- Kızılbaş
Transkript
kızılbaş Ş u b a t 2 0 12 s a y ı 11 kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! -"3 gece ameliyathanede çalıştım. Bodrum katı ölüm tarlasına dönmüştü." -UZAKDOĞU, ORTADOĞU VAR! YAKIN DOĞU SOYKIRIMLA “YOK!” NEDEN? -‘soykırım yasası’ açıklaması: ‘Sabrediyoruz, umudumuzu kaybetmedik’ kızılbaş veröffentlicht generaldirektor freizugeben. sakine polat genelyayın yönetmeni ali ülger tr. hukuk danışmanları: av. nadide metin erdoğan av. erdal doğan av. hıdır özcan ankara temsilcisi: hatice çevik tel: 0506 818 66 55 [email protected] av. birliği hukuk danışmanı: av. ertekin ceylan adres: bergheimer str 51 d - 47228 duisburg almanya tel: +49 (0) 177 502 88 53 http://www.kizilbas.biz [email protected] kızılbaş’ta yayınlanan yazı ve ilanların sorumluluğu sahiplerine aittir. kızılbaş’ta imzasız ve kaynaksız yazılar yayınlanmaz. yayın tarihi: 15 şubat 2012 sayı: 11 yeni web sayfamız: http://www.kizilbas.biz kızılbaş’ın eski sayılarını bize vereceğiniz e-mail adresinize pdf dosya olarak gönderebiliriz. k izilbasdergisi@k izilbas.biz gönüllü katkı formu adı soyadı :.................................................................................................. adres :.......................................................................................................... e-mail & tel :............................................................................................... ali ülger konto: 300 23 23 29 BLZ: 350 5000 Sparkasse Duisburg 6 sayı 25 € - 12 sayı 50 € kızılbaş - sayfa 3 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 içindek iler: Sayfa 05 Sayfa 08 Sayfa 15 Sayfa 16 Sayfa 21 Sayfa 22 Sayfa 23 Sayfa 23 Sayfa 24 Sayfa 24 Sayfa 24 Sayfa 25 Sayfa 26 Sayfa 27 Sayfa 28 Sayfa 28 Sayfa 29 Sayfa 34 Sayfa 37 Sayfa 40 Sayfa 40 Sayfa 41 Sayfa 42 Sayfa 45 Sayfa 48 Sayfa 49 Sayfa 51 Sayfa 52 Sayfa 53 Sayfa 55 Sayfa 56 Sayfa 57 Sayfa 59 Sayfa 62 Sayfa 63 Sayfa 64 aleviler türk mü? kürt mü? ................. Hüseyin Demirtaş kardeşlik ve yardımlaşma dini KAKAİLİK..Kejê Bêmal Surp Sarkis-Rocê Xızıri kutlu olsun!. Sarkis Hatspanian Dersim Inancı’nda HIZIR ................. Munzır COMERD “3 gece ameliyathanede çalıştım. Bodrum katı ölüm tarlasına dönmüştü.” ........................................ Sedat Ergin AABK Bülent Ecevit’i kaybettik,üzgünüz! Turgut Öker Asimilasyonda Son Nokta: “Alevi köyüne Alevi imam” Müslüman Kardeşler Örgütü “Alevilere ölüm” çağrısı yaptı! Diyanet: ‘Alevilik diye bir din yok’ GATA’dan cemevine ambulans yok Caferiler, Laçiner’i mahkemeye veriyor tarihe tanık belgeler zone ma ................................................................. said bakşi zazaca dersler ............................................ ilhami sertkaya zone ma ................................................................. h. dewran Diyarbakır’da Kültür ve Cemevi açıldı SEYD RIZA .......................................................... cemal taş Bir “İttifak”ın Teori ve Pratiğine Dair Notlar: 5 TÜRKİYE’DE SOL DÜŞÜNCE VE ALEVİLER Murat Küçük seyid rıza ve dersim dosyasındaki bazı ayrıntılar üzerine- 2 .................................................. Hovsep Hayreni Fransa Soykırımı tasarısını kabul etti ‘soykırım yasası’ açıklaması: ‘Sabrediyoruz, umudu muzu kaybetmedik’ ....................................... r. t. erdoğan bu yalan haberlere sakın kimse inanması! türkiye’nin imparatorluk siyaseti ............... recep maraşlı UZAKDOĞU, ORTADOĞU VAR! YAKINDOĞU SOYKIRIMLA “YOK!” NEDEN? ................ ahmet önal NUR TOPU GİBİ DAVA ................................. ahmet önal T. Paşa’nın intikamı alınmıştır .....prof. dr. taner akçam “Sevag Kaza Kurşunuyla Ölmedi” Malatya Ermeni Mezarlığı’nda yıkım yaptı Süryaniler Hain mi? ........................................ toros sarian Sevgili Dostlar ........................... Mirhan Pirgiç Gültekin 1915 olayları ve Uruguay ................ aktaran: hatice çevik KADERİN KARA KÖPEĞİ YA DA BİR KEŞİF YOLCULUĞU ............................................... sait çetinoğlu “Cumhuriyet’in ‘azınlık raporu’ “ ...................... ayşe hür Nefret Suçlarının Parolası: “Benim Gibi Düşün!” ....................................................................................Cennet Bilek DAWETNAME ............................................. ismail beşikçi Bawa Sêyd Rizay .......................................... Sılêmono Qıc SERÊ SALÊ ‘Sarê salê binê salê Xızır mêvanê vê malê’ Daxwaza xêr û xweşiyê Ev daniya kal û pîrê Ek pîrik e, ek Xızır e Danîemirtaş daniştî ser êre Herkes hilgirt para xwe Mîna xwîşk û bira ne Xızır tîne daniyê Pîrikê rû keniye Çaxanî girtiye şa bûn Le pisiyê dûr û ne Çaxan û xewa we xweş Çaxan û xewla we xweş Xızır dibê pîrêk dibê Ji were xêr û xweş Peyv û Mûzik: Ahmet Güven Anadolu'da sene başlarından biride 14 şubat da kutlanır. (Çoğu yerde kış yarısı da denir). Cemre daha köz olmadan, havaya, suya ve toprağa düşmeden müjdesi gelir. Yeni yıla Hızır'la girilir. Hızır halk arasında olgun insana denir. Dara düşenin yardımına koşar ''Hızır sakalını ağartı''derler. Sevinir çocuklar. Toplanırlar, kendi aralarından birini seçerler. Ona yundan sakal ve bıyık yaparlar. O Hızır olur. Ev, ev dolaşırlar. Maniler söylenir, şakalar yapılır. Her ev onlara yiyecek bişeyler verir. Akşamüzeri topladıkları yiyecekleri topluca bir eve götürürler. Hedik ve yemekler yapılır. Çocuklar için sofra kurulur ve hepsi toplanır sofraya kardeşçe. Özlem bu ya Hızır'ın iyliği ve bereketi de getirdiği rivayet olunur. Ahmet Güven kızılbaş - sayfa 4 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Ortadoğuda siyaset balık sırtı. Suriyenin düşürülmesi an meselesi. Suriye, Rusya İran ve Çin’in desteği ile ayakta kalmaya çalışıyor. Bu üçlü destek geçicidir. Siyasi ve ekonomik çıkarlara dayanıyor. Suriye militaristdiktatörlüğünün halk desteği yoktur. Yıkılmaktan kendini kurtaramaz. Arap değişimi göründüğü gibi değil. Kendi özgünlüğü üzerinde gelişen bir muhalefetin başkaldırısı olamadı. ABD’in ve AB’in inisiyatifinde yürütülen bu ayaklanmalar islama göre, Kuran-ı Kerime göre şeytan ile ittifak degilmidir?!... Demokratik siyasal değerlere göre ise yeni “modern” işgal ile sömürgeciliğin degilmidir?!... Arap alemi kendi özgüllügü dahilinde kendini yenileme yerine batıyla ittifakı tercih etmelerinin vebalini, günahını ve hesabını çok ağır öderler... Suriye’deki militarist diktatörlüğün dini imanı var mı yok mu bilemeyiz. TC. Devletinin Suriyeli işbirlikçi kesimin aracılığıyla yaptırdığı çağırıda Türkiye’de Kızılbaş Alevilere aba altından sopa gösteriyor. Bu siyasete de devletin devşirme Alevici siyasetçileri de çanak tutuyorlar. Suriye’yi Alevi göstererek, Esat militarist diktatörlüğünü destekleyerek... Kızılbaş Alevilik Nusayrilik, Nusayrilik de Kızılbaş Alevilik değildir. Suriye Kızılbaş Alevi olsa bile militarist diktatörlüğe karşı çıkmamızı engellememelidir. Şimdi Suriye’de ve diğer Araplarda oluşan işbirlikçi hükümetler Demokratik mi olacaklar? Arap aleminin hangi sorununu çözecekler? can cana ali ülger Arap alemindeki değişimler kendi kökleri üzerinde gelişmiş demokratik değerlerden yoksundur. Kendi sorunlarını çözmeye değil onları bastırmaya yöneliktir. Yeni diktatörlükler kurulmaktadır. Tüm bu gelişmelere rağmen var olan eskimiş katil diktatörlükleri de yıkılmalıdır. Yerli muhalefetlerin kendi farklılıkları içinde geniş cepheleşme ile siyasete katılmasından yanayız. Yeni bir tercih ürtetilmeliydi... Suriye militarist diktatörlüğünü Nusayririliği (Alevi) göstermek devlet politikasıdır. Diğer yandan Mısır, Cezayir Tunus Libya vd. arap deletleri nusayri (alevi) değiller. Peki neden yükü islama yüklemiyorlar? Zavallı devşirme devler alevicileri şeriat korkusuyla ehveni-şer siyasetiyle kötünün kötüsüne biat etmekteler. Bu siyaset devlet siyasetidir chp siyasetidir. Kızılbaş Alevilere zarar verir... Türk tv.dan birine katılan Kemal Kılıçdaroğlu, Sebahattin Ali’yi CHP’in öldürttüğünü beyan etti.* Biz insan hakları ve demokrasi mücadelesi dahilinde yargıya gideriz. Kızılbaş Alevi kesimleri içinde cirit atan kırk ayaklı kınalıkeklik siyasetçi- lerin ortak bir amaçları var. Bu enine boyuna net olarak gün ışığına çıkartılmadan sağlıklı kalıcı adım atmak mümkün olamaz. Kırkayaklı devlet siyasetinin tek amacı asimilasyonu hakim kılmaktır. İnkar ve asimilasyon iki başlı. Biri Türkleştirme diğeri müslümanlaştırmaktır. Kendine yabancılaştırma ile yürütülüyor. Bu müslümanlaştırmaya kemalist kürt milliyetçi çevreleri de katılıyorlar. Biz Kızılbaşlara türk devletinin politikalarına benzer politikalar ile yaklaşıyorlar!.. ”Ya bize hizmet edersiniz.Ya da karşımızda düşmansınız” türk ve kürt militarist kemalist kesimlerinin benzeri siyasetleri var... Ne yapmalıyız nasıl davranmalıyız? Kızılbaş Alevi sorunu sadece din iman sorunu değildir. Siyasal toplumsan bir sorundur. Bundan dolayı Kızılbaş Aleviler olarak kendi adımıza siyasal örgütlenmemizi kendi partimizi kurmalıyız. Yasal alanda siyaset alanına çıkarak kendimizi temsil etmeliyiz. Siyasal öz örgütlenmemiz olmadı mı, kendimizi Asimilasyoncu inkarcı yabancılaştırma siyasetleri karşısında başı dik anlı açık duramayız.. Siyasal öz örgütlenmemizin üretmeliyiz. Özgürlük barış ve demokrasi mücadelesinde bizde sorumluluklarımızı yerine getirerek siyasal hayatta yerimizi almalıyız ROZÊ XIRIZ hoşgelmiş bereket getirmiş huzur güven barış içinde hanemize hoşgelmiş. Tüm KIZILBAŞLARIN ROZÊ XIZIRI hor ola şen ola Gelecek sayıda yeniden buluşmak dileklerimizle can cana * http://www.haber7.com/haber/ 20120209/Kilicdaroglu-Ataturkukorumaya-gerek-yok.php kızılbaş - sayfa 5 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 XIZIRO‘KAL Yitiqate Kırmanciye de Hazar Çevere Sere Sodıri Munzır COMERD Surp Sarkis - Rocê Xızıri kutlu olsun ! Sarkis Hatspanian 4.şubat.2012, Ermenilerin Surp Sarkis, kardeş Zaza halkının Rocê Xızıri adlandırdıkları ve 3 gün oruç tutulan bayram günüdür. Bu vesileyle tüm Sarkis, Serj, Mardiros ve Mardiklerin isim gününü kutluyorum. «Dersim Ermenileriyle Zazalar, seyyahların çoğunu şaşırtacak kadar dostluk ilişkileri içindeydiler. Bununla birlikte çok sayıda seyyah, Dersimlilerin H...ıristiyan dinine ve Dersim bölgesinde bulunan kiliselerine karşı özel hürmet gösterdiklerini belirtmişlerdir. Zazalar, bu kiliselerin mübarek yerler oldukları kanısındaydılar, hatta onları ziyaret etmekteydiler. Kızılbaş Dersimli Zazalar yalnızca Ermeniler’e karşı değil, bütün Hıristiyanlara da iyi davranmışlardır. Bu davranış karşılıklıydı. Türk otoritelerinin Dersim Ermenilerini Zazalar ve Kürtler’e karşı husumeti kışkırtma çabaları ve onların mukavemetini azaltma çalışmaları Dersim’de yaşayan Ermeniler tarafından birçok defa boşa çıkarılmıştır. Gerek Kürtler’e rüşvetler vererek ve gerekse Ermeni ve Zaza kavimleri arasında dini düşmanlık yaratma çabaları başarıya ulaşamamıştır.» Delile ma Xizir; Ne weseydi, tengeydi û rindeydi Sima star bikero Xizir her roze her dem Sima pasti di bo û Rayber ê sima bo. Rosane Xiziri Samare firaz û bimbarek bo! Mehmet Emin Tüysüz, Xozan Serkou, Ali Ülger, Sakine Polat Anadoliye ra bice hatanu Asya Düri yitiqate zafıne de Xızır esto. Xızıri, her mılet xore eve çıme veneno. Kami çım de "mordeme sata tengewo", kami çım de "sevekdare dar u beri, kewe u bostaniyo", kami çım de ki çiyo de bino. Sare Dersimi, Anadoliye de geçe şarqi rawo. Ma wazenime ke naca de ero cı bıfetelime ke ala no sare Dersimi Xızıri nas keno nekeno? Eke nas keno yine çım de Xızır kamo? Şiya Xızıri yitiqat u kulture dinede çutır asena, no çutır sewle xo dano ra lavatiya dine ser? Qe yitiqate sıma ro cı bıero qe meero, sare Dersimi ke qeseykerdene musne domanune xo, tewr verende domani na qesa "Xızır"i musene. Ni ke domanu cene xo vırane vane "Xı,ur to mıre pil kero!", nane ro vanü "Xızır to mıre 'kal kero!", duwa u recay kene vane "Xızır to wayıre emre dergi kero!" Eve na qeyde domani name Xıııri musene. Domani ke hurdi hurdi feteliyayi ki nafa hekmeta Xtzıri venene. Hard de lulık ke bivene pi vano "Name ni Astore Heqiyo", hes ke biııene vano "Xızıri no kerdo hes", dare ke bivene vano "Dara Xızıriya", gol ke bivene vano "Gole Xızıriyo", ko ke bivene vano "Mekene Xızıriyo", nisange ke bivene vano "Nisange Xızıriyo". Domane sare Dersimi iste nia bene pili Eke heni ro sare Dersimi çım de Xızır zobinawo. Sare Dersimi, Tırki 'be Kurdu ra ke Xızıri kamci çım ra venene, yi na çım ra nevenene. Yitiqate Kırmanciye de Xızır, teyna "mordeme sata tenge" niyo. Xızcr, Yitiqate Kırmanciye de fleqo. Heq, hazar u jü namune Xızıri ra jükeko. Name diye jü "Xızıro 'Kal"o, jü "'Kalo Sıpe"wo, jü "Aspare Astore Qıri"yo, jü "Wayır"o, jü "Xızıre Bone Taseniye"o, jü "Xızıre Pırde Suri"yo, jü "Meymane Hewse Qızılbeli"yo, jü "Meymane Ana Yemise"wo... ma neşikinme ke nine eve mardene bıqedenime. Xııır, Yitiqate Kırmanciye de Wayıro. Wayın ki Yitiqate Kirmanciye de jü niyo. Xızır, Yitiqate Kınnanciye de Astare Deste Sodıriyo. Yitiqate sare Dersimi de cae seri Xızıri dero. Xızır, Wayıre" sare Dersimiyo. Xizır, yitiqate Dersimi de Wayıre dinawo, ama yitiqa- te dinede tek Wayn ki Xı.zır niyo. Wena Yitiqate Kırmanciye de Wayıre ç'ei esto ke no sare çei sevekneno; Wayıre Mali esto ke no mali sevekneno; Wayıre Jiar u Diaru 'be Wayıre Kuresu ra esto ke ni ki qome Dersimi seveknene. Tavi ke Xizcr Wayıre serriyo. Yitiqate Kırmanciye "düalist"o, no rındeni 'be xıraveni sero vazno ra. Çıme rındeni, roşteni 'be xereni de Kures, Duzgın, Wayıre Jiar u Diaru 'be Wayıre Çei ra esto ke sarre nine Xızıro. Çıme xıraviye, tariye 'be gıraniye deki Mordeme Neweşiye, Mılakete Gıraniye 'be Mılakete Xıraviye este. Sarre nine Evdıl Musawo. Ni, eskere Evdıl Musaye. Ni, qe jü xıraviye beyizna di nekene. Evdıl Musa Sereskere xıraviyewo. Xıraviye 'be rındiye ra boina jüvin de perodayis dera. Xıraviye qe pe rındiyi neşikina. Tavi heto binde ki raa Evdıl Musay de eke bi tari loqme dane, cerene Evdıl Musay vero ke wo eskere xo yine ser meerzo, yinere xıraviye mekero. Xızır ke va, mordem gereke Astore Qıri ki biaro xo viri. Yitiqate Kırmanciye de Astoro Qır je şiya Xızıri dira nevısino. Xızir mordemo de ciamerdo, kokımo, herdisa xuya sıpiya de derge esta, kınce xo sıpeye, çüye ki dest dera. Mordeme kokımi re tavi ke astor lazımo. Astoro Qın ki je Xızıri sıpewo. Coku sare Dersimi namune Xızıri ra jüki "Sıpella" no pa. Jiar u Diare Dersimi pey de jede name Xızıri esto. Tae Jiar u Diare Dersimi este ke nine pey de teyna name Astore Qıri esto. Sare Dersimi Astoro Qır gol de diyo gol kerdo Jiare, kemer de diyo kemer kerdo Jiare. Astoro Qır Xızıre 'Kali ra nebırrno ra, qırvani kerde eşte lıngune Qıri ver. Coku, cem u cematune sare Dersimi de ke bavay venga Heqi dane, kılama heqiye eve name Xızıri, Astore Qıri, Kuresi, Duzgıni kene ra cı vane eve nine ki xelesnene. Xızır, Wayıre çerx u pewraziyo, Wayıre hard u asmeniyo; Wayre ram u comerdiyewo. Xızır, teyna mordeme sata tenge niyo, verende mordeme sata wesewo. Kami ke weşiye de Xızır ardo ra xo viri, tengiye de ki Xızıri wo xo viri kızılbaş - sayfa 6 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 ra neveto. Kami ke weşiye de Xızır neardo ra xo viri, tengiye de jü pasqule ki Xızıri eşta qena di. Xızır albaze ğeribuno, piye bekesuno, omede feqiruno, xelase xelasuno. Coku Xızır boina dılxe kokımu 'be feqiru dero. Xızıri de Cenet u Ceneme çino. Wo hesave xo na dina de veneno. Kuyno dılxe kokıme de feqiri yeno to keno yintam. Xora ke tı kokımu 'be feqiru re wayır veciya, yine sero şiya, yine çık ke waşt to da cı, to yi seveknay Xızın ki varneno toro, jüya to keno hazare. Ne eke to ke ri kokımu 'be feqiru neda, yinere wayır neveciya, yi neseveknay wo taw Xızın ki adıre mordeme nianeni sayneno. Xızıri çım de ceni u ciamerd jüyo. Wo, Qızılbel de ke Dewres Sılemani re biyo meyman, Taseniye de ki Ana Yemise re biyo meyman. Yitiqate Kırmanciye de ceni u ciamerdi jüvini ra nebırmene ra, domanu ki neerzene hete pey. Raa heqiye de kes nezano ke Heq kami dero; ceniye dero, ciamerdi dero, domani dero? Mıslımani be, Isewi be ni qe Heqe xo nevenene. Ama sare Dersimi heni niyo. Xızır, Dersim de Kemere Duzgıni dero, Jele dero, Gole Buyer Bavay dero, Bağıra Sıpiye dero, Koye Qosani dero, Yıxır Gol dero, Taseniya dewa Bamasuru dero, Qızılbele dewa Kuresu dero... koti vace uca dero. To ke zerre Xızıre xo vıraşto, koti ke vace uca Qıre xo rameno vere to. Xızır, mordemo de zerrehirawo. Kami ke piştige Xızıre xode mokem pe gureto, yira nexapiyo, mordemo nianen şikino ke Xızıre xode çiye sero wereno ki. Dersimi ra Dewrese Xızıri ra vato "Dersim ke qırr kerd tı koti biya?" Qızılbel de Dewres Sıleman cıra vato "Eskere Evdıl Musay ke erzeno ma ser çıra mare wayır nevecina?" Kamci yitiqat de mordem Heqe xode nia je dı bırau nano were? Des u Dı asmu ra jü asme, sare Dersimi Xızıre" xore bırrna ra. Nae ra "Asma Xızıri" vane. Asma Xızıri, asma Gağandi ra dıme, ama asma Gucige ra raveri yena, worte ni dı asmu de manena. Hesave qeleme (Miladi) ra ke 13'e va (l3,Ocak), hesave mara (Rumi) 1'e asma Xızıri vano. Na asme de çar heşti Roce Xızıriyo. Roce Xızıri hire rociyo. Seseme, çarseme, 'poncseme roce cene, yene qırvanu kene. Sare Dersimi pero zerre jü heşti de Roce Xızıri necene. Ca 'be ca ,dewe 'be dewe, ucağe 'be ucağe, aşire 'be aşire herkes na çar heştu ra jü de ceno. Tavi, asma Xızıri de Xı- zır vecino meymaniye. Xczır ke dinere kamci heşt de biyo meyman, yiki Roce Xızıri wo heşt de cene. Fikre Xızıri 'be kerdena Xızıre Dersimi, ma no nusto kılm de şikinme ke nia hunde qale cı bime. Xızıre Dersimi ke nia yeno meydan, eke heni rö no sewle xo çutır dano ra lavatiya sare Dersimi ser? Verende kokımune Dersimi ra bicerime. Kokıme Dersimi ke herdise verdane meqes pa nenane. Çıra? Xıziro 'Kal meqes herdisa xora nenano coku. Yi ki wazene ke je Xızıre xo bıase. Jü ke meqes na herdisa xora pe di kay kene, vane "Herdiso kırrık!" Verende herkesi waştene ke jü astoro de qır bonco bıne xo. Xızır, Astore Qıri serowo coku. Sare Dersimi verende kınce sıpi kerdene pay. Coku, İhsan Sabri Çağlayangil sare Dersimi ra "Beyaz donlular" (tumane sıpiyini) vano. (LS.Çağlıyangil, Anılarım, Güneş Yayınları, s.45) Xızıre sare Dersimi sıpe gureto xorâ, coku yine ki sıpe kerdo pay. Berime xort u çenekune ma. Xızır çutır ke tenganiye de reseno mordemi, gence ma ki na qeyde Xızıre xo yemişe lavatiya xo kene. Xızır çutır ke koto dılxe kokımu 'be feqiru yi sevekne, gence ma ki feqir u fıqaru seveknene, dewucune behardi seveknene, "proleterya" seveknene. Kam ke hete ninede niyo yide dane pero. Tavi; Xızıre mordemi ke isyankar bi, seveta kokımu 'be feqiru ra adıre mordemi sayna, qome di ki vazeno ra seveta "proleterya" ra adıre sari sayneno. Ma kami ra se vacime? Xızıro ke ceni u ciamerd jü çım ra di, qome di ki vazeno ra seveta heqa ceniyu lez keno. Wazeno ke ceni endi şiya ciamerdu ra veciye, heqe ceniyu 'be ciamerdu ra çırpa jüvini de be. Mordemo ke Xızıre xode na were, vazeno ra dewlete de ki nano were, hukumati de ki nano were vano "Sıma naca de neheqeni kene!", yaki "Ma tam demoqırasi wazeme!", "Ma adalet wazeme!", "Ma zulım newazeme!" Xızıre mordemi ke xıraviye de, tariye de, neheqiye de da pero; qome di ki vazeno ra xıraviya cemati de, fikirune tariyu de, neheqiya hukımdaru de dano pero. Şiya yitiqate sare Dersimi her dewır de eşto lavatiya dine ser. No vijeri ki heni bi, ewro ki heni ro. Tavi ke yitiqate dine ewro teyna Xızır niyo, Yitiqate Kırmanciye niyo. Sare Dersimi Yitiqa- te Kırmanciye 'be Elewiyeni ra girena jüvini. Yitiqate dine, senteze ni dı yitiqatuno. Yi, naca de ki raa Xızıre xode şiye. Qayt biye ke Ehlibeyt re neheqeni biya, Hz. Eli re neheqeni biya, Des u Dı Yimamu re neheqeni biya coku hete dine gureto. Ma Xızın ki hete kokımu 'be feqiru de nebi? Mordem gereke nae ki bızano ke Xızır zerre Elewiyeni ra neveciyo. Koka ni çand hazar sere xori de sona. Tırki vane "Yitiqato mawo 'kan name xo Şamaneniya." Kurdı ki vane "Yitiqate mawo 'kan name xo Zerduşteniya." Sare Dersimi ki qa Elewiyeni ra raver beyitiqat nebi. Kes nezano ke Xızıri yitiqate sare Dersimi de çand hazar seriyo ke ca gureto. Xızıro ke sare Dersımi cıra vano "Heqo", yi "Weyır" veneno yitiqate jüıiı hazar seri niyo. Çutır ke ma nusna, sare Dersimi Xızıri eve na çım veneno, wo ki sewle xo nia dano ra lavatiya dine ser. Sare Dersimi teyna eve zone Zazaki ra ne, eve yitiqate Xızıri ra ki ğezna kulture Anadoliye re kifato de hewl kerdo. Anadoliye pe nine xo bıgoyno Sare Dersimi Elewiyeni re zaf xızmete kerda. Anadoliye de ke "Dersim" va Elewiyeni, Qızılba,seni yena ra mordemi viri. Dersim ra des u dı ucağe Elewi, hem sare Dersim re hemı ki sare dorme Dersimre xızmete dane. Qe Tırkki , qe Kırdaski , qe Zazaki qesey bıkere pire Elewiyune Şarqi tede Dersim rae. Sare DersiKrıi Zazaki qesey keno ama; sare Elewi kam beno bıbo, qe Tırkki , qe Kırdaski qesey kero ni xo sero marde. Mavene nine jüvini de zaf gemı biyo. Çeney de jüvini, jüvini ra çeney gurete. Kamci zon qesey kene bıkere Elewi gereke bıere jü ca, jüvini de bicere ra. Şoveneniya mıleti kamci het ra yena bıero, jiyan dana yitiqate E'lewiyeni. Şoveneni ki Tırkiya de teyna Tırku ra nina, jüyo ke na fikir dero ma çım de xelato. Şoveneni gereke ma caverdime. Anadoliye hardo de hirawo, kam beno bıbo ma hatan nıka naca pia vınetime, naera tepia ki gereke pia vınderime. Anadoliye welate ma peruno. Ma ke mecuma "PİR"i diye zaf bime sa. Çıme ma raa "PİR"i ra şi. "PIR" ame, tenga "talıvu" biye mokeme. Heq xer kero! Xızır emre "PİR"i derg kero! Xızır "PİR"i destu ver mekero! "Çeneka mı tora vanu, veybıka mı tı bıhesne!" Hukumate mıno demoqırat tı nae mece xoser! Kaynak: P İ R Dergisi Sayı 3 Ağustost 1995 İstanbul kızılbaş - sayfa 7 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 aleviler türk mü? kürt mü? Alevilerin etnik kökeni konusu Aleviler dâhil herkesin zihnini meşgul etmeye devam ediyor. Kimileri Aleviliği sadece Türklere has bir inanç biçimi olarak görürken, kimileri de Kürtlüğe indirgemek istiyor. Her ne kadar son yıllarda daha çok konuşulsa da Aleviliği etnik bir kimliğe indirgemek girişimleri yeni sayılmaz. Bu doğrultudaki çalışmaları 1908’e, hatta daha öncesine II. Abdülhamit dönemine kadar götürmek mümkün. Özellikle bu tarihte iktidara gelen İttihat ve Terakki Fırkası (İTF), Alevileri Türk olarak görme ve gösterme çalışmalarının ilk mimarı olarak sayılabilir. Devletin ayakta tutulması için başlatılan Osmanlıcılık ve İslamcılık politikalarının iflas ettiği bir dönemde bir darbeyle iktidarı ele geçiren ve devletin yeni politikasını Türkçülük olarak belirleyen İttihatçılar baktılar ki, Anadolu’yu hiç tanımıyorlar. O nedenle İTF Genel Merkezi Anadolu’daki etnik ve dini toplulukların araştırılması için bir çalışma başlattı. Esat Uras Ermenileri, Arnavut kökenli İsmail Naci Pelister (Habil Âdem) Kürtleri ve Dağıstanlı bir Çerkez olan Baha Said ise Alevi-Bektaşileri incelemek üzere görevlendirildi. Baha Said hemen alana çıkarak araştırmalarına başladı ve daha sonra edinilen verileri “Türkiye'de Alevî, Bektaşî, Ahî ve Nusayrî Zümreleri” isimli bir kitapta toplayarak yayınladı. Yıkılmaya yüz tutan Osmanlı’nın son döneminde Hıristiyan misyonerler yaptıkları bazı yayınlarda Anadolu’daki Alevi zümrelerini Türk ve Müslüman saymazken, bunları daha çok devlet baskısıyla görünüşte Müslümanlaşmış Rum, Ermeni ve Anadolu’nun eski yerli halklarının kalıntıları olarak gösteriyorlardı. Baha Said’in çalışmasının asıl amacı da bunun tersini kanıtlamaktı. Nitekim kendince kanıtladı da… Ondan sonra Alevi-Bektaşiler üzerinde çalışan hemen hemen bütün araştırmacılar da Said’in izinden gitti ve bugün Alevi dünyası bundan 100 yıl önce yolu açılan bu milliyetçi-Türkçü bilgi kirlenmesinin yarattığı sorunlarla baş etmeye çalışıyor. Dünün Batı dünyasını ikna etmek için ortaya atılan Alevilerin özbeöz Türklüğü tezi bugün Alevilerin birlik ve bütünlüğünü bozmak, içlerinde ayrışma yaratmak için hovardaca kullanılıyor. Hüseyin DEMİRTAŞ Baha Said’in açtığı yolda ilerleyen Alevi olan veya olmayan araştırmacılar ve politikacılar var güçleriyle hala Aleviliği Türklerin İslam yorumu olarak görüyor. Hacı Bektaş Veli’yi, Yunus’u, Abdalan-ı Rum, Bacıyan-ı Rum, Gaziyan-ı Rum gibi şahıs ve toplulukları Anadolu’yu Türkleştiren ve İslamlaştıran, Türk dilini bilinçli bir şekilde koruyan ve günümüze taşıyan ön Türk milliyetçileri olarak değerlendiriyorlar. Bununla kalsalar iyi… Başta Cemal Şener ve Rıza Zelyut gibi Alevi yazarlarsa, Aleviliğin sadece Türklere mahsus bir inanç olduğu vurgusunu yaparak, Aleviler içinde önemli bir yekün teşkil eden Kürtleri adeta dışlayarak, onların aslında zamanla Kürtleşmiş Türkmenler olduğunu iddia ediyorlar. Doğal olarak bu tez devletin ve resmi ideolojinin Kürt kökenli Alevileri Kürtlerden, Kürt siyasal yapılanmalarından uzak tutma politikasıyla da çakıştığından, Aleviler içinde büyük bir gerilim ve kırılma yaratıyor. Bu tez nalıncı keseri gibi iki yana da çalışıyor. Hem Alevi Kürtlerle, Sünni ve laik Kürtlerin arasına bir set çekiyor hem de Türkmen Alevileri sisteme kazanmaya ve aralarında milliyetçi-devletçi görüşlerin daha da yayılmasına hizmet ediyor. Ama sonuçta kazanan topyekûn Aleviler olmuyor, aksine karşılığında bir şey almadıkları halde sistemle bütünleştikleri, onun tezlerini sorgulamadan kabul ettikleri için hep kaybeden oluyorlar. Neden kaybeden oluyorlar? ALEVİLİK ETNİK KİMLİKLE AÇIKLANABİLİR Mİ? Bir kere her şeyden önce Alevilerin etnik temelde bir bölümlemeye tabi tutulması baştan sakat bir anlayış ve zaten öğretinin özüyle çelişiyor. Bu tezleri ortaya atanlar ve bunlara inana- rak hareket edenler bilmeli ki, Alevilik herhangi bir etnik kimlikle açıklanamaz. Aleviliği tek başına Türklere, Kürtlere veya bir başka etnik topluluğa aitmiş gibi göstermek anlamsız ve saçmadır. Aleviliğin kökü, temeli ve üzerinde yükseldiği bina insandır. Alevilerin Büyük Sırrı kitabının yazarı Ünsal Öztürk’ün deyimiyle, “insan, insan olduğunun farkına vardığında etnik kimlik diye bir şey yoktu.” Kaldı ki insanları soy, sop, konuştuğu dil ve kan bağına göre tanımlama ve sınıflandırma çok yeni bir olgu. Bu 1789 Fransız İhtilalı sonrası ortaya çıkan milliyetçilik hareketlerinin yarattığı bir sonuçtur. Ayrıca “Benim Kâbe’m insandır”, “Okunacak en büyük kitap insandır” diyen; içinde önemli ölçüde evrensel düşünceleri barındıran ve insanı merkezine koyan kadim Alevi öğretisine aykırı olan bu anlayış, hem tarihen yenidir hem de birleşmebütünleşmeden daha çok ayrışmaya, ötekileştirmeye ve düşman yaratmaya hizmet etmektedir. Bu anlayışla, adını tam koyalım; milliyetçilikle/ulusalcılıkla yüzleşmek ve onunla arasına mesafe koymak bugün Alevilerin neredeyse birinci sorunu haline gelmiştir. Zira Alevi örgütlenmelerine baktığımızda, gerek içeriden gerekse dışarıdan pompalanan bu milliyetçi tezler, cemaat içi bölünmelere, çekişmelere ve yer yer de düşmanlıklara neden olmaktadır. Aleviler tarafı olmamaları gereken bir tartışmada, taraf haline gelmekteler ve enerjilerini dışa yöneltecekleri yerde bu tür suni sorunlarla uğraşarak boş yere ömür tüketmektedirler. Hâlbuki Alevi’nin bu alanda rehberi ve yol göstericisi bellidir. Bu kendi geçmişi, Alevi ulularının söz ve davranışlarıdır. Çok uzak tarihlere gitmeye hiç gerek yok. Bu tezlere inanan Aleviler kısa bir hafıza tazelemesiyle, Dersim’den yola çıkan bir dedenin güneyde, Antep, Adıyaman hatta Halep’in (Suriye), Kerkük ve Musul’un (Irak) Barak, Varsak Türkmenlerine; kuzeyde Çorum, Yozgat, Amasya, Tokat’taki kendisine bağlı Türkmen boylarını ziyaret ettiğinde kimsenin bu dedenin etnik kökenini merak etmediğini hemen görür. Benzer şekilde Tokat’ın Hubyar Ocağı’nın Türkmen bir dedesi de Malatya’nın, Maraş’ın ve Bitlis Varto’nun bir Alevi Kürt aşiretine yol-erkân sürmek için vardığında kızılbaş - sayfa 8 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 kimse bu dedenin etnik kökeniyle hiç ilgilenmemiştir. Ya neyle ilgilenmiştir? Sadece dedenin-pirin en iyi şekilde ağırlanması ve cem-civatın yola yakışır şekilde güven ve huzur içinde bir ortamda yürütülmesiyle meşgul olmuştur. Ayrıca eskiden Alevi toplulukları arasında konuşulan dil de hiçbir zaman bir sorun teşkil etmemiştir. Nitekim Kürt-Zaza bölgesine giden Türkmen bir dede Kürtçe ve Zazaca, Türkmen ellerine giden bir Dersimli dede de Türkçe bilirdi. Zaten Alevilikte tarih boyu dil sadece bir anlaşma aracı olarak değerlendirilmiş ve ona herhangi bir kutsiyet yüklenmemiştir. Gerekirse Yol’un selameti açısından bazı Alevi toplulukların zaman içinde dillerini değiştirdikleri görülmüştür. Önemli olan Yol’un devam ettirilmesidir, zira “Yol cümleden uludur.” TÜRK VE KÜRT ALEVİ VAR MIDIR? Vurgulamamız gereken bir diğer önemli noktaysa, Aleviler arasında bu milliyetçi tezleri yayanlar bir yerde yanılıyorlar ama bir yerde de gerçeği söylüyorlar. Diyorlar ki, “Kürt Alevi olmaz!” Bu hüküm doğru sayılır. Evet, Kürt Alevi olmaz! Ama bilmiyorlar ki Türk Alevi de yoktur! Ya nasıl Alevi vardır? Bu sorunun cevabını vermek için biraz Türklük ve Kürtlük kavramlarının tarihine bakmak gerekiyor. Her şeyden önce Türklük ve Kürtlük siyasal olarak çok yeni kavramlardır. Türklüğü ele alırsak, sağlıklı bilimsel bir analiz yapabilmek için, etnisite ve dil bakımından Türk olan ile siyasi anlamdaki Türk kavramının siyasi anlamını birbirinden ayırmak lazımdır. 20. yüzyıla kadar olan kaynaklarda Türk adı Orta Asya’dan çıkan ve aynı kökene mensup Türk lehçelerinden birini konuşan bütün aşiret ve toplulukları nitelemekteydi, ancak 20. yüzyılda tanımladığımız siyasi anlamda Türk kavramı tarih sahnesine Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla çıkmıştır. Türklük, Türkî toplulukları ifade eden şemsiye bir kimliktir. Türk ismi belirli bir topluluğa özgü etnik bir isim olmaktan çok Türk soyuna mensup bütün toplulukları ifade etmektedir. Bugünün aksine geçmişte kendisini doğrudan Türk olarak tanımlayan neredeyse hiçbir Türkî topluluk yoktur. Türk adının Orta Asya’da daha eski bir tarihi olmakla beraber, Anadolu’ya Türkiya(e) adı da 1071 Malazgirt Savaşı sonrası İtalyanların atası olan Venedik ve Cenevizliler tarafından verilmiştir. O dönem ve sonrasından Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna kadar da, Türk deyince göçebelikten yerleşik hayata geçmiş, Sünniliği benimsemiş Türkmen boyları yanında daha çokta Müslüman olmuş şehirli yerli halklar (Rum, Ermeni, Gürcü, Süryani) anlaşılmıştır. Bu algı Balkanlar’da daha belirgindir. Bugün bile Balkan ülkelerinde Türk denildiğinde otomatikman Müslüman ve Sünni akla gelir. Kastedilen kişinin Sırplığı, Arnavutluğu ve Yunanlılığı değil… Yine Anadolu ve Yukarı Mezopotamya’daki gerek Türkmen gerekse Kürt Aleviler arasında, Türk’ten bahsedildiğinde bugün dahi hemen akla Türk=Müslüman-Sünni gelmektedir. Günümüzde hepsi Türklük şemsiyesi altında toplanmak istenen Aleviler arasında kaydettiğimiz gibi, “Biz Türk’üz” cümlesini kuranlar yeni yeni ortaya çıkmıştır. Böyle bir tanımlamatanıtma eskiden yoktu. Geçmişte Türk etnisitesine mensup Aleviler kendilerini Türklük gibi Sünnilikle adeta bütünleşmiş, eşitlenmiş bir kimlikle asla tanımlamadılar. Ya nasıl tanındılar ve kendilerini tanımladılar? Kimisi kendisine Türkmen, Tahtacı, Çepni, Amuca, Ağaçeri, Siraç, Avşar, Varsak, Beydilli, Şamlu, Rumlu, Ustaçlu gibi geldiği Oğuz-Türkmen boyunun ve Tahtacılar ile Ağaçeriler gibi yaptığı mesleğin ismini verirken; kimisi de Abdal, Kalenderi, Torlak, Işık Taifesi, Babai, Hurufi ve Bedreddini diye kendini tanıtmış ve çevresinde öyle tanınmıştır. Aynı şekilde bugün Kürt dediğimiz Alevilerde de önceleri kendilerini Kürt veya Zaza diye tanımlayan bir topluluk yoktur. Onlar da “Sen kimsin ve kimlerdensin?” diye sorulduğunda Kureyşan, Haydaran, Lolan, Sinemilli, Koçgirili, Cibranlı, Derviş Cemal benzeri aşiret ve ocak isimleriyle kendilerini beyan etmişlerdir. TÜRKLÜK TANIMI ALEVİ’Yİ KAPSAMIYOR Görüldüğü gibi bugünün aksine geçmişte Aleviler kendilerini Türk veya Kürt diye adlandırmıyor. Bugün kendini Kürt diye tanımlayan Alevileri, Kürtlüğün tarihi ve siyasal evrimi gibi konular henüz tam netleşmediğinden bir kenara koyarak, daha belirgin olan Türklük ve Türk kavramına dönersek, hâlihazırda kendilerini Türk diye tanıtan bazı Alevilerin büyük bir yanılgı hatta “gaflet, delalet ve hıyanet” için- de olduklarını hemen fark ederiz. Bu Türkçülük yapan ve adeta bir beşinci kol faaliyeti olarak kendi toplumu içinde milliyetçi misyonerlik yürütenlerin unuttuğu bir şey var ki, o da Türk/Türklük tanımının henüz Alevileri de içine alacak kadar genişletil(e) mediğidir. Malum Türkiye Cumhuriyeti’nin bir ideal vatandaş tanımı vardır. Buna göre makbul ve birinci sınıf bir vatandaş etnik olarak Türk, din olarak Müslüman, mezhep olarak Sünni-Hanefi ve ideolojik olarakta Kemalist olmalıdır. Bunlardan biri eksik olursa büyü bozulur… 1950 sonrası ve özellikle AKP iktidara geleliden bu yana Kemalist olmaya da gerek kalmamıştır. Ancak her ne kadar anayasal vatandaşlık tartışmaları çerçevesinde Türk/Türklük şemsiye ve üst bir kimlik haline getirilerek, “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran halka, etnik ve dini bir ayrım gözetilmeksizin Türk milleti denir” gibi süslü laflar edilse de, geçmişte bu kavrama yapılan ağır etnik vurgunun belli ölçülerde devam etmesi nedeniyle Kürtleri buraya dâhil etmek hala pek mümkün değildir. Aynı kapsama, içine alma sorunu Diyanet’in hala sadece Sünniliğe hizmet eden ayrımcı yapısının devam etmesi, anayasasında laik yazmasına rağmen devletin halen Sünni Müslümanlığı resmi bir mezhep olarak koruyup, geliştirdiği halde Aleviliğin resmen tanınmaması nedeniyle Aleviler için de geçerlidir. Bırakın Kürt Alevileri, Türkî kökenli Aleviler bile henüz devletin Türklük tanımlaması içinde kendilerine bir yer bulamamaktadır. Çünkü hepsi sadece ve sadece Sünni içerikli olan Diyanet, zorunlu din dersleri, imam-hatip okulları, Kur’an kursları, ilahiyat fakülteleri, on binlerce cami ve mescit ile bu devlet, Türkî Alevilere demektedir ki, “Türkmen olmanız ve Türkçe konuşmanız iyi güzel de, bu sizi Türk milleti şemsiyesi altına sokmaya yetmez. Sizler iyi bir Sünni-Hanefi Müslüman olmadıkça benim gözümde makbul ve makul vatandaş değilsiniz. Türk demek, aynı zamanda Müslüman-Sünni ve ılımlı olandır. Ben aynı Osmanlı’daki gibi ta baştan Sünniliğe göre bir dirlik-düzen kurmuşum. Buna uymak zorundasınız, başka çareniz yok! Sizin ibadet yeri diye adlandırdığınız yerleri de ben tanımıyorum! Müslüman’ın tek bir ibadet mekânı vardır, o da camidir. Cemevleri benim gözümde illegaldir. Herhangi bir evden farkı yoktur!” Evet, Alevilerin devletle, onun Türk- kızılbaş - sayfa 9 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 lük ve dahi Müslümanlık tanımıyla yaşadıklarının tercümesi ve özeti budur. Kürt Alevileri, Türk kökenli ilan eden ve ettiren bu devlet, maalesef “Siz Türksünüz ve Türkçe konuşuyorsunuz. Türkçe, Aleviler olmasaydı bugünlere gelemezdi” diye pohpohladığı Türkmen Alevileri bile sistemine katamamış ve haklarını vermemiştir. Balkanlar ve Kaf kaslardan gelen Boşnak, Pomak, Çerkez, Arnavut, Yunan kökenli ama Sünni-Müslüman vatandaşlarını, (Örneğin Süleyman Demirel, Ahmet Necdet Sezer, Tansu Çiller, Kenan Evren) taltif eden, hemen her makama getiren ve bunlara sonsuz bir güven duyan bu devlet, yüzyıllardır bu topraklarda yaşayan, Türkçe konuşan Türkmen Alevileri dahi doğru düzgün hazmedememiş, onlara güvenmemiş ve sakıncalı olarak görmüş ve görmeye devam etmektedir... Hal böyle iken bugün Aleviler içinde Türkçüden çok Türkçü, kraldan çok kralcı birileri çıkıp, Kürt kökenli Alevilere cephe almaktadır, onları kendi iradeleri dışında tarihi çarpıtarak geçmişte Kürtler içinde asimile olmuş Türkmenler olarak ilan etmektedir. Bununla yetinmemekte, örgütlerden bile ihraç etmektedir. Bu yöntem aslında çok iyi bilinen bir Türk devlet geleneğidir. Bir devlet büyüğünün deyimiyle, “İti ite kırdırma” taktiğidir. Böylesine alttan güreşen politikalarla devlet, etnik (Türk/Türklük) ve dinsel (Müslüman-Sünni) tekçi yapısını tehdit eden, bu sert ve geçirgenliği zayıf sisteminin yumuşatılmasını arzu eden ve çeşitli hak talepleriyle ortaya çıkarak meydan okuyan Kürtler ve Alevileri birbirine düşman ederek, ikisinin birden kabul edilemez bulduğu taleplerinden kolayca kurtulmak istemektedir. Ne yazık ki, hem Kürt hem de Türkmen Alevileri arasında bir türlü tükenmeyen bu Osmanlı oyunlarına kananların sayısı çoktur. İĞNEYİ ÖNCE KENDİNE BATIRMAK… İçinizden hep Türkleri eleştiriyorsun, Kürtler de pek masum değil diyenler çıkacaktır. Hemen belirteyim, Aleviliği Kürtlüğe ve Zerdüştlüğe indirgemek isteyenleri de, Türklükle eşitlemek isteyenlere yönelttiğim aynı kararlılıkta kınıyorum. Onlar da yanlışla ve abesle iştigal ediyorlar. Buna karşılık yine de insan önce kendi tarafını eleştirmeli. İğneyi önce kendine batırdıktan sonra çuvaldızı başkalarına dürtmeli. Bendeniz Işık Taifesi’nden bir Türkmen Alevi’si olarak buradan bakınca görüyorum ki, özellikle Batı Anadolu’daki Türkmen Alevileri arasında ister Alevi isterse Sünni olsun, Kürtlere karşı hızla bir düşmanlık, dışlama, ötekileştirme ve kendinden saymama anlayışı gelişmektedir. Milliyetçi dalga Alevileri de önüne katmış sürüklemektedir. Azgın dalganın önüne kattığı sayısı azımsanmayacak kadar çok olan bu Aleviler, sanki bu devlet “Siz Türksünüz, Türkmensiniz; o halde bizdensiniz” diyerek Alevi Türkmen köylerine cami yapmaktan, imam tayin etmekten vazgeçmiş gibi; sanki Kürt Alevi’yi hem etnik kökeni hem de Alevi kimliği nedeniyle dışlarken, Türkmen Alevi’nin cemevini ibadethane olarak tanımış, çocuklarına zorunlu Sünni din vermeyi bırakmışçasına kendine en ufak bir faydası olmayan bu sistemin borusunu öttürmeye kalkmaktadırlar. Ben buna ifrit oluyorum. Yazık ki çok yazık… Bunun adına “parasız hizmetkârlık” ve yaltakçılık denir başka bir şey değil… Hâlbuki bu devletin, bu sistemin Alevi’nin Türkü, Kürdü her türlüsüne karşı inkârcılığı, onu tanımamazlığı, inancını küçük düşürücü ve aşağılayıcı faaliyetleri bir milim bile geri adım atmadan dörtnala devam etmektedir. Görünen köy kılavuz istemez. Koskoca Diyanet orada duruyor. Keza sayısı binlerce imam-hatip, Kur’an kursları, ilahiyatlar yerli yerinde. Zorunlu din dersleri devam ediyor. Madımak hala müze olmadı. Aleviler çeşitli devlet makamlarına getirilmiyor ve devlette çalışanları da diken üstünde. Alevilerin hala sakıncalı vatandaş listesinden çıkarılmaması bir yana henüz her yerde Aleviliğini açıklamak bir tehlike olmaktan çıkmadı ve bunu söyleyenler çeşitli olumsuzluklarla karşılaşmaktan kurtulamadı. Alevilerin üzerindeki asimilasyon politikaları da pupa yelken sürmekte… Bu listeyi uzatmak mümkün ama bunları düşününce Türk veya Kürt Alevi olmayı tartışmanın anlamsızlığı yeterince ortaya çıkıyor. Oysa devletin gözünde Alevi’nin yeri hangi etnik kökenden gelirse gelsin aynıdır. Türkiye devletinin tek ayrım yapmadığı yer belki de burasıdır. ŞÖYLE İÇTEN BİR “TÜRKÜM” DEMEK MÜMKÜN MÜ? Neticede başkalarını bilmem ama ben kendimi hala bir Türkmen Alevi olarak Türk diye tanımlamıyorum ve tanımlamayacağım. Ne zamana kadar? Ta ki bu devletin Türk/Türklük tanımı beni de kapsayacak şekilde değiştirilinceye dek… O güne kadar ne Türklüğümle öğüneceğim, ne de “Ne mutlu Türküm diyene” diyeceğim. Çünkü Türk olmak ve Türklük hala fena halde Sünnilik kokuyor… Keza devlet hala beni namaz kılmayan, Ramazan orucu tutmayan ve cemevinde kadın-erkek karışık toplanan halimle kendi Müslüman tanımı içine bile sokmuyor. Diyanet eliyle, “Seni camiye gelirsen, 30 gün oruç tutarsan Müslüman sayarım. Cemevi caminin alternatifi değildir” diye benim üzerimdeki dayatmasını sürdürüyor. Yine benim bu tavrım Türkiye’de Alevi olmak aynen Sünni olmak gibi hiçbir maddi ve manevi götürüsü olmayacak, bilakis Sünnilik gibi fayda, makam-mevki, yat-kat getirmese de en azından zarar getirmeyecek bir konuma gelinceye kadar sürecek. Üzülerek söyleyeyim ki, bu devlete o gün gelinceye kadar asla güvenmeyeceğim, içten bir şekilde “benim devletim”, “benim Türkiye’m” demeyeceğim, diyemeyeceğim ve onu bağrıma basamayacağım. Çünkü bu devlet hala beni kendinden saymıyor. Beni ve ibadet yerimi tanımıyor. Hala Maraş, Çorum, Malatya, Sivas, Gazi ve benzerlerinin katillerini bulmadı daha… Yaşanan bu acıların kısmen veya tamamen faili olduğu kendi kaynaklarınca da açıklanan bu devlet, söz konusu katliamlar için Alevilerden bir özür dahi dilenmedi henüz! Alevilik adına hiçbir şey yasal ve özgür değil bu ülkede… Hal böyleyken ve yaralar zarıl zarıl kanarken tersini düşünmek ve yapmaktan her Alevi’nin hicap duyması gerekir oysa… Ey kendisine Türk diyen Aleviler, tavsiye ederim siz de böyle düşünmeye başlarsanız iyi edersiniz. Gözünüzgönlünüz açılır. Gerçekleri görürsünüz ve onun bunun dolduruşuna gelerek kendi evlatlarını, yol kardeşlerini boğan yaratıklara dönüşmezsiniz! Her kişi, kurum ve kavramı aslına uygun olarak tanımaya başlarsınız. Vicdanınız, sağduyunuz ve kendi dışınızdakileri anlamaya çalışma manasına gelen empati yeteneğiniz gelişir. Sonrasında bilinçlenir, bilenirsiniz ve belki de “bir olup, iri ve diri olursunuz…” Daha ne istiyorsunuz? İçinizden “Sen yanlış düşünüyorsun be birader” şeklinde gürleyip bana itiraz edenlere de, öyleyse gelin tersini kanıtlayın ve beni ikna edin diyorum. Buyurun, “Halep ordaysa arşın burada!” kızılbaş - sayfa 10 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Kardeşlik ve yardımlaşma dini; KAKAİLİK Kejê Bêmal Birbirlerine bakmayı unutan bireylerden oluşan toplumların, birbirlerinin acılarını, sevinçlerini, iyilik ya da kötülüklerini görme şansı kalmaz. Birbirlerini görmeyen toplumların, birbirine düşman kesilmesi ve gerekçesiz zulümler yapması da böylece kolaylaşır. Çünkü kimse tanıdığı ve anladığına düşman olmaz. İnsanı korkutan ve yok etme güdüsünü kışkırtan bilinmeyene duyduğu tedirginliktir. Sanırım bu emperyalistlerin bizden çok önce farkına vardıkları bir formül olsa gerek ki,canları ne zaman Ortadoğu’yu birbirine kırdırtıp ve bu karışıklıktan çıkan rantiyeyi yemek istese etnik ve çeşitli dini grupları birbirine düşürmekle işe başlarlar. Buna uygun zemini birazda bizim kendimizin dışındaki her inancı ötekileştirmemizden dolayı bulurlar. Ve düşündükleri gibi gelişen planları Ortadoğu’yu kana bularken, Onlar her seferinde sonuca gitmenin vicdansız pervazsızlığıyla yeni katliam ve rant planlarının peşine düşerler. Sanırım hep beraber bu gidişe ‘’bu dereden bu kadar balık!’’ demenin zamanı geldi. Bir Kürd çocuğu olarak ben isterim ki işe Kürdistan’dan başlayalım.Güney Kürdistan hepimizin ortak düşüydü, aynı zamanda benim baktığım yerden öncelikli olarak Kuzey büyük parçanın ve diğer parçaların özgürlüğünün de habercisi. Bu anlamda hepimizin büyük ve özenle bu müjdeci bebeği büyütüp, binlerce yılın bize kattığı i temel değerlerimiz ve erdemimizle yetiştirmemiz lazım! Bu anlamda kırmızı çizgilerimizden biri Kurdistan’da ki dinlerimiz olmalı. Ulusal kimliğimizin hemen ardından gelen toprak bütünlüğümüz ve bunun içinde yaşayan çeşitli dinlere mensup popülasyonumuz dokunulmazlıklarımızın arasında olmalı ki, sağlam bir temel üzerinden ülkemizi inşa edip birlikte kardeşçe ve özgürce yaşayabilelim. Meseleyi bu açıdan ele aldığım için size öncelikle kadim dinlerimizden Ezidi’liği tanıtmıştım. Şimdi de ‘’Kakailikle ilgili bir dosya hazırlığı içindeyim. Ana hatları ile bu dinin felsefesini öğrenmeniz açısından en yetkili ağızlardan biri olan Felakettin Kakayi ile yapılan bu röportajın hepinizin ka- fasındaki ‘’Kakailik nedir?’’ sorusuna öncelikli olarak bir cevap olacağı inancını taşıyorum. Bu röportaj sayesinde hayatıma giren ve ses tonu dahil tüm varlığı ile insana inanılmaz bir rahatlık ve huzur veren Felakettin Kakayi başta olmak üzere, kendisiyle görüşmemi sağlayan Sayın Mesut Tek’e, (üstelik sadece bu röportajdan dolayı değil varlından dolayı), O olmasaydı asla bu röportaj’ın çevrilemeyeceğine inandığım güzel oğlum Ömer Faruk Kaya’ya,son kırk dakikasının çevirisinde benden yardımını esirgemeyen güzel delikanlım Serhat Ayebe’ye, teşekkür yetmeyeceği için teşekkür etmekten vazgeçtim. Sevgiyle hepsini kucaklarım. E hadi okuyup siz de bana teşekkür edin, müthiş yorucu bir süreçten geçti bu röportaj haberiniz olsun!Yok teşekkür etmeyin bana vazgeçtim.Bunun yerine birbirinizi anlayıp, dinleyin ve işgalcilerin oyunlarına karşı birbirinizi kollayıp yücelin! Nedir Kakailik? -Kakailiğin çıkışı sırdır. Senkretik yapıda, heterrodoks bir inançtır. Alevilik öğretisine çok yakın, Temizlik, dürüstlük, iyilik ve affedicilik temelleri üzerine şekillenmiş bir öğretidir. Kakailiği tanımlayan üç isim vardır; Irak’taki isimleri ‘’kakai’’dir. İran’da resmi isimleri ‘’Ehl-i Hak’’tır. Ama asıl isimleri ‘’Kakai’’ ya da ‘’Ehl-i Hak’’ değil ‘’Yarsan’’dır. ’’Yar’’ arkadaş yada yoldaş, ’’san’’ toplanma yeri, iskan, halklar topluluğu… Buraya dikkatinizi çekmek isterim çünkü çok önemlidir. Kakailik dini kardeşlik ve yardımlaşma, yarenlik temelleri üzerine yapılandırılmıştır. Toplumun dirlik düzeni için herkes eşit olmalı,zenginfakir ayrımcılığı olmamalı, kuvvetli ve zayıf arasındaki fark ortadan kaldırıl- malıdır. Kakailikte yardımlaşma esastır. Birinin evi, herkesin evi, malı da herkesin malıdır. Bir Kakai diğer bir Kakainin malına göz dikmez,çalmaz. Helal değildir. Sözlü veya fiili olarak korkutmaz. Üzerinde baskı kurmaz. Kakai yani ‘’kardeşlik’’ anlamındadır. Yarsan’da içerik olarak benzer anlamı taşımaktadır. Dolayısıyla kakailer birbirinin kardeşidir ve aralarında kardeşlik hukuku geçerlidir. Orjininiz, nereye dayanıyor? -Geriye dönüp baktığımızda günümüze ulaşan belgeleri baz alırsak, Kakailerin köklerinin Zerdüştlüğün ve Miteraizmin köklerine çok yakın olduğunu görürüz. Bir çok ortak noktaları vardır.Zerdüştlük ve Miteraizim Kürdistan’da İran coğrafyasında ortaya çıkmıştır. Kakailerin diğer bir bölümü de Brahmanizim ya da Hinduizmle alakalandırılıyor. Yani Hinduizm ve Budizme çok yakın.Ama bence bu saydığım inançların tümü Kakailikten kök alıyor. Dininiz nasıl şekillendi? -Hicri 120 senesinde Behlül isimli biri çıkageldi. Behlül-i Dana çok büyük bir veliydi. Dışarıdan divane gibi görünse de çok akıllıydı. Behlül cemaate seslenip, ayinleri modernize eder.İlk metin Kürtçedir (Gorani lehçesi ile) ve şu an var elimizde. Behlül-i Dana’dan sonra Şaxûşin isminde başka biri gelir.Şaxuşin nesep olarak Seyyid Rıza’ya dayanıyor. Ondan sonra yeni bir bölüm daha çıkıyor. Kakailik dönemseldir.Dönem dönemdir yani. Her yeni dönem gelen, kendisi ile beraber yeniliklerle geliyor. Ve nitekim bu süreç böyle devam ederken en son Sultan İshak geliyor.Sultan İshak bu dini büyütüp tazeliyor. Şimdiki sistem Sultan İshak’ın getirdikleri üzerine temellenmiştir. Bize biraz Sultan İshak’tan bahseder misiniz? -Bir kere her şeyden önce adının önündeki sultanlık sıfatı dünyevi sulta anlamında sultanlık değildi.Ruhani büyüklük anlamında ‘’sultan’’dı.Manevi ve ruhani bir sultanlıktı onunki. Sultan kızılbaş - sayfa 11 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 İshak şu andaki sistemi yaklaşık 700 sene önce oluşturdu ve biz onun oluşturduğu son sistem üzerinden hareket ederiz hala. diği apaçıktır. Goraniler kimlerdir? Kakailerdir. Göz gezdirdiğiniz zaman Kakailer epey kalabalıklardır. Bazı yerlerde azınlık, bazı yerlerde çoğunluk olmakla beraber oldukça kalabalık ve dağınık bir nüfusa sahiptirler. Kadim Kitabınız var mı? Bu dağınıklığın altında dini bir baskı ve zulüm mü gizli? Neden bu kadar dağınıksınız? -Evet şüphesiz bir çok kadim kitabımız var lakin Kakailiğin asıl kutsal kitabı ‘’Serencam’’dır. Sultan İshak tarafından yazılmıştır. 200 sayfadır. Tamamı Hawrami lehçesinde şiir ve metinlerden oluşur.Anlamak biraz zordur çünkü Zerdeşt’in ‘’Avesta’’sına yakın bir dil kullanılmıştır.Yani Avesta dili ve Kürd dili arasında bir geçiş formudur. Sır tembihli bir öğretiniz olduğunu bilmekle beraber yine de kendimi tutamayıp sorsam? Serencam şiirler ve metinlerden oluşuyor dediniz. Dininizin kuralları mı yazıyor bu şiir ve metinlerde? -Evet. (‘’Evet’’in tonundan bu konuda daha fazla soru sorma hakkını kendim de bulamadım.) Ezidilik dini ile paralelliğiniz var mı? Bana sanki bir miktar yakın geldi öğretileriniz. - Çok yakın tabii. Aslında Kakailere göre Ezidilik Kakailiğin sonradan kopup ayrı düşen koludur. Ezidiler de sizin için aynı şeyi söyledi. (Gülüşmeler.) - Evet bir kısım Ezdiler Kakailiğin Ezdiliğin bir kolu olduğu inancını taşıyor. Ama tabii olarak bazı ayrışmalar yada farklılaşmalar vardır. Birinci farklılık dildir. Ezidi’ler Kurmanci, lehçesini kullanırken biz Gorani lehçesini kullanırız.Bir diğeri Kakailiğin 14 kitabı var.En büyükleri Serencam ama başka kitapları da var. Yine çok büyük farklardan biri Ezdilik inancına göre Ezidi doğulur, sonradan sen istesen bile Ezidi olmazsın,yani Ezdiliğin yolu Ezidi doğmayanlara kapalıdır. Ama Kakailikte böyle bir inanç yok.Yolu açıktır. Dileyen Kakai olabilir. Evlilik açısından durum nasıl? Örneğin Ezdilerde farklı dinlerle evlilik yasak. -Aslında başlangıçta böyle bir durum yoktu. Ama tabi toplumsal ve cemaatsel olarak var ve gayet de tabii. Müslümanlarla evlenen bir çok Kakai, öte taraftan Kakailelerle evlenen Müslü- manlarda var. Az oluyor ama oluyor. Toplum ilerledikçe, kalabalıklaştıkça bu tür evlilikler görülebiliyor. Tabi bu duruma en büyük etken Kakailiğin bu konudaki esnekliği. Kakailerin nüfus sayıları ve bölgelere göre nüfus dağılımları hakkında bilginiz var mı? -Tahmini olarak sizi bilgilendirebilirim. Irak’ta yaklaşık 200 bin civarında. Kakai nüfusunun en yoğun olduğu yer İran. Sanırım 7 milyon civarında Kakai var İran’da. Yine rakamını bilememekle beraber Suriye, Afganistan, Tacikistan, Pakistan, Türkiye ilk aklıma gelenler. Coğrafik koşullar yüzünden net olarak Kakai nüfusunu belirleyemiyoruz. Yine bazıları Kakailiklerini ifşa etmekten korkuyorlar. Bölgelere göre bazıları da kendilerini başka isimlerle ifade ediyorlar.Bazıları Xaksar, bazıları Sarlo, bazıları Çiltem yada kırklar, kimisi Yarsan, Ehli Hak vs olarak isimlendiriyorlar inançlarını. Toplamda ne kadar çok Kakai nüfusu var lakin kendilerini cesurca tanıtacak özgürlükleri yok. Kimisi söylüyor, kimisi suskun kalıyor. O yüzden net nüfusu kimse bilemez. Türkiye’mi? Orada hiç Kakai görmedim ben. (Gülümseyerek) -Doğal. Mesela Alevilerin yaşadığı bazı yerler var. Orada onlara Kakai değil ‘’Kırklar’’ diyorlar. Asılları Kakai ama.Mesela Azerbeycan’da varlar. orada da onlara ‘’görenler’’diyorlar. Buradaki ‘’gören’’in ‘’Goran’’dan gel- -Aslında Kakailer masum ve barış severdirler. Aynı Aleviler gibi. Hiç kimseyle sorunları olmaz. Kendi hallerinde ibadetlerini yapıp, yaşamlarını idame ettirirler lakin buna rağmen olmadık zulüm ve baskı üzerlerinde denenmiştir.Yıllar süren Irak ve İran’daki geçmiş rejimin yanlış politikaları ve hakim olan dini inancın baskı ve etkinliği yüzünden Kakailik tüm azınlık dinleri gibi çok zor zamanlar geçirdi. Çoğu zaman gizli kapılar ardında ibadetlerimizi ve dini inancımızı yaşamak zorunda kaldık. 2003 yılına kadar görmediğimiz baskı ve zulüm kalmadı. Köylerimiz boşaltıldı. Can güvenliği miz tehlikeye girdi. Tutuklamalar yaşadık.Yani çok tatsız olaylar yaşandı. Mesela Kakilerde tıpkı Dersim’dekiler gibi jenoside uğradı. Nasıl bu güne gelindi? Kadının koruyuculuğunda. Erkekler düştüğünde kadınlar korudu. Yani Kejê Xan buraya kadar geldiğine göre ortalama yaşanan baskı ve zulümlerden haberin vardır. Maalesef var. Okuyucularda haberdar olsun istedim. Yoksa geçmişteki acıları sizlere yeniden hatırlatmak değil niyetim. Bu gün durumunuz nedir? Nispeten daha mı rahatsınız yoksa? -Şimdi çok çok rahatız. Saddam sonrası kurulan dengelerden sonra rahatladık. Üzerimizdeki kimlik baskısı oldukça azaldı.Kurdistan bizim evimiz. Dolaysıyla Saddam döneminde O’nun zulmünden nasibini alıp köyleri boşaltılan Kakailerin çoğunluğu köylerine geri döndü.Her ne kadar işin zulüm boyutu bitse de, azınlıklar açısından işin birde sosyolojik yanı var bilirsin. Türkiye’deki gibi örneğin. Mesela Türk toplumunun gelenekleri oradaki Alevileri de etkilemiş. Burada da öyle. Irak toplumu,İran toplumu,Kurdistan toplumu geleneksel açıdan Kakailere etki etmişler. Normalde jenoside uğrayan tüm azınlıklar ulaşılması zor ve izole coğrafyaları seçmelerine rağmen, Kakiler toplum içinde yaşarlar. Dikkat edin Kurdistan’da yaşadıkları köylerde kızılbaş - sayfa 12 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 yol kenarlarında ve orta yerdedir. Çünkü Kakailer halkın içinde yaşıyorlar, onlardan ayrı değil.Halkın içinde yaşayan bir aile, o halkın içtimai adetlerinden doğrudan etkileniyor. Her yönden. Dolayısıyla bu zaman içinde kaçınılmaz asimilasyonu da beraberinde getiriyor. Bu işin sosyolojik boyutu. Bir de işin duygusal boyutu var. Kakai öğretisine göre biz tüm dinlere, ırklara, insanlara saygılıyız. Biz de İnsana sevgi ve değer mutlak olmazsa olmaz koşuldur. Dolayısıyla hiç kimseyi ait olduğu dinden dolayı aşağılamayı, incitmeyi yada yok etmeyi aklımızdan bile geçirmeyiz.Çünkü bizde aslolan İnsandır,dinler yada Irklar değil. Ama bizim birlikte yaşadığımız topluluklarda bu maalesef böyle değil. Örneğin Müslümanlar bizi sevmez. Bu sevmeme sadece sevmeme olarak kalmaz tabii ki. Bunun sosyo-ekonomik boyutları var. Sen Kakai isen örneğin sattığın suyu bile almazlar. Farklılaşmalar, bölünmeler, ötekileştirmeler var tabii ki. Bunun sonucu olarak da ortaya Kakailerin dağınık yaşaması durumu çıkıyor. Bunun iki temel nedeni var. birincisi baskı ve zulüm, diğeri ekonomik. Bahsettiğiniz bire bir aynı nedenlerden ötürü Ezdiler’in ekonomik durumu oldukça kötüydü. Bir çoğunun düzenli çalıştıkları bir işleri yoktu örneğin. Kakilerin ekonomik durumu nedir? -Kakailer genel itibarı ile saydığım sosyo-ekonomik nedenlerden ötürü ,sosyal açıdan, ekonomik açıdan, maişet açısından fakir bir topluluk. Örneğin sen işe müracaat ediyorsun başka biri ile, sadece Alevi yada Kakai olduğun için sana iş vermezler. Ezidi’lerden bazı Müslümanların haram olduğu gerekçesi ile yemeklerini yemediklerini duymuştum. Kakailerde de böyle bir durum var mı? -Maalesef evet.Bir sürü coğrafyada azınlığa karşı maalesef bu zulüm-ler uygulanıyor. Örneğin Suudi Arabistan’da suni mezhebine tabi olanlar Şiileri parçalara bölüp, zulüm uyguluyorlar. İran’da bu tablo ise tam tersi işliyor. Çoğunluk Şii Sunnilere karşı taraf tutuyor. Mesela Kürdler İran’da iki defa eziliyor. Biri dilleri ve ait oldukları kavmiyetleri yüzünden. Diğeri de suni oldukları için. Mesela Aleviler hem Alevi hem de Kürd oldukları çifte sorunla uğraşmak zorunda kalıyorlar. Hem Alevi, Hem Kürd, üstüne bir de sosyalist. İşgal edilmiş bir coğrafyada, işgalci bir ulusun üzerimizde uyguladığı her türlü zulüm taktiği yüzünden anlattıklarınız bir Kürd çocuğu olarak hiç de yabancı olmadığım şeyler maalesef. ben bu tanımladığınız üç özelliğin üzerinde biraz fazla durmak isterim. Hem Kürd, hem Alevi hem de sosyalist? Çok sevdim bu tanımlamayı. Buradan her Alevi’nin sosyalist olduğunu mu çıkaralım? (Gülüşmeler) - Evet öyle. Ben Türkiye’deki Alevilerin büyük çoğunluğunun sol ve sosyalist kökenli olduğunu biliyorum. Evet düşünsel olarak öyleler. İran’da da öyleler. Olmayanlar bile solcular ama sadece solun ne olduğunu bilmiyorlar. (Gülüşmeler) Yaşadıkları ötekileştirmelerden ve zulümden dolayı kendilerini ifade edebilecekleri en doğru felsefe bu diyorsunuz yani? Adını koyamasalar bile… - Evet evet tam olarak öyle. Aslında soldan falan haberleri yok ama zulme maruz kaldıklarında pozisyon almak için nerde duracaklar? Örnek olsun diye söylüyorum. Türkiye’de CHP’nin başkanı Kürd ve Alevi ama CHP’nin kendisi Kürdlere muhalif bir parti. Yani neden? Çünkü partinin algıdaki karşılığı solda duruyor. Gözlemlediğim kadar ile bir çok Kürd ve Alevi var ki seçimlerde CHP’yi tercih ediyorlar doğru mu? Değil demek için her şeyimi verirdim lakin maalesef doğru. - Bazen diyoruz mesela, eğer aleviler olmasaydı CHP bu denli oy alamazdı. Madem sen Kürdsün Kürdlükten kaynaklı ulusal hakların var. Orada bir çok Kürd hareketi ve partisi var neden onlara destek vermiyorsun? Burada başka bir mesele açılıyor önümüze işte. Buna ‘’sınıfsallık’’ diyorlar. Sağ ve sol diyorlar. İnsanın üç aidiyeti vardır; Sınıfsal, ulusal ve inançsal.Ve birini öncelikli olarak seçeceksin.İran’da da durum aynı. İran’da çoğu sol partilerin başkanları Kakailerden oluşuyor. Ve Kakailerin ezici çoğunluğu sol partiler içinde yer alıyor. Türkiye’deki durumu da biliyorum.Bir çok tanınmış sosyalist parti yöneticisi Alevi. Burada esas olan soru şu; Neden sol düşünce? Burada kökeni tarihe dayanan bir mesele var. Kakailer yaklaşık bin senedir daima Bağdat’taki Abbasi halifesinin karşı pozisyonu içerisindeydiler. Bağdat’ta İslami ve Arabi bir hilafet vardı o zamanlar. Çifte yönden baskı uyguladılar Kakailere hem dinsel hem mezhepsel nedenlerden ötürü.Çünkü Kakailer hem Kürddü hem farklı bir mezhebe tabidiler. Yaklaşık bin sene evvelde Abbasi Halifesi Kakailere karşıydı. Çoğunluğu İran-Irak’ta yaşayan Kakailer (Yarsan-Kakai-Ehl-i Hak tanımlama fark etmiyor. Üç isimde aynı duruma tekabül ediyor) Daima o pozisyon içinde, hep Devrim ve İsyan eğilimindeydiler. Ve her zaman başkaldırı halinde olmuşlardır Bağdat hükümet ve devletine karşı. Ama zulüm başlarından eksik olmuyordu. Hatta İran’da büyük bir Marksist-yazar olan Hesan Tebbari Kakailer için ‘’Kakailik isyana dayalı bir dindir. Düşünsel bir başkaldırıdır’’ demiştir. Velhasıl Dağlarda hilafete karşı savaşlar verildi. Başkaldırı oldu. Proleterlerin yaptığı bir başkaldırı. Dağlarda savaşanlar rençberlerdi. Tıpkı Dersim ve çevresinde Seyid Rıza’nın askerleri gibi. Rençber ve fakirlerden oluşuyordu. Ve yaptıkları aslında büyük bir devrimdi. Biz buna ‘’Zagros Alevileri’nin devrimi’’diyoruz. Zagros nedir? Neresidir? Loristanın güneyinden taaaa Dersime kadar uzanan bir dağ silsilesi. O dağ bir çoğumuza mesken olmuş. Alevilere, Bektaşilere ve biz Kakailere. Sonuç itibari ile her Kakai kendini mutlak bir sol görüş içinde ifade etmek durumundadır. İşte Türkiye’deki Alevilerin CHP yanılgısının kaynağını bu durumun oluşturduğunu düşünüyorum. Kaldı ki bence en üzücü ve hazin olan CHP ‘nin içerik olarak sol parti olmaması. Hatta benim baktığım yerden merkezin çok çok sağında! Neyse… Şu andaki Kürdistan Hükümetiyle Kakailerin ilişkileri nasıl? - Kej Xan, sonuçta bizim Ulusal kimliğimiz var. Biz Kürdüz. Ve özgür Kürdistan tüm Kürdler gibi hepimizin ortak düşüydü. Bu günkü şartlar kolay hazırlanmadı. kızılbaş - sayfa 13 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Biz bugünlere çok büyük mücadelelerle geldik. Sanırım benim eski peşmerge olduğumu biliyorsun. Aynı zamanda KDP’nin basın sözcüsüydüm. Üstelik eski Kültür bakanıyım. (Gülüşmeler). Şu an Kürdistan Federe Hükümetinde tüm Kürdlerin durumu bundan önceki dönemlere göre çok çok iyi. Bizim için öncelikli olan Ulusal Kimliğimizdir. Sonrasına gelince yavaş yavaş yapılanıyoruz. Kürdistan’daki tüm dinler bizim için önemlidir. Mesihilerin vakfı var, Şiaların, Sunnilerin ve Ezidi’lerin vakfı var. Azınlıkların ve Kürdistan’daki tüm dinlerin hakkını korumak için elimizden geleni yapıyoruz. Ha eksiklerimiz yok mu? Mutlaka var? Örneğin Ben Kültür Bakanıyken, Eğitim Bakanlığından kitaplarda azınlıkların dinlerinin de öğretilmesi gerektiğini ve müfredata bunların alınmasını talep ettim. Kürdistan’daki tüm inançları anlatan bir kitaba ve öğretiye ihtiyaç var.İbadet bilimi gibi. İslamın her mezhebinden, şia, sunni, hırıstiyanlardan yine Ezidi’likten bahseden yani ne kadar inanç varsa hepsini inceleyen ve içeren bir ders olmalı. Yani demem o ki tabi ki dinlerimiz konusunda eksiklerimiz vardır ama bunlar hızla giderilecektir. Hiç bir din ve azınlık topluluğu Saddam döneminde yaşadığı acıları bir daha yaşamayacaktır. Ve yaraları hızla sarılmaya başlandı. -Anlaşıldı soruyu yanlış sordum. Peki Kurdistan’da Kakai’ler ibadetlerini rahatlıkla yapabiliyorlar mı? Bu yönde herhangi bir sıkıntı yada baskı yaşıyorlar mı? Sahi bir de ibadethaneleriniz adı ne ve ibadet biçimiz nasıl? İbadethanelerimizin adı ‘’Cemxane’’. Cem zaten Cem. Xane de biliyorsu-nuz ev demek. Dolayısıyla Türkiye’deki ve Kuzey Kurdistan’daki Alevilerin ’’Cemevi’’ ile aynı adı taşıyor. -Sabahtan beri dinlediklerimden sonra hiç şaşırmadım. Peki var mı Kürdistan’da Cemxaneleriniz? -Evet. - İbadetlerinizi serbestçe yapabiliyor musunuz? - Tabi.. Tabi hiçbir sorun yok.Yani hükümet anlamında sorun yok. Yalnız geçmişten gelen travmalardan dolayı hala korkuyorlar o yüzden ibadetlerini gizli yapma taraftarılar. İran’dakiler öyle değil mesela, çünkü orada çoğun- bize bir mendil veriyor. Ve bize iki tas su getiriliyor. Sularımız tek bir tasa konularak bize içiriliyor. Böylece seninle kardeş oluyoruz. Oooo oldukça güzel bir ritüelmiş. Ben çok sevdim. Ya sonrası? luklar. Örneğin İran’da iki bin metrekare üzeri bir Cemxanemiz var. Aşağısı kurban için ayrılmış mesela. Buradan anlıyoruz ki sizin dininizde de Kurban kesme ritüeli var. - Evet. Zorunlu bir uygulama değil ama dileyen kesiyor. Kakai kelimesinin kökeni nereden geliyor? -Kardeş- ağabey anlamındaki ‘’kak’’ tan geliyor. Yarsan’da yardımlaşmadan geliyor. Yani kardeşlik ve yardımlaşma dini. İki bin sene öncede bu cemaatin sistematiği mevcuttu.İnsan kime yardım eder? Kardeşine mesela…Benle sen Kakai isek sana yardım etmem gerekiyor.Çok eski bir birliktelik bu.Cemaat her dağıldığında yardımlaşmalarla derlenip toparlanmış. Mesela bir kadın vardır dul kalmıştır, çocukları yetim, hastalık yoksulluk ve benzeri arızi durumları bertaraf etmek için yardımlaşılır.Yine başkasının sana haksızlık ve zulüm etmesine karşısına geçilmesi için Kakailik kardeşlik esasına dayandırılmıştır.Mesela bu şehri polislik kurumunun olmadığı eski zamanlarda delikanlılar muhafaza ediyorlarmış.Kısacası kökenini kardeşlikten almıştır, tıpkı Alevilikteki gibi şiddetle alakaları yoktur ve herkes birbiriyle kardeş sayılır. Ezidi’likte ahret kardeşliği vardı.Sizde de benzer bir durum var mı? Hoş siz zaten dünyada kardeş olmuşsunuz.(Gülüşmeler) -Benzer bir tören var ama ahretten çok dünya kardeşliği için. Cemevinde Cem adını verdiğimiz bir törende töreni yöneten kişi olan ‘’Pir’’in karşısına oturup duasına mazhar olmak sureti ile kardeş oluruz.Bunun adı ‘’Birayi Yari’’yani tam karşılığı yardımlaşma kardeşliği. Belli merasim ve çeşitli dualardan sonra sen benim yardımlaşma kız kardeşim oluyorsun,ben de senin yardımlaşma erkek kardeşin. Pirimiz -Sen benim kardeşim olduktan sonra sürekli seni görüp gözetmem gerekiyor. Sen de aynen öyle. Yine por var. Porun ne olduğunu biliyor musun? Hayır. -Mesela sen benim porum oluyorsun. Çocuğum gibi. Özellikle küçük yaştaki çocuklarla Por olunuyor. O çocuk hasta düştüğünde, yada başka bir sorun yaşadığında, yada eğitimiyle ilgili her şeyinden mesul oluyorsun ve yardımına koşuyorsun. Durum bundan ibaret. Kakailiğin temeli bu, yardımlaşma ve dayanışma dini. Bayıldım! Mahsuru yoksa size inanç sisteminizle ilgili birkaç soru sormak istiyorum. - Tabi. Tabi Buyurun. Tüm dinlerde bir yaradan ve buna karşılık gelen bir peygamber var. Örneğin Müslümanlıta Allah ve Hz. Muhammet, Hıristiyanlıkta Allah ve Hz. İsa .Ezdilikte Allah, Melekê Tavus ve Şex Adi…Sizde bu tablo nasıl? -Xwe ismini verdiğimiz Xwewendkar yada başka ismi ile Yezdan var bizde. Ama en büyük temsilcimiz Sultan İshak’tır.Ve bundan 700 yıl önce yaşamıştır.Melekê Tavus’a karşılık Pir Bünyamin var bizde. Bizim inancımızda çok Pir var.Bünyamin var, Davud var, Musa Var. Bir defasında Yahudi bir arkadaş konuşurken David’den bahsetti. David,Davud’un İngilizcedeki telaffuzu. Ezidilikteki Melekê Tavus, Hırıstiyanlardaki İsa Mesih, Zerdüştlükteki Zerdeşt konumuna karşılık Kakailikte Pir Bünyamin gelir. Mesela Alevilikte Pir Bünyamin’in karşılığı Hıdır’dır. Dara Düştüklerinde ‘’Ya Hıdır’’diye çağırırlar. Hıdır müşterek bir isim herkes kullanıyor. Bizim bu tarafta da var ‘’Ya Hıdır Zinduwa’’yani ‘’Ey canlı olan Hıdır!’’ Bizim inancımızdaki karşılığı Davuttur.Mesela Dersim’li bir yazar olan arkadaşım Munzur Çem’le bir gün arabaya binerken ‘’Ya Hıdır!’’ dediğini işittim. O’nunla sıkı bir kardeşliğimiz var. İşte o sırada ona sordum ‘’bu çağırdığın Hıdır’da kim?’’Bana anlattı.Ben de O’na dedim ki aynı du- kızılbaş - sayfa 14 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 rumda ben Ya Davud! Derdim. Kur’an’ da adı geçen kaç melek var? -Dört. -Mikail, Azrail, İsrafil, Cebrail değil mi? -Evet. -Bizde de yedi melek var.. Pir Bünyamin, Cebraile karşılık gelendir. Pir Musa İsrafile, Pir Davud’’Mikail’e. Pir Mustafa’’Azrail’e. Birde Razbar var ki Razbar kadındır.. Şah İbrahim, Babayadigar. Bak sen! Kadın Melek ben bunu sevdim! -Kadın tabii. Ve daima kadın olarak kalacak.Çok büyük bir melek.Dünya var oldukça bu yedi melek var olacaktır.Mesela Alevilikte Abdal var? Abdalın ne olduğunu biliyorsun sanırım. -Evet. -Onlarda dünyada daima yedi Abdal olacağına inanıyorlar yine o yedi Abdal olmadan dünyanın var olamayacağına inanıyorlar. -Sahi bu yedi rakamının sırrı nedir? Nerdeyse tüm dinlerde bir şekilde var. -Yedi rakamının sırrı… Kej Xan bak şimdi.Ben Arapça, Farsça, Kürdçe okuyorum.Biraz İngilizce az da Türkçe okuyabiliyorum. Arapça’da büyük bir Derweş, Arif ve mutasavvuf var adı; Muhyeddin İbni Arabi. Bizim inancımıza tabii olan Ezidlerde, Aleviler de kendi hesaplarına kabul ediyor. Çok büyük bir Arif idi. Arif kendini bilen insan demek. Bundan yaklaşık 700 sene önce yaşamış. Şu an Şam’da meftun. bu üçüncü gözden bahsediyor. Hiç duydun mu üçüncü gözü? yani enerjisinin tecellilerini yeryüzünde görmek mümkündür. Tanrıyı kimse göremez ve O her şeyden büyüktür. Tanrı arzının üzerindedir Serencam isimli kadim kitabımızda O’nun zatından tecelli olan dört melek, yedi Abdal, Kırklar ve yetmiş iki var. -Yetmiş iki? -Evet yetmiş iki de kutsal bir rakamdır.Mesela rivayete göre yetmiş iki Pir Hewreman’da iskan etmişlerdir. Hepsinin ismi var. Bunların hepsinin dünyanın farklı bölgelerinden geldiği rivayet olunur. Ruhsal anlamda tabi. Mesela Çin’den gelen var. Yine Anadolu’dan,Zazaların arasından gelenler olmuş. Mesela ben Zazaların Şehrinden gelmişim. -Zazaların Şehri? -Duymadın mı Zazaların Şehrini? Dersim… -Tabi ki… -Dersim mi? -Alevilikte bu Batini göz diye adlandırılmış mesela. Budizmde üçüncü göz. İnsanın görünen iki gözü vardır. Oysa görünmeyen bir göz daha vardır.Tabi açmasını bilene. Alevilik, Ezidilik, Kakailik bunların hepsi tasavvufi ve irfani inançlardır. Başa alacak olursak Tanrı vardır ondan sonra dört melek ve yedi abdal vardır. O yedi Abdal inancımızın esasıdır.Bir evi ayakta tutan sütunlar gibidir. Ve bir de Kırklar var. Yani ‘’Çiltan’’. Kırklarda esastır. Kırklar Tanrının zatının tecellisi olarak var olmuşlardır. Tanrı insan olmaz! İnsan da tanrı olmaz! Ama zatının gücünü -Evet. Dersim’den bahsediyorum işte o Zaza şehrinden yaklaşık 700 sene evvel gelinmiş. Neyse yetmiş ikilerden bahsediyorduk.Bunlar dünyanın dört bir yanından Hewreman’a gelip toplanmışlar. Tabii gelmişler derken ruhsal anlamda. Sonrada fikir birliği yapıp dini kaidelerimizi belirlemişler. İşte dünyanın dört bir köşesindeki dini benzerlikler bu yüzden. Örneğin aynı devirde görev yapan Dersim’deki Hızır, Hewreman’da Davud olmuş. İşte dini ritüel benzerlikleri sırf bu yüzden. Mesela bizim Pirimiz Araplarda Seyide karşılık geliyor.Bazı babalara Seyid denir mesela. Seyid Arapça bir kelimedir ve mana olarak Büyük İnsan anlamına gelir. E Pir de büyüktür. Bütün dinlerde ve tarikatlarda Pirler vardır. Ve herkesin istisnasız bir piri olmalı. Kakailikte herkes bir Pire tabi olmalı. -Alevilerde olduğu gibi. Onlarında tabi oldukları Pir’leri var. -Evet. Pir aslında köken olarak Zerdüştlükten gelmedir. Zerdüştlükle ilgili çok şey okudum. Soranice hatta Latin harfleri ile basılmış çokça kaynak var bu konuda. Zerdeşti bir tanımlamadır. Ve Mürşid insan büyük insan anlamına gelir. Yani hastalara ve dara düşenlere yol gösteren kimse. Pir de öyle yol gösterici. Manevi anlamda yaşamının gelişmesi için. Kakailik ve diğer bütün dinler bu felsefeden türemiştir. -Yoruldun mu Kejê Xan? Kahve molası verelim mi? -Kahveye evet ama molaya hayır. Çok uzun zamandır bu anı beklediğim için eğer sizi yormadıysam enine boyuna konuşmayı istiyorum. Benim için Kürdistan’daki tüm dinler çok önemli ve ulusal birlik temelinde bu dinler hepimizin kırmızı çizgisi olmalı. O açıdan sizi yakalamışken Kuzeydeki Kürd çocuklarına sizi ne kadar tanıtırsam o kadar kar.Eminim bu röportajda Kakailikle tanışan arkadaşlar kısa sürede bu konuda daha derin araştırmalar yapacaktır. Ve Kürdistan bir gün benim düşlediğim gibi bağımsız ve birleşik olduğunda eminim öncelikli olarak azınlıkların haklarını koruyacaklardır. -Okullarda Kakilikle ilgili eğitim veriliyor mu? kızılbaş - sayfa 15 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 -Henüz değil. Ama yakında okutulacak. -Peki Kakai çocuklar için özel okullar yok mu? -Yok ama zamanla o da olacak. Önce ilkokulu bitirecekler sonra kendi okullarında okuyacaklar. Hıristiyanların, Müslümanların ve Ezidilerin var. Kakilerin yok. Aslında bu Hükümetin değil Kakailerin kendi gayretsizliği. Gelin diye davet ettiler, gitmediler korkudan. Nerdeyse bütün dünya dillerinde Kakailik üzerine kitaplar yazılmış. Ama Kakailik daha yeni yeni kendisinden söz ediyor. İran’daki Kakailer çoğunluk oldukları için bu konuda çok cesur ve konuşkanlar. 6-7 milyona yakın cemaatleri var.Orada çok büyük kocaman Cemxaneleri var. Onlara iyi rehberlik edecek iyi Pirlere sahipler. Pirleri çok bilgin bir o kadar da olgundurlar. -Bişey sormak istiyorum. Ezdilere orjinleri sorulduğuna hilafsız kendilerini Kurmanc diye tanıtıyorlar. Yine Zerdüştlüğü de bizler Kürdlerin kadim inancı olarak kabul ediyoruz. Kkailikta bu konuda biraz karışıklık var gibi? Örneğin Türkmen olduklarını idda edenler var. Ne dersiniz? Orjini net ve kesin olarak nedir sizce? -Kakailer köken olarak Kürdtürler. Misolojimiz eski Kürdçeye dayanıyor. Burada eskiden bu kabul edilmiyordu. Ama şimdi Selehaddin ve Süleymaniye enstitüsünde master ve doktora tezi konusu olarak işleniyor. Bu Kürdçe için büyük bir kazançtır esasen. Çünkü şimdiye kadar kabul edilen en eski yazılı Kürdçe eserler Ehmede Xani ve Meleye Cizire’ye dayandırılıyordu. Oysa 1200 sene öncesinde Bab Tahire Hamedani var.. Kendisi Kakai idi örneğin… -Ah bilmezmiyim?’’Delal, her du çavên min qesra te ne./Nav her du çaven min cihên piyên te ne/Ditirsim tu xafil gav bavejî û bı mijangê min biêşin piyên te… Ah bilmez miyim? Ben bölmeyeyim buyurun.. -Kakailikte var olan eski Kürdçe metinler başka hiçbir yerde yok. Akid olarak Alevilikte, Bektaşilikte var elbet ama Kürdçe metin olarak Kakailiğin dışında hiçbir yerde yok. Bu metinler Hewrami ve Gorani lehçesinde yazılmıştır. Kakailik coğrafi olarak da Kürddür. -Kesin? Yani bu gün bu tartışmayı burada bitiriyoruz. -Evet tamamına yakını Kürddür .Kürd olmayanlarda evlilik yoluyla yada kendi isteği ile Kakailiği kabul edenlerdir.Loristan, Şarezor, Kermanşah… En önemlisi bu akidin metinlerinin dili Kürdçedir. Kendisi de diyor kitapta ‘’ben Kürdlerin ibadetlerini modernize ettim’’diye.Bunun bir anlamı da şu. Bu inanç zaten baştan beri vardı ben yeniliyorum. Kakailik 1200 sene önce Loristan’da başlamış. Ordan Kermenşah’a, Hewreman’a, Hamedan’a azerbeycana derken taaa Kerkük, Bağdat, Musul ve telafera kadar yayılmış. Ordan da doğuya doğru Afganistan, Pakistan Ve Hindistan’a doğru yayıldı. Hindistan da çok fazla Kakai var. Afganistan’da Kakailere Zikri deniliyor. Mesela orda Mezarı Şerif diye bir şehir var orada çoklar zikri olarak biliniyorlar ama tabi köken olarak Kakailer. Daha öncede dedik ya siyasal, sosyal, ekonomik sebeplerden ötürü dünyanın her yanına farklı isimlerde dağılmışlar. Kim bilir daha nerelerde hangi isimlerle varlar.Gelenek görenek ve dini ritüelleri incelendiğinde benzerliklerden dolayı kökenlerinin Kakai olduğu apaçık görülebilir… -Anladım. Teşekkür ederim. Peki Hac anlamında ziyaret edip Hacı olduğunuz bir yer var mı? -Hac yerimiz Pîrdiwar’da. Pirdiwar köprü anlamına gelen ‘’Pîr’’. Oradan bir nehir geçer. Adı Sirwan.Sultan İshak Sirwan nehrinin üzerindeki köprünün yakınlarında yaşamış. Orada manevi bir payitahtı karargahı varmış. Orada vefat etmiş. Kimi diyor öldü, kimi diyor öldürüldü bu konuda kesin bilgi yok. Yaklaşık 300 sene yaşadığı rivayet edilir. Pirdiwar Hewreman’da Şêxan ismi verilen bir köye çok yakın. Irak ve İran sınırının üzerinde.Bu sınır Hewreman’ı ikiye ayırmış durumda.İki tarafta da Kakailer var. Newroz günü Pirdiwar’a ziyeret için gidiliyor. -Evet Biz Sultan İshak’ın 21 martta doğduğuna inanırız. Zerdüşt’ün de aynı tarihte doğduğuna inanılıyor. Bu tarihte dünyanın her yerinden bazen on binlerce bazen yüz binlerce Kakai buraya ziyarete gelir. Dersim’de nasıl Munzur Baba için ziyarete gidiliyorsa öyle. Bir vadi var Hawar ismi verilen. Halepçe’den başlayıp İran-Irak sınırına Pirdiwar yakınlarına kadar uzanıyor. Munzur Çem ziyarete geldiğinde gözlerine inanamamış,Dersim’le olan müthiş coğrafik benzerliğini ‘’bir an kendimi Dersim’de sandım’’diyerek açıklamıştı. Yolu çok bozuk.Ben bakanlık dönemimde yaptırdım ama kış mevsiminde nasıl olduğunu bilmiyorum. Hewreman dağları sarp dağlardır.Yolu zorludur tıpkı Dersim gibi. Kar yağışı çoktur. Çok güzel bir yerdir ama…Her insanın yaşamayı hayal edebileceği çok güzel bir yer. -Anlaşıldı Newroz’da bize Hewreman yolu göründü. Sahi Dersim’den her bahsettiğinizde gözleriniz ışıldıyor. Dersim’i gördünüz mü? -Ah sormayın. Hiç görme fırsatım olmadı.Resimlerden ve anlatılanlardan tanıyorum. Festivale davet ettiler gitmeyi çok istedim ama o günkü şartlar çok uygun olmadı. Başka bir tarihte mutlaka ama mutlaka gitmek isterim. Dersimden Zaza arkadaşlar geldi .Dilleri bizimkine çok benziyor.Her konuda müthiş benzerliklerimiz var.Görmeyi çok istiyorum. -Duydunuz Dersimliler. Bundan sonrası size ait.Benim memleketimi bu kadar öven ve özlemle kucaklamak isteyen birini tanısam sırtımda götürürdüm.Sizden ses çıkmazsa ben alıp götürmenin bir yolunu bulacağım haberiniz olsun! -Tarihi ilginçmiş. Yani sizde de Newroz kutsal. -Son olarak sizi eğer çok yormadıysam birkaç Dininizle ilgili birkaç konu üzerine daha konuşmak isterim.