genel bilgiler - Dicle Üniversitesi
Transkript
genel bilgiler - Dicle Üniversitesi
T.C. DİCLE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ Dermatoloji Anabilim Dalı PSORİASİSLİ HASTALARDA LİPİD PROFİLİ VE İNSÜLİN DİRENCİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ (UZMANLIK TEZİ) TEZ YÖNETİCİSİ Doç. Dr. Sedat AKDENİZ Dr. Gökçen BALCI DİYARBAKIR – 2008 İÇİNDEKİLER ÖZET………………………………………………………… 1 SUMMARY…………………………………………………. 2 GİRİŞ………………………………………………………... . 3 GENEL BİLGİLER………………………………………….. 4-45 BİREYLER VE YÖNTEM………………………………….. 46-47 BULGULAR………………………………………………… 48-55 TARTIŞMA…………………………………………………. 56-62 SONUÇ……………………………………………………… 63 KAYNAKLAR………………………………………………. 64-72 EKLER………………………………………………………. 73 ÖNSÖZ Psoriasis toplumda sık görülen bir deri hastalığıdır. Bazı hastalıklarla birlikteliği bugüne kadar merak uyandırmış ve çalışmalara konu olmuştur. Son zamanlarda psoriasis, hiperlipidemi ve insülin direnci arasındaki ilişki üzerinde durulmaktadır ve birçok çalışmada psoriasisin metabolik sendromun bir sebebi olduğuna dair veriler artmaktadır. Biz de bu çalışmada çeşitli sekonder faktörleri dışlayarak psoriasisin hiperlipidemi ve insülin direnci ile olan ilişkisini değerlendirmeyi amaçladık. Dermatoloji eğitimim süresince ve tez çalışmamda değerli bilgi ve katkılarını esirgemeyen saygıdeğer hocalarım, başta Doç. Dr. Sedat AKDENİZ olmak üzere, Prof. Dr. Mustafa ARICA, Prof. Dr. Mehmet HARMAN ve Prof. Dr. Sema AYTEKİN’ e şükranlarımı arz ederim. Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrinoloji Anabilim Dalı öğretim üyelerinden Yrd. Doç. Dr. Şenay ARIKAN ve Halk Sağlığı Anabilim Dalı öğretim üyelerinden Prof. Dr. Melikşah ERTEM’ e tez çalışmamdaki katkılarından dolayı teşekkürlerimi sunarım. Asistanlığım ve tezim süresince benden hiçbir desteğini ve yardımını esirgemeyen asistan arkadaşlarıma ve tüm klinik personeline teşekkür ederim. Ayrıca her türlü desteklerinden dolayı eşim Emre Balcı, oğlum Kerem Balcı ve kardeşim Ecem Ergin ile bugünlere gelmemi sağlayan annem Zehra Ergin ve babam Namık Ergin’e teşekkürü bir borç bilirim. ÖZET PSORİASİSLİ HASTALARDA LİPİD PROFİLİ VE İNSÜLİN DİRENCİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Psoriasis kronik multifaktöryel deri hastalığıdır ve obesite, anormal lipid profili ve insülin duyarlılığı ile birlikte olabilir. Bu çalışmada, yeni psoriasis tanısı almış veya en az 6 aydır sistemik, 3 aydır topikal tedavi kullanmayan hastalarda, hiperlipidemi ve insülin direnci yapabilecek sekonder sebepler dışlandıktan sonra lipid profili ve insülin direncinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Çalışma kapsamına Aralık 2005–Mayıs 2008 tarihleri arasında Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Polikliniğine başvuran 48 psoriasis tanısı alan /almış hasta dahil edildi. Kontrol grubu olarak 50 sağlıklı birey rastgele olarak seçildi ve çalışmaya alındı. Her iki grup cinsiyet, yaş ve vücut kitle indeksi açısından benzer özellikteki bireylerden oluşturuldu. Psoriasisli hastalar ve kontrol grubu lipid profili ve HOMA-IR değerleri açısından karşılaştırıldı. Psoriasisli hastalar ve kontrol grubu arasında lipid profili ve HOMA-IR değerleri açısından istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p>0,05). Sonuç olarak, çalışmamızda psoriasisli hastaların lipid profili ve insülin direnci değerlendirilirken, sonuçları etkileyebilecek sekonder faktörlerin dışlanmasıyla kontrol grubuna göre farklılık görülmemesi, psoriasis ile birlikte görülebilen hiperlipidemi ve insülin direnci oluşumunda başka faktörlerin etkili olduğunu desteklemektedir. Anahtar kelimeler: Psoriasis, lipid profili, insülin direnci, obesite 1 SUMMARY EVALUATION OF LIPID PROFILE AND INSULIN RESISTANCE IN PATIENTS WITH PSORIASIS Psoriasis is a chronic, multi factorial inflammatory skin disease and has been associated with abnormal lipid metabolism, obesity and insülin sensitivity. In this study, in patients recently diagnosed with psoriasis, or who had not received any systemic treatment for six months and topical treatment for 3 months, we aimed to evaluate lipid profile and insulin resistance after excluding secondary causes that might result in hyperlipidemia and insulin resistance. A total of 48 patients who applied to Dermatology Polyclinic, Medical Faculty, Dicle University between December 2005 and May 2008, and who were diagnosed with psoriasis were included into the study. As control group, 50 healthy subjects were included into the study. Both groups were formed from among individuals with similar characteristics; in terms of sex, age and body mass index. Patients with psoriasis and controls were compared in terms of lipid profile and HOMA – IR values. There were not any significant difference in lipid profile and HOMA – IR values between the two groups (p>0,05). In conclusion, statistically, we could not determine any significant difference between psoriasis and control group patients according to their lipid profile and HOMA-IR values. This results supports the opinion that some other factors may be effective in the development of hyperlipidemia and insulin resistance in psoriasis patients. Key Words: Psoriasis, lipid profile, insülin resistance, obesity 2 GİRİŞ Psoriasis toplumda sık görülen bir deri hastalığıdır. Bu nedenle, birçok başka hastalık ve sistemik bozukluk psoriasise eşlik edebilir. Psoriatik artrit, inflamatuar barsak hastalıkları, Reiter sendromu gibi hastalıkların psoriasis ile ortak patogenetik özelliklere sahip olduğu kabul görmüştür (1). Son zamanlarda psoriasisde hiperlipidemi ve insülin direnci varlığı üzeride durulmaktadır. Hiperlipidemi ve insülin direncinin, psoriasisde primer mi yoksa hastalığın süresi, kullanılan sistemik ve topikal tedaviler, hastaların alışkanlıkları, vücut biçimi ve hayat şekli gibi çeşitli faktörlerin etkisi ile sekonder mi ortaya çıktığı tartışma konusudur. Yapılan birçok çalışmada, psoriasisli hastalarda, hiperlipidemi ve insülin direnci değerlendirilirken bu patolojik faktörlere etki edebilecek sekonder sebepler dışlanmamıştır (25). Bu çalışmada, yeni psoriasis tanısı almış veya en az 6 aydır sistemik, en az 3 aydır topikal tedavi kullanmayan, klinik ve histopatolojik olarak doğrulanmış 48 psoriasis hastası ve 50 sağlıklı birey çalışmaya alındı. Hiperlipidemi ve insülin direnci yapabilecek sekonder sebepler dışlandı. Sonuçlar istatistiksel olarak karşılaştırıldı. 3 GENEL BİLGİLER TANIM Psoriasis farklı klinik bulgular içerebilen benign, kronik, tekrarlayıcı, inflamatuar bir deri hastalığıdır. Eritematöz, üzeri grimsi beyaz skuamlarla kaplı papül ve değişik boyutlarda plaklarla karakterizedir. Lezyonlar genellikle simetriktir ve saçlı deri, tırnak, ekstremitelerin ekstansör yüzleri, diz, dirsek, göbek çevresi ve sakral alanlarda lokalizedir. Kaşıntı ve yanma gibi subjektif semptomlar olabilir (6). TARİHÇE Hastalıkla ilgili ilk tanımlama (M.Ö. 416-377)’ li yıllarda “Coprus Hippocraticum: Hipokrat Derlemi” adlı yapıtta yer almaktadır (7). Hipokrat; kuru skuamlı erüpsiyonları “lopoi” başlığı altında toplamıştır. Bu gruptaki hastalıklar muhtemelen psoriasis ve leprayı içermektedir. Skuamlı, deskuamasyonun görüldüğü kaşıntılı durumları tanımlamak üzere ilk kez ‘Psora’ terimi Galen tarafından kullanılmıştır. Psoriasis ve lepranın ayrımındaki karışıklık yüzyıllar boyunca devam etmiştir. Ondokuzuncu yüzyılın başlarında Robert Willan psoriasisi bir hastalık olarak tanımlamış, bundan 30 yıl sonra Hebra psoriasisin kliniğinin kesin özelliklerini ve lepra ile farklı antiteler olduğunu ortaya koymuştur (8). EPİDEMİYOLOJİ İnsidans Dünyanın her yerinde görülebilen psoriasisin görülme sıklığı ırksal, coğrafik ve çevresel faktörlere bağlı olarak değişir (9). Psoriasis prevalansı çeşitli ülkeler ve ırklar arasında %0–11,8 arasında saptanmıştır. Türkiye’de yapılan bir çalışmada psoriasis prevalansı %1,3 olarak bildirilmiştir (10). Genellikle soğuk kuzey ülkelerinde tropikal bölgelere göre daha sıktır. Avrupa, Kuzey Amerika ve Avusturalya’da yapılan çalışmalar beyaz ırkın diğer ırklara göre daha çok etkilendiğini göstermiştir. Psoriasis zenciler ve sarı ırkta daha nadir görülmektedir (11,12). Başlama yaşı Hastalık hayatın herhangi bir döneminde başlayabilir. Doğduğunda psoriasis lezyonları bulunan ve 108 yaşında psoriasis lezyonları ortaya çıkan vakalar tanımlanmıştır 4 (11). Bununla birlikte hayatın iki döneminde pik yaptığı gözlenmiştir. Birinci pik ortalama 22,5 yaşında görülürken, ikinci pikin başlangıcı ortalama 55 yaş olarak saptanmıştır (13). Kadın ve erkeklerdeki prevalansı eşittir. Birçok çalışmada kadınlarda daha erken başlangıç yaşından bahsedilse de genel bir bilgi olarak kabul edilmemektedir (9,13). Çocuklardaki başlangıç yaşı ortalaması 8,1’dir (11). Erken başlangıçlı hastalarda pozitif aile hikayesi oldukça yüksektir. Başlangıç yaşı erken ve tutulum alanı geniş olan hastalarda psoriasisin daha şiddetli seyretme olasılığı yüksektir (14). Kalıtım modeli Psoriasisli hastaların yaklaşık 1/3’ünde aile anamnezi saptanmıştır (9). Son yapılan çalışmalar bir ebeveynde psoriasis varsa çocuklarında %16,4 oranında hastalık ortaya çıktığını göstermektedir. Hastalık her iki ebeveynde varsa bu oran %41’e yükselmektedir. Monozigotik ikizlerin her ikisinde psoriasis görülme sıklığı çeşitli çalışmalarda %35–73 arasında saptanmıştır (9,15,16). Dizigotik ikizlerde bu oran %30’dir. Bütün bu bilgiler kalıtımın birden fazla genle ilgili olduğunu ve çevresel faktörlerin tetikleyici rol oynadığını desteklemektedir (11). Psoriasisle ilgili 8 gen lokusu tanımlanmıştır (17). PSORS1 kromozom 6p21.3’de haritalandırılmıştır. Psoriasisde suçlanan major gendir. Psoriasisle ilişkili diğer gen lokusları olan PSORS2 kromozom 17q’da, PSORS3 kromozom 4q’da, PSORS4 kromozom 1q’da, PSORS5 kromozom 3q’ da, PSORS6 kromozom 19q’ da, PSORS7 kromozom 1’p de lokalizedir. Kromozom 16q’da lokalize olan PSORS8 lokusunun hem psoriasis hem de Crohn hastalığı ile ilişkili olduğu saptanmıştır (8). Son zamanlarda 17q kromozomu üzerindeki potansiyel bir psoriasis geninden bahsedilmektedir. Birkaç kuşaktır psoriasisi olan geniş ailelerde yapılan çalışmalarda, 17q kromozomundaki bir lokus varyasyonunun psoriasis gelişimi ile ilişkili olduğu üzerinde durulmuştur. Bu grupta eklem semptomlarının ve deformitelerinin daha sık görüldüğü gösterilmiştir. Ancak hastalık bu geni taşıyanların küçük bir kısmında gelişmektedir. Muhtemelen psoriasise yatkınlık geni taşıyan kişilerde, tetikleyici faktörlerin etkisi ile hastalık ortaya çıkmaktadır (18). Psoriasisli hastalarda bazı sınıf I insan lökosit antijeni (HLA) tipleri ile başlangıç yaşı ve klinik özellikler arasında ilişki olduğu da ileri sürülmüştür. Psorasisle en sık birlikteliği 5 olan antijenler; HLA–B13, –B17, –Bw57 ve Cw6’dır. HLA–Cw 6 fenotipi taşıyan kişilerde psoriasis gelişme riski 9–15 kat daha fazladır (17). Başlangıç yaşı ve HLA tipine göre psoriasisde iki alt tip tanımlanmıştır. 1. Erken başlangıç tipi: Kırk yaşından önce başlar, HLA–Cw 6, –B57 ve –DR7 genel popülasyondan daha sık saptanır. Ailesel kalıtım vardır. Hastalıktan sorumlu olan genler kromozom 4q6p, 16q, 17q ve 20q üzerinde yer alır. 2. Geç başlangıç tipi: Kırk yaşın üzerinde başlar, HLA birlikteliği zayıftır. Ailesel risk artışı yoktur. Eklem ve tırnak tutulumu daha belirgindir. En sık birliktelik HLA–Cw2 iledir (19,20). Psoriyatik artrit HLA–B27 ile, eritrodermik psoriasis HLA–B13 ve –17 ile, guttat psoriasis HLA–Cw6 ile, püstüler psoriasis HLAB–17 ve –27 ile daha sık birliktelik gösterir (21). ETYOLOJİ VE TETİKLEYİCİ FAKTÖRLER Hastalığın nedeni tam olarak bilinmemektedir. Genetik yatkınlığın psoriasis oluşumunda etkili olduğu düşünülmekte, ancak çevresel faktörler, infeksiyonlar, ilaçlar, psikojenik faktörler ve travmanın hastalığın çıkışını tetiklediği ve alevlemesine neden olduğuna inanılmaktadır (11). Fiziksel Travma (Koebner Fenomeni) 1872 yılında Koebner, 5 yıl önce psoriasis tanısı almış bir hastada çeşitli travmaların hastanın derisinde psoriasis lezyonları ile sonuçlandığını tanımlamıştır. Psoriasis özellikle hastanın ata binerken sürtünen lezyonsuz bölgelerinde ortaya çıkmış ve kısa sürede jeneralize olmuştur (11). Çok değişik tipte hasarlar psoriasisde Koebner cevabına sebep olabilse de en iyi tanımlananlar çizikler, ısırık, yanık, infeksiyon yerleri, güneş yanığı, tatuaj ve aşı yerleridir. Koebner fenomeni (isomorfik cevap olarak da bilinir) hep ya da hiç fenomeni olarak da değerlendirilebilir. Eğer psoriasis tek bir hasar alanında oluşuyorsa bu bütün vücutta travma sonrası oluşabileceğini destekler. Genellikle travmadan 7–14 gün sonra lezyon ortaya çıkar ve aktif hastalık veya alevlenme dönemlerine sebep olabilir (9). 6 Koebner fenomeninin kışın yaza göre daha çok oluştuğu belirtilmiştir. Bu durum muhtemelen ultaviolenin belirgin olduğu yaz aylarında psoriasisin iyileşmesine bağlıdır. Psoriyatik hastalarda Koebner fenomeninin insidansı aktif hastalık döneminde artmaktadır. Koebner pozitif hastalarda psoriasis genellikle daha erken ortaya çıkmakta ve hastalığın kontrolü daha zor olmaktadır (11,22). Hafif travma sonrası keratinositlerde oluşan sinyalin sebebi bilinmemekle birlikte birçok muhtemel sebep dendritik antijen sunan hücrelerin aktive olmasına neden olmakta ve T hücrelerine antijenik sinyaller ulaşarak aktivasyon oluşmaktadır (23). Bazı hastalarda ise travma sonrası lezyon tamamen gerileyebilmektedir. Buna ters Koebner fenomeni adı verilir. Koebner ve ters Koebner aynı anda bulunmaz (24). İnfeksiyonlar Çeşitli mikroorganizmaların psoriasisin ortaya çıkmasında veya alevlenmesinde etkili olduğu uzun süredir bilinmektedir. Bu mikroorganizmalar; bakteriler (Streptokokus pyogenes, Stafilokokus aureus), mantarlar (Malassezia, Kandida albicans) ve virüsler (papilloma virüs, retrovirüs, endojen retrovirüsler)’ dir (25). İlk olarak 1916’da (26) streptokokal farenjit ile guttat psoriasis arasındaki ilişki tanımlanmış ve bugüne kadar birçok yayında bu durum doğrulanmıştır (9,25,27). Sıklıkla akut guttat psoriasisin akut streptokokal infeksiyonları izleyen 1–2 hafta içinde ortaya çıktığı bilinmektedir (11). Guttat psoriasisin streptokokal boğaz infeksiyonları ile ilişkisi birçok yayında doğrulanırken deri infeksiyonları ile ilişkili çok az sayıda vaka yayınları vardır (28). Sonuçta; genel olarak deri infeksiyonları psoriasisi tetiklemez veya alevlendirmez denebilir (9). Streptokokal M proteini keratin 16 ve keratin 17 ile yapısal olarak aynıdır. Guttat psoriasisde Streptokok spesifik T hücreleri tonsillerden deriye doğru göç eder ve keratinositlerden türeyen çapraz reaktif antijenleri tanıyarak inflamatuar aktiviteyi oluştururlar. Eğer etkin çapraz reaksiyon oluşmazsa hastalık kendini sınırlar. Ancak sekonder lenfoid doku gibi davranan deride çapraz reaksiyon etkin bir hal alırsa otoreaktif T hücreler üretilmeye devam eder ve kronik hastalığın oluşmasına sebep olurlar (29). Lezyonal psoriyatik derinin Stafilokokus aureus ile kolonizasyonu yaklaşık olarak %60 olarak bulunmuştur. Bu oran sağlıklı deride ise %5–30 arasındadır. Vakaların en az yarısında bir veya daha fazla stafilokokal enterotoksin izole edilmiştir. Toksin pozitif hastaların psoriasis alan şiddet indeksleri toksin negatif olan gruba göre yüksek bulunmuştur. 7 Tüm bu bulgular psoriyatik lezyonlardaki alevlenmenin toksinler yolu ile olduğunu desteklemektedir (30). Malassezia gövde, sırt ve saçlı deri gibi sebaseöz glandların zengin olduğu alanlarda lokalize olur. Saçlı deri, psoriasisin en sık etkilediği alanlardan biridir ve birçok çalışmada Malassezia ve deri lezyonlarının oluşumu arasında ilişki saptanmıştır (25). Psoriasisli hastaların oral ketokonazol ile tedavisinin saçlı deri lezyonlarında belirgin azalmaya sebep olduğu bildirilmiştir (31,32). Ek olarak inaktif psoriasisi olan olgularda Malassezia ile yapılan patch testlerde klinik ve histolojik olarak psoriasis lezyonlarına benzeyen lezyonların oluştuğu görülmüştür (33). Son zamanlarda yapılan çalışmalarda Malassezia’ nın keratinositlerden transforming growth faktör β, ısı şok proteini ve integrin zincirleri gibi proliferasyonu arttırıcı maddelerin salınımını arttırdığı da bildirilmiştir (34). Tüm bu bulgular Malassezia’ nın psoriasisin alevlenmesinde etkili olduğunu desteklemektedir (25). Kandida psoriasis ile ilişkisi olduğu düşünülen başka bir mantardır. Candida albicans ile kutanöz infeksiyonlarda, psoriasisin deri lezyonlarında alevlenme olduğu bildirilmiştir. Yapılan üç ayrı çalışmada psoriasisli hastaların feçeslerinde Candida albicans %68–78 oranında pozitif bulunmuştur. Bu oran kontrol grubunda %29–54 olarak saptanmıştır. Psoriasis alan şiddet indeksi (PASI) ile arasında bir ilişki saptanmamakla birlikte hastalığın erken başlangıcı ile mantar seviyesinde artış istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (35,36). Kandida ile tetiklendiği düşünülen psoriasisli hastalara sistemik olarak nistatin verilmiş ve %50 hastada belirgin düzelme saptanmıştır (37). Kandidanın superantijenik faktör olarak T hücre aktivasyonunu arttırdığı ve hastalığı tetiklediği düşünülmektedir. Human immunodeficiency virüs tip I (HIV-I) psoriasisde ciddi alevlenmelere sebep olabilir. HIV pozitif kişilerde psoriasis insidansı artmıştır. Hastalarda iki klinik patern görülmektedir. Biri lokalize psoriasis, diğeri ise palmoplantar keratoderma ile birlikte psoriaziform dermatitdir. Psoriaziform dermatit; HIV infeksiyonunun ilk belirtisi olabilir. Hızlı başlangıçlı akut erüptif psoriasislilerde ve stabil giderken alevlenen olgularda HIV infeksiyonu düşünülmelidir. İmmün yetmezlik gelişirken alevlenen psoriasis terminal dönemde gerileyebilir. Bu durumun regülatuar CD4+ T hücrelerin kaybına ve CD8+ T hücrelerin aktivitesinin artmasına bağlı olduğu düşülmektedir. HIV ilişkili psoriasis standart tedavilere daha dirençlidir. Antiretroviral tedaviler ile psoriasisin gerilemesi ilgi çekicidir (25). 8 Stres Akut stres psoriasisin ortaya çıkması veya alevlenmesi ile ilişkili bulunmuştur. Son zamanlarda yapılan 38 hastalık bir çalışmada düşük stresli ve yüksek stresli iki grup oluşturulmuş ve bu iki grup değerlendirilmiştir. Yüksek stresli grupta psoriasis alan şiddet indeksi belirgin şekilde yüksek bulunmuştur (38-41). Yapılan klinik çalışmalarda da olguların yaklaşık %30–40’ında stresin psoriasisi kötüleştirdiği gösterilmiştir (11). Mallbris ve arkadaşlarının yaptığı bir çalışmada psikososyal stresin psoriasisin başlaması veya alevlenmesinde etkili olduğu bildirilmiştir (42). Stresin P maddesini arttırarak hastalığın ortaya çıkışına sebep olduğu düşünülmektedir (9,43). İlaçlar Psoriasisin alevlenmesine en sık sebep olan ilaçlar; β– blokerler, nonsteroidal inflamatuar ilaçlar, antimalaryal ajanlar ve anjiotensin konverting enzim inhibitörleridir. Daha nadir olarak klonidin, potasyum iyodür, olanzapin, amiodaron, digoksin, doksisiklin, gemfibrozil, simetidin, imiquimod, α– ve β– interferon, penisilin, amoksisilin ve ampisilin gibi ilaçlarda psoriasisin tetiklenmesine sebep olabilir (25). Sigara Sigara içmenin psoriasisin ortaya çıkmasında ve alevlenmesinde etkili olduğuna dair birçok çalışma vardır. Günde yirmiden fazla sigara içmenin hastalığa yakalanma riskini en az 2 kat arttırdığı gösterilmiştir (44,45). Sigara içmenin psoriasisin klinik ciddiyetini de arttırdığı tespit edilmiştir (44). Palmoplantar psoriasisin sigarayı bırakmakla gerilediği gösterilse de, kronik plak tip psoriasisde yapılmış benzer çalışmalar henüz yoktur (46). Alkol Alkol ile psoriasisin çıkışı veya alevlenmesi arasındaki ilişki net değildir. Poikolainen ve ark; psoriasis ile alkol tüketimi arasında bir ilişki tespit etmişler ancak bu durumun hastalığın başlangıcında değil, seyrinde etkili olduğu vurgulamışlardır (45,47). Alkol alımı ile deri yüzey alan tutulumu arasında da pozitif bir ilişki saptanmıştır (47). Alkolün psoriasis üzerine direkt negatif etkisi olmadığı, ancak tedaviye uyumu azaltarak olumsuz bir etki oluşturduğuna inanılmaktadır (11). 