden olur aldım. Sonra Arguvan merkezlileri toplantıya çağırarak onların da çoğunçalışmaların sonuçları bizleri gururlandırıyor. luk destek sözünü aldım. Bu arada İnsanlar doğar, yaşar ve ölürler. Geride bir “Vakıf Arguvan CHP İlçe yönetimi ve kanaat şeyler bıraktılarsa bıraktıkları eserler önderleri de çoğunlukla bu kararı yönetiminin bu kalıcı ve ölümsüzdür. desteklediler. dönemdeki çalışmalarını Eğitim kültür çalışmaları ile Arguvan'a CHP aday adayı yüzlerce öğrenciyi okuttuk. çok olumlu buluyorum. Gerek olarak gittiğimde il ve ilçe yönetiArguvan Olgusu dergisi ile kendi içerisinde gerekse köy cileri ile görüşüp ön seçim yapılArguvan ve köyleri hakkında dernekleri ile uyumlu çalışmalarının masında ısrar ettim ve tüm aday Arguvan kültürü ve kimliği adayları da kabul ederek meyvelerini vermeye başladı. hakkında binlerce sayfa bilgi kamuoyuna yerel televizyon bıraktık. Etkinliklerinizdeki coşku, dayanışaracılığı ile bildirdik. Ön Sevgili Muharrem Temiz'in de ma ruhunun canlılığı, seçimdeki ısrarım ilke edindiğimiz katkısı ile Arguvan Ezgileri-1 ve Arguvanlılar’ın katılımcılığı kararlarda katılımcılık, uygulamada Arguvan Ezgileri-2 kitapları konserpaylaşımcılık anlayışı idi. Ancak vatuarlarda ve müzik eğitimi veren bana 90'lı yıllardaki etkin“Osmanlıda oyun çoktur” halk deyilikleri anımsattı.” minde olduğu gibi CHP'de oynanan oyunkurumlarda kaynak kitap olarak okutulmaktadır. Hele Arguvan Ezgileri-1 kitabındalarla toplumsal çıkarın yerini bireysel çıkarlar ki Kürtçe türkülerin notaya alınması Kültür alınca, ön seçimde aday çıkmama rağmen aday yapılBakanlığının farkında olmadan arşivine alıp Kültür madım. Böylece Arguvan bir demokrasi sınavı geçirMüdürlüklerine kaynak kitap olarak göndermesi miş oldu. Demokrasinin beşiği denilen Arguvan'da Kürtçe’nin tescili oldu. demokrasiye, konulan sandığa ihanet edilmiş oldu. Bugün bile “anlaşılmayan bir dil” denilerek Arguvanlılar da bu anti-demokratik uygulamaya oyları Kürtçe demekten korkan bir devlete biz 1997 de ile cevap verdiler. Belediye seçimlerini kaybettikleri Kürtçe ezgilerin notaya alınmış kitabını kabul ettir- gibi il genel meclisini de AKP'ye kaptırdılar. miş olduk. Vakıfta verdiğimiz eğitimlerle bugün halk Buradan bu fırsatla o dönemde adaylığıma destek olan müziğine birçok sanatçı yetiştirmiş olduk. herkese teşekkür ediyorum. Benim adaylığım önceden bahsettiğim gibi toplumsal sorumluluk adına Bildiğimiz kadarıyla 2004 Yerel seçimlerinde üstlendiğim bir misyondu. Kazanamamak gibi bir Arguvan Belediyesi için aday adayı oldunuz. Aday kaygım hiç olmadı. Arguvanlıların sağduyusuna güveniyordum. Arguvanlılar vefasız değildir. Topolamayışınızın kısaca nedenlerini anlatır mısınız? lum yararına bir şey yapılacağına inanır, samimi Arguvan adına İstanbul'da çok önemli sosyal kültürel olduğuna kanaat getirirse vicdanları ile baş başa etkinlikler gerçekleştiriyorduk. Arguvan yerelinden çok kalınca mutlaka toplumsal düşünürler. İstanbul'daki etkinliklerle tanınıyordu. Oysa Arguvan Arguvan Belediye Başkanlığına aday olmanızı kimliğinin ve kültürünün gözesi olan Arguvan yeregerektiren nedenleri ve seçilmiş olsaydınız yapacağılinde bir şeyler yapmak gerektiğini hep konuşup tartıştığımız halde, yereldeki örgütsüzlük nedeniyle bir nız projeler hakkında bizleri bilgilendirir misiniz? şey yapamıyorduk. Arguvan'da dernek, daha sonra da Projelerime gelince; zaten marka haline getirdiğimiz Vakıf şubesi açmayı düşündük. Ancak bu sorumluluğu Arguvan adını çeşitli alanlarda tescil ettirmek için tüm verebileceğimiz belediye başkanı ve kişileri bulamadık. Arguvanlıların desteğini alarak projeler üretmek istiyArguvan'da yaşayanlar Arguvan, Dolaylı (Halpuz) ordum. Ben belediye başkanlığını sadece Arguvan çekişmesi, kabile çekişmesi gibi basit gerekçelerle merkezle ilgili projeler yapmaktan öte tüm Arguvan'ı, kamplaşmıştı. Bu sorunu çözebilecek Arguvan kim- Arguvan kimliğini ve kültürünü Türkiye'ye hatta liğini ve kültürünü tekrar yaşatabilecek insan arayışı dünyaya tanıtmak amacı ile değerlendiriyordum. Gerek 5 Söyleşi... projelerin ortaya çıkmasında, gerekse projelerin uygulanmasında olabildiğince katılımcılığı sağlayıp sahiplenilmesini düşünerek hareket etmekti. Arguvan türkülerini ve kültürünü tanıtmak için festivalle başlayan etkinlikleri arttırmak birinci amacımdı. Daha sonra tarım, hayvancılık ve bunlardan doğacak ticaretle Arguvan markası yaratmayı amaçlıyordum. Arguvan yerleşkesinde iş olanakları yaratarak ev yapmayı da teşvik edip nüfusu arttırmak, Arguvan’da çalışanların Malatya'da ikamet etmesini önlemek için kooperatifleşerek konut üretmeyi düşünüyordum. Eğitimin kalitesini arttırarak, kültürel etkinlikler yaparak Malatya'ya gidişleri önce azaltarak işe başlayacaktım. Kanber Bey, Arguvan Belediyesine Başkan seçilmiş olsaydınız, katılımcı çalışmalar, karar mekanizmaları ve uygulamalar hakkında nasıl bir yol ve yöntem izleyecektiniz? İnsanın kişiliği oluşmaya başlarken nasıl şekillenirse o şekilde devam eder. Ben, kendimi bildim bileli, aldığım aile terbiyesi ve gördüğüm eğitimle, inanç ve anlayışımla toplumsal düşünüyorum. Bu düşüncelerim çerçevesinde yaşadığım her dönemde farklı sorumluluklar hissederek bu sorumlulukların gereği farklı misyonlar üstlendim. Yaşamına yön veren önemli sorumluluklardan birisi de Erengazi ile başlayan Ataşehir ile devam eden gazetecilik serüvenimdir. Aldığım sorumluluğu üstlendiğim misyonu en iyi şekilde yerine getirmek anlayışı benim kişiliğimin ifadesidir. 2004’ten beri önce Erengazi daha sonra da Ataşehir adında yerel gazetecilik işiyle de uğraşmaktasınız. Buradaki çalışmalarınızdan da bahseder misiniz? Gazete Ataşehir, bugün Ataşehirliler’in sevip saydığı bir yayın organıdır. Ataşehirliler’in sesi, Ataşehir'de yaşayanların olumlu - olumsuz yaşadıkları her şeyin dünyaya açılan penceresidir. Yerel olmaya özen göstererek, bazen kendimizden de taviz verdiğimiz her kesimi kucaklayan bir gazetedir. Gerek gazetecilik gerekse ajans faaliyetlerimizde işimizin gereğini yapmak için edindiğimiz ilkelerden ödün vermeden yaşamaya çalışıyoruz. Ancak üstlendiğimiz misyonla toplum menfaatlerini ve insani sorumluluklarımızı hep yerine getirmeye özen gösteriyoruz. Ataşehir halkının gazetenize bakış açısını ve gazeteniz yoluyla Ataşehir halkına gönderdiğiniz mesajlardan bahseder misiniz? 6 Bizi iyi takip edenler, günlük düşünmeyenler bunun farkında. Gazetemizi haberlerimizi okumadan başlıklara bakarak ön yargı ile hareket edenler bizi anlamayabilir. Eleştiri ve önerilerimiz dikkate alındığında bu ön yargılarda ortadan kalkacaktır. Ataşehir halkı gazetemizi takdir ve güvenle takip ediyor diyebilirim. Bugünkü vakfımızın Yönetimi ve Faaliyetleri hakkındaki düşünceleriniz nelerdir. Arguvan Olgusu dergisi hakkındaki düşünceleriniz nelerdir kısaca bahseder misiniz? Vakıf yönetiminin bu dönemdeki çalışmalarını çok olumlu buluyorum. Gerek kendi içerisinde gerekse köy dernekleri ile uyumlu çalışmalarının meyvelerini vermeye başladı. Etkinliklerinizdeki coşku, dayanışma ruhunun canlılığı, Arguvanlılar’ın katılımcılığı bana 90'lı yıllardaki etkinlikleri anımsattı. Arguvan Olgusu dergisinin sürekliliğine verdiğimiz önem Arguvan kimliğine ve kültürüne verdiğimiz değerin göstergesidir diyebiliriz. Dergimiz Arguvanlılar’ın gelecek kuşaklarına ve tüm dünyaya açılan penceresidir. Bu pencereyi sürekli açık tutmak gerek. Emeği geçenleri kutluyor çalışmalarında başarılar diliyorum. Arguvan Olgusu okurlarına dergimiz aracılığıyla vermek istediğiniz mesajlar var mı? Okurlarımıza mesajım, ahde vefayı ilke edinmeliyiz. Kültürümüze ve anlayışımıza hizmet edenlere vefasızlık etmemeliyiz. Buradan bir kez daha söylemek istiyorum ki, dernek ve vakıf çalışmalarında başarı sadece başkana ait değildir. Yönetim Kurulu ve komisyon çalışanlarının özveri ve fedakârlığı olmazsa başarı olmazdı. Birlikte çalıştığım tüm arkadaşlara teşekkür ediyorum. Ayrıca arkadaşların aile ve çocuklarına çok şey borçluyuz. Sevdikleriyle geçirecekleri zamanlarını Arguvanlılar’a feda ettiler. Sayın Kanber Yıldırım, renkli ve mücadele dolu bir süreç yaşamışsınız, emek ve emekten yana olan insanlar için yapmış olduğunuz bu dayanışmanın ve mücadelenin devamını dileriz. Bize ayırmış olduğunuz zaman için Arguvan Olgusu adına size teşekkür ederiz. Sizlere de bu vefalı davranışınızdan dolayı teşekkür ediyorum. Bu söyleşi ile zaman zaman içime attığım duygu ve düşüncelerimi açıklama fırsatı verdiniz. Arguvan adına yapılan çalışmalarda emeği geçen herkese saygı ve sevgilerimi iletiyorum. Fatma KILIÇ Kadın Ve Kadınlar... “Vardım, varım, var olacağım…" ızıl Rosa’nın bu cümlesi sınıf mücadelesinde kadınlarımızın taşıdığı ruhun en güzel ifadesidir bana göre. "Kadın olmak" kapitalist sistemde başlı başına bir sorundur. Zor olan sadece kadın olmak değil elbette. İşçi kadın olmak, köylü kadın olmak, evde çocuklarına bakan, ev işlerinin arasına sıkışmış ve dört duvar arasına hapsolmuş, "ev hanımı" şeklinde anlamsız bir sıfatla nitelendirilen kadın olmak... Zor olan budur. Ve yüzyıllardır kadınlarımız bu zor yaşantılarını daha yaşanılır hale getirebilmenin mücadelesini vermişlerdir vermeye de devam ediyorlar. Tarihte ilk kadın önderliğindeki mücadele 5 Ekim 1789’da Fransa’da ekmek kavgası adına bir kız çocuğunun davul çalmasıyla başladı. Sayıları hızla büyüyen ve kitleleri peşinden sürükleyen bir hareketti bu. Daha sonra 8 Mart 1857’de New York’ta 40 bin dokuma işçisinin daha iyi çalışma koşulları isteme amaçlı başlattıkları ve 129 kadın işçinin yanarak can vermesiyle çığlık gibi büyüyen kadın mücadelesi doğmuştur. Mücadelenin kaynağında iki masum istek vardı: Eşit işe eşit ücret ve çalışma saatlerinin kısaltılması. Ve 21. yüzyılda olmamıza rağmen bu hareket hala yaşamsallığını devam ettiriyor. Sömürülen emekleri, töre cinayetlerini, tecavüzleri, evde ve işyerlerinde yaşanan şiddet ve tacizleri, fuhuşa sürüklenen hayatları barındıran bir yaşam. Gün geçmiyorki bu trajedilerin örnekleri yaşanmasın. Yazılı ve görsel basında her gün sisteme direnen sesini duyurmak adına yöntemler üreten kadınlarımızı görüyoruz. Emeklerini onur bilip bu uğurda bazen bir çadırda tek başına günlerce direnirken, bazen sokaklarda yağmura soğuğa aldırmadan çığlığını duyurmaya çalışırken, bazen eşinin yanında varlığıyla desteklerken, bazen meydanlarda kısaca hayatın her yerinde rastlıyoruz onlara... Daima en önde ve korkusuzca.. Yürüdüler al yazmaları İş önlükleri Basma entarileriyle yürüdüler Yumruk oldu öfkeleri Dört bir koldan haykırdılar Susmayacağız Ölüme inat haykıracağız Bu bahar önce biz yürüyeceğiz Bu baharda önce kadınlar yürüyecek. Yürüdüler de... İster ezilen sınıfın olsun; ister egemen sınıfın kadını. Sorunlar ve çözümler hep örgütlü hareket etmekten ve sınıfsal ayrılıkların ortadan kaldırılmasından geçiyor. Bunun bilincinde olan kadınlarımız adım adım siyasi sınıf bilinciyle kuşanıp sınıflarındaki erkeklerle omuz omuza yürüyerek mücadeledeki yerlerini alıyorlar. 