istanbul noter odası hukuki yardım komisyonu tarafından
Transkript
istanbul noter odası hukuki yardım komisyonu tarafından
İSTANBUL NOTER ODASI HUKUKİ YARDIM KOMİSYONU TARAFINDAN HAZIRLANMIŞTIR. İÇİNDEKİLER YARGITAY İÇTİHADI BİRLEŞTİRME BÜYÜK GENEL KURULU KARARLARI 01‐) 1939/32 ESAS 1940/92 KARAR 001 02‐) 1972/00003 ESAS 1972/00011 KARAR 002 YARGITAY HUKUK GENEL KURULU KARARLARI 01‐) 1976/10‐3435 ESAS 1978/23 KARAR 003 02‐) 1977/4‐1268 ESAS 1978/972 KARAR 006 03‐) 1990/12‐593 ESAS 1991/10 KARAR 007 04‐) 1990/4‐619 ESAS 1991/70 KARAR 008 05‐) 1992/12‐679ESAS 1993/17 KARAR 009 06‐) 1993/2‐757 ESAS 1993/71 KARAR 009 07‐) 1999/01143 ESAS 1999/067 KARAR 010 08‐) 2000/12‐1011 ESAS 2000/1076 KARAR 014 06‐) 2000/1 3‐1729 ESAS 2001/32 KARAR 015 07‐) 2000/13‐51 ESAS 2000/54 KARAR 020 08‐)2001/18‐956 ESAS 2001/731 KARAR 023 09‐)2001/19‐534 ESAS 2001/583 KARAR 024 10‐) 2002/14‐17 ESAS 2002/65 KARAR 028 11‐) 2004/4‐526 E SAS 2004/589 KARAR 031 12‐) 2006/11‐525 ESAS 2006/554 KARAR 032 13‐) 2006/14‐692 ESAS 2006/702 KARAR 038 14‐)2007/1‐911 ESAS 2007/954 KARAR 041 15‐)2007/13‐914 ESAS2007/964 KARAR 043 YARGITAY 1.HUKUK DAİRESİ KARARLARI 01‐) 1974/1497 ESAS 1974/2061 KARAR 046 02‐) 1983/13715 ESAS 1983/13784 KARAR 046 03‐) 1987/06593 ESAS 1987/09335 KARAR 047 04‐) 1989/02463 ESAS 1989/06435 KARAR 048 05‐) 1989/02783 ESAS 1989/05244 KARAR 049 YARGITAY 2.HUKUK DAİRESİ KARARLARI 01‐) 1969/2395 ESAS 1969/2562 KARAR 051 02‐) 1970/2711 ESAS 1970/4508 KARAR 052 03‐) 1970/7125 ESAS 1970/489 KARAR 053 04‐) 1972/5977 ESAS 1972/6472 KARAR 054 05‐) 1977/1882 ESAS 1977/1969 KARAR 056 06‐) 1977/7621 ESAS 1977/7844 KARAR 057 07‐) 1978/02992 ESAS 1978/04111 KARAR 058 08‐) 1991/6596 ESAS 1991/9044 KARAR 058 09‐) 1996/1471 ESAS 1996/3555 KARAR 059 10‐) 2005/8051 ESAS 2005/10580 KARAR 060 11‐) 2005/8654 ESAS 2005/11578 KARAR 061 12‐) 2007/6349 ESAS 2007/7938 KARAR 062 YARGITAY 4.HUKUK DAİRESİ KARARLARI 01‐) 1973/03658 ESAS 1974/16534 KARAR 063 02‐) 1975/03749 ESAS 1976/00477 KARAR 064 03‐) 1976/11251 ESAS 1978/00005 KARAR 065 04‐) 1977/5312 ESAS 1978/3193 KARAR 067 05‐) 1980/12644 ESAS 1981/00518 KARAR 069 06‐) 1982/08932 ESAS 1982/10570 KARAR 072 07‐) 1988/02990 ESAS 1988/06935 KARAR 073 08‐) 1998/00316 ESAS 1998/06105 KARAR 074 09‐) 2000/3957 ESAS 2000/6531 KARAR 075 10‐) 2000/6166 ESAS 2000/6793 KARAR 076 11‐) 2000/5662 ESAS 2000/8772 KARAR 078 12‐) 2001/2136 ESAS 2002/6321 KARAR 079 13‐) 2001/12220 ESAS 2001/12773 KARAR 080 14‐) 2001/03236 ESAS 2001/4369 KARAR 081 15‐) 2001/5014 ESAS 2001/9347 KARAR 082 16‐) 2002/5808 ESAS 2002/8687 KARAR 082 17‐) 2002/5645 ESAS 2002/6791 KARAR 084 18‐) 2003/4891 ESAS 2003/10641 KARAR 085 19‐) 2003/8610 ESAS 2003/10502 KARAR 086 20‐) 2003/14412 ESAS 2003/15286 KARAR 087 21‐) 2003/15231 ESAS 2004/6266 KARAR 088 22‐) 2003/16353 ESAS 2004/1080 KARAR 089 23‐) 2004/16831 ESAS 2005/13312 KARAR 090 24‐) 2004/16884 ESAS 2005/478 KARAR 091 25‐) 2004/627 ESAS 2004/10702 KARAR 092 26‐) 2004/11409 ESAS 2005/05780 KARAR 092 27‐) 2004/12650 ESAS 2005/11104 KARAR 093 28‐) 2004/16580 ESAS 2006/1098 KARAR 094 29‐) 2005/14432 ESAS 2005/13780 KARAR 096 30‐) 2005/12386 ESAS 2006/11900 KARAR 096 31‐) 2006/1956 ESAS 2006/3585 KARAR 097 32‐) 2006/2193 ESAS 2007/1807 KARAR 099 33‐) 2006/2411 ESAS 2007/1543 KARAR 099 34‐)2007/5873 ESAS 2008/2288 KARAR 100 35‐) 2007/6459 ESAS 2007/8597 KARAR 101 36‐)2008/1699 ESAS 2008/13767 KARAR 103 YARGITAY 5.HUKUK DAİRESİ KARARLARI 01‐) 1980 / 09298 ESAS 1980/09377 KARAR 106 02‐) 2003 / 6533 ESAS 2003/8509 KARAR 107 YARGITAY 7.HUKUK DAİRESİ KARARLARI 01‐)1990/8163 ESAS 1991/998 KARAR 108 02‐) 2001/03954 ESAS 2001/04154 KARAR 109 YARGITAY 9.HUKUK DAİRESİ KARARLARI 01‐) 2002/2721 ESAS 2002/2771 KARAR 111 YARGITAY 11.HUKUK DAİRESİ KARARLARI 01‐) 1975/00736 ESAS 1975/0369 KARAR 116 02‐) 1988/04471 ESAS 1988/04846 KARAR 119 03‐) 1989/6381 ESAS 1989/5454 KARAR 120 04‐) 1998/5299 ESAS 1998/8321 KARAR 121 05‐) 1998/5400 ESAS 1998/9376 KARAR 123 06‐) 1999/8617 ESAS 1999/1959 KARAR 125 07‐) 2000/385 ESAS 2000/3835 KARAR 126 08‐) 2000/5526 ESAS 2000/06590 KARAR 128 09‐) 2001/4254 ESAS 2001/6369 KARAR 129 10‐) 2002/6005 ESAS 2002/6116 KARAR 130 11‐) 2003/13105 ESAS 2004/7164 KARAR 131 12‐) 2004/03849ESAS 2005/00280 KARAR 131 13‐) 2004/3177 ESAS 2004/12534 KARAR 133 14‐) 2006/12186 ESAS 2006/13739 KARAR 134 YARGITAY 12.HUKUK DAİRESİ KARARLARI 01‐) 1996/15550 ESAS 1996/15912 KARAR 136 02‐) 1997/6436 ESAS 1997/6832 KARAR 136 03‐) 1998/4066 ESAS 1998/773 KARAR 137 04‐) 2001/4570 ESAS 2001/5885 KARAR 138 05‐) 2004/1589 ESAS 2004/6352 KARAR 139 06‐) 2006/11906 ESAS 2006/14652 KARAR 140 07‐) 2006/23644 ESAS 2007/1257 KARAR 141 08‐) 2008/21678 ESAS 2008/17969 KARAR 141 YARGITAY 13.HUKUK DAİRESİ KARARLARI 01‐) 1978/03712 ESAS 1978/03972 KARAR 143 02‐) 1981/04831 ESAS 1981/06005 KARAR 144 03‐) 1982/08375 ESAS 1983/00658 KARAR 145 04‐) 1985/00399 ESAS 1985/01945 KARAR 147 05‐) 1990/07902 ESAS 1991/01170 KARAR 148 06‐) 1995/9277 ESAS 1995/10817 KARAR 149 07‐) 1996/1944 ESAS 1996/2275 KARAR 151 08‐) 1997/11384 ESAS 1997/01392 KARAR 152 09‐) 2004/17197 ESAS 2004/18667 KARAR 155 10‐) 2005/9271 ESAS 2005/12302 KARAR 156 11‐) 2005/14434 ESAS 2006/993 KARAR 157 YARGITAY 14.HUKUK DAİRESİ KARARLARI 01‐)2003/5271 ESAS 2004/2515 KARAR 159 YARGITAY 15.HUKUK DAİRESİ KARARLARI 87‐) 1983/01922 ESAS 1983/02312 KARAR 161 88‐) 1993/3202 ESAS 1994/3218 KARAR 163 89‐) 1996/00728 ESAS 1996/00854 KARAR 164 YARGITAY 17.HUKUK DAİRESİ KARARLARI 01‐)2007/1188 ESAS 2007/1606 KARAR 165 YARGITAY 19.HUKUK DAİRESİ KARARLARI 01‐) 1992/08679 ESAS 1993/02410 KARAR 166 YARGITAY İÇTİHADI BİRLEŞTİRME BÜYÜK GENEL KURULU KARARLARI T.C. YARGITAY İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu E:1939/32 K:1940/92 T:04.12.1940 DAMGA RESMİ Pul müfettişlerinin denetlemesi sırasında kullanılmak ve belge olarak gösterilmek üzere saklanan ve resmi ödenmemiş olan kâğıtlardan dolayı ancak o kâğıtları imza edenler sorumlu olurlar. Ortaya çıkararak göstermemiş ve kullanmamış olan elinde bulunduranın (hâmilin) sorumluluğu yönüne gidilemez. 1928 gün ya 1324 ş. Damga Resmi Kanunu (Bu yasa, 1964 gün ve 488 s. Damga Vergisi Kanunu ile yürürlükten kaldırıldı.) Damga Resmi Kanununun on birinci faslındaki ahkâma tevfikan damga resminin kanun dairesinde istifasını temin için pul tetkikine memur edilen kimseler tarafından hususî meskenlerden maada resmî ve hususî daire ve müesseselerle sair bilumum mahallerde yapılan tetkikat neticesinde damga resmine tabi evrak ve senedatın damga resmi bu kanun hükümlerine göre ifa edilmediği veya pulların ilsak ve iptali kanuna muhalif olduğu görüldüğü takdirde o kabil evrak ve senedatı istimal etmek üzere muhafaza etmekte olanlardan bunları istimal veya ibraz eylemiş gibi evvelemirde ve alelıtlak resim ve ceza ile mesul olmaları lâzım geleceği ve daha kısa ifade ile hini tetkikte noksan pullu evrak kimin nezdinde zuhur etmişse resim ve ceza evvelemirde andan istifa edileceği hakkında bir içtihat teessüs etmişken ahiren bunun hilâfına yani pul tetkikine memur edilen kimselerin bu kabil yerlerde elde ettikleri resim ve cezaya tabi evraktan dolayı nezdlerinde zuhur eden kimseler mübriz addedilemeyeceği cihetle resim ve cezanın bunlardan tahsili cihetine gidilmesi caiz olmadığına dair içtihat takarrür ettiğinden bahisle ihtilâfın tevhidi içtihat suretiyle halli için Temyiz Mahkemesi Dördüncü Hukuk Dairesi Reisliğinden 27.5.939 tarih ve 874/107 numaralı yazı ile vaki olan müracaat üzerine keyfiyetin tetkik ve karara raptı Birinci Reisliğin tensibi üzerine Tevhidi içtihat Heyeti Umumiye sine havale edilmiş olmakla 4.12.940 tarihinde toplanan ve 567 müzakere nisabına baliğ olan heyette Birinci Riyaset tarafından ihtilâfı mucip olan nokta tesbit edildikten ve dairesi reisi de bu hususta izahat verdikten sonra keyfiyet müzakere olundu : Damga Resmi Kanununun birinci maddesine göre damga resmi bu kanunda yazılı olup ihticac ve ibraz olunabilecek olan evrak ve senedat ile ilânata mahsus tekâliftir. Yedinci maddesinde de resmî dairelerden efrada veya efrat tarafından resmî dairelere ita olunacak bilcümle senetlerin ve evrakın damga resimleri efrada ait olduğu ve efradın birbirine verecekleri evrak ve senetlerin damga resmini mümzilerinin ifa edecekleri tasrih edilmiştir. Otuz beşinci madde ise istimal veya ibrazında kanunun ilsakını emreylediği evraktan maada evrak ve senedatın tanzimi zamanında pullarının yapıştırılması mecburiyeti beyan olunmaktadır. Kanunun işaret olunan bu hükümlerine nazaran kanunun tayin ettiği ahvalden maadasında mükellefiyeti tamamen veya kısmen ifa etmemis olan mümzileri gerek resim ve gerek cezadan evvelemirde ve doğrudan doğruya mesuldürler. Çünkü mükellef olan mümzidir. Ancak vazııkanun bu kabil evrak ve senedatın tabi olduğu resmin mumzisi tarafından tamamen veya 1 kısmen ifa edilmemesinden dolayı lâzım gelen resım ve para cezasının tahsilini teshil için kırk beşinci madde mucibince imza edenlere müracaat haklan olmak üzere bu kabil evrakı ve senetleri istimal ve ihticac ve ibraz edenlerden de alınmasını tecviz eylemiştir. Bu cevazın şartı hamillerinin bu evrak ve senedatı istimal için ibraz eylemiş olmalarıdır. Hamil bunlan nezdinde hıfzettiği müddetçe ne resmi ve ne de ceza ile mesul olamaz. Nitekim Damga Kanunu İzahnamesinde de damga resmi tatbikatım tetkik ve teftiş eylemekte bulunan alâkadar memurun damga resmine tabi evrak ve saireyi talep etmesi ibraz addolunamaz, diye yazılıdır. Bu itibarla pul müfettişlerinin teftişi sırasında istimal ve ihticac edilmek üzere mahfuz tutulan ve resmi ifa edilmemiş olan evraktan dolayı ancak o evrakı imza edenlerin mesul olacağına ve ibraz ve istimal etmemiş olan hamillerin mesuliyeti cihetine gidilemeyeceğine ve dairenin son içtihadının da kanuna muvafık olduğuna ittifakla karar verildi. T.C. YARGITAY İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu E:1972/3 K:1972/11 T:19.06.1972 NOTERLİK KANUNU UYGULAMALARI içtihatları birleştirmeye yer olmadığına ilişkindir. 1512 sayılı Noterlik Kanununun yorumu gerektirmeyen açık hükümleri karşısında yürürlükte bulunmayan 3456 sayılı Noterlik Kanununun yürürlükte bulunduğu döneme ilişkin uygulamaları < arasındaki aykırılıkların giderilmesi için içtihadı birleştirmeye yer yoktur. 15.6.1938 ğ. ve 3456 s. Noterlik Kanunu. (Bu yasa 18.1.1972 g. ve 1512 s. Noterlik Kanununun 208. maddesiyle yürürlükten kaldırıldı.) 3456 saydı Noter Kanununun yürürlükte bulunduğu devrede, noterlik dairesi olarak kullanılan yerlere ait kira sözleşmeleri çeşitli şekillerde düzenlenmekte idi. Bunlardan mecurun «noterlik dairesi» olarak kullanılmak üzere kiralandığı ve kiracının noter sıfatını taşıdığı zikredilmeden, yalnız şahsi, âkit gösterilmek suretiyle 'kira sözleşmesinin düzenlendiği hallerde, (kiracı âkit durumunda bulunan noterin -herhangi bir şekilde- görevden ayrılmasından sonra sözleşmeden doğan hakların, özellikle mecurdan yararlanmak yetkisinin âkit olan eski noter veya mirasçılarına mı, yoksa aynı yerde vazifeye devam eden halef notere mi intikal edeceği bakımından tereddütlere yol açan değişik uygulamalar yapılmış bulunmakta idi. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ile Birinci ve Altıncı Hukuk Dairelerinin uygulamalarında, kiralanan taşınmaz malda kamu hizmeti görülmekte olması nedeniyle yukarıda sözü edilen şekilde düzenlenen kira sözleşmelerinden doğan hakların yeni notere intikal edeceği esası kabul edilmiş, Sekizinci Hukuk Dairesi ise; mecurun kullanma ve tahsis tarzına rağmen, sözleşmeden doğan hakların âkit (selef) noterin uhdesinde kalacağı ve ölmüş ise mirasçılarına geçeceği görüşüne yer verilmiş idi. Uygulamalardaki aykırılık giderilmek ve bu konuda görüş birliğine varılmak üzere mesele, 3456 sayılı Kanunun yürürlükte bulunduğu donemde, İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun gündemline alınmış olmasına rağmen zamanın elverişsizliği ve araya giren diğer bazı sebeplerle konunun kurulda müzakeresi ancak 19/6/1972 .gününde yapılabilmiştir. 2 19/6/1972 gününde toplanan İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunda, aralarında içtihat aykırılığı bulunduğu iddia olunan Hukuk Genel Kurulu ve özel daire kararlan ile eski ve yeni kanunların konu ile ilgili hükümleri okunup enine boyuna, uzun boylu konuşulup tartışıldıktan sonra oylandı, aşağıdaki neticeye varıldı : Konunun gündeme alındığı ve müzakeresine başlandığı tarihler arasında geçen süne içinde kanun değişikliği vukua gelmiş, 3456 sayılı Noter Kanunu yerine 1512 sayılı Noterlik Kanunu tedvin edilerek 5/5/1972 gününde yürürlüğe konulmuştur. Yeni kanun eski kanundaki boşlukları doldurmuş, konumuzu aydınlatmaya yarayan açık hükümler getirmiştir. Ezcümle; 1512 sayılı yeni Kanunun birinci maddesinde «Noterliğin bir kamu hizmeti» olduğu, kırkıncı maddesinde Noterlik Dairesinin «Resmi daire» sayıldığı, kira sözleşmesinin «daire adına noter tarafından» yapılması gerekli bulunduğu öngörülmüştür. Yeni kanunun konumuza doğrudan doğruya değinen ve yoruma ihtiyaç bırakmayan açık hükümleri karşısında, hukuki hayatı ' sona eren 3456 sayılı kanunun yürürlükte bulunduğu döneme ilişkin uygulamalar arasındaki aykırılıkların giderilmesi için içtihadın birleştirilmesine lüzum ve mahal olmadığına, 19/6/1972 gününde oyların üçte ikisini geçen çoğunlukla karar verildi. 3 YARGITAY HUKUK GENEL KURULU KARARLARI T.C. YARGITAY Hukuk Genel Kurulu E:1976/10-3435 K:1978/23 T:25.01.1978 Taraflar arasındaki tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda ( Adana İş Mahkemesi )nce davanın reddine dair verilen 16.9.1975 gün ve 727-2129 sayılı kararın incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, ( Yargıtay 10. Hukuk Dairesi'nin 21.5.1976 gün ve 9276-4034 sayılı ilamiyla, ) ( ...hükme dayanak kılınan ve ibraname olarak adlandırılan belge işverence yapıldığı iddia olunan yardımları tesbit etmektedir. Bu bakımdan ibra olarak nitelendirilmesi mümkün bulunmaktadır. Sözü edilen belge olsa olsa bir takım ödemelerin yapıldığını gösteren makbuz anlamındadır. Bu maddi ve hukuki olgular gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde karar verilmesi.. ) sebebiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Temyiz eden: Davacılar vekili, Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: KARAR : Davacılar vekili müvekkillerinin miras bırakanlarının davalıya ait işyerinde geçirdiği iş kazası sonucu öldüğünü, kusurun tamamının davalı işverende olduğunu iddia ile fazlaya ait dava hakkı saklı kalmak kaydiyle şimdilik 5.700 lira maddi, 13.000 lira da manevi tazminatın alınmasına hükmedilmesini istemiştir. Davalı vekili, davacıların müvekkilini ibra ettiklerini ileri sürmüş, mahkemece dava ibranameye dayanılarak reddedilmiş özel daire ibraname adı verilen belgenin gerçekte makbuz niteliğinde olduğu gerekçesiyle kararı bozmuş; mahkeme direnmiştir. İş hukukuna egemen bulunan ilkelerden biride kuşkusuz işçiyi koruma ilkesi olup gerek yasa ile getirilen düzenleyici kuralların ve gerekse tarafların yani işçi veya hak sahipleri ile işveren arasındaki ilişkilere ait irade açıklamalarının yorumunda bu ilkenin ışığında hareket olunması zorunludur. Olayda davacılardan, iş kazası sonucu ölen işçinin eşinin kendi adına asaleten ve yedi çocuğuna velayeten noterde düzenlettiği belge, az önce açıklanan ilkenin ışığında ve tarafların sosyal durumları ile belgedeki sözlerin kapsamı dikkate alınarak yorumlandığında, hak sahiplerinin tek taraflı irade açıklaması ile beliren bir makbuz olarak kabul edilmelidir. Bu nedenlerle mahkemece Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen özel daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Direnme kararı bozulmalıdır. SONUÇ : Temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının özel daire bozma kararında gösterilen sebeplerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, ilk görüşmede yeterli çoğunluk sağlanamadığından 25.1.1978 gününde ikinci görüşmede yarıdan bir fazlayı geçen çoğunlukla karar verildi. KARŞI OY: Davacıların miras bırakanı ( A ) işveren davalı ( İ )'nin işyerinde sigortalı işçi iken 20.10.1973 tarihinde geçirdiği bir iş kazası sonucunda ölmüştür. ( A )nın, tedbirsizlik veya dikkatsizlik veya nizamat ve evamir ve talimata riayetsizlikle ölümüne sebebiyetten ( İ ), ( T ), ( S ) aleyhlerine TCK.nun 455/1-son maddelerince Adana Asliye Üçüncü Ceza Mahkemesi'ne açılan kamu davası suçun işleniş tarihi itibariyle 1803 sayılı Af Kanununun şumulüne girdiğinden 25.6.1974 günlü kararla ortadan kaldırılmıştır. 4 Davacılar vekili 14.3.1974 kayıt tarihli dava dilekçesiyle fazlaya dair talep ve dava hakkı saklı kalmak şartıyla, 5.700 lira maddi, 13.000 lira manevi olmak üzere toplam 18.700 lira tazminatın ödetilmesini istemiş davalı ( İ ) vekili de 4.6.1974 günlü cevap dilekçesinde yazılı sebeplerle, özellikle Adana Dördüncü Noterliği'nde düzenlenen 12.11.1973 gün 25885 sayılı ( Genel ibraname ve feragat )a dayanılarak davanın reddini savunmustur. Genel ibraname ve feragat sebebiyle davanın reddine dair yerel mahkeme kararı Yargıtay Onuncu Hukuk Dairesi'nin 21.5.1976 günlü ilamiyle hükme dayanak kılınan ve ibraname olarak adlandırılan belge işverence yapıldığı iddia olunan yardımları tesbit etmektedir. Bu bakımdan ibra olarak nitelendirilmesi mümkün bulunmamaktadır. Edilen belge olsa olsa bir takım ödemelerin yapıldığını gösteren makbuz anlamındadır. Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı görülerek bozulmuş mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Gerçekte ise ( Genel ibraname ve feragat ) başlığını taşıyan 12.11.1973 günlü belge ile davacı ( K ) kendisine asaleten küçük çocuklarına velayeten ".. hadisenin oluş özellikleri ve bundan hiç bir kimsenin kasıt ve kusura dayanan hiç bir hareket ve sorumluluğu bulunmaması sebebiyle gerek yukarıda adı geçen ( İ ) ve gerekse ilgili sayılabilecek resmi ve özel kişi, kurum, ve kuruluşlardan münferiden veya müştereken hiç bir şekilde şikayetimiz olmadığı gibi maddi ve manevi takip ve başka bir müracaat yoluna başvurmayacağımızı adı geçenlerden hiç bir şekilde bütün zararlarımız karşılandığı için davacı olmayacağımızı ve kendilerini tamamiyle her suret ve şekilde zimmetlerini ibra ve ıskat ettiğimizi ... bundan böyle kendilerinden herhangi bir alacak talebinde bulunmayacağımızı, zimmetlerini tamamen ibra ettiğimizi açılmış veya açılacak hukuki, maddi, manevi ve cezai bütün davalardan feragat ettiğimizi .. beyan ikrar ve kabul" etmiştir. İsviçre Borçlar Kanununun 115. maddesinde yazılı olan borç ibra ( mutabakatla kaldırma ) hükmü Türk Borçlar Kanununa alınmamıştır. Ancak HUMK.nun 63, 268 ve 100. maddelerinde ( ibra ) dan söz edildiği görülmektedir. Özellikle HUMK.nun 288/2 de ibranın borçluyu ( borçtan kurtarma ) olarak tarifi yapılmıştır. Bu nedenle ibra borcun sukutu sebeplerindendir. BK.nun 113. maddesindeki asıl borcun ( ... sair bir surette sakıt olduğu takdirde ) ibaresindeki sair sukut sebeplerinden birinin de bu itibarla ibra keyfiyeti olduğu hiç kuşkusuzdur. İbra, bir kimsenin zimmetini haktan beri kılmaktır, ki hakkın ortadan kalkmasına sebebiyet veren bir vakıa olarak alacaklı tarafından borcun ifasını istemeyi imkansız hale getirir. "Genel ibraname ( ibrai An ) kaffe-i hukuk ve da-aviden bir kimseyi ibra eylemektir." ( Türk Hukuk Lügatı Sahife 13 ). Yukarıda özeti alınan 12.11.1973 günlü genel ibraname ve feragatın borçluyu borçtan kurtaran, açılmış ve açılacak bütün hukuk ve ceza davalarından borçluyu ibra eden bir belge niteliğinde bulunduğunda tereddüt edilemez. 