ankara çiğdemi - Atılım Üniversitesi Ankara Digital Kent Arşivi
Transkript
ankara çiğdemi - Atılım Üniversitesi Ankara Digital Kent Arşivi
ANKARA ÇĐĞDEMĐ ANKARALI GEZGĐNLER BÜLTENĐ Sayı: 6, Kış 2009 ● MTA TABĐAT TARĐHĐ MÜZESĐ ● 31.KEMALĐYE KÜLTÜR VE DOĞA SPORLARI FESTĐVALĐ ● ALEUTLARIN ANAVATANI ALYESKA ● MĐLLĐ PARKLARIMIZ ● ANKARA’NIN ĐLK GEZĐ REHBERĐ ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:6, Kış 2009) Đçindekiler ______________________________________________ 3- MODERASYON’DAN “Acar Şensoy” 4- KISA/KISA Ankara’dan ve Grubumuzdan Haberler 6- ÜYELERĐMĐZ Engin - Funda ERSÖZ ve Esra EROĞLU 8- ANKARA’DAN MTA Tabiat Tarihi Müzesi “Turhan Demirbaş” 9- GEZ/YAZ Sarı Sıcak Pencere KÜBA “Cüneyt Göksu, Serpil Yıldız” 10- TÜRKĐYE’DEN 31. Kemaliye Festivali’nin Ardından “Ahmet Bozkurt” 13- GEZ/DĐNLE Nani “Grup Karmete” 14- DÜNYADAN Alaska “Alparslan Özyılmaz” 17- GEZGĐNCE Milli Parklarımız “Timur Özkan” 18- OBJEKTĐF “Ahmet Yay” 20- ANILARDA ANKARA “Feyha Özsoy” 22- ANKARA KÜTÜPHANESĐ Guide Touristique “Ernest Mamboury” 23- ANKARA/ANKARA... Evliya Çelebi Ankara’da 24- DĐZELERDE ANKARA “Nazım Hikmet” . ANKARA ÇĐĞDEMĐ ANKARALI GEZGĐNLER BÜLTENĐ Ankaralı Gezginler elektronik iletişim grubu tarafından yayınlanır. Ücretsizdir. Burada yayınlanan yazı, haber, fotoğraf, resim vb kaynak gösterilerek ve sahiplerinden izin alınarak kullanılabilir. Editör: Timur Özkan http://groups.yahoo.com/group/ankaraligezginler [email protected] Kapak: MĐRAS “Duatepe Anıtı”, Abdi Đpekçi Parkı’ndaki “El”, Cinnah Caddesi girişindeki “Su Perilerinin Dansı” ve daha birçok eseri bulunan heykeltıraş Metin Yurdanur’un Ankara Garı önündeki bu küçük fakat anlamlı heykeli Miras adını taşıyor. Eti Aslanı’na ters binmiş Nasreddin Hoca şeklinde simgelenen ve Anadolu’nun çok kültürlülüğünü anlatan “Miras” 1980 yılında yapılmış. 1951 Sivrihisar doğumlu olan Metin Yurdanur, 1972 Gazi Eğitim Enstitüsü Resm-Đş Bölümü mezunu. 1998 yılında Kültür Bakanlığı tarafından Devlet Sanatçısı unvanını alan sanatçının 20’si Ankara’da ve 8’i yurt dışında olmak üzere 100’den fazla eseri bulunuyor. ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:6, Kış 2009) Moderasyondan ________________________ Acar Şensoy [email protected] Sevgili Ankaralı Gezginler Günümüzde seyahat etmek eskisine oranla daha çok kolaylaştı. Artan ulaşım olanakları, organizasyonu rahatlatan gelişmiş bir turizm endüstrisi sayesinde birçok insan faklı mekanlara, farklı ülkelere seyahat edebiliyor. Peki gezginleri bu kalabalıklardan ayıran, farklılaştıran özellikler var mı? Aslında gezginlik bir yaşam şekli, hayata farklı bir bakış penceresi ve gezginin seyahat başlangıcındaki kalkış noktası dahi çok farklı. Gidilecek bölgenin yaşantısı, tarihiyle ilgili araştırmalar, seyahat boyunca ilginç ayrıntıları avlayabilmek için hazırlanan planlar tüm bunlar gezginin seyahat öncesi vazgeçilmez ödevleri belki de. Gezginin yaptığı gezi planları çok farklılıklar içerebiliyor. Gezgin sadece tüm turistlerin gittiği meydanlar, anıtlar ile ilgilenmiyor. O biraz da gittiği ülkenin, bölgenin yaşantısını, sosyal hayatını, bölgedeki sosyal psikolojiyi, insan ilişkilerini merak ediyor. Gezgin diğer turistlerin arasına değil, gittiği yörenin halkına, sokaklarına ve belki de biraz bilinmeze karışmak istiyor. Herkesin yakalayamayacağı görüntüler, tatmayacağı tatlar işgal ediyor gezginin gündemini. Bu sebeple gezgin, turistlerin gezdiği mekanlar ile sınırlı kalmıyor ve halkın gittiği mekanları keşfetmek istiyor. Kimi zaman aklımızı çelen bu hevesler içinde kayboluyoruz, yabancı bir ülkede, yabancı bir şehirde. Ancak kaybolmuş olmanın getirdiği endişe ile bilinmeyenin karşımıza çıkaracağı sürprizlerin heyecanı birbirine karışıyor. Ve kim bilir başka turistlerin gözden kaçırdığı nelere tanık oluyoruz doğru yolu bulana kadar. Gezgin gittiği ülkelerde görünenin ardındaki görünmeyenin peşinde oluyor. Bir Orta Amerika caddesinin renklerle dolu dükkanlarının ve insanlarının ardındaki yaşanmış çileler, fakirlik, siyasi kargaşa, sanki coşku ile acının gizemli bir dansını anlatıyor. Ya da Đngiltere’nin ciddi sokakları, ciddi insanları ardındaki alaycı kara mizah, Hindistan’da Delhi’de caddelerde kendilerini rastgele yola atmış kalabalığın, arabaların, çek çeklerin, üç tekerlekli rikşaların yarattığı kargaşanın ardındaki gizli armoni, soğuk Baltık kıyılarında sıcaklığı. sohbet edilen insanların Aslında gezginlik bir okul gibi... Gezgin seyahatleri boyunca kendisinden farklı kültürleri tanıyor, bu kültürleri anlamaya çalışıyor. Bu çabayı harcarken belki gezgin kendi önyargılarını varsayımlarını gözden geçirmek zorunda kalıyor. Böylece gezgin olmak engin bir hoşgörü, duyarlılık dünyasının kapılarını aralıyor insana, yaşam daha kolay ve daha iyi kavranıyor, kişinin vizyonu genişliyor. Hoşgörü ve vizyon genişlemesi dışında gezginin tahammül gücü de gelişiyor. Gidilen yabancı bir ülkede farklı bir trafik, farklı kokular, farklı baharatlar ve tatlar, farklı dokular, davranışlar, kurallar, kimi zaman farklı giyinişler ve gelenekler, gezgin bazen hoşuna giden bazen de kendisini zorlayan bu farklılıklara tahammül etmeyi öğreniyor. Tabii gezginin bir başka vazgeçilmez arayışı da gittiği ülke ve bölgelerdeki insanları tanımak, eğer mümkünse onlarla sohbet etmek ve onları anlamak. Ve zaman içinde gezgini saran evrensel bir insan sevgisi... Bu insan sevgisi, farklı kültürlere tolerans içinde ülkesi kadar dünyayı da seviyor gezgin ve kendisini aynı zamanda bir dünya vatandaşı olarak görmeye başlıyor. Sevgili Ankaralı Gezginler Ankara Çiğdemi’nin bu sayısı da diğer sayılar gibi böyle bir hoşgörü ve sevgi, ilgi dünyasını yansıtıyor. Dergimiz hem dünyadan hem de ülkemizden ve çok sık ziyaret edilmeyen yörelere, yakalamak için çaba sarfedilmesi gereken kültürlere yer veriyor. Ülkemizde henüz hakkettiği ilgiyi bulamamış ama dağları, kanyonları, eski evleriyle hem doğa sporları hem de kültür gezileri için potansiyel taşıyan bir yöremiz Kemaliye, Karadeniz’den farklı müzik ezgileri, kuzeyin uçsuz bucaksız bir köşesinde kendine has özellikleriyle Alaska, sıcaklığı ve farklı yaşantısıyla bir Küba araştırması bu yazılardan bazıları. Sizleri Ankara Çiğdemi’nin bu ilginç gezilerine davet ediyor ve bir başka dönem tekrar sizinle buluşmayı diliyoruz... ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:6, Kış 2009) Kısa/Kısa _________________________________________________ Đnanılır gibi değil - 1 Ankara, Türkiye’nin yaşanabilir kentlerinin en başında... CNBC-e Business dergisi tarafından 34 kriter esas alınarak hazırlanan “Türkiye’nin yaşanabilir illeri araştırması”nın sonuçlarına göre; geçen seneki listenin de başında yer alan Ankara bu sene de yerini korudu. Ankara’yı Eskişehir, Đstanbul, Antalya, Trabzon, Edirne, Isparta, Đzmir Artvin takip ediyor. Listenin en sonunda Ağrı yer alıyor... Gezgin Gözüyle 2009 hazırlıkları devam ediyor... Koordinatörlüğünü grubumuz üyelerinden Olcay Özgen’in yaptığı geleneksel “Gezgin Gözüyle” fotoğraf sergilerimizin dördüncüsü için hazırlık süreci başladı. Bu defa 5-11 Ocak 2010 tarihlerinde ve her sene olduğu gibi Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde yapılacak olan “Gezgin Gözüyle 2009”un halen seçici kurul çalışmaları devam ediyor. Đnanılır gibi değil - 2 Ankara’ya 2009 Avrupa Ödülü... Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin çevresel, sosyal, kültürel ve uluslararası çalışmalarını dikkate alarak her yıl bir Avrupa kentine verdiği “Avrupa Ödülü”nü bu yıl Ankara kazandı. 