ankara çiğdem - Atılım Üniversitesi Ankara Digital Kent Arşivi
Transkript
ankara çiğdem - Atılım Üniversitesi Ankara Digital Kent Arşivi
______________ Ankaralı Gezginler Bülteni _______________ ANKARA ÇĐĞDEMĐ Sayı: 13, Temmuz 2011 Dünyadan; Dünya Gözüyle Beyaz Rusya Türkiye’den: Efsanelerden, Rivayetlerden Bugüne Van Ankara’dan: Kurtuluş’a Doğru: Kurtuluş Yolu Tadı Damağımda: Arnavutluk Gez/Oku, Gez/Dinle Đçindekiler 3- EDİTÖRDEN “Timur Özkan” 4- KISA/KISA; Ankara’dan ve Grubumuzdan Haberler 9- ÜYELERİMİZ “Onur Ataoğlu” 11- GEZ/DİNLE: Japonya “Belkıs Ceyla Çetinsoy” 12- OBJEKTİF “Nihani Bayındır” 14- DÜNYADAN; Beyaz Rusya “Mustafa Kemal Yılmaz” 17- TADI DAMAĞIMDA: Arnavutluk “Erdem Engin” 18- TÜRKİYE’DEN; Van “Timur Özkan” 20- GEZ/OKU “Melih Uslu, Bülent Demirdurak, Faruk Budak” 21- ANKARA’DAN; Kurtuluş Yolu “Ş. Pınar Şenol, Gülücan Taş” 22- ANKARA KÜTÜPHANESİ “Zeynep Cemali”, “Augustus” 23- ANKARA/ANKARA; Ulus Ankara Gazetesi 24- DİZELERDEN “İrfan Çelik” Kapak Fotoğrafları Ön: Yalçın Ergir, Arka: Haluk Sargın . ANKARA ÇĐĞDEMĐ ANKARALI GEZGİNLER BÜLTENİ Ankaralı Gezginler elektronik iletişim grubu tarafından yayınlanır. Ücretsizdir. Burada yayınlanan yazı, haber, fotoğraf, resim vb kaynak gösterilerek ve sahiplerinden izin alınarak kullanılabilir. Editör: Timur Özkan, [email protected] http://groups.yahoo.com/group/ankaraligezginler [email protected] ANKARA ÇĐĞDEMĐ hakkındaki her türlü görüş, eleştiri ve önerilerinizi, bültenimizde yayımlanmasını istediğiniz etkinlik haberlerinizi ve de Ankara’dan, Türkiye’den Dünya’dan gezi yazılarınızı [email protected] adresine bekliyoruz. ◙ ANKARA ÇĐĞDEMĐ 'nin önceki sayılarını; grubumuzun ana sayfasındaki Files'dan E-dergi "Ankara Çiğdemi" klasörünü veya http://groups.yahoo.com/group/ankaraligezginler/files/%20E-Dergi%20%20%22Ankara%20Cigdemi%22/ adresinden ilgilendiğiniz sayıyı tıklayarak okuyabilirsiniz. Eğer açılmıyorsa dosya adı üzerinde sağ klikle Yeni Pencerede Aç yapabilir, bilgisayarınıza indirmek için aynı şekilde sağ klikle Hedefi Farklı Kaydet, yazdırmak için ise Hedefi Yazdır fonksiyonlarını kullanabilirsiniz. ◙ Bültenlerimiz dergi formatında tasarlandığından booklet olarak baskı alırsanız, 24 sayfalık bir dergi olarak okuyabilirsiniz. ◙ Ankara Çiğdemi’nin tüm sayılarını, medya destekçimiz www.fotogezgin.com sitesinden de takip edebilirsiniz… Editörden ______________________Timur ÖZKAN [email protected] 6 YAŞINDAYIZ Grubumuz, gezmeyi ve Ankara’yı seven bir grup gezgin tarafından 2005 yılında kuruldu. Bizler, Çin Seddi’nden Ümit Burnu’na, Alaska’dan Sibirya’ya dünyanın her tarafını gezmeye devam ederken iletişimin ve paylaşmanın en güzel örneklerini verdik ve vermeye devam ediyoruz. 6 Yılda; 6 Gezi Kitabı, 6 Fotoğraf Sergisi yaptık… “Ankaralı Gezginler” serisinden yayınladığımız ilk üç kitabımızı “Gezgin Gözüyle” serisinden yayınladığımız diğer üç kitap izledi. Sıradaki kitaplarımız “Hindistan ve Yakın Asya” ile “Afrika” için çalışmalara başladık bile… Gezginler Kulübü’nün düzenlediği “Evliya Çelebi Gezi Yazısı Yarışması”nda verilen 6 ödülün 3’ü Ankaralı Gezginlere giderken bu dönemde üyelerimizden de birçok gezi ve Ankara kitabı raflara çıktı… Seyir Defteri dergisine “Gezi” ve MEB Ankara dergisine “Ankara” konulu özel sayılar yaptık. Dünyayı Türkiye’yi ve Ankara’yı anlatmayı, gazete ve dergilerde de sürdürüyoruz… Gün geçmiyor ki bir üyemizin bir gazete veya dergide yeni bir yazısını okumayalım… Üç ayda bir yayımlanan ve adını Ankara’nın endemik çiçeği “Ankara Çiğdemi”nden alan bültenimiz bu ay 13. sayısına ulaştı… Her yıl daha geniş katılımlı olarak düzenlediğimiz fotoğraf sergilerimiz de “bir grup geleneği” olarak devam ediyor… Ankara’da düzenleyeceğimiz, beşinci serginin takvimi işlemeye başladı,. Sergilenen fotoğraflardan oluşan ve LÖSEV yararına satılan masa takvimlerimiz her yıl daha çok aranıyor… ABD’de açtığımız ilk yurt dışı sergisinden sonra Moskova’da açacağımız ikinci yurt dışı sergimizin hazırlıkları devam ederken yeni ülkelerden sergi teklifleri alıyoruz… Bu sene bir sergi de Ankara için yapacağız. “Tarih Öncesi Çağlardan Günümüze Ankara” temalı bu sergi DTCF’nin 75. kuruluş yıldönümü etkinlikleri çerçevesinde düzenlenecek ve konsepti itibariyle bir ilk olacak… Ve Ankara… Ankara’dan vazgeçemeyiz, Antik Ankara’dan, Ankara Garı’na, Dikmen’den Keçiören’e düzenlediğimiz tematik Ankara gezilerimiz çeşitlenerek devam ediyor… Ayrıca Beypazarı’nda Festivalde, Kavaklıdere’de Çocuk Şenliğinde, Atpazarı’nda Sokak Sergisinde Ankara’nın her yerinde olduk ve olmaya devam edeceğiz… Öte yandan, Ankara’da ağırladığımız Gezginler Kulübü Derneği’nin İstanbullu üyeleriyle Anıtkabir’i ziyaret ettik… Tire’de kardeş kulübümüz İzmirli Gezginlere, Eskişehir’de gezgin dostlarımıza konuk olduk… Tanışma toplantılarımız, foto-sunumlu yemeklerimiz sık sık tekrarlanıyor… Pakistan’la başlayan dünya mutfaklarındaki gezimiz Çin, İran ve Özbek Mutfağıyla devam ediyor, sıradaki ülke mutfağımız Yunanistan olacak… Valiliğin düzenlediği Ankara Turizm Konseyi’nde, Ankara Kulübü’nün düzenlediği “Turizm ve Ankara” Paneli başta olmak üzere katıldığımız birçok panel, seminer, konferans vb platformda Ankara için söylenecek sözümüz oldu… Genç gezginleri önemsiyoruz, onlarla Ankara’yı geziyor, davet aldığımız okullarda Ankara’yı anlatıyoruz. Avustralya’dan Amerika’ya, Rusya’dan Afrika’ya Dünyanın her tarafından, her yaştan, her meslekten 500’e yakın üyemizle DÜNYAYI GEZİYORUZ, ANKARA’YI SEVİYORUZ… Kısa/Kısa ______________________________________________ İlk yurt dışı sergimiz Birmingham AL’de açıldı… Yemekli bir toplantı şeklinde düzenlenen ve çok samimi bir atmosferde geçen açılış kokteylinde grubumuzu; Haluk Sargın ile birlikte Türkiye’den giden Timur Özkan ve İlhan Samur ile ABD’den diğer eyaletlerinden Ali Adnan Akgündüz ve Mehmet Fatih Koca temsil ettiler. başvuran 52 üyemize ait 577 fotoğraf arasından 37 üyemize ait 62 fotoğraf sergilenmek üzere seçildi. ABD’deki sergimizde olduğu gibi gene Türkiye’nin tanıtımına yönelik olarak sadece Türkiye fotoğraflarından oluşan bu serginin Eylülde yapılması planlanıyor… Kurtuluş Yolu Gezisi ABD’nin Alabama eyaletinin en büyük kenti olan Birmingham’da devam eden “Spotlight on Turkey” etkinlikleri kapsamında ve TAAA’nın (Turkish Amerikan Association of Alabama) ev sahipliğinde düzenlediğimiz ilk yurt dışı sergimiz 2-8 Nisan 2011 tarihleri arasında gerçekleşti. 73 üyemizin gönderdiği 700’den fazla fotoğraf arasından seçilen 36 üyemize ait 62 fotoğrafın sergilendiği “Turkey, through Lenses”in açılışı Birmingham International Center’da yapıldı. Çoğunluğu Amerikalı 100’den fazla davetlinin katıldığı açılış seremonisinde TAAA BAşkanu Aynur Ateş Vloon’dan sonra söz alan ve bu sergi için özel olarak Houstan’dan gelen TC Konsolosu Akil Öktem’in “Ankaralı Gezginler”e verdiği plaketi üyemiz ve serginin katılımcılarından Haluk Sargın aldı. Açılış seremonisinden sonra serginin yapılacağı Regions Herbert Plaza’daki Jennifer Harwell Sanat Galeri’sine taşınan ve burada bir hafta boyunca sergilenen fotoğraflarımızın 36’sı, Türk ve Amerikalı ziyaretçiler tarafından satın alındı. 24 Nisan 2001 Pazar günü düzenlediğimiz gezide; Sakarya Meydan Savaşı’nın komuta ve destek merkezlerinden cephe hattına uzanan bir rotayı kapsayan Kurtuluş Yolu’nu gezdik. Yağmurlu havaya rağmen 40 üyemizin ve yakınlarının katıldığı gezi çok samimi bir havada geçti. İlk olarak Mustafa Kemal Paşa’nın savaşı yönettiği Alagöz Karargah Müzesi’ni ve daha sonra savaşta revir, lojistik merkez ve uçak pisti olarak kullanılan Malıköy Tren İstasyonu’nu ziyaret ettikten sonra Polatlı’da bir yemek molası verdiğimiz gezimize Sakarya Şehitleri Anıtı’nı gezerek devam ettik. “Turkey, through Lenses”in ABD’nin başka eyaletlerinde de tekrarlanması için TAAA yöneticilerinin ve ABD’de yaşayan üyelerimizin girişimleri devam ediyor. İkinci yurt dışı sergimiz Moskova’da açılacak… Grubumuz üyelerinden Hüseyin Altun’un girişimleriyle gündeme gelen ve merkezi Moskova’da bulunan Rus Türk İşadamları Birliği’nin sponsorluğunda gerçekleştirilecek olan ikinci yurt dışı sergimizin hazırlıkları başladı ve bu sergi için Savaşta ilk geri alınan ve aynı zamanda birkaç kez kaybedildikten sonra tekrar alınan Duatepe ile Kartaltepe, Kurtuluş Yolu gezimizin son durakları oldu. ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı: 13, Temmuz 2011) Gezi Edebiyatından bir ilk… İDV Özel Bilkent İlköğretim Okulu öğrencilerinin yazılarından oluşan ve editörlüğünü grubumuz üyelerinden Necati Ekmekçioğlu ve Murat Özsoy’un yaptığı Torun Çelebiler Seyahatnamesi 28 Nisan 2011 tarihinde okulda düzenlenen ve çok sayıda üyemizin de katıldığı bir kokteylle okuyucuya tanıtıldı. Satış gelirinin tamamının UNICEF projelerine bağışlandığı kitap, Türkiye’de (belki de Dünyada) çocuk gezginler tarafından hazırlanmış yazılardan oluşan “ilk” kitap özelliğine sahip. Torun Çelebiler Seyahatnamesi, 50 civarında öğrencinin yazılarından oluşuyor ve özenli tasarımı ve baskısıyla dikkat çekiyor. Geleceğin gezginleriyle birlikteydik… 26 Haziran Pazar günü, grubumuz üyelerinden Rasim Selçuk’un ev sahipliğinde bu defa çocuklarımızla bir araya geldiğimiz bir toplantı gerçekleştirdik. Geleceğin gezginlerinin birbirleriyle tanışmasını ve gezginlik kültürünün genç yaşlarda oluşmasını amaçlayan bu toplantıda, çocuklar için Nihani Bayındır’ın “Dünyadan Çocuk Portreleri”, büyükler için Timur Özkan’ın “Nepal, Bhutan, Sri Lanka” konulu fotoğrafları sunuldu ve katılan tüm çocuklara İDV Özel İhsan Doğramacı İlköğretim Okulu öğrencilerinin eseri “Torun Çelebiler Seyahatnamesi” adlı kitap hediye edildi. Ankaralı Gezginler AFSAD’da Her ayın ilk Çarşamba günü öğle yemeğinde bir araya gelen Türkiye Kamp Karavan Derneği üyelerinin 4 Mayıs günü düzenlenen toplantısına konuk olduk. 15 civarında üyemizin de katıldığı ve karşılıklı olarak birbirimizi tanıdığımız toplantı, ABD’de sergilenen fotoğraflarımızdan oluşan fotosunumla sona erdi. www.kampkaravan.org.tr’den Mayıs ayı toplantımız yapıldı. Ankara Gezginler Gurubunun da katılımıyla ve yaptıkları sunumla çok renkli bir toplantı gerçekleştirildi. Her geçen gün artan üye sayımız ve misafirlerimizle birlikte olmak hepimizi çok mutlu etti. Ankara Gezginler Gurubu üyesi 13 misafir toplantımıza katıldı. Mor Menekşeler’i izledik Yönetmenliğini grubumuz üyelerinden Egemen Adak’ın gerçekleştirdiği ve Ankara’nın köklü futbol kulüplerinden Hacettepe Spor’u konu alan “Mor Menekşeler” adlı belgesel 14 Mayıs Cumartesi günü saat 17’de Ankara Kulübü’nün merkezi olan Abidinpaşa Köşkü’ne Ankaralılara sunuldu. Çok sayıda Hacettepelinin ilgiyle izlediği sunum, konukların duygulu konuşmalarına da sahne oldu. Türkiye Kamp Karavan Derneği’nin aylık yemeğine konuk olduk… 29 Nisan Cuma günü Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği’nin Bestekar sokaktaki yeni yerinde bir kez daha üyelerimizle birlikte olduk. ABD sergimizin izlenimlerini paylaşmak ve sergiye katılanların teşekkür ve katılım belgelerini vermek üzere düzenlediğimiz toplantıya 30 civarında üyemiz katıldı. Üyelerimizden Olcay Özgen’in girişimleriyle düzenlenen toplantıda önce Haluk Sargın’ın hazırladığı ve ABD gezimizi özetleyen bir sunumu, daha sonra Gülcan Acar’ın hazırladığı ve ABD’de sergilenen fotoğraflarımızın yer aldığı bir diğer sunumu izledik… Ankara Gezginler Gurubu Başkanı Sn. Timur Özkan önce Guruplarını ve faaliyetlerini anlatan bir sunum yaptı. Sonra da Gurup olarak Amerika’da açtıkları ve Türkiye’deki bir çok şehrin muhteşem fotoğraflarından oluşan serginin slayt şovunu izledik. Bizim için gerçekten bir görsel ziyafet idi. Daha sonra, geleneksel hediye ve piyango çekilişimiz ile Gurubun getirmiş olduğu ve kendi üyeleri tarafından hazırlanmış 10 adet belgesel nitelikli kitap Derneğimiz üyelerine kura ile dağıtıldı. ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı: 13, Temmuz 2011) Ülke Mutfakları: 4 Özbek Mutfağı Ülke mutfakları ziyaretlerimizin dördüncüsünü, 15 Mayıs Pazar günü, Keçiören Estergon Kalesi’ndeki Semerkand Restoran’da gerçekleştirdik. Konuklarıyla birlikte 35 üyemizin katıldığı gezimiz Kaledeki Etnografya Müzesi’nin gezilmesiyle ve isteyen üyelerimizin katıldığı teleferik turuyla başladı. Özbek Mutfağı’nın lezzetlerini tattığımız, üyelerimiz Ali Adnan Akgündüz, Melih Eriş ve Timur Özkan’ın Özbekistan fotoğraflarını izlediğimiz ve çok samimi bir havada geçen Keçiören buluşmamız Şelale’nin karşısındaki alışveriş merkezinin terasında çay/kahve seansıyla son erdi. Ülkem, Kentim, Semtim… Çankırı ve Turizm Paneli Gezi Fotoğrafçılığı Semineri 7 Mayıs Cumartesi günü, Ankara Mali Müşavirler Odası’nın Konferans Salonunda düzenlenen ve üyelerimizden Ömer Türkoğlu ile Timur Özkan’ın panelist olarak katıldığı ve bir diğer üyemiz Ömer Faruk Eryılmaz’ın yönettiği “Uzak Çağların Yakın Kenti Çankırı’nın Turizm Potansiyeli konulu panelde; İnanç ve Kaplıca Turizmi başta olmak üzere Çankırı’nın turistik potansiyeli tüm yönleriyle tartışıldı. Grubumuz üyelerinden Olcay Özgen’in hazırladığı Gezi Fotoğrafçılığı Semineri 4 ve 11 Haziran tarihlerinde AFSAD’da düzenlendi. Tamamen gezginlere yönelik teknik ve pratik bilginlerin verildiği seminere aralarında 5 grubumuz üyesinin de bulunduğu 11 gezgin ve fotoğrafçı katıldı. Ankara Fotoğrafları Sergileri: 1 Adım Adım Ankara Tümer’in fotoğraf sergisi: Sırt Çantamdaki Avrupa Grubumuz üyelerinden Mehmet Cengiz Tümer, “Sırt Çantamdaki Avrupa” adını verdiği foto-sunumunu, 24 Mayıs 2011 tarihinde İzmir’de, Konak Belediyesi Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde gerçekleştirdi… Tarihçi, Yazar Abdülkerim Erdoğan’ın Ankara fotoğrafları Büyükşehir Belediyesi’nin Güvenpark Sanat Galerisinde sergilendi. 5-15 Mayıs tarihleri arasında düzenlenen sergide Erdoğan’ın Ankara ve ilçelerinde çektiği 100 fotoğraf yer aldı. 2 Eski Ankara Ankara UNESCO Dünya Miras Listesi’ne aday olmaya hazırlanıyor Ruşen Akyıl’ın 1927-1949 yıllarına ait “Eski Ankara Fotoğrafları” 14-31 Mayıs 2011 tarihleri arasında tarihi Atpazarı sokaktaki sergilendi. 3 Cumhuriyet Ankara’sı “Aydın Birlikteliği” ve “Kavaklıderem Derneği” tarafından, geçen yıl kaybettiğimiz Yazar ve Düşünür Aydın Köymen anısına düzenlenen “Ülkem, Kentim, Semtim” konulu yazı yarışması sonuçlandı. “Anneme Anlatmak” başlıklı yazısıyla birinciliği Savaş Zafer Şahin’in aldığı ve Pelin Güneş’in ikinci ve Doruk Çakır’ın üçüncü oldukları yarışmanın ödülleri 25 Mayıs 2011 tarihinde Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde yapılan bir törenle verildi. Ankara Kalkınma Ajansı’nın desteklediği bir proje kapsamında “Ankara’nın UNESCO Dünya Kültür Mirası Adaylığı” konusunda bir rapor hazırlayan, Atılım Üniversitesi öğretim üyelerinden, Yrd. Doç. Dr. Savaş Zafer Şahin, 17 Mayıs Cumartesi günü saat 18.30’da, Ankara Kulübü’nde” bu konudaki çalışmalarıyla ilgili bir konferans verdi. Koleksiyoner Faruk Küçük’ün, Cumhuriyet Ankara’sına ait fotoğrafları “Dericizade Koleksiyonundan Fotoğraflarla Ankara” adıyla 4-30 Haziran tarihleri arasında Ankara Kulübü Derneği’nde sergilendi. 4 Antik Ankara Fotoğraf Eğitmeni Mehmet Özer öncülüğünde bir araya gelen 40 mimarın, 61 fotoğrafı, Haziran ayında bir hafta süreyle Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nde sergilendi. ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı: 13, Temmuz 2011) Kolâj: Olcay Özgen Genç gezginler için iki fırsat: Grubumuzun 6. kuruluş yıldönümünü 5 Haziran Pazar günü Abidinpaşa Köşkü’nde kutladık. 2005 yılında kurulan ve bugüne kadar gerçekleştirdiği çeşitli etkinliklere tüm gezgin çevrelerinde tanınan ve takdir edilen bir grup olan Ankaralı Gezginlerin 6. yaşgününü kutlamak üzere düzenlediğimiz toplantıda farklı bir sergi gerçekleştirdik ve üç foto-sunum izledik. İlkini geçen yıl açtığımız Gezginin Çantasından sergilinin ikincisinde 20 kadar üyemiz dünyanın farklı yörelerinden getirdikleri koleksiyon ve anı objelerini sergilediler. Daha sonra Olcay Özgen’in (Kurtuluş Yolu Gezisi). Gülcan Acar’ın (Yedigöller), Emel Aşkın’ın (Küba) ve Ahmet Yay’ın (Safari) sunumlarını izledik. 50’den fazla üyemizin katıldığı ve çok samimi bir havada geçen toplantı, bahçede kestiğimiz yaşgünü pastamızın ikramıyla son erdi. Özlem Yücel’den Genç Gezgin Seyahat Bursu Ankaralı Gezginler, Mülkiyeliler Birliği’nde İletişimci Özlem Yücel’in başlattığı ve geçen yıl ilk kez verilen “Genç Gezgin Seyahat Bursu” için başvurular sonuçlandı. 18-24 yaş arası gezginlere açık bu fırsattan yararlanacak isimler ve ayrıntılı bilgi www.ozlempansiyon.blogspot.com’da... British Council, Devlet Bakanlığı ve ORG-DER işbirliğiyle ve Hürriyet Online ve MicrosoftTürkiye sponsorluğunda: Hayalimdeki Yolculuk Yarışması Evliya Çelebi’nin doğumunun 400. yıldönümünde, yeni kuşakların seyahat hayallerinin gerçekleştirilmesi amacına yönelik proje kapsamında, hayallerindeki seyahat projesini yazı, fotoğraf veya video ile anlatan 18-30 yaş arası gençlerden seçilecek 24 kişi en az üç ülkeyi kapsayan ve 7-10 gün sürecek Avrupa seyahati kazanacak. Sonuçlar ve ayrıntılı bilgi için: www.hayalimdekiyolculuk.org Mülkiyeliler Birliği salonlarında ve her ay farklı bir ülkeyi konuşmak üzere planladığımız “Bir ülke” toplantılarının ilkini 8 Haziran Çarşamba günü gerçekleştirdik. Grubumuz üyelerinden Zafer Bozkaya’nın sunumuyla ve 30 kadar üyemizin katılımıyla gerçekleşen toplantının sonunda, akşam yemeğinde de grup üyelerimizle birlikte olduk. ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı: 13, Temmuz 2011) Ankaralı Gezginler, Gezginler Kulübü tarafından düzenlenen Evliya Çelebi 3. Gezi Yazı Yarışmasına damgasını vurdu… Türkiye Gezginler Kulübü Derneği tarafından düzenlenen ve seçici kurul üyeliklerini Gülten Dayıoğlu, Hüseyin Gökçe, Nasuh Mahruki, Orhan Kural ve Timur Özkan’ın yaptığı gezi yazısı yarışması sonuçlandı. 