Sayı 80 Haziran 2015 - ATAUM
Transkript
Sayı 80 Haziran 2015 - ATAUM
ATAUM e-bülten Yıl 7 - Sayı 80 Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi Avrupa Gündemi... HAZİRAN 2015 Eşcinsel Çiftlere Halkın Şahitliğiyle Evet 23 Mayıs’ta yapılan referandumla eşcinsel evliliklere izin veren 15. Avrupa ve 13. AB ülkesi olan İrlanda, öte yandan bu kararı halk oylamasıyla alan dünyada ilk ülke. 3.2 milyon seçmenin yüzde 60’ının katıldığı referandumda 1.2 milyon kişi “evet” derken “hayır” diyenlerse 734 binde kaldı. İrlanda’da eşcinsel evliliğin yasal hale gelmesi oldukça önemli bir gelişme olmasının yanı sıra bu kararın halk oylaması neticesinde alınması da gelişmenin İrlanda için “dönüm noktası” olarak tanımlanmasına yol açtı. Zira Katolik ve muhafazakâr İrlanda’da Katolik Kilisesi’nin baskısını pek çok alanda görmek mümkün. Sözgelimi, Kilise’nin baskısı yüzünden kadınların kürtaj yaptırması hâlihazırda yasak. Bu durumun tek istisnasıysa annenin yaşamının tehlikede olması. 'MUHAFAZKÂR İRLANDA'NIN KARARI Yasemin KARADAĞ İrlanda’da eşcinsel birliktelik 1993’e kadar suç olarak kabul ediliyordu. Bu düzenleme hakkında 1988’de AİHM’in İrlanda Hükümeti’nin Sözleşme’nin özel hayata saygı hakkını düzenleyen 8. maddesini ihlal ettiğine hükmettiği Norris v. Ireland (Başvuru No. 8225/78) davasını mahkemeye taşıyan avukat olan Mary Robinson, 1990’da İrlanda’nın ilk kadın devlet başkanı olduğunda eşcinsel birlikteliği suç olmaktan çıkarmıştı. 2010’da çıkartılan bir yasayla “medeni birliktelik (civil partnership)” anlaşmasına izin veren İrlanda Hükümeti, eşcinsel evliliği oylamak üzere 2013’te referandum yapılması kararı da almıştı. Uluslararası Af Örgütü (İrlanda) yöneticisi Colm O’Gorman, Parlamento’nun bu kararı almasını sağlamak ve bugün “evet” diyen 1.2 milyona ulaşmak için on yıldan uzun süredir mücadele verdiklerini söylüyor.(devamı 3.sayfada) Çipras Moskova'daydı Avrupa’dan 1 Mayıs Çeşitlemeleri Doğu Ortaklığı Tökezliyor mu? Portekiz’de Pilotlar Grevde Mühdan SAĞLAM sayfa 4-5 Elâ BİLGEN sayfa 7 Mühdan SAĞLAM sayfa 8-9 Ayşe Elif YILDIRIM sayfa 10 Makedonya’da Siyasi Kriz Hollande’dan Küba Çıkarması Göçe Askeri Çözüm? Portre: Andreas Papandreou Emre YÜKSEL sayfa 12-13 Onur HAZNEDAR sayfa 14 Yasemin KARADAĞ sayfa 15-16 Maria KONSTANTOPOULOU sayfa 17-18 üyelik ve diğer talepleriniz için [email protected] 2 Mesele Çocuk Olmak Damla ÜNSEVER HAZİRAN 2015 ATAUM e-bülten Mesele Çocuk Olmak Damla ÜNSEVER Çocuk olmak giderek zorla- ve Hristiyan anti-Balaka şıyor bu dünyada. İşçi olma- grupları arasında yaşanan ları, savaşçı olmaları, gelin ol- çatışmalar sonucunda birçok maları bekleniyor onlardan. kişinin öldüğü ve yerinden İstismar, pedofili, şiddet de edildiği Orta Afrika Cumhucabası. UNICEF istatistikleri- riyeti’nde de en çok zararı yine göre 5-14 yaş aralığın- ne onlar gördü. Yine huzur, daki her 6 çocuktan 1’i çalışı- bir nesil sonrasına ertelendi. yor. 4 çocuktan 3’ü evde şid- Yoksulluğun arttığı, iç çatışdete maruz kalıyor. Ellerine manın giderek şiddetlendiği silah verilip savaşması bek- Orta Afrika Cumhuriyeti’ne lenen çocuklar, daha kendi 2014’te yaklaşık 12 bin kişiçocukken çocuk bakması is- lik BM Barış Gücü gönderildi. tenen çocuk gelinler ve kü- Barış gücünde yer alacak asçük yaşta cinsellikle tanıştırı- kerlere BM standartları, sivillıp susturulan çocukların sa- lerin korunması ve cinsel şidyısından bahsetmiyoruz bile. detin önlenmesi konularında Peki neden? Bir toplumun ge- eğitim verildi. Ancak bazı aslişmesi için önce o toplumun kerler bu eğitimi yanlış anlaçocuklarını yetiştirmesi ge- mış olacak ki, suçu önlerekmez mi? Bunun için gele- mekten ziyade, suçu öncelik ceğimiz demez miyiz onlara? haline getirdiler. Şöyle ki, inDünyanın en saf, en ışık dolu sanları korumak ve güvenlikbakışlarını büyüyünce zaten lerini sağlamakla görevlenkirletileceklerini bile bile ne- dirilen askerlerle ilgili olarak den küçüklükten soldurmaya geçtiğimiz ay bir BM raporu çalışırız? ortaya çıktı. The Guardian ga“Önce kadınlar ve çocuklar” zetesine sızan rapora göre, sözü, bir felaket anında ön- Fransız askerleri görev yapcelikli olarak kadınlar ve ço- tıkları Bongui şehrindeki ülcukların kurtarılmasını ifade ke içi mülteci kampında çoeder. Fakat genelde, bir sa- cuklara cinsel istismarda buvaş, istikrarsızlık, kaos vs. an- lundu. Buna göre, askerler larında önce kadınlar ve ço- kendilerine aç olduklarını becuklar zarar görür. Bir kaos a- lirten 8-15 yaşları arasındaki nında erkeğin iki seçeneği 10 evsiz çocuğa cinsel talepvardır. Ya kaçar ya da sava- leri karşılığında yiyecek ve şarak ölür. Kadınlar ve ço- para verdi. Raporda yer alan cuklarınsa 3 seçeneği vardır. çocukların ifadelerine göreyYa ölürler, ya cinsel istismara se bu sayı 10’dan fazla. Çünmaruz kalırlar ya da her ikisi. kü çocuklar birçok arkadaşNitekim Müslüman Seleka larının da yemek karşılığı ay- nı muameleye uğratıldığını belirtiyor. Ayrıca, Fransız askerlerinin yanı sıra bazı Çadlı askerlerin de aynı harekette bulundukları dillendiriliyor. Üstelik durumun ortaya çıkmasından endişe eden askerlerin çocukları bu konuda konuştukları takdirde şiddet uygulamakla tehdit ederek insanlığın sınırlarını zorladığı da anlaşılıyor. UNICEF raporuna göre iç çatışma, terör ve istikrarsızlığın yoğun olduğu kıtaların başında gelen Afrika, kadınlar ve çocukların cinsel istismara en çok uğradığı bölge olarak da ilk sıralarda yer alıyor. Tüm olan bitenler, insanların umut bağladığı “barış gücü” adı altında görev yapan kişilerin yaptıkları işi ne kadar ciddiye aldıklarını da gözler önüne seriyor. Raporun gizli tutulması ve elle tutulur bir çözümün sunulmamasıysa işin bir başka boyutu. Temmuz 2014’te sonuçlanan rapordan sonra çocukların korunması için örgütün hiçbir çaba içinde bulunmadığını iddia eden BM çalışanı Anders Kompass, aynı ay raporu Fransız hükümetine yollamış ve Fransız hükümeti de kendilerini bilgilendirdiği için Kompass’a teşekkür mektubu göndermiş. Neredeyse üstünden bir yıl geçtikten ve geçtiğimiz Mayıs’ta konunun basında yer almasından son- ra iddialarla ilgili açıklama yapan Cumhurbaşkanı Hollande, olayla ilgisi olan askerlere merhamet gösterilmeyeceğini açıkladı. Savunma Bakanı Jean Yves Le Drion da askerlerin Fransız bayrağını kirlettiğini söyleyerek sert tepki gösterdi. Hükümet, şu ana kadar 14 askerin şüpheli olduğu soruşturmada askerlere herhangi bir ayrımcılık uygulanmayacağını ve hak ettikleri cezayı alacaklarını ifade etti. Diğer taraftan Anders Kompass’ın durumu, bilgi uçurucularla ilgili sorunları da gözler önüne serdi. Uzmanlara göre, bilgi uçurucuların desteklenmesi, korunması ve yaşam koşullarının garanti altına alınmasına yönelik etkili uygulamalar yapılmasının gerekliliği bir kez daha görüldü. Zira Anders Kompass, gizli BM raporunu dışarıya sızdırmak ve protokolleri ihlal etmekten suçlanarak işinden atılma riskiyle karşı karşıya kaldı. Dahası, “uluslararası barış ve güvenliği korumak” adına kurulan BM, böylesine önemli bir konuda neden etkisiz kaldığını açıklamamanın yanı sıra belgenin gizliliğini savunarak meşruluğunun bir kez daha sorgulanmasına neden oldu. ATAUM HAZİRAN 2015 e-bülten Görünen o ki, uzun yıllar süren mücadele her iki taraf için de oldukça olumlu sonuçlar vermiş. Zira başta Başbakan Enda Kenny olmak üzere, partisi Fine Gael ve koalisyon ortağı İşçi Partisi sürecin başından itibaren kampanyanın yanında olduklarını sürekli olarak dile getirdi. Sinn Fein’in lideri Gerry Adams da referandumun ardından memnuniyetini ve desteğini şu yorumuyla dile getirdi: “İki tür İrlanda vardır: Elit İrlanda ve saklanan İrlanda. Bugün saklanan İrlanda konuştu.” Oylamanın ardından sokaklara dökülen yaşlı nüfusun çokluğundan da anlaşılmakta ki, zamanında eşcinsel olduğu için ce- za almak ya da toplumdan dışlanmak istemeyen pek çok insan gençlik yıllarını inşa ettiği sahte kimlikleriyle yaşamış. Nitekim 70 yaşındaki İrlandalı eski senatör ve aktivist David Norris de gençlik ve erişkinlik döneminde yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Bu konu üzerinde büyük bir sessizlik vardı. Ga- Sosyal medyada referandum çalışmaları Referanduma aylar kala sosyal medyada eşcinsel evliliği destekleyenler de desteklemeyenler de etkili kampanyalar yürüttü. Televizyon kanallarında her iki gruptan tezlerini savunanlar bir araya getirilerek konunun tartışma programlarında aktif bir şekilde ve sık sık tartışılması sağlandı. Her iki tarafın da hazırladığı posterler şehrin dört bir yanında aylarca asılı dururken, hazırlanan reklamlar da gerek sosyal medyada gerekse TV kanallarında İrlanda halkının seçimini belirlemeye çalıştı. Eşcinsel evlilik karşıtı reklamlarda, böylesi bir uygulamanın ço- Halkın Şahitliğiyle Evet Yasemin KARADAĞ zetede ya da herhangi bir yayın organında “eşcinsel birey-ler”le ilgili bir çalışmaya denk gelinmesi mümkün değildi. Bizlerdeyse hapse atıl ma, a kıl has ta ne si ne yatırıl-ma veya kamusal alandan dışlanma korkusu kendimizi saklamak için oldukça geçerli nedenlerdi.” cukların ruh sağlığı üzerinde olumsuz etkiler bırakacağı, evlat sahibi olmanın “sipariş verme” usulüyle gerçekleştirilen bir olaya dönüşeceği ve en temelde aile kurumunun zarar göreceği gibi endişeler vurgulanırken, eşcinsel evlilikten yana kampanyalardaysa genç İrlanda nüfusuy- la ailelerini referandum günü bir araya getiren ve ailelerin çocuklarının tercihlerine saygı duyduğunu daha da önemlisi onları desteklediklerini gösteren söylemler tercih edildi. detli şekillerde sürdürülürken, 2012’de ilk kez Kilise içinden bir ses, rahip Tony Flannery, kadınlara ve homoseksüelliğe karşı Kilise’ nin bakış açısının sorgulanması gerektiğini dile getirmişti. Flannery, bu söyleminin bedelini ağır ödedi ve Kilise’den uzaklaştırıldı. Ancak İrlanda’nın genç nüfusuna da büyük bir ilham kaynağı oldu. Dahası, İrlanda tarihinin en güçlü piskoposu olarak kabul edilen McQuaid’in görev yaptığı sırada çocukları sistematik olarak taciz ettiğinin yakın zamanda ortaya çıkması, Kilise’nin özellikle gençler tarafından daha fazla sorgulanmasına vesile oldu. Kilise’nin güve- nilirliğini sarsan tüm bu olayların yanı sıra Avrupa’yı saran ekonomik krizin İrlanda’yı da etkilemesi, ülkelerinde iş bulamayan İrlandalı gençlerin ülke dışına çıkmaları gibi faktörler de İrlanda halkının fikirlerinin değişmesinde etkili oldu. İrlanda İletişim Bakanı Alex White’ın da belirttiği gibi, “referandum sonucu İrlanda’yı değiştirmedi, değişimi onayladı. Bundan böyle İrlanda otoriter bir devlet olarak anılmayacak. Sonuç, Kilise ve devletin birbirinden bağımsız olduğuna dair güzel bir örnek olarak tarihte yerini aldı.” Kilise’nin tepkisi Dublin Başpiskoposu Diarmuid Martin, referandum sonrası konuşmasında, Kilise’yle ve İrlanda kültürüyle İrlanda genç nüfusu arasında gittikçe büyüyen bir boşluk oluştuğunu ve bu doğrultuda Kilise’nin gerçekçi bir durum analizi yapmasının zamanının geldiğini söyledi. Günümüz İrlanda’sında Katolik Kilisesi’nin gençler için neredeyse “yabancı topraklar” olarak tanımlanmasının mümkün olduğunu söyleyen Martin, genç İrlanda nüfusunu kiliseye çekmek içinse ne gibi önlemler alınabileceğine dairse herhangi bir çözüm önerisinde bulunmadı. Aslında genç İrlanda nüfusunun Kilise öğretilerinden uzaklaşmasının bir anda gerçekleşmediği rahatlıkla söylenebilir. 