118 gün boyunca bir hastanenin bahçesinde morg K kapısının karşısına kurduğu çadırda yaşayıp oradan hiç ayrılmayarak sadece ve sadece haksız yere çıkartıldığı işini geri isteyen TÜRKAN ALBAYRAK sistemin karşısında tek başına durmuş, sonucunda işini geri alarak sessiz kalanlara da büyük bir ders vermiştir. Çok uzak bir tarih değil Tekel işçilerinin yaşadığı büyük direniş. Türkiye’ye yıllar sonra örgütlülüğün neleri başarabileceğini yeniden hatırlatan bu direnişin de baş kahramanı kadınlarımızdı. "Yağmur yağsa da kış kıyamet kopsa da direneceğiz" diyerek kararlılıklarını ortaya koyan, 4C sefaletine mahkûm olmamak adına günlerce Ankara sokaklarında çadırlarda direnen kadın işçiler ve erkek işçilerin eşleri inanılmaz bir dayanışma ve mücadele örneği göstermişlerdir. Basında da sesini duyurabilmiş iki güncel örnekti bunlar. Bir de yaşamın içinde sessiz sedasız sadece yaşama tutunma mücadelesi veren kadınlarımız var. Yaz-kış demeden sigortası bile olmadan sadece evine biraz daha gelir getirebilmek tasasında olan gündelikçi kadınlarımızı, kayıp çocuklarını bulmak için sokaklara dökülen anaları, kırsalda yakıcı sıcakta tarlalarda, bahçelerde çalışan kadınlarımızın hayat mücadelesini de unutmamak gerekir. Hayat onların ellerinde şekilleniyor. Mücadele onlarla anlam kazanıyor. Kadın varlığının olmadığı bir mücadele eksik, yetersiz ve sonuç olarak başarısızlığa mahkûmdur. Kendini eve hapsetmeden üreten, sisteme dahil olmayan kendini metalaştırmamış kadınlarımızın kararlı ve örgütlü mücadelesiyle kalkacak sınıf ayrılıkları. Bu şekilde kimlik saygınlık kazanacak ve özgürlüklerinin peşinden koşabilecek kadınlarımız. Yeter ki, sorunun kaynağının bilincinde olsunlar. O vakit geçmişte olduğu gibi bu onur mücadelesinde kadınlarımız her zaman vardı, varlar ve var olacaklar. Ve son olarak Nazım’ın şiiri anlatsın onları... Ve kadınlar Bizim kadınlarımız Korkunç ve mübarek elleri İnce küçük çeneleri kocaman gözleriyle Anamız, avradımız, yârimiz… Ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen Ve soframızda yeri öküzümüzden sonra gelen Ve dağlara kaçırıp uğruna hapis yattığımız Ve ekinde tütünde odunda ve pazardaki Ve karasabana koşulan ve ağıllarda Işıltısında yere saplı bıçakların Oynak ağır kalçaları ve zilleriyle Bizim olan kadınlar Bizim kadınlarımız... 7 Azmi TULUNAY Dayanışma Gecemiz Dostluk ve Dayanışmaya Bir Güzel Örnek Daha Dostluk ve dayanışma yemeği 16 Ekim 2010 tarihinde Ümraniye Salon Vals’te yapıldı. A rguvan ve Köyleri Eğitim Kültür Vakfı’nın düzenlemiş olduğu, dostluk ve dayanışma yemeği 16 Ekim 2010 tarihinde Ümraniye Salon Vals’te yapıldı. Geceye Arguvanlılar ve Arguvanlı dostlarının göstermiş oldukları yoğun ilgi görülmeye değerdi. Bu ilginin salona yansıması, hem vakıf yöneticilerini hem de Arguvanlıları oldukça memnun etti. tamamen yüksek öğrenimde okuyan ihtiyaç sahibi öğrencilerimizin okumalarına katkı sunmak amacıyla düzenlediklerini, daha önceki yıllarda olduğu gibi, bundan sonraki yıllarda da Arguvanlı dostlarının katkılarını esirgemeyeceklerini söyleyen Kızıldaş şöyle devam etti: Bu gecenin düzenlenmesindeki asıl amaç, EGİTİM burslarıydı, amacına da ulaştı. Arguvanlılar ve Arguvanlı olmayan dostların göstermiş oldukları duyarlılık gecenin en anlamlı yanını ifade ediyordu kuşkusuz. Kendi gücü oranında burs verip katkılarını sunanların arasında, ev hanımından, emekli öğretmenine, iş adamından bürokratına, belediye başkanına kadar hemen herkesin eğitime verdiği önem dikkat çekiciydi. Eğitim burslarının toplanmasında vakıf yöneticilerimizden Hasan Aydın’ın göstermiş olduğu çaba ise, herkes tarafından beğeni ile ifade edildi ve ayrıca söylemiş olduğu bir söz vardı ki ‘az veren candan çok veren maldan’ sözü herkesi daha bir duyarlı kılmıştı adeta… “Biz biliyoruz ki, harekete geçen cehaletten daha korkunç bir şey olamaz. İyiler harekete geçmedikleri müddetçe kötüler kazanır ve gericilik cesur ve kararlı adımlarla yürüyenlerin varlığı karşısında durdurulur. Bu bilinç ve düşünce ile biz Arguvanlılar örgütlenmenin önemini ve gerekliliğini gördüğümüz için örgütlenmenin insan yaşamında su ve hava kadar önemli olduğunun bilinci ile örgütlenme konusunda üzerimize düşen görevi 46 köyümüzden 28 köy derneği ve vakıf örgütlülüğü ile bu konuya verdiğimiz önemi göstermiş oluyoruz bizler ortak akıldan yanayız ortak düşünceden oluşan sinerjiyi dünümüze ve bugünümüze sahip çıkmak olarak algılıyoruz. Bu duygu ve düşünce ile sizleri selamlarken gecemize katılarak bizleri onurlandırdığınız için hepinize şahsım ve yönetim kurulu arkadaşlarım adına teşekkür ederim.” “CEHALETTEN KURTULMANIN YOLU EGİTİMDİR” Vakıf Başkanı Mehmet Kızıldaş bu sözlerle başladı konuşmasına. Devamında Arguvanlıların eğitim ve öğretimin önemini bilen, o nedenle Arguvan toplumunun okur yazar oranı yüksek bir toplum olduğunu belirtti. Vakıf yönetimi ve köy dernek başkanlarımızla bu geceyi 8 Daha sonra Arguvan köy dernekleri adına konuşma yapan Yazıbaşı (Narmiken) Köy Dernek Başkanı Latif Adıgüzel Arguvanlıların ve köy derneklerinin bir arada olmalarından dolayı mutluluk duyduğunu, Arguvan’ın Dayanışma Gecemiz farklı kimlik ve kültürleri bir arada yaşatan önemli bir kültürel zenginliğe sahip olduğunu, bu birliği bozmadan daha ileriye taşımanın sorumluluğu içerisinde olunmasının bilinci ile hareket etmek gerektiğini vurguladı. Vakıf yönetimine göstermiş oldukları bu duyarlılıktan ötürü teşekkürlerini iletti. Geceye katılan davetliler arasında, Arguvan Belediye Başkanı Hüseyin Taştan, Arguvan Kaymakamı Mehmet Maraşlı ve siyasi parti temsilcileri ile sivil toplum örgütlerinin temsilcileri de vardı. Arguvan Belediye Başkanı Hüseyin Taştan da geceyi düzenleyen vakıf yönetimine ve geceye katılan tüm konuklara teşekkürlerini ileterek bu güzel ortamda birlikte olmaktan onur ve gurur duyduğunu söyledi. KEYİFLİ VE DUYGU LU ANLAR YAŞANDI Türküler söylendi, halaylar çekildi. Vakfımız tarafından burs verilen üniversitelerdeki öğrencilerden burs alanların duygu ve düşüncelerinin anlatıldığı slayt gösterimi herkes tarafından beğeni ile izlendi. Özellikle okulunu bitirmiş olanların hayata atılmalarından sonra “vakfımızda bir öğrenci de biz okutacağız” sözü tüm konukları duygulandırdı. Gecede ilk sahne alan Grup Pozitif oldu. Ardından Kısmet Yıldız’ın Kürtçe seslendirdiği türkülerle halaylar çekildi ve Arguvan’ın yöresel sanatçılarından Erhan Yılmaz sahne aldı. Güzel sesi yorumu ile dinleyenleri Arguvan’a götürdü. Gecenin final sahnesini gülen yüzü ve güzel sesi ile Nilüfer Sarıtaş yaptı. Hem türkülere doyurdu, hem halaylarla coşturdu. Bir güzel gün yaşandı ki dostlar, tam bir Arguvan gecesiydi. Bütün bu güzelliğe sunumu ile akıcı konuşması ve anlamlı sözleri ile katkı sunan Sema Erbaş’a, emeği geçen tüm vakıf yönetimine ve köy dernek başkanlarına Arguvanlılar’a ve Arguvan dostlarına sonsuz teşekkürler… 9 Yöremizi Tanýyalým YAYINA HAZIRLAYANLAR Kazım Eroğlu-Ali Eroğlu-Hıdır Göksu A. SÜLMENLİ KÖYÜ İ ki tepe eteğine kurulmuş olan köyün batısında Yukarı Sülmenli, doğusunda İsaköyü, kuzeydoğusunda Arguvan, güneyinde ise Morhamam yer alır. Köyün ilçeye uzaklığı 4 km'dir. Genelde dalgalı-engebeli arazi yapısına sahip olan köy arazisinin büyük bir kısmı ekilebilir durumdadır. Bu arazilerin bir bölümü Parçiken (Bozburun) arazisinin içlerine kadar uzanır. Önceleri fazla bir araziye sahip olmayan köy, gerek çevre köylerden satın alınan arazilerle gerekse 1951’de Toprak Komisyonu tarafından hazine arazilerinin (mera) köylülere dağıtılmasıyla 25 bin dönüm civarında ekilebilir bir araziye kavuşmuştur. YERLEŞİM VE TARİHÇE Günümüz kabile yapısı içinde köy yerleşiminin ne zaman oluşmaya başladığını tam olarak söyleyemiyoruz. Ali Seydi Şahin tarafından kendi kabilelerine dönük (köye ilk yerleşen kabile olarak bilinen Haydarlar) yaptığı soy kütüğü araştırması bizi 200250 yıllık bir geçmişe götürmektedir. Yine Dedeler kabilesinin de köyde yaklaşık 180-190 yıllık bir geçmişi olduğu Ali Eroğlu’nun yaptığı araştırmadan anlaşılmaktadır. Ancak, 1520 Kanuni dönemine ait tahrir defterinde köy; Küçük Hacılı nahiyesine bağlı, 26 hane, 7 mücerred, 1 imam yazım nüfusu kaydıyla Selman-ı Süfla (süfla: aşağı) olarak adı geçmektedir. 