Sayı 67 Mayıs 2014 - ATAUM
Transkript
Sayı 67 Mayıs 2014 - ATAUM
ATAUM e-bülten Yıl 6 - Sayı 67 Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi Avrupa Gündemi... NİSAN 2014 Avrupa’nın 'Sahipsiz' Mağdurları Çingenelerin Adı Yok “Avrupa’nın vatansızları” olarak tanımlanan Çingeneler, Avrupa’da en fazla ayrımcı muameleye maruz kalan etnik grup. Uluslararası Af Örgütü’nün Nisan’da yayınladığı rapora göre, on iki milyonluk Çingene nüfusun çok büyük bir kısmı, neredeyse her gün, zorla yerlerinden edilme tehdidiyle ve şiddetle karşı karşıya. Çingenelere yönelik ayrımcı saldırılar gün geçtikçe artarken, Avrupalı liderler sistemli ayrımcılığın nedeni olarak yine Çingeneleri gösteriyor. Buna göre, tüm sorunlar Çingenelerin “Avrupa düzenine entegre olmayı başaramaması”dan kaynaklanıyor. Bu nedenle de asıl mesele Çingeneler tarafından her gün terörize edilen halkın arkasında durmak. MAĞDURLARIN SESSİZLİĞİ Yasemin KARADAĞ Dokuzuncu yüzyılda anavatanları Kuzey-Batı Hindistan’dan batıya doğru göç eden Çingenelerin on dördüncü yüzyıldan itibaren Avrupa’ya geldikleri bilinmekte. Kıtaya göçlerinin üzerinden yedi yüzyıl geçmesine rağmen hala “Avrupa’nın vatansızları” olarak tanımlanan Çingeneler, Avrupa’da hiç tartışmasız en fazla ayrımcı muameleye maruz kalan etnik grup. Örneğin, Haziran 2013’te Slovakya’da, içlerinde çocukların da bulunduğu otuz Çingene, bir grup Slovakyalının saldırısına uğramış ve ağır şekilde yaralanmıştı. Polisin etkili bir soruşturma yürütmemesi ve saldıranların hiçbir şekilde sorgulanmaması üzerine gelen eleştirilere karşılık İçişleri Bakanı’nın açıklamaları hayli ilginçti. Bakan, kendisini eleştiren aktivistlerin, gazetecilerin ve kamu denetçisinin asıl olarak Çingeneler tarafından her gün terörize edilen halkın arkasında durması gerektiğini iddia edebilmişti. Zira Slovak halkı hiç de ırkçı değildi, yalnızca topluma uyum sağlayamamış ve yasaları sürekli ihlal eden bu gruptan rahatsızdı. (devamı 3.sayfada) Fransa'dan Big Brother Estonya’nın Evlilik Tartışmaları AB-Afrika Zirvesi: 'Eşitlerarası Oyun’ UKIP’in Yükselişi Sürüyor! Bilgesu BÜYÜKÇOLAK sayfa 5 Ahmet Miraç SÖNMEZ sayfa 7 Elâ BİLGEN sayfa 8 Onur HAZNEDAR sayfa 9 Fransa’da Yerel Seçimler Çanlar Ukrayna İçin Çalıyor Baharın Müjdecisi Festivaller H. Kardelen IŞIK sayfa 10-11 Mühdan SAĞLAM sayfa 12-13 Ezgi POLAT sayfa 16 üyelik ve diğer talepleriniz için [email protected] Portre: Boris Yeltsin Recep Ersel ERGE sayfa 14 2 Srebrenitsa Anneleri Adalet Peşinde Emre YÜKSEL NİSAN 2014 ATAUM e-bülten Srebrenitsa Anneleri Adalet Peşinde Emre YÜKSEL Soğuk Savaşı’n bitmesiyle bir- disini gösterdi. İçerisinde birlikte komünist yönetime sa- çok etnik ve dini grupların buhip olan ülkelerde geçiş dö- lunduğu Yugoslavya’daysa nemleri yaşanmaya başladı. bu durum bir soykırıma yol Bu geçişlerin kimisi Çekos- açtı. 1991’de Yugoslavya’ lavakya gibi barışçıl bir şekil- dan bağımsızlığını ilan eden de olduğu gibi Romanya’ Bosna Hersek’te Bosnalı Müsdaki gibi kanlı şekilde de ken- lümanlar ve Bosnalı Sırplar a- rasında iç savaş yaşandı ve bu savaş sırasında Bosnalı Müslümanlar soykırıma tabi tutuldu. Bu durumun sembolleştiği kentse Srebrenitsa’ydı. Burada yaklaşık 8 bin Bosnalı Müslüman, Ratko Mladiç önderliğindeki Bosna Sırp ordusu tarafından öldürüldü. Srebrenitsa’da öldürülenlerin yakınlarıysa hukuk mücadelesini bırakmadı ve soykırımda ihmalleri bulunduğu gerekçesiyle Hollanda aleyhine de dava açtı. edildi ve böylece de Avrupa’ da belgelenmiş ilk soykırım olma özelliğine sahip oldu. Srebrenitsa Soykırımı’ndaki dramatik olaylardan birisi de kenti korumakla görevli olan BM Barış Gücü’nün kenti Sırp ordusuna teslim etmesiydi. Thom Karremans komutasındaki 400 kişilik Hollandalı Barış Gücü, BM Barış Gücü’ nün görev tanımına sıkı sıkıya bağlı kalarak kendilerine yönelik bir saldırı durumunda söz konusu olacak “meşru müdafaa” yetkisi dışında karargahtan çıkamayacağına hükmetmişti. Buysa Güvenli Bölge ilan edilen Srebrenitsa’yı Bosna Sırp ordusuna teslim etmek ve böylece katliamla sonuçlanacak saldırılarını engelleyememek anlamına gelmişti. Üstelik, daha sonra ortaya çıkan görüntülerde Karremans’ın Mladiç’ten hediye aldığı da görülecekti. Söz konusu olayda, Hollandalı askerler 13 Temmuz 1995’te Nuhanoviç’in babasını, abisini ve arkadaşını sığındıkları BM yerleşkesinden çıkmaya zorlamış, bir süre sonra da bu kişiler Sırp askerler tarafından öldürülmüşlerdi. Bunun üzerine Nuhanoviç, Hollanda aleyhine dava açmış ve Lahey Mahkemesi üç Bosnalının ölümünden Hollanda Devleti’nin sorumlu olduğuna yönelik karar vermişti. Hollanda Yargıtay’ının da kararı onamasının ardından ölenlerin yakınlarına tazminat verilmesi kararlaştırılmıştı. Bu karar sonrasında Nuhanoviç’in avukatı da “BM’nin ve askerlerinin dokunulmaz olmadığı kanıtlanmıştır” sözleriyle bu davanın emsal teşkil edebileceğine vurgu yapmıştı. Ancak söz konusu sorunda olumsuz örnekler de bulunmakta. Örneğin, geçtiğimiz sene AİHM, Hollanda’ dan şikayetçi olan Srebrenitsa Anneleri’nin başvurusunu derneğin doğrudan katliam kurbanı olmadığını ve BM’nin dokunulmazlığı bulunduğu gerekçesiyle geri çevirdi. Srebrenitsa Anneleri’nin açtıkları davanın, özellikle Nuhanoviç’in davası göz önüne alındığında, anneler açısından olumlu biteceği düşünülmekte. Bu çerçevede Hollanda mahkemesinin ve ardından Yargıtay’ın vereceği karar büyük önem arz etmekte. Bu arada, yakın tarihteki en büyük katliamlardan olan Srebrenitsa’nın sorumluları Ratko Mladiç ve Radovan Karadziç aleyhine Lahey’deki Eski Yugoslavya İçin Ceza Mahkemesi’nde açılan davalar devam etmekte. Srebrenitsa’da neler yaşandı Bosna’da Republika Srpska içerisinde yer alan Srebrenitsa, savaş sırasında BM tarafından “güvenli bölge” olarak ilan edilen 6 yerden birisiydi ve kentin koruması Thom Karremans komutasındaki Hollandalı askerlere verilmişti. Diğer bölgelerden gelen göçlerle birlikte şehrin nüfusu 60 bin civarına yükselmişti ve Müslümanların ellerindeki silahlar koruma gerekçesiyle toplatılmıştı. 11 Nisan 1995’te de Ratko Mladiç komutasındaki Bosna Sırp ordusu Krivaya 95 Operasyonu çerçevesinde Srebrenitsa kentine girdi. Ağır silahlarla donatılmış Sırp ordusu en az 8 bin 372 Bosnalı Müslümanı öldürdü. “Avrupa’nın İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra gördüğü en vahşi katliam” olarak nitelendirilen Srebrenitsa Katliamı, önce Eski Yugoslavya İçin Ceza Mahkemesi, ardından da Uluslararası Adalet Divanı tarafından soykırım olarak tanımlandı Hukuksal mücadele Srebrenitsa’da binlerce Müs- koruması lüman Boşnak’ın öldürülmesi, onların en yakınları olan annelerini harekete geçirdi. “Srebrenitsa Anneleri” adlı bir dernek kurdular ve haklarını hukuksal düzlemde arayabilmeleri için de bir zemin oluşturmuş oldular. Nitekim Srebrenitsa Anneleri bu sayede (6 bin kişiyi temsilen) ihmalleri bulunduğu gerekçesiyle Hollanda aleyhine dava açtı. İlk duruşması Lahey’de görülen duruşmada Bosnalı Anneler, bölgede görev yapan Hollanda askeri bir li ği nin Srebrenitsa’da ölenleri koruması gerektiğini belirterek tazminat talebinde bulundu. Davaya tanık olarak katılan dernek başkanı Munira Subaciç, davayla ilgili olarak “hiç kimse bize çocuklarımızı geri getiremez, acımızı dindiremez. O dönemde gerçekten de onların altında gözleri önünde neler olduğuna dair 19 yıldır Hollanda’dan bir söz duymadık. Hala sessizler” yorumunu yaptı. Subaciç, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Yahudilere yapıldığı gibi bir farkındalık oluşturulması gerektiğini de belirtti. Savaş Mağduru Kadınlar Derneği Başkanı Bakira Haseçiç ise, katliamda yalnızca Hollanda askerlerinin değil, bağlı oldukları Birleşmiş Milletlerin de sorumluluğu bulunduğunu ve mahkemeden olumlu bir sonuç beklediklerini ifade etti. Srebrenitsa Anneleri’nin açtığı bu dava, aslında bir ilk değil. Zira bu konuda daha önce verilmiş ve emsal niteliği taşıyan kararlar var. Savaş sırasında üç yakınını kaybeden Hasan Nuhanoviç, 15 yıl önce başlattığı hukuk mücadelesini kazanmayı başardı. ATAUM e-bülten AB yetkililerinin de Çingenelere yapılan saldırılar karşısında yaptıkları açıklamalar pek farklı sayılmaz. 16 Ocak 2014’te Adalet ve Temel Haklardan Sorumlu Komisyon üyesi Viviane Reding’in açıklamasına bakıldığında, AB’ nin de mevcut soruna yaklaşımı görülmekte: “Avrupa’da birçok Roman büyük bir sefalet içinde yaşıyor. Romanlar anavatanlarını terk ederek Avrupa’ya geldi, çünkü orada onların bir geleceği yoktu. Buradaysa karşılaştıkları problemleri çözebilmemiz için AB’ye üye devletlerin çabasının yanı sıra Romanlar da Avrupa düzenine uyum sağlamak ve ‘normal’ şekilde yaşamlarını sürdürmek için çaba harcamalı.” Öte yandan, Çingenelerin maruz kaldığı bu ırkçı ve düşmanca tutumlar çok daha eskilere dayanmakta. Orta Çağdan beri veba hastalığını yaydıkları gerekçesiyle Yahudilerle birlikte yerlerinden edilen veya öldürülen Çingeneler, on dokuzuncu yüzyıla gelindiğinde faşizmin zirve yaptığı Avrupa’da en çok işkence gören ve öldürülen azınlıkların başında gelmişti. Öyle ki, İkinci Dünya Savaşı boyunca toplama kamplarında ve gaz odalarında yüz binlerce çingene katledildi. Daha yakın tarihe bakıldığındaysa, 1958’ten 1990’a ka dar Çekoslovakya’da “halk sağlığı” adı altında Çingenelere yapılan kısırlaştırma politikaları, Temmuz 1996’da Arnavutluk’ta Çingene bir kız çocuğuna ve kardeşine hakaret edildikten sonra diri diri parkta yakılmaları gibi dehşet verici örneklerin sayısını artırmak Çingenelerin Adı Yok Yasemin KARADAĞ NİSAN 2014 mümkün. Bugün Çingenelere karşı yapılan ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve onları “ötekileştiren” söylem tüm Avrupa’da hız kesmeden devam etmekte. Kendilerine yapılan saldırıların gün geçtikçe artmasına karşılık Çingeneler, bunların hiçbirini polise bildiremiyor. Zira şikâyetçi oldukları saldırılarda çok azının polis tarafından doğru bir şekilde soruşturulduğunu ve sorumluların cezalandırıldığını belirten Çingeneler, bu yüzden polise güvenemediklerini söylüyor. Son zamanlarda polisin bizzat kötü muamelesine de maruz kalan Çingeneler, bu endişelerinde pek de haksız sayılmazlar. Nitekim Çingenelere karşı ayrımcı saldırıların yoğun olarak yaşandığı ülkelerden Çek Cumhuriyeti, Fransa ve Yunanistan’da yaşayan mağdur Çingenelerin hikâyelerine yer veren Af Örgütü’nün son raporu da Çingenelere yönelik polis şiddetinin boyutunu gözler önüne seriyor. 