1475 sayılı İş Kanununda özel ve genel mahiyetteki ibrayı kısıtlayıcı bir hüküm yoktur. Türk Hukuk mevzuatının belirlediği şeklin dışında ibraya bir mana verilmesinde imkan görülememiştir. Davacı 12.11.1973 günlü genel ibraname ve feragatta gerçek maksadının ( ... zimmetlerini tamamen ibra ettiğimi ... açılmış ve açılacak hukuki, mali, maddi manevi ve cezai bütün davalardan feragat ettiğimi" bildirmiştir. Mutlak şekilde vaki olan irade açıklamasını ibranameyisair bir şekilde yoruma tabi tutmak ve makbuz olarak nitelendirmek Borçlar Kanununun umumi hükümlerine de aykırı olur. Davacı "... adı geçenlerden hiç bir şekilde bütün zararlarımız karşılandığı için davacı olmayacağımızı her suret ve şekilde zimmetlerini ibra ve ıskat ettiğimizi" bildirmekle davacıların işvereni karşılıksız olarak ibra ettiğinden de söz edilemez. Ne var ki dava dilekçesinde sarahaten ve delaleten dayanılmamakla beraber 17.6.1974 günlü cevaba cevap dilekçesinde "... okuma yazma bilmeyen müvekkili aldatmak suretiyle 5.000 lira ödemiş bulunmaktadır... 5 T.C. YARGITAY Hukuk Genel Kurulu E:1977/4-1268 K:1978/972 T:08.11.1978 NOTERLERİN SORUMLULUĞU TAPUDAKİ İŞLEMDEN HAZİNENİN SORUMLULUĞU ZİNCİRLEME SORUMLULUK Gerçeğe aykırı düzenlenen vekaletname ile tapuda işlem yapılmasında zarara birlikte neden olma sözkonusu olduğundan noter Hazine ile birlikte sorumludur. 743 s. MK m. 917 818 s. BK m. 50 1512 s. Noterlik K m. 162 Taraflar arasındaki Tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; (Ankara Onüçüncü Asliye Hukuk Mahkemesi)nce davanın kabulüne dair verilen 11.3. 1975 gün ve 923 122 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesi'nin 3.3.466 1976 gün ve 5652-2246 sayılı ilamiyle, (tanzim edilmiş bulunan vekaletnamede taşınmaz sahibi lehine ipotek tesisi için yetki verilmiştir. Buna rağmen bu yetki dışına çıkılarak ipotek tesis edilmiştir. 0 halde noterin sağladığı yanlış işlemle zarar arasında bir ilişki yoktur. Zarar tapu idaresinin, vekaletnamede gösterilen işlemler dışında bir işlemin yapılmasından doğmuştur. Tapu memuru bu vekaletname ile ipotek tesisi yapmaması gerekirdi. Banka bu zararı istemekte haklıdır. Fakat bu hakkı davada ileri sürdüğü gibi davalı noterden değil, yetkisiz vekaletnameye istinaden ipotek tesisini yapan tapu dairesinden istemesi icabederdi) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda d i ren ilmiştir. Temyiz eden ve duruşma isteyen davalı vekili. Hukuk Genel Kurulu'nca dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü Davacı banka vekili gerçeğe aykırı vekaletname düzenlemek suretiyle bankanın zararına sebebiyet veren davalı noterden zarar tutarının alınmasına karar verilmesini istemiş mahkemece iddia sabit görülerek tazminata hükmedilmiştir. Karar özel dairece zararı doğuran işlemin yapılması konusunda vekaletnamede yetki bulunmadığı ve bunun sonucu olarak tapu memurunun gereken yetkiyi kapsamayan vekaletnameye dayanarak işlem yapmaması gerektiği ve şu suretle zararla noterin yaptığı yanlış işlem arasında illiyet bağının gerçekleşmediği gerekçesiyle karar bozulmuş mahkeme direnmiştir. Vekaletnamenin gerçeğe aykırı olduğu olayda gerçekleşmiştir; tapudaki işlem bu vekaletname dayanak yapılmak suretiyle yapılmıştır. 0 halde zarara birlikte sebebiyet verme durumu söz konusudur. Bu nedenlerle vekaletnameyi düzenleyen noterin sorumluluğunun kabulü gerekir. Yukarıda açıklanan nedenlerle usul ve yasaya uygun olan direnme kararı onanmalıdır. 6 Sonuç: Temyiz itirazlarının reddiyle, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle (ONANMASINA) ve (308300) kuruş ilam harcının temyiz edenden alınmasına davacı yararına takdir olunan (1400) lira avukatlık parasının davalıdan alınıp davacıya verilmesine 8. II. 1978 gününde üçte ikiyi geçen çoğunlukla karar verildi. Kaynak:YKD - 1979/4 - Sayfa:465 T.C. YARGITAY Hukuk Genel Kurulu E:1990/12-593 K:1991/10 T:23.01.1991 Taraflar arasındaki "takibin iptali" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kadıköy 1. İcra Tetkik Mercii`nce davanın kabulüne dair verilen 20.12.1989 gün ve 286-2327 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 12.3.1990 gün ve 1285-2480 sayılı ilamı: ( ... Takip dayanağı senedin 1.3.1988 tanzim tarihini taşıdığı, takip talepnamesinde belirtildiği gibi, dosyadaki fotokopisinde de görülmektedir. Bu tarihin noterce düzenlenmiş protesto evrakına yazılmamış olması gerçekte ve tedavüle çıkarılırken mevcut olmadığını göstermez. TTK. 690. madde yoluyla uygulanması gerekli 592. maddesine göre tamamen doldurulmadan bono düzenlenebileceği, aradaki anlaşmalara aykırı doldurulduğunun bir belge ile kanıtlanması gerektiği düşünülmeden yazılı biçimde takibin iptaline karar verilmesi isabetsizdir... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulu`nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: KARAR : Tetkik Merciince verilen kararın Yargıtay`ca bozulması üzerine noterden protesto evrakına ait kartonlar getirtilip, tetkik edilmiş ve noter de olayla ilgili olarak dinlenmek suretiyle direnme kararı verilmiştir. Bozmadan sonra tetkik merciinde yapılan bu işlemler sonucu verilen kararın, yeni bir hüküm niteliğinde olup olmadığı hususu, önsorun olarak ele alınmış ve Hukuk Genel Kurulu`nca ilk hükümde dayanılmayan yeni olgular değil, önceki kararın alınmasındaki genel espriye uygun biçimde gerekçenin genişletilmiş olduğu sonucuna varılarak, Merci Kararının, direnme kararı olarak incelenmesine üçte ikiyi geçen oy çoğunluğuyla karar verildikten sonra, hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesine geçilmiştir. Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu`nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. SONUÇ : Davalı ( alacaklı ) vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, oybirliğiyle karar verildi. 7 T.C. YARGITAY Hukuk Genel Kurulu E:1990/4-619 K:1991/70 T:13.02.1991 Taraflar arasındaki manevi tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara Asliye 1. Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 20.12.1988 gün ve 1988/146-789 sayılı kararın incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 14.5.1990 gün ve 1990/5323-4115 sayılı ilamı (Davacıların miras bırakanı içinde yolcu olarak bulunduğu motorlu aracın hemzenin geçitten geçerken DDY'na ait trenin çarpması sonucu meydana gelen kazada ölmüştür. Mahkeme davalı DDY'nın bilirkişi raporuna göre kusurunun bulunmadığını kabul ederek davanın reddine karar vermiştir. Davalı DDY'nın sorumluluğu kural olarak Borçlar Kanunun 58. maddesinde düzenlenen objektif sorumluluğuna ilişkindir. Ancak olay karayolu ile Demiryolunun kesiştiği hemzenin geçitte meydana geldiğine göre sorumluluk 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunun 85. maddesinde düzenlenen ağırlaştırılmış objektif sorumluluktan Tehlike sorumluluğu kaynaklanmaktadır. Çünkü olayın meydana geldiği hemzemin geçit karayolunun bir uzantısıdır. Trenin alt raylar üzerinde seyretmiş olması sonuca etkili değildir ve trende bir motorlu araçtır. Tam objektif sorumluluklarında kusur aranmaz. Sorumluluğu doğuran olayla zarar arasında uygun illiyet bağının bulunması yeterlidir. Bu illiyet bağı, 3. şahsın zarar görenin ağır kusuru ile kesilmedikçe sorumluluk devam eder. Davalının illiyet bağının kesildiğini ileri sürebilmesi içinde olayda kendinin ek kusurunun bulunmamasına bağlıdır. O halde olayımızda ölenin içinde bulunduğu motorlu aracın ağır kusuru bulunduğuna göre davalının kusurunun bulunup bulunmaması önem kazanır. Demiryolu işletmesi ve karayolunda hemzemin geçitte motorlu araç isletmek çok riskli bir faaliyettir. Risk ve tehlikelilik oranı arttıkça özen yükümlülüğü de artar; bu nedenle davalı işletmenin kusuru belirlenirken kendisinden beklenilen objektif özenin yüksek olduğu unutulmamalıdır. DDY.nin kendi yapısında var olan işletme tehlikesi hemzemin geçitte karayoluna karışmakla artmaktadır. Bu nedenle davalı işletmeden beklenen özen yüksek özendir; davalı işletme hemzemin geçitlerde muhtemel tehlikeleri önleyecek üst geçit bariyer gibi teknik önlemleri almak zorundadır. Bunun alınmamış olması ek kusuru oluşturacağından illiyet bağı kesilmez ve davalı işletme de kazaya neden olan ağır kusurlu motorlu araç işleteni ile birlikte doğan zarardan müteselsilen sorumlu olur. O halde mahkemenin hatalı bilirkişi raporuna dayanarak isteği reddetmesi usul ve yasaya aykırıdır... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hukuk Genel kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü : KARAR : Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere özellikle, hukuk genel kurulunun 29.3.1989 gün 919-206, 21.6.1989 gün 338-429 sayılı kararlarında da açıkça vurgulandığı üzere, davalı DDY.nın sorumluluğu kural olarak BK.nun 55, 58 de düzenlenen kusura dayanmayan objektif bir sorumluluk olduğuna göre Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. SONUÇ : Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, 13/02/1991 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi. 8 T.C. YARGITAY Hukuk Genel Kurulu E:1992/12-679 K:1993/17 T:27.01.1993 Taraflar arasındaki "itiraz" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Mardin İcra Tetkik Mercii`nce davanın reddine dair verilen 29.3.1991 gün ve 1991/6-1991/4 sayılı kararın incelenmesi davacı tarafından istenilmesi üzerine; Yargıtay 12. Hukuk Dairesi`nin 13.4.1992 gun ve 1991/11206-1992/4769 sayılı ilamı: ( ... Takip dayanağı bononun tanzim tarihi 4.2.1991, vade tarihi ise 2.1.1991`dir. TTK. 690. maddesi delaletiyle 615. maddesinde vadenin nasıl gösterileceği belirtilmiştir. Takip dayanağı bonoda vade tarihi tanzim tarihinden önce olduğundan senet bono niteliğinde değildir. Merciice bu yön gözetilerek İİK. 170/a maddesi gereğince takibin iptaline karar verilmek gerekirken itirazın reddi isabetsizdir... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulu`nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: KARAR: Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu`nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. SONUÇ: Davacının temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA oybirliğiyle karar verildi. T.C YARGITAY Hukuk Genel Kurulu Esas: 1993/2-757 Karar: 1993/71 Karar Tarihi: 24.02.1993 ÖZET: Medeni Kanununun 483 maddesi okuma yazma bilmeyenlerin şahit sıfatıyla vasiyetnameye katılamayacakları hükmünü koymuştur. İptali istenen vasiyetnamedeki şahit Sadık Demir imzası ile onaylamıştır. Böyle bir durumda şahidin okuma yazma bilmediğinin açık seçik, duraksamaya yer vermeyecek biçimde kanıtlanması gerekir. Davacının bir kısım tanıklarına karşı davalı şahitleri Sadık Demir'in okur yazar olduğunu da haber vermişlerdir. Okur yazar kabul edilmek için okul bitirip diplomalı olmaya da gerek yoktur Dava: Taraflar arasındaki "vasiyetnamenin iptali" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Gümüşhacıköy Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 3.5.1990 gün ve 1989/268-1990/182 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine; Yargıtay 2 Hukuk Dairesinin 7.11.1990 gün ve 7601-10503 sayılı ilamı: (.. Medeni Kanununun 483 maddesi okuma yazma bilmeyenlerin şahit sıfatıyla vasiyetnameye katılamayacakları hükmünü koymuştur. Vasiyetnamenin geçerliliğini sağlayacak bu önemli 9 koşulun, vasiyetnameyi düzenleyen noterce göz ardı edileceği düşünülemez. İptali istenen vasiyetnamedeki şahit Sadık Demir imzası ile onaylamıştır. Böyle bir durumda şahidin okuma yazma bilmediğinin açık seçik, duraksamaya yer vermeyecek biçimde kanıtlanması gerekir. Davacının bir kısım tanıklarına karşı davalı şahitleri Sadık Demir'in okuryazar olduğunu da haber vermişlerdir. Okuryazar kabul edilmek için okul bitirip diplomalı olmaya da gerek yoktur; O halde kanıtlanmayan davanın reddine karar vermek gerekirken yazılı biçimde hüküm kurulması Yasaya aykırıdır.) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: Karar: Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve Yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. Sonuç: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı (BOZULMASINA), 24.2.1993 tarihinde oy birliği ile karar verildi. T.C. YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas No : 1999/01143 Karar No : 1999/00067 Tarih : 10.02.1999 • ARAÇ REHNİ • SÖZLEŞMENİN GEÇERLİLİĞİ • İPTAL DAVASI ÖZET : MK.nun 853. maddesi uyarınca, menkul rehni ancak, teslim şartı ile tescil edilebilir.Araç rehin sözleşmesi oluşturulup trafik siciline de işlenerek aleniyet sağlandıktan sonra rehin alanın, trafik sicilindeki rehin şerhini kaldırmadan, davacının ekonomik durumunu korumaya yönelik iyi niyetli bir davranışla ve geçici iade amacıyla araç üstündeki zilyedliğini davacıya iadesi halinde, sözleşme geçersiz olmaz, yürürlüktedir. Taraflar arasındaki "rehin sözleşmesinin iptali" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; (Konya Asliye Ticaret Mahkemesi)nce davanın reddine dair verilen 19.06.1997 gün ve 1997/61 E.,-96 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay On birinci Hukuk Dairesi'nin 01.12.1997 gün ve 1997/7060 E. -8686 K. sayılı ilamiyle; (… Davacı vekili; müvekkile ait iki adet dava dışı Z… Ltd. Şti.nin davalıdan alacağı ve aldığı mal bedeli teminatı olarak noter sözleşmesi ile rehnedildiğini ancak sözleşmenin imzalanmasının hemen akabinde araçların fiili zilyetliğinin müvekkile bırakıldığını, menkul malların MK.nun 893. maddesi uyarınca teslim şartı ile rehnedilebileceğini, bu nedenle hak rehin sözleşmelerinin teslim şartı gerçekleşmediğinden batıl olduğunu ileri sürerek rehin sözleşmelerinin iptalini istemiştir. Davalı vekili; rehin sözleşmesi düzenlendiği sırada merhumun müvekkile teslim edildiğini, kaldı ki sicile kayıtlı araçların rehin için teslimin şart olmadığını ileri sürerek davanın reddini 10 istemiştir. Mahkemece, toplanan kanıtlara göre; rehin sözleşmesinde rehne konu araçların davalıya teslim edildiğinin yazıldığı, kaldı ki 4199 sayılı Yasa ile değişik Karayolları Trafik Yasasının 20. maddesi uyarınca trafiğe tescilli araçların her türlü satış ve devirlerin ancak noterlerce yapılabileceği, araçların bundan böyle el değiştirmelerinin ve hatta rehnin noterlik senedi ile mümkün olduğu bu nedenle araçların fiilen tesliminin şart olmadığı, rehin işleminin geçersiz olduğunun ileri sürülmesinin iyi niyetten yoksun olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Kararı davacı vekili temyiz etmiştir. Dava; noter sözleşmesi uyarınca davalıya rehnedilen aracın zilyetliğinin davacıda olduğu ileri sürülerek açılmış rehin sözleşmesinin iptali istemine ilişkindir. Mahkemece; KYTY. 20. maddesi uyarınca trafiğe tescilli araçların devrinin ancak noterde düzenlenmiş satış sözleşmesine dayanılarak trafik siciline tescil ile mümkün olduğu mülkiyet hakkının devrinin bu şekilde düzenleyen yasa hükmünün, daha sınırlı bir aynı hak olan rehin hakkı içinde uygulanmamasının düşünülemeyeceği, bu nedenle araç kaydına düşülen rehin kaydına rağmen zilyetliğin kendinde olduğu ileri sürülerek rehin sözleşmesinin iptalinin istenemeyeceği, kaldı ki böyle bir işleminde iyi niyetli olmadığı gerekçesiyle dava reddedilmiştir. Bilindiği üzere MK.nun 853. maddesi uyarınca menkul rehni ancak, teslim şartı ile tescil edilebilir. Karayolları Trafik Kanununda menkul niteliğinde olan araçların mülkiyetinin geçişinin noter satış sözleşmesi ve trafik siciline tescili ile mümkün görmüş, rehin konusunda açık bir düzenlemeye gidilmemiştir. Dava konusu aracın baştan beri davacının zilyetliğinde bulunduğu taraflar arasında uyuşmazlık konusu olmadığı gibi, mahkeme kanalı ile yaptırılan tespitte de araçların zilyetliğinin davacıda bulunduğu sabittir. O halde merhumun zilyetliği ve kendi rızası ile rehin verene iade eden davalının artık merhum üzerinde fiili egemenliğinden söz etmek mümkün değildir. Bu durumda, yerleşik bilimsel ve yargısal görüşler doğrultusunda (Yargıtay HGK. 1996/609-764 sayılı 13.11.1996 tarihli kararı, Yargıtay 19. HD. 1997/18543845 sayılı 10.04.1997 tarihli kararı) rehin sözleşmesi geçersiz olup, davanın kabulü gerekir iken, yazılı şekilde reddi doğru görülmemiş, hükmün bu nedenle bozulması gerekmiştir…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. TEMYİZ EDEN : Davacı vekili Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: Menkul rehin sözleşmesinde alacaklının zilyetliğini öngören MK.nun 853. maddesinde, ancak yasaların öngördüğü istisnalar halinde rehin konusu menkulün zilyetliğinin alacaklıya geçmeden de sözleşmenin oluşabileceği kabul edilmiştir. Yasanın bu emredici ve açık hükmü karşısında zilyetliğin alacaklıya nakli gerçekleşmeden bir menkul rehninin oluşabilmesi için bu konuda mutlaka açık bir yasa hükmü bulunması gerekir. Bu düzenlemelere örnek olarak hayvan rehni ile ilgili MK' nun 854. md.si, TTK' nun 875 vd. maddelerinde düzenlenen gemi ipoteği gibi yasa hükümleri gösterilebilir. Oysa, 2918 sayılı Yasanın değişik 20. maddesinde araç rehni ile ilgili bir düzenleme yer almamıştır. Anılan maddenin yorum yolu ile genişletilerek araç rehnini de düzenlediği sonucuna varılması yasal olarak mümkün olmadığına göre, mahkemenin anılan maddeye davalı olarak rehin konusu menkul zilyetliğinin borçluya intikal ettirilmiş olmamasının rehin sözleşmesini bozmayacağı yolunda ki görüşe itibar edilmesi isabetli görülmemiştir. 