İç Sayfalar - Arguvan Vakfı
Transkript
İç Sayfalar - Arguvan Vakfı
ÝÇÝNDEKÝLER www.arguvanvakfi.org.tr VAKIF YAYIN ORGANI 3 AYDA BÝR YAYINLANIR Sayý 30 Kasım 2011 Merhaba . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 2 Hasan Aydın ile Söyleþi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 3-5 Yöremizi Tanýyalým . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 6-9 Festival-2011 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 10-13 SAHÝBÝ ARGUVAN VE KÖYLERÝ EÐÝTÝM KÜLTÜR VAKFI Adýna Baþkan Mehmet KIZILDAÞ Sanatçı Gözüyle Festival . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 14-16 Şimdi Deprem Haberleri-Oktay Eroğlu . . . . . . . . . . . 17 Kadın - Hatice Eroğlu Akdoğan . . . . . . . . . . . . . . . . . 18-19 Sorumlu Yazý Ýþleri Müdürü Ali Haydar KARAÇAM Hikaye: Mor Dut - Hasan Aksoy . . . . . . . . . . . . . . . . 20-21 Şair - Betül Tarıman . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 22-23 Yayýna Hazýrlayanlar Veysel KARAHAN Azmi TULUNAY Ahmet FIRAT Erol ÇAKMAK Grafik Tasarým ATAÞEHÝR AJANS Oktay EROÐLU Dededen Toruna Uzanan Sanat - S. Özerol . . . . . . . . 24-25 Sağlık . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 26 Bir Portre . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 27 Eğitim - Tahsin Özden . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 28 Kitap - Karahindiba . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 29 0.216 572 0 575 Şiir: Devrimci ve İnsandı - Abuzer Karahan . . . . . . . 30-31 Yazýþma Adresi Küçükyol Sokak No.: 3/2 Bostancý / ÝSTANBUL Tel: 0.216 416 12 74 Fax: 0.216 361 97 28 [email protected] Baský: Kay-Ian Matbaa 0.212 612 31 85 - 567 84 19 YAYIN ÝLKELERÝ Dergide yayýnlanmasý için gönderilen yazý, haber ve resimlerin yayýnlanmasýna, yayýn kurulu karar verir. Yöresel fotoğraf, haber ve yorumlara öncelik verilir. Ýmzalý yazýlarýn sorumluluðu yazarlarýna aittir. 1 Sevgi ve Dostluk Pýnarýndan Merhaba; Bir sayımızı daha sizlere ulaştırmanın sevincini yaşıyoruz. Bu sayımızı 19-KASIM-2011 Tarihinde Salon Prenses de yapacağımız dostluk ve dayanışma gecesinden önce hazırlıyoruz. Gecede sizlerle buluşturacağız. Bu gecenin bizim için önemi çok büyük çünkü Geceyi eğitim bursuna yönelik düzenliyoruz gecenin geliri ve dostlarımızın yapacakları burs bağışlarıyla üniversitede okuyan yoksul ailelerin çocuklarına burs vereceğiz. Bu konuda destek veren katkı sunan tüm dostlarımıza teşekkür ediyoruz. Bu sayımızda söyleşi bölümümüzde Vakfımızın Kurucu Başkanı, Arguvan için hiçbir özveriden kaçınmayan vakfımızın kuruluşundan bu yana her türlü maddi ve manevi desteğini esirgemeyen vakıf çalışmaları içerisinde kendi işlerinde fedakarlık ederek katılan bu dönemde birlikte çalışmaktan onur duyduğum Hasan AYDIN’ı Veysel Karahan’ın kaleminden okuyacaksınız. Yöremizi tanıyalım köşemizde ALHASUŞAĞI Köyünü Arguvan yöresine özel çektiği resimlerden ve yazdığı güzel şiirlerinden tanıdığımız Rıza PARLAK’ın tanıtımından bulacaksınız. Arguvan Belediyesi ve Köy Derneklerimizin ortak etkinliği olan 9. Uluslararası Arguvan Türkü Festivali’nin resimlerini ve anlatımını Azmi Tulunay’ın yazısından okuyacaksınız. Festivalimize katılan bazı sanatçılarımızın festivalimize ilişkin düşüncelerini bulacaksınız. Ülkemiz ve özellikle de İstanbul’u yakından ilgilendiren depreme ilişkin yazıyı dergimizin çıkmasında büyük emeği olan Oktay EROĞLU kaleme aldı. Toplumumuzun kanayan yarası olan, bir türlü önüne geçilemeyen kadına şiddete yönelik yazısıyla Hatice 2 EROĞLU AKDOĞAN sizlerle olacak. Hasan AKSOY Mor Dut isimli hikaye yazısını kaleme aldı. Şair Köşemizde Şair Betül TARIMAN’ın yazısını bulacaksınız. Arguvan Kültürü ve Arguvan Türküleri ile ilgili araştırmalar yapan, vakfımızla ortak çalışmalar yürüten Süleyman ÖZEROL’dan dededen toruna uzanan sanat isimli yazısını okuyacaksınız. Sağlık köşemizde Dr. Serhat ÜNAL 2010 yılı doğum istatistikleri ve güncel doğum kontrol yöntemlerini kaleme aldı. Bir Portre bölümünde Almanya’da yaşayan hemşerimiz Ressam Ali İhsan GÖNÜL’ ü sizlere tanıtıyoruz. Eğitim köşesinde Bilimin İnsan yaşamındaki yerini mum ışığı yazısıyla Mak. Yük. Müh. Şair Tahsin ÖZDEN kaleminden okuyacaksınız. Kitap tanıtımı bölümünde hemşerimiz genç yazar Sinan SÜLÜN’ün, benim de okuyarak beğendiğim KARAHİNDİBA isimli kitabın tanıtımını Emre DEĞİRMENCİ yazdı. Şiir köşesinde hepimizin yakından tanıdığı yazar ve şair Abuzer KARAHAN’ın DEVRİMCİ ve İNSANDI isimli şiiri bulacaksınız. Dergimizin yayına hazırlanmasında emeği geçen Veysel KARAHAN, Oktay EROĞLU, Azmi TULUNAY, Ahmet FIRAT, Erol ÇAKMAK, Yazı İşleri Müdürümüz Haydar KARAÇAM’a ve Ali TAŞDÖĞEN’e dergimize reklamlarıyla destek olan tüm dostlarımıza içten teşekkür ediyorum. Yeni bir sayıda buluşana dek sevgiyle kalın. Mehmet KIZILDAŞ - Vakıf Başkanı Röportaj: Veysel Karahan Söyleşi... “Arguvan ile ilgili heyecanım kesintisiz devam ediyor, hep devam edecek” Vakfımızın kurucularından ve ilk başkanı Hasan Aydın dergimizin bu sayıda konuğu oldu. asan Aydın kimdir. Kısaca kendinizi tanıtır mısınız ? kültürümüz var. Bende bu kültürü hak ettiği yere taşımaya çalışanlara destek olmaya çalışıyorum. Arguvanlı olmaktan onur duyuyorum. Dünyaya Türkiye’de Malatya ili Arguvan İlçesi İsa Köy’de geldim. Rahmetli anam bir yaz gününden bahseder, dutlar ağarırken filan derdi. Ancak; İlkokulda öğrenci iken babamın nüfus cüzdanını getirdiğini hatırlıyorum. (Doğum tarihi: 01/03/1951) Beş yıl İsa Köy ilk okulu, bir yıl köyde çobanlık, ta ki, okulların 1. yarıyıl tatiline (15 tatil) 49,5 gün kala Arguvan Orta Okulunun açılışına kadar. Arguvan Orta Okulu üç yıl, Malatya Şehit Kemal Özalper Endüstri Meslek Lisesi üç yıl ve Ankara Gazi Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi (Erkek Teknik Öğretmen Okulu) dört yıllık üniversite eğitiminden sonra Batman Endüstri Meslek Lisesi Elektrik Bölümü Öğretmenliği. O dönem 68 kuşağından etkilenmemek mümkün mü? Lise yıllarından başlayan etkileşim bu güne dek devam etti devam ediyor. Öğretmenlik açığa alınmalar ve sürgün edilerek geçti. Batman Tokat, Kartal/İstanbul ve Bayrampaşa/İstanbul’da öğretmenlik yapmaya çalıştım. 01/01/1982 de istifa ederek ayrıldım. İstanbul’da elektrikçilik, nakliyecilik ve oto elektrik malzemeleri satışı yaptım ve otomotiv sektörü ile tanıştım. Önce akü bayiliği daha sonra da oto lastik bayiliği şeklinde devam etti. Evliyim. Üniversitede okuyan bir kızımız (Ezgi) ve bir de eşim (Fatma) var. Hele ki varlar, onlar var ki, ben varım. Sonra dünya insanlığı, Arguvan insanı ve binlerce yıllık geçmişiyle insan olma adına övüneceğimiz Arguvan Arguvan ve Köyleri Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’nin kuruluşundan bugüne kadar aralıksız 20 yıllık süredir, Arguvanlıların kurumuna hizmet ettiniz. Bu hizmetlerinizi bizlere anlatabilir misiniz? H 12 Eylül darbesi demokrasi güçlerini en acımasız yöntemler kullanılarak silindir gibi ezmiş, oda yetmemiş günün paşalarına, bir yığın yasaklar ve 1980 Anayasası ile iktidarlarını pekiştirmiş, halkın muhalefet odaklarını yerle bir etmişlerdi. Ama biz Arguvanlılar 1991’li yıllarda bu böyle gitmez bir araya gelmek, bir şeyler yapmak için örgütlü olmak lazım düşüncesinden yola çıkarak duyarlı Arguvanlılarla önce bir dernek kurma kararı alındı. Derneğimiz oldu. Yoğun çalışmalarla İstanbul Mavi Marmara’da ilk gecemizi yoğun bir İstanbul kışında (katılanlar hatırlar) yüksek bir katılımla gerçekleştirdik. (O günün heyecanı ve mutluluğu müthişti ). Önce dernek Mecidiyeköy’deydi. Kısa bir süre sonra Bostancı’ya taşındı. Dernekte; Tiyatro, Bağlama, Halk oyunları, Piyano, Gitar v.b dallarda kurs çalışmaları vardı. Gençlik Kolları, Kadın Kolları, Çocuklarla ilgili etkinlikler bizleri hemen her gün iş çıkışı derneğe taşırdı. Dernek çalışmaları her yıl artarak devam etti.1994 yılından itibaren Arguvan’ın bir vakfı olmalı dünü bugünü yarınla buluş- 3 Söyleşi... 1-Arguvanlıların Vakfın kuruluşu ve çalışmaların turmak, Arguvan’ın sözlü ve yazılı değerlerini kayıt altına alıp Arguvan adına tescil ettirmek gerekliliği üzerine devamına gösterdikleri büyük ilgi. çalışmalar, tartışmalar, araştırmalar yapıldı. Zaman zaman 2-Arguvan Olgusu Dergisinin yayına başlaması. özel gündemde toplanarak “Arguvan ve Köyleri Eğitim 3- Arguvan türküleri ses yarışması. ( 11. yapıldı) Kültür Vakfı”nın kurulmasının gerekliliği ortaya konuşul4-Arguvan Uluslararası Türkü Festivali. (9. yapıldı) du. Oluşan düşünce birliği bizi Vakfın kuruluşuna taşıdı. 5-Arguvanlıların Festivali sahiplenmesi. (katılım 30-40 O günün koşullarında vakfın tüzüğünün hazırlanmasına bin kişi) başladık, çeşitli vakıf tüzüklerini inceleyerek, vakfımızın Umarım fazla hata yapmadım. O kadar çok başarılı nasıl bir tüzüğü olmalı, Vakfımızın kuruluşunda kimler kurucu üye olmalı, vakıf birilerinin mallarını vakfetmesi çalışma var ki ben bunları en belirleyici olanlar diye say(bağışlaması) bir yönetim kurulu ile de yönetilmesi idi. maya çalıştım. Bizde araştırdığımızda gördüğümüz hiçbir malını Eğitim ve Kültür vakfı olarak neler yapmaktasınız, bağışlayacak varsılımız yoktu, o halde nasıl vakıf olacak- kısaca bahseder misiniz? tık. Konuştuğumuz her Arguvanlı Kurucu üyelik sayısınBiliyoruz ki eğitim ve kültür insanı insan yapan en da kısıtlama olmadan ortak belirlenecek bir katılım payını önemli öğelerdir. Böyle olunca eğitimi öncelikle her ödeyen her Arguvanlının Kurucu üye olması sağlanarak bireyin kendisini eğitmesi öğrendiklerini çevresiyle pay(Demokratik Toplumsal Katılımcılık) bu sorunu da aşa- laşması, dünü bugünü doğru kaynaklardan öğrenmek, bileceğimizi gördük. Kısa bir süre sonra “Arguvan ve öğrenmeyi yaşam için, hava, su ,yemek kadar önemsiyor Köyleri Eğitim Kültür Vakfı” isminde vakfın kuruluşunu olmak ve gereğini yerine getirmek,hepimizin ortak bir 1995 yılında gerçekleştirdik. O süreçte “Kurucu durum saptamasıdır. Eğitim ve kültürel faaliyetler Başkanlık” onurunu taşımak bana düştü. donanımlı bireyler olmak için ertelenmemesi gerekenlerVakfımız kurulmuş kurucu üye katkı dendir. En önemli olanı öğrenci bursları payı ile de bir miktar paramız olmuştu. ve okullarımızdaki önemli araç, gereç, Bu parayı nasıl değerlendirelim diye Arguvan halkı kitap ve kırtasiye gibi ihtiyaçların en düşünce paylaşımına girdik, sonuçta hızlı şekilde karşılanması. Arguvan ile ekonomik olarak yok“Dispanser” açmaya karar verdik. ilgili yazılı belgelerin basımını yayınını sul bir halk. Biliyoruz Dispanser tüm çabalarımıza rağmen versağlamak. Arguvan web sitesine giren ki okur yazar oranı imli olmadı, daha sonrada kapatıldı. Bu ve biraz araştıran vakfın çok önemli yüksek olup memuru kararı alan Kurucular Kurulunun çoğunkültür çalışmalarını görecektir. Arguvan işçisi çoktur. O zaman luğu idi, sonrasında belki bazı kurucuOlgusu Dergisini düzenli çıkarmak. Yıl da okuyan Arguvanlı larda burukluk oldu ancak hiç kimse içinde yapılan tüm etkinlikler sayılabilir. çocuklara destek çoğunluğun aldığı bu kararı yeniden Yöresel bir vakıf olarak Eğitim ve olmak gerekiyor. sorgulama gereği duymadan büyük bir Kültüre çok önem veriyorsunuz. olgunluk göstererek o gün çoğunluk Arguvanlıların bu eğitim sevdası arkadaşlarımız “Dispanser” açma nereden kaynaklanıyor? kararının doğru olduğunu düşündü ama olmadı. Herhangi Biliyoruz ki Arguvan aşkın, sevdanın yüce pınarı. bir art niyet aranmadı ve çalışmalar devam etti. Bugüne Aşkını ve sevdasını dünden bugüne tarlada, ekinde, kadar tüm yönetimler başarılı oldular ki, vakfımızı bugünbağda, bahçede, dilden dile, sazı ile telden tele bu günlere lere taşıyabildik. taşımış. Aşkı ve sevdayı Türkiye coğrafyasında içinden Arguvan ve Köyleri Eğitim Kültür vakfı İlk Kurucu geldiği gibi söyleyen bir toplum değil mi? Ayrıca başkanlığını yaptınız? Bu ilk başkanlığınızın heye- kültürümüzde öğrenmeye ve öğretmeye açık bir toplum canını bizlerle paylaşır mısınız? oluşumuz. Okur yazar oranımız % 98 gibi Türkiye İnanın Arguvan ile ilgili olumlu her adım beni yeniden yeni den heyecanlandırıyor. Elbette ki ilk başkanlık hesapta olmayan bir görevdi, Arguvan kimliğine yaraşır davranabildim, Arguvan isminin geçmişiyle özdeş devamına katkı suna bildimse mutluyum. Arguvan ile ilgili heyecanım kesintisiz devam ediyor, hep devam edecek galiba. Arguvan vakfı çalışmalarınızda, gerek başkanlığınız döneminde, gerekse diğer çalıştığınız dönemlerde karşılaştığınız en önemli anlar nelerdir? 