Sayı 69 Temmuz 2014 - ATAUM
Transkript
Sayı 69 Temmuz 2014 - ATAUM
ATAUM e-bülten Avrupa Gündemi... Yıl 6 - Sayı 69 Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi HAZİRAN 2014 Ticaretin Sınırı: Fok Avcılığına Darbe Dünyada her yıl 900 bin fok, özellikle Kanada, Norveç, Grönland ve Namibya’da ticari amaçlarla ve çeşitli “yöntemlerle” avlanmakta. ABD, Tayvan, Meksika, Rusya'nın yasakladığı foklardan elde edilmiş ürünlerin ithali, AB tarafından da yerel halkların kültürel pratikleri sonucunda elde edilenler hariç tutularak yasaklanmıştı. Iniutler gibi yerel halklar için istisna getiren 2009 tarihli AB düzenlemesi, fok ticaretinin önde gelen ülkelerinden Kanada ve Norveç tarafından söz konusu istisnanın kendi ticaret ve sanayilerine yönelik ayrımcılık anlamına geldiği gerekçesiyle Dünya Ticaret Örgütü Temyiz Mahkemesi’nin önüne götürülmüştü. DTÖ’nün AB’yi haklı bulmasıyla yasak kesinleşti. Ahmet Miraç SÖNMEZ 'TİCARET SERBESTİSİ' VS. HAYVAN HAKLARI Yılın belli dönemlerinde televizyon ekranlarında gördüğümüz bazı görüntüler hepimizi etkilemekte. En vurucularından biri de, elinde çivili bir sopayla fokların kafasına vurarak kürkü için öldüren avcı sahnesi olsa gerek. Bu ve benzer yöntemlerle dünyada her yıl 900 bin fok Kanada, Norveç, Grönland ve Namibya’da ticari amaçlarla avlanmakta, buysa ticari amaçlı bu faaliyetlerin ciddi tepki çekmesine neden olmakta. Foklardan elde edilen ürünlerin yasaklandığı birçok ülke olsa da, tüm tepkilere rağmen bu ticarete devam etmek isteyen ülkeler de var. İşte Kanada ve Norveç’in AB’nin yasağını Cenevre merkezli Dünya Ticaret Örgütü Temyiz Mahkemesi’ne götürmesi de bu çerçevede değerlendirilmeli.(devamı 3.sayfada) Papa’dan Mafya’ya Aforoz Yaşasın Yeni Kral! Glastonburry Festivali Emre YÜKSEL sayfa 5 Ezgi POLAT sayfa 6 Brüksel’in Yeni Ortağı: Ukrayna Avrupa’da ‘Uber’ Protesto Göçmenleri Kim ‘Kurtaracak’? Mühdan SAĞLAM sayfa 8-9 Kardelen IŞIK sayfa 10-11 Esra AKGEMCİ sayfa 14 Bilgesu BÜYÜKÇOLAK sayfa 4 üyelik ve diğer talepleriniz için [email protected] İngiltere Sanat Fonları Açıklandı Ezgi POLAT sayfa 7 Portre: Thomas Mann Recep Ersel ERGE sayfa 12-13 10 2 Sessiz Savaş Silahı Tecavüz Elâ BİLGEN HAZİRAN 2014 ATAUM e-bülten Sessiz Savaş Silahı Tecavüz Elâ BİLGEN İngiltere hükümetinin öncü- uluslararası düzeyde hesap lüğünde ve BM’nin desteğiy- verilebilirliğin arttırılması ve le sivil toplum kuruluşlarıyla uluslararası yükümlülüklerin toplumsal cinsiyet ve cinsel ve standartların yasal olarak şiddet uzmanları tarafından uygulanması amaçlanmakiki yıldır yürütülen çalışmalar ta. Bu doğrultuda Zirve sosonucunda, Haziran başında nunda kabul edilen “ÇatışLondra’da “Çatışma Bölge- ma Bölgelerinde Meydana le rin de Cin sel Şiddetin Gelen Cinsel Şiddetin BelgeÖnlenmesi Zirvesi” gerçek- lendirilmesi ve Soruşturulleştirildi. Bu alanda şimdiye ması Hakkında Uluslararası dek yapılan en büyük etkinlik Protokol”le soruşturmaların olan Uluslararası Zirve’ye daha kolay yapılabilmesi, 79’u bakan olmak üzere 129 devletlerin iç hukuklarında ülkeden hükümet temsilcile- bu konuda düzenlemeye girinin yanı sıra binden fazla uz- dilmesi, şiddetin belgelenman, dini lider, cinsel şiddet mesi, caydırıcılığın arttırılmağduru, gençlik organi- ması ve cezasızlığın önlenzasyonları, sivil toplum kuru- mesi için uluslararası stanluşları uluslararası örgüt dartlar oluşturuldu. Recep ve Ersel ERGE temsilcisi katıldı. İngiltere Dı- Diğer bir hedefse, cinsel şidşişleri Bakanı William Hague det mağdurlarına verilen desve BMMYK özel temsilcisi An- teğin arttırılmasıydı. Çocukgelina Jolie, İngiltere hükü- lar başta olmak üzere mağmetinin ev sahipliğinde ger- durlar ve çoğu zaman bu suççekleşen Zirve’ye başkanlık ları açığa çıkarmak için kenetti. 10-13 Haziran’da yapı- dilerini riske atan insan haklan ve tamamı kamuya açık ları savunucuları için ayrılan olan etkinlikler kapsamında kaynakların arttırılması koresmi toplantıların yanı sıra nusunda devletlere çağrıda çatışma bölgelerinde cinsel bulunuldu. şiddet konusunda farkında- Devletlere yüklenen sorumlık yaratmayı amaçlayan film luluklardan bir diğeri de cingösterimleri, tiyatro perfor- sel şiddetin önlenmesi amamansları, fotoğraf sergileri cıyla askerlere ve barış gücü kazanması için gereken eğive paneller düzenlendi. görevlilerine eğitim verilme- tim programlarına ağırlık veBu denli kapsamlı ve geniş si. Tüm dünyada çatışma böl- rilmesi kararlaştırıldı. katılımlı organizasyonun be- gelerindeki sivillerin karşı Son olarak, savaş dönemlelirlenen dört temel amacın- karşıya oldukları tehlikelerin rindeki cinsel şiddet konudan ilki cezasızlık kültürünün azaltılması çerçevesinde cin- sunda yaygın olarak benimortadan kaldırılmasıydı. Bu sel şiddetin ciddiyetinin ve bo- senen tutumların değiştirilkapsamda daha iyi belge- yutlarının anlaşılması, şidde- mesi gerektiği ifade edildi. lendirme, soruşturma ve ko- tin önlenmesi ve insan hak- Problemin boyutlarının, kavuşturma yoluyla ulusal ve larının korunmasının öncelik dın, erkek ve çocuklar üze- rinde ve istisnasız her yerde görülen etkilerinin ortaya konulmasının önemine değinildi. Ayrıca savaş sırasında tecavüzün bir şekilde kaçınılmaz ya da daha küçük bir suç olduğuyla ilgili inancın çürütülmesi gerektiği vurgulandı. ‘Bahsettiğiniz kadın benim!’ Savaş ve çatışma bölgelerinde gerçekleşen cinsel şiddetin mağdurları arasında en hassas grubu çocuklar oluşturuyor. UNICEF verilerine göre her yıl 150 milyondan fazla kız çocuk ve 73 milyonun üzerinde erkek çocuk cinsel şiddete maruz kalmakta. Çocukların yanı sıra ülke bazlı veriler de durumun ciddiyetini ortaya koyuyor. Örneğin yine BM rakamlarıyla 1990’ların başında Bosna Hersek’te 20 bin ila 50 bin, 1994’te Ruanda’daki soykırım sırasında da 250 bin ila 500 bin kadının tecavüze uğradığı tahmin edilmekte. Kongolu kadınlarınsa yüzde 40’ı yaşamlarının bir bölümünde cinsel şiddet türlerinden birine maruz kalacağını düşünüyor. Güney Sudan’daki son çatışmalarda da çatışan taraflardan her ikisinin de tecavüzü bir savaş silahı olarak kullandığı ifade ediliyor. Ortaya çıkan bu vahim tabloya rağmen tüm dünyada bu tür suçların pek azı kovuşturma veya yargılamaya konu oluyor. Londra’daki Zirve bu açıdan büyük bir öneme sahip. Nitekim İngiltere Dışişleri Bakanı William Hague, Zirve sonunda yaptığı konuşmada, 20. ve 21. yüzyıllar boyunca cinsel şiddetin sistematik biçimde bir savaş silahı olarak kullandığını belirterek, 20 yıl önce Bosna’da meydana gelen tecavüz vakalarının hiçbirinde adaletin yerini bulmadığına dikkat çekti. Tecavüzü modern zamanların en büyük kitlesel suçu olarak nitelendiren Bakan, katılımcı ülkeleri, orduların cinsel şiddete karşı eğitilmesi hususundaki eylem planına destek vermeye davet etti. İngiltere hükümeti daha önce mağdurların ve cinsel şiddeti önleme çabalarının desteklenmesi amacıyla 140 milyon Euro’luk yar- dım taahhüdünde bulunmuştu. Hague, Zirve’de bunun 6 milyon Euro daha arttırıldığını duyurdu. Ancak Zirve’nin ve verilen sözlerin, kapısında bekleyen on ca te ca vüz mağ du ru sığınmacıya rağmen gerçekleştirilmesinden ötürü İngiltere hükümetini ikiyüzlülükle itham edenler de var. Zira BMMYK ile sığınmacı ve işkence mağdurlarına yönelik çalışmalar yürüten bazı yardım kuruluşları tarafından İngiltere, genel olarak göç konusunda ve özelde de mülteci olarak İngiltere’ye gelen cinsel şiddet mağduru kadınlara karşı izlediği başarısız politikalar nedeniyle eleştiriliyor. İngiltere’deki Mülteci Konseyi de Dışişleri Bakanlığının çatışma bölgelerinde gerçekleşen cinsel şiddetin önlenmesi için verdiği destek sözleriyle, İçişleri Bakanlığı’nın bu