Farabi`nin mutluluk anlayışı
Transkript
Farabi`nin mutluluk anlayışı
1 T.C. ERCİYES ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FARABİ’NİN MUTLULUK ANLAYIŞI Tezi Hazırlayan Mehmet Kasım ÖZGEN Tezi Yöneten Prof. Dr. Hasan ŞAHİN Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalı Doktora Tezi Ağustos 2005 KAYSERİ 2 3 ÖNSÖZ Yüksek lisans çalışmamızdan1 sonra en çok karşılaştığımız soruların başında mutluluk kavramıyla ilgili olanlar geliyordu. Bu çalışmamızda sadece mutluluk ile ahlak arasındaki bağı incelemiş ve bunların biri ötekini inşa edecek şekilde aralarında güçlü bir bağ olduğu tespitini yapmıştık. Ancak, bu çalışmadan sonra Farabi’nin mutluluk anlayışı ve ahlak felsefesi, zihnimizi daha ciddi bir şekilde meşgul etmeye başladı. Zihnimizde bu iki problemi yoğurdukça Farabi'nin ahlak felsefesi ile mutluluk anlayışının iki ayrı konu olarak ele alınması gerektiği sonucuna vardık. Sonuçta Farabi'nin mutluluk anlayışını diğer filozoflardan bağımsız olarak incelemeye karar verdik. Onun ahlak felsefesinin de ayrıca ele alınıp incelenmesi, felsefi kültürümüzün ikinci öğretmeni olan Farabi'nin düşünceleri hakkında daha fazla aydınlanmamızı sağlayacaktır. Çalışmamızda konuyla doğrudan ilgili çok farklı eserlerden yararlandık. Bu eserlerden yararlanırken izlediğimiz yöntem, Farabi metinleri üzerinde yorumlama sanatını rahatlıkla kullanmak, metinlerin çağrıştırdığı problemleri tartışmaya açmak oldu. Hangi şekilde olursa olsun yararlandığımız her eseri mutlaka belirtmeye özen gösterdik. Bazı eserlerden doğrudan alıntılar yaptık, bazılarından ise sadece yorumlama, fikir verme, yaklaşım tarzlarından istifade etme şeklinde yararlandık. Bazı yerlerde de daha detaylı bilgi almak isteyen okuyucu için sadece eserlerin adını vermekle yetindik. Konunun içinde derinleştikçe kendimizde daha fazla eksiklik içinde görmeye başladık. Örneğin, mutluluk anlayışının siyasal yaşamdaki boyutlarına sık sık değinmemize karşın, konunun dağılmaması açısından istemeyerek bir parça yüzeysel kalmaya mecbur olduk. Bu nedenle, Farabi'nin siyasal yaşamdan kastettiği şeyi “şehir” kavramıyla, bir başka deyişle şehirleşmeyle sınırlı tuttuk. Örneğin başkanın görevlerinden söz ederken, şehir sözünün anlamını bizatihi şehir yöneticisinin görevleri ile sınırlı tutmayı tercih ettik. Ayrıca mutluluğun ilahi güçlerle olan ilişkisini oldukça önemli bulmamıza rağmen, ona önemi oranında eğilemediğimizin bilincindeyiz. Bu çalışma, Farabi'nin felsefi sisteminin bütünlüğü arka planda tutularak, onun mutluluk anlayışını incelenme boşluğunu doldurmaya adaydır. Konumuzla ilgili olarak, değerli hocamız Prof. Dr. Mehmet Aydın’nın “Farabi ve Gazali’de Mutluluk Kavramı” 1 Mehmet Kasım Özgen, Farabi' de Mutluluk Ahlak İlişkisi, İnsan Yayınları, İstanbul, 1998 4 konulu doktora tezi hocamızın kendi ifadesiyle, “felsefeyle ilgilenenlerin ufkunu ve önünü açmaya yönelik” önemli bir çalışmadır. Gerçekten de gerek bu çalışmada, gerekse kendisiyle bu konuyla ilgili yaptığım her diyalogda, ufkumun açıldığını ve yeni fikirler edindiğimi gördüm. Hocamızın katkılarını her zaman şükran ve minnetle anacağım. Biz bu tezde, mutluluk sorununa günümüzün bakış açılarından da yararlanarak, Farabi’nin neden mutluluğu konu edindiğini ve mutluluğun niçin insanın bir yaşam tarzı olması gerektiğiyle ilgili görüşleri üzerinde yoğunlaştık. Böyle bir çalışmanın mevcut boşluğu dolduracağı konusunda beni bilgilendiren, projelendirilmesi dâhil, çalışmanın şekillenmesi ve ortaya çıkmasında gereken her türlü destek ve kılavuzluğunu benden esirgemeyen, bana böylesine derin bir konunun içerisine atılma cesaretini veren, Farabi'nin zor metinlerini anlamayı ileri yorumlarıyla bana kolaylaştıran hocam Prof. Dr. Hasan Şahin’e olan şükran duygumu belirtmeden geçemeyeceğim. Ayrıca, Prof.Dr. Ünver Günay’a ve Sosyal Bilimler Enstitüsünün tüm görevlilerine ve Doç.Dr. A.Kamil Cihan, Arş. Göv. Salih Yalın’a teşekkürü bir borç bilirim. Son olarak, Dr. Coşkun Güler, Dr.Şükran Güler ve sevgili eşim Zübeyde Özgen’e bana verdikleri destekten dolayı teşekkür ederim. Mehmet Kasım ÖZGEN Kayseri -2005 5 ÖZET Tezin konusu Farabi’nin Mutluluk Anlayışıdır. Farabi mutluluğu hayatın, varoluş amacı olarak görmektedir. Farabi’ye göre insanlar mutlu olmak için varolmuşlardır. Hayatın amacı olan mutluluk probleminden Farabi’nin ne aldığı ve mutluluk kavramını nasıl temellendirdiğini araştırmak tezin amacıdır. Mutluluk, her zaman kendinden dolayı seçilen bir amaçtır. Asla birbaşka şeyin aracı olarak seçilmez. Mutluluk başka bir şey için araç olarak seçilmeyen bir şey olduğundan dolayı en yüksek amaçtır. İnsan seçim gücüne sahiptir ve seçmek için önünde birçok amaçlar vardır. Kimi amaçları, başka amaçların aracı olarak seçeriz. Dolayısıyla bu amaçlar mutluluğa kıyasla yetkin amaçlar değildirler. Ancak mutluluğun ötesinde seçebileceğimiz birbaşka amaç daha yoktur. Bu nedenle mutluluk insanın önünde duran tek yetkin bir amaçtır. Aynı zamanda mutluluk kendine yeter bir iyidir. Mutluluğa götüren her şey iyidir, mutluluğa engel olan ise kötüdür. Mutluluğu kazanma yolunda iyilik bize yol işaretleri görevini üstlenir. Ne kadar iyiliğe sahip olursak, o kadar mutlu oluruz. Mutluluğun özü insanın iyi olmasıdır. Mutluluk hakkı insanın doğuştan getirdiği bir haktır. İnsan bu hakkını kullanırken kesin olarak özgürlüğe ihtiyacı vardır. Özgür kişi, mutluluğa ait ilkeleri seçme özgürlüğüne sahiptir, ancak mutsuzluğa ait ilkeleri seçme özgürlüğüne sahip değildir. Çünkü Farabi’ye göre insan, insan olmama konusunda özgür değildir. Bir başka deyişle insan, iyi insan olmaya, kendi Tanrısal özünü gerçekleştirmeye mahkûmdur. Mutlu olmak, iyi insan olmak, iyi yaşamak demektir. İyi yaşamak, akla göre yaşamak, erdemli bir yaşam sürüdürebilmek demektir. Bu türden bir yaşamı sürdüren insan, ölümsüz insandır. Ölüm sonrası da en yüksek mutluluğu yaşıyacaktır. Farabi’nin mutluluk kavramından anladığıyla, bugün bizim anladığımız arasında bir hayli fark vardır. Farabi’ye göre mutluluk tesadüfen veya gelişigüzel zevklerle elde edilen bir şey değildir. Mutluluk ciddi ve sürekli bir çaba ister. Mutluluk, insanın işlevini en iyi şekilde yerine getirmesine bağlı bir şeydir. Nasıl ki bir marangoz, iyi bir sediri yapmakla, hem kendi işlevini hem de kendi mutluluğunu kazanmayı garanti altına alıyorsa; aynı şekilde, bilgisini kullanan bir insanın da sahip olduğu koşullarıyla hayatını en iyi hayat yapması gerekir. Anahtar Kavramlar: Mutluluk, Yetkinlik, Erdem, Özgürlük, İyi Hayat. 6 ABSTRACT The subject matter of this thesis is how Farabi defines ‘happiness’. According to Farabi ‘happiness’ is the purpose of existing of the life. He thinks that the human being was created to be happy. The aim of this thesis is to investigate what Farabi understands from the issue of happiness which is the aim of the life and how he bases his claim of the concept of happiness. ‘Happiness’ is always an aim chosen because of it. It is never chosen as a mean of another thing. Happiness is the greatest aim because it cannot be chosen as the mean of another thing. The human being has the ability of selecting and there are numerous aims in front him. Some aims are chosen as the means of others. Therefore, compared to happiness, these aims are not matured aims. However, there is not another aim to be chosen beyond happiness. So, happiness is the only matured aim for the human being. In other words, happiness is a ‘good’ which is sufficient for itself. Anything that takes the human being to happiness is good; on the other hand, anything that deprives him of happiness is bad. Goodness is a guide for the human being to gain happiness. The more goodness we have, the happier we are. The core of the happiness is in the good human being. The right of happiness is given to the human by birth. The human being definitely needs freedom to use this right. A free human being has the right of choosing the principles of happiness; however, he has no right to choose the principles of unhappiness because, according to Farabi, the human being is not free not to be a human. In other words, the human being has to be a good human and realise his holly existence. Being happy means being a good human and living well. Living well means living logically and leading a virtuous life. The human being leading this kind of life is immortal. After death he will experience the greatest happiness. There is a big difference between the happiness Farabi defines and the happiness we define now. According to Farabi happiness is not a thing gained by accident or by ordinary tastes. Happiness requires a real and continuous effort. Happiness is a thing based on the human being functioning perfectly. A carpenter guaranties his functioning 7 and happiness making a good sofa; likewise, in his conditions, a human being using his knowledge must make his life the best. Key Terms: Happiness, Maturity, Virtue, Freedom, Good Life 8 İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ ÖZET ABSTRACT İÇİNDEKİLER KISALTMALAR GİRİŞ BİRİNCİ BÖLÜM TEMEL ÇERÇEVE.............................................................................................10 1. Mutluluğun Kavramsal Çerçevesi..................................................................10 1.1. Mutluluk ve Mutsuzluk.................................................................................29 1.2. Amaçlar ve Araçlar.......................................................................................44 1.3. Yetkinlik ve Eksiklik.....................................................................................52 1.4. İyilik ve Kötülük...........................................................................................62 1.5. Seçme ve Eğilim.............................................................................................74 1.6. Özgürlük ve Kölelik......................................................................................84 1.7. Erdem ve Erdemsizlik..................................................................................90 2. Amaç Olması ve İlişkileri Açısından Mutluluk...........................................100 2.1.Amaç Olması Açısından Mutluluk.............................................................100 2.1.1. Mutluluğun İyi Bir Amaç Olması...........................................................100 2.1.2. Mutluluğun Yetkin Bir Amaç Olması....................................................108 2.1.3. Mutluluğun Seçimlik Bir Amaç Olması.................................................117 2.2. İlişkileri Açısından Mutluluk......................................................................124 2.2.1. Mutluluk Erdem İlişkisi..........................................................................124 2.2.2. Mutluluk Ölümsüzlük İlişkisi.................................................................145 9 İKİNCİ BÖLÜM MUTLULUĞUN ÖZNESİ VE ARACI 1. Mutluluğun Öznesi: İnsan........................................................................153 1.1. Akıl .......................................... ..............................................................154 1.2. Arzu.........................................................................................................167 1.3. Beden.......................................................................................................184 2. Mutluluğun Aracı: Erdem........................................................................201 2.1. Mahiyeti...................................................................................................208 2.2. Türleri......................................................................................................223 2.2.1. Nazarî Erdem.......................................................................................224 2.2.2. Fikrî Erdem..........................................................................................239 2.2.3. Ahlâkî Erdem.......................................................................................248 2.2.4. Sanatsal Erdem....................................................................................254 2.3. Erdemli Eylem........................................................................................266 2.3.1. Erdemli Eylemin Koşulları ................................................................266 2.3.1.1. Ayırt Etme Yetkinliği.......................................................................266 2.3.1.2. Gönüllülük........................................................................................272 2.3.1.3. Alışkanlık..........................................................................................280 2.3.2. Erdemli Eylemin Geliştirilmesi.........................................................288 2.3.2.1. Erdemlerin Amaç Birliği................................................................291 2.3.2.2. Ölçülülük (Orta) Teorisi..................................................................299 2.3.2.3. Eğitim................................................................................................310 SONUÇ..........................................................................................................325 KAYNAKÇA................................................................................................328 10 KISALTMALAR bk. : Bakınız Fusul : Fusulü’l – Medeni H. : Hicri Medine : Kitabü Ârâi ehli’l El – Medineti’l – Fâdıla s. : Sayfa Siyâse : Kitâbü’s – Siyâseti’l – Medeniyye T. : Türkçe Çeviri Tahsîl : Kitâbü Tahsîlu’s – Saâde Tenbih : Kitabü’t - Tenbih ala Sebîli’s – Sa’âde 11 GİRİŞ Ahlâk felsefesi “insan eylemlerini konu edinir, ama doğrudan bu eylemler üzerine hemen eğilmez. Çünkü ahlâk ve ahlâkî yaşayışlar, ilk insandan beri, yani ahlâk felsefesinden önce de vardı. O halde ahlâk felsefesi, yaşanan ahlâk olaylarından önce insan eylemlerini yönlendiren kavramları, ilkeleri ele alır. Bu ilkeler, akla dayanan eylem kurallarıdır. Ahlâk felsefesi, bunları sistemleştirerek hepsi için geçerli genel ilkeler bulmaya çalışır.”2 Söz konusu bu genel ilkelerin bir anlamda ifadesi olan ahlâkın amacı ise “ahlâkçıların büyük bir çoğunluğunun hemen hemen ittifak ettiği, ahlâkın insan için ‘iki dünya mutluluğunu sağlaması’dır. Bu anlayış, Sokrates, Platon, Aristo’dan İbni Miskeveyh’e, oradan da diğer ahlâkçılara intikal etmiştir.” 3 Genel olarak belirtirsek, “ahlâk felsefesinin ahlâkî olana genelde yaklaşımı iki şekilde olmuştur. Bunlardan biri: ‘insan için iyi hayatın ne olduğu’ sorusu ile ‘ insanın nasıl yaşaması gerektiği’ sorularına cevap aradığı dönemdeki yaklaşımıdır. Bu dönemde birinci soru için bazı açıklamalar yapılmış, bu bağlamda bu soruya cevap olarak; bazıları iyi hayatı, zevkli hayatı; bazıları mutlu hayatı, acısız hayatı; bazıları Tanrı’nın buyruklarına uygun yaşanan hayatı önermişlerdir. Bu yaklaşımın içinde olanların ‘insanın nasıl yaşaması gerektiği’ sorusuna cevap olabilecek bazı teklif ve tavsiyelerde bulundukları da görülür.”4 Ahlâk felsefesinin ikinci yaklaşımı ise insan ilişkilerinde “neyin doğru ve neyin yanlış” olduğunu bu alanda çağımızın temel konusu yapan yaklaşım olarak özetlenebilir.5 İkinci yaklaşımda temel olan eylemleri doğru-yanlış, iyi- kötü kavramlarına göre hem analiz etmek hem de eylemleri bu kavramlarla değerlendirmeye tabi tutmaktır. Birinci yaklaşımda ise temel olan, insan için “iyi hayatın” ne olduğu ve belirlenen bu hayat anlayışına göre “yaşamanın” gerekli olduğu konularıdır. Bizim yaklaşımımız ikinci yaklaşım değil, mutluluğu doğrudan sorun edinen birinci yaklaşımdır. Genel anlamda yaklaşımımız “nasıl yaşamalıyım” sorusuyla özetlenebilir. Nasıl yaşamalıyım sorusunu cevaplamak için birçok kavrama başvurulabilir. Örneğin, Tanrı’ya, doğaya, kurallara, genel kabullere, ilkelere, amaçlara, bildiğine, istediğine, sana söylenene, senden istenene, atalara, bilime, iyiye, faydaya, estetiğe, 2 Süleyman Hayri Bolay, Felsefeye Giriş, Akçağ Yayıları, Ankara, 2004, s.181 Hüsamettin Erdem; Ahlâk Felsefesi, Hü-Er Yayınları, Konya Tarihsiz, s.32 4 Erdem, Hüsamettin; Ahlâk Felsefesi, s.15 5 Harold H,Titus; Living Issues In Philosophy, Van Nostrand Reinhold Company, Canada 1964, p.358 3 12 hazza ve zevke göre yaşamalıyım cevapları, başvurulan bu kavramlardan bir kısmıdır. Nasıl yaşamalıyım sorusunu, Farabi'nin “mutluluk” kavramına dayanarak cevaplandırmak tez konumuzdur. Farabi'nin ahlâk felsefesinde mutluluk kavramı, insan yaşamını doğrudan ilgilendiren önemli bir kavramdır. Farabi metinlerindeki mutluluk kavramını bir problemi ele alır gibi sorgulamak, analizini yapmak, onun mutluluk anlayışını kavramak, aynı zamanda bize, nasıl yaşamalıyım sorusunun cevabını da verecektir. Bu cevabın doyurucu olması için, Farabi'nin mutluluk kavramını oluşturan alt kavramları teker teker analiz etmek, onları gerekirse kendi içinde bileşenlerine ayırmak ve daha sonra bunları Farabi'nin düşünce sistemiyle genel anlamda tutarlı olacak bir biçimde toparlamak bu çalışmada temel yöntem olarak gözetilmiştir. Bu yöntem, Farabi' nin mutlulukla ilgili kavramlarını teker teker analiz etmek ve mutluluk sorusunu onun anlayışına göre temellendirmek şeklinde özetlenebilir. Farabi (öl.338/950) döneminin en önemli filozofu olarak kabul edilir ve “ikinci muallim” unvanıyla anılır. Farabi’nin eserlerinde yer alan konuları göz önüne aldığımızda, bütün dünyanın, özellikle İslam dünyasının onun görüşlerine muhtaç olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Doğuda ve batıda Farabi üzerine yapılan inceleme, araştırma, tez ve tartışmaların kabarık listesi de bunu desteklemektedir. Farabi felsefesine yönelik bu ihtiyaç ve ilgi, gelecekte de devam edecek gibi görünüyor. Bu ihtiyaç ve ilgiyi iki temel nedene bağlayabiliriz: Birincisi; sistem sahibi filozofların kılavuzluğuna her çağda ve her toplumda ihtiyaç duyulmasıdır. Özellikle bu ihtiyaç ve ilgi, Ortaçağ İslam Felsefesini tanıma çabalarını da kapsayacak ölçüde genişleyince, İbn-i Sinâ, İbn-i Bâcce, İbn-i Tufeyl ve İbn-i Rüşt’ten önce ortaya çıkmış olan Farabi ve felsefesinin önemi daha da artar. Ayrıca buna o dönemde Platon, Sokrates, Aristo’yla özdeşleşen Klasik Yunan kültürüne karşı Müslümanların takındığı tavrı öğrenme merakı da eklenince, Farabi'nin felsefesine duyulan ihtiyaç daha da belirginleşiyor. Farabi felsefesine karşı ilginin ikinci nedeni, onun felsefî sisteminde işlediği birçok kavramın, özellikle mutluluk kavramının günümüzde de hala canlılığını korumasıdır. “Farâbî’nin Mutluluk Anlayışını” tez konusu seçmemizdeki ikinci önemli neden de işte budur. Nitekim Farâbî’nin metafizik, kozmoloji, epistemoloji, teoloji, psikoloji, antropoloji, siyaset ve ahlâk alanlarındaki görüşlerini içeren çeşitli eserler basılmıştır. 13 Doğu’da ve Batı’da Farabi hakkında, birçok kişi çalışmakta, araştırma ve incelemeler yapmaktadır. İnsanın mutluluğu, Farabi'nin felsefesinde birbirinden kopmaz bir sisteme bağlıdır. Çünkü Farabi'nin sistemi yukarıda saydığımız tüm alanlarda birbirine bağlı durumdadır. Farabi, mutluluk anlayışını bu sistem içerisinde temellendirir. Öyle ki Farabi'de mutlulukla ilgili olmayan hemen hemen hiçbir alan yoktur. Tez konumuzun önemini daha iyi anlamak için Farabi'nin sistemini biraz açmakta yarar vardır. Farabi, İlk Varlık’tan sonra birtakım ayrı akıllardan söz eder. Bu akıllar, doğrudan insan mutluluğuyla ilgili görülen Faal Akılda son bulur. Aynı zamanda İlk Varlık ve diğer varlıklar arasında sürekli bir ilişki de vardır. Farâbî’nin kozmik sistemine örnek olması bakımından Faal Akıl ve mutluluk arasında görülen ilişkiye kısaca değinmek gerekir. İnsan mutluluğunda, Faal Aklın rolü gözden kaçırılmayacak kadar önemlidir. Zira Farabi'ye göre insanı insan yapan düşünce gücü, özü itibariyle fiil halinde değildir. Ancak Faal Akıldır ki, onu bilfiil kılar ve diğer şeyleri bilfiil düşünülür duruma getirir. Böylece insan, Faal Akıl derecesine ulaşır. İşte insan bu dereceye ulaşınca mutluluğu kazanmış olur. Farabi'de insanın Faal Akıl derecesine ulaşmasının adı ittisaldir. İttisal insanın ulaşabileceği en yüksek mutluluktur. Farabi'nin sisteminde Faal Akıl - mutluluk bağlantısı kozmik düşünce sisteminin bir sonucudur. Farabi'nin sisteminde içsel anlamda da Faal Aklın etkisi vardır. Bilindiği gibi mutluluk ile bilgi arasında önemli bir ilişki vardır. Farabi'nin mutluluk anlayışında bilgi oldukça önemlidir. Farabi'ye göre bilginin Faal Akılla bir şekilde irtibatı vardır. Faal akıl, öncelikle, insana, insanî yetkinlikleri kendi başına araştırmak veya araştırmada güçlü kılmak için bir güç ve ilke verir. Bu ilke, ilk bilgilerden ve nefsin düşünen kısmında var olan ilk düşünülürlerden (ma’kulat) ibarettir. Faal Akıl, insana bu gücü, duyum, arzu, istek ve irade gibi güçlerin meydana gelmesinden sonra verir. Faal Akıldan nefsin düşünen gücüne düşen ilk bilgiler, nazari ve fikrî erdemden doğan seçme gücünün var olmasına bağlıdır. İnsanî özün gerçekleştirilmesine yardımcı olan da yine bu güçtür. Aynı zamanda bu seçme sadece insana özgü olup, insan ancak bununla ahlâkî kavramların (iyilik, kötülük, erdem, mutluluk) sahibi olabilir. İnsan için mutluluk – mutsuzluk, erdem – erdemsizlik, ödül – ceza, övmek ve yermek de seçmenin var olmasıyla anlam kazanır. Aynı zamanda insanda seçme gelişince; insan mutluluğu 14 arayıp aramamaya, iyiyi ve kötüyü, güzeli ve çirkini yapıp yapmamaya ve bunları cisimleştirebilmeye; gücü, şevki, niyeti ve sanatı yeterli hale gelir. Mutluluk, Farabi'ye göre siyasi yaşamla da doğrudan ilgili görünüyor. Ona göre, her insan hayatını korumak, devam ettirmek, güven içinde yaşamak ve en üstün yetkinliği elde etmek için birçok şeye ihtiyaç duyacak biçimde dünyaya gelmiştir. İnsanın bütün bu ihtiyaçlarını tek başına sağlaması da mümkün değildir. Tersine, insan, ötekine, yani başka insanlara da muhtaçtır. Bu yüzden, insanların sahip olduğu doğal yapının kendilerine verilmesindeki asıl amaç olan birlikte oluşturulacak yetkinliğe, yani mutluluğa erişmeleridir. Bu ise ancak onların birbiriyle yardımlaşan – dayanışan topluluklar kurmalarıyla mümkündür. Temeli işbölümü olan böyle bir topluluk, en üstün iyilik ve en üstün yetkinliğe ancak şehirde ulaşabilir. Şehir oluşturamayan toplumlar üstün yetkinliğe ulaşamazlar. Zira Farabi'ye göre şehir (el-medine), yetkinlik mertebelerinin ilkini temsil eder. Ancak insanların şehir oluşturma yetkinliği en son yetkinlik değil; ilk yetkinliktir. Aristo siyasetin en yetkin alanı olarak sadece şehri (site) görmesine karşılık; Farabi, şehri, yetkinliğin ilk basamağı olarak görmekte ve yetkinlik ufkunu daha geniş tutarak, şehirlerin birleşmesi olarak ulus ve nihayetinde ulusların birleşmesi olarak bütün dünyayı görmektedir. Farabi'nin mutluluk problemiyle ilgili müstakil eserler vermiş olması dikkat çekicidir. Bu problemi biraz detaylandırmamız gerekirse şunları söyleyebiliriz: Genel anlamda mutluluk ve özel anlamda Farabi Felsefesi’nde mutluluk nedir ve nasıl temellendirilmiştir? Mutluluk ve erdem arasında nasıl bir ilişki vardır? Mutluluğun aracı nedir? Farâbî’de “nasıl yaşamalıyım” sorusunun cevabı mutluluğun aracı olarak “erdem” ise; bu durumda erdem nedir? Bu türden sorular, konumuzun problem boyutunu gösteren birtakım sorulardır. Çalışmamızda yeri geldikçe bu problemlerin çözümlerine değindik, tartışmaya açıktık. İnsan kendini gerçekleştirmek, aynı zamanda geliştirmek ister. Farabi'ye göre insanın özünü gerçekleştirmesinin ve geliştirmesinin genel adı mutluluktur. Ancak insan bu özünü gerçekleştirmeden de yani mutluluk durumuna erişmeden de, büyük fiziki hazlar yaşayabilir ve bunu mutluluk olarak da nitelendirebilir. Nitekim Farabi “gerçek mutluluk” ile “mutluluk sanılan” şey arasındaki farka dikkat çeker. Bundan dolayı asıl amacımız Farabi'nin gerçek mutluluk anlayışını ortaya çıkarmaktadır. Bu konuyla ilgili 15 son olarak, Farabi'nin genel sistemini zedelemeden konunun güncelleştirilmesinin yapılması ek bir amaç olarak göz önüne alınmıştır. Gerçekten de genel anlamda mutluluk sorunu, birey olarak insanın ilgelenmesi gereken önemli bir sorundur. Sorundur, çünkü bir ömür boyu onunla uğraşmamız gerekir. Önemlidir diyoruz, çünkü insan hayatında mutluluktan daha güzel bir başka şey keşfedilmiş değildir. İnsan, mutluluk yolunda yürüdükçe mutluluğun güzelliğini tadar. Mutluluk, süreklilik, tutarlılık ve ara verilmeyen bir çaba ister. Başka bir deyişle mutluluk, iyi niyet ve sürekli bir çabaya bağlıdır. Mutluluk iç ve dış fırtınalara teslimiyetten daha çok onlara karşı olan aktiviteden ibarettir. Tüten bir baca, işlenmiş bir tarla, yetkin bir şehir, sevgi dolu bir aile, iyinin konu edinildiği bir sohbet, çıkarsız bir dostluk, bilgi dolu bir beyin, seçime dayalı eylemler, iyi bir karakter ve sanatsal bir nesne mutluluğun birer sembolleridir. Mutluluk, yolunda çaba harcandıkça, bu en yüksek amaç uğruna acılara göğüs germeyi öğrendikçe, yetkinlik için kendisini kontrol etmeyi başardıkça kazanılır. İşte mutluluk yolunun sonu dediğimizde, mutluluk yolunda yürümeyi bıraktığımızda; artık mutsuzlukla uğraşmak zorunda kalırız. Mutluluğun tersi olan mutsuzluk kötülüktür.6 Bu nedenle “Mutluluk aynı zamanda ahlâkî bir yükümlülüktür.”7 Çünkü ahlâkî yaşamın hedefi mutluluktur. Mutluluk bilinç ve cesaret işidir. Aldanma sonucu mutluluk sözde mutluluktur. Mutluluk bir bilgi işidir: Fark etme, ayırt etme, yargılama, düşünebilme işidir. Farabi' nin deyimiyle, mutluluk “fikir yetkinliğine” sahip olabilmek işidir. Ayrıca iyi bir karaktere sahip olmak mutluluk için gerekli bir koşuldur. Çünkü mutluluk, ancak iyi bir karakterle kazanılır. İnsan, mutluluğu, sorunlardan, acılardan, kaygılardan azade bir ruh hali olarak düşünmemelidir. İnsan gerçekle yüz yüze, hayatın sorunlarıyla iç içe olduğu halde mutlu olabilir. Mutluluk açısından öncelikli soru şudur: Neden mutluluğun peşindeyiz? Gerçekçi olduğumuz, gerçeği anlamaya, yorumlamaya, sorunlarıyla baş etmeye çabalamak, kısacası araştırmak için. Bilmek ve kavramak için. Mutluluk iç ve dış özgürlüğe kavuşabilmede bir dönüm noktasıdır. Mutlu insan, kendi iç dünyasında gezebilen, kendi içinde kolayca dolaşabilen; kendini tanımaktan ürkmeyen özgür bir insandır. 6 Farabi; Fusulü’l-Medeni, Beyrut, 1993, s.80; T: (çev.: Hanifi Özcan) Dokuz Eylül Üniversitesi Yayınları, İzmir, 1987, s.59 7 Dennis Prager; Mutluluk Ciddi Bir Sorundur ( Çev.:Orhan Tuncay ) , Alkım Yayınevi , İstanbul Tarihsiz, s.13 16 Mutluluk, ayırt etme yeteneğiyle başlar. Mutluluk gönüllülük ister. Geçmişi üstlenip, eleştirip, eleyip, yorumlayıp geleceğe doğru yürüyebilmeyi gerektirir. Tek başına mutlu olunmaz, birlikte olunur. Mutlu insan, aklı, duyguları ve bedeni bir bütün halinde yaşar. Duygu ve aklıyla iletişime geçer, onları tanır. Bedeninden gelen enerjiye, mesajlara, uyarılara açıktır. Mutlu insan, kendini aşmak, öğrenmek, üretmek ister. Mutluluk, olanaklarını ve kendisini gerçekleştirme çabasında yatar. Mutsuz insan, olanaklarını keşfetse de, kendisini gerçekleştirmeyendir. Mutsuzluk, insanın yaşama beceriksizliğidir. Kendini gerçekleştirmeyen, en iyi amaca göre hayal kuramayan, görüşlerini açık açık dile getiremeyen insan, mutlu olmaz. Mutluluk bir haz hali değildir. Bir karakterdir. Mutlu insan bu ahlâkî karakteriyle başına gelmiş ve gelecek olanları yaşar. Mutlu insan yerinde duramaz, etkindir; sorumludur. Gelip geçici bir hal değil de bir karakter oluveren mutluluk, bize yaşam boyu destek olabilecek bir güçtür.8 Söz konusu bu destek gücünü sadece manevi anlamda değil, fiziki anlamda da anlamak gerekir. Çünkü mutluluk, aynı zamanda, ruh ve beden arasında güçlü bağdan dolayı daha sağlıklı olmamızı da sağlar.9 Mutluluk, değerlerine erişen insanın bilincinde doğan bir olumluluk duygusudur. Üretken, çalışmaya değer veren bir insan için mutluluk, onun kendi hayatına hizmet yolundaki başarısının ölçüsüdür. Mutluluk, çelişkisiz, cezası ve suçluluk duygusu olmayan, insanı tahrip etmeyen bir neşe demektir.10 Bu türden bir neşe kutsala yakın olan bir neşedir. Kozmik dansın ritmine kendini kaptıran insanın vecd halidir. Williman Glasser “yaptığımız her şey kendi seçimimizdir. Buna, hissettiğimiz mutsuzluk da dâhildir. Başkaları bizi ne mutlu ne de mutsuz edebilir. Onlardan alabileceğimiz ya da kendilerine verebileceğimiz tek şey varsa o da bilgidir. Ancak tek başına bilgi, ne bize bir şey yaptırabilir, ne de hissettirebilir. Bilgi önce beynimize girip işlemden geçer. Ne yapacağımıza bundan sonra karar veririz. Hareketlerimiz ve düşündüklerimizin hepsini, dolaylı olarak da duygularımızın tamamına yakınını kendimiz seçeriz”11 derken gerçekten de çok doğru bir tespit yapmaktadır. Çünkü, klasik filozofların hemen hemen hepsi mutluluğun bir seçime dayandığı konusunda birleşmektedirler. Ayrıca bunların bir seçim anlayışı geliştirmeleri de dikkaten kaçacak bir durum değildir. 8 Ahmet İnam; Mutsuzluk, Bilim ve Ütopya, sayı 60, Ankara, 1999, s.58-59 Mehmet C. Öz, Michael F. Roizen, Kullanım Kılavuzunuz, Koridor Yayınları, İstanbul, 2005, s.69 10 Sabahattin Sakman; Rasyonel İnsanın Felsefesi, Aklaçağrı Yayınları, İstanbul 1998, s.75 11 William Glasser, Kişisel Özgürlüğün Psikolojisi, “Seçim Teorisi” Hayat Yayınları, İstanbul,2003, s.9-10 9 17 Doğamız mutluluğa göre programlanmıştır. Bu durumda, doğamızda, neşe, huzur, sükûnet veya ruhun iyi durumda olması için pek çok sanatın var olduğunu bilmekte fayda vardır. Mutluluk yoluna insanın yönlendirme tamamen iyi bir motivasyon işidir. Motivasyon, iyi duygulara sahip olmak, kötü duygulardan ise kendini arındırmak demektir. Çalışmamızda motivasyon kavramı bu anlamda kullanılmıştır. Hiçbir duygu kendi doğasından dolayı iyi veya kötü değildir. Duyguları iyi veya kötü yapan, insanların onları kullanım biçimleridir. Negatif duygular, enerjimizi azaltarak, içsel kısır monologlara neden olduklarından, ruh halimizi kötüleştirmekte ve bedensel yaşamımızda olumsuz etkiler oluşturmaktadır. Günümüzde kötü duyguların mide, kalpdamar, beyin gibi bedensel hastalıklara neden olduğu iyi bilinen bir gerçektir. Kendini iyi hissetmeyi herkes ister, ancak kendini iyi hissetmenin de bir sanat olduğu çok az kişinin farkında olduğu bir gerçektir. Son zamanlarda, bize haz veren etkinliklerin büyüsüne kapılan, zahmete katlanma, sabır, kendini kontrol, tahammül gibi erdemleri yaşamımızdan bir kenara atan kültüre doğru hızla yolculuk yapan bir toplum olmaya başladık. Dünyamızı paylaştığımız insanları ve sahip olduğumuz veya olacağımız nesneleri, verdikleri haz oranına göre değerlendirme alışkanlığını kazanmaya başladık. Batı kültüründe toplumlarıyla yakından ilgilenmeyi erdem konusu yapmış birçok erdemli düşünürler vardır ve onlar hazza olan bu ölçüsüzce yönelişi “gerçek tehlike” olarak nitelendirmektedirler.12 Kültürümüzün bu tehlikenin farkında olmasının ve bu gerçek mutluluk kültürünü oluşturmanın tarihi ise binlerce yıllık geçmişe dayanmaktadır. Ayrı bir çalışma konusu olan “Kut” kavramına bakmak bile bize bu konuda fikir vermekte yeterlidir.13 Ayrıca İslam’da mutluluk kültürü için Nakip Attas’ın çalışması da bu konuda görmeye değer ciddi bir kaynaktır.14 Elbette, mutluluk arayışında hazları dışarıda bırakan teorilerin sonuçta zor durumda kaldıkları konunun uzmanları tarafından bilinen bir gerçektir. Ancak “cinsel yaşam, para, güç, sevgi; tüm bunlar mutluluk için olağanüstü tetikleyiciler olarak görülür. Bununla birlikte mantıklı düşünen insanlar, bireyin iç dünyası tarafından beslenip korunmadığı takdirde, bu tetikleyicilerin hiç birinin, kalıcı zevk getiremeyeceğinin 12 Helmut, Schmidt; Toplumda Ahlâk Arayışı ( Çev.:Fatma Artunkal ), Sabancı Üniversitesi Yayınları , İstanbul 2002, s.3-8 13 Mübahat Türker-Küyel; “Kut, Farabi ve İbn Sînâ’daki Al-Akl Al-Fa’Âl İçin Bir Temel Oluşturabilir Mi?”, İbn Sinâ Doğumunun Bininci Yılı Armağanı, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1984, s.489-589 14 Bk.Al-Attas, Syed Muhammed Naguib; Prolegomena To The Metaphysics of İslâm, “The Meaning And Experience Of Happiness In Islam” , International Institute of Islâmic Thought and Civilization, Kuala Lumpur, 1995 18 farkındadır.”15 Bu durumda bireye ve topluma alışkanlık kazandırmaya öncülük edenlere düşen, dış hazları elde etme tutumundan önce, iç hazları elde etme gücüne sahip olmayı öğrenmektir. Bu güç mutluluk için bir ön koşuldur ve bize “Mutluluk nerededir?”den önce, “Mutluluk nedir?” sorusunu sormayı öğretir. Aynı zamanda, söz konusu bu güçle biz, mutlulukla ilgili bilinçsiz ve amaçsız bir arayışa girmeden önce, ne aradığımızı bilen bir kişiliğe sahip oluruz. Bireyin ve toplumun amacı, geçici hazlardan başlayıp kalıcı olan hazlara kadar tüm hazlara doğru yükselmektir. Çünkü “kendi mutluluğunu gerçekleştirmek, insanın en yüce ahlâkî amacıdır”16 Ancak, mutluluk için öncelikli olan kişiliğimizdir. “Hayatımızın mutluluğu açısından en birinci ve önemlisi, ne olduğumuzdur, kişiliğimizdir”17 Bir kimsenin ne olduğu, her zaman neye sahip olduğundan daha önemlidir. Bizi doğrudan mutlu eden şey, keyifli bir ruh halidir. Çünkü bu güzel özelliğe insan bir defa sahip oldu mu; artık bu iyi ruh halinin özlemini duymaya başlar. Bir kere neşeli olanın, her zaman neşeli olmak için bir nedeni var demektir. Bu nedenle, olayların nesnel olarak ve gerçekte ne oldukları hususu önemli değil, önemli olan husus bizim bakış açımızdan olayların ne olduklarıdır. Bizi mutlu ya da mutsuz kılan da bu bakış açısıdır.18 Aristo ve Farabi'nin mutluluk tanımını iyi kavramıyla yapması bizim için dayanak noktasıdır. “Mutluluğun insana özgü iyilerin en önemlisi ve en üstünü olduğu konusunda görüş birliği var. Mutluluk insana özgü bir şeydir.”19 “Mutluluk iyi şeylerin en çok tercih edileni, en büyüğü ve en yetkinidir.”20 Ayrıca pratik hayatla ilgili tecrübelerimizden de mutluluk ve iyi olma arasındaki ilişki rahatlıkla gözlemlenebilir. “Çoğu insan kendi deneyimleriyle bilir ki, insanlar iyilik yaptıkça daha mutlu olurlar ve daha büyük iç huzura kavuşurlar. Belirli bir iyilik yaptığınız zamanki halinizle, herhangi bir kötülük yaptıktan sonraki duygularınızı kıyaslayın. İşte bu, bütün büyük dinlerin ve felsefi sistemlerin sırrıdır: Kendi egonuzun dışına uzanıp ne kadar çok iyilik yaparsanız, o kadar daha büyük huzur duyarsınız.” 21 15 Howard Raphael Cuhnir; Koşulsuz Mutluluk , ( Çev.:Sema Özçallı ) , Meta Yayınları , İstanbul 2002 , s.13 Sabahattin Sakman; Rasyonel İnsanın Felsefesi, s.72 17 Arthur Schopenhauer; Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar ( Çev.:Mustafa Tüzel ) , Kabalcı Yayınevi , İstanbul 1998 , s.14 18 Arthur Schopenhauer; Yaşam Bilgeliği, s.21 19 Robert Hammod; Farabi Felsefesi ve Ortaçağ Düşüncesine Etkisi ( Çev.:Gülnihal Küken ; Uluğ Nutku ) , Alfa Yayınları , İstanbul 2001 , s.30 20 Fârâbî; Kitabu’t - Tenbih ala Sebîli’s – Saade, Beyrut, 1985, s.48; T: Mutluluk Yoluna Yöneltme, (çev.:Hanifi Özcan) Dokuz Eylül Üniversitesi Yayınları , İzmir, 1993, s.27 21 Aristoteles ; Politika ( Çev.:Mete Tunçay ), Remzi Kitabevi Yayınları , İstanbul 1983 , s.180-181 16 19 Mutluluk kesintisiz yaşamaya dayalı bir takım iyi aktivitelerden ibarettir. İyi aktivitelerin kaynağı ise erdemli olmaktır. Erdemli olmak mutluluk için gerekli olan iyiye sahip olmak demektir. İyiye sahip olmak, mutluluk açısından önemli bir güce sahip olmak demektir. İnsani eylemlerin amacı erdemdir. Erdem, hem eylemlerimizi en yüksek amaca yönlendirir, hem de onun aracılığıyla iyi karakter sahibi ve iyi insan oluruz. BİRİNCİ BÖLÜM 20 TEMEL ÇERÇEVE 1.Mutluluğun Kavramsal Çerçevesi Aristo, “mutluluğun, genel anlamda ‘iyi yapmak’ ve ‘iyi yaşamak’ ile ilgili şeylere bağlı olduğunu düşünüyoruz.” der.22 Biz de mutluluğun kavramsal çerçevesinin iki soru etrafında şekillendiğini düşünüyoruz: “İyi hayat nedir?” ve “İyi hayatı nasıl kazanabilirim?” Bu durumda, “ iyi hayat”ı, birey ve toplumun “temel amacı” 23 olarak kabul etmek ve mutluluğun kavramsal çerçevesini veya kaplamını yine bu kavramın temel boyutlarından olan bireysel ve toplumsal mutluluk alanlarına taşımak demektir. Bilgi, bizde doğuştan var olan merak duygumuza dayanmaktadır. İnceleme, araştırma, yeni şeyler keşfetme yeteneğimizi merak duygumuza borçluyuz. Bu merak duygumuza dayalı araştırmaktan, bilmekten amaç ise daha “iyi hayatın” ne olduğunu öğrenmektir. Söz konusu bu öğrenme, Farabi’nin “varlığın nedenleri” ve “varlığın ilkeleri” dediği şeyin dört temel ilke aracılığıyla zihinde “en yüksek amaca” hizmet edecek şekilde bir araya gelmesidir.24 Bu araştırma ve inceleme yöntemi bizi, İlk Nedenden başlayıp, en aşağıdaki cansız varlıklar hakkında bilgilendirmeye yönlendirdiği gibi, aynı zamanda, hayatın gerçek amacını elde etmek için iyi hayatın, ne/ ne ile neden, niçin ve nasıl var olduğu bilgisine de yönlendirir. Bir arada olması gereken her iki bilgi türü de mutluluk için zorunludur. Bilgiyi kullanmak ve bilgiye göre yaşamak aslında “iyi yaşamak” için en güvenilir yoldur. Farabi’nin bize önerdiği dört temel ilke mutluluk yolunun fenerleridir. Bizler, Farabi’nin önerdiği söz konusu bu ilkelerle varlığa ne, neden, niçin, nasıl sorularını sorarız ve bu sorulardan elde ettiğimiz cevaplar ile “varlık ilkelerini” öğrenir ve elde ettiğimiz bu bilgileri kullanarak da hayatın gerçek amacı olan “mutluluk yolunda” ilerlemeye başlarız. Sahip olduğumuz bu bilgi ile mutluluk yolunda ilerlemek için yapılan bu başlangıç çabasının boşa gitmemesi için “bilgiyi kullanmak” zorunlu koşul olarak görülmektedir. “Yoksa dediğimiz gibi, yapılan işlerde amaç tek tek şeyleri (nesneleri) araştırmak, bilmek değildir de, daha çok bunları yapmak mı? Erdemi bilmek yeterli değildir de, elde etmeye, onu kullanmaya mı çalışmalı? Acaba iyi olmanın başka 22 Aristoteles; Nikomakhos’a Etik ( Çev.:Saffet Babür ) , Ayraç Yayınevi , Ankara 1998 , s.12 Aristoteles; Politika, s.79 24 Fârâbî; Kitâb Tahsîlu’s – Saade, Haydarabat, H.1345, s.124; T: Mutluluğu Kazanma (çev. : Hüseyin Atay) Morfa Kültür Yayınları, İstanbul 2003, s.23; Mutluluğu Kazanma (çev.Ahmet Aslan) Vadi Yayınları, Ankara 1999 23 21 bir yolu var mıdır?”.25 Bu son sorunun cevabı bize göre de yoktur. Nitekim bu konuda, hem Aristo hem de Farabi’ye göre bilgiyi kullanmanın dışında iyi olmanın, gıpta edilecek, övünülecek, onunla mutluluğa sahip olunacak iyi bir hayata sahip olmanın bir başka yolu olduğu, görülmemektedir. Bu nedenle olsa gerek, “Mutluluğu ancak bilen kişiler kazanabilir” denilmiştir. 26 Gazali, mutluluk kavramında bilmenin önemini vurgularken, “ satrancı az çok bilen bir kimse, satranç taşlarını yerli yerine koymasını bilen kimseden daha sevinçlidir” demekte ve böylece bilgisini kullanan insanın nasıl mutlu olduğuna işaret etmektedir. 27 Mutluluk, insanın varoluş amacıdır. Mutluluğun insanın varoluş amacı olması, insana daha iyi yaşaması için gerçek bir neden sunmasının yanı sıra; aynı zamanda, insanı her an daha iyi bir yaşam için güçlü bir isteklendirme (motivasyon) içinde olmayı da sağlar. Çünkü herkes, mutluluğun insan yaşamı için en yüksek arzu olduğunu bilir. Bu anlamda, iyi hayat anlamına gelen mutluluk, insanın sahip olduğu fonsiyonlarını, buradaki yaşamda gerçekleştirmesine bağlıdır. Bu nedenle, mutluluk ile buradaki hayat kavramları arasında olumluluk bağı vardır. Olumsuz duygular insanı hayat karşısında kısıtlar, insanı kapatıp daraltır; olumlu duygular ise insanın hayat karşısındaki olanaklarını artırır ve insanı genişletir, rahatlatır. Bu nedenle, insan, sahip olduğu bütün fonksiyonlarını nasıl kullanacağını bilmek ve mutluluğu kazanmak için gerekli olan “yaşama sanatını” öğrenmek zorundadır. Bundan dolayı, hemen hemen bütün filozofların baştan beri bütün çabaları ve en önemli hedefleri yaşama sanatına katkıda bulunmak olmuştur. Yaşama sanatı denilince ilk defa akla gelen Sokrates’dir. Çünkü “yaşama sanatı olarak felsefenin Sokrates’le başladığı” bilinen bir gerçektir.28 Daha sonra, Farabi’nin felsefesinin de bir tür yaşama sanatı olduğu üzerinde yer yer duracağız. Sokrates’e dönersek onun amacı temelde bireycidir. Sokrates, öncelikle, kendi adına iyi ve mutlu yaşamak için gerekli addettiği “erdem” bilgisinin peşine takılmıştı. Başkalarını, bu arayışta, kendine katılmaya davet etse de, nihaî amacı sorduğu sorularla kendi gelişimini ve kendi ilerlemesini sağlamaktı. Kişi başkalarına karşı kayıtsız kalmaksızın da kendisine özen gösterebilir, kendisini gözetebilir; kişi kendisini başkalarına 25 Aristoteles; Nikomakhos’a…, s.218 Stefan Klein ; Mutluluğun Formülü (Çev.: Ogün Duman ) , Arkadaş Yayınevi , Ankara 2004 , s.16 27 İmam Gazali ; Kimyâ-yı Saadet (Çev.: Mehmet A. Müftüoğlu- A. Fikrî Yavuz), Çile Yayınları , İstanbul 1980, s.32 28 Alexander Nehamas; Yaşama Sanatı Felsefesi ( Çev.:Cem Soydemir ) , Ayrıntı Yayınları , İstanbul 2002 , s.23 26 22 adamaksızın da iyi bir insan olabilir. İşte Sokrates’in modellik ettiği husus bu olmuştur.29 Bu açıdan baktığımızda yaşama sanatının, sokratik bir sanat olduğunu düşünmemizde bir eksiklik göremiyoruz. Çünkü bu yaşama sanatının özünde birey ve toplum olarak insanın mutluluğu vardır. Sokrates’in yaşama sanatıyla ilgili ortaya koyduğu sorgulayıcı yöntem, felsefe dünyasında çok büyük bir iz bırakmıştır. Öyle ki, Sokretes’e karşı çıkanlar bile onun yöntemini izlemeye mahkûm olmuştur. Farabi'nin metinleri de bize aynen Sokrates’te olduğu gibi, daha iyi bir hayat için sorgulanmış felsefî tartışmaları hatırlatmaktadır. Farabi'nin felsefe dünyasına sunduğu bunca muazzam eserlerdeki felsefî müktesebatın arkasındaki temel amacının mutluluğu kazanmak için gerekli olan yaşama sanatına, önemli bir katkı olduğunu düşünüyoruz. Gözden kaçırmamamız gereken önemli hususlardan biri, Farabi ve –tabii ki Platon ve Aristo gibi klâsik filozoflara göre mutluluk toplumsal ve bireysel hayat formunu (suret) yöneten ilkelerden kazanılan bir tatmindir. İyi Hayat formunu yöneten erdemdir. Hayat formunu erdemlere göre temellendirmiş toplumlarda bireylerin daha mutlu yaşadığı önemli bir gerçektir.30 Bu hayat formunu yöneten ilkeler, iyi toplumsal hayatı dışlayıp; günümüzde olduğu gibi tamamen bireyin hayatına kilitlendiğinde, mutluluk sadece birey psikolojisi çerçevesinde kalır. Tam tersi biçimde, iyi hayat formunu yöneten ilkelerin bireyi bırakıp; tamamen toplumsal bir anlayışa yöneldiği bu durumda da, ütopik bir toplumdan söz etme tehlikesine kadar varılır ve o toplumda kendisine mutlu sıfatını verebileceğimiz bir birey kalmaz. Oysaki Farabi'nin düşünce sisteminde iyi hayat kavramı, bütünsel bir anlam içermektedir. Ancak bu bütünsel hayat içinde her bir varlığın hayatı da, bulunduğu konuma, işleve bağlı bireysel (tür) bir hayat formudur. Türe ait bireysel hayat, bütünsel/kozmik hayatın bir parçasıdır. Kozmik hayat, gök cisimleri, faal akıl vb. ile insan hayatının yetkinleşmesi için yardımcı olurlar. Bireysel insan da kozmik hayatın yetkinliklerine benzemek için yukarıya doğru çaba harcar, hatta İlk Nedenin hayatını örnek almaya çalışır. İnsan hayatı en yetkin olan İlk Nedenin eylemlerini taklit etmek için vardır. “Bütün varlıklar düzene uygun olarak İlk Nedeni takip ederler. Varlıklarını kendisine borçlu oldukları şeye ta baştan itibaren sahip olanlar, İlk Nedeni ve onun 29 30 Alexander Nehamas, s.31 Stefan Klein; Mutluluğun Formülü, s.259 23 amacını ta baştan itibaren örnek kabul ederler, taklit ederler. Bundan dolayı, onlar, ebedî mutluluğu tadarlar ve en yüksek mevkileri işgal ederler.”31 Bundan dolayı, ikinci önemli bir husus da hayatı bir bütün olarak görebilme erdemini yakalayabilmektir diyoruz. Kozmik hayat bilinci, bize hayatın bütünselliğini hatırlatır. Bizden başka hayatlar karşısında duruşlar almaya, ilişkiler geliştirmeye bizi yönlendirir. Hayatı bir bütün olarak görebilme erdemi üzerine birçok deyimler vardır. Aslında hayatın anlamı bütünlüğünde yatmaktadır. Örneğin altın yumurtlayan tavuk masalında olduğu gibi hayatı bütünlüğünde görmek gerekir. Masalda tavuk olmadan altın yumurtalar da olamaz; tavuk ne denli bezdirici ve ağır olsa da karşıtlıkların iç içeliğini gösteren hayatı temsil etmektedir. İşini ne kadar ağırdan almış olsa da tavuğun yumurtaları altındandır. Sabırsızlığa kapılıp bir an önce altına sahip olmak için onu parçaladığımızda, elimize ölü bir tavuktan başka bir şey geçmez. Aynı şey yaşamın gizemli kaynağını bulmak için “insan vücudunu parçaladığımızda ya da bir bitkiyi çamurlu köklerinden ayırdığımız zaman da gerçekleşecektir. Bu olayın tastamam benzeri, insanlar hayatı sevip ölümden nefret ettikleri anda veya gençliklerine sımsıkı sarılarak yaşlılığı yadsıdıkları zaman çok daha vahim bir şekilde cereyan eder; çünkü bu, dağın sadece bir inişten ya da çıkıştan ibaret olduğunu düşünmeye benzer. Hayatın anlamı onun bütünlüğünde yatar, sadece anlamı değil, ama onun var oluşu içindedir. Gerçekten biz yalnızca hayatın farkındayız ve hayat sayısız karşıtlık çiftlerine bölündüğü için sadece kendisini sergileyebiliyor; hareketi, karşıtı olan durağanlıktan, uzunu kısadan, ışığı karanlıktan, sıcağı soğuktan, sevinci de üzüntüden dolayı tanıyoruz.” 32 Bu nedenle, hayatı bir bütün olarak görmek, mutluluğu gerçekleştirmek için önemlidir. Bütün olarak görebilmek, bilinç ile varlık kanalını daima açık tutmak, Farabi' den anladığımız kadarıyla, evreni parçalamadan iyi ve güzel yanlarını korumak, kötü ve çirkin yanlarını uzaklaştırmak, varlıktaki karşıt nitelikleri de var oluşun özü olarak algılamak demektir. Bu şekilde düşünmediğimizde, sadece tek taraflı olarak hayata, hazza, refaha ve gençliğe sımsıkı tutunanların durumuna düşer ve onların kaçınılmaz kaderi olan tümden mutsuzluk korkusunu hissetmekten kaçınamayız. Söz konusu bu iyilere, sonsuza dek sahip olmak için parçaladığımız zaman, bizi hayatın bütünlüğünden 31 Fârâbî; Kitabu Ârâi ehli’l – Medineti’l – Fâdıla, Beyrut, 2002, s.122; T: El Medinetü’l Fazıla (çev.: Ahmet Arslan), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1990 , s.74 32 Alan Watts; Mutluluğun Anlamı (Çev.:Semih Aközlü ) , İmge Kitabevi Yayınları , Ankara 1992, s.25 24 uzaklaştırdıkları gibi, parçalanmış olduklarından dolayı, gerçek anlamda artık bizim için bu iyiler de ortadan kalkmış olmaktadırlar. Bu nedenle, iyiye sahip olmak için acı çekmemiz gerekiyorsa, bu acıya katlanmalı ve bu acınında bütün hayatın içinde önemli bir konuma sahip olduğunun anlamaya çalışmalıyız. Böylece, hayata bir bütün olarak bakmayı gerektiren yaşama sanatının, bir başka deyişle felsefî sorgulamalarının ne kadar önemli olduğunu birkere daha anlıyoruz. Sokrat tarafından ortaya atıldığı iddia edilen bilinen bir soru vardır. Bu soru Ahlâk Felsefesinin gündemini hep meşgul etmiş ve filozoflar kendi felsefî sistemlerine göre bu soruya çeşitli cevaplar vermeye çalışmışlardır. Bilinen soru şudur: Nasıl yaşamalıyım? Bunca yıldır birbirini izleyen bu alandaki felsefî cevaplar, belki, yeri gelmiş tatmin edici bulunmuş, yeri gelmiş tatmin edici bulunmamıştır. Gerçek şu ki; bugün nasıl yaşamalıyım sorusunun tatmin edici cevabı ahlâk filozofları tarafından hala tartışılmaktadır. Bize göre, ‘iyi hayat’ı, Mill’in faydacılık ilkesinde aramak, bütünsellik açısından yetersizdir. Çünkü onun toplumsal mutluluk kavramı kevgire dönüşmüş durumdadır. Kant’ın “iyi hayat”ı, koşulsuz buyruğa (categorical imperative) ve ödev duygusuna dayandıran ahlâk anlayışı da bize göre mutluluk kavramını daralttığından veya bu kavramı baskı altında tutuğundan dolayı kuşkuludur. Aristo’nun “iyi hayat” için ortaya koyduğu amaçlılık (telos)33 ilkesinin doğru, ancak bu amacın kozmik hayattan, dolayısıyla İlk Nedenden, onun eylemsizliği yoluyla parçalandığını ve bunun mutluluk kavramında açık taraflar bıraktığını düşünüyoruz. Çünkü İlk Nedenin eylemsizliğini düşünmek, varlıklarda eylem sorununu gündeme getirir. Ayrıca Tanrının temaşaya dayalı mutluluğundan diğer varlıkların mutluluğuna karşı ilgisiz olduğu anlamı rahatlıkla çıkartılabilir. Böyle bir anlamı da belki de yaşadığımız kültürden olsa gerek temellendirmekte zorluk çekebiliriz. Birçok ahlâk filozoflarının, ‘iyi hayat’ için ne, nasıl ve niçin sorularına cevap verecek sistemler önermekten geri durmadıklarını biliyoruz. Bununla birlikte ahlâk felsefesi tarihi, özetle ‘nasıl yaşamalıyım’ sorusunun cevabını tartışmaya sahne olurken, sanki, neredeyse, sadece ‘iyi hayat’ kavramının nasıl olduğu sorusuna odaklanmış ve ne, neden, niçinler bir kenara bırakılmış gibi görünmektedir. Piyasa, ahlâk ilmihalleri 33 Telos, aynı zamanda “niyet” anlamına gelir. Bk. Ray Billington; Ahlâk Düşüncesine Giriş (çev.:Abdullah Yılmaz), Ayrıntı Yayınları , İstanbul 1997 , s. 197 25 diyebileceğimiz türden kitapçıklarla doludur ve bunlar iyi hayatın nasıl olması gerektiğiyle ilgili tekrarlayıcı, ahlâkî motivasyondan uzak ve insanı bıktırıcı kuru nasihatlerle doludur. Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, Farabi’nin ne, neden, niçin ve nasıl sorularını birlikte ele alan ahlâk felsefesine sahip olduğunu düşünüyoruz. Bundan dolayı, Farabi ‘iyi hayat’ için gerekli olduğu düşünülen, kuru nasihatleri bir kenara bırakmaktadır. Farabi, ahlâki özneye, karakterinde olması gereken ayırt etme yetkinliği, süreklilik, tutarlılık ve seçim gibi temel unsurlara göre şekillenmiş bütünsel bir hayat çerçevesini hedef olarak göstermektedir. Bu çerçevede hem doğrudan ahlâkî öznenin karakteriyle ilgili; hem de öznenin kendi hayatını nasıl idame etmesi gerektiğiyle ilgili ön görüler, sadece şimdiyi değil; aynı zamanda geleceğe göre yaşamak, geçmişi, anı ve geleceği parçalamamak, bunlara göre akla dayalı tedbirli, basiretli (mute’akkil)34 davranabilmek gibi sistematik düşünceleri vardır. Bir başka deyişle Farabi, öznenin sahip olduğu hayatı için öncelikle en yetkin amacını tespit etmesini ve bu amaca göre tamamen akla bağlı etkinlikte bulunmasını önermektedir. Kuşkusuz Farabi'nin tüm çabası daha iyi bir hayat içindir. Daha iyi bir hayatın birçok birleşenleri olsa da, bütün bu birleşenleri bir arada toplayan iyi mutlu hayat kavramıdır. Farabi’nin metinlerinde geçen cemal, letafet (beha), ihtişam (zinet), neşe (fereh), sevinç (surur), gıbta, zevk 35 gibi kavramdan oluşan, ihtişamlı, neşeli, onurlu bir hayattan kasıt iyi mutlu bir hayata gönderme yapmaktır. Mutluluk yolunda daha rahat yürüyebilmek için de kullanılan birçok kavram vardır. Mutluluk yolunda yürümek için kullanılan kavramlar ile mutluluk kavramının bizzat kendisi için kullanılan kavramları birbirine karıştırmamak gerekir. Örneğin basiret kavramı ki genel olarak Batıda hemen hemen mutluluk kavramıyla özdeş kullanılır,36 mutluluk yolunda daha rahat yürüyebilmek için kullanılan önemli kavramlardan biridir. Basiret, öznenin hayatı konusunda yapıp ettiklerinde basiret (te’akkul, prudential) sahibi olmasıdır. Basiret (te’akkul),37 hayat koşullarını nasıl hesaba katacağını bilen, geleceğini koşulların hesaplanmasına göre 34 Macit Fahri, ameli hikmeti, basiret (te’akkul) olarak çevirmekten yanadır. Biz de onun bu görüşüne katılmaktayız. Bk. Macid Fahri; İslam Ahlâk Teorileri ( Çev.:Muammer İskenderoğlu ; Atilla Arkan ); Litera Yayıncılık ; İstanbul 2004 ; s.121 35 Farabi; Kitab Es-Siyâse El-Medeniyye, Beyrut, 1993, s.46; T: Es-Siyâsat ul Medeniye (çev: M.Aydın, A.Şener, R.Ayas) Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1980, s.14 36 Hanry Hazlitt; The Foundations of Morality, Irvington-on-Hudson, New York 1994, p.84–85 37 (Te’akkul), ister mutluluk olsun, isterse mutluluk elde etmek için gerekli olan bir şey olsun, bir insan için gerçekten büyük bir iyilik, erdem ve şerefli bir amaç meydana getirmek için yapılan şeyde en yetkin ve en iyi şeyleri ortaya çıkarma ve yetkin düşünme gücüdür.” Zekilik, kurnazlık ve hile amaca götüren araçlardır, amaçlar değildir. Fârâbî; Fusul, s. 54; T. s.44 26 yapabilen kişinin niteliğidir. Basiret veya ihtiyat iyi yaşamak veya refahı elde etmekle, sağlamakla ilgili bir kavramdır. Mutluluğu kazanmak için basiret kavramından faydalanılır. Ancak, basiret kavramı mutluluk kavramıyla tamamen özdeş olarak görülmemelidir. Basiret kavramına daha sonra döneceğiz. Sokrates’in meşhur “nasıl yaşamalıyım?” sorusunu hayat nedir, hayatı niçin yaşamalıyım, bu durumda “hangi yaşam davranışı, yaşam tutumu veya yaşam tavrı beni en mutlu yapar?” şeklinde biraz daha açabiliriz. Ancak modern ahlâk felsefesinin bu soruların cevaplarıyla ilgili tartışmalarına göz attığımızda, bununla çokda ilgilenmediğine veya önemsemediğine tanık oluruz. Modern ahlâk felsefesi mutluluk sorununu daha ziyade “mutlu musunuz? Sizi mutlu eden nedir?” türünden amprik ve deneye dayalı araştırmalar yöntemiyle çözmeye çalışmış olduğu gözlenebilir. Modern Batı kültürü, ruhani güçlerini kullanmayı öğreten felsefe yerine, bir takım yatıştırıcıları; sevme sanatı yerine ise birtakım güçlendiricileri keşfetmeyi tercihe mütemayildir. Doğu kültürü ise sabır ve tehamül gibi ruhani güçleri keşfetmeye daha mütemayildir. Son zamanlarda, Batıda bunun eleştirisinin yapıldığını ve Doğunun insanın ruhani gücünü merkez alan anlayışına doğru, Batıda büyük yönelişler olduğunu da belirtmeliyiz. Buna karşın, biz, mutlulukla ilgili çalışmaların amprik araştırmalar yönteminin yanı sıra Farabi' de olduğu gibi mutluluğu amaç edinen felsefî sistemlerin iyi bir analizinin yapılmasından yanayız. Bu nedenle, mutlulukla ilgili amprik araştırmaları burada çerçevenin dışında tuttuğumuzu belirtmeliyiz. Bununla birlikte, mutlulukla ilgili yapılan anket gibi alan çalışmalarına baktığımızda bu çalışmaları yapan araştırmacılar ile ahlâk filozofları arasında önemli bir bakış açısı farkı görürüz. Amprik araştırmacıların amacı; kişilerin kendilerini nasıl mutlu kabul ettiklerini araştırmaktır. Filozofların bakış açısına göre ise mutluluk anlayışı olmaksızın anket yapılan kişilere doğru soru bulup sormanın çok zor olduğu yönündedir. Çünkü “mutlu musunuz” sorusu bile içinde mutlulukla ilgili felsefî bir anlayış içermektedir. Bu soruyu sorabilmek için öncelikle anket yapılan kişinin mutluluk anlayışını bilmek verilen cevapları doğru yorumlamak için zorunludur. Bu nedenle, her iki halde de iyi bir mutluluk anlayışının olması gereklidir. Ancak, bu şekilde düşünmeyen amprik araştırmacılar, mutluluk anlayışının gerekliliğine karşı çıkarak, mutluluğun bir 27 sisteminin olamayacağını ve kişi kendisini nasıl mutlu hissediyorsa, mutluluğun bu olması gerektiğini savunmuşlardır.38 Aslında, mutlulukla ilgili yapılan alan çalışmaların mutluluk kavramı etrafında toplanan lingüstik muğlâklıklar ve terminolojik tekniklerle dolu olması bu sahada yapılan araştırmaları daha başta zorlamaktadır. Bu nedenle filozofların alan çalışmalarından ziyade gerçek mutluluğun ne olduğu konusunda felsefî sistemleri geliştirmeleri isabetlidir. Çünkü “iyi insan”ın tanımı yapılmadan “iyi insan” ile ilgili araştırma yapmak boşuna olacaktır. Bu nedenle, Soktarates’in sorgulamaları, Platon'un Devleti, Aristo’nun mutluluk için geliştirilmiş olduğu felsefî sistemi, hem “mutluluk” kavramı hem de “mutlu insan” kavramı için oldukça önemlidir. Ancak, hiçbir filozof, hemen hemen bütün eserlerinde mutluluk kavramını merkez alan bir sistem geliştirme çabasına Farabi kadar girişmemiş olduğunu belirtmeliyiz. Ayrıca, sistemini sadece psikolojik mutluluk üzerine kuran düşünürlerin, amprik araştırma sonuçlarıyla bulmayı amaçladıkları şey psikolojik mutluluktur. Farabi, Aristo, Platon hatta Sokrates’in mutluluk çerçevesi ile sadece psikolojik mutluluk olarak nitelendirebileceğimiz Benditt, Montague, Nozik, Bentham, Cambell, Hobbes, Locke ve Sidgwick’in mutluluk çerçevesi birbirinden farklıdır. Psikolojik mutluluk ile felsefî mutluluk arasındaki ayırımın keskin ve belirgin olduğu iddiasında değiliz. Ancak felsefî mutluluğun psikolojik mutluluktan farkı; felsefî mutluluğun değerlendirici (değerleri de değerlendirici) bir özelliğe sahip olmasıdır. Felsefî mutluluk, aynı zamanda hem gelişme, kalkınmayla ve refahla hem de huzur ve sükûnetle de ilgilidir. Nitekim Aristo, Retorik’te, mutluluk için, “erdemle birleşmiş refah olarak, tanımlayabiliriz; ya da yaşam bağımsızlığı olarak; ya da en çok hazdan güvenli yararlanma olarak; ya da insanın 38 Amprik çalışmalar için Bk: J.J. Ehrhard, W.E. Saris and Veenhoven, “Stabilitiy of Life-satisfaction over Time” Journal of Happiness Studies vol.1, February, 2002, 177–205;Adrian Furnham and Helen Cheng, “Lay Theroies of happiness, Journal of Happines Studies” vol.1, February, 2002, pp: 227–246;Bruno S. Frey and Alois Stutzer, “Happines Prospers in Democracy”, Journal of Happines Studies, vol: , September, 1995, pp:79–102;Willem E. Saris and Anna Andreenkova, “Following Changes in Living Conditions and Happiness in Postcommunist Russia” Journal of Happiness Studies vol:2, September, 2000, pp:95–109;Willam R. Swinyard, AH-Keng Kau and, Hui-Yin Phua, “Happiness, Mateirailsm, and Religious Experience in U.S. and Singapore”, Journal of Happines studies, vol:2, January, 2000, pp:13–32; Luolu, “Understanding Happiness: A Look in to the Chinese Folk Psychology” Journal of Happines Studies, vol:2, March, 2001, pp:407–432 ) 28 malını mülkünü ve bedenini koruma ve onları kullanma gücüyle birlikte varlığın ve bedenin iyi bir durumda olması olarak”39 ifadesini kullanmaktadır. Aynı şekilde, Aristo şunları eklemektedir: “ Mutluluğun bu tanımından, onu oluşturan parçaların şunlar olduğu ortaya çıkar: Soylu doğum, çok sayıda arkadaş, iyi arkadaşlar, varlık, iyi çocuklar, çok sayıda çocuk, mutlu bir yaşlılık, aynı zamanda ün, onur, şans ve erdemle birlikte sağlık, güzellik, güç, boy pos, atletik güç gibi bedensel üstünlükler. Bir insan bu iç ve dış iyi koşullara sahipse, tamamen bağımsız olmaması için hiçbir engel kalmaz; çünkü bunların dışında sahip olunacak başka şey yoktur. Ruhun ve bedenin iyiliği içseldir. Soylu bir doğum, arkadaş, para ve onur dışsaldır. Dahası onun, yaşamını gerçekten güvenli kılabilmesi için kaynaklara ve şansa sahip olması gerektiğini de düşünüyoruz.” 40 Retorik’te, genel olarak mutluluk tanımını bu şekilde refahla ilintili olarak veren Aristo Nikomakhosa Etik’te daha felsefî tanım ve tartışmalar yapmaktadır. Kısacası başta Farabi olmak üzere büyük filozoflar, felsefî mutlulukla ilgili olarak, başarılı, gıpta edilecek, övülecek veya övgüye değer bir hayatın bilişsel, duygusal ve pratik tüm koşullarını aydınlatan bir sistem ortaya çıkarmakla meşgul olmuşlardır. Felsefî mutluluk az ya da çok ne tür bir yaşamın kişiyi daha iyi duruma getirebileceği sorunuyla ilgilenir. Bu sorun mutlulukla ilgili “tecrübî psikolojinin değil; daha ziyade ahlâk felsefesinin sorunudur: Değer sorunudur.” 41 Mutluluğun kavramsal çerçevesini belirleyen de söz konusu bu değerler sorunudur. Felsefî mutlulukta esas olan, mutluluğun sadece zihnin hallerinde saklı kalması değil; tam tersi zihnin (ruhun) hallerinden karakter, huy, mizaç durumuna, buradan da zihnin hallerinin cisimleşme, şeyleşme durumuna geçmesi gerekmektedir. Bilgiden eyleme olan bu geçiş “sanat” gerektirir. Nitekim, Farabi, “bu meseleleri araştırmaya koyulmadan önce, bütün bu metotların bir sanat olduğunu bilmeye, türleri olan değişik metotları ve bu metotların her birine ait alametlerini ayırt edecek bir ilme zorunlu olarak muhtaç olduğumuz açıklığa kavuşmuştur.”42 demektedir. Felsefî mutluluk için sanatın gerekli olduğu bilincini taşımak önemlidir. 39 40 41 Aristoteles; Retorik, s.48 Aristoteles; Retorik, s.49 Daniel M. Haybron; “Two philosophical Problems in The Study of Happiness” Journal Happiness Studies, Vol.1, 2000, p.209 42 Farabi; Tahsil, s.121; T:s.22 29 Farabi’ye göre, bize “yapılacak olan şeyin bilgisini” ve “onu yapma gücünü” sanat kazandırır. Bu sanatla insan kendi “hayat tarzının hangisinin en iyi olduğunu araştırmasına,” bu sanatla “iyilikleri bilmeye yönelmesine ve yapma gücünü kazanmasına araç olan sanatı” elde eder.43 Buraya kadar anlattıklarımızdan, mutluluğun içsel içeriğinin genel anlamda zihnin (ruhun) hallerinden oluştuğunu ifade etmeye çalıştık. Buna bağlı olarak, mutluluğun dışsal içeriği de, yine içsel durum olan zihnin hallerine bağlı olarak ortaya çıkan eylemlerin kurumsallaşmasıdır. Genel anlamda içsel olan eylemin dış dünyada adet, örf, töre, gelenek şehir veya devlet şeklinde cisimleşmesi, bir başka deyişle bedenleşmesi mümkündür. Sanat bu bedenleşmeyi yetkince yapabilmenin bir aracıdır. İşte bu türden bedenleşmenin mutluluk açısından önemi açıktır ve bu konuya zaman zaman değineceğiz. Bu nedenledir ki, Farabi, mutluluğun içsel boyutunu ortaya çıkardığı diğer eserlerinden sonra El-Medinetü’l Fadıla’da özellikle mutluluğun dışsal içeriği olan şehir kavramı üzerinde titizlikle durur. “En üstün ve en büyük yetkinliğe ilkin ancak şehirde ulaşılabilir” 44 “İlk yetkinliğin (el-kemal el-evvel), amacı son yetkinliliktir.” (medine), yetkinlik mertebelerinden ilkini temsil eder.” 46 Çünkü 45 “Şehir “Farabi, toplum sınıfları içinde, en yüksek iyilik ve en üstün yetkinliğe ilk olarak şehirde ulaşılacağını düşündüğünden, incelemesini şehir üzerinde yoğunlaştırır. İnsanlar, iyi olsun kötü olsun, amaçlarına irade ve seçim (ihtiyar) ile ulaştıkları için, onların kimisini elde etmede şehrin sağladığı yardımlaşma imkânını kullanırlar. Bir başka deyişle, aynı amaç için bir kısım insanlar bir araya gelir ve onu elde etmede birbirlerine yardım ederler.”47 Bundan dolayı, insanlar mutluluk yolunda ilerlerken, sadece mutluluğun içsel boyutu olan bireysel zihin (ruh) halleri üzerinde yoğunlaşarak, bireysel psikolojik tatminle sınırlı kalmamalıdırlar. Bir başka deyişle mutluluğu sadece kendilerinde inşa etmekle yetinmemeli aynı zamanda, aile, dostluk, toplum gibi çevrelerde de mutluluğun unsurlarını gerçekleştirmeye çalışmalıdırlar. Tıpkı bireysel mutluluk için kullanılan alışkanlık, kendini yönetme ve iyi karakter sahibi olma gibi araçları dışsal dünyada da 43 Fârâbî; Tenbih, s.74; T:s.50 Fârâbî; Medine, s.117; T:s.70 45 Fârâbî; Siyâse, s.31 46 Fârâbî; Siyâse, s.69; T:s.36 47 Ahmet Kamil Cihan; “Farabi’nin Siyaset Felsefesinde Türk Devlet Anlayışının İzleri”, Bilimname, Kayseri, Sayı: 4 Ocak 2004, s.20 44 30 kullanılmalı ve böylece eylemler ailede, dostluklarda ve şehirde bireyde olduğu gibi bedenleşmeli ve cisimleşmelidir. Aksi takdirde, mutluluğun içsel boyutu ile dışsal boyutu birbirinden koparılmış olur. Mutluluğun, içsel boyutu ile dışsal boyutunu birbirinden koparmamak ahlâkî bir sorumluluktur. Çünkü Farabi'ye göre bir insanda dört temel erdem gerçekleştikten sonra, geriye milletler ve şehirlerde erdemlerin özel örneklerinin gerçekleştirilmesi ve bu özel örneklerin milletler ve şehirlerde nasıl var edeceğinin bilimek meselesi kalır. Çünkü böyle büyük bir güce sahip olan bir insanın, erdemlerin özel örneklerini milletler ve şehirlerde gerçekleştirme gücüne de sahip olması gerekir.48 Biz, şeylerin gerçekte nasıl olduklarından ziyade, nasıl göründüklerine dikkat etmeye alışık zihnî yapıya sahibiz. Aynı şekilde gerçekte mutluluğun ne olduğu hususunda zihnî muhakemeden ziyade, bize nasıl göründüğüne dair algıya-bilgiye önem veririz. Bir başka deyişle değişimi önceleyen bir zihni alışkanlığa sahibiz. Oysaki değişmeyen bilgiyi öncelemek bizi her zaman gerçek bilgiyle yakın tutar. “Gerçek bilgi (el-ilmu’lhakikî), belirli bir zamanda değil, her zaman doğru ve kesin olan (bilgidir) ve belirli bir zamanda var olup, daha sonra var olmayan bilgi değildir.”49 Bu sorun hakikatın neliği, gerçekliği ile hakikatin görüntüsü arasındaki ilişkidir. “Nedir?” sorusuyla “nasıldır?” sorusu arasındaki farktır. Bu nedenle Farabi, birbirinden ayırmamak, birini ötekisinden öncelememek koşuluyla varlığın ilkelerini dört olarak tespit eder ve şöyle der: “1) Şeyin ne olduğunu, neyle olduğunu ve nasıl olduğunu belirten ilke 2-3) Şeyin varlığının neden olduğunu belirten ilke 4) Şeyin varlığının ne için olduğunu belirten ilke. (Çünkü ‘şeyin varlığınının neden olduğu’ sözü ile bazen fail ilkeleri, bazen ise maddeyi kastederiz. Böylece varlık sebebleri ve ilkelerinin sayısı dört olur.)” 50 Varlık ilkelerini kullanmak ilk yetkinlikleri kazanmaya çalışmak anlamına gelir. Çünkü “insandaki düşünülürler, onun ilk yetkinliğini teşkil eder.”51 Mutluluk yolu, ilk yetkinlikle başlar son yetkinlikle en yükseğe varır. Farabi, insanların mutluluk için ilk koşul olan ilk düşünülürleri algılama biçimlerinin farklı olabileceğini vurgular ve bu farklılıkları üç kısımda değerlendirir: a) Düşünülürleri yaratılışları gereği hiç kabul etmeyenler, b) düşünülürleri olduğundan başka türlü kabul edenler ve c) düşünülürleri 48 Fârâbî; Tahsîl, s.164; T: s.79 Fârâbî; Fusul, s.52; T: s.42 50 Fârâbî; Tahsîl, s.124; T: s.23 51 Fârâbî; Medine, s.105; T: s.59 49 31 nasıl iseler öyle kabul edenler. Üçüncü grupta olanlar insanî yaratılışları sağlıklı olanlar ve böylece mutluluğun ilk koşuluna sahip olanlardır.52 Bilgiyi alabilmek için sağlıklı olmak mutluluğun ilk koşulu için gereklidir. Bu nedenle Farabi “ayırt etme yetkinliğini” etmeyi mutluluğun ön koşulu olarak değerlendirir. Ancak ayırt etme yetkinliği yeterli bir ön koşul değildir. En azından kendi başına yeterli değildir, çünkü beraberinde farkındalık da gerektirir, yani nasıl ayırt ettiğinin bilincinde olmak ta önemlidir. Çünkü, Farabi, “Mutluluğa ise, insanın ayırt ettiği şeyi nasıl ayırt ettiğinin farkında olabileceği bir şekilde, niyet ve sanata dayalı bir ayırt etme olmadıkça mutluluğa ulaşılamaz.” görüşündedir. 53 Bundan da anlıyoruz ki, farkındalık mutluluk için ayrı bir koşul olarak görülmektedir. Örneğin kocası tarafından sevilmeyen ve kandırılan bir kadının bunun farkında olmaması onun için mutluluk olabilir. Ancak yine de bu kadının bütün bu durumu oldukça kötüye gitmekten kurtulamaz. 54 Buna benzer olarak kurgusal bir örnek daha verelim. “ Bir kavanozun içine yerleştirilmiş bedensiz bir beyin ve normal olarak bir insanın bütün duyularıyla tecrübe yapabileceği bir aygıta bağlı olduğunu düşünelim. 55 Eğer birisi onun durumu hakkında değerlendirmede bulunmazsa, kendi durumu hakkında herhangi bir fikirde bulunamaz ve muhtemelen oldukça neşeli ve kendinden hoşnut olur. Eğer bunu günün birinde keşfederse, o muhtemelen tamamıyla elde ettiği bilgiyle perişan olur. Ayrıca, doğumundan itibaren hayatının tv stüdyosundan ibaret olduğunu öğrenen birini düşünelim. Doğumundan itibaren hayatının tamamıyla, arkadaşları, işi, ailesi ve tv stüdyosundan ibaret olduğunu öğrenince iyi koşullarına rağmen, perişan olacaktır. Çünkü “kendi koşullarıyla ilgili ciddi bir aldanmanın içinde olan kendinden memnun bireylerin, iyi hayata yönlendirici veya gıbta edilecek bir hayata sahip oldukları hiçbir şekilde düşünülemez.”56 İnsanların içinde bulundukları koşullar hakkında yanılmış veya kandırılmış olması mutluluk açısından bir olumsuzluktur. Bu nedenle, Farabi’nin insanın ayırt ettiği şeyi nasıl ayırt ettiğini de eklemesi insan zihninin insanı yanıltması ihtimalindendir. Bundan dolayı, Farabi’nin mutluluk çerçevesinde zihnin hallerinden zihnin kendisine karşı olan 52 Fârâbî; Siyâse, s.75; T: s.41 Fârâbî; Tenbih, s.52; T: s.31 54 Daniel M. Haybron; “Two Philosophical Problems”, p.209 55 Daniel M. Haybron; “Two Philosophical Problems”, p.209 56 Daniel M. Haybron; “Two Philosophical Problems”, p.209 53 32 halini de anlamalıyız. Zira insan zihni, mutluluk yolunda insana en gizli düşmanlık yapmasına karşın bunu hiç fark etmemek de mümkündür. Bundan dolayı, Farabi’nin zihnin hallerinin yanında, zihinsel varlıkların ruhta doğru olarak yerleşmesi, iyi meleke, iyi alışkanlık ve iyi karakter haline gelmesi üzerinde durması oldukça önemlidir. Oysaki psikolojik mutluluk görüşünü savunanlar, karaktere bağlı bir etkinlikten alınan mutluluktan ziyade, zihin hakikat açısından yanılmış bile olsa kendisini sadece o anda hissettiği hazla değerlendirirler. Onlar koşulların hakikatinin önemini gözden kaçırarak, bunun yerine sadece nereden, nasıl gelirse gelsin, sahip olduğumuz koşulların ruhta bıraktığı izin peşine düşmekten yanadırlar. Oysa ki zihnin hakikati yeterli değildir, aynı zamanda koşulların (şeylerin) hakikati de bilinmelidir. Bu yüzden mutluluğun psikolojik boyutu, felsefi boyutunun yanında Farabi için tek başına yeterli görünmemektedir. Aristo için de, durum farklı değildir. “…öte yandan hiç kimse çocukların haz aldıkları şeylerden olabildiğince çok haz alarak yaşam boyu bir çocuk zekâsı taşımayı tercih etmese gerek.”57 Aristocu mutluluk çerçevesinde merkezi olan şey, içinde sağlıklı karakter ve erdemin aktif bir biçimde dışa vurulduğu bir hayat tarzıdır. Buna karşın psikolojik mutluluk çerçevesinde ise zihnin hallerinden ayrı, hayat boyunca iyi aktivitelere kaynak olacak sağlıklı karakter ve erdemden yoksun bir hayat tarzı olduğu belirgin görünmektedir. Sağlıklı karakter, erdem, yetkinlik, amaç, seçim ve özgürlükle çerçevelenmeyen psikolojik mutluluk, kendinden memnun fakat çevresi tarafından aldatılan, kendinden hoşnut ama kavanoza mahkûm beyin veya İbni Sina’nın uçan insan misalindekiler, gerçek koşullarla gerçek temaslarda bulunmadıkları için veya zihinleri koşulları hakkında onları yanılttığı için mutluluğu kazanamazlar. Çünkü Farabi mutluluğun bir tür etkinlik olduğu konusunda ısrarlıdır. Haz, doğal olarak, bu tür etkinliklere eşlik etse de mutluluk bir tür haz değildir. Bu nedenle D. Ross, Aristo'nun “eudaimonia” kavramını “iyi olma” şeklinde çevirmekten yanadır. Çünkü ona göre, mutluluğun sürekli bir etkinlik olduğunu en iyi ifade eden kavram “iyi olma” 57 Aristoteles; Nikomakhos, s.204 33 kavramıdır. Zira iyi olmak da, sürekli, akla uygun etkinliği gerektirir.58 Aynı zamanda, iyi olmak, koşulları iyi değerlendirebilmek demektir. Ancak şu hususa da işaret edelim ki, sükûnet, heyecan, sevinç ve neşelilik gibi, arzu gücünün niteliklerinin önemini göz ardı eden ve sadece nazarî bilgi ilkesini insanî yetkinliği gerçekleştirmek için temel alan katı felsefî mutlulukçu anlayış Farabi’nin mutluluk çerçevesinin dışında kalmaktadır. Çünkü daha sonra, Farabi’nin “hazları kullanma” konusu üzerinde detaylıca duracağımız gibi, iyiyi, erdemi, karakteri, özgürlüğü, yetkinliği kazanmaya çalışırken hazları, görmezlikten gelmek çerçevenin dışına çıkmak demektir. Mutluluk çerçevesini ilkesiz psikolojik haz ve hazsız felsefî ilke ayırımına sürmek mutluluk sorununu çözümsüzlüğe itmektir. Aslında felsefî mutluluk ile psikolojik mutluluk arasında ayırım yapmak parça ile bütün arasında ayırım yapmaya benzer. Böyle bir ayırım yanlış anlamalara yol açabilir. Burada parçayı temsil eden psikolojik mutluluk anlayışında olanlar için önemli olan amprik araştırmalarda “Mutluluk nedir?”sorusunun tam olarak amprik bir soru olması hususudur. Ancak, bu alanda, “mutluluk nedir sorusunu belirleyebilmemiz için, mutlu ve mutluluk gibi kavramların belirli örneklerinin kullanımı için cevapların (şayet varsa) ne tür bir psikoloji içerdiğini keşfetmemiz gerekir. Ve bu soruyu cevaplamak tam olarak insan psikolojisinin nasıl olduğuna bağlı olacaktır.”59 Bununla birlikte, Farabi gibi, Aristo’yu yorumlayanların bu soruyu canlandırmaları oldukça farklıdır. Fark şurada yatmaktadır: Bu anlamda mutluluğun ne olduğunu belirlemek için, bizim öncelikle insanların yaşamını daha iyi yapacak ne tür şeyleri keşfetmemiz gerekir. İşte bu tam da değerler sorunudur.60 Mutluluk açısından bu değerlerin özünü de basiret erdemi teşkil etmektedir. Aracın çalışması için yakıt koymak zorunluluktur, ancak yakıtı gerekli bir düzeyde tutmak basiretin gerektirdiği bir görevdir. Her iki durumda da, basiret kavramı araç ve amaçlarla ilgilidir. Ancak, basiret durumunda, en iyi ile en kötü arasında seçim vardır.61 Bu görüşe göre, mutluluğun izlenmesi basiretli davranışlar göstermeye bağlıdır. 58 W.David Ross; Aristoteles ( Çev.:Ahmet Arslan ; İ.Oktay Anar ; Özcan (Yalçın) Kavasoğlu ; Zerrin Kurtoğlu ) , Kabalcı Yayınevi , İstanbul 2002 , s. 223 59 Daniel M. Haybron; “Two Philosophical Problems”, p.210 60 Daniel M. Haybron; “Two Philosophical Problems”, p.210 61 Herbert W. Schneider; “ Obligations and the Pursuit of Happiness ” , Vol.61, p.313 34 Farabi, Fusul’da, “Mutluluğun elde edilmesinde yararı olduğunda, her şey, iyi ve her ne şekilde olursa olsun, ona engel olan her şey, kötüdür” der.62 Farabi nerdeyse her ne yaparsak mutluluğu kazanmak için olmalıdır, demeye getiriyor. Benzeri düşünceler Platon’da da mevcuttur. Platon ve Farabi'ye göre, mutlulukla ilgili sorun, insan nasıl yaşamalı veya insan en iyi nasıl yaşayabilirle ilgili sorundur. Bu filozofların nasıl yaşamalıyla ilgili kast ettiği basitçe nasıl bir hayat plânı yapılması gerektiğiyle ilgili değildir. Onların kast ettiği şey, öznenin iyi hayat için en yüksek iyi ve en yüksek yetkin olanı araştırmaktır. Platon ve Farabi sadece iyi hayattan, nasıl yaşanması gerektiğinden söz etmiyorlar, onlar aynı zamanda yaşamak için çare ve avantajlardan da söz ediyorlar. Bu nedenle ahlâkî özne, mutlu hayatın gerçekleştirilmesine yardımcı olan bütün iyilerle yakından ilgilenmeli ve faydasına olanı iyi tespit edebilmelidir. Bu aynı zamanda basiret, ihtiyat ve tedbirlilik ahlâkıdır. Farabi’ye göre, kişi, mutluluk sorununu bizzat kendi sorunu olarak düşünmeli ve bu sorunun peşini dışardan zorlama bir güçle değil, isteyerek kendi takip etmelidir. Mutluluğu kendisine kazandıracak karakter ve erdemleri kendinde zenginleştirme sanatını bilmelidir. Bu nedenle özellikle Platon ve Aristo'da mutluluk için dışarıdaki birtakım görüşlere değil, öznenin kendi içinden elde edebileceği iyilerine ve faydalarına gönderme yapmaktadırlar. Bu anlamda, Platon, Aristo ve Farabi mutlulukçu ahlâk görüşüne sahiptirler. Bundan dolayı, Platon, Aristo ve Farabi’nin ahlâk anlayışlarını akla dayandırdıklarını ve bu yüzden rasyonalist ahlâk görüşleri olduğu iddia edilebilir. Ancak biz bu kanıda değiliz. Burada çıkarılması gereken sonuç, bunların ahlâkî kavramları akıldan çıkardıkları değildir. Tam tersi insanın yaratılışının amacı olan mutluluk kavramı için öncelikli olan akıllı olma sonucunu çıkarmak gerekir. Bir başka deyişle basiret, ihtiyat ve ileriyi görebilmek anlamında akıllı davranış gösterebilmektir. En üstün haz olan akıl hazzını, arzu ve bedenden gelen hazlarla, aklın diğer ikisine olan önderliği altında, hayat tarzı isteyerek, bilerek ve sürekli bir biçimde seçmektir. Bu nedenle zihin gücü Farabi için mutluluğun önemli bir koşuludur ve iyi “zihin gücü ”(kuvvetu’z-zihn) “ayırt etmenin iyi veya kötü olmasına araç olan” bir güçtür. Bu güç, “iyi ayırt etmenin gerçekleşmesini sağlar” ancak “kötü ayırt etmeye de araç olabilir” bu durumda zihin iki 62 Fârâbî; Fusul, s.46; T: s.39 35 kısma ayrılır. 63 Bu nedenle akıllılığın aleti olan zihin gücünün sağlamlığı, ahlâktan önce gelir. Öncelikle, akıllı davranmasını bilmeyenin kendi mutluluğunun peşine düşmesini beklemek yanlış olur. Bu rasyonelliktir, rasyonalistlik değildir. Farabi metinlerinin arka plânını, iyi okuduğumuzda karşımıza kişinin kendi mutluluğunu ilerleten şeyin geniş anlamıyla basiretli muhakemeye dayalı olduğu görülebilir. Buna göre basiret, kişinin kendi faydası için doğru muhakeme temeli üzerinde eylemde bulunma temayülüdür. Bu nedenle, basiret mantığı, kişinin kendi faydasını iyi bir muhakemeyle izleme mantığıdır. Şayet bir insan kendi faydasını izlerken yapması gereken mantıklı şey nedir hususunda bir fikir sahipse, bu durumda basiret kavramına sahiptir demektir.64 Farabi’nin mutluluk sisteminin bize sunduğu kavramsal çerçevede, mutluğumuzu ilerletme konusunda yardımcı olacak, ahlâkî motivasyon diyebileceğimiz bir kavram vermektedir. İnsanın mutluluğu arzu etmesi için güçlü amaçlara sahip olması çok önemlidir. Arzu etmek; istemek, motive olabilmek demektir. “Aynı şekilde insan mutluluğu kavrayıp bildiği halde… Onu arzu etmez veya yeterince istemezse; ondan, ortaya çıkacak her şey gene bütünüyle kötü olur.” 65 Mutluluğu ilerletmekten söz ediyoruz. Çünkü en alt basamakta olan bedenden gelen haz, sevinç, onur, zenginlik vb. iyilere de mutluluk denilmektedir. Ancak bu mutluluğu ilerletmediğiniz takdirde eksik kalan, tamamlanmamış, yetkinleşmemiş bir mutluluk ya da haz adını vermek daha doğru olur. Burada Farabi’nin, kişinin içsel dünyasından hareketle kendi mutluluğunu izlemesinin yanı sıra, aynı zamanda, filozof, imam tarafından yapılacak olan zihniyet değişimi aracılığıyla birey ve topluma mutluluğun dışardan bir güç aracılığıyla izlenmesi gerektiğinde önemli olduğunu vurgulamalıyız. Bu anlamda, Farabi açısından, “nasıl yaşamalıyım” sorusu, bir bütün olarak hayatta mutluluğu nasıl kazanabilirim şeklinde anlaşılabilir. Dilimize ve kültürümüze mutluluk kavramının hem psikolojik hem de felsefî boyutu çok iyi bir şekilde yerleşmiş durumdadır. Kavanozdaki “mutlu” beyni hatırlayacak olursak, bunun için doğal olarak mutlu denilecektir. Buna rağmen dünyası kavanozdan 63 Fârâbî; Tenbih, s.54; T: s.33 T.H Irwin ; “ Prudence and Morality in Greek Ethics ” , Ethics, Vol.105, Jan.1995, p.285 65 Fârâbî; Siyâse, s.74; T: s.40 64 36 ve kendisine özel aygıtlar sayesinde gelen duygulardan ibaret olan bu beynin kendi yaşamını mutlu sürdürme imkânına sahip olamayacağından yukarıda söz etmiştik. Felsefî mutlulukta aslolan, hayatını mutlu sürdürebilme, başkalarının hayatını mutlu bir şekilde sürdürebilmesine kılavuzluk edebilme yetkinliğinin var olmasıdır. Bu yetkinlik için yetkinleşmeye çalışan bir ruhun varlığı da zorunludur. Manevi anlamda fakir bir ruhun mutlu bir hayat sürdürebilmesi düşünülemez. “Mutlu” sıfatı, kişinin sadece o andaki durumu için nitelendirilirse, bu durumda “mutlu” kavramının sadece zihinsel olarak kabul edildiği unutulmamalıdır. Ancak “mutlu”luk kişinin hayatının bir özelliği olarak değerlendirilirse bu durumda zihnicilik görüşü gözden düşer. Çünkü insanlar için dışarda olup biten, çoğunlukla zihnin içinde olup bitenden daha önemlidir. Zihnimizin içinde var olanlara karşı, dışarıda olanlar bizimle ilgisiz olarak olmaya devam etmektedir. Örneğin, tek başına zihin ne kadar iyi niyetli olursa olsun dışarıda, hayatta var olan kötülüğü yok edemez. Başka bir deyişle dünyadaki fakirliği zihin kabul etmiyor diye fakirlik gerçekliği yok olmaz. Bu yüzden insanlar dışarıya yönelik olarak iyi etkide bulunmakta isteksizdirler. Ancak Farabi' ye göre başkanın yetkin zihni başkalarını kendiliğinden etkileyebilecek güçtedir. Bunun için ‘zor’ gibi araçlara ise hiç başvurmasına gerek kalmaz. Bununla birlikte, Farabi’nin sisteminde yetkin başkanın zihnî dünyası, diğer zihinleri yönlendirebilir, onları etkilemekte hiçbir zorluk çekmez. Başkan, hayata zihniyetiyle yön verebilme konusunda yetkin olduğu için zaten başkandır. Toplumsal hayat başkanın zihninden etkilenmekten kurtulamaz. “Mutlak anlamda ilk yönetici… Bilim ve marifeti gerçek anlamda elde etmiş, hiçbir konuda kendisine yol gösterecek bir insana gerek duymaz. Yapmak zorunda kaldığı işlerin her birini iyice anlayabilecek güçtedir. O, öğrettiği her şeyi başkalarına iyi bir şekilde kılavuzlayacak, başkalarını yapabilecekleri işlerde çalıştıracak, mutluluğa giden bütün işleri belirleyecek, tanımlayacak ve değerlendirecek güce de sahiptir. Bunlar, yaratılışça büyük ve yüksek yatkınlıklara sahip olan kişinin, Faal Akıl ile bağlantı kurduğunda gerçekleşir.”66 Farabi'nin metnine bakılırsa böyle bir başkan vahiy alan başkandır. “ Eskilere göre, böyle bir kişi, gerçekte hükümdar olup, onun vahiy almış olduğu söylenmelidir. Çünkü insana, ancak bu 66 Fârâbî; Siyâse, s.78; T: s.42 37 mertebeye ulaşınca, yani Faal Akılla kendisi arasında başka herhangi bir aracı kalmadığı zaman vahiy gelir”67 “Mutlu” ve “mutluluk” kavramlarını birbirine karıştırmamamız çerçeve açısından önemlidir. Mutlu kavramı psikolojik bir kavramdır. Daha çok kişiyi tasvir etmek için kullanılan bir kavramdır. Mutluluk kavramı ise soyut bir kavramdır. Yer yer tezimizde de kullandığımız gibi mutluluk kavramından “mutlu bir hayata yol göstericilik, kılavuzluk etme” anlamında faydalanılır. Mutluluk kavramından nasıl faydalanılacağı veya kullanılacağı konusunu anlamak için basiret erdemini açıklamada fayda vardır. Öncelikle mutluluk kavramı basiret aracılığıyla insanda daha kolay kanlı ve canlı duruma gelir. “Basiret mutluluğuyla basitçe refah, gelişmek, büyümek anlamlarına gönderme yapılır”68 denilmektedir. Nitekim basiret kavramı batılı filozoflar tarafından refaha gönderme yapacak şekilde yorumlanmaktadır. Bu anlamda refah, en yüksek iyi diye isimlendirilmektedir.69 Basiret mutluluğunun teorisyenleri “eudaimonia” kavramını çoğunlukla mutluluk olarak değil de basiret (prudential) olarak çevirirler. Örneğin Hill, Kant, Kekes, Mill, Rawls, Spinoza, Tatarkiewicz ve Thomas bunlardan bir kısmıdır.70 Çünkü bunlara göre “İnsan hayatının ilk ve son amacı olarak mutluluk, hayatın insanlar için iyi gitmesinden ibarettir.”71 Hayatın iyi gitmesi ise basiretli olup olmamaya bağlıdır. Burada “müreffeh hayat” ile “iyi hayatı” kavramlarını birbirine karıştırmamak gerekir. “müreffeh hayat” psikolojik mutluluğa, gelişmeye gönderme yaparken “iyi hayat” felsefî mutluluğa, ahlâkî iyi olmaya gönderme yapmaktadır. Ancak psikolojik mutluluk, müreffeh hayatın en önemli tek boyutudur. Güvenlik, sağlık, ekonomik refah amaçlarını kolayca elde etmek için uygulanan basiret erdemi, ihtiyatlı olmanın beraberinde getirdiği psikolojik mutluluk olmazsa mutlu bir hayatı ne sürdürmek, ne de başkalarına mutlu bir hayat için yol göstericilik mümkün olabilir. Bu durumda Sokrates’in “Nasıl yaşamalıyım?” sorusunu nasıl anladığımıza bağlı olarak psikolojik ve felsefî mutluluk öncelikleri değişir. “Hangi hayat yolu beni en mutlu yapar?” sorusu benim hayat koşullarımın iyi olduğu bir hayat mı, yoksa koşullar ne olursa olsun iyi bir hayata sahip olmak için öncelikle benim iyi olmam gerekir şeklinde iki türlü anlaşılabilir. Birinci 67 Fârâbî; Siyâse, s.79; T: s.45 Daniel M. Haybron ; “ Two Philosophical Problems”, p.313 69 Hanry Hazlitt; The Foundations of Morality, Irvington-on-Hudson, New York 1994, p.26 70 Daniel M. Haybron ; “ Two Philosophical Problems”, p.219 71 Daniel M. Haybron ; “ Two Philosophical Problems”, p.214 68 38 anlamda iyi hayat, gelişmenin, refahın merkez alındığı bir hayattır. İkinci anlamda ise hangi hayat tarzının kişiyi takdire değer ve erdemli yapar anlamı vardır. Çerçevemizin özünü ikinci anlam biçimi şekillendirecek olup, birinci anlayışa da yerine göre mutluluk çerçevesinde göndermeler yapılacaktır. Bu konuyla ilgili olarak refahı, refah için de basiret erdemini merkez alan mutluluk teorileri ile ilgili bir hususa daha değinmemiz gerekir. Hayatın iyi gitmesinin sağladığı psikolojik tatmin; çoğu durumda, iyi insan olmanın kriteri olarak anlaşılma yanlışına düşürebilir. Örneğin zenginlik iyi insan olmanın kriteri olabiliyor. Farabi’nin mutluluk teorisinde psikolojik tatmin, sadece erdem amacıyla bir araya gelip yetkinlikler için şehirleşmeyi başlatan insanların hak ettiği bir ödüldür. Aynı amaç ve arzuya sahip şehir insanlarının güven, huzur içinde olması ve olumsuzluklardan uzak kalmış olmaları onlara aynı amaç altında bir araya gelmelerine neden olan yaşam tarzlarının getirdiği bir psikolojik ödüldür. “Erdem için toplanmış (içtima) bir toplulukta hiçbir ayrılık ve uyuşmazlık vuku bulmaz. Çünkü erdemin amacı birdir, yani başka bir şey için değil bizzat kendisi için istenilen iyidir. Bu ikisinin arzu ve amacı, sadece, aslında iyi olan amaca yönelik olduğu için, ona götüren yolları da bizzat o şey için olan sevgileri de birdir. Onlar, amaçları bir olduğu sürece, asla ayrılığa düşmezler. Anlaşmazlık, sadece arzuların farklılığından ve amaçların zıtlığından dolayı vuku bulur.” 72 Buna göre mutluluk kavramını şekillendiren nazarî erdemin, fikrî erdem aracılığıyla insanda cisimleşmesi sürecinde onun güven, gelişme ve huzur gibi zihinsel hazza ulaşmış olması bizi refahın psikolojisi sorununa götürmektedir. Bu alandaki merkezî soru: refah için önemli olan psikolojik durum nedir? Söz konusu bu soru bizi motivasyonlar konusuna götürecektir. Şayet ahlâkî motivasyonla sadece arzuların tatmini kastedilirse, bu durumda Farabi’nin mutluluk sisteminde parçalanmaya yol açılmış olur. Ancak, ahlâki motivasyonla kastedilen en yüksek amaç olan mutluluğu, kazanılmasında kolaylıksa, bu Farabi'nin gönderme yaptığı psikolojik duruma denk düşer demektir. Burada önemli olan, “Öncelikle bizim mutluluk anlayışından ne istediğimizi çok iyi anlamamız gerekir”73 düşüncedir. İnsan olarak ne istediğimizi bilirsek, mutluluk teorisini anlamamız o kadar kolaylaşır. Başka bir deyişle ilk soruya vereceğimiz cevap, 72 73 Fârâbî; Fusul, s.101; T: s.76 Daniel M. Haybron; “Two Philosophical Problems” p.218 39 ikinci soruya vereceğimiz cevabı kolaylaştır. Hangi mutluluk görüş veya görüşlerinin şu şekilde bilinen pratik ve teorik ihtiyaçlarımızı tatmin ettiğini bilmek, sadece mutluluğun yapısını ortaya koymamıza değil, aynı zamanda refahın psikolojisini anlamamıza yardımcı olması açısından da önemlidir.74 1.1.Mutluluk ve Mutsuzluk Öncelikle mutlu kavramının dört temel felsefî kullanımı üzerinde duracak, daha sonra mutluluk kavramıyla ilgili sorunların analizini yapacağız. “Mutlu” kavramının birinci kullanımında basitçe; tam olarak kısa süreli duygulara gönderme yapılması yaygın olan bir görüştür. Burada karşımıza çıkan felsefî problem söz konusu duygular ile bu duyguların içinde meydana geldikleri koşullar arasında nasıl bir mantıksal ilişki kurulacağıdır. Genel olarak ifade etmek gerekirse böyle bir ilişki için iki yol gözükmektedir. 1- Duyguların herhangi bir nesneyle ilişkili olması. 2Belirlenmiş bir tutumla, davranışla ilişkili duygular olması. Bir duyguya sahip olduğunu iddia eden her hangi bir insanın mantıksal olarak bu duygusuyla ilgili olan bir nesne seçmesi gerekir. Örneğin insan sahip olduğu duyguyla ilgili bir nesne seçmedikçe basit olarak haz duygusuna sahip olamaz.75 Burada mutlu kavramı için esas olan duyguların koşullarından birincisi; nesnenin var olması ve nesnenin ahlâkî özne tarafından seçilmesidir. Nesne, soyut ve somut olmak üzere iki kısma ayrılır. Kişinin güzel bir yerde gezmeyi hayal etmesi insanın mutlu olmasının bir nesnesi olabilir. Bu mutlu olmanın soyut bir nesnesidir. Başkasına hayırda bulunmak, onun karnını doyurmak mutlu olmanın somut bir nesnesidir. Ancak herhangi bir nesnenin varlığı ortada olmaksızın da bir kişi mutluluk duygusunu hissedebilir. Bu anlamda, mutluluğa paralel olan duygu depresyondur. Çünkü bir insan ortada herhangi bir nesne olmaksızın depresyona girebilir. Ancak “Mutlu olma duygusu ile depresyon duygusu birbirine zıttır. Çünkü mutlu olma duygusunda esas olan şeylerin iyi görünmesi iken depresyon duygusunda ise şeylerin iyi görünmemesidir.”76 Ayırt etme yertkinliği sayesinde mutluluk duygu ile depresyon duygusu rahatlıkla birbirinden ayırt edilebilir. 74 Daniel M. Haybron; “Two Philosophical Problems”, p.218 Lloyd D.A. Thomas ; “ Happiness ” , The Philosophical Quarterly, Vol.18, Apr. 1968, p.97 76 Lloyd D.A. Thomas ; “ Happiness ” , p.100 75 40 Bir duygu, kültürel olarak belirlenmiş türden bir nesneyle ilgili olabilir; bunun en güzel örneği gururdur. Gurur duygusu için herhangi bir nesne değil de; gurur duygusuna uygun nesnenin var olması gerekir. Bu tür nesneler kültür koşullarına bağlı olan nesnelerdir ve bu nesneler kültürden kültüre değişiklik gösterebilirler. Bu durumda farklı kültürlere sahip bireylerin gururları, övülüp mutlu olmaları kültürlerine bağlı olarak birbirinden doğal bir biçimde farklı olacaktır. Örneğin Japon kültüründe gurur başat bir duygudur. Öyle ki gururu kırılmış bir Japon için artık yaşamanın bir nedeni kalmaz. Bir başka örnek; cesaret erdeminin hâkim olduğu kültürlerde en çok mutlu olanlar, bu erdeme bağlı etkinliklerde en üstün başarıları gösterenler olacaktır. Duygu ve ilişkili oldukları koşullar arasındaki mantıksal ilişki için ikinci yol: Duyguların, bu duygulara sahip kişilerde belirli tutumlar, eylemler göstermesi ve duygu ve eylemler arasında güçlü bir bağın (alışkanlıklar) var olması gerekir düşüncesidir. Farabi bu duygu ve nesne arasında ilişkinin kalıcı duruma gelmesini sağlayanın alışkanlık olduğu kanısındadır. Burada kastedilen eylemler iyi, güzel, övgüye değer, vb. eylemlerdir. Bunda dolayı mutlu olma duygusunun “gerektiği gibi olan” ahlâkî eylemlerle örtüşmesi gerekmektedir. Bu durumda şayet “X mutlu mudur?” Sorusunun cevabı X’ in koşullarının elverişli olup olmaması cevabına bağlıdır. Biz (dışardan değerlendiriciler) X’in mutluluk koşullarını kötü, sıkıcı ve depresif olarak değerlendirebiliriz, fakat X kendi koşullarını mutluluk duyguları için son derece elverişli olarak değerlendirebilir.77 Bu durumda koşulların değerlendirme sorunu felsefî bir problem olarak ortaya çıkmaktadır. Bu problem, mutluluk teorisinde epistemolojinin rolünün ne olduğu problemidir. Kısaca belirtmek gerekirse, her değerlendirme bilgiye bağlıdır, bilgi olmaksızın değerlendirmenin yapılması imkânsızdır. Söz konusu mutluluk değerlendirmesi olunca, ahlâkî bilginin önemi daha da öne çıkmaktadır. X’in durumunda söz konusu olan onun kendisini mutlu hissedip etmemesi değil; kendisini ne şekilde mutlu hissettiğinin değerlendirme biçimidir. İnsanın mutlu olmasını sağlayan nesneler ile onu mutlu eden nedenler arasında ayırım yapılmalıdır. Birincisinde problem “nesnelerin özneye nasıl göründüğüdür”, ikincisinde ise “ ben niçin mutluyum ” sorusunun nedenlerini belirleyen “yargılardır.” 77 Lloyd D.A. Thomas ; “ Happiness ”, p.99 41 Mutlu kavramının bu kullanımında nesnelerin özneye nasıl göründüğü önemlidir. Mutlu olmanın niçini bu kullanımda önemli değildir. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: “Mutlu” kavramının kullanımında duygulara gönderme vardır. “X mutludur” cümlesinin değişik bir şekli X kendisini böyle hissetmektedir. Başka bir deyişle “X mutludur” cümlesin doğrulaması X’ in kendisini böyle hissetmesinden başka bir şey değildir. “Ben kendimi mutlu hissediyorum” cümlesiyle bildirilmek istenen kişinin kendisini nasıl hissettiği ve bunu doğrulamasıdır.78 Bu anlamda mutluluk, derin duygusal tecrübeye bağlı bir durumdur. Bu durumu ifade eden kavram daha çok sevinç, vecd, neşe ve aşırı coşkudur. Bu kavramlarda mutluluktan farklı olarak ortak özelliğin yoğun ama kısa süreli olmasıdır. Zaten bu türden duygular yoğunluğundan dolayı sürekli değildir. Bu anlamda mutluluk ise kalbe dökülen sıcakkanın verdiği bir his gibidir.79 Farabi' nin kullandığı “saade” kavramının etimolojik kökeninde ise “neşeli ve onurlu olmak” gibi sürekliliği ifade eden duygu kavramları vardır. 80 Mutlu kavramının ikinci kullanımında da duygulardan ziyade duyguların ilgili olduğu nesneler ön plâna çıkmaktadır. Örneğin “Ben kendimi… ile mutlu/hakkında mutlu hissediyorum” cümlesinde ilk etapta duygulara gönderme yapılmaz. “Ben kendimi… ile/hakkında mutlu his ediyorum” cümlesindeki “…ile/hakkındanın” illaki duygulara gönderme yapması zorunlu değildir. Hissetmek burada çok önemli değildir. Yaklaşık olarak “…ile mutlu ve… hakkında” mutlu kavramları “…ile tatmin olmuş… ile makul olarak hoşnut olmuş” ve “ilkelerime uygun” kavramlarıyla denktir. Mutluluğun bu kullanımı tatmin olmak ve hoşnut olmak kavramına çok yakındır.81 Bu kullanımda nesnelerin bize nasıl göründüğünden ziyade nesnenin bizzat kendisinin niteliğine dikkat etmemiz gerekir. İyi, güzel, kaliteli bir nesne/eylem ve tutum mutlu olma duygusunu meydana getirebilir. Çünkü mutluluk duygusu ile iyilik/erdem arasında zorunlu ilişki vardır. İyi, bir nesne, kişiyi tatmin eder, hoşnut eder. İyi/erdemli bir eylem sahibini tatmin eder. Bu yüzden duygunun/insanın yetkinleşmesinden ziyade burada nesnenin yetkinliği önemlidir. Mutluluk kavramını refah olarak anlayan filozoflar mutlu olmayı sadece nesnelerin yetkinliğine bağlamışlardır. 78 79 80 81 Lloyd D.A. Thomas ; “ Happiness ”, p.101 Wladyslaw Tatarkıewıcz; Analysis of Happiness, Polish Scientific Publishers, Warszawa 1976, p.1–2 Bk.El- Feyrûzâbâdî, El- Kâmûsu’l- Muhit, Müessesetu’r Risale, 2. Baskı, Beyrut, 1987 Lloyd D.A. Thomas ; “ Happiness ”, p.101 42 Farabi’de yetkinlik; hem toplumsal anlamda iyi nesneleri bir araya getiren ilk yetkinlik olan “şehirde”, hem de bireysel anlamda ruhsal bütün güçlerin yetkinleşmesinde başlamaktadır. Ancak öncelik iyi nesnelerin toplamı olan şehirde değil; bireylerin ruhsal güçlerinin yetkinleşmesinden başlamalıdır. Aslında şehir sadece insanların yetkinlikleri kolayca kazanması için olanaklar sunan bir mekândır. Bu nedenle Farabi’nin nesnel ve öznel yetkinlik görüşü birbirinden ayrılamaz kanısındayız. “İnsandaki düşünülürler, onun ilk yetkinliğini teşkil eder. Ancak bu düşünülürler ona sadece nihaî yetkinliğine ulaşmasında kullanılmak üzere verilmişlerdir. Bu nihaî yetkinlik ise, mutluluktur.”82 Nihai yetkinlik ise toplumsal yetkinliklerin ilki olan şehirde kazanılır. Şehir (medine), “yetkinlik mertebelerinden ilkini temsil eder.” 83 Buna göre nesnel ve öznel yetkinlik elele olmak zorundadır. Nesnel ve öznel yetkinliğin nesnel başlangıç noktası ise iyi nesnelerin bir araya getirildiği mekân anlamına gelen “şehir”dir. Ruhsal güçlerini yetkinleştirmiş olanların bu güçlerini nesnel anlamın özel örneği olan “şehir”i oluşturması gereklidir. Bir insanda mutluluk için gerekli olan temel erdemlerin bireylerde gerçekleştirilmesi, bu erdemlerin özel nesnel örneklerinin gerçekleştirilmesi ve bu özel örneklerin topluluklar ve şehirlerde nasıl varlığa getirileceğinin de bilinmesi gerekir. “Çünkü böyle büyük bir kuvvete sahip olan insanın, onun özel örneklerini topluluklar ve şehirlerde gerçekleştirme gücüne sahip olması gerekir.”84 Şimdi konuyla ilgili olan felsefî probleme değinmemiz gerekiyor. X ‘in “…ile/hakkında” mutlu olması için mutluluk nesnesi tek başına yeterli midir? Değildir. Çünkü değerlendirme ilkeleri de önemlidir. Daha önce söz ettiğimiz duygu, yargı ve koşullar unsurlarına X’ in ne olmak istediğine veya ne olduğuna dair değerlendirme ilkeleri de katılmaktadır. Bu kullanımda kişinin kişiliğiyle, ne olmak istediğiyle, amacıyla ilgili değerlendirme ilkeleri ön plâna çıkmaktadır. Farabi'ye göre kişinin değerlendirme ilkelerine kaynaklık eden güç de “ayırt etme yetkinliği” (cevdetü’temyiz) gücüdür. Ayırt etme yetkinliği gücüne sahip olanlar, değerlendirmelerinde “doğru görüşe” sahip olanlardır. Doğru görüş ise Farabi' ye göre şudur: “Doğru görüş (ez-zannu's-savâb), bir insanın bir şeyi her müşahede ettiğinde, görüşünün, daima, 82 Fârâbî; Medine, s.105; T: s.59 Fârâbî; Siyâse, s.69; T: s.36 84 Fârâbî; Tahsîl, s.164; T: s.79 83 43 müşahede edilen o şeyin, olduğundan başka şekilde olmasının imkânsızlığının doğruluğunu bulmasıdır.”85 Özetle bu mutluluk kavramının ikinci kullanımında, koşullara ilkeler aracılığıyla yaklaşmak önemlidir. Çünkü kişinin tatmini, hoşnutluğu kişilik ilkeleriyle de orantılıdır. Kişiler, kendi var oluşuna değer verme, onur ve onurlandırmayı sevme özelliğine sahip varlıklardır. İnsanlar kendi hayatlarına değer verme yetkinliğine eriştiklerinde, kişi haline gelirler ve bu yetkinlikten eksikliğe düştükleri anda da “kişi/ben” olmaktan çıkarlar. 86 Bireyin kendi var oluşuna değer vermesi mutluluk yolunda atılan önemli bir adımdır. Mutluluk kavramının ikinci kullanımında, mutluluk durumu sadece “kişinin hayatı boyunca kendi hayatından tatmin” 87 olması olarak görülür. Ancak bu kullanımda tatminin içerik ve biçiminin belirlenmesi ise insanın yaşam tarzı tarafından belirlenmeye bırakılır. Mutlu kavramının üçüncüsüne gelince, birinci mutluluk kavramı duyguya, ikincisi nesnelerden gelen tatmine, hoşnutluğa gönderme yaparken üçüncüsünde ise kültür, gelenek, toplumsal ahlâk değerleri ile somutlaşmış sözlü ve yazılı, dini veya seküler “mutluca eylem kalıplarına” ve bu eylem kalıplarına uyma sonucu elde edilen başarıya gönderme yapılır. Şayet bir gözlemci kendi halinden memnun gülen bir çocuk, gözlemliyorsa, gözlemini etkileyen en önemli unsur çocuğun mutlu olduğunu bildiren davranış kalıplarıdır. Aksi takdirde çocuğun nasıl, neler hissettiği değildir. Bu kullanımda “gülen çocuk” ifadesi doğrudan “mutlu” kavramına gönderme yapar. Çünkü bir toplumda belirli birtakım davranışların mutluluk duygusundan kaynaklandığı genel kabul olarak varsayılır. Zenginlik, IQ yüksekliği, sınavları kazanma gibi başarılar mutluluğun göstergeleri olarak nitelendirilir. Bu kullanımda başarı hemen hemen mutlulukla özdeş olarak kabul görür. Bu varsayımda ikinci kişi konumunda olanlar ve mutluca davranışlar hakkında yorum ve gözlemler yapanlar, sadece sosyokültürel değerlendirilmelerde bulunan kültürel ölçütlerin belirlediği mutlu veya mutsuz davranış kalıplarından, listesinden yararlanmak yoluyla yorum ve gözlem yapabilme şansına sahiptirler. Üçüncü kullanımda “şu mutludur” ifadesinden kast edilen, onun davranışları ahlâkî, kültürel kodlara uygundur 85 Fârâbî; Fusul, s.58; T: s.46 John Harris; Hayatın Değeri ( Çev.:Süha Sertabiboğlu), Ayrıntı Yayınları , İstanbul 1998 , s.51 87 Wladyslaw Tatarkıewıcz; Analysis of Happiness”, p.2 86 44 şeklindeki antropolojik bir yorumdur. Bireyin mutluluk sorunu da bu toplumsal ve kültürel kalıplara göre yaşayıp yaşayamamasıdır. Bu kullanımı tamamen davranışsal olarak görmek yerine, mutluluk kavramının davranışsal boyutunun olduğunu ve mutluca davranışların gözlemlenebileceğini, iyi ve erdem gibi başlıklar altında listelenilebileceğinin hatırlatılması biçiminde değerlendirmek daha doğru olur. İyimser açıdan bakarsak, birey açısından da mutluluk sorununu taklit yoluyla mutluluğa götüren erdemleri, neden ve niçinini bir kenara bırakarak gerçekleştirme yoluna gidilmelidir. Bu durumda mutlu sıfatı, verili bu tür davranışları sergileyebilen kişiler için kullanılan bir sıfat olmaktadır. Dördüncü kullanımda ise mutlu olma “iyi hayat” sahibi olma kavramına tekabül eder ve “en yüksek iyiye” sahip olma anlamına gelir. Bu kullanımda ancak “en yüksek iyiye” dolayısıyla “iyi hayata” sahip olan mutluluğu kazanmış olur. “ Aristo' nun “iyi hayat nerededir ve nasıl elde edilecektir”88 dediği bu anlamdadır. Bazen birileri göreceli olarak uzun süreden beri mutlu olduğundan söz eder. Mutluluk kavramı burada bütün bir hayatı kapsayacak anlamda kullanılır. Mutluluğun bu kullanımı önceki kullanımdan şu açıdan ayrılır. Böyle bir iddiada bulunan kişide hayatının her anında mutlu olduğunu söylememektedir. Hatta çoğu zaman mutlu olmadığını söylemek de yanlış olmaz. Bu kullanım ikinci kullanımdan da farklıdır. Çünkü “mutlu bir hayatım var diyen” bir insan sadece “beni tatmin eden bir hayatım var” demekten daha fazla şey söylemiş olur: O aynı zamanda iyiye de sahip olduğunu söylemiş olur. Bu kullanımın, aynı zamanda üçüncü kullanımdan, mutluluğun sadece sık sık mutluca davranışların sergilenerek mutlu bir hayata sahip olmak isteyen bir insan için ne gerekli ne de yeterli olmadığı düşüncesinden dolayı ayrılır. Dördüncü kullanımın en önemli karakteristiklerinden birisi, “iyi bir hayata” sahip olmak için kişinin erdem ilkelerinin hayata uygulanmasıdır. Burada mutlu bir hayat için iyiliğe bizi götürecek ilkelere gönderme vardır. Mutluluğu kazanmada iyi kavramının önemi ortaya çıkmaktadır. Nitekim Aristo “mutlu, kutlu, güzel yaşama, en çok tercih edilesi görülen üç şeyde bulunsa gerek: Nitekim kimi aklı başındalık en büyük iyidir der, kimi 88 Hammod; Farabi Felsefesi, s.11 45 (karakter) erdemi en büyük iyidir der, kimi de haz en büyük iyidir der.”89 Farabi için ise sorun öncelikle kişinin “hikmet” sahibi olup olmaması meselesidir. Çünkü hikmet sahibi, sahip olduğu “hikmetin” kişiliğinde var olmasından dolayı en doğru değerlendirmeleri yapabilen kişidir. “Hikmet, diğer bütün varlıkların varlığına ve sebebi bulunan şeylerin yakın sebeplerinin varlığına sebep olan uzak sebeplerin bilgisidir. Yani onların varlığı hakkında kesinlik vardır; biz onların ne ve nasıl olduklarını, her ne kadar çok olurlarsa olsunlar, o uzak sebeplerin ve onların altındaki yakın sebeplerin varlığının sebebi olan bir Varlığa doğru, bir düzen içerisinde, yükseldiklerini biliyoruz.”90 “Hikmet, bilhassa, her en son varlığın en son sebebini bildiğine; insanın, kendisi için var olduğu en son amaç mutluluk olduğuna ve bu amacın, o sebeplerden biri olduğuna göre, o halde hikmet, insana gerçek mutluluğu bildiren şeydir.”91 Hikmet sahibi insan ilâhî, kozmik düzeni kendisinde içselleştirmiş kişidir. Neyin, nerede, ne kadar, ne zaman yapılacağını kişiliği gereği bilen bir insan olduğu için hikmet sahibi insanın yaptığı her eylem erdemlidir. Hikmet ile amelî hikmet, bir başka deyişle basiret erdemi arasında bir fark vardır. Hikmet sahibini iyi yapar; amelî erdem ise sahibini iyi amaçlara götüren araçlar, çareler sunar. “Öyleyse hikmet, insana gerçek mutluluğu, amelî hikmet de mutluluğu elde etmek için yapılması gereken şeyleri bildirir. O halde bu ikisi, insanın yetkinliğe erişmesinde (rolü olan) iki temel unsurdur. Öyle ki, hikmet, en son amacı ve amelî hikmet ise, kendisiyle bu amaca ulaşılan şeyi verir.”92 İyi kavramı, mutluluğu elde etmede bize yol işaretleri görevini üstlenir. Bir kişinin tam olarak mutlu hayat içinde ilkeler seçme ve bu ilkelere göre hayatını düzenleme hakkı vardır. Ancak bu hakkı kullanırken özgürlüğe ihtiyacı vardır. Kölelik, mutluluğu için dilediği ilkeyi seçme özgürlüğüne ve kendisi için iyi olan şeylere sahip olamamak demektir. Özgür kişi mutluluğa ait ilkeleri seçme özgürlüğüne sahiptir, mutsuzluğa ait ilkeleri seçme özgürlüğüne sahip değildir. Ancak bilinmelidir ki bir kişinin ilkeleri seçme özgürlüğü onun ne tür ve nasıl bir kişiliğe sahip olduğuyla sınırlıdır. Herkesin özgürlük alanının sınırları, kendi kişilik alanı sınırlarıyla sınırlanmıştır. Bu anlamda mutluluk kavramının analizi “İyi yaşamak nedir?” sorusuna; iyi yaşamak nedir sorusu da “Özgür insan kimdir, özgürlüğün amacı nedir?” sorularının cevabına bağlıdır. 89 Hammod; Farabi Felsefesi, s.13 Fârâbî; Fusul, s.52; T: s.42 91 Fârâbî; Fusul, s.62; T: s.48 92 Fârâbî; Fusul, s.62; T: s.48 90 46 “Hayatını kendi tercihine göre yönlendirebilen herkes, güzel yaşamak için bir hedef koyar- mevki, ün, zenginlik-, tüm eylemlerini bu hedefe bakarak gerçekleştirir, hayatı belli bir hedefe göre düzenlememek kuşkusuz büyük bir düşüncesizlik göstergesidir.”93 Mutluluk kavramı için insan psikolojisini bilmenin önemi son derece açıktır. Bu nedenle, “İnsan nedir?” Sorusunun ahlâkî önemini bilen eskiler “kendini tanımayı” ahlâkî ilke olarak koymuşlardı. “Kendini bilmek” ilkesi hayata geçirilmeden önce, kişinin kendisiyle ilgilenmesi, kendisine özen göstermesi ilkesi zorunlu olmaktadır. Aslında kendini bilmek, “kendine dikkat etmek”; “kendinle ilgilenmek”, “kendine özen göstermek” anlamına gelir. Ancak bugün kendini bilmekle ile bu anlamlar arasında çok önemli boşluklar meydana gelmiştir.94 Bu nedenle, eskiler, “kendini bilmek” ile “iyi yaşamayı” amaçlamak arasında var olan güçlü bağı iyi biliyorlardı. Asıl vurgunun, benliğe ilişkin bilgiden, kendine yönelik ilgiye olduğunu biliyorlardı. Kendine dikkat etme teması, soyut bir öğüt değil, yaygın bir etkinlik, ruha yönelik zorunluluklar ve hizmetlerden oluşan bir ağdı. 95 Bu hususun bir başka önemi de kendisine özen gösteren, kendilerine dikkat eden insanların kendi amaç ve mutlulukları konusunda daha hassas olacakları düşüncesinde yatmaktadır. Tıpkı kendisine özen gösteren insanların kendi sağlıklarına özen gösterme ihtiyacı hissetmeleri gibi, kendilerine özen gösteren insanlar yaratılış amacına da özen gösterme ihtiyacı hissederler. Mutluluğun dördüncü kullanımında hâkim olan ilkeler olduğuna değinmiştik. Bir başka deyişle mutluluk sorunu, ilkeler sorunudur. İlk olarak mutluluğun öznesi olan nefsin ilkeleri, onun düşünme, arzu etme, tahayyül ve duyum güçlerine96 sahip olmasıdır. Nefsin söz konusu bu ilkeleri, öznenin mutluluğu kazanabilmesi için gerekli olan ilkelerdir. Bu ilkeler aracılığıyla “zevk, sevinç ve mutluluğun” ortaya çıkması “En güzeli, en iyi biçimde kavramakla (idrak) ortaya çıkar.” 97 “En yüksek iyiyi” “en iyi” biçimde kavramak, insanı, kendi arzuları dâhil hiçbir şeye “ne araç ve ne de asla bir başka tür için hizmetçi”98 olmaması gerektiğini öğretir. Böylece, “mutluluğu elde ettiğimiz zaman onunla birlikte ondan başka herhangi bir şeye ihtiyacımızın olmadığını 93 Hammod; Farabi Felsefesi, s.13 Michel Foucault; Huck Gutman; H. Hutton; Kendini Bilmek ( Çev.:Gül Çağalı Güven ), Om Yayınevi, İstanbul 1990, s.28-29 95 Foucault; Kendini Bilmek, s.40 96 Fârâbî; Siyâse, s.32; T: s.2 97 Fârâbî; Siyâse, s.46; T: s.14 98 Fârâbî; Siyâse, s.63; T: s.29 94 47 görürüz.”99 Mutluluktan başka hiçbir şeye ihtiyacımızın olmadığı bilincine erişmek, mutluluk dışında her şeye karşı özgürleşmek demektir. İnsanın, özgürleşmesi, hiçbir şeye araç olmaması, kendisini amaç olarak görmesi, onun mutluluk yoluna yönlendirici ilkeye sahip olduğu anlamına gelir. Bizi mutluluğa yönlendiren ilke, onun, kavramsal anlamda nihai olmasıdır. Başka bir deyişle, Farabi, ahlâk alanında diğer tüm kavramların, iyilik ve kötülük dâhil, kendisine dayandığı, onun ötesinde dayanılacak başka bir kavramın olmadığını var saydığından dolayı nihai kavramdır diyebiliriz. Mutluluk kendisinden başka ilke ve kavramların bir sonucu olmadığından dolayı da nihaidir. Bu nedenle, Farabi, bu kavramı nihaî kavram olarak ortaya koyarken, akıl yürütme ve tartışmaları bir kenara bırakıp şöyle demektedir: “Mutluluk çok meşhur (açıklamak için akıl yürütmeye gerek olmayan) bir amaçtır ve bunun böyle olduğunu açıklamak için herhangi bir söze gerek yoktur.”100 Geriye mutluluğu tanımlayan belirleyici ilkeleri kalmaktadır. Mutluluğun belirleyici ilkeleri, “iyiliklerin en büyüğü,” “en yetkini” ve “en çok tercih” 101 edilen olmasıdır. Bu nedenle de mutluluk, “kendi kendine yeterli (müktefiyen bi nefsihi)”102 veya yeterli olmaya en layık kavramdır. Bu durumda mutluluğa “İnsan iyiyi sadece iyi olduğu için tercih ettiğinde, yani onunla zenginliğe veya yönetmeye ya da benzeri bir şeye ulaşmak amaçlanmayıp bizzat kendisi için tercih ettiğinde mutluluğa erişilebilir.”103 Farabi mutluluğun koşullarını (şerait) ise şu şekilde ortaya koymaktadır: a) “Bu koşullar, insanın bir eylemi gönüllü olarak ve isteyerek yapması, b) iyi eylemleri iyi oldukları için tercih etmesi, c) yaptığımız her şeyde ve baştan sona bütün hayatımızda bunun böyle olmasını sağlamasıdır. d) Ayrıca bizzat bu koşulların da nefse arız olan şeylerde bulunması gerekir”104 Söz konusu bu koşulları, şu şekilde özetleyebiliriz: Mutluluğa karşı kendimizi motive etmek, iyiyi kendinden dolayı seçmek, süreklilik veya tutarlılık ve bu koşulların insanda karakter/huy haline gelmesini sağlamaktır diyebiliriz. Ayrıca mutluluğun ilkelerini ve koşullarını bir arada tutmayı bize öğreten tekniğe veya karar ve duygu aşamasında mutluluğun koşullarına, Farabi’nin kavramıyla 99 Fârâbî; Tenbih, s.48; T: s.27 Fârâbî; Tenbih, s.47; T: s.26 101 Fârâbî; Tenbih, s.48; T: s.27 102 Fârâbî; Tenbih, s.48; T: s.27 103 Fârâbî; Tenbih, s.51; T: s.30 104 Fârâbî; Tenbih, s.51; T: s.30 100 48 bir “sanata” ihtiyacımız vardır.105 Biz ancak bu sanat arcılığıyla “en üstün yetkinliğe erişinceye kadar adım adım yukarıya doğru gideriz.”106 Şimdi mutluluğun tanımını irdeleyebiliriz. Hemen belirtelim ki Farabi, metinlerinde mutluluğu özce değil, amaç ve yetkinlik bakımından tanımlamıştır. Farabi' ye göre “Mutluluk her insanın arzuladığı bir amaçtır (gaye).” 