1922’de Britanya’dan ayrılan ve peşi sıra Katolikliği resmen benimseyen İrlanda Cumhuriyeti, o vakitten beri devlet politikalarının dini öğretiden yoğun bir şekilde beslendiği oldukça muhafazakâr bir ülke olarak karşımıza çıkmakta. 1930’ ların başında John Charles McQuaid başpiskopos olmadan önce İrlanda Anayasası’nı değiştirilmesine öncülük ederek politik alanda da muhafazakâr Kilise öğretisinin benimsenmesinde kilit rol oynayan tarihi isimlerden biriydi. Nitekim 1930’lardan 2000’lere kadar mevcut tutum kimi zaman daha şid- 3 4 Çipras Moskova'daydı Mühdan SAĞLAM HAZİRAN 2015 ATAUM e-bülten Çipras Moskova'daydı Mühdan SAĞLAM Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras, geçtiğimiz Nisan’ da Moskova’da Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’le görüştü. İki gün süren görüşmede enerji, ekonomi ve ticaret başta olmak üzere bir dizi anlaşmaya imza atıldı. Ziyaret öncesinde AB yetkililerinin Yunan liderle görüşmesi ve Rusya’yla yapılacak görüşmelerde AB politikalarına zarar verecek hamlelerden kaçınması uyarısında bulunması dikkat çekti. Bunun en önemli nedeniyse Atina’nın borç ödeme tarihiyle ziyaretin büyük ölçüde denk gelmesiydi. Yunanistan’ın Rusya 'dan borç isteyebileceğinden çekinen AB yetkilileri, böyle bir adımın engellemek adına Çipras’a uyarılarda bulundu. Nitekim Yunan lider görüşme sonrasında gerçekleştirilen ortak basın toplantısında Rusya’dan maddi bir yardım taleplerinin olmadığını ifade etmekle birlikte, bunu AB uyarılarını dikkate aldıkları için değil AB’yi suçlu gördüklerini için yapmadıklarını ifade etti. Temelde AB’nin endişelerinin ve açıktan Atina’yı uyarmasının altında, Rusya’nın Fransa’da Ulusal Cephe, Macaristan’da Jobbik ve Yunanistan’da Syriza gibi partilere başından itibaren sempatiyle yaklaşması ve bunu gizlememesi yatıyor. Mosko-va’nın bu partilere desteğinin nedeniyse, Rusya yanlısı olmalarından ziyade Brüksel merkezli politikalara direnç göstermeleri. Bundaysa, özellikle Ukrayna krizinden bu yana MoskovaBrüksel hattında sert rüzgârların esmsi, AB’nin önemli ekonomik kayıplara karşın Rusya’ya uygulanan yaptırımlardan taviz vermemesi ve Kremlin’in AB politikalarını uygulamaya ayak direyen partileri tercih etmesi etkili oldu. Ekonomi ve enerji ağırlıklı işbirliği Çipras’ın iki günlük Rusya ziyaretinde üzerinde en çok durulan konu, iki ülke arasındaki enerji ilişkileri oldu. AB’nin Şubat sonunda ilan ettiği Enerji Birliği projesi dikkate alındığında, Yunanistan’ın bu adımla AB’den farklı olarak Rusya’yı enerji konusunda tehdit olarak görmediği söylenebilir. Şöyle ki, Şubat 2015’te ilan edilen enerji birliği projesinin ana hedefinin AB enerji piyasasının en büyük tedarikçisi olan Rusya’ya, özellikle Rus gazına, alternatif yaratma olduğu görülüyor. 1 Aralık 2014’ te Putin’in iptal edildiğini duyurduğu Güney Akım projesinde de AB’nin bu konuda Bulgaristan’a uyguladığı baskıların etkili olduğu söylenebilir. Tam da Güney Akım iptal oldu, Rusya yönünü tamamen doğuya mı dönecek derken, AB pazarından vazgeçmeyi düşünmediklerini ilan edercesine bizzat Putin tarafından Avrupa’ya yönelik Türk/Yunan Akımı olarak anılan yeni bir proje ilan edildi. Proje Türkiye’de ilan edildiği için Ankara projeye olumlu baktığını ifade etmiş, ancak Yunanistan beklenen seçimler nedeniyle net bir tutum takınmamıştı. Seçimlerin galibi Syriza’ysa henüz iktidar olmadan, Rusya’yla daha yakın ilişkilerden yana olduğunu, yalnızca Brüksel’e bağımlı kalmak istemediğini ifade etmişti. Nitekim seçimin ardından Rusya’ya yapılan bu üst düzey ziyaret, Atina’nın Moskova’yla yakınlaşması olarak yorumlandı. Şaşırtıcı olmayacak şekilde Atina da, Ankara gibi, Türk/ Yunan Akımı projesini desteklediklerini ve YunanistanTürkiye sınırına yakın bir bölgede ana enerji aktarım istasyonu olarak da bilinen enerji hub’ının kurulmasının Yunanistan’a getirileri olacağını ifade etti. Enerji bağlamında zirvede dikkat çeken bir diğer konuysa, Yunanistan pazarında Rus şirketlerin daha etkin ol- masının önünün açılması oldu. Öncelikle her ne kadar T ü r k / Yu n a n A k ı m ı Projesi’yle Rusya-Yunanistan ilişkileri dikkatleri toplasa da, aslında iki ülkenin enerji ilişkilerinin daha da geriye gittiğini söylemek gerekir. 1991’den itibaren Yunanistan piyasasında olmaya çalışan Rus enerji devi Gazprom, ilkin Rus-Yunan ortak girişimi Promet-heus Gas S.A şirketini kurdu. Peşi sıra da Yunanistan’ın en büyük doğal gaz dağıtım şirketi olan ve Güney Avrupa gaz projelerinde önemli roller üstlenen devlet kontro-lündeki Copelouzos Group’ un yarısını aldı. Yunan enerji piyasasının özelleştirilmesi sürecinde Rusya’nın enerji şirketleri aracılığıyla Avrupa piyasasında etkin olma gayreti Yunanistan’da da ortaya kondu. Bunun en açık örneği Yunanistan içinde gaz dağıtımı yapan ve LNG terminallerini işleten DEPA’nın kamulaştırılmasında görüldü. DEPA’ nın Yunanistan dışında Güney Avrupa gaz piyasası için vazgeçilmez olduğunu düşünen Brüksel ve Washington tarafından Atina’ya Moskova’yla müzakerelere son vermesi için baskı yapıldı. Nitekim 2013’teki özelleştirmeye katılan Gazprom, son anda ihalenin iptaliyle Yunanistan ’dan eli boş döndü. Ancak DEPA’nın özelleştirilememesi, Yunanistan’daki ekonomik bunalımın büyümesiyle noktalandı. Oysa Atina, yüzde 90 oranında gaz alımı yaptığı Gazprom’un sanayisi için kritik olan gazda bu özelleştirme sonrasında büyük indirim yapacağını düşünüyordu. Dolasıyla Çipras’ın AB’yi ekonomik krizin müsebbibi olarak görmesinde, DEPA gibi ihalelere AB’nin karışmasının da etkili olduğu söylenebilir. Bununla beraber, zirvede Gazprom’un Yunanistan’da bir faaliyette bulunup bulunmayacağı ya da Rusya’nın enerji konusunda bir ATAUM e-bülten indirime gidip gitmeyeceği konusunda bir açıklama yapılmadı ve “müzakereler devam ediyor” açıklamasıyla yetinildi. Ancak Atina’nın Türk/Yunan Akımı projesine destek vermesi dikkate alındığında, pek çok uzman, Yunanistan’ın Güney Avrupa enerji koridoru çerçevesinde sadece jeopolitik öneminin artmayacağı, bunun yanında ciddi bir gaz indirimi alacağı konusunda hem fikir. İkili görüşmelerde üzerinde durulan bir diğer başlık, tarım alanında işbirliğiydi. AB yaptırımları ve Rusya’nın karşı yaptırımları dikkate alındığında, sanayi alanında Rusya dışında Almanya bu sürecin en zararlı çıkanıyken tarımdaysa Polonya, Macaristan ve Yunanistan en fazla zarar görenler olarak ön plana HAZİRAN 2015 çıktı. Nitekim zirvede tarım alanında işbirliğinin artırılması ve ikili ilişkilerin geliştirilme si ne ya pı lan vur gu, Yunanistan’ın ihracat kaygısına Rusya’nın cevabı olarak görülebilir. Buna karşın Putin, her ne kadar Macaristan ve Yunanistan’la tarım alanında işbirliği yapmaya niyetli olduklarını söylese de, durumun iyileşmesini yaptırımların kaldırılmasına bağlaması şimdilik Doğu yakasında değişen bir şey olmadığı yorumlarına neden oldu. Kremlin, AB yaptırımlarının Yunanistan’a dayatıldığının farkındayız demekle yetindi ve bir nevi Atina’ya çözüm için Brüksel’i işaret etti. İki lider, turizmden ticarete, enerjiden küresel politikaya kadar pek çok konuda ikili ilişkilere ağırlık verilmesinde hem fikir kaldı. Ancak iki ülke arasında işbirliği konusunda en dikkat çeken unsur, Ukrayna’da çözüme yönelik yaklaşımda birebir aynı düşünmeseler de Brüksel’in yaptırımlarının işlevsiz olduğu konusunda hem fi kir ol ma la rıy dı. Putin’in Çipras’a Brüksel’in ek yaptırımlar gündeme aldığı süreçte gösterdikleri direnç için teşekkür etmesi ve yaptırımların çözüm olmayacağını ifade etmesi, bu durumun en dikkat çeken belirtisiydi. Sonuç olarak, ekonomik kıskaç altında olan Yunanistan, IMF ve AB’nin formüllerinin yanı sıra diğer ülkelerle ilişkilerine ağırlık vererek sorunların üstesinden gelmeye çalışıyor. Atina’nın bu isteğine, AB enerji pazarında payını kay- Çipras Moskova'daydı Mühdan SAĞLAM betmek istemeyen ve yaptırımların bir an önce kaldırılması çağrısı yapan Rusya da hem kendi dış politikası hem de AB’nin tek sesliliğinin etkisini sınırlandırmak açısından önem veriyor. Bu çerçevede Yunanistan, Macaristan ve İtalya’yla işbirliğine ağırlık veren Moskova, AB içinden kendisine yönelik uygulamalara direnç gösterilmesini sağlıyor. Üstelik bu hamleleri sadece yakın dönemli politikalarda değil Enerji Birliği gibi orta vadeli projelerde de gedik açılmasına hizmet edebilir. Bu durumun en net göstergesi de Türk/Yunan Akımı Projesi’ne Yunanistan’ın olumlu yaklaşması ve gerek AB gerekse de ABD’ den gelen baskıları direnmesi olabilir. 