bölgelerden kaçarak İngiltere’ye sığınanlar karşısında takındığı olumsuz tavır arasındaki tezatlığa dikkat çekiyor. Etkinliğe katılan uzmanlar ve mağdurlar, İngiltere’de sığınmacıların yetkililer tarafından sıklıkla kötü muameleye uğradıklarından, sistemin çoğunlukla mültecileri yalancı olarak gördüğünden ve bunun da mağdurları daha fazla travmatize ettiğinden yakınarak cinsel şiddet mağduru kadınların ifadelerinin çoğu zaman erkek yetkililer ve erkek tercümanlar tarafından ve kimi zaman da çocukları yanlarındayken alındığını belirtiyor. İngiltere’nin uzak bölgelerdeki mağdurların korunması için gösterdiği hevesi kendi ülkesindeki sığınmacılar için de göstermesi gerektiğini söyleyen bir kadının uyarısıysa eleştirilerin özeti gibi: “Bahsettiğiniz kadın benim!” ATAUM e-bülten Kanada’yla Norveç AB yasağını öncelikle DTÖ nezdindeki ilk derece mahkemesi hüviyetindeki Panel’e taşımış ve olumsuz netice almıştı. Temyiz seviyesinde tekrar ele alınan konu bir kez daha ilgili AB mevzuatı ve uygulaması lehine sonuçlandı. Uluslararası hukuka ve ticarete etkileri Haziran boyunca çıkan pek çok yayında tartışılan bu durum, AB’nin uluslararası ticarete yönelik bir darbesi mi yoksa hayvan haklarına ve refahına yönelik önemli bir adım hatta bir dönüm noktası mı? 2009 yılında AB’nin aldığı kararla foklardan elde edilmiş ürünlerin AB ülkelerine ithali ve piyasaya sürülmesi yasaklanmış, bunun tek istisnası olarak da Inuitler gibi yerli toplulukların avladığı ve sattığı ürünler belirlenmişti. Konu yu ken di ti ca ret ve sanayilerine yönelik bir ayrımcılık olarak değerlendiren Kanada ve Norveç, sadece yerli Inuit topluluğun fok avcılığı yaptığı Grönland’ın AB’ye bu tür ürünleri ihraç edebileceği anlamına geldiği gerekçesiyle karara itiraz etmekte. Bunun da de facto ayrımcılık olduğu zira bu işi endüstriyel bir şekilde ele alan ve yerli bir kabileye mensup olmayan Norveç ve Ka- HAZİRAN 2014 nadalı avcı ve balıkçıların ürünlerinin AB piyasasına ulaşamayacağı ifade edilmekte. (Bu arada, bu istisnadan yararlanabilecek çok küçük bir Inuit topluğu Kanada’da yaşamakta.) AB mevzuatı yayınlandıktan sonra AB’yle Kanada ve Norveç arasındaki görüşmeler 2009’da başlamış ama başarısız bir biçimde sonuçlanmıştı. Her iki ülke de konuyu DTÖ’ye taşıdıktan sonra Şubat 2013’de DTÖ’deki Panel’de ilk celse gerçekleştirilmiş ve Panel raporu Kasım 2013’de yayınlanmıştı. Sonrasında gerçekleşen temyiz süreci sonucundaki rapor da Mayıs 2014’te yayınlandı ve başvurucu ülkeler aleyhine bir sonuç ortaya çıktı. Bu konunun başlangıç noktasıysa, Hollanda ve Belçika’nın foklardan elde edilen ürünlere 2007’de getirdiği ithalat yasakları. Ancak AB’nin koyduğu genel yasaktan sonra konu, Birlik’le Norveç ve Kanada arasındaki bir meseleye dönüştü. Konunun hukuksal boyutuna bakıldığındaysa, bazı ilginç sonuçlarla karşılaşılmakta. Öncelikle belirtmek lazım ki, temyiz süreci sonucunda ortaya çıkan karar, üç üyeden oluşan Panel’in verdiği kararı son kertede doğrulamakla birlikte bazı önemli noktalarda ondan ayrılmakta ve AB’nin uluslararası rekabeti engellediği ve ticarete sekte vurduğunu belirtmekte. Temyiz raporunda, AB’nin de facto olarak iki temel ilkeye aykırı hareket ettiği vurgulanmakta. Bunlar, kısaca GATT olarak bilinen 1994 tarihli Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması’nda yer alan ve ülkelerin ticari partnerleri arasında ayrım yapmamasını zorunlu kılan “en çok kayırılan ülke” ilkesiyle iç pazara ilişkin düzenleme ve uygulamalar yönünden ithal ve yerli mallar arasında ayrım yapılmamasını öngören “ulusal muamele” ilkesi. Yine aynı rapora göre, AB’nin foklarla ilgili düzenlemesi ticari ayrımcılığa neden oluyor. Bu çerçevede, ürün satabilme istisnasına sahip Inuit yerlilerinin yaptıkları işin, sınai ve ticari şirketlerden ayrımının net ve kesin bir şekilde yapılmadığı ve bu durumun da Kanada’daki Inuit yerlileri açısından bir dezavantaj getirdiği belirtilmekte. Ancak şu nokta önemli: Yine GATT Anlaşması’nda yer alan ve AB’nin iş ve işlemlerine önemli bir meşruiyet zemini oluşturan “genel ahlak” ilkesi, DTÖ tarafından hem Panel hem de Fok Avcılığına Darbe Ahmet Miraç SÖNMEZ 3 temyiz sürecinde AB lehine yorumlanmış. Buysa, hayvan refahı ve hayvan haklarının ticaretten daha önde geldiği biçiminde yorumlanabilecek önemli bir karara yol açıyor. Hayvan hakları açısından bir dönüm noktası olabilecek bu kararın uluslararası ticaretin kurallarını da derinden etkileyeceği muhakkak. Her ne kadar Kanada ve Norveç endüstri çevrelerinin iddia ettiği gibi bu karar, 28 AB üye ülkesinden biri olan Danimarka’ya bağlı otonom bir bölge olan ama AB toprağı olmayan Grönland’ın yararına alınmış bile olsa, hayvan haklarının ilk kez uluslararası ticaretin bu denli önüne geçtiğine dair somut bir kanıt teşkil etmekte. AB’deki genel ahlakı korumanın önemli bir yolunun, AB toprakları olmayan bazı yerlerde “hakapik” adı verilen çivili bir aletle sadece başlarına vurularak öldürülen foklardan elde edilen ürünlerin AB’ye sokulmasını engellemek olduğu gerçeğinin altını çizen bu hukuki karar, önümüzdeki aylarda daha çok tartışılacağa benziyor. Tabii yerel halklara bu anlamda özel bir hak tanınmasının yerinde olup olmadığı da... 4 Papa’dan Mafya’ya Aforoz Bilgesu BÜYÜKÇOLAK HAZİRAN 2014 ATAUM e-bülten Papa’dan Mafya’ya Aforoz Bilgesu BÜYÜKÇOLAK Papa Franciscus, yani bildiği- inançları sa ye sin de bu miz adıyla Papa Francis, gö- bataktan kurtulabileceklereve geldiği günden itibaren rini vurguladı. Papa, yakın za21. yüzyılın önemli isimlerin- manda da emperyalistleri ve den biri olmaya devam edi- kapitalist düzeni hedef alayor. Diğer papalara nazaran rak “kapitalizm, düzenin yaptığı radikal açıklamalar- devamı için savaş çıkarıyor” da gündeme gelen Francis, açıklamasında bulunmuştu. şimdi de Ndrangheta isimli Papa'nın açıklamaları akıllaünlü İtalyan mafyası üyeleri- ra şu soruyu getiriyor: 21. ni aforoz etti. Calabria yüzyılda aforoz olur mu? OrBölgesi'ne yaptığı ziyaret es- taçağa hâkim olan ve Kilinasında mafyanın mağdur et- se’ye “uhrevi alan”da yetkitiği aileleri ziyaret eden ve ler veren “iki kılıç kuramı”nın suçlulara teslim olmaları çağ- artık mevcut olamayacağını rısında bulunan Papa Fran- söylemek mümkün. Ruhani licis, bu eylemleriyle Papa II. der olarak Papalık kurumu Johannes Paul'un 1993’te kendini bu yüzyıla kadar mafyayı hedef alarak yaptığı korumuş olabilir, ancak dünaçıklamalardan sonra bir ilki yevi lider olan devletin gerçekleştirdi. Kilisenin maf- üstünlüğü de bu yüzyılda kayayla mücadele edeceğini be- bul görmüş bulunuyor. Avrulirten Francis, “kötülüğe iba- pa ülkelerinin çoğu laikledet eden” bu gençlerin şme ya da sekülerleşme yo- luna giderken dünyevi iktidarın ruhani iktidara karşı üstünlüğünü de görmüş oluyoruz. Aforoz (dinden çıkarma) işleminin Ortaçağ'da kralı sınırlayan, halkı kiliseye bağlayan ve kiliseyi güçlendi ren bir et ki si var dı. Papa'nın birçok kralı aforoz ettiği de olmuştu. Plenitudo Potestatis yanlıları, yani iki kılıç olduğunu ancak mutlak olarak kilise üstünlüğünü savunanlar, kilisenin aforoz etme yetkisinin sınırlandırılamayacağını iddia ediyorlardı. Ancak Ortaçağ'da Rönesans hareketlerini hızlandıran nedenlerin biri de Papa'nın aforoz yetkisiydi. Ortaçağ'dan oldukça uzak olduğumuz bu çağda modern devletler sekülerizm ve eşitlik temelleri üzerine kurulu- yor. Yani mafya üyeliği dini değil hukuki bir sorun teşkil ediyorlar ve cezaların da hukuki yaptırımlarla verilmesi gerekiyor. Aslında Ndrangheta örgütüyle devletin mücadelesi 19. yüzyıldan beri devam ediyor. Zaman zaman bazı örgüt üyeleri ya da liderleri yakalanıyor fakat