1955 yılından bu yana verilmekte olan ve şimdiye kadar 60’dan fazla kente verilen ödül; 1959’da Đstanbul’a ve 1991’de Bursa’ya olmak üzere daha önce iki kez Türkiye’ye gelmiş. Ödülün son yıllardaki diğer sahipleri; 2006’da Macaristan’ın Szeged, 2007’de Almanya’nın Nuremberg ve 2008’de Polonya’nın Katowice kentleri olmuş. http://assembly.coe.int/Mainf.asp? link=http://assembly.coe.int/Com mittee/ENA/EuropaPrize/prizeinde x.htm . Gezgin Gözüyle fotoğraf sergilerine her üye en az bir, en çok üç fotoğrafla katılabiliyor. Bu seneki sergi için 51 üyemiz başvurmuş olup, seçici kurulun çalışmaları sonucu seçilecek 100 civarında fotoğrafın sergilenmesi bekleniyor. Bu defa ilk üç sergiden farklı bazı uygulamalar planlanıyor. Öncelikle bu defa fotoğraflar satışa çıkarılmayacak ve sergimiz Đstanbul, Đzmir gibi farklı illerde de tekrarlanacak. Sergi süreci tamamlandıktan sonra tüm fotoğraflar sahiplerine iade edilecek. Bir başka yenilik olarak bu yıl fotoğraflarımız ahşap çerçeve yerine fotoblok şeklinde hazırlanacak panolarda sergilenecek. Takvim veya katalog hazırlanması ile açılış kokteyli için sponsor arayışları devam ediyor. Ankaralı Gezginler Ankara Sempozyumu’nda... Ankara’nın başkent oluşunu 86. yıldönümü nedeniyle 13 Ekim 2009 tarihinde Atılım Üniversitesi tarafından düzenlenen Ankara Sempozyumu’na katılan grubumuz üyelerinden Necati Kazancı “Ankara Akarsuları” konulu bir bildiri sunarken, Timur Özkan da “Gezgin Gözüyle Ankara” başlıklı bir foto-sunum gerçekleştirdi. Açılış konuşmasını Çankaya Belediye Başkanı Bülent Tanık’ın gerçekleştirdiği sempozyumun diğer katılımcıları; üniversitenin öğretim üyelerinden Zafer Şahin ve Gül Güneş ile Cumhuriyet gazetesinden Işık Kansu, Ankaralılar Meclisi’nden Ahmet Çavuşoğlu ve Anayasa Mahkemesi Emekli Başkan Vekili Güven Dinçer oldular. Değerli Ankaralı Gezginler, burada yayımlanmasını istediğiniz kişisel etkinlik haberlerinizi ve ayrıca ANKARA ÇĐĞDEMĐ hakkında her türlü görüş, eleştiri ve önerilerinizi ve de Ankara’dan, Türkiye’den Dünya’dan gezi yazılarınızı [email protected] adresine bekliyoruz. ANKARA ÇĐĞDEMĐ'nin önceki sayılarını; grubumuzun ana sayfasındaki Files'dan E-dergi "Ankara Çiğdemi" klasörünü veya http://groups.yahoo.com/group/ankaral igezginler/files/%20EDergi%20%20%22Ankara%20Cigdemi %22/ adresinden ilgilendiğiniz sayıyı tıklayarak okuyabilirsiniz. Eğer açılmıyorsa dosya adı üzerinde sağ klikle Yeni Pencerede Aç yapabilir, bilgisayarınıza indirmek için aynı şekilde sağ klikle Hedefi Farklı Kaydet, yazdırmak için ise Hedefi Yazdır fonksiyonlarını kullanabilirsiniz. ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:6, Kış 2009) Ankaralı Gezginler Ülke Mutfaklarında: 1 Masala Cafe Paris Caddesi, 49 adresinde bulunan Ankara’nın ilk ve tek Pakistan restoranı Masala Cafe; 7 Kasım 2009 Cumartesi gün Ankaralı gezginleri ağırladı. Yakınlarıyla birlikte 30 civarında üyemizin katıldığı ve çok samimi bir havada geçen yemekten sonra üyelerimizin Pakistan anılarının anlatıldığı ve restoran sahibinin Pakistan Mutfağı hakkında bilgi verdiği sohbet gerçekleştirildi. “Ankaralı Gezginler Ülke Mutfaklarında” serisinin gelecek aylarda farklı ülkelerin mutfaklarında devam ettirilmesi planlanıyor. Gezgin Gözüyle serisinden iki yeni kitap projesi... Gezgin Gözüyle Mısır ve Ortadoğu Gezgin Gözüyle Çin ve Uzak Asya Bir grup gezgin yazarın ortak eseri olarak geçen yıl piyasaya çıkan gezgin “Gözüyle Rusya ve Kafkasya” adlı kitabımızın devamı niteliğinde yeni iki kitap için çalışmalara başlamış bulunuyoruz. “Gezgin Gözüyle Mısır ve Ortadoğu” ile “Gezgin Gözüyle Çin ve Uzak Asya” adlarını verdiğimiz yeni kitaplarımız 2010 Nisan ayında raflarda olacak. Ankara’nın Heykel ve Anıtları... Eser Saka’nın ikinci fotoğraf sergisi... Her ayın ilk cumartesi günü, tarihi Abidinpaşa Köşkü’nde Ankara hakkında çeşitli konularda toplantılar düzenleyen ve bu dönem başkanlığını aynı zamanda grubumuz üyelerinden olan DPT Uzmanı Dr. Metin Özaslan’ın yürüttüğü Ankara Kulübü Derneği’nin 7 Kasım 2009 tarihli toplantısının konuğu Araştırmacı Koleksiyoner Haldun Cezayirlioğlu idi. Fotoğrafçı Dr. Umut Erhan ile birlikte yürüttüğü araştırma kapsamında Ankara genelinde 250’den fazla anıt ve heykelin fotoğraf, adres ve katalog bilgilerini derleyen Haldun Cezayirlioğlu sadece Ulus Kavaklıdere arasında 30’dan fazla heykel bulunduğuna dikkat çekiyor. Ulus Meydanı’ndaki Zafer Abidesi ile başlayan, Ziraat Bankası’nın bahçesindeki Mithat Paşa, Opera önündeki Leyla Gencer ve Cüney Gökçer heykelleriyle devam eden listede bir kısmının farkında bile olmadığımız pek çok anıt ve heykel yer alıyor. Cezayirlioğu’nun sunumu Falih Rıfkı Atay’ın şu sözleriyle sona eriyor: Biz Ankara’ya gelinceye kadar şehirciliği ve mimarlığı unutmuştuk. Türk milletinin yapıcılık vasfını burada tekrar dirilttik... Ankara hakikaten semboldür.” Grubumuz üyelerinden Eser Saka ilkini geçen yıl Ankara’da düzenlediği ve 58 kareden oluşan “Düşten Gerçeğe Yolculuk - Doğu Türkistan” fotoğraf sergisinin ikincisini 523 Ekim tarihleri arasında Đstanbul’daki T.C.Ziraat Bankası Tünel Sanat Galerisi’nde gerçekleştirdi Git Dergisi’nin 101. sayısında Ankaralı Gezginler tanıtıldı... Leman Dergi Grubu tarafından üç ayda bir yayımlanan ve tanınmış çevreci Timur Danış tarafından hazırlanan Git Dergisi’nin Kasım ayında çıkan 101. sayısında Ankaralı Gezginler kitapları tanıtıldı. Üyelerimizden Murat Özsoy’un gerçekleştirdiği söyleşi çerçevesinde; grubun kuruluşu ve işleyişinin yanı sıra Ankaralı Gezginler 1, 2 ve 3 (Dünyadan, Türkiye’den ve Ankara’dan Gezi Yazıları) adlı kitaplarımız geniş şekilde tanıtıldı. Derginin bu sayısında ayrıca Murat Özsoy’un, Turkuaz belgeseli çekimleri güncesinin Pakistan bölümü yer alıyor. ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:6, Kış 2009) Üyelerimiz ___________________________________________ Engin, Funda Ersöz ve gezilerimiz.com Engin ve Funda Ersöz grubumuzun en aktif üyelerinden. Gezmekle yetinmeyen ve paylaşmayı önemseyen iki değerli gezgin dostumuz gezilerimiz.com adını verdikleri kapsamlı sitelerinde deneyimlerini bizlerle paylaşıyorlar. Uzak Asya’da yaptıkları farklı bir geziden yeni dönen Engin ve Funda izlenimlerini ilk olarak Ankara Çiğdemi’ne anlattılar. Önce Engin Ersöz’ü kısaca tanıyalım. Ankara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’nde doçent kadrosunda öğretim üyesi olarak görev yapıyorum. Bu sene meslekte 20. yılım. 42 yaşındayım. Yaklaşık sekiz yıl önce hızlandırdığımız yurtdışı gezilerimiz gezi sitemizden sonra tam bir tutku haline geldi. Yurt dışı geziler kadar öncesinde yapılan hazırlığı, dönünce de gezi yazısını ve fotoğrafları düzenlemeyi ayrı seviyorum. Bir dostum var isim veremem ama adı “T” ile başlıyor “imur” ile bitiyor onun ülke sayısına ulaşmak gibi bir hedef koydum kendime. Meslekte 20 yılımı doldurunca artık emekli olsam da gezi işini profesyonelce yapsam diyorum ama sanırım daha 11 yıl beklemem gerekecek. Tarçın adında bir köpeğimiz var ve gezilerin tek kötü tarafı ondan ayrı kalmak. Sitemi çok önemsiyor ve bu kanalla bu virüsü yaymaya çalışıyorum Biraz özel bir soru olacak ama hayat arkadaşlığı gezginlikle birleşince nasıl bir boyut kazanıyor? Olumlu/olumsuz yönleriyle ailece gezmek nasıl oluyor? Kesinlikle bu açıdan birbirimizden çok memnunuz. Birimiz planlamayı üstleniyorsa diğeri şehirde iyi vakit geçirilecek yerleri buluyor. Değişik gruplarla da geziler yaptık ama “bir” numaralı gezi arkadaşı birbirimiz diyoruz. gezilerimiz.com benzerleri arasında çok daha zengin ve ticari olmayan içeriğiyle dikkat çekiyor, böyle bir site oluşturmak ve sürekli güncellemek zahmetli bir iş olsa gerek, nasıl altından kalkıyorsunuz? Bunu takdir etmeniz ve farkına varmanız çok güzel çünkü gerçekten çok vakit ve emek istiyor. Ama hayatta herkes bir şeye tutunuyor ve onunla mutlu olabiliyor. Biz de başka şeylerden vakit çalıp bu siteye vakit ayırıyoruz. Yavaş yavaş gelişen fotoğraf hobimiz de aynı şekilde. Ama gelen pozitif yorumlar ve ziyaretçi defterindeki yazılar yorgunluğu unutturuyor. Funda Ersöz’ü de kısaca tanımak istersek; Sağlık Bakanlığı Balgat Ağız ve Diş Sağlığı merkezinde uzman diş hekimi olarak çalışmaktayım. Gerçekten çok yoğun bir tempoda çalıştığımız iş hayatımda tek molalarımız yaptığımız yurt dışı gezileri diyebiliriz. 42 yaşındayım ve anı koleksiyonuna devam etmeyi düşünüyorum. Uzak Asya ayrı bir dünya, mutlaka anlatacak çok şeyiniz var ve hepsini merakla bekleyeceğiz ama bir aylık gezinizi Ankara Çiğdemi okurları için çok kısaca nasıl özetleyebilirsiniz? Evet neredeyse 1 ay sürdü, uzun uzun gezilerimiz.com da yazdık. Ama kısaca özetlemek gerekirse; En çok Singapur ve Hong Kong’u beğendik. Malezya’yı tahminimizden çağdaş bulurken Tayvan bizi olumlu yönleriyle şaşırttı. Japonya bildiğimiz gibi çok medeni, Vietnam ise beklediğimiz gibi sefil ama egzotikti. Çin hakkında düşündüğümüz ise Çin’i hiç tanımadığımız oldu; Çin “Made in China”dan ibaret değilmiş... ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:6, Kış 2009) Şili’de bir Ankaralı Gezgin; Esra Eroğlu Grubumuzun ilk üyelerinden Esra Eroğlu bir süredir Santiago’da yaşıyor. Đş hayatı Esra’yı önce Peru’nun başkenti Lima’ya daha sonra da Şili’nin başkenti Santiago’ya götürdü. Her sayıda iki üyemizi tanıttığımız bu bölümün bu sayıdaki diğer konuğu Esra Eroğlu. Kimdir Esra Eroğlu, Santiago’da ne iş yapıyor? Ayrıca neden gezer? Çevre Mühendisiyim. Santiago’da, maden firmaları için boru hatları tasarımı yapan bir kuruluşta çevre müdürü olarak çalışıyorum. 