4 ortalamasının hayli üstünde olunca, eğitim ve kültür faaliyetlerini ertelememiz mümkün mü? Arguvan halkı ekonomik olarak yoksul bir halk. Biliyoruz ki okur yazar oranı yüksek olup memuru işçisi çoktur. O zaman da okuyan Arguvanlı çocuklara destek olmak gerekiyor. Eğitim alabildiğine özelleşti ve paralı hale geldi. Devlet okullarında eğitim öğretim faaliyetlerine katılan öğrencilerin dershanelere gitmeden üniversiteye gitmesi mümkün değil. Dershane fiyatları çok yüksek, birde bir şekilde üniversiteyi kazanan öğrenciler var ki, bunlar gittikleri ilde barınacak yer başta olmak üzere ciddi sıkın- Söyleşi... tılarla başbaşalar, onlara yardımcı olmalıyız. Aksi halde cemaatler hemen devredeler, Bu geriye dönüşü mümkün olmayan bir bağlantı olup, insanlarımızı görerek kaybetmek anlamına gelmez mi? Eğitimi ciddiye alıp önemsememiz lazım. O zamanda bir şeyler yapmalıyız. Geçen yıl vakıf yemeğimizde ev hanımından, emekli işçisine, memurundan, işverenlere kadar tüm katılımcılardan Eğitime katkı bursu sunması, Arguvanlıların eğitime nasıl yaklaştıklarının önemli bir göstergesidir. Duyarlı Arguvanlılarda sağ olsunlar vakfımızdan desteklerini esirgemiyorlar. Eğitime destek sunan herkese teşekkürler. Arguvan Kurumları ve Arguvan Belediyesi ile ilişkilerinizi ortak faaliyetlerinizi anlatabilir misiniz? Arguvanlı Kurumlar genelde önemli ölçüde birlikteliklerini sürdürülebilir durumdalar. Topyekün baktığımızda Arguvan isminin öne çıkması Arguvanlıların birlikte olmalarının en önemli göstergesidir. Vakıf ve Arguvanlı diğer kurumlar (İstanbul’dakiler ağırlıklı) tüm çalışmalarda karşılıklı bilgilendirme ortak toplantılar ve ortak kararlar bütünlüğünde devam ediyor. Vakıf Başkanı Mehmet Kızıldaş ve diğer köy dernek başkanlarının karşılıklı sevgi saygı, birbirlerini anlama anlamaya çalışma hoşgörü ve kurumlarını yüceltme ortak duyguları, birlikte olmayı önemli ölçüde kolaylaştırmaktadır. Arguvan Belediyesi ise Başkanımız Hüseyin Taştan’ın paylaşımcı yaklaşımı, önerilere açık, dinlemede sabırlı, gülen yüzü, genç, dinamik, pozitif enerji dağıtan, yumuşak üslubu ile önemli bir şansımız ve bu özeliklerin hepsi birlikte çalışmayı kolaylaştıran, başarıyı zorunlu kılan önemli bir etken diye görüyorum. Tüm Arguvanlı kurumlar irili ufaklı yıl içine dağılmış başarılı çalışmalar yapmaktadır. Örnekleri ilgi duyan herkes Arguvan’a baktığında görebilir. Diğer demokratik sivil toplum örgütleriyle ilişkileriniz ne düzeydedir? Kuruluş amacımıza, tüzüğümüze ve Arguvanlı olma gerçeğinin yönetime yüklediği sorumluluk bilincine, uygun, ortak basın açıklamaları, uyarı mitingleri, salon toplantıları v.b. ortak çalışmalara da yönetim olarak veya kitlesel bazda katılım sağlıyoruz, sağlamaya çalışıyoruz. Çok önemli ve anlamlı Uluslararası Arguvan Türkü Festivali düzenlemektesiniz. Bu etkinliğinizden kısaca bahseder misiniz? Arguvanlıların elbirliği ile yaptığı bu güzel etkinlik “Uluslararası ARGUVAN TÜRKÜ Festivali” Arguvan’ın yüz yıllarla tanımlayacağımız kültürel kimliğinin önce Türkiye’ye sonrada Dünya’ya açılan önemli bir penceresidir. Bu pencereyi büyüterek, daha şeffaf görülebilir olmayı becerirken, evrensel yanımızın tüm dünyanın görmesini sağlamak bütüne katılmak, katkı sunmak bu günümüzü de geleceğimizi de daha anlaşılır ve anlamlı kılacaktır. Bu bağlamda geriye bıraktığımız 9. festival bizlere çok büyük tecrübe kazandırdı bu tecrübelerimizi geliştirmek, festivali daha dolu daha etkin kılmak, hepimizin önündeki en önemli görev olmalı. Hedefimiz daha dolu daha anlaşılır, öncekilerden daha iyi, daha görkemli festivaller yapmak olmalı. Arguvan Olgusu hakkındaki düşünceleriniz nelerdir? Arguvan Olgusu, Arguvan ‘ın yazılı önemli bir basın kanalı. Özellikle Arguvan ile ilgili araştırmalarındaki objektif yaklaşımı, Araştırmacı yazarlara Kaynakça’lık yapacak kadar’da güvenirlilik sağlamıştır. Amatör bir anlayışla üç ayda bir çıkarılmaya çalışılan dergimizin, yazmaya çizmeye meraklı yetenek sahibi Arguvanlı sanatçıların eksik gördüğümüz desteklerini katmaları onu daha dolu, daha güncel yapacaktır. Sonuç olarak kendi yeteneklerimizi dergi içeriğinin doldurmak için, kendilerini tanıtmak için katkılarını esirgememeliler. İyiyi daha iyi yapmayı Arguvanlılar becerebilirler. Arguvan Olgusu okurlarına dergimiz aracılığı ile iletmek istediğiniz konular var mıdır? Ben de Arguvan Olgusuna katkı sunarım diyen Arguvanlılar; 1-Yetenekleri ile ilgili paylaşımlarını Dergi Kurulu ile paylaşmalılar. 2-Arguvanlılar öncelikle dergiye abone olmalı ve mutlaka okuyarak eleştirilerini dergi kurulu ile paylaşmalı. 3-Her Arguvanlı zaman yaratarak Arguvan Vakfını ziyaret etmeli, bilgi ve becerilerini paylaşmaktan geri durmamalı. İnanıyorum ki Arguvan Olgusu “söz uçar yazı kalır” deyiminde olduğu gibi Arguvan’ın yazılı tarihinde önemli bir yeri olacaktır. Teşekkürler. Emeğinize sağlık. Bizler Arguvan Olgusu olarak Sn. Hasan Aydın’ın vakfımıza ve dergimize maddi manevi katkılarına, emeğine teşekkür eder, bundan sonraki çalışmalarında sonsuz başarılar dileriz. 5 Yöremizi Tanýyalým Rıza Parlak ALHASUŞAĞI KÖYÜ A lhasuşağı köyünün ilk yerleşim yeri Göl Dağının batısında kalır. Alhaslar hayvancılık yapan büyük bir kabile. İlk olarak Bellikler gelirler. Buraya, Elazığ Baskil’e bağlı Höyük’ten ( Ataf ) geldikleri bilinmekte. Baskil’e Kahramanmaraş Elbistan yöresinden geldikleri söylenir. Kahramanmaraş Elbistan bölgesinde çok sayıda Alhaslıların yaşamakta olması bu tezi desteklemekte. Bugün Bellikler’de “ Gome Ahlasan ” Alhasların kömü olarak yer isimleri halen söylenir. Dört kardeşten biri olan Alğas, eski Alhasuşağı köyü olarak geçen bölgeye gelir. İlk yerleşim alanı olan bu bölgeye gelen Alhaslar büyük çapta hayvancılık yaparlar. Alhaslar yerleştiği bu yere Kürtçe “Alğasan” denir. Daha sonra Alhasuşağı olarak söylense de Kürtçe “Alğas” ismine Kürtçe de çoğul eki olan “an” eki eklenerek “Alğasan” olarak söylenir. Giderek Alhasuşağı olarak değişmiş olsa da köyün ismi kurucusu olan Alhas’tan alır. 1945 – 1950 yılları arasında bugün ki yerleşim yeri olan bölgede Ballıcalardan yer alıp Düzova ve Tanımaz bölgesine yerleşirler. Köy statüsüne kavuştuktan sonra Bahşikan, (Birimuşağı) Ballıca, 6 Korolar ve Bellikler mezra olarak bağlanır. Belliklerin Gökağaç köyüne yakın olmasına rağmen mezra olarak Alhasuşağı’na bağlanması hem buradan gitmiş olmaları ve akrabaların halen burada olmasından kaynaklanıyor. Eski köyde arazinin dağlık olması hayvancılık ön planda olsa da, aşağıya yerleşince tarım da devreye girer. Hayvancılık ve tarımla geçinen Alhasuşağı Atma Aşireti içinde kısa sürede söz sahibi olmayı başarırlar. Çalışkan ve kavgacı yanlarıyla diğer aşiret liderlerine rakip oldukları bilinmektedir. Alhasuşağı köyü güney batısında Kömürlük, kuzey doğusunda Gökağaç ve batısın da Göçeruşağı köyler ile komşudur. Geçimleri tarım ve hayvancılığa dayanan Alhasuşağı misafirperver olduğu kadar cömert insanlardır. Bölgede zamana damgasını vuran Hacı Halil kısa bir öyküsünü anlatayım. Adamın birinden alacaklı olan Hacı Halil alacağını geciktiren adamı önce döver. “Borcunu niye zamanında getirmedi” diye. Adam dayak yedikten sonra kalkıp gitmeye hazırlanır. Hacı Halil “Sen yemek yemeden nereye gidiyorsun? Sonra Hacı Halil bana yemek vermedi dersin” deyince adam dayaktan sonra Yöremizi Tanýyalým yemeğini yer ve gider. Eğer yemek yemese gene dayak yiyeceğini bilen adam yemeği yemek zorunda kalır. Hacı Halil bölgede sıra dışı davranışlarıyla zekice şaka yapan bir insandır. Her konuda başarılı olmak için çaba gösterir. Yakın köylerden birine gider. Uzun atlamada geride kalır. Güle gibi taş atmakta rakiplerine kavuşamaz, kâğıt oyunun da yenilince rakiplerine “Loğ kaldırmaya var mısınız?” der. Oldukça güçlü olduğu için bu öneride bulunur. Alhasuşağı köyü sadece kendi bölgelerinde söz sahibi olmakla kalmamıştır. Malatya yaşanan siyası olaylarda aşiretin önderliğini yaparak büyük cesaret örnekleri sergilemişlerdir. Rıfat Düzova bu konuda büyük riskler alıp Atma Aşireti’nin öncülüğünü yapan liderler arasındadır. Hamido olayların da büyük cesaret örneği sergileyerek Atma Aşiretinde gelen destek kuvvetlerine öncülük edip olaylar da belirleyici rol oynamıştır. Siyasi olarak çalışmaları halen devam etmektedir. Son seçimler de İl Meclis Üyeliğine Naki Düzova CHP’den seçilerek siyasi alanda ki çabaları devam sürdürmekte. Arguvan CHP İlçe başkanı Hasan Yücel Alhasuşağı köyündendir. Alhasuşağı insanı çalışkan olduğu kadar zeki yönüyle de bilinir. Elma ve kaysı bahçelerinden sonra ceviz yetiştirmeye yönelim başladı. Emekli olduktan sonra köye yerleşen memurlar ceviz dikim ve üretim işiyle de uğraşmaktadırlar. Cevizin ekonomik getirisi giderek cazip hale geliyor. Kavakta getirisi olan ağaçlar arasında yer almakta. Köyün mezralar dâhil hane sayısı 32 olsa da yazın gelip kışın başka bölgelerde oturanlar var. Ballıca mezrasında Yazın iki ev kışın İstanbul’a gider. Bellikler de Yazın bir ev vardır. Kışın Kömürlük köyüne göçer. Korolar’da 7 Yöremizi Tanýyalým altı (6) Bahşikan’da sekiz (8) ev kışın da kalırlar. Köyün Muhtarı Ahmet Yücel 1994 bu yana dört dönemdir görevini sürdürmekte. “Köyün ne gibi sorunları var?” diye sorduğumuzda “Bahşikan mezrasının şebeke suyu yok. Yollar stabilize başka da sorunumuz yok” dedi. Her ne kadar başka sorunumuz yok deseler de devletten fazla beklentisi olmadığı anlaşılmakta. Alhasuşağı denilince esprileriyle bir döneme damgasını vuran Hacı Halil akla gelir. Onun kısa bir öyküsünü paylaşalım. Oğlu Mamo evli olduğu halde dul bir kadını ikinci eş olarak kaçırır. Hacı 8 Halil bu davranışı onaylamaz. Oğlu Memo’yu çağırıp kızar. “Sen evli barklı adamsın, elin dul kadınını kaçırmaya utanmıyor musun? Bizi elin içinde rezil ediyorsun” der. Kızıp fırça atıktan sonra “Hele gelini getirin bir göreyim” der. Kaçırdığı kadını getirdiklerinde oldukça güzel olduğunu görünce “Vallahi çocuğun suçu yokmuş” der. Kadının güzelliği Hacı Halil’in hoşgörüsüyle onaylanmış olur. Alhasuşağı köyünün henüz kurulu bir derneği yoktur. İstanbul’da faaliyet gösteren Bellikler ve Ballıca mezraları kendi derneklerini kurmuş durumdalar. Bellikler Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Kültür Derneği Başkanı Mehmet Ali Parlak’tır. İstanbul’ da bulunan Bellikliler çeşitli kültür çalışmalarının yanı sıra Kömürlük köyündeki Atmalılar İlköğretim Okulu’nda 12 öğrenciye burs vermekte. Ballıca Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Başkanı Hasan Hüseyin Tatlı’dır. Abdal Musa ve piknik faaliyetlerinin yanı sıra sosyal anlamda yardımlaşma içindedir. Üniversitede okuyan köylülerine ihtiyacı olana burs olanağı sağlayarak, kendi içinde dayanışma ruhunu korumayı hedeflemekte. Yöremizi Tanýyalým ALHASUŞAĞI’NDA DÜĞÜN A lhasuşağı köyünde düğünler çok neşeli geçer. Eskiden kız isteme anne ve babanın isteğine göre olsa da şimdi gençler daha belirleyici. İletişim çağı bu alanda etkili oldu. Kız istemeye oğlanın bazı yakınları gidip söz keserler. Gelenek olarak ilk gidildiğinde kız tarafı “biraz düşünelim” der. Görüşü alınması gereken kız yakınlarının fikri alınır. Daha sonra söz kesilir. Sözden sonra nişan töreni düzenlenir. Eskiden aile arasında yapılan nişan töreni şimdi düğün havasında yapılmakta. Davul zurna ve halay çekilerek yapılan nişan töreninde katılanlara yemek ikram edilir. Dışarıya gelin gidildiğin de düğüne gidemeyenler takılarını kına gecesinde yaparak yeni çiftlere ekonomik katkı sağlanmakta. Davul zurna düğünlerin vazgeçilmezidir. Erkek ve kadınlar birlikte halay çekerler. Oğlan tarafı daha neşeli ve coşkuludur. Yemek ve içmede sınır yoktur. Düğünde hizmete adeta bir rekabet göze çarpar. Adı konmasa da gizli bir yarış vardır. Davul zurna tura havası çalınca turacılar hareketlenir. Tura aslında bir savaş oyunudur. Askere gitmeden önce gençleri acıya alıştırmak amacıyla oynanır. Hem savunma hem de saldırıyı içerir. Bir yandan tura ile önde kine vururken diğer yandan arkadan sana vurandan sakınman gerek. Tura aynı zaman da erkeklerin kendi hünerlerini sergileyerek seyircilerden beğeni toplamalarını sağlar. Yani bir nevi süksede denebilir. Atma yöresinde gençler tura oynamayı gelenek haline getirmişlerdir. Düğününün başladığı akşam içki vermek bir gelenek haline gelmiş. Yemekten sonra ayrıca içki sofraları kurulur. İçmek isteyen herkes içer ve türküler her masadan yükselir. İçki düğün de erkekler arasında bir coşkuya sağlasa da kadınlar açısında hizmet ve bulaşık anlamına gelir. Gece geç saatlere kadar sürer. Atmalılar Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği bu konuda ön çalışma yaparak düğünlerde içkiyi kaldırmayı hedeflemekte. Gerek maddi ve gerekse manevi yönden faydası olacağını düşünmekte. Maddi olanaklar düşük olanların manevi olarak eziklik his ettiği acı bir gerçek. Gelinler eskiden atla getirilirdi. Şimdi onun yerini arabalar almış. Gelin ata bindiğinde silah sıkmak bir gelenekti. Kısmen yasaklanmış olsa da halen devam etmekte. Gelini evden çıkartırken acı bir ayrılık havası çalar. Gelini ağlatma havası dense de ayrılık havası demek daha doğru olur. Gelin ve yakınları hüzünle vedalaşıp ayrılırlar. Gelin alayı yola çıkar. Eski düğünlerde takı düğün sahibi bir kenara çekilerek gizli verilirdi. Kimisi canlı hayvan getirerek katkıda bulunur. Şimdi ise gelin getirildikten sonra kapı önünde takılar takılır. Kimi düğünler de takılar anons edilse de birçoğunda anons edilmez. Takı töreninden sonra yemek verilerek düğün tamamlanır. Kısaca düğünler Alhasuşağı köyünde coşku içinde ve büyük harcamalar yapılarak gerçekleşir. 