5 6 NATO Kuzey Avrupa’yı İstiyor Aygün KARLI ATAUM HAZİRAN 2015 e-bülten NATO Kuzey Avrupa’yı İstiyor Aygün KARLI NATO ile Kuzey Avrupa ilişkileri Rusya’yla ilgili olarak sürekli bir kriz içerisinde. Çatışma genel anlamda bir yandan NATO’nun yani geniş anlamda ABD’nin, diğer yandaysa Rusya’nın ortaya attığı savlar üzerine şekillen- mekte. Son zamanlardaysa Norveç ve Danimarka gibi NATO üyesi İskandinav ülkeleri dışında İsveç ve Finlandiya’da da NATO’ya doğru bir eğilim gözlemlenmekte. Bunun siyasi ve ekonomik nedenleri olduğu aşikâr. Her şeyden önemlisi Rusya ekonomisinin eskiye nazaran zor durumda olması bahsi geçen ülkeler açısından NATO’ya kayma konusunda en önemli etkenlerden biri. Rusya hükümetinin diğer ülkelere karşı sergilediği “saldır- gan” tutum ve kendi ülkesi içerisindeki otoriter tutumsa diğer diğer önemli sebep. Haberimizin konusuysa geçtiğimiz ay Norveç, İsveç ve Finlandiya’da yaşanan NATO’yla ilgili gelişmeler. lişmiş olduğu üzerine çok konuşulsa da, gelirinin büyük bir kısmını petrolden elde etmekte. Bu nedenle, NATO’ nun Norveç’i koruması müttefiklik ilişkisiyle açıklanabileceği kadar Rusya’nın bölgedeki hâkimiyetini arttırmamasına yönelik bir hamle olarak da yorumlanabilir. Nitekim, Ortadoğu’da olan gelişmeler bir yana, ABD’yle Rusya arasındaki rekabet ve hatta çatışmanın odak noktalarından biri de Kuzey Av- rupa olarak görülebilir. Şöyle ki ABD, NATO perdesini kullanarak Kuzey Avrupa’da da egemenliğini güçlendirmek ve oluşabilecek bir petrol rantından pay almak, en azından söz söyleme hakkına sahip olmak istiyor görünüyor. Rusya’nın Finlandiya ve İsveç’in de desteğini çekmesi halinde bölgedeki etkinliğini ne ölçüde devam ettirebileceğiyse tam bir muamma. İsveç, Finlandiya ve Norveç Baltık ülkeleri ve özellikle NATO’ya üye olmayan İsveç ve Finlandiya NATO için büyük önem teşkil ediyor. Baltık ülke le ri nin bü tün lü ğü nün oluşturulması, Rusya’ya karşı bir set çekmekten ziyade adeta bir duvar oluşturma niyeti gösteriyor. Özellikle geçtiğimiz ay NATO’nun ekonomik işbirliği çerçevesinde İsveç ve Finlandiya’yı bir araya getirmesi işin boyutunu açıkça ortaya seriyor. Finlandiya, özellikle teknoloji alanında ülkenin eskiye nazaran gerilemesi ve ABD’yle Asya ülkelerinin mobil sektörüne egemen olmasının ardından ülkeye gelir getiren sermaye gruplarının güç kaybetmesiyle ekonomik anlamda büyük düşüş sergiliyor. İsveç’se özellikle yaşadığı küçük çaplı kriz ve ülkedeki mültecilerin fazlalaşması neticesinde ekonomik anlamda işlerin pek de iyi gitmediği bir ülke görünümünde. Nitekim NATO, ABD’nin de desteğiyle, iki ülkenin yine aynı seviyeye gelmesi için işbirliği yapmalarını teşvik edecek uygulamaları devreye sokmaya başladı. Bu uygulamaları Finlandiya’nın NATO’ya üye olmaya sıcak bakan yeni hükümetiyle sürdürme girişimlerine de başladılar bile. Finlan- diya Cumhurbaşkanı, NATO’ yla askeri işbirliğinin olduğunu fakat üye olma gibi bir durumlarının olmadığını ileri sürse de gelecek açısından bu, pek de hayali bir seçenek gibi durmuyor. NATO, geçtiğimiz haftalarda yaptığı açıklamayla, Norveç’ le alakalı olarak müttefiki oldukları ülkelerin sınır bütünlüklerini koruyacaklarını ve tehditler karşısında müttefiklerinin yanında olacaklarını ilan etti. Bu konu aslında Danimarka’ya yönelik olan Rusya tehdidinin hemen sonrasında olması nedeniyle önem taşıyor. Zira geçtiğimiz aylarda Rusya, Danimarka’yı nükleer silahlarıyla tehdit etmiş, gerekirse bu silahları kullanacaklarını belirtmişti. Her ne kadar bu durum Rusya’nın Kuzey Kutbu üzerine hak iddia etme meselesinden de kaynaklansa da, Rusya’nın “saldırgan” politikasından Danimarka’yla birlikte Norveç’in de nasibini ilerleyen günlerde alacağı düşünülüyor. Norveç’in Rusya’ yla olan ilişkisi, Rusya’nın Kuzey Kutbu’na egemen olması durumunda petrol gelirlerinin azalacağı meselesi üzerinden de irdelenebilir. Norveç, her ne kadar demokrasinin ve insan haklarının ge- ATAUM e-bülten İletişim Adres: Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi (ATAUM) Cemal Gürsel Caddesi, 06590 Cebeci, Ankara Telefon: 0 (312) 362 07 62 Faks: 0 (312) 320 50 61 Web: www.ataum.ankara.edu.tr/ebulten E-posta: [email protected] Editör: Erdem DENK Tasarım: Turan BACI-Erdem DENK * Yazılarınızla katkıda bulunmak için [email protected] adresine email atabilirsiniz. * ATAUM E-Bülten’de yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. ATAUM'un resmi görüşü değildir. * Bu e-bülten içinde yer alan özel kullanım lisanslı tüm yazı ve görsellerin bütün hakları ATAUM`a aittir. * Bu e-bülten, kaynak gösterilerek kopyalanabilir, dağıtılabilir, basılabilir. Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Erdem DENK · Yayının Türü: Süreli (Aylık) ATAUM HAZİRAN 2015 e-bülten Avrupa’dan 1 Mayıs Çeşitlemeleri Elâ BİLGEN Avrupa’dan 1 Mayıs Çeşitlemeleri Elâ BİLGEN Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) geçtiğimiz Ocak’ta, 2015 Dünya İstihdam ve Toplumsal Görünüm Raporu’nu yayımlamıştı. Raporda küresel işsizlikte yaşanan vahim artışın yanı sıra dikkat çeken bir unsur daha vardı: Özellikle gelişmiş ekonomilerde, işçinin belirli bir ücret ya da maaş karşılığında sabit ve tam zamanlı bir işe sahip olduğu standart istihdam modelinin hızla terk ediliyor oluşu. ILO raporuna göre, Sahra Altı Afrika ve Güney Asya gibi “azgelişmiş” ekonomilerle “gelişmekte olan” ekonomilerin temel sorunlarından biriyse maaşlı iş. Nitekim günümüzde maaşlı iş, dünya istihdamının ancak yarısı için geçerli. Bir diğer büyük sorunsa kayıt dışı ekonomi kapsamında ve yine bu bağlamda ücretsiz aile işlerinde çalışanların oranının değişmeksizin yüksek seviyelerde kalması. ILO tarafından ortaya koyulan rakamlar, bu sorunların “gelişmiş” ekonomilerde de gözle görülür biçimde arttığını gösteriyor. Avrupa ülkeleri açısından maaşlı iş oranlarındaki azalma, kendi hesabına çalışmanın artması ve geleneksel işçi-işveren modeli dışında kalan çok kısa süreli iş sözleşmeleri ve düzensiz çalışma saatlerinin yaygınlaşması da raporda dikkat çekilen hususlardan. 1 Mayıs’ta Avrupa’nın pek çok kentinden yükselen sloganlar da bu tespitleri doğrular nitelikteydi. 19. yüzyılın sonlarında sekiz saatlik gün- lük çalışma süresi talebiyle ayaklanan ABD’li işçilerin “davası” Avrupalı işçilerce benimsenmiş, mayısın ilk günü işçi bayramı olarak kutlanmaya başlamıştı. Sekiz saat çalışma süresinin artık Avrupalı işçilerin sorunu olmadığı yaygın olarak düşünülse de, Avrupa kentlerinde toplanan göçmen işçilerin talepleri bu düşüncenin gerçeği yansıtmadığını ortaya koydu. Özellikle Birlik üyesi Doğu Avrupa ülkelerinden İngiltere ve Almanya’ya giden işçilerin haklarının kısıtlandığı ve olumsuz çalışma koşullarına maruz bırakıldıkları dile getirildi. Ayrıca serbest dolaşım hakkından faydalandıklarının altını çizen bu işçiler, AB sınırları içinde göçmen sayılmamaları gerektiğini de vurguluyor. Göçmenlerin yanı sıra eylemlere katılan işçi sendikası üyeleri, öğrenciler, çalışan ve emekliler de kamu sektöründe, özel sektörde ve sosyal güvenlik sisteminde yaşanan sorunları ifade etti. Almanya’nın çeşitli kentlerinde toplanan 400 binden fazla kişi asgari ücret uygulamasında istisnaların önlenmesi, çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve kiralık işçi uygulamasına son verilmesi taleplerini haykırdı. 2013’te müzakereleri başlayan ve bu yıl ya da en geç 2016 başında nihayete ermesi beklenen AB-ABD Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı anlaşmasına karşı eleştiriler de dile getirildi. Almanya İşçi Sendikaları Konfederasyonu Başkanı Reiner Hoffmann gibi kaygılılar da var. Buna göre, ticari sınırları kaldırarak mal ve hizmet dolaşımını ve Avrupa’da istihdamı arttıracağı iddia edilen ortaklık anlaşması çevresel problemleri ve GDO’lu gıdaların dolaşımını yaygınlaştıracak, ABD’yle AB standartlarının uyumlaştırılması çabalarıysa AB standartlarını aşağı çekecek. Belçika’da en fazla üzerinde durulan konuysa çalışma saatleriydi. Nitekim “yüz yıl önce işçilerin direnişi olmasaydı günlük çalışma saati 14’ten 8’e düşmezdi” diyen Belçika İşçi Partisi’nden bir yetkili, işçilerin haftalık çalışma saatinin 38’den 30’a indirilmesini istediklerini, böylelikle işsizlik oranının da azalacağını dile getirdi. İşsizliğin en düşük ve asgari ücretin en yüksek olduğu ülkelerden biri olan Norveç’te de Avrupa Ekonomik Alanı’ ndan çıkılması ve Çalışma Ortamı Yasası’nın güçlendirilmesi yönünde talepler gündeme getirildi. Geçtiğimiz Mart’ta Norveç hükümeti, değişen küresel koşullara uyum sağlamak amacıyla Çalışma Ortamı Yasası’nda değişiklik yapılacağını duyurmuştu. Söz konusu değişikler geçici işlerin çoğalması, pazar mesailerinin artması, sosyal yardımlardan faydalananlara mecburi hizmet gibi yükümlülüklerin getirilmesi gibi düzenlemeler içeriyor. Geçici istihdamın arttırılmasıyla emek piyasasına girişin kolaylaşacağı öne sürülüyor. Ayrıca emeklilik yaşı 70’ten 72’ye çıkarılıyor. 