Örneğin bildiğim kadarı ile sizi Alevilik, Bektaşilik ve benzer inanç guruplarından ayıran temel iki öğretiniz var. Bunları sizden dinleyebilir miyiz? -Ne demek rica ederim. Tabi ki birini zaten yedi melek hususunda anlatmıştım ki adı Hulul dur.Tanrının zatından tecelli olduğuna inandığımız şahsiyetler vardır. Örneğin Hacı Bektaş bunlardan biridir. Ve size anlattığım diğer melekler, Abdallar, kırklar ve yetmişikiler.. İkincisi ‘’Tenasüh’’tür. O da ruhun bir kızılbaş - sayfa 16 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 bedenden başka bir bedene intikalidir. -Duymuştum.Sanırım reenkarnasyona inanıyorsunuz. -Dediğim gibi bizdeki adı Tenasühtür. Bu olay ölümden yedi gün sonra gerçekleşir. Kakailik akidesine göre bu ruh sadece insana değil üstelik doğadaki her şeye intikal edebilir. Ruhani devri binbirkere de tamamlanır.Tenasüh devresi biten bir kimsenin ilahlık mertebesine yükseldiğinden Allah’ın ruhunun içine dolduğuna inanırız. -Bu durumda siz ölüm diye bileye inanmıyorsunuz anladığım kadarıyla. -Doğrudur Kej Xan. Bizim inancımızda ölüm diye bir şey yoktur. İnsan ölmez. Beden gider ama ruh kalır. Ve her zaman dönüşüm içerisindedir. Bir çok insan ölünce geri dönüşümün olmadığını sanır oysa bu büyük bir yanılgıdır. -Peki bu durumda siz ölüm merasimlerinizi nasıl yapıyorsunuz? -Ha bak bu size ilginç gelebilir. Bize göre esas yaşam ölümden sonra başlar. Örneğin çok genç birisi öldüğünde daha doğrusu örneği şöyle vereyim kim ölürse ölsün biz onu arkasından tambur çalıp uğurlarız. Asla ağlamayız. göre değerlendirilip mutlu yada mutsuz bir bedene göçer. İnsan mutlaka toplam 1001 defa tecessüd aşamalarından geçer. Yaptıklarının cezai muhasebesini de bulur. Eğer iyiysen ruhun iyi bir insana, yada iyi bir mekana yada mutlu bir yaşama geçer. Kötüysen tam tersi. Kısacası ölüm yoktur yaşam değişim döngüsündedir dolayısıyla cennetini de cehennemini de insan bu dünyada kendisi yaratır. -İyiymiş. Böylelikle bu felsefe insanı yaşarken maksimum dikkate yönlendirir değil mi? -İnsanın fikirlerini şekillendiren hafızasıdır.Bu hafıza bilgisayar hafızasına benzer.Kaydettiğiniz bilgileri geri çağırdığınızda bu bilgiler yaşamınızı kolaylaştırır. Hafızanızı kapattığınızda yaşama dair anlam sorunu yaşarsınız. Nerde doğarsanız doğun, herhangi bir ülkede yada ailede, o kültürü öğrenir ve o yaşamdan besleniriz. Örneğin benim Avusturya ve Almanya’da Budizm’i seçmiş dostlarım var. Ben bunların bir önceki yaşamlarından gelen hafızayla Budizmi seçtiklerine inanıyorum.Bazen hiç görmediğiniz bir kente gittiğinizde daha önce gitmiş gibi olursunuz. Rüyalar ve Deja vu örneğin bunun en güzel tanımıdır. Bazı insanları ilk görüşte sever ve benimseriz. Bazılarında ise tam tersi etki vardır. Bunların hepsi geçmiş hafızamızla ilgilidir. mayı ve İnsan’ı temel alır. Ta oralardan çıkıp bizi tanımaya gelmişsin.Evimizde misafirimizsin. Dilediğin kadar kalabilir ve istediğin her şeyi sorabilirsin… -Teşekkür ederim ya.Harikasınız.Yalnız baştan söyleyeyim bu kadar yüz vermeye gelmem ben gitmem kalırım buralarda o olur. (Gülüşmeler) Şimdi toparlayacağım ve bitireceğim.Alevilikte Kadın çok önemli ve değerli. Bir o kadarda özgür. Siz de kadının durumu nedir? -En büyük meleklerimizden biri kadın olduğuna göre sence nedir? -Sormam hataydı tabii. Bu kadar insan değer veren bir toplumda kadın hakları tabiî ki gelişkindir. Buyurun.. -Bizde kadının öncelikle üç temel hakkı vardır. Birincisi ve en öncelikli olanı:Her insan gibi Yaşam Hakkıdır. İkincisi; tamamen eşittirler. Çünkü bizde kadın ve erkek ayrımı olmaksızın ‘’İnsan‘’ hakkı vardır. Üçüncüsü; Eğitim hakkıdır. -E siz bu paralelde düşünürseniz tabi ki kimseye kötülük yapamazsınız? Bu felsefeye göre kötülük yapacağınız kişinin geçmiş yaşamda yakınınız olma olasılığı yüksek? Örneğin Türkiye’de Aleviler sanat ve kültür alanlarında toplumun diğer katmanlarından daha ileridedirler.Bunun temel sebeplerinden birinin kadın-erkek eşitliği ve kadının bu toplumda diğer toplumlara göre daha özgür ve hak sahibi olmasının getirdiği kültür ve sanata sunduğu katkıdır diye düşünüyorum. Kadınlar bizim toplumumuzda tüm karalara ortak katılacak kadar değerli ve özgürdürler. -Ölü olan evde cem düzenlenir. Kabristandan eve kadar tambur çalarız. Bazen elli kişilik gruplar halinde tambur çalıp stran söyleriz. Biz zaten dünyaya türlü acılar çekmeye geldiği için doğarken ağlamak zorunda kalan insana,onu bu eziyetlerden kurtulup hafiflediği bir günde uğurlarken böyle davranmamız gerektiğini düşünürüz. Annesinden bu zorluklarla dolu dünyaya gelene ağlamalı!Ölüm Özgürlüktür!Böyle algıladığımız için bizde ölüme ağlamak yoktur! -Ve gelecekte aynı zamanda! -Evlilik hukuku nedir? -Ha pardon tabi döngü.. Tüm dünyada olduğu gibi yaşadıkları devletlerin hukuksal yaptırımlarına uygunluk ve bunun dışındaki dini evlilik ritüelleri vardır. Yine kendi sosyal anlayışlarına göre evlilik törenleri vardır. -E şimdi reenkarnasyona pardon Tenasühe inanıyorsanız cennet- cehennem kavramınızda yoktur sizin? Biliyorum çok fazla zamanınızı aldım ama söz son bir şey daha sorup sizi rahat bırakacağım artık. Haz edilmeyen bir durumdur. Yaşanılan yerin sosyal yapısıyla da alakalıdır.Sizde Urfa’da yaşayan bir kadınla, İstanbul’da yaşayan bir kadının sosyal yapısı nasıl birbirinden farklıysa bizde de bazı bölgelerde bu durum böyledir. -Bizim inancımıza göre daimi bir döngü vardır. Ruh önceki bedende bulunduğu sürece o insanın yaptıklarına -Olur mu Kejê Xan…Sen anlattıklarımdan hiçbir şey çıkarmadın mı şimdiye kadar bizim felsefemiz yardımlaş- -Peki çoğul evlilikleri -Asla! Kakailik tek eşliliği öğütler. -Sünnet? -Nasıl yani. Ölülerinizin arkasından tambur çalıp şarkı mı söylüyorsunuz? Yemin ederim sizler eğer ölümü bu şekilde kavramışsanız hayat bizim gibi ölümlülere verdiği acıyı asla size veremez! (Gülüşmeler) -Evet aynen öyle… Ben sizi nasıl incitebilirim ki,sizin geçmiş yaşamda benim kızım olmadığınız ne malum? Yada gelecek yaşamda annem olmayacağınız. -Bayıldım ya. Çok sevdim ben bu fikri….Bundan sonra maksimum dikkat ederim artık) -Boşanma? kızılbaş - sayfa 17 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 -Evet sünnet Kakailikte vardır. -Ezdiler dini ritüellerinde Çıra yakardı. Sizde de var mı Çıra? Öncelikle şuna bakmak lazım. Çıra’nın orjini nerden geliyor. Çıra Zerdeştlikten gelmedir. Zerdeştin sönmeyen bir ateşi vardı. Kürdistan ışık ve aydınlık ülkesidir. Çıra’da ışığı ve aydınlığı temsil eder. Alevilerde, Kakilerde, Ezidlerde vardır. Kur’an da Nur’a tekabül eder. Yani Müslümanlıktaki karşılığı Nurdur. Kürtlerin bir bölümü inanç biçimi olarak Müslümanlığı seçmiş olabilirler ama geçmiş hafızalarında Zerdeştlik vardır!Ve dikkatli baktığınızda bunun bu güne yansımalarını görürsünüz. -Oldukça yordum sizi biliyorum ama uzun zamandır sizi görmek için çabalıyordum. Burada olmak ve sizi dinlemek beni o kadar mutlu etikti hiç bitiresim yok. Zaten birazdan kaydı kapatıp sizinle uzun uzun sohbet edeceğim. Daha size sormam gereken o kadar çok şey var ki. (Gülüşmeler.) Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı? -Öncelikle Kuzey Kürdistan’daki kardeşlerime sizin vasıtanızla sevgi ve selamımı iletmek isterim. Başta da söylediğim gibi Ulusal Kimliğimize öncelik vererek, Kurdistan’nın içinde yaşayan tüm dinlerle ve azınlık gruplarla bir bütün olduğunu unutmadan size Kakailik dinini ana hatlarıyla tanıtmaya çalıştım. Özetlersek; Kakailik İnsanı en büyük değer olarak temellendirip bunun üzerine şekillenmiş bir felsefedir. İlkesel olarak yeryüzünde yaşayan hiç kimseyi, hiçbir yaşam deneyimini, hiçbir ırkı, rengi, yada dini yargılamaz. Dünyanın tüm insanları ve dinleriyle barışık yaşarız. Çünkü biz evrensel bir inanca sahibiz. Bu felsefemiz yüzünden her sofrada yiyecek ekmeğimiz mutlaka vardır. Tıpkı Alevilik felsefesinde olduğu gibi bizim de Kabemiz insandır! “Yavuz’un, Kuyucu Murat’ın, Kenan Paşanın evlatları görevini yapmış!..” “CHP’li devşirme alevilerine mustahak” CHP’li Avcılar Belediyesi, Yeşilkent Cemevi binasını bu sabah saat 05.30’da dozerlerle yıktı. Cemevi daha önce de zabıta ekipleri tarafından basılmış içerdeki eşyalara el konulmuştu. Yaklaşık 2 hafta önce Zabıta ekiplerinin saldırıda bulunup içerdeki eşyalara el koyduğu Yeşilkent Cemevi, bu sabah CHP’li Avcılar Belediyesine bağlı ekiplerce yıkıldı. Konuyla ilgili açıklama yapan Hubyar Sultan Alevi Kültür Derneği, Yeşilkent Cemevi binasının duvarlarının, bu sabah 05.30 civarında Avcılar Belediyesi ekiplerince yıkıldığını açıkladı. Yaklaşık 10 yıl önce temeli atılmasına karşın bitirilmeyen Cemevi binası, zamanla başıboş bırakılmıştı. Bunun üzerine Cemevine sahip çıkan mahalle sakinleri, binanın eksiklerini tamamlayarak Cemevi olarak kullanmaya başladı. Bunun üzerine 20 Ocak günü Cemevi binasına zabıtalar aracılığıyla ilk saldırıyı gerçekleştiren Avcılar Belediyesi, bu sabah ise binayı dozerlerle yıktı. Yerelgaste'nin haberine göre, 28 Ocak’ta Gazeteci İdris Akyüz’ün hazırlayıp sunduğu ‘Ne Yaptılar’ adlı programa konuk olan Değirmenci, Cemevi için "yıktırmayız, yaparız" demişti. Alevilerin Hızır orucu tuttuğu bir dönemde yıkımın geldiğine dikkat çeken Hubyar Sultan Alevi Kültür Derneği açıklamasında, Avcılar Belediye Başkanının o bölgede bulunan Alevilerin de oylarıyla seçildiğini hatırlatarak Belediye Başkanına tepki gösterdi. Yıkım ile ilgili bugün saat 14.00'de cemevi binası önünde basın açıklaması yapılacak. Kaynak: http://www.alevihaberajansi.com 9 şubat 12 -Çok çok teşekkür ederim.Benim için oldukça verimli ve keyifli bir sohbetti umarım okuyucularda da aynı etkiyi yaratmıştır. -Ben teşekkür ederim. Benim yerime Dersim’e gitmeyi unutmayın olur mu? -Ben en kısa zamanda birlikte gideceğimizi düşünüyorum. -Dersim’i görmeyi çok isterim. Tekrar teşekkürler. Kaynak: http://www.dengeazad.com maraş: CHP’in devşirme “kürt” alevileri! kızılbaş - sayfa 18 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 dair evrakların iletilmesini kararlaştırdı. Köşk'e Dersim Davası Dersim katliamı ile ilgili Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Gerekirse özür dileriz” açıklamasının ardından 8 yaşında katliamdan ağır yaralı kurtulan Ali Doğan ilk tazminat davasını açtı. Bugün 83 yaşındaki Doğan’ın açtığı 1 milyon liralık tazminat davasının muhatabı Cumhurbaşkanlığı. Tunceli Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi Özgür Karaca davayı kabul etti ve Cumhurbaşkanlığı’na tebligatta bulunup iki hafta içerisinde cevap verilmesini istedi. Hakim ayrıca Başbakanlık’tan, elinde Dersim katliamına dair bütün evrakların; İçişleri ve Milli Savunma Bakanlığı ile Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’nden de Doğan Ailesi’nin öldürüldüğüne dair ellerinde bir belge varsa gönderilmesini karara bağladı. Düzpelit Köyü’nden Ali Doğan, Dersim katliamı sırasında sekiz yaşındaydı. Tüm köy Temmuz 1938’de Geyiksuyu Köyü’nde inşa edilen askeri kışlanın yapımında çalışıyordu. Köylerinde çıkan kireci at ve katırlarla kışlaya taşıyorlardı. Önce bir grup asker, kireç taşıyanları tutukladı. Daha sonra Düzpelit’e giderek, köylüler meydanda toplandı. Ali Doğan, annesi Fayime, dört ve iki yaşındaki kardeşleri Şıh Hasan ile Ali Rıza, dedesi Seyit Ali, amcası Haydar’ın da aralarında olduğu 20 kişi birbirine bağlanarak şimdiki adı Buzlupınar, eski adı Kergene olan mevkiye götürüldü. Grupta bir tek Ali Doğan’ın babası eksikti. Çünkü o, kışla inşaatında çalışıyordu. Kafile iki saatlik yolun sonunda, iddiaya göre, süngülenerek öldürüldü. Süngüden yaralı kurtuldu Ali Doğan süngülerden payını aldı. Sol arka omzundan ve başından süngülendi. Sol kolu ve sol bacağı yerinden çıktı. Ali baygın düştü. Uyandığında, kanlar içinde ve cesetlerin ortasındaydı. Ali, üç gün boyunca orada kaldı. Dördüncü gün Kergene’den tesadüfen geçen akrabası Veysel Yalçın, Ali’nin sesini duyarak imdadına yetişti. Yaralı haldeki Ali’yi sırtlayıp kurtardılar. Yaklaşık beş gün daha dağlarda saklandılar. Ardından Ali babasına kavuştu. Hayatta kalan Düzpelitliler, yakınlarının cesetlerini, öldürüldükleri Kergene’de topluca gömdüler. Ve başlarına ortak bir mezar taşı diktiler. Ali Doğan çok sonra İzmit’e yerleşti. Katliamın tartışılmaya başlandığı günlerde Avukat Barış Yıldırım’a başvurdu. Yıldırım da 27 Ocak 2012’de Tunceli Asliye Hukuk Mahkemesi’ne başvurarak, Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil etmesi bakımından Cumhurbaşkanlığı’nın aleyhine 1 milyon TL’lik manevi tazminat davası açtı. Yıldırım, dava dilekçesinde, Dersim Katliamı’nda insanlığa karşı suç işlendiğini ve bu açıdan zamanaşımı kavramının işlemeyeceğini savundu. Tunceli Asliye Hukuk Mahkemesi Hakimi Özgür Karaca, dilekçeyi 30 Ocak 2012’de kabul etti. Hemen aynı gün ‘davalı’ Cumhurbaşkanlığı’na tebligat yapıp, “İki hafta içerisinde iddialara karşılık yanıt vermesini” istedi. Ayrıca Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, İçişleri Bakanlığı ve Milli Savunma Bakanlığı’ndan da Ali Doğan’ın akrabalarının öldürüldüğü iddiasına ilişkin bir kayıt olup olmadığını sorup varsa gönderilmesini karara bağladı. Son olarak da Başbakanlık’tan, elinde bulunan Dersim’deki askeri harekâta Süngülenenler aynı yere gömüldü Ali Doğan henüz 8 yaşındayken 1938 yılında 19 akrabası ile birlikte birbirine bağlanarak askerler tarafından Kergen’e götürülmüş. İddiaya göre, askerler köylüleri süngülerle öldürmüş. Küçük Ali ise süngü yarası almasına karşın hayatta kalabilmiş. Üç gün yaralı halde cesetlerle birlikte kalan Ali’yi akrabaları tesadüfen bulmuş. Daha sonra köylüler, öldürülenleri aynı yere gömmüşler ve hepsinin isminin yazılı olduğu bir de ortak mezar taşı dikmişler. Avukat Cangı: Bu dava yeni içtihat yaratacak Ali Doğan’ın Tunceli Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açtığı ve mahkemenin de kabul ettiği davayı Radikal’e değerlendiren Avukat Arif Ali Cangı, bugüne kadar ilk kez böyle bir davayla karşılaştığını söyledi. Avukat Cangı, bu dava ile esasen yeni bir hukuk içtihadının oluştuğuna dikkat çekti. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) bile devlet adına hükümetin muhatap alındığını savunan Cangı, şöyle dedi: “Cumhurbaşkanlığı’nın temsili bir görevi var, icrai görevi bulunmuyor. Bence muhatap, Milli Savunma ya da İçişleri Bakanlığı olması gerekirdi. Tabii usule göre, davalı tarafın kim olduğuna Cumhurbaşkanlığı’ndan ve bu davanın diğer taraflarından yanıtlar geldikten sonra, öninceleme yapılarak, karar verilecek. Davacı taraf, Ali Doğan, dilekçesinde, devleti temsilen Cumhurbaşkanlığı’nı göstermiş. Bence içtihat yaratacak bir uygulamadır. Bugüne kadar böyle bir dava görmedim.” Avukat Bayram Bahri Belen de Cumhurbaşkanlığı’nın vereceği yanıtta zamanaşımı vurgusu yapması halinde davanın düşme ihtimali olduğunu belirterek, “Bence de hukuk davalarında zamanaşımı, tazminat açısından söz konusu olabilir” dedi. Belen, TCK’da ‘insanlığa karşı suç’ düzenlemesinin 2005’te getirildiğini, bu tarihten önceki olaylar bakımından tartışmalı bir hal bulunduğunu ifade etti. Kaynak: http://www.radikal.com.tr kızılbaş - sayfa 19 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 KÖŞK T E DER SI M DAVA SI Bi navê Xwedayê dilovan û dilovî ku em ji wî hatine û emê herin hizûra wî ez dest bi gotara xwe dikim. ZIMAN ŞARISTANÎ Û KESAYET başlığıyla 07/02/2012 tarihinde Radikalde yayınlanan habere dair Av. Erdal Doğan Haber soykırım mağdurunun maddi tazminat miktarını bildirmesi boyutuyla dava sürecini para tahsil etme sürecine dönüştürme potansiyeli taşıması nedeniyle hem risklidir hem de sevimsizdir. Soykırımın ve kültürel soykırımın tanınması sürecinde özellikle Dersimli avukatların ve mağdur Dersimlilerin hak arama süreçlerinde dava açarlarken ya da devlete başvururken herhangi bir miktar belirterek tazminat davası açmamaları beklenirdi ve soykırımın hukuki olarak tanınmandığı bu süreçte vakaların para tahsil etme sürecine dönüşmesi, hukuksal ve siyasal mücadele sürecine zarar vereceğini düşünenlerdenim. elbette soykırım mağdurlarının maddi ve manevi zararlarının karşılanması devletin görevi, ama burada birinci öncelik soykırımın ve devam eden kültürel soykırımın kabulü,tanınması ve onun toplumsal,sosyolojik,siyasal, kültürel sonuçlarının,baskılarının kaldırılmasıdır. Her türlü tazminat talebi daha sonraki bir adımdır. Böyle bir girişimde istenirse dahi öncelikle kişi kendi ve aile çevresinin uğradığı tüm zararların belgelerini ister ve miktar belirtmeden zararların giderilmesini isteyebilir. Bu zararın en önemli gideriminin de Dersimin kültürel,siyasal ve hukuksal özerkliliğinin tanınması ve mağdurun her türlü zararının karşılanmasıdır (parasal miktar belirtilmeden). Barajların yapımı sürecinde Dersim arazilerinin kamulaştırma sürecinde kötü sınav veren Dersimli yurttaşlarımız ve avukatlarımızın soykırım ve devam eden sürecinde daha dikkatli davranmaları beklenirdi. Tazminat istemleri en azından sorunun tanınması ve sürecin sonlandırılması talebi ile birlikte miktar belirtilmeden yapılmalı.. mehdi tanrıkulu Ziman; wek amûrê ragihandina Ziman; wek amûrê ragihandina nava mirovan, amûrê bingehîn ê nava mirovan, amûrê bingehîn pêşvebirina ramana afirîneriya ê pêşvebirina ramana afirîneriya mirovan e. Mirov, bi amûrê ziman mirovan e. Mirov, bi amûrê teşeya şarezahiyê digire. Lewre, ziman teşeyadîroka şarezahiyê dişaristaniya mirovahiyê, gire.serLewre, dîroka li hîmêşaristaniya ziman pêkhatiye. Şaristanî, hemû jiyamirovahiyê,dili ser hîmêwarê ziman na cıvakê de, bi berhemdariya pêkhatiye. Şaristanî, di hemû xwe, bi afirîneriya xwe naverowarê jiyana cıvakê de, bi berka şaristanîbûnê girtiye. Ango hemdariya xwe, bi afirîneriya civakîbûn, bi amûrê ragihandina xwe naveroka şaristanîbûnê mirovan, bi ziman pêkhatiye û bi girtiye. civakîbûn, vî awayîAngo berdewam dike. bi amûrê ragihandina bi Qedirdayîna ziman,mirovan, qedirdayina ziman pêkhatiye û bi vî awayî mirovahiyê ye, qedirdayina berberdewam dike. hema Xweda ye. Lewre, înkarî ûQedirdayîna piçûkxistinaziman, zimanê civakan û qedirdayina berhemên Xweda, kufur û înkariya mirovahiyê ye, qedirdayina berXweda ye. Lewre, di qada Xweda hema Xweda ye. Lewre, înkarî de, tu cudatiya zimanê zimanan tune ye. û piçûkxistina civakan Wê gavê, kesên ku cudatiyê dixin û berhemên Xweda, kufur û nava zimanên mirovan, li ser çi înkariya Xweda ye. Lewre, di aqilî ne gelo!..? qadadestpêkê Xweda de,detu cudatiya Di mirov dikare zimanan ye. Wê mezin gavê, kesên bibêje ku;tune cahiliyek e ev ku cudatiyê yek!.. Lewre;dixin kesênnava ku zimanên pir beriya te dîrokekli ser qedîm nivîsandibin, mirovan, çi aqilî ne gelo!..? dîrokek wandeî mirov şaristaniyê Di destpêkê dikarehebe, beriya te cahiliyek oldar bûbin, bibêje ku; mezin musule ev man bûbin û tu bi heyîna wan, yek!.. Lewre; kesên ku pir beriya bi zimanê wan tinazê xwe bikî!.. te dîrokek qedîm nivîsandibin, ev dibe cahiliyek pêkenokî. A dîrokek wan î şaristaniyê hebe, sosret ev e ku; koka peyvên nav te oldar ûberiya paşnavê te bi bûbin, Kurdî musulû tu radibî man bûbin û tu bi heyîna wan, înkariyê dikî!.. wek peyva Apê bi zimanê Mûsa; “Mawan ezê tinazê bibêm xwe çi!..”bikî!.. Hemû gelên heremê, şaristaniya Kurdan baş nasdikin. Wek Babatahirê Uryan, ku destpêka wêjaya heremê tê pejirandin… dema ku ew dinivîsî gelo tu di çi halî de bûyî? Feqiyê Teyran, Melayê Cezîrî… û hwd. Înkariya wan gelo çiqas îslamî ye!..? durûtiya herî mezin jî; Mem û Zîna Ahmedê Xanî, Wezareta Çandê hîna nuh çap kir. Gelo te qet nexwend? An ev pirtûk bêyî hin wezîran hatiye çapkirin!..? ji bo Ahmedê Xanî, ew qas gotinên şelaqî tu yê bikî û duvre jî bibêjî; “Zimanê Kurdî ne yê şaristaniyê ye!…” şerma mezin eyba giran! Hemû kes dizanin ku li herema Kurdistanê, bi zimanê Kurdî, di dibîstana seretayî, dibîstana navîn, dibîstana amadehiyê û di zanîngehê de perwerdehî tê kirin. An tu ew qas cahilî ku haya te ji van tiştan nîn e!..? Bi sedhezaran pirtûkên Kurdî yên dibîstanê, yên lêkolînê, wêje, helbest, roman û hwd. hene. An tu ew qas cahilî ku haya te ji van tiştan nîne!..? Tu yê ji vê kaniyê avê vexwî û serê kaniyê bilewitînî, pîs bikî!..? “Ma ezê bibêjim çi!? Ziman amûrê şaristaniyê ye ku ragihandinê pêktîne. Ziman; li ser hîmê ragihandina nava mirovan sosyalîbûnê pêktîne, bi hilberîn û berhemdariyê, şaristaniya civakê diafire. Li ser vê bingehê jî kesayet derdikevin holê. Mînakên sosret ku dibin desthilatdarên zalim û înkarker ên civakê di vê demê de kivş dibin. Ji ber ku qedrê berhemdariya civakê paşçav dikin, nankoriya xwe bi hin kesên derdora xwe vedişêrin. Dîrokê berevajî dikin, rastiyan berevajî dikin, zanistê berevajî dikin. Ji bo deng ji xwe derînin, weke “Kurê pîrê!..” tevdigerin. Bêguman ewê Rojek tarahiya wan jî ronî bike… Xweda wan îsleh bike, Xweda minafiqan îsleh bike… kızılbaş - sayfa 20 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 BELGELERDE DERSİMİ VE GÖKÇEN GERÇEĞİ Başbakanlık Devlet Arşivlerindeki “Dersim Belgeleri”nde insanın kanını donduran ifadeler yer alıyor. Gizliliği kaldırılan ‘Başbakanlık Devlet Arşivleri’ndeki Dersim belgeleri arasında, olayların organizatörü olarak bilinen Nuri Dersimi’ye ilişkin çok çarpıcı bir belge yer alıyor. Dersim harekâtına giden süreç boyunca Seyit Rıza’nın yanında yer alan, başta Seyit Rıza olmak üzere bölgenin ileri gelenlerini devlete mukavemet etmeye ikna eden ve aşiretleri bu noktada birleştiren kişi olarak bilinen Nuri Dersimi’nin devlete istihbarat raporları verdiği anlaşılıyor. İdamlardan önce esrarengiz bir şekilde yurtdışına çıkan Nuri Dersimi, aynı zamanda Seyit Rıza adına İngilizlere mektup yazan kişiydi. Belgelerde yer alan bilgilere göre Nuri Dersimi devletin harekât için ön hazırlıklar yapmaya başladığı 1930 yılında esrarengiz bir gözaltı olayı yaşıyor. Gözaltına alınıp serbest bırakılan Dersimi daha sonra soluğu Dersim’de alıyor. NURİ DERSİMİ’NİN İSTİHBARAT NOTLARI Ancak ortaya çıkan bilgiler Dersimi’nin bölgede istihbarat faaliyetleri yürüttüğünü gösteriyor. Sivas Valiliği, İçişleri Bakanlığı ve Başbakanlık arasında yapılan yazışmalardan Nuri Dersimi’nin umumi müfettişliğe rapor verdiği anlaşılıyor. Sivas Valiliği, İçişleri Bakanlığı’na gönderdiği 13 Mart 1930 tarihli yazıda Nuri Dersimi’de ele geçirilen 13 maddelik bilginin, Dersimi’nin daha önce umumi müfettişliğe verdiği raporlarla örtüştüğü notu düşülerek ‘hükümet aleyhinde menfi hareketi vuku bulmadığı, bu nedenle de tahliye edildiği’ belirtiliyor. Yazıda Nuri Dersimi’nin serbest bırakıldıktan sonra evinde yapılan aramada iki not daha ele geçirildiği rapor ediliyor. Ancak bu notlar oldukça kafa ka- rıştırıcı. Notlarda aşiretlerin ilişkileri, Seyit Rıza ve ailesinin faaliyetlerine dair istihbarat notları yer alıyor. Nuri Dersimi tuttuğu notlarda ‘Ovacıktaki aşiretlerle, Koçuşağı, Kırgın ve Abbasuşağı aşiretlerinin teşvikiyle bir Seydanle ittifak yapmaya çalıştıkları, Seyit Rıza’ya firari olarak Halep’te yaşayan Aziz Bey’den mektup geldiği, Seyit Rıza’nın hükümet aleyhinde yazılmış bir kağıdı Dersimlilere imza ettirdiği, Kemah’ta müsademe eden Dersimlilerin siyasi bir maksat için İmraniye Kangal’a gittikleri, Ovacık’taki aşiretlerin silahlanmakta oldukları’ gibi bilgilere haber veriliyor. Bir dönem ordu bünyesinde de faaliyet gösteren Nuri Dersimi’nin 1930’dan sonraki 7 yılı oldukça kritik. Çünkü Dersimi, daha sonraki süreçte Dersim’deki faaliyetlerin odağında yer aldı. Aşiretleri devlete karşı faaliyetler için kışkırttı. DERSİMLİLER, ÖLECEKLERİNE KANAAT ETMELİ Dersim, Nuri Dersimi’nin faaliyetleri ile meşgulken hükümet cephesinde hazırlıklar devam ediyordu. Arşiv belgeleri dönem idarecilerinin bölgeye bakışını da ortaya koyan çarpıcı veriler barındırıyor. Resmi tarih kayıtları Dersim harekâtını 1937’de başlayan isyanın bastırılması olarak anlatıyor. Oysa harekâtın sonuçlarına dönük kararlılık bu tarihten öncesini kapsıyor. Örneğin Üçüncü Umumi Müfettiş Tahsin Uzer’in kaleme aldığı 12 Şubat 1936 tarihli raporda bölgede devletin aldığı tedbirlere karşılık halkta silahlardan arındırıldıktan sonra Ermenilerin akıbetine uğrayacakları yönünde kesin bir kanaat oluştuğu belirtilerek, herhangi bir harekete kalkışmamaları için “behemehal öleceklerine kanaat etmeleri lazımdır” ifadeleri kullanılıyor. HAREKÂT DEĞİL SEFER 1930’dan itibaren hazırlıkları yapılan harekât, 1937 yılında başlıyor. Mustafa Kemal Atatürk’ün imzasını taşıyan emirlerde harekâtın bir sefer gibi telakki edilmesi gerektiği vurgulanıyor. 25 Mayıs 1937 tarihli belgede “harekâtın sefer mahiyetinde mühim harekât olduğu kararı verilmiştir” ifadeleri yer alıyor. Gerisi, her türlü yetkiyle donatılıp emrine binlerce asker ve hava filosu verilen general Abdullah Alpdoğan’ın hüneri kalıyor. AŞİRETLERİ KIŞKIRTMA GÖREVİ Bir dönem orduda da görev yapan Nuri Dersimi’nin, Seyit Rıza ve ailesini yakından takip ederek, aşiretleri devlete isyan için teşvik ettiği ortaya çıktı. İSYAN DEĞERLENDİRMESİ Tahsin Uzer’in yazdığı raporda “Dersimliler isyana kalkışmaları hâlinde behemehâl öleceklerine kanaat etmelidir” diye yazıyor. KATLİAMI YILLAR ÖNCESİNDEN PLANLAMIŞLAR İsyancı olduğu gerekçesiyle erkeklerin öldürülmesinden sonra bölgede kadınlar kocasız, çocuklar babasız kalmıştı. Operasyonda tutuklanan çok sayıda Dersimli, Elazığ’da kurulan mahkemelerde yargılanmıştı. SABİHA GÖKÇEN’E BOMBALAMA GÖREVİ http://www.aktif haber.com/ belgelerdedersimi-ve-gokcen-gercegi-556621h.htm kızılbaş - sayfa 21- sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Hürriyet- Sedat Ergin'in köşe yazısı "3 gece ameliyathanede çalıştım. Bodrum katı ölüm tarlasına dönmüştü." diyen Dr. Yazıcıoğlu 30 yıl önce Maraş'tan kendisini sürdüren bu karenin hikayesini anlattı Maraş katliamının hastanedeki tanığı anlatıyor. "Yazınızı okudum. O günleri okumak yüreğimdeki dikeni yerinden oynattı. Rahmetli Esma Suna'yı ameliyat eden cerrah benim" diye söze girmiş Dr. Alaittin Gültekin Yazıcıoğlu. Gönderdiği not, cumartesi günü yayımlanan "Maraş Katliamı Başka Bir Kıtada Yapılmadı" başlıklı yazımda, bir doktoru ameliyat masasında bir kadının rahminden çıkarttığı bebek ölüsünü tutarken gösteren fotoğrafla ilgiliydi. ECEVİT MECLİS KÜRSÜSÜNDE GÖSTERDİ Fotoğraf, 1978 Aralık ayındaki kanlı Maraş olayları sırasında kentin devlet hastanesinin ameliyathanesinde çekilmişti. Deklanşöre basan, o tarihte Günaydın gazetesinin Adana Büro Temsilcisi olan Kurtar Çakın adlı gazeteciydi. Günaydın'da manşet olan bu fotoğraf, Kahramanmaraş'taki katliamın Türk kamuoyu tarafından daha çarpıcı bir şekilde anlaşılmasını sağlamış, bu arada dönemin Başbakanı Bülent Ecevit de Meclis kürsüsünden yaşanan vahşeti anlatmak için bu fotoğrafı göstermişti milletvekillerine. Bir döneme damgasını vuran bu fotoğrafın, geçen cuma günü Radikal'de yeniden yayımlanması beni bu konuda bir yazı yazmaya yöneltti. Bu arada yazımda kullandığım, doktorun bebek ölüsüyle "poz verdiği" ifadesinin maksadını aşan bir Türkçe kullanımı olduğunu Yazıcıoğlu'nun elektronik postasını karşımda bulunca anladım. Alınmıştı. Dün telefonda yaptığımız sohbette "Ben böyle bir şeyi istismar edecek bir insan değilim" dedi. BÜTÜN İNSANLARA GÖSTERMEK İSTEDİM Sohbetimiz sırasında Yazıcıoğlu, 33 yıl önceki katliamın bir hastane ortamında nasıl yaşandığını bir cerrahın gözünden çarpıcı bir şekilde anlattı: "Tam üç gün üç gece ameliyathanede bütün gücümle çalıştım. Hastanenin bodrum katı ölüm tarlasına dönmüştü. Kurtarabildiğim yaralılar da oldu, kurtaramadıklarım da. Bir hastamı kanımı vererek kurtardım. Bu olayların acısı yıllarca bir zift gibi beynimden çıkmadı, çıkmıyor. Bazıları kurşun yarasıyla gelmişti, bazıları ise keserle, baltayla yaralanmış halde. Gördüğüm vahşet bugün de içimi acıtıyor." O gün ne olmuştu? Şöyle konuşuyor Yazıcıoğlu: "Esma Suna hastaneye geldiğinde yaralıydı. Hamileydi... Ailesini tanıyordum. Elbistan'dan gelip Maraş'a yerleşmiş Alevi bir çiftçi ailesindendi. Vücudunda üç kurşun vardı. Gelişigüzel ateş etmişlerdi. Bir kurşun arkadan girip karnından çıkmıştı. Bir kurşun yandan girip çıkmıştı. İlk tetkikte bebeğin ölmüş olduğunu anladım. Biz anneyi kurtarmaya çalıştık. Çocuğu aldık. Bir kurşun bebeğin omuriliğinden vurup çıkmıştı. Çok uğraştım ama anneyi kurtaramadım." Peki fotoğraf nasıl çekilmişti? Burada ilginç bir detay var. Yazıcıoğlu, kapıda bekleyen gazetecilerin içeriden görüntü almak istediğini ve bir gazetecinin ameliyat gömleği giyerek içeri girmesine izin verdiklerini anlatıyor ve şöyle devam ediyor: "Çocuğu alınca gazeteciye gösterdim. Gözyaşlarımı içime akıtarak bu vahşeti bütün dünyaya, bütün insanlara göstermek istedim. Bunu insafsızlığı göstermek, insanları etkilemek için yaptım." kızılbaş - sayfa 22 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 bak şu ylancıların işine kırımcı inkarcı asimilasyoncu ırkçının ardından döktükleri gözyaşlarına ecevit ki kanımıza giren katilimizdir katillerine aşık düşkünlerimiz var bizim 33 yıl sonra kanlı maraş kapısında hala inkarcı hala kırımcı saflarında müslüman düşmanlığı ile ölülerimizin üstünden siyaset yapıyorlar paşalarının sorumluluğunu gizlemek için ALEVİ BEKTAŞİ FEDERASYONU Sokullu Mehmet Paşa Cad. İğde Sokak No:24 06450 Dikmen-Ankara Tel: (0.312) 480 15 55 Fax: (0.312) 480 15 75 E-mail: [email protected] A B F BASIN B Ü R O S U ‘Sn. Ecevit’in ilkeleri Türk Siyasi hayatına örnek olsun’ Türk siyaset hayatında uzun ama ilkeli bir siyasi mücadele vermiş olan Sayın Bülent Ecevit’i kaybettiğimizi üzüntüyle öğrenmiş bulunmaktayız. Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanlığı, Demokratik Sol Parti Genel Başkanlığı, Başbakanlık ve Bakanlık yapmış olan Sayın Bülent Ecevit, toplumun hafızasında, siyasetçi kimliğinin yanı sıra yazar ve şairliği ile de iz bırakmıştır. ABF olarak, Sayın Bülent Ecevit'in kaybetmiş olmanın üzüntüsü içindeyiz. Sayın Rahşan Ecevit’e, Sayın Zeki Sezer'e, tüm DSP'lilere ve sevenlerine başsağlığı dileklerimizi sunuyor, ilkelerinin Türk Siyasi hayatına örnek olmasını temenni ediyoruz. 06 Kasım 2006 AABK: Bülent Ecevit’i kaybettik, üzgünüz! Türkiyedeki siyasi kavramların arasına “Ak Güvercin“ ve “Mavi Gömlek“ gibi, emeği ve barışı çağrıştıran kavramları yerleştiren, 12 Mart 1971 darbesine karşı çıktığı ve sola açık bir alternatif sunduğu için halkın gönlünde “Karaoğlan“ olan, devlet adamı, siyasetçi, gazeteci ve şair Bülent Ecevit’i yitirmenin üzüntüsü içindeyiz. Parlamentoda temsil edilen bir siyasi parti Genel Başkanı olarak, Türkiye siyasi tarihinde ilk kez Aleviler ve Bektaşilerle ilgili sorunları “seçim bildirgesine“ alan, Nevşehir’de “Hacıbektaş“ adıyla bir üniversite açılmasını, Hacı Bektaş Veli Dergâhı’nın müze statüsünden çıkartılmasını öneren ve Madımak’ta yakılan 35 canımız için “uyanır elbette bir sabah, ashab-ı kehf uykudan, ölür ölür dirilir yine, yüreklerde Pir Sultan“ diyen, Alevilerin ’’yok’’ sayıldığı bir ortamda, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak 2002 yılında İstanbul’da düzenlediğimiz ’’Bin Yılın Türküsü’’ne katılan Sayın Bülent Ecevit’i bu yönleriyle unutmayacağız. Ailesine, partilileri adına Genel Başkan Zeki Sezer’e ve bütün Türkiye’ye başsağlığı diliyoruz… Turgut Öker Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu Genel Başkanı 6 Kasım 2006 Alevilerin Sesi kızılbaş - sayfa 23 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Asimilasyonda Son Nokta: “Alevi köyüne Alevi imam” Cami yapılan Alevi köyüne bir de Alevi imam atanacak… Samsun Müftülüğü’nden Hayrettin Öztürk, Alevi köylerindeki camilere Alevi kökenli imamlar atamak için çalışma yaptıklarını açıkladı. Öztürk, ‘Samsun’da Alevi vatandaşlarımızın çoğunlukta olduğu köylerimizdeki camilerimize, anne-babası Alevi olan, Alevi orijinli imamlarımızı atayacağız’ dedi. Cumhuriyet’in haberine göre, Samsun Büyük Otel’de bir basın toplantısı düzenleyen İl Müftüsü Yrd. Doç. Dr. Hayrettin Öztürk, birçok ilki Samsun’da gerçekleştireceklerini belirterek, kahvehane, çay ocağı ve kıraathanelerde oturan yaşlıları sosyal projelerde çalıştıracaklarını anlattı. Öztürk, “Erkek olsun kadın olsun her yaştan insanın cuma namazlarına camilere gelmesi ile ilgili projeler geliştireceğiz. Din hizmetleri sadece cami ile sınırlı kalmayacak. Bunları yapabilmek için master ve doktora yapan öğrenciler ile imamlardan oluşan ekip oluşturduk” dedi. MÜFTÜLÜK GÖREVLİLERİ ALEVİLERE DİN ÖĞRETECEK Öztürk, Alevilere yönelik çalışmaları ise “Bazı ilçelerimizde Alevi vatandaşlarımızın çoğunlukta olduğu köyler var. İlk etapta bu köylerimizdeki camilerimize, Alevi orijinli imamlarımızı atayacağı. Bu köylerimizde de anne ve babası alevi olan hocalarımız dini eğitim verecekler. Bizler de zaman zaman Cem törenlerine katılacağız” diye konuştu. Bilindiği gibi Aleviler camiye gitmiyor, ibadetlerini cemevlerinde, ya da köyün en büyük evinin salonunda yapıyor. İnançları ve ibadetleri Sünni Hanefi mezhebinden temel farklılıklar içeriyor. Ancak Türkiye Alevi inancını ve ibadethanelerini tanımıyor. Kaynak: Demokrat Haber www.munzurnews.com Müslüman Kardeşler Örgütü “Alevilere ölüm” çağrısı yaptı! * Müslüman kardeşler örgütü yöneticisi Memun El Hımsi’nin, devlet destekli kamplarda kalıp, “Alevileri öldüreceğiz” açıklaması yapması, bölgede infial yarattı… Suriye’deki çatışmalardan kaçan insanların- misafirlerin kaldığı Hatay mülteci kampında kalan Müslüman Kardeşler örgütü sorumlularından Memun El Hımsi, yaptığı görüntülü açıklamada; “Suriye’yi Alevi mezarlığı haline getireceğiz…” dedi. Devlet destekli kamplarda kalıp, böylesine insanlık dışı katliam çağrıları yapması, bölgede yaşayan halk üzerinde infial yarattı. *** Memun El Hımsi’nin video görüntülü açıklaması şöyle: “Kahraman Suriye halkına selam, Suriye’nin kahramanlarına ve Suriyeli Sünnilere selam, selam vatanı ve dinini savunan erkek adamlara, Ey hakir Aleviler, Bugünden sonra, ya Esad’dan vazgeçersiniz ya da Suriye size mezar olacaktır. Suskunluğunuz yeter, Sünni kıyımınız yeter. Bugünden sonra susmayacağız, göze göz dişe diş ilk başlayan da zalim olandır. (Aleviler) Bugünden sonra sizi ne azınlık ne taife olarak bırakacağız, bunu bekleyin. Yemin ediyoruz ki, Bu çeteden ve kavgasından vazgeçmezseniz, size hayatınızda unutamayacağınız bir ders vereceğiz. Sizleri Suriye topraklarından ve Suriye’den silip süpüreceğiz. 10 aydır kadınlara ve çocuklara yaptığınız kıyım yeter. Bugün Meydan yaralı, Humus yaralı, Hama ve Der el Zor yaralı, bundan sonra susma- yacağız. Sizi (Alevileri) yeryüzünde hiç kimse kurtaramayacaktır. Kavga durmazsa, Suriye’yi Alevi mezarlığı haline getireceğiz. Yaşasın Suriye, kahrolsun hain sefiller (Aleviler). Kahrolsun, hakir siyasi Şiiler. Bugünden sonra, Sünnilerin kim olduğunu öğreneceksiniz. Kahrolsun hain sefiller (Aleviler)… Kahrolsun, hakir Şiiler… Bugünden sonra, Sünnilerin kim olduğunu öğreneceksiniz…” YURT Gazetesi / 31 Ocak 2012 kızılbaş - sayfa 24 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Diyanet: ‘Alevilik diye bir din yok’ İnancı gereği alevi dedesiyle görüşmek isteyen siyasi tutuklu Bülent Özdemir’e, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Kandıra F tipi cezaevi, “Böyle bir din yok” gerekçesiyle izin vermedi. Kandıra F tipi cezaevinde kalan siyasi tutuklu Bülent Özdemir, inancı gereği alevi dedesiyle görüşme talebinde bulununca Diyanet İşleri Başkanlığı, cezaevi yönetimine “Böyle bir din yok” yanıtını verdi. Yanıtı referans alan cezaevi yönetimi de görüşme talebini reddetti. “Alevilik sosyo kültürel bir yapıdır” 3 yıldır tutuklu bulunan Özdemir, alevi dedesiyle görüştürülmek için 13 Nisan 2011 tarihinden bu yana cezaevi yönetimine defalarca dilekçe sundu. Özdemir, mensubu olduğu dinin görevlilerince ziyaretinin yasal olarak uygun olduğunu belirterek alevi dedesiyle görüştürülmek istediğini belirtti. Konuya ilişkin cezaevi yönetiminin yanıt istediği Diyanet İşleri Başkanlığı, “Alevilik bir din değil İslam dini bünyesinde sosyo kültürel bir yapıdır” şeklinde açıklama yaptı. Fetvayı alan cezaevinden ret Okullardaki zorunlu din dersi uygulamalarına ve Cem evlerinin ibadethane statüsüne alınmamasına karşı birçok sorunla mücadele eden Alevilerin inancını yok sayan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın fetvayı andıran açıklamasını referans alan cezaevi idaresi de, Aleviliğin İslam dini içerisinde değerlendirildiğini söyleyerek alevi dedesi ile görüşme talebini reddetti. Cezaevlerinde Alevi kanalları da yasak Öte yandan periyodik olarak tutuklulara din dersi faaliyetleri düzenlenen cezaevlerinde ayrımcılık sadece inanç önderleriyle görüşmelerin engellenmesiyle yaşanmıyor. Cezaevinde Samanyolu, Hilal, Kanal 7 gibi kanallar dini içerikli yayınlar yapılırken alevi yayın yapan kanalların izletilmemesi ve cezaevi kütüphanelerinde Fethullah Gülen, Said-i Nursi kitapları bulunurken Alevi inancını kapsayan kitaplara yer verilmemesi de inanç ayrımcılığını vurguluyor. (soL - Haber Merkezi) - 31 Ocak 2012 Caferiler, Laçiner’i mahkemeye veriyor TRT Haber’de yayımlanan ‘Açı’ programında konuşan Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Sedat Laçiner’in, Şii’lere yönelik sözleri tepki topladı.Güncelleme:01 Ocak 2012 15:10 Suriye ve Irak’taki mezhep çatışmalarına değinen Laçiner, programda, “Sadece Irak’ta değil Körfez’de de Şiiler var, Kuveyt’te de. Şimdi bir insanın Şii olması Hıristiyan olmasından kötü, çünkü Hıristiyan nihayetinde ehli kitaptır; üç dinden bir tanesindendir. Allah onu selamete de erdirebilir, belki cennete de koyabilir. Şii ise sapkınlık var orada dini bozmaya çalışmak var” demişti. Laçiner’e tepki gösteren Türkiye Caferiler Lideri Selahattin Özgündüz, “Ülkemizin en geç rektörünün bu şekil bağnaz, yobaz ifadeler kullanmasını çok yadırgadım. İhtilal döneminde bile kimse bizim mezhebimize dil uzatmadı” dedi. Caferiler, Laçiner’e dava açacaklarını söylediler. http://haber.mynet.com GATA'dan cemevine ambulans yok Askerliğini yaparken kanser olduğu anlaşılan Alevi Vedat Keşto’nun yaşamını yitirdiği GATA’dan ailenin cenaze için ambulans talebine skandal cevap: Cemevine gidecek cenazeye ambulans veremeyiz. Askerliğe elverişli raporu verildikten sonra kanser teşhisiyle GATA Haydarpaşa Askerî Hastanesi’ne kaldırılan ve burada hayatını kaybeden Tuncelili komando er Vedat Keşto’nun ailesinin cenazeyi Bağcılar Cemevi’ne götürmek için ambulans talebine GATA morgundan “Cemevine ambulans yollamıyoruz camiye götürseydiniz verirdik” cevabı verildi. Taraf ’a konuşan acılı baba Efendi Keşto, “Hepimiz aynı Allah’a inanıyoruz, benim yüreğim yanmış, bir araç dahi verilmedi” dedi. İstanbul’da yaşayan 20 yaşındaki er Keşto 2009’da ortaya çıkan sağlık problemleri nedeniyle doktora gitti. Keşto aynı yılın 10. ayında askere çağrıldı. Kadıköy Askerlik Şubesi’nde fiziki muayeneden geçirilen Keşto’ya “askerliğe elverişlidir” raporu verildi. Keşto, 2010 martında Isparta’daki acemi birliğine teslim oldu. Buradan Ardahan’daki usta birliğine giden Keşto, komando olarak geçici görevle Hakkâri Çukurca’ya gönderildi. Ailesiyle yaptığı görüşmelerde çok zor koşullarda görev yaptığını anlatan Keşto, taşta yattığını ve vücudunda yaralar oluştuğunu söyledi. 