Sûfî Araştırmaları - Sufi Araştırmaları Dergisi
Transkript
Sûfî Araştırmaları - Sufi Araştırmaları Dergisi
ISSN 2146-1449 SÛFÎ ARAŞTIRMALARI SUFI STUDIES Cilt/Volume: 5 Sayı/Issue: 10 Yaz/Summer 2014 Sahibi: Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği adına Mehmet Veysî DÖRTBUDAK Editörler: Prof. Dr. Mustafa YILDIRIM Dr. Gürol PEHLİVAN Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Muhammed ÖZDEMİR Yabancı Dil Danışmanları Prof. Dr. Metin EKİCİ Mehmet Nuri ERDEM Emine ERSÖZ Sanat Danışmanı Özkan BİRİM Teknik Sorumlu Ramazan ÇELİK Yazışma Adresi 5527 sok. No: 41/11 Uncubozköy / MANİSA Elmek: [email protected] Tibyan Yayıncılık Basım Yayım Matbaacılık San. Tic. Ltd. Şti. 1145/1 Sok. No: 55/A Yenişehir – İzmir Tel: 0232 459 77 78 - 0532 424 94 91 e-posta: [email protected] - web: www.tibyanyayincilik.com Kültür Bakanlığı Sertifika No: 16613 Temmuz– 2014 Sûfî Araştırmaları -Sufi Studies MLA (Modern Language Association) ve Asos tarafından kaydedilmektedir. Sûfî Araştırmaları –Sufi Studies is abstracted in MLA (Modern Language Association) and Asos SÛFÎ ARAŞTIRMALARI SUFI STUDIES Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies Cilt/Volume: 5 Sayı/Issue: 10 Yaz/Summer 2014 ISSN 2146-1449 Yılda iki sayı yayımlanan uluslararası hakemli bir dergidir. Sûfî Araştırmaları-Sufi Studies Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği’nin yayın organıdır. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 YAYIN KURULU Dr. hc. Esin ÇELEBİ BAYRU (Uluslararası Mevlânâ Vakfı II. Başkanı) Prof. Dr. Rahmi KARAKUŞ (Sakarya Üniversitesi) Prof. Dr. Himmet KONUR (Dokuz Eylül Üniversitesi) Doç. Dr. Nuri ŞİMŞEKLER (Selçuk Üniversitesi Mevlânâ Araş. Ens. Md.) Doç. Dr. Cahit TELCİ (İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi) BİLİM KURULU Prof. Dr. Namık AÇIKGÖZ (Muğla Üniversitesi) Prof. Dr. Mehmet AKKUŞ (Ankara Üniversitesi) Prof. Dr. Annagurban AŞIROV (Türkmenistan İlimler Akademisi, Türkmenistan) Prof. Dr. Rami AYAS (Dokuz Eylül Üniversitesi) Prof. Dr. Osman BİLEN (Dokuz Eylül Üniversitesi) Prof. Dr. Tahsin CEMİL (Cluj Babeş-Bolyai Üniversitesi, Romanya) Prof. Dr. Okan DAHER (Helsinki Üniversitesi, Finlandiya) Prof. Dr. İlhan GENÇ (Düzce Üniversitesi) Prof. Dr. Turan GÖKÇE (Kâtip Çelebi Üniversitesi) Prof. Dr. Gürer GÜLSEVİN (Ege Üniversitesi) Prof. Dr. Ayşe İLKER (Celal Bayar Üniversitesi) Prof. Dr. Alimcan İNAYET (Ege Üniversitesi) Prof. Dr. Cabbar İŞANKUL (Özbekistan Bilimler Akademisi, Özbekistan) Prof. Dr. Mustafa KARA (Uludağ Üniversitesi) Prof. Dr. Adnan KARAİSMAİLOĞLU (KırıkkaleÜniversitesi) Prof. Dr. Seyit KASKABASOV (Avrasya Üniversitesi, Kazakistan) Prof. Dr. Süleyman KAYIPOV (Çüy Üniversitesi, Kırgızistan) Prof. Dr. Zeki KAYMAZ (Ege Üniversitesi) Prof. Dr. Bilal KEMİKLİ (Uludağ Üniversitesi) Prof. Dr. Yusuf Ziya KESKİN (Harran Üniversitesi) Prof. Dr. Atabey KILIÇ (Erciyes Üniversitesi) Prof. Dr. Mahmut Erol KILIÇ (Marmara Üniversitesi) Prof. Dr. Aynur KOÇAK (Yıldız Teknik Üniversitesi) Prof. Dr. Galina MİSKİNİENE (Vilnius Üniversitesi, Litvanya) Prof. Dr. Amin ODEH (University of Al-i Beyt, Ürdün) Prof. Dr. Ahmet ÖGKE (Akdeniz Üniversitesi) Prof. Dr. Kazım SARIKAVAK (Gazi Üniversitesi) Prof. Dr. Naseem Ahmad SHAH (University of Kashmir, Hindistan) Prof. Dr. Elfine SIBGATULLİNA (Alabuga Devlet Pedegoji Üniversitesi, Rusya Fed.) Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Prof. Dr. Ahmet Hakkı TURABİ (Marmara Üniversitesi) Prof. Dr. Fikret TÜRKMEN (İzmir Ekonomi Üniversitesi) Prof. Dr. Ayşe ÜSTÜN (Uşak Üniversitesi) Prof. Dr. Emine YENİTERZİ (Medeniyet Üniversitesi) Doç. Dr. Safi ARPAGUŞ (Marmara Üniversitesi) Doç. Dr. Ziya AVŞAR (Bozok Üniversitesi) Doç. Dr. Gülgün ERİŞEN YAZICI (Onsekiz Mart Üniversitesi) Doç. Dr. Mehmet KIRBIYIK (Selçuk Üniversitesi) Doç. Dr. Mustafa SARI (Mevlânâ Üniversitesi) Doç. Dr. Ömer Faruk TEBER (Onsekiz Mart Üniversitesi) Doç. Dr. Fatih USLUER (TOBB Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Gül GÜLER (Harran Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Mustafa GÜLER (Harran Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Sezai KÜÇÜK (Sakarya Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Furkan ÖZTÜRK (Akdeniz Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. A. Yılmaz SOYYER (Süleyman Demirel Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Mustafa TATÇI (Gazi Üniversitesi) Yurtdışı Temsilcileri Prof. Dr. Amin ODEH (Ürdün) Prof. Dr. Naseem Ahmad SHAH (Hindistan) Prof. Dr. Elfine SIBGATULLİNA (Rusya Federasyonu) Dr. Seema ARİF (Pakistan) Dr. Güzel TYUMOVA (Tataristan) İÇİNDEKİLER EDİTÖRDEN ............................................................................................. IX Prof. Dr. Mustafa YILDIRIM YENİKAPI MEVLEVİHANESİ VAKIFLARININ İHYASI SÜRECİNE DAİR BİR BELGENİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ .................... 1 Enliven the Foundations of Yenikapi Mawlawihane and reconsider an Archive document Cahit TELCİ BEHİŞTÎ MAHLASLI ŞAİRLERE AİT MEVLİDLER 1: BEHİŞTÎ AHMED SİNAN’IN MEVLİD-İ ŞERÎFİ ................................. 17 Mawlids 1: Which are appellated as Behişti: The Mawlid of the Behişti Ahmed Sinan Ramazan EKİNCİ XVII. YÜZYIL MEVLEVÎ ŞAİRLERİN ŞİİRLERİNDE SEMÂ’ .............. 81 Sema Among XVIITH Century Mevlevi Poets’ Poetry Eda TOK Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 VII Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği VIII Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 Editörden EDİTÖRDEN Prof. Dr. Mustafa YILDIRIM Hz. Mevlâna, dünya nimetlerinin her birinin insanın eline ayağına vurulan bir kement olduğunu, insanı köleleştirdiğini sıkça tekrarlar. Bu ifadeler günümüzde daha çok önemi hâizdir. Sanayi devriminden sonra insanın yararlanacağı imkânlar hızla çoğalıp yaygınlaşmış, bunlara sahip olma şehvetine kapılan insanlık daha çok sahip oldukça kendisi, yani insanî değerleri azalmış, tükete tükete farkında olmadan kendisini tüketmiştir. Daha ötesini söylemek gerekirse kendisinden sonraki insan neslinin ve hatta bütün canlıların geleceğini tehlikeye atmıştır. Denizler kirlenmiş, ormanlar tüketilmiş, doğal hayat yok edilmiş, üçte ikisi su olan dünyanın yüzde üç civarındaki içilebilir su kaynakları kurumaya yüz tutmuş ve içimizi karartacak pek çok olumsuz gelişme azgın insan eliyle gerçekleştirilmiştir. Tıpkı Rûm sûresi 30/41. âyetin ifade ettiği gibi: “İnsanların kendi elleriyle yaptıkları işler yüzünden karada denizde; sahil şehirlerinde fesad (kuraklık, kıtlık ve ahlâkî çürüme) meydana gelmiştir. Sonunda da Allah onlara (akıllarına başlarına alıp) doğru yola dönmeleri için yaptıklarının bir kısmının cezasını bu dünyada tattırmıştır.” 1400 sene öncesinden bize böyle bir haber veriliyor, böyle bir tespit yapılıyor. Bütün bunların temelinde insanın bencilliği, aç gözlülüğü ve bitmez tükenmez ihtirası yatmaktadır. Afrika’nın altınını, gümüşünü, yeraltı ve yerüstü bütün kaynaklarını dibine kadar sömüren, fakat o insanlara yüz metrelik bir kuyu açıp su çıkarmayı çok gören günümüzün sömürü zihniyeti, milyarlarca insanı açlığa mahkûm etmiş, güya onlara yardım etmek için yaptığı kampanyalarda dahi kendi hayvanî arzuları istikametinde eğlenceler düzenlemeyi bir fazilet olarak sunabilmiştir. Bu genel ifadelerden son ve en mükemmel din olan İslâm dinine inandıklarını söyleyen günümüz Müslümanlarının istisna tutulduğu sanılmamalıdır. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 IX Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Prof.Dr. Muatafa YILDıRIM Maalesef modern dünyanın sunduğu cazip imkânlar çoğu Müslümanların gözünü kamaştırmış, mensup oldukları dinin önerdiği hayat tarzının ve ahlâkî tutumun çok uzağında kalmışlardır. İnsanoğlunun bu zâlim ve câhil yönü, tarihin her döneminde kendini gerçekleştirme imkânı bulmuştur. Fakat buna karşılık onun ulvî duygularla mücehhez ve adına tasavvuf dediğimiz sınırsız manevî güzellikleri, varlık âleminin bir ışığı olarak hep ışıldamıştır. Bu ışık zulmü, karanlıkları aydınlatmış, Allah’ın cemal sıfatlarının daha fazla zuhuruna vesile olmuştur. Sufi Araştırmaları dergisi bu ışığı bir nebze olsun günümüze taşıyabilmeye gayreti içindedir. Çünkü bu ışığa şiddetle ihtiyacımız var. Körfezleri şehrin lağım sularıyla dolduran zihniyetlere karşılık, durgun ya da akan bir suya bevletmeyi yasaklayan Peygamber mesajını hatırlamaya ihtiyacımız var. Yarın kıyametin kopacağını bilseniz elinizdeki fidanı dikmekten geri durmayın hadîs-i şerifini tekrar tekrar duymaya ihtiyacımız var. Hz. Peygamber’in, “Medine’de yeni yapılacak yollar en az yedi devenin geçeceği genişlikte olsun” emrine ve Hz. Ömer’in Basra şehrini kurmakla görevlendirdiği Sa’d ibn Ebî Vakkas’a, “Şehri kurarken öyle bir imar planı yap ki kimsenin evi güneşten ve hava dolaşımından mahrum kalmasın” şeklindeki talimatına, beton yığınları içinde bunalan ve adeta çok katlı mezarlarda yaşayan insanımızın ihtiyacı var. Komşusu aç iken tok yatanın müslüman olamayacağına; sahip olduklarımızda ihtiyaç sahiplerinin hakkının bulunduğuna; eline, diline, beline sahip olmaya; insanların en hayırlısının insanlara en çok faydası olan kimse olduğuna dair ve daha pek çok dinî-insanî prensipleri sıklıkla duymaya ihtiyacımız var. Din adına ya da başka amaçlar uğruna işlenen cinayetlerin işlendiği günümüzde, bir canın kutsallığının bütün canlıların kutsallığı demek olduğunu, birlikte yaşamanın bir zorunluluk halini aldığı dünyamızda, kâfir de olsa her insanın Allah’tan bir nefes taşıdığını çokça hatırlamaya ihtiyacımız var. Ve tabii “… Biz bulunca dağıtır, bulmayınca şükrederiz” diyen Horasanlı dervişin ruhuna ihtiyacımız var. Kısacası bizi biz kılan dinî-tarihî değerlere ihtiyacımız var. Son birkaç söz daha: Sevgili dostlar, aynı zamanda bu ışığa, gelinin kayın pederinin, damadın kaynanasının elini öpemeyeceği fetvasını veren bir kısım fıkıhçılarımızın da ihtiyacı var. Bu ışığa, derûnî duyguları ve gâî değerleri göz ardı edip lafzî-literal anlamın içine sıkışıp kalmış bir kısım tefsircilerimizin de ihtiyacı var. Bu ışığa, Allah’ı bir müminin kalbine koymak yerine çok uzaklardaki arşın üstüne oturtan (buna bir kısım diyemiyorum) kelamcılarımızın da ihtiyacı var. Bu ışığa, birtakım giyim-kuşam ve kılı sünnet gören bir kısım hadisçilerimizin de ihtiyacı var ve bu ışığa dervişliği hırka giymek zanneden, X Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 Editörden şeyhliği ve kerameti postta gören bir kısım tasavvufçularımızın da ihtiyacı var. Cümlemizin gönlü bu ışıkla dolsun. Çalışmalarıyla dergimizin 10. sayısını ışıtan Doç. Dr. Cahit TELCİ, Dr. Ramazan EKİNCİ ve Eda TOK’a kalbî şükranlarımı arz ediyorum. Bu sayıdan itibaren Editör şerikim olan ve her sayının çıkmasında çok büyük emekleri geçen Dr. Gürol PEHLİVAN kardeşime sonsuz teşekkürler ediyorum. Sevgiyle ve hayırla kalın. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 XI Yenikapı Mevlevihanesi Vakıflarının İhyası Sürecine Dair Bir Belgenin Düşündürdükleri YENİKAPI MEVLEVİHANESİ VAKIFLARININ İHYASI SÜRECİNE DAİR BİR BELGENİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ* Enliven the Foundations of Yenikapi Mawlawihane and reconsider an Archive document Cahit TELCİ** ÖZ Mevlevîlik, XIII. yüzyıldan XX. yüzyıla kadar uzanan Anadolu, Balkanlar, Ortadoğu ve son yıllarda da Avrupa ve Amerika’ya taşınmış olan tasavvufi bir ekoldür. Kendisi ile aynı dönemlerde Anadolu’da varlığından haberdar olduğumuz Kalenderîye, Yesevîye, Kâzerûniye gibi, dönemlerinde büyük önem taşıyan ekoller, zaman içerisinde ya ortadan kalkmış ya da diğer tasavvufî ekoller içerisinde erimiş, Mevlevîlik ise yedi asır boyunca, farklı coğrafyalar, farklı siyasal idareler altında varlığını hem de etkin bir şekilde devam ettirmiştir. Mevlânâ’nın ölümünden sonra, özellikle XIV. yüzyıl başlarında Orta ve Batı Anadolu beylikler sahasını kendisine yayılma ve tutunma alanı olarak seçen tarikatın Osmanlı sahasına girmesi yaklaşık bir asır kadar gecikmiştir. Bu gecikmenin çeşitli siyasal sebepleri olmakla beraber, erken dönem Osmanlı sultanlarının çevresindeki gruplar ile Mevlevîlerin doku uyuşmazlıklarından da bahsedilebilir. ――――――――― * ** Makale geliş tarihi: 5. 05. 2014 Makale kabul tarihi: 25. 09. 2014 Doç. Dr., Katip Çelebi Üniversitesi, Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi, Tarih Bölümü. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 1 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Cahit TELCİ Osmanlı yönetimi ile Mevlevîlerin ilişkileri büyük oranda XVII. yüzyıl ile beraber gelişmeye başlamıştır. İmparatorluk başkentinde bu dönemlere kadar sadece bir tane Mevlevîhâne varken ve hatta o da XVI. yüzyıl ortalarında harap halde bulunmakta iken, XVII. yüzyılla beraber bu ilk Mevlevîhâne olan Galata Mevlevîhânesi’nin yeniden inşa edilmesinin yanında, Yenikapı, Kasımpaşa, Beşiktaş Mevlevîhâneleri de inşa edilmiştir. Bu örgütlenme faaliyeti başka şehirlerde de görülmektedir. Burada tarihsel bağlamını tespit etmeye çalışacağımız belge, Osmanlı merkez yönetimi ile Mevlevilerin diyaloğu çizgisinde, önemli bir süreci temsil etmektedir. Bu belge, bir taraftan İstanbul’daki Yenikapı Mevlevîhânesi’nin vakıflarını düzenliyor görünürken öte taraftan dönemin Osmanlı yönetiminin Mevlevîlere karşı bakışını da göstermek açısından çok önem taşımaktadır. Anahtar Kelimeler: Yenikapı Mevlevîhânesi, Mevlevîlik, Vakıf, Balıkesir, Mirahur Hasan Paşa, Osmanlı. ABSTRACT Mawlawiye is a mystical Islamic cult dispersed to Anatolia, Balkans and Middle East by the beginning of 13th century now can be traced in Europa and US. as well. Other important contemporary mystic cults as Kalendariye, Yasawiye, Kazaruniye, either have been vanished in time or transformed or melt in other cults. On the other hand Mawlawiye, survived even more effectively for seven hundred years under the rule of different administrators and different places. After passed away of Mawlana, Mawlawis spread to western and central Anatolia to domain and survive throughout the 14th century and it took almost another hundred years for Mawlavis to enter the Ottoman patronage. There are many reasons of this delay such as social and political matters but it could be some disagreements between Ottoman bureaucrats and Mawlawi heads. By 17th century, relations between Ottomans and Mawlawis show some progressive movements. In Istanbul there were only one (Galata) Mawlawihana upto 16th century and more over it was devastated. But with the beginning of 17th century three more (Yenikapi, Kasimpasha and Beshiqtash) Mawlawihane opened. This organization activity can be seen in other Ottoman cities too. The archive document we try to analyze in this article, include an important dialog process between Ottoman central administrators and Mawlawis. Dialogs also show the viewpoint of Ottomans to Mawlawis and enliven process of the foundations of Yenikapi Mawlawihane. Keywords: Yenikapi Mawlawihane, Mawlawiye, Foundations, Balıkesir, Mirahur Hasan Paşa, Ottoman. 2 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 Yenikapı Mevlevihanesi Vakıflarının İhyası Sürecine Dair Bir Belgenin Düşündürdükleri Mevlevîlik tarihi araştırmalarının duayen ismi Abdülbaki Gölpınarlı’nın meşhur eserinde, tarikatın XVII. yüzyılda âdeta bir devlet kurumu haline geldiği yargısı hayli ilginçtir. Hatta O, Mevlevîliği mihverinden çıkartan olgunun kuruma tahsis edilen vakıflar olduğunu da ifade etmektedir. Mevlevîlik, Hz. Mevlana’ya izafe edilen bir büyük tasavvufî ekol olmakla beraber, hareketin tarikatlaşması ve daha ziyade şehirli kitleler üzerinde etkisini göstermeye başlaması Mevlana’nın ölümünden sonra, Anadolu’nun ortasından taşraya doğru yayılması ise birçok araştırmacının büyük önem atfettiği Ulu Arif Çelebi’nin XIV. yüzyıl başlarında gerçekleştirdiği seyahatler dönemi ile de ilgili olmuştur1. Ancak gelişmenin sadece bu seyahatler ile izah edilmesi o kadar da isabetli olmasa gerektir. Öte taraftan bu seyahatler, esasında Osmanlıların dışında kalan coğrafya ile ilgilidir. Ulu Ârif Çelebi, belki de Osmanlıların daha henüz bölgenin önemli bir siyasal aktörü olmadıkları/olamadıkları bu tarihlerde, asıl önemli aktörler olan Aydın, Menteşe, Saruhan gibi denizci beyler ile kadim beyliklerden Germiyanoğulları sahasında, ciddi bir siyasal istikbal görmüş/öngörmüş idi. Osmanlı yönetimi ile Mevlevîlerin mesafeli süreci II. Murad zamanına kadar devam etmiştir. XV. yüzyılın ortaları Osmanlı merkezi yönetiminin Mevlevîlere bir kısım imtiyazlar vermeye başladıkları dönem olarak da kabul edilebilir. Zira dönemi bazı tahrir defterlerinde Mevlevî oldukları kaydedilen kişilerin, bazı hizmetlerden muaf tutuldukları dikkat çekmektedir2. Bu mesafenin sebebi sadece Osmanlıların bölgesel aktör olmamaları olsaydı, aslında I. Murad ya da hiç olmazsa Yıldırım Bayezid zamanında Osmanlı siyasal gücü ve vizyonunun imparatorluk noktasını hedeflediği dönemlerde, Osmanlılar ile Mevlevîler arasında yakınlaşma beklenebilirdi3. O halde ――――――――― 1 2 3 Ulu Arif Çelebi’nin bu seyahatleri ve etkileri konusunda bkz. Ekrem Işın, “İstanbul’da Mevlevî Şeyh Aileleri ve Mevlevîliğin Bir İmparatorluk Tarikatı Olarak Örgütlenmesi”, Birinci Uluslararası Mevlânâ, Mesnevî ve Mevlevîhâneler Sempozyumu Bildirileri, 19-21 Aralık 2001 Manisa Mevlevîhânesi, Manisa 2002, s. 35. farklı bir yaklaşım için bkz. Cahit Telci, “Beylikler Devrinin İki Önemli Şehri Balat ve Ayasuluğ’ daki Mevlevihanelerin XVI. Yüzyıldaki Durumu Uluslararası Mevlânâ Mesnevi ve Mevlevîhâneler Sempozyumu, Manisa 2006, ss. 449-460. İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı-Muallim Cevdet Yazmaları, nr. O.93, vr. 163a. “İlyas Oğlu Bâli’nün oğlu Muhammedî tâlib-i ilmdir ve hem Mevlevî’dir ve hâfız-ı kelâmullahdır. Yamakları dahi müstağnidir. Bâkî fermân dergâh-ı muâllânındır” Nejat Göyünç, I. Murad’ın son senelerinden itibaren Osmanlı devlet adamları ile Mevlevîlik arasında iyi ilişkiler kurulduğu bağlamında Serez’de bir Mevlevî zâviyesi olduğuna işaret eder. Bkz. “Mevlevîlik ve Sosyal Hayat”, II. Milletlerası Mevlânâ Kongresi 3-5 Mayıs 1990, Konya 1991, s. 96. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 3 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Cahit TELCİ Osmanlı yönetimi ile Mevlevîleri mesafeli kılan başka konular olduğu muhakkaktır. Bu konulardan en önemlisi elbette Karamanoğulları’dır. Zira Osmanlı genişlemesinin Anadolu’da en önemli muhalifi hiç şüphesiz ki Karamanoğulları idi ve Konya merkezli Karamanoğullarının yine Konya merkezli Mevlevîleri âdetâ beşinci kol faaliyeti olarak değerlendirmesi böyle olmasa bile Osmanlı yönetiminde bu algının olması elbette mümkündü. Muhtemelen Osmanlılar, Mevlevîleri temelde bu siyasal rekabet içerisinde bir unsur olarak algılamış ve mesafeli belki de tepkili davranmışlardır. XV-XVI. yüzyıllar gelinceye kadar Osmanlılar bu tavırlarını devam ettirmişlerdir. Bu dönemlerde Anadolu’da ve bilhassa Rumelide kaynaşan şii-bâtıni cereyân arasında Divâne Mehmed Çelebi, Yusuf-ı Sine-çâk, Şâhidî gibi mevlevîler halkı kucaklamaya başladığı zaman Osmanoğulları Mevlevîleri görmeye başladılar4. Öte taraftan erken dönem Osmanlı sultanlarının etrafında, Mevlevîler ile kıyaslandığında, fetih ve gaza ruhunun daha etkin olduğu, aksiyoner gruplar yer almakta idi. Osmanlı yönetiminin Mevlevîlere karşı mesafeli duruşunun sebeplerinden bir tanesi de bu unsurların birbirleri ile olan doku uyuşmazlığı olarak ifade edilmelidir. Dolayısıyla Osmanlı yönetimi ile Mevlevîlerin ilişkilerini üç dönem halinde ele almak gerekir. Birinci dönem ilişkinin hiçbir şekilde gelişmediği ancak tarafların muhtemelen birbirlerini gözlemekten uzak durmadıkları dönemdir. İkinci dönem ise ilk olarak II. Murad döneminde Edirne’de bir Mevlevîhâne inşası ile başlayan ilişkiler dönemi5. Üçüncü dönem ise ilişkilerin ――――――――― 4 5 4 Abdülbâki Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, İstanbul 1983, s. 269. Kalenderhane Camii’nde bir mevlevihâne tesis edildiği, ardından Çukurbostan ve Eyüp mevlevihânelerin inşasına dair anlatıların yanında İstanbul’da mevsuk olarak bilinebilen ilk Mevlevihane olan Galata Mevlevihânesi bu dönemin bir eseri olarak kabul edilebilir. Bkz. Muzaffer Erdoğan, “Mevlevi Kuruluşları Arasında İstanbul Mevlevîhâneleri”, Güney-Doğu Avrupa Araştırmaları Dergisi, S. 4-5(1975-1976), İstanbul 1976, ss. 24-25; Kalenderhane camiinde bir mevlevihanenin varlığı ve Mevlevi ayini icra edildiği hakkında bkz. Ekrem Hakkı Ayverdi, Osmanlı Mimarisinde Fatih Devri 855-886 (1451-1481) C. III, İstanbul 1989, s. 428; Kalenderhane In Istanbul The Buildings Their History, Architecture, and Decoration, ed. Cecil L. StrikerY. Doğan Kuban, Mainz 1997, s. 18; XVI. Yüzyılın hemen başlarında 1509 senesinde Çelebilik makamına gelen ve bu görevini Yavuz ve Kanuni dönemlerinde sürdüren Hüsrev Çelebi (ölm. 1561) döneminde Mevlevilik büyük gelişme göstermiştir. Bkz. Barihüda Tanrıkorur, “Mevleviyye” , TDV. İA, C. 29, 469; Öte taraftan Konya Mevlevi Asitânesi II. Selim tarafından yine bu süreçte tamir ettirilmiş ve Selimiye imareti inşa edilmiştir. Bkz. Haşim Karpuz, “Mevlana Külliyesi”, TDV. İA, C. 29, 448-452; Bu gibi bazı imar faaliyetlerinin yanında, Osmanlı yönetiminin bu süreçte Konya’daki Hazret-i Mevlâna âsitânesi ve dervişlerin hukukunun muhafazası yolundaki yaklaşımı da dikkat çeker (mesela bkz. BOA. MD, nr. 23, s. 214/452) Ancak bu yüzyılda ilişkiler sorunsuz değildir. Ferruh Çelebi’nin Osmanlı yönetimi tarafından azli görece olarak durağan bir dönem olarak değerlendirilebilir. Bkz. Barihüda Tanrıkorur, “Mevleviyye” , TDV. İA, C. 29, 469 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 Yenikapı Mevlevihanesi Vakıflarının İhyası Sürecine Dair Bir Belgenin Düşündürdükleri fevkalade yakınlık kazanmaya başladığı XVII. yüzyıl başları olarak ifade edilebilir. Bu dönem itibarıyla özellikle Çelebiler ile bazı sorunlar yaşanmasına rağmen Mevlevîler, Osmanlı yönetimi ile ilişkilerini muhafaza etmişlerdir. Bilindiği gibi İstanbul’daki ilk mevlevîhâne olan Galata Mevlevîhânesi 1490-91 civarında inşa edilmiş ise de XVI. yüzyıl ortalarında harap hale gelmiş ve 1608 civarında köklü bir onarımdan geçmiştir. XVII. yüzyıla giderken 1598 yılında, İstanbul’da Galata Mevlevîhânesi’nden sonra ikinci mevlevîhâne olarak Yenikapı Mevlevihânesi’nin, 1613 yılında Beşiktaş Mevlevîhânesi’nin, 1623-31 yıllarında Kasımpaşa Mevlevîhânesi’nin, 1621 yılında Gelibolu Mevlevîhânesi’nin, 1639’da Antep Mevlevîhânesi’nin inşası, bu yakın ilişkilerin meyvesi olarak ifade edilebilir. Değerlendirmemize esas teşkil eden belge 26 Rebiü’l-âhir 1098 (11 Mart 1687) tarihine ait bir berat olup, Edremit Şer’iye Sicilleri içerisinde yer almaktadır6. Berat suretinde nakledilene göre, Yenikapı Mevlevîhânesi7 dervişleri rikâb-ı hümâyuna bir arz sunarak, vaktiyle mevlevîhâneye tahsis olunan zehâirin kayıtlarda bulunamadığını ifade etmektedirler. İlâveten, Balıkesir’deki Mirahur Hasan Paşa Zâviyesi’nin zâviyedârı olan Hâfız Süleyman’ın da zâviyelerine tahsis edilmiş olan gelire müstehak olmadığı iddiasıyla, Şeyhülislâmın huzurunda imtihan edildiği ve burada da “adem-i istihkakı”nın tespit olunduğu ifade edilerek, onlara tahsis edilmiş olan ta’amiyenin, vaktiyle dergâha tahsis edilip de bir şekilde kayıtlarda bulunamayan zehâirin mukabili olarak kendilerine tahsisini istemişlerdir. Berat, dervişlerin bu isteklerinin uygun görülmesini ve Balıkesir’deki Mirahur Hasan Paşa Zâviyesi’nin ta’amiyesinin Yenikapı Mevlevîhânesi’ne tahsisini âmirdir8. ――――――――― 6 7 8 BOA. MŞH. ŞSC-d (Edremid ŞS) 4608 çekim 28. Bu Mevlevîhâne hakkında bkz. Mehmed Ziya, Yenikapı Mevlevîhânesi, İstanbul 1329; Muzaffer Erdoğan, “a.g.m” ss. 29-32; Hasan Özönder, “Yenikapı Mevlevîhânesi”, IX. Milli Mevlânâ Kongresi, Konya 1998, ss. 143-190; Aksel Tibet, Ekrem Işın, Dilek Yelkenci, “Stelae Turcicae VIII: Yenikapı Mevlevîhânesi Haziresi”, İslam Dünyasında Mezarlıklar ve Defin Gelenekleri I, (Edites par Jean-Louis Bacgue Grammont et Aksel Tibet) Ankara 1994, ss. 223-281; M. Baha Tanman, “Yenikapı Mevlevihanesi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C.VII, İstanbul 1994, ss. 476-485; Baha Tanman, “Yenikapı Mevlevihanesi”, TDV. İA, C. 43, 463-468; Ekrem Işın, “Yenikapı Mevlevîhânesi’nin İki Vakfiyesi”, İstanbul Araştırmaları, S. 3, (Güz 1997), ss. 89-118; Ekrem Işın, “Yenikapı Mevlevîhânesi”, Surların Öte Yanı Zeytinburnu, Haz. Elif Alper Çeker, İstanbul 2003, ss. 136-147; Mustafa Erdoğan, “Yenikapı Mevlevîhânesiyle İlgili Kaynaklara Bir İlave: Kemâleddin Efendi’nin Terâcim-i Ahvâl’i”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş-ı Veli, Ankara 2003, ss. 157-174; Defter-i Dervişan, Yenikapı Mevlevîhânesi Günlükleri, Haz. Bayram Ali Kaya-Sezai Küçük, İstanbul 2011. Osmanlı yönetiminin bazı tekke ve zaviyelere hemen her dönem bir takım gelirler tahsis ettiği bilinmektedir. Özellikle tekkenin bulunduğu mıntıkada yer alan mukataalardan yevmiye tahsisi çok görülen örneklerdendir. Örneğin Sivas Mevlevîhânesi’ne yapılan tahSûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 5 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Cahit TELCİ İstanbul’daki bir mevlevîhânenin dervişlerinin Balıkesir’den başka bir zâviyenin gelirine tâlib olmasının hangi sürecin sonucu oluştuğu, çok mantıklı görülmeyen bu talepte nelerin rol oynadığı ya da merkez yönetimin bunu nasıl uygun gördüğüne dair belgede bir açıklık bulunmamaktadır. Dolayısıyla tipik ve hayli ilginç bu belgeyi tarihsel bağlamında ana hatlarıyla değerlendirmek gerekir. Aynı zamanda, hemen bu belgenin ait olduğu tarihlerde başka yerlerde de benzer tahsislerin olup olmadığı, başka zâviyelerden bazı vakıfların Mevlevî dergâhlarına aktarıldığına dair örneklerin bulunup bulunmadığı ayrı bir araştırmanın konusudur. Belgenin ortaya koyduğu konu aslında hadisenin tarihinden yaklaşık sekiz yıl kadar önce başlayan bir sürecin devamı olarak da değerlendirilebilir. Bilindiği gibi Konya asitânesi 1091/1680 yılından itibaren “bilcümle avarız-ı divaniye ve tekâlif-i örfiye ve şakkadan muâf”9 idi. Kezâ bu şekilde başka bazı mevlevîhâne vakıf arazilerinin de muâf olduğu bilinmektedir. Belgeden anlaşıldığı kadarıyla konunun dört aktörü bulunmaktadır. Bunlardan ilki belgede zikredilmemekle beraber Yenikapı Mevlevîhânesi’nin bu esnadaki şeyhi olmalıdır. İkinci kişi ve aslında olayın görünürdeki mağduru Balıkesirde Mirahur Hasan Paşa Zâviyesi’nin zâviyedârı Hâfız Süleyman’dır. Üçüncü kişi bu esnadaki şeyhülislâmdır. Dördüncü ve son kişi ise belgede hiçbir şekilde atıf yapılmayan Mevlevîliğin en üst temsil makamı olan Konya Çelebisi olmalıdır. Çünkü XVII. yüzyıl ortalarına kadar İstanbul mevlevîhânelerine şeyh atama yetkisi hep Çelebilerin uhdesinde olmuştur10. Muhtemelen Fatih döneminde inşa edilmiş olan11 Balıkesir’deki Mirahur Hasan Paşa Zâviyesi, konu içerisine sadece ismi ile dâhil olmaktadır. 