9 İklim Ultraviyole radyasyon orta ve ciddi psoriasisde kullanılan tedavi yöntemlerinden biridir. Ekvatorda bulunan ülkelerde psoriasisin daha az belirgin olması doğal ultraviyolenin psoriasis üzerindeki şaşırtıcı olmayan pozitif etkisini göstermektedir. Ancak hastaların az bir kısmında şiddetli güneş ışığı tetikleyici etki gösterebilir. Bu hastalarda yaz aylarında lezyonlarda alevlenmeler görülebilir (21). Nem artışı da psoriasisde pozitif etkiye sahiptir. Farber ve arkadaşları yaptığı bir çalışmada hastaların %89’unda soğuk havada lezyonlarda kötüleşme, %80’inde ise sıcak havada ve güneşe çıktıklarında lezyonlarda düzelme olduğunu bildirmişlerdir (43). Endokrin faktörler Generalize püstüler psoriasisde hipokalseminin tetikleyici bir faktör olduğu gösterilmiştir. Bu hastalarda prognoz daha kötü olmaktadır. Gebelik hastalık aktivitesini değiştirebilir. Yapılan bir çalışmada 65 gebe kadın hasta değerlendirilmiş ve %40’ında lezyonlarda iyileşme, %14’ünde ise kötüleşme saptanmıştır. Doğum sonrası 3 aylık dönemde ise %11 hastada iyileşme, %54 hastada ise kötüleşme olduğu rapor edilmiştir (48). Genel olarak psoriasis seyrinde gebelik dönemince düzelme, sonrasında ise kötüleşme oluyor denebilir. Bununla birlikte gebelikte püstüler psoriasis gelişebilir ve bu durum bazen hipokalsemi ile ilişkili olabilir (8). Renal dializ de psoriasisi tetikleyebilir (19). Vücut Şekli ve Yaşam Biçimi Obez kişilerde psoriasisin daha şiddetli olduğu gösterilmiştir. İlginç olarak obezite hastalığın tetikleyici faktörü gibi gözükmemektedir. Yapılan çalışmalarda hastalığın başlangıcında psoriasisli grupla kontrol grubu arasında vücut kitle indeksi açısından istatistiksel fark bulunamamıştır (4,49). Son zamanlarda obezitenin kronik düşük seviyede inflamasyon ile seyrettiği kabul edilmektedir. Obezitede; adipositler ve makrofajlar benzer biyolojik ve fonksiyonel özellikler göstererek metabolik ve immün cevapta benzer cevaplar oluşturabilmektedirler (50). Makrofajlar çok sayıda adiposit gen ürünü (yağ asidi bağlayıcı protein ve peroksizom proliferasyonu aktive edici reseptör) sentezleyebilerken, adipositler de TNF-α ve IL-6 gibi makrofaj proteinleri sentezleyebilmektedirler. İki hücrenin fonksiyonel kapasiteleri de aynıdır. Adipositler lipid depolayabilir ve metabolik homeostazı regüle edebilirken, 10 makrofajlar inflamatuar cevabı regüle edebilirler. Ancak her iki hücrenin de bu iki fonksiyonu yapabilme yeteneği vardır. Obezitede; adipoz dokuda inflamasyon oluşmakta ve adipositler inflamatuar sitokinler salgılamaya başlamaktadır. Obez hastalarda TNF-α’nın artması da bu durumu desteklemektedir (50). Artmış TNF–α üretimi insülin direncini arttırmakta ve tip 2 diabetes mellitus ve ateroskleroz gelişimine sebep olmaktadır (51). TNF-α’nın yanında hiperlipidemi ve hipertrigliseridemiye bağlı gelişen intrasellüler stres de inflamasyon aktivasyonuna sebep olmakta ve insülin sinyalizasyonunu inhibe etmektedir. Kilo kaybı ve dietin kısıtlanması TNF–α ve IL–6 konsantrasyonunun düşmesine sonuç olarak oksidatif stresin azalmasına sebep olmaktadır. İnsülin direnci azalmakta ve insülinin antiinflamatuar etkisi belirginleşmektedir (50). Obez hastalarda gastrik bypass cerrahisinden sonra psoriasisde tama yakın remisyon sağlanan olgular da bildirilmiştir (52,53). Tüm bu bilgilerin ışığında kilo kaybı psoriasisde bir tedavi biçimi olabilir. Psoriasisde kilo kaybının etkilerini gösteren prospektif çalışmalar olmasa da düşük enerjili diyet alan psoriasisli hastalarda 4 haftalık diyetten sonra belirgin düzelme olduğunu bildiren bir yayın vardır (54). Leptin, ghrelin ve alfa– melanosit stimülan hormon gibi birçok hormonun gıda alımı ve enerji dengesi üzerine etkisi vardır. Bu hormonların seviyesi obezite ile değişir ve kilo kaybından etkilenir. Santral sinir sistemi üzerine etkileri dışında bu hormonların immün fonksiyon ve inflamasyon gibi birçok fizyolojik olayda da önemli rolleri vardır (55). Leptin; vücuttaki toplam yağ dokusu miktarına orantılı olarak salgılanır, gıda alımını azaltır ve enerji tüketimini arttırır. Alfa–MSH’ da gıda alınımını beyinden salgılanan melanokortin aracılığı ile baskılar. Diğer taraftan ghrelin özellikle mide ve pankreastan salgılanır ve gıda alımını stimüle eder, metabolizmayı ve yağ katabolizmasını yavaşlatır (56). Obez kişilerde leptin ve α–MSH seviyesi zayıf kişilere göre yüksektir. Kilo kaybı leptin seviyesinde belirgin azalmaya sebep olmakta ve insülin duyarlılığı düzelmektedir (57,58). İnflamasyondaki rolü göz önüne alındığında α–MSH, leptinin tersi etki gösterir. Melanositlerdeki proinflamatuar sitokin olan TNF–α’ nın etkisini tersine çevirerek ve prostoglandinlerin seviyesini azaltarak antiinflamatuar etki oluşturur (59). Bu hormonların psoriasis patogenezindeki rolleri ile ilgili çalışmalar çok azdır. Ancak leptin ile uyarılan inflamasyonun obez hastalarda psoriasis patogenezinde önemli rol oynadığı düşünülmektedir (55). 11 Sonuç olarak dirençli obez psoriasis hastalarında kilo kaybı mutlaka önerilmelidir. Kilo kaybı TNF–α salınımının ve leptin seviyelerinin azalmasına, insülin duyarlılığının artmasına ve proinflamatuar sitokinlerin baskılanmasına sebep olacaktır (55). Enerji alımı ve vücut şekli dışında poliansatüre yağ asitleri, selenyum, gluten ve alkol gibi dietle ilgili başka faktörlerin de çok sayıda hastada hastalığın seyrini değiştirdiği gösterilmiştir. Diyette eikozapentaneoik asit gibi n–3 yağ asitlerinden zengin beslenme bu maddenin araşidonik asitin yerini almasına sebep olmakta ve sonuç olarak prostoglandin E2 ve lökotrienler (LTB4) gibi proinflamatuar mediatörlerin salınımı azalmaktadır. Psoriasis tedavisinde n–3 yağ asitinden zengin beslenmenin tedavideki etkinliği tam olarak kesinlik kazanmamıştır (60). Psoriasisli hastalarda gliadine karşı antikor görülme sıklığı yüksektir. Bir çalışmada 302 psoriasisli hasta değerlendirilmiş ve %16’ sında antigliadin antikorlar pozitif olarak saptanmıştır. Bu hastalara glutenden fakir diyet verilmiş ve 3 aylık takip sonucunda PASI’ da belirgin düzelme görülmüştür. Sonuç olarak antigliadin antikor pozitifliği olan hastalarda glutensiz diet hastalığın gerilemesinde etkili oluyor denebilir (61,62). Selenyum; esansiyel iz elementtir ve immünomodülatuar ve antiproliferatif etkileri vardır. Selenyum düzeyleri, özellikle hastalığın uzun süredir devam ettiği erkek psoriasisli hastalarda düşük bulunmuştur. Ayrıca selenyum düzeyi düşük hastalarda PASI skorunun da yüksek olduğu tespit edilmiştir. Bu durum diyetteki az selenyum alımı ile ilgili olabilir. Ancak psoriasisde keratinizasyonun ve oksidatif stresin artması ve uzun dönem psoriasisde doğal antioksidanların azalması, aşırı alkol alımı, aktif ve pasif sigara içiciliği ve kullanılan tedaviler gibi faktörler de selenyum miktarında azalmaya sebep oluyor olabilir (63,64). Beta karoten, vitamin E ve selenyum gibi antioksidanlar psoriasis tedavisinde iki amaçla kullanılanilir: (a) Serbest radikalleri inaktive ederek epidermal dokuda inflamasyonu azaltmak, (b) Membran stabilizasyonun sağlayıp, hasarını önleyerek hücre membranına pozitif etki sağlamak (65) . PATOGENEZ Psoriasisde temel fizyopatolojik olay epidermal hücre proliferasyonunun artışıdır. Normal deride epidermal yenilenme süresi 28 gün iken, psoriasisde 3–4 gündür. Psoriyatik deride hücre siklusunda G1 fazı oldukça kısalmakta ve normal deride istirahat halindeki G0 ve G2 fazlarındaki hücreler de mitoz olayına katılmaktadırlar. Tüm bunların sonucunda 12 epidermal proliferasyon artmaktadır. Epidermal hücre siklusu yaklaşık 8 kat kısalmıştır (8,19). Proliferasyonu etkileyen çeşitli mekanizmalar tanımlanmıştır. Siklik adenozin monofosfat (cAMP) ile siklik guanozin monofosfat (cGMP) oranındaki anormallik epidermal döngünün artmasına ve farklılaşmanın azalmasına sebep olmaktadır. Normal deride cAMP hücre çoğalmasını inhibe ederken, cGMP hücre çoğalmasını arttırmaktadır. Psoriyatik epidermisde ise cAMP’ nin azaldığı, cGMP’ nin arttığı gösterilmiştir. Ayrıca psoriyatik deride adenozin trifosfatı cAMP’ ye dönüştüren adenilat siklaz enzim aktivitesinin düşük olduğu saptanmıştır (19). Psoriasisde; putresin, spermidin, spermin gibi poliaminlerin miktarı da artmıştır. Bu poliaminler hücresel proliferasyonda önemli role sahiptir. Proteaz– antiproteaz sisteminde görev alan plazminojen aktivatörü, α1 antitripsin ve kathepsin 1’de epidermal proliferasyon ve farklılaşmada etkilidir ve proteaz aktivitesi psoriasisde artar (8). Histolojik olarak hiperkeratoz belirgindir Ancak stratum korneumda nükleus içeren anormal keratinositler bulunmaktadır. Farklılaşma ile ilgili keratin proteinleri (K5/ K14) azalmış, proliferasyon ile ilgili keratin proteinleri (K6/16) ise artmıştır (19). Elektron mikroskopik incelemede tonoflamentlerde azalma ve anormal desmozomlar fark edilebilir. Psoriyatik lezyonlarda araşidonik asit ürünü olan lökotrien B4, 12–HETE seviyeleri lezyonsuz deriye göre belirgin derecede artmıştır. Araşidonik asit ürünlerinin inflamatuar hücreler için kemotaktik etkisi vardır ve mitotik aktivitenin artmasına sebep olurlar (19). Son yıllarda psoriasis etyopatogenezinde mast hücreleri de suçlanmaktadır. Mast hücre sayısındaki artış ve degranülasyonun psoriasis lezyonlarının gelişmesinde etkili olduğu öne sürülmektedir. Mast hücrelerinin dakikalar içinde birçok mediatörün salınımını sağlayarak T hücre aracılı immün cevap başlamadan önce ortama nötrofil ve lenfositlerin toplanmasına yol açmaktadır (66). Nitrik oksit (NO) ; fibroblast ve endotelyal hücreler gibi birçok hücreden salgılanan ve psoriyatik inflamasyona katkıda bulunan aktif bir moleküldür. Nitrik oksitin dermal vasküler dilatasyon ve kan akımını arttırdığı bilinmektedir. Serum NO seviyelerinin aktif hastalık döneminde daha yüksek olduğu, PASI ve eritem ile pozitif kolerasyon gösterdiği bildirilmiştir. Psoriyatik fibroblast kültürleri kullanılarak yapılan çalışmalarda; perilezyonel psoriyatik fibroblastların daha yüksek seviyede NO ürettiği ve psoriyatik plağın genişlemesine sebep olduğu gösterilmiştir (67). 13 Apopitoz; programlı hücre ölümüdür. Apopitozda en önemli mekanizmalardan biri perforin/granzyme B sitolitik yoludur. Perforin; memran yıkıcı proteindir. Granzymelerin hedef hücre içine girmesine ve sitoplazma ile nükleusda parçalanmaya sebep olur. Yapılan çalışmalarda perforin salımının psoriyatik deride ve dolaşan lenfositlerde artması ile hastalığın şiddeti arasında ilişki olduğu üzerinde durulmaktadır (68). İMMÜNOPATOGENEZ Önceden psoriasisin primer sebebinin anormal epidermal farklılaşma ile birlikte keratinosit hiperproliferasyonu olduğu üzerinde durulmaktaydı. Bugün ise; hastalıklı deri alanına göç eden CD4+ ve CD8+ T lenfositlerin fokal deri alanlarında immün reaksiyona sebep olduğu ve bu durumun epidermal hiperplaziyle sonuçlandığı bilinmektedir. Bu nedenle artık psoriasis T hücre aracılı inflamatuar bir deri hastalığı olarak kabul edilmektedir (69). Psoriasisde T Hücreleri Son zamanlarda yapılan çalışmalarda psoriasis plaklarında CD4+ ve CD8+ T lenfositlerin, dermal Langerhans hücrelerinin ve dağınık halde dermal monositlerin bulunduğu gösterilmiştir. Ek olarak psoriyazisin, epidermal orijinli immünojenler aracılığı ile sürekli uyarılan T hücre stimülasyonu sonucu oluşan inflamatuar bir durum olduğundan şüphelenilmektedir. Psoriyatik epidermisde majör lenfosit CD8+ T hücrelerdir. Yapılan çalışmalarda CD4+ ve CD8+ lenfositlerin IL2R ve HLA–DR molekülleri gibi persistan aktivasyon markerları eksprese ettikleri gösterilmiştir. Her iki hücre tipinde de farklılaşma güçlü şekilde tip I yoluna doğru olmaktadır. Psoriasis lezyonlarındaki esas aktive hücreler tip I helper T hücreler (TH1) (CD4+) ve tip I sitotoksik T hücreler (Tc1) (CD8+)’ dir. Bu hücrelerin IFN–γ ve TNF–α gibi inflamatuar sitokinleri üretebilme yetenekleri vardır ve effektör hücrelerdir (özellikle tip 2 yolundaki regülatuar hücrelerin tersine). Psoriasisde; TH1 hücreler dermisde, Tc1 CD8 hücreler epidermisde yoğun olarak gösterilmiştir (66). Psoriasisde kronik T hücre stimülasyonu deri lezyonlarında bulunan matür Langerhans hücrelerinden derideki T hücrelerine sürekli uyarıların sonucu gibi görünmektedir. Psoriyatik sürecin; lezyonal deride (periferal lenfoid doku gibi davranan) sürekli devam eden immün cevap şeklinde olduğundan şüphelenilmektedir. T hücre aktivasyonu lenf nodu veya kronik 14 deri lezyonunda olsa da, antijen reaktif T hücre klonlarının çoğalmasını uyarmak için değişik spesifik moleküler etkileşimlere ihtiyaç vardır (69). T Hücre Aktivasyonu T hücrelerinin matür antijen sunan hücreler (APC) ile birleşmesi ve aktivasyonu için T hücre reseptörü (TCR) ve diğer hücrelerden salınan birçok aksesuar sinyallerin stimülasyonu gereklidir. Aktivasyon; primer uyarı, kostimülasyon ve mitotik uyarı basamaklarından oluşur. T hücre aktivasyonunu tetikleyen başlangıç etkileşimi APC yüzeyindeki MHC I ve MHC II antijenik peptidlerin tanınmasıdır. APC matürasyonu sırasında alınan ve işlemden geçen antijenik peptidler aktive hücre yüzeyindeki ekstrasellüler MHC molekülleri ile ilişkilidir. Antijen tüm T hücreleri yüzeyinde bulunan TCR kompleksi tarafından tanınır. Dendritik hücre yüzeyindeki “örnek” peptidler oluşuncaya kadar T hücre ve APC arasında LFA–1 ve ICAM–1 kontrreseptörler adezyona devam eder. Eğer peptid ve özel TCR varyantları eşleşebilirse kompleks biyokimyasal sinyaller meydana gelir (sırasıyla protein fosforilasyonu, kalsiyum girişi, kalsinörin aktivasyonu ve transkripsiyon faktör aktivasyonu), m–RNA sentezi artar, IL–2 ve IL–2R’ nin α alt grubunun aktivasyonu için gerekli genlerin sentezi meydana gelir. Aksesuar veya kostimülatuar sinyaller de optimal T hücre aktivasyonu için gereklidir. CD28 T hücre yüzey reseptörüdür ve antijenle tetiklenen matürasyon süresince dendritik hücre yüzeyinde artar. T hücre yüzeyindeki CD28, APC üzerindeki B7 moleküller (CD80 ve CD86) ile bağlanır. TCR ve CD28 yollarının koordineli aktivasyonu birçok sitokinin (IL–2, GM–CSF, IFN–γ ve TNF–α gibi) transkripsiyonunu dengeler. Tersine CD28’in yokluğu sadece parsiyel TCR sinyaline sebep olur ve T hücre cevabı azalır (69). Bununla birlikte T hücre aktivasyonu CD28 aracılığı ile oluşan primer stimülasyon ve kostimülasyondan çok daha kompleksdir. T hücrelerinden verilen diğer bir uyarı B7 molekülü ile T hücre yüzeyindeki kutanöz T lenfosit antijen 4 (CTLA4) arasında etkileşime sebep olur. Her ne kadar B7–CD28 etkileşimi T hücrelerine pozitif uyarıcı sinyal sağlasa da, B7– CTLA4 aktivasyonu baskılayıcı sinyallerin artmasına sebep olur. Ek olarak; dendritik APC’ler ve T hücreler üzerindeki diğer protein etkileşimleri de çok sayıda başka aksesuar sinyallerin oluşumunu sağlar. Diğer aksesuar veya kostimülatuar kontrreseptörler ICAM– /LFA–I, LFA–3/CD–2 ve CD40/CD40L’dir. Bu üç grubun sinyalleri T hücresinden IL–2 (aktive T hücreden salınır) ve aktive Langerhans hücresinden IL–12 salınımını sağlar. 15 Bu sitokinlerin aktive T hücre yüzeyindeki reseptörlere bağlanması mitotik aktiviteyi regüle eder ve T hücrelerinin tip I effektör şeklinde farklılaşmasını sağlar. APC matürasyonunun erken dönemleri antijen yakalama ve GM–CSF, IL–4 ve TNF–α gibi sitokinlerle kontrol edilirken, farklılaşmanın geç dönemlerinde regülasyon T hücreleri aracılığı ile sağlanır. Mesela; CD40’ın T hücre yüzeyindeki CD40L ile etkileşimi dendritik hücre yüzeyinden CD40 salınımını arttırır. CD40–CD40L etkileşimi ayrıca APC üzerindeki B7 sentezini de uyarır. Bu durum T hücre yüzeyinde bulunan ve stimülasyonun devamını sağlayan CD28 ve CTLA4 sentezinin artmasını sağlar. Ayrıca CD40 bağlandıktan sonra, matür dendritik hücreler yüksek seviyede IL–12 salgılar ve IL–12’ de T hücre aktivasyonunu ve farklılaşmasını arttırır. Dendritik hücrelerin yaşam ve aktivitesi TNF–α ilişkili aktivasyon tetikleyici sitokin (TRANCE) ve TRANCE reseptörü arasındaki etkileşim ile sağlanır. Tümör nekrozis faktör ailesinin bir üyesi olan TRANCE T hücreleri tarafından sentezlenir ve dendritik APC üzerindeki reseptörüne bağlanır. Bağlanma sonucunda dendritik hücre apopitozu inhibe olur (69). T Hücre Proliferasyonu ve Farklılaşması Aktivasyondan sonra T hücreleri klonal olarak çoğalır ve birçok farklı effektör hücre şeklinde farklılaşabilir. TH1 veya Tc1 effektör CD4+ ve CD8+ T hücreler; IL–2, IFN–γ ve TNF–α gibi tip I sitokinler üretirler, fakat IL–4 üretemezler. Bu matürasyon yolu aktive dendritik hücreden salınan IL–12 ile uyarılır. Psoriasisin tip I sitokin yanıtı ile ilişkili bir hastalık olduğu düşünülmektedir (TH1 veTc1) (69,70). Epidermisde CD8+, dermisde ise CD4+ T hücreler vardır ve her iki hücre grubu da tip I sitokinleri üretirler. TipI/tipII dengesini kontrol eden mekanizma bilinmemektedir. Langerhans hücreleri hem TH1 hem TH2 hücreler için antijen sunabilseler de, T hücre matürasyonunun hangi yolda ilerleyeceğinin belirlenmesine APC karar verir. Bununla birlikte; tipI/tipII dengesinin belirlenmesinde ortamdaki sitokinler major rolü oynamaktadır. Örneğin; IL–12’ nin yüksek konsantrasyonu tip I yolunda farklılaşmaya sebep olurken, IL–4 tip II farklılaşma yolunu uyarır. Sitokinlerin bu şekilde dağılımı anatomik lokalizasyonlara spesifik olabilir. Mukozal olmayan alanların lenf drenajını sağlayan lenfoid organlardaki T hücreler IL–12 salgılarken, mukozal alanlardakiler IL–4 salgılamaktadır. Bu nedenle; psoriyatik deri lezyonlarından IL–12 ve lezyonal T hücrelerinden IL–12R salınımının artması psoriasisde dolaşan lenfositlerin ve deri lezyonlarındaki lenfositlerin tip I hücre farklılaşmasına eğilimi olduğunu desteklemektedir. Matür Langerhans hücrelerinin 16 sürekli olması aşırı IL–12 salınımına sebep olmakta ve lezyonal psoriyatik deride TH1 ve Tc1 hücre gruplarının oluşmasını uyarmaktadır (69). Dendritik hücreler ve makrofajlardan salınan IL–12; p40 ve p35 subünitelerinden oluşur. T hücrelerinden ve NK hücrelerinden IFN–γ salınımı sağlar. IL–12’nin p40 subünitesinin p35’den daha önemli olduğu gözlenmiştir. Yeni tanımlanan IL–23’ün de p40 subünitesi vardır, fakat IL–23 özellikle CD4+ T hücrelerini stimülasyonunu sağlar ve IL–17 salınımını arttırır. IL–17 otoimmün inflamasyonda rol oynayan önemli bir sitokindir ve endotelyal hücreler ve makrofajlardan proinflamatuar sitokinlerin salınımını sağlar. IL–17 ile IFN–γ’nın sinerjistik etki gösterdiğine inanılmaktadır (66,71,72). Effektör İmmün Cevap (Kutanöz lenfosit ilişkili antijen pozitif (CLA+) T Hücrelerin İnflame Deri İçine Trafiği) Matürasyon süresince, T hücreleri kan damarlarından çıkmak ve deriye toplanmak için yeni hücre yüzey proteinleri salgılarlar. Hafıza T hücreleri üzerinde bulunan en önemli glikoprotein CLA’dır. CLA deri için spesifik bir belirleyicidir. CLA T hücrelerinin yavaşlaması, durması ve deri içine ekstravazasyonu için postkapiller endotelyuma tutunmasına aracılık eden adezyon molekülüdür. CLA glikoproteini normalde kutanöz mikrodamarlarda E–selektin ve P–selektin ile etkileşir ve düşük konsantrasyonda bulunur, fakat kutanöz inflamasyon süresince salınımı belirgin şekilde artar. Her ne kadar CLA–selektin etkileşimi deriye ekstravazasyonun başlaması için önemli ise de, kemokinler ve integrinler ile hücre adezyon molekülleri arasındaki etkileşim de önemlidir. CLA–selektin etkileşimi sonrası bağlanan T hücreler endotelyal yüzeyde yavaşça yuvarlanmaya başlar. Bu durum T hücrelerinin endotelyal hücreler, keratinositler ve deride bulunan diğer hücre tiplerinden salınan kemokinler ile temas etmesini sağlar. Bu kemokinler T hücre yüzeyindeki LFA–I ve VLA–4 gibi integrinlerin modifikasyonunu sağlar ve T hücreleri venül yüzeyindeki ICAM–1 ve vasküler hücre adezyon molekülüne sırasıyla bağlanırlar. Sonuç olarak; CLA+ T hücreler durur, düzleşir ve epidermise doğru göç için kemotaktik gradiente cevap olarak endotelyal tabaka boyunca ekstravazasyona uygun hale gelirler. Bu yolda, T hücreleri tarafından CLA gibi özgün reseptörlerin ekspresyonu deri hücrelerinden kemokinler için ligandların üretimini sağlar ve bu süreçlerin hepsi T hücrelerinin deriye olan spesifitelerini arttırır (66,69). 