2011 ocak ayında rahatsızlanınca Ardahan’da göğsündeki şişlikten parça alınan Keşto, daha sonra yeniden Çukurca’ya gönderildi. Aysun YAZICI / Taraf - 9 ocak 12 kızılbaş - sayfa 25 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 tarihe tanık belgeler Trabzon Gürtun’daki Kızılbaşlar’ın İran ilişkisi varsa cezalandırılması YAZI: 17 Ramazan sene 973 (Mart 1566), Padişah Kanunî dönemi, Sadrâzam: Sokollu Mehmet Paşa, İran’da Şâh 1. Tahmasb’tır. O yıl Kanunî, 30 Eylül’de vefat etti. Yerine oğlu 2. Selim tahta (Sarı Selim) geçti. KİMDEN: Padişah’tan KİME: Trabzon’da Muharrem ve Nu’man Beylere HÜKÜM, KONU: Trabzon Sancağı’nın Gürtun ilçesi ahalisinin KIZILBAŞ’lara sevgileri olub İran’la ilişki kurdukları, bunların denetlenmesi, öncü olanların yakalanıp yargılanmaları, gerçekten ilişkileri kanıtlanırsa şer’en cezalandırılmaları. BELGENİN MEÂLİ Trabzon sancağında olan Gürtun kazasının reayası sabi (?) olub KIZILBAŞ EHİBBÂSI (dostu) olmağla bu def ’a sulhdan sonra o dürlü kimse kat’–i alâka idüb ol cânibe (İran) gidüb ve anlerden gayri ba’zı kimesne yukarı Cânibe (İran’a) muttasıl huzur–ı cem’ idüb varub gelüb haklarından gelinmezse cümlesi göçüb gitmeleri mukarrerdir deyû bildirmişsin imdi melâin–i hasîrinin (mel’unların zararı) haklarından gelinmek ehemm–i mühimmâttandır (çok önemlidir) BUYURDIM Kİ, hükm–i şerîfim vardıkda bu babda temâm basîret üzere olub bu husûsı kimesneye ifşâ itmeyüb “KIZILBAŞ TEFTİŞ OLUNIRMIŞ” deyû şâyi olmayub ihtiyât idüb anin gibi Yukaru Canible (İran’la) alâka iden kimesneleri birer bahane ile hafiyyeten (gizlice) ele getürüb ahvâlleri şer’le teftişidüb rafz ve ilhadı sãbit ve zâhir olursa habs idüb yarar adamlarla südde–i saadetime gönderesin yazıb bildiresin. BELGE: BOA: Mühimme defteri Tasnifi, cilt: 5/2, s. 513/ 1401 ARAPGİR’DE IŞIKLAR KÖYÜNE İMAM ATANMASI (x) YAZI: Hicrî 1199, (Milâdî 1784,) Padişah I. Abdülhamid dönemidir. O yıl 19 Ocak günü Osmanlı Devleti Kırım’ın Ruslar tarafından ilhakını tanıdı, 24 Şubatta da Rusya ile ticaret Antlaşması imzaladı. KİMDEN:Div ân–ı Hümâyun’dan KİME: Padişah’a KONU: Arapgir İlçesi Işıklar Köyü’ndeki Murtaza Efendi ve Ali Bey Cami’sine bir Hatip (imam) gerektiği, buraya da Ömer Halife’nin atanması uygun olacağı. BELGENİN MEÂLİ İZN–İHÜMÂYÛNIM OLMIŞDIR Arz–ı Bende–i Bi–mikdar oldır ki Şevketlü Krerâmetlü Mehabetlü Kudretlü Velîni’metim Efendim Pâd–şâhım Arabkir kazasına tâbi Işıklar nâmkaryede vâki Murtaza Efendi ve Ali bey Cami’nin hitâbeti mahlûl (boş) olmağla erbhabı istihkakdan Ömer Halîfe’ye sadaka buyurılmak recâsına Arabkir nhaibi arz itmeğin bâlâsı “İZN– İHÜMÂYÛNIMOLMIŞDIR” deyû hatt–ı hümâyûn inâyet–makrûnlarîyle tezyîn (süsleme) buyurılmak bâbında emru ferman şevketlü kerâmetlû mehâbetlü kudretlü Velini’ metim efendim pâd–şahımındır BELGE: BOA–İ.E. HAtt–ı Hümâyun No: 468 kızılbaş - sayfa 26 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Qome ma ez na dergiye’de hona newe nusnenu. Xowe xo zaf fiqırüne, mıwa na nustayiso werende, sene meseli sero wındine bınusni. Peyniye de mı niyadaqe, mesele zone ma zaf muhimo.Nayere gore, zone kırmancıye sere mıwa wındıne, bınusnine. Zon, werte insani’de, zuwıni famkerdene, zere isonira çıqe yeno, fıqıru, famkerdiş u, dilegu, qeseqerdenera, perüne piyara zon wajino. ZONE MA SAİT BAKŞİ Zon werte dı hire seyserede ewe qese kerdenera werte niyamo. Zon eve wastenera qi newiyo.Medeniyet qe çıxa rawer şiyo zonı qi medeniyetra piya hunde rawe şiyo; ewe xo amo werte peyda biyo. Medeniyet qe çıxa rawe şiyo isonı qi hunde rawe şiyo.Uygarlıxıye qe xele rawe şiya, zone qi xele rawe şiyo.Ewe o torera daha rınd isoni züwini rınd ferq kerdo, fam kerdo. Nayera gore zon, ewe hazaru se serura dıme hona amo werte. Tabi her mıletira gore zonı qı wuriyo, wırajiyo,zuwe zu , mıletira gore biyo zon.Mileti zuwinide qesey kerdo , zuwini fam kerdo. Zone kırmanciye qi werte na zonidero. O qi mare biyo zon. Milete ma edu cede ma, piu qaluqune ma nazon qeseykerdo, hata roza ewroyene niya amo. Ma domoneniya xode zone Tırqu nezonene.Zone maa xora qesey kerdene. Cumuret qe naro, qanune cumureti qe weti, Qereqoli, mektewi, qısleyi kerdi welate Dersimi, her çiye mılete kırmanci quret bıne deşti.Endi zone kırmanciye newerda qe qesey bıkere. Mektewude zone Tırqura wendis,nustayiş,qesekerdene nero .Çıra niya kerd , nıqa ısone ma daha rınd fam keno qe na politiqa Devleti wiya. Zu mılet çutır wurino, çutır beno zone xo ser, beno kulture xo ser, wurneno. Werınde zonra bıwırne, ora dıme welatra yane harde piu qaluqura duri fiyo, ora dıme qi heru jü cayero Wazene qe her çıye mılete kırmanci bıwurne, (Asımile) kere wertera wedare ze xo kere. Zonezu mileti dire ga temele ye mıletiyo. Zu mıletqe be zon mend, be kamiye maneno, be zon maneno,be kultur maneno, be itiqat maneno. Zon qe çino, o mileti qi çino. Zon qe çino kulture ye mıleti qi çino, imanu itiqate xo qi çino, odetu tore xo qi çino.Çıra qe zu mılet zone xora esto.Kamiya zu mileti zonra yena watis. Zon namuse zu mıletiyo , şerefe zu miletiyo. Gereqe werwere sare xo bızero zaf rınd bıseweqno, bınusno,bıwano,qesey bıkero qe o zon bımano.Zu zonqe qeseymewone, werte zonune dinade nemaneno.Eqe qesey newi beno wini wertera darino we sono. sero,zuwinira duri kuyo , zone xo kulturu, odetu tore xo , itiqate xo wini kero,her çiye xora qe kewt duri endi towaye xo qe nemend wurino.Beno ze politiqa dewleta Tırqu.Hona hata nıqa qi na politika dewlete Tırqu hen berdewam kena. Ma zone xo qesekerdenera serm mekerime, koti beno bıwo o zonra qesey bıkerıme.Na meselera gore aoqe wano ez kırmancune , ez qızılbaş alewine,dersımızune qere qe tenena zede bıguriyo. Na kar bare wıle mılete kırmanciyo. Eqe wane na dinade maqi eştıme ma qi mılete kırmancıme, o waxt zone xore wair wejuyone. Zone isoniqe bı wini kulture isonı qi beno wini. O mileti qi beno wini,zone xo qi wertera darino we sono. Peyniya na nustayişi de ez wanu bırayene, wayene domanene, qomu qewile ma zone xore wair wejiyene kamiyo xo wini mekerime. Meşerime, meşerime Heru jü cayero meşerime Deste zuwini bızerime Qeweta xo zu kerime Zu rayera piya şime zone ma sözlük isteme adresi: [email protected] Zone xo wini mikerime Ma kamime xo nas bıkerime kızılbaş - sayfa 27 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Baya GulE- Gülün kokusu Derdê XerîbîyE Gurbetin derdi c-Çoğul Tamlayan: Kayê DomanAN Çocukların oyunu Raya dewAN- köylerin yolu Adirê ŞuyanAN- Çobanların ateşi i l h a m i s e r t k ay a ZAZACA DERSLER-11 ZAZACA’DA TAMLAMA Zazaca’ da tamlama, tamlananın sonuna gelen sonekler ile yapılır. Bu sonekler; 1-Tamlanan Eril tekil kelimelerde: ‘ê’ Dişil tekil kelimelerde: ’a’ Çoğullarda;(yine): ’ê’ 2- Tamlayan Eril tekil kelimelerde: ‘î’ Dişil tekil kelimeler: ‘e’ Çoğul kelimeler: ‘an’ Bazı Örnekler: 1-Tamlanan a-Eril tamlanan: DestÊ lajekî- oğlanın eli DerdÊ mordemî- adamın derdi HêgayÊ xalî- dayının tarlası BenuştÊ domanî- çocuğun sakızı b- Dişil tekil tamlanan: QelemA Lerzanî- Lerzan’ınkalemi KoçikA Caferî- Cafer’in kaşığı MangA Zerîfe- Zerif’in ineği BalîşnA Hesenî- Hasan’ın yastığı c-Çoğul tamlanan: MasuyÊ sosine- Sosın’ın balıkları BalîşnÊ kêneke- Kızın yastıkları KitabÊ lajekî- Oğlanın kitapları 2- Tamlayan: a- Eril tekil kelimeler: Vaşê koyÎ- dağın otu Astorê XelîlÎ- Halilin atı Birê wareyÎ- yaylanın ormanı b-Dişil tekil kelimeler Mayîna FatmayE- Fatma’nın atı DERS-12 ZAZACA’DA SIFAT Zazaca’da sıfatlar, yapıları bakımından üçe ayrılırlar. 1-Basit sıfatlar 2-Türemiş sıfatlar 3-Bileşik sıfatlar 1-Basit Sıfatlar Her hangi bir ekle türememiş, birden fazla kelimeden oluşmamış tek kelimelik sıfatlardırlar. a-Eril nesneleri nitelendiren bazı sıfatlardan örnekler Kilm-Kısa Xorî-derin Çewt-eğri Berz-yüksek b-Dişil nesneleri nitelendiren sıfatlardan bazı örnekler xorîyE-derin ÇewtÊ-eğri RindE-iyi DergE-uzun c-Çoğul nesneleri nitelendiren sıfatlardan bazı örnekler RindÎ-iyiler DergÎ-uzunlar xirabÎ-kötüler KilmÎ-kısalar 2-Türemiş Sıfatlar Bunlar, edat ya da soneklerle türetilen sıfatlardır a-‘Bİ’ olumluluk edat ile, eril hallerde bazı örnekler Bİxêr-hayırlı Bİkêyf-keyifle Bİcan-candan Bİdert-dertli b-‘Bİ’ ile dişil örnekler; BİxêrE-hayırlı BİkêyfE-keyifli BİcanE-candan BİderdE-dertli Olumsuzluk anlamı ‘BÊ’ ile yapılır BÊxêr-BÊxêre-hayırsız (v.b) Çogullarda arkasına ‘Î’ harfı alarak yapılır; BixêrÎ- hayırlılar, BêxêrÎ-hayırsızlar (v.b) 3-Bileşik Sıfatlar Bazı fiillerde gelecek zaman kökünün, bir isim, zamir ya da sıfatın arkasına gelerek oluşanlardır; Bazı örnekler a-Eril hal; Wer- HeramWER-haram yiyen ZAN-zonZANA-dil bilen DOŞ-mangaDOŞ-inek sağan XOŞ-serXOŞ-sar hoş b-Dişil hal HeramwerE-haram yiyen ZonzanE-dil bilen MangadoşE-inek sağan SerxoşE-sar hoş c-Çogul hallerde kelimenin arkasına İ harfi gelir HeramwerÎ-haram yiyenler ZonzaneyÎ-dil bilenler MangadoşÎ-inek sağanlar SerxoşÎ-sarhoşlar Wer: HeramWER-haram yiyen. ZAN:zonZAN-dil bilen DOŞ:mangaDOŞ-inek sağan XOŞ:serXOŞ-sar hoş DERS -13 ZAZACADA EDAT Kendi başlarına anlamları olmayan, ancak bir kelime ile birlikte kullanılınca anlam ifade eden sözcüklerdir. Zazaca da edatlar, bulundukları yere göre üç gruba ayrılırlar; 1- Kelimenin önünde yer alanlar 2- kelimenin arkasında yer alanlar 3- Hem kelimenin önünde, hem de arkasında yer alanlar 1- Kelimenin ÖnündeYer Alan Edatlar (önedetlar); a- BE, b- Bİ a- ‘BE’ edatı Ez BE xo wanena-Ben kendim okuyorum kızılbaş - sayfa 28 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Xatir BE to-hoşca kal Ez BE lajekî huna-Ben çocuğa gülüyorum b- ‘Bİ’ edatı; a- (Sorgule) Bİ trêne şîye-(Sorgul) trenle gitti b- (Zane) Bi zaneyê xo kifş beno(bilgili), bilgisiyle belli olur c- (Hesen) Bi xo şî-(Hasan) kendisi gitti 2- Kelimenin Sonuna Gelen Edatlar (Ardedatlar) A- DE B- RA ‘DE’ edatı; A-1- Ez cêr DE menda-Ben aşağıda kaldım A-2- Dewijî wêşanîye DE mendêköylüler açlıkta kalmışlar B-‘RA’ edatı: a- Ez to RA hes kena- ben seni seviyorum b- Hevalan RA…- arkadaşlara…. c- Nasan RA…. tanıdıklara…. 3-Önedat Ve Ardedatlar a- BE….DE b-DE…RA 1-a- BE benuşt, lajekî kay DE vet- sakız ile çocuğu oyundan çıkardı b- BE sole, astore merge DE girot- tuz ile atı çayırda tuttu. 2- DE…RA edatı; a- Çewlig DE cêr, raye derg bena, Karêr RA ver derbaz bena-Çewlik’de aşağı yol uzanıp Karêr’in önünden geçiyor b- Dewe DE çînit, tacîran RA rotköyde biçti, tüccarlara sattı Diyarbakır’da Kültür ve Cemevi açıldı ZONÊ MA Zarance kuna kemeru, Zonê hode wanena. Qılancıke nisena gıle dare ra, Zonê xode qıştnena. Amnon yeno, beno germ, Temuz zonê hode cızeno. Mor u mılawın, Teyr u tur, Pil u qız, Cin u ciamerd, Serre na dinade her çi, Zonê hode waneno. Serre na dinade her çi, her kes zone hode gırano. Wertê ninera ça teyna ma zonê hora vozdame! Ça teyna ma zone hora rememe! Ma rememe kata some? Zazaki zonê mao. Bav u kali qeseykerdo. Lawıki vatê, sanıki vatê, Zonê ma zof şireno. Zonê ho ça vindkerime, Zonê sari ça ser kerime, (devamı gelecek sayıda) Zonê ho ça bın kerime! Zonê sari ça ser kerime! Zonê ma ke bi vind, Ma ki beme vind! Lawıki bene vind, Sanıki bene vind, Roşt bena vind, Tari maneno! Beme lal, beme kêr, Beme bê pa u bê per, Kume bıne destu, Gıneme vêrrê dêsu, Halê mare u waxt her kes huyino, - ne ke her! H. Dewran Diyarbakırda yapımı tamamlanan Pir Sultan Abdal Cem ve Kültür Evinin açılışı gerçekleştirildi. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinin yaptığı Diyarbakır Kültür ve Cemevi Pazar günü yapılan törenle açıldı. Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, BDP Eş Genel Başkanı Gültan Kışanak ve Bağlar Belediye Başkanı Yüksel Baran ve çok sayıda vatandaş cemevinin açılış törenine katıldı. Yapılan konuşmaların ardından Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir ile Bağlar Belediye Başkanı Yüksel Baran’a Cemevine yaptıkları katkıdan dolayı plaket verildi. Plaket törenininden sonra Cemevinin açılışı yapıldı ve ardından Cemevi gezildi. Deyişlerin okunduğu açılışta aşure duasının okunmasından sonra aşure dağıtımı yapıldı. kızılbaş - sayfa 29 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 SEYD RIZA cemal taş Heqa Sêyd Rızay de, hata nıka zaf qesey amê vatene. Namê Sêyd Rızay zaf caa de dekeriya. Nêçe raporanê resmiyeta de, nêçe neşriyatanê sivila de, kıtaba de, perlod u qezanta de heqa Sêyd Rızay de nustey veciyay. Rivalê resmiyeti de, Sêyd Rıza eşqiya u hayduto, xayıno. Hama vijdanê qomê xode, tarıqê Dêsımi de Sêyd Rıza şaxsiyeto de pilo. Mertevê na piline ki, serba şeref u namusê qomê xo, vera zorbaza de çhok ronênaêne ra cêno. Heni aseno ke, naê ra tepia hona heqa Sêyd Rızay de zaf werênais beno. Helbet weşiya her zati de kemaniye ki bena, anor u roştarine ki bena. Heqa Sêyd Rızay de, mı kamılanê Dêsımi ra zafine de mobet kerd. Qanatê mı heni hasıl bi ke, Sêyd Rıza tarıqê Dêsımi de şaxsiyeto de pilo. Yiê ke Sêyd Rızay nejdi ra nas kenê, vatena yine ra gore, çıqa ke waxtê aşiretine de xeta u guna xo ki esta, na xeta lewê şaxsiyetê yide şiye de mana. Sêyd Rıza, tarıqê Dêsımi de qaro henên keno vılê xo ke, dısmenê xo bilê qarşiyê yide xover de sêr keno. Na nia bızaniyo ke, na roştdariye u baqilina zê mordemanê Sêyd Rızay, tarıqê ma Kırmanca de ra u rêçha de paka. Saa mordemanê zê Sêyd Rızay ra, wertê sari de ma sere tik, bêar u bê ters fetelinime. Lewê Sêyd Rızay de ki, Koê Dêsımi de nêçe Sêyd Rızay biyê. Namê yine ki ebe hurmeta dekerneyme, xovir ra nêkeyme. Sêyd Rıza kamo Şıxhemed Dede; zaman de Meletiye de Dewa Şıxheseni de vındeno. Vatene ser, vanê; “Şıxhemed Dede; zamanê sımseri de Xorasan ra amo Meletiye.” Şıxhemed Dedey ra; dı laci benê, jü Şıxesen beno, jü ki Sêyd beno. Sêyd be Şıxhesenia zaman de bar kenê, sonê Kilse de nejdiyê Koê Duzgıni de temel sanê cı. Namê a dewe; nıka ki Dewa Khalmemia. A taw; Şıxhesen çêna xo dano Khalmemi. Sêyd be Şıxhesenia zamanê ra tepia Dewa Khalmemi ra bar kenê, sonê nejdiyê Koê Sultanbabay de Bodig de mekan cênê. Bodig de benê zêde, ağmê Dewanê Dêsımi benê. Sêyd be Şıxhesenia ke yenê Bodig, êndi şindor sanê wertê xo. Dot hetê Khalmemi rê vanê; “Sağê Dêsımi” na hetê Bodiği rê vanê; “Sağê Şıxheseni.” Sağê ke Sêydi ra biyê zêde, yina rê vanê; “Sêyda” sağê ke Şıxheseni ra biyê zêde, yina rê vanê; “Şıxhesena.” Yi herda de zaman de mıleto khan beno. Mıletê khani ra tepia rêçha Hermenia ki zê Kırmanca yi herda sero asena. Ni herdi sero; Sağê RutaBextiyera, Sağê İzol-Xırani, Sağê Sêyd u Şıxheseni, Sağê Dêsımi u aşirê bini estê. Ni kuli ki xo Kırmanc name kenê. Xorê vanê; Kırmanc, jüanê xorê vanê; Kırmancki, herdê xorê vanê Kırmanciye. Sêyd Rıza Sağê Şıxheseni rao. Khalıko pil; Şıxhemed Dedeo, Şıxhemed Dede piyê Şıxhesenio. Hewsa xo Bodig dera. Aşira Abasa ki Şıxhesenıca. Abasa; zaman de çar bıray biye, Ağdad ra ağme biye. Bırao jü; Sali, bırao dıdeine; Sêydxan, bırao hireine; Qeresıleman biyo, bıraê phoncine; Abas biyo. Abaşi ra dıme, sırsıle ebe sıra wa; Qeresılêman, Alişêr, Sêyd Mursa, Sêyd Mıstafa, Baba, Sêyd Sılêman, Sêyd İbrahim, Sêyd Rıza taqıb kena. Piyê Sêyd Rızay Sêyd İbrahim; tornê Babaê Piliyo. Hewsa Babaê Pili Dewa Xaçeliye dera. Sırsıla Sêyd Rızay rê vanê; “Çê Babao.” Na sırsıla Şıxhesena de rayberine destê Babo dera. Bab khalıkê Sêyd İbrahimio. Sêyd İbrahim ki wayırê hawt laca beno. 1-Sa Heyder 2-Sêyd Sılêman 3-Sêyd Alişêr 4-Sêyd Ağa 5-Sêyd Kheko 6-Sêyd Xıdır 7-Sêyd Rıza Sêyd İbrahim weşiya xode Derê Arey de vındeno. Nıka kometa xo Derê Arey dera. Sêyd İbrahim; weşiya xode hoşia keno, vano; ”cıla mı sero lacê mıno qıc Sêyd Rıza roniso.” A taw hirê dewê Sêyd İbraimi benê. Ağdad, Derê Arey, Xaçeliye. Sêyd Rıza zamanê rayberina xode Ağdad de vındeno. Ê Sêyd Rızay ki des u hawut domanê xo benê. Mulxutê Çê Sêyd Rızay Sêyd Rıza: Ağdad de mano. 15ê Asma Payıjia Werteine 1937 de Xarpet de hetê hukmati ra erjino dare. Ana Pule: Cenia Sêyd Rızaya verene bena. Ağaê Aşira Fehata ra çêna Diyab Ağay bena. Serra 1938 de Desta Qırğa de hetê hukmati ra yena kistene. Ana Bese: Cenia Sêyd Rızaya pêene bena. Abasa ra çêna Hemê Boği bena. Serra 1937 de Derê Semku de ebe mulxutê çeyi hetê hukmati ra yena kistene. Şıxhesen: Ana Pule ra lacanê Sêyd Rızay ra pilê xo beno. Dewa Xaçeliye de mezra Zeynıka de vındeno. Zeweciyai beno. Serra 1937 de Derê Semku de ebe mulxutê çeyi hetê hukmati ra yeno kistene. kızılbaş - sayfa 30 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Baba: Ana Pule ra lacê Sêyd Rızayo. Gegane Dewa Ağdadi de, gegane Derê Arey de vındeno. Zeweciyai beno. Serra 1934 de hetê Aşira Qırğa ra Dewa Şine de yeno kistene. Sêyd Usen: Ana Pule ra lacê Sêyd Rızayo. Zeweciyai beno, Ağdad de lewê piyê xode vındeno. Serra 1937 de, 15ê Asma Payıjia werteine de Xarpet de hetê hukmati ra erjino dare. Menese: Ana Pule ra çêna Sêyd Rızay bena. Ortınige ra veyva Çê Ağaê Sêyd Munzuri bena. Merdê xo Babay de gıno cı. Dilife: Ana Pule ra çêna Sêyd Rızay bena. Bıraê Sêyd Ağay de zeweciyai bena. Thıte: Ana Pule ra çêna Sêyd Rızay bena. Xeycane: Ana Pule ra çêna Sêyd Rızay bena. Qelecuxe ra Sêyd Xan Ağay de zeweciyai bena. Sebra: Ana Pule ra çêna Sêyd Rızay bena. Halvoriye ra veyva Çê Sure bena. Halvoriye de veyva Çê Sure bena. Hukmati ke serra 1938i de 14ê Asma Amnania peyine de Mıletê Halvoriye ke qırr kerd a ki tey bena. Qume: Ana Pule çêna Sêyd Rızay bena. Halvoriye de veyva Çê Sure bena. Hukmati ke serra 1938i de 14ê Asma Amnania peyine de Mıletê Halvoriye ke qırr kerd a ki tey bena. Leyle: Ana Bese ra çêna Sêyd Rızay bena. Serra 1937 de Derê Semku de mulxutê çeyi ke hetê hukmati ra yeno kistene, Leyle çeneka azebe bena. Qırrkerdis ra wes xeleşina, surgıniye ra tepia serra 1945 de peyser sona Dêsım. Nıka hona wesa. Sewliye: Ana Bese ra çêna Sêyd Rızay bena. Serra 1937 de Derê Semku de hetê hukmati ra yena kistene Ali Rıza: Ana Bese ra lacê Sêyd Rızay beno. Serra 1937 de lacek beno, Derê Semku de mulxutê çeyi de hetê hukmati ra yeno kistene. Ali İhsan: Ana Bese ra lacê Sêyd Rızay beno. Serra 1937 de lacek beno, Derê Semku de mulxutê çeyi ke hetê hukmati ra amo kistene, meyitê yi nêvenino. Vatene ser, taê vanê ke; “jü subay ebe ewladina berdo.” Rızay Mudır teber nêkerd. Yanê qesa xode nêvınet. Sêyd Ağa: Ana Bese ra lacê Sêyd Rızay beno. Serra 1937 de doman beno, Derê Semku de mulxutê çeyi de hetê hukmati ra yeno kistene. (Efendiyê Şıxheseni. Dersim Dergisi: More:11, pelge: 51. Qesê verê locıne, Cemal Taş.) DEWRÊ AŞİRETİNE DE SÊYD RIZA Sêyd Rıza ke cıla piyê xo Sêyd İbrahimi sero niseno ro, qarê Aşira Abasa ki kono vılê yi. Êndi Dersım de qewğê aşira têra benê. Sêyd Rıza ki xo wertê yi qewğa de vêneno. Şindorê Abasa, hetê ra şindorê Khala u Sêyd Kemala de, hetê ra şindorê Qırğa de hetê ra ki yê Khurêsa u Demena de beno. A taw Abasa en zêde sonê nejdiyê dewanê Aşira Khala de bona vırazanê, şindora sero jübini de sere oncenê. Hama a zaman de Aşira Khala zaf qewete darena we. Abasa be Khala konê tê. Mordema jübini ra kisenê. Bado, Abasa Keçelu de, Usıva de, Khuresa de, Demena de ki qewğa kenê. Abasa be Qırğa, Hukmatê Kırmanciye wazenê Dewrê Osmanli de, Osmanlı Herdanê Arabi ra, hata Kaf kasya, Balkana ra hata bergê Viyana her ca cêna bınê bandıra xo. Hama Gola Dêrsimi wertê herdanê Padisaina Osmanlı de belek mana. Osmanlı çıqa ke çımê xo Dêsım de beno, çıqa ke zerre poyneno, hama hewes tıma zerre de mano. Her gerenge ki Dêsım tıma erzeno xover, nirê Osmali qebul nêkeno. Dêsım de her aşire şindorê xo qori kena. Osmanli ge hetê Pulemuriye ra qol erzeno, ge hetê Xozati ra qol erzeno. Hama hata dewrê Cumhuriyeti mıradê xo çıma de mano. Tarıq gıno serranê 1910. Ağaina Aşira Qırğa Mirosa de bena. Mirosa ra Salman Ağa ki Sêyd Rızay de mısayıb beno. Salman Ağay be Sêyd Rızaya yenê were ke qereqolanê Osmanli wertê xora wedarê. Hukmatê Kırmanciye pêsanê. “Sêyd Rızay; Salman Ağay rê elçi rusna, vake; ‘Salman Ağa, to mudurê xo teber ke, ez ki mudurê xo kena teber. Ma hukmatê Kırmanciye wazeyme.’ Mudırê hukmati Deste de bi. Salman Ağay mudır kerd teber. Hama Sêyd Salman Ağa şindorê xode Qereqolê Deste dareno we. Sêyd Rıza ki qewete rusneno Qereqolê Zêranige ser. Aşirê Puluri dormê qereqoli cênê, qereqolê Osmanli seveknenê. Qolê Abasa vatena xo niyanê hurendi, peyser oncinê. Naê sero Osmanli Salman Ağay pêcêno, beno Xozat de erzeno hepıs. Qaymaqamê Osmanli Xozat de sono hepısxane de Salman Ağay vêneno, temey keno, Salman Ağa sêro, hêfê xo Abasa ra bıcêro. Salman Ağay rê vano: “Salman Ağa, Sêyd Rızay to xapıta ke to qewete ra warodo. To qereqolê ma kerd teber hama, Sêyd Rızay tora dubara kerde. To ke sona Abasa ra hêf cêna, ez to verdana ra.” Salman Ağa inam beno, sono Abasa ra hêf cêno. Zaman; zamanê herbê dinao jüino. Her ca de qewğa u pêrodais esto. Aşiranê Dêsımi ra taê konê pısondia Osmanli, piya erzenê Dewanê Qırğa ser. Qırğa ra ezbeta Satoğlia ra Sılêman Ağa kişino. “Avasu ve Qırğu ra têkotêe. Çê Sêy Rızay ra mordemo de pil amo kıstene. Sêy Rıza şiyo Xozat ra eskerê Dewlete ardo esto Qırğu ser. Qırğu dewê ho caverdê, kerdê thol. Pilê Aşıra Qırğu Çê Miros Ağaye. Xêvere rusna, Wuşênê Sêydi rê vato; ‘Sêy Rızay qesa nianêne kerda, sıma ve vijdanê ho, bêrê ma bıxelesnê.’ Wuşênê Sêydi xêvere rusnê, aşırê Dêsımi pêro amey. Khuresu, Wusıvu, Alu, Demenu, kamci aşıre rê xêvere rusna têde amey. O waxt ez hona bêçhekio, tü u tusê mı hona yeno, ez têy nêberdu, zof esker amo, bi rast şi. Eke sonê verê Testage, uza Xıdê Dewri ve Doê Khêria dı mordemê ma gınenê cı. Wuşênê Sêydi ve Sılêman Ağaê Satoğliya piya sonê. Niadanê ke, eskerê dewlete hao bınê bağçê Testage de ronişteo. Uza nanê eskeri ra, qewğa têrabena, zof esker kışino. Wuşênê Sêydi ve Sılêman Ağaê Satoğli ra nanê eskeri ra, peyser ho oncenê. Aê de Sılêman Ağa tatê lınga hora beno dırvetın. Neşkino ke bêro, cêrê Testage are esto, kuno arê. kızılbaş - sayfa 31 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Zerrê arey de fisegê ho qedinê uza kışino. şi. Dot ra ke ama Erzıngan de qonağê Vali de ses asmi nişt ro.” (Danoğê 38i. Hıdır Aytaç. Pelge: 23.Tijyayınları.) (Roê Kırmanciyê. Pelge:87. Cemal Taş. Tij Yayınları) Merevê Urışi ra tepia Osmanlı reijina Sêyd Rızay nas keno. DEWRÊ CUMHURİYETİ DE SÊYD RIZA Sêyd Rıza Herbê Urışio u Aşiranê Dêsımi de ki qarê welatê xo keno vılê xo. Serra 1915 de milisanê Dêsımi sero qumandarine keno. Urışi dıma hata Qers sono. Eskerê Urışi 1917 de peyser oncino, Sêyd Rıza Suka Erzıngani de qonağê Vali de niseno ro. Padisaê Osmanli Estemol ra cırê hediya rusnenê, Sêyd Rızay ebe nıfısê Valine nas kenê. Endi Dêsım ki Erzıngan ra idare keno. Osmanli, Aşira Abasa be Qırğana fino têdêset ra, hata ke lacê Sêyd Rızay Baba kişia. Osmanlı dıma Tırkiya de Cumhuriyete ke saniyêpê, hata 38i zê dewrê Osmanli Hukumê xo Dêsımi sero çine beno. TBMM ke yenopêser, Dêsım ra Sêyd Rızay ki wazenê meclis. Hama Sêyd Rıza, zeke Osmanlı İdare Ağaê Qoca wazeno werenais, İdare Ağaê Qoca Osmanli cüab keno, vano; ‘ez yinê Osmanli ra awe nêsımena’ zê İdare Ağay Sêyd Rıza ki tibar be meclisê cumhuriyeti nêano. “Urıske ama, Sêyd Rızay Ağlerunê Dêsımi rê elçi rusna, temey kerdi, vake; ‘Urıs amo, Koê Duzgıni ra hata serê Kamaxi mınıto. Ravêr piyade amo, çhêkê qıci têye, nıka rae vırazeno, ağır makine, top dıma ano. Hata ke qeweta xo kêmia, xover bıdime, Urışi nêy herda meverdime. Urışi ke herdê ma gureti, namusê ma, ma dest ra sono. Ma ki caê de say nêbime, wertê dugelu de nêmorime. Jüo ke şeref u namosê xo sero hêco, seveta na şeref u namosê xo pêrodo.’ Ma ke şime nêjdiyê Erzıngani, serê Çhemii de pırd çino. Zımıstono, mılet serd de qerremiyo, awe serdına, mılet verê Çhemi de amo pêser, têde pinê. Xora jü pırd esto, dara ra gırêdaiyo. Ma têde ke yiro bıvışime bover, mılet hêştêa nêqedino. Pêro kêy bıvışiyê bover? Nınganê mara çarıxi bilê nêmendê, kınc u kolê ma têde ma sero zoğe biyo. Verê Çhemi de Sêyd Rıza ama rest ma. Sêyd Rızay dıma, tenê waxt ke verd ra, na rey ki Deli İbahim Pasa ama rest ma. Deli İbrahimi emrê dê eskera, vake; ‘Suya girin, suya girin karşıya geçin!”[1] Eskeri heni bêzerre veşti ra, şi verenia awe ke cıküye, hal ve hal nêkonê cı. Yi eskera ra taê qelebiay awe, cıra jü nêthawra cıküyo, peyiser cêra ra. Se ke o esker peyiser ama, Deli İbrahimi miyanê xo verr ra pişto ont, qafa yi Eskeri de onte, esker heni êçkar şi. Sêyd Rıza qaria, bi hêrsın, xo çarna Deli İbrahimi, vake; ‘Ulan sende hiç din iman yokmu? O senin babanın oğlu mu? Öyle kolay ise sen gir bakalım!”[2] Sêyd Rıza hata Erzurum Urışi dıma Xora ewraq u raporanê Cumhuriyeti de beliyo ke, Sêyd Rıza şaset o politika resmiyeti rê tibar nêkerdena heqli vecino. Hukmat fermanê Dêsımi rew ra veceno, ravêr çheka top keno, bado qereqola vırazeno, qereqola dıma erzeno Dêsımi ser. Ağlerê Dêsımi ki bandıra Cumhuriyeti qebul nêkenê, serba serbestiya Kırmanciye sondi wenê ke, hukmati de pêrodê. İta de çiye areze kerime ke, Dêsımi nefs u mudafa xo kerda. Politika hukmati qırkerdişi rê mane vêneno ke, Dêsımca isyan kerd. Qesa isyani, qırrkerdişi rê mısteheq vênıtena. 38i de, xoverdaisê Dêsımi de Sêyd Rızay sero Alişêr Efendi zaf teşir verdano. Xoverestene ser pheşti dano cı. Saan Ağaê Bextiyera ki diyağ dano Sêyd Rızay. Aşirê hetê Dêsımi ki Sêyd Rızay de sondi wenê, hama en zêde Demena qesa xode vındenê. Ma hetê resmiyeti ra zêde, danoğanê yi roca ra qal biyarime ra. “Rocê êlçiyê ama lêwê Usê Sêydi, cırê vakte, ‘Sêyd Rıza amo Halvoriye, sılamê xo torê esto, vano defê nata bêro, gurê mı têy esto.’ Usê Sêydi êlçi rê vat; ‘Xêra, çıgo, çı esto ke, Sêyd Rızay wesêno mı.’ Êlçi vake; ‘Sêyd Usen! Cıbrail Ağay weseno ağleranê Dêsımi, têde bınê Halvoriye de yêne pêser, jübini vênenê. Vanê esker vecino koê Dêsımi. Aşıri se vanê.’ Êxro ke Cıbrail Ağay wesêno Sêyd Rızay, Sêyd Rızay ki wesêno Usê Sêydi. Sêyd Rıza kewraê Cıbrail Ağay bi. Bover ra Demenu ve Usıvu amê, naver ra Abasu ve Khurêsuna sonê. Naver ra Pax ra Hesê Xıdê Keremi, bover ra Demenu ra Xıdê Gêwe beli kerd. Xıdır bıraê Hesê Gêwe bi. Ravêr Cıbrail Ağay ve Sêyd Rızaya weşiya jubini pers kerde, hal u demê jubini pers kerd. Bover ra Xıdê Gêwe fêke Cıbrail Ağay ra vake;’taburê esker ama wertê Usıvu de Paxê Suru de çadır fitra. Dar u ber ont pırd gırêda, mekere vet naverê awe. Ma pesêwe şime, tıfong na eskeri ra, yüzbaşi gına cı, cêray ra vozday peyiser şi. Ma konime çheke, xebera sıma çıga?’ Sêyd Rızay vake; ‘Kılê mıno kêwraê mıro. İqrarê ma, ma jübini ra cêrra mekero!’ Cıvrail Ağay vat; ‘Halla halla, kemerê bıce, ma kelê xo bıbırnime bercime Gola Xızıri, sondê xo borime!’ Sêyd Rızay naver ra kemerê gurete, Cıbrail Ağay bover ra kemerê gurete, hurdmine kılê xo a kemerê ro bırna, este çhem. Sêyd Rızay Vake; ‘Bıraêne! Warê sıma Bokıra, Sosınano, warê sıma Koê Sultan Babayo. Ma êndi bıraê jübinime. Sêyd Rıza cêra Usê Sêydi, cırê vat; ‘Sêyd Usen! Xebere bıdime Kosoğli[3], Pilvanku, Feretu, Qerebaliu. Têde bêre, tıfongê xo Mercimek[4] de bercime. Vırniya hukmati Awa Pêrtage de bırneyme, zobi domanê ma, malê ma têwerte de bıfeteliyo.” (Roê Kırmanciyê. Pelge:190. Cemal Taş. Tij Yayınları) “Elaiye esker amo serê Pakira, Sultan Sêyd. Son ke bi lokiza finê cı, alatirig vêsnenê, qarşiyê mara zê peroci asenê. Yi arabê eskera yêne, sonê lambanê veri ra beli benê. Pê koê têxt de cerde esto, corê ma pırrê goniano. Goniê xo herd ra veciye, hem hiraye, hem ki şa u têliêne. Roce biye san, Sêyd Rızay cini ve domonona dayarê vatke; ‘Adır bıcêre, sêre gonia ra bıfetêle, adır cıverdê, va hata sodır bıvêse.’ Cini u cüamerd, domona a son ra kosegê adıri gureti şi, adır nay gonia ra vêsnay. Êndi yi goni hata sodır zê çıla vêsêne. Domoni, cini şiyêne werte ro feteliyêne, kerdêne hayleme u udırt. Sêyd Rızay heni kerd ke Koê Sultan Sêyd de elaiye bıvêno, bızano ke çıqa eskere Sêyd Rızay esto. Eskerê dêwlete Sêyd Rızay ra xof kêro. Sêyd kızılbaş - sayfa 32 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Rızay fecirê sodıri de dı mordemi mıde rusnay, vatke; ‘Sêre cor nikila koy de meteris bıcêre, tij ke biye şirin thiyarey hetê Qereçor de vecine, serê Mamekiye ro yêne, bumba erzenê ma. Hadar fındêre, se ke amay nêjdiye ma, cêro sıma hiremêna piya tıfong panê, meberdê nêjdiyê ma bê.’ Ma her roce fecir ra hirê-çar mordemi şiyêne nikila koy, uza qula guretêne, kotêne meteris. Uza pitêne, se ke thiyarey veciyay, amay serê Mezra Boli, bi nêjdi ke bumba raverdê dêwe, ma têdinê cêro piya tıfongi nênepıra, thiyarey kerdiêne berz, sanêne asmên. Thêyara bese nêkerdêne alçağ bo, kor-poşman cêrêne ra peyiser şiyêne.” (Roê Kırmanciyê. Pelge:169. Cemal Taş. Tij Yayınları) “Khalıkê mı Ağdad de vınetêne. Baba; gegane Axdad de gegane ki Derê Arey de vınetêne. Piyê mı Şıxhesen ki Zênka de vınetêne, hama domankina mıde Xarpet de hepıs bi[5]. Hukmati ke piyê mı verdara, ez des serre biya. Piyê mı ke ama çê, khalıke mı cırê vake; ‘Laê mı! Rocê to hona nêqediye, se bi ke Avdıla Pasay[6] to verdara?‘ Piyê mı khalıkê mırê vake; ‘Bao! Avdıla Pasay vake: “Ez to verdenara, so piyê xode qeseyke, xora ke piyê to ama taxaletê hukmati bi, nêmê mılkê Xarpêti to sero tapü kena. To ki kena encümenê Elejizi.” Se ke piyê mı hêni va, khalıkê mı herdisa xoa sıpiyê hirê rey dêare berde verê fekê xo, cêra cı vake; ‘Laê’m, Laê’m! Hêni aseno ke to somiyê hukmati zaf werdê. Na fermane mırê dot ra imza kerda rusna, aqılê sıma nêreseno ni xebera. Ez taxalet bi ki yê mı lao, taxalet nêbi ki yê mı lao. Zur u dubarê hukmati çine? Yina de nê dino, nê imano, mı pırdê yina de loni diye.” (Cemila çêna Şıxheseni. Dersim Dergisi: More:6, Qesê verê locıne, Cemal Taş.) “Rocê; se ke sodır lêle ra tiji est, eskeri a dere de ni top u mitraliyoji sanêpê vêngê yine vano; ‘Gır, gır, gırrr, gırrr.’ Hata ke şiye est dina ser. Rocê, jü mordem ama uca, qesêy keno, vake; ‘Sêyd Rıza ki mara cor mığarêe dero. Hukmati cırê ewraqi rusnê, xete rusna, vato bêro teşlim bo.’ Moa mı heşiyêpê ke Sêyd Rıza mara nejdiyo, vat; ‘Dı-hirê cüamerdi mıde bêre, ez sona lewê Sêyd Rızay.’ Moa mı ke pêyiser cêrêya amê, marê qesêy kerd vake; ‘Ê ma thala, wa-waê, Sêyd Rıza ne sono teşlim beno, ne ki thoa. Ma şime mığara Sêyd Rızay. Mığara de ca gırêdaiyo, cay sero cıle rafitaiya, Sêyd Rıza cıle sero ronistaiyo, herdisa xo miştidano. Kuline jübini ra perşi-merşi kerdi, a deqqa de Lacê xo Şıxhesen ki veciya ame. Tenê ke areşiyaimeya, Sêyd Rıza cêra cı vake, ala Xatuna Waranê Zımi[7] ra pers kêre, A; çaê ama? Êndi Rıji de noboti çina[8], Rız ki xorê kemero verde ro.’ Bêgê Yıbıli, Çhuçê Fındıqia mecal nêda, vatke; Rayber Sare vana ‘ez eswetega, wayırê domonuna. Nia, bınê kemera de, wertê bırri de, damışt nêdana, dere u derxına ra besenêkena domonu bıfetelni. Ma nêşikime hukmati de herb bıkime. No merebeo, domonunê ma vera çımanê ma sungi kenê. To bê tağalet be, no zav-zêç raxelişiyo. Vana to ke kora menda, zafıteni, lewê to de manê, to cavernêdanê nêsonê, aê ra ama.’ Bêgê Yıbıl ke hêni va, Şıxheseni vake; ‘Apê! Xebera mı ki xebera Vêyva Waranê Zımia. Sêrke, hukmati, torê pakêtê kerda sandıqe[9], mor kerda, haleti rusna. Vano dêwu dan to, mılk dan to. Wazeno ke tode bêro werê. Bê sebebê zav u zêçê feqır u fıqari mebe, so teşlim be, no mılet raxeleşiyo.’ Sêyd Rızay hêrdisa xo miştdê, vat; ‘Laêm, laêm, aqılê sıma nêreseno ni xebera. Hukmat jüan dano mı, mı xapneno. Sandıqe mor kerda rusna, fêkê Rıji keno şirin ke, Rız sêro taxelet bo, la berco vılê Rıji[10] .Bese[11] ki bero pê kaê xo bıkero. Ez ke kot de berba, sıma ki mıde bıberbê’.“ (Fecira Çêna Delali. Dersim Dergisi: More:8, Qesê verê locıne, Cemal Taş.) “Bado eskerê dewlete ke veciya Dêsım, Zêyneli tıfong nêestêne dewlete. Rayberi[12] nêverda Zêynel tıfong küyo. Rayberi eskêri de fek cütêne. Aptula Pasay mordemi rusnay lewê Sêyd Rızay, cırê vake; ‘biya Qoçgirica[13] teşmil ke, esker peyiser cêreno ra. Ez ki Sursuriye[14] de mılk dana to. Nêmê de mılkê Sursuriye don to, cısnê to ki kon mamur. To piyê mı, ez ki lacê to.’ Sêyd Rızay qebul nêkerd. Anqara de mamuri Ataturki ra pers kenê, vanê; ‘to bese nêkerd Sêyd Rızay qankêre, to çaê sêyd Rıza İqna nêkerd?’ Ataturk vano; ‘Sêyd Rıza iqna nêbeno, inkaniye çina. Nıka ki Tırkiya de ki dı padisay nêbenê, ya ez, ya Sêyd Rıza!’ Sêyd Rıza Erzıngan de pêguret bi, Erzıngan ra berd Xarpıt. Usên ki şi rest cı, uca pi be lacia piya fiti dare. Dewlete ki bêbexte biye. Nıka ki bext keşi de nêmendo… hirê rey sicim vışino, hirmena rey ki fit dare… Serrê Sêyd Rızay berz bi, Ataturki da mekeme, serri nay ro, hêni fitdare. Mıletê Xarpeti ra taê, a taw uca benê, yino bexo be xo feka marê va, vake; ‘Sêyd Rıza ke fitdare, Ataturk bexo ki ama bi uca. Kıncê Subaya gureti bi pıra ke kes nas nêkero.’ Gardiyano ke a taw uca biyo, o bexo mara bi. Yi ki qesey kerd, vat: ‘Sêyd Rıza ke oda ra vet, mamuri nia têde düyari ver de şirit bi. Ataturk ki bêtêvdir kıncê subaya gureti bi pıra wertê yina de bi. Se ke çımê Sêyd Rızay gınay yi mordemi, Sêyd Rıza hêni bırr ra, heni bırra ke, vat; ‘nê to Anqara ra serva mı gına raê ama ita?’ Sêyd Rıza ke bırra, uca xo ser ra dard we. Mılet hêkmete de mend, acaip de mend. Yi se Ataturk nas kerd nêzana.’ Ağlarê ke fitidare, berdi Koê serê Çorçıği de vêsnay. Aşira Abasa ra; Sêyd Rıza, Lacê Sêyd Rızay Resık Usên, Khurêsa ra; Hesenê İbrahimê Qıci, Usenê Seydi, Demena ra; Hesenê Cıvrail Ağaê Arekiye, Aliê Mırzê Sılê Hemi, Usıva ra; Fındıq Ağa fitidare. Na bado ez şiyu, mı xo çıma hurendi diye, hendê cünê herd çimento kerdo. Pilanê hukmati vato; ‘Mezela nine sero vas nêroyo, vas ke roya mal yi vaşi weno, beno sıt, Kırmanc ni sıti sımenê, roê ağleranê Dêsimi vêreno mıletê nine benê baqıl. Mordemê zê Sêyd Rıza baqıli nêre dina.’ Muxtarê a dêwe ki a mezele de yardım keno. O muxtar, a roce san de hêni êçkar sono. Bado a hurendia mezela Sêyd Rızay de ki pesêwe çıley vêsenê. Sêyd Rızay vatêne; sıma ke düwa kenê vacê ke ‘rısq ke dano iman bıdo, çü ke keno ma dest, meremet bıdo’. Hama ağlera ne rısq di ne ki iman di. Çü kot ağlera dest, yina meramet nêzana, tedine ki xo be xo koti jübini, rınd qewete ra koti. Esker ke ame, êndi hal tey nêmend bi, keşi keşi de nêguret. Mordemê xırti qewğanê aşira de gınaycı. Abasu ra Babaê Sêyd Rızay, kızılbaş - sayfa 33 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Demenu ra Sılo Sur, Alu ra Uso Mozık, ni hiremena ke wes biyêne, Koê Dersimi keşi nêguretêne. Yi tek amay na dina gêwre, tek şi… Sermiyan şi, kes nêmend.. nıka sere ke şi, nıngi mendi çı fayde? Yi ke nêşiyêne, Ataturki hende ret xo nêsanênera, meydan heni thal nêdiyêne. Yire ki nêmende… Yira zurret bile nêmend.. Ravêr derdê herbê dina guret, ha Çanaqqale, ha İzmir.. ha Edene.. Bado ki derdê Dersimi guret, waxtê xo nêmend ke bile bızeweciyo. Aslani şi lü mendi.. Tabii lü ke mendi.. çaê mêrık xo ranêsano ke….” (Khekê İsmailê Khekıli. Cemal Taş de mobet. 