6 Nisan Çarşamba günü açıklanan sonuçlara göre ilk altı derecenin üçü Ankaralı Gezginler üyeleri tarafından paylaşıldı. Yarışmaya İstanbul’dan katılan Dr. Lale Apaydın’ın, “Tanrıların Sayfiyesi Pelion” başlıklı yazısıyla birinci olduğu bu yarışmada; Ankaralı Gezginlerden Onur Ataoğlu” Bir Geyşanın Peşinde Kyoto Tapınakları” başlıklı yazısıyla ikincilik ve İzmir’den katılan Doç. Dr. Caner Fidaner ise “Münihli Ludwig” başlıklı yazısıyla üçüncülük ödüllerini aldılar. Bunların haricinde verilen Türkiye Gezginler Kulübü Özel Ödülü’ne, halen ABD’de yaşayan grubumuz üyelerinden Mehmet Fatih Koca “Otto Dede’nin Berlin’i” başlıklı yazısıyla layık görülürken, yarışmaya İstanbul’dan katılan Doç. Dr. Mustafa Kemal Yılmaz “Dadaş Ellerinde Yaz Sefası” başlıklı yazısıyla Teşvik ve de bir diğer üyemiz Duygu Demirayak Çeviker ise ”Alev Alev Yanan Şehir” başlıklı yazısıyla Juri Özel Ödülü’nün sahibi oldular. Seçici Kurul kararı gereği diğer dereceler açıklanmamakla birlikte, 132 başvurudan finale kalan 22 yazı arasında birçok grubumuz üyesinin bulunması dikkat çekti. Ödül töreninde herkesin dikkatini çeken bu sonuçlarla, Ankaralı Gezginler Grubu”nun, ülkemizin gezgin çevrelerinde her zaman takdir edilen yeri bir kez daha tescillenmiş oldu. Ankara Çiğdemi, dereceye girenlerle birlikte, yarışmaya katılarak grubumuza bu kıvancı yaşatan üyelerimizi kutlar ve başarılarının devamını diler. TÜRKĐYE’DE DAHA ÖNCE DÜZENLENEN GEZĐ YAZISI YARIŞMALARININ SONUÇLARI (Derleyen: Timur Özkan) 2000 GEZGĐNLER KULÜBÜ DERNEĞĐ 1. GEZĐ YAZISI YARIŞMASI 1.Ödül: Hamdullah Köseoğlu “ Seslere Tutunmak” 2.Ödül: Y. Numan Tefek “Bir Senfonidir Anadolu” 3.Ödül: Demet Eşrefoğlu Vardar “Çikolatalı Krep” 2002 GEZGĐNLER KULÜBÜ DERNEĞĐ 2. GEZĐ YAZISI YARIŞMASI 1.Ödül: Y. Numan Tefek “Hüznümüz Geceye Akar” 2.Ödül: Seher Keçe Türker “Yerle Göğün Birleşip Dünyayı Tersyüz Ettiği Zaman Aşk Yoktu” 3.Ödül: Ahmet Yenmez “Avusor’dan Dikkaya’ya” 2006 ĐSTANBUL BĐLGĐ ÜNĐVERSĐTESĐ TÜRK DĐLĐ BĐRĐMĐ GEZĐ YAZISI YARIŞMASI Ödüller: 1.Selma Şevkli “Filistin Günlüğü” 2.Amed Gökçen “Beyaz mı Doğubeyazıt?” 3.Tunç Karaçay “Varolduğum Yerdeyim” Övgüye Değer: Đdil Elveriş “Üç Hafta Venezüella” A.Seven Hasdemir “Yapbozun Parçaları” Özüm Kasapoğlu “Aşk Kokan Şehir” 2007 BEHZAT AY YAZI ÖDÜLÜ (Gezi) Ödül, Z.E.Deniz Oğuz’un “Bin” Göl’ün Meşeli Yolları ve Solhan’ın Yüzen Adaları başlıklı yazısı ile Burcu Tuğba Düzgüner arasında paylaştırılırken Đncila Çalışkan, Tahsin Şimşek ve M. Ali Sulutaş’ın yazıları “Övgüye Değer bulundu. 2010 FOTOGEZGĐN.COM GEZĐ YAZISI YARIŞMASI 1.Ödül: Semra Kadaifçioğlu “Rivayetler Şehri” (Mardin) 2.Ödül: Mustafa Dorsay “Yalova’nın Tepe köylerine bir gezi” 3.Ödül: Sevgi Ünal “Dört Meyveli Ağaç” (Antakya) ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı: 13, Temmuz 2011) Üyelerimiz Onur ATAOĞLU [email protected] Onur Ataoğlu Türkiye Gezginler Kulübü 3. Geleneksel Evliya Çelebi Gezi Yazısı Yarışması İkincisi “Ankaralı Gezginler” gezginlik kültürünün yeşermesi, gezginliğin paylaşılması konularında tüm Türkiye’de başı çekmektedir.. Fuji Dağı Onur Ataoğlu’nu “Japon Yapmış” adlı kitabıyla tanıdık, daha sonra Evliya Çelebi Gezi Yazısı Yarışması’nın ödülü geldi. Önce sizi biraz tanıyalım, Onur Ataoğlu kimdir? Ne iş yapar? Neden gezer? Gezmekten ne anlar? 1970 yılında Ankara’da doğdum. 1988 yılında Ankara Fen Lisesinden, 1992 yılında ODTÜ Endüstri Mühendisliği bölümünden mezun oldum. Kısa bir süre Aselsan’da çalıştım, 1993 yılından bu yana Hazine Müsteşarlığı’nda görev yapıyorum. 6 ay askerlik ve Japonya’da bulunduğum 3,5 yıl dışında hep Ankara’da yaşadım ve kendimi bir “Ankaralı Gezgin” olarak tanımlayabilirim. Gezginlik virüsü çok küçük yaşlarımda ailemden bulaştı. Yaz tatillerimiz dışında da fırsat buldukça yurt içi seyahatlere çıkardık, anne ve babamın memleketleri haricinde özellikle İstanbul’da gezerdik. Çok küçük yaştan İstanbul’un müzelerini, sokaklarında saraylarını, camilerini görmüş, saatlerce yürümüştüm. İlk büyük yurt dışı gezim, üniversitenin son sınıfında, Mimarlık Fakültesinin düzenlediği Avrupa gezisi olmuştu. Yaklaşık 25 gün içinde otobüsle yedi ülkeyi gezmiştik; gecelerin yarısını otobüste uyuyarak, yarısını da hostellerde geçirmiştik. Çok farklı bir tadı olan bu turdan sonra içimdeki gezgin virüsü tedavi edilemez derecede benliğimi ele geçirdi. Kamuda işe başladıktan sonra iş nedeniyle çok sayıda yurt içi ve yurt dışı gezilere gittim. İş gezisi olsa da, mutlaka gittiğim yerleri gezecek, gözlemleyecek fırsatlar yarattım kendime. Arkadaşlarım boş vakitlerini kaldığımız otellerin havuzunda veya spor salonunda değerlendirirken, ben her fırsatta fotoğraf makinemle sokaklara attım kendimi. Eğer bir iş seyahatinde değil, özel gezideysem de otelleri sadece birkaç saatliğine uyumak için kullandım. “Gezmekten ne anlar” sorunuzun cevabı da bu tercihlerimde yatıyor aslında. Gezmek, benim için öncelikle tanımaktır. Tanımayı da birbirini tamamlayan iki yolla yaparım; çok gezerek ve çok okuyarak! Eğer fırsat bulursam, mutlaka gittiğim yer hakkında önceden okuyarak dersime çalışırım. Özellikle tarihini mutlaka okumak isterim. Kültürü, mutfağı, görülecek yerlerini öğrenirim. Sanat ve kültür birikiminin en iyi gözlemlenebileceği Okuyarak gezimin müzelerini araştırırım. “deterministik” (önceden tasarlanmış) bileşenini planlarım. Bu şekilde çalışmak ve gezi planı yapmak, gittiğim yerdeki kısıtlı vaktimi en iyi şekilde değerlendirmemi sağlar. Çünkü şimdiye kadar haftalar süren, zamanı istediğimce kullanabileceğim aylak gezilere çıkamadım. Ama gezimin ikinci bir bileşeni de mutlaka olur; kendimi plansızca sokakların akışına bıraktığım, anlık karar verdiğim, daha çok insanları ve gündelik hayatı gözlemlediğim, gezerken pek haritaya bakmadığım saatler. Daha önce milyonlarca kişinin benzer rotalarda dolaştığı “falanca şehri” gezisini bana özel yapan, ayırt edici nüansları katan işte bu bileşendir. Değişik insanlarla tanışmak, turist rehberlerinin tavsiyeleri dışında yerler keşfetmek mümkün olur. ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı: 13, Temmuz 2011) Başa dönecek olursam, bu gezi felsefemin bana kişisel haz veren ana amacı “tanımak”tır. İnsan değişik yerleri tanıdıkça dünyayı ve hatta kendisini tanır. Değişik coğrafyaların, halkların ve kültürlerin birbirileri ile hem ortak, hem de farklı yönlerini gözlemlemek insanı zenginleştiren, hoşgörüsünü artıran ve kendisini tanımasını sağlayan bir süreçtir. Gezip gözlemlemeyi sevdiğim kadar bunları yazıya dökmeyi ve diğer gezginlerle paylaşmayı da seviyorum. Şimdiye dek birçok defa kısa gezi yazıları yazdım, arkadaşlarımla çeşitli iletişim platformlarında e-posta aracılığıyla paylaştım. Çeşitli dergilerde, kolektif kitaplarda yazılarım yayınlandı, blog sayfamı da sürekli güncelliyorum (http://www.onurataoglu.blogspot.com) Gezdiğim yerlerdeki seçimlerim ise, yukarıda da bahsettiğim gibi, önceden planladığım şekilde o şehrin “olmazsa olmaz”ları. Gittiğim yerlerin mimari, kültürel ve sanatsal mirasına çok önem veririm, gittiğim süreyle paralel olarak elimden geldiğince görmeye çalışırım. Doğayı, yürüyüşü çok sevdiğim için gittiğim yerin yakınlarındaki doğa parkurlarına zaman ayırmaya çalışırım; hiç olmazsa şehrin parklarını görmek isterim. Ve tabii ki sokaklar... Belki de Ankara gibi yayanın ikinci plana atıldığı, sokak kültürünün yok sayılmaya çalışıldığı bir şehirde yaşadığımdan, meydanların, yaya yollarının canlı olduğu şehirlerde sadece sokakta bulunmak bile benim için çok caziptir. Japonya’da iken gezmeye ayırdığım vaktim müsait olduğundan, her hafta sonu arabama atlayıp plan yapmadan yola çıkardım. Ülke dağlarla, vadilerle, ormanlarla kaplı bir cennet olduğundan, otobanın herhangi bir noktasından köy yollarına çıkar, rastgele bir yerde uzun yürüyüşler yapardım. Turistik olsun olmasın, ülkenin her yerinde trekking rotaları işaretlenmiş, geleneksel ryokanlar (pansiyon) ve kaplıcalar gelişmiş, gözden ırak bölgeler bakirliğini ve temizliğini korumuş olduğu için, güvenlik faktörünü de eklediğinizde, büyük keyifle gezebiliyordunuz. Geyşalarla, 2005 En son olarak da Evliya Çelebi Gezi Yazısı Yarışmasında ikincilik ödülü alan yazımı derledim. Bu yazı Kyoto üzerineydi; 2002 sonunda iş gereği 3,5 yıllık bir süre için Japonya’ya tayin olmuştum. Bu süre içinde bazen iş gereği, bazen de kendim gezmek için Japonya’nın büyük bölümünü dolaştım, Japonya hakkında birçok kitap okudum, değişik yemeklerini denedim, çeşitli konser, sergi, sanat etkinliklerine katıldım, çok sayıda Japon arkadaşım ile gezilere gittim, uzun süren sohbetlerde bulundum. Bütün bu tecrübeden süzülen gözlemlerimi kısa notlar alarak biriktirdim ve Türkiye’ye döndükten sonra toparlayarak kitap haline getirdim. Kitap, “Japon Yapmış” adıyla Çınar yayınlarından çıktı ve şu anda ikinci kitabım üzerine çalışıyorum. Gideceğiniz yerleri nasıl seçiyorsunuz? Nereleri gördünüz ve nereleri görmek istiyorsunuz? Bundan sonra ilk geziniz nereye olacak? Gezilerimin bir bölümünü iş seyahatlerim