9 Azmi Tulunay Festival Arguvan ‘Dünya’nın Müziğine Ev Sahipliği Yaptı! 9.ULUSLARARASI ARGUVAN TÜRKÜ FESTİVALİ BÜYÜK COŞKUYA SAHNE OLDU… A rguvan bu yıl da görkemli bir festivale ev sahipliği yaparak müziğin kardeşliğini bir kez daha halkların kardeşliğiyle buluştur- du. 23-24 Temmuz 2011 tarihinde Arguvan her olduğu gibi bu yılda görkemli bir festivale sahipliği yaptı. Hummalı bir çalışma heyecanlı bekleyiş ve akın akın gelen kalabalıklar göze çarpanlar. yıl ev bir ilk Festivalin birinci günü sabah erkenden yola çıkıyoruz, Arguv a n ’ d a n Hekimhan yolu üzerinde Çavuş Köyü’ne doğru yol alıyoruz. Burada hazırlanan birb i r i n d e n lezzetli kah- 10 valtılık ürünler ikram ediliyor, büyük bir misafirperverlik örneği sergileniyor. Oradan Bozan Köyü’ne doğru gidiyoruz. Şah Sultan türbesini ziyaret ettikten sonra Arguvan geri dönüyoruz. Festival kapsamında yapılan bu programlardan sonra Arguvan’da şairlerle buluşuyoruz (Halk kültürü içinde şiirin yeri. ) Çok değerli şairlerimizden Ahmet Telli, Betül Tarıman, Haydar Ergülen ve Arife Kalender. Şiir ve edebiyat konularına ilişin sohbetler edikten sonra hem kendi şiirlerinden hem Türkiye’de ve dünyada adını kabul ettirmiş şairlerimizden ( N a z ı m H i k m e t , Ahmet Arif, Edip Cansever) şiirler okudular şiir tadında bir gün Festival yaşattılar izleyicilere. Yenikapı Tiyatro ekibinin bir hafta boyunca sokak gösterileri sunarken bir hafta öncesinden çocuklara tiyatro atölyesi çalışmaları yapmış olmaları da çok önemli ve de anlamlı sanat emekçiliğini ifade ediyor. Akşam oluyor sahne hazırlıkları bitiyor ilk ses festivali sunan Birsen Çolak Kıratlı’nın tüm müzik Sevrler festivalimize hoş geldiniz ile başlıyor. Arguvan vakfı başkanı Mehmet KIZILDAŞ ve Arguvan Belediye başkanı Hüseyin TAŞTAN açılış konuşması yaptıktan sonra, aralarında Ali Asker, Töre Anadolu, Aynur Güneş ve Dünya müziklerinden Kızılderili Pucaramanta grubu gibi birbirinden değerli sanatçılar çıktı türkülerini söyledi. Pucaramanta grubunun hem yöresel kıyafetleri hem de müzikleriyle büyük bir ilgi topladılar. Grubun kadın üyesi Sevda’nın Arguvanlı olması da izleyicileri ayrıca çok heyecanlandırdı ve sonunda bir de Arguvan türküsü söylemesi büyük sempati topladı. Töre Anadolu’nun halaylarla coşturduğu saatlerin ardından en son sahneye çıkan Ali Asker o gür sesiyle ‘oy dağlar’ türküsü Arguvan Festivali’nde göl dağlarıyla buluştu diyebiliriz. Saat gece yarısını geçmesine rağmen dağılmayan kitle Ozan Ali Asker’i bekledi. ‘ANAYASAYI KİM YAPIYOR?’ Festivalin ikinci günü yine dolu bir programla başladı. Arguvan çok önemli konuklarını ağırlıyor 11 Festival bugün. Nasıl bir anayasa? Panel’i için buraya gelen Birgün Gazetesi yazarı Prof. İbrahim KABOĞLU, Doç. Dr. Nuray MERT ve araştırmacı-yazar Turan ESER konuşmacı olarak katıldılar. Moderatörlüğünü Birsen Çolak Kıratlı’nın yaptığı panelde, hem konuşmacıların özelliği, hem de konunun önemsenmesi panele çok büyük katılım sağladı. Geniş bir özet yapan Kaboğlu yeni anayasadan neyi anladıklarını sorguladı ve bu meclisin yeni bir şey yapabilecek ne niyetinin ne de isteğinin olduğunu söyledi. Yeni anayasanın her toplumsal ve sınıfsal kesimi kapsayacak demokratik 12 bir anayasayı çoğulcu bir anlayışla yapmak sorunu çözer, yeni anayasayı kimin yaptığı da önemlidir dedi. Nuray Mert de yeni bir anayasayı özgürlükçü bir bakış açısı ile ele aldı ve laiklik konusundaki farklı düşüncelerini belirti. Eser ise daha Çok farklı kimliklerin bu anayasada nasıl tanımlanacağı üzerinde durdu. Alevilerin Kürtlerin ve farklı kimliklerin anayasal güvenceye alınıp alınmamasını, Alevilere yönelik Sünni-İslam anlayışının dayatıldığı gerçeğini vurguladı. Yoğun sorular ve tartışmaların olduğu panelin Festival sonunda Kaboğlu’nun kitaplarına ilgi büyüktü. Panel sonunda Kaboğlu kitaplarını imzaladı. ARGUVAN KALBİNİN YARISINI ÖTEKİNE SUNUYOR Arguvan da akşam olduğunda yine sahnenin etrafı dolmaya başlıyor herkes sanatçıları büyük bir sabırsızlıkla bekliyor. İkinci gün de yine çok değerli sanatçılardan Hozan Fate, Sevcan Orhan, Grup Munzur, Balkan Hal Müziği Grubu İmran Salkan ve Arguvanlı yöresel sanatcılar sahne aldı. Ahmedi Xani ailesinden geldiğini söyleyen Hozan Fate Kürtçe seslendirdiği türkülerle büyük beğeni topladı. Balkan halk türkülerini söyleyen İmran Salkan ve ekibi festivale renk katan gruptu. Yıllarca müzikle sisteme karşı duruş sergileyen Gurup Munzur İbrahim yoldaşla sahnede yer alırken, son olarak sahne alan Sevcan Orhan izleyicileri hem türkülerle hem de halaylarla coşturdu. ERMENİSTAN’DAN KONUKLAR Bu yıl önemli bir ekip daha vardı. Ermenistan’dan gelen 25 kişilik halk müziği grubu, Anadolu Kültür A.Ş.nin katkılarıyla türkü festivalini izleyip belgesel yapmaktı amaçları. İki gün boyunca bütün etkinlikleri izleyip, gezilere katıldılar kısa bir süreliğine de olsa sahnede yerlerini alarak, Dünya müziğinin kardeşliğinden örnekler sundular. Vakıf başkanı Mehmet Kızıldaş’ın da ifade ettiği gibi “Arguvan da müziklerin kardeşliğinde buluşuyoruz’’ bu söz her şeyi anlatıyordu aslında. Arguvanlılar, Türkü Festivali ile Arguvan içinde bulunduğumuz coğrafyada çok önemli bir işi başarıyorlar. Kalbinin yarısını ötekine sunuyorlar. Onu ötekileştirmeden bir arada yaşamayı savunuyorlar. Gecede atılan o muhteşem havai fişeklerin yansıttığı gök kuşağı renklerini, Dünya halklarının renkleri olarak festivalle taşıyor. Müziğin kardeşliğini halkların kardeşliğiyle buluşturuyor. 13 Sanatçı Gözüyle Festival Sanatçılar Festivali ve Arguvan’ı Değerlendirdi ARGUVAN’DA DAYANIŞMA ÖRNEĞİ (Ali Asker) rguvan Türkü Festivali’ne ilk kez katıldım. AArguvan’da insanlarla bir arada olmaktan mem- nuniyet duyduğumu ifade etmek isterim. Gittiğim her yerde karşılaştığım herkesle Ali Asker olarak değil, Ali olarak tanıştım. Arguvanlılar ülkemizde dostluk ve özverinin önemsendiği, örnek alınacak bir dayanışma sergiliyor. Eğer uzakta olan insanlar Arguvan’ı tanımak istiyorsa türkülerini dinleyip semahlarını izleyerek o samimiyeti kolayca yakalayabilirler. Arguvan’da ilçe merkezinde olsun, gittiğimiz köylerde olsun, insanların çok sıcak ve samimi duygularla karşıladıklarını gördüm. Arguvan hem kültürel değerlerine sahip çıkıyor, hem de bir arada yaşamanın en güzel örneğini sergiliyor. Bu bakımdan Türkiye’de önemli bir ilçe olduğunu ispat- lamıştır. Bu güzel dayanışma örneğini sergiledikleri için kutluyorum ve başarılarının devamını diliyorum… DÜNYA MÜZİKLERİ BİR KEZ DAHA ARGUVAN’DA YANKILANDI (Ali Abbas Aslantürk) rguvan 9. AUluslararası Türkü festivalini geride bıraktık. Sınırları aşan, Dünya halklarının müzikleriyle b u l u ş a n , Amerika’nın yerleşik halkı olan Kızılderili Pucaramanta’sıyla, Balkan müziğinin güçlü sesi İmsan Salkan’ıyla buluştu Arguvan coğrafyası. Dünya müzikleri bir kez daha Arguvan’da yankılandı. Bir kez daha doldurdu festival alanını, aydınlar, yazarlar, çizerler, köylüler, emekçiler ve gençler. Festival organizasyonunda önemli olan, icraat ve işlevdi. İnanıyorum ki; herkes üzerine düşen görevi layıkıyla yaptı, en azından yaptığı işin bilincinde ve sorumluluğunda idi. Zaten önemli olan da bence bu. Başarının ölçüsü yok. Şu bir gerçek ki, en iyisini yapmaya gayret ettiler. Herkesi mutlu etmek mümkün değil zaten, çaba da bunun için değildi, türkülere, kültüre ve insana hizmet edilmeye çalışıldı ve de büyük ölçüde başarıldı. Eleştirilere kulak verildi ve daha çok Arguvanlı sanatçılara yer verildi, bu da bir sorumluluk örneğiydi. İnanıyorum ki, daha büyük başarılara imza atılacaktır, daha güzel şeyler yapılacaktır, yeter ki; inanalım ve destek verelim. Emeği geçen herkese teşekkür eder saygı ve sevgilerimi sunarım. Türküler kılavuzunuz olsun… İÇİ GÜLEN BAKIŞLARI VE SAMİMİYETİ GÖRDÜM (İmran Salkan) u festivale davet edildiğim gün çok heyecanlandım. BMalatya Arguvan’da Balkan türküleri söyleyecektim. Hiç bilmedikleri dildeki bu şarkıları beğenirler mi, dinlerler mi, nasıl karşılanırız diye açıkçası endişe ediyordum. Sahneye çıktığımızda aldığımız alkışları, içi gülen bakışları ve samimiyetlerini görünce her şey değişti. Bu topraklarda farklı etnik kökenden insanlar yanyana yaşayıp aynı sevinçleri aynı acıları paylaşıyor. Türkülerimiz farklı dilde olsa da aynı duyguları dile getiriyor. Kardeşlik şemsiyesi altında, türkülerle birleşmemizi, kaynaşmamızı sağlayan Arguvan Belediyesi, Arguvan ve Köyleri Eğitim Kültür Vakfı yöneticilerine ve 14 emeği geçen herkese sonsuz teşekkür eder, başarılarının ve çalışmalarının devamını dilerim. Sanatçı Gözüyle Festival MERKEZİNE İNSANI, TÜRKÜLERİ ALAN BİR FESTİVAL (Grup Munzur) rup Munzur olarak ilk defa Arguvan Türkü Festivali’nde Gbulunduk. Yoğunluğumuzdan kaynaklı festivalin 2. gününde Arguvan’da olabildik. Dolayısıyla bir önceki gün ve 2. gün gündüz programını takip edemedik. Arguvan Türkü Festivali’nin uzun yıllardır yapıldığını biliyorduk ve takip ediyorduk. Böyle küçük bir ilçenin yaptığı fakat sınırları aşan nadir festivallerden biri bizce. Bunun nedeni de türkülerin gücü diye düşünüyoruz. Elbette emek veren arkadaşları da unutmadan. Türküler halkın bağrından kopan, onların sıkıntılarını, acılarını, sevinçlerini, aşklarını, umutlarını, özlemlerini dile getirdiği için bu denli güçlü. Merkezine insanı, türküleri alan bir festivalin, halk tarafından sahiplenilmemesi imkansız. Biz Arguvan’da halkla buluşan, popüler kaygılardan uzak, kültürel öğeleri ön plana çıkaran, dillerin kardeşliğinin olduğu bir festivale tanık olduk. Yaşlısıyla genciyle herkes tek yürek gibiydi. Sahnede Türkçe, Kürtçe türküler söylendi, halaylar çekildi, ağıtlar yakıldı. Tam da halkların kendi kültürleriyle ve dilleriyle türkülerini söylemeye hasret kaldığı bugünlerde Arguvan Türkü Festivali bu anlamda örnek alınması gereken bir festival bizce. Her ne kadar yer alamasak da sadece eğlenceye dönük değil, halkın güncel siyasal yaşamı konusunda panellerin olması, köy gezileri, şiir dinletileri, tiyatro gösterimlerinin de olması çok anlamlı. Çünkü hayatımız abluka altında. Dört bir yandan kuşatılmış durumdayız. Toplum olarak ciddi bir kültürel deformasyon yaşıyoruz. Bu nedenle dünden daha fazla halkın ilerici kültürel-sanatsal etkinliklere ihtiyacı var. Dahası bu etkinliklere dahil edilmesi, söz söylemesi, emek vermesi gerekiyor. Bizler biliyoruz ki bu tür festivaller sınırlı olanaklarla, büyük emekler harcanarak ortaya çıkarılıyor. Dev bütçelerle oluşturulan, popüler isimlerle doldurulan birçok festivalin erişemediği bir niteliğe sahip olduğunu düşünüyoruz. İşte bu nedenle, görüntüye değil, içeriğe, niteliğe sahip olduğu için ordaydık. Türkülerimizi, marşlarımızı Arguvan halkıyla birlikte söyledik. Festivalde yer almaktan onur duyduk. Dikkatimizi çeken olumsuz bir şey vardı sadece. Hakim sistem halkı uyutmak, uyuşturmak için elindeki bütün araçları kullanıyor. Alkol de bunlardan biri. Küçük yaştaki kardeşlerimizin içki tüketiminde sınır tanımaması dikkatimizi çeken, festivalin de içeriğine, pratiğine ters düşen bir görüntü ortaya çıkarıyordu. Festivale katılan ve bundan sonra katılacak olan dostlarımızın bu konuda daha dikkatli, duyarlı olmalarını diliyoruz. Son olarak şunu söylemek isteriz. Bu festival halkın emeğiyle, kimi dostlarımızın yoğun çabasıyla, türkülerimizin gücüyle hayat buluyor. Ancak bu şekilde gerçeğin, doğrunun, halkın yanında kalmaya devam edeceğine inanıyoruz. Biz de koşullarımız elverdiğince bu çabaya ortak olmaya devam edeceğiz. Festivalde emeği geçen tüm dostlara teşekkür ederiz, emeklerine sağlık. Grup Munzur olarak tüm okurlarınızı saygıyla, sevgiyle, eşit, özgür, kardeşçe bir dünyaya olan özlemimizle selamlıyoruz. TÜRKÜ SEVENLERLE MUHTEŞEM BİR ATMOSFER YAŞADIM (Töre Anadolu) rguvan, kültürünü, türkülerini geniş halk kitlele- Arine duyurmuş önemli yörelerimizden biridir. Bunu destekleyen de hiç şüphesiz Arguvan Uluslararası Türkü Festivali’dir. Bu yıl katılmış olduğum Arguvan Uluslararası Türkü Festivali’nde büyülendiğimi açıkça ifade edebilirim. Arguvan çok küçük ve şirin bir yer olmasına rağmen türküleri ve kültürel zenginliğiyle namı dünyalara yayılmıştır. Arguvan için başka ne söylenir ki... Türkü sevenlerle muhteşem bir atmosfer yaşadım. Bir Türk Halk Müziği sanatçısı olarak kültürel zenginliklerimizi türkülerimizi naçizane üzerime aldığım sorumlulukla birlikte yaşatmaya çalışıyorum. Başta Arguvan halkı olmak üzere, Arguvan Belediye Başkanı Sayın Hüseyin Taştan’a, Arguvan Vakfı Başkanı Sayın Mehmet Kızıldaş’a teşekkürü bir borç bilirim. 15 Sanatçı Gözüyle Festival HER ŞEY İNSANLARIN, HALKLARIN KARDEŞLİĞİ İÇİN (Betül Tarıman) zun zamandır görmek isteyip de görmediğim kentler Uarasında yer alıyordu Malatya. Daha önce zorunlu hizmet görevimi yapmak için düşünmüştüm bu kenti. Daha sonra vazgeçmiş Kastamonu’ya tayin istemiştim. İşte sonunda Malatya’daydım. 