107 Mutluluğun en iyi, en yetkin ve en son amaç olmasının yanı sıra, mutluluk insan doğasının istediği, arzu ettiği bir amaçtır. İnsan mutluluğu arzularken aynı zamanda insan, doğasının gereğini gerçekleştirmek istemektedir. “Mutluluk, en son beşerî yetkinliktir.”108 Bir başka deyişle insanoğlunun durum bakımından ulaşabileceği en üstün derecedir. Mutluluğun bu en üstün derecesi ahiret mutluluğudur. “Mutluluk, insan ruhunun varlık bakımından kendisine dayanacağı bir maddeye ihtiyaç duymayacağı bir yetkinlik derecesine ulaşmasıdır.109 Çünkü bu noktada cisim dışı ve maddeden bağımsız varlıklar grubuna dâhil olur ve ebediyen bu durumda kalır. Ancak mertebesi “faal akıldan” aşağıdır.”110 “İnsanın ulaşabileceği en yüksek yetkinlik demek olan en yüksek mutluluk (es-saedetü’l-kusva) da budur”111 “Mutluluk, kendisi için istenen, hiçbir zaman bir başka şeyin elde edilmesi için istenmeyen iyiliktir.” 112 “Mutluluk salt iyiliktir.” Mutluluk, salt iyilik olduğundan dolayı, “ Mutluluğun başarılması ve elde edilmesi için yararlı olan her şey iyidir. Ancak bu iyilik, onların özünden değil, mutluluk için yararlı olmalarındandır. Her hangi bir şekilde mutluluk yolunu tıkayan bir şey ise salt kötülüktür.” 105 113 Mutluluk, öğrenilecek Fârâbî; Tenbih, s.52; T: s.31 Fârâbî; Medine, s.63; T: s.23 107 Fârâbî; Tenbih, s.47; T: s.26 108 Fârâbî; Tenbih, s.49; T: s.27 109 Farabi' nin mutluluğu tanımlarken “ruhun varlık bakımından kendisine dayanacağı bir maddeye ihtiyaç duymayacağı bir yetkinlik derecesinden” söz etmektedir. Bunun ahiretle ilgili bir mutluluk olduğu açık olmakla birlikte, Hindistan’da yaşayan ve bilim adamlarının gündeminde olan Prahlad Jani’nin durumu kendi döneminde de o kültürü bilen Farabi' nin 62 yıldır yeme içme gibi maddi ihtiyaç hissetmeyen bu türden durumlara da gönderme yapıp yapmadığını merak ediyoruz. Bilindiği gibi Prahlad Jani çocukluğundan beri yeme içmeye ihtiyaç hissetmediğini, ruhani olarak beslendiğini iddia etmektir. Onun bu iddiasını incelemek üzere İngiltere’de doktorlar tarafından gözlem yapıldıktan sonra gerçekten de yeme ve içmeye ihtiyaç duymayan bir durumda olduğu ve beden sağlığının da genç bir insanın sağlığı kadar yerinde olduğunu belirtmişlerdir. Ayrıca dünyada buna benzer mucizevî diye nitelendirilen vakaların sayının bir hayli çok olduğu gözlem olarak kaydedilmiştir. (www.amazingabilities.com) Tez danışmanım Prof. Dr. Hasan Şahin Beyin böyle bir durumun var olabileceğine dair kuşkuyla baktığını belirtmeliyim. 110 Fârâbî; Medine, s.63; T: s.23 111 Fârâbî; Siyâse, s.55; T: s.22 112 Fârâbî; Medine, s.63; T: s.23 113 Fârâbî; Siyâse, s.72; T: s.38 106 49 ve kazanılabilecek bir durumdur. “Mutluluk, öyle bir amaçtır ki, bu amaca, erdemli eylemlerle ulaşılır”114 Farabi' ye göre mutluluk ne değildir: “Mutluluk, kendisiyle mutluluk elde edilen eylemlerin bir terkibi değildir; mutluluk, öğrenme vasıtasıyla elde edilen hikmetin, bir önceki öğrenmenin bir karşılığı olmadığı gibi, kendisiyle mutluluk elde edilmeyen eylemlerden terk edilenlerin bir karşılığı da değildir; yine mutluluk, eğer insan onu öğrenmemiş, onu terk etmemiş ve onun yerine zahmeti tercih etmemiş olsaydı, insanın hoşlanacağı rahatlığın da bir karşılığı değildir; mutluluk, lezzetin, öğrenme (ta'allum)den meydana gelen bilgiyi takip ettiği taktirde, öğrenmenin bir karşılığı olmadığı, onun, insan, öğrenmeyi tercih edip, rahatlığı terk ettiğin de, insanın çektiği zahmet, güçlük ve acının da bir karşılığı olmadığı; ancak lezzetin, insanın, onun yerine bu diğerini karşılık olarak almak üzere terk ettiği bir başka lezzetin karşılığı olduğu gibi de değildir. Mutsuzlu (eş-şekave) ise: Ne erdemli eylemlerin terki için verilen bir cezadır, ne de hatalı eylemlerin işlenmesinden dolayı verilen bir karşılıktır.”115 Ayrıca Farabi mutluluğu derecelendirmektedir. O mutluluğu tür, nicelik ve nitelik açısından üç dereceye ayırtmaktadır. “Mutluluklar üç bakımdan birbirinden üstündürler: Tür, nicelik ve nitelik bakımlarından. Bu, dünyada mevcut olan sanatların birbirlerinden üstün olmalarına benzer.”116 Farabi, mutluluğun tür bakımından ayırımı için sanatlardaki üstünlük analojisini kullanmaktadır. “Sanatların tür bakımından birbirlerinden üstünlüğü, tür bakımından farklı sanatların var olması, onlardan bazısının diğerlerinden daha yetkin olmasıdır. Mesela dokuma sanatıyla bezzazlık, atarlık, çöpçülük, dansla fıkıh sanatı, felsefe ile hitabet sanatı gibi. İşte tür bakımından farklı olan sanatlar, bu şekilde birbirlerinden üstün olurlar.”117 Farabi, mutluluğu nicelik ve nitelik açısından derecelendirirken yine sanatların kendi içindeki nicelik ve nitelikleriyle analoji yapmaktadır. “Bundan farklı olarak, aynı türe ait olan sanat mensupları, kendi aralarında bilgilerinin niceliği bakımından birbirlerinden üstündürler: Mesela yazı yazma sanatı ile uğraşan iki kişiden birinin bu sanatın kısımları ile ilgili bilgisi daha çok, diğerinin bilgisi daha az olabilir. Mesela bu 114 Fârâbî; Medeni, s.82; T: s.61 Fârâbî; Medeni, s.82; T: s.61 116 Fârâbî; Medine, s.139; T: s.86 117 Fârâbî; Medine, s.139; T: s.86 115 50 sanat biraz dil, biraz hitabet, biraz güzel yazı yazma ve biraz da aritmetikle ilgili bilgilerden meydana gelir. Mesela yazı yazma sanatı ile meşgul olanlardan biri güzel yazı yazma bilgisine ve biraz hitabete, diğeri dil, biraz hitabet ve biraz güzel yazı yazma bilgisine, bir başkası bunların dördüne de sahip olabilir.”118 “Nitelik bakımından üstünlük, iki kişinin yazı yazma sanatının kısımlarına sahip olmakla ilgili olarak aynı durumda olmaları, ancak onlardan birinin sahip olduğu şey bakımından diğerinden daha güçlü ve daha tecrübeli, daha uzman olmasıdır. Nitelik bakımından üstünlük budur. Mutluluklar da işte bu bakımlardan birbirlerinden üstündürler.”119 Mutluluğun ilkeleri nazarî akıldan gelir. Mutluluğun yetkin amaç, en son yetkinlik olduğunu bize bildiren nazarî akıldır. Mutluluk kavramında mutluluğun dereceleri göz önüne alınarak, acaba mutlu sıfatının tanımlamasında kullandığımız bazı ilkeler hakkında fikrî erdemlerden gelen bir sınırlandırma kabul edilebilir mi? En azından insanların sahip oldukları haz eğilimlerini “iyi insan” olmak için zorunlu olarak sınırlayan birtakım sınırlamaların gerektiğini biliyoruz. Ancak nazarî hikmet sahibi olmak iyi hayat sahibi olmanın garantisidir. Ancak, fikrî erdemlerin geliştirilmesi veya bir ulusun ulusal refahının yükseltilmesi için çekilen bunca eziyet ulusun sahip olduğu fikrî amaçlarından dolayı mutsuz olarak tasvir edilmelerine neden olabilir. Ancak bu görüş doğru bir görüş değildir. Çünkü ulusal özgürlükleri için mutluluk dâhil her amacı bir kenara bırakıp toptan savaşmaya karar verenler için mutsuz sıfatı tartışma götürür. Özgürlük, mutlu hayatın unsurları arasından sayılır, ancak Farabi açısından özgürlük de nihayetinde mutluluk için var olan bir unsurdur. Mutluluğu bir dönem için bile olsa bir kenara bırakmak, mutluluk amacı ile özgürlük amacı arasında yer değiştirme anlamına gelir. Bu değişime nazarî akıl izin vermeyeceğine göre, (Çünkü nazarî akıl “hata yapmaz” ve “en son amacın” mutluluk olduğunu bize bildirir.) fikrî erdeme dayanarak bu yer değişimini sağlamak da erdemleri karşı karşıya getirmek demektir. Bu türden bir sorunu çözmenin yolu çok zor görünmektedir. Ancak mutluluğun derecelerinin olması ve mutluluk ilkeleri arasında da öncelik değişimi yapma şansımızın olması nefsin ikinci büyük gücü olan amelî akla güvenmek, sorunu çözmek için bir çıkış yolu olabilir. Çünkü mutluluk ilkelerini paylaşan insanlar, bunları mutluluk öncesi, 118 119 Fârâbî; Medine, s.139; T: s.86 Fârâbî; Medine, s.139; T: s.86 51 mutluluğun yol işaretleri olarak kabul ederler. Ancak, bu ilkeler ve mutluluk sınırları iç içe geçer, hatta bazılarının bakış açısından aynı şeyler olarak değerlendirilirler. Bazen mutluluk yolu, erdemli olan eylemlerden geçerken, bazıları içinde erdemin yolu erdemsizlikten geçmektedir. Ne yazık ki günümüzde mutluluk arayışı için politikanın ve uluslararası ilişkilerin dayandığı da bu görüş olmaktadır. Mutluluk kavramı bu kullanımda iki temel unsura bağlıdır. 1- İyi hayat için kişinin kabul ettiği ilkeler 2- Kişinin içinde yaşadığı hayat koşulları. Bu durumda ancak insanın kendi hayatını yetkinleştirmesine yarayan ilkeleri olması ve bu ilkelere göre yaşaması durumunda mutluluk kavramı söz konusu edilebilir. Biz, ilkelerine göre yaşamayan bir insanı ikna ederek veya zorlayarak değiştiremeyiz, ama ilkelerinin doğruluğu konusunda samimi ise ve biz mutluluk için doğru ilkelere sahip olmadığını görebiliyorsak, ilkelerini değiştirmede ikna veya zorlama yöntemini kullanabiliriz. Biz sadece insanları hayatın yeni imkânlarına karşı uyandırabilir; şimdiki durumdan hoşnut olsalar bile gelecek durumunun daha iyi olacağı konusunda ikna edebiliriz. Bu nedenle Farabi’nin mutluluk sisteminde “öğretim ilkeleri” ile “varlık ilkelerinin” örtüşmesi mutluluk açısından önemlidir. Mutsuzluk, kısmen birey psikolojisinde, kısmen de toplumsal düzenin yanlışlığında yatmaktadır. Ancak mutsuzluk; daha çok hatalı dünya görüşlerinden, yanlış yaşama alışkanlıklarından kaynaklanır.120 Farabi’nin Tahsil’inde “iyi hayat” için gerekli gördüğü ilkeleri, Erdemli Toplum’da ise kişinin içinde yaşadığı toplumsal düzeni “şehir” aracılığıyla yetkinleştirme çabasından söz eder. Aslında bu çaba mutsuzluğun toplumda yok edilmesi gerektiği anlamına gelmektedir. Farabi' ye göre mutlulukla ilgili sorunların hepsi, dönüp dolaşıp “hayatın amacı” ve “insanın varoluş amacının” ne olduğu sorusuna dayanmaktadır. Toplumun en “iyi” politik düzenle yönetilip yönetilmediğini belirleyen standart da yine “hayatın amacı” ve “insanın varoluş amacına” bağlıdır. En iyi hayatın ne olduğuyla ilgili soru pratik akılla ilgili bir sorudur. En iyi hayatın ne olduğu sorusu, en iyi politik düzenin ne olduğu sorusundan daha derin bir sorudur. En iyi hayatın ve iyi bir yönetimin her ikisi de nazarî 120 Bertrand Russel; Mutluluk Yolu ( Çev.:Nurettin Özyürek ) , Varlık Yayınları , İstanbul 1982 , s.9-10 52 akla dayanmaktadır. Farabi’nin ortaya koymaya çalıştığı mutluluk tanımlarını bu minvalde anlamalıyız.121 Mutluluk, insana verilmiş doğasının ve yaratıcılık sanatının sağlamış olduğu insanî bir başarıdır. Mutluluk ve sevinç (duygu olarak) sadece fizyolojik veya psikolojik bir ihtiyacın tatmini değildir; gerginliğin giderilmesi de değildir; düşünce, duygu ve hareket alanındaki her türlü yaratıcı faaliyetle birlikte bir ömür gider. Sevinç ve mutluluk, nitelik bakımından bir birinden farklı değildir. Yalnızca sevincin tek bir şeyle ilgili olmasına karşılık, mutluluk sürekli ve bütünleşmiş bir yaşantıdır; bir birlerinden bu bakımdan farklıdırlar; “sevinçlerden” söz ederiz (çoğul olarak) ama yalnızca “mutluluk” deriz (tekil olarak)122 Mutluluk kavramını doğru yere oturtmak için duygular ile mutluluk duygusu arasındaki farkı bilmemiz gerekir. Mutluluk duygusu bütünseldir, parçalanmayı kabul etmez. Duygular ise parçalıdır, her an değişebilir, bir parçanın yerini karşıtı rahatlıkla alabilir. Ancak mutluluk duygusu duyguların en güçlü olanıdır. Çoğu zaman kendimizi mutsuz hissetmemize rağmen, mutlu olmak için çaba harcamaktan geri durmayız.123 Mutsuzluk, mutluluk yolunun negatif boyutudur. Mutluluk insanın pozitif bir amacı olunca insan zihni onu elde etmenin hep pozitif yolunu izler. Onu elde etmek için durmadan çabalar ve didinir. Oysaki mutluluk pozitif bir amaç olmayınca, mutsuzluk, kendiliğinden insan için negatif bir durum oluverir. Çünkü doğa asla boşluk kabul etmez. Ancak mutluluğu kazanma çabalarının ahlâkî bir zorunluluk olmadığını; mutsuzluktan kaçınmanın ahlâkî sorumluluk için yeterli olduğunu düşünen filozofların görüşlerini deminki görüşle karıştırmamak gerekir. Ahlâkî sorumluluk anlamında “mutsuzluğun” mutluluktan daha önemli olduğunu savunanların görüşlerine değinmek, mutluluk sorunu açısından önemlidir. Burada Popper’in “mutsuzluk” kavramıyla kast ettiği mutsuzluğun ahlâkî bir değer olduğu değildir. Negatif doktriniyle mutsuzluktan kast edilen şey: Mutluluk yolunu açmak için çaba harcamak yerine; mutluluk yolundaki mutsuzlukları kaldırmakla meşgul olmamız ahlâkî sorumluk anlamında yeterlidir. Ayrıca mutluluk yolundaki pozitif ve negatif ödevlerdir kast edilen. Pozitif ödevler yardımcı ödevlerdir. Negatif ödev ise acıdan 121 Christopher Colma ; “ Theory and Pratice: Alfarabi’s Plato Revisited ” The American Political Science Review, Vol.86, Dec.1992, p.966 122 Erich Fromm; Erdem ve Mutluluk (Çev.:Derya Yörükân), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları , İstanbul 1993 , s.219 123 Garry Hagberg ; “ Understanding Happines ” , Mind, Vol.93, Oct 1984, p.591 53 kaçınmaktır. Acıdan kaçınmak ödevi, mutluluk için yeter neden olarak kabul edilmektedir.124 Kısaca “mutlu kılma” anlamında pozitif mutluluk oldukça sorunludur. Farabi’nin “mutlu kılma” gibi bir hedef ortaya atmadığı iyi bilinen bir gerçektir. Karl Popper Açık Toplum ve Düşmanları kitabında “Toplumsal yetkinliğin, ona ulaşılabilecekse bile, çok uzak olduğunu ve her bir insan kuşağının bir istem hakkı bulunduğunu aklından çıkarmayacaktır. Belki pek o kadar mutlu kılınmayı istemek hakkı değil, çünkü bir insanı mutlulandırmanın kurumsal bir yolu yoktur; ama kaçınabileceği ölçüde mutsuz edilmemeyi istemek hakkıdır. Her kuşağın, acı çekiyorsa, mümkün olan yardımı görme hakkı vardır. Onun içindir ki, bölük pörçük yapıcı, toplumun en büyük son iyiliğini aramak ve bunun uğruna savaşmak yerine, en büyük ve en acil kötülüklerini arayıp bulmak ve bunlara karşı savaşmak yöntemi benimsenecektir.”125 Bu ahlâk görüşüyle Popper’in kast ettiği şey istemlerimizi olumsuz yönden formülleştirmek, yani mutluluğun geliştirilmesindense acı çekmenin nedenlerini kaldırmayı istemek, ahlâk alanında açıklığa hizmet etmektir. Birçok kişi için en büyük mutluluk yerine, insanlar en azından kaçınabildikleri oranda acıdan bütünüyle kaçınmalarıdır. Poper’e göre bu anlamda felsefenin asıl görevi “evren ve evren içindeki yerimiz, bilgimizin tehlikeli kudreti ve bizi iyiye ve kötüye iten güçler hakkında eleştirel düşünceler ortaya atmaktır.”126 Başta kuşkucu filozoflar olmak üzere birçok filozof mutluluğu pozitif bir değer olarak görmemektedir. Onlara göre mutluluğu kazanmak için çabalamak, olmayan bir şeyin peşine düşmek gibidir. “Kuşkusuz var olmanın son nedeni, mutluluk değildir, çünkü hiçbir şey mutlu değildir. Gerçek şu ki, canlı yaratıklar her işlerinde bu amaca ulaşmaya niyetlenirler, ama hiçbirisinde buna ulaşamazlar. Ve bütün yaşamları boyunca çalışıp didinerek, yalnızca doğanın bu tek amacı olan ölüme ulaşmak için çabalar ve acı çekerler”127 . Paul Watzlawick’in Mutsuzluk Kılavuzu kitabında bu görüşleri biraz daha yumuşatarak söyler: “Ulaşmaktansa umutla yolculuk etmek yeğdir; ya da aynı anlama gelen bir yorumla mutluluk, yolcululuğun kendisinde aranmalıdır, hedefe varışta değil”128. Farabi'nin mutsuzluğu negatif bir değer olarak ortaya koyduğu açıktır. Aynı 124 James Griffin ; “ Is Unhappiness Morally More Important Than Happiness? ” , The Philosophical Quarterly, Vol.29, p.48 125 Karl Popper; Açık Toplum ve Düşmanları (çev.:Mete Tunçay), Remzi Kitabevi Yayınları, İstanbul 1989, Cilt: 1 Platon, s.155 126 Karl R. Popper; Daha İyi Bir Dünya Arayışı , (çev.:İlknur Aka), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2001, s.201 127 Giacomo Leopardi; Ahlâki Operetler (çev.:Durdu Kundakçı), TC Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2001, s.138 128 Paul Watzlawick ; Mutsuzluk Klavuzu ( çev.:Veysel Atayman), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 1993, s.55 54 şekilde, insanları “mutlu kılma” anlamında mutluluğu pozitif bir değer olarak da değerlendirmemiştir. Farabi’nin bu konuyla ilgili görüşünü “ahlâkın dayanmış olduğu ilke, insan için iyi olan şeyin ‘iyi’, insan için zararlı olan şeyin ‘kötü’ olduğu ve ahlâkî değerin biricik kriteri ise insanın rahatı ve mutluluğudur”129 şeklinde özetleyebiliriz. Mutluluk, insanın varoluş amacıyla ilgili insanî bir çözümdür, “hayat nedir” sorusuna karşı bulunmuş tatmin edici cevaplardan biridir. Söz konusu bu cevap, kendi imkânlarını yaratıcı bir şekilde geliştirmek, böylece hem dünyayla birleşmek, hem de kendi benliğinin bütününü korumaktır. İnsanın sahip olduğu enerjisini yaratıcı bir şekilde harcaması, kendi güçlerini artırması ve tükenip bitmekten kurtulması, hayatın gerçek amacı olan mutluluğu kazanması bir kenara atılacak, önemsenmeyecek veya ilgisiz kalınacak bir durum değildir. Bu nedenle mutluluk ciddi bir yaşamsal sorundur. Özetle Aristo' nun dediği gibi mutluluk “iyi hayat” ve “hayattaki iyi nedir” bilgisine dayanmaktadır. 130 Söz konusu bu bilgiyi kullanabilmek de gözünü en yüksek amaca dikebilme becerisini göstermeye bağlıdır. Mutsuzluk ise sırtını en uzak olana çevirip; yüzünü en kolay olana dönmektir. 1.2. Amaçlar ve Araçlar Aristoteles’in pratik hayat ve teorik hayat arasında ayırım yapması hem kendi felsefesi hem de onu izleyen Farabi felsefesi açısından oldukça önemlidir. Her iki filozofumuza göre insan için manevi hayat, amaç; pratik hayat ise manevi hayatın aracıdır. Farabi’nin mutluluk sistemi içerisinde insanın gerçek amacını tespit etmek, bu amaca göre en uygun araçları seçmek önemlidir. Çünkü “bireyler eylemlerindeki ahlâksal inanç yapılarını, amaçları yoluyla açığa vururlar.”131 Bundan dolayı insanın gerçek amaçlara sahip olması hayatının anlamı açısından önemlidir. Bununla birlikte Aristo' ya göre gerçek amaç, dış “iyilerle değil, iç iyilerle ilgilidir” 132 Çağdaş dünyada kişisel anlamsızlık ve amaçsızlık duygusu mutluluk açısından büyük bir belâdır. Öyle çok insan yaşamlarında güçlü bir mana ve amaçtan yoksundurlar ki, bu amaçtan yoksunluk zamanla insanlara normal gibi gelmeye başlar. Fakat bir amaca 129 Paul Watzlawick; Mutsuzluk Klavuzu, s.55 Hammod; Farabi Felsefesi, s.23 131 Alasdair MacIntyre; Erdem Peşinde, (çev.:Muttalip Özcan),Ayrıntı Yayınları , İstanbul 2001 , s.53 132 Aristoteles; Nikomakhos, s.12 130 55 sahip olmadan yaşayan insan mutlu olamaz. Çünkü iyi yaşam kavramının özünde amaç vardır ve amaç, iyi hayatta elde edilmek istenen nihaî bir gaye ve nihaî bir sonuçtur. Amaç, bir uğurda ciddi çaba harcanması gereken bir hedeftir. Anlam ise, kendi yaşamımızı nasıl yorumladığımızla ilgilidir. Anlam, her zaman nihaî sonuçta değil, şeylerin oluş tarzında gizlidir. Anlam tecrübeye dayanır ve aynen tecrübe gibi anlam da çok kişiseldir. 133 İnsan gerçek bir amacının olduğuna inandığı zaman daha mutludur; bu amacın ne olduğunu bilsek de bilmesek de bu böyledir. Şayet bu amacın ne olduğunu, iyi ve yetkin bir amaç olup olmadığını bilirsek daha da mutlu oluruz, çünkü bu durum bir anlam bulmamızı kolaylaştırır. Amaç insana dışarıdan dayatılacak bir şey değildir. İnsan kendi amacını kendi bulmalıdır. Gerçek amaç aşikâr olmayabilir veya ortaya çıkması uzun sürebilir; ama bu onun var olmadığı anlamına gelmez. Pratik akıl da bu türden amaçlarımıza hizmet eder.134 Pratik hayat ve teorik hayat arasındaki bu amaçsal ayırım, iki önemli paradigmaya dayanmaktadır. Birinci paradigma, felsefî psikolojiden çıkarılmaktadır. Buna göre insanın çeşitli yetileri vardır. Bu çeşitli yetiler hiyerarşik bir yapıya dayanmaktadır. Bu hiyerarşik yapının en üstünde entelektüel yeti bulunmaktadır. İkinci paradigma ise insanın eylemleri arasında iki türlü ayırım yapılmasına dayanmaktadır. a) Eylemin birinci türünde esas olan amacın doğrudan hedeflenmesidir. b) Eylemi izleyen sonuçtan dolayı, başka bir deyişle eylemin amaca uygun bir araç olması. Buradaki eylem hedeflenen amacın aracı durumundadır ve sadece uygun yetenek ve kapasitenin uygulanması sonucu ortaya çıkar. Aristo’nun görüşüne göre teorinin genel adı temaşadır (contemplation). Temaşa, nazarî insan aktivitesinin en yüksek biçimidir. Aristo’ya göre temaşa sahibi, hayatında ortaya çıkaracağı istisnai faydalardan dolayı değil, insanın aktivitesinin en yüksek kapasitesi, en yüksek yetkinliği olduğundan dolayı gurur duyar. Şayet temaşa hayatına erişmeyle ilgili bir problem varsa, bu onun erişilmez yetkin iç yapısından değil, daha ziyade bizim zayıf ve uygun olmayan doğamızın engellerine takılmamız ve o hayatı elde etmek için bize verilmiş Tanrısal yetileri gerçekleştirmeyişimizden kaynaklanmaktadır. Aristo şunları söylemektedir: “ …Bunlar dinginlikle (huzur) ilgili değildir, bir amaca yönelir, kendilerinden ötürü tercih edilesi gereken eylemler değildir. Oysa akıl etkinliği teori ile ilgili olduğundan dolayı, erdemce farklılık taşır, kendisi dışında hiçbir hedefe yönelmez, kendine özgü bir 133 134 Aristoteles; Nikomakhos, s.243–245 Aristoteles; Nikomakhos, s.97 56 haz taşır. (bu da etkinliği kamçılar), kendine yeterlidir, dingincedir, bir insan için olabildiğince kesintisizdir, mutlu bir kişiye yakışan bütün öteki özellikler, bu etkinliğe uygun görünür. Demek ki bir insanın tam mutluluğu bu olsa gerek. Ancak, yaşamın tamamını kapsarsa. Çünkü mutlulukla ilgili konularda tam olmayan bir şey olmaz. Ne var ki bu tür bir yaşam insan doğasını aşacaktır, çünkü bir insan olmakla değil, onda Tanrıca bir özellik bulunmakla, böyle yaşayacaktır; bu, insan yapısında ne denli farklı ise, onun etkinliği de öteki erdemlere uygun olan öteki etkinliklerden o denli farklı olur. İmdi akıl, insandaki Tanrıca bir şey ise, akla uygun yaşam da insan yaşamındaki Tanrıca bir şey olacaktır. İmdi, insan olduğumuzdan ölümlülerle ilgili şeylerle ilgilenmemizi öğütleyenleri dinlemeli, kendimizi olabildiğince ölümsüzleştirmeli, bizdeki en üstün şeye uygun yaşamak için her şeyi yapmalı.” 135 Bir başka deyişle, amaç akla göre yaşam olmalıdır. Klâsik olarak, insan aktivitesinin kendisi için amaç ve başka şeyler ( kendi eserleri ) için amaç şeklinde ikiye ayrılması felsefî geleneğin köşe taşı olmuştur. Bu nedenle insan aktivitesinin en üstünde olan mutluluk, varoluş amacı olarak kabul edilmiştir. Mutluluğun altında olan, ona hizmet eden araçlar ise mutluluktan dolayı kendilerine değer atfedilmiştir. Burada söz konusu olan önemli husus; nazarî erdemin saf, yanılmaz ve en üst değere sahip olmasıdır. Eserinden dolayı nazarî erdemi haklılandırmaya çalışmak ondan sapmaktır. Pratik sanatları, eserlerinden dolayı ve sanatın yetkinliği için tartışmak gereklidir. Teorik/nazarî yapı ancak iç kriterlerle tartışılabilir. Bu iç kriterler de ilkelerdir. Teoriye ait ilkeler tartışılma konusu değildir, bu ilkeler özelliklerinden dolayı doğru olarak kabul edilmesi gereken ilkelerdir. Amaç sorunu, ilke sorunudur ve akıl ilkeler söz konusu olduğunda dilsizdir. Karşıt ilkeler arasındaki çatışma rasyonel yolla çözümlenemez. Akıl, bunun yerine basit bir öneride bulunur: Seç. Nedenlerden, ideallerden, yaşam tarzından birisini seç.136 Aristo’ya göre hangi insanî niteliklerin erdem olduğunu belirleyen şey, insanın insan olma anlamında amaç sahibi olmasıdır. Aristo, erdemlerin kazanılması ve hayat geçirilmesini her ne kadar bir amacın araçları olarak görse de, bu amaç araç ilişkisi dışsal değil, içsel bir ilişkidir. Eğer amaç, araçların nitelendirilmesinden bağımsız olarak nitelendirilemiyorsa, işte o zaman, bir aracın verili bir amaca içsel olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim Aristo’nun anlayışında insanî iyi yaşam olan amaç ile erdemler 135 136 Aristoteles ; Nikomakhos, s.214 MacIntyre; Erdem Peşinde, s.49 57 arasındaki ilişki de bu türden bir ilişkidir. Erdemlerin hayata geçirilmesi, kendi başına, insanî iyi yaşamın hayatî önem taşıyan parçalarından birisidir.137 Bu görüşlerin etkisini erdem konusunda Farabi' de rahatlıkla görmek mümkündür. Farabi’ye göre amaç ve araç ilişkisinde evren nizamının gerçek değeri, en yüksek iyinin ancak amaç olarak kabul edildiğinde yaşam anlam kazanır ve bu amaca göre yorumlanabilir. Bir başka açıdan da, amaç ve araç teorisini değerlendirirsek; amaca teslimiyet, edilgen bir kabul hissidir. Sonrasında gelen nihaî amaç yolunda huzurla etkinlikte bulunmak, kişinin kendisini mutluluk yoluna adaması anlamına gelir. Tıpkı kendisini Tanrı yoluna adayan bir sufi gibi. Sufi kendisini Tanrı’nın yoluna adarken elindeki en önemli aracı teslimiyettir. Bu nedenle mutluluğun en azından sezgisel olarak kavranması, insanın amacının sezgisel boyutta da kavranmasını ve açıklanmasını gerektirir. Amaç her açıdan netleşmediği sürece mutluluk anlaşılamaz. Ancak mutluluğun zor tarafı, gerçek amacın ne olduğunun keşfinde ve metafizik bir kişilik gerektirmesindedir. Çünkü Farabi' ye göre amacın keşfi nazarî akla özgüdür. Nazarî aklın en üst derecesini elde edebilmek de “faal akılla” yakınlık kurmayı gerektirir. Ayrıca, bilindiği gibi, sadece nazarî akıl, doğru olarak ve yanılmadan amacı keşfedebilir. Farabi’ye göre insanda bulunan bu nazarî gücün, “kendisinde vuku bulan şeyde hata yapması mümkün değildir. Bilakis ona ulaşan bütün bilgiler doğru ve kesindir; başka türlü olması mümkün değildir.”138 Burada “insanın amacı” ifadesine yakından bakmak zorunludur. Aynı zamanda, insanın amacının hem “iyi insanın” hayatı hem de insan için “iyi hayat” kavramlarıyla olan ilişkilerini göz önünde bulundurmalıyız. Aristo bu ayırımı iyi yapmıştır. “Değişik eylem ve sanatlarda değişik bir şey gibi görünüyor. Tıpta ve askerlikte başka başka bir şeydir, öteki alanlarda da. O halde her birinin iyisi nedir? Acaba öteki şeylerin onun uğruna yapıldığı şey mi? Bu da tıpta sağlık, askerlikte zafer, mimarlıkta ev, her birinde de bir başka şeydir, her eylem ve tercihte ise amaçtır; çünkü herkes öteki şeyleri onun için yapıyor. O halde bütün yapılanların bir amacı varsa, bu, yapılan iyi olur; amaçları daha çoksa, iyi bunlar olur.”139 İnsan için iyiler çoktur, ancak insanı “iyi yapan” iyiler, gerçek amacın araçları olmak için kişide toplandıklarında insanın hayatı “iyi hayat” olma 137 MacIntyre; Erdem Peşinde, s.273 Fârâbî; Fusul, s.50; T: s.42 139 Aristoteles; Nikomakhos, s.9 138 58 yoluna girer. Zaten, insanın amacı da iyi ve dolayısıyla “iyi hayat” sahibi olmaktan başka bir şey değildir. Erdemlerin amaç ve araç ilişkisinden, asıl amaç mutluluktur. Bu bakımdan, mutluluk aslında bir tür içsel ve dışsal başarıdır. Bundan dolayı diyebiliriz ki, erdem, bireyin toplumsal rolünü yerine getirebilmesini, insana özgü amaca doğru ilerlemesini olanaklı kılar, ilk ve son hayatımızda başarıya ulaşmamıza yol açar. Bu başarıya ulaşmak amaç ve araç arasındaki ilişkinin, ilkin içsel olarak ve daha sonra olanaklar el verirse dışsal olarak kurulmasına bağlıdır. Herhangi bir şeyin amacı onun sahip olduğu fonksiyona bağlıdır. Başka bir deyişle, bir şeyin amacını anlamak için, onun fonksiyonunun ne olduğuna bakmak gerekir. Herhangi bir şeyin fonksiyonları, yani neler yapabileceği, aynı zamanda onun ne olduğunu da gösterir. Şayet herhangi bir şey herhangi bir nedenle sahip olduğu amaç için çaba harcamıyorsa artık onun gerçekten de tam olarak kendisi olduğu (o şey olduğu) söylenemez. Çoban köpeğinin amacı koyunları korumaktır. İyi bir çoban köpeği koyunları en iyi şekilde koruyabilen köpektir. Aynı şekilde iyi bir insan kendisine özgü eylemleri övünülecek bir şekilde sergileyebilen insandır. “ İnsanın amacı üzerinde çalışmak bize “iyi bir insanın” ne olduğunu anlatır, biz bu çalışmayla aynı zamanda insanın gerçek özelliklerinin tam olarak ne tür eylemler olduğunu keşfederiz.” 140 Amaç ve araçlarla iyi arasında da önemli bir ilişki vardır. İyi kavram iki anlama gelir. Birincisi “ Bu şey amacım için iyidir.” cümlesiyle ben, gayrişahsî ölçütleri devreye sokmaksızın salt öznel yargılarıma dayanarak, bu şeyi iyi diye seçtim. Burada iyi, sadece onay ve seçim ifadesi olarak kullanılmaktadır. Burada kişisel seçimim kendisi iyi olaral ön plana çıkarılmaktadır. Seçme ön plana çıkarıldığı için, başkaları üzerinde etkili olmaya yönelik bir anlam da içerir. Aslında bu türden bir seçme bir insanın kendi seçimini ilan etmesinden veya başkalarını kendi seçimine gönderme yaparak etkilemeyi ummaktan öte bir anlam taşımaz. Bu iyi ile ilgili kullanımda, seçimle ilgili bir bilgilendirmeden başka bir anlam yoktur. Bu anlamda iyi dışardan dayatılan bir amacın uzantısı gibi görünüyor. 140 Kathleen V.Wilkes ; “ The Good Man and the Good for Man in Aristotle’s Ethics ” , Mind, Vol.87, Oct.1978, p.555 59 İkinci kullanımda ise iyi; iyinin bizatihi kendi “statüsünden”, “saygınlığından” dolayı tercih edilmesidir. İyi, bu statüsünü ve saygınlığını mevcut gelenekten alır. Kişi, bu seçimi yapmakla hem kendi seçimini bildirmiş olur hem de yaptığı seçimle kendisine saygınlık kazandırmış olur. Çünkü bu türden bir iyi kullanımıyla kişi “nazarî erdem gücümle amacımı keşfettim ve amacıma uygun iyiyi (aracı) amelî aklın erdemiyle/yardımıyla bulup tercih ettim” demektedir. Ancak burada amelî akıl tikel olarak değil, bütün insanlığın amelî aklı olarak anlaşılmalıdır. Çünkü neticede bütün insanların ortak amacı mutluluktur ve insanlık tecrübesi ortaktır. Bundan dolayı bu ikinci iyinin kullanımıyla biz, kendi seçimimizle amelî aklın mirası olan genel anlamda insanî gelenek arasındaki bağı kurmuş oluruz. Farabi'ye göre mutluluk “en yüksek” ve “en çok tercih edilen” iyidir. İyilere sahip olmaktan amaç iyi insan olmak içindir. Bir başka deyişle, hangi konuda olursa olsun iyiler mutlu/iyi insan olmak amacı içindir. “Her varlık, varlık düzeni içindeki özel mevkisine uygun olarak gerçekleştirmek imkânına sahip olduğu en yüksek yetkinliği elde etmek için meydana getirilmiştir, insana has olan yetkinliğe, en yüksek mutluluk denir ve insanlık düzeni içindeki mevkiine göre her insan, ait olduğu insan türüne mahsus olan en yüksek mutluluğa sahiptir. İşte bu amacın peşinde koşan savaşçı adil savaşçı, doğru savaşçı, bu amacın peşinde koşan savaş sanatı da doğru ve erdemli savaş sanatıdır.”141 Savaş sanatında bile asıl amaç mutluluktur. “Mutluluk her insanın arzuladığı bir amaçtır.”142 “İnsanın arzuladığı her yetkinlik ve her amaç ancak bir iyi olduğu için arzulanır. Bu bakımdan her iyi kuşkusuz tercih edilir.”143 “ İyi şeyler arasında en iyi olanı”, “ tercih edilen şeyler arsında en çok tercih edileni”, “insanın yöneldiği amacın en yetkinin” mutluluk olduğu açıkça görülmektedir.”144 Ancak mutluluğun ne olduğunu açıklamak, insanın amacının ne olduğunu açıklamak yoluna bağlıdır. İnsanın amacının ne olduğunu keşfetmenin metafizik bir kişilik gerektirdiğini daha önce söylemiştik. Çünkü insanı insan yapan şeyin ne olduğu, özel anlamda birey olarak insanı iyi insan yapan şeyin ne olduğu ve bunun için ne yapması gerektiği etik bir sorundur. Bu soruların hiçbirinin cevabı insanın yaratılış amacı ile İlk Neden dikkate 141 Fârâbî; Tahsîl, s.180; T: s.83 Fârâbî; Tenbih, s.47; T: s.26 143 Fârâbî; Tenbih, s.47; T: s.26 144 Fârâbî; Tenbih, s.47; T: s.26 142 60 alınmadan verilmez. Buna göre, insanın amacının ne olduğunu anlamak, açıklamak ve insanın amacının hem “iyi insanın hayatı” hem de “insan için iyi olan hayatla” ilişkili olduğunu gözden kaçırmamamız gerekmektedir. Bir şeyin amacının ne olduğu onun sahip olduğu işleve bağlıdır. İşlevini en iyi şekilde yerine getirebilen insan iyi insandır. İyi insan, sahip olduğu işlevini hayran olunacak şekilde yerine getirebilen insan demektir. İnsanın amacı üzerinde durmak, bize, iyi bir insanın ne olduğunu veya ne olması gerektiğini anlatır. Bu da insanın gerçek karakteristik eylemlerinin ne olduğunu keşfetmeye bağlıdır. Ancak bu durumda bile biz, birey anlamında “insan için iyi” olan şeyin ne olduğu cevabına yaklaşmış olamayız. Çünkü insanın en üstün işlevlerini yerine getirmesi ile “en yüksek iyi” birbirinde ayrı şeylerdir. Önceki, insanî pratiklerdir, sonraki ise varlığın en üstün iyisidir. Biri eylemseldir, öteki ise ontolojiktir. Sonlu ile sonsuz için iyi olanın farkı da buradan ve amacın farklı olmasından ileri gelir. Bu durumda, mutluluk gerçekten de insan için “en yüksek iyi” ise, insanın işlevlerini yetkin olarak yapması mantıksal bir gereklilik olarak kalmaz. “İyi yaşamak” ile “iyi yapmak” bir noktada bir birinden ayrılıyor gibi görünmektedir. Bir insanın iyi yapması, kendisine atfedilen amacın etkinliklerini kendisine hayran olunacak performansta yerine getirmesi anlamındadır.145 İyi yaşamak ise her zaman performansa bağlı değildir. Nitekim, Aristo'nun nazarî mutluluk anlayışındaki temaşa ve Farabi’nin ölülerin ruhlarının mutlu olmaya devam etmesi örneklerinde olduğu gibi “iyiyi yapmaksızın, iyi yaşamanın” (mutlu olmanın) imkân dâhilinde olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda “iyi yapmak”, örneğin en yüksek iyi için zorunlu unsur olmaktan çıkmaktadır. Bu sorunun çözümü, nazarî erdem ile amelî erdemin arasındaki ince farkta yatmaktadır. Yukarıda verdiğimiz iki örnekte hayatta, iyi yapmaksızın, nazarî erdemle iyi yaşamanın (mutlu olmanın) mümkün olduğu ortaya atılmış oluyor. Amelî erdemse iyi yaşama amacının aracı değil, iyi yapmak için var olan bir erdem aracıdır. Bununla birlikte iyi yapmak ile iyi yaşamanın nihayette insanın varoluş amacı altında toplandığını düşünmek ikisi de en yüksek iyi olan mutluluk amacına götürme açısından sorunu çözmede kolaylık sağlamaktadır. Nitekim Farabi, dört erdemi- nazarî, fikrî, ahlâkî ve sanatsal- tarif ettikten sonra şunları söylemektedir: “ İşte, nazarî yetkinlik budur. Görüldüğü gibi, şehir insanları ve milletlerin kendileriyle en yüksek mutluluğa ulaştıkları dört tür şeyin 145 Kathleen V.Wilkes ; “ The Good Man, p.556 61 bilgisini içerir. Mamafih bundan sonra bu dört tür şeyin nazarî ilimler tarafından verilen açıklamalarına uygun olarak milletler ve şehirlerde bilfiil gerçekleştirilmeleri meselesi kalır.”146 Amaç ve araç ilişkisinde bize yardımcı olan güç, fikrî güçtür. “Fikrî güç tarafından keşfedilen şeyler, yalnızca belli bir amaç ve maksadın elde edilmesinde yararlı olmaları bakımından keşfedilirler. Keşfeden önce bu amacı tespit ve tayin eder; daha sonra bu amaç ve hedefini gerçekleştirecek araçları araştırır. Bu amaca ulaşmak için en yararlı olan şeyi keşfettiğinde fikrî kuvvet en yetkin biçimini alır.”147 Fikri gücünün en yetkin biçiminin adı fikri erdemdir. Fikri erdem sahibine amaç ve araç arasındaki köprüyü kurmayı sağlayan bir erdemdir. Bu erdem insanlığın sahip olduğu en önemli hazinelerden biridir. Örneğin, bir fikri erdem olan “bürokratik rasyonalite, aslında amaçlarla araçları ekonomik ve etkili bir şekilde eşleştirme rasyonalitesidir.”148 Bu nedenle yönetimlerin kaynaklarını söz konusu amaçlara olabildiğince verimli bir şekilde yöneltmek, yöneticilerin temel sorumluluğudur. Tıpkı bunun gibi mutluluk amacı da kişinin temel sorumluluğudur. Bu amaca eriştiren bütün araçlar, insanlık tecrübesinin bütün müktesebatının insanlara sunulması ve insanların onu kolay elde edebilmesi, insan onurunu taşımanın getirdiği doğal bir haktır. Hiçbir gücün bir insanı bu haktan yoksun bırakması ahlâkî değildir. Farabi “başka bir amaca araç” olan iyiler ile “kendilerinden dolayı tercih edilen” iyiler arasında ayrım yapmakta ve kendinden iyi olan iyilerin “daha makbul”, “daha yetkin” ve “en büyük iyilik” olduğunu iddia etmektedir.149 Farabi “bazen” kavramını kullanarak “kendinden iyilerin” de bir başka şey için araç olmak için kullanılabileceğinden söz etmektedir. Buna örnek olarak; başkanlık (riyase) ve bilgiyi (ilim) vermektedir. “Çünkü biz onları bazen başka bir şeye ulaşmamıza bir araç olarak değil, bizzat kendilerinden dolayı tercih ederiz.”150 Farabi' ye göre mutluluk ise sadece kendinden dolayı tercih edilen bir iyidir. Bundan dolayı da mutluluk iyi şeylerin en büyüğü ve en yetkinidir. Bu nedenle gerçek amaç mutluluktur.151 Çünkü böyle olan mutluluk “kendi kendine yeterli 146 Fârâbî; Tahsîl, s.147; T: s.34 Fârâbî; Tahsîl, s.150; T: s.70 148 MacIntyre; Erdem Peşinde, s.49 149 Fârâbî; Tenbih, s.48; T: s.26 150 Fârâbî; Tenbih, s.48; T: s.27 151 Fârâbî; Tenbih, s.48; T: s.27 147 62 olan bir şeydir.152 Bundan şu sonuç çıkar ki, kendinden dolayı tercih edilen bir amaç sahibi olmak, kişiyi kendi kendine yeterli yapmayı sağlar. Amaçlar ve araçlar arasındaki denge (ölçü) problemine de değinmemizde fayda vardır. Amaçlar ve araçlar problemi, ikisinin arasında var olan ilişkinin dengede tutulamamasından kaynaklanmaktadır. Araçlardan duyulan zevk ( derhal zevk verenler), gelecekte amaçlardan duyulacak zevke hemen hemen her zaman baskın gelmektedir. Amaçlardan alınacak gelecekteki zevki beklemek yerine araçlardan derhal elde edilecek zevk tercih edilmektedir. Çağdaş dünyada insanların zihinleri araçlarla o kadar çok meşgul olmaktadır ki, amaçların arada unutulup gitmesi, günümüzün mutlulukla ilgili temel sorunu haline gelmektedir. Söz konusu bu sorun, araçların amaçlardan bağımsız bir hale gelmesi ve araçların amacın rolünü gasp etmeleri olarak özetlenebilir. “Bu sorun çağdaş toplumun en derin yaralarından biridir. Çağdaş hayatın en belirgin psikolojik özelliklerinden biri, belli amaçlara götüren araçlardan başka bir şey olmayan etkinliklerin git gide kendi başına bir amaç haline gelmeleri; kendi başına amaç olan şeylerin ise gerçek olmayan, silik bir anlam kazanmalarıdır” 153 şeklindeki tespite katılmamak mümkün değildir. Son olarak bu konuyla ilgili bir başka sorun da amaçların üzerinde araçlardan bağımsız ve aşırı bir şekilde durmak, amaçlar ve araçlar arasındaki dengeyi araçlar aleyhine çevirir. Amaçlara araçlardan bağımsız olarak yapılan aşırı vurgu, amaçların soyut, gerçek dışı bir anlam kazanmalarına ve böylece boş hayallerden öteye gitmemelerine neden olur. Amaçlara yapılan bu aşırı vurgu bazen, hayattan kopmuş sufî, sadece amaçlarına kapanmış mutaassıp dindar, ideolojisini hayatın tek amacı yapan ideologlarda olduğu gibi “ amaçlar, her türlü araçları meşru kılar” tehlikesine kadar götürebilir. 1.3. Yetkinlik ve Eksiklik Yetkinlik, nitelik bakımndan, kendisinin üzerinde bir niteliğin düşünülmemesi, kendisini aşan bir derecenin kavranmaması durumu olarak özetlenebilir. Yetkinliğin mutlulukla olan ilişkisi, insan yetkinliğinin, kendi doğası ya da özünde olan tüm 152 153 Fârâbî; Tenbih, s.48; T: s.27 Fromm; Erdem ve Mutluluk, s.225 63 potansiyel güçlerin en yüksek ölçüde gerçekleştirmesine dayanmaktadır. Farabi’nin mutluluğun unsuru olarak yetkinlik arayışı ile ilgili görüşleri El-Medinetü’l Fadıla adlı eserinde göz doldurmaktadır. Farabi’nin görüşleri için ilkeler arayışı, yetkinliği yakalamak içindir. Farabi “görüşlerin” zamanla değiştiğini bilmektedir. Ancak nazariyattan çıkarılabilecek ilkelerin değişmezliği hususunu dayanak noktası yapan Farabi, bu eserinde erdemli şehir projesini, yetkin bir şehrin nasıl olması gerektiği konusunda insanlara örnek olması açısından uzun uzadıya anlatır. Farabi, varlık ve öğretim ilkeleri aracılığıyla ahlâkî bir amaç olan yetkinliğin insanlarda olduğu gibi şehirde de sağlanabileceğini ummaktadır. Bu nedenle eserine yetkinliğin tam temsili olan Tanrı’dan başlamayı uygun görür. Yetkinlik sırasına göre konuları açmakta, her işlediği konunun yetkinlik özelliklerini açığa çıkarmaya çalışmaktadır. Nihayetinde yetkin toplumlar ve yetkin olmayan toplumlar ile tanım ve tasvirini sürdürmektedir. Ancak Farabi hiç bir eserinde mutluluğu siyasî mutlulukla sınırlamaz. Es-Siyaset’ül Medeniyye’de insanların mutluluğunu sadece siyasetin belirlediğine daha çok gönderme yapar. Burada “saadet” derken de çoğul kullanır. İnsanların mutlulukları, (sa’adat) bu yüzden, belki de diyoruz, en yüce mutluluktan bahsetmiyordur. Bu satırlarında, siyasî faaliyet dışında beşerî faaliyetlerin de insan mutluluğunu yaratabileceğini ima edecek tarzda bir ifade rahatlığı görebiliyoruz.154 Farabi’nin yetkinlik arayışı yetkin birey, yetkin toplum, yetkin başkan gibi neticede insan ruhunun yetkinliğine, yetkin yöneticiye doğru yönelirken, Batıda Aristo’nun Politika adlı eserinden etkilenilerek başlatılan yetkinlik arayışının, anayasal yetkinliği yakalama hedefine doğru yöneliş gösterdiği gerçeği gözlemlenebilir. Bu farklı iki yöneliş, Batı ile Doğu arasındaki toplumsal ve politik mutluluk arayışı da farklı iki yöne sevk etmiş diye düşünüyoruz. Doğuda yetkin başkan anlayışı mutluluk için gerekli unsur sayılırken, Batıda daha ziyade yetkin kabul edilen anayasaları ete kemiğe büründürmeye aday olduğunu iddia eden lider arayışına sürüklemiş gözükmektedir. Başka bir deyişle, genel bir değerlendirme yapacak olursak, Doğu yetkin (kâmil) insan merkezli iken, Batı siyasî/ ahlâkî buyruk ve dolayısıyla buyruğu elinde tutan güç merkezli olmuştur diyebiliriz. 154 Charles E. Butterworth; İslâm Felsefesinde Siyasi Düşüncenin Gelişimi ( Çev.: Selahattin Ayaz ),Pınar Yayınları , İstanbul 1999 , s.87 64 Mutluluk kavramını bir ağaca benzetirsek, ağacın kendisi mutluluk, dallarından biri de yetkinliktir şeklinde düşünebiliriz. Yetkinlik kavramını mutluluk kavramının içeriğinde doğru yere oturtabilmemiz için yetkinlikten ne anladığımızı açıklamak zorundayız. Yetkiliğin tanımını yapmadan önce klâsik düşüncede mutluluk ve iyi olmak, mutluluk ve yetkinlik bir arada olan kavramlar olduğunu belirtmeliyiz. Modern zamanlarda, bu kavramlar bir birinden ayrıldı. Günümüz insanı için bu kavramların bir arada verilmesinin, zihin karıştırmaktan başka bir işe yaramadığı düşüncesi hâkim duruma geldi. Oysaki iyi olmak ve yetkin olmak mutluluğu kazanmanın gerekli olan unsurlarıdır. Klâsik dönem insanı için yetkinlik kavramı mutluluk anlayışlarının ortak paydasıydı. İnsanlar yetkinliği ölçü alarak, mutluluklarının ortak bir noktada buluşabileceğine inanıyorlardı. Zira yetkinlik, iyi, güzel ve fayda kavramlarını birarada gözeten ahlâkî, estetik ve entelektüel değerlere sahip yaşama sanatının beraberinde getirdiği ölçütler aracılığıyla herkesin mutluluk konusunda ortak bir zeminde biraraya gelme imkânı demekti. Ancak işlevlerin en mükemmel şekilde yerine getirilmesi anlamına gelen yetkinlik kavramı, modern zamanlarda, yerini, 18. yy.’da haz kavramına bıraktı. Böylece modern zaman insanlarında, modernlik öncesi yetkinliği değerlendirmek için kullanılan dış ölçütlerin yerini sadece duygulara dayalı iç ölçütler aldı. Bu durumda mutlu insanlarda sadece kendinden hoşnut kişilik değil, aynı zamanda “bir şey ile/den…” haz almak için zorunlu bir biçimde bir şeylere sahip olma ihtiyacı zihniyet haline geldi. Felsefe öncesi dönemde mutluluk başarı anlamına geliyordu. Antik ve orta çağda mutluluk; insanın yetkin koşulları veya kendisinin sahip olabileceği erdem ve en yüksek iyi anlamındaydı. Modern zamanlarda ise mutluluk hazza indirgendi. Bugün mutluluk kavramı, iyi ve yetkinlik gibi kavramlarla birlikte kullanılmaz oldu. Modern mutluluk teorilerinde yetkinliğin kullanıldığı yerlerde ise hazzın en iyi şekilde alınabilmesi için kullanılan bir kavram oldu.155 Modernlik öncesi insan için örneğin “ev” kavramı; işlevlerini her açıdan en iyi şekilde yerine getirebilen, kutsallığı eşikten itibaren başlayan, insanın mutluluğu için en elverişli yetkin, yarı ruhani bir mekan gözüyle değerlendiriliyordu. Modern zamanlarda ise “ev” kavramı zorunluluktan sahip olunacak barınma mekânı, mutfak, banyo ve yatak odasından oluşan içi anlam bakımından 155 Tatarkıewıcz; Analysis of Happiness, p.33-36 65 boşaltılmış ve kişinin koşulları el veriyorsa görkemli yapılmış konaklama ve haz verecek katı bir mekân olarak anlamlandırılıyor. Mutluluk anlayışı, birey ve toplum hayatını zihniyet anlamında etkilemektedir. Yetkinliği dışarıda bırakan bir mutluluk anlayışı bütünsel hayatta parçalanmaya yol açmaktadır. Bu nedenle olsa gerek ki Farabi, yetkinliği mutluluktan ayrılmaz bir unsur olarak değerlendirmemiştir. Farabi' ye göre yetkinlik, tamlık ve olgunluktur. Olması gerekenin en iyisi olmaktır. Yetkinlik kavramı, güzellik kavramıyla da ilişkili olduğu için Farabi mutluluğu yer yer güzellik (cemal)156 kavramıyla da ifade etmiştir. Ayrıca Farabi “Her varlıktaki güzellik, letafet ve mutluluk, o varlığın, en üstün varlık derecesine ve nihaî yetkinliğine ulaşmasıyla olur.” der.157 Zihin bize yetkinlik ve bilgiyi kullanmak için verilmiştir. “Zihin, alışılagelen (el-m'utâd) görüşlerin ihtilaf halinde bulunduğu konuda, doğru hükmü bulma gücü ve tashih etme kabiliyetidir. Bu ise, doğru görüşü ortaya çıkarmada yetkinlik (el-cevde)tir. O halde bu da, bir çeşit amelî hikmettir.” 158 Farabi'nin “en büyük hikmet” (el-hikmetü’l-uzma)159 diye de nitelendirdiği bu bilgi türü mutluluk sanatı veya mutluluk bilimi için kullanılan bir bilgidir. Farabi'ye göre: “ilimler içinde en üstün olanı ve en fazla hükmetme hakkına sahip olanı, bu ilimdir. Geri kalan hâkim ilimler, bu ilmin hizmetkârlarıdır; çünkü bu ilimler, sadece o ilmi taklit ederler ve o ilmin amacının gerçekleşmesi için kullanılırlar. Bu amaç ise en yüksek mutluluk ve insanın elde edebileceği en yüksek yetkinliktir.” 160 Bundan dolayı da hakikî filozof tam yetkin kişidir. “ Hakikî anlamda tam, yetkin filozof, hem nazarî ilimlere sahip olan, hem de onları bütün insanların yararı ile ilgili olarak bu insanların imkânları ölçüsünde kullanma gücüne sahip olan kişidir.” 161 Yetkinlik kavramı da iyi ile ilgili bir kavramdır. Örneğin hedonistler tek iyinin haz olduğunu düşünürler. Bu nedenle hedonistler için yetkinlik; kişi için iyi olan olabildiğince arzularını yerine getirmesidir. Yetkinciliği savunanların iddiası ise tersidir. İnsanların hazlar veya arzulardan bağımsız ve kendiliğinden iyi olan işleri vardır. Böylece yetkincilere göre bilgi, başarı, derin kişisel ilişkiler gibi kendiliğinden iyiler 156 Fârâbî; Siyâse, s.46; T: s.14 Fârâbî; Siyâse, s.46; T: s.14 158 Fârâbî; Fusul, s.58; T: s.46 159 Fârâbî; Tahsîl, s.182; T: s.89 160 Fârâbî; Tahsîl, s.182; T: s.89 161 Fârâbî; Tahsîl, s.182; T: s.90 157 66 vardır ki, kişi bunlardan ne kadar haz alacağını ve hayatına ne kadar acı getireceğini hiç hesaba katmaz. Mutluluk sistemlerinde yetkinlik kavramına yer veren filozoflar, erdemi kendiliğinden iyi; ahlâkî eksikliği, erdemsizliği ise kendiliğinden kötü olarak değerlendirirler. Yardımseverlik, cesaret vb. hayatı daha iyi yapar. Kötülük ve kötü şeyler hayatı daha kötü yapar. Bu durumda hayatı daha iyi yapan şeyler yetkinliklerdir demek yanlış olmasa gerek. İnsan, sahip olduğu iyileri ve hazları bir denge içerisinde mutluluk kavramı altında kendinde düzenleyebiliyorsa; ortaya çıkan sonuç yetkinlik olur. 162 Yetkinlik kavramı insanın içerisinde kabaran duyguları, arzuları, iştahları belirli bir güç dengesine göre terbiye etmeyi ve onları baskı altında tutmayı gerektirir. Yetkin insan, ölçülü insandır. İnsanda yetkinlik ancak kendi işini en iyi şekilde yaptığı zaman elde edilir. Yüzün ve biçimlerin simetrisi gibi bedensel yetkinlikler Tanrı vergisidir. İnsanın bedensel yetkinliği birtakım fiziksel ihtiyaçların elde edilmesi gerektiği bilinciyle başlar. İnsanın ruhî yetkinliği ise neyin iyi veya kötü olduğu, insanî fonksiyonların ne olduğu, ilişkilerini en iyi şekilde nasıl geliştireceği, toplum üyesi olarak topluma karşı sorumluluklarının neler olduğu bilincinin gelişmesiyle başlar. 163 İnsan, doğduktan sonra yavaş yavaş elde etmeye başladığı bu bilinçler sayesinde yetkinlikler kazanma imkânı elde eder. İnsanın bilincinde olduğu her şey, onun yol göstericisidir. İnsanın bilinci, insana yetkinliği öğreten ilk öğretmenidir. Mutluluk gelişmenin, büyümenin yetkinliğin kanıtı ve meyvesidir. Kendi işini en iyi şekilde yapmamak; kendisine ve başkalarına saygısız olmak demektir. Saygılı olmayı bilmeyen hiç kimse kendi işini en iyi şekilde yapmayı da bilemez. Para, güç, sağlık her zaman kendi işini en iyi şekilde yapmanın işaretleri değildir. İnsan, potansiyel olarak yetkin bir organizasyona (bedene) sahip olarak doğar; ancak bu potansiyel yetkin organizasyonu aktif duruma getirmek öncelikle bilinç, çaba, amaç, sabır ve yetkinlik gibi ruhsal güçlere sahip olmayı gerektirir. Mutluluğun yetkinci boyutu doğrudan ne hayatın başarıları ne de hayatın refahıyla ilgilidir. Buradaki yetkinlik daha ziyade ahlâkı (iyiye sahip olmak sanatı) içerecek şekilde iyi olarak nitelenen “iyi hayat” kavramıyla ilgilidir. Buradaki “iyi hayat”, 162 163 Tatarkıewıcz; Analysis of Happiness, p.335 Horace Fletcher, Happiness, Frederick A.Stokes Company, New York 1910, p.38 67 nicelikler göz önüne alınmaksızın eksiklikten uzak olmaktan dolayı hem “ gıpta edilecek”, “övünülecek” hem de bunlardan dolayı “takdir edilecek” bir hayattır.164 Yetkinlik kavramının klâsik formülünü Farabi' den önce Aristo Nikomakhos’a Ethik kitabında vermiştir. Aristo’ya göre yaşayan her canlı yaşaması için kendi özünde var olan bir takım amaçlarla donatılmıştır. İnsan sosyal ve rasyonel bir canlıdır. Bu yüzden insanın iki temel amacı vardır: sosyal/politik amaçlar ve rasyonel amaçlar. Aristo’ya göre insanlar bu amaçlarını gerçekleştirmeli ve aktif bir biçimde hem ahlâkî ve hem de entelektüel erdemleri kullanmalıdırlar.165 Farabi de sosyo politik amaçları öne çıkarak “şehir” ve bir anlamda şehirleşme kavramını öne sürmektedir. Zira “En üstün ve en büyük yetkinliğe ilkin, ancak şehirde ulaşılabilir, şehirden daha eksik olan bir toplulukta ulaşılamaz”166 Nitekim Aristo’da “şehirle” ilgili olarak “biz bir şehirden (veya devletten)söz ettiğimiz zaman, olabilecek en iyi yaşama ulaşmayı kendilerine amaç alan benzer kişilerin bir topluluğunu anlıyoruz. En iyi olan mutluluktur; bu da, bütün iyi niteliklerin uygulanması ve olabilecek en geniş ölçüde gerçekleştirilmesi demektir. Yaşam öyle bir şeydir ki, bazıları mutluluktan (iyi) bir pay alır. Bazıları da küçük bir pay alır ya da hiç pay almaz. Öyleyse ayrı ayrı türde şehirler ve çeşitli anayasalar olmasının bir nedeni besbelli budur. Ayrı ayrı insan grupları mutluluklarını ayrı ayrı yollar ve ayrı ayrı araçlarla ararlar; onun için, yaşamlarının ya da anayasalarının ayrı ayrı olmasında şaşılacak bir yan yoktur” 167 demektir. Bunun anlamı, insan, en azından gerçekleştirdiği zaman, hayatını iyi yapacak birçok değere sahiptir demektir. İyi hayat, hazdan ve arzuya dayalı tatminden daha önemlidir. İyi bir hayata sahip olmak isteyen bir insan önemli insanî potansiyellerini gerçekleştirmek zorundadır. Yetkin kişi açık ve yaygın bir şekilde iyi hayatı oluşturan unsurların ne olduğuna dair sezgilerde bulunur. Böylece iyi bir aileye sahip olmak, sanatsal yaratıcı olmak, bilgiyi elde etmek, profesyonel başarıya sahip olmak, gerçek dostlara sahip olmak vb. doğal olarak insan hayatının değerine katkıda bulunan yetkinliklerdir. Bu nedenle, Aristo, iyi bir hayata sahip olmak nedeniyle dostluğu mutluluğun bir unsuru olarak kabul eder. İyi bir hayata sahip olmak için bütün bu 164 Haybron ; “ Two Philosophical Problems ”, p.211 Peter Sandoe ; “ Quality of Life – Three Competing Views ” , Ethical Theary and Moral Pratice, Vol.2, 1999, p.14 166 Fârâbî; Medine, s.117; T: s.70 167 Aristoteles ; Politika, s.209 165 68 unsurlarda başarılı olmak zorunlu değildir. Ancak hayatın bu boyutlarından birinde olan eksiklik hayatı yetkin olmayan bir hayat yapar. Tanrı, insanı hayata hazırlamak için birçok yetilerle donatmıştır. Söz konusu bu yetileri geliştirmek, zenginleştirmek hayata hazırlıklı olmak için gereklidir. Bu yetilerin geliştirilmesi sonucu ortaya çıkan yetkinlik kişiyi iyi yapar. Kişilikte iyinin yer etmesi karakterin iyi olması anlamına gelir. Bu durumda iyi bir karakterle yaşanan hayat iyi, kötü bir karakterle yaşanan hayat ise kötü hayat olarak nitelendirilir. Bu nedenle şimdi iyi hayat ve kötü hayat kavramları üzerinde durmakta fayda vardır. Farabi' ye göre, yetkinlik, bir süreçtir; söz konusu bu süreç, insanın doğumuyla başlar, Mutlak Yetkine kadar uzanır. Sonuçta yetkinlik İlk Nedene dayanmaktadır. “İlk Olanın tözü öyle tözdür ki var olan bütün şeyler, kendisinden taştıklarında hiyerarşik bir sıra içinde varlığa gelirler ve her var olan, varlıktan ayrılan pay ve İlk Olana yakınlık derecesine göre meydana gelir. Bu sıra, varlık bakımından en yetkin olandan başlar, onun arkasından kendisinden biraz daha az yetkin olan şey gelir, onu gittikçe daha eksik/yetkin olmayanlar takip eder.”168 Farabi' ye göre varlığın eksikliği ve yetkinliği de zihinsel durumumuzu etkilemektedir. Varlığın yetkinlik ve eksikliği zihnîmizdeki düşünülürleri şekillendirmektedir. “Varlığı eksiksiz olan her şey, düşünüldüğü ve bilindiğinde, zihinlerimizde meydana gelen ve bu şeyin varlığına tekabül eden düşünme sürecinin sonucu, onun zihnîmizin dışındaki varlığına uygun olacaktır. Eğer o şeyin varlığı eksikse, onun ruhlarımızdaki düşünülürleri de eksik olacaktır. Böylece hareket, zaman, sonluluk, yoksunluk gibi varlıkların her birinin ruhlarımızdaki düşünülürü, bunların her birinin varlık bakımından eksik şeyler olmalarından ötürü eksik bir düşünülür olacaktır. Sayı, üçgen, dörtgen vb. varlık bakımından daha yetkin şeyler olduklarından ötürü, onların düşünülürleri da ruhlarımızda daha yetkindir.” 169 Buna göre en yetkin olan Tanrı, mutlak güzellik, mutluluk gibi varlık ve kavramların da ruhlarımızda en yetkin bir şekilde düşünülür olması gerekir. Ancak Farabi'ye göre tecrübeler bunun tersini göstermektedir. İlk Yetkinliğin ruhumuzda yetkin bir şekilde düşünülür olmadığının nedenini: insanın “madde ve yoklukla karışmış olmasından dolayı akıl gücünün zayıflığı sonucu, bizim Onu idrak etmemiz güç ve tasavvur 168 169 Fârâbî; Medine, s.55; T: s.15 Fârâbî; Medine, s.49; T: s.10 69 etmemiz zordur. Biz onu, olduğu gibi düşünemeyecek kadar zayıfız. Çünkü onun aşırı yetkinliği bizi şaşırtır ve onu tam olarak tasavvur etmemize engel olur.”170 Evrende, insanın en önemli değer olarak görebileceği ve kendisini güçlü yapabilecek tek maddi şey doğru arzulardır. Başka bir deyişle doğru motivasyonlardır. Her şeyin ahlâkî değeri bu arzular aracılığıyla insanın güçlü ya da zayıf olma derecesiyle kıyaslanır. İdeal yetkinlik insanı güçsüzleştirecek, insan doğasından gelen her türlü itkiyi yenebilmek ve bu itkilerin nazarî akla boyun eğmesini sağlamaktır. yetkinliğe giden ilk adım insanı güçlü yapacak olan doğru Bu nedenle motivasyonu yakalayabilmektir. Doğru motivasyon; dönüşebilen veya enerjiye çevrilebilen ahlâkî enerjidir. Biz moral enerji kavramının ne olduğunu veya ahlâkî gücün ne olduğunu gösterebilirsek, bunların yetkinliğe nasıl dönüştüğünü de daha kolay gösterebileceğiz. Biz sevginin doğru bir arzuya veya Aristo' nun deyimiyle aklın bir arzuya dönüştüğünde aile, dostluk, sosyal ilişkiler, kaliteli marka gibi yetkin organizasyonlar meydana getirdiğini rahatlıkla gözlemleyebiliriz. Yetkinliğin türevi sevginin doğru bir arzuya dönüşmediği zamanlarda, toplumun nasıl çözüldüğünü ve iş gücünün nasıl verimsizleştiğini de rahatlıkla görebiliriz. Mutluluğun sorun yapıldığı yerde tüm boyutlarıyla sevginin deşilmesi gerekir. Mutluluk sevgidir. İnsan herkesi tek tek sevmez. Gene de insan olarak kimseden tiksinmemek gerekir. Tüm çabalarına karşın insan bir tek kişiyi bile mutlu kılamayabilir; ama hiç kimseyi bile bile mutsuz etmeye yönelmemelidir.171 Daha önce de ifade edildiği gibi duygulanlarının dışavurumla ilgili organlarının fonksiyonuna bağlıdır. Ancak bir adım daha ileri gitmek ve tecrübe edilen tatminlerin dereceleri ile aktivitelerin yetkinliklerini kıyaslamak mümkündür. Böylece yetkinlik davranışın objektif bir normu olur ve iyilik ilkesini inşa eder. Mutluluk ve yetkinlik, iyilik kavramının iki yarım küresini oluşturur ve mutluluk hem doğrudan (en çok arzu edilen iyi olmasından dolayı) hem de beden aracılığıyla gelir.172 Fizikî ve duygusal haz ve tatminler bedensel organların veya organizmanın sağlıklı olmasına bağlıdır. Başka bir deyişle bedensel organların yetkinliğine bağlıdır. Aynı zamanda yetkinliğe doğru ilerlemek aktivitenin en üst basamağına çıkmayı gerektirir. 170 Fârâbî; Medine, s.49; T: s.10 Nermi Uygur; Yaşama Felsefesi, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2001, s.140–142 172 Walter G. Everett; “ The Concept of the Good ” , The Philosophical Review, Vol.7, Sep.1898, p.510 171 70 Amip gibi canlılar dünyasının en düşük formunda bulunan hayvanlar, çok basit fonksiyonlara sahiptiler. Beslenme ve sindirim gibi fonksiyonlar onların yaşamasına yetmektedir. Ayrıca duygu gibi fonksiyonlara ihtiyaç hissetmezler. Hayvanlar dünyasının basamaklarından üste doğru çıktığımızda farklılıkların çoğaldığını, bir birinden farklı fonksiyonların devreye girdiğini, farklı beslenmelerin, gelişmiş duygu ve sinir sistemlerinin ve daha büyük çevre seçimlerinin olduğunu gözlemleyebiliriz. İnsan ise söz konusu bu çeşitli seçeneklere en çok sahip olan bir canlıdır. Bu seçim çeşitliliği insanın fikir yetkinliğine sahip olabilmesinde önemli rol oynar. Gelişmiş sinir sistemleri sayesinde insanlar farklı çevrelere uyum sağlayarak ve düşük derecedeki hayvanlar üzerinde üstünlük sağlar ve onlardan faydalanabilirler. İnsanlar, sadece çevrelerine uyum sağlamakla kalmaz aynı zamanda çevrelerini ihtiyaç duydukları biçimde inşa edebilirler. Hayatın yetkinliği farklı kapasiteler, kompleks fonksiyonlar, refah veya acının büyümesine bağlıdır. Fiziksel haz ve fiziksel acı çekme kapasitesi açısından insan nitelik bakımından hayvanlar krallığının zirvesindedir. 173 Söz konusu bu krallığını da fikir yetkinliğine borçludur. Yetkinlik kavramı aynı zamanda bazı güçlere doğuştan sahip olmayı, erdeme doğuştan yatkın olmayı ve bu güçlerin geliştirilmesi ve bu fonksiyonların uygulanmasını gerektirir. Burada Aristo' nun da “her varlığın kendisine göre fonksiyonları vardır” tespiti yetkinlik bakımından önemlidir. Ona göre insanı ayırt eden işi, fonksiyonu ve onu ayırt eden yetkinliği onun rasyonel doğasına dayanmalıdır. “Eğer insanın işi, ruhun akla uygun ya da akıldan yoksun olmayan etkinliği ise, bilirli bir işin ve işte yetkin olanın işinin aynı olduğunu söylüyorsak, buna o işteki erdemde üstün olmayı eklemek gerekir. Çünkü gitarcının işi gitar çalmak, erdemli gitarcının ise iyi gitar çalmaktır. Eğer bu böyle ise (ayrıca insanın işinin belli bir yaşam olduğunu, bu yaşamın da ruhun akla uygun etkinliği ve böyle eylemler olduğunu) erdemli insana yakışan, bunları iyi ve güzel biçimde yapmaktır. Her şey, kendine özgü erdeme göre iyi yapılırsa, iyinin gerçekleştirilirmiş olduğunu söylüyoruz.” 174 tarzını kazanmaya çalışmaktadır. 173 174 Walter G. Everett; “ The Concept of the Good ” , p.511 Aristoteles ; Nikomakhos, s.11 Demek ki insanın işi yetkin bir yaşam 71 Farabi' ye göre insanlar yetkinlik konusunda da eşit değildirler. Kimisi insanî yetkinliğe doğuştan yeteneklidir. Kimisi de insanî fonksiyonlara ve insanî yetkinliğe doğuştan sahip olmayan insanlıktan nasibini alamamış vahşilerdir. “Herhangi bir zamanda, bütün erdemlere, doğuştan (bi’t-tab), tamamen mütemayil (ve hazır) olan bir insan mevcut olur ve bu erdemler, onda âdet haline gelirse, bu insanın erdemi, çoğu insanlarda mevcut olan erdemden daha üstün olur. Hatta o kişi, hemen hemen, beşerî erdemlerin ötesine, insandan daha üstün bir sınıfa yükselir. Eskiler, bu kişiye ilâhî (insan) adını veriyorlar. Bununla beraber, bu kişinin tam zıddı durumda olan insanı, yani bütün kötü eylemlere mütemayil olan ve kendisinde bu kötülüklerin durumları âdet halinde yerleşen insanı, hemen, beşerî kötülüklerden daha kötü olan bir duruma çıkarıyorlardı. Kötülüğünün aşırılığından dolayı, bu kişinin, eskiler arasında hiçbir adı yoktu. Bununla beraber, bazen onlar, bu kişiyi vahşi hayvan vb. adla adlandırırlardı.” 175 Ancak bu iki aşırı ucun gözlem sonucu, nadir olduğu bilinen bir gerçektir. “Bu iki aşırı uç, insanlar arasında nadir bulunur. Birincisi; onların görüşlerine göre, derecesi, şehirlere hizmet eden bir devlet adamından daha yüksek olurdu; hatta onun, gerçek sultan olarak, bütün şehirleri yönetmesi gerekirdi. İkincisine gelince; eğer onun mevcut olması vuku bulsaydı, asla ne herhangi bir şehri yönetirdi, ne de ona hizmet ederdi; bilakis, bütün şehirlerden çıkarılırdı.”176 Gelişmiş yasalara sahip devletlerin gelişmiş aktiviteler zincirine, yetkinleşmiş duyguların tatmini eşlik eder. Bu tür yasalar, fiziksel düzeni destekledikleri gibi ruhlarda olan iyileri de destekler. Açık zihinli insanlar için birçok tatmin ve değişik kaynaklar vardır. Bir insanın yetkinliği ve mutluluğu için Farabi' ye göre dört temel yetinin, yetkinlik derecesinde şehirde uygulanması ve şehir halkının erdemlere göre yaşaması zorunludur. Bu yetkin bir devlet bilinci taşımanın zorunlu koşuludur. Son olarak Farabi’nin ilk yetkinlik ve son yetkinlik ayrımına değineceğiz. Farabi' ye göre “ilk yetkinlik, insanın, erdemle ilgili eylemleri yapmaksızın, sadece erdem sahibi olması değil, bilakis bütün erdemlerin gerektirdiği eylemleri yapmasıdır.”177 Son yetkinlik ise, tıpkı güzel yazma sanatında olduğu gibi, kâtibin yazısının güzelliği, doktorun hastayı iyileştirmesi gibi, “yetkinlik, insanın eylemlerini meydana getiren melekelere sahip olması değil, bizzat o eylemleri yapmasıdır. Bu yetkinlik, bizim için 175 Fârâbî; Fusul, s.33; T: s.33 Fârâbî; Fusul, s.33; T: s.33 177 Fârâbî; Fusul, s.46; T: s.39 176 72 son mutluluğu, yani mutlak iyi olan son yetkinliği meydana getirir.”178 Mutluluk sanatı da ilk yetkinlikten başlayıp son yetkinliği kazanabilme sanatıdır. 1.4. İyilik ve Kötülük Bu başlıktan amaç, tek başına iyilik ve kötülük kavramlarını analiz etmek değildir. Daha çok bu iki kavramın hayatı nitelendirdiği ve bunun mutlulukla ne kadar ilintili olduğunu göstermektir. Nasıl ki mutlu olmak için insan, sahip olduğu yetilerini eğitimden geçirip onları yetkinleştirme ihtiyacı hissediyorsa, aynı şekilde insan, iyilik ve kötülük kavramlarını da soyut bir biçimde bırakmamak ve bunların kendi hayatındaki etkilerini izlemek zorundadır. Tıpkı yetiler gibi insan, eylemlerini yetkinleştirmeli, onları iyi diye nitelendirilen kategoriye yükseltmeli, aynı şekilde kötü kategorisinden uzak tutmaya çalışmalıdır. İnsan bunu yapmaya çalışırken, iyi ve kötünün hayatımızı yönlendiren, şekillendiren iki önemli unsur olduğu bilincini taşımalıdır. Hayat, mutluluğun önemli unsuru olan iyi kavramına göre nitelik kazanır. Bu nedenle hayatın başındaki iyi nitelendirmesi mutluluk açısından önemlidir. Bu durumda önümüzde üç önemli kavram vardır: İyilik, kötülük ve hayat. Önce hayat kavramı, daha sonra, hayatı anlamlı kılan iyilik kavramı ve son olarak iyinin yokluğu ya da eksikliği anlamında kötülük kavramları üzerinde duracağız. Hayat kavramına geçmeden önce Grek sonra da Farabi düşüncesinde iyi olmak ve mutlu olmak arasındaki ilişkiye göz atmamız gerekir. Öncelikle şunu bilmeliyiz: “Grek ahlâkî düşüncesi ile daha sonra oluşan batı ahlâkî düşünceleri birbirinden oldukça farklı görünmektedir.” 179 Bu klâsik Yunan filozoflarının ahlâktan anladıklarıyla, bugünkü düşünürlerin ahlâktan anladıklarının birbirinden tamamen farklı olduğu anlamına gelmez. Ancak içerik yönünden önceliklerinin farklı olduğunu belirtir. Örneğin antik filozoflar kişiyi veya karakteri temel alırken, çağdaş düşünürler eylem biçimlerini esas almaktadırlar. Antik filozoflar için kişinin karakteri, haliyle karakteri oluşturan amaç, yetkinlik ve iyilik kavramları önemli iken; çağdaş düşünürler için tartışmanın odağında eylemin biçimi önemlidir. Nicholas D. Smith bu konuyla ilgili şu önemli tespitte bulunmaktadır: “Bizim ahlâk dağarcığımız, çeşitli erdemlere referans olmayı içermeye devam etmesine rağmen, 178 179 Fârâbî; Fusul, s.46; T: s.39 Nicholes D. Smith ; “ Some Thoughts About The Origins of Grek Ethics ” , The Journal of Ethics Vol.5, 2001, p.3 73 genellikle çağdaş ahlâkî düşünce (aynı şekilde filozof ve filozof olmayanlar arasında) eylemle ilgili değer yargılarını (veya eylem tiplerini ) birincil veya temel; bireylerin değer yargılarını veya ahlâkî karekterlerini ise ikincil ve türevsel olarak dikkate alıyorlar. Tam tersine Yunan filozofları, bir insanın eylemini iyi ya da kötü yapan şeyin ne olduğundan ziyade, insanı iyi ya da yetkin yapan şeyin ne olduğunu kavramaya çalışıyorlardı ve onlar, öncekilerin değer yargılarını sonrakilerden aldığı görüşüne eğilimliydiler.” 180 Mutluluğun ne olduğunu cevaplamak için Aristo'cu ve Platon'cu “iş ve işlev” kavramını kullanmak sanırım yerinde olacaktır. Onlar aslında bir insana, ne tür hayatın en fazla doyum vereceğini sormakta, ama bu soruyu yanıtlayabilmek için, insanın ayırt edici işlevinin ne olduğunu sormayı gerekli görmektedirler. Soru, sanatlardan ödünç alınmakta ve onlarla ilgili olarak kolay bir yanıtı kabul etmektedir.181 Sanat deyince yalnızca tıp, mühendislik, ressamlık gibi meslekleri anlamamak gerekir; yaşamak da başlı başına bir sanattır. Gerçekte insanın uğraşması gereken en önemli, aynı zamanda en güç ve en karmaşık sanattır. Bu sanatın objesi, şu ya da bu gibi özel bir iş değil, yaşama işi, yalnızca bir imkân olarak var olan bir şeyi geliştirme sürecidir. Yaşama sanatında, insan hem sanatçıdır, hem de sanatın objesidir; hem heykeltıraştır, hem mermerdir, hem doktordur hem hastadır. Bir flüt sanatçısının işlevi flüt çalmak ya da bir baltanın işlevi kesmektir. Aynı şekilde insanın işlevi, Farabi’nin deyimiyle “insanı insan yapan aklın” gerektirdiği gibi davranmak, Aristo'nun deyimiyle “akla uygun etkinliktir.” İyi olmak veya iyi hayat, yani mutluluk erdeme göre etkinliktir 182 İnsan için iyinin sahip olması gereken iki ayırt edici özelliği vardır. “İyi, her zaman kendisi için seçilen, asla başka herhangi bir şey için araç olmayan nihaî bir şey olmalıdır. Ve iyi, kendi kendisine yeten, hayatı kendisiyle seçilmeye değer kılan bir şey olmalıdır. Bu iki işaret iyi durumda olmanın işaretleridir.”183 Mutluluk, iyiliği tercih etmek, kötülükten kaçınmak demektir. İnsan ancak bu yolla iyi hayat sahibi olabilir. Bundan dolayı Farabi' ye göre, “Mutluluk, kendisi için istenen, hiçbir zaman bir başka şeyin elde edilmesi için istenmeyen, iyiliktir. Onun ötesinde insanın elde edebileceği daha büyük bir iyilik yoktur. Mutluluğun elde edilmesinde yararlı olan iradî eylemler, 180 Nicholes D. Smith ; “ Some Thoughts”, p.4 W.David Ross; Aristoteles, s.224 182 W.David Ross; Aristoteles, s.225 183 W.David Ross; Aristoteles, s.224 181 74 güzel eylemlerdir. Bu eylemlerin kendilerinden doğdukları istidat ve melekeler de, erdemlerdir. Bunlar kendi özleri bakımından değil, mutluluğun kendisinden ötürü olan iyiliklerdir. Mutluluğa engel olan eylemler ise, kötü şeyler, yani kötü eylemlerdir. Bu eylemlerin kendilerinden doğduğu istidatlar ve melekeler ise eksiklikler, erdemsizlikler ve aşağılık niteliklerdir.”184 Buna göre iyinin ölçüsü mutluluktur. Mutluluk veren şeyler iyi, mutluluğa engel olan şeyler kötüdür. Ancak insan için iyi olan şeyin ne olduğunu bilmek insan psikolojisini bilmeyi gerektirir. Çağdaş insan, okuma ve yazmanın öğrenilmesi gereken bir sanat olduğuna, meslek sahibi olmanın büyük bir çaba gerektirdiğine ama yaşamanın hiçbir özel öğrenme çabası gerektirmeyecek kadar basit bir iş olduğuna inanır görünmektedir. Herkes şu ya da bu şekilde yaşadığı içindir ki yaşamak herkesin uzman olduğu bir konu olarak görülür. Ne var ki, insanın yaşama sanatının güçlüklerini gözden kaçırması, bu sanatta adam akılı ustalaşmış olduğundan dolayı değildir. Gerçek sevincin ve mutluluğun bu derece az oluşu, hiç şüphesiz böyle bir açıklamayı geçersiz hale getirir. Ahlâk, bir yaşama sanatı olduğuna göre ahlâkın hayatın dışına çıkmış olması ahlâkın ahlâksızlığıdır.185 Çağdaş toplum, mutluluk, bireysellik ve kişisel fayda üzerinde bu kadar durduğu halde, insan hayatının amacının mutluluk değil, görevini yerine getirmek ya da başarı kazanmak olduğunu öğretmiştir. İyinin yerini para, saygınlık ve güç kazanma isteği almış, bu hem yaşamın temel motivasyonları hem de insan hayatının amacı olmuştur. Kendi hayatı ve yaşama sanatı dışında, her şey onun için önemlidir. Varlığı kendisi için değil, kendisinin dışında kalan her şey içindir. Ahlâk, yaşama sanatını başarılı bir şekilde yürütme sanatı ise, böyle bir ahlâkın en genel ilkeleri olan kendi varlığını korumak ve kendi varlığı karşısında olumlu tavır takınmak, iyi ve kötüyü tanımaya bağlıdır. Bütün organizmalar kendi varlıklarını korumak için kendini koruma içgüdüsüne sahiptir. Bir organizmanın ilk görevi yaşamaktır. Yaşamak statik değil, dinamik bir durumdur. Var olmak bir organizmanın özel güçlerinin gelişmesi demektir. Bu nedenle onların, kendileri için iyi ve kötü olanı tanımaları içgüdüseldir. Kısacası, iyi dediğimiz şey, hayat karşısında olumlu tavır takınılması ve insanın güçlerinin gelişmesidir. Erdem, insanın kendi varlığına karşı gösterdiği iyi 184 185 Fârâbî; Medine, s.106; T: s.60 Fr. Paulhan; Ahlâkın Ahlâksızlığı (çev.:Mehmet Naci Ecer), Remzi Kitabevi Yayınları, İstanbul 1969, s.110-118 75 olmak isteğinden kaynaklanan sorumluluktur. Kötü dediğimiz şey, insanın güçlerinin zedelenmesi ve bozulmasıdır; kötülük ise insanın kendine karşı sorumsuz bir tavır takınmış olmasıdır. 186 “İyi” sıfatını günlük yaşantımızda değer yargıları içinde sıkça kullanırız. İyi bir yemek, iyi bir araba, iyi bir müzik, iyi bir hırsız, iyi bir eylem iyi bir insan deriz. Aynı şekilde “kötüyü” de kötü niyet ve hoşa gitmeyen gibi anlamlarda kullanırız. Yalan söylemek kötüdür, ahlâkî bir bağlamda kullanılır. “Araçsal anlamıyla iyi olarak tanımlanan her şey, iyi olma ölçütünü kendi içinde barındıran başka bir şeye uygun ve denk düştüğü için iyidir. Dolayısıyla kendi başına iyi değildir.”187 “Ahlâksal iyi ise, bir başka şey açısından ya da bir başkası için bunlara uygun amacı temsil etme anlamında değil, kendisi bizatihi iyi olan niyettir.”188 Kant için bu kendinden iyi “iyi niyettir.” Aristo ve Farabi içinse kendinden iyi olan şeyin ancak mutluluk olduğunu daha önce söylemiştik. Ancak Farabi’nin metinlerinden, kendinden iyi ve araç olan iyiler hakkındaki görüşlerini birlikte okuyalım: “Bu husus spor yapma ve ilâç içme gibi iyi şeylerden bazılarının başka bir amaca araç olduklarından, bazılarının da bizzat kendileri için tercih edilmelerinden anlaşılmaktadır. Kendilerinden dolayı tercih edilenlerin başkalarından dolayı tercih edilenlerden daha makbul ve daha yetkin olduğu açıkça ortadadır.”189 “Yine bizzat kendilerinden dolayı tercih edilenlerden bazıları, bazen, başka bir şey için tercih edilebilir. Söz gelişi başkanlık ve bilgi (ilim) böyledir. Çünkü biz onları bazen başka bir şeye ulaşmamıza araç olduklarından değil, bizzat kendilerinden dolayı tercih ederiz. Bazen de zenginlik veya haz (lezze) elde etmeye, ya da başkanlık veya bilgi aracılığıyla elde edilebilen başka herhangi bir şeyi elde etmeye bir araç olarak tercih ederiz. Bazıları da, esas itibarıyla, asla herhangi bir zamanda, herhangi bir şeyden dolayı değil, daima, (ebeden) bizzat kendilerinden dolayı tercih edilir. Kendilerinden dolayı tercih edilenler arasında, esasen hiçbir zaman başka bir şeyden dolayı değil, daima kendilerinden dolayı tercih edilenler, bazen, başkasından dolayı tercih edilenlerden daha makbul (en tercih edilen), en yetkin ve en büyük iyiliktir.” 190 186 Erich Fromm; Erdem ve Mutluluk, s.30–31 Annemarie Pieper; Etiğe Giriş (çev: Veysel Ataman; Gönül Sezer ),Ayrıntı Yayınları, İstanbul 1999, s.144 188 Annemarie Pieper; Etiğe Giriş, s.144 189 Fârâbî; Tenbih, s.48; T: s.26 190 Fârâbî; Tenbih, s.48; T: s.27 187 76 Farabi’nin metinlerindeki iyi kavramını dikkatli tahlil etmeliyiz. Farabi’de bazen iyi kavramı herkes için iyi olan anlamında kullanılır. Başka bir deyişle iyi evrensel olarak değerlendirilir Bilgi iyidir, ifadesinde bilgi herkes için iyidir anlamı vardır. Bazen de iyi kavramı bir zaman, bir mekân, bir insan için iyi (hayrun li) anlamında kullanılır. Feraset başkanlık için iyidir ifadesinde ise başkanlık için iyi olan bir durumdan söz edilir. Burada iyi kavramı evrensel değil görecelidir. İyi kavramıyla ilgili bu ayırım bizim “ iyi bir insan ne yapmalıdır” ile “ bir insanın yapması gereken iyi nedir” arasındaki farkı daha kolay anlamamızı sağlar. İlki “iyi bir insanın hayatıyla” ilgiliyken, ikincisi ise “bir insan için iyi hayatın” ne/nasıl olduğuyla ilgilidir. Birincisinde öncelik “iyi insan” ikincisinde ise öncelik “iyi hayat”tır. Farabi’nin mutlulukla ilgili önceliğinin hangisi olduğunun tespiti için bu ayırımı unutmamak önemlidir. Acaba Farabi mutlulukla ilgili metinlerinde mutluluğu kazanmak için “iyi insan” modeli üzerinde mi durmaktadır, yoksa “iyi hayat” modeli üzerinde mi durmaktadır.191 İyi hayat modelinin analizine insana ve amacının ne olduğuna bakmakla başlamak uygun olur. Pratik akıl aracılığıyla insan sadece kısa süreli çıkarları değil, aynı zamanda uzun süreli çıkarlarını göz önüne almalı ve toplumsal bir varlık olduğundan toplumun çıkarlarını da göz ardı etmemelidir. Nazarî akıl sayesinde de insanın amacının ne olduğunu kavrayabiliriz. Amaç mutluluk ve mutluluk da en yüksek iyi olduğuna göre hem iyinin hem de mutluluğun açığa çıkması bu durumda amaç kavramına bağlıdır. Ancak amaçlar ve araçlar bölümünde belirtildiği gibi amacı kazanmak ile mutluluğu kazanmak arasında her zaman doğrudan bir bağ yoktur. Felsefe tarihçileri, antik Yunan düşüncesinin ahlâk felsefesi düşünceleri alanında en büyük başarısını “en yüksek iyi” kavramını keşfetmiş olmak olarak değerlendirirler. Bu keşfin öncüsünün Platon olduğu ileri sürülür. Modern felsefî düşünürlerin bu konuda ileri sürdükleri düşünceler de Platonizmin bozulmuş şekilleridir. Kant’ın yetkinlik ile en yüksek iyi arasında ayrım yapmış olmasının kaynağı da yine Platon çıkışlıdır.192 Platon’a göre “en yüksek iyi”nin ne olduğunu özet biçimde vermek, Farabi’nin de sık sık kullandığı bu kavram hakkındaki görüşleri için de aydınlatıcı olur düşüncesindeyiz. Platon göre en yüksek iyi aşağıdaki şekilde özetlenebilir: Hazlar veya bir sistem içinde organize edilmiş hazlar, mutluluk veya mutluluk üzerine kurulmuş bütünsel bir hayatın 191 Bk. Kathleen V.Wilkes; “ The Good Man and the Good for Man in Aristotle’s Ethics ”, Mind, Vol.87, Oct.1978, p.554 192 Rupert Clendon Lodge; “ The Platonic Highest Good (I) ” The Philosophical Review, Vol.36, p.428 77 içinde mutluluktan pay almak, erdem, felsefe ve bilimin rehberliği altında ideal toplum vatandaşlığına aktif bir şekilde katılım, iyilik ideası üzerine tek bir sistemi amaçlamış bütün bireylerin koordinasyonu, entelektüel veya rasyonel hayat, tam tefekküre/ temaşaya dayalı erdem veya kesin olarak aşkın iyilik ideasının sezgisel ön görüsü, kutsallık veya Tanrıyla birleşinceye veya Tanrı benzeri oluncaya kadar Tanrının kendisine boyun eğme. Platonun “en yüksek iyisi” beş maddede özetlenebilir: 1. Mutlak birlik 2.Yasaya uyum 3. İyilik ideası 4. Düşüncelerin özdeşliği 5. Mutlak zihin veya Tanrı 193 Platon’un metinlerine baktığımızda iyiler kendi aralarında derecelendirilmiş, erdem, haz, adalet gibi gruplara ayrılmıştır. Bütün bu derecelendirme ve gruplandırmanın en tepesinde, en yüksek iyi vardır. Diyebiliriz ki, iyiler/değerler ruh-beden-sağlık; erdemadalet-ölçülülük, kamusal iyilikler- özel iyilikler, zihin-diğer iyilikler, ilâhî iyiler-beşerî iyiler yelpazesinde gönderme hep en yüksek iyiyedir. Ancak burada sorgulanması gereken bir sorun vardır. Söz konusu bu değerler, iyiler neye dayanmaktadır, nasıl temellendirilmektedir? Sağlık, zenginlik, toplumsal ve özel iyiler bir bakıma sözel geleneksel değerlere dayalı değerlendirmelerdir. Söz konusu bu geleneksel değerler de nesilden nesile aktarılmış kültürel/ dini değerlere dayanmaktadır. Bu durumda bu geleneksel değerler sorgulanmış birer norm değil, sadece toplumun bir takım davranış kalıplarıdır. Bu davranış kalıpları bireylerin sürekli değişen değer yargılarından kaynaklanmamaktadır. Tam tersi bu değer yargıları toplumsal tecrübenin ciddi, dikkate değer ürünleridir. Toplumsal tecrübe de aktarımını kendi en yüksek iyisine olan bağlılığa dayandırarak temellendirmeye çalışmıştır. Bir kısım değer yargıları ise evrensel ve gayet açık bir biçimde dünyanın her yerinde kabul edilen iyi eylemlerdir. Bunlar da geleneksel değer yargılarından alınmıştır, ancak daha çok sosyal norm düzeyindedir. İster kabul edilsin, ister edilmesin, ister istekli yerine getirilsin, ister isteksiz bu sosyal normlar bireyler tarafından aşılamazlar. Diğer bir kısım da, filozoflar tarafından nazarî akılla keşfedilmiş ideal dünyanın ebedî idelerine dayandırılmış değer yargılarıdır. Bu türden değer yargıları daha çok sezgiseldir. Bu filozofik sezgiselliğin amacı, insanı her zaman iyi kavramı hakkında aydınlatmaktır. Bu türden bir aydınlanmanın temelde sorgulamanın bir sonucu olduğunu gözden kaçırmamak gerekir. 193 Rupert Clendon Lodge; “ The Platonic Highest Good (I) ”, p.429–430 78 Kant’ın mutluluk ve yetkinlik kavramlarını birbirinden ayırması, modern ahlâk tartışmalarında önemli bir dönüm noktası olmuştur. Mutluluk ve yetkinlik kavramları, modern ahlâkî tartışmalarda bir birine zıt iki ayrı kampta ele alınır. Ahlâk tartışmalarında ahlâkî ideallerin tanımlama teşebbüslerinde hemen hemen her zaman ya yetkinlik ya da mutluluk kavramına dayanılarak ahlâkla ilgili temel düşünceler geliştirilmiştir. Bu düşünceler teleolojik ahlâk teorileri için daha fazla geçerli iken formel ahlâkî teoriler için daha az geçerlidir. Zira formel ahlâkî teorilerin temsilcisi Kant ahlâk tartışmalarını ödev, ahlâk yasası, ve özgürlük üstüne temellendirmektedir. Ancak Kant, ahlâkî amaç olarak her ne kadar yeterli tanımlamaları veremese de iyilik kavramını ahlâkî amaç olarak ortaya koymaktadır. 194 Ancak Farabi’nin iyi kavramını tek başına mutluluk için yeterli bulmadığı, mutluluğun ideal boyutu ile faal akla dayalı boyutu üzerinde daha fazla vurgu yaptığı ve ayrıca mutluluk amacı için birey ve toplumun yetkinliği üzerinde durduğu bilinen bir gerçektir. Kısacası Farabi' ye göre, insanın kendi doğal yeteneklerini ve sahip olduğu tüm iyileri ölçülülük ve kozmik düzene uygun bir biçimde gerçekleştirmesi kişiyi yetkinliğe götüren yoldur. Yeri gelmişken Mr. Sidgwick’nin Ahlâk Metotlarında ortaya attığı iki yolu hatırlatmakta fayda vardır. Bunlardan biri, bireysel ya da genel mutluluğu bir amaç kendinden dolayı tercih edilen bir iyi olarak ele alır. Her şeyi bu mutluluğa olan katkısına göre iyi olarak derecelendirir. Diğer görüşe göre ahlâkî değer yargılarına göre belirlenmiş bir takım davranış kuralları ve kendilerine uyulduğundan dolayı nihaî uygulama ve davranış standartları mevcuttur. Başkaları da amacın insanın motivasyonunda ve iç temayüllerinde doğru dengeyi amaçlamış olması gerektiğini ileri sürerler.195 İyilik kavramının objektif boyutu olduğu gibi sübjektif boyutu da vardır. Aktif ve inşacı bir boyutu olduğu kadar, pasif ve değerlendirici bir boyutu da vardır. Kısacası mantıksal bir boyutu olduğu gibi, duygulanımsal bir boyutu da vardır. İyilik kavramı bilgi kavramı gibidir. Bilgi sadece sübjektif psikolojik bir süreç değildir. Bilgi aynı zamanda belirli bir düzen içinde olan eşyanın bilgisidir. Bilginin olması bir taraftan, bu eşyanın varlık düzenine bağlı iken, diğer taraftan öznenin psikolojik sürecindeki doğru işleyen 194 195 Immanuel Kant; Pratik Aklın Eleştirisi, Türkiye Felsefe Gurubu Yayınları, Ankara 1994, s.71–73 Thomas Thornely; “ Perfection as an Ethical End ”, Mind, Vol.5, Jul.1880, p.350 79 mekanizmanın garantisine bağlıdır. Bu psikolojik mekanizma, sağlam olmazsa yanılsama ile gerçeğin birbirine karışmayacağını kimse garanti edemez. Tıpkı ateşli bir hastanın soğuk ve sıcak algılamasındaki bozukluk gibi. Aynı şekilde dışarıda eşyanın bir düzeni olmasaydı yine bilgi bir ilizyondan başka bir şey olamazdı. Tıpkı bunun gibi iyilik kavramı da bir taraftan dışarıda var olan eşyanın düzenine bağlı iken diğer taraftan da eşyanın düzenini algılayan ve onları bir takım psikolojik süreçlerden geçiren ahlâkî öznenin içsel dünyasına bağlıdır. Böylece iyilik kavramının hem insanın iç dünyasına bağlı hem de eşyanın düzenine bağlı bir yapısı olduğunu görmekte zorluk çekmiyoruz. Başka bir deyişle iyilik kavramının bir objektif yanı bir de insan psikolojisine bağlı sübjektif yanı vardır. Objektif boyutundan iyiliğin içeriği, yapısıyla ilgili bilgi alabiliriz. Kısacası iyiliğin ne olduğunu objektif olarak öğrenebiliriz. Sübjektif yanıyla da iyiliği içselleştirir, onu amaç haline getirebiliriz. Ancak akla şöyle bir soru gelebilir. Şayet iyilik objektif olarak öğrenilebilecek bir şey ise bu durumda öğrenme yoluyla iyi bir hayatın, mutluluğun kolayca elde edilmesi gerekirdi. Ancak tecrübeler iyiliğin öğrenilebileceğini, iyi bir hayatın veya mutluluğun ise insana öğretilemeyeceğini göstermektedir. Ahlâkî bir amaç olarak iyilik sübjektif, duygulanımsal ve tecrübelerin değerlendirici boyutuyla mı değerlendirilecek; yoksa objektif, mantıksal ve inşacı boyutla mı değerlendirilecek? Doğrusu, her iki boyutuyla da değerlendirilmesidir. Çünkü iyilik ve kötülük kavramı içsel olduğu kadar, dışsal bir yapıya da sahiptir. Nitekim Farabi' ye göre, “Toplumun her bir ferdinin kendine özgü olan işi yapması ve bütünün bir parçası olduğu bilincini taşıması, toplumsal iyilik anlamını ifade eder. Bunun tersi ise toplumsal kötülük anlamına gelir.”196 Bütün duygulanımsal ifadeler, bedensel ihtiyaçların fonksiyonuna güçlü bir şekilde bağlı olarak ortaya çıkar. Ancak biz duygusal tatmin tecrübelerimizi, eylemin yetkinliğini belirten ifadelerle kıyaslama ve duygusal tecrübelerle ölçme imkânına sahibiz. İnsanlar her bir tecrübe ifadesinde değer ararlar. Birbiriyle çatışan iyiliklerle birey karşılaştığında amaçları doğrultusunda tercihlerde bulunurlar. Kazandıkları bir iyiliği bir başka iyilik için feda ederler. Kaos halinde görünen bu potansiyel iyilikleri ahenkli hale getirecek, birbiriyle çatışmalarını önleyecek ideal bir ilkeye ihtiyaç vardır. 196 Hasan Şahin; İslam Felsefesi Tarihi Dersleri, İlâhiyat, Ankara 2000, s.91 80 Bu ideal ilke sayesinde toplumsal gruplar bulundukları konumlarına göre iyilik tercihlerinde bulunacaklardır. Farabi, iyi kavramını bazen bilgi ile özdeşleştirmekte ve bu özdeşliğe göre felsefeyi de kendi içinde ayrıma tabi tutmaktadır. “İyi, biri sadece bilgi, diğeri de bilgi ve eylem olmak üzere iki çeşit olduğuna göre, felsefe sanatı da iki çeşit olur. Birincisi insanın kendisinin yapamayacağı varlıklarla ilgili bilgi kazanmasını sağlar, buna nazarî felsefe adı verilir. İkincisi ise özelliği, yapılmak/eylemek olan şeylerle ilgili bilginin ve onların iyi olanını yapma gücünün elde edilmesini sağlar. Buna da amelî felsefe (felsefetü’l amelîyye) ve medeni felsefe (el-felsefetü’l-medeniyye) adı verilir.” 197 Bilgiyle özdeş olan iyinin amacı, insanın yaşamını iyi hayata dönüştürmektir. Peki, hayatı iyi yapan şey nedir. İyi hayat; sağlanabildiği oranda kişisel tatmin veya kişinin sahip olduğu oranda ahlakî erdemliliktir. John Kekes “ ben iyi hayat diye sadece hem kişisel tatmin hem de ahlâkî erdeme aynı anda sahip olabilen bir hayata derim” der.198 İyi hayatı böyle düşündüğümüzde hayatı iyi yapan unsurlar (iyi hayat) ile ahlâkî hayat arasındaki ilişkiyi koparmak mutluluk yolundan sapmak anlamına gelir. Ancak iyi hayat ile ahlâkî hayat arsında iki türlü ilişki kurmak mümkündür. Birinci ilişki biçiminde iyi hayat için esas olan arzuların tatminidir ve bu tatmin içinde ahlâkî bir hayata ihtiyaç yoktur. Ancak tek başına bireyin arzularıyla olan ilişki biçimini merkez alan bu görüş üzerinde derinlemesine düşünüldüğü takdirde, bunun makul bir görüş olmadığı apaçık olarak görülür. Öncelikle bireyin tatmin arayışı ile onun ahlâkî hayatı birbirinden farklı şeyler değildir. Çünkü ahlâkî olarak erdemli niteliklere ve eylemlere sahip olmak, iyi insan için kişisel olarak tatmin olmak demektir. İkinci ilişki biçiminde ise genel anlamda iyi hayat için kişisel tatmin ile ahlâkî erdem arasında çatışma yoktur. Çünkü ikisini de erdem yönettiği sürece biri ötekine yardımcı ve birbirleriyle uyumludurlar. Bu görüşe göre hayatın bu iki boyutunun birbiriyle uyumlu olmasından dolayıdır ki, hayatın bizzat kendisi başlı başına iyidir. İyi hayat ile ahlâkî hayatın her zaman uyumlu olduğu görüşü klâsik mutluluk anlayışının özünü teşkil eder. Her kişinin hayatla ilgili projelerini yansıtan, onun çeşitli konulardaki samimiyetini ve ilişkilerini şekillendiren, ona az veya çok eylemlerinde rehberlik eden bir iyi hayat kavramı vardır. Her iyi hayat, hayatın bir yoludur. Hayat yolunda doğru bir şekilde 197 198 Fârâbî; Tenbih, s.76; T: s.52 John Kekes; “ What Makes Lives Good? ” Philosophy and Phenomenological Research, Vol.48, Jun.1988, p.655 81 yürüyebilmek, kendi kendini doğru yönetebilmek anlamına gelir. Hayat yolunda kendi kendini yönetmek için araç olan iyiler iç iyiler ve dış iyiler olmak üzere iki kısımdan oluşur. İçsel iyiler insanı tatmin eder, içini huzur ve sükûnetle doldurur ve iyi hayat kavramımıza göre biz eylemde bulunuruz. Dışsal iyiler ise yaşam yolunda sahip olduğumuz araçlarla yapıp ettiklerimizden aldığımız tatminler ve o araçlardan elde ettiğimiz uygun ödüllerdir. Örneğin anlamak, doğru yargıda bulunmak, zekâ ve duyarlık içsel iyiler iken; güvenlik, onur, nüfuz dışsal iyilerdir. Hayatımızı iyi yapmak, ancak kendi çabalarımız ve katkılarımızla mümkün olabilmektedir. İyi hayata sahip olmak, çabalarımıza bağlıdır. İçinde bulunduğumuz çevre koşullarına bağlı değildir. Bu nedenledir ki Sokrates, iyi insana kötülük yapılamaz ve erdem kendisinden dolayı değerlidir demektedir.199 Tabii ki Sokrates'in kastettiği iyi insan acı çekmez, ona adaletsiz davranılamaz değildir. Onun kastettiği bu türden zararlar ve adaletsizlerin iyiliğe herhangi bir zarar veremeyecekleridir. Çünkü iyilik bize ve bizim ne yaptığımıza bağlıdır. Yoksa bize ne yapıldığına bağlı değildir. Bu Sokratik görüşün mantıksal uzanımı şudur: Madem içsel iyiler kendi koşullarımızın uygulamalarına; dışsal iyiler ise kontrol edemeyeceğimiz koşullara bağlıdır. Öyleyse iyi hayat sadece içsel iyilere bağlıdır. Bu iddianın dışsal iyilerin mutluluğa olan katkısını göz ardı edebileceğini gören Farabi, mutluluk konusunda dışsal iyiliklere sahip olmanın doğru yöntemini veren eğitimin büyük önemini vurgulamakla iç ve dış iyiler arasındaki dengeyi atlamak istememiştir. Bununla birlikte Sokrates' in sadece içsel iyilerin iyi insan olmak ve mutlu olmak için yeterli olduğu tezini görüşlerinin merkezine almış olmasının etkileri tamamen bir kenara atılabilmiş değildir. Bu nedenledir ki mutluluk kavramının tarihini incelediğimizde nefis terbiyesi ve riyazet, hep dışsal iyileri iyileştirme peşinde olan medeniyetin, siyasetin kazanımlarının önüne geçmiştir. Bu en azından doğu düşünce tarihi için daha fazlaca doğrudur. Ancak batı ahlâkî düşünce tarzından da ahlâklı insanı korumayan anlayışın, siyasetin insanlara ne kadar mutluluk getirdiği günümüzün ciddi tartışma konusudur. Genel olarak söylemek gerekirse, içsel iyiler hayatımızın iyiye gittiğine, mutlu olduğumuza işaret eden iyilerdir. Benin doğrudan içinden his ettiği içsel iyiler yanılmaz, şaşmaz işaretler değildir. Çünkü içsel iyilerin bize verdiği tatmin ve huzur hayatımızın bir başka açısından karşılaşabileceğimiz bir engel tarafından kolaylıkla yok edilebilirler. 199 John Kekes ; “ What Makes Lives Good? ”, p.658 82 Bununla birlikte inandığımız biçimde yaşamamızın sonucu olarak içsel iyilerden haz alırız. Böylece içsel iyiler iki yönden bizi tatmin edicidirler: Hem gerçekten iyi bir insan olmak için kendimizi yönlendirdiğimiz iyi hayat varsayımımızı doğrular, temellendirir, hem de gerçek tatmin ve huzur tecrübesini bize doğrudan yaşatır. İçsel iyiler nihayetinde bizi şu noktaya getirir. Düşündüğümüz ve yapmamız gerektiği gibi yaşar ve eylemde bulunursak, içsel iyiler de böyle yaşamamızın doğru ve haklı olduğuna inanmamız için bize neden sunar.200 Dış iyiler de aynı şekilde karışık iyilerdir. Karışık iyilerin bütün araçsal parçaları doğrudan içsel iyilere araç olurlar ve böylece dolaylı olarak iyi hayata araç olmuş olurlar. İçsel iyiler, potansiyellerimizin ve yeteneklerimizin uygulanmasından meydana gelir. Dış iyiler, iç iyilerin araçlarıdırlar. Çünkü dış iyiler içinde kapasite ve yeteneklerin gerçekleştiği koşulların kurulmasında önemli rol oynarlar. Ancak dış iyiler şayet başarılarımızı ödüllendiriyorsa kendiliğinden iyi olarak kabul edilebilirler. Güvenlik, onur, saygı, statü insanın hayatını daha iyi yapar. Dış iyiler, kendiliğinden iyidirler çünkü onlar bize aynı zamanda başarılarımızın değerli olduğunu işaret ederler.201 Bir toplumun bozulmasının bir yolu, dışsal iyilerin azalması ve içsel iyilerin kazanılmasına zarar verebilmesidir. Bir diğer yolu da kişisel talihsizlikler, başarısızlıklar, aşırı güç, kötü eğitim ve bütün bu olumsuzlukların toplumda düşmanca duygular yaratmasıdır. Platon, Aristo ve Farabi yönetim kavramı üzerinde çok dururlar. Acaba onlara göre yönetim toplumsal bir iyi midir? Öyle gibi gözüküyor. Böyle bir kamusal iyinin mutluluğa olan katkısı tartışılmazdır. Acaba yönetim dış yoksa iç iyi midir? Bu, daha çok yönetim kavramının içeriğine bağlıdır. Yönetim kavramının üç çeşidi vardır: Kendini yönetmek, yani kendine kontrolün uygulanması; iki taraflı (reciprocal) yönetim, yani ahlâkî sorumluluklarla birbirimizi desteklememiz gerektiğini iddia eden sistem ve profesyonel yönetim yani otoritelerin sistemi. Bu üç yönetim tarzını kamusal bir iyi ve kamusal ihtiyaç olarak kabul ediyoruz. Bu iyileri kendinden iyi olarak değil, mutluluğa olan katkılarından dolayı iyi olarak nitelendiriyoruz.202 Nitekim Farabi “Kendini kontrol eden (zabitun linefsihi)”203 kavramını, erdemden farklı olarak değerlendirmektedir. Ahlâkî sorumluluk kavramına gelince; “Erdemli şehir 200 John Kekes; “ What Makes Lives Good? ”, p.661 John Kekes; “ What Makes Lives Good? ”, p.662 202 Herbert W. Schneider; “ Obligations and the Pursuit of Happiness ” , Vol.61, p.315 203 Fârâbî; Fusul, s.34; T: s.33 201 83 halkının hepsinin bildiği ve yaptığı müşterek şeyler vardır, her bir sınıfının bildiği ve yaptığı başka şeyler vardır. Bu insanların her biri ancak bu iki şeyle, yani kendisi ve başkası için müşterek olan şeyle bir ferdi olduğu sınıfa ait olan şeyle mutluluk merhalesine ulaşır. Her biri bu şekilde davrandığında, bu davranışları ona üstün, erdemli bir ruhsal istidat kazandırır ve o bu davranışları ne kadar çok devam ettirirse, bu istidadı da o kadar güçlü ve yetkin olur. Böylece onun kuvvet ve yetkinliği ortaya çıkar.”204 “İnsan, mal veya başka bir şey harcamakla, iyilik ve yetkinliklerden zevk, şeref (keramet) ve başkanlık (riyaset) vb. bir şey elde eder. Böylece de, başkasının varlığı (ötekinin varlığı), insan için, kendisinde bulunmayan bir iyiliğin ve varlığın sebebi olur.”205 Bu nedenle iç iyilere sahip olmanın önemi kadar dış iyilere sahip olmanın da büyük önemi vardır. Çünkü dış iyiler ve iç iyiler iyi bir hayat için gereklidir. Bunlara sahip olursak hayatımız daha iyiye gider, sahip olmasak hayatımız daha kötüye gider. Ancak dış iyiler ve iç iyiler arasında fark vardır. Dış iyiler, bize dışardan gelir. İç iyiler ise bizim kendi eylemlerimizin doğrudan ürünüdürler. Dış iyiler, kurumlar ve bireylerin işbirliği ile elde edilirler. Burada prosedür toplumsaldır, hile olamadığı sürece bütün süreç herkesin gözü önündedir. Herkes bütün toplumsal süreci izleyebilir ve elde etmek istediği iyiyi, süreci izleyerek elde edebilir. İç iyiler eylemlerin iyi yapılmasına ve kişinin iyi yaşamasına bağlıdır. Dış iyiler ise kişinin eylemleri ile kamunun bu eylemleri saymasına bağlıdır. İçsel iyilerle bu iyilere sahip kişi arasıdaki ilişki doğrudan iken, dış iyiler ve bunlara sahip kişi arsındaki ilişki dolaylıdır.206 Bu nedenle dışsal iyiler rekabetçidir; içsel iyiler ise değildir. Dış iyiler hangi statüde, mevkide durduğumuza bağlı iken içsel iyiler her hangi bir nesnel hiyerarşiye asla bağlı değildir.Ancak içsel iyiler de iç yetilerimizin kendi içinde mevcut olan işleyiş düzenine bağlıdır. Bizim veya başkalarının içsel iyilere ne kadar önem verdiğini anlamak, dışsal iyilere verilen önemi anlamakla aynıdır. Çünkü insanların önem verdikleri içsel iyileri bilmek, onların iyi hayat kavramlarının ne olduğunu bilmek demektir. Böylece biz onların “ne” olduğunu bilir ve onların eylemlerinin köklerini anlamış oluruz. İçsel iyilerin önemini ve yerini kavramak kendimizi tanımak, iyi bir hayat yaşamak, kendimizi yönetmek, başarılarımız için doğru araçlar bulmak ve gerçek mutluluğu elde etmek için esastır. 204 Fârâbî; Medine, s.134; T: s.83 Fârâbî; Siyâse, s.48; T: s.16 206 John Kekes; “ What Makes Lives Good? ”, p.664 205 84 Öteki insanların hayatındaki içsel iyilerin yerlerini doğru tespit edebilmek, öncelikle onlarla samimi ilişkiler kurmak açısından hayatî öneme sahiptir.207 Kötülüğe gelince; iki aşırı eylemin birinde bulunmaktır. Kötü eylem ifrat ve tefrit eylemidir. Kötülük kişinin nelerden kaçınması gerektiğini bilmemesidir. Aslında kötülük zihnin algılamasına bağlı bir şeydir. “İnsanları üzen eşya veya hadiseler değildir, onların hakkında sahip olunan düşüncelerdir. Mesela ölüm bir kötülük değildir. Eğer böyle olsaydı Sokrates’e böyle görünürdü. Gerçek kötülük, ölümün bir felaket ve şer olduğu yolundaki kanaattir. İşte bu nedenle üzüntülü, yeisli, mutsuz olduğumuz anlarda kendimizden gayrisini, yani fikir ve kanaatlerimizden başka bir şeyi itham etmemeliyiz.”208 Kötülüğün ontolojik olmadığı konusunda Farabi'nin görüşü gayet açıktır: “Kötülük (eşşerr), asla mevcut değildir; bu evrendeki herhangi bir şeyde de yoktur; genel olarak ifade edecek olursak, kötülük, varlığı insan iradesiyle olmayan herhangi bir şeyde asla mevcut değildir; bilakis onların hepsi, iyiliktir. Kötülük iki çeşittir: (a) Birincisi mutluluğun zıddı olan mutsuzluktur. (b) İkincisi, kendisiyle mutsuzluğa ulaşılan her şeydir. Buna göre mutsuzluk iradi bir kötülüktür. Bu türden bir kötülükten kaçınmak ise ahlâki bir sorumluluktur.209 1.5. Seçme ve Eğilim Seçim (ihtiyar) erdemin tamamında ortaya çıkar. Seçim kavramı, açık olarak irade kavramıyla eşkapsamlı değildir. Çocukların ve aşağı türden hayvanların eylemleriyle yine düşünüp taşınmadan yapılan eylemler iradîdir, ama seçilmiş değildir. Seçim arzuyla /istemekle ilgilidir. Seçimin en önemli özelliği akla dayanan bir istek olmasıdır, çünkü insan imkânsızı isteyebilir fakat imkânsızı seçemez. Akla uygun olan, imkânsızı istememektir. Yine eylemimize dayanmayan bir şeyi isteyebilir, ama onu seçemeyiz. Arzu/ istek amaçlarla ilgili, seçim ise daha çok araçlarla ilgilidir. Çünkü seçim, nesnesi üzerinde düşünülüp taşınılan şeydir. Düşünüp taşınma kendi elimizde olan ve 207 John Kekes ; “ What Makes Lives Good? ”, p.665 Epiktetos; Düşünceler ve Sohbetler (çev: Cemal Süer), Kaknüs Yayınları, İstanbul 1999, s.15 209 Fârâbî; Fusul, s.80; T: s.59 208 85 yapılabilen şeylerle ilgilidir. Seçim amaçlar değil, araçlar hakkındadır; belli bir amacı varsayar ve onu nasıl elde edebileceğini düşünür. 210 Seçim kavramının kökeni Arapça’da iyi kavramından türetilmiştir. “ İhtiyarın dilce kökeni hayır(iyi)dır, hayırdan türeyen bir eylemdir. İnsan bir şeyi seçti (ihtiyar etti) denince, bununla hayırlı bir eylem yaptığı belirtilmiş olur, yani kendi iyiliği için gerçekten veya kendi sanısınca bir şey yapmıştır. Gerçekten kendisi için hayır değilse, insanî eylem bu yönden onunla ilgili olur. Bu da, kendisine hayırlı olanın gerçekleşmesi için düşünce üretmiş ve akıl yürütmüş olmasıdır. Bilindiği üzere insan, zorunlu veya imkânsız bir şey konusunda düşünmez ve akıl yürütmez, mümkün olanı düşünür ve akıl yürütür.” 211 Bu durumda, seçim, “kendi elimizde olan şeyleri düşünüp taşınmaya dayanan arzudur. Bir başka deyişle, seçim ya arzu eden akıl ya da akla dayanan arzudur.”212 Seçim iyiler arasında yapılır. Farabi' ye göre “Yine bizzat kendilerinden dolayı tercih edilenlerden bazıları, bazen, başka bir şey için tercih edilebilir. Söz gelişi başkanlık ve bilgi böyledir. Çünkü biz onları bazen başka bir şeye ulaşmamıza bir araç olarak değil, bizzat kendilerinden dolayı tercih ederiz. Bazen de zenginlik veya haz elde etmeye, ya da başkanlık veya bilgi aracılığıyla elde edilebilen başka herhangi bir şeyi elde etmeye bir araç olarak tercih ederiz. Bazıları da, esas itibariyle, asla herhangi bir zamanda başka herhangi bir şeyden dolayı değil, daima, bizzat kendilerinden dolayı tercih edilir. Kendilerinden dolayı tercih edilenler arasında, esasen hiçbir zaman başka bir şeyden dolayı değil, daima kendilerinden dolayı tercih edilenler, bazen, başkasından dolayı tercih edilenlerden daha makbul (en tercih edilen), yetkin ve iyidir.”213 İyiler kendinden amaç iyiler ve araç iyiler olmak üzere iki kısma ayrılır. Seçim kendinden amaç iyiler arasında yapılırsa bu seçimin niteliğini yükseltir.“Bu husus spor yapma ve ilaç içme gibi iyi şeylerden bazılarının başka bir amaca araç olduklarından, bazılarının da bizzat kendileri için tercih edilmelerinden anlaşılmaktadır. Kendilerinden dolayı tercih edilenlerin, başkalarından dolayı tercih edilenlerden daha makbul ve daha yetkin olduğu açıkça ortadadır.”214 Erdemli eylem, bir amaç olmaktan çok bir araca 210 W.David Ross; Aristoteles, s.233 Franz Rosenthal; İslam’da Özgürlük Kavramı (çev: Vecdi Akyüz) , Ayışığı Kitapları, İstanbul 2000, s.40 212 W.David Ross; Aristoteles, s.234 213 Fârâbî; Tenbih, s.48; T: s.27 214 Fârâbî; Tenbih, s.48; T: s.26 211 86 ulaşan, yani son aşamada insanın ereği olan teorik hayatı hedefleyen bir şeydir ve ahlâkî seçim, araçların bir amaca göre seçimidir.215 Seçimin hedefi, seçilen nesnenin “en yetkini” ve “en çok tercih” edilenidir. İnsan ancak seçimini bu hedefe doğrultursa mutluluğa yönelebilir. “Mutluluğu elde ettikten sonra onu kendisinden başka bir amaca yöneltmeye asla gerek duymadığımızı neticede anladığımıza göre, mutluluğun hiç bir zaman başkasından dolayı değil, bizzat kendisinden dolayı tercih edildiği ortaya çıkmıştır. Bundan, mutluluğun iyi şeylerin en çok tercih edileni, en büyüğü ve en yetkini olduğu ortaya çıkmıştır. 216 Mutluluk yönelişlerimizi tam tatmin edebilecek en son amaç olduğuna göre seçimlerimiz de söz konusu bu en son amaca yönelik olmalıdır. Mutluluk yolunda seçim yapmak, hem gerekli hem de kaçınılmazdır. Seçimin olmadığı yerde, ahlâkî yargı yapılamaz ve seçim varsa, bundan kaçınılamaz. Nasıl davranacağına ilişkin hiçbir tercih hakkı kullandırılmayan kişi ahlâkî temelde eleştirilemez. Bu nedenle “seçimin olmadığı yerde, ahlâkda olmaz.” denilmiştir. 217 İyilik ve kötülük bölümünde gördüğümüz gibi iyileri, kendiliğinden iyi ve kendiliğinden iyi olanlara araç olan iyiler olmak üzere kabaca iki kısıma ayırtmıştık. Farabi’nin metinlerinden yararlanarak kaba bir genelme yaparak şunları söyleyebiliriz: Kendinden iyi olanlara sahip olanlar doğrudan iyi insandır. Örneğin, bilgi, başarı ve haz, yerine göre iyidir ve dolayısıyla bunlara sahip olanlar iyi olarak kabul edilmeli varsayımında bulunalım. Bilgisizlik başarısızlık ve acı, yerine göre kötüdür. Varsayalım ki birilerinin, mademki kendiliğinden iyilere sahip olmak insanı iyi yapıyor; öyleyse bir insanın söz konusu bu iyilere, ne şekilde olursa olsun, sahip olması o insanı iyi ahlâkî bir özne yapmasına yeterli koşuldur iddiasını ortaya attığını düşünelim. Çünkü bu iddiaya göre, iyiye sahip olmak iyi insan olmak için yeterlidir. Bu durumda iyilere sahip olmak, kişinin çaba, seçim, süreklilik gibi erdemli olmanın unsurlarından koparılması ve erdemli karakterden bağımsızlaştırılması anlamına gelir. Bu konuda kurgusal bir örnek vermek konuyu daha anlaşılır yapacaktır. Bir insanın bütün bu iyilere kavanozdaki beyin218 215 W.David Ross; Aristoteles, s.238 Fârâbî; Tenbih, s.48; T: s.27 217 Ray Billington; Ahlâk Düşüncesine Giriş (çev: Abdullah Yılmaz), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 1997, s.51-52 218 Antonio R. Damasio; Descartes’in Yanılgısı (çev.:Bahar Atlamaz; Redaksiyon: Osman Deniztekin),Varlık Yayınları, İstanbul 1999, s.227 216 87 örneğinde olduğu gibi erdem unsurlarını atlayarak doğrudan sahip olduğunu varsayalım. Bu insanın beyni bilgisayar çipi gibi bir çip yardımıyla bir anda bilgi ve başarı gibi bütün iyilere sahip oldu. Aynı zamanda bu durumun ona haz verdiği de ortadadır. Şimdi bu insan kendiliğinden bu iyilere bu şekilde sahip olduğu için ahlâkî olarak iyi bir insan mıdır? Bu insan iyi bir hayata sahiptir denilebilir mi? Bu insan mutludur denilebilir mi? Kuşkusuz hayır. Çünkü Farabi’nin düşüncelerini özetlersek, istemeye, arzuya dayalı bir süreç yaşamadan, arzuya rağmen seçim yapmadan ve seçimlerin bedelini sağlam bir karakterle ödemeden iyi bir hayata sahip olmak imkânsız görünmektedir. İnsana özgü son yetkinlik olan mutluluğu elde etmenin yolu seçimden geçer. “Seçme (ihtiyar), yalnızca insana özgü olup, öteki canlılarda bulunmaz.”219 Buna göre, her şeyi duyulardan yoksun olarak bilen, teorik yetkin bir beyin veya mükemmel bir bilgisayar için ahlâkî bir özne olarak görmek arzu ve seçime sahip olmadığından dolayı mümkün değildir.220 Başka bir soru daha: Şayet X kendiliğinden iyi ise, X’i sevmek yani onu arzu etmek, izlemek, ondan haz almak, onu kazanmaya çalışmanın da aynı şekilde kendiliğinden iyi olması gerekir. X’i sevmek ona karşı pozitif davranışlarda bulunmak veya ona karşı arzulu, ilgili olmak demektir. Bu üç şekilde olur. Biri x’i arzuyla sevebilir, elde edemediği zaman onu isteyebilir ve onu kazanabilmek için aktif olarak izler ve onu elde ettiği zaman ondan haz alır. Burada iki durum söz konusudur. Birincisi kendiliğinden iyiyi iyi olduğu için seçmek, ikinci durumda ise kendiliğinden iyiyi getireceği sonuçlarından dolayı seçmek. İyileri asıl seçimin nesnesi yapmak yaratılış amacına giden en kolay yoldur. Aslında her amaca ona en uygun amaç ve araç arasında uygun denge kurulmuşsa iki alternatiften birisini seçmenin bir anlamı kalmaz. Ancak seçim gücü zayıf olanlar araçlara karşı olan güçlü arzuya kolay yenik düşerler. Bu nedenle güçlü iradeye sahip olanların seçimi her zaman akıllı olur. Seçmek akılla ilgili bir iştir. Akıl da insanı insan yapan şeydir. Akıl insanda bey ve başkan konumundadır.221 Arzu ise kendisini çeken sonuçlarla ilgili bir iştir. Her iki durum da iyi hayat için gereklidir. Birincisinde aklın koyduğu bir hedefi seçmek, ikincisinde ise bu hedefe giden yolu nispeten kolaylaştırmak vardır. Biri, insan bilincine uzak düşer, çok iyi bakmak ve görmek gerekir. Ötekisi bilince çok yakındır ve 219 Fârâbî; Siyâse, s.71; T: s.38 Linda Trinkaus Zagzebski; Virtues of The Mind, Cambridge University Press, New York 1996, p.27 221 Hasan Şahin; İslam Felsefesi, s.43 220 88 yakınlıkta kaybolup, aldanmamak gerekir. Yakın ile uzağı bir araya getirmek ve aynı bilinçte toplamak Farabi’nin düşünce yöntemini izlemek demektir. Zira “ mutlu olmak insanın bilinç boyutuyla doğru orantılıdır.”222 Mutlu olmaya karar vermek, mutluluk bilincini taşımaya başlayan bir uyanış yaşamak demektir. Bizi seçim yapmaya mecbur oluşumuzun nedeni işte tam da bu uyanıştır. “Erdemin bir duygu ya da bir kapasite olamayacağını açık kılan da, erdemin bir seçim gerektirme hususudur. Biz, duygularımız veya kapasitelerimizden ötürü iyi ya da kötü diye adlandırılmaz, övülmez veya ayıplanmayız. Daha ziyade bizi erdemli veya erdemsiz diye adlandırmaya layık kılan şey, seçerek davranmaktır. Seçim, orta yola göre yapılan bir seçimdir.”223 Orta yola dayalı seçimler, bizi erdemli etkinliklerle tanıştırır. Erdemli etkinliklerin seçime dayalı etkinlikler olmalarından dolayı erdem ve erdemsizliğin bizim elimizde olduğu sonucu çıkar. İnsanın eylemlerinin tıpkı bir ağaç gibi kökleri ve nedenleri vardır. Hiç kimse bir insanı acıkmamaya, üşümemeye ikna edemez. Ama yasa koyucular, insanları ödül ve cezayla erdemli bir biçimde davranmaya ikna edebilirler. Bu erdem ve erdemsizliğin bizim elimizde olduğunu hatırlatır.224 Farabi' irade ve seçim arasında bir fark olduğunu belirtir. “İnsanda bu düşünülürler var olduğunda, tabiatı gereği derin düşünce (teemmül), düşünüp taşınma (reviyye), pratik düşünce (fikr) ve keşfetme arzusu meydana gelir. Bundan başka bu düşündüğü şeylerin bazısına karşı bir arzusu, ona yönelmesi, keşfettiği şeylere karşı bir isteği veya tersine ondan hoşlanmaması ortaya çıkar. İnsanda genel olarak idrak edilen şeye karşı duyulan eğilim (nuzû’), iradedir. Eğer o duyunun veya tahayyülün sonucu ise, genel bir adla, yani “irade” adıyla adlandırılır. Eğer o genel olarak düşünüp taşınmanın ve düşünülürü düşüncenin sonucu ise ona “seçme” (ihtiyar) denir. Seçme, özel olarak insanda bulunur; duyu veya tahayyülden doğan arzu, eğilim ise başka hayvanlarda da vardır.”225 Açıkça anlaşılıyor ki; irade daha çok arzuyla, seçim ise derin düşünmeyle, akılla ilgilidir. Seçme ve arzu iyi hayatın niteliklerini belirleyen iki önemli fonksiyondur. Burada hayatın niteliğini seçme veya arzuya dayalı tatminlerle ilgili tercihler belirler. İyi bir 222 Harold Greenwald; Elizabeth Rich; Adım Adım Mutluluk (çev: Betül Yanık), Kuraldışı Yayınları, İstanbul 1998, s.7 223 MacIntyre; Ethik’in Kısa Tarihi (çev: Hakkı Hünler; Solmaz Zelyut Hünler), Paradigma Yayınları, İstanbul 2001, s.75 224 W.David Ross; Aristoteles, s.235 225 Fârâbî; Medine, s.105; T: s.59 89 hayat kişinin ne istediğini bilinçli olarak bildiği ve tercihte bulunduğu hayattır. Kötü bir hayat ise sadece tatmin için arzuların peşinde koşmaktır. Seçimler insanın davranışlarında rol oynar. Seçme, irade gücünün en üst fonksiyonudur. İrade, alternatifler arasından tercihler yapar. Seçimin kendisi ayrı, yapılan seçimin mekanizması ayrı bir sorundur. Seçimin uygulanması en çok arzular tarafından etkilenir. Grekler, seçimin uygulanmamasını ahlâkî bir başarısızlık olarak değerlendirmişler ve buna ahlâkî zayıflık (akrasia) demişlerdir. Ahlâkî zayıflık, öznenin “belirli bir eylemin kendisi için en iyi eylem olduğu yönünde karar vermesi ve daha sonra kendi kararının tersini uygulamasıdır.” şeklinde tanımlanmaktadır.226 Ahlâkî zayıflık problemi filozofların dikkatini çekmiş, felsefede önemli bir problem olarak tartışılmıştır. Ahlâkî zayıflığı felsefî bilmece yapan şey onun, nasıl mümkün olduğunun açık olmamasıdır. Bazı filozoflar ahlâkî öznenin haz tarafından yönetildiğini savunur. Bazen bu arzumuz o kadar güçlü olur ki bizi seçtiğimiz yargılara/kararlara karşı eylemde bulunmaya zorlayabilir. Çoğunlukla hedonist olan bu filozoflara göre yine de bilgi ve aklın ahlâkî öznenin ilkelerini yönlendirici olmadığı anlamına gelmez. Çünkü hedonistlerin değerlendirmesine göre bilgi/ bilgin, arzular tarafından köleleştirilebilir ve bilgi/ bilgin arzular tarafından kullanılabilir. Sokrates: “Hiç kimse bile isteye hata yapmaz.” der. Yani “insanlar yanlış olan şeyi yaparlarsa, bunun nedeni ahlâkî zayıflık değil, entelektüel hatadır. Eğer bir insan ne yapması gerektiğini gerçekten biliyorsa, hangi güç bilgiden daha büyük olabilir ve o insanı yapması gerektiği şeyi yapmaktan alıkoyabilir?” şeklinde düşünmektedir. Sokrates bu konuda biraz katıdır. Sokrates bilginin hâkimiyetine inanmakta ve bilgi ve ahlâkî zayıflığın (akrasia) birlikte olacağı ihtimaline inanmamaktadır. Çünkü Sokrates’e göre erdem bilginin bir biçimidir. Sokrates’in cevap vermediği bütün sorularını arka plânında, kendi bilgisizliği içerisinde kendini bilme, kendini tanıma amacı vardır. Mutedil insan, bir başka deyişle kendini kontrol edebilen bir insan haz ve acı arasıdaki seçimi rahatlıkla yapabilir. Hiç kimse bile bile yanlışı seçmez, zaten irade yetisi de bunu kabul etmez. Sokrates’e göre bilgi iyidir ve bir insanı yönetebilecek en iyi şeydir. İyi ve 226 Devin Henry; “Aristotle on Pleasure and the Worst Form of Akrasia”, Ethical Theory and Moral Pratice, Vol.5, 2002, p.255 90 kötüyü bilen bir insan asla haz tarafından yönetilemez ve bilgisinin kendisine dikte ettiği şeye karşı onu eyleme zorlayamaz.227 Aristo ahlâkî zayıflık (akrasia) kavramını kabul ediyor. Bu konuda Sokrates' ten ayrılıyor. “Birinin nasıl olup da doğru düşünmesine karşın, kendine egemen olmadığı sorulabilir. Bazı kişiler bilgili bir insanın böyle olamayacağını söyler. Sokrates' in düşündüğü gibi, bilimin olduğu yerde başka bir şeyin hükmetmesi ve insanı köle gibi gütmesi korkunç bir şey. Nitekim Sokrates ‘kendine egemen olmama’ kavramına karşı çıkıyordu ve böyle bir şeyin olmadığını açıklıyordu. Çünkü o, hiç kimsenin bilgiyle ‘daha iyiye’ aykırı eyleyemeyeceğine, bilgisizlikten ötürü bunu yapabileceğine inanıyordu. Oysa bu sav görünenlere açıkça ters düşüyor.” 