11 Zira, menkul rehni sözleşmesinin subutunu düzenleyen MK.nun 857. maddesinin ilk cümlesinde, rehin verenin, merhum üzerindeki zilyetliğinin zayii hali rehin hakkının düşmesi nedeni olacağı hükme bağlanmış bulunmaktadır Ne var ki, taraflar arasındaki noterlikçe düzenlenen menkul rehni senetlerinde (sözleşmelerinde) araçlar üzerindeki zilyetliğin rehin alana verildiği hükme bağlanmış ve taraflarca kabul edilmiştir. O halde, düzenlenen bu resmi senet ile menkul rehin sözleşmesinin yasanın öngördüğü biçimde oluştuğunun kabulü gerekir. Esasen mahkeme ile Özel Daire arasında bu konuda bir uyuşmazlık da bulunmaktadır. Dava konusu olayda üzerinde durulması gereken hukuki uyuşmazlık, rehin konusu menkullerin rehin verene iadesinin ne amaçla yapıldığı noktasında toplanmaktadır. Yukarıda da değinildiği üzere menkul üzerindeki rehin alanın zilyetliğinin son bulması akdi ilişkiyi sona erdiren sebeplerdendir. Ne var ki, MK.nun 857. maddesinin ikinci cümlesinde rehin veren, rehin alanın rızası ile rehin konusu menkul üzerindeki zilyetliğini tekrar elde ettiğinde rehin sözleşmesinin muallak yani askıda kalacağı hükme bağlanmıştır. Yani bu düzenlemeye göre, rehin alacaklısı, menkul üzerindeki zilyetliğini, sözleşmeyi bozmamak ve zilyetliğin kesin iadesi iradesini içermemek kaydı ile rehin verene geçirmesi halinde menkul rehin sözleşmesi geçerli kalacak, ancak tanıdığı haklar bakımından hükümleri askıda kalacaktır. Nitekim doktrinde de anılan hüküm bu şekilde açıklanmaktadır (Bkz. Türk Eşya Hukuku, Prof. Dr. KT. Gürsoy, Sınırlı Ayni Haklar, Prof. Dr. B. Köprülü- Prof. Dr. S. Kaneti, İst. 1982 sh. 495 vd.) Bu genel açıklamalardan sonra tekrar dava konusu olaya dönüldüğünde, rehin sözleşmesi oluştuktan sonra yine sözleşme hükümleri uyarınca rehin işlemi trafik siciline de işlenmiş ve aleniyet kazandırılmıştır. Bu durumda rehin alanın menkul üzerindeki zilyetliğini davacı rehin alana devretmiş olması sadece onun ekonomik durumunu korumaya yönelik iyi niyete davalı bir davranış olup, zilyetliğin kesin iadesi diğer bir deyişle sözleşmeyi sükut ettirmeye yönelik amaç taşıyan bir iade hali değildir. Zira, trafik sicilindeki rehin şerhi kaldırılmamıştır. Bu da davalı rehin alanın zilyetliği iadesinde ki amacın kesin iade değil, geçici iade amacına yönelik olduğunun karinesi ve delilidir. Bu durum karşısında, menkul rehni sözleşmesi, MK.nun 857/2. maddesi hükmü gereğince geçersiz olmayıp, yürürlüktedir. Sadece hükümleri askıya alınmış bulunmaktadır. O halde, mahkemece rehin sözleşmesinin geçersizliği ve iptaline ilişkin davanın reddi ve direnme kararı az yukarıda açıklanan değişik gerekçe ile sonucu itibari ile doğru görülmekle, davacı tarafın yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının onanması gerekmiştir. SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle (ONANMASINA), gerekli temyiz ilam harcı peşin alınmış olduğundan başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 10.02.1999 gününde oy çokluğu ile karar verildi. KARŞI OY YAZISI Davacı, menkul rehini sözleşmesine konu olan otoların zilyetliğinin, sözleşme ile birlikte kendisine bırakıldığı nedenine davalı olarak, rehin sözleşmesinin oluşmadığı iddiasındadır. Davalı taraf ise cevap dilekçesinde: Otoların, rehin sözleşmesinden bir süre sonra kullanmak ve saklamak üzere davacının yedieminliğine tevdi edildiği nedenine davalı olarak rehin sözleşmesinin son bulmadığını savunmaktadır. Maddi olayın, sözleşmenin yapılmasını takiben, otolar rehin alan tarafından teslim alınmaksızın, zilyetliklerinin rehin verende bırakıldığı şeklinde mi? yoksa teslim alınmayı takiben kısa süre sonra zilyetliğin rehin verene iade edildiği şeklinde mi? subuta erdiğinin kabul edilmesine göre iki ayrı şekilde irdelenmesi gerekmektedir. Her ne kadar davalı, otoların bir süre sonra rehin veren davacıya yediemin olarak bırakıldığını 12 savunmakta ise de: kabul tarzı itibar ile mahkemece bu yönde hiç bir araştırma yapılmadığı gibi dosyadaki delillerin değerlendirilmesine dahi lüzum görülmemiştir. Rehin sözleşmesinde araçların rehin alana teslim edildiğinin yazılı olması, davacının bunun aksini yani davacının iddia ettiği gibi, sözleşmeyle birlikte otolar fiilen teslim alınmaksızın zilyetliklerinin davacıda bırakılmış olduğunu ispatlamasına engel değildir. Bu durumda tarafların bu yöne ilişkin delilleri toplandıktan sonra sözleşmeyi takiben otoların zilyetliğinin rehin verende bırakıldığının sabit görülmesi halinde, MK.nun m. 853 deki rehin, Merhumu fiilen ve hasren kendi yedinde bulundurdukça; Mürtehin için rehin hakkı sabit olmaz hükmünce taşınırın münhasıran rehnedenin hakimiyetinde kaldığının kabulü gerekeceğinden, rehin hakkı doğmayacaktır. Bu nedenledir ki yerel mahkeme kararının tarafların bu yöne ilişkin yemin dahil tüm delilleri usulünce toplanıp değerlendirilmek ve sonucuna uygun bir karar verilmek üzere bozulması gerekmektedir. Maddi olayın sayın çoğunluk tarafından kabul edildiği şekilde, otoların zilyetliğinin rehin alan tarafından, sözleşmeyi takiben bir süre sonra rehneden davacıya iade edildiği sabit görülse dahi, rehin sözleşmesinin sona ereceği sonucuna varılmak gerekecektir. Şöyle ki; MK.nun 857. maddesinin 1. cümlesi alacaklının zilyet olmaktan çıkması halinin taşınır rehinini sona erdireceğini hükme bağlamaktadır. Geri verme sırasında rehin hakkının saklı tutulması dahi bir sonuç yaratmaz (Bkz. Prof. Dr. Bülent Köprülü ve Prof. Dr. Selim Kaneti Sınırlı Aynı Haklar Sh: 500). Bu cümledendir ki, rehin alanın, rehninin zilyetliğini rehin veren borçluya iadesi, rehin sözleşmesini sona erdirmekle; rehinin, borçlunun ekonomik durumunun korunması amacına yönelik olarak iyi niyetle verilmesinin sonuca etkisi bulunmamaktadır. Zira MK. m. 857 sadece tarafları değil, üçüncü kişilerin de hukukunu korumaya yönelik hükümleri içermektedir. Bu nedenledir ki söz konusu madde hükümlerinin yorumlanmasında tarafların birbirine olan durumu dışında, üçüncü kişilerin çıkarlarının da korunmasına özen gösterme zorunluluğu vardır. Bunun içindir ki yukarıda anılan maddenin 2. cümlesinin rehin alana tanıdığı, rehin hükümlerini askıda bırakıp rehin sözleşmesini sona erdirmeyecek nedenlerin, öğretinin klasik örneğini teşkil ettiği vechile: bir saatçi tarafından rehin verilen ve özel bakım isteyen bir saatin, bakımı yapılmak üzere rehin veren saatçiye bırakılmasında olduğu gibi geçici ve sınırlı zilyetlik imkanı verip, geniş tasarruf imkanı vermeyecek nitelikteki olaylara inhisar ettirilmesi zorunludur. Bu zorunluluk, yine menkul hükmünde olup 2918 Sayılı Kanun hükümlerince mülkiyetlerinin devri sözleşmelerinin noterde yapılması koşuluna bağlanmış ve trafik siciline de tescil olunması mecburi kılınmış olan otolar için daha da önem arz etmektedir. Şöyle ki; otolar aynı zamanda, oluşmasına sebebiyet verdikleri maddi ve manevi zararların teminatını da teşkil ederler. Nitekim üçüncü kişilerin hukukunun bir oranda korunmasını teminen bu yönde C. Savcılarına dahi trafik siciline kayıt düşürülmesi yönünden görev tevdi olunmuştur. Trafik kazaları sonucunda hukuki sorumluluk, otonun işletenine aittir. İşleten, tabiri malikle örtüşen bir tabir olmayıp işletenin kimler olabileceği 2918 sayılı kanunun 3. Maddesinde belirlenmiştir. Rehin alan kişinin elinde iken bir otonun zarara sebebiyet vermesi durumunda işleten otoyu elinde bulunduran ve ondan iktisaden yararlanan kişidir. Bu kişinin otoyu rehin verene iadesi sonucu otonun rehin verenin elinde iken bir zarar husule getirmesi halinde ise işleten rehin verendir. Rehin alanın hangi amaçla olursa olsun rehin konusu olan otonun zilyetliğini rehin veren borçluya iade etmesi ile rehin akdinin sona ermeyeceğinin kabul olunmasını MK.nun 857. maddesi ilk cümlesinin ve haksız fiile ilişkin genel hükümler ile 2918 sayılı Kanun hükümlerinin zarar gören üçüncü kişilere tanıdığı hukuki imkanlarının tümünü fiilen ortadan kaldırmakta olduğu açıktır. Zira böyle bir durumda, hem rehin hem de rehin alanın çıkarları üçüncü kişilere karşı birleşmekte olup, haksız fiil sonucu zarar gören alacaklıların, hukuki prosedürünü ikmal edip MK. m. 857 hükmünün kendilerine tanıdığı rehin konusu otoya başvurma imkanını elde etmelerine kadar, ya 13 rehin verenin otoyu rehin alana derhal iade etmesi, ya da rehin alanın otoya derhal el koyup zilyetliği ele geçirmesi suretiyle askıda olan rehin sözleşmesini üçüncü kişiler aleyhine yeniden sürdürmeye başlamaları imkanını elde etmektedirler. Yargıtay’ın yerleşmiş uygulamalarına göre rehin konusu otonun yediemin olarak üçüncü bir kişiye tevdi olunmasını, rehin sözleşmesini sona erdirmeyeceği yolundaki kabul tarzı, rehin sözleşmesinin sona ermesine kadar yediemin otoyu muhafaza etmek yükümlülüğünde bulunması nedeniyle, üçüncü kişilerin haklarını tehlikeye sokmamaktadır. Nitekim yüksek HGK.nun 13.11.1996 gün ve 609-764 sayılı kararındaki Ancak yediemin teslim keyfiyeti alacaklı bankanın açık rızası dışındadır ve olayda alacaklının açıkça rıza göstermiş olduğu da soyut kalmıştır, şeklindeki anlatımının mefhumu muhalifinden, otonun zilyetliğinin, rehin alan tarafından rehin veren borçluya doğrudan tevdi olunması bir yana, yediemin tarafından rehin verene tevdi olunmasına rıza göstermiş olmasının dahi rehin sözleşmesini sona erdireceği açıktır. Ayrıca Yüksek 19. HD. 10.04.1997 gün ve 1854-3848 sayılı kararında: Rehin konusu otonun üçüncü kişinin yedieminliğine tevdi olunması durumunda alacaklının zilyetliğini dolaylı olarak yediemin vasıtası ile sürdürdüğü; bu kişi tarafından rehin konusunun zilyetliğinin alacaklının rıza ve muvafakatı dışında borçluya geçirilmesinin (Yüksek HGK.nun kabul tarzına uygun şekilde) rehin sözleşmesini sona erdirmeyeceği ve bunun aksine olan durumun rehin sözleşmesini sona erdireceği kabul edilmiştir. Bu durumda sayın çoğunluğu bu kararı yukarıda anılan HGK. ve Dairemizin kararlarına açıkça aykırı olup İçtihadı Birleştirmeye gitme olasılığı doğurmaktadır. SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle yerel mahkeme ısrar kararının tahkikat yetersizliği ve kabul tarzı itibarı ile de rehin sözleşmesinin sona erdiği nedenine davalı olarak davanın reddolunması gerektiği yönlerinden bozulması icap ettiği kanaati ile sayın çoğunluğun onama görüşüne katılmıyorum. T.C. YARGITAY HUKUK GENEL KURULU E.2000/12-1011 K. 2000/1076 T. 21.6.2000 • BONO TANZİM TARİHİNİN 30 ŞUBAT OLARAK GÖSTERİLMESİ ( Bononun Geçerliliğine Etkisi )• TANZİM TARİHİNİN 30 ŞUBAT OLARAK GÖSTERİLMESİ ( Bononun Geçerliliğine Etkisi )• 30 ŞUBAT TANZİM TARİHLİ BONO ( Geçerliliği ) İMKANSIZ BİR TARİHİN BONO TANZİM TARİHİ OLARAK GÖSTERİLMESİ ( 30 Şubat Tanzim Tarihli Bononun Geçerliliği ) 6762/m.6882004/m.71 ÖZET : Bono üzerinde tanzim tarihi olarak şubat ayının 30`u gösterilmesinin bir yanılgıdan kaynaklandığı ve tanzim tarihinin şubat ayının son günü olarak kabul edilmesi gerekir. DAVA : Taraflar arasındaki "Takibin iptali" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Aksaray İcra Tetkik Merciince takibin iptaline dair verilen 11.11.1999 gün ve 195-191 sayılı Kararın incelenmesi davalı alacaklı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 28.12.1999 gün ve 16745-17482 sayılı ilamı ile; "... takip dayanağı bonolarda tanzim tarihinin 30.2.1997 olarak yazılı olması 14 nedeniyle gerçeği yansıtmadığı ve bunun TTK.nun 688/6. maddesine aykırı bulunduğundan bahisle takibin iptal edildiği görülmektedir. Tanzim tarihinin 30.2.1997 olarak yazılmış olması halinde bu durumun belgenin bono olma özelliğini ortadan kaldıracağını kabul etmek aşırı bir şekilcilik olup, hakkın zayiine neden olur. Her ne kadar Şubat ayının 30. günü söz konusu olamaz ise de, tanzim tarihinin bu şekilde gösterildiği hallerde bunun yanılgıdan kaynaklandığının ve bu eksikliğin bononun niteliğini etkilemediğinin ve tanzim tarihinin Şubat ayının son günü olarak yazıldığının kabulü gerekir. O halde borçlunun esasla ilgili itirazlarının incelenip hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir..." gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Temyiz Eden: Davalı Alacaklı vekiliHukuk Genel Kurulu`nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: KARAR : Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu`nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. SONUÇ : Davalı alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, 21.6.2000 gününde, oyçokluğu ile karar verildi. (KAZANCI) T.C. YARGITAY Hukuk Genel Kurulu E:2000/13-1729 K:2001/32 T:07.02.2001 HAKSIZ İKTİSAP ' İADE ANINDAKİ REEL DEĞER Haksız iktisabın denkleştiriri adalet fonksiyonu ve işlevi ile hakkaniyet kuralları çerçevesinde, adalet sağlanırken; kural olarak iadenin talep edildiği andaki paranın reel değeri tesbit edilip hükme esas alınmalıdır. 743 s. MK. m. 2 818 s. BK. m. 43, 44 "' Taraflar arasındaki "Tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; (Denizli Asliye Üçüncü Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 28.3.1999 gün ve 6636 sayılı kararın incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay Onüçüncü Hukuk Dairesi'nin 25.1.2000 gün ve 1999/10202 E. 2000/193 K. sayılı Hamiyle; (... Davacı davalı Orhan ve eşi Fatma'nın Denizli 2. Bölge K... Köyü Arapkaçıran mevkiinde kain olup 253 P. sayısı ile adlarına kayıtlı bulunan taşınmazı özel parselasyon ile 14 parsele böldüklerini, bunlardan 2, 3, 12, 13 ve 14 nolu parselleri 18.3.1992 tarihli harici sözleşme ile kendisine sattıklarını 2 ve 3 nolu parsellerin tapularını verdiklerini, ihtarname keşide etmesine rağmen diğer parselleri vermediklerinden 505 m2 miktarındaki taşınmazların rayiç değeri olan 2.525.000.000 TL.nın faizi ile birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesini istemiştir. Davalılar davanın zamanaşımına uğradığını esas yönden de davanın reddi gerektiğini, davacının ödediği bedelin 57.565.000 TL. olup birikmiş faizi ile birlikte 189.964.500 TL. talep edebileceğini zamanaşımı nedeniyle ve esas yönden davanın reddini dilemişlerdir. Mahkemece, 189.964.500 TL. alacağın tahsiline, fazla istemin reddine karar verilmiş hüküm taraflarca temyiz edilmiştir. 15 1- Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalıların tüm, davacının ise aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekir. 2- Davacı, davalılardan satın aldığını ileri sürdüğü 2, 3,12,13 ve t-4 nolu özel parsellerden teslim edilmeyen ve tapusu verilmeyen 12, 13 ve 14 nolu parsellerin rayiç bedellerini talep etmiş mahkemece tüm, satış bedelinin faizi ile birlikte tahsiline karar verilmiştir. "Kanunu Medeni ile muayyen hükümler mahfuz olmak üzere hakim her iki tarafın iddia ve müdafaalarıyla mukayyet olup ondan fazlasına veya başka bir şeye hüküm veremez" (HUMK. mad. 74). Davada çözümlenmesi gereken uyuşmazlığın haricen satın alınan tapulu taşınmazın tapusunun verilmemesi nedeniyle uğranılan zararın istenip istenemeyeceği ve bu zararın kapsamının ne olduğudur. Bir davada dayanılan maddi vakıaları açıklamak taraflara, bu maddi vakıaları nitelendirmek, uygulanacak yasa maddelerini arayıp bulmak ve doğru olarak yorumlayıp uygulamak da hakimin görevidir (HUMK. madde 75). Somut olayda taraflar arasındaki satıma konu taşınmazın tapulu olduğu yönünde uyuşmazlık bulunmamaktadır. Davada dayanılan 18.3.1992 tarihli sözleşme resmi biçimde yapılmadığından geçersizdir (MK. Md. 634, BK. 213, T. Kanunu Md. 26). O nedenle geçerli sözleşmelerde olduğu gibi taraflarına hak ve borç doğurmaz. Bu durumda davacı, bu geçersiz sözleşme nedeniyle davalıya verdiğini, ancak haksız iktisap kuralları nedeniyle geri isteyebilir. Ne var ki hukuken geçersiz sözleşmeden kaynaklanan bu nitelikteki bir uyuşmazlığın haksız iktisap kurallarına göre çözümlenip tasfiye edilebilmesi için öncelikle haksız iktisabın kapsamını tesbitteki ilke ve esasların açıklanmasında zaruret görülmüştür. Geçerli bir sebebe dayanmaksızın bir kişinin mal varlığından diğerinin mal varlığına kayan .değerlerin iadesi "denkleştirici adalet" düşüncesine dayanır. Denkleştirici adalet ilkesi ise, haklı bir sebep olmaksızın başkasının mal varlığından istifade ederek kendi mal varlığını artıran kişinin elde ettiği bu kazanımı geri verme zorunda olduğunu ve bu gerçek bir eski hale getirme yükümlülüğü bulunduğunu ifade eder. İlke böyle olmakla beraber iade edilecek zenginleşme miktarının tesbit ve hesaplanmasında, öğretide birlik olduğu söylenemez. İade edilecek zenginleşme miktarı konusunda öğretideki bu ayrık düşünceleri, kısaca "fakirleşme kadar olmalıdır" veya "fiili değer artışı yani gerçek zenginleşme miktarı ne ise o olmalıdır" veyahut ihlal edilen hakkın sahibine bahşettiği yararlanma yetkisi ile bağdaşmayan her türlü zenginleşme miktarı kadar olmalıdır" şeklinde özetlemek mümkündür. Olayı çözümlerken öğretideki bu görüşlerden şüphesiz yararlanılmalıdır. Bilindiği gibi ülkemizde yaşanan enflasyon, uzun yıllardan beri yüksek oranlarda seyretmekte ve paramızın değeri de bununla ters orantılı olarak devamlı düşmektedir. Belli bir miktar paranın verildiği tarihteki alım gücü ile aynı miktar paranın aradan geçen zamana bağlı olarak iade günündeki alım gücünün farklı ve çok daha az olduğu bir gerçektir. Bu güne kadar uygulanan kurallara göre geçersiz sözleşme gereğince alıcının akit tarihinde verdiği paranın aynı miktarda iadesine karar verilmesi gerçek hayatta büyük sıkıntılara tutarsızlıklara, adalete karşı varolması gereken güvenin sarsılmasına neden olmuş, kamu vicdanında haklı eleştiri konusu yapılmıştır. Hukuk kuralları, gerçek hayata uygun olduğu toplumun adalet saygınlık sağlar ve hukuk kuralı olma özelliğini korur. O nedenle hukuk kuralları, görevli organlarca değiştirilinceye bu konuda yeni düzenlemeler yapılıncaya kadar zedelenmeden gerçek hayata uygun olarak yorumlanıp uygulanmalıdır. Bu görevin ise yargıya ait olduğunda duraksamaya yer yoktur. Nitekim, gerek Yargıtay kararlarında ve gerekse öğretide bu görüşe paralel düşünceler bulunmaktadır. Bu düşüncelerin isimleri farklı ise de varılmak istenen sonuç aynıdır. Akit öncesi sorumluluk kurallarının geçersiz sözleşmelerde de uygulanması gerektiği geçersiz sözleşmelerden dolayı olumsuz zararın istenebileceği, bu zarar kapsamında kaçırılan fırsat karşılığının da bulunduğu, olumsuz zararın bazı özel durumlarda olumlu zarar kadar dahi olabileceği, MK.nun 2. maddesine göre akdin geçersizliğinin ileri sürülemeyeceği hallerdeki zarar kavramları hep bu zaruretin sonucu ortaya konulan düşünce ve uygulamalardır. Yargının asıl görevi toplumun huzurunu sağlamaktır. Bunun için uygulanması gereken kurallar, 16 mevcut yasaların ışığında bu yasa hükümlerine aykırı düşmeyecek şekilde yorumlanıp uygulanmalıdır. BK.nun 63 ve 64 maddeleri iade borcunun kapsamını fakirleşmenin değil, zenginleşmenin iyi veya kötü niyete dayalı olmasına göre bir ayrım yapmıştır. Haksız zenginleşen zenginleşmeyi, kötü niyetle elden çıkarmış ise, elden çıkarmış olduğu bu zenginleşmeyi, iade tarihinde olması gereken durumuyla ve tam olarak iade etmekle yükümlüdür. İade borcunun kapsamı tayin edilirken olumlu ve olumsuz zenginleşmenin tamamı dikkate alınmalıdır. Değişik bir anlatımla haksız zenginleşen kötü niyetli ise elden çıkardığı zenginleşmeyi de elde kalan zenginleşme ile birlikte iadeye mecbur tutulmuştur. Hemen belirtelim ki zenginleşenin iyi niyetli sayılıp sayılmayacağı, zenginleşmeyi iyi veya kötü niyetle mi elden çıkardığı hususu MK.nun 3. maddesi uyarınca belirlenecektir. Haksız zenginleşen elde ettiği yararın geçerli bir sebebe dayanmadığını ve iade ile yükümlü olduğunu biliyor veya bilebilecek durumda ise, iyi niyetli sayılmayacaktır. Kural olarak iade alacaklısı iade borçlusu zenginleşenin iyi niyetli olmadığını ispat etmelidir. Ne var ki olayın özellikleri zenginleşenin iyi niyetli olmadığını açıkça gösteriyor ise, ayrıca bu yönün ispatına gerek bulunmamalı, iddianın ispat edilmiş olduğu kabul edilmelidir. Hukuken geçersiz sözleşmeler, haksız iktisap kuralları uyarınca tasfiye edilir iken denkleştiriri adalet kuralı hiçbir zaman gözardı edilmemelidir. Bu husus hem hakkaniyetin hem de gerçek adaletin bir gereğidir. Bu bakımdan iadeye karar verilirken satış bedeli olarak verilen paranın alım gücünün ilk ödeme tarihindeki alım gücüne ulaştırılması ve o şekilde iadeye karar verilmesi uygun olacaktır. Aksi takdirde kısmi iade durumu oluşacak, iade dışındaki zenginleşme, iade borçlusu yedinde haksız zenginleşme olarak kalacak iade borçlularının iadede direnmelerine neden olacaktır. Ancak burada denkleştirme yapılırken bir hususa daha dikkat edilmelidir. İade alacaklısının geçersiz sözleşmenin ifa edilmeyeceğini öğrendiği tarihinde iade kapsamını tesbitte önemli olduğu unutulmamalıdır. Zira geçersiz sözleşmenin artık ifa edilmeyeceğini bile bile haksız zenginleşmenin iadesini istemeyen alacaklı, zararının artmasına kendisi sebep olacağından bu artan zararını iade borçlusundan isteyememelidir. Tüm, bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında davalılar tapulu taşınmazdan toplam 842 m2 miktarındaki 5 özel parseli davacıya 18.3.1992 tarihinde satmışlar, satış bedeli olarak toplam 57.565.000 TL. almışlardır. Satış bedeli bu tarihteki alım gücü ile davalıların mal varlığına girip kalmıştır. Davalılar tapu kayıt maliki olarak bu satışın geçersiz olduğunu bilen veya bilmesi gereken kişiler konumunda olduklarına göre bu durumda iktisaplarının iyi niyete dayalı bulunmadığı çok açıktır. Davacı davalı tarafa 4.12.1998 tarihinde ihtarname keşide ederek tebliğ tarihinden itibaren 30 gün içinde tapunun verilmesini veya bedelin iadesini istemiştir. Davacının tapuda ferağ verilmeyeceğini 30 günlük sürenin bitiminde, yani 3.1.1999 tarihinde öğrendiğinin kabulü gerekir. Hal böyle olunca mahkemece yapılacak iş; davacının 18.3.1992 tarihinde davalılara ödemiş olduğu dava edilen 505 m2, lik kesime isabet eden bedelin, 3.1.1999 tarihi itibariyle ulaşacağı alım gücünün (değerinin ne miktar olacağı) az yukarıda açıklanan ilke ve esaslar altında ve gerektiğinde bu konuda uzman bilirkişi kurulundan nedenlerini açıklayıcı, taraf ve Yargıtay denetimine elverişli rapor da alınarak belirlemek; bu yolla belirlenecek miktara istemle de bağlı kalınarak hükmetmekten ibarettir. Mahkemece, açıklanan hususlar gözetilmeksizin yazılı biçimde hüküm kurulması usul ve kanuna aykırı olup, bozma nedenidir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Temyiz Eden: Davacı vekili Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava harici satım sözleşmesiyle satılan, tapulu taşınmazın ferağının verilmemesi nedeni ile rayiç değerinin ödetilmesi istemine ilişkindir. Bir davada öne sürülen maddi olguların hukuki değerlendirmesini yapmak, uygulanacak yasa maddelerini bulmak ve uygulamak hakimin doğrudan görevidir (HUMK. md. 76). 