9. Uluslararası Arguvan Türkü Festivali’nde. Hem şiir okuyacak hem de türkü dinleyecektik. Türkülerin içinde insanı, şiiri arayacak, Arguvanlılarla birlikte olacaktık. Yeni kent, farklı bir coğrafya… Hitit, Asur, Selçuklu, Memlük eserleri ile iç içe. Tarihin tülden sayfalarını araladığımızda kim bilir karşımıza daha neler çıkacaktı. Kentin adı nereden geliyordu? Kimler ter düşürmüştü bir yapının temellerine? Kim gözyaşı dökmüş, kim sevinmiş… Kentin adı nereden geliyordu? Daha önce yaptığım okumalar kentin adının Hititçe’de “bal” anlamına gelen, Melid’den türediğini söylüyordu. Bir süre sonra Asur ve ardından Pers hâkimiyetine giren şehir, Milidia, Meliten gibi adlarla da anılır olmuş, söylene söylene Malatya adını almıştı. Ve rivayetler… Aşka şeylere dair. Kentin tarihi araştırıldığında meraklısına kent çeşitli imkânlar sunuyor. Bu nedenle tarihi çok eskilere giden Malatya’da bulunmak, tarihi ve kültürel zenginlikleri olan bu kentin suyunu içmek, sokaklarında dolaşmak insanı zenginleştiren bir sebep olsa gerek. III. Hattuşil ve Muvatalli’nin bir zamanlar çizmeleri ile çiğnediği bu topraklarda bir izde kendimizden bırakmak. Elbette her şeyden önce Arguvan… İnsanların, türkülerin kardeşliği… Savaşsız bir dünyayı özleyerek. Malatya’da bulunduğumuz süre içinde bir sıcaklık duyumsadık derinimizde. Güleryüz… Anadolu insanının sıcaklığıydı bu. Biz konuklarla herkes yakından ilgilendi. Eski bir Malatyalı olan Arife Kalender orada bulunduğumuz süre içinde her daim sorumluluğu üzerinde hissetti. Yakındık herkesle. Arife Kalender, Haydar Ergülen, Ahmet Telli ile birlikte olmak… Uzun yaz akşamları sohbetleri, Balkan türküleri ve Hozan Fate’yi dinlemek… Kızılderili gurubu üyeleri ile karşılaşmak… Bir yenisi düzenlenecek elbette seneye bu festivalin. Arguvan yeniden türküye boğulacak. Bu ufak, sevimli ilçe yeniden konuklarını ağırlayacak. Her şey insanların, halkların kardeşliği için… KARDEŞLİK VE BARIŞ ÖN PLANDAYDI (Aynur Güneş) eğişen global dünyada, insan ilişkilerinin ve Dsamimiyetin donuklaştığı, menfaat ve çıkar ilişkilerinin ön planda tutulduğu, sanal alemin insan duygularını yozlaştırdığı ve her şeyden önemli olan kültürümüzün artık yok denecek kadar azaldığı bu süreçte düzenlemiş olduğunuz Arguvan Türkü Festivali için sonsuz teşekkürlerimi iletirim. Biz sanatçılar görev ve sorumluluklarımız arasında yer alan en önemli kriterimiz kültürümüzü yaşamak, yaşatmak ve sonraki nesillere taşımaktır. Düzenlenen bu tip organizasyonlar, festivaller ve etkinlikler görev ve sorumluluklarımızı yerine getirmek için en uygun platformdur. Bu sene düzenlenen Arguvan Türkü Festivalindeki izlenimlerim; • İnsan ilişkilerinin ve samimiyetin üst seviyelerde olması, • Kardeşliğin ve barışın ön planda olması ve her ortamda desteklenmesi, • Memleketimizin dört bir yanından katılımların sağlanması, • Festivalin coşkulu, eğlenceli bir ortamda geçmesi, • Festival süreci boyunca, organizasyonda en ince ayrın- 16 t ı l a r ı n düşünülmüş ve organize edilmiş olması, • Ulaşım, konaklamanın ve misafirperverliğin son d e r e c e mükemmel olması, • Hizmet kalitesinin maksimum seviyelerde olması, Arguvan Türkü Festivalinde emeği geçen herkese sonsuz teşekkür ederim. M. Oktay Eroğlu Aktüel Şimdi Deprem Haberleri! J apon bilim adamlarının ülkemizdeki Van depremi ile ilgili yaptığı açıklamalar hepimizi hayretler içinde bıraktı sayın seyirciler! 25 saniye süren deprem sonucunda binlerce insanın enkaz altında kalmasından çok deprem sonrasında yaşananları hayretler içinde izlediklerini söyleyen bilim adamları yeni bir tez geliştirdiklerini ifade ettiler: BEYİN DEPREMLERİ! - E-evet lütfen? - “TV'lerde o garip programları yapan kişilerin depremzede insanlar için söyledikleri sözler bizim tüylerimizi diken diken etti. Görüyoruz ki hala bu programlar yayınlanıyor, izleniyor. Terör ve depremi yan yana getiren internette yapılan yorumlar da bu tezi yaratmamıza olanak sağladı.” Konuya açıklık getiren uzmanlar şunları söylediler: “Biz yüzyıllardır altımızda fay hatlarıyla yaşıyoruz. İsteseydik zenginliğimizle ülkeyi farklı bir -Peki ne yapmalıyız? yere taşıyabilirdik. Ama ülkemizi seviyoruz. - “Ülke ülkedir, insan Depremle yaşamayı insandır. Ne doğuda, ne 7'den 70'e öğrendik. batıda, BİRLİK'te yaşama Bayram Oteli Teknolojinin tüm duygularınızı geliştirirYıkıldı! a d m ra y a B imkanlarını kullaseniz her depremin nabiliyoruz. Deprem üstesinden gelirsiniz. Bu olduktan sonra herkes da ilk önce eğitimle olur. ne yapacağını Bizler sizin kurtuluş harfiyen bilir. Ülke savaşınızdaki dünyaya olarak birlik içinde örnek olan milli oluşan zararları en kısa ruhunuza, dünyadaki en büyük önderlerden sürede tamir ederiz.” Atatürk gibi bir lidere sahip olmanıza her -Bunları biliyoruz, hatta gıpta ediyoruz. Peki, bu zaman imrendik. Ülkenizin kıymetini bilin.” beyin depremi nedir? - “Depremden sonra ülkenizi izledik. Marmara - Bu yıl Cumhuriyet Bayramı kutlamaları iptal depreminde de olduğu gibi televizyonlar çürük edildi, biliyor musunuz? yapıları, hırsız müteahhitleri, devletin ve yerel - !!!?????? yönetimlerin bu konuda gerekli adımları atmadığını yazdılar. Bunca depremden sonra - Ne oldu, neden şaşırdınız, neden titriyorsunuz? hala bunları konuşuyor olmanız beyin depremi - Beynimizde deprem olmaya başladı!... değil de nedir?” *** - Peki başka? Bir Japon Atasözü der ki: - “Yapılan yardımlar doğru düzgün dağıtılaYerdeki değil, beyindeki deprem öldürür. madı. Diğer yandan bir çadır, bir erzak kolisi için Bu yazı yazıldıktan kısa bir süre sonra herkes birbirini ezdi. Sonra suç yağmacının oldu. Van’da hasarlı olduğu bilindiği halde İnceledik, valiliğin sitesinde depremden, ölü, içinde kalınmasına müsaade edilen yaralı, kayıp haberlerinden başka her şey var. otelin artçı depremle yıkılması sonuDaha söyleyelim mi? cunda bir Japon doktor enkaz altında kalarak hayatını kaybetti. 17 Hatice Eroğlu Akdoğan Kadın SICAK GÜNDEM: KADINA YÖNELİK ŞİDDET adına ilişkin sorunların son yıllardaki yoğun gündem konularından birisini kadına yönelik ölümcül boyutlarda seyreden şiddet olduğu aşikârdır. Gazetelerde ve televizyonlarda yer alan toplumsal olaylara ilişkin ya da cinayet olaylarına ilişkin haberlerin günde en az birinin şiddet gören kadınlarla ilgili olduğunu bilmekteyiz. Olayın çokluğundan kaynaklı olarak önceden yıllık yapılan sayısal açıklamalar artık aylık olarak yayınlanmaktadır. K Kocası, boşandığı eski kocası, oğlu, yakın akrabası olan bir erkek tarafından öldürülen kadınların sayısı son on yılın verilerinde 4399 olarak görünmekte. Mesela magazin ve üçüncü sayfa haberleri denilen biraz da sıradan uydurma/abartma şeklinde haber sayfası olarak düzenlenen gazetelerin haberleri bir yana bırakıp, Cumhuriyet gazetesinin üçüncü sayfasında kadınların başına gelenlerle ilgili haberlerden sadece 4-5 günlük kesitinden kısa bir seçme yapıldığında karışımıza şu başlıklar çıkıyor: “Mersin’de bir kadın eşi tarafından taşla öldürüldü. Rize’de ise 8 aylık hamile kadını kardeşi vurdu.” “ 10 yaşımda gelin gittim. Kaynım ben ekmek yaparken bıçaklayıp, kapıyı üstüme kapattı.” “Yine kadın cinayeti” “Kocası öldürdü yol kenarına attı.” “Cezaevinden çıktı. Yine bıçakladı.” “Erkek arkadaşı var diye kızını boğdu.” “Ayrı yaşadığı eşini öldürdü” “20 yaşındaki kadın başındaki tülbentle boğularak ve bıçaklanarak öldürüldü.” (10-14 Ekim 2011 tarihli Cumhuriyet gazetesinden) Yukarıdaki başlıklar kadına yönelik şiddetin birkaç günlük bilânçosunun sadece bir kaçı. Basına yansımayanlar ise olayların cabası. Tabi bu durumda ister istemez insanlar kendi kendine sorabiliyorlar: Gerçekten kadınlara karşı erkeklerin uyguladığı şiddet olayı neden arttı? Kimi de, aslında bugün düne göre artmadı, sadece basına daha fazla yansıdığı için öyle görünüyor görüşünde olabilir. Yine kimi için ise bunu erkeğin kadına yönelik şiddeti boyutunda tanımlamak doğru değil, buna bakılırsa kadının da erkeğe uyguladığı şiddete ne denilecek şeklinde görüşler belirebilir. Elbette ki, tek tek tikel görüşlerin farklılığı olayın toplumsal boyutunu ve ortak bir odak çıkış noktası 18 olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Bir kere bilinçli kadınlar feodal, kapitalist mülkiyet ilişki düzeninin aynı zamanda erkek egemen cinsten yana olduğunun farkındalar. Feodal düzenden söz etmemizin nedeni, feodal değer yargılarının ülkemizde kadın üzerinde hala bir güç olduğundandır. Kadına uygulanan şiddetin arka planına baktığımızda ise genel olarak feodal ve kapitalist değer yargılarıyla olan bir çatışmanın varlığını görüyoruz. Kadının giyim tarzından tutun, eğitim, iş, eş seçimi gibi A’dan Z’ye her alanda erkek egemen ilişkileriyle çatışık bir yaşamı vardır. Çatışma sürecinde güçlü olan, sahiplik duygusu hukuki ve toplum ahlakı tarafından kendisine hak tanınmış olan erkektedir. Erkek de kendine tanınmış bu hakkı kadına karşı her şekilde (psikolojik, fiziksel, hukuksal, ekonomik) kullanıyor. Çatışmanın odağı erkeğin kadını da diğer mülk unsurları (para, araba, ev, eşya vs.) gibi cansız-duygusuz bir varlıkmış gibi içselleştirmiş olarak kendi tasarrufunda görmesi noktasında başlamaktadır. Kızının erkek arkadaşı var diye öldürüyor. Boşanacağım diyen karısına yol ortasında kurşun yağdırıyor. Facebook’ta “ilişkim yok” diyen karısını öldürüyor. Yengesini bıçaklıyor vs.vs. Tabi bunlar şu veya bu biçimde ortaya çıkan sadece birer sonuç. Günümüzde yoğun olmasının nedeni ise, sosyal ve ekonomik ilişkilerde- Kadın ki çok hızlı gelişen ilerleme ve buna bağlı parçalanmalardır. karşı mücadele eden Mirabel Kardeşler denilen 3 kadının tecavüz edilerek öldürülmesinin anısına verilen bir önerge doğrultusunda BM bu günü kadına yönelik şiddete karşı bir protesto günü olarak ilan etmiştir. İçinde kadın veya erkek olsun toplumu bir bütün olarak uyuşturan medya, bir yanıyla da kadının kendisine özgür bir birey olarak davranması noktasında bir yaşam tarzı da aşılıyor. Kadın kendisine ve çocukÜlkemizde de yaklaşık 10 yıldan beri 25 Kasım’da larına iyi bir yaşam sağlayabilmek için çalışmak kadına yönelik şiddete dikkat çekmek açısından istiyor. Feodal yargıların hâkim olduğu yerlerde kız çeşitli etkinlikler yapılmaktadır. Hem 25 Kasım’da, çocukları kuma verilmeye, istemedikleri kişilerle hem şiddetin güne damgasını vurduğu zamanlarda zorla evlendirilmeye karşı koyuyor. Kendine ait özel kadın örgütleri ve kadın hakları savunucuları alanlarbir telefonu varsa kendine ait özel ilişkiler kuruyor. da, adliye önlerinde kadın cinsine karşı ileri boyutlara Zorla evlilik yerine gönlüne göre evlilik yapmayı varan olaylara karşı sesini yükseltmektedir. düşünüyor. Evliliğinde sorunlar yaşadığında, aldatıldığında boyun eğmeyi değil ayrılmayı günKadına Karşı Şiddet Fiziki Boyutunu deme getiriyor. Tüm bu noktalar Aşmıştır kadının geleneksel değer Sayılarla erkek şiddeyargılarının hamiliğini yapan Kadına karşı şiddetin en görütiyle öldürülen kadınlar: evdeki erkekle çatışmasının nen şekli kuşkusuz fiziki 2002: 66 kadın, 2003: nedenleri haline geliyor. Eğer (öldürme, yaralama, hapsetme) 83 kadın, 2004:164 kadın, kadının bir işi yok ve kendi ayakşiddettir. Bunun en çok gerçek2005:317 kadın, 2006:663 ları üzerinde duramayacak durumleştiği alan ise ev ortamıdır. Şidkadın, 2007:1011kadın, da ise kendisine sahip çıkmayan detin basına yansıyan çarpıcı ailesi ve ayrılmak istediği kocası 2008:806 kadın, sonuçlara yol açan bahaneleri arasında açıkçası sürünmeye, 2009:953kadın, dışında sudan diyebileceğimiz ölüme itiliyor. Boşanıp kendine bahaneleri de var. Kadın; yemeğin 2010:337 kadın. ayrı bir hayat kurduğunda bile tuzlu ya da soğuk olması, kapıyı bunu içine sindiremeyen eski geç açması, sobanın yanmaması, kocasının ölümcül şiddetiyle haygiysileri iyi ütüleyememesi, atı kararıyor. Yani basmakalıp, gerici, ilişkilere karşı doğurduğu çocuğun babaya benzememesi, hasta ayakları üzerine doğrulmaya çalışan kadınlar erkek olması, iyileşememesi, çalışmak istemesi, erkeğin egemen duvara çarparak yaralanıyor ya da ölüyorlar. tuttuğu takımın yenilmesi, erkeğin işsiz kalması, evde Olaylar ise iktidar yetkililerinin zaman zaman dillendirdiği gibi münferit hiç değil. Ayrıca dünyanın her yerinde kadınlarla ilgili olan olayların ötesinde bir boyuta sahip. Kadınların sorunlarıyla ilgilenen kadın kuruluşlarının, bilinçli aydın kadınların soruna bugün daha ciddi yaklaşımları da tabii ki tesadüfî değil. Kadınların % 43’ünün şu veya bu şekilde şiddete muruz kaldığı bilinen bir gerçek iken, şiddetin günümüzdeki vahşet boyutu sorunun ayrı ve önemli bir yüzünü oluşturuyor. Gerçekten ülkemizde kadına karşı erkek egemen bakış açısının sonucu olan ciddi bir şiddet olgusunun varlığını hiç olmadık kadar duyumsuyoruz. Zaten dünyada da güçlünün güçsüze egemen olmaya çalışmasının