8 ayı Peru’da olmak üzere yaklaşık 1,5 yıldır Güney Amerika’dayım. Gezmek çocukluğumdan gelen bir tutku, saatlerce Atlas’taki haritalara ve kartpostallara bakar uzak yerleri hayal ederdim. Amcamın, Almanya’dan gönderdiği Köln Katedrali’nin gece ışıklandırılmış halini gösteren bir kartpostalım vardı. Bana çok büyülü gelirdi. Dakikalarca resimdeki ayrıntıları inceler orada olmak için can atardım. 1994 yılında ilk kez yurtdışına çıktım. Üniversite arkadaşlarımla Almanya’daki bir gençlik kampına katılmak üzere... Yıllarca harçlıklarımdan biriktirdiğim parayı o seyahate yatırmıştım. 54 saat suren otobüs yolculuğumuz sırasında hissettiklerimi asla unutamam. Bulgaristan’ın, Romanya’nın o zamanki bakısız kasabaları bile çok ilginç görünmüştü gözüme. Köln’e vardığımızda otobüs değiştirmemiz gerekiyordu. Otobüsten indiğimiz yerde hayatimin en etkileyici sürprizi ile karşılaştım. Köln Katedrali tüm görkemiyle karşımda duruyordu. O anki duygularımı tarif etmek imkansız. Kartpostalım zamanın içinden gelip beni orada karşılamıştı. Sanki hoş geldin dünyaya, yeni maceralara der gibiydi... Yeni diyarları, kültürleri görme tutkum o an daha da perçinlendi. Atlasa baktığımda hayalini kurduğum o renkli biçimsiz şekiller tek tek canlanmaya başlamıştı. Kendime 40 yaşına kadar 40 ülke görme hedefi koydum. Şu an 37’sindeyim ve 37 ülke oldu. Dünya ülkeleri listesinde gördüğüm yerlere çentik atmak hala ilk seferdeki gibi keyif veriyor. Yaşadığımız dünyayı kimlerle paylaştığımızı anlamak, yeni coğrafyaları tanımak, kendi dar penceremizden görmeye alıştığımız yaşamın anlamını daha farklı açılardan kavramaya çalışmak... Gezdikçe, Bursa Ulu Cami’de dua eden bir Müslüman’ın, Lima’da San Fransisco Kilisesi’nde haç çıkaran Hıristiyan’ın ve Katmandu’da Budanaht Tapınağı’nda dua çemberini çeviren bir Budist’in yüzünde hep aynı ifade olduğunu görüyorum. Nasıl ki Ulus’ta ayakkabı boyacılığı yapan bir ufaklık, Hindistan’da meyve satan küçük bir kız, Şili’de trafik lambalarında pandomim yapan bir genç birkaç kuruş kazanınca ayni sevinç ifadesine sahipse. Kocaman güzel bir dünyamız var... Yaşam koşullarımız, geleneklerimiz coğrafyalarımız farklı olsa da hepimiz ayni insanlarız... Birbirimizi anladıkça daha mutlu bir dünyamız olacaktır... Ankaralı gezginlerle nasıl tanıştı? Böyle bir gruba üye olmak Esra için ne ifade ediyor? Ankaralı Gezginlerle 2005 yılında tanıştım. Đstanbul’da faaliyet gösteren Gezginler Kulübü’nün web sayfasında “Ankaralı Gezginler”in kurulduğunu öğrendim. Đlk işim üyelik için başvuru yapmak oldu. Tecrübelerimi paylaşabileceğim, diğer deneyimlerden faydalanabileceğim, belki de beraber yeni maceralara adım atabileceğim, benim hissettiklerimi anlayabilen gezginlerle tanışma düşüncesi çok sıcak ve güzel geldi. Ankaralı gezginlerin işlevi hakkında ne düşünüyor? Bu beklentileri ne ölçüde karşılandı? Ankaralı Gezginler amatör ruhla profesyonel isler ortaya koyabilen, çizgisinden taviz vermeyen gezginlerin kendilerini gezgince ifade edebildiği, paylaşabildiği, yardımlaşabildiği keyifli bir ortam. Ben gezmesini çok seven ama gördüklerini kaleme almaya üşenen biriyim. Ancak, grubumuzun çıkardığı kitaplar bu konuda çok büyük bir motivasyon sağladı ve büyük bir keyifle anılarımı kaleme aldım. Hala kitabımızı kitapçı raflarında görmek büyük bir haz veriyor. Ayrıca “Gezgin Gözüyle” adlı fotoğraf sergileri, gördüklerimizi estetik bir şekilde sevdiklerimizle ve Ankaralı hemşerilerimizle paylaşma imkanı sunuyor. Satılan fotoğraflardan elde edilen gelirle LOSEV’e katkıda bulunuyoruz. Hem gezginlere gördükleri yerleri paylaşabilme hazzı sağladığı hem de sosyal sorumluluk bilinciyle üyelerine topluma daha faydalı olabilme fırsatı verdiği için gurubumuzun çok işlevsel olduğunu düşünüyorum. ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:6, Kış 2009) Ankara’dan ______________Turhan Demirbaş [email protected] MTA TABĐAT TARĐHĐ MÜZESĐ Büyük önder Atatürk’ün emriyle 1935 yılında MTA Genel Müdür’lüğü kurulmuş. 7 Şubat 1968 de Tabiat Tarihi Müzesi açılmıştır. Dünya'da ilk Tabiat Tarihi Müzesi 16. yüzyılda tabiat bilgini Gesner Conrad tarafından Zürih’de faaliyete geçmiştir. Fen Bilimleri Müzeleri içinde yer alan MTA Tabiat Tarihi Müzesi beş ana bölümden oluşur. Birinci bölüm tümüyle paleontolojiye ayrılmış, yaklaşık 6400 fosil materyali sistematik bir şekilde sergilenmektedir. Bu bölümde ABD'den satın alınmış olan etobur bir dinazorun fosil iskelet mulâjı, Fransa Tabiat Tarihi Müzesi tarafından müzeye armağan edilen ve 15 milyon yıl önce Fransa'da yaşamış fillerin atalarından birine ait mulâj kalıbının yanı sıra Kahramanmaraş-Gâvur Gölü bataklığında bulunan ve MÖ 1000. yılın ikinci yarısında yaşamış olan Maraş filinin orijinal iskelet montesi bulunmaktadır. Yine bu bölümde, Ankara civarında 193 milyon yıl önce yaşamış olan 1,5 metre çapındaki dev bir mürekkep balığı fosili, Adana-Karataş sahilinde bulunmuş olan bir cüce balinanın çene kemiği iskeleti yer alır. Bundan yaklaşık 25 bin yıl önce Manisa-Salihli-Köprübaşı’nda yaşamış insanların fosil ayak izleri yer almaktadır. Bunlar dünyada bu güne kadar bulunan ve korunan en iyi ayak izlerindendir. Ankara - Kızılcahamam- Güvem bölgesindeki diatomit kayaç çökelleri içinde bulunan ve yaklaşık 13–15 milyon yıl yaşlı kurbağa, balık, karınca, örneklerini içeren fosillerle birlikte, mercanlar, süngerler, yumuşakçalar, yassısolungaçlılar vb. omurgasız canlı fosilleri bulunmaktadır. Yine temsili resimlerle dünyanın oluşumu ve insanlık tarihinin anlatıldığı kısım da paleontoloji bölümündedir. Müzenin ikinci bölümü mineralojik - petrografik örneklere ayrılmıştır ve binlerce örnek uluslararası standartlara uygun bir şekilde sergilenmektedir. 1972 yılında Aya giden Amerikalı astronot tarafından getirilen ay taşı da bu bölümde bulunur. En büyüğü 1989 yılında Sivas- Yıldızeli-Şeyh Halil köyüne düşmüş olan iriliufaklı göktaşlarının yanı sıra ülkemizdeki kıymetli, yarı kıymetli taşlardan örnekler Türkiye'nin zengin mermer örnekleri, son derece ilginç doğa olaylarından olan Pamukkale travertenleri, mağara sarkıt ve dikitler, örnek bir mağara içinde sergilenmektedir. Üçüncü bölümü teşkil eden Madencilikte ülkemize ait örneklerin yer aldığı Türkiye Madencilik Tarihi bölümünde ise yaklaşık 200 adet materyal ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:6, Kış 2009) sergilenmektedir. Yer üstü ve yer altı madencilikte kullanılmış olan eski teknoloji çeşitli envanter ve cihaz örnekleri de burada bulunmaktadır. Dördüncü bölüm ise Türkiye'de yaşamış ve yaşamakta olan hayvan ve bitki örneklerinin sergilendiği kısımdır. Burada yer alan 100'den fazla örnek, soyları tükenmekte olan veya tükenen bitki ve hayvan türlerinden seçilmiş olup doğal ortamlarına uygun bir şekilde sergilenmektedir. Nesli tükenmekte olan hayvan türlerini, içinde yaşadıkları doğal ortamla bir bütünlük içinde izleyicilere sunarak hayvanı, yaşadığı doğal ortamı müzelere taşımak “diorama” sanatıdır. Ülkemizde bulunan çok zengin bitki ve hayvan topluluğuna ait türler ancak, onları yerinde görebilen kişiler tarafından gözlenerek araştırılabilmektedir. Örnekleri toplamak, korumak ve teşhir ederek gelecek kuşakların hizmetine sunmak müzelerin başlıca görevidir. Yakın tarihe kadar ülkemizde bu amaca yönelik kapsamlı bir müzenin bulunmaması nedeniyle, Tabiat Tarihi Müzesi 1973 yılında diorama çalışmalarına başlanmıştır. Müzenin bir diğer sergi bölümündeyse MTA Genel Müdürlüğü' nün kuruluşundan bu yana yapılan arazi laboratuar çalışmalarında kullanılan araç, gereç ve malzemeler sergilenmektedir. Yine bu bölüm girişinde uzay ve gezegenlerin temsili görüntülerini içeren bir bölüm mevcuttur. Đnsanın uzay ortamında kaç kilo ağırlıkta olduğunu gösteren terazide burada sergilenmektedir. Tabiat Tarihi Müzesi haricinde MTA içersinde Jeoloji ve Enerji Parkları faaliyettedir. Đhsan Ketin Jeoloji Parkında, jeolojik zamanları içeren tablolar ve açık havada Türkiye haritası üzerinde maden envanteri sergilenmektedir. Đhsan Ketin Türkiye’nin değerli jeologları içinde önemli bir yeri vardır. Rahmetle andığımız Đhsan Ketin hocamız; Türkiye depremlerinin önemli bir bölümünün oluştuğu Kuzey Anadolu Fayını tespit etmiştir. Jeolojinin bir dalı olan Tektonik’te çok önemli çalışmaları mevcuttur. Türkiye’deki aktif faylar hakkında çalışmaları vardır. Parka adı bundan dolayı verilmiş bilim