18 04 2003 Esenyurt/İstanbul) [1] Awe küye, awe küye ke, sıma bover vışiye. [2] Ero tode qê din u iman çino. O lacê piyê tüyo? Eke hên reto, to awe kuye, ez bıvêni? [3] Pilê aşira Pilvankano. [4] Pê qeza Pêrtage de namê jü cayo. Nisanê şindorê Dêsımi ve yê Eleziji awa Pêrtaga. [5] Seyd Rıza eve qol sono qereqolê Zêranige, Qaymaqamê Zeranige rê beno meyman. Teğbin de serre 1934 ya ki 1935’o. Uca de Qaymaqam keno ke Seyd Rızay duti bıcero, Qolê Seyd Rızay kono çheke, têde xeleşine ra Şıxhesen be Teşlimia uca meser manê. Şıxhesen uca duti cerino, benê Xarpet de erzenê hepıs. [6] Aptullah Alpdoğan. [7] Namê moa Fecira Sara. Seyd Rıza nalê aê heni dareno we. [8] Êndi dawa ra warrogınais. Qurr biyaine. [9] Serra 1937’ine de Hukmati xeti morkerdê ebe çiê qimetina rusnê Sey Rızay rê ke Sero têy camat bıkero. [10] Sêyd Rıza namê xo kez dareno we. [11] Cinia Sêyd Rızaya. Sêyd Rıza ita de cinia xo Bese, hurendia şeref u namusê Dêsimi de vêneno. [12] Rayberê Seyd Ağay, Raybero Qop. [13] Ali Şêr Beg ve mordemê xo. [14] Dewa de Xarpetia. Kaynak: http://www.forum-prinz.com/ cgi-bin/forum.cgi?forum_ name=1547&message_ number=35&pid= kitap dergi sosyal etkinlikleriniz ilanı için bizi arayabilirsiniz tel: +49 (0) 177 502 88 53 [email protected] kızılbaş - sayfa 34 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Bir “İttifak”ın Teori ve Pratiğine Dair Notlar: 5 TÜRKİYE’DE SOL DÜŞÜNCE VE ALEVİLER Murat Küçük ALEVİ HALKIMIZA SEVGİ VE SAYGILARIMIZLA! YA DA “CANLARIMIZIN HAYATI” 90’lı yıllarda TKP İşçinin Sesi grubundan sonra DHKC’nin de Alevilere karşı “duyarlı” bir dil kullandığı ve benzer tepkilerle karşılandığı gözlenmektedir. DHKC Avrupa Örgütü’nce Alevilik üzerine yayınlandığı belirtilen bir broşürde yer alan “Dini inançlar tarih boyunca sadece egemen güçlere hizmet etmedi. Belirleyici yönü bu olsa da egemenlere karşı halk isyanlarında da birleştirici ‘ideolojik’ işlevler gördü.” şeklindeki ifade, muhalif bir üstyapı kurumu olarak Aleviliğin tarihteki rolünü abarttığı için THKP-C HDÖ tarafından eleştirilmektedir. Kurtuluş Cephesi’nde yayınlanan yazıda, halk isyanlarında din olgusunun Marksist literatürde nasıl değerlendirildiği alıntılarla ele alınmakta, ortaçağda dinsel mücadelelerin sınıfsal analiziyle birlikte Alevilik karşısında devrimci tutumun nasıl olması gerektiği açıklanıp, DHKC, Alevilere şirin gözükme uğruna samimiyetsiz davranmakla suçlanmaktadır. Tarihte ortaya çıkmış isyanların kendilerini dinsel düşüncelerle ifade etmiş olmalarının, tarihe ilişkin bir hüküm olarak ortaya konulamayacağı vurgulanan yazı, devrimci hareketin Aleviliğe ilişkin değerlendirmelerinin genel bir özeti niteliğinde. Evvela Marksizm’in, insanlık tarihinin, daima sınıf mücadeleleri tarihi olduğunu ortaya koyduğu belirtilmekte, bu nedenle herhangi bir halk isyanının, isyan sırasında öne sürülen ‘ideolojik’ kavramlar ya da sözlerle değil, isyanı ortaya çıkaran ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel koşullarla birlikte ele alınması gerektiği hatırlatılmakta, Engels’in 1517 Luther reformasyonu ile 1525 Thomas Münzer hareketini tahlil edişi örnek gösterilmektedir. Münzer hareketinin ortaya çıktığı dönemdeki üretim ilişkilerini açıklayan yazıda, egemen sınıfla çatışmaya giren ezilen sınıfların, egemenlerin dinsel görüşleriyle de mücadele etmek zorunda kaldıklarını, bu nedenle egemen dinsel ideolojiye karşıt bir dinsel ideoloji yaratıldığı, ancak bu dinsel ideolojinin gerçekte sınıfsal mücadelenin “üstyapısal ifadesi” olduğu vurgulanmaktadır. Daha sonra Aleviliğin ortaya çıkış süreci ele alınmakta, Baba İshak ve Şeyh Bedreddin isyanlarında sınıfsal karakterin köylülük olduğu, “dinsel söylem”in de ezilen köylülerin özlemlerine yanıt verecek şekilde oluşturulduğu ifade edilmektedir. Bu “söylem” isyanların yanısıra gelen üstyapıya ilişkin “sadece” bir olgudur ve yazı bu olguya önem verilmemesi gerektiğini öğütlemektedir. “Herhangi bir dönemde ortaya çıkan halk hareketlerinin belli bir dinsel görüşü oluşturması, ya da temsil etmesi, tarihsel hareketin açıklanmasında ve tarih bilincinin oluşmasında özel bir yere sahip değildir.” Bu nedenle: “dini inançların egemenlere karşı halk isyanlarında da birleştirici ‘ideolojik’ işlevler görmesi sadece bir olgudur.Bu olgunun, tarihin materyalist kavranışıyla bütünleştirilmeden ve yalın olarak ortaya konulması, belki belli dinsel görüşlere yakın olmaya vesile teşkil edebilirse de, kitlelerin bilincini bulanıklaştıracağı için yanlıştır.” Kurtuluş Cephesi’ne göre Alevilik devlet tarafından gündeme getirilmiştir ve bu onun “böl-yönet” politikasıyla bağlantılıdır. Devlet’in amacı, Alevi kesimleri kendi dini sorunlarıyla uğraşır kılmak ve buna paralel olarak kendilerini bir “ümmet” ya da “cemaat” haline getirmektir. Gazi olaylarından bir yıl evvel kaleme alınmış bir yazı- da Alevilik ve Alevilik adına ortaya konulan talepler, sınıf mücadelesini “bölmek” üzere egemen sınıflar tarafından ortaya atılan bir mesele olarak mahkum edilmektedir: “Alevilik üzerinde oligarşinin politik hesabı tümüyle devrimci mücadeleye karşı olmakla ilintilidir. Aleviliğin içerdiği kimi dinsel tutumların toplumsal içeriği, özellikle de tarihsel olarak sürekli bir muhalefet hareketi olmasının getirdiği unsurlar, her dönemde egemen sınıflara yönelik politik mücadelelere katılmalarını getirmiştir. 1980 öncesinde devrimci mücadelenin en yoğun kitlesel destek bulduğu bazı bölgelerde Alevilerin yoğunlaşmış bulunması .bu gerçeği göstermektedir. İşte oligarşinin Alevilik üzerindeki politikası, bu devrimci potansiyeli yok etmek üzerine kurulmuştur. 1980’li yıllara kadar “devrimci mücadelenin etkisiyle önemli ölçüde güç kaybeden kimi çevreleri ve dedelik kurumunu güçlendirmek oligarşinin ilk hedeflerinden birisidir.” THKP-C HDÖ’nin DHKC’ye uyarıları Aleviliğe yönelik yeni yaklaşımların benimsenmesini engellememiş görünüyor. Ölüm orucuna başlayan DHKC’li tutuklu ve mahkumların, düzenledikleri törenlerde alınlarına kırmızı bantlar takıp semah dönmeleri, Pir Sultan Abdal’dan şiirler okunması da bu yeni yaklaşımla birlikte ele alınmalı. 87 Örgütün basın açıklamalarında “Alevi kültürü” üzerindeki baskı ve yasaklamaların sık sık eleştiri konusu edildiği görülmekte. DHKC Basın Bürosu’nun 16 Şubat 2002 tarihli 241 nolu açıklaması’nda Alevi-Bektaşi Kuruluşları Birliği Kültür Derneği hakkında, adı ve tüzüğünde Alevi ve Alevi kültürü geçtiği için ırk, mezhep, din ayrımı yapmakla suçlanıp Ankara 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce kapatma kararı eleştirilmekte, Alevilere hukuk mücadelelerinde destek verilmektedir. Açıklamada Alevilerin sürekli saldırılara hedef olduğu, on yıl öncesine kadar tek bir cemevi bulunmadığı, inançlarını ancak gizli olarak yaşayabildikleri belirtilip Alevilerin, kızılbaş - sayfa 35 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Sünnilerin, Kürtlerin, Lazların, Çerkezlerin, Arapların inanç ve kültürleri üzerindeki baskılara karşı direnmeleri gerektiği vurgulanmakta. Yine DHKC Basın Bürosu 21 Ağustos 2002 tarihli, 267 nolu açıklamasıyla Hacıbektaş Veli Anma Şenlikleri’nden dönerken Tarsus yakınlarında meydana gelen kazada hayatlarını yitiren 34 yolcu için başsağlığı verilmekte. “Alevi halkımıza başsağlığı diliyoruz” başlıklı açıklama: “Canlarımızın hayatı bu kadar ucuz olmasın. Canlarımızın hayatını değersizleştiren, kitabında, programlarında halkın ihtiyaçları diye birşey yazmayan düzenin saltanatına son verelim ki, inançlarımızla, haklarımızla, insanca, can ve mal güvenliği içinde yaşayalım“ cümlelerinin ardından „Alevi halkımıza sevgi ve saygılarımızla” diye sona eriyor. TEMEL YAKLAŞIMLAR Sol’da Aleviliğe ilişkin yaklaşımlarda gözlemlenen birincil derecede amir bakış, gücünü “bilimsel sosyalizm”in amentüsünden alan, her dinsel inanış gibi Aleviliğin de tarihte kaldığı, kalması gerektiği hükmüdür. Doğu Perinçek’ten alıntılayacağımız birkaç satır bu yaklaşımı özetlemeye kafi: “Sünnilik ve Alevilik, birbirine karşı tarihsel miraslardan beslenmekle birlikte, aslında aynı çıkmazı paylaşırlar. İkisi de çağlarını doldurmuşlardır. (...) Felsefenin sorunları olan, evren nedir, insan nedir, bilgi nedir gibi sorunlara yaşadığımız çağda Sünnilik de Alevilik de ciddi yanıtlar veremez. (...) Alevilik Ortaçağ’ın feodal köylü kutuplaşması içinde biçimlenmiştir ve bugünkü toplumun çelişmelerine yabancıdır. Aleviliği çağdaşlaştırmaya kalkmak, atın gözüne otomobil farı takmak gibi bir girişimdir.” 88 Yetmişli yıllara damgasını vuran bu yaklaşımı doksanlı yıllarda temyize çalışan ikinci bir bakış, birincisi ile aynı referansa sahiptir. Aleviliği bir inanç olarak kabul ettiğinde tümüyle reddedilmesi gerektiğini düşündüğünden, onu din olmaktan kurtarmaya soyunur, “felsefe” ya da “yaşam biçimi”ne terfi ettirir. Böylece ortaçağda egemen feodaliteye karşı, “ezilen köylü ve göçebelerin talepleri”ni dile getiren, onların temsil ettiği “üretim ilişkileri”nin üzerine inşa edilen bir ideoloji olarak devrimciliği onaylar ve Alevilerin “hatırına” ömrünü bir parça uzatmaya razı olur. Bir üstyapı olarak, savaştığı egemen ideolojiye karşı “mecburen” Tanrı’dan söz etse de aslında “ateist” olduğu, İslam diniyle ilgisinin bulunmadığı, dini bir perde altında “hümanist”, “laik”, “toplumcu”, “paylaşımcı”, “devrimci”, “sosyalist” özünü muhafaza ettiği mütemadiyen yinelenir. Onun din olmadığını yineleyen bariz bir örnek, yine Perinçek’in Aleviliği “din” olarak “mahkum” eden sözlerine karşın Kervan’da, Mustafa Aladağ imzalı “savunma”yla çarpıcı biçimde karşımıza çıkmaktadır: “Perinçek Alevi dini diye saçmalıyor. Alevilik din değil ki! (...) dinin ötesine geçmiş bir inanç, bir yaşam biçimidir. Her çağda o çağın bilgisiyle kucaklaşmış bir kültürdür! Camisi yok, namazı yok, orucu ramazanı, Hac’cı, hocası yok. Şeriatı aşmış geçmiş. Kitabı da kıblesi de kuranı da kurtaranı da insan!” 89 Alevi örgütlenmesine paralel, solda zamanla güçlenen yeni eğilimin sözcüleri, Aleviliği, sosyalist düşüncenin kabul edip benimseyebileceği biçimde dünyevileştirmeye, dinsel görünüm ve içeriklerden soyutlamaya, dayanışma sembollerini öne çıkartmaya çalışmışlardır. Her inanç gibi Alevilik de böyle bir okuma için istenilen malzemeyi bolca vermektedir. Paylaşıma ve sosyal dayanışmaya birer atıf olarak Bektaşilikteki “karakazan” motifiyle Buyruk’ta anlatılan Kırklar Meclisi’nin yanısıra, son yıllarda keşfedilmiş “rıza kenti” söylencesi Aleviliğin “komünist özü” olarak vurgulanmaktadır. 90 Alevilik “lehine” sergiledikleri enerji nedeniyle ikinci tezin sözcüleri, asıl hüküm sahiplerince “Alevicilik” yapmakla eleştirilmekte, “üstyapı” ve “altyapı”nın tekrar tekrar tanımlandığı, “klasik” alıntılar eşliğindeki tartışma taraflar arasında halen sürdürülmektedir. Ancak Aleviliği ilericilikle onore edenlerin, eğer gerekli koşulları yerine getirmezlerse, O’nu derhal gericilikle suçlama potansiyeli bakidir. Sınıf mücadelesinin “acil” gündemi dışında özgül taleplerin öne sürülmesi, cemin, sazın-sözün çağırdığı dini tecrübe ve pratiklerin ağırlık kazanıp kendi varlığında israr etmesi halinde bu potansiyel hemen açığa çıkar. Arzu edildiği üzere materyalist, devrimci mücadeleye hazır bir alevilik olunmazsa, tarihsel mirasa nankörlük edildiği, Aleviliğin idealist bir yorumla toplumcu, ilerici, muhalif özünden uzaklaştırılıp yozlaştırıldığı suçlamaları başlar. Alevi örgütlenmesinin artan ivmesi ve dikte edilmeye çalışılandan farklı inisiyatiflerin geliştirilmek istenmesi karşısında suçlamalar yoğunlaşmaktadır. Bu suçlamalarda Alevilik esasen tarihte ve özü itibariyle yine “devrimcidir” ama günümüz Alevileri onu yozlaştırmaktadır! Solun Alevilere yaklaşımında beliren üçüncü bir özellik, Sünni fundamentalizmin Alevilere yönelik geçmişte varolmuş, günümüzde varolan ve gelecekte de ihtimal dahilinde bulunan şiddet eğiliminin derinlerde yatan nedenlerini görmemek, din meseleleri olarak denenecek izahları reddetmek olarak tanımlanabilir. Sol düşünce, yüzlerce yıllık rekabetin ürünü Alevi-Sünni geriliminin son otuz kırk yıl içerisinde gerçekleşen başdöndürücü sosyal-siyasal gelişmelerin etkisiyle büründüğü halleri, din karşısındaki “ilgisiz” tutumu sebebiyle algılamaktan uzak bir noktadadır. İdeolojik kavramsallaştırmalarla yetinilmekte, çoğu zaman ilerici-gerici, devrimci-faşist retoriğinden medet umulmaktadır. Bu edilgenlik, dinin bir “üstyapı kurumu” olarak küçümsenmesinin getirdiği doğal sonuç olarak meselelerin tahlilinde ona hiç yer vermeme direncinden kaynaklanmakta, sosyal gerçekliği tanımamakta israr ettiğinden memlekete ilişkin okumalarda ciddi bir algı bozukluğu yaratmaktadır. Küçük bir örnek olarak, aynı şematik kavramlaştırmanın etkisiyle sol düşünce, temsil edildiği geniş yelpazenin hemen her diliminde, Alevi-Sünni gerilimini sadece üretim ilişkileriyle açıklamaya eğilimlidir. Bu izahta “üstyapı” çoğu zaman ihmal edilmekte, onun mesele üzerinde ekonomik ilişkilerden daha belirleyici olabileceğine ihtimal verilmemektedir. Alevilerin şehirlere göç edip ticarete atılmaları Sünni eşraf arasında huzursuzluğa neden olmuş, gelirlerinin azalacağını düşünen veya azaldığını gören tüccar, esnaf, çarşı cemaati, Alevilere yönelik varolan iftiraları yaygınlaştırarak şehrin yerlilerini onlara karşı yönlendirmiştir. Böylece bizatihi dinin bir çatışma potansiyeli olarak rolü ikinci plana itilmekte, Marksist şablona uygun olarak “altyapı” tahlilleri öne çıkartılmaktadır. 91 Oysa Sünni muhafazakarlığın Aleviliğe duyduğu nefret sadece bu ticari ilişkilerin çapıyla açıklanamayacak denli derin bir meseledir. Ve bu nefreti, eğer gerçekten söylendiği gibi yeniden ateş- kızılbaş - sayfa 36 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 leniyorsa ve unutulmuş idiyse yeniden dolaşıma sokan şey, modernleşme ile birlikte çarşıya pazara inen Alevilerin, Sünnilere dair önyargı ve kanaatlerini takiyye yapmaya gerek görmeden, alenen yinelemelerine duyulan derin reaksiyonda aramak gerekmektedir. Alevi taleplerinin sahiciliğine, örgütlenmenin nedenlerine şüpheyle bakmak da solda sıkça sergilenen yaklaşımlar arasındadır. Tıpkı Kürt milliyetçiliğinin “uyanışı” gibi Alevi “uyanışı” da solda, sınıf mücadelesini, devrimci hareketi zayıflatan “bölücü” bir olgu olarak algılanmaktadır. Bu konuda, onu din olarak reddedenler kadar, ilerici olarak tanımlayanlarca da derece derece benimsenen, devletin başrolü oynadığı komplo teorileri bol miktarda üretilmiştir. 92 Solun Alevilere bakışında -onu bir müttefik olarak muhatap alanlarda- gözlemlenen bir diğer yaklaşım, mutlak surette güçlü bir merkezi yapıya sahip olması gerektiğidir. Memleketimizde sadece sola özgü olmayan ama solun alevilere nazarında da çok gecikmeden beliriveren bu merkeziyetçilik tutkusu, esasen ortaya çıkışına engel olunamayan meselenin hiç olmazsa zapturapt altına alınmasına dönük anti-demokratik ruh halinin ifadesidir. Ve elbette bu merkezi yapı, onu talep edenlerin uyarıları dikkate alınmadığında aleviliğin “özü”ne ihanet etmiş sayılacağından mutlaka kendi düşünceleri doğrultusunda ve hatta mümkünse fiilen denetimlerinde olmalıdır! Bir çok yazar ve örgüt tarafından ifade edilmiş bu hususta en somut müdahale, detaylı bir “ittifak” projesi olarak “Hızır gibi” yetişen ve her zaman en güzel örnekleri sunan TKP-İşçinin Sesi grubunca defalarca dile getirilmiş, Hacıbektaş Dergahı’nın merkez olması israrla savunulmuştur. 93 Merkeziyetçilik tutkusuyla Dergah’a tarihte oynadığı rolden daha geniş kapsamlı bir önem atfederek O’nun Aleviler indinde her zaman “merkez” olarak görüldüğünü öne süren derginin tezi başlarda kabul görmekle beraber, Alevilerin biraz da kendiliğinden “ademi merkezi” yapısı ve eğilimleri nedeniyle bir süre sonra itirazlarla karşılanmıştır. Bu itirazlardan biri tam da tarihte cereyan ettiği üzere, Tahtacılar, Çepniler, Sıraç Alevileri ve Babailer gibi dergaha bağlanmamış ayrı topluluklardan biri olarak Kürt Aleviliğinin “temsilcilerinden” geldi ve bölünmeyle sonuçlandı. Niha- yet bu babda solculuk değil, Kürt miliyetçiliği ile katışıklı otonom bir Alevilik ağır basmıştı. “Dergah Türkiye’de Mozaik’in üzerinde değildir” diyen Ali Haydar Ulusoy Dede, Ağuiçen, Babamansur gibi Kürt yörelerindeki seyyid ocaklarının hiç bir zaman Hacıbektaş’a bağlı olmadığını, Dergah’ın kendilerine “icazet” verme yetkisi bulunmadığını manifest ederek Kervan’dan koptu ve sonraları Pir, Çağdaş Zülfikar gibi Kürt Alevi dergilerinde yer aldı. 94 BİTİRİRKEN: SOL, ALEVİ MESELESİNİ KONUŞABİLİYOR MU? Ortaya çıkışından bu yana yasaklanmış, baskı altında tutulmuş sosyalist düşüncenin Alevilerle buluşması, her şeyden evvel, biri modern diğeri geleneksel bu iki “marjinalite”nin ihtiyaç ve mecburiyetleriyle açıklanmalıdır. Sol 1960’lı yıllarda, sosyal ve ekonomik dönüşümlerin getirdiği toplumsal gelişmeyle birlikte Anadoluya açılırken, bu ihtiyaç ve mecburiyet sonucu Alevilikle de buluşmuştur. Sünni İslam ile tarihsel rekabetten kaynaklanan bir seziyle, mümkün olduğu andan itibaren Türk modernleşmesiyle birlikte hareket etmeye çalışan Alevileri ilgilendiren en önemli etken ise, bu modernleşmenin vaad ettiği eşitlik fikridir. Sünni İslam ile tarihte belki de ilk kez mutabık olarak DP’yi desteklemiş olmalarında belirleyici olan yine eşitlik fikriydi zira Kemalist reformasyonun mimarları Sünni İslam’ı epeyce sınırlandırmakla birlikte onların umduğu eşitliği bahşetmemişdi. DP, CHP karşısında muhafazakar reaksiyonlara daha çok ihtiyaç duyup Sünni önderlerle açık ititfaka girmeye başladığında yine aynı eşitlik fikri ile CHP’ye ve 1960’lı yıllardan itibaren sola yöneldiler. Bunun kendi özgünlüklerini görünür kılabilme hedefinde, tıpkı Kemalistlerle ilişkilerinde başlangıçta olduğu gibi, önemli bir ağırlık sağlayacağını düşünüyorlardı. Ancak sol ile ilişkileri kısa zamanda tek partı döneminin CHP’siyle ilişkilerine dönüştü. Onlar buna karşılık “gericilik” olarak yaftalanan inançlarını arka plana atıp yine modernleşmeyle birlikte yürüdüler. Ama adeta bir içgüdü haline gelmiş Sünnilerle eşit olma fikrini derinlerde muhafaza ederek. Sol Alevilerin kendilerine yönelmesinde belirleyici olan bu tazyiki göremedi. Sünni İslam karşısında konumlanan Alevilerin, Sünnilerle tarihsel rekabetleri nedeniyle tıpkı Kemalistlere yöneldiği gibi, aynı ihtiyaçlarla kendisine meylettiğini farketmedi. Onu laik, devrimci vb yaparak kendisine eklemlediğinde, “geçmişte kalmış” hesapların da kapanacağını; unutulup gideceğini umdu. Aleviler bu “aydınlanma”ya -yine eşitlik taleplerinin etkisiyledaha elastikiyetli bir yanıt verdiler. İnançlarından daha kolay vazgeçebilir göründüler. Solun Sünni muhafazakarlığa hitabetme denemeleri ise doktrinin din karşıtı tutumunun yanısıra, daha evvel değindiğimiz moskof özdeşleştirmesinin İttihatçılardan, Kemalistlere, Demokratlardan AP, MSP ve MHP’ye uzanan anti-komünist iktidar çizgisince “kuvvetle” hatırlatılması nedeniyle başından beri problemli ola gelmişti. Böylece modernleşmenin cümle zahiri görünümleriyle birlikte aynı “aydınlanma”ya Sünni muhafazakarlığın yanıtı Alevilere karşıt biçimde tam bir sathı müdafaya dönüştü ve bir çok durumda en iyi müdafaanın saldırı olduğu benimsendi. Bu mevzileşme, kendisini anti komünist siyasetin hitap ettiği ekseriyetle daima rakip hissetmiş Alevilerle, Sünniler arasında süregelen çekişmenin, tek parti döneminin sona ermesinin ardından, büyük bir ivmeyle su yüzüne çıkışını hızlandırdı. Sol siyaset, toplumu en fazla meşgul eden meselelerden biri olarak bu “temel çelişki”yi doğru okuyamadı. Bunun en vahim sonucu olarak Alevilere yönelen katliamları, faşistlerin devrimcileredemokratlara saldırısı olarak yorumlamakla yetinip bunu bir iç retorik olarak kullandı. Aleviliği kolayca kendisine tabi kılmaya çalışırken, birçok yörede bu çekişmenin üzerine inşa olunduğunu kabul etmek istemedi. Bu sosyolojik hakikati farkeden anti komünist siyaset, “Moskof uşağı, Allahsız komünistler”le birlik “kızılbaş”ların, sol popüler kültür üzerindeki hakim nefesini, Sünni muhafazakarlığı yönlendirmede maharetle kullandı. Sonuçta Anadolu’nun pek çok şehrinde ağırlıkla Alevilerden mürekkep bir görünüm kazanmış sol, Mustafa Suphileri bertaraf ederken başvurulmuş aynı yöntemlerle acımasızca budanırken, tanınan serbesti eski davaların halli için de fırsat kabul edildi. 1970’li yıllar boyunca Aleviliği gericilik olarak damgalayan sol düşünce, 80’lerdeki “yeniden doğuş”u komplo kızılbaş - sayfa 37 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 teorileriyle açıkladı. Bunun etkisizliği farkedildiğinde, 70’li yıllarda alçak sesle dile getirilip, fikri takibi yapıl(a) mamış tezleri yeniden ele alıp onda devrimci bir muhteva keşfederek soldan kopmamasını sağlamaya, böylece “devletin devrimci hareketi bölmeye yönelik” komplosunu boşa çıkartmaya çalıştı. Sol düşünce Alevilik hakkındaki temel yaklaşımlarını bugün de yaygın olarak muhafaza etmekle beraber, doksanlı yıllardaki abartılı “proje”lerin de etkisiyle, eleştirel tutumlara meyleder görünmektedir. Kimi değerlendirmelerde solun alevilerin dertleriyle ilgilenmeyişinin, “inanç konuları karşısında küçümseyici ve reddedici konumlarından” kaynaklandığı kabul edilmektedir. 95 Alevilerin yaşadığı sorunlara demokratik bir duyarlılıkla yaklaşmanın önemi vurgulanmakta ve Alevi taleplerinin sahiplenilmesi gerektiği 96, eklemleme ve tabi kılma yerine demokratik bir ilişkinin inşa zamanının gelip geçmekte olduğu belirtilmektedir. Yaşanan bunca tecrübe ışığında “Alevi kimliği”nin, tıpkı “ezilen ulus kimliği” “kadın kimliği” gibi “alt kimlik”lerle beraber, “üst kimlik” sosyalizme bağlanma biçiminin problemli olduğu kaydedilmektedir. Çoğunlukla, ‘artık onlara gereksinim kalmadığı ve son tahlilde burjuvaziye hizmet ettikleri’ gibi gerekçelerle “üst kimlik” tarafından ezildikleri vurgulanmaktadır. Zira bu durum alt kimliklerde tepkilere neden olmakta, “sosyalizm karşıtlığına zemin” yaratmaktadır. Bu nedenle artık bundan sonra “sosyaliz- me bağlanma sorunu”nun bir tabiyet ilişkisi değil, kendilerini özgürce ifade etmelerini güvence altına alan bir yerden yeniden tanımlanmasının zorunlu olduğu ifade edilmektedir. 97 Ama sorunun hala bağdaşıklar arasındaki ilişkilerin düzeltilmesi olarak görülmesi ve “üst kimlik- alt kimlik” bağlamında ele alınıyor olması çokça vurgulanan çoğulcu ve özgürlükçü sosyalist anlayışların layıkıyle geliştirilebilmesi için tartışmanın geniş katılımla bir süre daha devam etmesi gerektiğini gösteriyor. ....... 85 Kurtuluş Cephesi, Kasım Aralık 1995. 86 Kurtuluş Cephesi, Ağustos 1994, Sayı:20. 87 “Operasyonun Yıldönümünde Ölüm Oruçları: Yaşayanlar Anlatıyor.” Postexpress, 15 Aralık 2001, İstanbul. 88 Aydınlık, 20 Eylül 1993. “Alevi Partisi.” 89 “’Alevi dini” ve Osmanlı hilesi”, Muzaffer Aladağ, Kervan, Sayı 32, s.12, Kasım-Aralık 1993 90 İsmail Kaygusuz, “Aleviliğin Ütopyası: Rıza Kenti’nde Canı Cana, Malı Mala Katmak”, Kervan, Sayı: 55, s.8-9. (Fuat Bozkurt’un derleyip hazırladığı İmam Cafer Buyruğu’ndan (İstanbul, 1982) alınmış.) Aynı söylencenin benzer bir yorumu için bkz: İmam Cafer Buyruğu, Hazırl: Esat Korkmaz, Ant Yayınları, İstanbul, 1997, s.143-151. 91 Bu açıklama tarzına sadece yakın dönemdeki Alevi-Sünni gerginliği için değil, Anadolu tarihinde vuku bulmuş kızılbaş isyanların izahında da başvurulmaktadır. Marksist tarih yazınının halk isyanlarını “iktisadi” nedenlere indirgemesine yönelik genel bir eleştiri için bkz. Reha Çamu- roğlu, Tarih, Heterodoksi ve Babailer”, s: 153-161. Metis Yayınları, İstanbul, 1992. 92 Selman Ciranoğlu’nun teskine yönelik satırları, endişenin 80’li yılların sonunda hissedilen yoğunluğunu hatırlamamıza yardımcı olabilir: “Kanaatimizce devrimci hareket yersiz bir endişe içindedir. Tıpkı bir zamanlar Kürt meselesi karşısında nasıl bir endişe taşıyor idiyse, şimdi de bu meselede tereddüt içindedir. Farklı talepleri dile getirmeyi bölücülük olarak görmek, o zaman da yanlıştı, bugün de yanlıştır. Alevilerin talepleri de demokratik ve haklı taleplerdir, savunulması gereken taleplerdir.” Hedef, 1989. Aktaran Cemal Şener, Ant Yayınları, İstanbul, 1994, s.36. 93 Çelebiler’den Timurtaş Ulusoy ile söyleşi: “Gönül Kervanını Dergaha Yürütelim”, Sayı:19. R.Yürükoğlu, “Alevi-Bektaşi Birliği’nin Canı Dergahtır.”, Dertli Divani ile söyleşi: “Alevilerin Birliği Dergah’ta Birliktir.”, Ali Haydar Celasun Dede: “Dergah’a Yüz Sürelim, Çelebilerden El Alalım.” Kervan, Ocak 1993, Sayı: 23. Mahrumi Baba ile söyleşi: “Dergah’a Bağlanmayanın Emeği Boş, Yükü Saman”, Sayı:27. Aşık Mahsuni, “Dergah Kesin Mekan Kabul Edilmelidir”, Murtaza Dersimli, “Ne Hakla Dergahı Kabul Etmezler”, Sayı:29. İsmail Yıldırım, “Dergah’ı Göremeyen Toplum Geleceği Göremez”, Sayı:40. 94 Kervan, Sayı:38, s.10-11. 95 Erdoğan Aydın, “Solda Yeni Bir Duruş”, V Özgürlük, 1 Temmuz 1998, Sayı:5. 96 Seyfi Öngider, “Aleviler Artık Çantada Keklik değil!, Sol ve Aleviler Buluşabilirler mi?”, V Özgürlük, Sayı:5. 97 Erdoğan Aydın, A.g.m. Kaynak: Modern Türkiye`de Siyasi Düşünce, Sekizinci Cilt: Sol, İletişim Yayınları, İstanbul, 2007. seyid rıza ve dersim dosyasındaki bazı ayrıntılar üzerine- 2 Halacyan’ın çalışmalarının yalnız bir kısmı “Dersim Ermenileri Etnografyası, I Bölüm” başlığı altında kitaba dönüştürülmüş. Fakat bu konu kitapta değil, Ermenistan Arkeoloji ve Etnografya Enstitüsü arşivindeki yayınlanmamış yazıları içinde yer alıyor. İlgili bölümün başlığı “Ermeni ve Kürt halkları tarihinden sayfalar, Ermeni ve Kürt halklarının dostluğuna dair hatıralar”. Bu başlık altında tanıklık edilen gelişmeler esasen Erzincan, Tercan, Ovacık, Pülümür çevrelerinde geçiyor. Hovsep Hayreni Alışılmış genellemeyle ve kısaca Kürt olarak sözü edilen halk, yazarın da ayrımında olduğu ve özgünlüğünü her vesileyle vurguladığı üzere çoğunluğu Zazaca konuşan ve Kızılbaş kültürüyle tanınan Dersimli Kürtler, kendi tabirleri ile ‘Kırmanc’lardır. Adom Garabedyan 19. yüzyıl ortalarında Osmanlı’nın yaptığı düzenlemelerle topraklarını yitiren ve yaşam koşulları ağırlaşan Ermeni köylüsünün Erzincan-Tercan hattında ağalara karşı mücadelesine öncülük ederken, Kıği, Palu, Çarsancak, Harput gibi kızılbaş - sayfa 38 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 yakın yörelerin benzer tepkilerini birleştirerek merkezi devlete baskı yapma yönünde arayışa girdikçe yürüttükleri anti-feodal mücadele ulusal bir nitelik de kazanmaya başlar. Ama bu yalnız Ermeni halkının değil, merkezi ve yerel otoriteler tarafından ezilen komşu halkların ve özellikle yakın bulunan Dersimli Kızılbaş Kürtlerin ortak mücadelesi olarak benimsenir. Adom Garabedyan’ın elyazılı bir çalışmasının başlığı “Ağaların ve Paşaların İstibdadına ve İşgalci Siyasetine Karşı Ermeni ve Kürt Halklarının Mücadelesi” şeklindedir. Diğer yörelerde bu mücadelenin karşısındaki yerel güçler genellikle TürkKürt Müslüman ağa ve beyler olurken, Adom Garabedyan’ın öncülük ettiği alandaki ezici yerel güç; Dersim Kızılbaş toplumunun bir parçası sayılan, fakat onun genel duruşundan farklı olarak Osmanlı’ya bağlılık gösterme yoluyla büyük imtiyazlar edinen Balaban ve Çarekan aşiretlerinin nüfuzlu liderleri (Gulabi-zade Halil Ağa, Keko’nun oğulları İsmail ve Hasan Ağalar ile Şah Hüseyin Bey) olur. Bunların feodal zorbalığı karşısında Ermeni köylü hareketi bağımsız Dersim’in Şıh Hasanan, Abbasan, Haydaran, Demenan, Alan, Mirakyan gibi direnişçi aşiretleriyle birlik geliştirmeye önem verir. Bu saflaşma 1855-56 Türk-Rus savaşında tarafların tutumunu da belirlemiştir. Asker ve sırt hamalı olarak savaşa gitmek istemeyen Ermeni ve Kürt köylüleri dağlık mevkilere çekilip direniş gösterir. Ruslar karşısında yenilen Türk ordusu cepheden dönüş sırasında Dersim’i kuşatır, fakat işgal girişiminde başarılı olamaz. Savaş zamanı devletin işbirliğine çekmek istediği Dersim liderlerinden Seyit İbrahim bağımsız duruşundan taviz vermediği gibi savaş sonrası da bu tavrını sürdürerek 1860’larda Ermeni-Kürt ulusal mücadele birliğinin Dersim’deki en sağlam dayanağı olur. Devamında Osmanlı devleti çevre yörelerin işbirlikçi beylerine kaymakamlık ve benzeri mevkiler dağıtarak zayıflamış güçlerini berkitmeye çalışır. Bu ikinci evrede daha çekilmez hale gelen derebeylerin zulmü savunmasız köylüleri göçe sevkeder. Bölünmüş idari sınırlar içinde ayrı ayrı hak aramak imkansız olurken bütün yörelerin şikayetlerini birleştirip İstanbul’a heyet gönderme fikri gelişir. İşte bu aşamada yöre temsilcileriyle görüşme arayışına girilince Seyit İbrahim’in Lertik köyü (2) en uygun buluşma yeri olarak öne çıkar. Geniş temsilciler toplantısı için de küçük Rıza’nın sünnet düğünü doğal bir vesile yapılır. Bu anlatımın geçtiği pasaj Adom Garabedyan’ın el yazılı defterinden Kevork Halacyan’ın aktardığı şekliyle şöyle: “Bu ve benzeri bir çok fikir ve öneri getirildi bize 1864 güzünde. Dersim’e adam gönderip Reyberlerin Seyit İbrahim ve Çarsancak’ın dağ köylerindeki Ermeni ileri gelenleriyle görüşme, danışma ihtiyacı duyuldu. Her zaman olduğu gibi Halcents Seko, Minasents Milletbaşı, Manugats Manuk Reis, Ğılot’un Hemo, İbrahim ve Karagözlerin Ali bu iş için görev aldılar. Dersim lideri Seyit İbrahim’in evinde on günden fazla misafir kalarak, bilahare daha geniş bir gizli toplantı örgütlemek için hesaba katılan herkesle görüşme ve konuşma imkanı bulmuşlar. Öyle göze çarpacak bir toplantıyı dik kat çekmeden yapmak Balaban’ın Surp Toros Vankı’nda yada Dersim’in bağımsız bölümündeki köylerden birinde mümkün olabilirdi. Balaban tarafı Çarsancak ve Çemişgezek temsilcileri için çok uzak kalacağından tercih edilmedi. Seyit İbrahim’in önerisi ile toplantı günü olarak 1864’ün 10 Ekim’i belirlendi. Toplanma yeri yine Lertik. Vesilesi ise Seyit İbrahim’in küçük oğlu Rıza’nın sünnet düğünü.” (3) İşte Seyit Rıza’nın sünnet gününe dair ilginç bilgi böyle bir bağıntı içinde geçiyor. Devamında yapılan toplantının kara- rıyla değişik yörelerden 32 temsilci çıkarılır, bunların 24’ü 1865 Mart’ında Trabzon üzerinden gemiyle İstanbul’a ulaşır. Fakat istihbarat onlardan hızlı gider, taleplerini dile getiremeden tutuklanırlar. Pasif toplu girişim böyle başarısızlıkla sonuçlanıp iki yıl sonra serbest bırakılan temsilciler alanlarına dönünce yine Dersim’le istişare içinde bu kez radikal mücadele için örgütlenmeye yönelirler. Nihayet tekrar bir doğal ziyaret vesilesiyle 1868’in 6 Ocak Surp Dznunt (Kutsal Doğuş) günü, Balaban yöresi Xıntsorek köyü (4) Halacyan Arakel Dede’nin evinde, 8’i Ermeni, 7’si Dersimli Kürt 15 delegenin katılımıyla yapılan toplantıda “Ermeni ve Kürt Ulusal Kurtuluş Hareketi Komitesi” doğar. Amaçları ve kuralları belirlenir. Ayrıca hareketin askeri kolu olarak “Xol” örgütlenir. (5) Halacyan’ın yazdığına göre 1908’e kadar uzanan bir mücadele verilir. Ancak somut anlatımları 1884’e kadardır. Dersim’in kuzey-doğu hatlarında yoğunlaşan bu mücadelenin ağırlıklı hedefi, sırtını devlete yaslayarak halka zulmeden Balaban aşiret reisi Halil Ağa ve adamları olur. Anlayış ve yöntemleri eleştiriye değer zaaflar yansıtan hareket, hedeflenen yerel güçleri kısmen yıpratmakla birlikte fazla yayılıp gelişemez. Dersim’le bağları pek geniş olmadığı gibi, başka bölgelerin Ermeni ulusal güçlerinden de kopuk kalır. İleriki felaket yıllarını güçlü karşılamaya yetecek bir zemin oluşturamaz. Yazık ki öyle bir başlangıç potansiyeli iyi değerlendirilememiş ve 1915’e gelindiğinde Ermeni halkı bağımsız Dersim’le sıkı ittifak halinde yaygın direniş gücü bulamamıştır. Öncesi ve sonrasıyla uzun bir anlatıma konu olan o mücadele sürecinden buraya daha fazla aktarma yapmak yersiz olur. Bu kadarı da belki asıl konumuzla ilgili değildi, ama sözkonusu bilginin hangi bağlamda geçtiğinin anlaşılır olması için kısaca değinmekte yarar gördüm. Konu aslında Halacyan’ın yazılarından özet çıkartma yoluyla K. Çaçani tarafından Kürtçe bir makaleye de dönüştürülmüş (6) ve ondan Türkçeye çevrilerek “Milli Kurtuluş İçin Ermeni ve Kürt Komitesi” başlığı altında çeşitli yerlerde yayınlanmıştır. Ancak bu sadece sözkonusu komitenin örgütlenme aşamasını ve kuruluş özelliklerini yansıtan kısa bir kesittir ve o da pek iyi özetlenmiş sayılmaz. 10 Ekim 1864 toplantı tarihi orada da anılmakla birlikte, vesile yapılan sünnet düğünü bil- kızılbaş - sayfa 39 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 gisine yer verilmemiş. Çaçani bölgeye yabancı olduğu için yer isimlerini yörelerinden kopuk ve anlaşılmaz şekilde geçmiş, bu da onun yazısını referans alanları daha ciddi yanılgılara sevketmiştir. Öyle ki Mehmet Bayrak konuya değindiği kitabında hareketin eksenini Dersim’in kuzey-doğu sınırlarından güney-batı sınırlarına kaydırmış. 1864 tarihli toplantının Lertik olan yeri, Çaçani tarafından “Portek” gibi tanınmaz bir şeye dönüştürüldüğünden olsa gerek, Bayrak tarafından “Pertek” diye kabul edilmiş. Yazıdaki Balaban yöresi ve Xıntsorek köyü ise (sanırım yine o birinci hataya bağlı mantık yürütmenin getirdiği yanlışlıkla) Erzincan yerine Harput’ta lokalize edilmiş. (7) Aynı isimli köy Harput’ta ve başka yerlerde de var, ama burada bahsedilen Erzincan’a ait olandır. Asıl konumuza dönersek, Seyit Rıza’ nın bu yazılı kaynakta net olarak görülen sünnet tarihinden hareketle, onun idam edilirken ulaşmış olduğu yaşı aşağı-yukarı tahmin etmek güvenilir şekilde mümkündür. Sünnet edilirken iki yaşında olsa idam tarihinde 75’i, yedi yaşında olsa 80’i bulur. Bu da onun aile çevresi, dostları ve halkının paylaştığı yaygın kanaati fazlasıyla doğrular. Seyit Rıza’nın biyografisini veren çeşitli yazılarda “doğum tarihi kesin bilinmemekle beraber 1862 yada 1863 olabilir” denmekte. Bölgenin eski geleneklerinde çocuklar 1-2 yaşlarında sünnet ediliyor değilse eğer, doğum tarihinin daha gerilere uzandığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu hesap, yapılan hukuksuzluğu gösterme bakımından, o dönem idam için üst yaş sınırının 75 olduğu varsayımına bile yanıt veriyor. Ama girişte belirttiğim gibi 75 ve 70 varsayımları temelsiz. Davanın görüldüğü tarihte mahkemeyi bağlayan Türk Ceza Kanunu(TCK)’nun 56. maddesine göre bu sınır 65’dir. 1.3.1926 tarihinde kabul edilen 765 sayılı TCK, yürürlükten tamamen kaldırıldığı 2005 yılına kadar bir çok defa kısmi değişikliklere uğratılmış. 56. madde ise ilga edildiği 6.7.1960 tarihine kadar küçük rütuşlar dışında esasen hep aynı kalmış. 1933, 1936 ve 1953 yıllarındaki değişiklikler bu maddede idam cezasının hapse çevirilmesini öngören alt ve üst yaş hadlerini hiç etkilememiş, sadece hapis sürelerini yeniden düzenlemiştir. İnternette eski TCK’nun başından sonuna kadar geçirdiği bütün değişiklikler tek tek tarihleri, sayıları ve tam metinleri ile mevcut. Davanın görüldüğü 1937 yılı itibariyle ilgili maddenin yürürlükteki metni şöyledir: “Madde 56 - (11/6/1936 tarih ve 3038 sayılı Kanunun hükmüdür.) Suçu işlediği zaman on sekiz yaşını bitirmiş olup da yirmi bir yaşını bitirmemiş ve hüküm zamanında altmış beş yaşını geçmiş olanlar hakkında ölüm cezası yerine otuz sene ağır hapis ve müebbed ağır hapis yerine yirmi dört sene ağır hapis cezası hükmolunur. Sair hallerde cezanın altıda biri indirilir.” (8) Burada bir başka yanlış varsayımı da düzeltmekte yarar var. Seyit Rıza’nın küçük oğlu Resik Hüseyin’in de yaşı büyütülerek idam edildiği belirtilirken genellikle alt yaş sınırının 18 olduğu varsayımından hareket ediliyor. Gerçekte o dönem yaş hadlerini düzenleyen birden fazla madde vardır ve yukardaki 56. madde “18 yaşını bitirmiş olup da 21 yaşını bitirmemiş olanlar” için idam yerine 30 yıl hapis öngörürken, 55. madde ise “15 yaşını bitirmiş olup da 18 yaşını bitirmemiş olanlar” için idam yerine 15 yıldan 20 yıla kadar hapis öngörmektedir. Bu iki kademeli alt yaş sınırlamasına göre düşünülürse Resik Hüseyin’in 16-17 olan yaşının yalnız dahil olduğu kademeden değil, daha üst kademeden de yukarı atlatılmış olduğu ortaya çıkar. 56. maddenin 1960’da yürürlükten kaldırılması da ilginçtir. Celal Bayar’ın tornu Prof. Dr. Emine Gürsoy Naskali bir 27 Mayıs sempozyumunda dönemi irdelerken 11 Temmuz 1960 tarihli söz konusu ilga kararının esasen dedesini idam edebilmek için alınmış olduğunu söylüyor. “Çünkü TCK’nda idam cezasına 65 yaş sınırı vardı” diyor. (9) Tarihin cilvesi işte. Aynı madde geçmişte onu ihlal edenlere de lazım olurken bu kez darbeciler “mevzuat engelse kaldırırız” demişler. Seyit Rıza’yı o yaş haddinin en az on yıl üzerindeyken idama gönderen hükümetin başında Celal Bayar vardı. Tam idamlar üzerine bölgeye gelen Atatürk’ün ardından o da yetişmiş ve Singeç köprüsünü hizmete açma paravanı altında devletin siyasi-askeri diğer ağır topları ile birleşerek muzaffer komutanlar gibi gövde gösterisi yapmışlardı. 1960 Darbe yöneticileri son ana kadar da Bayar’ı asmaya niyetliymiş, ancak belli etkenler (bir iddiaya göre en çok da Papa’nın Vatikan’dan elçi olarak gönderdiği bir kardinalin Bayar lehine çabası) caydırıcı olunca daha önce kaldırmış oldukları maddeyi bir şekilde tekrar geçerli sayarak onu idamdan muaf tutmuşlar. 16-17 Eylül 1961’de devrik başbakan Adnan Menderes ile iki bakanının idam edildiğini bildiren tarih kayıtları, devamında şöyle diyor: “Milli Birlik Komitesi, 65 yaşını aşan Celal Bayar ile idam kararları çoğunlukla alınan öteki hükümlülerin cezalarını müebbede çevirdi”. (10) DİPNOTLAR: 1) Mehmet Bayrak, Alevilik-KürdolojiTürkoloji Yazıları (1973-2009), s. 325 2) Lertik yada Lirtik: Ovacık’ın doğu sınırında Ağpanos vadisi etrafında bir dizi köyü kapsayan dağlık mıntıkanın adı. Aynı zamanda köy ismi olarak da kullanılır olmuş. Seyit Rıza’nın doğup büyüdüğü yer kimi kaynaklarda Lertik’in Deri Ari köyü, kiminde ise yalnızca Lertik olarak anılıyor. Eski haritalarda kayıtlı olduğu nokta bugünkü Yalmanlar’a çok yakın. 3) Kevork Halacyan, Dersim konulu etnografik arşiv dizisi, XVI nolu fasikül, s. 1919. 4) Xıntsorek: Ermenice anlamı “elmalı/elmalık”. Yöredeki telafuzu ile Xınzorik yada Hınzorik. Şimdiki resmiyette Erzincan’ın Üzümlü ilçesine bağlı Pınarlıkaya köyü. Yazar K. Halacyan ve dayısı Adom Garabedyan gibi, yazıda sözü edilen Balaban aşireti lideri Halil Ağa da bu köydendir. 5) Bu isim Ermenice harflerle “Ğol” şeklinde kayıtlı. Türkçedeki “Kol” kelimesiyle aynı anlamda ve silahlı eylem kolu manasına kullanılmış olmalı. Dersimli Kürtlerin kelepir getiren eşkiya tarzı eski eylem gruplarından da “Qol” veya “Xol” diye sözü edilir. İsmi muhtemelen ordan gelse de burada politik amaçları ve kurallarıyla tasvir edilen modern gerilla tarzına yakın bir örgütlülük. 6) Karlênê Çaçani, Pizmamtiya Cim’eta Ermeniya û Kurda, s. 55-59 7) Mehmet Bayrak, age, s. 286-289 8) www.bilgi-rehberi.com/kanunlar/ kanun5765uc-062.html 9) BİA Haber Merkezi, 26 Mayıs 2010 10) www.sezgiler.com/tarih/yakintarih/ulkeyi-60-darbesine-goturen-3ucak (devamı gelecek sayıda) kızılbaş - sayfa 40 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 1) Uluslararası Ceza Mahkemesi Roma Statüsünün 6'inci, 7'inci, 8'inci maddesi 2) Ceza kanunun 211-1 ve 212-1 maddesi 3) Uluslararası Askeri Mahkemesi'nin statüsünün 6. maddesi: Aşağıdaki metin, 2008/913/JAI numaralı karar çerçevesini şöyle değiştirmeyi teklif eder: YASA TEKLİFİ Kamuoyu önünde soykırım cinayetlerini, insanlığa karşı işlenen cinayetleri kabul etmeyen, reddeden, bayağılaştıranları veya savunanları Uluslararası Ceza Hukuku Statüsünün 6.,7.,8. bentleri ve Uluslararası Askeri Mahkeme'nin 6. bendinde ifade edildiği üzere 1 yıl hapis cezası ve 45.000 euro para cezası ile cezalandırmayı öngörür. 