bir çabası olarak, kadına yönelik şiddet göz ardı edilebilen bir olgu değildir. Bunun için Birleşmiş Milletler 1999 yılında aldığı bir kararla her yılın 25 Kasım gününü Uluslararası Kadına Karşı Şiddete Hayır günü olarak seçmiştir. “Neden 25 Kasım?” diye sorulursa; Dominik Cumhuriyeti’nde 1960 yılında diktatörlüğü ekonomik sıkıntı yaşanması gibi şeyler bahane edilerek dövülmektedir. (Şefkat-Der- Kadın Hayata Tutunma Evleri Raporu’ndan- 23 Kasım 2008) Uzmanlar kadına yönelik psikolojik, ekonomik ve toplumsal şiddetin de söz konusu olduğunu belirtiyorlar. Psikolojik şiddet kadının geleneksel olarak kendisine biçilen kadın rolünün dışına çıkılmaması karşısında kadının ruhsal olarak yaşadığı baskılanmayı ifade eder. Ki kadınların çoğunluğu psikolojik baskıyı içselleştirmiş olduklarından kendisine biçilen cinsiyetçi rolün dışına çıkmayı düşünmemektedir. Ekonomik şiddet ise kadının başta para olmak üzere kadının elindeki maddi varlıklara el konulması veya kadının parasız bırakılması durumudur. Toplumsal şiddet ise aslında kadına yapılan her tür şiddetin toplamıyla birlikte cinsiyetçi rolün dışına çıkan, boyun eğmeyi reddeden, geleneksel değer yargılarını zorlayan kadınların akraba, komşu, arkadaş vb. gruplar tarafından dışlanmasını, onlardan tarafından kabul görmemesini ifade eder. 19 Hikaye Hasan Aksoy Mor Dut öyde Solmaz Kadın kızgındı, öfkeliydi, burnundan soluyordu. Tombul yanakları kıpkırmızıya kesmişti. Kan ter içinde çırpınıyordu. İşte bu haldeyken; - Seni lanet seni, seni canavar seni, Allahın belası seni, buldun belanı sonunda.. Çekirge bir sıçrar, iki sıçrar, diye söyleniyor, önüne gelen taşları, kesekleri topluyor, üst üste yığıyor, onları bir harman haline getiriyordu.. Oğlunu, mahallenin çocuklarını çağırsın, onları toplasın diye görevlendirmişti. - Bütün arkadaşlarını çağır, hepsini buraya topla. De ki, anam size tarhana verecek, iğde verecek, kaymaklı yufka verecek de. Gelin, bizim dereye gelin de.. Solmaz Kadın’ın gövdesi asırlık dut ağaçları gibi kalındı. İki kişi sarılsa kolları kavuşmaz.. Her bir kalçası su değirmeninin taşları gibi, büyük, geniş.. Yanaklarından sanki kan fışkırıyor.. Bilekleri tombul, kalın; köy evlerinin tavan döşemeleri gibi.. Solmaz Kadın taşları topluyor, telaşla üst üste yığıyordu. Manzara, bir ordunun hücum öncesi yaptığı hazırlığı andırıyordu. Çağrıyı duyan çocuklar neden çağrıldıklarını anlamaya çalışıyor, biraz şaşkın, biraz heyecanlı koşturuyorlardı. Onları gören Solmaz Kadın; - Gelin yavrularım, gelin kuzularım.. Toplanın.. Ben sizin elinize, ayağınıza kurban olayım, diyordu. Hep ürktükleri, korktukları dev yapılı kadının söylediği bu sözler gariplerine gidiyor, şaşırmış bir halde bekleşiyorlardı. - Siz de taş toplayın aslanlarım, büyük, küçük demeyin, aha bu taşların üzerine yığın. Gadalarınız bana gele.. Anasının verdiği talimatı harfiyen yerine getiren Selim bütün çocukları haberdar etmişti. Kimisi derenin alt tarafından, kimisi üst tarafından, her köşeden bir çocuk çıkıp geliyordu. Selim’in bir gözü şaştı, küçükken ağabeyleri ve ablaları ile yaramazlık yaptıkları bir sırada, Solmaz Kadın elindeki çalı süpürgeyi fırlatmış, aksilik bu ya süpürge Selim’in gözüne isabet etmişti. Ağlamış da ağlamıştı. Günlerce gözünden sular akmıştı. Gözüne sütün kaymağından sürmüşler, otlardan yapılan lapayı sarmışlardı. İşte bu olayda gözü yarı kör, yarı şaşı kalmıştı. Selim’in adı da çocuklar arasında Şaşıbeş Selim olmuştu. Doktora götürmemişlerdi. Zaten kazalarda, hastalıklarda pek doktora gidilmezdi bu köylerde. Ya çaresizlikten, yokluktan, ya da böyle gördüklerinden. En çok; - Geçer, geçer, bir şey olmaz, sözü kullanılırdı. Değerli bir ata sözüymüşçesine.. Bekleşen çocuklardan biri ; - Solmaz Hala, bizi çağırmışsın, geldik. Niye çağırdın ki bizi? diye sordu. - Söyleyeceğim kuzum, şimdi size diyeceğim. Herkesler geldi mi ? Çocuklar hep bir ağızdan; - Hepimiz buradayız, dediler. Solmaz kadın, öynüğüne toplamış olduğu son sefer taşları da boşalttı. Alnında domur domur olan terleri öynüğünün ucuyla sildi. Çocuklara el etti; - Toplanın kuzularım, şu taşların etrafında toplanın, dedi. K 20 Çocuklar koşuştular, taşların etrafında bir halka oluşturdular. Hepsi bu dev kadının ağzından çıkacak sözcükleri bekliyordu. - Arkanızı dönün, dedi, Solmaz Kadın, Dönünde şu dut ağacına bir bakın!.. Az ötede, derenin kenarında ki dut ağacını gösteriyordu. Deminden beri taş toplayan Solmaz Kadın’ı izleyen çocukların o tarafa bakmak akıllarına bile gelmemişti. Şimdi şok olmuşlar, ağızları açık dut ağacında ki korkunç manzaraya bakıyorlardı. Kahve, siyah tonlarda, kırçıl, tüylü bir kedi, boynundan geçirilmiş bir iple dutun dalına asılmış, öylece sallanıyordu. Çocuklar şaşkın, büyümüş gözlerle bakıyorlardı. Kim, neden asmıştı bu kediyi?.. Hem kadın neden kendilerine gösteriyordu. Bu şaşkınlığı, ürkütücü ortamı, bir o kadar ürküten sesiyle Solmaz Kadın bozdu. - Hadi yavrularım, alın şu taşları, alında şu yedi canlı lanet hayvana atın. Hem de tüm gücünüzle fırlatın. Kafasına, gözüne, neresi rast gelirse.. tüm gücünüzle.. deyip, koca bir taşı sallanmakta olan kediye doğru fırlattı. Önce oğlu Şaşıbeş Selim, sonra birkaç çocuk, sonra diğerleri.. Kaptıkları gibi taşları kediye fırlatıyorlardı. Taşlar yağmur gibi yağıyordu. İsabet ettikçe kedi kasılıyor, çırpınıyor ve sallanıyordu.. Çocuklar taşları fırlatırken, kendisi etraftan taş topluyor, adeta cephane takviyesi yapıyordu. Bazı çocuklar isteksizce taşlıyordu, sanki bilerek isabet ettirmiyordu. Kediye acıdıkları, üzüldükleri yüzlerinden okunuyordu. Büyük çoğunluğu ise var güçleriyle fırlatıyorlardı. Ara vermeksizin, hedefe nişan alan bir keskin nişancı gibi.. Taş hedefi bulmadıysa daha yakına gidiyor, taşları oradan atıyorlardı. Taşları büyük bir hınçla atan çocuklar, babasından, anasından, okulda öğretmenden dayak yiyen, bolca mahalle kavgası eden çocuklardı. Hele Kör Bektaş’ın oğlu Hüseyin.. Başı o çekiyordu. Babası olacak Bektaş zalim mi, zalim. Karısını havadan, sudan sebepten döver, kolunu, kafasını kırardı. Hüseyin’in yediği dayağın haddi hesabı yoktu. Bir keresinde kulaklarını o kadar şiddetle çekmişti ki, kulak memeleri yanağından ayrılmış, çocuğun yüzü kanlar içinde kalmıştı. Şimdi fırlattığı taşlar kediye isabet ettiğinde, sanki babasına değiyor, onun canını acıtıyor, yediği dayakların öcünü alıyordu. Vücudunda ki acılar sanki uçup gidiyordu. Taşların bittiğini gören Solmaz Kadın; - Hadi ben size kurban olmuşum, attığınız taşarlı toplayın getirin. Getirinde bu mırdar hayvana yeniden atın. Bu pisiğin (kedinin) canı çıkmadan gitmek yok.. Solmaz kadının kocası yıllardır yurt dışında gurbetteydi. Yılda bir ya da iki yılda bir izine gelir, bir ay kadar kalır ve Hikaye giderdi. Solmaz Kadın, altı çocuğa hem analık, hem babalık etmeye çalışıyordu. İşte Solmaz Kadın’da bu astığı kedinin bedeninde rahatlıyor gibiydi. Sanki kocasından hıncını alıyordu. Yalnızlığın, çaresizliğin, erkeksizliğin acısını çıkarıyordu. Taşlar kediye değdikçe acısının bir parçası süzülüp gidiyordu. Başından beri isteksizce taş atan çocuklardan biri; - Solmaz Hala bu kediyi kim astı buraya, hem ne günahı var ki taşlıyoruz, yazık değil mi, dedi. Solmaz Kadın hınçla çocuğa baktı ve gürledi; - Ben astım ulan ben, it dölü.. Keyfimden mi astım, bu lanet hayvan bana neler çektirdi biliyor musun? Benim nice emeğimi zehir etti.. Hırsız, namussuz.. Kaç kazan sütümü, yoğurdumu, kaç süzek peynirimi harap etti.. Ben ne ettimse bu lanetin hırsızlıklarının önüne geçemedim. Kazanda koruyamadım, selenin altında koruyamadım, küpte koruyamadım.. Yakalayana kadar neler çektim. Solmaz Kadın’ın kediyi yakalaması kolay olmamıştı. Ne tuzaklar hazırlamış, ancak tuzaklardan ustaca kurtulmuştu. Taki son tuzağa kadar. Solmaz Kadın, selenin altına bir kapla süt koymuş ve yüklüklerin arkasına saklanmıştı. Kedi, pencereye cam yerine hamurla yapıştırılmış olan kağıdı yırtmış ve içeri süzülmüştü. Kimselerin olmadığına kanaat getirmiş olmalı ki selenin altına girmişti. Solmaz Kadın yüklüklerin arkasından koşarak gelmiş ve selenin üzerine çökmüştü. Yakayı ele veren kedi ne yapacağını şaşırmış, selenin altında sıkışıp kalmıştı. Solmaz Kadın öfkeyle selenin üzerinden bir delik açmış, kedinin bağırtısına, ellerini tırmalamasına aldırmaksızın gırtlağından yakalayıp dışarı çekmişti. O hırsla birkaç kez yere çarpmış, sonra da bir çuvalın içine tıkmıştı. Kedi korkudan böğürürcesine miyavlıyordu. Çuvalın içinde nafile gidip geliyordu. Solmaz Kadın eline geçirdiği sopayla çuvalın içindeki kediye hınçla vuruyordu. Kedinin bağırtısı arttıkça, darbelerin şiddeti artıyordu. Bir süre sonra kedinin sesi zayıfladı, hareketleri yavaşladı. Daha sonra sesi kesildi, çuval kıpırdamaz oldu. Solmaz Kadın çuvalın ağzını iyice sıkıştırıp, öylece dışarı bıraktı. Sabahleyin ilk iş olarak çuvalı açan Solmaz Kadın, kedinin kıpırdadığını görünce çılgına döndü. Bunun üzerine boynuna kalın bir ip geçirdiği gibi getirip bu dutun dalından sallandırdı. Şimdi bir dutun dalında sallanan, çocukların yağmur gibi yağdırdığı taşlara maruz kalan kedi rahmetli Mahmut gillerin kedisiydi. Bu köylerde herkesler gibi Mahmut’un çocukları da çekip gitmişler, şehirde yaşıyorlardı. Önce hanımı Asiye, en son da Mahmut geçen yıl vefat etmişti. Mahmut’un ölümüyle de bu ocak sönmüştü. Artık hayat belirtisi yoktu bu köy evinde, bahçede, ahırda.. Her sönen ocağın, evin yetimleri kalırdı geride; dut, iğde, kayısı ağaçları, ille de kediler.. Ağaçlar su isterdi, kediler yiyecek.. Kediler bulursa fare, serçe şu bu yerdi. Bulamayınca da böyle hırsızlık etmek zorunda kalırlardı. İşte şu an sallanan kedi de bu kaderi yaşıyordu. Solmaz Kadın, parmaklarından sızan kandan habersiz, yerden taş sökmeye çalışıyor, bir yandan da çocukları hırslandırmaya çalışıyordu. - Hadi yavrularım, hadi kuzularım, yedi değil yetmiş canlı bu yaratık.. Daha fazla taşlayın, nefesi tükensin, tükensin ki ben de kurtulayım. Evet, bunca canı acımış çocuğun, Solmaz Kadın’ın bedenlerine işlemiş acılar bugün ipte sallanan kediye geçiyordu. Acı öyle bir şeydi ki, insan bedeninde gezinir dururdu. Kabul etmezdi insan bedeni, bir başka hayvana, insana, canlıya aktarıldığında rahatlayabilirdi. Onun içindir ki kulağı sızlayan Hüseyin, okulda öğretmenin demirle dövdüğü Hasan hınçla taşlıyordu kediyi. Böyleydi işte insanoğlu, kocasından dayak yiyen kadının gücü çocuklarına yeterdi, öldüresiye döverdi onları. Ağanın baskısına, aşağılamasına maruz kalan marabalar öküzlerden, eşeklerden çıkarırlardı acısını. Her yıl onlarca öküz, eşek ölür ya da sakat kalırdı. İhanete uğrayan bir kadın, kendisi de evli bir erkeği seçer, yaşadığı acıyı bir başka kadına aktarır, bu yolla intikamını aldığını zannederdi. Acı durmuyordu insan bedeninde, varlığı huzursuzluk, öfke, sonrasında şiddetti.. Bir başkasına geçmeden olmazdı.. Ama mutluluk böyle değildi işte. İnsan kendinde tutardı mutluluğu, neşeyi, huzuru.. Paylaşmak istemezdi, azalacak ya da bitecek korkusunu yaşardı. Gitmesin isterdi kendinden. Başkalarının mutluluğu da olumsuz etkilerdi insanı; sanki kendi payından çalınmış gibi.. İşte tüm bunlar yaşanıyordu yeryüzünde. Acılar çoğalıyor, bedenden bedene geçiyor, en çokta çocuklar, hayvanlar ve güçsüzlerin bedeninde toplanıyordu. Kedi ipte sallanıyor, taşlar hala yağıyordu. Belki de ölmüştü, yada yarım candı.. Eğer öyle ise kim bilir aklından neler geçiyordu. Sahiplerinin hayatta olduğu o mutlu günlerinden birinde olmayı ne çok isterdi şimdi. Evde ki fareleri yakaladığında sahiplerinin mutlu olduğunu, kendisine şevkat dolu sözler söylediğini, sevdiği yiyeceklerden verdiklerini biliyordu. Onun için yakaladığı fareleri ağzına alır dolaştırır, illa da sahipleri görsün isterdi. Yine birgün yakaladığı fareyi almış, sahiplerinin gelip – geçtikçe görecekleri duvarın dibine bırakmıştı. Kendisi de sabah güneşinin altında duvarın dibine uzanmış, fareyi kendinden az ötede tutuyordu. Hem güneşleniyor, hem de çalagöz yarım canlı fareye bakıyordu. Fare kıpırdayıp, bir iki adım uzaklaştığında, yattığı yerden pençesini sallıyor, farenin tenine geçirdiği tırnaklarıyla kendine doğru çekiyordu. Sahibinin geçtiği sırada doğruluyor, iyice yere yapışıyor, kafasını ön ayaklarının üzerine koyuyor, kulaklarını kısıyor ve yıldırım hızıyla farenin üzerine atılıyordu. Tırnaklarını geçirdiği fareyle toz duman içinde birkaç takla atıyor, sonra tekrar duvarın dibine bırakıyordu. Bu oyun saatlerce sürerdi, ta ki sahibi ilgiyi kesene kadar.. Artık bu mutlu günleri göremeyecekti, hayal bile edemeyecekti. Çünkü son kontrollerini yapan Solmaz Kadın kedinin öldüğüne kanaat getirmişti. Çocuklardan biri ağaca tırmandı, ipi çözdü ve kedi kanlar içinde yere düştü. Kediyi sürükleyip dereye attılar. - Siz sağolun kuzularım, hadi bize gidiyoruz. Size söz verdiğim gibi tarhana, iğde vereceğim. Kaymaklı yufka vereceğim. Büyük bir kısmı gitti çocukların. Küçük bir grup kalmıştı ve hemen hemen aynı şeyi düşünüyorlardı; o kadın bir katildi, onun elinden hiçbir şey yenmezdi. Evlerine dağılan çocuklar, olayı analarına, babalarına anlattılar. Kimisi kadına sövdü, kimisi, “iyi etmiş” dedi. Küfürbaz Musa, “ herifsizlik başına vurdu kahpenin” dedi.. Yıllardır mor dut diye bilinen ve meyvesi morun türlü renklerini taşıyan ağacın bu olayla kaderi değişti. Artık o güzelim mor dutun yüzüne bile bakmaz olmuşlardı. Çünkü, o günden sonra mor dutun adı “ kanlı dut “ oldu. Çocuklar ; - Bu duta, asılan kedinin kanı bulaşmış, derlerdi. 