1 Mayıs’ta meydanları dolduranlarsa, değişikliğin sıradan işçilerin değil patronların yüzünü güldüreceği fikrindeydi. Değişiklikten özellikle gençlerin olumsuz etkileneceğini ve geçici süreli işlerin artmasının gençlerin sürekli bir iş sahibi olmasını güçleştireceğini ifade ettiler. İngiltere’de genel seçimlerin hemen öncesinde gerçekleşen 1 Mayıs kutlamaları, David Cameron liderliğindeki koalisyon hükümetinin çalışanların haklarına sınırlamalar getiren ekonomi politikalarına yöneltilen eleştirilere sahne oldu. Öyle ki, Londra’daki Docklands Hafif Raylı Sistemleri’nde çalışan işçiler, düşük ücret ve olumsuz çalışma koşulları nedeniyle eylem başlatarak greve gidebileceklerini açıkladı. Yunanistan, Portekiz, İrlanda ve İzlanda da 1 Mayıs’ı grevle karşılayan ülkeler arasındaydı. İrlanda’da haklarının törpüleneceği kaygısıyla ulaşımın özelleştirilmesine karşı çı kan o to büs şo för le ri, Yunanistan’daysa toplu taşıma araçları ve liman çalışanları iş bıraktı. İzlanda’da yine ücret artışı ve çalışma koşullarının iyileştirilmesini talep eden 10 bin üyeli sendika federasyonları Mayıs sonunda genel greve gideceklerini duyurdu. Portekiz’de de devlete ait TAP Portugal Havayolu Şirketi’nde çalışan pilotlar, hükümetin özelleştirme girişimlerine tepki olarak grev başlattı. lerinde çalışanlar arasında, hatta işe gitmek için aynı sokaktan geçen Alman işçiyle Romanyalı işçi arasında bile mücadele etmek zorunda kaldıkları sorunların farklılığına işaret ediyor. Hobsbawm “çevreleri, toplumsal kökenleri, formasyonları, ekonomik durumları, hatta zaman zaman dil ve töreleri açısından birbirlerinden oldukça uzak gruplar arasındaki ortak paydanın yoksulluk bile olmadığını” söylüyor. Gerçekten de emek ve dayanışma gününde işçiler ve işçi sendikalarının yanında LGBTİ örgütlerinin, kadın hakları aktivistlerinin, Almanya’daki Edward Snowden, Julian Assange ve Chelsea Manning heykellerinin açılışı için 1 Mayıs’ı seçen ifade özgürlüğü savunucularının alanları doldurması, eylemcileri birleştiren şeyin tam da Hobsbawm’ın söylediği gibi “kendi güvencesiz durumlarında herhangi bir değişiklik olmazken, serveti olağanüstü biçimde artan burjuvaziyle aralarında oluşan uçurum” olduğunu gösteriyor. Güneydeki durum 1 Mayıs özellikle “Kuzey” ülkelerinde neredeyse “folklorik” bir an olarak kutlanırken, Avrupa’nın güneyinde yer alan ülkelerde üzerinde durulan konularsa biraz daha farklıydı. Eurostat’a göre işsizliğin en yoğun yaşandığı iki Birlik ülkesi olan Yunanistan ve İspanya’daki göstericilerin ortak hedefinde AB Merkez Bankası ve IMF tarafından yönetilen kemer sıkma politikaları, işçi ve memur haklarına getirilen kısıtlamalar, sağlık ve eğitim harcamalarındaki kesintiler ve son dönemde yaşanan göçmen katliamları konusunda Kuzey Avrupalıların eylemsizliği vardı. Eric Hobsbawm, 19. yüzyılın işçi hareketlerini incelerken “işçiler”den tek bir kategori ya da sınıf olarak söz etmenin olanaklılığını sorgular. 1 Mayıs’ta dile getirilen talepler de bu şüphenin günümüz dünyası için de geçerli olduğunu göstermekte. Zira sloganlar arasındaki farklılıklar, Güney Asya ya da Afrika’yla kıyaslamaya gerek olmaksızın Avrupa’nın farklı devlet- 7 8 Doğu Ortaklığı Tökezliyor mu? Mühdan SAĞLAM HAZİRAN 2015 ATAUM e-bülten Ukrayna Moratoryumu: Doğu Ortaklığı Tökezliyor mu? Mühdan SAĞLAM AB projesi “Doğu Ortaklığı”ndan yana tercihi kullanan Ukrayna, bitmek bilmeyen siyasi krizler bir yana ekonomik anlamda da içinden çıkılması güç bir kaosun eşiğinde. Ukrayna Cumhurbaşkanı Petro Poroşenko, 25 Mayıs’ta dış borcun ertelenmesi için parlamentodan geçen moratoryumu imzaladı. Her ne kadar iflası kavramı kullanılmasa da, ekonomileri iflas eden/etmek üzere olan ülkelerin moratoryuma başvurdukları dikkat çekiyor. Ukrayna ekonomisindeki bu çöküşün politik ve ekonomik anlamda hem Ukrayna hem de AB açısından önemli sonuçları olabilir. Halihazırda Ukrayna’nın dış borcu 23 milyar dolar. Ukrayna, kreditörlerden bu borcu 15 milyar dolara çekmesini talep ediyor. Bu yöndeki görüşmeler geçtiğimiz Mart’ tan bu yana devam ediyor. Ukrayna için yakıcı olansa, doğal gaz nedeniyle Aralık 2015’e kadar Rusya’ya 3 milyar ödemesi gerektiği gerçeği. Aslında Ukrayna’ya kredi sağlayan ve Ukrayna ekonomisini reçetelerle düzenlemeye çalışan IMF yetkilileri yaklaşık üç aydır Ukrayna’ nın Gazprom’a olan borcunu ödeyebilecek durumda olmadığının altını çiziyor. Bu bağlamda Mayıs sonunda imzalanan moratoryum malumun ilanı olarak görülebilir. Buna karşın Rusya borcu yapılandırmak şöyle dursun, gecikme durumunda tahkime gidebileceğini bizzat maliye bakanı aracılığıyla Ukrayna’ ya iletti. Diğer borçların öte- sinde Ukrayna’nın Rusya’ya olan borcu Ukrayna halkı için çok kritik, çünkü söz konusu borç ödenmediği takdirde Gazprom’un gaz akışını askıya almasına kesin gözüyle bakılıyor. Nitekim Ekim 2014’te Gazprom ile Ukrayna borç yüzünden karşı karşıya gelmiş ve Gazprom’un gazı kesme hamlesi karşısında Brüksel sürece müdahale ederek Ukrayna borçları için müzakerelere katılmış ve kısa vadeli de olsa Ukrayna’ nın soğuk kış koşullarında gazsız kalmasını önlemişti. Ancak bu defa Ukrayna adım adım iflasa sürüklenirken Brüksel’in izlemekle yetindiği görülüyor. Zaten Nisan 2015’te Kiev’de AB Komisyonu Başkanı Donald Tusk ile Petro Poroşenko arasında gerçekleşen zirvede Trusk, AB adına daha fazla reform beklediklerini ve ancak söz konusu şartlar yerine gelirse yardımda bulunabileceklerini ifade etmişti. Özetle Brüksel, Kiev’e yardımdan ziyade ev ödevlerini hatırlatmakla yetinmişti. Aslında AB’yle Ukrayna arasında ekonomik anlamda mesafeyi açan ilk adım, Haziran 2014’te imzalanan serbest ticaret anlaşmasına aynı yılın Kasım’ında yürürlüğe girmesi gerekirken Ocak 2016’ya ertelenmesiyle atılmıştı. Hatta Brüksel’in bu politikası, Rusya’yı ödüllendirmek olarak görülmüştü. Zira 15 aylık sürede Rusya, Ukrayna dışında kendine kolayca başka bir partner bulabilecekken yönünü Batı’ya dönen Ukrayna’nın bekleme süresinin da- ha da uzaması, Kiev’in cezalandırılması olarak değerlendirildi. Bu tartışmaların ötesinde Ukrayna açısından açık olan, bu ertelemenin ekonomisini olumsuz yönde etkilediği. Serbest ticaret anlaşmasının dışındaki veriler incelendiğinde, Ukrayna’nın ABD ve AB’den yeterli destek görmediği açık. Rusya arasında söz konusu kriz patlak verdiğinden bu yana, yani Kasım 2013’ten beri, Ukrayna’nın AB’den gördüğü toplam yardım yaklaşık 1.8 milyar dolar. Buna karşın ABD’yse 2 milyar dolar ekonomik yardımda bulundu. Krizin ardından Ukrayna ekonomisi için reçeteler üreten IMF yetkililerine göreyse, Ukrayna ekonomisini en az 40 milyar dolarlık bir yardım kurtarabilir. Doğrudan yardım yerine benzer biçimde yıllık 6 milyar dolarlık yatırım da Ukrayna’da çarkların dönmesini sağlayabilirdi. Ancak ne ABD’nin ne de AB’nin şimdilik böyle bir adım atmaya niyetleri var. Bunun arka planındaysa hem Ukrayna hem de Batı’nın içinde bulunduğu koşullar etkili. İlk olarak Ukrayna açısından “Doğu İçin Ortaklık Projesi” kapsamında Ukrayna’dan beklenen yapısal reformlar var. Her ne kadar Poroşenko hızla reform çalışmaları yaptıklarını yönünde açıklaması yapsa da, Ukrayna’nın henüz süreye ihtiyacı olduğu açık. İkincisi, ülkenin do ğu sun da ki ça tış ma lar Minsk Mutabakatı’na rağmen zaman zaman yoğunlu- ğu artacak şekilde devam ediyor. Dolayısıyla, Ukrayna’nın sanayi bölgesi olan doğuda ekonomik hayatı durdurmuş durumda. Üstelik, etkisi ekonomik anlamda daha küçük olsa da, Ukrayna ekonomisinde yüzde 2’lik bir paya sahip olan Kırım’ın Rusya’ya katılımı Ukrayna’yı bu gelirden de mahrum etmiş durumda. Batının adım adım iflasa sürüklenen Ukrayna ekonomisine yeterli hızda ve miktarda yardım yapmamasının da çeşitli gerekçeleri var. En başta, AB açısında reformlarda ilerlenmediği takdirde ciddi bir ekonomik yardım beklenmiyordu. Buna bir de AB’de ekonomik sorunlar yaşayan ülke sayısının artışı ve Rusya’ya uygulanan yaptırımlardan Almanya dâhil pek çok ülkenin etkilenmesi eklendiğinde, kısa vadede ciddi bir ekonomik yardım beklentisi boşa çıkmış oluyor. Dahası, Brüksel için Ukrayna aynı zamanda enerji güvenliği açısından Rusya’ya karşı kullanılan bir manivela aracıydı. Ancak Rusya’nın Güney Akım’ın iptalinin ardından yeni projeye ortaya çıkması, üstelik bu projeyi AB’nin ekonomik sorunlar yaşadığı Yunanistan’ı dâhil etmesi, Ukrayna’ya gerekli dikkatin verilmemesine neden oldu. Ekonominin ötesinde genel anlamda Avrupa’nın Ukrayna’da çözüm konusunda yeteri kadar istekli olmadığı söylenebilir. Özellikle de Minsk Mutabakatı’na Ukrayna’nın uyarak çatışmaları sonlandırmasını bekleyen ATAUM e-bülten AB’nin halihazırda bir B planının olmadığı düşünüldüğünde. Çatışmaların sonlanması için Avrupa’nın göndermeyi planladığı barış gücünü hala hazırlamamış olması da bunun açık göstergesi. Ukrayna konusunda yaşanan açmazın bir diğer yanıysa, Rusya ekonomisinin her geçen gün toparlanması karşı sın da AB’nin yap tı rım kartının etkisinde aşınma oluşması. Şöyle ki, Aralık 2014’te Rusya ekonomisi önemli bir durgunluğa girmiş ve ekonomik kayıp yaklaşık 140 milyar doları bulmuştu. Rusya’dan yapılan açıklamada bu kaybın 100 milyar dolarlık kısmının düşen petrol fiyatlarından, 40 milyar dolarlık kısmının da yaptırımlardan kaynaklandığı ifade edilmişti. Ancak Ocak 2015’ ten itibaren gerek hükümetçe alınan kriz önlemleri gerek petrol fiyatlarındaki yukarı yönlü eğilim, Rusya eko- HAZİRAN 2015 nomisinin IMF tahminlerinin aksine hızla iyileşme yolunda olduğunu gösteriyor. Buna Rusya’nın hızla yeni ticari partnerler bulması eklendiğinde, Çin’e yakın bir Rusya fikrinin AB’de olumlu karşılanmadığı da söylenebilir. Öte yandan, Rusya’nın karşı yaptırımları dikkate alındığında, Polonya, Macaristan ve Yunanistan’ın tarımda, Almanya’ysa ticaret alanında önemli kayıplar yaşadığı da açık. Öyle ki, Alman Girişimciler Birliği, Rusya’yla ticaret yapan altı bin Alman firmasının zor günler yaşadığını açıklayarak Merkel hükümetine baskı yapmaya başladı. Benzer bir biçimde özellikle yaptırımların artırılması konusu gündeme geldiğinde bazı AB üyelerinin de direnç gösterdiği görülmüştü. Dolayısıyla, AB’nin gerek ekonomik gerek politik sebeplerle halihazırda Ukrayna için fazla bir şey söyleme gayretinde olmadığı iddia edilebilir. Sonuç olarak, temelleri Polonya tarafından atılan ve AB’nin eski Sovyet Cumhuriyetleri’ne yönelik yeni bir jeopolitik hamlesi olarak görülen Doğu Ortaklığı Projesi, Ukrayna konusunda sorunlar yaşıyor. Ortaklık vizyonu olmadan Ukrayna başta olmak üzere Eski Sovyet coğrafyasında etkinliğini arttırmaya hedefleyen bu proje, Kiev’de tıkanmış durumda. Ukrayna’da işlerin yolunda gitmemesi ve Rusya’nın tavrının net hesaplanmaması Ukrayna’yla Rusya arasında iplerin kopmasına neden olduğu gibi, ekonomik yaptırımlar nedeniyle AB’yle Rusya’yı da karşı karşıya getirdi. Öte yandan Rusya ekonomisini üç yılda tamamen toparlayabileceğini ifade etmiş ve hızla ekonomik toparlanma yoluna girmişken, Ukrayna içindeki çatışmalara e- Doğu Ortaklığı Tökezliyor mu? Mühdan SAĞLAM 9 konomik iflas da eklenmiş durumda. AB açısında da Rusya’yla yakın dönemde ilişkilerin düzelme ihtimali var. Özellikle Rusya’nın G7’ye geri dönmesi gerektiği, yaptırımların Rusya’yı Çin’le daha da yakınlaştırdığı iddiası sadece IMF ve Washington’da değil Brüksel’de de yüksek sesle dile getiriliyor. Buna karşın halihazırda ağır bedeller ödeyen Ukrayna ve Ukraynalıların geleceği hala belirsiz. Üstelik AB, ortaklık kapsamındaki anlaşmaları dahi uygulamaya sokmuş değil. Şayet Aralık 2015’e