29 Temmuz 1881 kanunun 24 bis maddesinin birinci bendi, alttaki yeni beş bendle değiştirilmiştir. "24'üncü maddenin altıncı bendi doğrultusunda, soykırım suçunu veya insanlık ve savaş suçunu savunan, inkar eden veya kamusal alanda onemsizleştirmeye çalışan, altaki tanımlamalara dayalı cezalandırılacaktır: Madde 1: "Ve kanunen tanınmış, Fransa tarafından imzalanmış ve onaylanmış uluslararası bir sözleşmenin, veya uluslararası veya Avrupa kurumlarının nitelikli bir karara bağlı, Fransız yargısı tarafindan nitelendirilmiş, Fransa'da uygulanabilir hale gelir." Madde 2 29 Temmuz 1881 basın ozgürlüğüne dayalı kanunun 48-2 maddesi şu şekilde değiştirilmiştir: 1) "sürgün" kelimesinden sonra "ya da soykırım kurbanı, savaş suçu, düşmanla isbirliği ve insanlık suçu kurbanı" eklenmiştir. 2) "Savunma" kelimesinden sonra "soykırımlar" kelimesi eklenmiştir. 'soykırım yasası' açıklaması: 'Sabrediyoruz, umudumuzu kaybetmedik' Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada Fransa Senatosu’ndan onay alan ‘Ermeni soykırımının inkarını suç sayan yasayla’ ilgili değerlendirmelerde bulundu. Eylem planlarını açıklamak için yasaya karşı olan senatörlerin girişimiyle başlayacak Anayasa Konseyi sürecini bekleyeceklerini ifade eden Erdoğan, ‘Bu hatanın telafi edileceğine dair umudumuzu kaybetmiş değiliz.’ dedi. Uludere’de hayatını kaybedenler için toplam tazminat miktarını da 123 bin TL olarak açıklayan Erdoğan, Milli Güvenlik Bilgisi dersini de kaldıracaklarını duyurdu. Erdoğan’ın konuşmasından satır başları: Maliki’ye tepki hiçbir şey demeyeceksin sınır komşusu Türkiye bizim iç işlerimize müdahale ediyor diyeceksin. Bu nasıl bir anlayıştır. Irak yönetiminin mezhep çatışmasını engelleyici bir tutum sergilemesini bekliyoruz. R. T. Erdoğan Irak Başbakanı Maliki’nin açıklamalarını çok talihsiz buluyorum. Başka ülkeler Irak’a girip bize de davet geldiğinde biz Irak’a girmedik. Çünkü biz istenmediğimiz yerde olmayız. Sayın Maliki’nin şunu bilmesi gerekirdi, siz bir mezhep kavgası içinde Irak’ta böyle bir çatışma sürecini başlatırsanız biz buna da seyirci kalamayız. Binlerce kilometre öteden gelenlere Fransa’daki oylama Fransa Senatosunda sipariş bir oylama yapıldı. Gerek Ulusal Meclis’te gerekse Senato’da kabul edilen bu teklif bizim için tamamen yok hükmündedir. Bu karar sağduyuyu ortadan kaldırmaktadır. Bir yanlış yapıldığını kesin bir dille ifade ettik. Bu tasarıya karşı oy kullanan senatörler, yasayı Anayasa Konseyi’ne taşıyacak. 60 imza gerekiyor. Bu hatanın telafi edileceğine dair kızılbaş - sayfa 41 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 umudumuzu kaybetmiş değiliz. Türkiye öyle büyük bir ülkedir ki küçük insanlar için husumeti bile bir payedir. Ama biz Fransa’daki ırkçı yaklaşımı bu payeyi bile vermeyeceğiz. Hiç kimsenin ‘Türkiye ile kavga ediyorum’ deyip böbürlenmesine izin vermeyeceğiz. Fransa Parlamentosu’ndaki sağ duyulu üyelere sesleniyorum, Fransız entelektüellere sesleniyorum: Bu karar aleni bir ırkçılık, düşünce özgürlüğü katliamıdır. Bu girişimlere karşı sessiz kalanlar Avrupa’da faşizmin ayak seslerini duymamak gibi bir vebalin altına girerler. Bu mesele bir Fransa - Türkiye meselesi değildir. Bu mesele bir Fransa - Emenistan meselesi de değildir. Bu mesele açık şekilde bir ayrımcılık, ırkçılık meselesidir. Sarkozy’nin büyük babası Selanik’te, yani o dönem Osmanlı topraklarında doğmuş büyümüş biridir. Sarkozy’nin dedesi İspanya’dan kovulan Yahudilerdendir. Ne kadar düşmanlık sergilerse sergilesin Sarkozy geçmişini silip atamayacak, Osmanlı hoşgörüsüne gölge düşüremeyecektir. Biz sağduyulu ve vakur bir tutum takınacağız. Şu anda hala sabır dönemindeyiz. Sabrediyoruz ve sürecin nasıl şekilleneceğini takip ediyoruz. Eylem planımızı ona göre kamuoyuyla paylaşacağız. Sarkozy ve yandaşlarını Fransa halkına havale ediyoruz. Uludere için 123 bin lira tazminat bu yalan haberlere sakın kimse inanmasın! AKP çevrelerinde sızan haberlere göre parti içerisinde soykırımı yasasına karşı çatlak sesler varmış... - AKP orducu kanadı ile İslamistler arasında zaman zaman sert tartışmalar oluyormuş... - İslamislerin Fransaya karşı alınacak sert kararlar dahilinde OYAK (Ordu Yardımlaşma Kurumu)’un faransa şirketleriyle olan ortaklıklarının dondurulması talebine Türk Silahlı Kuvetlerine bağlı vekilleri karşı çıkmış... - AKP içindeki Radikal İslamcıların Afkanistanda Nato emrinde savaşan kahraman Türk akerlerinin geri çekilmesini isteyince ortalık karışmış... - AKP orducu kanadı tüm ermenileri ve yandaşlarını yurtdışı edelim talebin onaylatıp sessizce uygulamaya sokmuş..... - AKP içindeki Türk Silahlı Kuvetlerine bağlı vekilleri ergenekon davasında tutuklu olan paşaları ve yandaşlarının serbest bırakılırsa alınacak diyer kararları destekleyeceklerini açıklamışlar..... - CHP bu nazik konularda hükümet muhalefet ele ele siyasetiyle hükümete destek verecegini AKP’ye bildirmiş. - MHP de Yüce türk milletinin çıkarları uğruna AKP hükümetini desteklemeyi vatani bir biorç bildigini Ankara Büyük Şehir Zabıta müdürlügüne bildirmiş.... - Alevi Bektaşi dernekleri vakıfları yazarları çizerleri de Fransanın Almış olduğu kararın haklı olduğunu Fransayı desteklediklerini bir basın bildiyisiyle kamuoyuna duyurmuşlar.... Yapacakları ilk kurultayda ve genel kurullarında kendilerinin de karara alacaklarını ifade etmişler. - Müslüman kürtler de türk kardeşleriyle birlikte fransayı kınamışlar! Erdoğan, sınırdaki bombardımanda yaşamını yitiren 34 kişi için verilecek tazminat miktarını da açıkladı. Yardımın ailelelerin acısını dindirmeyeceğini belirten Erdoğan, “Uludere’de yakınlarını kaybeden her bir kardeşimiz için yasal tazminat 23 bin lirayı gönderdik. Yine Başbakanlık bütçesinden her bir kardeşimiz için 100 bin lira gönderdik. Hayatını kaybeden her kişi için aileye toplam 123 bin lira gönderdik. Bu paraların acılarını dindirmeyeceğini biliyoruz” dedi. http://www.euractiv.com.tr 2 k: 01 si na ak 2 zete y Ka Oc Ga 27 zcü Sö kuran-ı kerim emirlerin dişı idareler islama ve kuran-ı kerime aykırı değil mi? kızılbaş - sayfa 42 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 türkiye'nin imparatorluk siyaseti Türkiye'nin aklı başında, dış politikayı bilen, dünyadaki gelişmeleri, gidişatı iyi okuyabilen liberal demokrat aydınlarının, Türk dış politikasındaki gelişmeleri coşkulu bir iyimserlikle alkışlamalarını doğrusu anlamakta güçlük çekiyorum. sorun çözeyim derken Azerbaycan'ın güvenini kaybetmesine neden olmuş; Azarbaycan'ı teskin edeyim derken protokollerin gereklerini yerine getirmeyerek imzalarına sahip çıkamayan güvenilmez bir devlet konumuna düşmüştür. Dolayısıyla Ermenistan açılımı da bir fiyaskodur! Onlara göre Dışişleri Bakanı Davutoğlu ile birlikte, Türk dış politikası dünyada "küresel bir güç" olarak etkisini göstermeye başladı; hem Ortadoğu'da hem de dünyada ciddiye alınan etkili bir aktör durumuna geldi. Demek ki ne kadar "eleştirel" ve "akılcı" görünseler de hepsinin gönlünde "güçlü bir imparatorluk Türkiye'sinin mensubu" olma hayali yatıyormuş. Osmanlı'nın yeniden canlanma düşleri onları da bayağı heyecanlandırıyor! Örneğin, İran'la girişilen Nükleer takas anlaşmasının ardından, Türkiye'nin küresel bir sorunu çözdüğünü iddia edecek kadar öylesine uçuk yazılar yayınlandı ki "acaba başka dünyalarda mı yaşıyoruz?" diye sormadan edemedim. Bu anlaşmadan sonra Türk politikacılarının "barış kahramanı!" olarak dünyada yüksek bir prestij kazandığını bile ilan ettiler. Oysa Lula, Erdoğan ve Ahmedi Nejat ellerini havaya kaldırıp anlaşmalarını kutlarken, bu anlaşmanın hiçbir pratik önemi olmadığını vurgularcasına; İran'a daha ileri yaptırımlar öngören ABD tasarısı üzerinde Çin ve Rusya'nın da mutabakatının sağlandığı haberi de aynı anda yayınlandı. Bu da söz konusu dış politika yorumcularının "ulusalcı" beklentileri yüzünden burunlarının ucunu dahi göremediklerini ortaya koyuyor. Dünya kamuoyunun (her kimse?) İran'la yapılan takas anlaşmasını büyük bir coşku ve diplomatik başarı olarak alkışladığıyla ilgili laflar ise kendi kendilerini veya okurlarını aldatmaktan başka bir şey değil. Oysa dünya basınında Türkiye'nin İran'ın manipülasyonlarına alet olma noktasındaki duruşunu eleştiren yazılar daha ağırlıkta. Recep Maraşlı AK Parti iktidarının son birkaç yıl içinde dış politika hedeflerini değerlendirirsek; komşularla "sıfır" sorun, bölgesel aktör olma ve küresel saygınlık adına attığı dramatik adımlarının çoğunun "Osmanlı imparatorluğu kompleksi" ile yapılmış başarısız girişimler olduğu görülür. Bunlardan içi fena halde "kof" çıkan "Kürt Açılımı"nı da bir yanıyla dış politika menavrası saymak gerekiyor. Çünkü kendi "Kürt sorununu" çözemeyen bir Türkiye'nin komşularıyla -ki bu komşularından biri de "Irak Federal Kürdistan Yönetimi"dir- sıfır sorun noktasına ulaşamayacağı, bölgesel bir güç haline gelemeyeceği de açıktır. "Kürt açılımının" fiyaskoyla sonuçlanmasının sorumluluğunu kendi sömürgeci-şövenist geleneklerine değil de yine "alavere dalavere Kürt Memet nöbete!" usulü Kürt siyasetine yükleseler de sonuç değişmiyor. Kürdistan sorunu hem iç hem dış faktör olarak daha da alevlenmiş olarak Türkiye'nin önünde durmaya devam etmektedir. Dolayısıyla bu zaaflarıyla Türkiye, ne insan hakları alanında, ne de etnikbölgesel çatışmaların çözümü noktasında kimseye akıl hocalığı yapacak durumda değildir! Ermenistan ile ABD'nin zoru ile imzalanan protokoller de ölü doğmuştur. Türkiye, yine şovenist geleneklerinden ötürü Azerbaycan'ı by-pass ederek Ermenistan'la sorun çözebilecek durumda değildir. Her ikisini birlikte "idare ederim" mantığı Ermenistan'la Türkiye ve Ermenistan hükümetleri arasında özel bir onu olarak görmediğim ve çok daha temel yapısal bir sorun olan, tarihsel arka plana dayalı 1915 soykırımını ise zaten bu ikili ilişkinin tartışması dışında tutuyorum. Yunanistan ile sorunlar eskisine nazaran çok azalmış ise de bu yumuşamada, Türkiye ile sorunların AB içinde daha kolay çözülebileceğini düşünen Yunanistan'ın tutumunun belirleyici olduğunu düşünüyorum. Buna rağmen Türkiye halen Kıbrıs'ta "işgalci" bir güç olarak bulunmaktadır. Kıbrıs'ın Avrupa Birliği üyeliğine kabul edilmesi, "Annan Planı"nın çökmesi ve ılımlı Talat yönetiminin zemin kaybetmesi ile Kıbrıs'ta "sıfır" sorun ve nihai çözüm ihtimali daha da zayıflamıştır. AK Parti iktidarı "milli dış politika çıkarlarının rezerve olduğu" diğer konularda olduğu gibi Kıbrıs'ta da militarist-bürokrasinin çizdiği sınırları değiştirme iradesine sahip olmadığını burada da gösterdi. Aslında böyle bir niyeti olduğunu söylemek de oldukça kuşkulu. Çünkü sonuçta bu iktidar da "fetihçi" Osmanlıcı bir anlayıştan hareket ediyor ve her ne kadar "barış", "garantörlük" vb gibi uluslarası hukuk literatürünün arkasına sığınsa da açıkça işgal edip ele geçirdiği eski bir "Osmanlı toprağı" olarak gördüğü Kıbrıs'ın kuzeyinden vazgeçmek istemiyor. Bu durumda aynı zamanda uluslararası bir sorun olarak komşu olan Kıbrıs'la "sıfır sorun" hamasi bir söylemden öte anlam ifade etmez. Ortadoğu'da başarılı olan Türkiye değil İran diplomasisidir Liberal yazarlar tarafından da çok parlatılan Ortadoğu atılımlarına gelince; kızılbaş - sayfa 43 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 kendi kitle tabanında oldukça alkış alsa da İran ve Filistin konusunda takındığı tutum Türkiye'nin değil ancak İran'ın diplomasisinin başarı hanesine yazılabilir. İran, ABD'nin "Nükleer silah" gerekçesi ile kendisine karşı yürüttüğü diplomatik ablukayı Türkiye sayesinde kırabilmektedir. Türkiye, ABD ile İran arasında arabuluculuk pozisyonuna yükselerek "inisyatif" alacağını düşünürken, tam tersine İran'ın yedeğine düşmüştür. Siyasi bir tercih olarak İran'la saf tutmak Türkiye'nin ulusal çıkarları açısından olumlu mudur değil midir; ayrı bir konudur ama Türkiye'nin en azından İran konusunda kendi geleneksel ittifaklarıyla çelişen bir durum ortaya çıkmıştır. Bu çelişmenin basit bir fikir ayrılığı, tutum farklılığı olarak kalamayacağı, çoğu yorumcunun "eksen kayması" adını verdiği biçimde Türkiye'nin geleneksel ittifaklarından çıkması sonucu verebileceği öngörülebilir. Bir devlet olarak varlığını uluslararası güç dengelerinde kendisini çok iyi pazarlamasına borçlu olan TC'nin geleneksel ittifaklarını değiştirmeye kalkmasına izin verilmeyeceği, bunun ciddi sonuçları olacağı bir sır değildir. Bu da Türk diplomasisinin İran konusunda sorun çözmek bir yana, kendi başına yeni sorunlar çıkarmakta olduğunu gösterir. Türkiye'nin diş politika ittifakları anti-Kürt ilke üzerine inşa edilmiştir Türkiye, Irak operasyonu sırasında ABD ile işbirliğinde ayak sürümesinin kendisine epey pahalıya mal olduğunu bilmektedir. Bunun önlemez sonuçlarından birisi Federal Kürdistan'ın somut siyasal ve hukuki bir varlık olarak ortaya çıkmasıydı. Türkiye şimdi ise ABD'nin Irak'ta boşaltacağı yerleri doldurma hesabındadır. ABD'nin kendine bırakacağı teşaronluk işleri karşılığında Federal Kürdistan'ın önünü kesmenin yanı sıra olabilirse Kerkük'ün statüsünde söz sahibi olmayı ummaktadır. Eğer bunu bir biçimde başarabilirse Kıbrıs'ta olduğu gibi müdahale etme şansı doğacağını, Irak merkezi hükümetiyle iyi ilişkiler geliştirerek, PKK bahanesiyle eskiden olduğu gibi bölgeye sürekli askeri operasyonlar düzenleme; kalıcı karakollar veya üsler bulundurabilme olanağını bulacağını düşünmektedir. Federe Kürdistan yönetimini tanıyan bir çizgiye geri dönülmesi olumlu bir işaret olarak görülse bile, özünde bu, çatışmaya girişmenin çok daha kötü sonuçlara yol açabileceği endişesiyle, diplomatik, siyasal ve ekonomik kuşatma altına almanın daha akılcı olacağı düşüncesine dayanmaktadır. Kuzey ve Güney'deki siyasi yapıları birbirileri aleyhine kullanma, kışkırtma politikası son 10 yıldır başarılı olamadıysa da Türkiye bu opsiyonlardan vazgeçmiş değildir. Halen bir iç çatışma yaratma, kışkırtma girişimlerini sürdürmektedir. Doğruyu kabul etmek gerekirse Türkiye'nin çatışmalı eski sorunlarını hallederek canciğer dost haline geldiği bir komşusu varsa o da Suriye'dir. Ne var ki iki ülke arasındaki bu yeni bahar havasının PKK'nin dışlanması üzerine inşa edilmiş "anti-Kürt" dostluk ittifakı olduğuna kuşku yoktur. Bu dostluğun ne kadar içtenlikli olduğu ise tartışmalı! Suriye, İran kadar olmasa bile uğradığı tecriti Türkiye sayesinde hafifletmeye çalışıyor. Türkiye, İran, Suriye ve İrak merkezi yönetimiyle girişilen işbirliğini "Kürdistan Üzerindeki Sömürgeci Devletler Topluluğu" olarak adlandırmak yanlış olmaz. Ne var ki bu işbirliği içinde ne insan hakları, ne demokrasi, ne özgürlük ve nede ulusların kendi kaderlerine tayın hakkına saygının zerresi bile bulunmamaktadır. İçeride "demokrasi" havariliği yapan bir iktidarın Ortadoğu'nun diktatoryal yönetimleriyle gerici bir çeper oluşturmaya çalışması Türkiye'nin standartlarına aykırı bir durum değil. Türkiye-İsrail ittifakının dağılması Kürdistan'ın statükosunu değiştirebilir İsrail ve Arap ülkeleriyle aynı derecede "iyi ilişkileri" olduğu var sayılan ve Batı'nın bir parçası sayıldığı için "güvenilir" olması edası da taşıyan TC'nin, Filistin-İsrail sorununun barışçıl çözümü konusunda "arabulucu" bir devlet olma iddiası ise iki yıl içinde dramatik bir biçimde çöktü! Filistin sorununda 60 yıldır çatışmaların dışında kalmayı başaran TC diplomasisi, bırakalım "arabulucu" olmayı çatışmanın taraflarından biri haline gelmiştir. Üstelik Arap ulusçuları tarafından da pek sevilmeyen ve Türkiye'nin batılı müttefikleri tarafından tıpkı PKK gibi "terörist" örgütler arasında sayılan Hamas'ı destekler bir pozisyondadır. Buradaki İran'ın bölge politikasını güçlendirmektedir. Bu baş döndürücü dış politika başarılarının zirvesi ise istikrarlı bir gericilik barikatı olan Türkiye-İsrail paktının çökmesi oldu denebilir. Başbakan Erdoğan'ın kendi İslami seçmen tabanında ve Arap kamuoyunda sempati toplamasına neden olan "one minüt" çıkışı, bir popülizm gösterisi olmaktan çıkıp adım adım Türkiye-İsrail paktının çökmesine doğru bükülmüş bulunuyor. Yine Türk basınının akıllı-uslu yorumcularına bakılırsa bu ilişkinin bozulmasından İsrail zararlı çıkacaktır. Oysa kendileri de çok iyi bilmektedirler ki bu ittifaktan en çok nasiplenen daha çok Türkiye'nin kendisi olmuştur. Türkiye'nin bütün darbe yönetimleri, ayyuka çıkan insan hakları ihlalleri, uyguladığı devlet terörü, karşılaştığı hemen tüm uluslararası sorunlarda, TC'nin yalnız kaldığı bütün anlarda İsrail tarafından kayıtsız şartsız desteklenmişti. Her 24 nisan'da ABD'deki soykırım yasa tasarısının engellenmesindeki lobi desteği diğerlerinin yanında devede kulak kalır. Bunu en yakından bilenlerden biri de Kürtlerdir. Kürdistan'ın özellikle Türkiye bağlamındaki statükosunun en sağlam bölgesel ortağı Kürtlerle hiçbir sorunu olmamasına rağmen İsrail olageldi. Eğer Türkiye ile İsrail arasındaki tarihsel ittifak bozulduysa, elbette bunun önemli sonuçları olacaktır. Bunun doğrudan sonuçlarından biri Kuzey Kürdistan'ın statüsünün artık daha kırılgan hale gelmesi olabilir. 30 yıldır askeri ve siyasi destekleriyle savaştıkları ve PKK lideri Öcalan'ı Kenya'da korsanlıkla tutuklayıp getirme konusundaki işbirliğinden dolayı daha düne kadar övgüler düzdükleri İsrail'in, hemen anında PKK ile ortak hareket ettiğini söylemeye başlamaları Türk politikacılarının siyasal ahlaklarının bir göstergesi. Sonuçta AK Parti iktidarı, bir yanda içeride militarist-bürokrasinin siyasal iktidar üzerindeki gücünü sınırlamaya çalışırken; dış politikada ise tam ter- tü sine Osmanlı edasına bürünmüş İttihatçı genetikleriyle gah ulusalcı, gah İslamcı bir eksene oturma çabası gösteriyor olması önemli bir çelişki. İşin anlaşılmaz tarafı ise bu çabalarının ABD-AB bloku tarafından bir "avantaj" olarak kabul edilip kendi pozisyonlarını çok daha güçlendireceğini sanmalarıdır. Sistemin "ılımlı İslam" modeline ihtiyacı olduğu bir vakıadır; ama sonuçta herhangi bir "modelin" kural koymaya çalışmasını da kabullenmeyeceği açıktır. 20. yüzyılın başlarında İttihatçı Enver Paşa'nın Turan Kahramanı olma macerası gibi; 21 yüzyılın başlarında Erdoğan'ın da Pan-İslamist yeni Osmanlıcı hayalleri de, imparatorluğun yeniden dizayn edilmesiyle sonuçlanabilir. Türk dış politikasının yapacağı kritik hatalar Kürt ulusal demokratik mücadelesinin lehine statüko değişikliklerine yol açabilir. Irak'taki tarihsel koşullara benzer bir durum Kuzey Kürdistan'da da ortaya çıkabilir. Tabii ki eğer Kürt politik örgütleri, akımları Kemalist ya da Yeni Osmanlıcı ya da Türk-İslam politikalarına güc vermeyi bırakıp bağımsız, özgürlükçü siyasal adımları atma yeteneği gösterebilirlerse... Beri yandan Türkiye'nin aslında 800 yıllık bir imparatorluğun devamı olduğu unutulmamalı. Çıkarları ve bekası konusunda çok hassas ve birikimli olan "derin devlet aklı"nın bir biçimde inisyatifin elinden çıkmasına izin vermeyebileceğini de hesaba katmak gerekiyor. m k it a m pe üz vl i k er m i nd ar e k e ve t le rd e kızılbaş - sayfa 44 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Kaynak: http://www.gelawej.net CEZAEVİNDE ELLE HAZIRLANAN ÜMÜŞ EYLÜL 2. SAYI ÇIKTI. TÜM SAYFALARINI dergi fotokopi yapılarak ve sosyal paylaşım ağlarında paylaşılarak dağılıyor. paylaşıma bu yolla bir katkı sunmanız dileğiyle... İletişim adresi: “adil okay” [email protected] Hazırlayan: Hasan Şahingöz 1.Nolu F-Tipi Hapishane CT55 Tekirdağ kızılbaş - sayfa 45 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 UZAKDOĞU, ORTADOĞU VAR! YAKINDOĞU SOYKIRIMLA “YOK!” NEDEN? TC. kurulurken, sadece Kilikya, Kürdistan, Mezopotamya, Anatolia, Pontus, Lazistan, Rumelî vs. yerlerin adlarını haritadan kaldırmadı! Asya ile Avrupa kıtasının kesişim noktasına yerleşen Bizans imparatorluğu; “Yakın Doğu”, “Orta Doğu” “Uzak Doğu”yu kendi merkezinin yakın, orta ve uzaklığına göre adlandırdı. TC’ kurulana kadar bu coğrafyalar böyle isimlendirildi. Sonra coğrafyalardan biri olan “Yakın Doğu” , çıkarcı Dünya’nın gözleri önünde, üzerinden yaşayan halklar ile birlikte haritadan silindi, yok sayıldı. Sesiz sedasız Dünyanınegemenleri bu olguyu göremedi ya da görmezden geldi. Tarihin bir kesitinde, kendini “Dünya’ nın merkezi” sayan Bizans İmparatorluğu, dünyayı yakınlık ve uzaklığına göre doğuya doğru coğrafyayı; Yakındoğu, Ortadoğu ve Uzakdoğu olarak isimlendirirken buralar nereleri kapsıyordu?: Mezopotamya, Anatolia, Klikya, Pontus coğrafyası ve yakın çevresini, “Yakındoğu..!” Mısır’dan Hindistan’a ve kuzeyden Rusya ve Umman Denizi’ne uzanan bölge “Ortadoğu” olarak isimlendirildi. Altay Dağları ve doğusuna doğru Hun İmparatorluğu, Moğolistan, Kore, Kamboçya, Vietnam, Japonya, Endonezya vs. coğrafyayı kapsayan yerler “Uzakdoğu” olarak adlandırıldı. TC. Kurulup Yakındoğu’daki halkları jenoside uğratarak “yok” sayıp, “yok” ettikten sonra kendisine kattı. Yakındoğu ismini de “yok” sayarak, kendisini Ortadoğu coğrafyası içinde değerlendirdi. 2004’te de ABD’nin Ortaya attığı “Büyük Ortadoğu “ terimi ile Kuzey Afrika ve Orta Asya ülkelerini kapsayacak şekilde kavram yeni siyasi projelere göre, coğrafyalar yeniden isimlendirilmeye çalışıldı. Buradan da anlaşılmaktadır ki, coğrafik isimler, Etnik yerleşimlerin yanı sıra, medeniyet/uygarlık ve siyasi egemenliklere göre isimlendirilmişlerdir. Ancak garipsenen odur ki, siyasi şekillenmeler zaman zaman egemenlik pro- Ahme t ÖNAL jelerini başka başka halkların ve coğrafik isimlerin “yok” sayılması, “yok” edilmesi üzerinde şekillendirmiştir. Bu kendine katma eylemliliği eğer başkasının kolektif varlığını ortadan kaldırma, yok etmeyi içeriyorsa normal kendine katma eyleminin ötesine geçer ki, bu sınır jenosit, yanı soykırımdır. 1948’de BM’e soykırımı “insanlık suçu” olarak kabul ettiren ve Soykırım Komisyonu Başkanlığı’na getirilen Polonyalı Yahudi ve Avukat Rafel Lemkîn soykırımın sekiz alanda uygulandığına işaret eder. Siyasi, ekonomik, kültürel, dilsel, etniksel, tarihsel, doğasal, fiziksel olarak kırıma uğratmaktır. Tabi bunların sadece birinin uygulanması soykırım sayılabileceği gibi, bazı durumlarda soykırım sayılmayabilinir. Siyasi soykırım; Siyasi olarak kendini idare etmeden alıkoyma ve siyasi varlığına son vermeyi hayata geçirmektir. Ekonomik soykırım; bir toplumsal aidiyetin yaşamsal kaynaklarını tahrip etmek, üretimden alıkoymaktır. Kültürel Soykırım: Bir halkın mitolojisini, yaşama alışkanlıklarını, gelenek ve göreneklerini, tarihsel yaşamsal alışkanlıklarını, edebi gelenek ve yaşayışını ortadan kaldırıp, kendi kültürel değerleri içinde eritmek ve kendi öz benliğinden yabancılaştırarak nefret eder duruma getirmenin yanı sıra, kendi kültürünü yaşamasından alıkoymaktır. Dilsel soykırım: Bir halkın kendi dilini kullanmasından alıkonulması, uzaklaştırılması ve başka dili konuşmaya zorlayarak kendi anadilinden uzaklaşmasını ve unutmasını sağlamak, ana dilinden nefret eder duruma getirerek egemen dili kutsamak ve egemenliğini pekiştirmek üzere “diğer” dilleri yok farz etmek ve yok saymaktır. Etnik Soykırım: Bir etnisiteyi yok saymak, yok etmek üzere kolektif grup olarak hedeflemek ve yaşamsal olarak ortadan kaldırma faaliyetidir. Tarihsel Soykırım: Hedeflenerek ortadan kaldırılmak istenen kolektif topluluğa ait tüm kalıtsal, sanatsal ve estetiksel belge, kanıt ve sit alanlarını ortadan kaldırmak ve kendisini hatırlayacak olguları yeryüzünden silme eylemi ve projesidir. Tüm coğrafik isimlerin yasaklanması ve tüm tarihi kalıntıların tahrip edilerek kendisine ait olduğunu iddia etmek gibi.. Doğasal / Ekolojik Soykırım: Eski ya da yerleşik olan topluluğa ait tüm kalıntıları yok etmek üzere tüm tabiatı gerek ekonomik, gerek siyasi ve sosyal kaygılarla tahrip etmek ve doğanın dengesini bozmak, doğayı yaşanır olmaktan çıkarmak ve tarihten yerleşik olanların göçertilerek önce coğrafyayı insansızlaştırmak, sonrasında da kendine ait ya da kendine intibak edilerek entegre olabilecek topluluğu yerleştirerek alıkoyma politikasıdır. Fiziksel soykırım: Canlı olarak topluluğu ortadan kaldırma projesi ve eylemidir. Örneğin siyasi literatürde “Yakındoğu” kavramı ortadan kaldırılmıştır. Ancak siyasiler, tarihçiler ve toplumbilimcilerden kimse bu kavramın “yok” sayılmasını sorgulamak istememiştir. Ne hikmetse haklı bir davanın peşinde olan, mazlumları savunan kesimler de “Yakındoğu” isminin haritadan kaldırılmasını, siyasi literatürden silinmesini sorgulamayı düşünmemiştir. Sormamışlardır ki; “Orta” ve “Uzak”ı olan bir “Doğu”nun “Yakın”ının da bulunması gerektiği, bu isimde bir coğrafyanın da bulunması gerekir diye sorası gelmemiştir. Peki bu “Yakın!” neresidir? Kavram nasıl ortadan kaldırıldı ve adeta teda- kızılbaş - sayfa 46 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 vülden çıkarıldı? Bu soruları siyaset ve akademik çevreler bir türlü sorgulamaktan imtina eder oldular. Zira bu coğrafyanın tüm otokton(yerleşik) halkları alaktonlar(dışarıdan gelenler) tarafından jenoside tabii tutuldu ve bu siyaset bugün de sürdürülüyor. Bu jenosit politikalarını sürdürme sürecinde halklar ortadan kaldırılırken, var olma koşulları cılız olanlar (Türk olmayan çılgın Türkler) şekillendirilip devlet hatta millet düzeyine getirtilip egemen olarak şekillendirildi.. Çünkü pakraytında hiç bir milli ve sosyal tarafı olmayan Türkler, Irkçı politikalar üzerinden TC. Devleti’nin şekillenmesi adeta “tombaladan çıktı” gibi bir vaziyetinin olduğunu söylemek tarih bilinciyle çelişmediğini iddia etmek yerindedir ve yanlış değildir! Zira I. Dünya Savaşı’ndan sonra, Dünyanın ağırlıklı eğilimi, Osmanlı İmparatorluğunun egemenliğinde olan toprakları paylaşmak ve Osmanlı Devletine miras olabilecek hiçbir kurumsal nüveye yer bırakmamak idi. Ancak bu projenin uygulanmaya sokulduğu aşamada Alman Devleti’nin Jenositlerle Yakındoğu’yu haritadan silme projesine göre şekillendirilen Jön-Türk Hareketi, 1915-1919 tarihleri arasında İngiliz ve Fransız bloku tarafından siyasi arenadan tasfiye edildi. 1917 Ekim Devrimi’nin ortaya çıkmasıyla İngiliz ve Fransız projesi eski halde yürüyemez oldu. Uzak, Orta ve Yakındoğu’ya sokulan ve etkisi yayılan Yeni Sovyet etkisini durdurmak için takviye projeler ve siyasetlere ihtiyaç çıkınca, Osmanlı kalıntılarına yeniden ihtiyaç duyuldu. Ne ilginçtir ki, I.Dünya Savaşı’nın yanı sıra iç savaşından da bitap düşmüş yeni Sovyet iktidarının da İngiliz Fransız yayılmasını durdurmaya ve savaşı en azında erteleme siyasetleri oldu. Bu nedenle çarçabuk Yakın, Orta ve Uzak “doğu’lar da şekillenecek tutarsız da olsa iktidarlara İhtiyaç duyuluyordu. Bu Yakındoğu’da Jön-Türklerin kırıntısı ve devşirme siyasilerden şekillenen ve sonrasında Kemalistler olarak adlandırılacak hareket idi. Ortadoğu’da Afgan Emiri idi. Uzakdoğuda, Çin’de şekillenen Çan Kay Şek hareketi idi. İşte çift taraflı şekillenen bu ihtiyaçtan İngiliz Vizesi ile Yakındoğu’ya Müfettiş atanan Mustafa Kemal güç olarak şekillendirilmeye çalışıldı. Bu aşamada Sovyetler Birliği de geçmişte JönTürk yani İttihatçı olan bu kadronun hareketliliğini gördü. El attı, destekledi ve Mustafa Kemal önderliğinde ki bu hareket , “Faşist Askeri Bürokratik Diktatörlük” olarak bu destekler üzerinden şekillendi. Bu devlet şekillendikçe Almanlardan edindikleri projelerini bu kez İngiliz ve Fransız işbirliği ve Sovyet desteği ile tahkim ederek, İttihat ve Terakki’de olan Ortadoğu’ya yönelimi durdurma ve hedeften çıkarma farklılığı ile Yakındoğu’yu haritadan silme girişimini yoğunlukla sürdürdüler. Bunun için de Yakındoğu’daki kolektif ve otokton halkları tabi tutukları jenosit politikasını yeniden aktif kıldılar. 1913’te Rumları mübadele ile göçertmeleri bir jenosit idi. 1915 Ermeni jenosidi, Süryani-Kildanı Jenosidi, Êzdi Jenosidi gerçekleşmiş idi. Cumhuriyet döneminde ise daha evvel olan jenositleri inkâr ederek ve onlardan kalan kalıntıları temizleyip tamamlamanın yanı sıra ve uzun sürece yayılmış Kürt Jenosidini sürdürme siyaseti güdüldü. Parçalanmış, bölünmüş, iskeleti adeta dumura uğratılmış bu coğrafyanın tek tek katliamlarını da bu genel jenosit politikasının birer parçaları olarak değerlendiremezsek eksik olur. Ermeni, Süryani, Pontus, Rum, Kürt Êzdî, ve yine uzun sürece yayılan genel Kürt jenosidinin fiziksel alandaki hedefi; Koçgiri (1920), Piran(1925), Zilan(1930), Dersim(1938), Geliyê Sapo(1942), Qeliban(2011) vs. katliamları her biri kendi başlarına birer soykırım olarak değerlendirilemezler. Ancak tümünün toplamı üzerinden devletin soykırımcı karakteri ve planlı siyasetleri ile değerlendirildiğinde, bu katliamların soykırım olarak değerlendirilmesi mümkün olabilecektir. Bir eylemi soykırım ya da Jenoside olarak değerlendirebilmek için düşünülmüş, planlı bir idare ve iradenin; ekonomik, siyasi, etnik, fiziki, coğrafik, tarihsel, mitolojik ve gelecek kolektif varlığını ortadan kaldırmayı vs. hedefler. Bu hedefleri gerçekleştirmek isteyen soykırımcı, imha, inkâr ve vahşet siyasetini sistematik hale getirerek ve uzun vadeye yayarak “yok” etmek istediği aidiyetin özgünlüklerini dikkate almak durumundadır. Kolektif düzeyde; dilin inkârı, halkın inkârı, millet olarak var olmayı inkâr, coğrafyalarının inkârı ve bu inkâra karşı çıkan tüm dinamiklerin imhası üzerinden sürdürülen politika jenosittir. Çevremize baktığımızda yaşamın her alanında karşılaştığımız inkâr ve imha, Tıpkı Ermenilere, Pontus’lulara, Süryanilere ve nuans farkla Uzun sürece yayılan ve diğerlerinden daha sancılı olan Kürtlere tatbik edilen hedef; jenosittir. Pêri vadisinde adım adım gördüğümüz öncesinde Ermeni(zo)lere ait, sonrasında Kürt(lo)lere ait her icraatta bunu görmek mümkündür. Köylerin adeta harabeye çevrilerek ortadan kaldırılması. Ekonomik olarak tutunacak bir dalın bile bırakılmadığı, tarım, hayvancılık vs. tüm üretim kollarının ortadan kaldırılarak gelecek vaat etmeyen bir güvensiz durumun yaratılması, kendini inkâr eden, asalak, aşağılayan bir topluluk yaratarak iradesiz aciz, üreten değil, dilenci bir topluluğun yaratılmasını, yaşamın her adımında gözlemlemek mümkündür. Egemenler; literatürü kendi siyasi merkezlerine göre şekillendirirler. Anatolya, Klikya, Mezopotamya, Pontus yanî Yakındoğu’da ve bu coğrafyalara ismini veren halkları coğrafyaları ile birlikte ortadan kaldırmaya giriştiler. Bunun yerine “Anadolu” ve “Türkiye” isimlerini, insanlık hapishanesi olarak inşa ettiler. Tüm otokton halkların varlığı “yok” sayılarak Türk varlığına armağan etmek için tün yol ve araçlar etkinleştirildi! *** Araplar; Dicle ve Fırat havzası için kullandıkları Mezra-Botan ismini artık kullanmazlar. Mezra: Çevre yerleşim olduğuna göre, Mezra- Botan’ın da merkez bir yere ait olması gerekir. Eski Sami Dünyası Mezra- Botan’ı kendi merkezlerine göre tanımladılar. Zira kadim Kürdistan’a kendini “Kudretli merkez” hesaplamaları neden idi? Kendini merkez olarak tanımlamak ve çevresini “mezralarla, yedek yerleşim yerlerini kendine bağlı kılarak merkeziliğini, idari kudret ve kuvvetlerini icra ettiler. Bu merkezler, Ninova, Bağdat, Mekke-Medine, Mısır, Tarhan, Kudus, Basra, Ankara, Şam vs. olabileceği gibi Konstantinopolis de olabilirmiş. Çünkü bu merkezler tarihte siyasi ve dini idarelere “merkez” olmuş, kendilerini ve çevrelerini siyasi yönelimlerine göre isimlendirilmişlerdir. Ancak insanlığın kendini yarattığı, üretime geçtiği alanlar sırasıyla tahliye edilmiş, taliye düşürülmüş, sıradanlaştırılmış ve tarihsel önemi unutturulmaya çalışılmıştır. Oysaki insanlığın üretime geçtiği or- kızılbaş - sayfa 47 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 tamlar/koşullar, çeşitli avcılığa elverişli hayvanların bulunması, suyun bulunması, otlaklık ve barınmak için in/ mağaraların bulunması, dört mevsimin bir arada yaşar olması gerekir. Zerdüştiliğin; güneş, yağış, toprak, rüzgâr ve güç kültünü kutsaması, mit olarak insanlığın belleğinde önemli bir algıdır. Grek, Mezopotamya ve Hun İmparatorluğunun kurulduğu alanlar, Kaf kasya ve Mısır’da mitolojinin kökleşmesi yerel halkların kadimliğinden ve bu alanlarda üretimi geliştirerek, hayvancılık ile tarımı iç içe kullanmaya geçmiş olmalarındandır. Akıncının, işgalcinin; çapulculuktan, talandan, üretimin ve icadın zorluklarını düşünme ve kadim yerel halkların sağladığı mitolojik, ekonomik ve kültürel değerlere saygıdan çok, o halkların kafalarındaki miti yıkarak, ruhsal çöküntüye uğratarak hüküm sürmek, maddi ve manevi yaratıların üstünden kendini tanımlayarak “güçlü, dokunulmaz ve muktedir” olduğunu yerelliye kanıtlamak istemesi genel hâkimiyet dikstürüdür. Karakollarda “Burada Allah yoktur, peygamber tatile çıkmış!” sözünü afişe etmeleri tesadüfü değildir. Uçak, helikopter ya da bombardımanla yatırların, ziyaretgâhların, dağların hoyratça vurulması tesadüfî değildir. Koruyucu, kutsal bilinen dağları vurmak, şehit diye bellenen, saygı duyulan büyüklerinin mezarlarının vurulması da tesadüfî değildir. Seyit Rıza, Şeyh Said ve arkadaşlarının mezarlarının belirsiz yerlere gömülmesi, onlar etrafında inanılan ve yaşatılan mitolojinin Kürt ulusal değerleriyle buluşmasını engellemek için olmadığını kim iddia edebilir ki? İşte şimdi kutsal bilinen Munzur, Düzgün Baba, Silbus û Star, Seyqasım, Şeytan Dağları, Qertalix, Karêr, Eser, Kanireş, Şerefdin, Paltokan, Agırî vs. oraları kutsal bilen halkın gözleri önünde bombalanmakta, HES inşaatlarıyla delik deşik edilmekte ve kutsallıkları, mitleri halkın gözünden düşürülmeye çalışmakta ve oraların birer özlem ve saygı duyulur yerler olmaktan çıkarmak, oralara bağlanan ve adeta inanarak terapi olma, oraları şifa ve güç/kuvvet veren yerler olmadıklarına halkı inandırmaya çalışmaktadırlar. Oralara sığınarak korunamayacaklarına insanları inandırmaya çalışmaktadırlar. Adeta, oralara bağlılık tükenince, ora insanının kendi toprağından alıp başka başka yerlere sürmek ve bir daha geri gelmemek üzere bağlılığını çözmek üzere ardında bıraktığı ev ve barınaklarını kaldırmak önem arz etmiştir. Bütün bunların konumuzla alakalı olan tarafı, her festivalin, oradaki her ortaklaşa moral değerin, birlikte söylenen her stranın, her Dilan; inkâr edilen, yok sayılan ve yok edilmek istenen her mitolojik duygunun yeniden yaşatılması yerel halkın moral değerlerini yükseltmektedir. Aksi her girişim ise mazlumun moral değerlerini zayıflatmak ve onların kolektif duygularını, düşüncelerini, reflekslerini yok etmeye hizmet eder. Eskiden beri, egemenin korktuğu şey, resmi ideoloji dışında yaşayan kolektif topluluklardır. Devlet, soykırımcı karakteri ile yok etme eyleminin hedefinde kolektif toplulukların tamamını koymuştur. Tüm kolektif hakların imhaya tabi tutulması öylesine sıradan, kanıksanır, özgüvenden uzaklığı yerleştirmiş, yaygın ve genişletilmiş ki, bu kolektif haklar, bireysel hakların yok sayılmasına kadar vardırılmıştır. Bu inkâr zamanla içselleşmiş ve “Bireysel hakları verseler yeter!” dedirtecek kadar Türk ve Müslümanlar dışında her aidiyet “dilenci” olarak algılanır olmuştur. “Biz Kürtlerin dil, eğitim, kültürel, düşünsel, yaşamsal haklarını vereceğiz!” diyecek kadar zıvanadan çıkıyorlar. Bir diğeri de “Veremezsin. Veremeyiz. Çünkü biz bunu rahat değil, kanla aldık!” diyerek tabi tutulduğumuz soykırım üzerinden bir mizanseni oynamaktadırlar. Doğuştan var olan ve insanlık için yaşamsal ve tabii hakkını elinden zor ve şiddet ile alıp, geri vermeyi de lütuf olarak görmek, tam bir köleci ruh hali ile köleye yaklaşımdır. İnsanlığın ilk kez Uzakdoğu’da bulunan Pekin ve çevresinde, Ortadoğu’da Keşmir ve Yakındoğu’da ise Yukarı Mezopotamya’nın ova, mağara, su ve av hayvanlarının bulunduğu 35 ile 45 paralelleri arasındaki dört mevsimin bir arada var olduğu alanlardır. Pêrî Vadisi de bu alanın içinde bir yerdir. Avareş, Munzur, Pêrî, Murat, Aras ve Zê sularına analık eden, Munzur, Zêl, Düzgün Bava, Silbus, Seyqasim, Şeytan, Şerefdin, Kanireş, Paltokan, Ağrı ve Zagros dağlarıdır. Bu dağların kutsallığı birazda doğurdukları sudur, zira su hayattır. Aydınlık(nur) ve sıcaklığın Güneş olarak bu dağlardan doğuşudur, Bu dağlardan ovalara uzanan sert, ılık ve eforuyla havayı yaşanılır kılan, ferahlatan rüzgârıdır. Ya toprak ve insanın kendini vererek üretiği ürün ile edindiği yurttur. Bunların toplamı özlemdir. Bu özlemi yaşayan bilir. Yaşamayanlar ancak yaşayanların “of”. “Of”larına soğuk gülücükleri ile alaycı gülüp geçerken, ne kadar alay edilecek duruma düştüğünü fark etmez! Şimdi o Mezopotamya’nın kadim tarihi kâr hırsıyla barbarların elinde HES inşaatları ile tarihi kalıntılarıyla ve iklimi ile sulara gömülmek suretiyle yokluğa gönderiliyor! Biz oranın gerçek sahipleri ise bu “yok” ediş karşısında lakayt ve aymazlığımızla karşı durduğumuzu sanıyoruz. Kiğı’nın kalesi şahittir ki tarih bizi fena yargılayacak. Tabi o coğrafyayı tahrip eden canavarların canavarlığını ve katilliğini de teslim edecek. Pêrî Nehri’nin üzerine beş baraj çekmek asla kabul edilecek şey değil! Munzur, Zê, Murat, Avareş ve diğerlerinin üzerine çekilen bentler de karları azaltmakta ve ilk insanlığın arkeolojik kalıntılarını sulara gömerek bitirir. Bu duruma vicdanı buharlaşmayan her insanın kalbinin sızlamaması mümkün değildir. Gelecek bizim omuzlarımızdadır.. Onu biz kurarsak güzelleşir. Qeliban’da Kürt gelinlerinin, kadınlarının gencecik insanlar için döktüğü göz yaşı, genç yavrularının kanına karışırken, yaşananın uzun sürece yayılan Kürt jenosidinin bir parçası olduğunun ne kadar bilincinde? 