17 Psoriasis vulgaris lezyonlarındaki T hücre trafiğinde bazı kemokinler artar. Farklı lökosit tiplerinde kemotaktik etki gösteren 40’tan fazla kemokin olsa da; burada bahsedilecek olan kemokinler 1- CLA+ T hücrelerden salınan kemokin veya reseptörler 2- Psoriyatik lezyonlarda salınımı artan kemokinler 3- Psoriyatik lezyonlardaki T hücre yüzeyinden yüksek oranda salınan kemokin reseptörleri olacaktır. Genelde endotelyal hücreler, keratinositler, monositler ve Langerhans hücreleri gibi çeşitli tip hücrelerden kemokin üretimi antijen reaktif T hücrelerden üretilen IFN–γ ve TNF–α salınımı ile uyarılır (sıklıkla bu iki sitokin arasında kemokin sentezinin stimülasyonunu sağlayan güçlü bir sinerjistik etki vardır). Bununla birlikte CTACK adlı kemokinin deriden salındığı ve T hücrelerinin inflame olmayan dokuda da potansiyel reaktif antijenleri izlemeleri için bulunmalarına izin verdiği saptanmıştır. Bu noktada dermal T hücreler kutanöz antijenler ile aktive oluyor olabilir (69). Dermisde T hücrelerinden IFN–γ ve TNF–α’ nın salınımı psoriyatik lezyonlarda bulunan birçok kemokinin sentezini stimüle eder. Spesifik kemokin ve kemokin reseptörleri deri lezyonlarında tip I hücrelerin birikmesine sebep olur. CCR–6 özellikle CLA+ T hücrelerden salınan aktive edici ligantdır. Makrofaj inflamatuar protein (MIP–3α) özellikle psoriyatik dokuda yüksek oranda salınır. Benzer şekilde RANTES (regulated upon expression, normal T-cell expressed and secreted) psoriyatik dokudan çok miktarda salınır ve CCR5’ in RANTES ile aktivasyonu tip I T hücrelerini aktive eder (69,71). T hücrelerinde bulunan CCR4 ve CXCR3 reseptörleri ve bu reseptörlerin etkileştiği keratinositlerden salınan MDC, TARC, MIG, IP–10 gibi kemokinler psoriyatik lezyonlarda artar. Bir kez sitokinlerle aktive olduktan sonra; dermal mikrovasküler endotelyal hücreler TARC, MIG ve IP–10 sentezleyebilir ve CXCR3+ ve CCR4+ T hücrelerin deri içine girişini arttırır. Tc1’in epidermis içine girişi de benzer şekilde regüle edilir. CXCR3+ CD8+ T hücreler psoriasisli hastaların kanları ile karşılaştırıldığında epidermislerinde 10 kat artmıştır. Epidermal keratinositler tarafından sentezlenen CXCR3, MIG ve IP–10 ligandların aktivasyonu IFN–γ salınımı ile sonuçlanır ve bu durum Tc1 hücrelerin epidermis boyunca hareketini sağlar. Ayrıca yeni lenfositlerin üretimi için feed–back oluşturur (69,71). Psoriasis vulgarisdeki tipik hücresel patolojinin oluşması için birçok hücrenin aktive olması gerekir. Genetik yatkınlık; immün uyarıya epidermal keratinosit gibi hücrelerin aşırı cevap vermesine sebep oluyor olabilir. İmmün aktivasyon psoriasisli hastaların anormal biçimdeki genetik farklılıklarından etkileniyor olabilir. Bugün psoriyatik lezyonlarda normal immün yanıtın artmış bir şekilde olduğu saptanmıştır. 18 Bu nedenle psoriasis vulgaris periferal dokularda normal TH1 veTc1 effektör immün yanıtının olduğu kronik aktivasyonla devam eden bir hastalık modeli olarak değerlendirilebilir (69). Effektör İmmün Cevap ve Deri Lezyonlarında T Hücre Aracılı İnflamasyon Psoriasisde hastalığın klinik aktivasyonu lezyonlu epidermis ve dermisde T hücrelerinin sürekli bulunmalarına bağlıdır. Patogenezin başlaması için TH1 veTc1 hücrelerin kutanöz damarlar yolu ile dermis içine girmesi gerekir. TH1 veTc1 hücreler antijenle aktivasyona bağlı olarak IFN–γ ve TNF–α salgılarlar. Bu sitokinler; ICAM–I, CD40 ve epidermal keratinositlerdeki MHC–II proteinler için potent tetikleyicidir. Ayrıca IFN–γ dermal makrofajlar veya monositlerden TNF–α salınımını sağlar. Deri içine IFN–γ enjeksiyonu sonrası epidermal kalınlaşma ile birlikte psoriyatik plak görünümünde lezyonların oluştuğu saptanmıştır (69). Çalışmalar IFN–γ’nın keratinosit apopitozunu inhibe eden Bcl–x proteininin seviyesini de arttırdığını göstermektedir (73,74). Keratinositler tarafından sentezlenen IL–15’inde keratinosit apopitozunu inhibe ettiği ve epidermal kalınlaşmaya katkıda bulunduğu saptanmıştır (66). Gerçekte; psoriyatik plaklardaki epidermal keratinositlerin yüzeyindeki HLA–DR molekülleri incelendiğinde; psoriasisdeki patolojik keratinosit değişikliklerinde de T hücrelerin rol oynadığından şüphelenilmektedir. Bir kez keratinosit ICAM–I sentezlerse muhtemelen LFA–I+ T hücreler LFA–I/ICAM etkileşimi ile epidermis içine göç etmektedirler. Bununla birlikte; bu yol kullanılabilir olmadan önce, T hücreleri epidermis içine adheziv etkileşim (αeB7 integrin ve E kadherin arasındaki) sonucu da göç edebilmektedir. Son dönemde yapılan çalışmalarda intraepidermal T hücrelerinin regeneratif farklılaşma yolunda epidermal büyümeyi arttırdığı ve keratinosit hiperprolifarasyonunu tetiklediği saptanmıştır. Bazı inflamatuar sitokinler (IL–1, IL–6) direkt keratinosit çoğalmasını arttırmaktadır (69). Psoriasisde görülen epidermal hiperplazide başka mekanizmalar da rol oynuyor olabilir. Epidermise göç eden lenfosilerin komşu keratinositler arasındaki desmozomları travma yolu ile hasarladığı gösterilmiştir. Bu durumda migrasyondaki lenfositler tarafından hemidesmozom çiftleri koparılmakta ve bu çiftler sadece bir keratinosit ile ilişkili olmaktadır. Hasarlanma veya kopma hücre 19 yapısında transient membran defektine sebep olmaktadır. Ek olarak T hücrelerininin epidermal kompartmana girmesi epidermal bazal membranın mutlaka açılması demektir (75). Epidermisde bazal membran defekti epidermis içine lökosit migrasyonu ile sonuçlanmaktadır. Bu yolla hasara cevap programı (epidermisin regeneratif matürasyonu) tetiklenebilmektedir (69). Ek olarak; keratinosit yüzeyindeki çok sayıdaki mutajenik sitokin ve reseptörler yara iyileşmesine cevap olarak aktifleşmektedir. Aktive T hücrelerinden inflamatuar sitokinlerin salınımının devam etmesi ve T hücrelerinin epidermis içine migrasyonu psoriyatik lezyonlardaki kronik epidermal hiperplaziyi tetikleyen sinyallerin sürekli gelmesine sebep olabilir. Kronik plak tip psoriasisde çok iyi tanımlanan epidermisde nötrofil birikimi ve papiller dermisde uzamış ektazik damarlar vardır. İntraepidermal T hücreleri tarafından sitokinlerin salınımı keratinositlerin daha fazla farklılaşmasına ve IL–8 salınımına sebep olmaktadır. Bu sitokin muhtemelen nötrofillerin epidermis içine toplanması için ana kemotaktik sinyaller göndermektedir. Benzer şekilde T hücrelerin tetiklediği vasküler endotelyal büyüme faktörü ve muhtemelen diğer anjiogenik sitokinler de vasküler büyümeye ve psoriasis lezyonlarındaki vasküler yapıya sebep olmaktadır (66,76). Matür Langerhans hücreleri ile ilişkili olarak bazı doğal T hücreler (sekonder lenfoid doku) deride hafıza hücrelerine dönüşürler. CD11c + APC’nin psoriasisde artmış olması da bu düşünceyi desteklemektedir. Çünkü salınan bu integrin normalde sadece primer lenfoid dokuda bulunmaktadır. CD11c+ dermal DH’lerdir. Bu hücreler matür hale geldiklerinde T hücre aktivasyonu sağlayabilirler. CD11c+’ nin psoriyatik deride normal deriye göre daha fazla olduğu gösterilmiştir. Bu hücreler DH matürasyon markerları (CD83) salgılayabilir ve TNF–α seviyesini arttırabilirler (66,77). Sonuç olarak; psoriasis T hücrelerince yönlendirilen inflamatuar bir hastalıktır. Hastalığı başlatıcı stimülan antijen tam olarak bilinmemektedir. Sistemik lenfosit aktivasyonunu T hücrelerinin deride birikimi takip eder. Çeşitli sitokinler aracılığı ile T hücreler TH1 veTc1 şeklinde farklılaşır ve bu hücrelerin effektör etkileri ile keratinosit proliferasyonu tetiklenmiş olur (69) . 20 HİSTOPATOLOJİ Psoriasis histopatolojisi lezyonun dönemine ve tipine göre değişiklikler gösterir. Görülen en erken değişiklik (ilk 24 saat içinde) papiller dermis damarlarında dilatasyon ve konjesyondur. Beraberinde hafif bir ödem ve perivasküler lenfositik infiltrasyon, az sayıda eritrosit ekstravazasyonu ve perikapiller mast hücre sayısında minimal artış vardır. Papüler/ erken plak döneminde hafif psoriasiform epidermal hiperplazi, belirgin nötrofil ekzositozu ve nötrofil içeren küçük parakeratoz kubbeleri görülür. Fokal spongioz alanları vardır. Bu dönemde dermisdeki inflamatuar inflitrat genellikle lenfositler, histiositler ve nötrofillerden oluşur. Papüler evrede bazal tabakada mitoz artmıştır, epidermisde psoriaziform akantoz ve üst dermisdeki keratinositlerde kısmen sitoplazmik solukluk görülür. Klinik olarak tam gelişmiş plak tip psoriasisde belirgin epidermal hiperplazi ile birlikte epidermal rete köprülerinde düzenli uzama, rete köprülerinin uçlarında genişleme, alt bölümlerinde kalınlaşma ve yer yer komşu retelerde birleşme görülür. Papillomatöz nedeni ile suprapapiller epidermisde incelme belirgindir. İnterkorneal nötrofil koleksiyonları (Munro mikroabseleri) sık, spinal tabakadaki benzer koleksiyonlar (Kogoj’ un spongiform püstülleri) daha seyrek görülür (11,17,78). Munro mikroabseleri; papillalardaki kapiller boyunca suprapapiller epidermise göç eden nötrofil birikimleri ve piknotik nötrofil nükleuslarından oluşur. Kural olarak; Munro mikroabseleri özellikle erken lezyonlarda bulunur lezyon eskidikçe sayıları azalır veya tamamen kaybolabilirler (79). Belirgin hiperkeratoz, yer yer ortokeratoz ve horizontal olarak yaygın fakat vertikal olarak aralıklı parakeratoz alanları vardır. Parakeratoz alanlarında hipogranüloz belirgindir. Mukozal alanlar ve HIV enfekte hastalar hariç plazma hücreleri nadir olarak görülür (11,17,78,79). Kronik ve gerilemekte olan psoriasis lezyonlarında stratum korneumda nötrofillerde ve parakeratozda azalma belirgindir. Granüler tabaka tekrar oluşmaya başlar ve ortokeratoz alanları artar. Epidermal hiperplastik değişiklikler gerilemeye başlar. Hafif yüzeyel dermal fibroz, papiller dermal kapillerde dilatasyon ve kıvrımlanma görülebilir (11,17,78). 21 KLİNİK ÖZELLİKLER Deri Psoriasis lezyonlarının dört belirgin özelliği vardır; 1– Lezyonlar çok net sınırlı ve simetriktir. 2– Yüzeyinde yapışık olmayan sedefi skuamlar vardır 3– Skuam altında parlak ve homojen eritem izlenir 4– Auspitz fenomeni pozitiftir. Lezyonların boyutu iğne ucu kadar papüllerden çok geniş plaklara kadar varyasyonlar gösterebilir. Lezyonlar genellikle simetrik yerleşmiştir (11,80,81). Tırnaklar Psoriasisde tırnak değişiklikleri sıktır. Farber ve Nall’un yaptığı 5600 hastalık anket çalışmasında vakaların %50’sinde el, %35’inde ayak tırnağı tutulumu bildirilmiştir (13). Tırnak plağındaki minör defektlerden ciddi tırnak distrofilerine ve tırnak kaybına kadar pek çok değişik şekilde lezyonlar görülebilir. Psoriasisin tırnağı tutma yeri ve süresine göre farklı görünümler ortaya çıkar. Tırnaktaki belli başlı morfolojik değişiklikler şunlardır: 1- Tırnak plağındaki çukurcuklar, proksimal tırnak kıvrımının dorsal yüzündeki defektif keratinizasyona bağlıdır. El tırnaklarında ayak tırnaklarından daha sık görülür. 2- Onikolizis; genellikle el parmaklarında ve ayak başparmağında görülür. Tırnağın tırnak yatağından ayrılması sonucu oluşur. Beyazımsı opak alanlar şeklinde görülür. Tek bir tırnağı tutabileceği gibi bütün tırnakları da etkileyebilir. Tırnak altında küçük bir alanda olabileceği gibi tırnağın %90’ını kaplayabilir ve tırnak kaybına sebep olabilir. Nadiren onikoliz alanlarında bakteriyel kolonizasyona sekonder yeşil veya siyah renk oluşabilir. 3- Subungual hiperkeratoz; özellikle ayak başparmağında görülür. Tırnak yatağındaki psoriasise sekonder aşırı keratin üretimi sonucu oluşur. Sıklıkla tırnakta deformite oluşturur ve bu durum parmakların normal fonksiyonlarını etkileyebilir. 4- Yağ lekesi olarak adlandırılan sarımsı maküler, tırnak yatağındaki psoriyatik sürece bağlıdır. 5- Onikodistrofi; tırnak matriksinin psoriyatik tutulumuna bağlıdır (11,80). Püstüler psoriasisde tırnak değişiklikleri tırnak yatağında ve matriksindeki subungual püstüller şeklindedir. Eğer tırnağın büyük bir kısmı bu durumdan etkilenirse tırnağın kaybına ve matriksde hasar sonucu anonişiye sebep olabilir. Tırnak değişlikleri artritli hastalarda daha sıklıkla görülür (11). 22 PSORİASİSİN KLİNİK TİPLERİ Psoriasis Vulgaris En sık görülen formdur. Eritemli skuamlı lezyonlar aylarca hatta yıllarca kalabilir. Plaklarda skuam oluşumu devam eder, ancak şekil ve patern değişikliği minimaldir. En çok dirsek, diz, saçlı deri, lumbar bölge ve umblikal bölge tutulur. Ayrı ayrı duran küçük lezyonlar birleşerek harita benzeri bir görünüm oluşturabilir (psoriasis geographica). Lateral ilerleyen ve komşu plaklarla birleşen lezyonlar sirsine görünüm alabilir (girat psoriasis). Bazen lezyonun ortası iyileşir ve halka benzeri bir görünüm alabilir (anüler psoriasis) (11). Psoriasis lezyonları deri kıvrımları olan aksilla, inguinal bölge ve boyuna yerleşebilir (psoriasis inversa). İntertriginöz bölgelere yerleşen plaklarda skuamlar kaybolur, parlak eritemli iyi sınırlı plaklar oluşur. Folliküler psoriasis; gövdede özellikle foliküler lokalizasyonda punktat lezyonlar şeklinde görülür. Üzeri düz lezyonlar olduğunda liken planus ile karışabilir (19). Rupoid, elefantin, ostraseöz psoriasis terimleri aşırı hiperkeratotik plak lezyonlar için kullanılmıştır. Rupoid psoriasis; deniz salyangozu benzeri koni şeklinde lezyonlar için kullanılır. Elefantin psoriasis; boyunda, sırtta ve ekstremitelerde lokalize, çok direçli, kalın, geniş skuamlı lezyonlar için, ostraseöz psoriasis ise istiridye kabuğu benzeri, konkav yüzeyli halka şeklinde lezyonlar için kullanılan terimlerdir (17). Erüptif (guttat) Psoriasis Üst gövde ve proksimal ekstremitelerde küçük (0,5–1,5 cm çapında) papül ve plaklar ile karakterizedir. Daha çok çocuklarda ve genç erişkinlerde görülür. Streptokokal boğaz infeksiyonları guttat psoriasisin başlamasına veya alevlenmesine sebep olabilir. Lezyonlar 2– 3 ay devam edip daha sonra gerileyebilir. Nadiren dirençli olabilir ve kronik plak tip psoriasise dönüşebilir(11,80,81). Psoriyatik Eritroderma Bütün vücutun etkilendiği generalize psoriasis formudur. Psoriasise ait bütün semptomlar görülmekle birlikte eritem en belirgin bulgudur ve skuam kronik psoriasise göre daha az belirgindir. 23 Kronik plak tip psoriasisin zamanla generalize forma dönüşmesi ile ortaya çıkan bir tablo olabileceği gibi, bazen doğrudan eritrodermik şekilde de başlayabilir. İrritan topikal tedavilere yanıt olarak generalize Koebner cevabı şeklinde ortaya çıkabilir. Generalize püstüler psoriasis eritrodermiye dönüştüğünde püstül formasyonu kaybolur. Tırnak matriksindeki destrüksiyona bağlı tırnak kaybı görülebilir. Eritrodermide püstüler psoriasisin tüm belirtileri mevcuttur (ateş, halsizlik, sık relapslar ve hastalık periyodu uzarsa mortalite artışı). Derideki aşırı vazodilatasyona bağlı kalp yükü artmıştır. Dispne ve periferik ödem görülebilir. Epidermal bariyer kaybına bağlı sıvı elektrolit dengesinde bozukluklar olabilir. Sürekli skuam dökülmesi protein kaybına sebep olabilir. Hasta bu dönemi atlatırsa genellikle psoriasis vulgarise dönebilir, ancak nüksler sıktır (11,81). Generalize Püstüler Psoriasis (von Zumbusch) Psoriasisin akut varyantlarından biridir. Ateşle birlikte, 2–3 mm çapında steril püstüller görülür. Püstüller tüm gövdeye, el ve ayaklara, hatta tırnaklara kadar yayılmıştır. Eritemli zeminde minik püstüller şeklinde başlayan lezyonlar birleşerek püstül gölcüklerini oluşturur. Psoriasisin diğer formlarında olduğu gibi yüz genellikle korunmuştur. Püstüllerin etrafındaki eritem yayılabilir ve eritrodermiyle sonuçlanabilir. Karakteristik olarak ateş ve püstüller periodik ataklar şeklinde ortaya çıkar (11,80,81). Anüler Püstüler Psoriasis Püstüler psoriasisin nadir bir formudur. Püstüler erüpsiyon epizodları süresince oluşur. Lezyonlar püstüler psoriasisin başlangıcında olabilir. Halka şeklinde eritemin üzerinde püstüller görülür. Histolojik olarak hafif akantoz ve mikroabse oluşumu ile nötrofil birikimi vardır (11,80). Lokalize Püstüler Psoriasis Özellikle avuç içi, ayak tabanı ve topuk kenarlarında eritemli zeminde yerleşmiş steril püstüller ile karakterizedir. Kadınlarda erkeklere göre 2 kat fazla görülür. Genellikle palmoplantar lezyonların dışında klasik psoriasis vulgaris lezyonları saptanabilir. Sıklıkla bilateral ve simetrik tutulum olmakla birlikte unilateral yerleşimde görülebilir. Sistemik semptomların olmadığı bu grupta iki varyant izlenir (11,80). 1- Palmoplantar püstüler psoriasis 2- Akrodermatitis kontinua (Hallopeau) 24 Atipik formlar Seboreik Psoriasis Lezyonlar özellikle saçlı deri, nazolabial kıvrım, kaşlar, alın, intertriginöz alanlar ve gövde ön yüze lokalizedir. Eğer başka lezyon yoksa seboreik dermatitten ayrımı zor olabilir. Linear ve Zonal Lezyonlar Nadir bir formdur. Ekstremitelerde psoriasis lezyonları lineer yerleşim gösterebilir veya gövdede dermatoma sınırlı lezyon bulunabilir. Erişkinlerde etyoloji bilinmemekle birlikte çocuklarda altındaki nevusun psoriasise yatkın kişilerde psoriyatik süreci tetiklediği düşünülmektedir (80). Genital Lezyonlar Erkeklerde genital tutulum sık değildir. Penisde psoriasis %2–5 oranında görülmektedir. Bazen sadece genital bölge tutulumunda tanı konulamayabilir. En sık glansın proksimal kısmı tutulur. Tipik lezyonları 0,5–2 cm çapında iyi sınırlı eritemli plaklardır. Kalın beyaz renkte skuamlar genellikle yoktur. Genellikle parlak eritemli patchler şeklinde görülürler. Daha nadiren skrotumda da psoriyatik lezyonlara rastlanabilir. Kadın hastalarda daha çok perivulvar alanda skuamın olmadığı iyi sınırlı eritemli lezyonlar görülür (80). Müköz Membran Lezyonları Psoriasisde müköz membran tutulumu çok nadirdir. Eritrodermik formda dudaklarda skuam görülebilir. Generalize püstüler psoriasisde hastaların az bir kısmında oral tutulum olabilir. Genellikle stomatitis areata migrans (coğrafik stomatit) şeklinde lezyonlar görülür. Dilin dorsal yüzeyi dışında, bukkal mukoza, dilin ventral yüzeyi ve gingivada da lezyonlar bulunabilir. Skrotal dil görülebilir (80). Oküler Lezyonlar Blefarit, keratit, konjuktivit görüldüğü bildirilmiştir. Primer mi yoksa gözkapağının tutulumuna sekonder mi geliştiği bilinmemektedir (17,80). LABORATUAR BULGULARI Psoriasise özgü laboratuar bulgusu yoktur. Serum ürik asit seviyeleri hastaların %50’sinde yüksek bulunmuştur ve hastalığın yaygınlığı ve şiddeti ile orantılıdır. Serum ürik asit seviyeleri tedavi sonrası genellikle normale döner. Ciddi psoriasis vulgarisde, generalize püstüler psoriasisde ve eritrodermide negatif nitrojen dengesi oluşabilir, serum albümin seviyesinde düşüklük saptanabilir. 25 C–reaktif protein, α–2 mikroglobülin ve sedimentasyon oranları hastalığın aktivitesi ve vücut tutulum alanı ile orantılı olarak yüksek bulunabilir. Serum IgA seviyesi ve IgA immün kompleks artışı görülebilir. Geçirilmiş streptokoksik infeksiyonlar sonrası guttat psoriasisde ASO yüksekliği saptanabilir (11). TANI Tipik psoriasis lezyonlarında klinik bulgular tanı konulması için yeterlidir. Ancak atipik şekiller ve özel lokalizasyonlar tanıda karışıklık yaratabilir. Mum Lekesi Fenomeni: Psoriasise özgü bir fenomendir. Psoriasise ait olduğu düşünülen lezyon bir bistüri ile kazınacak olursa skuamlar kuru, beyaz lameller halinde dökülürler. Bu dökülme düz bir yüzey üzerine damlayıp kurumuş bir mum damlasının kazınması sırasındaki beyazlaşma ve tabaka tabaka kalkmasına benzetilerek mum lekesi fenomeni adını alır. Parakeratotik hiperkeratozun bir bulgusudur. Son Zar Fenomeni: Psoriasis plağında skuamların kaldırılmasından sonra kazıma işlemine devam edilecek olursa lezyondan yapışık nemli bir tabaka kaldırılabilir. Bu epidermisin dermal papillalar üzerindeki son tabakası olup psoriasis için patognomonik bir bulgudur. Auspitz Fenomeni (Noktavi Kanama Belirtisi) : Psoriasisdeki skuamlı plaklar kazınmaya devam edilirse skuamların altından önce eritemli bir zemin ortaya çıkar daha sonra küçük kırmızı noktacıklar halinde kanama odakları görülür. Bu kanama odakları uzamış dermal papillaların uçlarına uymaktadır. Psoriasis için spesifik bir özelliktir ve diagnositik değere sahiptir. Ancak invers ve püstüler psoriasis formlarında negatiftir. Woronoff Halkası: İyileşen psoriasis plaklarının çevresinde milimetreler ile ölçülebilen eritemsiz hipopigmente bir zon belirir. İlk kez 1926 yılında Woronoff tanımlanan bu belirti Woronoff halkası olarak bilinmektedir (8,11,17,19,81). DİĞER HASTALIKLAR İLE BİRLİKTELİKLERİ Psoriasisli hastalarda Crohn hastalığı sıklığının arttığı gösterilmiştir. Bu durum genellikle ailesel psoriasis olgularında daha sık görülmektedir (17). Psoriasisli hastalarda özellikle nonmelanoma deri kanserleri ve lenfoproliferatif hastalık sıklığında da belirgin bir 26 artış saptanmıştır. Bu risk özellikle ciddi prognozlu ve sistemik tedaviler ve fototerapi gören hastalarda belirgindir (82). Otoimmün büllöz hastalıkların da psoriasisle birlikte görülme sıklığı yüksektir (83). En sık görülen büllöz pemfigoiddir. Küçük vaka serilerine dayanılarak psoriasis tedavilerinin (özellikle fototerapi) büllöz hastalıkları tetiklediği düşünülmektedir. Kronik tekrarlayıcı multifokal osteomyelit; sebebi belli olmayan, ağrı ve tutulan eklemde şişlikle seyreden bir durumdur. Püstüler ve nonpüstüler psoriasis ile birlikte görülen vakalar bildirilmiştir. SAPHO (sinovit, akne, püstülozis, hiperostozis, osteitis) sendromu ile birlikte bildirilmiş vakalar da vardır (17). Psoriasis ile vitiligo arasındaki ilişki tam anlaşılamasa da çok sayıda birliktelik bildiren olgu rapor edilmiştir (17). Psoriasisin lipid metabolizma bozuklukları, insülin sekresyonu ve diabetes mellitus ile olası ilişkisi üzerinde de çeşitli çalışmalar yapılmaktadır. Bu çalışmalardan birinde psoriasisli hastalarda HDL–kolesterol düzeylerinde azalma saptanırken, insülin sekresyonu ve duyarlılığı normal olarak bulunmuştur (84). Henseler ve arkadaşlarının yaptığı bir başka çalışmada ise psoriasisli hastalarda obesite, diabet, hipertansiyon ve kardiovasküler hastalıkların daha sık olduğunu göstermişler, ancak bu durumun diet alışkanlıklarından mı, yoksa psoriasis ile ilişkili mi olduğu tam olarak ortaya konamamıştır (85). Rocha ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada; total kolesterol, trigliserid, LDL, VLDL, lipoprotein a, apolipoprotein A1, apolipoprotein B düzeyleri kontrol grubuna göre yüksek, HDL düzeyi ise düşük bulunmuş ve psoriasisli hastaların kardiovasküler hastalıklar için risk grubunda oldukları ve düzenli aralıklar ile kontrol edilmeleri gerektiği, vitamin A ve E gibi antioksidan vitaminlerden zengin beslenmeleri gerektiği bildirilmiştir (5). Yapılan bir başka çalışmada; serum lipid, lipoprotein ve apolipoprotein düzeyleri değerlendirilmiştir. Serum lipoprotein a ve trigliserid düzeyleri yüksek olarak saptanmış ve bu durumun kardiovasküler hastalıklar açısından psoriasisde risk oluşturabileceği belirtilmiştir (86). PROGNOZ Psoriasisin seyri oldukça değişkendir. Yaş, lokalizasyon ve hastanın tedavi uyumu gibi çeşitli faktörlere bağlıdır. Bazı bireylerde lezyonlar uzun süre stabil kalırken, bazılarında eski lezyonlar gerilemekte ancak yeni lezyon çıkışı olmaktadır (19). Sınırlı süreler ile lezyonsuz 27 dönemler görülebilir, nadiren tam iyileşme olabilir. Psoriasis vulgarisde pek fazla komplikasyon görülmez. En belirgin komplikasyon atipik psoriasis şekillerine dönüştür. İnvers tipteki lezyronlara sekonder bakteriyel ve kandidal infeksiyonlar eklenebilir (81). KLİNİK SKORLAMA Sistemik hastalıklarda tedavi rejimlerinin etkinliğini değerlendirmek için standardize edilmiş yöntemler kullanılmaktadır. Psoriasisde sıklıkla kullanılan skorlama yöntemi Psoriasis Area Severity Indeks (PASI)’dır (Bkz. EK-1). Hastalığın seyrini ve tedavinin etkinliğini değerlendirmede kompleks ve ayrıntılı bir teknik olarak kabul edilmektedir. Mevcut lezyonlardaki eritem, indurasyon ve deskuamasyon dört anatomik alana göre (baş, kollar, gövde ve bacaklar) skorlanır. Maksimum skor 72 olup, ciddi komplet eritrodermik hastalarda görülür (19). 28 TEDAVİ TOPİKAL TEDAVİLER Kortikosteroidler İlk kullanıma sunuldukları 1950’lerin başından bu yana topikal kortikosteroidler psoriasis tedavisinin ana dayanağı olmuştur (8). Vazokonstrüktif, antiinflamatuar, antimitotik ve antiproliferatif etkileri vardır (87). Kortikosteroidler sıklıkla hafif, orta dereceli psoriasisde ve diğer topikal tedavilerin irritasyona sebep olduğu fleksural alanlarda kullanılır. Yıllar içerisinde lipofilik özellikleri arttırılarak antiinflamatuar etkileri daha da belirgin hale gelmiştir. Krem, merhem, losyon, jel ve köpük formları vardır (8). Vazokonstrüksiyon geliştirme güçlerine göre 4 gruba ayrılırlar. Psoriasisde genellikle potent ve süperpotent olanlar tercih edilir. Süperpotent kortikosteroidlerin fazla miktarlarda kullanımının generalize püstüler psoriasisi tetiklediği bildirilmiştir (87). Merhem formu etkinliği en yüksek olan şeklidir. Plastik veya hidrokolloid altında oklüzyon şeklinde uygulanırsa etkinliği daha da belirginleşir. Günde bir kez veya günde iki kez kullanım şekillerinin etkinlikleri benzer bulunmuştur (88). Günaşırı kullanımla uzun süre remisyon sağlanabilir. Yüksek potent kortikosteroidlerle en az %80 hastada kür sağlanmaktadır. En iyi etki 2. hafta sonunda görülmektedir. İdame tedavide betametazon dipropionat sadece hafta sonu kullanımı ile %74 hastada remisyonun devam etmesini sağlamıştır. Plasebo grubunda bu oran %21 olarak saptanmıştır. Sık kullanımlarda taşiflaksi gelişebilir. Bu durumun önlenmesi için intermittan tedavi protokolü uygulanması önerilmektedir (haftada birkaç gün veya hafta sonu) (8). Topikal antralin, tazaroten ve vitamin D3 analogları ile kombinasyonları oldukça etkili olmuş ve kullanılan kortikosteroid miktarının ve buna bağlı yan etkilerin azalmasını sağlamıştır (88). Kortikosteroidlerin PUVA ile kombinasyonu iyileşme süresini kısaltır, ama remisyon süresinde de azalmaya sebep olur. UVB ile kombinasyonlarında etkinlikte değişiklik olmamış, ancak remisyon süresini kısaltmıştır. Genel olarak UV tedavileri ile kombine edilmemelidir, ancak dirençli vakalarda izole lezyonlarda denenebilir. Asitretin ile kombinasyonları ile başarılı sonuçlar bildirilmiştir (89). Kontrendikasyonları; bakteriyel, viral veya mikotik infeksiyonlar, deride atrofi varlığı, kortikosteroidlerin sebep olduğu alerjik kontakt dermatit varlığı, gebelik veya laktasyondur. 29 Kullanım sıklığı, süresi, yeri, oklüzyon şeklinde uygulanması, ilacın gücü ve miktarına bağlı olarak lokal ve sistemik yan etkiler görülebilir. Lokal yan etkiler; epidermal atrofi, dermal atrofi (özellikle fleksural alanlarda strialar), telenjiektaziler, akneiform erüpsiyonlar, perioral dermatittir. Sistemik yan etkileri; iatrojenik Cushing sendromu, glukoz intoleransı, hipertansiyon, psişik bozukluklar, peptik ülser oluşumu, yara iyileşmesinde gecikme, infeksiyon gelişiminin kolaylaşması, büyümenin baskılanması ve osteoporozdur (8,87,89). Antralin Antralin (1,8–dihidroksiantron; signolin, dithranol) Galewsky ve Unna tarafından ilk kez 1916 yılında kullanılmıştır. Halen farklı bazlar ve uygulama şekilleri ile kullanılmaya devam etmektedir. Antralinin en büyük avantajı uzun süreli yan etkilerinin olmamasıdır (11). Keratinositler üzerine antiproliferatif etkiye sahiptir. Son yıllarda inflamatuar infiltrat hücreleri üzerinden de güçlü antiinflamatuar etkilerinin olduğu gösterilmiştir. Nötrofil ve monosit inhibisyonu yapmaktadır. Interlökin–6, IL–8 ve TNF–α gibi proinflamatuar sitokinlerin salınımını azaltır (11,88). Sıklıkla kronik plak tip psoriasisde kullanılmaktadır. Guttat psoriasis tedavisinde de etkili bulunmuştur. Günde bir kez düşük konsantrasyonlarda (%0.05–0,1) kullanılmaya başlanmalıdır. Otooksidasyondan korunmak için salisilik asit (%1–2) mutlaka eklenmelidir. Kişinin toleransına göre konsantrasyon yavaş yavaş yükseltilir. Kısa temas süreli tedavi şeklinde de kullanılabilir. Yüksek konsantrasyonlarda antralin (%1–5) kısa süreli periodlarla (10–20 dk) uygulanır ardından silinir. Lezyon geçene kadar uygulama süresi haftalık olarak arttırılır. Tedavi alanlarında lökoderma benzeri görünüm oluşturabilir (11). İrritasyon sebebi ile yüz, genital bölge ve kıvrım yerlerinde kullanılmamalıdır. İngram metodunda UVB, katran ve antralin birlikte kullanılır. UVB ve katran banyosu ile %0,1’den başlayan düşük konsantrasyonlu antralinin 24 saat uygulamasının kombine edildiği İngram metodu çok başarılı bir rejim olmasına rağmen kullanımının zorluğu sebebi ile günümüzde tercih edilmemektedir. Benzer sebeplerden dolayı PUVA ile kombinasyonu da tercih edilmemektedir. Siklosporin ve kısa temas süreli antralin kombinasyonu ise dirençli vakalarda faydalı olabilir (89). Yan etkiler; uygulandığı alanda lokal irritan reaksiyonuna ve kahverengi renk değişikliğine sebep olabilir. Oksidasyon ürünleri sonucu oluşan renk değişikliği stratum korneumun üst kısmında lokalize olduğundan antralin uygulanmasının kesilmesinden kısa bir süre sonra renk normale döner (11). 30 Mikanol antralinin mikrokristalin formülüdür. Lokal irritasyon ve renk değişikliği gibi yan etkiler daha azdır (17). Vitamin D Analogları Vitamin D3’ ün doğal aktif metaboliti 1α,25–dihidroksivitamin D3 (calcitriol) ve sentetik metabolitleri; kalsipotriol, 1α,24–dihidroksivitamin D3 (takalsitol) ve 1α,25– dihidroksivitamin D3 (maxakalsitol) topikal olarak psoriasisde etkili şekilde kullanılabilirler. Vitamin D reseptörü aracılığı ile epidermal keratinositlerin proliferasyonu ve farklılaşması ile plak lezyonlardaki Th1 sitokin profilini Th2 sitokin profiline çevirmesi etki mekanizmasını oluşturur. Topikal vitamin D3 analogları 1990’lı yılların başından bu yana kullanılmaktadır. Kalsipotriol ve diğer vitamin D3 analoglarının topikal formülasyonu plak tip psoriasiste oldukça yaygın bir şekilde reçete edilmektedir (17). Son zamanlarda en çok kullanılan ajan olan topikal kalsipotriol merhem, %0,1’lik betametazon valerat merhem ile aynı, kısa süreli antralin tedavisinden ise daha etkili bulunmuştur. Kalsipotriol merhem çocuklarda da efektif ve güvenli bir tedavi biçimidir (17). Hastaların %20’sinde özellikle yüzde lokal irritasyon oluşturabilmektedir. Vitamin D ve analoglarının sistemik kalsiyum homeostazı üzerine etkisi vardır. Hiperkalsemi ve hiperkalsüriye sebep olabilir. Kalsipotriol merhem 100mg/ hafta kullanıldığında serum kalsiyum seviyelerinde bir değişiklik saptanmamış ancak 24 saatlik üriner kalsiyum seviyelerini yükselttiği gösterilmiştir. Kalsipotriol merhemin haftalık 300 mg kullanıldığı bir çalışmada ise serum ve üriner kalsiyum seviyelerinde belirgin yükselme saptanmıştır. Sonuç olarak kalsipotriol merhem haftada en fazla 100mg veya 50g/m2 şeklinde kullanılmalıdır. Kalsipotriol merhemin sabah, halobetazol merhem gibi potent bir kortikosteroidin akşam kullanımı ile oluşturulan tedavi kombinasyonu iki haftalık sürede bu iki ilacın ayrı ayrı günde iki kez kullanımından daha etkili bulunmuştur. Bu fikirden yola çıkarak oluşturulan kalsipotriol, betametazon dipropionat kombinasyonlu preparatlar bugün psoriasis tedavisinde kullanılmaktadır (17). Kalsipotriol kolay inaktive olabilen bir ajandır. Salisilik asit, amonyum laktat ve hidrokortizon valerat ile kombine edildiğinde inaktive olduğu tespit edilmiştir. Salisilik asitli keratolitikler ile aynı anda kombine edilmemelidir (87). Takalsitol merhemin günde bir kez kullanımı kronik plak tip psoriasisde etkili bulunmuştur. Ancak etkinliği kalsipotriolden azdır. Yapılan bir çalışmada takalsitol 197 hastada 18 ay boyunca günde bir kez kullanılmış ve etkili bulunmuştur. Ayrıca kalsiyum homeostazı üzerine herhangi bir etkisi olmamış sadece %5,9 hastada lokal irritasyon sebebi 31 ile tedavi kesilmiştir. Maxakalsitol merhem günde bir kez olacak şekilde 8 hafta süre ile kullanılabilir ve kronik plak tip psoriasisde kalsipotriolden daha etkilidir (17). Kalsipotriol merhem, PUVA ve UVB tedavileri ile kombine olarak kullanılabilir. Ancak UVA kalsipotriolün inaktive olmasına sebep olduğu ve kalsipotriol UVB’ nin absorbsiyonunu azalttığı için fototerapi seansları süresince kullanımları önerilmemektedir. Metotreksat, siklosporin, asitretin ile kombine kullanıldığında daha kısa sürede daha az kümülatif dozla iyileşme sağlamıştır (17,87). Katran Katran antipsoriyatik tedavide uzun süredir kullanılmaktadır (y). Antimitotik etkisi olduğu düşünülmektedir ancak ispatlanmamıştır. Antiproliferatif ve antipruritik etkileri de vardır (17,81). En sık olarak kullanılan maden kömürü katranı ile ardıç ağacı katranıdır (11,81). İçinde binlerce madde olduğundan preparatlar arasında standardizasyon imkansızdır. Genellikle %2–10 konsantrasyonlarda krem, pomad, losyon, pat şeklinde kullanılır (81). Goeckerman yöntenimde UVB tedavisinden önce lezyonlara uygulanır. Likid solüsyonlara %2–5’lik kömür katranı karıştırılarak banyo şeklinde kullanılmaktadır. Üç–altı haftalık tedavide %80 hastada iyileşme sağladığı gösterilmiştir (17). Katran UVA ile fotoduyarlanmaya sebep olduğundan kombine kullanılmaz. Şampuanların içinde %5–20’lik konsantrasyonlarda saçlı deri psoriasisinde kullanılmaktadır. Kömür katranı kanserojen özelliği olan polisiklik hidrokarbonlar içermektedir. Katran kullanan hastalarda kanser gelişimi ile ilgili literatürler olsa da bu hastaların bir kısmı farklı kanserojenlere maruz kalmıştır. Epidemiyolojik kanser çalışmalarında bu tür bir ilişkiyi gösterecek veriler mevcut değildir. Ancak yine de gebelerde ve emziren annelerde kullanılmamalıdır (17,90). Kötü kokuludur. Folikülit en sık görülen yan etkisidir. Eritrodermik ve generalize püstüler psoriasisde kullanılmamalıdır (17). Tazaroten Tazaroten sentetik retinoittir. Transglutaminaz ve keratin 16 ekspresyonunu azaltarak epidermal proliferasyonu azaltır (8). Kronik plak tip psoriasisde %0,05 ve %1’lik krem ve gel formu etkili bulunmuştur (17). Esas dezavantajı uygulandığı alanda oluşturduğu lokal irritasyondur. Mometazon furoat veya klobetazol propionat gibi potent steroidlerle kombine kullanılarak bu etkisi azaltılabilir (17). 32 Tazaroten krem ile yapılan 1303 hastalık bir çalışmada ciddi plak tip psoriasisde belirgin düzelme sağladığı gösterilmiştir. Kontrollü çalışmalarda plasebo ve fluosinonidden daha etkili olduğu gösterilmiştir (91). Fototerapi ile kombine edilerek kullanılabilir. Özellikle kalın ve dirençli plak tip psoriasisde tercih edilmelidir (17). Stabil olmayan plak tip psoriasisde, gebeler ve emziren annelerde kullanılmamalıdır (8). FOTOTERAPİ Fototerapi ultraviole radyasyonun (UVR) deri hastalıklarının tedavisi için kullanılmasıdır. UVR deriye ulaştığında bir bölümü yansırken bir bölümü emilir. Deride, elektromanyetik dalgayı emerek ilk fotobiyolojik olayları başlatan moleküllere kromofor adı verilir. Derideki kromoforlar; keratin, ürokanik asit, kollajen, hemoglobin, porfirinler, karoten, melanin, lipoproteinler, peptit bağları, tripsin, triptofan ve histidindir. UVR’ nun derideki kromoforlar tarafından absorbe edilmesiyle, derinin yapısını, fonksiyonunu ve immün sistemi değiştiren bir takım fotokimyasal olaylar tetiklenir (11). UVB’ nin enerjisi yüksek, dalga boyu kısadır. Bu nedenle derinin yüzeyel tabakalarına özellikle keratinosit ve langerhans hücrelerine etkilidir. UVA ise uzun dalga boyu sebebi ile dermal yerleşimli hücrelere (dermal fibroblastlar, dendritik hücreler, T hücreleri, mast hücreleri, granülositler) etkilidir. Fototerapinin hücre döngüsüne olduğu gibi immün sistem üzerine de etkileri vardır. Bu fotoimmünolojik etkiler üç yolla olur (11). 1- Solübl mediatörler 2- Hücre yüzeyleri ile ilişkili moleküllerin ekspresyonu 3- Apopitozis indüksiyonu UVB İlk olarak Goeckerman, ultraviole B ile topikal katran kombinasyonunu kullanmıştır. Dalga boyu 290–320 nm arasındaki ultraviole ışınları geniş band UVB olarak adlandırılır. UVB tedavisi haftada 3 kez olarak önerilmektedir. Karsinojenik potansiyeli vardır. Yapılan bazı çalışmalarda deri kanseri riskinde artış saptanmadıysa da bir çalışmada yüksek düzeyde geniş band ultraviyole ile maruziyet sonrası erkeklerde genital tümörlerin yaklaşık 4 kat arttığı bildirilmiştir. Fototerapi sırasında genital bölgenin mutlaka korunması gerekmektedir. En sık görülen yan etki eritemdir (17,92). 