kadar Ukrayna Gazprom’a olan borcunu ödeyemezse, bu bedele soğuk kışta donma tehlikesi de eklenecek. Açıktır ki, daha çok küresel rekabetle ortaya atılan Doğu Ortaklığı Projesi’nde sorunlar var ve bu sorunların bedelini de Ukrayna halkı ödeyecek gibi görünüyor. Portekiz'de Pilotlar Grevde 10 2 Ayşe Elif YILDIRIM HAZİRAN 2015 ATAUM e-bülten Portekiz’de Pilotlar Grevde Ayşe Elif YILDIRIM Ekonomik krizle boğuşan Portekiz’de, devlet tarafından işletilen ve aralarında Türk Havayolları’nın da olduğu Star Alliance’ın üyesi havayolu şirketi TAP Portugal, AB’nin getirdiği kurtarma paketleri çerçevesinde bir süredir özelleştirilmek isteniyor. Özellikle Portekiz’in eski kolonilerinin bulunduğu Güney Amerika ve Afrika uçuşlarında başarılı ve stratejik konuma sahip olan ve adından söz ettiren Portekiz’in ulusal havayolu TAP Portugal, özelleştirme kapsamında alıcılarını beklerken bir yandan da kendi içindeki sorunlarla boğuşuyor. Bu içsel sorunların son dışa vurumu, ülke ekonomisine ve havayolu kullanıcılarına pahalıya patlamış durumda. Portekiz’de ekonomik krizin baş göstermesinden beri dev- let çalışanları birçok defa ödenmeyen maaşlar ya da yerine getirilmeyen haklar nedeniyle greve girmiş, ancak bunlar genelde bir gün sürmüştü. Özelleştirileceği açıklanan TAP Portugal’ın çalışanlarıysa, on gün boyunca greve gireceklerini açıklayarak hükümeti oldukça zor durumda bıraktı. Kasım 2014’te hükümet tarafından açıklanan özelleştirme planında, hükümetin TAP Portugal’daki hâkimiyetini başkasına devretmek üzere hisselerin yüzde 66’ sını satacağı ve bu hisselerden yüzde 5’inin TAP Portugal çalışanlarına ayrılacağı duyuruldu. Özelleştirme planına göre, devlet, şirkette özelleştirme sonrasında kalacak olan yüzde 34 hissesini özelleştirmeden iki yıl sonra satabilme seçeneğine sahip Şirket çalışanları mutsuz Devletin özelleştirme planlarının arkasında mantıklı nedenler yatıyor gibi gözükse de, özelleştirme teklifinden hoşnut kalmayan TAP Portugal çalışanları, resmi ihale tekliflerinin sunulmasının son günü olan 15 Mayıs’tan önce, 1 Mayıs-10 Mayıs arasında on günlük grev ilan etti ve işe gelmedi. Bünyesinde 500 pilotun yer aldığı işçi sendikasının böyle büyük bir grev ilan etmesinin sebebi hükümetle çalışanlar arasında imzalanan geçmiş anlaşmalara hükümetin bağlı kalmaması. 1999’da hükümetle işçi sendikası arasında imzalanan bir sözleşmeye göre hükümet, özelleştirme durumunda pilotlara yüzde 20 hisse vereceğinin sözünü vermişti. Şimdi açıklanan özelleştirme teklifinde hükümetin çalışanlara sadece yüzde beş hisse ayıracağını söylemesi, bu sözleşmeye aykırılık teşkil etmekte. Hükümetin sözünde durmadığını belir- ten pilotlar, hükümetin açıkladığı gibi hisselerin yüzde beşi yerine yüzde 20’sinin çalışanlara verilmesini ve 2011 ’den beri dondurularak ödenmeyen kıdem ikramiyelerinin ödenmesini istiyor. Portekiz Başbakanı Coelho, “pilotlara sesleniyorum: ülkenizi düşünün, turizmi düşünün, ekonomiyi düşünün ve kendi şirketinizi düşünün” diyerek son dakikada pilotları grev yapmaktan vazgeçirmek istese de, pilotlar açıklanan tarihler arasında grev yapmakta kararlı kaldı. Pilotların ve uçuş görevlilerinin işe gelmemesi sebebiyle birçok uçuşunu iptal etmek durumunda kalan TAP Portugal ise bu süreç içerisinde uçuşlarının ancak yüzde 70’ ini gerçekleştirebildi. Toplamda üç bin uçuş ve 300 bin yolcu grevden etkilendi. 5 Mayıs’ta yapılan açıklamada pilotların on günlük sürenin sonunda başka şekillerde protestolarına devam edece- olarak elinde tutacak. Ne var ki, 2012’de yapılması planlanan özelleştirmeyse suya düşmüştü. Şöyle ki, her ne kadar Avrupa’nın büyük havayolu şirketleri Air FranceKLM, Lufthansa ve British Airways’in sahibi IAG özelleştirmeye ilgi duyduğunu açıklamışsa da, sonuçta havayoluna tek teklif ileten Latin Amerika’dan AviancaTanca ’nın sahibi German Efromovich olmuş ve bu teklif de bazı finansal şartları yeterli olmadığı gerekçesiyle yetkililer tarafından reddedilmişti. Devlet yetkilileri tarafından yapılan açıklamalara göre, bir kez daha özelleştirme çalışmalarının yapılmasının ve ihaleye çıkılmasının amacı, hükümetin kasasına para sokmak değil, neredeyse iflasın eşiğinde olan havayolu şirketine sermaye aşılamak. Havayolu şirketinin borçları 1 trilyon Euro’yu aşmış durumda ve devletin kasasından AB kuralları gereği şirkete yeni sermaye aşılanamıyor. Şirkete sermayenin aşılanmaması durumundaysa, birçok kişinin işsiz kalabileceği, şirketin iflasa kadar sürüklenebileceği belirtiliyor. Bu da ne ülke ekonomisine, ne de işçilere fayda olarak geri dönecek. Nitekim Başbakan Pedro Passos Coelho, parlamentoya yaptığı açıklamada, son yıllarda sürekli zarar eden TAP Portugal’ın olduğu gibi bırakılması durumunda şirketin tamamen ortadan kalkacağını, alternatif yollarınsa sadece büyük miktarda işten çıkarmalarla sonuçlanacağını ve hedefin şirketin yeniden yapılandırılması ya da kısaca özelleştirme olduğunu ifade etti. ği de ilan edildi. Grev ertesinde yapılamayan birçok uçuş nedeniyle şirketin 70 milyon Euro zarar ettiği tahmin ediliyor. Bu grevin sonuçlarının ülke ekonomisine yansımasıysa, yine tahminlere göre, 300 milyon Euro. İkinci özelleştirme sürecine Almanya’dan Lufthansa, İspanya’dan Globalia gibi büyük şirketlerin ilgi gösterdiği konuşuluyordu. Ancak özelleştirme tekliflerinin verilmesinin son günü olan 15 Mayıs’tan önce zaten borç batağında olan şirketin böyle büyük bir zarar etmesi, tekliflere biraz gölge düşürmüş gibi görünüyor. 15 Mayıs’ta resmi tekliflerin sunulmasının ertesinde yapılan açıklamalara göre, Brezilya’nın üçüncü büyük havayolu şirketi Azul Linhas Aereas Brasileiras SA’nın sahibi David Neeleman, Portekizli girişimci Miguel Pais do Amaral ve 2012’de reddedilen German Efromovich, ha- vayolu şirketinin hisselerini almak için resmi teklif sunan kişiler arasında. Avrupa’daki büyük şirketlerin isimleri yine ihalede geçmiyor. Portekizli girişimci Miguel Pais do Amaral, şirkete başlangıç için 325 milyon Euro enjekte edebileceğini basınla paylaştı. Pais do Amaral, özelleştirme ihalesini kazanması halinde, şirketi birkaç yıl sermaye piyasasına açmayı planladığını da duyurdu. Pais do Amaral, şirketin sadece yüzde beş ila yüzde on oranları arasındaki hissesini şirket çalışanlarına ayırmayı düşünüyor. Havayolu şirketine hissedar olacak kişiyse Haziran sonunda belli olacak. Kazanan tarafın, eğer şirket çalışanlarının isteklerini karşılamazsa, zor durumda olan şirketi kurtarmanın dışında, şirket çalışanlarıyla da “uğraşmak durumunda kalacağı” ortada. 2 ATAUM e-bülten HAZİRAN 2015 Avrupa Birliği Dijitalleşiyor Damla ÜNSEVER Avrupa Birliği Dijitalleşiyor Damla ÜNSEVER Avrupa Birliği, Avrupa Toplulukları olarak kurulduğu yıllardan bu yana birçok konuda bölge ülkeleri arasında ortaklık oluşturmaya çalışarak, çoğu kişinin tabiriyle bir “Avrupa kalesi” inşa etti. İlk kurulduğu yıllarda ekonomik birliğin siyasal birliği de beraberinde getireceği inancıyla hareket eden kurucu ülkeler bir gümrük birliği oluşturdu. Daha sonraysa insanların, malların, hizmetlerin ve sermayenin üye ülkeler arasında dolaşımını serbestleştirme amacına yönelik olarak ortak pazar, ortak para gibi birçok politika geliştirildi. Birlik, şimdiyse bir “dijital ortak pazar” kurmayı hedefliyor. Amaçsa, internet çağının yeni koşullarına ayak uydurabilmenin yanı sıra Asya ve Amerika’nın teknolojik gelişmişliğiyle rekabet amacıyla daha güçlü ve sınırların kalktığı bir dijital ortak pazara sahip olmak. Başlangıç olarak 16 maddeden oluşan bir eylem planı sunuluyor. Bunun, online alışveriş, telif hakkı, kişisel verilerin korunması gibi konularda yenilikler yapılarak hem üye ülke vatandaşlarının hem de şirketlerin kazançlı çıkacağı bir sistem olacağı belirtiliyor. Günümüzde neredeyse her ihtiyacımızı internet yoluyla karşılıyoruz. İnternet hem en büyük yardımcımız hem de en bü yük düşmanımız. Çünkü sosyal medya hesaplarımızdan kredi kartı bilgilerimize kadar her türlü kişisel bilgilerimize erişilebilen bir ağlar sistemi var artık. Dolayısıyla özel hayatın ve gizliliğin korunması için güvenliği sağlamak eskiye nazaran daha da zorlaşıyor ve önem arz ediyor. Dijital ortak pazarın kurulmasıyla bu konuda adımlar atılacak. Verilerin korunması tüzüğü yasallaşacak ve böylece insanlar online işlemlerde kişisel verilerini çok fazla belirtmek zorunda kalmayacak. Ayrıca, veri standartları yeniden düzenlenecek. Arama motorları, sosyal medya uygulamaları gibi insanların yoğun olarak kullandıkları online platformlar da gözden geçirilecek ve internet hizmetlerine olan güvenin artırılması sağlanacak. Diğer taraftan, yeni ortak pazarla birlikte e-ticaretin de artırılması amaçlanıyor. Birlik verilerine göre, Avrupa vatandaşlarının sadece yüzde 15’i bir diğer AB ülkesinden online alışveriş yapıyor. Çoğu zaman kargo fiyatlarının fahiş olmasının da bu oranın düşüklüğünün sebeplerinden biri olduğu görülüyor. Öyle ki, kimi zaman kargo ücreti, alınan ürünün fiyatından fazla oluyor. Sınırların ortadan kalkması ve birlik ülkeleri arasında fiyatların sabitleşmesinin sağlanmasıyla birlikte e-ticaret oranının artırılması bekleniyor. Üçüncü olarak, dijital ortak pazarın kurulması coğrafi engelleme sorununu da ortadan kaldıracak. Coğrafi engelleme, bir kişinin satın aldığı bir uygulamayı başka bir ülkede kullanamaması, yalnızca bulunduğu ülkede kullanabilmesi anlamına geliyor. Bu uygulama nedeniyle vatandaşların halihazırda satın almış oldukları uygulamaları başka ülkelerde kullanabilmeleri için yeniden satın almaları gerekiyordu. Ülkeler arası sınırlarla birlikte bu engelleme de ortadan kalkacak. Ortak pazar, AB’nin aylardır tartıştığı konulardan biri olan telif hakları sorununu da içeriyor. Alman Korsan Partisi’nden Julia Reda, AB’nin telif hakkı kanununun yenilenmesi gerektiğini Ocak’ta dile getirmişti. Gerekçe olaraksa 2001’deki telif hakları kanununun sosyal medya adreslerinin olmadığı bir dönemde oluşturulmuş eski bir yasa olduğunu savunmuştu. Ayrıca, Reda’ya göre farklı ulusal düzenlemelerin farklı telif hakkı kuralları uygulaması da önemli