200 yıllık Kürt milli kurtuluş savaşında milyonlara varan çetelesi ile düşen bedenlere rağmen; Kürt siyaset sınıfının “Galiba Bilmem!” ya da dar çerçevede soykırımı tanımlaması, bütünlüklü bir cevabının olmaması da bir katliam gibi acı verir içime! Bahçemsin gülün yasak Seni sertçe sevmişim Sürgünsün ilin yasak Seni mertçe sevmişim Yurdumsun kuyun yasak Kuyunda suyun yasak Türkümsün dilin yasak Seni kürtçe sevmişim Reyşan Sidar kızılbaş - sayfa 48 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Ahmet Önal NUR TOPU GİBİ DAVA Hejare Şamil, Diaspora Kürtleri, Peri Yayınları, Ekim 2005 isimli kitap hakkında Kasım.2005 tarihinde iki dava açıldı. Kadıköy Asliye Ceza MAhkemesi; halkı kin ve nefrete yol açacak şekilde kışkırttığım gerekçesi ile TCK 216'dan açtığı davaya bir süre sonra, "davanın Terör örgütü propagandası yapıldığına kanaat getirerek" dava hakında "yetkisizlik" kararı aldı. Dava İstanbul 11. Özel Ağır Ceza Mahkemesinde devam etti. İki yıllık yargılamadan sonra "oy birliği ile" BERAAT kararı verildi. Avukata ödediğim 1200 TL. parayı da hazinenin ödemesine işaret etti. "Terörle Mucadele Yasası'nın 3713/ 7 ye 1-2 ye muhalefet ettiği"m gerekçesi ile Savcı ittiraz etti. Dosya Ankara Yargıtay 9. Daireye gönderildi. Bugün gelen Celpte Yargıtay 9 Dairenin beş üyesi "oy birliği" ile cezalandırılmam isteniyor.. 4 Nisan 2012 Tarihinde, İstanbul 11. Özel Ağır Ceza Mahkemesi'nde duruşmamız var.. Lütfen Kemal Burkay ve diğer aydınlar gelsin de bir manzaramızı izlesin.. Devletin ve Mahkemelerin ne kadar demokratikleştiğini görsün.. İnsan haklarından kaç metre yol alındığını izlesin.. Devletin Tehammülünü muşahade eylesinler.!!! Yargılandığımız iddiaların nemene propaganda olduğunu yerinde tüm aydınlarımız izlesin! Kürtlerin Leyhine olabilecek en sıradan tespitlerin nasıl da "terör kapsamına" alınarak preslendiğini görsün...! Pêrî Yay ınları Adres: Pavlonya Sokak Nuhoğlu İş hanı No.8/4 Kadıköy /İstanbul Tel: (0216) 347 26 44 Telefax:(0216) 347 26 44 [email protected] aradığınız kitapları bizden sipariş verebilirsiniz [email protected] kızılbaş - sayfa 49 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Talat Paşa’nın intikamı alınmıştır... Hrant Dink bizim sembolümüz, Martin Luther King’imiz olsun. Onlar Nasıl Rauf Denktaş’larının, Talat Paşa’larının etrafında kilitleniyorlarsa, biz de Hrant’ın etrafında kenetlenelim; Hrant ve “1,5 Milyon + 1” bizim Cumhuriyetimizle, onların Cumhuriyeti arasındaki ayrım noktası olsun. Hrant Dink davası kararı büyük şaşkınlık yarattı. Şaşkınlık iyidir, güzeldir, saflığın ve duruluğun alametidir. Vicdanların hâlâ temiz olduğunu gösterir ve karşıdakinden en azından, sıradan, insani olan birşey beklemenin son derece doğal olduğuna inanan bir ruh halini yansıtır. Aslında fazla şaşırmamıza gerek yoktu; Hrant’ın katillerini saklayanların durdukları yeri bilebilseydik, bizlere nasıl ve nereden baktıklarını görebilseydik ve en önemlisi Hrant Dink cinayeti ile 1915 soykırımı arasındaki bağlantıyı kurabilseydik, şaşırmazdık o zaman. Ve onların, bizlere bakarak hafif bir tebessümle, “çıldırmış mı bunlar; akıllarını mı yemişler; bu devletin kuruluşundan tuğla çektirir miyiz?”, dediklerini duyardık. Şaşkınlığımız esas olarak bu cinayet ile Ermeni soykırımı arasındaki kuvvetli bağı göremeyen bizlerin hatasıdır; aslında şaşırmamıza şaşırmak gerekir. Ne üzücü bir şey; onların gördüğünü görmüyor; onların bildiğini bilmiyoruz. Hrant Dink’i, Talat Paşa’nın öldürülmesinin intikamını almak için öldürdüler. Her şey, ama her şey, 1921 yılında işlenmiş suikastın intikamını almaya uygun örgütlendi. Yasin Hayal’in, McDonalds olayı sonrası, hapisten çıktığında, babası ile Talat Paşa’yı konuştuğunu biliyoruz. Babasına soruyormuş, “baba, Talat Paşa’nın nasıl öldürüldüğünü biliyor musun?” Bayağı bilgi sahibi de olmuş olay hakkında aslına; “Talat Paşa’yı öldüren adamın ceza almadığını, serbest bırakıldığını da biliyor muydun“, diye ekliyormuş. Hrant Dink’i niçin evinin önünde öldürmediler? Ya da niçin kaçırıp, öldürüp, cesedini bir yere atmadılar, diğer faili meçhullerde yaptıkları gibi? Bunların her birisini isteselerdi yaparlardı. prof. dr. taner akçam Ama böyle yapmak yerine, AGOS’un önünde, caddede, herkesin gözü önünde, hem de arkadan kafasına ateş ederek öldürdüler! Niçin? Çünkü Hrant nezdinde Ermenilerden Talat Paşa’nın intikamını almak istediler. Talat Paşa, 15 Mart 1921’de, Berlin’de, soykırımdan sağ olarak kurtulan Soghomon Tehlirian tarafından öldürüldü. Tehlirian, Talat Paşa’ya arkadan yaklaştı ve kafasına sıkarak öldürdü. Kaçarken yakalandı. 2-3 Haziran tarihlerinden görülen dava sonucunda da beraat etti. Cinayetin, bilmediğiniz bir başka benzerliği daha var: Tehlirian olay yerinden kaçarken yakalanmıştı ama aslında suikast planını yapanların aldıkları karara göre kaçmaması, olduğu yerde durması ve teslim olması gerekiyordu. Hrant Dink soruşturmalarında var olan bazı kayıtlardan aslında Ogün Samast’ın da kaçmaması, en azından İstanbul’da yakalanması gerektiği- nin planlandığı anlaşılıyor. Her şey, 1921’deki gibi olmalıydı. Amaç hem Talat Paşa’nın intikamını almaktı hem de Ermenilere 1915 soykırımını, onların sesini boğmak için yaptıklarını hatırlatmaktı. “Biz bu topraklarda bir Ermeni’ye, 1915’den sonra özgürce konuşma imkânı vermeyiz”, demek istiyorlardı. Ah! Onların bildiklerini bilebilsek, onların görebildiklerini biz de görebilseydik... 1915 soykırımı ile Hrant Dink’in öldürülmesi arasındaki bağı göremeyen, görmek istemeyen biz şaşkınların yardımına yüce Rabbim yetişti. Rauf Denktaş’ın ölümünü de aynı günlere getirdi; Rabbim sanki bizlere “kör müsünüz, açın gözlerinizi, görün; zihinleriniz mi körelmiş, bakın anlayın” der gibiydi. Rauf Denktaş’ın cenaze törenine kuyruk olmuş devlet erkanını görmemizi, dumura uğramış zihinlerimizi, körleşmiş gözlerimizi açmamızı ve Hrant ile 1915 arasındaki bağı anlamamızı istiyordu. Rauf Denktaş kimdir? Denktaş, Hrant Dink cinayetine giden yolun taşlarını döşeyen ekiptendir. Denktaş, Avrupa’da, Lozan 2005, Berlin 2006, Paris ve Kuzey Kıbrıs 2007 Talat Paşa mitinglerini, eylemlerini düzenleyen Talat Paşa Komitesi’nin Yürütme Kurulu Başkanı’dır. Talat Paşa Komitesi, “Ermeni soykırımı uluslararası bir yalandır” sloganı altında, Avrupa’da ve Türkiye’de Ermeni düşmanlığını örgütlemek amacıyla kuruldu. Ergenekon’un en önemli kitlesel örgütlenmelerinden birisidir. Kurucu üyelerinin bir kısmı Ergenekon davası sanığı ve tutuklusudurlar. Soruşturmalarda, sanıklara Talat Paşa komitesi ve eylemleri hakkında sorular da soruldu. Bu sanıklardan, Talat Paşa Komitesi üyesi Ferit İlsever, kendisine sorulan 49 sorudan 17’sinin Talat Paşa Komitesi ile ilgili olduğundan yakınır. Hatta biraz safça, “Ergenekon Terör Örgütü’ örtüsü altında” yapılan soruşturmanın aslında” ‘Ermeni soykırımı’ yalanına karşı” verdikleri mücadeleye karşı olduğuna inanır. Hrant Dink’in gerçek katilleri kızılbaş - sayfa 50 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 İstanbul’da serbest kalırken, tüm devlet erkanı Rauf Denktaş’ın cenaze töreninde kuyruk oluşturdular. Oradan bizim gibi şaşkınlara bir mesaj yolladılar. “Biz bu devleti 1915’in üstüne kurduk, Hrant Dink cinayetini aydınlatmak demek, bu devletin kuruluşunu sorgulamak, onun temellerinden tuğla çekmek demektir,” dediler. “Hangi mantıkla bizden Hrant Dink cinayetini aydınlatmamızı istersiniz; anlamıyor musunuz, bizler Rauf Denktaş’larız ve yerimiz Talat Paşa’ların yanıdır”, dediler. 90 yıllık inkâr politikaları gözümüzü kör etti, zihinlerimizi köreltti, dumura uğrattı. 1915 soykırımı ile Hrant cinayeti arasında onların bildiği, onların kurduğu ilişkiye biz göremiyor, kuramıyoruz. Bize 1915’i unutturdular ama kendileri asla unutmadı. Bizi öylesine körelttiler ki, aramızda hâlâ “soykırım” kelimesinden rahatsız olanlarımız; “soykırım tanınmalıdır” denince öcü gibi korkup kaçanlarımız var. Hâlâ, Hrant’ın ölümü ile tarihle yüzleşmenin, Hrant ile 1915’in, yan yana getirilmesini istemeyenlerimiz var. Oysa Hrant bize unutturulan, bizden saklanandır. Hrant bir anahtardır; o eski masallardaki, masal kahramanlarının eline verilmiş açılmaması istenen 40. odanın anahtarıdır. Hani eski evlerimizdeki, tüm sırlarımızın saklandığı sandık odamızın anahtarı. Hrant Dink cinayeti çözülürse, Cumhuriyetimizin kuruluş sırları çözülecektir. Bu Hükümet’te bunu yapacak ne yürek, ne de istek vardır. Çünkü onlar da bu “sırrın ortakları”dırlar. Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız, Bülent Arınç ve diğer bazı hükümet üyeleri karardan memnun olmadıklarını, vicdanın yaraladığından söz ediyorlar. Herhalde birileriyle alay etmenin en iyi yolu bu olsa gerek. Adı lazım değil, eski bir siyasetçinin sözlerini hatırlatmak gerek onlara, “katilleri yakalamak istediniz de elinizi tutan mı oldu?” Genelkurmayın kozmik odasına giren sizler, artık kamuoyunun bile bilir hale geldiği Hrant Dink cinayetini planlayanları bulmaktan acizsiniz öyle mi? Döktüğünüz sadece timsah gözyaşı değil; bunun da ötesinde, davranışınızda, beş yıldır bu cinayetin peşini bırakmayan insanlara karşı yapılmış büyük saygısızlık var, farkındasınız değil mi? Hrant, cezası onaylandığında ciddi ciddi, tüm ailesiyle birlikte, doğduğu yer Malatya’dan başlayarak ve aynı ataları gibi yürüyerek Der-Zor’a gitmek ve Türkiye’yi terk etmek istiyordu. “Atalarım gibi benim de burada kalmamı istemiyorlar”, diyordu.”Öyleyse kalmamın bir anlamı yok, ben de onların gittiği yoldan gideceğim.”Hrant, bizler gibi 1915 cahili değildi. Kendisine yapılanlar ile 1915 soykırımı arasındaki ilişkiyi her gün iliklerinde yaşıyordu. Öldürülmeden önce bana, soykırım kelimesini kullandı diye açılan dava nedeniyle, mahkemeyi tarih sahnesine çevirmek istediğini söyledi. “Evet, 1915 bir soykırımdır, diyeceğim. Mahkemeyi tarih kürsüsüne çevireceğim”, diyordu. Ona bu fırsatı vermediler. Gözlerimizi açmak, köreltilmiş zihinlerimizi aydınlatmak zorundayız. Hrant Dink, Talat Paşa’nın intikamını almak için öldürüldü. Hrant, “1,5 Milyon + 1”dir. Bunu görmeden, bunu bilmeden bu cinayeti anlayamaz ve aydınlatamayız. 2015’e doğru gittiğimiz günlerde, “evet, 1915 bir soykırımdır ve tanınmak zorundadır”, demeden; “Hrant’ı, size 1915’in Hrantlarını hatırlattığı için öldürdünüz”, demeden bu cinayeti aydınlatamayız. Müslümanlığımızı, Türklüğümüzü geçmişin ve bugünün katillerinin elinden almanın yolu budur. Bu ülkede Ermeni olarak yaşamanın zorluğunu biliyorum; “artık burada yaşanmaz”, duygusuyla doğulan toprakların terk edilmek istendiğini anlıyor ve o duyguyu içimde hissediyo- rum. Gücüm yeter mi bilmiyorum ama bağırmak istiyorum; sizler bizim için Türklüğümüzü yeniden tanımlamanın ışığısınız. Sizler, Anadolu’nun bugünkü Müslümanlarına, dün Ermenilerin imhasına “Kuran’da yeri yoktur”, diyerek, karşı çıkan ve ellerinden geldiğince Ermenilerin hayatını kurtaran Müslümanları hatırlatmanın fırsatısınız. Sizler giderseniz, Türklüğün ve Müslümanlığın anlamı yitecektir. Sizler bize, bu ülkeyi, katillerin ve onları gizleyenlerin ülkesi halinden çıkartma şansını, imkanını veriyorsunuz. Sizi ikna etmek için söylemiyorum; bu sözlerim Hrant Dink’in arkadaşlarına: tarih yazıyorsunuz, bu topraklarda bir ilke imza atıyorsunuz. “Biz bitti demeden bu dava bitmez” diyerek, beş yıldır cinayetin peşini bırakmayan tutumunuzla Türkiye’nin onurusunuz ve onun yarınını temsil ediyorsunuz. Bu Cumhuriyetin katillerin ve onların koruyucularının değil, her din ve etnik kökenden tüm vatandaşlarının ortak vatanı olarak yeniden tanımlanabileceğini gösteriyorsunuz. Hrant Dink sembolümüz olsun. Hrant Dink bizim Martin Luther King’ imiz olsun. Onlar Nasıl Rauf Denktaş’larının, Talat Paşa’larının etrafında kilitleniyorlarsa, biz de Hrant’ın etrafında kenetlenelim; Hrant ve “1,5 Milyon + 1” bizim Cumhuriyetimizle, onların Cumhuriyeti arasındaki ayrım noktası olsun. [email protected] Taraf kızılbaş - sayfa 51 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 GÖRGÜ TANIĞI KONUŞTU “Sevag Kaza Kurşunuyla Ölmedi” düğünü söylediğini ifade etti. Daha önce Sevag'ın Kıvanç Ağaoğlu tarafından kazayla vurulduğunu söyleyen görgü tanığı Ekşi, Ağaoğlu'nun ailesi tarafından yönlendirildiğini kabul etti ve Ağaoğlu'nun Sevag'ı bilerek öldürdüğünü söyledi. Ekin KARACA / BİA Haber Merkezi Sevag Balıkçı'nın 24 Nisan 2011'de askerde ölümüyle ilgili konuşan tanık Halil Ekşi, Balıkçı'nın Kıvanç Ağaoğlu tarafından hedef alınarak öldürüldüğünü söyledi. Daha önceki ifadesinde silahın nasıl ateş aldığını görmediğini söyleyen tanık Ekşi, Ağaoğlu'nun ailesinin yönlendirmesiyle ifade verdiğini kabul etti ve Kıvanç Ağaoğlu'nun silahın kurma kolunu çekip, Sevag'ı bilerek öldürdüğünü söyledi. bianet'e konuşan Sevag Balıkçı'nın annesi Ani Balıkçı, görgü tanıklarından birinin vicdana geldiğini, diğerlerinin de bu yolla gördüklerini açıklamalarını umduğunu söyledi. Sadece adaletin yerini bulmasını istediklerini ve oğlunu katleden kişinin mahkemeden elini kolunu sallayarak çıkmamasını istediğini söyleyen Ani Balıkçı, görgü tanığı Halil Ekşi'nin gerçekleri anlatmasının davanın seyrini olumlu yönde değiştireceği düşüncesinde. Duruşma pazartesiye alındı Balıkçı ailesinin avukatı Cem Halavurt ise önceden dosyada bulunan tanık ifadelerinde değişiklik yapıldığının anlaşıldığını ancak bununla ilgili ilk kez tanık ifadesi sayesinde delil elde ettiklerini söyledi. Halil Ekşi'nin daha önce Kıvanç Ağaoğlu'nun dayısının yönlendirmesiyle yazılı olarak ifade verdiğini söyleyen Halavurt, daha sonra ifadesini değiştirdiğini ve Ağaoğlu'nun Balıkçı'yi bilerek ve isteyerek öldürdüğünü gör- Bu gelişme üstüne 29 Mart'ta görülecek duruşmanın, sanığın delilleri karartma ve kaçma şüphesi nedeniyle erken bir tarihe alınması için mahkemeye başvurduklarını söyleyen Halavurt, mahkemenin bu talebi yerinde bularak duruşmayı 30 Ocak Pazartesi gününe aldığını belirtti. Halavurt'un verdiği bilgilere göre, pazartesi günü yapılacak duruşmaya Kıvanç Ağaoğlu katılmak zorunda. Aksi taktirde polis zoruyla getirilecek. Ayrıca ifadesini değiştiren tanık Halil Ekşi de duruşmaya katılacak ve mahkeme heyetine tanıklıklarını aktaracak. Ne olmuştu? Sevag Balıkçı, 24 Nisan 2011'de, Ermeni soykırımının başlangıcı kabul edilen 24 Nisan 1915'in 96. yıldönümünde askerlik yaptığı Batman'ın Kozluk ilçesi Gümüşörgü Karakolu'nda Kıvanç Ağaoğlu'nun silahından çıkan kurşunla hayatını kaybetmişti. Olayın ardından bilinçli olarak insan öldürdüğü iddiasıyla hakkında dokuz yıl hapis istenen Kıvanç Ağaoğlu, 29 Temmuz 2011'de görülen ilk duruşmada "kaçma şüphesi olmadığı" ileri sürülerek tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştı. Sevag Balıkçı'nın ablası Lerna Özder, olayın ardından Sevag'ın Kıvanç Ağaoğlu ile yakın arkadaş olduğu ileri sürülerek Sevag'ın kaza kurşunu ile öldüğü yönünde geliştirilen savunmaları şöyle yalanlamıştı: "14 ay boyunca Sevag'ın ağzından başka arkadaşlarının isimlerini duyduk ama Kıvanç'ın adını hiç duymadık. Babamız haziranda Sevag'ı ziyarete gittiğinde Sevag ve arkadaşlarıyla yemek yemişti. Ancak Kıvanç o yemekte de yoktu." 16 Aralık'ta görülen son duruşmada ise Ağaoğlu, silahı yukarı doğrultarak kurma kolunu çektikten sonra aşağı indirirken birden bire patladığını ileri sürmüş ve olayın kaza olduğunu iddiasını tekrarlamıştı. Mahkeme heyeti ise tanıkların dinlenmesi için mahkemeyi 29 Mart 2012'ye ertelemişti. (EKN) Eğer Bir Gün Sevgilim, eğer bir gün Durur bakarsan mezarıma, Ve taşın etrafında taptaze Çiçekler dalgalanırsa, Bil ki, çiçeklerin her zaman yaptığı gibi Dalgalanmıyor çiçekler, Ya da ilkbahar onlara emir verdi de Taşa boyun eğiyorlar sanma! Onlar yüreğimdeki Söylenmemiş şarkılardır; Ölümün susmaya zorladığı Aşk sözcüklerimdir. Yolun sonunun vardığı Ve taşın önünü kapattığı Bilinmedik bir dünyadan gönderilen Ateşli öpücüklerdir onlar, sevgilim. Hovhannes Toumanjan (1869-1923, Ermenistan) Çeviren: İsmail Haydar Aksoy enver gökçe Ne Fayda Sen benimsin, Ciğerparem, sevdiğim Gülden ağır Söylemem sana! Saçlarına Kızıl güller takayım Salın da gel, Bir o yana Bir bu yana! Meğer Müşkil imiş hürriyet Savunmayla yetmiyor Bir başka sevda! Telden Demirden geçsen Mapusu delsen Ne fayda. kızılbaş - sayfa 52 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Malatya Ermeni Mezarlığı’nda yıkım yaptı Malatyalı Ermenilerin bağışlarıyla şehirdeki Ermeni mezarlığı içinde yaptırılan bekçi konutu, gasilhane ve son dua yeri, Malatya Belediyesi yıkım ekipleri tarafından yıkıldı. Malatya Ermenileri şokta. Belediye Başkanı Ahmet Çakır, sadece bekçi konutu için yıkım kararı alındığını, ancak yıkım ekiplerinin emri “yanlış anlayıp” diğer yapıları da yıktığını söyledi. Malatyalı Ermenilerin bağışlarıyla şehirdeki Ermeni mezarlığı içinde yaptırılan bekçi konutu, gasilhane ve son dua yeri, Malatya Belediyesi yıkım ekipleri tarafından yıkıldı. Malatya Ermenileri şokta. Belediye Başkanı Ahmet Çakır, sadece bekçi konutu için yıkım kararı alındığını, ancak yıkım ekiplerinin emri “yanlış anlayıp” diğer yapıları da yıktığını söyledi. Çakır, “Bu istenmeyen durumdan ötürü mahcup olduk, telafisi için elimizden geleni yapacağız. Ayrıca, konuyla ilgili soruşturma başlattık” dedi. Malatya HAYDer Başkanı Hosrof Köletavitoğlu “Bürokrasiye güvenimiz sarsıldı. Kim, neden dolayı, nasıl rahatsız oldu? Neye tahammül edemediler? Bunu anlayabilmek çok güç” dedi. İnşaatı devam eden ve Belediye ekipleri tarafından yıkılan son dua yeri, gömülmeden önce ölülerin son dini vecibelerinin yerine getirilmesi için kullanılacaktı. Belediye Başkanı Çakır’ın, kısa bir süre önce, inşaat için bağış toplayan Malatyalı Hayırsever Ermeniler Derneği (Malatya HAYDer) üyelerinden birini, “Mezarlık’taki inşaatla ilgili şikâyetler var, bekçi konutunun çatısını biraz indirin...” diye uyardığı öğrenildi. Bu uyarı üzerine Malatya HAYDer çatının aşağı indirilmesi kararını aldı, işlem başladı, ancak yoğun kar yağışı nedeniyle çalışmalara bir süre ara verildi. Bunun üzerine 2 Şubat günü mezarlığa gelen belediye ekibi, çevredekilere, bir-iki duvara yıkacaklarını söyledi, ancak “yanlışlıkla” gasilhane ve son dua yeri de yıkıldı. İstanbul’da kurulan Malatya HAYDer yönetim kurulu başkan ve üyeleri, geçtiğimiz yıl Malatya’da bu binanın projesini Malatya Valisi Ulvi Saran, Belediye Başkanı Ahmet Çakır ve Koruma Uygulama ve Denetim Birimi (KUDEB) Başkanı Levent İskenderoğlu da tavır değişti, anlayamıyoruz.” ile defalarca, ayrıntılı olarak görüşüp projeyi ilgili birimlere sunduklarını söyledi. Malatya HAY Der’in Malatya temsilcisi, yapı için 120 bin TL’nin üzerinde bir harcama yaptıklarını, bu paranın da hayırsever Malatyalı Ermenilerin bağışlarından oluştuğunu bilgisini verdi. Malatya’da hâlâ az sayıda da olsa yaşayan Ermeniler var. Malatyalı Ermeniler, son dua yeri ve gasilhanenin yıkılmasından ötürü büyük bir üzüntü yaşıyor. İstanbul’da bulunan MalatyaHAYDer Başkanı Hosrof Köletavitoğlu, hiç haberdar edilmeden yapılan yıkım nedeniyle şoke olduklarını söyledi. “Malatyalı Ermeniler olarak çok üzüldük. Yaralandık, güvenimizi yıktılar... Malatya Ermeni mezarlığında Ekim 2011'de inşaatına başlanan, topu topu bir bekçi evi, gasil hane ve son dua yeri idi. Dün, 2 Şubat 2012 günü, saat 14.30 gibi bir telefon aldık, ‘İnşaatı yıktılar… Her şey tamamen yıkıldı!’ haberi verildi. Bu yapılan bürokrasinin bize verdiği güveni de yıkmış oldu. Kim, neden dolayı, nasıl rahatsız oldu? Neye tahammül edemediler? Bunu anlayabilmemiz çok güç!” “Ölülerimiz kimleri korkuttu” Köletavitoğlu, ölülerden ne istendiğini anlayamadığını ifade etti: “Ölülerimiz kimleri korkuttu? Onlara olan saygımız kimleri rahatsız etti? Çok üzgünüz… Zaten yaralıydık, daha da yaralandık! Bizler, yıllardır Malatya’dan uzakta yaşayan; ama kopamayan, kopmayı göze alamayan Malatyalılar, evimizi ziyaret eder gibi kucağımızı, yüreğimizi açarak Malatya’ya gitmiştik. Öyle de karşılanmıştık. Şimdi ne oldu Köletavitoğlu, mezarlığın yasal olarak belediyelerin sorumluluğunda olduğunu, ancak Malatya Belediyesi’nin yerine getirmediği sorumluluğu, onlarla mutabık olarak yaptıklarını söylüyor: “İnşaatın projesi, detaylı bir şekilde Malatya’daki ilgili birimlerle paylaşıldı, görüşüldü. Bu mutabakat üzerine, Ermeni hemşerilerimizin maddi ve manevi katkılarıyla yaptırdığı ve neredeyse bitmek üzere olan inşaatımız, yerle bir edilerek bu hazin son yaratıldı. Böylesi bir tavır kimseye yakışmadı. Bizler de bu toprağın öz çocuklarıyız. Şimdi, tüm bu zararlarımızın tazmin edilmesini ve şehrimize yakışanı yaparak Malatya Belediyesinin zaten yapması gerektiği gibi inşaatımızı en iyi şekilde ve en kısa sürede yapmasını bekliyoruz.” Belediye Başkanı: Üzgünüz, telafi edeceğiz Malatya Belediye Başkanı Ahmet Çakır ise Agos’a yaptığı açıklamada, ortaya çıkan durumdan dolayı son derece üzgün olduklarını, son dua yeri ve gasilhanenin yanlışlıkla, İmar Müdürü ile Belediye yıkım ekipleri arasındaki iletişim kopukluğundan dolayı yıkıldığını söyledi. Çakır, “Orada bir son dua yeri olması sosyal ve dini bir ihtiyaç. Olmasının son derece doğal olduğunu düşünüyorum. Yıkılması bize de acı veriyor. Telafi etmeye çalışacağız” dedi. Özellikle Fransız Senatosu’nun aldığı karardan sonra mezarlıkta süren inşaatla ilgili çok sayıda şikâyet dilekçesi geldiğini söyleyen Çakır, “Orada yürüyen inşaatın yasal niteliği yoktu. Bu nedenle şikâyetleri dikkate almak zorundaydık. Ancak biz sadece, yüksek bir yapı halini alan bekçi konutunun alçaltılmasıyla ilgili bir karar aldık. İmar Müdürü ile yıkım ekipleri arasında bir iletişim kopukluğu olmuş ve ekipler gasilhane ile son dua yerini de yıkmışlar. Bu hiç istediğimiz bir durum değil. Kendimizi mahcup hissediyoruz. Soruşturma başlattık. Bir iki gün içinde Malatya HAYDer üyeleriyle de görüşeceğiz. Gerekirse bu iki yapıyı biz yeniden yaparız. Telafi etmeye çalışacağız” dedi. kızılbaş - sayfa 53 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Süryaniler Hain mi? Türkiye’nin çok etnikli toplumsal bileşimi üzerine açıkça konuşulmaya ancak son yıllarda başlandı. Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca çeşitli etnik ve dinsel kimliklerin tanınması talebiyle böyle açık ve belirgin biçimde karşılaşmadı. Türkiye’deki Hıristiyan azınlıklardan SüryaniAsuri Cemaati’nin varlığı ise, Türkiye kamuoyunca neredeyse hiç görülmedi. Binlerce yıldır Mezopotampya’da yaşayan bir halkın tarihi, kültürü ve bugünkü durumu, Türkiye dışında da çok az bilinmektedir. Nihayet Ekim ayı başında, 10. sınıflar için hazırlanan Tarih kitabında SüryaniAsuriler’in “hain” olarak anlatıldığı ortaya çıkınca, ister istemez Hükümetin Türkiye’de 20.000 kişi kalmış bir halka karşı niçin düşmanlık havasını körüklediği sorusu akla geliyor. Mezopotamya’nın Nerdeyse Unutulmuş Bir Halkı Asırlardır süren yabancı egemenliği ve baskısından sonra, Süryani-Asuri halkı kendi yurdu Mezopotamya’nın nerdeyse her yerinde bir azınlık haline geldi. Sadece Hakkari’nin (SüryaniAsuri dilinde “Akkare”) ulaşılması zor dağlarında ve Mezopotamya’nın Tur Abdin bölgesinde ve bazı şehirlerinde Süryani-Asuri halkı çoğunluk oluşturuyordu. Bu halkın OsmanlıTürk egemenliği altındaki tarihi de çok az araştırılmıştır. 1915/16 soykırımı, Anadolu, Batı Ermenistan ve Kuzey Mezopotamya’da neredeyse tüm Hristiyan halkın yok edilmesine yol açtı. Lozan Antlaşmasında gerçi Ermeniler, Rumlar ve Yahudiler gibi gayri müslim azınlıklar bazı haklar elde ettiler ama Süryani-Asuri halkı tamamen yok sayıldı. Buna rağmen Tur Abdin’de kendi etnik ve dinsel kimliklerini koruyabildiler. 1970’den sonra Türkiye’de politik mücadeleler kızışır ve Kürt örgütleri ile Türk devleti arasında çatışmalar tırmanırken, bu durum, “Tur Abdin” ve çevresindeki bölgelerde Süryani-Asuri halkının geride kalanları üzerinde de alabildiğine etkisini gösterdi. Onların hemen hepsi 1980’den sonra memleketlerini terk edip Batı Avrupa’ya To r o s S a r i a n veya İstanbul’a kaçtılar. Mor Gabriel manastıra ait arazilere hukuka aykırı biçimde AKP hükümetine bağlı Kürt aşiret reisleri be büyük toprak sahipleri tarafından el konması olayı da gösteriyor ki, “Tur Abdin”deki Süryani-Asuri halkının geri kalan bölümü keyfi zorluklara maruz bırakılmaktadır. Ders kitaplarında Süryaniler de ‘Hain’ ilan edildi Türk devleti bu güne kadar, “tehlikeli hainler ve ayrılıkçılar” olarak gördüğü Ermeniler’i, İmparatorluğ’u korumak adına “tehcir” adı altında kendi topraklarından sürmüş ve katletmıştir. Buna karşın, şimdiye kadar SüryaniAsurilerle hesaplaşmayı zorunlu görmemişti. Onlar Türk devleti açısından gerek Osmanlı imparatorluğunda gerekse Cumhuriyette bir ölçüde “zararsız” sayılan tek Hristiyan halk idi. Her halükarda birkaç ay önceye kadar böyleydi. Daha sonra, 10. sınıf Tarih dersi kitabında Süryani-Asurilerin “hain” olarak nitelendiği ortaya çıktı. Buna tepki olarak Mardin’deki 14 Süryani-Asuri Derneği, 2 Ekim’de yaptıkları açıklamada, halklarının, tarihte hiçbir zaman Devlet’e karşı direnmediğini veya böyle bir niyet taşımadığını belirttiler. Açıklamada şöyle deniyordu: "Türkiye'nin sınırları içinde Süryaniler, yerleşik farklı bir inanç ve kültür gerçeğidir. Tarihin hiçbir döneminde devlete karşı kalkışma bağlamında olumsuz bir yaklaşım- ları ve akımları olmamıştır. Aksine, her zaman ve her koşulda dürüst ve samimi davranmışlardır. Ortaöğretim 10'uncu sınıfların tarih dersi kitabında öğrencilerin açıkça Süryanilere karşı kışkırtılmasıdır. Öğrencilerin bilinçaltına planlı bir şekilde bilerek ve isteyerek Süryanilerin aslında potansiyel tehlike olduğu işlenmektedir. Kitaptaki ifadeler nefret suçu kapsamına girmektedir. Bir ders kitabı ideolojik yorumlardan ziyade objektif bilgi vermelidir. Ayrıca insanlara farklı kimliklerle dostça yaşamayı, kardeşliği ve sevgiyi aşılamalıdır. Bu ders kitabının bir an önce eğitim müfredattan çıkartılmasını istiyoruz." AKP hükümeti hristiyan cemaatlere bazı tavizler vererek, sanki onların kültürel ve dinsel haklarına saygı gösteriyor ve koruyormuş gibi bir izlenim uyandırmayı iyi becerdi. Van Gölündeki Ahtamar Adasında bulunan Ermeni Kilisesinin restorasyonu, gayri müslim vakıfların müsadere edilen mallarının iade edilmesi kararı ve Diyarbakır’daki Ermeni Kilisesinin restorasyonu, hem kendi ülkesinde yaşayan hem de Batı dünyasında yurtdışında yaşayan hristiyan azınlıklar nezdinde Erdoğan Hükümetinin bir meziyeti olarak görüldü. Daha da demokratik olacağını düşündükleri için pek çok Ermeni de AKP’yi desteklemektedir. Etyen Mahcupyan veya Markar Esayan gibi ... Ermeni köşe yazarları da bu çerçevede yer almaktadır. Örneğin Diyarbakır Kilisesinin açılışına Kürt politikacıların ve Belediye Başkanının katılması ama hiçbir hükümet temsilcisinin katılmadığı; restorasyon masraflarının hükümet tarafından değil aksine kısmen Ermeni cemaati kısmen de Kürt belediye yönetimince üstlenildiği gerçeği, Batı’nin görmezden geldiği bir gerçektir. Kendi Hakları İçin Mücadele Edenler “Hain” İlan Ediliyor Süryani-Asurilerin de tıpkı Ermeni ve Rumlar gibi Osmanlı İmparatorluğuna ihanet etmekle suçlanmalarının nedeni, çok yönlüdür: kızılbaş - sayfa 54 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Geçtiğimiz yıllarda Süryani-Asuriler gittikçe daha da bilinçli olarak kendi haklarını korumaya girişmişlerdir. Onlardan bazıları diyasporadan, Tur Abdin’deki yıkılan köylerini yeniden kurmak için geri dönmüşlerdir. Anayurtlarında son kalan köyleri, kilise ve manastırları korumak için mücadele, gittikçe Süryani-Asuri diasporasının eylemlerinin ana noktası olmaya başlamıştır. Her şeyden önce Mor Gabriel Manastırı’nın arazisine haksız biçimde el konması, büyük bir protesto dalgasına yol açtı. Tur Abdin’deki 1600 yıllık tarihi manastırın yok olması tehlikesine dikkati çekmek için 25 Ocak 2009 tarihinde Berlin’de Süryani-Asuri örgütlerince, 15.000 kişinin katıldığı bir büyük miting yapıldı. Bugüne kadar bu önemli sorun açıklığa kavuşmadı. Bunun yanı sıra Türk Hükümeti Osmanlı Imparatorluğunda Süryani-Asuri halkına yapılan soykırımın tanınması talebiyle gittikçe daha fazla karşılaşır görünüyor. Kürtlerin ve BDP’nin Ermeniler ve Süryani-Asuriler karşısındaki tavrı da Türk hükümetini aynı şekilde huzursuz ediyor. Çok geç bile olsa Kürtler arasında, Osmanlı-Türk egemenliği tarafından Hristiyan komşularına karşı kullanıldıkları fark etmeye başladılar. 1514’te, güçlü Kürt liderleri ile Osmanlı Imparatorluğu arasında yapılan ittifakın yükünü, her şeyden önce Ermeniler ve Süryani-Asuriler ödemek zorunda kalmışlardır: Onlar hem merkezi hükümetin hem de Kürt aşiretleri ve feodal beylerinin baskısına maruz kalmışlardır. Aynı zamanda yüzyıllar boyunca Hrisitiyan halkın toprağı da gasp edilmiştir. Bu, bugün de Mor Gabriel olayında yaşanmakta olan bir gereçtir. Pek çok Kürt, atalarının 1915/16’da Ermenilere ve Süryani-Asurilere yönelik soykırım suçuna Jön-Türk Hükümetinin gönüllü yardımcıları olarak katılmış olmasını utanç verici bir durum olarak görmektedir. Türkiye’de yaşayan Süryani-Asuri azınlığının gelişen politik bilincinin bir açık bir işareti de, BDP adayı Erol Dora’nın milletvekili seçilmesidir. Bu gelişmeler temelinde, Hükümet’in Süryani-Asurileri Osmanlı Hükümeti’ne ihanet etmiş “hainler” olarak suçlayarak, onlara gözdağı vermeye çalışıyor olması daha anlaşılır hale gelmektedir. “Kitap, çocuklardan katil yaratan anlayışın örneği“ Milli Eğitim Bakanlığı’na, pekçok aydının ve protesto mektubunu gönderen insanlar, o mektupta şöyle diyorlar: “Süryani halkı ile ilgili çarpık ve hakaret içeren bilgilerle körpecik beyinlerde çocuklardan katil yaratma çabalarının en bariz örneğini şimdide ders kitaplarında mı yapmak istiyorsunuz.“ Bir kere daha ortaya çıktı ki, AKP Hükümeti’nin Hristiyan azınlıklar karşısındaki politikası, bir takım kozmetik önlemlerden ibarettir. Böylece hristiyanlar karşısında hoşgörülü bir “liberal islamcı” Hükümet imajı yaratımaya çalışılmaktadır. Devlet mantığı değişmedi. Rakel öldürülen kocasının cenazesinde şöyle demişti: “Yaşı kaç olursa olsun; 17 veya 27, katil kim olursa olsun, bir zamanlar bebek olduklarını biliyorum. Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılmaz kardeşlerim…“ Çocuklardan katil yaratan karanlık güçler, açıktır ki, Ankara’da bakanlıklarda oturmaya devam etmektedir. http://www.armenieninfo.net Aras Yayıncılık İth. İhr. Ltd. Şti. İstiklal Cad. Hıdivyal Palas No: 231/Z - Tünel / Beyoğlu 34430 İstanbul - Türkiye Tel: +90 (212) 252 65 18 Fax: +90 (212) 252 65 19 e-posta: [email protected] Hrant Dink Vakfı Adres: Halaskargazi Cd. Sebat Apt. No: 74 Daire 1 Osmanbey 34371 Şişli İstanbul Telefon: +90 212 2403361 +90 212 2403362 +90 212 2403365 Faks: +90 212 2403394 E-Posta: [email protected] ASUR SOYKIRIMI UNUTULAN BİR HOLOCAUST GABRIELE YONAN ÇEVİREN EROL SEVER 444 SAYFA 13 X 19 CM PENCERE YAYINLARI İSTANBUL 1999 Bugün 'soykırım' kavramı, sözcük dağarcığımızın kopmaz bir parçası oldu. Bazı okurlar her gün benzeri ölçüde insan hakları zedelenmeleri gözümüzün önünde dururken, bizim neden 'unutulmuş' bir soykırımla uğraştığımızı merak ederek sorabilirler. Eğer biz unutulmaması gerekeni unutacak olursak, gelecekte de buna benzer veya daha berbat olaylarla karşılaşabiliriz. Çiçero şöyle demişti. 'Historia... Est magistra vitae' (Tarih yaşamın öğretmenidir.) Bunun gerçekten de doğru olmasına karşın, insanlık tarihten çok az şey öğrenmiştir. Çünkü tarih sık sık tahrif edilmekte ve pek çabuk unutulmaktadır. Prof. Dr. Rudolf Macuch İletişim & Adres: Pavlonya Sokak Nuhoğlu İşhanı No:10/6 Kadıköy İSTANBUL - TURKEY Tel: (0216) 414 64 41 Telefax:(0212) 414 64 41 E-mail: [email protected] kızılbaş - sayfa 55 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Sevgili Dostlar, olmak üzere çeşitli kültür ve etnik kökenlerden insanların mozaiğidir. Bu nedenle, Ermenistan’dan da sanatçı ve entelektüelleri davet ederek düzenlediğimiz gecelerde bu insanları bir araya getirdik. "Sevgi bahane Üretmez" Biz Dersim Ermenileri, yüz yıldır, fiziken ve biyolojik olarak yaşadığımız coğrafyada; kimliğimizi, dilimizi, kültürümüzü, inancımızı ve genel olarak beşeri aidiyetimizi yaşayamadan, ancak yine de kendimizi koruyarak bugüne kadar geldik. Bu durum, yani kültür ve etnik aidiyetten uzak kalma, asimilasyon tehlikesi altındaki yaşam, Türkiye devletinin tarihsel ve siyasal niteliğiyle ilgilidir. Biz, üzerimizdeki baskı rejimine karşı asimile olmadan bugüne gelmiş isek, bu önemli bir direniş demektir diye düşünüyoruz. Devletin baskıcı ve asimilasyoncu, soykırımcı niteliği halen devam etmektedir, ancak Türkçe deyim ile “minare çuvala sığmamaktadır” ve biz de her şeye rağmen, kendimizi toparlamak, yeniden özümüze dönmek ve kimliğimizin gereklerini yaşayarak ve aynı durumdaki Ermenilere cesaret vermek amacıyla bir girişim başlattık. Hrant Dink’in katledilmesi ile birlikte, öze dönüşün ne kadar hayati, önemli ve değerli bir girişim olduğu bir kez daha açığa çıktı. Bu çerçevede, ilk girişimimiz, Dersimli Ermeniler Derneği’ni kurmak oldu. Dersimli Ermeniler Deneği, yaklaşık iki yıldır faaliyete girmiş bulunuyor. Faaliyetimizi başlattığımız günden itibaren, gerek Dersim ve çevresinde bugüne kadar kimliğini saklayarak yaşamak zorunda kalan, hatta çoğunlukla asimile olmuş kimseleri bir araya getirmek, gerekse de Türkiye metropollerine yerleşmiş, ancak kendi etnik kökenleri hakkında belli bir sorgulama yapma eğiliminde olanları bir araya getirmek, tanışmak ve tanıştırmak, ortak etkinliklerde duyguda ve bilinçte sosyal Mirhan Pirgiç Gültekin aidiyeti geliştirmek için çalıştık. Bu çalışmalarımız kısmen başarılı da oldu. Zira herhangi bir kurumdan destek almıyor olmamıza rağmen, tamamen sözünü ettiğimiz vicdani ve etik kurallar uğruna bir araya gelen insanların imkanlarıyla önce dar kapsamlı toplantılar, sonra daha da genişleyen geceler ve tanışma, bir araya gelme şenlikleri organize ettik. Bunun yanı sıra kendi kimliğini açıklamak ve bunu bir manifesto olarak topluma sunmak için önce kendimiz, ailemiz vaftiz olarak kimliğimizi deklare ettik. Hemen ardından DERSİAD adında bir dergi çıkarttık. Bu dergide, Ermenileri ortak duyguda birleştirecek olan haber, yorum, analiz, bilgi ve verilere yer verdik. Dergide ayrıca, Türkiye ve özellikle Dersim’de Ermenilere ait varlıklar, kültür kalıntıları ve halen yaşayan kültür, dil ve folklorik değerler ve formlar üzerine yazılar yayımladık. Fransa ve Ermenistan’da ziyaretler yaparak çeşitli etkinliklere katıldık. TV, gazete vs medyada söz konusu çalışmalarımızı duyurarak Dersimli ve başka Ermenilerin ilgisini toplamaya, bir araya gelmelerinin koşullarını yaratmaya çalıştık. Dergimiz halen yayınına devam ediyor. Ayrıca bilinmektedir ki, Türkiye’nin İstanbul şehri, Ermeniler de başta Önümüzde halen yapmamız gereken önemli projeler de vardır... İlk çalışmamız, Dersim’deki tarihi ve kültürel kalıntıları, (kilise, mezar, şapel, tarihi taşlar vs) tespit ettirerek resmi kayıt altına aldırtmak, örnek teşkil edecek şekilde de bir Ermeni Mezarlığı yapmaktır. Bu çalışma, kökleri bu topraklarda olan, ancak halen kendileri Avrupa, Ermenistan ya da dünyanın başka herhangi bir yerinde olan insanların buralara ziyaretlerini teşvik edecektir. Bu amaçla planlama ve navigation çalışmalarına başlamış durumdayız. Ancak herkes bilmektedir ki, bütün bu çalışmalar belli bir ekonomik güç gerektirmektedir. Biz ise bu çalışmayı tamamen kendi sınırlı olanaklarımızla, asgari geçimimizden kısarak yapmaya çalışıyoruz. Oysa İstanbul’daki Ermeni kurumları, son derece yetkin iktisadi güce sahiptirler, ancak bu kurumlardan sözünü ettiğimiz çalışmalara katkı yapılmamaktadır. Bu kurumların rejimden çekindikleri, sadece Ermeni vakıf ve benzeri varlıkların gelirleriyle konumlarını korumakta oldukları biliniyor. Bu durumun değiştirilmesinin kısa vadede mümkün olmadığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle, sözünü ettiğimiz çalışmalarımızın gelişmesi, çeşitlenip sonuç alıcı hale gelmesi için, Avrupa ve başka yerlerdeki duyarlı kişi, kurum ve örgütlerin bize katkılarını beklemekteyiz. Selamlar… [email protected] Dersimli Ermeniler Derneği Başkanı kızılbaş - sayfa 56 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 1915 olayları ve Uruguay aktaran: hat ice çevik BBC Latin Amerika Bölümü Fransa Ulusal Meclisi, Osmanlı İmparatorluğu döneminde 'Ermeni Soykırımı' yapıldığını inkâr etmeyi bir suç haline getiren yasa tasarını geçtiğimiz günlerde kabul etti. 1915 tehciri 20 ülkede "soykırım" olarak kabul ediliyor. Bu ülkelerin başını, yaklaşık yarım yüzyıl önce Uruguay çekmişti. Tartışmalı yasaya gelen tepkiler Paris odaklıydı. Yüzlerce Türk ve Ermeni tartışmalı yasa aleyhinde ve lehinde gösteriler yaptı. Türk hükümeti Fransız parlamenterlerin kararını sert şekilde protesto etti. Ama tartışmaların yankıları Uruguay'a dek ulaştı. Güney Amerika ülkesi Uruguay, Ermeni diasporasının Latin Amerika'da yaşadığı başlıca ülkelerden. 'Soykırımı' hatırlamakUruguay Ermeni Davası Konseyi'nden Federico Waneskahyan, "Olan biteni Fransa'da bulunan Ermeni toplumundaki bağlantılarımız aracılığıyla yakından izledik." diyor. Çoğu Batılı ülke bu konuda sessiz kalırken, Uruguay 1965 yılında çıkarılan yasayla, 1915'te yaşananları kınayıp bir emsal oluşturdu. 