33 Yapılan çalışmalarda psoriasis tedavisindeki en etkili ultraviyole spektrumun dar alanda 311nm civarında olduğu belirtilmiştir. İlk olarak, 1984 yılında Van Weelden ve arkadaşları tarafından 311 nm dalga boyunda ışık yayan Philips TL–01 floresan lambaları geliştirilmiştir. Dar band UVB, geniş band UVB’ ye göre daha etkilidir. Remisyon süresi daha uzun, yanma ihtimali ve karsinojenik etkisi daha azdır. Dar band UVB’ nin etkinliği PUVA ile benzerdir, ancak uygulanması daha kolay ve karsinojenik potansiyeli daha azdır (17). Randomize kontrollü bir çalışmada psoriasisli 100 hasta dar band UVB ve PUVA ile tedavi edilmiş ve psoriasisdeki iyileşme oranları PUVA’ da belirgin olarak yüksek bulunmuştur (sırasıyla %84, %63) (93). Bununla birlikte başka bir çalışmada haftada 3 kez yapılan dar band UVB tedavisinin etkinliği PUVA ile benzer bulunmuştur (94). Dithranol ile kombinasyonu ile de iyi sonuçlar alınmıştır (95). Dar band UVB etretinat ile kombine edilebilir tedavi sayısının ve UV ile temasın azalmasını sağlar fakat dar band UVB monoterapisine göre nüksler daha sıktır. Genellikle UVB tedavisi guttat ve seboreik psoriasislerde kullanılmaktadır. Genellikle psoriyatik eritroderma ve püstüler psoriasisde etkili değildir ve hastalığın alevlenmesine sebep olabilir (17). Fotokemoterapi Ultraviyole A (UVA) 320–400 nm dalga boyuna sahiptir. UVA’nın psoriasisde tek başına etkisi sınırlıyken psoralenler ile kombine edilerek kullanımı ile psoriasisde etkili bir tedavi seçeneği haline gelmiştir. Dermatolojik tedavi protokolleri içinde 1970’li yıllardan beri kullanılmaktadır. Psoralenler doğal olarak bulunan ve birçok bitkiden elde edilen trisiklik furokumarin türevleridir ve fotoduyarlandırıcı etkileri vardır. Sekiz metoksipsoralen, (8– MOP), 4,5,8–trimetil psoralen (TMP), 5–metoksipsoralen gibi çeşitleri vardır (19). Psoralen molekülleri DNA kolları arasına girer ve UVA ile temas ettiğinde çift heliks yapıda çapraz bağlanmalara sebep olur. Bu bağlanma epidermal DNA sentezi ve hücre bölünmesinde supresyona yol açar (11). Psoralen sistemik, topikal veya banyo tedavisi şeklinde kullanılabilir (11,17). Sistemik PUVA; 8–MOP, UVA ile temas öncesi oral yol ile alınır. Genellikle 0,6–0,8 mg/kg dozda kullanılır. UVA ile temastan 2 saat önce alınmalıdır. Sistemik tedavi sonrası hasta, ışığa duyarlı hale geldiğinden dolayı, ilk 24 saat içinde güneş ışığı ile temastan kesinlikle kaçınması, güneşten koruyucu kullanması ve katarakt riskini önlemek amacı ile UVA koruyucu özel güneş gözlüklerini kullanması gerekmektedir. Karaciğer fonksiyon testleri 34 mutlaka takip edilmelidir. Birçok hastada gastrointestinal rahatsızlık hissi ve kaşıntı gibi yan etkiler görülebilir. Son olarak hastalarda nadiren akral büllere sebep olabilir. Mekanizması tam anlaşılmamakla birlikte bu durumun fototoksik reaksiyon olduğu düşünülmektedir (19). Uzun dönemde skuamöz hücreli karsinom riskini arttırabilir. Ayrıca deri yaşlanmasını hızlandırır. Malign melanoma oluşma riskini de arttırır. Avrupa serilerinde Amerikan serilerine göre daha az karsinogenez görülmüştür. Bu durum Avrupa’da yüksek doz kısa süreli, Amerika’da ise düşük doz uzun süreli uygulanan tedavi protokollerine bağlı olabilir. Öncesinde arsenik ve X–ışınları ile temas veya metotreksat, siklosporin veya başka immünsupresif ajanların kullanımı varsa deri kanseri görülme riski artmaktadır (19). İsviçre’ de 4799 PUVA tedavisi alan hasta yaklaşık 15 yıl takip edilmiş ve skuamöz hücreli karsinom insidansında artış saptanmıştır (96). PUVA banyo tedavisinde psoralen topikal olarak uygulanır. Kullanılan psoralen konsantrasyonu 0,5–1 mg/l’dir. Hasta belirli konsantrasyonda psoralen içeren 37o C, 150 litre banyo suyu içinde 20 dakika bekler ve ardından UVA tedavisi uygulanır. Fotoduyarlandırıcı etkisi yaklaşık 20 dakika içinde kaybolur. El ve ayak tabanı gibi lokalize alanlarda uygulanımı kolay bir yöntemdir. Toksik reaksiyon çok nadir olarak görülür (19). Yapılan çalışmalarda sistemik tedavi kadar etkili bulunmuştur. Bununla birlikte yan etkileri sistemik tedaviye göre daha azdır. Ayrıca çocuklarda da güvenle kullanılabilir (97). Yapılan üç çalışmada sistemik ve banyo PUVA haftada 2, 3 ve 4 kez kullanılmış ve tedavi sonuçları değerlendirilmiş. Tedavi etkinliği açısından üç çalışmada da benzer sonuçlar alınmıştır (92). Ciddi palmoplantar psoriasisli hasta grubunda banyo PUVA ve sistemik PUVA’ nın etkinliği değerlendirilmiştir. Dört haftalık tedavi sonunda iki tedavi arasında fark saptanmamış bununla birlikte oral tedavide çeşitli yan etkiler saptanmıştır (98). Bir başka çalışmada krem PUVA, sistemik PUVA ile karşılaştırılmıştır. Krem PUVA haftada 3 kez, sistemik PUVA haftada 4 kez uygulanmış ve krem PUVA’ nın etkinliği sistemik tedaviye göre düşük bulunmuştur. UVB, psoralen ile kombine edilerek sistemik PUVA ile etkinliği iki çalışmada değerlendirilmiş. Tedavi sonuçları 6–12. haftalarda PUVA’ da %84–86, psoralen UVB’de ise %63–76 olarak saptanmış ve oral psoralen ve UVA’ nın daha etkili olduğu sonucuna varılmıştır (92). Fotosensitivitenin arttığı genetik defektlerde veya deri kanser riskinin arttığı kseroderma pigmentosum, Bloom sendromu ve Cockayne sendromlarında, sistemik lupus eritematozusda, gebelerde, emziren annelerde, fotosensitif dermatitte kullanımı kontrendikedir (92). 35 SİSTEMİK TEDAVİLER Metotreksat Aminopterinin psoriasis üzerine faydalı etkisi ilk kez 1951 yılında gösterilmiştir. Kısa süre sonra aminopterinin yerini Metotreksat (MTX) almıştır. MTX oral, subkutan, intramusküler ve intravenöz kullanılabilir (17). İlacın büyük bir kısmı böbrekler yolu ile atılır, fakat enterohepatik sirkülasyonda yoğun olarak bulunur. İlaç %50–70 plazma albüminine bağlanır. Metotreksat dihidrofolat redüktazı inhibe ederek DNA sentezini inhibe eder. Folik asit antogonistidir (8,17,19). Epidermisde antimitotik aktiviteye sahiptir. Psoriasisde ayrıca polimorfonükleer lökosit kemotaksisini ve epidermal hücrelerin proliferasyonunu inhibe eder (17,19). Oral tedavi rejiminde haftada bir kez kullanılır. Erken toksisiteden kaçınmak için test dozu verilmesi (5–10 mg) önerilir. Devam eden haftalarda doz 2,5–5 mg/hafta arttırılır. Genellikle 7,5–30 mg/hafta arasında kullanılmaktadır. Haftalık tek doz şeklinde veya 12 saat ara ile üçe bölünerek verilebilir. Klinik cevap 7–14 günde ortaya çıkmaya başlar, maksimum cevap ise 4–8 hafta arasında alınır. Tedaviye başlamadan önce renal, hepatik ve kemik iliği fonksiyonlarının normal olduğu doğrulanmalıdır. Anemi, trombositopeni ve lökopeni varlığında kullanımı kontrendikedir. İnfeksiyon varlığında, peptik ülser, ülseratif kolit, alkolizm, immün yetersizlik, gebelik, laktasyon dönemlerinde kullanılmamalıdır (17). Erkeklerde oligospremiye sebep olarak fertiliteyi etkileyebilir. İlaç kullanılırken ve kullanımının kesilmesinden sonra 3 ay kontrasepsiyon önerilmektedir (99). Metotreksat; psoriyatik artrit, psoriyatik eritrodermi ve püstüler psoriasis gibi ciddi psoriasis tiplerinin uzun dönem tedavisinde, topikal tedavilere ve diğer tedavilere cevap vermeyen durumlarda endikedir. Stomatit, oral ülserler, bulantı, kemik iliği supresyonu gibi yan etkiler doza bağımlıdır, folat eksikliği ile ilişkili olabilir. Folat desteği ile doz bağımlı yan etkiler geriler (17,99). Pulmoner hastalık, letarji, bitkinlik, renal yetersizlik gibi yan etkilere de sebep olabilir ve ilacın kesilmesi gerekebilir. Kümülatif MTX dozu 1,5 gr’ı aşarsa karaciğer biopsisi yapmak gerekir (19). Retinoidler A vitamininin’ nın epidermal farklılaşma üzerine etkisi uzun süredir bilinmektedir. Kutanöz hiperkeratoz ve muköz membranlarda skuamöz metaplazinin kaybına sebep olur. Retinoidler ise A vitamini ve onun türevlerini içeren bir grup bileşiktir. Monoaromatik 36 retinoidler; etretinat ve onun serbest metaboliti olan asitretindir. Etretinat ve asitretin psoriasis tedavisinde oldukça etkilidir (17) Retinoidlerin psoriyatik deride epidermal proliferasyon inhibisyonu, keratin 16 ve transglutaminaz inhibisyonu, polimorfonüklear lökositlerin aktivasyon ve migrasyonunun inhibisyonu gibi çeşitli hücresel etkileri vardır (8). Gastrointestinal yol ile emilir ve yemeklerle birlikte alındığında emilimleri artar. Asitretinin yarılanma ömrü 2 gün iken, etretinatın yarılanma ömrü 120 gündür. Etretinat subkutisde tedavi kesildikten 18 ay sonra tespit edilmiştir. Asitretin ile tedavi gören doğurganlık dönemindeki kadınların teratojenite sebebi ile en az iki yıl süre ile kontrasepsiyon uygulamaları gerekmektedir. Ciddi karaciğer ve böbrek disfonksiyonunda, gebelik ve laktasyon dönemlerinde, hiperlipidemide (özellikle hipertrigliseridemi), kontrol edilemeyen diabetes mellitus hastalarında, alkol alışkanlığı olan kişilerde, hasta ile iletişim eksikliği varsa ve metotreksat gibi hepatotoksik ilaçlarlar birlikte kullanımı kontendikedir. Keilit, gözlerde, nazal ve oral mukozada kuruluk, epistaksis, kserozis, kırılgan tırnaklar, saç kaybı, deride yanma ve hassasiyet, pseudotümör serebri yan etkilerini oluşturur. Serum trigliserid seviyelerini arttırabilir, karaciğer fonksiyon testlerinde anormalliklere sebep olabilir. Siroza kadar ilerleyen hepatotoksik reaksiyonlar bildirilmiştir. Sistemik retinoid kullanımı ile birlikte fetal anomaliler görülebilir. Diffüz idiopatik hiperostosis (DISH) sistemik retinoidlerin bir başka yan etkisidir. Degeneratif spondilozis, vertebral eklemlerde artirit ve sindesmozis gibi bulguları vardır. DISH oluşumu ile tedavi süresi arasında bir ilişki saptanmamıştır (8). Kronik plak tip psoriasisli hastalarda başlangıç dozu 0,5 mg/kg/gün’ dür. Yan etkilere ve tedaviye yanıta göre doz arttırılabilir. Eritrodermik psoriasisde başlangıç dozu 0,25 mg/kg/gün, püstüler psoriasisde ise 1 mg/kg/gündür. Kronik plak tip psoriasisdeki etkinliği yaklaşık %70’dir. Fotokemoterapi ve/veya vitamin D3 analogları ile kombine tedavilerde etkinliği artar. Maksimum tedavi etkinliği 2–3 ay içersinde görülür. Asitretin monoterapisi özellikle eritrodermik ve püstüler psoriasisde etkilidir (8). Siklosporin Siklosporin Tolypocladium inflatum mantarından izole edilen siklik undekapeptiddir. Geniş kontrollü çalışmalarda ciddi psoriasisde etkili bir tedavi biçimi olduğu sonucuna varılmıştır (8,17). Nefrotoksik etkilerinden dolayı aylar ile sınırlı dönemlerde kullanılmalıdır. 37 Siklosporin, siklofiline bağlanmakta ve kalsinörin inhibisyonuna sebep olmaktadır. Kalsinörin inhibisyonu T lenfosit aktivasyonun inhibisyonuna ve IL–2 salınımının azalmasına sebep olmakta ve sonuç olarak epidermisde aktive T hücrelerinin sayısı azalmaktadır. Yarılanma ömrü 8–24 saattir ve en yüksek plazma konsantrasyonuna 2–4 saatte ulaşır. Karaciğerde metabolize edilir ve büyük bir kısmı safra yolu ile atılır. En belirgin yan etki nefrotoksisitedir. Siklosporin tedavisinde kreatin klirensi mutlaka takip edilmelidir. Psoriasisdeki dozu 2–5 mg/kg/gün’ dür. Doz, etkinlik ve toleransa göre ayarlanabilir. Serum kreatinin artışı %30’dan fazla olursa doz 0,5–1 mg/kg/gün’e düşülür. Takiplerde klirensdeki artış %10’un üzerinde devam ederse ilaç kesilmelidir. Siklosporin ile tedavi edilen psoriyatik hastalarda skuamöz hücreli karsinom sıklığı artmıştır. Her ne kadar potent immünsupresif etkisi olsa da siklosporin ile tedavi edilen hastalarda ciddi infeksiyon bildirilmemiştir. Gastrointestinal rahatsızlıklar, hipertrikozis, parestezi, gingival hiperplazi, başağrısı, vertigo, kas krampları ve tremor, hiperkalemi, hipomagnezemi, hiperürisemi ve trigliserid kolesterol yüksekliği gibi yan etkileri vardır. Tüm psoriasis tiplerinde etkilidir. Genellikle PASI 75’e 4 haftada ulaşılmaktadır. Uzun süreli tedavide taşiflaksi riski yoktur. Böbrek yetmezliğinde, kontrol edilemeyen hipertansiyonda, malignensi varlığı veya hikayesinde, beraberinde immünsupresif tedavi kullanılıyorsa, aktif infeksiyon varlığında, gebelik ve laktasyon dönemlerinde, immün yetersizliklerde, alkol kullanımı varsa ve malabsorbsiyon varsa kullanımı kontrendikedir (8). 6- Thioguanin Thioguanin yaklaşık 20 yıldır ciddi psoriasisde kullanılan pürin analoğudur. Diğer tedavilerin kullanılamadığı veya etkisiz olduğu durumlarda tedavi seçeneği olabilir. Tedavi genellikle 15 ay sürer ve haftada iki kez 20–120 mg arasında dozlarda kullanılır. Kemik iliği toksisitesine sebep olabilir. Tedavi sırasında karaciğer enzimlerinde yükselme ve karaciğerde veno–oklüziv hastalığa sebep olabilir. Derideki T hücre sayısını azaltarak etki gösterir (8). Fumarik asit esterleri Yaklaşık 20 yılı aşkın süredir özellikle orta–ciddi psoriasis tedavisinde yeri vardır. Fumarik asit sitrik asit siklusunun doğal metabolitidir. Asit formunun antipsoriatik etkinliği yoktur, etkinlik kazanabilmesi için esterleşmesi gerekir. Fumoratların uygun preparasyonu 38 dimetilfumorat ve monoetil fumorik asitin kalsiyum, magnezyum ve çinko tuzlarının karışımı ile oluşturulur ve Almanyada ciddi psoriasis vakalarında kullanılmaktadır (19). Klinik çalışmalar da fumarik asitin etkinliğini doğrulamaktadır. Tedavi genellikle 30 mg/gün başlanır, haftalar içinde maksimum doz günde üç kez 240 mg’ a kadar çıkılabilir. Eğer tedavi tolere edilebilirse yaklaşık %70 hastada psoriasis şiddetinde azalma sağlanmaktadır. Hastaların 2/3’ ünde dispepsi ve diare gibi gastrointestinal yan etkiler, 1/3 hastada ise flushing oluşumuna sebep olmaktadır. Çoğu hastada bu yan etkiler zaman içinde azalmaktadır. Lenfosit sayısı tedavi edilen hastaların tama yakınında azalmaktadır. Renal ve hepatik fonksiyonlar takip edilmelidir. Fumaratlar, IL–10 gibi Th2 sitokin sekresyonunu arttırarak etki gösterirler (17). Mikofenolat mofetil Uzun yıllardan beri organ transplant reddinin önlenmesinde kullanılmaktadır. Oral olarak alındıktan sonra hidrolize olur ve aktif metaboliti olan mikofenolik asite döner. Mikofenolik asit; inozin 5–monofosfat dehidrogenaz inhibisyonu yaparak de novo pürin sentezini inhibe eder ve T ve B hücre proliferasyonunu bloke eder. Doz 1–2 mg/gün ile başlanır, maksimum 4 mg/gün’ e kadar çıkılabilir. Orta şiddetli psoriasisde tek başına, ciddi psoriasisde siklosporin ile kombine kullanılabilir. Gastrointestinal semptomlar ve kemik iliği supresyonu, tinnitus, uykusuzluk ve başağrısı gibi psiko–nörolojik semptomlar yan etkilerini oluşturur (8). Hidroksiüre Hidroksiüre DNA sentezini inhibe eder ve öncelikle hematolojik malignensilerde kullanılır. Teratojenik ve mutajeniktir. Myelosupresyon ve karaciğer toksisitesi major yan etkileridir. Kutanöz vaskülite sebep olduğu bildirilmiştir. Hastaların çoğunda megaloblastik anemiye sebep olur. Psoriasis hastalarında 1–1,5 gr/ gün dozda etkili olmuştur. Siklosporin, metotreksat ve asitretin ile kombine edilebilir (8). Takrolimus (Fk– 506) ve Pimekrolimus (Askomisin) Takrolimus ve pimekrolimus gibi makrolaktamlar intrasellüler T lenfosit sinyalizasyonu üzerine etki gösterirler. Takrolimus ciddi psoriasisde kullanım çalışmaları yapılan immünosupresif bir ajandır. Oral takrolimus dozu 0,005–0,15 mg/kg/gündür ve kısa dönem (10 hafta) tedavide psoriasisde etkili olduğu gösterilmiştir. Parestezi, başağrısı, serum 39 kreatininde ve kan basıncında hafif yükselme yan etkileridir. Takrolimus psoriasisde çok nadir kullanılmaktadır, ancak iyi bir tedavi seçeneğidir (17). Oral pimekrolimusun (askomisin, SDZ ASM 981) psoriasis tedavisinde kullanımı ile ilgili klinik çalışmalar yapılmaktadır. Günde iki kez 1 ay süre ile 20 mg pimekrolimus kullanılmış ve hastaların %90’ında tama yakın iyileşme sağladığı gösterilmiştir. Yan etkileri minimaldir, kan basıncı veya serum kreatinin üzerine etkisi yoktur (17). Sülfasalazin Sülfasalazin antiinflamatuar etkili sıklıkla inflamatuar barsak hastalıklarında kullanılan bir ajandır. Yapılan bir çalışmada psoriasisli hastalarda 8 hafta süre ile 3–4 mg/gün sülfasalazin kullanılmış ve hastaların 1/3’ ünde belirgin düzelme saptanmıştır. Hastaların yaklaşık %25’ inde başağrısı, bulantı ve kusma gibi yan etkiler görülebilir. Oligospermi, pruritus ve hemolitik anemi oluşabilir (17). BİYOLOJİK TEDAVİLER Alefacept Lenfosit fonksiyon ilişkili antijen (LFA–3), dendritik hücreler gibi antijen sunan hücrelerin yüzeyinde bulunur ve antijen sunumu süresince T hücre yüzeyindeki CD2 ile ilişkilidir. Alefacept rekombinant füzyon proteinidir. LFA–3’ e bağlanarak T hücresi ile antijen sunan hücre arasındaki etkileşimi inhibe eder. Bu durum kostimülatuar sinyallerin oluşmasına engel olur ve T hücre aktivasyonu inhibe edilmiş olur. Alefacept 2003 yılından bu yana orta ve şiddetli psoriasisde kullanılmaktadır. İntramusküler enjeksiyon şeklinde 12 hafta boyunca 15 mg/ hafta şeklinde uygulanır. Klinik iyileşme 8–10. haftalarda görülür. Diğer biyolojik tedavilere göre daha yavaş cevap verir. Bununla birlikte en uzun remisyon (yaklaşık 7 ay) sağlayan ajandır. Randomize plasebo kontrollü bir çalışmada metotreksat ile kombine kullanılmış ve psoriyatik artiritte etkili bulunmuştur (100). Bir diğer yapılan çalışmada alefacept tedavisi sonunda hastaların %21’ inde PASI 75’ e, %70’inde PASI 50’ ye ulaşılmıştır (101). Uzun süre kullanımında iyi tolere edilebilir. Başağrısı, injeksiyon yerinde reaksiyon ve hafif infeksiyon gibi yan etkileri vardır. T lenfosit sayısında belirgin azalmaya sebep olabilir. Tedavi süresi boyunca CD4+ T lenfosit takibi yapılmalıdır (100). 40 Efaluzimab LFA–1, β2 integrin ailesindendir, CD11a/CD18 alt birimlerinden oluşur ve T hücrelerinden salınır. Keratinosit, endotelyal hücre ve dendritik hücre yüzeyindeki intrasellüler adezyon molekül–1 (ICAM–1)’ e bağlanır. Efaluzimab; LAF–1’ in CD11a alt birimine bağlanarak T hücrelerinin diğer hücreler ile etkileşimini inhibe eder. İnsan monoklonal antikorudur. Subkutanöz olarak uygulanır. Başlangıç dozu 0,7 mg/kg olup takip eden haftalarda 1 mg/kg dozda kullanılır. Tedaviye cevap genellikle ilk 3 ay içerisinde görülür (100). Yapılan bir çalışmada efaluzimab ile tedavi edilen hastalarda ilk 3 ayda PASI 75’ e ulaşan hasta yüzdesi %41, 15 ayda ise %50 olarak saptanmıştır (102). Geçici grip benzeri semptomlar en sık görülen yan etkisi olmakla birlikte trombositopeni, psoriyatik artiritte alevlenme, deri lezyonlarında kötüleşme ve geçici papüler erüpsiyon gibi yan etkiler de bildirilmiştir. Geçici papüler erüpsiyon topikal steroidlere cevap verir. Efaluzimab 36 aylık takiplerde malignensi ve ciddi infeksiyon riskini arttırmamıştır. Psoriasisin tersine psoriyatik artiritte etkili değildir (100). Etanercept Etanercept TNFα’ ya bağlanan füzyon proteinidir, sitokinin hücre yüzey reseptörleri ile etkileşimini inhibe eder ve böylece TNF bağımlı inflamasyonu baskılamış olur. Etanercept psoriyatik lezyonlardaki sitokin ve kemokinlerin seviyesini azaltarak epidermisde T hücre ve dendritik hücre sayısını azaltır. Orta– şiddetli psoriasis ve psoriyatik artiritte subkutan ilk 12 hafta 25mg haftada iki kez devam eden tedavide ise haftada bir kez 25 mg şeklinde önerilmektedir (100). Psoriyatik artiritte metotreksat ile kombine edilebilir. Yapılan faz III bir çalışmada haftada 2 kez 50 mg etanercept verilen hastaların yaklaşık %50’ sinde 3 ay sonunda PASI–75’ e ulaşılmıştır. Deri lezyonlarının iyileşmesine ek olarak yorgunluk ve depresyonda da düzelme saptanmıştır (103). Bir başka çok merkezli çalışmada 672 psoriyazisli hastaya plasebo veya düşük doz (25 mg/hafta), orta doz (25 mg haftada 2 kez), yüksek doz (50 mg haftada 2 kez) etanercept subkutan uygulanmış. PASI–75 12 hafta sonunda düşük doz grubunda %14, orta doz grubunda %34 ve yüksek doz grubunda %49, plasebo grubunda ise %4 olarak bulunmuş. Tedavinin devamı ile klinik düzelme de devam etmiş ve 24. hafta sonunda düşük doz grubunda %25, orta doz grubunda %44 ve yüksek doz grubunda %59 oranında PASI–75’e 41 ulaşılmış ve her üç gruptaki PASI düzelme değerleri plaseboya göre anlamlı olarak değerlendirilmiştir (104). Psoriasisli hastalarda iyi tolere edilir. Enjeksiyon yerinde hassasiyet, başağrısı, üst solunum yolu infeksiyonu, grip benzeri semptomlar gibi yan etkilere sebep olabilir. Az sayıda olguda tüberküloz, demyelinizan hastalık, pansitopeni, konjestif kalp yetersizliği oluşumu bildirilmiştir. Lenfoma oluşum riskini arttırabilir (100). İnfliksimab İnfliksimab şimerik monoklonal antikordur. TNFα’ ya bağlanır ve aktivitesini nötralize eder. Sitokinin hücre yüzeyine bağlanmasını engeller ve böylece inflamasyonun azalmasını sağlar. Keratin 16 salınımını, keratinosit apopitozunu arttırır, endotelyal hücre adezyon moleküllerinin salınımını azaltır. Ayrıca tedavi boyunca psoriyatik deriden salgılanan vasküler endotelyal büyüme faktörü miktarını azaltır ve vaskülariteyi düşürür. Antiinflamatuar, apopitotik ve antianjiojenik etkilerinin farklı hücreler üzerinde etkili olması infliksimabın tedaviye hızlı cevabını açıklar (100). İnfliksimab 2006 yılından bu yana psoriasisde kullanılmaktadır. Psoriyatik artiritte; metotreksat, düşük doz kortikosteroid, azatiopürin veya 6–merkaptopürin ile kombine edilebilir, ancak psoriasisde monoterapi önerilmektedir. İnfliksimab psoriasis hastalarında 3–5 mg/kg yavaş infüzyon şeklinde 0, 2, 6. haftalarda ardından düzenli 8 haftalık intervaller şeklinde önerilmektedir (100). Faz III çalışmalarda indüksiyon tedavisinden (5 mg/kg 0,2,6. haftalarda) 10 hafta sonra plasebo ile karşılaştırıldığında (%3–6) hastaların %80–88’inde PASI 75’ e ulaşıldığı bildirilmiştir (105). Avrupa ve Kuzey Amerika’ da yapılan faz III çalışmalarda 1 yıllık devam eden tedavide hastaların %61’inde PASI 75, %45’ inde PASI 90’a ulaşılmıştır (106) . Zaman içinde etkinlikte oluşan azalma infliksimaba karşı oluşan antikorlara bağlanmıştır (100,106). İnfüzyon reaksiyonu, bulantı, artralji ve halsizlik hissi yan etkilerini oluşturur. Tedavi boyunca antinükleer antikor pozitifleşebilir ve sistemik lupus eritematozus benzeri semptomlar ortaya çıkabilir ancak bu bulgular tedavinin kesilmesi ile geriler. Poulalhon ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada 28 ciddi psoriasisli hastaya infliksimab kullanılmış, klinik şiddet ve otoimmünitedeki değişiklikler değerlendirilmiştir. Hastaların %68’inde 5. enjeksiyondan sonra PASI 75’e ulaşılmış, hastaların %75’ inde ANA, %68’inde ise anti dsDNA pozitifleşmiştir (107). 