hem üyelerinin sığınaklarda yaşaması hem de birbirlerine çok bağlı olması nedeniyle örgüt çökertilemiyor. Yine de organize suçlarla mücadelenin devletin ve kolluk organlarının görevi olduğu açık. Kilisenin aforoz yaptırımının mafya üyeleri üzerinde bir etkisi olmayacağıysa aşikâr. Ndrangheta kimdir? Ndrangheta örgütü dünyanın en büyük kokain ve silah kaçakçıları arasında bulunuyor. Dünyanın birçok yerine silah ve uyuşturucu göndererek suç oranının yükselmesine neden oluyor. Uyuşturucu kullanımının her geçen gün yaygınlaşması ve kullanıcı yaş ortalamasının gittikçe düşmesi nedeniyle de her geçen gün zenginleşiyor. Örgüt üyeleri Calabria Bölgesi'nde yaşıyor ve yaptıkları gizli sığınaklar sayesinde yakalanamıyor. Bu yüzden haklarında verilen mahkeme kararları da geçersiz kalıyor. Aslında birçok üye, cinayetten, uyuşturucu ticaretinden ve haraç toplamaktan hüküm amacıyla bölgede bir Ndgiymiş durumda. Mafya rangheta müzesi de bulunubabaları aylarca sığınaklar- yor. Örgütün “Avrupa'nın da kalıyor ve gizli kameralar- uyuşturucu prensi” lakaplı lila gizli telefonlar sayesinde iş- deri 2013’te yakalanmıştı anlerini yürütebiliyor. Örgüt cak üyelerin birbirlerine sıkı üyelerinin birçok cinayete de sıkıya bağlı olması nedeniyle karıştığı biliniyor. Örgütle diğer üyelere ulaşılamıyor. mücadele anlayışı çerçevesinde gençlere ders olması ATAUM e-bülten HAZİRAN 2014 Yaşasın Yeni Kral! Emre YÜKSEL 5 Yaşasın Yeni Kral! Emre YÜKSEL Avrupa uzun yıllar boyunca çok köklü bir monarşi geçmişine sahip oldu. Günümüzde de dünyadaki monarşilerin yarıya yakını Avrupa’da bulunmakta. Artık eski güçlerinde olmasalar da monarşiler hala varlıklarını sürdürebilmekte ve halktan destek bulabilmekte. Bununla birlikte bazı ülkelerde monarşi aleyhine tepkiler de oluşabilmekte. Bunun en somut örneklerinden biri de İspanya. Öyle ki, bu tartışmaların ortasında İspanya Kralı I. Juan Carlos tahttan oğlu Prens Felipe lehine feragat etti. Böylece İspanya 39 yıl sonra yeni bir krala sahip olmuş oldu. İspanya Kralı I. Juan Carlos’ un Haziran başında yaptığı “tahtı Silahlı Kuvvetler Günü’ nde oğlu Prens Felipe’ye bırakacağı” açıklaması, birçokları için beklenmedik bir olaydı. 1975’ten beri tahtta bulunan I. Juan Carlos, Franco rejiminden parlamenter demokrasiye geçişi sağlaması ve askeri bir darbeye direnmesi sebebiyle İspanyollar gözünde saygın bir yere sahipti. Ancak bu saygınlık, yine de İspanyol monarşisi üzerindeki kara bulutları dağıtmaya yetmedi. Monarşiyi sallayan en önemli iddia, Kraliyet ailesinin yolsuzluğa karışması oldu. Ekonomik krizin en yüksek seviyelere ulaştığı ülkede Kralın en küçük kızı Prenses Cristina ve eşi Inaki Urdangarin’in adlarının yolsuzluk ve kara para aklama davalarına karışması, halkta tepkiye neden oldu ve tahtı büyük oranda yıprattı. Ancak, Prenses’in Kral adına adalet dağıtan bir mahkeme karşısına çıkarılmasının imkânsız olduğu yönündeki algı, pren- sesin Mallorca’da ifade vermeye çağırılmasıyla kırılmış oldu. Bununla birlikte, ekonomik krizin kendisi de monarşiye duyulan bağlılığın azalmasına neden oldu. Kral’ı yıpratan diğer bir olay da çıktığı fil avı oldu. Kral’ın, hem de ülkenin ekonomik sorunlarla boğuştuğu bir dönemde, 2012’de Botswana’da fil avına çıkması, prestijini düşürdü. Bunun sonucunda Juan Carlos halktan özür dilemek zorunda kaldı. Öte yandan, sağlığının giderek kötüleşmesi de Kral’ın tahttan feragat edeceği yönündeki söylentileri artırdı. Son olarak, monarşi siyasal alandaki gelişmeler sebebiyle yıprandı. Ülkenin üniter yapısının sembolü konumundaki monarşi, Katalonya’ daki bağımsızlık hareketleri nedeniyle zor günler yaşadı. Bölgesel hükümet başkanı Artur Mas, Katalonya halkını 1978 Anayasası’na aykırı olmasına rağmen 9 Kasım’da bağımsızlık referandumuna katılmaya çağırdı. En son gerçekleşen Avrupa Parlamentosu seçimlerinde ülkenin en büyük iki partisinin büyük yaralar alması, ülkedeki siyasi durumun daha da kötüleşmesine sebep oldu. Ülkede monarşi-cumhuriyet tartışmaları başladı. Özellikle uzun süredir devam eden ekonomik kriz ve yolsuzluk skandalları monarşinin popülaritesinde büyük azalmalar oluştu. Monarşi karşıtı bazı gruplar cumhuriyetin tekrar kurulmasını talep etmeye başladı. Yapılan bir araştırmaya göre halkın yüzde 62’si mevcut sistem için referanduma gidilmesini talep ediyor. Ayrıca halkın yüzde 49’u parlamenter demokrasinin devam etmesini isterken yüzde 36’sı da cumhuriyete geçilmesini talep ediyor. Tüm bu gelişmelerin ışığında Kral I. Juan Carlos, Silahlı Kuvvetler Günü’nde tahtan feragat etme ve yerini oğlu Prens Felipe’ye bırakma kararı aldı. Ancak bunun için gerekli hukuki dayanağa sahip olmayan ülkede hükümet, meclise bir yasa taslağı sundu. Taslağın parlamentoda onaylanması ve Kral tarafından imzalanmasıyla yasa yürürlüğe girdi ve I. Juan Carlos tahttan feragat edebildi. Böylece Prens Felipe, VI. Felipe adıyla İspanya’nın yeni kralı oldu. Kral Juan Carlos ve Kraliçe Sofia’nın üçüncü ve ilk erkek çocuğu olan Felipe, bu sebeple İspanyol tahtının varisiydi. 13 yaşında Asturias Prensi olan Felipe, Madrid Özerk Üniversitesi’nde hukuk okumuş, ardından da ABD’de uluslararası ilişkiler üzerine master yapmıştı. Felipe, ayrıca askeri eğitim de almış, deniz ve hava kuvvetlerinde albay olarak görev yapmıştı. 2004’te Letizia Ortiz’le evlenen Felipe’nin iki kızı bulunmakta. Juan Carlos’un tahtı bırakmasıyla Kral olan Felipe, babasının beline bağladığı kırmızı kemerle İspanyol ordusunun Başkomutanlığı’nı da almış oldu. Bu törenin ardından Kral VI. Felipe ve ailesi Temsilciler Meclisi’ne geçti ve yemin töreni yapıldı. Bu törende Felipe, İspanyol demokrasisine ve 1978 Anayasası’na bağlı kalacağına yemin etti ve burada temsilcilere bir konuşma yaptı: “Tüm heyecanımla babam I. Juan Carlos’a duyduğum saygı ve şükran borcunu dile getirmek istiyorum. Ayrıca annem Kraliçe Sofia’ya İspanyollara verdiği mükemmel hizmet için teşekkür ediyorum. Bugün vatandaşlar her şeyden öte haklı olarak etik ve ahlaki değerlerin olmasını ve bizim kamu hayatımızın buna başkanlık etmesini istiyor. Bunlar bayanlar, baylar, bugünden itibaren yükümlü olduğum taç üzerindeki inançlarım. Yeni bir dönem için yenilenmiş bir monarşi. Cervantes, Don Quichot’un ağzından “bir insan diğerinden daha iyisini yapmıyorsa daha iyi değildir” demişti. Üstlendiğim yetkiden dolayı İspanyolların yeni krallarıyla gurur duyması beni hiçbir şeyden daha fazla mutlu edemez.” Ayrıca Kral konuşmasında “İspanya’nın oluşturduğu mozaik ve birlik, İspanyol insanı unsuruna, farklı bölgelerin yardımlaşmasına ve yasalara saygılı olunmasına bağlıdır. Bu hususta hepimizin rolü var” sözleriyle ülkeye birlik mesajı da vermiş oldu. İspanya’ya yeni bir kralın gelmesinin ülkedeki rejim tartışmalarını ne yönde etkileyecek ya da monarşinin itibarını tekrar yükseltebilecek mi bilinmez. En azından bu türden soruları yanıtlamak için çok erken. Ancak 40 yıl sonra yaşanan bu değişimin aktörü Kral Felipe’nin omuzlarında büyük bir yükün olduğu söylenebilir. Zira ekonomik kriz henüz aşılamamış durumda ve ülkesel bütünlüğün tehdit altında olduğu yönünde bir algı var. 6 Glastonburry Festivali Ezgi POLAT ATAUM HAZİRAN 2014 e-bülten Glastonburry Festivali Christos Ezgi TEAZIS POLAT 25-29 Haziran tarihlerinde yapılan Glastonburry Modern Performans Sanatları Festivali, ojinal adıyla Pilton Pop, Blues ve Folk Festivali, beş gün boyunca Pilton’da (Somerset, İngiltere) gerçekleştirilen dünyanın en büyük açık hava festivali. Festivalde, modern müziğe ek olarak dans, komedi, tiyatro, sirk, kabare ve pek çok diğer sanat etkinlikleri yer alıyor. Festival, Michael Eavis’in