1560’da 34 hane, 27 mücerred olarak 61 vergi nüfusu kayıtlıdır. Bu kayıtları göz önüne aldığımızda köyün yerleşimini 16.yy öncesine götürmemiz gerekir. Sanırım, burada yanıtlanması gereken asıl sorun, bugün, günümüz kabileleri arasında 500 yıl ya da daha önce köye yerleşen kabilelerin soyunun olup olmadığıdır. Burada, yaklaşık 250 yıllık bir boşluk olduğu açık. 18. yüzyıl, toprakta tımar sisteminin çöktüğü, köylüye yüklenen vergilerin, toprağı terklerin arttığı, isyanların daha da baş edilemez hale geldiği bir yüzyıldır. Burada yaşayanlar olumsuz koşullar nedeniyle 18. yy içinde ya da daha önceleri burayı terk ederek başka yerlere göç etmiş olabilirler. Bu yerleşim konusu, her haliyle araştırılmaya ihtiyacı olan bir konudur. Köyün, Sülmenli ismini nereden aldığı konusunda farklı yakıştırmalar olsa da Osmanlı kayıtlarındaki Selman/Salman isminin zamanla çevrilerek Sülmenli adını aldığını söylemek yanlış olmaz. Çünkü Sülmenli ismi Türkçe'de ya da Arapça'da kendi başına bir anlamı taşımıyor. Ancak, Selman ismi; barış içinde bulunma, huzur anlamını taşımakta ve aynı zamanda Şanlıurfa’da bir köy ismi olarak geçmektedir. Salman ismi de Türkçe kökenli olup demirci, başıboş, serbest, özgür anlamını taşımakta ve birçok yerde köy ismini taşımaktadır. Yine Selmanlı/Salmanlı isimleri de birçok yerde köy 11 Yöremizi Tanýyalým adlarıdır ve bunun ötesinde bir aşiret (oymak) adıdır. Salmanlı Aşireti kimi yerde Avşar boyuna bağlı olduğu, kimi yerde Karkın boyundan Şah İbrahim ocağına bağlı bir aşiret olduğu (Hamza Aksüt’ün araştırması bu yönde) ortaya konulmaktadır. Yukarı ve Aşağı Sülmenli’de Şah İbrahim ocağına bağlı dedeler kabilesi vardır. Bir önceki yerleşim yerleri olan Mezirme’den (Ballıkaya) bu köylere görgü için gelip giderken köylülerin isteğiyle ve burada kendilerine arazi verilmesiyle, gelip temelli olarak buraya yerleşmişlerdir. Bu da rastgele bir durum değildir. Her haliyle Sülmenli isminin Salmanlı oymağından geldiğini söylemek yanlış olmaz; köye ilk yerleşenler kendi oymaklarının isimlerini köye vermişlerdir. Bu durum zaten Türkmenlerde bir gelenektir; özellikle köy isimlerinin gelişigüzel seçilmeyeceği açıktır. Bugünkü arazilerin tarıma açılmadan önce hayvan otlatmaya elverişli bir alan olmasından dolayı, bir dönem sürülerini otlatmak için develeriyle birlikte köye gelip giden göçer kabileler zamanla köyde sürekli yerleşime geçerler. Toprakların giderek tarıma açılmaya başlamasıyla bu kabileler burayı kışlık olarak kullanarak yaz aylarında sürülerini otlatmak için Divriği, Arapkir ve Hekimhan yaylalarına 12 (Eğrisu, Çakmak, Sarıçiçek, Gozdere) göç ederlermiş. 1970’li yıllara kadar hemen hemen her ailenin (kabilenin) bir sürüsü olduğu bilinmektedir. Köye ilk yerleşen HAYDARLAR kabilesidir. Haydarlar; Aslan, Şahin, Göksu, Yıldırım soyadlarını taşırlar. Haydarlar'ın Asmaca’dan geldikleri söylenmektedir. Haydarlar'dan sonra köye Germişi’nin Emirler mezrasından gelen Kaya, Yücekaya, Yalçınkaya soyadlarını taşıyan EMİRLER; Elazığ’ın Bayındır köyünden gelen Karaaslan soyadını taşıyan MUCUKLAR; Öztürk soyadını taşıyan, daha önceleri Karaosmanlar denilen, develerini otlatmak için buraya gelip gittikleri söylenen, nereden gelip yerleştikleri bilinmeyen GARALIGİLLER; Harput’tan gelen Şengül ve Yılmaz soyadını taşıyan ERZİKLER; Yukarı Atma’dan gelen Şentürk soyadını taşıyan BAZÖĞLER; Zeyve’den gelen bayram soyadını taşıyan BAYRÖĞLER; Urum’dan gelen Kara soyadını taşıyan ÇAKKOĞLAR (Söydöğler-İbikler); Mezirme’den gelen Eroğlu soyadını taşıyan DEDELER; Kuruttaş’dan gelen Eliaçık soyadını taşıyan HACOĞLAR; Malatya’dan gelen Yurdagül soyadını taşıyan KALLECİGİL köye gelerek yerleşmişlerdir. Daha sonraları Gürge’den gelen Yöremizi Tanýyalým KALENDERLER; Erzincan-Kars’dan gelen ADIGÜZELLER (Karslıgil); Doydum’dan gelen ÜNVERDİLER; Şotik’ten gelen SUKUŞULAR; Kuruttaş’dan gelen Kaya soyadını taşıyan ALİGÜLLER köye yerleşerek köyün nüfusunu oluşturmuşlardır. Bu son yıllar içinde de Şotik’ten 4 ailenin gelerek köye yerleştiğini not etmek gerekir. EKONOMİK YAPI: Hayvancılık ve tarım, köylünün iki temel uğraşıdır. 16. yy vergi kayıtları (1560 vergi kayıtlarında köyde 400 keyl buğday 200 keyl arpa üretimi ile 350 koyunkeçi kaydı mevcuttur) göstermektedir ki, tarım da hayvancılık da köylünün yerleşik ya da yarı yerleşik düzene geçmesinden bu yana temel uğraşları, temel geçim kaynakları olmuştur. 1950’lerden sonra durum tarımsal faaliyet lehine bozulmaya başlar ki, tarım arazilerin genişlemesi ve karasabandan traktöre geçiş bunda rol oynamıştır. Hayvancılık; genelde küçükbaş hayvan yetiştiriciliğine dayanır. Yazın yaylada koyunlarını ve keçilerini otlatarak besleyen köylü, kış aylarında köyde ya da köyün mera ve arazilerinde kurdukları ağıllarda davarlarını beslerdi. 70’lere kadar hemen her aile/kabile koyun sürüsüne sahipken bu durum 60’lardan sonra değişmeye başlar, 80’lere doğru sürü yetiştiriciliği ve yaylacılık tümüyle terk edilir. Her şeye rağmen birkaç koyun ve inek besleyen köylü kendi ihtiyaçlarını karşılayabilmektedir. Köylünün başlıca tarımsal faaliyeti buğday ve arpa ekimidir. Az da olsa nohut ve mercimek ekimi de yapılır. Köylü geniş bir araziye sahip olmasına karşın tarım, tümüyle susuz yapıldığından ürün verimliliği düşüktür; bu da, esas olarak doğa şartları tarafından belirlenir. Su kaynağı olmadığından köyde yeşil bir alan, bağ-bahçe de pek gözükmez. Köylü, sebze ve meyve ihtiyaçlarını tümüyle dışarıdan karşılamıştır. Köyde arıcılık yapan aileler de vardır. SOSYAL VE KÜLTÜREL YAŞAM: Köylünün sosyal-kültürel yaşamı, göçebe geleneği ile yerleşik köylü yaşam geleneğinin genel özelliklerini yansıtmakla birlikte; köyün Türkmen ve Alevi bir köy olması itibariyle sosyal- kültürel yaşamın biçimlenmesinde Türkmen ve Alevi geleneklerin etkin bir rol oynadığı görülür. Ancak, günümüzde, aile yaşamından çalışma yaşamına, yeme içmesinden giyim kuşamına, çeşitli geleneklerinden ibadetlerine köydeki sosyal-kültürel yaşamın, geçmişle kıyaslandığında büyük değişikliklere uğradığını söylemeliyiz. Kuşkusuz, bu değişimin temel nedeni, üretim biçimi ve ilişkilerindeki değişimle ilgilidir. Üretim araçlarının ve tekniğin gelişmesi (makineleşme), yaylacılığın ortadan kalkması, kapalı köy ekonomisinin kırılıp tümüyle pazara açılması, yaşanılan sürekli göç köydeki yaşam biçimlerini de altüst etmiştir. Nisan ayında başlayıp Ekim ayının sonuna kadar süren aktif çalışma hayatının ortadan kalkması birçok değişimi de kendiliğinden getirmiştir. Her şeye karşın, inanç boyutunda “Abdal Musa Birlik Lokması” sürdürülen geleneklerden biridir. Bunun yanında ziyaretlere adaklar adanması, havaların kurak gittiği yıllarda yağmur duasına çıkılması sürdürülen inançlardandır. Bu da bizlere, ‘inancın’ toplumsal yaşamda ne kadar köklü bir yer edinebildiğini göstermesi açısından ilginçtir. Bugün ne derece inanç beslenir bilmiyoruz ama, bir ocak ve 13 Yöremizi Tanýyalým ateş kültü, su kültü, ağaç ve eşik kültü; insanın, öldükten sonra bu dünyadaki emeline göre ruhunun başka bir canlıda devam edeceği ‘ölümsüzlük’ inancı; cin-peri, şeytan, melek gibi iyi ve kötü ruhların dünyada dolaştıkları inancı kırsal kesimlerde insanların bilincinde her zaman yer edinmiştir. Bu inanmalara şaman inancı da, pagan inancı da demek mümkün, ancak asıl söylenmesi gereken inançların toplum hafızasında son derece köklü bir yer edindiğidir. Bugün köyde “Kösender Baba” denilen bir ziyaret yeri vardır. Burada, adaklar adanır, kurbanlar kesilir. Yeni evlenenler öncelikle buraya niyaz eder. Uzak yere gidip-gelenler, bir müşkülü (sorunu) olanlar yine buraya gidip dua edip niyaz eylerler. Bu ziyaret yerinin nasıl oluştuğuna dair, Kösender Baba’nın kim olduğuna dair, tatmin edici bir bilgi yoktur. Bu konuda söylenen Kösender Baba'nın bir derviş, bir dede olduğu yönündedir. Yine köyün girişinde gelip giderken niyaz edilen ve kurban kesilen “düşek” denilen bir ziyaret yeri daha 14 vardı. Köy yolunun yapımıyla ortadan kalkmış olan bu düşek yerinin de nasıl oluştuğuna dair tatmin edici bir bilgi mevcut değildir. Anlatılan o ki, bir kavgada atılan bir taş sonucu bir ölüm olayı meydana gelir. Ölen kişinin ailesi bu olayı dava konusu yapmak için mahkemeye giderken köyün çıkışında dede tarafından ikna edilerek davadan vazgeçirilir. O günden sonra oraya taş yığılarak burası bir ziyaret yerine dönüştürülür. Köylülerin taş yığarak burayı bir kutsal yer olarak belirlemesinde eski Türk inançlarının etkili olduğunu da düşünmemiz gerekir. (Köyün güney girişinde de benzer bir düşek yeri vardı. Yine birçok köyde de benzer yerler vardır.) Bilindiği gibi eski Türk inançlarında dağ, “gök tanrıya giden en yakın yol”dur. Dolayısıyla kutsaldır ve orada her yıl şölenler düzenlenir kurbanlar kesilir. Dağların kutsanması düşüncesinden Türkler bulunduğu yaşam alanlarında (özellikle dağlara uzak olunduğu yerlerde) dağı yansıtacak bir yığıntıyı bir vesileyle yapmışlar ve orayı kutsamışlardır. Bu ‘düşek’ de bu inançtan kaynaklı olabilir. Köyde ilk eğitim 1938’de başlamıştır. (Eğitim o zamanlar 3. sınıfa kadardı.) 1940’da köye ilkokul binası yapılmıştır. İlkokul 5. sınıf binası ise 1960’da yapılmıştır. Bugün köyde eğitim verilmemektedir; öğrenciler taşıma sistemiyle Yukarı Sülmenli’de eğitim görmektedir. Köye 1975 yılında bir sağlık evi yapılmıştır. İlk birkaç yıl bir ebe atanarak doldurulan bu sağlık evine daha sonra hiçbir Yöremizi Tanýyalým atama yapılmamış ve kendi haline terk edilmiştir. Sağlık evi, bugün boş ve bakımsız bir durumdadır. Köye elektrik 1978’de, telefon ise 1996’da gelebilmiştir. Köyün ilçeyle olan bağlantı yolu asfalttır. Köyün en önemli sorunu olan su sorunu iki yıl önce köyün yakınlarında -Karagedik denilen bir yerde- yapılan bir sondaj çalışması neticesinde suyun bulunmasıyla giderilmiştir. Geçen yıl içinde de kanalizasyon sorunu köylülerin de katkısıyla tümüyle çözülmüştür. Bugün 44 hane ve 150 kişilik bir yerleşik nüfusu barındıran köyde, şehirlere göç olayı esas olarak 80’lerde başlamıştır. Aşağı Sülmenli, Arguvan yöresinde en geç göç veren köylerden biridir. Malatya, İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük kentlere yerleşen köylüler yurt dışında da önemli bir nüfusu barındırmaktadır. Yemek, giyim-kuşam kültürü Arguvan yöresinin genel özelliklerini taşır. 