21 Betül Tarıman Şair KİM VAR İMİŞ, BİZ BURADA YOĞ İKEN* İ nsan binlerce yıldan beri yazıyor ve söylüyor. Duyguları düşünceleri harf harf dökülüyor kâğıda. Kimi zaman belki içinden geldiği gibi kimi zaman otoritenin karşısında ya da ona biat ederek. Kiminin belki kalmak gibi bir derdi var geleceğe kiminin de derdi kendini ifade etmenin bir yolu olarak yazmak. Öyle ya da böyle yazıyor kalem elde yazan yaşadığı coğrafyayı, o coğrafyanın kendine hissettirdiklerini, aşklarını, kederlerini, sevinçlerini. Belli ki yaşadığı coğrafyanın, kültürün onun üzerinde etkileri var. Çünkü her eser belirli bir kültür içinde doğar, varlığını sürdürür. İşte; Türk halk şiiri de belli bir kültür bağlamı içinde oluşmuş ve varlığını sürdürmüştür. Tüm bunların yanı sıra başka kültürlerden de etkilenmiştir. Bu kaçınılmazdır. Bu nedenle; Orta Asya, İslamArap kültürü, Anadolu ve Batı kültürü belki de Türk kültürünün en önemli dört bileşkesi olarak göze çarparlar. Türklerin İslamiyet’i kabul ettikleri 9. yüzyıldan Tanzimat’a kadar geçen süreçte ortaya konulan eserlerin en önemli özellikleri “dini öz” taşımalarıdır. “16. yüzyıl ve sonrasında dayandığı kültür birikimi nedeniyle eserler dini karakter taşımazlar.” Anadolu farklı bir coğrafyadır. Bu yeni coğrafyada yeni kültür senteziyle oluşan Türk edebiyatı, daha çok Kur’an ve hadisler, peygamber ve evliya hikâyeleri, tasavvuf, Arap, Fars ve Hint edebiyatından aktarılan çeşitli eserlere dayanırlar. Bu nedenle tüm bunlar süzgeçten geçirilmiş ve Anadolu’da çeşitli edebiyat biçimleri ortaya çıkmıştır. Göçebe olarak varlıklarını sürdüren topluluklar içinden çıkan âşıklar da göçebe kültürün etkisi görülmüş, köy ve kasaba kültürünün etkisiyle yetişen âşıklar, çevrelerine ait özellikleri ürünlerine yansıtmışlardır. Türkler; İslamiyet’i kabul ettikleri 9. yüzyıldan itibaren İslamiyet’in de etkisi ile yeni bir edebiyat oluşturmuş, bunu oluştururken de eski sözlü gelenekten gelen pek çok unsuru da korumuşlardır. Edip Ahmet’in Atabet’ül Hakayık’ı, Kaşgarlı Mahmut’un Divan-ı Lügat’it Türk’ü Yunus Emre’nin şiirleri halk edebiyatı ile İslami kültüre ait unsurların birleşmesi sonucu ortaya çıkmıştır. Ve hatta 15. yüzyıla kadar yazılan eserlerde İslam kültürü ile halk kültürünün iyi bir şekilde temsil edildiği de gözlemlenmiştir. Fakat Fatih Sultan Mehmet ve Yıldırım Beyazıt dönemlerinden sonra halk edebiyatına yeterince önem verilmemiştir. Bu böyle olmakla birlikte, halk edebiyatının pek çok unsurundan yararlanıldığı da gözlemlenenler arasındadır. Divan şiirinde Atasözlerinden deyimlere, Türk halk masallarından halk hikâyelerine, bilmecelere rastlanmasının en önemli sebebi budur. Yüzyıllara vurduğumuzda 17. yüzyılda tablonun biraz değiştiği göze çarpar. Çünkü bu yüzyılda kendini gösteren “mahallileşme cereyanı” halk edebiyatı ile divan edebiyatı arasındaki mesafeyi azaltmıştır. Bu nedenle Nedim gibi bir şairin hece vezniyle türkü yazması dikkatleri çeker. Tanzimat fermanının ilan edilmesi ile birlikte pek çok alanda değişiklikler yaşanır ancak bu değişikler, edebiyatımızda da kendini gösterir. Batıdan gelen değişikliklere açık olan ede- 22 biyatımız, halk edebiyatından da etkiler alır. Tanzimat dönemi şairlerinden Namık Kemal, halk edebiyat nazım şekillerine ilgi göstererek, bazı ürünlerini halk edebiyatının etkisi ile yazar. Bununla birlikte divan edebiyatı ile halk edebiyatı arasında kalıp, ürün veren şairler de yok değildir. Bunlardan biri de Recaizade Mahmut Ekrem’dir. Muallim Naci’nin ise halk şiiri nazım şekilleri ile yazılan şiiri küçümsediği görülmüştür. Servet-i Fünun döneminde ise hece vezni ve halk şiiri nazım şekilleri ile yazanların başında Rıza Tevfik’in geldiği göze çarpar. Hatta bu dönemde ortaya konulan eserler milli edebiyat akımı içinde yer alan şairleri de etkilemiştir. Ki bu doğaldır. Etkileşim sürecek, maniler, ninniler, koşmalar, destanlar, “garip” döneminde de şimdi olduğu gibi şiirimizi etkileyecektir. Bu nedenle, yapılan iyi okumalar bunun izini sürmemize imkân verir. Enver Gökçe, Ahmet Arif, Cahit Külebi, Gülten Akın, Yaşar Miraç, Hasan Hüseyin halk edebiyatından yararlanıp, şiirlerini halk edebiyatına dayandıran şairler olarak göze çarparlar. Tabi bu bize onların, sadece halk şiirinin kalıplarını kullanmış olduklarını göstermiyor. Aynı zamanda, halk edebiyatı kaynaklı deneysel çalışmalar yaptıkları izlenimi de gösteriyor. Bunlardan daha sonra söz edeceğiz elbette ama daha önce belki düne dönmek, dünle şimdi arasında bir bağ kurmak gerekli. Bu nedenle belki de akla ilk gelen isimlerden biri Yunus Emre olsa gerek. Hayatı hakkında çok az şey bildiğimiz Emre, Anadolu Selçuklu devletinin dağılmaya başladığı 14. yüzyılın ilk çeyreğinde, beyliklerin kurulmaya başladığı dönemde, Orta Anadolu bölgesinde yaşamış, Hacı Bektaş Veli Dergâhında çile doldurmuş, dergâha hizmet etmiştir. Anadolu’nun Moğol istilasına uğradığı süreçte, siyasi çekişmeler, yağmalamalar onu derinden etkilemiş, zengin fakir ayrımı yapmamış, hayatın gelip geçici olduğundan söz etmiştir. 16. yüzyılda yaşadığı düşünülen Köroğlu ise eşitlik, adaletten yanadır. “ Benden selam olsun Bolu Beyine / Çıkıp şu dağlara yaslanmalıdır / At kişnemesinden kargı sesinden / Dağlar seda verip seslenmelidir” derken ezilenlerden yana bir tavır sergilemiştir. 18. yüzyılın son çeyreğinde doğup, 19. yüzyılın ortalarında öldüğü bilinen Dadaloğlu’da Türkmen topluluklarının Avşar boyundandır. Göçerlik koşullarını, döneminde Orta Anadolu’da meydana gelen aşiret kavgalarını, aşiretlerin Osmanlı devleti ile savaşını anlatmış, Türkmen boylarının halk Türkçesini kullanmıştır. Yunus Emre, Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan, Dadaloğlu gibi halk ozanlarından etkilenen Âşık Veysel’de dinden siyasete, doğadan toplumsal olaylara varıncaya kadar pek çok konuda şiirler yazmış, kimi kez şiirlerini ince eleştirilerle süslemiştir. Çağdaş şiirimize bugün bakıldığında dünün mirasının Şair özümsediği, verilen ürünlerin bir imbikten geçirilerek damıtıldığı yeni bir biçimde modernize edilmiş bir şiire varıldığı göze çarpar. Halk kültüründen, halk şiirinden beslenilir. Tam da burada akla Enver Gökçe gelir. Enver Gökçe’nin, türkülere yaptığı göndermeler söyleyişine zenginlik katar. “ Keban dedikleri bir küçük şehir”, “ üçten beşten, senden geride kalan değilim” dizeleri bize onun halk edebiyatından etkilenmiş olduğu izlenimi verir. Cemal Süreya’ya baktığımızda ise onun şiirinde klasik şiirin imgelerinin, halk şiirinin yalınlığının, modern şiirin anlam oyunlarının bir arada olduğu gözlemlenir. Ve ayrıca şairin mesleği gereği gezdiği kentler de; şiirinde, yer almıştır. Onun “Güzelleme” adlı şiirine baktığımızda, bu şiirde halk ozanlarının söylemi ile en ufak bir bağ kurulmamakla birlikte, halk şiirindeki güzellemelere göndermede bulunduğu, sevgilinin güzelliğine duyulan hayranlığın anlatıldığı anlaşılmaktadır. “Bak bunlar ellerin senin bunlar ayakların Bunlar o kadar güzel ki artık o kadar olur Bunlar da senin saçların işte akşamdan çözülü Bak bu sensin çocuğum enine boyuna” Yine; Cemal Süreya’nın “Di Gel” adlı şiiri bize Anadolu ağıtlarını hatırlatır. “Hem ayrıldık hemi de öldük Kimimiz haritanın bir ucunda; kimimiz öbür Kimimizin gözlerinde jandarma mavisi Kimimizin bayrağı naftalin içinde” Hasan İzzettin Dinamo’da toplumcu düşünceleri sebebiyle tutuklanmış, cezaevinde kalmış, hece vezni ile şiirler yazan şairlerimizden biri olarak göze çarpar. Onun “Bir Mapusane Türküsü”adlı şiiri hece vezni ile yazdığı şiirlere örnek olarak gösterilebilir. “Bir Eyüp sabrıyla bekledim Sabahı olmayan gecelerde. Gül dalları yerine demir çubuklar vardı Münzevi münzevi pencerelerde.” Ahmet Arif’in Adiloş Bebe adlı şiiri de halk şiirinden izler taşır. “Doğdun, / Üç gün aç tuttuk / Üç gün meme vermedik sana / Adiloş Bebem, / Hasta düşmeyesin diye, / Töremiz böyle diye, / Saldır şimdi memeye / Saldır da büyü…” Buna A. Kadir, “Alır seni korum damla damla / Suyuma, ekmeğime, aşıma / Kaygıma sevincime, acıma / Umuduma sabrıma, gücüme.” Dizeleri ile katılır. Yaşar Miraç ise, Karadeniz folklorunu, türkülerinin hareketliliğini ve sözlerini yeni bir içerikle kullanır şiirinde. Hasan Hüseyin’in şiirinde ise masal, tekerleme gibi halk edebiyatının izlerinin yer aldığı görülür. Cahit Külebi şiirine baktığımızda ise, onun şiir geleneğimizi özümsediğini, türkü tadı veren dizelerini, düne belki de bir selam olarak algılamamız gerektiğini düşünebiliriz. Bu nedenle onun, “Çamlıbel’den Tokat’a doğru Tozlu yolların aktığı ırmak! Ben seni çoktan unuttum, Sen de unuttun mu, dön geri bak” dizeleri önemlidir. Çağdaş şiirimizde gelenek ve gelenekten yararlanma bu şekilde sürüp gider. Örneğin, Hilmi Yavuz’da Necatigil gibi geleneksel olanı özümseyip, kendine özgü şiir yaratanlar arasında yer alır. İçinde yaşadığı çağda köklerini arayan 80 kuşağı şairlerinden Hüseyin Ferhat’da eski Yunan kültürüne duyulan sevgi, belirgin olmakla birlikte, 12 Eylül kıyımları, pagan dinlere, özellikle şamanizme duyulan yakınlık, şiirinde ön plana çıkmaktadır. Orta Asya’dan Yakın Doğu’ya, Ön Asya’ya uzanan geniş bir coğrafyanın kucağında kurar şiirini Hüseyin Ferhat. Bu nedenle, Ferhat’ın İmru’l Kays adlı şiirinde yer alan şu dizeler önemlidir. “ Kalmadı yatmadığım hane Üryan girmediğim bahçe İmru’l Kays’ı öldüren zehir Bana da sunuldu kaç kere” 80 kuşağı şairlerinden Haydar Ergülen şiirine baktığımızda, onun da pek çok şiirinde halk kültünden, halk şiirinden beslendiğini, özellikle coğrafyasındaki, Alevi halk kültürünü şiirine taşıyıp, yaşadığı coğrafyanın kültürü ile şiirini beslediğini görürüz. Haydar Ergülen’in, Üzgün Kediler Gazeli adlı kitabında yer alan şiirlerde, halk edebiyatında yer alan ikilik ve dörtlük dizelerin, söylenen pek çok deyişin, her dize sonunda birbirini izleyerek gelen uyak ve rediflerin Ergülen şiirinde sürekli değil ama sıkça yer aldığını görmek mümkündür. Bu nedenle onun “İç Nefes” adlı şiirinde yer alan, “aşkı geçtik, gözlerini açabilirsin o bir dile sığmıştı, sözü içinde yolu yoluma çıkmıştı, çölü içinde ben eski kalmıştım, senin içinde oysa kaç çocuğun yerine övmüştüm seni” dizeleri önemlidir. Karabüklü Kabartay Çerkezi Ahmet Telli’de Çerkez halk kültürünü şiirine taşımış, halk kültürü ve halk şiiriyle toplumcu-gerçekçi şiirini beslemiştir. Özellikle şiirinde kullanılan söylem benzerlikleri, bize halk şiirini hatırlatır, bu benzerlikler halk şiirinin özelliklerini taşır. Onun “ Son Ubıh” adlı şiirinde yer alan, “ Yurdunu yitirmiş bir halkın Sitemsiz hüznüydü merhamet Kabuk dökmekte olan ağacın Göğe, yere, suya ve rüzgara Veda etmesi de denebilir” dizeleri ile “Su Çürüdü” adlı şiirinde yer alan, “Elektrikli bir aygıtla yaktım, jiletle kazıdım. / Çığlıkların aralığından uçurdum hepsine, kül edip savurdum. / Adımdan gayrısını bilmiyorum.” dizeleri bu nedenle çok önemlidir. Ayrıca eski ile yeni’nin, yeni ile eski’nin buluşması gibidir. İşte yazmak dediğimiz şey, biraz da bu. Dün gezilen coğrafyalarda bir kez daha gezmek, taş çeşmelerden bir kez daha su içmek, ayak izleri ile aşınmış yollardan geçerken orada yeni izler bırakmak… Her açılan kapıdan merakla bakmak, her avludan baktığında yeni bir şey görmek, hissetmek… Yazacağız lakin yazıyoruz da. Şiirde geleneği göz ardı etmeden. Geldiğimiz noktada, şimdiden düne baktığımızda dünden çok şey alındığını, özümsendiğini gözlemleyerek… Özellikle, 90’lı yıllardan itibaren Türk şiirinin gelişirken özellikle batı şiirinin etkisinden uzak, ana köklerinden kopmadan varlığını sürdürdüğünü, yeni bir şiirin uç verdiğini, farklı dünya görüşünde, yönelimlerinde olan şairlerin yazdıkları şiirlerin, farklı kanallardan aktığını bilerek… * Karacaoğlan 23 Süleyman ÖZEROL Sunu Araştırmacı-Gazeteci DEDEDEN TORUNA UZANAN SANAT 1 991 yazında doğup büyüdüğüm Ballıkaya köyüne gitmiştim. 10 Temmuz günü Kariseynin Süleyman’ın evinin önündeki sekide oturan Âşık Yusuf’u gördüm. Elinde bastonu, başında fötr şapkası, bembeyaz saçları/kaşları/kirpikleri ve bıyığı, düzenli giyimiyle oturdukları sekide yanındakilerle konuşuyordu. Yaklaşıp yanına oturdum, hal hatır ettik ve bir süre konuştuk. Derken çevremizdekiler dağıldı ve konuyu getirip “âşıklığa” dayandırdık. Yer yer sorularımla özgeçmişini ve âşıklıkla ilgili anılarını anlatmasını sağladım ve anlattıklarını hemen kaleme aldım. 