228 Farabi, ahlâkî zayıflık sorununa çözüm için önerdiği görüşlerle ilgili olarak şunları söylüyor: “Başkaları da; bedenin insan için tabiî olduğunu, insan için tabiî olmayan şeyin nefsin duyguları olduğunu, onların insan için, tersine, bir bedbahtlık olduğunu, mutluluğun kendisiyle elde edildiği tam erdemin bu niteliklerin yok edilmesi, ortadan kaldırılması olduğunu ileri sürmüşlerdir.”229 Bazıları da, bu görüşleri daha da özelleştirip şunları söylemişlerdir: “Bazıları bu görüşü öfke, şehvet ve benzerleri gibi bütün araçlara uygulamışlardır. Çünkü onlar bunların gerçek iyi olmayan, iyi olduğu zannedilen şeref, servet, haz gibi şeylerin tercih edilmesinin nedeni olduklarını, şiddetin tercih edilmesinin kaynağında öfke ye öfke kuvvetinin bulunduğunu, insanların birbirlerinden hoşlanmaması, birbirleriyle çatışmasının bunlardan ileri geldiğini savunmuşlardır. Bundan dolayı onlar bütün bunların ortadan kaldırılması gerektiğini ileri sürmüşlerdir.” 230 Aynı şekilde “Bazıları da bu görüşü yalnızca şehvet, öfke ve benzerlerine uygulamışlar ve erdem ve yetkinliğin bunların ortadan kaldırılmasından ibaret olduğunu söylemişlerdir. Bazıları ise onu kıskançlık, hasislik gibi araçlara uygulamışlardır.”231 Bu konuyu daha iyi açmak için Aristo’nun “ölçülülük, kendi isteklerine düşkünlük232 (kendini tutamazlık), kendini kontrol ve ahlâkî zayıflık” kavramları üzerinde durmamız gerekir. Aristo “Erdem seçimlere ilişkin bir huy; akıl tarafından ve aklı başında insanın 227 Devin Henry ; “ Aristotle on Pleasure ”, p.256 Aristoteles; Nikomakhos, s.131 229 Fârâbî; Medine, s.168; T: s.109 230 Fârâbî; Medine, s.168; T: s.109 231 Fârâbî; Medine, s.168; T: s.109 232 Aristoteles; Nikomakhos, s.34 228 91 tespitiyle belirlenen, bizle ilgili olarak orta olanda bulunma huyudur. Bu, biri aşırılık, öteki eksiklik olan iki kötülüğün ortasıdır. Kötülük etkilenimlerde ve eylemlerde gerekenden aşırısı ya da eksiğidir. Erdem ise ortayı bulma ve tercih etmedir”233 demektedir. Bundan da anlaşılıyor ki, erdem iki kötülük arasındadır. Bir tarafımız ifrata, öteki tarafımız tefrite doğru temayüllü iken, erdem hazlarımıza özellikle yemek, içmek, cinsellik gibi hazlarımıza şekil vermektedir. Fiziksel hazlarımıza şekil veren erdem burada ölçülülüktür. Ölçülülük bedenin hazlarını doğru miktarda, doğru derecede ve doğru zamanda kullanması için kişiyi hazırlar. Kendi isteklerine düşkünlük ise hazlarının peşinde durmadan koşmaktır. Bunun tersi Stoa’daki gibi temel arzular dâhil bütün istekleri yok etmeye çalışmaktır. Aristo, bedensel hazdan kaçınılması gerektiğini düşünmez. Açlık ve cinsellik arzusu bedensel organizmamız için iyi olan doğal arzulardır. Bu durumda bazı bedensel hazlar zorunludur ve bunlar için rasyonel seçimler yapmak, sağlık koşulları ve bireysel bütün koşullara katkıda bulunur. Kendi isteklerine düşkün insan, koşulları ihmal eder ve hazzı seçmeyi herşeyin üstünde tutar. Kendi isteklerine düşkün insan, hazzı, sonuçlarından dolayı değil, bizzat haz olduğu için seçer. Ölçülü insan ise, arzuyla ilgili seçimlerini akla göre yapar ve arzularını aklın ilkelerine göre harmonize eder. Böylece kendini kontrol edebilen insan arzularının kölesi olmaktan kurtulur. Ahlâkı zayıf insan, ölçülülüğe inanır ve bunun iyi bir hayat için gerekli olduğunu da kabul eder. Ahlâkı zayıf insan kendi isteklerine düşkün insandan farklıdır. Ahlâkı zayıf insanın, doğru amaçları vardır ve erdemin ne olduğunu ve niçin erdem olduğunu bilir. Basitçe ahlâkı zayıf kişi, arzular tarafından esir alınmış ve doğru kurallara göre hareket edemeyen ve kendi seçimini uygulamayan insandır. Aristo, aradaki farkı güzel açıklıyor: “ Haz düşkünü, önündeki hoş şeyi her zaman izlemek gerektiğini düşündüğü için tercih eder. Kendine egemen olmayan kişi ise, izlememek gerektiğini düşünür, ama gene de izler.”234 Aristo' ya göre bilgiye sahip olmak ile bilgiyi kullanmak farklı huylardır. Sanki hem sahip olmak hem de olmamak gibi. Aristo buna uyuyan, sarhoş olan biri örneğini verir.235 Yine ona göre “ Bir seçime götüren üç şey; kaçınmaya götüren üç şey vardır: Güzel, yararlı, haz veren ve bunların karşıtı çirkin, zararlı, acı veren. Bütün bunlarda iyi 233 Aristoteles; Nikomakhos, s.32 Aristoteles; Nikomakhos, s.134 235 Aristoteles; Nikomakhos, s.135 234 92 insan başarılı, kötü insan ise başarısız olur. Özellikle haz konusunda. Çünkü haz bütün canlılarda ortaktır ve tercih konusu olan herşeyle birlikte bulunur.” 236 Farabi bu görüşü sanatla analoji yaparak verir. Ona göre, sanatların amacı haz, güzel (iyi) ve faydadır. O bu kavramların kullanıldığı bir hayat alanı olduğunu söyler ve “Hayat tarzlarından birinin seçilmesine ve seçileni yapma gücünün elde edilmesine araç olan sanatların amacı iyi olmaktır”237 cümlesini ekler. Seçimin önündeki en büyük engelin eğilimler olduğu gözüküyor. Bu yüzden, eğilimlerin doğası ve seçimlerle olan ilişkisi üzerinde biraz daha durmamız faydalı olacaktır. İleride gelecek olan arzu ve mutluluk konusunda ise, arzu fonksiyonunun meyvesi olan tatmin fenomeni üzerinde duracağız. Farabi' ye göre eğilim gücü; canlının, bir nesneye karşı talep, tercih, memnunluk, merhamet, sevgi, gibi olumlu veya kaçma, öfke, korku, nefret, hırs şehvet gibi olumsuz istek duyma gücüdür.238 Eğilim gücü ile insan, bir şeyi ister ya da ondan kaçar; özler ya da tiksinir. Sevgi ve nefret, dostluk ve düşmanlık, katılık ve acıma gibi duygular hep eğilimin eserleridir.239 Bu eserlere arzu demek daha yerinde olur. Arzu gücünün de diğerlerinde olduğu gibi hiyerarşik bir yapısı vardır, onun da yardımcı ve buyurgan özellikleri vardır. Buyurgan özelliği, iradeyi meydana getiren özelliktir. “ Arzunun da bir amir kuvveti ve hizmetkârları vardır. Bu güç, iradeyi meydana getiren güçtür. Çünkü irade, duyusal algı veya tahayyül veya düşünülürü kuvvetle idrak edilen bir şeyi arzu etme veya ondan kaçınma isteği ve bu şeyin kabul edilmesi, ya da reddedilmesi gerektiği üzerinde bir karar vermedir. İrade, bir şeyi bilmeye ya bedenin tümü veya onun bir organı ile yönelebilir. Bu yönelmeyi gerçekleştiren sadece amir irade gücüdür. Bedenî eylemler bu amir irade gücünün hizmetkârları olan kuvvetler tarafından gerçekleştirilir.”240 Bu durumda irade, seçimin ilk basamağıdır. İrade ne kadar sağlam olursa seçimin temelleride o kadar sağlam olur. Seçim/tercih, amaç ve araç birlikteliğiyle ilgilidir. İstemek /irade etmek ise daha çok amaçla ilgilidir. “ İstemek daha çok amaçla, tercih ise amaca götüren şeylerle ilgilidir. Örneğin sağlıklı olmayı isteriz. Bizi sağlıklı edecek şeyleri ise seçeriz. Mutlu olmayı isteriz, istediğimizi söyleriz, onu seçtiğimizi söylemek ise uygun değildir. Kısacası 236 Aristoteles; Nikomakhos, s.28 Fârâbî; Tenbih, s.74; T: s.50 238 Fârâbî; Fusul, s.28; T: s.30 239 Fârâbî; Siyâse, s.33; T: s.3 240 Fârâbî; Medine, s.90; T: s.46 237 93 seçim elimizde olan şeylerle ilgili görünüyor.”241 Seçim ve isteme arasındaki fark Aristo' ya göre şudur: “ Seçim isteme değildir. Çünkü olanaksızların seçilmesi söz konusu değil. Biri olanaksız bir şeyi seçtiğini söylerse, aptal olduğu düşünülür. Oysa olanaksızların da istenmesi söz konusudur. Örneğin ölümsüzlüğün.” 242 Kendine egemen olmayan kişi, seçimle değil, arzuyla davranır, oysa kendine egemen olan kişi tersine, arzuyla değil, seçimle davranır. Arzu seçime ters düşebilir, oysa arzu arzuya ters düşmez. Ayrıca arzu hoşla ve üzüntü verenle ilgili, seçim ise ne üzücü olanla ne de hoşla ilgilidir.” 243 Aristo' ya göre seçimin özelliği “enine boyuna düşünmeyi” gerektirmesidir. Ancak herşey konusunda enine boyuna düşünülmez. Örneğin hiç kimse ‘öncesiz sonrasız şeyler’ evren, rastlantılar, hatta insanlarla ilgili her konu hakkında enine boyuna düşünmez. Çünkü bunların hiç biri doğrudan bizim aracılığımızla olan şeyler değildir. Aristo' ya göre biz “Elimizde olan şeyler için enine boyuna düşünürüz.” Her insan kendisinin gerçekleştirebileceği şeyler konusunda daha rahat, enine boyuna düşünür. “Kesin ve kendi kendine yeten bilimler” konusunda enine boyuna düşünülmez. Ancak bizim aracılığımızla olan ama sürekli değişen şeyler konusunda enine boyuna düşünürüz. Bilimlerden çok sanatlar konusunda enine boyuna düşünürüz. Aristo “Çünkü daha çok bunlardan tereddüt ederiz.” demektedir. Seçimi gerektiren enine boyuna düşünme amaçlar üzerinde değil, amaçlara ulaştıran şeyler konusunda olur. Ancak, insan, bir konu hakkında hep enine boyuna düşünecek olsa; bu, ömür boyu sürer. Bu türden düşünmenin son durağı, seçim/tercih olmak zorundadır. Çünkü “Düşünülüp taşınılan ile tercih edilen aynı şeydir. Şu farkla ki tercih edilen artık belirlenmiş bulunuyor. Çünkü enine boyuna düşünmeyle hakkında karar verilen, artık tercih edilendir.” 244 Seçilen şey, aynı zamanda arzu edilen şeydir. Seçim de: Kendi elimizde olan şeylerin enine boyuna düşünülmüş arzusu olur. Enine boyuna düşünerek karar verdiğimizde, düşünüp taşınmamıza uygun arzu etmiş oluruz. İyi şeyler arasında en iyi olanı, tercih edilen şeyler arsında en çok tercih edileni, insanın yöneldiği amacın en yetkini mutluluk olduğu gerçeğini insanda kanlı canlı duruma getiren seçimdir. 241 Aristoteles; Nikomakhos, s.45 Aristoteles; Nikomakhos, s.45 243 Aristoteles; Nikomakhos, s.44 244 Aristoteles; Nikomakhos, s.48 242 94 Mutluluk istenen bir amaçtır. Seçimler ise aslında amacı elde etmek için muhakemesi yapılmış edilmiş eylemlerdir. Bu eylemler arzularla ilgili eylemlerdir. Erdemlerin etkinlikleri de bu eylemlerle ilgilidir. Bu durumda erdem de aynı şekilde kötülük de elimizdedir. Arzu edilen şeyleri yapmamak da elimizdedir. Hayır demekde elimizde; olan şeylere evet demekde elimizdedir. Hayat tarzı seçim işidir. Doğru seçim mutluluğa götürür. Mutluluk adına bile olsa yanlış seçim ise mutsuzluğa götürür. Bazıları mutluluk için eğilimlerin yok edilmesi ve arzuların tamamen köreltilmesi yolunu seçmek düşüncesindedirler. Ancak Farabi bunlara katılmamaktadır. Farabi' ye göre bunları “gerektiği kadar” kullanmayı seçmek mutluluk açısından önemlidir. 1.6. Özgürlük ve Kölelik Hür sözcüğü, “şerif” (onurlu) ve “hasen” (iyi/güzel) anlamında çok yaygın olarak kullanılmıştır.245 “Dilciler; hür sözcüğünün soğuk (berd) kelimesinin zıttı olan “har”dan (sıcak) türediğini belirtirler. Çünkü hür kişi, kendisini güzel huyları arzulamaya yönelten, onur (kibriya) ve teşvik edici ahlâka sahip kişidir. Köle (abd) ise, bunun zıddır.” 246 Şu halde özgürlük; “hür” sözcüğünün içeriğini, yani iyi, güzel huy ve onuru da kapsayan ahlâkî bir özellik biçiminde anlaşılmalıdır. “İnsanların sadece yaptıkları değil, onu yapanların ne biçim insanlar oldukları da gerçekten önemlidir.” 247 Özgürlük, muhakeme etmek, olaylara “evet” veya “hayır” diyebilmektir. Bunu yapacağım ya da yapmayacağım, bunu seçiyorum, şu nedenle istiyorum, şu bana uygun gelmiyor, bu yüzden onu istemiyorum diyebilmektir. Özgürlük kendini bırakmanın tam tersidir. Kendini bırakmaktan kaçınmanın tek yolu yapıp ettiklerimizi yapmadan önce en az iki kez düşünmektir. Farabi’nin kavramıyla söylersek, “derin düşünebilmektir” (teemül). “Bunu niçin yapıyorum?” sorusunun yanıtı, eylemin itici gücünü ortaya koyar. “Bana böyle buyrulduğu için yapıyorum, alışkanlıktan yapıyorum, istediğim için yapmıyorum.” Ama ikinci kez düşündüğümüzde durum değişir. “Bunu bana dayattıkları için yapıyorum”, ama “niçin boyun eğiyorum? Bir ödül alma uğruna, gerçek mutluluğumdan neden ödün veriyorum, geçici bir hazzı, neden sürekli olan bir hazza 245 Rosenthal; İslam’da Özgürlük Kavramı, s.27 Rosenthal; İslam’da Özgürlük Kavramı, s.43 247 John Stuart Mill; Özgürlük Üstüne (çev: Âlime Ertan), Belge Yayınları, İstanbul 2000, s.51 246 95 tercih ediyorum? Bana buyruk veren kişi benden daha çok bildiği için mi boyun eğiyorum, bunun doğruluk tarafı bir yana, yine de bu durumda bile kendi başıma karar verebilmek için gerekli bilgileri edinmeye çalışama durumum ne olacak? Mutluluğum için başkalarına bağımlılık, nereye kadar sürecek?”248 Bu şekilde düşünebilmek, özgürlük alışkanlığının getirdiği bir şeydir. Özgürlüğe alışkın olanlar, düşüncelerini, alışkanlıklarını, karakter ve kişiliklerini, kısacası kendi hayatlarını sorgulamaktan korkmazlar. Korkaklık özgür insanalara göre bir şey değildir. Cesaret erdemi ise özgür insanların karakteridir. Özgürlük Farabi' nin ortaya koyduğu varlığın dört temel ilkeleriyle (ne, niçin, neden, nasıl) hayatta cesurca sorular sorabilmektir. Epiktetos, kitabının giriş cümlesi olarak ne kadar güzel söylemiş: “ Dünyada olup biten şeylerin bir kısmı elimizdedir, bir kısmı da elimizde değildir. Elimizde olanlar düşüncelerimiz, yaşantımız, arzularımız, eğilimlerimiz, nefretlerimiz yani iradî olarak eylemlerimizdir. Elimizde olmayanlar ise, mal mülk, şöhret, mevki yani irademizin dışında olan şeylerdir. Elimizde olan şeyler hususunda tabiatımız gereği özgürüz. Hiçbir şey bunlara engel olmaz. Elimizde olmayan şeylerde ise zayıf ve köleyiz, binlerce engelle karşı karşıyayız, bunlar bizi umursamadan olagelirler.”249 Ama elimizde olmayan şeylere karşı karakter köleliğimizi, özgürlük alışkanlığı ile yenebiliriz. İnsan olmak, özgür olmak anlamına gelir. İnsan olmayı, kötü alışkanlıktan gelen ve nihayetinde bizi insan olmaktan uzaklaştıran köleliğe her zaman tercih etmeliyiz. Çünkü mutluluk yolu, karakterden gelen köleliğe izin vermez. Bu nedenle, Farabi’nin insanları, onlara özgürlük sağlayacak bilgi ve mutluluk kazandıracak özgürlük kavramına göre sınıflandırmayı tercih etmesi önemlidir. Farabi' ye göre “Bazı insanlar, düşünmeyi gerektiren şeyde, “düşünebilme yetkinliği”(cevdetü’r- reviye) ve “büyük bir güce” (seçim gücüne), (kuvvetü’l-azime) sahiptirler. İşte bunlar gerçek özgür insanlar diye adlandıra geldiğimiz kimselerdir.”250 Köle insanlara gelince, “Bazılarında bunların her ikisi de eksiktir. Bunlar “hayvani insan” (el-insanül-behimi) ve “köle tabiatlı” (abdün bittab) diye adlandırageldiğimiz kimselerdir. Bazıları iyi düşünebilme gücüne sahip oldukları halde, büyük bir güçten (irade, seçme gücünden) yoksundurlar. Bunlar, “köle tabiatlı” diye adlandıra geldiğimiz 248 Fernando Savater; Oğluma Ahlâk Üzerine Öğütler (çev: Ş.Karadeniz), İletişim Yayınları, İstanbul 1999, s.40–41 Epiktetos; Düşünceler ve Sohbetler, (çev: Cemal Süer), Kaknüs Yayınları, İstanbul 1999, s.11 250 Fârâbî; Tenbih, s.70; T: s.47 249 96 kimselerdir.” 251 Farabi' ye göre sağlam irade gücüne sahip oldukları halde kölelikten kurtulamayanlar da vardır: “Bazıları da sağlam bir irade gücüne sahip oldukları halde, iyi düşünebilme gücünden yoksundurlar. Böyle olan kimse kendisinin yerine başkasının düşündüğü kimsedir. O kendisi için düşünen kimseye ya boyun eğer ya da eğmez. Eğer ona boyun eğmezse “hayvan tabiatlı” biri olur; boyun eğerse eylemlerinin çoğunda başarılı olacaktır; dolayısıyla artık kölelikten çıkıp özgürlere katılacaktır.” 252 Farabi, sahip oldukları bilgiyi kullanmayıp, bundan dolayı özgürleşemeyen insanlara dönmekte ve şöyle demektedir: “Bu durum bilim veya felsefeyle ilgilenen kimselerden bazıları için de geçerlidir. O halde onlar kölelikte birincilerin seviyesinin altında olmayan bir seviyededirler ve elde etmiş oldukları bilim geçersiz, kendilerine faydasız olduğundan, ilgilendikleri şey de kendileri için bir utanç ve bir belâ haline gelmiştir.”253 Bundan da anlıyoruz ki bilgiyi kullanmamak özgürleşememek demektir. Farabi için duyumsamak, anlamak, kavramak yaşamak anlamına gelir. İnsanın yaşaması veya mutluluk sanatına sahip olup olmaması, kavrayışına göredir: “Aynı şekilde bizim de ilk olarak, en aşağı dereceden kavrayışla kavradığımız için diri olduğumuz söylenir. Çünkü bilinen şeyler içinde en aşağı dereceden olan duyusalları (mahsusat) en aşağı dereceden kavrayış biçimi olan duyumsama (ihsas) ile bildiğimiz ve en aşağı dereceden kavrama yetilerini, yani duyu algılarını kullandığımız için bize diri denir.”254 Metnin içinde gizli olan husus gerçek yaşamanın, herşeyi kavrayan, bilen hikmet sahibi Tanrı’ya izafe edilmiş olması ve mutluluğumuz dâhil herşeyin İlk Nedenle kıyaslanmasıdır. Bu nedenle, Farabi şöyle der: “Haz (lezzet), sevinç (surur) ve mutluluk (gıbtetü) ancak en güzel, en parlak ve en yetkin olanın en yetkin bir idrakle idrak edilmesinin arkasından gelir ve ortaya çıkar. Şimdi İlk Olan mutlak anlamda en güzel, en parlak ve en muhteşem şey olduğuna, kendi özünü idrakin mutlak anlamda en yetkin idrak olduğuna ve kendi özü hakkındaki bilgisi mutlak anlamda en üstün bilgi olduğuna göre, onun duyduğu haz, bizim niteliğini asla anlayamayacağımız, büyüklüğünü asla kavrayamayacağımız bir hazdır. Onu ancak bir kıyasla ve gerek duyum, gerek tasavvur, gerekse düşünülürü bilgi yoluyla bizim için en yetkin, en parlak şeyi, en tam ve en 251 Fârâbî; Tenbih, s.70; T: s.47 Fârâbî; Tenbih, s.70; T: s.47 253 Fârâbî; Tenbih, s.70; T: s.47 254 Fârâbî; Medine, s.48; T: s.9 252 97 yetkin bir biçimde idrak ettiğimizde duyduğumuz hazla karşılaştırarak anlayabiliriz. Çünkü bu durumda, bizde büyüklük bakımından bütün diğer hazlardan üstün bir haz hâsıl olur ve ulaştığımız bilgi sonucu, büyük bir mutluluk duygusu ile dolarız. Ancak bu durum bizde, sürekli değildir, çabucak ortadan kalkar… Eriştiğimiz sınırlı haz, sevinç ve mutluluğumuz, Tanrının haz, sevinç ve mutluluğu gibidir.” 255 Farabinin kullandığı “köle tabiatlı”256 kavramı onun mutluluk görüşünün anlaşılması için analiz edilmesi gereken önemli bir kavramdır. Farabiye göre yapısal olarak iyi düşünme gücüne sahip olamayan insanlar vardır. Bunlar gerçek kölelerdir. Onlar için en iyi hayat, erdemli insanlara boyun eğmek, onların dediklerini yerine getirmektir. “Yapısı itibariyle köleler” akıldan tamamen mahrum değildirler. Diğer insanlar ve hayvanlar gibi kendi arzu ve duygularını izleyebilir, onları elde edebilmek için argümanlar ileri sürebilirler. Fakat onlar kendi yaşamları için rasyonel plân yapamazlar. Kendi yaşamlarını sürekli düzenleyecek üstün bir akla her zaman ihtiyaçları vardır. Şayet onlar, erdemli insanların onlar için ön gördüğü iyi kavramına göre kendi arzu ve duygularını kontrol altına alabilirlerse düşük düzeyde de olsa erdemi kazanabilirler. Fakat yine de onlar, asla gerçek mutluluğu kazanamazlar. Çünkü mutluluk onların kapasiteleriyle sınırlıdır. Onların kapasiteleri de yapılarıyla sınırlı olduğu için, elbete mutlulukları da gerçek mutluluk olamayacaktır. Açık bir şekilde onların mutluluğunun testi, onların iyi davranışlarda bulunmalarıyla olmayacaktır. Tam tersi onların mutluluğu, sahip oldukları iyi karakter kapasiteleriyle ve özgür insan hayatına ne kadar yakın olduklarıyla ölçülecektir. Farabi arzularını tatminden başka bir şey düşünmeyen, zevkler peşinde koşan insanlar için ““zevk ve eğlence düşkünü kimseler”257 kavramını kullanmaktadır. Farabi' nin buradaki metinlerinin arka planında arzularına köle ve özgür olmama arasında ilişki vardır. Arzularına köle olanlar hayvani yapıya sahip insanlar gibi arzularına köle olan ve bu anlamda özgür olamayan insanlardır. Bu anlamda Farabi' ye göre özgürlük bir şeye doğru olan özgürlük değil; bir şeyden meydana gelen özgürlüktür. Örneğin zevk düşkünü olmaktan özgür olmak gibi. Farabi'ye göre felsefe, kendisiyle, özgür bireyler ve özgür toplumlar mutluluk elde edebileceği en üstün bilimdir. Bu bilimden yoksun 255 Fârâbî; Medine, s.52; T: s.13 Fârâbî; Tenbih, s.70; T: s.47 257 Fârâbî; Siyâse, s.99–100; T: s.63–64 256 98 olan bireyler ve toplumlar özgür ve mutlu olamazlar. Aynı zamanda özgürlük, erdemlerin hayata geçirilmesi ve iyinin gerçekleştirilmesi için gerekli olan bir unsurdur. Farabi' ye göre, “Biz mutluluğa, ancak iyi şeyler bizim olunca ulaşırız. İyi şeyler de ancak felsefe sanatıyla bizim olduğuna göre, felsefenin zorunlu olarak, kendisiyle mutluluk kazanılan bir şey olması gerekir. İşte bu bizim ayırt etme yetkinliğiyle vardığımız bir sonuçtur.” 258 Farabi’nin mutluluk anlayışında, felsefe sanatı özgür yaşamak ve dolayısıyla mutluluk kazandıran sanattır. Bundan dolayı, mutluluğun koşullarından biri de hiç şüphesiz ki insanın özgür olmasıdır. Çünkü özgürlük, insana bilme ve kendisini gerçekleştirme olanağı sağlayan yüksek bir ilkedir. Farabi' ye göre bu anlamda özgürlüğü amaç edinmek önemlidir. Özgürlüğün pratiği ve sembolü olan filozofun olmadığı bir toplum, eninde sonunda yok olmaktan kurtulmayacaktır. “Ancak herhangi bir zamanda eğer felsefe (hikme), yönetimin bir parçası olmaktan çıkarsa, bütün diğer şartlar bu yönetimde mevcut olsa bile, erdemli şehir, hükümdarsız kalmış olacak, şehrin yönetimi ile meşgul olan kişi bir hükümdar olmayacak, şehir halkı helak olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır. Eğer bir filozof bulunmazsa, bir müddet sonra o şehir helâk olmakta gecikmeyecektir.”259 Özgür insan, mutluluk yolunda dosdoğru yürür, içinde tereddüt yoktur; dönüp ardına bakmaz, çünkü geçmişde, gelecekte özgürlüğünü sarsacak bir şeyi yoktur. Anlamsız bir yaşam, mutsuzluk demektir. Hayatımıza anlam katan unsurların başında özgürlük gelir. İnsanoğlunun yaşam görüşü ne zaman bütünlüğünü yitirir ve ne zaman insanoğlu kendisini arzuları ile o insansı doğasının evrenle olumlu hiçbir ilişkisi olmayan köle bir yaratık gibi görürse, artık bu anlamı taşımıyor demektir. İnsanın iradesi ve doğanın etkinliği aynı şeyin, iki ayrı tanımıdır aslında, çünkü yaşamın yaptıkları aynı zamanda insanın yaptıklarıdır, insanın eylemleri de aslında yaşamın eylemleridir. 260 Kendini gerçekleştirmek mutluluktur ve kendini gerçekleştirmek de özgürlüğe bağlıdır. Özgürlük insanın ruhunu geliştirir ve olgunlaştırır. Sürekli piyano çalan bir insanın ellerinin değişmesi gibi, sürekli özgürlük de ruhun yapısını yetkinleştirir. Ruh tam anlamıyla özgürlüğüne adapte olduğu zaman Jung’un “bireyleşme” dediği durum ortaya çıkar ve bu, tinsel özgürlüğün bir nedeni değil, sonucudur. Bireyleşme süreci 258 Fârâbî; Tenbih, s.76; T: s.52 Fârâbî; Medine, s.130; T: s.80 260 Alan Watts; Mutluluğun Anlamı, (çev: Semih Aközlü ) , İmge Kitabevi Yayınları, Ankara 1992 s.186–187 259 99 bilinç ve bilinçaltının durumu, örs ve çekiç ilişkisi gibidir. Jung’a göre örs (bilinç) ve çekiç (bilinçaltı) arasında “demir hasta”(ben) kırılmaz bir bütün ve bir birey durumuna gelir. Bireyleşme sürecinde ruhun yeni bir organı büyümeye başlar. Jung buna bir yandan egodan, öte yandan bilinçten ayrı olarak benlik adını verir. Benlik, aynı zamanda, Farabi' nin ortaya koyduğu “birleşme” kavramı, bireyin kendini gerçekleştirmesini anlamıyla ilgilidir. Bütün olmuş bir insan, bir bireydir, fakat bireysel değildir. Bireysel olmak “ego merkezli” olmak demektir. Bireyleşmeyi sağlayan kişi ise kendi özgün kişiliğinin farkında olması ve bilinç dışını kabullenişiyle, tüm canlılarla, hatta inorganik madde ve evrenle olan kardeşliğini gerçekleştirmiştir.261 Evrende olan kardeşliğin gerçekleştirilmesi Farabi' nin kozmik hayatla “birleşme” dediği şeye tekabül etmektedir. Ben söz konusu bu “birleşmeyi” ne kadar gerçekleştirme, o kadar nesneden özgür ve mutlu olur. Bu benlik özgürlük aracı olarak, özgürlüğün bir alışkanlık haline geldiği, tıpkı sürekli akan suyun kaya içinde bir noktayı oyması gibi, insan organizmasını biçimlendirdiği zaman, sadece yılların getirdiği olgunluklar içinde bir kural olarak karşımıza çıkar. İşte kişiliğin gerçekleşerek edinilmesi de budur.262 Özgürlük aracılığıyla makro kozmosla bütünleşmeyi, dolayısıyla mutluluk yolunu içinde içselleştirmeyi başarabilmektir. “Şehir” kavramında gözetilen amaçlar modern zamanlar etiğinde gözetilmiyor. Dolayısıyla da bu amaçaların yaygın amaçlar olarak kabul edilmesinde zorluk çekiliyor. Yeniçağın ahlâk konusundaki başarısı, özgürlükten kaynaklanan ve salt özgürlük adına kovalanan bir amacın belirlenmesidir. Böylece özgürlük, iradenin özgürlüğü olarak bir ahlâkî eylem ilkesine ve ölçütüne dönüşür. Birkaç seçkinin, kendi hakkında özgürce karar verme hakkının yanı sıra bütün insanların, özleri gereği, kendilerini özgür olarak belirleme haklarının kabul edilmesi şarttır. “Ahlâkî özgürlük, ilkece başkalarının özgürlüğünü kollayan, başkalarının özgürlükleriyle bağlantılı olan ve özgürlüğü ötekilerin özgürlükleriyle birleştirerek onu, mutlak pratik ilke (kesinlikle bağlayıcı) olarak gören bir özgürlük anlamına gelir.”263 Özetle özgürlük ve kölelik insan karakterini etkileyen iki önemli unsurdur. Bu nedenle bu iki unsurun aynı zamanda erdem ve erdemsizliği etkilemesi de kaçınılmazdır. 261 Frieda Fordham; Jung Psikolojisi, (çev: Aslan Yalçıner), Say Yayınları, İstanbul 1994, s.99 Alan Watts; Mutluluğun Anlamı, s.199 263 Annemarie Pieper; Etiğe Giriş, s.138–141 262 100 1.7. Erdem ve Erdemsizlik Mutluluk görüşüne karşı olanlar, mutluluğun unsuru olarak erdem veya erdemsizliğin söz konusu olamayacağını savunurlar. Mutluluk görüşene karşı olanlar, mutluluk görüşünü savunanların temel hatası olarak, Platon'un ideler dünyasını gerçek sanmalarından kaynaklandığını ileri sürerler. Onlara göre amaç, iyi, en yüksek iyi ve mutlak yetkinlik gibi kavramların dışardan aranması mutçuların en büyük hatasıdır. Aynı şekilde, erdemin kaynağı olarak da Mutlak İyi model alınacak olsa bile, yine de dışardan aranması hatalıdır. Aslında, ahlâkî kavramların kökenlerinin dışarıya bağlanması, onlara göre ahlâkı, alanının dışına taşırmaktır. Erdem, doğruluk gibi insanın içinde olan, dışarıyla hiçbir bağı olamayan bir duygudur. Erdem bir karakterdir, kişinin kendi doğru duygusudur, ruhtur ve özneyi, erdemli veya eksik olarak nitelendirdiğimiz içsel hayatıdır.264 Karakter şeklinde ifade edilen erdem, kendisini dış eylem olarak belirsiz ve kısmen ifade eder. Bu görüşte olanlara göre içeride de erdem diye bir şey yoktur, sadece duygular vardır ve duyguların genel bütünlüğünü pekiştirmek için karakter kavramı kullanılır. Mutlulukla ilgili ahlâkî kavramlar arasında duyguların yanı sıra, iyi ve kötüyü birbirinden ayıran bilinç kavramı da vardır ve diğerlerinden daha öncelikli bir kavramdır. “Bizim ahlâkî tecrübelerimizde esas olan olgu, ahlâkî iyi ve kötü arasındaki farkı hissetmektir. Ahlâk, ahlâkî değerler üzerinde temellendirilmiştir. Bu durumda, önemli olan nesneler; insanın fikir yetkinliğiyle karar verdiği eylemler ve karakteridir.”265 Bu anlamda erdem, mutluluğun bir aracıdır. Çünkü “erdem, insanın doğasını tam olarak gerçekleştirdiği, potansiyelini tam anlamıyla hayata geçirdiği, kendi yetkinliğine ulaştığı bir hâl olan mutluluğa götüren, kendisiyle söz konusu mutluluk amacına eriştiği değer ya da niteliktir.”266 Erdem kelimesi bazen kusursuzluk anlamında, bir başka deyişle, insana özgü imkânların gerçekleşmesini sağlayan etkinlikteki kusursuzluk anlamında kullanılmaktadır. Bazen erdem bir şeyin bireysel niteliği ile yani özelliği ile eş anlamlı olarak kullanılmıştır. Bir taşın, bir çiçeğin, her birinin kendine özgü erdemi, kendi niteliklerinin bir bileşimi vardır. İnsanın erdemi de insan türüne özgü olan bazı belirgin 264 Henry Sturt; “The Doctrine of the Summum Bonum: A Criticism”, Mind, Vol.9, Jul.1900, p.373 Henry Sturt; “ Happiness ”, International Journal of Ethics, Vol.13, Jan.1903, p.208 266 Ahmet Cevizci; Etiğe Giriş, Paradigma Yayınları, İstanbul 2002, s.41 265 101 niteliklerin toplamıdır; tek bir insanın erdemi, kendi bireysel tekliği, yani biricikliğidir. İnsan kendi “erdemini” geliştirdiği zaman “erdemli” olur.267 Geleneksel olarak iyi niteliklere, erdem adı verilir. Yunanca “arete” sözcüğünün anlamı budur. Latinler de “virtus” diye tercüme ederler, yani mükemmelik denir.268 Erdem, harekete geçen ya da geçebilen bir “güçtür”. Örneğin, bir bitkinin ya da ilacın erdemi iyileştirmektir, bıçağınki kesmek, insanınki insanca istemek ya da davranmaktır. Bir varlığın erdemi, onun değerini oluşturan şeydir, başka deyişle; kendisine özgü yetkinliğidir. Erdemlerin, bu ilk ve en genel anlamda, nasıl kullanıldıklarından, hedefledikleri ya da hizmet ettikleri amaçlardan bağımsız olduklarına dikkat etmemiz gerekir. Katilin elindeki bıçak, aşçının elindekinden daha az erdemli olamaz. Kötü amaçlı insanın pratik zekâsı, iyi insanın zekâsından daha erdemli olabilir.269 Erdemleri tek başına, bir bir ele aldığımızda, her bir şeyin erdemi iyi ya da kötü olabilir. Ancak erdemleri birlik olarak görmek gerekir. Erdemlerin birliği, erdemin mutluluk için doğru araç olması açısından önemlidir. Ayırca, erdem tek başına yetmez, tüm bu erdemlerin birliğini oluşturmaya yardımcı olacak olan arzu, eğitim, alışkanlık, güçlü zihin, süreklilik, sağlam karakter de gerekir. Erdemin gücü sahibini yetkin yapmasındandır. “ Erdem kavramı, öyle bir şeydir ki kendisine sahip olanı iyi yapar; erdemli bir kişi ahlâkî anlamda iyidir, yekindir, dürüsttür, eylem ve davranışlarını çok iyi yapar.”270 Bir erdem, sahip olunması ve hayata geçirilmesi, pratiklerle içsel olan iyileri başarmamızı olanaklı kılmaya yönelik olan, yoksunluğu ise bizi, bu tür herhangi bir iyiyi başarmaktan büyük ölçüde alıkoyan, kazanılmış insanî bir niteliktir.271 Bir insanın erdemli olabilmesi için hem insanın kendisinin iyi olması hem de ötekine karşı da iyi olması gerekir. Başka bir deyişle ahlâkî anlamda iyi olmak ve iyi bir hayata sahip olmak; insan zihninin hem kendi iyilerinin hem de ötekinin/diğerlerinin iyilerinin farkında olması ve bu iyileri sürekli izlemesi anlamana gelir.272 Çünkü insanın eylemleri hem kendisine yöneliktir hemde başkalarına. Gülümsemenin, kalkmanın, konuşmanın 267 Erich Fromm; Erdem ve Mutluluk, s.24 Andre Comte Sponville; Büyük Erdemler Risalesi, (çev: Işık Ergüden), İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2004, s.14 269 Sponville; Büyük Erdemler Risalesi, s.14 270 Rosalind Hursthouse; On Virtue Ethics, Oxford University Press, New York 1999, p.12 271 MacIntyre; Erdem Peşinde, s.283 272 Nancy Sherman; “The Virtues of Common Pursuit”, Philosophy and Phenomenological Research, Vol.53, Jun.1993, p.277 268 102 hem içe hem de dışa yönelik bir yüzü vardır. Bundan dolayı, insanın eylemleri her zaman övülme ve kınanma gibi değerlendirmelere maruz kalır. Farabi övgü ve kınamayı konu alan eylemleri şöyle özetler: “Şu üç durumdan dolayı insan övülür ya da kınanır: Birincisi; örneğin, ayakta durma, oturma, ata binme, yürüme, bakma, dinleme ve insanın fiziki organlarını kullanmasını gerektiren bütün eylemlerdir. İkincisi; şehvet, haz, sevinç, öfke, korku, arzu, merhamet, kıskançlık vb. nefsin nitelikleri olan şeylerdir. Üçüncüsü ise; zihinle ayırt (temyiz) etmedir. İnsan hayatında her zaman bu üçünden biri daima bulunur.”273 Ancak insan bedensel bir hareketen dolayı değil, eylem sahibi olmasından dolayı ahlâkî özne olduğunu unutmamalıyız. İnsani eylem kavramı, içinde temel bir düşünülürülık kriterinin bulunduğu eylemlerdir. Bir başka deyişle; davranışta tanınabilir derecede insanî türden bir amaç örtük olmadıkça, fail ne yapmakta olduğunu bir tanım altında bilmedikçe ve biz onun davranışında bir eylem ilkesi bulup çıkarmadıkça, sahip olduğumuz şey, bir eylem değil, sadece bedensel bir harekettir.274 İşte, insan bu türden bir eylem sahibi olduğu için övülme ve yerilmenin konusu olur. Her eylemin arkasında aklın olması istenir ve böylece eylemin erdem niteliğini alması için “gerektiği gibi” olması beklenir. “Bunların her birinden dolayı insan övülür ya da kınanır. Öyle ki, insan, eylemleri kötü olduğunda kınanır, iyi olduğunda ise övülür. Aynı şekilde insan, nefsinin nitelikleri gerektiği gibi olmadığında kınanır, gerektiği gibi olduğunda ise övülür. İnsanın ayırt etmesi kötü olduğunda kınanır, iyi olduğunda ise övülür.”275 Bilgi, cömertlik, cesaret, ölçülülük ve adalet gibi erdemlerin odaklandığı hedef, doğrudan bireydir. Bu tür erdemler bireyi övülecek, takdir edilecek noktada tutar. Bu nedenle olsa gerek, her yerde erdem övülmeye değer, erdemsizlik ise kınanacak yargılar olarak ifade edilir.276 Aynı şekilde, bu erdemlerin diğer hedefi dolaylı olarak ötekine veya topluma yöneliktir. Erdemler, bir yandan bireyin ahlâkî hayatını yetkinleştirirken öte yandan, dolaylı yoldan ötekinin veya toplumun yetkinleşmesini ve bir arada tuttuğu bireyleri daha iyi bir hayata, dolayısıyla mutlu birey olmaya yönlendirmiş olur. Nezaket, adalet, cesaret aynı zamanda ötekine yönelik erdemlere birer örnektir. Aslında 273 Fârâbî; Tenbih, s.50; T: s.28 MacIntyre; Ethik’in Kısa Tarihi, s.84 275 Fârâbî; Tenbih, s.50; T: s.28 276 Linda Trinkaus Zagzebski; Virtues of The Mind, Cambridge University Press, New York 1996, p.86 274 103 kurumlara (şehir, aile vb) dayanmayan hiçbir pratik uzun süre ayakta kalamaz. Erdemler, iyi türleriyle dışsal ve içsel iyilerle farklı ilişkiler içindedir. Erdemlere sahip olma –fakat erdeme benzer şeylerle ya da onun suretinde değil, çünkü erdem kılığına girmiş sahte erdemler de vardır- içsel iyilere ulaşmak için zorunludur; ama diğer taraftan, erdemler, dışsal iyilere ulaşmayı da yerine göre engelleyebilir. Bu noktada şunu belirtelim ki; dışsal iyiler, hakikaten iyi olan şeylerdir. Yalnızca, insansal arzunun karakteristik nesneleri olmaları ve bölüştürülmelerinin adalet ve cömertlik erdemlerine anlam katması bakımından değil. Fakat ikiyüzlüler dışında hiç kimsenin onları küçümseyememesinden dolayı da iyi olarak adlandırılan şeylerdir.277 Yine bilindiği gibi, dürüstlük, adalet ve cesaret erdemlerinin yeşertilmesi, bizi çoğu kez zengin, ünlü ya da güç sahibi olmaktan alıkoyabilir. Bu nedenle, her ne kadar erdemlere sahip olarak, yalnızca bazı pratiklerle, içsel iyilere ve üstünlük standartlarına ulaşmakla kalmayıp, aynı zamanda, zengin, ünlü ve güçlü olabileceğimizi ümit etsek de, erdemler, her zaman, bu lüks isteğe giden yolda bizi tökezletip düşürebilecek potansiyel engellerdir. Bu nedenle, dışsal iyiler peşinde koşma anlayışının egemen olduğu bir toplumda, bir yığın sahte erdem ortaya çıkarken, asıl erdem kavramının önce yıpranmasını ve daha sonra da belki tamamen yok olup gitmesini beklemek yanlış olmasa gerek.278 Erdemin, güçlü tartışma konusu olduğu, antik dönemi hatırlatmanın faydalı olacağı kanısındayız. Stoacı görüşe göre, erdem, öz olarak tekil bir ifadedir ve bir bireyin buna sahip olması, bir şekilde ya hep ya da hiç meselesidir. Bir insan erdemin gerektirdiği yetkinliğe ya sahiptir ya da değildir. Kişi erdemle ahlâksal değer kazanır; onsuz ise ahlâksal olarak değersizdir. İkisinin ortası yoktur. Erdem doğru yargıda bulunmayı gerektirdiğinden, Stoacı anlayışa göre, iyi insan, aynı zamanda bilge insandır. Fakat eylemde bulunma bakımından başarılı, ya da etkili olmak zorunda değildir. Doğru olanı yapmak sonuçta, haz ya da mutluluğu veya bedensel sağlığı ya da dünyevi veya benzeri herhangi bir başarıyı zorunlu olarak üretmez.279 Aristo, erdemleri entelektüel ve ahlâkî erdemler diye ikiye ayırır. İyi hayat da entelektüel ve ahlâkî erdemleri içerir.280 İlkinin örnekleri bilgelik, akıl ve basiret. 277 MacIntyre; Erdem Peşinde, s.289 MacIntyre; Erdem Peşinde, s.290 279 MacIntyre; Erdem Peşinde, s.251 280 W.David Ross; Aristoteles, s.277 278 104 İkincininki ise cömertlik ve ölçülülüktür. Entelektüel erdem, genellikle açıkça öğretimin sonucudur. Ahlâkî erdem ise alışkanlığın sonucudur. Burada doğal kapasitelerimiz ile ahlâki erdem arasındaki karşıtlık açıktır: İlkin doğal kapasiteye sahip oluruz ve sonra onu uygularız. Oysaki erdemler söz konusu olduğunda, ilkin eylemlerle alışkanlık kazanırız. Âdil eylemler yapa yapa âdil insanlar haline, cesaretli eylemler yapa yapa cesaretli hale geliriz. Hazlar ve acılar, burada faydalı bir rehberdir. Onlar, bizi erdem alışkanlıklarından saptırarak sefihleştirebilecekleri gibi, erdemleri pekiştirmek için de kullanılabilir. Aristo’ya göre erdemli bir insanın bir işareti onun erdemli etkinlikten haz almasıdır, bir başka işareti, de hazlar ve acılar arasında nasıl seçim yapılacağını bilmesidir.281 Stoacılığın yaşama daha iyimser bakan türü, Adam Smith’in yazılarında bulunacaktır. Smith’e göre erdemlere sahip olunduğunda, insana kusursuz erdemli davranışlar sergileme olanağı veren üç erdem vardır: Sağgörü, adalet ve iyilikseverlik. 282 Stoacılıkta olduğu gibi, Smith’te de kuralcılık hâkimdir. Erdem için belirli kurallar vardır. Kişinin erdem için bilmesi gereken tek şey, kuralları izlemesidir. Ancak sorun şu ki, hangi kuralı izlememiz gerektiğini nasıl bileceğiz? Bu, erdem ahlâkını savunanlar ile kural ahlâkını savunanlar arsındaki önemli çizgi farkını oluşturan bir noktadır. Klâsik erdem savunucularından olan Jane Austen’de “tutarlılık mutluluk için en önemli erdemdir.” görüşü hâkimdir. Kişilikte tutarlılık ortadan kalktığında, diğer bütün erdemler, bir ölçüde, önemini yitirir.283 Erdem anlayışı üç aşamalı olarak değerlendirilebilir. Erdemleri, pratiklerle içsel iyileri başarmak için zorunlu nitelikler olarak gören ilk aşama. Bütün bir hayat için iyi olana katkıda bulunan nitelikler olarak gören ikinci aşama ve erdemleri ancak sürüp giden bir gelenek içerisinde inceden inceye hazırlanabilecek ve sahip olunabilecek bir tasarım olarak bir insanî iyi peşinde koşmayla ilişkilendiren son aşamadır.284 Doğru eylemde bulunan iradenin uyması gereken standart, doğanın kendisinde ya da kozmik düzende cisimleşen yasanın standardıdır. Bu nedenle erdem, hem içsel eğilimde, hem dışsal eylemde kozmik yasaya uygunluktur. Yasa bütün rasyonel varlıklar için aynıdır; yerel özelliklerle ya da koşullarla hiçbir ilişkisi yoktur. İyi insan, bir evren vatandaşıdır. 281 MacIntyre; Ethik’in Kısa Tarihi, s.75 Adam Smith; The Theory of Moral Sentiments, Liberty Fund, Indianapolis 1994, p.237–240 283 Bk. Jane Austen; Kül ve Ateş (Sense and Sensibilitity), (çev: Nihal Yeğindoalı ), Cem Yayınları, İstanbul 1996, 282 Aynı zamanda sanat erdemi kullanılarak tutarlık erdemini göstermesi açısından, bu roman ilginçtir 284 MacIntyre; Erdem Peşinde, s.400 105 Çünkü erdem bir taraftan, kendi dışında belirli bir anlam ve amaç kazanır; iyi yaşamak, ilâhî yaşam sürmektir. İyi yaşamak kişisel çıkar değil, kozmik düzene hizmet etmek demektir. 285 Erdemin özü; kendine, ötekine ve topluma özen göstermek veya dikkat etmektir. Kişi sahip olduğu erdemlerle yerine göre kendisine ve başkalarına özen gösterir. Bu özen erdemli davranışlar için temel bir başlangıç noktasıdır. “İnsanın gelişmesi ve mutluluğu ancak başka insanlarla ilişki kurarak ve onlarla dayanışma halinde yaşadığı sürece gerçekleşebilir.” 286 Ancak, aynı özeni göstermemiz gereken topluluk olguları da vardır ki bunlardan da, önemli erdemler ortaya çıkar. Nancy Sherman bu erdemlere “toplumsal erdemler” demektedir.287 O’na göre “ biz kendimize ve ötekine özen gösterdiğimiz gibi birlikte bir şeyler yapmaya da özen göstermeliyiz.” 288 Erdemin özü kendine ve ötekine dikkat etmekse aynı şekilde toplumsal olgulara dikkat etmek de erdemdir. Bu erdem düşünsel yetimize bağlı ben, öteki ve topluma ihtimam gösterilmesini isteyen fikrî bir erdemdir. Birlikte yapılan haz verici işler, karşılıklı etkilenmeler erdemi güçlendirir. Birlikte oluşan bu türden birbirine tesir etmeler, kendine saygı ve kendini anlama duygusuyla ilgilidir. Kendine saygı ve kendini anlamak, bazen ilişkilerin gerektirdiği eylemlerde, başkalarının görüşlerinden ve saygı duyduğumuz insanların yargılarından etkilenmekten ortaya çıkar. Böylece, bu tür etkilenmelerden sonra biz kim olduğumuza dair duygularımızı gözden geçirir ve sürdürdüğümüz hayatı nasıl yaşamaya değer yapacağımızı düşünürüz. Böyle düşünmemizde Farabi’nin dikkatlerimizi üzerine çektiği “övülme” ve “kınanma”nın etkisinin yanı sıra, insanı insan yapan erdeme her boyutuyla olan ihtiyacımız da etkili olmaktadır. Bu görüşe göre, bu türden birbirini karşılıklı etkilemelerden kastedilen, basitçe maddî ve fizikî etkilemeler değildir. Örneğin samimî bir ilişki ve gerçek bir dostlukla iyi hayatın önemli unsurlarını oluşturmayı baştan sona kadar sürdürebiliriz. Bunu yapacak maddi güçler, hayatta çok sınırlıdır. Belki topluma faydalı olacak küçük bir grup kurulup toplumsal amaçlı bir takım başarılar elde edilebilir. Hayırsever kuruluşlar da 285 MacIntyre; Erdem Peşinde, s.251 Erich Fromm; Erdem ve Mutluluk, s.25 287 Nancy Sherman; “The Virtues of Common Pursuit”, p.277 288 Nancy Sherman; “The Virtues of Common Pursuit”, p.278 286 106 birbirini tanımayan birçok insan bir araya gelerek birbirini etkileyip, toplumsal yararlar elde edebilirler. Ancak burada vurgulanan bundan öte bir şeydir. Asıl vurgulamak istenen başkasıyla birlikte bir şeyler yapmaya kendinden ötürü, kendi değerinden, erdemden dolayı değer vermektir. Dostuna dostluk erdemi için değer vermek. Hocasına bilgi erdeminden dolayı değer vermek. İşte bu, kendinden ötürü verilen değerden dolayı erdem adını hak etmektedir. Hem bireye hem de kamuya yönelik böyle bir erdemin yerini de hiçbir şey tutmaz. Bazıları, erdemleri “kendine saygı” ve “başkalarına saygı” olmak üzere iki kategoride değerlendirmektedirler.289 Geleneksel olarak bu kategorilere göre ayrım yapanlar, kabaca “kendine saygı” erdemiyle insanların kendilerine faydalarını ve başkalarına saygı erdemiyle de başkalarının faydasının gözetilmesini amaçlar. Örneğin “Başkalarına saygı” erdemine verilen örnek cömertlik erdemidir. Fakat bu türden kategorilendirme kanımca oldukça geneldir ve “başkası” ve “kendisi” ayrımında zorluğa düşebileceğimiz bir sürü erdemin olduğunu hatırlamada fayda vardır. Erdemli yaşama, kuralları gerektirir. Ancak erdemli olmak için tek başına kurallar yeterli değildir. Aynı zamanda kuralları yetkince uygulayabilmek de gereklidir. Tıpkı dil örneğinde olduğu gibi. Nasıl ki bir dil için gramer kuralları gerekli ise aynı şekilde erdem içinde kurallar ve bu kuralları yetkin bir şekilde uygulamak gerekir. Erdemli yaşamak yetkince yaşamaktır. Tıpkı dili yetkince konuşabilmek gibi. Bu durumda, kurallar izlenebilir, buna rağmen erdemli kişi olunamayabilir. Çünkü insan kuralı bilinçli değil, kör olarak izler. Ayrıca erdemlilik için yetkinlilik de gerekir. Bu türden kurallar için yetkinliği kuralları denilmesi daha doğru olur.290 Bu nedenle Farabi’nin ahlâkî özne için güçlü bir zihin ve mantık sanatının gerekliliğini vurgulama ön görüsü övgüye değerdir. İnsanî toplum, dili gerektirir; dil ise kurala uymayı gerektirir ve böyle bir kurala uyma da bir doğru söyleme normunu gerektirir. Çoğu kez işaret edilmiştir ki, bir insanî eylem biçimi olarak yalan söyleme, mantıksal olarak bir doğru söyleme normunu gerektirir.291 Bu nedenle, Farabi mantık sanatı için 289 Gabriele Taylor; Sybil, Wolfram; “The Self–Regarding and Other–Regarding Virtues”, The Philosophical Quarterly, Vol.18, Jul.1968, p.238 290 Robert C.Roberts; “Virtues and Rules”, Philosophy and Phenomenological Research, Vol.2, June.1991, p.340– 341 291 MacIntyre; Ethik’in Kısa Tarihi, s.109 107 “Bu sanat, nutka yetkinlik kazandırdığı için, ona mantık sanatı adı verilir. O halde, mantık sanatı, bu düşünen kısmın yetkinliğe ulaşmasına araç olan bir şeydir.”292 derken dil ve düşünce arasındaki ilişkiyi yerinde tespit etmiştir. Bu nedenle gramer sanatı da önemlidir. “Çünkü bir ifadenin doğruluğuyla ilgili bilgi ve o ifadeyi düzeltme gücü veren sanat, gramer sanatıdır.”293 Gramer dili, mantık zihnî, hata yaptığında düzelten kuralları verir. Beyin, dilin sınırlarıyla koşulludur, dilin kendisiyle değil. Beyin aynı zamanda çevre ve yaşadığı toplumla koşulludur ve toplum da beyin tarafından yaratılmıştır. Toplum beynin etkinliklerinden farklı bir şey değildir. Toplum, milyonlarca yıllık tecrübeyle, tecrübeye dayanan bilgilerin birikimiyle, yani gelenekle koşulludur.294 Bu koşuldan dolayı da dil çok etkilidir. “Ancak gramer sanatı ile mantık sanatı arasında bir benzerlik vardır. Gramer sanatı, konuştuğumuz şeyin doğruluğuyla ilgili bilgiyi ve ana dilini konuşan bir kimse alışkanlığıyla doğru konuşma gücünü verir. Mantık sanatı ise, akıl ile kavranılan şeyin doğruluğuyla ilgili bilgiyi ve kavranılan şeyde doğruluğu kazanma gücünü verir. Tıpkı gramer sanatının, ana dilini konuşan bir kimse alışkanlığıyla doğru telaffuz edecek şekilde, dili düzelttiği gibi, mantık sanatı da, her şeyin doğrusunu akıl ile kavrayacak şekilde, zihnî düzeltir. Kısacası, gramer sanatıyla lafızlar arasındaki ilişki, mantık sanatı ile düşünülür şeyler ( ma’kulat) arasındaki ilişkiye benzer.”295 Sözcükler arasındaki ve kavramlar arasındaki ilişkileri doğru ilişkilendirmek erdemi ifade ve başkalarını erdem için “ikna” etmek için gereklidir. Ayrıca ileride değineceğimiz gibi, mutluluk sanatına ancak felsefe ile varılacağı, felsefe için de mantık ve gramer gerekli olduğundan, bunlar için de gerekli olan zihin gücünün erdemi olan iyi ayırt etme zorunlu olmaktadır. “ayırt etme yetkinliğine ulaşma yolundan söz etmemiz gerekir: Buna göre felsefe ancak, ayırt etme yetkinliği ile meydana geldiğine ve ayırt etme yetkinliği de ancak, bilinmesi istenilen her şeyde doğru kavrayacak zihin gücüyle ulaşıldığına göre, doğruyu kavrama gücünü, bunların hepsinden önce kazanmış olmamız gerekir.”296 292 Fârâbî; Tenbih, s.79; T: s.55 Fârâbî; Tenbih, s.80; T: s.56 294 Jiddhu Krisnamurti; Zihin ve Düşünce Üzerine (çev: Cengiz Erengil), Ayna Yayınevi, İstanbul 2000, s.163 295 Fârâbî; Tenbih, s.80; T: s.56 296 Fârâbî; Tenbih, s.77; T: s.53 293 108 Farabi' ye göre, “insanın, kendisiyle iyi şeyler ve güzel eylemler yaptığı duygular (elhey’at en nefsaniyye), erdemlerdir; kötülükler ve çirkin eylemler yaptığı duygular ise alçaklık, noksanlık ve aşağılıklardır.”297 Farabi, erdemleri de iki kısma ayırır: “Erdemler, ahlâkî ve aklî olmak üzere iki çeşittir. Aklî erdemler hikmet, akıl, akıllık, zekâ, anlayış yetkinliği gibi aklî kısmın erdemleridir. Ahlâkî erdemler ise, iffet, şecaat, cömertlik, adalet gibi insanın arzularıyla ilgili kısmın erdemlerdir.”298 Çoğul olarak kullanılan erdemlerin hepsi, tekil (erdem) altında, amaç olarak birdir. “Erdemin amacı birdir, yani başka bir şey için değil bizzat kendisi için istenilen iyidir.”299 Bu konuya Eerdemlerde Amaç Birliği bölümünde değineceğiz. Farabiye göre erdem, ilk önce insanda bir güç halindedir ve daha sonra bu güç kişinin çabasıyla yetkinleşip erdem haline gelir. İyi ve kötüyü ayırt etmek gücü de birincil yardımcı güçtür. Farabiye göre erdem kendinden bir amaç değildir. Erdem mutluluğun bir aracıdır. Mutluluk için erdem vardır. Mutluluk olmasaydı erdemden söz edemezdik. Ayrıca erdemler, insanî yetkinliğin ortaya çıkması için, sahip olduğumuz gücün iyi yönde kullanılması için de bir araçtır. Erdemler, bize iyi ve yetkin amaçlarımıza ulaşmaya çalışırken, nasıl davranmamız gerektiği konusunda kolaylıklar verirler. Erdemler, mutluluk yolunda kolaylıklardır. Farabi’nin eylemlerle ilgili “gerektiği gibi” dediği şey de erdemli eylemde bulunmak anlamındadır. “Her insan, varlığının başlangıcından itibaren, eylemlerinin, nefsine arız olan şeylerin ve ayırt etmesinin gerektiği gibi olmalarını sağlayan bir güç ile donatılmıştır. Bu üçünün gerektiği gibi olmamaları yine bizzat bu güç iledir. İnsan iyi veya kötü eylemleri de yine bizzat bu güç ile yapar.”300 Bu durumda insanın erdem sahibi olabilmesi için, iyi ayırt etme ve kötü ayırt etme önemli rol oynamaktadır. Farabi’nin ayırt etme yetkinliği ve ayırt etme eksikliği ile kast ettiği şey şudur: “Kötü ayırt etme ya insanın bilmeyi arzu ettiği şeyde, geçersiz bir kanaate varmasından, ya da karşılaştığı bir şey karşısında, onun doğruluğu veya yanlışlığı (batıl) konusunda bir kanaate ulaşmasını sağlayamayacak ölçüde ayırt etme gücünün zayıflığından ibarettir. İyi ayırt etme ya insanın doğru bir 297 Fârâbî; Fusul, s.24; T: s.27 Fârâbî; Fusul, s.30; T: s.31 299 Fârâbî; Fusul, s.101; T: s.76 300 Fârâbî; Tenbih, s.53; T: s.32 298 109 kanaate varmasından, ya da karşılaştığı şeyleri ayırt etme gücüne sahip olmasından ibarettir.”301 O halde “eylemlerimizin iyi, duygularımızın gerektiği gibi olabilmelerinin yolunu ve iyi ayırt etme yetkinliğinin hangi yolla elde edebileceğimizi”302 bilmemiz gerekir. Bilmek, bilindiği gibi yetmez, aynı şekilde bilginin yanında çaba da gerekir. Nitekim Farabi, iyi ayırt etme ve çabanın sonucunun iyi ahlâk olduğu tespitinde bulunmaktadır. “ Eylemlerin ve nefse arız olan şeylerin ya iyi, ya da kötü olmasına araç olana ahlâk/huy (hulk) adı verilir. İnsanda, iyi eylemlerin ve nefse arız olan şeylerin meydana gelmesine araç olan ahlâk iyi ahlâktır. İnsanda kötü eylemlerin meydana gelmesine neden olan ahlâk, kötü ahlâktır.”303 Bu nedenle ahlâk ilim olduğu kadar, bir sanattır. Tam olarak “iyi olma” sanatıdır. 304 “Böylece iyi ahlâk ve zihin gücü, ikisi birlikte insanî erdemi (fadiletül insanî) oluşturur”305 İnsanî erdemin elde edilmesinde mantık sanatının katkısı olduğuna göre, diğer sanatlardan önce bu sanatla “zorunlu olarak” ilgilenilmesi gerekir.306 Farabi “zorunlu olarak” demektedir, çünkü mantık aklı gerektirir ve akıl insanın insan olmasını sağlayan şeydir. “İnsana ait olan iyi şeylerin bir kısmının mantık sanatına özgü oluşu, diğer bir kısım şeylerden daha güçlü olduğuna, insanın, insan olmasını sağlayan şey akıl olduğu için, insana en çok özgü olan şey, insanın aklı olduğuna göre ve insana mantık sanatı iyi şeyler kazandırdığına göre, bu sanat, insana en çok özgü olan iyi şeyleri kazandırır.” 307 Özetle, erdemsizlik, “doğal içgüdüye boyun eğiştir. Erdem ise ödev veya başka yüksek bir güdüyle, Aristo'nun dediği gibi, akılla ayırt edilen kurallarla doğal içgüdünün denetlenmesidir.”308 301 Fârâbî; Tenbih, s.50; T: s.29 Fârâbî; Tenbih, s.50; T: s.29 303 Fârâbî; Tenbih, s.54; T: s.33 304 Alexis Bertrand; Ahlâk Felsefesi (çev: Salih Zeki; Hayrani Altıntaş), Seba Yayınları, Ankara 1999, s.1 305 Fârâbî; Tenbih, s.54; T: s.33 306 Fârâbî; Tenbih, s.78; T: s.54 307 Fârâbî; Tenbih, s.78; T: s.54 308 W.David Ross; Aristoteles, s.241 302 110 2. AMAÇ OLMASI VE İLİŞKİLERİ AÇISINDAN MUTLULUK 2.1. AMAÇ OLMASI AÇISINDAN MUTLULUK 2.1.1. Mutluluğun İyi Bir Amaç Olması Teolojik bir bakışa göre tabiatta var olan her şeyin bir amacı vardır. Amaçsız hiçbir şey var olamaz. Amaçlılık tezi ile zihin felsefesinin dalı olan fenomenoloji yakından ilgilenir. Fenomenolojik yaklaşım, şeylerin bize görünme biçimlerini tasvir eder. Fenomenolojinin asıl tezi, bilincin her zaman amaçlı olduğudur. Bilinç, daima bir amaca yönelik çalışır. Başka bir deyişle bilincin çalışması için daima bir nesneye ihtiyacı vardır. 309 Zihin için amaçla birlikte çalışma doğal olunca, zihnin, aşırı haz, melankolik neşe, hırs, ölümüne başarı, oburluk, gurur, düşmanlık, ölüm severlik vb. amaçlarla birlikte çalışması da son derece doğaldır. Sadece gururunu amaç edinen ve gururu için yaşayan insan sayısı rahatlıkla gözlemlenecek kadar çoktur. Söz konusu bu amaçlar zihnin edindiği kötü amaçlardır. Bu nedenle zihnin iyi amaçlarla ilgili seçim yapıp; buna göre çalışması mutluluk için gerekli bir şeydir. İşte mutluluk, zihin için herhangi bir nesne/amaç değil; iyi, yetkin bir amaçtır. Bu amaçlar iyi ve yetkin oldukları için de bilinç tarafından seçilmişlerdir. Seçim, aklın işi olduğundan, iyi ve yetkin amaçlarına yönelik bu türden seçime biz seçimlik amaç diyoruz. Örneğin mutluluk seçimlik bir amaçtır. Bu durumda salt duygunun amacı olan nesneler için seçim kavramı yanlış olur, onun için irade kavramını kullanmak daha doğru olur. Amaçlar ve araçlar bölümünde, gerçek mutluluğun Nihaî Gerçekliğin belirlediği amaçlar ile belirlenmiş bu amaçlara en uygun araçlar arasındaki dengeye bağlı olduğunu belirtmiştik. Bu bölümde ise mutluluk için amaç sahibi olmanın ilk adım olarak gerekli ancak yeterli olmadığını, mutluluk için aynı zamanda “iyi bir amaca” sahip olmak gerektiğinin üzerinde duracağız. İyi bir amaç nedir, iyi bir amacı her hangi bir amaçtan ayıran nedir? İyi bir amaç hayat için en yüksek iyi değeri taşıyan bir amaç demektir. Söz konusu bu değerin aynı zamanda yetkin olması ve bilinçli olarak özne tarafından seçilmiş olmasıdır. Bunların gerçek mutluluk için birer unsur oldukları üzerinde aşağıdaki bölümlerde duracağız. 309 Chris Horner; Emrys Westacott; Felsefe Aracılığıyla Düşünme, (çev: Ahmet Arslan), Phoneix Yayınevi, Ankara 2001, s.101–102 111 Ancak şimdi hayat için değer taşımanın ve en yüksek iyi değerin ne anlama geldiği üzerinde durmamız gerekiyor. Theodore M.Greene “Mutluluk türevseldir ve hayat belirleyici etkendir. Biz sadece ve sadece hayatta belirli bir yolda yaşadığımız için mutluyuz. Bu yol mutluluğun yoğunluğunu, miktarını, niteliğini belirleyen hayatın bütün bir modelidir.” der.310 Mutlu olmak için Tanrı bize bir hayat bağışlamıştır. Bize bağışlanan bu hayatı mutluluğa çevirmek, hayatta yürüyeceğimiz belirli yola (mutluluk yolu) ve bu yolu en güvenli şekilde almak amacıyla var olan değerlere bağlılıkla orantılıdır. Bu yolun hedefi, mutluluğa yöneltmektir. Mutluluk yolunda, mutluluğa yöneltmesi için konulmuş değer/amaç/aracı gösteren işaretler vardır. Kimine göre –sübjektivistler- yoldaki bu işaretler, öznel değerlendirmeler ve bu değerlendirmelerin sonuçları olan hazlar ve refahlardır. Burada değerli olan, amaç edinilmesi gereken, geçmişteki değerlendirmelerimizden tecrübe ettiğimiz hazlardır. Sübjektivisitler, değeri/ amacı tecrübeden elde ettiğimiz haz ve tatmine atfederler. Bunlara göre hiçbir şey kendiliğinden değer taşımaz ve kendiliğinden amaç değildir. Değer /amaç arzularımızın kendisine yöneldiği nesnelerin üstüne düşen ışık ve gölgeden başka bir şey değildir. Bunun tersi bir görüş te -objektivist idealistler- değerlerin bazı bakımlardan gerçek, objektif, bilinebilir, doğrulukları kanıtlanabilir şeklindeki görüşüdür. Bizim hayat ile ilgili değerlendirmelerimiz ister başarılı olsunlar, ister olmasınlar bizim öz teşebbüslerimizdir. Hayatın iyi veya kötü olması bu değerlendirmelerimize dayanmaktadır. İnsanoğlunun layık olduğu en iyi kader, iyi yaşamaktır. İyi yaşamak için de erdemli yaşamak gerekir. Erdemli yaşamak için hayat ile ilgili değerlendirmeleri doğru yapmak gerekir. Doğru değerlendirmek için de gerçek olan değerleri ve bizim için hayatî önemi olan değerleri keşfetmemiz gerekir. Çok arzu ettiğimiz ve ihtiyacımız olan tek şey, değerlerin beslediği iyi amaçlara uyan yetkin bir hayattır.311 Faal Aklın şekline büründüğü insan,312 bir soyutlama eğitimi yoluyla İyi Formlarıyla bizzat tanışmayı öğrenmiş olan bir insandır. Farabi’ye göre, araştırmanın amacı en yüksek iyiyi bilecek yetkinliği elde edebilmektir. En yüksek iyinin ne olduğunu ayırt 310 Theodore M. Greene; “Life, Value, Happiness”, The Journal of Philosopy, Vol.53, May.10, 1956, p.317 Theodore M. Greene; “ Life, Value, Happiness ”, p.318 312 Fârâbî; Medine, s.124; T: s.76 311 112 etmekle, insan mutluluğun iyi bir amaç olduğunu ayırt etmek aynı şeydir. Çünkü amaçlar çoktur ve amaçların çokluğu mutluluk yolunda insanı ayartabilir. Mutluluğun en iyi amaç olduğunu bilmek bu türden ayartmaların önünde en önemli engeldir. İyi Formu, gözlemlediğimiz diğer iyi formlar gibi değildir. İyi Formu, değişmeyen var oluş alanına aittir. Diğer iyi formları ise değişebilen alana ait formlardır. “Gerçek filozof”; İyi Formun bilgisine sahip olduğundan hangi amacın iyi bir amaç olduğunu bilen bir insandır. Farabi' de Platon gibi nihaî gerçekliği, “idealar” veya “ “form”lara (ki Farabi aynı kavramın Arapçası olan “suret” kavramını kullanıyor) dayandırmaktadır. Dolayısıyla, “En yüksek İyi Formu” en yüksek konumda olduğundan, iyi hayat için örnek olma konumundadır. Platona göre “İyi ancak aşk gibi bir şeyin adı olarak kullanıldığında veya diğer şeylerin o şeyle bağıntısını ifade etmek için kullanıldığın da tam yerinde kullanılmış olur… Burada önemli olan şey, anlam teorisinin kesin bir şekilde sahneye çıkmasıdır. Mantıkçı, iyiden iyiye ahlâk felsefesine girmiştir. Fakat bu andan itibaren ahlâk kavramlarının sistematik ve öz bilinçle ilgili mantıksal analizleri ahlâk felsefesinin yüreğinde yer olacak olsa bile, yine ahlâk felsefesinin bütünü olamayacaktır. Çünkü biz, ahlâk kavramlarının, kurallarının ve benzeri şeylerin yalnızca birbirlerine olan mantıksal bağıntılarını değil, fakat aynı zamanda bu tür kuralların hizmet ettiği maksadı ve amacını da anlamak zorundayız. Bu, bizi hem insanî amaçlar ve motivasyon teorisi hem de toplum teorisi içerisine sokar. Çünkü farklı toplumsal düzenlerde farklı türden istekler ve ihtiyaçlar baskındır.” 313 Bu nedenle, gerçek mutluluk için epistemolojik, psikolojik ve politik bilimlerin bize sağladığı iyilere ihtiyacımız vardır. Bu bilimlere olan ihtiyacımız, bir araya gelen bütün bu iyilerin ışığında mutluluğun iyi bir amaç olduğunu anlamamızı kolaylaştırması açısından da ortaya çıkar. Çünkü insan sahip olmadığı iyilerden dolayı özlemin pençesine düşerken; sahip olduğu iyileri için de ne yapacağına dair anlam ve bu iyiler için bir amaç bulmak peşine düşer. Aristo başlangıçta, iyiyi bir şeyin ya da bir kimsenin kendisine doğru hareket ettiği hedef, gaye veya amaç çerçevesinde tanımlar. Bir şeyi iyi diye adlandırmak, belli koşullar altında onun arandığını veya amaçlandığını söylemektir. Çok sayıda etkinlik, çok sayıda amaç ve bu itibarla da çok sayıda iyi vardır. Aristo iyi ile amaçladığımız 313 MacIntyre; Ethik’in Kısa Tarihi, s.52 113 şeyin iyi olması arasında bağıntı kurar.314 Bir başka deyişle, sahip olduğumuz iyi ile amaçladığımız mutluluk arasında bağ kurulmalıdır. Bu bağı görebilmek için iyi kavramının kullanımına dikkat etmek gerekir. Öncelikle, eğer bir şeyi amaçlıyor ve bu amacı gerçekleştirmeye çalışıyorsak, sırf amaçladığımızdan dolayı, amaçladığımız her şeyi iyi diye adlandırmamız doğru olmaz. Çünkü sırf amaçtan dolayı, iyi olmayı gerektirecek mantıki bağ kurulamaz. Amaçlardan dolayı her şeyi meşru/ iyi görenlerin düşüncesi bu bağın rahatlıkla kurulmasından kaynaklanmaktadır. Ayrıca amaç için iyi olanın ne olduğu tespiti de ayrı bir uzmanlık gerektirebilir. Amacımız, rahat ve hızlı bir ulaşım ise, bu durumda bunu bize sağlayacak bütün araçların iyi olma özelliklerini kaybetmemek ve bu amaca kolaylıkla erişmek için bu alandaki bütün uzman görüşleri ve gelenekleri dikkate almak gerekir. Buradaki iyi kullanımı, amaç sahibinin amacına uygun iyileri tek başına iyi olarak nitelendirilmek gücünden yoksun görünmektedir. İyinin bir başka kullanımı da sadece arzunu nesnesi olmasıdır. Bir şey sadece arzulanır olduğundan dolayı iyi diye adlandırmak yeterli delile sahip olmamak demektir. Bir başka iyi kullanımı ise amaçladığımız şeyi kendinden iyi olmasından ötürü amaçlamaktır. Bu iyinin kullanımı mutluluğun iyi bir amaç olmasına uygun bir kullanımdır. “O halde, eylemlerimizde izlediğimiz amaçlar arasında kendi adına arzuladığımız bir amaç (mutluluk) varsa ve başka şeyleri onun adına arzuluyorsak ve her şeyi bir amaç adına seçmiyorsak, bunun bizatihi iyi ve iyilerin en iyisi olacağı apaçıktır.”315 Elbete bu iyi amaçda, en yüksek iyi olan mutluluktur. Bundan dolayı, “ biz mutluluk hakkında konuştuğumuz zaman, aslında insanoğlunun alabileceği en büyük iyiye gönderme yapıyoruz”316 denilmiştir. Zaten mutluluk en yüksek iyi olduğundan dolayı amaçlanır. Bunun böyle olduğunu bilmek için psikolojimizi bilmek yeterlidir. Mutluluğun iyi bir amaç olduğunu öğrenmede faal aklın rölü önemlidir. Farabi' ye göre faal aklın amacı, insanda doğuştan var olan ilk bilgileri verir. Erdem, şeylerin nihaî amaçsal bilgisine ve bu nihaî amaca olan uyumu, pratiklerine bağlıdır. Mutluluk ta buna göre erdemliliğin bir ürünüdür. Bütün ortaçağ düşünürleri, nominalistler hariç, ilâhî gerçeklikler ve kutsallık, doğruluk, adalet ve güzellik değerleri 314 MacIntyre; Ethik’in Kısa Tarihi, s.68 Aristoteles; Nikomakhos, s.2 316 Tatarkıewıcz; Analysis of Happiness, p.4 315 114 üzerinde önemle dururlar. Bu orta çağ düşünürleri, bütün bu değerlerin ontolojik köklerinin nihaî gerçekliğe veya nihaî varlığa dayandığı konusunda ısrarcıdırlar. “Kant bile kendi tarzında aynı düşünceleri ifade etmektedir. Ona göre değerin yeri iyi iradedir ve irade sadece ve sadece değerlerin ideal dünyasının -numen- yasası olan ahlâkî yasaya boyun eğdiği zaman iyidir. Ona göre mutluluk, doğrudan olmasa da erdeme bağlıdır. Tanrı kendi katında erdemi mutlulukla ödüllendirecektir.”317 Amaçlılık, varlık için söz konusudur. Varlık fenomeni, ontolojinin konusudur. Burada bizim ilgilendiğimiz, ontolojik olarak hayatın başlı başına iyi olması değeridir. Burada hayatla genel anlamda kast ettiğimiz şey, yaşayan canlının yaşamak için sahip olduğu değerdir. Bu değer tek hücreli canlılardan tutun da; insana kadar yaşayan bütün canlılar için geçerlidir. Hayatın değeri onun iyi bir şey olmasından kaynaklanmaktadır. Hayat iyi olduğu için de yaşamak başlı başına bir amaçtır. Bu anlamda hayata sahip olmak, doğrudan iyi bir amaca sahip olmak demektir. Ancak bu iyi, yetmez, bu iyiyi (hayatı) yetkin bir konuma getirmek de bir başka amaçtır. Bundan dolayı, hayattaki tüm iyileri ve değişimleri bu yetkinlik amacı için kullanmak gerekir. Ancak bu yetkinlik amacına erişmek için öncelikle iyilere sahip olmayı bilmek gerekir. Hayat, içinde sürekli değişimler olacak şekilde dizayn edilmiştir. “Fakat bu sadece basit bir değişim değildir. Aynı zamanda yönü ve istikameti olan bir süreçtir. Bilinçli veya bilinçsiz çabası olan bir süreç. Ne “istikamet” ne de “çaba” sırayla tek başına yeterli açıklayıcı kavramlar değildirler. Her ikisi de kendilerini aşan anlamlar taşırlar. Çaba kavramı kaçınılmaz olarak iki soru ortaya çıkarır: çaba nedir veya kimin içindir? Ve niye/niçin çaba? Ve bunun karşısında neye veya neden çaba? Aynı şekilde “istikamet” kavramı da bazı göndermelerin çerçevelerine işaret eder ve bunun içinde istikamet olarak dinamik olan bir takım iyi veya amaçlar bulunur.” 318 Burada hayat, bütünüyle nihaî ve kendi kendine yeterli bir süreç olarak değerlendirilebilir. Ancak, hayatı, bireyin içinde yok olduğu bütün bir süreç olarak ele aldığımızda bireysel olarak mutluluğundan sorumlu bilinçli bireysel ahlâkî özneyi de bir süreç içinde eritmiş oluruz. Oysaki bütün süreçler, buna hayat sürecinin kendisi de dâhil, bize kendilerini varoluşsal olarak “objektif durumlara” tepki gösteren bireysellik formunda gösterirler. Çevresine tepki veren bireysellik formu olmadığı takdirde, hayat 317 318 Theodore M. Greene; “Life, Value, Happiness ”, p.319 M. Greene; “Life, Value, Happiness”, p.320 115 tanımlanamaz ve açıklanamaz bir duruma gelir. Bu yüzden de hayat, anlamsız bir ruh ve hayat kelimesi, aldatıcı anlamıyla birlikte sahte bir anlam kazanır. Fakat burada üzerinde durmamız gereken konu bütün hayat değil, insan hayatıdır. Diğer canlılar sadece içinde bulundukları çevreye göre yaşarlar. Bunların hayat süreci, bulundukları çevreye gösterdikleri uyum başarısına bağlıdır. İnsanlar ise çevreye uyumlarının yanı sıra, aynı zamanda “insan olma” idealine kendilerini uydurma gibi yüksek bir amaç taşımaktadırlar. Dinamik olarak kendi amacını gerçekleştirmek ödevine sahip ve ancak bu ödevi yerine getirdiğinde iyi bir hayatı sürdürebilen tek varlık insandır. Tabii ki burada iyi hayattan kasıt sadece biyolojik varlık değildir. Biyolojik (bedensel) varlık, kendi varlığının amacını “kendiliğinden” gerçekleştirmektedir. Hücreler, sindirim sistemi, beynin biyolojik çalışma sistemi, bütün bunlar kendi organsal işlevlerini yerine getirmek için amaçlarına uygun olarak yaşamı sürdürmeyi kendiliğinden yapmaktadırlar. Kendilerine iyi olanı, kendileri almakta veya vermektedirler. Bütün bu hayat süreçleri, başka bir deyişle; her organın kendisi için iyi olanı bulup alma süreci, insan olmak süreci içindir. İnsan, insan olduğu aşamada mutluluğun kendisi için iyi bir amaç olduğunu kesin olarak kavrar. Farabi insanın biyolojik süreçten, insan olma sürecine kadar olan süreçleri güzel özetlemektedir: “İnsan varlığa geldiğinde onda ilk ortaya çıkan şey, kendisiyle beslendiği kuvvet, yani besleyici kuvvettir. Bundan sonra kendisiyle sıcaklık, soğukluk ve benzerleri gibi dokunma ile ilgili nesnelere (malmüs) duyduğu kuvvet, kendisi ile seslendiği nesnelere duyduğu kuvvet, kendisi ile renkler ve ışıklar gibi bütün görülen şeylere duyduğu kuvvet ortaya çıkar. Duyularla (havas) birlikte bir başka kuvvet de ortaya çıkar ki bu, duyulan şeylerle ilgili olarak onları isteme veya onlardan kaçınma yönünde onda bir arzu uyandıran (niza’) kuvvettir. Sonra insanda bambaşka bir kuvvet ortaya çıkar ki onun sayesinde insan artık algılanmadıkları bir durumda duyusal şeylerin izlenimlerini ruhunda muhafaza eder. Bu, muhayyile kuvvetidir. Bu kuvvetle insan, bu duyusalları farklı birleştirme ve ayırtmalarla birleştirir veya ayırtır. Bu birleştirme ve ayırtmaların bazısı yanlış (kâzib), bazısı doğrudur. Bu tahayyül edilen nesnelerle ilgili bir arzu (veya irade) da bu kuvvete gelip eklenir. Daha sonra insanda akıl kuvveti ortaya çıkar ki onunla da insan düşünülürü nesneleri bilme imkânına kavuşur ve yine onunla 116 güzelle çirkini birbirinden ayırır, sanatlar ve ilimleri yaratır. Düşünülürü olan şeylerle ilgili bir arzu da bu kuvvete gelip eklenir.” 319 Aristo Etik kitabına şu cümlelerle başlar: Her sanat ve her araştırmanın, aynı şekilde her eylem ve tercihin de bir iyiyi arzuladığı düşünülür. Bu nedenle iyiyi “her şeyin arzuladığı şey” diye yerinde dile getirdiler. Gene de amaçlar da kimi farklar var gibi görünüyor… Tüm yapılabilecek iyilerin en ucundaki şey nedir?320 Böylece Aristo'ya göre insan eylemlerinin asıl bir amacı olduğunu önceden biliyoruz. Şimdi bu metinden de öğreniyoruz ki amaç iyiyi arzulamaktır. Ancak bütün iyilerin tepesinde olan en yüksek bir iyi daha vardır. Bu asıl amaca en yüksek/en yetkin iyi denilir. Bir sürü tartışmalardan sonra, Aristo, bu temel amacın da mutluluk olduğunda ısrar etmektedir. Bu durum da en yüksek iyi veya en yetkin iyi olarak amaçlanmalıdır. Farabi hemen hemen her konuda olduğu gibi “birinci öğretmenden” farklı düşünmemektedir. “İnsanın arzuladığı her yetkinlik ve her amaç ancak bir iyi (hayr) olduğu için arzulanır. Bu bakımdan her iyi kuşkusuz tercih edilir.”321 “İyi ve tercih edilir olmaları sebebiyle arzu edilen amaçlar çok olduğuna göre, mutluluk tercih edilen en iyi şeylerden biridir.”322 “ İyi şeyler arasında en iyi olanı”, “ tercih edilen şeyler arsında en çok tercih edileni”, “insanın yöneldiği amacın en yetkini”nin mutluluk olduğu açıkça görülmektedir.”323 Mutluluk kendiliğinden iyi bir amaçtır. Mutluluk için başka bir amaca gerek yoktur. “Bütün mutluluklar kendiliğinden iyidir” başka bir iyi, mutluluk için gerekmez. Mutluluk bütün insanlar için iyidir. İnsan için en iyi amaç, sürekli olan mutluluğu amaçlamasıdır.324 “Yine biz mutluluğu elde ettiğimizde, mutluluktan sonra asla bir başka amaç için çalışmaya ihtiyaç olmadığını görürüz. Bu yüzden mutluluk kendinden dolayı (li ecli zatihi) tercih edilir ve hiçbir zaman başka bir şey için tercih edilmez. Bundan açıklığa kavuşuyor ki mutluluk, iyiliklerin en büyüğü, en yetkini ve en tercih 319 Fârâbî; Medine, s.87; T: s.44 Aristoteles; Nikomakhos’a Etik, s.1 321 Fârâbî; Tenbih, s.47; T: s.26 322 Fârâbî; Tenbih, s.47; T: s.26 323 Fârâbî; Tenbih, s.47; T: s.26 324 Irwin Goldstein; “Pleasure and Pain: Unconditional, Intrinsic Volues”, Philosophy and Phenomenological Research, Vol.50, Dec.1989, p.269 320 117 edilenidir. Aynı şekilde mutluluğu elde ettiğimiz zaman onunla birlikte ondan başka herhangi bir şeye ihtiyacımızın olmadığını görürüz.”325 Farabi, ahlâk ve siyaset felsefesinin merkezine en yüksek mutluluğu koymakta ve bu merkezi sürekli gözetip gözetmemeye göre birey ve toplumları erdem ve erdemsizlik açısından değerlendirmektedir. Bu nedenle Farabi: “Kişinin mutluluğu kendisine ana amaç yapması gerekir” 326 demektedir. Bu ana amacı hayatlarında merkez edinmiş ve bütün hayat süreçlerinde bu merkeze doğru çaba harcayan birey ve toplumları erdemli, bu merkezden sapmış veya bu merkezden götürmeyen amaçlara sahip insanları ise, amaçları iyi olsa bile, erdemsiz birey veya erdemsiz toplum diye nitelendirir. Aristo ve Farabi’nin temsil ettiği klâsik gelenekte temel bir doğası, “ana amacı”, “işlevi”, olduğu düşünülen bir “insan” kavramı esas alınır. Bu klâsik gelenekte, “insan” demek “iyi insan” demektir. Tıpkı “baltanın” “iyi balta” “kılıcın” “iyi kılıç” ile bir olması gibi. “ Aristo “insan” ile “iyi hayat” arasındaki ilişkiyi “harpçı” ile “iyi harp çalma” arasındaki ilişkiye benzetir ve bu durumu ahlâkî sorgulamanın hareket noktası olarak alır. 327 Buna göre “iyi insan” olmak her biri, kendine özgü anlam ve iyi amaca sahip roller bütününü yerine getirmek demektir: Bir aile ferdi, bir yurttaş, bir asker, bir filozof olmak demektir. İşte insan, ancak bütün bu rollerden ayrı ve onlardan önce gelen bir birey olarak düşünüldüğü an “insan” işlevsel veya amaçsal bir kavram olmaktan çıkar.328 Bu konuyla ilgili olarak Farabi’nin takipçisi olan Miskeveyh’in tespiti ilginçtir. “Aristo'nun tanımına ve eskilerden naklederek benimsediği görüşe göre iyilik, bütün tarafından amaçlanan son amaçtır. Bu amaç için yararlı olan şeye de iyilik denir. Mutluluk ise, ona ulaşana göre bir iyilik ve onun için bir yetkinliktir. O halde mutluluk bir nevi iyiliktir. İnsanın mutluluğu, atın mutluluğundan farklıdır. Her şeyin mutluluğu, onun bütünleşmesinde ve kendine özgü olan yetkinliğindedir. Bütünün arzu ederek amaçladığı iyilik, yönelinen ve özü olan bir tabiattır. Başka deyişle, o, insan olmalarından dolayı insanlar için genel olan bir iyiliktir ve hepsi onda ortaktır. Öyleyse 325 Fârâbî; Tenbih, s.47; T: s.27 Fârâbî; Fusul, s.47; T: s.39 327 Aristoteles; Nikomakhos’a Etik, s.11 328 MacIntyre; Erdem Peşinde, s.96 326 118 insanlardan her biri için bir çeşit iyilik olan mutluluk izafîdir, belli bir özü yoktur ve ona yönelenlere göre değişir.”329 Miskeveyh’in mutluluk ile iyi arasında kurduğu ilişkiye dayalı olarak mutluluğun iyi bir amaç olmasına işaret etmesi güzeldir. Bununla birlikte, Miskeveyh, iyilik ve mutluluğu önce keskin bir biçimde birbirinden ayırma çabasındadır. Bununla birlikte metin ilerledikçe bu ayırım muğlâklaşmaktadır. O ilk iyiliğin Tanrı olduğunu söylemektedir. Ona göre mutluluğun özü olmadığından ve ancak özü olan iyilik amaç olarak seçilmelidir. Birkaç satır sonra o “mutluluk iyiliklerin en üstünüdür” diyebilmektedir. 330 En üstün olanın özünün olmadığını düşünmek “İlk İyiliğin” özünün olmadığını söylemektir. Farabi, amaçlarının iyi olduğunu kanıtlamak için “cahil ve yanlış görüşler içinde olan (dall) şehirlerin” ileri sürdükleri görüşlerini 331 özetlemekte ve “ bu ve benzeri görüşler, varlıklarda gözlemlenen şeylerden ötürü insanların çoğunun zihninde meydana gelen cahilce görüşlerdir”332 demektedir. Farabi' ye göre cahil insanlar bu tür görüşleri gerçek mutluluğu amaç edinmemiş “eskiler” den almışlardır. Farabi’nin bu cahilce kavramıyla kastettiği şey, bu anlatılan amaçlarını bizzat kendilerinin kötü, çirkin ve erdemsiz amaçlar olduğu değildir. Tam tersi Farabi’nin kastettiği şey şudur; sözü edilen bu amaçlar kendi başlarına iyi amaçlar olabilmekle birlikte, bu amaçların gerçek amaç olan en yüksek mutluluk yoluna tek başına iletemezler. 2.1.2. Mutluluğun Yetkin Bir Amaç Olması Daha iyisini istemek doğanın en eski ilkelerinden biri olarak görülmüştür. Arılar bile küçücük beyinlerinde, karmaşık hayvanların beklenti sistemleri gibi işleyen bir nörona sahiptir. Arıların beyni ve hayatları da son derece basit olduğundan, evrimin haz ilkesini neden geliştirdiğini bu hayvanlar üzerinde görmek çok daha kolaydır. Arılar, bal yaptıkları toplama uçuşlarında sadece nektar olan çiçeklere konar, diğer çiçekleri pas 329 İbn Miskeveyh; Ahlâkı Olgunlaştırma (çev: Abdulkadir Şener; İsmet Kayaoğlu; Cihad Tunç), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1983, s.73 330 İbn Miskeveyh; Ahlâkı Olgunlaştırma, s.76 331 Fârâbî; Medine, s.151–155; T: s.95–100 332 Fârâbî; Medine, s.162; T: s.105 119 geçer. Demek ki hayvanlar zamanla hangi çiçeğin üzerine konmaya değeceğini bulmuştur.333 İşte bu mekanizma insan mantığında çok daha köklü ve güçlü olduğundan, beklenti sistemimiz, insanın kudretinde olan her şeye ilişkin bir arzu uyandırır içimizde. Olabileceklerin en iyisini, istemek birbaşka ifadeyle yetkinliği istemek doğamızdan kaynakalanmakatadır. Yaşam gayemiz, ne olursa olsun bu amacı elde etmektir.334 Bu da bize gösteriyor ki, yetkin bir amacı istemek doğamızın gereğidir. Bundan dolayı, insanın yöneldiği amacın, en yetkini’ni 335 kazanma isteği anlaşılır bir şeydir. Bir insanın mutlu olup olmadığına nasıl karar verdiğimize yakından bir bakalım. Kendisine mutluluk fikrînin ne olduğuna dair sorunun yöneltildiği bir insan varsayalım. Bu insanın muhtemel cevabı sevilmek, hayran olunmak, en azından arkadaşlarım tarafından saygı görmektir olsun. Ayrıca sahte dostluklardan nefret ettiğini, kendisine rol yapılmasından hoşlanmadığını, eğer kendisini gerçekten sevmiyorlarsa bunu yüzüne karşı söylemelerinden mutlu olacağını, sonradan aldatılma duygusunun dostsuzluktan daha acı olduğunu da eklemiş olsun. Varsayalım ki bu insanın başına nefret ettiği tüm şeyler geldi ve sözde en yakın dostları tarafından aldatıldığını, fakat bunu ona asla his ettirmediklerini, kendisi de dostlarının ona ihanet ettiğini bilmediğini biz biliyoruz. Kısacası bu insan kendi mutluluk görüşüyle ilgili söylediği her şeyde tam bir yanılsama içindedir. Bu mutlu bir hayat mıdır? O mutlu bir insan mıdır? Bu mutlu olma amacı yetkin bir amaç mıdır? Bazıları hiç düşünmeden evet derler. Onların görüşlerine göre mutluluk psikolojik bir durumdur ve daha fazla bir şey değildir. Gerekli olan şey insanın istediği şeyleri elde etmesidir. Bu yüzden “kandırılmış insan” mutlu yaşamaktadır ve kandırıldığını öğrenmemiş olsaydı mutlu yaşamaya devam edecekti, denilebilir. Ancak, gerçek bir nedene dayanmasa bile korku korkudur, bu yüzden gerçeğe dayanmasa bile bu tür mutluluk, mutluluk olarak değerlendirilmelidir.336 Sözde bu mutlu insanın, kendi gerçeğini birden keşfetme fırsatını yakaladığını düşünelim. Bu durumda bu insan önceki mutluluğunun sadece basit bir ilizyondan ibaret olduğunu üzülerek öğrenecektir. Belki de, bu türden aşırı sübjektivizme 333 Stefan Klein; Mutluluğun Formülü (çev: Ogün Duman), Arkadaş Yayınevi, Ankara 2004, s.106 Stefan Klein; Mutluluğun Formülü, s.107 335 Fârâbî; Tenbih, s.47; T: s.26 336 Richard Kraut; “Two Conceptions of Happiness”, The Philosophical Review, Vol.88, Apr.1979, p.178 334 120 kaçmadan, kandırılmış insanın kandırıldığını öğrenmeden önce gerçekten de psikolojik açıdan mutlu olduğunu kabul edebiliriz. Ancak, kandırılmış insan fenomeninde öğrenmek istediğimiz; onun mutlu olup olmadığından ziyade daha farklı bir şeydir: Birine ne sizi mutlu yapar; mutluluk ideasıyla ilgili fikrîniz nedir? diye sorduğumuzda, onun hangi koşullar altında belirli psikolojik durumu elde etmek istediğini tanımlamasını istemiyoruz. Tam tersi, ona kendi mutluluğunu hangi standartlara bağladığını ve izlediği amaçlarının ne olduğunu soruyoruz. Bu durumda aldatılmış insanın mutlu bir insan veya mutlu bir hayata sahip olup olmadığı konusunda kararsızlığa düşeriz. Şayet onu kendi mutluluk standartlarıyla yargılarsak onun mutluluğu kazanamadığı yargısına varırız. Aldatılmış insanın hayatı hakkında mutlu edici duygulara sahip olmadığını söylemek istemiyoruz. Fakat onun yaşam sürdüğü hayatın mutlu bir hayat olmadığını söylemek konusunda kuşku duymuyoruz. Mutluluk kavramı iki yönlüdür. Bazen bu kavram “mutluluk duygusuna” gönderme yapar, bazen de “mutlu bir hayat” kavramına gönderme yapar. Sübjektivistler daha ziyade “mutluluk duyguları” üzerinde yoğunlaşırken, objektivistler ise mutluluk duygularını sağlayan objektif koşulların yanı sıra “iyi hayatı” kazanmayı hedefleyen objektif standartlar üzerinde yoğunlaşmaktadırlar. Mutluluk kavramı ile mutluluk anlayışı arasında bir ilişki vardır. Mutluluk, kavramsal olarak değişmemesine rağmen, mutluğu kazanma anlayışları birbirinden farklı olabilmektedir. “Bazı insanlar, mutluluğu, iktidarda, bazıları da munzevi bir yaşamda, bazıları parada, diğerleri de dünyevi iyileri kabul etmekte görürler. Bununla birlikte, bu farklılıkların mutluluk kavramıyla bir ilgisi yoktur. Onlar, mutluluğun kavramıyla değil, onları nasıl elde edebilecekleri teorisiyle ilgilenmektedirler.”337 Bir kişinin, mutlu yaşaması veya mutlu bir hayata sahip olması için kendince değerli gördüğü bütün değerlerini elde etmesi veya mutlu hayat için nazarî akıl tarafından belirlenmiş hayat standartlarını yetkin bir amaç edinmesi gerekir. Bu ideal mutluluk için geçerlidir. Bir insanın bedensel mutluluğu hissetmesi için yetkin bir amaç edinmesine gerek yoktur düşüncesi öne çıkabilir. Bu mutluluk türünü isteyenlere sadece duyguların tatmin edilmesi reel mutluluğun elde edilmesi için yeterlidir. 337 Tatarkıewıcz; Analysis of Happiness, p.4 121 Örnekteki kandırılmış insan, bu durumda mutluluk duygularına sahiptir. Fakat ona mutluluk hakkındaki anlayışı sorulduğunda, ona bu mutluluk duygularını hangi koşullar altında elde edildiği sorulmuyor. Daha ziyade mutlu hayatın ne olduğu hakkında soru sorulmuş olunuyor. Kandırılmış insan, kendi mutluluğunu gerçek dostluğa bağladığından, içinde gerçek dostluğun sevgi ve saygının değer olarak kabul gördüğü bir hayatı benimsediğinden dolayı, kendisini mutlu edecek duygulara sahiptir diye kabul edebiliriz. Ancak, kendi kabul edip, ortaya koyduğu hayat standartlarının kendi hayatına uygun olmadığını bildiğimiz için onu mutlu/iyi bir hayata sahiptir diye kabul edemeyiz. Şayet, kendisi de, aldatılmış olduğunu öğrenirse, tüm mutluluk duygularının uçup gitmesi ve kendisini mutsuz hissetmesi muhtemeldir. Mutluluğun kazanılması için onun bir amaç olarak ortaya konulması gerektiği hususunda yukarda yeterince durduk. Özetle amacın kendisi olmaksızın mutluluğun kazanılması söz konusu olamaz. Öyleyse, amacın olması da mutluluk için yeter koşul değildir. Aynı zamanda amacın yetkin bir amaç olması gerekir. Kandırılma fenomeninde gördüğümüz gibi, mutluluk için dostluk, sevgi, onur gibi erdemlere sahip olmak amacını taşımak iyi bir hayat için yetmiyor. İnsanların bu tür erdemlere sahip olması, bunu bir amaç olarak görmesi mutluluk için güzel bir adımdır, hatta insana çok güzel mutluluk duyguları bile yaşatabilir. Ancak, amacın eksik/yetkin olmayan amaç olması mutluluk için yeterli değildir, aynı zaman da, bu amacın yetkin bir amaç olması gerekir. Çünkü kişinin eksik/yetkin olmayan bir amaç edinmesi, bu amacı gerçekleştirmek için çaba harcaması ona reel mutluluk kazandırabilir. Burada, kavranması gereken husus, amacın tek başına iyi olmasının gerçek mutluluk için yeterli olduğu; gerçek/ideal mutluluk için iyi bir amacın yanı sıra, yetkin bir amacın da olması gerektiğidir. Dostluğun bütün gereklilikleri yerine getirilmediği sürece, ister fark edilsin ister edilmesin, o dostluk yetkin bir dostluk değildir. Burada söz konusu amacı kusurlu duruma getiren, böylece yetkin olmadığını görmemeye neden olan algısal yanılmadır. Aynı şekilde, amacın yetkin olup olmadığını bize bildiren de yine doğru ve yetkin algılamadır. Bu durumda “ayırt etme yetkinliği”, yani, yetkin bir algılama olmadığı sürece amaçların yetkinliğinden söz etmek imkânsızdır. Farabi’nin “fikir yetkinliği” ve “doğru görüş” üzerinde önemle durması ve bunu amelî hikmet olarak nitelendirmesi bu nedendendir. “Fikir yetkinliği (cevdetü'r-rey’), bir 122 insanın, fikir sahibi olması veya yetkin fikirlere sahip olmasıdır.”338 “Zihin, alışılagelen (el-m'utâd) görüşlerin ihtilaf halinde bulunduğu konuda doğru hükmü bulma gücü ve tashih etme kabiliyetidir. Bu da, doğru görüşü ortaya çıkarmada yetkinlik (el-cevde) tir. O halde bu da, bir çeşit amelî hikmettir.” 339 Ayrıca bunula ilgili olarak, farkındalık da önemlidir: “Bundan başka iyi ayırt etme gücü insanda bazen tesadüfen bulunabilir. Çünkü insan doğru bir kanaate, bazen bir niyeti ve bir sanatı (san’at) bulunmaksızın da ulaşabilir. Mutluluğa ise, insanın ayırt ettiği şeyi nasıl ayırt ettiğinin farkında olabileceği bir şekilde, niyet ve sanata dayalı bir ayırt etme olmadıkça ulaşılamaz.”340 Mutlu olmak ve mutlu bir hayat sürdürmek arasında ne fark vardır? Bir insanın mutlu bir hayat sürebilmesi onun inandığı, değer verdiği önemli amaçlarını elde etmesine veya makul olarak yüksek standartlara yakın olarak yaşama çabasına bağlıdır. Tabi ki, bu bir insanın mutluluk için yerine getirmesi gereken tek koşul değildir. Ancak, burada vurgulanmak istenen insanın mutluluk için inandığı yetkin amacının var olmasıdır ve bu amacı gerçekleştirmeye çalışmasıdır. Buna göre bir insanın mutluluğu, kişinin hayat için kendisine yüklediği standartlara, yetkin amaca uygun yaşamaya çalışmasıdır. Söz konusu bu amaç başkalarına iyi ve yetkin olmasa bile, burada önemli olan kişinin doğru görüş olarak bildiği amacı için yaşamayı ilke haline getirmesidir. Kişinin, kendi amacını sorun edinmesi, onu kendi fonksiyonlarının ne olduğu sorununa götürür. Kendi fonksiyonlarını en iyi şekilde tanıyan, diğer amaçlarını da en yetkin düzeye çıkarma zorunluluğunu hisseder. Ayrıca, kendi yeteneklerini keşfedemeyen, her türlü amaç ve fonksiyonlarını iyi bir şekilde belirleyememiş insanlar; mutluluk için en önemli koşul olan yetkinleşme amacına da sahip olamazlar. Farabi’ye göre de insanlar kapasitelerine göre yaşayabilecekleri en iyi yaşam seviyesine yakınlaşmadıkları sürece mutlu olamazlar. Farabiye göre, her insan ideal koşullar altında tam olarak geliştirebileceği birtakım belirli kapasite ve yeteneklere sahiptirler. Bir insan, bu yetkinleşme sürecinden uzaksa mutlu olarak değerlendirilemez. Bu insan, iyi hayat için kendisine yüklediği iyi amaçları gerçekleştiriyor olsa bile; en yetkin amaç olan gerçek mutluluğu kazanamaz. Çünkü kişinin sahip olduğu yetenek ve kapasiteleri geliştirmemesi, hem amaç hem de araç 338 Fârâbî; Fusul, s.59; T: s.46 Fârâbî; Fusulü, s.58; T: s.46 340 Fârâbî; Tenbih, s.52; T: s.31 339 123 bakımından eksik/yetkin olmama anlamına gelir. Ayrıca, yetkinleşme insanî yeteneklerin değişen bilgiye göre sürekli geliştirilmesine bağlıdır. Daha iyi hayata sahip olabilme amacı, yetkin amacın var olmasına bağlıdır. Mutluluk, dışımızda hazır olarak bizi bekleyen bir şey değildir. Tam tersi, mutluluk doğamızda ve doğamıza en uygun etkinliklerdedir. Farabinin de izleyicisi olduğu Aristo’nun; mutluluğun, insanoğlunun fonksiyonlarını tam olarak uygulamasına veya en azından fonksiyonlarına yakın olarak eylemde bulunmasına bağlı olduğunu söylemesi önemlidir. Aristoya göre insanların çoğu kendi fonksiyonlarının ne olduğunu bilmemektedir. Hatta onlardan birine tam anlamıyla sahip olabileceklerine bile inanmamaktadırlar. Bu yüzden ister mutluluğu fark etsinler, ister etmesinler, onlar asla mutluluğu kazanamazlar. Farabi' ye göre insanlar için en iyi olan yetkin hayat, filozofik yaşamdır. En yetkin amaç filozofça yaşam amacıdır. Yetkinleşme yolunda arzu edilen nihaî amaç yüce varlık hakkında bilgi edinmek olmaktadır. Bir kez bu bilgi elde edilince, bunun, bilenin mutluluğuyla sıkı bir bağlantısı olur. İnsan, belli bir bilgi ile Tanrı’yı bilince, Tanrı bilgisi demek olan gerçek mutluluğun O’nu bilen herkes için güvence altına alındığını kabul eder.341 Burada, mutluluk için gerekli olan İlk Yetkinlikle ilgili uzman görüşlerin zorunlu olup olmadığı meselesini bir kenara bırakarak, mutlulukla özdeşleşen İlk Yetkinliğin bilgisinin amaç olarak seçilmesi, mutluluğun yetkin bir amaç olduğunun bir başka delilidir. Bir iyinin yetkin bir amaç olması için o iyinin en yüksek iyiler arasında sayılması gerekir. Her hangi bir iyinin en yüksek iyi sayılabilmesi için a) Evrensel olarak arzulanması, yani şayet o iyi bütün yalınlığıyla ortaya konulabilmişse o iyiliği bütün insanların tereddütsüz bir şekilde tercih etmesi. b) Yetkin ve bir bütün yani onu değerli yapacak başka bir şeye ihtiyaç olmaması. c) Mükemmel bir şekilde tatmin edici olması, yani bütün yönleriyle geniş kapsamlı, çok yönlü olması gerekir.342 Farabi' ye göre “Yine biz mutluluğu elde ettiğimizde, mutluluktan sonra asla bir başka amaç için çalışmaya ihtiyaç olmadığını görürüz. Bundan anlaşılıyor ki mutluluk kendinden dolayı (li ecli zatihi) tercih edilir ve hiçbir zaman başka bir şey için tercih edilmez. Bundan açıklığa kavuşuyor ki mutluluk, iyiliklerin en büyüğü, en yetkini ve en 341 342 Oliver Leaman; Ortaçağ İslâm Felsefesine Giriş (çev: Turan Koç), Rey Yayıncılık, Kayseri 1992, s.229 Rupert Clendon Lodge; “The Platonic Highest Good (II)”, The Philosophical Review, Vol.36, Nov.1927, p.550 124 tercih edilenidir. Aynı şekilde mutluluğu elde ettiğimiz zaman onunla birlikte ondan başka herhangi bir şeye ihtiyacımızın olmadığını görürüz.”343 Psikolojik mutluluk söz konusu olduğunda ise ölçüleri soyut ve tek taraflı bir hayat yerine somut olarak dolu olan tatmin edici bir hayatın olması, tam aşkın ve formel bir hayattan ziyade zengin tecrübeye sahip bir hayatın olması ve tutarlılık, denge, ve objektiflik değerleri üzerinde kurulu bir hayatın olması şeklinde değişebilir. Tabii ki ideal mutlulukta olduğu gibi psikolojik mutlulukta da bu ölçütleri belirleyen zihnin organize edici ilkesidir. Psikolojik mutluluk da bile zihnin birleştirici ilkesine ihtiyaç vardır. Örneğin, çeşitliliğe dayalı zengin hayat tecrübesi şayet en yüksek iyi olarak kabul edilecekse bu hayatın da kendi içinde teke, tutarlılığa, dengeye, birbiriyle çatışan pozitif değerlerden hangilerinin alınıp, hangilerinin bırakılacağına karar veren sistematik bir bakış açısına, düzenleyici bir zihne ihtiyaç vardır. Bütün bu düzenleme ilkesinin iyilik idesiyle tutarlı olması gerekir. En Yüksek iyiyi izleyen bu hayat yetkin bir hayattır. En yüksek iyi veya hayatın en yüksek amacı kavramları bize davranışlarımızın, eylemlerimizin ve aktivitelerimizin hepsinin bu amaca hizmet ettiği anlamına gelir. En yüksek iyi veya hayatın en yüksek amacı kavramları insanın bir bütün olarak yüksek aktivitesinin, yani, bilgisini ve sanatını ifade eder.344 Aristo’nun Nikomakhosa Etik’teki amaçsal şemanın özeti insanın yetkin amacını kazanması gerektiğidir. “Bu amaçsal şema içerisinde, olan insan ile asıl doğasının farkına varmış insan arasında köklü bir karşıtlık vardır. Etik ise insanların, ilk aşamadan ikinci aşamaya nasıl geçebileceklerini anlamalarını olanaklı kılacak bir bilimdir. Bu nedenle, bu görüşe göre etik, belirli bir olanak ve edim anlayışını, belirli rasyonel bir hayvan olarak insanın özü anlayışını ve hepsinden önemlisi belirli bir insanî nihaî amaç (yetkin amaç) anlayışını öngörür.”345 Yetkin amaç öngörüsü bizi erdemlere götürür, “Çeşitli erdemleri öğütleyen ve bunlara karşılık gelen zaafları yasaklayan buyruklar, olanak halinden, edim haline nasıl geçeceğimizi, asıl doğamızın farkına nasıl varacağımızı ve asıl yetkin amacımıza nasıl ulaşacağımızı öğretir. Bunlara karşı gelmek, hüsrana uğramak ve yarım kalmak, elde 343 Fârâbî; Tenbih, s.48; T: s.27 Henry Sturt; “Happiness”, p.216 345 MacIntyre; Erdem Peşinde, s.88 344 125 etmeye çalışarak bir tür olarak bizlere özgü olan rasyonel mutluluğa ait iyiliğe ulaşmada başarısız olmak demektir. Sahip olduğumuz istek ve duygular, bu tür buyrukların kullanılmasıyla ve etik çalışmanın verdiği eylemsel alışkanlıkların geliştirip yerleştirilmesiyle eğitilmeli ve düzene sokulmalıdır. Akıl bize, hem asıl /yetkin amacımızın ne olduğunu ve hem de ona nasıl/bir yolla ulaşacağımızı öğretir.” 346 Aristo' nun bu amaçsal şeması Farabi’deşu şekilde alır: Potansiyel aklın biilfiil akıl ile, biil aklın faal akıl ile birleşmesidir. Potansiyel insan için, erdemli “olabilecek” insan durumuna gelmek ahlâkî bir zorunluluktur. Aynı şekilde şehrin, erdemli şehir olması şehir halkının ahlâkî olarak zorunlu görevidir. Aristo, bir yandan “insanca şeylerin amaç” olduğunu söylerken, öte yandan bu amacı yetkinliğe göre derecelendirmektedir. Bu türden bir yaklaşımın benzeri Farabi' de de gözlemlenebilir. Doğal aktiviteler insan mutluluğunun koşulları için hem zorunlu hem de yeterlidir. Çünkü yaşam aktiviteleri şayet tam olarak yapılırsa insanî yaşam durumu iyi hale gelebilir. Bu da Aristo' ya göre hemen hemen mutlu olma anlamına gelir. Ancak mutluluk konusunda etkin olan iki tür yetkinlik vardır: “ Mutluluk erdeme uygun bir etkinlik ise, en yüksek erdeme uygun olması akıllıcadır. Bu etkinlik de en iyiye özgü olsa gerek. İmdi bu ister akıl olsun, ister doğal olarak bizi yönettiği, yol gösterdiği, güzel, Tanrısal şeylere özen gösterdiği düşünülen başka bir şey olsun; ister kendisi Tanrısal bir şey olsun, ister bizdeki en Tanrısal şey olsun, onun kendine özgü erdeme uygun etkinliği tam (yetkin) mutluluk olsa gerek. Bu etkinliğin ise nazari etkinlik olduğunu söylemiştik… Erdeme uygun etkinliklerin en hoşu ise bilgeliğe uygun etkinlik, bunda uzlaşılıyor. Aslında felsefenin arılık, sağlamlık açısından en hayranlık verici hazları taşıdığı görünüyor. Yaşamak, hakikati bilenler için, onu arayanlardan daha hoş, bu da akla uygun. Kendine yeterlilik dediğimiz şeyde en çok nazari etkinliğiyle ilgili olsa gerek.”347 Aristo, sezgisel aklın yetkinliğine uygun yönetilen bir hayatın en mutlu hayat olduğunu söylemektedir. Diğer yetkinliklere, “karakter erdemine uygun yaşam ikinci sırada gelir”348 ve bu hayattan gelen mutluluğun da ikinci dereceden bir mutluluk olduğunu iddia etmektedir: 346 MacIntyre; Erdem Peşinde, s.88 Aristoteles; Nikomakhos, s.212–213 348 Aristoteles; Nikomakhos, s.215 347 126 “Akıl etkinliği teori ile ilgili olduğundan ötürü, erdemce farklılık taşır. Kendisi dışında hiçbir hedefe yönelmez, kendine özgü bir haz taşır, (bu da etkinliği kamçılar). Kendine yeterlidir, dingincedir, bir insan için olabildiğince kesintisizdir, mutlu bir kişiye yakışan bütün öteki özellikler, bu etkinliğe uygun görünür. Demek ki bir insanın tam (yetkin) mutluluğu bu olsa gerek: Ama hayatın tamamını kapsarsa, mutlulukla ilgili konularda tam olmayan bir şey olmaz. Ne varki bu tür bir hayat bir insanın doğasını aşacaktır. Çünkü bir insan olmakla değil, onda Tanrıca bir özellik bulunmakla, böyle yaşayacaktır. Bu, insan yapısında ne denli farklı ise, onun etkinliği de öteki erdemlere uygun olan etkinliklerden o denli farklı olur. İmdi akıl insandaki Tanrıca bir şey ise, akla uygun yaşam da insan yaşamındaki Tanrıca bir şey olacaktır. İmdi, insan olduğumuzdan, insanla ilgili şeylerle, ölümlü olduğumuzdan, ölümlülerle ilgili olan şeylerle ilgilenmemizi öğütleyenleri dinlememeli; kendimizi olabildiğince ölümsüzleştirmeli, bizdeki en üstün şeye uygun yaşamak için her şeyi yapmalı.”349 Aristoya göre eğer mutluluk bir yetkinliğin aktivitesi olacaksa, bu en değerli ve en üstününe uygun olan bir aktivite olmalıdır. Aynı zamanda bu ruhun en iyi bölümü olmalıdır. Bu sezgisel akıldır. Şayet sezgisel aklın aktiviteleri iyi bir şekilde yapılırsa, yani en uygun yetkinliğe uygun yapılırsa, o zaman bu yetkin mutluluk olur, (teleia eudaimonia). Aklın aktiviteleri ise temaşaîdir. İşte tam da bu temaşai aktivitedir ki Aristo, buna yetkin mutluluk demektedir.350 Bu metindeki gibi “uygun yetkinliğe göre” ifadesi çok önemlidir. Uygun yetkinliğe uygun bir şeyler yapmak; örneğin hem x’i iyi yapar; hem de onun bütün aktivitelerini ve yapıp etmelerini iyi yapar. Böylece teorik erdem, hem aklı hem de onun aktivitelerini, en son olarak onun temaşalarını iyi yapar. Bir başka deyişle, teorik aklın iyi yapmış olması, içsel aktivitelerin yetkinliğe uygun bir şekilde olmasını sağlaması açısından önemlidir.351 Özetlersek, Aristo ve Farabi' ye göre mutluluk yolunda erdeme uygun etkinliklerle ilerlenir. Ancak, gerçek mutluluk en yüksek erdeme göre yapılan eylemlerle elde edilir. Bu türden bir amaç yetkin bir amaçtır. Ruhun her bir kısmına karşılık gelen bir erdem olduğuna göre ve akıl da en iyi şey olduğuna göre, akla uygun eylemde bulunmak en 349 Aristoteles; Nikomakhos, s.214 Gavin Lawrence; “Aristotle and the Ideal Life”, The Philosophical Review, Vol.102, Jan.1993, p.18 351 Gavin Lawrence; “Aristotle and the Ideal Life”, p.18 350 127 yüksek erdemdir. Bu nedenle, insanlar etkinliklerini, etkinliklerin arkasındaki duygusal örgüyü, gerçek mutluluk için vazgeçilmez bir unsur olarak görmesi gerekir. 2.1.3. Mutluluğun Seçimlik Bir Amaç Olması Genel kanıya göre mutluluk; kişinin mutluluk anlayışına göre, hayatından tatmin olmasından ibarettir. Yine buna göre, mutlu insan, hayatla ilgili tatminini bir ömür boyu sürdürmeyi bilen insandır. Mutlu insanın en önemli arzusu tatmin olmaktır. Mutlu insan sürekli sevinci, neşeyi, hoşnutluğu ve hazzı tecrübe eden insandır. Böyle bir insan bütün hayatını olmak istediği gibi bir insan olma çabalarına adamıştır. Aynı zamanda, mutlu insan içsel çatışmalardan uzak kalmayı bilen bir insandır. O depresyon, bunalım, stres, tanımayan bir insandır. Mutlu insan hayatında karşı karşıya kaldığı büyük değişikliklerden etkilenmeyen, verdiği önemli kararlardan dolayı pişmanlıklar yaşamayan, kin, nefret, kıskançlık gibi negatif duyguların hayattan alması gereken zevkine engel olmasına müsaade etmeyen bir insandır. Mutluluk iki boyutludur. Birincisi tutumsaldır/tavırsaldır. Eylemler arasında parçalanmalar yoktur. Tüm eylemlerin arası tutarlılık erdemiyle bütünleştirilmiştir. Diğeri ise eylemleri meydana getiren bağımsız parçalar (veya diğer eylemlerle ilişkisi koparılmış parçalar) ve olaylar koleksiyonudur. Bu türden mutlu insan için parçalar, kişinin sahip olduklarından ve yapıp ettiklerinden aldığı tatmin için yeterlidir.352 Mutlu olmak için eylemler arasında tutarlılık erdemini aramaya gerek yoktur. Oysa ki tutarlılık erdemi sayesinde bir insan, bir bütün olarak hayatından tatmin olmayı öğrenir. Bir insanın hayatı, genel olarak nelere sahip olduğu ve neler yapıp ettiğinden oluşur. Bunlar, yetenekler, dostluklar, onurlar, iyiler, başkalarının saygısı, geniş anlamda başarılar, özel huzur duygusu, derin düşünme, doruk duygulanımlardır. İnsanın sahip olduğu veya olmaya çalıştığı tüm bu iyileri ve bu iyileri meydana getirmek için yapılan bütün eylemlerin arasındaki tutarlılık bağını sımsıkı bir hayat boyunca tutabilme başarısını gösterebilmek için seçimler yapmak bizi gerçek ve kalıcı mutluluğa yönlendirir. Bir yandan insanın “olmak istediği bir insan” vardır, öte yandan olmak istediği insanın isteklerinden oluşan geniş eylemler, olaylar, parçalar/episodlar yelpazesi vardır. Bu 352 John Kekes; “Happiness”, Mind, Vol.91, July 1982, p.358 128 parçalar/ episodlar olmaksızın tutumları, örneğin “olmak istediğim insan” olmayı sürdürmek mümkün değildir. Burada artık söz konusu olan istek ve arzular; bunların arasındaki seçimlerdir. “Olmak istediğimiz insan” olmayı herkes ister, ancak “olmak istediğimiz insan” için gerekli olanları yerine getirmek, çaba, seçim, tutarlık ve bazı isteklerden en büyük amaç için vaz geçmek gerekebilir. Aslında, bazı istekler önemli ve sürekli iken bazıları da geçici ve önemsizdir. Bu yüzden, hepimiz küçük isteklerimizin küçük tatminsizliklerini seçime dayalı bir hayat tarzıyla kolayca tolere edebiliriz. Derin düşündüğümüzde, bu küçük tatminsizliklerin bile mutluluk yolunda daha bir azimle yürüyebilmemiz için konulmuş istisnai şeyler olduğunu görürüz. Mutluluğun bedeli, genellikle tatminsiz istekleri, ruh halimizi kötü yapacak kadar takıntı yapmamak ve tatminsiz isteklerin nesnelerini seçmeye kendimizi zorlamamayı başarabilmektir. Önemli olan, yetkin amacımıza yardımcı olacak istek/arzularımız üzerinde yoğunlaşabilme sanatını kazanmaktır. Ancak, sabit fikirlilikle, ufuksuz bir bakış açısıyla, seçimlik olması gereken tutumumuzu bir kenera bırakarak, tek bir istek üzerinde yoğunlaşmaktan; bu istekleri elde ettikten sonra boşluğa düşmemize neden olacak isteklerden söz etmiyoruz. Biz insanı insan yapan, onun hayatını iyi hayat yapan isteklerden söz ediyoruz. İsteklerin sonsuz olduğunu ve hepsinin tatmin edilemeyeceğini biliyoruz. Bu nedenle, Farabi’nin mutluluk anlayışı; yok edilemeyecek sonsuz isteklerin, seçimlik bir amaç olan mutluluk için kullanılması gerektiğine dayanmaktadır. Bundan dolayı, mutluluğun seçimlik bir şey olduğunu unutmamak, Farabi’nin mutluluk teorisine ters düşmemek demektir. Hayat bizi durmadan seçimler yapmaya zorlar. Mutluluk, önemli isteklerin tatminini gerektirir. Önemli istekler de bir insanın hayatını ne yapmak istediğine bağlıdır. Genel anlamda, istekleri birincil ve ikincil istekler olarak iki kısma ayırıyoruz: Birincil istekler, ne yapmak, neye sahip olmak ve ne olmak istediğimize bağlı isteklerdir. İkincil istekler ise; koşullara, olaylara, yetenek ve kapasitelere bağlı olarak yapılan isteklerdir.353 Bir insana, insan olma kapasitesi verilmiştir, ancak bir Tanrı olma kapasitesi verilmemiştir. Bu nedenle, insan istekleri arasında seçim yapmaya zorunludur. Aynı şekilde hayatı da seçimlik bir hayat, amaçları da seçimlik bir amaç olmalıdır. Bir insan, kendi hayatını ne derece yönetirse, hayatına ne derece hâkim olabilir ve hayatını kontrol edebilirse, o 353 John Kekes; “Happiness”, p.360 129 derece, bilgiye dayalı seçimlerinden dolayı, onun bütün hayatı iyi hayat ve kendisi de mutlu insan olur. Aynı şekilde, bir insan ne derece hayatını az yönlendirirse o derece az mutlu hayatı kazanır. Bu nedenle, mutluluk, istekleri karşısında güçlü seçimlerde bulunmayı gerektirir. Bir insan ne derece güçlü seçimlerde bulunursa, o derece hayatına güçlü bir yön verebilir. En iyi amaç, bir başka şey için amaç olan değil, kendisi amaç olan şeydir. Kendisi için aranan, başka bir şey için aranmayan en yetkin seçime konu olan şeydir. Güçlü seçim ancak kendisi amaç olan bir şey için yapılan seçimdir. Kendisi amaç olan bir tek şey vardır. O da: mutluluktur.”354 İkincil isteklere gelince; haz ve acıya doğrudan ilgili olan isteklerdir. Bir insan hayatında birçok acıya mutlu olmak veya mutlu kalmak için tahammül eder. İlk etapta fiziksel ve psikolojik acılar parçalı/episodik olabilir. Ancak, bu tür acıların iyi ve yetkin bir amaç için seçilen ve tahammül edilen acılar olduğu sürece gerçek mutluluğa olan katkıları göz ardı edilemez. Bir insan, hangi isteklerin daha önemli olduğuna nasıl karar verecek? Aristo bu konuda şunu söylemektedir: “…Eğer bu böyle ise insanî iyi, ruhun erdeme uygun etkinliği olur. Üstelik hayatın sonuna kadar etkinliği… Ayrıca insanın işinin beli bir yaşam (iyi hayat) olduğunu, erdemli insana yakışanın bunları iyi ve güzel bir biçimde yapması olduğunu, her şeyin ise kendine özgü erdeme göre yapılırsa, iyi gerçekleştirilmiş olduğunu ileri sürüyoruz.” 355 Böylece anlıyoruz ki, bir insan bir amacı elde etmek için hayatını plânlamalı, onu seçimlere dayandırmalıdır. İşte, önemli istekler dediğimiz şeyler de bu amaca bağlıdır. Aristo, aynı zamanda, bu amacın ne olduğunu bize anlatır: Bu amaç erdeme göre ruhun aktiviteleridir. Ancak birden fazla değer varsa, en iyi ve en yetkin olanına göre bu amaç belirlenir. Tekrar Aristo’ya bakarsak; “ akla göre düzenlenen hayat en iyi hayat ve en hoş hayattır. En mutlu yaşam da budur”356 dediğini okuruz. Bu yüzden, akla göre düzenlenmiş hayat en mutlu hayattır. Aristo, bu aklın nazarî olduğunu açık bir biçimde ifade eder. 354 Aristoteles; Nikomakhos, s.9 Aristoteles; Nikomakhos, s.11 356 Aristoteles; Nikomakhos, s.215 355 130 Farabi’nin, “amacı” yetkin ve iyi bir amaç olarak ortaya koyduğunu biliyoruz. Burada, amaçla ilgili ucu açık iki farklı yoruma yol açan metinlerle karşılaşıyoruz. Birbirinden farklı bu iki yorumun seçimle ilgili bir problem oluşturduğunu dikkatlere sunmak istiyoruz. İnsanın önünde birçok amaç vardır. “İyi ve tercih edilir olmaları sebebiyle arzu edilen amaçlar çok olduğuna göre, mutluluk tercih edilen en iyi şeylerden biridir.”357 Fakat insan, mutluluğu, yine bununla değil, tam tersi bütün yaptıklarında ve baştan sona bütün hayatında iyiyi iyi olduğu için tercih etmesiyle elde edebilir.”358 “Bütün bunlara rağmen, insan bazen bütün yapıp ettiklerinde iyiyi iyi olduğu için değil, tam tersi onunla zenginlik veya başka bir şey elde etmek için tercih eder. Ancak iyi iyi olduğu için amaçlanmadığı zaman bu türden bir iyiyle de mutluluğa ulaşılamaz. İnsan ancak iyiyi sadece iyi olduğu için tercih ettiğinde, yani onunla zenginliğe, yönetmeye ya da benzeri bir şeye ulaşmayı amaçlanmayıp bizzat kendisi için tercih ettiğinde mutluluğa erişilebilir.”359 İnsan bu amaçların bir kısmının peşine düşer, bir kısmını ret eder, bir kısmını erteler bir kısmını da uzun bir vadeye yayar. Kısacası insanlar amaçları elde etmek için bir hayat plânı yaparlar ve hayat o plânına göre en önemli amaçlarını elde etmek için aktivitelerde bulunurlar. Böyle bir plânın takip edilmesi kabaca, bununla mutluluğun kazanılması anlamana gelir. Mutluluk, şayet böyle bir yolla kazanılamaya çalışılıyorsa, tamamen içsel kapsamlı bir amaç olur. Dış kapsamın söz konusu edilmemesi gerekir.360 Farabi, bir yandan mutluluğun içsel iyi kapsamı üzerinde dururken,361 öte yandan mutluluk kavramıda dışsal boyutu üzerinde durur. Nitekim Farabi, bunu değişik biçimlerde “insan kaynaklı” şeklinde pekiştirmek ister. “ İradi (istenerek yapılan) iyilik ve iradî kötülük, yani güzellik ve çirkinlik özellikle insanlardan kaynaklanır.”362 İnsan, mutluluğun, başta nazarî olmak üzere, amelî düşünme, arzu, öfke, hayal ve duyum olarak bu beş gücünü kullanarak iradî ve seçime dayalı iyi olarak ortaya çıkmasını sağlayabilir. Hatta Farabi, mutluluk kavramının elde edilmesinde “arzu gücünün kullanımından” dolayı buna “iradî iyilik”363 adını verirken, 357 Fârâbî; Tenbih, s.47; T: s.26 Fârâbî; Tenbih, s.51; T: s.30 359 Fârâbî; Tenbih, s.51; T: s.30 360 John Kekes; “Happiness”, p.363 361 Fârâbî; Tenbih, s.47 T: s.26 362 Fârâbî; Siyâse, s.73; T: s.39 363 Fârâbî; Siyâse, s.73; T: s.39 358 131 akla dayalı olan seçime ise ihtiyar adını verir.364 Sonuçta, anlaşılıyor ki, mutluluk iradî ve seçime dayalı bir şeydir. Bu durumda Farabi'ye göre, mutluluğu kazanmak iradeyi kullanmaya ve amaçlar arasında akla dayalı bilinçli seçimler yapmaya bağlıdır. Fakat Farabi’nin mutluluğu faal akılla ilişkilendirdiği metinleri bize, ilk etapta, mutluluğun iradî veya seçimsel olmadığı, faal aklın verdiği bir şey olduğu ve amacın dışardan dayatılmış bir amaçmış gibi bir izlenim bırakabilir. Ancak gerçek böyle değildir. Faal akıl sadece insandaki potansiyel gücü ilk harekete geçiren bir güçtür. Bu nedenle seçimi gölgeleyecek bir özelliğe sahip değildir. Farabi' ye göre “Mümkün varlıkların, varlıklardan kendilerine henüz verilmemiş olanlara kendi başlarına yönelip ulaşma yeterlilikleri yoktur. Çünkü onlara sadece ilk madde verilmiştir. Varlık verildiği zaman da, kendi başlarına varlıklarını koruma yeterlilikleri yoktur. Karşıtı olan şeyde kendi varlığının bir parçası bulunduğu zaman da, onu geri almak için kendi başına çaba harcaması mümkün değildir. Durum böyle olunca, onlardan her birini dışarıdan hareket ettirecek ve yöneltecek bir yapıp edene (fail); varlıktan elde ettiği şeyi koruyacak birine zorunlu olarak gerek vardır.”365 Faal Aklın gördüğü işe gelince, Farabi bu konuda şunları söyler: “Düşünen canlıyı görüp gözetmek ve insan için erişilmesi gereken yetkinlik mertebelerinin en yükseğine yani Yüce Mutluluğa (es-seadetu’l-kusva) ulaştırmaktır. Böylece, insan, Faal Akıl düzeyine çıkar. Bu da, ancak, varlığında kendinden aşağıda bulunan cisim, madde ve araz gibi başka hiçbir şeye, muhtaç olmaksızın, cisimlerden bağımsız olarak gerçekleşmek ve bu yetkinlik üzere sürekli kalmakla olur.” 366 Ayrıca Faal Aklın bir başka iş veya işlevi daha vardır. Farabi' ye göre, işlevleri arasında, rüya yoluyla bilgilendirmek ve üstün insan meydana getirmek de vardır. “Faal Aklın, uykuda tahayyül gücüne verdiği bu tikellerden, doğru rüya çıkar.”367 Farabi' ye göre böylece “aziz ve yüce Tanrı tarafından Faal Akl’a taşan şeyi Faal Akıl kazanılmış akıl vasıtasıyla edilgin akla ve sonra muhayyile kuvvetine geçirir. Ve bu insan, Faal Akıl'dan edilgin akla taşan, feyz eden şeyle, bilge bir insan, bir filozof, tanrısal nitelikli bir akıl kullanan yetkin bir düşünür, Faal Akıl'dan muhayyile kuvvetine taşan, feyz eden 364 Fârâbî; Medine, s.105; T: s.59 Fârâbî; Siyâse, s.60; T: s.26 366 Fârâbî; Siyâse, s.32; T: s.2 367 Fârâbî; Medine, s.122; T: s.65 365 132 şeyle de bir peygamber, geleceği bildiren bir uyarıcı, hâlihazırda var olan tikeller hakkında bilgi veren bir haberci olur.”368 Konuyu geniş anlamda değerlendirirsek, faal aklın bu geniş işlevlerinin, seçimi öznel anlamda gölgelemekte ve insanın içsel iyilerini kendi elde etme sınırlarını daralttığı düşüncesini akla getirebileceğini söyleyebiliriz. Ancak faal akıl meselesinin, Farabi' de seçimle ilgili bir sorun teşkil etmiş olabileceği konusunda hiçbir işaret görmüyoruz. Çünkü Faal Akıl, bir akıl olarak insanın seçim yapmış kabiliyetinin kaynağı ve destekçisidir. Onun sesini daraltmak şöyle dursun, hep seçerek yaşamanın gücünü insana sağlayan odur. Bekli de bunun nedeni, Farabi’nin eylemlerde olduğı gibi, evrensel varlığı parçalamamak adına, ay üstü ve ay altı âlemin arasındaki ontolojik geçişi “zorunlu” olarak faal akıl aracılığıya kurmaya çalışmasından kaynaklanmaktadır. Böylece Farabi, evrenin ve kendisinden evrenin taştığı İlk Nedenin ontolojik bütünlüğüne dair görüşülerinin tutarlı kalmasını sağlamış olur. Ayrıca faal akla üstün insan ortaya çıkarma gücünün de verilmiş olması onun evrendeki her varlığın bir üst varlığını örnek almasından kaynaklanmaktadır. Gerçektende ahlâkî hayatın her zaman bir üstün modele ihtiyacı vardır. Bu ihtiyaç hem tahayyül gücünün taklit etme yeteneğinden, hem de böylece insanlara da bir üst model yaratılarak, onların ahlâkî hayata daha kolay katılımda bulunmaları sağlanmış olmaktadır. Hayat plânlaması için seçimlerin önemine değinmekte fayda vardır. Mutluluğun tamamen içsel kapsamlı bir amaç olduğu yoluyla yorumlanması aklın gelecek mutluluğun kazanılması için bir hayat plânı inşa etmesi (belirli hayat der, buna Aristo) , bu hayat plânı için seçimler yapılması gerekir. Bu hayat plânı için seçimler yapmakta teorik olarak hiçbir sorun yok gibidir.369 Mutluluk tarihi tecrübelerine baktığımızda, tarih boyunca mutluluk için karşımızda iki yol gözükmektedir. Birincisi en yetkin amaca göre yaşamak ve buna göre seçimlerde bulunmak. İkincisi ise, nasıl olsa öleceksin ye, iç ve evlen; endişelenmeye gerek yok şeklinde kabaca özetlenebilecek yoldur. Bazen de insanlar bu yollardan sadece birini izleme, iki yolu da sentezleyerek aynı anda izleme seçimini yapmışlardır. 