çiftliğinde gerçekleştiriliyor. Kendi mandıra çifliğinde festivali gerçekleştiren Eavis, aynı zamanda festivalin kuru- cusu ünvanını taşımakta. Dünyanın en büyük yeşil alan festivali olma unvanını koruyan etkinlik her yıl tüm dünyadan 175 bin civarında insanı ağırlıyor. İlki 1970 yılında hippi akımları ve özgürlük hareketlerinin etkisiyle yapılan festival, daha çok gönüllülerin çalışmalarıyla destekleniyor. Çalışanlarının çoğu gönüllülerden oluşuyor ve 1970’den beri her yıl onların emekleriyle gerçekleştirilen festival, gittikçe büyüyerek bugün dünya büyüğü olma unvanına erişmiş durumda. Festivalin arka planına baktığımızdaysa, Michael Eavis’ in hippi festival fikrinden esinlenmesini sağlayan iki festival vardı. İlki 1970’de hippi ahlakını ve özgür festival hareketini başlatan Isle of Wight Festival’inde The Who gibi birçok ünlü grubun sahne alması, ikincisiyse Bath Festival of Blues and Progressive Music Festivali’ nde Led Zepplin’in sahne almasıydı. Böylece gözler bu tür hippi festivallere çevrilmişti. Bunun üzerine Eavis kendi festivalini düzenleme hevesine girdi. Jimi Hendrix’ in ölümünün ertesi gününe denk gelen ve bin 500 kişinin katılımıyla iki gün boyunca yapılan ilk festivalde, The Kinks, Wayne Fontana ve Mindbenders gibi isimler yer aldı. Kişi başı 1 sterlin ödenerek katılınabilecek festival için Eavis katılımcılara ayrıca çiftliğinden ücretsiz süt ve et de sunuyordu. Geçmişten bugüne dek pek çok ünlü grubu konuk eden festival, bu yıl da Arcade Fire, Metallica, Kasabian, Dolly Parton, Pixies, Massive Attack, Lana Del Rey gibi pek çok grubu ağırlıyor. ATAUM e-bülten İletişim Adres: Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi (ATAUM) Cemal Gürsel Caddesi, 06590 Cebeci, Ankara Telefon: 0 (312) 362 07 62 Faks: 0 (312) 320 50 61 Web: www.ataum.ankara.edu.tr/ebulten E-posta: [email protected] Editör: Erdem DENK Tasarım: Turan BACI-Erdem DENK * Yazılarınızla katkıda bulunmak için [email protected] adresine email atabilirsiniz. * ATAUM E-Bülten’de yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. ATAUM'un resmi görüşü değildir. * Bu e-bülten içinde yer alan özel kullanım lisanslı tüm yazı ve görsellerin bütün hakları ATAUM`a aittir. * Bu e-bülten, kaynak gösterilerek kopyalanabilir, dağıtılabilir, basılabilir. Sahibi: ATAUM adına Çağrı ERHAN · Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Erdem DENK · Yayının Türü: Süreli (Aylık) · Basım Yeri: Ankara Üniversitesi Basımevi, İncitaşı Sokak No:10 06510 Beşevler/ANKARA Tel: 0(312) 213 66 55 · Basım Tarihi: 8 Temmuz 2014 ATAUM e-bülten HAZİRAN 2014 İngiltere Sanat Fonları Açıklandı Ezgi POLAT İngiltere Sanat Fonları Açıklandı Ezgi POLAT 1 Temmuz, İngiliz sanat kuruluşları için büyük bir gündü. Zira o sabah, İngiltere Sanat Konseyi 2015-2018 yılları için ulusal portfolyo finansmanlarını ilan etti. Yaklaşık 900 sanat organizasyonu bu fondan destek almak i- çin başvuruda bulundu. Böylece haftalardır süren tedirgin bekleyiş son buldu ve kimi kuruluşlar hayal kırıklığı yaşarken kimileriyse 3 yıl daha fondan faydalanabilecek olmanın sevincini yaşadı. Fon kaynaklarından biri olan piyango parasının arttırılması ve sanat fonlarına doğrudan aktarılmasına rağmen hala tüm kuruluşlara yetecek kadar para olmaması ve de bağışların Londra dışına yayılmaması üzerine yapılan baskılar sebebiyle bazı kuru- luşların bekleyişi boşa çıktı. Nitekim karara twitter üzerinden de tepki yağdı. Hatta bu tepkileri toplamak üzere bir canlı bloglama hizmeti sunan Guardian gazetesi de sanat kuruluşlarının sesini böylece duyurmayı hedefliyor. BBC Dünya Servisi’nin önceki idare yönetmeni ve Pain in the Arts’ın yöneticisi olan John Tusa, tepkisini doğrudan ortaya koyanlardan. Sanat fonlarının tıpkı yardım bütçeleri gibi garantiye alınması gerektiğini tartışıyor. Tusa, tüm harcamaların yalnızca toplam devlet bütçesinin yüzde 0.5’ini içerdiği sanat fonları konusunda, alaycı bir şekilde, hükümetin endişelenmemesi gerektiğini söylüyor. Ve neden böyle aşırı bir denetleme içinde oldukları sorusunu sorduktan sonra yine cevabı onların ağızlarından kendi vererek, sanatın “bilindiği gibi” verimsiz, zevkine düşkün ve müsrif olması sebebiyle gerekli yoğunlukta sorgulama ve gözetim gerektirdiğini belirtiyor. Yine de bu yargılara rağmen sanat organizasyonlarının kendi kendilerini idare ettiklerini ve kendi kaynaklarını yeterli ve etkili biçimde toplumun geniş yararı için kullandıklarını kanıtlandığını ekliyor: “Bakanlıklar sanat bütçelerini garantiye almalı. Eğer ki bu ülke- dışı bütçeler için böyleyse, ülkedeki sanat için de öyle olmalı. Sanatın insanların, yerlerin, fikirlerin, merakın ve refahın büyük yararına olduğu fark edilmeli ve anlaşılmalı. Küçük bir bütçe için kıyıda köşede dolaşıp, her şeye kusur arayan bir sanat politikası olamaz. Bu kötü bir politikadır ayrıca.” Tusa gibi sanat camiasından pek çok kişi sanatçıya ve sanat etkinliklerine yapılan yardımların, ayrılan fonların ve devlet desteğinin yetersizliğinden yakınıyor. Buna göre, tüm dünyada sanat her zaman en son para aktarılacak, desteklenecek alan olarak görülüyor. Daha da acısı, buna sebep olarak sanatın gereksizliği, zevke ve bireyselliğe hizmet ediyor oluşu, topluma faydasız olduğu gibi haksız yargıların gösterilmesi. Çağımıza uymayan son derece gerici bir düşünce olarak nitelenen bu tutumun yıkılması ve sanatın özgürleşmesiyse hala zor görünüyor. İngiliz Sanat Konseyi nedir? İngiliz Sanat Konseyi, sanat alanında yapılan aktiviteleri, müzeleri ve kütüphaneleri, ayrıca tiyatrodan dijital sanata, okumadan dansa, müzikten edebiyata ve el sanatlarından koleksiyonerliğe kadar pek çok çeşitli sanat etkinliklerini destekleyen bir kurum. Bu sanat deneyimlerini yaratmaları için ülke genelinde mümkün olduğunca çok insana ulaştırılmak üzere 2011-2015 yılları arasında devletin kamu bütçesinden 1.4 milyar sterlin aktartılmıştı. Ulusal Piyango Kurumu’ndansa 1 milyar sterlin yardım sağlanmıştı. Kurum bu fonu, Devlet fonunun da kaynağı olan Kültür, Medya ve Spor Dairesi’yle yaptığı bir fon anlaşmasıyla düzenleyerek sağlamakta. Sanat Konseyi, 2010’da yüzde 36’nın yararına olacak şekilde bağışlarda bir azaltmaya gitti. Şu anki ulusal portfolyo 696 organizasyonu içeriyor. Bu devlet bağışı seviyesi, Sanat Konseyi’nin söylediğine göre yalnızca 250300 ulusal portfolyoyu destekleyebilecek durumda. Fa- kat görüşler Ulusal Piyango’dan gelen paranın daha fazla organizasyonun portfolyo içine dahil olmasını sağlayacağı yönünde. Kamu parasının 5 büyük alıcılarıysa şöyle: Kraliyet Opera Evi, South-bank Merkezi, İngiliz Ulusal Operası, Kraliyet Shakespeare Kurumu ve Ulusal Tiyatro. Sanat bütçesi, 2015-2018 için 3 ana fon akışını içeriyor. Bunun ayrıntılarıysa şöyle: Sanat organizasyonlarının programları için ulusal portfolyo bütçesinin 271 milyon sterlini devlet yardımından, yıllık yaklaşık 60 milyon sterlini de Ulusal Piyango Fonu’ ndan geliyor. Sanat bütçesi için yardımların artışıyla elde edilen 70 milyon sterlin piyango fonu da bireysel sanatçıları, toplulukları ve kültürel organizasyonları desteklemeyi sağlayacak. Nihayet stratejik fon bütçesi piyango fonunun 127 milyon sterliniyse sanat organizasyonlarının, katılımcıların ve izleyicilerinin İngiltere boyunca gelişmelerini desteklemek üzere yönlendirilecek. 