duayenidir. Gez/Yaz Timur Özkan [email protected] Enerji Parkı bünyesindeyse çeşitli kurumların stantlarında enerji hammaddeleri ve çalışmalar sergilenmektedir. Su, petrol, doğalgaz, kömür, nükleer enerji, güneş enerjisi ve rüzgar enerjilerinin nasıl elde edildikleri anlatılan sergiler mevcuttur. Yine Türkiye’nin önemli madenleri, elde ediliş biçimleri ve ürünleri sergilenmektedir. Bunlar; Bor tuzları, zeolit, perlit ve taş kömürü v.b gibi önemli madenlerdir. Enerji Parkı’nın bir bölümünde kütüphane bulunur. MTA Tabiat Tarihi Müzesi uzun bir süredir, tadilat nedeniyle kapalı durumdadır. TBMM’de bir milletvekili tarafından, Enerji Bakanı’nın cevaplanması için verilen soru önergesinde şöyle denmektedir: Tabiat Tarihi Müzesi’nin Evrim Teorisi’ne ilişkin fosil, bulgu ve materyalleri içermesi nedeniyle yıllardır kapalı tutulduğu iddiası doğru mudur? Müzedeki eserler nasıl ve nerede muhafaza edilmektedir? Bu eserlerin tadilat aşamasındaki tahribatından kimler sorumlu olacaktır? TÜBĐTAK’ta yaşanan krizde olduğu gibi belli bir bilimsel konuya karşı ideolojik bağnazlık sergilenmektedir. Bu bağnazlık nedeniyle de ülkemizin en önemli müzelerinden biri yıllardır kapalı tutulmaktadır. KÜBA, Sarı Sıcak Bir Pencere, Cüneyt GÖKSU-Serpil YILDIZ 286 Sayfa, (14x21) Beyaz Vizyon, 2008 “Türkler için Küba ne gibi bir anlam taşıyor?” Küba Cumhuriyeti Büyükelçisi Ernesto Gomez Abascal, kitabın önsözünde sık sık bu soruyu soruyor. Yazarlar, aylar süren araştırmalarının ışığı altında Eylül 2003 ve Nisan-Mayıs 2005 tarihleri arasında toplam iki ay kaldıkları Küba’da, -kendi ifadeleriyle-yalınlığıyla, inadına koruduğu bozulmamış ama zamanla değişikliğe uğramış sistemiyle, Latin Amerika ve dünya halkları için umut olmuş bu ülkeyi tanımaya çalışmışlar. Sonra da gezip gördüklerini, yaşadıklarını diğer bir deyişle Küba’nın Türkler için ne gibi bir anlam taşıdığını anlatmışlar. Jose Marti, Che ve Fidel gibi efsanevi önderlerinin yanısıra sıradan insanları ve sokak manzaralarıyla dünya gezginlerinin ilgi odağı olmaya devam eden Küba bu kitapta, grubumuz üyelerinden Cüneyt Göksu’nun ve yol-daşı Serpil Yıldız’ın yazı ve fotoğraflarıyla en ince ayrıntısına kadar anlatılıyor. [email protected], [email protected] ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:6, Kış 2009) Yayladamı Köyü Sırtları, Kemaliye (Erzincan) ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:6, Kış 2009) Türkiye’den ________________________Ahmet Bozkurt [email protected] 31. KEMALĐYE KÜLTÜR VE DOĞA SPORLARI FESTĐVALĐ’NĐN ARDINDAN Kemaliye (diğer adı ile Eğin) Fırat'ın Karasu kolu üstünde, sağ kıyıda kurulmuştur. Doğudan Munzur Silsilesi, batıdan ise Sarıçiçek dağları ile çevrili olup, deniz seviyesinden 825900 m. yüksekliktedir. Kemaliye, Erzincan'a 163 Km, Malatya'ya 175 Km ve Elazığ'a 145 Km. uzaklıktadır. 30 Mayıs – 5 Haziran 2009 tarihlerinde 31’incisi düzenlenen Kemaliye Kültür ve Doğa Sporları Festivaline, Fotoğraf Sanatı Kurumu’ndan küçük bir grupla Kemaliyeli Fotoğraf Sanatçısı Sn. Sıtkı Fırat’ın daveti üzerine katıldık. 30 Mayıs Cumartesi günü Ankara Gar’ından Doğu Ekspresi ile başlayan yolculuğumuz Erzincan Bağıştaş istasyonuna kadar 15 saat sürdü. Bağıştaş istasyonunda 45 dakika sonra Kemaliye’ye ulaştık, Öğle yemeği sonrası Karasu kıyısında düzenlenen Cirit gösterisine katıldık. Kemaliye’de yenen yemeğin ardından konaklayacağımız Apçağa köyüne doğru yola koyulduk. Elazığ, Malatya yolu boyunca gittikten sonra sağa döndüğümüzde bizi büyükçe bir tabela karşıladı. “Apçağa köyüne hoş geldiniz”, yanında bir dörtlük; Orda bir köy var, uzakta O köy bizim köyümüzdür. Gezmesek de, tozmasak da O köy bizim köyümüzdür. Ahmet Kutsi Tecer’in o çok bilindik ve günümüzde birçok şehirlinin duygularına tercüman olan o ünlü şiirinden bir dörtlük. Konaklayacağımız köy işte o ünlü köy idi. Köy meydanında “Ahmet Kutsi Tecer Kültür Evi” tabelalı ahşap ve bakımlı yapıyı görmek bizi mutlu etti. Konaklayacağımız, emekli öğretmen Ahmet Berkay’ın evini taş döşeli merdivenlerden tırmanarak bulduk. Ahmet Berkay ve eşi Ayşe Hanım bizi güler yüzle karşıladı. Tanışma ve yorgunluk çayının ardından odalarımıza çekildik. Sabah erkenden sokakları turladık, ahşap evler çok güzel görünüyordu, fakat çoğu boştu veya yaşlı insanlar oturuyordu. Sabah kahvaltısında Zetiri gibi bugüne kadar tatmadığımız birçok lezzeti tanıdık. Sonra Kırkgöz piknik alanına gittik. Burada bir kayanın altından bir dere fışkırıyordu. Bu kadar yüksek bir noktadan, bu son derece şaşırtıcı idi fakat aşağıdaki köyleri, bağ ve bahçeleri bu su besliyordu. Çağatay Yolda ekibi için yamaç paraşütü gösterisi yapan paraşütçü bizim için de güzel kareler oluşturdu. Daha sonra base jump etkinliğini izlemek üzere Karanlık Kanyon’a yöneldik. 1 Haziran Pazartesi sabahı yine 6:00 da uyanıp köyde gitmediğiz köşeleri keşfettik. Kaya üzerine yapılmış muhteşem köşkü bulduk. Sonra Kemaliye’de bizi bekleyen Sıtkı hoca ile buluşup, Sırakonaklar’a doğru yola çıkıyoruz. Sırakonaklar köyü, vadi yamacında güzel görünümlü ahşap evlerle bezenmiş bir köy. Ahşap evlerden oluşan köyde yine ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:6, Kış 2009) birçok yerde olduğu gibi kapı tokmakları, kapılar, pencereler ilginç kareler oluyor bizler için. Kapı önlerinde konuştuğumuz köy sakinlerinin kışları Đstanbul’da oturduklarını yazın buraya geldiklerini öğreniyoruz, birçok Anadolu köyünde ve kasabasında olduğu gibi. Taşyolu, büyük emek ve para harcanarak yapılmış, Karanlık Kanyon boyunca giden kayalara oyulmuş tünellerden oluşuyor. Botlara bineceğimiz noktaya geldiğimizde araçtan inip çarşaktan aşağıya doğru iniyoruz. Yaklaşık 70-80 kişi kano ve botlara binmek için bekliyor. 8 kişilik bir bot ayarlayıp en son çıkmayı planlıyoruz. Kanyon boyunca su durgun olduğu için kürek çekmeden yol alamıyoruz. Kanyon boyunca yer yer derin vadilerden Karasu’ya karışan dereler var. Bu akşam, bir dostunun bağ evinde misafir olarak kalan Sıtkı hocamızın davetlisiyiz. Akşam mangal ve ızgaralar eşliğinde sohbetle geçiyor. Kahvaltı sonrası bizi almaya gelen aracımızla Apçağa köyü meydanında buluşup Dutluca’ya doğru yöneliyoruz. Bugün Karasu’yun beri yakasında olacağız. Ergü, Kozlupınar, Yeşilyurt köylerinden sonra, Hıdır Abdal Türbesi, Müzesi, Helikopter pisti ile modern bir köy olan Ocak köyüne geliyoruz. Kadıgölü Kemaliye’ye can veriyor. Yükseklerden bir noktadan adeta bir dere fışkırıyor, hemen yanı başındaki cami yanından Kemaliye içinden Karasu’ya doğru çağıldayarak akıyor. Hemen caminin altında restore edilen bir değirmen çalışıyor. Eskiden bir de jeneratör varmış dere üzerinde, Kemaliye’ye elektrik sağlayan. Değirmenin hemen yanında Meşhur Lökhaneden dut ve cevizden yapılan Lök tatlısı ve bademle yapılan Beşateş tatlılarından yiyoruz. Akşam yemeği sonrası Apçağa köyünde evimizdeyiz. Çektiğimiz fotoğrafları ev sahiplerimiz ile paylaşmaktan mutlu oluyoruz. Đstiklal savaşından birçok belgenin de bulunduğu köy Müzesini ilgi ile geziyoruz. Dutluca kasabası sonrası Kekikpınarı köyüne yöneliyoruz. Burada Muhtar bizi alabalık çiftliğine götürüyor ve muhteşem lezzetli alabalık yiyoruz. Boylu ve Adak köylerini geçerek Sıtkı hocamızın köyü Akçalı’ya geliyoruz. Sıtkı Hocam heyecanlı, yetmiş küsur sene önceki anılarına dönüyor. 5 Haziran Cuma Kemaliye’de son günümüz. Bu sabah iki gün önce belirlediğimiz patikayı yürüyoruz. Patika yaklaşık olarak 45 dakikada yürünebilecek uzunlukta. Fakat biz iki buçuk saat gibi bir sürede yürüyebiliyoruz. Çiçekler, böcekler, kelebekler o kadar çeşitli ve rengarenk ki adeta ilerleyemiyoruz. 2 Haziran Salı günü sabah Sıtkı hocamız ile Kemaliye’de buluşuyoruz. Karasu üzerindeki köprüden geçerek ilk olarak Yaka köyüne geliyoruz. Bu defa Karasu’yun karşı yakasından Kemaliye’ye bakıyoruz. Virajlı yollardan Yeşilyamaç köyüne ulaştığımızda burada gözlerimize inanamıyoruz. Tepenin başında manzarası güzel bir noktada barbeküsü, tuvaletleri, masaları, bankları ile bir park var. Uzakta karlı Munzur dağı görüntüleri eşliğinde Yayladamı, Aslanoba ve Dolunay köylerini geçerek Başpınar kasabasına kadar gidiyoruz. Bir daire çizerek baraj üzerinde meşhur valilerimizden merhum Recep Yazıcıoğlu köprüsünden geçerek Elazığ, Malatya yoluna ulaşıyoruz. Festival organizasyonu tarafından temin edilen araçla rafting botlarına bineceğimiz yere kadar Taşyolu boyunca gidiyoruz. Kemaliye’nin 130 yıllık rüyası Çantalarımızı hazırlayıp iyi dileklerle ayrılıyoruz. Trenimize 20:30 da Bağıştaş istasyonundan bineceğiz. Posta minibüsüne biniyoruz Bağıştaş’a gitmek üzere. Güzel bir gezi yapmış olmanın hazzı ile 15 saat yolculuk bizi yormuyor. 