2007’de dört çocuğu ve eşiyle Romanya’dan Fransa’nın Marseille şehrine gelen Steluta, Kasım 2011’de polis tarafından gördükleri şiddeti şu sözlerle anlatıyor: “Kilisenin yanına kurduğumuz çadırda uyuyorduk. Polis her hafta keyfi olarak belgelerimizi kontrol etmek için gelirdi ve bize burayı terk etmemizi söylerdi. Bizi buradan göndermek için yine geldiler. Önce çadırda çocuklarım uyurken içeriye göz yaşartıcı gaz sıktılar ve sonrasında çadırımızı, kişisel eşyalarımızı yok ettiler. Polisi durdurmaya çalışan eşime de önce gaz sıktılar ve sonrasında da bacağını kırdılar.” Fransa’da ırkçılıkla mücadele eden kuruluş olan Médecins du Monde, bu olayı yargıya taşıyarak polisler hakkında cezai soruşturma başlatılmasını sağladı. Ancak bu soruşturma hala devam ederken, yerel makamlar tarafından yürütülen soruşturma sonucunda polislerin orantısız güç kullanmadığına karar verildi. Yine Af Örgütü’nün raporuna göre, Fransa’da binlerce Çingene 2013’te yaşadıkları yerlerden zorla çıkartılmış. Bunlardan çok az bir kısmına yaşayabilmeleri için bir ev temin edilirken, geri kalanıysa yalnızca geldikleri yere dönmeleri noktasında “sertçe uyarılmış”. Fransız ceza hukukunda zorla evinden edilmeye karşı mağdurların hakkını gözeten bir yasa hükmü olmadığından, polis ve Fransız halkı tarafından gerçekleştirilen bu eylemler ne yazık ki “cezasız” kalmakta. Diğer yandan, Fransa’da polis ya da bir grup tarafından saldırıya uğrayan Çingeneler, hem polise güvenmediklerinden hem de polise gittikleri takdirde kendilerine saldıranların tekrar aynı eyleme girişecekleri korkusuyla şikâyetçi olmadıklarını dile getiriyor. Nitekim Marseille polisinin Af Örgütü’ne yaptığı açıklamaya göre, Çingenelere yapılan saldırıların ırkçı bir saldırı olup olmadığının tespit edilmesi neredeyse imkânsız. İnsan haklarının kadim savunucusu ve temsilcisi olan AB üyesi ülkelerde Çingenelere yönelik artan bu saldırılar, dikkatleri konuyla ilgili AB düzenlemelerine çekiyor. Nicelikte bol, nitelikte yetersiz AB düzenlemeleri Kemer sıkma politikalarının artık olağan bir ekonomi politikasına dönüştüğü AB ülkelerinde şiddetin dili gittikçe yaygınlaşırken, Çingenelere yönelik ırkçı saldırılar da artarak devam etmekte. Bu saldırıları ve yabancı düşmanlığını önlemek adına Avrupa Konseyi çerçevesinde alınan hukuki önlemlere baktığımızda, karşımıza AİHM kararları çıkmakta. AİHS’nin ayrımcılık yasağını düzenleyen 14. maddesi ve Ek 12 Numaralı Protokolün 1. maddesi çerçevesinde Strazburg içtihadında Çingeneler lehine alınan kararlar mevcut. (Moldovan and Others v. Romania-12.07.2005, Nachova and Others v. Bulgaria06.07.2005, Stoica v. Romania-04.03.2008, Fedorchenko and Lozenko v. Ukraine-20.09.2012). Ab’nin bu konuda son dönemde aldığı önlemlere baktığımızdaysa, 2000 yılında çı- kardığı Irk Eşitliği Direktifi (RED) öne çıkmakta. Eğitim, sos yal ya şam, ka mu sal mallara erişim gibi pek çok alanda ırka ve etnik kökene dayalı ayrımcılığı yasaklayan direktife göre, Avrupa’da yaşayan Çingenelerin yerlerinden edilmemesi, çocuklarının diğer çocuklarla birlikte eğitim alması ve insani yaşam koşullarına sahip olmaları gerekmekte. Buna karşılık Çingeneler, özellikle Fransa, İtalya, Yunanistan ve Romanya’da zorla evlerinden çıkarılıyor ve toplumdan izole edilmiş gettolarda yaşamaya zorlanıyor. Bir diğer AB düzenlemesi de 2008’de Avrupa Konseyi tarafından kabul edilen Çerçeve Karar. Irkçılık ve yabancı düşmanlığıyla mücadelede ortak bir ceza hukuku oluşturmak için kabul edilen Çerçeve Kararın 4. maddesine göre, üye devletler ırkçı ve yabancı düşmanlığı içeren tüm eylemlere karşı cezai yaptırımlar getirmek ve bu tür ihlalleri “cezayı ağırlaştırıcı sebep” olarak ulusal hukuklarında tanımlamak zorunda. Birliğe üye devletlerin ulusal hukuklarını Çerçeve Karara ne derece uyarladıklarını inceleyen Avrupa Komisyonu, ilgili raporunu 27 Ocak 2014’te yayınladı. Raporda AB ülkelerinde hızla artmaya devam eden ırkçı saldırılara dikkat çeken Komisyon, bu konunun üzerine daha fazla eğilmeleri gerektiği şeklinde küçük bir uyarıyla kendini eleştirmekten öteye gitmiyor. Irkçılık ve yabancı düşmanlığı suçunu düzenleyen 4. maddenin Birliğe üye ülkelerin ceza kanunlarında kaçıncı derecede yer aldığını inceleyen Komisyon’un, söz konusu ülkelerde gerçekleşen ırkçı saldırıların bu ülkelerin ceza kanunlarında suç olarak tanımlanmasına rağmen nasıl 3 “cezasız” kaldığına değinmektense kaçındığını görüyoruz. Hukuksal düzenlemelerin yanı sıra hem Avrupa Konseyi hem de Avrupa Komisyonu, doğrudan Avrupa’da yaşayan Çingenelerin daha iyi koşullarda yaşamalarına yönelik pek çok düzenleme ve proje gerçekleştirmekte. Düzenlemeler oldukça fazla olsa da bunların uygulama alanındaki yetersizlikleri nedeniyle Avrupa’daki Çingenelerin yaşam mücadeleleri her geçen gün daha da zorlaşmakta. Yüz yıllardır fakirlik, işsizlik, ayrımcılık ve kötü yaşam koşullarına karşı yaşam mücadelesi veren Avrupa’nın en büyük azınlıkları Çingeneler için AB’nin özgürlük, demokrasi, insan haklarına saygı gibi temel değerleri hiçbir anlam ifade edemiyor. Zira Çingenelere sahip çıkacak bir toplumsal-siyasal kesim ya da devlet yok. 4 İnternet Yönetiminin Geleceği Esra AKGEMCİ NİSAN 2014 ATAUM e-bülten İnternet Yönetiminin Geleceği Geçtiğimiz sene Amerikalı eski istihbaratçı Edward Snowden’in ortaya çıkardığı skandal, modern dünyanın vazgeçilmez teknolojisi olan internetle ilgili yeni düzenlemeler yapılması gerekliliğini gündeme getirdi. ABD’nin internet üzerindeki kontrolünü gevşetmeyi kabul etmesinin ardından internet yönetiminin geleceği, küresel düzeyde çözülmesi gereken bir soruna dönüştü. İnternet yönetimini belirli otoritelerin inisiyatifinden çıkarıp daha demokratik hale getirmek için ilk adımıysa Brezilya Devlet Başkanı Dilma Rousseff attı. Brezilya’nın São Paulo kentinde 23-24 Nisan 2014 tarihlerinde küresel olarak ilk kez düzenlenen ve 85 ülkeden 800’e yakın kuruluş ve şirketin katıldığı NETmundial adlı zirvede internetin geleceği ve güvenliği konusunda alınacak önlemler tartışıldı. São Paulo’daki internet zir- Esra AKGEMCİ vesi, internet yönetimini ABD bünyesinde faaliyet gösteren kurumların tekelinden çıkarmak için uluslararası düzeyde atılan ilk somut adım olarak değerlendiriliyor. İnter- ‘Baskı mimarlığı’nın ardından Snowden’in sızdırdığı belgeler arasında tüm dünyadaki yüz milyonlarca internet kullanıcısını yakından ilgilendiren esas konu, kuşkusuz internet şirketlerinin sunucularını doğrudan ya da dolaylı olarak ABD’nin istihbarat birimlerinden NSA’nın (Ulusal Güvenlik Ajansı) erişimine açan PRISM (Prizma) adlı programla ilgiliydi. NSA, Snowden’in “baskı mimarlığı” olarak tanımladığı izleme programını yürüttüğünü doğrulamış, Microsoft, Yahoo, Google, Facebook, Youtube, Skype ve Apple gibi internet devleri, kullanıcılarıyla ilgili hangi bilgileri aktardıklarını açıklamak zorunda kalmıştı. ABD istihbaratının internet kullanıcılarını kapsamlı bir şekilde takip ettiğinin ortaya çıkmasının ardından gelen yoğun tepkiler üzerine Washington, internet adreslerinin teknik altyapısını koordine eden İnternet Tahsisli Sayılar ve İsimler Kurumu’nun (ICANN) kontrolünü devretmeyi kabul etti. Buna göre ICANN’in denetimi Eylül 2015’te üzerinde anlamaya varılacak yeni bir uluslararası kuruluşa devredilecek ve bu kuruluş, başka bir devlet tarafından da kontrol edilemeyecek. ICANN’in kontrolünün hangi kuruluşa devredileceğine ilişkin tartışma başta olmak üzere internetin geleceğine ilişkin küresel düzeydeki görüşmelerde, ABD’yle “dinleme krizi” yaşayan AB’nin pozisyonu çok önemli. AB’nin Washington ve New York’taki bürolarının NSA tarafından dinlendiğinin ortaya çıkmasının ardından Washington’a yönelik eleştirel bir po- İlk küresel internet konferansı NETMundial konferansının toplanması için girişimde bulunan isim, NSA’nın telefon görüşmelerini ve e-posta yazışmalarını takip ettiğini öğrendiğinde büyük tepki gösteren Brezilya Devlet Başkanı Dilma Rousseff oldu. Rousseff, Brezilya Senatosu’nun kabul ettiği ve internete eşit erişim sağlamayla internet kullanıcılarının gizlilik hakkını güvence altına almayı amaçlayan yasayı NETMundial konferansında imzalayarak önemli bir mesaj vermekle kalmadı, aynı zamanda şu sözlerle interne- tin genel yönetim şekline yönelik eleştiriler de getirdi: “Brezilya, internet yönetiminin çok uluslu, farklı sektörlerin katılımıyla demokratik ve şeffaf olması gerektiğini savunuyor. Çok taraflı modelin interneti yönetmede en iyi yöntem olduğu kanaatindeyiz”. Siber güvenlik, gizlilik haklarının ve ifade özgürlüğünün korunması gibi konular başta olmak üzere internet yönetiminin geleceğinin görüşüldüğü konferansta, internet şirketleri, akademisyenler, teknik uzmanlar ve inter- netin geleceğine ilişkin küresel düzeydeki görüşmelerde arabulucu rolü üstlenerek aktif bir pozisyon almak isteyen AB’yse, bir yandan internet yönetiminde ABD tekelini kır- mayı hedefliyor, diğer yandan bu tekelin Rusya ve Çin’ in önerdiği gibi Birleşmiş Milletler’e devredilmesine karşı çıkıyor. zisyon alan AB, ICANN’i daha açık ve şeffaf hale getirmek ve ABD’nin kontrolünü azaltmak istiyor. Öyle ki, Avrupa Komisyonu’nun dijital gündemden sorumlu üyesi Neelie Kroes, “ICANN’in küreselleşmesi için net bir takvim” oluşturulması yönünde bir strateji açıkladı. Kroes, ortaya çıkan dinleme skandallarının ardından yaşanan “güven zedelenmesi”ne dikkat çekerek, “küreselleşmiş” bir ICANN tanımlama yönünde AB girişiminin önemine vurgu yaptı. Bununla birlikte AB’nin, internetle ilgili yeni düzenlemelerin BM çerçevesinde oluşturulması için teklif sunan Çin ve Rusya’nın konumuna da karşı olduğunu belirtmek gerek. Siber suçlarla mücadeleyi gerekçe göstererek internet üzerinde daha sıkı kontrol sağlamak için lobi yapan Pekin ve Moskova’ ya karşılık Brüksel’in vurgusu, “temel özgürlükler ve insan haklarının internette de korunması” yönünde. “İnternetin yönetimini özgürlük ilkesine resmen bağlamak istiyoruz” diyen Kroes, Avrupa Komisyonu’nun internet yönetiminin BM tarafından devralınmasını kabul etmediğini açıkça belirtti. Zira böyle bir girişim, internetin küresel niteliğini kaybederek her biri farklı kurallar tarafından belirlenen farklı bölgesel ve ulusal ağlara dönüşmesine, yani “internetin parçalanmasına” yol açabilir. AB’nin “internetin küreselleşmesi” yönünde ortaya koyduğu bu net tavır, 23-24 Nisan’da São Paulo’daki NETMundial konferansının ana temasıyla hedeflerine de paralel. net kullanıcılarını temsil edilen örgütlerin katılımı eşit düzlemde gerçekleştirilmeye çalışıldı. Konferansa ev sahipliği yapan Brezilya Bilim ve Teknoloji Bakanlığı Bilgi Teknolojileri Sekreteri Virgilio Almeida, internet için çok paydaşlı bir model istediklerini ve bu çok paydaşlı süreçte herkesin eşit katılımı olması gerektiğini vurguladı. Almeida’nın sözleriyle “internetin yönetimine ilişkin gelecekteki reformların temellerinin atıldığı” konferansın sonuç bildirisinde, internetin geleceğinde devletler, şirket- ler, akademisyenler, teknik uzmanlar ve kullanıcıların hepsinin söz sahibi olması gerektiği belirtildi. Sonuç bildirisinde internetin daha az ABD merkezli olması çağrısında da bulunulurken, Rusya ve Çin’in taleplerinin aksine devletlere daha fazla kontrol verilmesi fikrinden de kaçınıldı. Böylelikle internetin tarafsızlığının korunmasının önemine vurgu yapan AB pozisyonunu güçlendiren önemli bir adım atılmış oldu. ATAUM NİSAN 2014 e-bülten Fransa'dan Big Brother Bilgesu BÜYÜKÇOLAK 5 Fransa'dan Big Brother Bilgesu BÜYÜKÇOLAK Fransa'nın George Orwell’in “Big Brother” romanından esinlenerek adlandırdığı ve kişisel verilerin kaydının tutulmasını amaçlayan bir sistem inşa ettiğini Mart’ta açıklaması ve Nisan başlarında Avrupa Adalet Divanı' nın teknik-istihbarat işleminin yasadışı olduğu kararına varması, kişisel iletişimin takibi konusunun gündemdeki canlı yerini koruduğunun bir göstergesi. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde denetleyici-düzenleyici mekanizmaların azlığı ve hatta yokluğu sebebiyle bu türden uygulamalar büyük ölçüde yasadışı olarak yürütülüyor. Devletlerin erklerini dayandırdıkları birçok neden arasında artık kayıt altına alınmış kişisel veriler de yerini alıyor. Bu nedenle herkes potansiyel şüpheli oluyor ve tehdit altında bulunuyor. Yüzyıllardır süregelen egemen erkini kısmen sınırlandırmaya dayalı olan demokrasi süreci, başta kapitalizm olmak üzere devletleri daha da güçlü hale getiren birçok sebeple birlikte tersine işliyor. Tersine işleyen bu süreç devletlerin lehine akarken, dünyanın birçok ülkesinden sivil toplum kuruluşları da uygulamanın temel hak ve özgürlük alanına müdahale ettiği gerekçesiyle tepki yağdırıyor. Ancak uygulama bir de diplomatik bir taraf barındırıyor. Zira dinleme yapılan kişiler sadece “sade vatandaşlar”dan oluşmuyor. Potansiyel şüpheliler sınıfında siyasiler de yerini alıyor ve bu da dinleme uygulamasını diplomatik bir kriz haline getiriyor. Nitekim dinleme engeline yakın zamanda takılan bir siyasi olan Sarkozy, üst yargıya müdahale etmesi gerekçesiyle ülkesinde tepkiyle karşılanmıştı. Kişisel verilerin kayıt altına alınması ya da “tapelenmesi”, yarım asırdan fazladır süregelen bir olay. Fakat bu süreç bir paranoyaymışçasına ilerleyen ve uzun yıllar boyunca büyük devletler tarafından kabul edilmeyen bir ağı barındırıyor. Telefon, faks, SMS, e-mail gibi verilerin kaydı bazen güvenlik, bazense siyasi sebeplerle tutuluyor. Her ne kadar yarım asırdan fazla olan bir süreçten bahsetsek de, 11 Eylül faciası sonrası başta ABD olmak üzere bir çok ülke bu kayıtları olası terör saldırılarını önlemek amacıyla daha dikkatli ve daha fazla tutuyor. Bildiğimiz anlamda bu kayıtları tutan ilk ve büyük ağ ise “Echelon”. mış. Yeni Zelanda, Avustralya, Kanada, ABD ve İngiltere’den oluşan 5 ülkenin işbirliğiyle yürütülen bu proje, ABD'nin ulusal güvenlik ajansı olan NSA'ya bağlı olarak çalışıyor. Bu sisteme dün- yanın en büyük kulağı diyebiliriz, çünkü birçok ülkede üssü bulunuyor ve dünyadaki görüşmelerin yüzde 90'ını kayıt altına alabiliyor. Üstelik proje NATO ülkeleri tarafından da destekleniyor. AB ül- keleriyse tepki olarak Enfopol adı verdikleri projeyle bir anti-echelon sistemi oluşturmaya çalışsa da, bu proje Echelon'un geniş ve etkili ağı karşısında yetersiz kalarak istenen başarıya ulaşamadı. leme yapılabiliyor. Amacı dışında toplanan kayıtlar 10 gün içerisinde imha edilmek zorunda. Ülkede 5 yıllık bir süreç sonunda tamamlanan Big Brother projesininse yakın zamanda başlatılması amaçlanıyor. Bu projenin gerekçesi, Fransa'da adli takip ve dinleme konularında yükselen rekor talep. Diğer nedense “özel kuruluşlarca derlenen kayıtlar”ın maliyetinin çok yüksek olması. İtalya'da da savcı talebi ve hakim kararıyla dinleme yapı- labiliyor. Önleme amaçlı kayıt tutulmasına da ancak ağır ceza gerektiren hallerde izin veriliyor. Ancak bu veriler delil olarak gösterilemiyor. Avusturya'daysa sadece adli amaçla dinleme yapılabiliyor. Yani önleme amaçlı dinlemenin hiç bir yasal dayanağı yok. Adli amaçlı dinlemeyse ancak kuvvetli suç şüphesi varsa yapılabiliyor. Almanya'da olduğu gibi Avusturya'da da dinleme işlemi sona erdiğinde muhatapların bilgilendirilmesi gerekiyor. Echelon nedir? Echelon sistemi varlığı ilk defa 1999'da kabul edilen ancak İkinci Dünya Savaşı sonrası Nazi Almanya'sına karşı geliştirilen bir teknoloji. Projenin temelleri, 1947'deki UKUSA antlaşmasıyla atıl- Ülkelere göre dinlemeler İngiltere'de14 yıl önce “araştırma yetkilileriyle” ilgili çıkarılan yasaya dayanarak ülkede sadece istihbarat yetkilileri ve güvenlik biriminin başındakilerin talebi ve devlet bakanının onayıyla dinleme yapılabiliyor. Kasten ve yetkisiz dinleme yapmaksa suç olarak kabul ediliyor ve bu yolla elde edilen veriler de delil olarak kabul görmüyor. Almanya'daysa ancak ağır suç soruşturması ve hakim kararı varsa dinleme yapılabiliyor. Bu dinlemeler de “G10” kanunuyla düzenleniyor. İstihbarat birimleriyse ancak “terör” kuşkusu varsa bu yetkiyi kullanabiliyor. Dinlemeler sona erdiğindeyse ilgililere haber verilmesi zorunlu tutuluyor. 2013’te NSA kaynaklı kayıtların gündeme gelmesiyle ABD ve Almanya arasında bir anti-casusluk anlaşması yapılması planlanıyordu ancak ABD'nin adım atmamasıyla bu anlaşma da yakın zamanda suya düştü. Fransa'da ancak yargı kararıyla veya devlet izniyle din- 6 Hellas’ta Sistem Değişikliği Christos TEAZIS ATAUM NİSAN 2014 e-bülten Hellas’ta Sistem Değişikliği Christos TEAZIS Yunanistan’da 2009’dan beri çok derin bir ekonomik kriz yaşanıyor. Bu kriz, Yunanistan’ın sosyo-ekonomik yapısını dönüştürüyor. Nasıl ve neye? Eski sosyo-ekonomik yapı, dünyadaki gidişata ters bir anlayışa sahipti. Örneğin eskiden dükkanlar çarşamba ve cuma akşamları kapalıydı. Cumartesi günüyse en geç saat 14.30’a kadar çalışılırdı ve pazar günü tamamen tatildi. Şimdi yeni yasayla, çalışma saatleri neredeyse sabahtan akşama kadar uzatıldı. Üstelik pazar günleri de dahil. Onun dışında, Yunanistan’ da özellikle 80’lı yıllardan itibaren “büyük devlet” anlayışı vardı. Buna göre, “devlete gir kendini kurtar. Her ay maaşın olur ve böylece hayatını sürdürürsün. Yeter ki bir güvencen olsun” görüşü esastı. Yeni düzendeyse yüzbinlerce çalışan işten atıldı. Personel alımı durdurduldu ve artık personel alınacak kriterler de tamamen değişti. Bu yeni anlayışsa insanlara şunu söyletiyor: “Devlete girmek zor artık. Kendim ayaklarımın üzerinde durmam lazım.” Artık çalışmazsak “ekmek ve köfte yok”. Bu noktada şunu belirtmekte fayda var. Yunanlılar önce çalışmıyorlardı mı ki şimdi çalışılsın diye tutturuluyor. Mesele şu: eskiden Yunanlıların çalışma etiği ve bu çalışma etiğinin sosyo-ekonomik koşulları uluslararsı konjonktürün gidişatına tersti. Güvenceli iş arayışı egemendi. Bu bağlamda, artık Yunanlıların “çalışma etiği” çağla yüzleşmekte. Üstelik, Yunanistan’ daki bu sosyo-ekonomik dönüşüm sosyopolitik yapıya da sıçramaya başladı. Nitekim Yunan Başbakanı Adonis Samaras yeni Anayasa paketini açıklamak üzere. Bu pakette siyasi sistemi kökten değiştirecek teklifler yer alıyor. Örneğin, devlet memurlarının kadroları azaltılacak ve senatoyla cumhurbaşkanının yetkileri de artacak. Başbakan Samaras ve siyasi ortağı PASOK Genel Başkanı Evagenlos Venizelos, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi konusunda hemfikirler. Ayrıca bu teklif kabul olmasa da cumhurbaşkanının illerin seçtiği insanlar tarafında seçilmesi gündeme gelebilir. Venizelos aslında daha da ileri gidi- yor ve cumhurbaşkanının yetkilerinin artırılmasını ve dış politikayı da kapsaması gerektiğini söylüyor. Siyasi sisteme gelince, hükümetin önerileri şunlar: Mevcut 300 milletvekili sayısı 200’e düşürülsün; yasama erkinin kuvvetlendirmesine yönelik olarak senato kurulsun; Anayasa mahkemesi kurulsun; seçim yasasının değiştirilmesi zorlaştırılsın; özel üniversiteler kurulsun; siyasi partilerin mali denetimi daha şeffaf bir şekilde gerçekleştirsin; başbakanın görev süresi sınırlandırılsın; milletvekillerinin dokunulmazlık yasası gözden geçirilsin; daimi maliye bakan yardımcısı (bütçe sorumlusu) ve dışişleri bakan yardımcılığı ihdas edilsin. Ana hatları böylece çizilen reform paketinin ve özellikle cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi önerisinin, başkanlık sistemine doğru bir adım olduğu açık. Zaten zaman zaman cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi fikri dillendiriliyor; dolayısıyla aslında bu yeni bir fikir değil. Özellikle eski Başbakan Konstadinos Miçotakis bu konuyu sıkça vurgulardı. Ayrıca Miçotakis’in kızı Dora Bakogiani de Demokratik İttifak partisinin genel başkanıyken partinin programının ilk maddesi çok açık ve net bir şekilde cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini içeriyordu. ATAUM e-bülten İletişim Adres: Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi (ATAUM) Cemal Gürsel Caddesi, 06590 Cebeci, Ankara Telefon: 0 (312) 362 07 62 Faks: 0 (312) 320 50 61 Web: www.ataum.ankara.edu.tr/ebulten E-posta: [email protected] Editör: Erdem DENK Tasarım: Turan BACI-Erdem DENK * Yazılarınızla katkıda bulunmak için [email protected] adresine email atabilirsiniz. * ATAUM E-Bülten’de yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. ATAUM'un resmi görüşü değildir. * Bu e-bülten içinde yer alan özel kullanım lisanslı tüm yazı ve görsellerin bütün hakları ATAUM`a aittir. * Bu e-bülten, kaynak gösterilerek kopyalanabilir, dağıtılabilir, basılabilir. Sahibi: ATAUM adına Çağrı ERHAN · Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Erdem DENK · Yayının Türü: Süreli (Aylık) · Basım Yeri: Ankara Üniversitesi Basımevi, İncitaşı Sokak No:10 06510 Beşevler/ANKARA Tel: 0(312) 213 66 55 · Basım Tarihi: 8 Nisan 2014 ATAUM e-bülten NİSAN 2014 Estonya’nın Evlilik Tartışmaları Ahmet Miraç SÖNMEZ 7 Estonya’nın Evlilik Tartışmaları Ahmet Miraç SÖNMEZ 17 Nisan 2014’te Estonya Ulusal Meclisi’nde temsil edilen dört partiden üçüne mensup 40 milletvekilinin bu rakam meclisteki tüm milletvekillerinin sayısının üçte birinden daha fazla- cinsiyetlerine bakılmaksızın bir arada yaşayan çiftlerin mali hakları, miras durumu ve velayet hakkı gibi hak ve sorumluluklarını düzenleyen bir yasa teklifini Meclis’e sunması, pek çok tartışmayı da beraberinde getirdi. Her ne kadar iktidar ortağı Reform Partisi’nin bir milletvekili ve Meclis Anayasa Komisyonu Başkanı Rait Maruste evlilik kurumunun kadın ve erkek arasında bir birlik olarak kalacağını vurgulasa ve söz konusu yasa teklifinin gay ve lezbiyen çiftleri için özel olarak sunulmadığını ifade etse de, bu konu özellikle de muhafazakâr çevrelerde hararetle tartışılmakta. Öncelikle rakamlara bakmakta fayda var. 2011’de yapılmış olan son nüfus sayımında Estonya’da evli veya değil birlikte yaşayan 170 bin çift bulunmakta. Aynı sayım neticesinde 15 yaş üstündeki nüfus içinde yasal bir eşle yaşayanların oranı yüzde 34.5 iken, bu oran 2000’ deki nüfus sayımında yüzde 39.9 idi. Yine aynı şekilde yasal bir evlilik bağı olmadan yaşayanların oranı 2000’de yüzde 10,9 iken 2011’de bu oran 15.6’ya çıkmış durumda. Aynı nüfus grubunun yarısıysa (yüzde 49.9) yasal veya yasal olmayan herhangi bir birliktelik içinde değil. Bunlar arasında hiç evlenmemiş, boşanmış veya dul kalmış kimseler bulunmakta. 