7 8 Brüksel’in Yeni Ortağı: Ukrayna Mühdan SAĞLAM HAZİRAN 2014 ATAUM e-bülten Brüksel’in Yeni Ortağı: Ukrayna Mühdan SAĞLAM 25 Mayıs’ta Cumhurbaşkanlığı seçimini yapan Ukrayna’da Doğu ile Batı arasındaki ayrışma kanlı bir biçimde devam ediyor. Ukrayna’yla Rusya arasında savaşın eşiğine gelinmesine de neden olan AB’yle derinleştirilmiş ortaklık anlaşması, 27 Haziran’da imzalandı. Her ne kadar Kiev’in çiçeği burnunda Cumhurbaşkanı Petro Poroşenko istikametin Batı olduğu konusunda kararlılığını ortaya koysa da, ülkenin doğusundaki ayrılıkçı gruplar onunla hala aynı fikirde değil. Çikolata Kralı olarak bilinen Ukrayna Cumhurbaşkanı Petro Poroşenko’nun hâlihazırda Doğu Ukrayna’da alevlenen ayrılık ateşini dindirip dindiremeyeceği, sadece Ukrayna’da değil AB ve Rusya cephesinde de merakla izleniyor. Zafer ilanının ardından ilk iş olarak ülkenin doğusu için operasyon emri ve- ren Poroşenko, uzun süre terörle mücadele adı altında ayrılıkçı hareketleri bastıracaklarını ifade etmişti. Ancak gerek Rusya gerek AB cephesinden gelen mesajların da etkisiyle Ukrayna hükümeti Doğu’da bir haftalık ateşkes kararı aldı. Her ne kadar ayrılıkçı militanlar ateşkes çağrısına uyacaklarını ifade etse de, Ukrayna ordusuna ait bir askeri helikopterin düşürülmesi ve ölümlerin devam etmesiyle ateşkese dair soru işaretleri de görünür olmaya başladı. Hem ordu hem de militan grupların düşük yoğunluklu taciz ateşleri devam etmekle beraber yönetim 21 Haziran’da bir hafta için ilan ettiği tek taraflı ateşkese devam etmekle kalmadı, ateşkesin süresini 30 Haziran’a kadar da uzattı. Ukrayna’daki silahlı gruplarla Kiev yönetimi arasında diyalog kanallarının açılması- nın paralelinde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 1 Mart 2014’te Parlamento (Duma) tarafından kendisine Ukrayna’daki Rus vatandaşlarını korumak için askeri operasyon düzenleme yetkisi veren kararnamenin iptali için harekete geçti. Kiev yönetimi Rusya’nın bu adımından mutluluk duyduklarını ve Rusya’yla gaz borçları olmak üzere pek çok konuda masaya oturmaya hazır olduklarını ifade etti. Ancak hükümetin ateşkes kararından tüm Ukrayna memnun görünmüyor. Özellikle Aralık 2013’te Euromaidan’daki gösterilerle dikkat çeken ve Nazi eğilimleriyle tanınan sağ sektör, hem Poroşenko hem de hükümete ateş püskürüyor. Nitekim Kiev’deki Ortodoks Kilisesi önünde toplanarak rahatsızlıklarını ortaya koyan sağ sektör üyelerinin ağırlıkta olduğu göste- riciler, hükümeti Doğu Ukrayna’daki ayrılıkçı eylemler karşısında yumuşak davranma ve Rusya’ya koz vermeyle suçluyor. Ukrayna’daki en önemli Rus sembolü sayılan Ortodoks Kilise’nin eylem alanı olarak seçilmesi de açıkça Rusya’ya mesaj veriyor. Gösterilerin ve AB-Ukrayna görüşmelerinin dışında Doğu Ukrayna’da başka bir can alıcı gerçek söz konusu: Göç. Aylardır çatışmaların ortasında yaşam mücadelesi veren Doğu Ukraynalılar, çareyi Rusya’ya sığınmakta buluyor. Rusya-Ukrayna sınırında uzun kuyruklar oluşturan sığınmacıların sayısı BM’ye göre 110 bini geçmiş durumda. Rusya’nın sınır bölgesinde oluşturulan kamplara yerleştirilen sığınmacıların yaklaşık 10 bini Rusya vatandaşlığı için başvuruda bulundu. Seçim sonrası diplomasi ve AB yolu Zaferinin ardından Poroşenko’nun gündeminde iki ana başlık vardı. Bunlardan ilki Ukrayna’nın AB’yle bütünleşmesine hız verilmesi, ikincisi ayrılıkçı isyanların iç savaşa sürüklediği Doğu Ukrayna’nın bölünme formülünün dışında istikrara kavuşturulması. Bu bağlamda Poroşenko, ilk adımda Kırım’ın Rusya’ya katılımından bu yana soğuk rüzgârların estiği Rusya’yla görüşme trafiğine hız verdi. Putin’le defalarca telefonda görüşen Poroşenko, Ukrayna’nın AB’ yle bütünleşmekten yana olduğunu, bununla beraber Rusya’yla ilişkilerini de nor- malleştirmek istediklerini ifade etti. Benzer biçimde Almanya lideri Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı Hollande’la da sık sık görüşen Poroşenko, AB’yle yoluna devam edip Rusya’yla ilişkileri onarmak için epey ter döktü. Poroşenko, gündeminin ilk maddesi olan AB’yle bütün- leşme hedefi çerçevesinde 27 Haziran’da AB-Ukrayna Ortaklık Anlaşması’nı Brüksel’de imzaladı. Gürcistan ve Moldova’yla beraber anlaşmaya imza atan Ukrayna, böylece AB pazarına ilk adımını da atmış oldu. AB pazarına girmek için Ukrayna’nın fazlasıyla bedel ödediğini i- ATAUM e-bülten HAZİRAN 2014 fade eden Poroşenko, bunun bir gelecek planı sunmuş ol- artırılması, Rusçanın korun1991’deki bağımsızlık ila- du. Ukrayna’nın AB’yle ma- ması ve yeni anayasa için gönından bu yana Ukrayna’nın saya oturmasının ardından rüşmelerin başlatılmasını iattığı en önemli adım oldu- Kremlin, Ukrayna için bu a- çeren on dört maddelik barış ğunu vurguladı. AB’yi temsi- dımın ekonomik bedelleri o- planı düşünüldüğünde, Kilen anlaşmaya imza atan AB lacağını hatırlatsa da, anlaş- ev’in silah dışındaki önlemKonseyi Başkanı Herman manın yürürlüğe girmesinin ler ve diyalogla Doğu UkrayVan Rompuy, bu anlaşmanın beklendiğini ifade etti. na’daki ayrılık ateşini söngeri dönülmez bir bütünleş- Öte yandan, iç savaşın hız dürmeye çalıştığı görülüyor. me adımı olduğunu ve ma- kesmeden devam ettiği Do- AB, Ukrayna krizinde payı olsada yer alan üç ülkenin ğu Ukrayna konusundaysa duğunu düşündüğü RusSSCB’nin dağılmasından son- AB çift taraflı diplomasi yü- ya’ya da ayrılıkçı gruplarla ara ilk defa net bir biçimde Rus- rütmeye başladı. Ukrayna Li- rasına mesafe koyması ve ya güdümünden çıktıklarını i- deri Poroşenko’ya silahlı mü- Ukrayna’nın istikrarına katfade etti. Rompuy’un ortaklık cadelenin kısa vadede sonuç kıda bulunması çağrısı yaptı. anlaşması sırasında sarf etti- vermeyebileceği hatırlatıldı. Ukrayna krizi boyunca Rusği bu sözler, akıllara yenin- Nitekim hem AB hem de ya’yla en fazla diyalog kuran den Rusya’yla AB arasındaki Rusya’dan gelen uyarıları dik- lider olan Angela Merkel, nüfuz mücadelesini getirdi. kate alan Kiev yönetiminin Kremlin’e şayet AB’nin uyarıBilindiği üzere, Moskova bu tek taraflı ateşkes kararının ları dikkate alınmazsa yeni projenin amacının Rusya’nın arkasında bu baskıların etkili yaptırımları gündeme aletkisini zayıflatmak olduğu- olduğu söylenebilir. Ayrıca se- maktan çekinmeyeceklerini nu söylemiş, AB kanadıysa çildiği ilk günlerden farklı o- hatırlattı. Merkel’in bizzat bunu reddetmişti. Ancak biz- larak Poroşenko’nun “ayrı- Putin’e ilettiği bu mesaj, AB izat AB’nin en yetkili ağzı ta- lıkçılara taviz yok” politika- çerisinde Almanya’nın bile rafından sarf edilen bu sözler sında da yumuşa olduğunu artık Rusya’nın agresif tutuortaklık projesinin temelinde söylemek gerekir. Ateşkesin muna sessiz kalmayacağı biRusya karşıtlığı olduğu fikrini dışında toplu af, genel se- çiminde yorumlandı. Dahası, güçlendirdi. Bu anlaşmayla çimlere gidilmesi, tampon Ukrayna’daki iç savaşı tırKiev, Moskova’ya iyi ancak bölge oluşturulması, yerel yö- mandırmakla suçlanan RusGümrük Birliği’nin olmadığı netimlere yetki aktarımının ya’nın Almanya tarafından u- Brüksel’in Yeni Ortağı: Ukrayna Mühdan SAĞLAM 9 yarılması, Rusya’nın AB içindeki ekonomi ve enerji eksenli bağımlılık politikalarının da limitini doldurduğu biçimde okundu. So nuç o la rak, Uk ray na 1991’den bu yana doğrudan ya da dolaylı biçimde bağlı olduğu Rusya’yla yol ayrımına geldi ve 27 Haziran’daki anlaşmayla da bunu resmen imzaya döktü. Ukrayna’daki kriz karşısında yetersiz kalmakla suçlanan Brüksel, müzakereler yoluyla Doğu Ukrayna’nın istikrara kavuşması için çabalıyor. Zira 27 Haziran sadece Ukrayna için değil, artık AB için de bir milat. Yani Donetsk’te patlayacak her silah artık Brüksel’ den de duyulacak. Öte yandan Ukrayna’nın göz göre göre AB’yle bütünleşmesine katlanan Rusya, AB’yle ilişkilerini devam ettirmekle beraber, yönünü Doğuya dönmüş görünüyor. 