1977 genel seçimlerinde CHP’den milletvekili seçilen rahmetli Mustafa Şentürk köyün tanınan simalarındandır. Köyün ilk eğitmeni, rahmetli Hüseyin Bayram’dır Köyün tanınan mahalli sanatçı ve aşıkları; rahmetli Çobani (Gazi Kaya), Nesimi Eroğlu, Adıgüzel Göksu, Hıdır Göksu, Doğan Göksu, Ercan Göksu, Yasemin Eroğlu ve Seval Eroğlu’dur. Köyün tarikat aşıkları ise rahmetli olan İsmail Göksu ve Kanber Bayram’dır. Orda Bir köy var uzakta O köy bizim köyümüzdür Beş-on yaşlı adam Beş-on yaşlı kadın Saçları örgüsüz birkaç kız Ayakları çıplak birkaç oğlan yalnız Köylü gitmiş Köyüm değişmiş İn-cin top oynuyor yazı yabanda Çiğdem öksüz kalmış Nevruz öksüz Ot toplayan yok artık, Tezek toplayan da. Ne ellik var ortada, ne orak Ne ırgat olmak var artık, ne ırgat bulmak Şahralar bir köşeye atılmış kırık Ne eşeğin kahrını çekmek var, Ne eşek köylünün kahrını çekiyor Artık Makineleştik Makineleştik artık makineleştik! Köyüm değişmiş Her şey değişmiş Bir tek toprak değişmemiş Ve bir de köylümüz Değişmemiş toprak ve köylümüz Yine toprak aç Toprak yine susuz Direniyor toprak aç ve susuz! Yine köylü aç Köylü yine susuz Direniyor köylü aç ve susuz! Kazım EROĞLU 15 Aziz Kemâl Hızıroğlu Aktüel Toplumcu Gerçekçilik ve Sanat Üzerine... H er sanat akımı, belli bir felsefe ve dünya görüşünün uzantısı olarak ortaya çıkar. Unsurlarını da o dünya görüşünün içinde oluşturur. Bu nedenle, toplumcu gerçekçiliğin vazgeçilmez öğeleri olarak bilinen kimi kavramları, akımın içinde yaratılan sanat eserlerinin ayırt edici nitelikleri olarak değerlendirmek gerekir. Toplumcu gerçekçilik ve sanatın vazgeçilmez yakınlığını göstermeye çalışmadan önce; toplumculuk, gerçekçilik ve sanat kavramlarına kısaca da olsa değinmekte yarar var. Bakunin, Rodbertus, Blanqui, Ferdinand Lasalle, Joseph Proudhon... Bütün bu yazar ve düşünürler yeni bir toplumsal düzen gereğini savunmuşlar, ne var ki toplumculuğu deney ve gözlemlere dayanan bilimsel temeline oturtamamışlardır. Düşçü toplumculuk, bilimsel toplumculuğa geçmek için zorunlu bir evredir. Bilimsel toplumculuk ise Karl Marx ve Friedrich Toplumculuk; insanın en yetkin gelişmesini sağlay- Engels’in ortak bir çalışmayla kurdukları diyalektik ve acak bir üretim biçimidir. İnsanın yetkin gelişmesini ve tarihsel maddecilik öğretisine dayanır ve emeğin gitböylelikle de mutluluğunu sağlama düşüncesi, bir tikçe toplumsallaşmasına karşı, üretim araçları üstüntoprak parçasına bağlanmasıyla gündeme gelmiş ve deki mülkiyetin bireyselleşmesi çelişkisini taşıyan yeni düşüncelerin doğmasına kapitalist düzenin aşılmasıyla gerekçe oluşturmuştur. Çünkü İnsana özgü bir yaratma gerçekleşir. Böylece üretim araçları; göçebe topluluklar birbirleriyle insanı kullanarak insan emeğine rekbiçimi olan sanat, değil, doğayla çekişirler ve güçlerini abet etmek ve kapitaliste daha fazla metafizik düşünme yöndoğayla savaşmak için birleştirirlerkâr sağlamak için değil, insanların temine bağlı idealist di. İnsana özgü güç ve dayanışma kültürel uğraşılarına ve daha fazla boşuna harcanmaz, doğaya karşı anlayışlara göre, bir tanrı dinlenebilmelerine zaman ayırmak duruşu geliştirmek için kullanılırdı. biçiminde kullanılır. Üreten insan, vergisi ve bilinçaltı veriBilgi, doğadan korunma ve doğayı sidir. Oysa sanat, insanla insanlık öncesi çağdan, gerçek insanyenme üzerine oluşmuştu. Küçük bir nesnel gerçeklik arasında- lık çağına ancak bu durumda geçeazınlığın, önce bir toprak parçasına bilir... ki estetik ilişkidir. ve sonra da üretim araçlarına sahip Gerçekçilik: Platon’un idealizmine çıkmasıyla doğal düzen altüst oldu (türcülüğüne) dayanan ve özellikle ve çıkar savaşları başladı. Bu aynı zamanda, tür bilincinin de yağmalanmaya başlaması demekti. ortaçağda genel kavramları gerçek sayan ve asıl varlıkToplumsal sorunların gündeme gelmesi ise bundan ların bunlar olduğunu ileri süren idealist bir öğreti sonraki evreleri oluşturuyordu doğal olarak... İnsan olarak tanımlanmıştı. Bundan sonraki sayısız evre ve kişiliği için en uygun gelişme doğrultusunu yeniden tartışmaların ardından, bilinç dışında nesnel bir sağlamaya çalışan düşünce akımları ‘toplumculuk’ dünyanın var olduğunu savunan öğretilerin genel adına genel adı altında toplanmaya başladı. Platon’dan gerçekçilik denilebilir. Ancak bilinç, nesnel gerçeklikbaşlayan düşçü toplumculuk, Thomas More ile ‘ütop- le oluşmasına karşın, diyalektik karşı etkiyle kendisini yacılık’ adını almış; Bacon, Campanella, Valantin oluşturan nesnel gerçeği değiştirmekte ve yeniden Andrea, Barclay, Heywood, Winstanley, Herrington, oluşturmaktadır. Diyalektik anlayışın idealist anlayışGabriel Foigny, Vairasse, Morelly, Gabriel Mably, tan ayırıcı ilk niteliği, olguları idealist anlayış gibi tek Etienne Cabet’in eserleriyle 18.yüzyıla dek savunul- yanlı olarak değil, bütün yanlarıyla ele alması ve maya çalışılmıştır. Bu yazarların yapıtları genel olarak aralarındaki bağımlılığı tüm incelikleriyle açıklayaromanımsı tasarımlardır. Bunu izleyen yüzyıl boyunca bilmesidir. İdealist öğretiler gerçeklerin bilinmez bir düşçü toplumculuğa değgin salt düşünsel anlamda yerlerde gizli bulunduklarını ve insanların bu gerçekyapıtlar ve denemeler yazan kimi ünlü düşünürler de leri sadece düşleyip tasarlayabileceklerini savunurlar. şunlar: Jean-Jacques Rousseau, Gracchus Babeuf, Oysa nesnel dünyada böylesine gerçeklikler yoktur, Charles Fourier, Saint Simon, Simon de Sismondi, ancak insan bilincinde gerçekleşen sayısız nesneler, Pierre Leroux, Robert Owen, Louis Blanc, Mikhail ilişkiler ve süreçler vardır. Algıdan soyut düşünceye ve 16 Aktüel buradan pratiğe geçiş… İşte gerçeklerin bilgisine giden diyalektik yol budur. Sanat: İnsana özgü bir yaratma biçimi olan sanat, metafizik düşünme yöntemine bağlı idealist anlayışlara göre, bir tanrı vergisi ve bilinçaltı verisidir. Oysa sanat, insanla nesnel gerçeklik arasındaki estetik ilişkidir. Nesnel gerçeklik sanatçıda estetik biçimlerde yansır. Yani sanat, insansal pratiğe, topluma ve toplumsal yaşama sıkıca bağlıdır. Sanatta öz ve biçim, ulusallık ve evrensellik, soyutla somut, duyusal olanla düşünsel olan iç içedir ve birbirinden ayrılamaz. Sanatçının bütün bu diyalektik karşıtlıkları örgensel bir bütünlüğe kavuşturma tarzı, içinde yaşadığı tarihsel dönemin ve koşulların oluşturduğu dünya görüşüne bağlıdır. gerçekçiliğin, yaşamı, sadece doğal ve nesnel haliyle değil, toplumsal ilişkiler ve çelişkiler içinde de gösterdiği algılanmaya başlanıldığında, ‘gerçek’ kavramının kendisi de tartışılır hale gelmiştir. Gerçek kavramı, artık tartışılmaz doğrular, ilahi hakikatler yerine; değişken, çatışmalı ve göreli bir gerçeklikler dünyasını anlatmaktadır. Bu yeni ve çelişkili ortamın özelliklerine göre yeniden biçimlenmekte olan sanat da, gerçek kavramının değişen içeriğinden ve de gerçeğin yorumlanış ve yansıtılış tarzından etkilenmektedir. Toplumsal hareketlerin, özellikle işçi hareketi eksenli bir nitelik kazanıyor olması ve sınıf çatışmalarının bütün siyasal ve kültürel hayatı etkilemeye başlaması, öznenin tarihsel rolü hakkındaki düşünceleri de değiştirdi ve geliştirdi. Birey özne, yerini toplumsal güç olarak sınıf özne kavramına terk ederken, gerçek *** de tarihsel eylem kavramıyla bağlanToplumcu Gerçekçilik; yukarıdaki tılı olarak yeni bir içerik kazanmaya Gerçeğin, diyalektik toplumculuk ve gerçekçilik tanımbaşladı. Artık ‘gerçek’; öznenin bilmateryalist içeriği fark larında da değindiğimiz gibi, kenincinin bir ürünü, özneye tanrısal disinden önceki gerçekçilik akım- edilmedikçe, yaratılacak her- olarak aktarılmış bir özellik, salt hangi bir sanat eserinin larının devamı ve gerçeğin aranması kavramlara sıkışmış bir yapı ya da gerçekçi, insancı, adil, serüvenlerinin bir aşamasıdır. metafizik materyalistlerin öne demokrat ve dönüşümcü, Rönesans döneminden başlayıp, sürdüğü gibi maddenin doğal ve yani ‘toplumcu gerçekçi’ 19.yy’da toplumsal sorunlar ve olarak tanımlanma olasılığı kendiliğinden bir özelliği değildir. O çelişkiler üzerinde yoğunlaşarak halde gerçek, ne yalnız düşünsel ve yoktur. gelişen gerçekçilik akımları; aynı kavramsaldır, ne de yalnızca kendi zamanda, Avrupa’daki işçi ve emekçi halindeki maddenin bir özelliğidir. kitlelerinin mücadelesiyle yoğrulan ve beslenen bir Maddenin nesnel ve gerçek olabilmesi, onun üzerinde kültür ortamını da yansıtmaktadır. Bu durum eylemde bulunan bir özneyi zorunlu kılmaktadır. Yani gerçekçiliğin, yaşamın, yalnızca doğal ve nesnel madde ve nesnenin, sınıflar mücadelesinin ve insanın haliyle değil, aynı zamanda toplumsal ilişkiler ve tarihsel eyleminin dışında bir gerçekliği yoktur. çelişkiler içinde yorumlanması gerektiğini de vurgu- Natüralistlere göre gerçek, maddenin doğal ve kendilluyordu. Yani artık ‘gerçek’ kavramı, soyut ve ideal iğinden bir özelliği olarak yorumlanırken; toplumcu içeriğinden kurtulmaya ve sınıfsal mücadelede bir gerçekçilik, oluş ve hareket içindeki dünyayı, onun ‘anlam’ bulmaya çalışıyordu. Doğaldır ki, ‘gerçek’ değiştirilmesi eylemi içindeki insanla birlikte ele kavramının içeriği değiştikçe, yorumlanış ve yansıtılış almaktadır. ‘Daha önceki gerçekçilik’ ile ‘toplumcu biçimi de değişiyordu. gerçekçilik’ arasındaki ayrım da tam buradadır. Çünkü Metafizik anlayışın ve yüzlerce yıldır erki elinde ‘daha önceki gerçekçilik’, insanın değiştirici eylemibulunduran egemen sınıfların politikalarının nin dışında geliştiği varsayılan soyut bir anlayışa temelinde, verili düzenin değiştirilemez bir gerçek dayanmaktadır. olduğu tezi bulunmaktadır. Bu teze göre gerçek; mutlak, ezeli ve ebedidir. Geleneksel aydının umarsızlığı da burada yatıyor. Ona göre kitleler edilgendir ve emekçi yığınlarının kurtuluşu ancak aydınlanmış önderler eliyle olasıdır, çünkü ‘gerçek’ budur ve bu kadardır! İdealizm, gerçeğin kavramlar aracılığıyla varolan evrensel ve tanrısal bir yapısı olduğunu ileri sürer. Burjuva felsefesine göre ise bilginin, bilgiye yönelen özneden bağımsız olarak nesnel ve somut bir varlığının olduğu kabul edilmesine karşın, özne edilgendir. Oysa Oysa gerçeğin, diyalektik, materyalist içeriği fark edilmedikçe, yaratılacak herhangi bir sanat eserinin gerçekçi, insancı, adil, demokrat ve dönüşümcü, yani ‘toplumcu gerçekçi’ olarak tanımlanma olasılığı yoktur. Sanatın; gerçeklik, imge ve sanatçı kategorilerinin diyalektik bağlantıları sonucu yaratılan bir olgu olduğu unutulmadığı sürece, toplumcu gerçekçi sanatçıların ‘yaratıcı düş gücüne sahip, düşünceleri imgelere dönüştürebilen, imgeler aracılığıyla düşünmeyi, duymayı ve uslamlamayı gerçekleştirebilen yegâne (ama hep azınlıktaki) sanatçılar olduğunu kim inkâr edebilir? 