368 Fârâbî; Medine, s.124; T: s.76 Ayıca Bk. Nicholes White; “Conflicting Parts of Happiness in Aristotle’s Ethics”, Ethics, Vol.105, Jan.1995, p.270 369 133 Birinci yolda vurgu ideal/gerçek/sonsuz en yüksek mutluluğa yapılmıştır. Geçmişimize baktığımızda, her birimizin geleceğe yönelik bir takım amaçlar belirlediğini, bugün geldiği konumu o günden seçtiği amaçlarına borçlu olduğunu gözlemleyebiliriz. Burada insanın gelecek mutluluğu seçmesi, şimdi için yaşamak yerine gelecek için, idealleri, amaçları için tercihlerde bulunması ve mutluluğunu bu seçimlere bağlaması önemlidir. Ancak ne yazık ki, çok az insan tatmini ideallerde ve yüksek amaçlarda arar. Bunun bir nedeni de insanların mutluluk kavramı, mutluluk teorileri üzerinde fazla kafa yormak istememelerinden kaynaklanmaktadır. Bu konu da kafa yoranlar, genelde hayatlarını ideal diye inandıkları kavramlara göre yönlendirmektedirler. Bunlardan her birinin hayatını ideal kavramlara göre düzenlemesi iki şekilde gözlemlenebilir. Bazıları, ideal kavramları için iç ve dış koşulları aktif bir biçimde iyileştirmeye yönelirler. Bazıları da, pasif yönelime girerler. Bunlar, koşullarını iyileştirmek bir yana, onların yönelimi, daha ziyade kendi iç dünyalarını bütün koşullardan tatmin olmaya yönelik olduğu için dış dünyadan hiçbir şey beklemezler. Bu durumda, amaçları elde etmek, koşullarını aktif bir biçimde değiştirmek için seçimlerde bulunanlar ile amaçlarını elde etmek için koşulları değiştirmek bir yana, başka bir deyişle dış dünya koşullarıyla uğraşmak yerine, enerjilerini sadece iç dünyalarına yönlendirerek Aristo' nun “temaşa hayatı” diye isimlendirdiği hayatı seçmeyi tercih ederler. En yüksek iyiyi amaçlayıp bu amaç için aktif yönelimde bulunmak, karaktere rağmen başarıya vurgu yapmak veya her türlü mutluluğu da inkâr etmek anlamına gelmez. Tam tersi, burada asıl vurgu, amaçlar seçimi yapılmaksızın, gerçek mutluluğun elde edilemeyeceğinedir. Bir amacı hedefleyip, pasif yönelimde bulunanlara ise kendi mutlulukları için tahayyül dünyalarını zenginleştirmenin ve sanatsal erdemleri geliştirmenin dışında bir yol kalmamaktadır. Bazen, mutluluk insanın kapasitesiyle orantılıdır. Bu nedenle “Her insanın mutluluğu, onun sahip olduğu kapasitesiyle ilişkilendirilip yargılanmalıdır”370 denilmiştir. Mutluluk tarihinin ikinci yolu ise, tamamen arzuların tatminine dayanan bir yoldur. Bunlara göre mutluluk için ideallerin ve amaçların seçilmesi için ayrıca kafa yormaya değmez. Asıl olan gördüğün, duyduğun, dokunduğun, işittiğin şeyin tadını çıkarmaktır. Mutluluk için gerekli olan tek şey, bizde zaten var olan duyguların tatmin edilmesidir. Ayrıca seçim gibi bir başka aktiviteye gerek yoktur. Bu nedenle, gelecek mutluluk için 370 John Moffitt Jr; “The Pursuit of Human Happiness ”, Ethics, Vol.49, Oct.1938, p.11 134 ideal dünyanın reel dünyayı belirlemesine izin vermek, ideal dünya için reel hazlardan vaz geçmek gereksizdir. Seçim yaparken her iki yol için de iki aşırılık söz konusudur. Mutluluğun birinci yolunda pür idealizm noktasına varacak şekilde aşırıya gitmek; şimdiki anın mutluluğundan kopup, mutluluğu tamamen gelecekte arama tehlikesi vardır. İkinci yoldaki aşırılık ise tamamen duyulara teslim olmak, hazları doğru kullanmaya yarayan ölçülülüğü devreden çıkarmak, şimdiki an içerisinde mutluluk aramak, gelecek kavramını bellekten silmek ve tam materyalist bir eğilime girmek aşırılığı vardır. Her ikisi de kötüdür. 2.2. İLİŞKİLERİ AÇISINDAN MUTLULUK 2.2.1. Mutluluk - Erdem İlişkisi Sokrates; iyinin, sahibini daima mutlu ettiği kanısındadır. Ona göre bu iyiler; zenginlik, sağlık, güzellik, yeterli bir şekilde bedene yardımcı olan her şeyi içermektedir. Aynı şekilde soyluluk, güç, onur, ölçülülük, adalet, cesaret, erdem ve iyi talih de iyilerdendir. Bunların her birine sahip olmayı düşündüğümüzde, Sokrates'e göre hiçbir şey erdeme sahip olmaktan daha değerli değildir. Aynı şekilde hiçbir şey, cehaletten daha kötü değildir. Bütün bu iyiler sıralamasından ve bu argümanlardan sonra Sokrates' e dayanarak şunu söyleyebiliriz. “Erdem sahibini mutlu yapacak tek şeydir. Buna karşı cehalet sahibini mutsuz eden tek şeydir.”371 Sokrates de aynı şeyi, “Erdem bizi iyi ve mutlu yapar.”biçiminde söylemektedir. Sokrates, iyi şey sahibini mutlu eder. Tek iyi bir şey vardır, o da erdemdir. Erdem eksikliği ise Sokrates’e göre cahil ve mutsuz olmakla eş anlamlıdır. Aynı zamanda, cehalet kötülükle eş anlamlıdır. Böylece, erdemli olmayan kişi kötü kişidir. Bu yüzden, Sokrates’e göre aynı şekilde kötü huy gerçekten kötüdür ve bundan dolayı da sahibini mutsuz yapan tek şeydir. 372 Sağlık, zenginlik, onur vb. kendinden değerli olan şeyler değildir. Fakat bunlar mutlulukta önemli rol oynarlar. Şayet bunlar cehalet tarafından yönlendirilirse kötüdür, erdem tarafından yönlendirilirse iyidir. Bir başka açıdan bunlar mutluluk ve mutsuzluk 371 372 Panos Dimas; “Happiness in the Euthydemus”, The Journal of Philosophy, October, 2001, p.2 Panos Dimas; “Happiness in the Euthydemus”, p.3 135 için “ kolaylaştırıcılar” konumundadırlar. Zenginlik, kolaylıkla birini mutlu edebileceği gibi aynı zamanda kolaylıkla mutsuz da edebilir. İyi insan bunlarla daha iyi olur, kötü adamsa bunlarla daha kötü olur. Farabi'de, ilerde değineceğimiz üzere “kolaylık (sühulet)”373 kavramını kullanmaktadır. Panos Dimas buna “kolaylaştırıcılar tezi” (facilitators thesis) adını vermektedir.374 Kolaylaştırıcılar tezini ileri süren Dimasa göre; her ne kadar kolaylaştırıcılar tek başına bir insanı mutlu veya mutsuz yapamasa da, onlar iyi öznenin mutluluğunu ve cahil öznenin de mutsuzluğunu sadece çoğaltırlar. “Bir insanın, tabii olarak, doğuştan, bir dokumacı veya bir kâtip olarak yaratılması mümkün olmadığı gibi, ta başlangıçtan itibaren bir erdem veya bir eksikliğe sahip olarak yaratılması da mümkün değildir. Ancak, tıpkı yazma sanatının… Eylemleri kendisine kolay geldiği, tabii olarak mütemayil (ve hazır) olması mümkün olduğu gibi, erdem veya aşağılıkla ilgili eylemlerin… Daha kolay olmasından dolayı, onun, erdem veya aşağılık durumlarına, tabi olması mümkündür.” 375 Yatkınlıklar da iyi veya kötü eylemi yapmada bize kolaylıklar sağlarlar. “ Şehrin her yurttaşı, ya kendi bilgisiyle ya da yöneticinin kılavuzlaması ve yönlendirmesiyle kendisine verilen işi yapınca, eylemleri ona nefsi ile ilgili iyi yatkınlıklar kazandırır. Tıpkı bir insanın, nefisle ilgili bir yatkınlık olan güzel yazma sanatını, güzel yazma işlemini sürdürerek kazanması gibi. O, bu uygulamayı ne kadar sürdürürse, yazma yetkinliği de o ölçüde güçlenir; kendisinde gelişen bu yatkınlıktan ne kadar çok zevk alırsa, nefsinin hoşnutluğu da o kadar artar. Gene, bilinen ve mutluluğa yönelik eylemler, nefsin doğuştan mutluluğa yatkın kısmını güçlendirir, onun etkin ve yetkin olmasını sağlar, elde edilen bu yetkinleşmeden doğan güç onu maddeden özgür kılabilir. Maddeden bağımsız olduğunda, maddenin yok olmasıyla o yok olmaz; çünkü varlığını sürdürmek için artık onun maddeye ihtiyacı kalmaz; işte o zaman mutluluğa erer.”376 Aristo, “İnsan için iyi nedir?” sorusuna para, onur, hazdır türünden verilen cevaplara karşı güçlü argümanlarla karşı çıkar. Kendisinin bu iyiye verdiği cevap “eudaimonia”dır. Aristo’nun bu kavramını başka bir dile çevirmek zordur. O genellikle bu kavramla kutluluk, mutluluk, ya da refahı kast eder. “ eudaimonia”, iyi durumda 373 Fârâbî; Tenbih, s.65; T: s.42 Panos Dimas; “Happiness in the Euthydemus ”, p.3 375 Fârâbî; Fusul, s.31; T: s.32 376 Fârâbî; Siyâse, s.81; T: s.46 374 136 olma ve iyi durumda iken iyi şeyler yapma hali veya bir insanın kendi içinde ve Tanrısal olanla ilişkisinde kendinde huzur hissetmesi, kendini beğenmesi hali denilebilir.”377 Erdemler, tam anlamıyla, sahip olduğunda, bireyin mutluluğa ulaşmasını olanaklı kılacak, eksikliğinde ise bu amaca doğru ilerleyişini sekteye uğratacak niteliktedir. Erdemlerin hayata geçirilmesinin, insan için iyi olanı başarma, mutluluğu kazanma için bir araç olduğu açıktır.378 Ancak sorun da içermiyor değildir. Çünkü amaç ve araç ilişkisinde biz amaca en uygun aracı keşfettiğimizi düşündüğümüz anda bile, değişimden etkilenmesinden dolayı aracın en uygun araç olamadığı ikinci bir durumla hemen karşı karşıya kalabiliriz. Bu da böyle sürüp gidebilir. Bu durumda en uygun aracın bulunması imkânsızlaşır. Bu durumda, mutluluk ve erdem arsındaki ilişki içsel bir ilişki olmak durumundadır. Amaç ve araç ilişkisinin içsel olduğundan daha önce söz etmiştik. “Ahlâkî erdemler ve diğer erdemler arasında da ayırım yapmak gerekir. Ahlâkî erdemler mutluluğun temel erdemleridir ve diğer erdemler olsa bile bu erdem olmaksızın yeterli mutluluğun sağlanması mümkün değildir. Diğer erdemler ahlâkî erdemleri destekler ve güçlendirirse böylece diğer bütün erdemlerden de yeterli mutluluk elde edilebilir. “İyi olan erdemli bir amacın gerçekleştirilmesinde, en yararlı ve en güzel olan şeyin keşfedilmesini sağlayan bir erdeme sahip olan kişinin (bu keşfedilen şey ister insanın kendisi için istediği hakikî bir iyi olsun, ister bir başkasının sahip olmasını istediği hakikî bir iyi olsun, isterse isteyen kişinin iyi olduğunu zannettiği bir iyi olsun) ahlâkî bir erdeme sahip olmaksızın bu kuvvete sahip olamayacağı açıktır. Çünkü başkaları için iyi olanı isteyen bir kimse, ya gerçekten iyidir veya aslında iyi ve erdemli olmamakla birlikte kendileri için iyiyi istediği kişilerce iyi olduğu zannedilendir. Aynı şekilde kendisi için gerçekten iyi olanı isteyen kimsenin fikrî bakımından değil, ahlâkî karakter ve eylemleri bakımından iyi ve erdemli olması gerekir.”379 Ahlâkî erdemlerin, sahibini mutlu ettiği açık gözükmektedir. Çünkü ahlâkî erdemler sahibini ahlâkî anlamda iyi yaparlar. Fakat ahlâklılığın/iyi olmanın bizi neden mutlu ettiği sorusunun cevabı açık değildir. Bunun üzerinde biraz duralım. 377 MacIntyre; Erdem Peşinde, s.223 MacIntyre; Erdem Peşinde, s.223 379 Fârâbî; Tahsîl, s.153; T: s.72 378 137 “Ahlâkın iyi mi, kötü mü olduğunu bilmemizin yolu, hangi eylemi yaptığımızda bize haz verdiğine ve hangi eylemi yaptığımızda bize acı vermediğine bakmamız ve iyice düşünmemiz (teemmül) gerekir. Bununla ilgili bilgiye ulaştığımızda, onun iyi ahlâktan çıkan bir eylem mi, yoksa kötü ahlâktan çıkan bir eylem mi olduğuna bakarız. Eğer o, iyi ahlâktan meydana gelmiş ise iyi bir ahlâka; kötü bir ahlâktan meydana gelmiş ise kötü bir ahlâka sahip olduğumuzu söyleyebiliriz. Bu yolla, bizde bulunan ahlâkın hangi ahlâk olduğunu öğreniriz.”380 Bu durumda haz ve acı ahlâkî iyi ve ahlâkî kötü hakkında bize bilgi verir. Bu başlangıç noktası işimizi kolaylaştır. Hazzın ve acının gizli ve açığını, uzak ve yakınını, bilgi gücüyle kendimiz için aynı düzeye getirdiğimizde, işimiz daha da kolaylaşır. Çünkü onlardan gelecek tehlikeye karşı güvende olmuş oluruz. Bu durumda sorunun cevabı kendiliğinden gelir: Doğamız iyi olandan haz duyar, doğamıza uygun olmayandan ise acı çeker. Haz iyi, acı ise ahlâkî anlamda kötüdür. “Özgür insanlar haz ve acıyı bir araç olarak kullanmak suretiyle iyi eylemi yapmayı ve kötü eylemi terk etmeyi kendilerine kolaylaştırmak istediklerinde, haz ve acının gizli ve açığı da onlar için aynıdır. Çünkü onları kötüye davet eden hazlar, onların iyi düşünmelerinin özelliği gizli olmak olanı, genellikle, açık olanın seviyesine getirdiği için, açık olanla bastırıldığı gibi, acı, gizli olan bir acı olsa bile yine onunla da bastırılır.” 381 Farabi’nin mutluluk sistemi, mutluluk ve erdem kavramını; güzelin, faydanın ve hazzın, bu üç kavramdan gelen hazların doğru kullanılması koşuluyla temellendirmiştir. Farabi, yer yer iyi kavramını haz terimi içerisinde kullanır. Haz, mutluluk ve erdem kavramı arasında köprü ilişkisi konumundadır. Çünkü insan erdemli davranışlarını rast gele değil, bilerek isteyerek ve haz alarak yapması gerektirir. Sanatla analoji yaparak şunları söyler: “Bu üç sanattan her birinin insana özgü bir amacı vardır. Sanatın insanî amacı üçtür. Haz veren, faydalı olan ve iyi olan (sanatlar). Haz veren, ya da iyi olan şey faydalıdır. Şehirlerde uygulanan sanatların amacı, faydalıyı elde etmektir. Hayat tarzlarından birinin seçilmesine ve seçileni yapma gücünün elde edilmesine araç olan sanatların amacı iyiyi kazanmaktır.”382 “O halde bütün sanatların ya iyiyi, ya da faydalıyı amaçladığı artık açıkça ortaya çıkmıştır.” 383 380 Fârâbî; Tenbih, s.63; T: s.40 Fârâbî; Tenbih, s.71; T: s.48 382 Fârâbî; Tenbih, s.74; T: s.50 383 Fârâbî; Tenbih, s.75; T: s.51 381 138 Farabi, fayda kavramını sanatla ilişkilendirirken, J. S. Mill’in fayda kavramını mutlulukla özdeşleştirdiğine dikkat çekmekte fayda vardır. “ Fayda yahut en büyük mutluluk ilkesini ahlâkın temeli olarak kabul eden görüş, hareketlerimizi, bize vermekte oldukları mutluluk nispetinde iyi sayar. Mutluluğun zıttı olan şeyleri getirdikleri nispette kötü sayar. Mutluluktan haz yahut acının yokluğu kast olunur.”384 İki görüş arasındaki fark; birincisinde ilişkilendirme, ikincisinde ise özdeşleştirmedir. Birincisinde, mutluluk ve erdem ilişkisi kolaylıklar meselesidir, ikincisinde ise mutluluk ve erdem ilişkisi haz olmazsa ilişkinin de olmayacağı meselesidir. Biz, nesneyi bize verdikleri hazdan dolayı iyi diye nitelendiriyoruz. Buna karşın, nesneyi iyi kabul ettiğimiz için onları haz olarak nitelendirmeyiz. Bundan dolayı iyiliğin bizi mutlu ettiğini ve bunun hazla aynı şey olduğunu söyleriz. Bundan, gerçekte bizi mutlu eden şeyin haz olduğu sonucunu çıkarırız. Bu görüşe göre erdem mutlulukla olan ilişkisinde sadece bir araçtır. En basit örnek olarak bilginin sahibine mümkün olduğu kadar hayatı boyunca yeterli hazzı vermek için destekleyici ve kolaylaştırıcı bir araç oluşudur. Ancak, bilginin bizi iyi yaptığına dair Sokratik görüşe katılamıyoruz. Aynı şey, fayda ve kolaylaştırıcıları (bize haz veren şeyleri) doğru kullanmak için de geçerlidir. Bir şey bir insanın mutluluğunu ilerletiyorsa, o şey faydalıdır. Mademki, haz bizi mutlu yapan şeydir, öyleyse faydalı olmak öznenin hazzını destekleyen bir şeydir. Bu yüzden, nesneden hem en iyi şekilde faydalanmak hem de münkün olan en uzun süreli hazzı almanın yoludur. Bu yolla, erdemin mutluluğu neden koruma özelliğine sahip olduğunu ve neden erdemli öznenin kolaylaştırıcılar sayesinde daha mutlu olduğunu anlarız. Erdemin kendisi, insanın nihaî amacı olmamakla birlikte, var olan hayat formunun özsel bir parçasıdır. İyi bir insan, erdemli bir etkinlikten haz alır ve buradan haz doğrudan gelir. Popüler anlamda insanın rahat etmesi, refaha kavuşmasını sağlayacak, yerinde davranma için bir miktar dışsal iyiye ihtiyaç olduğu açıktır.385 Erdem içeren bilginin, hazzı üreten bir araç olduğunu ve hazzın bizi mutlu yaptığını, bundan dolayı da erdemli öznenin ancak erdemle mutlu olacağını varsaymamız makul gözükmektedir. Bununla birlikte Sokrates, kolaylaştırıcılara erdemler eşlik etmeksizin her hangi bir fayda 384 385 J.S. Mill; Faydacılık, (çev: Nazmi Coşkunlar), Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1986, s.10 MacIntyre; Ethik’in Kısa Tarihi, s.74 139 üretemeyecekleri konusunda ısrarlıdır. Çünkü bilgi Sokrates’te zaten erdem anlamına gelmektedir. Bununla birlikte dikkat çekmemiz gereken önemli bir nokta daha vardır. Onun görüşüne göre mutluluk ve erdem arasında bizi mutlu edecek tek şeyin erdem olduğu şeklinde olan bir ilişki iddiası yoktur. Aynı zamanda, erdemin mutluluğumuz için garanti olduğu iddiası da değildir. Onun iddiası sadece erdemin varlığı, bizi “mutlu kılar, mutlu yapar” şeklindedir. Başka bir deyişle, onun iddiası sadece erdemin varlığı bizi mutlu kılarla ilgilidir, erdem mutluluğun tek unsurudur gibi bir iddia yoktur. Cehalet ve mutsuzluk arasıdaki ilişki ise, mutluluk ve erdem arasındaki ilişki gibidir. Şayet erdem mutluluğun bir ögesi ise, aynı şekilde cehalet de mutsuzluğun inşa edici bir öğesidir. Erdem ve mutluluk arasındaki ilişki, özdeşlik ilişkisi değildir. Fakat Epikür, erdem ve mutluluk arasındaki ilişkiyi özdeşlik ilişkisine dayandırır. Ona göre erdem peşinde koşmak, mutluluk peşinde koşmakla özdeştir. O, mutluluğu hazla özdeşleştirir; ancak hazların aşırılığı acıya neden olduğundan, hazın sınırlanması gerektiğine inanır. Hatta hedonistlerden bazıları ( örneğin Hegesisas, Poper) hayatın amacının hazzı artırmaktan ziyade acıyı azaltmak olduğuna inanırlar. Stoa’ya göre, erdem ve mutluluk arasındaki ilişki özdeşlik ilişkisidir. Ancak stoada erdem, akla göre yaşamla özdeştir. Erdem tek başına mutluluk sağlayabildiğine göre, erdemin dışında hiçbir şey değer sayılmaz. Erdemli yaşama, iyiyi isteme biricik ödevdir. Mutluluk, erdemle, iyi ve yararlı olan, ödev ve akla uygun eylemle birliktedir; erdemin dışında bir iyi olamadığı gibi, erdemin içinde ve erdem için bir kötü olamaz. Erdem biricik iyidir, mutlu olmak için erdem yeterlidir. Erdem mutluluğun bütün koşullarını kendi içinde taşır.386 Farabi' ye göre, mutluluk - erdem ilişkisi bir birini gerektiren iki unsur ilişkisidir. MacIntyre’ın Platon' un ve Aristo’nun mutluluk erdem ilişkisi için yaptığı yorum, kanımca Farabi için de aynen geçerlidir. “ Erdem bir şekilde mutluluğa götürmedikçe bir amaçtan yoksundur, amaçsız hale gelir; mutluluk bir şekilde erdem pratiğine bağlı olmadıkça, insanların oldukları varlık türü için mutluluk olmaz, ahlâkî hale gelmiş bir 386 Bedia Akarsu; Ahlak Öğretileri, Remzi Kitabevi Yayınları, İstanbul 1982, s.61 140 insan doğası için bir doyum oluşturamaz. Mutluluk ve erdem ne basitçe özdeştir ne de bir birinden bağımsızdır.”387 Mutluluk - erdem ilişkisinin bütün pratiğiyle ortaya çıktığı alan, toplumsal alandır. Toplumsal hayat biçimleri, bu iki kavramın kendisine bağlı olduğu bir başka kavramdır. Toplumsal hayat biçimleri ve toplumsal kuralları erdemlere göre kurulmuş toplum üyeleri için, hem mutluluk amacını izlemek hem de medenî kurallara uymak bireyde çelişki ortaya çıkarmaz. Birey mutluluğu kazanmak için modern insanın başına gelen bir trajedi olan hayatının parçalanmasına maruz kalmaz. Modernlik “İstekler/ihtiyaçlarla doludur, gittikçe yeni ihtiyaçlar, daha önce hiç hissedilmemiş ihtiyaçlar yaratıyor. Yeni bir malzeme bulunca, kendi kendisini tatmin için, tedavi edebileceği yeni hasatlıklar ve karşılayabileceği yeni özlemler yaratıyor.”388 Dolayısıyla insanlar, israfla sarhoş olmuş durumdadır. Hız israfı, ışık israfı, ağrı kesici, sakinleştirici ve uyarıcı israfı, birçoğunun eline inanılmaz güçler veren korkunç harekete geçirme ve durdurma araçları israfı, bugünkü yaşamın hiçbir tarafı bu israftan ayrı düşünülemez. Modern hayat yaşamı o kadar çok hızlandırıyor ki, daha önce tatmin olmak için kovalanan amacın yerini bu ihtiyacın itibardan düşürülmesi ve bununla alay etmek alıyor. Bütün bunlara neden olan hayatın bir bütün olarak değil de parçalanmış olarak algılanmasıdır.389 Farabi’nin deyimiyle, böyle olmayan erdemli toplumlarda yaşamak mutluluk için “kolaylıklar” sağlar. Erdemli toplumun bireylerinde erdem ve mutluluk öylesine bağlantılıdır ki, erdem mutluluğun aracı ve hatta kurucu bileşenidir. Fakat erdemsiz toplumlarda ise hem toplumun kurallarına uymak, hem de insanî amaç olan mutluluk peşinde koşmak bu türden toplum bireyleri için tam bir zorluk ve parçalanma olacaktır. Cahil toplumların görüşlerinin dayandığı ilkelerden dolayı kurallar her zaman amacın önünde diken gibi duracaktır. Farabi'nin metinlerinden uzun da olsa böylesi cahil toplumların kurallarını ve arka plânda bu kuralların dayandığı görüş ve ilkeleri birlikte okuyalım. İnsanlar, “birbirleriyle mücadele etmek” ve bu mücadele sonucunda “birbirlerini yenmek” üzere “doğal bir yapıya” ve “özgürlük” hakkına sahip olarak yaratılmışlardır. 387 MacIntyre; Ethik’in Kısa Tarihi, s.116 Zygmunt Bauman; Postmodern Ahlâk Denemeleri (çev: İsmail Türkmen), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2001, s.106 389 Zygmunt Bauman; Postmodern Ahlâk Denemeleri, s.107–108 388 141 Bu nedenle insanların “başkalarını ezme konusunda en başarılı” olanı “en yetkin varlığa” sahip olma hakkını da elde eder. Aynı zamanda “kendi varlığı için zararlı” olanı da ortadan kaldırma hakkına sahip demektir.390 Farabi’nin burada “en yetkin” kavramıyla nesneye dikkat çektiğini hatırlatmakta fayda vardır. Bu “cahil” insanlara göre, insanların mutluluğu, doğal yapı ve özgürlüğe dayanarak başkalarının sahip olduğu iyi ve en yetkin şeyleri güce dayalı olarak ellerinden almaya bağlıdır. Buradaki temel ölçüt de sadece “başarı” dır. Bu anlayışta mutluluk için erdeme yer yoktur. Bazılarına göre de en mutlu olan: “Kendilerinde ne mertebeler, ne nizam, ne herhangi birisine özel olarak ait olan şeref, mevkii veya benzeri bir şey olmadığına göre şehirlerin birbirleri ile dövüşmesi, birbirlerini yenmeye çalışması gerekir. Her insan da sahip olduğu her iyiyi, nimeti, yalnız kendisine ayırmalı, başkalarının sahip olduğu nimetleri de zorla onun elinden almalıdır. Kendisine karşı çıkan herkesi yenmek konusunda en başarılı olan kimse, en mutlu kimsedir.”391 Yukardaki bu görüşlerin bize, Hobbsun görüşlerini çağrıştırdığını belirtmeliyiz. Ayrıca, sevgi, başkalarına insan olduklarından dolayı saygı, dostluk ve bir anlamda sevginin kendisi olan erdemin varlığını bile kabul etmeyen görüşler de vardır: İnsanlar arasında ne tabiî, ne de iradî herhangi bir karşılıklı sevgi ve bağlılık yoktur. Her insanın her insandan nefret etmesi, herkesin herkesten hoşlanmaması gerekir. İki insan ancak zaruret durumunda birbiriyle ilişki içine girer ve ancak ihtiyaç durumunda birbiriyle birleşir. Onların bu birleşmeleri de ancak birinin emretmesi, diğerinin onun emrine uyması konusunda anlaşmaları temeline dayanır. Herhangi bir dış olayın, onları bir araya gelmeye ve birleşmeye zorlaması durumunda ihtiyaç olduğu ve bu dış tehlike kendilerini zorladığı sürece bu birleşme devam etmelidir. Ancak bu tehlike ortadan kalkar kalkmaz, onların tekrar birbirlerinden nefret etmeleri ve ayrılmaları gerekir. Farabi' ye göre; insanlar tarafından savunulan görüşler arasında “hayvanî görüş” denen görüşün bu olduğu düşüncesindedir.392 Erdemlerin varlığını kabul etmekle birlikte, onların içini boşaltıp erdem taklidî veya sahte erdem haline getirip bunu kullanan görüşler ilginçtir. Buna örnek olarak “doğal adalet” görüşünü savunanları verebiliriz. “Tabiata uygun olan ise âdil olandır. O halde adalet, zorla elde edilen hâkimiyettir. Adalet her kim olursa olsun insanın yolu üzerinde 390 Fârâbî; Medine, s.152; T: s.96 Fârâbî; Medine, s.152; T: s.97 392 Fârâbî; Medine, s.153; T: s.97 391 142 dikilen varlığın ezilmesidir (kahr). Ezilen, bu ezilmede ya fizikî, bedenî bütünlüğünü kaybeder, helak olur ve yok olur; böylece ezen, varlıkta tek kalır veya ezilen bu ezilmede şerefini kaybeder veya zelil bir durumda varlığını sürdürür veya ezen kişinin kölesi olur ve ezen kişi için en yararlı olan şeyi yapmak zorunda kalır. Bu, ezen kişinin kendisini elde etmek için dövüştüğü nimeti, ezilenden zorla alması şeklinde gerçekleşir ve bu durum böylece devam eder. O halde ezen kişinin, ezileni kendisine köle yapması, adalete uygun olduğu gibi ezilen kişinin ezen kişi için en yararlı olan şeyi yapması da adalete uygundur. Bütün bunlar tabiî adalete uygundur ve erdemin ta kendisidir ve bu eylemler de erdemli eylemlerdir.”393 “Demokratik şehir müstesna, bütün bu şehirlerin halkının amacı yukarıda zikredilen amaçlardan birisidir. Demokratik şehir ise bütün şehirlerin amaçlarını içine alan birçok amaca sahiptir.”394 Farabi' ye göre en çok gerçek özgürlük erdeminin var olduğu toplumlar demokratik toplumlardır. Şimdi, böylesi toplumlar ve o toplumlarda yaşayan bireylerde erdem ve mutluluk arasındaki ilişki tamamen kopuk bir ilişkidir. Bu kopukluğun nedeni, bu toplumların mutluluk için istedikleri erdem düzeyi mi düşük, yoksa erdeme mi sahip değiller? İstedikleri erdem düzeyi düşüktür. Ancak bu toplumların sahip oldukları “görüşlerin” bir kısmını, bilinçsiz, ciddiyetsiz ve doğruluktan uzak görüşler ve değerlendirmeler olarak görmekten ziyade dünya mutlulukları için bu tür erdemleri yeterli görmektedir. Onlar için erdem, olsa olsa eksik/yetkin olmayan başarı, kazanma, talan etme gibi amaçlarını en kestirme yoldan bireylere sağlayan bir nitelikten öteye geçmez. Bu toplumlar için mutluluk ise erdem seviyesi düşük, iyilere ve hazlara sahip olmaktan başka bir şey değildir. Şayet iyi ayırt etme, ahlâkî güç, kendine sadakat gibi ilke, nitelikler ve erdemler olmasaydı, yetkin amacın peşinden koşmak için ortada bir neden kalmazdı. Ancak tek başına bu ilke ve kurallar bize hiçbir şekilde amaçlar vermezler. Amacın keşfi, sadece nazarî akla özgü bir erdemdir. Bu nedenle, yukarıda görüşlerini Farabi' den öğrendiğimiz toplumların bütün bu ilke ve kuralları sadece müntesiplerine nasıl davranmaları gerektiğiyle ilgili kurallardır. Onlar, müntesiplerine yetkin amaçlar 393 394 Fârâbî; Medine, s.157; T: s.101 Fârâbî; Medine, s.165; T: s.108 143 verebilme kapasitelerine sahip değildirler. Her şeyden önce bu yetkin amaçları onlara öğretecek gerçek filozoflara sahip değildirler. “Genelde mutluluk, amaçlarla bağlantılı bir düsturdur. Erdem ise kurallara hükm eden bir düsturdur.”395 Kurallar ve amaçlar arasındaki ayrım bizi aynı zamanda kamusal ve özel alan ayrım çizgisine getirir. Amaçlar, kişinin tercihine bağlı olduğundan her zaman özel alana aittir. Kurallar ise verilidir, toplumsaldır ve hemen hemen kamusal alanda iş yaparlar. Farabi’nin mutluluk sisteminde dostluk, sevgi, istişare, muhabbet veya sohbet gibi özel olan erdemlerin, toplumsal “dayanışmanın” güçlenmesi için mutluluk ve erdem arasında sıkı bir bağ kurulmuştur. Örneğin Farabi, dostluk erdeminin toplumsal iç bağları güçlendirdiğinin farkındadır. Ayrıca, özel veya kamusal her türlü erdemin mutluluğu motive edici bir bağı vardır. Bu motive edici bağ sayesinde hem bireysel ve toplumsal ilişkiler hem de mutluluğun erdemle olan kurucu bağları güçlenir. Pratik anlamda, mutluluk - erdem arasındaki ilişki, erdemli bir şehir örneğinde olduğu gibi kurallara hükmeden erdem veya kuralları ve amaçları birbirine uygun ve birbirine engel olmayacak biçimde tasarımlanmıştır. Şayet, erdemsiz şehir örneklerinde olduğu gibi toplumsal hayat, mutluluk ve erdem arasındaki ilişkiyi hiçbir şekilde görmeyecek biçimde örgütlenmişse, başka bir deyişle sadece kurallara dayalı olarak birliktelik kurulmuşsa; ya erdem uzlaşım ve ölçülülük adına kurallara kendini uygun hale getirecek ya da mutluluktan tamamen kopacak şekilde bağımsızlaşacaktır. Her iki duruma da yer vermemek ve mutluluk ve erdem arasındaki ilişkiyi geliştirmek için devreye giren fikrî erdemlerdir. Farabî, fikrî erdemleri, bir toplumda uygulandıkları sürece mutluluk ve erdem arasındaki ilişkiyi güçlendirmenin biricik yolu olarak görmektedir. Biz daha önce erdemlerden söz ederken toplumsal erdemlere değinmiş, ayrıntılar üzerinde daha sonra duracağımızdan söz etmiştik. Şimdi bu erdemler üzerinde ayrıntılı bir şekilde durup mutluluk ve erdem ilişkisi açısından inceleyelim. Ancak öncelikle, toplumsal erdemlerin dayandığı “müşterek”396, “birlikte bir şeyler yapmak”397 ilkesinin niçin bizim ve ahlâkî hayatımız için değerli olduğu üzerinde kısaca duralım. 395 MacIntyre; Ethik’in Kısa Tarihi, s.118 Fârâbî; Medine, s.134; T: s.83 397 Nancy Sherman; “The Virtues of Common Pursuit” , p.278 396 144 Farabi’nin erdemlerin ortaya çıkması için, bedensel ve ruhsal güçlerin hiyerarşik olarak iş birliği içinde, hep birlikte bir şeyler yapmaya vurgu yaptığını ve hatta erdemli eylemler ile şehir ve evi, bedenin çalışma mekanizmasıyla karşılaştırdığını, hatırlamamızda fayda vardır. “Şehir ve evden her birisi, bir insan bedenî ile karşılaştırılabilir.”398 Bedenin nasıl organları varsa, şehir ve evin de organları vardır. Bedensel organların hiyerarşik ve işbirliği içinde çalışmaları nasıl bedenî yetkin bir organizasyon yapıyorsa; aynı şekilde şehir veya ev, mutluluk veren yetkin bir organizasyon olabilir. Her iki durumda da amaç, yetkin bir güce ve yetkin bir organizasyona sahip olmaktır. Çünkü erdem için öncelikle gereli olan şey yetkin bir güç, yetkin bir organizasyondur. Örneğin, ayırt etme yetkinliği için iyi zihnî güce sahip olmak gibi. Beynindeki amaçlar bir tarafa, arzular öteki tarafa çekmemeli. Farabi; haz ve acılardan söz ederken, onların ahlâkî davranışlarımız üzerindeki etkisine dikkat çeker ve şöyle der: “İşte bu yollarla insan iyi eylemler yapıp, kötü eylemleri terk etmeyi, kendisi ve başkası için kolaylaştırabilir.”399 Burada, “kendisi” ve “başkaları” için kavramıları önemlidir. “Erdemli, yetkin şehir, bütün organları canlı varlığın hayatını tam kılmak ve onu bu durumda tutmak için birbirleriyle yardımlaşan yetkin ve sağlıklı bir bedene benzer.”400 Sağlık, yetkinlik, ancak bütün organların birlikte çalışması sonucu ortaya çıkar. Biz insanlar, tek başımıza pek bir şey yapamayız. Çok güçlü değiliz, çok hızlı da değiliz ve yine saldırı silahları ya da buna benzer şeyler bakımından da çok iyi donatılmış da değiliz. Tek başına yaşamak için ihtiyaç duyulan diğer niteliklere de sahip değiliz. Ama ekip halinde çalıştığımız zaman çok başarılıyız.401 Farabi' ye göre, “Erdemli şehir halkının hepsinin bildiği ve yaptığı müşterek şeyler vardır, her bir sınıfının bildiği ve yaptığı başka şeyler vardır. Bu insanların her biri ancak bu iki şeyle, yani kendisi ve başkası için müşterek olan şeyle bir ferdi olduğu sınıfa özel olarak ait olan şeyle mutluluk merhalesine ulaşır.”402 Mutluluk tıpkı başarı gibi ekip işidir. Kendisi ve başkaları için müşterek yapılan şeyler bizi mutluluk düzeyine ulaşıtrır. 398 Fârâbî; Fusul, s.39; T: s.36 Fârâbî; Tenbih, s.72; T: s.49 400 Fârâbî; Medine, s.117; T: s.70 401 Jean – Pierre Changeux; Etiğin Doğal Kökenleri, (çev: Nermin Acar ), Mavi Ada Yayınevi, İstanbul 2000, s.51 402 Fârâbî; Medine, s.134; T: s.83 399 145 Öncelikle, ahlâkî hayat bakımından başkalarıyla beraber bir şeyler yapmak ilkesi yol, su, köprü gibi müşterek işler yapmak için bir araya gelip toplumsal aktiviteler yapmaktan önemli ölçüde farklıdır. Örneğin müşterek olarak birkaç kişi bir araya gelip çeşitli bilinçli aktivitelerde bulunabilir, insanları organize edip bir kişinin yapamadığı işleri kısa zamanda hep beraber ekip olarak yapabilirler. Bu, bireysel ve ekipsel amaçlar için müşterek hareket etmek olduğu gibi, toplumsal çıkarlar için müşterek hareket etme de olabilir. Bu tür müşterek hareketlerde bireysel, grupsal veya toplumsal amaçlar hedeflenir. Bu müşterek eylemin sosyal değeri, bu amaçları elde edip etmemeye bağlıdır. Şayet amaç elde edilmemişse, müşterek hareket etmenin başlı başına bir değeri kalmamış demektir. Çünkü bu amacın asılı fonksiyonu olan yararı elde edememiş veya toplumun ekibe verdiği görev başarılı olmamıştır. Burada, müşterek hareket etmek toplumsal amacın basit bir aracıdır. Bu amaç elde edildikten sonra müştereklerin dağılması, bu toplumsal erdemin sahiplerine değer/erdem anlamında her hangi bir zarar getirmez. Oysaki ahlâkî hayat bakımından “müşterek”, “birlikte bir şeyler yapmaktan” hedeflenen beraber bir şeyler yapmanın kendinden iyi olmasıdır. Başka bir şeyin aracı olmamasıdır. “Erdemin amacı birdir, yani başka bir şey için değil, bizzat kendisi için istenilen iyidir. Bu ikisinin arzu ve amacı, sadece, aslında iyi olan amaca yönelik olduğu için, ona götüren yolları da bizzat o şey için olan sevgileri de birdir.” 403 Bu nedenle, buradaki müşterek kavramının siyasi ve toplumsal zorlama olmaksızın, bireylerin gönüllüce ve isteyerek kendiliğinden organize olup hâyır işlerinde olduğu gibi, birlikte, koordineli hareket etmek anlamında alınmalıdır. Müşterek kavramı bu anlamda kavranırsa, müştereklik veya birlikte işler yapmak erdemi daha iyi anlaşılır. Birlikte bir şeyler yapmak kendinden ötürü değerlidir. Nancy’de, Aristo'dan aynı çıkarımı yapar ve şöyle der: “Biz birlikte bir şeyler yapmaya, kendinden ötürü değer veriyoruz.” 404 Sonuçlarına bakmaksızın, sadece kendinden dolayı iyi ve erdem olduğu için başkalarıyla bir şeyler yapmaya değer veriyoruz. Bu türden değerlerin erdemleri inşa ettiğini, erdemin, sadece kendi üzerinde değil ve öteki üzerinde de odaklandığını veya toplumsal boyutunun da olduğuna dikkat etmeliyiz. 403 Fârâbî; Fusul, s.101; T: s.76 Nancy Sherman; “The Virtues of Common Pursuit”, p.278; Ayrıca Bk. Nancy Sherman; The Fabric of Character Aristotle’s Theory of Virtue, Clarendan Pres Oxford, New York 1989, The Shared Life bölümü 404 146 Sonuç olarak; müştereklik, birlikte işler yapmak ilkesinin esas alındığı müşterek eylemler sonuçlarından dolayı değil; bizzat müşterek, birlikte işler yapmaktan dolayı erdem niteliğine hak kazanır. Aynı zamanda müşterek eylemleri yaparken, sürecinin kendisinden, gönüllülük ilkesine dayalı olmasından ve birlikte yaptıkları işlerden alınan interaktif (birbirini etkileme) mutluluğa dikkat çekmekte fayda vardır. Evini koruma erdemine sahip bir babanın, çocuğuyla beraber oynadığı oyunda kimin kazanıp kaybettiği değil, birlikte oynama sürecinde babayla çocuğun karşılıklı birbirini etkilemeleri süreci önemlidir. Nezaket erdeminin, herkesi iyi yapacağı beklentisinden değil, en azından nezaketin gereğini yapmanın veya nazikmiş gibi davranmanın, gülümsemenin, selamlaşmanın birlikte yapılan bir iş olma gereği olarak insanların duygularında karşılıklı bıraktığı etki erdem bakımından önemlidir. Çünkü insan, bazen erdemi taklit etme yoluyla da erdemli olmayı öğrenir.405 Şimdi, müştereklerin birlikte erdemli eylemde bulunduklarından, birbirlerini nasıl olumlu etkilediklerine, bu eylemleri yaparken her birinin erdem için gerekli olan ruhsal yeteneklerinin nasıl iyi bir şekilde geliştiğine vurgu yapan, Farabi’nin yukardaki metnini bütün olarak görmenin tam zamanı. “Erdemli şehir halkının hepsinin bildiği ve yaptığı müşterek şeyler vardır, her bir sınıfının bildiği ve yaptığı başka şeyler vardır. Bu insanların her biri, ancak bu iki şeyle, yani kendisi ve başkası için müşterek olan şeyle bir ferdi olduğu sınıfına özel olarak ait olan şeyle mutluluk merhalesine ulaşır. Her biri bu şekilde davrandığında, bu davranışları ona, üstün, erdemli bir ruhsal istidat kazandırır ve o bu davranışları ne kadar çok devam ettirirse, bu istidadı o kadar güçlü ve yetkin olur. Böylece de onun gücü ve yetkinliği ortaya çıkar.”406 Farabi'ye göre iyi yazı yazma ile ilgili eylemlerin düzenli olarak devam ettirilmesi, insana yazı yazma sanatında üstünlük kazandırır ve bu insan bu eylemleri ne kadar çok devam ettirirse, bu eylemleri meydana getiren sanat da o kadar güçlü ve yetkin olur. Böylece nefsin bu yetisinden doğan zevk daha büyük, insanın bu yetisinden duyduğu memnuniyet daha çok, ona karşı hissettiği sevgi daha fazla olur. Aynı şekilde Farabi' ye göre mutluluğun kendileriyle elde edildiği eylemlerde de durum aynıdır. Bu eylemler ne kadar artar ve tekrar edilirse, insan onları ne kadar müşterek ve sürekli olarak uygularsa, amacı mutluluğa ulaşmak olan ruh da o kadar üstün ve yetkin olur. 405 406 Andre Comte Sponville; Büyük Erdemler Risalesi, s.5-11 Fârâbî; Medine, s.135; T: s.84 147 İşte bu karşılıklı etki, toplumu çözülmekten kurtardığı, dayanışma, iletişim, kendine saygı, kendini tanıma ve insanların birey ve toplum olarak kendilerine özen göstermelerine neden olduğu için hem bireysel hem de toplumsal erdem olarak çok önemlidir. Ancak söz konusu bu erdemde asıl vurgumuzun enteraktiflik özelliğine olduğu unutulmamalıdır. Seneca’nın “her şey doğacak, büyüyecek ve yok olacak” dediği gibi toplum da, “tümden yok olamayacaktır da çözülecektir: Çözülmek, ölmek demektir.”407 Bu toplumsal ölümü geciktirecek tek şey; mutluluk ve erdem arasındaki ilişkiyi, kriz dönemleri dâhil her dönemde canlı tutabilmeyi öğrenmektir. Çünkü ahlâkî hayatta, bizim her açıdan ötekine olan ihtiyacamız açıktır. Ötekinin varlığı yerine göre bizdeki iyinin nedeni olabilmektedir. “İnsan, mal veya başka bir şey harcamakla, iyilik ve yetkinliklerden zevk, onur ve başkanlık gibi bir şey elde eder. Böylece de, başkasının varlığı (ötekinin varlığı), insan için, kendisinde bulunmayan bir iyiliğin ve varlığın sebebi olur.”408 Ötekinin varlığı, özneyi iyi anlamda etkilediğinden dolayı önemlidir. Bu nedenle interaktiflik edimi, karşılıklı ilgi ve karşılıklı sorumluluğu gösterdiği için kendiliğinden ötürü değerlidir.”409 Bu anlamda, birlikte yapılan “sohbet” çok güzel bir örnektir. Sohbet insan hayatında o kadar yaygındır ki genelde felsefesi dikkatlerden kaçar. “Sohbeti insan hayatından uzaklaştırdığımızda geriye ne kalır?” Sohbet, çok geniş anlamda insanî yapıp etmelerin formudur (suret). Dil kullanım biçimleri, söyleyecek sözleri olanlar için, insanî yaşam biçimlerini sohbetlerinde açığa çıkarma olanağına sahiptirler. Ancak ne yazık ki çağımızda yaşam biçimi uygulamaları sohbet gibi insanî erdeme daha yakın olan erdemin yerini, tüketim güçleri ve tüketim güçleri etrafında şekillenen sahte erdemcilik oyunu almıştır. İnsanların kitlesel tüketimin yarattığı gerginlik ve seçenekler karşısında kimlik arama konuları sohbet kavramını geleneksel anlamın çok ötesine taşımıştır.410 Sohbetlerin içeriği, insanların sahip olmak için iyiler üstüne yaptıkları sohbetler yerine, sahip oldukları iyileri bir birlerine kimlik ve üstünlük aracı olarak empoze edebilme fırsatı veren erdem ruhundan yoksun konuşmalara/sohbetlere(!) doğru dönüşüm geçirmiştir. Sohbetin bu durumu onun, erdem özelliğinin yitirilmesine, dolayısıyla mutlulukla olan bağının kopmasına neden olmuştur. 407 Seneca; Ahlâki Mektuplar (çev: Türkân Uzel), Türk Tarihi Kurumu Yayınları, Ankara 1992, s.6 Fârâbî; Siyâse, s.48; T: s.16 409 Nancy Sherman; “The Virtues of Common Pursuit”, p.279 410 David Chaney; Yaşam Tarzları, (çev: İrem Kutluk), Dost Kitabevi Yayınları, Ankara 1999, s.94-96 408 148 Erdeme dayalı sohbetin mutlulukla olan bağı her zaman açıktır. Bir fikir üzerinde karşılıklı yapılan bir sohbette insanlar heyecanlanır, kendisini başkalarının bakışından, onları da kendi bakış açısından görür, yeni fikirleri paylaşır, gerçek hazzın bunları paylaşmakta olduğunu anlar, muhtemel hazlar konusunda birbirlerini bilgilendirir ve sonra da çekip giderler. Partnerler arasında yapılan bu tür entelektüel sohbetlerin özel faydaları vardır. İki akıl, bir akıldan üstündür. Sohbetler insanların ufkunu açar ve onların hayata geniş ufuktan bakmalarına aracı olabilir. Aynı zamanda sohbetler insanların enerjilerini motive etme ve bu enerjileri sadece kendileri için değil, başkaları için de kullanmaları gerektiği ile ilgili bilinç uyanması verebilir. Fakat sohbetler bu tür avantajlar sağlamalarına rağmen, bütün bunlar karşılıklı bir birini etkilemenin hazları değildir. Asıl enteraktifliğin hazları, burada sohbet aracılığıyla, paylaşılan bir alan yaratmaktır. Aynı zamanda bunu değerli kılan şey de birbirine bağlanmak ve kendimiz ve başkaları için bu imkânı yaratmaktır. Günümüzde, amelî hikmet olan istişarenin erdem olduğu çoktan unutulmuş bile. Bu nedenle sohbetin meyvesi olan istişare asıl özünü kaybetmiş ve istişare dilinin yerini, kendi yararını öne çıkaran manipülasyon dili almıştır. “Diğer bir tür amelî hikmet de, istişare (müşavere) ile ilgilidir. Yani istişareden ortaya çıkarılan şey öğüt verenin bizzat kendisi yararına kullanılmak için değil, bilakis ya bir ev, bir şehir idaresi diğer birine öğüt vermek içindir.” 411 Farabi’nin şehrin sakinlerini yakından ilgilendiren kamusal erdemlere dikkat çekmesi ve bunların detayları üzerinde durması önemlidir. “Bir şehrin sakinleri içinde belli bir grupla ilgili erdemli bir amacın gerçekleştirilmesinde en yararlı olan şeyi keşfetmeyi sağlayan kuvvete gelince, o, her biri söz konusu grupla ilgili birçok fikrî erdemden meydana gelir. Meselâ o ev idaresi ile ilgili fikrî erdem veya askerî fikrî erdemdir.412 Ancak, Farabi, bu erdemlerin yapısal şemasını verdikten sonra, bu erdemlerin asıl amacının mutluluk ve erdem arasındaki bağı güçlendirecek en faydalı ve en güzel şeyi bulmak olduğuna ve bu erdemlerin değişim mekanizmasını takip etmesi gerekliliğine işaret etmektedir. Farabi, bu erdemleri sanat kavramlarını ödünç alarak alt bölümlere ayırmakta ve ne kadar sanat varsa, o kadar alt bölümlerin özel bölümleri olacaktır demektedir. 411 412 Fârâbî; Fusul, s.57; T: s.45 Fârâbî; Tahsîl, s.151 T: s.70 149 Farabi fikri erdemin çeşitlerini şu şekilde özetlemektedir: “O halde kaç tane sanat ve yaşama biçimi varsa, fikrî erdemin o kadar alt bölümü olacaktır. Ayrıca bu güç a) Kendisini ilgilendiren bir olay ortaya çıktığında bir insanın kendisi için en yararlı ve en güzel olan şeyi keşfetmesini sağlayan kuvvet, b) Bir başkası tarafından ulaşılmak istenen erdemli bir amaçla ilgili en yararlı ve en güzel olan şeyi keşfetmeyi sağlayan fikrî güç olarak da bölünebilir. Bu İkinci durumda o, danışma ile ilgili fikrî kuvvettir. Bu ikisi tek bir insanda birleşebilecekleri gibi ayrı ayrı da var olabilirler.”413 Bireysel mutluluğu özel veya kamusal erdemle güçlendirmeye en güzel örnek; Aristo ve Farabi’nin de üzerinde durduğu dostluk ve aile erdemidir. Dostluk kavramı Aristo için mutluluk bakımından önemli olduğu gibi Farabi için de aynı şekilde önemlidir. Dostluk erdeminin niçin hayatı iyi yaptığı veya ahlâkî hayat için neden önemli olduğu sorusunun cevabı; her iki filozofun da insanın doğası ve fonksiyonlarından hareketle, mutluluk ve erdemi temellendirmiş olmalarıdır. İnsan doğasıyla ilgili olgular, bu filozofların farklı biçimlerde de olsa ahlâk teorilerine girmelerine neden olmuştur. Aristo ve Farabi için sosyal boyuta taşınan bütün bu şeyler “insanî erdeme” bağlı olduklarından, doğrudan erdemler olarak değerlendirilir. Kant’ta ise durum bu filozoflardan farklıdır. Kant rasyonel doğadan hareket etmektedir. Aristo' ya göre dostluk “yaşam için son derece zorunludur.” Aristoya göre; dostluk, iyi hoş ve yarar üzerine kurulur. Hoş ve yarar üzerine kurulu dostluklar geçicidir. İnsanlar “kendinden iyi” olanı değil de kendine öyle görüneni seviyor. İyi kişilerin ve erdeme uygun olarak birbirine benzer kişilerin dostluğu mükemmeldir. Bunlar iyi olduklarından ötürü birbirleri için karşılıklı iyi şeyler isterler; kendi başına iyidirler. Dostlarına, sırf onlar için iyi şeyler isteyenler en çok dost olanlardır. Güven duymak, asla adaletsizlik yapmamak, gerçek dostluğa layık şeyler yapmak ancak bu tür yetkin dostluklarda mümkündür. Dostluğun daha çok türü olsa da asıl dostluk; iyi oldukları için iyi olan kişilerin dostluğudur, ötekilere sadece benzerlik açısından dostluk denilebilir. Çoğunluğun saygı ve sevgi nedeniyle sevmekten ziyade sevilmeyi istediği gözlemleniyor. Bunun için çoğu kişi “dalkavuk sever ” çünkü dalkavuk aşırı dosttur ya da dostmuş gibi davranır, sevildiğinden çok seviyor görünür. Oysaki “Dostluk sevilmekten çok sevmektir.” Bu nedenle “ Dostların erdemi sevmektir.” Dostluğun kaynağı “ruhî eşitlik ve erdemde 413 Fârâbî; Tahsîl, s.151; T: s.70 150 benzerliktir.” Çünkü kendi içinde tutarlı olanlar, birbirlerine karşı da tutarlı olurlar. Kötü kişiler ise sağlam değil; bunlar kendi içlerinde de tutarlı kalmazlar. Özel dostluklar olduğu gibi toplumsal dostluklar da vardır. “Kişiler, yaşama gerekli olan şeylerden birini sağlamak için ve bir yarar için bir araya gelirler.” Gerçek toplumsal ilişki “ O andaki yararı değil, tüm yaşam için gerekli yararı gözetmelidir.” Toplumsal ilişki bir yarar uğruna konmuş bir ilkeden yola çıkan ve süren bir ilişki gibi görünüyor. Aristo' ya göre dost demek; “iyi” olmak demektir. İyi olmak üzere kurulmuş dostluğa Aristo “etik dostluk” adını veriyor.414 “İyi insan” kavramının iki anlamda kullanılmasına dikkat etmeliyiz. Birincisi toplumsal anlamda iyi insandır. Toplumsal anlamda iyi insan, diğer insanlarla erdem amacı üzerinde ortak bir bağı olan insanların birbirine bağlanması ve erdemli şehrin iyilik amacını paylaşan kişidir anlamına gelir. Özel anlamda “iyi insan” ise dostunu sırf onun adına, onun iyiliği adına seven ve kollayan kişidir. Buna göre kişisel dostun çıkarlarının şehrin çıkarlarıyla asla çatışmayacağı garanti edilmezse, iyi insan kendini ya dostuyla ya da şehrin halkıyla çatışma içinde bulur. Aristo ve Farabi için iyi insan, iyi insan olduğundan dolayı, dostluk menfaati ile şehrin menfaatlerinin çatışması imkânsızdır. Buna göre aynı şekilde aile ve devletin menfaatleri birbiriyle örtüşür ve birbirine rakip değildirler. Bu durumda iki tür dostluk vardır: Şehir halkları olarak iyi insanlar arasında kurulan kamusal dostluk ve bireyler olarak iyi insanların kurduğu özel dostluk.415 Stoa, birlikte yaşadığımız insanlara karşı iki ödev göstermiştir: Doğruluk ve insan sevgisi; yani dostluk. Onlara göre bütün bilgeler ve erdemli kişiler birbirleriyle dostluk kurarlar. Çünkü onların yaşama görüşleri birbirine benzer ve hepsi birbirlerindeki erdemi sevmektedirler. Onlara göre sevgi aklın işi olmalıdır, duygulanımların değil. Bu nedenle onlar akla dayalı evlilikler önermişler, duygulara dayalı evlilikleri toplum için zararlı gördüklerinden önermemişlerdir.416 Bu önerinin asıl amacı mutlu olmakla erdemli olmak arasındaki ilişkinin evlilik hayatında da geçerli olduğuna dikkat çekmektir. 414 Aristoteles; Nikomakhos, s.159–169 Sandra Lynch M.; Dostluk Üzerine, (çev: Fermâ Lekesizalın), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 1997, s.32 416 Bedia Akarsu; Ahlak Öğretileri, s.72–73 415 151 Farabi’nin mutluluk anlayışında dostluk ve aile örneği mutluluk ve erdem arasındaki ilişkinin önemini bize anlatan örnekler olduğu için, sevgi ve dostluğun kaynağına kadar iner. “Bir şey kendi özünden ne kadar hoşlanır ve ondan ne kadar haz ve mutluluk duyarsa, onu o kadar sever ve ondan o kadar gurur duyar. Şimdi durum böyle olduğuna göre İlk Olanın kendi özü hakkındaki zorunlu aşkı, onu sevmesi, ondan gurur duyması ile bizim kendimizin, kendi özümüzü (ve ötekinin özünü ) sevmemizden doğan aşkımız arasındaki nispet, onun özünün üstünlüğü ve yetkinliği ile bizim kendisinden gurur duyduğumuz üstünlük ve yetkinliğimiz arasındaki nispet gibidir. İlk Olanda seven ve sevilen, öven ve övülen, âşık ile âşık olunan aynıdır. Bizde ise bunun tam tersidir. Bizde sevilen, üstünlük ve güzelliktir. Ancak seven, üstünlük ve güzellik değildir. Bizde sevilen olmayan bir başka yetidir. Bizde âşık, âşık olunanın aynı değildir. İlk Olanda ise âşık olunan, seven ve sevilen aynıdır. Herhangi birinin onu sevmesi veya sevmemesi, ona âşık olması veya olmamasının bir önemi yoktur. O ilk sevilen ve âşık olunandır.”417 Farabi dostluğun kaynağında sevginin olduğuna inanır: “Bazıları ise insanî varlıkları birbiriyle birleştiren sevgi gibi onların tözlerine tabi olan hallerinden ileri gelir. Çünkü sevgi insanlarda bulunan bir haldir.”418 Aynı şekilde Aristo da “dostluk duygusu yürekten, yani ruhlarımızdaki sevme gücünden doğar.”419 der. Kınalı Zade Ali Efendiye göre de sevgi ve dostluğun kaynağı “ kişinin kendi varlığını ve varlığın devamını sevmesidir. Bilinen bir gerçektir ki, her insan var olmak ve bu varlığın devamını temin etmek için her türlü kötülüğü uzaklaştırmak ve iyilikleri kendine çekmek, onlara yaklaşmak ister.” 420 Farabi dostluk erdeminin, insanları ve toplumları birbirine bağladığını düşünür. “Dostluk insanları bir birine bağlar.”421 Farabi' ye göre insanların dostluk ile birbirlerine bağlanmaları, insanî özden kaynaklanan ve “insanî varlıkları birbiriyle birleştiren sevgi” hem özel anlamda oluşturulan özel dostluğun kaynağıdır, hem de erdem amacı üzerinde birleşenlerin kurduğu toplumsal dostluğun kaynağıdır. Her iki dostluk erdemi mutluluğa bizi götüren erdemdir. Bütün erdemler bizi mutluluğa götürür, ancak dostluk ve aileyle ilgili erdem, insanlar arasındaki içsel bağı güçlendirir. Söz konusu bu içsel bağın güçlenmesi aynı zamanda mutluluk ve erdem arasındaki içsel bağı güçlendirmenin insan 417 Fârâbî; Medine, s.64; T: s.14 Fârâbî; Medine, s.57; T: s.18 419 Aristoteles; Politika, s.208 420 Kınalızâde Ali Efendi; Ahlak-ı Alai,(Devlet ve Aile Ahlâkı) Tercüman Yayınları, Tarihsiz, s.155 421 Fârâbî; Medine, s.57; T: s.18 418 152 doğasına uygun en iyi yoludur. Zira Farabi insanlara mutluluk ve erdem arasındaki bağın gösterilmesi için “zor kullanma” yönteminin geçersiz olduğunu bilmektedir. Farabi, bir başka metinde dostluğun, ahlâkî bir erdem olduğunu şöyle tanımlar: “Dostluk, insanın ötekine karşı hoşuna giden bir söz ve eylemde bulunmasında ölçülü olan bir durumla meydana gelen iyi bir ahlâktır. Bunda aşırılık kötü bir ahlâk olan dalkavukluğu, eksikliği ise tutukluğu meydana getirir. Bununla birlikte, insan ötekine üzüntü veren bir şeyle karşılarsa bu ona kötü bir ilişki, yani sıkıcılık kazandırır.” 422 “Dostluk, Aristo' cu anlayışa uygun olarak çocuk sevgisi gibi tabii; eşleri, fazilet, fayda veya zevkte birbirine bağlayan iradî olmak üzere ikiye ayrılır. Farabi' ye göre erdemleri eşleri birbirine bağlayan dostluk, belli inanç ve eylemleri gerekli kılar. Bu gereklilik Aristo'nun “arkadaşlarla birlikte insan hem düşünmeye hem de eylemde bulunmaya daha fazla güç yetirir” sözünden ziyade, Farabi’nin, kendi dinî anlayışından kaynaklanmış görünüyor. Erdemli insanların paylaştığı inançlar üç ilke etrafında toplanabilir; başlangıçla (mebde) ilgili inançlar Allah, ruhani varlıklar ve veliler, âlemin yaratılışı ve bir taraftan onun her bir parçasının birbiriyle olan ilişkisi, diğer taraftan Allah ve ruhanî varlıklarla olan ilişkisi ve son olarak insanın Allah ve ruhanî varlıklarla olan ilişkisi ile ilgili ortak görüşleri içine alır. Son ile ilgili inançlar mutluluk hakkında olup, başlangıç ile son arasındaki işler ile ilgili inançlar mutluluğu elde etmeye yarayan araçlar hakkındadır. Şehir sakinleri hep beraber bu inançları benimseyip, onları mutluluğa götüren eylemlerle desteklendikleri zaman, zorunlu olarak birbirlerini seveceklerdir. Onlar aynı mekânda veya şehirde oldukları için, birbirlerine muhtaç birbirlerine faydalı olacaklardır. Son olarak bu erdem ve fayda ortak unsurlarının ışığında onlar aralarındaki dayanışmadan zevk alacaklardır.”423 Dostluk, Farabi’nin sisteminde sevgiyle iç içe olan bir kavramdır. Ancak bu türden bir sevgi iyilere duyulan ortak bir sevgi ve ortak bir bağlılıktır. Günümüz çerçevesinden bakıldığında, Farabi’nin dostluk çerçevesi biraz farklıdır. Günümüzde dost, sevgiyi önceleyen, kendilerinden hoşlandığımızı ve onları çok sevdiğimizi taraflarına ilettiğimiz kişidir. Günümüzde dostluk mutluluk ve erdem ilişkisini güçlendiren “ Siyasî ve toplumsal ilişkiden çok büyük ölçüde duygusal bir durum adı haline dönüşmüş 422 423 Fârâbî; Tenbih, s.62; T: s.40 Macid Fahri; İslam Ahlâk Teorileri, s.122 153 bulunuyor.”424 Kişisel mutluluğun bütün kaynaklardan belki en büyüğü, kendini zorlamadan, içten geldiği gibi birçok insanla samimiyet kurmaktır. Mutluluğun sırrı, ilişkilerin samimi ve olabildiğine geniş, insan ve çevreye karşı tepkilerin düşmanca değil, olabildiğine dostça olması gereğinde gizlidir.425 Dostlukta, mükemmel hazlar vardır. Haz, bulaşıcı olduğu için bunu anlamak zor değildir. Eğer benim yanında olmam, dostumun biraz da olsa hoşuna gidiyorsa, bunu görmek beni ondan daha çok sevindirir. Böylece herkesin verdiği haz hazineleri serbest bırakılmış olur. Her ikisi de “meğer bende kullanmadığım ne mutluluklar gizliymiş” der.426 İşte, mutluluk ve erdem arasındaki içsel ilişkinin hazzını bize tattıran bunların erdem yönetiminde serbest bırakılmalarıdır. Ev yönetimine (aile) bağlı erdeme gelince; “hikmetin birçok çeşidi vardır. Ailenin yönetilmesinde rol oynayan şey üzerinde düşünme yetkinliği bunlardandır. Bu, aile ile ilgili amelî hikmettir.”427 Aile, toplumun izlerini taşımak bakımından toplumsal yapının küçük bir modelidir. Nasıl ki toplumsal bağı güçlendiren unsur, erdem yerine sadece, kurallar olduğunda toplum mutluluk ve erdem arasındaki bağını koparmak noktasına geliyorsa; aynı şekilde ailedeki bağlarda sadece kurallar üzerinde inşa edildiği zaman, aile mutluluğu da yok olur. Burada sözü edilen, kuralların gereksizliği değil, medenî ve ailevî ilişkiler için zorunlu olan kuralların yanı sıra, sevgi, gönüllük anlamına gelen erdemlerin var olmasının mutluluk için zorunlu olmasıdır.Bir başka deyişle, erdem, kuralla, nispetle öncelenmektedir; kurallı iptal amaçlanmamaktadır. Aristo' ya göre “aile devletten önce gelir”428 Aile, büyük bir toplum içinde küçük bir toplum demektir.429 Ailenin üzerinde kurulu olduğu mekân evdir. “Ev, günün zorluklarının ardından annenin/eşin sevgisinin güvenlik, bedensel ve duygusal yenilenme ve tazeleme sağladığı dişil bir alan olarak; korunaklı, ağırlayıcı bir barınak olarak idealleştiriliyor. Tersine “iş” ücretli emeğin kendini denetleme ve disipline sokma yeridir; daha eril bir mekândır; kendini kamuya sunmayı gerektiren kamusal bir etkinliktir. Öte yandan “ev”, özel bir alan olarak ‘kendimiz olabileceğimiz, ‘ ayaklarımızı uzatabileceğimiz’, ‘ bize bakan insanlar arasında gevşeyebileceğimiz’, 424 MacIntyre; Erdem Peşinde, s.234 Bertrand Russel; Mutluluk Yolu (çev: Nurettin Özyürek), Varlık Yayınları, İstanbul 1982, s.130 426 Chartier Alain ; Mutlu Olma Sanatı , ( Çev.:Neval Şimşek),Kaknüs Yayınları , İstanbul 1998 , s.118 427 Fârâbî; Fusul, s.57; T: s.45 428 Aristoteles; Nikomakhos, s.174 429 Alexis Bertrand; Ahlâk Felsefesi, s.122 425 154 bütün eksiği ve kusuruyla bize karşı olmayan bir mekândır. Ev, ailemizin varlığının öngörülebilir sürekliliğini ve kim olduğumuzun kaydını uzun zamandır tutan belleğini aradığımız yerdir. Kendimizi, geçmişi, şimdiyi ve geleceği her şeyimizle en fazla nakşetmek istediğimiz yerdir. Ev rahatlığın, gevşemenin, sevme/sevilmenin, güvende olmanın, başkalarının müdahale ve yönlendirmelerinden uzak olmanın sembolüdür.430 Ne yazık ki bazen evin, hapishaneye, yalnızlığın, yalıtılmışlığın, eziyetin olduğu mekâna dönüştüğü anlar da vardır. İşte bundan dolayı olsa gerek ailenin sıcaklığını korumak için bazı fikrî erdemlere ihtiyaç vardır. Bu fikrî erdemler sayesinde, yukarıda işaret edilen özellikleri ailede sürdürmek mümkün olabilir. Evin, mekânın sıcak aileye, şehrin mutluluk bahçesine dönüşebilmesi için Farabi’nin örnek olarak verdiği bir takım erdemlere ihtiyaç vardır. Örneğin, iffet erdemi gereklidir. “İffet, yemek ve cinsi ilişkinin verdiği hazla ilgili isteği gerçekleştirmede ölçülü bir durumla meydana gelir. Bu hazda aşırılık; oburluğu, eksiklik ise ki bu ender bulunur haz duygusunun yokluğunu meydana getirir. Bu da kınanmıştır. Bu ahlâkî nitelikler elde edildiğinde onlardan da bizzat bu eylemler meydana gelir.” 431 İffet duyguların yönetiminde kullanılması gereken bir erdemdir. İffet öyle bir erdemdir ki, gerek kendinin gerek diğerlerinin kutsallığını ve yasaklığını kapsar. Nefsin karışıklığını dengeleyerek ve sakin kılarak her şeyde belli bir sınırı muhafaza eder.432 İffet, şehvet duygusuyla ilgili bir erdemdir. Bu erdemin insanlarda ortaya çıkışı, şehvetlerin akla göre yönetilmesiyle, yani doğru ayırt etmeye uygun düşmekle olur. Böylece insan bunlara boyun eğmesin, özgür olsun ve şehvetlerinin kölesi olmasın.433 Örneğin sevgi erdemi: İnsanın ailesine veya ötekine karşı hoşuna giden bir güzel söz söylemesi, güzel bir eylemde bulunması, duygusal tepkilerinde ölçülü olması kadar; ailesine verebileceği daha güzel bir ahlâk veya daha güzel bir başka hediye var mıdır? 434 430 Deborah Lupton; Duygusal Yaşantı (çev: Mustafa Cemal), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2002, s.230 Fârâbî; Tenbih, s.62; T: s.40 432 Alexis Bertrand; Ahlâk Felsefesi, s.34 433 İbn Miskeveyh; Ahlâkı Olgunlaştırma, s.25 434 Fârâbî; Tenbih, s.62; T: s.40 431 155 Örneğin, nezaket erdeminden435 daha güçlü, ailede mutluluk bağını güçlendiren bir bağ var mıdır? Ailemizi korumak için cesaret erdeminden436 daha güçlü bir silah var mıdır? Ailede temel erdem olan sadakattir. Farabi’nin sadakat erdemini tanımlarken önceliği “insanın kendisine karşı sadık olmasını” vurgulaması ilgi çekicidir. Farabi, sadakat erdemini şöyle tanımlar: “İnsanın kendisi hakkında doğruyu söylemesi, ancak kendisini gerektiğinden fazla abartmaksızın, kendisine ait iyi şeylerle anlatmayı alışkanlık haline getirdiğinde, meydana gelir. İnsan kendisini, kendisine ait olmayan iyi şeylerle anlatmayı alışkanlık haline getirdiğinde bu ona yapmacılık, hilekârlık ve riyakârlık kazandırır. O, kendisini her nerede ve her nasıl olursa olsun kendisine ait olmayan şeylerle anlatmayı alışkanlık haline getirdiğinde bu, ona bayağılık kazandırır.”437 Bütün bu fikrî erdemlerin hepsi mutluluk-erdem arasındaki içsel bağın kopmaması gerektiğini bize gösteren pratik örneklerdir. Bu örneklerin bize gösterdiği gibi, mutluluk-erdem ilişkisi birbirini inşa edici ve birbirini gerektiren içsel bir bağla bağlıdırlar. 2.2.2. Mutluluk Ölümsüzlük İlişkisi Öncelikle Farabi’nin ölümsüzlüğü nasıl anladığına bakmalıyız. Ölümsüzlük bir tür sonsuzca yaşamdır. Örneğin Tanrı ve Tanrıya yakın olanların yaşamı ölümsüzdür. Şayet ölümsüzlük Farabi' de üstün bir değer olarak kabul ediliyorsa -ki öyle gözüküyor- bu durumda biz ölümsüzlüğün temel karakteristiği üzerinde ve daha sonra insanın bu ölümsüzlükten nasıl pay alabileceği üzerinde durmalıyız. Her varlığın yaşamaktan ve ölümsüzlükten bir payı vardır. Farabi, bu yaşam ve ölümsüzlük sürecini ve nedenini şöyle anlatır: “(Ay altı âlemine) ait varlıklar, ilk olarak bu tarzlarda varlığa gelirler. Ancak varlığa geldikten sonra onların özellikleri, varlıklarını korumak ve devam ettirmektir. Ne var ki bu tür varlıklar madde ve suretten meydana geldiklerinden, suretler ise birbirlerine zıt olduklarından ve her maddenin özelliği, bir sureti ve onun zıddını kabul etmek olduğundan ötürü, bu cisimlerin her biri gerek maddesi gerekse sureti bakımından bir hak ve liyakate sahiptir. Sureti bakımından onun hakkı, sahip olduğu varlığını devam ettirmektir. Maddesi bakımından hakkı ise, 435 Fârâbî; Tenbih, s.62; T: s.40 Fârâbî; Tenbih, s.62; T: s.40 437 Fârâbî; Tenbih, s.62; T: s.40 436 156 sahip olduğu varlığına zıt olan bir varlığı gerçekleştirmektir. Ancak bu iki varlık tarzını aynı anda gerçekleştirmesi mümkün olmadığına göre, bundan zorunlu olarak onun, onlardan birini belli bir zamanda, diğerini ise başka bir zamanda gerçekleştirmek durumunda olduğu sonucu çıkar; öyle ki o varlığa gelir ve bu varlığını koruyarak belli bir müddet bu varlıkta devam eder. Ondan sonra ortadan kalkar ve onun zıddı varlığa gelir ve bu böylece ebedî olarak devam eder. Çünkü o ikisinden birinin varlığa diğerinden daha fazla hakkı yoktur ve yine onlardan birinin varlığını koruması ve devam ettirmesi diğerinden evlâ değildir. Zira onların her birinin varlık ve devamlılıktan belli bir hissesi vardır.” 438 Bu nedenle, bireysel anlamda yaşam payı tükense bile, türlerin ölümsüzlüğü anlamında yaşam devam eder, bundan dolayı bir bakıma Farabi'ye göre ölümsüzlük türlerin ölümsüzlüğü bakımındandır. Farabi şöyle der; “Sanki onlardan her birinin (nesiller) diğerinde hakkı vardır; onda diğerine ait olan bir şey, diğerinde de kendisine ait olan bir şey vardır. Böylece onların her birinde diğerine geçmesi gereken bir hak vardır. Demek ki burada adalet, maddenin onların birinden alınması, diğerine verilmesi veya diğerinden alınması, ona verilmesi ve bunun sırayla yapılmasıdır. Fakat bu varlıklarda adaletin tam olarak gerçekleşmesi gerektiğinden, bir ve aynı varlığın sayı bakımından bir olarak devam etmesi mümkün değildir; tersine onun ebedî devamlılığının tür bakımından bir olmak suretiyle sağlanması gerekir. Bir şeyin tür bakımından bir olarak devam etmesi için, o türün bireylerinin belli bir müddet var olmaları ve varlıkta devam etmeleri, daha sonra ise ortadan kalkmaları ve yerlerini aynı türden başka bireylerin almaları, onların da belli bir süre varlıkta devam etmeleri gerekir. Sonra bu bireyler de yok olurlar ve onların da yerlerini aynı türden başka bireyler alırlar ve bu böylece daimî olarak sürüp gider.”439 Bu türsel devamlılık teorisini Farabi “ilâhî adalet” ve “hak” kavramına dayandırmaktadır. Mantıkî zorunluluk da yerzünde bir olan insan türünün, ancak o türün altındaki farklı bireylerin doldurup boşaltması ile mümkün olacağı tezine dayanır. Bundan dolayı, “Tür bakımından bir olarak devam eden bir şeyin devamı için ortadan 438 439 Fârâbî; Medine, s.70; T: s.38 Fârâbî; Medine, s.82; T: s.38 157 kalkan şeyin yerini alacak başka bireylere ihtiyaç vardır. Bu bireyler varlığa gelirler ve ortadan kalkan şeyin yerine geçerler.”440 “O halde, bu varlıkların her birinde diğerine ait olan bir şey, diğerinde de ona ait olan bir şey vardır; öyle ki onların her birinin sanki diğerinden alması gereken bir hakka sahiptir Şimdi bir şeye ait olan, ancak bir başkasında bulunan madde ya bir başka cisimle beslenen cisimde olduğu gibi bu başkasının suretinin kendisine bürünme özelliğine sahiptir veya ortadan kalkan insanların yerini alan insanlarda olduğu gibi onun bireysel suretine değil, türsel suretine bürünme özelliğine sahiptir.”441 İşte ölümsüzlüğün birinci anlamı olan devamlılık, burada ortaya çıkmakta ve bireylerin türlerin ölümsüzlüğü suretine olan katkısı oranında kendini açığa vurmaktadır. Burada ölümsüzlük, insanî öze olan katkıya bağlıdır.Bu nedenle, Farabi “Farklı zamanlarda birbirlerini takip ederek erdemli şehirlere hükümdar olan kişiler sanki tek bir ruh, her zaman aynı kalan tek bir hükümdar gibidirler”442 der. Ölümsüzlüğün ikinci anlamına gelince; bu, ruhların mutluluğu anlamında bir ölümsüzlüktür: “Bir grup insan göçünce, onların bedenleri ortadan kalkar, ruhları serbest kalır, mutlu olur. Bu grubun ardından aynı mertebede olan başkaları geldiğinde, onlar birincilerin yerlerini alırlar, onların eylemlerini icra ederler. Bu gurup da göçüp maddeden kurtulunca, onlar da kendi paylarına daha önce geçip gitmiş olanlarla mutluluk bakımından aynı dereceye ulaşırlar ve onların her biri tür, nicelik ve nitelik bakımından benzeri olana kavuşurlar.” 443 Ruhların ölümsüzlüğü anlamında ölümsüzlerin mutluluğu, hem bulundukları konumdan hem de onların her bir araya gelişlerinin verdiği mutluluktan kaynaklanmaktadır. “Onlar, cisim olmadıklarından hangi sayıda olurlarsa olsunlar, bir araya geldiklerinde yer bakımından herhangi bir zorluk çekmezler. Çünkü onlar bir yerde, mekânda değildirler ve birbirleriyle buluşmaları ve kavuşmaları, cisimlerinki gibi değildir. Birbirine benzeyen bu maddeden ayrılmış ruhlar ne kadar çoğalır ve bir düşünülürüın başka bir düşünülürüa birleştiği tarzda birbirleriyle birleşirlerse, onların her birinin duyduğu zevk de o kadar çoğalır ve artar.”444 440 Fârâbî; Medine, s.83; T: s.40 Fârâbî; Medine, s.84; T: s.42 442 Fârâbî; Medine, s.134; T: s.83 443 Fârâbî; Medine, s.135; T: s.85 444 Fârâbî; Medine, s.136; T: s.85 441 158 Farabi' ye göre “bu durumda olan insanlardan bir bölümü göçüp bedenleri yok olunca, nefisleri kurtulup mutluluğa erince, şehirde doğal olarak yerlerini başkaları alır: Bu yeni gelenlerin nefisleri de öncekilerin eylemlerini işleyerek kurtuluşa erer. Bunların da, bedenleri yok olunca, aynı topluluktan (taife) daha önce göçmüş olanların derecesine ulaşırlar. Farabi'ye göre cisim olmayan varlıklar birbirlerine nasıl yakın iseler, onlar da birbirlerine öylece yakın olurlar. Böylece, tek bir topluluk içinde birbirine benzeyen nefisler, tam bir birlik oluştururlar. Farabi' ye göre maddeden ayrı bu nefislerin, sayısı arttıkça, onların haz almaları da o ölçüde artar. Daha sonra gelenler onlara katıldıkça, bu sonuncular, daha öncekilerle karşılaştıkları ve bir araya geldikleri için, her iki topluluğun da haz almalarında artma olur. Çünkü o nefislerden her biri, hem kendi özünü, hem de kendi özüne benzeyen birçok nefisleri düşünür ve gelecekte sonrakilerin kendilerine katılmasıyla düşünen nefisler çoğalır. Böylece önceden göçüp gidenlerden her birinin haz almaları sonsuza kadar artar. Faal Aklın amacı olan gerçek kutsal, mutluluk da budur.445 Farabi'ye göre ölümsüzlere “daha sonrakilerden herhangi birinin geldiği her seferinde, daha sonrakinin onlarla buluşmasından ötürü hazzı arttığı gibi, öncekilerin de daha sonrakilerin kendilerine katılmasından dolayı hazları artar. Çünkü bu durumda bu ruhların her biri hem kendi özünü, hem de kendi özünün benzerini birçok defa düşünmüş olur. Bunun sonucunda da düşündüğü şeyin niteliği artmış, çoğalmış olur.”446 Bu ölümsüzlerin mutluluğu, aynı zamanda mutluluklarını niteliksel anlamda etkileyecek özelliktedir.“ Bedenlerinden ayrılmış olan ruhların birleşmelerinden ötürü meydana gelen artış, yazı yazan birinin, yazı yazma işiyle sürekli meşgul olması sonucunda, yazı yazma sanatı ile ilgili gücünde meydana gelen artışa benzer. Ruhların birbirleriyle buluşmaları ve bunun her birinin niteliğinde meydana getirdiği nitelik artışı, yazı yazan birinin eylemlerinin sürekli olarak birbirini takip edişi ve bunun onun yazı yazma gücünde ve meziyetinde meydana getirdiği artışa tekabül eder. Ancak birbirleriyle buluşan ruhların sayısı sonsuz olduğundan, sonsuz zaman içinde onların her birinin güç ve zevkinde meydana gelecek artış da sonsuz olacaktır. Göçüp giden her neslin durumu budur.”447 445 Fârâbî; Siyâse, s.82; T: s.48 Fârâbî; Medine, s.137; T: s.85 447 Fârâbî; Medine, s.138; T: s.86 446 159 Ancak cahil şehir halkının ruhlarına gelince; onlar ölümsüzlüğü ve dolayısıyla sonsuz mutluluğu hak etmeyen, yok olmayı hak eden varlıklardır.“Bu şehirlerin halkına gelince, cahil şehirlerin halkının ruhları eksik ve varlıkta devam etmek için zorunlu olarak maddeye muhtaç bir halde kalırlar. Çünkü onlarda ilk düşünülürlerin hiçbirinin resmi onlarda mevcut değildir. Bundan dolayı varlıklarını kendisine borçlu oldukları madde ortadan kalktığında, varlıkları bu ortadan kalkan şeye muhtaç olan ruhsal kuvvetleri de ortadan kalkar.448 Farabi'ye göre bunlar “Et yiyen hayvanlar ve yılanlar gibi ortadan kalkan ve yokluğa giden insanî varlıklardır.” 449 İlk düşünülür varsa temel akıl vardır ve onun ölümsüz olması gerekir. Hayvanlarda olduğu gibi, sadece bu dünyaya ait bir takım insanlar vardır ve onların ruhları için ahrete ait herhangi bir makam düşünülemez. İnsanı ancak bir akıl varlığı olarak tanımlayan Farabi, entelektüel etkinliğe vermiş olduğu değerle bağlantılı olarak bu insanları “cahiller” ve onlardan olan şehirleri de “cahil şehirler” olarak nitelendirir. Maddeye bağımlı olarak kalan bu tür insanlarla hayvanlar arsında hiçbir fark bulunmamaktadır. Bu nedenle Farabi' ye göre, ruhların ölümden sonra karşılaşacakları durumlar, ya mutluluk, ya azap ve mutsuzluk ya da yokluk ve hiçliktir.450 Bu durumda Farabi, Aristo ve Platon' a dayanarak insanın iki hayatının olduğunu ve ebedî mutluluğu ölümsüzlükte yaşayacağımızı dile getirir. “Sokrates, Eflatun ve Aristo; insanın iki hayatı olduğunu düşündüler. Onlardan birincisinin varlığının devamı, beslenmeye ve varlığımızın devamı için bugün ihtiyaç duyduğumuz diğer dış şeylere bağlıdır. Bu bizim ilk hayatımızdır. Diğeri ise, öz (zat)ünün devamı için kendi dışındaki şeylere ihtiyacı olmayıp, bilakis korunmuş olarak varlığını devam ettirmesi için kendi kendine yeterli olarak, devamı kendi özüyle olan hayattır. Bu da, ahiret hayatıdır. Onlara göre, insan; ilk ve son olmak üzere iki yetkinliğe sahiptir. Bizim için son yetkinlik, bu hayatta değil, ancak bu hayatımızda ilk yetkinliği yaşadıktan sonra, âhiret hayatında meydana gelir.”451 Farabi’ye göre, ölümsüzlük bir tür bilgi ve yaratıcılıkla sağlanır. “Nasıl ki hastalar arasında kendi hastalığını bilmeyen, üstelik kendini sağlıklı sananlar, doktorun sözünü dinlemezlerse, nefisçe hasta olanlar arasında da hastalığını bilmeyen, kendilerini 448 Fârâbî; Medine, s.142; T: s.88 Fârâbî; Medine, s.142; T: s.88 450 Yaşar Aydınlı; Fârâbide Tanrı – İnsan İlişkisi, İz Yayıncılık, İstanbul 2000, s.110 451 Fârâbî; Fusul, s.46; T: s.38 449 160 erdemli ve sağlıklı sananlar asla kılavuzun, öğreticinin ve düzelticinin sözüne kulak vermezler. Bunların nefisleri madde düzeyinde (heyulani) kalır, maddeden bağımsız olarak bir yetkinlik kazanmaz, hatta madde yok olunca onlar da yok olur.”452 Farabi’nin “yok olur” derken kast ettiği tamamen yok olmak toprak olmak mıdır? Farabi, ölümden sonra bedenden ayrılan ruhun gayr-i cismanî bir varlık olduğunu kabul etmekle birlikte, ona göre, ruh bedenle birlikte varlığa geldiğinden, bedenden önce tam anlamıyla ruhanî nitelikte bir hayat düşünmek doğru olmaz. Yine ona göre, maddi düzeyden yukarı çıkamamış potansiyel aklın ölümsüzlüğünü düşünmek de mümkün değildir.453 Farabi'ye göre, ölümsüzlüğü elde etmenin yegâne yolu; insanî nefsin bedensel varlığa ihtiyaç duymayacak bir soyutluk statüsü kazanmasıdır. Aklın soyutluk dereceleri, mutluluk derecelerine tekabül eder. Ve insanî nefis, bilfiil akıl aşamasına ulaşınca, ölümden sonra kendi başına var olabilecek bir varlık statüsü kazanır.454 Özetle Farabi' ye göre ölümsüzlük, insani nefsin bilfiil akıl düzeyine ulaşmasıyla elde edilir. Faal Aklın ölümsüzlükteki rolü, insandaki düşünme sürecini başlatmasında yatmaktadır. Felsefî olarak söylemek gerekirse, Farabi’nin metinlerinden anlaşılan ölümsüzler; bilgi ve erdem gibi ilkelere sahip canlılardır. Bu ilkelerin kendisi sınırsız ve kesin olarak evrenseldir. Hatta diyebiliriz ki onlar bilgiyi ve erdemi yaşatan kanlı ve canlı ilkelerdir. Onların idealler dünyasında, en yüksek iyiden, feyiz alarak yaptıkları her şey iyidir. Canlı ilkeler, kaynağını mutlak en yüksek iyiden alırlar. Canlı ilkelerin arkasında da erdem olarak bize yansıyan idealler dünyası vardır. Bu nedenle, Senaca “ Erdem ölümlülere nasip olan tek ölümsüzlüktür.” der.455 Farabi' de yetkin amacı kabul edenler, “ insanın ölümünden sonra ve gelecek hayatta ulaşacağı bir yetkinliğin mutluluk olduğuna ve kendileriyle ölümden sonraki mutluluğun elde edileceği gerçek erdemler ve gerçek anlamda erdemli eylemler bulunduğuna inanmışlardır.”der. 456 Şimdi sıra, “bir insan bu ölümsüz yaşama nasıl katılabilir?” sorusuna geldi. Bu soruyu cevaplandırmak için birçok yaklaşımlar vardır. En genel yaklaşımdan başlamak gerekirse, ilkin şunu söylememiz gerekir: Bir insan kendisini bilinçli olarak ne kadar ideal kozmosun ruhuna hazırlarsa; o oranda ölümsüz hayata katılmış olur. Bundan dolayı ölümsüz, güçlerini kişi geliştirebildiği oranda geliştirir, toplumsal iyiler için 452 Fârâbî; Siyâse, s.83; T: s.48 Turan Koç; Ölümsüzlük Düşüncesi, İz Yayıncılık, İstanbul 1991, s.44 454 Yaşar Aydınlı; Fârâbide Tanrı – İnsan İlişkisi, s.111 455 Seneca; Ahlâki Mektuplar, s.14 456 Fârâbî; Medine, s.167; T: s.110 453 161 ötekiyle iyi iradede işbirliği yapmaktan asla geri kalmaz. Aynı zamanda söz konusu bu işbirliğini sadece insanlarla yapmakla yetinmez, kendisinden üstün ruhlarla da işbirliği yapar,” bu ikili işbirliği sayesinde bir dereceye kadar iyi bir vatandaş olur ve ölümsüz hayata katılmış olur.457 İnsanların nasıl ölümsüz olacağına dair bir başka yaklaşım da insanın kötünün kendisine efendi olduğu alışkanlıklarından kurtulup ilâhî buyrukların desteğiyle iyilik ülkesine doğru kendini yükseltmesidir. Bu da kendisini duyusal dünyadan çekmesi, kutsallık, adalet ve erdem değerlerini içsel doğasına yerleştirmesi ve buna göre yaşamaya başlamasıdır. Söz konusu değerlerin oluşturduğu bu doğadan ortaya çıkan eylemler, Tanrı’nın eylemlerine benzer eylemler olur. İnsanlar ölümsüzlerin niteliklerine ne kadar benzerlerse, o kadar güncel insanlık seviyesinden çıkıp ölümsüzlerin doğasına katılmış olurlar. Ölümsüzlükle ilgili başka yaklaşım da, insan doğasının, ruh ve bedenden oluşmuş olmasına dayandırılan karmaşık görüştür. Buna göre insan bir yandan bedensel bir varlıktır. Elementlerin değişik karışımından oluşan değişen fiziksel bir varlıktır. Öte yandan ruhtan oluşan bir varlıktır. Bu ruh sayesinde içindeki güçleri organize edebilecek güce sahiptir. Yine bu güç sayesinde, ruhuna karşı yönelen olan bedensel eylemlere karşı kendini koruyabilir. Ancak ruh ve beden arasındaki bu çatışma da sonsuza kadar devam edip gider. İnsanın ölümsüz olup olmaması hangi tarafın kazanacağına bağlıdır. Şayet beden kazanırsa eylemler, doğrudan bedenin içinde yaşadığı çevrenin koşullarına bağlı kalır. Zihnî, içinde yaşadığı koşulları aşamaz. Bu durumda insan, gücünü koşulları aşmak için kullanmadığından dolayı insanlık düzeyinde zor kalır. Çünkü zihnini idealler dünyasının etkilemesine henüz açmamıştır. Şayet organize gücünü kullanmış olsaydı, kendi kendini gerçekleştirir ve ilkin kendinin efendisi, ikinci olarak da çevresinin efendisi olurdu. Şayet ruhsal yanı kazanmış olsaydı, kendisi ve çevresinin efendisi ve aynı zamanda çevresinde güzellik, ölçülülük ve adalet yaratmış olurdu. Burada (dünyada) gerçek anlamda yaşadığını hisseder ve doğrudan hakikî dünyaya katılmaya çalışırdı. Herkes bir dereceye kadar “ kendi işini yapmaya devam” etmek için kendi 457 Rupert Clendon Lodge; “Platonic Immortality as the Highest Good”, International Journal of Ethics, Vol.37, Apr.1927, p.295 162 koşullarına baskın gelebilirse, belirlenmiş değerleri topluma taşıyabilirse, o oranda işini yapmış ve ölümsüz hayata katılmış olur. Bir diğer yaklaşım da, ruhun ölümsüz olduğu tezinden hareket eden yaklaşımdır. Yaşamın ilkesi gereği ruh, esas olarak reel dünyadan ziyade ideal dünyaya aittir. Aynı zamanda ruh düzenli, sistemli, yetkin hareketin de kaynağıdır. Ruhun gerçek dünyası ebedî idelerle birlikte olmaktır. Ruhun unsurları ilâhî öğelerden oluşmaktadır. Bu nedenle ruh, doğası gereği ölümsüzdür ve içerdiği kutsallık, adalet ve erdem gibi ebedî ideler de ölümsüzdür. Ruh hareketin de kaynağı olduğundan bedensel hareketleri içindeki ölümsüz ilkelere göre yönetir.458 Akla göre yaşam, yaşamaya değer tek hayattır. Akla göre yaşam ilâhî orijinli ve ilâhî fonksiyonları olan hayattır. Ruhun fonksiyonu, bedensel kargaşa alanını bir dereceye kadar yasa, düzen ve mümkün mertebe kendi varlık tipine veya tarzına benzetmektir. Bilindiği gibi dünya hayatı ilk yaşam tarzını göz önüne aldığımızda kargaşa ve düzensizlik yaşamıdır. Bu dünya kaosunu düzene, yasaya ve yetkinliğe dönüştürme, ruhun fonksiyonlarındandır. İnsan, ruh ve beden olmak üzere iki kısımdan oluşmaktadır. Erdemler özellikle, entelektüel erdemler, bedensel güçlerin (duyusal) ruhun üzerindeki baskısını azaltır. Ruh, üzerindeki baskılardan arındıkça içindeki kutsallık, adalet ve erdem gibi ebedî ideleri daha rahat temaşa eder. İnsanlar bu temaşa sayesinde ebedî ideleri görebilmek için yeterli açıklılığa, berrak zekâya sahip olurlar. Bunun sonucunda insanlar; kendilerine, çevrelerine, fiziksel dünyalarına kısacası koşullarının üstüne çıkma güçlerini elde ederek ruhsal hayata, ölümsüzlüğe ebedî mutluluğa kavuşmuş olurlar. Farabi bireysel ölümsüzlük düşüncesini taşıyan filozoflardan biri olarak görülmektedir. Fakat ölümsüzlük, nefsin erdem ve bilgi ile ilgili olanakalarının gerçekleşmesine bağlı göründüğünden kazanılan bir durum gibidir.459 Bu nedenle, insanlar, entelektüel ve ahlâki erdemlerini kullanarak yaşamlarını kutsallık, adalet ve erdemli bir yaşama dönüştürdükleri oranda kendinden üstün ruhlarla işbirliği yapmış ve ölümüsüzlerin en yüksek hak kazanmış olurlar. 458 459 Rupert Clendon Lodge; “Platonic Immortality as the Highest Good”, p.298 Ahmet K. Cihan; Sûhreverdi’nin Felsefesinde İnsan ve Âlemdeki Yeri, Laçin Yayınları, Kayseri 2003, s.192 163 İKİNCİ BÖLÜM MUTLULUĞUN ÖZNESİ VE ARACI 1. Mutluluğun Öznesi: İnsan Mutluluğun öznesi insandır. Burada özne iki anlamda anlaşılmalıdır. Hem mutluluk kavramını bilen, anlayan, kavrayan, isteyen, özleyen, kendisine amaç edinen anlamında; hem de mutluluğu gerçekleştiren, onu elde etmek için çaba harcayan kişi anlamında öznedir. Bu nedenle her iki anlam da insanın doğasını tanımak, psikolojisi hakkında bilgi sahibi olmak zorunludur. İnsan doğasının Farabi’nin mutluluk anlayışı açısından temel bir karakteristiği vardır. İnsan doğasında akıl vardır. Akıl, insanın mutluluk kazanabilmesinin tek hükümran tek yetisidir. Aklın bir yönü yukarıya, kozmik hayata, faal akla, göksel cisimlere ve mutluluğun temel kaynağı olan İlk Yetkinliğe yöneliktir. Diğer yönü ise, içinde bulunduğu bedenin güçlerini yetkinleştirmeye yöneliktir. 164 Akıl ve arzu arasında bir çatışmanın var olduğunu düşünen çatışmacı tez doğru bir tez değildir. Akıl ve arzu arasında, birbirini etkiyelen yapısalcı bir model vardır. Akıl arzuyu etkilediği gibi, yerine göre arzu da aklın işlevini engellemek bakımından aklı etkilemektedir. 1.1. Akıl Mutluluk kavramı özellikle Platon ve Aristo’dan sonra; sükûnet, huzur veya zihnin kendi içinde barışık olması anlamıyla da öne çıkmıştır. Bu kavram iki nedenden dolayı ilgi çekicidir. Birincisi, bu kavramın geleneği, Sokrates veya Platon' la birlikte başlıyor. İkincisiyse Greklerde mutluluk, sadece zihnin durumu ve tamamen kişinin tutum ve inançlarına bağlı bir durum olarak anlaşılmaktadır.460 Başka bir deyişle mutluluk, iyi bir yaşam olarak anlaşılıyordu. Onlara göre mutlu yaşam hoş ve zevkli olmalıydı. Fakat bu anlayış, mutluluğun bizzat kendisinin birinin kendi yaşamından memnun olmasına bağlı olduğu anlamına gelmez. Yaşam, erdeme bir yaşam olmasından dolayı zevklidir. Bu nedenle “Erdem zevkli olduğundan dolayı seçilmez, tam tersi şayet erdem seçilirse zevk verir.” denilmektedir. Ancak, mutluluk ucu açık bir kavramdır. Nitekim faydacılar, mutluluk kavramını Greklerin “iyi yaşam” olarak anladığı anlamdan ziyade, mutluluğu haz kavramıyla tam özdeşir bir anlayışa doğru getirdiler. Ancak o geleneğin kurucularından olan Epikür bile “Bizim için haz, beden alanında acı çekmemek, ruh alanında da huzursuzluk duymamaktır”461 diyordu. Epikürün hazzı temel aldığı bilinmektedir. Fakat onun mutluluk görüşünün merkezinde, yine iyi yaşam kavramı hâkimdi. “Her şeyin başında en büyük zenginliğimiz olan ölçülülük gelir. Onun için de bu, felsefeden bile daha değerlidir, çünkü bütün öteki erdemlerin kaynağı odur; akıllı, doğru ve namuslu yaşamadıkça, mutlu olmanın, mutlu olmadıkça da akıllı, namuslu ve doğru yaşamanın imkânsız olduğunu da bize o öğretir. Gerçekten, erdemler mutlu bir hayata sımsıkı bağlıdır ve birini ötekinden ayırmak mümkün değildir.”462 460 Gisela Monist Striker ; “ Ataraxia: Happiness as Tranquillity ”, Academic Search Premier, Vol.73, Jan.1990, p.1 Epikür; Mektuplar ve Maksimler, (çev: Hayrullah Örs), Remzi Kitabevi, İstanbul 1962, s.38 462 Epikür; Mektuplar ve Maksimler, s.38 461 165 Biz, burada, haz ve acı aracılığıyla gelen bedensel mutluluktan değil; zihnin barışı, ruhsal huzur, sükûnet, kendini kontrol etme anlamlarına gelen akılla ilgili mutluluktan söz edeceğiz. Burada ataraksiya, sükûnet, huzur ve daha sonra bunların hepsini içeren, Farabi’nin faal akılla birleşme anlamına gelen, en yüksek mutluluğun kaynağı olan “ittisal” kavramını hatırlamamızda fayda vardır. Çünkü bu türden bir mutluluk, akıldan gelen ve aklî potansiyelin gerçekleşmesine bağlı olan bir mutluluktur. Bu durumu Farabi: “Maddi olmayan cevherlerin en sonuncusu olan faal akılla, yakınlaşma (kurb), benzeşme (şebeh) veya birleşme (ittihad) olarak da isimlendirir.” 463 Sükûnet kavramı, Greklerin kullandığı anlamda “ataraksiya” kavramına yakın bir kavramdır. Greklerde ataraksiya; endişe ve sıkıntıdan (anyxiety) uzak olmak demektir.464 Demokritos, buna benzer bir kavram olan “euthymia” yı kullanmıştır. Sakin olma, denizin hareketsiz olması, sessizlik gibi anlamlara gelir. Kavramsal olarak euthymia, Demokritos’a göre hayatın amacıdır ve zihnin şiddetten uzak olması anlamına gelir. Ona göre “euthymia” ruha özgü bir şeydir. Ruhta da, her bir insanın içinde var olan “daimon” (mutluluk verici) denilen gizil bir güç vardır. (Farabi’nin faal akıl kavramın benzerliği çağrıştırdığından dolayı hatırlayalım) Epikür, muhtemelen sükûnet kavramını mutlulukçu teoriye ilk olarak getiren ve bunun hazzın bir başka çeşidi olduğunu savunan filozoflardan biridir. Biz Epikür’ün hedonist olduğunu ve hayatın en büyük amacının haz olduğunu, bu nedenle en iyi hayatın hazla dolu olan bir hayat olduğunu savunan bir filozof olduğunu biliyoruz. Ancak sükûnet, en büyük haz olduğu için Epikürün mutluluk kavramında yerini bulmuştur. Sükûnet, ona göre, zihnin hoşnut durumudur ve acıdan yoksun olmasıyla paraleldir. Epiküre göre, mutluluk bedenin hem sükûnet içinde olması, hem de bedenin acıdan uzak olmasıdır. Böylece Epiküre göre sükûnet, mutlu insanın zihinsel durumu ve mutluluğun bir parçasıdır, fakat mutluluğun bizzat kendisi değildir.465 Böylece anlıyoruz ki, Epikür’ün anladığı anlamda mutluluk akıldan gelen bir şeydir. Mutlu insanın zihinsel, akla dayalı durumunu ifade eden bu kavramı stoalar, ataraksiya kavramına dönüştürürek; akla dayalı mutluluğa daha iyi gönderme yapsın diye kullandılar. Stoaya göre; önemli olan doğanın yasalarıyla uyum içerisinde yaşamaktır. Doğanın yasalarıyla uyum içerisinde yaşadığımız sürece, içsel sükûnet kendiliğinden 463 Macid Fahri; İslam Ahlâk Teorileri, s.120 Gisela Monist Striker ; “ Ataraxia: Happiness as Tranquillity ”, p.1 465 Gisela Monist Striker; “ Ataraxia: Happiness as Tranquillity ”, p.2 464 166 doğal olarak gelir. Mutlu insan, doğaya iyi uyum sağlayan, yani kendini iyi yöneten ve bütün koşullara kolayca uyan, iyi törelerle ve erdemlerle iş gören insandır.466 Bir başka deyişle, onlara göre kısaca mutluluk, içsel aklın dış akla olan uyumudur. Epikür ve Stoanın sükûnet kavramını açıklamaları bir birinden farklıdır. Burada ataraksiya kavramının müphemliğine de dikkat çekmemiz gerekiyor. Ataraksiya, tam olarak üzüntüden uzak olmaktır. Endişesiz, kedersiz bir ruh halidir. Fakat aynı zamanda güçlü, ağır başlı, kendine hâkim olma duygusudur. Böylece ataraksiya, zihnin halinden başka, karşımıza bir karakter özelliği olarak da çıkar. Yani, akıldan arzu alanına kayar. Denilebilir ki bu karakter özelliği kişiyi zihnin huzurunu kaçıran etkilere karşı savunma mekanizması güçlü biri yapar. Epikür, mutlu kişi; tasasız, kedersiz kişi olmalı derken; stoa ise bilge kişi; vakur, ağır başlı, kendine hâkim olmalı demektedir. Birincisi duygularla ilgili bir durumu içerirken; ikincisi var olması gereken bir karakteri içermektedir. Birisi sadece akıl alanında kalırken, öteki, arzu alanına da kaymaktadır. Epikürün iddiasına göre mutlu insan sükûnetten daima hoşlanan insandır. Fakat o üzüntünün, acının onu, rahatsız etmeyeceğini iddia etmiyor. Örneğin bir insanın en yakınlarından biri ölebilir ve insan bundan büyük üzüntü duyar. Fakat böyle büyük bir acı ve üzüntü güzel düşünceler ve güzel hatıralar yardımıyla aşılabilir. Bu yolla zihnin huzuru, barışı genellikle korunabilir. Erdemli bir insanı üzüntüler sarsabilir, ancak dengesini alt üst etmesine asla izin vermez. Stoa’ya göre sükûnet, bir insanın sahip olmak için arzuladığı bütün iyilerin, sadece gerçek iyinin, kısacası erdemin bilgisi üstünde temellenir. Yine sükûnet, Stoa için, korkunun yokluğuna, birinin sahip olduğu iyileri asla kaybetmeme düşüncesine bağlıdır. Gerçekte stoacı bilgenin mutedilliğinin, aklı başındalığının nedeni bedensel ve dışsal olan her şeyden (iyiler dâhil) tamamen kurtulmuş olması ve duygulardan bağımsız olmasıdır. Farabi ise Stoanın bedensel, dolayısıyla duygusal ve dışsal şeylerden bile mutluluk adına bir kenara itmelerinin iyi yaşamı oluşturma konusunda ciddi sorun oluşturduğunun farkındadır. Bu nedenle Farabi’nin metinlerinde bedensel ve dışsal iyilere karşı olmaktan söz ettiğine rastlamıyoruz. Tam tersi bedeni öldürmekten yana görüşleri “cahilce görüşler” olarak nitelendirmektedir. Bu görüşlere göre, insana 466 Petrus Abelardus; Bir Mutsuzluk Öyküsü, (çev: Betül Çotuksöken), Remzi Kitabevi Yayınları, İstanbul 1998, s.117 167 bedenin eklenmesiyle gerçekleştirmesi gereken asıl insanlık özü bedenden dolayı engellenmektedir. “Bundan dolayı bazıları, ruhun bedenle birleşmesinin insan için tabiî olmadığını, gerçek insanın ruh olduğunu, bedenin ruhla birleşmesinin onu bozduğunu, eylemlerini değiştirdiğini, erdemsizliklerin (rezâil) ruhta ortaya çıkmasının nedeninin bedenin ruhla birleşmesi olduğunu, ruhun yetkinlik ve erdeminin bedenden kurtulmasında yattığını, ruhun, mutluluğu bakımından bedene ihtiyacı olmadığını, mutluluğa ulaşması için ne bedene, ne zenginlik, komşular, arkadaşlar, hemşeriler gibi dış şeylere ihtiyacı olduğunu, şehirdeki topluluklar ve diğer şeyleri gerektirenin insanın sadece bedeninin varlığı olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu insanlar, bundan ötürü, insanın bedenî varlığının tamamen ortadan kaldırılması gerektiğini düşünmüşlerdir.”467 “Bazıları, bundan dolayı, tabiî varlığı veren şeyin, ruhun hâlihazırda sahip olduğu varlığını veren şeyden başka olduğu; şehvet, öfke ve ruhun benzeri diğer arazlarını meydana getiren nedenin, onun düşünülürü kısmını veren nedenin zıddı olduğunu ileri sürmüşlerdir. Onlardan bazısı (mesela Empedokles) bunun nedeninin, iki failin zıtlığı, bazısı ise (mesela zahirî görüşlerinde Parmenides ve diğer tabiat filozofları) maddelerin zıtlığı olduğunu söylemişlerdir.”468 Farabi'ye göre “İnsan, beden ve nefisten oluşan bir varlıktır. Beden duyular ile bilinen yönünden ibarettir. Nefis ise bedenin sureti ve kıvamıdır. Daha açıkçası nefis, bedenin gücü, bedenin süreti ve bedenin kemalidir.”469 “Farabi’de “failin zıtlığı” veya ruh ve beden çatışması, kendi mutluluk anlayışı içinde temel bulamamaktadır. Stoa’nın temel iddiası duyguların hatalı değer yargılarına neden olduğudur. Örneğin sağlık, güzellik, mülkiyet, dostluk kavramlarının varlığı iyidir, bunların yokluğu kötüdür. Bir kere doğru değer sistemi kurulduğu zaman, bu tür hatalar kendiliğinden yok olur. Doğruluğundan şüphe edilemez bu değer sistemi sayesinde, sıradan insan zihni, ajite olmaktan kurtulur. Erdemli kişinin zihni, üzüntüden bağımsız değildir ancak aklı başında, mutedil kişinin bu acıyla değişmesi ihtimal dâhilinde değildir. Akıl tarafından aydınlanmış huzur ve sükûnet, gibi mutluluk da, sadece akıl tarafından yönlendirilmiş kavramlardır. Arzu ve bedenden gelen mutluluk, gerçek (sürekli, ebedî) 467 Fârâbî; Medine, s.168; T: s.110 Fârâbî, Medine, s.169; T: s.111 469 Hasan Şahin; İslam Felsefesi, s.89 468 168 bir mutluluk değildir. Kökeni itibariyle tatmine ve fizikî gücü kullanmaya dayalı bir mutluluktur. Mutedillik ve aklı başındalık gibi karakter erdemleri ve doğru değerler sistemi sayesinde (bilgelik), bunlardan gelen mutluluğu gerçek mutluluğa dönüştürme yolunu bulabiliriz. Farabi’nin önerdiği sistem budur. Bedenin ve arzunun gelişme, yetkinleşme yolunu, aklın yoluyla birleştirmek gerekiyor. Arzunun yok edilmesi, gücün zayıflatılması Farabi'nin mutluluk sistemine ters gözükmektedir. Bu nedenle Farabi'nin metinlerinde, arzunun ve bedenin iyilerinin yok edilmesi gerektiğine dair negatif cümleler okuyamıyoruz. Tam tersi, Farabi'den şunu çıkarıyoruz: Nazarî aklın bunları yönlendirdiği mutluluk gerçek mutluluktur. Nazarî aklın yönlendirmediği mutluluk gerçek mutluluk değildir: “İnsanın, insan olmasını sağlayan şey akıl olduğu için, insana en özgü olan, insanın aklı olduğuna göre ve insana bu sanat iyi şeyler kazandırdığına göre, bu sanat, insana özgü olan en iyi şeyleri kazandırır.”470 Peki, akıl nedir? “Akıl; bazen bir şeyin zihinle kavranması, bazen de, insanın kavramasının meydana gelmesine araç olan şeyi ifade eden bir isimdir. Bu sanat, bu her iki şeyle iyiyi ve mutluluğu meydana getirir ve onlar, bu sanatla güç kazanır. İnsanın kavramasını meydana getiren araca ki o akıl adıyla karşılanan iki şeyden biridir- nutuk adını vermek ta eskilerden ( kudema) beri gelenek olmuştur. Bazen konuşmaya ve dil ile ifade etmeye de nutuk adı verilir. İşte bu çoğunluğa göre, nutuk kelimesi, bu anlama işaret eder ve bunun yaygın anlamı budur.”471 Farabi' ye göre sözcük anlamında akıl; “hapsetmek ve alıkoymaktır. Akıl, tecrübeden başka bir şey değildir. Akıl bizde, bey ve başkan konumundadır. O, bedenlerin iyilik ve güzelliğinin nedenidir. Bu tecrübeler ne kadar çoksa nefis de o kadar akıllıdır. Akıl, insanı insan yapan şeydir. Bazen insanın bir şeyi zihniyle algılamasına akıl denir.”472 Bu durumda bilgelik (hikme),“ En yetkin şeyin, en yetkin bir bilgi ile bilinmesidir. …En yetkin bilgi, kalıcı olan ve ortadan kalkması mümkün olmayanın kalıcı bir bilgi ile bilinmesidir.”473 Farabi' ye göre bilgi en yüksek erdem olduğu için, 474 gerçek mutluluk da ancak bu erdemle gelen mutluluktur. Farabi bu durumu mutlak bilgelikle kıyaslayarak 470 Fârâbî; Tenbih, s.78; T: s.54 Fârâbî; Tenbih, s.79; T: s.55 472 Hasan Şahin; İslam Felsefesi, s.43 473 Fârâbî; Medine, s.47; T: s.8 474 Hasan Şahin; İslam Felsefesi, s.90 471 169 açıklamaya çalışır: “Haz, sevinç ve mutluluk ancak en güzel, en parlak ve en yetkin olanın en yetkin bir idrakle idrak edilmesinin arkasından gelir ve ortaya çıkar. Şimdi İlk Olan, mutlak anlamda en güzel, en parlak ve en muhteşem şey olduğuna, kendi özünü idraki mutlak anlamda en yetkin idrak olduğuna ve kendi özü hakkındaki bilgisi mutlak anlamda en üstün bilgi olduğuna göre, onun duyduğu haz, bizim niteliğini asla anlayamayacağımız, büyüklüğünü asla kavrayamayacağımız bir hazdır. Onu ancak bir kıyasla ve gerek duyum gerek tasavvur, gerekse düşünülürü bilgi yoluyla bizim için en yetkin, en parlak şeyi en tam ve en yetkin bir biçimde idrak ettiğimizde duyduğumuz hazla karşılaştırarak anlayabiliriz. Çünkü bu durumda bizde, büyüklük bakımından bütün diğer hazlardan üstün bir haz hâsıl olur ve biz ulaştığımız bilgi sonucu, büyük bir mutluluk duygusu ile dolarız. Ancak bu durum, bizde sürekli değildir, çabucak ortadan kalkar… Bizim eriştiğimiz sınırlı haz, sevinç ve mutluluğumuz, onun haz, sevinç ve mutluluğu gibidir.”475 Bu nedenle mutluluğun dereceleri, yetkinlik derecelerine bağlıdır. “Akıl, kendinden öncekilerin nihaî sureti olduğu için, aklın yetkinliği kendinden önceki suretleri bütünsel olarak görebilmesine bağlıdır. “Akıl kuvveti, daha önceki bütün suretlerin nihaî suretidir.”476 Mutluluğun dereceleri olduğu gibi, yetkinliğin de dereceleri vardır. En yüksek yetkinlik, aklî yetkinliktir ve insan ona (ister şehir devleti, ister millet olsun) ancak bir siyasî topluluk içinde erişebilir. Bu durumda akli yetkinlik yetkinlik, nihaî mutluluktur.477 Ancak düşünülürü mutluluk, faal akla başlayan bir mutluluktur. Çünkü akıl, faal akıl olmaksızın tek başına bu mutluluğu bize veremez. Faal aklın önemi burada devreye girer. “İnsanların bilfiil düşünülürler olmaları mümkündür. Ancak onların tözleri, kendiliklerinden bilfiil düşünülürü olmaları için yeterli değildir. Aynı şekilde ne düşünülürü kuvvette, ne de insana tabiatın verdiği diğer şeylerde, kendiliklerinden bilfiil olma gücü vardır. Tersine bilfiil akıl olmak için düşünülürü kuvvetin, kendisini kuvveden fiile çıkaracak başka bir şeye ihtiyacı vardır. Ve o ancak kendisinde düşünülür ortaya çıktığında bilfiil akıl olur.”478 475 Fârâbî; Medine, s.52; T: s.13 Fârâbî; Medine, s.91; T: s.48 477 İbn Miskeveyh; Ahlâkı Olgunlaştırma, s.174 478 Fârâbî; Medine, s.19; T: s.57 476 170 İnsanın bilkuvve düşünülürleri, bilfiil akıl tarafından düşünüldükleri zaman, bilfiil düşünülürler olurlar. Ancak onları, kuvveden fiil haline geçirecek bir başka fail gerekmeketedir. “Bilkuvve düşünülürleri, kuvveden fiile geçiren bu fail, tözü bilfiil akıl olan ve maddeden "ayrı" bir varlıktır. Bilkuvve akıl olan maddî (heyulanı) akla, güneşin gözün görmesi için verdiği ışığa benzer bir şey veren, bu akıldır. Çünkü onun maddî akla nispeti, güneşin gözün görmesine olan nispeti gibidir. Çünkü görme belli bir maddede olan bir kuvvet, bir istidattır ve o, görmeden önce bilkuvve görmedir.”479 Farabi insanda faal aklın yerini, güneş ve göz arasındaki ilişki kıyaslaması ile verir. Güneş, göze ışık verir. Böylece göz potansiyel görücü iken, güneşten aldığı ışık aracılığıyla bilfiil gören olur. Faal akıl insana, düşünme gücünde tasarladığı bir şeyi kazandırır. Bu tasarımın insanda gördüğü iş, ışığın gözden yana gördüğü işe benzer. İnsan potansiyel akıl iken, onun aracılığıyla bilfiil akıl olur ve bu yetkinleşme insan faal akıl derecesine yaklaşıncaya kadar böylece sürüp gider. Kısacası, faal akıl, insanda ilk düşürleri, insanın bilfiil düşünürleri haline getirir. Aynı zamanda insanın “Maddi düzeyde bir varlık iken ilâhî bir varlık ” olmasına yardımcı olur. İşte bu “faal aklın işidir” ve bundan dolayı buna faal akıl denmiştir.480 İlk düşünürler, bütünün parçadan büyük olduğu, bir ve aynı şeye eşit olan iki şeyin birbirlerine eşit oldukları cinsinden bütün insanlarda ortak olan şeylerdir. Bunlar üçe ayrılır. Birincisi, amelî sanatların ilkeleri olan ilk düşünürlerdir; ikincisi, insanın eylemlerinde güzel ve çirkin olan şeyleri bildiren ilkeler; üçüncüsü ise gökler, İlk Neden, diğer birincil ilkeler ve bu birincil ilkelerden meydana gelen şeyler gibi insan eylemlerinin konusu olmayan varlıkları bilmede kullanılan ilkelerdir.481 İnsandaki düşünürler, insanın ilk yetkinlikleri demektir. Söz konusu bu ilk yetkinliklerin bir veriliş amacı vardır. “Bu düşünülürler insana, sadece nihaî yetkinliğe ulaşmasında kullanılmak üzere verilmişlerdir. Bu nihaî yetkinlik ise, mutluluktur.”482 İnsanın yetkinleşme sürecini özetlersek; insanın kendisiyle insan olduğu ilk mertebe, bilfiil akıl olmaya hazır, kabul edici ve alıcı olduğu ilk mertebe doğal yeteneğin ortaya çıkmasıdır. Bütün insanlar bu yetenekte müşterektir. İnsanla faal akıl arasında iki derece vardır: Edilgin aklın bilfiil akıl olması ve kazanılmış aklın meydana gelmesi 479 Fârâbî; Medine, s.102; T: s.58 Fârâbî; Siyâse, s.36; T: s.5 481 Fârâbî; Medine, s.103; T: s.59 482 Fârâbî; Medine, s.104; T: s.59 480 171 mertebeleri. Birinci derecede insan, “yetkin edilgen akılla tabii istidat, madde ve suretin birbiriyle birleşmesinden meydana gelen bütünde olduğu gibi tek bir şey olduklarında ve bu insanın insanlık sureti bilfiil akıl haline gelen edilgin akılla aynı şeymiş gibi”483 olduğunda insan faal akla bir derece daha yaklaşmış olur. İnsan ile faal akıl arasındaki en üst derece ise, insanın faal akılla tam yakınlaşmasıdır: “Tabii istidat bilfiil akıl olan edilgen aklın maddesi, edilgen akıl kazanılmış aklın maddesi, kazanılmış akıl Faal Akıl’ın maddesi kılındığında ve bütün bunlar bir ve aynı şeymiş gibi ele alındığında, bu insan, suretine Faal Akıl’ın büründüğü insan olur.”484 Geriye faal aklın son bir görevi daha kalır. O da faal aklın tahayyül gücü üzerindeki etkisi ve bu güç aracılığıyla üstün insanın meydana gelmesidir: “Böylece aziz ve yüce Tanrı tarafından Faal Akıl’a taşan şeyi, Faal Akıl, kazanılmış akıl vasıtasıyla edilgen akla ve sonra muhayyile kuvvetine geçirir. Ve bu insan Faal Akıl'dan edilgin akla taşan, feyzeden şeyle bilge bir insan, bir filozof, tanrısal nitelikli bir akıl kullanan yetkin bir düşünür, Faal Akıl'dan muhayyile kuvvetine taşan, akla gelen şeyle de bir peygamber, geleceği bildiren bir uyarıcı, hâlihazırda var olan tikeller hakkında bilgi veren bir haber verici olur.”485 Farabi’nin kendi metniyle Faal Aklın görevini özetleyelim: “Faal Aklın gördüğü iş, düşünen canlıyı görüp gözetmek ve insan için erişilmesi gereken yetkinlik mertebelerinin en yükseğine yani Yüksek Mutluluğa (es-saadet’ül kusva) yoluna ulaşmasına kılavuzluk etmektir. Böylece, insan, Faal Akıl düzeyine çıkar. Bu da, ancak, varlığında kendinden aşağıda bulunan cisim, madde ve araz gibi başka hiçbir şey, muhtaç olmaksızın, cisimlerden bağımsız olarak gerçekleşmek ve bu yetkinlikte sürekli kalmakla olur.”486 Ancak mutluluk dereceleri olduğu gibi, Faal Aklın da dereceleri vardır: “Faal Akıl, öz (zat), bakımından tektir; fakat derecesi, düşünen canlının kurtulduğu ve böylece mutluluğa erdiği derecededir. Faal Akl’a er-Ruhu’l- Emin (Güvenilir Ruh), Ruhu’lKuds (Kutlu Ruh) ya da bunlara benzer adlar verilmesi gerekmektedir. Onun derecesine de Melekût ya da benzeri adlar verilir.”487 483 Fârâbî; Medine, s.124; T: s.76 Fârâbî; Medine, s.124; T: s.76 485 Fârâbî; Medine, s.124; T: s.76 486 Fârâbî; Siyâse, s.32; T: s.2 487 Fârâbî; Siyâse, s.32; T: s.2 484 172 Akıldan gelen mutluluk, Faal Akılla gelmektedir. Bunun şemasının özeti tam olarak şöyledir: “Herhangi bir şey, her hangi bir şekilde maddeden kurtulup ayrılmayı kabul edecek durumdaysa; Faal Akıl, maddeden ve yokluktan onun kurtulmasını ister ve böylece o şey, onun mertebesine yaklaşır. İşte, böylece, bilkuvve olan düşünülürler (makulat) bilfiil düşünülür olurlar. Bundan da, bilkuvve olan akıl bilfil akıl olur. İnsandan başka hiçbir şeyin böyle olması mümkün değildir. İnsanın ulaşabileceği en yüksek yetkinlik demek olan yüce mutluluk da budur. İşte, bu ikisi (gök cismi ve faal akıl) iledir ki, geç kalan, varlık alanına çıkmalarını ve varlıklarının devamını sağlayan birtakım yollarla, varlık alanına çıkmaya ihtiyaç duyan şeylerin varlıkları yetkinlik kazanır.”488 Beden ve mutluluk bölümünde göreceğimiz gibi sağlık, fiziki güç, iyi görünüş ve cesaret erdemleri, bedene özgü erdemlerdir. Bunların yetkinliğinden gelen mutluluk, bedensel mutluluktur. Ancak insanlar, toplumsal olarak yaşarlar. Toplum, her ne kadar görünüşte bedenlerin bir araya gelmesinden oluşan bir yapı olarak gözükse de, bütün bu bedenleri bir arada tutan akla dayalı, akıldan gelen erdemin sayesindedir. Bu erdem, adalet erdemidir. İki açıdan örgütleyicidir: Birincisi, içsel örgüleyicidir; ikincisi ise, dışsal, toplumsal örgütleyicidir. Ayrıca Farabi'ye göre toplumu ayakta tutan, dağılmasına engel olan ve erdemli yaşam olarak onu ideal düzeye yükselten adaletten başka “mutedillik” ve “filozofik görüş”e göre yaşam vardır. Akla dayalı bu erdemleri sırayla analiz etmemizde fayda vardır. Sırası gelmişken bir hatırlatmada bulunalım. Akıldan gelenler tümel, arzudan ve bedenden gelenler ise tikeldir. İçsel adalet, bütün erdemleri etrafında dengeyle toplayan bir çekim gücüne sahiptir. Karakterin dağılmasını engelleyen, onu tutarlı bir şekilde bir arada tutan, içsel/ruhsal adalet erdemidir. Günümüzde adalet kavramı, evrendeki ahlâksal düzene inanmadan ya da ona göndermede bulunmaksızın kullanılmaktadır.489 Farabi’de adalet kavramını, genel anlamda evrenin düzeni anlamında yorumlayabiliriz. Bu yoruma göre adil insan, bu evrensel düzene saygı gösteren ve bu düzeni bozmayan bir insandır. Aynı zamanda adil insan, Mutlak Adil olan İlk Varlığın evrendeki ahlâksal düzenini kendi iç evrenine içselleştiren ve bunu koruyan insandır. 488 489 Fârâbî; Siyâse, s.55; T: s.22 MacIntyre; Erdem Peşinde, s.203 173 Adalet kavramı dışsal adalet ve içsel adalet olmak üzere iki boyutludur. Farabi birbirinden farklı dışsal adalet örnekleri vermektedir.490 Bu türden adalet erdeminin en düşük düzeyi, sürü güdüsüyle topluma uyma, ideal bir ilke düşünmeksizin topluca yaşama körü körüne bağlanmaktır.491 En yüksek düzeyi ise, sadece yasaya uyma ve bağlanma dışında, hak ve hukuka göre kendi içinde ve dışında yaşamayı ilke edinmiş hakkaniyettir. Burada Farabi’nin görüşlerine dayanarak üzerinde duracağımız adelet bu türden bir adalettir. Platon da adaleti bireysel düzeyde anlamıştır. Bireysel olarak adalet basitçe ahlâkî erdemlerin kişide nasıl uygulanacağıyla ilgili işlerdir.492 Bireysel bir erdem olarak adaletli, nitelikli ve karakterli yaşamın kökleri, bireylerin doğasındaki tutumlarına bağlıdır. Diğerlerine karşı olan davranışlarını da karakterine yerleşmiş bu erdeme göre gerçekleştirir.493 Sürü güdüsüyle topluca yaşayan bu tür insanlar, insan olmanın ve insanca yaşamanın anlam ve değerini iyi ayırt etmeksizin, önlerine açılmış davranışın sadece uygulama yoluyla gereklerini yaparlar. Farabi'nin bu tür insanlara “doğuştan köle” dediğine daha önce değinmiştik. Aslında bu tür insanlar göreceli olarak erdemle yaşarlar. Çünkü bunlar, dışardan gelen yasa ve devlete saygılı olmak suretiyle dolaylı olarak ılımlılık ve cesaret erdemine göre geleneksel düzeyde yaşarlar. Bununla birlikte, nazarî aklın aydınlatması, devam eder ve sonuçta erdem düzeyine veya sosyal yaşamın en yüksek iyilerini “filozofik anlayışla” keşfetmeye kadar varır. Bu durumda adalet, kendiliğinden sosyal bir erdem, sosyal yaşamın en yüksek ihtimallerini gerçekleştiren olur. Cesaret ve mutedillik geleneksel düzeyde bile olsa, yeni ideal topluma hizmet etmek için sentezlenir. Gerçekte Platon'nun bu anlamda adalet tanımı “erdem+ölçülülük+cesaret” olmuştur.494 İçsel adalet, ruhtaki adalet demektir. Ruhtaki adalet, ruhun her bir kısmının kendisine özgü ve kendi payına düşen işlevi yerine getirmesine ilişkin bir meseledir. Bir birey, kendisinde aklın hâkim olmasından ötürü, bilgi ve varlığını korumak isteyen kısmın kendi rolünü oynamasından dolayı cesur olur. Bir birey, kendisinin aşağı düzeyden 490 Fârâbî; Medine, s.157–159; T: s.101–102 Rupert Clendon Lodge; “The Platonic Value–Scale”, International Journal of Ethics, Vol.35, Oct.1924, p.7 492 David Carr; “The Cardinal Virtues and Plato’s Moral Psychology”, Philosophical Quarterly, Vol.38, Apr.1988, p.190 493 David Carr; “ The Cardinal Virtues, p.197 494 Rupert Clendon Lodge; “The Platonic Value–Scale”, p.8 491 174 bedensel istekleri akıl tarafından yönetiliyorsa, ölçülü olur. Fakat gerçek adalet ruhun bu veya şu kısmına veyahut da ruhun kısımlarının bağımlılığına değil, ruhun bütünsel düzenlenişine aittir.495 İşte Platon'a göre insanî ve tanrısal olanı birbirine bağlayan dindarlık değil, içsel adalettir.496 Platon, adaleti bireysel düzeyde anlamıştır. Basitçe adalet, ahlâkî erdemlerin bireyde nasıl uygulanacağıyla ilgili işlerdir. “ Bireysel adalet veya erdem” iradenin yardımıyla aklın iştah ve arzulara hâkim olmasıdır.497 Adalet, dört temel erdemin köşe taşıdır. Bu nedenle adalet diğer üç erdeme indirgenemez. Diğer yandan, diğer bütün erdemler de adalete indirgenemez. Örneğin cesaret erdemine sahip bir insan, adalet erdemine sahip olmadıktan sonra cesur sayılmaz. Tıpkı bunun gibi, diğer bütün erdemler de adalet erdeminden bir parça taşımadıkları sürece erdem sayılmazlar. Plato’nun erdem kavramının politik boyutu daha ağır basar. Çünkü Platon’un erdemli insan anlayışı, erdemli yurttaş anlayışından ayrı düşünülemez. Platon’a göre şehri yöneten anlayış, akıl tarafından yönetilen bir anlayış olmalıdır. “Aklın emrettiği şey: Ruhun her bölümü, kendine özgü işlevini yerine getirecektir. Her özgün işlevin yerine getirilmesi, belirli bir erdemdir. Nitekim bedensel isteklerin, aklın buyurduğu sınırlamalara uyması durumunda açığa çıkan erdem, ölçülülüktür. Tehlikenin meydan okumasına karşılık veren yüksek ruhlu erdem, tehlikeyi aklın sesini dinleyerek göğüslediğinde, kendini cesaret olarak açığa vurur. Aklın kendisi, adaletin kendisinin, güzelliğin kendisinin ve diğer bütün formlardan öte İyi Formunun kendisinin ne olduğunu ayırt edebilecek şekilde, matematiksel ve diyalektik araştırma ile disipline edildiğinde, kendine özgü erdem olan bilgelik erdemini, yani bilgeliğini sergilemiş olur. Gelgelelim, bu üç erdem, ancak dördüncü erdem olan adalet erdeminin uygulanması durumunda sergilenebilir. Çünkü “Adalet tam olarak, ruhun her bir bölümünün kendi özel işlevini yerine getirmesini sağlama erdeminden başka bir şey değildir.”498 Her bir vatandaş; çiftçi, marangoz, iş adamı, öğrenci ve devlet adamı olarak kendi potansiyelini en yüksek noktaya kadar geliştirecek ve kendi düşüncelerini tam olarak gerçekleştirecektir. Her vatandaş, kendisine uygun işi yapacak ve başkalarının işlerine 495 MacIntyre; Ethik’in Kısa Tarihi, s.48 Alexander Nehamas; Yaşama Sanatı Felsefesi, s.68 497 David Carr; “The Cardinal Virtues”, p.190 498 MacIntyre; Erdem Peşinde, s.212 496 175 de karışmayacaktır. Platon'a göre “Ruhun her bir kısmı sadece ve sadece kendi işini yaptığı sürece adil olur. Bireyin arzuları ve motivasyonları kendi işini yapmayla ilgili olduğu veya ruhun göstergesi olduğu zaman adildir”499 Bu nedenle adalet, “ herkesin kendi işini yapması”500 ilkesinin sonuçları olan parçaların, harmoni içinde bir araya gelmesinden oluşan bir kompozisyondur. Bu durumda ısız bir adada tek başına yaşayan biri için, başkaları olmadığından toplumsal medeni adalet söz konusu değildir. Adalet, ruhun erdemidir ve adil ruh, fonksiyonlarını iyi bir şekilde yerine getiren ruhtur. Kendi işini yapmak ilkesi, başkalarına saygı duymanın bir başka yoludur. Ancak aynı şekilde ruhun en temel fonksiyonlarını yerine getirmesi ki en önemlisi kişinin kendi hayatını yönetmesidir, kendisine olan en büyük saygıdır. Böylece anlaşılıyor ki; akla yakınlığından dolayı adalet, cesaretin derece olarak üstündedir. Cesaret gibi adalet te bedensel temellidir, ancak genel anlamda alışkanlıklar, yani sosyal çevrenin baskısı aracılığıyla sosyal erdem olmaya kadar ulaşır. Bu türden bir erdem daha çok erdemliymiş gibi davranmaktır. Daha doğrusu erdemi taklit etmektir. Ancak bireyin hiçbir baskı ve zorlama hissetmeksizin kendi içinde ve kendi dışında adil olmayı seve seve ve isteyerek yapması, akıldan doğrudan aydınlandığı için, gerçek içsel adalet erdemidir. Bu türden adalet, bütün adalet türlerinden üstündür. Bu türden bir adalet ideal yaşamın kendisidir. Bu türden bir yaşam, temaşa yaşamıdır. Temaşa yaşamı, her zaman fenomenal dünyadaki eylem yaşamından daha üstündür. Filozofik vukuf, anlayış ve bir şeyin iç yüzünü kavrama erdemi erdemlerin en üstünüdür. Bu erdem türü Farabi'ye göre filozoflara özgü bir erdemdir. Biz Farabi' de erdemin bu iki türünü farklı varyasyonlarda görebiliyoruz. Bu varyasyonları iki gruba ayırabiliriz. Erdem, tecrübeden yararlanma yoluyla hayatı entelektüel boyutuyla bilmektir. Ancak bu yetmez, aynı zamanda ahlâkî yetkinliğin de olması gerekir. Filozofik anlayış ise, her hangi bir problemi tanımlama ve problemi çözme yetkinliğidir. Bu prosedür, analiz ve sentez yöntemleriyle her bir olayı en ince detaylarına kadar incelemekle işler. Olayları entelektüel düzeyde öğrenmek yeterli değildir. Aynı zamanda olayları en ince biçimde, derin boyutlarıyla kavramak, anlamak ve feraset sahibi olmak önemlidir. Böyle bir kavrayışa da ancak filozoflar sahip olabilir. Filozoflar 499 500 Nicholas D. Smith; “Plato’s Analogy of Soul and State”, The Journal of Ethics, Vol.3, 1999, p.46 Epiktetos; Düşünceler ve Sohbetler, s.26 176 da bu görüşleri kendilerinden öncekilerden almışlardır. Filozofların sahip olduğu böyle bir anlayışta tecrübelerin beraberinde getirdiği müktesebatı aşan bir güç vardır. Böyle bir güç faal aklın ilâhî bir ışık kıvılcımı gibi onların iç dünyasına çaktığı güçtür. Nihaî olarak erdem, ideallik ilkesini içerir. İdeallik ilkesi anlam, değer içeren bütün her şeyin içinde organize olmuş durumdadır. Bu anlam ve değeri biz her hangi bir olayın içerisinde rahatlıkla bulabiliriz. Evrende bulunan bu anlam ve değer, tecrübî ilkeye göre değil, Tanrı’nın koyduğu telosa göre işler. Bu durumda erdemin, nihaî olarak Tanrı’nın aktiviteleriyle özdeşleştiğini söyleyebiliriz. “Bütün varlıklar düzene uygun olarak İlk Nedeni takip ederler. Varlıklarını kendisine borçlu oldukları şeye ta baştan itibaren sahip olanlar, İlk Neden'i ve onun amacını ta baştan itibaren örnek kabul ederler, ve taklit ederler. Bundan dolayı onlar ebedî mutluluğu tadarlar ve en yüksek mevkileri işgal ederler.”501 Bu bağlamda erdem daha çok tecrübî temelli ve fonksiyoneldir. İnsanlarda merak duygusu doğuştan var olan bir duygudur. Merak duygusu insanı sadece yeni olanı aramaya değil, yeni bir şeyler yaratmaya da iter. Biz görmeye, işitmeye, kendi kendimizi heyecanlandırmaya; doğal bir itkiyle kendimizi ve duyusal tecrübeleri araştırmaya meraklıyız. Fakat her bir duyusal organ, seçim için mekanik bir enstrümandır ve bu enstrümanlar belirli şeyler üzerinde odaklanmamızı sağlar. Bizler bu enstrümanlar aracılığıyla kaba birtakım genellemeler yaparız. Yaptığımız bu genellemeler, bir başka duyusal genelleme veya karşıt bir tecrübe tarafından bozulduğu zaman, bizler duyusal genellememizi tatmin edici bir araştırmayla görüş düzeyine yükseltiriz. Görüşler hemen herkes tarafından kabul edilir bir noktaya vardığında, erdemi taklit etmeyle erdem konumuna yükselmiş olur. Ancak erdem, taklidînden daha derin bir şeydir. Gerçek erdemi elde edebilmek için, eşyayı belirli bir metodoloji içerisinde daha derin araştırmak gerekiyor. Bir şeyleri daha detaylı bir şekilde incelemek için matematik, fizik gibi bilimler zorunludur. Böylece sırayla mantık ve metafizik, ideal dünyanın genellemeleri üzerine yansımalar yapar. Bu araştırma yöntemi, bilimsel araştırma yöntemidir. Bu araştırmaların sonucu, en yüksek varlığa kadar devam eder. Araştırmaların sonucu ideal dünyanın doğası anlaşıldığında, iyi idesini akılla yeniden kavramak, tecrübelerin 501 Fârâbî; Medine, s.122; T: s.74 177 bütün unsurlarını tek bir sistemde toplayacak ilkeyi yakalamak, bizi bilgi ve mutluluk düzeyine yükseltir. Bu araştırmaların görevi, pratik tecrübeleri ve duyusal bilgileri anlam ve değerin en yüksek noktalarını içerecek şekilde yeniden düzenlemek, erdemlere varmak ve İlk Nedenin evrene koyduğu telosla ve akıl yoluyla bütün insanî problemleri çözmeye çalışmaktır. Biz ancak bu bilimsel araştırmalar yöntemiyle insan hayatını ilâhî düzeye yükseltebilir, yeryüzünde kendimizi gerçekleştirebilir ve yeryüzü ideal şehrini kurabiliriz. Bütün bunları ancak bilfiil akıl sayesinde gerçekleştirebiliriz. Erdemde hâkim olan unsur, aklın kendisidir. Aslında erdem, akılla yönetilen hayatın bizzat kendisidir. Yine aklın kendisi, daha doğrusu, aklın görüşü, anlayışı, adalet ve mutedillik gibi erdemlere anlam ve değer verendir. Beden düzeyinden gelen duyusal ve tecrübî bilgiyi ideal yaşam veya iyi hayat düzeyine yükselten de aklın ta kendisidir. Akıl, bize ilk ve son yetkinlik yolunda daima eşlik eder.