42 Tedaviye başlamadan önce tüberkülin deri testi mutlaka yapılmalı ve akciğer grafisi değerlendirilmelidir. Klinik çalışmalarda ciddi infeksiyon ve malignite riskini arttırdığı bildirilmiştir (100). Adalimumab Adalimumab; insan monoklonal antikorudur. Tedavi boyunca epidermal farklılaşmanın normale döndüğü, T hücreleri ile birlikte TNF–α pozitif dermal dendritik hücrelerin ve makrofajların psoriyatik deride azaldığı tespit edilmiştir. Adalimumab 2005 yılından bu yana psoriyatik artiritte kullanılmaktadır. Psoriasisde kullanımı ile ilgili faz III çalışmalar devam etmektedir. Psoriyatik artiritte metotreksat ve düşük doz kortikosteroidler ile kombine edilebilir. Psoriasisde; 2 haftada bir 40 mg subkutan enjeksiyon şeklinde kullanımı önerilmektedir. En sık görülen yan etkileri enjeksiyon yerinde ağrı, sinüs konjesyonu, üst solumun yolu infeksiyonu ve artraljidir. Latent tüberküloz reaktivasyonuna sebep olabileceği için tedavi öncesi tüberkülin deri testi ve akciğer grafisi mutlaka değerlendirilmelidir. Tamamen insan monoklonal antikoru olduğundan ilaca karşı antikor oluşumu infliksimab ile karşılaştırıldığında daha azdır. Lenfoma oluşma riskini normal popülasyona göre arttırır (100). Sitokinler (IL–12/IL–23) IL–12 ve IL–23 antijen sunumu süresince dendritik hücrelerden salınırlar ve Th1 farklılaşmasında önemli rol oynarlar. Anti–IL–12/IL–23 antikorlar Anti–IL–12/IL–23 antikorlar kronik plak tip psoriasisli hastalarda faz I ve faz II çalışmalarda kullanılmaktadır. Son zamanlarda yapılan faz II çalışmada; anti–IL–12/IL–23 antikorlar subkutanöz olarak 4 haftalık 90 mg’ lık dozda uygulanmış ve hastaların %81’ inde 12. haftada PASI 75’e ulaşılmıştır. Bu cevaplar 24. haftaya kadar devam etmiş ancak daha sonra azalmıştır. Ciddi infeksiyonlar gibi yan etkileri daha nadirdir. Bununla birlikte mikobakteri ve salmonella infeksiyonları açısından potansiyel risk vardır (100). 43 AYIRICI TANI (8,11,17,19,80,81) Psoriasis hastalığın kliniğine ve lezyonların yerleşim yerine göre başta liken planus, numuler dermatit, pitriazis rubra pilaris, guttat parapsoriasis seboreik dermatit gibi birçok hastalık ile karışabilir. Tablo 1’de psoriasisin klinik tiplerine göre ayırıcı tanıya giren hastalıklar ayrıntılı olarak verilmiştir. Bazı lezyonların ayrımında kesin tanı için histopatolojik inceleme gerekebilir. 44 Tablo 1. Psoriasisin klinik tiplerine göre ayırıcı tanıya giren hastalıklar PSÖRİYAZİS TİPİ KRONİK PLAK TİP ERÜPTİF, GUTTAT, PUNKTAT PALMOPLANTAR INVERS / FLEKSURAL SAÇLI DERİ MUKOZA TUTULUMU YÜZE LOKALİZE GENİTAL BÖLGEYE LOKALİZE ERİTRODERMİK LOKALİZE PALMOPLANTAR PÜSTÜLLER AKRODERMATİTİS KONTİNUA, GENERALİZE PÜSTÜLER KLİNİK AYIRICI TANIYA GİREN ANTİTELER Liken simpleks kronikus Pitriazis rubra pilaris Hipertrofik liken planus Nummuler ekzama Pitriazis rozasea Guttat parapsoriasis Numuler dermatit Seboreik dermatit Pitriazis likenoides kronika Dijitat dermatoz Sifiliz II.Devir papülleri Dissemine diskoid lupus eritematozus (DLE) Pemfigus foliaseus Subakut kutan lupus eritematozus Mikozis fungoides Sifiliz II.Devir papülleri Edinsel keratodermalar Reiter hastalığı Kümülatif irritasyon dermatiti Pitriazis rubra pilaris Liken simpleks kronikus Seboreik dermatit Moniliazis Bakteriyel intertrigo Seboreik dermatit Tinea kapitis süperfisiyalis Pitriazis rubra pilaris Pemfigus foliaseus DLE Moniliazis Reiter hastalığı Lökoeritroplaki Plak müköz Seboreik dermatit DLE Pemfigus foliaseus Pemfigus eritermatozus Reiter hastalığı Liken planus Seboreik dermatit Napkin dermatiti İntertrigo Tinea inguinalis İlaca bağlı eritrodermiler Pitriazis rozea Mikozis fungoides / Sezary Pitriazis rubra pilaris Norveç uyuzu Püstüler bakterid İd reaksiyonu Dizhidrotik dermatit Tinea pedis Kontakt dermatit El ayak ağız sağlığı Bakteriyel, viral, monilial Sifilitik paronişi Reiter hastalığı Akut generalize ekzantematöz püstüloz (AGEP) Püstüler ilaç erupsiyonu Subkorneal püstüler dermatit Pemfigus foliaseus 45 BİREYLER VE YÖNTEM Aralık 2005 – Mayıs 2008 tarihleri arasında Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Polikliniğine başvuran 48 psoriasis tanısı alan / almış hasta çalışmaya alındı. Kontrol grubu olarak 50 sağlıklı birey rastgele olarak seçildi ve çalışmaya alındı. Çalışma kapsamındaki hasta ve kontrol grubuna yapılan işlemler hakkında bilgi verildi ve sözlü olarak onayları alındı. Her iki grup cinsiyet, yaş ve vücut kitle indeksi açısından benzer özellikteki bireylerden oluşturuldu. Psoriasis vulgaris, klinik ve histopatolojik olarak bütün hastalarda doğrulandı. Eritrodermik ve generalize püstüler psoriasisli hastalar çalışmaya alınmadı. Yeni tanı almış veya son 6 aydır sistemik, son 3 aydır topikal tedavi kullanmayan hastalar çalışmaya dahil edildi. Çalışmaya alınan hasta ve kontrol grubu hiperlipidemi yapabilecek nedenler; hipotiroidizm, nefrotik sendrom, kronik böbrek yetmezliği, obstrüktif karaciğer hastalığı, konnektif doku hastalığı, β blokerler, tiyazid grubu diüretikler, oral kortikosteroidler, retinoidler, siklosporin ve lipid düşürücü ajan kullanımı açısından sorgulandı ve risk faktörü olanlar çalışmaya alınmadı. Ailesinde veya kendisinde hipertansiyon, aterosklerotik kalp hastalığı, tip 1 ve tip 2 diabet hikayesi olan bireyler çalışmaya dahil edilmedi. Psoriasisin ciddiyeti, psoriasis alan şiddet indeksi (PASI) standart formülü kullanılarak hesaplandı (Bkz. EK-1). PASI skoru ≤10 olan vakalar hafif, >10 olan vakalar orta ve şiddetli psorasis olarak değerlendirildi (108,109). Vücut kitle indeksi (BMI); (kilo) kg/(boy) cm2 formülü kullanılarak hesaplandı (110). Hastalardan ve kontrol grubundan 12 saat açlıktan sonra sabah venöz kan alındı. Serum total kolesterol, trigliserid, high density lipopotein (HDL), very low density lipoprotein (VLDL) ve low density lipoprotein (LDL) uygun ticari kitler kullanılarak Abbott C16000 enzimatik yöntem ile, apolipoprotein A1 ve B düzeyleri Beckman Coulter immage nefelometrik sistem kullanılarak değerlendirildi. LDL hesaplaması için Friedewald formülü (LDL kolesterol = total kolesterol– HDL–c– trigliserid/5), VLDL hesaplanması için ise trigliserid/5 formülü kullanıldı (111). Oral glukoz tolerans testi (OGTT) hasta ve kontrol grubuna uygulandı. Oral glukoz tolerans testi (OGTT) uygulanırken; hasta ve kontrol grubundan 12 saat açlıktan sonra (sıfır) 0. dakika glukoz ve insülin değerleri için venöz kan alındı. Ardından 75 gr. glukoz su içinde eritilerek 3 dakika içinde hasta ve kontrol grubuna içirildi ve 30., 60., 90., 120. dakika glukoz ve insülin değerleri için tekrar venöz kan alındı 46 (112). İnsülin düzeyleri uygun ticari kitler kullanılarak Roche Hitachi E170 “ECLIA” (electrochemiluminescence immunoassay) yöntemi ile değerlendirildi. Tüm veriler SPSS 15.0 programına yüklendi. Her iki gruptaki değerler independent student––t test kullanılarak istatistiksel olarak karşılaştırıldı. İnsülin direnci homeostasis model assesment of insülin resistance (HOMA) (0.dk glukoz mg/dlx 0.dk insülinU/ml)/405 formülü kullanılarak hesaplandı. HOMA-IR > 3,2 olan vakalara insülin direnci tanısı kondu (113). 47 BULGULAR Çalışmaya alınan klinik ve histopatolojik olarak tanısı doğrulanmış 48 psoriasis hastasının 14’ü kadın (%29) (ortalama yaş 33,85±14,71), 34’ ü (70,8) erkek (ortalama yaş 35,38± 15,91) idi. Hastaların yaşları 16–83 arasında değişmekte olup, ortalama yaş 34,93 ± 15,43 idi. Kontrol grubu ise 13’ ü kadın (%26) (ortalama yaş 34,61± 14,98), 37’ si erkek (ortalama yaş 34,97± ,23) olmak üzere toplam 50 kişi idi (Şekil 1–2). 18 16 14 12 Sayıları 10 8 6 4 2 0 1-10 11-20 21-30 31-40 41-50 51-60 61-70 71-80 81-90 Kontrol Grubu Yaş Dağı lı mları 0 5 18 13 5 6 1 1 1 Hasta Yaş Dağı lı mları 0 9 10 14 7 4 3 0 1 Yaş Dağılımları Şekil 1: Hasta ve kontrol grubunun yaş dağılımları 40 30 Sayıları 20 10 0 K E Hasta Cinsiyet Dağılımı 14 34 Kontrol Grubu Cinsiyet Dağılımı 13 37 Cinsiyet Dağılım ı Şekil 2: Hasta ve kontrol grubunun cinsiyet dağılımı Hastaların vücut kitle indeksleri (BMI) ortalama 24,71±5,31, kontrol grubunun ise 23,79± 4,37 idi (Tablo2). Hasta ve kontrol grubu arasında yaş, cinsiyet ve BMI değerleri açısından istatistiksel olarak fark saptanmadı (p> 0,05). 48 Bütün hastalar plak tip psoriasis vulgaris olarak değerlendirildi. Hastaların 18’i (%37,5) hafif, 30’u (%62,5) orta ve şiddetli psoriasis vulgaris hastası idi. Çalışmaya alınan psoriasisli hastalardan PASI skoru ≤10 olanların BMI’i 22,5±4,71, PASI skoru >10 olan vakaların BMI’i 26±5,31 idi (p = 0,029). Hastalığın şiddeti ile BMI arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı (p<0,05) (Tablo3). Çalışmaya alınan hastaların 25’ i yeni tanı almış, 23 hastanın hastalık süreleri ise 1–10 yıl arasında değişmekteydi. Yeni tanı almış hastalar ile daha önceden tanı konmuş hastalar BMI değeri açısından karşılaştırıldı. Yeni tanı almış hastaların BMI’i 24,50±5,36, daha önceden tanı konmuş hastaların BMI değeri 24,95±5,37 idi (p=0,77) (Tablo- 4). İki grup arasında BMI değeri açısından istatistiksel fark saptanmadı (p>0,05). Tablo 2: Psoriasisli hasta ve kontrol grubunda BMI değerleri BMI Grup n Ortalama p Vaka 48 24,71 ± 5,31 0,35 Kontrol 48 23,79 ± 4,37 0,35 Tablo 3: Psoriasisli hastalarda PASI skoruna göre BMI değerleri PASI n Ortalama Hafif 18 22,58 ± 4,71 Orta -Şiddetli 30 BMI p 0,029 26 ± 5,31 Tablo 4: Psoriasisli hastalarda hastalık süresine göre BMI değerleri Hastalık Süresi n Ortalama Yeni Tanı Almış 25 25,50 ± 5,36 Önce Tanı Almış 23 24,95 ± 5,37 BMI p 0,77 Psoriasisli hastaların total kolesterol değeri 175,37±38,55 mg/dl, kontrol grubunun ortalama total kolesterol değeri 165,69±42,20 mg/dl bulundu (p=0,204). Psoriasisli hastalar ile kontrol grubu arasında istatistiksel olarak fark yoktu (p> 0,05). 49 Psoriasisli hastaların trigliserid değeri 105,76±50,67 mg/dl, kontrol grubunun trigliserid değeri 94,08±38,61 mg/dl olarak bulundu ( p=0,241). İki grup arasında trigliserid değerleri açısından istatistiksel fark saptanmadı (p> 0,05). Psoriasisli hastaların HDL değeri 45,21±10,41 mg/dl, kontrol grubunun HDL değeri ise 50,12±33,02 mg/dl idi (p=0,338). İki grup arasında HDL değerleri açısından anlamlı fark saptanmadı (p> 0,05). Psoriasisli hasta grubunun LDL değeri 99,44±33,83 mg/dl, kontrol grubunun LDL değeri ise 99,09±33,89 mg/dl idi (p=0,960). Bu değerler arasında istatistiksel olarak fark bulunmadı (p> 0,05). Vaka grubunun VLDL değeri 22,14±10,50 mg/dl, kontrol grubunun VLDL değeri ise 18,69±7,74 mg/dl olarak bulundu (p=0,68). Hasta ve kontrol grubunun VLDL değerleri arasında istatistiksel olarak fark yoktu (p> 0,05). Psoriasisli hasta grubunda apolipoprotein A1 değeri 135,46±29,93 mg/dl, kontrol grubunda ise 133,86±45,83 mg/dl olarak saptandı (p=0,846). Her iki grup arasında apolipoprotein A1 açısından anlamlı fark saptanmadı (p> 0,05). Psoriasisli hasta grubunun apolipoprotein B100 değeri 90,23±33,03 mg/dl, kontrol grubunun apolipoprotein B100 değeri 84,46±25,42 mg/dl idi (p=0,370). Psoriasisli hasta grubu ile kontrol grubu arasında apolipoprotein B100 değeri açısından anlamlı fark saptanmadı (p>0,05)(Tablo5). Tablo 5: Psoriasisli hasta ve kontrol grubunda lipid profili değerleri Total Kolestrol Trigliserid VLDL HDL LDL Apolipoprotein B100 Apolipoprotein A Vaka Kontrol Vaka Kontrol Vaka Kontrol Vaka Kontrol Vaka Kontrol Vaka Kontrol Vaka Kontrol n Ortalama 48 49 48 49 48 49 46 49 46 49 47 40 47 40 175,37 ± 38,55 165,69 ± 42,2 105,76 ± 50,67 94,08 ± 38,61 22,14 ± 10,5 18,69 ± 7,746 45,21 ± 10,41 50,12 ± 33,02 99,44 ± 33,83 99,09 ± 33,89 90,23 ± 33,03 84,46 ± 25,42 135,46 ± 29,93 133,86 ± 45,83 p 0,24 0,2 0,06 0,33 0,96 0,37 0,84 50 Hasta ve kontrol grubuna oral glukoz tolerans testi uygulandı ve HOMA-IR hesaplandı. Psoriasisli hastalarda ve kontrol grubunda HOMA-IR değerleri insülin direncini değerlendirmek amacı ile karşılaştırıldı. Psoriasisli hasta grubunda HOMA-IR 1,61±1,98, kontrol grubunda 1,14±0,81 olarak hesaplandı (p=0,13)(Tablo 6). İki grup arasında HOMA-IR değerleri açısından istatistiksel fark saptanmadı (p>0,05). Tablo 6: Psoriasisli hastalarda ve kontrol grubunda HOMA–IR değerleri Vaka n Ortalama 48 1,61 ± 1,98 p 1,3 HOMA-IR Kontrol 50 1,14 ± 0,81 Çalışmaya alınan psoriasisli hastalardan PASI skoru ≤10 olan vakaların lipid profili ve HOMA–IR değeri ile PASI skoru >10 olan vakaların lipid profili ve HOMA–IR değeri karşılaştırıldı. Psoriasisli hastalardan PASI skoru ≤10 olan vakaların total kolesterol değeri 170,88±4.71 PASI skoru >10 olan hastaların total kolesterol değeri ise 178,06±5,31 idi (p=0,538). İki grup arasında total kolesterol değerleri açısından istatistiksel fark saptanmadı (p>0,05). Psoriasisli hastalardan PASI skoru ≤10 olan vakaların trigliserid değeri 93,70±41,61, PASI skoru >10 olan hastaların trigliserid değeri 113±54,79 idi (p =0,205). İki grup arasında trigliserid değeri açısından istatistiksel fark saptanmadı (p>0,05). Psoriasisli hastalardan PASI skoru ≤10 olan vakaların VLDL değeri 21,17±10,34, PASI skoru >10 olan hastaların VLDL değeri 22,73±10,73 olarak saptandı (p=0,62). İki grup arasında VLDL değeri açısından istatistiksel fark saptanmadı (p>0,05). Psoriasisli hastalardan PASI skoru ≤10 olan vakaların HDL değeri 43,58±8,5, PASI skoru >10 olan hastaların HDL değeri 46,17±11,42 olarak saptandı (p=0,42). İki grup arasında HDL değeri açısından istatistiksel fark saptanmadı (p>0,05). Psoriasisli, PASI skoru ≤10 olan hastaların LDL değeri 99,80±37,81, PASI skoru >10 olan hastaların LDL değeri ise 99,23 idi (p=0,957). İki grup arasında LDL değeri açısından da anlamlı fark yoktu (p>0,05). 51 Psoriasisli, PASI skoru ≤10 olan hastaların Apolipoprotein B100 değeri 95,45±42,46, PASI skoru >10 olan hastaların Apolipoprotein B100 değeri 86,99±25,88 idi (p=0,40). Psoriasisli, PASI skoru ≤10 olan hastaların Apolipoprotein B100 değeri ile PASI skoru >10 olan hastaların Apolipoprotein B100 değeri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p>0,05). Psoriasisli, PASI skoru ≤10 olan hastaların apolipoprotein A değeri 137,06±24,99, PASI skoru >10 olan hastaların apolipoprotein A değeri 134,46±33,02 idi (p=0,776). Psoriasisli, PASI skoru ≤10 olan hastaların Apolipoprotein A değeri ile PASI skoru >10 olan hastaların apolipoprotein A değeri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p>0,05)(Tablo7). Tablo 7: Psoriasisli hastalarda PASI skoruna göre lipid profili değerleri Total Kolestrol Trigliserid VLDL HDL LDL Apolipoprotein B100 Apolipoprotein A PASI n Ortalama Hafif 18 170,88 ± 44,04 Orta - Şiddetli 30 178,06 ± 35,38 Hafif 18 93,7 ± 41,61 Orta - Şiddetli 30 113 ± 54,79 Hafif 18 21,17 ± 10,34 Orta - Şiddetli 30 22,73 ± 10,73 Hafif 17 43,58 ± 8,5 Orta - Şiddetli 29 46,17 ± 11,42 Hafif 17 99,8 ± 37,81 Orta - Şiddetli 29 99,23 ± 31,98 Hafif 18 95,45 ± 42,46 Orta - Şiddetli 29 86,99 ± 25,88 Hafif 18 137,06 ± 24,99 Orta - Şiddetli 29 134,46 ± 33,01 p 0,53 0,2 0,62 0,42 0,95 0,39 0,77 Psoriasisli hastalardan PASI skoru ≤10 olan vakaların HOMA–IR değeri 1,39±0,88, PASI skoru >10 olan hastaların HOMA–IR değeri 1,74±2,42 idi (p=0,56). Psoriasisli, PASI 52 skoru ≤10 olan hastaların HOMA–IR değeri ile PASI skoru >10 olan hastaların HOMA–IR değeri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p>0,05) (Tablo 8). Tablo 8: Psoriasisli hastalarda PASI skoruna göre HOMA–IR değerleri HOMA-IR PASI n Ortalama Hafif 18 1,39 ± 0,88 p 0,56 Orta -Şiddetli 30 1,74 ± 2,43 Psoriasisli yeni tanı almış hastalar ile daha önce tanı konmuş hastalar, lipid profili ve insülin direnci açısından karşılaştırıldı. Psoriasisli yeni tanı almış hastaların total kolesterol değeri 171,04±41,39, daha önce tanı konmuş psoriasisli hastaların total kolesterol değeri 180,08±35,52 idi (p=0,42). Psoriasisli yeni tanı almış hastaların total kolesterol değeri ile daha önce tanı konmuş psoriasisli hastaların total kolesterol değeri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p>0,05) . Psoriasisli yeni tanı almış hastaların trigliserid değeri 106,50±53,78, daha önce tanı konmuş psoriasisli hastaların trigliserid değeri 104,95±48,25 idi (p=0,97). Psoriasisli yeni tanı almış hastaların trigliserid değeri ile daha önce tanı konmuş psoriasisli hastaların trigliserid değeri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p>0,05) . Psoriasisli yeni tanı almış hastaların VLDL değeri 23,19±11,40, daha önce tanı konmuş psoriasisli hastaların VLDL değeri 21±9,55 idi (p=0,47). Psoriasisli yeni tanı almış hastaların VLDL değeri ile daha önce tanı konmuş psoriasisli hastaların VLDL değeri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p>0,05) . Psoriasisli yeni tanı almış hastaların HDL değeri 45,21±12,19, daha önce tanı konmuş psoriasisli hastaların HDL değeri 45,21±8,56 idi (p=1,00). Psoriasisli yeni tanı almış hastaların HDL değeri ile daha önce tanı konmuş psoriasisli hastaların HDL değeri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p>0,05). Psoriasisli yeni tanı almış hastaların LDL değeri 98,19±29,47, daha önce tanı konmuş psoriasisli hastaların LDL değeri 100,69±38,34 idi (p=0,805). Psoriasisli yeni tanı almış 53 hastaların LDL değeri ile daha önce tanı konmuş psoriasisli hastaların LDL değeri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p>0,05) . Psoriasisli yeni tanı almış hastaların apolipoprotein B100 değeri 85,47±31,57, daha önce tanı konmuş psoriasisli hastaların apolipoprotein B100 değeri 95,20±34,48 idi (p=0,318). Psoriasisli yeni tanı almış hastaların apolipoprotein B100 değeri ile daha önce tanı konmuş psoriasisli hastaların apolipoprotein B100 değeri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p>0,05) . Psoriasisli yeni tanı almış hastaların apolipoprotein A değeri 137,14±29,33, daha önce tanı konmuş psoriasisli hastaların apolipoprotein A değeri 133,70±31,10 idi (p=0,698). Psoriasisli yeni tanı almış hastaların apolipoprotein A değeri ile daha önce tanı konmuş psoriasisli hastaların apolipoprotein A değeri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p>0,05) (Tablo 9). Tablo 9: Yeni tanı almış psoriasisli hastalar ile daha önce tanı almış psoriasisli hastaların lipid profili değerleri Hastalık Süresi n Ortalama Yeni Tanı Almış 25 171,04 ± 41,39 Önce Tanı Almış 23 180,08 ± 35,52 Yeni Tanı Almış 25 106,5 ± 53,78 p 0,42 Total Kolestrol 0,91 Trigliserid Önce Tanı Almış 23 104,95 ± 48,25 Yeni Tanı Almış 25 23,19 ± 11,4 Önce Tanı Almış 23 21 ± 9,55 Yeni Tanı Almış 23 45,21 ± 12,19 Önce Tanı Almış 23 45,21 ± 8,56 Yeni Tanı Almış 23 98,19 ± 29,47 Önce Tanı Almış 23 100,69 ± 38,34 Yeni Tanı Almış 24 85,47 ± 31,57 Önce Tanı Almış 23 95,2 ± 34,48 Yeni Tanı Almış 24 137,14 ± 29,33 Önce Tanı Almış 23 133,7 ± 31,1 0,47 VLDL 1 HDL 0,8 LDL 0,31 Apolipoprotein B100 0,69 Apolipoprotein A 54 Psoriasisli yeni tanı almış hastaların HOMA–IR değeri 1,79±2,5, daha önce tanı konmuş psoriasisli hastaların HOMA–IR değeri 1,41±1,23 idi (p değeri 