428 kişiyse aynı cinsten kişiyle beraber yaşamakta. Burada da 206 erkek ve 222 ka- dın çift şeklinde rakamlar deme gelmişti. Bu çalışmavar. Estonya kamuoyunu meş- nın amacı birlikte yaşayanlagul eden durumsa, meclise rın mülkiyet rejiminin belirsevk edilen yasa teklifinin lenmesi, eşlerin birbirine karaynı cinsiyetten insanların şı sorumluluklarının tespiti bir arada yaşamasının teşvik ve doğan ve/veya evlat ediedeceği yönünde şüpheler nilen çocukların korunması yaratması. Zira kanun tek- ve miras hakkı bakımından lifinin metninde, birlikte ya- durumlarının açıklığa kavuşşayacak çiftler için bir cinsi- turulmasıydı. Ancak o döyet ibaresi getirilmemiş du- nemdeki koalisyon hükümerumda. Üstelik, mecliste gru- tinin tarafları arasında çıkan bu bulunan dördüncü parti anlaşmazlık, söz konusu çaolarak muhafazakâr ve Hris- lışmanın gündemden düştiyan-demokrat IRL partisi, mesine sebep olmuştu. ayrı yaşamanın hukuksal çer- Bu defa Meclis gündemine çeve kazanmasına toptancı gelebilen taslağa göre çiftler, bir yaklaşımla karşı durmak- cinsiyetlerine bakılmaksızın ta. Koalisyon ortakları olan li- birlikte yaşadıklarını kanun beral eğilimli Reform Partisi önünde tescil ettirebilmekte. ve Sosyal Demokrat Parti Bu durum, her ne kadar eşmilletvekilleriyse yasa tek- cinsel evliliği yasal olarak kalifinin arkasında. bul etmese de Estonya’yı eşEvlilik kurumuna alternatif cinsel hakları bakımından olabilecek birlikte yaşama uy- Danimarka, İsveç ve Finlangulamasının revaç bulduğu diya gibi kuzey komşularına ve doğan çocukların yarısın- yaklaştırıyor. dan fazlasının bu tür ilişkiler Estonya kamuoyunda bu sonucunda doğduğu Eston- olası düzenlemeye şiddetle ya’da birlikte yaşama duru- itiraz eden grupların başında mu henüz Meclis düzeyinde yukarıda adı geçen IRL Partisi spesifik bir hukuki düzenle- gelmekte. IRL grubu temsilcime çalışmasına konu edil- leri bu konunun spesifik olamemişti. Ta ki Nisan’da ka- rak düzenlenmesinin gerekli nun teklifi Ulusal Meclis’e gi- olmadığını, konunun topdene kadar. Estonya’da çift- lumda tüm taraflarıyla geniş ler var olan yasalar çerçeve- bir biçimde henüz ele alınsinde örneğin Borçlar Kanu- madığını belirtirken, Avrupa nu ve Mülkiyet Kanunu saye- Parlamentosu Hristiyan Desinde taşınır ve taşınmaz sa- mokrat grubunda Estonya’yı hibi olabilmekte ve Miras Ka- temsilen bulunan IRL Partisinunu çerçevesinde vasiyette ne mensup parlamenter bulunabilmekte. Ama yine Tunne Kelam, Estonya’nın de tüm yasal boşlukları dol- esas sorununun azalan nüduracak ve tarafları tam ko- fus ve çocuk yetiştiren çift sarumaya alacak bir mevzuata yısının azlığı olduğunu belirihtiyaç bulunmakta. AB üyesi tiyor. Kelam, aile değerleriülkelerin yarısından fazlası- nin bireysel istek ve ihtiyaçnın hukuken tanıdığı ve ku- ların önünde yer alması gerallarla düzenlediği evlilik ku- rektiğini belirtirken, kabaharumu haricindeki birlikte ya- tin çoğunu da evlilik yerine kışama pratiği, Estonya Adalet sa süreli ilişkileri tercih eden Bakanlığı’nın 2011’de baş- genç erkeklerde bulmakta. lattığı çalışmayla ilk kez gün- Sivil toplum kuruluşlarına ba- kıldığındaysa, karşımıza “Aile ve Geleneksel Değerleri Koruma Derneği” çıkıyor. Kanun çalışmaları devam ederken Mayıs 2013 sonunda 38 bin imza toplayan ve Ulusal Meclis Başkanı Ene Ergma’ya teslim eden söz konusu Dernek, eşcinsel hayat tarzının sağlıklı ve normal bir durum gibi yansıtılmaya çalışıldığını ifade ederken, bu sayede eşcinsel çiftlerin evlat edinmelerinin de kolaylaştırılacağının altını çizmekte. Teklife destek veren Sosyal Demokrat Parti milletvekili Jaak Allik ise devletin, vatandaşların başkalarını rahatsız etmeden sağlıklı ve mutlu yaşamasını mümkün kılma yükümlülüğü taşıdığı, bu teklifin yasalaşmasının da kimsenin mutluluğunu engellemeyeceği görüşünde. Konu hakkındaki ilginç ama önemli bir yorum da Estonya Yazarlar Birliği Başkanı Karl Martin Sinijarv’den geldi. Sinijarv’a göre, birlikte yaşama evlilik anlamına gelmese de günümüzde evlilik kavramının da değişime uğradığı açık. Nitekim yüz yıl önce kilise kurumu dışında evlenme mümkün değilken bugün böyle bir şeye gerek kalmadı. Sinijarv gelişime ve değişime açık bir toplumun da aynı cinsten kişiler de dâhil olmak birlikte yaşama pratiğine hukuki meşruiyet zeminini sağlamaya bir şans vermesi gereğini belirtiyor. Henüz Mecliste görüşmelerine başlanmamış olan teklifin bu yılın yaz aylarında yasalaşması beklenmekte. Dolayısıyla yasa teklifinin en az birkaç ay daha ülke gündemini işgal etmesi bekleniyor. 82 AB-Afrika Zirvesi: 'Eşitlerarası Oyun’ Elâ BİLGEN NİSAN 2014 ATAUM e-bülten AB-Afrika Zirvesi: 'Eşitlerarası Oyun’ Elâ BİLGEN AB’yle Afrika devletleri arasında 2000’den bu yana devlet ve hükümet başkanları düzeyinde zirve toplantıları yapılmakta. Çeşitli sorunlar ve uzlaşmazlık noktaları nedeniyle kimi zaman ertelenen kimi zamansa uzun aralıklarla gerçekleştirilebilen toplantıların ilki 2000’de Kahire’de, ikincisi 2007’de Lizbon’da, üçüncüsüyse 2010’da Trablus’ta yapılmıştı. 2-3 Nisan 2014’te Brüksel’de gerçekleştirilen ABAfrika Zirvesi, bu buluşmaların dördüncüsü oldu. Ana teması “insana, refaha ve barışa yatırım” olarak belirlenen Zirve, AB üyesi tüm devletlerin yanı sıra 48 Afrika ülkesinden liderlere ev sahipliği yaptı. Taraflar arasında bir dönüm tegrasyonun hızlandırılması noktası olarak nitelendirilen ve kıtanın sosyo-ekonomik ve 2007 Zirvesi’nde kabul dönüşümünün gerçekleştiriledilen Afrika-AB Ortak Stra- mesi oluşturuyordu. Yardım tejisi’ni (JAES) yeniden etkin değil ticari ilişkiler isteyen Afhale getirmek, özellikle Afri- rikalılar, Zirve’ye küresel akkalılar açısından 2014 Zirve- törler karşısında mağdur kosi’nin temel amacını oluştu- numundan eşit ortak konuruyordu. Zira Strateji temel muna geçme amacına yöneolarak yardıma bağımlılık lik adımlar atmak niyetiyle şeklinde yürüyen Afrika ve katıldı. Bu çerçevede, kıtaya Avrupa ilişkilerinde köklü de- bütünsel yaklaşımı sağlamak ğişiklikler ve eşitlerarası poli- ve tek bir ağızdan konuşmak tik ortaklık koşulları öngör- konusunda kararlıydılar. mekte. JAES iki kıta arasın- Afrika’daki olumlu gelişmedaki ilişkilerin yasal çerçeve- lerin aksine geçtiğimiz on yıl sini oluşturuyor ancak geçen üye sayısındaki artışla birlikyedi yılda uygulanışı konu- te AB açısından ekonomik sunda ciddi aksaklıklar ya- krizler ve artan işsizlik oranşandı. Afrikalılar Zirve’ye, larına sahne oldu. Bunun yaStrateji’de bir revizyona gi- nı sıra Jose Manuel Barroso dilmesi ve Avrupa’yla arala- başkanlığındaki mevcut Avrındaki tarihsel “alan-veren rupa Komisyonu’nun görev ilişkisinin” ötesine geçilmesi süresinin sonuna yaklaşılmış he de fiy le ka tıl dı. JAES, olması nedeniyle Afrika’yla zirvelerde kabul edilen ey- ilişkilerde değişikliğe gitmek lem planları aracığıyla uygu- veya yeni bir ortaklığa girişlanıyor. Brüksel Zirvesi’nde mek Avrupa açısından öncede 2014-2017 dönemini kap- likli bir husus oluşturmuyor. sayan 3. Eylem Planı kabul Dolayısıyla Brüksel Zirvesi’ edilerek JAES ilkelerinin uy- nde AB’nin motivasyonu hagulanmasının desteklenmesi lihazırdaki Afrika pazarlarını amacıyla beş öncelik belir- sağlamlaştırmak ve hamlendi: Barış ve güvenlik; de- madde ve maden kaynaklamokrasi, iyi yönetişim ve in- rına erişimini sürdürmek san hakları; beşeri kalkınma; üzerine kuruluydu. Üstelik sürdürülebilir kalkınma ve JAES, Afrika’yla siyasi ilişkilekıtasal entegrasyon; global rin çerçevesini oluştursa bile AB, Afrika devletleriyle ikili ve güncel konular. Son on yılda yüzde 5’in üze- ilişkilere yönelik pek çok rinde ekonomik büyüme ser- farklı düzenlemeye sahip. Avgileyen ve en hızlı büyüyen rupa Komşuluk Politikası ve ekonomilerin çoğunluğuna Avrupa-Akdeniz Ortaklığı ev sahipliği yapan Afrika, ay- kapsamında Kuzey Afrika ülnı zamanda dünyanın en keleriyle, Afrika, Karayip ve genç nüfusa sahip kıtası. Af- Pasifik Ülkeleriyle Ortaklık rika Birliği’nin öncülüğünü Anlaşması çerçevesinde de yaptığı bölgesel ekonomik Sahraaltı Afrika ülkeleriyle topluluklar da ülkeler ara- yakın ilişki içinde. Ayrıca Batı sındaki işbirliğinin kuvvet- Afrika Ülkeleri Ekonomik Toplenmesini sağlıyor. Nitekim luluğu ve Güney Afrika Kal2014 Zirvesi’nde Afrikalıla- kınma Topluluğu gibi ekonorın önceliklerini büyümenin mik örgütlerle de temaslarda sürdürülmesi, bölgesel en- bulunuyor. Bu nedenle JAES’ in Afrika kıtasının birliğini tanıyan yeni bir politik yaklaşım oluşturma hedefi, gerçekte AB’nin öncelikli amaçları arasında yer almadığı gibi, Birlik de kıtaya karşı bütünsel bir yaklaşım sergilemekten özellikle kaçınıyor. Nitekim Zirve’de de Afrikalıların bölgesel entegrasyon çabalarının yeniden başlaması ve 2017’ye kadar Afrika ortak pazarının oluşturulması için girişimlerde bulunulması yönündeki ısrarlı taleplerine rağmen Avrupa tarafından bu konuda herhangi bir adım atılmadı. Zirve’de barış ve güvenliğin, refahın ve bireylerin ele alındığı üç çalışma toplantısı yapıldı. Sanayileşme alanında endüstriyel tarımın ve güvenilir enerji kaynaklarının sağlanmasının desteklenmesi kararı alındı. Güvenlik konusundaysa uluslararası terörizmle ve hafif silahların