9 10 11 6 sisler için bkz. Ömer Demirel, “Sivas Mevlevîhânesi ve Mevlevî Şeyhlerinin Sosyal Hayatlarına Dâir Bazı Tespitler”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Yıl: 2 S. 2 (Mayıs 1996) s. 219; Mevlüt Eser-Yusuf Küçükdağ, “Ermenek Mevlevîhanesi/Karamanoğlu Halil Bey Tekkesi”, Tarihçiliğe Adanmış Bir Ömür Prof. Dr. Nejat Göyünç’e Armağan, Konya 2013, s. 308; Öte taraftan uzun dönem vakıfları ve devlet tarafından yapılan tahsisler olmadan ayakta kalabilen Mevlevîhânelere örnek olarak Kilis Mevlevîhânesi gösterilebilir. Zirâ bu Mevlevîhânenin en erken vakfiyeleri XIX. Yüzyılda hazırlanmıştır. Bk. Yusuf Küçükdağ, “Kilis Mevlevîhânesi Vakıfları ve Vakfiyeleri”, Osmanlı Araştırmaları, XXIV, İstanbul 2004, s. 274. Christoph K. Neuman, “19’uncu Yüzyıla Girerken Konya Mevlevî Asitanesi ile Devlet Arasındaki İlişkiler”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi Yıl: 2 S. 2 (Mayıs 1996), s. 175; Bu meseleye aslında ilk olarak Suraiya Faroqhi, (Osmanlı Arşivi /Cevdet-Evkaf 18673)numaralı belgeye dayanarak işaret etmiştir. Bkz. “16-18. Yüzyıllarda Orta Anadolu’da Şeyh Aileleri”, Türkiye İktisat Tarihi Semineri, Metinler Tartışmalar, 8-10 Haziran 1973, Ed. Osman Okyar, Ankara 1975, s. 216. Ekrem Işın, a.g.m., s. 37. Mustafa Murat Öntuğ, XVII. Yüzyılın ilk yarısında Balıkesir Şehrinin Fiziki, Demografik ve Sosyoekonomik Yapısı (Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Doktora Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 Yenikapı Mevlevihanesi Vakıflarının İhyası Sürecine Dair Bir Belgenin Düşündürdükleri Zâviye’nin burada ele almış olduğumuz belgede de konu edilen vakıfları 1530 muhasebesine nazaran, Balıkesir’e tabi 18 hâne 6 mücerred 1 imam ve 2 mütekaid imam ve sipahizâdeden oluşan nüfusu barındıran Mirahur köyü ile yıllık 2000 akça getirisi olan Edremit’teki “iki kıt’a” hamam mukataası, Aişe Bacı köyünde bir evde harap iki değirmen, At köyünde iki değirmen, Balıkesir yakınındaki bağlardan öşür ile yine hâsılları müstakilen tespit edilmemiş olan iki çiftlikten ibaret olmak üzere toplam 6.398 akça’dan oluşmaktadır12. Baha Tanman, Yenikapı Mevlevîhânesi hakkında kaleme almış olduğu bir çalışmanın dipnotunda “Mirahor Hasan Paşa adında bir hayır sahibinin Yernikapı’da bir mevlevîhâne vakfetmiş” olduğunu ifade etmektedir13. Öyle anlaşılıyor ki Balıkesir’deki zâviyenin vakfının Yenikapı Mevlevîhânesi’ne tahsis edilmesinin ardından bu gelir, vakıf evrakı üzerinde Mirahur Hasan Paşa tarafından doğrudan mevlevîhâneye vakfedilmiş gibi işlem görmüştür. Kezâ elimizdeki sicil kaydında yer alan “kadîmden zâviye-i mezbûreye mutasarrıf olanlar ne vechle zabt olıgelmişler ise mezbûrlar dahi ol minval üzere mutasarrıf olalar ve ol bâbda ref’ olunan Hafız Süleyman ve âherden bir ferd mani ve müzâhim olmayub” ifadesi, vakfın sanki mevlevîhâneye vakfedilmiş gibi işlem görmesini âmirdir. Dolayısıyla Baha Tanman, bu düzenleme sonrasına ait kayıtlar üzerinden değerlendirmek durumunda kaldığında, haklı olarak, Mirahur Hasan ile mevlevîhâne arasında doğrudan bir ilişki varmış gibi düşünmüş olmalıdır. 12 13 Tezi) Konya, 2003, s. 96. Bu teze dikkat çeken sayın hakeme teşekkür ederim; zaviye hakkında bir kısım bilgi de Aynur Ünlüyol’un tezinde bulunmaktadır. Bu bilgiye de dikkat çeken sayın hakeme teşekkür ederim. Bkz. Şeriye Sicillerine Göre XVIII. Asrın İlk Yarısında Balıkesir (1700-1730), Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Doktora Tezi, Bursa 1995, s. 2002. Müellif burada 1130/1717-18 tarihli bir temessükten hareketle, zaviyenin II. Mehmed tarafından Yenikapı Mevlevihanesine nân-baha olarak sadaka edildiğini ifade etmektedir. Sayın müellif, kullanmış olduğu sicil kaydında ifadesini bulan “Merhûm ve mağfur-leh Gazi Sultan Mehmed Hân aleyhi’r-rahme ve’r-rıdvân hazretleri” ifadesini nasıl olduysa, Fatih Sultan Mehmed olarak yorumlamıştır. Burada bahse konu olan “Gazi Sultan” IV. Mehmed’dir. Yorumlamasına yorumlamıştır ancak, II. Mehmed döneminde Yenikapı Mevlevihanesi’nin henüz inşa edilmediği, bahsi geçen mevlevihanenin inşası için henüz bir asırdan fazla zaman geçmesi gerektiği bilgisine de dikkat etmemiştir. Sayın müellif hem sicildeki ifadeyi yanlış yorumlamış, öte taraftan çok bilinen bir inşa tarihini de dikkatten kaçırmıştır. Yine sayın müellif Sezai Sevim’in tezinden (XVI. Asırda Karası Sancağı Tahrir Defterlerine Göre, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara 1993, s. 284-285) naklen İmrahor Hasan Zaviyesi’nin bahse konu olan vakıflarını da nakletmiştir. Sezai Sevim vakfın gelirleri arasında Edremit’te bir hamam zikretmektedir. İlgili kısımda ifade ettiğimiz gibi, bu bilgiyi nefs-i Edremit’te 2 bâb hamam mukataasından elde edilen gelir olarak tashih etmek gerekir. Aynı hatalı bilgiyi Sezâi Sevim’den alarak Aynur Ünlüyol da nakletmektedir. BOA. TD. 166, s. 255. Baha Tanman, “Yenikapı Mevlevihanesi”, IX. Vakıf Haftası Kitabı ( 2-4 Aralık 1991), Ankara 1992, s. 93. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 7 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Cahit TELCİ Baha Tanman, konuyu bahsedilen çalışmasından daha önce, İstanbul Tekkeleri hakkında hazırlamış olduğu doktora tezinde de ele almış ve konunun problemini isabetle tespit ederek, araştırmaya muhtaç olduğunu ifade etmiştir14: “Vakıflar: no:318’de Mirahur Hasan Paşa adında bir hayır sahibinin yine Yenikapı’da bir mevlevîhane vakfetmiş olduğu kayıtlıdır. Yenikapı Mevlevîhanesi’nin Malkoç Mehmed Efendi’den sonra 2., 3. bânisi olmuş kişiler arasında bu isimde bir kimseye rastlanmamaktadır. Eğer söz konusu belgede bir istinsah ya da imla hatası yoksa bu husus ayrıca araştırılmaya ve aydınlatılmaya muhtaçtır” Burada ele aldığımız berat, Sayın Tanman’ın problem olarak tespit edip, çözümlenmesi gereğine işaret ettiği konuya da açıklık getirmektedir. Mirahur Hasan Paşa’nın aslında İstanbul’daki Yenikapı Mevlevîhânesi ile hiçbir ilgisi yoktur. Konu, ele aldığımız belgede yer bulduğu şekilde, Balıkesir’deki Mirahur Hasan Paşa Zâviyesi’nin gelirlerinin ta’amiye olarak mevlevîhâneye tahsis edilmesi ile ilgilidir. Mevlevîhânenin bu tarihlerdeki şeyhi Nâci Ahmed Dede Efendi’dir15. Bilindiği üzere kendisinin meşihati esnasında, Kadızâdeliler hâdisesi sükûn bulmuş ve mevlevî sema’ına dair yasak da bu tarihlerde kaldırılmıştır. Nâci Ahmed Dede’nin bu süreçteki etkisi hakkında şimdilik bir şey söyleyemeyiz. Bu dönemde sadece Yenikapı Mevlevîhânesi şeyhi değil aynı şekilde İstanbul’daki diğer Mevlevîhâne şeyhleri meyanında ifade edilmesi gereken Galata Mevlevîhânesi Şeyhi Gavsi Ahmed Dede, Beşiktaş Mevlevîhânesi Şeyhi Mehmed Memiş Dede, Kasımpaşa Mevlevîhânesi şeyhi Seyyid Mehmed Dede ve Konya Çelebisi ile saray nezdinde bu konuyu gündeme getirme gücü olabileceği muhakkak olan şeyhülislamı bir bütün olarak ifade etmek gerekir. Çelebilik makamında bu tarihte II. Hacı Bostan Çelebi oturmaktadır. 1090/1680 senesinde çelebilik makamına oturan Bostan Çelebi 27 yıl bu makamda bulunacaktır16. Bostan Çelebi’nin Çelebilik dönemi bir taraftan semâ yasağının kaldırılması yönündeki gayretler, öte taraftan muhtelif kesimlerden dergâh vakıflarına yönelik tecavüzlerin giderilmesi ve yeniden tanzimi konularında sarf edilen gayretlerle öne çıkmaktadır. Dikkat çekeceğimiz bu vesikada böylesi bir sürece de işaret edilmektedir. Şöyle ki belge, vaktiyle mevlevîhâneye tahsis ――――――――― 14 15 16 8 Baha Tanman, İstanbul Tekkelerinin Mimari ve Süsleme Özellikleri Tipoloji Denemeleri, (İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi), İstanbul 1990, s. 442, dn. 5. Turgut Kut, “İstanbul Hankâhları Meşâyihi”, Journal of Turkish Studies, vol. 19/1995, In Memoriam Abdülbaki Gölpınarlı Hatıra Sayısı I, Harvard 1995, s. 32. Abdülbaki Gölpınarlı, a.g.e., s. 153. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 Yenikapı Mevlevihanesi Vakıflarının İhyası Sürecine Dair Bir Belgenin Düşündürdükleri edilmiş olan zehâirin kayıtlarda bulunmadığından bahsetmekte ve bunun yerine dergâha yeni bir kaynak tahsisi arayışına girildiğini ifade etmektedir. Edremit Şer’iye sicili içerisinde yer bulan berat sureti, bu arayış sürecinde vakıfların yeniden tanzimi ve zenginleştirilmesi yolunda Çelebilik makamının arkasında bulunduğu bir sürecin ürünü olarak da düşünülebilir. Bu arada II. Bostan Çelebi’ye Konya merkezli olarak yönelen eleştiriler II. Süleyman döneminde akim kalmıştır. Bu süreçte O’nun muhtemelen merkezle ilişkileri de sağlam olmalı idi. II. Süleyman’ın çıktığı Üngürüs seferi sırasında Mevlevî alayı ile Edirne’de orduya katılmış ancak, beraberindeki kalabalık grup, ordu içerisinde tedirginliğe sebep olunca Konya’ya gönderilmiş idi17. Şeyhülislamlık konusuna gelince, bilindiği gibi, XVII. yüzyıldan itibaren Divân-ı Hümâyun’un gündeminin yavaş yavaş, tesis edilen meşveret meclislerine kayması ve şeyhülislamın da bu meclislere sıkça katılması birçok devlet meselesinde etkin olmalarını beraberinde getirmiştir18. Şeyhülislamlık makamı bahsimiz olan belgenin tarihine yakın dönemde el değiştirmiştir. Belgenin düzenlenmesinden altı ay kadar önce Çatalcalı Ali Efendi, görevinden alınarak, yerine 8 Zilkade 1097 (26 Eylül 1686) tarihinde Ankaravî Mehmed Efendi tayin edilmiş19, belgenin tarihinden yaklaşık sekiz ay sonra 26 Zilhicce 1098 (2 Kasım 1687) tarihinde de vefat etmiştir20. Mezarı Sultan Selim civarında Koğacı Dede Camii hazîresinde bulunmaktadır. Şeyhülislam Mehmed Efendi’nin kabrinin bulunduğu bu bu dergâh, Sa’diye tarikatına mensup olarak bilinmektedir21. Bunun ötesinde şeyhülislamın sûfî ve özellikle de Mevlevî çevreler ile irtibatının bulunduğuna dair elimizde bir bilgi mevcut değildir. Şeyhülislamın ölümüne “Müfti-i dehr idi hayf göçdü Mehmed Emin” beyti ile tarih düşülmüş ve yerine Debbağ-zâde Mehmed Efendi Şeyhülislam olarak tayin edilmiştir22. Çatalcalı Ali Efendi’nin azl edilerek yerine Ankaravî Mehmed Efendi’nin tâyini Râşid Tarihi’nde hayli ilginç ifadeler ile anlatılır: ――――――――― 17 18 19 20 21 22 Abdülbaki Gölpınarlı, a.g.e., s. 168-169; Sakıb Mustafa Dede şöyle nakleder: “nevbet-i sultan Süleymânîde iktizâ eden nefîr-i a’mda Hazret-i Çelebi-i müşârünileyh dahi bulunub lâkin dârü’l-devleti’l-Edirne sahrasında ordu-yı hümâyûna mülhak olduklarında izdihâm-ı ahbâb ve kesret-i fukara salâbet ve cesâret-i sülâlei hüdâvendigârı müşâhedehâ-i zaman-ı devlet ve muhtemel cem’iyet rû gerdânân-ı saltanat olmağla….” Bk. Hâza Kitâb-ı Sefine-i Mevlevîyân, Mısır-Matbaa-i Vehbiyye, 1283, s. 188-189. Şeyhülislamlığın bu dönemi için bkz. Esra Yakut, Şeyhülislamlık, Yenileşme Döneminde Devlet ve Din, İstanbul 2014, s. 47. Tarih-i Râşid C. 1, s. 494 Tahsin Özcan, “Mehmed Emin Efendi”, TDV. İA, C. 28,461 Turgut Kut, a.g.m., s. 48. Tarih-i Râşid C. 1, s. 530-531; Hakkında bkz. İlmiye Salnamesi, s. 487 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 9 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Cahit TELCİ “…Çatalcalı Ali Efendi’nin temâdî-i müddet-i fetevâsından münbâis olan vakar ve istiklâli dest ve dâmen takbîl ederek nâil-i ikbâl olan nev-devlet vüzerâ tarafından istiskal olunduğundan maadâ mürâ’ât-ı resm-i tarikde gayet tedkîk edüb olur olmaz ricalarına müsaade göstermediğiyçün kaimmakam Recep Paşa tarafından şeb ü rûz azline ricâ-mend-i müsaade-i hümâyûn olarak bi’l-ahere me’zun ve murahhas olmağın mâh-ı zi’l-akaadenin sekizinci günü Sadr-ı Rum Ankaravî Mehmed Efendi’yi huzur-ı hümâyûna getürüb hil’at-ı beyza-yı fetevâ mevlânâ-yı müşârünileyh hazretlerinin dûş-ı liyakatine ilbâs ve sadr-ı celilü’l-kadr meşihat-i İslâmiyeye iclâs olundu…” Müverrih Râşid, bu ifadeler ile Çatalcalı Ali Efendi’yi överken zımnen Ankaravî Mehmed Efendi’nin de bu faziletlerin zıddı olarak, Kaimmakam Recep Paşa’nın elinde oyuncak olabileceğini ifade etmektedir. Dolayısıyla Şeyhülislamın bahsimiz içerisinde yer alması, şahsi iradesiyle mi yoksa Kaimmakam Recep Paşa’nın telkinleriyle mi ilişkilidir sorusunu şimdilik cevaplayabilmek mümkün değildir. Ancak her hâlü kârda belgenin naklettiğine göre, Hasan Paşa Zâviyesi’nin zâviyedârı olan Hâfız Süleyman, şeyhülislamın huzurunda imtihan edilerek “adem-i istihkak”ı kararı verilmiştir. Burada üzerinde durulması gereken bir konu da bu imtihan meselesidir. Bir tekke şeyhi hangi durumda şeyhülislam huzurunda imtihana tabi tutulabilir? Müderrislerin tayinlerinde şeyhülislam önünde yapılan imtihandan haberdarız. Tekke şeyhliği müessesesinde ise en azından bahsimiz olan tarihler için şeyhülislamın önünde imtihanın rutin olmadığı muhakkaktır. Elimizde doğrudan bu olay ile ilgili vesika olmamakla beraber, bir tekke şeyhi hakkında ancak itikadi bir takım iddia ya da şaibelerin mevcudiyetinin bu kişiyi şeyhülislamın huzurunda imtihan noktasına getirebildiği anlaşılıyor23. Kaynaklara yansımamakla beraber Mirahur Hasan Şeyhi’nin böyle bir vasfı olup olmadığı konusunda bir şey söylemek mümkün değildir. Ancak bu yönde bir takım isnâd ya da şaibelerin tedâvül etmesi, şeyhin şeyhülislam huzuruna getirmiş olmasına zemin hazırlamış olmalıdır. Belki de “adem-i istihkak” tespiti bununla ilgili bir meseledir. Öte taraftan zamanın ruhu olarak ifade edilmesi gereken Kadızâdeliler hareketi24 takriben 1096/1685 civarında Vâni Efendi’nin ölümü ile beraber nihâyete erme yoluna girmiş, 1077/1666 da yasaklanan Mevlevî semâı, on sekiz yıl aradan sonra yeniden serbest bırakılmıştı. Bilindiği üzere Vâni Efen――――――――― 23 24 10 1826 hadiseleri esnasında Bektaşilerin şeyhülislam önünde imtihan edildikleri ve onların da kendilerini ehl-i sünnettenmiş gibi gösterdiklerini biliyoruz. Esad Efendi, Üss-i Zafer, İstanbul 1243, s. 211. Ahmet Yaşar Ocak, “XVII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda Dinde Tasfiye (Püritanizm) Teşebbüslerine Bir Bakış: Kadızâdeliler Hareketi”, Türk Kültürü Araştırmaları, XVII-XXI (1-2), Ankara 1984, ss. 208-225; Semiramis Çavuşoğlu, “Kadızâdeliler” TDV. İA, C. 24, 100-102. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 Yenikapı Mevlevihanesi Vakıflarının İhyası Sürecine Dair Bir Belgenin Düşündürdükleri di, Viyana bozgunu üzerine, Veziriazam Kara Mustafa Paşa tarafından savaş öncesinde, askeri savaşa teşvik yolunda kendisine de vaazlar verdirilmiş olması dolayısıyla, savaşın müşevvikleri arasında mütalâa edilerek önce Bursa/Kestel’e sürgün edilmiş25 ve1096/ 1685’de sürgünde vefat etmişti. Semânın serbest bırakılması keyfiyeti, Vâni Efendi’nin gözden düşmesi ve bu sürgün döneminde, muhtelif gayretler ile gündeme getirilerek hazırlanmış bir vaka olarak değerlendirilebilir. Dolayısıyla bahsimizi oluşturan belge aslında Mevlevîliğin Osmanlı dünyasında yeniden ihyası dönemine de tesadüf etmektedir. Bu itibarla konumuzu oluşturan bu hadise, devletin bu kabil jestler ile bir anlamda Mevlevîlerin itibarını iade etmesi olarak da değerlendirilebilir. Osmanlı soyunun kesilmesi durumunda tahtın Kırım Hanlarına ve oradan da Çelebi ailesine rücu edebileceği miti, bu ilişkiler seyrinin zirvesi olarak26 XVIII. yüzyılda ortaya çıkan bir söylem olarak değerlendirilebilir. Öte taraftan Osmanlı sultanlarının kılıç kuşanma merasiminin Çelebi tarafından gerçekleştirildiği yolunda genel kabul gören bilgi, tarihsel veriler noktai nazarından bakılırsa, Abdülhalim Çelebi tarafından Sultan Reşad’a kılıç kuşatılması örneği dışında gerçeği yansıtmamaktadır27. Osmanlı sultanlarına Çelebi tarafından kılıç kuşatıldığı şeklinde bir anlayışın gelişmiş ve sanki kabul bile görmüş olması, tarihsel veriler noktasında gerçekleri yansıtmasa da, Osmanlı yönetimi nezdindeki “Çelebilik” kurumunun etkisi algısını yansıtması açısından dikkate değerdir. Sonuç olarak Osmanlı yönetimi, XV. yüzyıldan itibaren, görece şehirli nitelikler gösteren ve bu döneme kadar yaklaşık iki asır boyunca coğrafyasının etrafında bir şekilde teşkilatlanan ve artık kendi topraklarında da teşkilatlanma eğiliminde olan bu tasavvufi ekolü görmüş ve kabul etmiş, Mevlevîler ――――――――― 25 26 27 Erdoğan Pazarbaşı, “Vâni Mehmed Efendi”, TDV. İA, C. 28, 459; Abdülbaki Gölpınarlı, a.g.e., s. 168. Bilindiği gibi 1808 krizi sırasında hazırlanıp II. Mahmud’a takdim edilen bir raporda “ol esmada Sultan Mahmud efendimizi de istemeyiz deyu feryad ediyorsunuz kimi padişah edecek idiniz deyu hakir bazen sual eder idikte Esma Sultan olsun bazıları Tatar Han gelsin Padişah olsun ve bazıları dahi Molla Hünkâr gelsin Padişah olsun ve bazıları her kim olursa olsun Padişah bir adam değil mi ki kim olursa olsun Allah ocağımıza zeval vermesin de padişah ne imiş dediler” Feridun Emecen, “Osmanlı Hanedanına Alternatif Arayışlar Üzerine Bazı Örnekler ve Mülahazalar”, İslam Araştırmaları Dergisi, S.6 (2001), s.75’de bu konuşmanın Câbi Tarihinde de yer aldığını ifade etmektedir; Tahsin Öz, “Selim III, Mustafa IV ve Mahmud II Zamanlarına Aid Birkaç Vesika”, Tarih Vesikaları, I/I (1941-42), s. 25; Mehmet Mert Sunar, Cauldron of Dissent: A Study ofthe Jannissary Corps 18071826, (Dissertation), New York 2006, s. 96. Yeniçerilerin, kim gelirse gelsin anlamında seçtikleri bu iki örnek rastgele olmamalıdır. Bu anlayışın bir tarihsel arka planı da bulunmalıdır. Abdülbâki Gölpınarlı, a.g.e., s. 275-277. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 11 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Cahit TELCİ ise Karamanoğlu-Osmanlı rekabeti ekseninde bile Osmanlıların potansiyelini ihmal etmemiş, bu meselenin Osmanlılar lehine çözülmesinin ardından imparatorluk gücünün yanında olmayı, o güçten gerektiğinde yararlanmayı ve belki üzerinde manevi olarak etki sahibi olmayı öngörmüştür. Giriş kısmında ifade ettiğimiz gibi Mevlevî zümreler daha XV. yüzyılda Osmanlı yönetiminden bazı vergi muafiyetleri alabilmişlerdi. Ancak hiç şüphesiz XVII. yüzyıl, Mevlevîlerin hem başkentte hem de taşradaki tesirleri önceki yüzyıllarla kıyaslanmayacak oranda artmıştır. Kadızâdeliler döneminde sema yasağı süreci bir tarafa bırakılırsa, Mevlevîler için bu yüzyıl, Nâima’nın28 teferruatıyla naklettiği, Ebubekir Çelebi’nin durumu gibi bazı konulara rağmen, Osmanlılar nezdindeki itibarları açısından altın dönem olarak yaşanmıştır. Bu küçük çalışmanın konusunu oluşturan ve aslında Yenikapı Mevlevîhânesi ile ilgili olmakla beraber, içeriği itibarıyla Osmanlı yönetiminin Mevlevîlere bakışını aksettiren belge, bu ilişkiler seyrinin ilginç bir ürünü olarak değerlendirilmelidir. BOA. MŞH. ŞSC-d (Edremid ŞS) 4608 çekim 28. Sûret-i berât-ı şerîf-i âlişân Nişân-ı şerif-i âlişân-ı sâmî-mekân-ı sultānî ve tuğrâ-yı garrâ-yı cihân-sitānı hakānî nefeze bi’l-avni’r-rabbānî hükmü oldur ki işbu dârendegân-ı tevki’-i refi’-i hümâyûn oldur ki mahmiyye-i İstanbul’da Yenikapu hâricinde vâkî mevlevîhâne dervişleri rikâb-ı hümâyunma arz-ı hâl sunub bundan akdem tekye-i mezbûre fukarasına tâ’yin olunan zehâyir mukaddemâ yoklamada deftere kayd olunmayub hâriç kalmağla tekye-i mezbûre fukarasının kemâl zaruretleri olmağla Balıkesrîde vâki müteveffâ Mirahur Hasan Paşa Zâviyesinin zâviyedârı olan Hâfız Süleyman nâ-müstehak olub a’lemü’lulemâi’l-mütebahhirîn efdalü’l-fudalai’l-müteverri’în bi’l-fiil Şeyhülislâm edemallahü teâlâ fazâilehunun huzurunda imtihan olundukta adem-i istihkakı zâhir olduğu […] ref’ olunan ta’yinâtları mukabelesinde zâviye-i mezkûr kendülere ta’amiye olmak üzere verilmek bâbında inâyet ricâ eylediğü ecilden haklarında […] pâdişâhânem zuhûra getürüb müşârünileyh Şeyhülislâm edemallahü teâlâ fazâilehunun işaretleri ile verilen ruûs-ı hümâyûnun sureti mûcebince […] Rebiü’l-âhirenin yirmibirinci gününde tevcîh edüb bu berât-ı ――――――――― 28 12 Naîmâ Mustafa Efendi, Târih-i Na’îmâ, Ravzatü’l-Hüseyn Fî Hulâsati Ahbâri’l-Hâfikayn, C. III, Haz. Mehmet İpşirli, Ankara 2007, s. 868-869. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 Yenikapı Mevlevihanesi Vakıflarının İhyası Sürecine Dair Bir Belgenin Düşündürdükleri hümâyûnu verdim ve buyurdum ki zâviye-i mezbûre mahsûlü zikr olunan mevlevîhâne dervişlerine mukaddemâ ref olan ta’yinâtları mukabelesinde kendülere ta’amiye olmak üzere taraflarından zabt ettirülüb kadîmden zâviyei mezbûreye mutasarrıf olanlar ne vechle zabt olıgelmişler ise mezbûrlar dahi ol minvâl üzere mutasarrıf olalar ol bâbda ref’ olunan Hâfız Süleyman ve âherden bir ferd mâni ve müzâhim olmayub dahl ve taarruz kılmayalar şöyle bileler alâmet-i şerife itimâd kılalar tahrîren fi yevmi’s-sâdis ve’l-ışrîn şuhûr Rebiü’l-âhir sene seman ve tis’în ve elf Be makam-ı Kostantıniyye el-mahrûse Tıbkı aslihi’l-alâ hurrire’l-fakîr ileyhi sübhânehu İbrahim bin Abdülhay el-Kādî be Kostantıniyye Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 13 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Cahit TELCİ Bibliyografya ÇAVUŞOĞLU, Semiramis “Kadızâdeliler” TDV. İA, C. 24, 100-102. Defter-i Dervişan, Yenikapı Mevlevîhânesi Günlükleri, Haz. Bayram Ali KAYA-Sezai KÜÇÜK, İstanbul 2011. DEMİREL, Ömer, “Sivas Mevlevîhânesi ve Mevlevî Şeyhlerinin Sosyal Hayatlarına Dâir Bazı Tespitler”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Yıl: 2 S. 2 (Mayıs 1996) ss. 217-223. EMECEN, Feridun, “Osmanlı Hanedanına Alternatif Arayışlar Üzerine Bazı Örnekler ve Mülahazalar”, İslam Araştırmaları Dergisi, S.6 (2001), ss. 6376. ERDOĞAN, Mustafa, “Yenikapı Mevlevîhânesiyle İlgili Kaynaklara Bir İlave: Kemâleddin Efendi’nin Terâcim-i Ahvâl’i”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş-ı Veli, Ankara 2003, ss. 157-174. ERDOĞAN, Muzaffer, “Mevlevi Kuruluşları Arasında İstanbul Mevlevîhâneleri”, Güney-Doğu Avrupa Araştırmaları Dergisi, S. 4-5(19751976), İstanbul 1976, ss. 29-32. Esad Efendi, Üss-i Zafer, İstanbul 1243. ESER, Mevlüt-Yusuf KÜÇÜKDAĞ, “Ermenek Mevlevîhanesi/Karamanoğlu Halil Bey Tekkesi”, Tarihçiliğe Adanmış Bir Ömür Prof. Dr. Nejat Göyünç’e Armağan, Konya 2013, ss. 305-309. GÖYÜNÇ, Nejat “Mevlevîlik ve Sosyal Hayat”, II. Milletlerası Mevlânâ Kongresi 3-5 Mayıs 1990, Konya 1991, ss. 95-101. IŞIN, Ekrem, “İstanbul’da Mevlevî Şeyh Aileleri ve Mevlevîliğin Bir İmparatorluk Tarikatı Olarak Örgütlenmesi”, Birinci Uluslararası Mevlânâ, Mesnevî ve Mevlevîhâneler Sempozyumu Bildirileri, 19-21 Aralık 2001 Manisa Mevlevîhânesi, Manisa 2002. IŞIN, Ekrem, “Yenikapı Mevlevîhânesi’nin İki Vakfiyesi”, İstanbul Araştırmaları, S. 3, (Güz 1997), ss. 89-118. IŞIN, Ekrem, “Yenikapı Mevlevîhânesi”, Surların Öte Yanı Zeytinburnu, Haz. Elif ALPER ÇEKER, İstanbul 2003, ss. 136-147. KARPUZ, Haşim, “Mevlana Külliyesi”, TDV. İA, C. 29, 448-452. KUT, Turgut, “İstanbul Hankâhları Meşâyihi”, Journal of Turkish Studies, vol. 19/1995, In Memoriam Abdülbaki Gölpınarlı Hatıra Sayısı I, Harvard 1995, ss. 1-156. KÜÇÜKDAĞ, Yusuf, “Kilis Mevlevîhânesi Vakıfları ve Vakfiyeleri”, Osmanlı Araştırmaları, XXIV, İstanbul 2004, ss. 257-287. 14 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 Yenikapı Mevlevihanesi Vakıflarının İhyası Sürecine Dair Bir Belgenin Düşündürdükleri Mehmed Ziya, Yenikapı Mevlevîhânesi, İstanbul 1329. Naîmâ Mustafa Efendi, Târih-i Na’îmâ, Ravzatü’l-Hüseyn Fî Hulâsati Ahbâri’lHâfikayn, C. III, Haz. Mehmet İPŞİRLİ, Ankara 2007. NEUMAN, Christoph K., “19’uncu Yüzyıla Girerken Konya Mevlevî Asitanesi ile Devlet Arasındaki İlişkiler”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi Yıl: 2 S. 2 (Mayıs 1996), ss. 167-179. OCAK, Ahmet Yaşar, “ XVII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda Dinde Tasfiye (Püritanizm) Teşebbüslerine Bir Bakış: Kadızâdeliler Hareketi”, Türk Kültürü Araştırmaları, XVII-XXI (1-2), Ankara 1984, ss. 208-225. ÖNTUĞ, Mustafa Murat, XVII. Yüzyılın ilk yarısında Balıkesir Şehrinin Fiziki, Demografik ve Sosyoekonomik Yapısı (Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Doktora Tezi) Konya, 2003 ÖZ, Tahsin, “Selim III, Mustafa IV ve Mahmud II Zamanlarına Aid Birkaç Vesika”, Tarih Vesikaları, I/I (1941-42), s. 20-29. ÖZCAN, Tahsin, “Mehmed Emin Efendi”, TDV. İA, C. 28,461-462. ÖZÖNDER, Hasan, “Yenikapı Mevlevîhânesi”, IX. Milli Mevlânâ Kongresi, Konya 1998, ss. 143-190. PAZARBAŞI, Erdoğan, “Vâni Mehmed Efendi”, TDV. İA, C. 28, 458-459. Sâkıb Mustafa Dede, Hâza Kitâb-ı Sefine-i Mevlevîyân, Mısır-Matbaa-i Vehbiyye, 1283. SEVİM, Sezai, XVI. Asırda Karası Sancağı Tahrir Defterlerine Göre, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara 1993. SUNAR, Mehmet Mert, Cauldron of Dissent: A Study ofthe Jannissary Corps 18071826, (Dissertation), New York 2006. TANMAN, Baha, “Yenikapı Mevlevihanesi”, IX. Vakıf Haftası Kitabı ( 2-4 Aralık 1991), Ankara 1992, ss. 93-108. TANMAN, Baha, İstanbul Tekkelerinin Mimari ve Süsleme Özellikleri Tipoloji Denemeleri, (İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi), İstanbul 1990. TANMAN, Baha, “Yenikapı Mevlevihanesi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C.VII, İstanbul 1994, ss. 476-485. TANMAN, Baha, “Yenikapı Mevlevihanesi”, TDV. İA, C. 43, 463-468. TANRIKORUR, Barihüda, “Mevleviyye” , TDV. İA, C. 29, 468-475. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 15 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Cahit TELCİ TELCİ, Cahit, “Beylikler Devrinin İki Önemli Şehri Balat ve Ayasuluğ’ daki Mevlevihanelerin XVI. Yüzyıldaki Durumu Uluslararası Mevlânâ Mesnevi ve Mevlevîhâneler Sempozyumu, Manisa 2006, ss. 449-460. TİBET, Aksel-Ekrem IŞIN, Dilek YELKENCİ, “Stelae Turcicae VIII: Yenikapı Mevlevîhânesi Haziresi”, İslam Dünyasında Mezarlıklar ve Defin Gelenekleri I, (Edites par Jean-Louis Bacgue GRAMMONT et Aksel TİBET) Ankara 1994, ss. 223-281. ÜNLÜYOL, Aynur, Şeriye Sicillerine Göre XVIII. Asrın İlk Yarısında Balıkesir (1700-1730), Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Doktora Tezi, Bursa 1995. YAKUT, Esra, Şeyhülislamlık, Yenileşme Döneminde Devlet ve Din, İstanbul 2014. 