1994 yılında Ankara’da yaşama veda ettikten sonra bazı değişiklikleri de katarak düzenleyip, 17 Kasım 1995 tarihinde son biçimini verdim. Mustafa Başaran ile ilgili yaşamöyküsünü 2002, Hüseyin Başaran’ın yaşamöyküsünü ise 2007 yılında düzenledim. Dededen toruna süren sanatın üç kuşağını bir arada sunuyor; Âşık Yusuf ve Mustafa Başaran’a rahmetler, Hüseyin Başaran’a sağlıklı günler diliyorum. Dede: Âşık Yusuf Başaran 1316 (1900) yılında Ballıkaya’da doğmuştur. Babasının adı Mustafa, anasının adı Fatma’dır. Beş yaşında ailesi ile birlikte Sivas ili Kangal ilçesi Mamaş (Soğukpınar) köyüne göçtüğünde oradaki halk ozanlarına ilgi duyar. 10-12 yaşlarında iken Vahap Efendi, Kurt Veli, Aşık Süleyman ve Aşık Hasan’ın yanında bulunarak saz çalmayı öğrenir. 1924 yılında köyüne döner. Ancak, Mamaş’la bağını kesmez. Hatayi, Yemini, Fuzuli, Kul himmet, Dertli ve daha birçok halk ozanının deyişlerini çalıp söyler. Özellikle tekke müziği (deyiş-duvaz imam) konusunda kendisini yetiştirir. Sivas ve Malatya’nın birçok köyünde İmam Dede (Şahin) ile zakirlik yapar. 1968 yılında İmam Dede ölünce büyük oğlu Mustafa Başaran ile 20 yıla yakın bir zaman birlikte zakirlik yaparlar. Ballıkaya’da eski yerleşim yerindeki evinin duvarında her zaman iki üç saz asılı dururdu ve bunları genellikle kendisi yapardı. 12 perdeli bağlamayı kendine özgü bir biçimde seslendirirdi. 1938 sonbaharında plak doldurmak için İstanbul’a gider. 10 Temmuz 1991 tarihinde kendisi ile yaptığım söyleşide, dört deyişle iki plak doldurduğunu belirtti. Ruhi Su, 1974 ve 1978 yıllarında Ballıkaya’da derlemeler yapar. “Semahlar” uzunçalarında yer alan 24 semah deyişlerinin altısı ve sondaki dua (gülbank) Ballıkaya’dan derlenmiştir. Uzunçaların kapağında Ruhi Su’nun şu notu vardır: “Semahları derlerken bilgileri benden e s i rg e m e y e n Yusuf Dedeye, onun oğlu Mustafa Dedeye ve Malatya’nın Ballıkaya köyü erenlerine, Antalya’nın Akçainiş ve Tekke köyü erenlerine teşekkür etmeyi bir borç bilirim.” Geleneği sürdüren Mustafa Başaran’ın çocukları yetmişli yıllarda Ruhi Su-Dostlar Korosu’nda yer almışlar, en büyük oğlu Hüseyin Başaran’ın kaset ve kitap (şiir) çalışmaları olmuş, hala İstanbul’da etkinliklerini sürdürmektedir. Erkek ve kız çocuklarından birçok torunu da çalıp çağırmaktadır. Hekimhan İğdir köyünden Hacı Şahin, Başkavak Köyünden Murtaza Takmaz, Arguvan Halpuz (Dolaylı)’dan Muharrem Yazıcıoğlu ve daha birçok aşık, Aşık Yusuf’tan geleneği devralan ve onun izini süren aşıklardandır. Kışları Ankara ve İstanbul’da çocuklarının ve torunlarının yanında, diğer zamanlarını Ballıkaya’da geçirmekte olan Âşık Yusuf Başaran, 1994 yılında Ankara’da vefat etmiştir. Baba: Âşık Mustafa Başaran 1930 yılında Hekimhan’ın Ballıkaya köyünde doğdu. İlkokulu köyünde okudu. Babası Âşık Yusuf’tan bağlama çalmasını öğrendi. Onunla birlikte cemlerde zakirlik yaptı. Diğer yandan çiftçiliğini sürdürdü. Arguvan’ın Çavuş, Kızık, Halpız ve daha birçok köylerinde, Pütürge’nin Kozluk ve Hüsükuşağı köylerinde, Denizli’nin Dereçiftlik köyünde, İstanbul’da çeşitli yerlerdeki cemlerde, Abdal Musa kurbanı ve cemlerinde Almanya’da cemlerde zakirlik yapar. Köyde son ceme kadar (altmışlı yılların sonlarına doğru) yıllarca babası Sunu Âşık Yusuf ile birlikte zakirlik yaparlar. Pir Sultan, Hatayi, Kul Himmet, Nesimi, Dertli, Agahi, Âşık Veli, Ruhsati, Âşık Sadık, Esiri, Karacaoğlan, Seyrani, gibi âşıkların deyiş ve duvazimamlarını çalıp söyler. Mustafa Kocaman’dan da Arapça öğrenir. Güzel konuşması, davranışlarında çok düzenli ve titiz oluşu nedeniyle Arguvan’ın Çavuş köyünde kendisini “Kibar Dede” diye andıkları belirtilir. Ruhi Su, Ballıkaya’ya gelişlerinde hem de İstanbul’da Başaran ailesinden derlemeler yapar. Deyiş-duvazimamları Âşık Yusuf ve Mustafa Başaran’dan derlemiş, Pir Sultan, Semahlar, Deyişler-Türküler uzunçalarlarında yer vermiştir. TRT İstanbul Radyosunda kaset kaydı yapılmış ve belgeliklere konulmuştur. Ballıkaya, İstanbul ve Almanya’da cemlere, televizyonlarda programlara katılmış; çeşitli tarihlerde kaydedilmiş çok sayıda ses ve görüntülü kaseti vardır. Sümeyra, Mustafa Başaran’dan aldığı, “Aşkın ateşine yanmayan âşık” adlı deyişi okumuş; deyiş daha sonra Hasan Yükselir tarafından kasete okunmuş, kayıtlarda kaynak kişi olarak gösterilmemiştir. “Beni ağlatırsan yoluna ağlat” Ruhi Su tarafından okunduğu gibi başka bir sanatçı tarafından da okunmuştur. 2002 yılında Alevi geleneklerinden Cem törenini kapsayan “Alevi Ceminde 12 Hizmet” adlı kitabı yayınlanmıştır. Babası Âşık Yusuf ile birlikte bağlama çalıp söylemeleriyle çocukları, yeğenleri ve torunları başta olmak üzere aile ve yakın çevresini etkilemişlerdir. İşte yakın çevresinden olanlardan bazıları; Hüseyin Başaran, Selahattin Başaran, Yusuf Başaran (Çocukları), Nurettin Erol, Nurullah Erol, Necdet Başaran, (Yeğenleri) Ufuk Erol (Nurullah’ın Oğlu)... 2003 baharında felç geçirerek rahatsız olan Mustafa Başaran yazları Ballıkaya’da, kışları İstanbul’daAnkara’da çocuklarının yanında kalmakta iken, 13 Ağustos 2011 günü Ballıkaya’da 14.30 sıralarında aramızdan ayrıldı. Torun: Hüseyin Başaran 7 Mayıs 1950 tarihinde Hekimhan’ın Ballıkaya köyünde doğdu. İlkokulu Ballıkaya’da, öğretmen okulunu Diyarbakır’da (Dicle İlköğretmen Okulu) okudu. Van, Hatay, İstanbul’da öğretmenlik yaptı. Şiir yazmaya ilkokul dördüncü sınıfta başladı. Sevda ağırlıklı olmak üzere her konuda şiiri var. Şiir dili ve yapısı konusunda Sevim Kahyaoğlu (Edebiyat Öğretmeni) ve Cihat Demirel (Yapımcı-Şair) kendisine yardımcı oldu. Altmışlı yetmişli yıllarda yazdığı ölçülü şiirlerinde, kendisinin aldığı Devrimi takma adını kullandı. Şiirleri Dil Dergisinde yayınlandı (1992-1995). 1976 yılında Sıcak Güneş adlı şiir kitabını bastırdı. Başaran, şiirlerini bağlaması ile çalıp söyleyerek seslendirdi; ses kaseti Zeki Göker’in, “Yeniden Doğarız Ölümlerde” adlı oyununun müziği olarak kullanıldı, ancak bir süre şiirden uzak kaldı. Dedesinden ve babasından bağlama, öğretmen okulunda flüt, eğitim enstitüsü müzik bölümünde piyano çalmasını öğrendi. Ancak piyano çalmasını daha sonra ilgilenmediğinden unuttu. Radyo ve televizyon programları ile konserlerde çalıp söyledi. Bağlamaya, özellikle de dede sazına ağırlık vererek kendi yapıtları dışında dedesi ve babasının çalıp söylediği yapıtları seslendirmeye başladı. Hollanda, İsviçre, Yunanistan, Almanya, İngiltere gibi Avrupa ülkelerinde sahneye çıktı. 1995 yılında kaset doldurdu. Şiirin yanında öykü de yazan Başaran, hat sanatı ve taşıl (fosil) koleksiyonculuğu ile ilgilenmektedir. Yerel söz ve deyimlere önem vermekte, edebiyat, sanat ve yaşamla ilgili güzel söz ve yazıları bir araya toplamaktadır. “Sıcak Güneş” kitabında “Ballıkaya“ adıyla yer alan ve çevrede “Bizim Köy” olarak tanınan şiirtürküsü Ballıkaya’yı yetmişli yıllarda tanıtan güzel bir şiiridir. Yaşamını İstanbul’da sürdürmekte, televizyonlarda halk müziği ile ilgili programlara katılmaktadır. Şiirlerini topladığı Kehribar Sözcükler, Ballıkaya’da iz bırakan kişileri-tipleri anlattığı “Mezirme’de Eskimeyen Yüzler” adlı çalışmalarını kitap bütünlüğünde hazırlamaktadır. 25 Serhat Ünal Sağlık Mardin Kadın Doğum Ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi/Mardin TÜRKİYEDE 2010 YILI DOĞUM İSTATİSTİKLERİ VE GÜNCEL DOĞUM KONTROL YÖNTEMLERİ T ürkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2010 yılıÜlkemizde ve na ilişkin doğum istatistiklerini açıkladı. dünyada sıklıkla Açıklanan rapora göre Türkiye’de geçen yıl kullanılan, erişim 1 milyon 238 bin 970 doğum gerçekleşirken, doğum kolaylığı bulunan hızı binde 17 geriledi. Doğum hızının bölgelere göre başlıca doğum belirlendiği araştırmada binde 27.3 ile Güneydoğu kontrol yöntemAnadolu Bölgesi doğum hızında liderliği aldı. lerinden kısaca Doğum hızının en düşük olduğu bölge ise binde 11.4 bahsetmek istiyoile Batı Marmara oldu. Yapılan araştırmada, 2009 rum; yılında 1 milyon 254 bin 946 olan canlı doğum sayısı, 1.Doğal korun2010 yılında 1 milyon 238 bin 970'e geriledi. ma yöntemleri: Cinsiyetlere göre de doğum oranlarının yer aldığı Takvim yöntemi, raporda geçtiğimiz yıl doğan bebeklerin yüzde 51'i Geri çekme erkek iken, yüzde 49'u kız oldu. Başbakan yeni evle2.Bariyer yöntemleri: Erkek ve Kadın prezervatinenlere her ne kadar üç çocuk önerse de TÜİK'in fleri, spermisidler, diafragma, sevikal başlık, konyaptığı araştırmada ortalama çocuk sayısı iki traseptif sünger, spiral çıktı. Bu araştırmayla bir önceki yılda bir kadının 3.Hormonal metodlar: Doğum kontrol hapları, üç doğurabileceği çocuk sayısı 2.07 iken, 2010 yılında 2 aylık (depo provera) ve aylık iğneler (mesigyna), cilt olarak hesaplandı. Yaşa özel doğuraltı implantlar, vaginal halka (nuva ganlık hızları incelendiğinde ise en yüksek doğurganlık hızının 20-29 En az üç çocuk önerisi ring),doğum kontrol bantı (evra) 4.Sterilizasyon(kısırlaştırma) yönyaş grubunda olduğu görüldü. 2010 kadının tamamen eve temleri: Erkek sterilizasyonu, Kadın yılında doğum yapan annelerin ortahapsedilmesi ve iş sterilizasyonu lama yaşı ise 27,2 oldu. yaşamından koparılması Doğumlarda en yüksek ortalama Standart doğum kontrol yöntemi anlamına geldiği için yaş 27,8 ile İstanbul, en düşük gelişmiş ülkeler tarafın- olmayıp kişiye özel yaş, varolan ortalama yaş ise 26,2 ile Orta hastalık, sigara ve alkol kullanımı, dan tepki çekmektedir. Anadolu Bölgesinde görüldü. sosyoekonomik durum, emzirme, Kadının sahip olacağı eğitim seviyesi ve benzer nedenlerle Ülkemizde son yıllarda sağlık çocuk sayısını kendisinin en uygun yöntem bir sağlık çalışanı bakanlığının aile planlama hizmetleri belirlemesi doğal bir hak ile belirlenip o yöntemle ilgili gerekde genç nüfus sayısının artırılması olarak görülmelidir. li danışmanlık verilerek uygun öngörüsü ile pasif bir şekilde ortamlarda kullanıma hazır hale yürütülmektedir. En az üç çocuk getirilmektedir. Ayrıca ülkemizde önerisi kadının tamamen eve hapsedilmesi ve iş yaşamından koparılması anlamına değişik nedenlerle önlenemeyen ve istenmeyen geldiği için gelişmiş ülkeler tarafından tepki çekmek- gebelikler anne ve babanın onayı ve on haftanın tedir. Kadının sahip olacağı çocuk sayısını kendisinin altında olmak kaydı ile sağlık kuruluşlarında kürbelirlemesi doğal bir hak olarak görülmelidir. Çift- taj yöntemi ile sonlandırılabilmektedir. Sağlıklı lerin sahip olacakları çocuk sayılarını kendi sos- nesiller ve mutlu aileler ancak planlı, uygun zaman ve yoekonomik durumları gelenekleri görenekleri yerde yapılan çocuklar ile mümkündür, plansız sosyçerçevesinde belirlemeleri doğal karşılanmakla oekonomi ve sağlığa uygun olmayan sayı ve sıklıkta beraber istedikleri doğum kontrolü ile ilgili danış- doğurulan çocuklar çoğu zaman parçalanmış ailelere manlığa ve tıbbi malzemeye bağlı bulundukları aile ve psikososyal problemli nesillerin oluşmasına zemin hekimliği veya ana-çocuk merkezleri aracılığı ile hazırlamaktadır, bu anlamda toplumda yardıma ulaşma imkânları bulunmaktadır. Birçok doğum kon- gereksinim duyan her kadına ve aileye ulaşmak temel hak ve hürriyetler kapsamında değerlendirilmelidir. trol materyali ücretsiz olarak verilmektedir. 26 Bir Portre Ressam Ali İhsan Gönül A rguvan 1968 yılında, Malatya’nın Arguvan ilçesine bağlı, Armutlu (Kuşu) köyünde dünyaya geldi. İlkokulu doğduğu köyünde okuduktan sonra köyünde ortaokul ve lise olmadığından ortaokul eğitimine Malatya’da Atatürk Ortaokulunda devam etti. İlk yazılı sınavını ortaokulda tanımış oldu. Bütün Arguvanlı aileler gibi babası da bütün çocuklarının okumasına özen gösterdi. Babası Malatya’da ev kiralayarak bütün çocuklarını okuttu. Mardin Mazıdağı’nda öğretmenlik görevini sürdüren ablasının yanında ortaokul öğrenimine devam eden Ali İhsan Gönül ablasının ve eniştesinin yoğun çabalarıyla başarılı öğrenci olmaya başladı. Bir gün Mazıdağı’ında kendisi gibi eğitimini sürdüren hemşehrisi Atatürk resmi yapmıştır. Resimde bazı yerleri değiştirerek resmi gerçeğe uygun hale getirmiş, okul arkadaşı da bu resmi sen yaptın diyerek, b u g ü n ü n ressamını heyecanlandırmıştır. O akşam okuldan eve döndüğünde bir Atatürk resmi de evinde çizer. Öğretmen ablası ve eniştesi resmi gördüklerinde çok şaşırmışlar. Ali İhsan Gönül’ün resim yapma aşkı 13 yaşında Atatürk resmi ile başlamış oldu. Lise eğitimine Malatya Meslek lisesinde devam eden Gönül meslek lisesinin torna tesviye bölümünü bitirdi. Daha sonra Meslek yüksek okulu Makine bölümünü bitirdi. Makine bölümünde çizdiği teknik resimler, resim çizme perspektifini artırmış oldu. Gönül okul döneminde resim çizmeyi hiç bırakmadan devam etmiştir. Arguvan Koyuncu (Gürge) köyünde sözleşmeli olarak öğretmenlik görevi de yaptı. Memurluk sınavını kazanan Gönül tayin beklerken Almanya’da işçi olarak çalışan köylüsü, şimdiki eşi ile tanışır, 94 yılında evlenerek yaşam sürecine Almanya’da devam etmeye başlar. Eğitim sürecine Almanya’da dil, resim ve sanatsal kurslarla devam eder. Bir taraftan da çizdiği resimler artmaya başlar. Resim sanatına merakı arttığı için ressamlarla tanışmaya başlar. İlk sergisini Ellen Haselmeyerin küçük ama çok şirin döşenmiş galerisinde açar. Resim çalışmalarının tamamı kara kalem çalışmasıdır. Konsolos Selim Kartal Bey ile tanışır. Kartal Ressam Ali İhsan Gönül’ü halk eğitimcisi olarak değerlendirir. Almanya’da Türk derneklerinde resim kursları vermeye başlar. Resim sergileri Almanya’da devam ederken, Uluslararası 8. Arguvan Türkü Festivalinde de resim sergisi açmıştır. Halen Almanya’da yaşayan Gönül İki çocuk babasıdır. Çok sevdiği ressamlık mesleğine devam etmektedir. 