yaygınlaştırılmasıyla mücadelenin sürdürüleceği belirtildi. Ayrıca Orta Afrika Cumhuriyeti, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Mali ve Sudan gibi çatışma bölgelerine yapılan askeri misyonlar ele alındı. Geçtiğimiz Ekim’de Lampedusa Adası açıklarında gerçekleşen ve 300’den fazla Afrikalı göçmenin ölümüne neden olan kaza anılarak bir göç eylem planı oluşturma fikri tartışıldı. Böylece Afrikalılar açısından 2014 Zirvesi de bir kez daha bu genel ifadelerle ve istenen somut sonuçlara ulaşılamadan sona erdi. Daha davetli listesinin açıklanmasında başlayan anlaşmazlık aslında toplantının seyrini belli etmişti. Zira kıtanın bir bütün olarak ele alınması ve kıtasal entegrasyonun desteklenmesi Afrikalıların en fazla üzerinde durduğu konulardan biri olmasına rağmen, Afrika Birliği üyeliği askıya alınmış olan Mısır Zirve’ye davet edildi. Avrupa tarafı Zirve’nin AB’yle ile Afrika Birliği arasında değil AB’yle Afrika arasında gerçekleşeceğini belirtti ancak yine üyeliği askıda olan Fas Krallığı davetli listesinde değildi. Aynı şekilde Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin hakkında tutuklama emri çıkarttığı Sudan Devlet Başkanı Ömer El Beşir’in çağrılmaması da Afrikalıların tepkisine neden oldu. 34 Afrika devleti tarafından tanınan Uluslararası Ceza Mahkemesi, Afrikalılara göre tüm imza-cıları için hukuki bir araç olmak yerine kendini finanse eden Avrupalıların kullandığı siyasal bir enstrümana dönüşme tehlikesi altında. Mahkeme’nin özellikle ve sadece Afrikalıları hedeflediğine ve ayrımcı bir tutum sergilediğine ilişkin yaygın bir kanı var. Afrikalılar Zirve’ye eski kolonilerle bir zamanların sömürgeci güçleri arasındaki tek taraflı bir ilişki yerine eşit ortaklık ilişkisi beklentisi içinde gelmişti. Afrika’nın en büyük ticari ortağı olan AB’yse bağışçı konumunu sürdüren tutumundan vazgeçmedi. AB Konseyi Başkanı Herman Van Rompuy barış ve güvenlik için önümüzdeki üç yıl içinde kıtaya 750 milyon Euro, yatırım alanındaysa yedi yılda 30 ülkeye toplam 3 milyar Euro aktarılacağını ifade etti. Afrika’nın entegrasyon ve eşit ortaklık hedefleriyse, 2017’de Afrika’da yapılması kararlaştırılan bir sonraki zirveye kaldı. ATAUM NİSAN 2014 e-bülten UKIP’in Yükselişi Sürüyor! Onur HAZNEDAR 9 UKIP’in Yükselişi Sürüyor! Avrupa Parlamentosu seçimlerine yaklaştığımız bugünlerde yükselişteki aşırı sağın seçimlerde ne yapacağı büyük bir merak konusu. Hemen hemen tüm ülkelerde puanlarını yükselten bu partilerin AP seçimlerinde de bu durumu sürdüreceklerine kesin gözüyle bakılıyor. Hal böyle olunca, çeşitli ülkelerdeki bu aşırı sağ partilerin ittifak arayışları da hızla devam ediyor. Geçtiğimiz günlerde Fransa’da aşırı sağın kalesi olan FN (Ulusal Cephe) Başkanı Marine Le Pen’in UKIP (Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi) Başkanı Nigel Farage’ın kapısını çalarak seçimlerde ittifak çağrısında bulunması da bunlardan biri. Ancak AP’de büyük bir grup kurmayı hedefleyen Le Pen’ in bu teklifine UKIP pek sıcak bakmıyor. Henüz İngiliz Parlamentosu’ nda koltuğu bulunmasa da Onur HAZNEDAR İngiltere’nin AB’yle ilişkisinin pamuk ipliğine bağlı olduğu bu dönemde AB’den çıkılması gerektiğinin en hararetli savunucusu olan UKIP, İngiliz halkının gözünde par- layan bir yıldız. Geçen yerel seçimlerde oylarını büyük oranda arttıran partinin AP seçimlerinde de bu ivmeyi sürdüreceğine ve iktidardaki muhafazakârların oylarını böleceğine kesin gözüyle bakılıyor. Zira son anketlere göre her beş seçmenden birinin oyu UKIP’e gidecek. dı: “Farage müthiş bir siyasetçi. İşbirliğini seçimlerden önce söyleyemeyeceğini anlıyorum. Ama seçimlerin ardından katılmasına kapı kapalı değil.” Ancak bu beyanın hemen ardından UKIP cephesinden gelen açıklamada Wilders’le ittifakın düşünülmediği yinelendi. Peki, tüm bu ısrarlara rağmen UKIP niye Avrupa Parlamentosu’nda aşırı sağın en büyük temsil gücünü elinde bulunduran ve bu iki liderin başını çektiği Avrupa Özgürlük İttifakı’yla birlikte seçimlere girmiyor? Üstelik bu ittifak Belçika’dan İtalya’ya, Avusturya’dan İsveç’e birçok önde gelen aşırı sağ partiyi de içinde barındırıyor ve son anketlere göre toplamda 38 milletvekili çıkaracakları tahmin ediliyor. İşte sorunun cevabı tam da burada yatıyor. Zira bu ittifak dışında bir de Farage’ın liderliğini üstlendiği Avrupa Özgürlük ve Demokrasi grubu bulunuyor. Halihazırda AB’den 1.2 milyon Euro yardım alan bu grubun kapanmaması UKIP için büyük bir önem taşıyor ve bu nedenle de kendini Avrupa Özgürlük İttifak grubundan gelecek tüm tekliflere kapalı tutuyor. UKIP’in hazırladığı pankartlar oluşturuyor. Ana Muhalefetteki İşçi Partisi’nin milletvekillerinden Mike Gapes, UKIP’i seçim pankartları dolayısıyla “ırkçılıkla” suçluyor. Özellikle işini kaybeden işçilerin resmedildiği ve baş sorumlu olarak AB’nin gösterildiği bu pankartların “gerçeği yansıttığını” belirten Farage, afişlerine sahip çıkıyor: “Bu Westminister balonunun dışında yaşayan ve hayatını kazanmaya çalışan milyonlarca İngiliz vatandaşının gerçeği. Eğitimli kesimleri kızdırıyor muyuz? Evet, kızdırıyoruz. Ama bundan hiç rahatsız olmuyoruz.” Sonuç olarak hem ülke içindeki artan muhalefet hem de ülke dışındaki ittifak çağrıları gösteriyor ki, UKIP büyük bir oy potansiyelini içinde barındırıyor. Zira son anketler UKIP’in iktidara doğru emin adımlarla yürüdüğünü işaret ediyor. Özellikle AB karşıtlığı üzerinden Cameron hükümetini oldukça zorlayan parti için AP seçimleri önümüzdeki yıl gerçekleşecek genel seçimler için iyi bir prova niteliği taşıyor. Son günlerde yürüttüğü kampanya ile İşçi Partisi’nin oylarının bir kısmını da hanesine yazan UKIP, belki de bu seçimlerden sonra ‘Tory-Labour” geleneğinin sonunu getirerek tarih yazacak, kim bilir… Le Pen’in ittifak çağrısı UKIP’in İngiltere’de gösterdiği başarının bir benzerini de Fransa’da Marine Le Pen gösteriyor. Bu doğrultuda seçim öncesi güçlerini birleştirmek isteyen Le Pen, Nigel Farage’a AB’ye karşı ortak hareket etme konusunda ittifak çağrısında bulundu. İki parti arasında “stratejik veya taktiksel farklılıklar” bulunmasına rağmen göç karşıtlığı başta olmak üzere birçok ortak yönlerinin olduğunu ifade eden Le Pen, seçimlerde ortak hareket edebileceklerini Farage’a iletti. Ancak UKIP cephesinden hiç beklemediği bir cevap aldı. UKIP’ ten yapılan açıklamada Le Pen’in Ulusal Cephe’yi modernleştirmeye yönelik çabalarına rağmen bir ittifakla ilgilenmedikleri belirtildi. Zira UKIP’e göre başta “önyargılar ve anti-Semitizm” olmak üzere partilerin DNA’ ları arasında büyük farklılıklar bulunuyordu. Le Pen’in teklifine benzer bir çağrıyı daha önce Hollandalı Geert Wilders de yapmış ve ret yanıtını almıştı. Reuters’e son yaşananlar sonrası açıklamalarda bulunan Wilders, seçimler sonrası belki bir ittifak olabileceğini belirterek isteğini bir kez daha tekrarla- Seçimler yaklaşırken Gerek ülke içerisinde gerekse ülke dışında artan bu popülaritesinin bir sonucu olarak UKIP, çeşitli çevrelerde gündeme gelen birçok tartışmanın da göbeğinde bulunuyor. AP milletvekili olan Farage’ın adının geçtiğimiz günlerde bazı usulsüzlük iddialarına karışması da bunlardan biri. Buna göre Farage’ın AP’den aldığı ödenekleri usulsüz bir şekilde harcadığı iddia ediliyor. Times’ın haberine göre İngiltere’deki ofisinin harcamaları için AB’den yılda 15 bin 500 pound ödenek alan Farage’ın ofisinin partililerce herhangi bir kira bedeli olmaksızın sağlandığı ve bu binanın yılda yalnızca 3 bin po- und harcaması olduğunu belirtiliyor. Yani iddialara göre Farage, ofisin harcamaları dışındaki 12 bin 500 poundu başka yerlere harcayarak ya da elinde tutarak usulsüzlük yapıyor. Farage ise tüm bu iddialara karşı çıkıyor ve bu yöndeki haberleri seçimler öncesinde kendisine yönelik “siyasi amaçlı bir saldırı” olarak niteliyor. Kültür Bakanı Maria Miller’ın benzer iddialar nedeniyle istifa ettiği ve Başbakan Cameron’un başının ağrıdığı bir dönemde bu tartışmanın ortaya çıkmasıysa Farage’ın bu nitelendirmesinin pek de haksız olmadığı yorumlarına yol açıyor. Seçimler öncesindeki bir başka tartışma noktasınıysa 10 Fransa’da Yerel Seçimler H. Kardelen IŞIK NİSAN 2014 ATAUM e-bülten Fransa’da Yerel Seçimler H. Kardelen IŞIK Anayasal bir ilke olarak “desantralize bir cumhuriyet” olan ve bu anlamda yerel yönetimlerinin yapısıyla kendine özgü bir farklılık taşıyan Fransa’da yerel seçimler geçtiğimiz Mart’ın sonunda yapıldı. 23 ve 30 Mart 2014 tarihlerinde iki turlu olarak gerçekleştirilen seçimler, François Hollande’ın Elysee Sarayı’na çıkmasının ardından gerçekleşen ilk seçim olma özelliğini de taşıyordu. Dahası, artan işsizlik, kemer sıkma politikaları ve ekonomik büyümenin sıfırlanması sorunlarına ilaveten Cumhurbaşkanı Hollande’ın özel yaşamındaki skandallara yönelik tepkiler nedeniyle yerel seçimlerden çok Hollande’ın Sosyalist Partisi’nin politikalarına karşı güvenoyu ve iktidarının onaylanması havasında geçti süreç. Öyle ki, Sosyalist Parti’nin seçimlerden yenilgiyle çıkması, yerel yönetimlerle birlikte başbakan da değiştirdi. Sosyalist Parti’nin ağır yenilgisine karşın aşırı sağın tarihi başarısı da Fransa siyasetini sarstı aslında. 2017’de yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde ülkedeki genel oy oranlarının ortaya çıkması açısından da önem taşıyan seçimlerde bir başka hayal kırıklığı da katılım açısından yaşandı. 