16 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 Behiştî Mahlasli Şairlere Ait Mevlidler BEHİŞTÎ MAHLASLI ŞAİRLERE AİT MEVLİDLER 1 : BEHİŞTÎ AHMED SİNAN’IN MEVLİD-İ ŞERÎFİ** * Mawlids 1: Which are appellated as Behişti: The Mawlid of the Behişti Ahmed Sinan Ramazan EKİNCİ*** ÖZ İslâmî Türk edebiyatının en mühim türleri arasında, Hz. Peygamber’in başta doğumu olmak üzere hayatının çeşitli safhalarının (risâlet, mi‘râc, hicret, vefât) anlatıldığı; mensur örnekleri bulunmakla birlikte umûmiyetle manzum olarak yazılan mevlid-i şerîfler ilk sıralarda gelir. Türk Edebiyatında mevlid türünün müstakil örneklerinin ortaya çıktığı XV. asırdan XX. asra kadar, birçok şair tarafından muhtelif sebeplere bağlı olarak (Hz. Peygamber’e duyulan muhabbet, ondan şefâat dileme vb.) yüzden fazla mevlid kaleme alınmıştır. Bu şairler arasında Behiştî mahlasını kullanan ve XVI. asırda yaşamış iki şair yer almaktadır. İlki hamse sahibi Behiştî Ahmed Sinan Çelebi (ö. 1512?/1520?), ikincisi de manzum-mensur birçok eser telif eden Behiştî Ramazan Efendi’dir (ö. 1571-72). Mevlid literatürüyle alakalı yapılan çalışmalarda, mevlid yazan şairler arasında sadece bir Behiştî’ye yer verilmiştir. Ancak bahsedilen Behiştî’nin, hangi Behiştî olduğu; ne zaman vefat ettiği; Mevlid’inin hususiyetlerinin neler olduğu gibi sorular cevaplandırılmadan mevzu kapatılmıştır. Bu makalede, öncelikle mevlid yazan ve ――――――――― * ** *** Bu makalenin ikincisi Behiştî Ramazan Efendi’nin Mevlid-i Şerîf’ini konu edinecektir. Makale geliş tarihi: 20. 08. 2014 Makale kabul tarihi: 06. 11. 2014 Dr., Celal Bayar Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 17 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Ramazan EKİNCİ Behiştî mahlasını kullanan iki farklı şairin olduğu ispat edilerek mevlid literatüründeki söz konusu karışıklık giderilecektir. Ardından her iki Behiştî’nin Mevlid’lerinin bulundukları yer, şekil ve muhteva özellikleri hakkında ayrıntılı bilgi verildikten sonra Behiştî Ahmed Sinan’ın mevlidinin transkripsiyonlu metni ortaya konulacaktır. Anahtar Kelimeler: Mevlid, Behiştî Ahmed Sinan, Behiştî Ramazan, XVI. yüzyıl. ABSTRACT Among the significant types of the Islamic Turkish literatüre, there are mensur examples which depicts the life phases of the prophet Muhammed such as; the prophecency, ascendence to the heaven, emigration to Medine. However most of all in the first place are the manzum (poems) works written as Mawlids. From 15. century, in which the types of the mawlids arouse, to 20. century many mawlids were written because of the various reasons such as feeling endearment to the prophet Muhammed. Among these poets there was Ahmed Sinan Celebi who used the appellation of Behişti and two other writer who lived in 16. century. The first who wrote the hamse, which is formed of 5 mesnevi, Behişti Ahmed Sinan Çelebi (d. 1512/1520), the second who wrote both mensur works and manzum works was Behişti Ramazan Efendi (d.1571- 1572). In the studies about mawlid literature there were only one Behişti mentioned. However, the questions of which Behişti, when he died or what is the points of the mawlid weren’t answered. In this article, first of all it is indicated that there are two different mawlid writter who used the same Behişti appellation. By this way the confusion in mawlid literatüre could be dispelled. Right after that there will be presentation of a detailed information about the poets ‘mawlids’ characteristics of locality, form and content. Later on there will be the transciptional texts of Mawlid of Behişti Ahmed Sinan too. Keywords: Mawlid, Behişti Ahmed Sinan, Behişti Ramazan, XVI th. century. Giriş İslâmî devir Türk edebiyatının en önemli konuları arasında hiç şüphesiz en başta Hz. Muhammed gelmektedir. Şair ve yazarlarımız çeşitli sebeplerden dolayı Hz. Peygamber’le alâkalı birçok türde sayısız eser kaleme almışlardır. Onun vücut özelliklerinin anlatıldığı hilye ve şemâiller, hayatının tamamının veya bir kısmının anlatıldığı siyer-i nebîler, hadislerinin manzummensur olarak derlendiği kırk ve yüz hadis tercümeleri, peygamberliğinin delillerinin anlatıldığı Şevâhidü’n-nübüvve tercümeleri, mucizelerinin anlatıldığı mucizât-ı nebîler, ona olan hasret ve muhabbetin ifadesi olarak yazılmış na‘tlar söz konusu türlerden ilk akla gelenlerdir. Bunlar arasında diğerlerine nazaran en fazla rağbet göreni ve en yaygın olanı Hz. Peygamber’in özellikle 18 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 Behiştî Mahlasli Şairlere Ait Mevlidler doğumu başta olmak üzere, hayatının çeşitli safhalarından (peygamberliği, miracı, diğer mucizeleri ve vefatı) kısaca bahseden, umumiyetle manzum olan ve mesnevi nazım şekliyle kaleme alınan mevlid türündeki eserlerdir. Her ne kadar edebiyat tarihimizde ilk mevlidin yazım tarihine dair farklı görüşler olsa da Süleyman Çelebi’nin 1409’da Bursa’da yazdığı Vesîletü’nnecât ilk mevlid kabul edilmektedir. Daha yazıldığı asırdan itibaren geniş kitlelerin beğenisini kazanan bu eser, mevlid türünün yaygınlaşmasında önemli rol oynamıştır. Onlarca nüshası bulunan, belli dinî törenlerde makamlı bir şekilde icrâ edilen Vesîletü’n-necât, şairlerimize ilham kaynağı olmuş, böylelikle XV. asırdan XX. asra kadar birçok müstakil mevlid kaleme alınmıştır. XVI. asır tezkire yazarlarından Kastamonulu Latîfî, Süleyman Çelebi’yi anlattığı kısımda kendi zamanına kadar yazılmış yüzden fazla Mevlid gördüğünü beyan etmiştir.1 Eldeki verilere göre bu sayı abartılı görünse de mevlid-i şerîf yazma geleneğinin şairlerimiz arasında ne derece rağbet gördüğü hususunda bizlere fikir vermektedir. Son zamanlarda mevlid türü hakkında yapılan en kapsamlı çalışmada, edebiyat tarihimizde yazılmış müstakil Mevlid’lerin sayısı 122 olarak bildirilmiştir.2 Şüphesiz bu sayı nihâî bir sonuç değildir. Yapılacak yeni çalışmalar neticesinde 122 sayısının yukarılara çıkabileceği bu araştırmayla da ortaya konacaktır. Edebiyat tarihimizde mevlid türünde eser kaleme alan 122 şairin bazılarının mahlası aynıdır.3 Henüz bahsi geçen bütün mevlidlerle ilgili ayrıntılı çalışmalar yapılmadığından, aynı mahlaslı şairlerin eserleri kimi zaman birbirleriyle karıştırılmakta;4 iki farklı şaire ait iki mevlid, bir şairin kaleminden çıkmış farklı nüshalar gibi değerlendirilmektedir. Söz konusu durumla alakalı en iyi örnek Behiştî mahlaslı şairlerin mevlidlerinde görülmektedir. ――――――――― 1 2 3 4 Rıdvan Canım, (hzl.), Latîfî, Tezkiretü’ş-Şu‘arâ ve Tabsıratü’n-Nuzamâ, Ankara: AKMB Yay., 2000, s. 135. Fatih Köksal, Mevlid-nâme, Ankara: TDV Yay., 2011, s.73. Yazar, eserinde sehven 121 olarak bildirmiştir. Bkz. Hamdullah Hamdî, Ayasofya hatibi Hamdî; İznikli Mustafa Selâmî, İzmirli Mustafa Selâmî; Keşfî-i Samokovî, Yusufelili Keşfî; Diyarbakırlı İbrahim Re’fet, Siverekli İbrahim Re’fet. İznikli Mustafa Selâmî’nin Mevlid’i ile İzmirli Mustafa Selâmî’ye ait olduğu bildirilen Mevlid için aynı kütüphane kaydı (Süleymaniye Ktp. Esad Efendi 444) bildirilmiştir. Bkz. Köksal, age, s. 64, 68. Her ne kadar tarihî kaynaklarda İzmirli Mustafa Selâmî’nin Mevlid’i olduğu belirtilse de ele geçen metinler arasında şairin mevlidi bulunmamaktadır. Şairin divanında yer alan 85 beyitlik hilye veya 154 beyitlik miraciye mevlid olarak değerlendirilmiş olabilir. Bkz. Ramazan Ekinci, “SELÂMÎ, Mustafa (İzmirli)”, Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü,http://www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com/index.php?sayfa=detay&detay=165 3 [erişim tarihi: 06.05.2014] Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 19 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Ramazan EKİNCİ Mevlid türüyle alakalı yapılan çalışmaların tamamı incelendiğinde, Behiştî mahlaslı bir şaire ait Mevlid’den bahsedilmekte; söz konusu Behiştî’nin ise hangi Behiştî olduğu irdelenmeksizin tahminî XVI. asırda yaşadığı belirtilerek Mevlid’in iki nüshası olduğu beyan edilmektedir.5 Bu makalede anılan karışıklık giderilmeye çalışılarak, mevlid yazmış Behiştî mahlaslı şairler ortaya konacaktır. 1. Türk Edebiyatı Tarihinde Behiştî Mahlaslı Şairler Klasik Türk edebiyatı tarihinin temel kaynaklarından şuarâ tezkireleri, Şakā’iku’n-Nu‘mâniyye tercüme ve zeyilleri, vefeyâtnâmeler ve türlü biyografik eserler incelendiğinde XX. asra kadar yaşamış Behiştî mahlaslı dört şaire rastlanmaktadır. Ölüm tarihlerine göre bu şairler şöyle sıralanmaktadır: a) Behiştî Ahmed Sinan Çelebi: Behiştî mahlaslı şairlerin ilki XV. asrın ikinci yarısı ve XVI. asrın başlarında yaşamış Karıştıranlı Süleyman Bey’in oğlu Ahmed Sinan Çelebi’dir. Doğum ve ölüm tarihi tam olarak tespit edilemeyen şair, Çorlu’nun Karıştıran kasabasındandır. Edebiyat tarihimizde yazılmış ilk hamselerden birinin sahibi olan Behiştî’nin Mihr ü Müşterî,6 HeftPeyker,7 Mahzenü’l-Esrâr,8 Leylâ vü Mecnûn,9 İskendernâme10 mesnevileri ve Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan II. Bayezid devri ortalarına kadar yaşanmış hadiseleri anlattığı manzum-mensur karışık Vâridât-ı Sübhânî ve Fütûhât-ı Osmânî11 isimli Tevârîh-i Âl-i Osmân türünde bir eseri vardır. Kudretli bir şair olan Behiştî ――――――――― 5 6 7 8 9 10 11 20 Neclâ Pekolcay, Türkçe Mevlid Metinleri, Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul 1950; Hasibe Mazıoğlu, “Türk Edebiyatında Mevlid Yazan Şairler”, Türkoloji 1974, C. VI, S. I, s. 60; Neclâ Pekolcay, “Mevlid”, MEB İslâm Ansiklopedisi, Eskişehir 1997, C. 8, s. 175; Neclâ Pekolcay, vd., İslâmî Türk Edebiyatında Şekil ve Nev‘îlere Giriş, İstanbul: Kitabevi Yay., 2000, s. 206; Hasan Aksoy, “Mevlid”, Diyanet İslâm Ansiklopedisi, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yay., 2004, C. 29, s. 483; Hasan Aksoy, “Eski Türk Edebiyatında Mevlidler”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi 2007, s. 327; Köksal, age, s. 66. Arzu Polat, Behiştî Sinan’ın Mihr ü Müşteri Adlı Mesnevisi (İnceleme-Metin), Marmara Üniversitesi Türkiyat Enstitüsü, Devam Eden Doktora Tezi, İstanbul. Şener Demirel, Behiştî'nin Heft-Peyker Mesnevisi, Giriş. http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/dosya/1-215442/h/giris.pdf [erişim tarihi: 18. 07. 2014]. Ersen Ersoy, “II. Bayezit Devri Şairlerinden Behiştî’nin Hamsesi”. Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Prof. Dr. Mahmut Kaplan Armağan Sayısı 9 (2): s. 257. Zeynel Abidin Aygün, Behiştî’nin Leylâ vü Mecnûn Mesnevisi (İnceleme-Metin), Çukurova Üniversitesi SBE, Basılmamış Doktora Tezi, Adana 1999. Bünyamin Ayçiçeği, Behiştî Ahmed Sinan’ın İskender-nâme’si (İnceleme-Metin), Marmara Üniversitesi Türkiyat Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul. Fatma Kaytaz, Behiştî Tarihi,(791-907/1389-1502), Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul 2011. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 Behiştî Mahlasli Şairlere Ait Mevlidler Ahmed Sinan’ın hayatı ve eserleri hakkında kaynaklarda ayrıntılı bilgi mevcuttur.12 b) Behiştî Ramazan Efendi: XVI. asrın velûd şairlerinden olan ve doğum tarihi bilinmeyen Behiştî Ramazan aslen Vizeli’dir. Behiştî Ahmed Sinan’la karıştırılmamak için “Behiştî-yi Sânî” veya “Vizeli Behiştî” adıyla anılmaktadır. İyi bir eğitim alarak medrese tahsilini tamamlayan şair, tasavvufa meylederek seyr-i sülûkunu tamamlamış, vaizlik ve imamlık yapmıştır. 1572’de Çorlu’da vefat eden Behiştî Ramazan’ın ilmî telifâtının yanı sıra Divân,13 Heşt Behişt,14 Cemşâh u Alemşâh,15 Şehrengiz16 adlı eserleri vardır. Kaynaklarda şairin hayatı ve eserleriyle alâkalı tafsilatlı bilgi mevcuttur.17 c) Behiştî Çelebi: XVII. asır şairlerindendir. Aslen İstanbullu olan şairin hayatı hakkındaki yegâne bilgi Güftî’nin Teşrîfâtü’ş-Şu‘arâ’sında kayıtlıdır. Devrinin nüktedan şairleri arasında yer alır. Eserleri hakkında bilgi bulunmamaktadır.18 d) Behiştî Mustafa Sa‘deddîn: XVIII. asırda yaşamış şairlerdendir. İsmi Mustafa Sa‘deddîn olan şair, aslen Edirneli’dir. Bektaşî tarikatı müntesiplerinden olan Behiştî Mustafa Sa‘deddîn 1764’te vefat etmiştir. Eserleri hakkında bilgi bulunmamaktadır.19 1.1. Behiştî Mahlaslı Şairlere Ait Mevlidler Eski harfli kaynakların hiçbirinde, mevlid yazan “Behiştî” mahlaslı şairlerden bahsedilmemiştir. Mevlid türüyle alakalı bilgi veren çalışmaların incelenmesi ve kütüphane kataloglarının taranması neticesinde “Behiştî” adına ――――――――― 12 13 14 15 16 17 18 19 Şairin hayatı hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Sa‘deddin Nüzhet Ergun, Türk Şairleri, C. II, s. 794-803; Hasan Aksoy, “Bihiştî Ahmed Sinan Çelebi”, Diyanet İslâm Ansiklopedisi, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yay., 1992, C. 6, s. 144-45; Şener Demirel, “Behiştî Ahmed Sinan”, Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü, http://www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com/index.php?sayfa=detay&detay=1100 [erişim tarihi: 08.07.2014] Yaşar Aydemir, Behiştî Dîvânı, Ankara: MEB Yay., 2007. Emine Yeniterzi, Behiştî’nin Heşt Behişt Mesnevîsi, İstanbul: Kitabevi Yay., 2001. Gönül Tekin, “Cemşâh u Alemşâh: A Mesnevî of The Sixteenth Century”, Ed. Halil İnalcık ve Cemal Kafadar, Süleyman The Second And His Time, İstanbul 1993. Yaşar Aydemir, “Vize(?) Şehrengizi”, Behiştî Dîvânı, MEB Yay. Ankara 2000, s. 74-76. Şairin hayatı hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Sa‘deddin Nüzhet Ergun, Türk Şairleri, C. II, s. 787-94; Mustafa Uzun, “Bihiştî Ramazan Efendi”, Diyanet İslâm Ansiklopedisi, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yay., 1992, C. 6, s. 145-46; Yaşar Aydemir, “Behiştî Ramazan bin Abdülmuhsin”, Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü, http://www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com/index.php?sayfa=detay&detay=959 [08.07.2014] Kâşif Yılmaz (hzl.), Güftî ve Teşrîfâtü’ş-Şu‘arâsı, Ankara: AKMB Yay., 2001, s. 111. Sadık Erdem (hzl.), Râmiz ve Âdâb-ı Zurafâ’sı, Ankara: AKMB Yay., 1994, s. 47. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 21 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Ramazan EKİNCİ kayıtlı iki mevlid yazması tespit edilmiştir.20 Bu nüshaların her ikisinde de “Behiştî” mahlaslı şairler adına kayıtlı Mevlid’lerin hangi Behiştî’ye ait olduğu hususunda herhangi bir kayıt bulunmamaktadır. Bahsi geçen nüshalardaki Mevlid’lerin kime ait olduğu sorusu, ancak eserlerler üzerinde yapılacak incelemeler neticesinde cevaplanabilir. Söz konusu mevlid nüshalarından ilki Berlin Devlet Ktp.’de Ms. or. oct. 2413 numarada kayıtlıdır. Yazmanın adı, aslında bulunmamasına rağmen Mahzenü’l-Esrâr adıyla kaydedilmiştir.21 Dış ölçüsü 170x125 mm, iç ölçüsü 105x80 mm’dir. Tamamı 36 yaprak olan yazmanın satır sayısı bazı sayfalarda değişmekle birlikte umumiyetle 9’dur. Şemseli, zencirekli kahverengi bir deri cilde sahip yazmanın zahriyesinde, eserin yazıldığı hattan farklı bir yazı çeşidiyle “Vilâdet-i Resûl” ismi ve farklı şiirlerden alınma 7 Farsça beyit bulunmaktadır. 1b’de katalog hazırlayanlar tarafından eserin mündericatından hareketle; metnin kime ait olduğu, adı ve yazım yılına dair “Ahmed Sinan Ef. Behiştî, Mevlud, Geschrieben Sultân Bâyezid II, 908, Nach Einnahme von Melhone”22 bilgileri kaydedilmiştir. 2a’da kütüphane katalog numarası yer almaktadır. Asıl eser 2b’de başlamaktadır. Müzehheb bir ser-levhaya sahip olan ilk sayfada 7 satır bulunmakta ve her satırda bir beyit yer almaktadır. Her sayfada bulunan yaldızlı çerçeve çift çizgi ile ikiye ayrılmıştır. Metin harekeli, güzel bir nesihle kaleme alınmıştır. Asıl eser 34a’da tamamlanmaktadır. 34b’de Behiştî’ye ait “Li-muharririhi” başlığı altında 5 beyitlik şu gazel yer almaktadır: Li-muĥarririhi Be-ġāyet-i żaǾfdan degdi enįn ü āh-ı efġānum23 Demįdür ben ķula raĥm it benüm devletlü sulŧānum Cemālin Ǿarz idüp her gün iñen germ olsun gün kim24 Hilāl-ebrūlı meh-rūdur benüm ħurşįd-i tābānum Ŧuŧışur āteş-i reşke felekde şemǾiveş Sidre Yürise nāz u şįveyle ķaçan serv-i ħırāmānum ――――――――― 20 21 22 23 24 22 Fatih Köksal’ın hazırladığı Mevlid-nâme adlı esere kadar sadece İstanbul Üni. Nâdir Eserler Ktp.’de kayıtlı Behiştî Mevlid’i nüshası bilinmekteydi. Berlin Devlet Ktp.’de kayıtlı nüshayı bizlere Köksal haber vermektedir. http://yazmalar.gov.tr/detay_goster.php?k=117640 [08.07.2014] Tercüme: “Ahmed Sinan Efendi, Mevlid, Sultan II. Bayezid (zamanında) yazılmış, Moton’un fethinden sonra” Bu mısrada vezin aksamaktadır. Bu mısrada vezin aksamaktadır. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 Behiştî Mahlasli Şairlere Ait Mevlidler Boyuñı serve beñzetdüm benüm şāhum ħaŧā itdüm Mürüvvet-kānısın Ǿafv it bilürem ben de noķśānum Bihiştį ķātilüm çün kim ĥarāmı çeşmidür yārüñ Şehįd-i muŧlaķ oldum ben ĥelāl olsun aña ķanum Bu gazelden sonra bir beyitlik Farsça şiir yer almaktadır. 35 ve 36. yapraklar boştur. Mevlid metni incelendiğinde, eserin yazarının Behiştî Ahmed Sinan Çelebi olduğu görülecektir. Eserde yer alan Sultan Bâyezid’in övgüsü kısmı, Moton kalesinin fethine yer verilmesi, eserin şairinin hiçbir şüpheye mahal bırakmaksızın Sultan II. Bâyezid devri şairlerinden Behiştî Ahmed Sinan Çelebi olduğunun delilidir: Ħusrev-i āfāķ Sulŧān Bāyezįd Pādişāh ol ġayr-ı sulŧānlar Ǿabįd (163) Fetĥ ider iken Moton’ı şehryār İtdi çoķ dürlü kerāmet āşikār (177) Ol Ǿazįze raĥmet eylesün Ħudā Kim ide Şeh Bāyezįd Ħān’a duǾā (193)25 Behiştî mahlaslı bir şaire ait ikinci mevlid nüshası, İstanbul Üniversitesi Nâdir Eserler Ktp. Türkçe Yazmalar Bölümü 7398 numarada kayıtlıdır. Dış ölçüleri 208x143, iç ölçüleri 200x140 mm. olan yazma, 42 varaktan müteşekkildir. Yazma, kırmızı mukavva ciltlidir; cildin üzerinde altın sarısı bir çerçeve vardır. Beyaz ve kalın saykallı kâğıda siyah ve yaldızlı mürekkeple kenarlara cedvel çizilmiştir. İlk ve son yaprak dışındaki kısımlar 13 satırdan meydana gelmektedir ve her satıra bir beyit yazılmıştır. Her sayfada bulunan yaldızlı çerçeve çift çizgi ile ikiye ayrılmıştır. Metin harekeli, güzel bir nesihle kaleme alınmış; bahis başlıkları sürh ve siyah mürekkeple yazılmıştır. Asıl eser 1b’de başlamaktadır. Ser-levhanın içinde kırmızı mürekkeple “Hâzâ Kitâbü Mevlûdi’n-Nebî ‘Aleyhi’s-Selâm” başlığı yazılmıştır. Eser 41b’de sona ermektedir. Metnin sonunda istishab kaydı ve kitabın sahibinin duası yer ――――――――― 25 Eser ileride ayrıntılı inceleneceğinden, burada metnin diğer hususiyetlerine temas edilmemiştir. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 23 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Ramazan EKİNCİ almaktadır.26 Metnin hiçbir yerinde eserin hangi Behiştî’ye ait olduğunu bildiren bir kayıt yoktur. Eserin kime ait olduğu, ancak dil özellikleri ve Behiştî Ramazan’ın şahsiyetine dair metinde bulunan ipuçları vasıtasıyla ispat edilebilir. Mevlid’e imla hususiyetleri açısından bakıldığında, 16. asrın imla özellikleri görülmektedir. Ayrıca Behiştî Divânı üzerinde doktora tezi hazırlayan Yaşar Aydemir, Behiştî’nin diğer eserleriyle mukayeseli yaptığı değerlendirmeler neticesinde metnin Behiştî Ramazan’a ait olduğunu iddia etmiştir. Aydemir iddiasını, gerek şairin divanında gerekse diğer eserleri, “Cemşâh u Alemşâh” ve “Heşt Behişt”’te de zaman zaman rastlanan “bulavuz”, “kılavuz”, “varavuz”, “yalvaravuz” gibi kullanımlar, Türkçe söyleyişlerin diğer eserlerle paralellik arzetmesi, Rumeli’ye özgü bir takım söyleyişlerin olması, kendisi Halvetî olan Behiştî’nin aşağıdaki beyitlerde görüleceği gibi, halvet kelimesiyle bu kadar sık oynaması gibi hususlarla desteklemiştir: Soñı irdi halvetüñ devletlere Cân fidâ anuñ gibi halvetlere Halvetin gör âhirinde halveti Sevmeyen kimdür cihânda halveti Halvet ile buldı maksûdın nebî Halvet ehlin sevmeyendür key gabî27 Mesnevi nazım şekliyle yazılan eserin müstakil bir ismi bulunmamaktadır. Aruzun Fâilâtün Fâilâtün Fâilün kalıbıyla yazılmış 1024 beyitten meydana gelmektedir. 24 alt bölümden oluşan eser, münacat tarzında yazılmış 13 beyitle başlar. Her bölümün sonunda: Haşre dek söylense bu olmaz tamâm Sellimû sallû ‘alâ hayri’l-enâm beyti, konudan konuya geçiş mahiyetinde söylenir. Adı konmasa da bir sebeb-i te’liften sonra, konuya girilir. Allah’ın, gizliliğini açığa vurmak için Hz. Peygamber’in nurunu ve ondan da âlemi yaratması; her peygamberde nûr-ı Muhammedî’nin belirmesi ve sonunda Hz. Muhammed’de karar kılması; Hz. Peygamber’in ümmetinin fazileti; ana rahmine düşüşü, annesinin ha――――――――― 26 27 24 “Meşķahu’l-faķįri’l-ĥaķįr Elmās Meĥemmed Aġa’nun oġlı el-Ĥācc Ĥüseyn Aġa’nuñ ķızı Ümmü Gülŝün veķafe. Cümle įmān ehli budur ki oķuyup diñleyen bu kitābı, śāĥibine bir Fātiĥa ideler.” Aydemir, age, s. 78-79. http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10597,behistipdf.pdf?0 [08.07.2014] Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 Behiştî Mahlasli Şairlere Ait Mevlidler mileliği, doğum esnasındaki olağanüstü alametler ve doğumu anlatılır. Daha sonra meleklerin onu ziyareti; annesinin ölümüyle öksüz kalması; çocukluğu, gençliği ve Hz. Hatice ile evlenmesinden bahsedilir. Cebrâil’in nüzûlü ve Allah’tan davet emrinin gelmesi, Mi‘rac hadisesi ve hicreti anlatılır. Bu kısımdan sonra Yahudilerin Hz. Peygamber’e karşı tutumları; Abdullah İbn Selam’ın müslüman olması; Hz. Peygamber’in mucizeleri, savaşları ve veda hutbesine yer verilir. Bundan sonra Hz. Peygamber’in kendi ölümünü haber vermesi, şiddetli hastalığı ve Ebu Bekir’in imâmetle görevlendirilmesi, vefatı ve defni anlatılır. Ölümünden sonra bir Yahudinin onu görmek için Şam’dan gelişi, ona karşı duyduğu derin muhabbet ve o Yahudinin de Ravza’da ölümünün hikâyes,; ümmet olarak onunla mukayese edilişimiz dile getirilir. Ardından Allah’dan afv ve mağfiret dilenerek Hatimetü’l-kitab ve Du‘â bölümleriyle eser tamamlanır.28 Şair mahlasını 1019’uncu beytinde şöyle bildirmiştir: Kim Behiştî rû-siyâha rahmet it Yoldaşın îmân makâmın cennet it 2. Behiştî Ahmed Sinan’ın Mevlid-i Şerîfi 2.1. Eserin Adı Behiştî’nin tüm eserlerinin müstakil bir ismi varken Mevlid’inde bu durum söz konusu değildir. Eser boyunca metnin adına dair herhangi bir bilgi verilmemiştir. Araştırmacılar ve katalog hazırlayanlar Behiştî’nin elde bulunmayan Mahzenü’l-Esrâr mesnevisinden hareketle, Mevlid’in adının Mahzenü’l-Esrâr olabileceğini iddia etmişlerdir.29 Edebiyat tarihimizde kaleme alınan Mahzenü’lEsrâr adlı mesnevilerin bir kısmı Nizâmî’nin aynı adlı eserinin tercümesidir, bir kısmı da adı geçen kitaptaki hikâyenin kısmen değiştirilmiş yahut zenginleştirilmiş versiyonunu ihtiva etmektedir. Bundan dolayı konusu Hz. Peygamber’in doğumu olan bir eserin isminin Mahzenü’l-Esrâr olması uzak bir ihtimaldir. Yukarıda da belirtildiği üzere eserin zahriyesinde “Vilâdet-i Resûl” diye bir kayıt mevcuttur. Yazar eserinin adının “Vilâdet-i Resûl” olduğuna dair bir bilgi vermemiştir. Eserin mündericatından hareketle okuyucu yahut müstensih böylesi bir tasarrufta bulunmuş olabilir. Edebiyat tarihimizde yazılmış mevlid türündeki eserlerin ekserisinin müstakil bir ad taşımaması ve doğru――――――――― 28 29 Aydemir, age, s. 79. Şener Demirel, “Yeni Bir Mevlid Metni: Behiştî Sinan Çelebi’nin Mahzenü’l-Esrâr Adlı Mesnevisi”, VIII. Milletlerarası Türkoloji Kongresi (30 Eylül - 04 Ekim 2013), İstanbul. http://perweb.firat.edu.tr/default.asp?content=personelgoster.asp&uid=E%F0-A-0015; http://yazmalar.gov.tr/detay_goster.php?k=117640 [08.07.2014] Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 25 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Ramazan EKİNCİ dan “Mevlid-i Şerîf” diye anılması; Behiştî’nin eserinin içinde, metnin adına dair bir ipucu bildirmemesi neticesinde söz konusu kitaba Behiştî Ahmed Sinan’ın Mevlid-i Şerîfi adı verilmiştir. 2.2. Yazılış Tarihi Behiştî, Mevlid’inin yazım tarihine dair herhangi bir bilgi vermemiştir. Eserde anlatılanlardan hareketle metnin yazım tarihi kısmen tahmin edilebilir. Mevlidde Sultan II. Bâyezîd’in övgüsüne yer verildiğinden, eserin sultanın tahtta kaldığı 1481-1512 yılları arasında yazıldığı düşünülebilir. Bilhassa eserde Moton kalesinin fethine yer verilmesi, metnin adı geçen kalenin fethinden sonra yazıldığına işaret ettiğinden yukarıdaki tarih aralığını daha da kısaltmak mümkün olacaktır. Moton kalesi 13 Muharrem 906/9 Ağustos 1500’de30 fethedildiğinden Behiştî’nin Mevlid’i, 1500-1512 yılları arasında yazılmış olmalıdır. 2.3. Yazılış Sebebi Behiştî, Mevlid’inde sebeb-i telif kısmına müstakil bir yer ayırmamış, niçin yazdığını doğrudan beyan etmemiştir. Eserin kaleme alınma sebebi, Mevlid’inin çeşitli kısımlarındaki ifadelerden hareketle ortaya konulabilir. Şair, eserinde devrin padişahının övgüsünden sonra mesnevi vadisindeki kudreti ve sanatının ne derece ileri olduğunu anlattığı bölümde eserin yazılış sebebine dair şunları söyler: Meŝnevįde çünki vardur ķuvvetüñ Farżdur ižhār idesin ķudretüñ Mevlidine Aĥmed’üñ ķıl ibtidā Çünki bu śanǾatda olduñ müntehā Ħalķ içinde şāyiǾ ü merġūbdur Ķıśśası hem vāķiǾ ü hem ħūbdur Ķıśśası maĥbūb nažmı bį-meze Farż oldı anı nažm itmek bize (212-215) Behiştî, kendinden evvel Hz. Peygamber’in doğumunu anlatan eserlerin yazıldığını, ancak bunları “tatsız, tuzsuz” bulduğunu ve beğenmediğini; mesnevi yazmadaki kudretinden hareketle, Hz. Peygamber’in doğumunu kendisinin nazma çekmesinin gerektiğini ifade eder. Ayrıca şair, ilerleyen bölümde “öyle bir eser yaz ki gönül ehli kişiler o eseri dinlemek için toplan――――――――― 30 26 İ. Hakkı Uzunçarşılı, Büyük Osmanlı Tarihi, Ankara: TTK Yay., (ty.), C. 2, s. 219. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 Behiştî Mahlasli Şairlere Ait Mevlidler sınlar; anlattığın kıssalarda her biri safâ bularak mevlidini dinlemeyi arzu etsin; bu güzel kıssayı (yazma işini) cahiller elinden al ki Hz. Peygamber’in yanında yer edinesin; yazdığını okuyan/dinleyen seni rahmetle ansın” diyerek eserin niçin yazıldığına dair bilgiler verir: Kim olicek ehl-i diller müctemiǾ Olalar nažmuña cümle müstemiǾ Ķıśśasından her biri alup śafā Vire nažmuñ istimāǾa iştihā Anı cāhiller elinden ķıl ħalāś Kim olasın Aĥmed’üñ yanında ħāś Pādişāh-ı dehre yaraşmaz Ǿabā SaǾy idüp geydür aña zerrįn ķabā İşidicek anı her ehl-i kemāl Diye saña raĥmet itsün Źü’l-celāl Aĥmed’üñ rūĥından istimdād ķıl Feyż-i nūrı ile ķalbüñ şād ķıl (216-221) 2.4. Dil Hususiyetleri Behiştî Mevlid’i, dil özellikleri açısından incelendiğinde Eski Anadolu Türkçesi ile Osmanlı Türkçesi arasında bir geçiş dönemi eseri olduğu görülecektir. Metnin birçok yerinde Eski Anadolu Türkçesinin hususiyetlerine rastlamak mümkündür. Bunlardan bazıları şunlardır: * Farsça tamlama eklerinin gösterilmesi konusunda metinde bir birliktelik yoktur. Bu ekler metnin bir kısmında hareke, bir kısmında ise harfle gösterilmiş; büyük bir kısmında ise Osmanlı Türkçesinde olduğu gibi hiç bir işaret kullanılmamıştır: Muĥdeŝātından olan ehl-i yaķįn Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 27 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Ramazan EKİNCİ Birligine Ĥażret-i Ĥaķķ’uñ güvāh Ǿİlm-i Ǿaynį oldı çün mirǿāt-ı źāt * Türkçe kelimelerde hece sonunda “güzel he” ile gösterilmesi gereken kısımlar bazen “elif” ile gösterilmiştir: Olur üftāde olana dest-gįr * Kelime ve eklerin sonunda yer alan ünlüler bazı yerlerde gösterilmemiştir: Buldı źātıyla şeref tāc u serįr MuǾcizātı ola Ǿālemde Ǿayān * Bazı fiillerde ek uyumsuzluğu görülmektedir. Kalın ünlülerin yer aldığı fiil köklerine ünlü uyumu gereği kalın sıradan ekler gelmesi gerekirken ince ünlülerden oluşan ekler getirilmiştir: Kim olicek ehl-i diller müctemiǾ Āmine Hatun olicek ĥāmile 28 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 Behiştî Mahlasli Şairlere Ait Mevlidler Göñli ol nūr ile ŧolicek żiyā Gözin açup baķıcek ol kān-ı nūr Mevlidin kelime kadrosu incelendiğinde kendinden evvel yazılmış mevlidlere nazaran Arapça-Farsça kelime kullanımının daha fazla olduğu görülecektir. Ayrıca eserin dili, seleflerinin diliyle mukayese edildiğinde kısmen sadelikten uzaktır.31 Bunun sebebi Behiştî’nin Mevlid’ini halk için değil, “ilim ehli” kimseler için yazmasıdır. Yazar metnin birçok yerinde bu konuya değinir: Ħalķ-ı Ǿālemdür anuñ da ehli var Kimine ħurmā gerek kimine ħār Ehl-i Ǿilm içün yazıldı bu kitāb Kim-durur cāhile ideler ħiŧāb (539-540) Behiştî, Mevlid’ini okumuş zümre için kaleme aldığını beyan etmiş olsa da yer yer galat olarak değerlendirilebilecek kullanımlardan da sakınmamıştır. Metnin bazı kısımlarında Arapça çokluk ifade eden kelimelere Türkçe çokluk eki getirilmiştir: Enbiyālar oluban ħalķa-be-gūş Evliyālar andan oldı ħırķa-pūş (113) İbtidā maǾdūm iken ervāĥlar Olmadan mevcūd bu eşbāĥlar (225) ――――――――― 31 Vesîletü’n-Necât ile mukayesesi için bkz. Şener Demirel, “ Süleyman Çelebî’nin Vesiletü’nNecât Adlı Eseri İle Behiştî Ahmed Sinan Çelebi’nin Vilâdet-i Resûl Adlı Eserinin Karşılaştırılması, IX: Klasik Türk Edebiyatı Kongresi, (Prof.Dr.Hasibe Mazıoğlu Hatırasına) 15-17 Mayıs 2014, Kayseri”, http://perweb.firat.edu.tr/default.asp?content=personelgoster.asp&uid=E%F0-A-0015. [08.07.2014] Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 29 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Ramazan EKİNCİ 2.5. Şekil Hususiyetleri Mevlid, mesnevi nazım şekliyle ve aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla kaleme alınmıştır. Sehven mükerrer yazılmış olduğunu düşündüğümüz 23. beyit de metne dâhil edildiğinde eserin tamamı 555 beyittir. Umumiyetle mesnevilerinde başlık kullanmayı tercih eden Behiştî, Mevlid’inde böyle bir kullanımdan uzak durmuş; başlık yerine vasıta beyti yahut nakarat beyti olarak adlandırılabilecek bir beyti, her bölümün sonunda kullanarak okuyucusuna bölümler arasındaki geçişi belirtmek istemiştir: Çünki śallū-y-ıla meǿmūruz müdām Diyelüm kim eś-śalātü ve’s-selām Metin, kafiye açısından tedkik edildiğinde kafiyelerin büyük bir kısmının Arapça kelimelerden meydana geldiği görülmektedir. Ayrıca bir kısmı Farsça kelimelerle, bir kısmı Farsça-Arapça kelimelerle kurulmuş kafiyelerden oluşmakta, nadiren de olsa Türkçe-Türkçe, Türkçe-Farsça, Türkçe-Arapça kelimelerle yapılmış kafiyeler de yer almaktadır: Ol Ǿazįze raĥmet eylesün Ħudā Kim ide Şeh Bāyezįd Ħān’a duǾā (193) Ĥüsni dāǿim çün olur pertev-fiken Nāǿim olma ķāǿim ol Ǿışkında sen (37) Źerreyem ķıl nūra müstaġraķ beni Ben faķįrem eyle vaśluñla ġanį (62) Şair, eserinde sık sık ahenk unsurlarından asonans ve aliterasyonlara müracaat ederek metnine ritmik bir söyleyiş kazandırmıştır. Bunların yoğun olduğu beyitlerden bazıları şunlardır: Yaaraadılmışdaan ol olmaasaa murāād Olmaaz idi Ǿāālem-i kevn ü fesāād (365) MeşǾallinden yaķdıllar ķandįll ller ll Olldıllar icmālline tafśįll ller ll (114) Behiştî, eser boyunca ahengi sadece vezin, kafiye, asonans ve aliterasyonlarla sağlamamış; kelime grubu tekrarlarıyla da mevlidine müzikal bir hava katmıştır. Bilhassa mevlid metinlerinde kelime tekrarlarının yoğun olduğu kısımlar genelde “merhaba” faslında yer alır. Eserinde “merhaba” faslına 30 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 Behiştî Mahlasli Şairlere Ait Mevlidler yer vermeyen şair, bunun yerine Levlâke hadisine telmihte bulunarak “olmasa ol” kelime grubunu kullanmıştır: Olmasa ol olmaz idi cism ü cān Olmasa ol yaradılmazdı cihān Olmasa ol olmaz idi kāǿināt Yaradılmazdı cihānda hįç źāt Olmasa ol olmaz idi māh [u] ħūr Olmasa ol olmaz idi huşk ü ter Olmasa ol olmaz idi enbiyā Olmasa ol olmaz idi evliyā Olmasa ol olmaz idi bu zemįn ǾArş u kürs ü levĥ ü Cibrįl-i Emįn (249-253) 2.6. Muhteva Husûsiyetleri Behiştî’nin Mevlid’i ana hatlarıyla sekiz bölümden meydana gelmektedir. Belli bir plan dâhilinde metnini kurgulayan şair, seleflerinin metoduna uygun şekilde davranmıştır. Klasik Türk edebiyatı mahsulleri tedkik edildiğinde, şair ve yazarların geleneğe uyup belli tertip esaslarını gözönünde bulundurarak metinlerini vücûda getirdiği görülecektir. Bu edebiyatın önemli temsilcilerinden Behiştî Ahmed Sinan da bahsi geçen kaideleri eserlerinde uygulamıştır. Makale konusu edindiğimiz Mevlid’inde şair, eserine metnin serlevhasında bulunan bir besmeleyle başlamak yahut Allah adını anmanın gerekliliğini vurgulayan manzum bir ifadeden ziyade, besmeleyi manzum şekilde kitabına dercetmiştir: Çünki bi’smi’llā’hi’r-Raĥmāni’r-Raĥįm Oldı hādį-i śırāŧ-ı müstaķįm İlk beş beyitte besmeleyle bir işe başlamanın faziletine değinildikten sonra eserin ilk kısmı olan tevhid bölümüne yer verilmiştir. 53. beyte kadar Allah’ın varlığından, birliğinden bahseden hamdele kısmı 53. beyitte tamamlanır. Yeni bir bölümün başladığını bildiren vasıta beyti gelir. Metnin ikinci bölümünü Allah’ın kudreti karşısında kulun güçsüzlüğü, insanın âsîliğine karşı, Allah’ın bağışlayıcılığı vb. konuların anlatıldığı münâcât kısmı teşkil etmektedir. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 31 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Ramazan EKİNCİ 87. beyitte tamamlanan ikinci kısmın ardından 143. beyte kadar Hz. Peygamber’in övgüsünün anlatıldığı üçüncü bölüm olan na‘t kısmı gelmektedir. 145-161. beyitler arasında dördüncü kısım olan “Medh-i Çehâr-yâr-ı Güzîn” bölümünde dört halifenin övgüsü yer almaktadır. Metnin beşinci bölümü olan 163-195. beyitler arasında, devrin padişahı olan Sultan II. Bâyezid’in övgüsüne yer verilmiştir. Her ne kadar mesnevilerde sıkça rastlansa da mevlid, mi‘râciye vb. dinî metinlerde devrin sultanı, devlet adamı vb. kimselerin övgüleri nâdiren görülmektedir. Mevlid’in altıncı ve asıl metne başlamadan evvelki son kısmı olan sebeb-i te’lîf bölümü, 196-223. beyitleri arasında bulunmaktadır. Mevlidin asıl kısmını teşkil eden “Âgâz-ı dâsıtân” bölümü 225. beyitte başlar. Konunun anlatıldığı bu bölüm de kendi içinde alt kısımlara ayrılmaktadır. Şair metnine giriş mahiyetindeki ilk kısımda, öncelikle Allah’ın bilinmeyi istediği ve güzelliğini göstermek için Hz. Peygamber’in ruhunu/nûr-ı Muhammedî’yi yarattığını söyledikten sonra âlemlerin yaratılışı, Hz. Âdem’in yaratılışı ve nûr-ı Muhammedî’nin Hz. Peygamber’in babası Abdullah’a kadar intikalinden bahseder. 286-301. beyitler arasında metnin asıl konusu oluşturan Hz. Peygamber’in doğumu anlatılır. 302-345. beyitler arasında Hz. Peygamber’in doğumu sonrasında zuhur eden olağanüstü hâdiselere (Melekler tarafından Hz. Âmine’nin ziyaret edilmesi, Hz. Cebrâil’in gelip Hz. Peygamber’in göğsünü okşaması, Allah’a secde etmesi, melekler tarafından yıkanması vb.) temas edilir. 346-375. beyitler arasında Hz. Peygamber’in doğduğu gece dünyada meydana gelen olağanüstü olaylar (Sâsânî padişahı Nûşirevân’ın sarayının yıkılması, Mecûsîlerin tapınaklarında yanan ateşin sönmesi, Ka‘be’deki putların devrilmesi) ve Hz. Peygamber’in dedesi Abdülmuttalib’in yeni doğan torununu görmek istemesi anlatılmaktadır. 377-386. beyitler arasında Nûşirevân’ın zuhur eden bu hadiselerin sebebini araştırması ve âhir zaman peygamberinin doğduğunu öğrenmesinden bahsedilir. 388-411. beyitler arasında tekrardan konuya dönülerek Hz. Peygamber’in doğumundan üç gün sonra dedesi tarafından görülmesi, isminin verilmesi anlatılır. 32 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 Behiştî Mahlasli Şairlere Ait Mevlidler 414-451. beyitler arasında sırasıyla Hz. Peygamber’in doğumu vesilesiyle Mekke halkına verilen ziyafetten bahsedilir. Ziyafet için kesilen kurbanlar, hazırlanan şerbetlere değinilir. Ayrıca bu ziyafette vahşi hayvanlar da düşünülerek çöle onlar için et ve yem atıldığı bildirilir. Ziyafet anlatıldıktan sonra Mekke’de çocukların sütanneye verilmesi âdetine değinilerek Hz. Peygamber’in sütannesinin vasıfları anlatılır. Buradaki anlatılanlar tarihî gerçekliklere uymamaktadır. Metinde Hz. Peygamber’in sütannesi olan Halîme, bir gece rüyasında ırmak kenarında yürürken bir melek görür. Melek ona suya girmesini ve yıkanmasını, gusül abdesti almasını ve Mekke’ye gidip Ahmed isimli bir çocuğa sütannesi olmasını söyler. Rüyasını kocası Haris’e anlatan Halîme, ertesi gün Mekke’ye giden kafileye dâhil olarak rüyasında bildirilen çocuğu almak ister.32 452-468. beyitler arasında Halîme’nin Mekke’ye varışı, Abdülmuttalib ile karşılaşması ve Hz. Peygamber’in sütannesi olması anlatılır. 470-484. beyitler arasında Halîme’nin Hz. Peygamber’i emzirmesi, kendi diyarlarına doğru yola çıkmaları hikâye edilir. 486-499. beyitler arasında Hz. Peygamber’in de kafileye katılması sonucu yolculuk esnasında karşılaştıkları olağanüstülüklerden bahsedilir. 501-516. beyitler arasında Hz. Peygamber’in gelmesiyle Halîme ve ailesinin maddî sıkıntılardan kurtulması, bulundukları diyardaki hastaların iyileşmesi, kabile halkının tamamının mutlu ve mesut bir yaşam sürmesi anlatılır. Hz. Peygamber üç yaşına gelince, Halîme ve kocası onun başına olumsuz bir şey gelmesinden endişe ederek, onu dedesine götürmeye karar verirler. 518-527. beyitler arası asıl konunun tamamlandığı bölümdür. Burada Halîme ve kocası Hz. Peygamber’i Mekke’ye götürerek dedesine teslim ederler. Hz. Peygamber’in kabilesi olan Kureyşliler, bu durum karşısında çok mutlu olur. Karşılığında bunlara çok değerli hediyeler, yüklü miktarda altın vererek onları gönderirler. 529-555. beyitler arasında Mevlid’in sekizinci bölümü olan hâtime ve dua kısımları yer almaktadır. Şair burada, Hz. Peygamber’in sayısız mucizelerinin bulunduğunu, sadece doğumu esnasında olanları anlattığını beyan eder. Kalpleri hüzne boğduğundan Hz. Peygamber’in ölümüne eserinde yer vermediğini, ayrıca din âlimlerinin de bu bahsin anlatılmasına izin vermedikleri――――――――― 32 Hz. Halîme, Mekke’ye içinde bulundukları sıkıntıdan dolayı zengin bir ailenin çocuğuna sütannelik yapmak maksadıyla gitmiştir. Zengin bir ailenin çocuğunu bulamayınca yetim birine sütannelik yapmakta tereddüt etmiş, ancak eli boş dönmemek için Hz. Peygamber’e sütannelik yapmayı kabul etmiştir. Bkz. Asri Çubukçu, “Halîme”, Diyanet İslâm Ansiklopedisi, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yay.,1997, C. 15, s. 338. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 33 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Ramazan EKİNCİ ni ifade eder. Halk tarafından yazılmış mevlidleri gördüğünü, kimsenin bunları beğenmediğini söyleyen şair, eserini “ilim ehli” kimseler için yazdığını, cahille kimsenin uğraşmayacağını söyledikten sonra dua kısmına geçer. Okuyucu tarafından mazur görülmeyi diler. Felek ve zorluklardan dolayı eserinde şairlik kudretini tam sergileyemediğini, ne zaman bir işe başlasa bir taraftan belânın kendisini bulduğunu söyleyerek Allah’tan yardım diler. Ayrıca okuyucu için de dua eder. Kitabının okunduğu mecliste bulunanların azap görmemelerini, dünyada belâyla karşılaşmamalarını, Hz. Peygamber’in onlara âhirette yardım etmesini temenni ederek devrin sultanı II. Bâyezid’in duasına geçer. Mevlid’ini dinleyenlerin Sultan Bâyezid için dua etmesini, onun Hz. Peygamber’in dininin direği ve kerem sahibi adaletli bir padişah olduğunu söyleyerek Allah’ın onu koruması ve Hz. Peygamber’in ona himmet etmesini diler. Sonuç Bu çalışmada Behiştî mahlasıyla yazılmış iki mevlid metninin, edebiyat tarihimizde anılan mahlası kullanan dört şairden hangilerine ait olabileceğine cevap aranmış; bunlardan klasik Türk şiirinin mühim hamse şairlerinden Behiştî Ahmed Sinan’a ait olan metin üzerinde durulmuştur. Eldeki verilere göre şairin yegâne dinî nitelikteki eseri olan bu mevlid, incelenerek ve eserin transkribe metni ortaya konularak mevlid literatürüne bir katkı sağlamak hedeflenmiştir. Mevlidler üzerinde yapılan yeni çalışmalar, Hz. Peygamber’in şairlerimizin gözünde nasıl bir yere sahip olduğunu, ona duyulan hürmet ve hasretin ne denli büyük olduğunu göstermektedir. Ayrıca mevlidlerde, Hz. Peygamber’in hayat hikâyesinin şairlerimiz tarafından farklı açılardan değerlendirildiği, ortaya koyacakları edebî mahsule uygun kısımlarının ön plana çıkartıldığı görülmektedir. Behiştî Ahmed Sinan da eserini kaleme alırken metnin adına uygun şekilde hareket ederek, sadece Hz. Peygamber’in doğumu esnasında yaşananları anlatmış, vefatı bahsine değinmekten kaçınmıştır. Gerek selefleri gerek de halefleri olan diğer mevlid şairlerinin çoğu eserlerinde, Hz. Peygamber’in hayatının en az birkaç safhasını anlatırken, Behiştî’nin Hz. Peygamber’in sadece üç yaşına kadarki hayatından bahsetmesi eserini diğerlerinden farklı kılmıştır. Eser hem bu yönüyle hem de devrinin okumuş zümresi için yazılması hasebiyle dikkate değerdir. 34 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 Behiştî Mahlasli Şairlere Ait Mevlidler 1 MEVLİDMEVLİD-İ ŞERĮF ŞERĮF Çünki bi’smi’llā’hi’r-Raĥmāni’r-Raĥįm Oldı hādį-i śırāŧ-ı müstaķįm Anuñ ile eyledük fetĥ-i kelām Cümle nāķıś sözler ola tā tamām İbtidā añılsa nām-ı Źü’l-celāl Ol işe mervį budur gelmeye bāl Ol-durur ism-i şerįf ü ism-i źāŧ Ol-durur müstecmiǾ-i cümle śıfāt 5 Źikr-i ismi dillere virür cilā Fikr-i źātı cānlara virür śafā ǾĀlim ü Ĥayy u SemįǾ ü Ķādir ol Žāhir ü bāŧın her işe nāžır ol Māsivāsı mümkin ol vācib hemįn Rāzıķu’l-maħlūk Rabbü’l-Ǿālemįn [2a] Hem irādet hem meşiyyet hem ķıdem Oldı źātına śıfāt-ı muĥterem Lā-hüve lā-ġayrühüdür ehl-i Ĥaķ Bu śıfāt-ı sebǾi ķılmaz hįç farķ 10 Ne Ǿaraż ne cism ü ne maǾdūddur Ne muśavverdür ne ħod maĥdūddur Ehl-i Ĥaķ cevher daħı dimez aña Kim terekküb źātda olmaz revā Aña hem cārį degül aślā zamān Źātına taǾyįn olınmadı mekān Bulmadı baǾż-ı tecezzį aña rāh Hem tenāhįden münezzehdür İlāh Hįç māǿit ile mevśūf olmadı Hįç keyfiyyetle maǾrūf olmadı Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 35 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği 15 Yoķ şebįhi kendi źātı bį-nažįr ǾAķl künhinden degül aślā ħabįr Muĥdeŝātından olan ehl-i yaķįn Dir hemįşe lā uĥubbü’l-āfilįn33 [2b] Ĥādiŝüñ her źerresi bį-iştibāh Birligine Ĥażret-i Ĥaķķ’uñ güvāh Vāĥidiyyet menşeǿidür vaĥdeti Oldı hem mirǿāt-ı vaĥdet keŝreti Bāŧın u žāhirde vaĥdet rābıŧa Evvel ü āħirde vaĥdet vāsıŧa 20 Vaĥdeti iŝbāt içün ol Śamed Emr ķıldı ķul hüve’llāhu aĥad34 Oluban vaĥdet Ǿināyetden Ǿayān Oldı muǾayyen hidāyetden cihān Vaĥdeti vaĥdetine maǾlūm ider Keŝret-i aǾyān yine maǾdūm ider Çün muvaĥĥid ide isķāŧ-ı śıfāt Çeşmine görinmez illā nūr-ı źāt Nūr-ı vaĥdet ķalbine virür śafā Bulur ol nūr ile mirǿātı cilā 25 Hem kelāmı ġayr-ı maħlūķın delįl İdinüp bula viśāline sebįl [3a] On sekiz biñ Ǿāleme mirǿāt olur Cümle Ǿālem aña hep āyāt olur Çün muĥaķķıķda ola Ǿayn-ı şühūd Görinür āŝārdan nūr-ı vücūd ――――――――― 33 34 36 Kur’ân-ı Kerîm, En’âm Sûresi, 6/76, “Batanları sevmem” Kur’ân-ı Kerîm, İhlâs Sûresi, 112/1 “De ki: O, Allah birdir.” Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 Ramazan EKİNCİ Behiştî Mahlasli Şairlere Ait Mevlidler Her varaķ vaĥdet kitābından varaķ Ĥarfi her bir źerrenüñ cāna sebaķ Cümle-i aǾdādda sārį aĥad Lįk ider taġyįr tekrār-ı Ǿaded 30 Noķŧadur çün fikr idicek aśl-ı ħaŧ Noķŧa-i vaĥdetde itmesin ġalaŧ Ǿİlm-i Ǿaynį oldı çün mirǿāt-ı źāt Sırr-ı vaĥdet žāhir oldı çün śıfāt Vaĥdeti vaĥdetine maǾlūm ider Keŝret-i aǾyān yine maǾdūm ider35 ǾĀşıķ u maǾşūķdan Ǿışķ urdı dem Levĥ-i hestįye Ǿadem çekdi raķam Mā Ǿarefnāke36 diyü virür ħaber Cān gözi çün ĥüsnine ide nažar [3b] 35 Āferįn ol ĥüsne kim ola nihān Ġayretinden perde ola lā-mekān Sırr-ı rūĥ u Ǿaķl ile ĥisden cemāl Žāhir oldı pertevi oldı celāl Ĥüsni dāǿim çün olur pertev-fiken Nāǿim olma ķāǿim ol Ǿışkında sen ǾIşķıdur Ĥaķķ’uñ hidāyet iy faķįr Olur üftāde olana dest-gįr Her kime kim Ǿışķı virürse necāt Germ olupdur uķtülūnį yā ŝiķāt37 ――――――――― 35 36 37 Bu beyit, 22. beyitle aynıdır. Burada Hz. Peygamber’in yaptığı rivayet edilen “Subhaneke mâ arafnake hakka ma‘rifetike yâ marûf” duasına işaret edilmektedir. Mânâsı şöyledir: “Ey en güzel bilinmeye lâyık olan Allahım! Seni hakkıyla bilemedim.” Burada Hallâc-ı Mansûr’un idam edildiği esnada söylediği rivayet edilen “Uktülûnî yâ sikâtî, inna fi katlî hayatî”söze telmih vardır. Mânâsı şöyledir: “Öldürün beni kardeşlerim, öldükçe yaşayacağım.” Ayrıca bu sözün farklı şekilleri de şiirlerde yer almıştır. “Uktülûnî uktülûnî/ Fe-inne fî katlî hayâtî / Ve hayâtî fî memâtî/ Ve memâtî fî hayâtî” “Beni Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 37 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği 40 Ramazan EKİNCİ Dost dükkān açdı vü bāzār ider Müşterį oldur kim ol iķrār ider Pādişāh olsun gerek gerek gedā Ol metāǾa varlıġı olur bahā Varlıġından geçmeyen var olmaya Ġayra yār olan Ĥaķ’a yār olmaya Çün fenā-yı ceźbedür Ǿayn-ı memāt Ħabbeźā ol ceźbe-i āb-ı ĥayāt [4a] Çünki ŧola ķalbe envār-ı İlāh Ger nemed-pūş ise olur pādişāh 45 İy ħoşā-dil kim ide ġayrıyı terk Ola mevcūd itmedin muǾdim-i merg Źerrece kesb eylese Ǿārif fenā Mihr-i Ǿālem olur aña āşinā Her kime keşf olsa esrār-ı nihān Dāǿimā manžūrı Ĥaķ olur hemān Cümle Ǿālem ħalķı ħalķ u Ĥālıķ ol Rūĥa ol feyyāż u cisme Rāzıķ ol38 Ol mükerrem ķıldı ibn-i Ādem’i Ol müzeyyen ķıldı ķaśr-ı Ǿālemi 50 Būriyādan ol-durur viren şeker İden ol mirǿāt-ı mücellā (?) ķamer Gevher eyler sengi ħāki sįm ü zer Dürr ider ābı vü ħāki verd-i ter 38 38 öldürünüz, beni öldürünüz; çünkü ölümümde hayatım vardır. Hayatım ölümümde, ölümüm hayatımdadır.” Mehmet Yılmaz, Kültürümüzde Arapça ve Farsça Asıllı Vecizeler Sözlüğü, İzmir: Sütun Yay., 2008, s. 861. Burada İsrâ Sûresi’ndeki “Ve lekad kerremnâ benî âdeme ve hamelnâhum fî’l-berri ve’l-bahri ve razaknâhum mine’t-tayyibâti ve faddalnâhum alâ kesîrin mimmen halaknâ tafdîlâ” âyete işaret edilmektedir. Âyetin meâli şöyledir: “Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Kendilerini en güzel ve temiz şeylerden rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.” Bkz. İsrâ Sûresi 17/70. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 Behiştî Mahlasli Şairlere Ait Mevlidler Yoġ iken kün39 diyü çarħı itdi var Lā yekūn dirse hem olur tārumār [4b] Çün irişmez Ǿilmine Ǿilm-i Ǿalįm Diyelüm estaġfiru’llāhe’l-Ǿažįm Çünki śallū-y-ıla meǿmūruz müdām Diyelüm kim eś-śalātü ve’s-selām40 55 Yā İlāhį ķalbe feyżüñ ķıl müdām Ķalbi ħāliś naķśumı eyle tamām Şöyle mest olsun mı Ǿışkuñ ile cān Kim baña ĥayrān ola ins ile cān Bir ola yanumda zer-beft ile dalķ Ben saña ĥayrān olam baña bu ħalķ Ħāne-i dilde ki ķalmaya ħalā Cām-ı Ǿışķuñ şöyle müstevlį ola KaǾbe-i Ĥaķķ ola bu deyr-i muġān Ķalmaya taśvįrden bunda nişān 60 Derd-i dil vir baña olam ehl-i derd Derd olmayınca bulmaz ķadr merd Mużmaĥil olur śıfātuñda śıfāt Maĥvdur źātuñ yanında bu źevāt [5a] Źerreyem ķıl nūra müstaġraķ beni Ben faķįrem eyle vaśluñla ġanį Ķaŧreyem sāĥilde ķoma yā İlāh Vaĥdetüñ baĥrine göster baña rāh ――――――――― 39 40 Burada Kur’ân-ı Kerîm’de birçok sûrede geçen “Kün fe yekûn” “Ol der o da hemen oluverir” âyetine gönderme vardır. Bkz. Bakara Sûresi 2/117; Âl-i İmrân Sûresi 3/47-59; En‘âm Sûresi 6/73; Nahl Sûresi 16/40; Yâsîn Sûresi 36/82; Mü’min Sûresi 40/68. Burada Ahzab Sûresi’ndeki “İnnellâhe ve melâiketehu yüsallûne ale’n-nebiyy yâ eyyühellezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû teslimâ” âyetine telmih vardır. Âyetin meâli şöyledir: “Allah ve melekleri, Peygamber'e çok salavât getirirler. Ey müminler! Siz de ona salavât getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin.” Bkz. Ahzab Sûresi 33/56. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 39 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Ramazan EKİNCİ Baña feyżüñ olmaz ise rāh-ber SaǾy ile irişmede vardur nažar 65 MeşǾal-i feyżüñ ger olmaya delįl Teng ü tįre rehde olurdum źelįl Nice bir perde ola bu ķıyl ü ķāl Perde refǾ eyle [vü] Ǿarż eyle cemāl Feyżüñ olmaz ise bu yolda refįķ Fāǿide itmez dimek eyne’ŧ-ŧarįķ41 Çünki yoķdur bu ĥayālāta ŝebāt Baña Ǿışkuñ bes gerekmez kāǿināt Eyledüm defterlerümi rū-siyāh Raĥmetüñ anı eger yumazsa āh 70 Ben ne yüz ile idem yā Rab niyāz Ŧapuña maħfį degüldür hįç rāz [5b] Saña lāyıķ hįç ŧāǾat bende yoķ Lįk esbāb-ı caĥįmüñ ĥaddi yoķ Eyledüm bį-ĥad egerçi kim günāh Raĥmetüñ derine yā Rabbį penāh Çün ġażabdan sebķati var raĥmetüñ Ķullaruñ cürmine ķılmaz ĥażretüñ42 ǾĀśiyem Ǿiśyānuma ķılma nažar Eyleme mücrim diyü ehl-i saķar 75 Ķullaruñ daħı günāhı gerçi çoķ Lįk luŧfuñ baĥrinüñ pāyānı yoķ Defter-i Ǿiśyānda yazdum çoķ raķam Dest-i luŧfuñla İlāhį çek ķalem ――――――――― 41 42 40 “Yol nerede?” Bu beyitte “Rahmetim gazabımı geçti” anlamındaki “Rahmetî sebekat gazabî” kudsî hadisine işaret edilmektedir. Bkz. Buhârî, Tevhid, 55; Müslim, Tevhid, 14; İbn Mâce, Zühd, 35, akt. Mehmet Yılmaz, Kültürümüzde Âyet ve Hadisler, İstanbul: Kesit Yay., 2013, s. 583. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 Behiştî Mahlasli Şairlere Ait Mevlidler Bu ĥavās u bu ŧabįǾatdan beni Sen ħalāś it luŧfuñ ile yā Ġanį ǾAķl źātuñdan senüñ virmez ħaber Keşf ķıl luŧfuñla yā Rabbe’l-beşer ǾAķl ile vaśla bulınmaz dest-res Źerreyem bir źerre deñlü ceźbe bes [6a] 80 Bu Ǿalāyıķdan ħalāś eyle beni Ķalmasun pindār u hestį vü menį Bu bir avuç tįre ħāke yā Ġanį Eyleme muĥtāc luŧfuñdan beni Ħākümi pāk eyle rūĥa rāħ vir K’ola ol rāh ile dil zįr ü zeber İĥtiyācum ŧapuñadur dāǿimā Ġayrı ķapu yoķ ki yüz vuram aña Ǿİlm virdüñ vir baña Ǿilme’l-yaķįn Ĥācetüm bu yā İlāhe’l-Ǿālemįn 85 Tā ki ol Ǿilm ile kesb idem yaķįn Āħiretde Aĥmed’e olam ķarįn Yā İlāhį dįde-i taĥķįķ vir Bu Bihiştį bendeñe tevfįķ vir Kim bula dünyā Ǿaźābından rehā ǾĀķıbet ola şefįǾi Muśŧafā Çünki śallū-y-ıla meǿmūruz müdām [6b] Diyelüm kim eś-śalātü ve’s-selām Pertev-i nūrı Ħudā aǾnį Resūl Kim şuǾāǾındandur eflāk ü Ǿuķūl 90 Ādem’i ervāĥ u aśl-ı enbiyā Kim fürūġındandur anuñ evliyā Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 41 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Ramazan EKİNCİ Kāǿināt eşcārına aśl u ŝemer Cümle Ǿālem dürr [ü] źātı güher Muķtedā-yı ins ü cinn ü pįşvā Enbiyāya evliyā[ya] reh-nümā Ħˇāce-i kevneyn sulŧān-ı cihān Pertev-i ħurşįd māh-ı āsumān Maħzen-i esrār-ı ġayb-ı kenz-i Ĥaķ Mihr-i vaĥdet źātı ġayrılar şafaķ 95 Mihterįn-i bihterįn-i enbiyā Ķufl ü miftāĥ-ı ħazāǿin-i Ħudā Muśŧafā’dur raĥmeten li’l-Ǿālemįn43 Kāşif-i sırr-ı ħafį li’l-Ǿālemįn [7a] ǾAķl-ı kül idi çü rūĥ-ı Muśŧafā İtdi tafśįli ķalem anı Ħudā Anuñiçün didiler ümmü’l-kitāb Geldi Ĥaķ’dan aña bes üktüb ħiŧāb Ħalķ ķıldı Ǿarş u kürsį [ol] Ħudā Lįk bāǾiŝdür vücūd-ı Muśŧafā 100 Oldı ol mirǿāt-ı esmā vü śıfāŧ Oldı ol mişkāt-ı mecmūǾ-ı źevāŧ Andan özge kim ola mirǿāt-ı źāt Kim idine anı aǾyānda śıfāt Hem muĥibbį hem Ĥaķ’uñ maĥbūbıdur Ŧālibidür gerçi hem maŧlūbıdur Rūĥı aķdem mevlididür ibtidā Enbiyāya gerçi oldı müntehā ――――――――― 43 42 Burada Enbiyâ Sûresi’ndeki “Ve mâ erselnâke illâ rahmeten li’l-âlemîn”, “(Resûlüm!) Biz seni âlemlere ancak rahmet olarak gönderdik.” meâlindeki âyete işaret edilmektedir. Bkz. Enbiyâ Sûresi 21/107. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 Behiştî Mahlasli Şairlere Ait Mevlidler Evvelā ħalķ olınan ol nūrdur Var eĥādįŝde bu söz meşhūr44 105 Oldı çün ķaydı heyūlā şekl-i ħūb İtdi şems rūĥ-ı cisminde ġurūb [7b] Rūşen iken ol münevver āfitāb Oldı cismine ĥicābından seĥāb Bir daħı baĥreyn-i hestįdür Resūl Tāc-ı Lev-lāk45 aña itmişdür nüzūl İrdi çün iksįr-i hestį kānına Geldi Ŧā-Hā ile Yā-Sįn şānına ǾAķl-ı kül idrāk ide rūĥın meger Yoķsa idrāk idemez ehl-i nažar 110 Bulduñ ise cifr [ü] ebcedde kemāl Ŧā vü Hā vü Yā vü Sįn’den ĥiśśe al Virdi übbehet (?) aña neşv ü nemā Mažhar-ı Ĥaķ oldı ol da gūyiyā Cümle ħalķuñ ķıblegāhı kūyıdur Mihr ü meh źerrāt-ı mihr-i rūyıdur Enbiyālar oluban ħalķa-be-gūş Evliyālar andan oldı ħırķa-pūş MeşǾalinden yaķdılar ķandįller Oldılar icmāline tafśįller [8a] 115 Çeşmesinden aldılar āb-ı ĥayāt Ĥiśśesüz ķalmadı hergiz kāǿināt ――――――――― 44 45 Bu beyitte “Allah önce benim nurumu yarattı” meâlindeki “Evvelü mâ-halaka’llâhu nûrî” hadisine işaret edilmektedir. Bkz. Yılmaz, Kültürümüzde Âyet ve Hadisler, s. 147-48. Bilhassa mevlid metinlerinde çok fazla atıfta bulunulan “Lev lâke” (Sen olmasaydın) diye başlayan bir ifade vardır. Bir hadîs-i kudsî olduğu bildirilen bu cümlede, Allah’ın Hz. Muhammed’e hitaben: “Sen olmasaydın, sen olmasaydın felekleri yaratmazdım” dediği rivayet edilmiştir. Bazı hadis münekkitleri bu sözün uydurma olduğunu ifade etmişlerse de Aliyyü’l-Kârî ve Aclûnî gibi hadis âlimleri mânâsının sahih olduğunu belirtmişlerdir. (Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, Beyrut: 1418/1997, C. II, nu. 2123). Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 43 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Ramazan EKİNCİ ŞemǾinüñ Cibrįl’dür pervānesi Ĥūr u ġılmān ĥüsninüñ dįvānesi Ĥażret-i maķśūd-ı mevcūdātdur Mihrdür ol bāķisi źerrātdur İdüp engüşti anuñ şaķķu’l-ķamer46 Oldı zehr-i nāb aña hem-çün şeker Enbiyānuñ ħātimi vü ħātemi Dest-i pākinde nübüvvet ħātemi 120 Ol-durur maǾnā vü bāķį žarfıdur Ol-durur mefhūm bāķį ĥarfidür Bulınur andan murād olsa ne kām Olur aña ķul olan nāķıś tamām Kim mürįd olursa aña pįr olur Bu türābiyye gider iksįr olur Faħr ider faķr ile ol sulŧān-ı pāk47 İki Ǿālem gelmez aña tįre-ħāk [8b] Źāt-ı pākįdür anuñ āb-ı ĥayāt Bāķisi śāfį ķaŧāra baǾż-ı źāŧ 125 Barmaġından aķıdup āb-ı ĥayāt Virdi teşne dillere ġamdan necāt Oldı imkān-ı vücūbuñ berźaħı Eyledi Ǿuşşāķa cennet dūzaħı Oldı icmāl ķamu tafśįl ol Nice bulsun Ǿaķl anuñ künhine yol ――――――――― 46 47 44 Burada Hz. Peygamber’in mucizelerinden ayın ikiye yarılması hadisesine işaret edilmektedir. Bkz. İmâm-ı Kastalânî, Mevâhib-i Ledünniye, İstanbul: Divan Yay., 2008, s. 60410. Bu mısrada “Fakirlik övüncümdür, ben onunla övünürüm” mânâsındaki “el-fakru fahrî ve bihî eftahiru” hadisine telmih vardır. Bkz. Aclûnî, age, C. II, nu. 1845. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 Behiştî Mahlasli Şairlere Ait Mevlidler Oldı Aĥmed’le aĥad fārūķı mįm Ķudreti fikr eyle ey Ǿaķl-ı selįm Başdan ayaķ cismi anuñ nūrdur Nūruñ olmaz sāyesi meşhūrdur 130 Ebr aña olmasa idi sāyebān Mihr-i tābından yanardı āsumān Şeş cihāta nāžır idi her zamān Žāhir idi aña her rāz-ı nihān Levĥ-i Ĥaķķ’a nāžır idi dāǿimā Ķanġı melǾūn siĥr ider isnād aña [9a] Ħāk-i Ādem ŧıyn iken ol ser-firāz48 Maĥrem-i rāz idi eylerdi niyāz Didi Ĥaķ ekmeltü efđaltü49 aña Ola mı aña müsāvį enbiyā 135 Nūr-ı ĥüsni Ǿarş nūrıdur yaķįn ǾArş nūrı Ǿilm nūrıdur hemįn Nūrdur źātı vü aśĥābı nücūm50 Cümlesine feyż olur andan Ǿulūm Źi-saǾādet aña kim aśĥābdur Āli olmaķ ķanda yā aĥbābdur Eşref-i ümmetdürür aśĥāb u āl Birinüñ buġżı virür naķś u zevāl Eyleyen gice ķarañuda sefer Nūr-ı encümden bula mı hįç żarar ――――――――― 48 49 50 Bu mısrada “ Henüz Âdem su ile çamur arasında iken ben peygamberdim” anlamındaki “Küntü nebiyye ve âdemü beyne’l-mâi ve’t-tîni” hadisine gönderme vardır. Bkz. Yılmaz, Kütürümüzde Âyet ve Hadisler, s. 397. “Tamamladım, üstün kıldım.” Burada “Ashabım yıldızlar gibidir hangisine uyarsanız hidayet bulursunuz” mânâsındaki “Ashâbî ke’n-nücûmi bi-eyyihim ıktedeytüm ihtedeytüm” hadisine işaret edilmektedir. Bkz. Aclûnî, age, C. I, nu. 341. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 45 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği 140 Ramazan EKİNCİ Kāşki her necm o[l]sa bir āfitāb Daħı rūşen görinür rāh-ı śavāb ǾÖmer ü ǾOŝmān u Bū Bekr ü ǾAlį Şübhesüz her birisidür bir velį [9b] Cümle yārānın sever ehl-i yaķįn Yoķ birine buġż iden ādemde dįn Ol ĥabįb-i ĥażretüñ bizden müdām Āline aśĥābına yüz biñ selām Çünki śallū-y-ıla meǿmūruz müdām Diyelüm kim eś-śalātü ve’s-selām 145 Ĥāmilān-ı Ǿarş [u] şerǾ-i Muśŧafā Muķtedā-yı ehl-i dįn ü pįşvā Ĥażret-i Bū Bekr ħod Śıddįķ’dur ǾĀlim-i Rabbānį vü taĥķįķdur İtdi tįr-i māra cismini siper Yār-i ġārıdur Resūl’üñ muǾteber Didi Aĥmed ol imāmü’l-mürselįn Pįşvā-yı Ǿasker-i ehl-i yaķįn Dartılursa cümle dįn-i ādemį Göstere mįzānı yanında kemi51 [10a] 150 Ĥażret-i ǾÖmer ol ehl-i Ǿadl ü dād MāniǾ-i ŧuġyān u Ǿiśyān u fesād Virdi teǿyįd ile bu dįne şeref Ŧįġı ile fetĥ oldı her ŧaraf ――――――――― 51 46 Bu beyitte “Eğer Ebû Bekir’in îmânı, bütün mü’minlerin îmânı ile tartılsa, Ebû Bekir’in îmânı ağır gelir” mânâsındaki hadise telmih vardır. Bkz. el-Mübârekfûrî, Muhammed Abdurrahman b. Abdürrahim, Tuhfetu’l-ahvezî bi şerhi Câmii’t-Tirmizî, Beyrut: 1990, C.7, s. 298. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 Behiştî Mahlasli Şairlere Ait Mevlidler İki ǾÖmer’den birin didi Resūl52 Ĥaķ TeǾālā eyledi anı ķabūl Hem şecāǾat hem kerāmet kānıdur Farķ idici ĥaķķı yār-i ŝānįdür Yār-i ŝāliŝ Ĥażret-i ǾOŝmān’dur Ehl-i ĥāl ü cāmiǾ-i Ķur’ān’dur 155 Ol ĥayā kānını eyleyüp ķabūl İki kez dāmād idinmişdür Resūl Yār-i rābiǾ ibn-i Ǿammu Muśŧafā Ħāzin-i esrār aǾnį Murtażā Ol şecāǾat menbaǾ-ı kān-ı seħā Ol fütüvvet maǾdeni ehl-i vefā Fāŧıma zevci vü śāĥib-Źü’l-feķār Bāb-ı Ħayber ķāliǾi Düldül-süvār [10b] Bāb-ı Ǿilm ü ķārıǾ-ı ŝuǾbāndur Şįr-i merdān śafder-i Yezdān’dur 160 Pür idi ķalbinde meknūnāt-ı ġayb Śādıķ idi yoġ idi sözinde reyb Cümlemüze bunlar oldı pįşvā Cümlesinden Ĥaķķ daħı rāżį ola Çünki śallū-y-ıla meǿmūruz müdām Diyelüm kim eś-śalātü ve’s-selām Ħusrev-i āfāķ Sulŧān Bāyezįd Pādişāh ol ġayr-ı sulŧānlar Ǿabįd Ĥāmi-i İslām emįrü’l-müǿminįn Ĥāfıž-ı āyįn-i Aĥmed sedd-i dįn ――――――――― 52 Burada “Allah’ım, İslâm’ı Hişam oğlu Ebu’l-hakem veya Hattâb oğlu Ömer ile güçlendir” mânâsındaki “Allâhümme eizze’l-İslâme bi-ehabbi hâzeyni’r-racûleyni ileyke bi-Ebi’lhakemi bin Hişâmin ev bi-Ömer ibni’l-Hattâbi” hadisine işaret edilmektedir. Bkz. Aclûnî, age, C. I, nu. 546. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 47 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği 165 Ramazan EKİNCİ Tāc-baħş u tāc-dār u taħt-gįr Buldı źātıyla şeref tāc u serįr Mihr-i devlet sāye-i Perverdigār53 Rūzi-baħş u ħalķ u püşt-i rūzigār [11a] Luŧf-ı iĥsān menbaǾı kān-ı kerem Luŧfı āb-ı źindegįdür ķahrı sem Nāǿib-i Aĥmed ħalįfe-i zamān Mehdi-i devrān u sulŧān-ı cihān ǾAdlde ǾÖmer seħāda Murtażā Śıdķda Bū Bekr’dür ǾOŝmān-ı ĥayā 170 Rūm mülkine olaldan pādişāh İtmedi devrinde bir mažlūm āh Şāh-ı Ǿārif Bāyezįd-i devrdür İşi rūĥa Ǿavn vü nefse cevrdür Pāk-sįret pāk-dįn pāķ-iǾtiķād Ehl-i taķvā dāfiǾ-i fıśķ u fesād Ǿİlm ü ĥilm işi mürüvvet kānıdur Cümle şehler cismidür ol cānıdur Her işinde çünki Ĥaķ olur muǾįn Çekme sen şimden girü ol tįġ-ı kįn 175 Çün aña teǿyid-i Ĥaķ’dur hem-Ǿinān Almasa cāǿiz ele tįr ü kemān [11b] İtdügi bu yıl kerāmetdür hemān Oldı cümle Ǿālem içinde Ǿayān ――――――――― 53 48 Bu mısrada “Sultan, yeryüzünde Allah’ın gölgesidir, (çünkü) her mazlum ona sığınır” mânâsındaki “es-Sultânü zıllu’llâhi fi’l-arzı ye’vî ileyhi za‘if ve bihi yunsaru’l mazlûmin” hadisine işaret edilmektedir. Bkz. Aclûnî, age, C. II, nu. 1487. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 Behiştî Mahlasli Şairlere Ait Mevlidler Fetĥ ider iken Moton’ı şehr-yār54 İtdi çoķ dürlü kerāmet āşikār Şöyle āsān fetĥ ķıldı anı şāh Kim ne ceng oldı ne ħalķ oldı tebāh Luŧfı Ĥaķķ’uñ her kime kim ola yār Emr-i cüzǿįdür aña almaķ ĥiśār 180 Ħıdmetinde bunca yıl oldum faķįr Ħışm idüp bir bendesine ol emįr Sögdügin işitmedüm bilür Ħudā Fuĥş žıll-ı Ĥaķķ’a olmaya revā Şübhesüz bu da kerāmetdür hemįn Ĥāśıl olur bu delāǿilden yaķįn Maķar-ı ķarārıdur ehl-i śalāt Hādim-i deyr-i muġān u śumenāt İnķıyādı şerǾe bulmışdur kemāl Rehberi şerǾi Resūl-i Źü’l-celāl [12a] 185 MaǾdiletde ķāhir-i ħūn-ħˇāredür Merĥametde merhem-i bį-çāredür Çünki ol zer-pāş olup ide Ǿaŧā Ķalmaya kān olmaduķ Ǿālemde cā Aña nisbet Ħātem-i Ŧay’dur baħįl Cūdına nisbet cihān māli ķalįl Çün degül inǾāmı mevķūf-ı suǿāl Eylemez bir bende aña Ǿarż-ı ĥāl Žıll-ı Ĥaķ’dur çünki ol nūr-ı Ħudā Sāyesine irişen olur hümā ――――――――― 54 Moton Kalesi’nin fethi esnasında zuhûr eden olağanüstü hadiseler için bkz. Lâmi‘î Çelebi, Şevâhidü’n-nübüvve, Süleymaniye Ktp. Hekimoğlu Ali Paşa Nu. 724, vr. 215b-219a. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 49 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği 190 Ķahrı gerçi Ǿālemi vįrān ider Luŧfı lįkin dilleri ħandān ider Bir ķulına eylese nāgeh ġażab İstemez luŧf itmege aña sebeb Luŧf ile ķahra virüp Ĥaķķ iǾtidāl Anda cemǾ olmış Cemāl ile Celāl Ol Ǿazįze raĥmet eylesün Ħudā Kim ide Şeh Bāyezįd Ħān’a duǾā ǾÖmrini yā Rabb ziyāde eylegil Ķalbini dāǿim güşāde eylegil [12b] 195 Devleti Ǿizz ile Ǿömri müstedām Āħiretde meskeni dārü’s-selām Çünki śallū-y-ıla meǿmūruz müdām Diyelüm kim eś-śalātü ve’s-selām İy ħoşā-dil kim aña irmeye ġam Ne ġam-ı dārū çeke ne derd-i sem Terk-i dünyā eyleyüp bula ĥużūr Ħavf u ġamdan ķurtılup bula sürūr Ĥażret-i Ĥaķķ’a tevekkül eyleye Cevri gerdūna taĥammül eyleye 200 Bu denį dünyāya ŧālib olmaya Devlet-i ānįye rāġıb olmaya SaǾy idüp kesb eyleye dāǿim kemāl Ol kemāli kim virür insāna ĥāl Sırr-ı tevĥįd olsa her kime Ǿayān Dutmaz ehl-i źevķ sözinde gümān [13a] Sırr-ı taĥķįķı işitse ehl-i ĥāl Cāndan eyler ķabūl itmez suǿāl 50 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 Ramazan EKİNCİ Behiştî Mahlasli Şairlere Ait Mevlidler Çün menāzilden kişi vāķıf olur Min ledün Ǿilminden ol Ǿārif olur55 205 ǾĀrif ol vācib olan Ǿirfān olur ǾĀrif olmamaķ ķatı noķśān olur İsm ü źāt āyįnesidür Ǿaķl u nefs Bu muǾammā ehl-i ĥāl olana bes ǾAķl u ĥisse ķāǿil olma ķıl ĥaźer Ol ĥaķįķį hestilikden bā-ħaber İy feśāĥat gülşeninüñ bülbüli İy melāĥat bāġınuñ tāze güli Sencileyin Ǿandelįb-i ħoş-nevā Şimdi yoķ Ǿālemde iy destān-serā 210 Elüñe al ħāme-i gevher-niŝār Yine bir naķş eyle iy üstād-ı kār Kim görüp ĥayrān ola Mānį-i Çįn Diye saña śad hezārān āferįn Meŝnevįde çünki vardur ķuvvetüñ Farżdur ižhār idesin ķudretüñ [13b] Mevlidine Aĥmed’üñ ķıl ibtidā Çünki bu śanǾatda olduñ müntehā Ħalķ içinde şāyiǾ ü merġūbdur Ķıśśası hem vāķiǾ ü hem ħūbdur 215 Ķıśśası maĥbūb nažmı bį-meze Farż oldı anı nažm itmek bize Kim olicek ehl-i diller müctemiǾ Olalar nažmuña cümle müstemiǾ ――――――――― 55 Burada Kehf Sûresi’ndeki “Fe vecedâ abdem min ibâdinâ âteynâhü rahmeten min indinâ âteynâhü rahmeten min indinâ ve allemnâhü mil ledünnâ ilmen” âyete işaret edilmiştir. Âyetin meâli şöyledir: “Derken, kullarımızdan bir kul buldular ki, ona katımızdan bir rahmet (vahiy ve peygamberlik) vermiş, yine ona tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.” Bkz. Kehf Sûresi 18/65. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 51 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Ramazan EKİNCİ Ķıśśasından her biri alup śafā Vire nažmuñ istimāǾa iştihā Anı cāhiller elinden ķıl ħalāś Kim olasın Aĥmed’üñ yanında ħāś Pādişāh-ı dehre yaraşmaz Ǿabā SaǾy idüp geydür aña zerrįn ķabā 220 İşidicek anı her ehl-i kemāl Diye saña raĥmet itsün Źü’l-celāl [14a] Aĥmed’üñ rūĥından istimdād ķıl Feyż-i nūrı ile ķalbüñ şād ķıl İy Bihiştį Ĥaķ’dan iste fetĥ-i bāb Kim murāduñca yazula bu kitāb Her murāduñı vire bunda Ħudā Ola Ǿuķbāda şefįǾüñ Muśŧafā Çünki śallū-y-ıla meǿmūruz müdām Diyelüm kim eś-śalātü ve’s-selām 225 İbtidā maǾdūm iken ervāĥlar Olmadan mevcūd bu eşbāĥlar Bį-niķāb idi cemāl-i Źü’l-celāl Yoġ idi hergiz ne hicr ü ne viśāl Ĥüsnini Ǿarż itmek içün Kirdikār Eyledi mirǿāt-ı keŝret āşikār İtmek içün kenz-i maĥfį[yi] Ǿayān56 Ādem’i ħalķ eyledi Ħallāķ-ı cān [14b] Evvelā ħalķ oldı rūĥ-ı Muśŧafā Oldı pes ervāĥ-ı cümle enbiyā ――――――――― 56 52 Burada “Ben bilinmeyen gizli bir hazine idim, bilinmeyi diledim, bunun için yaratıkları yarattım” meâlindeki “Küntü kenzen mahfiyyefe-ahbebtü en u‘refe fe-halketü’l-halka liu‘refe” hadisine işaret edilmektedir. Bkz. Yılmaz, Kütürümüzde Âyet ve Hadisler, s. 396. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 Behiştî Mahlasli Şairlere Ait Mevlidler 230 Ādem-i ervāĥ olup rūĥ-ı Resūl İtdiler andan taǾayyünler ķabūl Evliyā rūĥına rūĥ-ı enbiyā Oldı Ĥaķķ’uñ emri ile kįmyā Evliyā rūĥından ervāĥ-ı saǾįd Ħalķ olup maǾdūm iken oldı bedįd Andan oldı eşķıyā rūĥı Ǿayān Cümlesi buldı taǾayyün bį-gümān Cinn ü ĥayvān rūĥını Perverdigār Eşķıyā rūĥından itdi āşikār 235 Śoñra ħalķ oldı maǾādin [ü] nebāt Źerre źerre yaradıldı kāǿināt Ger firiştedür gerekse ĥūrįdür Cümlenüñ aślı Muĥammed nūrıdur Ĥaķ TeǾālā ħalķ idicek Ādem’i Göriben itdi taǾaccüb Ǿālemi [15a] Düşdi ĥayret baĥrine ol ser-firāz Eyledi pes Ĥażret-i Ĥaķķ’a niyāz Didi Ādem iy Kerįm-i lā-yezāl Ĥayy u Ķayyūm u Raĥįm ü Źü’l-celāl 240 Ben kimüm ne kāra ħalķ itdüñ beni Ne ŧarįķ ile bilem bulam seni Bu ne işdür bu ne ĥikmet bu ne rāz Baña bildür iy Ħudā-yı kār-sāz Ādem’e Ĥaķķ ĥażreti idüp ħiŧāb Şübhesin ĥāl eyleyüp virdi cevāb Didi kim bil sensin ol aśl-ı beşer Eyledi saña melāǿik secdeler Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 53 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Ramazan EKİNCİ Ķıblegāhı āferįnįş eyledüm Āyine[yi] ehl-i bįnįş eyledüm 245 Ādem’e esmāyı taǾlįm eyledi Tāc-ı kerremnāyı teslįm eyledi57 Hem nefeħatla mükerrem eyledi Hem ħilāfetle muǾažžam eyledi [15b] Hem seni ħalķ itmeden maķśūd var Gele neslüñden senüñ bir nāmdār Ola cümle enbiyālar serveri İns ü cinnüñ pįşvāsı rehberi Olmasa ol olmaz idi cism ü cān Olmasa ol yaradılmazdı cihān 250 Olmasa ol olmaz idi kāǿināt Yaradılmazdı cihānda hįç źāt Olmasa ol olmaz idi māh [u] ħūr Olmasa ol olmaz idi huşk ü ter Olmasa ol olmaz idi enbiyā Olmasa ol olmaz idi evliyā Olmasa ol olmaz idi bu zemįn ǾArş u kürs ü levĥ ü Cibrįl-i Emįn Āferįnįşden hemįn maķśūd ol Yaradılmışdan ķamu mevdūd ol 255 Cümleñüze ol delįl-i rāhdur Cümleñüze ol şefāǾat-ħˇāhdur [16a] ――――――――― 57 54 Burada İsrâ Sûresi’ndeki “Ve le kad kerremnâ benî âdeme ve hamelnâhüm fi’l-berri ve’l-bahri ve razaknâhüm mine’t-tayyibâti ve faddalnâhüm ala kesirin mimmen halaknâ tefdiylâ” âyetine işaret edilmektedir. Âyetin meâli şöyledir: “Biz, hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık. Onları, (çeşitli nakil vasıtaları ile) karada ve denizde taşıdık; kendilerine güzel güzel rızıklar verdik; yine onları, yarattıklarımızın birçoğundan cidden üstün kıldık.” Bkz. İsrâ Sûresi 17/70. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 Behiştî Mahlasli Şairlere Ait Mevlidler Eyledi çün Aĥmed’ün vaśfını gūş Ġaş[y] oluban ķalmadı Ādem’de hūş Gördi kim Ĥaķ aña eyler Ǿizzeti ǾĀşıķ oldı aña Ādem ĥażreti Didi kim yā Rabb anı göster baña Ĥācetüm bu ĥācetüm eyle revā Didi Ĥaķ elüñdedür nūrı senüñ Anuñiçün nūrdur cānuñ tenüñ 260 Śaġuña baķ tā ki anı göresin Çün murāduñdur murāda iresin Çün ki Ādem śaġına itdi nažar Gözine görindi nūr-ı muǾteber Berķ urdı çünki nūr-ı Muśŧafā Rūşen oldı hem zemįn ü hem semā Çün götürdi nūrı Ǿālemden žulem Rūşen oldı Ādem’e levĥ ü ķalem Ŧoldurup şevķı dimāġı Ādem’i Ŧutdı anuñ nūrı cümle Ǿālemi [16b] 265 Çün mey-i Ǿışkın Śafį nūş eyledi Germ olup deryā gibi cūş eyledi İntiķāl ile o nūr-ı Muśŧafā Virdi ǾAbdu’llāh alnında żiyā Āmine Hatun olicek ĥāmile Oldı ol nūr ile ol da kāmile İntiķāl itdi aña ol pāk-nūr Ŧoldı ol nūr ile ķalbine sürūr Ŧoķuz aylıķ oldı çün ol pāk-dür Yaķın oldı kim śadefden ola ĥür Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 55 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği 270 Gördi bir rüǿyā Resūl’üñ anesi Kim ŧolar nūr ile Ǿālem ħānesi Göñli ol nūr ile ŧolicek żiyā Gördi kim fetĥ oldı ebvāb-ı semā Āsumāndan bir kişi itdi nüzūl Didi aña müjde iy ümm-i Resūl Kim ŧulūǾ eyler yaķında Muśŧafā Mihr-i nūrı Ǿāleme virür żiyā [17a] Sensin ol dürr-i ĥaķįķıyye śadef Dürcden āsān çıķısar lā-teĥaf 275 Ol-durur maĥbūb-ı Rabbü’l-Ǿālemįn Pįşvā-yı Ādem ü Rūĥü’l-Emįn MuǾcizātı ola Ǿālemde Ǿayān İde çoķ dürlü ĥaķāǿiķlar beyān Nāmı cennet bābınuñ miftāĥıdur Źātı rāh-ı tāriküñ miśbāĥıdur Kimseye virilmemişdür Ǿizzeti Ŧutacaķdur şarķı ġarbı ümmeti Ħalķdan maķśūd vü Ǿālemden murād Hādim-i büt-ħāne māniǾ-i fesād 280 Çün ŧulūǾ ide bu rūşen āfitāb Gide nūrından mehüñ tįre seĥāb Levĥde adı Muĥammed’dür yaķįn Sen daħı yine ol adı ķo hemįn Nūr-ı Ĥaķ’dur Ǿizzet it ġāyet aña Kim ider iǾzāz luŧfından Ħudā [17b] Çünki bįdār oldı bānū ħˇābdan Gördi pür-ķalbį giceki tābdan 56 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 Ramazan EKİNCİ Behiştî Mahlasli Şairlere Ait Mevlidler Oldı ġāyetde bu rüǿyādan feraĥ Ķalmadı ķalbinde bir źerre teraĥ 285 Çün Ǿayān oldı aña bu gizlü rāz Şükr idüp Allāh’a itdi çoķ niyāz Çünki śallū-y-ıla meǿmūruz müdām Diyelüm kim eś-śalātü ve’s-selām Çün RebįǾü’l-evvel’üñ māhı Ǿayān Oldı žāhir oldı çoķ rāz-ı nihān On ikinci gicesi itdi žuhūr Maşrıķından māh-ı nev gibi o nūr Çün yaķın oldı o nūr-ı Muśŧafā Ol gice gördi Āmįne ibtidā 290 Kendüden bir nūr oldı āşikār Geçdi çarħı Ǿarşda ķıldı ķarār [18a] Rūşen itdi Ǿālemi ol nūr-ı pāk Āşikār oldı semek birle simāk Görinüp ol nūrdan Ǿālem tamām Çeşmine rūşen görindi şehr-i Şām Gördi ŧoldı Ǿālem-i süflį melek Bāġ-ı cennet gibi zeyn oldı felek Ol melekler ħānesin eyler ŧavāf Didi bānū kim degül bu iş güzāf 295 Söyleşürler kim bu gice Muśŧafā Baśsa gerek Ǿālem-i süflįye pā Ġaybdan gelür şehādet mülkine Münselik oldur bu keŝret silkine Žāhir olısar o nūr-ı evvelįn Resmdür ĥalvā olur lā-büdd pesįn Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 57 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Gördi ol nūruñ içinde daħı hem Žāhir oldı üç yaşıl zįbā Ǿalem Birisi maġribde dikildi revān Biri maşrıķda çü mihr oldı Ǿayān [18b] 300 Biri śaldı KaǾbe bāmına ŧırāz Bu ne Ǿizzetdür ne ĥikmetdür ne rāz ǾAķl [ü] fikr idüp bunı ĥayrān olur Künhine irmekde ser-gerdān olur Çünki śallū-y-ıla meǿmūruz müdām Diyelüm kim eś-śalātü ve’s-selām Çün žuhūrı Ǿālemi oldı ķarįb Gördi bānū daħı bir şeyǿ-i Ǿacįb Şaķk olup olur ol ev dįvārı der Gelür üç ĥūrį velį şekl-i beşer 305 Yüzlerinden mıķnaǾı getürdiler Ǿİzzet ile yanına oturdılar Birisi didi ki iy ümm-i Resūl Müjdedür dil-şād ol olma melūl ǾĀleme gelse gerekdür Muśŧafā Baña dayan tā ki olam müttekā [19a] Çünki oldı müttekā ol ĥūra ĥūr Yakın oldı kim ide Aĥmed žuhūr Oldı müstevlį ĥarāret pes aña Didi ĥavrāya ki śu virüñ baña 310 Śundılar bir āfitāba içi pür Kevŝer idi şerbeti vü žarfı dür Eyledi ol şerbeti bānū çü nūş Geh ħurūş itdi śafādan gāh cūş 58 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 Ramazan EKİNCİ Behiştî Mahlasli Şairlere Ait Mevlidler Nāzil oldı Sidre’den Rūĥü’l-Emįn Śıġadı śadrını bāliyle hemįn Ol śadefden ayrılup dürr-i yetįm ǾĀlemi itdi ķudūmiyle naǾįm Çünki maşrıķdan güneş itdi žuhūr Maġrib ü maşrıķ ser-ā-ser ŧoldı nūr 315 Mevc urdı bahr-i nūr-ı Muśŧafā Reşĥasından oldı Ǿālem pür-żiyā Bu cihāna ol nebiyy-i muĥterem ǾIşķ tekmįli içün baśdı ķadem [19b] Gözin açup baķıcek ol kān-ı nūr Gördi ķalmamış yanında hįç ĥūr İstedi ol dürr-i pāki bulmadı Nice olduġını anuñ bilmedi Fikr idüp didi ki ol nūrı meger Cennet-i Ǿadne iletdi ĥūrler 320 Ĥayret ile her yaña itdi nažar Gördi Aĥmed Rabb’ine secde ider KaǾbe’ye dutmış yüzin ol ser-firāz Söylenür Ĥaķķ’a ider nāz u niyāz Bildi kim eyler Ǿibādet ol śabį Bilmedi ammā ne didügin nebį Lįk uzatmışdı elinüñ śaġın Ķaldurup dutmış şehādet barmaġın Ķaśd ķıldı çünki anı almaġa Ġaybdan tā ki irişdi bir nidā 325 İĥfežū aǾyüni’n nāsi58 nidā Geldi hātifden mehābetlü śadā [20a] ――――――――― 58 “Onu insanların gözlerinden koruyun.” Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 59 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Ol śadāyı işidüp ĥayrān ķalur Bir zamāndan śoñra kendüye gelür Gördi kim sünnet olınmış Muśŧafā Kuĥl-i ķudret çeşmine virmiş cilā Dest-i ķudretle kesilmiş nāfı hem Görmemiş aślā cerāĥatden elem Śarılur bir aķ śūfa ol güher59 Hāle idi ĥulle ruħsārı ķamer 330 Gördi hem elinde üç miftāĥ var Lüǿlü-i terden yaratmış Kirdikār ŞerǾi bāġınuñ biri miftāĥıdur Biri taĥķįķuñ der-i fettāĥıdur Birisi ķufl-i ŧarįķatdur yaķįn Oldı ol üç maĥzene Aĥmed emįn Gördi oldı üç melek hem āşikār Ġaybdan her biri mānend-i nigār Birinüñ elinde bir zer ŧaşt var Birisi bir sįmden ıbrıķ dutar [20b] 335 Birinün destinde bir ĥadrā ĥarįr Dāǿimā andan demān būy-ı Ǿabįr Aĥmed’i ol ŧaştuñ içinde yudı Ǿİzzet ile dizi üstinde ķodı Ol ĥarįr-i ĥadrı çün açdı melek Ŧoldı būy-ı misk ile cevf-i felek Çıķdı bir ħātem içinden nūrdan Mihr gibi rūşen ü pertev-fiken ――――――――― 59 60 Bu mısrada vezin aksamaktadır. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 Ramazan EKİNCİ Behiştî Mahlasli Şairlere Ait Mevlidler Anuñıla şānesinde urdı mühr Enbiyālar kim ide źātıyla źuħr 340 Her ķaçan Ǿuryān olaydı Muśŧafā Şānesinde mühr virürdi żiyā Görür idi anı çoķ aśĥāblar Maĥrem-i esrārlar aĥbāblar Virdi aġzına dilin hem ol melek Didi yā Aĥmed dilüm emmek gerek MurżiǾasın niçe emerse śabį Şöyle emdi dilini anuñ nebį [21a] Oldı keşf aña Ǿulūm-ı mürselįn Didi fįhį leźźetün li’ş-şāribįn60 345 Her yañadan ĥūr u ġılmān dutdı śāf Eyledi üç gün melāǿikler ŧavāf Çünki śallū-y-ıla meǿmūruz müdām Diyelüm kim eś-śalātü ve’s-selām Geldügi gice vücūda Muśŧafā Oldı Ǿālemde Ǿalāmetler …61 Şāh-ı Ǿādil devri idi ol zamān ǾAdl ile maǾmūr olmışdı cihān Yatur iken taħtda Nūşinrevān Bir ŧarrāķa ķopdı ol dün nāgehān 350 Uyķudan bįdār oldı tersnāk Śandı oldı sįne-i eflāk çāk İki şaķ olmış görür ķaśrını şāh Ġuśśalandı eyledi derd-ile āh [21b] ――――――――― 60 61 Burada Sâffât Sûresi’ndeki “Beydâe lezzetin li’ş-şâribîn” âyetine telmih vardır. Âyetin meâli şöyledir: “Berraktır, içenlere lezzet verir.” Bkz. Sâffât Sûresi 37/46. Müstensih sehven bir beyit sonraki “cihân” kelimesini buraya yazmıştır. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 61 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Ol ŧarāķıyla on iki küngüre Ķaśrdan hem ol gice düşmiş yire Kisrā düşdi kürsįden kesr oldı ŧāķ Didi şāhlıķ gitdi elden el-firāķ Ne ķadar kim varısa Ǿālemde deyr Ol gice yıķıldı itdi ħalķ seyr 355 Ne ķadar kim varsa āteş munŧafį Oldı ol gice zihį sırr-ı ħafį Ne ķadar var-ısa cāźū ol zamān BaǾżı ħaste oldı baǾżı virdi cān Oluban bütler ser-ā-ser ser-nigūn Oldılar cümle ebālįse zebūn KaǾbe[yi] ol gice eylerken ŧavāf Bu sözümde yoķ-durur hergiz ħilāf Gördi ǾAbdü’l-muŧŧalib Beyt-i İlāh Āmine Ħatun evini ķıblegāh 360 İdinüp secdeye vardı çün beşer Didi ĥaķķā bu Ǿalāmet muǾteber [22a] Bu ķadar iǾzāzlar ikrāmlar Ol ŧoġan ŧıfl içün olupdur meger Bildi kim oldur güzįni ādemüñ Ol-durur maķśūdı cümle Ǿālemüñ Enbiyānuñ ħātemi ol olısar Ĥaķķa ħalķ anuñıla yol bulısar Ĥaķ TeǾālā’nuñ ĥabįbi ol-durur Ħaste dillerüñ ŧabįbi ol-durur 365 62 Yaradılmışdan ol olmasa murād Olmaz idi Ǿālem-i kevn ü fesād Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 Ramazan EKİNCİ Behiştî Mahlasli Şairlere Ait Mevlidler Gördi daħı KaǾbe’de dįvār der Biri birine virürler müjdeler Muśŧafā’nuñ mevlidinden çün beşer Biri birisine virürdi ħaber Ne ķadar kim var vuĥūş ile ŧuyūr Mevlidini bilüben buldı sürūr Eve geldi ķapu açdı girmege Ķaśd ķıldı kim Resūli görmege [22b] 370 Didi bānū yoķ icāzet iy peder Üç güne dek görmege anı beşer Baña şöyle geldi hātifden nidā Emr dutmamaķ bize olmaz revā Didi yoķ elbette görem şimdi ben Anı görmekden beni menǾ itme sen Böyle diyüp ķaśd ķıldı girmege Girüben zįbā cemālin görmege Ķarşu geldi bir śalābetlü melek Didi görmezsin anı çekme emek 375 Döndi andan ħavf idüp cedd-i Resūl Görmedügine velį oldı melūl Çünki śallū-y-ıla meǿmūruz müdām Diyelüm kim eś-śalātü ve’s-selām CemǾ idüp kāhinleri Nūşįnrevān Didi bu işler neye ola nişān [23a] Didiler cümle ki doġdı Muśŧafā Eşref-i maħlūķ imām u muķtedā Dutacaķdur dįni anuñ Ǿālemi Āħiretde ümmeti görmez ġamı Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 63 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği 380 Ehl-i cennetdür aña ümmet olan Ümmet olanlardur aña ķurtılan Ümmeti olmaġa baǾżı enbiyā Ĥażret-i Ĥaķ’dan dilemişdür duǾā Enbiyālar virüben andan ħaber Didiler kim ol-durur ħayru’l-beşer Kesr idüp eśnām-ı deyri ol yıķa Ķomaya āteşgedeleri yaķa Ol-durur peyġamber-i āħir zamān Dįni ile ħatm olısardur cihān 385 Āline aśĥābına yüz biñ selām Bildügümüz bu bizüm temme’l-kelām Emr ķıldı ol gice Nūşįnrevān Yazdılar tārįħini daħı hemān [23b] Çünki śallū-y-ıla meǿmūruz müdām Diyelüm kim eś-śalātü ve’s-selām Geçdi üç gün oldı çün vaǾde tamām Vardı Şeybe virdi bānūya selām Didi kim ķanı görelüm Muśŧafā Nūrı mirǿāt-ı dile virsün cilā 390 Hem gözüme nūrdur hem cisme cān Yolına ķurbān olsun cān u cihān Şeybe’ye śundı Resūl’i anesi Gördi Şeybe nūrdan dür-dānesi Eline alup anı ikrām ile Açdı ruħsārını Ǿizz-i tām ile Gördi alnında urur ol nūr berķ Kimse günden idemez bir źerre farķ 64 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 Ramazan EKİNCİ Behiştî Mahlasli Şairlere Ait Mevlidler Ĥüsnine taĥśįnler idüp oldı şād Didi olsun iy sabį Ǿömrüñ ziyād [24a] 395 İtmeden źātuñ müşerref Ǿālemi DefǾ ķılduñ Mekke ħalķından ġamı Baśıluban leşker-i aśĥāb-ı fįl Oldılar cümle olup ħor u źelįl Ķaĥŧlıķdan teng olmışdı cihān Ġalle erzān olup oldı rāygān Ceddine baķup tebessüm eyledi Āşinālıķ virdi rūĥı söyledi Ĥāl diliyle itdi ķıyl u ķāl Ceddine ol yüzi gün ķaşı hilāl 400 Didi bānūya ki iy faħru’n-nisā Ĥaķ TeǾālā bir oġul virdi saña Bunca biñ yıldur döner çarħ-ı felek Görmedi mānendi bir zįbā melek Enbiyālar evliyālar ārzū Eylediler görmesin iy lāle-rū Şükr kim Tañrı bize itdi naśįb Derdümüze olısar āħir ŧabįb [24b] Ĥażretine niçe ism olsa velį İsmi vācibdür doġıcaķ ħod śabį 405 Didi bānū ismi Ĥaķ virmiş aña Didiler cümle melāǿikler baña Levĥde adı Muĥammed’dür nihān Vaĥy-i münzelde velį Aĥmed Ǿayān Ne Ǿacāǿib gördi ise söyledi Şeybe’ye aĥvāli taķrįr eyledi Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 65 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Didi Şeybe śaķla rāzuñ rūzigār İtme bu esrārı ħalķa āşikār Kimse hįç bu sırra vāķıf olmasun Gencdür bu zerd āgāh olmasun 410 Ĥāfıžı gerçi kimüñ kim ola Rab Dest-i düşmenden aña irmez taǾab Her ķime kim yār ola Perverdigār Mekr-i aǾdā idemez hįç aña kār Maħzen-i Ĥak’dur buña ĥāfıž Ħudā Lįk maħzen gizlü olmaķdur revā [25a] Çünki śallū-y-ıla meǿmūruz müdām Diyelüm kim eś-śalātü ve’s-selām CemǾ ķıldı Mekke ħalķını tamām Geldi ol cemǾiyyete cümle Ǿižām 415 Bir żiyāfet eyledi cedd-i Resūl Eylediler cümlesi cāndan ķabūl Bişdi ol ħalķ içün envāǾ-ı niǾam Bir kişinüñ ķalmadı ķalbinde ġam Şād oldı her kişi bį-iħtiyār Cümle mesrūr oldı gitdi inkisār Dökdi ħāś u Ǿāma niǾmet bį-kerān Şekerį şerbet içildi yindi ħˇān Muśŧafā’ya itdiler andan duǾā Didiler cümle baġışlasun Ħudā 420 Rāżı olup gitdi çün bunca ķulūb Śaçdı śaĥrāda ŧuyūr içün ĥubūb [25b] Hem vuĥūş içün idüp ķurbānlar Üşdiler ķurbānlara ĥayvānlar 66 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 Ramazan EKİNCİ Behiştî Mahlasli Şairlere Ait Mevlidler NiǾmetinden ĥiśśe aldı mār u mūr Muġtenim oldı vuĥūş ile ŧuyūr Cümle Ǿālem bildi kim ol pāk-źāt Olacaķdur rūzį-baħş-ı kāǿināt Her kimüñ kim oġlı doġsa ol zamān ǾĀdet imiş dāyeye virmek hemān 425 Her kimi kim itdiler dāye Resūl Açup aġzın itmedi şįrin ķabūl Anasına geldi hātifden nidā Kim göç itmek Aĥmed’e olmaz revā Dāyesini kendünüñ bilür Resūl Ġayrınuñ eyleye mi şįrin ķabūl Ol ki oldı şįri Ǿirfān māyesi Gelüp olısar Resūl’üñ dāyesi Beni SaǾd’dan olısar[dur] ol Ǿayān Ĥalime nām olısar dutma gümān [26a] 430 Ol lebende niçe ĥikmet var hemįn Bilür anı ol imāmü’l-mürselįn Yoķdur ol ĥayda Ĥalįme gibi zen Sįreti de śūreti gibi ĥasen Bu sözi işidüp ola fāriġ ol Gözedürdi lįk her gün çeşmi yol Bir gice gördi Ĥalįme ħˇābda Kim durur idi kenār-ı ābda Bir melek didi śoyın gir bu śuya Kim seni dünyā ġubārından yuya 435 Ħūb olasın çün Zelįħā-yı zamān Saña ĥayrān olalar ħalķ-ı cihān Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 67 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Olasın dünyā vü Ǿuķbāda Ǿazįz Görmeyesin hevl-i rūz-ı rüstaħįz Māl u mülküñ ola ġāyet bį-ķıyās Ǿİzzet eyleye żarūrį saña nās MurżiǾa ol KaǾbe’de var Aĥmed’e İrişesin tā ki Ǿizz-i sermede [26b] Śoyınup ol śuda ġusl itdi hemān Uyanup oldı be-ġāyet şādmān 440 Gördi ħūb olmış be-ġāyet śūreti İbtidādan aĥsen olmış sįreti Didi seyrin Ĥāriŝ’e oldı feraĥ Didi iy ħatun ķoma dilde teraĥ Farż-ı Ǿayn oldı bize gitmek hemān Emr-i Ĥaķ’dur bize bu bildüm Ǿayān KaǾbe’ye çoķ murżiǾa yarın gider Almışam ben erlerinden dün ħaber Ben faķįrem diyü virmedüm rıżā Rāżı oldum çün muǾįn oldı Ħudā 445 Ķavl idüp ol ħalķ-ıla oldı revān Süst idüp KaǾbe ķaśdına Ǿinān Var idi bir nāķası ġāyet żaǾįf Kendü gibi cūǾdan olmış naĥįf İki oġlı bindi ħatunı ile O piyāde gitdi öñünce bile [27a] Şöyle oldı ol şütür cüst-i devān Kim gören śanur idi āb-ı revān Oldı Ĥāriŝ daħı şöyle bād-pā Kim yilüp itmezdi tozına śabā 68 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 Ramazan EKİNCİ Behiştî Mahlasli Şairlere Ait Mevlidler 450 Ķāfile ĥayrān olup itdi Ǿaceb ǾAvn-i Ĥaķ’dur didiler buña sebeb ŻaǾfdan bunlarda ķalmamışdı cān Biz yitişmezüz olup şimdi devān Çünki śallū-y-ıla meǿmūruz müdām Diyelüm kim eś-śalātü ve’s-selām KaǾbe’ye varup irişdi ķāfile Ķāfileyle vardı bunlar da bile Dāye olup buldı her biri siper Bulmamış ancak Ĥalįme’ydi meger 455 KaǾbe’ye vardı ki eyleye ŧavāf Bilür idi kim degül seyr-i güzāf [27b] Şeybe daħı ittifāķ ol gün meger Śubĥ-dem KaǾbe ŧavāfına gider Bir faķįre gördi ġāyet ħoş-cemāl Söyledüben śordı andan ĥasb-i ĥāl Didi adın virdi ĥayy neden ħaber Didi esrārını aña ser-be-ser Didi Şeybe ķıl tevaķķuf bunda sen Varayın bir ŧıfl var Āmįne ben 460 Rāżı olursa iledeyüm seni Emzüresin tā ki sen daħı anı Āmine Ħatun’a varup Şeybe cüst Didi esrārı aña bir bir dürüst Şād olup didi Resūl’üñ dāyesi Oldur iy Ǿizz-i şeref sermāyesi Baña hātif didügi dāye budur Luŧf idüp varup anı bunda getür Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 69 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Aluban iletdi bānūya hemān Görüp anı oldı bānū şādmān [28a] 465 Virdi eline Resūl’i anesi Açdı yüzin gördi bir dür-dānesi Baķdı gördi cismi cümle nūrdan Doġmaya didi bu śūret ĥūrdan ǾAķlı gidüp bir zamān ĥayrān olur ǾIşķı ile zār u ser-gerdān olur Yüzine baķup Ĥalįme’nüñ nebį Luŧf-ıla itdi tebessüm ol śabį Çünki śallū-y-ıla meǿmūruz müdām Diyelüm kim eś-śalātü ve’s-selām 470 Āşinālıķ virüben aña Resūl Eyledi anuñ memesini ķabūl Emdi śaġ memesin anuñ bir zamān Śolını viricegin yumdı dehān Śaġını virdi yine emdi Resūl Yine śolın virdi itmedi ķabūl [28b] Aĥmed’ün işin taǾaccüb eyledi Śolın emmemege Ǿillet söyledi Didi kim inśāf ider ħayru’l-beşer Bildi kim bir bendesi vardur meger 475 Ĥiśśe ķodı bunı aña Muśŧafā Marżi-i Ĥaķ’dur nice gözler rıżā Bildi Şeybe dāyesi oldur hemįn Virdi aña Aĥmed’i ol rāst-bįn Bile virdi şol ķadar dünyā aña Kim görüp Ĥāriŝ daħı ķaldı ŧaña 70 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 Ramazan EKİNCİ Behiştî Mahlasli Şairlere Ait Mevlidler İkisine virdi hem iki şütür Yükleri olmış zer ü sįm ile pür Tūşe çün virdi çoķ ħurmā-yı ter Virdi şerbet itmege mıśr-ı şeker 480 Ne ki gerek ider-ise virdi hep Çekmeyeler tā ki yollarda taǾab Ķāfileyle bunları idüp revān KaǾbe’ye döndi velįkin bį-revān [29a] Geldi gördi ħānesi bį-nūrdur Gözine ol gün şeb-i deycūrdur Gülşeninden gördi gitmiş verd-i ter Oldı bu ġamdan ķatı ħaste-ciger Olduġıçün ħānesi ħālį-śadef Oldı ķalbi ġuśśa tįrine hedef 485 Çünki śallū-y-ıla meǿmūruz müdām Diyelüm kim eś-śalātü ve’s-selām Çün Ĥalįme’nüñ eline şeb-çerāġ Girdi buldı cümle Ǿālemden ferāġ Avlayup bu şāhbāzı ol meges İtmedi Sį-murġ u ǾAnķāya heves İster iken teşne-dil āb-ı fürāt Ĥaķ naśįb itdi aña āb-ı ĥayāt Ħaste idi buldı nāgeh mūmyā Aña ġāǿibden irişdi kįmyā [29b] 490 Müflis iken buldı nāgeh gizlü genc Oldı ol genc ile desti laǾl-i senc Ne yire baśsa devābb-ı Muśŧafā Bitürürdi tāze ter müşgįn giyā Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 71 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Ķanġı menzilde idindiyse mekān Oldı Ĥaķ luŧfından ol bir gülsitān Uġrasa bir vādiye kim olsa ħuşk Āb-ı Kevŝer olur idi ħāki müşk Bir dıraħta uġrasa virmese bār Berg-i sebz olup alurdı mįvedār 495 Her nireye gitse ol ħūrşįd-i cān Bir bulut olurdı aña sāyebān Ķāfile görüp anı ĥayrān olur Didiler kim bu nice insān olur Geşt idenler ser-be-ser bu Ǿālemi Görmedi bu nevǾ-i ibn-i Ādem’i Niçe Ādem-zāde Ādem cānıdur Ĥaķ TeǾālā’nuñ bize iĥsānıdur [30a] Ķāfile ĥayya irişüp şād-kām Bį-ķuśūr evlerine geldi tamām 500 Çünki śallū-y-ıla meǿmūruz müdām Diyelüm kim eś-śalātü ve’s-selām Gördiler ol ħalķ ĥayya indi nūr Buldılar ol nūr ile ġāyet sürūr Ne ķadar ol ĥayda var ise Ǿalįl Virdi luŧfından şifā Rabbü’l-Celįl Ne ķadar aǾmā var ise buldı nūr Oldı ol ĥaydan belā vü derd dūr Oldılar ebraś olanlar tāze-rū Söyleşürler idi medĥin gū-be-gū 505 72 Söylemege başlayıcaķ ibtidā Oldı evvel sözi tevĥįd-i Ħudā Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 Ramazan EKİNCİ Behiştî Mahlasli Şairlere Ait Mevlidler Bildi ĥayy ehlüñe olısar Resūl Ħıdmetini itdiler cāndan ķabūl [30b] Ķanġısı bir derde olsa mübtelā Elin öpmek ile bulurdı devā Her kimüñ göñlinde olsa bir murād Yüzini görse bulup olurdı şād Ķıble idindi ķabįle ħalķı hep İtdiler her müşkile anı sebeb 510 MuǾcizātını görüp ħāś u Ǿavām Bildi Ǿālem ħalķı ĥālini tamām İricek üç yaşına o nāmdār İtdi çoķ dürlü kerāmet āşikār Didi Ĥāriŝ’e Ĥalįme iy refįķ Şimdiden śoñra bize budur ŧarįķ Ħalķ-ı Ǿālem ŧoludur nįk ile kem Gerek issinde emānet lā-cerem Aĥmed’i biz Şeybe’ye iledelüm Ħalķ duymasun nihānį gidelüm 515 Görüyorsun kim bunuñ Ǿuşşāķı çoķ Şeybe’ye virmege ħalķuñ göñli yoķ [31a] Cevhere her kişi olur müşterį İledelüm ceddine Peyġamber’i Çünki śallū-y-ıla meǿmūruz müdām Diyelüm kim eś-śalātü ve’s-selām İttifāk eyleyüp ikisi hemān Dünle durup oldılar yola revān SürǾat ile şöyle gitdiler devān Kim aķup irmez idi āb-ı revān Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 73 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği 520 Gice gündüz dimeyüben gitdiler Muśŧafā’yı Şeybe’ye iletdiler Gördi yüzin çünki cedd-i Muśŧafā Buldı mirǿāt-ı dili nūr u żiyā Baġrına baśdı sevinüp anesi Geldi yine cānına cānānesi Buldılar cümle Ķureyşįler merām Oldı cümle Hāşimįler şād-kām [31b] Ĥalįme ile Ĥāriŝ’e şol deñlü zer Virdiler ķavm-i Resūl-i muǾteber 525 Bilmez idi kim ĥisābını beşer Yine miķdārın Ħudā bile meger Virdiler ħaylį mevāşį vü ķumāş Gitdiler pür-ħūn ciger pür-dįde yaş Vardılar ĥayya velį ħaste-ciger Ħuşk-leb hicrān ġamından çeşm-i ter Çünki śallū-y-ıla meǿmūruz müdām Diyelüm kim eś-śalātü ve’s-selām MuǾcizāt-ı Muśŧafā’da yoķ ĥad Kimse taǾyįn idemez aña Ǿaded 530 Anuñ efǾālini aķvālini hep MuǾcizāt ile kerāmet itdi Rab Mevlide lāzım olanlaruñ hemān Yazup itdüm ben daħı baǾzın beyān [32a] Yazmadum mevtin ider ķalbi ĥazįn Çünki mevliddür vilādet bes hemįn Anuñ içündür meşāyiħ-ı Ǿižām İźn virmezler ki oķuna tamām 74 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 Ramazan EKİNCİ Behiştî Mahlasli Şairlere Ait Mevlidler Gelicek mevtine ķaŧǾ olur kelām Kişinüñ olur kelāmı nā-tamām 535 Çün oķunmaz anı ne lāzım dimek Çünki diñilmez ne lāzım söylemek Ben kimüm diyem aña lāyıķ kelām Nā-tamāmuñ sözi olur nā-tamām Lįk gördüm mevlidin yazmış Ǿavām Kimse ĥažž itmez meger Ǿām-ı ħām Ol daħı ammā Ǿavām içün gerek ǾĀmiler fehm eylesünler anı tek Ħalķ-ı Ǿālemdür anuñ da ehli var Kimine ħurmā gerek kimine ħār 540 Ehl-i Ǿilm içün yazıldı bu kitāb Kim-durur cāhile ideler ħiŧāb [32b] Sünnet-i Ĥavvā vü Ādem’dür ħaŧā İkisinden žāhir oldı ibtidā Sehvümi maǾźūr dutsun ehl-i dil Ben faķįri itmesün ħor [u] ħacįl Cevr ile gerdūn ķomadı ķuvvetüm Bunda ižhār idemedüm ķudretüm Ġuśśadan bir dem bulamadum emān Kim ideydüm ķudretüm bunda Ǿayān 545 Her ķaçan bir işe itsem ibtidā Bir yañadan žāhir olur bir belā Āh elinden çoħ bį-dāduñ meded İstiǾānet senden iy Ferd ü Śamed Ķanġı meclisde oķunsa bu kitāb Görmesün ol meclisüñ ehli Ǿaźāb Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 75 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Ramazan EKİNCİ Görmeyeler hįç dünyāda belā Olalar Ǿuķbāda cār-ı Muśŧafā Lįk meǿmūl olınur iħvāndan Diñleyeler mevlidi çün cāndan [33a] 550 Cān ü dilden ideler şāha duǾā Ol-durur kim sedd-i dįn-i Muśŧafā Kim anuñ źātı Ǿimād-ı dįndür Dār-ı dįni śanǾat-ı tezyįndür Bāyezįd Ħān Gāzi-i śāĥib-kerem Kim saǾādet evcine dikdi Ǿalem ǾAdl ü dād ıssı ħalįfe-i zamān ǾAdli ile cennet olmışdur cihān Dāǿimā Allāh nigehdārı ola Muśŧafā’nuñ himmeti yārı ola 555 Çünki śallū-y-ıla meǿmūruz müdām Diyelüm kim eś-śalātü ve’s-selām KAYNAKÇA Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, Beyrut: 1418/1997, C. I-II. AKSOY, Hasan, “Bihiştî Ahmed Sinan Çelebi”, Diyanet İslâm Ansiklopedisi, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yay., 1992, C. 6. AKSOY, Hasan, “Eski Türk Edebiyatında Mevlidler”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi 2007. AKSOY, Hasan, “Mevlid”, Diyanet İslâm Ansiklopedisi, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yay., 2004, C. 29. POLAT, Arzu, Behiştî Sinan’ın Mihr ü Müşteri Adlı Mesnevisi (İnceleme-Metin), Marmara Üniversitesi Türkiyat Enstitüsü, Devam Eden Doktora Tezi, İstanbul. AYÇİÇEĞİ, Bünyamin, Behiştî Ahmed Sinan’ın İskender-nâme’si (İnceleme-Metin), Marmara Üniversitesi Türkiyat Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul. 76 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 Behiştî Mahlasli Şairlere Ait Mevlidler AYDEMİR, Yaşar, “Behiştî Ramazan bin Abdülmuhsin”, Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü, http://www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com/index.php?sayfa=det ay&detay=959 [08.07.2014] AYDEMİR, Yaşar, “Vize(?) Şehrengizi”, Behiştî Dîvânı, MEB Yay. Ankara 2000, s. 74-76. AYDEMİR, Yaşar, Behiştî Dîvânı, Ankara: MEB Yay., 2007. AYDEMİR, Yaşar, Behiştî Dîvânı, http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10597,behistipdf.pdf?0 [08.07.2014] AYGÜN, Zeynel Abidin, Behiştî’nin Leylâ vü Mecnûn Mesnevisi (İnceleme-Metin), Çukurova Üniversitesi SBE, Basılmamış Doktora Tezi, Adana 1999. CANIM, Rıdvan (hzl.), Latîfî, Tezkiretü’ş-Şu‘arâ ve Tabsıratü’n-Nuzamâ, Ankara: AKMB Yay., 2000. ÇUBUKÇU, Asri “Halîme”, Diyanet İslâm Ansiklopedisi, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yay., 1997, C. 15. DEMİREL, Şener “ Süleyman Çelebî’nin Vesiletü’n-Necât Adlı Eseri İle Behiştî Ahmed Sinan Çelebi’nin Vilâdet-i Resûl Adlı Eserinin Karşılaştırılması, IX: Klasik Türk Edebiyatı Kongresi, (Prof.Dr.Hasibe Mazıoğlu Hatırasına) 15-17 Mayıs 2014, Kayseri”, http://perweb.firat.edu.tr/default.asp?content=personelgoster.asp& uid=E%F0-A-0015. [08.07.2014] DEMİREL, Şener, “Behiştî Ahmed Sinan”, Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü, http://www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com/index.php?sayfa=det ay&detay=1100 [erişim tarihi: 08.07.2014] DEMİREL, Şener, “Yeni Bir Mevlid Metni: Behiştî Sinan Çelebi’nin Mahzenü’l-Esrâr Adlı Mesnevisi”, VIII. Milletlerarası Türkoloji Kongresi (30 Eylül 04 Ekim 2013), İstanbul. http://perweb.firat.edu.tr/default.asp?content=personelgoster.asp& uid=E%F0-A-0015 [erişim tarihi: 08.07.2014] DEMİREL, Şener, Behiştî'nin Heft-Peyker Mesnevisi, Giriş. http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/dosya/1-215442/h/giris.pdf [erişim tarihi: 18. 07. 2014]. EKİNCİ, Ramazan, “SELÂMÎ, Mustafa (İzmirli)”, Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü, http://www.turkedebiyatiisimlersozlugu.com/index.php?sayfa=det ay&detay=1653 [erişim tarihi: 06.05.2014] Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 77 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Ramazan EKİNCİ ERDEM, Sadık (hzl.), Râmiz ve Âdâb-ı Zurafâ’sı, Ankara: AKMB Yay., 1994. ERGUN, Sa‘deddin Nüzhet, Türk Şairleri, C. II. ERSOY, Ersen, “II. Bayezit Devri Şairlerinden Behiştî’nin Hamsesi”. Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Prof. Dr. Mahmut Kaplan Armağan Sayısı 9 Behiştî Ahmed Sinan, Mahzenü’l-Esrâr, http://yazmalar.gov.tr/detay_goster.php?k=117640 [08.07.2014] İmâm-ı Kastalânî, Mevâhib-i Ledünniye, İstanbul: Divan Yay., 2008. KAYTAZ, Fatma, Behiştî Tarihi,(791-907/1389-1502), Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul 2011. KÖKSAL, Fatih, Mevlid-nâme, Ankara: TDV Yay., 2011. Lâmi‘î Çelebi, Şevâhidü’n-nübüvve, Süleymaniye Ktp. Hekimoğlu Ali Paşa Nu. 724, vr. 215b-219a. MAZIOĞLU, Hasibe, “Türk Edebiyatında Mevlid Yazan Şairler”, Türkoloji 1974, C. VI, S. I. el-Mübârekfûrî, Muhammed Abdurrahman b. Abdürrahim, Tuhfetu’l-ahvezî bi şerhi Câmii’t-Tirmizî, Beyrut: 1990. PEKOLCAY, Neclâ, “Mevlid”, MEB İslâm Ansiklopedisi, Eskişehir: MEB Yay., 1997, C. 8. PEKOLCAY, Neclâ, Türkçe Mevlid Metinleri, Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul 1950. PEKOLCAY, Neclâ, vd., İslâmî Türk Edebiyatında Şekil ve Nev‘îlere Giriş, İstanbul: Kitabevi Yay., 2000. TEKİN, Gönül, “Cemşâh u Alemşâh: A Mesnevî of The Sixteenth Century”, Ed. Halil İnalcık ve Cemal Kafadar, Süleyman The Second And His Time, İstanbul 1993. UZUN, Mustafa, “Bihiştî Ramazan Efendi”, Diyanet İslâm Ansiklopedisi, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yay., 1992, C. 6. UZUNÇARŞILI, İ. Hakkı, Büyük Osmanlı Tarihi, Ankara: TTK Yay., (ty.), C. 2, s. 219. YENİTERZİ, Emine, Behiştî’nin Heşt Behişt Mesnevîsi, İstanbul: Kitabevi Yay., 2001. 78 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 Behiştî Mahlasli Şairlere Ait Mevlidler YILMAZ, Kâşif (hzl.), Güftî ve Teşrîfâtü’ş-Şu‘arâsı, Ankara: AKMB Yay., 2001. YILMAZ, Mehmet, Kültürümüzde Arapça ve Farsça Asıllı Vecizeler Sözlüğü, İzmir: Sütun Yay., 2008. YILMAZ, Mehmet, Kültürümüzde Âyet ve Hadisler, İstanbul: Kesit Yay., 2013. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 79 XVII. Yüzyıl Mevlevî Şairlerin Şiirlerinde Semâ’ XVII. YÜZYIL MEVLEVÎ ŞAİRLERİN ŞİİRLERİNDE SEMÂ’* Sema Among XVIITH Century Mevlevi Poets’ Poetry Eda TOK** ÖZET Türk İslam medeniyetinin yetiştirdiği en önemli isimlerden biri olan Mevlânâ, derin fikirleri, dehâsı, eşsiz sevgi ve hoşgörüsüyle gerek yaşamı gerekse ölümünden sonra pek çok topluluğu etkilemiş büyük bir mutasavvıf, âlim ve şairdir. Birçok divan şairi Mevlânâ’nın düşünceleri çevresinde kurulan Mevlevîlik tarikatına intisap etmiş, Mevlevîliğe sevgi duymuş ve Mevlânâ’ya duydukları sevgiyi şiirlerinde sıkça dile getirmiştir. Şairlerin en çok etkilendiği, ilgi duyduğu unsurlardan biri de semâ’ olmuştur. Semâ’, ritm ve musiki eşliğinde, sağdan sola, kalbin etrafında dönülerek icra edilen Mevlevîlerin dünyaca ünlü dinî raksıdır. Mevlevîlerin, semâ’yı Allah’a yaklaşmak için bir vasıta olarak gördüğü ve semâ’ya ayrı bir önem verdikleri bilinmektedir. Mevlevîliğin sembolü haline gelmiş olan semâ’, Mevlevî şairlerinin de hayal dünyalarında ve haliyle şiirlerinde sıkça yer bulan en önemli unsurlardan biri olmuştur. Çalışmamızda 17. yüzyıl Mevlevî şairlerinin şiirlerinde semâ’ ve semâ’ ile ilgili unsurlar tespit edildi ve semâ’ya hangi vesilelerle, hangi hayallerle, hangi edebi sanatlarla yer verildiği ortaya konulmaya çalışıldı. Şairlerin semâ’da yapılan hareketleri, duruşları; semâ’nın sebep olduğu vecdi, cezbeyi ve aşk hâlini çeşitli teşbihlerle anlattıkları görüldü. 17. yüzyılda semâ’ için yapılan eleştiriler, semâ’ yasağı da beyitlerde söz konusu edilmiş ve şairlerce semâ’ savunulmuştur. Dönemin Mevlevî şairleri, ――――――――― * ** Makale geliş tarihi: 17. 07. 2014 Makale kabul tarihi: 03.10. 2014 Sakarya Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Öğrencisi, [email protected]. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 81 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Eda TOK şiirlerinde semâ’yı her yönüyle etraflıca ele almış, kendi gözlerinden anlatmış ve dönemin semâ’ya bakışına da ayna tutmuşlardır. Anahtar Kelimeler: XVII. yüzyıl, Mevlevî, Şair, Şiir, Semâ’ ABSTRACT Mevlana, one of the most prominent names in the Turkish-Islamic civilization, is a great mystic, scholar and poet who influenced communities during his life and after his death with his deep ideas, ingeniousness, the unique need of love and tolerance. Many divân poets had participated to the sect of Mevlevi established on behalf of the thoughts of Mevlânâ, loved Mevlevi and expressed their love to Mevlana by their poems. Poets most afffected, their interest has been one of the elements sema. Sema is Mevlevi’s worldwide famous religious dance performed by turning around the heart, from right to left, accompanied by rhythm and music. It’s known that Mevlevi give a special importance to sema and perceive sema as a vehicle to get closer to God. Sema which has become a symbol of Mevlevi, form one of the most important elements that takes place frequently in the Mevlevi poets’ dream world and thus in their poetries. In this study the elements related to sema in the poetry of 17th century Mevlevî poets’ has been identified and then it’s tried to be demonstrated through which reasons, which dreams and which literary arts semâ is mentioned in their poets. It’s seen that poets tell the movements in sema, postures, ecstasy caused by sema, mystical contemplation and love with various similes. The criticisms made for sema in 17th century, the sema ban has been mentioned in the couplets and sema has been advocated by the poets. Mevlevi poets have dealt exhaustively with all aspects of the sema, told sema through their eyes, and held a mirror to the centuries’ perspective to sema. Key Words: XVIIth Century, Mevlevî, Poet, Poetry, Sema 1. Giriş Semâ,’ Arapça işitmek anlamına gelen bir sözdür.1 Mevlevi literatüründe ise semâ’, ritm ve musiki eşliğinde yapılan, sağdan sola, kalbin etrafında çark atıp dönerek icra edilen bir nevi nafile ibadettir.2 Neyle icra edilen bestelenmiş şiirleri dinleyerek, belirli bir intizam ve âhenkle dönmek manasını taşıyan semâ, Mevlevîlerin dünyaca meşhur dinî raksıdır. Bu raksı yapanlara semâ-zen, merasimi idare eden kişiye ise semâzenbaşı adı verilir.3 Mevlevîliğin sembol zikri semâda maksat ve niyet ruhen yükselmek, Allah’a giden yolda ――――――――― 1 2 3 82 Şemseddin Sami, Kâmûs-i Türkî, İstanbul: Çağrı Yayınları, 2007, s.734. Hüseyin Top, Mevlevî Usûl ve Âdâbı, İstanbul: Ötüken Yayınları, 2007, s. 81. Fuat Yöndemli, Mevlevîlikte Semâ ve Mûsıkî, İstanbul: Nüve Kültür Yayınları, 2007, s.223 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 XVII. Yüzyıl Mevlevî Şairlerin Şiirlerinde Semâ’ mesâfe almaktır.4 Semâ’ aslında Ka’be etrafındaki tavaftan alınmış bir harekettir. Ka’be, dinin kalbi mesâbesindendir. Hacılar, kalp makamı olan Kâ’be etrafında dönerek kötü duygularından arınırlar. Semâ eden derviş de kendi kalbinin etrafında dönerek kötü duygularından arınır. Semâ’daki dönme hareketi, musikinin nağmeleri ile birleşir, her çark atışta zikredilen “Allah” ism-i Celâlinin feyzi, gönlü bir ağ gibi sarar, kuşatır, dervişi eritir, şeffaflaştırır, bir nur sütunu halinde Hakk’a yüceltir.5 Mevlânâ (1207-1273) zamanında semâ’nın, zaman ve mekânla kayıtlı olmayıp vecd ve manevî heyecan nerede, ne zaman doğarsa icra edilirdi.6 Semâ’, ferdi bir hareket şekli olmaktan çıkıp kaideleri yerleşmiş bir grup aktivesi hüviyetini 1460 yıllarında, Sultan Veled’in üçüncü nesil torunlarından Pîr Âdil Çelebi zamanında kazanmıştır. O zamandan beri Mevlevî âyinlerinin vazgeçilmez bir unsuru olan semâ, yedi asırdır uygulana gelmektedir. Semâ’nın kökü çok eskilere gitmesine rağmen Mevlevî kaynakları semâ’yı Şems-i Tebrîzî’ye dayandırmaktadır.7 Belli kaideleri yerleşen semâ’ şu şekilde yapılmaktadır: Semâhânede önce “neyzenbaşı” ve “kudümzen başı” ile diğer müzik topluluğu üyeleri, daha sonra semâzenbaşı ve semâ-zenler ve son olarak da “şeyh efendi” veya “postnişin” diye anılan manevi yol gösterici, şeyh postunu selamlayarak yerlerini alırlar. Semâ’ töreni altı bölümden oluşur ve ilk bölümde kâinatın yaratılmasına vesile olan Hz. Peygambere övgü, yani na’t yer alır. Na’tten sonra kudüm darbı duyulur ki bu kudüm darbı, Allah’ın “Kün!” (Ol!) emrini sembolize eder. Neyzen başı bu darb ile birlikte icra edilecek ayinin makamından ney taksimine başlar. Ney taksimi de Allah’ın kâinata can vermek için üflediği ilahi nefesi temsil eder. Taksimin son bulmasıyla müzik topluluğu ayinin peşrevini icraya başlar, şeyh efendi ve semâ-zenler aynı anda ellerini hızla yere vurup yerle görüşerek ayağa kalkarlar. Bu vuruş da dirilişi temsil etmektedir. Daha sonra başta şeyh efendi, sonra semâzenbaşı ve kıdem sırasına göre diğer semâ-zenler, semâ meydanından sağdan sola doğru üç turdan oluşan dairevî bir yürüyüş yaparlar. Kırmızı postun önüne gelen semâ-zen, posta sırt çevirmeden ve hattı istivaya basmadan dönerek karşıya geçer ve arkadan gelen semâ-zenle yüz yüze gelir. Göz göze gelen semâ-zenler baş keserler ki buna mukabele denir. Semâ-zen hırkasını çıkarıp kollarını omuzlarına çapraz bağlayarak aldığı şekille Allah’ın birliğini temsil eder. Semâzenler şeyh efendinin elini öperek semâ’ya girmek için izin isterler, o da sik――――――――― 4 5 6 7 Yöndemli, a.g.e, s. 302. Top, a.g.e, s. 84. Yöndemli, a.g.e., s. 264. Yöndemli, a.g.e., s. 264, 267. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 83 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Eda TOK kelerini öperek izin verir. İzni alan semâ-zen, semâ’ meydanında kol açar ve dönmeye başlar. Dört selamdan oluşan semâ’, insanın yüce Allah’a kavuşma yolundaki yolculuğunu ve geçirdiği evreleri anlatır. Son selamda şeyh efendi ve semâzenbaşı da semâ’ya katılırlar. Son peşrev ve yürük semai çalınır, son taksim yapılır ve son olarak da Kur’ân-ı Kerim’den bir bölüm yani aşr-ı şerif okunur. Şeyh efendi, semâ-zenler ve müzik topluluğu üyeleri dualar, selamlaşmalar ve “hu” nidalarıyla semâhâneyi terk ederler.8 Mevlevilere göre semâ-zenlerin başındaki külâh mezar taşına, sırtındaki siyah hırka mezara, beyaz tennure de kefene işarettir. Onlar dünyadan soyunmuş, gayb âleminin aşk pervâneleridir. Esasen semâhanenin sağ tarafı bilinen âlemdir, sol tarafı ise görünmeyen, bilinmeyen mânâ âlemidir. İşte semâ-zenler bu mânâ âleminin mânâ erleridir.9 Bizim çalışmamız ise 17. yüzyılda tarikattaki yeri ve önemine göre belirlediğimiz Cevrî, Adnî, Fasih, Mezâkî, Sahib, Sabuhî, Birrî ve Nesib Dede Divânlarından seçtiğimiz semâ’ya dair unsurlardan oluşmaktadır. Çalışmamızda öncelikle sözünü ettiğimiz divânlardaki semâ’ya dair tüm unsurları tespit ettik ve tespit ettiğimiz bu unsurları ilgili başlıklar altında topladık. Oluşturduğumuz her bir başlık altında öncelikle konu ile ilgili açıklamalara sonrasında ise konuyla ilgili divânlardan seçilen örnek beyitlere yer verdik. Divânlarda geçen her bir beyiti göstermek tekrardan ibaret olacağı için beyitleri belirlerken en dikkat çekici örnekleri seçmeye gayret ettik. Aynı zamanda yararlı olacağı düşüncesiyle verilen örnek beyitlerin her birinin altında günümüz Türkçesindeki nesre çevirilerine de yer verdik. 2. Semâ’ Yasağı 17.yüzyıl, Mevlevîliğin gerilediği, lağvedilmekle karşı karşıya kaldığı bir dönemdir. Tarihe “Kadızadeler Olayı” olarak geçen bu dönemde Osmanlı Sultanı IV. Murad’ın tahtta olduğu vakit önce Vani adlı bir Hoca, sonra yerine Hünkâr şeyhi olarak geçen oğlu Fazıl Ahmed Paşa yoldan çıkmış tarikatları bahane ederek Mevlevîliği de kapatıp, semâyı yasaklatmıştır. Bu menfur olay tarih boyunca memleketlerine hiçbir zararı dokunmayan Mevlevîleri çok etkilemiş ve ebced hesabıyla “Yasag-ı bed” (H.1077/M.1666) (kötü yasak)olarak tarihlendirilmiştir. Bu yasak Vani’nin gözden düşmesine kadar 18 yıl sürmüş, 1684’te yasak kalkmış ve Mevlevîler yeniden semâ’ dönmeye başlamışlardır.10 ――――――――― 8 9 10 84 Timuçin Çevikoğlu, “Semâ Töreni v e Mevlevî Ayinleri”, Anadolu’nun İslam Kültür ve Medeniyeti, Ankara: Diyanet işleri Başkanlığı Yayınları, 2007, s.296-297 Yöndemli, a.g.e., s. 280. Esin Çelebi Bayru, “Semâ”, Mevlâna Ocağı, Konya: Kombassan Vakfı, 2007, s. 143-144. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 XVII. Yüzyıl Mevlevî Şairlerin Şiirlerinde Semâ’ Göre, Adnî’nin âşıkların dergâhı Mevlânâ Dergâhı’nı ziyaret etme isteğiyle orta yaşlarında Konya’ya gittiğini, Konya’ya gittiğinde hilafet makamında Mevlânâ Dergâhı’nın on sekizinci postnişini olan Abdulhalim Çelebi’nin bulunduğunu, Çelebi’nin (H.1077-H.1090) tarihleri arasında postnişinlik yaptığını ve bu dönemin Vaîz Vanî Mehmed Hoca’nın ikbal devrine rastladığını bildirmektedir.11 Edinilen bu bilgilerden Adnî’nin semâ’ yasağına şahit olduğu anlaşılmaktadır. Adnî’ aşağıdaki beyitinde bize “inkâr-ı semâ” diyerek tanık olduğu bahsi geçen yasağı hatırlatmaktadır. Şair semâ’yı inkâr edenlere sitem edip, böyle bir durumdan utanmaları gerektiğini ifade etmektedir. Şair doğruluk ehli olan birinin semâ’yı inkâr etmenin aksine semâ’ya iltifatta bulunması gerektiğini savunmaktadır. Adnî’ bu sözleriyle semâ’nın yasaklanmasına tepkisini göstermektedir. Sıdk ehli olup idegör ikrâr-ı semâ’ı Şerm eyle koma sînede inkâr-ı semâ’ı (Adnî G 300/1) Doğruluk ehli semâ’ya iltifat et. Utan sinene semâ inkârını koyma. 3. Semâ’ Eleştirilerine Tepki Mezâkî’nin aşağıdaki beytinden döneminde bazı kesimlerce, Mevlevîlerin yaptığı semâ’nın, musikinin boş işler olarak algılandığını, semâ’nın eleştirildiğini görmekteyiz. Şair, bu yanlış algıya tepkisiz kalmamış ve semâ’yı savunmuştur. Cümle-i şevk-i semâ‘ imiş niyâz-ı mevlevî Kâr-ı bî-hude degüldür söz ü sâz-ı mevlevî (Mezâkî G 423/1) Mevlevîlerin duası tamamen semâ’ın şevkiymiş, Mevlevîlerin saz ve sözleri boş işler değildir. Mezâkî beyitinde Mevlevîlerin işlerini boş görenlere adeta sitem etmiş, onların saz ve sözlerinin boş işler olmadığını savunmuştur. Bazı kesimlerce eleştirilen, sadece dönmek, eğlence gibi algılanan Mevlevî semâ’sının aslında Mevlevîlerin duası, yakarışı olduğunun altını çizmiştir. 4. Semâ’da Hareketler Semâ’da yapılan her hareketin ilahi bir anlamı vardır. Adnî de beyitte hikmet-i etvâr-ı semâ’ terkibiyle semâ’da yapılan hareketlerin anlamlarına, hikmetlerine işaret etmiştir. Şair, yokluk varlığının dairesinden vazgeçilip ――――――――― 11 Zehra Göre, ‘Adnî Receb Dede, Hayatı ve Eserleri, Konya: Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Doktora Tezi, 2004, s. 22-24. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 85 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Eda TOK semâ’daki hareketlerin anlamlarının dereceleriyle bilinmesini tavsiye etmektedir. Semâ’da madde, varlık yok edilir vecde gelinerek hikmetlere ulaşılabilir bu yüzden de semâ’daki hareketlerin derecelerini bilmek gerekmektedir. Aksi takdirde Allah’a giden yolda mesafe alınamaz. Hestî-i fenâ dâ’iresinden güzer eyle Tedrîc ile bil hikmet-i etvâr-ı semâ’ı (Adnî G 300/4) Fena (yokluk) varlığının dairesinden geç, semânın tavırlarının hikmetini dereceleriyle bil. Bu beyitte de yine semâ’nın öylesine bir dönme olmayıp, her bir hareketinin sırlarla dolu olduğu bilgisine ulaşıyoruz. Semâ’yı bir zikir değil de eğlence olarak gören bir kimsenin semâ’daki hareketlerin anlamını anlaması mümkün değildir. Zevk ehli degülsin n’ola teslîm idersin Ahbâb-ı safâ-meşrebe esrâr-ı semâ’ı (Adnî G 300/2) Zevk ehli değilsin eğlence seven dosta semânın sırlarını teslim etsen ne olur? 4.1. Daire Etrafında Yapılması Bir görüşe göre mutlak varlığın dönüşü dâireyi andırdığından, semâzenin dönüşü de dairesel bir şekilde cereyan eder, bu görüşün ürünü olarak semâ-hâneler de daire şeklinde inşa edilmiştir. Posttan kapıya doğru çekilen hatt-ı istiva bu makamı ikiye ayırır. Semâ-hânedeki sağ kavis görünen zâhîri âlemi, sol kavis de bâtınî âlemi temsil eder. Semâ-hâne zeminindeki daire, varlık dairesidir, bütün varlık âlemi bu dairede devreder.12 Halka göstermek içün dâ’ire-i tevhîdi Ser-be-ser yine katar eyledi yârânı semâ’ (Sabûhî G 45/8) Semâ’ halka tevhid dairesini göstermek için dostları baştanbaşa sıraya dizdi. Beyitte semâ’ yapılırken, semâ-zenlerin sırayla dizilip daire etrafında yürümeleri, hem kendi etraflarında hem de bu daire etrafında dönmeleri, semâ’ etmeleri söz konusu edilmiştir. Baştanbaşa daire etrafına dizilip semâ eden dostların niyeti Hakk’ın birlik dairesini herkese göstermektir. Çünkü semâ’ ile Hakk’ın birliğine, Hakk’a ulaşmak mümkündür. ――――――――― 12 86 Top, a.g.e., s. 150. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 XVII. Yüzyıl Mevlevî Şairlerin Şiirlerinde Semâ’ 4.2. Semâ’da Gözün Kapalı Olması Semâ-zenin gözünü kapayarak semâ’ etmesi beste-çeşm terkibiyle anlatılır. Mezâki de beyitinde semâ-zenin gözlerinin kapalı olduğunu ifade etmek için bu terkibi kullanmıştır. Semâ-zen semâ’ yaparken kendinden geçer, gözleri kapanır ama daima kalp gözü açıktır ve onunla görür. Kalp gözüyle nesnelerin iç yüzünü gören semâ-zen bakışıyla da adeta âlemi aydınlatmaktadır: 13 Beste-çeşm olsa cihânda n’ola eylerken semâ‘ ‘Âlem-efrûz-ı basîretdür nigâh-ı mevlevî (Mezâkî G 421/2) (Semâ-zenlerin) cihanda semâ’ yaparken gözleri bağlı olsa ne olur ki! Mevlevilerin bakışı (zaten) âlemi aydınlatan kalbin gözüdür. 4.3. Semâ’da Gözün Yarı Açık Olması Semâ’ ederken başın dik tutulması, yüzün biraz sola çevrilerek gözlerin yarı kapalı bir halde kalbe doğru dikilmesi; sol ayak yere sürünürken, sağ ayağı içeriye çarpık ve kalkık olarak tutulması, ellerin de bazen sallanması âdet olmuştur.14 Aşağıdaki beyitten de semâ’ yapılırken gözlerin yarı açık halde olduğu bilgisine ulaşılmaktadır. Ancak Mevlevînin gözleri yarı kapalı da olsa onlar semâ’ yaparken tüm arşı seyrederler. Çünkü onların kalp gözü açıktır, onlar kutsiyet nuruyla aydınlanmış kalbin gücüyle nesnelerin hakikâtini, iç yüzünü görürler. ‘Arş-ı a‘lâyı temâmen seyrider vakt-i semâ‘ Pür-basîretdür dü-çeşm-i nîm-bâz-ı mevlevî (Mezâkî G 423/2) Mevlevîlerin yarı açık iki gözü, kutsiyet nuruyla aydınlanmış kalp gözüdür. (Öyle ki) Semâ’ vakti yüce arşı tamamen seyreder. 4.4. Ayak Vurma Semâ’da ayak vurmak, nefsin sınırsız ve doyumsuz isteklerini ayaklar altına alıp ezmek ve onunla mücadele edip mağlup etmektir.15 ――――――――― 13 14 15 Necib Fazıl Duru, Mevlevî Şairlerin Şiirlerinde Mevlevîlik Unsurları, Ankara: Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Doktora Tezi, 1999, s. 209. Duru, a.g.t., s. 208-209. Bayram Ali Çetinkaya, “Âşıkların (Mevlâna ve Şems’in) Aşkın Raksı/ Deverânı Semâ”, Türk Kültürü, Edebiyatı ve Sanatında Mevlana ve Mevlevîlik Ulusal Sempozyumu 14-16 Aralık 2006 Bildiriler, Konya: Selçuk Üniversitesi Mevlâna Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayınları, 2007, s. 462. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 87 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Eda TOK Aşağıdaki beyitte Sabuhî semâ’nın hareketlerinden biri olan ayak vurmaya yer vermiştir. Hakk’ın talibi olan bir kimse semâ’ ile Hakk’a erişebilir çünkü semâ âşıkları iki dünyadan da geçirir. Semâ yapan kimse semâ’da ayak vurarak nefsini ayaklar altına alıp yok eder, Hakk’ın aşkıyla vecde gelir ve adeta varlıktan soyutlanır. Böylece iki dünyadan da geçerek, Hakk’ın nurlarını temaşaya başlar. Hakk’ın taliplisi olan kimsenin semâ’da ayak vurmasına şaşılmamalıdır çünkü Hakk yolunda ilerleyebilmesi için önce nefsini mağlup etmesi gerekmektedir. Püşt-i pâ ursa n’ola tâlib-i Hak dünyâya Dü cihândan geçirir ‘âşık-ı hayrânı semâ’ (Sabuhî G 45/3) Hakk’ın talibi dünyaya taban vursa (ayak vursa) şaşılır mı? Sema şaşkın âşığı iki cihandan geçirir. 4.5 Çark/Çarh Atma Semâ’ ederken semâ-zenin sol ayağı, topuğun yerden hiç kalkmaması kaydıyla ve süratle sola çevrilir, sağ ayak da sol ayakla birlikte sola döner, sağ ayağın dizi, sol ayağının dizinin arka kısmına, içeri bükülmüş kısmına yerleşir. Semâ-zen, sağ ayağını yerden kaldırır. Sağ ayak parmakların üst kısmı, sol ayak bileğinin arkasına sürtünerek diz hizasına kaldırılır, sol diz üzerinden aşağıya indirilirken dairevî bir hareketle döndürülür, sağ ayak, dairevî bir tur attıktan sonra önceki yerine basar, bu şekilde bir çark tamamlanmış olur. Bu bir dönüş, bir çarktır. Sol ve sağ ayağın, uyumlu olarak mekanik bir düzen içerisinde, çarkının tekrar edilmesi ve süratli hale gelmesiyle semâ’ yapılır ve devam eder.16 Aşağıdaki beyitte Mezaki Mevlevînin ayağının devri ifadesiyle çarkı kastetmiştir. Mevlevî semâ’ya başlayınca kendinden geçer, ayağı kendiliğinden hızlanmaya başlar. Adeta ayağıyla görmeye başlayan Mevlevî, Hakk’a ulaşma yolundaki yolcuğun verdiği keyifle kendiliğinden süratle dönmeye başlar. ‘Ârifi bî-ihtiyâr eyler sebük-pây-ı semâ‘ Dest-bürd-i neş’e-i devr-i ayag-ı mevlevî (Mezâkî G 422/4) Mevlevînin ayağının devretmesinin verdiği neşe, Ârifi kendiliğinden semâ’da ayağına çabuk olan yapar. ――――――――― 16 88 Top, a.g.e., s. 95-96. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 XVII. Yüzyıl Mevlevî Şairlerin Şiirlerinde Semâ’ Çarh vurmak veya çark atmak, sağ ayağı bulunduğu yerden alarak, sağdan sola dönmek suretiyle, yerden kaldırmaksızın soldan sağa doğru eski vaziyeti almakla hasıl olurdu.17 Felekler çerh urur insân semâ‘ eyler nevâsından İder raks ehli hep bâlâ vü pesti nây-ı Mevlânâ (Adnî G 4/3) Felekler çerh vurur, insan onun ahenginden semâ’ yapar. Mevlânâ’nın neyi, yeryüzü ve gökyüzünü hep raks ehli yapar. Beyitte feleklerin dönmesi çerh vurmak tabiriyle verilmiştir çünkü Mevlevîlerce felekler dahil her şey semâ yapmaktadır. Mevlânâ’nın neyinin nağmesi ve feleklerin bu semâ’sı öyle tesirlidir ki tüm insanlar hatta yeryüzü, gökyüzü bile raks ehli, semâ’ ehli olur; feleklerin semâ’sına eşlik etmeye başlar. Beyitte semâ, raks, Mevlânâ, ney, çerh vurma kelimeleri tenasüp içerisinde kullanılmıştır. Aynı zamanda çerh kelimesi tef anlamıyla da tevriyeli kullanılmıştır. Felekler def vurmaya başlayınca insanlar da semâ’ etmeye başlamışlardır. Semâ’ icrasındaki musiki aletlerinden olan ney ve def birlikte anılarak, semâ’da musikinin önemine de dikkat çekilmiştir diyebiliriz. 5. Semâ’- Girdap Bir engelle karşılaşan su veya hava akıntısının dönerek ve çukurlaşarak yaptığı çevrintiye, ters akıntıların oluşturduğu dönmeye girdap denilir. Aşağıdaki beyitte semâ’nın dönülerek yapılmasından ilham alınmış ve semâ’ girdaba teşbih edilmiştir. Gökyüzünde yer yer oluşan girdaplara sebep olarak yeryüzünün aşkla yapmış olduğu semâ’ gösterilmiştir. Aynı zamanda yeryüzü ve gökyüzünün dönüşü aşkla yapılan bir sema’ gibi tasavvur edilmiştir: Gird-bâd oldı ‘ayân sanma fezâda yir yir Durmayup ‘ışk ile eyler küre-(i) hâk semâ‘ (Mezâkî G 231/2) Fezada yer yer kasırga meydana çıktı sanma (çünkü) yeryüzü durmayıp aşk ile semâ’ eder. Ârâmımuz semâ’ iledür rûz-gârda Girdâb-ı bahr-i ‘ışka batan Mevlevîlerüz (Nesîb Dede G 85/4) Rüzgârda eğlenmemiz, rahatlamamız semâ’ iledir. (Çünkü biz) aşk denizinin girdabına batan Mevlevîleriz. Bu beyitte de rüzgârın etkisiyle denizde meydana gelen girdap semâ’ya teşbih edilmiştir. Mevlevîlerin dönerek yaptıkları semâ’ dönmeden dolayı girdaba benzetilmiştir. Şair “Biz aşk denizinin girdabına batan Mevlevî――――――――― 17 Duru, a.g.t., s. 210. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 89 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Eda TOK leriz” diyerek Mevlevîlerin semâ’sını denizin içinde oluşan bir girdap gibi tasavvur etmiştir. Aşk denizi diyerek de semâ’nın gelişigüzel bir dönme olmadığının, aşkla yapılan bir zikir olduğunun altını çizmiştir. 6. Semâ’- Pazar Beyitte semâ’ bir pazar gibi tasavvur edilmiştir. Ancak bu pazarda geçerli olan para can ve gönüldür. Eğer bu pazarda müşteri olmak, semâ’dan faydalanmak istiyorsan bunun için canı ve gönlü ortaya koyman gerekmektedir. Candan geçip, gönül verilmediği takdirde bu pazardan kazançlı çıkılması mümkün değildir. Nakd-ı dil ü cân ile olup germ-i harîdâr Kesb eyleyegör hâsıl-ı bâzâr-ı semâ’ı (Adnî G 300/3) Can ve gönül parasıyla hararetli (bir) müşteri olup semâ’ pazarında meydana geleni(ürünü) çalışıp kazan. Beyitte semâ’ pazara, can ve gönül de paraya teşbih edilmiştir. Şair, gündelik hayatın pazar kültürünü semâ’ya benzetilen bir unsur olarak karşımıza çıkarmıştır. 7. Feleklerin, Ayın-Güneşin, Cihanın Semâ’ı Semâ’ dönülerek yapıldığı için felekler dahil her şeyin dönmesiyle ilişkilendirilmiş ve tüm bu dönüşlere sebep olarak gösterilmiştir. Eylese ‘ışk ile bir ‘âşık-ı çâlâk semâ‘ İder anunla bile şevk ile eflâk semâ‘ (Mezâkî G 231/1) Çevik bir âşık aşk ile sema’ etse onunla felekler bile şevk ile semâ’ eder. Beyitte de feleklerin dönmesine sebep olarak âşığın aşkla yaptığı semâ’ gösterilmiştir. Âşık aşkla dönerek semâ’ yapmış ve bunu gören felekler de aşka gelerek bu dönüşe eşlik etmişlerdir. Yani feleğin dönmesine âşığın semâ’sı sebep olmuştur. Semâ’ dönülerek yapıldığı için feleklerle ilişkilendirilmiş ve aşkla yapılan semâ’nın önemine dikkat çekilmiştir. Dem urup hû diyicek şevk ile nâya ney-zen Getirir çarha bu nüh kubbe-i gerdânı semâ’ (Sabuhî G 45/2) Neyzen neye şevkle hû diyerek üfleyip, bu dokuz feleği ve gökyüzünü semâ’ya getirir. Bu beyitte yine semâ’nın dönerek yapılmasından ilham alınmıştır. Semâ’daki dönmeyle, dokuz feleğin ve gökyüzünün dönmesi ilişkilendirilmiş, onların bu dönüşü semâ’ olarak tasavvur edilmiştir. Neyzen hû deyip, şevkle neyini üflemiş ve semâ-zenler semâ’larına başlamışlardır. Neyin nağmesi o kadar etkileyici, büyüleyicidir ki sadece semâ-zenleri değil felekleri de semâ’ya 90 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 XVII. Yüzyıl Mevlevî Şairlerin Şiirlerinde Semâ’ getirmiştir. Bu beyitten semâ’da ney icrasının ne denli önemli olduğunu da anlamaktayız. Hoş semâ‘-hâne bu cihân her şeyi Hep semâ‘ meclisine hâzırdur (Birrî G 96/8) Semahanenin her şeyi hoştur. Bu cihan hep, daima semâ’ meclisine hazırdır. Hareket ve dönme, varlıkların var olma sebeplerinin başta gelenidir. Kâinat da, tabîat da dönmektedir. Dünya, aylar, yıldızlar, atomlar, elektronlar dönmekte, semâ’ etmektedirler.18 Bu sebeple beyitte dünya semâ-hâneye benzetilmektedir. Nasıl semâ-hânede her şey hoş ise ve her an semâ’ya hazır bir halde ise bu cihan da semâ-hânedir ve her an semâ’ yapılmaktadır. Oldugınca şevk ile meydân-ı ‘ışk içre semâ‘ Çarh-ı eflâk-ı mahabbetdür külâh-ı Mevlevî (Fasih G 460/3) Aşk meydanında şevkle semâ’ yapıldıkça, Mevlevî külahı muhabbet feleklerinin çarkıdır. Aşk meydanında aşkla semâ’ yapıldığı takdirde Mevlevî külahın muhabbet feleklerinin çarkı olacağı ifade edilmiştir. Semâ-zen semâ’ yaptıkça başındaki Mevlevîliğin sembolü haline gelmiş olan külâh da dönecektir. Mevlevî külahının bu dönüşü adeta muhabbet feleklerinin dönmesine de bir vesile olacaktır. Dönülerek yapılan semâ’ yine feleklerin dönmesiyle ilişkilendirilmiş, semâ’nın aşkla yapılmasının önemine vurgu yapılmıştır. Aynı zamanda semâ’ yapılırken Mevlevîlerin başlarına Mevlevî külahı giydikleri bilgisine de yer verilmiştir. Devrider mihr u meh ki bu ma‘nâ Sırr ehl-i semâ’a dâ’iredür (Birrî G 96/7) Ay ve güneş devreder ki bu anlamlar semâ ehline sır dairesidir. Aya ve güneşin devretmesiyle de dönülerek yapılan semâ’ arasında bağ kurulmuştur. İlahi cezbeyle daireler çizerek semâ’ eden dervişin dönüşü, ay ve güneşin dönüşüne teşbih edilmiştir. Neyün râzıyla kerrûbiyânı hayret almışdur Ol esrâr ile ervâh-ı mücerred fikre talmışdur Zihî ney kim sadâsın günbed-i hadrâya salmışdur Felekler de melekler de semâ’ itmez mi kalmışdur ‘Aceb âvâze saldı nây-ı Mevlânâ bu nüh-tâka (Adnî Tahmis 4/4) ――――――――― 18 Top, a.g.e, s.81. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 91 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Eda TOK Neyin sırrıyla Allah’a en yakın kabul edilen Meleklerin en büyüğü hayrete düşmüştür. Soyut ruhlar o sırlarla fikirlere dalmıştır. Ne hoş ki ney sesini gökyüzüne salmıştır. Mevlânâ’nın neyi sesini bu dokuz göğe öyle salmıştır ki felekler de melekler de semâ’ başlamıştır. Feleklerin ve meleklerin dönmesi semâ’ yapmak olarak tasavvur edilmiştir. Bu semâ’ya sebep olan ise Mevlânâ’nın sırlarla dolu neyinin nağmesidir. Gökyüzünü dolduran sırlar melekleri bile hayrete düşürmüş kendilerinden geçip, dönmelerine neden olmuştur. Bu şekilde semâ’da ney icrasının önemine de vurgu yapılmıştır. 8. Semâ ve Ruhlar Semâ’ yapılırken semâ-zenler öyle bir ilahi aşkla dönerler ki adeta bedenden, maddeden sıyrılıp sadece ruhtan ibaret bir hâle gelirler. Bu yüzden şair semâ’ meydanını, ruhların dolaştığı mahşer yeri olarak tasavvur etmiştir. Yiridür mahşer-i ervâh-ı mukaddes olsa Çünki cevlângeh-i ruhun ola meydân-ı semâ‘ (Adnî G 156/2) Semâ meydanı (semâ-zenlerin) ruhlarının dolaştığı yer olduğu için kutsal ruhların mahşeri olsa yeridir. Aşağıdaki beyitte semâ’ yine ruhla birlikte anılarak semâ’nın bedenlerin değil de ruhların raksı olduğu hatırlatılmıştır. Beyitte sema bir ziyafet sofrasına benzetilmiştir. Öyle bir şevk sofrası ki cömertliği ve konukseverliği ile bilinen Hz. İbrahim’in ruhu bile bu sofraya konuk olsa yakışır. Semâ’ meydanındaki şevk bu şekilde Halil İbrahim sofrasına telmihte bulunarak ve mübalağa yapılarak anlatılmıştır: Böyle bir meclis-i ber-mâ’ide-i şevk içre Yaraşur rûhı hâlîlün ola mihmân-ı semâ‘ (Adnî G 156/3) Hz. İbrahim peygamberin ruhu bile böyle bir şevk sofrasının meclisinde semânın konuğu olsa yakışır. 9. Semâ’nın Sebep Olduğu Hâller 9.1. Neşelendirmesi Gönül, külbe-i ahzâna (hüzünler evine) teşbih edilmiştir. Külbe-i ahzân, Yakup Peygamberin, Yusuf’un hasretiyle ağlaya ağlaya gözlerini kaybettiği kulübesidir. Gönül de tıpkı Yakup Peygâmberin kulübesi gibi hüzünlerle doludur. Ancak semâ’ hüzünlerle dolu bu gönlü zevk ve sefayla doldurarak adeta gül bahçesine çevirmektedir. Buradan semâ’nın gönlü ferahlatıp, gönüldeki hüznü giderdiğini anlamak mümkündür. Ağlayan, hüzünlü gönül, semâ’ sayesinde zevk ve safayla dolmaktadır. 92 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 XVII. Yüzyıl Mevlevî Şairlerin Şiirlerinde Semâ’ Pür olup zevk ü safâ ile dil-i zâr ü hazîn Gül-şen eyler bize bu külbe-i ahzânı semâ’ (Sabuhî G 45/7) Semâ’ bu hüzünlü evi bize gül bahçesi yapar. Ağlayan ve hüzünlü gönül zevk ve safayla dolar. Asma yaprağı altı denilerek üzümden yapılan şaraba bir gönderme yapılmıştır. Nasıl ki şarap insanı sarhoş ederse aşk da âşığı tıpkı şarap gibi sarhoş eder, kendinden geçirir. Asma yaprağı altındaki aşk şarabının sarhoşu, bu aşkla semâ’ etmeye başlarsa tüm gül bahçesinin neşesini arttırır. Aşkla, kendinden geçilerek yapılan semâ’ keyif, neşe arttırır: Ne kadar neş’e-fezâdur harem-i gül-şende Mest-i ‘ışk eylese zîr-i varak-ı tâk semâ‘ (Mezâkî G 231/6) Aşk sarhoşu asma yaprağı altında semâ’ yapsa gül bahçesinin hareminde ne kadar keyif arttırır. 9.2. Gönülleri Parlatması, Temizlemesi Tasavvufta ayna, insan-ı kamîlin kalbidir. Eğer semâ’ olgun gönülleri parlatmamış olsa Mevlevîler yüce arşı apaçık göremezdi. Semâ’ onların gönüllerini parlatıyor ve onlar bu sayede gönülleriyle tüm arşı apaçık görebiliyorlar. Yani Mevlevîlerin arşı görebilmesini sağlayan yaptıkları semâ’dır. ‘Ârş-ı a’lâyı ‘ayân görmez idi mevlevîler Olmasa saykal-ı âyîne-i idrâk semâ‘ (Mezâkî G 231/5) Semâ’ parlak, cilalı idrak aynası olmasa Mevlevîler yüce arşı apaçık göremezdi. Semâ’da maksat ruhen yükselmek, Allah’a giden yolda mesafe alabilmektir. Beyitte de bu bilgiden hareketle gönül temizliği ile yapılan semâ’da dervişlerin adeta uçabilecekleri söylenmiştir. Dervişler uçmak isterlerse bunu ancak semâ’ ile başarabilirler çünkü semâ, temiz gönlün adeta kolu ve kanadı olur, dervişin uçmasını sağlar. Burada uçmak ile kastedilen bedenin değil ruhun uçması yani Allah’a giden yoldaki yolculuğudur. Semâ’ gönül temizliğiyle yapılırsa ruh adeta bedenden sıyrılıp raks eder. Semâ’nın vermiş olduğu şevk, kendinden geçme hali beyitte tayerân ifadesiyle anlatılmıştır. N’ola kasd-ı tayerân eyler ise dervîşân Kim olur bâl ü per-i şevk-i dil-i pâk semâ‘ (Mezâkî G 231/4) Dervişler uçmaya niyet ederse buna şaşılmaz. (Çünkü) Semâ’ gönlü temiz olanın şevkinin kolu ve kanadı olur. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 93 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Eda TOK 9.3. Gönüldeki Perdeleri Kaldırması Hakk ile kulu arasında kimi zulmetten (karanlık), kimi nurdan (ışık) binlerce perde vardır. Madde, menfaat, mal, mülk, nefs ve şehvet zulmanî perdeler olup Hakk’ı görmeye ve ona ermeye engeldir.19 Semâ’ işte bu gönül örtüsünü, perdesini kaldırır. Semâ’ gönülde hakikatlerin tecelli etmesine engel olan maddenin izlerini ortadan kaldırır. Semâ’nın verdiği keyifle gönül perdesinden kurtulanlar artık gönlündeki hakikatle görmeye ve Hakk’a ermeye başlarlar. Zevk-ı keyfiyet-i semâ’ından Âfet-i perde-i hicâb-ı dilem (Cevrî K 30/17) Semâ’nın zevkinden gönül örtüsünün perdesinin kaldıranım. 9.4. Hakk’a Yaklaştırması Göçmek, geçici yalan dünyadan gerçek dünyaya göçme, dolayısıyla ölmek anlamında kullanılan bir kelimedir.20 Bu beyitten Mevlevîlerin gönüllerinin semâ’ yaptıkça Hakk’ın sırlarıyla dolduğunu ve bu feyzle adeta sevgilinin semtine göçtüklerini anlıyoruz. Semâ’ ettikçe gönül Hakk’ın sırlarıyla dolar ve bu sırlarla Hakk’a, sevgiliye yaklaşır böylece beden adeta bu dünyadan göçer yani varlık ölür ve artık bedenden soyutlanan ruhun raksı başlar. Mevlevîler semâ’ ile ruhen yükselip Hakk’a giden bu yolda yolculuk ederler. Beyitte kudüm bir müzik aleti olarak da tevriyeli kullanılmıştır. Mevlevîler kudüm eşliğinde Hakk’ın sırlarına vakıf oldukça, semâ’ edip bu dünyadan el etek çeker ve sevgilinin semti için yola çıkarlar. Dili içre kudûm itdükce sırr-ı Hak semâ’ idüp Görün kim semt-i cânâna göçenler Mevlevîlerdür (Birrî G 111/6) Gönle Hakk’ın sırrı geldikçe, semâ’ ederek sevgilinin semtine göçenler Mevlevîlerdir. Söz üstatları semâ’nın Hakk’a yakınlaştırdığını söylemektedir ki Mevlevî semâ’sında da maksat Hakk’a ulaşmaktır. Şair, semâ’nın maksadına dikkat çekmiş, semâ’nın kulu Allah’a yakınlaştırdığını ifade etmiştir: Magz-ı Kur’ân dediler Mesnevîye ehl-i beyân İletir bezm-geh-i Kurb-ı Hak’a cânı semâ’ (Sabuhî G 45/5) Sözün üstatları “Mesnevî Kur’an’nın özü, aslı; Semâ’ (da) ruhu, canı Allah’ın manevi yakınlığının meclisine iletendir.” dediler. ――――――――― 19 20 94 Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 2001, s. 285. Abdülbâki Gölpınarlı, Tasavvuftan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri, İstanbul: İnkılâb Yayınevi, 2004, s. 126. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 XVII. Yüzyıl Mevlevî Şairlerin Şiirlerinde Semâ’ 9.5. Sarhoş Etmesi Semâ’ aşığa adeta Hakk’ın şarabını içirmektedir. Tasavvufta şarap aşkı, muhabbeti, şevki, vecdi temsil etmektedir. Bu sebeple burada sözü edilen şarabın aşk olduğu aşikârdır. Aşk da şarap gibi insanı kendinden geçirir, sarhoş eder. Semâ’ da bu yönüyle aşığa Hakk’ın muhabbetini tattırır, onu sarhoş eder ve kendinden geçmesine sebep olur. Bu beyitten semâ’nın Hakk’a muhabbeti artırdığını ve adeta aşk sarhoşu edip, bu aşkla insanı kendinden geçirdiğini anlıyoruz: N’ola ‘aşk ehli Sabuhî gibi mest olsa kamu İçirir ‘âşıka câm-ı mey-i Sübhânı semâ’ (Sabuhî G 45/11) Sabuhî, aşk ehli gibi hep sarhoş olsa ne olur ki! Semâ’ âşığa Allah’ın (c.c.) şarap kadehini içirir. Aşağıdaki beyitte de yine semâ’nın âşıkları sarhoş ettiğini görmekteyiz. Çünkü semâ’ âşıklara hakikat kadehini sunar, içirir. Bu hakikatler kadehinden bir damla bile içilse aşkla sarhoş olunur: Cür’a-yı câm-ı hakâyık içer ehl-i tevhid Mest eder hak bu ki ‘uşşâk-ı perîşânı semâ’ (Sabuhî G 45/4) Müslüman, hakikâtler kadehinin damlasını içer. Doğrusu şu ki semâ perişan âşıkları sarhoş eder. 9.6. Ağlatması Semâ’nın verdiği vecdle dökülen gözyaşları gülen gül yaprağına teşbih edilmiştir. Çünkü bu gözyaşları Hakk’a yakınlığın sebep olduğu mutluluğun yaşlarıdır. Semâ’da kendinden geçen derviş ruhen yükselmenin verdiği manevi hazla gözyaşlarına hâkim olamayıp ağlamıştır: Aglayıp derd ile hûn-âba döker ehl-i safâ Yagdırır meclise berg-i gül-i handânı semâ’(Sabuhî G 45/9) Zevk, sefa ehli dertle ağlayıp kanlı gözyaşı döker. Semâ’, meclise gülen gülün yaprağını yağdırır. 9.10. Hakk Aşkıyla Yandırması Mevlevîler, mumun etrafında dönen pervaneye teşbih edilmiştir. Muma âşık olan pervane mum ışığının etrafında döner döner ve sonra kendini bu ateşe bırakır, bu uğurda can verirmiş. Mevlevîler de semâ’nın gönle verdiği safa ile tıpkı pervanenin mum etrafında döndüğü gibi Allah aşkının ateşi etrafında dönmekte ve bu uğurda can vermeye hazırdırlar. Mevlevîler, Allah aşkıyla adeta yanmaktadırlar. Mevlevîler semâ’ esnasında döndükleri ve adeta Allah aşkıyla yandıkları için pervaneye benzetilmiştir: Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 95 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Eda TOK Sâ’il su’âl sana Mevlevîleri Ta’rif eyle böyle ana Mevlevîleri Gör n’eyledi sema u safâ Mevlevîleri Pervâne itdi şem-likâ Mevlevîleri Yandırdı sûz-ı aşk-ı Hudâ Mevlevîleri (Birrî Tahmis 18/1) Sana Mevlevileri soran olursa Mevlevîleri ona şöyle tarif et: Semanın verdiği safa Mevlevîlere ne yaptı gör. Mevlevîleri mum yüzlüye pervane etti. Huda’nın aşkının ateşi Mevlevileri yandırdı. Âşıkların yarası ezeli aşk bahçesinin gülüne; dervişlerin çıkardıkları âhın dumanı da semâ’ bahçesinin sümbülüne teşbih edilmiştir. Yara şekli ve rengi itibariyle güle benzetilirken, âh da sümbüle benzetilmiştir. Semâya başlayan kimse, musikinin de etkisiyle gönlündeki kandilleri tutuşturmuş, yanan bu kandilden âh dumanları kıvrım kıvrım, döne döne tıpkı bir sümbül gibi yükselmiştir. Dâg-ı ‘uşşâk-ı gül-i ravza-i ‘ışk-ı ezelî Dûd-ı âh-ı fukarâ sünbül-i bostân-ı semâ‘ (Adnî G 156/4) Ezeli aşk bahçesinin gülü âşıkların yarası; semâ bostanının sünbülü ise fukaraların (Mevlevî dervişlerinin) âhının dumanıdır. 9.11. Özüne Döndürmesi Beyitte dönmek kelimesi hem gerçek anlamıyla, hem de kendine getirmek, özünü döndürmek anlamlarıyla kullanılmıştır. Semâ’ yapan sultan, hakan hiç fark etmez semâ’da adeta özüne döner, Hakk’ın yolunda ilerler. Semâ’nın dönülerek yapılıyor olması sebebiyle dönmek kelimesi bu anlamı da verecek şekilde tevriyeli kullanılmıştır: Zevk bahş olduğunu şâhına eyler dervîş Döndürür kendüye çok Hüsrev ü hâkânı semâ’ (Sabuhî G 45/6) Derviş şahına zevk bağışladığını söyler. Semâ’ çok sultan ve hakanı kendine döndürür. 9.12. Cömertleştirmesi Şairler semâ’nın cimriliği ortadan kaldırıp cömertleştirdiğini de öne sürmüşlerdir. Aşağıdaki beyitte semâ’nın cimriliği ortadan kaldırıp kişiyi cömertleştirdiği örneğini görmekteyiz. Semâ’-zen semâ yaparken öncelikle ten hırkasından kurtulduğu için bu bir cömertlik olarak tasavvur edilmiştir. Semâ’ o denli cömertleştiriyor ki derviş onun etkisiyle gönlünü bile dağıtsa buna şaşılmaması gerekmektedir: 96 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 XVII. Yüzyıl Mevlevî Şairlerin Şiirlerinde Semâ’ Dil-i dervîş n’ola var pey nasb itse nisâr Hırka-i tende komaz puhteye imsâk semâ‘(Mezâkî G 231/3) Dervişin gönlü üleştirip dağıtmasına ne var? Çünkü sema etmek puhtelerin/olgunların ten hırkasında cimrilik namına bir şey bırakmaz.. 9.12. Vücuda Etkisi Şairlerce semâ’nın sadece ruhsal etkileri değil bedensel etkileri de vardır. Beyitte sararmış ve zayıf düşmüş olan beden sonbahar yaprağına teşbih edilmiştir. Adnî, bu zayıflığa, sarı bedene sebep olarak semâ’nın sinedeki tesirini göstermektedir. Semâ’ etmekle meydana gelen sarı ten ve zayıf beden gönülde yanan aşk ateşinin, Hakk’a ulaşmak yolunda verilen nefis mücadelesinin bir nevi dışa vurumudur. Semâ’ etmek sinede öyle bir tesir oluşturmuştur ki semâ-zen adeta savrulan bir sonbahar yaprağına dönmüştür. Buradan semâ’nın ruhsal değişimlerin yanı sıra bazı bedensel değişimlere de sebep olduğu sonucunu çıkarabiliriz: Evrâk-ı hazân dîde gibi zerd ü nizâr ol ‘Adnî göreler sînede âsâr-ı semâ’ı (Adnî G 300/5) Adnî, sonbahar görmüş yapraklar gibi göze sarı ve zayıf görün ki sinede semâ’nın tesirlerini görsünler. 10. Semâ’da Vecd Bulmak, tesadüf etmek anlamlarına gelen vecd, Allah Teâlâ’nın nihayetsiz tecellileri müşahade eden bir kimsenin içinin ferahlaması ve o hâlin verdiği zevkle, kendinden geçmesidir. Daha doğrusu kendini kaybedip, Allah’ı bulmasıdır. Vecd, semâdan evvel rastlanmayan manevî hâllere, iç âlemde tesadüf etmektir.21 Vecd semâın semeresidir. Vecdin semeresi de ya ölçülü ve ahenkli hareket ya da ölçülü olmayan harekettir. Vecd, semâın meyvesi olan bir haldir, semâ dinlemenin neticesi olarak Hak Teâlâ tarafından gelen manadır.22 Hây ü hûlar kubbe-i gerdûnu eyler pür-safâ Zevk-i vecdile kaçan kim ehl-i ‘aşk eyler semâ’ (Sabuhî G 46/3) Ne zaman ki aşk ehli kendinden geçercesine ilahi aşkın zevkiyle semâ’ etse Hây, hû gibi zikir sözleri gökyüzünü zevkle, eğlenceyle doldururlar. ――――――――― 21 22 Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, İstanbul: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, 2011, s. 194.; Süleyman Uludağ, İslam Açısından Müzik ve Semâ, İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 2004, s.223. Uludağ (2004), a.g.e, s. 172. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 97 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Eda TOK Âşık semâ etmeye başlayınca kendinden geçerek, tüm benliğiyle “Allah” lafzını, zikir sözleri olan Hây ve Hû seslerini çıkarmaya başlar. Çünkü âşık semâda varlığını, bedenini dünyevî yüklerden arındırır ve bu zevk hâliyle Hak Teâlâ’yı zikretmeye başlar. Çıkarılan bu zikir sözleri adeta gökyüzünü doldurup onu da vecde getirmektedir. Vecd ü hâl ehli n’ola germ olup efgân etse Gösterir şa’şaa-yı pertev-i Rahmânı semâ’ (Sabûhî G 45/10) Kendinden geçercesine ilahi aşka dalanlar hararetle feryat etse şaşılır mı? Semâ Allah’ın ışığının parlaklığını gösterir. Semâ-zenler, semâda Allah’ın nurunun parlaklığını gördükleri için, bu hâl ile kendilerinden geçerek feryat etmektedirler. Bu feryat gönüllerini kuşatan “Allah” isminin zikridir. Bu beyitlerden semâ’ esnasındaki zikir seslerinin sebebinin semâ’nın verdiği vecd hâli olduğunu anlamak mümkündür. Semâ’a gelse dervîşânı şevk-ı vecd ü hâletle Gelür raksa eger ahya eger ervâh-ı mevtâdur (Cevrî K 30/ 19) Dervişler vecd ve keyfiyetin şevkiyle sema’a gelse canlılar ve ölü ruhlar raksa gelir. Cevrî, mevlevîhânenin methinde (Kaside 30/ 13-21 beyitler arası) yazdığı kasidenin yukarıdaki beyitinde, mevlevîhânede dervişlerin vecdle semâ’ya başladıklarında, yapılan bu semâ’ya ölü-canlı herkesin katılıp, raks edeceğini ifade etmiştir. Ölülerin ve canlıların semâ’ya katılacağı söyleyerek semâ’daki vecd hâlinin önemine dikkat çekilmiştir. Ervâh-ı kudsiyân ider vecd ile semâ Girmiş meger ki gûş-ı sipihre sadâ-yı ney (Sahib G 327/5) Sanki neyin sesi feleğin kulağına girmiş gibi meleklerin ruhları vecd ile semâ eder. Neyin sesini duyan meleklerin ruhları bile vecde gelerek semâ’ eder. Çünkü neyin sesiyle birlikte Allah’ın tecellilerini müşahadeye başlarlar, bundan duyulan aşırı heyecan ve keyifle de kendilerinden geçerler. Kendinden geçen ruhlar bu hâl ile semâ’ya başlarlar. Feleğin dönmesi ve semâ’daki dönme arasındaki ilişkiden de yararlanılmış, feleğin dönmesi semâ’ yapmak şeklinde tasavvur edilmiştir. 11. Semâ’ya Verilen Değer Adnî, mahşerde bile semâ’ edenlerin arasında olmayı dilediği beytinde bu ifadesiyle hem semâ’ya verdiği önemi göstermekte hem de semâ’nın mahşerde bile devam edeceğini ifade ederek semâ’yı yüceltmektedir. 98 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 XVII. Yüzyıl Mevlevî Şairlerin Şiirlerinde Semâ’ Keremünden umulur ‘Adnî’yi mahşerde dahi İdesin dâhil-i cem’iyyet-i rindân-ı semâ‘ (Adnî G 156/5) Kereminden Adnî’yi de mahşerde sema rintlerinin topluluğuna dâhil etmen umulur. 12. Semâ’ ve Hz. Mevlana Şems gelmeden önce Mevlânâ’nın semâ’ edip etmediği kesin olarak bilinmemektedir. En doğru ve sağlam rivayetler Mevlânâ’nın Şems’den önce semâ’ etmediği, etse bile semâ’ya düşkün olmadığı şeklindedir.23 Mevlânâ’nın semâ’sında bir kayıt yoktur. Herhangi bir vesileyle cezbeye, vecde gelince semâ’ etmekte, nara atmakta, birisiyle konuşmakta, fetvalara cevap vermekte, ilâhi maariften bahsetmekte, ayağı vurmakta, secde etmekte, kollarını açmaktadır. Mevlânâ semâ meclislerinde yemekten sonra, sokakta bir yere giderken ya da cenâze töreninde bile semâ’ etmektedir. Kısacası Mevlânâ’nın semâ’sı bir törene, bir kaideye uymaktan meydana gelen bir hareket değil; doğrudan doğruya vecde, cezbeye tabi olarak ihtiyarsız meydana gelen bir hâl, ruhî bir hâlin tezahürüdür.24 Andurur cilve-geh-i Hazret-i Mevlânâyı Ey Mezâkî idelüm şevk ile bî-bâk semâ‘ (Mezâkî G 231/7) Ey Mezâki! Hz. Mevlânâ’nın vecde geldiği, Hakk’ın tecellilerini gördüğü zaman yaptığı gibi biz de şevk ile korkusuzca semâ’ edelim. Beyitte semâ’ Hz. Mevlânâ ile birlikte anılarak bize Mevlânâ’nın semâ’sını hatırlatmıştır. Mezâkî tecrid sanatıyla kendisini soyutlamış ve kendisine şevkle, korkusuzca semâ’ edelim, diyerek seslenmiştir. Şairin, semâ’ etmek istemesine sebep Hz. Mevlânâ’nın Hakkın tecellilerini gördüğü vakit semâ’ya başlamış olmasıdır. Eylesem n’ola döküp eşk-i firâvânı semâ‘ Andırır ehl-i dile Hazret-i Sultânı semâ‘ (Sabuhî G 45/1) Çok gözyaşı döküp, semâ’ etsem ne olur? Semâ, gönül ehline Hz. Sultan’ı andırır (hatırlatır). Beyitte Hz. Sultan ifadesiyle Mevlânâ kastedilmiştir. Semâ’ ile kendinden geçerek, gözyaşları döken gönül ehlinin bu haline sebep olarak semâ’nın Hz. Mevlânâ’yı hatırlatması gösterilmiştir. Bu beyitlerden gönül ehlinin semâ’da Mevlânâ’yı hatırlayıp şevkle gözyaşları döktüklerini anlıyoruz. ――――――――― 23 24 Top, a.g.e., s. 86. Abdülbâki Gölpınarlı, Mevlevî Adab ve Erkânı, İstanbul: İnkılâb Yayınevi, 2006, s. 85. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 99 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Eda TOK Zât-ı pâkünledür ey hazret-i sultân-ı semâ‘ Şeref-i dâ’ire-i mecma’-ı dîvân-ı semâ‘ (Adnî G 156/1) Ey semâ’nın sultanı hazretleri! Semâ’ meclisinde toplanılacak yerin dairesi temiz zatınla şereflenir. Bu beyitte de semâ’nın sultanı denilerek Mevlânâ ve onun semâ’ı hatırlatılmıştır. Hz. Mevlânâ’nın temiz zatının tecellisi semâ’ meydanının şereflendirmiştir. Semâ’ meydanlarında Hz. Mevlânâ sürekli hatırlanmış ve adeta zatının tecellisiyle orayı şereflendirmiştir. Aynı zamanda bu beyitten semâ’ yapılan yerin daire şeklinde olduğunu da anlamaktayız. 13. Semâ’ ve Şems Şems gelmeden önce Mevlânâ’nın semâ’ edip etmediği kesin olarak bilinmemektedir. En doğru ve sağlam rivayetler Mevlânâ’nın Şems’den önce semâ’ etmediği, etse bile semâ’ düşkün olmadığı şeklindedir.25 Mevlânâ, sülukunun başlangıcında, babası Bahaeddin Veled’in yolu, hal ve hareketine uygun ders vermek, vaaz etmek, mücahade ve riyazetlerde bulunmakla meşguldü. Peygamber’den nakledilmiş her türlü ibadet ve riyazete uyuyor, hiçbir olgun kişiye el vermemiş olan tecelli makamları namaz, oruç ve riyazette görüyor fakat hiç semâ’ etmiyordu. Ancak Mevlânâ Şems ile karşılaşınca onun sevgililerin en yüksek makamlarında yerinin bulunduğunu görünce ona âşık oldu ve onun buyurduğu her şeyi ganimet saydı. Şems’in ona söylediği “Semâ yap, zira istediğini semâda daha fazla bulursun” buyruğuna uydu, semâya girdi, ömrünün sonuna kadar da onu bir yol ve töre haline getirdi.26 Asaf Halet Çelebi, Şems’in Salâhüddin Zerkûb’un evinde Ehl-i sünnet ulemâ tarafından haram sayılan, fakat öteden beri mutasavvıflar arasında görülen ve musikisiz yapılan semâ’ı, Mevlânâ’ya öğrettiğini kaydediyor.27 Bilgiler ışığında Şems’in öteden beri semâ’ ettiğini, Mevlânâ’nın da ondan önce semâ’ etse bile çok düşkün olmadığı anlaşılmaktadır. Birrî de aşağıdaki beyitte semâ’ı Şems ile birlikte anmıştır: Devr-i felekde ser kodı meydâne şevk ile Girdi semâ’a Şems idüp etvâr-ı mevlevî (Birrî Med 3/9) Şems Mevlevî’nin hareketlerini yapıp semâ’a girdi. Feleğin devrinde meydana şevkle baş koydu. ――――――――― 25 26 27 Top, a.g.,e., s. 86. Feridun bin Ahmed-i Sipehsâlâr, Mevlânâ ve Etrafındakiler, çev. Tahsin Yazıcı, İstanbul: Pinhan Yayınları, 2011, s. 84-85. Asaf Hâlet Çelebi, Mevlânâ ve Mevlevîlik, Ankara: Hece Yayınları, 2006, s. 39. 100 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 XVII. Yüzyıl Mevlevî Şairlerin Şiirlerinde Semâ’ Şems Mevlevîlerin hareketlerini yaparak semâ’a başlamıştır. Şems beyitte güneş anlamına da gelecek şekilde tevriyeli kullanılmış; feleklerin, güneşin dönmesiyle semâ’ arasında bağ kuruluştur. ‘Aceb mukâbel-i şems-i ma’nevîden eser Bu şevk-ı bahş semâ‘ u safâdegül de nedür (Birrî G 114/7) Bu şevk bağışlayan semâ’ ve safa, manevi Şems’in (güneşin) mukabelesinin acayip bir tesiri değil de nedir? Mevlevîler üzerinde özellikle de Mevlânâ üzerinde Şems’in derin tesiri söz konusudur. Beyitte de semâ’nın şevk ve safa bağışlamasının sebebi olarak adeta Şems gösterilmiştir. Çevresini ışığıyla aydınlatan, ısıtan manevi bir güneş olan Şems tesiriyle semâ’ya da şevk vermektedir. 14. Semâ’ ve Musiki Semâ’ı musiki ile birlikte icra edilir ve musiki semâ’ın ayrılmaz bir parçasıdır.28 Bu yüzden semâ’ müzikten bağımsız düşünülemez. Şairler de beyitlerinde semâ’yı musiki terimleriyle birlikte anmayı ihmal etmemişlerdir. Gûş eyleyen elbette girer anı semâ‘a Benzer ki neye hazret-i Mollâ nefes itmiş (Fasih G 199/3) Sanki Hz. Mevlânâ neye nefes üflemiş gibi onu işiten mutlaka sema’a girer. Sanki Hz. Mevlânâ neye nefes üflemiş gibi neyin sesini duyan herkes semâ’a girip, semâ’ etmeye başlamıştır. Semâ meclislerindeki ney icrasının önemine dikkat çekilen bu beyitte, herkesin semâ’ya girmesine sebep olarak neyin tesirli sesi gösterilmiştir. Ancak bu neyin tesirli sesine sebep de Hz. Mevlânâ’nın nefesinin üflenmiş olmasıdır. Tokındı nevbet-i mülk-i muhalled gûş-ı âfâka Virildi zevk-i iklîm-i bekâ erbâb-ı ezvâka İrişdi müjde-i ……..29 ehl-i eşvâka Sarîr-i bâb-ı cennetdür nevâ-yı nây ‘uşşâka Semâ’ itsün sadâ-yı feth irişdi cân-ı müştâka (Adnî Tahmis 4/1) Ufukların kulağına daimi mülkün bandosu dokundu. Neşe erbaplarına bakilik ülkesinin zevki verildi. Şiddetli arzuları, istekleri olanlara Allah’ın yardımı ve fetih müjdesi ulaştı. Âşıklara neyin nağmesi cennet kapısının gıcırtısıdır. Hasret çeken gönle fetih sesi ulaştı, artık semâ’ etsin. ――――――――― 28 29 Top, a.g.e., s 82. Saf, 61/13: “Seveceğiniz başka bir şey daha var: Allah’tan yardım ve yakın bir fetih…” Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 101 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Eda TOK Beyitte neyin sesi cennet kapısının açılışının çıkardığı gıcırtıya teşbih edilmiştir. Ney de cennet kapısının açılışı gibi âşıklara cenneti müjdelemektedir. Bu yüzden neyin sesini duyan âşık semâ’ya başlar ve bu müjdenin keyfiyle kendinden geçer. Kâm alur neş’e-i ıtlâkdan ‘Adnî lâ-büd Fehm iden semâ’ içre safâ-yı nâyı (Adnî G 274/5) Adnî, semâ’ meclisinde neyin safasını anlayan elbette kurtulma neşesinden muradını alır. Semâ’ meclisinde neyin sesinin safasını anlayan kimse o vecdle semâ’ya başlar, varlıktan kurtulur. Varlıktan, bedenden kurtulmanın verdiği keyfi, neşeyi yaşamaya başlar. Nükte-i gül-şende bûy-ı aşkdan almış nasîb Gonca-i dervîş güle boş oldıgı olmaz aceb Serserî gezme tarîk-i aşka gir Birrî garîb Mevlevî ol Nakşiyâ çün gül-şeni der andelîb Sen semâ it neyzen oldı her nevâsı bülbülün (Birrî Tahmis 17/5) Gül bahçesine benzeyen ince anlayış konusunda aşk kokusundan nasip almış. Dervişe benzeyen goncaların güle karşı boş olmalarında şaşılacak bir şey yok. Ey kimsesiz Birri, boş boş dolaşma, aşk yoluna gir. Ey gül bahçesinde bülbül olan Nakşi, Mevlevi ol. Sen sema et, çünkü bülbülün her bir ötüşü neyin sesi gibidir. Bülbülün nağmesi, neyzenin nağmesine teşbih edilmiştir. Neyzenin ney icrasıyla, nağmeyi duyan Mevlevî dervişinin semâ’ya başladığı görülmektedir. Semâ’da neyin nağmesinin tesirine dikkat çekilmiştir. 15. Sonuç 17. yüzyıl Mevlevî şairlerinin divanlarını taradığımızda semâ’ya çeşitli vesilelerle çok sık yer verdiklerini gördük. Şairler, Mevlevîlerin dünyaca ünlü olan semâ’ını genellikle dönülerek yapılması sebebiyle benzetme yollu kullanmışlardır. Kâinatın, güneşin, ayın, feleklerin, ruhların, meleklerin kısaca her şeyin dönmesini semâ’ olarak tasavvur etmişlerdir. Çünkü Mevlevîlerce her şey semâ’ etmekte, Allah’ı zikretmektedir. Semâ’da yapılan hareketler, duruşlar; semâ’nın sebep olduğu vecd, cezbe ve aşk hâli de çeşitli teşbihlerle anlatılmıştır. Semâ’da yapılan çark atma, ayak vurma, gözün yarı açık ya da kapalı olması, daire etrafında yapılması gibi hareketlerin boş olmadığı, her bir hareketinin sırlarla dolu olduğunu söylenmiş, bu anlamların bilinmesiyle Hakk’a giden yolda mesafe alınacağı savunulmuştur. Yapılan semâ’nın kişiyi neşelendirdiği, ağlattığı, cömertleştirdiği, gönülleri parlatıp temizlediği, gönüllerdeki perdeleri kaldırdığı, Hakk’a yaklaştırdığı, Hakk’ın aşkıyla sarhoş etti 102 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 XVII. Yüzyıl Mevlevî Şairlerin Şiirlerinde Semâ’ ği, Hakk aşkıyla gönülleri yaktığı ifade edilmiştir. Şairler semâ’nın sebep olduğu bu tip ruhsal değişimlerin yanı sıra bazı bedensel değişimlere de yer vermişlerdir. Semâ-zenin semâ’ yoluyla vermiş olduğu nefis mücadelesi sonucunda zayıf düşüp sarardığını, tıpkı savrulan bir sonbahar yaprağına döndüğünü ileri sürmüşlerdir. 17. Yüzyılda Mevlevîliğin kapatılıp semâ’nın yasaklanması, semâ’ için yapılan eleştiriler beyitlerde yerini bulmuştur. Şairler, dönemlerinde semâ’ya gösterilen bu tepkilere kayıtsız kalmamış beyitleriyle adeta eleştirilere, tepkilere cevap vermiş, semâ’ı savunmuşlardır. Bu beyitler 17.yüzyılın semâ’ hakkındaki görüşlerini yansıtması bakımından oldukça önemli bir nitelik taşımaktadır. Kısacası şairler semâ’yı her yönüyle etraflıca ele alarak şiirlerinde çeşitli sanatlar etrafında kullanmışlardır. KAYNAKÇA AYAN, Hüseyin, Cevrî Divanı, Erzurum: Atatürk Üniversitesi Basımevi, 1981. BAYRU, Esin Çelebi, “Semâ”, Mevlâna Ocağı, Konya: Kombassan Vakfı, 2007. BÜYÜKTOSUNOĞLU, Mahmut, Sahib Dede Hayatı, Edebi Kişiliği ve Divanı'nın Tenkidli Metni, Konya: Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, 1991. ÇELEBİ, Asaf Hâlet, Mevlâna ve Mevlevîlik, Ankara: Hece Yayınları, 2006. ÇETİNKAYA, Bayram Ali, “Âşıkların (Mevlâna ve Şems’in) Aşkın Raksı/ Deverânı Semâ”, Türk Kültürü, Edebiyatı ve Sanatında Mevlana ve Mevlevîlik Ulusal Sempozyumu 14-16 Aralık 2006 Bildiriler, Konya: Selçuk Üniversitesi Mevlâna Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayınları, 2007, s. 435-476. ÇEVİKOĞLU, Timuçin, “Semâ Töreni ve Mevlevî Ayinleri”, Anadolu’da İslâm Kültür ve Medeniyeti, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2007, ÇIPAN, Mustafa, Fasih Divanı İnceleme-Tenkitli Metin, İstanbul: MEB Yayınları, 2003. DURU, Necib Fazıl, Mevlevî Şairlerin Şiirlerinde Mevlevîlik Unsurları, Ankara: Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Doktora Tezi, 1999. ERKUL, Rasih, Birrî Mehmed Dede (Magnisalı): Hayatı, Edebî Kişiliği ve Dîvânı’nın Tenkitli Metni, Konya: Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Doktora Tezi, 1992. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 103 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Eda TOK ERAYDIN, Selçuk, Tasavvuf ve Tarikatlar, İstanbul: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, 2011. FERİDUN BİN AHMED-İ SİPEHSÂLÂR, Mevlâna ve Etrafındakiler, çev.: Tahsin Yazıcı, İstanbul: Pinhan Yayınları, 2011. GÖLPINARLI, Abdülbâki, Tasavvuftan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri, İstanbul: İnkılâb Yayınevi, 2004. GÖLPINARLI, Abdülbaki, Mevlevî Adab ve Erkânı, İstanbul: İnkılâb Yayınevi, 2006. GÖRE, Zehra, ‘Adnî Receb Dede, Hayatı ve Eserleri, Konya: Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Doktora Tezi, 2004. HİDAYETOĞLU, Ahmet Selahattin, Nesib Dede Hayatı, Eserleri ve Divanının Tenkidli Metni, Konya: Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Doktora Tezi, 1996. MERMER, Ahmet, Mezâkî Hayatı, Edebi Kişiliği ve Divanı’nın Tenkitli Metni, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayını, 1991. ŞEMSEDDİN SAMİ, Kâmûs-i Türkî, İstanbul: Çağrı Yayınları, 2007. TOP, Hüseyin, Mevlevî Usûl ve Âdâbı, İstanbul: Ötüken Yayınları, 2007. ULUDAĞ, Süleyman, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 2001. ULUDAĞ, Süleyman, İslam Açısından Müzik ve Semâ, İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 2004. YÖNDEMLİ, Fuat, Mevlevîlikte Semâ ve Mûsıkî, İstanbul: Nüve Kültür Merkezi Yayınları, 2007. 104 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 Genel İlkeler SÛFÎ ARAŞTIRMALARI-SUFİ STUDİES DERGİSİ 5. CİLT HAKEMLERİ∗ Prof. Dr. Ziya AVŞAR (Niğde Üniversitesi) Prof. Dr. Ârif BİLGİN (Sakarya Üniversitesi) Prof. Dr. Nusret ÇAM (Ankara Üniversitesi) Prof. Dr. Ahmet ÇAYCI (Necmettin Erbakan Üniversitesi) Prof. Dr. Şenol ÇELİK (Balıkesir Üniversitesi) Prof. Dr. İsmail GÜLEÇ (Sakarya Üniversitesi) Prof. Dr. Haşim KARPUZ (Selçuk Üniversitesi) Prof. Dr. Atabey KILIÇ (Erciyes Üniversitesi) Prof. Dr. Orhan KILIÇ (Fırat Üniversitesi) Prof. Dr. Nihat ÖZTOPRAK (Marmara Üniversitesi) Doç. Dr. Mustafa ALKAN (Gazi Üniversitesi) Doç. Dr. Selim KARAHASANOĞLU (İstanbul Medeniyet Üniversitesi) Doç. Dr. Süleyman SOLMAZ (Pamukkale Üniversitesi) Doç. Dr. Sultan Murat TOPÇU (Erciyes Üniversitesi) Doç. Dr. Mustafa YILDIRIM (Necmettin Erbakan Üniversitesi) Doç. Dr. Anıl YILMAZ (Celal Bayar Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Süleyman EROĞLU (Uludağ Üniversitesi) ――――――――― ∗ Liste, unvan ve soyadına göre düzenlenmiştir. Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 105 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği SÛFÎ ARAŞTIRMALARI-SUFI STUDIES DERGİSİ YAYIN İLKELERİ GENEL İLKELER 1. Sûfî Araştırmaları-Sufi Studies Dergisi, hakemli bir dergi olup yılda altışar aylık dönemler hâlinde iki sayı olarak yayımlanır. 2. Sûfî Araştırmaları-Sufi Studies Dergisinde, Tasavvuf ile ilgili bilimsel makaleler, röportajlar, çeviriler, tanıtım yazıları vb. çalışmalara yer verilmektedir. 3. Yazının Sûfî Araştırmaları-Sufi Studies Dergisine gönderilmesi, yayımı için başvuru olarak kabul edilir. Yazılar için telif ücreti ödenmez. 4. Sûfî Araştırmaları-Sufi Studies Dergisinde yayımlanan yazıların içerikleriyle ilgili her türlü yasal sorumluluk, yazarına aittir. 5. Sûfî Araştırmaları-Sufi Studies Dergisi, gönderilen yazılarda düzeltme yapmak, yazıları yayımlamak ya da yayımlamamak hakkına sahiptir. 6. Yayım dili Türkiye Türkçesi olmakla birlikte, gerekli ve uygun görüldüğü durumlarda, diğer Türk lehçeleri, İngilizce, Almanca, Fransızca, Arapça, Farsça ve Rusça yazılara da yer verilmesi mümkündür. 7. Makalenin başında en az 200 kelime olan Türkçe öz, 5 kelimelik anahtar kelimeler; İngilizce başlık, İngilizce özet ve İngilizce anahtar kelimelere yer verilmelidir. 8. Yazının başlığının altında yazar adı, unvanı, görev yaptığı kurum ve kendisine ulaşılabilecek e-posta adresi gibi bilgilere yer verilmelidir. 9. Dergiye gönderilen yazıların daha önce başka bir yerde yayımlanmamış olması gerekmektedir. Kitap hâlinde yayımlanmamış sempozyum bildirilerinin yayımı ise, bu durumun belirtilmesi şartıyla mümkündür. 10. Yazılar, mutlaka Yazım Kılavuz unda belirtilen formatta gönderilmelidir. Bu formatta gönderilmeyen yazılar değerlendirmeye alınmayacaktır. 106 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 Genel İlkeler YAZIM KILAVUZU SAYFA DÜZENİ 1. Yazılar, Microsoft Word programında yazılmalı ve sayfa yapıları aşağıdaki gibi düzenlenmelidir: Kağıt Boyutu A4 Dikey Üst Kenar Boşluk 5,4 cm Alt Kenar Boşluk 5,4 cm Sol Kenar Boşluk 4,5 cm Sağ Kenar Boşluk 4,5 cm Yazı Tipi Garamond Yazı Tipi Stili Normal Boyutu (normal metin) 11 Boyutu (dipnot metni) 9 Paragraf Aralığı 6 nk Satır Aralığı Tek (1) 2.Özel bir yazı tipi (font) kullanılmış yazılarda, kullanılan yazı tipi de, yazıyla birlikte gönderilmelidir. 3.Yazılarda sayfa numarası, üst bilgi ve alt bilgi gibi ayrıntılara yer verilmemelidir. 4.Makale içerisindeki başlıkların her bir kelimesinin sadece ilk harfleri büyük yazılmalı, başka hiç bir biçimlendirmeye, yer verilmemelidir. 5. İmlâ ve noktalama açısından, makalenin ya da konunun zorunlu kıldığı özel durumlar dışında, Türk Dil Kurumunun imlâ Kılavuzu esas alınmalıdır. 6. Metinlerde dipnot bölümleri için, Dipnotlar sayfa altında sıralı numara sistemine göre düzenlenmeli ve aşağıda belirtilen kaynak gösterme usullerine uyulmalıdır: a. Kitap: Basılmış eser; yazar-yazarların ad ve soyadı, eser adı (italik), çeviri ise çevirenin, tahkikli ise tahkik edenin, sadeleştirme ise sadeleştirenin, edisyon ise editörün veya hazırlayanın, yayınevi, kaçıncı baskı olduğu, baskı yeri ve tarihi, cildi, sayfası. Tek yazarlı Mahmut Erol Kılıç, Sûfi ve Şiir Osmanlı Tasavvuf Şiirinin Poetikası, İstanbul: İnsan Yayınları, 2008, s. 20. Çok yazarlı Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 107 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Gülbün Mesera vd., A. Süheyl Ünver Bibliyografyası, İstanbul: İşaret Yayınları, 1998, s. 50. (Kaynakça kısmında hazırlayanların hepsi yazılmalıdır) Derleme M. Öcal Oğuz (edit.), Türk Halk Edebiyatı El Kitabı, Ankara: Grafiker Yayıncılık, 2004. Çeviri William C. Chittick, Tasavvuf Kısa Bir Giriş, çev. Turan Koç, İstanbul: İz Yayıncılık, 2006, s. 10. b. Tez örnek: Barihuda Tanrıkorur, Türkiye Mevlevîhanelerinin Mimari Özellikleri, c. 1 Metin-, Konya: Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Doktora Tezi, 2000, s. 51. c. Yazma eser: Yazar adı, eser adı (italik), kütüphanesi, varsa kütüphane bölümü, kayıt numarası, varak numarası. Örnek: Mehmed Emin Tokadî, Şerh-i Kelimât-ı Hâcegân, Millet Ktp., Ali EmîrîŞer‘iyye, no: 832, vr. 18a. d. Hadis kitaplarında, ilgili eserin hadis alanında meshur olan referans yöntemi kullanılmalıdır. Örnek: Buharî, es-Sahîh, İman 1. e. Makale: Yazar adı soyadı, makale adı (tırnak içinde), dergi veya eser adı (italik), çeviri ise çevirenin adı, cildi/ sayı numarası (tarihi), sayfası. Telif makale örnek Ahmet Yaşar Ocak, “Babaîler İsyanından Kızılbaşlığa: Anadolu’da İslam Heterodok-sisinin Doğuş ve Gelişim Tarihine Kısa Bir Bakış, Belleten, LXIV/239 (Nisan 2000), Ankara: Türk Tarih Kurumu, s. 147. Çeviri makale örnek Wilferd Madelung, “Zeydilik ve Tasavvuf”, çev. Salih Çift, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 9/9 (2000), Bursa: Uludag Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, s. 233. f. Basılmış sempozyum bildirileri: Yazar adı soyadı, bildiri adı (tırnak içinde), sempozyum kitabının adı (italik), Basım yeri: Yayınevi, basım tarihi, sayfası. Basılmış bildiri örnek Ahmet Ögke, “Yiğitbaşı Velî’nin Tasavvuf Anlayışının Temel Özellikleri”, Manisalı Yiğitbaşı Velî Ahmed Şemseddîn-i Marmaravî Sempozyumu 26 Nisan 2008 Bildiriler, haz. Mehmed Veysî Dörtbudak, Gürol Pehlivan, Manisa: Yiğitbaş Vakfı Yayınları, 2009, s. 63. 108 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 Genel İlkeler g. Basılmış ansiklopedi maddeleri: Yazar adı soyadı, madde adı (tırnak içinde), ansiklopedinin adı veya kısaltması (italik), cilt numarası, basım yeri: Yayınevi, basım tarihi, sayfası. Basılmış ansiklopedi maddesi örnek: Tahsin Yazıcı, “Derviş”, DİA, 9, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 1994, s. 189. h. Kitapta bölüm: Yazar adı soyadı, bölüm adı (tırnak içinde), kitabın adı (italik), editör adı, basım yeri: yayınevi, basım tarihi, sayfası. Metin Ekici, “Araştırma Yöntemleri”, Türk Halk Edebiyatı El Kitabı, ed. M. Öcal Oğuz, Ankara: Grafiker Yayınları, 2004, s. 100. ı. Dipnotlarda kullanılan kaynak ilk geçtigi yerde yukarıdaki şekilde tam künye ile verilmelidir. İkinci defa gösterilen aynı kaynaklar için; yazarın soyadı veya meşhur adı, eserin kısa adı, birden çok cilt varsa cildi ve sayfa numarası yazılır. Örnek: Kuşeyrî, er-Risale, s. 21. i. Arapça eser isimlerinde, birinci kelimenin ve özel isimlerin baş harfleri büyük, diğerleri küçük harflerle yazılmalıdır. Farsça, İngilizce, vb. diğer yabancı dillerdeki ve Osmanlı Türkçesi ile yazılan eser adlarının her kelimesinin baş harfleri büyük olmalıdır. j. Birden çok yazarı ve hazırlayanı olan eserlerde her şahıs isminden sonra virgül konmalıdır. k. Ayetler italik karakterle yazılmalı, referansı (sure adı, sure no/ayet no) sırasına göre verilmelidir. Örnek: El-Bakara, 2/10. l. İnternet kaynaklarında yararlanıldığı tarih belirtilmelidir. Örnek: http://www.freeminds.org/ts3/km368.tif (05.05.2008) m.Dipnot referans numaraları noktalama işaretlerinden sonra konulmalıdır. 7. Makalenin sonunda kaynakça verilmelidir. Bu kaynakça şu şekilde düzenlenmelidir: Kitap için: Dipnotlardakinin aynı olmalı; sadece yazar soyadı büyük harflerle yazılarak başa alınmalı ve sayfa numarası verilmemelidir. Örnek: KÖPRÜLÜ, Fuad, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 1991. Makale için: Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 109 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Dipnotlardakinin aynı olmalı; sadece yazar soyadı büyük harflerle yazılarak başa alınmalı ve sayfa numarası verilmemelidir. Örnek: OCAK, Ahmet Yaşar, “Babaîler İsyanından Kızılbaşlığa: Anadolu’da İslam Heterodok-sisinin Doğuş ve Gelişim Tarihine Kısa Bir Bakış, Belleten, LXIV/239 (Nisan 2000), Ankara: Türk Tarih Kurumu. 110 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 Genel İlkeler ARTICLE SUBMISSON 1.Journal of Sufi Studies is a peer-reviewed semi-annual international periodical. 2. The content of Journal of Sufi Studies includes academic articles, reviews, translations, interviews and the like in the field of Islamic mysticism. 3. When sent to Journal of Sufi Studies, an article is presumed submitted. There will be no payment of royalties. Author of a published article bears legal responsibilities. 4.Editors of Journal of Sufi Studies have the right to determine whether to publish an article or to reject it. They also may correct mistakes in an article. 5. The publication is in Turkish, but when it is necessary, articles in Turkic dialects, English, German, French, Arabic, Persian, and Russian can be published. 6.A 200-word summary and key words should be attached. 7. Author of an article must include his/her title, institute, and contact information. 8.The article has to be published for the first time. A symposium paper can be accepted if not published before. 9.Articles must be typed in the format below, otherwise they will be rejected. STYLE GUIDELINES 1. Articles must be typed with Microsoft Word in the format below. Page size A4 Portrait Margins Top 5.4 cm Bottom 5.4 cm Left 4.5 cm Right 4.5 cm Font Garamond Style Normal Font size Body text 11 Footnotes 9 Space between paragraphs 6 nk Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10 111 Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği Line Space Single (1) 2. If special characters are used, the fonts must be sent, too. 3. There must be no page numbers, footers, or headers. 4. Headings must be typed in ‘Title Case’ with no other formatting. 5. Reference Format and Examples: a. Book: Author’s Last Name, First name initial. Title of the book. City of Publication: Publishing Company, year of publication, pages. b. Thesis Author’s Last Name, First name initial. Title of the thesis. City of university: Institute/University, year, pages. c. Manuscript Author’s Name. Title of the book. Library, cataloguing number, pages. d. Hadith Collections Sample: al-Bukhari, al-Sahih, Faith 1. e. Journal Author’s Last Name, First name initial. “Title of the article.” Title of the magazine, volume number, (issue number), pages. f. Published symposium paper Author’s Last Name, First name initial. “Title of the paper.” Symposium, City of Publication: Publishing Company, year of publication, pages. g. Encyclopedia entry Author’s Last Name, First name initial. “Title of the entry.” Encyclopedia, Volume, City of Publication: Publishing Company, year of publication, pages. h. Section of a book Author’s Last Name, First name initial. “Title of the section.” Title of the book, editor’s name, City of Publication: Publishing Company, year of publication, pages. 112 Sûfî Araştırmaları - Sufi Studies SAYI 10
Benzer belgeler
xvıı. yüzyıl mevlevî şairlerin şiirlerinde semâ
years under the rule of different administrators and different places.
After passed away of Mawlana, Mawlawis spread to western and central Anatolia to domain and survive throughout the 14th centur...