doğrultusunda gerçekleştirdiğim için fazla seçme şansım olmadı. Ama bu fırsatları da olabildiğince değerlendirdim; dünya üzerinde gidilebilecek her yerin bir hikâyesi, görmeye değer unsurları olduğunu düşünüyorum. İnsan önyargı ve beklentilerinden sıyrıldığı sürece gezilerinden daha fazla keyif alabilir; örneğin, Brüksel ve Cenevre için bana son derece sıkıcı, bir günden fazla dayanılmaz diyen arkadaşlarımın aksine, bu iki şehirde de çok keyifli zaman geçirdim. Helsinki, 2010 Şimdiye kadar Kuzey ve Batı Avrupa’da birçok ülkeyi gördüm; Danimarka, Finlandiya, İsveç, Avusturya, Fransa, Belçika, İtalya, Macaristan, İspanya ilk aklıma gelenler. Uzakdoğu’da Japonya’nın büyük bölümünü dolaştım, Kore’ye, Guam ve Hawaii gibi tropik adalara gittim. Amerika kıtasında ise Washington DC dışında bir yer henüz görmedim. Güney Amerika’nın çok methini duydum, gezginler için kutsal bir rota gibi geliyor bana... Bundan sonra en büyük hayalim diyebilirim. Ütopik Güney Amerika planlarımı bir kenara bırakırsak, bundan sonraki ilk gezimi Kuzey İtalya’ya yapmak istiyorum. Ankaralı gezginlerle nasıl tanıştınız? Ankaralı olmak sizin için ne anlam ifade ediyor? Ankaralı Gezginlerle “Japon Yapmış” kitabımla ilgili bir sunum sırasında tanıştım. Bir diğer gezgin platformu olan “Sırtçantalılar” grubu ile birlikte, Japonya anılarım ve fotoğraflarım üzerine bir sunum organize etmiştik. Ankaralı Gezginler de bu organizasyona destek oldu ve üyelerinden katılanlar oldu. Ben de bu sayede gezgin hemşerilerim ile tanışmak ve aralarına katılmak olanağını buldum. ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı: 13, Temmuz 2011) Ankara, doğup büyüdüğüm ve hayatımın çok büyük bölümünü geçirdiğim bir şehir. Ankara hakkında yapılan haksız yorumlara hiç bir zaman katılamam; sonuçta benim de, sizlerin de kültürünün ve hayat anlayışının şekillenmesinde rol oynamıştır. Ve gördüğüm kadarıyla, gezginlik kültürünün yeşermesi, gezginliğin paylaşılması konularında tüm Türkiye’de başı çekmektedir. Ankaralı olmak, benim için tevazu, arkadaşlık, sükûnet, dayanışma gibi kavramların halen güçlü bir şekilde paylaşılması, İstanbul’a gitmenin en güzel tarafının Ankara’ya geri dönülmesi olmasıdır. Gez/Dinle Belkıs Ceyla ÇETĐNSOY [email protected] YALNIZ DEĞİLSİN JAPONYA! Şehrim hakkındaki en büyük kaygım da, insan ve yaya olgusunun giderek günlük hayattan dışlanması ve şehrin taşıtlara öncelik verecek ve bir gelişme sürecine girmesidir. Ne yazık ki şehrimiz “Avrupa’da kişi başına en çok kapalı AVM alanı düşen şehir” gibi unvanlar kazanmakta, hafta sonu gezilerinin araba ile bir alışveriş merkezine gitmekle sınırlanması yolunda ilerlemektedir. Hayatın kapalı, hijyenik ve lüks merkezlerden tekrar sokaklara inmesi, Ankara içi gezginliğin daha da canlanması en büyük arzum... Binlerce yıldır çalınan geleneksel Japon enstrümanı KOTO’nun ruhsal dinginlik verdiğine inanılıyor. Đmza Günü’nde Ankaralı Gezginlerle, 11 Aralık 2010 Gezi gruplarının işlevi hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu bağlamda Ankaralı gezginler hakkındaki görüşünüz ve gruptan beklentileriniz nelerdir? Gezginliğin en önemli unsurlarından birisinin paylaşım olduğunu söylemiştim. Bu bağlamda, gezi grupları gezmeye gönül veren insanları bir araya getirdiği, paylaşım platformu sağladığı ölçüde işlevseldir. Bir ülkeye gitmeden önce, internetten veya gezi rehberlerinden ne kadar araştırma yapsam da, benimle benzer gezgin felsefesine sahip insanların tecrübeleri her zaman çok daha yol gösterici olmuştur. Bu yüzden, gideceğim bir yer hakkında üyesi olduğum gezgin gruplarının deneyimlerine başvurmak, gittiğim bir yeri de bir kez daha başkalarının gözünden gezmek bana keyif verir. Ankaralı gezginler grubuna üye olurken, iki öğenin kuvvetle vurgulanması hoşuma gitmişti. Birisi tabii ki gezginlik, bir diğeri de Ankaralılık! Grubun, başka şehir ve ülkeleri gezmek kadar, Ankara’ya yönelik faaliyetlerinin olması bence ayırt edici bir özellik. Grup faaliyetlerinde bu nüansın vurgulanarak yola devam edilmesini destekliyorum. Türk – Japon Vakfı salonunda deprem ve tsunami felaketzedeleri yararına düzenlenen, “Yalnız Değilsin Japonya” mesajının işlendiği konserde tanıştım koto ile. Dünyaca ünlü virtüözümüz Şefika Kutluer’in sihirli flütüne eşlik ediyordu. Kimono giymiş genç bir kadın sanatçı olarak Atsuko Suetomi çalıyordu enstrümanı. Bizim kanunun daha büyüğünü düşünün ama telleri o kadar sık olmasın. Dokunaklı ve dinlendirici bir sesi olduğunu belirtmeliyim. Ruhsal dinginlik verdiğini söylüyor Japonlar. Genelde kadın sanatçıların icra ettiği geleneksel bir müzik aleti imiş. Şinto törenlerinde kullanılırmış. Ünlü bir usta Kazue Sawai’den dinleyebilirsiniz: http://www.youtube.com/watch?v=dhxlQlZafvY Batının bir çok pop ve rock müzik sanatçısı orkestralarına dahil etmiş. Operalara girmiş ve etnik caz gruplarında yerini almış bile. Yine bir başka ünlü Japon koto sanatçısı Chieko MORİ’nin albümlerinden parçaları dinleyebilir ve satın alabilirsiniz: http://morichieko.fastmail.fm/discography.html “Japon Halkıyla Elele Bağış Kampanyası”na katkıda bulunmak isteyenler, banka hesap numaralarına aşağıdaki linkten ulaşabilirler: http://www.tjv.org.tr/ ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı: 13, Temmuz 2011) Objektif Nihani BAYINDIR nihanibay @yahoo.com George Town, Malezya Manila, Filipinler Bali, Endonezya ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:13, Temmuz 2011) . Ho Chi Minh, Vietnam Mumbai, Hindistan Tokyo, Japonya ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:13, Temmuz 2011) Dünyadan Mustafa Kemal YILMAZ [email protected] DÜNYA GÖZÜYLE BEYAZ RUSYA Yazımın başlığı sizi şaşırtabilir. Ancak bu başlığı atmamın önemli bir nedeni var. Bundan tam bir yıl önce, Ankaralı gezgin dostum sevgili Timur Özkan Bey’in editörlüğünde çıkan “Gezgin Gözüyle Rusya ve Kafkasya” kitabı için, Rusya hinterlandında hiçbir yeri görmemiş olmama rağmen, kendisi tarafından yazı yazmaya teşvik edilmiş ve “Gönül Gözüyle Rusya” başlıklı yazıyı kaleme almıştım. O günden bu yana, Rus Cumhuriyetlerden birine gitmek hasreti ile yanıp tutuştuğumu itiraf etmeliyim. İş nedeni ile Beyaz Rusya’nın başkenti Minsk’e seyahat etme fırsatı ortaya çıktığında ise, “gönül gözüyle” yazdığım yerleri “dünya gözü” ile görecek olmanın heyecanı sardı beni. İşte bu yazının başlığı da böyle ortaya çıktı. Atatürk Havalimanından 14:00’de kalkan uçağımız iki saat sonra Minsk semalarında. İki ülke arasında saat farkı yok. Uçağımız yavaş yavaş alçalırken, pencereden gözbebeklerimize akseden görüntü muhteşem. Minsk, düz ve verimli bir ova üzerine kurulmuş bir şehir. Her taraf yemyeşil ve sık aralıklarla sıralanmış ağaç kümeleri ile çevrili. Tarlalar adeta cetvelle çizilmişçesine muntazam bir şekilde sürülmüş. Minsk havalimanı mütevazi ama yılların yorgunluğunu omuzlarında taşıyan eski yapısı ile renovasyon ihtiyacı içinde. Pasaport kontrolünden geçiş süremiz ortalama beş dakika. 1960’lı yıllardan kalma saç tipleri ve koyu yeşil renkteki üniformaları ile bayan kontrol memurları sanki bir filmin karesinden fırlamış gibi. Hepsi de son derece ciddi. Çoğu İngilizce bilmediği için, anlaşmaya çalıştığınızda azar yeme ihtimaliniz kuvvetle muhtemel. Çıkışta döviz bozdurabileceğiniz tek bir büfe var. Kurlar ise hemen hemen her yerde aynı: 1 Euro = 4000 Ruble, 1 Dolar = 2815 Ruble. Havalimanından şehre ulaşım taksiyle 40-45 dakika. Yollar otoban, üç şeritli ve geniş. Otobanın her iki tarafı da yemyeşil. Şehre yaklaştığımızda birbirinin peşi sıra toplu konutlar boy gösteriyor. Hepsi de mimari açıdan düzgün ve şehir planlaması ile bütünleşmiş. Aynı görüntü şehir içinde de hakim. Minsk’te eski ile yeninin mükemmel bir uyumu göze çarpıyor. Otelimiz (Hotel Europe) şehir merkezinde, beş yıldızlı ve konforlu. Minsk’te konaklanacak diğer güzel oteller arasında Minks Hotel, Hotel Victoria sayılabilir. Meydanlar ve Bulvarlar Şehri Kısa bir dinlenmeden sonra vakit kaybetmeksizin şehri keşfetmeye çıkıyoruz. Minsk, 15. yüzyılda inşa edilmiş ve Moskova’dan daha eski bir geçmişe sahip. Şehirde en büyük yıkım 2. Dünya Savaşı sırasında yaşanmış. Birçok kişi ölmüş, birçok yer de tahrip edilmiş. Bugüne gelindiğinde, Minsk’i “büyük meydanlar ve bulvarlar şehri” olarak tanımlamak yanlış olmaz. En büyük bulvarı, eski adı ile “Lenin”, yeni adı ile “Bağımsızlık Bulvarı”. Beyaz Rusya adında geçen “Beyaz” kelimesi de “özgürlük ve serbestlik” anlamına geliyor. Tıpkı Rus dili ve edebiyatında “Kırmızı”nın güzeli ifade ettiği gibi. Biz de Bağımsızlık Bulvarı’nda yürüyerek otelimizin birkaç dakika ilerisinde bulunan ve şehrin en önemli meydanı kabul edilen Ekim Meydanı’na (October Square) geliyoruz. Portekizliler Meydanın başlangıcında, tarafından konulan ve şehrin sıfır noktasını gösteren bir anıt var. Meydanda, büyüklükleri ile dikkati çeken iki bina var. Bunlar; Cumhuriyet Sarayı ve Ticaret Odaları Birliği Kültür Sarayı. Ayrıca Ekim Meydanı’nda, gezilmesi gereken ve içinde 2. Dünya Savaşı’nda yaşanılanları anlatan çok sayıda belgenin sergilendiği Minsk Savaş Müzesi de var. ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:13, Temmuz 2011) Ekim Meydanı’nın devamında, şehre hayat veren Slovrich Nehri karşılıyor bizi. Yürüyüş yaptığımız caddeler boyunca her yer tertemiz. Tretuvarların kenarlarına renk renk çiçekler dikilmiş. Kaldırımlar beş kişinin yanyana yürüyebileceği kadar geniş. Slovrich Nehri etrafında çok sayıda park var. Bunlar içinde belki de en büyüğü Gorki Parkı. Geniş bir alana yayılmış olan parkın içi yemyeşil ve modern tarzda yapılmış heykellerle donatılmış. İnsanlar davranışlarında son derecede rahat. Gündüz vakti parkta, oldukça samimi pozlar veren çiftlere rastlamak mümkün. Gorki Parkı’nın 50 metre ilerisinde, sürekli bir meşalenin yandığı Özgürlük Anıtı yer alıyor. Hemen hemen herkes bakımlı ve özenli giyiniyor ve mutsuz bir görüntü çizmiyor. İnsanlar arasında bariz bir gelir dağılımı farklılığının izini görmek zor. Ortalama gelir seviyesi 550-600 dolar olmasına karşın, dört gün boyunca sokakta tek bir dilenciye rastlamıyoruz. Konut fiyatları ise yüksek, insanların çoğu kirada oturuyor. 32000 genç için yaptırılmış. Ağlayan annelerin heykellerinin dikili olduğu anıtın önü her daim çiçek bahçesi. Anıtın ön tarafında, Hz. Meryem’in Hz. İsa’yı kucağına aldığı heykel ile analık duygusu pekiştirilmiş. Nehir kenarında gece-gündüz her saatte rahatlıkla yürüyüş yapabilirsiniz. Ayrıca, nehirde deniz bisikleti ile dolaşma imkanınız var. Gece ise nehir kenarı geç saatlere kadar gençlerin eğlence mekanı. Şehir, güneş battıktan sonra eski binaların ve nehir üzerindeki köprülerin ışıltılı görüntüleri ile ayrı bir güzel Rus Müziği ve Dansları Eşliğinde Dudutki Minsk sakin, telaşsız, kendi mecrasında yaşayan bir şehir. Şehrin nüfusu 2 milyon, Beyaz Rusya’nın toplam nüfusu ise 9 milyon. Trafik yoğun değil, ulaşım ucuz ve kolay. Metro, tramvay, otobüs dahil her türlü kamu taşımacılığı imkanı mevcut. Taksiye bindiğinizde kilometre başına ödeyeceğiniz ücret 25 cente denk geliyor. Caddelerde Alman ve Japon marka arabalar dikkat çekiyor. Minsk’ten Moskova ve Saint Petersburg’a seyahat etmek isterseniz, en akıllıca seçim tren yolculuğu yapmak. Minsk tren garından neredeyse her saat başı Moskova veya Saint Petersburg’a tren kalkıyor. Yolculuk 14 saat sürse de, gece birinci sınıf mevkide keyifli bir yolculuk yapma imkanınız var. Zaten iş adamlarının çoğu da bu şehirlere trenle seyahat etmeyi tercih ediyorlarmış. Beyaz Ruslar için bu iki şehre seyahat ederken vize gerekmiyor, sadece pasaport göstermek yeterli. Diğer yabancı turistler için ise vize şart. Minsk’e hayat veren Slovrich Nehri üzerindeki köprülerden birinin yakınında Gözyaşı Adası bulunuyor. Bu adada yer alan anıt, Rusya’nın Afganistan’ı işgal ettiği dönemde Beyaz Rusya’dan bu savaşa katılan ve geri dönmeyen Minsk’de görülmesi gereken yerlerden biri de, Rus yöresel yaşamından izler taşıyan Dudutki. Şehre yaklaşık 40 km uzaklıkta bulunan ve tipik bir köy hayatının izlerini taşıyan bu kasaba özellikle turistler için tasarlanmış. Dudutki’ye girişte, büyük bir yel değirmeni ile, Kremlin Sarayına benzer yapısı olan ahşap bir kilise karşılıyor sizi. Yerel giysiler içinde, yüzlerine bebeksi gülümsemeler kondurmuş Rus kızları, Rus müziği eşliğinde güzel ezgiler ile bize sıcak bir hoşgeldin seramonisi düzenlemişler. Bu güzel kızlarla el ele, kol kola dans ediyor ve sonrasında da bizler için hazırlanmış turşu, bal ve ekmekten oluşan aperatiften tadıyoruz. Dudutki’de, ahşap kulübelerde kurulmuş atölyelerde, farklı el sanatlarının yapılışını izleme imkanınız var. Bunlar arasında; dokuma tezgahında yapılmış kemerler ve dantel işlemeli örtüler, hasır işlemeli abajurlar, samanla doldurulmuş kız-erkek motifleri ve kapı süslemeleri, Avanos tarzı testi ve kapkacakların çamurdan üretildiği tezgahlar, ince işlemeli, üzerine zarif motifler kazınmış deriden eserler, tuğladan yapılmış at nalı ve düdükler sayılabilir. Atölyelerde üretilen tüm eserler satışa sunuluyor. Atölyeler dışında köyde, devekuşundan ineğe, keçiden domuza çok sayıda hayvanın yetiştirildiği bir de çiftlik var. Köyü gezmeyi bitirdiğimizde, eskiden ekmek fırını olarak kullanılan küçük bir restoranda bize ikram edilen peynir çeşitlerinden oluşan tabağı, sıcak çay eşliğinde afiyetle yiyoruz. Dudutki gezimize sağanak yağmur altında başlamamıza rağmen, güneş ile yağmur sanki ikiz kardeşçesine sürekli yer değiştiriyor. Buna şehir içinde yaptığımız geziler sırasında da şahit oluyoruz. Bu nedenle Minsk’te, özellikle ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:13, Temmuz 2011) de yaz aylarında, “hava yağmurlu” diye endişeye kapılmanıza gerek yok. Şiddetli bir yağmurun ardından sizi şaşırtacak ölçüde güneşli bir hava ile karşılaşabilirsiniz. Havadan söz açılmışken, Beyaz Rusya’da yaz aylarında havanın akşam saat 10:00’da karardığını, sabah ise erken saatte aydınlandığını ve kısmen de olsa Beyaz Gecelerin yaşandığını söyleyebilirim. Akşam saat 8:00’de Rus dansları eşliğinde girdiğimiz ahşap kulübede, insanı baştan çıkaran Rus namelerinin eşliğinde bizler için hazırlanmış sofrada yemeğimizi alıyoruz. Yerel giysiler içindeki Rus kızları, akordiyon eşliğinde çalınan hareketli müziğe, güzel sesleri ve yöresel dansları ile eşlik ediyor. Yüzlerine bebeksi gülümsemeler kondurmuş bu cici kızların makyajsız ve günlük giysiler içindeki görünümleri de bir o kadar alımlı. Biraz Kültür, Biraz Alışveriş Minsk’teki üçüncü günümüzde, biraz dolaşmak, biraz da alışveriş yapmak niyetindeyiz. Merkeze yakın yerde birkaç büyük alışveriş merkezi var. Büyük dediysem, o kadar da değil. Beyaz Ruslar daha tüketim çılgınlığının çok başında. Alışveriş merkezleri de komünist sistemin primitif gelişimini simgeleyen izlerle dolu. Beyaz Rusya’da ekonomik aktivitenin % 75’i halen devletin elinde. Bu açıdan, Türkiye ile Beyaz Rusya arasında 20-25 yıllık bir gelişmişlik farkı var. Dükkanlardaki satıcılar soğuk ve somurtkan. Yüzleri bebek kadar güzel olsa da bakışları donuk. Malı sanki zorla, dayak atar gibi satıyorlar. Alabileceğiniz hediyelik eşyalar arasında; Matruşka bebekler, hasırdan yapılmış yerel giysiler içindeki kızerkek çocukları, yel değirmenleri sayılabilir. Ayrıca, masa örtüleri ve diğer tekstil ürünleri de revaçta. Şehri gezerken, eski binaların tarihi dokusunun, tıpkı birçok Avrupa ülkesinin başkentinde olduğu gibi orijinal hali ile, ama bakımlı bir şekilde muhafaza edilmiş olması dikkat çekiyor. Binaların çoğu 50-100 yıllık. Ana caddeler üzerinde, etrafı naylonlarla kapatılmış, üzerlerine bej renkli tenteler örtülü, yarı açık satış mekanları ilgimi çekiyor. Bir nevi büfe tarzında işletilen bu mekanların bazısında yiyecek-içecek, bazısında deterjan satılıyor, bazı yerler ise kafe olarak işletiliyor. Şehirde görülmesi gereken yerlerden biri de, Saint Simon ve Helena Kilisesi, nam-ı diğer Kırmızı Kilise. 17. Yüzyılda yapılmış olan bu Roma Katolik Kilisesi, dış cephesinin tuğla rengindeki görüntüsü ile dikkat çekiyor. Tavan kısımları da dış cephesi ile aynı renkte. Beyaz Rusya’da yaşayanların %70’i Ortodoks, % 18’i ise Katolik. Ülkede az sayıda Yahudi ve Müslüman da yaşıyor. Kırmızı Kilisenin biraz ilerisinde ise Lenin Heykeli yer alıyor. Birçok yerde Lenin’in heykelleri yıkılmış olmasına karşın buradaki heykele dokunulmamış. Kilisenin yakınında, 3 katlı bir yeraltı alışveriş merkezi de var. Minsk’te çok sayıda kilise olmasına karşın, biz sadece 4-5 tanesini (Bernadine Kilisesi, Kutsal Ruh Katedrali gibi) gezebiliyoruz. Kiliseleri gezdiğimiz Cumartesi günü, Hıristiyanlar için özel bir dini gün olduğu için hepsi dolu. Özellikle çok sayıda kadının kiliseye gelmiş olması dikkat çekici. Dikkatimi çeken bir başka nokta da, kadınların tam olarak Müslümanlar gibi olmasa da başlarını örtüyor olmaları. Hepsi de kiliseye girerken ve çıkarken ikonoların önünde rüku eder gibi saygıyla eğiliyor ve ellerinde taşıdıkları uzun yeşil dalları ikonaların önüne koyuyorlar. Arka tarafta bazı kişiler bir yerden beyaz kağıtlar alıp, üzerine bir şeyler yazdıktan sonra tekrar kağıdı aldıkları yere veriyorlar. Daha sonra ise Papaz Efendi gelip tüm bu kağıtları topluyor. Beyaz Rusya’da yaşayanların % 67’si Beyaz Rus, % 11’i ise Rus kökenli. Bununla birlikte, insanların yüzlerine bakarak Beyaz Rus, Rus veya Ukraynalı olduklarını söyleyebilmek zor. Slav ırkından geldikleri için hepsi de birbirlerine çok benziyorlar. Beyaz Ruslar genellikle uzun boylu, özellikle de bayanlar sütun gibi uzun ve güzel bacakları ile dikkat çekiyorlar. 