17 Yanlar arasında düzenlenen 18.3.1992 günlü sözleşme tapulu taşınmazın mülkiyetinin naklini amaçlamaktadır. Kanunun öngördüğü şekil şartına uyulmadan yapıldığı için geçerli değildir (BK. md. 11/11, 213, MK. md. 634 Tapu Kanunu md. 26, Noterlik Kanunu md. 60). Yanlar verdiklerini sebepsiz zenginleşme veya Mülkiyet (İstihkak MK. md. 618) davasıyla geri isteyebilirler. . Davada, taşınmazın rayiç değerinin ödetilmesi (ifa menfaati) istenmiştir. Oysa, sav, savunma ve toplanan delillere göre davacının ifa menfaatini isteme olanağının hukuken bulunmadığı açıktır. Ne varki çoğun içinde azında var olacağına ilişkin mantık kuralı karşısında, davacının istemi; verdiği satış parasının reel değerinin ödetilmesi biçiminde yorumlanmalıdır. O nedenle, davanın netice-i talebi, bu doğrultuda ele alınarak çözümlenecektir. Şu durum karşısında, uyuşmazlık, kanunun öngördüğü şekle uygun olarak yapılmadığı için geçersiz olan. akdin; ifasından önceki olaylara dayanan ve verilen satış parasıyla vücut bulan zenginleşmenin tasfiyesinin, hukuki kapsam ve niteliğinin belirlenmesinde toplanmaktadır. Daha açık bir anlatımla; haksız iktisap kurallarınca ve para ile iadenin söz konusu olduğu durumlarda, zenginleşme tutarının nasıl ve hangi andaki eğere göre hesaplanacağı sorununun çözümü söz konusudur. Öncelikle, davaya; doğrudan etkili olan MK. md..2 daha sonrada, haksız iktisap ilkeleri açısından bakılması zorunludur. 1) Medeni Kanunun 2. maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen, hakkın kötüye kullanılması yasağı kuralının amacı, hakime özel ve istisnai hallerde (adalete uygun düşecek şekilde) hüküm verme olanağını sağlamaktadır. Bir hakkın kullanılmasının açıkça adaletsizlik oluşturduğu ve gerçek hakkın tanınması ve bireyin korunması için tüm hukuki yolların kapalı bulunduğu, zorunluluk hallerinde, MK. 2, uygulama alanı bulur ve olağan üstü bir imkan sağlar; haksızlığı düzeltici, yasadaki kuralları tamamlayıcı fonksiyonunu yerine getirir (Bkz. 25.1.1984 T. 1983/3 E., 1984/1 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı). Ancak, önemlidir ki, bu kuralın taliliği (ikinciliği) de gözetilerek her soruna ona ait kanun hükümleri uygulanması asıl olmalıdır. Gerçekte de, hukukun tüm alanlarında, uygulama niteliğine sahip olan hakkın kötüye kullanılması, özellikle çelişkili davranış yasağı, şekli aykırılığı ileri sürme hakkı içinde, bir sınır teşkil ettiği, buyurucu olması nedeni ile hakim tarafından doğrudan gözetileceği; öğreti ve uygulamada tartışmasız kabul edilmektedir (Bkz. HGK.nun 2.10.1974 T. ve 2/810-1043, 7.2.1983 T. 4/24-1276 sayılı kararları ile 5.4.1944 T. 12/26 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı). Dahası, resmi biçimde yapılmayan sözleşmelerin "yok hükmünde" sayılacağı, "borç doğurmayacağı" bundan dolayı, doğmayan bir borcun, yerine getirilmesinden de söz edilemeyeceği, o nedenle hakkın kötüye kullanılması yasağının (MK. Md. 2) uygulanamayacağı sonucu, öğretide terk edilmektedir (Bkz. Medeni Hukuk Sorunları altıncı cilt, Prof. Dr. İsmet Sungurbey İstanbul 1994 sh. 345). Örneğin, olayların kendine özgü koşullarının oluşması halinde, akit öncesi sorumluluk kurallarının kıyas yoluyla geçersiz sözleşmelerde de uygulanabileceği, MK. md. 2 uyarınca olumlu zararın (ifa menfaatinin), kaçırılan fırsat karşılığının istenebileceğine ilişkin yargı kararları bunlardandır. Öte yandan, yargı organları, çıkarlar dengesini ve adalet duygularını gözeterek toplumun gereksinmelerini karşılamakla yükümlüdür. Maddi hukuk, her zaman hayatın değişen sosyal akışı içinde, gelişen tüm olayları ve tüm ayrıntıları kurallaştırma gücüne de sahip değildir. Toplumun, ekonomik ve sosyal ihtiyaçlarının çıkardığı sorunlar; çıkarlar dengesi, adalet ve hukuk inançları ve yasaların amaçları gözetilerek sonuçlandırılması kaçınılmazdır. Bu güne kadar süregelen uygulamalardan edinilen bilgilere göre, olayımızda göründüğü şekilde, geçersiz sözleşme gereğince, akdin düzenlendiği tarih itibariyle, verilen paranın aynen iadesine karar verilmesi, enflasyonist yaşam hayatında, büyük adaletsizlikler ve sıkıntılar yaratmıştır. 18 Bunun doğal sonucu, adalete güvenin sarsılacağı; kamu vicdanın rahatsız olacağında kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır. Yine, davada, iade alacaklısının sözleşmenin ifa edileceğine dair güveninin korunması yadsınamaz bir hukuki olgudur. Yurdumuzda ekonomik koşullar tahminlerin üstünde değiştiği, enflasyonist durum hızla artarak bireylerin hayat yükünü çekilmez düzeye çıkardığı yaşanan bir gerçektir. 2) Şimdi, davanın haksız iktisap kurallarınca, hukuki tahlil ve değerlendirilmesine sıra gelmiştir. İlkin belirtelim ki, haksız iktisabın temeli hakkaniyet esasına dayanır. Nedensiz zenginleşmenin asli fonksiyonunu "denkleştirici adalet" oluşturur. Geçersiz sözleşmelerde, taraflardan her biri diğer tarafın ifa ettiği edimi (zenginleşmeyi) iade etmekle yükümlüdür. Bu aşamada, iade yükümlülüğünün zenginleşenin mal varlığının azalmasına yol açmaması önemli bir unsurdur. Eş söyleyişle; zenginleşen; iadeden sonra, zenginleşme vuku bulmasaydı, içinde bulunacağı ekonomik durumdan daha kötü veya zararlandırılmış, fakir bir duruma düşmemesine dikkat ve özen gösterilmelidir. Bu tür işlemlerde amaç; davalının edindiği çoğalma sonucu, tüm malvarlığında meydana gelen artışın iadesinden ibarettir. O nedenle, zenginleşmenin kapsamını tayinde, müktesibin malvarlığında oluşan çoğalma ile azalmanın karşılaştırılması yapılmalı, böylece, kazanç ve farkın oluşturacağı sonuç, zenginleşmeyi ortaya koymalıdır (Bkz. İlhan Ulusan, iyiniyetli sebepsiz zenginleşenin iade borcunun sınırlanması sorunu; BK. md. 63/1 İstanbul 1984 sh. 34, 35). BK. 63/F-1 deki madde metninin kötü ifadesi; zenginleşenin elinde kalanı iade ile yükümlü olacağı anlamını taşımaktadır, yükümlülüğün kapsamını iade anında (istirdadı zamanında) mevcut duruma göre belirleyen bu anlatım yerinde değildir. Zira şeklen iade gerçekleşmiş görünmekle birlikte, gerçekte zenginleşenin karlı, fakirleşenin zararlı çıkacağı; sonuçta adaletsizlerle karşılaşılacağı kaçınılmazdır. Bunun ise zenginleşmenin denkleştirici işleviyle asla bağdaşmayacağı gün ışığı kadar açıktır.Belirtilen ilkeler altında zenginleşme saptanırken; Malvarlığının, sebepsiz yere artmasına neden olan tüm ihtimal ve olgular (en önemlisi enflasyon) ile nedensellik bağı kurulabilen ve zenginleşenin malvarlığında değişmelere yansıyan bütün olaylar iadenin miktarını tayinde gözden kaçırılmamalıdır. Şu da var ki bu işlemlerde, hakimin geniş takdir hak ve yetkisinin varlığı tartışılamaz. Borçlar Yasasının 98 maddesi yollamasıyla uygulanması gereken BK. Md. 43, 44. maddelerindeki, haksız fiil tazminatında hakime büyük takdir yetkisi tanıyan kurallar, geri verme borcunun kapsamının belirlenmesinde, kıyas yoluyla uygulanmalıdır. Görülüyor ki; geri verme borcunun kapsamı, borçlunun (zenginleşenin) durumunu ağırlaştırıyorsa hakim bunu hakkaniyete uygun bir ölçüye indirebilecektir. Hal böyle olunca, iadenin gerçekleştiği andaki değil iadenin talep edildiği andaki zenginleşme miktarı bu borcun kapsamını belirlemelidir (Bkz. Ulusan adı geçen eser sh. 33; Eren Borçlar Hukuku C. III. Sh. 63, Feyzioğlu I. Sh. 784-786; Tekinay-Akman, Burcuoğlu-Altop Sh. 999; Egemen, Çelikoğlu, Kaynak Sh. 294-295; Zerozan, ifa, ifa engelleri, haksız zenginleşme 27. m. 21). Konu bağlamında şu yönde önemlidir ki, MK. Md. 3 uygulaması ile iade alacaklısının, geçersiz sözleşmenin karşı tarafça iade edilmeyeceğini öğrendiği, bu konuda güveninin kesildiği an tasbit edilmeli, böylece iadenin talep edilmesi zamanı tayin edilmelidir. İadenin kapsamında bu zaman noktası esas alınmalıdır. Aksi halde geçersiz sözleşmenin artık ifa edilemeyeceğini bilerek iade talebinde bulunmayan, alacaklı, zararın artmasına kendisi sebep olacağından, bu artan zararını iade borçlusundan istemesi kabul edilemez (MK. Md. 2). Zenginleşmenin, borç ilişkisinin mevcut olduğu süre içinde her an değişebilir olması da önemli etkenlerdendir. Bu bakımdan denilebilir ki, her olay için gerekli bir zenginleşmenin tesbitine yarayacak bir formül kurulamaz. O nedenle, hakkaniyet, denkleştirici adalet görüşlerinin yardımıyla zenginleşmenin, her davanın verilerine ve özelliklerine göre belirlenmesi gerekir. Tüm açıklananların ışığında, davanın çözümünde uygulanacak yasal dayanaklar şöyle sıralanabilir. Davadaki somut olayın özelliği, toplanan delil ve belgeler, sav, savunma, öncelikle MK. 2. maddesi açısından ve davanın her iki yanları yönünden incelenmeli; haksız iktisabın denkleştirici adalet fonksiyonu ve işlevi ile hakkaniyet kuralları çerçevesinde, adalet sağlanırken; 19 hakim; BK. 43, 44 maddelerine dayanarak takdir yetkisini kullanmalı ve zenginleşenin geri verme sonucunda, zenginleşme olmasaydı bulunacağı durumdan daha kötü duruma düşmemesi kuralının ihlal edilmemesine özen Gösterilmeli, böylece, kural olarak iadenin talep edildiği andaki paranın reel değeri tesbit edilip hükme esas alınmalıdır. Davacı davalıya gönderdiği 4.12.1998 günlü ihtarnamede tebliğ tarihinden 30 gün içinde taşınmazın tapusunun verilmesini veya satış bedelinin iadesini istemiştir. Bu durumda, davacı tapuda ferağ işleminin yapılmayacağını, sürenin bitimi 3.1.1999 tarihinde öğrenmiş sayılır. Şu durum karşısında, davacının 18.3.1992 davalılara ödemiş olduğu, taşınmazın 505 m2 lik kesimine isabet eden satış bedelinin 3.1.1999 tarihi itibariyle ulaşacağı alım gücü, uzman bilirkişiler aracılığı ile belirlenmeli daha sonra, toplanan deliller az yukarıda açıklanan yasa maddeleri ile hukuk kuralları altında tahlil ve münakaşa edilmeli, hasıl olacak uygun sonuç çerçevesinde bir karar verilmelidir. Mahkemece, özel dairenin bozmasına uyulması yerine, hukuki nitelendirmede hataya düşülerek yazılı şekilde direnme kararı verilmesi usule ve yasaya aykırıdır. Bozma nedenidir. Sonuç: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK. nün 429. maddesi gereğince (BOZULMASINA), istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 7.2.2001 gününde ikinci görüşme de oyçokluğu ile karar verildi. T.C. YARGITAY Hukuk Genel Kurulu E:2000/13-51 K:2000/54 T:02.02.2000 Taraflar arasındaki alacak davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Elazığ 3.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen (...) kararın incelenmesi davalılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 13.Hukuk Dairesinin 3.5.1999 gün ve 1999/16593463 sayılı ilamı ile; (...Davacı, davalıların miras bırakanı Zeki Çakarel adına tapuda kayıtlı arsa üzerinde, dava dışı yüklenici Sebahattin Seçkin tarafından yapılan binadan 18.10.1991 tarihli sözleşme ile bir daire satın aldığını, inşaatın yapımı sırasında yüklenicinin olduğunu, inşaatın az bir bölümünün eksik kaldığını, arsa sahiplerine düşen üç dairenin davalılar tarafından teslim alındığını, yüklenici ile yaptığı sözleşme gereğince "alacağın temliki" hükümlerine göre yüklenicinin halefi olarak kendisine verilen dairenin 1997 Bayındırlık birim fiyatlarına göre değerinin saptanmasını, fazla hakları saklı kalmak kaydıyla 1.500.000.000 TL. alacağın reeskont faiziyle davalılardan ödetilmesini istemiş, ek dava ile de her iki davada toplam 2.176.926.118 TL. nın davalılardan ödetilmesini istemiştir. Davalılar davacıyla aralarında hukuki bir borç ilişkisi ve akit bulunmadığını, daire bedelinin müteahhidin mirasçılarından istenmesi gerektiğini, davacı tarafça açılan tescile icbar davasının reddedildiğini savunarak, davanın reddini dilemişlerdir. Mahkemece, davanın kısmen kabulü ile 2.049.462.170 TL.nın dava tarihlerinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalılardan ödetilmesine karar verilmiş, hüküm davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir. Davacının, dava dışı müteahhit Sebahattin Seçkin'den harici sözleşme ile bir daire satın aldığı tarafların kabulündedir. Dava dışı müteahhit ile arsa sahipleri arasında yapılan kat karşılığı inşaat sözleşmesi gereğince müteahhidin payına düşen daireyi harici sözleşme ile davacıya devretmesi alacağın temliki niteliğinde bulunduğu ve yazılı da yapıldığı için geçerlidir. Ne var ki bu sözleşme tarafları bulunan davacı alıcı ile dava dışı müteahhidi bağlar. Değişik bir anlatımla davacı, bu sözleşmeden doğan haklarını davalı arsa sahiplerinden isteyemez. Kaldı ki, daha önce açtığı tescil davası da reddedildiğine göre ortada bir kesin hükmün varlığından sözedilmesi gerekir. O halde, mahkemece bu yön gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken 20 yazılı gerekçeyle isteğin kabul edilmiş olması bozmayı gerektirir ...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. TEMYİZ EDENLER : Davalılar vekili HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan (...) sonra gereği görüşüldü: Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, temyiz dilekçesinde ileri sürülen hükme etkili itirazların Yargıtay 13.Hukuk Dairesinin 3.5.1999 gün ve 1659-3463 sayılı ilamında ayrı ayrı ele alınıp cevaplandırılmış bulunmasına ve özellikle davada salt "İFA MENFAATİNİN", diğer bir deyimle "Dairenin gerçek değerinin" istenmiş bulunmasına; oysa, davacının ancak açacağı başka bir davada istemin kendine özgü hukuki niteliği de gözetilmek suretiyle, en önemlisi davanın yasal şartlarının oluşması ve kanıtlanması durumunda; 1983 /3 E , 1984/1 K. sayılı ve 25.1.1984 günlü Yargıtay Tevhidi İçtihat ilkelerine ve BK. 169, 371 ve MK. m.2 hükümlerine dayanarak talepte bulunabi1eceğine göre, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. S O N U Ç: Davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA. Karşı Oy Yazısı Davacı, davalıların miras bırakanı ile dava dışı yüklenici arasında düzenlenen kat karşılığı inşaat sözleşmesine dayalı olarak, yüklenici ile yaptığı sözleşme uyarınca yükleniciye isabet eden bağımsız bölüme bağlantılı hak satın aldığını ve bedelini ödediğini; ancak, yüklenicinin inşaatı tamamlayamadan öldüğünü, bu nedenle kat karşılığı inşaat sözleşmesinin münfesih olduğunu ileri sürerek yükleniciye yaptığı ödemeler karşılığı temlike konu bağımsız bölümün saptanacak bedelinin davalılardan tahsiline hükmedilmesini istemiştir. Dosya kapsamından, davalılar miras bırakan ile dava dışı yüklenici arasında Elazığ 1.Noterliğince onaylı 24.1.1990 tarihli kat karşılığı inşaat ve satış vaadi sözleşmesi düzenlendiği, davacının bu sözleşmeye dayanarak yükleniciden 18.10.1991 tarihini taşıyan sözleşme ile inşa edilen taşınmazdan bağımsız bölüme bağlantılı hak temellük ettiği, bu temliknameye dayanarak açtığı hükmen tescil davasının redle sonuçlandığı, inşaat sözleşmesinin devamı sırasında ve inşaat tamamlanmadan yüklenicinin öldüğü, mirasçılarının da mirası reddettiği anlaşılmaktadır. Tartışmasız bu olgular gözetilerek yerel mahkemece dava kısmen kabul edilmiş, yüksek Özel Daire ise, kat karşılığı inşaat sözleşmesi ve buna bağlı temlikin geçerli olduğunu; ne var ki, sözleşmelerin tarafları bakımından hüküm ifade edeceğini; davacının, arsa sahiplerinden hak talebinde bulunamayacağını; diğer taraftan, açılan ve reddolunan tescil davasının da kesin hüküm teşkil edeceğini gerekçe yaparak, davanın reddi gerektiği düşüncesiyle yerel mahkeme kararını bozmuş, Yüksek Hukuk Genel Kurulu da özel Daire kararını çoğunlukla benimsemiştir. Öncelikle, davacı tarafından, davalılar aleyhine hükmen tescil isteği ile açılıp redle sonuçlanarak kesinlesen kararın eldeki dava bakımından kesin hüküm oluşturduğu yolundaki kabule katılma olanağı bulunamamıştır. Bilindiği üzere, HUMK.nun 237.maddesi anlamında kesin hükmün varlığından söz edilebilmesi için davalarda taraf, konu ve sebep birliğinin mevcudiyeti gereklidir. Oysa önceki dava ayn'a yönelik tescil istemini içerirken, eldeki dava kişisel hak niteliğini taşıyan sebepsiz zenginleşmeden kaynaklanan tazminat taleplidir. Bu bakımdan her iki sebep birliğinin bulunduğu söylenemez. Diğer taraftan, temelde akitlerin yalnızca tarafları bakımından bağlayıcı olup onlar hakkında hukuki sonuç doğuracağı bilinen bir kuraldır. Kat karşılığı inşaat sözleşmeleri, satış-eser nitelikleri itibariyle karma; arsa sahibinin, yükleniciye henüz karşı edimini yerine getirmeden kendisine geçirilmiş veya geçirilmesi vaadedilmiş hakları veya bunların bir kısmını üçüncü kişiye devretme yetkisi verdiği hallerde de birleşik sözleşme niteliğindedir. Bu nitelikte kat karşılığı 21 inşaat sözleşmesi yapan arsa sahibi de yükleniciye devrettiği hakkın üçüncü kişiye devredilebileceğini bilen kimsedir. Buna baştan rıza göstermiş, icazet vermiştir. Hal böyle olunca, artık arsa sahibi ile yüklenici arasında düzenlenen akdin, iki taraflı olma özelliğini kaybettiği, yükleniciden hak temellük eden üçüncü