'Ermeni Soykırımı'nın bir hükümet tarafından açıkça tanınması anlamına gelen ve Uruguay Parlamentosu'nda 22 Nisan 1965'te kabul edilen yasa metni şu satırlarla başlıyordu: "Bu yıl, tarihin en korkunç soykırımlarından birinin 50'inci yıldönümü. Doğuda, yaşlı ve çöküntü halindeki Osmanlı İmparatorluğu'nda, Ermeni halkı ölümlerine doğru yola çıktı. Bu, önceden, bir grup genç ve insafsız siyasetçi tarafından planlanmıştı." Uruguay Parlamentosunda kabul edilen kararın metninde, daha sonra, "Tüm bir halk ölüme mahkûm edildi. O dönem bir milyondan fazla kişiden oluşan bir azınlığı sınırdışı etmeye çalıştılar. Ve bunu tüm bir halkın mensuplarını yok ederek yapmak istediler." ifadesine yer veriliyordu. Ermeniler'in Osmanlı İmparatorluğu' ndan sürülmeye başlanmasından 50 yıl sonra ve bir başka ülkenin benzer adım atmasından 20 yıl önce, Uruguay Parlamentosu söz konusu kararı benimsemişti. Federico Waneskahyan, "Yaşananların tanınması için buldukları hukuki çerçeve buydu." diyor ve "Yas tutan ikinci kuşak Ermenilerin bu kadar acılı bir dönem hakkında konuşabilmeye başlamaları için, 50 yıl geçmesi gerekiyordu." diye ekliyor. 1965'te Ermeni diasporasının yoğun olarak bulunduğu yerlerde çeşitli gösteriler yapılmıştı. Bu gösterilerde, o dönemde Sovyetler Birliği'ne bağlı olan Ermenistan'ın başkentinde, Sovyetler Birliği'nin 'soykırım'ı tanıması isteğiyle yürüyüşe geçen binlerce kişiye destek verilmişti. Ancak, bir Güney Amerika ülkesinde başlatılan tanıma sürecini diğer ülkelerin izlemesi on yıllar aldı. Neden Uruguay?Federico Waneskahyan, niçin Uruguay'ın başı çektiği sorusunu, "Çünkü o dönemde ülkede köklü bir demokratik gelenek vardı. Sivil toplumun tartışma ve öneriler sunma alanı vardı. Milletvekilleri de geçmişiyle yüzleşmeye hazır bir kuşağı dinleyebiliyordu." yanıtını veriyor. Uruguay'da her 24 Nisan'da, Osmanlı yönetimi altındaki Ermeni toplumundan seçkin isimlerin tutuklanmasıyla başlayan ve 1,5 milyon kişinin ölümüyle sonuçlanan dönemin yıldönümü anılıyor. Buna ek olarak, Temsilciler Meclisi 2000 yılından bu yana soykırımın anılmasını resmileştirdi. Geçen yıl da Uruguay Devlet Başkanı Jose Muji- ca her yıl Montevideo'daki Ermeni Meydanı'nda yapılan anma törenlerine katıldı. Uruguay'da yaşayan Ermenilerin sayısı çok fazla değil. 20 bin Ermeninin yaşadığı tahmin ediliyor. Arjantin'deki Ermenilerin sayısı ise 130 binden fazla, Brezilya'daki Ermeni nüfus 40 bin kişi. Ancak, Uruguay'daki Ermeni toplumunun kamu yaşamında önemli bir ağırlığı var. Waneskahyan, "24 Nisan, Uruguay'ın kamusal yaşamında gözden kaçmaz" diyor. Ermeni Davası Konseyi, yayımladığı yazılı açıklamada, "Fransa'nın, Türkiye'nin yoğun lobi faaliyetlerine karşın, Ermeni soykırımının inkârını cezalandıran yasayı kabul etmesi, insan haklarının savunulmasında bir atılımdır" denildi. Fransız Senatosundan 86'ya karşı 127 oyla geçen yasa şimdi Cumhurbaşkanı Sarkozy'nin imzasına sunuldu. Yasa, imzalandığı takdirde, Fransa'da Yahudi Soykırımı'nı ve Osmanlı İmparatorluğu döneminde 1 milyonu aşkın Ermeninin öldürülmesinin soykırım olduğunu inkâr edenlere, bir yıla kadar hapis ve 45 bin euro para cezası getiriyor. Uzmanlar, Sarkozy yönetiminin bu yıl yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi Ermenilerin oylarını hesaba kattığına inanıyor. Türkiye, 2006'da sunulan ama sonuçta kabul edilmeyen tasarının sunulmasını kınamıştı. Ancak iktidar partisi üyeleri Aralık'ta tasarıyı yeniden gündeme getirdi. Şimdi tasarının yasalaşması için gereken tek şey cumhurbaşkanının imzası. Kaynak: http://www.bbc.co.uk yeni çıktı Sipariş için: [email protected] kızılbaş - sayfa 57 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 KADERİN KARA KÖPEĞİ YA DA BİR KEŞİF YOLCULUĞU “Yarısı saklı kalmış geçmişinin… Kıraç Türk düzlüğünün soldurduğu Ellerinin rengine baktım” Çocukluğumun geçtiği yerler, Birinci savaş zamanının savaş bölgesi içinde kalan savaş sonunda zorunlu göç veren, zorunlu göç alan bir bölge olduğundan, büyükler sohbet ederken söz dönüp dolaşıp muhacirlik zamanına ve Ermeni sevkıyatı’na gelirdi. İlk günlerde bunlara pek bir anlam veremez insanların göç yollarına neden döküldüklerini anlayamaz, insanları yollarda uzun insan zinciri şeklinde düşünürdüm, anılar ortaya döküldükçe zincir hep uzardı. Zaman geçip bu göç insanlarını ve bu insanlarının acılarını anlamaya başladığımda; bu insanları uzun zincir içinde sanki elden ele yangından bir şeyleri kurtarmak için işbirliği ve elbirliğiyle elden ele umudunu taşıdığını düşünürdüm. Dergilerde, kitaplarda ve albümlerde bu insanların göç fotoğraflarını gördüğümde duygularım yine aynıydı, insanlar sanki bir umuda yolculuk değil donmuş bir fotoğraf içinde umutlarını elden ele uzatarak uzaklara kimsenin uzanamayacağı bir yere taşıyorlardı. Peter Balakian’ın anı kitabı Kaderi Kara Köpeği’nin sahifelerine daldığımda da yine aynı duygulara kapıldım, Balakian’ın gelişme yolculuğu içinde anlattığı aile üyeleri bir zincir oluşturarak umutlarını elden ele kimsenin zarar veremeyeceği bir yere götürüyorlar. Kuşaklar boyu bir umudu, bir direnci ve bir kararlılığı, büyük babalar, büyük anneler, halalar, teyzeler umut ve direnç zincirinde ellerinin üstünde birbirlerine aktararak acılarının üstesinden geliyor,yaşama tutunuyorlar. Zincir Orta Anadolu, Doğu Anadolu, Kaf kaslar, Suriye,Avrupa ve nihayet yeni dünyaya kadar bir dünyayı sarıyor umutla ve dirençle. Balakian ailesinin bu yolculuğunun her sahifesinde ailesinden biriyle yoldasınız bu bir sahifede babaanne, diğerinde Peder Balakian’la, Tehleryan davasında, bir diğerinde Dede doktor Balakianla birinci savaşta Osmanlı sahra hastanesinde, anneanne ile büyük kuzenlerle tehcir (jenosid) acılarına ortak ediyor. “Sanki acılar mezarlığını çiğniyormuşum gibi acıyla geçtiğim bir sürü yer var” diyerek Halkının uğradığı jenosidin bilincine varıp neden kendisine daha önce bundan söz edilmediğini sorduğunda: “Ama çocukların bunu bilmemesi gerekir” Sait Çetinoğlu konvoylarında “yollarını artlarında bir yük gibi taşıyarak” eşlik ediyor, bir başka yerde çağdaş Amerikan edebiyatının ustalarıyla karşılaşıyor, Saroyan’ın coşkusuna, ütopyasına ortak oluyor, halanın “Bizim ülkemiz yok ama hayalimiz var” vurgusu içinize bir başka hüzün doldururken, sizi bir kez daha bu halkın acılarını anlamaya çağırıyor. . Balakian, ailesinin yaşam öyküsü içinde “hayatı kanlı bir zaman zinciri haline gelen” Ermeni halkının umutlarını, acılarını ve direncini anlatırken bu yolculuğu, “hakikate, onura ve en nihayetinde umuda bir yolculuktur”. Balakian kuşaklar boyu acı çeken bir halkın acılarını kendi gelişim tarihi içinde anlatırken; “Ben sosyal değeri olan bir şey veya ‘Ermeni’ kitabı yazmak için işe koyulmamıştım, milliyetçilik için pek az sevgi vardı içimde,Ermeni etnik yaşamının öylesine dışında tutularak yetiştirilmiştim ki, hayatım geçmişi bulmak için peşinden koştuğum bir ava dönüşmüştü. Kendimi Ermenistan’ın ve ailemin başına gelen felaketle, jenosidin temsil ettiği evrensel ve ahlaki değerlerle meseleye çekilmiş bulmuştum” ifadeleriyle açıkladığı çalışmasını, büyüklerin aralarındaki konuşmaların satır aralarındaki şifreleri çözerek, sanki bir puzzle’ın parçalarını tamamlar gibi, kayıp Ermeni dünyasından gelen neslin duyarlığıyla bizleri halkının “Hayatta ancak anlamaya hazır olduğunda o olayları anlayabilirsin, belki olayları bilmen senin için daha kötü olurdu” cevabı bizde ki yaygın kanının aksine ailesi Balakian’ı bir ön yargı ile yetiştirmediğini aksine jenoside tanık olmuş kuşağın sonraki kuşakları bu travmanın ağırlığından uzak tutmaya çalıştıklarını da bize gösteriyor. 1960’lı yılların Yeni Dünyasında başlayan Balakian’ın gelişme yolculuğu, içinde yolculuk eden aile üyelerinin öyküleri geçen yüzyılın başındaki İstanbul’da, Adana’da, Diyarbakır’da, Halep’te, Kaf kasya’da, Orta ve Doğu Avrupa’da ve Amerika’da geri dönüşlerle sürüyor. Ve onlar bu yolculuklarına hiçbir ülkeye ait olmayarak “mitolojik bir pasaportla” devam ediyorlar. Kitabın sayfalarında, “Tam olgunlaştıkları, coşkulu ve yeni şeyler yaratacakları bir anda bir yazar kuşağının 1915’te susturulması, peşimi bırakmayan bir hayalet gibi aklıma gelip durur” satırları sizi İstanbul’dan sürülen aydınlarla, sürgün konvoylarında can veren 1736 Ermeni aydınının trajedisini anımsatacak, Tehleryan duruşmasında jenosidi anlatmasını isteyen yargıca Peder Balakian’ın; “Bu benim beş yıldır acısını çektiğim olaylara felaketlere dayanan bir öykü olduğundan size anlatmam haftalar hatta aylar alır” cevabına ve katliamı yaptıktan sonra bir dua okuyarak ruhunu temizleyen subayla ilgili ne düşüneceğinize karar veremeyecek,. “Hipokrat yemini ile kurtardıkları jenosidi işleyenler olabilir bilgisi arasında kalmış doktor” olarak dede kızılbaş - sayfa 58 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Balakianın Osmanlı Ordu Hastanesinde çalışmasının ne anlama geldiğini düşünecek, sağlık sorunlarından dolayı okula gidemeyerek kız kardeşinin kitapları ve ev ödevleriyle kendisini geliştirip saygın bir editör ve edebiyat eleştirmeni olan halanın direncini, ya kuzen Dovey’in öyküsü… Şair Balakian, direnci, onuru, umudu anlatarak halkının ütopyasına bizi ortak ediyor. Balakian bunların yanında bir başka trajedilerini de “Yurttaşlık hakkımız olan yas eylemlerimizi protestoeden” Türk örgütlerinin Ermenilerin anma toplantılarını basarak engellemelerini şaşkınlıkla ifade ederek, “Türk hükümetinin bize ve Dünyaya gönderdiği mesaj şudur. Bu suçtan kendimizi arındırmak için biz bir şey söyleyeceğiz, vicdanımız yok bizim. Biz yalnızca kurbanların ve onların soyundan gelen insanları susturmak istiyoruz” sözleri yıllardır süren bir haksızlığı işaret ediyor. Peter Balakian’ın, “Soykırım, ciddi İnsan Hakları ihlalleri ve katliamların önlenmesi” konusunda İngilizce yazılmış olan en iyi bilimsel eser dolayısıyla “Burned Tigris – Yanan Dicle” kitabıyla 11 Kasım 2005 tarihinde NY Soykırım Araştırma Enstitüsü tarafından Rafael Lemkin ödülü aldığını ve bu ödülü “30 yıldır gösterdiği cesaretle,çoğü Ermeni, Yahudi, rum ve Kürtlere ilişkin tabu sayılan eserleri yayımlayan Zarakolu’ndan başka birininLemkin ödülüne layık olabileceğini zannetmediğini” ifade ederek bu duyarlı yazar ödülünü Ragıp Zarakolu İle paylaştığını da ekleyelim. levon vartan'ın unutmayalım.... kızılbaş - sayfa 59 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 "Cumhuriyet’in ‘azınlık raporu’ " Hrant Dink Davası’nda çıkan karar aslında beni şaşırtmadı. Çünkü bu topraklardaki gayrimüslim düşmanlığının köklerinin ne kadar derinde, dallarının ne kadar yaygın olduğunu biliyorum. Hrant Dink Davası’nda çıkan karar aslında beni şaşırtmadı. Çünkü bu topraklardaki gayrimüslim düşmanlığının köklerinin ne kadar derinde, dallarının ne kadar yaygın olduğunu biliyorum. İktidar partisinin tepkileri yatıştırmak için kullandıkları “Yargıtay aşaması” sürecinin nasıl biteceğini de tahmin ediyorum. Çünkü hem AKP’nin Ergenekonlaşmış bu devletle giderek nasıl bütünleştiğini görüyorum, hem de Yargıtay’ın Pınar Selek, Uğur Kaymaz, Baskın Oran, N.Ç. başta olmak üzere daha nice dava hakkında verdiği kararları biliyorum. Bu hafta Cumhuriyet tarihi boyunca, devletin gayrimüslimlere karşı işlediği suçların özet bir dökümünü yapacağım. Böylece işimizin ne kadar zor olduğunu görüp tekrar derlenip toparlanalım. » 16 Mart 1923’te, Mustafa Kemal Adana’da esnafa yaptığı konuşmada “Memleket en sonunda yine gerçek sahiplerinin elinde karar kıldı. Ermeniler ve diğerlerinin burada hiçbir hakkı yoktur. Bu bereketli yerler koyu ve öz Türk memleketidir” dedi. Böylece Cumhuriyet’in azınlık politikalarının çerçevesi belirlenmiş oldu. » Haziran 1923’te, Yahudi, Rum ve Ermeni memurlar işlerinden çıkartılarak yerlerine Müslümanlar alınmaya başladı. Gayrımüslim azınlıkların Anadolu’da serbestçe dolaşımları kısıtlandı. Karar öyle ani olmuştu ki, pek çok kişi kısıtlamalar yüzünden memleketine dönemedi, gittiği yerde mahsur kaldı. Bu yetmezmiş gibi Yahudilerin Filistin’e göçmelerine de engeller konuldu. » Eylül 1923’te, Kilikya (Adana havalisi) ve Doğu Anadolu’dan savaş sırasında göç eden Ermenilerin geri dönüşünü yasaklayan bir kararname çıkarıldı. » Aralık 1923’te, Çorlu’da yaşayan “kendi isteğiyle istifa etmiş” gibi yapılarak konu kapatıldı. » 22 Nisan 1926’da, ticari yazışmalarda sadece Türkçe kullanılmasını mecburi kılan kanundan sonra idari kadrolarda çalışan ve Türkçe yazı diline hâkim olmayan gayrımüslimler işten çıkarılmaya başlandı. Bu yönetmelik uyarınca işten çıkarılan Rumların sayısı beş bindi. Ayşe Hür birkaç yüz kişilik Yahudi cemaatine şehri 48 saat içinde terk etmesi emredildi. Hahambaşılığın müracaatı üzerine karar ertelendi ancak benzer bir karar Çatalca için alındı ve hemen uygulandı. » 24 Ocak 1924 tarihli Eczacılar Hakkındaki Kanun’la eczane açma yetkisi “Türk bulunma” meselesine bağlandı. » 3 Mart 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat Kanunu uyarınca 40 kadar Fransız ve İtalyan okulu kapatıldıktan sonra sıra azınlık okullarının binalarının onarımında, genişletilmelerinde, yeni binalar yapmalarında kısıtlamalara geldi. Okul programları ve sınavlar MEB tarafından denetlenmeye başladı. » 3 Nisan 1924’te, kabul edilen Avukatlık Kanunu uyarınca 960 avukat iyi ahlaklı olup olmadığı açısından değerlendirildi ve sonuçta 460 avukatın çalışma izni iptal edildi. Böylece Yahudi avukatların yüzde 57’si, Rum avukatların üçte biri işsiz kaldı. (İşsiz kalan Ermeni avukat sayısı öğrenilemedi.) » 29 Ocak 1925 gecesi, Fener Rum Patrikliğine seçilen Araboğlu Konstantinos bir trene bindirilerek Selanik’e gönderildi. Suçu, hükümetin hoşuna gitmeyen biri olmasıydı. Bu durum, Yunanistan tarafından Lozan’ın ihlali olarak La Haye Adalet Divanı’na ve Milletler Cemiyeti’ne götürüldü ancak Türkiye’nin “Patrikhane’yi de sınırdışı etme” tehdidi savurması üzerine Yunanistan şikâyetlerini geri çekti ve Patrik » 17 Şubat 1926’da, Medeni Kanun’un kabulünden sonra, Ermeni, Yahudi ve Rum cemaatleri, birbiri ardı sıra, Lozan Barış Antlaşması ile kendilerine tanınan azınlık haklarından vazgeçtiklerini açıklamaya zorlandılar. » 1 Ağustos 1926’da, devletin Lozan Barış Antlaşması’nın yürürlüğe girdiği 23 Ağustos 1924’ten önceki tarihlerde gayrımüslimlerce edinilmiş tüm malları müsadere etme hakkına sahip olduğu ilan edildi. » 17 Ağustos 1927’de, Elza Niyego adlı 22 yaşındaki Yahudi kızı, kendisine âşık olan ve uzun süredir taciz eden evli ve torun sahibi Osman Ratıp Bey tarafından öldürüldü. Olayın devlet tarafından örtbas edilmeye çalışıldığını gören Yahudi cemaatinin ilk kez sesini çıkarmaya cesaret etmesi üzerine, gazetelerde yoğun bir Yahudi düşmanı kampanya başlatıldı. Bazı Yahudiler “Türklüğe hakaret ettikleri” gerekçesiyle mahkemeye verildiler. » 13 Ocak 1928’de, rejimin gözüne girmek isteyen bir grup Darülfünun (İstanbul Üniversitesi) Hukuk Fakültesi öğrencisinin aldığı karar uyarınca, birden vapur, tramvay gibi toplu taşıma araçlarına “Vatandaş Türkçe Konuş!” yazılı pankartlar asılmaya başladı. Dönemin gazetelerinde “Türkçe Konuş!” hitabına tahammül edemeyen “sözde vatandaş”lardan şikâyet ediliyordu. Bu tarihten itibaren kampanyanın gereklerine uymadıkları gerekçesiyle pek çok gayrımüslim hakkında Türklüğü tahkir davası açıldı. » 11 Nisan 1928 tarihli Tababet ve Şuabatı San’atlarının Tarz-ı İcrasına kızılbaş - sayfa 60 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Dair Kanun’la doktorluk “Türk olma” şartına bağlandı. Böylece gayrımüslimler doktorluk yapamaz oldular. » Eylül 1929’de, Defterdarlık, Yahudi okullarını, Or Ahayim Hastanesi’ni, Ortaköy Yetimhanesi’ni ve sinagogları ticari müessese sayarak bunlara yapılan bağışları ve intikalleri vergilendirmeye karar verdi. Uygulama geriye doğru, 1925 yılından başlatıldı. Bu yüksek vergileri ödeyemeyen Hahambaşılığa haciz geldi. Hükümetin baskıları sürdü ve bağışlar sıkı takibe alındı. » 1929-1930 arasındaki 18 ay içinde Türkiyeli Ermenilerden 6.373 kişi Suriye’ye göç etmek zorunda kaldı. » 18 Eylül 1930’da, Adalet Vekili Mahmut Esat Bozkurt, Ödemiş Yaylası’nda “Benim fikrim, kanaatim şudur ki, bu memleketin kendisi Türk’tür. Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmak, köle olmaktır” şeklindeki ünlü vecizesini söyledi. » Ekim 1930’daki Belediye seçimleri sırasında yeni kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın (SCF) listesinde altı Rum, dört Ermeni ve üç Yahudi olması üzerine, iktidardaki CHF şiddetli bir gayrımüslim karşıtı kampanya başlattı. Parti kuruluşundan 99 gün sonra kendini feshetmek zorunda bırakıldı ama gayrımüslimlere kızgınlık bitmedi. » 11 Haziran 1932’de, yürürlüğe konan Türk Vatandaşlarına Tahsis Edilen Sanat ve Hizmetler Hakkındaki Kanun’la yabancıların bazı mesleklerde çalışmaları yasaklandı. Bu durum özellikle Yunan uyruklu serbest meslek erbabını, küçük esnaf ve sokak satıcılarını kapsıyordu. » Kasım 1932’de, İzmirli her Yahudi’ye Türk kültürünü benimsemeye ve Türk diliyle konuşmaya söz veren birer taahhütname imzalatıldı. İzmir Yahudilerini Bursa, Kırklareli, Edirne, Adana, Diyarbakır, Ankara Yahudileri izledi. » 1933’te, Mardin’deki Süryani Patrikliği, gizli ve açık baskılara dayanamayarak “cemaatin arzusu doğrultusunda”, “görülen lüzum üzerine”, “muvakkaten” (geçici olarak) Mardin’den Suriye’deki Humus’a taşındı. Ancak o günden beri geri dönmesi mümkün olmadı. » 14 Haziran 1934’te, kabul edilen ve ülkeyi “Türk kültüründen olan ve Türkçe konuşanlar” (has Türkler), “Türk kültüründen olan ve Türkçe konuşmayanlar” (Kürtler) ve “Türk kültüründen olmayan ve Türkçe konuşmayanlar” (gayrımüslimler ve diğerleri) olarak üçe bölen İskân Kanunu’ndan sonra Anadolu’nun çeşitli yerlerindeki Rumlar ve Ermeniler, kendileri için uygun görülen bölgelere sürüldüler. » 21 Haziran-4 Temmuz 1934’de, Irkçı Cevat Rıfat Atilhan ve Nihal Atsız gibi ırkçı yazarların Yahudi aleyhtarı ve ırkçı yazılarla galeyana gelen kitleler, Çanakkale, Gelibolu, Edirne, Kırklareli, Lüleburgaz, Babaeski’de Yahudilere saldırdılar. Olaylarda Yahudilere ait evler ve mağazalar yağmalandı, kadınlara tecavüz edildi, bir haham öldürüldü. CHF Trakya teşkilatının örgütlediği anlaşılan olaylar sonucu 15 bin Yahudi, mal ve mülklerini geride bırakıp can havliyle başka şehirlere, ülkelere kaçmak zorunda kaldı. Olaylar yatıştığında bilanço ortaya çıktı. CHF’nin hazırladığı bir rapora göre Trakya ve Çanakkale’de yaşayan 13 bin Yahudi’den üç bini İstanbul’a göçmüş, pek çok kişi mallarını yağmalarda, mülklerini ise yok pahasına sattıkları için kaybetmişlerdi. » 24 Temmuz 1937 tarihli Cumhuriyet gazetesinde çıkan bir ilana bakılırsa, Ankara Askerî Baytar Mektebi’ne alınacak öğrencilerde aranan özelliklerden biri “Türk ırkından olmak” idi. » 6 Eylül 1938 tarihli Cumhuriyet gazetesinde çıkan Türk Kuşu Direktörlüğü’ne alınacak tayyare öğretmenlerine dair bir başka ilanda ise ifade biraz daha rafine hale gelmiş ve “Türk soyundan olmak” haline dönmüştü. » Ağustos 1938’de, hükümet “Tebaası oldukları devlet arazisinde yaşama ve seyahat bakımından baskılara tâbi tutulan Musevilerin bugünkü dinleri ne olursa olsun Türkiye’ye girmeleri ve ikametleri yasaktır” diyen 2/9498 numaralı kararnameyi çıkardı. Ülkenin tek resmî haber ajansı Anadolu Ajansı’nda çalışan 26 Musevi personelin işine son verildi. Gazete ve der- gilerde genel olarak azınlıkları, özel olarak da Yahudileri ülkenin çektiği sıkıntıların sorumlusu gösteren yazı ve karikatürlerde patlama oldu. » 1938-1939’da, yaklaşan savaşta milli güvenliği tehdit edecekleri gerekçesiyle, Anadolu’nun kırsal bölgelerinde yaşayan gayrımüslimler büyük şehir merkezlerine nakledildiler. Büyük şehirlerin yaşam koşullarına ayak uyduramayanlar ülkeden göç etmek zorunda kaldı. » Temmuz 1939’da, Hatay’ın Türkiye’ye katılması sırasında bölgedeki Ermeniler baskılar sonucu Suriye’ye göç ettiler. » 8 Ağustos 1939’da, Avrupa’nın çeşitli yerlerinden topladığı 860 Yahudi mülteciyi Filistin’e taşırken, yolda karşılaştığı bazı sorunlar yüzünden İzmir’e sığınmak zorunda kalan Parita gemisi, yolcuların “Bizi öldürün ama geri göndermeyin” haykırışlarına rağmen 14 ağustosta iki polis motorunun refakatinde limandan çıkarıldı. Gemi çıkarılırken CHP’ye yakın Ulus gazetesi “Serseri Yahudiler İzmir’den gitti” diye başlık atmıştı. » 28 Aralık 1939’da, Erzincan’daki büyük depremde onbinlerce kişinin öldüğünü duyan Tel-Aviv, Hayfa, Buenos Aries, New York, Cenevre, Kahire ve İskenderiye’deki Yahudi cemaatleri aralarında topladıkları paraları, giyim eşyalarını Türkiye’ye yolladılar. Ancak gazetelerde Yahudilerin bu tavrını alaya alan, altında kötü niyet arayan yazılar, karikatürler boy gösterdi. » 12 Aralık 1940’ta, Romanya’nın Köstence limanından aldığı 342 Yahudi mülteci ile İstanbul’a varan “yüzen tabut” namlı Salvador’un (aslında 40 kişilik bir tekneydi) bir mil bile gidecek hali olmadığı açık olduğu halde Türk makamları, gemiyi yoluna devam etmesi için zorladı. Sonuç hazindi: 13 aralık günü Silivri açıklarına şiddetli fırtınaya yakalanan Salvador’un parçalarından tam 219 ölü toplandı. » 22 Nisan 1941’de bir gün kapılarında beliren jandarmalar tarafından 12 bin gayrımüslim erkek, sivrisinek kaynayan ve sıtma yayan bataklığın, rutubet, çamur ve aşırı sıcağın bunalttığı, su darlığı çekilen altyapısız kızılbaş - sayfa 61 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 kamplara gönderildiler. “İstanbul’u unutunuz!” diye bağıran çavuşları ve subayların sesi dönemi yaşamış tüm azınlıkların belleğine yerleşti. 20 Kur’a İhtiyatlar denen bu “askerler”, Zonguldak’ta tünel inşaatlarında, Ankara’da Gençlik Parkı’nın yapımında, Afyon, Karabük, Konya, Kütahya illerinde taş kırma, yol yapma gibi ağır işlerde çalıştırıldılar ve ancak 27 Temmuz 1942 günü terhis edildiler. » 15 Aralık 1941, Köstence limanından aldığı 769 Romen Yahudi’sini Nazi zulmünden kaçırıp Filistin’e götürmek isteyen Struma gemisi Türk makamlarının yolcuların karaya çıkmalarına izin vermemeleri üzerine, 2,5 ay Sarayburnu açıklarında hastalıkla ve ölümle pençeleştikten sonra zorla Karadeniz’e çıkarıldı. 23 mil açıkta, motorsuz, yakıtsız, yiyeceksiz, susuz, ilaçsız kaderine terk edilen Struma 24 Şubat 1942 günü, saat 02:00’de kimliği bilinmeyen denizaltılarca batırıldı. Faciadan sadece bir kişi kurtuldu. Parita, Salvador ve Struma gibi mülteci gemilerine reva görülen muamele, aynı zamanda Türkiye Yahudilerine verilmiş bir mesajdı. » 11 Kasım 1942’de, Şükrü Saracoğlu Hükümeti, savaş sırasında ortaya çıkan mali sorunları aşmak gerekçesiyle Varlık Vergisi’ni çıkardı. Vergi mükelleflerinin yüzde 87’si gayrımüslimdi. Ermeni tüccarlar kapital güçlerinin yüzde 232’si, Yahudi tüccarlar, yüzde 179’u, Rum tüccarlar yüzde 156’sı, Müslüman-Türk tüccarların ise sadece yüzde 4,94’ü oranında vergilendirilmişlerdi. Vergilerini ödeyemeyenler Aşkale, Sivrihisar, Karanlıkdere kamplarına gönderildiler. Mart 1944’e kadar süren “Varlık Vergisi Faciası” sırasında kimi malını, kimi canını, kimi onurunu, kimi Türkiye’ye inancını yitirdi. » 1946 yılında ilk kez üniversite mezunu gayrımüslimlerin yedek subay olarak askerlik yapmasına izin verildi. Bu demekti ki, daha önce gayrımüslimlere bu yol kapalıydı. Ancak o tarihten bu yana TSK’da gayrımüslim bir komutana rastlanmadı. » 1946’da, CHP’nin 9. Bürosu tarafından yayımlanan “Azınlık Raporu”nda “İstanbul’da özellikle Rumlara karşı ciddi tedbirler almalıyız. Bu anlamda söylenecek tek bir cümle var: İstanbul’un fethinin 500. yıldönümüne kadar bu şehirde tek bir Rum bile kalmamalıdır” deniyordu. Rapora göre bu sorunun çözümüne geçilmeden önce Anadolu’nun geri kalan kısmı da gayrımüslimlerden arındırılmalıydı. » 1948’de, Yahudiler yeni kurulan İsrail’e, Ermeniler ise Ermenistan Sovyet Cumhuriyeti’ne göç etmeye kalkınca, yıllardın onları kaçırtmak için her şeyi yapan devlet ve devlet güdümlü basın bu sefer de göçmek isteyenleri “hain” gösteren yayınlara başladılar. » 6-7 Eylül 1955 günlerinde, Kıbrıs’la ilgili olarak Londra’da toplanacak üçlü konferansta Türkiye’nin “elini güçlendirmek” için ağırlıklı olarak İstanbul Rumlarına yönelik büyük bir yağma harekâtı örgütlendi. Ancak olaylar İzmir, Adana, Trabzon gibi merkezlere de yayıldı ve sadece Rumlar değil Ermeniler ve Yahudiler de saldırılardan nasiplerini aldılar. Kimi kaynaklara göre üç, kimine göre 11 kişi öldü, yaklaşık 300 kişi yaralandı, yüzlerce kadına tecavüz edildi. Resmî rakamlara göre 5.300’ü aşkın, gayrı resmî rakamlara göre yedi bine yakın bina saldırıya uğradı. Hasarın mali portresi konusundaki en düşük tahmin o günün değerleriyle 150 milyon lira, en yüksek tahmin bir milyar liraydı. lar” olarak değerlendirildi. » 1984’te, Fener Rum Patrikhanesi, Heybeliada Ruhban Okulu’nun masraflarını karşılayamadığını söyleyerek kapatılması için izin istedi ancak o güne kadar okulu kapatmak için elinden geleni yapan hükümet, Lozan Barış Antlaşması, diğer ikili anlaşmalar açısından ve “mütekabiliyet ilkesi” açısından bunun mümkün olmadığını ileri sürerek, bu talebi kabul etmedi. Bugün bir tek öğrencisi olmadığı halde Milli Eğitim Bakanlığı’nca atanan okulun Türk yöneticisi her gün göreve gitmekte. Patrikhane de okulu açık tutmak için masraf yapmaya devam etmekte. » 1985-1990 arasında PKK’ya karşı korucu olmayı reddettikleri için topraklarına el konularak yerlerinden edilen “Melek Tavusa Tapan” Yezidiler kitlesel olarak Batı ülkelerine göç etmek zorunda kaldı. » 2000’li yıllarda Milli Güvenlik Kurulu toplantılarının önde gelen konularından biri “Misyonerlikle mücadele” idi. » 15 Kasım 2003, Şişli’deki Beth İsrail Sinagogu ile Galata’daki Neve Şalom Sinagogu’na iki Müslüman Türk teröristi tarafından intihar saldırısı yapıldı, eylemciler de dâhil 25 kişi öldü, 300’den fazla kişi yaralandı. » 1964’te, Kıbrıs Olayları’nın etkisiyle Türk-Yunan ilişkilerinin gerginleştiği ve ünlü Johnson Mektubu’nun Türkiye’yi köşeye sıkıştırdığı günlerde, Atatürk ve Venizelos arasında 1930 yılında imzalanan “Dostluk Antlaşması” bir hükümet genelgesiyle, Türk hükümetince tek taraflı olarak iptal edildi. Türkiye’de doğup büyümüş, burada ticaret yapan, esnaflık yapan, emekçilik yapan Yunanistan vatandaşı on binlerce Rum sınırdışı edildiler. Sürgünlerin yanlarına bir bavul ve 200 lira almalarına izin verilmişti. Onlarla evli Türk vatandaşı Rumların da ülkeyi terk etmesiyle Rum cemaati yok olma noktasına geldi. » 5 Şubat 2006, Trabzon’daki Santa Maria Katolik Kilisesi Rahibi Andrea Santoro 16 yaşında bir genç tarafından bıçaklanarak öldürüldü. » 1974’te, İstanbul’daki Balıklı Rum Hastanesi Vakfı Yönetim Kurulu ile Hazine arasındaki bir dava nedeniyle Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun verdiği bir kararda Türkiye’deki gayrımüslim vatandaşlar “Türk olmayan- [email protected] » 19 Ocak 2007’de, AGOS’un başyazarı Hrant Dink öldürüldü. » 18 Nisan 2007, Malatya’da yedi “milliyetçi” genç Hıristiyanlıkla ilgili yayın yapan Zirve Yayınevi’ni basarak üç büro çalışanını vahşice öldürdüler. Şimdi bu tarihçeye bakınca Hrant Dink Davası’ndan çıkan karara şaşırılır mı? Sizi bilmem ama başta da dediğim gibi ben şaşırmadım. Taraf GAZETESİ http://www.duzceyerelhaber.com/haber-detay.asp?id=5003&ust_MansetAyse_Hur_ kızılbaş - sayfa 62 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Cennet Bilek Nefret Suçlarının Parolası: “Benim Gibi Düşün!” Nefret suçları çağımızın temel bir sorunudur. Bundan dolayı da yasaların oluşturulması ve toplumsal ilişkilerin düzenlenmesi noktasında göz ardı edilemeyecek kadar önemlidir. Bu suçlar aynı zamanda ön yargı suçlarıdır. Maalesef içinde yaşadığımız toplum ön yargıların egemen olduğu bir toplumdur. Ön yargı toplumları etik ilkelerin dışında değer yargılarının egemenliği altında gelişen toplumlardır. Bu tip devletler ve toplumlar oluşturduğu eğitimin örtük amaçlarında yurttaşlarına şu mesajı verirler; “Benim gibi düşün.” Benim gibi düşün demek benim ahlaki, siyasi, dini ilkelerime ve bunların içindeki önyargılara sadık kal demektir. Peki, devletlerin yurttaşlarından böyle bir şey istemeye hakkı var mıdır? Elbette insan ve haklarını merkez alan ve bu hakların doğal koruyuculuğunu üstlenen bir yapının böyle bir şey istemeye ve kendi eğitim sisteminin örtük amaçlarına önyargı suçlarının işlenmesine zemin hazırlayan böyle bir istem ilkesini koyamaz. Hele de Birleşmiş Milletler Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi’ni kabul etmişse, bu Beyanname’nin 26. Maddesinin 2. Fıkrasında şöyle denilmektedir: “Eğitim insan kişiliğinin tam gelişmesini ve insan haklarıyla temel özgürlüklere saygının güçlenmesine yönelik olmalıdır. Bütün milletler, ırk ve din grupları arasında anlayış, hoşgörülülük ve dostluğu teşvik etmeli ve Birleşmiş Milletlerin barışı koruma yolundaki çalışmalarını geliştirmelidir.” Peki, ülkemizde bu ilkeye eğitim sisteminde ve kitle iletişim araçlarında ne kadar sadık kalınıyor. Nefret suçları sözlü tacizden nefretli konuşmalara ad veya lakap takmaya etnik azınlıklara yapılan saldırılara kadar geniş bir çerçeveyi kapsar. Osmanlı ve Cumhuriyet Türkiye’sinde “nefretin nesnesi” olan toplumlar; Ermeniler, Yahudiler, Süryaniler, Yezidiler, Kürtler, Çingeneler ve Alevilerdir… Bu kesimler egemen anlayışın şu üst ilkesi ile “Ya sev ya terk et” anlayışı ile olmadık aşağılanmalara maruz kalmıştır. “Ya sev ya terk” söylemi zamanla dilin kodlarına işlenmiş toplumsal kökenli bir ideoloji haline getirilmiştir. “Haydan gelen huya gider” söylemi -buradaki Hay Ermeni demek Huy ise Rum- demektir. Böyle bir söylemdir ya da “Mum söndü yapmak”, “Alevilerin elinden yemek yenmez” ya da “Alevilerin kestiği hayvanın eti yenmez.” Bunun gibi çok daha fazla önyargı Bizans’tan günümüze kadar söylenmiş, bir koda dönüşmüş ve ön yargı suçu olarak halen işlenmektedir. Üç yıl önce 29 Eylül tarihli Haber Türk gazetesindeki okuduğum haber bu suçların günümüzde işlendiğinin çok iyi kanıtıdır. Haber şöyleydi. Malatya Hekimhan Devlet Hastanesi Müdürü Nazmi Kurt mutfak şefi İbrahim Gür’ü mutfak çalışanı Semanur Takmaz hakkında, “Bu Alevidir elinden yemek yenmez. Yemeğe elini değdirme temizlik yaptır demişti.” İbrahim Gür’de bu buyruğa uymuş Semanur Takmaz’ı uyarmış itirazla karşılaşınca da satırı Takmaz’a fırlatmış ve Takmaz’ın elini kesmişti. Takmaz 25 gün iş yapamaz raporu almıştı. Maalesef böyle bir ülkede yaşıyoruz. Bu ülkede Kürtler, ‘kuyruklu’, Ermeniler, ‘fille’, Yahudiler ‘cimri’, Aleviler, ‘mum söndü’, ve hepsi de, “Ya sev ya terk et” kılıcının altında yaşamaya çalışıyorlar. Kılıcı elinde tutanlarsa zihin kötürümü olmuş bir anlayışın devamı. Bu adamların yaptıklarıyla Hitler’in yaptıkları arasında ne fark var ki? Ya da Lozan’da doktora yaptıktan sonra Atatürk tarafından ”Hukuk Reformu yapmakla” görevlendirilen ve şu sözüyle “Türk, bu ülkenin yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır; hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı. Dost ve düşman, hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler.” Nefret suçu işleyen eski Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt arasında. Bir sistem düşünün ki eşitlik ve adalet algısı böyle olan bir adama hukuk reformu yapması için görev versin. O adam da bu konuda çalışmalar yapsın ve Adalet bakanı olsun. Maalesef bizler böyle bir adamın yasalar yazdığı bir ülkede yaşıyoruz ve o ülkede nefret suçları hala işleniyor ve bu zihniyet olduğu sürece de işlenmeye devam edecek. Onun için nefret suçlarına karşı yasalar çıkartarak herkesi korumak devletin en birinci ödevi ve görevi olmalıdır. Yoksa yeni Mahmut Esat’lar yeni Güner Ümit’ler ve yeni M. Ali Erbiller tepemizde kılıçlarını sallayıp duracaklardır. avrupaiçin: tel: +49 (0)15145502556. [email protected] konur sokno 13 kurgu kültür merkezi- ankara kızılbaş - sayfa 63 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 DAWETNAME Me damezrandina Waqfa İsmaîl Beşîkçî di roja jidayikbûna İsmaîl Beşîk...çî (07.01.2012) de bi daxuyaniyeke çapemenîyê ji raya giştî re ragîhandibû. Me civîna ewil a danasînê li Swêdê li bajarê Stockholmê pêk anî. Em ê civîna duwemin a danasînê di 18 Sibat 2012’an de roja şemîyê li İSTANBUL TAXSİM HİLL OTEL’ê, di navbera saet 14:00 û 17:00’an de pêk bînin. Di vê civîna danasîna Waqfa İsmaîl Beşîkçî de bi beşdarbûna we em ê şad û bextewar bin! Digel rêz û silavan! WEQFA İSMAİL BESİKÇİ DESTEYA RÊVEBİRİYÊ DAVET İsmail Beşikci Vakfı'nın kuruluşunu İsmail Beşikçi’nin doğum günü olan 7 Ocak 2012 tarihinde bir basın açıklamasıyla kamuoyuna duyurmuştuk. Vakfımızın tanıtım toplantılarının ilki İsveç’in Stockholm kentinde yapıldı. ikincisi 18 Şubat 2012 tarihinde Cumartesi günü İstanbul Taksim HİLL OTEL’de 14:00-17:00 saatleri arasında yapılacaktır. Vakfımızın tanıtım toplantısında sizleri de aramızda görmekten mutluluk duyacağız. Sevgi ve saygılarımızla. İSMAİL BEŞİKÇİ VAKFI YÖNETİM KURULU İsmail Beşikci Vakfı Kuloğlu Mah. Ayhan Işık Sok. No: 21/1 Beyoğlu/İstanbul Tel: 0212 245 81 43 Kızılbaş Yayınevi Kitap-Dergi-Afiş Dizgi Tasarım-Grafik Dijital ve Ofset baskı işleriniz itina ile yapılır. Tel: +49 (0) 177 502 88 53 [email protected] DOST PAZARI Satılık Arsa: İzmir Çandarlı Dikili arasında Bimeyko sitesinde 378 m² imarlı ifrazlı köşebaşında 2,5 kat %20 müsadeli mustakil tapulu. fiyatı 40.000 tl. [email protected] Dikmen İlkerde 5 yıllık 4 katlı garajlı, depolu, ful yapılı. 3+1 139 m² 2. kat daire acele sahibinden satılık 175 tl. Telefon 0535 73 29 647 Tekirdağı Marmaraereglisi Yeni Çif lik Köyünde 1600 m² arsa sahibinden satılık 65,000 tl [email protected] İstanbul Silivride ve Çatalcada 100 adet farklı büyüklüklerde müstakil arsa ve tarla satılıktır. tel: +49 (0) 177 502 88 53 [email protected] kızılbaş - sayfa 64 - sayı 11 - şubat 2012 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Bawa Sêyd Rizay Babaê Sêyd Rızay Vaji vaji, cêncenia to Babay sero vaji Vaji vaji, cêncenia Babay sero vaji Bavaê mı ospor biyo, şiyo Xozato vêsaye Bıko dirê sêrri cêno, pasayen u begleriya Kırmanci Cınaza vıstêwri u zamay naê tê dıma Kertê Borızo ser de anê Şıx Hesenê mırê vazê ‘Laê mı uwa ke tı vana êndi a niya Bê mezela Bavay sero Tarıq u numrê kistene laê mı yazmişke’ Cırê xo dêşt komete vıraji Bao meberve, dina Hêq de Merexê Şıxeseno u Dêrsimi Bavaê to bi Êndi her kes beno sa, merdena mırê biyê raji Bavaê mırê merex nêbo Mı laê xo sero roz u cemê Şine de qewğa gurete Şina vêsaiya de kerde melule, ax bıko çıla fener uqaji Dina alem ke mırê vazo derdê mı gırano Bavaê xo sero ez danupêro Ê mın u mêrdê qırğıji hata az ve aji Aşırê Alla içun vazê Çıla mumıne bıcêri wertê aşıranê Şixhesenu ve Aşiranê Dêrsim ra şêri Kotê dina de bıvên taisê na laci Hala bêre mınu ğezevê Bavaê mı na hêkmete Hala bêre sêrkêre ğezevê Hêq na hêkmete Êwro pusula arda tıra niyadanê Vake cına za vıstêwri u zamay naê têdıma diyarê Borızu ser de vete Ax Baba’m dinalıga sêwtmale de yê kistene niyo Bıko tesela piyê to yê kokımi kote Şixhesenê mırê vazê, “Laê’m êndi awa ke tı vana a niya Bê mezela Bavay sero oronce hêws u komete Bao merex meke na qesa qevul nêkero, na dina de Mehemedê homete Bavaê xo sero vaze ke ez pêrodi, bıko wad bo ke dina de Na derd u efkar mıde nêro axrete Mı va hêfê Sultan Sılêmanê mı, serd biyayêna cêno Niştêro phoşta mı çar tenê Dêrsımo, ax xayına na dewlete Usar nao amo, şili vorenê, Bavaê mı laşêr derey kerdê şêni Laşêr gınêde Sultan Sılêmanê mı, derey kerdê şêni Alla içun qesey bıkêre, koti emsalê Bavaê xo u çhêren ez bıvêni “Bao merex meke, dina sêwtmale de mo xovir ra bıke Tım lazê camerdo mırenê, Mıra tepia bıwaze weşia bıraê mı Şıxhesêni Şina mêrase cigerê mı govano Şine mêres bımano, Sultan Sılêmanê mı gavano Van nêvan Bavaê mı çhêria xode ro, gos ra mı nênano Mı va “Laê mıgos ra mıne sona koti Lınga xo ro çê mêrdê Qırğıci mefiye, Mêrdo Qırgız dısmeno khano, hêfê xo kêş rê nêverdano Serra ke Memed Ağaê lacê Sılêman Ağay Destê Babaê mıra biyo dırvetın, atsê xo dırvetonê xora ontê Dısmale de gırêdê, cayê xo sero qonağ de fiştê darde Son be son naleno, cêro dırvetonê xode niyadano Bavaê mı ez naleno, hata roza merdene to sero danpêro Belka peyniye de cinika viyaê warê mıde nêmano Se u zu laz ke bêro, Bavaê mı sultan Sılêmano.” Vatoğ: Sılêmono Qıc
Benzer belgeler
kızılbaş
veröffentlicht
generaldirektor freizugeben.
sakine polat
genelyayın yönetmeni
ali ülger
tr. hukuk danışmanları:
av. nadide metin erdoğan
av. erdal doğan
av. hıdır özcan
ankara temsilcisi:
hatice çe...
- Kızılbaş
veröffentlicht
generaldirektor freizugeben.
sakine polat
genelyayın yönetmeni
ali ülger
tr. hukuk danışmanları:
av. nadide metin erdoğan
av. erdal doğan
av. hıdır özcan
ankara temsilcisi:
hatice çe...
- Kızılbaş
veröffentlicht
generaldirektor freizugeben.
sakine polat
genelyayın yönetmeni
ali ülger
tr. hukuk danışmanları:
av. nadide metin erdoğan
av. erdal doğan
av. hıdır özcan
ankara temsilcisi:
hatice çe...
kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü!
veröffentlicht
generaldirektor freizugeben.
sakine polat
genelyayın yönetmeni
ali ülger
tr. hukuk danışmanları:
av. nadide metin erdoğan
av. erdal doğan
av. hıdır özcan
ankara temsilcisi:
hatice çe...
kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü!
veröffentlicht
generaldirektor freizugeben.
sakine polat
genelyayın yönetmeni
ali ülger
tr. hukuk danışmanları:
av. nadide metin erdoğan
av. erdal doğan
av. hıdır özcan
ankara temsilcisi:
hatice çe...