1983’ten bu yana en düşük katılımın gerçekleştiği seçimlerde, sandığa gitmeyen halkın çoğunluğunun Sosyalist Parti seçmeni olması, Hollande’a desteğin büyük ölçüde kan kaybettiğini gösteriyor. Fransa’nın ‘yerel’i Halihazırda Avrupa’nın en merkezi yönetimlerinden birine sahip olan Fransa, Mitterrand’ın ülkenin geleceği için olmazsa olmaz gördüğü desantralizasyon sürecini 1982’de başlatmıştı. Yerelleşme adımlarıyla aşamalı olarak yetkileri ve güçleri artan belediyeler, 20032004 yıllarındaki Act II re- formlarıyla yetkilerini daha da genişletti. Önceki cumhurbaşkanı Nikolas Sarkozy döneminde de resmi olmayan şekilde Act III olarak anılan reformlarla son halini alan belediyelerin yerel yönetim yetkileri, “collectivite territoriale” kavramıyla anılıyor. Yerel yönetimlerle birlikte merkezi yönetimlerin de teşkilatlanmasını kapsayan bölge sistemi mantığı böylelikle Fransa’yı diğer Avrupa ülkelerinden ayrıksı kılıyor. Seçim sisteminde de ilk turda yüzde 50’den fazla alan aday seçimi kazanmış sayılıyor, böylelikle ikinci tura gerek kalmadan belediye başkanlığını ilan ediyor; aksi halde ikinci tur ilk iki sırayı alan adaylar arasında geçiyor. Bununla birlikte, yerel yönetim yetkilerinin bazı Avrupa ülkelerine kıyasla çok sınırlı olduğu Fransa’da Cumhurbaşkanı François Hollande’ın bu konuda adımlar atabileceği beklentileri halen mevcut olsa da, konunun yakın zamanda gündeme gelmesi beklenmiyor. Halk Hareketi Birliği (Union Pour un Mouvement Populaire) lideri Jean François Cope’un açıklaması da adeta Ayrault’un endişesini doğrular nitelikteydi. Yalnız küçük bir farkla: İlk turda iktidardaki Sosyalist Parti’ye olan öfkeleri nedeniyle seçmenlerin aşırı sağa oy verdi- ğini belirten Cope, ikinci turda bu seçmenlerin Halk Hareketi Birliği’ne (UMP) oy vereceği görüşündeydi. Halk Hareketi Birliği’nin (UMP) ilk turdaki bu başarısı Hollande’a olan tepkinin yanı sıra eski cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin yolsuzluk skandalının UMP’nin oylarını İlk tur merkez sağın Kayıtlı seçmenlerin yüzde 35’inin sandığa gitmediği ilk turu merkez sağ önde tamamlarken, iktidardaki Sosyalis t Parti büyük ölçüde hayal kırıklığına uğradı ve ikinci turda Yeşiller ve Komünist Parti’yle ittifak yapma kararı aldı. Öyle ki, bir hafta sonra “eski” sıfatına sahip olacak Fransa Başbakanı Jean-Marc Ayrault partisinin beklenen oyların çok altında kaldığını kabul ederek ikinci turda aşırı sağ parti adayların seçimleri kazanmaması için seferber olma ve sandığa gitme çağrısında bulundu. Seçimlerin ilk turunu önde tamamlayan merkez sağ parti ATAUM NİSAN 2014 e-bülten etkilemediğini de gözler min en önemli lideri Marine önüne sermiş oldu. Le Pen’in Ulusal Cephe’si (Le Yüzde 47 oy alan Cope’un Front National-FN) ikinci tur memnuniyeti ya da büyük için de kilit parti olma özellibeklentilere rağmen yüzde ğini arttırarak korudu. İlk tur38’te kalan Ayrault’un endi- da 1995’ten bu yana en dikşesi bir yana, ilk turda önem- kat çekici yükselişini gösteli bir başarı gösteren aşırı sağ- ren FN, ilk turda oyların yüzcı, AB ve göçmen karşıtı kesi- de 5’ini aldı; bir önceki se- çimler olan 2008’de bu oran yalnızca yüzde 0.9’du. Avrupa’da artan göçmen karşıtlığıyla aşırı sağın desteğinin artması bekleniyordu ancak yabancı düşmanlığıyla kampanya yürütmesine rağmen partisinden en az 80 yabancı kökenli belediye başkanı Fransa’da Yerel Seçimler H. Kardelen IŞIK 11 adayı bulunan Le Pen’in başarısı ilk turda beklenenin çok üzerindeydi. Yine de Le Pen, ikinci turda kendi adaylarının bulunmadığı seçim bölgelerinde çekimser kalınması çağrısında bulundu. Hollande’a tepki, Sosyalistlerin yenilgisi İlk turu merkez sağın önde bitirmesinin ardından, seçmenin iktidardaki Sosyalist Parti’ye olan tepkisini ya sandığa gitmeyerek ya da merkez sağı destekleyerek gösterdiği ve sosyal ve ekonomik politikaları nedeniyle de Hollande’ı cezalandıracağı yorumlarının hız kesmediği bir ortamda, Fransa’da seçimlerin ikinci turuyla malu- mun ilanı yapıldı. Sosyalist Parti oylarını ancak yüzde 43’e çıkarırken, merkez sağ ittifakıysa oyların yüzde 45’ ini aldı. Böylelikle Fransa’da 58 belediye soldan sağa kaymış oldu. Le Pen’in Ulusal Cephe’siyse aldığı yüzde 7 oyla 10 belediye başkanlığı kazandı. FN’nin bu başarısı, Mayıs’taki Avrupa Parlamentosu seçimlerinde de aşırı sa- ğın önemli bir güçle çıkabileceğini gösteriyor. Halk Hareketi Birliği (UMP) lideri Cope, partisinin rengine atıfla Fransa’nın “mavi bir dalgaya” girdiğini belirtirken, Hollande ise Ayrault ve hükümetinin değişebileceğinin ilk ciddi sinyallerini vermeye başlamıştı. Büyük çekişmenin yaşandığı ve ilk turda UMP adayı Nat- halie Kosciusko-Morizet’nin yalnızca yüzde 0.5 önde tamamladığı Paris’teki seçimlerden Sosyalist Parti’yi tek tatmin eden sonuç geldi. Paris’in ilk kadın belediye başkanı olan İspanya doğumlu Sosyalist aday Anne Hidalgo ile Sosyalist Parti Paris’te ipi göğüsledi. luluğunu üstlenmesiyle birlikte Fransa hız kesmeden yeni bir değişim sürecine daha girdi. Seçimlerin ertesi günü bir televizyon programına katılan Hollande, Başbakan JeanMarc Ayrault’un istifasını kabul ederek yeni hükümeti kurma görevini içişleri bakanı Manuel Valls’a verdiğini açıklayadı. Böylece seçim sonuçlarından ders alındığının da altını çizdi. Fransızların güvenini tekrar kazanmaya çalışacak olan Hollande, aynı programda Valls’ın yerine getirmesi gereken görevlerden de bahsetti. Fransa’nın yeni döneminin yol haritasını veren Hollande’ın ardından Valls’ın özellikle ekonomiyi canlandırma yönünde adım atması beklentisi öne çıkıyor. Ancak İspanyol kökenli yeni başbakanın daha liberal olduğu ifade edilse de seçim yenilgisinin ardından bir de Sosyalist Parti (PS) içinde artan muhaliflerle de mücadele etmesi gerekiyor. Başbakan değişikliği 10 yıldır ilk kez iktidarda olan Sosyalist Parti’nin Ayrault hükümeti, Mayıs 2012’de Hollande’ın cumhurbaşkanı olmasının ardından kurulmuştu. Sosyalist Parti’nin toplumsal desteğini kaybetmeye başladığı döneme rastlayan seçimlerde Hollande’a yönelik tepkinin yanı sıra yapılan son kamuoyu yoklamalarında Fransızların Başbakan Jean-Marc Ayrault’ dan son derece rahatsız olduğu ve görevden alınması isteği de dikkat çekiyordu. Ni- hayetinde işsizliği azaltma ve yatırım çekme politikalarına çabalayan Sosyalistlerin Fransa’da yarattığı memnuniyetsizlik seçim yenilgisine mal oldu ve sağın yükselişine ivme kazandırdı. Daha ikinci tura geçilmeden Sosyalistlerin kayıplarıyla Hollande’ın kabine değişikliğine zorlanacağı ve birçok bakanının yanı sıra Jean-Marc Ayrault’ la da yollarını ayırabileceği zaten belirtiliyordu. Seçim sonuçlarının ilanının ardından Ayrault’un yenilginin sorum- 11 12 Çanlar Ukrayna İçin Çalıyor Mühdan SAĞLAM NİSAN 2014 ATAUM e-bülten Çanlar Ukrayna İçin Çalıyor Mühdan SAĞLAM Kasım’dan bu yana suların durulmadığı Ukrayna, iç savaş tehdidiyle karşı karşıya kalmış gibi görünüyor. Başta Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) olmak üzere pek çok uluslararası kurum ve dahi olayların tırmandırılmasından sorumlu tutulan Rus yetkililer bile iç savaş uyarısında bulunuyor. Ukrayna’yı iç savaşın eşiğine getiren gelişmeler analiz edildiğindeyse, 2010’da Ukrayna’nın devrik başkanı Viktor Yanukoviç’in seçilmesinde etkili olan bölgelerle Batı yan- lısı yerler arasında net bir kamplaşmanın yaşandığı dikkat çekiyor. Ancak uluslararası kamuoyunu alarma geçiren, söz konusu kamplaşmanın silahlı çatışmaya dönüşmüş olması. Her geçen gün şiddetin dozunun arttığı bölgelerde Kiev yönetimi askeri kuvvet kullanarak isyanları bastırmaya çalışıyor. Buna karşın, Kırım gibi Rusya’ ya katılmak istediğini ifade eden bölgeler, Kiev yönetiminin önlemlerine aynı sertlikte cevap veriyor. Her gün yaralı ve ölü haberlerinin geldiği İç savaşa doğru Kırım’ın Ukrayna’dan ayrılıp Rusya’ya katılmasının ardından Ukryana’nın doğusundaki üç kentte tansiyon yükselmeye başladı. Rus nüfusun Kırım kadar olmasa da yoğun olarak yaşadığı bu bölgelerde Kiev’deki yönetim değişikliğine kadar varan olaylara karşı mesafeli bir yaklaşım vardı. Hatta yer yer söz konusu bölgedeki yöneticiler, Rusya’yla köprülerin atılmasının Ukrayna’ya özellikle Rusya’yla ticaret hacmi yüzde 65’lerde olan Doğu Ukrayna’nın sanayi bölgelerine zarar vereceğini ifade etmişlerdi. Buna karşın Ukrayna’da suların bir türlü durulmaması, peşi sıra Kırım’ın Rusya’ya katılması, Doğu Ukrayna için fitilin ateşlenmesine neden oldu. Tıpkı Kırım’ da olduğu gibi üzerlerinde askeri formalar olan ancak hiçbir rütbe ya da devlete ait bir işaret taşımayan silahlı gruplar, önce kamu binalarını işgal etti. Yerel Parlamentoları ele geçirilmesinin ardından gönderlere çekilen Rusya bayrakları söz konusu grupların taleplerini de net biçimde ifade ediyor gibiydi: Rusya’ya katılmak. Şiddetin gittikçe tırmanması ve vandallığa varan olayların yaşanması karşısında Rusya’ dan bölgeye barış gücü sevk etmesini talep eden milisler Moskova’nın suskun kalmasıyla beklentilerine cevap alamadı. Bununla beraber, 11 Mayıs’ta Ukrayna’dan ayrılmak için referandum kararı alan gruplar gün geçtikçe Donetsk başta olmak üzere Luhansk ve Kharkiv’de etkilerini arttıyor. Her ne kadar Doğu Ukrayna’da en sert çatışmalar Donetsk, Slovyansk ve Luhansk’ta yoğunlaşmış durumda. Nitekim çatışmalar öyle bir hal aldı ki, 28 Nisan’da Ukrayna’nın ikinci büyük kenti Kharkiv belediye başkanı silahlı saldırıya uğradı. Kiev’de AB yanlılarının sokaklara dökülmesi ve ardından Viktor Yanukoviç’in azledilmesine giden süreç boyunca Güneydoğu Ukrayna’ da sessizlik hakimdi. Yapılan kamuoyu araştırmalarında da Rusya’yla ticaretin yüksek olduğu bu sanayi bölgesinde eğilimin Rusya’dan yana olduğu ve Kiev’deki gösterilerin bir an önce son bulması temennisinin baskın olduğu görülüyordu. Bununla beraber, Rusya’nın Şubat 2014 itibariyle Kırım’a yönelik özel bir politika yürütmesi, dahası Rus nüfusu korumak için Kırım’daki askeri birliklerini daha aktif hale getirmesi, Rus nüfusun olduğu bölgelerde benzer bir talebe neden oldu. bugün silahlı gruplar Rus yanlısı milisler olarak anılıyorsa da Kiev’e karşı seslerini yükselten ve sokaklara dökülen kitlelerin taleplerinde bir birlik olmadığı açık. Donetsk’ teki göstericiler Rusya’ya katılmak istediklerini ifade ederken, Luhansk’daki kitleler daha fazla özerk yönetim, diyalog ve istikrar talep ediyor. Nitekim mikrofonların uzatıldığı grup liderleri de federasyon modelinin Ukrayna’da uygulanması gerektiğini ifade ediyor. Ukrayna’nın doğusunu saran isyan dalgası karşısında 17 Nisan’da Cenevre’de ABD, AB, Ukrayna ve Rusya’ nın katıldığı diyalog zirvesi, gelen ölü ve yaralı haberlerinin gölgesinde gerçekleşti. Zirveden çıkan anlaşma metninde Ukrayna genelindeki tüm grupların silahlarından arındırılması, siyasi af, yerele yetki aktarımını öngören anayasa değişikliği, işgal edilen kamu binalarının boşaltılması, Rusya’nın Ukrayna sınırındaki asker sayısını azaltması ve bu önlemlerin AGİT gözlemcilerinin nezaretinde yapılması karar alındı. Fakat Cenevre Zirvesi’nin ertesinde Kiev yönetimi gün geçtikçe güçleri artan ve ayrılık taleplerini üst perdeden dile getiren grupları ayrılıkçı ve terörist olarak nitelendirdi. Kırım’daki gibi bir durumu tekrar yaşamak istemediklerini ifade eden iktidar kanadı, söz konusu gruplara karşı terörle mücadele yöntemlerinin kullanılacağını ve seri operasyonların başlatılacağını açıkladı. Bu çerçe- 11 10 ATAUM e-bülten vede Ukrayna Geçici Devlet Başkanı Aleksander Turçinov gelişmeler üzerine Litvanya' ya yapacağı ziyareti iptal etti