“ilk yetkinlik” insanın erdemle ilgili eylemleri yapmaksızın, sadece erdem sahibi olması değil, bilakis bütün erdemlerin, eylemlerini yapmasıdır. Kâtibin yetkinliği onun yazma sanatını elde etmesi olmayıp, bizzat yazma fiilini yapmasıdır. Doktorun yetkinliği, onun sadece tıp sanatını elde etmesi olmayıp, bizzat tıpla ilgili eylemleri yapması ve diğer bütün sanatlarda da aynı şekilde yetkinlik, insanın eylemleri meydan getiren melekelere sahip olmasında değil, bizzat o eylemleri yapmasıdır. Bu yetkinlik, bizim için en yüksek mutluluk yani mutlak iyi olan son yetkinliği meydana getirir.”502 Bu durumda aklın erdemlerinden olan mutedillik ve adalet, amacın aracı olarak sayıldığı gibi aynı zamanda rasyonel yaşama, çalışma yaşamına ve sosyal yaşama katkıda bulunan unsurlar olarak da sayılır. Bu erdemlerin neden olduğu hayat, iyi hayattır ve bu erdemlerin neden olduğu hayattan gelen mutluluk, akıldan gelen mutluluktur. 1.2. Arzu Arzu ve mutluluk arasındaki ilişki, arzu sahibinin mutluluğa olan “özleminden” dolayı, sahibini mutluluk yoluna iletme özelliğine dayanmaktadır. Yani, arzu, insanı hareketlendirmek ve mutluluğun peşinden koşmak için insana verilmiştir. Arzu, insan denen varlığı harekete geçiren bir güçtür. Mutluluk arzuların tek başına gerçekleşmesiyle özdeş değildir. Bir başka deyişle, mutluluğun peşinden gitmekle, 502 Fârâbî; Fusul, s.46; T: s.39 178 arzuların peşinden gitmek aynı şey değildir. Arzu, bir binek hayvanı gibidir. Onun hem gücünden faydalanmak ve onun aracılığıyla mesafeler kat etmek, hem de kontrol altında tutup yönlendirmek gerekir.503 D. Hume, A Treatise of Human Nature kitabının arzuyla ilgili ünlü bölümünde şöyle demektedir: “Felsefede ve giderek günlük yaşamda bile hiçbir şey arzu ve aklın kavgasından söz etmekten, akla öncelik vermekten ve insanların ancak kendilerini aklın buyruklarını tercih ettikleri ölçüde erdemli olduklarını ileri sürmekten daha olağan değildir. Her akıllı yaratık, eylemlerini akıl yoluyla düzenleme yükümlülüğü altındadır ve eğer herhangi bir başka güdü ya da ilke, davranışının yönetimine karşı duracak olursa, bütünüyle boyunduruk altına alınıncaya ya da en azından o üstün ilke ile bir uyum içine getirilinceye dek, ona karşı çıkması gerekir.”504 Hume’un söylemek istediği; akıl ve arzu, ruhta bulunan iki farklı güçtür. Her biri eylemi motive etmek için birer kaynaktır ve erdem, akla uyumu gerektirir. Fakat kişi niçin böyle yapmak zorundadır? Hume devamla şöyle söylemektedir: “Aklın; ebediyet, değişmezlik ve Tanrısal kökeni, en büyük üstünlük noktasına dek sergilenmiştir. Arzunun körlüğü, değişkenliği ve aldatıcılığı üzerinde de eşit ölçüde diretilmiştir. Tüm bu felsefenin yanlışlığını gösterebilmek için, ilkin aklın, yalnız başına hiçbir zaman iradenin herhangi bir eylemi için bir güdü olamayacağını ve ikinci olarak, onun hiçbir zaman iradenin yönetiminde arzuya karşı çıkamayacağını anlatmaya çalışacağım”505 Hume’nin akıl ve arzuyu karşı karşıya getirmesini, eylemlerimizi tercih ederken hangisini neden tercih ettiğimizle ilgili açıklamalarını M. Korsgaard, doyurucu bulmaz ve Hume’nin modelini, çatışmacı model olarak isimlendirir. Gerçi Hume, aklın hiçbir gücünün olmadığı, bu yüzden de ikisi arasında çatışmanın olamayacağı iddiasında bulunarak çatışmacı modeli kabul etmek istemez.506 Ancak M. Korsgaard, bu konuda iddialıdır. M. Korsgaard’a göre; eylemler ile fiziksel hareketler birbirinden farklıdır. Daha önce Farabi’nin bu ayırımı yaptığına değinmiştik. Çünkü kişi tercihleri akıla göre yapar veya kişi arzuyu izler. Bu nokta çatışmacı modeli anlamak bakımından, daha da zihin karışıklığına götürür. Çünkü tercih yapan kişinin özü, tercih yapanın kendisi ve tercihleri arasındaki bağın/temellendirmenin ne olduğu önemlidir. Zira tercih yapmasına 503 Murtaza Mutahhari; Felsefe Dersleri -2 (çev: Ahmet Çelik), İnsan Yayınları, İstanbul 1999, s.222 David Hume; İnsan Doğası Üzerine Bir İnceleme, (çev: Aziz Yardımlı), İdea Yayınları, İstanbul 1997, s.363 505 David Hume; İnsan Doğası, s.364 506 Christine M. Korsgoard; “Self–Constitution In The Ethics of Plato and Kant”, The Journal of Ethics, Vol.3, 1999, p.2 504 179 neden olan, kişinin aklı, arzusu veya her ikisi, hiçbir şekilde kişinin kendisiyle özdeşleştirilemez. Çünkü insan bazen akıl, bazen arzu, bazen de her ikisiyle tercih yapar. Bu nedenle, bir tercihine dayanarak insan, o tercihle özdeşleştirilemz. İnsan akıldır veya arzudur denilemez. Şayet insan ne akıl ne de arzu ile özdeşleştirilemiyecekse, tercihini neye, hangi ilkeye göre yapacak? İşte Hume’un çatışmacı modelden çıkmaya çalıştığı nokta burasıdır. Çünkü Hume’a göre insan, ne aklı ne de arzuyu ilke alarak eylemde bulunmayacak, tam tersi, erdemi ilke alarak eylemde bulunacaktır.507 Bu durumda akıl ve arzu arasında da çatışmaya gerek kalmayacaktır. Filozof Hume’un bu konudaki açıklaması; kişinin eylemlerine ne akıl ve ne de arzu ilkelik yapmamalıdır. İkisi de tek başına yeterli değildir. Bu konuda yeterli olan veya kusurlu olmayan, insanlık tecrübesinin ürünleri olan erdemlerdir. Bu durumda Hume’a göre erdemler tek başına amaçtır. Bu düşünce daha sonra Kant’ı da etkileyecektir. M. Korsgaard, Hume’a yaptığı eleştirilerde haklıdır. Çünkü Hume önce akıl ve arzuyu karşı karşıya getirmekte, daha sonra kişinin eylemlerinde aklın hiçbir zorlayıcı gücünün olmadığını ileri sürmektedir. Bu durumda eylemlerde iradeyi yönlendiren güdü, sadece arzu olmaktadır. Bu durumda çatışmacı model kişinin, akıl ve arzu arasında tercih yapmasıyla ilgili net bir resim verememektedir. M. Korsgaard, klâsik felsefe geleneğinin, insanı bir bütün olarak ele alması, erdemli şehir modelini bir ortaklık ve bütün bir yapının üzerinde inşa etmeye çalışması, kişinin kendisini inşa etmesini veya kendisini gerçekleştirmesini kolaylaştırmasını ve arzu ve aklın işlevlerini de bu yapıya göre belirlemesi gerektiği görüşlerinden esinlenerek, yapısalcı /ana yasal modeli ortaya atmaktadır. Bize göre de insan, akıl ve arzuyu karşı karşıya getirmek yerine, onların, insanda karşılıklı etkileşim içinde olduğunu kabul etmek, doğru bir görüştür. Bunun yanı sıra, bu modeli, klâsik filozofların aklın ve arzunun fonksiyonelliğinin en yüksek amaç için bir araya gelmesi gerektiği, yapısal farklılıkların bu amaca ulaşmaya engel olmadığı ve hiyerarşik olarak arzunun akla uyması gerektiği hususlarında doğru görüşleri içeren bir modeldir. Çatışmacı modelde, akıl ve arzunun önce karşı karşıya getirilmesi, daha sonra da eylemlere neyin ilke olacağı sorununa çözüm olarak erdemlerin tercih edilmesi gerektiği görüşü bulunmaktadır. Yapısalcı model de ise, arzu ve akıl aynı amacın yapısını inşa 507 Christine M. Korsgoard; “ Self – Constitution, p.2 180 etmek için birbiriyle yardımlaşan, kendileri ayrı ama amaçları aynı olması gereken iki fonksiyondur. Bu modelden esinlenerek Farabi’nin mutluluk anlayışı üzerinde bir tespit yapmak istiyoruz. Farabi, birazdan değineceğimiz gibi, bütün insanî güçleri tanımlayıp kavramsal olarak birbirinden ayırmakta, daha sonra da en yüksek amaç olan mutluluk açısından bir bütün olarak hepsini bir araya toplamakta, bu güçlerin her birine bu amaca olan katkılarına göre anlam yüklemektedir. Her birinin anlamını, hayatın gerçek anlamını oluşturan mutluluk anlamına, yaratılışın amacı anlamına, bir başka deyişle, büyük anlama ters düşmeyecek, onun yapısını bozmayacak şekilde anlamlandırmaktadır. Farabi’nin mutluluk konusunda faal akıl üzerinde önemle durmasını da bu büyük anlam, bütünsel kozmik anlamın arasındaki geçişleri bozmamak açısından da değerli bir katkı olarak görüyoruz. Farabi’ye göre kişinin sahip olduğu bu güçlerinden en çok hangisini kullanıyorsa, eylemlerine en çok hangisini ilkelik yapması için tercih ediyorsa, başka bir deyişle kişi işlevsel olarak en çok neyi yapıyorsa, kişiyi buna göre nitelendirmektedir. Örneğin, ayırt etme gücünü kullanmayıp, sadece insanların her söylediğini kabul edenleri “köle tabiatlı”508, ve insanî erdemleri almaya yatkın olmayanları da “vahşi hayvan”509 olarak nitelendirmektedir. Aşağıda da göreceğimiz gibi, Farabi insan güçlerinin her birinin kendi üstündekilere hizmet, altındakilere ise hükümranlık yaptığı analojisini siyaset sanatının kavramlarından ödünç alarak kullanmaktadır. Farabi’nin bizazat kendisi, siyaseti içeren metinlerinde başkanlık, hizmetçi, başkanın amacına yardım gibi kavramları kullanmaktadır. Aynı şekilde, amir510, hizmetkâr511 gibi kavramları512, nefsin güçlerinin kendi içindeki ayırımlarında da kullanmaktadır. Farabi, erdemli şehrin hükümran, amir konumunda olan başkanına, onun erdemli amacı için yardımcı ve hizmetkârlık yapan şehir halkının sahip olduğu yapıyı temel alarak, erdemli bir insanı da, aklı, arzu ve bedene amir, arzu ve bedenî ise, amir olana yardımcı ve hizmetkâr konumunda değerlendirmektedir. 508 Fârâbî; Tahsîl, s.70; T: s.47 Fârâbî; Fusul, s.33; T: s.33 510 Fârâbî; Medine, s.100; T: s.56 511 Fârâbî; Medine, s.89; T: s.46 512 Fârâbî; Siyâse, s.73; T: s.39; Fârâbî; Medine, s.88; T: s.45 509 181 Şimdi, bu analoji, hem akıl, arzu ve bedenden oluşan erdemli insan, hem de erdemli şehrin doğasını anlamak açısından önemlidir. Bunu böyle kabul edersek, erdemin hiyararşik karakteristiği kendiliğinden karşımıza çıkar. Buna göre, erdemi insanda ortaya çıkaran şey, Farabi’nin şemasının verdiği hiyaraşik yapıya göre nefsin, insanî güçlerin yüksek bir amaç altında, hep birlikte amir ve memur konumunda ortaya çıkardıkları iş, işlev ve eylemleridir. Aynı şekilde, erdemli şehir de amir ve hizmet şemasına göre insanların mutluluk amacı için siyasal eylemlerini düzenlemelidir. Bu durumda, akıl, arzu ve beden arasındaki çatışma modeli yerine, güçlerin bütünsel olarak işbirliği ve yardımlaşmayla erdemli toplumu inşacı, yapısalcı model almakta. Erdem ve mutluluk da bu yapıya bağlıdır. Bu düşünceyi doğru varsaymak durumunda, her bir gücün konumunu ve yapabilecek en yetkin işlevlerini çok iyi bilmek, erdeme aday birey ve başkanın ilk görevidir. Şimdi, bu yapısalcı modelin kalbini oluşturan hiyararşik kavramın ahlâkî anlamda oluşturduğu soruna değinmek yerinde olacaktır. Şayet erdemli yapıyı oluşturmak ve korumak için kullandığımız hiyerarşik (amir- memur) kavramına tutarlı kalma adına, mutlak bir şekilde bağlı mı kalacağız? Erdemli olmak adına; erdemsiz başkanı, sağlığımız için amir olan yetersiz doktoru, şiddet dolu öğretmeni, kötülüğü öğütleyen babayı izleyecek miyiz? Bunun bir sorun olmadığı, erdemsiz olanı, zaten izlemeye gerek kalmadığı söylenebilir. Bu düşünce, sorunu çözmede oldukça yetersiz kalmaktadır. Çünkü hiyerarşik yapının bozulmasına yol açan eylemlerin yapısalcı modele göre, yeni bir erdem sorunu çıkaracağı kesindir. Bu konudaki tartışmaları, bizi kısırlığa sürükleyeceğinden dolayı bir kenara bırakarak, Farabi’nin bu konuyla ilgili çözümüne gelelim. Farabi' de böyle bir sorunun ortaya çıkması, teorik anlamda imkânsızdır. Örneğin Farabi için başkan, zaten başkanlık konusunda yetkin olduğu için başkandır. Bu durumda, hiyerarşi kavramı korunmakla birlikte, yetkinlik kavramıyla birlikte bu şema, günümüzde uzak kaldığımız bir içerik kazanmaktadır. Biz bu içeriğe bir parça dikkat çekmek istiyoruz. Bu modelde maksat, erdem için hiyaraşiyi koruma adına hiyerarşi değildir. Tam tersi, yetkinlikten dolayı yetke olan başkan, yetkeliğinden aldığı güç sayesinde hiyerarşide üstün pay sahibi olmuştur. Bu durumda sorunun çözümü çok basitir. Kendi işinde yetke olmak, kişiye ahlâki anlamda hiyerarşik bir sorumluluk olarak yüklenmiştir. Başkan, kendi işinde yetkin olmadığı takdirde, sahip olduğu 182 yetkeliğini ve dolayısıyla bu yetkeden aldığı hiyerarşik konumunu ahlâki anlamda kaybetmiş demektir. Dilimizde yetkinlikten gelen yetke kavramı, bu sorunun çözümünde bizi daha kolay aydınlatmaktadır. Buna göre akıl, arzu ve beden bütünsel ve kendi içinde bir hiyerarşiye bir yapıya sahiptir. Bu bütünsel yapı ve hiyerarşi kişiye bütün güçlerini yerinde kullanma ve kendini gerçekleştirme imkânı vermektedir. Böylece bu yapıdan çıkan eylemler, iyi ve erdemli eylemler olacaktır. Ayrıca, akıl ve arzu iki ayrı yetidir, ama arzunun en yüksek türü, yine akla sahip varlıklarda ortaya çıkabilen ve kendisi de düşünülürü olan türdendir. Seçme ve irade de aynı derecede haklı olarak, arzulayan akıl ya da akıl yürüten arzu olarak adlandırılabilir ve insanın bütünlüğü de bunda yatmaktadır.513 Arzunun rolü üzerinde duran filozoflar mutçu ahlâkı, geleneksel haz ve acı kavramları çerçevesinde değil de “arzu” ve “tatmin” kavramları çerçevesinde temellendirmektedir.514 Böylece onlar, arzuyla ilgili haz ve acı teorilerini atlatmak kanaatimizce de doğru bir yol takip etmişlerdir. Çünkü haz ve acı, daha ziyade bedene ait kavramlardır. Nitekim Aristo, bir kısım arzuya “akıldan pay almış arzu” kavramını da kullanmaktadır. Bu, ruhun haz ve acısı olmadığı anlamına gelemez. Ancak ruh söz konusu olunca, daha ziyade “tatmin” ve “huzursuzluk” kavramlarına doğru bir yükselme gösterir. Zira hayvanlarla haz ve acı konusunda bedensel anlamda insanların ortak olmasına rağmen, ruhsal anlamda hayvanlar için mutmain veya huzurlu kavramlarını pek kullanmayız. Genel anlamda tatmin ve huzur kavramları bireyler, toplumlar hatta klâsik anlamda şehirler için kullanılan kavramlardır. Örneğin, huzurlu bir şehir, tatminkâr bir insan deriz. Bu nedenle olsa gerek Locke; “İnsan sadece mümkün mertebe huzursuzluğunu gidermek için eylemde bulunur.” görüşündedir.515 Platon ve Farabi, insan ruhunu şehir veya kent devletinin yapısıyla kıyaslamaktadır. “Şehir ve evden her birisi, bir insan bedenî ile karşılaştırılabilir.”516 Erdemli insan ve erdemli şehri anlatan bu yapısalcı model, bir eylemin ne olduğuyla ilgili belirli görüşlere ve sırayla bu eylemleri neyin iyi ve neyin kötü yaptığına işaret eder. Bu yapısalcı modelde arzunun, eylemlerimize ilke olan şeydeki katkısını anlatır. “ Eylemi 513 W.David Ross; Aristoteles, s.160 Hanry Hazlitt; The Foundations of Morality, p.21 515 Hanry Hazlitt; The Foundations of Morality, p.21 516 Fârâbî; Fusul, s.39; T: s.36 514 183 sade bir davranış ve diğer fiziksel hareketlerden ayıran, o eylemin bilinçli, özneli bir eylem olmasıdır. Bu oldukça özel bir yoldan, kişinin yapacağı eylemi kişiye, yani bütün kişiliğine, atfedebilmektir. Yapısal model, bir eylemi bizim yapan şeyin, o eylemin bizde ortaya çıkmasını ve bizim yapımıza uygun olarak ortaya çıkmasını anlatır. Fakat aynı zamanda iyi eylem için bir standart sağlar. Bu standart bize, hangi eylemlerin kişinin kendisine en doğru ve bu nedenle de hangi eylemlerin en doğru eylemler olduğunu anlatır.”517 Kişinin kendisine en doğru olan eylemler, kesin olarak onu en çok bütünleştiren ve bu nedenle de tamamıyla eylemlerinin öznesi olacak şekilde kişiyi tam olarak gerçekleştirenlerdir. Bunun tam tersi, eylemi kötü yapan şey; eylemin, kişinin bütün kişiliğinden rahatlıkla sökün edip çıkmaması, kişiliğin üzerinde özne olacak kadar güçlenen arzudan çıkması ve zorunluluktan yapılmasıdır. Bu türden eylemler, kişinin erdeme dayalı yapısını tehdit eden ve kişinin bütünlüğünü bozan eylemlerdir. Eylemlere tek başına arzunun hâkim olması, insanın- akıl, arzu ve beden bütünlüğünün,- kendini gerçekleştirememesi anlamına gelir. Çağdaş insanın kişilik yapısı parçalanmış, bölünmüş ve birbirinden kopmuş hayatları yüklenmiş durumdadır. İçimizde öylesine parçalanmış durumdayız ki, hayatlarımız da zıtlıklarla, çelişkilerle doludur. Bu yüzden sürekli çatışma içindeyiz. Hayata asla bir bütün, yetkin ve ayrılmamışlık içinde bakamıyoruz. “Bütün” sözcüğünü sağlıklı, aynı zamanda kutsal ve mutlu anlamında anlamamız gerektiğini düşünüyoruz.518 Aynı zamanda, bütün sözcüğü biz, arzu ve mutluluk arasındaki dengeyi sağlamaktadır. Kişinin kendini gerçekleştirmesi, eylemlerin gerçek öznesi olması, kişiliğinin, arzu ve akıl arasındaki uyumda tamamen “sağlıklı” ve adil olmasına bağlıdır. Kişinin kendi içsel dünyasında, tıpkı bedende olduğu gibi sağlıklı ve ruhsal anlamda adil olması da, erdemlerinin içsel dünyada bir bütün olması anlamına gelir. Burada adalet yasaya bağlı bir adalet değil, erdemlerin bir birlik oluşturmasından kaynaklanan içsel/ruhsal adalettir. Erdemlerin böyle birliğinden ise ruhsal anlamda “sağlık” meydana gelmektedir. Bu nedenle, Farabi’nin metinlerinde sık sık sağlık ve tıp kıyaslamalarına rastlamak mümkündür. 517 518 Christine M. Korsgoard; “Self–Constitution”, p.3 Jiddhu Krishnamurti; Farkındalığın Işığı, (çev: Nil Gün), Kuraldışı Yayınları, İstanbul 1995, s.46 184 Farabi, “Sağlıklı bir ruh nasıldır?” ve sağlığın ruhtaki etkisi nedir sorusunun cevabını çok geniş bir proje olarak, ideal şehir ve erdemli insan arasında yaptığı analojiyle vermektedir. Parelel bir deyişle, ideal toplumun arka plânında “Adalet nedir ve insanın içsel adaleti (sağlıklı ruh) nasıl inşa edilir?” sorusu vardır. Farabi, adalet ve dolayısıyla sağlıklı bir ruha sahip olmadan, yaratılış amacının birey ve şehirde kazanılamayacağını bilmektedir. Söz konusu bu sağlığı tehdit eden ve mutluluğa en çok zarar verebilecek unsurlardan biri de arzudur. Nitekim onun izleyicisi olan Miskeveyh, adalet erdemini tanımlarken şöyle demektedir. “Adalet, nefsin bir erdemi olup nefis de yukarda saydığımız (hikmet, iffet ve cesaret) üç erdemin bir arada bulunmasıyla ortaya çıkar. Adalet bu güçlerin birbirleriyle barış içinde olması ve ayırt etme gücüne boyun eğmesiyle olur. Bu adalet erdemi, insana öyle bir nitelik kazandırır ki, bununla insan, önce kendi nefsine karşı insaflı olmayı, sonra da başkasına insaf ettiği ölçüde ondan insaf beklemeyi daima tercih eder.”519 İnsan, mutluluğunu ve huzurunu sağlayacağını zannettiği şeyleri arzular. İnsanın mutluluğa ulaşması, ancak sonra da hata yaptığını düşünmesi imkânsızdır. Ancak, arzularına ulaştığında yanıldığını gösteren birçok olayın meydana gelmesi imkânsız değildir. Bir başka ifadeyle, mutluluğa ulaşmak pişmanlığı içermez, ancak arzulara ulaşmak pişmanlığı içerir.520 Bu nedenle arzular konusunda en az pişmanlığı yaşamak için, sağlıklı bir ruha sahip olmak gerekir. Sağlıklı bir ruh tıpkı bedenin sağlığının izlendiği yoldan izlenebilir. Farabi'ye göre beden için sağlık ve hastalık olduğu gibi, ruh (en-nefs) için de sağlık ve hastalık vardır. “Nefsin sağlığı, kendisinin ve parçalarının durumlarının, ona devamlı iyi şeyler ve güzel eylemler (el-ef’alü’l-cemile) yaptıran durumlar olması; hastalığı ise, yine onların, ona devamlı kötülükler, kötü işler ve çirkin eylemler (el-ef’alü’l-kabiha) yaptıran durumlar olmasıdır. Bedenin sağlığı, kendisinin veya parçalarının durumlarının, onlarla nefsin, eylemlerini en tam ve en yetkin tarzda yaptığı durumlar olmasıdır. Bedenin hastalığı ise, kendisinin veya parçalarının durumlarının, onlarla nefsin, beden veya parçaları tarafından yapılan eylemleri yapamadığı, ya da 519 520 İbn Miskeveyh; Âhlakı Olgunlaştırma, s.25 Garrett Cullity; “Virtue Ethics, Theory and Warrant”, Ethical Theory and Moral Pratice, Vol.2, 1999, p.222 185 gerektiğinden daha noksan veya yapılmaması gerektiği şekilde yaptığı durumlar olmasıdır.”521 Zaman zaman arzunun da neden olabileceği ruhsal hastalığı yenmek için, doktorların izlediği yöntemi izlemeliyiz. Doktor öncelikle, bedenin durumunu, bu bedende gelişen son durumları uzun gözlem ve testler sonucu tespit eder. Şayet bedenin içinde bulunduğu durum sağlıklı bir durum ise, doktor, bedenin sağlığını korumaya çalışmasını sağlar. Şayet beden hasta durumda ise, o zaman doktor, hastalığı gidermek için gerekeni yapar. Tıpkı bunun gibi, “biz de kendimize iyi bir ahlâk bulduğumuzda onu korumaya çalışmalıyız; kendimizde kötü bir ahlâk bulursak onu gidermek için gereken yola başvurmalıyız. Çünkü kötü ahlâk, ruhsal (nefsanî) bir hastalıktır. Biz ruh (nefs) hastalıklarını gidermede, bedenin hastalıklarını giderirken doktorun yaptıklarını örnek almalıyız. Sonra kendimizde bulduğumuz kötü ahlâkın aşırılıktan mı, yoksa eksiklikten mi kaynaklandığını düşünmeliyiz. Tıpkı doktorun bedenin sıcaklığını aşırı veya eksik bulduğunda, onu tıpta tanımlanan ortaya göre orta sıcaklığa getirdiği gibi, biz de kendimizi, ahlâkî bakımdan bir fazlalık veya eksiklik içerisinde bulduğumuzda, bu kitapta tanımlanan “orta” ya göre orta bir duruma getiririz.522 Arzuların neden olduğu bu aşırılıkları, yine tıbbın izlediği yoldan ortayı bularak yenmeye çalışmalıyız. Farabi, bu “ahlâkî ortayı bulmanın zor olduğunun” farkında olarak bunu nasıl bulduğunu, analoji yoluyla bize anlatıyor: “Tıpkı bedenlerin sıcaklığındaki ortayı bilmek zor olduğunda, bedenin sıcaklığını ortaya veya ona çok yakın bir sıcaklık noktasına getirecek bir yol aradığım gibi, ilk bakışta ahlâkî ortayı bilmek çok zor olduğundan insanın ahlâkını ortaya veya ona çok yakın bir ahlâkî noktaya getirmesini sağlayacak bir yol aradım. Ahlâkı ortaya getirme yolu, sahip olduğumuz ahlâk üzerinde düşünmemizdir.523 Teffekür, meditasyon, Farabi’nin deyimiyle “düşünmek” orta yolu bulmanın biricik yoludur. Düşünmenin sonunda bulduğumuz bulgular, ahlâkımız hakkında bize bilgi verecek ve biz ancak bu bilgi sayesinde kendimizle ilgili bir yol çizebileceğiz. “Eğer ahlâkımız, “aşırı”(lıktan meydana geliyor) ise, kendimizi, onun zıddından, yani eksiklikten meydana gelen eylemlere; “eksik”(likten meydana geliyor) ise, kendimizi onun zıddından, yani aşırılıktan meydana gelen eylemlere alıştırmalıyız. Bunu bir süre devam 521 Fârâbî; Fusul, s.23; T: s.27 Fârâbî; Tenbih, s.65; T: s.42 523 Fârâbî; Tenbih, s.65; T: s.42 522 186 ettirir, sonra hangi ahlâkın elde edildiğini anlamak için iyice düşünürüz ve hangi ahlâkı kazandığımıza bakarız.”524 Ancak, bulduğumuz “orta yol” görecelidir ve bu yüzden subjektiftir. Bu nedenle herkes, kendi eylemleriyle ilgili “ortayı” bulmak konusunda kendisinden sorumludur. “Sağlığa yararlı olanın ölçütü, sağlıklı olmaları istenen bedenlerin durumudur. Sağlığa yararlı olandaki ölçülü olma durumu, ancak o bedenlerle karşılaştırılıp bedenin durumlarına göre değerlendirildiğinde bilinebilir. Eylemlerin ölçütü de eylemlerle birlikte giden durumlardır. Eylemlerde ölçülü olma durumu, ancak o eylemlerde bulunan durumlarla karşılaştırılıp değerlendirildiğinde bilinebilir. Tıpkı, doktorun sağlığa yararlı olan şeydeki mutedil ölçüyü bilmek istediğinde, önce sağlığı söz konusu olan bedenin mizacını, zamanı, insan sanatını (sınaatü’l-insan) ve tıp sanatının (sınaatü’l-tıp) belirlediği diğer şeyleri bilmekle başlaması gibi.”525 Farabi, “insan sanatı” ile “tıp sanatını” bilmeyi, sağlıklı bir ahlâk edinmek için gerekli görmektedir. Sağlıklı bir karakter için de arzuların doğru yönetilmesi gerekir. Farabi' ye göre, arzunun mutluluk getirmesi için sağlıklı, iyi bir ruh hali oldukça önemlidir. Sağlıklı bir ruhtan çıkan arzulara dayalı mutluluk kavramının tanımı “kişinin arzusuna kavuşma” durumunu ifade eder. Ancak, burada sorun, arzu ettiğimiz şeyin iyi olduğunu nasıl bileceğimiz sorunudur. Bu sorunun çözümü iki türlüdür. Birincisi, arzunun mutluluk getirmesinin ön koşulu, arzu sahibinin sağlıklı bir ruha sahip olmasıdır. Bu özellik Farabi açısından önemlidir ve bunun üzerinde yukarıda değindiğimiz gibi önemle durur. İkinci çözüm ise, arzulanan şeyin iyi olmasıdır. Bu husus iyi ayırt etme ve güzel huy/ karakter sahibi olmayı gerektirir. Farabi'ye göre ister çoğu insanın benimsediği görüşler olsun ister olmasın, yanlızca doğru görüşleri dikkate almamız gerekir. Bedenimiz için kaygılandığımızda, herkesin dediğine kulak asmayız. Yalnızca bu konuda uzman olan hekimlerin öğütlerini dikkate alırız. Çünkü biliriz ki, yetkin olmayan bir öğüt bize ciddi zarar verebilir, sonunda ölüme bile götürebilir. Öyleyse eylemler için de arzu veya çoğunluğu değil, uzmanları dinlemeliyiz. Bu konudaki uzmanları dinlemezsek ruhumuza zarar veririz. Nasıl ki bozulan bir bedenle yaşanmazsa, aynı şekilde bozulan bir ruhla da yaşamak daha da 524 525 Fârâbî; Tenbih, s.65; T: s.42 Fârâbî; Tenbih, s.60; T: s.38 187 değersiz olur. Bu yüzden insanların ne diyeceklerine değil de gerçek kanıtlara göz dikmeliyiz. Bu aslında “kendine özen göstermekten” başka bir şey değildir.526 Bu tür bir özen kişinin gerçekte kim olduğunu ve nasıl en iyi olunabileceğini keşfedebilmek için kendi aklını kullanmasıdır. Filozofun amacı da insanların kendilerine özen göstermelerini sağlamaktır. Bu “kendilik kaygısı” dünyaya yönelik bir kaygı değil, bilgelik için, hakikat için, kendi ruhu için ve gerçek mutluluk için duyulan bir kaygıdır. Hepimiz bedenin ölüm kaygısını çekeriz, ama ruhun ölüm kaygısı aklımıza bile gelmez. Epiktetos’un dediği gibi: “Hepimiz korkuyoruz bedenin ölümünden. Fakat kimdir korkan ruhun ölümünden?”527 Farabi’nin terminolojisinde arzulardan kaynaklanan ahlâkî zayıflılıkla ilgili bir kavram göremiyoruz. Bunun yerine arzuların doğru ilkelere göre şekillendirilmemesinden kaynaklanan eksikliklerle ilgili “zihin gücü zayıflığı” gibi kavramları görüyoruz. Farabi, asıl önemli olanın arzuların yetkin amacının olması gerektiğini iyi bilmektedir. Amacı olan arzular, sahibine zaman zaman hata yaptırsa bile, arzuların doğru yönetilmesi sayesinde, alışkanlıklar aracılığıyla mutluluk yoluna sahibini iletmesi her zaman mümkündür. “Arzuların verili amaçları olmalı, insanlar bu amaçlara ulaşma eğitimi almış olmalıdır ve ilkelere sahip olmanın amacı da kısmen bu amaçlara ulaşma girişimindeki başarısızlığı bulup çıkarmak ve teşhis etmektir.”528 İşte, arzuların yönetiminde bilgi sahibi olan, tıpkı bedenle ilgili bilgi sahibi olan bir doktorun gücü gibi bir güç elde etmiş olur. İnsan nefislerini tedavi etmeyi bilen kişi yönetici olmayı hak eden kişidir. “Bedenleri tedavi eden kişi doktor, nefisleri tedavi eden kişi ise aynı zamanda sultan (el-melik) adı da verilen, devlet adamı (el-medeni) dır. Fakat doktorun bedenleri tedavi etmedeki amacı, onların durumlarını nefsin, kendileriyle iyi veya kötü işler yaptığı durumlar haline getirmek değildir… Zira elleri tedavi eden doktor, bunu, ancak, onlarla insanın yakalama gücünün yetkin hale gelebilmesi için yapar; bu yetkin yakalama gücünü ise, o ister iyi, ister kötü işlerde kullanabilir.” 529 526 Alexander Nehamas; Yaşama Sanatı, s.295 Epiktetos; Düşünceler ve Sohbetler, s.61 528 MacIntyre; Ethik’in Kısa Tarihi, s.87 529 Fârâbî; Fusul, s.24; T: s.28 527 188 İnsan psikolojisini bilmek, yöneticinin ahlâkî görevidir. Çünkü toplumsal iyilik lidere bağlı olduğu gibi, toplumsal kötülükler de liderin sorumluluğundadır.530 Nasıl ki tıp, marangozluk, demircilik sanatında, bu sanatı uygulayan kişilerin en azından bedenin, tahtanın ve demirin doğasını çok iyi bilmesi gerektiği gibi, yöneticinin de insan doğasını bütün parçalarıyla birlikte çok iyi bir şekilde bilmesi gerekir. Zira Farabi yöneticiyi “Nefisleri tedavi eden kişi” olarak tanımlar. “Nefisleri tedavi eden devlet adamı ve sultanın da, bir bütün olarak nefsi, nefsin parçalarını nefiste ve onun parçalarının her birinde meydana gelen noksanlık ve aşağılıkları, bunların nereden ve birinden ne miktarda meydana geldiğini, insanın, kendileriyle iyi işler yaptığı nefsin durumlarının neler olduğunu ve sayılarını, şehir halkından, aşağılıkların nasıl uzaklaştırılması gerektiğini, şehir halkının nefsinde onları (yani erdemleri) yerleştirecek ustalığı (elhile), onların, şehir halkı arasında, yok olmayacak şekilde, korunmasını sağlayacak muamele metodu (vechü’t-tedbir) nu bilmesi gerekir.531 Erdemli şehir, erdemli yönetici tarafından yönetilen bir şehirdir. Erdemli yönetici, nasıl ki insanın kendisini koruyacak, ihtiyaçlarını giderecek, kendi yaşamını daha iyiye götürmek için plân yapacak, kendisini yönlendirecek özelliği varsa, aynı şekilde erdemli yönetici de tıpkı insanın bu özelliklerine uygun erdemlere göre şehri yönetmelidir. Örneğin şehrin ihtiyaçlarnı en iyi şekilde karşılama veya onlarda iyi alışkanlıklar meydana getirmek gibi. Ancak, hasta insanların nasıl ki hastalıklarından dolayı doğru algıma güçleri bozuluyorsa, aynı şekilde nefisleri hasta olan insanlarda iyi olan şeyleri doğru algılama güçleri bozulmuş olabilir. Farabi’ye göre hasta bedenler, “duyularının bozulmasından dolayı, tatlı olanı acı, acı olanı tatlı tahayyül ettikleri (zannettikleri) ve bir şeyi, sağlığa yararlı iken yararlı olmayan, yararlı değilken yararlı tasavvur ettikleri gibi, kötü ve kusurlu kimseler de nefisleri hastalandığında, kötü eylemleri iyi, iyi eylemleri kötü zannederler.”532 Farabi' ye göre sorunun önemli kısmı buradan kaynaklanmaktadır. Bu nedenle arzunun yönelişlerini izlemek, onun yönelişleri hakında bilgi sahibi olmak, sorunu çözmede bize yardımcı olacak bir yöntemdir. “Ahlâkî erdemlerle erdemli olan insan, daima, gerçekten iyi olan amaçları arzular, özler ve onları kendinin amacı ve maksadı haline getirir. 530 Hasan Şahin; İslam Felsefesi, s.91 Fârâbî; Fusul, s.24; T: s.28 532 Fârâbî; Fusul, s.56; T: s.45 531 189 Kötü kişi ise, daima, gerçekten kötü olan amaçları arzular, fakat nefsinin hastalığından dolayı, onların iyi olduğunu zanneder.”533 İşte bu nedenle, arzu ve mutluluk arasındaki dengeyi bozmamak için arzunun yönelişlerini değişterecek “amleli hikmeti” devreye koymak, böylece arzu gücünü kendi başına bırakmamak gerekmektedir. “Bu bakımdan amelî hikmete sahip olan kişinin, kendisinde bulunan erdemle, bu amacı doğru olarak elde edebilmesi ve düşünce yetkinliğini de bu amaca sevk eden şeyi doğru bir şekilde kazanabilmesi için, ahlâkî erdemlerle erdemleşmiş (erdemler birliği, adalet veya ruh sağlığı) olması gerekir; (zeki insan, kötü ve kusurlu olan kurnaz ve hilekâr insan da böyledir).”534 Arzu gücünün yönelişlerini anlamak için onun amaçlarına, özlemlerine ve bir şeyi amaç edinmek anındaki yoğunluğuna bakmak gerekir. Çünkü arzunun doğasında özlem ve bir amaç edinmek vardır. “Arzu etme (nuzü'iyye) gücü ile insan, bir şeyi ister ya da ondan kaçar; onu özler ya da ondan tiksinir.” Kin ve sevgi, dostluk ve düşmanlık, katılık ve acıma gibi nefse ilişkin duygular bu güçle oluşur.”535 Ancak arzu gücüne sahip olmak ile arzu etme gücü iki ayrı şeydir. Arzu etme gücü, (el-kuvvetü’l-nuzu’ıyye), “Canlının, bir şeye cezb edilmesini ve neticede ona karşı istek veya nefret duymasını; talep ve kaçma, tercih ve kaçınma, öfke ve memnunluk, korku, cesaret ve korkaklık, zulm ve merhamet, sevgi ve nefret, hırs, şehvet ve nefsin diğer arazlarının meydana gelmesini sağlayan melekedir. Bu melekenin vasıtaları, kendileriyle bütün organların ve genel olarak bedenin hareketlerinin kolaylaştırıldığı diğer bütün melekelerdir. Örneğin ellerin tutma, bacakların yürüme melekesi olması vs.”536 İnsan arzu etme gücüyle, kendisini ve başkalarını motive eder; arzu etmenin sonucunda arzu gücünün bize kazandırdığı edimleri, cesaret, sevgi, gibi eylemlerle ortaya çıkar. Arzu gücüne sahip olmamıza rağmen, arzunun yönelişlerinden dolayı bu eylemlerin bir kısmını göstermeyebiliriz. Hoşnutluğun, arzu olmadığını düşünenler varsa da, aslında hoşnutluk da bir arzudur. Çünkü hoşnutluk da arzuya bağlıdır ve arzunun gerçekleşmesiyle ortaya çıkar. Hoşnutluk ve arzu arasındaki fark; arzunun gelecekle, hoşnutluğun ise içinde bulunulan 533 Fârâbî; Fusul, s.56; T: s.45 Fârâbî; Fusul, s.56; T: s.45 535 Fârâbî; Siyâse, s.33; T: s.3 536 Fârâbî; Fusul, s.29; T: s.30 534 190 durumla ilgili olmasıdır. En yüksek mutluluk aynı zamanda hoşnutluktur. Bu nedenle Aristo “Her şeyin en güzeli ve en iyisi olan mutluluk en hoş şeydir.”der.537 Farabi, nefsin gücünün şemasını beş madde olarak çıkarar. “Bunlar, besleyici (gadiyye), duyucu (hasse), hayal gücü (hafıza), düşünen (natıka) ve yararlıyı isteyen ve zaralıdan kaçan (nuzü’i) güçleridir.538 Arzunun Farabi’deki genel şemasını şu şekilde özetleyebiliriz: Arzu gücünün de diğerleri gibi “bir amir kuvveti ve hizmetkârları vardır.” Ayrıca “Bu güç iradeyi meydana getiren güçtür.” İrade bedene yönelik bir şeydir. “ irade bir şeyi bilmeye veya ya bedenin tümü ile veya onun bir organı ile bir şeyi yapmaya yönelebilir. Bu yönelmeyi gerçekleştiren sadece amir irade kuvvetidir. Bedenî eylemler, bu amir irade kuvvetinin hizmetkârları olan kuvvetler tarafından gerçekleştirilir.” Başta arzu olmak üzere diğer güçlerin hepsi, “Bedenin bu eylemleri yapmak için tahsis edilmiş olan kısımlarına dağılmış bulunurlar. O halde bedenin bu tür kısımlarına yayılmış olan bu kuvvetlerin hepsi, kalpte bulunan amir irade kuvvetinin bedensel aletleri ve hizmetkârlarıdır.”539 Arzunun en önemli özelliği; en yüksek amacı, kendinden iyiyi arzulama doğasına sahip olmasıdır. “Mutluluk her insanın arzuladığı bir amaçtır.”540 “İnsanın arzuladığı her yetkinlik ve her amaç ancak bir iyi olduğu için arzulanır.”541 Bu nedenle kimilerinin arzuyu arzu olduğu için kötü olarak nitelendirmesi Farabi' ye göre arzunun doğasından dolayı yanlıştır. Farabi’ye göre bazıları, nefsin bütün duygularının yani nefsin şehevî kısmından ileri gelenlerin kötü olduğunu zannettiler. Diğer bazıları da, yalnız şehevî ve gazabî melekelerin kötü olduğunu düşündüler. Bununla beraber, diğer bazıları ise, kıskançlık, zulüm, cimrilik, makam aşkı vb. gibi, kendisinde psikolojik; arzu ve heyecan (el infialat en nefsaniyye) bulunan diğer melekeleri de böyle düşündüler. Bu görüşte olanlar yanılıyorlar. Çünkü hem iyilikte, hem de kötülükte kullanılmak üzere uygun hale getirilen şey, ne iyidir, ne de kötüdür. Zira birisi için, o, diğerinden daha uygun değildir, ya da hem iyi, hem de kötüdür veya hiçbiri değildir. Daha doğrusu, bunların hepsi, kendisiyle bedbahtlığın elde edildiği şeyde kullanıldıklarında kötüdürler. Fakat onlar, 537 Hammod; Farabi Felsefesi, s.11 Fârâbî; Medine, s.87; T: s. 44 . bk.Hasan Şahin; İslam Felsefesi, s.90, 539 Fârâbî; Medine, s.90; T: s.46 540 Fârâbî; Tenbih, s.47; T: s.26 541 Fârâbî; Tenbih, s.47; T: s.26 538 191 kendisiyle mutluluğun elde edildiği şeyde kullanıldıklarında kötü olmayıp, bilakis hepsi iyidirler.542 Arzuların üç temel karakteristiği vardır: 1- Arzular doğrudan nesneye yöneliktir. 2Hayvanlardan ayrı, insana özgü arzular vardır. 3- Farklı arzular, bir diğerine dönüşebilir. Grekler, güçlü arzuya; istek, yerine göre irade demişlerdir.543 Arzu ve isteğin amacı tatmindir. Günümüzde tatmin kavramı, haz anlamında kullanılmaktadır. Haz da arzuların tatminine eşlik eden bir duygudur. Mutluluk, kavramı esas alınırsa, bütün arzularımızın tatmin olmasıdır. Mutluluk ve arzu arasında yapılan ayrım genelde tekil nesnelere yönelen arzuyla ilgilidir. Bütüne yönelik olan arzu değildir. Çünkü mutlu olma isteği de bir arzudur, hem de bütüne yönelik bir arzu. Aslında mutluluk, arzularımızın en büyük isteğidir. Bir başka deyişle mutluluk, bir bütün olarak neyi arzu ettiğimizle ilgilidir. Doğru, insanın kendi mutluluğu için referansları, o insanın en çok ilgilendiği nesneler için referanslardır ve bu anlamda kontrolü elinde tutmasıdır.544 Duyguları anlamaya çalışmak mutluluk açısından önemlidir. Bizi birey yapan, öncelikle duygularımızdır, olmak istediğimiz şeyi onlar renklendirir.545 His ve duygu, arzuyu oluşturan önemli unsurlardandır. Ancak his ve duygular, günlük yaşantımızda aynı anlamda kullanılmasına rağmen aralarında bir fark vardır: Hisler, bedenin bir durumuna karşılık olarak verdiği bir tepkidir. Gözlerin istekle ışıldaması, bahane uydururken yakalandığımızda yüzümüzün kızarması gibi. Bir duyguyu ise, bu hissi bilinçli olarak algıladığımızda gösteririz (sevinç ya da utanç) olarak. Buna göre hisler istem dışıdır, duygular ise istemli. Hislerin çoğunu aynı zamanda duygu olarak da hissederiz, bu nedenle de günlük dilde iki sözcük arasında net bir ayırıma gidilmemiştir. Buna karşın bazı hislerimiz, bizden bile gizli kalabilir. Örneğin birisi bizi uyarana kadar kızardığımızın farkında olmamamız gibi.546 Bütün hisleri tek bir organ halinde toplayan ve bunu bilinçli bir algı, düşünce ve hayallerimizle birleştiren beyindir. Buna göre bir hissin bilincine, ancak beyin onu işlediğinde varabiliyoruz547. Başka bir deyişle, hisler otomatik olarak işleyen bir programdır. Bu sürece, sıklıkla beden de katılır. Buna karşın bir duyguyu, tüm bu süreci 542 Fârâbî; Fusul, s.81; T: s.60 H.D. Lewis; “Was Gren a Hedonist?”, Mind, Vol.45, Apr.1936, p.193 544 H.D. Lewis; “Was Gren a Hedonist?”, p.195 545 Roberta Conlan; Zihnin Halleri, (çev: Derya Duman), Phoneix Yayınevi, Ankara 2001, s.122 546 Stefan Klein; Mutluluğun Formülü, s.35 547 Stefan Klein; Mutluluğun Formülü, s.35 543 192 bilinçli bir şekilde duyumsadığımızda yaşarız.548 Bu nedenle, aslında “duygular dünyaya yönelik duruşlardır. Bireyin dünyayı idrak edişini ve dünya içerisindeki ahlâkî konumunu belirtir: Bireyin nasıl hissettiği, bireyin nasıl gördüğü haline gelir.”549 Duygular insanın hayatta kalma mücadelesinde önemli rollere sahiptir. İnsan tekâmülünün şefkat, şükran ve güven duymaya yatkınlık dâhil, toplumsal işbirliği ve karşılıklı yardımlaşma eğilimlerini güçlendirdiği varsayılan genotipleri, bugünlere taşıdığı öne sürülmüştür. Duygular aynı zamanda bir değerlendirmenin sonuçlarıdırlar. Bu değerlendirme sürecinde birey, olayların kendi mutluluğunu nasıl etkileyebileceğine yönelik kavrayışlarla ilişkili olarak temsil edilir. Dolayısıyla değerlendirme, toplumsallaşmanın ürünü olarak görülebilir. Çünkü belli bir durumun bir kültürdeki birey tarafından değerlendirilişi, başka bir kültürden gelen bireyin değerlendirilişine kıyasla farklı olabilir.550 Duygular, insan var oluşunda önemli bir konuma sahiptirler. “İnsanlar bir bakıma duygulardır. Kişinin kim olduğunu anlamak için, duygusunu anlamak zorunludur.”551 İnsan doğasının en önemli özelliklerinden birisi de iyi duygulara sahip olmasıdır. Bu iyi duygulara sahip olmak akıldan sonra insanın sahip olduğu en önemli özelliktir. Akıl, çeşitli olasılıklar gösterebilir, sayısız değişkeni ortaya atabilir, ama iş birbirine benzer iki durum arasında karar vermeye geldiğinde çaresizdir. Yapabileceği tek şey, seçiminin sonucunda oluşacak neden- sonuç zincirini sonuna kadar düşünmektir. Bu iş genellikle son derece uzun sürer, üstelik hayattaki birçok şeyi önceden kestiremeyeceğimiz için faydalı da değildir. Bu nedenle aklın, yardımcıya ihtiyacı vardır. Bu yardım yukardan gelebileceği gibi aşağıdan da gelebilir. Aşağıdan gelen bu yardım iyi duygulardır. Bir yandan akıl lehte veya aleyhte seçenekler için uzun zincirler kurarken, öbür yandan duygular her hangi bir temellendirmeye gerek duymadan bir şeyi ya arzu eder, ister ya da arzu etmez, istemez. Bu duyguların dayandığı kaynak ise, varlığın ilkesi olan yaşamayı sürdürmeyi sağlayan genetik programımızdır. İkinci kaynak ise duygularımız, tecrübelerimizden beslenir.552 Sanat erdemlerinin temel amacı, insanın iyi duygularını korumak ve geliştirmek için ortaya atılmış muazzam tecrübe alanını oluşturmaktır. 548 Stefan Klein; Mutluluğun Formülü, s.88 Deborah Lupton; Duygusal Yaşantı, s.40 550 Deborah Lupton; Duygusal Yaşantı, s.29 551 Deborah Lupton; Duygusal Yaşantı, s.41 552 Stefan Klein; Mutluluğun Formülü, s.42 549 193 Pergamumlu Galen, insanların farklı yoğunluklarda dört temel vücut sıvısına- kan, balgam, sarı safra ve siyah safra- sahip olduklarını ve hastalıkların vücutta bulunan bu dört sıvının dengesizliğinden kaynakladığını ileri sürüyordu. Duygular ve hastalıklar arasında ilişki olduğu düşüncesi eskilere dayanan bir düşünceydi.553 Farabi’nin hastalıklı duygu hallerinden söz etmesi düşüncelerden olsa gerektir. Arzu ve mutluluk konusunda en önemli husus, arzunun mutlulukta motivasyon/ isteklendirme kullanarak” 554 özelliğine sahip olmasıdır. Farabi “arzu gücünün araçlarını demekle arzunun mutluluktaki motivasyon gücüne işaret etmektedir. Ayrıca özelikle mutluluğa yönelten yolun kilometre taşı olan öğretimde, motivasyonun önemi büyüktür. Bu nedenle diyebiliriz ki; mutluluk motivasyon/isteklendirme işidir. Yapılan eylemden zevk almak, amaçların peşinde olmak, anlam ve vizyon geliştirmek, iyi alışkanlıklar edinmek, zorluklarla başetmeyi öğrenmek, iyi ruh halini koruyabilmeyi bilmek, motivasyonun temel unsurlarıdır.555 İşte arzunun mutluluğa olan en büyük katkılarından biri de budur. Mutluluk için ahlâkî motivasyon son derece önemlidir. Ahlâkî motivasyonla kastımız, iyi ruh haline sahip olmak, negatif duygulardan uzak durmak ve bizi iyi insan olmaya doğru iten olumlu duygulara sahip olmaktır. Buna “zihinsel durumlar” adı da vermekte ve zihinsel tutumun mutluluğa ulaşmak için son derece önemli olduğundan söz edilmektedir. “Örneğin, nefret, kıskançlık, öfke ve benzeri duygular zararlıdır. Bunları, olumsuz zihinsel durumlar olarak kabul ederiz. Çünkü zihinsel mutluluğumuzu yok ederler; bir kez birisi için nefret ya da hastalıklı duygular beslediğinizde, kendinizi nefret ya da olumsuz duygularla doldurduğunuzda, diğer insanlar da size düşman gibi görünmeye başlarlar. Bunun sonucu; daha fazla korku, daha büyük bir çekingenlik, tereddüt ve bir güvensizlik duygusu gelişir. Bu duygular geliştikçe, dünyada yalnız olduğumuz duygusu, bir düşman gibi kabul edilir. Tüm bu olumsuz duygular, nefret yüzünden gelişir. Diğer taraftan, iyilik ve şefkat gibi zihinsel tutumlar, son derece olumlu ve yararlıdır.”556 553 Roberta Conlan; Zihnin Halleri, s.104 Fârâbî; Siyâse, s.73; T: s.39 555 J.S. Mill; Faydacılık, s.17 556 Dalai Lama; Mutluluk Sanatı, (çev: Güneş Tokcan), Dharma Yayınları, İstanbul 2001, s.49 554 194 Farabi’ye insanın mutluluk amacı için bir öğretmen ve kılavuza ihtiyacı olur. Bazı insanların, kılavuzlanmaya az ihtiyacı olduğu halde, bazılarının daha çok ihtiyacı vardır. Kaldı ki, bir insan, bu iki konuda yani mutluluk ve ona götüren yolları bilmede kendisine kılavuzluk edilse de, dışarıdan bir dürtü ve itici güç olmaksızın kendisine öğretilen ve gösterilen şeyleri yapmayabilir. İnsanların çoğu bu durumdadır. Bu yüzden, onların, kendilerine bütün bunları öğretecek ve kendilerini bunlara doğru yöneltecek (onları motive edecek) kimselere ihtiyaçları vardır.557 Son olarak; arzunun bedenle olan ilişkisi de kayda değerdir. Arzudan sorumlu beyin sistemleri, anlama yeteneğimizi geliştirir ve bizi yaratıcı yapar. Her iki özelliğin aynı anda gelişmesi, evrim için de özellikle sevindirici bir olaydır. Çünkü böylelikle amaçlara ulaşmak için iki kat katkı sağlarlar. Biz insanlar daha iyi yaşamak için ve istediklerimizi elde etmek için çeşitli fikirler üretiyoruz. Dopaminin beyinde yarattığı merak ve arzu duygularının bağına yaratıcılık da eklenir.558 Aslında bu dopamin devresinin motivasyon açısından görevivinin en önemli özelliklerinden biri, bunun bir ödül sistemi olmasıdır. Esasında “ bu iyiydi, haydi gene yapalım ve tam olarak nasıl yaptığımızı unutmayalım” gibi mesajlar veririr 559 1.3. Beden Hayatı yaşamak için bir bedene olan ihtiyacı herkes bilir. Bir bedene sahip olmak, bize hayatı duyumsama hakkını verir. Duyumsama, sadece beş duyuyla- görme, koklama, dokunma, tat alma, işitme- ile sınırlı değildir, sezgi gibi içsel algılarımızı da kapsar. Kalben bilmek bile bir kalbin varlığını gerektirir.560 İnsanlara haz veren duyumsamalar, doğrudan bedene bağlıdır. Bedensel sağlık, iyi bir yemek, bizi rahatlatan bir gezi, dinlenme, iyi bir uyku, sanatsal bir esere bakmak; tüm bu durumların bizlerde uyandırdığı hazlar da etkilidir. Bu etkiden dolayı, haz peşinde koşma durumunda, bedenimizin her zaman bizimle işbirliği yapmadığı acı gerçeğini öğrendiğimiz zaman, ya onunla savaşmaya ya da mutluluk yolunda bizimle işbirliği yapması için bedensel yetkinlikleri araştırmaya başlarız. Mutsuzluğumuzun en önemli nedeni, 557 bedenimizle savaşmamız, onun yetkiliklerini göz ardı etmemizdir. Fârâbî; Siyâse, s.78; T: s.42 Stefan Klein; Mutluluğun Formülü, s.115 559 Roberta Conlan; Zihnin Halleri, s.25 560 Howard Raphael Cuhnir; Koşulsuz Mutluluk, (çev: Sema Özçallı), Meta Yayınları, İstanbul 2002, s.148 558 195 Mutsuzluğumuz, yüklendiğimiz acımızdır. Acı kötüdür, ancak mutluluk amacına tabii olarak bağlı olan bedenimizle ilgili bize mesajlar verir. Bir şeylerin yolunda gitmediğini önceden bize haber verir. “Acı kendi duyumsatma gücüyle bizi şimdi ve buraya çiviler.”561 Acılar mutluluk yolunun dikenleridir. Bazen bu dikenler, en yüce amacımıza daha etkin yürüyebilmemiz için bilincimizi uyarıcıdır. Söz konusu bu bedensel özellikler, bize mutluluk bakımından bedenin konumuyla ilgili ipuçları verir. Mutluluk bakımından beden kavramı, kişinin kendini nasıl algılayacağını, kendisini iyi veya kötü hissetmesini belirleyecek kadar önemli bir kavramdır. “Beden imgesi, bireylerin fiziksel duyumları kavrama ve deneyimleme yollarını şekillendirir. Bireylerin kendilerini toplumsal mekâna nasıl yerleştirdiklerini, öteki fiziksel fenomenlerden ayırarak kendilerini nasıl kavramlaştırdıklarını, kendilerini nasıl taşıdıklarını, içeriyi dışarıdan nasıl ayrı tuttuklarını ve kendilerini özne veya nesne olarak nasıl ortaya koyduklarını etkiler.”562 Bedensel olarak kişinin kendisini algılayışı, bedenin kendisinin fiziksel var oluş ve algısal anlam yoluyla donatılmış duyulu bir varlık olmasından kaynaklanmaktadır. Mutluluk sanatı için gerekli olan tüm bilgi, (“ilk düşünülürler”) bedenin gelişimine parelel olarak geliştirilir. İnsan, bedeni ve beden duyuları yoluyla dünyayı algılar ve bedeniyle ilgili gerçeklik kavramlarını kurar. Beden bir dünyaya sahip olmamızın en temel aracıdır. “Dünyada olma” sadece düşünceyi ve bedensel eylemi değil, aynı zamanda duygusallığı da içerir. Bütün bunlar birbirinden kolayca ayrılamayacak biçimde ilişkilidir. Çünkü aynı yaşanmış tecrübe, hayat fenomeninin birer parçasıdır.563 Öncelikle, Farabi’nin mutluluk sisteminde bedenin anlamını, yerini ve temellendirmesini yapmamız gerekir. Farabiye göre doğa kavramının özünde, madde ve suret vardır. Suret/form kavramı “bir şeyin özü, bir şeyi her ne ise o şey yapan şey” anlamındadır. Form, nesnelerden ayrı ve bağımsızdır. Platon’da form, aynı zamanda ideadır. Platon’a göre bir şeyin formunu bilmek onun doğasını anlamaktır. Adalet formunu bilen kişi, yalnızca hangi eylemlerin adil olduğunu değil, onların niçin adil olduklarını da bilir. Aristo’ya göre ise form/öz, maddede bulunup da, onu her ne ise o 561 Howard Raphael Cuhnir; Koşulsuz Mutluluk, s.148 Deborah Lupton; Duygusal Yaşantı, s.55 563 Deborah Lupton; Duygusal Yaşantı, s.62 562 196 yapan şey, ona şekil veren yapı, bir şeyi anlaşılır hale getiren ve akıl tarafından kavranan ilke olarak tanımlanır.564 Aşağıdaki Farabi metinlerinde insan söz konusu olunca maddeyi, beden; formu/ sureti ise, “insanı insan yapan öz (nefis)” olarak okunması gerektiğini öneriyoruz. “Maddenin varlığı sureti içindir. Eğer hiçbir suret var olmasaydı, madde var olmazdı. Suretin varlığı ise maddeyi varlığa getirmek için değildir. Tam tersi suretin varlığı cisimleşecek tözün (el-cevheru’l-mutecessim) bilfiil olmasıdır. Çünkü her tür, ancak suret hâsıl olduğunda bilfiil olarak ve iki varlık çeşidinden en yetkini ile var olur.”565 Farabi’ye göre suret, cismani cevherde, sedirde, sedirin biçimi, madde de sedirin tahtası gibidir. Dolayısıyla cevher, suretle bilfiil cevher; madde ile de bilkuvve cevher olur. Tahta olması yönünden sedir bilkuvve sedirdir; tahta işlenerek özel bir biçim alınca bilfiil sedir olur. Suretin varlığı madde ile olup, madde de suretler alabilecek niteliktedir. Çünkü suretlerin, özleri yönünden varlığı yoktur; onlar, varolmak için bir konuya muhtaçtır. Konuları ise, maddedir. Maddenin varlığı da suretler içindir. Buna göre, ilk amaç, suretlerin varlığıdır. Bu suretlerin varlığı da ancak bir konu ile olacağından, madde, suretleri almak için konu olmuştur. Bunun içindir ki, suretler bulunmazsa maddenin varlığı da anlamsız (bâtıl) dır. Tabii varlıklar arasında anlamsız bir şey yoktur. Bu yüzden, ilk madde, herhangi bir suretten soyutlanmış olarak bulunamaz. O halde, madde, yalnızca konu olarak suret almak için bir ilke ve sebeptir. Madde, ne bir etken (fail) ne de bir amaçtır. Maddenin tek başına suretsiz bir varlığı yoktur. Maddeye de, surete de tabiat denir; ama bunlara suret denmesi daha doğru olur. Örnek olarak gözü verebiliriz. Göz bir cevherdir, maddesi de gözün cismidir. Görme gücü onun suretini teşkil eder; maddesi ile suretinin birleşmesi ile de o bilfiil göz olur.566 Farabi beden ve insanî özü (sureti) birlikte değerlendiriyor. Madde ve suretin bütünlüğüne insanî doğa adını veriyor ve daha sonra, insanın bedene sahip olmasının amacını belirtiyor: “Suret ve madde her biri varlığında ve sürekliliğinde ötekine muhtaçtır. Suretin varlığı ancak madde ile mümkün olur. Madde ise özü gereği sadece suret için vardır. Madde suret içindir. Bu yüzden suret maddeden üstündür. Bu nedenle 564 565 566 Ahmet Cevizci; Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yayınları, İstanbul 1999, s.357 Fârâbî; Medine, s.64; T: s.24 Fârâbî; Siyâse, s.36; T: s.6 197 diyebiliriz ki; insanın bedene sahip olmasının anlamı, insanın insan olma amacı/ sureti/formudur.”567 Nitekim Farabi’ye göre “Her varlıktaki güzellik, letafet ve mutluluk, o varlığın, en üstün varlık derecesine ve nihaî yetkinliğine ulaşmasıyla”568 olduğundan bedenin de ulaşması gereken bir yetkinlik vardır. Bedenin yetkinliği bildiğimiz anlamda bir güzellik değildir. Çünkü aynı zamanda “güzellik, doğruluktur, doğruluk ise güzelliktir.”569 Yetkin insanlar için güzellik doğrulukla özdeş olduğundan dolayı onlar, güzelliği doğruluk için ararlar. Bu mertebeye (mutluluk mertebesine) de “ancak bazısı fikrî, bazısı bedenî olan eylemlerle ulaşılır. Bunlar gelişi güzel eylemler değil, kesin ve belirli istidat ve melekelerin sonucu olan kesin ve belirli eylemlerdir.”570 Anlaşılıyor ki; bedenimiz olmadan mutlu olmamız mümkün olamazdı. Bedenimiz, mutluluğun en alt hizmetçisi olarak mutluluk konusunda bilinçli benin bildiğinden çok şey biliyor ve mutluluğumuz için kendi işlevlerini olabilecek en yetkin bir organizasyon biçiminde yerine getiriyor. Farabi’nin mutluluk sistemini daha iyi anlamak açısından genellemenin aşırılığının farkında olarak şu genellemeyi yapmak istiyoruz: Haz-acı bedene, mutluluk ise ruha özgüdür. Bu anlamda, burada haz-acı ve mutluluk üzerinde durmanın faydalı olacağını düşünüyoruz. Ancak Farabi’ye göre insanın, sahip olduğu ahlâkın iyi veya kötü bir ahlâk olduğunu bilmelidir. Bizi mutlu veya mutsuz edecek iyi veya kötü ahlâk, bilmenin yolu derin düşünmektir.”571 “Ahlâkın iyi mi, kötü mü olduğunu bilmek için, hangi eylemin yaptığımızda bize haz verdiğini ve hangi eylemin yaptığımızda bize acı vermediğine bakmamız ve iyice düşünmemiz (teemmül) gerekir. Bununla ilgili bilgiye ulaştığımızda onun iyi ahlâktan çıkan bir eylem mi, yoksa kötü ahlâktan çıkan bir eylem mi olduğuna bakarız. Eğer o iyi ahlâktan meydana gelmiş ise iyi bir ahlâka; kötü bir ahlâktan meydana gelmiş ise kötü bir ahlâka sahip olduğumuzu söyleyebiliriz. Bu yolla biz, bizde bulunan ahlâkın hangi ahlâk olduğunu öğreniriz.”572 567 Fârâbî; Siyâse, s.36; T: s.6 Fârâbî; Siyâse, s.46; T: s.14 569 Joan M. Erikson; Wisdom And The Senses, W.W. Norton–Company, New York 1998, p.158 570 Fârâbî; Medine, s.106; T: s.60 571 Fârâbî; Tenbih, s.63; T: s.40 572 Fârâbî; Tenbih, s.63; T: s.40 568 198 Farabi' de “kötü ahlâk ruhsal (nefsanî) bir hastalık” olduğuna göre, tıbbın yöntemini “örnek” almak pratik ve anlaşılır olanıdır. Ahlâkımızdaki iki kötülük olan “aşırılık” ve “eksikliği” tespit etmeli, bu iki kötülüğün kaynağına inmeliyiz. Sonra da “orta” ölüçüsüne göre kendimizi alıştırmalıyız. Yine tıpkı, bedenin aşırı sıcaklık ve soğukluğunu ortaya getirmeye çalışan doktor gibi yapmalıyız.573 Farabi, hazzı duyulur ve düşünülür olamak üzere iki kısma ayırır: “İşitilenden, görülenden, tadılandan, dokunulandan veya koklanandan alınan hazlar gibi bazı hazlar, “duyular ile algılanabileni ” (el-mahsus) izler. Liderlik, hâkimiyet, zafer, bilim vb. alınan hazlar gibi, yine bazı hazlar da, (akılla) “anlaşılırı/makullü/manayı”(el-mefhum) izler.”574 Bizde baskın olan haz kuşkusuz duyusal hazlardır. “Biz, varlığımızın başlangıcından itibaren, genellikle “duyusalı” izleyen hazlara sahip olduğumuz için, onları hayatın amacı (gayetül hayat) ve “yaşamın yetkinliği” (kemalü’l iysi) zannederek, daima onların peşinde koşarız.”575 Oysaki hayatın amacı duyusal hazlar değildir. Haz ve mutluluk arasındaki ilişki, hayatın amacı bakımından bizi ikisinin birbirinden ayrı şeyler olduğu konusunda aydınlatır. Vatan için zorluklara katlanıp şehit olanlar, ölürken mutlu bir hayatım oldu derler. Haz dolu bir hayatım oldu demezler. Onlar mutluluğu kutsallıkla kıyaslarlar. Haz ve mutluluk arasında önemli bir ilişki vardır. Fakat bu mutluluk için temel olan bir ilişki değildir.576 Ancak bazı hazlar ise, “ya bizim için zorunlu ya da evren için zorunlu olan bir şeyin sebebidir. Bizim için zorunlu olan şey, hayatta kalmamızı sağlayan beslenmedir. Evren için zorunlu olan ise, üremedir. İşte bundan dolayı, onları, hayatın amacı (gayetü’l iyş) ve mutluluk zannettik.”577 Farabi' ye göre beslenme ve üreme insana haz veren o kadar güçlü iki haz biçimidir ki biz onları, zaman zaman yaşamın gerçek amacı olmakla karıştırabiliyoruz. Bu nedenle duyulur hazlar mutluluk yolundaki en büyük engellerden biri olmaya devem etmektedir. “Duyulur şey bizce daha fazla yoğunlukta bilinmekte, daha çok fark edilmekte ve ona ulaşılması daha çok mümkün olmaktadır. Bu hazların, 573 Fârâbî; Tenbih, s.65; T: s.42 Fârâbî; Tenbih, s.67; T: s.43 575 Fârâbî; Tenbih, s.67; T: s.43 576 Henry Sturt; “ Happiness ”, p.214 577 Fârâbî; Tenbih, s.67; T: s.43 574 199 bizi, çoğu iyiliklerden uzaklaştırdıkları ve mutluluğa ulaşmayı sağlayan en büyük şeyi elde etmemize engel oldukları, incelemek ve iyi düşünmekle açıkça ortaya çıkmıştır.”578 Ancak ne kadar ilginçtir ki, yine övülür bir ahlâka sahip olmamızdan dolaylı araç olan, yine hazlar olmaktadır. “Muhakkak biz, iyi bir eylem yapmakla duyusal bir hazzı kaybedeceğimizi anladığımız da, “iyi”den uzaklaşmaya meylederiz. İnsan gücü, bu hazlardan vazgeçebilecek veya eylemlerden ölçüyü elde edebilecek duruma gelince, övgüye-değer bir ahlâka (el-ahlaku’l-mahmude) yaklaşmış olur.”579 Farabi, hazları süreç bakımından da yakın hazlar ve uzak hazlar olmak üzere iki kısma ayırır. “ İster “duyulur şey”den, isterse “makul şey”den alınan haz olsun, eylemlere bağlı olan hazlar, ya derhal, ya da daha sonra olurlar. Aynı şey, acı için de geçerlidir. Eylemlere bağlı olan bu hazlardan her birisi, şu iki yönden birine tabidir: Eylemden sonra daima bir haz veya acı meydana gelir; yanmadan sonra meydana gelen acı ve cinsi ilişkiden sonra meydana gelen haz gibi; çünkü yanmanın özelliği, bir canlıda vuku bulduğu anda, ona acı vermesidir.”580 Farabi, aynı zamanda bedensel hazlar gizli ve açık hazlar olarak da ayrıma tabi tutar.581 Hazların kullanılması meselesinin çok önceden, antik dünyada fark edilip bir disiplin haline getirilmiş ve hazların yetkinlik ve mutluluk için kullanılması gerektiğinin orada tartışılmıştır. “Platon, gençleri, hayali tehlikeler karşısında cesaret sınavlarına sokmayı önerir: Bu onları hem alıştırma ve yetkinleştirme hem de değerlerini ölçme olanağı yaratmaktadır” der. Haz, söz konusu olunca, “Kişinin, kendini yönetmesi, evinin yönetimini sağlaması ve şehrin yönetimine katılması aynı türden üç uygulamadır.” diye ekler. Hazzın “gerektiği yerden” alınmadığı, insanın hazzı kullanırken “sürü gibi davrandığı” ya da bu hazzı “ gerektiği gibi” alamadığı durumlarda, mutluluk yolundan çıkması çok olağandır.582 Farabi'ye göre ise hazların kullanımında temel ilke, hayatı bizim için kolay/çekilir bir duruma getirmekten başka bir şey değildir. Araçsal bir değeri vardır ve değerin amaç konumuyla karıştırılmaması gerekir. Bunun için de en önemli husus: “Her bir eylemin sonucu olan hazları ve acıları özetlememiz; yapıldığı anda, hemen haz verip daha sonra 578 Fârâbî; Tenbih, s.67; T: s.43 Fârâbî; Tenbih, s.67; T: s.43 580 Fârâbî; Tenbih, s.67; T: s.43 581 Fârâbî; Tenbih, s.71; T: s.48 582 Michel Foucault; Cinselliğin Tarihi, (çev: Hülya Uğur Tanrıöver), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2003, s.119–152 579 200 acı veren eylemi, yapıldığı anda acı verdiği halde, daha sonra haz veren eylemden ayırt etmemiz gerekir.583 Bu ayırt etme yetkinliğinin bize sağladığı yarar şu olacaktır: “Yapılması sonucu derhal meydana geleceğini zannettiğimiz bir haz nedeniyle, kötü bir eyleme yöneldiğimizde, o hazza, daha sonra ortaya çıkacak bir acıyla karşı koyarız ve bizi kötüyü yapmaya sevk eden hazzı onunla bastırırız. Artık onunla, kötüyü terk etmek bizim için kolay hale gelir. Derhal maruz kalacağımızı düşündüğümüz bir acı nedeniyle, iyi eylemi terk etmeye yöneldiğimizde, ona, o iyi bir eylemin bir sonucu olarak, daha sonra meydana gelecek olan hazla karşı koyarız ve bizi iyiden uzaklaştıran acıyı onunla bastırırız. Artık onunla , “iyi”yi yapmak bizim için kolay hale gelir. Yine bir “kötü” ye, onda derhal (acile) bulacağımız bir haz nedeniyle yöneldiğimizde, ona, o “kötü”nün zıddının bir sonucu olarak derhal meydana gelecek olan hazla karşı koyarız.”584 Farabi'ye göre hazların, arzu ve akıl gücünün hizmetinde olması gerekir. Bedensel hazları arzu ve akıl gücüyle birlikte kullanmak özgür insanlara özgü bir özelliktir. Bu durumda hazları kullanmak, özgür insanlar için eylemlerini, daha doğru ve daha kolay yapmasını sağlayacaktır: Özgür insanlar, haz ve acıyı bir araç olarak kullanmak suretiyle iyi eylemi yapmayı ve kötü eylemi terk etmeyi kendilerine kolaylaştırmak istediklerinde, haz ve acının gizli ve açığı da onlar için aynıdır. Çünkü insanları kötüye davet eden hazlar, onların iyi düşünmelerinin özelliği gizli olmak olanı, genellikle, açık olanın seviyesine getirdiği için, açık olanla bastırıldığı gibi, acı, gizli olan bir acı olsa bile yine onunla da bastırılır.585 Özgür olmayan diğer insanlara gelince, “hazlarını mümkün olduğu kadar açık bir acıyla bastırmadıklarında bununla yetinmezler. Onlardan bazılarının kötüye, ondan derhal alınacak bir haz nedeniyle yöneldiklerinde orada, onun terk edilmesine veya zıddının yapılmasına bağlı kılınan bir başka haz ile bastırmakla yetinmeleri ümit edilir. İşte çocukların bu tarzda eğitilmeleri gerekir. Eğer onların bazılarına da bu yeterli olmazsa, o zaman, ona, kötünün sonucu olan acı da eklenir ve acı, mümkün olduğu kadar açık hale getirilir. Hayvanî insanlara ve birinci tarz muamelenin yeterli olmadığı kimselere bu şekilde, yani en son şekilde, muamele edilmesi gerekir.”586 583 Fârâbî; Tenbih, s.69; T: s.43 Fârâbî; Tenbih, s.69; T: s.43 585 Fârâbî; Tenbih, s.72; T: s.48 586 Fârâbî; Tenbih, s.72; T: s.48 584 201 Korku, üzüntü ve öfke en çok hissedilebilen duygulardır. Ancak “hayvanî insanlarda” duyulara yönelik acı daha etkili olan acıdır. “Hazların ve acıların en barizi, duyulara yönelik olandır. Fakat insan için en bariz olan, duyularında olmayan korku, üzüntü, öfke gibi olanlardır. Hayvanî insanlardan bazıları için sadece bu türden bir acı yeterlidir. Fakat bazıları için bu da yeterli olmaz, onlar, duyularına yönelik bir acıya maruz bırakılmalıdırlar.”587 İyi eylemi yapmak, kötü eylemi terk etmek için kullanılan hazların etki sırası da kayda değerdir. “Duyuları yoluyla insana en çok acı veren şey, dokunma duyusuyla ilgili olanıdır. Sonra koklama ve tatma duyusuyla, daha sonra da kalan diğer duyularla ilgili olanıdır. İşte bu yollarla insan iyi eylemler yapıp, kötü eylemleri terk etmeyi, kendisi ve başkası için kolaylaştırabilir.”588 Dokunma hissi, beden sağlığı ve bedensel haz için en başta gelen etkiye sahip bir histir. Farabi’ye göre bu duyular sadece bir his olarak kalmaz, aynı zamanda erdem öncesi için, hem kendisi hem de öteki için “kolaylaştırıcılar” rolünü üstlenir. Kolaylaştırıcı şeyler, erdem öncesi ruhsal hazırlık için önemlidir. “Dokunma uyarısı, bedenîmizi canlandırır, duyularımızı harekete geçirir, yaralarımızı iyileştirir. Pek çok açıdan dokunulmak, sevilmek demektir. Dokunmak için hissettiğimiz bilinçli arzuyu bastırabiliriz, fakat bedenîmiz yine de bu acıyı hisseder. Eğer bunu görmezden gelirsek, bu güdünün yerini kimileri zararlı olabilen başka çareler alabilir. Bedenîmizin açlığını aktif ve zevkli bir şekilde yatıştırmak, daha sağlıklı bir tavırdır.”589 Bu sağlıklı tavrı geliştirmeyi öğrenmediğimiz takdirde dokunma duyusuna örnek verdiğimiz gibi, tüm duyular için erdem öncesi zorluklar ruh halimizi kötü yapar. Farabi’nin, metinlerinde hazzı üç kısımda değerlendirdiğini görüyoruz. a) Tamamen psikolojik olup, ahlâkla ilgisi olmayan hazlar (psikolojik haz) b) Sosyal bir varlık olan insan özelliğinin gereği olarak haz ve acının davranışlardaki etkileri (hazzın etkileri) c) Başkanın haz ve acıyı toplumu dönüştürmek için değerlendirmesi (hazzı kullanmak) Hazzın mutluluk teorilerine göre farklı değerlendirmeleri vardır. Metafizik teorilere göre haz “insanın daha az bir yetkinlikten, daha büyük bir yetkinliğe”; acı da “insanın daha büyük bir yetkinlikten, daha az bir yetkinliğe” geçerken aldığı duyumdur.”590 587 Fârâbî; Tenbih, s.72; T: s.48 Fârâbî; Tenbih, s.72; T: s.49 589 Russ A. Reuger; Dokunmanın Mutluluğu (çev: Nur Yener), Okyanus Yayıncılık, İstanbul 2001, s.28 590 Spinoza; Etika, (çev: Hilmi Ziya Ülken), Ülken Yayınları, İstanbul 1984, s.201 588 202 Örneğin Spinoza böyle düşünmektedir. Lehman veya Freud gibi psikolojik teorilere göre haz, metabolizmanın sinirsel veya heyecanlan(dır)ma durumuyla ilgili bir kavramdır. Değer teorisinde ise haz, değerin hissedilmesinden meydana gelen bir “işaret” olarak kabul edilir. Son olarak biyolojik teorilere göre haz; organizmanın, çevresinden faydalanırken meydana gelen hoşnutluk duygusu olarak nitelendirilir.591 Hazzın tanımıyla ilgili bütün teorilerin ortak noktası: Haz başarılı çabalar sonucu elde edilir. Aristo De Animada “Arzular şiddetli bir şekilde hazzı arzular.” derken, Nikomakhosa Ethik’te ise “Haz aktivitelerin yetkinliğidir.” ve “Haz doğaya uygun bir ruh etkinliğidir”592 demektedir. Aristo' nun haz teorisi “yaptıklarımızı izleyen haz ya da acı, huyların belirtisi sayılmalı: Bedensel hazlardan uzak kalan ve bundan hoşnut olan ölçülü, bundan yakınan ise haz düşkünüdür… Demek ki karakter erdemi, haz ve acılarla ilgilidir. Nitekim haz uğruna çirkin şeyler yapıyoruz, acı yüzünden de güzel şeylerden uzak kalıyoruz”593 düşüncelerine dayanmaktadır. Hazzın fenomolojisi üç temele dayanır. Haz, nesneyle olan ilişkiden oluşur. Biz, bir nesneyi elde etmek için çaba harcadığımızda üç aşamayla karşılaşırız. Örneğin elma, elmayı yemek ve elmayı yemek tecrübesinden aldığımız zevk. Birincisi nesne, ikincisi nesneyle temas ve üçüncüsü ise nesneyle kurduğumuz iletişimden elde ettiğimiz tecrübe. İlk ikisi nesnel olgulardır, üçüncüsü ise özneldir.594 “Teşvik edici arzu gücün sonucu olan haz ve acı, gayretle belirlenir. Haz, gayret kendi amacını elde ettiği veya amaca doğru ilerlediği zaman, acı ise gayret engellendiği veya kösteklendiği ve kendi amacında veya ona doğru ilerlemekte başarısız olduğu zaman meydana çıkar”595 Hazda asıl olan gayrettir. Haz-acı bütün hayvan ve insan aktivitelerinde ortaya çıkan bir tecrübedir. Göz görmek için, kulak işitmek için vb. tasarlanmıştır. Görmekten, duymaktan, hissetmekten vb. haz ortaya çıkar. Diğer bedensel organlarda kendi karakteristik yapısıyla birlikte haz ortaya çıkar. Organların maruz kaldığı aşırı veya eksik uyarmalardan da acı ortaya çıkar. Gözün maruz kaldığı aşırı ışık gözü rahatsız eder ve acı verir. Aynı şekilde az görebilme de acı verir. Bunun gibi aşırı gürültü veya tersi az duyma da acı verir. İnsanın geriye 591 Karl Duncker; “On Pleasure, Emotion, and Striving”, Philosophy and Phenomenological Research, Vol.1, Jun.1941, p.392 592 Aristoteles; Nikomakhos, s.150 593 Aristoteles; Nikomakhos, s.27 594 Karl Duncker; “ On Pleasure”, p.399 595 Karl Duncker; “On Pleasure”, p.393 203 kalan bütün bedeni de tıpkı bunun gibidir. Sahip olduğu kapasiteye göre tam dengede uygun ölçüde enerjiye maruz kaldığında haz ortaya çıkar. Buna karşılık kapasitesinin çok üstünde veya çok altında enerjiye maruz kaldığında ise acı ortaya çıkar. Bedenin yapısına göre hayatta kalma sürecini sürdürebilmesi, tamamen ihtiyacı olan enerjiyi almasına bağlıdır. Ancak bedenin, buna bağlı organların ihtiyacı olan enerjiyi alması doğada var olan haz ve acı yasasına göre işler. Söz konusu olan bu yasa, sadece beden dengesi için gereken enerjiyi almakla ilgili değildir; aynı zamanda bu yasa, bedenin dengesini korumak için dengeli olarak tüketmek için de geçerli olan bir yasadır. Sindirim sistemi dengeli çalışmayan bir bedende meydana gelen, acıdan başkası olmayacaktır. Söz konusu bu bedensel denge sayesinde bedenin erdemi olan sağlık kazanılır. Ancak mutluluk, sadece sağlığa bağlı olmadığı gibi, sağlık da zorunlu olarak mutluluk getirmez. Fakat mutluluk da, sağlık da “iyi düşünceler alışkanlığına” bağlıdır. Çünkü iyi düşünce alışkanlığı, sağlığın ölçüsü olan bütün değerlendirmeyi geliştirir. Değerlendirme ise mutluluğu kazandıran duyguların alışkanlığı ve eylemlerin alışkanlığına yol açar.596 Haz ve acı birbirini dışlaması insana büyük kolaylıklar sağlar. Ancak aşırı ışığın gözleri kör etmesi gibi, aşırı haz ve aşırı acı, duyuları uyuşturur. “Haz ve acının beyindeki devreleri farklı farklıdır. Nöro kimya dilinde bile haz ve isteksizlik, kendilerini ifade edebilmek için farklı sinyallere başvururlar. Arzu, memnuniyet ve cinsel çekimde dopamin, oksitosin ve beta-endorin ulak maddeleri önemli roller üstlenir. Buna karşın korku, gerginlik ve tükenmişlik, diğerlerinin yanı sıra asetilkolin ve kortizol, stres gibi hormonlar tarafından yönlendirilir.”597 Bundan çıkan sonuç şudur: Mutluluk ve mutsuzluk karşıt duygular olsaydı, mutluluk halinde bütün beyin bölgeleri güçlü biçimde ışıldar, can sıkıntısında söner, aksi durumda ise bunun tersi olurdu. Başka bir deyişle aynı anda mutlu ve mutsuz olabilen kişi aynı kişidir. Ancak bir insanın aynı anda hem iyi hem de kötü olması imkânsızdır. Bu nedenle bedensel mutluluk için olumsuz duyguların kontrol edilmesi ve iyi bir ruh halinin (stresten uzak) olması zorunlu bir koşul gibi gözükmektedir. Bedensel mutluluk konusunda değinmemiz gereken önemli bir konu da mutluluğun genetik boyutunun olup olmadığıdır. Mutluluk kalıtsal mı? Mutluluğun bir geni var mı? 596 597 Horace Fletcher; Happiness, p.20 Stefan Klein; Mutluluğun Formülü, s.50 204 Bu konuda en ünlü araştırma, Prof. David Lykken tarafından yapılmıştır. Lykken 1500 yetişkin ikizler üzerinde yaptığı araştırmadan sonra şöyle bir iddiada bulunur. Memnuniyet ve mutluluk, en azından yarı yarıya, genler tarafından belirlenir. Bu bize neyi anlatıyor? Paranın mutluluk getirmeye yetmeyeceği gerçeği dışında, genlerin kişiliğimiz, dolayısıyla mutluluğa eğilimimiz konusunda kesin etkileri olduğu su götürmez. Bunalımın en azından kısmen kalıtsal nedenleri olduğu, buna bir kanıttır.598 Time dergisi “mutluluk bilimini” yeni bir bilim olarak kapak konusu yapmakta; zihin ve beden mutluluğuyla ilgili yapılan felsefî ve bilimsel konular üzerinde uzun uzadıya durmaktadır. Buna göre bedensel ve zihinsel mutluğun temelinde iyimserlik, pozitif duygular ve sağlıklı karakter özellikleri yatmaktadır. Ayrıca sosyal yetenekleri geliştirmek üzere çalışmak, dostluk gibi yakın ilişkiler kurmak ve sosyal destekler almanın, mutluluk için önemli şeyler olduğuna işaret ediliyor. Buna ilaveten Prof. Lykken “genetik programımızdaki mutluluk geninin % 50 etkisi olduğunu, eğitim ve dinin etkisinin ise % 8 lerde kaldığını” belirtiyor.599 Time dergisinin araştırmasına göre önemli bir hususta, mutluluğun düşünüldüğü kadar, para, iyi eğitim, gençlik, yüksek IQ gibi değerlere bağlı olmadığıdır. Wallis, mutluluğa giden yolu sekiz adımda toplamaktadır: Şükür etmek, ilişkilerde nezaket erdeminden ayrılmamak, hayatı zevkli hale getirmek, hayatınız için yol gösteren, akıl hocalığı yapanlara teşekkür etmek, affetmeyi öğrenmek, aile ve dostlara zaman ve enerji ayırmak, bedene özen göstermek ve zorluk ve stresle baş etmek için stratejiler geliştirmek.600 Farabi metinlerini bütünsel olarak okuduğumuzda, beden kavramının mutluluk konusundaki rolüne çok boyutlu olarak önem verdiğini görüyoruz. Öncelikle o, şehir kavramını bedenle değişmeceli anlamda kullanmaktadır. “Erdemli ve yetkin şehir, bütün organları canlı varlığın hayatını tam kılmak ve onu bu durumda tutmak için birbirleriyle yardımlaşan tam ve sağlıklı bir bedene benzer.”601 Burada mecazın ötesinde bir anlama doğru zorlarsak, şehrin bütününün, tek bir beden gibi olması anlamına varırız. Bedenlerin birbiriyle dayanışma içinde olmaları gerektiği için, adeta diğer bedenlerle olan dayanışma, bireyin bedenleri için ikinci bir beden konumuna girebilirler. Başka biri gözünüz veya kulağınız olabilir. Bu nedenle deyim yerindeyse bu 598 599 Stefan Klein; Mutluluğun Formülü, s.62 Claudia Wallis; “The Science of Happiness”, Time, 2005, s.39–44 600 Claudia Wallis; “The Science of Happiness”, s.39–44 601 Fârâbî; Medine, s.117; T: s.70 205 büyük bedenin (şehir) de haz-acı yasası vardır. Bu dengenin etkisi şehir denen bedenlerin bedeninde, büyük bedende gözlemlenebilir. “İnsanlar bedensel duyu deneyimlerini betimlerken, çoğunlukla bedenin “içerisi” ve “dışarısı” arasında kuvvetli bir ayrım çiziyorlar. Bu bizzat bedenin/kendinin nasıl kavramlaştırılıp deneyimlendiğiyle ilişkilidir. Çağdaş batı toplumlarında “içerideki kendi” ile “dış dünya” arasında kesin bir çizgi çekilerek “hakikî kendi”nin bedenin içerisinde olduğuna, “içeride” saklı kaldığına inanılır.”602 Bu bir başka deyişle yabancılaşmadır. Kendine, şehrine, evrene, kısacası hayata karşı olan bir yabancılaşmadır. Bu kapalı beden/kendi olma halidir. “Kapalı beden”, mutluluk yolundaki en önemli engellerden biridir. Başkalarının mutluluğuna yardımcı olmamak için kendisini bedenine kapatmasıdır. İnsanın bedeni, onun kalesidir. İnsanın bilinci, bu beden denen kalenin penceresinden dışarıyı gözler. “İnsan bedeni haz ve acı ilkesine göre çalışır. Bu iki ilke arasındaki dengesizlik, onun korkusunu oluşturur. Bu nedenle bu kalenin dışındaki dünya tehdit edicidir, bu tehdit edici dünyaya karşı kendini sağlamlaştırmak için elinden geleni yapar. Bu kalenin içinde insan, yaşam dediği şeyi korumaya çalışır, korkuları artarsa kalesini dış dünyaya tamamen kapatmaya kadar gider. Mutsuzluk, acı ve haz arasındaki gerilimin adıdır. Mutsuzluk, acı çekmenin kendisine değil, acıya gösterilen tepkiye denir.”603 Bedenin organlarının birbiriyle dayanışmasından nasıl ki haz ortaya çıkıyorsa, aynı şekilde bedenlerin dayanışma ve koordinasyonundan da hazlar ortaya çıkar. Bunun yanı sıra kendi kendine hareketten doğal bir haz duyarlar. İnsanlar da gelişi güzel hareketin verdiği hazzın yanı sıra ritimsel hareketten de haz alırlar. Ritimsel hazzın insan hayatında önemi büyüktür. Halk oyunları veya dansın düzenli ölçülerinin, müziğin ve şiirin ritmik ölçülerinin verdiği haz, insanlık kültür tarihinde kayda değerdir. Kaos halinde olan bu hareketliliğin ritim ölçüsüyle düzene girmesi birliğin, anlamlılığın ve düzen prensibinin sağlanmasına giriş mahiyetindedir. Aslında söz konusu düzene bu giriş, zihnin çalışma özelliğinden kaynaklanmaktadır. Biz zihnin, dağınık durumdaki bu parçaları bir düzende birleştirici fonksiyona sahip olma özelliğinden büyük bir haz alırız. Böylece insanlar engelleri yenmede ve 602 603 Deborah Lupton; Duygusal Yaşantı, s.100 Alan Watts; Mutluluğun Anlamı, s.29–33 206 çevrelerini kendi düzen modellerine indirgemede başarılı olurlar. Bu düzen modelleri ister somut duyusal modeller veya daha az somut daha çok biçimsel modeller olsunlar fark etmez. Biçimsel modeller, ritim ve düzen anlamında olduğu gibi, ahlâkî olarak nitelendirdiğimiz davranış modelleri veya daha biçimsel ve genel olan matematik, mantık, diyalektik ve metafizik anlamında da olabilir. Bütün bunların hepsinden ayrı ayrı hazlar alınır.604 Bu konuya bedenin eylem ve erdemi olan pratik sanatlar bölümünde tekrar döneceğiz. Genel anlamda biz, buna sanatsal haz605 diyoruz. Burada sorun, sanatsal hazın bedene mi yoksa ruha mı ait olduğu sorunudur. Özetle sanatsal haz; beden kaynaklı, ancak hedefi her zaman ruhu zenginleştirmek olan kutsala yakın yüce bir hazdır. Hazza yönelik soysal değer-davranışlardan alınan hazlara gelince; bunlar, sosyal ilişkilerden alınan hazlardır. Doğal düzeyde insanlar birey olarak her yerden ve her kaynaktan ayrım gözetmeksizin ve çok fazla sonuçlarını da düşünmeksizin haz arayışına girerler. Belki de onların aradığı, tam olarak haz değildir. Aslında onlar, haz aramaktan ziyade kendi yaşamlarını sürdürmek istiyorlar. Duyusal fonksiyonlarını, hareket aygıtlarını sergileyerek ve düşüncesizce yapılan bu tür eylemlerin sonuçlarında olduğu gibi onlar, bedensel organları aracılığıyla, enerji boşaltmanın verdiği zevki çoğaltma anlamında bir hayatı seviyorlardır.606 Diyebiliriz ki; bu türden insanların bedenden elde ettikleri haz, enerji boşaltmaktan kaynaklanan bir haz çeşididir. Bununla birlikte, insanlar sadece bireysel yaşama değil, aynı zamanda toplumsal bir yaşama da sahiptirler. Bu nedenle bireylerin enerjileri, toplumsal yaşamın, belirlenmiş davranışların ve standardize olmuş belirli haz tiplerinin, toplumun onayladığı hazların etkisi altındadır. İnsanların yaşam enerjilerinin alınıp tüketilmesi de toplumsal yaşamın etkisinden, biçimlendirmesinden uzak olamaz. Yemek, içmek ve ihtiyaç gidermek bile bir dereceye kadar toplumsal fonksiyonlardır. Dostluk bile, toplumsal kullanımlar tarafından anlam kazanan bir kavramdır. Kavgacılık, spor yarışmaları veya askeri organizasyonlar tarafından geliştirilmektedir. Merak duygusunu çalıştırma ve araştırma büyük miktarlarda toplumsal düzenlemeye ait konulardır. İşte bütün bu bireye ait fonksiyonların, bu toplumsal kullanımları sayesindendir ki şehirde yaşayan bedenler, hazzı kolaylıkla elde ederler. Bu toplumsal düzenleme 604 605 606 Rupert Clendon Lodge; “The Platonic Highest Good (I)”, p.440 Bk. Karl Duncker; “On Pleasure”, p.405 Rupert Clendon Lodge; “The Platonic Highest Good (I)”, p.440 207 olmamış olsaydı, şehir halkı hazzı asla bu kadar kolay elde edemeyecekti. Ancak özgür olan toplumlar hazları aramada bireysel anlamda bireylerinin hazzı elde etmede önde olduklarını Farabi bilmektedir. Ancak daha önce de söylediğimiz gibi Farabi için önemli olan şehir açısından adalet erdeminin zedelenmemesidir. Adalet erdemi zedelendiğinde, artık haz kendi gerçek değerini yitirmiş olmaktadır. Farabi'ye göre genel olarak, hazza yönelik toplumsal davranış, iki şekilde ortaya çıkmaktadır. Birincisi savaşta veya barışta toplumu güçlendiren bütün hazların izlenmesi onaylanmaktadır. İkincisi ise, toplumu her hangi bir şekilde zayıflatan hazların izlenmesi kesin olarak onaylanmamaktadır. Hazların izlenmesi meselesi toplumsal yapıya göre değişmektedir. Klâsik gelenekte yetkin bir haz, iyiden çıkan bir hazdır. Bu bağlamda iyiler üç kısımda değerlendirilir: İçsel iyiler, dışsal iyiler ve bedensel iyiler.607 Aslında iyiler, değerler basamağında yetkin bir haz almanın yolunu göstermek içindir. Söz konusu bu bağlamda iyiler basamağı, sağlıkla, yine sağlık için olan para ve mülkiyetle başlar, buradan basamaklar güçlü kaslara ve güzel görünüşe, buradan da bedensel yetkinliğe, buradan da gözle görünür güçlü adımlarla cesarete, buradan adalete, buradan da sürekli olan bir ölçülülüğe ve sonunda erdem veya filozofik anlayışa doğru yükselir. 608 Platon'nun değerler basamağında bedene ait değerlerin; fiziksel güç, güzellik ve sağlık olduğuna işaret etmiştik. Cesaret, arzuya bağlı bir erdem/değer, adalet ise akla özgü bir erdemdir. Şimdi Platon'nun bedensel bir değer olan fiziksel gücü neden sağlıktan önceye aldığı sorulabilir. Platon için fiziksel güç, bedensel yeteneğin maddesidir ve fiziksel güç iyi bir beslenme ile düzenli yapılan değişik sporlarla gelişir. Fiziksel güç, bedenin yetkinliği ve hemen hemen evrensel bir değer sayılır. Ayrıca, çilecilik kavramı, beden için başlangıçta olumlu bir şeyken, daha sonraları bedene acı verme olarak anlaşılmaya başlanmıştır. Başka bir deyişle, çilecilik kavramı; kişinin bedenine, kendisine acı vererek onu tüketmesi olarak anlaşılmaya başlandı. Oysaki çilecilik kavramına eski Yunancada karşılık gelen “askesis” sözcüğü antrenman demektir. İlk büyük düşünürlerden olan ve yedi bilgeden biri sayılan Periandros (MÖ.7 yy.) “Her şeyin başının antrenman olduğunu söyler”609 Güzellik veya “iyi görünüş” yüksek iyiler basamağında bir diğer iyidir. Fiziksel güzellik ve fiziksel güçten birbirine yakın olarak söz edilir. Güzellik, bedenin bir yetkinliğidir. 607 Aristoteles; Nikomakhos, s.12 Rupert Clendon Lodge; “The Platonic Value–Scale”, p.1 609 Stefan Klein; Mutluluğun Formülü, s.69 608 208 Ölçülülük ve simetri ilkeleriyle yapılan egzersizlerle bedenin güzelliği geliştirebilir. Günümüzde estetisyenlik, başlı başına bir sektör haline gelmiştir. İyi görünüş, neden fiziksel güçten daha ön basamaktadır: Örneğin fiziksel gücün insanlarda uyandıramayacağı bazı duyguları, iyi görünüş uyandırır. İyi görünüş arzuları, sevgiyi, yaratıcılık duygusunu, toplumun birbirini sevmesini ve güzelliğin nesnelerini uyandırır. Aynı zamanda gerçek güzelliğin kopyası olan güzel nesneler, bir dereceye kadar ruhun iç idealizmini geliştirir ve yüceltirler. Pratik olarak herkes güzel nesnelerin sevilmesi gibi düşünceye rahatlıkla ulaşabilir. Ancak çok azı, sevmeyi yüceltip onu daha ileriye götürebilir. Yine pek azı, sevmeyi güzellik idesinin bizzat kendisini kavramayı, bunu bütünsel anlama ve hayatın değerine dönüştürmeyi becerebiliyor. Bu durumda iyi görünüşte çekicilik, bir şiir, ruhun içinde olan sayısız idealist ateşler ve insanı en düşük düzeyden alıp en yükseklere götürebilecek bir güç vardır. Farabi’nin mutluluğa, ruhî ve bedensel eylemlerle ulaşılabileceğinden söz etmesinin bu anlamda olduğunu düşünüyoruz. “Mutluluk mertebesine ancak bazısı fikrî, bazısı bedenî olan eylemlerle ulaşılır. Bunlar gelişi güzel eylemler değil, kesin ve belirli istidat ve melekelerin sonucu olan kesin ve belirli eylemlerdir.”610 Bedensel eylemlerin başında sağlık gelir. Sağlık bedenin iyiliği ve erdemidir. Sağlık, iyi görünüş ve fiziksel güç gibi dengeli beslenmeye, egsersiz yapmaya ve dinlenmeye bağlıdır. Sağlam bir bedensel oluşum ve gelişim, sağlam bir zihinsel gelişim için oldukça önemlidir. Hasta bir insanın yargıları akıllıca olmayabilir. Sağlık, güzellik ve fiziksel güç, bedenin iyileridir. Bedenin bu üçlü iyilerine sahip olmak bedensel yetkinliğe sahip olmaktır. Bedensel iyiler kendiliğinden iyiler değildirler. Bedensel iyiler, cesaret, adalet, mutedillik gibi başka iyilerin hizmetinde oldukları zaman iyidirler. Bedensel iyilerin, söz konusu olan kendinden yüksek bu iyilere hizmet etmedikleri takdirde, sonuçları çevreleri için yıkım olur. Platon’a göre bu tür yetkinlikler sahipleri karakterli ve bilgili oldukları zaman gerçekten de değerlidirler. Karakterli ve bilgili insanlar, bu yetkinlikleri filozofik yaşamın organik bir parçasına dönüştürürler. Bedensel iyiler ruha bağlıdır ve ruh da erdeme bağlıdır. Böylece sadece erdemin sembolü olan yüksek iyilerin varlığıyla, bedensel iyiler gerçek değer olur. 610 Fârâbî; Medine, s.106; T: s.60 209 Bu iyiler arasında en yüksek olanı cesarettir. “CesareT: Korkutucu şeylerin üzerine atılma ile onlardan kaçınma arasında ölçülü olan durumla elde edilen bir ahlâktır.”611 Fiziksel cesaret, şiddet veya öfke yoluyla insanın üstüne gelen tepkilere karşı, içgüdüsel olarak bedenin gücünü yoğunlaştırarak; o saldırıya karşı doğrudan kendini savunma tepkisi vermektir. Günümüzde cesaret, bedenin kendisini savunması için verilen bir erdem olarak anlaşılmasından ziyade, savaşçı veya kavgacı bir güdü anlamında anlaşılmaktadır. Sosyal tecrübeler göstermiştir ki, pozitif kavgacılık, bizi ahlâki bir forma ve toplumun düşmanlarına karşı ılımlı, askerî, polisiye ve sivil güçler aracılığıyla direnişli olmaya yöneltir. Kavgacılık böyle bir değerle ortaya çıkarsa “iyi” olduğu kendiliğinden ortaya çıkar. Cesaret kendiliğinden iyi değil, araçsal, bir başka iyinin aracı olduğu için iyidir. Cesaret, yalnızca bireysel bir nitelik olarak değil, bir ailenin veya bir topluluğun devamını sağlamak için gerekli bir nitelik olmasından dolayı önemlidir. Cesur insan olmak, güven duyulabilir bir insan olmak demektir. Cesaret bedensel güçleri, ideal yaşamın içinde bulunan bir iyi idesine göre yeniden organize eder. Cesaret her ne kadar aşırı idealize edilmiş görünse de bedensel işlere özgü bir erdemdir.612 Cesaret, hemen ahlâka aktarılabilecek ve tedrici olarak karakter gücüne dönüşebilecek bir erdemdir. Böylece cesaret, daha çok ruhanî bir doğa ve önemli bir iyi idesi olur. Cesaret ve mutedillik arasındaki en önemli fark; mutedilliğin duygular ve fiziksel tecrübeler arasında seçim yapmasıdır. Cesarette ise böyle bir seçim yoktur.613 Aslında her bir erdemin Farabi’nin metinlerindeki birinci konteksini göz önüne alırsak bedensel/içgüdüsel/mekaniksel orijinli ve yüksek formlara doğru gelişme gösterme özelliğine sahip olduğunu görürüz. Örneğin cesaretin, içgüdüsel olarak kendi hayatını koruma, yaşama içgüdüsü veya kavgacılıkla başladığını, ahlâkî bir kavrama doğru yol aldığını görürüz. Bu ahlâkî amacın dayanağı ise filozofik anlayışın gerektirdikleriyle hareket etmektir. Mutedillik, içgüdüsel korkudan çekinmekle başlar, güven bulmak için otoriteye itaat kavramına doğru gider. Buradaki amaç, filozofik anlayışa dayanan kendini rasyonel olarak kontrol edebilme amacına doğru gider. Adalet, topluca yaşama 611 Fârâbî; Tenbih, s.62; T: s.40 Rupert Clendon Lodge; “The Platonic Value–Scale”, International Journal of Ethics, Vol.35, Oct.1924, p.7 613 David Carr; “The Cardinal Virtues and Plato’s Moral Psychology”, Philosophical Quarterly, Vol.38, Apr.1988, p.192 612 210 içgüdüsünden başlar örf ve adetlere uyma, yasa yapmaya ve hakkaniyeti bulma kavramına doğru yükselir. Buradaki amaç da yine filozofik anlayışa dayanan ideal toplumun yetkin sosyal ilişkilerine ulaşabilmektir. Son olarak erdemin kendisi içgüdüsel araştırma ve merak duygusundan başlar, filozofik anlayışla zenginleşebilme ve nihaî gerçeğin anlamına kadar yükselir.614 Erdemlerin kökenlerini düşündüğümüzde, onların köklerinin bedene dayandığını görebiliriz. Bu bütün erdemlerin bedensel olduğu anlamına gelmez. Örneğin içsel/ruhsal adalet sosyal adaletten ayrı olarak tamamen akla dayalı bir adalettir. Bu durumda en yüksek iyiler orijinleri itibariyle içgüdüseldir, bedenseldir. Bunlar, araştırmalar, alışkanlıklar, örf ve adetler, yetkin karakterler, eğitim, erdemin birliğini ruha yerleştirmekle iyi idesine doğru yükselirler. Bu nedenle bedensel iyilerle işe başlayan antik ve onların takipçisi bütün filozoflar bize doğru tecrübeden yana güzel bir miras bırakmışlardır. Ancak onların göz önüne aldıkları en önemli ilke: Filozofik anlayışa erişilmediği sürece bedensel gücün maksimum haz noktasına erişmek mümkün değildir. Örneğin ölçülülük ve kendini kontrol; beden sağlığı için temeldir. Genel anlamda ise bedensel iyiler ruhsal iyilerin; ruhsal iyiler de erdemin temelidir. Bu anlamda bedenden gelen mutluluk, kişinin bütün durumuna gönderme yapan bütünsel bir hazzıdır. Bedensel hazlar, tikel olarak bir değer ifade etmezler. Anlıktırlar bir anda, bir işe yaramadan unutulmak süretiyle yok olup giderler. Ancak bütünsel hazlar, damlalar şeklinde anlam denizine katıldıkça “iyi hayatı” oluştururlar. Örneğin, sadece yemek yemekten aldığımız haz tek başına bir anlam ve değer ifade etmez. Şayet yemek yeme eylemi, kişinin yemekten aldığı enerjiyi mutluluğa çevirecek anlayışa sahip olmak, bu anlayışını bedenin sağlık erdemine bağlamak, arzunun motive edici gücünü sadece yemek yemeye yöneltmemek, aynı zamanda, bu motiveyi aklın hâkimiyetine teslimiyet için kullanmak ve bunlardan da gelen hazzı alışkanlık ve yaşam tarzı haline getirmek koşulları yerine getirilirse, bedensel hazlar bedenden gelen mutluluk adını almaya hak kazanır. Böylece beden, arzu ve akıl hep birlikte bütünsel hazzı, mutluluğu meydana getirmenin gerçek unsurları olurlar. 614 Rupert Clendon Lodge; “The Platonic Value–Scale” , p.18 211 2. Mutluluğun Aracı: Erdem Erdemin, mutluluğun nesnesi olarak anlaşılmasının burada kayda değecek kadar önemli bir serüveni vardır. Bu serüven çok iyi anlaşıldığı takdirde erdemin nasıl mutluluğun nesnesi olduğu anlaşılacaktır. Öncelikle bilinmesi gereken husus; klâsik geleneğin ahlâk kavramları ile günümüzün kavramları her ne kadar aynı ise de, içeriklerinin oldukça farklı olduğudur. Bu farklılık sadece kavramlarla sınırlı değil, aynı zamanda birbirinden farklı ahlâkî anlayışta mevcuttur. Örneğin günümüzün ahlâkî anlayışının özünde, eylemsel değer yargıları veya eylem tipleri temel veya birinci planda değerlendirilirken; bireylerin kişilikleriyle ilgili değer yargıları veya ahlâkî karakter, türevsel veya ikinci plânda değerlendirilmektedir. Buna karşın Yunan filozoflar, iyi eylem veya kötü eylemden ziyade insanı, neyin “ iyi bir insan” veya “yetkin bir insan” yaptığıyla hep ilgilenmişlerdir. Bunlara göre eylemlerin değer yargıları veya eylemlerin iyi ya da kötü olması, sonuçta iyi veya yetkin insanlardan alınır.615 Ayrıca Yunan düşüncesinin “ iyi olmak” ve “mutlu olmak” arasında ilişki kurması da ilgi çekicidir. Günümüzde mutluluk kavramı kullanıldığında, içeriğinde aynı zamanda “iyi olmak” kavramını yansıtmıyorsa, bunun nedeni “eudaimonia” için mutluluk kavramının yeterli bir tercüme olmadığını göstermesidir. Buna karşın, Farabi’nin kullandığı anlamda “seadet” kavramı, Yunan düşüncesinde olduğu gibi “mutlu olmak”, aynı zamanda “iyi ve yetkin” olmak anlamında kullanılmasına rağmen bu hususun bizde de tıpkı batıda olduğu gibi ciddi bir anlam kaymasına uğradığını belirtmeliyiz. Felsefe öncesi Yunan düşüncesinde, Eudaimonia kavramını, toplumsal görevini en iyi şekilde yapmak şeklinde yorumlanıyordu: “Mutluluk sahibine iyi ve onurlu bir hayat veren güç anlamında kullanılıyordu: Homerik şiirlerinde yansıtılan toplum, bir insan hakkında verilebilecek en önemli yargıların, onun kendi payına düşen toplumsal işlevini yerine getirme tarzıyla ilgili bir toplumdur. Bir kimse iyi (agathos) olmak için, savaşta ve barışta cesur, becerikli, adil ve başarılı olmak zorundadır. İyi ve mutlu gibi değer biçme sıfatlarını bir kimseye atfetmek, olgusal bir söz söylemektir. Bir başka deyişle bir şeyin doğru mu, yanlış mı olduğu, sadece o insanın yapıp ettikleriyle belirlenir. Homeros’ta toplumsal olarak payına düşen işlevi yerine getiren bir insan, erdeme sahip demektir. Burada erdem; toplumsal işlevini iyi bir şekilde yerine getirebilmek demektir. 615 Nicholes D. Smith ; “ Some Thoughts ”, p.4 212 Toplumsal işlevini yerine getirememek erdemsizlik anlamına gelen “utanç” demektir. Utanç, kendi payına düşen toplumsal rolü oynamayı başaramayan bir insanın hissettiği şeydir. Utanç duymak, sistemin dışına çıkmış olmanın göstergesidir. Sistemin dışına düşenler ahlâkî düzenin de dışına düşerler. Erdem, iyi insanın sahip olduğu ve uyguladığı şeydir. Erdem iyi insanın becerisidir. Fakat erdemin ne olduğu ve iyi bir insanı neyin oluşturduğu daha sonra gelecek olan sistematik düşünmenin başladığı felsefenin konusu olmaya devam edecektir.616 Mutluluğun aracı olarak erdemin ortaya çıkışı, felsefî düşünmenin öncesine dayanır. Homeros’un İlyadada, Akil’i Yunanlıların en iyisi diye tanıtırken savaşta, öfkesini göstermedeki yeteneklerini kullanmada en iyisi ve en yetkini olarak anlıyordu. Bizim anladığımız anlamda ahlâkî bir iyiden ve bir yetkinlikten söz etmiyorlardı. Ancak, onlar, bireyin toplumsal rolünün gereğini yerine getirmesine olanak sağlayan nitelikler olarak erdemler ve yetkinlikler anlayışına sahiptiler.617 Peki, buna rağmen Homeros neden Akil’den söz ederken onu Yunanlıların en iyisi olarak tanıtıyordu. Bunun nedeni; Yunan felsefî düşüncesinin erken döneminde, İlyada’da açıklanmaya çalışılan erdem kavramında yatmaktadır. Bu erken dönemde ahlâkî mülahazalar başlamıştır. Ancak ölçüler, yetkinlik ve iyilik kavramları tam olarak ahlâkî alana henüz girmemiştir. Bu kavramların ahlâkî alana girmesi Sokrates, Platon ve Aristo dönemlerinde olmuştur. Bu kavramların ahlâkî alana girmesi için adalet kavramı köprü olmuştur. Çünkü Homeros, Akil’in yetkin savaşçı yeteneğinden söz ederken onun gücünün en güçlü güç olduğunu ön plâna çıkarmıyor. Tam tersi, onun gücünün bizzat kendisi tarafından kontrol edilmesi, gücünü ülkesinin onuru için korkusuzca kullanabilmesini ön plâna çıkarmıştır. Gücünü kullanmasının, kontrol edebilmesinin bir ölçüsü vardır ve bu ölçü de adalettir. Gücünü adil bir şekilde kullandığı sürece Akil, ahlâkî anlamda onuru hak etmiştir.618 Bu onuru ona sağlayan da onun ahlâkî anlamda adil olmasıdır. Adalet burada iyi, yetkin ve onurlu olmayı sağlayan köprü kavramdır. Bu nedenle “ Klâsik Yunan felsefe teorileri bu değerlendirme üzerinde aynı noktada birleşirler: Bir insan, erdeme sahip olmadığı sürece adil olamaz. Aynı şekilde bir insan, adil olmadıkça erdemli olamaz”619 görüşü 616 MacIntyre; Ethik’in Kısa Tarihi, s.10–13 MacIntyre; Erdem Peşinde, s.194 618 Nicholes D. Smith; “Some Thoughts”, p.8 619 Nicholes D. Smith; “Some Thoughts”, p.8 617 213 artık yerleşmiş durumdadır. Bu iki kavramın bu yolla yan yana getirilmesi hem küçük birtakım değişiklikler meydana getirmiştir, erdemin ahlâkîleştirilmesi gibi, hem de adalet sosyal bir norm olmaktan çıkmış insan karakterinin-ahlâkın- erdemi olmaya doğru değişim geçirmiştir.620 Bilgi ve eylemi yan yana gündeme getiren sofistlerin amacı, erdemin nesne konumunda kabul edilip edilemeyeceği tartışmasıdır. Sofistlerin insanı ölçü almaları ve kendilerine özgü kültürel relativizmi, aslında felsefe ve ahlâk gibi iki görevin eş zamanlı olarak taleplerini karşılamaya yönelik bir girişimdir. Bu iki görev, değerlendirici kavramlar hazinesini kendi içinde tutarlı bir anlamlar bütünü yapmak ve site devleti içinde en yetkin, yani etkileyici bir biçimde insanlara nasıl yaşanacağını anlatma görevi, erdemleri anlatma görevine dönüşmüştür. Mutluluğun aracı olarak bir insanın erdemi, onun bir insan olarak iyi işlevde bulunmasıdır. Bir site devleti içinde iyi bir insan olarak iyi işlevde bulunmak, başarılı bir yurttaş olmaktır. Başarılı bir yurttaş olmak, mecliste ve mahkemelerde etki uyandırmaktır. Orada başarılı olmak için, adil, doğru ve uygun olan şeye ilişkin yürürlükteki uzlaşımlara uymak zorunludur. Dolayısıyla, insanın yapmak zorunda olduğu şey, dinleyicilerini başarıyla biçimlendirecek şekilde yürürlükteki adetleri incelemek ve kendini onlara uydurmayı öğrenmektir. Bu bir hüner (tekhne) dir, beceridir ve onu öğretmek bir sofistin hem işi hem de erdemidir. Başarıdan ayrı, kendi sıfatıyla hiçbir erdem kriteri ve her bir tikel sitenin egemen pratiğinden ayrı, kendi sıfatıyla hiçbir erdem kriteri olmadığı, bu öğretinin bir ön varsayımıdır.621 Bu durumda sofistlere göre adalet erdemi nedir? Sorusundan önce “ Atina’da adalet nedir?” sorusu gelir. Bu anlamda erdem sosyolojik bir boyut taşır ve erdemi tanımlamak için ahlâk öncesi doğa kavramına bakmak gerekir. Verili bir devlet içerisinde yaşayan ve o devletin istediği eylemlere uyan bir insan, bir uzlaşım varlığıdır. Kendi kişisel ve özel amaçlarına bağlı olarak, hiçbir devletin gerekli gördüğü eylemlere bağlı olmayan insan bir doğa varlığıdır. Her uzlaşımsal insanın içinde de bir doğal insan saklıdır. Doğal insanın kendisine ait hiçbir ahlâkî standardı yoktur. Dolayısıyla o, başkalarının kendisine dayattığı tüm baskılardan bağımsızdır. Her insan, doğa gereği ya kurt, ya da kuzudur; avlar ya da avlanır. Sofistlerin bu erdem anlayışı Avrupa ahlâk tarihinde 620 621 Nicholes D. Smith; “Some Thoughts”, p.8 MacIntyre; Ethik’in Kısa Tarihi, s.20 214 önemli bir etkiye sahip olmuştur. Avrupa ahlakı “Hemen hemen her zaman saldırgan ve şehvetli olmuştur”622 Sokrates, erdemin mutluluk için nesne olduğu fikrine karşı yabancıdır. Sokrates’e göre erdem, bilgidir. “Erdemi kuran bilgi, yalnızca durumun şöyle şöyle olduğu hakkındaki inanışları değil, fakat aynı zamanda konuyla ilgili ayrımların ayırdına varma yeterliliğini ve eyleme kabiliyetini içerir.”623 Sokrates, adaletin ne olduğunu bildiğimizde, bundan çıkan sonucun adil olacağımız kanısındaydı. Bu nedenle, bilgi yeterli olduğundan veya tek başına insanı mutlu ettiğinden dolayı erdemin nesne olması diye bir şey söz konusu olmazdı. Aristo ise buna karşı çıkıyordu. Aristo ahlâkî erdemin söz konusu olduğu yerde, en önemli şeyin onun ne olduğunu bilmenin yanı sıra, bu bilginin kullanımı yani eylemin nasıl ortaya çıkacağını bilmek ve uygulamak olduğunu savunuyordu. Aristo cesaretin ne olduğunu bilmek istemeyiz, cesaretli olmak isteriz kanısındaydı.624 Soktares’te bilgi tek başına amaç ve bilgi de erdem olduğundan; erdemin her hangi başka bir şey için nesne olması söz konusu değildi. Ancak Platon, Aristo ve Farabi geleneği, ona hak verdikleri noktalar olmakla birlikte, Sokrates gibi düşünmüyorlardı. Çünkü bu geleneğe göre bilginin oluşturması gereken, “olacak iyi insan” vardır. Ayrıca iyi ve erdem başta olmak üzere her şey, en yüksek amaç olan mutluluk içindir, bunlar sadece mutluluğun nesneleridir. Bunlar mutluluğa hizmet için olan şeylerdir. Sokrates’e göre adalet, bizim kendisiyle mutlu ve huzurlu yaşadığımız ruhun yetkin halidir. Soktarates, adaleti; insanların kendi en büyük iyilerini maksimize edecek bir tür hayata yönlendiren erdem veya yetkinlik olarak değerlendirir. Adalet ve erdemin bu şekilde iç içe geçmesi veya başka bir deyişle adaletin erdeme dâhil edilmesi, erdem geleneğinin bir bakıma başlaması anlamına gelir. Bu gelenekten sonra, ahlâkî bakımdan adalet kavramı analizleri, temel kurallar veya davranış kodları, yasaklar ve belirlenmiş davranışlar üzerinde odaklanmaktan ziyade; adaleti insan karakterinin (ahlâkının) temel bir özelliği olarak anlamaya doğru yönelir. Bu anlamda üzerinde durulması gereken nokta, adil kurallardan ziyade, adil karakaterlerdir. Öyle bir adil karakter ki, bu karakter aracılığıyla adil eylemler kendiliğinden ortaya çıkar ve adil olmayan bazı eylemler de kendiliğinden engellenir. Böylece sosyal adalet boyutu analizin merkezi olmaktan çıkar, 622 MacIntyre; Ethik’in Kısa Tarihi, s.22 MacIntyre; Ethik’in Kısa Tarihi, s.27 624 Hammod; Farabi Felsefesi, s.25 623 215 daha ziyade bireyin sahip olduğu erdemin belirtisini analiz etme durumuna gelir. Bu durumda adil eylem, sadece bir tür belirli eylem olarak görülemez. Aynı zamanda belirli koşullarda ortaya çıkması gereken adil bir kişilik olarak da değerlendirilir.625 Burada Sokrates’in doğruyu söylemek, borcunu ödemek gibi kural temelli adalet kavramını sarsmış olması, bizim için önemlidir. Zira bazı koşullarda adaletin gerektirdiği kuralları bozmak zorunlu hale gelebilir. Örneğin bir çılgına doğruyu söylememek, topluma zarar vereceğini bildiğimiz birine borç vermemek gibi. Karakterle bütünleşmiş bu adalet anlayışında Sokratesin zorladığı şey, kişinin ne zaman ne yapması, ne zaman ne yapmaması gerektiğini bilmesidir. Sokrates’e göre erdemli bir insan kendisini ruh ve beden bütünlüğü olarak algılar. Sağlık beden için nasıl temel bir iyi ise, aynı şekilde ruh için de birtakım temel iyiler vardır. Sokrates’e göre ruhun iyileri, bedenin bütün iyilerinden daha önemlidir. Bu nedenle bedenin iyilerinden hiç biri için, ruhun iyileri riske atılamaz. Adalet, ruhun en başta gelen temel iyisidir. Varlık için uzay ne ise, ruh için de adalet odur. Adalet erdemi olmadığı zaman, mutluluğun öznesi olan insan bir bütün olarak var olamaz. Aynı şekilde adalet olmadığı zaman mutluluğun nesnesi, mutluluğu inşa eden malzeme olarak erdemlerin hiç biri olamaz. Sokrat açısından adalet, yetkinlik ve insanî iyi arasındaki ilişkinin ne anlama geldiğine bakmak gerekir. Adalet bir çeşit düzen ve dengeleyici bir güç olarak anlaşılmıştır. Bunu anlamak için adaletin sosyal boyutuna bakmak yeterlidir. Fakat erdemli bir şehir için adaletin sosyal bir boyutta kalması asla yeterli olmadığı gibi, sosyal boyuttan daha önemli olan ruhsal bir boyut da vardır. Değerler, inançlar, çıkarlar, arzular arasındaki çatışmaları toplumsal anlamda kendi aramızda güç yoluyla bile olsa çözümleyebiliriz. Ancak içimizdeki düzen ve ölçülülüğü yakalayabilmek için bendeki çatışmaları yenmek, onları bir düzen ve ölçülülük hizasına getirebilmek ruhta karakter haline gelmiş bir adalet ister. İşte bu adalet öteki adaletten daha önemlidir. İçteki adalet tam olarak sağlandığı anda dışa çıkan dış eylemlerin hemen hepsi düzen ve ölçülülüğün sembolü haline gelir. Bu durumda adalet, benin düzenlilik ve ölçülüğünün temeli olur ve düzenli ve ölçülü olan bir insan/ ben, en önemli erdemi kazanmış olur. Bu nedenle içteki düzen ve ölçülülüğün eksikliği bedendeki düzen ve ölçülülüğün eksikliğinden daha önemli duruma gelir. 625 Nicholes D. Smith; “Some Thoughts”, p.12 216 Sokrat için bu düzen ve dengenin kazanılmasının yolu, aralıksız ve ömür boyu sürecek entelektüel bir girişimden geçer. Sokratın böyle düşünmesinin nedeni, onun insanların kendileri için en iyi olanı mutlaka elde etmeye çabalar şekilde bir değerler dizisine inanmasından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle mutluluk veya iyi bir hayatı kazanamamamızın asıl nedeni, bilgisel eksiklikten kaynaklanmaktadır. Aynı şekilde Platon için de adalet ruha öyle bir şekilde düzen ve ölçülülük vermelidir ki, insan, çıkarlarını bile izlerken doğru ölçüden sapmasın. Ancak Platon, erdemin mutluluk için nesne olduğu konusunda daha açıktır. Platon’a göre kendi çıkarlarını izleyen bir insanda, ruhuna hâkim olan daima akıl olmalıdır. Platon adalet kavramı da karakterin erdemi olarak ön plâna çıkmaktadır. Bireyin karakteri olarak adalet, ruhun farklı kısımları arasında meydana gelen potansiyel çatışmaları dengeler. Sosyal adalet veya devlet adaletinde de durum devletin ya da toplumun farklı çıkar çatışmaları arasındaki dengeyi sağlamasına dönüşür. Platon’a göre toplumda birbirinden farklı insan çeşitleri vardır. Bu çeşitli insanların her bir kısmı, ruhun içinde var olan her bir kısma karşılık gelir. Özetle bir insan ne kadar adil olursa, o kadar iyi ve mutlu olur. Aristo ve Farabi'de bu konudaki görüşler aynıdır. Yaratılışın amacı mutluluktur, geriye kalan şeyler bu amacı gerçekleştirmek için sadece araçlardır. “İşte, nazarî yetkinlik budur. Görüldüğü gibi şehir, insanları ve milletlerin kendileriyle en yüksek mutluluğa ulaştıkları dört tür erdemin bilgisini içerir. Mamafih bundan sonra bu dört tür erdemin nazarî ilimler tarafından verilen açıklamalarına uygun olarak milletler ve şehirlerde bilfiil gerçekleştirmeleri meselesi kalır.”626 Farabi’nin dört temel erdemlerinde ortak özellik, dördünün de mutluluğun araçları olmalarıdır. Dört temel erdem kazanıldığında mutluluk kazanılır. İnsan, ruh ve bedenden meydana gelen iki boyutlu bir varlıktır. Beden ölümlüdür. Haz ve acının alanıdır. Aynı zamanda beden, yanlışa doğru iten ayartmaların, kötülüğün ve eksikliğin kaynağıdır. Tam tersi zihin veya ruh ise, en azından potansiyel olarak iyi ve kötülüğün bilgisine ve ahlâkî düzeni sağlayan ilkelere sahiptir. Ruh ölümsüzdür. Zihnin veya ruhun bedeni yönetmesi, insan doğası için en iyi yoldur. Bu nedenle zihin/ruh öyle bir erdemdir ki hem yetkin hem de zorunlu davranışlara atıfta bulunur. Beden ve ruh arasındaki çatışmayı düzene sokan güç, bu zihnî erdemdir. Erdemin, erdem olmak için 626 Fârâbî; Tahsîl, s.147; T: s.34 217 irade ve seçim yardımına ihtiyacı vardır. Arzular selinin önünde durabilen duvar irade barajıdır. Erdemin mutluluğun aracı olduğunda dair bir başka kanıt da erdemin bedenle olan ilişkisidir. Beden ruhun aracıdır, bineğidir. Araç el verdiği oranda ruh kendisini ortaya koyar, kendisini gerçekleştirir. “Öte yandan ruhun istidatlarının bazısı daha çok, bazısı daha az olmak üzere bedenlerin mizaçlarına tâbi oldukları da ortaya çıkmıştı. Çünkü her ruhî istidat, içinde bulunduğu bedenini gerektirdiği biçimde olur.”627 Bu durumda erdem bedenin gerektirdiği bir biçimi almada bir parça bedenden etkilenir. Örneğin bedensel mizaç, mizaca uygun erdemleri daha çok etkiler. Ayrıca bedenlerin farklılığı, ruhların farklı olmasına neden olur. “Bedenden ayrı olan ruhların istidatlarının, içinde bulunmuş oldukları bedenlerinin farklılığından ötürü farklı olmaları gerekeceğidir. Bedenlerin birbirlerinden farklılıkları sonsuz olduğundan, ruhların da birbirlerinden farklılıkları sonsuz olacaktır.”628 Hippocrates, dört çeşit mizacı bir birinden ayırmıştır. Öfkeli, sıcakkanlı, hüzünlü ve soğukkanlı mizaçlar. Hippocrates’e göre bu farklı mizaçlar, farklı bedensel kaynaklarla ilgilidir. Mizaç bedenle ilgili bir kavramdır. Mizaç tepki biçimi ile ilgilidir, yapısaldır ve değişmez. Karakter (huy) ise daha çok insanların yaşantıları ile özellikle ilk çocukluk günlerindeki yaşantılarıyla oluşmuştur; gerçeği kavramak ve yeni yaşantılar edinmekle, bir dereceye kadar değişebilir. Karakter, “belli bir bireyin ayırt edici özelliği olan davranış kalıbı” olarak tanımlanır. Karakterleri ilk kategorilendiren ve bunu kitap haline getiren Aristo'nun öğrencisi Theophrastos olmuştur.629 Günlük dilde ahlâkî kişiliği ifade eden kavram karakter/seciyedir. Seciye sahibi bir kimse, irade gücüne sahip, kendi nefsine hâkim olan ve tavır ve hareketlerinde süreklilik özelliğini yitirmeyen kişidir. Mizaç, insanların doğal bünyelerinin neticeleri olarak, herkesin kendine mahsus olan özel şeklidir.630 Dört mizaç, dört ana unsurla simgelenmiştir: Öfke = ateş, sıcakkanlı = hava, soğukkanlı = su, hüzünlü = toprak.631 Örneğin, öfkeli bir mizaç, cesaret erdemini; sıcakkanlılık ise cömertlik erdemini tetikler. Nasıl, erdem mutluluğun nesnesi ise aynı şekilde karakter de erdemin öznesidir. “Karakterin, bir insanın düşünce ve değerleriyle ilgili seçici bir fonksiyonu da vardır. 627 Fârâbî; Medine, s.135; T: s.84 Fârâbî; Medine, s.135; T: s.84 629 Bk. Theophrastos; Karakterler (çev: Candan Şentuna), Dost Kitabevi Yayınları, Ankara 1998 630 Alexis Bertrand; Ahlâk Felsefesi, s.69 631 Erich Fromm; Erdem ve Mutluluk, s.71–74 628 218 Birçok insan, kendi düşüncelerinin, heyecanlarından ve isteklerinden bağımsız olduğuna ve mantıklı bir çıkarsamadan ileri geldiğine inanır; bunun için de dünya karşısındaki tavrının, düşünceleri ve yargıları ile daha da belirlendiğini sanır; oysa gerçekte, bu düşünceler ve yargılar, tıpkı hareketler gibi, karakterin bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Böyle bir sanı, karakteri haklı ve akla uygun bir çerçeve içerisinde gösterdiği için, karakter yapısını daha da sağlamlaştırır. Karakter, bir insana yalnızca tutarlı ve akla uygun bir biçimde hareket etme imkânını vermekle kalmaz; aynı zamanda, o insanın topluma uyması için gereken temeli de sağlar. Ana babanın karakteri, çocuğun karakterine şekil verir; karakter, ana baba karşısında gösterilen bir tepki olarak gelişir.632 “Birey olmak, sıradan olmayan, kendine has bir karakter kazanmak demektir; kişiyi dünyanın geri kalanından ayıran ve yalnızca yaptığı veya söylediği şeyden ötürü değil, ama bunun yanısıra kim olduğundan ötürü de unutulmaz kılan bir dizi özellik ve bir yaşam tarzı kazanmak demektir.”633 Erdem, başlangıçta kendi başına amaç olmaya yeter olarak düşünülüyordu. Savaşta gösterdiği cesaretten dolayı övülmek, kahraman olarak gösterilmek, iyi insan olmak için özneye yeterli nedendi. Bir başka deyişle, iyi insan olmanın ölçüsü için toplumsal kabullerin öne çıkardığı değerlerden birini, erdem olarak öne çıkarmak yeterliydi. Ancak, Sokrat’la birlikte erdemin konumu tartışılmaya başlandı ve bütün erdemlerin, ruhu erdemli yapacak konumda olması gerektiği savunulmaya başlandı. Farabi'de erdemin mutluluk nesnesi olduğu bilgi ve erdem arasındaki ayrımla birlikte bütün açıklığıyla ortaya çıkmıştır. 