6 Haziran Cumartesi öğle sonrası Ankara’ya geldiğimizde yine yollar kalabalık yine trafik sıkışık. Nerden geldik buraya demekten kendimizi alamıyoruz. ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:6, Kış 2009) Anket Grubumuzun kuruluş amaçları doğrultusunda “gezi” ve “Ankara” içerikli olarak hazırlamaya çalıştığımız Ankara Çiğdemi altıncı sayıya ulaştı. Bu aşamada bültenimiz hakkındaki olumlu/olumsuz görüşlerinizi almak istiyoruz. Bültenimizin geleceğini bu görüşler doğrultusunda şekillendireceğiz. Lütfen aşağıdaki seçeneklerden birini (varsa ilave değerlendirmelerinizle birlikte) editörün [email protected] adresine yazın veya sitemizin aşağıdaki linkinde bulunan ankete katılarak görüşünüzü bildirin. Đlginize şimdiden teşekkür ederiz... (a) Ankara Çiğdemi bu formatıyla devam etsin (b) Ankara Çiğdemi’nin formatı ve içeriği hakkında eleştiri veya önerilerim var (Lütfen belirtiniz) (c) Ankara Çiğdemi ilgimi çekmiyor http://groups.yahoo.com/group/ankaraligezginler/polls Gez/Dinle GRUP KARMATE – NANĐ Rize Çamlıhemşin’in dumanlı dağlarında dolaşırken, kulaklarımız gümbürdeyen derelerin coşkulu sesiyle çınlıyordu. Akşam olup otelimize dinlenmeye çekildiğimizde, mutlaka bir tulumcu gelerek kitleleri ortaya çağırıyordu. Yüce ve sarp dağların yalnız insanları, ince ve yanık sesli bir tulumun çağrısıyla horon kuruyordu. Gurbetin özlemini, sevdalıların hasretini dile getiren ezgiler sıralanıyordu. Bu sayede tanıştım Grup Karmate’nin albümüyle. Karmate, değirmen anlamına gelen Lazca bir sözcük. Bu sözcüğün seçilmesinin özel bir nedeni varmış. Bu yörede yerleşim dağınık olduğundan, değirmenlik işi olanlar önceden haberleşip, toplanarak imece yöntemiyle çalışırlarmış. Karşılık beklemeden bir araya gelen, sadece emeğini ortaya koyan ve dostça paylaşan, üreten insanların simgesi imiş değirmen Karadeniz yöremizde. Kalan Müzik tarafından çıkarılan ilk albümlerinin adı ise yine Lazcadan seçilmiş. Nani, yani ninni! Yöresel müziğin akustik enstrümanlarını kullanan sanatçılar ile vokalistler, bir araya gelerek bu albümü çıkarmış. Gruptan kimsenin bireysel olarak albümün önüne geçme kaygısı olmamış. Değirmende iş yapar gibi ortaklaşa ürün çıkarmışlar. Tulum, kemençe, akordeon, lavta, gitar ve perküsyon gibi çalgılarla; kimisi Lazca, Hemşince ve Gürcüce olan parçalar hep tanıdık zaten. Şevval Sam’ın söylediği “Başındaki Çember” ile “Lazuri Nani” (Lazca ninni), Đsmail Hakkı Demircioğlu’nun söylediği “Ayna Ayna Ellere” ezgileri dikkat çekici. Vokalist ve enstrümanların tüm marifetini gösterdiği “Kara Duman” adlı ezgi ise; albümün ve hatta grubun lokomotif parçası olmuş. Dağların yeşil ve sisli atmosferine çok yakışan tulum sesine ve tulum sanatçısı Đsmail Avcı Đsmanaşi’ye hayranlığımı dile getirmek istiyorum. Final parçası olan Potpori ile yöresel çalgı ve ezgiler kapanış gösterisi yapıyor sanki. Belkıs Ceyla Çetinsoy [email protected] Aşağıda verdiğim bağlantıdan örnek müzikleri dinleyip, albümün siparişini verebilirsiniz. http://www.kalan.com/scripts/album/dispalbum.asp?id=4335 ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:6, Kış 2009) Matanuska Buzulu, Alaska (A.B.D.) ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:6, Kış 2009) Dünyadan____________ Alparslan Özyılmaz [email protected] ALEUTLARIN ANAVATANI ALYESKA Alaska denilince herkesin aklına Eskimolar, soğuk ve kar gelir. Eskimoluk, yüzölçümü Türkiye’nin iki katından fazla olan Amerika Birleşik Devletleri’nin 49. eyaleti Alaska’da yaşamış 11 kabileden üçünün yaşama biçimine verilen bir addır. 1867 yılında Amerika ve Rusya’nın ortaklaşa kürk ticareti yapan şirketinin artık kar etmemesi üzerine sadece 7,2 milyon $’a Amerika’ya satılan ve daha sonra petrolün bulunmasıyla yıldızı parlayan Alaska görülmesi gereken başlıca yerlerden sayılmalı. Alaska tezatlar eyaleti; bir yandan petrol sayesinde Amerikanın yıllık petrol ihtiyacının % 20’ini karşılarken öte yandan petrolün kaynağı olan Prudhoe Körfezi’ndeki Deadhorse’u eyaletin merkezine bağlayan James Dalton Highway’in 30 yıldır tamamlanamamış olması öte yandan sadece denizden ulaşılabilen başkent Juneau’nın karadan bağlantısının sağlanamamış olması bu tezatların birkaç tanesi… Seyahatimize Anchorage’den araba kiralayarak önce Kuzey Buz Denizi’ne ya da diğer adıyla Arctic Ocean’a gitmek üzere kuzeye doğru başlıyoruz. Anchorage’den Deadhors’a giden 500 millik bu yol her gezginin içini kıpır kıpır edecek güzellikler ve heyecanlarla dolu. Yollar klasik Amerika yolları gibi bakımlı ve temiz başlıyor. Fairbanks’e kadar her hangi bir aksama olmadan geliyoruz ve eyaletin ikinci büyük şehri Fairbanks’in aslında büyük ve düzenli bir kasabadan farksız olduğunu görüyoruz. Alaska’nın diğer şehirlerinde olduğu gibi insanlar sizi gördüklerinde tebessüm ile selamlayarak yollarına devam etmelerini ilk başlarda yadırgasak da hemen benimseyip bu yazılı olmayan kurala biz de uyuyoruz. Sokakta yürürken hiç tanımadığınız belki de bir daha görmeyeceğiniz birinin tebessüm ile sizi selamlaması aynı yanıtı sizin de vermeniz insana tarifi mümkün olmayan bir pozitif enerji yüklüyor . Haritamızdan tespit ettiğimiz ve burayı da görelim dediğimiz Livengood da sadece 19 kişinin yaşaması ve tabelasındaki No Service yazısı bizi üzse de başka bir Alaska orijinalliğini daha görmüş oluyoruz. Livengood’dan sonra önümüzdeki 420 millik endüstriyel otoyolda; lambalarınızı yakınız ve dikkatli olunuz tabelasıyla beraber asfaltın bitmesi ve yağan yağmurla vıcık vıcık olan stabilize yolda birkaç mil gittikten sonra sadece ön camdan dışarıyı görebiliyor olmamız bizi önce biraz korkutuyor ama gezginlik virüsünü bünyeye almışız bir kere, bu yolu bitirmemiz ve sonunu görmemiz gerekiyor. Adı her ne kadar Highway olsa da yer yer çamur, stabilize ve çok küçük bir bölümü asfalt olan yol hakkındaki, Dalton Highway’e yanınıza iki adet şişirilmiş yedek lastik, içme suyu, tüketilmeye hazır gıda, motor yağı, yedek yakıt, kayış vb almadan çıkmayın broşürünü görünce içimizdeki merak ikiye katlandı ve yola koyulduk. Artic Circle’a gelince Kuzey Kutup Bölgesi’ne erişmemizin sevinciyle Ankaralı Gezginler çıkarmamızı tabelaya yapıştırıp gururla yolumuza devam ediyoruz. DeadHorse’a kadar arada sadece Coldfoot adında bir şehrin olduğunu ve bunun ötesinde benzin, yemek, konaklama vb hizmetlerin olmadığını öğrendikten sonra mecburen Coldfoot Kasabası’nda kalmaya karar veriyoruz. ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:6, Kış 2009) Coldfood’a gelince görüyoruz ki burası nüfusu sadece 13 olan ve Transalaska Petrol Boru Hattı’nın yapım aşamasında işçi barınağı, depo ve bakım onarım işlerinin yapıldığı şantiyeden bozma bir yerleşkeden başka bir yer değil. Gece konaklamak için buraya gelen kamyon şoförleri, turistler ve yol işçisi olduklarını ancak görevleri başında görünce anlayabileceğimiz insanlar Coldfoot’ta konaklamak ve yemek için geliyorlar. Geceyi burada geçirip sabaha yola çıkmak tarifi mümkün olmayan başka bir deneyim. Bu toprak otoyolda bile her hangi bir çalışma yapılırken sanki kıtalar arası bir yolun ulaşımı kontrollü olarak kesiliyormuşçasına özeni ve çalışanları görünce ABD’nin kendi insana verdiği değeri bir kez daha fark ediyoruz. Yol bir çamur bir stabilize derken artık aracımız dışarıdan bakıldığında tanınamaz halde çamurla kaplanmış durumda. Yola çıkmadan önce depomuzu doldurmaya benzinliğe gittiğimizde bizi bir kulübe içinde iki adet benzin pompası ve kredi kartı makinesi, dışarıda ise iki adet, varil üzerine sabitlenmiş benzin tabancası bekliyordu. Petrolün kaynağında böyle bir ilkel bir benzinlik bir başka tezat olarak dikkatimizi çekti. Alaska’ya gelip de büyüklüğü çoğu ülkeden fazla olan milli parkları ve buzulları görmeden olmaz. Denali bu büyük milli parklardan biri, içinde kuşlar, ayılar, geyikler ve bir sürü yabani hayvanın yaşadığı çok iyi düzenlenmiş güzel ve görülmesi gereken bir park. Kuzeyde buzul görmemişken buzul görmek için güneye gidiyor olmamıza ne dersiniz? Seward’a giderken Matunaska Buzulu’nu görmek ve üzerinde yürümek için yoldan yaklaşık üç mil çıkarak uzunluğu 24, kalınlığı 4 mil olan buzulun üzerinde yürümek buraya özgü bir başka inanılmaz bir tecrübe. Seward’a gelince görüyoruz ki burası bol miktarda karavan parkı, otel, hediyelik eşya satılan küçük ve şirin bir yer. Üç saatlik küçük bir cruise gezisiyle fok balıkları, değişik deniz kuşları, beyaz başlı amerikan kartalı, dağ keçileri, balina ve de dönüşte Kenai Milli Parkı’ndaki ünlü Bear Buzulu’nu gördükten sonra bir gezgin daha ne isteyebilir ki diyor ve karaya geri dönüyoruz. Yollarda karşılaştığımız başka bir incelik ise, üzerinde fotoğraf makinesi resmi ve Scenic Wiev tabelalarının olduğu yerlerin düzenlenmiş olması ve bizimde buralarda manzara fotoğrafları çekiyor olmamız bir gezginin isteyeceği şeylerden olsa gerek. Bu eşsiz manzara içerisinde yer yer gördüğümüz ve anlam veremediğimiz yanmış ormanları akıbetini daha sonra anlıyoruz ki her yıl Alaska’nın %1’i yanıyor ve işin ilginç tarafı; bunun normal ve gerekli bir durum olduğunu yangın döngüsünün anlatıldığı broşürlerden öğreniyoruz. Kah toprak kah çamur derken birde bakmışız ki Deadhors’e gelivermişiz. Deadhorse tıpkı bir karınca yuvası gibi, araçlar bir o yana bir bu yana gidiyor ve hep bir şeyler yapılıyor. Konaklamak için fazla otel seçeneği ve haliyle bir fiyat aralığı da olmadığı için Prudhoe Bay Oteli’nde konaklamaya karar veriyoruz. 