27 Tahsin Özden Eğitim Mak. Yük. Müh. / Şair Mum Işığı.. T üm kaynakların sınırlı olduğu nüfusu 7 milyara dayanmış yaşlı Dünyamızda, bu sınırlı kaynaklar nedeniyle milyonlarca insan, açlığın, sefaletin, savaşın gölgesinde yaşamak zorunda kalıyor. Giderek artan ekolojik ve ekonomik denge bozukluğuna ilaveten doğal felaketler de olayı daha karmaşık hale getiriyor. Bu kadar paylaşıldıkça azalan ve yok olan kaynak varken, paylaşıldıkça artan iki ışık her daim görevini yapıyor; Bilgi ve Sevgi.. 1999 depremine kadar TV’de bilimsel içerikli yayınlar hemen hiç takip edilmezken, depremden sonra, özellikle depremle ilgili program ve yorumlar izlenme rekorları kırmıştı. Varlığından haberimiz bile olmayan bilim adamlarımız, artık hepimizin bir aile üyesi olmuş, öncesinde telaffuzunda bile zorlandığımız kelimeler, dilimize oturuvermişti. O bilim adamlarımız, en doğru insanlardı bizler için, onların söyledikleri, bizler için takip edilmesi zorunlu ışık olmuştu. Öyle bir ışık olmuştu ki; sürekli bilenlerin bilmeyenlere anlattığı bilginin bu paylaşıldıkça artan güzelliğini de fark edivermiştik. Bilim, hak ettiği değeri ve önemi alamadığı takdirde, toplumlar çok büyük sıkıntılar çekiyor. Bilim sadece üretirken değil, bölüşürken de devrede olan mükemmel bir süreç olarak hayatımızın en 28 önemli parçasıdır. Büyük dahimiz Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk: “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” sözü ile ötesinde söylenecek söz bırakmayacak şekilde ne güzel özetlemiştir. Eğitimin seviyesi ve içeriği yükseldikçe, bilim daha çok konuşuldukça, toplumuzdaki tüm olumsuzlar azalacaktır. Birbirimizi daha iyi anlayacak, daha çok üretecek, daha çok ve daha doğru bölüşeceğiz. Gelişmiş ülkelerin gündemi ile gelişmemiş ülkelerin gündemi arasındaki fark hemen hemen siyah ile beyaz kadar zıttır. Gelişmiş ülkelerde barış, gelişmemiş ülkelerde savaş, gelişmiş ülkelerde sevgi, gelişmemiş ülkelerde nefret, gelişmiş bilim, gelişmemiş ülkelerde hurafe söz konusudur. Bilim kendi kendine gelişecek, sarmaşık otu değildir; ilgi ister, bilgi ister, sevgi ister, yatırım ister ve en önemlisi insan kaynaklı olduğu için kaynak ister. Öğrencilerimiz, daha donanımlı eğitim alacaklar, öğretmenlerimiz daha donanımlı sınıflarda eğitim verecekler ki bilimsel gelişmemiz, havuza atılmış taş misali, dalga dalga en ücra kıyılara ulaşabilsin. Eğitime yapılacak her katkı, yakılmış bir mum gibidir ve unutulmamalıdır ki; “Bir mum diğer mumu tutuşturmakla ışığından bir şey kaybetmez” Emre Değirmenci Kitap "Karahindiba" Sinan Sülün - Sel Yayıncılık Y ayınlandığının üçüncü haftası 2. Baskıya giren, Sinan Sülün ilk kitabı Karahindiba kendi kuşağına dair üç öykü anlatıyor. Üç öyküde duru, akıcı ve mizahi bir dile sahip. İlk öykü Aralık; aşkı için ailesini terk etmiş bir adamın seneler sonra abisinin yanına dönmesiyle yaşadığı üç günü çarpıcı bir dille anlatıyor. Hürriyet Gazetesi’nden Çağlayan Çevik Aralık öyküsü için şöyle yazıyor; “Boşandığı karısının en yakın arkadaşıyla evlenmesi mi boğar adamı, yoksa yıllar sonra yanına gittiğinizde ilaçların etkisiyle hep uyuyan ve uyanık anına denk gelemediğiniz annenizin acısı mı, yoksa yıllarca küs kaldığınız abinizin yanına geri dönmek zorunda kalmak mı boğar adamı. Peki bunların hepsi (hattâ fazlası) aynı adamın başına gelirse, onun susması normal değil midir?” İkinci öykü ise Mavi Pelikan adını taşıyor. Sülün bu öyküde bizleri fantastik bir aşkın dünyasına götürüyor ve öteki’yi sevmenin nasıl bir şey olacağını sorguluyor. Sabah Kitap’ta Karahindiba hakkında çıkan yazıda mavi Pelikan öyküsünden şöyle bahsediliyor; Bir hediyelik eşya dükkanında çalışan son derece sıradan bir gençle, dükkanda baktığı bir pelikan arasında yaşanan aşkı anlatıyor. İlk bakışta imkânsızmış gibi görünen bu aşk, aslında aşkı yalnızca kadınla erkek arasında yaşanan bir şey olmaktan çıkarıp, aşkın her an hiç beklenmedik durum ve kişiler arasında yaşanabilecek bir mucize olduğunun altını çiziyor. Aşkın mucizesi bununla da sınırlı değil. Pelikanın ona duyduğu koşulsuz aşkla, o sıradan gencin kendini nasıl önemli hissetmeye başladığını ve kendini bir anda önemli hisseden herkes gibi biricik aşkından nasıl uzaklaştığını da izliyoruz. Neticede olağanüstü aşklar bile bitebiliyor ve her aşkın bitişi aslında terk edilenin ölümüne neden oluyor! Sonuncu öykü kitapla aynı adı taşıyor. Karahindiba hayli mizahi bir tonda ilerlerken, günümüzün iş bulma peşinde koşan, bu uğurda türlü tuhaflıkta iş görüşmeleriyle karşılaşan üniversiteli işsizlerin trajikomik hayatını hicvediyor. Tüm bunları ise oldukça fantastik bir dünya kurarak anlatıyor. Vicdan Efe’nin edebiyathaber.net sitesinde Karahindiba hakkındaki yazısından Sinan Sülün’ün ilk kitabı Karahindiba hakkında oldukça doğru bir tespitte bulunuyor. “Yazarın kurgudaki başarısı, olayların makas değiştirmesindeki gücü; ustaca, beklenmedik sonları dikkat çekici.” Son olarak biz de Sinan Sülün’ü ilk kitabında böyle bir başarı yakaladığı için kutluyor, ünlü karikatürist ve yazar Metin Üstündağ’ın arka kapakta dediği gibi “Okuyun, pişman olmayacaksınız!” diyoruz. 29 Abuzer Karahan Şiir DEVRİMCİ VE İNSANDI Çürüttüler kendi sivil yönetimlerini Getirdiler faşist askeri darbeyi Emperyalizmin tutsağı Kapattı parlamentoyu Ve demokratik örgütsel ağları Neden, nasıl vahşi bir yaşamdı Ülkemin devrimcisi aydını İşçisi yurtseveri Köylüsü esnafı Memuru öğretmeni Şairi yazarı politikacısı Hep tutuklandı, yaşamın gerçeği Hiçbir ülkenin bizden farkı yoktu Dünya insanlığı sömürgecilere hizmetkardı Ülkemin durumu da buydu Ha askeri darbe Ha sivil darbe Hepsi tekellerin vurucu timiydi. Tutuklu devrimciydi. Halkının militanıydı. Sömürgecilerin tutsağı Elinde copu faşist sorgucu başı Bağırıyor cırtlak melez sesli Ne erkek ne de kadın cinsiyetli Afyon kokulu esrar nefesli Belli ki sömürge kölesi Kaldırdı copu vurdu vurdu vurdu “Devrimciymiş, militanmış konuş ulan “ dedi Ne yazık ki Köleydi.. Esrarla afyonla kokmuştu Gözlerini kara kan bürümüştü Taa ona Pentagondan emir gelmişti Üstlerine görev yapmak istemişti Vuruyordu… vuruyordu… Melez sesiyle cırtlak cırtlak bağırıyordu Konuşacaksın ulan “militanmış devrimciymiş ben yaşatmam” diyordu Coplar tekmeler yumruklar Bir bir iniyordu, saçma sapan sorular Arka arkaya geliyordu.. Ne garip!.. Bu nasıl kişiliksizlik İşkenceciler o kadar zavallıydı ki Onlara; Acımak ağlamak, Hele de zavallıyı suçlamak neyime Bu şartlarda Birden gülmek doğdu içime “ne gülüyorsun ulan deyip “ Bir yumruk geldi alnımın çatına Şiddetten gözümden çınkı saçtı Birden göz bağım düştü Görmemek görünmemek için İşkenceciler ne yapacağını şaştı Yumruklar coplar birbirini aştı Korkudan ve ihanetten “kapatın şunun gözünü” dedi Çığlıklar birbirine karıştı Pat pat küt küt Coplar beynimi indi ve sarstı. 30 Anlamlı gülücüklerimle gövdem düştü. Ormandan bir çınar kesilip devrildi Ölmedi ama, Yaşam dırmağına az kaldı Gövdem betona serildi Göz bağım sıkıca bağlandı Soğuk su ile şoklandı Ter, Kan Sonuçta Buhar içinde canlandı Ben bir nefes Onlar iki nefes aldı Koku, telaş, tedirginlik içinde Güya tehdit savurdu “militanlığını devrimciliğini göreceğim “ dedi “gezdirin şunu” emrini verdi Nefes nefese Ter, Kan, Buhar içinde Tuzlu suyun üstünde Soğuk suyun şokunda Git gel sporu yaptılar Git gel hareketleri içinde Sanki bir deryadayım Köpükler ve uğultular içinde Met-cezir gibi akıyordum Dalgalandıkça Direndikçe Gövdem üstünde kızıl köpükler saçıyordum Her yumrukta Her copta Bir damla ter, kan döktükçe Hep kızıl güller açıyordum Güzellik, onur birde insanlık saçıyordum Siz insan olamazsınız diyordum. Bağırıyordum. Vicdanınız arınız adaletiniz Kitabınız ve Allahınız yoktur Çağrısı içinde çığlık atıyordum O kadar sorgucu vardır ki, Kim hangi servistendi Kim kime hizmet ederdi Bir i diğerini beğenmezdi Bir birlerinin sorgusuna inanmazdı Hepsinin adı da “Hıdır’dı ” “Elinden geldiği de budur” du Sanki benim umurumdaydı Çünkü, Hepside sömürgecilere köleydi Devrimciydi, insandı Ara sıra gerçeklere dalardı Dünyanın neresinden olursan ol Viatnam’dan , Kore’den Kuba’dan, Filistin’den İran’dan, İsrail’den Avrupa’dan , Afrika’dan Taa Newyork’un beyninden ol Toprağım olmasan da Toprak olacaksın, toprak Şiir Ne fark eder. Kula kulluk edeceksin Sömürgecilere köle olacaksın köle. Zenginmiş, fakirmiş Fark etmez insan olmadıkça Bir güzel yaşamın kalbinde yaşamadıkça Yaşamak, Yarın doğacakların Var olan yavruların Göz bebeğinde büyümek O büyümek ki O güzellik ki O yavru ki Taze bir yürek Genç, dinamik Özgür bir bebek Öyle bir yaşam ki Çift yumruk tek yürek İnsan oğlumu kızımı Vahşi yaşamda şaşar beşer Ne yaparsa kendi kendine yapar Ve kendi yaptıklarına da tapar Bu arada, Düşünmeye fırsat mı kaldı Şiddet ve işkence başladı Kan, Ter, Buhar içinde Cop, yumruk Soğuk duş ve şok Tuzlu su üstünde koş Falaka, çarmık Elektrik, Filistin askısı Yemeksiz, susuz, uykusuz Günler bir bir sırayla geldi. Küfürler hareketler haddini aştı Bunu yapan kişiliğini kaybetmiş bir tutsaktı Göreviydi ve haklıydı. Tutsak efendisine görevini yaptı “çıkar bütün elbiselerini” dendi Klotumu çıkartmayınca “çıkart ulan “ dedi çıkartmamak için direndim. Direnmek mi? Kilotumu çıkarıp attılar “erkeğin malı meydandadır” deyip Alay ettiler Sonrada elektirik teneşirine attılar Bağladılar telleri Ayak parmağıma, penisimin ucuna Elimin başparmağına kadar Açtılar elektrik akımını Derece derece yükselttiler Voltajı yükselttikçe “konuşacak mısın ulan! Militanlığın burada sökmez, konuşta kurtul” dediler Olmadı. Olmadı daha da akımı yükselttiler Ateşe düşmüş canlı balık gibi Sağa sola yukarı aşağı fırlıyodum Çığlıklar içinde titriyordum Acı sızı Kan Ter Buhar Damarlarımdan akıyordu Karşılıklı hakaretler bir birine karışıyordu Birden bir fısıltı sesi duydum “komutanım komutanım ceryan çok yüksek oldu” diyordu Esrar içmiş afyonlanmış robot “voltajı daha da yükselt “diyordu Bütün vücudum yanmamak kararmamak için isyan ediyordu Bu ateşli çarpışmada kontak attı Elektrik akımı birden yok oldu Ben rahatlıyordum Anadan üryan Elektrik teneşirinden kalkmak mümkün mü? Ayak parmağımdan penisimin ucundan Elimin başparmağına kadar Bağlıdır elektrik teli Diğer yandan Bileklerimden, dirseklerimden Belimden bağlanmış kayışlar Boynumun altına konmuş lastikler Bu durumda kıpırdamak mümkün mü? Sömürgeci modern köle Faşist komutan Taşeron işkenceci Gözlemci hain Sorumlu sorgu ekibim Canımla elektriğin çarpışması şokuna şaşa kalıyordu Gözlerim kapalı göremiyorum ama Suratları sapsarı oluyor İşgüzar yöneticim “kaldırın şu vatan hainini “ diyor Belli ki kendi karakterini yansıtıyor İşin acı tarafı Ben Türkçe konuşuyorum Onlarda Türkçe soruyor Her sorgu Her konuşma İçimden sen Amerikan uşağısın diyor Benim için Ne olursan ol Dünyanın neresinden olursan ol Irkın, dinin, dilin, cinsin, rengin Toprağın, milletin, hiç fark etmez İnsan olmadıkça .. Ve de Emperyalizme hizmet verdikçe İnsan değil modern kölesin sen Sonuçta. İşkencenin her türlüsüne doydular Direncime ve direnişime saygı duydular Sonra da bana sordular “Bir gün fırsat geçerse eline bizler için ne yaparsın?” dediler Ailenize ve çocuklarınıza candan bakarım Size gelince meta ürün ve bir değer üretmeniz için olanak sağlarım Çalışkanlığın Sorumluluğun Eşitliğin, adaletin Bağımsızlığın, özgürlüğün Alın terinin “Emeğin en yüce” değer olduğunu anlatırdım sizlere dedim Dedim daha da dediklerim bitmedi Diyalog sürerken “senin hiç düşmanın yok mu?” dendi Hepimiz insanız, bataklık varsa her zaman sivrisinekler olacaktır. Sivrisinekler her zaman düşmanlık yapacaktır. Ben sivrisineklerle savaşmıyorum Bataklığı kurutmaya çalışıyorum dedim. 31 Yeni dönem kayıtlarımız devam ediyor. 0216 416 12 74 - 361 97 28 www.arguvanvakfi.org.tr
Benzer belgeler
SAYI27 - Arguvan Vakfı
Portre - Seval Eroğlu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
arguvan olgusu sayı 29
Şair Gözüyle Halk Kültürü ve Bu Günkü Şiir isimli
değerlendirme yazısını şair Ahmet Telli’nin kaleminden
arguvanolgusu31:Layout 1.qxd
Sorumlu Yazý Ýþleri Müdürü
Ali Haydar KARAÇAM
Yayýna Hazýrlayanlar
Veysel KARAHAN
Azmi TULUNAY
Ahmet FIRAT
Erol ÇAKMAK