10 Avrupa’da ‘Uber’ Protesto Kardelen IŞIK HAZİRAN 2014 ATAUM e-bülten Avrupa’da ‘Uber’ Protesto Kardelen IŞIK Avrupa’da “Thurn und Taxis” adlı bir aile şirketinin adından ve yaptığı işten hareketle ortaya çıkan taksilerin de ilk düzenli taksicilik uygulamalarının da tarihi oldukça eskiye dayanıyor. Bir çeşit atlı araba uygulaması olarak Londra’da "Hackney Coach Office” adı altında 1694’te bir anlamda hayata geçmiş olsa da, günümüzdeki anlamıyla taksicilik, 1867’de Almanya’da önce hükümetin mektup ve paketlerini dağıtma işiyle ardından bunlarla birlikte insanları da bir yerden bir yere para karşılığında taşınmasıyla başlamış bulunuyor. 19. yüzyılın sonlarına doğru tüm Avrupa’da yaygınlaşan taksiler, artık dünyanın her yerinde istedikleri yerlere girmek isteyen insanları deyim yerindeyse her köşe başında bekliyor. Ne var ki, artık onları bekleyen bir rakip var. Bugünlerde “Uber” adlı akıllı telefon uygulaması ve internet sitesiyle doruğa ulaşan “korsanlar”. İlk olarak Şubat’ta sendika- ların çağrısıyla Fransa’da başlayan korsan taksi protestoları, Haziran’da tüm Avrupa’ya yayıldı. Londra’ dan Barselona’ya kadar eşzamanlı olarak eylem yapan taksicilerin hedefinde, giderek daha fazla kişi tarafından kullanılan ve yasal düzenlemelerden ve denetimden yoksun olarak yolcu taşıyan özel araçları yaygınlaştıran korsan taksi uygulaması Uber vardı. Avrupa’da taksicilerin greviyle başlayan toplu taşıma düzenlemelerine duyulan tepki ve yeni uygulamalara karşı yasal karışıklığın giderilmesi talebi, yine Fransa’da havaalanlarının ardından demiryolu çalışanlarına da sıçradı. Hâlihazırda, Fransa haricinde taksilerle sınırlı kalmış olan protestolar, Avrupa ülkelerini ulaşım politikaları konusunda yeni düzenlemeler yapmaya zorlayacağa benziyor. Taksicileri kızdıran uygulama Araçlarla yolcuların doğrudan iletişime geçmesini sağlayarak ve dolayısıyla taksi duraklarını ekarte ederek hizmet sunan ve bu nedenle lisanslı sürücülerin maruz kaldığı sıkı düzenlemelere tabii olmayan çok sayıda uygulama olsa da, ABD merkezli Uber firmasının hızla büyümesi ve sağladığı çeşitli yenilikler Avrupalı taksi şoförlerinin tepkilerini bu uygulama üzerinde yoğunlaştırdı. San Fransisco merkezli, şoförlü otomobil kiralama ve taksi çağırma uygulaması olan Uber, 2009’da hizmet vermeye başlamıştı. İlk olarak lüks araçları kiralamaya yönelik hayata geçirilen uy- gulama, hızla büyüdü ve çeşitli alanlara da sirayet etti. Üstelik taksi ve şoförlük sistemini kökten değiştirecek uygulama olarak daha efektif bir sistem şeklinde lanse edilmeye başladı. Uber’in geliştirdiği aplikasyon ve internet sitesi, katılmak isteyen, uygun bir otomobili olan ve 21 yaşını dolduran herkese açık. Böylelikle, taksi sahibinin 240 bin Euro’luk lisansı almasına gerek kalmıyor. Kullanıcının avantajıysa, normal taksi fiyatlarından daha düşük bir ücret alınması. İnsanlar taksiye ihtiyaçları olduğunda aplikasyona giriyor, bir araç talep ediyor, uygulama da ki- şiye en yakın aracı yönlendiriyor. Taksi hizmeti ancak yolcunun da onayı alındıktan sonra başlayabiliyor. Ancak uygulama yalnız bununla da kalmıyor. Taksicilik hizmeti başladığında aplikasyon aynı zamanda bir taksimetre işlevi de görüyor ve hatta kullanıcı yolculuk bittiğinde hizmeti puanlayabiliyor. Rekora imza atarak değerini 17 milyon dolara ulaştıran Uber firması, ABD’den Avrupa’ya sıçrayarak bugün 37 ülke ve 128 şehirde hizmet veriyor. Uygulamanın kullanıldığı 128 şehirden yalnızca 20’si Avrupa’da olsa da, AB’nin Bütünleşik Ulaşım Politikası ve Avrupa Kentsel Şartı’yla getirilen ulaşım ve dolaşım ilkeleriyle taksicilerin hakları bu yeni teknolojik gelişmeler haricinde halihazırda geniş düzenlemelere tabii tutuluyor ve korunuyor. Ayrıca Uber’in sağladığı olanaklar ve alternatiflerin aksine geleneksel yollarla çalışan taksi sürücüleri rezervasyonla çalıştığından örneğin bir yolcunun sokakta elini kaldırarak çağırması üzerine hizmet veremiyor. Bu nedenle etkilerinin Avrupa’da ciddi bir biçimde hissedildiği Uber’e karşı eylem yapan taksicilerse, uygulamanın yasal olmadığını ve doğru ölçüm yapmadığını savunuyor. ATAUM e-bülten HAZİRAN 2014 Avrupa’da ‘Uber’ Protesto Kardelen IŞIK Korsan uygulamalara karşı grev Eylemler, Londra’nın şehrin simgesi haline gelmiş siyah taksilerinden, Paris’e ve oradan da Roma, Berlin ve Madrid de dâhil olmak üzere birçok Avrupa kentinin taksilerine sıçradı. Geleneksel taksiler, Haziran’da Uber’in yeni bir oluşum olarak en büyük değerlerden birine sahip olduğunun açıklanmasının ardından internet üzerinden taksi hizmeti sunan firmaları protesto etmek üzere kontaklarını yolcular için kapattı. Taksicilerin itiraz noktası olan lisans, eğitim ve denetim gibi aşamalarla bağlı olmayan korsan taksilere karşı protestolar tüm Avrupa’da eşzamanlı olsa da, eylem şekilleri her yerde birbirinden farklıydı. Roma’da greve giden taksiler yolculuk başına 10 Euro fiyat uygulaması kararı alırken, Milano’daysa taksiciler yolcu almayarak grev yaptı. Nitekim lisans belgesi alarak aylarca eğitim gören ve hatta bu sürecin 2.5 yıla kadar uzayabildiği belirtilen Londra taksicileri Trafalgar meydanında toplanarak tepkilerini gösterirken, Berlin ve Hamburg’daysa konvoylar oluşturularak trafik ulaşıma kapatıldı. İspanya ve Belçika’daysa taksicilerin tepkileri yerine ulaşmış gözüküyor. Öyle ki, söz konusu uygulama Belçika’da yasaklanmış durumda. Gerekçeyse, resmi olarak kaydı bulunmayan taksilerin yeterli güvenlik ve donanıma sahip olmaması, taksiyi kullanan kişilerin de eğitimden geçmemesi. Bu ya- sak, bir yandan işlerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalan öte yandan da yolcular için artan risklere de dikkat çeken Belçikalı taksicileri epey sevindirdi. İspanya’daysa özellikle greve katılımın yüzde yüz olduğu Madrid ve Barselona gibi turistik şehirlerde yoğunlaşan protestoların ardından İspanya hükümeti ve Katalonya özerk yönetimi internet üzerinden hizmet veren ulaşım şirketleriyle bunları kullanan yolculara karşı para cezası uygulama çalışmalarını başlattığını açıkladı. Ayrıca, Katalonya özerk yönetimi Uber’e de para cezası verebileceğinin sinyallerini verse de, AB Komisyonu tarafından yapılan değerlendirmede bu uygulamaları kulla- Fransa’da taksicilerden demiryollarına Uber firmasının geliştirdiği uygulamaya en büyük tepki, Şubat’ta gerçekleştirilen protestolarla Fransız taksicilerden geliyordu. Fransız taksiciler diğer Avrupa kentlerindeki meslektaşlarından farklı olarak Uber aplikasyonun yanında haksız rekabete sebep olduğu için VTC adlı mini taksilere de tepki gösteriyordu. Bunun yanında, Haziran’da demiryolu işçilerinin de grevde olması ne- deniyle protestoların en etkili olduğu kent Paris oldu. Bir yanda taksicilerin Uber’e karşı protestoları sürerken diğer yanda da demiryolu şirketlerinin tek çatı altında toplanmasını öngören reform paketinin açıklanmasıyla demiryolu çalışanlarının greve gitmesi, Fransa’da ulaşımı adeta felce uğrattı. Fransa’da hükümetin reforma karşı geri adım atmaması ve taksicilerin eylemleriyle bir- likte toplu taşıma çalışanlarının grev haklarının kaldırılmasına dair tartışmalar başlarken, grev de yeni boyutlar kazanarak devam ediyor. Fransa’da iktidardaki Sosyalist Parti’nin hayata geçirmeye çalıştığı “Demiryolu Reformu”, Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan ve Aralık 2019’dan itibaren bütün ulusal demiryollarını rekabete açmayı hedefleyen paketle uyumlu olmadığı için ye- nanlara karşı para cezası getirilmesine sıcak bakılmadığı vurgulandı. Taksicilerin talepleriyle Avrupa hükümetlerinin açıklamaları sürerken, Uber firması da kullanıcılarına “görev başındayız” mesajını göndererek çeşitli kentlerde fiyatlarını düşürdü. Uber yetkililerinin protestolarla uygulamaya karşı çıkanların “karanlık çağlarda takılıp kaldığını” savunmasına rağmen, eylemler süresinde uygulamanın kullanımının düşmesiyse tüm Avrupa’da eşzamanlı olarak gerçekleştirilen eylemin taksicilere taleplerinin gerçekleştirilmesi yönünde umut vereceğe benziyor. ni tartışmalara yol açacağa benziyor. Üstelik taksicilerin Haziran’daki eylemleriyle internet üzerinden kullanılan uygulamaların yasal statüsündeki boşluklara dikkat çekmesi de önemli bir ulaşım sorunu demek. Buysa tüm Avrupa’da ulaşım politikalarının gözden geçirilmesinin zorunlu olacağı bir dönemin başlayacağına işaret ediyor. 