bir sorun teşkil ediyor. Birlik de Reda’nın önergesini kabul etmiş olacak ki, telif hakları yasasını herkesi memnun edecek bir şekilde modernleştirmeyi hedefliyor. Tüm bunların dışında, işletmelerin sınır ötesi faaliyetlerinin artırılması için KDV düzenlemelerinin basitleştirilmesi de düşünülüyor. Özellikle büyüme ve istihdamın önemli bir parçası olarak görülen KOBİ’lerin gelişimine yönelik olarak böyle bir adım atılacak. Buna ek olarak, Telekom ve medya kurallarının gözden geçirilmesi, uygun spektrum eksikliğinin giderilmesi ve böylece 4G’ye geçişte yaşanan gecikmenin tekrarlanmaması yönünde adımlar atılıyor. Ayrıca Asya ve Amerika’yla rekabet edebilme amacı taşıyan Birlik, değişen dünya koşulları ve uluslararası sisteme paralel olarak sanayi alanında da teknolojinin etkisine önem veriyor. Şöyle ki, yeni teknolojileri sanayi sektörüyle bütünleştirmek isteyen birlik, akıllı endüstriyel sisteme geçişin kapısını aralıyor. Tüm bu planların hayata geçirilebilmesi durumunda dijital ortak pazarın Avrupa’nın yıllık gelirine katkısının yaklaşık 250 milyon Euro olacağı öngörülüyor. Kimilerine göre Avrupa’nın dijital ortak pazar kurması bütünleşmeyi daha da güçlendirecek ve AB ekonomisine önemli katkılarda bulunacak. Karşıt görüştekilere göreyse pazarın kurulması AB bütünleşmesine yönelik değil, ABD’yle AB arasında müzakereleri yapılan Transatlantik Ticaret ve Yatırım Or tak lı ğı Anlaşması’nın (TTIP) bir parçası. Nitekim geçtiğimiz Temmuz’daki TTIP müzakerelerinde başlayan dijital ekonomi görüşmeleri bu yaklaşımı destekler nitelikte. Belirtilen öncelikler de müzakerelerdeki görüşlerle paralellik gösteriyor. Farklılıksa ortak pazarın kurulmasıyla AB ülkeleri arasında birliğin, TTIP’la da AB-ABD arasında bir ortaklığın kurulması. Anlaşmayla hedeflenense, AB ve ABD’nin veri koruma ve veri transferi gibi siyasi boyutları olan meselelerden ziyade ikisinin de kolayca anlaşabileceği, sektörde hızla gelişebilecek alanlara yönelmek. Böylece iki tarafın da ekonomik gelişimine katkıda bulunacağı söylenen bir ortaklık geliştirme amacı esas. Öyle görünüyor ki, Birlik önce kendi içinde dijital ekonomi sektörünün birliğini sağlayacak, daha sonra da bunu ABD’yle transatlantik bir boyuta ulaştıracak. Bir başka nokta da TTIP ile alınacak kararların diğer ülkelerle ikili ilişkilerde de serbest ticaret anlaşmalarıyla hayata geçirilmesi düşüncesi. Dolayısıyla, dijital ekonominin sınırları bölgesel kalmak tan çok neo-liberal yayılmayla küresel boyutlara mı ulaşacak sorusu ister istemez akla geliyor. 11 Makedonya’da Siyasi Kriz 12 2 Emre YÜKSEL HAZİRAN 2015 ATAUM e-bülten Makedonya’da Siyasi Kriz Emre YÜKSEL Sosyalist Yugoslavya’nın dağılmasının etkileri günümüzde hala devam etmekte. Ayrılan devletler, her şey bir yana, yolsuzluk, yoksulluk ve istikrarsızlık gibi çözülemeyen sorunlarla da uğraşmak zorunda kalıyor. Bu durum özellikle AB’ye üye olmayan devletlerde çok daha belir- gin bir şekilde tezahür ediyor. Bu ülkelerin belki de en büyük sorunuysa, ulusal birliklerini tam olarak oluşturamamaları. Bölgede bulunan devletler içlerinde yoğun azınlık unsurlar barındırıyor ve bölgenin geçmişte yaşadığı tecrübeler düşünüldüğünde bu devletlerde “etnik ça- tışma” çıkması riski sürekli geçerliliğini koruyor. Bu durum özellikle Makedonya düşünüldüğünde gündemden hiç düşmeyen bir “sorun”. Ülke nüfusunun yüzde 30’unu oluşturan Arnavutlarla asli unsur olarak görülen Makedonlar arasındaki gerilim, ülkenin bağımsız olma sürecinden beri devam ediyor. Nitekim ülkede yaşanan son gelişmeler de etnik çatışma çıkması ihtimalini tekrar ülkenin en önemli gündem maddelerinden birisi haline getirdi. Arnavut mahallesine operasyon Geçtiğimiz haftalarda Makedon özel kuvvetleri başkent Üsküp’ün 40 km kuzeyinde bulunan ve Arnavut nüfusun yoğun olarak yaşadığı Kumanova kentindeki Tode Mendol Mahallesi’nde bir eve “silah kaçakçılığı yapıldığı” gerekçesiyle operasyon düzenledi. Evde bulunanla- rın da polise silahla karşılık vermesi üzerine çıkan çatışmada sekizi polis toplam 22 kişi hayatını kaybetti. Makedonya İçişleri Bakanlığı, evde bulunanların Kosova Kurtuluş Ordusu (UÇK) mensubu olduklarını, komşu bir ülkeden sızdıklarını ve saldırı hazırlığında olduklarını açık- ladı. Bakanlık Sözcüsü Ivo Koteski, grubun geçmiş yıllarda çok sayıda saldırı düzenlediğini, bölge için tehdit oluşturduklarını ve grubun bazı üyelerinin uluslararası emniyet kurumlarınca da ağır suçlar işledikleri gerekçesiyle arandıklarını belirtti. Ayrıca bu kişilerin 2001 ’deki olayları başlatan UÇK üyeleri oldukları da iddia edildi. Operasyona Kosova ve Arnavutluk’tansa tepki geldi ve Arnavutların hedef alındığı belirtildi. Çatışmaların ardından Makedonya’ da ölen polislerin anısına iki günlük ulusal yas ilan edildi. örtülmeye çalışıldığı belirtiliyor. Neşkovski, 5 Haziran 2011 genel seçimlerinin ardından düzenlenen kutlamalar sırasında İçişleri Bakanlığı’na bağlı bir birliğin mensubu olan İgor Spasov tarafından öldürülmüş ve Spasov 14 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı. Bununla birlikte İçişleri Bakanlığı Spasov’un olayın olduğu gece görevli olmadığını savunmuştu. Ancak ses kayıtlarının bunun tam tersini göstermesi halkın tepkisine yol açtı ve hükümet aleyhine protestolar düzenlendi. Tam bu protestoların düzenlendiği ve hükümete yönelik eleştirilerin arttığı bir dönemde Kumanova operasyonunun gerçekleşmesi muhalefet tarafından kuşkuyla karşılandı ve hatta olan biten bir “dikkat dağıtma” çabası olarak değerlendirildi. Muhalefetin tepkisi Hükümetin iddialarına karşı çıkan Sosyal Demokratlar Birliği (SDSM) Başkanı Zoran Zaev önderliğindeki muhalefet, gerçekleştirilen bu operasyonun hükümete yönelen eleştirileri unutturmak ve dikkatleri başka yöne çekmek için yapıldığını iddia ediyor. Bu iddialarınsa ciddi bir altyapısı bulunuyor. Muhalefet Lideri Zaev “Makedonya Hakkındaki Gerçek Projesi” adı altında hükü- metteki bazı kişilere ait ses kayıtları paylaşmaya başlamıştı. Paylaşılan son kayıtta 2011’de bir emniyet görevlisi tarafından öldürülen Martin Neşkovski’nin ölümünün ardından Başbakan Nikola Gruevski, İçişleri Bakanı Gordana Jankulovska, Bakanlık Sözcüsü Ivo Koteski ve Gruevski’nin Özel Kalem Müdürü Martin Protugyer’in konuşmaları yer alıyor ve bu konuşmalarda olayın üstünün ATAUM HAZİRAN 2015 e-bülten Protesto gösterileri Önce Neşkovski cinayeti hakkındaki iddialar ve ardından da Kumanova’ya operasyon düzenlenmesi muhalefeti sokağa döktü. Başkent Üsküp’te düzenlenen protesto gösterilerine katılan dört bin kişi, Ulusal Meclis’e doğru yürüyerek hükümetin istifasını istedi. Bununla birlikte Manastır ve Prilepe şehirlerinde de gösteriler düzenlendi. Protesto gösterileri ve hükümete yönelik iddialar, hükümetten bazı kişilerin istifa etmesine neden oldu. İçişleri Bakanı Yankulovska, Ulaştır- ma Bakanı Mile Janekievski ve İstihbarat Şefi Sasa Mijalkov görevlerinden ayrılma kararı aldı. Her ne kadar halkın tepkisini dindirmek için istifaları kabul etse de, Gruevski amacına ulaşmış sayılamaz. Muhalefet daha çok katılımlı bir protesto gösterisi düzenledi. Dokuz yıldır iktidarda bulunan hükümetin medya, yargı ve iş dünyasına baskı yaptığı iddiası halkın gösteriler düzenlemesinde etkili oldu. Muhalefet lideri Zaev’in çağrısıyla Başbakanlık’ın önünde toplanan Makedonya’da Siyasi Kriz Emre YÜKSEL 13 yaklaşık 20 bin kişiyse, hükümet istifa edene kadar protestolara devam edeceklerini ilan etti. Yapılan bu gösteriyse daha sonrasında oturma eylemine dönüşerek devam etti. Hükümetin bu protestolara cevabıysa karşı gösteri düzenlemek oldu. İktidardaki İç Makedon Devrimci ÖrgütüMakedonya’nın Ulusal Birliği Demokratik Partisi (VMRODPMNE) koalisyonu, on binlerce kişinin katıldığı bir miting düzenledi. “Makedonya Güçlüdür” sloganıyla düzen- lenen mitingde konuşan Başbakan Gruevski, “Makedonya pes etmez, Makedonya güçlüdür. Makedonya Zoran Zaev de değildir, Nikola Gruevski de. Makedonya bu halktır” şeklinde halka hitap etti. Ayrıca Gruevski kendileri ne kar şı “senaryolar ” kurgulandığını ve muhalefetin ülkeyi istikrarsızlaştırmaya çalıştığını iddia etti ve iktidarı yalnızca halkın görevden alabileceğini belirti. mak için tüm taraflarla bir araya geldi. Görüşmeye Başbakan Gruevski, SDSM lideri Zaev, Demokratik Bütünleşme Birliği (DUI) Başkanı Ali Ahmeti ve Arnavut Demokratik Partisi (DPA) Lideri Menduh Taçi de katıldı ancak görüşmeden bir sonuç alınamadı ve taraflar ileri bir tarihte tekrar buluşma kararı aldı. Bağımsız olduğu 1991‘den bu yana dışta Yunanistan’la yaşadığı isim sorunu ve bu sebeple uluslararası kuruluşla- ra üye olamaması, içte de Arnavut azınlık sorunuyla baş et me ye ça lı şan ül ke de, Gruevski hükümetine yönelik eleştiriler gün geçtikçe artıyor. Hem yayınlanan ses kayıtları hem de Kumanova operasyonuna yönelik eleştiriler hükümeti yıpratmaya devam ediyor. Önümüzdeki aylar hem hükümetin geleceğini hem de operasyonun Arnavut azınlık üzerindeki etkilerini daha açık görmemizi sağlaması açısından büyük önem arz ediyor. Etnik çatışma kaygısı Yaşanan bu olaylar, ülkenin 2001’den beri karşılaştığı en önemli kriz olarak gösteriliyor. Bilindiği üzere 2001’de ülkedeki Arnavut ayrılıkçı gruplarıyla Makedonya silahlı güçleri arasında çatışmalar yaşanmış ve 250’den fazla kişi hayatını kaybetmişti. Ardından NATO ve AB gibi Batılı örgütlerin arabuluculuğu sayesinde çatışmalar sonlandırılmış ve Ağustos 2001’de Ohri Çerçeve Anlaşması imzalanarak Arnavutlara daha fazla yetkiler ve- rilmişti. Yaşanan son gelişmeler, ülkede 2001’e benzer olayların tekrarlanabileceği endişesini gün yüzüne çıkardı. AB, gerçekleşen son operasyonun ayrılıkçı bir şiddeti tetikleyebileceğini belirtiyor. Sırbistan Başbakanı Alexander Vucic de Makedonya’da çıkan isyan ve huzursuzluğun tüm Batı Balkanlar’a yayılabileceğini belirtti. Bölgede böyle bir istikrarsızlığın yaşanmasını istemeyen ABD ve AB, büyükelçileri aracılığıyla ülkedeki siyasi krizi aş- Hollande’dan Küba Çıkarması 14 2 Onur HAZNEDAR HAZİRAN 2015 ATAUM e-bülten Hollande’dan Küba Çıkarması Onur HAZNEDAR