0,37). Psoriasisli yeni tanı almış hastaların HOMA–IR değeri ile daha önce tanı konmuş psoriasisli hastaların HOMA–IR değeri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p>0,05) (Tablo 10). Tablo 10: Yeni tanı almış psoriasisli hastalar ile daha önce tanı almış psoriasisli hastaların HOMA–IR değerleri Hastalık Süresi n Ortalama Yeni Tanı Almış 25 1,79 ± 2,5 p 0,51 HOMA–IR Önce Tanı Almış 23 1,41 ± 1,23 55 TARTIŞMA Psoriasis toplumda sık görülen, sebebi tam olarak bilinmeyen multifaktöriyel bir hastalıktır (84,85). Bu nedenle, birçok hastalık ve sistemik bozukluk psoriasise eşlik edebilir. Son zamanlarda psoriasisin obesite, lipid profili ve insülin direnci ile ilişkisi dikkat çekmiştir. Obesite tüm dünyada artan bir sağlık problemidir. Genetik yatkınlık, azalan fiziksel aktivite, artan sedanter yaşam ve alınan yüksek enerjili diyet obesite etyolojisinde önemli yer tutmaktadır (110). Henseler ve arkadaşları 1995 yılında ilk kez obesite ile psoriasis arasında pozitif ilişki olduğunu bildirmişler ve 2941 psoriasisli hastada obesitenin kontrol grubuna göre iki kat fazla görüldüğünü saptamışlardır (85). Obesite psoriasisin tetikleyici faktörlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Vaka kontrol çalışmasında Naldi ve arkadaşları yeni psoriasis tanısı alan 560 hasta değerlendirmişler ve psoriasis ile vücut kitle indeksi arasında pozitif ilişki saptamışlardır (38). Bununla birlikte; Herron ve arkadaşları ise psoriasisli hastalarda obesitenin daha sık olduğunu bildirmişler, ancak bu durumun hastalığın başlangıcında değil seyri sırasında ortaya çıktığını vurgulamışlardır. Yeni tanı almış psoriasisli hastalarda (n=500) BMI normal sınırlarda saptanırken, takip sırasında %71 hastada BMI’ in arttığı ve obesite geliştiği rapor edilmiştir. Obesitenin, hastalığın başlangıcını tetiklemediği tam tersine psoriasisin, hastanın fiziksel, sosyal ve mental durumunu etkileyerek obesitenin oluşması için predispozisyon yarattığı sonucuna varmışlardır. Psoriasisin obesiteye sebep olacak alışkanlıklar (aşırı yemek yeme, inaktivite, sigara ve alkol kullanımı) kazanmada önemli bir faktör olduğu üzerinde durmuşlardır (49). Diğer taraftan; McGowan ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada ise psoriasisli hasta grubu ile kontrol grubu arasında BMI açısından fark olmadığı bildirilmiştir (4). Bizim çalışmamızda ise hastaların BMI ortalama 24,71±5,31, kontrol grubunun ise 23,79± 4,37 idi. Hasta ve kontrol grubu arasında yaş, cinsiyet ve BMI değerleri açısından istatistiksel olarak fark saptanmadı (p> 0,05). Bu durum çalışmanın yeni tanı alan ve uzun süredir tedavi almayan hastalar üzerinde yapılmasından kaynaklanıyor olabilir. Vücut kitle indeksi ile psoriasisin şiddeti arasında da pozitif kolerasyon olduğu bildirilmiştir. Obesite ile kronik inflamasyon arasındaki ilişki bilinmektedir. Yapılan çalışmalarda BMI ile IL–6, TNF–α ve C–reaktif protein arasında pozitif korelasyon olduğu 56 gösterilmiştir. Obesitede adipoz dokunun makrofajlar ile infiltrasyonu proinflamatuar sitokinlerin salınımına sebep olmaktadır. Bu proinflamatuar süreç psoriasisin ciddiyeti ile BMI arasındaki ilişkiyi açıklayabilmektedir (110-114). Neimann ve arkadaşları BMI ile psoriasisin şiddetini karşılaştırmışlar ve BMI’ i yüksek olan hastalarda hastalığın daha ciddi seyrettiği sonucuna varmışlardır (2). Bizim çalışmamızda da çalışmaya alınan psoriasisli hastalardan PASI skoru ≤10 olanların BMI’i 22,5±4,71, PASI skoru >10 olan vakaların BMI’i 26±5,31 olarak saptandı. Hastalığın şiddeti ile BMI arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı (p<0,05). Düşük enerjili diyet ve kilo kaybının hastalığın şiddetinin azalmasında etkili olduğu gösteren yayınlar da vücut kitle indeksi ile psoriasis arasındaki pozitif ilişkiyi desteklemektedir (54,60). Birçok mekanizmadan şüphenilmekle birlikte düşük enerjili diyetin araşidonik asit alınımının azalmasına sebep olacağı, bu durumun lökotrien B4 üretimini azaltacağı ve inflamatuar sürecin baskılanması ile sonuçlanabileceği üzerinde durulmaktadır. Diyet süresince CD4+ T hücre aktivasyonu azalmakta ve IL–4 gibi antiinflamatuar sitokinlerin salınımı artmaktadır. Ayrıca diyetin kısıtlanması oksidatif stresin de azalmasını sağlamaktadır. Psoriasis ve oksidatif stres arasındaki ilişki yapılan çalışmalarda gösterilmiştir (60,65). Psoriasisde kilo kaybının etkilerini gösteren prospektif çalışmalar olmasa da düşük enerjili diyet alan psoriasisli hastalarda 4 haftalık diyetten sonra belirgin düzelme olduğunu bildiren bir yayın vardır (54). Diğer yandan TNF-α gibi proinflamatuar sitokinlerin salgılanmasını tetikleyen ghrelin ve leptin gibi metabolik hormonların seviyesinin değişmesi patogenezde etkili oluyor olabilir (55). Leptin, ghrelin ve alfa– melanosit stimülan hormon gibi birçok hormonun gıda alımı ve enerji dengesi üzerine etkisi vardır. Bu hormonların seviyesi obezite ile değişir ve kilo kaybından etkilenir. Santral sinir sistemi üzerine etkileri dışında bu hormonların immün fonksiyon ve inflamasyon gibi birçok fizyolojik olayda da önemli rolleri vardır (55). Rodentler üzerinde yapılan bir çalışmada leptin ve leptin reseptörlerindeki genetik defektlerin makrofaj fagositozunu etkilediği ve proinflamatuar sitokin salınımına sebep olduğu gösterilmiştir (115). Wang ve arkadaşları 144 psoriasis hastasında leptin seviyelerini kontrol grubuna göre belirgin şekilde yüksek saptamışlardır. Leptinin tip I sitokin sentezini arttırıp, tip 2 sitokin sentezini baskılayarak psoriasis patogenezinde önemli rol oynayabileceği sonucuna varılmıştır (116). 57 Trigliserid ve kolesterol plazma lipid düzeylerinin değerlendirmesinde önemli parametrelerdir. Bu lipidlerin taşınabilmesi için çeşitli proteinlerle birleşerek lipoproteinleri oluşturmaları gerekmektedir. Şilomikronlar, HDL, LDL, VLDL olmak üzere 4 (dört) tip lipoprotein bulunmaktadır. Apolipoprotein A HDL’ de bulunan major protein, apolipoprotein B ise diğer lipoproteinlerde bulunan major proteindir. Apolipoprotein A’ nın plazma konsantrasyonu ile koroner kalp hastalığı arasında ters orantı vardır. Apolipoprotein B ise aterosklerozla ilişkisi en belirgin olan lipoproteindir (117). Plasma lipid konsantrasyonları ile psoriasis arasındaki ilişki bugüne kadar birçok çalışmada değerlendirilmiş ve farklı sonuçlar elde edilmiştir. Plazma lipid metabolizasyonundaki bozukluklar ve artmış oksidatif stresin kardiovasküler hastalıklar açısından risk oluşturduğu birçok yayında ortaya konmuştur. Lipid profilindeki değişikliklerin primer bir sebep mi olduğu ya da sigara, alkol alışkanlığı, hastalık süresi, obesite veya ilaçların etkisiyle sekonder olarak mı ortaya çıktığı kesinlik kazanmamıştır (3). Kardiovasküler risk profilinin psoriasis hastalarında oluşmasında önemli üç etken vardır. Bunlardan en önemlisi psoriasisde oluşan sistemik inflamasyondur. Psoriasis şiddeti arttıkça kardiovasküler mortalite riskinin de artması bu durumu desteklemektedir (47). İkizlerde yapılan çalışmalar psoriasisin genetik temelini ortaya koymuştur. HLA–Cw 0602 allelinin pozitif olması hastalığın erken başlangıcının ve daha ciddi seyredeceğinin bir göstergesidir. Bu şekilde yaygın inflamasyonun olması ise kardivasküler riski de arttırmaktadır. Psoriasisli hastalarda lezyonal deride ve serumda artmış TNF-α düzeyi olan hastalarda myokardda da inflamasyon olabileceği ve bu durumun kalp yetmezliği ile sonuçlanabileceği fareler üzerinde yapılan çalışmalarda gösterilmiştir (114). İkinci etken; antiinflamatuar etkileri veya aterojenik yan etkileri olan sistemik tedavilerin kullanımıdır. MTX sıklıkla reçete edilen bir ajandır. MTX plazmada ve eritrositlerde folik asit düzeyini düşürmektedir. Bu durum ise homosistein seviyesinin sıklıkla artması ve ateroskleroz ve koagülan sisteminde bozukluklar ile sonuçlanmaktadır. Sıklıkla kullanılan bir diğer ajan olan siklosporin, hipertrigliseridemi ve hiperkolesterolemiye sebep olabilmektedir. Asitretin; retinoik asit reseptörlerine bağlanan oral retinoiddir. En sık görülen yan etkisi keilit olmakla birlikte hiperkolesterolemi, hipertrigliseridemi ve HDL seviyelerinde azalmaya sebep olabilmektedir. Üçüncü etken ise sigara içme veya obesite gibi yaşam biçimi ile ilgili faktörlerdir(114). 58 Yaş, cinsiyet ve BMI de serum lipid profilini etkileyebilir (118). Çalışmamızda yaş, cinsiyet ve BMI hasta ve kontrol grubunda kıyaslanarak alınmış ve mevcut parametreler açısından iki grup açısından istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmamıştır. Rocha– Pereira ve arkadaşlarının yaptığı 48 psoriasisli hastayı içeren vaka kontrol çalışmasında total kolesterol, VLDL, LDL, Apolipoprotein A ve B değerlerinde kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı yükselme, HDL değerlerinde ise azalma saptanmıştır. Hastalığın şiddeti ile lipid profili arasında da pozitif ilişki saptanmıştır (5). Reynoso ve arkadaşları obez olmayan 22 psoriasisli ve 22 sağlıklı bireyde serum total kolesterol, trigliserid, HDL, LDL, VLDL karşılaştırmışlardır. Her iki grup arasında HDL–c dışında lipid profili benzer olarak değerlendirilmiştir. Psoriasisin genetik bir hastalık olduğu ve HDL–c genlerindeki değişikliğin psoriasis ile ilişkili olabileceği üzerinde durulmuştur. Psoriasisli hastalarda düşük HDL–c değerlerinin oklüziv vasküler hastalık açısından risk oluşturabileceği sonucuna varmışlardır (84). Mallbris ve arkadaşları yaptıkları çalışmada yeni tanı almış 200 psoriyatik hastada total kolesterol, VLDL ve HDL seviyelerinin normal gruba göre yüksek olduğunu, ancak istatistiksel olarak sadece HDL–c’ de farklılık olduğunu bildirmişlerdir (119). Pişkin ve arkadaşları 100 psoriasisli hastada serum total kolesterol ve LDL kolesterol seviyelerini kontrol grubuna göre yüksek bulmuşlardır (3). Takeda ve arkadaşları serum kolesterol esterleri ve monosit kolesterol ester seviyelerini kontrol grubuna göre psoriasisli hastalarda yüksek olarak saptamışlardır (118). Seishima ve arkadaşları 38 psoriasisli hasta üzerinde yaptıkları çalışmada serum total kolesterol, trigliserid düzeyleri açısından hasta ve kontrol grubu arasında anlamlı fark saptamamışlardır (120). Farshchian ve arkadaşları 30 psoriasisli hasta değerlendirmişler ve lipid profili açısından hasta ve kontrol grubu arasında anlamlı fark saptamamışlardır. Ayrıca lipid profili PASI skoru ile de pozitif kolerasyon göstermemiştir (121). Birçok çalışmada lipid profili ile ilgili farklı sonuçlar bildirilmiştir. Psoriasisli hastalarda serum kolesterol düzeylerinin yüksek3,5, düşük118 ve normal118 olarak değerlendirildiği farklı yayınlar vardır. Bizim çalışmamızda psoriasisli hastaların total kolesterol değeri 175,37±38,55 mg/dl, kontrol grubunun ortalama total kolesterol değeri 165,69±42,20 mg/dl bulundu. Psoriasisli hastalar ile kontrol grubu karşılaştırıldığında serum total kolesterol seviyeleride farklılık vardı ancak bu fark istatistiksel olarak anlamlı değildi (p>0,05). 59 Serum trigliserid düzeyleri ile ilgili de yüksek5, düşük118 ve normal3 olduğunu gösteren yayınlar vardır. Bizim çalışmamızda ise psoriasisli hastaların trigliserid değeri 105,76±50,67 mg/dl, kontrol grubunun trigliserid değeri 94,08±38,61 mg/dl olarak bulundu. Hasta ve kontrol grubu arasında trigliserid düzeyleri açısından da fark olmakla birlikte istatistiksel olarak fark saptanmadı (p>0,05). Çalışmalarda bulunan farklı sonuçlar, çalışmaya alınan hasta grubunun yaş, cinsiyet ve BMI indekslerinin kontrol grubu ile eşdeğer alınmaması, lipid profilini etkileyecek diğer faktörlerin dışlanmaması ve vakaların hastalık ve tedavi sürelerinin dikkate alınmayarak seçilmesinden kaynaklanıyor olabilir. Biz çalışmamızda sonuçların etkilenmemesi açısından hasta ve kontrol grupları arasında yaş, cinsiyet ve BMI açısından fark olmamasına, lipid profilini etkileyecek faktörlerin dışlanmasına, vakaların hastalık ve tedavi sürelerinin belli kriterlere göre alınmasına dikkat ettik. Mevcut faktörler dışlandıktan sonra yapılan çalışmamızın sonuçlarının daha anlamlı olduğu kanısındayız. Ayrıca çalışmamızda psoriasisin şiddeti ve başlangıç süresi ile lipid profili arasında pozitif kolerasyon olup olmadığı da karşılaştırılmış ve istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmamıştır. İnsülin direnci (IR) tip 2 diabet ve obesiteyi de içine alan farklı hastalıklarla birlikte olabilen yaygın bir metabolik bozukluktur. IR, diabet olmayan popülasyonda %20–25 oranında görülmektedir ve birçok kardiyovasküler ve metabolik hastalığın ortaya çıkmasında etkilidir (hipertansiyon, dislipidemi, aterosklerotik kardiovasküler hastalık, bozulmuş glukoz intoleransı gibi). İnsülin direncinin kronik inflamasyonda önemli rol oynadığı ve birçok hücreden farklı proinflamatuar sitokinlerin (TNF–α, IL–1, IL–6 gibi) salınımına sebep olduğu gösterilmiştir. Obezitede; adipoz dokuda inflamasyon oluşmakta ve adipositler inflamatuar sitokinler salgılamaya başlamaktadır. Obez hastalarda TNF- α’ nın artması da bu durumu desteklemektedir (50). Artmış TNF–α üretimi insülin direncini arttırmakta ve tip 2 diabetes mellitus ve ateroskleroz gelişimine sebep olmaktadır (51). TNF- α’ nın yanında hiperlipidemi ve hipertrigliseridemiye bağlı gelişen intrasellüler stres de inflamasyon aktivasyonuna sebep olmakta ve insülin sinyalizasyonunu inhibe etmektedir. Kilo kaybı ve diyetin kısıtlanmasıyla TNF–α ve IL–6 konsantrasyonu düşer, oksidatif stres ve insülin direnci azalır. Sonuç olarak insülinin antiinflamatuar etkisi belirginleşir (50). Bu noktadan yola çıkarak psoriasis ve insülin direnci üzerinde durulmuş ve psoriasisli hastalarda insülin direnci veya diabet birlikteliği ile ilgili bugüne kadar birçok yayın yapılmış ve farklı sonuçlar elde edilmiştir (112,122). 60 Boehncke ve arkadaşları yaptıkları çalışmada, 39 psoriasisli hasta üzerinde insülin direncini değerlendirmişlerdir. Çalışmaya aldıkları hastaların 27’sinin BMI’i >25 olarak saptanmıştır. Hastalara OGTT uygulayarak HOMA–IR değerleri hesaplanmış ve vakaların PASI skorları ile HOMA–IR değerleri karşılaştırılmıştır. İki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmıştır (123). Vakalarda psoriasisin başlangıç süresi belirtilmemiştir. Hastalık süresi ve BMI’in yüksek olması bu sonucun çıkmasında etkili olmuş olabilir. Uçak ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada obez olmayan 110 kişide (70 psoriasis hastası, 40 kontrol) insülin direnci değerlendirilmiştir. Psoriasisli hasta grubunda sağlıklı kontrol grubuna göre insülin direnci yüksek olarak saptanmıştır. Ayrıca hastaları erken ve geç başlangıçlı olarak iki gruba ayırmışlar ve geç başlangıçlı grubun IR gelişimine daha yatkın olduğu sonucuna varmışlardır (112). İnsülin direncinin yaşla birlikte arttığı bilinmektedir. Çalışmaya alınan hastaların ileri yaşta olması IR gelişimini etkilemiş olabilir. Bununla birlikte bu çalışmada PASI skoru ile IR arasında istatistiksel olarak fark saptanmamıştır. Psoriasisde diabet gelişimi iki önemli faktöre bağlıdır:1. Hastalığın süresi 2. İnflamasyonun ciddiyeti. Özellikle uzun süreli ve şiddetli psoriasisli hastaların sürekli kullandıkları, sistemik olarak da emilebilen topikal kortikosteroidler diabet gelişiminde predipozisyon yaratabilmektedir (124). Diğer taraftan psoriasisde azalmış hayat kalitesi, depresyon oranlarının artması bu durumlara bağlı sigara ve alkol alışkanlığının, obesitenin artması ve fiziksel aktivitenin azalması da IR ve diabet gelişimini etkilemektedir. Cohen ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada 16851 hastada diabet sıklığını değerlendirmişlerdir. Psoriasisli grupta diabet %13,8 kontrol grubunda ise %5,4 olarak saptanmıştır (124). Ancak yapılan bu çalışmada IR ve diabeti etkileyecek yukarıda belirtilen faktörlerin hiçbiri dışlanmamıştır. Reynosa ve arkadaşlarının yaptıları çalışmada ise 22 psoriasis hastası 22 kontrol grubu ile karşılaştırılmış ve HOMA–IR değerleri arasında istatistiksel fark saptanmamıştır. Ancak hastalığın süresi ile insülin direnci arasında pozitif ilişki olduğu belirtilmiştir (84). Bizim çalışmamızda da 48 psoriasisli hasta 50 kontrol grubu ile HOMA–IR değerleri açısından karşılaştırıldı. Psoriasisli hasta grubunda HOMA-IR 1,61±1,98, kontrol grubunda 1,14±0,81 olarak hesaplandı. İki grup arasında HOMA-IR değerleri açısından istatistiksel fark saptanmadı (p>0,05). Ayrıca HOMA–IR değeri hastalığın süresi ve şiddeti ile de karşılaştırıldı ve anlamlı fark saptanmadı. Hastalarımızın yeni tanı almış olması, uzun süredir sistemik ve topikal tedavi kullanmıyor olmaları bu sonucun ortaya çıkmasında etkili olmuş olabilir. 61 Sonuç olarak biz çalışmamızda psoriasisin hiperlipidemi ve insülin direncinin bir sebebi değil, hastalığa sekonder çeşitli faktörler ile ortaya çıkan bir sonucu olduğunu düşünmekteyiz. Hasta grubunun yaş, cinsiyet ve BMI indekslerinin kontrol grubu ile eşdeğer alındığı, lipid profili ve insülin direncini etkileyecek diğer faktörlerin dışlandığı ve vakaların hastalık ve tedavi sürelerinin dikkate alınarak seçildiği yeni çalışmalara ihtiyaç olduğu kanısındayız. 62 SONUÇ Psoriasis; etyolojisi belli olmayan genetik zeminde birçok tetikleyici faktörün etkisi ile ortaya çıkabilen kronik bir hastalıktır. Psoriasisle birçok hastalığın birlikteliği bugüne kadar bildirilmiştir. Çalışmamızda, psoriasis ile lipid profili ve insülin direnci arasındaki ilişki değerlendirilmiştir. Çalışmamızın sonuçları literatürdeki bazı çalışmaların sonuçları ile paralellik gösterirken, bazıları ile göstermemektedir. Yayınların sonuçları arasındaki çelişki bazı çalışmalarda lipid metabolizması ve insülin direncini etkileyen faktörlerin dışlanmaması, oluşturulan hasta gruplarında hastalığın şiddetinin farklı olması, hastaların yaşlarının, cinsiyetlerinin, alışkanlıklarının, beslenme ve kilolarının farklı olması ile açıklanabilir. Ayrıca, bizim düşüncemize göre; hastalarımızın yeni tanı almış olması veya daha önce tanı alan hastaların uzun süredir sistemik ve topikal tedavi kullanmıyor olması da serum lipid profilinin normal çıkmasında etkili olmuştur. 63 KAYNAKLAR 1. Bahadır S. Coexıstence Of Systemic Disturbances With Psoriasis. Türkiye Klinikleri J Int Med Sci 2005;1(13):56-61. 2. Neimann AL, Shin DB, Wang X, Margolis DJ, et all. Prevalence Of Cardiovascular Risk Factors In Patients With Psoriasis. J Am Acad Dermatol 2006;55:829–35. 3. Piskin S, Gurkok F, Ekuklu G, Senol M. Serum Lipid Levels In Psoriasis. Yonsei Med J 2003;44:24–6. 4. Mcgowan JW, Pearce DJ, Chen J, Richmond D, et all. The Skinny on Psoriasis and Obesitiy. Arch Dermatol. 2005;141(12):1601–2. 5. Rocha Pereira P, Santos Silva A, Rebelo I, Figueiredo A, et all. Dislipidemia And Oxidative Stress In Mild And In Severe Psoriasis As A Risk For Cardiovascular Disease. Clin Chim Acta 2001;303(1 – 2):33–9. 6. Odom RB, James WD, Berger TG. Psoriasis. Andrew’s Disease Of The Skin. 9th Ed. Philadelphia: W.B. Saunders Company, 2000;218–234. 7. Güneş T. History And Epidemiyology Of Psoriasis. Türkiye Klinikleri J Int Med Sci 2005;1(13):1–4. 8. Van De Kerkhof PCM. Papulosquamous And Eczematous Dermatoses: Psoriasis. In: Dermatology. Bolognia JL, Jorizzo JL, Rapini RP. 2th Ed. Edinburg: Mosby 2003;1:125–149. 9. Gudjonsson JE, Elder JT. Psoriasis: Epidemiology. Clin Dermatol 2007;25(6):535–46. 10. Kundakci N, Türsen U, Babiker MO, Gürgey E. The Evaluation Of The Sociodemographic And Clinical Features Of Turkish Psoriasis Patients. Int J Dermatol 2002;41(4):220–4. 