2.1. Mahiyeti Eylemler, insan hayatında zamana bağlı olarak parçalar biçimin yapılırlar. Öznenin, bu dağınık ve parçalı eylemleri, mutluluk amacı etrafında toparlayacak ve mutluluğu kazanacak bir biçimde bu eylemlere nitelik kazandırması, erdemin mahiyetini belirler. Bunda belirleyici olan erdem ve eylem arasındaki ilişkidir. Bu ilişkinin özü, eylemin biçimi ve ölçüsünün temel erdemlere bağlı kalması gerektiğidir. Bu anlamda bu 632 633 Erich Fromm; Erdem ve Mutluluk, s.80–81 Alexander Nehamas; Yaşama Sanatı Felsefesi, s.21 219 ilişkinin bilgi, erdem ve eylem arasında olan sürecin önemli bir parçasıdır. Ancak bilgi, tek başına eylem için erdemi oluşturmaya yeterli değildir. Aristo Eudemos’a Etik’te şöyle der: “İmdi Sokrates, amaç erdemi bilmektir diye düşünüyordu ve adaletin ne olduğunu, cesaretin ne olduğunu, yani her erdem parçasını soruşturuyordu. Böyle yapması yerindeydi, çünkü o erdemlerin bilgi olduğunu, dolayısıyla adaleti bilince, aynı anda adil olunacağını düşünüyordu. Nitekim geometriyi, mimariyi öğrenince, aynı zamanda geometrici, mimar oluyoruz. Bunun için o erdemin nasıl oluştuğunu, nelere bağlı olduğunu değil, erdem nedir, bunu araştırıyordu. Oysa bu yöntem kuramsal bilimlerde geçerli… Ne var ki yapmaya, yaratmaya ilişkin bilimlerin amacı, bilimin ve bilginin kendisinden farklı bir şeydir. Sözgelişi hekimlerin amacı sağlıktır, siyaset biliminin amacı iyi yasa koyma ya da buna benzer başka bir şeydir. Demek ki, güzel şeylerin her birini bilmek de kuşkusuz güzel şey, ama erdemle ilgili olarak, onun ne olduğunu bilmek değil, erdemin nelere bağlı olarak oluştuğunu bilmek en önemli şey. Çünkü bizim istediğimiz, erdemin ne olduğunu bilmek değil, erdemli olmak, adaletin ne olduğunu bilmek değil, adil olmak: Tıpkı sağlıklı olmanın ne olduğunu bilmekten çok sağlıklı olmak istememiz ve zindeliğin ne olduğunu bilmekten çok zinde olmak istememiz gibi.”634 Erdemi temel alan erdem etiği, eylem merkezlilikten ziyade özne merkezlidir. Yapmaktan, eylemekten ziyade “olmakla” ilgilenir. Ne tür eylemde bulunmalıyımdan ziyade, nasıl bir kişi olmalıyım sorusuna gönderme yapar. Erdem etiği doğru, ödev, yükümlülük gibi kavramlardan ziyade iyi, erdem, yetkinlik, özgürlük gibi kavramlarla ilgilenir.635 Erdem etiği, eylemi içeriğiyle birlikte tanımlayan, bu doğru eylem, şu yanlış eylem şeklindeki kuralcı ahlâk anlayışını kabul etmez. Bunun yerine eylemin amacının, genel ilkeleriyle eylemin nasıl olması gerektiğiyle ilgilenir. Erdem etiği ne yapmamızı bize anlatmaz, nasıl bir insan olmamızı bize anlatır. Öznenin, ahlâkî eylemin nihaî amacı erdemliliktir. Erdem kavramından beklenen ise sahibini iyi yapması, mutluluğa araç olmasıdır. Doğada var olan her şeyin bir amacı vardır. İnsanî eylemlerin her birinin de amacı olmalıdır. Ahlâkî öznenin karşısına çıkan “ Yaşamdaki nihaî amacım ne olmalı?” ve “ Bu amacı elde etmek için ne yapmalıyım?” sorularıdır. Mantıksal olarak değerlendirildiğinde yaşamın doğru amacını edinme, 634 635 Hammod; Farabi Felsefesi, s.25–27 Rosalind Hursthouse; On Virtue Ethics, Oxford University Press, New York 1999, p.25 220 insanın yapması gereken birçok eyleme ve eylemlerin yetkin bir organizasyonuna bağlıdır. Bu iki soru tek soruya indirgenirse karşımıza “ Nasıl davranmalıyım?” sorusu çıkar, ancak, bu sorunun amacı eylemlerin hazır reçetesini talep etmek değildir; bu sorunun amacı, epistemolojiktir. Bir başka deyişle, “İyi bir eyleme sahip olmak için, ne türden bilgilere sahip olmak gerekir” sorusudur. Veya “Zihnî güç gibi yetileri kullanarak, erdeme götüren eylemi nasıl izleyebilirim?” sorusudur. İnsanın her şeyden önce iyi eylemeleri ortaya çıkarabilmesi için iyi insan olması, erdemli insan olması gerekmektedir. İyi ve erdemli insan olmak için de bütün eylemlerinin amacı erdemli olmak, bütün çabası da en yüksek amacı için arzu gücünü kontrol etmek veya kendisini akla göre yönetmek olmalıdır. Ayrıca bütün bunlar insanda bir yaşam tarzı veya süreklilik arz edecek bir konumda olmalıdır. Bu anlamda, gerçek amacın ne olduğunu keşfetme sorunu da ahlâk felsefesinin en önemli konularından biri olduğu, başka bir deyişle Farabi’nin mutluluk anlayışında öne çıktığı gibi metafizik konusunun öne çıkması tesadüfî değildir. Gerçekten de hayatın amacı doğru bir şekilde keşfedildiğinde ve amaçların gerçekleştirilmesi için uygun erdemler uygulandığında kişinin erdemli olmaması için hiçbir neden kalmaz. Çünkü bir eylemin doğruluğu, eylemin en iyi sonuçları ile eylemin sahibini gerçek mutluluğa iletmesine bağlıdır. Farabi eylemleri, ruhun niteliklerini (öfke, istem vb.) ve ayırt etme gücünün varlığını, mutluluğun kesin koşulu ve aynı zamanda mutsuzluluğumuza da araç olan unsurlar olarak değerlendirmektedir. Farabi: “Şimdi şu üçünü, yani eylemleri, duyguları şeyleri ve ayırt etmeyi mutluluğa kesinlikle ulaşmasına veya bizim mutlaka mutsuz olmamıza araç olan bir durum haline getiren şeylerden söz etmemiz gerekir”636 demekte ve bunları açıklamaya girişmektedir. Farabi; mutluluğun bu üç unsurunun “gerektiği gibi” olmasını sağlayan ve insanda doğuştan mevcut olan bir “güç” olduğunu savunmaktadır. Eylemin ahlâkî anlamda mutluluk vermesi için “gerektiği gibi” olmasını sağlayan da yine bu güçtür. “Her insan, varlığının başlangıcından itibaren, eylemlerini, duygularının ve ayırt etmesinin gerektiği gibi olmalarını sağlayan bir güç ile donatılmıştır. Bu üçünün gerektiği gibi olmamaları, yine bizzat bu güç iledir. İnsan, iyi veya kötü eylemleri de yine bizzat bu güç ile yapar. İşte bu yüzden insanın kötüyü yapma imkânının bulunması, iyiyi yapma imkânın 636 Fârâbî; Tenbih, s.52; T: s.31 221 bulunması gibidir.”637 Aynı zamanda insanın seçmek için iyi ayrım yapması da yine bu güce bağlıdır. “İnsanın iyi ve kötü ayrım yapabilmesi yine bizzat bu güç ile mümkündür. Aslında bu durum, duygulara ait olan bu güce de uygun düşer. Çünkü kötünün imkânının bu güce ait olması, iyinin imkânın bu güce ait olmasına benzer.”638 Mutluluğun bu üç unsuru, eylemler söz konusu olunca, sadece iyi ve kötü şeklinde iki durum ortaya çıkarır. Eylemler, en yüksek amaç olan mutluluk için “gerektiği gibi” yapılmışsa ahlâkî anlamda iyi, şayet “gerektiği gibi” yapılmamış ise ahlâkî anlamda kötü diye nitelendirilir. “Fakat daha sonra insanda başka bir durum meydana gelir. Bundan dolayı bu üç şey, sadece şu iki halden biri üzerine olur. Yani gerekeni yapma imkânının, gerekmeyeni yapma imkânına eşit olmayıp bilakis onlardan birinin, imkân olma bakımından diğerinden daha güçlü olması gerektiği gibi sadece iyi, ya da olmaması gerektiği gibi kötü olur.”639 Peki, Farabi' ye göre bu güç nedir? Bu güç zihnî güçtür. Ancak zihnî gücün işlenmiş biçiminden elde edilen “iki durumun” ortaya çıkmasına araç olan ikinci bir güç daha vardır ki buna da “ahlâkî güç” adı verilir. Eylemler, bu ahlâkî güce göre iyi eylem veya kötü eylem diye nitelendirilir. İyi eylemlere neden olan erdem, kötü eylemlere neden olan ise erdemsizliktir/eksikliktir. Erdemli kişiler, iyi ahlâka, erdemsiz/eksik kişiler ise kötü ahlâka sahip olmuş olurlar. Bu durumda bireyde erdem iyi eylemin nedenidir, erdemsizlik ise kötü eylemin nedenidir. Kötü bir eylem kastedilerek bu “erdemsiz bir davranıştır” cümlesinden kastedilen ise kötü eylemin niteliğidir. Erdemin dayandığı şey ise insanın doğuştan getirdiği bir güçtür.“İnsan, varlığının başlangıcından itibaren kendisinde doğuştan bulunan bu gücü kendi çabasıyla elde edemez. Fakat diğer durum ancak insanın onu kendisinin elde etmesiyle meydana gelir. Bu durum iki kısma ayrılır: Birisi ayırt etmenin ya sadece iyi ya da sadece kötü olmasıdır. Diğeri ise eylemlerin ve nefse arız olan şeylerin ya sadece iyi ya da sadece kötü olmasıdır.”640 Farabi “diğer durum” dediği şeyle zihnî gücün erdemi oluşturmak amacıyla işlenmiş biçimini kastediyor. Burada dikkat çekilmek istenen husus, farkındalık ile karakter arasındaki ilişkidir. Bu nedenle, farkındalığı sağlayan zihin gücü önemlidir. Farabi zihin 637 Fârâbî; Tenbih, s.53; T: s.32 Fârâbî; Tenbih, s.53; T: s.32 639 Fârâbî; Tenbih, s.53; T: s.32 640 Fârâbî; Tenbih, s.53; T: s.32 638 222 gücünü şöyle tanımlıyor: “Birincisi (zihin gücü) ayırt etmenin iyi veya kötü olmasına araç olan bu güç de ikiye ayrılır. Birisi iyi ayırt etmenin gerçekleşmesini sağlar ve buna “ zihin gücü” denilir. Diğeri ise kötü ayırt etmeye araç olur ve buna zihin zayıflığı ve aptallık (beyinsizlik) denilir.”641 İnsanda doğuştan gelen ikinci güç ise ahlâkî güçtür. Zihin gücünden sonra ahlâkî güç, erdemin inşa edici unsurudur.“İkincisine, yani eylemlerin ve duyguların ya iyi, ya da kötü olmasına araç olana ahlâk (hulk ) adı verilir. İnsanda, iyi eylemlerin ve duyguların meydana gelmesine araç olan ahlâk iyi ahlâktır. İnsanda kötü eylemlerin meydana gelmesine neden olan ahlâk kötü ahlâktır. Ahlâk insanda iyi ve kötü eylemlerin meydana gelmesine neden olan şeydir.”642 Böylece “İyi ahlâk ve zihin gücü ikisi birlikte insanî erdemi oluşturur”643 İnsanî erdem eylemlerle ilgili olarak ortaya çıkan ilk erdemdir. Bu aşamadan sonra eylemlerin, erdemle olan bağı kurulmuş ve mutluluk için hakikî araç olma niteliğini kazanmışlardır. Bu iki güçle insan, iyi insan olmaya hazır duruma gelmiştir. “Mutluluğa ulaşmaya neden olan eylemler ve ayırt etme, yukarda sözü edilen koşullar sonucu ortaya çıktığında ve buna ilave olarak bunlarda süreklilik mevcut olduğuna göre, bu koşullarla insanda eylemlerin ve ayırt etmenin meydana gelmesini sağlayan bir durum olması gerekir ki bunun mahiyeti, sadece iki şeyden biri bulunduğu takdirde ortaya çıkmasıdır ve böylece, insanın onunla her şeyde iyi eylemi yapmaya ve iyi ayırt etmeye devam etmesi mümkün olur.”644 İyi insandan çıkan bu nitelikteki eylemlerle mutluluğu kazanmak artık kesin bir durum olmuştur. “İnsanda doğuştan bulunan gücün, kendisinden, iki şeyden sadece birisi meydana gelecek şekilde olmadığına ve ondan sonra gelen kazanılmış durumun, kendisinden, sadece bu iki şeyden birisi meydana gelecek şekilde olduğuna göre, eylemlerin, nefse arız olan şeylerin ve ayırt etmenin bu şartlarla kazanılarak meydana gelen durumdan hâsıl olmaları gerekir. O halde, iyi ahlâk elde ettiğimizde eylemler ve nefse arazı olan şeyler, ancak, kendileriyle mutluluğa kesin olarak ulaşabileceğimiz şekilde bizden meydana gelebilirler.”645 641 Fârâbî; Tenbih, s.54; T: s.33 Fârâbî; Tenbih, s.54; T: s.33 643 Fârâbî; Tenbih, s.54; T: s.33 644 Fârâbî; Tenbih, s.54; T: s.33 645 Fârâbî; Tenbih, s.54; T: s.33 642 223 Bununla birlikte, Farabi’nin süreklilik olgusuna olan vurgusu gözden kaçmamalıdır : “Zihin gücü, bizim için ortadan kalkması imkânsız veya zor bir meleke haline geldiğinde de iyi ayırt etme kendisiyle mutluluğa kesin olarak ulaşabileceğimiz şekilde bizden meydana gelebilir.”646 Mutluluk, erdem ve eylemin bu karakter bütünlüğüyle ortaya çıktığında elde edilebilen bir şeydir. Ancak karakter bütünlüğü zor bir labirente benzer. Çünkü bu labirent; kişinin değerleri, seçimleri, arzuları, çıkarları güçlülük ve zayıflığı, hisleri, duyguları, beklentileri ve duyarlılıklarıyla bağlantılıdır. Bu labirenti çözmek, bütün bunları bilmeye bağlıdır.647 Çünkü erdemler sadece eylemlerle değil, aynı zamanda, eylemlerin arkasındaki duygularla da ilgilidir. Kuru kuruya eylem tek başına yeterli değildir, eylemin arkasında o eylemi niyetlenecek, onu severek isteyerek yapacak duygu gücüne, iyi bir motivasyona da ihtiyaç vardır. Doğru duygulara sahip olabilmek için de yine doğru bilgilere ihtiyaç vardır. Duygular sorunu bu anlamda, bilişsel bir sorundur.648 Kant, duyguların akıl tarafımızdan değil, tamamen akıldan uzak tarafımızdan geldiğine inandığı için, erdem ve eylemde duyguların yerinin olabileceğine inanmak istemiyordu. Buna karşın Aristo ve Farabi, duyguların akıldan, dolaylı olarak pay alabileceklerine inandıklarından, erdem için eylemde duygunun önemini vurgulamaktan geri durmuyorlardı. Filozoflar, eylemlere bağlı olarak erdemleri sınıflandırmaya ve sıralamaya çalışmışlar ve bunu yaparken asıl amaçları erdemler aracılığıyla iyi eylemin ne olduğu sorusunu aydınlatmak olmuştur. Bu nedenle Platon'dan beri, erdemlerin birçok kategorileri yapılmıştır. Bu kategorilerin hiçbiri, evrensel düzeyde genel geçer olmamakla birlikte her bir filozof belirli eylem tiplerine karşı, bu eylemlere tekabül eden erdemleri isimlendirmeye ve sınıflandırmaya çalışmışlardır. Daha sonra bu erdemleri sınamış ve kendi içinde kıyaslamalar yapmışlardır. Hareket noktaları birçok erdemde bir birine benzer olmuş, bu erdemlerin sergilenmesinden sonra, nitelikleri üzerinde tartışmalar sürmüştür. Bazıları, feraset ve mutedilliği kendine saygı, bazıları adalet ve sempatiyi topluma gönderme yaparak erdemleri sınıflandırma yoluna gitmiştir. Bazıları da saygı ve hoşgörüyü entelektüel erdeme, kendini kontrol ve cesareti iradeye, nezaketi ve sadakati 646 Fârâbî; Tenbih, s.54; T: s.33 Rosalind Hursthouse; On Virtue Ethics, p.12 648 Rosalind Hursthouse; On Virtue Ethics, p.108–109 647 224 arzulara göre sınıflandırmışlardır. Batı dünyasında erdemleri sınıflandırması bir hayli etkili olan bir isim de Thomas Aquinas’tır. Thomas, erdemleri kaynağına göre doğal ve ilâhî olanlar şeklinde ikiye ayırtmaktadır. İlahi erdemleri iman, ümit ve yardımlaşama şeklinde üçe ayırmakta ve bunların Tanrı tarafından insanda meydana getirildiğini ileri sürmektedir. Doğal erdemleri ise, insanın kendi gücüyle elde ettiği erdemler olarak değerlendirmektedir. Bunları insan doğasının kaynağına göre, entelektüel ve ahlâkî erdemler olmak üzere ikiye ayırtmaktadır. Ahlâkî erdemler dörttür: Adalet, basiret, cesaret ve ölçülülük. Adalet erdemini de ötekiyle ilgili olduğu için diğerlerinden ayırtmaktadır.649 Bu türden erdem sınıflandırmaları, bize yanlış gibi gözükmektedir. Çünkü bu türden sınıflandırmaların sonuçları oldukça sübjektif ve kişinin zevk ve görüşlerine bağlıdır. Ayrıca aynı erdem birden farklı gruba da ait olabilir. Erdemlerin sınıflandırılmasında Farabi'nin metinlerinde insanın biyolojik gelişmesinden başlamasının başlangıç noktası olduğunu düşünüyoruz. Neden Farabi başlangıç noktasını daha yetkin olan ruh veya akıldan değil de yetkinliği esas alan biyolojik gelişmeden almaktadır. Biz bu sorunun cevabına da değinerek erdemlerin sınıflandırmasını anlamaya çalışacağız. Acaba biz, organizma kavramını ahlâkî hayata uygulayabilir miyiz ve erdemi de bu organizmanın bir fonksiyonu olarak kavrayabilir miyiz? Başka bir deyişle ahlâkî hayatın gerçekleşmesinde insanın doğasındaki organik gelişmenin belirleyici olduğunu kabul edebilir miyiz? Farabi’nin metinlerine dayanarak bu soruya evet diyebiliriz diye düşünüyoruz. Ancak ahlâkî hayatı da gelişmeci ve insanın amacının da, tüm davranışlarını bir araya toplayacak yetkin bir organizasyona sahip olma ve erdemlerin de bu organizasyon süreci için zorunlu adımlar olduğunu kabul etmemiz koşulunu göz ardı etmememiz gerektiğine de inanıyoruz. Ahlâkî hayatın gelişmeci bir yapıya sahip olduğunu kabul etmek, fikrî ve buna bağlı olan ahlâkî ve sanatsal erdemlerin değişilebilirliğini, davranışların organizasyonu olan insanın politik hayatının gelişmeye dayandığı ve erdemlerin zorunluluğunu ise insanı, entelektüel bir varlık olarak değerlendirmek gerektiği anlamına geldiğini düşünüyoruz. Ahlâkî gelişme ile entelektüel kişilikten etkilenen gelişmeci bir organizasyon (politik hayat) bir birine paralel gitmelidir. “Günümüzün bütün ahlâkçıları iyinin, insanın 649 H.W. Wright; “The Classification of the Virtues ”, p.156 225 bütünüyle kendisinin gerçekleştirmesi olduğu konusunda hem fikirler.”650 Mademki ahlâkî gelişmenin amacı, kişinin kendisini gerçekleştirmesidir. Öyleyse erdemlerin genel yönlendirmesi de kişinin doğasındaki bütün kapasitesini gerçekleştirmek olmalıdır. Ahlâkî gelişmenin yönünü keşfettiğimize göre, kişiliğin bütününe işaret eden bir bütün olarak “ben” kavramını açıklığa kavuşturmalıyız. “Her türün “tekleri” (eşhas), güçlerin çeşitli yönlerinde ortaya çıkar”.651 “Bu her şeyin erdeminin, bizzat o şeye iyilik, yetkinlik ve onun eylemlerine iyilik kazandıran şey olduğu yolundaki düşünceye göre böyledir. Bunların her ikisi birlikte öyle bir şeydir ki, eğer ikisi de bizde vuku bulursa, benliğimizde (zavatina) ve eylemlerimizde iyilik ve yetkinliğe ulaşırız.”652 Aristo da “ İnsanın erdemi insanın iyi olmasını ve kendi işini iyi gerçekleştirmesini sağlayan huy/karakter olmalı.” der.653 “Ben” kavramının analizini yapmak başka bir konudur, ancak “ben” kavramının yapısalcı analizlerle elde edilemeyeceğini bilmek bizim için önemlidir. Çünkü analizci durumda ben, statik olarak duyu ve duygu gibi bir takım unsurlardan oluşmuş bir varlık gibi ele alınır. Oysaki biz beni daha çok dinamik bir görüş noktasından ele aldığımızda; beni ve onun kişiliğini her an değişim ve gelişmeye açık pratik bir fonksiyon olarak kavramak zorundayız. Bu durumda temel soru şu olacaktır: Ben, bütün değişim ve gelişmeye rağmen kendisiyle tutarlı kalarak nasıl eylemelidir? Eylemleriyle neyi elde etmelidir? Farabi’nin “ben” den anladığı şey; irade, seçim ve karakter sahibi kişidir. Çünkü ben, kendisini tek bir aktiviteyle ifade eder. O da irade ve seçimdir. Çünkü bütün entelektüel eylemlerin ve bütün eylem biçimlerinin kaynağı irade ve seçimdir. Aslında geniş anlamda irade ve seçim bilinçli bütün aktivitelerin adıdır ve erdem için zorunludur. Kişiliğin aktivite merkezi, tercihlerdir ve bu tercihler, bize kişilikteki değişim ve oluşumun temel göstergesidir. Kendi bilincimiz de kişisel hayatımızdaki değişimin seyrine, değişimin amacına ve iradenin gerçek fonksiyonuna tanıklık eder. Biz, irademizin sürekli yeni nesneler seçtiğini ve onları önceki tecrübelerimizle entegre ettiğini biliriz. 650 H.W. Wright; “The Classification of the Virtues”, p.158 Fârâbî; Siyâse, s.62; T: s.28 652 Fârâbî; Tenbih, s.55; T: s.34 653 Aristoteles; Nikomakhos, s.31 651 226 Farabi’nin seçimden ayırmaya çalıştığı arzu-irade unsuru ile kişi çevresiyle uyum sağlayacağı bir bilinç kazanır. Bu bilinç sayesinde insan kendisini çevresinde bulunan nesnelere adapte eder ve onlara, kendi kişilik örgüsüne katmak için en uygun şekli vermeye çabalar. Bu nedenle iradenin ve seçimin yanı sıra bilinç de tecrübelerimizin temel karakteri ve organize edici bir güç olarak karşımıza çıkar. Bu yüzden, ben, sadece organize olmuş davranışlardan sürekli tatmin olabilir, ancak uyumun ölçüsü olan erdem ve aklın hâkimiyeti anlamına gelen seçimi gerçek tatmin olan mutluluk için devre dışı bırakamaz. Çünkü irade, kişilik aktiviteleri olarak kabul edilirse; erdem de iyi kişinin aktiviteleri olarak kabul edilmelidir. Aynı zamanda, eylemlerin yetkin bir şekilde organize edilmesi, kendini gerçekleştirmeyi gerektirir. Kendini gerçekleştirmek, (selfrealization) ahlâkî gelişimin amacı olduğundan dolayı bu gelişmenin yönü, büyüyen organizasyonun (erdemli şehir) içinde olmalıdır. Başka bir deyişle benin kendisini gerçekleştirmesi, gelişen politik ve sosyal hayatın dışında olmamalıdır. Bu nedenle kabul etmeliyiz ki; ahlâkî gelişme davranışların daima gelişen organizasyonu biçiminde olmaktadır. Ancak iradeyle elde edilen bu organizasyonun içerisindeki davranışlar bireye, daha doğrusu bireysel hayatın koşul, imkân, karakter, zaman, meslek vb. özelliklerine bağlıdır. Bundan dolayı farklı aktiviteler, kişiden kişiye, yaştan yaşa, ulustan ulusa değişen iradî başarıları beraberinde getirir. Bu durumda erdem olarak belirli eylemleri bir birinden nasıl ayırabiliriz? Çünkü davranışların yetkin organizasyonu için her durum için ayrı ayrı bir organizasyon, Farabi’nin deyimiyle “sanat” gerekir. Genel anlamda insanın hayat koşullarının birbirinden farklı olduğu ve sürekli değiştiği doğrudur. Ancak ahlâkî tecrübelere baktığımızda, hayatın temel koşullarından birkaçının insan hayatında aynı olduğunu görebiliriz. İnsan türünün bütün üyeleri, doğal içgüdülere ve bir takım ortak duygulara sahiptir. İnsanlar, sosyal ve entelektüel varlık olduklarından dolayı bir arada yaşamak, kendilerini gerçekleştirmek için sosyal ve entelektüel ilişkilerini sürdürmek isterler. Bu ilişkilerini sürdürmek için de daima ilişkilerini sürdürecek ve kolaylaştıracak kendilerince en ideal organizasyonlara girmek isterler. Davranışların en yetkin organizasyonlarına başta devlet, aile, şehir ve sivil gruplar birer küçük örnektir. Bütün bu eylemler ve aktiviteler için adımlar atmak, ahlâkî gelişmeyi sağlamak veya bu eylemleri fikrî erdemler olarak kendi içinde derecelendirmek gerekir. Bir insanın 227 eylemlerin yetkin bir organizasyonuna sahip olabilmesi için en azından zorunlu fonksiyonlarını (beslenme, barınma gibi) yerine getirmesi ve çeşitli yetkin eylemlerde bulunması zorunludur. Yaşama sanatının önemi de burada ortaya çıkmaktadır. Öncelikle benin birbiriyle çatışan farklı güdülerinden gelen eylemlerin bütününü, yetkin bir düzene (beden, devlet, aile, çevre, ideal hayat, ölümsüzlük gibi) göre uyarlamalı ve böylece tutarlı bireylilik karakteri yaratılmalıdır. İkinci olarak, benin kendi çevresindeki nesnelere karşı olan tutumuna negatif açıdan baktığımızda, mutluluğuna zarar verecekse kendisini tutmayı öğrenmelidir. Bu tavırdan ölçülülük veya kendini kontrol erdemi ortaya çıkar. Benin nesneyle ilişkisine pozitif açıdan baktığımızda kişi, nesneyi hayatına sürekli mutluluk katacak şekilde hesaplamayı öğrenmeli ve nesneyle olan ilişkisini buna göre belirlemelidir. Bundan da hikmet erdemi karşımıza çıkmaktadır. Erdemlerin bu türden bir sınıflandırılması, biyologların yaşam biçimlerini sınıflandırmalarına benzerlik arz eder. Bitki ve hayvanlarda da esas olan, fonksiyonel bağımlılık ve genetik ilişkiler üzerinde kurulmuş bir düzenlemedir. Çeşitli hayvan ve bitki türleri, yaşayan organizmanın tekâmül adımları olarak kabul edilirler. Böylece farklı değerler/erdemler davranış evriminin küçük adımları olarak değerlendirilir. Yaşayan birçok canlı türleri büyük organik sistemin içerisinde, genetik benzerlikler aracılığıyla bütünleşirler. Böylece farklı erdemler, eylemlerin yetkin bir organizasyonunda (örneğin insan bedeninde, şehirde, ailede) bir araya gelirler.654 Bütün erdemler insanın fonksiyonlarına göre sınıflandırılmıştır. Ancak insanın ruh ve bedeninin bir arada düşünüldüğü bir sistemden söz ediyoruz. Burada bedensel ve ruhsal değer ve fonksiyonları olan bir insan kavrayışı söz konusudur. İnsan bir yandan bedensel erdemleriyle çevresine uyum sağlayarak hayatını en iyi şekilde idame ederken, ruhsal erdemleriyle de Mutlak Gerçekliğe kendisini uyarlamaya çalışmaktadır. Bu nedenle beden farklı erdemleri kendisi arcılığıyla ortaya çıkarabileceğimiz tabiat tarafından organize edilmiş mükemmel bir mekanizmadır. Bu mekanizmanın yetkin bir şekilde işletilmesi, yine ideal dünyaya ait birbirinden farklı erdemlere bağlıdır. Bu yüzden Farabi’nin mutluluk sisteminde ruh gibi, bedenin de kendisine göre farklı ama bütünsel bir önemi vardır. Şimdi erdemler ve eylemler konusunda farklı bir sorunu irdelememiz gerekmektedir. Acaba erdemlerden amaçlanan önceden belirlenmiş erdemleri tanımak, bu erdem 654 H.W. Wright; “The Classification of the Virtues”, p.159 228 kalıplarına göre yaşamak mıdır? Yoksa erdemler aracılığıyla karakter erdemine sahip olmak mıdır? Aynı şekilde eylemlerden amaç, erdemlere göre belirlenmiş eylem kalıpları aracılığıyla iyi insan ve dolayısıyla iyi hayat sahibi olmak mıdır? Ancak iyi hayat ve iyi insan arasında yerine göre fark olabilmektedir. Gerçekten de “iyi hayat” ve “iyi insan olmak” kavramları birbiriden ayrı tutulmasını gerektirecek kadar önemlidir. İyi insan olmak, doğru şeyler yapmak ve doğru motivelere sahip olmayı gerektirir. İyi hayat kavramı ise kendini kontrol, kendini yönetmek, başkalarını yönetmek, aklı başındalık, hikmet sahibi olan bir kişinin sahip olduğu bir hayattır.655 Bunlara ek olarak Farabi, iyi bir hayata sahip olmak için erdemli bir şehirde yaşamayı ve faal akılla birleşmiş bir insanın hayatını iyi, hatta kutlu hayat olarak nitelendirmektedir. İyi hayat, sorunu en uygulanabilir olanı tanımlamayı, hayatın anlamını, mümkün olduğu ölçüde insan hayatının tatminini amaçlar. Böyle bir hayat gelişmiş, müreffeh, huzurlu, mübarek, kutlu, kutsal ve mutlu şeklinde nitelenir. Türklerde mutluluk anlamına gelen “kut” hayatın içinde, hayatın kendisinde var olarak kabul ediliyordu. Kut, iyilik ve sağlıkla birlikte bulunuyor, içki ve zina gibi eylemler kutun kaçmasına neden olarak görülüyorlardı.656 İyi hayat, kişinin “Mutluluğu en iyi şekilde nasıl elde edebilirim, potansiyelimi nasıl gerçekleştirebilirim, hayatım için nasıl önemli şeyler yapabilirim?” soruları üzerine odaklanmasını sağlar. Ölçülülük, cömertlik, saygı birer iyi karakter nitelikleridir. Bu nitelikleri erdemli bir insanda gördüğümüzde onu mutlu veya iyi insan diye nitelendiririz. Aynı şekilde bir insanın karakterine gönderme yapan adalet erdemiyle ilgili bir takım işaretleri fark ettiğimizde ona adil insan deriz. Aynı şekilde birine adil davranmak, kimsesize cömertlik yapmak veya zalime karşı cesur olmak gibi öznenin sergilediği eylemlere gelince, bu eylemler de öznenin sahip olduğu erdemlerin niteliğine olan bağlılığından kaynaklanmaktan başka bir şey değildir. Bu durumda ilk olarak, insan ve onun eylemleri arasındaki “bağlanma düzeni”ne, ikinci olarak ise cömertlik davranışı, adalet eyleminin kendi değerini nerden aldığına bakmak gerekir. Şayet bu türden bir davranış, kendi değerini insan karakterinin yetkin niteliklerinin uygulamalarından alıyorsa, o zaman bu yetkinliği nereden almaktadır? Bu 655 656 Charles Guignon; The Good Life, Hackett Publishing Company, Inc, Indianapolis/Cambridge 1999, p.7 Mübahat Türker-Küyel; “Kut, Farabi”, s.503 229 durumda karakter özellikleri neden yetkindir? İkinci sorunun cevaplanması, birinci sorunun cevabına bağlıdır.657 Burada göz önüne alınması gereken nokta adil, cömert vb. davranışların, sadece bu davranışların gerektirdiği bilgilerin uygulamasından değil, aynı zamanda insan karakterinin yetkinliğinden kaynaklandığını, tek başına adil, cesur, ölçülü vb. davranışların ise söz konusu bu karakter yetkinliğinin davranışları yapılması oranında karakterin yetkinliğini geliştirdiğini görmemiz gerekir. Tek başına adil vb. davranışların insanda etkili olacak bir bağ oluşturmadığını, bu zayıf bağdan dolayı bugün adil veya cömert olanın, yarın tersi nitelikte olamayacağını kimse garanti edemez. Başka bir deyişle davranışın ne tür güçlü bir bağla insana bağlanacağı sorunu önemli felsefî bir sorundur. Kant’ın bu bağı kutsal irade olarak görmesi ve bütün sorunu irade sorunu olarak değerlendirmesi, bize doyurucu gelmemektedir. Çünkü iradeyi güçlü veya zayıf yapan yine karakter erdeminin ta kendisidir. İnsanların karakterini iyi veya kötü şekilde değerlendirmek; onların eylemlerde bulunurken övünülen ve kınanan eylemler ilkesine göre eylemde bulunup bulunmamaya kendilerini alıştırıp alıştırmamalarına bağlıdır. İyi insan alışkanlıkla, isteyerek; zorla değil, gönüllü olarak doğru ve gerekli eylemleri yapan kişidir. İyi bir irade de karakterin iyi bir niteliğinden başka bir şey değildir. Çünkü iyi iradeye sahip bir insan, tam anlamıyla ve bilerek yapılan doğru aktivitelere bağlanmaya önceden hazırdır. Karakter ahlâkında, buna erdem ahlâkı da denilir, asıl ön plana çıkan erdem ahlâkî erdemdir.658 Bir başka deyişle, bir insanın öncelikle sahip olması gereken en önemli erdem, ahlâkî erdem, bu erdeme sahip olmak için gerekli olan tekrarlama alışkanlığı ve öznenin sahip olması gereken nitelikli zihnî karakterdir. Böylesi bir insan, arzularında en iyi şekilde mutedil, duygularını doğruluk ve alışkanlıkla yöneten, kendindeki potansiyel yetileri aktif güce, aktif gücü de kendinde tamlığa ve yetkinliğe ulaştırabilen kişidir. Farabi’nin ortaya koyduğu böylesi bir erdem, onun ahlak felsefesinin de merkezini teşkil eden, denge, ölçülülük, yetkinlik, yetilerini veya kendini gerçekleştirme, seçim ve amaç gibi ahlâki kavramlarla bir bütünlük göstermektedir. 657 658 N.J.H. Dent ; “ Virtues and Actions ” The Philosophical Quarterly, Vol.25, Oct.1975, p.318 Fârâbî; Fusul, s.30; T: s.31 230 Vazifeşinaslık da bir erdemdir. Fakat ödevin değeri insan karakterinin tam olarak gerçekleşmesine katkıda bulunduğu için değil, daha ziyade vazifeşinaslığın ödevin gerektirdiği eylemi her zaman yapmaya hazır olmasından kaynaklanmaktadır. Başka bir deyişle; ödev de erdemdir ancak karakter erdeminin bir parçası değildir. Ödev duygusu sadece karakterden kaynaklanan bir motivasyonla yapılıyorsa, o ödev değerlidir. “Ahlâkî motivasyonla” eylemde bulunmak, aynı zamanda doğru olduğuna inandığımız şeyi bilerek, arzulayarak yapmak anlamında değerlidir. Çünkü doğru düşünebilmek, iyi hisedebilmek anlamına gelir.659 Bu nedenle kendi doğasını-duygu ve düşünce dünyasını-doğru ve tam olarak gerçekleştirebilen insan mutludur. Mutluluk uygun koşulların gerektirdiği eylem kalıplarını tekrarlamaktan kaynaklanmamaktadır. Koşullar, mutluluğu inşa edebilir, koşullardan alınan mutluluk geçici de olsa mutluluktur, ancak karakter erdeminin bir parçası olan sürekli bir mutluk değildir. Bu konuyla ilgili Aristo ve Farabi'de mükemmel bir metin var: “ kişilerin adil işler yapa yapa adil, ölçülü işler yapa yapa ölçülü olmaları gerektiğini söylememiz sorun yaratabilir. Çünkü kişiler adil ve ölçülü işler yapıyorlarsa zaten adil ve ölçülüdürler. Okuyup yazanların ya da müzikle uğraşanların zaten okuryazar ya da müzisyen olduğu gibi. Yoksa bu sanatlarda böyle değil midir? Bir rastlantı sonucu ya da bir başkasının teşvikiyle bir kişi belki okuyup yazabilir, ama ancak okuryazarlıkla ilgili bir iş yaparsa ve bunu okuryazarca yaparsa, okuryazar olacaktır. Ayrıca sanatlarla ilgili durum ile erdemlerle ilgili durum aynı değil, çünkü sanat ürünlerinin iyi olması kendilerinde bulunan bir özelliktir. Demek ki bunların belirli bir özellik taşıyacak şekilde ortaya konması yeter. Oysa erdemlere uygun yapılanlar, kendileri belirli özellikleri taşımakla adilce veya ölçülü bir şekilde yapılmış olmazlar. Ancak onları yapanın belirli özellikler taşımasıyla adilce ve ölçülü bir şekilde yapılmış olurlar: ilkin yapan bilerek yapıyorsa, sonra tercih ederek ve kendileri için tercih ederek yapıyorsa, üçüncü olarak da emin ve sarsılmaz bir şekilde yapıyorsa. Bilerek yapmak dışında bunlar, öteki sanatlarda gerekli sayılmazlar. Erdemlerle ilgili olarak ise, bilmek hiç önemli değil, ya da çok az önemlidir. Oysa ötekiler, çok az şey değil, her şeyi sağlarlar. Çünkü adil ve ölçülü davrana davrana bu özellikler edinilir. Demek ki adil ve ölçülü kişinin yapacağı gibi, 659 Rosalind Hursthouse; On Virtue Ethics, p.143 231 yapılanlara adil ve ölçülü denir. Bunları yapan değil, adil ve ölçülü kişilerin yaptıkları biçimde yapan kişi adil ve ölçülü oluyor.”660 Farabi'de de aynı konu, benzer şekilde ele alınmaktadır. “ Bu mutluluk nazarî akılla bilindiğinde, arzu kuvvetiyle bir amaç olarak tesis edilip istendiğinde, düşünme kuvvetiyle, tahayyül ve duyu kuvvetlerinin de yardımıyla bu amaca ulaşmak için yapılması gereken şeyler keşfedildiğinde ve nihayet arzu kuvvetinin aletleriyle bu eylemler gerçekleştirildiğinde, insanın bütün eylemleri iyi ve güzel eylemler olur.”661 “Bu mertebeye ancak bazısı fikrî, bazısı bedenî olan eylemlerle ulaşılır. Bunlar gelişi güzel eylemler değil, kesin ve belirli istidat ve melekelerin sonucu olan kesin ve belirli fillerdir.”662 Aynı konuya devamla öne çıkan erdem, ahlâkî erdem olmaktadır. “Ahlâkî erdemler ve (ahlâkî) erdemsizlikler (ahlâk bozuklukları), ancak, belirli bir mizaç (el-hulk) tan doğan eylemlerin belli bir zamanda, defalarca tekrar edilmesi ve ona alışık hale gelinmesiyle nefste meydana gelir ve yerleşir. Eğer bu eylemler iyi iseler, nefiste meydana gelen şey bir erdem; kötü iseler, bir aşağılık olacaktır. Tıpkı yazma sanatlarının durumunda olduğu gibi. Çünkü yazma fiilini defalarca tekrar ettiğimiz ve buna alışık hale geldiğimiz takdirde, buna bağlı olarak, bizde yazma sanatı meydana gelir ve yerleşir. Eğer tekrar ettiğimiz ve alışkanlık haline getirdiğimiz bu yazma eylemleri kötü eylemler iseler, bizde kötü yazma, iyi eylemler iseler iyi yazma (alışkanlığı) yerleşir.”663 Bu metinlerde adil veya ölçülü bir eylem ile adil ve ölçülü insan arasında bir bağlanma düzeni kurulmuştur. Bir taraftan eylem kalıpları, diğer taraftan bu eylemlerin insanlara bağlanma düzenleri söz konusudur. Bir eylem, adil veya ölçülü bir eylem olma adını hak etmiş olsa bile, gerçek adil ve ölçülü bir insanın yaptığı bir eylem veya yetkin bir insanın eylemi gibi bu eylem yapılmamışsa adil ve ölçülü eylem sayılmaz. Bu durumda eylemler bu özelliklere sahip olmalarına göre değer kazanmaktadır. Bu bağlanma düzeninin ilk nesnesi, bazı niteliklere sahip insan karakteridir. Bağlanma düzenini kuran diğer özellikler ise karakter niteliklerine dolaylı ve dolaysız olan katkılarına göre önem kazanmaktadır. 660 Aristoteles; Nikomakhos, s.29 Fârâbî; Medine, s.107; T: s.61 662 Fârâbî; Medine, s.106; T: s.60 663 Fârâbî; Fusul, s.30; T: s.31 661 232 Bu durumda bir insanın adil veya ölçülü olup olmadığını tanımlamak için, onun davranışlarına bakarak tanımlarda bulunmak yeterli değildir. Daha açık bir şekilde söylemek gerekirse bir insanın adil, cesur veya ölçülü olmak için gösterdiği performans da o insanın adil veya ölçülü olduğunu göstermek için ölçü sayılmaz. Asıl ölçü ahlâk (karakter) erdemine sahip olmaktır. Eylemi yapmaktan amaç, eylem kalıbının tekrarı değil; karakter erdemini uygulamaktır. Ancak tek tek, adil veya ölçülü eylemlerin karakter yetkinliğini daha da yetkinleştirmeye katkıda bulundukları bu anlamda da değerli oldukları tesbitini de hatırlatmakta yarar vardır. İnsanların eylemleri, onların iç dünyalarını, arzu ve tutkularını nasıl düzenlediklerine dair işaretler ve bir insanın vizyonunun nasıl olduğuyla ilgili bilgileri verir. Bu durumda bir insanın adil ve ölçülü olmasına, insanın koşullarının niteliğine veya içsel durumuna, tutku ve arzularını en iyi insanın içsel durumuna göre düzenleyip düzenlemediğine bakmak gerekir. İçsel durumu yetkin olan Farabi’nin “filozof başkanı”, eylemler ve erdemler için örnek alınması gereken kişi olması bu nedenledir. Bir insanın erdemli olup olmadığına veya eylemlerinin doğru olup olmadığına karar vermek için, filozof başkanın prototip olduğunu unutmamak gerekir. Filozofik anlayışı içselleştirmiş başkanı örnek almak, aynı zamanda doğrunun sağlam bir mantık sanatıyla doğru algılanmasına bağlıdır. Ayrıca mantık sanatının iyi eylemi keşfetmedeki rolü bilinen bir şeydir. Çünkü aynı zamanda iyi eylem doğru eylemdir. Aynı şekilde bir eylemin doğruluğu, en iyi eylem olmasına bağlıdır. Doğru ve iyi kavramları eş zamanlı olarak, eylemlere uygulanır ve bir biriyle değişebilirler. İyi kavramı her zaman kıyaslamalar kabul eder: Daha iyi, en iyi gibi. Ancak doğru kabul etmez. Aslında bir eylemin iyiliği, karakterde kolaylıkla, hiç zorlanmadan meydana gelen iyiliği motive edebilmemiş fonksiyona bağlıdır.664 İyi ve kötü kavramlarının övgü ve yergi konusu olması da karakter erdemine bağlanmasındandır. İyi ve kötü kavramlarını bazen övülen ve yerilen eylemler yerine de kullanırız. Bu durumda övülen ve yerilen eylemler, iyi ve kötünün yerine geçmiş olur. İyi eylem, kötülükten ziyade daha çok iyilik üreten bir eylemdir. Kötü eylem iyilikten ziyade kötülük üreten bir eylemdir.665 Bir başka deyişle; iyi ve kötü eylem aynı zamanda iyi ve kötü karakter oluşturur. Nitekim Farabi: “İnsan hayatında meydana 664 665 Alastair Norcross; “ Good and Bad Actions ”, p.2 Alastair Norcross; “ Good and Bad Actions ”, p.5 233 gelen durumların ( ehval) bazıları insanın övülmesine ve kınanmasına yol açmaz. Bazı durumlar ise insanın övülmesine ve kınanmasına neden olur. İnsan, mutluluğa kendisinin övülmesine veya kınanmasına neden olmayan durumlarla ulaşamaz. Tam tersi insanın mutluluğa erişmesini sağlayan durumlar, onun övülmesine veya kınanmasına neden olan durumlardandır”666 derken, iyi ve kötü kavramanın doğrudan karaktere bağlı olduğu varsayımını vurgulamaktadır. Bundan dolayı, övülme ve kınanma, karaktere gönderme yaptığından dolayı temel alınmaktadır. Farabi övülme ve kınamanın eylem örneklerini şu şekilde verir: Birincisi, örneğin, ayakta durma, oturma, ata binme, yürüme, bakma, dinleme ve insanın fiziki organlarını kullanmasını gerektiren bütün eylemlerdir. İkincisi; şehvet, haz, sevinç, öfke, korku, arzu, merhamet, kıskançlık vb. nefsin nitelikleri olan şeylerdir. Üçüncüsü ise; zihinle ayırt (temyiz) etmedir. İnsan hayatında her zaman bu üçünden biri daima bulunur.”667 “Bu eylemlerin her birinden dolayı insan övülür ya da kınanır. Doğal olarak insan, eylemleri kötü olduğunda kınanır, iyi olduğunda ise övülür. Aynı şekilde insan, duygularını nitelikleri gerektiği gibi kullanmadığında kınanır, gerektiği gibi kullandığında ise övülür. Yine, insanın ayırt etmesi kötü olduğunda kınanır, iyi olduğunda ise övülür.” 2.2. Türleri İnsan dünyaya geldiğinde beraberinde bir takım yetilerle birlikte doğar. Yeri geldikçe insanın sahip olduğu bu yetilere değinmiştik. İnsana bu yetiler, yetkinliklerini kazanmak için verilmiştir. Yetkinlikler Farabi'ye göre, ilk ve son yetkinlikler olmak üzere iki kısma ayrılır. “Bu mümkün varlıkların hepsi, bir engel bulunmaksızın kendilerinden çıkması gereken şeyin varlıkça çıkacağı bir duruma gelince; onların varlık yönünden bu durumları son yetkinliklerini oluşturur. Bu da, gözün, gördüğü zamanki durumu gibidir. Şimdiki varlıklarından daha üstün bir varlığa geçmeksizin kendilerinden çıkması gereken şeyin çıkma durumu mevcut olmadığı zaman, bu durum, onların ilk yetkinliği olur. Bu da, uyuyan bir yazıcının, yazmakla ilgili durumunun, uyanıkken yazmakla ilgili durumuna 666 667 Fârâbî; Tenbih, s.50; T: s.28 Fârâbî; Tenbih, s.50; T: s.28 234 nispeti gibidir. Ya da, onun, yorgun olduğu ve yorgunluktan dolayı dinlenme sırasındaki durumunun, yazarken içinde bulunduğu duruma nispeti gibidir.”668 Bu ilk yetkinlikler insana, son yetkinliklerini kazanabilmesi için verilmiştir. “İlk yetkinliğin, amacı son yetkinliliktir.”669 Bu nedenle, insan, “eylemleri meydana getiren yetilerini” bizzat bu eylemeleri yaparak “ bizim için en yüksek mutluluğa, yani mutlak iyi olan son yetkinliğe”670 ulaşmaya çalışmalıdır. İnsan, uyku örneğinde olduğu gibi, duyu, arzu ve akıl yetilerinin eylemlerini yapmayıp, ilk yetkinlik durumunda bırakırsa son yetkinliği asla elde edemez. İnsan, bir kere son yetkinliği elde etti mi, artık onun eylemleri yetkin bir karakterden çıktığı için kendiliğinden, kolayca, teredüttsüz bir eylem olarak ortaya çıkıverir. “Bir şey, son yetkinliğinde olunca ve böylece kendisinden de bir eylem çıkması gerekince, o eylem gecikmeksizin hemen ondan çıkar. Eylem, ancak, o son yetkinliğinde iken, kendi özünün dışında bir engelden dolayı gecikir. Bu da, güneş ışığının bir şeye düşmesinin bir duvarla engellenmesi gibidir.”671 Artık böyle yetkin bir insanda eylemin ortaya çıkmasına engel tek şey son yetkinliği ile kendisi arasına giren dışardan bir engeldir. Ancak Farabi’ye göre bir araştırmacı “kendileri için, nefis ve aklın yaratıldığı ilkelere ve insanın yaratıldığı en son yetkinlik ve gayelerin” var olduğu sonucuna ulaştığında, o zaman bu araştırmacı aynı zamanda “insanda ve kâinatta bulunan tabii ilkelerin uğrunda insanın yaratıldığı yetkinliğe insanın ulaşabilmesine yeter olmadıklarını bilir ve insanın o yetkinliğe doğru kendileriyle çalışabilecek bir takım aklî ve düşünülür ilkelere muhtaç olduğu”672 sonucuna da varır. Son yetkinlik olan en yüksek mutluluk için gerekli olan bu ilkeler, Farabi’nin “Mutluluğu Kazanma” kitabının başında ortaya koyduğu dört erdem türüdür. 2.2.1. Nazarî Erdem “Kendileri ile milletlerin ve şehirlerin bu hayatta dünya mutluluğu ve öteki hayatta ise en yüksek mutluluğu elde ettikleri insanî şeyler dört türlüdür: Nazarî erdemler, fikrî 668 Fârâbî; Siyâse, s.65; T: s.31 Fârâbî; Siyâse, s.65; T: s.31 670 Fârâbî; Fusul, s.48; T: s.39 671 Fârâbî; Siyâse, s.65; T: s.31 672 Fârâbî; Siyâse, s.65; T: s.31 669 235 erdemler, ahlâkî erdemler ve pratik sanatlar.”673 Mutluluğu kazanmanın ana şeması, bu dört ilke veya erdemdir. Mutluluğun kazanılması da bu dört erdemin uygulanıp uygulanmamasına bağlıdır. Mutluluğun kazanılması sadece bireye özgü bir şey değil, aynı zamanda mutluluğun, politik hayatın da bir sorunudur. Bununla birlikte politik hayat, bireyin hayatından daha karmaşıktır. Ancak yine de Farabi, bireysel ve politik hayat için ortak olan bir soruyla her iki hayatı da aynı ilkelerle değerlendirme noktasına getirmektedir. Hayatın en doğru yolu nedir? İşte bu soru, Farabi'nin mutluluk sisteminin tam kalbine gider. Politik toplumu kendisiyle yargılayacağımız standart, en doğru hayatın ne olduğu sorusuna bağlıdır. En iyi politik düzenin ne olduğuyla ilgili soruya vereceğimiz cevap, sadece en iyi hayatın ne olduğuna vereceğimiz cevaba bağlıdır.674 Farabiye göre en iyi hayatın ne olduğuna dair soru, pratik ve tecrübî araştırmalara dayanmaz, bu soru dönüp dolaşıp nazarî felsefenin araştırma alanına girer. “Felsefe” doğrunun veya en iyi hayat yolunun kendisidir. “Biz mutluluğa ancak iyi şeyler bizim olunca ulaştığımıza ve iyi şeyler de ancak felsefe sanatıyla bizim olduğuna göre, felsefenin zorunlu olarak, kendisiyle mutluluk kazanılan bir şey olması gerekir. İşte bu, iyi ayırt etme ile vardığımız bir sonuçtur.”675 Felsefeyle en iyi hayat yolu bilinebilir.676 Şayet felsefeyle hayatın en iyi yolu biliniyorsa; bu felsefî bilginin konumu nedir? Bu bilginin kendisi pratik bilgi midir? Yoksa nazarî bilgi midir? Bu sorulara doğru cevap vermek için felsefenin hayatın en iyi yolu olduğuyla tam olarak ne kast ettiğimizi açıklamalıyız. Hayatın en iyi yolunu bilmenin tek yolu vardır: O da bilgidir. Bu durumda bu bilgi en yetkin olana en yakın bilgi olmalıdır. “Bilgelik (hikme) en yetkin şeyin, en yetkin bir bilgi ile bilinmesidir. …En yetkin bilgi, kalıcı olan ve ortadan kalkması mümkün olmayanın kalıcı bir bilgi ile bilinmesidir.”677 En Yetkin olana en yakın olan bilgiyi ancak, ona en yakın olan bizdeki yetiyle, yani nazarî akılla elde edebiliriz. Nazarî akıl ve onun ürünü olan nazarî felsefe, bize hayatın en iyi yolunu gösterebilir. Bize verilen bu nazarî güçle sıradan insanların elde edemeyeceği bilgiyi elde ederiz.678 Nazarî felsefe 673 Fârâbî; Tahsîl, s.119; T: s.21 Christopher Colma ; “Alfarabi’s Plato Revisited”, p.966 675 Fârâbî; Tenbih, s.76; T: s.52 676 Christopher Colma; “Alfarabi’s Plato Revisited”, p.966 677 Fârâbî; Medine, s.47; T: s.8 678 Fârâbî; Siyâse, s.33; T: s.2 674 236 ile elde edilen bilgi, pratik bilgi değil, nazarî bilgidir. Nazarî bilgi bütün bilgilerin üstündedir ve diğer bütün bilgiler nazarî bilginin araçlarıdır. Farabi' ye göre nazarî bilgi kesin bilgidir. “Bu melekenin, kendisinde vuku bulan şeyde hata yapması mümkün değildir. Bilakis ona ulaşan bütün bilgiler doğru ve kesindir; başka türlü olması mümkün değildir.”679 Pratik bilgi kesin bilgi değildir. Çünkü nazarî bilgi değişmeyenin bilgisidir, pratik bilgi ise neticede değişen şeylerin bilgisidir. Nazarî erdem nazarî akılla elde edilebilen bir erdemdir. Nazarî erdemle en yüksek iyi elde edilebilir. Farabi, en yüksek iyiyi insanın elde edebileceğini ve bu en yüksek iyinin mutluluk olduğunu ifade eder. Farabi mutluluğu da hayatı boyu sürecek yetkinliğe göre yapılan insan ruhunun aktiviteleri olarak tanımlar. Bu durumda nazarî erdemin hayat boyu sürebilmesi için onun diğer erdemlere olan ihtiyacı, onların nazarî erdemin yardımcıları olması durumu ortaya çıkar. Mutluluk türleri için nazarî erdemin diğer erdemlerle birlikte düşünülmesinden değil de; aşağıda değineceğimiz gibi, nazarî ve amelî felsefe ayırımından hareket edilirek yapılan ayrım sonucunda nazarî felsefe ile amelî felsefenin mutluluk türlerinin birbirinden bağımsız olduğu, birbirinden ayrı olduğu düşünülebilir. Ancak bu anlayışta anahtar kavram olarak “yardımcılar” kavramının gözden kaçması muhtemeldir. Farabi, nazarî ve amelî diye genel olarak ayırdığı felsefe ayırımından sonra erdemleri de ahlâkî ve aklî olmak üzere iki kısma ayırmaktadır. “Erdemler, ahlâkî (hulkiyye) ve aklî (nutkıyye) olmak üzere iki çeşittir. Aklî erdemler hikmet, akıl, akıllık, zekâ, anlayış yetkinliği (cevdetu’l-fehm) gibi aklî kısmın erdemleridir. Ahlâkî erdemler ise, iffet, şecaat, cömertlik, adalet gibi arzularıyla ilgili kısmının (el-cüz’ü’n-nüzui) erdemlerdir.”680 Nitekim Aristo da erdemleri, karakter ve entelektüel olmak üzere iki kısma ayırtmıştı. Felsefenin nazarî, amelî veya medenî (politik) olarak ayrılması “iyi” kavramına göredir. İyiyi elde etmek ise yine bilginin kendisi ve kullanımıyla ilgilidir. Sadece bilgi olarak bilgi, nazarî felsefe alanına girer. Ancak kullanılabilen bilgi anlamındaki bilgi amelî veya politik felsefenin alnına girer. Birbirinden koparılmaması gereken her iki felsefenin amacı da en yüksek mutluluktur. “İyi, biri sadece bilgi, diğeri de bilgi ve eylem olmak üzere iki çeşit olduğuna göre, felsefe sanatı da iki çeşit olur. Birincisi 679 680 Fârâbî; Fusul, s.50; T: s.42 Fârâbî; Fusul, s.30; T: s.31 237 insanın kendisinin yapamayacağı varlıklarla ilgili bilgi kazanmasını sağlar, buna nazarî felsefe adı verilir. İkincisi ise özelliği, yapılmak/eylemek olan şeylerle ilgili bilginin ve onların iyi olanını yapma gücünün elde edilmesini sağlar. Buna da amelî felsefe (felsefetü’l-amelîye) veya medenî felsefe (felsefetü’l- medeniye) adı verilir.”681 Nazarî bilginin amacı sadece bilinmektir. Nazarî erdemin amacı ise “iyi insan” olmaktır. Mutlak doğruluğu bilmek, iyi olmak için zorunludur. “Özelliği sadece bilinmek olan şeye ulaşmamıza araç olan sanatların amacı iyi olmaktır. Çünkü sanatların kazanılması, hakikatin/doğru (el-hakk) kesin olarak bilinmesi içindir. Mutlak doğruluğun bilinmesi ise zorunlu olarak iyidir.”682 “Amacı sadece iyiyi kazanmak olan sanat, hiç şüphesiz felsefe ve beşerî hikmet diye adlandırılır.”683 Buna göre felsefe iyiyi/mutluluğu kazanmanın sanatıdır diyebiliriz. İyi olmanın başlangıcı, hayatta iyi olmak için, değişmeyen bir nedene sahip olmaktır. Bu değişmeyen nedeni bize verebilen tek şey, nazarî felsefedir. Çünkü “Nazarî felsefe, kendisiyle, insanın, bizim yapabileceğimiz ve bir halden diğer hale değiştirebileceğimiz cinsten olmayan varlıkları, örneğin üç’ün tek, dört’ün çift olmasını bildiği (meleke)dir. Çünkü bir tahta parçasını, her iki durumda da tahta olarak kaldığı halde, kare olduktan sonra yuvarlak hale gelecek şekilde değiştirmemiz mümkün olduğu gibi, ne üç sayısını, hâlâ üç olarak kaldığı hâlde, çift hâle gelecek şekilde değiştirmemiz, ne de dört sayısını, hâlâ dört olarak kaldığı halde tek hâle gelecek şekilde değiştirmemiz mümkündür.”684 Nazarî aklın iyi yaşamak için bize sunduğu, bizi tatmin edici özelliğe sahip gerçek bu nedenden sonra onun erdemiyle varlığın gerçek amacını kavramak ve uygulamak için bilgilere (ilimlere) sahip olmamız gerekir. Bu ilk bilgiler hem sezgisel hem de araştırmaya dayalı bilgilerdir. “ Nazarî erdemler, en son gayeleri, varlıkları ve onların ihtiva ettiklerinin yalnız anlaşılmasını kesinlikle sağlayan ilimlerden ibarettir. Bu ilimlerin bir kısmı, farkına varmadan, nereden ve nasıl meydana geldiğini bilmeden, ilk andan itibaren insanda bulunur. Bunlar ilk bilgilerdir. Diğer bir kısmı da düşünmek, araştırmak, çıkarsama (istinbat) suretiyle, öğrenmek ve öğretmekle elde edilir.”685 Bütün bu bilgi türleri bize nazarî erdemi kazanmak ve uygulamak için gerekli olan bilgilerdir. 681 Fârâbî; Tenbih, s.76; T: s.52 Fârâbî; Tenbih, s.75; T: s.51 683 Fârâbî; Tenbih, s.75; T: s.51 684 Fârâbî; Fusul, s.29; T: s.30 685 Fârâbî; Tahsîl, s.119; T: s.50 682 238 İlk bilgilerle bilinen şeyler ilk öncüllerdir.686 İlk öncüllere dayanarak insanın bilgilenme sürecinin devam etmesi gerekir. İyi hayat için epistemolojik çabalar, bu çabalar sonucu elde edilen “kesin inançlar” sonraki mutluluk yolu için dayanak noktalarıdır. İyi hayat için gerekli olan felsefe “ancak, iyi ayırt etme ile meydana geldiğine ve iyi ayırt etmeye de ancak, bilinmesi istenilen her şeyde doğru kavrayacak zihin gücüyle (kuvvetü’z zihin) ulaşıldığına göre, doğruyu kavrama gücünü, bunların hepsinden önce kazanmış olmamız gerekir.”687 Doğruyu kavrama gücünde bize yardımcı olan sanat mantık sanatıdır.688 Biz mantık sanatıyla semboller kullanarak, yaptığımız zihinsel etkinlikle düşünceler üretiriz. Mantık sanatı nazarî felsefenin bir aracıdır. Biz bununla doğru düşünceler geliştiririz. Her düşünce aslında bir eylem taslağıdır. Hayatımızın tablosu, ufak tefek değişiklikler yapılarak bu taslağa göre resm edilir. Bu nedenle iyi eylemde bulunmak için iyi düşünmeliyiz. İyi düşünce, içimizdeki dünya modelinden, gerçek dünyanın doğru yansımasını çıkarabilmektir. Eğer iç dünyamız dış dünyanın gerçeklerine uyuyorsa, eğer elimizdeki harita, gitmemiz gereken yerleri doğru gösteriyorsa uygun eylemler geliştirmek için şansımız var demektir.689 Nazarî aklın bize sağladığı bu doğruyu kavrama özelliği bizde nitelik haline geldiğinde, bizdeki ilk yetkinlikler nihaî yetkinliğe doğru gelişmeye başlar. Nihaî yetkinlik ise mutluluktur. “İnsandaki düşünülürler, onun ilk yetkinliğini teşkil eder. Ancak bu düşünülürler ona, sadece nihaî yetkinliğine ulaşmasında kullanılmak üzere verilmişlerdir. Bu nihaî yetkinlik ise, mutluluktur. Mutluluk, insan ruhunun varlık bakımından kendisine dayanacağı bir maddeye ihtiyaç duymayacağı bir yetkinlik derecesine ulaşmasıdır. Çünkü o bu noktada cisim-dışı ve maddeden bağımsız varlıklar grubuna dâhil olur ve ebediyen bu durumda kalır. Ancak mertebesi Faal Akıl'dan aşağıdadır.”690 Farabi'nin mutluluk kavramı, iki türlü anlaşılabilir: Dünya ve ahiret mutluluğu. Oysaki Farabi’de böyle birbirinden ayrı iki türlü mutluluk ayrım yok gibidir. Sadece mutluluğun derecesi bakımından ahiret mutluluğu en yüksek mutluluktur. Mutluluğu en yüksek derecesi Faal Aklın desteğiyle nihaî yetkinliği örnek kabul etmiş ve 686 Fârâbî; Tahsîl, s.119; T: s.50 Fârâbî; Tenbih, s.77; T: s.53 688 Fârâbî; Tenbih, s.77; T: s.53 689 Andre Maurois; Yaşama Sanatı, s.24 690 Fârâbî; Medine, s.105; T: s.59 687 239 aktivitelerini buna göre düzenlenmiş insanın ölümsüzlük halindeki mutluluğudur. İnsan mutluluğun bu derecesini ancak nazarî erdem olmak üzere diğer erdemlere göre düzenlenmiş bir hayat sonucu elde edilebilir. Bu türden bir hayat nazarî erdeme göre düzenlenmiş bir hayattır ve Farabi' ye göre böyle bir mutluluk, mutlulukların en üstünüdür ve dolayısıyla Tanrı’nın armağanı olan hayatların en üstünüdür. Ancak sadece bazı yetkinlik ve bazı erdemlere göre oluşturulmuş ve böylece erdemlerin birliği parçalanmışbir biçimde düzenlenmiş hayatta derecesi düşük bir mutluluk kazandırabilir. Böyle bir ayırımın yapılması Farabi'nin düşünülürü gücü nazarî ve amelî691 olarak ayrıma tabi tutmasından kaynaklanan bir düşünceye dayanmaktadır. Bu düşünceye göre nazarî bilginin tam olarak oluşacağı hayat ahiret hayatıdır. Bu nazarî bilginin vereceği mutluluk tam olarak ahiret hayatında kazanılabilir. Bu durumda nazarî mutluluk ancak ahiret hayatına özgü bir mutluluk gibi anlaşılmak tehlikesi vardır. Farabi'nin mutluluk sisteminin köşe taşı olan faal akıl, yetkin filozof ve nebi konularında onların mutluluklarını temellendirmekte zorluğa düşme tehlikesi yabana atılacak bir tehlike değildir. Buna karşılık amelî felsefenin sağladığı bilgi buraya ait bir bilgidir ve bu bilginin bize sağladığı bilgiler, bu dünyanın bilgileridir. Bu durumda amelî bilgiden gelen mutluluk dünya mutluluğudur. Dünya ve ahiret mutluluğunun birbirinden ayrı iki türlü mutluluk olarak anlaşılma düşüncesi yaygın olarak mevcutur.692 Ancak bu düşünceyi Farabi’de temellendirmek zor görünmektedir. Bu durumda karşımıza cevap verilmesi gereken iki soru çıkmaktadır. Birinci soru; nazarî gücün değeri, derecesi ve doğasıyla ilgilidir. İkincisi; nazarî erdem mutluluğu ve en yüksek mutluluk olan “saadetü’l kuvva” hayatı nasıl bir aktiviteleri içermektedir. Matematik, doğal bilimler ve teoloji disiplinleri bu aktivitelere girer mi? Bu tür aktivitelerin insan hayatında faydaları var mıdır? Nazarî gücün değeri en yüksek değer, derecesi faal akla yakın ve doğası da ilâhî olanı en iyi temsil edecek bir doğadadır. İkinci sorunun cevabına ancak benzetme yoluyla diyebiliriz ki; en kutsal varlıkların mutluluğu gibidir. Bir anlamda Aristo’nun “temaşa” (contemplation) mutluluğu dediği mutluluk ve tamamen düşünmeye dayalı bir 691 692 Farabi; Medine, s.106; T: s.60 K. Miriam Glaston, “ Politics and Excellence: The Problem of Happiness” Princeton Univ. Pr. Portland, 1990 s.54-93 240 aktivitedir. Aristo’nun “temaşa” hayatı diye isimlendirdiği ile Farabi’nin, Faal Akılla birleşmiş “ittihad” hayatı arasında benzerlik ihtimalinin olması da mümkündür. Çünkü Farabi' ye göre; “Faal Aklın gördüğü iş, düşünen canlıyı görüp gözetmek ve insan için erişilmesi gereken yetkinlik mertebelerinin en yükseğine yani en yüksek Mutluluğa ulaştırmaktır. Böylece insan, Faal Akıl düzeyine çıkar. Bu da ancak, varlığında kendinden aşağıda bulunan cisim, madde ve araz gibi başka hiçbir şeye, muhtaç olmaksızın, cisimlerden bağımsız olarak gerçekleşmek ve bu yetkinlik üzere sürekli kalmakla olur.”693 “Muhtaç olmaksızın” kavramı, hem ölüm hem de yetkinlik veya iki anlamla birlikte yorumlanmaya açıktır. İnsan, her hangi bir şekilde maddeden sıyrılıp ayrılmayı kabul edecek durumdaysa; Faal Akıl, maddeden ve yokluktan onun kurtulmasını ister ve böylece o şey, onun mertebesine yaklaşır. İşte, böylece, bilkuvve olan düşünülürler (ma’kulat), bilfiil düşünülür olurlar. Bundan da, bilkuvve olan akıl bilfil akıl olur. İnsanın dışında hiçbir şeyin böyle olması mümkün değildir. İnsanın ulaşabileceği en yüksek yetkinlik demek olan en yüksek mutluluk da budur. İşte, bu ikisi (gök cismi ve faal akıl) iledir ki geç kalan, varlık alanına çıkmaları ve varlıklarının devamını sağlayan birtakım yollarla varlık alanına çıkmaya ihtiyaç duyan şeylerin varlıkları yetkinlik kazanır.694 “İttihad”, nazarî gücün hükümranlığında, diğer bütün güçlerin erdemlerinin yetkin bir organize oluşturacak şekilde bir hayat sürdürmeleridir. Bu hayat türü, ilk yetkinlikten başlayıp son yetkinliğe kadar olan mutluluk yolunu izlemeyi başarmış insanın hayat türüdür. İkinci hayat türünde ise; ilk yetkinlik ile son yetkinlik arasında mutluluk yolunun izleri kaybedilmiş ve nazarî erdem ile pratik erdemler arasında son yetkinlik için var olması gereken hiyerarşik ilişkiler koparılmış, böylece erdemler birliği ortadan kalkmış bir hayat türüdür. Bu durumda her iki anlamda mutluluk kavramları açısından bir ilişkisi var mıdır? Acaba temaşa veya ittisal mutluluğu ile ikinci derecedeki mutluluk arasında bir ilişki var mıdır? Başka bir deyişle temaşa mutluluğuna sahip bir insanın, mutluluğundan dolayı ahlâkî ve politik hayat ile olan ilişkisinin durumu nedir? Bu sorulara cevap vermeden önce, yukardaki ikinci soruya cevap vermemiz gerekir. Farabi'’de Matematik vb. bilimlerin nazarî aktiveteye girmiş olması kesin olan bir şeydir. “Nazarî felsefe birincisi 693 694 Fârâbî; Siyâse, s.32; T: s.2 Fârâbî; Siyâse, s.55; T: s.22 241 Matematik, ikincisi Fizik ve üçüncüsü Metafizik olmak üzere üç tür bilimden ibarettir. Bu üç bilimden her biri, özelliği, sadece bilinmek olan bir varlık türünü kapsar.”695 “Nazarî akıl, araştırma ve kıyas yoluyla değil, (bizzat) doğuştan, ilimlerin prensipleri olan küllî zarurî öncüllerin (el-mukaddemât), örneğin “Bütün parçadan daha büyüktür.”, “bir (aynı) miktara eşit olan miktarlar, birbirlerine eşittirler”, “bir şeye eşit olan iki şey; birbirine eşittir” vb. kesin bilgisi kendisi için meydana gelen bir meleke (kuvve) dir. İşte bunlar, insanın, kendilerinden başlayarak, insanın yapması (sun) olmaksızın var olma durumunda olan diğer nazarî varlıkların bilgisine ulaştığı şeylerdir. Bu akıl, bu ilk prensipler (el-evâil) kendisinde vuku bulmadığında, bazen bilkuvve (akıl) olur. Fakat onlar onda vuku bulduğunda, o, bilfiil akıl olur ve istidadı, kendisi için hazır olan şeyi ortaya çıkarmaya yetecek kadar kuvvetlenir. Bu melekenin, kendisinde vuku bulan şeyde hata yapması mümkün değildir. Bilakis ona ulaşan bütün bilgiler doğru ve kesindir; başka türlü olması mümkün değildir.”696 Bu durumda, birbirinden ayrılmış iki türlü dünya ve ahiret mutluluğu kavramında şüphe meydana gelmektedir. Farabi’nin aşağı yukarı, kutsal, kutsal olmayan, ilâhî, ilâhî olmayanlar, gibi ayırımlar yapmaması bu şüpheyi daha da güçlendirmektedir. Başka bir deyişle nazarî felsefenin alanının sadece teoloji olmaması, aynı zamada Matematik, Fizik ve Metafizik gibi alanları da kapsaması nazarî yönünün bu tarafa yönelik olması gerektiğini de göstermektedir. Aslında Farabi’nin hayat, bilgi ve mutlulukla ilgili bu dünya ve öteki dünya şeklinde bir ayırıma dayanarak bu kavramların içeriğini buna göre doldurduğuna şahit olmuyoruz. Tam tersi, ilk yetkinlikten başlayıp son yetkinliğe doğru uzanan bütünsel bir kavramlar dizisi görebiliyoruz. Örneğin mutluluk kavramı, iç içe geçmiş dairevî kavramlardan oluşmaktadır. Merkeze en yakın olmak, en büyük mutluluktur. Farabi'de, bu merkeze en yakın olmanın, nerede, ne zaman sorularının açık bir cevabı yoktur. “En son yetkinlik” elde edilince türünden cümleler göze çarpmaktadır. Bunun yanı sıra, bu soruya Farabi’nin verdiği en açık cevap, “Mutluluk, insan ruhunun varlık bakımından kendisine dayanacağı bir maddeye ihtiyaç duymayacağı bir yetkinlik derecesine ulaşmasıdır. Çünkü bu noktada cisim dışı ve maddeden bağımsız varlıklar 695 696 Fârâbî; Tenbih, s.76; T: s.52 Fârâbî; Fusul, s.50; T: s.42 242 grubuna dâhil olur ve ebediyen bu durumda kalır.”697 cümlesidir. Ancak bu cümle maddeye ihtiyaç duymayacak bir yetkinlik derecesini insan nerede elde edebilir? Ahiret hayatında olması zorunlu koşul mudur? Sorusuna cevap vermemektedir. Buna benzer metinlerde de aynı durum geçerlidir. Çünkü Faal Akıl örneğinde olduğu gibi, insanlar bu dünyada cisim dışı bir varlık olan faal akılla irtibat kurma ve en yüksek mutluluğu elde etme imkânını bulabiliyorlar. Bu nedenle, biz bu dünya mutluluğu ile öteki hayat mutluluğu arasındaki ayrımın kavramsal olduğunu, ontolojik olmadığını düşünüyoruz. Çünkü bu dünya ile öteki dünya mutluluğu, mutluluk olarak farklı şeyler değildir. İki hayatta da yaşadığımız ortak şey mutluluktur, sadece yoğunluğu dairenin merkezine daha yakın olduğundan dolayı daha fazladır. Ancak bu, bu hayatta dairenin merkezine hiç yakın olunamayacağı anlamına gelmez veya beden ruhu terk etmedikçe bu gerçekleşmez, anlamına gelmez. Tersini düşünmek, bu dünya hayatında ruhanî şeyleri yaşayan peygamberlerin yaşadıklarını kabul etmemek anlamına gelir. Bundan çıkan sonuç şudur: Nazarî aklın yönü hem merkez hem de merkeze götüren bu dünyadaki çevredir. Merkeze ulaşmak nitelik olarak en yüksek mutluluktur. Ancak bu merkeze ulaşmanın yolu da merkezle bir bütün olan çevreden geçer. Farabi’nin metinlerinde en yüksek iyi, hem nazarî aktiviteyi hem de ahlâkî aktiviteyi tek hayatta bir araya getiren işaretler vermektedir. Ancak nazarî erdemin erdemliliği kendinden, pratik erdemlerin erdemliliği nazarî erdemlere araç olması ve nazarî erdemin en üstün mutluluk tanımının maddeye ihtiyaç olmayacak şekilde olması, birinci derecedeki mutluluğun nazarî akla özgü ebedî mutluluk ve bu mutluluğun da burada olmadığı gibi bir izlenim güçlüdür. Bir başka deyişle ideal mutluluğun ancak ölümden sonrasına özgü olduğudur. Ancak bu bir tutarsızlık oluşturmaktadır. Farabi: “İnsan iyi eylemleri isteyerek ancak bazı şeylerde ve bazen yapabilir. Fakat insan, mutluluğu yine bununla değil, tam tersi bütün yaptıklarında ve baştan sona bütün hayatında iyiyi, iyi olduğu için tercih etmesiyle elde edebilir”698 der. Bir başka deyişle, “İyi eylem veya erdem kendinden amaç olmalıdır.” demektedir. Buna göre iyi eylem ahlâkî aktiviteyi oluşturmaktadır, diğerleri ise araçsal değerler olmaktadır. Nazarî erdemlere özgü 697 698 Fârâbî; Medine, s.105; T: s.59 Fârâbî; Tenbih, s.51; T: s.30 243 mutluluk birinci dereceden bir mutluluk olduğu için, ahlâkî erdemlere özgü erdemlerden gelen mutluluk ikinci dereceden bir mutluluk olmaktadır.699 Nazarî erdemler; temaşa hayatı, pratik erdemlerin aktiviteleri olan ahlâkî ve politik hayata göre en üst dereceye konulmuştur. Birincisi, insan mutluluğunun en ideal noktasını oluşturmaktadır. Fakat bu durumda pratik erdemlerin aktiviteleri ki bunlar ahlâkî hayatı oluşturur, hak ettiği konumuna oturtulmaması sorun teşkil edebilir. Bu durumda kendinden iyi olan şeylerin temeli çökertilmiş olur. Çünkü Farabi’nin mutluluk teorisinin özünde; iyi, hatta en yüksek iyi idesini elde etmek ve ona benzemek vardır. Bir nevi Platon'un ideler dünyasına ulaşmak ve onlara benzemek gibi. Sonuç olarak, nazarî ve amelî erdemleri, bir başka deyişle dört erdemi birbirinden ayrı düşünmek, bu erdemleri uygulayacağımız hayatları parçalamak, mutluluk kavramını parçalamak anlamına gelir. Dört erdem bir bütündür, onu parçalı olarak ele almak yetkinliğin doğasını kavramamak demektir. Yetkinliğin nerede ne zaman geleceğini kestirmek de mümkün olmadığı gibi, Farabi bunu ayrı bir konu yapmış değildir. Kaldı ki bu dünyada son yetkinliği elde edememek, öte dünyada en yüksek mutluluğu yaşayamamak demektir. Son yetkinlik bu dünyada da elde ediliyorsa; faal aklın kendisine indiği insan, bu dünyada mümkün olabiliyorsa; en yüksek mutluluğu bu dünyada da yaşamak imkânının nadir veya teorik de olsa var olma ihtimalinin önü açık demektir. Bu konuyu bir kenara bırakarak nazarî erdemin nasıl elde edilebileceğine bakalım. Nazarî erdem, varlığın dört ilkesiyle elde edilir: “1) Şeyin ne olduğunu, neyle olduğunu, nasıl olduğunu ve niçini belirten ilke 2-3) Şeyin varlığının neden olduğunu belirten ilke 4) Şeyin varlığının ne için olduğunu belirten ilke.”700 Varlık ilkelerine bu soruları yöneltir ve “Öğretim ilkelerinden varlık ilkelerine gidilince, varlık ilkeleri öğrenilmiş olur.”701 Bu durumda varlık ilkelerini bilmenin tek yolu, öğretim ilkelerini, varlık ilkelerine uygulamaktan geçer.702 Zihnîmizde varlık ilkeleriyle aldığımız imgelerle kuracağımız varlık düzeni bize, varoluş amacımızla ilgili bilgiyi sağlayacaktır. Araştırmacı, yetkin 699 700 Bk. Gavin Lawrence; “Aristotle and the Ideal Life”, The Philosophical Review, Vol.102, Jan.1993 Fârâbî; Tahsîl, s.135; T: s.54 Fârâbî; Tahsîl, s.135; T: s.30 702 Fârâbî; Tahsîl, s.126; T: s.25 701 244 amacı elde edebilmek için araştımasını en üst varlıktan, en aşağıya doğru başlatmak zorundanır. Araştırmaktan amaç yetkinlik için kullanılacak ilkeleri elde etmeye çalışmaktır. Farabi’ye göre Araştırmacı insanı tanımak zorundadır. Farabi’ye göre araştırmacı insanın ilkelerini incelerken şu yöntemi izlemelidir: “a) İnsanın ne olduğu, ne ile olduğu, nasıl olduğu b-c) neden olduğu d) ne için olduğunu incelemek zorundadır”703 Daha sonra Araştırmacı “a) aklın ne olduğunu, ne ile ve nasıl olduğunu ve b-c) ne'den ve d) ne için var olduğunu araştırmaya muhtaçtır. Bu araştırma, araştırmacıyı, cisim ve cisimde olmayan, cisimde asla bulunmamış ve olmayacak olan başka ilkeler aramaya zorlayacaktır. Akıllı hayvanlara dair bir inceleme, gök cisimlerine dair incelemedeki gibi aynı sonuca sürükleyecektir. Şimdi araştırmacı, gök cisimlerini incelerken, muttali olduğu cisimsiz ilkelerin gök cisimlerine göreli durumu, cisimsiz ilkelerin, gök cisimlerinin altındaki varlıklara olan nispeti gibi olduğuna artık muttalidir. Araştırmacı, kendileri için, nefis ve aklın yaratıldığı ilkelere ve insanın yaratıldığı en son yetkinlik ile gayelere de muttali olacaktır. Araştırmacı, insanda ve kâinatta bulunan tabii ilkelerin uğrunda, insanın yaratıldığı yetkinliğe ulaşabilmesine yeter olmadığını bilir ve insanın o yetkinliğe doğru kendileriyle çalışabilecek bir takım aklî ve düşünülür ilkelere de muhtaç olduğu gayet açıktır.” Farabi’ye göre bu noktaya gelen araştırmacı artık metafizikten ayrı nesneleri görmüş olacaktır. Metafizikten ayrı olan varlıkları araştırmak da araştırmacıya düşen bir ödevdir. Çünkü bunlar da, insanda mevcut düşünce ilkeleri aracılığıyla insanın amacını gerçekleştiren nesneler ve kendileriyle “tabii bilimde” bilinen yetkinliği elde edilen nesnelerdir. Ancak tabii bilimlerin sağladğı bilginin tek başına insanın varoluş amacına ulaşmada yeterli olmadığı anlaşılınca; araştımacı “Bu aklî ilkelerin tabii varlıklara, tabiat tarafından sağlanan nesneden başka, birçok nesnelere de sağlandığını bilecektir. İnsan, gerçekten kendisinin tözleşmesini (tecevhur) sağlayan en son yetkinliği, ancak, bu ilkelerle çalıştığı anda bu yetkinliği elde etmeye ulaşır. Bununla beraber, o, tabii varlıkların büyük bir kısmını kullanmadan ve onları gerçekleştirmesi gereken en son yetkinliğe götürmekte faydalı kılacak işlemler yapmadıkça, bu yetkinliği elde 703 Fârâbî; Tahsîl, s.137; T: s.62 245 edemeyecektir.”704 Bu durumda yetkinliği elde etmek için, metafizik ve doğa bilimlerinin birlikte kullanılması gerekmektedir. Farabi araştırmacının metafizikle ilgili olarak inceleyeceği konuların genel şemasını da vermektedir: “ İncelenmesi gereken varlıkların ilk cinsi, insan için en kolay olan ve kendinde zihnî karışıklık ve şaşkınlık en az ihtimalle vuku bulandır. Bu, sayıların ve büyüklüklerin (hacimlerin) cinsidir. Sayıların ve büyüklüklerin cinslerini kuşatan ilim matematiktir. Önce sayılarla başlayalım, bu nesnelerin kendileriyle ölçüldüğü sayıların (veya birimlerin) ve aynı şekilde sayıların ölçülebilecek diğer büyüklükleri (veya nicelikleri) ölçmenin nasıl kullanılacağını anlatır. Bundan başka, bu büyüklüklerin şekillerini, durumlarını ve iyi sıralanmasını, terkiplerini ve güzel düzenini bildirir.”705 Şimdi Farabi’nin, metafiziği sayıların bilimi olan Matemetikten başlatması önemlidir. Soyut değerlerin Matematik disiplini ile düzenlenmesi, karşı çıkılmayacak entelektüel bir noktaya çıkmasından kaynaklanan tatmin duygusuna sahip olmak, ahlâkî alandaki soyut ilkelerin temellendirmesine ışık sağlayacaktır. Spinoza’nın Etika’sı buna en güzel örnektir. Bunun doğruluk ve yanlışlığı bir tarafa, bu düzenleme Farabi’nin öğretim ilkeleriyle bütün varlıkların mutluluk sanatı için düzenlemesi gerektiği düşüncesinden kaynaklanır. Farabi’nin mutluluk için gerekli gördüğü bu araştırma, bireysel bir görev olarak değil, başkalarıyla yardımlaşmaya dayalı toplumsal bir tecrübe olarak değerlendirilir. “Bundan başka, bu ilimde her insanın o yetkinlikten yalnız bir kısmını başardığı ve bu kısımdan başardığının kendi ölçüsüne göre değiştiği, zira tek şahsın yalnız başına, diğer birçok kimselerin yardımı olmadan bütün yetkinlikleri elde edemeyeceği kendisine açıkça belirmiştir. Her insanın yapması gereken işte başka bir insana veya insanlara bağlanması doğuştan bir meylidir: “Bu, her bir insanın durumudur. Bunun için, o yetkinliktan gücünün yettiğini elde etmek için her insan başkalarıyla komşuluk etmeye ve onlarla bir araya gelmeye muhtaçtır.”706 Buradan, sırayla insan bilimi (ilmul insan) (antropoloji, ahlâk) ve siyasî bilim (ilmul medeni) doğar.”707 Şimdi nazarî aklın bize sağladığı bilgi alanını, insan bilimine ve insanın mutluluğu için toplumsal entelektüel birikimin yönünü de bu bilimlerden sonra insana çevirmenin 704 Fârâbî; Tahsîl, s.139; T: s.31 Fârâbî; Tahsîl, s.129; T: s.26 706 Fârâbî; Tahsîl, s.139; T: s.32 707 Fârâbî; Tahsîl, s.139; T: s.32 705 246 zamanıdır. “Sonra insan bilimine başlamalı ve insanın uğrunda yaratıldığı amacın, yani elde etmek zorunda olduğu yetkinliğin ne olduğunu ve nasıl olduğunu araştırmalıdır. Sonra, o, insanın bu yetkinliği kendileriyle elde ettiği bütün şeyleri veya kendisine onu elde etmek hususunda faydalı olacak nesneleri incelemelidir. Bunlar, iyilikler, erdemler ve güzel davranışlardır. O, onları bu yetkinliği elde etmesinden alıkoyan nesneleri ayırt etmelidir. Bunlar da kötülükler, erdemsizlikler ve çirkin davranışlardır. O, bunlardan her birinin ne olduğunu, nasıl olduğunu, neden olduğunu ve ne için olduğunu, hepsi bilinip, anlaşılıp birbirinden ayırt edilene kadar tanımlamalıdır. Bu siyasî ilimdir (ilmul medeni).”708 Farabi, siyaset bilimlerin küçük modelini şehirden başlatır. Farabi’nin kozmik hayatın bütünselliği görüşü, aynı şekilde siyasî yapılanma için de geçerlidir. Farabi bu şemayı, İlk Varlıktan başlatıp evrensel bir düzey boyutunda tutmaya çalışır. Onun buradaki amacı, dünyanın mutluluğudur. “Şehir tarafından meydana gelen toplulukta bunları ve bütün dünyada bulunanlara benzerliği olan milleti görecektir. Nasıl ki, dünyada olduğu gibi bir ilk ilke vardır, sonra diğer ilkeler sıra ile onu takip eder. Bu ilkelerden meydana gelen varlıklar ve diğer varlıklar sırayla bu varlıkları takip eder, böylece varlık dizisinde en aşağı mertebedeki varlıklarda son bulurlar, aynı şekilde millet veya şehir, bir ilk önder ihtiva eder, bunu başka önderler takip eder ve onları diğer şehirliler takip eder ki, sırasıyla kendilerini de daha başka şehirliler takip eder ve böylece şehirlilerin sonu, şehirlilerin ve insan varlıklarının en aşağı mertebesinde son bulur. Böylece şehrin içine aldığı şeyler, âlemin bütününün içine aldığı şeylerin benzeridir.”709 Bu bilgilerin elde edilmesi sonucunda, artık nazarî yetkinlik sağlanmış demektir. Sıra bu yetkinliğe göre dünya mutluluğunu sağlamaya yönelik erdemleri, dünya üzerinde yaygınlaştırmaktır. “ İşte, nazarî yetkinlik budur. Görüldüğü gibi, şehir insanları ve milletlerin kendileriyle en yüksek mutluluğa ulaştıkları dört tür nesnenin bilgisini içerir. Mamafih bundan sonra bu dört tür nesnenin nazarî ilimler tarafından verilen açıklamalarına uygun olarak, milletler ve şehirlerde bilfiil gerçekleştirmeleri meselesi kalır.”710 Bütün bu erdemleri bize gösteren düşünülürü gücümüzdür. Düşünülürü gücümüzün kendi içinde ikiye ayrılmış olması sadece hiyerarşik yapıya dikkat çekmek içindir. 708 Fârâbî; Tahsîl, s.141; T: s.33 Fârâbî; Tahsîl, s.147; T: s.34 710 Fârâbî; Tahsîl, s.147; T: s.34 709 247 Onları birbirinden ayrı şeylermiş gibi algılamamak gerekir. “Düşünülürü kuvvetin kendisine gelince, onda amelî olan bir kısım vardır, nazarî olan bir kısım vardır. Amelî akıl, nazarî akla hizmet için vardır. Nazarî akıl ise başka bir şeye hizmet için değil, mutluluğa ulaştırmak için vardır.”711 Şimdi nazarî ve amelî aklın bize sağladığı mutluluğun tam şemasını Farabi, bize vermektedir. “ Bu mutluluk nazarî akılla bilindiğinde, arzu kuvvetiyle bir amaç olarak tesis edilip istendiğinde, düşünme kuvvetiyle, tahayyül ve duyu kuvvetlerinin de yardımıyla bu amaca ulaşmak için yapılması gereken şeyler keşfedildiğinde ve nihayet arzu kuvvetinin aletleriyle bu eylemler gerçekleştirildiğinde, insanın bütün eylemleri iyi ve güzel eylemler olurlar. Bunun tersine, mutluluk bilinmediğinde veya arzu edilen bir amaç olarak tesis edilmeksizin bilindiğinde, arzu kuvvetiyle ondan farklı bir şey amaç olarak tesis edilip arzu edildiğinde, düşünme kuvvetiyle, tahayyül ve duyu kuvvetlerinin de yardımıyla bu farklı şeye ulaşmak için gerekli eylemler keşfedildiğinde ve nihayet arzu kuvvetinin aletleriyle bu eylemler gerçekleştirildiğinde, insanın bütün eylemleri kötü eylemler olurlar.”712 Nazarî aklın amacı hakikattir. “Hesaplayıcı formu içindeyse, hedefi doğru arzuya karşılık gelen hakikat, yani doğru arzuyu tatmin etmeye yönelik araçlarla ilgili hakikattir. Nazarî düşünce hiçbir şeyi hareket ettirmez, ancak bir amaca yönlendirilmiş düşünce bunu yapar. Eylemin yaratıcısı olarak kabul edilen insan aslında, arzu ve aklın birliğidir. Hakikat, her iki düşünülürü öğenin de amacı olduğu için, her birinin erdemi, kendisiyle hakikate ulaşılan şey olmalıdır.”713 Bilgi birçok şeye verilen bir isimdir. “ Fakat nazarî kısmın bir erdemi olan bilgi, varlığı ve varlığının devamı, asla insan katkısına bağlı olmayan varlıkların… bilgisinin nefiste kesin (el-yakîn) bir biçimde meydana gelmesidir.”714 Nazarî gücün bilgisi gerçek bilgidir. Bir başka deyişle amaç bilgisidir. “Gerçek bilgi (el ilmul hakikî), belirli bir zamanda değil, her zaman doğru ve kesin olan bilgidir ve belirli bir zamanda var olup, daha sonra var olmayan bilgi değildir. Çünkü bunun aksi olursa, biz bir şeyin şimdi mevcut olduğunu biliriz; fakat biraz zaman geçince, artık o belki yok olmuş olabilir; o takdirde biz onun mevcut olup olmadığını bilemeyiz ve bizim 711 Fârâbî; Medine, s.106; T: s.60 Fârâbî; Medine, s.107; T: s.61 713 W.David Ross; Aristoteles, s.252 714 Fârâbî; Fusul, s.51; T: s.42 712 248 kesinliğimiz (yani kesin bilgimiz) de, şüphe ve yalana dönüşür. O bakımdan, böyle olabilen şey, artık ne bilgidir, ne de kesinliktir. Bundan dolayı eskiler, bir halden diğer bir hale değişebilen şeyin idrakini (algısını), bilgi olarak kabul etmediler. Örneğin bu, insanın şimdi oturduğuna dair bilgimiz. Çünkü onun değişmesi ve oturduktan sonra ayağa kalkmış olması mümkündür. Daha doğrusu, eskiler, değişmesi mümkün olmayan bir şeyin varlığıyla, örneğin üçün, tek bir sayı olmasıyla ilgili kesinliği, bilgi olarak kabul ettiler. Çünkü üçün, tek oluşu değişmez. Yani her halükarda üçün çift, dördün tek olması mümkün değildir. Adı geçen örnek, bilgi (ilm) veya kesinlik (yakîn) olarak adlandırılırsa, bu mecazi olur.”715 Nazarî erdem ve pratik erdeme paralel olarak nazarî ve pratik aktiviteler vardır. Her iki erdem de ruhun iki ayrı fonksiyonlarını yerine getirmek üzere birbirinden farklı aktiviteler sergiler. Pratik aktiviteler tamamen insanın işleriyle, onların kötülüklerden kaçınma ve iç/dış bütün iyilerin korunma yollarıyla ilgilidir. Öte yandan nazarî aktiviteler ise, insanî iyilere ulaşma ve kötülüklerden kaçınma veya bunların yollarını insanlara sağlama değildir. Bunların değeri ve erdemi çok önemli olmakla birlikte, nazarî erdemin fonksiyonuna girmezler. Nazarî erdem doğru amaçları kavrar. Nazarî erdeme sahip iyi insan doğru iradeye sahiptir sonucunu değil, doğru bilgiye sahiptir sonucunu çıkarmak daha doğrudur. Fakat doğru irade nazarî erdeme bağlıdır. Nazarî erdemin fonksiyonu, aşkın değerinde olan pratik aklın kullanabileceği “asla hata içermeyen” ilkeler sağlaması, beşerî tecrübe ile ilâhî tecrübeyi köprü görevi gören Faal Akıl aracılığıyla birleştirmektir. Ancak bu birleşme sonucu, ittisal ve bu ittisal sonucunda ise en üstün mutluluk oluşur. Farabi'ye göre böyle aşkın bir mutluluğa erişmek mümkün görünüyor. Ancak bu öteki mutluluğun değersiz olduğu anlamına gelmiyor. Sadece derece olarak bu mutluluktan daha yüksek olan bir mutluluğun daha var olduğuna işaret ediyor. Tabii ki böyle bir mutluluğun diğerinden en yetkin, en iyi ve seçilmiş en yüksek amaç olduğunu asla göz ardı etmiyor. 715 Fârâbî; Fusul, s.51; T: s.42 249 2.2.2. Fikrî Erdem Nazarî güçle bilinen bütün bu konuların uygulanması için fikrî erdeme ihtiyaç vardır. Bu nedenle fikrî erdem, nazarî amaçlar için en yetkin araçları bulmaya çalışan erdemdir. Fikrî erdemin tahayyül gücüne dayanması tahayyül gücünün tasarım yapabilme özelliğinin alabildiğine geniş olmasından kaynaklanmaktadır. Tasarım, belirli amaçlar için uygun araçları bulmak için tahayyül gücünün sonuna kadar kullanılabilmesidir. Tasarım, aynı zamanda hayal gücüdür; bütün kazanılan tecrübelerin, belirli bir ahlâkî amaç için bir kompozisyon şeklinde birleştirilmesidir. Bu birleştirmenin doğru veya yanlış olması değil; amaca yararlı olup olmaması önemlidir. Nazarî erdem, şehir ve milletlerde bilfiil gerçekleşmesi için gerekli olan araçları doğrudan vermez. Nazarî erdemlerin kendisine ait yapıp etme gücü olmadığı için gerekli olan araç bilgisini bir başka erdem, yani fikrî erdem sağlamaktadır. Fikrî erdem, nazarî erdemin verdiği bilkuvve bilgiyi bilfiil erdeme dönüştüren erdemdir. “Nefsin nazarî ve fikrî kısımlarından her birine karşılık olan birer erdemi vardır. Nazarî kısmın erdemi; nazarî akıl, ilim ve hikmettir. Fikrî kısmın erdemi ise; amelî akıl, amelî hikmet (et-ta'akkul, Yunanca, phronesis), zihin, fikir yetkinliği ve görüş (zan) doğruluğudur.”716 Pratik aklın nazarî gücün ortaya koyduğu amaçları gerçekleştirme konusunda etkili olması için, insanın doğru görüş ve fikir yetkinliğine sahip olması gerekir. “Fikir yetkinliği (cevdetu'r-rey), bir insanın, fikir sahibi olması veya yetkin fikirlere sahip olmasıdır.”717 “Doğru kanı (ez-zannu's-savâb), bir insanın bir şeyi her müşahede ettiğinde, görüşünün, daima, müşahede edilen o şeyin, olduğundan başka şekilde olmasının imkânsızlığının doğruluğunu bulmasıdır”718 Nazarî erdem ile fikrî erdem arasındaki farkı Farabi, mimarlık örneği ile vermektedir. Nazarî erdemler akılla kavrandıkları biçimde, erdemler hakkında bilgi verdikleri bilinen bir şeydir. Şayet sorun, örneğin ev yapmak için gerekli bilgiyi almaksa, mimarlık sanatı kavramsal anlamda bu konuyla ilgili bilgiyi yetkin bir biçimde verebilir ve bu konudaki erdemini teorik anlamda gösterebilir. Ancak şayet sorun bu kavramsal, teorik bilgiyi somut olarak ev yapımının bilfiil ortaya çıkmasını istemek veya bu konudaki bilgiyi potansiyelden aktif duruma getirmekse, bu durumda başka bir erdeme olan ihtiyaç 716 Fârâbî; Fusul, s.50; T: s.41 Fârâbî; Fusul, s.59; T: s.46 718 Fârâbî; Fusul, s.59; T: s.46 717 250 kesinleşir. “Örnek vermek gerekirse; eğer mimarlık hakkında düşünülürü bir açıklama vermek ve mimarlığı ve binayı teşkil eden şeyin ne olduğunu düşünülürü olarak kavramak, aynı zamanda mimarlık sanatının ne tür bir şey olduğunu bilen bir kişiyi bilfiil mimar yapmaksa veya bir binanın düşünülürü bir açıklamasını vermek, onun bilfiil varlığının açıklamasını vermek demekse, nazarî ilimlerin bu işi yaptıkları şüphesizdir. Ancak eğer durum böyle değilse, yani bir şeyin akıl tarafından kavranması, onun akıl dışında varlığını içermezse ve bir şey hakkında düşünülürü bir açıklama vermek, onun bilfiil varlığı hakkında açıklama vermek demek değilse, bu dört şeyi gerçekleştirmeye niyet eden birinin, nazarî ilmin yanında zorunlu olarak başka bir şeye ihtiyacı vardır.”719 Bu “başka şeye ihtiyaç vardır”ın nedeni “Akılla kavranan şeyler, böyle olmaları bakımından, zihnin dışında var oldukları zaman kendilerine ait olacak hal ve arazlardan korunmuşlardır.”720 Niçin korunmuşlar, çünkü “Bu arazlar, sayı bakımından bir olarak kalan varlıklarda değişmez veya bir farklılık göstermezler. Sayı bakımından değil de tür bakımından bir olarak kalan şeylerde ise onlar farklılık gösterirler. Bundan dolayı tür bakımından bir olarak kalan düşünülürü şeylerin ruhun dışında varlığa getirilmelerine ihtiyaç duyulduğunda, bu şeylere bilfiil olarak ruhun dışında varlığa getirilmeleri durumunda kendileriyle birlikte bulunmaları zorunlu olan hâl ve arazların eklenmesi gerekir. Bu gerek, tür bakımından bir olarak kalan tabii düşünülürler, gerekse iradî düşünülürler için geçerlidir.”721 Bir başka deyişle, hem mimarlık gibi sanatlarda hem de insanın iyi ve kötü eylemde bulunduğu yaşama sanatında bu böyledir. Ancak Farabi, doğal düşünülürler ile varlıkları insan iradesine bağlı düşünülürler arasında ince bir ayrıma dikkatimizi çekmektedir. Farabi' ye göre zihnin dışında var olan doğal düşünülürüar, doğanın kendi ürünleridirler ve varlıkları için gerekli olan nitelikleri varlıklarıyla birlikte taşırlar. Ancak insan zihninde düşünülürü olarak var olan, ancak henüz maddi varlık kazanamamış varlıkların, zihinden ayrı ek olarak iradeye de ihtiyaçları vardır. Bir başka deyişle; bu türden varlıklar iradenin ürünleridirler. Bu durumda, iradî düşünülürlerin, varlıkları için gerekli olan nitelikleri iradeyle meydana getirilmediği sürece bunların var olmaları mümkün değildir. Ancak Farabi, dikkatimizi bu noktaya bağlı olan bir başka hususa çekmekte ve nazarî gücü 719 Fârâbî; Tahsîl, s.143; T: s.66 Fârâbî; Tahsîl, s.144; T: s.67 721 Fârâbî; Tahsîl, s.144; T: s.67 720 251 kastederek şöyle söylemektedir: “Öte yandan irade tarafından meydana getirilen her şeyin, daha önce bilinmedikçe varlığa getirilmesi mümkün değildir.”722 Bunun sonucu Farabi'ye göre şudur: “İradî düşünülürlerin herhangi birini zihnin dışında bilfiil varlığa getirmek isteyen biri, daha önce, bu şey varlığa geldiğinde onunla birlikte bulunması gerekecek halleri bilmek mecburiyetindedi.”723 Ancak bu “haller” sürekli değişim geçirmektedirler. Tam da Farabi’nin “hallerle” kast ettiği şey; değişimi kabul eden, kendi içinde değişimi sürekli içeren durumlardır. Değişimi dışlayan statik durumlar değildir.724 Statik olmayan bu durumlardaki değişim özellikleri o kadar çoktur ki, Farabi şunları söylemek zorunda kalır: “Gerçekten onlar içinde bazıları ile ilgili olarak hiçbir kanun tesis edilmez: Bazıları için kanunlar tesis edilebilir; ancak bunlar değişken kanunlar, değişebilir tanımlardır. Kendileriyle ilgili olarak hiçbir kanun ortaya konamayanlar, sürekli olarak ve kısa dönemler içinde değişiklik gösterenlerdir. Haklarında kanunlar tesis edilmesi mümkün olanlar ise, halleri uzun dönemler içinde değişiklik gösterenlerdir.”725 Anlaşılıyor ki; Farabi'de iradeye bağlı varlıkların yetkin bir şekilde zihin dışında var olabilmeleri için bu varlıklar için gerekli olan nitelikler, değişimin yasa arayışı içindedir. Farabi değişimin önemine değinerek, değişime “insan” örneğini vererek kavram olarak insanın her yerde aynı olduğunu; ancak nitelikleri olarak, bireyden bireye, ülkeden ülkeye değişiklik gösterdiğini gözlemlemektedir. Farabi’ye göre, oysa bütün bu durumlarda insan kavramı, bir ve aynı kavramdır. Aynı durum iradî şeyler için de geçerlidir. Örnek olarak, iffet, zenginlik ve benzerleri, akıl tarafından kavranan iradî kavramlardır. Bu kavramları bilfiil varlığa getirmeyi istediğimizde, onların belli bir zamanda kendileriyle birlikte bulunması zorunlu olan arazlar, başka bir zamanda kendileriyle birlikte bulunması zorunlu olan arazlardan farklı olacaklardır. Aynı şekilde, onların belli bir millette var olduklarında sahip olmaları zorunlu olan arazları, başka bir millette var olduklarında sahip olmaları zorunlu olan arazlarından farklı olacaklardır. Bu milletlerin bazısında bu arazlar saatten saate, bazısında günden güne, bazısında aydan aya, bazısında yıldan yıla, bazısında on yıldan on yıla, bazısında ise daha uzun dönemlere göre değişiklik gösterirler. Bundan dolayı irade ile bu kavramlardan herhangi 722 Fârâbî; Tahsîl, s.145; T: s.68 Fârâbî; Tahsîl, s.145; T: s.68 724 Fârâbî; Tahsîl, s.145; T: s.68 725 Fârâbî; Tahsîl, s.145; T: s.68 723 252 birini zihnin dışında bilfiil varlığa getirmek isteyen birinin, varlığa getirmek istediği şeyi belli bir zamanda ve belli bir yerde onunla birlikte bulunması zorunlu olan değişken arazları bilmek zorundadır.726 Farabi’nin değişim kavramı üzerinde uzun uzadıya, önemle durması daha sonra İbni Haldun’u etkileyecektir. İbni Haldun, değişim kavramını topluma uygulamak konusunda dikkatleri üzerine çekmeyi başarmış biridir. Farabi'ye tekrar dönersek; o, varlıkların niteliklerini değişime bağlı olarak değerlendirmesi konusunda, değişim ile yetkinlik arasında olumlu bağın hiçbir şekilde kopmasından yana değildir. Bu yüzden, zihinsel varlığı yetkin bir biçimde ortaya çıkarabilmek için söz konusu bu varlığı meydana getirmek isteyen kişinin, değişimi yıl yıl, ay ay, saat saat takip etmesi gerekir. Hatta onun, bu değişimin hangi şehirde, ne kadar değişiklik gösterdiğini de takip etmesi gerektiğini ekler.727 Ancak söz konusu değişim, nazarî erdemler için geçerli değildir. Çünkü “Nazarî ilimler, ancak kendilerinde hiçbir değişiklik olmayan düşünülürleri kapsarlar.”728 Zaten nazarî bilginin değeri, değişmeyen varlıkların bilgisi olmasından kaynaklanmaktadır. Farabi iradî düşünülürler ile onların değişen nitelikleri arasında ayrım yaptığı için, bunların değişken niteliklerini ayırt etmeyi sağlayacak fikrî (deliberative) güce ihtiyaç olduğunu söyler. “Bundan dolayı, iradî düşünülürleri, iradî düşünülürler olmaları bakımından değil, bu değişken arazlara sahip olmaları, yani belli bir zamanda, belli bir yerde ve belli bir olayın meydana gelmesine bağlı olarak irade ile bilfiil varlığa getirilmeleri bakımından ayırt etmeyi sağlayacak bir başka kuvvet ve maharete ihtiyaç vardır. Bu, fikrî (raviyye) kuvvettir. O kendisi sayesinde düşünülürlerla birlikte bulunan değişken arazları keşfettiğimiz ve ayırt ettiğimiz maharet ve kuvvettir.”729 Bu noktada fikrî güç oldukça önemlidir. Çünkü nazarî erdem ile fikrî erdem arasında interaktif bir bağ kuran, derin düşünme anlamında “teemül”dür. “Teemül”ün çok derin biçimi yine ölçüp biçmek- derin düşünmek anlamına gelen “reviyye”dir. Her ikisi de bizi, amaçları elde etmek için uygun araçları keşfetmeye ileten bir zihnî süreçten oluşan aynı güçtürler. “Fikrî olan ise, yapmak istediğimiz şeyin yapılmasının mümkün olup olmadığını eğer mümkünse, o işi nasıl yapmamız gerektiğini bilmek istediğimizde, 726 Fârâbî; Tahsîl , s. 147; T: s.69 Fârâbî; Tahsîl, s.147; T: s.69 728 Fârâbî; Tahsîl, s.149; T: s.70 729 Fârâbî; Tahsîl, s.149; T: s.70 727 253 kendisiyle, o şey üzerinde etraflıca düşündüğümüz (meleke) dür.”730 Fikrî gücün iki boyutu vardır. Fikrî güç şayet, iyi ve gerçek amaçlar için en uygun araçları keşfederse, buna basiret (ta’akkul) veya fikrî erdem; iyi ve gerçek olmayan amaçları için en uygun araçaları keşfederse, buna da dahilik (deha) denir.731 Bundan da anlaşılıyor ki “reviyye” ahlâkî anlamda tarafsız olan bir kavramdır.732 Farabi' ye göre fikrî kuvvet iyi, yetkin ve belirli amaçların en yararlı aracını keşfeden bir erdemdir. Ancak fikrî erdem iki boyutlu olduğundan, önce amacı tespit ve tayin eder; daha sonra bu amacı gerçekleştirecek uygun araçları araştırır. “Bu amaca ulaşmak için en yararlı olan şeyi keşfettiğinde, fikrî kuvvet en yetkin biçimini alır. Amaçlar gerçekten iyi olabilirler, kötü olabilirler veya iyi olduğu zannedilen şeyler olabilirler. Keşfedilen araçlar, erdemli bir amaç için en yararlı şeyler olmaları durumunda iyi ve güzeldirler. Eğer amaçlar kötü ise, fikrî kuvvetçe keşfedilen araçlar da kötü, çirkin ve aşağılıktırlar.”733 Bununla birlikte, amacın iyi olduğu zannedilen durumlar da vardır. Bu durmlar için de Farabi şunları ekler: “ Amaçlar iyi oldukları zannedilen şeylerse, onların elde edilmeleri ve gerçekleştirilmelerinde yararlı olan araçlar da sadece iyi oldukları zannedilen araçlardır.”734 Özetle Farabi fikrî güçle ilgili son şemayı şöyle verir: “Fikrî kuvvet bu bölmeye uygun olarak şöyle bölünür: a) Herhangi bir erdemli amacın elde edilmesinde en yararlı olan şeyi keşfeden kuvvet, fikrî erdemdir, b) Kötü bir amacın gerçekleştirilmesinde en yararlı olan şeyi keşfeden fikrî kuvvete gelince, o fikrî bir erdem değildir, başka bir adla adlandırılması gereken bir şeydir; c) Eğer fikrî kuvvet iyi oldukları zannedilen şeylerin en yararlı gerçekleştirilmesinde olan şeylerin keşfinde kullanılırsa, o zaman o sadece fikrî bir erdem olduğu zannedilen fikrî kuvvettir.”735 Farabi'ye göre çeşitli fikrî erdemler vardır: “Fikrî erdemler içinde insanda, birçok millette veya tek bir millette veya tek bir şehirde onları ortak bir biçimde etkileyen bir 730 Fârâbî; Fusul, s.29; T: s.30 Fârâbî; Fusul, s.54; T: s.44 732 K. Miriam Glaston; “The Problem of Happiness”, s.77 733 Fârâbî; Tahsîl, s.150; T: s.70 734 Fârâbî; Tahsîl, s.150; T: s.70 735 Fârâbî; Tahsîl, s.150; T: s.70 731 254 olay meydana geldiğinde ortak olan erdemli bir amacın gerçekleştirilmesinde en yararlı olan şeyi keşfetme kabiliyetini veren fikrî erdem, siyasî fikrî erdemdir.”736 Siyasî erdem değişime bağlı olarak, kendi içinde eğer “uzun zaman süreleri içinde değişen şeylerin keşfi ile ilgili ise, daha çok kanun koyma gücüne benzer.” Şayet kısa süreli değişime bağlı ise “Özel-bireysel tedbirleri almayla ilgili kuvvettir. Bu kuvvet bir öncekine tâbidir.”737 Şehrin sivil ve kamusal örgütleriyle ilgili fikrî erdemlerin sayısı, bu örgütlerin her birinin amacının gerçekleşmesinde en yararlı olan şeyi keşfetmeyi sağlayan kuvvetle pareleldir. Farabi bunlara örnek olarak “ev idaresi ile ilgili fikrî erdem” ile “askerî fikrî erdemi” vermektedir. Farabi, ayrıca fikrî erdemi daha alt bölümlere ayırmaktadır: özel sanatlarla ilgili fikrî erdemler; bu fikrî erdemlerle ilgili Farabi şunu da eklemeyi ihmal etmez: “O halde kaç tane sanat ve yaşama biçimi varsa, fikrî erdemin o kadar alt bölümü olacaktır.” Son olarak bu çeşitlere şunları da ekler: “ a) Kendisini ilgilendiren bir olay ortaya çıktığında bir insanın kendisi için en yararlı ve en güzel olan şeyi keşfetmesini sağlayan kuvvet, b) Bir başkası tarafından ulaşılmak istenen erdemli bir amaçla ilgili en yararlı ve en güzel olan şeyi keşfetmeyi sağlayan fikrî kuvvet olarak da bölünebilir. Bu ikinci durumda o, danışma ile ilgili fikrî kuvvettir. Bu ikisi tek bir insanda birleşebileceği gibi ayrı ayrı da var olabilir.”738 Farabi nazarî erdem olan hikmet ile fikrî erdem olan amelî erdem arasında ayrım yapıp şöyle der: “Hikmet, bilhassa, her en son varlığın, en son sebebini bildiğine; insanın, kendisi için var olduğu en son amaç mutluluk olduğuna ve bu amacın, o sebeplerden biri olduğuna göre, hikmet, insana gerçek mutluluğu bildiren şeydir.”739 Hikmet sahibi, bu anlamda hayatın gerçek amacını kavramış kişi demektir. Ayrıca hikmet, sahibine mutluluğu bildirir. Amelî hikmet ise sahibine mutluluğu kazanmanın araçlarını gösterir. “Öyleyse hikmet, insana gerçek mutluluğu, amelî hikmet de mutluluğu elde etmek için yapılması gereken şeyleri bildirir. O halde bu ikisi, insanın yetkinliğe erişmesinde (rolü olan) iki temel unsurdur. Öyle ki, hikmet, en son amacı ve amelî hikmet ise, kendisiyle bu amaca ulaşılan şeyi verir.”740 736 Fârâbî; Tahsîl, s.151; T: s.70 Fârâbî; Tahsîl, s.151; T: s.70 738 Fârâbî; Tahsîl, s.151; T: s.70 739 Fârâbî; Fusul, s.62; T: s.48 740 Fârâbî; Fusul, s.62; T: s.48 737 255 Farabi' ye göre, amelî felsefenin nihaî amacı, sadece iyi nedir, iyi olmaya veya mutluluğa ileten şeyler değil aynı zamanda, amelî felsefe nazarî erdeme bağlı olduğundan, bu eylemlerin sonucu olarak sahibine nihaî amaç olan mutluluğu kazandırmaktır. Çünkü bu dört erdemlerin hepsi nihayetinde mutluluğun araçlarıdır.741 Bu noktada bir hususa değinmemizin tam yeridir. Farabi, nazarî düşünülürler insanda meydana geldiğinde tabiatı gereği bunların insanda nasıl ortaya çıktığını ve ne gibi fikrî erdemler oluşturduğuyla ilgili zihinsel süreci, çok güzel bir şekilde ifade eder. Bütünün parçadan büyük olması gibi bütün insanlık için ortak olan ilk düşünülürler vardır. İnsanlık için ortak düşünülürler üç çeşittir: Sanatın ilkeleri olan düşünülürler, insanın hangi eylemlerinin iyi veya kötü olduğunu bildiren düşünülürler ve bu ilkelerin ilkeleri veya İlk Nedeni bilmede kullanılan ilkelerdir.742 Söz konusu bu ilkeler nazarî akıl alanında olan ilkelerdir. Ancak bunlar, insanda bulunan dört türlü düşünme süreciyle ilgili araçlarla pratik alana geçiş yaparlar: Derin teffekür, muhakeme, hatırlama ve keşfetme arzusu. Derin tefekkür (teemmül, meditation), nazarî alanla ilgili derin düşünceye dalma, teffekür etme, dikkat ile bakmak anlamlarına gelir. Teemmülde, nazarî alanda teffekür ile derinleşmek, temaşa (contemplation) ve meditasyon yapmak vardır. Teemül, nazarî alana en yoğun biçimde yakın olan düşüncedir. Muhakeme (reviyye, deliberation), üzerinde düşünme, kafa yorma, karar vermekte ihtiyat (basiret) anlamlarına gelen ve içinde muhakeme, hüküm, karar ve yargının (judgement) hâkim olduğu düşüncedir. Sözlükte “karar vermekte ihtiyat” anlamına da gelmesi pratik alana özgü basiret kavramının devreye girmesi anlamına gelir. Reviyyede pratik alanın renkleri hâkim olmaya başlamıştır. Bu türden derin düşünmede artık kelimenin asıl kökü olan “reviye”de susuzluğunu gidermek, “terevva”da elde etmek, düşünmek, zihninde tartmak anlamlarından hareketle, kanmak, tatmin olmak ve artık bir karara varmak gibi tonlar daha çok hâkimdir. Hatırlama (zikr) da ise; hatırlama, anma, şan, şöhret, bahs etme, zikretme, anlatma, Allah’ı anma kelime anlamları vardır. Düşünme süreciyle ilgili olarak hatırlama kavramı bilerek seçilmiş bir kavramdır. Çünkü bu kavram, insanın ilk düşünülürleri sürekli bir biçimde hatırlamasının, interaktif bir iletişim olan sohbete konu edinmesinin; 741 742 K. Miriam Glaston; “The Problem of Happiness”, s.56-57 Fârâbî; Medine, s.105; T: s.59 256 insanın zihni üzerindeki olumlu etkisi yanında, fikrî erdemin en önemli aracı olan alışkanlıkların, hatırlama ve tekrar yoluyla kazanılmasında etkili olması bakımından bilerek seçilmiştir. Keşfetme arzusuna (teşevveke ilel istinbat) gelince, arzuların, özlemlerin en güzelidir. Çünkü bilgiye olan arzudan daha güzel bir arzu, ona olan özlemden daha faydalı bir özlem ve ona olan aşktan daha iyi bir aşk henüz keşfedilebilmiş değildir. Farabi'ye göre bu düşünme sürecinin sonucunda pratik alana tam geçiş, insanın irade ve seçimiyle olmaktadır. İrade ve seçim arasındaki farka değinmiştik, ancak burada insanın kavradığı şeye karşı tercihe nesne olacak kadar arzu ve eğilim duyması iradedir. Bir başka deyişle arzu, duyusal ve tahayyüle dayalı ise bunlardan çıkan iradedir. Şayet, tercihler insana özgü olan düşünme süreçlerinin ürünü olan derin düşünmenin sonucu olarak yapılmışsa buna da seçim (ihtiyar) denir. İrade ve seçimin olduğu alan tam olarak yapıp etmelerin alanı olan pratik alandır. Farabi' ye göre insanın nazarî akıl ile pratik akıldan gelen kazanımları, bu hayatta elde edebileceği mutluluk kazanımlarıdır. Gelecek hayatındaki mutluluk ise kuşkusuz daha büyük bir kazanımdır.743 Fikrî erdemin tahayyül gücüne dayandığını ve tahayyül gücünün, amaçlara uygun araçlar bulma konusunda kullanıldığına daha önce değinmiştik. Mutluluk, bize sadece şimdiki zamanda gelen bir şey değildir; mutluluk, aynı zamanda geçmiş ve gelecek zamana da bağlı olan bir şeydir. İnsanın mutluluk ve mutsuzluk ile ilgili geçmiş ve gelecekle ilgili bütün tecrübelerini ve bütün beklentilerini tahayyül gücü aracılığıyla bir araya getirmek ve onları hatalı veya doğru birleştirmek, tahayyül gücüne özgü bir şeydir. Söz konusu, bu tecrübeler ve beklentiyle ilgili idealler, muktesabatını insanın mutluluk yolunda kullanabilmesini, yine tahayyül gücünün marifetine borçludur.744 İnsan, mutluluk yolunda yetkince yürüyebilmek için, içinde bulunduğu mevcut koşulları düzenleyebilir. Aynı şekilde insan, şimdiyle ilgili mümkün koşulları ve gelecekle ilgili ideal koşulların hepsinin bilmek zorundadır. Kısacası koşulların hepsini bilmek ve iyi olan her türlü koşullara sahip olmak için sürekli çaba harcamak zorundadır. İyi koşullara sahip olmak için de her türlü yetkinliği elde etmek gerekir. Çünkü hayat koşullarını iyi bilen her insan için hayat, arada bir de olsa gerekli erdem için gerekli 743 Majid Fakhry; “Al-Farabi and the Reconciliation of Plato and Aristotle”, Journal of the History of Ideas, Oct.1965, p.471 744 Tatarkiewicz; “Happiness and Time”, Philosophy and Phenomenological Research, Vol.27, Sep.1966, p.8 257 olan bir iyiyi, mutlaka karşısına çıkarır. Kendi koşullarını bilen bir insan, yetkinliğe de sahip olduğu için amacına erişmek için yapacağı aktiviteyi iyi yapar; kaçınması gereken aktiviteden de daha kolay kaçınır. İşte aktiviteyi iyi yapmak ve kaçınılması gerekenden en iyi şekilde kaçınmak fikrî erdeme sahip olmak demektir. İşte bütün bunlar için bizim genel olarak pratik erdeme, bu bölüme özgü olarak fikrî erdeme, ahlâkî ve sanat erdemine olan ihtiyacımız açık bir şeydir. Ayrca, insanların sadece pratik erdemler sayesinde, içinde bulunduğu durumu ve koşulları en iyi şekilde kavrayıp, mutluluk amacına götüren fikrî erdemleri elde edebileceklerini de unutmamak gerekir. Nazarî ve pratik aktiviteler kendi koşullarına bağlıdırlar. Nazarî erdemlerin ortaya çıkacağı koşullar, pratik erdemlerin ortaya çıkacağı koşullardan daha farklıdır. Nazarî erdem insanın entelektül ihtiyaçlarını karşılmaya yönelik iken, pratik erdemler ise hem nazarî gücün ihtiyacı olan araçları hem de bedenin ve arzunun ihtiyaçlarına yönelik araçları keşfetmeye yöneliktir. Çok genel anlamda ikisi de insanın ruhî ve fiziksel ihtiyaçlarının karşılanması koşuluna bağlıdır. Bu nedenle ikisinin de ihtiyaç duydukları koşullar birbirinden farklıdır. “Pratik aktiviteler; uygun fırsatların, alıcıların ve kaynakların varlığına bağlıdır. Tam tersi nazarî aktiviteler, en azından en yüksek biçiminde, bir pratik işte çalışmamaya, boş zamanı olmaya bağlıdır.”745 Mutlu insan, hayatı boyunca yetkinliklere göre aktivitelerde bulunmaktadır. Çünkü bütün yetkinliklere ihtiyacımız vardır. Yani, her iki insanî yetkinliğe de ihtiyacımız vardır. Çünkü yapması bizim için en iyi olan işleri iyi bir şekilde yapabilmek sadece o zaman olabilir. Bize verilen koşullar ne olursa olsun en iyi hayatı elde etmeye çalışmak en insanî olandır.746 Farabi, ilk etapta hangi aktivitelerin insan için daha değerli olması gerektiği, özel fırsatlarda nasıl bir hünerle onların elde edilebileceği gibi sorunlar üzerinde durmaz. Şu veya bu eylem ve koşullar yerine getirilirse, mutluluk olur türünden koşullu cümleler kurmaz. O daha çok insanın bütün halinde hayat ve mutluluğu için eylem tipleri ve bu tür eylemleri insanda oluşturabilme yolu ve bu yolla ilgili sorunlar üzerinde durur. İster bireysel, ister toplumsal olsun mutluluğu kazanma şeması dört erdemin varlığı ve bu erdemleri birbirinden ayırmaksızın onlara sahip olmaya bağlıdır. Asıl işlevi yaratılışın amacını tespit etmek olan nazarî erdem ve işlevi bu amaca en uygun araçları 745 746 Gavin Lawrence; “Aristotle and the Ideal Life”, p.13 Gavin Lawrence; “Aristotle and the Ideal Life” , p.34 258 keşfetmek olan fikrî erdemden sonra gelen ahlâkî erdemin amacı ise, bu erdemlerin insanda meydana gelmesi ve bu dört erdemin insanda yok olmayacak bir karakter yardımıyla insanı iyi, yetkin ve erdemli insan yapmaktır. Ahlâkî erdem olmadığı sürece, bu erdemlerin mutluluğu kazanmada hiçbir yararı olmayacatır. 2.2.3. Ahlâkî Erdem Ahlâkî erdem huyun/karakterin iyiliğiyle ilgili bir erdemdir. İnsanlar doğuştan ahlâkî bir gücü beraberlerinde getirirler. “Her insan, varlığının başlangıcından itibaren, eylemler, nefsine arız olan şeyler ve ayırt etmesinin gerektiği gibi olmalarını sağlayan bir güç ile donatılmıştır. Bu üçünün (eylemler, nefsin duyguları ve ayırt etme gücü) gerektiği gibi olmamaları yine bizzat bu güç iledir. İnsan iyi veya kötü eylemleri de yine bizzat bu güç ile yapar. İşte bu yüzden insanın kötüyü yapma imkânının bulunması, iyiyi yapma imkânın bulunması gibidir.”747 Bu imkânın kaynağı da iyi ve kötü ahlâk sahibi olmaktır. Bu ahlâkî gücü pratikle geliştirmek insanların elindedir. İnsanın iyi ayırt etmesini etkiyelen de yine bu ahlâkî güçtür. Ahlâkî güç zihnî gücü de etkiler. Çünkü iyi huya sahip bir insanın düşüncesi de iyi olur. Kötü huya sahip bir insanın düşüncesi de kötü olur. Ahlâkî güç o kadar güçlü bir şeydir ki, başlangıçta iyi ve kötüyü ayırmamızda bize yardımcı olan iyi ayırt etme gücü tek güç iken, sonradan gelişen ahlâkî güç zihin gücünün ya efendisi ya da kölesi olacak kadar güçlü bir konuma yükselmektedir. Huy öyle bir şeydir ki sahibini her bakımdan ya iyi ya da kötü yapar. Başka bir deyişle, iyi huy insanı iyi yapar, kötü huy ise insanı kötü yapar. Bu kötülükten iyi ayırt etme bile kurtulamaz. Farabi’ye göre insan doğuştan zihnî ve ahlâkî güce sahip olarak doğar. İnsanın eylemleri, nefsi nitelikleri ve ayırt etmesinin “gerektiği gibi” olması ve iyi - kötü ayırımı yapması bu güçle olmaktadır. “Bu üçünün gerektiği gibi olmaları” ve “İnsanın iyi ve kötü ayırım yapabilmesi yine bizzat bu güç ile mümkündür.”748 Farabî ahlâkî gücün tanımını ise şöyle yapmaktadır: “İkincisine, yani eylemlerin ve nefse arız olan şeylerin ya iyi, ya da kötü olmasına araç olana ahlâk (hulk ) adı verilir. İnsanda, iyi eylemlerin ve nefse arız olan şeylerin meydana gelmesine araç olan ahlâk) 747 748 Fârâbî; Tenbih, s.53; T: s.32 Fârâbî; Tenbih, s.53; T: s.32 259 iyi ahlâktır. İnsanda kötü eylemlerin meydana gelmesine neden olan ahlâk kötü ahlâktır. Ahlâk insanda iyi ve kötü eylemlerin meydana gelmesine neden olan şeydir.”749 Bu durumda Farabi' ye göre genel anlamda ahlâkî niteliklerin (iyi- kötü) hepsi sonradan kazanılan ahlâkî niteliklerdir.750 Farabi' ye göre iyi bir ahlâk “ancak alışkanlık sonucu meydana geldiği gibi, kötü ahlâk da ancak alışkanlık” sonucu meydana gelir.751 Farabi iyi ahlâk kazanma araçları ile sanatı kazanma araçları arasında analoji yapmaktadır. “İyi ahlâk edinilmesine ve ortaya çıkmasına araç olan şeylerdeki durum, kendileriyle çeşitli sanatlar elde edilen şeylerdeki duruma benzer. Çünkü yazmada ustalık, ancak usta bir yazıcının yaptığı eylemi yapmayı alışkanlık haline getirdiğinde elde edilir. Aynı şey geri kalan sanatlar için de geçerlidir. İyi yazma eylemi insanda ancak yazmada ustalıkla meydana gelir. Yazmada ustalık ise, ancak insan iyi yazma eylemini ilerletip alışkanlık haline getirdiğinde elde edilir.”752 Farabi der ki : “Alışkanlık öyle bir şeydir ki, insan bir ahlâkı onunla kazanır veya sahip olduğu ahlâktan kendisini onunla uzaklaştırır.” ve ekler “Ben ‘alışkanlık’ ile bir şeyin yapılmasının uzun süre ve ardı ardına sık sık tekrarlanmasını kast ediyorum.”753 Alışkanlıkla sadece iyi ahlâk meydana gelmez Farabi' ye göre kötü ahlâk da alışkanlık sonucu meydana gelir. “İyi bir ahlâk ancak alışkanlık sonucu meydana geldiği gibi, kötü ahlâk da ancak alışkanlık sonucu meydana gelir. O halde burada, alışkanlık hâline getirdiğimizde, kendileriyle, iyi veya kötü bir ahlâk elde ettiğimiz şeylerden söz etmek zorundayız.”754 Ancak Farabi, bir başka noktaya dikkatimizi çekmeyi ihmal etmez. Ona göre iyi huylara sahip insanların alışkanlıkları iyi, kötü huya sahip insanların alışkanlıkları da kötü olmaktadır. “Bu bakımdan, diyorum ki, alışkanlık haline getirdiğimizde bize iyi ahlâk kazandıran şeyler, mahiyetleri itibariyle, iyi ahlâk sahiplerinden; bize kötü ahlâk kazandıran şeyler ise, mahiyetleri itibariyle, kötü ahlâk sahiplerinden çıkan eylemlerdir.”755 749 Fârâbî; Tenbih, s.54; T: s.33 Fârâbî; Tahsîl, s.55; T: s.34 751 Fârâbî; Tenbih, s.55; T: s.34 752 Fârâbî; Tenbih, s.56; T: s.35 753 Fârâbî; Tahsîl, s.55; T: s.34 754 Fârâbî; Tenbih, s.55; T: s.34 755 Fârâbî; Tenbih, s.56; T: s.35 750 260 İyi yazma eylemi, insan için yazmada ustalık elde edilmeden önce, doğuştan bulunan güç ile onda ustalık elde edildikten sonra, sanat ile mümkündür. Tıpkı bunun gibi iyi eylem, insan için ya iyi bir ahlâk elde edilmeden önce doğuştan insanda bulunan güç ile ya da o elde edildikten sonra bizzat o iyi ahlâk ile mümkündür. O halde ahlâktan kaynaklanan eylemler, ahlâkın elde edilmesinden önce insanın yapmayı alışkanlık haline getirdiği eylemlerin tam olarak aynısı iseler, o zaman onlar, ahlâkı meydana getirirler.756 Farabi “ahlâkın ancak alışkanlık sonucunda elde edildiğinin” delili olarak; yöneticiler gerekli gördükleri eylemleri halka alışkanlıklar yoluyla kazandırıp, onları “iyi insan” olmalarını sağlamaya çalışmalarını örnek olarak vermektedir.757 Farabi sonuç olarak şunu söylemektedir; “Böylece iyi ahlâk ve zihin gücü ikisi birlikte insanî erdemi (fadiletül-insanî) oluşturur”758 İyi ahlâk ve zihin gücünün erdemi olan insanî erdem olmaksızın, diğer erdemlerin yolu açılmamaktadır. Bir başka deyişle, erdemler için insanî erdeme sahip olmak, asgari bir koşuldur. Çünkü insanî erdeme sahip insanlar en azından diğer üstün erdemler için duygusal anlamda hazırdırlar demektir. Aynı zamanda insanî erdem, yaşam tarzımızın erdem yoluna girmek için bizi motive etmeye yeterlidir. “Zihin gücü ve güzel ahlâk aracılığıyla biz onurlu, hayırlı ve erdemli hale geliriz. Hayatımızdaki yaşam tarzımız (sire) erdemli bir yaşam tarzı, bir yol olur ve aktivitelerimiz (tasrifat) övgüye değer aktiviteler haline gelir.”759 Erdemlerin duygu ile olan ilişkisi göz ardı edilmeye musait bir ilişkidir. Oysaki erdemler hem duygu hem de eylemlerle ilgilidir. Bunların alanı bazen bir tür duyguya, bazen de bir tür eyleme gönderme yapılarak belirlenir, ama yine de ikisi arasında bir tür uygunluk vardır. Bir erdem, belli bir tür duygu sınıfını denetim altına alma ve belli bir durumda doğru bir biçimde eylemde bulunma eğilimidir.760 Haz ve acı bedene bağlıdır, ancak ikinci doğamız olan alışkanlıktan kaynaklanan haz ve acılar da vardır. Ahlâkî erdemi oluşturan alışkanlık olduğuna göre bu erdemin en iyi işareti, “erdemli ya da erdemsiz eylemleri yaparken, insanın haz veya acı duygusu duymasıdır.”761 Eylemden haz duymak erdemin, eylemden acı duymak ise eksikliğin işaretidir. Ancak böyle bir durum için insanın iyi olması, yani ruhsal anlamda sağlıklı olması gerekmektedir. Kötü 756 Fârâbî; Tenbih, s.56; T: s.35 Fârâbî; Tenbih, s.56; T: s.35 758 Fârâbî; Tenbih, s.54; T: s.33 759 Fârâbî; Tenbih, s.55; T: s.34 760 W.David Ross; Aristoteles, s.237 761 W.David Ross; Aristoteles, s.226 757 261 bir insanın kötülüğünden acı duymamasını beklemek boşunadır. İyi olmak için de diğer bütün erdemlerin yanı sıra ahlâkî erdeme de sahip olmak gerekir. Çünkü ahlâkî erdem, pratik bilgeliğin insanın iç dünyasında yer etmesini ve onda bir doğa haline gelmesini sağlar. Aslında ahlâki erdem, insanın sahip olduğu doğasının ne iyi ne de kötü olmadığını, bu doğanın işlevini gerçekleştirmek için eylemlerini doğru zamanda, doğru miktarda, doğru araçlarla gerçekleştirmesini sağlayan bir güçtür. Bu gücün sağlıklı olması, insanî erdemlerin insanda kalıcı ve sürekli olmasının garantisidir. Bu durumda ahlâki erdem olmaksızın, diğer erdemlerin pratiklik kazanması da imkânsızdır. Nazarî gücün tespit ettiği iyi olan erdemli bir amacın gerçekleştirilmesinde en yararlı ve en güzel olan şeyin keşfedilmesini sağlayan fikrî erdeme sahip olan kişinin “ahlâkî bir erdeme sahip olmaksızın” iyi yaşamı elde etmesi imkansızdır. Fikrî erdemin keşfettiği şeyin ister kendisi için istenen bir iyi, ister bir başkası için iyi olsun veya isterse tercih eden kişinin iyi olduğunu sandığı bir şey olsun, fikrî erdem bakımından tüm bunlar arasında bir fark yoktur. Çünkü “başkaları için iyi olanı isteyen bir kimse, ya gerçekten iyidir veya aslında iyi ve erdemli olmamakla birlikte, kendileri için iyiyi istediği kişilerce iyi olduğu zannedilendir.” Ancak “aynı şekilde kendisi için gerçekten iyi olanı isteyen kimsenin fikrî bakımından değil, ahlâkî karakter ve eylemleri bakımdan iyi ve erdemli olması gerekir.”762 Bu durumda ahlâki erdem bakımından kendisi için iyi olanı isteyen kimsenin, karakter bakımından iyi olması, fikrî erdemi uygulayacak ruhsal hazırlığa sahip olması gerekir. Kendisi için iyi olanı isteyenin erdemi, “Ahlâkî karakteri ve eylemleri, fikrî kuvvetine ve en yararlı ve en güzel olanı keşfetme gücüne tekabül etmek zorundadır.”763 Bu durumda kendisi için iyi olanı isteyen kimsenin, fikrî erdemi ile ahlâki erdeminin bir biriyle örtüşmesi zorunludur. Örneğin; mutluluk, amacı için o anda en yararlı olarak fikrî erdem savaşma aracını tesbit etmiş ise bu durumda ahlâki erdem olan cesaretin kişide var olması ve bunun fikrî erdemle cesaret eylemleri uygulama bakımından tam uyum içinde olması gerekir. Başka bir deyişle; kendisi için iyi olanı isteyen kişinin fikrî erdemin yanında ahlâkî erdeme, örneğin cesaret erdemine sahip olması gerekir. “O halde bu fikrî erdemlerin otoritesi ne kadar tam, gücü ne kadar büyükse, kendileriyle 762 763 Fârâbî; Tahsîl, s.153; T: s.72 Fârâbî; Tahsîl, s.153; T: s.72 262 birlikte bulunan ahlâkî erdemlerin de otoritesi o kadar tam ve gücü o kadar büyüktür.”764 Kısacası, kişinin bilgi gücünün otoritesi ne kadar tamsa, aynı şekilde, onun bilgiyi kullanma, kendisinde içselleştirme anlamında ahlâki erdemin otoritesi de o kadar tamdır. Farabi, hem şehirde hem de bireyde erdemin, erdemle çatışmayacağı görüşüne derinden inanır. Birbiriyle savaşanlar iyi olamaz. Ancak bunun için, erdemlerin birlik halinde kişide var olması gerekir. Farabi, kısa veya uzun süreli değişim geçiren veya bir şehrin tümünü ortak olarak etkileyerek meydana gelen durumu ele alır. Farabi'ye göre, toplumsal amaçlarla ilgili en faydalı olanı keşfetmeyi sağlayan fikrî erdemle birlikte ahlâki erdemin olması gerekir. Çünkü örneğin değişimden dolayı fikrî erdemin tespit ettiği yeni erdemleri veya şehri etkileyen olayı bertaraf edebilmek için ortak olan amaçlarla ilgili fikrî erdemleri uygulamaya koyacak tek güç, ahlâki erdemdir. Aynı şekilde bir toplum gelişme, değişim, güvenlik vb. konularla ilgili fikrî erdemlere sahip olabilir, ancak bu erdemleri o toplum, alışkanlık yoluyla uygulamaya koyan ahlâki erdeme sahip olmadığı sürece söz konusu bu iyilerin hiç biri o toplumda gerçekleşmez. Bu nedenle, Farabi mutluluk araştırmacısının hem genel hem de toplumdaki daha özel gruplara ait fikrî erdemleri, örneğin “savaşçılar, zenginler ve benzerlerine mahsus olan erdemleri”, “tek tek sanatlarla (bu sanatların amaçlarını göz önüne alarak) ve olayların saatten saate, günden güne birbirlerini takip edip ortaya çıkmalarına bağlı olarak tek tek ev halkları ve ev halkları içinde tek tek fertlerle ilgili fikrî erdemlere”765 uygun ahlâki erdemlerin olması gerektiğini savunur. Başka bir deyişle, araştırmacının tüm bu fikrî erdemle birlikte “mütenasip” olan ahlâki erdemi de unutmaması gerekir. Farabi’ye göre bu durumda araştırmacının, en yetkin ve en büyük erdemin hangisi olduğu sorununu çözmesi gerekir. Araştırmacının “kuvvet bakımından en büyük ve en yetkin olan erdemin hangisi olduğunu araştırması gerekir. O bütün erdemlerin toplamı mıdır, yoksa kuvveti bütün erdemlerin kuvvetine eşit olan herhangi bir erdem (veya erdemler) mi vardır? Kuvveti bütün erdemlerin kuvvetine eşit olması: öyle ki bütün erdemler içinde kuvvet bakımından en büyük olması gereken erdem hangisidir?”766 Farabi bu sorunun çözümü için basit bir ölçü ortaya atmaktadır: “Bu erdemle ilgili, işlevleri tam olarak gerçekleştirmek istendiğinde, insanın diğer erdemlerin eylemlerini 764 Fârâbî; Tahsîl, s.153; T: s.72 Fârâbî; Tahsîl, s.155; T: s.73 766 Fârâbî; Tahsîl , s.156; T: s.74 765 263 kullanmaksızın bunu yapmasının mümkün olmadığı erdemdir.” Farabi, bu ölçü göz önüne alındığında, diğer erdemlerin işlevlerini gerçekleştirecek bir erdemin olması gerektiğini savunur, bu erdemin ahlâki erdem olduğunu ve hâkimiyet bakımından üstün bir erdem olduğunu ileri sürer: “O halde bu erdem, hâkimiyet bakımından kendisinden daha üstünü olmayan hâkim erdemdir.” Farabi’ye göre ahlâki erdemin, fikri erdemin yanında olması mutluluk açısından önemlidir. “Mesela bir kumandanın, kendisine savaşçılar için ortak olan şeyle ilgili olarak en yararlı ve en güzel şeyi keşfettiren fikrî erdeminin yanında, aynı zamanda ahlâkî bir erdeminin olması gerekir. O, bu erdemin işlevlerini gerçekleştirmek istediğinde, savaşçılar da savaşçı olmaları bakımından bulunan erdemleri kullanmış olur. Mesela onun cesaretinin, kendisiyle savaşçılarda bulunan bütün özel-bireysel cesaretlerin işlevlerini kullanabileceği bir cesaret olması gerekir. Aynı şekilde şehirde zenginlik elde eden kimselerin bu amaçlarının gerçekleşmesinde, en yararlı ve en güzel olan şeyi keşfetmeyi sağlayan fikrî bir erdeme sahip olan kişinin, zengin olma işiyle meşgul halk gruplarının özel-bireysel erdemlerini kullanmasını sağlayan bir erdeme sahip olması gerekir.”767 Bütün erdemleri daha yetkin hale getirecek olan ahlâki erdemlerdir. Çünkü ahlâki erdemin bütün erdemleri kullanarak ortaya çıkardığı şey daha büyük bir yetkinliktir. Zira bu türden bir yetkinlik, kişinin sahip olduğu herhangi bir işlevinin yetkinliği değil de; ahlâki erdem aracılığıyla tamamen kişinin kişiliğini yetkinleştiren bir yetkinliktir. Yine pratik akla bağlı ahlâki erdemlerdir ki, bizde inceden inceye işlenir ve içselleştirilir. Bu içselleşme öyle derin olur ki insan karakterinin tamamı erdem olur ve bu erdemli karakter yetkinliği sayesinde biz, iyi insan oluruz. Genel anlamda Farabi’nin üç erdemi ahlâki erdemle bu şekilde ilişkilendirmesi, en üstün mutluluk kavramı için kilometre taşıdır ve oldukça önemlidir. Ayrıca onun mutluluk anlayışında dört erdemi bütünsel olarak birleştirmesindeki dehayı, takdire şayan görüyüruz. Gerçekten de bir anlamda, mutluluk yolunda bilgiyi kullanabilme anlamında olan ahlâki erdemin, bu şekilde diğer erdemlerin önemini zedelemeden öne çıkarılabilmesi hem mutluluk açısından önemli hem de Farabi’nin dehası açısından önemlidir. Çünkü ancak, tüm erdemlerin bir araya gelmesi durumunda tam ahlâki yetkinlik, iyi insan meydana gelir. Söz konusu bu yetkinlik ve iyi insan olmak da, bizde mutluğun kazanılmasına neden olur. 767 Fârâbî; Tahsîl, s.156; T: s.74 264 Özetlersek ahlâki erdem kişinin sürekli sahip olduğu niteliklerine gönderme yapar. İnsanın sürekli olan bu nitelikleri, onun tutumlarını, duygularını, inançlarını, düşünmesini, eylemlerini ve gerçek yaşamını etkiler. Bu sürekli nitelikler kişinin şimdi niçin böyle davrandığını anlatmakla birlikte aynı zamanda belirli bir şekilde davranabilmesini sağlayan sürekli sahip olduğu karakteri hakkında da bize bilgi verir. Ahlâki erdem söz konusu olunca aklın gücü, burada yapmanın, alışkanlığın, kısacası ahlâki gücün karşısında sınırlanır. Çünkü bu erdemde asıl söz konusu olan, bilgiyi süreklilik niteliğinde olan eylem ve alışkanlık yoluyla gerçekleştirmektir. Ahlâki erdem asıl gücünü yapmak ve yapmamaktan alır. Bu nedenle ahlâkın hemen arkasından sanatın gelmesi tesadüfî değildir. 