11 Eylül 2001’den sonra Prudhoe Körfezi’ne sivillerin girişi yasaklanmış. Körfezi gezmek için aynı zamanda gezi turu düzenleyen Caribuo Oteli’nde pasaport bilgilerinizi vererek rezervasyon yaptırmak gerekiyor Ama sağ olsun Coldfoot’taki Visitor Center çalışanı Mr. Mury Shoemaker bizim için hem oteli hem de rezervasyon işini halletmişti. Hemen tura katılarak petrol sahasını gezdikten daha sonra Arctic Ocean’ın sahillerine ayak basınca uzun ve zorlu bir yolu bitirmenin hazzı ile ağustos ayında -2 derecelik havayı ciğerlerimize çekerken kendimizi beyaz başlı Amerikan Kartalı kadar özgür ve huzurlu hissediyoruz. Adını, Alaska’nın güney batısındaki adalar topluluğunda yaşayan Aleyut Kabilesi’nin dilindeki Alyeska (Anavatan) kelimesinden alan bu eyalette çeşitli zamanlarda yaşayan; 11 kabileye ait çeşitli görsel tema, eşya, canlandırmaları ve yaşadıkları evlerin sergilendiği ve günün çeşitli saatlerinde yerlilerin canlı dans performanslarını sundukları Alaska Native Heritage Center ise buradaki ilk ve son durağımız Anchorage’de mutlaka görülmesi gereken bir yer. Yaz aylarında gezdiğimiz için “Beyaz Geceler”i doyasıya yaşamış ama ünlü “Kuzey Işıkları”nı görmemiştik. Anhorage’deki Gösteri Sanatları Merkezi’ne izlediğimiz 40 dakikalık film bu eksiğimizi de gidermiş oldu. Dokuz günlük Alaska gezimizi, hem ülkeyi kuzeyden güneye kat etmiş hem de buzullarından ulusal parklarına, denizdeki ve karadaki doğal yaşamdan geleneksel kültürlerine ait her şeyi görmüş olmanın hazzıyla tamamlıyoruz. ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:6, Kış 2009) Gezgince ____________________________ Timur Özkan [email protected] MĐLLĐ PARKLARIMIZ 1993 yılında milli park ilan edilen Beyşehir Gölü’nü (Konya) takiben 1994 yılında tam sekiz adet yeni milli park ilan edildiğini görüyoruz. Aladağlar (Niğde, Adana, Kayseri), Alınbeşik Mağarası (Antalya), Dilek Yarımadası - Büyük Menderes Deltası (Aydın), Hatila Vadisi ve Karagöl - Sahara (Artvin), Honaz Dağı (Denizli), Kaçkar Dağları (Rize) ve Kazdağı (Balıkesir). Daha sonra 1996’da ilan edilen Saklıkent ve Marmaris (Muğla) milli parkları ve de Troya Tarihi Milli Parkı (Çanakkale) ile milli parklarımızın sayısı 32’ye ulaşıyor. 2000’li yıllarda Küre Dağları (Kastamonu, Bartın), Sarıkamış-Allahüekber Dağları (Kars, Erzurum), Ağrı Dağı (Ağrı, Iğdır), Gala Gölü (Edirne), Sultansazlığı (Kayseri), Đğneada Longoz Ormanları (Kırklareli), Tek Tek Dağları (Şanlıurfa) ve Yumurtalık Lagünü (Adana) daha çok doğal özellikleri ile milli park ilan ediliyorlar. Milli Park deyince akla ormanlar ve piknik alanları gelir her nedense. Oysa milli park kavramı daha doğal güzellikleri olduğu kadar tarihi ve kültürel öneme sahip yerleri de kapsayan çok daha geniş bir anlam ifade eder. Dünyanın birçok yöresinde olduğu gibi ülkemizde de belirli kriterlere göre birçok milli park alanı oluşturulmuştur. Bir yerin milli park olabilmesi için en başta bilimsel ve estetik bakımdan özgün doğal, tarihi veya kültürel bir değere sahip olması gerekir. Böyle yerler ilgili bakanlıkların görüşü de alındıktan sonra Çevre ve Orman Bakanlığı’nın teklifi ile Bakanlar Kurulu tarafından milli park olarak ilan ediliyor. Ülkemizde bu şekilde ilan edilmiş 40 adet milli park bulunuyor. Yasal açıdan bakanlığa bağlı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü’nün (*) sorumluluğu altında bulunan milli parklarımızın toplam yüzölçümü 878 bin ha civarında. Dünya genelinde ise 5600’den fazla milli park alanı bulunuyor. Ülkemizin ilk milli parkları 1958 yılında ilan edilen Yozgat Çamlığı ile Karatepe - Aslantaş (Osmaniye) milli parkları. Ertesi yıl Soğuksu (Ankara) ve Kuş Cenneti (Balıkesir) milli park ilan edilmişler. Daha sonra Uludağ (Bursa), Yedigöller (Bolu), Spil Dağı (Manisa), Kızıldağ ve Kovada Gölü (Isparta), Güllük Dağı ve Olimpos - Beydağları (Antalya) ile Munzur Vadisi’nin (Tunceli) milli park olduğunu görüyoruz. Bu zamana kadar ilan edilen milli parkların bazılarının arkeolojik değerleri olsa da genellikle doğal parklar olarak dikkat çekiyorlar. 1973’de ilan edilen Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı (Çanakkale) ve 1981’de ilan edilen Başkomutan Tarihi Milli Parkı (Afyon) dünya ve Türk harp tarihi açısından önemine istinaden bu unvana sahip oluyor. Bu arada çeşitli tarihlerde Antalya’da Köprülü Kanyon, Kastamonu’da Ilgaz Dağı, Nevşehir’de Göreme, Trabzon’da Altındere Vadisi, Çorum’da Boğazköy Alacahöyük ve Adıyaman’da Nemrut Dağı hem doğal hem de kültürel ve arkeolojik özellikleri ile milli park ilan ediliyorlar. Milli parklarımız, Türkiye’nin hemen her tarafından 35 farklı ilimize yayılmış olmakla birlikte, bu iller içinde toplam dört parka sahip Antalya ön plana çıkıyor. Yüzölçümleri itibariyle baktığımızda en büyük milli parkımızın 88 750 ha büyüklüğündeki Beyşehir Gölü Milli Parkı olduğunu görüyoruz. Bunu Ağrı Dağı (87 380 ha) ve Kızıldağ (59 400 ha) milli parkları takip ediyor. En küçük milli parkımız ise 64 ha büyüklüğündeki Kuşcenneti. Balıkesir’in Manyas ilçesindeki Kuşcenneti Milli Parkı’nın bir özelliği daha var. Burası Avrupa Konseyi tarafından tabiatın en iyi korunduğu yerlere verilen "A Sınıfı Avrupa Diploması” ile ödüllendirilmiş. Ayıca Göreme, Boğazköy, Nemrut ve Troya milli parkları aynı zamanda UNESCO’nun Dünya Mirası listelerine doğal veya kültürel varlık kategorilerinden girmeyi başarmışlar. Buna karşılık UNESCO listesinde bulunan Pamukkale’nin henüz bizde milli park ilan edilmemiş olması oldukça şaşırtıcı. Ülkemizde bunlardan başka, milli park statüsünde olmasalar da Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından tespit ve takip edilen bazı tabiat parklarımız (26 adet) ve tabiatı koruma alanlarımız (31 adet) da mevcuttur. Bunlar arasında Antalya’daki Kurşunlu Şelalesi, Trabzon’daki Uzungöl, Artvin Borçka’daki Karagöl ilk akla gelenler. Ayrıca çeşitli doğa olayları sonucu oluşmuş 104 adet tabiat anıtı da Orman Bakanlığının koruması altında bulunmaktadır. Görüldüğü gibi farklı statülerde 200’den fazla doğal ve tarihi öneme sahip varlığın yer aldığı bir ülkede yaşıyoruz. Bu kıymetli hazineye sahip çıkabilmek için önce buraları iyi tanımamız ve daha sonra da tanıtmamız gerekiyor. Bu konuda başta gezginlerimiz olmak üzere hepimize görev düşüyor. Moda ifade ile bitirelim; bu güzellikler bize atalarımızdan miras kalmadı, gelecek nesiller için emanet edildi... (*) http://www.milliparklar.gov.tr ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:6, Kış 2009) Objektif ______________________________ Ahmet Yay [email protected] Raja Ampat (Papua/ Endonezya) 2008 Masai Mara (Kenya) 2008 ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:6, Kış 2009) Naivasha (Kenya) 2008 Naivasha (Kenya) 2008 ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:6, Kış 2009) Anılarda Ankara _________________ Feyha Özsoy [email protected] 70 yıllık Ankara’m, halkını selamlayan o sarışın baş ve çocuk yüreğimin ilk acısı... Ankara’yla ilk tanışıklığım, 70 küsur yıl öncesine, 1936’lara dek uzanır. 