11 Portre Portre Recep Ersel ERGE Thomas Mann Yazarlığa romanla başlayan Mann, ikinci romanı beğenilmeyince tekrar öyküye yöneldi. Ününüyse 1912’de yayımlanan “Venedik’te Ölüm” adlı uzun öyküsüyle pekiştirdi. Öykü, Venedik tatiline çıkan ünlü bir Alman yazarın, 14 yaşında bir Polonyalı oğlanın güzelliğine hayran olması ve ne zamandır kaybettiği ilhamı onda bularak tekrar yazmaya başlamasını anlatıyordu. Birçok Alman okuru tarafından Goethe’nin varisi olarak kabul edilen Thomas Mann, 20. yüzyılda sadece Alman edebiyatına değil, dünya edebiyatına damgasını vuran yazarlardan biriydi. Romanları, kısa öyküleri ve denemeleri mizah, ironi ve eleştiriyle doluydu. Karakterlerini genellikle burjuva sınıfından seçiyor, kurguyu da karakterin manevi çatışma- ları üzerine inşa ediyordu. Eserlerinde sıkça işlediği “sanatçının yalnızlığı” teması aslında kendi hayatının da ana temasıydı. Siyasetle çok ilgili olduğu söylenemezdi, ama iki dünya savaşını da gören, sürgüne giden ve sürgünde ölen bir yazar olarak elbette siyasete kayıtsız kalamadı. Paul Thomas Mann, 6 Haziran 1875’te orta-üst sınıf bir Alman ailesinin ikinci oğlu olarak Lübeck’te dünyaya geldi. Babası bir tohum şirketinin sahibi, aynı zamanda Lübeck senatörüydü. Thomas 16 yaşındayken babası ölünce şirket de tasfiye edildi, annesi ve kardeşleri Münih’e taşındılar. Thomas da liseyi zar zor bitirdikten sonra abisi Heinrich ile birlikte ailesine katıldı ve gazeteci olmak amacıyla Münih’te ikti- sat, tarih, sanat tarihi ve edebiyat okudu. Öğrencilik yıllarında Schopenhauer, Nietzsche ve Wagner’den fazlasıyla etkilendi. Mezuniyetinden sonra bir süre sigorta şirketinde çalışan genç adam, “Küçük Friedemann” (Der Kleine Herr Friedemann, 1898) adlı ilk öykü kitabını 23 yaşında, abisiyle çıktığı İtalya seyahati sırasında yayınladı. İlk önemli çalışma- ATAUM e-bülten HAZİRAN 2014 sıysa, Buddenbrookslar aile- karakterinin yaşadığı ruhsal sinin varlıktan yoksulluğa dü- sıkıntıyı çok güçlü bir şekilde şüşünü anlatan bir romandı yansıtmasından daha fazla (Buddenbrooks, 1901). Ken- bir anlam ifade ediyordu. Zidi aile hayatından esinle ra Tadzio karakterinin 1911’ Roma’da yazmaya başladığı de hayatını kaybeden Gusve yaklaşık iki buçuk yılda tav Mahler’in anısına oluştutamamladığı ilk romanı, ya- rulduğu ve Mann’ın Mahler’ şına göre fazlasıyla olgun bir in müziğinden aldığı ilhamı eserdi. Buddenbrookslar, 26 simgelediği iddia ediliyordu. yaşındaki yazarını birkaç gün- Bu rivayetin doğruluğuna hade zengin etmiş, 20. yüzyıl Al- lel getirmemek ü ze re, man edebiyatının önde ge- “Venedik’te Ölüm” aslında lenleri arasına girmesini sağ- Mann’ın gerçek hayatından lamıştı. esinle yazdığı bir öyküydü. İkinci romanı beğenilme- Mann, Tadzio karakterine ilyince tekrar öyküye yönelen ham veren 10 yaşındaki WMann, ününü 1912’de ya- ladyslaw Moes’i 1911’de Veyımlanan “Venedik’te Ölüm” nedik tatilinde görmüştü. (Der Tod in Venedig) adlı u- Wladyslaw da kendisini zun öyküsüyle pekiştirecekti. izleyip duran “yaşlı adam”ı Öyküde, Gustav Aschenbach hatırlıyordu ve ileride öyküadında ünlü bir Alman yazar, nün lehçe tercümesini okuVenedik tatilinde 14 yaşında duktan sonra keten denizci bir Polonyalı oğlanın güzelli- elbisesiyle en sevdiği cekeğine hayran oluyor ve ne za- tinin öyküde ne kadar doğru mandır kaybettiği ilhamı on- tasvir edildiğini söyleyecekti. da bularak tekrar yazmaya Venedik’te Ölüm yazıldığınbaşlıyordu. Ne var ki o sırada dan beri Mann’ın eşcinsel veVenedik’te bir kolera salgı- ya biseksüel olduğu tartışnının baş gösterdiğini öğre- maları magazin değerini hiç niyor ve şehri terk etmekle kaybetmedi. Her ne kadar Tadzio’yu biraz daha fazla gö- 30 yaşında evlenen ve altı çorebilmek için biraz daha az cuğu olan Mann heterosekyaşamayı göze almak ara- süel bir yaşam sürse de, bu idsında bir seçim yapması ge- diaların haklılık payı olabilirrekiyordu. “Venedik’te Ö- di elbette. Ancak, Venedik’te lüm”, usta yönetmen Luc- Ölüm’ü sıradan bir yasak aşk hino Visconti tarafından hikâyesi veya güzellik öv1971’de sinemaya uyarlan- güsü olarak değerlendirmek dı. Filmde Aschenbach ka- zordu. Venedik’te Ölüm, darakterinin mesleğini yazar- ha çok sanata ve sanatçıya lıktan besteciliğe çeviren Vis- ilişkin düşünceleri ön plana conti, film müziklerinin ana çıkaran, hangi karakterin, teması olarak da Mahler’in olayın veya duygunun neyi 5. senfonisinin Adagietto bö- simgelediği hâlâ tartışılan, lümünü seçmişti. Rivayete gö- derin bir sembolizmin yer alre bu seçim, Adagietto bölü- dığı güçlü bir edebî eserdi. münün öyküde Aschenbach Bir diğer önemli eseri, pek çoklarına göre Mann’ın başyapıtı olan “Büyülü Dağ” ise (Der Zauberberg) 1924’te yayınlandı. Mann’ın kısa öykü niyetiyle başladığı eser, on yıllık çalışmanın sonunda uzun bir romana dönüşmüştü. Hikâye, İsviçre Alplerinde bir sanatoryumunda geçiyordu. Başkarakteri, kısa bir ziyaret için geldiği sanatoryumda yedi yıl kalan sağlıklı ve genç bir adamdı. Liberal ve muhafazakâr değerler arasındaki mücadeleyi konu alan “Büyülü Dağ”, Mann’ın uluslararası kamuoyunda tanınmasını sağladı ve 1929’da Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülmesinde de en büyük rolü oynadı. Mann, İkinci Dünya Savaşı’ na giden yıllarda faşizme tavır alması nedeniyle Nazilerin iktidara geldiği Almanya’dan 1933’te ayrılmak zorunda kaldı. İsviçre’de yaşadığı sırada, Nazilere karşı direniş çağrısı yaptığı bir açık mektubunun yayınlanmasıyla Alman vatandaşlığından çıkarılması bir oldu. 1938’de ABD’ye yerleşen Mann, iki yıl kadar Princeton Üniversitesi’nde çalıştıktan sonra Bertold Brecht, Arnold Schoenberg ve abisi Heinrich’in de aralarında olduğu Alman entelektüellerine katılmak üzere California’ya geçti. Savaş sırasında, Almanya’da yayınlanmak üzere propaganda kayıtları yaptı. 1940’ta ABD vatandaşlığını alan Mann, tuhaftır, savaştan sonra da komünist olduğu şüphesiyle FBI tarafından takip edilmeye başladı. Rus edebiyatına duyduğu yoğun Portre: Thomas Mann Recep Ersel ERGE 21 13 ilgi, özellikle Tolstoy ve onun gerçekçiliği hakkında yazdıkları böyle bir “şüphe” uyandırmıştı. Gerçi Tolstoy’ un son dönem eserlerini beğenmeyecek ve onu Goethe kadar soylu bulmadığını söyle ye cek ti, a ma 1953’te Amerika’dan ayrılmaktan başka çaresi kalmamıştı. Ünlü yazar, İsviçre’ye dönüp Zürih yakınlarında bir eve yerleşti. Son dönem eserlerinin en iyilerini Amerika’da vermişti. Yazmaya 1933’te başladığı ve 1943’te tamamladığı “Yusuf ve Kardeşleri” (Joseph und Seine Brüder), dört romandan oluşan bir seri olarak yayınlandı. Roman, Yusuf Peygamber ve kardeşlerinin öyküsünün modern bir versiyonu olup kişisel özgürlükle siyasi iktidar arasındaki çatışmayı ele alıyordu. 1947’de yayınlanan “Doktor Faustus” adlı romanıysa Faust’un şeytanla anlaşma yaptığı meşhur Alman efsanesinin bir versiyonuydu. Görünüşte bir bestecinin öyküsünü anlatıyordu, ama arka planda iki dünya savaşının Alman kültürünü nasıl yıkıma urattığı okunabiliyordu. Thomas Mann, “Felix Krull’un İtirafları” adında bir roman taslağını geride bırakarak 12 Ağustos 1955’te 80 yaşında hayata veda etti. “Tonio Kröger” (1902), “Majesteleri Kral” (Königliche Hoheit, 1909), “Lotte Weimar’da” (Lotte in Weimar, 1939), “Değişen Kafalar ” (D ie Vertauschten Köpfe, 1940) diğer önemli roman ve öyküleri arasında sayılabilir. 