kişileri de kapsayan çok taraflı bir akit niteliğine büründüğünün kabulü gerekir. Böyle bir akdi ilişkide de, akde dahil olan üçüncü kişileri yok sayarak çözüm üretilemez. Daire ve onu benimseyen Hukuk Genel Kurulu kararında ifade edildiği üzere, çok taraflı ilişkinin reddiyle, akitlerin isteklerini yekdiğerine karşı ileri sürmesi gerektiği düşüncesi kabul edilemez. Eldeki davada, arsa sahibi ile yüklenici arasındaki kat karşılığı inşaat sözleşmesinin (kurucu sözleşme), yüklenici ve davacı arasında düzenlenen temlike dair (katılım sözleşmesi), sözleşmenin hukuka uygun ve geçerliliği tartışmasızdır. Bu husus Daire bozma kararında da vurgulanmıştır. Bu durumda; davalının, akde konu taşınmazda kat karşılığı inşaat sözleşmesi ile yapımı öngörülen binada, kendisine temlik edilen hakka bağlantılı daire satın almayı amaçladığı muhakkaktır. Ayrıca, davacının, yükleniciden temellük ettiği hakkın, yükleniciye yapacağı emek ve masraf karşılığı devredildiğini bildiği de acıktır. Ne var ki, bu hak, yükleniciye, arsa sahibince ve onlar arasında düzenlenen, karşılıklı uygun iradeleri ile devredilen kısımdan aktarılmıştır. Bu durumda yüklenici üzerindeki hakkın illetsiz ve sebepsiz olduğu söylenemeyeceği gibi davacının, yükleniciden hak temellük ettiği sırada, yüklenici ile arsa sahibi arasındaki, kat karşılığı inşaat sözleşmesi de ayaktadır. Öyle ise davacı da sebebi belli, yolsuzluktan ari bir hak iktisap etmiştir. Yüklenicinin ölümü ile ifa imkânsızlığının ortaya çıktığı, inşaatın yarım kaldığı somut olayda, arsa sahibinin davacıya karşı sorumluluğunun dayanağı kuşkusuz yüklenici ile yaptığı kat karşılığı eser sözleşmesi ve bu sözleşme ile verdiği temlik yetkisidir. Muhakkak ki, sözleşme ve yetki bulunmasaydı, davacının, hak edinmesi olanaksızdı; davacının, yüklenici ile yaptığı temliknamenin davacıya hak sağlaması ve bunu arsa sahibinden talebi mümkün görülmezdi. Ne var ki değinilen sözleşmeler zincirinin mevcudiyeti davacının zararı ile onay arasında sebepsonuç ilişkisinin varlığını ortaya koymaktadır. Burada arsa sahibinin sorumluluğu da sebep sorumluluğudur. Bu sorumlulukta ise kusur şartı aranmaz; kusurun yerine özen borcunun eksikliği geçer. Gerek arsa sahibi, gerek yükleniciden hak alan davacı için de aynı derecede düşünülmesi gereken özen borcunun yerine getirilmesindeki eksiklik ise sorumluluğu ortadan kaldırmayıp Borçlar Kanununun 44. maddesi gereğince tazminattan indirimi gerektirir. Diğer taraftan, eksik dahi olsa yapılan inşaat Medeni Kanunun 648. maddesi gereğince arzın mütemmim cüz'ü olur. Yine Medeni Kanunun 649. maddesi hükmü gereği yapılar (enbiye) kal olunmadığı takdirde arsa sahibi, inşaat malzemesine karşılık hakkaniyete uygun bir tazminat vermekle yükümlüdür. Bu yükümlülüğü yükleniciye olduğu kadar, ondan hak temellük edene karşı da mevcuttur. Aksi halde, eldeki davada çarpıcı bir şekilde görüldüğü gibi arsa sahibi nedeni olmayan bir şekilde zenginleşecektir. Böyle bir zenginleşmenin de hukuken izahı yoktur. Bugün uygulamada; kat karşılığı inşaat sözleşmesine ve bundan kaynaklanan temliki işlemlere dayalı çekişmeler, tam ifa, yani yüklenicinin edimini tam olarak yerine getirmesi gerektiği ön şartı çoğunlukla kabul edilegelmektedir. Bu kabulde yükleniciden hak devralan kimsenin, onun halefi olduğu, yüklenicinin hak etmediği şeyi başkasına temlik edemeyeceği düşüncesi egemendir. Ancak, Borçlar Kanununun 162 ve takip eden maddelerinde kısmi temliki yasaklayan bir hüküm bulunmadığı gibi, yukarıdan beri açıklanmasına çalışılan görüşler doğrultusunda, çekişmeli hale gelen işlerde kısmi ifanın kabul edilmesinin hakkaniyet ve adalet ilkelerine daha uygun olacağı düşüncesindeyim. Açıkladığım nedenlerden ötürü, Özel Daire ve onu benimseyen Hukuk Genel Kurulunun bozma kararlarına katılmıyorum. Ayrıca; akde konu yapının yüklenici tarafından gerçekleştirilme oranı belirlenmek, keza yüklenicinin temlik edebileceği hak miktarı saptanmak, yapılan ödemeden arsa sahibinin üzerinde kalması gereken bölüm ayrılmak, gerektiğinde Borçlar Kanununun 44. maddesi hükümleri gözetilmek suretiyle davacı zararına hükmetmek gerekirken, bu kıstasları gözetmeyen yerel mahkeme kararının, bu nedenlerle bozulması gerektiği inancındayım. Orhan UZGÖREN 1.Hukuk Dairesi Üyesi 22 T.C. YARGITAY Hukuk Genel Kurulu E:2001/18-956 K:2001/731 T:17.10.2001 Taraflar arasındaki "itirazın iptali" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir 9. Sulh Hukuk Mahkemesi'nce davanın reddine dair verilen 29.11.2000 gün ve 2000/772-1410 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 18. Hukuk Dairesi'nin 16.4.2001 gün ve 2001/3023-3691 sayılı ilamıyla; (...Kat Mülkiyeti Kanununun 22. maddesi hükmüne göre, kat mülkiyeti hükümleri çerçevesi içinde yönetilen gayrimenkullerin ortak gider ve avans borcu ile gecikme tazminatından, bağımsız bölümlerde, kira aktine, sükna hakkına veya başka bir sebebe dayanılarak devamlı bir şekilde faydalananlar da kat maliki ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumludur. Kiracının sorumluluğu ödemekle yükümlü olduğu kira miktarı ile sınırlıdır. Yasanın bu hükmü çerçevesinde yönetici veya kat maliklerinden birisi, ortak gider ve avans borcunu ödemeyen malikten veya bunun yerinde kira aktine dayalı olarak oturan kiracısından ya da her ikisinden birlikte borcun Ödenmesini isteyebileceği gibi, bunların birisi veya her ikisi hakkında takip veya dava hakkına da sahiptir. Kiracının sorumluluğu kira aklinin devamı süresince mevcut olup kiracının bu yeri boşaltıp kullanmamakta olması kendisini sorumluluktan kurtarmaz. Somut olayda, davalı kiracı 1.1.1999 tarihinde davaya konu teşkil eden bağımsız bölümü boşaltıp başka yere taşındığı ve kira ilişkisinin kalmadığını ileri sürmüş ve bu yerden taşındığı da sabit olmuş ise de, kira ilişkisinin sona erdiği kanıtlanamamıştır. Aksine, kira sözleşmesinin tapudaki şerhi kaldırılmadığı gibi davalı kiracının, noter aracılığıyla bağımsız bölümün malikine, borcun ilgili bulunduğu donemden sonraki 1.2.2000 tarihinde keşide ettiği ihtarname ile kira akdini tek taraflı olarak feshettiğini bildirmiş olması da bu tarihe kadar henüz kira bağılının sona ermediğini göstermektedir. Bu duruma göre, davalı kiracının Mart-Aralık 1999 döneminde ortak gider ve avans borcu ile gecikme tazminatından Kat Mülkiyeti Kanununun 22. maddesi hükmü çerçevesinde sorumlu tutulması ve bu doğrultuda davanın esası hakkında bir karar verilmesi gerekirken mecuru tahliye etmiş olması esas alınarak kiracının sorumluluğunun sona erdiği sonucuna varılıp davanın reddine karar verilmiş olması doğru görülmemiştir. Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar göz önünde tutulmaksızın yazılı sekilde hükum tesisi isabetsizdir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Temyiz Eden: Davacı vekili Hukuk Genel Kurulu Kararı Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.'un 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 17.10.2001 gününde oybirliği ile karar verildi. 23 T.C. YARGITAY Hukuk Genel Kurulu E:2001/19-534 K:2001/583 T:04.07.2001 GARANTİ SÖZLEŞMESİ KEFALET Hiçbir menfaati olmayan, ticari bir gaye gütmeyen, sadece dostane ilişkiler nedeniyle tüketime yönelik banka kredi kam kullanmasına imkan tanımak için verilen teminatın, garanti beyanı adı altında da olsa bir garanti sözleşmesi amacı ile değil, kefalet amacı ile verildiğinin kabulü gerekir. 818 s. BK. m. 18, 110, 484, 492, 496, 497 Taraflar arasındaki "itirazın kaldırılması" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; (Ödemiş ikinci Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 21.12.1999 gün ve 1999/279 E-450 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay On dokuzuncu Hukuk Dairesinin 18.12.2000 gün ve 2000/7107-8738 sayılı ilamı ile; (... Dava konusu uyuşmazlık garanti sözleşmesinden kaynaklanmaktadır. Kanunda özel bir akit türü olarak düzenlenmemiş olan garanti sözleşmesi, BK..nun 110. maddesinde hükme bağlanan üçüncü kişinin fiilini (edimini) taahhüt niteliğinde kabul edilmektedir. Fiil tabirinin her türlü edimi karşılayacak şekilde çok geniş bir anlama geldiğinin ve bir para borcunun ifasının da fiil kapsamına girdiğinin kabulü sonucu para borçları yönünden de garanti sözleşmesi yapılabileceği, gerek öğretide gerekse uygulamada çoğunlukla benimsenmiştir. Kefaletten farklı olarak asıl borç ilişkisinden tamamen bağımsız nitelikteki garanti sözleşmesinde şekil serbestisi hakim olup garantinin sınırının önceden belirlenmesi zorunluluğu bulunmamaktadır. Ancak, sözleşme serbestisi sınırsız değildir. BK.nun 19. ve 20. maddelerinde sözleşme serbestisine birtakım sınırlamalar getirilmiştir. Gerçekten bir sözleşmenin geçerli olması için, onun taraflara yüklediği hak ve borçların tereddüde yer vermeyecek şekilde açık, başka bir deyimle konusunun gereği ve yeteri kadar belli ve sınırlı olması gerekir. Belirsizliğin garantisi olmaz. Bu itibarla, limit gösterme şartı bulunmamakla birlikte, garanti sözleşmesinde hangi riskin garanti edildiğinin belli olması ya da garanti edilen riskin boyutlarının tereddüt yaratmayacak biçimde belirlenebilir nitelikte bulunması gerekir. Hangi riskin garanti edildiği belirlenmeden "doğmuş ve doğacak her türlü borcun garanti edildiğinden söz etmek, boyutları belli olmayan (belirsiz) bir edimin garantisi anlamına gelir ki, bu da garanti sözleşmesiyle bağdaşmaz. Hal böyle olunca, garanti sözleşmesi düzenlendiği anda garanti edilen edimin sınırlarının açıkça belirlenmemiş olması ya da bunu belirlemeye yarayan koşul ve açıklamaların sözleşmede yer almamış bulunması halinde garanti edenin sorumluluğundan söz edilemez. Sözleşmenin düzenlendiği tarihte asıl borçluya açılan kredi miktarının belli olduğu ya da asıl borçlu yönünden kredi limitinin belirlenmiş bulunduğu kredi sözleşmelerinde garanti eden, garanti ettiği edimin boyutlarını görmekte ve risk gerçekleştiğinde sorumlu olacağı miktarı tahmin edebilmektedir. Böyle bir durumda asıl borçluya verilen kredi borcu miktarının ve fer'ilerinin garanti kapsamında kaldığı açıktır. Ancak, özellikle süresiz garanti sözleşmelerinde 24 asıl borçlunun kredi limitinin sonradan yükseltilmesi halinde garanti verenin başlangıçtaki iradesinin yükseltilen limiti de kayıtsız şartsız kapsamına aldığı söylenemez. Garanti edenin, limit artışlarından sorumlu tutulabilmesi için sözleşme koşullarındaki değişikliklerin garanti verene bildirilmesi, onun da bu değişikliklere karşı çıkmamak suretiyle muvafakat etmesi gerekir. Garanti verenin muvafakati olmadan akdi ilişkideki koşulların borçlu aleyhine ağırlaştırılması veya borçlunun yeni birtakım yükümlülükler üstlenmesi garanti kapsamı dışında kalır. Bunun yanında, muaccel hale gelen borcun, alacaklı banka tarafından uzun süre takip edilmemesi sebebiyle sürüncemede kalmasından dolayı artması halinde garanti edenin meydana gelen artıştan sorumlu tutulamayacağı açıktır. Zira, BK.nun 98. maddesi yollamasıyla akde muhalefet hallerinde de uygulanması gereken aynı Yasanın 44/1. maddesi hükmü ve iyiniyet kuralları karşısında garanti alan (banka) kendi kusurlu davranışıyla borcun artmasına sebebiyet vermiş olacağından böyle bir durumda garanti edenin artan borçtan sorumlu tutulması düşünülemez. Öte yandan, sözleşmede limit aşımının da garanti edildiği durumlarda limit ne miktara kadar aşıldığı taktirde garanti edenin sorumlu tutulacağı hususu da tartışılması gereken bir konudur. Önceden sınıfı belirlenmemiş ise, asıl borçlu yönünden saptanan kredi limitinin makul (kabul edilebilir) ölçülerde aşılması durumunda garanti verenin aşılan limitten de sorumlu tutulabileceği ancak, makul ölçüler dışındaki aşırı limit aşımının (garanti verenin açık ya da zımni muvafakati olmadıkça) garanti kapsamı dışında kaldığının kabulü gerekir. Somut olaya gelince, dava konusu kredili bankomat -724 kartı üyelik sözleşmesinde yer alan "garanti şekli" içeriğinden tarafların kefaleti değil garanti sözleşmesini amaçladıkları açıkça anlaşılmaktadır. Bu durumda, uyuşmazlığın BK- 110. maddesi gereğince garanti sözleşmesi hükümleri ile yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde çözümlenmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme sonucu kefalet hükümlerine göre sonuca gidilmesi doğru görülmemiştir. O halde, mahkemece sözleşmedeki akdi ve temerrüt faiz oranları da gözetilerek takip tarihi itibariyle önce asıl borçlunun sorumlu olduğu toplam borç miktarının bilirkişi incelemesi ile saptanması, daha sonra limit aşımının makul (kabul edilebilir) ölçülerde olup olmadığı ve borcun artmasında alacaklı bankaya izafe edilebilecek bir kusur bulunup bulunmadığı hususları tartışılmak suretiyle garanti edenin sorumlu olacağı borç miktarının belirlenmesi, hasıl olacak sonuca göre hüküm kurulması gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz olup hükmün bu nedenlerle bozulması gerekirken ilamda yazılı gerekçeyle onandığı anlaşıldığından karar düzeltme isteminin kabulü gerekmiştir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Temyiz eden: Davacı vekili Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava konusu uyuşmazlığın çözümü, taraflar arasındaki sözleşme ilişkisinin' kefalet sözleşmesi mi, yoksa garanti sözleşmesi mi olduğu noktasında toplanmaktadır. Zira, yerel mahkeme bu ilişkiyi kefalet olarak nitelendirirken, Özel Daire ilişkinin garanti sözleşmesi niteliğinde olduğunu benimsemektedir. Somut olaya girilmeden önce, her iki sözleşmenin nitelikleri ve farkları üzerinde durulmalıdır. Kişisel (şahsi) teminat sözleşmelerinin alt kavramlarını oluşturan kefalet ve garanti sözleşmelerinin temel amaçları, esas itibariyle asıl borç ilişkisinin tarafı olmayan üçüncü kişilerce, alacaklıya şahsi teminat (güvence) verilmesidir iki sözleşme de temel amaçları itibari ile aynı hedefe yönelmekle birlikte, gerek doktrinde, gerekse bu konudaki uygulamanın öncüsü niteliğindeki 11.6.1969 gün ve 1969/4-6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı'ndaki-belirlemelere göre, şu ana farkları bulunmaktadır. Öncelikle kefalet sözleşmesi, BK.nun 484. maddesi hükmü uyarınca, geçerliliği yazılı şekle tabi olması ve ayrıca bu sözleşmede kefilin sorumlu olacağı belirli bir miktar gösterilmesi gerektiği halde, BK.nun 110. maddesindeki "Başkasının Fiilini Taahhüt" başlığı altında düzenlenmiş olan garanti sözleşmesi herhangi bir şekle tabi tutulmadığı gibi, verilen garantinin belli bir limite bağlanmış olması da öngörülmemiştir. Öte yandan, 25 kefalette, BK.nun 497. maddesi hükmü uyarınca kefil, borçluya ait defi-leri alacaklıya karşı ileri sürebilme hakkına sahipken, garanti akdinde teminat veren kişiye bu hak tanınmış değildir. Bunların dışında kefil kefaletten doğan borcunu ödedikten sonra BK.nun 496. maddesi hükmü uyarınca asıl borçluya yasadan ötürü dönme (rücu) hakkı bulunduğu halde, garanti sözleşmesinde teminat verene bu hak tanınmış değildir. Nihayet, BK.nun 492. maddesi gereğince kefalette, kefilin sorumluluğu asıl borcun geçerli oluşuna ve devamına bağlı iken, bir tür üçüncü kişinin fiilini taahhüt niteliğini taşıyan garanti sözleşmesindeki bağımsızlık ilkesi gereğince bu koşullara tabi tutulmamıştır. Bu farklı hüküm ve sonuçlardan anlaşılacağı üzere, garanti veren kişinin sorumluluğu, kefalet veren kimsenin sorumluluğundan çok daha ağır koşullara tabı tutulmuştur. Bu nedenle sözleşmenin niteliğinin tespit ve yorumunda teminat veren kimsenin iradesi de bu yönden titizlikle değerlendirilmelidir. İşte bu nedenledir ki, doktrinde ve uygulamada (11.6.1969 gün ve 1969/4-6 sayılı İBK) her iki sözleşmenin birbirinden ayırt edilebilmesi için çeşitli kıstaslar belirlenmiştir. Bu kıstaslardan ilk gurubu yardımcı olarak belirlenen kıstaslardır ki, bunlar ana hatları itibariyle; sözleşmede kullanılan deyimler, üstlenilen rizikonun niteliği, borçlu yerine ifa veya tazminat ödeme yükümlülüğü, para borcunun tekeffülü veya bir fiilin tekeffülü gibi kriterlerdir. Bunlar, aşağıda belirtilecek ana kıstasların yanında kullanılması mümkün olan feri nitelikteki kriterlerdir. Yine doktrin ve anılan İBK.da belirlenmiş olan ana kıstaslara gelince; bunlardan ilki, asli-feri yükümlülük kriteridir. Buna göre, garanti veren bağımsız bir borç altına girmekte olup, bu yükümlülüğün bir başka borç ile ilgisi yoktur, Kefalette ise, asıl olan bir başka borcun (temel ilişki) olması ve verilen teminat ile o borcun ödenmesinin sağlanmasıdır. Doktrine göre de, bir başka borç ilişkisine yollamada bulunulması ferilik karinesini teşkil eder. Ana kıstaslardan ikincisi, yükümlülüğün kapsam ve niteliği teşkil eder. Buna göre, asıl borçlu gibi yükümlülük altına girme amacını taşıyan sözleşme kefalet, asıl borçlunun borcunu aşabilecek, bir başka deyimle, lehine taahhüt altına girilen alacaklının hiçbir şekilde zarara uğramayacağını temine yönelik sözleşme ise, garanti sözleşmesi olarak nitelendirilmesi gerekmektedir. Ana kıstaslardan bir diğeri ise, menfaat kıstası olup, buna göre kefalet ilişkisinde kefalet verenin bu ilişkide bir yararlanma amacı almadığı halde, garanti sözleşmesinde ilke olarak, böyle bir teminat verenin yararı olduğudur. Nihayet, ana kıstaslardan bir diğeri ise, kişiye yönelik teminat verme kıstası olup buna göre teminatın bir kişi gözönüne tutularak verilmesi kefalete işaret olacak, böyle değilde objektif olarak belli bir sonucun gerçekleşmesi amacına yönelik olarak verilmesi halinde, garanti sözleşmesinin amaçlandığı kabul edilecektir (Bütün bu açıklamalar için bkz. Prof. Dr. S. Reisoğlu, Türk Hukukunda ve Bankacılık Uygulamasında Kefalet, Ank. 1992 sh. 78 vd., Prof. Dr. H. Tandoğan, Borçlar Hukuku, Özel Borç İlişkileri, C. II 3. Bası, Ank. 1987, Sh. 818 vd., Prof. Dr. K. Tunçomağ, Türk Borçlar Hukuku, İst. 1997 Cilt l, Sh. 980 vd., Dr. H. Becker, İsviçre Medeni Kanun Şerhi, Borçlar Kanunu, Genel Hükümler, Madde 111). Bu şekilde iki sözleşme türü farkları ile kıstasları belirlendikten sonra, bu kriterlerin dava konusu sözleşmeye uygulanarak, niteliğinin saptanması gerekmektedir. Uyuşmazlığın kaynağını teşkil eden sözleşme "Kredili Bankomat-Kart Sözleşmesi" başlığını taşımakta olup, bununla kredi kartı hamili olan müşteriye belli limitler çerçevesinde kredi açılarak, bu kredinin ATM ve POS cihazları aracılığı ile müşterisine kullandırma amacı güdülmektedir. Bu sözleşmede birinci maddede kart hamiline tahsis edilen kredi limiti 2.500.000.000 TL. olarak belirlenmiştir. Sözleşmenin diğer hükümlerinde ise, teknik açıklamalardan sonra müşterinin kullandığı krediyi geri ödeme koşul ve temerrüdün sonuçlar belirlendikten sonra sözleşmenin taraflarınca imzalandığı ve aynı sözleşmenin hemen altına "Garanti Şerhi" adı altında asıl sözleşmeye yollama yapılarak "Bu sözleşmede yer alan hükümlere göre, Bankomat 724 kart hamili ve ortak kart hamillerinin yükümlülüklerini, doğmuş ve doğacak tüm borçlarını garanti ettiğinden,, bu kredi sözleşmesinde belirtilen limitlerin, bankaca tek taraflı olarak veya hamilinin talebi üzerine tespiti ve artırılması veya kart türünün değiştirilmesi ve kartın yenilenmesi, Bankomat 724 kartın kaybedilmesi, çalınması, şifrenin