ve güvenlik yetkililerini acil toplantıya çağırdı. Yapılan toplantı sonrasında Kiev’den askeri birlikler Doğu Ukrayna’ya sevk edilmeye başladı. Öyle ki, Ukrayna birlikleriyle NİSAN 2014 milislerin karşı karşıya kalması sonucunda ölü ve yaraların olduğu çatışmalar yaşandı. Çatışmalara bir de Ukrayna’nın Slavyansk kentinde gözlemde bulunan AGİT heyetinin rehin alınmasının eklenmesiyle Doğu Ukrayna Krizi Avrupa’yı da sardı. NATO ajanlığıyla suçla- nan ve çoğunluğunu Almanların oluşturduğu rehinelerin karşılığında çatışmalarda gözaltına alınan milisleri talep eden ayrılıkçı grubun AGİT heyetini ne zaman bırakacağı bilinmiyor. Gerek Kiev yönetiminin sert tavrı, gerekse milis grupların AGİT gözlemcilerini rehin alması Çanlar Ukrayna İçin Çalıyor Mühdan SAĞLAM 13 uluslararası kamuoyunda Cenevre Anlaşmasının son bulması şeklinde yorumlandı. Ayrıca Rusya’nın Ukrayna sınırındaki askeri birliklerini çekmemesi de Cenevre Anlaşmasına yeni bir darbe girişimi olarak yorumlandı. Rusya’ya yönelik yaptırımlar sertleşti Ukrayna’da suların bir türlü durulmamasından açık ya da örtük bir biçimde pek çok ülke Rusya’yı sorumlu tutuyor. Nitekim 14 Nisan’da Rusya’ nın çağrısıyla toplanan BM Güvenlik Konseyi’nde de hem ABD hem de İngiltere temsilcileri Ukrayna’nın iç savaşın eşiğine gelmesinde Rusya’nın rolü olduğunu söyledi. Söz konusu suçlamaları reddeden Rusya temsilcisi Vitaliy bu iddiaların Recep Çurkin Ersel ERGE ıspat edilmesini istedi, ancak hem ABD hem de İngiltere ellerindeki verileri şimdilik paylaşmayacaklarını ifade etti. Gerginliğin tırmandığı her anda gözlerin çevrildiği ABD’yle AB ise yaptırımları sertleştirerek Rusya’yı ayrılıkçı grupları desteklemekten vazgeçirmeye çalışacaklarını ifade etti. Beyaz Saray’dan yapılan açıklamada, yaptırımların Rusya’nın Ukrayna’da devam eden "yasadışı operasyonlarına" ve "provokasyonlarına" bir yanıt olduğu belirtildi. Cenevre’deki görüşmelerden bu yana Rusya’nın yükümlülüklerini yerine getirme ve krizin giderilmesini sağlama yönünde hiçbir girişimde bulunmadığına dikkat çeken Beyaz Saray, Ukrayna’nın doğusunda yaşanan son şiddet olaylarında Rusya’nın da rol oynadığını vurguladı. Nitekim, Washigton 28 Nisan itibariyle, Putin’e yakınlığıyla bilinen ve içlerinde Gazprom’un Genel Müdürü Aleksey Miller ve Rosneft’in Yönetim Kurulu Başlanı İgor Seçin’in de olduğu yedi isim için vize yasağıyla mal varlığını dondurma ve 17 şirkete yaptırım kararı aldı. Benzer biçimde Bürksel de Rusya’ya yönelik yaptırımları sertleştireceklerini ve 15 yeni isme yasak koyacaklarını ifade etti. Rusya adına açıklama yapan Dışişleri Başkan Yardımcısı Sergey Rabkov ise Washington’un gerçekçiliğini kaybettiği ve olayları yanlış yorumladığı görüşünde. Rusya’nın bu yaptırımlar karşısında sessiz kalmayacağının altını çizen Rabkov, Moskova’nın da ABD’nin canını yakacak yaptırımları uygulamaya sokmaktan çekinmeyeceğini sözlerine ekledi. Sonuç olarak şiddet haberinin sıradanlaştığı Ukrayna’ da suların ne zaman durulacağı hala belirsizliğini ko- ruyor. Buna bir de isyanların gün geçtikçe yayılması eklendiğinde, Cenevre Görüşmeleri gibi benzeri toplantıların sonuçsuz kaldığına ilişkin yorumlar kanıksanır hale geliyor. Dahası ABD’yle AB’ nin farklı platformlar aracılığıyla Rusya’ya yönelik yaptırımların dozunu arttırması da çatışmaları kısa vadede sonlandıracağa benzemiyor. 25 Mayıs’ta yapılacak Devlet Başkanlığı seçiminden çıkan sonuç, Ukrayna’ya istikrar getirir mi bilinmez, ancak Rusya’yla Batı arasındaki kamplaşmada en çok hasarı Ukrayna halkının gördüğü su götürmez bir gerçek olarak masada duruyor. Portre Portre Recep Ersel ERGE Boris Yeltsin Karşılaştığı ilk kriz, muhafazakâr komünistlerin darbe girişimiydi. Gorbaçov evinde rehin alınmış, darbecilerin kontrolündeki ordu birlikleri parlamento binasını kuşatmıştı. Takipçilerini yanına alan Yeltsin kuşatmadaki bir tankın üzerine çıktı ve “Rusya’nın seçilmiş Başkan’ı olarak” darbenin derhal sonlandırılmasını emretti. Bir kesime göre ekonomiyi mahvetmiş, milyonları yoksulluk ve açlığa sürüklemişti. Diğer bir kesime göreyse komünizme son vererek özgürlüğü getirmiş, ülkeyi dünyayla birleştirmişti. Kimilerine göreyse bu iki görüş de haklıydı. Rus tarihinde seçimle göreve gelen ilk devlet başkanı Boris Yeltsin, Sovyet Rusya’nın dağılması sürecini hızlandıran ve yeni Rusya’ya şekil veren kişiydi. Son Sovyet lideri Gorbaçov’u reformlarının yavaş ilerlediği gerekçesiyle açıktan açığa eleştirmesi halkın desteğini almasını sağlamıştı, ama yeni Rusya’ya uyguladığı reformlar o kadar hızlıydı ki ülke ekonomisinde yarattığı “şok etkisi” aynı hızla gözden düşmesine sebep olacaktı. Yeltsin çiftinin ilk çocuğu Boris Nikolayoviç, 1 Şubat 1931’de Ural Dağları’ndaki küçük bir Sibirya köyünde dünyaya geldi. Babası Sovyet karşıtı hareketlere katıldığı gerekçesiyle birkaç yılını Stalin’in çalışma kamplarında geçirmiş bir işçiydi. Boris, iki kardeşiyle birlikte komün hayatının getirdiği ağır sorumluluklar altında büyüdü. Ancak, haklı olduğuna inandığı zaman otoriteye karşı çıkmaktan korkmuyordu. Ortaokulda istismarcı rehberlik öğretmenini şikâyet ederek okuldan atılmasını sağladı. Lise sondaysa, salgın hastalığı nedeniyle okuldan uzaklaştırılmıştı, ama “derslere katılmadığı” gerekçesiyle yılsonu sınavlarına da alınmıyordu. Yaptığı itiraz haklı bulundu. Bu ve benzeri otorite sorgulamaları, özellikle Stalin döneminde gerçekleştiği düşünülürse, cesaret gerektiren işlerdi. Ural Politeknik Enstitüsü’ nden 24 yaşında mezun oldu. İnşaat mühendisi olarak başladığı kariyerine aynı sektörde idareci olarak devam etti. Genç yaşta evlenip iki çocuk sahibi olan Yeltsin, 30 yaşında Sovyetler Birliği Komünist Partisi’ne katılarak siyasete atıldı. Doğup büyüdüğü Sverdlovsk bölgesinin Parti sekreteri olarak atanması (1976), siyasetteki başarısını kanıtlıyordu. Ancak kariyerindeki asıl dönüm noktası ATAUM e-bülten 1985’te geldi. SSCB’nin yeni lideri Mihail Gorbaçov tarafından Parti Merkez Komitesi’ne alınan Yeltsin, hemen ardından da Moskova İl Başkanı olarak atanmıştı. Görevi yolsuzluğa batmış “Moskova çarkı”nı düzeltmekti. Çok geçmeden, oy hakkı olmaksızın Politbüro’ya da girdi. Hızlı yükselmesinin nedeni, Gorbaçov’un reformlarını açıkça desteklemesiydi. Fakat sonradan bu reformların çok yavaş ilerlediğine kanaat getirdi ki, bu da hızla gözden düşmesine neden oldu. 1987’de bir toplantıda Gorbaçov politikalarını dobra dobra eleştirince Moskova İl Başkanlığı’ndan alınan Yeltsin, Politbüro’dan da kendi isteğiyle ayrıldı. Ancak halk nezdinde potansiyel kurtarıcı olarak görülmesi sayesinde tekrar yükselmesi gecikmeyecekti. 26 Mart 1989’da, Sovyetler Birliği Halklarının Temsilciler Meclisi’ne çok rahat bir şekilde seçildi. Gorbaçov reformları kapsamında 1988 yazında kurulan yeni Sovyet yasama meclisiydi burası. Gorbaçov’un itirazlarına rağmen bir de Meclis Başkanı seçilen Yeltsin, 1990’da Komünist Parti’den istifa etti. Nihayetinde, 12 Haziran 1991 Başkanlık seçimlerinde de oyların yarısından fazlasını alarak Rusya Federasyonu Başkanı seçildi. Rus tarihinde serbest seçimlerle devlet başkanı olan ilk kişiydi. (Gorbaçov, Sovyetler Birliği Komünist Partisi ve SSCB lideri olarak görevine devam ediyordu.) Başkan’ın ilk sınavı, muhafazakâr komünistlerin 18 Ağustos 1991’de yaptığı darbe girişimiydi. Gorbaçov evinde rehin alınmış, darbecilerin kontrolündeki ordu birlikleri parlamento binasını kuşatmıştı. Takipçilerini yanına alan Yeltsin, kuşatmadaki bir tankın üzerine çıktı ve “Rusya’nın seçilmiş Başkan’ı olarak” darbenin derhal sonlandırılmasını emretti. Nihayetinde Yeltsin’in bizzat yönettiği direnişle darbe boşa çıkarıldı, üç gün rehin tutulan SSCB lideri kurtarıldı. Rusya’da siyasi güç, “kurtarıcı” Yeltsin’in elindeydi artık. Yeltsin de bu gücü sonuna kadar kullandı. Öncelikle, Kasım 1991’de Rusya’da Komünist Parti’yi yasadışı ilan etti! Arından, 8 Aralık 1991’ de, SSCB’nin yılsonu itibarıyla sona ermesi ve yerine Bağımsız Devletler Topluluğu’ nun kurulması konusunda Ukrayna ve Belarus’la anlaştı. Sekiz devlet daha anlaşmaya katılınca Gorbaçov 25 Aralık 1991’de SSCB Başkanlığı’ndan istifa etmek zorunda kaldı ve Sovyetler Birliği 1 Ocak 1992’de resmen NİSAN 2014 sona erdi. Böylece Rusya’nın tek hâkimi olan Yeltsin, liberal reformlarını art arda uygulamaya soktu. “Şok terapi” diye adlandırılan reformları, serbest seçimlerin yanında mülkiyet hakkı ve ifade özgürlüğü gibi temel hakların sağlanması açısından iyiydi. Fakat ekonomideki değişimin etkisi felaketti. Fiyatlar genel seviyesi önemli ölçüde yükseldi, büyük bir nüfus açlık sınırının altında kaldı. Maaşların aylarca ödenemediği dönemler oluyordu. Yolsuzlukla mücadele çok zayıftı. Özelleştirmeler sırasında büyük servetler küçük bir azınlığın elinde toplandı. Sonuçta haklı olarak ifade edildiği gibi, ülkede tam bir “şok” yaşanıyordu ama “terapi” yoktu. Eylül 1993’te başlayan oturma eylemini yüzlerce kişinin hayatına mal olan silahlı tedbirlerle bastırması “kurtarıcı Yeltsin” imgesini iyice unutturdu. Gerçekten de Yeltsin, “gerektiğinde” demokrasiyi bir kenara bırakıp kaba kuv- vete başvurmaktan kaçınmıyordu. Rus ordusunu 1994’te Çeçenistan’daki isyanları bastırmak için de yoğun olarak kullandı. Bu arada Komünist Parti tekrar kurulmuştu ve 1996 seçimleri öncesinde Yeltsin’e karşı çok güçlü bir kampanya yürütüyordu. Fakat Yeltsin, en başarısız ekonomik reformlarından bazılarını geri almak ve Çeçen savaşını bitirmek vaadiyle çok az farkla da olsa seçimleri kazandı. Gerçekten Ağustos 1996’da Çeçenistan’la barış müzakereleri başladı, ama ülkenin ekonomik sorunlarını düzeltmek öyle basit bir iş değildi. Seçimleri kazanmasına rağmen, siyasi kariyerinde en az destek gördüğü dönemleri yaşıyordu. Üstelik sağlık sorunları da çalışmasını engellemeye başlamıştı. 1996 sonlarında birden fazla kalp ameliyatı geçirdi. Solunum problemleri vardı, depresyon ve alkol bağımlılığı teşhisi kondu. Resmî törenlerde bile alkolün etkisinde olduğu Portre: Boris Yeltsin Recep Ersel ERGE fark ediliyordu. O eski tatlısert ve sempatik Yeltsin imgesi toplumsal hafızadan silinmişti artık. Bu şekilde bir süre daha idare ettikten sonra 31 Aralık 1999’da istifasını açıklayarak tüm dünyayı şaşırttı. Dokuz yıldır Başkanlık yapan Yelt sin, Rusya’nın ye ni binyılda yeni bir lidere ihtiyacı olduğunu düşünüyordu. Mart 2000 seçimlerine kadar reformlarını devam ettireceği ümidiyle, pek az kimsenin tanıdığı Başbakan Vladimir Putin’i Başkan Vekilliğine atadı. İstifasından sonra karısı, iki kızı ve torunlarıyla huzurlu bir emeklilik yaşadı. Rus sporcular için tezahürat yaptığı tenis karşılaşmaları sayılmazsa, kamusal alanda pek görünmedi. 