25-26 Ortalama evlilik yaşı olmasına karşın, boşanma oranı yüksek (% 50’den fazla). Minsk’de yaşayanların % 80’i Rusça konuşuyor. Beyaz Rusça konuşanların sayısı ise %0! Bu anlamda Rusya ile Beyaz Rusya arasında çok yakın kültürel ve ticari ilişkiler var. Üniversiteler de dahil olmak üzere okullardaki eğitim dili Rusça. Beyaz Rusya’da zorunlu eğitim 9 yıl, öğrenime başlama yaşı ise 6. Prestreyko’dan önce üniversite eğitimi parasız iken, şimdilerde üniversite eğitim ücretinin % 60’ı öğrenciler tarafından karşılanıyor. Tüm üniversite binaları eski, sağlam, tertemiz ve geniş bir alana yayılmış. Ülkede sanata olan ilgi üst düzeyde. Yoğun ilgi gösterilen sanat dallarının başında bale ve opera geliyor. Yerel halk için bale ve opera gösterileri ucuz (15-20 dolar) olmasına karşın, yabancıların bu gösterileri seyretmek için ödemeleri gereken ücret yüksek (60-70 dolar). Beyaz Gecelere Özlemle Minsk’e Veda... Minsk’e veda zamanı. Tek üzüntüm, vizem olmadığı için buradan trenle Saint Petersburg ve Moskova’ya geçememiş olmak. Gönül gözüyle kaleme aldığım yerleri, dünya gözüyle görmüş olmanın keyfi ve Beyaz Gecelerde buluşmak dileklerimle veda ediyorum sizlere bu yazıyla ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:13, Temmuz 2011) Tadı Damağımda Erdem ENGĐN [email protected] GEZGİN TATLI : “TRİLEÇE” Bu tatlı için üç farklı türde süte ihtiyacınız var. Adını da bundan almış zaten, üç süt tatlısı, trileçe… Püf noktası sütlerin kaynatılmadan güzelce karıştırılması. Bu karışım tatlıyı hafifletiyor ve damağınızda hoş, değişik bir tat bırakıyor. Tiran’da oturan arkadaşım “Arnavutluk’da ne yerim?” dediğimde “Trileçe” dedi. Denedim, beğendim, tarif için pastane sahibine sorduğumda “Bu tatlı İtalyan” dedi, şaşırdım. Kendi özgün tatlıları baklavaymış. Aslında şaşmamak lazım, 500 yılın izi kolay silinmiyor. Tiran, biraz bizim şehirlerimize benziyor aslında. Trafikten mi binalardan mı bilemedim, bir gürültü, bir kaos… Bir süre sonra caddeler boyunca, ağaçlar ve bira şemsiyeleri altında kafelerden oluşmuş farklı bir şehir algılıyorsunuz, şehir içinde şehir gibi… Kafeler boyunca yürürken çarpık, sıvasız binalar artık dikkatinizi çekmez oluyor. Ve o kafelere dalınca hakim tatların Osmanlı-İtalyan tatları olduğunu görüyorsunuz. Osmanlı ve İtalyan mutfağı birleşmiş de Arnavutluk mutfağını oluşturmuş gibi. Baktım gördüm, gittiğim tüm kafelerin hepsinin menüsünde vardı bu tatlı. İnternette araştırayım dedim ve işte o zaman gerçekten şaştım kaldım. Arnavutluk’ta tesadüfen buluştuğum trileçe, meğer dünyanın en gezgin tatlısıymış!!! Her ülkenin kendine göre bir trileçe tarifi varmış. Latin Amerika’da çok sevilen bir tatmış ama buraya da orta çağda Avrupa’dan geldiği düşünülüyormuş. O kadar çok trileçe öyküsü vardı ki hangi ülkeye ait olduğuna karar veremeyeceğime karar verdim ve sınırları okyanusları aşıp dünyayı dolaşmış bu tadı sizlerle paylaşmak istedim. Aşağıdaki tarif karamelli olması sebebi ile Arnavutluk’a özel. 8 yumurtanın beyazı kar beyazı oluncaya kadar çırpılır, 8 kaşık şeker eklenir ve çırpmaya devam edilir, sonra yumurta sarıları, 8 kaşık un, 1 paket kabartma tozu ve 1 paket vanilya eklenerek kaşıkla yavaş yavaş karıştırılır. Hafif yağlanmış –tercihen dikdörtgen veya kare - tepsiye dökülür, 180 derecede 40-50 dakika pişirilir, hafif ılıyınca kare kare kesilir. Bir kapta küçük kutu krema, 200 ml koyu kıvam keçi sütü ve 200 ml normal süt iyice karıştırılır (ısıtılıp, kaynatılmaz) ve pandispanyanın üzerine dökülür. Son olarak üzerine karamel sürülerek servis yapılır, “Diğer ülkelerdeki trileçeler nasıl acaba?” diyerek merakla yenir… TOMOR’UN TADI : “RAKI ME ARRA” Arnavutluk'un güneyinde Berat şehri. Amasya'nın ikizi sanki... Osmanlı yeni çıkmış gibi şehirden, hiçbir şey bozulmamış. Berat'ın girişinde küçük, şirin bir bağ evi... Bodrum kat imalathane, üst kat ürünlerin sergilendiği ve tadım yapılan salon. Her yer pırıl pırıl. Saat kaç olursa olsun kapısı size açık. Biz akşam onda çaldık kapılarını, güler yüzle karşılandık, üstelik tüm aile tarafından. Baba, anne, oğul, kardeş, torun hepsi geldi bizimle tanışmaya ve bizleri şaraplarıyla tanıştırmaya. Çobo Ailesi bu işe gönül verenlerden, 1900'ların başında başlamışlar şarap üretimine, 1950'de gelen komünizmle ara vermek zorunda kalmışlar bu işe. Ailenin büyükleri, hatıraları ve hikayeleri hep canlı tutmuş, sonrasında 1990'larda aynı tutkuyla, tekrar, kaldıkları yerden devam etmişler. Dillerini bilmesem de tutkulu bakışlarından anladım ne demek istediklerini, bakışlarımız o noktada kesişti ve hemen anlaştık. Üzümler, Arnavutluk’un Olimpos’u Tomor Dağı’nın eteklerinden. Tomor dev bir aslan olmuş, şehrin gerisinde yatmış şehri beklerken, tüm tadı şişelere dolmuş bizi bekliyor sanki… "Berat'ın Beyaz"ı ile başladık, "Kaşmir"le devam ettik ve ceviz rakısı "Rakı me Arra" ile büyülendik. Bir doktorun bal, ceviz ve rakının şifalarıyla ilgili açıklamalarını dinleyince oğul Çobo, kafasını bu konuya takmış ve araştırmaya başlamış. Çalışmış, çeşitli karışımları denemiş, sonunda üretime başlamış. Balı, cevizi, üzümü yüce Tomor’un gülleriyle harmanlamış ve ortaya bu tat çıkmış. Bizim rakıya benzemiyor tadı - tipi, koyu - çok koyu bu rakı. Yemek üzerine içilen, sindirimi kolaylaştırıcı içkilerden, konyak tipi. Berat gibi büyülü, Tomor gibi ihtişamlı... Yolunuz düşerse Berat'a, girişte sağda Çobo şaraphanesi... Lütfen duvarlarına bir göz gezdirin, karşılaşıveririz belki orada bu yazıyla… ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:13, Temmuz 2011) Türkiye’den Timur ÖZKAN [email protected] EFSANELERDEN, RİVAYETLERDEN BUGÜNE VAN Van deyince akla Van Kedisi ve Van Gölü gelir. Van Gölü deyince de benim aklıma halâ, Van Gölü Canavarı gelir. Van Kedisi, Van’ın tartışılmasız sembolü olarak Van’la anılmaya devam ediyor. Van Gölü ise siyasetçilerin “göl mü deniz mi” polemiğiyle bir kez daha gündeme gelirken bir zamanlar Türkiye’yi sarsan (bugün artık bir kurgu olduğu sır değil) Van Gölü Canavarı efsanesi çoktan unutuldu bile… TV kanallarını ve gazeteleri günlerce meşgul eden yapay canavarın maketi gölün bir kenarında bulunduğunda olup bitene kimse inanmak istememişti. Oysa İskoçya’nın ünlü Ness Gölü Canavarı gibi Van Gölü Canavarı Efsanesi de kuşaktan kuşağa devam edebilir, “Van” ve “canavar” sözcüklerinin birleşmesiyle üretilen “Canovan” veya kısaca “Cano”, Van için yeni bir turistik sembol olabilirdi. Biraz da tesadüfen Van gezimize kentin sembolü Van kedisiyle başladık. Van kedisinin Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nde oluşturulan ve ziyaretçilere açık Kedi Evi’nde yaşatılmaya çalışıldığını biliyorduk. Ancak Van’a gelince öğrendik ki Kedi Evi hafta sonlarında kapalıymış ve ayrıca Mart ayında zaten ziyarete izin verilmiyormuş. Bu durumda Havaalanı yolundaki Urartu Halı Kilim Mağazası’nın kendi bahçesinde yetiştirdiği üç kediyi görebileceğimizi öğrenince ilk ziyaretimiz buraya yaptık. Beyaz uzun tüyleriyle ve biri mavi diğeri yeşil gözleriyle dikkat çeken ve nesli koruma altında nadide bir tür olan Van Kedisi’nin kent dışına çıkarılmasına izin verilmiyor. Ve ayrıca, daha sonra birkaç kez duyacağımız gibi Vanlılar, kedilerine Ankara’nın sahip çıkmasına fena bozuluyorlar… Böylece, Van kedileriyle tanıştıktan sonra ikinci ziyaretimizi yapmak üzere, kentin diğer bir sembolü olan Van Kalesi’ne gidiyoruz. Van’ın binlerce yıl geriye giden tarihinin tek tanığı Van Kalesi bugünkü kentin merkezine 3 km kadar uzaklıkta yer alıyor. Önce kalenin çevresini geziyoruz, kalenin eteklerinde harabe halindeki eski Van’da ayakta kalmayı başarmış tarihi camilerden (bir Mimar Sinan eseri olan) biri olan Hüsrevpaşa Camii restore edilmiş. Caminin karşısındaki tarihi mezarlıkta iki kümbet dikkat çekiyor. Bu kümbetlerin birinin Kafkas Timuroğlu Derviş Mehmet Paşa, diğerinin Beylerbeyi Mehmet Emin Paşa (18.Yüzyıl) adlı iki komutana ait olduğu rivayet ediliyor.Kale çıkışında, geleneksel mimarisine uygun olarak inşa edilen ve içi Etnografya Müzesi olarak düzenlenen Van Evi’ni dışarıdan gördükten sonra üzerine çıktığımız kaleden gündüz kuşbakışı olarak kent merkezini, akşamları ise Van Gölü‘ndeki etkileyici gün batımını izlemek mümkün… Tarihi İÖ 4 binlere uzanan Van, Hurriler, Hititler ve Asurlulardan sonra 900-600 arasında yöreye egemen olan Urartuların başkenti olmuş. Urartuların burada kurduğu kalenin adı olan Biane, zamanla Viane’ye ve daha sonra da Van’a dönüşmüş. Tarımda ileri bir uygarlık olan Urartuların, uzunluğu 50 km’yi aşan, gelişmiş bir kanal sistemiyle Gürpınar ilçesi yakınlarındaki Başet Dağı’nda çıkan kaynak suyunu kente taşıdıkları biliniyor. Daha sonra Pers, Bizans ve Selçuklu’yu takiben yönetimi ele geçiren Osmanlılar, bu kanallara kerhiz denilen yeraltı su depolarını eklemişler… Van’ın tarihi yüzü hakkında not edilebilecekler bunlar… Yeni Van’ın olarak merkezi ise, Beşyol adlandırılan ve Cumhuriyet ile İskele caddelerinin kesiştiği meydan kabul ediliyor. Beşyol’daki Valilik binası ile Van Belediyesi arasındaki Cumhuriyet Caddesi, Van’ın en işlek kesimi, büyük oteller, banka şubeleri, büyük mağazalar vb burada yer alıyor. Belediye binasının arkasında yer alan Van Müzesi küçük fakat zengin bir müze. Urartu döneminin yanısıra Selçuklu ve Osmanlı eserlerine de ev sahipliği yapan müzede aralarında Van-Hakkari kilimlerinin de bulunduğu etnoğrafik eserler de sergileniyor. Van Müzesi, Türkiye'nin en az gezilen müzesi unvanına sahip ve bu nedenle olsa gerek, ücretsiz… Van’ın kent merkezini böylece gezdikten sonra, kentteki diğer önemli bir tarihi eser olan Akdamar Kilisesi’ni görmek üzere, merkeze 50 km uzaklıktaki Gevaş ilçesine doğru yola çıkıyoruz. Burada çekilen Vizontele filmiyle ünlenen Gevaş’ta bulunduğumuz gün, güzel bir rastlantıyla Nevruz kutlamalarına denk geldi. Yaktıkları, Nevruz ateşinin etrafında eğlenen ilçe halkını kısa bir süre izledikten sonra Akdamar’ İskelesi’ne doğru yolumuza devam etik. ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:13, Temmuz 2011) Gevaş-Tatvan yolunun 10. kilometresindeki Akdamar İskelesi’nin 3 km kadar açığındaki küçük ada, Van’ın en çok ziyaretçi çeken yeri. 20 dakikalık bir tekne yolculuğuyla ulaştığımız bu adada bulunan tarihi kilise, yakın zamanda restore edildikten sonra müze olarak açıldığı zaman, eksikliği bazı eleştirilere neden olan haçı da yerine konmuş. Kısa bir süre önce uluslararası bir ayinin de gerçekleştirildiği Akdamar veya Kutsal Haç Kilisesi 915-922 yıllarına tarihleniyor. Önceleri adada bulunan bir saray kompleksi içinde saray kilisesi olarak inşa edilen, daha sonra zaman içinde sarayın yıkılmasını takiben yapılan ilavelerle bir manastıra çevrilen kilise 20 metre yüksekliğindeki sivri kubbesiyle çevre yolundan da görülebiliyor. Haç planlı kilisenin dış cepheleri benzersiz kabartmalarla, iç duvarları ve tavanları ise günümüze gelmeyi başarmış fresklerle süslenmiş. Akdamar adının kökeni bir rivayete dayanıyor. Çevre köylerin birinden yüzerek adaya gelen bir genç, o zamanlar yabancıların çıkmasının yasak olduğu adadaki manastırda yaşayan güzeller güzeli Tamara’yı görüp, aşık olur ve sevdiğini görmek için geceleri gizlice adaya yüzmeye başlar. Tamara da her gece karanlıkta yüzen sevgilisine bir fenerle işaret vererek yol gösterirmiş. Rivayete göre fırtınalı bir gece Tamara feneri yakmayarak sevgilisinin gelmesini önlemek ister. Gencin gelmesini istemeyen biri daha vardır. Tamara’nın yasak aşkını öğrenen ve onu kıskanan baş keşişin kızı babasını durumdan haberdar etmiştir. Baş keşiş fırtınalı o gece elindeki fenerle (sevgilisini uygun bir yerde bekleyerek ona yol gösteren Tamara’nın aksine) adanın etrafında dolaşır. Sürekli ışığa doğru yüzen fakat bir türlü adaya ulaşamayan genç yorularak sonunda bitkin düşer ve son nefesinde “Ah Tamara” diye bağırır. Bu sese koşan Tamara da sevgilisinin boğulmasına dayanamayarak kendini suya bırakır… Genç sevgilinin son sözleri ise zamanla Akdamar’a dönüşerek bu adanın adı olur ve günümüze kadar ulaşır… Van’ın göl kıyısındaki ilçelerinden güneydeki Gevaş, Akdamar Adası nedeniyle ziyaretçi çekerken, kuzeyindeki Muradiye, şelalesiyle ünlü… Adını Bağdat seferinde buraya uğrayan 4. Murat’tan alan Muradiye, Vana 80, şelale ise Muradiye’ye 10 km uzaklıkta. Tendürek Dağı’ndan gelen Bendimahi Çayı üzerindeki şelalenin 20 metreden akan suları kışın donarak ayrı bir güzellik oluşturuyor. Buraya kadar gelmişken, şelalenin 1 km kadar gerisindeki tarihi Şeytan Köprüsü’nü atlamamak gerekir. Van’dan çıktıktan sonra, güneyden veya kuzeyden devam ederek, uzunluğu 360 km’yi bulan çevre yolunu gene Van’da tamamlamak mümkün. Böyle bir yolculukla, etraftaki dağların ve bunların göle yansımalarının yarattığı güzel görüntülerin yanısıra, Van’ın Tatvan ilçesindeki Nemrut Krater Gölü ve Bitlis’in Ahlat ilçesindeki Selçuklu eserleri de görülebilir. Gerek Gevaş’a, gerekse Muradiye’ye giderken kıyısı boyunca yolculuk yaptığımız Van Gölü’nün büyüklüğünü görünce, buraya Van Denizi diyen yöre halkına hak vermemek olmuyor. Nemrut Dağı’nın (heykelleriyle ünlü olan değil) patlaması sonucu oluşan Van Gölü, teknik olarak diğer denizlerle bağlantısı olmadığı içindeniz değil göl kabul edilse de, 3713 km2 yüzölçümü, 430 km’yi bulan kıyı uzunluğu ve 451 metreyi inen derinliğiyle bir gölden çok denizi andırıyor. Dünyanın birbiriyle bağlı deniz kütlesinden çok içerde bulunması bir yanan deniz düzeyinden 1646 metre yükseklikte bulunması; göl kıyısına kurulan Van’a, dünyanın değilse de Türkiye’nin en yüksek sahil kenti gibi bir özellik kazandırıyor. Van Gölü’nün bir diğer özelliği de dünyanın en yüksekteki sodalı gölü olması. Sodalı suyun farkını, bu suda ellerinizi yıkarken fark ediyorsunuz. Yıkadıkça köpüren suda, deterjansız çamaşır yıkamanın mümkün olduğu söyleniyor Van’ın mutfağı, özellikle kahvaltısı da meşhur, Van Kahvaltısı yapmak üzere gittiğimiz Bakhelebak adlı restoranın adı gibi ilginç bir kişi olan sahibi Yusuf Konak'ın çeşitli sorularla ve esprilerle süslediği sohbeti arasında yöreye özgü kahvaltımızı yapmış olduk. Van kahvaltısının diğer bir adresi Cumhuriyet Caddesi’nin paralelindeki Kahvaltıcılar Sokağı. Van’ın kahvaltısı kadar ünlü bir diğer yiyeceği ise İnci Kefali… Van Gölü’nün acı suyunda yaşayan tek balık cinsi olan İnci Kefali, burada aynı Van Kedisi gibi, kent merkezinde heykeli yapılacak ve adına her yaz festival düzenlenecek kadar önemseniyor. Sonuç olarak, Van bir göl, bir kedi değil... Kalesinden müzesine, kahvaltısından kefaline, adasından şelalesine, efsanesinden rivayetine kadar bir gezginin ilgisini çekecek çok şey var burada… Bütün bunlara mutlaka, yöre insanın konukseverliğini de eklemek gerek. Üstelik Van artık eskiden olduğu kadar uzak ve ulaşımı zor bir yer değil. Van Ferit Melen havaalanı, Ankara’ya 1,5 İstanbul’a 2 saat uzaklıkta olup erken bilet almak koşuluyla aynı kentlerden kalkan otobüslerin fiyatına Van’a uçmak mümkün. Ayrıca bu tarafa yolu düşenler için; gölün karşı kıyısında bulunan Tatvan’dan, iki saatlik karayolu veya beş saatlik feribot yolculuğuyla da ulaşılabiliyor. ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:13, Temmuz 2011) Gez/Oku _______ _________________________________ NEREYE GİTMELİ, Melih Uslu 60 Ünlüden Tam 360 Seyahat Önerisi 208 Sayfa (14x20) Truva Yayınları Gelecekte dünyayı gezmeyi ev Anadolu’da bir köy evine yerleşmeyi hayal eden gazeteci-yazar melih Uslu, gezi üzerine çok sayıda yazıya ve röportaja imza atmış deneyimli bir gezgin ve yazar. 5 yıl boyunca seyahat edip 25 587 kilometre yol kat ettikten sonra 60 popüler isme sormuş; “Nereye Gitmeli?” Favori tatil mekanlarından en yeni gezi rotalarına, az bilinen yerlerden, otomobil ve gemi turlarına, en gözde plajlardan kültür gezilerine, yürüyüş rotalarından dalış önerilerine kadar birbirinden ilginç 360 önerinin derlendiği Nereye Gitmeli deyimin gerçek anlamıyla tam bir başucu kitabı… Önsözünü Tayfun Talipoğlu’nun yazdığı kitapta; Orhan Pamuk, Çelik Gülersoy, Tan Sağtürk, Sunay Akın, Coşkun Aral, Nasuh Mahruki, Saffet Emre Tonguç, Ali Demirsoy gibi sanat ve bilim dünyasının tanınmış simalarının yanı sıra Mevlevi olup Konya’ya yerleşerek Rabia adını alan Arjantinli Sylvia gibi ilginç isimlerin gezi önerileri de yer alıyor. YUVARLAK DÜNYANIN YEDİ KÖŞESİ, Bülent Demirdurak 246 Sayfa (14x20) Gita Yayınları, 2008 Bende 1 lira vardı / Sende 1 lira vardı / Paraları değiştirdik / Bende 1 lira var, sende 1 lira var / Sende 1 bilgi vardı / Bende 1 bilgi vardı / Bilgileri değiştirdik / Şimdi sende 2 bilgi var, ben de 2 bilgi var / Bilgi paylaştıkça çoğalır. Böyle başlıyor Yuvarlak Dünyanın Yedi Köşesi. Bülent Demirdurak, Yuvarlak Dünyanın Dört Köşesi ile başlayan serinin dördüncü kitabında bizi önce Ege bölgemizden başlayarak Akdeniz ülkelerine götürüyor. Önsözünü Reyan Tuvi’nin yazdığı kitap daha sonra Hindistan’dan Peru ve Bolivya’ya doğru birbirinden ilginç gezi yazıları ile devam ediyor… ASYA’NIN 9 KAPISI, Faruk Budak 15 Aylık Asya-Afrika gezisinin birinci bölümü 192 Sayfa (17x24) Sigma Yayıncılık, 2007 Işığın yükseldiği coğrafyadaki 9 ülkede 6,5 ay süren bir içsel yolculuk... Hindu aşramlarından Budist manastırlarına, Müslüman dergahlarından Hıristiyan kiliselerine uzanan ruhani yaşamın gizemli çekiciliği, bir Hindu tapınağında karşıma çıkan Mevlana, Katmandu’nun efsanevi atmosferi, Burma’da sahipsiz Türk şehitliğinde dökülen gözyaşları, Efsanevi Mekong nehrinde uzun nehir yolculukları, Kamboçya’nın görkemli Angkor Wat tapınağı ve Ölüm Tarlaları, Tayland’da halkalı köleler dönüşmüş Karen kadınlarının trajedisi, Phangan adasında yalnızlığın ve sessizliğin müthiş bir meditasyona dönüştüğü eşsiz huzur dakikaları ve Tanrıların adası Bali’deki dinsel ritüeller... (Arka kapaktan) ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:13, Temmuz 2011) Ankara’dan Ş. Pınar ŞENOL, Gülücan TAŞ Ankara Üniversitesi Öğrencileri KURTULUŞ’A DOĞRU 18 Mart Cuma Günü sabah 9.30’da DTCF önünde yaklaşık 1 saat sabırsızlıkla beklemenin ardından gezi otobüsümüzün gelmesiyle ‘Kurtuluş Yolu’ adlı gezi serüvenimiz başladı. Kurtuluş Yolu’nun ilk durağı olan Ankara Garı’na zamanımız kısıtlı ve bireysel ulaşımın da rahat olması dolayısıyla gezimize dahil etmeden rotamızı Alagöz’e