deşifre edilmesi hallerinde doğacak borçlar da dahil olmak üzere, bankaca ödenmesi istenecek meblağları herhangi bir limite bağlı olmaksızın, protesto çekmeye, hüküm elde etmeye ve kart hamilinin rızasını almaya gerek olmaksızın ve bu borçlular 26 ile bankanız arasında ortaya çıkacak herhangi bir uyuşmazlık ve bunun akıbet ve kanuni neticelerini dikkate almaksızın, bankanızın ilk yazılı talebi ve talep tarihinden ödeme tarihine kadar geçecek günlere ait bankanın uyguladığı akdi kredi faizinin %50 artırılması suretiyle hesaplanacak faizi, komisyon; banka ve sigorta muameleleri vergisi, kaynak kullanım destekleme fonu ve diğer her türlü masrafları birlikte ödemeyi gayrikabili rücu olarak kabul ederim" denilerek, garanti veren sıfatı ile limitle sınırlı olmaksızın bu kartın kullanılmasından doğacak tüm borçların ödenmesi taahhüt altına alındığı ve. matbu beyanın altında davalının imzası alınmış bulunmaktadır. "Garanti Şerhi" beyanı ve bu beyanda kullanılan sözcük ve deyimleri feri kıstaslardan olan "sözleşmede kullanılan deyimler" kıstasına göre ilk bakışta bir garanti akdinin oluştuğu intibaı bırakıyor ise de, sadece bu deyim ve sözcüklere dayanılarak sözleşmenin niteliğinin belirlenmesi doğru olmayacağı gibi, mümkün de değildir. Nitekim, yukarıda değinilen 11.6.1969 gün ve 4/6 sayılı İBK.da da Banka Teminat Mektuplarında kullanılan kefalet sözcüğü vurgulamasına rağmen, bu ilişkinin bir kefalet değil, garanti sözleşmesi niteliğinde olduğu açık bir şekilde kabul edilmiştir. Ana kıstasların dava konusu sözleşmeye uygulanmasına gelince; yukarıda da değinildiği üzere Davalının garanti beyanı kredi kartı sözleşmesinin hemen altına alınmış ve bu beyanın başlangıcında da kredi sözleşmesine yollama yapılarak bu sözleşmeden doğan ve doğacak borçlar için davalıdan teminat beyanı alınmış olmakla, garanti beyanı asli unsur olmaktan çıkmış, feri nitelik yani kefalet amacına yönelik olduğu intibaı borçluya verilmiş bulunmaktadır. Keza, bu beyanın genel anlamından teminat verenin bağımsız bir borç değil, kredi kartı müşterisi asıl borçlunun sorumluluğu yüklenilmiş olmakla, ikinci ana kıstas bakımından da bir garanti sözleşmesinin varlığından söz edilemez. Diğer bir ana kıstas olan, teminat veren kimsenin bu sözleşmeyi yapmakta menfaati olduğu belirlenemediği gibi, bu husus davacı bankaca da ileri sürülüp kanıtlanabilmiş değildir. Nihayet, kişiye yönelik teminat verme amacı gerek sözleşme, gerekse garanti beyanından açıkça anlaşılmaktadır. Zira, verilen teminat, kredi sözleşmesinin müşterisi ve asıl borçlusu Hüseyin isimli kişinin borçlarını karşılamaya yöneliktir. Bağımsız ve objektif bir amaca yönelik teminat verilmiş değildir. O halde, tüm ana kıstasların uygulanması sonucu davalının garanti beyanı adı altındaki beyanlarının bir garanti sözleşmesi amacı ile değil, kefalet amacı ile verildiği sonucu ortaya çıkmaktadır. BK.nun 18. maddesi uyarınca da davalının bu iradesinin bir kefalet amacına yönelik olduğunun kabulü gerekir. Hiçbir menfaati olmayan, ticari bir gaye gütmeyen, sadece dostane ilişkiler nedeniyle tüketime yönelik banka kredi kartı kullanmasına imkan tanımak için verilen teminatın amacına aykırı olarak yorumlanması yasanın yukarıda anılan hükmüne aykırılık teşkil eder. Nitekim İsviçre Federal Mahkemesi de 17 Kasım 1987 de verdiği bir kararda gerçek kişiler tarafından verilen garantilerin daha ziyade kefalet olarak görünmeleri gerektiğini ifade etmiştir (Bkz. Jdt 1988 1 189 Yargıtay Kararları Işığında Kredi Kartları Prof. Dr. Erden Kuntalp, Ticaret Hukuku ve Yargıtay Kararları Sempozyumu XIII. 1996 sh: 297). Asıl kredi sözleşmesinde limit belli olduğuna ve garanti beyanında da bu sözleşmeye yollama yapıldığına göre, 12.4.1944 gün ve 14/13 sayılı İBK. gereğince, kefaletin asli unsuru olan limit belirlemesinin de kefalet sözleşmesinde de gerçekleştiğinin kabulü gerektiğinden, davalı Mustafa'nın bu sözleşmedeki taahhüdünün kefalet olması gerektiği yönündeki isabetli olan teşhis ve tesbite dayalı olarak mahkemece verilen direnme kararı yerinde bulunmaktadır.Sonuç: Yukarıda açıklanan sebeplerden dolayı direnme kararı yerinde olup, işin esasına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Ondokuzuncu Hukuk Dairesine gönderilmesine, 4.7.2001 gününde oyçokluğu ile karar verildi. 27 T.C. YARGITAY Hukuk Genel Kurulu E:2002/14-17 K:2002/65 T:13.02.2002 Taraflar arasındaki "Tapu iptali ve tescil" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Menderes Sulh Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 04.05.2000 gün ve 1997/239 - 2000/136 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 02.11.2000 gün ve 2000/5463-6896 sayılı ilamı ile (...Davacı, 13.4.1968 tarihli gayrimenkul satış vaadi sözleşmesine dayanarak l, 11, 12 ve 129 sayılı parsellerde davalının hissesinin iptali ile adına tescilini istemiştir. Mahkeme, 129 parsel (yeni 159 ve 160 parseller) ve 11 sayılı parselde davalı hissesini iptal edip davacı adına tesciline karar vermiş; hükmü, davalı vekili temyize getirmiştir. Davaya dayanak 13.4.1968 tarihli satış vaadi sözleşmesi incelendiğinde satıcı Fatma'nın 54 ada 11 parsel, 55 ada l parsel ve 55 ada 12 parselin satışını vaad ettiği, alıcı Mustafa'nın ise 54 ada 11 parsel, 55 ada l parsel, 55 ada 12 parsel ve 129 parselleri almayı kabul ettiği anlaşılmaktadır. Tarafların birleşen irade beyanı 1,11 ve 12 parsellere ilişkindir. 129 parselin alım satımına ilişkin birleşen irade beyanları yoktur. Bu durumda 129 parselin de tapusunun iptaline karar verilmesi doğru görülmemiştir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Temyiz Eden: Davalı vekili Hukuk Genel Kurulu Kararı Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, taşınmaz satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu kayıt iptali ve ferağa icbar suretiyle tescil isteğine ilişkindir. Davacı vekili, müvekkili ile davalı Fatma'nın kardeş olduklarını, aralarında düzenlenen İzmir 3. Noterliğinin 13.04.1968 tarih ve 8173 yevmiye numaralı re'sen gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi ile davalı Fatma tarafından kendisine ait İzmir, Menderes, B. Köyü, 54 ada 11 parsel, 55 ada l parsel, 55 ada 12 parsel, K.Köyü 129 parsel sayılı olmak üzere toplam 4 adet taşınmazın satımının müvekkiline vaad edildiğini, bu vaade dayanılarak taşınmazlardaki hisselerin karşılığı satış bedelinin müvekkilinden alındığını, tapuda devrinin de vaad edildiğini, sözleşmeyi takiben taşınmazların zilyetliğinin de müvekkiline devredildiğini, müvekkilinin uzun yıllar Almanya'da işçi olarak çalışması sebebiyle başkalarına icara vermek suretiyle zilyetliğini sürdürdüğünü, Türkiye'ye geldiğinde ise davalı kardeşinden satış vaadi ile almış olduğu ve zilyetliğinde bulunan yerlerin tapuda devirlerinin yapılmasını istediğini, davalının devirden kaçındığını, bunun üzerine müvekkilinin İzmir 4. Noterliğinin 28.02.1995 tarih ve 6761 yevmiye nolu ihtarını keşide ederek ve davalıdan tapuda devir talep ettiğini, bu ihtara rağmen davalının tapuda ferağa yanaşmadığını ifadeyle, davalı tarafından satışı vaad edilen 4 adet taşınmazın davalı adına olan tapu kayıtlarının iptali ile müvekkili adına tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, davaya konu taşınmazların tapu kayıtlarından l ve 12 parsel nolu taşınmazların kamulaştırıldığının tespit edildiği, toplanan tüm delillerden, davalı Fatma ile davacı Mustafa'nın kardeş oldukları, davalı Fatma'nın kendisine babasından intikal eden taşınmazdaki tüm hisselerini davacıya noter huzurunda 13.4.1968 yılında sattığı ve parasını aldığının anlaşıldığı, davalı tarafın zamanaşımı definin zilyetliğin davalı tarafından davacı tarafa devir edilmiş olması nedeniyle reddedildiği, zilyetliğin devir edilmediği hususundaki davalı iddiasının da yerinde görülmediği, satıştan itibaren davalının bu yerleri kullanmadığı, ancak Tahtalı Barajı istimlakleri nedeniyle kıymetinin artması üzerine davalının 129 parselden bölünme 159 ve 160 parselin bir bölümünde oğlu vasıtasıyla son birkaç yıl ziraat 28 yaptığı diğer yerlerde ise herhangi bir hak iddia etmediği, satış vaadi sözleşmesinin sahte olduğu hususunda herhangi bir savunmanın da mevcut olmadığı, taşınmazların başında yapılan keşif ve fen bilirkişisi beyanlarına göre sözleşmede belirtilen taşınmazların, başında keşif yapılan taşınmazlar olduğu, yapılan satışın yasalara uygun olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile 129 parsel (yeni 159 ve 160 parseller) ve 11 sayılı parselde davalı hissesinin iptali ile davacı adına tesciline, l ve 12 parseller hakkındaki davanın ise bu parseller kamulaştırıldığından reddine karar verilmiştir. Davalı vekilinin temyizi üzerine özel daire "Davaya dayanak 13.4.1968 tarihli satış vaadi sözleşmesi incelendiğinde satıcı Fatma'nın 54 ada 11 parsel, 55 ada l parsel ve 55 ada 12 parselin satışını vaad ettiği, alıcı Mustafa'nın ise 54 ada 11 parsel, 55 ada l parsel, 55 ada 12 parsel ve 129 parselleri almayı kabul ettiği anlaşılmaktadır. Tarafların birleşen irade beyanı l, 11 ve 12 parsellere ilişkindir. 129 parselin alım satımına ilişkin birleşen irade beyanları yoktur. Bu durumda 129 parselin de tapusunun iptaline karar verilmesi doğru görülmemiştir..." gerekçesi ile sadece 129 parsel yönünden hükmün bozulmasına karar vermiştir. Yerel mahkeme, 13.4.1968 tarihli taraflarca düzenlenen satış vaadi sözleşmesinin üst sol tarafına çıkıntı yapılarak K.Köyü'nde kain 129 parsel de yazılıp noterce usulüne uygun onaylandığından bu eklemenin de sözleşme metninden sayılacağı ve sözleşmenin ikinci sayfasında aynı parsel belirtilerek şüpheye yer vermeyecek şekilde 129 parsel için de tarafların birleşen irade beyanı bulunduğu gerekçesiyle önceki kararında direnmiştir. Uyuşmazlık, davaya konu satış vaadi sözleşmesinde 129 parsel sayılı taşınmazın da satışının vaad edilip edilmediği, bu hususu tespite yönelik olarak sözleşmenin dosyaya ibraz edilen noterlikçe taraflara verilmiş tasdikli suretinin ikinci sayfasında yapılan çıkıntı ile "ve yine K.Köyü'nde kain 129 parseldeki" şeklindeki ilavenin noterlikte saklanan belge aslında da olup olmadığı, belge aslında varsa bu çıkıntının hukuken geçerli ve sözleşme metnine de dahil olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. Öncelikle mahkemece yapılan incelemenin hüküm kurmaya yeterli olmadığım belirtmekte yarar vardır. Bu cümleden olarak, satış vaadine konu olduğu davacı yanca iddia edilen K.Köyü 129 parsel sayılı taşınmazın dosyada mevcut tapu kaydına göre hükmen 09.02.1982 tarih ve 199 no ile kayıtlı olduğu anlaşılmaktadır. Mahkemece de bu husus 24.02.2000 tarihli celsede zapta geçirilmiş, ancak davacı vekilinin daha önce zapta geçen beyanı ve evveliyat kayıtlan olmadığından 129 parselden bölündüğü kayden belli olmayan, 129 parsel kaydından eski tarihi taşıyan 159 ve 160 parsellere ait tapu kaydı yeterli kabul edilerek sonuca varılmıştır. Taşınmazın tapudaki kayıt durumunun ve gerçekten 159 ve 160 parsellerin sözleşmede 129 parsel olarak gösterilen taşınmaz olup olmadığının birbirine bağlı evveliyat kayıtlan ile birlikte tevsiki gerekir. Diğer taraftan, davalı yanca, ilavede yer alan dava konusu parsellerden 129 parselin satış vaadine konu edilmediği savunması yönünden ise, davacı yanca davaya dayanak alınan satış vaadi sözleşmesinin dosyaya ibraz edilen ve noterlikçe taraflara verilmiş tasdikli suretinin ikinci sayfasında yapılan çıkıntı ile "ve yine K.Köyü'nde kain 129 parseldeki" şeklindeki ilavenin noterlikte saklanan belge aslında da olup olmadığı belge aslı getirtilerek tespit edilmemiştir. Ayrıca bu çıkıntı belge aslında da varsa bunun işlem tarihinde yürürlükte bulunan 15.06.1938 tarih ve 3456 Sayılı Noterlik Kanunu hükümlerine uygun olup olmadığı üzerinde hiç durulmamış, eksik inceleme ile sonuca varılmıştır. Davanın çözümü için davaya dayanak teşkil eden satış vaadi sözleşmesinin hukuksal niteliği de irdelenmelidir. İlkin belirtmelidir ki , taşınmaz satış vaadi sözleşmeleri Borçlar Kanunumuzun Türk Hukukuna getirdiği yeniliklerdendir ve daha çok da koşullan henüz gerçekleşmediği için kurulması olanaksız olan asıl satım sözleşmesinin görevini yerine getirmek üzere kolay ve güvenli bir yol olarak görülüp, tercih edilen bir sözleşme türüdür. Borçlar Kanunumuz kural olarak sözleşmelerde şekil serbestisini benimsemiştir. Nitekim bu husus yasanın 11. maddesinin 1. fıkrasında açıkça belirtilmiş, ancak yasada tersine kural bulunması halinde şekle bağlılık kabul edilmiştir. Maddenin 2. fıkrasında da yasaca bir biçim 29 öngörülmüşse ve bu biçimin kapsam ve sonuçlan için başkaca kural konulmamışsa, sözleşmenin bu biçime uyulmadıkça geçerli olmayacağı hükme bağlanmıştır. Yine, "akit yapma vaadi" başlığı altında aynı kanunun 22. maddesinde, "Bir ak-din ileride inşa edilmesine dair mukavele muteberdir. Kanun iki tarafın menfaatleri için bu akdin sıhhatini bir nevi şekle riayet etmeye tabi kıldığı takdirde bu şekil o ak-din yapılması taahhüdüne de tatbik olunur." denilmektedir. Taşınmaz mülkiyetini devir borcunu doğuran sözleşmelerde Medeni Kanunun 634. maddesinin 1. fıkrası "mülkiyeti vaadeden akitler resmi şekilde yapılmadıkça muteber olmazlar." genel hükmünü getirmektedir. Borçlar Kanununun 213. maddesinde de sözleşmenin biçimi başlığı altında, taşınmaz satımının geçerli olması için getirilen resmi senede bağlanması şartı, taşınmaz satış vaadi sözleşmeleri için de öngörülmüştür. Bu bağlamda 2644 Sayılı Tapu Kanununun 26. maddesi taşınmaz satışları için tapu sicil muhafız ya da memurlarını yetkili kılmışken, 1512 Sayılı Noterlik Kanununun 60/3 ve 89. maddeleri taşınmaz satış vaadi sözleşmelerinin noterlerce düzenleme şeklinde (resen) yapılacağı kuralını getirmiştir. Bu açık hükümler göstermektedir ki, resmi senede bağlanmayan tapuda kayıtlı taşınmaz satışları ile noterde düzenleme biçiminde (resen) yapılmamış olan taşınmaz satış vaadine ilişkin sözleşmeler geçersizdir. Burada kanunun öngördüğü şeklin bir geçerlilik (sıhhat) şartı olarak düzenlendiğini, buna uyulmadan yapılan sözleşmelere "geçersizlik" müeyyidesinin bağlandığını, bunun hukuki mahiyet olarak emredici nitelikte olduğunu, bu nedenle de "geçersizlik" müeyyidesine bağlanan şekil eksikliğinin hakim tarafından taraflar ileri sürmeseler dahi, yargılamanın her aşamasında resen göz önüne alınması gerektiğini belirtmekte yarar vardır. Diğer taraftan, Borçlar Kanununun 12. maddesinde, yasaca yazılı olması gereken bir sözleşmenin değiştirilmesi de yazılı olmak gerekir. Şu kadar ki bu sözleşmeye aykırı olmayan veya onu değiştirmeyen tamamlayıcı yan şartlar bu kuralın dışındadır, hükmüne yer verilmiştir. Ayrıca, 1512 Sayılı Noterlik Kanununun evrak ve defterlerin gizliliği başlıklı 55. maddesi ve bu maddenin uygulanması ile ilgili Türkiye Noterler Birliği genelgeleri nazara alınarak ilgili noterlik dairesinden işlem aslının getirilmesi olanağı bulunmaktadır. Yeri gelmişken ifade etmelidir ki , işlem tarihi olan 13.04.1968 tarihinde yürürlükte bulunan 15.06.1938 tarihli 3456 Sayılı Noterlik Yasasının tanzim şekli başlıklı 51. maddesinde, "Bu kanunda yazılı şartlara ve hükümlere göre tanzim ve tasdik olunmayan kâğıtlar resmi sayılmayıp adi senet hükmündedir. Alakalıların imzası bulunup da noter tarafından tasdik edilmemiş olan çıkıntılar gerçek sayılmaz. Tasdikli kâğıtlar ve senetlerle bunların kayıtlı bulunduğu sicil arasında ayrılık olduğu takdirde alakalıların imzasını taşıyana itibar olunur. Tasdik ve tekemmül eden her nevi işlere ait kâğıtlar üzerinde değişiklikler yapılamaz. Bunlar ancak ikinci bir muamele ile değiştirilebilir." hükmü bulunmaktadır. Halen yürürlükte olan 1512 Sayılı Noterlik Yasasının 81. maddesinde de noterlik işlemlerinde çıkıntı, değiştirme, fesih, iptal ve düzeltme başlığı altında, "Noterlik işlemlerinde, ilgilinin imzasını ve noterin onayını taşımayan çıkıntılar geçerli değildir. Çıkıntılar el yazısı ile yapılamaz.Tamamlanmasından sonra bir noterlik işleminin değiştirilmesi veya fesih ve iptal ve yahut evvelki işin nitelik ve değeri değişmemek şartıyla düzeltilmesi, evvelki işlemin yapıldığı şekilde yeni bir işlemle yapılır. Yeni işlemin tarih ve numarası, noterlik dairesinde bulunan evvelki işleme ait kâğıda yazılır. Şu kadar ki, yeni işlem başka bir noterlikte yapılırsa, bu noterlik, yeni işleme ait kâğıdın bir nüshasını, gerekli açıklama yapılarak ilk işleme ait kâğıda bağlanması için o işlemi yapan noterliğe gönderir" hükmüne yer verilmiştir. Bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında, mahkemece öncelikle tapu kaydının iptali ve davacı adına tescili istenen uyuşmazlığa konu K.Köyü 129 parselin evveliyat kayıtlan ile birlikte tapu kayıtlan getirtilmeli, gerçekten 159 ve 160 parsellerin sözleşmede 129 parsel olarak gösterilen taşınmaz olup olmadığının ve davalı ya da kardeş olan tarafların ortak murisi adına kayıtlı bulunup bulunmadığının birbirine bağlı evveliyat kayıtları ile birlikte tereddüte yer bırakmayacak şekilde tevsiki gerekir. Bu konu açıklığa kavuşturulmadan tapu kaydının iptaline ve tescile karar verilemeyeceği unutulmamalıdır. 30 Bunun yanında yukarıda açıklanan hükümler karşısında noterlik dairesinden getirtilecek işlem aslı incelenerek dosyaya ibraz edilen tasdikli surette 2. sahifede yer alan ilavenin işlem aslında da olup olmadığı, belgenin devamındaki açıklamalarda da yer alıp almadığı tereddüte yer vermeyecek şekilde tespit edilmeli, ilave varsa bunun şekli ve yasaya uygunluğu üzerinde durulmalıdır. Bu değerlendirmede de işlem tarihi olan 13.04.1968 tarihindeki yasal düzenleme göz ardı edilmemelidir. Mahkemece bu yönler irdelenmeden verilen kabul karan ve bu kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup açıklanan değişik gerekçelerle bozulması gerekmiştir. SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, 129 parsele ilişkin direnme kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 13.02.2002 gününde oybirliği ile karar verildi. T.C. YARGITAY Hukuk Genel Kurulu E:2004/4-526 K:2004/589 T:10.11.2004 İLLİYET BAĞI KUSURSUZ SORUMLULUK Kusursuz sorumluluk da illiyet bağının kesilebilmesi için zarar görenin ağır kusurunun bulunması veya üçüncü bir kişinin illiyet bağını kesebilecek nitelikte ağır kusurunun olması veya hakkında zararlandırıcı sonucun meydana gelmesinde öngörülmeyen bir halin bulunması gerekmektedir. 