17 Portre Seval Eroğlu A rguvan’ın Aşağı Sülmenli Köyü’ne uzun yıllar önce Mezirme (Ballıkaya) Köyü’nden göçen Dedeler Kabilesi’nden olan Seval Eroğlu 25.12.1984’de İstanbul’da doğmuştur. Çok küçük yaşlarda müziğe olan merakı onun bağlama kursuna gitmesini tetiklemiş, 9-10 yaşlarında bağlama çalmaya başlamıştır. Ortaokul ve lise yıllarında tüm müsamerelerde yer aldıktan sonra konservatuar hazırlık dönemine girmiş, TRT ses sanatçısı Tekin Büyükkkaya’dan kısa süreli eğitim alarak 2003 yılında İTÜ Devlet Konservatuarı Ses Eğitimi Bölümü’ne (İngilizce Eğitimli) girmiştir. Dört yıl boyunca müzikal alt yapısını oluşturduktan sonra 2007 yılında Arguvan Türküleri Ses Yarışmasına girmiş ve yarışma birincisi olmuştur. Aynı yıl Erdal Erzincan Bağlama Orkestrası’na bağlama icracısı ve solist olarak; TRT Türk Halk Müziği Gençlik Korosu’na ise hem saz hem ses bölümüne birincilikle girmiştir. 2008 yılına kadar Manisa (Soma), Çanakkale (Bayramiç), Arguvan ve Arapkir’de hem kişisel hem de grup olarak çeşitli araştırmalar yapmış, yurdun çeşitli bölgelerinde konserler, dinletiler vermiş; Derviş Muhammed, Şah Sultan ve Ahmed Aşıki’nin ‘Yaşadıkları Yerler, Hayatları ve Bazı Eserleri’ adlı bitirme çalışmasını sunarak 2008 yılında İTÜ Devlet Konservatuarı Ses Eğitimi Bölümü’nden dereceyle mezun olmuştur. Aynı yıl İTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Müziği Ana Sanat Dalı Yüksek Lisans Programı’na girmiştir. 18 2009 yılında Şişli Belediyesi bünyesinde kurulan Bedestan Halk Müziği Orkestrası ve Solistleri topluluğunu Sinan Ayyıldız ve Yrd. Doç. Göktan Ay ile oluşturmuş, hem akademik hem de sanatsal açıdan istekli ve yetenekli olan 25 kişiden oluşan bu topluluğun solisti ve solist şefi olarak görev yapmıştır. 2008 ve 2010 yılları arasında belediyeler bünyesinde ve yurdun çeşitli yerlerinde festivaller kapsamında konserler vermiş; araştırmalarını çeşitli dergilerde ve kitaplarda (Arguvan Yolu Kültür Sanat Dergisi, Arguvan Ezgileri - 2, Arguvan Atma Yöresi Ezgileri 1, Arguvan Deyişleri Semineri) yayımlayarak çalışmalarına devam etmiştir. 2010 yılında İTÜ Devlet Konservatuarı Ses Eğitimi Bölümü Araştırma Görevlisi olmuştur. 2009 yılından itibaren ‘Arguvan Yöresi’nde İcra Edilen Semahların Müzikal Analizi’ isimli tez çalışması devam etmektedir. Genç bir sanatçı ve araştırmacı olan Seval Eroğlu bu yoğun çalışmalarının nedenini şu şekilde açıklamaktadır: “Bir ulusun yükselmesi sanat seviyesinin yükselmesiyle mümkündür. Ziya Gökalp’in dediği gibi Türkiye’nin çağdaş müziğinin yaratılması için Halk Müziği’nin bilinmesi, korunması ve geleceğe aktarılması gerekir. Sanatla uğraşmak o kadar zor bir iştir ki, hem icrada hem de düşünsel olarak ciddi birikimler gerektirir. Bu bağlamda Arguvan toplumu halk kültürünün korunması ve yaşatılması yönünde oldukça duyarlıdır ve eminim ki, popüler kültürün getirdiği sel sularına kapılmayacaktır. Aslında sadece Arguvan kültürü için değil söylediklerim. Günümüzde birçok yörede ya da bölgede hem edebi hem de müzikal açıdan sanatsal ifade taşımayan birçok müzisyen (halk arasında çoğunlukla sanatçı diye ifade ediliyor) ya da beste çeşitli yörelere mal edilmeye çalışılıyor. Biz biliyoruz ki, bu kültürü yozlaştırmaya, arabeskleştirmeye çalışanlar, köküne bağlı kalarak icra edenlerin sayısından oldukça fazla. Bu yüzden Anadolu müziğini daha fazla araştırmalı, yazıp çizmeli, konuşmalı, tartışmalı; icramızla beraber topluma daha fazla ışık tutmalıyız. Ülkemizin değerlerine sahip çıkan, gelecek nesillere aktarmaya çalışan tüm canlara selam olsun…” Yöremiz Türkülerinden 19 Dr. Mustafa SÜLKÜ* Sağlık AİLEMİZİN HEKİMİ Mİ OLDU? AİLE HEKİMİMİZ Mİ YOK OLDU? S on zamanlarda değişim, dönüşüm kelimelerini günlük hayatımızda sık duyar olduk. Bir başka deyişle günümüzün moda kelimeleri oldular. 1960’lı yıllarda doğan ve bugün 50 yaşlarında olan Anadolu’nun büyük kentleri hatta İstanbul’un merkezi yerleri dışında yaşayan, T.C. vatandaşı olan herkes sağlık ocağı, sağlık ocağı hekimi, ebe, hemşire, sağlık memuru, çevre sağlığı teknisyeni, sıtma işçisi, trahom memuru, kavramlarının yaşamlarında neyi ifade ettiğini çok iyi bilirler. Çok sık rastlanan ve ayaktan tedavisi olanaklı hastalıklarının tedavisi için kent /kasaba merkezlerine gitmek zorunda kalan vatandaşlarımız politikacılardan bölgelerine sağlık ocağı yapılmasını, doktor-ebehemşire gönderilmesini talep ederlerdi. Köylerde/kırsalda yaşayan birçoğumuzun doğumunu ebeler yaptırır, hemen hepimizin bebeklik çağı aşıları sağlık ocaklarında yapılır, sağlık ocağı doktorları /hemşireleri okullarımıza kadar gelir okul çağı aşılarımızı yapar, sağlık eğitimleri verir, sağlık taramalarımızı gerçekleştirirdi. Ana çocuk sağlığı ve aile planlaması hizmetlerimizi bunlarla ilgili tıbbi malzeme ve ilaçları bizlere bedava ulaştırırdı. Hastalandığımızda, işe girişlerimizde, evliliklerimizde, sürücü belgelerimizde, silah ruhsatlarımızda raporlarımızı sağlık ocaklarımızda alırdık. Doğum belgelerimizi sağlık ocaklarımız düzenler, ölümlerimizde de hep yanımızda olurlardı. Adli raporlarımızı onlar yazardı. Bölgemizde bir bulaşıcı hastalık çıktığında hemen üzerine gider, bizleri bilgilendirir, gerekli önlemlerin alınmasını sağlarlardı. İçme sularımızın sağlanmasından, sağlıklı gıda tüketmemize, sağlıklı bir çevrede yaşamamıza kadar sayılamayacak kadar çok ve çeşitli çoğu zaman bizlerin fark etmediği koruyucu sağlık hizmetlerini yürütürlerdi. Sağlık ocaklarımız bu işleri yaparken bizlere ait kayıtlar tutar ev halkı tespit fişleri ile sağlığımızı bir yaşam boyu izlemeye çalışırdı. Üstelik bunları yaparken bizden para talep etmez, herhangi bir belge sormazdı. Hatta kuruluşlarının ilk zamanlarında temel ilaçları bulundurur, gerekli müdahaleleri yapardı. Sağlık ocaklarında çalışan tüm ekip (hekiminden, 20 hizmetlisine, tıbbı sekreterinden şoförüne kadar) herkes devlet memuruydu ve sağlık ocakları birer devlet kuruluşuydu. Yani devlet “sosyal devlet” olmanın sorumluluğu ile bir yandan sağlığı kamusal bir hizmet olarak vatandaşına ücretsiz sunarken, diğer yandan tıp fakültesi, sağlık meslek lisesi mezunu çocuklarımızın yanı sıra o bölgeden 5-10 kişiye çalışma, geçinme olanağı sağlamış oluyordu. Bu sistem başında da belirtildiği gibi büyük kentler dışında 1980 li yıllara kadar birçok engele rağmen tüm ülke çapında çok başarılı bir biçimde yürütülmeye çalışıldı. Ülkemizin üzerine bir karabasan gibi çöken 12 Eylül darbesi ve onun zeminini oluşturan dönemin ekonomik koşulları (1980 yılı 24 Ocak kararları olarak anılır) başta sağlık olmak üzere tüm yaşamı alt üst eden bir gidişatı başlattı. Önce 1960 anayasasında devletin görevi olarak tanımlanan sağlık, 1982 (darbe) anayasasıyla artık tümüyle devletin sorumluluğunda olmaktan çıkartıldı. Sağlık piyasada alınır satılır bir ticari mal haline getirilmeye başlandı. Büyük kentlerde sağlık ocakları açılmamaya ya da gereksinimin çok altında açılmaya başlandı. Bunların yerini özel poliklinikler doldurdu. 1990’lı yıllardan itibaren ülkemizde bir “sağlık reformu” tartışması başlatıldı. İlk kez aile hekimliği kavramı bu yıllarda ortaya atıldı. 1980 den günümüze kadar hiçbir hükümet sağlığın vatandaşlarına devlet tarafından ücretsiz, eşit, ulaşılabilir olarak sunulması gereken sosyal bir hak olması gerektiğine dair değil özelleştirilmesi/ticarileştirilmesi yönünde yasalar-yönetmelikler yaptılar. Başta sağlık ocakları dahil tüm kamu sağlık kuruluşlarının bütçelerini kısıtlayarak çökertmeye, işlevsizleştirmeye, vatandaşın gözünde kötü göstermeye çalıştılar. Bu durumu gerekçe göstererek de “değişim-dönüşüm!” kavramları altında birer birer buraları özelleştirmeye başladılar. 2011 yılına kadar tüm ülkede uygulamaya geçilecek olan “Aile Hekimliği” de 2003 yılından beri iktidarda Sağlık olan AKP hükümeti tarafından 2005 yılında Düzce’de başlatılan bu temelde projenin çok önemli bölümünü oluşturmaktadır. Hekimler/ hemşireler çalışma yerleri olarak tanımlanan aile sağlığı merkezlerini birbirleri ile yarışır biçimde seçmek zorunda bırakıldılar. 