çevirdik. Gezimizin amacı Sakarya Meydan Muharebesi’nin cereyan ettiği mekanları yerinde görüp o atmosferi solumaktı. Tam da tarih kitaplarından okuyup hocalarımızdan defalarca dinlediğimiz bu savaşın top seslerinin Ankara’dan nasıl duyulduğunu merak ederken Timur Özkan Hocamız imdadımıza yetişti ve kendisinin de üniversite yıllarında bu savaşın Sakarya ilinde yaşandığını sandığını ancak sanılanın aksine Sakarya Meydan Muharebesi Sakarya ilinde değil Sakarya Nehri civarında gerçekleştiğini esprili bir dille anlattı. Tabii bunları anlatırken Alagöz’e ulaştık. Ve Ata’mızın 22 gün 22 gece Başkomutanlık Karargahı olarak kullandığı, savaşı planlayıp yönettiği Polatlı’nın Alagöz köyündeki Türkoğlu Ali Ağa’ya ait iki katlı çiftlik evini meraklı bakışlarla inceledik. Bu arada Çiftlik Evinin oldukça soğuk, karanlık ve kasvetli olduğunu söylemeden edemeyeceğiz. Bugün Başkomutanlık Karargah Müzesi olarak yaşatılan bu evin önünde toplu bir hatıra fotoğrafı çektirip ikinci durağımız olan Malıköy Tren İstasyonu’na doğru yola koyulduk. Savaş zamanında revir, lojistik destek merkezi ve askeri uçak pisti olarak kullanılan Malıköy Tren İstasyonu’na vardığımızda karşılaştığımız ortam bizi bir yandan duygulandırırken bir yandan da temayı kullanıp eğlenceli fotoğraflar çektirmemizi sağladı. Bu eğlenceli mekanı geride bırakıp Ayşegül hocamızın memleketi olan Polatlı’ya doğru yola çıktık. Polatlı merkezinde Torki’nin Yeri’nin yanındaki, hafif engebeli çardaklı parkta kumanyalarımızı afiyetle midemize indirdik. Ardından Şehitler Kaşı tepesinde bulunan Sakarya Şehitleri Anıtı’nı görmek üzere tepeye tırmandık. Vardığımızda Polatlı ayaklarımızın altındaydı ve dev anıt tüm gösterişi ve ihtişamıyla . önümüzdeydi. Tepede bulunan Sakarya Meydan Muharebesi Müzesi’ni dolaştıktan sonra dev anıttan aşağıya indik. Tepeden indikçe karşılıklı sıralanmış sütunlarının aralarının açılıp boylarının kısaldığını, ortadaki merdivenlerin ise dikliğinin ve sayısının arttığını fark ettiğimizde hocamızın açıklaması şu şekilde oldu: ’’Sakarya Şehitleri Anıtı’nın merdivenlerinin, yukarı çıkıldıkça dikliğinin azalması (çıkışın kolaylaşması) ve sütunların giderek yükselmesi; 22 gün 22 gece süren savaşın ilk zamanlarında Türk Milleti’nin çektiği ızdırabın şiddetini ama lehimize dönen savaşa paralel olarak bu sıkıntı ve zorlukların aşıldığını ve zafere yaklaşıldığını gösterir.’’ Bu anlatılanlar karşısında anıtın manevi değeriyle büyülendik. Toplu bir fotoğraf da anıtın önünde çektirip Kartaltepe’ye yöneldik. AnkaraEskişehir yolundan da görülebilen ve düşmana eliyle ‘dur’ diyen askerin tasvir edildiği, Türkiye’nin en yüksek Mehmetçik Anıtını da gezdikten sonra Duatepe’ye hareket ettik. Buradaki görkemli heykeller savaşın gözümüzün önünde canlanmasını sağlayacak kadar gerçekçiydi. Heykellerden ‘savaşı dürbünüyle izleyen Atatürk figürü’ ile güzel kareler yakaladıktan sonra Kurtuluş Yolu gezimize nokta koyduk. Ama buraya kadar gelip Duatepe’ye 3 km uzaklıkta bulunan M.Ö. 1000’li yıllara ait tarihi eserlerin sergilendiği Gordion Müzesi ve Kral Midas’ın mezarının bulunduğu tümülüsü gezmeden edemedik. müzeye giderken yol kenarında gördüğümüz tümülüsler dağa taşa bakış açımızı değiştirdi. Bizim tepe sandığımız toprak yığını meğer insan eliyle oluşturulmuş kral mezarlarıymış. Müzeyi ve tümülüsü yoğun yağmur altında gezdikten sonra gezimiz sonlandı Hava şartlarının çok da iyi olmadığı bir günde bu geziye gitmekte tereddüt etmemize rağmen buraları görmekten, o atmosferi yaşamaktan onur duyduk. Kurtuluş Yolu olarak adlandırılan bu tarihi mekânların, her Türk vatandaşının, bilhassa Ankara ve civarında ikamet eden herkesin mutlaka gezip görmesi gereken yerler olduğu kanısındayız Ankara Kütüphanesi Timur ÖZKAN [email protected] ANKARALI, Zeynep CEMALİ 200 Sayfa (12x18) Günışığı Kitaplığı Çılgın Babam ve Patenli Kız gibi çok sevilen kitapların usta yazarı Zeynep Cemali, aramızdan ayrılmadan önce tamamladığı son romanında sıradan insanların sıradışı öykülerini anlatıyor. Çocukluk ve gençlik arasındaki gelgitlerle kurgulanan kitap, okuru meyve ağaçları, çiçek seraları ve doğa sevgisiyle sarmalanana aile ilişkilerine götürürken; farklılıklar, önyargılar, gelenekler, töre ve eğitim hakkı gibi güncel birçok temaya da cesaretle dokunuyor. Çevreci, idealist bir ana babanın kızı olan Doğa, işlettikleri botanik bahçesinde karşılaştığı yaşlı bir kadın sayesinde ailesinin sırlarla dolu geçmişini merak etmeye başlar. Doğa, zamanla zincirin halkalarını birleştirdikçe, büyük büyükbabasıyla 1940’larda başlayan hikaye de boyutlanır. Doğa her geçen gün, babası ve amcası arasındaki soğukluğun nedenlerini daha iyi anlarken, gizemli Ankaralı hakkında gerçekler de aydınlanır… (Arka kapaktan) ANKARA ANIDI Monumentum Ancyranum, Augustus (Çeviren: Hamit Dereli) MEB Dünya Edebiyatından Tercümeler (12x18) 124 Sayfa, 1949 Ankara’da Hacı Bayram Camii’ne bitişik “Ogüst Mabedi” adıyla tanıdığımız tapınağın duvarlarına hakkedilmiş olan “Monumentum Ancyranum” bu zamana kadar bulunan Latince yazıların en uzunu, en önemlisi ve en ilgi çekenidir. Roma İmparatorluğ’nu kuran Augustus, İsa’nın doğumundan ondört yıl sonra öldü. Ölümünden biraz önce kaleme aldığı bu yazı Senato’da okunduktan sonra Roma’da dikili iki tunç üzerine kazdırılmıştı. Ayrıca kopyaları da imparatorluğun diğer eyaletlerindeki muhtelif tapınaklara konmuştu. Bugün bu kopyalardan biri en mükemmel bir surette muhafa edilmiş olduğu halde Ankara’mızda bulunuyor. Diğer iki kopyadan bazı parçalar Isparta vilayeti içinde Antiochia (Yalvaç) ve Apollonia (Uluborlu) da bulundu. Öteki kopyalar ise tamamıyla yok olmuştur. (Sonsözden) Arkeolji Literatürüne “Ankara Anıdı” olarak geçen Augustus Tapınağı’nın duvarlarında bulunan ve arkeologlar tarafından “Yazıtlar Kraliçesi” olarak adlandırılan Augustus’un Vasiyetnamesi’ni konu alan kitapta; Remzi Oğuz Arık tarafından bu vasiyetnamenin nasıl keşfedildiğini anlatan geniş bir giriş bölümünün ardından, sözkonusu vasiyetnamenin günümüze ulaşabilen dördüncü ve son bölümünün tam metni yer alıyor. “Tanrısal Augustus’un arz küresini Roma halkının hakimiyeti altına almak için başardığı işleri, Roma Devleti ve halkı için yaptığı masrafları gösteren vesika” 35 madde ve 4 ekten oluşur. Yalvaç’ta sadece Latince ve Uluborlu’da sadece Grekçe versiyonları bulunan bu metnin hem Latince hem Yunanca versiyonu, dünyada sadece Ankara’da, Augustus Tapınağı’nın duvarlarındadır. Ankara/Ankara ________________________________________ Ulus Gazetesi’nin haftalık Fransızca Ankara Baskısı, 24 Kasım 1938, Başyazarı: Falih Rıfkı Atay (Turhan Tanyer Arşivi) Dizelerden SEVGİ ÇİÇEĞİ YANAR DÖNER İrfan Çelik Sevgisin çiçeksin yanar dönersin Sevgisiz kalırsan bir gün sönersin Kalıp kalıp beton gelir üstüne Kapatır güneşi açmaz sinersin Dertlerin boğupta seni asanda Kokla yanar döner keder tasanda Sevgiyle açıyor sevgi çiçeğim Ankara Gölbaşı Hacı Hasanda Yaprağın çiçeğin hep sevgi dolu Sevgi hasretine açarsın kolu Sevgi çiçeğini görmeden gitme Ankara Gölbaşı yakındır yolu Verdiğin sevgiyle buldular seni Koruma altına aldılar seni Sevgiden haberi olmayan eller Bilmeden kıydılar yoldular seni Çiçeklerin aldır gülersin yüze Temiz sevgin kalbi döndürür köze Papatyagillerden eşin bulunmaz Cennetten hediye Mevlâdan bize Dünyada bulunmaz başka hiç yerde Merhem olunur mu sevgisiz derde Tertemiz toprakta sevgi çiçeğim Yetişmez toz duman çöplükte kirde İnsana sevgiyle boyun eğmesi Coşturur yüreği dili nağmesi Anılıyor türlü türlü adlarla Peygamber, kırmızı, gelin düğmesi Sevgi çiçeğime denilir türbe Nesli bitiyordu öksüzüm körpe İnsanı sürükler sevgiyle aşka Sevgiyi bir kere yeterki gör be Sevgi dolusun sen sevgi çiçeğim Sevgi şerbetinden ver de içeyim Çiçekler hepside çok güzel amma Çiçeğim olarak seni seçeyim 18/04/2011 Dünyada sadece Ankara Gölbaşı, Hacı Hasan Köyünde yetişen ve Yanar döner, Peygamber Çiçeği, Kırmızı Gelin Düğmesi ve Türbe olarak da adlandırılan Sevgi Çiçeği koruma altına alınmıştır. http://www.siirkolik.com/siirler/171092-sevgi-cicegi-yanar-doner.asp
Benzer belgeler
ankara çiğdemi - Atılım Üniversitesi Ankara Digital Kent Arşivi
http://groups.yahoo.com/group/ankaraligezginler/files/%20E-Dergi%20%20%22Ankara%20Cigdemi%22/ adresinden ilgilendiğiniz
sayıyı tıklayarak okuyabilirsiniz. Eğer açılmıyorsa dosya adı üzerinde sağ kl...
ANKARA ÇİĞDEMİ
Ankaralı Gezginler elektronik iletişim grubu tarafından yayınlanır. Ücretsizdir.
Burada yayınlanan yazı, haber, fotoğraf, resim vb kaynak gösterilerek ve
sahiplerinden izin alınarak kullanılabilir....
ankara çiğdem - Atılım Üniversitesi Ankara Digital Kent Arşivi
ankar alig ezginler@ yahoogroups.com
ankara çiğdemi - Atılım Üniversitesi Ankara Digital Kent Arşivi
“Ankaralı Gezginler” serisinden yayınladığımız ilk üç kitabımızı “Gezgin Gözüyle” serisinden yayınladığımız diğer
üç kitap izledi. Sıradaki kitaplarımız “Hindistan ve Yakın Asya” ile “Afrika” için ...