4721 s. MK. m. 1007, 1023 Taraflar arasındaki "tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda (Eskişehir Dördüncü Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 31.10.2002 gün ve 2000/284-2002/703 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 18.6.2003 gün ve 1424-7982 sayılı ilamı ile, (......Davacı davalı idareden tapu kütüğünün tutulmasından dolayı uğradığı zararın giderilmesini istemiştir. Davalı, davanın reddini savunmuştur. Mahkemece eylemin tapu sicilinin tutulmasında kusurlu davranılmaktan ileri geldiği, böylece davacının zarar gördüğü belirtilerek tazminata hükmedilmiştir. Dosyadaki kanıtlara göre tapuda cinsi mesken olan ve kat mülkiyeti kurulmuş bulunan bağımsız bölümün Behçet adına kayıtlı iken 28.7.1995 tarihinde davacımız olan Muzaffer'e satış yolu ile devredildiği görülmektedir. Durumu öğrenen gerçek tapu maliki Behçet tarafından davacı Muzaffer aleyhine açılan tapu iptali ve tescili davası sonucunda Şaban adlı kişinin gerçek malikmiş gibi düzenlediği sahte nüfus cüzdanı sonucu diğer davalı Muzaffer'e satıldığı belirlenerek kaydın iptaline ve gerçek malik olan davacı Behçet adına tesciline karar verilmiş karar temyiz incelenmesinden geçmek suretiyle kesinleşmiştir. Yine dosya içinde yukarıda adı geçen Şaban hakkında sahte nüfus cüzdanı düzenlemekten ve kullanılmaktan dolayı açılan kamu davası sonunda yeterli kanıt bulunmadığı gerekçesi ile beraati yönünde hüküm kurulmuştur. Yukarıda açıklanan olgular itibarıyla usulsüz işlemin sahte nüfus cüzdanından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Diğer bir anlatımla zarar tapu sicilinin tutulmasından değil, sicilin düzenlenmesinde etken olan nüfus kaydından kaynaklanmaktadır. Medeni Kanunun 917. md. (yeni 1007) maddesinde sorumluluğun, tapu sicilinin tutulmasından kaynaklandığı belirlenmiştir. 31 Madde de öngörülen sorumluluk, kusursuz sorumluluktur. Diğer bir anlatımla zarar gören davalının kusurunu kanıtlamak zorunda değildir. Davalı da kusuru bulunmadığı savunmasının ötesinde uygun illiyet bağının kesildiğini kanıtlamak zorundadır. Kusursuz sorumluluk da illiyet bağının kesilebilmesi için zarar görenin ağır kusurunun bulunması veya üçüncü bir kişinin illiyet bağını kesebilecek nitelikte ağır kusurunun olması veya hakkında zararlandırıcı sonucun meydana gelmesinde öngörülmeyen bir halin bulunması gerekmektedir. Somut olayda zarar gören davacının illiyet bağını kesebilecek ölçüde kusurunun olmadığı yine öngörülmeyen bir durumun da bulunmadığı görülmektedir. Ne var ki gerek ceza dosyasında gerekse tapu iptaline ilişkin dava dosyasında zararlandırıcı sonucun ortaya çıkmasında bir üçüncü kişinin hukuka aykırı eyleminin bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu kişinin suç teşkil eden ve ağır kusuru oluşturan eylemi açıktır. Şu haliyle sorumluluğu gerektiren illiyet bağının kesildiği kabul edilmelidir. Yapılan bu açıklama itibarıyla olayda zarar, hukuka aykırı eylem bulunmakta ise de kusursuz sorumlu olan davalının sorumluluğunu gerektirecek uygun illiyet bağının bulunmadığı görülecektir. Aksi bir sonuç kusursuz sorumluluğun ötesinde bizi sebep sorumluluğuna götürür ki davanın dayanağını teşkil eden MK.'nun 1007. maddesi sebep sorumluluğunu öngörmemiştir. Tüm bu olgular birlikte değerlendirildiğinde davalının sorumluluğundan söz edilemez. Dava reddedilmek üzere bozulması gerekmiştir...) gerekçesiyle dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Temyiz eden : Davalı vekili Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. Sonuç: Davalı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince (BOZULMASINA), 10.11.2004 gününde yapılan 2. görüşmede oyçokluğu ile karar verildi. T.C. YARGITAY Hukuk Genel Kurulu E:2006/11-525 K:2006/554 T:20.09.2006 ESER SÖZLEŞMESİ İŞ BEDELİ Özet: Eser sözleşmelerinin en önemli unsuru iş bedelidir. İş bedeli, taraflarca götürü olarak, birim fiyat esasına göre ya da başka bir şekilde kararlaştırılabilir. Taraflarca sözleşme serbestisi ilkesine uygun olarak sözleşme düzenlenip, işe başlandıktan sonra, bazı istisnalar dışında, sözleşmenin bedel dahil tüm hükümleriyle birlikte, işin başlangıcından, bitimine (teslimine) kadar uygulanması zorunludur. İmzalanan bir sözleşmenin sonradan ortaya çıkan şartlara göre değiştirilebilmesi için, sözleşmede buna imkân veren bir hükmün bulunması gerekir. Bunun dışında, BK'nın 365. maddesinde belirtilen şartlar varsa, sözleşme şartlarının, bu arada, iş bedelinin değiştirilmesi istenebilir. Bu nedenlerle somut olayda, mahkemece yapılması gereken iş; gerekirse ayrı bir bilirkişi kurulu oluşturmak suretiyle, sözleşmenin imzalanmasından sonra oluşan ekonomik ve fiyatı 32 etkileyen diğer şartların, işin bu bedelle yapılmasını son derece zorlaştırıp zorlaştırmadığının ve MK'nın 2. maddesi uyarınca sözleşme fiyatlarıyla işe devam etmesini yükleniciden beklemenin iyiniyet kurallarıyla bağdaşıp bağdaşmayacağının, tarafların durumu ve sözleşmedeki amaç dikkate alınarak değerlendirilmesi ve hasıl olacak sonuca ve vicdani kanaate göre davacıya ödenmesi gereken bir bedel varsa miktarı takdir olunup, belirlenerek davalı iş sahibinden tahsiline karar verilmesinden ibarettir. 818 s. BK m. 355, 365 4721 s. MK m. 2 Taraflar arasındaki "alacak" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; (Ankara Asliye Birinci Ticaret Mahkemesi)'nce davanın reddine dair verilen 27.05.2004 gün ve 2002/3812004/237 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay On birinci Hukuk Dairesinin 12.07.2005 gün ve 2004/10025-2005/7561 sayılı ilâmı ile; ("...Davacı vekili, asıl ve birleştirilen davalarda müvekkili şirketin davalının çıkardığı kömürlerin torbalanması ve vagonlara yüklenmesi işini 16.07.2001 tarihli sözleşmeyle üstlenerek şartname ve sözleşme uyarınca mahallinde torbalama tesisi kurup torbalama ile torbalanan kömüre belirli oranlarda kireç katılması işini yapmaya başlandığını, 18.02.2001 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan 28.07.1988 tarih ve 88/13181 sayılı Kararnameye ek getiren 2001/2862 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı uyarınca müvekkilinin fiyat farkından doğan alacağın ödenmesi başvurusunun davalı tarafından reddedildiğini, oysa müvekkilinin üstlendiği işin 2001/2862 sayılı kararın 5/3. maddesince aksine sözleşme hükmü olsa bile bu kapsamda kaldığı, çünkü işin sabit fiyatla yapıldığını ileri sürerek, şimdilik birer milyar TL'den iki milyar TL'nin davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, yapılan işin Kararnamenin kapsamı dışında kaldığını, sözleşmenin 6. maddesine göre fiyat farkı talep edilemeyeceğini savunarak, davanın reddini istemiştir. Mahkemece, Bakanlar Kurulu Kararının taraflar arasındaki sözleşmenin fiyat farkı istenemeyeceğine ilişkin 6. maddesini hükümden düşüremeyeceği, aslolanın sözleşme özgürlüğü olduğu, bu durumda sözleşmede bedelin saptanma tarihi ve özelliği ve sözleşme fiyatları ile bu işin yapılmasının değişen ekonomik koşullara göre işin yapımını zorlaştırıp zorlaştırmadığı ve sözleşme fiyatlarına davacının bağlılığının iyiniyet kuralları ile bağdaşıp bağdaşmadığına bakılmak gerektiği, sözleşme tarihinden sonra makro ekonomik gösterge ve koşullarda esaslı bir değişiklik olmadığı, sözleşmenin kurulmasından sonraki uyuşmazlıkların adlî yargının görevine girdiği gerekçesiyle ve oyçokluğu İle her iki davanın reddine karar verilmiştir. Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir. Bakanlar Kurulu'nun 2001/2862 sayılı Kararnamesinin 5. maddesi hükmü karşısında taraflar arasındaki sözleşmenin 6. maddesinde malzeme ve girdi fiyat artışlarından dolayı yüklenicinin fiyat değişikliği talebinde bulunamayacağı yolundaki düzenlemeden hareketle davacının anılan Kararname uyarınca fiyat farkı talep edemeyeceği sonucuna varılması isabetsizdir. Böyle bir durumda, 24.11.1986 gün ve 1986/2-2 sayılı İBK uyarınca her uyuşmazlığın özelliği dikkate alınarak hükümetin bu tür tasarruflarının kamu kurum ve kuruluşları ile iş yapan sözleşme taraflarına uygulanabilirliği hâkim tarafından tayin ve takdir edilmelidir. 2001/2862 sayılı Kararnamenin 01.03-31.12.2001 dönemini kapsaması nedeniyle taraflar arasındaki 16.07.2001 tarihli ve (8) ay süreli sözleşmenin bir kesitini kapsadığı ve davacı yüklenicinin Kararnamenin 17. maddesince öngörülen 30 gün içerisinde davalıya başvurarak işe devam etme iradesini bildirmek suretiyle fiyat farkından yararlanma talebini açıkladığı sabittir. Taraflar arasındaki sözleşme sabit birim fiyat esası ile düzenlenmiştir. Davacının fiyat farkı Kararnamesinden yararlanabilmesi için, fiyat farkına rağmen yapılan işten dolayı mağduriyete uğradığının belirlenmesi gerekir. Bilirkişiler kurulunun asıl ve ek raporlarında (908) milyar TL tutarındaki toplam iş bedeline nazaran Kararname kriterlerince davacının isteyebileceği fiyat farkı (169) milyar TL olarak hesaplanmış, ancak bu verilerin Kararnamedeki ölçüler ve anılan İBK ilkeleri karşısında durumu mahkemece değerlendirilmemiştir. Mahkemece, işin türü, zorluk 33 derecesi, maliyeti belirleyen faktörler ve hakkaniyetin takdirinde dikkate alınabilecek tüm diğer bulgular aynı bilirkişilere açıklattırıldıktan sonra davacının üstlendiği iş nedeniyle aldığı bedel ile fiyat farkından dolayı alması gereken bedelin karşılaştırılması sonucu davacının fiyat farkına hak kazanıp kazanmayacağının MK'nın 2. maddesi de gözetilerek değerlendirilmesi ve oluşacak uygun sonuç çerçevesinde karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ve uyuşmazlığa uygun düşmeyen gerekçelerle davanın reddi doğru olmamıştır...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Temyiz Eden: Davacı vekili Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, ihale sonucunda düzenlenen sözleşme çerçevesinde yapılan işten dolayı oluştuğu ileri sürülen, fiyat farkı alacağının tahsili istemine ilişkindir. Davacı S... İnşaat Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti. vekili, taraflar arasında ihale sonucunda düzenlenen 16.07.2001 tarihli sözleşmeyle, davacı Şirketin, davalıya bağlı Kütahya ili Tavşanlı ilçesi GLİ kömürlerinin torbalanması ve vagonlara yüklenmesi işini üstlendiğini, şartname ve sözleşme gereğince mahallinde torbalama tesisi kurarak, tesiste torbalama ile torbalanan kömüre belirli oranlarda kireç katılması işini yapmaya başladığını; 18.08.2001 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan 28.07.1988 tarihli ve 88/13181 sayılı Karar-name'ye ek getiren 2001/2862 sayılı Bakanlar Kurulu Karan ile "Kamu Sektörüne Dahil İdarelerin İhalesi Yapılmış ve Yapılacak İşlerinde İhale Usul ve Şekillerine Göre Fiyat Farkı Hesabında Uygulayacakları Esaslarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Esaslar"ın yürürlüğe girdiğini, davacının da bu kararname doğrultusunda fiyat farkı alacağının kendisine ödenmesi için 13.09.2001 ve 17.09.2001 tarihlerinde davalıya başvurduğunu, ancak, davalının 02.11.2001 tarihli cevabî yazıyla bu istemi reddettiğini, oysa, yapılan işin fiyat farkı kararnamesinin 3. maddesinin C ve R bentlerinde belirtilen, fiyat farkı uygulanması gereken işlerden olduğunu, aynı Kararnamenin 5/3. maddesinde, sözleşmede fiyat farklarının ödenmeyeceğine ilişkin hüküm bulunsa dahi, söz konusu sözleşme hükmünün uygulanmayacağının belirtildiğini, bu durumda, davacıya fiyat farkı ödenmesi gerektiğini ileri sürerek; dilekçenin "Netice ve Talep" bölümünde, fazlaya ilişkin hak saklı kalmak kaydı ile, aynen "...Fiyat farkı kararnamesinin 2001 yılında yapılan işlere uygulanması sonucu doğacak fark ile müvekkil şirket tarafından yapılan işin sabit fiyat ile yapılan iş olması nedeniyle fiyat farkı kararnamesinin uygulanması sonucu 31.12.2001 tarihinde bulunan son sabit fiyatın 2002 yılında yapılan işlere de uygulanarak, 88/13181 sayılı Kararname ve 2001/2862 sayılı ek fiyat farkı kararnamesinden doğan alacaktan şimdilik dava konusu 1.000.000.000.- TL'nin davalıdan alınarak müvekkile verilmesine..." şeklinde talepte bulunmuş; 02.10.2002 tarihli dilekçeyle açılan ve aynı Mahkemenin 2002/681 esas saydı dosyası üzerinden görülmekte iken asıl davayla birleştirilen davada da, aynı hukuksal nedenlere dayalı olarak, asıl davanın açılmasından sonra sözleşme çerçevesinde yapılan işlerle ilgili olarak, yine şimdilik bir milyar TL fiyat farkının davalıdan tahsiline karar verilmesi talep ve dava edilmiştir. Davalı Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu Genel Müdürlüğü vekili, 2001/2862 sayılı Kararnamenin ilgili bentlerine ve sözleşme metnine göre, ihale konusu hizmetin, anılan Kararnamenin 3. maddesinin "c" bendindeki "iş" ve V bendindeki "sanayi ürünü" kapsamında olmadığını, zira, davacı tarafın yapmayı üstlendiği hizmetin kömür torbalama, gerektiğinde kireçleme, piyasa kamyonlanma ve vagonlarına yükleme yapma işi olduğunu, bu iş için kurulan tesisin ise işin bitiminde davacı tarafça 15 gün içerisinde sökülüp götürüleceğini, bu durumda davacının yapacağı hizmetin, ne iş tanımına ne de sanayi ürünü tanımına girdiğini, dolayısıyla davacının anılan Kararname hükümlerinden yararlanamayacağını; 233 sayılı KHK uyarınca davalının özel hukuk hükümlerine tabi olduğunu, tamamen Borçlar Kanunu hükümleri çerçevesinde aktedilen sözleşmede fiyat farkı istenemeyeceğini kabul eden davacının, Kararnameye dayanarak ahde vefa ilkesine aykırı davranamayacağını, nihayet, sekiz ay gibi kısa bir süre devam edecek olan bir sözleşmeden dolayı fiyat farkı istenilmesinin, iyiniyet kurallarıyla da bağdaşmayacağını, davanın reddi gerektiğini bildirmiştir. 34 Yerel Mahkeme; esas itibariyle taraflar arasındaki sözleşmeye konu işin 2001/2862 sayılı Kararname kapsamında olduğu, ancak, sözleşmenin 6. maddesinde fiyat farkı istenemeyeceğine dair açık hüküm bulunduğu, kararnamelerin sözleşmelere müdahale etmesinin hukuken mümkün olmaması nedeniyle davacının anılan Kararname hükümlerinden yararlanamayacağı; Yargıtay Onbeşinci Hukuk Dairesinin konuya ilişkin kararlarında belirtilen şekilde, sözleşmedeki bedelin saptanma tarihi ve özelliği ve sözleşme fiyatları ile bu işin yapılmasının değişen ekonomik koşullara göre işin yapımını son derece zorlaştırıp zorlaştırmadığı ve MK'nın 2. maddesi uyarınca sözleşme % itianayla işe devam edilmesinin müteahhitten beklenilmesinin iyiniyet kuralları ile bağdaşıp bağdaşmayacağı yönünde yapılan araştırma sonucunda 2„ sözleşmenin imzalanmasından sonraki dönemde, koşulların önemli ölçüde değişmediğinin belirlendiği, davacıya BK'nın 365/2. maddesi hükmü çerçevesinde bir fark ödenmesine de gerek bulunmadığı gerekçesiyle ve oyçokluğuyla her iki davanın reddine karar vermiş; davacı vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece yukarıdaki gerekçeyle bozulmuş, Yerel Mahkemenin gerekçesini tekrarlayarak ve genişleterek kurduğu direnme hükmünü de davacı vekili temyiz etmiştir. Öncelikle, maddi olgunun ve taraflar arasında çekişmesiz bulunan yönlerin ortaya konulmasında yarar görülmüştür: Taraflar arasında ihale sonucunda düzenlenen 16.07.2001 tarihli sözleşmeyle; davalının Kütahya ili, Tavşanlı ilçesi Garp Linyitleri Bölge Müdürlüğü bünyesindeki lavvar tesisinde üretilen kömürlerin elendikten sonra torbalanması, gerektiğinde kireç katılması, piyasa kamyonlarına yüklenmesi, torba kömürlerin işletme araçları tarafından nakledilmek sureti ile vagonlara yüklenmesi işlerinin davacı şirket tarafından üstlenildiği; sözleşmenin 3. maddesinde işin süresinin işe başlama tarihinden itibaren 8 ay olarak kararlaştırıldığı, torbalama işine sözleşmeden sonra 45 takvim günü içinde başlanacağının 4. maddede belirtildiği; sözleşmenin 6. maddesine "...Hükümet tarafından akaryakıta, asgari ücrete, iplik, torba ve başka malzemelerle ilgili yapılacak artışlardan dolayı müteahhit herhangi bir fiyat değişikliği talebinde bulunamayacaktır..." hükmünün konulduğu; Davacı şirketin, 1988/13181 sayılı Kararnamede yapılan değişiklikleri içeren ve 18.08.2001 tarihinde yürürlüğe giren, "Kamu Sektörüne Dahil İdarelerin İhalesi Yapılmış ve Yapılacak İşlerinde İhale Usul ve Şekillerine Göre Fiyat Farkı Hesabında Uygulayacakları Esaslarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Esaslar" başlıklı ve 2001/2862 sayılı Kararname hükümlerine dayanarak, 13.09.2001 ve 17.09.2001 tarihli dilekçelerle davalıya başvurarak, 2001/2862 sayılı Kararnamenin geçici 17/2-B maddesi çerçevesinde, fiyat farklarından yararlanmak suretiyle işe devam etmek istediğini bildirdiği;'davalının, bu istekleri, gerek fiyat farkı kararnamesi kapsamına ve gerekse sözleşme hükümlerine göre uygun bulunmadıktan gerekçesiyle reddettiği, davacıya bu yönde 02.11.2001 tarihli yazı cevabını gönderdiği dosya kapsamından açıkça anlaşılmaktadır. Bu yönlerden taraflar arasında bir uyuşmazlık da bulunmamaktadır. Gerek davacı şirketin başvurusuna ve gerekse davalının bu başvuruyu ret kararına dayanak olarak gösterdiği 2001/2862 sayılı Kararnamenin 5. maddesi "...Geçici 17. maddenin l/a veya 2/b bentlerine göre uygulamayı seçen müteahhit veya taşeronların sözleşmelerinde, bu Kararnamenin uygulanmayacağını ya da fiyat farkları ödenmeyeceğini veya yılı içindeki fiyat farkları için başka usul ve esaslara göre ödeneceğini veyahut 90/1216 sayılı Kararname hükümlerinin uygulanacağını belirten hükümler olsa dahi, bu hükümler 01.03.2001-31.12.2001 tarihleri arasında uygulanmaz."; 6. maddesi "Bu Esaslar yayımı tarihinde yürürlüğe girer ve fiyat farkları uygulaması 01.03.2001 tarihinden 31.12.2001 tarihine kadar bu Esaslardaki şartlarla yapılır." şeklindedir. 5. maddede atıf yapılan geçici 17. maddenin 2/b bendi ise, ihale tarihi Esasların yürürlüğe girdiği tarihten önce olan işler ile sözleşmeleri yapılmış ve devam eden işlerde; müteahhitler veya taşeronların, otuz gün içinde hiçbir şart öne sürmeden idareye başvurarak, işe sözleşmelerine göre devam etme veya Geçici maddelerde getirilen Esaslara göre işi sürdürme yahut, sözleşmenin tasfiyesini isteme hakkına sahip bulundukları belirtilmiştir. Yukarıda belirtildiği gibi, davacı şirket, davalıya süresi içerisinde verdiği dilekçeyle fiyat farklarından yararlanmak suretiyle işe devam etmek istediğini bildirmiş; davalı, fiyat farkı istemini reddetmiştir. 