Devrimden bu yana dışa kapalı bir hayat süren, daha doğrusu bu hayata mahkûm bırakılan Küba’nın makûs kaderi bugünlerde çözülmeye başlıyor. Zira geçtiğimiz yılın sonunda Küba’yla ABD arasındaki ilişkilerde normalleşme sürecine girilmesiyle birlikte Küba artık dünyanın önde gelen ekonomilerinin “göz bebeği”. Özellikle geçtiğimiz Nisan’da Panama’da iki ülke liderinin el sıkışmasıyla ve nihayet ABD’nin Küba’yı “teröre destek veren ülkeler” listesinden Mayıs so- nunda çıkarmasıyla somut bir nitelik taşıyan bu süreç, doğal olarak tüm dünya tarafından yakından takip ediliyor. Ülkenin dışa açılmasını destekleyen ve bu aşamada pastadan daha büyük bir dilim almak için kıyasıya mücadele içerisine giren ülkeler, birer birer diplomatlarını ülkeye göndererek şimdiden ilerisi için söz almaya çalışıyor. Bu noktada en önemli adımıysa cumhurbaşkanlığı seviyesinde yaptığı son geziyle Fransa attı. Birçok ilkleri içinde barındı- ran bu ziyaretle birlikte Franço is Hol lan de, ül ke yi 1898’deki bağımsızlığından bu yana ziyaret eden ilk Fransız cumhurbaşkanı oldu. Ayrıca Hollande, 1980’lerden bu yana adaya giden ilk Avrupalı lider. Başkent Havana’ya tarihi bir ziyarette bulunan Hollande, seyahati sırasında devrim lideri Fidel Castro’yla da görüştü. Bir saate yakın süren görüşmenin ardından basına verdiği demeçte Hollande, Fidel Castro’ya olan hayranlığını da gizlemedi. Castro’nun 88 ya- şında olmasına rağmen olayları yakından takip ettiğini ve bilgi sahibi olduğunu belirten Hollande, Castro’yu “tarih ya zan bü yük bir adam” olarak nitelendirdi. Seyahati kapsamında mevcut Devlet Başkanı Raul Castro’yla da görüşen Hollande, Havana Üniversitesi’nde de bir konuşma yaptı. Ziyareti esnasında Küba Katolik kilisesinin lideri Kardinal Jaime Ortega’yla da bir araya gelen Hollande, kardinale La Légion d’honneur nişanı takarak onurlandırdı. tırımların sonlandırılması gerektiğini dile getirmesiyse ekonomi faktörünün bu ziyarette ne denli ön planda olduğunu gösteriyor. Eğitim alanında da birçok yeniliği içinde barındıran bu gezide, farklı ülkelerde Fransızca öğreten Alliance Français okullarının Küba’da açılması da kararlaştırıldı. Ayrıca Hollan- de, iki ülke arasındaki akademik ve bilimsel işbirliğinin artırılması planları çerçevesinde Kübalı öğrencilerin eğitimlerini Fransa’da sürdürebilmeleri için verilen burs sayısının iki katına çıkarılacağı müjdesini verdi. oldukça memnun gözüküyor. Öyle ki, Sol Cephe politikacılarından Jean-Luc Melanchon, “Obama’nın onay vermesinin ardından gitse de, bu ziyareti alkışlıyorum. Ülkemin cumhurbaşkanının bu ülkeyi ziyaret eden ilk Batılı lider olmasından mutluyum” açıklamasıyla dikkat çekti. Sonuç olarak Fransa, attığı bu ilk adımla Küba’nın bol kremalı pastasından büyükçe bir dilim almayı planladığını herkese göstererek diğer ülkelerin liderlerinin de iştahını kabartmışa benziyor. Bu noktada Obama’nın ülkeye yapacağı ziyaretse büyük bir önem taşıyor. Zira bu ziyaret öncesi ya da ziyaret esnasında ABD’nin 1962’ den bu yana uyguladığı am- bargoyu kaldırdığını ilan etmesiyle birlikte dünya ekonomisinde yepyeni bir pazar açılmış olacak ve Küba halkının “gelişmesi” için tüm dünya bir seferberlik haline girecek. Beyaz Saray’dan yapılan açıklamalarda şimdilik kesin bir tarihten söz edilmese de, 2016’da bu gezinin olabileceği izlenimi veriliyor. Obama yönetiminin son olarak Küba’nın terörizmi destekleyen ülkeler listesi içerisinden çıkarılması yönündeki kararını Kongre’ye göndererek ilişkilerin normalleşmesini sağlayacak önemli bir adımı atması da Obama’nın bu konuya ne denli önem verdiğini gösterir nitelikte. Ekonomi ön planda Hollande’ın bu son ziyaretinin temel hedefi, ileriye dönük ekonomik çıkar elde etme olarak görülüyor. Nitekim Total, Air France, CMA Armatörlük, Areva, EDF, Carrefour, Orange ve Group Accor gibi turizmden enerji sektörüne 30’a yakın firmanın yöneticilerinin Hollande’a bu gezide eşlik etmesi, bu du- rumu açık bir şekilde gözler önüne seriyor. Bu noktada özellikle Total’in Küba’nın kamu petrol şirketi Cupet ile Meksika Körfezi’nden çıkarılacak petrol konusunda bir ön anlaşmaya varmış olması dikkat çekici. Hollande’ın her fırsatta ABD’nin ülkeye 50 yılı aşkın süredir sürdürmekte olduğu ekonomik yap- İç politikadaki tepkiler İç politikada oldukça zor günler geçiren Hollande’ın bu son gezisi de ülkenin çeşitli kesimlerinden farklı tepkiler aldı. Halkın büyük bir çoğunluğunun Hollande’ın tekrar cumhurbaşkanlığı seçimlerine girmesini istemediği bir dönemde gerçekleşen bu ziyaret, özellikle sağ kesim taraftarlarınca pek hoş karşılanmamışa benziyor. Genel başkanlığı koltuğunda Nicolas Sarkozy’nin bulunduğu ana muhalefet partisi Halk Hareketi Birliği (UMP) milletvekilleri, Hollande’ın partisinin sol kanadını memnun etmek için böyle bir gezi organize ettiğini ileri sürüyor. Öyle ki, UMP Saint-Dizier milletvekili François Cornut Gentielle, Fidel Castro’nun “Lider Maximo” lakabına atıfta bulunarak, “Minimo lider, Maximo liderle görüştü” şeklindeki açıklamasıyla dalga geçti. Bunun yanı sıra bir grup milletvekili de Hollande’ın Ukrayna krizinin yaşandığı bu dönemde İkini Dünya Savaşı’nın sonlandığı gün dolayısıyla Moskova’da düzenlenen törenlere bu gezi nedeniyle katılmamasına tepki gösterdi. Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (RSF) de Hollande’ın ülkede basın özgürlüğüne izin vermeyen Castro’yla görüşmesini ve üstelik ziyaret sırasında Küba’ da yaşanan ifade özgürlüğü konusundaki sıkıntıları dile getirmemesini eleştirdi. Öte yandan, sağa doğru kaydığı ge rek çe siy le Hollande’a uzun süredir kırgın olan ülkenin sol kesimi bu geziden ATAUM e-bülten HAZİRAN 2015 Göçe Askeri Çözüm? Yasemin KARADAĞ Göçe Askeri Çözüm? Yasemin KARADAĞ Geçtiğimiz Nisan’da Libya açıklarında yüzlerce göçmeni taşıyan bir geminin daha batmasıyla 800 kişinin Akdeniz sularında can vermesi, AB’yi yeniden harekete geçirdi. Facianın hemen ardından hazırlanan önlem paketini takiben Mayıs içerisinde bir araya gelen AB Dışişleri ve Savunma Bakanları, Kuzey Afrika’dan kaçan göçmenleri taşıyan gemileri durdurmak ve “imha etmek (destruction)” için “askeri birlikler” kurulması kararı üzerinde uzlaştı. İlgili raporda programın amacı, “göçmenleri taşıyan insan kaçakçılarının kullandıkları gemilerin yola çıkmadan önce tespit ve yok edilmesiyle insan kaçakçılığının bir iş kolu olarak ortadan kaldırılması” şeklinde belirtiliyor. Avrupa Konseyi tarafından Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası (CSDP) kapsamında hazırlanan programın aşamaları şunlar: 1. Aşama: Konuşlanma ve değerlendirme (Deployment and Assessment), 2. Aşama: Kaçakçılarının gemilerine el konulması (Operational/Seizure of smugglers’ vessels), 3. Aşama: Durdurma (Operational/Disruption), 4. Aşama: Misyonun çekilmesi ve sonlandırma (Mission Withdrawal and Completion). Bu dört aşamalı programın AB tarafından uygulamaya koyulması halinde ortaya çıkaracağı vahim sonuçlara değinmeden önce programın bir parçası olarak kurulacak askeri birliklerin göçmen kaçakçılarını durdurmak için bölgede görevleri neler olacak, bakmak gerek. CSDP programının ilk aşaması, Birlik üyesi devletlerin operasyon için gerekli kaynakları sağlamasına ve göçmen ağının, göçmenlerin izlediklerin rotanın ve kaçakçıların eylemlerinin saptanmasına ilişkin. Buna göre, göçmen taşıyan gemileri tespit etmek üzere gerekli bölgelerde askeri birlikler konuşlandırılacak. İkinci aşamadaysa, kaçak göçmenleri taşıyan gemilere el koyulması öngörülüyor. Programı hazırlayan AB yetkililerine göre, kaçak göçmenleri taşıyan gemiler açık denizde tespit edildiğinde, askeri birlikler bu gemilere el koyabilir. BM’nin 2000’de kabul ettiği Kara, Deniz ve Hava Yoluyla Göçmen Kaçakçılığına Karşı Protokol’e (BM Protokolü) göre, söz konusu bu müdahalenin ancak geminin bayrak devletinin rızası dâhilinde mümkün olduğu belirtilmekte. Şayet kaçak göçmenleri taşıyan geminin bayrak devleti yoksa bu kez de müdahalede bulunacak savaş gemisinin bayrak devletinin onayıyla bu gemilere müdahalenin mümkün olduğu belirtilmekte. Ayrıca, bu aşamada savaş gemisinin devleti müdahaleyi onaylamasa dahi gemi mürettebatının insan kaçakçılığı yapıldığını tespit ettiği gemiye geçerek arama yapabilmesinin uluslararası hukuka uygun olduğu belirtilmekte. Bayrak devletinin müdahale için yetki vermemesi halindeyse, BM Antlaşması’nın VII. Bölümü çerçevesinde alınacak Güvenlik Konseyi (BMGK) kararıyla ya da operasyonun gerçekleştiği devletin davetiyle de açık denizde ve operasyonun gerçekleştirildiği devletin karasularında ilgili gemiye el konulabileceği öngörülmekte. Söz konusu operasyonun en (hem gerçek hem de mecazi anlamıyla) can alıcı aşaması olan üçüncü kısmındaysa, askeri birliklere insan kaçakçılığı yaptığını tespit ettikleri gemileri “imha etme (destruction)” yetkisi verilmekte. Metni hazırlayanlara göre, gemilerin imha edilmesi asıl olarak BM Antlaşması’nın VII. Bölümü çerçevesinde alınacak BMGK kararıyla ya da Libya Hükümeti’nin davetiyle Libya karasularında mümkün olabilecek (Libya’nın yanı sıra kaçak ge- milerin diğer kalkış yerleri olan Tunus ve Mısır için de gerekli düzenlemeler mevcut). Ayrıca BM Protokolü’ne göre, açık denizde tespit edilen gemiler, BMGK kararı olmaksızın da sadece geminin bayrak devletinin onayıyla imha edilebilir. Öte yandan, açık denizde tespit edilen geminin bayrak devletinin onayı olmazsa, geminin imha edilebilmesi için BMGK kararı gerekli şart olarak belirtilmekte. Kaçak göçmenleri taşıyacak gemiler sahildeyken ya da limandayken tespit edildiği halde “mümkünse” kıyı devletinin onayıyla imha edilebilecek. İlgili devletin izni olmaması halinde de yetkililerin gemileri imha edilebileceğini metindeki ilgili maddeden çıkarmak olasıyken, bunun ne şekilde mümkün olacağına dair bir açıklama bulunmamakta. Dahası, içlerinde taşınacak kaçak göçmenler yokken bu gemilerin insan kaçakçılığı yaptığının nasıl tespit edileceği sorusu da yanıtsız kalıyor. Daha da önemlisi, kurulacak askeri timlere insan kaçakçılığını durdurmak için her türlü yetkiyi veren bu