2005 yılından bu güne kadar uygulamanın başladığı illerde hizmet halkın tepkisini çekmemek için yine sağlık ocakları binasında verilmek zorunda kalındı ve vatandaş hayatında olumlu/anlamlı bir dönüşüm hissetmedi. Hala sağlık ocağına gittiğini düşünüyor. Hangi aile hekimine ne kadar çok kişi kaydolursa o kadar çok para alır anlayışı ile sağlık hizmeti sunumuna rekabeti soktular. Bu durum kimi yerlerde hekimlerin karşısına bir tehdit unsuru olarak geri dönmeye başladı. Bu uygulama hekimler/hemşireler tarafından benimsenmemekle birlikte yapılan yasal değişikliklerle sağlık ocağı hekimlerine/hemşirelerine çalışacak bir yer bırakılmadığı ve aba altında sopa gösterildiği için birçok hekim/hemşire bu programa gönülsüz de olsa katılmak zorunda bırakıldı. Bir hekime 3500-4000 kişi bağlayarak onu sadece hasta muayene etmek zorunda bıraktılar. Sağlık ocağında ekiple yapılan birçok hizmetin bu sırada kim tarafından nasıl yapılacağının kaygısını çekmediler. Bizim vergilerimiz, bağışlarımızla kamusal birer kurum olarak yapılan sağlık ocaklarımızı ana-çocuk Büyük kentler dışında hemen her yerde insanlar eski- sağlığı merkezlerimizi kimseye sormadan özel den bir kamu kuruluşu bildiği sağlık hekim statüsünde çalışmaya zorocaklarından 24 saat hizmet alırken ladıkları aile hekimlerine kiralÜlkemizin üzerine bir aile hekimliği adı altında özel adılar. karabasan gibi çöken 12 muayenehanelere dönüşen bu Birçok hekimi çalışacağı yeri kurumları saat 17.00 den sonra ve Eylül darbesi ve onun zemi- kendi bulmaya/kiralamaya ya da hafta sonlarında tümüyle kapalı bulnini oluşturan dönemin yapımını sağlamaya, devraldığı yerdular. İğnelerini yaptırmak, panekonomik koşulları (1980 leri badana/boya ve tadilat-tamisuman yaptırmak için en yakın yılı 24 Ocak kararları olarak ratını yapmaya mecbur ettiler. Bu devlet hastanesine ulaşmak zorunamaçla bankalardan kredi almaya anılır) başta sağlık olmak da kaldılar. zorladılar. üzere tüm yaşamı alt üst Bu sistem getirilirken “vatanHekimleri, hemşireleri aile sağlığı eden bir gidişatı başlattı. daşımızın sağlık sorununun %90 merkezi/toplum sağlığı merkezi nını aile hekimliğinde karşılayahekimi/hemşiresi diye ikiye ayırdılar cağız, aile hekimi sevk etmeden kimse hastanelere git- farklı ücret uyguladılar ve iş barışını bozdular. meyecek” diye yasa çıkaranlar buna çok kısa bir süre Aile hekimliğini özendirerek birçok kurumdan tahammül ettiler tükürdüklerini yaladılar ve bunu deneyimli pratisyen hekimi aile hekimliği sistemine hemen kaldırdılar. çekince baştan gerekli önlemler alınmadığı için 112 Bu durumda özel hastaneye giden herkesten 10 acillerde, hastane acillerinde, ana çocuk sağlığı lira, devlet hastanesi/üniversitelere gidenlerden 6-8 merkezlerinde hizmetlerin aksamasına neden oldular. lira ayakbastı parası alınmaya başlandı. Vatandaşı gereksiz bir çıkmaza sürüklediler şimdi Sağlık ocağı hekimlerinin/hemşirelerinin devlet herkes “aile hekimimi nasıl seçeyim ya da değiştirememurluğu haklarını imzalattıkları sözleşmelerle yim?” diye yakını olan bir doktora sağlık görevlisine ellerinden aldılar. Hekimleri yanlarında hemşire, soruyor. hizmetli çalıştıran çalıştığı yerin elektriğini, suyunu, Değişim dönüşüm adı altında sağlık ocaklarını kapkirasını ödeyen bunun için maliye bakanlığı karşısında atarak vatandaşın ocağını söndürdünüz. Orada çalışan vergi yükümlülüğü olan birer esnaf haline getirdiler. hekimlerin hepsi bizim ailemizin hekimimiz, Buralardan hizmet almak için genel sağlık sigortası hemşiremiz, ebemizdi. Şimdi bizi bir kamu kuruma pirimi ödemek ya da fakirliğini belgelemek zorunlu- değil özel muayenehane haline getirdiğiniz Aile Sağlığı luğu getirdiler ama 2011 seçimleri nedeniyle bunu da Birimlerine bağladınız. bir yıl ertelediler. Gerçekten şimdi AİLEMİZİN HEKİMİ Mİ OLDU? AİLE HEKİMİMİZ Mİ YOK OLDU? Değiştirene kadar (üç ay/altı ay) bizim adımıza belirlenen hekimden hizmet almak zorunda bıraktılar. (*) Dr. Mustafa SÜLKÜ Tümüyle ücretsiz olarak sunulan ana çocuk sağlığı Türk Tabipleri Birliği Genel Pratisyenlik Enstitüsü ve aile planlaması hizmetlerinin ne durumda Yönetim Kurulu Üyesi, İstanbul Tabip Odası Pratisyen olduğunu soran bile olmadı. Hekim Komisyonu üyesi. 21 Gençlik Umut ALİKAŞİFOĞLU Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi 68 RUHUNA GERİ Mİ DÖNÜYORUZ? B u başlık bir-iki hafta önce ulusal basından bir gazetenin yarım sayfalık haberiydi. Devamında son dönemlerde Avrupa’yı “sallayan” öğrenci hareketlerini konu alıyordu. İtalya’da şu olmuş, İngiltere’de harçlara yapılan zammı 50.000 kişi protesto etmiş, Fransa’da ki grevlerde liseler işgal edilmiş vs… Gayet detaylı, görsellerle süslenmiş çarpıcı bir haberdi. esnasında yaşanan sancılardan ibarettir. Bu değişimler sosyal hayatı etkilemeye başladığı anda Avrupalı halklar tepkilerini açık ve net bir tavırla sergiledi ve büyük kitlelerce uygulanan politikaları protesto etti. Bunlar alışıldık yürüyüşlerle değil, gerçekten genel grevlerle, hayatı durdurarak, işgallerle ve yer yer polislerle çatışacak kadar. Peki neden? Ama ondan bir hafta öncesinde 6 Kasımda ki 12 Eylül’ün ürünü olan Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK)’nun kuruluş yıldönümünde sokaklarda olan öğrencilere yönelik ne televizyonlarda ne de yazılı basında bu kadar yer ayırılmamıştı. Küçük bir kolon ve ne olduğu pekte anlaşılmayan küçücük bir resim, o kadar… Demek ki, o gazeteye Ankara’da yapılan ilk yürüyüşteki 1000, ikincisindeki 3000 ve İstanbul’daki 1300 üniversite öğrencisini pekte çarpıcı, detaylı anlatılması gerekmeyen “haber niteliği” taşımayan bir olay olarak değerlendirmemiş. Neyse Türkiye basını zaten öğrenciler Özel Güvenliklerden ve ya okullardaki Çevik Polisten “dayak yemedikçe” göstermez, bunu zaten biliyorduk. Yeniden öğrenmiş olduk. Aslında Türkiye toplumunun yakından bildiği şeyler yüzünden; Üniversitelerin paralı hale gelmesi, Devlet Üniversitelerinin bir bölümünün Özel Üniversiteye çevrilmesi, var olan harç ücretlerine zam yapılması, bazı kamu işletmelerinin-fabrikaların özelleştirilmesi (mesela; komünikasyon, toplu taşıma…), emeklilik yaşının 60 yaşın üzerine çıkartılması güvencesiz çalışma ve gelecek gibi nedenlerden dolayı. Medyanın “sansasyonel” başlıklarını bir kenara bırakırsak, Avrupa’nın her yeri gerçekten de yeniden özellikle öğrenciler tarafından yeniden bir sallantı içerisinde olduğu doğrudur. Bunun nedeni aslında 1974lerdeki Batı Blok’unun krizinin aşılıp, Sovyetlerin çökmesinden sonra hegemonyasını iyice artırdığı ve bugüne kadar sürdükleri o sosyalrefah devletinin ekonomik olarak sallantıda olduğu ve neo-liberal politikaların uygulanmasının, küresel anlamdaki ekonomik modelin değiştirilmesi 22 Sosyal-refah devletinin Avrupa da bu şekillerde başlayan, ülkemizde ise1980 darbesiyle ilk adımların atıldığı ve 2000’li yıllarda AKP hükümetiyle birlikte hızlanan bu çöküş/dönüşüm, Avrupa da biraz daha geç uygulanmış olsa da, bugünkü hükümetlerin uyguladıkları ekonomik ve sosyal politikalar birbirine paralel olarak ilerlemektedir. Tek fark Avrupa halkları bu dönüşümleri kabul etmemekte direniyor, çünkü ellerinde bulundurdukları hakları kimin nasıl kazandıklarının, hangi emek mücadelesinin sonucu olduğunun farkında olan bir toplumdur Avrupa toplumu ve kazanılmış haklarını vermemekte de kararlılar; öğrencisindenişçisine-velisinden-memuruna… 68 ruhu aslında Avrupa’da hiç bitmemiş sadece refah devleti olgusunun o “boyalı maskesinin” Gençlik altında bazen saydamlaşmış, bazen kendisini görünür kalmıştır. Kazanımları Türkiye’de olduğu gibi darbeler tarafından bir silindirle ezilip, süpürülmemiştir. 1974 yılında Cunta Rejiminin askeri bir tankla işgal edilmiş üniversitenin kapısını tutan onlarca öğrenciyi ezmesi, öldürmesi, sonucu Yunanistan Halkı Cunta Rejimini yıktıktan ve darbecilerle ve darbeleriyle hesaplaşmaları sonucu Yunanistan Halkı üniversitelerine polisi ne olursa olsun sokmamışlardır. 2008 yılında polisin kurşun sıkarak, bir halk ozanımızın değişiyle “yasal mermisiyle”, 16 yaşında bir öğrenciyi öldürmesi sonucu yürüyüş yapan öğrencilerin polisle karşılaştıkları anda polisle çatışmaya girip üniversiteye kaçtıkları zaman bile polis üniversiteye adımını atamamıştı. Avrupa bu bakımından demokratik devrimlerini tamamlamış ve o 68 ruhunu, o sol-sosyalist yanını irili ufaklı, ara ara göstermeye zaman içerisinde devam ettirmiştir. Keza 68 yıllarında o dünyada dönen sol akıntıyı zapt ettikleri parlamentolarındaki seçim barajlarının en fazla %3 olması ve parlamentoda elbet sol-sosyalist yapıların (en radikaline kadar) bulunmaları yer yer hükümet veya hükümete ortak olmaları bunun bir göstergesidir. Bu yüzden bu başlık 6 Kasım 2010 YÖK protestolarından sonra 7 Kasımda atılmış olsaydı daha mantıklı olabilirdi. Çünkü Türkiye özellikle 2000’lerden sonra ilk defa bu kadar kitlesel bir YÖK protestosuna, belki birleşik değil ve Avrupa’daki kadar kitlesel olmasa da YÖK’ün ve dolaylı olarak AKP’nin üniversite düzleminde uyguladıkları politikalara karşı Türkiye’nin bütün koşuları altında en görkemlisiydi. Ana akım medya grupları sadece “sansasyonel” işleri göstermeye alışık ve o tip haberlerin arayışında olduğu için bültenlerde pek göremedik. İnsanın aklına şu geliyor; keşke polis saldırsaydı da, YÖK’ü ve üniversitelerde dönüşümü lanetleyenler daha fazla gözükseydi… 23 Gündem Av. Çağın ÖZDEMİR İNSAN HAKLARI HAFTASI ve ARGUVAN A rguvan’da ortaokul birinci sınıfta eye muhalefet şerhi okurken -90’lı yıllar- ilk dönem karnem- düşercesine çantamızda le eve gittiğimde babam tarafından sessi- cebimizde taşıdığımız zlik ağırlıklı bir tepkiyle karşılaştım. Ben bu tep- nüfus cüzdanlarımızın kiyi iyice üstüme alıp burkulma evresine girmişken din hanesi… ikinci dönemin ilk günü olan Pazartesi günü babam Diğer ilkemiz ise İnsan işten izin alarak ortaokulun bahçesine gelmiş, hakları evrensel şimdi ismini hatırlayamadığım ince-uzun, hafız bildirisinin 18. tadında din kültürü ve ahlak bilgisi hocasını Maddesinde belirtilen karşısına almış ve karnem hakkında istişarelere gir- “… herkesin din veya işmişti ki nöbetçi öğrenci tarafından çağrıldım ve inancını, tek başına veya topluca ve kamuya tartışmaya ortasından da olsa şahitlik etme fırsatım açık veya özel olarak öğretme, uygulama” hakkı. doğdu. Babamın hiç unutamadığım o cümleleri Her iki ilkeye aykırılık sebebiyle Avrupa insan hala kulaklarımdadır. hakları mahkemesi nezdinde dava “Hocam şimdi yanlış anlama açıldı. Bunların ilki Selim Işık Anayasamızın 24. bizler din düşmanı kimseler Maddesinde ‘’…. Kimse dinî isimli alevi vatandaşın açmış değiliz, yalnız şu da var, eğer bu inanç ve kanaatlerini açıkla- olduğu davadır. Kabul