4 yaşındaydım, babam Đzmir’de Demiryollarında çalışıyordu; o yıl ticaret müfettişi olarak Ankara’ya tayini çıkmıştı. Cebeci’de Uğurlu sokakta bir eve yerleştik. Atamızın bize armağan ettiği bu güzel kent, o yıllarda henüz daha yeni yeni filizlenmekteydi. O kış, yaşamımda ilk kez karla tanıştım. Bir sabah uyandığımızda her yer bembeyazdı; ablamla hayretler içinde pencerelere koşuştuğumuzu anımsıyorum. Uzaklarda çıplak Hacettepe’yi, yükseklerde Çankaya Köşkü’nü seçebiliyorduk. O yıllarda kar yerden aylarca kalkmazdı. Çocuktuk; sevinç içinde, bata çıka o muhteşem beyazlıkta oynar, buzlu yokuşlarda tahta kızaklarla kayardık. Đlkbahar ve yaz aylarında, Atatürk Orman Çiftliği’nde Karadeniz ve Marmara denizlerine benzetilerek yapılmış havuzlara çay ve gazoz içmeye giderdik. Trenle Kayaş’a, Mamak’a, Çubuk Barajı’na, çevre kazalara, Ayaş, Kızılcahamam ve Haymana kaplıcalarına götürürdü babam bizi. Cumhuriyet ve Çocuk Bayramlarında, 19 Mayıs’larda elimizde bayraklar, renk renk balonlar, dudaklarımızda 10.Yıl Marşı, çocukça bir coşkuyla Kızılay’da ablamla durmamacasına koşuşurduk. Babam ve annemle bayram gösterilerini izlerdik; bir keresinde at koşusuna bile gitmiştik! O güzel atları bir okşayabilsem keşke, diye aklımdan geçirdiğimi anımsıyorum. Yine bir geçit resmi sonunda, hipodromda babam beni kollarında kaldırdı; “Đşte bak, o geçen büyük Atatürk!..” dedi. Üstü açık siyah bir otomobilde, elinde şapkası, halkını selamlayan o sarışın baş gözümün önündedir hep!.. Ona elimdeki bayrakla el sallamıştım. Bana öyle gelmişti ki, o da kendisini çok seven bir Türk çocuğuna şapkasıyla selam veriyordu... Ne kadar mutlu olmuştum!.. Tarihi Kızılay binasının bahçesine ev sahipliği yapan parkta, kimi tatil günleri madensuyu içer, dinlenirdik. Emniyet Abidesi’ndeki fıskiyeli havuzların kenarındaki mermer koltuklara oturur, o muhteşem heykel ve kabartmaları hayranlıkla anlamlandırmaya çalışırdık. Hele Ulus’taki Atatürk anıtı ve çevresindeki figürler inanılmaz derecede etkilerdi bizi... 1938’in 10 Kasım’ı geldiğinde 6 yaşındaydım. Atamız Dolmabahçe Sarayı’nda hayata gözlerini yummuştu. Bayrağa sarılı nâşının, hafif yağmur altında Ankara caddelerinde önümüzden geçişini, milletinin onu gözyaşları içinde uğurlayışını anımsıyorum... Çocuk yüreğimin ilk acısıydı o... 1939’da sevgili okuluma başlamıştım. Ablamla birlikte Hamamönü’ndeki Đnönü Đlkokulu’na giderdik. Bir süre sonra, yine Cebeci’de Bahadırlar sokağına taşındık. Kızılay’dan Dikimevi’ne doğru uzanan caddeye yakın bir yerde, Kurtuluş Ortaokulu’nun hemen yanına, Dumlupınar Đlkokulu’nun üç derslik bir şubesinin açıldığını duymuştuk. O okula kaydoldum. “Yavru Türk” ve “Çocuk” mecmualarını özlemle beklerdik hafta sonları. Ablam Selma’nın Hacettepe’deki 3.Ortaokul’a başladığı yıl müzik dersinde öğrendiği, Schubert’ten Ihlamur Ağacı, Beethoven’in 9. senfonisindeki Kardeşliğe Çağrı, Brahms’dan Ninni, Schubert’ten Serenat gibi unutulmaz melodileri Türkçe sözlerle ben de mırıldanmaya başlamıştım. Bu sayede klasik müzik, çocuk ruhumda unutamadığım hoş izler bırakmıştı. 1940’lı yıllarda Ankara’nın alışveriş merkezi Ulus, Taşhan, Karaoğlan ve Atatürk anıtı çevresindeydi. Cumartesi günleri işten çıkan babam Hal’e uğrar, balık, pastırma ve et alırdı. Ulus’taki tatlıcılardan da çok lezzetli tatlılar getirmeyi unutmazdı hiç! Sokağımızdan dondurmacı, kozhelvacı, elmaşekerci eksik olmazdı. Hele o pembe beyaz pamuk helvalar... Kış geceleri “Booozaaa...” diye ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:6, Kış 2009) uzaktan yankılanan ses, elinde bakır güğümlerle yaklaşmakta olan bozacıyı müjdelerdi bize. Yine kış günlerinde, sırtındaki sırığın iki ucuna asılmış kocaman tablalarda kalın, sapsarı kaymaklı nefis Silivri yoğurtlarını taşıyan yoğurtçular sokaklarda dolaşırlardı öğle saatlerinde. Annemin, üzerlerine pudra şekeri serptiği bu tatlı yoğurtları yemeye doyamazdım. Kış geceleri radyo dinler, içini ceviz ve fındıkla doldurduğumuz o güzelim kuru incirlerden yerdik. Ve sonunda 2.Dünya Savaşı kapımıza dayanmış, korkulu yıllar başlamıştı... Evimizin önündeki boş arsaya sığınaklar kazıldı. Hava akınlarına karşı halkı hazırlamak için gece karartmaları başlatıldı. Siyaha boyadığımız perdelerle geceleri pencerelerimizi sımsıkı örterdik. Işık sızarsa, bekçi gelir uyarırdı. Babam sık sık Demiryollarında teftişte olduğu için, evde yalnız, korku dolu geceler geçirirdik. Annem ve komşu teyzeler endişe içinde harpten bahsederlerdi. Komşu ülkelerdeki savaş haberlerini radyo başında dinlemekte olan büyüklerin yüzlerinde oluşan endişeli ifadeler bile biz çocukları ürkütmeye yeterdi. 2.Dünya Savaşı’nın ilerleyen yıllarında, 1942 Ocak’ında ekmeği karneyle almaya başlamıştık. O yıl babamın tayini Adana’ya çıktı. Oradaki okullarıma da alışmış sevmiştim; ama Ankara’yı hep özlemiş, çocukluğumun geçtiği, çok sevdiğim bu kente belki bir gün yine döneriz, diye hep hayaller kurmuştum. Aradan beş yıl geçmiş ve hayallerim sonunda gerçekleşmişti. 1947’de geri döndüğümüzde, Ankara’da tanık olduğumuz değişim karşısında gözlerimize inanamamıştık!.. Đlk kez Opera’ya Ankara’da gittim. Eskiden sergi binası olarak kullanılan yapının operaya dönüştürülen sahnesinde Hamlet ve Rigoletto’yu seyrettiğimde kendimi rüya aleminde gibi hissetmiştim. Bu sahne gösterilerinden eve geri döndüğümüz geceler heyecandan uyuyamazdım; Opera binasının muhteşem girişi, sahnedeki o güzel dekorlar, sanatçılar bir türlü gözümün önünden gitmezdi. Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ndeki klasik batı müziği konserleri cumartesi günleri dolup taşardı... Suna Kan, Kartal Tibet, Tekin Akmansoy, Ulvi Uraz gibi sanatçılar, gazeteci Müşerref Hekimoğlu Cebeci çevresinde yetişmiş gençlerdi. 1940’lı yılların sonlarında, Ankara bir kültür merkezine dönüşmüştü âdeta. Başkentimiz, her şeyiyle Atatürk’ün milleti için düşlediği bir kent olma yolunda hızla ilerliyordu... 1932 Nazilli doğumlu Feyha Özsoy, Lütfü Günay hocanın öğrencisi olarak Türk Amerikan Derneği Resim Atölyesi’nde sekiz yıl resim çalışmalarını sürdürdü. 1977’den bu yana, biri Hollanda’nın Lahey kentinde olmak üzere 21 kişisel sergi açtı. 1992’de Kültür Bakanlığı ve Ordu Valiliği’nce düzenlenen yurt geneline açık 3.Resim Yarışması’nda Birincilik Ödülü aldı. 1979’dan bu yana sanatçının yapıtları, resim yarışmalarında 30 kez sergilenme hakkı kazandı. 1998’de, Slovak Cumhuriyeti’nin başkenti Bratislava’da Çağdaş Türk Kadınları Resim Sergisi’nde 12 tablosu sergilendi. Birleşmiş Ressamlar ve Heykeltıraşlar Derneği ile Ankara Kadın Ressamlar Derneği üyesi olan sanatçının yurtiçindeki çeşitli koleksiyonlar yanı sıra Hollanda, Đsveç, Fransa, Belçika, Almanya, Đngiltere, Đsviçre, Kanada, Suudi Arabistan ve Slovak Cumhuriyeti’nde de yapıtları bulunmaktadır. Resim çalışmalarına Ankara'da devam etmekte olan Feyha Özsoy'un yukarıda gördüğünüz "Gazi Mustafa Kemal - Büyük Karar" tablosu iki yarışmada sergilenme hakkı kazanmıştır.. http://www.turkishpaintings.com/index.php?p=34&l=1&modPainters_artistDetailID=2001 http://picasaweb.google.com.tr/ozsoymurat/FeyhaOzsoy#slideshow ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:6, Kış 2009) Ankara Kütüphanesi ______________Timur Özkan [email protected] Ankara’nın Đlk Gezi Rehberi ANKARA GUIDE TOURISTIQUE 1878 yılında Đsviçre’de doğan Ernest Mamboury hayatının büyük bir bölümünü Đstanbul’da geçiren bir bilim adamı ve araştırmacı. 1906 yılına kadar memleketi Lozan’da resim öğretmenliği yapan Mambury 1909’da izinli olarak geldiği Đstanbul’dan bir daha ayrılmaz. Ressam ve topoğraf olarak pek çok arkeolojik çalışmaya katılan ve 1921’den itibaren bir süre de başta Galatasaray Lisesi olmak üzere çeşitli okullarda Fransızca ve Resim öğretmenliği yapar. 1953 yılında hayatını kaybettiğinde geride bıraktığı pek çok kitabı arasında Đstanbul ve Ankara’nın gezi rehberleri de vardı. Mezarı Đstanbul Feriköy’deki Protestan mezarlığındadır. Constantinople Guide Touristique” adıyla ilk kez 1925 yılında yayımlanan Đstanbul rehberi daha sonraki baskılarında hem Türkçe hem Fransızca olarak yayımlanmış ancak 1933 ve 34’de olmak üzere iki kez Fransızca olarak basılan ve Ankara’nın “ilk gezi rehberi” olan “Ankara Guide Touristique” her nedense bugüne kadar Türkçeye çevrilmemiş... Kitabımızın iç kapağında yer alan “Haydar Paşa Ankara; Boğaz Köy, Sivri Hisar ve Çevresi, Çankırı ve Yozgat’ın isimleri, kitabın içeriğinin Ankara ile sınırlı olmadığını gösteriyor. Ankara Guide Touristique, bu kitabın Đçişleri Bakanlığı tarafından yayımlandığına dair bir not ve Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa ile Đçişleri Bakanı Şükrü Kaya beyin birlikte bir fotoğrafıyla başlıyor. 