14 Ukrayna’nın Seçimi: İstikamet Batı Mühdan SAĞLAM HAZİRAN 2014 ATAUM e-bülten Göçmenleri Kim ‘Kurtaracak’? Esra AKGEMCİ Arap Baharı olarak adlandırılan sürecin en önemli toplumsal etkilerinden biri, kuşkusuz Kuzey Afrika’daki siyasi karışıklık yüzünden evlerini terk edip Avrupa’ya sığınan on binlerce kaçak göçmenin yaşadığı trajedi oldu. 2011’de 63 bin göçmen Avrupa’ya ulaşırken, deniz yoluyla Avrupa kıyılarına ulaşmaya çalışan bin 500’ den fazla göçmense Sicilya açıklarında can verdi. Son dönemde İtalya’ya kaçak göçün hızlanmasıyla birlikte, Akdeniz’de yaşanan trajedilere de her gün yenisi ekleniyor. Geçtiğimiz Ekim’de Lampedusa adası yakınlarında iki göçmen teknesinin alabora olmasıyla 400’den fazla kişi hayatını kaybetmiş, İtalyan silahlı kuvvetleri bunun üzerine “Mare Nostrum” adlı bir yardım operasyonu yürütmeye başlamıştı. Geçtiğimiz ay denizin sakin olduğu günlerde Kuzey Afrika’ dan İtalya’ya yeni göçmen akınları yaşanmasıyla operasyonlar da hız kazandı. 5-9 Haziran’da “Mare Nostrum” kapsamında 5 bin 200 göçmen kurtarıldı. Son olarak 27-30 Haziran’da yedi göçmen teknesine kurtarma operasyonu yapıldı ve bin 600’ü aşkın göçmen kurtarıldı. Ancak Sicilya Kanalı’ nda yaklaşık 600 göçmen bulunan bir teknede, aralarında iki hamile kadının da yer aldığı 30 kişinin havasızlıktan hayatını kaybettiği or- taya çıktı. İtalya’ya bu yıl içinde varan Kuzey Afrikalı göçmenlerin sayısı, şimdiden 60 bini geçmiş durumda. Bu sayı, 2013’te 43 bin olan göçmen sayısını şimdiden aşıyor, hatta öyle görünüyor ki 2011’ deki 63 bin seviyesini de geçmek üzere. “Göçmen krizi” yle baş etmekte zorlanan İtalya, Avrupa’dan daha fazla destek istiyor ancak bugüne kadar “Mare Nostrum”a katılmaya davet ettiği AB ülkelerinden olumlu yanıt veren yalnızca Slovenya oldu. AB, Lampedusa’daki faciadan sonra 30 milyon Euro acil destek sözü verdiyse de İtalyan yetkililerin AB’ye yönelik tehditkâr açıklamaları, para yardımından çok daha fazla beklenti içinde olduklarını gösteriyor. Söz gelimi Porto Empedocle Belediye Başkanı Lillo Firetto’nun “Avrupa bize sırtını dönemez. Bu yalnızca Sicilya’nın sınırı değil, aynı zamanda Avrupa’nın da sınırı” sözleri, ya da İçişleri Bakanı Angelino Alfano’nun “AB’nin iki seçeneği var: Ya Akdeniz’e gelir ve Mare Nostrum’un üzerine AB bayrağını çekerler, ya da sığınma izni bulunan göçmenlerin diğer ülkelere gitmesine izin veririz” şeklindeki tweeti göçmenlerin nasıl bir “tehdit unsuru” olarak görüldüğünü açıkça gözler önüne seriyor. Arap Baharı’ndan bu yana Avrupa’da göç sorunuyla ilgili tartışmaların gelip da- yandığı nokta, en sonunda yine “birlik dayanışması” oluyor. 2011’de ortak sığınma politikası için çağrıda bulunan İtalya korku yaratmakla suçlanmış ve AB ülkelerinden bek le di ği yar dı mı alamamıştı. İtalya’nın bunun üzerine mültecilere Schengen vizesi vererek AB içinde serbest dolaşım hakkı tanıması da geniş çaplı bir krize neden olmuştu. 2014’te göçmen sayısının hızla artmasıyla bu tartışmalar bir kez daha kızışmış durumda. İtalya Başbakanı Matteo Renzi, bu yıl 50 bin göçmeni kurtaran ve İtalya donanmasına her ay 9 milyon Euro’ya mal olan “Mare Nostrum”u AB sınır koruma birimi Fronex’in devralmasını istiyor. Diğer yandan İtalya’da aşırı sağcı Kuzey Ligi partisinin lideri Matteo Salvini, göçmenleri kurtarma operasyonunun çok pahalı olduğunu ve “Mare Nostrum” operasyonunun durdurulması için parlamentoya teklif vereceklerini söyledi. Salvini’ye göre göçmenleri kurtarmak “İtalya kıyılarının işgali” anlamına geliyor. Bu açıdan Avrupa’da göçmen sorununun yol açtığı tartışmaların, aşırı sağcı grupları insanların denizde ölmesine izin vermeyi savunmaya varacak kadar tehlikeli noktalara sürüklediğini de görmek gerek. Sonuç olarak bir kez daha göçmen sorununda Avrupa’ nın öncelikli derdinin, yaşa- dıkları ülkeyi terk etmek zorunda kalanlara insani koruma sağlamaktan ziyade, yasadışı göçün operasyonel ve finansal boyutlarıyla ilgili olduğu ortada. Avrupa Komisyonu, Kasım 2011’de “Göçe Yönelik Küresel Yaklaşım” politikasında “göçmen odaklı” bir yaklaşım benimseneceğini açıklamış, “akınlar, stoklar ve güzergâhlara değil, insanlara ilişkin” bir politika izleneceğini dile getirmişti. Ancak en temelinde yasadışı göçle mücadelede AB önceliğinin, “sınırların entegre yönetimi” politikasına dayanması, “insan merkezliliği” retorikte bırakıyor. Sınırların korunmasına yapılan vurguyu meşrulaştıran en temel faktör de, AB bütünleşmesinin gereği olarak iç sınırların kaldırılmasının dış sınırlarda alınan önlemlerin geliştirilmesi zorunluluğunu beraberinde getirdiği gerekçesi. Başka bir deyişle AB sınırları, içeridekiler için bir özgürlük, adalet ve güvenlik alanı oluştururken, bu alanı dışarıdakilerden korumayı amaçlıyor. Bugün AB sınır koruma birimi Frontex’in Akdeniz’deki en temel hedefi de, AB kıyılarına ulaşmak isteyenleri önlemekten öteye gitmiyor. Dolayısıyla insan ticareti yapanların elinde olmak kadar, AB’nin uyguladığı sınır politikaları da Afrikalı göçmenler için ciddi bir tehdit olabiliyor. 7 Avrupanın Marşları Danimarka Yiğit KÖSEOĞLU Orada güzel bir ülke var, Duruyor tuzlu kuzey sahillerinin kıyısında, Kayın ağaçlarının gölgesinde Tepeleri ve vadileri nazikçe uzanıyor Burası Danimarka’dır, eski Danimarka Burasıdır Freya’nın* yurdu. Eski zamanlarda Vikingler zırhlarıyla oturuyordu Kendi kanlı savaşlarının arasında Sonra onlar gittiler yüzleşmek adına düşmanlarıyla Şimdi bu tümsekler onların ebedi istirahat yerleridir Bu topraklar güzel/dürüst Mavi deniz etrafına çevrelenmiş, Barış, buradan besleniyor halen. Halen güçlü adamlar ve soylu kadınlar Sadakat ve beceri ile Kaldırıyor bu ülkenin onurunu *Freya(Frejya): İskandinav mitolojisinde bereket ve aşk tanrıçası Toplamda on iki kıtadan oluştuğu için yukarıda sadece ilk kıtasını paylaşabildiğimiz Danimarka ulusal marşı, 1819’da Adam Oehlenschläger (1779-1850) tarafından yazıldı. 1835’teyse Hans Ernst (1798-1879) güfteyi besteyle buluşturdu. Aslında şaşırtıcı bir gerçek de var: Danimarka yasal olarak iki ulusal marşa sahip dünyadaki iki ülkeden biri (diğeriyse Yeni Zelanda). Herhalde bu özelliğiyle Avrupa’nın marşları arasında biricik olabilecek marşlardan Danimarka’nınki. Danimarka’da, “Der er et yndigt land” (Orada güzel bir ülke var) ve “Kong Christian” (Kral Christian) adlı marşlar yasal olarak eşit statüde kabul edilmekte. Ama Kral Christian adlı marş daha çok kraliyeti ilgilendiren törenlerde kullanılırken “Orada güzel bir ülke var” adlı marş devleti temsil eden tüm törenlerde seslendirilmekte ve Danlar tarafından daha çok kabul görmekte. Avrupa Gündemi... ATAUM ATAUM-BİM (08-2011) e-bülten bulmak isteyene not: sadece elektronik posta kutusunda bulunur...
Benzer belgeler
Sayı 80 Haziran 2015 - ATAUM
Papa Franciscus, yani bildiği- inançları sa ye sin de bu
miz adıyla Papa Francis, gö- bataktan kurtulabileceklereve geldiği günden itibaren rini vurguladı. Papa, yakın za21. yüzyılın önemli isimler...
e-bülten - ATAUM - Ankara Üniversitesi
Iniutler gibi yerel halklar için istisna getiren 2009 tarihli AB düzenlemesi, fok ticaretinin önde gelen ülkelerinden Kanada
ve Norveç tarafından söz konusu istisnanın kendi ticaret ve sanayilerine...
Sayı 73 Kasım 2014 - ATAUM
Iniutler gibi yerel halklar için istisna getiren 2009 tarihli AB düzenlemesi, fok ticaretinin önde gelen ülkelerinden Kanada
ve Norveç tarafından söz konusu istisnanın kendi ticaret ve sanayilerine...