edilen ve çocuğun karnesinde matematiği, Türkiye’nin tazminata (insanı en maya zorlanamaz; dinî inanç Türkçe’si, Fen’i, Sosyal’i 5 çok yaralayan kısmı insanın kendi ve kanaatlerinden dolayı gelirken, senin öğrettiğin dersten ülkesinde elde etmesi gereken bir kınanamaz ve suçlana2 alıyorsa bu çocuk, ben hakkı yabancı bir dilde yapılan maz…’’şeklinde belirtilen çocuğumdan değil senden ve de muhakeme neticesinde elde etmesenin öğrettiğin şeyden şüphe din ve vicdan hürriyeti ilkesi. sidir) mahkûm edildiği şubat ayınederim…” da kararı verilen bu davanın İnsan hakları evrensel bildirisinin kabul edilişinin sonuçları hakkında hükümetin nasıl bir adım ata63. yılına 10 Aralık itibariyle girmiş bulunuy- cağını, -memleketin dört bir yanındaki kimliğinde oruz. Hayırlı, uğurlu olsun... Geçen 62 senede bu yazdığı için değil gerçekten “din ve vicdan”bildiride yazanlardan neler öğrendik, ne kadar sahibi bütün yurttaşlar olarak beklemekteyiz. uyguladık bilinmez. Muallim Naci’nin “hafıza-i Diğer ilkeye döndüğümüzde ise yukarıda örnek beşer nisyan ile maluldür” (insan hafızası unut- problemi somut olarak bizzat Arguvan sınırları masıyla ünlüdür) sözünden bahsetmenin tam içerisinden ve kendimden verdiğim ilke olarak, din sırasıdır burada, hele de tam bizim insanımız için.. dersleri konusu karşımıza çıkıyor. Hasan Zengin Ancak unutmamamız gereken ve de aslında bir isimli bir baba kızına zorla dua ezberletmeye türlü unutmamıza imkan verilmeyen bir durum söz çalışan hocaya muhalefetiyle başlayarak benim konusu... İnsan hakları evrensel bildirisi dünya babamın sadece Arguvan’daki öğretmene ölçeğinde önem arzetmekle Alevi olan -Türkiye söylediği cümleyi taşıyarak, Avrupa İnsan Hakları Cumhuriyeti- vatandaşları için daha büyük bir Mahkemesi’nde açmış olduğu davayı kazandı, öneme sahip. Zira bu bildirinin temel felsefesinden babamın ve binlerce babanın söylediklerini dünya ortaya çıkan ve İnsan Hakları Avrupa nezdinde kabul ettirerek hukuki bir zafere imza Sözleşmesi’nde de yerini bulan iki temel ilke var. attı.. Bunlardan ilki Anayasamızın 24. Maddesinde “…. Dilerim, babaların bu özgürleşme zaferleri Kimse dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya mahkeme koridorlarıyla sınırlı kalmayıp okul zorlanamaz; dinî inanç ve kanaatlerinden koridorlarına da yansır. dolayı kınanamaz ve suçlanamaz…’’ şeklinde İnsan haklarının vicdanımıza sindiği, nice insan belirtilen din ve vicdan hürriyeti ilkesi. Ve bu ilk- hakları haftasına hep birlikte girmek ümidiyle... 24 Bülent TAŞ Kitap Kuzey Anlatısı K uzey, insanın kendisine koyduğu yasakların ve düşlediği hayellerin sınırında başlar. Yasak olduğu kadar bir başlangıçtır da Kuzey. Kendisinden sonraki sınırın, yeni bir gerçeğin eşiğidir. Aynı zamanda yasakları aşmanın, hayalleri gerçekleştirmenin coğrafyasıdır. Gerçeğin bittiği yerde rüyanın , aklın tükendiği yerde inancın gücüdür. Kuzey kişinin kendisinin imgesidir. Burhan Sönmez’in İthaki yayınlarından çıkan ve bir ilk roman olma özelliği taşıyan Kuzey adlı roman, Rinda adlı bir gencin hiç tanımadığı babasının cesediyle karşılaşması ve bu esrarengiz ölümünün geride bıraktığı sorularla başlar. Felsefi olduğu kadar fantastik bir yolculuk hikayesidir. Rinda, babasının geçmişini öğrenmek için çıktığı yolculuk boyunca, farklı kişiler ve hikayelerle tanışır. İçiçe geçmiş hikayeler ve masallar birbirlerine eklenir. Roman kahramanı, dinlediği her bir hikayeyle birlikte kendisine duyduğu şüphe ve kuzeye duyduğu merakı artar. Artık her hikaye daha büyük bir anlatının parçası, açığa çıkartılması gereken bir gerçeğin ipuçları gibidir. Dar sokaklar, büyük kubbeler ve kemerler... Kayaların içinde bir saray. Herşeyi örten kırmızı bir renk. Safali, felsefenin masal diyarı. Kuzeyin zorlu coğrafyasında bilginin vahası. Küçük Sultan’ın, “Her yolcu, onlarla gidemeyenlerin hayali içinde yürür” dediği “Gönlü Temiz Kardeşler”... Safali sohbetlerinde, varlık , oluş, rüya, gerçek, aşk gibi birçok konu konuşulur. Bu sohbetlerde batılı gerçek ve varlık anlayışı ile doğulu hakikat ve evrenin sırrına erme çabalarının izlerini sürebiliriz. Safali sohbetlerinde “Gönlü Temiz Kardeşlerin” ele aldığı konuların çokluğu ve zenginliği, okuyucuyu sanki felsefi bir karnavala bir nevi felsefe şölenine çağırır gibidir. Kuzey’ in dünyasında kadın mücadelenin ve özgürlüğün adıdır. Şahmaran kadınlar özgürlükleri i ç i n savaşırl a r . Kadın aynı zamanda yeninin simgesidir. Yeni gelecek çağın habercisidir Loriya. Açılacak gökyüzü kapısının anahtarı bir çift yeşil küpedir. Yıldızları anlatan kil tabletler kadın dilinde bir yazı ile yazılmıştır. Şahmaran kadınlar, geyik izlerini yani doğayı takip ederler. Yıldızları ise erkekler... Geyik izleri ve yıldızlar gökyüzü kapısında buluşur. Rinda ve Loriya... Evrenin sırrını sunan aşk ve sevgi... Roman, kurgusu ve anlatım teknikleri açısından edebiyatımıza yeni bir soluk getirdiğini söyleyebiliriz. Masalsı ve şiirsel bir anlatıma sahiptir. Anlatım efsane ve söylenceler ile desteklenir. Bütün bunların yanında anlatım dilindeki sadelik bizleri adeta romanın içine çeker. “Her kuşak kendisinden sonrakinin rüyasına görür” diyor Walter Benjamin. Kör çerçi gibi başkalarının rüyalarını toplayarak büyük kollektif rüyayı görebiliriz ancak. Çünkü “Her hayat başka bir hayatın aynasıdır.” Kendi gerçeğini yaratmak isyenlere... Ilık, duru bir anlatı Kuzey. BURHAN SÖNMEZ Haymana’da doğdu. İlk ve orta eğitimini Polatlı’da tamamladı. İ.Ü. Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra bir süre avukatlık ve editörlük yaptı. Çeşitli gazete ve dergilerde siyaset ve İslam konulu yazılar yazdı. Bir dönem yurtdışında kaldı. Halen İstanbul’da yaşamaktadır. İletişim için: www.burhansonmez.com 25 Etkinlik ARİFE KALENDER VE MUHARREM TEMİZ SEVENLERİ İLE VAKFIMIZDA BULUŞTU 12 Aralık 2010 Pazar günü vakfımız merkezinde Şair Yazar Arife Kalender ile “Bendeki Malatya” Kitabı ve genel konular hakkında söyleşi yapıldı. Söyleşiye ilgi oldukça büyüktü. Sanatçı, yazar, çizerler de söyleşiye katıldılar. Köy dernek başkanlarımız ve hemşehrilerimizin katılımı hem vakfımız yönetimini hem de yöremiz yazar ve şair Arife Kalenderi oldukça memnun etti. Vakıf Başkanımız Mehmet Kızıldaş açılış konuşmasında İçimizden biri olan Arife Kalender’in vakfımız etkinlikleri arasında yer alan söyleşiye katılması bizleri çok memnun etti. Vakfımız; yöremiz sanatçı, yazar ve çizerleri ile sürekli diyalog halinde olacaktır dedi. Vakfımız Yönetiminin buna özen gösterdiğini söyledi. Söyleşiye Yönetmen olarak katılan Kadir İncesu şair Arife Kalender’e “Bendeki Malatya” Kitabı hakkında sorular yöneltti, Arife Kalender bu sorulara şöyle yanıt vedi: “Doğduğum yeri anlatmak bana onur verdi. Çünkü; ‘Bendeki Malatya’ annemden babamdan ödünç aldığım hayatı kızım Burcu Güneş’e devrederken; ömrüme dönüp baktığım bir kitap oldu. Malatya doğduğum şehir. İlk gördüğüm, ilk söylediğim, ilk güldüğüm yer. On yedi yaşıma kadar her soluk alışımda kanıma işleyen, daha sonra da İstanbul’a gelip yerleşen hayatımda hep var olan şehir. Kanımda 26 Beydağı’nın rüzgârı, Göldağı’nın karı var. Hala damarlarımda asi akıyor Fırat. Yazdıklarım ne tarihtir ne de bilimsel gerçekler, Yıllar önce ardımda bıraktığım bir şehrin bende kalan öyküsüdür. Bir yanı düş, bir yanı anı, bir yanı özlem, bir yanı dilek... Bu şehir bende yaşıyor hala...” dedi. Arife Kalender daha sonra şiirlerinden parçalar okudu, Konukların sorularını cevapladı. Daha sonra Yöremiz sanatçılarından Muharrem Temiz ve Savaş Gövtepe, sahnede yerlerini aldılar. Muharrem Temiz yöremiz türkülerinden derlediği bir kaç türkü okudu ve söyleşiye katılan dostlarımıza duygulu anlar yaşattı. Arife Kalender “Bendeki Malatya” adlı kitabını okuyucularına imzaladı. Etkinliğe katılanlar sanatçılar, Arife Kalender ve izleyiciler memnuniyetlerini belirterek etkinlik tamamlandı. Etkinlik Derneklerle kahvaltı 7 Kasım 2010 Pazar günü Vakıf Yönetim Kurulu Ve Dernek Başkanları eşleri ile beraber Ataşehir'de bulunan Zübeyde Hanım Öğretmenevi’nde sabah kahvaltısında buluştular. Vakıf Yönetiminin katkılarıyla düzenlenen kahvaltı toplantısına ilgi büyüktü. Hemen hemen bütün köy dernek başkanları ve eşleri katılmıştı. Dostlarımız bir taraftan kahvaltısını yaparken bir taraftan da sohbetler edildi. Kahvaltı burada bir simgeydi. Birlikte kahvaltılar yapmak veya birlikte müzik dinlemek ya da tiyatroya sinemaya gitmek, hem daha iyi dostluklar edinilirken hem de bazı olayları ve olguları birlikte paylaşmanın güzelliklerini yaşamaktır. Vakıf başkanımız Mehmet Kızıldaş yaptığı konuşmada 16 Ekim 2010 tarihinde yapılan ve çok başarılı geçen dostluk ve dayanışma yemeğinde katılımlarından ve desteklerinden dolayı dernek başkanlarına teşekkür ederek derneklere verdikleri önemi belirtip etkinliklerde vakıf ile beraber hareket etmelerinden dolayı memnuniyetini ifade etti. Bundan sonraki çalışmalar ve projeler hakkında bilgiler aktardı. Daha sonra dernekler adına Yazıbaşı (Narmikan) Köyü Dernek Başkanı Latif Adıgüzel vakıf yönetiminin derneklere verdikleri önemden dolayı teşekkürlerini ifade etti. Kahvaltı toplantısı 12:30’a kadar devam etti. Kahvaltıdan ayrılan dostlarımız vakıf yönetimine teşekkür ederek bir başka etkinlikte birlikte olmanın daha güzel şeylere birlikte imza atmanın gururunu yaşayacaklarını söylediler. Kurucularla kahvaltı 5 Aralık 2010 Pazar günü Vakıf Yönetim Kurulu ve Kurucular eşleri ile beraber Ataşehir'deki Zübeyde Hanım Öğretmenevinde sabah kahvaltısında buluştular. Bu etkinliğimizde Arguvan Belediye Başkanımız Sn. Hüseyin TAŞTAN bizleri onurlandırmıştır. Vakıf Başkanımız Sn. Mehmet KIZILDAŞ yaptığı konuşmada kurucularımıza vakıf çalışmaları hakkında bilgi verdi. Kurucuların vakıf faaliyetlerine katılım konusunda etkin olmalarını yönetim olarak arzuladıklarını belirterek kahvaltılı toplantıya gösterdikleri ilgiden dolayı teşekkür etti ve Arguvan Belediye Başkanı Sn. Hüseyin TAŞTAN'ı konuşma yapmak üzere davet etti. Sn. Hüseyin TAŞTAN yaptığı konuşmada vakfımızın yöremiz sivil toplum kuruluşlarının çatısı görevi gördüğünü bu kuruluşların vakıf ile birlikte hareket etmeleri durumunda büyük bir sivil güç oluşturduğunu, yapılan etkinliklerde kendini gösterdiğini belirterek herkesin vakfa sahip çıkarak desteklemeleri gerektiğini belirterek çalışmalarından dolayı vakıf yönetim kuruluna teşekkür etti ve sözlerini sonlandırdı. Kahvaltıda bir araya gelen kurucular böyle bir atmosfer yarattıkları için yönetim kuruluna memnuniyetlerini ilettiler. 