programda, kıyıda, ilgili ülkenin karasularında ya da açık denizde tespit edilen gemiler imha edilirken içlerinde bulunan 15 Göçmenlere Karşı Askeri Birlik 16 2 Yasemin KARADAĞ HAZİRAN 2015 göçmenlere/mültecilere ne hakları hukukuna, insancıl olacağına da bir maddede as- hukuka ve mülteci hukukuna lında kısmen değinilmiş. uygun hareket edileceği beŞöyle ki, metni hazırlayan yet- lirtilirken, insan haklarına ve kililer, gerçekleştirilecek mü- cinsiyet meselelerine ilişkin dahalelerden gemilerdeki konulara özellikle önem vegöçmenlerin/mültecilerin rileceği de söylenmekte. Ancan güvenliğinin de tehlike- cak metinde verilecek öneye girebileceğini ve bu yüz- min ne şekillerde gerçekleden 1974’te kabul edilen De- şeceğine, gemiler yok edilirnizde Can Güvenliği Ulus- ken içlerinde bulunan göçlararası Sözleşmesi’nin (SO- menlerin/mültecilerin canLAS) ve ilgili diğer uluslar- larının nasıl kurtarılacağına arası hukuk kurallarının yük- ilişkin ayrıntılı ya da açık bir lediği sorumlulukların yerine çözüme rastlamak mümkün getirilmesinin gerekliliğine değil. dikkat çekmekle yetinmiş. Görüldüğü üzere, her ne kaCSDP programının her aşa- dar hazırlayıcıları programın masında uluslararası insan biricik amacının insan ka- ATAUM e-bülten çakçılarının gemilerini yok ederek Akdeniz’den Avrupa’ ya varma yolunda feda edilen canların önüne geçmek olduğunu söyleseler de, gerçekleştirilecek operasyonlarda hem kaçak göçmenlerin/ mültecilerin hem bizzat bu işi yapan kaçakçıların hem de operasyonlarda görev alan kişilerin canları mevzubahis. Dahası, programın sonunda gemilerin imha edilmesiyle insan kaçakçılığının tamamen ortadan kaldırılmasının önüne geçilemese bile azaltılmasının Libya’daki ortamı ne şekillerde etkileyebileceğine dair olası senaryolara da metinde değinilmekten kaçınılmış. Aynı şekilde, durdurulan göçmenlerin mülteci ya da sığınmacı olarak Libya’da tutulmasından başka çözüm önerisi de metinde yer almamakta. Kendi ülkelerinden savaş ya da açlıktan kurtulma umuduyla canları pahasına bu yola başvuran insanları iç savaşın hüküm sürdüğü bir ülkede mülteci olmaya zorlamanın kendisi de ayrı bir tartışma konusu. Son olarak, sağ olarak ele geçirilen insan kaçakçılarının da akıbetlerinin ne olacağına dair metinde herhangi bir bilgi bulunmuyor. Böylesi bir operasyonun ardından ülkede çıkacak kaosu ve sonrasını tahmin etmekse çok zor olmasa gerek. Son olarak, Kuzey Afrika’dan Avrupa’ya insan ticaretine son vermek amacıyla bu programı hazırladıklarını söyleyen AB’nin neden şimdi böyle bir karar aldığının sorgulanması gerek. Zira metinde “migrant smuggling” olarak bahsi geçen eylem, kaçak göçmenlerin bizzat gönüllü olduğu bir durum ve hatta büyük meblağlar ödeyerek Avrupa’ya ulaşma umuduyla Afrika’nın ya da Orta Doğu’nun farklı yerlerinden yola çıkan insanların hikâyesi. Dolayısıyla AB’nin önümüzdeki aydan itibaren büyük olasılıkla uygulamaya koyacağı bu program, pek çok kaçak göçmenin AB birlikleri tarafından “imha edilmesi”nden ve onları Avrupa’ ya ulaşmak için farklı yollar aramaya mecbur bırakmasından başka anlama gelmiyor. Çünkü binlerce göçmen, “insan kaçakçılığını durdurmak için” imha edilecek bu gemilere bile isteye, büyük umutlarla biniyor. Ezcümle, hem hukuki hem de ahlaki açıdan içinde cevaplanması gereken pek çok soru barındıran bu program, ülkelerindeki savaşlardan ve fakirlikten kaçan göçmenler yararına hiçbir şey vaat etmiyor. Bu noktada, Birlik ülkelerinin askeri birliklerle Kuzey Afrika kıyılarına gidip gemileri batırma programları yerine bu insanların derdine derman olacak çözümlere yönelik mesai harcaması, Birliğin üzerine kurulduğunu iddia ettiği temel değerlerin hakkını vermek bakımından daha isabetli olacak gibi görünüyor. ‘Çözüm?’ Orta Doğu’daki ve Kuzey Afrika’daki siyasi karışıklıktan ve bu karışıklığın beraberinde getirdiği fakirlikten kurtulma umuduyla her geçen yıl daha çok insan Avrupa’ya ulaşma umuduyla ülkelerini terk ediyor. Ne yazık ki, her geçen yıl daha fazla göçmen Avrupa’ya ulaşamadan Akdeniz sularında batan bir gemide can veriyor. AB’ nin bu ölümlere artık bir son vermek için kuracağı askeri birliklerle kaçak göçmenleri taşıyan gemileri imha etme kararıysa, kaçak göçmenlerin “ölüm şekillerini” değiştirmekten başka bir şey ifade etmiyor. Programın her aşamasında insan hakları ve mülteci hukuklarına uygun hareket edileceğini söyleyen AB yetkilileri, gemiler açık denizde, kıyı devletinin kara sularında ya da limandayken imha edildiklerinde içlerinde bulunan göçmenlerin hayat- larının nasıl kurtarılacağı hususunda “operasyon sırasında göçmenlerin ve personelin de canlarının tehlikede olabileceği” uyarısı dışında bir çözüm önerisi getirmiyor. Dahası, her ne kadar AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikasından Sorumlu Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini her defasında programın denizden yürütülen bir operasyon (naval mission/maritime operation) olacağını dile getirse de, metni hazırlayan AB yetkililerinin de belirttiği üzere ilgili kıyı devletinin ülkesinde de birliklerin operasyon gerçekleştirme olasılıkları mevcut. Zira askeri birliklerin Libya topraklarında konuşlanması ya da kıyıdaki bir geminin tespit edilip imha edilmesi aşırı gruplarla veya insan kaçakçılarıyla AB yetkililerini karşı karşıya getiren bir kara operasyonuna neden olabilir. Portre Portre Maria KONSTANTOPOULOU Andreas Papandreou Başbakanlığı döneminde Yunan devletinin modernleşmesi için köklü ıslahatlara imza attı. Bu ıslahatlar arasında Avrupa odaklı dış politika yürütmek ve özellikle İngiltere’nin politikalarına destek vermek de vardı. Ülkedeki monarşi unsurlarıyla çatışma içine girmekten kaçınmamıştı, çünkü dayandığı sosyo-politik ve sosyo-ekonomik taban burjuva sınıfıydı. Georgios Papandreou’nun oğlu Yunan iktişatçı ve siyasetçi Andreas Papandreou, Şubat 1919΄da Sakız adasında doğdu. Babası da siyasetçiydi ve Yunan siyasi tarihinde “cumhuriyet΄in yaşlısı” olarak adlandırılmıştı. Annesiyse çok hareketli ve ileri görüşlü olan Polonya kökenli Sofia Mineiko’ydu. Genç yaşlarında ebeveynleri boşanan Papandreou, hayatını annesiyle birlikte geçirmeye başladı. 1937΄de Atina'daki American College'ı bitirdikten sonra Atina Üni- versitesi'nde hukuk öğrenimi gördü. Öğrenimi sırasında Troçkist bir örgütte katıldığı için Diktatör Ioanis Metaksas' ın yönetimi sırasında tutuklandı. Babasının müdahalesiyle serbest bırakıldı ve 1940’da New York’a gitmesine izin verildi. Harvard Üniversitesi İktisat bölümünde yüksek lisans öğrencisi olarak okurken Yunanistan kökenli Amerikalı bir kızla tanışıp 1941’de evlendi. 1943‘te “The scope and location of the entrepreneurial function” başlıklı dokto- ra tezini tamamlayıp doktor unvanı almaya hak kazandı. 1947’de Minesota Üniversitesinde ilk olarak yardımcı doçent ve sonra doçent olarak çalıştı. California ve Berkeley üniversitelerinde ders verdi. 1950’de birinci karısından boşandı ve Minnesota Üniversitesi'nde ders verirken tanıştığı gazetecilik öğrencisi Margaret Chant'la 1951'de evlendi. Çiftin bu evlilikten üç oğlu ve bir kızı dünyaya geldi. Bu çocuklardan biri Georgios Papandreou' ydu. Andreas Papandreou' nun son eşiyse Dimitra Liani oldu. Andreas Papandreou, Yunan ekonomisi üzerinde araştırma yapmak ve sonuçları değerlendirmek için Guggenheim ve Fulbright Kurumları bursuyla 1959’da Yunanistan'a geldi. O yılın ilkbaharında, babasıyla karşıt siyasi gö rüş te o lan Baş ba kan Konstantinos Karamanlis tarafından Yunanistan Merkez Bankası’yla Ekonomik Araştırmalar Merkezi'nin bir organizasyonunda “Ekonomik Danışman” görevi teklif edil- 18 Portre: Andreas Papandreou Maria KONSTANTOPOULOU di. Papandreou, bursunun bitiminden sonra ABD’ye yaptığı dönüş yolculuğu sırasında gemide Karamanlis’in teklifini kabul etmeye karar verdi. Ancak babasının isteğinin aksine siyasete karışmak istemediğinden 3 Kasım 1963 seçimlerinde yer almadı. Zaten aldığı görev de siyasi değil daha çok ekonomik araştırmalara yönelik bir pozisyondu. Ancak babasının ısrarlarına dayanamayan Papandreou, PASOK partisini kurdu ve Cunta döneminden sonra 1974 seçimlerinde yüzde 14 oy aldı. PASOK, Yunan siya- HAZİRAN 2015 set sahnesinde çok önemli bir rol oynadı, çünkü Papandreou’nun kurduğu parti “Değişim” sloganıyla 18 Ekim 1981’te hem de yüzde 48 oyla parlamentodaki 300 sandalyeden 172'sini kazanarak iktidara geldi. Papandreou, böylece Yunanistan'ın ilk sosyalist başbakanı oldu. Seçim kampanyası sırasında Yunanistan'ın NATO'dan çıkmasını ve Avrupa Topluluğu' na üyelik başvurusunun geri alınmasını savunan Papandreou, iktidara gelince daha ılımlı politikalar izledi. Başbakanlığı sırasında evlilik ve dinle ilgili bazı liberal yasalar çıkarıldı. Yeni aile yasalarıyla kadının toplumdaki konumu düzeltildi, ulusal sağlık sigortası kuruldu ve yönetimin merkezi yapısını bir ölçüde de olsa kıracak düzenlemelere gidildi. Ama Yunanistan' daki ABD askeri üslerine ilişkin anlaşmanın süresi 1988' e değin uzatıldı ve Yunanistan NATO'ya katıldı. O dönemden günümüze dek uygulanan politikalarla da Yunanistan’ın sosyo-ekonomik ve sosyo-politik yapısal dönüşümünün temelleri atıldı ve Yunan siyaseti ona göre şekillendi. 1991΄de “Koskotas Skanda- ATAUM e-bülten 21 lı” için özel bir mahkemede yargılansa da beraat etti. 1993’te PASOK Ulusal Konseyi toplantısında yeni bir parti tablosu sundu. Bu sırada Mitsotakis hükümeti düştü ve seçimlerde PASOK oyların %yüzde 47sini alarak parlamentoda 170 koltuğa ulaştı. Kasım 1995'te böbrek yetmezliği ve kalp hastalığı nedeniyle hastaneye kaldırılan Papndreou, 15 Ocak 1996' da sağlık nedenleriyle başbakanlıktan çekildi ve aynı yıl içinde, 23 Haziran 1996' da da yaşamını yitirdi. Avrupa Gündemi... ATAUM ATAUM-BİM (08-2011) e-bülten bulmak isteyene not: sadece elektronik posta kutusunda bulunur...
Benzer belgeler
Sayı 67 Mayıs 2014 - ATAUM
Üstelik durumun ortaya çıkmasından endişe eden askerlerin çocukları bu konuda
konuştukları takdirde şiddet
uygulamakla tehdit ederek
insanlığın sınırlarını zorladığı da anlaşılıyor.
UNICEF raporuna...