314 sayfalık kitap yedi bölümden oluşuyor. Birinci bölümde devlet binaları, dönemim bakanları vb Ankara’nın resmi yüzüyle birlikte Türk alfabesi vb teknik bilgiler yer alıyor. Đkinci bölüm Ankara’nın tarihine ve demografik yapısına ayrılmış. Bu bölümün sonunda Galatlardan başlayan Roma ve Bizans dönemiyle devam ederek Cumhuriyet dönemine kadar uzanan kapsamlı bir kronolojiye yer verilmiş Ankara Guide Touristique’in üçüncü bölümünde Haydarpaşa Ankara arasını anlatılıyor. Tuzla, Gebze, Dil Đskelesi’yle başlayan, Bilecik, Eskişehir Polatlı ile devam eden rotanın önemli kilometreleri ayrıntılı olarak ele anlıyor. Dördüncü bölümde semtler bazında Ankara’nın turistik yerleri listelendikten ve daha sonra kısaca tanıtıldıktan başka modern rehberlerde olduğu gibi iki üç saatlik veya günlük rotalar da hazırlanmış... Mamboury, rehberinin en geniş bölümünü oluşturan beşinci bölümde; Ankara’nın tarihi ve turistik yerlerini çeşitli çizim ve fotoğraflarla destekleyerek ayrıntılı bir biçimde tanıtıyor. Altıncı bölüm Ankara’nın yakın bazı semtlerine (Dikmen, Etlik, Keçiören...), ilçelerine (Kalecik, Haymana...) ve yakın çevresine (Sivrihisar, Bala, Çorum...) ayrılmış. Yedinci ve son bölümde ise yazı ve çizimfoto indeksi yer alıyor. Bugün ancak bazı sahaflarda ve çok nadir olarak bulunabilen Ankara Guide Touristique Ankara için bir “ilk” olmanın ötesinde Cumhuriyet Ankara’sı hakkında çok önemli bir belgesel niteliğinde bir kitap. En kısa zamanda Türkçeye çevrilmesi ve yeniden yayımlanması hiç kuşkusuz Ankara için önemli bir kazanç olacaktır. ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:6, Kış 2009) Ankara/Ankara_________________________________________ EVLĐYA ÇELEBĐ ANKARA’DA Türkiye Đş Bankası yayınlarından Kültür ve Sanat Dergisi’nin Eylül 1993 tarihli 19. sayısında yayımlanan Dr. Mehmet Önder’in “Ankara” başlıklı yazısından 1648 yılının 27 Mart’ında Evliya Çelebi, Osmanlı Devleti’nin isyan bayrağını çeken Defterdaroğlu, Mehmet Paşa ve ordusu ile birlikte Ankara’ya gelir. Ankaralılar ”Biz sizin gibi Celalileri Ankara’ya sokmak istemeyiz derlerse de, Paşa’yı tutanlar çok olduğu için, Ankara’da üç gün misafir kalmasına izin verirler. Mehmed Paşa Ankaralı Çavuşoğlu’nun, Paşa’nın imamı Evliya Çelebi de Kederzade’nin evinde misafir olur. Asker kale içinde ve dışında kışlalara, çadırlara çekilir. Evliya Çelebi Ankara’yı anlatmaya başlar: (... Ankara Kalesi’ni ilk yapan Rum Kayser’dir. Sonra nice padişahlar geçmiştir. Sonra Kütahya padişahlarından Germiyanoğlu Yakubşah ile veziri Hezardinar’ın himmetiyle Đslam eline geçmiştir. Sonra Osmanlıların zuhurunda Yıldırım Beyazıd’ın eline düşmüştür... Mamur, şenlik olup üzümü çok olduğundan Enguri demişler. Bazıları, kalesi angarya ile yapıldığından Ankara denilmiş derler...) (... Kalesi yüksek bir dağın doruğunda, dört kat beyaz taştan yapılmış sağlam bir kaledir. Katları birbirinden yüksektir. Her tabakanın arası üçer yüz adımdır. Her kat duvarının boyu 60 arşın kadar yüksektir.) (Batı tarafı dört kat birbirinden geçme demir kapılardır. Her kapı arasında asma demir kafesler hazır olup, demir zincirlerle asılıdır. Her kafesin demirleri pazı kalınlığı kadar vardır. Kuşatmada kale duvarı içinden aşağı kapılar önüne bırakıp siper ederler.) Evliya Çelebi Ankara’da 6066 ev, 76 cami, 170 çeşme, 3000 su kuyusu, 18 tekke, 7 büyük medrese, 180 çocuk mektebi, 3 hamam, 2000 dükkan olduğunu, en güzel çarşıların Uzun Çarşı, Sipah Pazarı ve Tahtelkale Pazarı adını aldığını yazar. Ankaralılar için şu notları düşer: (... Bu şehir ahalisinin zenginleri samur ferace, orta hallileri serhadi çuha giyerler. Sanat sahipleri beyaz bez cübbe, bilginleri baştanbaşa softan cübbe giyerler. Kadınları renk renk sof ferace giyip gayet terbiyeli gezerler. Güzelleri dünyanın süsü, herkesin övgüsüdür...) Ankara’nın meşhur tiftik keçisi ve sof adı verilen kumaşları için de şunları söyler: (Yiyeceklerinden Ankara paçası, Kütahya paçasına yanbaşı gelir. Biber tohumu ile terbiye edilmiş Ankara pastırması, eti misk gibi olan tiftik keçisinin etiyle yapılır. Keçileri dağlarında çalı yaprağı yer. Tiftik keçisi beyaz süt gibidir. Bu keçilerin tüylerini makasla kırksalar ipliği sert olur. Ama yolsalar Eyüp . Peygamber’in ipeği gibi yumuşak olur. Fakat zavallı keçileri yolarken feryatları göğe ulaşır...) (Sof Ankara’ya mahsustur. Dünyanın hiçbir yerinde yoktur. Frenkler Ankara keçilerinden Frengistan’a götürüp iplik eğirerek sof dokumak isterler. Tanrının himmetiyle keçiler bir yıl içinde bayağı bildiğimiz keçilerden olur. Dokudukları şeyler de sof olamaz. Hatta Ankara’dan eğrilmiş ipliği alıp Frengistan’a götürüp sof yapalım dediler, yine olmadı. Ankara halkı kendi soflarının bu özelliğini Hacı Bayram-ı Veli kerametine verirler. Fakat bize kalırsa bu sır, suyunun ve yerinin güzelliğinden ileri geliyor. Halkı çoğunlukla tüccardır. Đzmir’de Frengistan’da, Mısır’da, Sırbistan’da, hasılı her yerde sofları makbul olduğu için seyahat ve ticaret ederler.) Evliya Çelebi bundan sonra Ankara’da yatan bilgin ve şeyhleri sayar, türbeleri ziyaret eder. Önce Hacı Bayram-ı Veli Türbesi’ni ziyaret ederek, Hacı Bayram-ı Veli hakkında kısa, özlü bilgiler verir. Daha sonra Şeyh Er Sultan, Şeyh Hüsamettin, Şey Katip Selahattin türbelerine gider. Artık Ankara’dan ayrılacaktır. Ne var ki ordu ile Çubuk Ovası’na konduğu zaman Celali olayları, savaşlar, çarpışmalar onu bırakmamaktadır. Fakat zekası ve politikasıyla bu ilerin içinden temize çıkmasını bilir. Beypazarı’nı, Göynük’ü, Geyve’yi ziyaret ederek sağ salim Đstanbul’a ulaşır. Kendisini bundan sonra daha uzun, daha renkli seyahatler beklemektedir. Celali: 1519’da Şeyh Celal tarafından Yavuz Sultan Selim’e yapılan isyandan sonra genel olarak Anadolu’da isyancılara verilen ad Arşın: Çarşı pazarda 68 cm, binalarda 78 cm olarak kullanılan Osmanlı uzunluk ölçüsü Sipah: Asker, Ordu Tahtalkale: Yüksek Kale Misk: Erkek ceylanın karın derisinin altındaki bezden üretilen güzel bir koku Frengistan: Farsça Batı memleketleri Evliya Çelebi (1611 – 1682) Altı bin sayfalık 10 ciltten oluşan “Seyahatname” adlı eserin yazarı Evliya, varlıklı bir ailenin çocuğu olarak Đstanbul’da doğmuş ve ömrünü Osmanlı coğrafyasını gezerek geçirmiştir. Rüyasında gördüğü peygambere “Şefaat, ya Resulallah” diyeceğine “Seyahat ya Resulallah” diyen gezginlerin piri önce Đstanbul’u sonra Anadolu’yu, Kafkasya’yı, Orta Asya’yı ve Balkanlar’ı birçok kez geçmiştir. Enderun’lu olmasından dolayı “Çelebi” unvanı alan Evliya, gezdiği yerleri yazarak gezi yazarlarının da öncüsü olmuştur. Günlük konuşma dili ve akıcı bir üslup ile yazdığı bu dev kültür eserinin her sayfasında dikkat çeken meraklı ve sanatçı kişiliği ile derin ve etkili gözlem gücü hayran bırakır ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:6, Kış 2009) Dizelerde Ankara ________________________________________ MEMLEKETĐMDEN ĐNSAN MANZARALARI (*) Haydarpaşa’dan 15:45’de kalkan katar girdi sessizce Ankara Garı’na. Saat sekizi çeyrek geçiyordu (beş dakika rötar). Ankara Garı’na bahar: Đstasyon polisinde artan gizli bir telaş, üçüncü mevki bekleme salonunda köylü yapı işçileriyle ve büfesinde göbekli bir marula benzeyen Đstanbul hasretiyle gelir. Ankara Garı temizdir, rahattır ve bilhassa yenidir. Fakat mermerlerinin aydınlığına rağmen anlatılması öyle zor (yahut öyle kolay) bir şey vardır ki rüzgarında bağrışılmaz, koşuşulmaz, yüksek sesle gülüşülme Ankara Garı’nda. O kadar ki kalkacak trenlerini ses büyütenlerle haykırdığı zaman boş bulunursa insan şaşırır, başka bir dünyadan sesleniyormuş gibi. Mahkumlar indi trenden bavulları ve jandarmalarıyla. Kelepçeleri vurulmuştu yine. Yürüdüler ilgi uyandırmadan. (yahut uyanan ilgiler belirtilmedi). Yalnız, bir kadın bir kadına: “- Bunlar Alman casusu,” dedi.(sarışındı Süleyman). Mahkumlar yola koyuldular jandarma merkezine doğru (aktarma trenlerini ortada bekleyecekler). Bir köylü hamal taşıyordu bavullarını. Issızdı caddeler: belki erken belki geç belki ölü bir saat, belki duvarların arkasına çekilmiş bir hayat. Yığın yığın kat kat mermer bet on ve asfalt Ve heykel ve heykel ve heykel Đnsan yok fakat. Ve sonra bozkır: en beklenmedik yerde ve her şeye rağmen şehrin içine kadar giren, ve sonra derhal toprağın sonsuzluğu... (*) Nazım Hikmet Ran (1902-1963) Memleketimden Đnsan Manzaraları Kitap 2, Bölüm VIII (1966)
Benzer belgeler
ankara çiğdemi - Atılım Üniversitesi Ankara Digital Kent Arşivi
Değerli Ankaralı Gezginler,
burada yayımlanmasını istediğiniz
kişisel etkinlik haberlerinizi ve ayrıca
ANKARA ÇĐĞDEMĐ hakkında
her türlü görüş, eleştiri ve önerilerinizi
ve de Ankara’dan, Türkiye’d...