2.2.4. Sanatsal Erdem Güç (kuvve) kavramı, Farabi’nin mutluluk sisteminde anahtar bir kavramdır. Güç erdemin işlenmemiş ham şeklidir. Mutluluğun bütün çeşitlerinde güç kavramı mutluluk sisteminin başlangıç temellerini oluşturur ve bu sistemleri anlamak için söz konusu bu kavrama başvurmak gerekir. “Her insan, varlığının başlangıcından itibaren, eylemlerinin, nefsine arız olan şeylerin ve ayırt etmesinin, gerektiği gibi olmalarını sağlayan bir güç ile donatılmıştır. Bu üçünün, (eylemlerin, niteliklerin ve iyi ayırt etmenin) gerektiği gibi olmamaları, yine bizzat bu güç iledir. İnsan, iyi veya kötü eylemleri de yine bizzat bu güç ile yapar.”768 Gücün görevi, yerinde olduğu sürece, eksikliği adım adım aşıp yetkinliğe doğru yol arşınlamaktır. İnsan bilmek ve yapmak edimini de bu güç sayesinde bilir ve yapar. “İnsanın bilmesi mümkün olan şeyler iki çeşittir: Birincisi, evrenin sonradan yaratıldığı, Tanrının bir olduğu ve duyulur şeylerden çoğunun nedenlerini bilmemiz gibi, insanın sadece bilebildiği, fakat yapamadığı şeylerdir. İkincisi ise, ebeveyne itaat etmenin iyi, ihanetin kötü, adaletin iyi olduğunu bilmemiz ve doktorun sağlık kazandıran şeyi bilmesi gibi, insan tarafından bilinen ve yapılan/ eylemsel şeylerdir.” 769 Bilmenin, bilginin bir amacı ve yetkinliği vardır. “Özelliği bilinmek ve yapılmak olan şeyin yetkinliği, yapılmaktır/ eylemektir. Bu şeylerle ilgili bilgi, eylemle birlikte elde edilmediğin de geçersiz ve faydasızdır. Özelliği, bilinmek olup insan tarafından 768 769 Fârâbî; Tenbih, s.53; T: s.32 Fârâbî; Tenbih, s.73; T: s.50 265 yapılmak olmayan şeyin yetkinliği sadece bilinmektir.”770 Özelliği bilinmek ve yapılmak olan şeyler pratik akla, özelliği sadece bilinmek olan ise, nazarî akla özgü konulardır. Ancak mutluluk yolunun araştırmacısı için bütün bunların bir sanat olduğunu bilmek önemlidir. “Bu meseleleri araştırmaya koyulmadan önce, bütün bu metotların bir sanat olduğunu bilmeye, türleri olan değişik metotları ve bu metotların her birine ait alametlerini ayırt edecek bir ilme, zorunlu olarak muhtaç olduğumuz açıklığa kavuşmuştur.”771 Farabi, mutluluğu kazanmanın bir sanat olduğuna inandığı gibi, aynı zamanda mutlulukla ilgili bütün bilgileri öğrenmenin de bir sanat olduğuna inanır. O sanatı çok genel anlamdan, günümüzdeki özel anlamına kadar geniş bir yelpazede kullanır. Farabi' ye göre sanat, genel anlamda pratik ve nazarî akla dayalı olarak iki çeşittir. “Bu iki türden her birisini ihtiva eden sanatlar vardır. Özelliği sadece bilinmek olan şeyle ilgili bilgi, yapılacak olanın değil, bilinecek olanın bilgisini kazandıran bazı sanatlarla elde edilir. Özelliği bilinmek ve yapılmak olan şey de, diğer sanatlarla elde edilir. O halde sanatlar iki çeşittir. Birincisi, bize sadece bilinecek olan şeyin bilgisini sağlar. Diğeri ise bize, yapılması mümkün olan şeyin bilgisini ve onu yapma/eylem gücünü verir.” 772 Farabi’nin sanat kavramının kullanımında, bir hususa dikkat etmek gerekir. Farabi sanatı insan yaşamına katkı, beceri, bilgi, hüner, tecrübe kazandıran aktif bir durum olarak anlar. Farabi bize yapma gücünü veren sanatı da geçim sanatı ve yaşam tarzını belirleyen sanat olarak da iki kısma ayırır. “Bize yapılacak olan şeyin bilgisini ve onu yapma gücünü kazandıran sanatlar da iki çeşittir. Birincisi, şehirlerde doktorluk, ticaret, denizcilik vb. diğer sanatlar. İkincisi ise insanın hayat tarzının hangisinin en iyi olduğunu araştırmasına, onlarla iyilikleri bilmeye yönelmesine, yapma gücünü kazanmasına araç olan sanatlardır.”773 Burada ilgilendiğimiz sanat türü daha çok ikincisidir. Farabi' ye göre sanatın insani amacı üçtür: “Haz verme, faydalı olma ve iyi olma (sanatları). Faydalı olan, ya haz veren, ya da iyi olan şeyde faydalıdır. Şehirlerde 770 Fârâbî; Tenbih, s.73; T: s.50 Fârâbî; Tahsîl, s.121; T: s.22 772 Fârâbî; Tenbih, s.74; T: s.50 773 Fârâbî; Tenbih, s.74; T: s.50 771 266 uygulanan sanatların amacı faydalı olmadır. Hayat tarzlarından birinin seçilmesine ve seçileni yapma gücünün elde edilmesine araç olan sanatların amacı iyi olmaktır.”774 Bu durumda yaşam tarzıyla ilgili sanat edinmenin amacı, bir açıdan iyi insan olamaya katkı sağlar. Aslında bütün sanatların elde edilmesinden amaç iyi insan olmakla ilgilidir. Aynı şekilde özelliği sadece bilinmek olan şeye ulaşmamıza araç olan sanatların amacı iyi olmaktır. Çünkü sanatların kazanılması, gerçeğin kesin olarak kavranması içindir. Mutlak gerçeğin bilinmesi ise zorunlu olarak iyidir. O halde bütün sanatların ya iyiyi, ya da faydalıyı amaçladığı açık olan bir gerçektir.775 Bu nedenle, mutluluğun bir aracı olan sanatın amacı iyiyi kazanmaktır. Bir başka deyişle, iyi olmaktır. İyiyi kazanmanın yolu felsefe sanatını bilmekten geçer. “Öyleyse sanatlar iki çeşittir: Birincisinin amacı iyiyi kazanmak, ikincisinin amacı ise faydalıyı kazanmaktır. Amacı sadece iyiyi kazanmak olan sanat hiç şüphesiz felsefe ve beşerî hikmet diye adlandırılır. Faydalıyı amaçlayan sanatların hiç birisine, elbette hikmet adı verilmez. Fakat onlardan bazısı felsefeye benzetilmek suretiyle bazen bu isimle adlandırılmıştır.”776 Farabi’de, iyiye sahip olmak, iyi insan olmak demektir. İyi şeylere de ancak felsefe sanatıyla sahip olabiliriz. “Biz mutluluğa ancak iyi şeyler bizim olunca ulaşırız ve iyi şeyler de ancak felsefe sanatıyla bizim olduğuna göre, o halde felsefenin zorunlu olarak, kendisiyle mutluluk kazanılan bir şey olması gerekir. İşte bu bizim iyi ayırt etme ile vardığımız bir sonuçtur.”777 Farabi, felsefe sanatının mutluluğu kazandıran bir sanat olduğunu önümüze bir paradigma gibi koyar. Farabi'ye göre pratik ve politik sanat (biz buna siyaset felsefesi diyoruz), yeni keşiflerle ilgilidir ve “arzulanan hayat yolu” için imkânlar sağlarlar. Arzulanan hayat yolu olarak felsefe sanatı, insanı yetkin, mutlu ve hayatın yolunu erdemli yapar.778 Genel olarak söylemek gerekirse, sanat erdemi arzulanan hayat yolunda insanı yetkin ve mutlu yapar. Farabi’nin sanat erdemi üzerinde yaptığı yorumunda, Straus, Farabi’nin ahlâki hayatı öncelikle din ve dini erdemler üzerinde kurduğunu düşünerek, Farabi’nin felsefî hayat ile ahlâki hayat kavramları üzerinde yorum yapar. “Ahlâki hayat (Strauss’a göre Farabi’nin ahlâki hayatı dini hayat üzerinde temellenmektedir.) arzulanan hayatı 774 Fârâbî; Tenbih, s.74; T: s.50 Fârâbî; Tenbih, s.75; T: s.51 776 Fârâbî; Tenbih, s.75; T: s.51 777 Fârâbî; Tenbih, s.76; T: s.52 778 Christopher Colma; “Alfarabi’s Plato Revisited”, p.967 775 267 sağlamaz. Çünkü ahlâkî hayat bir insanın niçin ahlâklı olması gerektiği sorusunu sormasına izin vermez. “ahlâkî hayat onur ve ödev gibi ahlâki taleplere niçin muhakemesini yapmaksızın boyun eğmemizi ister.” Strauss’a göre arzulanan hayat yolu, muhakemesi yapılan hayat yoludur. Yani felsefe sanatına dayanan hayat yoludur. Arzulanan hayat rastgele, mistik veya irrasyonel seçimlere dayanamaz. Arzulanan hayat için sadece akıl tarafından gerekçelendirilmiş ‘felsefeye göre yaşam’ makbuldür. Ancak ahlâk şayet akılla gerekçelendirilmişse, o artık ahlâk değildir. Çünkü ahlâki eylemler, kendinden dolayı seçilmelidir, aklın o eylemleri dikte etmiş olmasından dolayı değil.779 Filozofik hayat ( felsefeye dayalı hayat) arzulanan hayattır. Çünkü gerçek yetkinlik ve mutluluk ancak Filozofik hayatla kazanılır. Filozofik hayat, sorgulanmış bir hayattır. Ancak ahlâki hayat neden ve niçin sorularını sormaya izin veren, yani hayatı akıl ile sorgulamaya izin veren bir alan değildir. Ahlâki hayat sadece alışkanlıklar sonucu yerleşmiş talepler ve önceden belirlenmiş erdemlere, sorgulamaksızın boyun eğmeyi gerektirir. Farabi’ye göre: Bundan dolayı ahlâkî hayatın kendisi sorgulanmazsa en iyi yol olamaz. Bir başka deyişle mutluluk felsefesi, tam anlamıyla felsefenin bir parçası olmalıdır. Farabi’nin deyimiyle arzulanan hayatın, felsefî hayat olması Sokrates'in “Sorgulanmamış hayat yaşanmaya değmez.” iddiasına benzerdir. Filozofik görüşte, tek arzulanan hayat sorgulanmış hayattır. Peki, Filozofik görüş ne demektir. Strauss Farabi’nin Filozofik görüş kavramından şunları anlar: insanın yetkinliği “ her bir varlığın özsel bilgisini” bilmeye bağlıdır. “Varlıklar” veya “doğal varlıklar”. Hayat yolu bu türden bilginin izlenmesi sonucu tam anlamıyla felsefî olur. Buna karşın ahlâki veya pratik şeyler (varlıklar) insan eylemlerinin ürünleri veya insan seçimleri sonucudur. Tam anlamıyla felsefe sadece doğal olanların bilgisini araştırır. Doğal olan bu şeyler, herhangi bir insan bilgisi, yapımı, seçimi veya eylemi değildir. Bu anlamda felsefe sanatı, mutluluk için gerekli olan bir sanattır.780 Bundan dolayı felsefe sanatı mutluluk açısından önemlidir. Zihin gücü, iyi ayırt etmemizi sağlayan bir güçtür. Felsefe sanatı da ayırt etmeyle meydana gelir. Buna göre: “İyi ayırt etme yetkinliğine ulaşma yolundan söz etmemiz gerekir. Buna göre felsefe ancak, ayırt etme yetkinliğiyle ile meydana geldiğine ve ayırt etme yetkinliği de ancak, 779 780 Christopher Colma; “Alfarabi’s Plato Revisited”, p.967 Christopher Colma; “Alfarabi’s Plato Revisited”, p.967 268 bilinmesi istenilen her şeyde doğru kavrayacak zihin gücüyle ulaşıldığına göre, o halde doğruyu kavrama gücünü, bunların hepsinden önce kazanmış olmamız gerekir.”781 Felsefe sanatını elde etmenin ilk basamağı doğru kavrama gücüne sahip olmaktır. Farabi'nin doğru kavramayla kast ettiği şey, “bir insanın bir şeyi her müşahede ettiğinde, görüşünün, daima, müşahede edilen o şeyin, olduğundan başka şekilde olmasının imkânsızlığının doğruluğunu bulmasıdır.”782 Doğruyu kavrama da, bir çeşit amelî hikmettir. “Zihin, alışılagelen görüşlerin ihtilaf halinde bulunduğu konuda, doğru hükmü bulma gücü ve tashih etme kabiliyetidir. Bu da, doğru görüşü ortaya çıkarmada yetkinliktir. O halde bu da, bir çeşit amelî hikmettir.”783 Bize, doğruyu kavramayı sağlayan da mantık sanatıdır. Mantık sanatı bize, doğrunun gerçekten doğru olduğunu bilmemizi ve ona bu şekilde inanmamızı, yanlışın gerçekten kesin olarak yanlış olduğunu bilmemizi ve böylece bundan kaçınmamızı, doğruya benzeyen yanlışı bilmemizi ve bunda hata yapmamamızı, aslında doğru olan fakat yanlışa benzeyen şeyi bilmememizi ve bu konuda aldanmamamızı sağlayan bir güç kazandırır.784 Biz bu güç aracılığıyla mutluluk yoluna adım atarız. Mantık sanatı; iyi eylemler, yani erdemler, dolayısıyla da mutluluk için bir araç bilim/sanattır. Nazarî bilginin kendisi de mutluluğun en yetkin bir aracıdır. Yeri gelmişken, bu hususu ilgilendiren bir tespite değinmek istiyoruz. “Mantık ve gramerin bir nazarî ilim mi yoksa alet ilmi mi olduğu Farabi' de nisbeten belirsiz kalmaktadır”785 şeklindeki bir düşünce, bize, Farabi'nin düşünce sistemini anlamamaktan kaynaklanan bir haksızlık gibi görünüyor. Yazar, buna gerekçe olarak, Farabi’nin Tenbih’te, ilimlerin niçin nazarî ve amelî olarak ayrıldığını ve onların öğrenimine neden mantıkla başlaması gerektiğini, ancak ilimlerin sayımına tahsis ettiği eserine (ihsaü’l-ulum) ise gramer ile başladığını göstermektedir. Her iki gerekçe de metinlerin bağlamını ve Farabi’nin düşünce sistemindeki nazarî ve amelî bir bütünün iki farklı yüzü olduğu gerçeğini iyi anlamamaktan kaynaklanmaktadır. İkincisi, Farabi’nin İhsa’ya gramer ilmi ile başlaması, yazarın bu görüşüne delil olmaz. Çünkü Farabi gramerden sonra mantık ilmine, ondan sonra da nazarî aklın konusu olan metafizik ilimlere geçmektedir. Üçüncüsü, Tenbih’te Farabi, mutluluğu elde etmede iyi ayırt etme koşulunu anlatırken, 781 Fârâbî; Tenbih, s.77; T: s.53 Fârâbî; Fusul, s.58; T: s.46 783 Fârâbî; Fusul, s.58; T: s.46 784 Fârâbî; Tenbih, s.77; T: s.53 785 Hasan Hüseyin Bircan; İslam Felsefesinde Mutluluk, İz Yayıcılık, İstanbul 2001, s.157 782 269 bize iyi ayırt etmeyi öğretmede araç konumunda belirttiği mantık sanatına/ilmine geçmektedir. Üç parağraf öncesinde nazarî felsefenin sadece tanımını vermiş ve hemen ardından medeni felsefenin tanımına geçmiştir.786 Farabi; mutluluk sanatına araç olan mantık sanatının faydalarını şöyle sıralar: 1- Her ne olursa olsun, hangi inancın doğru, hangisinin yanlış olduğunun bilinmesi 2- İnsanı doğruya sevk eden veya 3- İnsanın zihnini doğrudan uzaklaştıran 4- Doğruyu yanlış zan ettiren veya 5- Yanlışı doğru şekilde tasavvur ettiren- ki bu durumda insan zihni, farkında olmaksızın, yanlışın içerisinde şeylerin bilinmesi 6- İnsanın farkında olmaksızın yanlışa inanmaya başladığında, onu, kendi zihninden uzaklaştırmasına veya 7- Eğer bir başkası, farkında olmaksızın yanlışa düşmüşse, onun, bundan uzaklaşmasına araç olan yolların bilinmesini sağlar. Böylece insan, bilmek istediği bir amaca yöneldiğinde, kendisine, onun doğrusunu bildiren şeyleri kullanmak ister ve kendisini, onun doğrusundan uzaklaştıran şeylerden kaçınır. Yine mantık sanatı 8- İnsan bir şey hakkında bir inanca sahip olur ve onun doğru olup olmadığı konusunda içine bir şüphe düşerse, onun doğru olup olmadığı hakkında bir kesinliğe ulaşıncaya kadar, insana, onu inceleme imkânı veren ve 9- Bu esnada, insan, farkında olmaksızın bir yanlışa düşerse ve saplanır kalırsa ona, bu yanlışı zihninden uzaklaştırma imkânını veren yolların bilinmesini sağlar.787 Mantık sanatının faydalarını yukardaki şekilde özetleyen Farabi, mantık sanatını bu faydalarından ötürü ilgilenilmesi gereken öncelikli bir sanat olarak değerlendirmektedir. “Mantık sanatı, anlattığımız böyle bir duruma sahip olduğuna göre, o halde zorunlu olarak, onunla, diğer sanatlardan daha önce ilgilenilmesi gerekir.”788 Farabi, daha da ileri giderek mantık sanatını insana en çok özgü olan bir sanat olarak nitelendirir. “İnsana ait olan iyi şeylerin bir kısmının mantık sanatına özgü oluşu, diğer bir kısım şeylerden daha güçlü olduğuna, insanın, insan olmasını sağlayan şey akıl olduğu için, insana en çok özgü olan şey, insanın aklı olduğuna göre ve insana bu sanat iyi şeyler kazandırdığına göre, o halde bu sanat, insana en çok özgü olan iyi şeyleri kazandırır.”789 Ancak bir hususu belirtmemizde fayda vardır. Farabi'nin mantıkla kastettiği şey, günümüzde mantık bilimi olarak anlaşılan biçimsel mantık değildir. Farabi’nin mantık 786 Fârâbî; Tenbih, s.53; T: s.52 Fârâbî; Tenbih, s.78; T: s.54 788 Fârâbî; Tenbih, s.78; T: s.54 789 Fârâbî; Tenbih, s.78; T: s.54 787 270 sanatıyla kastettiği şey; mutluluğa araç olacak biçimde içsel olan duygu ve düşünceleri doğruya uygun bir biçimde şekillendirmeyi sağlayan bir güç olarak görür. Mantık olmaksızın, cümlelerin ve yorumların etkilerini anlamak için beklemek gerekseydi, bu son derece tehlikeli olurdu. Filozofların sembolleri kullanmak için güvenli bir yöntem seçmeleri doğaldır. Caddelerde araçların hareketlerinin kurallara bağlanması gibi, filozoflar da sözcüklerin etkilerine böyle bir disiplin vermek istemişlerdir. Bu disipline daha sonra mantık adı verildi. İç dünyamıza ait bu kurallar, dış dünyaya da uyduğu için, bir güvence oluşturmaktadır. Mantık, insanın düşüncesine bir düzen vermiştir. Ancak doğru gibi görünen bir mantık yürütmeden sonra, her şeyin kazanılmış olduğuna inanmak gibi tehlikeli bir düşünce de armağan etmiştir.790 Ahlâki eylemlerde, dil ve düşüncenin apayrı bir yeri vardır. Dil ve düşünce doğruyu kavramada kullandığımız iki önemli araçtır. Dil, bir aynadır; herkes orada kendi ahlâki yüzünü görebilir. Kuşkusuz, yanlışın en büyük nedenlerinden biri dildir. Ne var ki doğrunun da en güvenilir, en sağlam taşıyıcısı gene dildir.791 Bu gerçeğin farkında olan Farabi, gramer sanatını ihmal etmez. “Dil ile ifade etmeye de, “nutk” ve “mantık” adı verildiği için birçok insan, bu sanatın amacının; insana, bir şeyle ilgili ifadenin doğruluğu hakkında bilgi ve o ifadeyi düzeltme gücü vermek olduğunu sandı. Fakat bu böyle değildir. Çünkü bir ifadenin doğruluğuyla ilgili bilgi ve o ifadeyi düzeltme gücü veren sanat, gramer sanatıdır. Bu hatanın nedeni; gramerin amacıyla, bu sanatla kastedilenin, mantığın amacının sadece isim bakımından aynı olmasıdır. Çünkü onların her ikisi de mantık adıyla adlandırılır. Fakat bu sanatla kastedilen, mantık adının işaret ettiği iki anlamdan sadece ve sadece birisidir.”792 Gramer dili, mantık zihni düzeltir. Düzeltilmiş bir zihin zaaflara karşı güçlendirilmiş bir zihindir. Böyle güçlü bir zihin, iyi ayırt edebilen bir zihindir. İyi ayırt edebilen güçlü zihin, mutluluğun ön koşuludur. Bu nedenle Farabi, gramer sanatı ile mantık sanatı arasında ilişki kurar. Bu nedenle Farabi garamer sanatı ile mantık sanatı arasındaki bağı tamamen koparmaz: “Ancak gramer sanatı ile mantık sanatı arasında bir benzerlik vardır. Gramer sanatı, konuştuğumuz şeyin doğruluğuyla ilgili bilgi ve ana dilini konuşan bir kimse alışkanlığıyla doğru konuşma gücünü verir. Mantık sanatı ise, akıl 790 Andre Maurois; Yaşama Sanatı, s.27–28 Nermi Uygur; Yaşama Felsefesi, s.98 792 Fârâbî; Tenbih, s.80; T: s.56 791 271 ile kavranılan şeyin doğruluğuyla ilgili bilgi ve kavranılan şeyde doğruluğu kazanma gücü verir. Tıpkı gramer sanatının, ana dilini konuşan bir kimse alışkanlığıyla doğru telaffuz edecek şekilde, dili düzelttiği gibi, mantık sanatı da, her şeyin doğrusunu akıl ile kavrayacak şekilde, zihni düzeltir. Kısacası, gramer sanatıyla lafızlar arsındaki ilişki, mantık sanatı ile düşünülür şeyler ( makulat) arasındaki ilişkiye benzer.”793 Düşünülürler arasında doğru ilişkiler kurabilmek hem amaç ve araç ilişkisi açısından hem de mutluluk açısından önemlidir. Anında haz veren bir nesneyle ilgili düşünülürü, “bu beni mutlu eder” yargısındaki düşünülürle düşünmeksizin ilişkilendirmek iyi ayırt etme gücünü devre dışı bırakmak demektir. Dil ve sanat, ortak bir ad altında, taklit kategorisi altına sokulmuşlardır. Her ikisinin de işlevi taklittir. Dil seslerin taklidi, sanat ise dış nesnelerin taklididir. Taklidin kendisi ise temel bir içgüdü, insan doğasının yok edilmeyen bir olgusudur. Aristo: “Taklit, daha çocukluktan başlayarak insanın doğasında vardır; öteki hayvanlardan taklide duyduğu büyük eğilimlerle ayrılır insanoğlu ve ilk bilgilerini taklit yoluyla edinir; taklitten büyük bir haz alır.” diyor.794 Taklit aynı zamanda, tükenmez haz kaynağıdır. Bazı nesnelerin kendisini görmek, bize acı verdiği halde, bunların en gerçekçi tasarımlarını sanatta seyrederken haz duyarız. Örneğin, ölü bedenlerin sanat yapıtı olarak karşımıza çıkmasından estetik haz duyarız. Bir şey öğreniyor olmak, hazların en büyüğüdür. Resmi izlerken duyulan hazzın nedeni, aynı zamanda izlerken bir şeyler öğreniyor olmaktır. İlk bakışta bu ilke, yalnızca tasarımsal sanatlara özgüymüş gibi görülebilir, ama bu ilke kolaylıkla tüm öteki biçimlere de aktarılabilir. Örneğin; müziğin kendisi, nesnelerin bir resmi olmuştur. Flüt çalmak, dans etmek taklitten başka bir şey değildir. Çünkü flüt çalan, dans eden, kendi ritimleriyle insanların ne yaptıklarını ve üzüntülerini olduğu kadar, öz yapılarını da canlandırır. Resim dilsiz şiir, şiir ise konuşan resimdir. Şiir, resimden öykünmenin genel işlevi bakımından değil, biçim ve araçlar bakımından ayrılır.795 Aynı şekilde, türkülerimiz, sanat müziğimiz suskun uygarlığımızın ritimli, ahenkli hoş sesidir. Bu hoş sesi dinleyebilmek, anlayabilmek, sessiz uygarlığı konuşturabilmek ve doğruyu kavramak sanatına sahip olmak demektir. 793 Fârâbî; Tenbih, s.80; T: s.56 Aristoteles; Poetika, (çev: Samih Rifat), Küçük Kitaplar İstanbul Tarih verilmemiş, s.25 795 Ernst Cassier; İnsan Üstüne Bir Deneme, (çev: Necla Arat), Remzi Kitabevi , İstanbul 1980, s.133 794 272 Birbirimizle anlaşmak için kullandığımız sözcüklerin ötesinde, bizlerin aramızda iletişim kurmamızı sağlayan bir ikinci lisan daha vardır: Müzik, ritim ya da ton. Ritim ve tonun, sözcüklerden farklı olarak, kulaklarımızın ötesinde duyumsanabilme özellikleri de mevcuttur. Dost canlısı bir insanın sesinde, kullandığı sözcüklerde, hareketlerinde ve karakterinde bir uyum gözlenir. İnsana pek de arkadaşça yaklaşmayan bir kimsenin hareketlerinde, ifadesinde, bakışlarında ve hatta yürüyüşünde ise bütünüyle bir uyumsuzluk sergilenir.796 Oysaki mutluluk için duyguda, düşüncede, dilde, eylemde ve görünüşte uyumun olması gereklidir. Çünkü kozmik hayat uyuma, ahenge, ritme dayalı bir hayatır. Kozmik eylemleri taklit etme sanatı mutluluğu hisedebilme sanatıdır. Bu bağlamda müzik sadece bir eğlence ve zaman geçirme aracı değildir. Çünkü müzik, eğlencenin çok ötesinde yer alan bazı özellikler taşır. İnsanı canlı tutan, vücudunda kesintisizce akan ritimdir. Nitekim nabzın, kalbin ve nefesin birbirleriyle uyumlu bir ritimde çalışmaları, insanlardaki en önemli canlılık belirtisidir. Sağlıklı olmamız ve duygularımız, bu hayat ritimlerinin düzenli olmasına bağlıdır.797 Müzik, insanın mutluluğu bir başkasıyla paylaşmanın en güzel yoludur. “Müzik, ruhun kullandığı lisandır. İki insanın veya daha geniş halk kitlelerinin bütünleşmesi için, müzikten daha iyi araç yoktur. Müzik, sadece insanları birbirleriyle birleştirmekle kalmaz, insanı Tanrı ile de birleştirir.”798 Müziğin bu gücünden haberdar olan Platon ve Farabi, müzik sanatının eğitimde ve insanî etkinlikteki önemini vurgulamışlardır. Farabi, yukarda kısaca görüşlerini özetlediğimiz konulara değinerek şöyle söyler: “Buraya kadar söylenenlerle, mutluluğa giden yolun nasıl olduğu, mutluluk yoluna nasıl yönelinileceği, hangi aşamada neye yönelmemiz gerektiği, hangi aşamanın ilk aşama olduğu ve ilk aşamanın, mantık sanatının, elde edilmesi olduğu ortaya çıkmıştır.”799 Bundan sonra Farabi; mantık sanatından yararlanarak ilk bilgilerin, son yetkinlikler için kullanılması gerektiğini söyler. Farabi' ye göre ilk bilgi: “ilk bilgiler sağlam zihinli hiçbir kimsenin onun bilgisinden yoksun olamayacağı şeylerdir.”800 İlk bilgiler insanlık için ortak olan bilgilerdir. “Hiçbir kimsenin bilgisinden yoksun olamayacağı bütün bu şeyler, yaratılıştan insan zihninde mevcuttur.”801 796 Sufi İnayat Khan; Müzik, (çev: Kaan H.Ökten; Tuğrul Ökten), Arıtan Yayınevi, İstanbul 1994, s.27 Sufi İnayat Khan; Müzik, s.49 798 Sufi İnayat Khan; Müzik, s.58 799 Fârâbî; Tenbih, s.72; T: s.56 800 Fârâbî; Tenbih, s.82; T: s.57 801 Fârâbî; Tenbih, s.82; T: s.58 797 273 Mutluluğun aracı olan birçok sanat olduğuna göre Farabi “hâkim sanat” kavramını ortaya atarak; “hâkimiyet bakımından kendisinden daha üstün bir sanatın olmadığı hâkim sanat, işlevlerini gerçekleştirmek istediğimizde bütün sanatların işlevlerini kullanmaksızın bunu yapmamızın mümkün olmadığı gerçekleştirmede bütün diğer sanatları gerektiren sanattır” der. sanattır. 802 O, amacını Sanatçının, sanatının erbabı olmasını “seçkin” olarak nitelendirir. “Her sanat erbabı içinde usta olanın seçkin diye adlandırılmasının nedeni budur. Çünkü insanlar, sanatının nesneleri ile ilgili olarak onun denenmemiş ortak görüşlere uygun olan şeyle kendisini sınırlandırmadığını, tersine onları tam olarak sayıp sıkı bir biçimde incelediğini bilirler.”803 Farabi diğer bütün sanatların amacını, insanın mutluluğa iletilmesi olarak gösterir ve şiir sanatı üzerinde detaylıca durur. “Bütün şiirlerle, ancak, bir şeyin hayal gücüne dayanan yetkinlik bir etkisinin meydana getirilmesi amaçlanır. Onlar altı çeşittir. Üçü, övülmüş; üçü de, kötülenmiştir. Övülen bu üçten biri, kendisiyle düşünme melekesinin (elkuvvetu’n-natıka) ıslahı, onun eylemlerinin ve düşüncesinin mutluluğa doğru yöneltilmesi; ilâhî şeylerin ve iyi eylemlerin hayal gücüne dayanan bir etkisinin meydana getirilmesi erdemlerin hayal gücüne dayanan bir etkisini meydana getirmede ve onları tasvip etmede, kötü işleri ve eksiklikleri kötülemede ve onları küçük düşürmede yetkinlik, amaçlanandır.804 Şiir sanatının ikinci faydası şudur: “İkincisi, kendisiyle, nefsin kuvvetle ilgili duyguların ıslah edilmesi ve düzeltilmesi ve onların, mutedil hale gelip, aşırı olmaktan çıkıncaya kadar kırılması amaçlanır. Nefsin bu arazları: Öfke, kibir, zulüm, küstahlık, şeref ve tahakküm sevgisi, hırs vb. dir. Bu özelliklere sahip olanlar, bu tür şiirler vasıtasıyla, onları kötü işlerde değil, iyiliklerde kullanmaya sevk edilirler.”805 “Üçüncüsü, kendisiyle; nefsin zaaf ve gevşeklikle ilgili arazlarının, yani şehvet, adî lezzetler, nefsin yanlışlık ve gevşekliği, merhamet, korku, endişe, keder, mahcubiyet; lüks, yumuşaklık vb. nin mutedil hâle gelinceye kadar bastırılması aşırılıktan vazgeçmesi için, iyileştirilmesi ve düzeltilmesi amaçlanandır. Bu özelliklere sahip olanlar, onları, kötü işlerde değil iyiliklerde kullamaya sevk edilirler. Kötülenen üç tür ise, Övülen diğer üç türün zıddıdır. Çünkü bu, diğerinin düzelttiği şeyin hepsini bozar, 802 Fârâbî; Tahsîl, s.157; T: s.75 Fârâbî; Tahsîl, s.179; T: s.87 804 Fârâbî; Fusul, s.64; T: s.49 805 Fârâbî; Fusul, s.64; T: s. 49 803 274 aynı şekilde ve onu mutedillikten aşırılığa götürür. Melodi (elhan) ve şarkıların (eğani) türleri, şiirin (farklı) türlerine uyar ve onunla aynı bölümlere sahiptir.”806 Mutluluğun estetik tecrübesi de insanda var olan sanat gücünü gerçekleştirirken, sanatsal bir tecrübe yaşamaktır. Bu sanatsal tecrübe, tahayyül gücüne dayanmaktadır ve bazen bunun boyutu korku duygusuna kadar uzanabilir. Çünkü “Korkuyu hissetme gücü ile mutluluğu hissetme gücü aynı güçtür.”807 Bu inceliği bilen bazı sanatlar, trajediyi mutluluk için kullanabilmeyi bilmişlerdir. Günümüzde de korkuya dayalı bazı sanatların insana asıl vermek istedikleri mesaj, mutluluğa olan özlemi tetiklemekten başka bir şey değildir. Sanat ve yetkinlik arasında doğrudan bir ilişki vardır. Aslında sanat ve yetkinlik arasındaki bu ilişkiden dolayı mutluluğa birey ve toplumda kalıcılığı sağlayan köprüler kurulur. Yetkinlik, bir anlamda, bulunduğumuz alanda elimizden gelen en iyiyi yapmaktır. Sanat bu anlamda elinden geleni en güzel, en iyi şekilde kendini vererek yapması gerekeni yapmaktır.808 Bu nedenle, bize mutluluğumuzu hatırlatan sanat eserlerinin çevremizde olmasını savunan görüşleri duymak tuhaf olmasa gerektir. Sanata konu olan karakterlerin dikkate değer bir yönü vardır. “ Karakterler, ahlâksal ve metafizik düşünce ve kuramların toplumsal yaşamda kendileri aracılığıyla somut bir varlık kazanmalarından dolayı, kendi kültürlerinin, deyim yerindeyse ahlâksal temsilcileridir. Karakterler, ahlâk felsefeleri tarafından takınılan maskelerdir. Bu tür kuramlar, bu tür felsefeler, toplumsal yaşama kuşkusuz çeşitli yollardan girerler: Belki de kitap, vaaz ve söyleşilerde açıkça belirtilen fikirler veya resimler, oyunlar ya da rüyadaki simgesel konulardır.”809 Bu simgelerin gücü o kadar etkilidir ki, zamanla bu simgeler toplumsal karakter haline dönüşür. Bazen de semboller, ahlâki meşruiyetin kaynağı olurlar. Bu yüzden “karakterler, toplumsal varoluşun bir biçimini ahlâksal olarak meşrulaştırır”810 denilmiştir. Bu nedenle Farabi’ye göre mutluluk sanatını öğrenmek, bireylerin ve toplumların tasavvur ve tahayyül güçlerini en yetkin şekilde kullanmalarına bağlıdır. Kutsal Dalai 806 Fârâbî; Fusul, s.64; T: s. 49 Norbert Rath; “The Power To Feel Fear and the One to Feel Happiness are the Same”, Journal of Happiness Studies, Vol.3, 2002, p.10 808 Crispin Sartwell; Yaşama Sanatı, (çev: Abdullah Yılmaz), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2000, s.24 809 MacIntyre; Erdem Peşinde, s.52 810 MacIntyre; Erdem Peşinde, s.54 807 275 Lama: “Mutluluğu aramanın ilk adımı öğrenmektir.”811 derken çok haklıdır. Burada bu vesileyle Farabi’nin mantık sanatından başlayarak öğrenme ilkesi üzerinde önemle durmasını bir kez daha hatırlıyoruz. Ancak öğrenme için sadece tasavvurun değil, gerektiğinde tahayyül gücünün de kullanılması gerektiğini, Farabi'den öğreniyoruz. Tahayyül gücü, eğitim ve öğretim sürecinde en çok haz veren, insanın zihnî ufkunu ve ilgi alanını alabildiğine genişleten araçlardan en önemlisidir. Tahayyül gücü hakkında Pascal şunları söyler: “Aklı denetleyip hükmü altına almaktan hoşlanan bu mağrur güç, her alanda nelere muktedir olduğunu göstermekten zevk duyduğu için, insanda adeta ikinci bir tabiat tesis etmiştir… Yerine göre duygularımızı öldürür ve uyandırır… Tahayyül gücü, aptalları hikmet sahibi kılmaz, fakat dostlarını biçare bir halde bırakan aklın aksine, onları mutlu eder… İnsan, akıl ve tahayyül arasında bir ittifak sağlamaya mecbur gözüküyor.”812 Söz konusu bu mecburiyeti en güzel şekilde gerçekleştiren araç olarak elimizde, sanat ve onun ortaya çıkardığı erdemleri vardır. G.Robinson ve J.Rundell’in dediği gibi, aşkın olana ulaşma yolundaki koşulları gevşeten akıl değil, tahayyül gücüdür. İnsan kanıtlamalarla dolu olan tasavvurun verdiği ruhî daralmayı, başındaki tahayyül gücünün yardımıyla kolayca gevşetebilir.813 “İnsan, varlıkların ilkelerini, mertebelerini, mutluluğu ve erdemli şehrin yönetimini ya tasavvur eder ve düşünür, ya da tahayyül eder. Onların tasavvur edilmesi, özlerinin, gerçekte nasıl var iseler öylece insan nefsinde canlandırılmasıdır. Bu, görünen varlıklardaki duruma benzer. Söz gelişi biz insanın ya kendisini ya da görüntüsünü, örneğin, suya düşen görüntüsünü görürüz. İnsanı doğrudan doğruya görmemiz, aklın, varlıkların ilk ilkelerini, mutluluk ve benzeri şeyleri tasavvur etmesine, görüntüsünü suda görmemiz ise tahayyül etmeye benzer. Çünkü onu aynada görmemiz, onun bir görüntüsünü (taklit) görmemiz demektir. Aynı şekilde tahayyül ettiğimizde, onların bizzat kendilerini değil, yalnızca taklitlerini tasavvur etmiş oluruz.814 Ancak insanların çoğu, hem yaratılıştan hem de alışkanlıklar sonucu tasavvur güçlerini kullanmamakta ve mutluluk için gerekli olan varlık ilkelerini, birinci derecede yönetimi, Faal Aklı tasavvur etmekte güçlük çekebilmektedirler. Bu nedenle bu tür insanlar için 811 Dalai Lama; Mutluluk Sanatı, s.48 Blasie Pascal; Düşünceler, (çev: Metin Karabaşoğlu), Kaknüs Yayınları, İstanbul 2000, s.25–27 813 G. Robinson; J. Rundell; Tahayyül Gücünü Yeniden Düşünmek, (çev: Ertuğrul Başer), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 1999, s.19–21 814 Fârâbî; Siyâse, s.74; T: s.50 812 276 söz konusu şeylerin, benzer ve taklitlerinin nasıl olduklarının ortaya konması gerekir. Taklitler ise varlıklara benzemede yakın ve uzak olarak farklılıklar gösterebilirler. Örneğin “suya yansıyan insanın görüntüsü, tahayyül yoluyla elde edilen gerçek insana daha yakındır.”815 Bu nedenle farklı sanatlar kullanarak “şeylerin taklitlerini her topluluk ve ulus için ortaya koymak” ve insanları tahayyül yoluyla mutluluğa yöneltmek önemlidir. Erdemleri tahayyül gücünü kullanarak öğretmede, öykü sanatının önemine değinmeden geçemeyeceğiz. Macıntyre: “İnsan öykü anlatan bir canlıdır.” der.816 İnsan öyküyü hakikati özlediği için anlatmak ister. Öykülerde, insanlık tarihinin erdem hazineleri saklıdır. Bu hazinelerden öykü dinleyicileri/ okuyucuları kendilerine hitap eden kahramanlarla özdeşleşir, onları erdemleri için örnek alıp “ne yapmam gerekir” sorusuna cevap bulabilirler. “Dolayısıyla çocukları öykülerden mahrum ederseniz, konuşmalarında olduğu kadar eylemlerinde de kaygılı ve kekeme olacaklardır.”817 Öyküler anlatmanın insanları erdemler konusunda eğitmede anahtar bir konuma sahip olduğunu savunan orta çağ ahlâkçılarının haklılığı, geçerliliği hala devam etmektedir. 2.3. Erdemli Eylem Erdemli eylem erdeme göre yapılmış eylemdir. Eylemler ayırt etme yetkinliği, gönüllü ve alışkanlık haline gelmiş bir biçiminde sürekli olarak yapılırsa, eylemler erdemli eylem olur. Bu nedenle aşağıda erdemli eylemin koşulları üzerinde duracağız. 2.3.1.Erdemli Eylemin Koşulları 2.3.1.1. Ayırt Etme Yetkinliği Farabi “ayırt etme yetkinliğini” (cevdetü’-temyiz) iyi yaşamın en önemli koşulu olarak ilan eder. Bu nedenle episteme erdemin önemli bir koşuludur. Çünkü doğru bilgi, sahibine mutluluk kazandırmada en önemli unsurlardan biridir. Erdemi bilmek, nasıl erdemli olacağımız, erdemli olmak için gerekli olan inanç ve duygu kavramlarının tümü bilgiyle ilişkilidir. Hayat hakkında ne düşünmeliyim, neye inanmalıyım, ne istemeliyim, 815 Fârâbî; Siyâse, s.85; T: s.51 MacIntyre; Erdem Peşinde, s.319 817 MacIntyre; Erdem Peşinde, s.319 816 277 ne yapmalıyım, nasıl yaşamalıyım, gerçek amacımı ve en iyileri nasıl bilebilirim? Sorularının tümü temelde “ayırt etme yetkinliğine” bağlıdır. Ayırt etme yetkinliği yolunda en büyük engel, irade zayıflığıdır. Ayırt etme yeteneğine sahip olabilmek için öncelikle irade zayıflığını ve çeşitlerini bilmek gerekir. Filozoflar, irade zayıflığı problemi, diğer adıyla akrasia üzerinde durmuşlarıdır. İrade zayıflığı, irrasyonel motive edilmiş kararlar ve eylemlerdir. İrade zayıflığı, bir insanın akla ve sağlam muhakemeye dayanan önceki kararını arzuların etkilemesi sonucu, kuşkuya düşüp buna göre davranmaya başlamasıdır. İrade zayıflığının birçok çeşitdi vardır. Özne, bazen karar vermesini sağlayan argümanlarda kuşkuya düşebilir. A’yı tercih etmesine neden olan argümanları ona önceleri daha sağlam gelmişken, kuşkuya düşüp daha sonra B’yi tercih edebilir. İrade zayıflığının bir başka biçimi de Arthur Walker’in isimlendirdiği gibi “kölelik” argümanıdır.818 İrade zayıflığını açıklama konusunda bu argümanı savunanlar şunu iddia ederler. Zayıf iradeli özne için A’yı arzulamak karşı konulması imkânsız bir şeydir. İşte tam bundan dolayı onun eylemi özgür değildir. Farabi’nin “doğuştan köle tabitlı köleler” dediği bu sınıfa girenler ve eylemlerinde özğür olamayanlardır. İyi ayırt etme yeteneğine sahip insanların eylemleri, özgür eylemlerdir. Özgür eylemler ise mutluluk için temeldir. Başka bir deyişle iradesi güçlü olan insanlar özgür, zayıf olanlar ise arzularına köle insanlardır. Şimdi buna biraz daha yakından bakalım. Kuşkucu argümana göre kuşku içinde olan insanların irade zayıflığı içeren eylemleri, gerçek özgürlük değildir. Bu yüzden de onlar gerçek irade zayıfı değillerdir. Çünkü bu türden irade zayıfı, sadece güven içerisinde iradeyi kullanmamaktadır. Başka bir deyişle kararını arzulardan kurtarmış ancak akla tam dayandırmayı başaramamıştır. Kararını etkileyen yargılar arasında bocalamaktadır. Burada sorun iradeden ziyade seçim/tercih sorunu olmaktadır. Seçim kavramı, pratik akıldan gelen algıları ve bilgileri değerlendirmekle ilgilidir. Seçimin yetkinliği insanın daha iyi yargıları tercih etmesindedir. Seçim daha çok, bilgiyle ilgilidir. Güçlü bir irade arzuların ayartmasından kurtulmuş bir iradedir. Zayıf bir irade ise, arzuların ayartmasından kurtulmamış ve seçimin yetkinlik fonksiyonunu boşa çıkaran iradedir. İnsanların eylemlerde bulunabilmesi için, eylemlerine yeterli nedenler bulmaları gerekir. Yine de insanlar, eylemleri için yeterli nedenler bulamasalar da onları yeteri 818 Arthur F. Walker; “The Problem of Weakness of Will”, Noû, Vol.23, Dec.1989, p.654 278 derecede motive eden eylemi yaparlar. İnsan, en iyi olarak düşündüğü şeyi yapmaktan ziyade, yapmak istediğini yapmaktadır. Buna göre eylemler için nedenler, birbirinden farklı iki önemli boyuta sahiptir. Birincisi öznenin nedenleri değerlendirmesi, ikincisi ise nedenlerin motivasyonel gücü.819 Daha iyi yargılarına karşı eylemde bulunan özne, nedenini değerlendirmeyle değil, motivasyonla özdeşleştirmiş demektir. Burada karşımıza çıkan bir soruna da dikkat çekmek istiyoruz. Değerlendirme ve motivasyon arasında bir dengesizlik ihtimali var mıdır? Sokrates geleneğini izleyenlerin değerlendirme ve motivasyonu arasında her hangi bir dengesizliğin olmadığı görüşündedirler. Buna göre bilen birinin erdemsiz davranması imkânsızdır. Erdemsiz davranıyorsa bu onun gerçek anlamda bilmediğini gösterir. Aristo aynı kanıda değildir. O, bilgi ve arzular arasında oluşan iradî zayıflığı göz önünde tutmaktadır. Aynı şekilde Farabi de fikrî erdem ile ahlâki erdemi birbirinden bu nedenden dolayı ayırmaktadır. Mutluluğun oluşması, sadece amaçlanmış ve muhakeme edilmiş eylemlere bağlıdır. Kişi eylemini muhakemesiz arzu yoluyla yapabilir ve bilinçsiz amaçlar hedefleyip sonucundan da mutlu olabilir. Ancak bu kişinin muhakeme gücünü zayıflatır ve onu gittikçe kötü biri yapar. Kötü kişilik, mutsuzluğu doğurur. Erdem ve eylemler arasındaki ilişki, başlangıçta iyi ayırt etmeye bağlıdır. Kolaylaştırıcılar ise eylemler ve erdemler arasındaki bağı güçlendirirler. Zengin bir insanın cömertlik erdemine sahip olması daha kolaydır. Kolaylaştırıcıların erdemli insana sağladığı başlıca şey, doğrudan insanın iyi olmasına ve erdemli insan olmasına değil, tam tersi insanın iyi insan veya erdemli insan olmak için eylemleri bakımından kolaylıklardır. Bu durumda kolaylaştırıcıların öznenin epistemik durumuna sağladığı şey ise, eylemlerin daha kolay çoğalması ve eylemlerin performanslı olmasıdır. Burada öznenin epistemik durumu ile öznenin kendisi özdeşleşmektedir. Ancak burada, öznenin epistemik durumundan ortaya çıkan eylemler düşünülerek yapılan eylemlerdir. Kişinin epistemik durumu ise onun sahip olduğu eylem bilgileri değil, eylemlerine kaynak olan, dünya görüşü, eşyayı algılama biçimidir. Biz düşünceli (deliberative) eylemlerin kapasitesiyle orantılı olarak kendimiz için en iyi amaçlar ve bu amaçları elde edecek en uygun araçları elde ederiz. İşte erdem de bu eylemleri kontrol eden ve yönlendiren temel bir güç konumunda olmaktadır.820 819 820 Arthur F. Walker; “The Problem of Weakness of Will”, p.662 Panos Dimas; “Happiness in the Euthydemus”, p.18 279 Zihnin doğasının en temel karakteristiği, muhakemedir (deliberation) ve en azından muhakeme anında zihnin değeri kendinden ötürüdür. Rasyonel varlık olan insan, muhakeme yoluyla kendi amacını belirlemelidir.821 Özne, eylemleri için nedensel süreci; hem nedenlerini epistemolojik olarak değerlendirmekte hem de nedenlerinin motivasyon gücünün çekiciliğini hesaplamak zorundadır. Başka bir deyişle arzunun şiddetini, dominantlığını yenecek kendini kontrol, ölçülülük gibi ahlâki erdemleri seçmiş ve seçimlerini kendisinde önceden karakter haline getirmiş olması gerekir. Bu durumda özne, bir neden için hareket eder, fakat bu öznenin eylemini tam olarak açıklayamaz. Aynı zamanda öznenin nedensel moda göre davranmayan seçim, niyet, gönüllülük, arzu, bilinçli tercih gibi zihinsel süreçleri de anlamak zorundayız. Bütün bu zihinsel süreçleri insan, kendi epistemolojik dünyasında mutluluk sandığı şeyler etrafında oluşturur. Çünkü her insan, mutluluğa olan aşırı özleminden dolayı genellikle iyi ayırt etmeyi devre dışı bırakmak süretiyle sanı ve inançlarına göre hareket eder. “Bu sözün doğruluğunun delili, her insanın, bizzat kendi tahmin ve takdirine dayanarak, mutluluğun tek başına yeterli olduğu inanç (zan) ve kanaatini (itikad) taşımasıdır. Çünkü bazıları zenginliği, bazıları haz veren şeylerden yararlanmanın, bazıları yönetmenin (siyaset), bazıları bilgi ve diğerleri de bunlardan başka şeylerin mutluluk olduğuna inanırlar. Herkes, kendisinin kesin olarak mutluluk olduğunu düşündüğü şeyin, en çok tercih edilen, en büyük ve en yetkin iyi olduğuna inanır.”822 Kişi, hangi biçimde olursa olsun, tercih ettiği mutluluk amacını elde etmek için epistemik aşamalardan geçmek zorundadır. “Mutluluk, iyi şeyler arasında böyle bir derecede bulunduğuna ve mutluluk en son “beşerî yetkinlik” olduğuna göre, onu kendisi için tercih eden kimsenin, ona ulaşmasını sağlayacak yollara ve işlere sahip olması gerekir.”823 Gerçek olmayan bir mutluluk amacı için bile iyi ayırt etmenin neden olduğu epistemik süreç öncesinde mutluluk yolu ve mutlulukla ilgili işlere niyetlenmek vardır. Farabi, iyi ve kötü ayırt etmenin tanımını net bir şekilde ortaya koyar: Ayırt etme eksikliği (redaetüt-temyiz) ya insanın bilmeyi arzu ettiği şeyde geçersiz bir kanaate varmasından, ya da karşılaştığı bir şey karşısında onun doğruluğu veya yanlışlığı konusunda bir kanaate ulaşmasını sağlayamayacak ölçüde ayırt etme gücünün zayıflığından ibarettir. İyi ayırt etme ya insanın doğru bir kanaate varmasından, ya da 821 Donald H. Regan; “The Value of Rational Nature”, Ethics, Vol.112, January 2002, p.270 Fârâbî; Tenbih, s.49; T: s.27 823 Fârâbî; Tenbih, s.49; T: s.27 822 280 karşılaştığı şeyleri ayırt etme gücüne sahip olmasından ibarettir.” “Bilmeyi arzu etmek” niyetlenilmiş bir durumdur. Eylemlerimizin “gerektiği gibi” olabilmeleri ve iyi insan olabilmek için erdemli eylemin koşulu olan iyi ayırt etmenin hangi yolla elde edileceğini bilmek, artık zorunlu bir koşuldur. “O halde eylemlerimizin iyi, nefsimizin niteliklerinin gerektiği gibi olabilmelerinin yolunu ve iyi ayırt etmeyi hangi yolla elde edebileceğimizi açıklamamız gerekir.”824 “İşte burada ileri sürülenler iyi eylemlerde bulunduklarında, kesin olarak mutluluğa ulaştıran koşullardır. Bu koşullar, insanın bir eylemi gönüllü olarak ve isteyerek yapması, iyi eylemleri iyi oldukları için tercih etmesi, yaptığı her şeyde ve baştan sona bütün hayatında bunun böyle olmasını sağlamasıdır. Ayrıca bizzat bu koşulların da nefse arız olan şeylerde bulunması gerekir.”825 Ancak mutluluk yolunun gerçek yolcusu, niyetlenilmemiş bir eylem sonucu da iyi ayırt etmeye sahip olabilir, ancak bu durum mutluluk yolu için geçerli bir durum değildir. “Bundan başka ayırt etme yetkinliği insanda bazen tesadüfen bulunabilir. Çünkü insan doğru bir kanaate, bazen bir niyeti ve bir sanatı bulunmaksızın da ulaşabilir. Mutluluğa ise, insanın ayırt ettiği şeyi nasıl ayırt ettiğinin farkında olabileceği bir şekilde, niyet ve sanata dayalı bir ayırt etme olmadıkça ulaşılamaz.”826 Mutlu olmaya niyet etmedikçe, insan mutlu olamaz. Demek ki, mutlu olmayı istemeli ve bu uğurda çaba göstermeliyiz. Mutlu olmak bir görevdir. Sadece kendimize karşı görev değil, aynı zaman da başkalarına karşı da olan bir görevimizdir. Çünkü yalnız mutlu olanlar, yani iyi hayata sahip olanlar sevilir. Mutluluk en güzel ve en cömert özverimizdir827. Söz konusu iyi ayırt etmenin, ara sıra ortaya çıkmak bakımından parçalı olması da mutluluk yolu için bir değer taşımaz. “Bazen insanın, farkında olarak sadece birkaç şeyde ve bazı zamanlarda iyi ayırt etmesi mümkündür. Fakat bu kadarcık bir iyi ayırt etme ile mutluluğa ulaşılamaz. Çünkü mutluluğa, insan, ancak baştan sona bütün hayatı boyunca ve ayırt edebileceği her şeyde, ayırt ettiğini nasıl ayırt ettiğinin farkında olacak şekilde, iyi ayırımlar yaptığında ulaşabilir.”828 İyi ayırt etmenin koşulu olan niyetlenmek ve bilinçli bir şekilde yapmak yerine getirildiğinde, mutlu olmamak için bir neden kalmaz. “İnsanın eylemleri, nefsine arız olan şeyleri ve ayırt etmesi, yukarda 824 Fârâbî; Tenbih, s.50; T: s.29 Fârâbî; Tenbih, s.51; T: s.30 826 Fârâbî; Tenbih, s.52; T: s.31 827 Alain; Mutlu Olma Sanatı, s.7–8 828 Fârâbî; Tenbih, s.52; T: s.31 825 281 sözü edilenlere zıt olduğunda, yani kötü eylemleri isteyerek yaptığında, baştan sona bütün hayatı boyunca yaptığı her şeyde kötü eylemleri tercih ettiğinde, nefsine arız olan şeylerde de böyle olduğunda, mutsuz (şekave) olur ve insanın ayırt edebileceği her şeyde ve bütün hayatı boyunca kötü ayrım yapar.”829 Farabi' ye göre, bu durumda karşımıza iki yol çıkmaktadır. Biricisi iyi ayırt etmek; ikincisi ise iyi ayırt etmeyi kazanmaktır. “Önce iyi ayırt etmeyi, sonra onu kazanmamıza araç olan yolları ele almak suretiyle, artık iyi ayırt etme hakkında konuşmalıyız. Biz diyoruz ki, iyi ayırt etme, kendisiyle insanın bilmesi mümkün olan her şey hakkında bize bilmeyi kazandıran ve onunla bilgi sahibi olduğumuz şeydir.”830 İyi ayırt etme, yukarda anlatılan mantık sanatıyla ancak elde edilebilir. “İyi ayırt etmeye ulaşma yolundan söz etmemiz gerekir. Buna göre felsefe ancak, iyi ayırt etme ile meydana geldiğine ve iyi ayırt etmeye de ancak, bilinmesi istenilen her şeyde doğru kavrayacak zihin gücüyle ulaşıldığına göre, o halde doğruyu kavrama gücünü, bunların hepsinden önce kazanmış olmamız gerekir.”831 Farabi’nin anlayışına göre iyi ayırt etmeye en güzel örnek olacak kişi “hakikî filozoftur.” Hakikî filozof, iyi ayırt etmeye sahip bir kişi olarak yetkin özelliklere sahiptir. “ Hakikî anlamda tam, yetkin bir filozof, hem nazarî ilimlere sahip olan, hem de onları bütün başka insanların yararı ile ilgili olarak, bu başka insanların imkânları ölçüsünde kullanma gücüne sahip olan kişidir. Hakikî filozof üzerinde düşünülürse, onunla en yüksek yönetici arasında hiçbir fark görülmez. Çünkü nazarî şeylerin İçerdiği şeyi başkalarının yararına olarak kullanma gücüne sahip olan, hem bu tür şeyleri düşünülürü kılma, hem de onlar içinde iradeye bağlı olanlarını fiilen var etme gücüne sahiptir. Bu sonuncuyu yapma gücü ne kadar büyükse, felsefesi de o kadar yetkindir. Bundan dolayı gerçek anlamda yetkin olan kişi, önce kesin bir iç görüşle nazarî erdemlere, sonra amelî erdemlere sahip olan, ayrıca bu iki şeyi şehirler ve milletlerde onların her biri için mümkün olan tarz ve miktarda meydana getirme gücüne sahip kişidir. Onun bu iki şeyi meydana getirme gücüne sahip olması, ancak başkaları ile ilgili olarak ister onların kendi istekleri ile isterse zorla, kesin ispatlar, ikna yöntemleri ve şeyleri misallerle temsil etme yöntemleri kullanmasıyla mümkün olduğuna göre, 829 Fârâbî; Tenbih, s.52; T: s.31 Fârâbî; Tenbih, s.77; T: s.53 831 Fârâbî; Tenbih, s.77; T: s.53 830 282 bundan gerçek anlamda filozofun kendisinin en yüksek yönetici olduğu sonucu çıkar.”832 Bir başka anlamda, iyi insana örnek teşkil edecek hakikî filozof bir takım şartlara sahiptir. “Bu şartlar şunlardır: O, özsel olan şeyi anlama ve tasarlamada üstün olmalıdır. Ayrıca iyi bir hafızaya sahip olmalı ve incelemenin getireceği zahmetlere katlanmalıdır. Doğruluğu ve doğru insanları, adaleti ve adil insanları sevmeli, arzu ettiği şeylerle ilgili olarak dik kafalı, kavgacı olmamalıdır. Yemek, içmek konusunda açgözlü olmamalı, şehvet, altın, gümüş ve benzeri şeyleri küçümseme yönünde tabiî bir eğilime sahip olmalıdır. Yüksek ruhlu olmalı, halkın gözünde çirkin olan şeylerden kaçınmalıdır. Dindar olmalı, doğruluk ve adalete kolayca boyun eğmeli, kötülük ve adaletsizliğe karşı ise dirençli olmalıdır. Doğru olan şeyleri yapma konusunda kuvvetli bir azme sahip olmalıdır. Ayrıca tabiî eğilimine uygun olan kanun ve adetlere göre yetiştirilmeli, içinde yetiştiği dinin görüşleri ile ilgili doğru kanaatlere sahip olmalı, dinindeki erdemleri ve eylemleri sıkıca uygulamalı, onların tümünü veya çoğunluğunu ihlâl etmemelidir. Ayrıca o toplumda yaygın ve genel kabul gören erdemleri benimsemeli, genel olarak kabul edilen güzel eylemlere aykırı davranmamalıdır. Çünkü eğer bir genç bu tür özelliklere sahipse ve felsefe öğrenmeye koyulur, onu öğrenirse, onun sahte, boş veya yalancı bir filozof olmaması mümkündür.”833 Hayat boyunca en iyi yaşama nasıl sahip olabileceğimizle ilgili olan ayırt etme yetkinliği, hem gelecek hayatımız, hem de şimdiki hayatımızla ilgili sürekli var olması gereken bir niteliktir. Farabi' de iyi yaşam kavramı sadece buraya ait bir kavram değil, bütün zamanı kapsayan bir kavramdır. Farabi’nin iyi ayırt etme kavramı, iyi niyet, süreklilik, gönüllülük kavramlarıyla desteklenmiş bir kavramdır. 2.3.1.2. Gönüllülük Erdemler insan üzerindeki etkilerini/ otoritelerini ayırt etme yetkinliğinden kaynaklanır. İyi ayırt etme gücü ne kadar sağlamsa, erdemlerin insan üzerindeki etkileri de o kadar sağlam olur. Örneğin, biz, sağlık veya dinî nedenlerden dolayı oruç tutulabiliriz. Hangi nedenden dolayı orucu tuttuğumuz niyet, gönüllülük (et – tav’u), süreklilik, bilinçlilik, istek ve seçim meselesidir. “ Burada ilkenin sahip olduğu otorite, yapmış olduğumuz 832 833 Fârâbî; Tâhsil, s.184; T: s.90 Fârâbî; Tâhsil, s.192; T: s.95 283 seçimin belirttiğimiz gerekçelerinden doğar. Gerekçeler ne ölçüde sağlam ise, ilkeler de o ölçüde otoriteye sahiptir. Gerekçeler ne ölçüde zayıf ise, ilkeler de o ölçüde otoriteden yoksundur. Eğer öyle ise, hiçbir gerekçesi olmayan bir seçime dayanan ilke de otoriteden yoksun bir ilke olacaktır”834 Bu nedenden dolayı fikir yetkinliğine sahip olmak tek başına bir otorite ve güçtür. Bu gücü de insan ancak iyi niyet ve gönüllülükle elde edebilir. Bu durumda, ayırt etme yetkinliğinin arkasındaki duygusal ve bilişsel süreçleri göz ardı edilmelidir. Farabi’ye göre “Her şeyden önce şunu bilmeliyiz ki, iyi eylemler insanda ya tesadüfen bulunabilir, ya da eylemleri gönüllü olarak yapmayı tercih etmesi söz konusu olmaksızın kendisine yüklenebilir. Oysa iyi eylemler insanda bu şekilde bulundukları zaman bu eylemlerle mutluluğa erişilmez. Tam tersi insan eylemleri ancak gönüllü (ta’ven) ve isteyerek (ihtiyaren) yapmayı tercih etmesi söz konusu olmaksızın, kendisine yüklenebilir. Oysa iyi eylemler insanda bu şekilde bulundukları zaman, bu eylemlerle mutluluğa ulaşılmaz. Tam tersi insan eylemleri ancak gönüllü ve isteyerek yapıldığında, bu eylemlerle mutluluk elde edebilir. İnsan, iyi eylemleri isteyerek ancak bazı şeylerde ve bazen yapabilir. Fakat insan, mutluluğu yine bununla değil, tam tersi bütün yaptıklarında ve baştan sona bütün hayatında iyiyi iyi olduğu için tercih etmesiyle elde edebilir.”835 İyi niyetin önemi, seçim konusu olan iyinin çeşidine göre ortaya çıkar. Çünkü oruç örneğinde olduğu gibi, orucun sağlık gibi bir iyiliğinden dolayı tercih edilmesinin yanı sıra, bizzat kendi iyiliğinden dolayı tercih edilmesi, tamamen niyete bağlı olan bir durumdur. Bu nedenle Farabi şöyle der: “insan bazen bütün yapıp ettiklerinde iyiyi iyi olduğu için değil, tam tersi onunla zenginlik veya başka bir şey elde etmek için tercih eder. Ancak iyi, iyi olduğu için amaçlanmadığı zaman, bu türden bir iyiyle de mutluluğa ulaşılamaz. İnsan, iyiyi sadece iyi olduğu için tercih ettiğinde, yani onunla zenginliğe veya yönetmeye ya da benzeri bir şeye ulaşmak amaçlamayıp bizzat kendisi için tercih ettiğinde, ancak onunla mutluluğa erişilebilir.”836 Bu durumda, sadece mutluluk amacı için niyetlenmek, niyetinde bilinçli ve gönüllü olmak şarttır. Çünkü insan doğru bir kanaate, bazen bir niyeti ve bir sanatı bulunmaksızın da ulaşabilir. Mutluluk için, insanın ayırt ettiği şeyi nasıl ayırt ettiğinin 834 MacIntyre; Erdem Peşinde, s.73 Fârâbî; Tenbih, s.51; T: s.30 836 Fârâbî; Tenbih, s.51; T: s.30 835 284 farkında olması, iyi niyet ve sanata dayalı bir ayırt etmenin olması gerekir. Süreklilik bir başka önemli unsurdur. “Bazen insanın, farkında olarak sadece birkaç şeyde ve bazı zamanlarda iyi ayırt etmesi mümkündür. Fakat bu kadarcık bir iyi ayırt etme ile mutluluğa ulaşılamaz. Çünkü mutluluğa, insan, ancak baştan sona bütün hayatı boyunca ve ayırt edebileceği her şeyde, ayırt ettiğini nasıl ayırt ettiğinin farkında olacak şekilde, iyi ayırımlar yaptığında ulaşabilir.”837 Söz konusu bu koşullar yerine getirildiği zaman, insan mutlu; yerine getirilmediğinde ise insan, mutsuz olmaya mahkûmdur. İnsanın eylemleri, duyguları ve ayırt etmesi söz konusu bu koşulları taşımadığında, yani kötü eylemleri isteyerek yaptığında, baştan sona bütün hayatı boyunca yaptığı her şeyde kötü eylemleri tercih ettiğinde, duygularında da böyle olduğunda, o insan mutsuz olur. Ayrıca o insan ayırt edebileceği her şeyde ve bütün hayatı boyunca kötü ayırım yapmaya devam eder.”838 Mutluluk yolu, insanın beraberinde doğuştan getirdiği ilk düşünülürlerle birlikte “derin düşünce” (temmül), “düşünüp taşınma” (reviyye), “hatırlama” ve” keşfetme arzusu” araçları, iyi niyetli ve gönüllü bir şekilde kullanıldığında meydana gelir. İnsanlar, bu aktivitelerin sonucunda kavradıkları nesnelere karşı bir arzu, yönelme, istek veya bunların negatif durumları olan istememek, hoşlanmamak gibi, yönelişlerle karşı karşıya kalırlar. İnsan ve hayvanlarda ortak olan, nesnelere karşı, bu yöneliş “duyu” ve “tahayyül”den kaynaklandığından, iradeyi harekete geçirir. Ancak bilinçli seçim, gönüllülük, isteme ve arzu “düşünme”nin eşliğinde gerçekleşirse bu insana özgü olan “seçme”den ortaya çıkar. Seçme (ihtiyar) insana özgüdür.839 “Seçme, yalnızca insana özgü olup, öteki canlılarda bulunmaz.”840 Övülme ve kınama sadece ihtiyarî eylemlere dayanır. Erdem ve erdemsizlikler de sadece ihtiyarî eylemlerle ortaya çıkarlar. Farabi’nin burada irade ile ihtiyar arasında ayırım yapması önemlidir. İhtiyar, burada kasıtlı, bile bile yapılan ve seçilen anlamındadır. Bir eylem gönüllü, isteyerek, arzu edilerek, kasıtlı ve düşünülerek yapılmışsa, aynı zamanda özne, zorlama ve cehaletle yapmamışsa, bu eylem ihtiyarî eylem demektir. İrade ise, bu işlemlerin hiç birine gerek duymaksızın, öznede nesneye karşı oluşan yönelişe verilen isimdir. 837 Fârâbî; Tenbih, s.52; T: s.31 Fârâbî; Tenbih, s.52; T: s.31 839 Fârâbî; Medine, s.105; T: s.59 840 Fârâbî; Siyâse, s.71; T: s.38 838 285 Düşünüp taşınma, yanlızca seçilmiş eylemlerden önce gelir. Tüm iradi eylemler seçilmiş değildir. Bu nedenle her eylem, eylemden önce düşünüp taşınmış iyi niyetli ve gönüllü bir failin durumu ışığında değerlendirilebilir. Ancak bu özne sıradan bir özne değil, basiretli bir insan olmak zorundadır. Basiret, pratik akıl erdemidir, genel ilkelerin, tikel durumlara nasıl uygulanacağını bilme erdemidir. Basiret, entelektüel olarak ilkeler formule etme ya da ne yapılması gerektiği hakkında tümevarımcı çıkarım yapma kabiliyeti değildir. Basiret, ilkenin somut bir forma bürünebilecek şekilde insanın eyleme kabiliyetidir. Basiret, yalnızca bizzat bir erdem olmakla kalmaz, aynı zamanda her erdemin kilit taşıdır. Çünkü basiret olmaksızın, bir kimse erdemli olamaz. 841 Farabi’nin mutluluk anlayışı şemasında epistemik sürecin tümü, istemeye, arzu etmeye, gönüllülüğe, başlangıcından beri iyi niyetle iyi insan olmak için çaba harcamaya dayalıdır. “ Bir şeyin bilgisi, akıl kuvvetiyle veya tahayyül kuvvetiyle veya duyusal algı ile elde edilebilir. Düşünülürü kuvvetle, idrak edilme özelliğine sahip olan bir şeyin bilinmesi arzu edildiğinde, arzu edilen şeyin elde edilmesini sağlayan fiil, düşünülürü kuvvette bulunan başka bir kuvvetten doğar. Bu, fikrî kuvvettir. Fikrî kuvvet düşünmeyi, ölçüp biçmeyi, dikkatle incelemeyi ve çıkarsama yapmayı meydana getiren kuvvettir.”842 Duyusal süreç de bu şemanın dışında değildir. “Duyusal algı ile kavranma özelliğine sahip olan bir şeyin bilinmesi arzu edildiğinde, onun elde edilmesini sağlayan fiil, bedenin bir fiili ile ruhun bir fiilinin birleşmesinden doğar. Görmeyi arzu ettiğimiz bir şeyde olup bitenler, bunun örneğidir: Çünkü görme olayı göz kapaklarımızı kaldırmak ve bakışımızı görmek istediğimiz şeye yöneltmekle gerçekleşir. Eğer o şey uzaksa, ona doğru yürürüz ve önünde bir engel varsa, ellerimizle bu engeli bertaraf ederiz. O halde duyusal algı olayı ruhun bir fiili olmakla birlikte, aynı zamanda bütün bunlar bedenin eylemleri olarak da kabul edilmelidir. Diğer duyularda da durum aynıdır. Bir şeyin tahayyülü arzu edildiğinde ise, bu farklı yollarla gerçekleştirilir: Onlardan biri umulan ve beklenen şeyin tahayyül edilmesi veya geçmişte meydana gelen bir şeyin tahayyül edilmesi veya tahayyül kuvvetinin birleştirdiği şeyin temenni edilmesinde olduğu gibi, tahayyül kuvvetinin doğrudan fiili sonucudur. İkincisi, tahayyül kuvvetine duyusal algıdan bir şeyin gelmesi ve bu şeyin kendisinden korkulan veya güvenilir bir şey olarak 841 842 MacIntyre; Ethik’in Kısa Tarihi, s.87 Fârâbî; Medine, s.90; T: s.47 286 tahayyül edilen başka bir şeye dönüştürülmesidir veya tahayyül kuvvetine düşünülürü kuvvetten gelen bir şeyin eklenmesi yoluyla da o, gerçekleştirilir.”843 Doğru seçim, ruhun güçlerini ve erdemlerini başlangıcından beri iyi niyetli ve zorlanmaksızın doğru kullanmakla başlar. İyi niyet güvene, gönüllülük ise yetkin rolünde olan amir güce karşı gönüllü davranmaya bağlıdır. Farabi, şemayı içsel olarak vermektedir, ancak onun dışsal şemasının da içsel şemaya bağlı olduğunu zaten biliyoruz. “Ruhun kuvvetleri bunlardır. Amir olan besleyici kuvvet, amir olan duyu kuvvetinin maddesi, duyu kuvveti ise besleyici kuvvetin sureti gibidir. Amir olan duyu kuvveti, tahayyül kuvvetinin maddesi, tahayyül kuvveti ise amir olan duyu kuvvetinin suretidir. Tahayyül kuvveti, düşünülürü kuvvetin maddesi, düşünülürü kuvvet ise başka bir kuvvetin maddesi olmaksızın tahayyül kuvvetinin suretidir. Akıl kuvveti, daha önceki bütün suretlerin nihaî suretidir. Arzu kuvvetine gelince; o, sıcaklığın ateşte olması ve ateşin kendisiyle tözleştiği şeye tâbi olması gibi âmir olan duyu kuvvetine, tahayyül kuvvetine ve düşünülürü kuvvete tabidir.”844 Erdem, öznenin muhakeme kapasitesini artıran bir güç olarak kabul ediliyorsa, aynı şekilde cehaletin de insanın muhakeme kapasitesini zayıflatan bir güç olarak kabul edilmesi gerekir. Erdemli öznenin, bilgisinin, amaçlar dizisini tutarlı bir şekilde seçmesi ve seçtiği bu amaçları en etkili bir şekilde ilerletmesi gerekir. Bilginin özneye güven ve denge sağlamasına karşılık; cehalet, insana karışıklık, kararsızlık ve itaatsizlik sağlar. Güven ve denge insanın muhakemeli eylemler seçmesine yardımcı olurken, karışıklık ve kararsızlık ise, insanın seçimlerini doğru yapma kapasitesini düşürür. Bu yüzden de birey gerçek faydalarını gözetmek ve onları ilerletmekte zorlanır ve sıkılır. Şemanın gerektirdiği güven ve itaat köleleştirmek için değil, İlk Yetkinliğin eylemlerinin örnek alındığı özgürleştirmek içindir. Erdemli kişi, amaçları için sağlam zihin yapısı oluştururken, cahil kişi bu sağlam zihinsel yapıdan mahrum olduğu için, amaçlarını tutarlı ve bilinçli bir şekilde seçemez. Bazen yaptığı seçimler, anlık hazlardan dolayı kendisine doğru gibi gelirken, zaman ilerledikçe, cehalet seçimlerine hakim oldukça, seçimlerinde muhakeme eksikliğinden dolayı karasızlığa düşer ve zihnine ve seçimlerine karşı kendisinde güvensizlik oluşur. 843 844 Fârâbî; Medine, s.90; T: s.47 Fârâbî; Medine, s.91; T: s.48 287 Doğru bir seçim için sağlam, sağlıklı, iyi niyetli, hakikate ve mutluluğa karşı gönüllü bir zihin gerekir. Farabi zihin kavramının üzerinde önemle durur. En yüksek iyiler arasında sayılan zihin, fonksiyon bakımından kaosu kozmoza çeviren temel ilkeleri organize eder. Farabi’ye göre zihin kavramı tek başına, yetkinliği ifade etmez. Bu nedenle de zihin, nazarî akıldan ayrı değerlendirilir. Akıl, tek başına yetkinliği ifade eder, ancak zihin tek başına yetkin değildir; yetkin sayılabilmesi için, nazarî akılda olduğu gibi birtakım niteliklere sahip olması gerekir. Her şeyden önce zihin, bedenin iniş ve çıkışlarından etkilenir. Tanrı zihnî mutlaktır ve hiçbir şeyden etkilenmez. Tanrı’nın ideal tecrübesi, realitenin bizzat kendisidir. Başka bir deyişle Onun düşünmesi yapmasıdır. Onun algılaması da kendine özgüdür. Tanrı zihninin evrenle olan ilişkisini, iki türlü değerlendirebiliriz. Evrendeki kaosu sürekli organize eden, bir başka deyişle Tanrı’nın sahip olduğu organize edici zihinsel ilkelerini mutlak bir şekilde, evrenden ayrı tutmak. Tanrı ve evren ilişkisini negatifleştirmek. İkincisi, Tanrı ve evrendeki zihni bir veya aynı kabul etmek. Bir başka deyişle organize edici ilke ile evrendeki aktüel fonksiyonları bir kabul etmek. Bu durumda da Tanrısal zihin ile evrensel zihni, en azından fonksiyonel açıdan özdeşleştirmek. İkinci yaklaşım, Farabi’nin yaklaşımıdır. Farabi’nin bu yaklaşımını göz önüne almadığımız sürece, onun mutlulukla ilgili kavramlarını anlamakta zorluk çekeriz. Örneğin o, basitçe yaptığımız seçimlerin, Tanrısal zihinle hiçbir ilgisinin olmadığını söylemediği gibi; yaptığımız seçimlerin, Tanrısal seçimler olduğunu da söylememektedir. Zihinle ilgili olarak ilk anlamamız gerekenler: Zihnin, dünyanın anlamsız kaos halini, kozmos haline getirebilmek, kaosu düzenleyici ilkelere sahip olmak ve onu kendi için anlamlı hale getirebilmek için, sürekli bir süreç içinde olmak gibi dikkat çekici şeylerdir. Farabi’nin zihin anlayışını bu mantıkla anladığımızda, zihnin ilâhî yasalara göre hareket edinceye kadar, yetkin olarak kendi kendine hareket edebilecek ilkelerin, örnek temsilcisini ortaya çıkarıncaya kadar, sürecin, durmadan neden devam etmesi gerektiğini daha iyi anlarız. Aynı zamanda, başkanlık meselesinin de zamanın ihtiyacına göre, neden zorunlu olduğu görüşünün mantığını da daha kolay anlarız. Söz konusu olan bu süreç, sadece insan beyni için geçerli değildir. Bu süreç, bütün evren ve evrende olup biten her şey, yıldızlar, felekler, toprak, beden ve organları ve toplumlar için geçerlidir. Evrende mevcut olan bir hareket potansiyeli vardır ve hareket potansiyelinin içinde, ayrıca zihnin yönlendirip düzen verdiği ideal potansiyeller vardır. 288 Zihnin ilkeleri evrende, fiziksel dünyada uyuyup duran bu ideal potansiyelleri uyandıran, onları aktüel sürece doğru yönlendiren nihaî en iyidir. Aynı zamanda zihin, toplumsal ve düşünsel alanda değer potansiyellerini aktüel duruma getiren bir unsurdur. “Genel anlamda ifade etmek gerekirse, zihin bütün pozitif değerlerin en büyük kaynağıdır ve bundan dolayı zihin, değer ve iyi idesinin en büyük ilkesi olmaktadır.”845 Bir başka deyişle, zihin, organize etmek ve anlamlı hale getirmek ilkesine sahip olarak değerlendirilmiştir. Fiziksel âlemde bu ilkenin anlamı, değersiz ve anlamsız olan bu kaosu, her bir unsuru anlam dolu olacak şekilde, tam fonksiyonel olan düzenli bir sistem oluşturmak ve mümkün olduğu kadar bu sistemi gerçekleştirmektir. İnsan bireyleri için ise bu ilkenin geçerli anlamı, işi şansa bırakmadan, bireyi ideal alana taşıyacak bilinçli seçimler yapacak konuma çıkarmaktır. Bunun içinde bireyin, zihin yardımıyla yeniden organize ettiği gücünü, ona düzen, sistem veren ve pozitif değerleri maksimum düzeyde gerçekleştirmesine yardımcı olan, faal akıl gibi ilâhî güçlerle iş birliği yapması gerekir.846 Farabi’nin felekler, ay altı, ay üstü âlemi gibi iyiler hiyerarşisinin, yani en yüksek iyilerin içinde bulunan zihin, kozmik düzeni oluşturan en yüksek iyidir. Etkisi, beşerî dünya üzerinde olduğu gibi, fiziksel dünyanın da üzerindedir. Amacı da, özgür olan insanın tercihlerini daha anlamlı duruma getirmek, çoğaltmak, en yüksek iyilere yakınlaştırmak için, insanın seçme fonksiyonuna yardımcı olmaktır. İyi niyet, gönüllülük ve seçim, anlamlara dayanmaktadır. Anlamsız, amaçsız seçim olmaz. Bizler seçimlerimizi anlamlı bir dünyaya ve yetkin bir amaca dayanarak yaparız. Bizlerin içsel dünyasını en anlamlı kılan ve insana gerçek amaç olan şey, mutluluktur. Yeter ki onu iyi niyetle ve gönüllü olarak isteyip seçelim, onu içimizde, bu koşullardan sonra hiç zorlanmadan buluveririz. Mutluluk için doğru seçimin yapılabilmesi için, bu seçimin en yüksek iyilere dayanması gerekir. En yüksek iyiye dayalı bir seçim, gerçek bir seçimdir ve mutluluk da en yüksek iyiye dayalı seçimlere bağlıdır. Evren için en yüksek iyi, bütün olarak ideal fonksiyonları içerir ki, her bir unsurun aslında olan değer potansiyellerini maksimum düzeyde gerçekleştirsin. Aynı şekilde bireysel olarak insanlar, en yüksek iyiyi ve bu 845 846 Lodge; “ The Platonic Highest Good (II) , p.549 Lodge; “The Platonic Highest Good (II)”, p.549 289 bütünün organik bir parçası olarak öyle bir şekilde yaşamını oluşturmalı ve öyle bir şekilde yaşamalı ki, içindeki mutluluğu en derin şekilde gerçekleştirsin.847 Acaba bu türden bir seçimin değeri, kendinden midir, yoksa onun değeri, yaptığı seçimden midir? Örneğin kendine saygı, kendi değerlerini, iyi kavramını, hayat plânını vb. içerir. Eğer biz hayat plânımızı az değerli bulursak, onu zevkli ve gönüllü bir biçimde izleyemeyiz ve hayat plânımızı uygulamaktan keyif almayız. Şimdi yaptığımız seçimden dolayı mı hayat plânımız değerli, yoksa şayet hayat plânımızın iyi ve biz de o yüzden bu seçimi yapmışsak mı, seçimiz değerlidir? Kant’tın bu soruya cevabı yaptığımız seçimden dolayı hayat plânımız ve kendimize saygımız değerlidir. Çünkü seçim, akıldan gelir ve aklın seçimi kendinden değerlidir. Ancak klâsik filozoflar, seçimi değerli yapan şeyin, seçim nesnesinin bilerek ve isteyerek tercih edilmesi kanaatindedirler. Onlara göre seçimin değeri; insanın, ilkeleri uygulaması için en uygun araçların seçmek, keşfetmek ve kendini gerçekleştirmeside aranmalıdır.848 Kant’a göre, bizim seçme gücümüz değerlerin nihaî temelidir. Kant’ın rasyonel doğası, kendi başına bir değerdir. Kant, iki zorunlu amacın olduğunu söyler. Birisi insanın kendi yetkinliği, ikincisi ise başkalarının mutluluğudur. Kant, yetkinlik ile mutluluğu birbirinden ayırt etmektedir.849 Ancak bu ikisi arasında seçim yapan rasyonel özne, hangisini seçerse seçsin, hata yapmış olacaktır. Aristo Eudemos’a Etik kitabında şunları söylenmektedir: “Acaba erdem, yanılgısız bir tercihi ve doğru amacı mı gerçekleştirir, yani o yalnızca amaç için tercih edilmesi gereken ne ise onu mu sağlar, yoksa kimilerinin düşündüğü gibi muhakemeyi mi doğru kılar? Aslında kendine egemen olma bu özellikte, çünkü bu erdem muhakemenin bozulmasına izin vermiyor. Ama erdem ile kendine hâkim olma farklı şeyler… Acaba erdem hedefi mi belirler yoksa hedefle ilgili araçları mı? Biz hedefi belirlediğini kabul ediyoruz, çünkü hedefe bir öncülle ya da bir muhakemeyle varılmaz, tersine o bir ilkedir, bir başlangıçtır diye kabul edilmeli”850 demektedir. Michael Woods, bu metni yorumlarken şunları söylemektedir: “Erdem, seçimlerimizi doğru yapar. Bu, elde etmek istediğimiz ve arzu ettiğimiz doğru amaçtır.”851 847 Lodge; “The Platonic Highest Good (II)”, p.551 Donald H. Regan ; “ The Value of Rational Nature ”, p.274–286 849 Donald H. Regan ; “ The Value of Rational Nature ”, p.276 850 Hammod; Farabi Felsefesi, s.101 851 Daniel T. Devereux; “The Unity of the Virtues in Plato’s Protagoras and Laches”, The Philosophical Review, Vol.101, Oct.1992, p.781 848 290 Aristo'nun burada kullandığı erdem kavramını, bildiğimiz anlamda erdem değil, erdemli eylemlerin ilkesi, başlangıcı anlamında anlamak gerekir. Eylemin ilkesi, muhakeme ile değil, gönüllü ve isteyerek kabul etmeye dayalıdır. Çünkü daha önce mutluluğun neden amaç olduğuyla ilgili Farabi’nin görüşüne değinirken belirtiğimiz gibi, mutluluk insanlığın ortak bir arzusu olarak kabul edildiğinden, dolayısıyla üzerinde daha fazla muhakemeye gerek olmayan bir amaçtır. Bu anlamda, mutluluğu gönüllü ve isteyerek tercih etmenin dışında bir koşul kalmıyor. 2.3.1.3. Alışkanlık Yetkinliğin ve sürekliliğin gözlemlendiği, değişmeyen iyi bir karakter, erdemli bir karakterdir. Erdemli bir eylemin öteki koşulu da, söz konusu bu eylemleri alışkanlık (itiyât) haline getirip, onları sürekli yapmaktır. Bunun için iyi ayırt etme, eylemi yapmaya gönüllü olma ve eylemleri sürekli alışkanlık yapma, erdemli eylemin koşuludur. Bu üç koşul, aynı zamanda tutarlılık erdemine gönderme yapar. Kişinin bir takım iyilere ve toplumsal aidiyet kimliğine sahip olmasının anlamı, bunları alışkanlık ve süreklilik yoluyla erdemli bir duruma getirip; yaşamındaki başarılara basamak yapabilmesine bağlıdır. Bu yüzden “Kişinin toplumsal aidiyet hissetmesi, kişinin kendisini, üzerinde ulaşılacak birtakım amaçlar bulunan bir yolun belirli bir aşamasında bulmasıdır; yaşamda yol almak, verili bir amaca doğru ilerlemede aşama kaydetmek, –ya da başarısız olmak- demektir. Bu nedenle, tamamlanmış veya yaşanmış bir yaşam, bir başarıdır ve ölüm, ölenin mutlu veya mutsuz diye yargılanabileceği noktadır; eski bir Yunan atasözünün de belirttiği gibi: Ölene kadar hiçbir insana mutlu deme”852 denilmiştir. Çünkü erdemli eylemde ve mutlulukta asıl olan bir yaşam boyu sürecek, sürekli olacak bir niteliktir. Eylemlerin değeri, sürekliliği kendi içinde barındıran, ilgili olduğu karakterden gelir. Yani, eylemi değerli yapan şey ilgili karakterle olan ilişkisi ve ilişki biçimidir.853 Söz konusu ilgili karakter yetkin olduğu zaman, eylem de erdemli olur. Karakterin azimliliği, sürekliliği, adalet, kendini kontrol ve doğrulara sadakat ve tabii ki bunların 852 853 MacIntyre; Erdem Peşinde, s.60 Garrett Cullity; “Virtue Ethics, Theory and Warrant”, Ethical Theory and Moral Pratice, Vol.2, 1999, p.276 291 en üstünü olan erdem ve filozofik anlayış, iyi yaşamın temel unsurlarıdır.854 Tüm bu değerleri bize kazandırmaya araç olan da alışkanlıklardır.855 Alışkanlık ve süreklilik arasında, birbirini etkileyen bir ilişki vardır. Alışkanlık sürekliliği sağlar, süreklilik de alışkanlığı sürdürür. “Mutluluğa ulaşmaya neden olan eylemler ve ayırt etme, yukarıda sözü edilen koşullar sonucu ortaya çıktığında ve buna ilave olarak bunlarda süreklilik (daimen) mevcut olduğuna göre, bu koşullarla insanda, eylemlerin ve ayırt etmenin meydana gelmesini sağlayan bir durum olması gerekir ki bunun mahiyeti, sadece iki şeyden biri bulunduğu takdirde ortaya çıkmasıdır ve böylece, insanın onunla her şeyde, iyi eylemi yapmaya ve iyi ayırt etmeye devam etmesi mümkün olur.”856 İnsanın işlevini yerine getirmesini sağlayan düşünülürü davranışlar olan iyiler, süreklilik özeliğini taşımak zorundadır. İnsanın iyisi veya iyilere sahip insanlar ruhunu erdeme göre etkinlikte bulunmaya alıştırmış ve bunu süreklilik haline getirmiş kişidir. Daha doğrusu, bu etkinliği bir ömür boyu sürdürmektir. Aristo’nun dediği gibi, tek bir kırlangıçla yaz gelmez, ne de tek bir güzel günle. Bu nedenle kısa süreli bir erdem veya kısa süreli bir etkinlik yapılan bir dönemle, insan mutlu olamaz. Yani “ Mutlu, bütün bir ömür hakkında kullanılacak bir yüklemdir. Bir kimseyi mutlu ya da mutsuz diye adlandırdığımızda, yargılamakta olduğumuz, ömürlerdir, yoksa tikel durumlar ve eylemler değil. Bir ömrü oluşturan tek tek eylemler ve tasarılar, erdemli ya da erdemsiz diye yargılanır.”857 Bütün bir ömür hakkında kullanılacak bir nitelendirmeyi bize kazandıran ise, kuşkusuz alışkanlıklardır. Alışkanlıkların etkisi yaşamımızda o kadar büyüktür ki, hemen hemen karakterimizi oluşturan temel bir unsur hâline gelmektedir. Farabi alışkanlığı şöyle ifade ediyor: “Alışkanlık öyle bir şeydir ki, insan bir ahlâkı onunla kazanır veya sahip olduğu ahlâktan kendisini onunla uzaklaştırır. Farabi “alışkanlık” ile bir şeyin yapılmasının uzun süre ve ardı ardına, sık sık tekrarlanmasını kast ediyorum”858 der. İyi alışkanlıklar iyi ahlâk, kötü alışkanlıklar ise kötü ahlâk kazandırır. “İyi bir ahlâk ancak alışkanlık sonucu meydana geldiği gibi, kötü ahlâk da ancak alışkanlık sonucu 854 855 856 Lodge; “ The Platonic Value – Scale ”, p.17 Bk. George Boas; “ Habit, Fact and Value ”, The Journal of Philosopy, Vol.36, Sep.14, 1939 Fârâbî; Tenbih, s.54; T: s.33 MacIntyre; Ethik’in Kısa Tarihi, s.74 858 Fârâbî; Tenbih, s.55; T: s.34 857 292 meydana gelir.”859 Ancak bu noktada Farabi'nin dikkatimizi, karakterin niteliğinin iyi ve kötü alışkanlıklarla olan ilişkisine çekmesi ilgi çekicidir. “Bu bakımdan, diyorum ki, alışkanlık haline getirdiğimizde bize iyi ahlâk kazandıran şeyler, mahiyetleri itibariyle, iyi ahlâk sahiplerinden, bize kötü ahlâk kazandıran şeyler ise, mahiyetleri itibariyle, kötü ahlâk sahiplerinden çıkan eylemlerdir.”860 Farabi, sık sık yaptığı gibi, iyi ahlâkı kazanmada alışkanlıkların gücünü ifade etmek için sanatla analoji yapmaktadır. “İyi ahlâk edinilmesine ve hâsıl olmasına araç olan şeylerdeki durum, kendileriyle çeşitli sanatlar elde edilen şeylerdeki duruma benzer. Çünkü yazmada ustalık, ancak usta bir yazıcının, yaptığı eylemi yapmayı alışkanlık hâline getirdiğinde elde edilir. Aynı şey, geri kalan sanatlar için de geçerlidir. İyi yazma eylemi insanda ancak yazmada ustalıkla meydana gelir. Yazmada ustalık ise, ancak insan iyi yazma eylemini ilerletip alışkanlık hâline getirdiğinde elde edilir.”861 Nitekim aynı durum, erdemli şehrin insanları için de geçerlidir. Onların “Her biri bu şekilde davrandığında, bu davranışları ona üstün, erdemli bir ruhsal istidat kazandırır ve o bu davranışları ne kadar çok devam ettirirse, bu istidadı o kadar güçlü ve yetkin olur. Böylece de onun kuvvet ve yetkinliği ortaya çıkar.”862 Alışkanlığın gücü tekrardan ve tekrarın karaktere kolaylıkla yerleşmesinden gelir. Kâtiplik sanatında, düzenli yazı yazma nasıl yazıda üstünlük sağlıyorsa, aynı şekilde tekrar da alışkanlık kazanmada üstünlük kazandırır. “ İyi yazı yazma ile ilgili eylemlerin düzenli olarak devam ettirilmesi, insana yazı yazma sanatında üstünlük kazandırır ve bu insan bu eylemleri ne kadar çok devam ettirirse, bu eylemleri meydana getiren sanat o kadar güçlü, o kadar yetkin bir hâle gelir ve böylece, sürekli tekrarı ile onun kuvvet ve yetkinliği de sürekli olarak artar. Böylece ruhun bu istidadından doğan zevk daha büyük, insanın bu istidattan duyduğu memnuniyet, daha çok, ona karşı hissettiği sevgi, daha fazla olur.”863 Ruhun bu eylemden duyduğu zevk, eylemin tekrarı için, doğamız tarafından verilmiş bir kolaylaştırıcıdır. Çünkü yapılan eylemden zevk almak da kolaylaştıcıların özelliklerinden biridir. 859 Fârâbî; Tenbih, s.55; T: s.34 Fârâbî; Tenbih, s.56; T: s.35 861 Fârâbî; Tenbih, s.56; T: s.35 862 Fârâbî; Medine, s.134; T: s.83 863 Fârâbî; Medine, s.135; T: s.84 860 293 Buna göre mutluluğun, kendileriyle elde edildiği eylemleri de kolaylaştırıcılardır. Bu eylemler ne kadar artar ve tekrar edilirse, insan onları ne kadar sürekli ve devamlı olarak uygularsa, amacı mutluluğa ulaşmak olan ruh, o kadar üstün ve yetkin olur. Bu, onun yetkinlik bakımından maddeden müstağni olabileceği bir noktaya, aşamaya varıncaya kadar devam eder. Bu noktada ruh maddeden tamamen bağımsızlaşır ve ne maddenin ortadan kalkması ile ortadan kalkar, ne de varlığını devam ettirmek için artık maddeye ihtiyaç duyar.864 Farabi, bu konuyla ilgili yaptığı analojiyi sonuca bağlar: “Ahlâki erdemler ve ahlâki erdemsizlikler (ahlâki eksiklikler), ancak, belirli bir mizaç (el-hulk) tan doğan eylemlerin belli bir zamanda defalarca tekrar edilmesi ve ona alışık hale gelinmesiyle nefiste meydana gelir ve yerleşir. Eğer bu eylemler iyi iseler, nefiste meydana gelen şey bir erdem; kötü iseler, bir aşağılık olacaktır. Tıpkı yazma sanatının durumunda olduğu gibi. Çünkü yazma fiilini defalarca tekrar ettiğimiz ve buna alışık hale geldiğimiz takdirde, buna bağlı olarak, bizde yazma sanatı meydana gelir ve yerleşir. Eğer tekrar ettiğimiz ve alışkanlık haline getirdiğimiz bu yazma eylemleri kötü eylemler iseler. Bizde kötü yazma, iyi eylemler iseler, iyi yazma (alışkanlığı) yerleşir.”865 İyi yazma eylemi, insan için yazmada ustalık elde edilmeden önce, doğuştan insanda bulunan güç ile elde edilir. Ancak bu gücü işleyip bu güçten ustalık kazanmak, sanat ile mümkündür. Tıpkı bunun gibi, iyi eylem insan için ya iyi bir ahlâk elde edilmeden önce, doğuştan insanda bulunan güç ile ya da bu gücün işlenmiş biçimi olan sanatla iyi ahlâk kazanmak mümkündür. Bu durumda alışkanlık, iyi ahlâkı, eylemlerin tekrarıyla bize kazandıran bir niteliktir.866 Farabi, insanın övülmesi ve yerilmesine neden olan şeyin o insanın alışkalıklarından başka birşey olmadığı düşüncesindedir. “Fakat tabii bir istidat, nefiste bizzat erdemle ilgili eylemlerin kendisinden sudur edeceği bir durum ortaya çıkıncaya kadar, bir erdemle ilgili eylemlere yönelir ve bu eylemler de, tekrar edilerek, alışkanlık haline gelir ve adet halinde yerleşir, işte adet (haline gelmesin)den dolayı yerleşen bu durumdan, bir erdem olarak söz edilebilir. İşte bir insanın övülmesi, ya da yerilmesi, 864 Fârâbî; Medine, s.135; T: s.84 Fârâbî; Fusul, s.30; T: s.31 866 Fârâbî; Tenbih, s.56; T: s.35 865 294 alışkanlığın sebep olduğu bu durumdan dolayıdır; yoksa başka bir şeyden dolayı, insan ne övülür, ne de yerilir.”867 Farabi, yeme içme gibi doğal alışkanlıkların, sonradan edinilen iradî alışkanlıklardan ayrı kabul edilmesi gerektiği görüşündedir. “Bu tabii duruma, her ne kadar kendisinden sadece tek tip eylemler meydana gelse de, ne bir erdem, ne de bir noksanlık adı verilir. Bu tabii durumun adı yoktur. Eğer herhangi bir kimse buna erdem veya eksiklik adını verirse, bu, birinin anlamının, diğerinin anlamı olmasından dolayı (verilmiş bir isim) olmayıp, bilakis o sadece (söylenişi aynı, anlamı ayrı) ortak bir isim olmuş olur.”868 Ancak bu doğal eğilimlerin de erdem ve eksikliğe doğru yönelişleri söz konusudur. Kahvaltıda bütün aile bireylerinin bir araya gelip, kahvaltı sohbetini alışkanlık edinmeleri, doğal alışkanlığın yanında, iradî olan güzel bir alışkanlık kazanılmasına neden olabilir. “Erdem ve aşağılığa meyli olan tabii durumlara ve istidatlara, kendilerine benzeyen ahlâki nitelikler ilave edilir ve onlar alışkanlık hâlinde yerleşirse, insan onların içerisinde yetkinleşir ve ister iyi, ister kötü olsun, bir defa insanda yerleşmiş olan böyle durumlar (hey’at) ın ortadan kalkması zor olur.”869 Farabi, erdemlere doğuştan meyilli insanların var olabileceğineden söz eder ve bu türden insanaların erdeminin diğerlerinden üstün olduğunu iddia eder. Ona göre, “Herhangi bir zamanda, bütün erdemlere, doğuştan (bi’t-tab), tamamen mütemayil (ve hazır) olan bir insan mevcut olur ve bu erdemler, onda alışkanlık hâline gelirse, bu insanın erdemi, çoğu insanlarda mevcut olan erdemden daha üstün olur. Hatta o kişi, hemen hemen, beşerî erdemlerin ötesine, insandan daha üstün bir sınıfa yükselir. Eskiler, bu kişiye ilâhî (insan) adını veriyorlar.”870 Farabi’nin ilâhî insan olarak nitelendirdiği bu insanların bile, alışkanlıkların gücüne bağlı olduklarına dikkat çekmekte fayda vardır. Bununla beraber, “Bu kişinin tam zıddı durumda olan insanı, yani bütün kötü eylemlere (el-ef’al eş-şurur) mütemayil (ve hazır) olan ve kendisinde bu kötülüklerin durumları alışkanlık halinde yerleşen insanı, hemen, beşerî kötülüklerden daha kötü olan bir duruma çıkarıyorlardı. Kötülüğünün aşırılığından dolayı, bu kişinin, eskiler arasında 867 Fârâbî; Fusul, s.31; T: s.32 Fârâbî; Fusul, s.31; T: s.32 869 Fârâbî; Fusul, s.32; T: s.32 870 Fârâbî; Fusul, s.33; T: s.33 868 295 hiçbir adı yoktu. Bununla beraber, bazen onlar, bu kişiyi, vahşi hayvan (essebu) vb. adla adlandırırlardı. Bu iki aşırı uç, insanlar arasında nadir bulunur.”871 İnsan ya alışkanlıklarının kölesi ya da efendisidir. Özgür insanlar, alışkanlık yoluyla insanî yetileri bir sanatçı gibi şekillendirebilirler.“Bir erdem veya erdemsizliğe meyleden durumlardan ve tabii istidatlardan bazıları, nefiste, onların yerine, onlara zıt olan durumlar konulmak suretiyle, alışkanlık ile tamamen yok edilebilir ve değiştirilebilirler. Bazılarının gücü, tamamen yok olmaksızın, kırılabilir, zayıflatılabilir, azaltılabilir. Bazılarının ise, ne yok edilmesi ve değiştirilmesi, ne de kuvvetinin azaltılması mümkündür. Ancak, insan, devamlı onların eylemlerinin zıtlarını yapıncaya kadar direnmek, onların eylemlerinden nefsi alıkoymak, çarpışmak ve uğraşmak suretiyle onlara karşı gelinebilir. Tıpkı bunun gibi, nitelikler (el-ahlâk) kötü olduğunda ve nefiste alışkanlık hâlinde yerleştiğinde de aynı bölümlemeye tâbii tutulur.”872 Burada bir genellemeye değinmek, ufuk açıcı olacaktır. Batı düşünce tarzı genellikle verilen doğru karara vurgu yapar. Doğru kararlar önceliklidir. Oysaki doğu düşüncesinde, iyi alışkanlıklar edinmek daha önemlidir. Çünkü alışkanlıklar, ruhumuzu şekillendirir. İlgimiz, önce koşullara değil, kendimizi değiştirmeye yönelik olmalıdır. Bunun ötesindeki her şey kendiliğinden oluşur; çünkü mutlu olmaya hazır bir ruh haliyle biz; mutlu edecek durumları otomatik olarak arar buluruz.873 D. Hume; “İnsan hayatının belli başlı kılavuzu, alışkanlıktır”874 derken belkide alışkanlığın bu gücünü vurgulamak istiyordu. Alışkanlıklar olgu ve değer arasında köprü inşa ederler. Kişinin karşılaştığı durumlar olgu ve değer ile ilgili durumlardır. Ancak bu ilgi, iddia edildiği gibi olgulardan değer çıkarılması gibi bir ilgi değildir. Biz eşyaya doğruluk değeri yüklemediğimiz sürece, olgudan ahlâki değer, bir başka deyişle ahlâki zorunluluk çıkaramayız. Biz, ahlâki tecrübelerimizi eskiden beri var olduğu düşünülen idealler aracılığıyla sürekli doğrulamak çabası içerisindeyiz. Aynı zamanda olguları, bu ideallere göre değerlendiririz. Bu nedenle olgular ve değerler arasında alışkanlığa dayalı içsel bir bağlantı vardır. 871 Fârâbî; Fusul, s.33; T: s.33 Fârâbî; Fusul, s.33; T: s.33 873 Stefan Klein; Mutluluğun Formülü, s.84 874 David Hume; İnsan Zihni, , s.65 872 296 Olgu ve değer arasıdaki ilişki, mantıksal olarak doğrudan kurulamaz. Örneğin olgu olan her şey doğrudur veya doğru olan ne varsa olgudur, önermeleri arasında doğrudan mantıksal bir ilişki kurulamaz. Bu doğrudur. Ancak ikisi arsıdaki ilişki, tarihsel olarak var görünmektedir. Değerlerin/erdemlerin köklerinin, alışkanlıkların psikolojisindeki olgulardan geldiğini gözlemleyebiliriz.875 Araçsal değerlerin/erdemlerin kökeni birçoğu muhtemelen ciddi bir şekilde sorgulanmamış olgular alanında yatmaktadır. Çayını tatlı içmek isteyen biri için şeker, iyi bir şeydir. Ancak şekerin iyi bir şey olduğunu anlamak için, tatlılık olgusuna bakmak yeterlidir. Bunun için metafizik araştırmalar yapmak gerekmez. Asıl sorun kendinden değerli olan erdem, güzellik ve adalet gibi erdemlerde ortaya çıkmaktadır. Biz, bu tür değeri kendinden olan erdemleri, uygulandıklarında gösterdikleri sonuçlara göre tanıyabilir ve anlayabiliriz. Güzel sanatlar olarak isimlendirilen sanatın, ilk insanlar tarafından ne amaçla kullanıldığını unutmuş durumdayız. Bunlara olan hayranlığımızı ifade etmek için “estetik değerler” deyip geçiyoruz. Bugün sanatın öyküsünü, sadece sanat tarihinden ve antropologların notlarından takip edebiliyoruz. Sanatsal olgulara ne tür değerler yüklediklerini, az çok kestirip bir kenara atıyoruz. Oysaki belkide sanatsal olgulara bir toplumun sahip olduğu alışkanlıkların deposu olarak bakmamız, ahlâki anlamda daha yararlı olabilir. Birçok sosyal kuralları, örf, adet, gelenek ve göreneklerin öyküsünü unutmuş durumdayız. İkinci doğamız olan alışkanlıklar sayesinde, insanlığın bu değerlerini hatırlama imkânını buluyoruz. Biz bizden öncekilerin olgulara ne tür değerler yüklediğini alışkanlıklar köprüsü sayesinde öğrenebiliyoruz. Alışkanlık, olgu ve değer arasındaki en kalıcı köprüdür. Ayrıca alışkanlıkların davranışları haklı göstermesiyle ilgili genel geçer bir kanının var olduğuna işaret etmek gerekiyor. Ancak yok edici davranışlar, anti biyolojik davranışlar, her ne kadar zihinlerde alışkanlıktan dolayı iyi olarak karşılansa da, bunların kabulü mümkün değildir. Alışkanlıkların, kullanılışlı ve sağlıklı eylemler olması gerekir. İyi Ahlâk öğretmenleri, sözlerin gücünden daha çok, alışkanlıkların kudretini kullanmayı tercih ederler. Alışkanlıktan daha zorba bir efendi ve aynı zamanda iyilikleri ona yaptıracak kadar uysal bir köle bulunamaz. Birçok beceri gibi, hislerin bilinçli denetimi için de tek yol antrenmandır. Böylesi bir antrenmanda, beynin yapısını ve 875 George Boas; “Habit, Fact and Value”, p.526 297 bunun sonucunda insanın kendi duygularını belirlemesi giderek kolaylaşır. Nörologların alışkanlıkların, beynin yapısı üzerinde yaptığı değişikliklerle ilgili araştırmaları çok çarpıcıdır.876 Beyin yeni bir şey öğrenirken, uzun süreli bir güçlendirmeyi hayata geçirmek (kalıcı öğrenme) bir hücreye, epey enerjiye mal olur. “Bu nedenle söz konusu çabaya değecek bir eylem olduğuna kanaat getirildiğinde, ikinci adım devreye girer. Beyinde bir biriyle ilintilendirilecek uyaranlar yeterince, aynı anda belirlendikten sonra ancak nöronlar arasında yeni köprüler kurulur; beynimizin en sık tekrarlar sonucu öğrenebilmesinin nedeni de budur. Uzun süreli güçlendirmeyi tetikleyen diğer iki etken, genel anlamda olumlu duygulardan sorumlu olan dopamin ve serotonin hormonlarıdır. Yani bize haz, lezzet ve sempati hissi veren maddeler beynin, yeniden şekillendirilmesinde de etken rol oynar. Bu rastlantı değildir. Çünkü öğrenme ve mutluluğun deneyimlenmesi birbirlerine ayrılmaz biçimde bağlanmıştır.”877 Bu anlamda insan beyni, bir bahçeye benzer. Bahçedeki bitkiler, aynı oranda ve süreklilik gerektiren bir bakım yapılmadığı zaman, nasıl bir kısmı yok olup giderse; aynı şekilde bir takım kullanılmayan gerekli duygu ve bilgilerimiz de zamanla yok olup giderler. Aynı şey bütün beyin işlevleri için geçerlidir. Süreklilik ve alışkanlık, yetkinlik ve mutluluk için gerekli olan şeylerdir.878 Mutluluk anlayışı, dış koşullardan çok, zihnimizin bu koşulları nasıl algıladığına bağlıdır. Şayet bu duyumsama biçimi olumsuzsa; bu duyumsama biçimini değiştirmek için bir defalık çaba yeterli olmaz. Tekrar ve alışkanlık, kısacası süreklilik, beynin ağ yapısını değiştirmek için, olmazsa olmaz iki ölçütüdür ve biraz çaba gerekmektedir.879 Böylece anlaşılıyor ki, hangi açıdan bakarsak bakalım, alışkanlığın gücünü görmezlikten gelmemiz akıllıca bir iş gibi gözükmemektedir. Çünkü alışkanlık, düşünsel ve aklî yetilerin yetkin olarak gelişmesinden önce, ayrı olarak tek başına var olabilen bir şeydir. Erdemli bir karakter, ancak alışkanlığın bir sonucu olarak elde edilebilir. 876 Stefan Klein; Mutluluğun Formülü, s.76 Stefan Klein; Mutluluğun Formülü, s.78 878 Stefan Klein; Mutluluğun Formülü, s.78 879 Stefan Klein; Mutluluğun Formülü, s.84 877 298 2.3.2. Erdemli Eylemin Geliştirilmesi Erdemli eylemin geliştirilmesi, zaman bilincinin geliştirilmesine bağlıdır. Zaman bilinci gelişmemiş toplumlar, sahip oldukları yetkinlikleri ve eksiklerini, iyilik ve kötülüklerini, rasyonel seçim ve arzularını, birikim ve farklılıklarını, özgür insanın erdem ve mutluluğunu, köleliğin onursuzluk ve mutsuzluğunu çok çabuk unutuverirler. Bu nedenle insanlar, sahip oldukları iyileri geliştirmek yerine sadece onlara sahip olmakla yetinmeyi tercih ederler. Mutluluk, hayattan tatmin olmaktır demiştik. Ancak sadece, insanın içinde bulunduğu andan tatmin olması değildir. Aynı zamanda insanın, geçmiş ve gelecekten de tatmin olmasını bilmesi gerekir. Bu nedenle mutluluk duygusu sadece, şu an içinde bulunduğumuz durumu ifade etmez, aynı zamanda geçmişin hoş/iyi değerlendirilmesini ve geleceğe yönelik iyi bir ümit olmasını gerektirir. Tatminin bu üçlü boyutu, mutluluk için esastır.880 Bu üç boyuta dayalı zaman bilinci, erdemli eylemin geliştirilmesinde başlangıç noktasıdır. Mutluluğun, doğası gereği, hem geriye doğru kökleri hem de ileriye (geleceğe) yönelik bir özelliği vardır. Mutluluğun kronolojik bu üç öğesinin - geçmiş, şimdi, gelecek mutluluk duyguları üzerindeki etkileri asla izole edilemezler. Bunlar, birbirleriyle ilişkili ve kendiliğinden eylemde ve duyguda etkili olurlar. Hoş bir şimdi, salt şimdi olduğu için zevkli değildir. Geçmişe zevkli anların prizmasından baktığımız zaman, şimdinin ışığının hem belirsiz bir gelecek, hem de geçmişe yönelik olduğunu görürüz. Bu prizma sayesinde geçmiş acılar azaltılır ve geçmiş hazlar büyütülür. Fakat bir kez şimdinin bilinci bozulmaya başladı mı, artık hem geçmiş hem de gelecek ışığı, daha az elverişli görünmeye başlar. Aynı şekilde iyi ve kötü tecrübeler, kendiliğinden iyi veya kötü değildirler. İnsanlar şimdinin ve geçmişin değerlendirmelerinden etkilenirler. Henüz varamadığımız gelecek bile geçmişi ve şimdiyi renklendirir. En azıdan bazı insanların psikolojik yönden iyi kötü tecrübelerinden etkinlenen bu tiplerden olduğunu kabul etmek gerekir. Bazı durumlarda, insanlar şimdi ve geçmişi gelecek hayallerinin ışığında görürler. Aynı zamanda gelecekle ilgili sahip olduğumuz inançların şimdi ve geçmişimizi renklendirmesi, yine bu kategoriye girer. Başka bir deyişle gelecekle ilgili korku, 880 Tatarkiewicz; “Happiness and Time”, p.1 299 şimdinin bütün hazlarını tamamen imkânsızlaştırabilir.881 Böylece, insanları tecrübelerinden bağımsız olarak düşünemeyiz. Bu üç unsurun – şimdi, geçmiş, gelecek – birbirine bağlı olmasına rağmen, insan mutluluğunda her birinin rolü bir birinden farklıdır ve bu roller eşit değildir. Genellikle şimdinin, en yüksek öneme sahip olduğu vurgulanır. Çünkü şimdi gerçeklikte vardır. Ancak mutluluğun temel olarak şimdiye bağlı olduğu faraziyesi, kesinlikle yanlıştır. Elbete gerçeklik olarak sadece şimdi vardır ve biz sadece şimdiki duyguları gerçek olarak hissederiz. Yeri gelmişken kısaca şu gerçeği belirtmekte fayda vardır: Hemen hemen hiçbir şey bu kadar kesin değildir. Descartes’in “Düşünüyorum öyleyse varım.” önermesi şimdi düşünüyorum, şimdi düşündüğüm için varım anlamındadır. Fakat şimdiki duygular sadece şimdiki olaylardan ortaya çıkamazlar. Aynı zamanda hafıza, tahayyül, tecrübe de bu duyguların ortaya çıkmasına katkıda bulunurlar. Hissettiğimiz tatmin, aktüeldir ve gerçek bir şeydir, fakat aktüel ve gerçek tatmin, sadece şimdiki gerçeklikte varolan şeylerden alınmak zorunda değildir.882 Geçmişin, insan mutluluğu ve mutsuzluğu üzerindeki etkisi tartışılmazdır. Birincisi sahip olduğumuz hafıza insana eşlik eder ve insanın vicdanına işler. İkincisi, insanın şimdiki varsayım ve yargıları, geçmişte şekillenmiştir. Geçmiş, insanın içe dönük, dışa dönük, sakin, güvenme veya güvenmeme gibi bakış açısına neden olur. Üçüncüsü, şimdi sahip olduğumuz varsayım ve yargılar, geçmişte şekillenmiştir. Aynı zamanda geçmişin değerlendirme ilkelerine göre, insan, şimdiyi anlar ve değerlendirir. Pratik olarak şimdinin realitesin her boyutunda çok fazla veya çok az uygun bir ışık vardır. Örneğin, baş ağrısı olan iki insanı ele alalım. Birisi için baş ağrısı bir ağrı kesiciyle geçecek kadar önemsiz bir olaydır. Geçmiş tecrübesi bunu ona öğretmiştir. Böylece o acıyı çok fazla ciddiye almaz. Ötekisi için ise bu ağrı tehlikeli ve uzun sürecek acıların bir belirtisidir. Böylece o içinde hayal gibi beliren uzun ağrıların ve tehlikelerin düşüncesinden kendini alıkoyamaz. Bu da acılarını daha da yoğunlaştırır. Oysaki geçmişin tecrübelerinden yararlanmayı bilenler, bu yollarla erdemli eylemlerini geliştirenler, mutluluk yolunda daha istekli ve hızlıdırlar. Geleceğin, hayatın değerlendirilmesi ve mutluluk duygusu üzerindeki etkisi, geçmişin etkilerinden daha az değildir. Bazı mutluluk teorileri, geçmişi tamamen siler, sadece şu 881 882 Tatarkiewicz; “Happiness and Time”, p.2 Tatarkiewicz; “Happiness and Time”, p.2 300 ana bağlanırlar. Başka bir deyişle; mutluluğu sadece şimdide ararlar. Hedonistler, bu görüştedir. Geçmiş geçmiştir, gelecek te henüz olmamıştır, gerçek olan ise sadece şu andır. Öyleyse mutluluk sadece şimdide aranmalıdır. Bazıları da mutluluk için bilinçli ve gönüllü olarak arayışlarını, ümitlerini özellikle geleceğe bağlarlar. Mutluluklarını, henüz gerçekleşmemiş, belki de hiç gerçekleşmeyecek şeylerle ölçerler. Bunlar geleceği önceden tecrübe ederler ve geleceği iyi ve kötü olarak görür ve hissederler. Bazı insanlar, şimdiki zamanda veya geçmişte yaşarken, bazıları da gelecekte yaşarlar. Gelecekte yaşayanların mutluluğu, geleceğe olan imana bağlıdır. Geleceğe bağlı bu mutluluk beklentisi, erdemli eylemin geliştirilmesi için ciddi bir motivasyon görevi görmektedir. Bunların mutsuzlukları ise bu inançlarını çok iyi temellendirmemekten kaynaklanan, gelecek hakkındaki endişelerinden, korkularından dolayıdır. İyiye, yetkinliğe, mutluluk amacına doğru ilerlemek, zamanda ilerlemektir. Bu ilerlemenin kendisi de iyiye, yetkinliğe ve mutluluğa doğru ilerlemenin ne demek olduğuna ilişkin yeni anlayışlar içerebilir.883 Aslında erdemler, insanların, kendi tarihsel yolculukları sırasında kötülüklere göğüs gerebilmelerini sağlayan niteliklerdir. Erdemler, öğrenmenin ve gelişmenin sembolleridirler. Şimdide meydana gelen olaylar, olayların olduğu alanda meydana gelip geçerler. Ancak olayların etkileri insanların bilinçlerinde asırlarca sürüp gider. İşte bu nedenle erdemlerin geliştirilmesi için öncelikli olan, insanda zaman bilincinin bireysel ve toplumsal anlamda var olmasıdır. Zaman bilinci içinde; geçmiş, şimdi ve gelecek zamanın insan mutluluğundaki rolleri kavranmalıdır. Gelecek zaman bilincini geliştirememiş toplumların, eninde sonunda tedbirlilik/ basiret erdeminden yoksun kalacakları tecrübe edilmiştir. Çünkü “Erdemler, yalnızca belirli bir tarzda eylemde bulunma değil, aynı zamanda belirli bir tarzda da hissetme eğilimleridir. Erdemli davranmak, Kant’ın düşündüğü gibi, eğilimlere karşı gelmek değildir; erdemin gelişmesiyle şekillendirilen eğilimlere uygun davranmaktır. Ahlâk eğitimi duyu, duyum ve duygu eğitimidir.884 Bu nedenle, erdem sahibi olmanın önemini vurgulayan Farabi, aynı şekilde erdemli eylemin geliştirilmesinin önemini de doğal olarak vurgulamaktadır. Mutluluk yolunun yolcusu, erdemli eylemin geliştirilmesini zaman bilincine sahip olarak, dört ana erdemin 883 884 MacIntyre; Erdem Peşinde, s.261 MacIntyre; Erdem Peşinde, s.224 301 birliğini bozmadan, eylemlerde ölçülülüğü ölçü edinerek, duygusal ve bilişsel eğitimle kendisini geliştirmek süretiyle yapabilir. 2.3.2.1. Erdemlerin Amaç Birliği İnsanın sahip olduğu iyiler, algılar yoluyla bize parçalanmış bir resim şeklinde gelir. Bu parçalı resmi bir araya getirmek, resmin her bir parçasını ve nereye ait olduğunu iyi ayırt etmek, bu parçalı iyileri bir araya getirmeyi alışkanlık edinip, bunlardan iyi bir karakter kazanmak, resmi yaratılışın amacına uygun olarak anlamlandırmak; bütün erdemlerin bir arada düşünülüp uygulanmasına, erdemlerin birliğine ve erdemler birliği penceresinden hayatı tutarlı bir biçimde algılayıp, yaşamaya, böylece iyi hayat sahibi olmaya bağlıdır. İyi hayat sahibi olmak için, zaman zaman öğrendiğimiz parçalı bilgiler tek başına yeterli değildir. Bunların yanında hayatımızın her döneminde öğrendiğimiz bu türden dağınık bilgileri, erdemler birliği aracılığıyla insan tecrübesi ve insan anlayışını bütünsel olarak kavrayacak bilince sahip olmak da gerekir. Erdemler birliği görüşünün faydası, tek başına bir bilginin veya tek başına bir erdemin ele alınması, gerçek mutluluk için yeterli olmasığını kavramaktır.. Ancak erdemlerin birliğini oluşturan yetkin bir karakter sayesinde, gerçek mutluluk kazanılır. Erdemler birliği, sadece erdemli bir insanda bilgilerin bir araya gelmesi değil, aynı zamanda erdemli kişide arzuların, değerlerin bir araya gelmesidir. Bir insanı erdemli yapan onda erdemlerin amaç birliği birlik oluşturmasıdır.885 Bizim için hayatın bütünsel değeri olan her şey, aynı zamanda en yüksek değer olarak adlandırılır. Dolayısıyla hayatın bütününü değerle donatan şey, nihaî anlamda değerli olandır. Bu güce sahip olan, erdemlerin bütünselliği, aynı zamanda bizim en yüksek değerimizdir. Ya da tersi, bir deneyimin (ister bir kereye mahsus, ister tekrarı kabil olsun) deneyimde bulunan kimse için “en yüksek anı” işaret ettiğini varsayalım, o zaman bu anın muhtevası hayatın geri kalan tamamı üzerine ışıyacaktır ve bu kimsenin hayatı için sair her şey nihaî anlamda bu aslî mutluluk kaynağına yaklaştığı veya ona katkıda bulunduğu nispette anlamlı olacaktır. Elbette hayatın nihaî anlamı, hiçbir zaman bütünüyle-en azından burada- erişilebilir değildir. Çünkü insan, zamanın değişen içeriği 885 Linda Trinkaus Zagzebski; Virtues of The Mind, p.22–23 302 ve hayatın yükselen dalgası nedeniyle sürekli olarak yeni değer deneyimleri içerisine çekilir. Genellikle mutluluk denilen şeyin, çoğu kez anın duygulanımından ya da hayatın tek yanlı tatmininden ibaret olduğu sanılır. Oysaki ruhun en yüksek, en kuşatıcı ve ebedî tatminini temin eden, bunu güvence altına alan bir kutsanmışlık veya saadet hissi vardır. Bu hedefe varan yol, ruhta bütün erdemlerin birlikte var olmasına bağlıdır.886 Aristo: “Mutluluk için önemli olan, erdeme uygun etkinliklerdir, erdeme aykırı etkinlikler ise mutluluğun tersini yaratır”887 der. Burada mutluluğa götüren birçok erdemler olmasına rağmen “erdem” cinsi ifade eden bir kavram olarak kullanılmıştır.Çünkü erdemlerin bütünlüğüne işaret edilmesi açısından bu kullanımının büyük bir önemi vardır. Farabi' deki anlayış da Aristo' ya benzerdir: “İradî (istenerek yapılan) iyilik ve iradî kötülük, yani güzellik ve çirkinlik, özellikle insanlardan kaynaklanır. Şimdi, iradî iyiliğin ortaya çıkmasının bir tek yolu vardır. Çünkü insan nefsinin güçleri beştir: Nazarî düşünme, amelî düşünme, arzu, öfke, hayal ve duyum güçleri. Yalnız, insanın düşüneceği ve bilincinde olacağı mutluluk, başka hiçbir güçle değil, ancak nazarî düşünme gücüyle bilinir. İnsan mutluluğu, Faal Akıl tarafından kendisine verilmiş olan ilkeleri (mebadi) ve ilk bilgileri kullanmakla edinir. İnsan, mutluluğu bilir, arzu gücüyle onu ister, amelî güçle onu elde etmek için gerekeni yapmayı düşünür ve arzu gücünün araçlarını kullanarak, düşünme gücü tarafından buyrulan eylemleri gerçekleştirir ve ondaki duyum ve hayal güçleri, mutluluğu kazanması için gerekli eylemlere doğru atılımında düşünme gücüne yardımcı olur ve boyun eğer ise, bu takdirde, insanda meydana gelen her şey bütünüyle iyi olur. İşte sadece bu yolla iradî iyilik ortaya çıkar.888 Bu şemanın özeti bize göre şudur: Bütün bu insanî güç ve erdemler, birlikte kullanılmadığı sürece mutluluk kazanılmaz. Çünkü “erdemin amacı birdir.”889 Platon’nun metinlerinde, sadece adalet erdeminin değil, diğer bütün erdemlerin birbirleriyle ilişkili olduklarını görebiliyoruz. Platon Sokrates’in “Bir insan ruhun akıl kısmından kaynaklanan bir erdeme sahip olursa, o insan bütün erdemlere sahip olacaktır.” şeklindeki görüşüne katılmaktadır. Özellikle ruhun akıllı kısmı ( bedensel 886 Edward Spranger; İnsan Tipleri, (çev: Ahmet Aydoğan), İz Yayıncılık, İstanbul 2001, s.80 Aristoteles; Nikomakhos, s.17 888 Fârâbî; Siyâse, s.73; T: s.39 889 Fârâbî; Fusul, s.101; T: s.76 887 303 olmayan kısmı) erdemli olduğu zaman, bu, ruhun geriye kalan diğer kısmını dengeye ve adil bir ruh inşa etmeye zorlayacaktır. Böylece ruhun cesaretli ve ölçülü olmasını sağlayacaktır. Sokrates bütün erdemleri, entelektüel erdemler olarak görür. Platonda entelektüel erdemler merkezîdir, ancak bütün erdemler entelektüel erdemler değildir. Bir kısmı arzu bir kısmı da duygusaldır.890 “Aristo’nun erdemler birliğine/bütünlüğüne dair düşüncesi, ahlâk felsefesinde doğrudan doğruya Platon’dan miras alınmış birkaç yönden birisidir. Platon da olduğu gibi, ister bu inanç, tek tek iyi insanların yaşamında, isterse erdemli şehrin yaşamında ortaya çıkmış olsun, var olan çelişkilere karşı çıkışın, bunlara olan düşmanlığın göstergesidir. Platon ve Aristo, her ikisi de, çelişkiye bir belâ gözü ile bakarlar. Fakat Aristo, Platon’dan farklı olarak bu belâyı üstesinden gelinebilir bir şeymiş gibi ele alır. Erdemlerin hepsi, birbiriyle uyum içerisindedir ve tek tek karakterlerdeki uyum, devletteki uyumla yeniden üretilir. İç savaş, belâların en kötüsüdür. Platon için olduğu kadar, Aristo için de insanî iyi hayatın kendisi, eşsizdir, birleştiricidir ve iyiler hiyerarşisinin birleşimidir.”891 Aristo ve Platon' nun bu konudaki görüşlerine benzer Farabi’nin de görüşleri var. O da toplumsal çelişkileri kabul ediyor, bunu aşmanın yolu olarak da; herkes için ortak amaç olan mutluluk amacına, tüm erdemlerin birliğiyle çaba harcamak olduğunu düşünyor. “Erdem için bir araya gelmiş bir toplulukta, hiçbir ayrılık ve uyuşmazlık vuku bulmaz. Çünkü erdemin amacı birdir, yani başka bir şey için değil, bizzat kendisi için istenilen iyidir. Bu ikisinin arzu ve amacı, sadece, aslında iyi olan amaca yönelik olduğu için, ona götüren yolları da, bizzat o şey için olan sevgileri de birdir. Onlar, amaçları bir olduğu sürece, asla ayrılığa düşmezler. Anlaşmazlık, sadece arzuların farklılığından ve amaçların zıtlığından dolayı vuku bulur.”892 Aristo da Platon ve Sokrates gibi, adaleti birey ve toplumu bir arada tutan, onların dağılmasını engelleyen bir erdem olarak değerlendirir. Aynı şekilde Aristo da onlar gibi, erdemleri özellikle adalet erdemini iyi insanın mutlaka izlemesi gereken bir erdem olarak görür. Aristo, adaleti sadece bir erdem olarak değil, aynı zamanda adaleti bütün ahlâki erdemlere ait bir tür, genel tür olarak kabul eder. Fakat Aristo, adaletin mutlu ve iyi bir insan için yeterli olduğu şeklindeki Platonik bakış açısına katılmaz. Aynı 890 Nicholes D. Smith; “Some Thoughts”, p.17 MacIntyre; Erdem Peşinde, s.235 892 Fârâbî; Fusul, s.101; T: s.76 891 304 zamanda Aristo, erdemlerin birlik içindeki çeşitliliğine inandığı için ne Platon gibi erdemleri dörde, ne de Sokrates gibi en fazla beşe indirgemez. Tam tersi Aristo, onlarca erdemi sıralar ve her birini ayrı ayrı analiz eder, farklı insan tiplerine göre en uygun erdemlerin üzerinde durur. Aristo’ya göre erdemlerin birliği, tek amaç olan mutluluk için söz konusudur. Erdemlerin uygulama alanları tamamen birbirinden farklıdır. Bu nedenle Aristo kadınlara, erkeklere ve çocuklara göre birbirinden farklı erdemleri gösterir.893 Ancak, Farabi, bütün erdemlerin dört ana kaynağı olan nazarî, fikrî, ahlâki ve sanatsal erdemleri tespit ettikten sonra, bu dört ana erdemden çıkan erdemlerin çeşitliğini kabul eder. Ancak Aristo'dan ayrıldığı, Platon'na daha yakın olduğu nokta, erdemlerin alanlarına veya konumlarına göre değil, insandaki mevcut kaynağına bakması, tüm insanlarda erdemleri oluşturan ilk düşünülürlerin ortak olduğuna ve bunlardan meydana gelen bütün erdemlerin birliğine, üzerinde fazla tartışmaya gerek görmeksizin inanmasıdır. Bu nedenle Farabi’nin kadın konusundaki bakış açısı, Aristo'nun bilinen bakış açısından ayrılır. Farabi' de kadın ve erkek arasındaki fark konumsal değil, sadece işlevsel bir farktır. Bunu onun şu ifadelerinden görebiliriz. “Ruhsal arazlara gelince, onlar içinde öfke ve şiddet gibi kuvvete yönelik olanlar dişilerde daha zayıf, erkeklerde daha güçlüdür. Merhamet ve şefkat gibi zayıflığa yönelik olanlar ise, dişilerde daha güçlüdür. Ancak erkekler arasında duyguları dişilerinkine veya kadınlar arasında duyguları erkeklerinkine benzeyen bazılarının bulunması imkânsız değildir, insanda erkek ve dişi bu şekilde birbirlerinden ayrılırlar.”894 Aristo birçok erdemi ahlâki erdemler kategorisi altında değerlendirir. Aristo, adaleti sadece bir erdem olarak değerlendirmez, aynı zamanda bütün ahlâki erdemlerin bir çeşit türü biçiminde değerlendirir. Bununla birlikte Aristo, ahlâki erdemleri, entelektüel erdemlerden ayırır ve entelektüel erdemi, adalet erdemi türünün altına koymaz. Daha ziyade ayrı bir tür olarak, erdemlerin altında değerlendirir.895 Grek filozofları, insanî yetkinlik veya erdemler ile adalet erdeminin gerekleri arasındaki çatışmayı fark etmişler ve buna çözüm bulmaya çalışmışlardır. Yetkinlik veya erdem, insanî potansiyeli sonuna kadar kullanmayı gerektirir. Söz konusu bu potansiyeli sonuna kadar kullanma, doğal olarak toplumsal kurallarla çatışma içine girecektir. Örneğin 893 Nicholes D. Smith; “Some Thoughts”, p.18 Fârâbî; Medine, s.99; T: s.56 895 Nicholes D. Smith; “Some Thoughts”, p.18 894 305 doğuştan talihli bir kişi (mülkiyet, güç, zekâ vs gibi), talihli olamayan bir kişiye karşı mutluluk açısından avantajlı duruma geçecektir. Grekler, insanî potansiyelin fütursuzca, sonuna kadar kullanılmasının toplum açısından her zaman güvensizlik riskini taşıdığını ve bunun toplumsal dokuyu parçaladığını biliyorlardı. Grek filozofları, bu çatışmayı adaleti sosyal davranış kuralları olarak anlamak alanından, onu bireysel karakter ve psikolojik bir yapı olarak (adil olmaya teşvik eden motivasyon) anlama alanına doğru taşıyarak çözmeye çalıştılar.896 Bu çözümün devamını, Farabi'de de görmek mümkündür. Aslında Farabi' de erdemler birliğini ön plâna çıkaran temel unsurlardan biri de, bütün erdemlerin arkasındaki ahlâki erdemin var olmasıdır. Farabi'ye göre insanın kendisini iyi hissetmesi de, erdemi “bilerek, isteyerek” arzulamasıdır. Farabi’nin insanî bütün yetiler arasındaki hiyerarşiye bu kadar önem vermesi de, bireyin iç adalet yapısının bozulmamasına gösterdiği hassasiyetten kaynaklanmaktadır. Şunu unutmamalıyız ki, iyi hayat sadece yüksek iyileri içermez; aynı zamanda iyi hayatın kurucu unsurları olarak düşük yetkinlikteki iyileri de içerir. Bundan şu sonuç çıkar: Erdem ve filozofik anlayış gibi yüksek değerlerin kökeni fiziksel, -bundan dolayı zihnî ve ahlâki yetkinliklerdir. Bundan dolayı ideal hayat, erdemlerin birliğinden oluşan bir hayattır. Ruhun her bir bölümü, kendine özgü işlevi yerine getirecektir. Her bir özgün işlevin yerine getirilmesi, belirli bir erdemdir. Nitekim bedensel isteklerin, aklın buyurduğu sınırlamalara uyması durumunda ortaya çıkan erdem, ölçülülüktür. Tehlikenin meydan okumasına karşılık veren yüksek ruhlu erdem, tehlikeyi, aklın sesini dinleyerek göğüslediğinde, kendini cesaret olarak açığa vurur. Aklın kendisi, adaletin kendisinin, güzelliğin kendisinin ve diğer bütün formlardan öte, İyi Formunun kendisinin ne olduğunu ayırt edebilecek şekilde, matematiksel ve diyalektik araştırma ile disipline edildiğinde, kendine özgü erdem olan nazarî erdemini yani bilgeliğini sergilemiş olur. Bu tür erdemin bulunduğu yerde adalet erdemi de ortaya çıkar. Çünkü adalet erdemi, ruhun her bir bölümünün kendi özel işlevini yerine getirmesini sağlama erdeminden başka bir şey değildir.897 896 897 Nicholes D. Smith; “Some Thoughts”, p.20 MacIntyre; Erdem Peşinde, s.213 306 Ancak şayet erdemlerin hayata geçirileceği yer, birey ve şehir alanı ise, bu durumda her iki alanda da erdemlerin çokluğu, çeşitliliği, birbirinden farklığının ortaya çıkması son derece doğaldır. Bu durumda, belirli koşullarda en azından bir erdeme sahip olma, öteki erdemlere sahip olmayı dışlayabilir mi? Bir erdem en azından geçici olarak bir başka erdemle çatışma halinde olabilir mi? Ve her iki nitelik de gerçekten erdem olarak kabul edilebilir mi? Bu türden soruların cevabını ilk verenlerden biri Platon’dur. Platon'a göre erdemler, sırf birbiriyle bağdaşır değil, ama aynı zamanda birisinin varlığı, diğer hepsinin varlığını gerektiren türden şeylerdir. Erdemlerin birliğine dair bu güçlü tez, Aristo ve Farabi tarafından da savunulmuştur. İnsan hayatının bütünlüğünde görülen ahenkli şema içinde, her bir erdemin yerini dikte eden kozmik bir düzenin var olduğu, filozofların paylaştığı bir önkabullenmedir. Ahlâksal evrende doğruluk, ahlâksal yargıların, bu şemanın yapısına uygun olmasından ibarettir.898 Erdemlerin birliği tezinin kökeninde Sokrates' in “Bilgi erdemdir” önermesi vardır. Bu “erdem nedir?” sorusuna verilen bir cevaptır. Örneğin “cesaret nedir?” diye sorduğumuzda bu soruya cevap iki şekilde verilebilir: İnsanlar sadece erdemli, ölçülü, adil ve dindar ise cesurdur. Ya da: cesaret = erdem = ölçülülük = adalet = dindarlıktır. Cesaret, erdem, ölçülülük, adalet ve dindarlık aynı şeyin beş farklı ismidir.899 Farklı erdemlerin isimleri, tek bir kimliğe veya niteliğe tamamen işaret etmektedir. Bu anlamdaki erdemlerin birliği, özdeşlik olarak anlaşılır.900 Sokrates'in erdemlerin bütünün parçası olduğuyla ilgili konuşmasında “Biz önemli bir istisna görüyoruz: Diğer erdemler ‘erdem’ aracılığıyla birlenirler ve erdem parça olarak değil, erdemin bütünü olarak kabul edilir.”901 Tıpkı erdemin yüze, erdemlerin ise kulak, burun, göz ve ağza nispet edilmesi gibi. Böylece “erdem”in erdemler birliğinin anahtar kavramı olarak anlaşılması gerekir. Örneğin cesur kişi, aynı zamanda adil kişidir. Çünkü cesaret, erdemi gerektirir ve erdeme sahip olmak, adalete sahip olmayı garantiler.902 Şayet “erdem” erdemlerin bütünü ise ve diğer erdemler bu bütünün parçalarıysa, bu durumda bir şekilde, bu erdemi diğer erdemlerin izlemesi gerekir. Bu erdemi anlamak 898 MacIntyre; Erdem Peşinde, s.215 Terry Penner; “The Unity of Virtue”, The Philosophical Review, Vol.82, Jan.1973, p.36 900 Daniel T. Devereux; “The Unity of the Virtues”, p.766 901 Daniel T. Devereux; “The Unity of the Virtues”, p.767 902 Daniel T. Devereux; “The Unity of the Virtues”, p.773 899 307 için, bu erdemin altındaki diğer erdem cinslerini tanımak gerekir. Tıpkı matematiğin alt branşlarını tanımak gibi. Bu durumda iyi ve kötünün bilgisi olan bu erdemin, kendi alt dalları ve cinsleri var demektir. Böylece cesaret x’in bilgisi, adalet y’nin bilgisi anlamına gelmektedir. Bu ayrımlar iyi ve kötünün bilgisine göre, erdemin alt dallarına ve cinslerine ayrılmaktadır. Bu teze göre erdemlerin birbirinden ayrılması, sadece bilginin biçimlerine göre ayrılmasıdır. Bir başka deyişle, bütün bir erdem olan “erdeme” sahip olduğumuz zaman, diğer öteki erdemlere de sahip olmayı garantilemişiz demektir. Aynı şekilde erdemlerden birine sahip olmak geriye kalan diğer erdemlere de sahip olmak anlamına geliyor. Yeter ki erdem ve diğer erdemler arasında doğrudan bir kanal, her zaman açık olsun. İşte bu nedenden dolayı Farabi öncelikle dört ana erdemi, daha sonra bu ana erdemlere bağlı erdemlerin açılımı üzerinde durmaktadır. “X nedir?” veya “erdem nedir?” türünden bir soru Farabi'ye göre formla ilgili bir sorudur. Başka bir deyişle özle ilgili bir sorudur. “Erdemin özü nedir?” gibi. Bu soruların cevabı, dört ana erdemin ne olduğuna bağlıdır. Aynı zamanda “cesaret nedir?” sorusu insanı cesur yapan şey nedir? Şeklinde de anlaşılabilir. Bu soruda hem özle ilgili şeyler hem de insanın psikolojik durumunu, onu cesur yapan şeyleri öğrenmek istemekle ilgilidir. Bu durumda “cesaret nedir?” sorusu: Yani “İnsanı cesur yapan psikolojik durum nedir?” sorusu, cesaret, erdemle yani onu erdemli yapan psikolojik durumla özdeşleşmektir şeklinde anlaşılmaktadır. Veya “cesaret onu ölçülü yapan psikolojik durumla özdeşleşmektir” vb. Her iki durumda da erdemlerin birliği söz konusudur. Ancak birincisinde erdemlerin kavramsal analizleri daha çok öne çıkmakta iken, ikincisinde ise erdemin özü ve erdemi ortaya çıkaran özün psikolojik durumu öne çıkmaktadır. Eylemleri hem öznenin sergilediği insanî nitelikler türünden, yani motive eden güç veya ruh durumu, hem de eylemlerin meydana geldiği koşullar türünden birbirinden ayırmak olağandır. Savaş alanında veya kendisini ayartan nefsanî güçlerine karşı dayanmaya çalışan, kendini kontrol eden kimse cesurdur. Bu koşullar yokken de bu özelliği kendinde taşıyan, yine aynı erdemi taşımakta ve erdem sahibi demeyi hak etmektedir. Çünkü erdemin özünü, onu erdemli yapan motivasyon gücünü, psikolojik durumu kendinde taşımaktadır. Bütün bu özelliklerin (cesaret, adalet, ölçülülük vb.) hepsini birden taşıyabilmenin daha genel adı da pratik erdemdir. Cesaret, erdem ve pratik erdem 308 özelden genele, tümü bir erdemdir. Cesur eylem pratik erdemin tehlike durumunda yapması gerekeni; ölçülü erdem, pratik erdemin ayartmalara karşı yapması gerekeni yapmasıdır. Bu durumda adalet, ölçülülük, dindarlık ve cesaret erdemleri, erdemin kısımlarıdır. Tıpkı ağzın, gözün, kulağın, burnun yüzün birer kısmı olduğu gibi. Erdemin parçaları, yüzün parçaları gibidir. Her bir parçanın kendine özgü bir gücü vardır. Hem parçaların kendileri, hem de parçaların güçleri bir birlerine benzemezler.903 Bu durumda Sokrates'e göre bilgi ve erdem, aynı şey ve aynı anlama gelir. Burada Sokrates'in vardığı nokta, erdemlerin ve bilginin özdeşliğidir. Aristo’nun ahlâkî zayıflık kavramıyla buna olan itirazlarına da daha önce değinmiştik. Buna karşın Platon, Aristo ve Farabi' de, erdemlerin İyi Form ile özdeşliği, erdem ve erdemlerin kendi aralarındaki türleriyle olan birliği söz konusudur. Tıpkı yüzün bütün parçalarının yüzdeki birliği gibi. Bununla birlikte Sokrates' in “Bilgi erdemdir.” derken buradaki bilginin iyi ve kötünün bilgisi olduğunu vurgulamalıyız. Bu noktayı göz önüne alıp değerlendirdiğimizde, karşımıza daha ilgi çekici şemalar çıkmaktadır. Cesaret, bütün iyilerin ve kötülüklerin bilgisidir. Gelecek iyiler ve kötülükleri göz önüne aldığımızda, cesaret; gelecek iyiler ve kötülükler bilgisidir. Veya cesaret = erdem = iyiler ve kötülükler bilgisi. Burada cesaret iyi ve kötünün bilgisiyle özdeşleşmekte ve böylece bütün erdeme dönüşmektedir.904 Belki de Sokrates' in bize anlatmak istediği: “Ölçülülük = iyi ve kötünün bilgisi = diğer bütün bilimleri faydalı yapan bilgi = kendimizi ve ötekini mutlu yapan bilgi = ev yönetimi ve şehir yönetimiyle ilgili kurallar bilgisidir.”905 Cesaret, kendini savunma ve koruma konusundaki iyi ve kötülerin; iffet arzularımızla ilgili iyi ve kötülerin bilgisidir. Ölçülülük varlığımızla ve arzularımızla ilgili iyi ve kötülerin bilgisidir denilebilir. Hemen hemen Farabi dâhil klâsik filozoflarda, erdemlerin birliği meselesi farklı biçimlerde de olsa karşımıza çıkmaktadır. Erdemlerin birliği, erdemlerin bütünü olan “yüzü” tanımamız ve erdemli eylemi geliştirmemiz için önemlidir. Ancak erdemin bu 903 Terry Penner; “The Unity of Virtue”, p.50 Daniel T. Devereux; “The Unity of the Virtues”, p.773 905 Terry Penner; “The Unity of Virtue”, p.64 904 309 “yüzüne” sahip olduğumuzda ve erdemli eylemleri geliştirdiğimizde erdem, bizi erdemli kılar ve iyi-mutlu insan oluruz. 