11. Christophers E, Mrowietz U. Psoriasis. In: Dermatology in General Medicine. Fitzpatrick TB, Eisen AZ, Wolff K, Austen KF, Goldsmith LA, Katz SI. 6th ed. Newyork: Mc Graw Hill, 2003;1:407-427. 12. Raychaudhuri SP, Farber EM. The Prevalence Of Psoriasis In The World. J Eur Acad Dermatol Venereol 2001;15(1):16–7. 13. Henseler T, Christophers E. Psoriasis Of Early And Late Onset: Characterization Of Two Types Of Psoriasis Vulgaris. J Am Acad Dermatol 1985; 13(3):450–6. 14. Melski JW, Stern RS. The Separation Of Susceptibility To Psoriasis From Age At Onset. J Invest Dermatol 1981;77(6):474–7. 64 15. Brandrup F, Holm N, Grunnet N, Henningsen K, Hansen HE. Psoriasis In Monozygotic Twins: Variations In Expression In Individuals With Identical Genetic Constitution. Acta Derm Venereol 1982;62(3):229–36. 16. Duffy DL, Spelman LS, Martin NG. Psoriasis In Australian Twins. J Am Acad Dermatol 1993;29(3):428–34. 17. Griffiths C, Camp R, Barker J. Psoriasis. In: Rook’s Textbook of Dermatology: Burns T, Breathnach S, Cox N, Griffiths C. 7th ed. Oxfort: Black Scientific Publications, 2004; 2: 35.1-69. 18. Kadunce DP, Krueger GG. Pathogenesis Of Psoriasis. Dermatol Clin 1995;13(4):723– 37. 19. Braun Falco O, Plewing G, Wolff H, Burgdorf WHC. Psoriasis. İn Dermatology: 2nd ed. Springer Verlag Berlin Heidelberg Newyork. 2000;585-608. 20. Kim TG, Lee HJ, Youn JI, Kim TY, Han H. The Association Of Psoriasis With Human Leukocyte Antigens In Korean Population And The Influence Of Age Of Onset And Sex. J Invest Dermatol 2000;114(2):309–13. 21. Elder JT, Nair RP, Henseler T, Jenisch S, et all. The Genetics Of Psoriasis 2001: The Odyssey Continues. Arch Dermatol 2001;137(11):1447–54. 22. Weiss G, Shemer A, Trau H. The Koebner Phenomenon: Review Of The Literature. J Eur Acad Dermatol Venereol 2002;16(3):241–8. 23. Nickoloff BJ. Recent Insights Into The Immunopathogenesis Of Psoriasis Provide New Therapeutic Opportunities. J Clin Invest 2004;113(12):1664–75. 24. Eyre RW, Krueger GG. Response To Injury Of Skin Involved And Uninvolved With Psoriasis, And It’s Relation To Disease Activity: Koebner And 'Reverse' Koebner Reactions. Br J Dermatol 1982;106(2):153–9. 25. Fry L, Baker BS. Triggering Psoriasis: The Role Of Infections And Medications. Clin Dermatol 2007;25(6):606–15. 26. Winfield JM. Psoriasis As A Sequel To Acute Inflammation Of The Tonsils: A Clinical Note. J Cutan Dis 1916;334:441–3. 27. Telfer NR, Chalmers RJ, Whale K, Colman G. The Role Of Streptococcal Infection In The Initiation Of Guttate Psoriasis. Arch Dermatol 1992;128(1):39–42. 28. Herbst RA, Hoch O, Kapp A, Weiss J. Guttate Psoriasis Triggered By Perianal Streptococcal Dermatitis In A Four Year Old Boy. J Am Acad Dermatol 2000;42:885–7. 29. Johnston A, Gudjonsson JE, Sigmundsdottir H, Love TJ, Valdimarsson H. Peripheral Blood T Cell Responses To Keratin Peptides That Share Sequences With Streptococcal M 65 Proteins Are Largely Restricted To Skin Homing CD8+ T Cells. Clin Exp Immunol 2004;138(1):83–93. 30. Tomi NS, Kranke B, Aberer E. Staphylococcal Toxins In Patients With Psoriasis, Atopic Dermatitis, And Erythroderma, And In Healthy Control Subjects. J Am Acad Dermatol 2005;53(1):67–72. 31. Farr PM, Krause LB, Marks JM, Shuster S. Response Of Scalp Psoriasis To Oral Ketoconazole. Lancet 1985;2(8461):921–2. 32. Rosenberg EW, Belew PW. Improvement Of Psoriasis Of The Scalp With Ketoconazole. Arch Dermatol 1982;118(6):370–1. 33. Lober CW, Belew PW, Rosenberg EW, Bale G. Patch Tests With Killed Sonicated Microflora In Patients With Psoriasis. Arch Dermatol 1982;118(5):322–5. 34. Baroni A, Paoletti I, Ruocco E, Agozzino M, Tufano MA. Possible Role Of Malassezia Furfur In Psoriasis: Modulation Of TGF Beta1, Integrin, And HSP70 Expression In Human Keratinocytes And In The Skin Of Psoriasis Affected Patients. J Cutan Pathol 2004;31(1):35– 42. 35. Waldman A, Gilhar A, Duek L. Incidence Of Candida In Psoriasis A Study On The Fungal Flora Of Psoriatic Patients. Mycoses 2001;44(3–4):77–81. 36. Buslau M, Menzel I, Holzmann H. Fungal Flora Of Human Faeces In Psoriasis And Atopic Dermatitis. Mycoses 1990;33(2):90–4. 37. Buslau M, Hanel H, Holzmann H. The Significance Of Yeasts In Seborrheic Eczema. Hautarzt 1989;40(10):611–3. 38. Naldi L, Chatenoud L, Linder D, Belloni Fortina A, et all. Cigarette Smoking, Body Mass Index, And Stressful Life Events As Risk Factors For Psoriasis: Results From An Italian Case Control Study. J Invest Dermatol 2005;125(1):61–7. 39. Seville RH. Psoriasis And Stress. Br J Dermatol 1977;97(3):297–302. 40. Harvima RJ, Viinamaki H, Harvima IT, Naukkarinen A, et all. Association Of Psychic Stress With Clinical Severity And Symptoms Of Psoriatic Patients. Acta Derm Venereol 1996;76(6):467–71. 41. Fortune DG, Richards HL, Griffiths CE. Psychologic Factors In Psoriasis: Consequences, Mechanisms, And Interventions. Dermatol Clin 2005;23(4):681–94. 42. Mallbris L, Larsson P, Bergqvist S, Vingard E, et all. Psoriasis Phenotype At Disease Onset: Clinical Characterization Of 400 Adult Cases. J Invest Dermatol 2005;124(3):499– 504. 66 43. Farber EM, Nickoloff BJ, Recht B, Fraki JE. Stress, Symmetry, And Psoriasis: Possible Role Of Neuropeptides. J Am Acad Dermatol 1986;14:305–11. 44. Fortes C, Mastroeni S, Leffondre K, Sampogna F, et all. Relationship Between Smoking And The Clinical Severity Of Psoriasis. Arch Dermatol 2005;141(12):1580-4. 45. Huerta C, Rivero E, Rodriguez LA. Incidence And Risk Factors For Psoriasis In The General Population. Arch Dermatol 2007;143(12):155-65. 46. Michaelsson G, Gustafsson K, Hagforsen E. The Psoriasis Variant Palmoplantar Pustulosis Can Be Improved After Cessation Of Smoking. J Am Acad Dermatol 2006;54(4):737–8. 47. Poikolainen K, Karvonen J, Pukkala E. Excess Mortality Related To Alcohol And Smoking Among Hospital Treated Patients With Psoriasis. Arch Dermatol 1999;135(12):1490–3. 48. Dunna SF, Finlay AY. Psoriasis: Improvement During And Worsening After Pregnancy. Br J Dermatol 1989;120(4):584. 49. Herron MD, Hinckley M, Hoffman MS, Papenfuss J, Hansen CB, Callis KP, Krueger GG. İmpact Of Obesity And Smoking On Psoriasis Presentation And Management. Arch Dermatol 2005;141(12):1527–34. 50. Wellen KE, Hotamisligil GS. Inflammation, Stress, And Diabetes. J Clin Invest. 2005;115(5):1111–9. 51. Sopasakis VR, Nagaev I, Smith U. Cytokine Release From Adipose Tissue Of Nonobese Individuals. Int J Obes 2005;29(9):1144–7. 52. De Menezes Ettinger JE, Azaro E, De Souza CA, Dos Santos Filho PV, et all. Remission Of Psoriasis After Open Gastric Bypass. Obes Surg. 2006;16(1):94–7. 53. Higa Sansone G, Szomstein S, Soto F, Brasecsco O, et all. Psoriasis Remission After Laparoscopic Roux En Y Gastric Bypass For Morbid Obesity. Obes Surg 2004;14(8):1132–4. 54. Rucevic I, Perl A, Barisic Drusko V, Adam Perl M. The Role Of The Low Energy Diet In Psoriasis Vulgaris Treatment. Coll Antropol 2003;27:41–8. 55. Hamminga EA, Lely AJ, Neumann HA, Thio HB. Chronic inflammation in psoriasis and obesity: implications for therapy. Med Hypotheses. 2006;67(4):768-73. 56. Nogueiras R, Tovar S, Mitchell SE, Rayner DV, et all. Regulation Of Growth Hormone Secretagogue Receptor Gene Expression In The Arcuate Nuclei Of The Rat By Leptin And Ghrelin. Diabetes 2004;53(10):2552–8. 67 57. Reinehr T, Roth CL, Alexy U, Kersting M, et all. Ghrelin Levels Before And After Reduction Of Overweight Due To a Low Fat High Carbohydrate Diet In Obese Children And Adolescents. Int J Obes 2005;29(4):362–8. 58. Ballantyne GH, Gumbs A, Modlin IM. Changes In Insulin Resistance Following Bariatric Surgery And The Adipoinsular Axis: Role Of The Adipocytokines, Leptin, Adiponectin And Resistin. Obes Surg 2005;15(5):692–9. 59. Nicolaou A, Estdale SE, Tsatmali M, Herrero DP, et all. Prostaglandin Production By Melanocytic Cells And The Effect Of Alpha Melanocyte Stimulating Hormone. FEBS Lett 2004;570:223–6. 60. Wolters M. Diet And Psoriasis: Experimental Data And Clinical Evidence. Br J Dermatol 2005;153(4):706–14. 61. Michaelsson G, Gerden B, Hagforsen E, Nilsson B, et all. Psoriasis Patients With Antibodies To Gliadin Can Be Improved By A Gluten Free Diet. Br J Dermatol 2000;142(1):44–51. 62. Kalayciyan A, Kotogyan A. Psoriasis, Enteropathy And Antigliadin Antibodies. Br J Dermatol 2006;154(4):778–9. 63. Serwin AB, Wasowicz W, Gromadzinska J, Chodynicka B. Selenium Status In Psoriasis And It’s Relations To The Duration And Severity Of The Disease. Nutrition 2003;19(4):301– 4. 64. Serwin AB, Chodynicka B, Wasowicz W, Gromadzinska J. Selenium Nutritional Status And The Course Of Psoriasis. Pol Merkur Lekarski. 1999;6(35):263–5. 65. Kökçam I, Naziroğlu M. Antioxidants And Lipid Peroxidation Status İn The Blood Of Patients With Psoriasis. Clin Chim Acta 1999;289(1–2):23–31. 66. Ghoreschi K, Weigert C, Röcken M. Immunopathogenesis And Role Of T Cells In Psoriasis. Clin Dermatol. 2007;25(6):574–80. 67. Zalewska A, Wyczolkowska J, Narbutt J, Sysa Jedrzejowska A. Nitric Oxide Levels In Plasma And Fibroblast Cultures Of Psoriasis Vulgaris Patients. J Dermatol Sci. 2007;48(3):237–40. 68. Prpic Massari L, Kastelan M, Laskarin G, Zamolo G, et all. Analysis Of Perforin Expression In Peripheral Blood And Lesions In Severe And Mild Psoriasis. J Dermatol Sci 2007;47(1):29–36. 69. Krueger JG. The Immunologic Basis For The Treatment Of Psoriasis With New Biologic Agents. J Am Acad Dermatol 2002;46(1):1–23. 68 70. Griffiths CE, Barker JN. Pathogenesis And Clinical Features Of Psoriasis. Lancet 2007;370:26–71. 71. Torti DC, Feldman SR. Interleukin 12, İnterleukin 23, And Psoriasis: Current Prospects. J Am Acad Dermatol 2007;57(6):1059–68. 72. Bachelez H. Immunopathogenesis Of Psoriasis: Recent Insights On The Role Of Adaptive And Innate Immunity. J Autoimmun 2005;25:69–73. 73. Yildiz L, Bariş S, Senturk N, Kandemir B. Overexpression Of Bcl–2 In Lymphocytes Of Psoriatic Skin. J Eur Acad Dermatol Venereol. 2003;17(5):538–40. 74. Nickoloff BJ. The İmmunologic And Genetic Basis Of Psoriasis. Arch Dermatol 1999;135:1104–10. 75. Albanesi C, De Pita O, Girolomoni G. Resident Skin Cells In Psoriasis: A Special Look At The Pathogenetic Functions Of Keratinocytes. Clin Dermatol 2007;25(6):581–8. 76. Krueger G, Ellis CN. Psoriasis Recent Advances In Understanding It’s Pathogenesis And Treatment. J Am Acad Dermatol 2005;53:94–100. 77. Jariwala SP. The Role Of Dendritic Cells In The Immunopathogenesis Of Psoriasis. Arch Dermatol Res 2007;299(8):359–66. 78. Murphy M, Kerr P, Grant Kels JM. The Histopathologic Spectrum Of Psoriasis. Clin Dermatol 2007;25(6):524–8. 79. Kirkham N. Psoriasis. In: Lever’s Histopathology of the Skin. Elder D, Elenistas R, Jaworsky C, Johnson Jr B, 8th ed. Newyork: Lippincott-Raven, 1997:156-163. 80. Fry L. An Atlas of Psoriasis. 2nd Ed. London: Taylor and Francis, 2000;1-89. 81. Aydemir EH. Psoriasis ve benzeri dermatozlar. Dermatoloji’ de. Tüzün Y, Kotoğyan A, Aydemir EH, Baransu O, ed. 2. Baskı. İstanbul Nobel Tıp Kitapevleri, 1994;315-332. 82. Margolis D, Bilker W, Hennessy S, Vittorio C, Santanna J. The Risk Of Malignancy Associated With Psoriasis. Arch Dermatol 2001;137(6):778–83. 83. Aytekin S, Inalöz HS, Harman M, Akdeniz S, Deveci E, Inalöz SS. Coexistence of psoriasis vulgaris and bullous disorders. J Eur Acad Dermatol Venereol 1999 Mar;12(2):1857. 84. Reynoso Von Drateln C, Martinez Abundis E, Balcazar Munoz BR, Bustos Saldana R, Gonzalez Ortiz M. Lipid Profile, Insulin Secretion, And Insulin Sensitivity In Psoriasis. J Am Acad Dermatol 2003;48(6):882–5. 85. Henseler T, Christophers E. Disease Concomitance In Psoriasis. J Am Acad Dermatol 1995;32(6):982–6. 69 86. Uyanik BS, Ari Z, Onur E, Gündüz K, Tanülkü S, Durkan K. Serum Lipids And Apolipoproteins In Patients With Psoriasis. Clin Chem Lab Med. 2002;40(1):65–8. 87. Lebwohl M, Ali S. Treatment Of Psoriasis. Part 1. Topical Therapy And Phototherapy. J Am Acad Dermatol 2001;45(4):487–98. 88. Van De Kerkhof PC, Vissers WH. The Topical Treatment Of Psoriasis. Skin Pharmacol Appl Skin Physiol 2003;16(2):69–83. 89. Lebwohl M, Menter A, Koo J, Feldman SR. Combination Therapy To Treat Moderate To Severe Psoriasis. J Am Acad Dermatol 2004;50(3):416–30. 90. Kaya T. Topical Treatment Of Psoriasis. Türkiye Klinikleri J Int Med Sci 2005;1(13): 68 – 73. 91. Weinstein GD, Koo JY, Krueger GG, Lebwohl MG, et all. Tazarotene Cream In The Treatment Of Psoriasis: Two Multicenter, Double Blind, Randomized, Vehicle Controlled Studies Of The Safety And Efficacy Of Tazarotene Creams 0.05% And 0.1% Applied Once Daily For 12 Weeks. J Am Acad Dermatol 2003;48(5):760–7. 92. Nast A, Kopp IB, Augustin M, Banditt KB, Boehncke WH, et all. Guidelines For The Treatment Of Psoriasis Vulgaris. J Dtsch Dermatol Ges 2007;3:1–119. 93. Gordon PM, Diffey BL, Matthews JN, Farr PM. A Randomized Comparison Of Narrow Band TL 01 Phototherapy And PUVA Photochemotherapy For Psoriasis. J Am Acad Dermatol 1999;41:728–32. 94. Tanew A, Radakovic Fijan S, Schemper M. Narrowband UVB Phototherapy Vs Photochemotherapy In The Treatment Of Chronic Plaque Type Psoriasis: A Paired Comparison Study. Arch Dermatol 1999;135(5):519–24. 95. Storbeck K, Hölzle E, Schürer N, Lehmann P, Plewig G. Narrow Band UVB (311nm) Versus Conventional Broad Band UVB With And Without Dithranol In Phototherapy For Psoriasis. J Am Acad Dermatol 1993;28:227–31. 96. Lindelöf B, Sigurgeirsson B, Tegner E, Larkö O, Johannesson A, Berne B, et all. PUVA And Cancer Risk: The Swedish Follow Up Study. Br J Dermatol 1999;141:108–12. 97. Pozo Roman T, Gonzalez Lopez A, VelascoVaquero ME, Nunez Cabezon M. Psoralen Cream Plus Ultraviolet A Photochemotherapy (PUVA Cream): Our Experience. J Eur Acad Dermatol Venereol 2006;20:136–42. 98. Hofer A, Fink Puches R, Kerl H, Quehenberger F, et all. Paired Comparison Of Bathwater Versus Oral Delivery Of 8 Methoxypsoralen In Psoralen Plus Ultraviolet: A Therapy For Chronic Palmoplantar Psoriasis. Photodermatol Photoimmunol Photomed 2006;22:1–5. 70 99. Lebwohl M, Ali S. Treatment Of Psoriasis. Part 2. Systemic Therapies. J Am Acad Dermatol 2001;45:649–61. 100. Baker B, Fry L. Immunotargeting: A Biological Approach To The Treatment Of Psoriasis. Drug Discovery Today Therapeutic Strategies 2007;11:1–7. 101. Lebwohl M, Christophers E, Langley R, Ortonne JP, Roberts J, Griffiths CE. An İnternational, Randomized, Double Blind, Placebo Controlled Phase 3 Trial Of Intramuscular Alefacept In Patients With Chronic Plaque Psoriasis. Arch Dermatol 2003;139(6):719–27. 102. Gottlieb A.B. Extended Efalizumab Therapy Sustains Efficacy Without Increasing Toxicity In Patients With Moderate To Severe Chronic Plaque Psoriasis. J Drugs Dermatol 2004;3:614–624. 103. Tyring S. Etanercept And Clinical Outcomes, Fatigue And Depression In Psoriasis: Double Blind Placebo Controlled Randomised Phase III Trial. Lancet 2006:367;29–35. 104. Leonardi CL, Powers JL, Matheson RT, Goffe BS, et all. Etanercept As Monotherapy In Patients With Psoriasis. N Engl J Med 2003;20:2014–22. 105. Gottlieb AB, Evans R, Li S, Dooley LT, et all. Infliximab Induction Therapy For Patients With Severe Plaque Type Psoriasis: A Randomized, Double Blind, Placebo Controlled Trial. J Am Acad Dermatol 2004;51:534–42. 106. Menter A, Griffiths CE. Current And Future Management Of Psoriasis. Lancet 2007:370;272–84. 107. Poulalhon N, Begon E, Lebbe C, Liote F, et all. A Follow Up Study In 28 Patients Treated With İnfliximab For Severe Recalcitrant Psoriasis: Evidence For Efficacy And High İncidence Of Biological Autoimmunity. Br J Dermatol 2007;156:329–36. 108. Jacobson CC, Kimball AB. Rethinking The Psoriasis Area And Severity Index: The Impact Of Area Should Be Increased. Br J Dermatol 2004;151(2):381–7. 109. Kirby B, Fortune DG, Bhushan M, Chalmers RJG. The Salford Psoriasis Index: An Holisitc Measure Of Psoriasis. Br J Dermatol 2000;142:728–732. 110. Sterry W, Strober BE, Menter A. Obesity In Psoriasis: The Metabolic, Clinical And Therapeutic Implications. Report Of An Interdisciplinary Conference And Review. Br J Dermatol 2007;157:649–55. 111. Nakanishi N, Matsuo Y, Yoneda H, Nakamura K, et all. Validity Of The Conventional Indirect Methods Including Friedewald Method For Determining Serum Low Density Lipoprotein Cholesterol Level: Comparison With The Direct Homogeneous Enzymatic Analysis. J Occup Health 2000;42:130–137. 71 112. Ucak S, Ekmekci TR, Basat O, Koslu A. Comparison Of Various Insulin Sensitivity Indices In Psoriatic Patients And Their Relationship With Type Of Psoriasis. J Eur Acad Dermatol Venereol 2006;20:517–22. 113. Kondo N, Nomura M, Nakaya Y, Ito S, et all. Association Of İnflammatory Marker And Highly Sensitive C Reactive Protein With Aerobic Exercise Capacity, Maximum Oxygen Uptake And Insulin Resistance In Healthy Middle Aged Volunteers. Circ J 2005;69:452–7. 114. Wakkee M, Thio HB, Prens EP. Unfavorable Cardiovascular Risk Profiles In Untreated And Treated Psoriasis Patients. Atherosclerosis 2007;190(1):1–9. 115. Loffreda S, Yang SQ, Lin HZ, Karp CL, Brengman ML, Wang DJ, et all. Leptin Regulates Proinflammatory Immune Responses. FASEB J 1998;12(1):57–65. 116. Wang Y, Chen J, Zhao Y, Geng L, et all. Psoriasis İs Associated With İncreased Levels Of Serum Leptin. Br J Dermatol 2008;158:1134– 65. 117. Kayaalp SO. Tıbbi Farmakoloji Feryal Matbaası 4.baskı 1989. 118. Zari Javidi, Naser Tayyebi Meibodi, Yalda Nahidi. Serum Lipids Abnormalities And Psoriasis. İndian J Dermatol 2007;52(2):89-92. 119. Mallbris L, Granath F, Hamsten A. Psoriasis Is Associated With Lipid Abnormalities At The Onset Of Skin Disease. J Am Acad Dermatol 2006;54:614–21. 120. Seishima M, Mori S, Noma A. Serum Lipid And Apolipoprotein Levels In Patients With Psoriasis. Br J Dermatol 1994;130:738–42. 121. Farshchian M, Zamanian A, Farshchian M, Monsef AR. Serum Lipid Level In Iranian Patients With Psoriasis. J Eur Acad Dermatol Venereol 2007;21:802–5. 122. Tilg H, Moschen AR. Inflammatory Mechanisms In The Regulation Of Insulin Resistance. Mol Med 2008;14:222–31. 123. Boehncke S, Thaci D, Beschmann H, Ludwig RJ, Ackermann H, Badenhoop K, Boehncke WH. Psoriasis Patients Show Signs Of Insulin Resistance. Br J Dermatol 2007;157:1249–51. 124. Cohen AD, Dreiher J, Shapiro Y, Vidavsky L, Vardy DA, Davidovici B, Meyerovitch J. Psoriasis And Diabetes: A Population Based Cross Sectional Study. J Eur Acad Dermatol Venereol 2008;22:585–9. 72 EKLER EK-1 PASI SKORUNUN HESAPLANMASI PASI Skorunda kullanılan parametreler : Skor Eritem (E) İnfiltrasyon (I) Deskuamasyon (D) Psoriasis Vücut Tutulum Alanı (%A) 0 1 2 3 4 Yok Hafif Orta Belirgin Oldukça belirgin 0 %0%10 %10%30 %30%50 %50%70 5 6 %70%90 %90%100 PASI Skorunun Hesaplanası: PASI Skoru Saçlı Deri Üst Ekstremite Gövde Alt Ekstremite Toplam A x (E+I+D) x 0.1 A x (E+I+D) x 0.2 A x (E+I+D) x 0.3 A x (E+I+D) x 0.4 73
Benzer belgeler
(Microsoft PowerPoint - 19.093.2011 2.ER\335TEML\335 SKUAMLI
Son zamanlarda psoriasisde hiperlipidemi ve insülin direnci varlığı üzeride
durulmaktadır. Hiperlipidemi ve insülin direncinin, psoriasisde primer mi yoksa hastalığın
süresi, kullanılan sistemik ve...
Psoriasis ile iyi yaşamak
⋅⋅ Çevre etkileri (örneğin iklim değişimi, özellikle nemli-soğuk havalar)
⋅⋅ Aşırı kilo ya da yoğun kilo artışı
⋅⋅ Aşırı alkol kullanımı
Türkiye Psoriasis Tedavi Kılavuzu
been proposed about appropiate treatment modalities in the light of recent guidelines, meta-analytic studies and experiences in Turkey. (Turkderm- Turkish
Guideline for the Treatment of Psoriasis-2...