27 Derneklerimizden Arguvanlılar Gecesine Büyük İlgi Almanya Arguvanlılar Derneği tarafından geleneksel olarak her yıl düzenlenen ‘Arguvanlılar Gecesi’ nin 6. sı Darmstadt kentinde gerçekleşti. Arguvanlılar Derneği tarafından Almanya Darmstad, kentinde düzenlenen geceye Almanya’nın çeşitli kentlerinde yaşayan Arguvanlıların yanı sıra Malatyalılar da katıldı. Gecenin açılış konuşmasını Almanya Arguvanlılar Dernek Başkanı Tamer Bektaş yaptı. Geceye katılanlara teşekkür eden Bektaş, “Bizleri yalnız bırakmadığınız için sizlere teşekkür ediyorum. Geçen yıl 4 öğrenciye burs verdik. Bu yıl 6 öğrenciye burs vermeyi hedefliyoruz. Gecede elde edilen gelirle Arguvan’a okul yaptıracağız. Aydınlık bir gelecek için tüm dostlarımızın katkılarını bekliyoruz” dedi. Gecenin sunuculuğunu Şirin Üstün yaparken, gecede Grup Erkayalar, Ozan Müzik Grubu, Mesut Salman, Gani Peksen, Zeynel Üstüner, Ali Temiz, Murat, Necla Fındıklı Zengin, Turan Yalçın ve Hamdullah Eraslan sahne alarak geceye katılanları adeta coşturdular. Tarımsal Kalkındırma Kooperatifi Kuruldu Atmalılar Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Atmalılar İlköğretim Okulu projesini bitirdikten sonra yöreye ekonomik anlamda nasıl faydalı oluruz düşüncesiyle yola çıkıp bir kooperatif çalışması başlattı. Tarımsal Kalkındırma Kooperatifi adı altındaki bu çalışma yedi köyü kapsayan S. S. Kömürlük, Kuruttaş, Güngören, Alhasuşağı, Çakmak, Gökağaç ve Çobandere köylerini kapsayan merkezi Güngören olan kooperatif kuruluşunu tamamladı. 14. 07. 2010 Tarihinde resmi olarak tescil edildi. Her Eve Altı İnek Projesi (50x6) olmak üzere üyelerine toplan 300 inek tahsis edilecek. Tarım Bakanlığı desteğiyle bir yıl ödemesiz, Altı yılda geri ödemeli yıllık yüzde dört sabit faiz olarak hesaplanacaktır. Faizler yükseldiğinde yükselmeyecek fakat düştüğünde düşecek. Ekonomik nedenlerden dolayı yörede hem hayvancılığı geliştirmek ve tarımda her türlü verimliliği artırıcı tedbirler almak. İlk kurulduğunda 94 kişi resmi olarak üye olmuştur. Kooperatifin çalışma kapsamında bitki, hayvan, orman, su, arıcılık, meyvecilik, bağcılık, sebzecilik, çiçekçilik ve diğer ürünlerin verimli bir şekilde, yetiştirilmesi ile ilgili her türlü teknik faaliyetler de bulunmak, Ortakların her türün ve mamullerin kalitesini yükseltecek tedbirler almak. Aynı zamanda haşerelerle mücadele yapmak ve yaptırmak, 28 Ortakların üretimle ilgili araç ve gereçleri ihtiyacını temin etmek. Bitkisel ve hayvansal mahsulleri değerlendirme işletme muhafaza ve pazarlama ile ilgili her türlü fonksi-yonları yerine getirmek için gerekli çalışmaları yapmak ve yaptırmak, Her çeşit orman ürünlerini ikmal, nakil, depolama ve istif işlerinin yapılmasın da ortaklarına yardımcı olmak ve bu işleri yapmak, orman idaresince verilecek asli ve tali orman artıklarını değerlendirmek, Gelecekte kooperatifin ithalat ve ihracat işlerini yaptırmak. Aynı zamanda özel veya resmi kuruluşlardan temin edilen hibe ve borç parayı gayeye uygun hizmetlerde kullanmak. Dernek Başkanı Mehmet Ali BAŞIBÜYÜK ekonomik nedenlerden dolayı köye dönmek isteyenler de destek sunabilecek çalışmaları ile yörede hayvancılığı tekrar canlandırmak. Yöreye yapılan okulun eğitim sorununa cevap verecek kapasitede olması insanların okul için başka bölgelere taşınması önlenmiş olacaktır. Ekonomik anlamda kazanımların yörede eğitime de destek olması beklenmektedir. Ekonomik anlamda ki her kazanım, daha sağlıklı bir toplum ve aynı zamanda daha eğitimli birey anlamına gelecektir. Bu yıl Malatya da tescili yapılan beş kooperatiften biri olan Tarımsal Kalkındırma Kooperatifi onaylanmak üzere İl Tarım Müdürlüğüne teslim edilmiştir. (Rıza PARLAK) Derneklerimizden ÇAVUŞ KÖYÜ’NDEN HABERLER ÇAVUŞ KÖYÜ KANALİZASYONA KAVUŞTU Çavuş Köyü’ne kanalizasyon sistemi yapılması için uzun süredir yapılan yazışmalar ve kişisel girişimler sonunda 2009 yılında projesi yapılan ve 2010 yılında ihalesi yapılan sistemin inşaasına Ekim 2010’da başlanmış, iki ay gibi kısa bir sürede tamamlanmıştır. 21 Kasım 2010’da arıtma sistemi ve sokaklarda yapılan kazı çalışmaları tamamen bitmiş olarak köy muhtarlığına teslim edilmiştir. Çağdaş ve modern, insanlığın temel ihtiyacı olan kanalizasyon sisteminin 2010 yılına kadar yapılmaması ülkemizin idari yapısı, plansızlığı ve siyasi çekişmeler sonucu olsa gerek. Gecikmiş bir hizmet olmasına rağmen Çavuş köyüne çok modern bir sistem Malatya İl Özel İdaresince hayata geçirilmiştir. Arguvan bölgesinde bir ilk yapılmıştır. Çevreye zarar vermeden ön arıtması olan bir kanalizasyon sistemi kurulmuştur. ÇAVUŞ KÖYÜ SULAMA SUYU KANALLARI PVC BORULARA ALINDI Bilindiği gibi Arguvan su sorunu yaşayan kurak bir bölge olması sebebiyle bir damla suyun önemi çok büyüktür. Çavuş köyüne bahçe sulama suyu Kuşu boğazından gelmektedir. Çok az olan bu su köye ulaşmadan toprak kanallarda buharlaşarak heba oluyordu. Yine Malatya İl Özel İdaremizin katkılarıyla bu su Temmuz 2010 itibariyle PVC borularla köyün bahçelerine kadar getirilmiştir. Çavuş köyünün kanalizasyon sisteminin ve sulama suyu projesi yapılmasında emeği geçen herkese teşekkürler. ÇAVUŞ KÖYÜ MEZARLIĞINA ÇEŞME YAPILDI Malatya’da ikamet eden Çavuş Köyünden hayırsever işadamı Mustafa Özbay tarafından köy mezarlığına bir hayrat çeşme yaparak hizmete sunmuştur. Sayın Mustafa Özbay’ı örnek davranışı ve yapmış olduğu bu hizmet için kutluyoruz. Atmalılar Derneği Genel Kurulu yapıldı Atmalılar Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği 9. genel kurulunu yaptı. Toplantı Mehmet Ali Başıbüyük’ün faaliyet ve denetimin raporlarını okumasıyla başladı. Önümüzdeki dönemde yapılması düşünülen projeler hakkında bilgi verildi. Kömürlük Köyü muhtarlığına teslim edilen eski okulda haftada bir gün Aile Hekimi gelerek sağlık hizmeti verilmesi için çalışma yapılmakta. Eski Alhasuşağı Köyü’nün bulunduğu yerde doğal ortamı bozmadan piknik ve şenlik alanı oluşturma projesi görüşüldü. Kömürlük Köyü’nde gerek öğretmenlerin, gerekse halkın konaklayacağı köy evi projesini, on dönüm arazi üzerine sportif tesisleriyle birlikte projelendirme çalışmaları devam edecektir. Atma’nın şu anlık yedi köyünü kapsayan Elli Eve Altı İnek Projesi (50x6) S.S. Kömürlük, Kuruttaş, Göngören, Alhasuşağı, Çakmak, Gökağaç ve Çobandere Köyleri Tarımsal Kalkındırma Kooperatifi en kısa zamanda hayata geçirmek ana hedefler arasında. Atmalılar İlköğretim Okulu öğrencilerine çeşitli kurum ve kişilerden burs temin etme çalışmaları devam etmektedir. Genel kurulda tek liste oy birliğiyle kabul edildi. Yeni yönetim aşağıdaki gibidir. Mehmet Ali BAŞIBÜYÜK (Başkan), Rıza TEMİZ (İkinci Başkan), Ali Kemal BAYAR (Sayman), Ender GÜRER, Kazım ÇIPLAK, H. Hasan İNCESU, Seyfi YÜCEL, Ali Rıza FIRAT, Rıza PARLAK 29 Şiir BİR BABANIN DOĞUM GÜNÜNDE (OĞLUNA/ KIZINA) MEKTUBUDUR!.. Sevgili oğlum/kızım Bugün tam on yedi yaşındasın Görüyorum ki artık Her şeyin farkındasın. Ama ne zaman ararsam seni Ya diskoda Ya barda Ya da televizyon/İnternet karşısındasın Bir bayram Bir lâle devri Hangi ekrana baksan Haklısın oğlum /kızım... Devir artık bu devir Sen de çemberini çağına göre çevir Senin neyine Resim roman şiir Senin neyine Sanat ve sair Ne diyor meşhur televizyon büyükleri Vur patlasın, çal oynasın Devir artık bu devir… Kimisi sahte gelin Kimisi zengin bir prens Kimisi de insanlıktan bir yudum bir nefes Bekliyor da bekliyor Nasılsa Son düğmesi de koptu insanlığın Vefa can çekişiyor arka sokaklarda Umut mendil sallıyor giden trenlerin ardından Onur, adres arıyor mezarlıklarda Dostluklar çöp tenekelerinde sahipsiz Ve anahtar teslimi aşklar satılık köşe başlarında Hem de üç kuruş mutluluklara... Ama sen de haklısın Sana mı kaldı, Kurtarmak vatanı Sana mı kaldı, Uyandırmak yatanı Sana mı kaldı, Duvara yapıştırmak Bu memleketi satanı Anasını ağlatanı.... Gel gör ki oğlum/kızım.. Senin de kurtuluşun yok bu gidişten Ne etsen, ne yapsan Bir düğün 30 Kim kiminle evleniyor Kim kiminle çıldırıyor Kim kime daldan dala ‘Gelinim olur musun?’ diyor Bak her gün ayrı bir kanalda Bambaşka bir 'ünlüler çiftliği' Her kanalda şöhret olmanın dayanılmaz hafifliği Ve işte böyle Pazara dökülüyor bir bir Herkesin yumak yumak ipliği Yıllar var ki oğlum/kızım Birileri işte Bizi hep böyle gözetliyor... Ve sen de görüyorsun ki Bu sahneler Bizi ne de güzel özetliyor Kimin umurunda yarınlar Kimin umurunda çocuklar Kimin umurunda bu isyankâr çığlıklar Bir kavgadır Bir yarıştır Bir rezalettir gidiyor. Kime sorsan Cevaplar dünden hazır Halk böyle istiyor oğlum/kızım.. Halk böyle istiyor Gel gör ki Bir reyting uğruna Ne 'güneşler batıyor' oğlum/kızım. Ne güneşler batıyor!??.... (internetten) Müslüm Ekici 31 Yeni dönem kayıtlarımız devam ediyor. 0216 416 12 74 - 361 97 28 www.arguvanvakfi.org.tr
Benzer belgeler
İç Sayfalar - Arguvan Vakfı
Portre - Seval Eroğlu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
arguvan olgusu sayı 29
VAKIF YAYIN ORGANI
3 AYDA BÝR YAYINLANIR
Sayý 29
Temmuz 2011
SAHÝBÝ
ARGUVAN VE KÖYLERÝ
EÐÝTÝM KÜLTÜR VAKFI
Adýna
Baþkan Mehmet KIZILDAÞ
Sorumlu Yazý Ýþleri Müdürü
Ali Haydar KARAÇAM
Yayýna Hazýrlay...