2.3.2.2. Ölçülülük (Orta) Teorisi Hazlara yönelik her hangi bir davranışa karar verdiğimiz anda, aslında davranışın arkasında saklı duran iki tercihle karşı karşıyayız demektir. Birinci tercih, gerçekte hayatın bütününe olan katkısı bakımından gerçek anlamdan yoksun ve yaratılışın amacı için bir değeri olmayan sıradan davranışlardan aldığımız zevk, her ne kadar bizi bir dizi duyusal zevk zincirine sürükleyecek güçte olsa da, aynı zamanda bu zevk zinciri bizi hayatın derin hakikatlerinden de koparacak cinstedir. Bu tercihte yaptığımız davranıştan zevk alsak bile hayatın bütününden, hayatın amaç ve anlamından kopmak gibi bir tehlike altındayız. İkinci tercih ise, yaptığımız her davranışta, hayatın gerçek işlerini yapmak hususunda Tanrının amacıyla iş birliği yapacak kadar, tamamen değerli ve anlam dolu bir tercihtir. Yaptığımız eylemin altında yatan, gerçek hayatın bütününe katılma sürecinden yürümek ve bu eylemle de bu süreci yetkinleştirmektir. İnsanlar eylemlerinin temelinde bu iki tercihten birini seçmek zorunda kalmaktadırlar. Bu iki tercihten birini seçmek de, insanların hayat ve mutluluk görüşlerinde etkili olmaktadır. Mutluluk görüşü gereği, eylemlerinde birinciyi tercih edenler için, çileci bir yaklaşım biçimi kendisini göstermektedir. İkinciyi tercih edenlerde ise; eğitici, geliştirici ve dönüştürücü bir görüş biçimi şekillenmektedir. Genel anlamda eylemleri için birinci tercihte bulunan haz izleyicileri arzuların, insan ruhunun büyük bir çoğunluğunu kapladığını ve eylemlerde arzunun baskın unsur olduğunu ileri sürerler. Ayrıca insan arzularının, akıl tarafından tamamen kontrol edilmesi gibi bir ihtimalin olmadığını kabul ederler. Doğal ve kaçınılmaz olarak, arzular ile bedenin eylem sistemini kontrol etmek isteyen akıl arasında çatışma olacaktır. Ayrıca bu tercihte olan haz izleyicileri için rasyonel ve manevî olan her şey, ancak arzuların hizmetinde olduğu sürece anlamlıdır. Bunlara göre bu tür mutluluğa engel irrasyonel eğilimler, eğitilemezler ve bu irrasyonel eğilimlerden korunmanın tek yolu elden geldiğince bu tür hazlardan korunmaktır. Böylece bu tür eğilimlerin büyümeye yönelik doğasına müdahale etmiş oluruz ve 310 mümkün mertebe zayıf tutmuş oluruz. Haz izleyicileri, eğilimlerini ekstra başka güçler tarafından da kontrol edebilirler. Ayrıca topladıkları bütün manevi güç, aklın gücünü toplayıp, eğilimleri daha fazla kontrol altında tutma çabası olmalıdır. Bir çeşit özdenetimle tutkuların, arzuların kölesi olmaktansa; ya da onlara tamamen karşı olmaktansa duygusal fırtınalara dayanabilme, ancak eylemlerde orta veya ölçülü davranma kriteriyle mümkündür. Ölçülülük, “kişinin hayatını özenle ve akıllıca yaşaması; ahenkli bir denge ve bilgelik” anlamına gelir. Ölçülülükten amaç, duyguları, arzuları bastırmak değil, dengedir: Her duygunun kendine özgü bir değeri ve önemi vardır. Arzu ve istekten yoksun bir hayat, yaşamın kendi zenginliklerinden kopuk ve yalıtılmış, donuk, çorak bir kayıtsızlık âlemine dönüşebilir. Ancak Aristo'nun tespit ettiği gibi, makbul olan uygun duygudur, yani koşullarla orantılı biçimde hissedebilmektir. Duygular fazlasıyla bastırıldığında donukluk ve uzaklık yaratır; kontrolden çıktığında, aşırı ve ısrarlı, patolojik bir hâle gelir. Kişiyi felç eden baskın kaygılanmada, öfkeye dönüşen kızgınlıkta ve manik ajitasyonda olan da budur.906 Bazı felsefî bakış açısı, bu anlamda arzuların azaltılması ya da kontrol altına alınmasının, mutluluk için iyi bir yol olduğu görüşündedir. Bu nedenle de bu filozoflar, dünyadan el etek çekmişler, kendi münzevi dünyaları içinde, haz izleme yollarını sınırlayıp, kendilerini ideal âlemde bulunan nihaî hakikatın temaşasına vermişlerdir. Farabi, bu türden görüşlere geniş bir biçimde değinmektedir. Farabi’nin metinlerinde bu görüşlerin özetini; “Bundan dolayı bazıları ruhun bedenle birleşmesinin insan için tabiî olmadığını, gerçek insanın ruh olduğunu, bedenin ruhla birleşmesinin onu bozduğunu, eylemlerini değiştirdiğini, erdemsizliklerin (razâil) ruhta ortaya çıkmasının nedeninin bedenin ruhla birleşmesi olduğunu, ruhun yetkinlik ve erdeminin bedenden kurtulmasında yattığını, ruhun, mutluluğu bakımından bedene ihtiyacı olmadığını, mutluluğa ulaşması için ne bedene, ne zenginlik, komşular, arkadaşlar, hemşeriler gibi dış şeylere ihtiyacı olduğunu, şehirdeki topluluklar ve diğer şeyleri gerektirenin insanın sadece bedeninin varlığı olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu insanlar, bundan ötürü insanın bedenî varlığının tamamen ortadan kaldırılması gerektiğini düşünmüşlerdir.”907 şeklinde okuyoruz. 906 907 Daniel Goleman; Duygusal Zekâ, ( Çev.:Banu Seçkin Yüksel ) Varlık Yayınları , İstanbul 2003 , s.77 Fârâbî; Medine, s.168; T: s.110 311 Buna benzer başka görüşler de vardır: “Başka bazıları bedenin insan için tabiî olduğunu, insan için tabiî olmayan şeyin ruhun "arazlar"ı olduğunu, onların insan için, tersine, bir bedbahtlık olduğunu, mutluluğun kendisiyle elde edildiği tam erdemin bu arazların yok edilmesi, ortadan kaldırılması olduğunu ileri sürmüşlerdir.”908 “Bazıları bundan dolayı tabiî varlığı veren şeyin, ruhun hâlihazırda sahip olduğu varlığını veren şeyden başka olduğu, şehvet, öfke ve ruhun benzeri diğer arazlarını meydana getiren nedenin, onun düşünülürü kısmını veren nedenin zıddı olduğunu ileri sürmüşlerdir. Onlardan bazısı (mesela Empedokles) bunun nedeninin, iki failin zıtlığı, bazısı ise (mesela zahirî görüşlerinde Permenides ve diğer tabiat filozofları) maddelerin zıtlığı olduğunu söylemişlerdir.”909 Farabi'nin bu konuyla ilgili görüşlerini aktardığı kişiler, görüşlerini ontolojik gözlemlere dayandırmaktatır. Farabi, bunların görüşlerini, varlıkların birbirine zıt olması, farklı varlıkların var olmaları, bazen var olup bazen var olmamalarından yola çıkarak bu görüşe varmışlardır şeklinde özetlemektedir. “Şu anda duyularımızla veya aklımızla idrak ettiğimiz varlıkların belli tözleri yoktur. Onların hiçbirinin kendisine mahsus bir tabiatı da yoktur. Bundan ötürü onun tözünün sadece şu tabiat olup, ondan başkası olmaması söz konusu değildir. Tersine onlardan her birinin tözü, mesela "insan" da olduğu gibi sonsuz şeylerdir. Çünkü bu "insan" kelimesinin anlamı töz bakımından belirsizdir. Onun tözü ve ondan anlaşılan şey, sonsuz şeylerdir. Bununla birlikte içinde bulunduğumuz anda onun tözü hakkında duyumsadığımız şey, bu duyumumuzun konusu olan şeydir. Onun tözü hakkında aklımızla kavradığımız şey de şu anda bu kavrayışımızın konusu olduğunu iddia ettiğimiz şeydir.”910 Bunlara göre dolayısıyla insan mutluluğu konusunda elimizde incelenmeye değer bir varlık / nesne kalmamaktadır. Mutluluk, olsa olsa o anda duyumsanıp gelip geçen bir duygudur. Araştırmalar ancak duygularla, yaşananlarla sınırlı kalmaktadır. Farabi'ye göre “Bu ve benzeri görüşler felsefeyi ortadan kaldırmakta ve ruhlarda tasavvur edilen şeyleri, doğru olan şeyler olarak imkânsız kılmaktadır. Çünkü onlar, her şeyin tözleri bakımından birbirlerine zıt, tözleri ve arazları bakımından sonsuz sayıda 908 Fârâbî; Medine, s.168; T: s.109 Fârâbî; Medine, s.169; T: s.111 910 Fârâbî; Medine, s.172; T: s.112 909 312 varlıklarla var olmasının mümkün olduğunu ileri sürmektedir. Böylece onlar, hiçbir şeyi imkânsız görmemektedirler.”911 Bir başka deyişle, göreceliğe kaymaktadırlar. Farabi’nin metinlerinden yukarıda görüşlerini özetlediklerimizin hepsi farklı uçlarda durmaktadır. Kimisi bedensel hazların bütününe karşı savunulması, kimisi ruhsal niteliklerin bir kısmından kurtulmak gerektiğini savunmuşlardır. Kimisi de varlığın değişime dayandığını, değişmeyen hiçbir şeyin olmadığını, bu nedenle mutluluk için gerçek varlık bilgisinin elde edilemeyeceğini savunmuşlardır. Bu egzistansiyalistçe görüşe göre “hiçbir şey imkânsız değildir” mantığıyla, tam bir ahlâki göreceliği savunmuşlardır. Farabi tüm bu görüşlere katılmamış ve mutluluk için hiçbir şekilde hazların karşısında olmaya ihtiyaç hissetmemiştir. Bu görüşlere karşı orta teorisi diyebileceğimiz mutluluk teorisini geliştirmiştir. Buna göre “Orta, duygu ya da eylemin iki aşırı uç arasında bir seçim kuralı veya ilkesidir.912 Bu nedenle Farabi, eylemlerle ilgili olarak orta teorisi geliştirir. Farabi’nin orta teorisinde “orta” ve “ölçülülük” olmak üzere birbirinin yerine iki kavram kullanmaktadır. Genel olarak, orta özle, değişmeyenle ilgili bir kavramdır. Ölçülülük ise izafî olan, değişebilen, niceliksel olanla ilgili bir kavramdır. Farabi' ye göre orta ve/veya ölçülü kavramları iki şekilde kullanılır. “Orta (elmutavassıt) ve ölçülü ( el-mu’tedil) kelimeleri iki tarzda söylenir: a) Kendi zatıyla orta (el-mutavassıt fî-nefsihî), b) Kıyasla ve başkasına izafetle (olan) orta (yani izafî orta).” Farabi buna örnek olarak: “ On ile iki arasında orta olan altı, kendi zatıyla orta olana bir örnek teşkil eder. Çünkü on'un altı'ya nispetle fazlalığı, altı'nın iki'ye nispetle fazlalığına benzer. Bu, iki taraf arasında bulunan bir, kendi zatıyla ortadır. Buna benzeyen her sayı böyledir. O, bir ortadır, ne artar, ne de eksilir; çünkü on ile iki arasında orta olan (sayı), altı'dan başka bir sayı değildir.”913 Farabi’nin göreceli orta diye isimlendirdiği ortaya gelince. “İzafî (relative) orta, kendisine izafe edilen şeylerin değişmesine bağlı olarak, çeşitli zamanlarda artan ve eksilen ortadır; bir (erkek) çocuk ve çalışan yetişkin bir erkek için mutedil gıda buna bir örnektir; çünkü bu, onların bedenlerinin durumunun değişmesine bağlı olarak değişir. Onların birinde mutedil olan gıda, miktarı ve adedi, kabalığı, düzlüğü, ağırlığı ve 911 Fârâbî; Medine, s.173; T: s.115 MacIntyre; Ethik’in Kısa Tarihi, s.75 913 Fârâbî; Fusul, s.19; T: s.35 912 313 hafifliği bakımından, genel olarak ifade edersek, kemiyeti ve keyfiyeti bakımından diğerinde orta olandan farklıdır.”914 Farabi' ye göre eylemde orta, eylemin koşulları tarafından belirlenir. Eylemin koşularını en iyi bileni de, tıbba analoji yaparak anlatmaya çalışır. “Her fiilde orta, fiilin şartlarına göre takdir edilendir. Takdir edilmek amacıyla, farklı eylemlerin kendileriyle karşılaştırıldığı şeyler, her fiilde, miktar bakımından aynı değildir. Bilakis, örneğin, bu fiil beş şeye nispetle, diğer bir fiil ise beşten daha az veya daha fazla şeye nispetle ölçülür.”915 “Her tür ilaç ve gıdalarda orta ve mutedil olanı ortaya çıkaran ve ortaya koyan kişi, doktordur. Doktorun bunu kendisiyle ortaya koyduğu (şey) ise, tıptır. Ahlâk ve eylemlerde “ortayı” şehrin yöneticisi, toplumun başkanı belirler. Başkanın bunu kendisiyle ortaya koyduğu sanat ise, siyasî sanat (es-sınâ'atu'1-medeniyye) ve başkanlık mahareti (el-mihnetu'l-melikiyye)dir.”916 Farabi'ye göre iyi eylemler, kendilerini yapmayı alışkanlık haline getirmekle iyi bir ahlâk elde ettiğimiz eylemlerdir. “İnsanın bedenî yetkinliği, ahlâkın yetkinliği gibidir. İnsanın ahlâkının yetkinliğini sağlayan eylemlerin durumu, insanın bedenî yetkinliğini sağlayan şeylerin durumuna benzer. İnsanın bedenî yetkinliği, sağlıktan ibarettir. Tıpkı sağlığın elde edildiğinde korunması; ondan yoksun kalındığında kazanılması gerektiği gibi, iyi ahlâkın da elde edildiğinde korunması; mevcut olmadığında kazanılması gerekir.”917 Yine tıpkı kendileriyle sağlık elde edilen şeyler, ancak “ölçülü/orta” bir durumda bulunduklarında, onlarla sağlık elde edilebileceği gibi; iyi ahlâkı meydana getiren eylemler de ancak orta /ölçülülükle meydana getirilebilirler. Bu durumda, yeme-içme ve yorulma gibi davranışlar ölçülü olduğunda, onlarla sağlık elde edilir. Aynı şekilde, ahlâki eylemler de ölçülü olduklarında iyi ahlâkı meydana getirirler. Sağlığı meydana getiren şey, orta ve ölçülülükten uzaklaştığında artık onunla sağlık meydana gelmez.”918 Aynı şekilde, eylemler ölçülülükten /mutedillikten uzaklaşıp ve böyle bir alışkanlık haline geldiklerinde, onlar iyi ahlâkı meydana getirmezler. Eylemler ölçülü olma durumundan, ya gerekenden fazla, ya da eksik olmaya doğru uzaklaşırlar. O halde 914 Fârâbî; Fusul, s.19; T: s.35 Fârâbî; Fusul, s.19; T: s.35 916 Fârâbî; Fusul, s.19; T: s.36 917 Fârâbî; Tenbih, s.58; T: s.36 918 Fârâbî; Tenbih, s.58; T: s.36 915 314 yenecek şey, gerekenden fazla veya eksik olduğunda sağlık meydana gelmez. Davranışlar ölçülü olduğunda, bedene güç verir. Gerekenden fazla veya eksik olduğunda gücü giderir. Eylemler de ölçülülükten uzaklaşıp, ya gerekenden fazla veya eksik olduklarında, kötü ahlâkı meydana getirirler veya kötü ahlâkı koruyup iyi ahlâkı giderirler. Tıpkı sağlığı meydana getiren şeylerde ölçülü olma durumunun, onların ne kadar çok veya az; ne kadar şiddetli veya zayıf; sürelerinin ne kadar uzun veya kısa; ne kadar fazla veya eksik olmalarıyla ilgili olması gibi, eylemlerin ölçülü olma durumu da onların ne kadar çok veya az; ne kadar şiddetli veya zayıf; sürelerinin ne kadar uzun veya kısa olmalarıyla ilgilidir.919 Farabi' ye göre ölçülülüğün beli bir kriteri de vardır: “Her şeyde ölçülü olma durumu, o şeyin çokluğu, azlığı, şiddeti ve zayıflığı belli bir ölçüye göre olmadıkça vuku bulmadığı için, her şeyin belli bir ölçüye göre meydana gelmesi de ancak bir kriterle belirlenir.”920 Buna göre ölçülü eylemin kriteri, “kendisiyle, sağlığa yararlı olanı belirleyeceğimiz kritere benzer. Sağlığa yararlı olanın kriteri, sağlıklı olmaları istenen bedenlerin durumudur. Sağlığa yararlı olandaki ölçülü olma durumu, ancak o bedenlerle karşılaştırılıp bedenin durumlarına göre değerlendirildiğinde bilinebilir. Eylemlerin kriteri de eylemlerle birlikte giden durumlardır. Eylemlerde ölçülü olma durumu, ancak o eylemlerde bulunan durumlarla karşılaştırılıp değerlendirildiğinde bilinebilir.”921 Farabi, insan sanatı ile tıp sanatı arasında sık sık yaptığı analojiyi burada da yapar. Tıpkı, doktorun, sağlığa yararlı olan şeydeki mutedil ölçüyü bilmek istediğinde önce sağlığı söz konusu olan bedenin mizacını, zamanı, insan sanatını (sınaatü’l-insan) ve tıp sanatının( sınaatü’l-tıp) belirlediği diğer şeyleri bilmekten başladığı ve sağlığa yararlı olanın ölçüsünü, bedenin mizacının tahammül ettiği ve tedavi zamanına uygun olan ölçüye göre ayarladığı gibi; biz de eylemlerdeki orta ölçüyü bilmek istediğimizde, önce eylemin zamanını, içinde bulunduğu yeri, eylem yapan kimseyi, eylemin kime yapıldığını, eylemin kimde yapıldığını, ne ile yapıldığını, yapılış sebebini veya eylemi, kendisi için yapılan şeyi bilmekten başlar ve eylemi bunlardan her birinin ölçüsüne göre yaparız. İşte o zaman ölçülü eylemi elde etmiş oluruz. Eylem, bunların hepsiyle değerlendirildiğinde ölçülü olur. Eğer onların hepsiyle değerlendirilmezse, eylem, ya fazla veya eksik olur. Bu şeylerin çokluk ve azlık bakımından ölçüleri her zaman tıpatıp 919 Fârâbî; Tenbih, s.58; T: s.36 Fârâbî; Tenbih, s.58; T: s.37 921 Fârâbî; Tenbih, s.59; T: s.38 920 315 aynı olmadığına göre orta eylemlerin ölçülerinin de daima bizzat aynı ölçüler olmaması gerekir.”922 Farabi ölçülü eylemlerin ne olduğunu, zihinlerde kalıcı bir şekilde oluşması için örnekleriyle birlikte vermektedir. “İyi eylemler, biri aşırı, diğeri eksik olduğu için, her ikisi de kötü olan iki aşırı uç arasında orta ve ölçülü eylemlerdir. Erdemler de buna benzer. Çünkü onların, biri çok aşırı, diğeri çok eksik olduğu için her ikisi de aşağı olan diğer iki durum arasında, nefsin orta durum ve melekelerdir. Örneğin (yemekte) ölçülülük, birisi çok aşırı olan oburluk, diğeri çok eksik olan lezzet hissinin yokluğu arasında orta; cömertlik, cimrilik ve israf arasında orta; cesaret, (düşüncesizce) atılganlık ve korkaklık arasında orta; nükte, alay, oyun vs. ile arsızlık, ahmaklık ve durgunluk arasında orta bir durumdur. Tevazu, kibir ile adi davranış ve laubalilik arasında da orta bir karakterdir. (hulk). Nezaket, gurur, övünme ve kendini üstün görme ile kendini alçaltma arasında orta; yumuşak huyluluk (el- hılm), aşırı öfke ve insanın bir şeye hiç kızmama durumu arasında orta; hayâ utanmazlık ile sıkılganlık ve şaşkınlık arasında orta; dostluk, asık suratlılık (hırçınlık) ve dalkavukluk arasında orta bir durumdur. Diğerleri de böyledir.”923 Farabi yukarıdaki şemayı verdikten sonra, okuyucuya, erdemlerin birliğinin önemini hatırlatmak için yine tıpla analoji yaparak bilgi verir. “Bizzat kendisini ilgilendirdiği kadarıyla eylemlerde ve ahlâkta orta olanı bulma gücüne sahip bir insanın varlığı kabul edilir.” Aynı şekilde, “Bir insanın yalnız kendi beslenmesini sağlayan yiyecek hususunda orta ve mutedil olanı ortaya çıkarma gücüne sahip olduğu da kabul edilir.” Bu türden eylemler, sağlıkla ilgili eylemlerdir ve her insan sağlığını korumayı asgari biçimde başarabilir. Aynı şekilde bir insan ahlâki eylemleri konusunda da ölçülü olan eylemi bulmada başarılı olabilir. Ancak, birey, siyasî hayatı “siyasî sanatı (es-sınaatü'l medeniye)” yetkin bir şekilde bilerek, diğer bireylere zarar vermemeyi ilke edinerek bu başarıyı yetkin bir şekilde kazanabilir.924 Farabi şöyle der: “Bununla birlikte, organlarından (belli) biri için mutedil olanı ortaya çıkarma gücüne sahip bir kişi, ortaya çıkardığı şeyin bedenin diğer kısımlarına zararsız olmasına dikkat etmediğinde ve onun, bütün beden ye parçalarına yararlı olması sağlanmadığında, o, bozulmuş bir tıp sanatının bir kısmıyla iş yapmış olur. Tıpkı bunun 922 Fârâbî; Tenbih, s.60; T: s.38 Fârâbî; Fusul, s.36; T: s.34 924 Fârâbî; Fusul, s.42; T: s.38 923 316 gibi, ahlâk ve eylemler hususunda, bilhassa kendisi için mutedil olanı ortaya çıkarma gücüne sahip bir insan da, kendisinin ortaya koyduğu bu şeyde, eğer hem şehrin, hem de onun diğer kısımlarının yararını göz önünde bulundurmaz ve hatta onun farkına varmaz veya farkına vardığı halde onlara dokunacak zarara aldırış etmezse, bozuk bir siyaset sanatının bir kısmıyla iş yapmış olur.”925 Orta teorisini, alışkanlığın gücüyle pratiğe uygulayabiliriz. Pratik ahlâk, her zaman üç durumla karşı karşıyadır: Ölçülü, ölçüden ayrılmış ve ilk ahlâk, ortaya ya yakın ya da değildir. “Eğer elde edilen ahlâk, biz ortayı aşıp diğer zıdda yönelmeksizin, sadece ortaya yakın olan ise, o zaman, biz ortaya ulaşıncaya kadar bizzat o eylemleri yapmaya devam ederiz. Eğer biz, ortayı aşıp diğer zıdda yönelmişsek, o zaman, birinci ahlâkla ilgili eylemleri yapmaya tekrar başlar ve bir süre devam ederiz. Sonra bu durum üzerine iyice düşünürüz. Kısacası, kendimizi her ne zaman bir tarafa meyletmiş bulduğumuzda, diğer tarafla ilgili eylemlere alıştırırız ve biz ortaya ulaşıncaya kadar veya ona iyice yaklaşıncaya kadar, o eylemleri yapmaya devam ederiz.”926 Farabi, bir eylemin orta eylem olup olmadığını anlamamızın kriterini “kolaylık” (sühlet) ve yaptığımız eylemden haz alma olarak belirler. “Ahlâkımızı ortaya getirip getirmediğimizi bilmemizin yolu, eksiklikten meydana gelen eylemin kolaylığına bakarak onu bilmemizdir. Orta eylemi yapmak, bizim için, eksiklikten meydana gelen eylemi yapmak kadar kolay mıdır veya değil midir? Eğer onları yapmak, aynı veya birbirine yakın derecede kolay ise, o zaman, ortaya ulaştığımızı biliriz. Onların, bizim için kolaylığını, bu şekilde, yani her iki eyleme bakarak deneriz. Eğer onlardan biriyle bize hiçbir zarar dokunmuyorsa veya onların her birisinden haz alıyorsak ya da diğeri ile rahatsız olmaksızın onlardan birinden haz veya zararı çok az ise, o zaman, aynı ve birbirine çok yakın derecede kolay olduklarını anlarız.”927 Farabi, orta teorisinde bizi, ortaya benzeyen durumlara karşı uyarır. “Orta”, iki uç arasında olduğu ve bu uçlarda, “orta”ya benzeyenin bulunması mümkün olduğu için, “orta”ya benzeyen tarafa düşmemeye dikkat etmemiz gerekir. Şunları “orta”ya benzeyen örnekler olarak gösterebiliriz: İhtiyatsızlık cesarete; israf cömertliğe; soytarılık /utanmazlık nüktedanlığa; dalkavukluk/yağcılık dostluğa; yapmacıklık sadakate, yani insanın kendisi hakkında doğru söylemesine benzer. Doğuştan kendisine 925 Fârâbî; Fusul, s.42; T: s.38 Fârâbî; Tenbih, s.65; T: s.42 927 Fârâbî; Tenbih, s.65; T: s.42 926 317 meyilli olduğumuz şey, yine bu uçlarda bulunduğuna göre, ona düşmemeye dikkat etmemiz gerekir. Doğuştan meyilli olduğumuz, “korkunç bir şeyin üzerine gitme eksikliği” ve “cimrilik” buna bir örnek olarak gösterilebilir.928 Ayrıca, dikkat etmemiz gereken bir başka husus kolaylaştırıcıların nötr durumuna aldanmamızdır. “Bir uçtan diğer bir uca veya “orta”ya cezb edilmemizi kolaylaştıran bir araç olarak kullanmak zorunda olduğumuzu ve bu aracı kullanılmaksızın düşünüp taşınmanın, tek başına bazen yeterli olmadığını biliyoruz. Hazzın, her eylemde bir amaç olduğunu zannetmemizden ve yaptığımız her şeyde hazzı aramamızdan dolayı, kötüyü yapmak, ancak, onu yapmakla elde edeceğimizi ümit ettiğimiz haz sebebiyle; “iyi”den kaçınmak, ancak, ondan göreceğimiz acıyı düşündüğümüzden dolayı bize kolay gelir.”929 Orta teorisinde asıl amacın mutluluğu kazanma olduğu unutulmamalıdır. Özne, ölçülü eylemleriyle kendi ve başkalarının mutluluğunu hedeflemelidir. “İlgili oldukları durumlara göre değerlendirilmiş olan orta, mutedil eylemlerin, mutluluğa erişmede, diğer şartlarla birlikte yararlı olmaları ve onları ortaya koyan kişilerin, mutluluğu kendisine ana hedef yapması gerekir. Nasıl ki doktor, kendisiyle bedenî tedavi ettiği yiyecek ve ilaçlarda mutedil olanı göstermeye çalışırken, bütün dikkatini sağlığa çeviriyorsa, o kişi de, mutluluğu elde etmede ya bütün şehir halkına, ya da onlar arsında tek tek kişilere yararlı olabilecek şekilde, eylemleri nasıl takdir etmesi gerektiğini teemmül etmelidir.”930 Haz izleyicilerinin eğilimleri, en azından bir dereceye kadar öğretilebilir ve eğitilebilir. Bu eğitim ve öğretimin sonucunda kişi aklın üstünlüğünü kabul edecek noktaya gelir, aklın bu üstünlüğünü kabul etmesinin ve akla dayalı ölçülülüğün dışında ekstra bir güç aramasına da gerek kalmaz. Bu, tıpkı insan doğasındaki mekanizmaya benzer. İnsanın istikrarsız eğilimleri, bir yönetimin, ölçülülüğün, dengenin, harmoninin, düzenin ve ritmin kontrolü altına girmelidir. Tıpkı insan bedenî gibi, bedensel arzular; ölçülülüğün, ritmin sembolü olan beynin idaresi altına girmediği sürece kendi arzularını yetkin bir şekilde tatmin etmemiş olur. Yetkin bir tatminin olmadığı yerde de, ideal mutluluktan da söz edilemez. 928 Fârâbî; Tenbih, s.66; T: s.43 Fârâbî; Tenbih, s.66; T: s.43 930 Fârâbî; Fusul, s.47; T: s.39 929 318 Aynı zamanda doğamız ritimden, ölçülülükten yapısı gereği haz alır. Halk oyunları, müzik, hep ritimsel ölçüler üzerinde kuruludur. Müzikten aldığımız zevk, ritimsel ölçülülüğün bize verdiği zevktir. Doğamızın da bundan zevk alması, temel yapısının ölçülülük, ritim üzerine inşa edilmesinden kaynaklanmaktadır. Her türlü ritim, aslında yasanın ve düzenin bir örneğidir. Dahası, eşyanın doğasında var olan belirli ritim tipleri, belirli karakter tiplerini ifade etmeye uygun düşmektedir. “Bizim için alışkanlık olmuş her türlü ritmik formlardan haz almamız, insan doğasının özelliğidir. Bu nedenledir ki sansürcüler, sansür işlerinde çok az arzu edilen ve daha çok kadınsı olan tipleri yasaklamayı ve ritmik formların eğitimde, törenlerde ve profesyonel danslarda kullanılmasının, daha çok arzu edilen karakter tipini gösterdiğini görmekte, uzmanlarla görüş birliği içindedirler. Bu yolla bizim haz-acı duyularımız, zamanla harmonilik ve ölçülülük biçimini alır. Aynı zamanda iyi düzenlenmiş hayatın doğal ritmini elde etmiş oluruz.”931 Şiirler, melodiler, dans ritimlerinin hepsi, beğenilmiş karakter tiplerinin örnekleridir. Bizler, bu sanatsal ritimlerin içine, duygusal olarak etkilenmiş bir biçimde gireriz. Barış için bestelenmiş bir melodide ölçülülük ve kutsallık erdemini; savaş için bestelenmiş bir melodide ise cesaret, disiplin ve askerî ahlâkın erdemlerini buluruz. Bu erdemleri içimizde hisseder ve onları duygusal olarak beğenir, -bazen beğeni o kadar iç dünyamızda yer işgal eder ki- o beğeninin etkisinde kalarak bu erdemleri onaylamayı, onları yaşamayı öğreniriz. Bir halk oyununu izlediğimizde, ekibin aynı ölçülülükte aynı hareketleri, aynı anda hep birlikte yaptığını görüp beğendiğimizde; toplum bireyleriyle birlikte hareket etmeyi hatırlarız. Beğendiğimiz bir melodiyi dinlediğimizde, kelimelerin anlam dolu unsurlarının belirli bir ölçüde bir araya gelerek nasıl şekillendiğini gördüğümüzde; toplumun temelini oluşturan adalet, gelişme gibi erdemleri derinden hatırlarız. Bunları anladığımızda, Platon’un müzik ve jimnastik gibi aktivitelerin, aklın bizzat kendisinin güzelliğinin beğenilmesi olduğuna işaret etmesini daha iyi anlarız.932 Ölçülüğü gözeten, bunu kendinde karakter haline getiren kişi “Kendini kontrol eden” (zabitu linefsihi)933 ve erdemli kişidir. Ölçülülük, aslında kendini kontrol anlamına gelir. Ölçülülük ya da kendini kontrol erdemlerin en önemlilerindendir. Farabi’nin mutluluk 931 Rupert Clendon Lodge; “The Platonic Highest Good (I)”, p.447 Rupert Clendon Lodge; “The Platonic Highest Good (I)”, p.448 933 Fârâbî; Fusul, s.34; T: s.33 932 319 sisteminde kendini kontrol, en temel unsurdur ve en yüksek insanî gelişimi kazanabilmek demektir. İyi bir eğitimden gelen içsel öngörü, insanın organizmasını kontrol etmeye başlamasını öğretir. Kendini kontrol, iradeyi güçlendirir ve karakteri daha nitelikli duruma getirir. Bir öğrencinin kendi araştırmalarını yaparken, otoritelerinin sıkı kuralları karşısında kendini kontrol etmeyi öğrenmesi, aynı zamanda onu hayatın kurallarına karşı, kendisini hazırlamasına neden olur. Erdemin başı, kendini kontrol etmeyi öğrenmektir. Orta teorisi Aristo' nun “Her bir karakter erdemi için bir orta durum vardır.” iddiasını ortaya atmasıyla başlamıştır. Bu teoriye göre iki kötülük arasındaki orta durum, erdemdir. Birinci kötülük, ifrat ve ikinci kötülük ise tefrittir, ikisinin ortası ise erdemdir. Ancak öznenin orta teorisini doğru kullanılabilmesi için bedensel hazlar ile ruhsal hazları birbirinden ayırması gerekir. Orta teorisi bedensel hazlar ve tutkular için geçerlidir. Aristo' nun orta teorisinde asıl amaç insanın ölçülülük erdemiyle canlılığını sürdürecek en uygun dengeye göre yaşamasıdır.934 Ölçülülük erdemiyle ihtiyacımız olan fiziksel ihtiyaçlarımızı, iştah ve arzumuzu düzenleriz. Aristo erdemi tanımlarken “Erdem bir tür orta olmalıdır; ortayı amaç edinir.” der.935 Buna göre mutedil insanlar, fiziksel yaşamlarını sürdürmek için çevresindeki besinlerle, ölçülülük erdemiyle denge ve uyum sağlayanlardır. Bu nedenle ölçülülük bedenle, başka bir deyişle canlılığımızla ilgili bir boyuttur. Bu boyutuyla insan, hayvanla ortak bir boyuttadır. Hayvansal boyutuyla insan, doğal olarak yemeye ve içmeye karşı iştahlanır. Böylece insan yeme ve içmenin getirdiği hazlara karşı hassaslaşır. Orta teorisindeki ölçülülük, insan yaşamının bu türden hazlarıyla ilgilidir. Hayvansal boyutumuz, insanî boyutumuzdan ayrılmayacağına göre, hayvansal boyutumuzla ilgili hazlar konusunda da sorumluyuz. Bu sorumluluktan asıl amaç, rasyonel yanımızın hayvansal yanımıza hâkim olmasıdır. Bu hâkimiyet de ancak, ölçülülük sayesinde elde edilebilir. Greklerde ölçülülük iki boyuta ayrılır: Entelektüel ve ahlâki. Entelektüel ölçülülük, kendini tanıma bilgisiyle ilgilidir. Entelektüel ölçülülük; kibir, gurur ve kendi yerini bilmek gibi konuları içerir. Ahlâki ölçülülük ise, kendini kontrol etmekle ilgilidir. Özellikle nefsin, arzuların, iştahın, öfkenin akılla, hükümdar konumda olan nazarî aklın 934 935 Charles M.Young; “Aristotle on Temperance”, The Philosophical Review, Vol.97, Oct.1988, p.528 Aristoteles; Nikomakhos, s.32 320 erdemleriyle kendisini kontrol etmesidir.936 Orta teorisinde aslolan, ahlâki ölçülülüktür. Aristo ve Farabi'nin de ilgilendiği anlamda orta teorisi, bedenle ilgili ölçülülük erdemi olmuştur. Bir kimsenin iyi ve yetkin amaçları söz konusu olduğu sürece, bir sınırlama içermek zorunda değildir. Ahlâki olan, övgüye değer olan şey, insanın bu amaçlara ulaşma biçiminde kendisini dizginleyebilmesi, kontrol etmesi veya ölçülülük ilkesinden sapmamasıdır. Özet olarak şunu söyleyebiliriz: Farabi, arzuların aklın kontrolüne tamamen girmesi, ya da akla dayanarak arzuların tamamen yok edilmesi gibi bir iddiada bulunmamaktadır. Farabi birbirine zıt iki iddia yerine, insan doğasının ölçülülükten zevk aldığını ve bu zevk üzerine alışkanlıkların kurulması, hazzın alışkanlık geliştirirken kullanılması gerektiği iddiasında bulunmaktadır. Filozofik bir yaşam, ölçülü bir yaşama dayanmaktadır. Filozofun yemesi, içmesi, cinselliği, duygularını eğitmemiş insanın yemesi, içmesi, cinselliği gibi değildir. Onun için, bu duygular tatmin edildiklerinde bile, belli bir ölçü ile yapıldığından dolayı filozof, her an kendisini eğiten, ruhunu yetkinleştirdiği gibi bedenini de yetkinleştiren kişidir. Mutluluk için önerilen filozofik yaşam da eylemlerde, duygularda, ölçülüğün asla eksik olmadığı bir yaşam biçimidir. İyi ve mutlu olmak, yaşam biçimine bağlıdır.937 Söz konusu bu yaşam biçimini geliştirmenin bir yolu ölçülü davranmak iken, öteki yolu da ahlâki eğitimdir. 2.3.2.3. Eğitim Ahlâki duyguların değerlendirilebilir. 938 ahlâkla olan ilişkisi, felsefe tarihinde üç başlıkta Birincisi kabaca Stoacılarla özdeşleşen görüştür. Onlar duyguların ahlâki bir değeri olduğunu kabul etmezler ve duyguları, iyi hayatı olumsuz etkileyen birtakım etkiler olarak görürüler. Kant’da bu görüşe yakındır, bu nedenle ahlâkının temelinde duygulardan arınmış ödev kavramı hâkimdir. İkinci görüş, sempati ve merhamet gibi bazı duygular, ahlâki davranışlara ve ahlâki sonuçlara yönlendirdikleri için özellikle ahlâkidirler. Bu duyguların, özellikle ahlâki sonuçlara yol açtığını vurgulayan bu ahlâki gelenek, Hutcheson, Hume ve A.Smith tarafından geliştirilmiştir. 936 Charles M.Young; “Aristotle on Temperance”, p.541 Aristoteles; Nikomakhos, s.5 938 Ronald De Sousa; “Moral Emotions”, Ethical Theory and Moral Pratice, Vol.4, 2001, p.110 937 321 Üçüncü görüşe gelince, hemen vurgulayalım bu görüş geriye doğru gittiğimizde Farabi, Platon ve Aristo' ya kadar gider. Aristo' ya göre ahlâki eğitim, duyguları öğrenmekten geçer. Özellikle doğru duygunun, doğru derecede ve doğru zamanda nasıl olacağını bilmekten geçer. Aristo şunları söyler: “… Bunun için, Platon'nun dediği gibi, bu şekilde, bir yolunu bulup henüz çocuklukta gerektiği şeylerden haz alacak ya da acı duyacak biçimde eğitmek gerekir. Doğru eğitim de budur.”939 Mutlu olma sanatını, çocuklarımıza, erken bir yaşta öğretmeliyiz. Mutsuzluk, çocuklarımızda bir alışkanlık olarak yerleştikten sonra, bu mutsuzluk sanatını değiştirmemiz çok zor olabilir. Yine, çocuklarımızın mutluluk sanatını öğrenmemiş olmalarından dolayı kendilerini, acılara, strese, depresyona, duygusal fırtınalara, duygularını yönetmemeye, kendilerini kontrolsüzlüğe teslim etmeden, onlara, hayatın amacı olan mutluluğu kesinlikle öğretmemiz gerekiyor. Farabi, mutluluğu kazanmamıza araç olan iyi ahlâkı edinmeyi, sanat edinmeye benzetmekle çok doğru bir görüş ortaya atmış olmaktadır. “İyi ahlâk edinilmesine ve hâsıl olmasına araç olan şeylerdeki durum, kendileriyle çeşitli sanatlar elde edilen şeylerdeki duruma benzer. Çünkü yazmada ustalık, ancak usta bir yazıcının yaptığı eylemi yapmayı alışkanlık haline getirdiğinde elde edilir. Aynı şey, geri kalan sanatlar için de geçerlidir. İyi yazma eylemi, insanda ancak yazmada ustalıkla meydana gelir. Yazmada ustalık ise, ancak insan iyi yazma eylemini ilerletip alışkanlık haline getirdiğinde elde edilir.”940 Bu sanat, klâsik dönem kültüründe “Belli başlı ahlâksal eğitim aracı olarak öykü/masal anlatmadır.”941 İnsan, ne yapmış ise odur. Bu nedenle bir insanı yargılamak, onun eylemlerini yargılamaktır. Belirli durumlarda, belirli türden eylemleri gerçekleştirmesiyle insan, başkalarına, erdemleri ve zaafları üzerinde yargıda bulunma yetkisi vermiş olur. Çünkü erdemler, tam da, özgür bir insanın rolünü sürdürmesine destek olan ve rolünün gerektirdiği eylemlerde kendilerini açığa vuran niteliklerdir.942 İşte öyküler, bize karakterleri ve erdemleri daha rahat değerlendirme pratiğini kazandırır. Bu türden pratikler, bizi, erdeme bilişsel ve duygusal olarak hazırlamakta yardımcı olan pedagojik pratiklerdir. 939 Aristoteles; Nikomakhos, s.27 Fârâbî; Tenbih, s.56; T: s.35 941 MacIntyre; Erdem Peşinde, s.183 942 MacIntyre; Erdem Peşinde, s.185 940 322 Bu gerçeğin farkında olan Farabi, kolaylığın, hazzın ve tahayyül gücünün ahlâki eğitimdeki önemine işaret etmiştir. Farabi’ye göre hazla birlikte yapılan “iyi”yi yapmak, bizim için kolay hale gelir.”943 Kolaylık ve yatkınlık da eğitimin bir parçasıdır. “Bir insanın, tabiî olarak, doğuştan, bir dokumacı veya bir kâtip olarak yaratılması mümkün olmadığı gibi, ta başlangıçtan itibaren bir erdem veya bir eksikliğe sahip olarak yaratılması da mümkün değildir. Ancak, tıpkı yazma sanatının… Eylemleri kendisine kolay geldiği, tabii olarak mütemayil (ve hazır) olması mümkün olduğu gibi, erdem veya aşağılıkla ilgili eylemlerin… Daha kolay olmasından dolayı, onun, erdem veya aşağılık durumlarına tabi olması mümkündür.”944 Çocuklara iyi alışkanlık kazandırmak ise, ahlâki eğitimin amacıdır. “Amelî erdemlerle amelî sanatlara gelince, …eğitilmesi gerekenler iki yöntemden biriyle, bunların eylemleri ile ilgili alışkanlık kazandırılması gerekir. Bunlardan birincisi iknaî deliller, heyecan uyandırmaya dayanan deliller ve bu eylemler ve melekeleri onları isteyerek yapma yönünde bir azim (motivasyon) meydana getirecek tarzda, ruhta tam bir biçimde tesis edecek diğer delillerden meydana gelen yöntemdir. Bu yöntem, zihnin tabiî olarak kendilerine eğilimli olduğu düşünülürü sanatların kullanılması ve böyle bir uygulama sonucunda elde edilen faydalarla mümkün hale gelir.”945 Bize göre, çocuklarımıza duygu eğitimi vermek, onları sahip oldukları duygular konusunda bilinçlendirmek, bu duygularını nasıl kullanmaları gerektiğini öğretmek, bilişsel eğitimden daha önceliklidir. Bilişsel eğitim ile duygu eğitimi, birbirinden bağımsız değildir. Ancak duyguların eğitimi, özellikle mutluluk ve ahlâk söz konusu olunca daha da bir öncelik kazanır. Çünkü çocuklarımız okula gitmeden önce, ilk olarak duyguların okulu olan evde, ilk duygu eğitimlerini almış oluyorlar. Bundan dolayı Farabi, aile reisi, “ev halkının eğitim ve öğretimiyle meşgul olma”946 sorumluluğunu taşımaktadır, derken belki de, bunu da kast etmektedir. Eğitimin amacı, iyi ve yetenekli insan yetiştirmektir. Bu yetiştirme bir süreçtir. Bu süreçte amaca ulaşmak için haz ve acının etkisi önemlidir. Mutluluk, hayatı değerli kılar. Haz, normal aktivitelerde sağlık işaretidir ve aynı zamanda haz, hem aktiviteleri hem de sağlığı geliştirir. Yaptığımız eylem iyi olduğunda aldığımız haz, memnuniyet ifadesidir. Aristo, 943 Fârâbî; Tenbih, s.69; T: s.43 Fârâbî; Fusul, s.31; T: s.32 945 Fârâbî; Tahsîl, s.167; T: s.80 946 Fârâbî; Tahsîl, s.168; T: s.81 944 323 “Bir insan değerli bir işten haz almadığı sürece iyi bir insan sayılmaz.” der. Hiç kimse, adil davranmaktan haz alamayan bir insana, adil diyemez.947 Haz, aynı zamanda insanın kendisini gerçekleştirmesi olarak da tanımlanır ve kendini gerçekleştirme ise, hayatın amacını ifade etme biçimidir.948 Ahlâki duygular, ahlâki davranışların psikolojik motivasyonlarıdır.949 Duygu ve değer arasında derin bir ilişki vardır.950 Mutlu bir hayat için ihtiyacımız olan şey; yetiler, fonksiyonlar, erdemler, kendini gerçekleştirme ve bunları amaç olarak seçmektir. Hazzın bir şekilde bütün bunlarla bir ilişkisi vardır. Ancak en önemli ilişkisi, haz aracılığıyla hayat ideallerimizi daha kolay gerçekleştirmek, onların insan için olan değerini test etme imkânı bulmaktır. İster toplumsal, ister bireysel olsun, amaçlarımızdan büyük hazlar almak, haz almak için eylem standartlarına uymak, eylemlerimizi bu standartlara göre yargılamak, hazzın hayatımızdaki fonksiyonlarındandır. Gelişmeye doğru ilerlemek isteyen toplumlarda, haz ilkesine göre ilerlemek daha hızlı ve etkili olmaktadır. Bu nedenle yetkin toplumlar kendi ideal toplum kavramlarını, hazları şekillendirmek, onlara doğru yön verip, onları bu kavramlar için kullanmak temayüllündedirler. Örneğin sağlık, güvenlik, sanat gibi hayatı arzulanır duruma getirici kavramlar, bu tür toplumlar için önemli gözükmektedir. Bu durumda ahlâki eğitim için, toplum ve bireyde bu kadar etkili olan hazları doğru bir biçimde kullanmak, hazlarla ilgili doğru alışkanlıklar kazandırmak, oldukça önemlidir. Bu nedenle kendini gerçekleştirme, hayatın amacı olarak değerlendirilmiştir. Sadece kendini gerçekleştirmeyle, toplum üyesi bireylerin, çeşitli aktivitelerle kendilerini yönetmeleri mümkündür. Bireyin kendisini etkili bir toplum üyesi yapması, bir insanın mümkün olan en büyük derecede kendisini gerçekleştirmesiyle aynı şeydir. Daha fazla arzulanan her şey - ki bu aynı zamanda kendini gerçekleştirmeyi arzulamaktır - bizim için değerlidir. Her şey, nihayetinde amaçla olan ilişkisine bağlı olarak, iyi ya da kötü diye isimlendirilir.951 947 948 Bk. Aristoteles; Nikomakhos, s.26–28 M.S. Gilliland; “Pleasure and Pain in Education”, International Journal of Ethics, Vol.2, Apr.1892, p.290 Ronald De Sousa; “Moral Emotions”, Ethical Theory and Moral Pratice, Vol.4, 2001, p.118 950 Ronald De Sousa; “Moral Emotions”, p.124 951 M.S. Gilliland; “Pleasure and Pain in Education”, International Journal of Ethics, Vol.2, Apr.1892, p.291 949 324 Haz ve acının ahlâki eğitimdeki yeri önemlidir. Bireyin eylemleriyle birlikte olan doğal haz ve acılar, ahlâki eğitim için en iyi yoldur. Bir şeylerden haz almak ve bir şeylerden korkmak, eylemler için bazen nihaî belirleyici ve güçlü bir motivasyon olabilmektedir. Öncelikle entelektüel eğitim, arkasından da ahlâki eğitim gereklidir. Her iki eğitim sistemi de içten içe bir birine bağlıdır. Aslında bütün eğitimin nihaî amacı arzu kapasitesi ve aklın çıkarlarını yetkinleştirdiği, geliştirdiği sürece ahlâki eğitimdir. Ahlâki eğitimi duygularla sınırlamak yanlıştır. Ahlâki eğitim, Farabi'ye göre, sadece duygularla sınırlı olan bir eğitim değil, aynı zamanda akıl başta olmak üzere, bütün insanî yetilerin en büyük amaç olan mutluluğun peşine düşecek şekilde kişinin eğitilmesidir. Bu nedenle örneğin, bedenin sağlığını korumak ve geliştirmek için gösterilen aktiviteler de ahlâki eğitimin bir parçasıdır. Örneğin, zihnin eğitimi, aynı zamanda iradenin, dikkatin eğitimidir. Matematik öğretimiyle doğruları çabuk kavrayan keskin bir zekâ, ahlâki iyi ve kötüyü çabuk kavrayan bir zekâ demektir. Bu nedenle Farabi’de mutluluk, amacı bakımından eğitimin ve erdemlerin birliğinden yanadır. Bir başka deyişle, bütün erdem ve eğitimin hedefinin en büyük, tek yetkin amaç olan mutluluk olması konusunda ısrarlıdır. Ahlâki eğitim açısından, akıl ve zekâ arasında farkı gözetmekte fayda vardır. Çünkü zekâ, fikrî erdemle ilgilidir ve insanı birtakım pratik amaçlara ulaştıracak bir araçtır; amacı, nesneleri kullanabilmek için gerekli olan bilgiye ulaşmak, onların bazı görünüşlerini ışığa çıkarmaktır. Akıl ise perspektifçidir. Yani kavranabilecek her türlü görüş açısını ve boyutunu bütünsel olarak kavrar, yalnızca pratik amaçlarla ilgili boyutu değil. Akıl, nesnelerin ve birbirini izleyen olayların özüne ulaşmak imkânını veren bir derinlik gerektirir. Aklın fonksiyonunu bilmek, kavramak, nesneleri anlayarak onlarla kendimiz arasında ilişki kurmaktır.952 Bir anlamda ahlâki eğitimden amaç, akıl ve zekâ gibi insanî yeti ve fonksiyonları geliştirmek ve gerekli insanî yetilerin yetkinleşmeleri için uygulamalar yaptırmaktır. Haz bunların gelişimi için motivasyon sağlar. İyi motivasyonla yapılan eylemler, haz verir. Toplumsal onaylama, takdir, beğenilme ahlâki teşvik için birer motivasyon çeşitleridir. Sanat erdemi ise, mutluluk için başlı başına bir motivasyon aracıdır. 952 Erich Fromm; Erdem ve Mutluluk, s.126 325 Sanat, kendi fonksiyonu olan doğruyla ilişki kurma işini, duygular aracılığıyla bize taşır. Sanat, güzelliği ortaya çıkarır. Sanatın, doğru sanat olabilmesi için iyiliği arzulanır duruma getirmesi gerekir. Bütün sanatlar, hayat üzerinde yapılan yorumlardır. Bütün sanatlar, bir seçim ve bir vurgudur. Bütün değerli sanatlar, en derin güzelliğin biçimlerini ve insanın sürekli mutluluğunu gösteren sanatlar olmuştur. Çünkü sanat, hayatın anlamının açıklamasıdır. Sanatçı sadece taklit eden değil, aynı zamanda gören ve yapan kişidir. Sanatçı, sürekliliği, doğruluğu ve güzelliği konu olarak seçerken, yaratıcı tahhayül gücüyle bunları cisimleştirir, en karmaşık ideleri, daha önce hiç kavrayamadığımız şekilde kolay kavranacak ve ruhumuzda en derin şekilde iz bırakacak bir noktaya yükseltir. O, güzelliği ve iyiyi sadece görmez aynı zamanda da gördüğünü yapar. Bunları bize sevdirmeyi, ebedî gerçeklermiş gibi kavramamızı öğretir.953 Sanat, insandaki haz duygusunu, sanatsal olarak ortaya çıkarmaya dayanır. Sanatın temllendirilmesi, insan ruhunun gerçekleştirmesinde oynadığı rolün derecesine bağlıdır. Bu nedenle sanatın temellendirilmesi, bir anlamda ahlâkı öğretmesine bağlıdır.954 Bu nedenle, sanatsal eğitim ile ahlâki eğitim arasında kurulmayı bekleyen çok önemli bir bağ vardır. Modernite sanatçıları, bu önemli bağı modern hayatın parçalanmışlığının etkisinde kalarak görmek istememiş, güzel ve iyi arasındaki bağı klâsik döneme göre tamamen ayırmışlardır. Ahlâk eğitimi için bu bağın yeniden kurulmasının, çağdaş insanın mutsuzluk sorununu çözmeye katkıda bulunacağına inanıyoruz. Macit Fahri, Farabi, Aristo ve Platon görüşleri arasındaki farkları anlatırken, eğitimi ilgilendiren ikisi arasındaki görüş farklılığına değinmektedir. Aristo, ahlâki özelliklerin sonradan kazanılabileceği ve alışkanlıklar aracılığıyla sürdürülebileceğinden söz ederken; Platon, ahlâki özelliklerin doğuştan alındığını ve bunların sonradan değiştirilmesinin zor olduğunu söylemektedir. Aristo, Etik’te, ahlâki özelliklere soyut ve genel bir şekilde değinir ve bunların köklerinin karakter ve tutumlara bağlı olduğunu belirtir. Bu nedenle, çocukların eğitim ve öğretimlerine onların tutum ve karakterleri açısından çok önem verir. Platon ise, konuya daha çok, bireylerin içinde yaşadıkları hayat tarzlarına alışmak zorunda oldukları ve sonradan artık değiştiremeyecekleri davranış modelleri için politik rejimlerin önemi konusunda daha ısrarcıdır.955 Aristo' nun ahlâki eğitim anlayışı, daha çok doğru eylemlerin alışkanlıklar arcılığıyla 953 M.S. Gilliland; “Pleasure and Pain in Education”, p.305 M.S. Gilliland; “Pleasure and Pain in Education”, p.307 955 Majid Fakhry; “Al-Farabi and the Reconciliation of Plato and Aristotle”, Journal of the History of Ideas, Oct.1965, p.475 954 326 kazandırılması ve doğru eylemleri öğretirken hazları kullanma yoluyla, onları zevkli hale getirmeye dayanmaktadır.956 Eğitim tek başına yeterli değildir. Eğitim, sadece ümit verici kaba materyali sağlar. Kaba materyali işleyip onu erdem haline getirmek, pratik erdemin öznede var olmasına bağlıdır. Alışkanlıkların kendisi de tek başına yeterli değildir. Alışkanlıkların da karakter erdemleri üretmeleri için, iyi bir muhakeme eğitimi vermek gerekir. Bu nedenle Farabi’nin mantık sanatına dikkat çekmesi oldukça önemlidir. Ahlâkî eğitim, düşünce mahsulü olmayan eylem tiplerinden, iyi bir insanın anlayacağı erdemli eylem tiplerine geçişi ve mutlulukta rol oynamayı gerektirir. Erdem, yerine göre teknik bir bilgidir. Karakter erdemleri, ahlâk eğitiminde çok önemlidir. Bir insanın karakter yetisi ve karakter erdemleri, eylemlerini doğru eylem yapan gerekli bir yetenek ve erdemdir. Bu nedenle, “Eğitimli ahlâksal fail, erdemli bir biçimde eylediğinde, ya da yargıladığında, kuşkusuz ne yaptığını bilmek zorundandır. Nitekim erdemli olduğu için, erdemli olan ne ise, onu yapar. İşte bu olgu, erdemin hayata geçirilmesini, erdem değil, erdemin taklidî olan niteliklerin sergilenmesinden ayıran olgudur. Söz gelimi, iyi eğitilmiş bir asker, belirli bir durumda, cesur olduğundan değil, iyi eğitilmiş olduğundan, düşmanlarından çok kendi üstlerinden korktuğundan, cesaretin gerektirdiği şeyi yapabilir. Ne var ki, hakikaten erdemli bir fail, doğru ve rasyonel bir yargı temelinde eylemde bulunur.”957 Neticede ahlâki eylem için kişinin eğitilmesi, kişinin kendisini erdemlerde eğitmesidir. Fakat bu eğitim, aynı zamanda erdemlerin de kurallarını içerecek şekilde bir eğitimdir.958 Ahlâk eğitimi, erdemden önce erdemin tekniksel kavramını ve teknik bilgisini vermek zorundadır. Bu bilgi bir insana erdemli davranıştan önce, erdemli davranışın ilk doğru ilkelerini kazandırmayı amaçlamalıdır. Ahlâk eğitiminde öğretilmesi gereken en önemli erdemlerden biri, kişinin kendini kontrol etmeye alışmasıdır. Kendini kontrol erdemi de teknik bilgiyi gerektirir. İbadet, meditasyon, ritüel ve ayinlerden amaçlananlardan biri de, kendini kontroldür. Kendini kontrol erdemi tek başına yetmez, bununla birlikte kişinin doğru eylemlerden haz 956 T.H Irwin; “Aristotle on Reason, Desire, and Virtue”, The Journal of Philosophy, Vol.72, 1975, p.576 Alasdair MacIntyre; Erdem Peşinde, s.225 958 Robert C. Roberts; “Virtues and Rules”, Philosophy and Phenomenological Research, Vol.2, June.1991, p.343 957 327 almayı öğrenmesi gerekir. Kişinin, değişime, arzu ve hazlarını amaçlarına iliştirmeyi bilmesi gerekir. Toplumsal örf, adet ve gelenekleri öğrenmek ve çocuklara öğretmek gerekir. Ahlâki argümanları ve muhakeme etmeyi çocuklara çok iyi öğretmek gerekir. Ahlâk öğretiminde, ahlâk, kişinin hayatına yön veren bir şey olarak sunulmalıdır. Ahlâk eğitimcisinin amacı, ahlâki bakımdan doğru davranış kazanmasına öncülük etmektir.959 Farabi’ye göre erdemleri gerçekleştirmenin iki ana metodu vardır: Öğretim ve Eğitim. Öğretmek, birey ve toplumlarda nazari erdemleri meydana getirmektir. Eğitmek ise toplumlarda ahlâki erdemleri ve pratik sanatları varlığa getirme yöntemidir. Öğretme sadece sözle olur. Eğitmek ise birey ve toplumları pratik yetilerin sonuçları olan eylemleri, onlarda bu eylemleri yapma yönünde bir motivasyon yaratmak suretiyle yapmaya alıştırmakla olur. Eğitmede bu yetilerin ve onların sonucu olan eylemlerin, insanların ruhunu hâkimiyetleri altına almaları ve onların bu yeti ve eylemlere âşıklarmış gibi davranışta bulunmaları gerekir. İnsanda bir eylemi yapma yönünde azim, sözle ve eylemle meydana getirilebilir.960 J. J. Roussau, Emile’de “en iyi toplumsal kurumlar, insanı en iyi değişime uğratan, bir evrensellik kazandırmak için onun mutlak yapısını elinden alan ve beni toplumsal birliğe entegre eden kurumlardır” der961 Roussau, “insan mı yoksa yurttaş mı yetiştireceğimize karar vermeliyiz. Zira aynı anda ikisini birden yapmamız olanaksızdır”962 görüşündedir. Bu görüş, ahlâk ve siyaseti birbirbirinden ayırma yanlışını taşıyan bir görüştür. Farabi metinlerinden anladığımız kadarıyla “iyi insan” yetiştirmek her zaman önceliklidir. Çünkü “iyi insan” olmak aynı zamanda “iyi yurttaş” olmakla özdeştir. İyi insan, tek başına bir amaçtır, başka bir şeyin aracı değildir. “Düşünen canlı, kendi suretiyle olması bakımından ne madde, ne de araçtır ve asla bir başka tür için hizmetçi değildir .”963 İnsanın üstünlüğü, onun düşünme gücünden gelir. “Düşünen canlı ise, kendisinden üstün başka bir mümkün varlık cinsi bulunmadığı için, kendinden üstün başka bir şeye, hiçbir surette yardımcı olamaz. Bu üstünlük düşünmek iledir ki, o da, 959 Jon Nutall; Ahlâk Üzerine Tartışmalar, (çev: Abdullah Yılmaz), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 1997, s.62–63 Fârâbî; Tahsîl, s.165; T: s.79 961 J.J. Rousseau; Emile ya da Çocuk Eğitimi Üzerine, (çev: Mehmet Baştürk; Yavuz Kızılçim), Babil Yayınları, İstanbul 2002, s.22 962 J.J. Rousseau; Emile ya da Çocuk Eğitimi Üzerine, s.23 963 Fârâbî; Siyâse, s.63; T: s.29 960 328 insanın altındaki ve üstündeki hiçbir şey için asla madde olmadığı gibi, başka bir şey için asla araç da olmaz; tabiî olarak başkasına hizmet de etmez.”964 Her insan, yaratılışın amacı olan en yüksek yetkinliği gerçekleştirme potansiyeline sahiptir. “Her varlık, varlık düzeni içindeki özel mevkiine uygun olarak gerçekleştirmek imkânına sahip olduğu en yüksek yetkinliği elde etmek için meydana getirilmiştir, insana has olan yetkinliğe, en yüksek mutluluk denir ve insanlık düzeni içindeki mevkiine göre her insan, ait olduğu İnsan türüne mahsus olan en yüksek mutluluğa sahiptir.”965 İnsan, üstünlüğünü, düşünme gücünü geliştirmekle korumalı ve düşünmenin ürünleri olan bilgilerini kullanabilmek için kendi kendisini ve başkalarını motive etmeyi öğrenmelidir. Çünkü aynı zamanda mutluluk, bir motivasyon işidir. “İnsanın mutluluk amacı için bir öğretmen (mu’alim) ve kılavuza (murşid) ihtiyacı olur. Bazı insanların, kılavuzlanmaya az ihtiyacı olduğu halde, bazılarının daha çok ihtiyacı vardır. Kaldı ki, bir insan, bu iki konuda yani mutluluk ve ona götüren yolları bilmede kendisine kılavuzluk edilse de, dışarıdan bir dürtü ve itici güç olmaksızın kendisine öğretilen ve gösterilen şeyleri yapmayabilir. İnsanların çoğu bu durumdadır. Bu yüzden, onların, kendilerine bütün bunları öğretecek ve kendilerini bunlara doğru yöneltecek (onları motive edecek)* kimselere ihtiyaçları vardır.” Ancak her insanın, başkalarına mutluluğu öğretme veya mutluluk yoluna onları motive edecek gücü olmalı şeklinde bir zorunluluk yoktur.”966 “Her insanın başkalarına yol gösterme gücü olmadığı gibi, başkalarını bu şeyleri yapmaya teşvik etme gücü de yoktur.”967 Mutluluk sanatı için olumlu motivasyon, ahlâki eğitimin önemli bir parçasıdır. Olumlu motivasyon, heves, coşku, güven duygularının harekete geçirilmesi demektir ve bunlar, mutlulukta önemli rol oynarlar. Güçlü bir kültürel sosyal ve iş etiği, duygusal bir üstünlük yaratan yüksek motivasyon, heves ve sebata, sürekliliğe dönüşmektedir. Tasalanmak, kaygının tüm zihinsel sürece yaptığı yıkıcı etkinin özüdür. Kaygı, aklı zayıflatır. İyi ruh hali, devam ettiği sürece, esnek ve karmaşık düşünebilme yeteneğimizi güçlendirir, dolayısıyla da zihinsel ya da kişiler arası sorunlara çözüm bulmayı kolaylaştırır. Berbat bir ruh hali, belleği olumsuz yöne saptırarak bizi korkak, 964 Fârâbî; Siyâse, s.68; T: s.33 Fârâbî; Tahsîl, s.180; T: s.83 966 Fârâbî; Siyâse, s.78; T: s.42 967 Fârâbî; Siyâse, s.78; T: s.42 965 329 aşırı temkinli kararlar almaya yönlendirir. Kontrolden çıkmış duygular, idraki engeller.968 İyimserlik, tıpkı umut gibi, zorluklara ve engellemelere rağmen genel olarak hayatta her şeyin iyi gideceğine dair güçlü bir beklentidir. Duygusal zekâ açısından iyimser bir tutum, zorluklar karşısında kişileri kayıtsızlığa, umutsuzluğa ya da depresyona karşı koruyan bir tavırdır.969 Mutluluk sanatının bireye yüklediği bir sorumluk da, bayındır dünyanın yetkin modeli olan şehirde, mutluluğun alışkanlıklar yoluyla yerleştirilmesine katkıda bulunmaktır. İnteraktif ilişkiler, sohbetler, gülümsemeler, iyi görünüş, dostluklar vb. bu katkının özel örnekleridir. Toplumsal olarak katkı ise, ancak siyasal yaşama olan katılımla gerçekleşebilmektedir. Ahlâki eğitimin bir amacı da çocuklara özel ve kamusal katkıları için erdemli davranmayı öğretmektir. “Bir insanda bu dört erdem gerçekleştikten sonra geride milletler ve şehirlerde onların özel örneklerinin gerçekleştirilmesi ve bu özel örneklerin milletler ve şehirlerde nasıl meydana getirileceğinin bilinmesi meselesi kalır. Çünkü böyle büyük bir kuvvete sahip olan insanın, onun özel örneklerini milletler ve şehirlerde gerçekleştirme gücüne sahip olması gerekir.”970 Zira “şehir, başlı başına bir koruyucu, bir veli ve bir öğretmendir.”971 Böylece, iyi şehir halkından olmak ile iyi insan olmak arasında ilişki vardır. Övgüye layık, erdemli şehir, insan yetkinliği için mükemmel bir şekilde halkına olanaklar, kolaylaştırıcılar sunabilen bir şehirdir. Mutluluk sanatını şehirde oluşturmanın yolu da, doğal olarak, eğitim ve öğretimdir. “Onları gerçekleştirmenin iki ana metodu vardır: Öğretim ve eğitim. Öğretmek, milletler ve şehirlerde nazarî erdemleri, meydana getirmektir. Eğitmek ise, milletlerde ahlâkî erdemleri ve amelî sanatları meydana getirme yöntemidir, öğretme, sadece sözle olur. Eğitmek ise milletleri ve şehir insanlarını amelî melekelerin sonuçları olan eylemleri, onlarda bu eylemleri yapma yönünde bir azim (motivasyon) yaratmak suretiyle yapmaya alıştırmakla olur. Eğitmede bu melekelerin ve onların sonucu olan eylemlerin, insanların ruhunu hâkimiyetleri altına almaları ve onların bu meleke ve eylemlere âşıklarmış gibi davranışta bulunmaları gerekir. İnsanda bir fiili yapma yönündeki azim (motivasyon), sözle veya fiille meydana getirilebilir.”972 968 Daniel Goleman; Duygusal Zekâ, s.106–112 Daniel Goleman; Duygusal Zekâ, s.116 970 Fârâbî; Tahsîl, s.164; T: s.79 971 Alasdair MacIntyre; Erdem Peşinde, s.201 972 Fârâbî; Tahsîl, s.165; T: s.79 969 330 Nazarî bilgilerin önemi özeldir ve bu tür bilgiler, özel kişilere verilmelidir. “Nazarî ilimler ya önderler veya hükümdarlara veya nazarî ilimleri muhafaza etmekle görevli kişilere öğretilmelidir.”973 Ancak “Bir öğretim plânı takip etmeye ve çocukluklarından itibaren, Platon'un zikretmiş olduğu plâna uygun olarak olgunluğa ulaşıncaya kadar diğer alışkanlıkları kazanmaya zorlanmalıdırlar.”974 Bu nedenle ahlâkî eğitimi, okullarda başlı başına ele alınması gereken bir konu olarak değerlendiriyoruz. Ahlâk eğitiminin diğer ders programlarının yan ürünü olarak verilmesi yeterli değildir. Bu görüş, İngiltere’de John Wilson tarafından da savunulmuştur.975 Farabi' ye göre iknaî yöntem, ahlâk eğitiminde kullanılması gereken bir yöntemdir. “Bu insanlara nazarî şeylerin, nazarî erdemleri kazanıncaya kadar iknai yöntemlerle öğretilmesi gerekir. Nazarî şeylerden çoğunu onlar, tahayyül yöntemi ile kavramalıdırlar. Bu şeyler, bir insanın ancak birçok başka şeyi bildikten sonra aklıyla kavrayabileceği şeyler, yani nihaî ilkeler ve cisim dışı ilkelerdir. Bunun nedeni, halkın çoğunluğunun, ruhlarında iknaî delillerle tesis edilmesi gereken bu ilkelerin, ancak misallerini kavrayabilme durumunda olmasıdır. Bunlar içinde her millete verilmesi, her milletin ve her şehrin insanlarının paylaşması gerekenlerle, özel bir millete, özel bir şehre, özel bir şehrin içindeki özel bir gruba verilmesi, diğerlerine verilmemesi gerekenler arasında bir ayrım yapmak zorunludur. Bütün bunların, nazarî erdemler elde edilinceye kadar fikrî erdemle ayırt edilmeleri gerekir.”976 Bununla birlikte, Farabi, ‘zorun’ bir yöntem olarak kullanılması gereken yerlerin de olduğu görüşünü ileri sürmektedir. “Diğer yöntem ise, zor kullanma yöntemidir. Bu, şehir insanları ve milletlerin içinde isteyerek ve kendiliklerinden veya iknaî delililer sayesinde, doğru olanın lehine davranışta bulunmayan, inatçı ve isyankâr kişilerle, üzerlerine aldıkları nazarî bilgileri başkalarına öğretmeyi reddedenlere karşı kullanılan yöntemdir.”977 Bu görüşün, Farabi’nin eğitim ve öğretimi, siyasal yaşamın bir parçası olan yöneticilere yüklemesinden kaynaklandığını düşünüyoruz. milletlerin eğiticisi ve öğreticisidirler”978 973 Fârâbî; Tahsîl, s.165; T: s.79 Fârâbî; Tahsîl, s.166; T: s.80 975 Meral Çileli; Ahlâk Psikolojisi ve Eğitimi, V Yayınları, Ankara 1986, s.115 976 Fârâbî; Tahsîl, s.167; T: s.80 977 Fârâbî; Tahsîl, s.168; T: s.81 978 Fârâbî; Tahsîl, s.168; T: s.81 974 “Hükümdarlar, 331 Farabi ayrıca, en yüksek yöneticilerin, halklarının mutluluk ve mutsuzluğundan sorumlu ve başkanın birtakım görevleri olduğuna inanmaktadır. Farabi'nin mutluluk anlayışında, şehir yöneticisinin veya başkanın görevi ve bu görevlerin uygulanması oldukça önemli gözükmektedir. Onun metinlerinden çıkarabildiğimiz kadarıyla başkanın temel görevleri şunlardır: 1- Şehri düzenlemek ve şehrin bütün bölümlerini birbirine uyumlu şekilde bağlamak. 2- Şehir halkı için kötülüğü ortadan kaldırmak ve iyilikleri kazanmada onları iş birliğine yöneltmek. 3- Halkın faydasına olacak her şeyi araştırmak. 4- Mutluluğun kazanılmasında yardımcı ve yararlı olanları korumak ve artırmak. 5- Mutluluğun kazanılmasına engel olan unsurları ortadan kaldırmak veya en azından azaltmak. 6Şehir halkını mutluluğa yöneltmek ve onları mutluluk amacı için motive etmek. 7Başka şehirlerin mutluluk anlayışlarını incelemek, bundan örnekler çıkarmak979 Farabi, ayrıca başkan; “erdemli şehir halkından her birinin varlıkların yüksek ilkelerini, onların mertebelerini, mutluluğu, erdemli şehrin birinci derecede yönetimini ve bu yönetiminin mertebelerini bilmesi gerekir. Daha sonra, mutluluğun elde edilmesini sağlayan belirli eylemleri de bilmesi gerekir. Bu eylemlerin yalnızca bilinmesiyle yetinmemeli, onlar yerine getirilmeli ve şehir halkı, onların yapılması doğrultusunda yönetilmelidir”980 demektedir. Ahlâk eğitiminde tasavvur ve tahayyül, kullanılması gereken iki farklı güçtür. Mutluluk sanatı, bireylerin ve toplumların tasavvur ve tahayyül güçlerini en yetkin şekilde kullanmalarına bağlıdır. “İnsan, varlıkların ilkelerini, mertebelerini, mutluluğu ve erdemli şehrin yönetimini ya tasavvur eder ve düşünür, ya da tahayyül eder. Onların tasavvur edilmesi, özlerinin, gerçekte nasıl var iseler öylece insan nefsinde canlandırılmasıdır. Bu görünen varlıklardaki duruma benzer. Söz gelişi biz, insanın ya kendisini ya da görüntüsünü, örneğin suya düşen görüntüsünü görürüz. İnsanı doğrudan doğruya görmemiz, aklın, varlıkların ilk ilkelerini, mutluluk ve benzeri şeyleri tasavvur etmesine, görüntüsünü suda görmemiz ise, tahayyül etmeye benzer. Çünkü onu aynada görmemiz, onun bir görüntüsünü (taklit) görmemiz demektir. Aynı şekilde tahayyül ettiğimizde, onların bizzat kendilerini değil, yalnızca taklitlerini tasavvur etmiş oluruz.981 979 Fârâbî; Siyâse, s.83; T: s.49–50; Fârâbî; Tahsîl, s.180; T: s.85 Fârâbî; Siyâse, s.83; T: s.49–50 981 Fârâbî; Siyâse, s.83; T: s.50 980 332 Ancak insanların çoğu, hem yaratılıştan hem de alışkanlıklar sonucu tasavvur güçlerini kullanmamakta ve mutluluk için gerekli olan varlık ilkelerini, birinci derecede yönetimi, Faal Aklı tasavvur etmekte güçlük çekebilmektedirler. Bu nedenle bu tür insanlar için, söz konusu şeylerin benzer ve taklitlerinin nasıl olduklarının ortaya konması gerekir. Taklitler ise varlıklara benzemede, yakın ve uzak olmak gibi farklılıklar gösterebilirler. Örneğin “suya yansıyan insanın görüntüsü, tahayyül yoluyla elde edilen gerçek insana daha yakındır.”982 Bu nedenle farklı sanatlar kullanarak “şeylerin taklitlerini her topluluk ve ulus için ortaya koymak” ve insanları tahayyül yoluyla mutluluğa yöneltmek önemlidir. Mutluluk sanatının iki temel unsuru olan tasavvur ve tahayyül güçlerini doğru bir şekilde kullanamayan yöneticiler ve şehirler de vardır. Farabi'nin, metinlerinde bunları titizlikle sınıflandırdığını okuyoruz. Örneğin bilgisiz, fasık, doğrudan ayrılmış (dalle), türediler (nevabit) fırsatçılar, yanlış yorumlayanlar, vb. Farabi, Aristo’nun yaptığı gibi, insanları fonksiyonel olarak ele alıp değerlendirdiği için, sınıflandırmalarını da insanın mutluluğuna göre yapmaktadır. Örneğin Farabi “vahşi hayvanlar” gibi yaşayan insanların ya evcileştirilmelerini ya da zararlı hayvanlara yapılan muamelenin aynısını onlara da yapılması gerektiğini savunmaktadır.983 Farabi' ye göre her öğretim, iki şeyden meydana gelir: “a) Öğrenilen şeyi kavratma ve onun kavramını zihinde meydana getirme ve b) Kavranılan ve ruhta kavramı meydana getirilen şeyi, başkalarına tasdik ettirme. Bir şeyi kavratmanın iki yolu vardır: Birincisi, onun özünün akılla algılanmasını sağlamaktır, ikincisi, onu, ona benzeyen bir misali ile tahayyül ettirmektir. Tasdik de iki yoldan biri ile meydana getirilir: Kesin ispat etme veya ikna etme yolu ile. Şimdi varlıkların bilgisi kazanıldığında veya öğrenildiğinde eğer onların kavramları akılla kavranıyor ve kesin ispatlar aracılığıyla tasdik ediliyorlarsa, bu bilgileri içine alan ilim, felsefedir.”984 Eğer kavramlar kendilerini temsil eden semboller aracılığıyla, tahayyül yolu ile bildiriliyor ve bu tahayyül ettirilen şeyler, ikna yöntemleri ile tasdik ettiriliyorlarsa, eskiler bu bilgileri içine alan şeyi “mille” diye adlandırmaktaydılar. Bu kavramların kendileri alınır ve ikna yöntemleri kullanılırsa, onları içine alan dine; popüler, meşhur, “zahiri felsefe” denir. Bundan dolayı “eskilere göre mille, felsefenin bir taklidîdir. Her 982 983 984 Fârâbî; Siyâse, s.85; T: s.51 Bk. Fârâbî; Siyâse, s.87; T: s.53 Fârâbî; Tahsîl, s.185; T: s.91 333 ikisi de aynı konuları içerir ve varlıkların ilkeleri hakkında bilgi verirler. Çünkü her ikisi de varlıkların ilk ilkesi ve ilk nedenle ilgili bilgi verirler ve her ikisi de insanın kendisi için meydana getirilmiş olduğu nihaî amaç, yani en yüksek mutlulukla diğer varlıkların nihaî amaçları hakkında bilgi verirler.” 985 Sonuçta Farabi' ye göre felsefenin bütün bunlarla ilgili olarak akla veya kavramaya dayanarak bilgi verdiği her şeyde, mille hayal gücüne dayanan bilgiler verir. Felsefenin ispat ettiği her şeyle ilgili olarak din ikna eder; çünkü felsefe, akıl tarafından kavrandıkları biçimde nihaî ilkeler, yani ilk ilkenin özü ve ikincil cisim dışı ilkelerin özleri hakkında bilgi verir. Buna karşılık din, cisimsel ilkelerden çıkarılmış olan misaller aracılığıyla onları hayal ettirir ve siyasî görevler içindeki benzerleri ile onları temsil eder.986 Buna göre en yüksek mutluluk bilimi, felsefedir. “Söylendiğine göre bu ilim eskiden Irak halkı olan Keldaniler arasında mevcuttu. Onlardan Mısır halkına geçmiş, oradan Yunanlılara intikal etmiş, Süryanîler ve daha sonra Araplara geçinceye kadar onlarda kalmıştır. Bu ilmin içerdiği her şey, Yunan dilinde, daha sonra Süryanicede, nihayet Arapçada ifade edilmiştir. Bu ilme sahip olan Yunanlılar onu hakiki hikmet ve en yüksek hikmet diye adlandırırlar ve onun elde edilmesine ilim, onunla ilgili zihin durumuna ise felsefe derlerdi. Bununla en yüksek hikmeti arama ve sevmeyi kastederlerdi. Onu elde edene filozof derler ve bununla da en yüksek hikmeti seven ve onu arayanı kastederlerdi.987 Daha önce değindiğimiz gibi felsefe sanatı, kendisiyle mutluluğu elde edebileceğimiz bir sanattır. En yüksek hikmetin bilimi olan felsefe, aynı zamanda bilimlerin amacı olan mutluluk bilimidir. “Eskiler, en yüksek hikmetin kuvve halinde bütün erdemleri içerdiğini sanar ve onu ilimlerin ilmi, ilimlerin anası, hikmetlerin hikmeti ve sanatların sanatı diye adlandırırlardı. Bununla da bütün sanatları içine alan sanatı, bütün erdemleri içine alan erdemi, bütün hikmetleri içine alan hikmeti kastederlerdi.”988 Felsefe; kendisiyle, kendimiz, yaratılış amacımız ve mutluğumuz hakkında ufuk açıcı turlar atabileceğimiz bir sanatır. Felsefe, köşeye sıkıştırmak, bunaltmak adına ortaya atılmış soruların bilimi değildir. Tam tersi felsefe, bizi rahatlatmak, yaratılış amacımız 985 Fârâbî; Tahsîl, s.185; T: s.91 Fârâbî; Tahsîl, s.185; T: s.91 987 Fârâbî; Tahsîl, s.182; T: s.89 988 Fârâbî; Tahsîl, s.182; T: s.89 986 334 olan mutluluk yolunda bilinçli adımlarla yürüyebilmek için kullanacağımız mutluluk sanatıdır. Bu nedenle felsefe, zorunlu olarak psikolojik, sosyolojik ve bir siyasî bakış açısına her zaman sahiptir.989 989 MacIntyre; Erdem Peşinde, s.222 335 SONUÇ Yaygın olarak kabul gören görüşe göre mutluluğa engel olan şeyler, bir takım dış olaylardır. Bu dış olaylar hastalık, talihsizlik, ölüm, kayıplar ve onursuzluk vb.leridir İnsan yaşamak ister ve yaşamını bu türden değerlere sahip olarak sürdürmek ve bunlarla arzularını gerçekleştirmek ister. Bu nedenle arkadaşlarını, ilişkilerini, zenginliklerini ve sosyal konumlarını kaybettikleri zaman da bundan oldukça acı çekerler ve mutsuz olurlar. Çünkü bunlar, o kadar güçlü arzulardır ki Farabi’nin deyimiyle “insanların birçoğu” bunu mutlulukla karıştırırlar. Gerçekte bunlara sahip olmak, gerçek anlamıyla mutlulu olmak demek değildir. Çünkü mutluluk, fikir yetkinliğine ve yetkin bir karekter sahibi olmaya bağlıdır. Mutluluğa engel olan şeylerin temeli ya bedensel, ya ruhsal ya da sosyaldır. Örneğin hastalık bedensel, yetkin karaktere sahip olmamak ruhsal ve onursuzluk ise sosyal birer örnektir. Mutluluğa engel olan şeyler, hem bedensel hem de soysaldır. Ancak yetkin bir karakterin kaynağı olan ruh ise içsel bir kaynaktır. Farabi’nin mutluluk anlayışı açısından bu içsel kaynağın, mutluluğun en önemli unsuru olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Mutluluğa katkıda bulunan unsurlar, mutluluğun pozitif boyutlarıdır. Mutluluğa engel olan unsurlar ise mutluluğun negatif boyutlarıdır. Mutluluğun unsurları olan şeyler, mutlulukta pozitif rol oynarlar ve mutluluk yolunda insanın yürüyebilmesi için katkıda bulunurlar. Bu nedenle mutluluğun unsurlarının ne olduğu ve nasıl kullanılacağı bilmek, mutluluk sanatı açısından önemlidir. Erdem, mutluluk için zorunlu bir unsurdur. Erdem, genel anlamda iyiye sahip olmaktır. Özel anlamda ise güzel ahlâka sahip olmaktır. İyilikler de bedensel (sağlık, güçlülük gibi), sosyal (güç, zenginlik gibi) ve ruhsal (bilmek, sanat sahibi olmak gibi) olmak üzere üç çeşittir. İyi bir ahlâka veya yetkin bir karaktere sahip olmak için ayrıca erdemli olmak, erdemli davranmak gerekir. Erdem mutluluğun aracıdır. Erdem insanı hem mutluluğa yönlendirir, hem de insana mutluluk kazandırır. Çünkü erdem, sahibini iyi yapmakla, ona mutluluğu kazandırır. Erdemin alışkanlığa dayalı olması da, erdemin öznede geliştirilmesi veya insanda yerleşik duruma gelmesi açısından önemlidir. 336 Erdem kavramı, mutluluk kavramından dolayı, iyi eylem kavramı da erdem kavramından dolayı anlamlıdır. Farabi’nin mutluluk anlayışı birey anlamında insan merkezlidir. Bu nedenle Farabi mutluluğu siyasi veya toplumsal mutlulukla sınırlamaz. Ancak siyasal yaşamın en küçük modeli olan şehir yetkinliğinin mutluluk için ön koşul olduğu düşüncesindedir. Şehir mutluluk için ilk yetkinlikleri kolayca elde etmenin mekânıdır. Bu mekânı oluşturamayan, bir başka deyişle yetkin anlamda şehir kurmayı ve aynı zamanda şehirleşmeyi beceremeyen toplumlar mutsuz kalmaya mahkûm toplumlardır. Şehrin temel mantığı, tıpkı insanın var olma mantığına benzer. Nasıl ki insanı yöneten bir aklı, kontrol etmesi gereken arzuları ve koruması gereken bir bedeni varsa ve bunların sağlıklı işlemesi için birarada olması gerekiyorsa; aynı şekilde, erdemli şehir yöneticisinin yönetimi altında, şehir halkının kendi arzularını kontrol etmek ve kendi bedenlerini korumak için tüm şehir halkı da mutlulukları için birleşmelidir. Farabi’ye göre erdemli şehrin temel özelliği erdem için bir araya gelmesidir. Farabi'ye göre mutluluk, insanın özünü gerçekleştirmesidir. İnsanın özü, bir birinin içine geçmiş dairelerden oluşmaktadır. Tıpkı merkezde İlk Neden olmak üzere, İlk Nedenden sudur eden akıl ve feleklerin oluşturduğu daireler gibi. Akıl hem İlk Nedene olan yakınlığı hem de insani şeylere özgü olanların en üstünü olduğundan insanın akla göre olan yaşamı mutluluktur. Akla göre olan yaşam erdemli bir yaşamdır. Eylemleri yöneten akıl olmalıdır. Eylemlerin erdemli olması yeterli değildir; aynı zamanda karakterin de sürekli iyi olması gerekir. Bir başka deyişle, erdemli karaktere sahip olmak gerekir. Erdemli karaktere sahip insan, iyi insandır. İyi insanın yaşamı ise mutlu yaşamdır. Bu nedenle, mutlu yaşam insanı erdemli, erdemli yaşam da insanı mutlu yapar. İnsan maddeye olan bağımlılığı oranında özüne yabancılaşır. Aynı şekilde insan maddeden bağımsızlığı oranıda özgür, ona bağımlılığı oranında ise köledir. İnsanı özgür kılan insanın kendi bilgisi ve onu köle kılan da yine onun cehaletidir. İnsan, bilgi ve bilgiyi kullanma gücüyle tam yetkinliğe erdiği oranda, maddi dünyaya olan bağımlılığı o oranda azalacaktır. Bağımlılığın yok olması, insanın yetkin, özgür olması ve gerçek mutluluğu kazanması demektir. Bu anlamda mutluluk aşkınlık konusudur. Ancak 337 insanın bu aşkınlığı bedensel, arzusal ve düşünülürler yönünden yetkinleşmesine bağlıdır. İyinin iyi olarak nitelenmesi, iyinin mutluluğa araç olmasından dolayıdır. Bizi mutluluğa götüren her şey iyi, bizi mutluluğa götürmeyen her şey ise kötüdür. Bu nedenle Farabi'nin mutluluk kavramını, iyilerden en büyük iyi tercih edilenler arasında insanın kendisine doğru koştuğu her amacın en yetkini, olarak tanımlar. Farabi’ye göre mutluluk sadece kendisi için tercih edilen, hiçbir zaman başkası için tercih edilmeyen bir amaçtır. Bu nedenle Farabi’nin mutluluk felsefesinde temel olan, iyiye sahip olmak, ve dolayısıyla ‘iyi olmak’tır. Yine Farabi mutluluğu iyilerin en çok tercih edileni, ve iyilerin en büyüğü ve en yetkini olarak niteler. Toplumlar dört erdemin dördüne de sahip olmadıkları sürece, erdemli toplum olamazlar. Farabi'de erdemlerin birliği, iyi insan, erdemli toplum olmak ve yetkin eylemlerin sürekli geliştirilmesi açısından gerekli bir unsurdur. Mutluluk öğrenilecek bir şeydir, bu anlamda mutluluk bir bilgidir ve bilgi olarak epistemolojinin konusudur. Ancak aynı zaman da mutluluk gerçekleştirilmesi gereken bir şeydir ve bu anlamda da bir sanattır. Tüm sanatların amacı da mutluluktur. Sanat olarak mutluluk da ahlâkın konusudur. Nasıl ki sanat bilgi ve uygulamayı gerektiriyorsa aynı şekilde mutluluk da bilgi ve uygulamayı gerektirir. Mutluluğu amaç edinen birey ve toplumlar, mutluluğu kendileri için bir bilim ve sanat olarak ele almadıkları sürece kendilerini asla mutluluk yoluna yöneltemezler. Mutluluk yolu, erdemin ve özgürleşmenin yoludur. Ayrıca mutluluk yolu, ayırt etme yetkinliğini, gönüllülüğü ve sürekliliği gerektirir. 338 KAYNAKÇA ABELARDUS, Petrus; Bir Mutsuzluk Öyküsü (Çev.:Betül Çotuksöken), Remzi Kitabevi Yayınları, İstanbul 1998 ADORNO, Theoder W.; Minima Moralia, (Çev.: Orhan Koçak ; Ahmet Doğukan), Metis Yayınları, İstanbul 1998 AKARSU, Bedia; Ahlâk Öğretileri, Remzi Kitabevi Yayınları, İstanbul 1982 AKARSU, Bedia; Kişi Kavramı ve İnsan Olma Sorunu, İnkılap Yayınları, İstanbul 1998 ALAİN, Chartier; Mutlu Olma Sanatı, (Çev.:Neval Şimşek), Kaknüs Yayınları, İstanbul 1998 ALAİN; Mutlu Olma Sanatı, (Çev.:Yaşar Nabi Nayır), Varlık Yayınları, İstanbul 1995 AL-ATTAS, Syed Muhammed Naguib; Prolegomena To The Metaphysics of İslâm, “The Meaning And Experience Of Happiness In Islam”, International Institute of Islâmic Thought and Civilization, Kuala Lumpur 1995 ALTINTAŞ, Hayrani; İslâm Ahlâkı, Akçağ Yayınları, Ankara 1999 AUREİLUS, Marcus; Ruhsal Öğretiler, (Çev: Nafiz Güder) Dharma Yayınları, İstanbul 2000 ARİSTOTELES; Eudemos’a Etik, (Çev.:Saffet Babür), Dost Kitabevi Yayınları, Ankara 1999 -------------------; Gökyüzü Üzerine, (Çev.: Saffet Babür), Dost Kitabevi Yayınları, Ankara 1997 -------------------; Nikomakhos’a Etik, (Çev.:Saffet Babür), Ayraç Yayınevi, Ankara 1998 -------------------; Poetika, ( Çev.:Samih Rifat ), Küçük Kitaplar, İstanbul Tarih Yok -------------------; Politika, (Çev.:Mete Tunçay), Remzi Kitabevi Yayınları, İstanbul 1983 -------------------; Retorik, (Çev.:Mehmet H.Doğan), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1995 339 -------------------; Ruh Üzerine, (Çev. : Zeki Özcan), Alfa Yayınları, İstanbul 2001 AUSTEN, Jane; Kül ve Ateş, (Sense and Sensibilitity) (Çev.:Nihal Yeğindoalı), Cem Yayınları, İstanbul 1996 AYDIN, İbrahim Hakkı; Fârâbi’de Metafizik Düşünce, Bil Yayınları, İstanbul 2000 AYDIN, Mehmet; Fârâbî’nin Siyasi Düşüncesinde Saâdet Kavramı, İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı:21, Ankara 1976 ----------, Mehmet; İbn Sinâ’nın Mutluluk (es-saade) Anlayışı, İbn Sinâ Doğumunun Bininci Yılı Armağanı, Ankara 1984 AYDINLI, Yaşar; Fârâbide Tanrı – İnsan İlişkisi, İz Yayıncılık, İstanbul 2000 AYDOĞAN, Ahmet; Şehir ve Cemiyet, İz Yayıncılık, İstanbul 2000 AYER, Alfred Jules; Dil , Doğruluk ve Mantık, (Çev.:Vehbi Hacıkadiroğlu), Metis Yayınları, İstanbul 1984 BADİO, Alain; Etik Kötülük Kavrayışı Üzerine Bir Deneme, (Çev.: Tuncay Birkan) , Metis Yayınları, İstanbul 2003 BARUTÇUGİL, İsmet; Organizasyonlarda Duyguların Yönetimi, Kariyer Yayıncılık, İstanbul 2002 BAŞER, Sait; Kutadgu Bilig‘de Kut ve Töre, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1990 BAUMAN, Zygmunt; Postmodern Ahlâk Denemeleri, (Çev.:İsmail Türkmen), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2001 BAUMAN, Zygmunt; Postmodern Etik, (Çev.:Alev Türker), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 1998 BAYRAKDAR, Mehmet; İsalam Felsefesine Giriş, Ankara 1988 BAYRAKLI, Bayraktar; Fârâbî’de Devlet Felsefesi, Şehir Yayınları, İstanbul 2000 BERTMAN, Martin A.; “Fârâbide ve Ortaçağ İslâm Felsefesinde Mutluluk Kavramı”, (Çev.: Fatih Toktaş), Tabula Rasa – Felsefe & Teoloji, Sayı:5, Mayıs – Ağustos 2002, pp.1302-8898 340 BERTRAND, Alexis; Ahlâk Felsefesi, (Çev.:Salih Zeki; Hayrani Altıntaş), Seba Yayınları, Ankara 1999 BİLLİNGTON, Ray; Ahlâk Düşüncesine Giriş, (Çev.:Abdullah Yılmaz), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 1997 BİRCAN, Hasan Hüseyin; İslâm Felsefesinde Mutluluk, İz Yayıncılık, İstanbul 2001 BOAS, George; “ Habit, Fact and Value ” , The Journal of Philosopy, Vol.36, Sep.14. 1939, pp.526–530 BOGEN, James; Daniel M. Farrell; “ Freedom and Happiness in Mill’s Defence of Liberty ”, Philosophical Quarterly, Vol. 28, Oct.1978, pp.325–338 BOLAY, Süleyman Hayri; Felsefeye Giriş, Akçağ Yayıları, Ankara, 2004 BROWN, Norman O.; Ölüme Karşı Hayat ; (Çev.:Abdullah Yılmaz), Ayrıntı Yayınları , İstanbul 1996 BRUN, Jean; Stoa Felsefesi , (Çev. : Medar Atıcı ), İletişim Yayınları, İstanbul 2003 BUTTERWORTH, Charles E.; İslâm Felsefesinde Siyasi Düşüncenin Gelişimi ( Çev.: Selahattin Ayaz ), Pınar Yayınları , İstanbul 1999 CARR, David, “The Cardinal Virtues and Plato’s Moral Psychology” , Philosophical Quarterly, Vol.38, Apr.1988, pp.186–200 CASSİER , Ernest ; İnsan Üstüne Bir Deneme , ( Çev.:Necla Arat ) , Remzi Kitabevi , İstanbul 1980 CEVİZCİ, Ahmet; Etiğe Giriş, Paradigma Yayınları, İstanbul 2002 -----------, Ahmet; Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yayınları, İstanbul 1999 CHANEY, David; Yaşam Tarzları (Çev.:İrem Kutluk ) , Dost Kitabevi Yayınları , Ankara 1999 CHANGEUX , Jean – Pierre; Etiğin Doğal Kökenleri (Çev.:Nermin Acar),Mavi Ada Yayınevi , İstanbul 2000 CİHAN, Ahmet Kamil; Farabi’nin Siyaset Felsefesinde Türk Devlet Anlayışının İzleri, Bilimname, Kayseri 4 Ocak 2004 341 --------, Ahmet Kamil; Sûhreverdi’nin Felsefesinde İnsan ve Alemdeki Yeri, Laçin Yayınları, Kayseri 2003 CLARK , Stephan R.L.; “ God’s Law and Morality ” , The Philosophical Quarterly , Vol.32 , Oct.1982 , pp.339-347 COİT, Stanton ; “ The Final Aim of Moral Action ” , Mind, Vol. 11, Jul.1886, pp.324–352 COLMA, Christopher; “ Theory and Pratice: Alfarabi’s Plato Revisited ” The American Political Science Review, Vol.86, Dec.1992, pp.966–976 CONLAN, Roberta; Zihnin Halleri (Çev.:D. Duman ), Phoneix Yayınevi, Ankara 2001 CUHNİR, Howard Raphael; Koşulsuz Mutluluk, (Çev.:Sema Özçallı), Meta Yayınları, İstanbul 2002 CULLİTY, Garrett,; “ Virtue Ethics , Theory and Warrant ” Ethical Theory and Moral Pratice , Vol.2 , 1999 , pp.277-294 CUNBUR, Müjgân; İsmet, Binark, Nejat, Sefercioğlu, Fârâbî Bibliyografyası, Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı Yayınları, Ankara 1973 ÇİLELİ, Meral; Ahlâk Psikolojisi ve Eğitimi, V Yayınları, Ankara 1986 DE SADE, Marki; Justine ya da Edemin Felaketleri , (Çev.:Birsel Uzma) , Çiviyazıları Yayınları , İstanbul 2000 DENT, N.J.H.; “ Virtues and Actions ” The Philosophical Quarterly , Vol.25 , Oct.1975 , pp.318-335 DEVEREUX , Daniel T.; “ The Unity of the Virtues in Plato’s Protagoras and Laches ” , The Philosophical Review , Vol.101 , Oct.1992 , pp.765-789 DİMAS, Panos ; “ Happiness in the Euthydemus ” , The Journal of Philosophy, October, 2001, pp.1–27 DUNCKER, Karl; “ On Pleasure, Emotion, and Striving ” Philosophy and Phenomenological Research, Vol.1, Jun.1941, pp.391–430 DURAK, Nejdet; Platon ve Fârâbî Felsefesinde Erdem Kavramı, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 1995 342 DURKHEİM, Emile; Ahlâk Eğitimi, (Çev.: Oğuz Adanır), Dokuz Eylül Yayınları, İzmir 2004 EBÛ BEKİR RÂZÎ; Ruh Sağlığı “Et – Tıbbu’r Rûhânî”, (Çev.: Hüseyin Karaman), İz Yayıncılık, İstanbul 2004 EHRHARD , J.J.; W.E. Saris and Veenhoven, “Stabilitiy of Life-satisfaction over Time” Journal of Happiness Studies vol.1, February, 2002, 177-205 EL- FEYRÛZÂBÂDÎ; El- Kâmûsu’l- Muhit, Müessesetu’r Risale, 2. Baskı, Beyrut, 1987 El –İSFAHANİ, Ebul Kasım Rağıp; Mutluluğun Kazanılması, (Çev.: Lütfi Doğan), Bahar Yayınevi, İstanbul 1983 EPİKTETOS; Düşünceler ve Sohbetler (Çev.:C. Süer), Kaknüs Yayınları, İstanbul 1999 EPİKÜR ; Mektuplar ve Maksimler (Çev.:H. Örs), Remzi Kitabevi, İstanbul 1962 ERDEM, Hüsamettin; Ahlâk Felsefesi, Hü-Er Yayınları, Konya Tarihsiz, ERİKSON, Joan M.; Wisdom And The Senses, W.W. Norton–Company, New York 1998 EVERETT Walter G. ; “The Concept of the Good” , The Philosophical Review, Vol.7, Sep.1898, pp.505–517 FAHRİ , Macid; İslam Ahlâk Teorileri (Çev.:Muammer İskenderoğlu , Atilla Arkan) , Litera Yayıncılık , İstanbul 2004 FAKHRY, Majid; “Al-Farabi and the Reconciliation of Plato and Aristotle”, Journal of the History of Ideas, Oct.1965, pp.469–478 FÂRÂBÎ; Ârâ’ ehl El – Medinetü’l – Fâdıla, Beyrut 2002, ----------; El – Medinetü’l – Fâzıla, (Çev.: Ahmet Arslan) Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1990 ----------; Fazilet-ül – Ulum, (Çev.: Hilmi Ziya Ülken, Kıvamettin Burslav) Kanaat Kitabevi, İstanbul 1940 343 ----------; Fîmâ Yenbağî En Yukaddem Kalbe Taallüm El – Felsefe (Çev.: Mahmut Kaya, Felsefe Öğreniminden Önce Bilinmesi Gerekenler) Felsefe Arşivi, Sayı 26, İstanbul 1984 ----------; Fusulü’l – Medeni, Beyrut 1993 ----------; Fusulü’l – Medeni, (Siyaset Felsefesine Dair Görüşler), (Çev.: Hanifi Özcan) Dokuz Eylül Üniversitesi Yayınları, İzmir 1987 ----------; İhsâu’l – Ulûm ( Çev. : Ahmet Arslan, İlimlerin Sayımı ) Vadi Yayınları, Ankara 1999 ----------; Kitab El – Cem Beyne Ra’yey El – Hakîmeyn Eflâtun ve Aristâtâlîs (Çev. : Mahmut Kaya, Eflâtun ve Aristoteles ‘in Görüşlerinin Uzlaştırılması) Felsefe Arşivi, Sayı 24, İstanbul 1984 ----------; Kitâb Es – Siyâse El – Medineyye, Beyrut 1993 ----------; Es – Siyâset ul – Medineyye veya Mebâdi’ul-Mevcûdat (Çev. : Mehmet Aydın, Abdulkadir Şener, M.Rami Ayas) Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1980 ----------; Kitâb Tahsîlu’s Saâde, Haydarabat H.1345 ----------; Mutluluğun Kazanılması, (Çev.:Ahmet Arslan) Vadi Yayınları, Ankara 1999 ----------; Farabi’nin Üç Eseri (Mutluluğu Kazanma), (Çev.: Hüseyin Atay) Morpa Kültür Yayınları, İstanbul 2003 ----------; Kitâbü’l – Milleti (Çev. : Hasan Şahin, Törelerin İç Yüzü ya da Millet Üzerine) Kayseri 1997 ----------; Risâletûn Eflâtun – il İlâhiyyü Fi Reddi Alâ Menkâle İnnel İnsâne Telâşiyyü Vefenâ Ba’de Mevtihü (Çev. : Mübahat Türker – Küyel, Ölümünden Sonra İnsanın da Bozulup Yokolduğunu Söyleyen Kimseyi Reddetmek Hususunda Platon’un Risalesi ) Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara 1989 ----------; Şeraitü’l Yakıyn ( Çev. : Mübahat Türker – Küyel ) Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara 1990 ----------; Kitabu’t - Tenbih ala Sebîli’s – Sa’âde, Beyrut 1985 ----------; Mutluluk Yoluna Yöneltme, (Çev. : Hanifi Özcan, Mutluluk Yoluna Yöneltme) Dokuz Eylül Üniversitesi Yayınları, İzmir 1993 344 ----------; Uyun-ül – Mesâil, (Çev.: Hilmi Ziya Ülken, Kıvamettin Burslav) Kanaat Kitabevi, İstanbul 1940 ----------; Zenon Risalesi, (Çev.: Hilmi Ziya Ülken, Kıvamettin Burslav) Kanaat Kitabevi, İstanbul 1940 FOUCAULT , Michel ; Cinselliğin Tarihi , (Çev.:Hülya Uğur Tanrıöver) , Ayrıntı Yayınları , İstanbul 2003 --------------, Michel ; Huck Gutman, H. Hutton , Kendini Bilmek (Çev.:Gül Çağalı Güven, Om Yayınevi , İstanbul 1990 FLETCHER, Horace; Happiness, Frederick A.Stokes Company, New York, 1910 FORDHAM, Frieda; Jung Psikolojisi (Çev.:A. Yalçıner), Say Yayınları, İstanbul 1994 FORSTATER, Mark; Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri , ( Çev. : Nafiz Güder ) , Dharma Yayınları, İstanbul 2001 FORTUNE, Dion; Aşkın ve Evliliğin Ezoterik Felsefesi( Çev.:Anita Tatlıer ) , Dharma Yayınları , İstanbul 2001 FREY, Bruno S. and Alois Stutzer; “Happines Prospers in Democracy”, Journal of Happines Studies, vol: , September, 1995, pp:79–102 FROMM , Erich ; Erdem ve Mutluluk (Çev.:Derya Ayda Yörükân ) , Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları , İstanbul 1993 FURNHAM, Adrian and Helen, Cheng, “Lay Theroies of Happiness”, Journal of Happines Studies vol.1, February, 2002, pp: 227–246 GAUTHİER, David P.; “ Progress and Happiness : A Utilitarian Reconsideration ”, Ethics , Vol.78 , Oct.1967 , pp.77-82 GİLLİLAND , M.S.; “ Pleasure and Pain in Education ”, International Journal of Ethics , Vol.2 , Apr.1892 , pp.289-312 GOLDSTEİN, Irwin; “ Pleasure and Pain: Unconditional, Intrinsic Volues ” , Philosophy and Phenomenological Research, Vol.50, Dec.1989, pp.255–276 GOLEMAN, Daniel ; Duygusal Zekâ (Çev.:Banu Seçkin Yüksel) Varlık Yayınları , İstanbul 2003 345 --------------, Daniel; İşbaşında Duygusal Zekâ (Çev.:Verilmemiş), Varlık Yayınları , İstanbul 2000 GREENE, Theodore M. ; “ Life, Value, Happiness ” , The Journal of Philosopy, Vol.53, May.10, 1956, pp.317–330 GREENWALD , Harold ; Elizabeth Rich , Adım Adım Mutluluk (Çev.:Betül Yanık), Kuraldışı Yayınları , İstanbul 1998 GRİFFİN, James ; “ Is Unhappiness Morally More Important Than Happiness? ” , The Philosophical Quarterly, Vol.29, p.47–55 GUİGNON, Charles; The Good Life, Hackett Publishing Company, Inc, Indianapolis/Cambridge 1999 GLASSER, William; Kişisel Özgürlüğün Psikolojisi, “Seçim Teorisi” Hayat Yayınları, İstanbul,2003 GLASTON, K. Miriam, “Politics and Excellence: The Problem of Happiness”, Princeton Univ. Pr.Portland, 1990 HAGBERG, Garry; “Understanding Happines”, Mind, Vol.93, Oct 1984, pp.589–591 HAMMOD, Robert ; Farabi Felsefesi ve Ortaçağ Düşüncesine Etkisi (Çev.:Gülnihal , Küken , Uluğ Nutku) , Alfa Yayınları , İstanbul 2001 HARRİS, John; Hayatın Değeri (Çev.:Süha Sertabiboğlu), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 1998 HART, H.L.A; Hukuk Özgürlük ve Ahlâk , (Çev. : Erol Öz) , Dost Kitabevi Yayınları, Ankara 2000 HAYBRON , Daniel M.; “Two Philosophical Problems In The Study of Happiness ” Journal Happiness Studies , Vol.1 , 2000 , pp.207-225 HAZLİTT; Hanry, The Foundations of Morality, Irvington-on-Hudson, New York 1994 HENRY, Devin; “ Aristotle on Pleasure and the Worst Form of Akrasia ” , Ethical Theory and Moral Pratice, Vol.5, 2002, pp.255–270 346 HODGES, Micheal; “Means/Ends and the Nature of Engineering” , PSA: Proceedings of the Biennial Meeting of the Philosophy of Science Association, Vol.1980, pp.456–463 HORNER, Chris; Emrys, Westacott, Felsefe Aracılığıyla Düşünme (Çev.:Ahmet Arslan), Phoneix Yayınevi , Ankara 2001 HOURANİ , Geroge F.; İslamic Rationalism , Oxford University Press , London 1971 HUME , David ; İnsan Zihni (Çev.:Semlin Evrim) , Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları , İstanbul 1986 --------, David; İnsan Doğası Üzerine Bir İnceleme (Çev. : Aziz Yardımlı) , İdea Yayınları, İstabul 1997 HURKA, Thomas ; “ Good and Good For ” , Mind, Vol.96, Jan.1987, pp.71–73 ----------, Thomas; “ How Great a Good is Virtue? ” The Journal of Philosophy, Vol.95, Apr.1998, pp.181–203 HURSTHOUSE, Rosalind; On Virtue Ethics, Oxford University Press, New York 1999 HÜNLER, Solmaz Zelyüt; İki Adalet Arasında, Vadi Yayınları, Ankara 1997 IRWIN, T.H; “Aristotle on Reason, Desire, and Virtue”, The Journal of Philosophy, Vol.72, 1975, pp.567–578 ---------, T.H; “Prudence and Morality in Greek Ethics”, Ethics, Vol.105, Jan.1995, pp.284–295 ---------, Terence; “ Vice and Reason ” The Journal Ethics, Vol.5, 2001 pp.73–97 İBN MİSKEVEYH ; Âhlakı Olgunlaştırma (Çev.:Abdulkadir Şener , İsmet Kayaoğlu , Cihad Tunç), Kültür Bakanlığı Yayınları , Ankara 1983 İMAM GAZALİ ; Kimyâ-yı Saadet (Çev.: Mehmet A. Müftüoğlu , A. Fikri Yavuz), Çile Yayınları , İstanbul 1980 İNAM, Ahmet; Bilim ve Ütopya, sayı 60, Ankara, 1999 KOBJOLL, Klaus; Motivasyon ( Çev.:Veli Karagöz ) , Evrim Yayınevi , İstanbul 1996 347 KANT, Immanuel; Ethica Etik Üzerine Dersler, (Çev.: Oğuz Özügül, Yasemin Özcan), Pencere Yayınları, İstanbul 2003 --------, Immanuel; Pratik Aklın Eleştirisi, Türkiye Felsefe Gurubu Yayınları, Ankara 1994 KEKES, John; “ Happiness ” , Mind, Vol.91, July 1982, pp.358–376 ---------, John; “ What Makes Lives Good? ” Philosophy and Phenomenological Research, Vol.48, Jun.1988, pp.655–668 KHAN , Sufi İnayat ; Müzik (Çev.:Kaan H.Ökten , Tuğrul Ökten) , Arıtan Yayınevi , İstanbul 1994 KINALIZÂDE, Ali; Ahlâk, (Çev.: Hüseyin Algül), Tercüman Yayınları, Tarih Yok -----------------, Ali Efendi; Devlet ve Aile Ahlâkı, Tercüman Yayınları, Tarih Yok KLEİN, Allen; Mizahın İyileştirici Gücü , (Çev.: Sibel Karayusuf), Epsilon Yayıncılık, İstanbul Tarih Yok KLEİN, Stefan; Mutluluğun Formülü (Çev.:Ogün Duman), Arkadaş Yayınevi; Ankara 2004 KOÇ, Turan; Ölümsüzlük Düşüncesi, İz Yayıncılık, İstanbul 1991 KORSGOARD, Christine M.; “Self–Constitution In The Ethics of Plato and Kant”, The Journal of Ethics , Vol.3 , 1999 , pp.1-29 KOLNAİ, Aurel; “ The Standard Modes of Aversion: Fear, Disgust and Hatred ” , Mind, Vol.107, Jully 1998, pp.427 KRAPOTKİN, Peter; Etika, (Çev.: Ahlâkın Kaynağı ve Açılması), (Çev.:Ahmet Ağaoğlu), Kavram Yayınları, İstanbul 1991 KRAUT, Richard; “ Two Conceptions of Happiness ” The Philosophical Review, Vol.88, Apr.1979, pp.167–197 KRİSHNAMURTİ , Jiddhu ; Farkındalığın Işığı ( Çev.: Nil Gün ), Kuraldışı Yayınları, İstanbul 1995 ----------------------, Jiddhu; Zihin ve Düşünce Üzerine (Çev.:Cengiz Erengil), Ayna Yayınevi, İstanbul 2000 348 KÜYEL – TÜRKER, Mübahat; “Kut, Farabi ve İbn Sinâ’daki Al – Akl Al – Fa’Âl İçin Bir Temel Oluşturabilirmi?”, İbn Sinâ Doğumunun Bininci Yılı Armağanı, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1984 ----------------------, Mübahat; Atatürk’ün Saadet Anlayışı Hakkımda Bir Deneme, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara 1997 LAMA, Dalai; Mutluluk Sanatı, (Çev.:G. Tokcan), Dharma Yayınları, İstanbul 2001 LAMPRECHT, Sterling P. “Ends and Means in Ethical Theory”, The Journal of Philosophy, Vol.17, Sep.1920, pp.505–513 KUTLUER, İlhan; Erdemli Toplum ve Düşmanları, İz yayıcılık, İstanbul, 1996 LAWRENCE, Gavin; “Aristotle and the Ideal Life”, The Philosophical Review, Vol.102, Jan.1993, pp.1–34 LEAMAN, Oliver; Ortaçağ İslâm Felsefesine Giriş (Çev.:Turan Koç), Rey Yayıncılık, Kayseri 1992 LEOPARDİ, Giacomo; Ahlâkî Operetler (Çev.:Durdu Kundakçı), T.C Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2001 LEWİS, H.D.; “ Was Gren a Hedonist ? ” , Mind, Vol.45, Apr.1936, pp.193–198 LODGE, Rubert Clendon; “ Platonic Happiness an Ethical Ideal ”, International Journal of Ethics, Vol.36, Apr.1926, pp.225–239 ----------, Rupert Clendon; “Platonic Immortality as the Highest Good”, International Journal of Ethics, Vol.37, Apr.1927, pp.288–306 ----------, Rupert Clendon; “ The Platonic Highest Good (I) ” The Philosophical Review, Vol.36, pp.428–449 ----------, Rupert Clendon; “ The Platonic Highest Good (II) ” The Philosophical Review, Vol.36, Nov.1927, pp.535–551 ----------, Rupert Clendon; “ The Platonic Value – Scale ” , International Journal of Ethics, Vol.35, Oct.1924, pp.1–23 LUPTON, Deborah; Duygusal Yaşantı (Çev.:Mustafa Cemal), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2002 349 LUOLU, “Understanding Happiness: A Look in to the Chinese Folk Psychology” Journal of Happines studies, vol:2, March, 2001, pp:407–432 LYNCH, Sandra M.; Dostluk Üzerine (Çev.:Fermâ Lekesizalın), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 1997 MACINTYRE, A.C.; “Hume on “Is” and Ought”, The Philosophical Review, Vol.68, Oct.1959, pp.451-468 MACINTYRE, Alasdair; Erdem Peşinde, (Çev.: Muttalip Özcan), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2001 ---------------, Alasdair; Ethik’in Kısa Tarihi, (Çev.: Hakkı Hünler, Solmaz Zelyut Hünler), Paradigma Yayınları, İstanbul 2001 MARAR, Ziyad; Mutluluk Paradoksu, (Çev.: Serpil Çağlayan), Kitap Yayınevi, İstanbul 2004 MARİNOFF, Lou; Felsefe Terapisi (Çev.:Erhan Sökmen), Gendaş Kültür Yayınları, İstanbul 2004 MAUROİS, Andre; Yaşama Sanatı (Çev.:Nazmi Şentürk), Mutlu Yayıncılık, İstanbul 2000 MCNAUGHTON, Robert; “A Metrical Concept of Happiness” Philosopy and Phenomenological Research, Vol. 14, Dec.1953, pp.172–183 METZ, Thaddeus; “Recent Work on the Meaning of Life” Ethics, Vol.112, July 2002, pp.781–814 MİLL, John Stuart; Faydacılık (Çev.:Nazmi Coşkunlar), Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1986 ------, John Stuart; Özgürlük Üstüne (Çev.:Alime Ertan), Belge Yayınları, İstanbul 2000 MOFFİTT, John Jr. ; “The Pursuit of Human Happiness” Ethics, Vol.49, Oct.1938, pp.1–17 MOORE, George Edward; Principia Ethica, Cambridge University Press, New York 1980 350 MUTAHHARİ, Murtaza; Felsefe Dersleri-2 (Çev.:Ahmet Çelik), İnsan Yayınları, İstanbul 1999 NEHAMAS, Alexander; Yaşama Sanatı Felsefesi (Çev.:Cem Soydemir), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2002 NİETZSCHE, Friedrich; Ahlâkın Soykütüğü Üstüne (Çev.:Ahmet İnam), Yorum Yayınevi, İstanbul 2001 NİETZSCHE, Friedrich; İyinin ve Kötünün Ötesinde (Çev.:Ahmet İnam), Yorum Yayınevi, İstanbul 2001 NORCROSS, Alastair; “Good and Bad Actions”, The Philosophical Review, Vol.106, Jan.1997, pp.1–34 NUTTAL, John; Ahlâk Üzerine Tartışmalar (Çev.:Abdullah Yılmaz),Ayrıntı Yayınları, İstanbul 1997 OLGUNER; Fahrettin, Fârâbî, Akademi Kitabevi Yayınları, İzmir 1993 ORMSLOY, Eric L.; İslam Düşüncesinde İlahi Adalet Sorunu, (Çev.: Metin Özdemir), Kitâbiyât Yayınları, Ankara 2001 ÖZ, Mehmet; F.Roizen Mihael; Kullanma Kılavuzunuz, Koridor Yayınları, İstanbul 2005 ÖZGEN, Mehmet Kasım; Farabi'de Mutluluk Ahlak İlişkisi, İnsan Yayınları, İstanbul 1998 PASCAL, Blaise; Düşünceler, (Çev.: Metin Karabaşoğlu), Kaknüs Yayınları, İstanbul 2000 PAULHAN, Fr.; Ahlâkın Ahlâksızlığı (Çev.:Mehmet Naci Ecer),Remzi Kitabevi Yayınları, İstanbul 1969 PENNER, Terry; “The Unity of Virtue” The Philosophical Review, Vol.82, Jan.1973, pp.35–68 PİEPER, Annemarie; Etiğe Giriş (Çev.:Veysel Ataman, Gönül Sezer), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 1999 PLATON, Diyaloglar; (Çev.:Tanju Gökçöl, Macit Gökberk, Ömer Naci Soykan) , Remzi Kitabevi Yayınları, İstanbul 1986 351 -----------, Diyaloglar 1, (Çev.:Teoman Aktürel, Melih Cevdet Anday, Adnan Cemgil, Taceddin Ünlü, Sabahattin Eyüboğlu ), Remzi Kitabevi Yayınları, İstanbul 1993 PLE, Bernhard; “Auguste Comte on Positivism and Happiness” Journal of Happiness Studies, Vol.1, 2000, pp.423–445 PLOTİNUS; Enneadlar, (Çev.: Zeki Özcan), Asa Kitabevi Yayınları, Bursa 1996 POOLE, Ross; Ahlâk ve Modernlik (Çev.: Mehmet Küçük), Ayrıntı Yayınları, İstanbul Tarih Yok POPPER, Karl; Açık Toplum ve Düşmanları 1,(Çev.:Mete Tunçay), Remzi Kitabevi Yayınları, İstanbul 1989 ----------, Karl; Daha İyi Bir Dünya Arayışı, (Çev.:İlknur Aka ), Yapı Kredi Yayınları , İstanbul 2001 POYRAZ, Hakan; Dil ve Ahlâk, Vadi Yayınları, Ankara 1995 PRAGER, Dennis; Mutluluk Ciddi Bir Sorundur (Çev.:Orhan Tuncay), Alkım Yayınevi, İstanbul Tarih Yok PRİTZL, Kurt; “ Aristotle and Happiness After Death: Nicomachean Ethics 1. 10– 11”, Classical Philology, Vol.78, pp.101–111 RATH, Norbert; “The Power To Feel Fear and the One to Feel Happiness are the Same”, Journal of Happiness Studies, Vol.3, 2002, pp.1–21 REGAN, Donald H.; “The Value of Rational Nature”, Ethics, Vol.112, January 2002, pp.267-291 REUGER, Russ A.; Dokunmanın Mutluluğu, (Çev.:Nur Yener), Okyanus Yayıncılık, İstanbul 2001 RICOEUR, Paul; Söz Edimleri Kuramı ve Etik, (Çev.:Atakan Altınörs), Asa Kitabevi Yayıncılık, Bursa 2000 ROBERTS, Robert C.; “Virtues and Rules”, Philosophy and Phenomenological Research, Vol.2 , June.1991 , pp. ROBİNSON, G.; J. Rundell , Tahayyül Gücünü Yeniden Düşünmek, (Çev.:Ertuğrul , Başer), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 1999 352 ROSENTHAL, Erwin I. J.; Ortaçağ’da İslâm Siyaset Düşüncesi, (Çev.: Ali Çaksul), İz Yayıncılık , İstanbul 1996 ROSENTHAL, Franz; İslam’da Özgürlük Kavramı, (Çev.:Vecdi Akyüz), Ayışığı Kitapları , İstanbul 2000 ROSS, W.David; Aristoteles, (Çev.:Ahmet Arslan, İ.Oktay Anar, Özcan (Yalçın) Kavasoğlu, Zerrin Kurtoğlu ), Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2002 ROUSSEAU, J.J.; Emile ya da Çocuk Eğitimi Üzerine, (Çev.:Mehmet Baştürk, Yavuz Kızılçim), Babil Yayınları , İstanbul 2002 RUSSEL, Bertrand; Mutluluk Yolu (Çev.:Nurettin Özyürek), Varlık Yayınları, İstanbul 1982 RUSSELL, Bertrand; Evlilik ve Ahlâk, (Çev.: Sultan Neval Şimşek), Kaknüs Yayınları, İstanbul 2000 SAKMAN, Sabahattin; Rasyonel İnsanın Felsefesi, Aklaçağrı Yayınları, İstanbul 1998 SANDOE, Peter; “Quality of Life – Three Competing Views”, Ethical Theary and Moral Pratice, Vol.2, 1999, pp.11–23 SARİS, Willem E. and Anna Andreenkova; “Following Changes in Living Conditions and Happiness in Postcommunist Russia”, Journal of Happiness Studies vol:2, September, 2000, pp:95–109 SARTWELL, Crispin; Yaşama Sanatı (Çev.:Abdullah Yılmaz), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2000 SAVATER, Fernando; Oğluma Âhlak Üzerine Öğütler (Çev.:Şadan Karadeniz), İletişim Yayınları, İstanbul 1999 SCHELER, Max; Hınç , (Çev.: Abdullah Yılmaz), Kanat Yayınları, İstanbul 2004 SCHMİDT, Helmut; Toplumda Âhlak Arayışı (Çev.:Fatma Artunkal), Sabancı Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2002 SCHNEİDER, Herbert W.; “Obligations and the Pursuit of Happiness”, Vol.61, pp.312–319 SCHOPENHAUER, Arthur; Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar, (Çev.:Mustafa Tüzel), Kabalcı Yayınevi , İstanbul 1998 353 SELSAM, Howard; Etik, (Çev.: Yüksel Demirekler), Yaba Yayınları, Ankara 1995 SENECA; Ahlâkî Mektuplar, (Çev.:Türkân Uzel), Türk Tarihi Kurumu Yayınları, Ankara 1992 SENNETT, Richard; Karakter Aşınması, (Çev.: Barış Yıldırım), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2002 SHERMAN, Nancy; “Aristotle on Friendship and Shared Life”, Philosophy and Phenomenological Research, Vol.47, Jun.1987, pp.589-613 --------------, Nancy; “The Fabric of Character Aristotle’s Theory of Virtue”, Clarendan Pres Oxford, New York 1989 --------------, Nancy; “The Virtues of Common Pursuit”, Philosophy and Phenomenological Research, Vol.53, Jun.1993, pp.277–299 SMİTH, Adam; The Theory of Moral Sentimes, Liberty Fund, Indianapolis 1994 SMİTH , Nicholas D.; “ Plato’s Analogy of Soul and State ” , The Journal of Ethics , Vol.3 , 1999 , pp.31-49 --------, Nicholes D.; “Some Thoughts Abaut The Origins of Grek Ethics”, The Journal of Ethics Vol.5, 2001, pp.3-20 SOUSA, Ronald De; “ Moral Emotions ”, Ethical Theory and Moral Pratice, Vol.4, 2001, pp.105–126 SPONVİLLE, Andre Comte; Büyük Erdemler Risalesi , (Çev.:Işık Ergüden), İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları , İstanbul 2004 SPİNOZA ; Etika (Çev.:Hilmi Ziya Ülken) , Ülken Yayınları , İstanbul 1984 SPRANGER, Edward; İnsan Tipleri (Çev.:A. Aydoğan), İz Yayıncılık, İstanbul 2001 STURT, Henry; “ Happiness ”, International Journal of Ethics, Vol.13, Jan.1903 , pp.207-221 ---------, Henry; “The Doctrine of the Summum Bonum: A Criticism”, Mind, Vol.9, Jul.1900, pp.372–383 SWİNYARD,Willam R.; AH-Keng Kau and Hui-Yin Phua; “Happiness, Mateirailsm, and Religious Experience in U.S. and Singapore”, Journal of Happines studies, vol:2, January, 2000, pp:13-32 354 STRİKER, Gisela Monist; “Ataraxia: Happiness as Tranquillity”, Academic Search Premier, Vol.73, Jan.1990 ŞAHİN, Hasan; Hz. Peygamber ve Ahlâk, E.Ü Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Kayseri, Sayı:5, s.441–446 ---------, Hasan; İslam Felsefesi Tarihi Dersleri, İlâhiyat, Ankara 2000 TATARKİEWİCZ, Wladyslaw; “Happiness and Time”, Philosophy and Phenomenological Research, Vol.27, Sep.1966, pp.1-10 ---------------------, Wladyslaw; Analysis of Happiness, Polish Scientific Publishers, Warszawa 1976 TAYLOR, Gabriele; Sybil, Wolfram; “The Self – Regarding and Other – Regarding Virtues”, The Philosophical Quarterly, Vol.18, Jul.1968, pp.238–248 TEPE, Harun; Etik ve Meslek Etikleri, Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları, Ankara 2000 -------, Harun; Platon’dan Habermas’a Felsefede Doğruluk ya da Hakikat, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara 2003 THEOPHRASTOS; Karakterler (Çev.:Candan Şentuna), Dost Kitabevi Yayınları, Ankara 1998 THOMAS, Lloyd D.A.; “Happiness”, The Philosophical Quarterly, Vol.18, Apr. 1968, pp.97–113 THORNELY, Thomas; “Perfection as an Ethical End”, Mind, Vol.5, Jul.1880, pp.350–362 TİTUS, Harold H.; Living Issues In Philosophy, Van Nostrand Reinhold Company, Canada 1964 TOLSTOY, Samimi Saadet; (Çev.:Ayşenur Menekşe), Mavi Yelken Yayınları, İstanbul 2000 TÜRKER-KÜYEL Mübahat; İbn Sinâ Doğumunun Birinci Yılı Armağanı, “Kut, Farabi ve İbn Sînâ’daki Al-Akl Al-Fa’Âl İçin Bir Temel Oluşturabilir Mi?” Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1984 355 URAL, Şafak; Mahmut, Kaya, Teoman, Duralı ve Diğerleri; “ Mevlana’da Mutluluk Ahlâkı ”, Felsefe Arşivi, Sayı 29, 1994 UYGUR Nermi; Yaşama Felsefesi, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2001 VİLAR, Ester; Kölenin Mutluluğu, (Çev.:S. Budak), Öteki Yayınları, Ankara 1997 WALKER, Arthur F.; “The Problem of Weakness of Will”, Noû, Vol.23, Dec.1989, pp.653–676 WALLACE, R.Jay; “ Three Conceptions of Rational Agency ”, Ethical Theory and Moral Pratice, Vol.2, 1999, pp.217–242 WALLİS, Claudia; “The Science of Happiness”, Time: 7 February 2005 WATTS, Alan; Mutluluğun Anlamı (Çev.:S. Aközlü), İmge Kitabevi Yayınları, Ankara 1992 WATZLAWİCK, Paul; Mutsuzluk Klavuzu (Çev.:Veysel Atayman), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 1993 WHİTE, Nicholas; “Conflicting Parts of Happiness in Aristotle’s Ethics”, Ethics, Vol.105, Jan.1995, pp.258 – 283 WİLKES, Kathleen V.; “The Good Man and the Good for Man in Aristotle’s Ethics”, Mind, Vol.87, Oct.1978, pp.553–571 WRİGHT, H.W.; “The Classification of the Virtues”, The Journal of Philosophy, Vol.4, Mar. 1907, pp.155–160 WRİGHT, William K.; “Happiness as an Ethical Postulate” The Philosophical Review, Vol.17, Sep.1908 , pp.518-528 YILDIZ, Hasan; Platon’un Etiği, Doktora Tezi, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum 2000 YOUNG , Charles M.; “Aristotle on Temperance” , The Philosophical Review , Vol.97, Oct.1988 , pp521-542. ZAGZEBSKİ, Linda Trinkaus; Virtues of The Mind, Cambridge University Press, New York 1996 356 ÖZGEÇMİŞ Mehmet Kasım ÖZGEN 1964’de Diyarbakır’da doğdu. 1992 yılında Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesini bitirdi. 1995 yılında Felsefe ve Din Bilimleri alanında Yüksek Lisansını Tamamladı. Aynı bilim dalında 2005 yılında Doktorasını verdi. Mehmet Kasım ÖZGEN’in yayınlanmış iki eseri mevcuttur. Yazar, evli ve üç çocuk babası olup, Kayseri’de ikamet etmektedir. İletişim adresi [email protected] Cep : 0536 959 10 37 İş : 0352 339 86 80 Ev : 0352 437 72 10
Benzer belgeler
Fârâbî`de Kent ve Felsefî Düşüncenin Gelişimi Üzerine
Farabi, İlk Varlık’tan sonra birtakım ayrı akıllardan söz eder. Bu akıllar, doğrudan insan
mutluluğuyla ilgili görülen Faal Akılda son bulur. Aynı zamanda İlk Varlık ve diğer
varlıklar arasında sür...