23 Nisan 2007’de 76 yaşında ölen Boris Yeltsin, görkemli bir devlet töreniyle Moskova’da en ünlü sanatçılar, bilim adamları ve siyasetçilerinin gömüldüğü Novodeviç mezarlığına defnedildi. 21 15 Müjdecisi Festivaller 16 Baharın Ezgi POLAT NİSAN 2014 ATAUM e-bülten Baharın Müjdecisi Festivaller Ezgi POLAT Dünyanın pek çok yerinde bahar festivalleri tıpkı ağaçların çiçeklenmesi gibi baharın gelişini müjdeler. Ki pek çok festivalin çıkış noktası da baharı karşılama geleneklerinden doğmuştur. İnsanlar hem kışın iç mekanlara hapsolmuş olmaktan, hem de yoğun işokul tempolarından kurtulmayı sokaklara çıkıp müzik, dans, yemek, sanatsal ve kültürel etkinliklerle eğlenerek kutlar. Bahar festivalleri genel olarak mart-nisan-mayıs ayları içerisinde gerçekleşir. Hatta daha çok nisan ayı festival ayı olarak benimsenmiştir. Avrupa’daki bahar festivallerine baktığımızdaysa geleneklerle bütünleşmiş ve mutlaka görülmesi gereken birsıyla isim değiştirerek Koninkaç ilginç festival göze çarpıginnedag (Kraliçe Günü) isyor. Bunlardan ilki Hollanda’ mini alır ve yaz tatilinin son da 26- 27 Nisan’da gerçekgününe denk gelmesi sebeleştirilen ve kralın günü anbiyle de daha çok çocukların lamına gelen Koningsday baskın olduğu bir festival göFestivali’dir. Tarih, Kral Wilrünümüne bürünür. Kraliçe lem Alexander’in doğumunu Wilhelmina’nın kızı Juliana’ işaret eder. 1890’den 2013’ nın 1948’de tahta geçmesiye kadar Koninginne-dag yale festival 30 Nisan’a taşınır. ni Kraliçe’nin Günü olarak bi1980’de tahta geçen Kraliçe linen festival, tahta son olaBeatrix ise tarihte değişime rak William Alexander’ın geçgitmezken festivalin kutlama mesiyle isminde değişikliğe geleneğini değiştirir ve daha gitti. İlk olarak 31 Ağustos önceden saray yakınlarında 1 8 8 5 ’ t e Pr i n s e s s e - d a g yapılan çiçekli geçitlerin yeri(Prenses’in günü) adı altında ne her yıl farklı bir Hollanda Hollanda tahtının mirascısı kentine gidip oradaki festiPrenses Wilhelmina’nın dovallere oğluyla birlikte katılğum gününü kutlamak adımayı tercih eder. 2013’te Krana tatil günü ilan edilmesiyle liçe tahtını oğluna devrebaşlayan gelenek, Prensedince festival Kral’ın günü yasin tahta çıkıp Kraliçe olma- Beltane Ateş Festivali Bir diğer Nisan festivaliyse İskoçya’nın Edinburgh kentindeki Beltane Ateş Festivali. Yazın gelişini simgeleyen Beltane Festivali tam olarak 1 Mayısın’tan önceki gece kutlanır. Çünkü kırsal kökenli Kelt insanları için ışığı ve büyümeyi getiren mevsim değişimi çok önemli bir olaydır. Kutlamalar Beltane ekmeği pişirilmesi, yetiştirilen yeşillik veya bitkilerin sergilenmesi ve geçici ya da süreli bir evli- lik yemini töreninin yapılması şeklinde gerçekleştirilir. Fakat festivalin en önemli kısmı Beltane ateşinin yakılmasıdır. Ateş, güneşin yaza doğru gittikçe büyüyüşünü ve gücünü temsil eder. Büyük baş hayvanlar ve çiftlik hayvanları ateşin etrafında sürülür ve cesaretli insanların da ateşin üstünden atlaması beklenir. Yalnız günümüz modern kutlamalarında çiftlik hayvanlarıyla yapılan gösteri Walpurgis Festivali Bir diğer bahar festivali de Merkez ve Kuzey Avrupa boyunca görülen Walpurgis (Witches’Night) yani Cadılar Gecesi. Eski bir festival olan Cadılar Gecesi, baharı karşılama ve kötü ruhları uzaklaştırma gibi amaçlar içeriyor. Pek çok varyasyonu olan festival, genelde dans ve ateşlerle 30 Nisan ya da 1 Mayıs tarihlerinde kutlanır. Walpurgis festivaliyle Halloween arasında 6 ay olmasına rağmen neredeyse Halloween ile aynı olarak Walpurgis de eski pagan kostümleri, batıl inançlar ve ateş üzerinden temellendirilir. Festival ismini cadılık ve büyücülük karşıtı konuşmalarıyla bilinen 8. yüzyıl misyonerlerinden Aziz ni Konings-day olarak 27 Nisan’da kutlanmaya başlar. Aynı zamanda Hollandalıların ikinci el eşyalarını sattıkları festival, yurt çapında Vrijmarkt yani Serbest Pazar olarak da bilinir. Koningsday, oranjegekte (turuncu çılgınlık) içinde bir fırsat o la rak gö rül mek te. Oranjegekte, kraliyetin rengini sembolize eden turuncu rengin bu tarz büyük kutlamalarda (özellikle büyük spor şampiyonaları gibi) şehrin turuncu renge büründüğü olayları anmak için kullanılır. Hatta festivalde sıklıkla muhafazakar Hollandalıların saçlarını turuncuya boyayıp saldıkları görülür. Festival boyunca daha çok Amster- dam’da olmak üzere şehir meydanlarında pek çok kutlama, konser ve özel etkinlikler düzenlenir. Açık hava konserleri genellikle içinde 800 bin kişiyi toplayabilen Amsterdam’ın ünlü Museumplein alanında gerçekleştirilir. Araç trafiğine kapanan şehir merkezindeki etkinliklerden sonra partiler gece boyunca hatta sabaha kadar sokaklarda ve serbest pazar alanlarında devam eder. Festivale katılanlar turuncu giyinip saçlarını turuncuya boyarken, turuncu renkte içecekler içilir ve böylece festival boyunca turuncuya bezenmiş bir şehirle karşı karşıya kalınır. bulunmamakta. Bunun yerine Beltane Ateş Topluluğun’ nun yönettiği tören, May Queen (Mayıs Kraliçesi) ve Green Man’in (Yeşil Adam) National Monument’tan başlayıp saat yönünün tersi boyunca uzayıp giden yol boyunca yürümesi ve son olarak büyük bir ateş yakmaları şeklinde vuku bulur. Ateş yakıldıktan sonra ritüel tamamlanır ve ardından dans, yemek, içecek ve müziği içe- ren eğlenceye sıra gelir. Bahar festivalinin doğasına uygun olarak bolluk, bereket ve doğa güzelliklerinin kutlandığı festival, katılımın kişiye bağlı olduğu bir takım folklorik törenler de içerir. Çıplak olarak katılınan bu ayinlerde günaha girdiğini düşünenler sevgilileriyle birlikte yemin töreni gerçekleştirerek ilişkilerinin bağını daha da kuvvetlendireceklerine inanır. Walburga’dan almakta. 1 Mayıs 779’da Azizler listesine alınan Aziz Walburga’nın adına o günden beri yapılmaya başlanan kutlamalar, aynı zamanlarda ortaya çıkan Viking festivalleri ve gelenekleriyle yıllar içinde birbirine karışarak melez bir gelenek halini almış ve Walpurgis olarak bilinen pagan- katolik kutlamalarını ortaya çıkarmıştır. En meşhurları Almanya ve İsveç’de gerçekleşen festival, ilginç kostüm ve danslarla pagan kültürünün bir sunumunu göstermesi açısından geniş bir coğrafyada görülmeye değer bulunur. 7 Avrupanın Marşları İsveç Yiğit KÖSEOĞLU Sen eski, sen özgür, sen dağlık kuzey Sen sessiz, sen eğlenceli ve adil! Seninle tanıştım dünya üzerindeki en güzel ülke Senin güneşin, senin gökyüzün, senin yeşil çayırların Geçmişin şanlı anıları üzerine taht kurmuşsun Seni onurlandırmak için gezer ismin tüm dünyada Sen geçmişte, şimdide, gelecekte de aynı olacaksın Burada, Kuzeyde yaşamak ve ölmek istiyorum. Marşın sözleri 1844’te Richard Dybeck (1811-1877) tarafından yazıldı. Dybeck bu sözleri bir halk şarkısına uyumlu olacak şekilde kaleme aldı; fakat bu halk melodisi Edvin Kallstenius (1881-1967) tarafından tekrardan düzenlendi ve şimdiki halini aldı. Gene aynı zaman zarfında Dybeck tarafından ilk satırda değişikliğe gidilmiş, “Sen eski, sen sağlam” şeklindeki kısım “Sen eski, sen özgür” olarak değiştirilmiştir. Bu değişikliğin insanların alışkanlıklarını bir çırpıda değiştirdiğini söylemekse güç. Çünkü değişimin üzerinden yıllar geçmesine rağmen “sağlam” sözcüğünün konuyla ilgili kitaplarda yine de kullanıldığını görüyoruz. Şimdi son olarak marşın en ilginç yanından bahsedelim. İsveç milli marşı resmi olarak tanınmış bir marş değil! Halen İsveç Anayasası’nda bu marşla ilgili hiçbir madde bulunmamakta, hatta ve hatta tarihsel süreç içinde birkaç kez bu marşın resmi marş için önerildiğini fakat kabul edilmediğini de eklemekte yarar var. Her ne kadar parlamenterler resmi olarak kabulü karşısında diretse de, bu marş halk tarafından dillendirilmeye devam etmekte. AB Temel Eğitim ve İlgi Alanları Sertifika Programı Kurulduğu 1987 yılından bu yana yürütmekte olduğu sertifika programlarıyla yaklaşık 25 bin kişiye AB ve AB-Türkiye ilişkileri konularında eğitim veren ATAUM, son yıllarda Ankara dışında neredeyse Türkiye’nin bütün illerinde çeşitli eğitim ve sertifika programlarını gerçekleştirmiştir. Bunları Avrupa Birliği Bakanlığı başta olmak üzere resmi kurumlar ve yerli-yabancı çeşitli STK'larla işbirliği halinde sürdüren ATAUM, çalışmalarını günümüzde önem ve etkinliği giderek artan uzaktan eğitim yoluyla da çeşitlendirme kararı almıştır. Bu amaçla uzaktan öğretim alanının en deneyimli ve bilinen yürütücüsü ANKUZEM ile işbirliği yaparak mevcut bilgi ve deneyimini yeni eğitim teknolojileri yoluyla daha da geniş bir kitleye ulaştırmayı hedeflemektedir. ANKUZEM- ATAUM işbirliği ile yürütülecek olan bu yeni sertifika programı iki paketten oluşmaktadır. İlki AB Temel Eğitim Sertifika Programı’dır. “AB Projelerine ilişkin çekirdek bilgibecerileri” kapsayan bu program 30 saatten (5 hafta, haftada 2 gün, 3’er saat) oluşmaktadır. İkinci ise ilk paketi alan katılımcıların ilgi alanlarına dönük olarak alabilecekleri ilave konuları içermektedir. İkinci pakette her biri 21 saatten (3 hafta, haftada 2 gün, 3’er saat; 1 hafta, 1 gün 3 saat) oluşan 4 ayrı İlgi Alanına dönük programlar bulunmaktadır. Temel Eğitim paketini tamamlayan katılımcı, koşulları uygunsa kendi gereksinimleri doğrultusunda AB Hukuku, AB- Ekonomi, AB-Kamu Yönetimi ve AB-Uluslararası İlişkiler başlıklarından istediğini seçebilecektir. Bir katılımcının birden fazla yan ilgi alanı paketi seçebileceği düşünülerek, her bir paketin sanal sınıf gün ve saatleri birbiriyle çakışmayacak biçimde programlanmıştır. Ayrınıtılı bilgi için : Adres: A.Ü. 50.yıl yerleşkesi J BLOK Gölbaşı Ankara 06830 E-posta: [email protected] Faks: (312) 600 01 33 Bilgi: Öğrenci İşleri ---------------------(312) 600 01 43 (312) 600 01 45 Avrupa Gündemi... ATAUM ATAUM-BİM (08-2011) e-bülten bulmak isteyene not: sadece elektronik posta kutusunda bulunur...
Benzer belgeler
e-bülten - ATAUM - Ankara Üniversitesi
hafta keyfi olarak belgelerimizi kontrol etmek için gelirdi ve bize burayı terk
etmemizi söylerdi. Bizi buradan göndermek için yine geldiler. Önce çadırda çocuklarım uyurken içeriye göz yaşartıcı g...
e-bülten - ATAUM - Ankara Üniversitesi
da bunların uygulama alanındaki yetersizlikleri nedeniyle Avrupa’daki Çingenelerin yaşam mücadeleleri
her geçen gün daha da
zorlaşmakta. Yüz yıllardır fakirlik, işsizlik, ayrımcılık ve kötü yaşam k...