35 Bozma ve direnme kararlarının içerik ve kapsamları itibariyle Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, davacının fiyat farkı talebinin haklı olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. Belirtilmelidir ki; taraflar arasındaki sözleşme, Borçlar Kanunu'nun 355. ve ardından gelen maddelerinde düzenlenmiş olan istisna (eser) sözleşmesi niteliğindedir. Dolayısıyla, uyuşmazlığın çözümünde hem taraflar arasındaki sözleşmenin, hem davacı tarafın davasını dayandırdığı 2001/2862 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının ve hem de Borçlar Kanunu'nun eser (istisna) sözleşmesine ilişkin 355. ve sonraki hükümlerinin değerlendirilmesi gerekmektedir. Yukarıda değinildiği üzere, taraflar arasındaki sözleşmenin 6. maddesinde, yüklenicinin Hükümet tarafından akaryakıt, asgari ücret, iplik, torba ve başka malzemeler yönünden yapılacak artıştan dolayı fiyat farkı isteyemeyeceği yönünde hüküm bulunmaktadır. Buna karşılık, yine yukarıda belirtildiği gibi, 2001/2862 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının 5. maddesinde, sözleşmelerde yer alan bu tür hükümlerin 01.03.2001-31.12.2001 tarihleri arasında uygulanmayacağı öngörülmüştür. İhale sonucunda idareler ile yükleniciler arasında düzenlenen sözleşmelerdeki, yüklenicinin fiyat farkı isteyemeyeceğine ilişkin kararlaştırmaların aksini öngören Kararname (Bakanlar Kurulu Kararı) hükümlerinin, bu tür sözleşmeler yönünden etki ve değerleri konusunda, Yargıtay Özel Daireleri ve Hukuk Genel Kurulu'nun kararlılık kazanmış uygulaması şöyledir: Eser sözleşmelerinin en önemli unsuru iş bedelidir. İş bedeli, taraflarca götürü olarak, birim fiyat esasına göre ya da başka bir şekilde kararlaştırılabilir. Taraflarca sözleşme serbestisi ilkesine uygun olarak sözleşme düzenlenip, işe başlandıktan sonra, bazı istisnalar dışında, sözleşmenin bedel dahil tüm hükümleriyle birlikte, işin başlangıcından, bitimine (teslime) kadar uygulanması zorunludur. Sözleşmede veya eklerinde, sözleşmede kararlaştırılan bedele fiyat farkı kararnamelerinin uygulanacağına dair bir hüküm varsa, fiyat farklarının yükleniciye ödenmesi gerekir. Türk Hukuk sisteminde sözleşme serbestisi ilkesi benimsenmiş; Anayasa'da veya yasalarda sözleşme yapma imkânı, özel bazı istisnalar dışında herkes için kabul edilmiştir. İmzalanan bir sözleşmenin sonradan ortaya çıkan şartlara göre değiştirilebilmesi için, sözleşmede buna imkân veren bir hükmün bulunması gerekir. Bunun dışında, BK'nın 365. maddesinde belirtilen şartlar varsa, sözleşme şartlarının, bu arada, iş bedelinin değiştirilmesi istenilebilir. Aksi takdirde, yüklenici işi sözleşmede kararlaştırılan bedelle yapmak ve teslim etmek yükümlüğü altındadır. İş bitmediği takdirde, yüklenici bunun sonuçlarına katlanmak ve işin tamamlanması için başkasına yaptırılmasından doğacak zararları da karşılamak zorundadır. Somut olayda, taraflar, sözleşmeyle işin bedeline fiyat farkı ödenmeyeceğini kararlaştırdıklarından, sözleşmeye dayalı olarak fiyat farkı verilmesi imkânı yoktur. Taraflar arasındaki sözleşmenin 15. maddesinde, sözleşmenin Ekleri olarak "İhale şartnamesi, 14.06.2001 tarihli firma teklifi, maden mühendisi bildirisi, Taahhütname" gösterilmiş; fiyat farkı konusundaki Bakanlar Kurulu Kararnamesi, sözleşmenin ekleri arasında sayılmamıştır. Esasen, anılan Kararnamenin uygulanmayacağının veya yüklenicinin yapacağı işe hiçbir şekilde fiyat farkı almayacağının kararlaştırıldığı sözleşmelerde, yüklenicilere fiyat farkı verecek şekilde kararname çıkarma yetkisinin bulunup bulunmadığı tartışmalıdır. Bakanlar Kurulu'nun kararname çıkarma yetkisi mevcut yasalardan kaynaklanmaktadır. Bir yasadan yetki almaksızın, sözleşmelere müdahale eder şekilde kararname çıkartılması mümkün değildir. 12.06.2001 gün ve 2001/2862 sayılı Kararnamenin çıkartıldığı ve yürürlüğe girdiği 18.08.2001 tarihinde yürürlükte bulunan 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu'nda fiyat farkı verilebilecek hallerin, hazırlanacak şartnamelerde gösterilmesi gerektiği, 7. maddenin (k) bendinde belirtilmiştir. Ancak bu imkânın tanınabilmesi, "sözleşmeye eklenecek" şartnamelerde bunu mümkün kılan bir hükmün bulunmasına bağlıdır. 2886 sayılı Yasa'da, sözleşme ve eki şartnamelerde fiyat farkı verileceğine ilişkin bir hüküm olmadığı halde, sözleşmenin imzalandığı tarihten sonrası için bu konuda dahi kararname çıkartma hususunda Bakanlar Kurulu'nun yetkili olduğuna dair bir hüküm yoktur. Bakanlar Kurulu'nun yetkisi sadece fiyat farkı verileceği kabul edilen sözleşmelere konu işlere 36 uygulanacak fiyat farkları içindir. Bu nedenle, sözleşmede ileride çıkartılacak kararnamelerin uygulanmayacağı veya yüklenicinin fiyat farkı istemeyeceği yönünde hüküm bulunan hallerde, Bakanlar Kurulu'nun bu sözleşmelere müdahale edecek nitelikte kararname çıkarma yetkisi bulunmamaktadır. Kaldı ki, bu yetki yasayla tanınsa bile; mevcut sözleşmelere kamu düzenine ilişkin sebepler haricinde müdahale edilemez. Bu nitelikteki yasalar Anayasa'ya aykırı bulunduğundan iptali cihetine gidilebilir. Nitekim 20.02.2001 gün ve 4628 sayılı "Elektrik Piyasası Kanunu"nun mevcut sözleşmelere müdahale eden maddeleri, Anayasa'nın 2. ve 48. maddelerine aykırı bulunarak Anayasa Mahkemesi'nin 13.02.2002 gün ve 2001/293 E. - 2002/28 K. sayılı kararıyla iptal edilmiştir. Demek oluyor ki, aslolan sözleşme hürriyetidir ve Anayasa ile yasaların güvencesi altındadır. Bu güvenceyi zedeleyen yasalar Anayasa'ya aykırı bulunup Anayasa Mahkemesi'nce iptal edilebilmektedir. Yasalar ile sözleşmelere müdahale edilemeyeceği kabul olunan bir hukuk sisteminde, böyle bir müdahalenin kararnamelerle yapılamayacağı açıktır. Hal böyle olunca; anılan Kararnameye dayanılarak fiyat farkı istenemeyeceği, olsa olsa yasal dayanağı olan BK'nın 365. maddesindeki şartların varlığı halinde böylesi bir istemin hüküm altına alınabileceği ortadadır. Nitekim Bakanlar Kurulunca daha önceki yıllarda çıkartılan 8/505, 8/2574 v.b. karar-nameler ile yükleniciler lehine uygulanması gereken fiyat farklarına ilişkin olarak açılan davalarda verilen çelişkili kararlar sonucunda konu Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun gündemine getirilmiş, yapılan müzakereler sonucunda kararnamelerin uygulanması genel olarak kabul edilmiş ise de, her olayın özelliğine göre koşulların gerçekleşip gerçekleşmediğinin, MK'nın 2. maddesindeki hususlar dikkate alınarak hâkimin takdirine bırakılması gerektiği sonucuna varılmıştır. Bu sonuç, esasen BK'nın 365. maddesindeki düzenlemeye de uygun bulunmaktadır. Çünkü, BK'nın 365/1. maddesinde, kural olarak yüklenicinin yapılacak şeyi kararlaştırılan fiyata yapmaya mecbur bulunduğu benimsenmiş, maddenin 2. fıkrasında ise "Fakat evvelce tahmin olunamayan veya tahmin olunup da iki tarafça nazara alınmayan haller, işin yapılmasına mani olur veya yapılmasını son derece işkal ederse hâkim, haiz olduğu takdir hakkı dolayısıyla ya takarrür eden bedeli tezyit veya mukaveleyi fesheyler" denilmek suretiyle, işin yapımını son derece zorlaştıran şartların oluşması halinde fiyatın artırılabileceği ya da akdin bozulabileceği kabul edilerek, bu hususlar hâkimin takdirine bırakılmıştır. Böylece Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 24.11.1986 gün ve 1986/2 E. - 1986/2 K. sayılı kararında da bu ölçütlere yer verilmekle, kararnamelerin uygulamaları hâkimin takdirine bırakılmış olmaktadır (Aynı görüş: Prof. Dr. Haluk Tandoğan, Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri, Cilt: II, 4. Baskı, Sayfa 272). Somut olayda, taraflar arasındaki sözleşmede yüklenicinin fiyat farkı istemeyeceğine ilişkin açık hüküm bulunduğundan, davanın hukuki dayanağının BK'nın 365/2. maddesi ile 1986/2-2 sayılı İBK olacağı açıktır. Gerek, BK'nın 365/2. maddesinde ve gerekse anılan İBK'da, sözleşme bedelinin artırılıp artırılmayacağı hususu, her olayın özellikleri dikkate alınarak hâkimin takdirine bırakılmıştır. Bu nedenlerle, böyle bir davada hâkimin şartların oluşup oluşmadığına karar verebilmesine yetecek derecede inceleme-keşif vs. yapması, icabında bilirkişiden mütalaa alarak sonuca ulaşması yerinde olacaktır. Öte yönden, Bakanlar Kurulu'nca fiyat farkı kararnamesinin çıkartılması, BK'nın 365/2. maddesinde yer alan ve sözleşmedeki bedelin değişmesini haklı kılacak derecede şartların ağırlattığının idarece kabul edildiğini göstermez. Çünkü, idare zaten her yıl için gerekli kabul ettiği fiyat artışlarını otomatikman yapmakta, sözleşmelerinin eki olarak kabul edilen şartnamelerde fiyat farkı alarak işe başlayan yüklenicilere ödemektedir. Böyle bir durum bilinmekte iken, sözleşmenin fiyat farkı istenilmeyeceği kabul edilerek imzalanması karşısında "madem ki kararname çıktı, öyleyse BK'nın 365/2. maddesindeki şartlar da oluşmuştur" şeklinde bir sonuca varılması mümkün bulunmamaktadır. Yine, 2886 S.K.'ya göre, sözleşmeleri idare namına imzalamaya ita amirleri yetkili olduğundan, Bakanlar Kurulunca çıkartılan Kararnamelerin icap-kabul şeklinde, sözleşmenin değişikliği olarak yorumlanması da mümkün değildir. 37 Nihayet, Bakanlar Kurulu Kararnameleri ile sözleşmelere müdahale edilmesi; ihale şartnamesinde fiyat farkı alınmayacağı yazılı olan ihalelere, fiyat farkı alamayacağını düşünerek teklif vermeyenler ile, ihaleye girenler arasındaki fırsat eşitliğini de zedeleyici niteliktedir. Sözleşmenin imzalanmasından sonra fiyat farkı alamayacağını bilen yükleniciye istemediği bir bedelin verilmesi yükleniciler arasında haksız rekabete yol açabilecek bir sonuç yaratabilecektir. Bu açıklamalar çerçevesinde somut olaya dönüldüğünde: Yerel Mahkeme, davadaki fiyat farkı istemi konusunda BK'nın 365. maddesi çerçevesinde yeterli inceleme ve araştırma yapmamıştır. Alınan bilirkişi raporu, bu yönde hükme yeterli açıklık ve ayrıntıyı içermemektedir. Hal böyle olunca, Mahkemece yapılması gereken iş; gerekirse ayrı bir bilirkişi kurulu oluşturmak suretiyle, sözleşmenin imzalanmasından sonra oluşan ekonomik ve fiyatı etkileyen diğer şartların, işin bu bedelle yapılmasını son derece zorlaştırıp zorlaştırmadığının ve MK'nın 2. maddesi uyarınca sözleşme fiyatlarıyla işe devam etmesini yükleniciden beklemenin iyiniyet kurallarıyla bağdaşıp bağdaşmayacağının, tarafların durumu ve sözleşmedeki amaç dikkate alınarak değerlendirilmesi ve hasıl olacak sonuca ve vicdani kanaate göre davacıya ödenmesi gereken bir bedel varsa miktarı takdir olunup, belirlenerek davalı iş sahibinden tahsiline karar verilmesinden ibarettir. Yerel Mahkemece; sonucu itibariyle aynı yönde bulunan Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, yukarıda açıklanan hususlar üzerinde durulmaksızın, eksik incelemeyle ve alınan bilirkişi raporundaki değerlendirmeler dahi göz ardı edilerek, salt, teklif ve sözleşme tarihi ile onları izleyen dönemlerdeki döviz kurları değerlendirilmek suretiyle kurulmuş olan önceki kararda direnilmesi, usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. Sonuç: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK'nın 429. maddesi gereğince (BOZULMASINA), istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 20.09.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY Hukuk Genel Kurulu E:2006/14-692 K:2006/702 T:08.11.2006 GÖREVLİ MAHKEME MÜDDEABİHİN DEĞERİ TAPU İPTALİ VE TESCİL 1086 s. HUMKm. 1,2 743 s. MK m. 642 4721 s. MK m. 716 818 s. BK m. 22, 213 Taraflar arasındaki "gayrimenkul satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali, tescil" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; (Manavgat Sulh Hukuk Mahkemesi)nce davanın kabulüne dair verilen 27.07.2005 gün ve 148-655 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay Ondördüncü Hukuk Dairesinin 23.01.2006 gün ve 2005/10552 E. 2006/96 K. sayılı ilamı ile; (...Dava, taşınmaz mal satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. Dava 22.02.2005 tarihinde Sulh Hukuk Mahkemesinde açılmış, bu mahkemece de davanın kabulüne karar verilmiştir. Dava dilekçesinde davanın değeri 1.000 YTL olarak gösterilerek 223 ada 5 parsel sayılı taşınmaz tapusunun 1/2 hissesinin iptali ile davacı adına tescili istenmiştir. 38 Sözleşmeye konu taşınmazın tamamının davanın açılarak mülkiyetin aktarılması istenen 22.02.2005 tarihinde 1.000 YTL değerinde olduğunu kabul etmek hayatın olağan akışına uygun düşmeyeceği gibi yapılan keşifle de değerin 46.149,30 YTL olduğu belirlenmiştir. Kaldı ki; sözleşmenin tarafı olan kişiler, kamu düzenine ilişkin olan mahkemenin görevini belirler şekilde sözleşme yapamazlar. Taşınmazın bu son değeri esas alınarak görevsizlik kararı verilmesi yerine salt sözleşmede ve dava dilekçesinde yazılı bedele bakılarak harç kaybına da neden olacak şekilde işin esası yönünde karar verilmesi doğru görülmediğinden hükmün bozulması gerekmiştir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Temyiz Eden: Davalı vekili Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir. Bu tür davalara uygulamada ferağa icbar davaları da denilmektedir. Kaynağını Borçlar Kanununun 22. maddesinden alan taşınmaz satış vaadi sözleşmeleri, Borçlar Kanununun 213. maddesi ile Medeni Kanunun 706 ve Noterlik Kanununun 89. maddeleri hükümleri uyarınca noter önünde resen düzenlenmesi gereken sözleşmedir. Bir başka anlatımla geçerliliği resmi şekil şartına bağlı kılınan ve iki tarafa borç yükleyen, kişisel hak meydana getiren sözleşmelerdendir. Vaad alacaklısı, taşınmaz satış vaadi sözleşmesi ile mülkiyet geçirim borcu yüklenen satıcıdan, edimini yerine getirmediğinde dava tarihinde yürürlükte bulunan Türk Medeni Kanununun 716. maddesi (743 sayılı Türk Kanunu Medenisinin 642.md.) uyarınca açılacak tapu iptali ve tescil davası ile edimin hükmen yerine getirilmesini isteyebilir. Satış vaadi sözleşmesinden kaynaklanan tapu iptali ve tescil davalarının kabulü için öncelikle aranacak unsurlardan birisi, sözleşmenin ifa olanağının bulunup bulunmadığının araştırılmasıdır. Ancak, Yüksek özel Daire görev yönünü öncelikle incelediğinden, diğer yönler inceleme konusu yapılamamıştır. Bu nedenle sözleşmenin geçerlilik şartları irdelenmemiştir. Bilindiği üzere; mahkemelerin görevi kanunla belirlenir (Anayasa 142.md.; HUMK.md.1/1) HUMK. m. 1/2; "Görev dava olunan şeyin değerine göre belirtilmiş ise, görevli mahkemenin tespitinde, davanın açıldığı gündeki değer esas tutulmak üzere aşağıdaki maddeler hükümleri uygulanır. Faiz, icra tazminatı ve giderler görevin tespitinde hesaba katılmaz" hükmünü amirdir. HUMK.nun 1/2 maddesi; kaideyi koymuş ve görevin belirlenmesinde davanın açıldığı gündeki değerin esas alınması gerektiğini vurgulamıştır. HUMK.nun 1. maddesi 26.02.1985 gün ve 3156 sayılı Kanun ile değiştirilerek, yukarıda açıklanan şeklini almıştır. HUMK.na göre; müddeabihi paradan başka bir şey olan davalarda iki taraf müddeabihin değerinde uzlaşmazlarsa, müddeabihin davanın açıldığı gündeki değeri mahkemece tayin ve takdir olunur.(m.2/2) Doktrinde bir kısım yazarlar bu hükümden hareketle iki tarafın müddeabihin değerinde uzlaşmaları halinde mahkemenin görevinin bu uzlaşılan değere göre belirleneceği mahkemenin bu değere bağlı olduğu, resen kıymet takdirine başvuramayacağı, mahkemenin müddeabihin değerinin tarafların uzlaştıktan değerden farklı olduğunu tespit etse bile buna dayanarak görevsizlik kararı veremeyeceği düşüncesindedirler. HUMK.nun 2. maddesi, Nöşatel Usul Kanununun ikinci maddesinden alınmıştır, 1. ve 3. fıkralar Nöşatel Kanunundaki ile aynıdır. Nöşatel Usul Kanununun 2. maddesinin 2. fıkrası ise şöyledir; "Müddeabih paradan başka bir şey veya hak ise davanın açıldığı mahkeme, sözlü ve basit duruşmadan (duruşmaya tarafları dinlendikten) sonra müddeabihin değerini takdir eder." Görüldüğü gibi; Nöşatel Usul Kanununda bizdeki "iki taraf kıymetinde uzlaşmazlarda" deyimi yoktur. Nöşatel Usul Kanununa göre; Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olup, taraflar anlaşma ile bunları değiştiremezler. 39 Bundan da anlaşıldığı gibi, kanunu tercüme edenler, Nöşatel Kanunundaki "apres debat" deyimini, HUMK.nun m.2/ll'ye "iki taraf kıymetinde uzlaşmazlarsa" şeklinde tercüme etmişler ve fıkra bu şekilde kanunlaşmıştır. Bu nedenle, md.2/ll hükmünün, Nöşatel kanunundaki gibi anlaşılması gerekir. (Prof.Dr.Baki Kuru, HMUK., 6. baskı, 2001. c.3, s. 168 vd.) Çünkü, "Kanunlarımızı yorumlarken kendi metinlerimizi gözönünde tutmakla beraber yorumlarda... bunların asıllarına da bakmaktan vazgeçemeyiz."28.11.1945 n ve 1945/13 Esas, 15 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Karan; 20.09.1950 gün ve 1950/4 Esas, 10 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı) Bu açıklamaya göre iki taraf müddeabihin kıymetinde uzlaşsalar bile mahkemenin res'en müddeabihin değerini takdir etmesi ve görevli olup olmadığını kendi takdir ettiği değere göre karara bağlaması gerekir. Çünkü, görev kuralı kamu düzenine ilişkindir ve bu nedenle hakim tarafından davanın her aşamasında kendiliğinden nazara alınır. Taraflar görev konusunda anlaşma yapamazlar. Olayımızda; satış vaadi sözleşmesi yapılmıştır. İsminden de anlaşılacağı gibi ortada bir sözleşme vardır ve iki taraflı sözleşmedir. İki tarafa da hak ve vecibeler yüklenmektedir. Bu sözleşmede taraflar taşınmazın değerini de belirlemişlerdir. Sözleşmeye müdahale edilmemesi genel kuraldır. Zaten yıllarca tarafların tespit ettikleri bu değere mahkemelerce müdahalede bulunulmamıştır. Mahkemelerin görevleri tespit edilen bu değere göre belirlenmiştir. Yargıtay Özel Daireleri ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu da içtihatlarını bu yolda geliştirmişlerdir. Ancak; Satış vaadi sözleşmesine dayanılarak elde edilmesi istenilen hak tapu iptali ve tescildir. Sözleşmenin asli unsurunu tapu iptali ve tescil oluşturmaktadır. Sözleşme ile elde edilmek istenilen nihai talep iptal ve tescildir. Tatbikatta görüldüğü gibi, bu talep, bazen çok uzun yıllarca yapılmamaktadır. Taşınmaz vaad olunana teslim edilmişse zamanaşımı da işlemeyeceğinden, taraflar tescil talebinde bulunmamaktadır. Çok zaman 20-30 yıl sonra talepte bulunabilmektedirler. Bazen de sözleşmede onlarca taşınmazın satışı vaat edilmektedir. 20-30 yıl önce veya onlarca taşınmazın satışının vaad edildiği sözleşmelerde gösterilen değerler yeni açılan davalarda çok cüzzi kalmaktadır. Uzun yıllar suren yüksek enflasyon ve tarafların satış bedelini sözleşmede bilerek düşük göstermeleri ihtimali nazara alındığında taşınmazın değerinin dava tarihine göre belirlenmesi gerekmektedir. Hakim yapacağı keşifte dinleyeceği bilirkişilere taşınmazın değerini tespit ettirecektir. Tespit edilen bu değere göre hem mahkemenin görevi tayin edilecek, hem de noksan harç ikmal ettirilecektir. Bu durumda sözleşmeye müdahaleden de söz edilemeyecektir. Kamu düzeninden olan bu husus tarafların insiyatifine bırakılmadan, hakim tarafından resen yerine getirilmiş olacaktır. Harçlar Kanununun 16. maddesi de, müdahalenin meni, tescil ve tapu iptali gibi taşınmazın aynını ilgilendiren davalarda, taşınmazın değerinin esas alınacağını öngörerek görüşümüzü teyit etmektedir. Harç kaybı da böylece önlenmiş olacaktır. Benzer hukuki durumlardan olan, şufa ve tenkis davalarında, yıllar önce ilgili Özel Daireler içtihatlarını değiştirerek taşınmazların değerlerinin yeniden belirlenmesini içtihat etmişler, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu da bu değişime haklı olarak onay vermiştir. Özel Daire ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu yukarıda açıklanan nedenlerle; Eski kararlarından dönerek, yeni oluşuma göre kararını değiştirme gereğini duymuşlardır. Somut olayda; satış vaadi sözleşmesi 18.03.2004 tarihinde yapılmış, dava ise 22.02.2005 tarihinde açılmış, sözleşmeye konu taşınmazların değeri 1.000 YTL olarak gösterilmiş, yapılan keşif sonucu alınan bilirkişi raporuna göre; davaya konu taşınmazın dava tarihi itibari ile rayiç değerinin 46.149.300.000 TL. olduğu saptanmıştır. Yukarıdan beri izah edilen nedenlerle ve Özel Dairenin bozma gerekçesinde açıkladığı hususlar da nazara alınarak bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenlerle direnme kararı bozulmalıdır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 29.03.2006 gün ve 2006/14-91-115 sayılı ilamı, 12.04.2006 gün ve 2006/14-95-158 sayılı ilamı ve 31.05.2006 gün ve 2006/14-330-332 sayılı ilamında da aynı ilkeler benimsenmiş ve Yargıtay'ın görüşünün bu yönde olduğu iyice pekiştirilmiştir. 40 Sonuç: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince (BOZULMASINA), istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine 08.11.2006 gününde oybirliği ile karar verildi. T.C. YARGITAY Hukuk Genel Kurulu E:2007/1-911 K:2007/954 T:05.12.2007 İMZA SAHTE VEKALETNAME TAPU İPTALİ VE TESCİL Özet VEKALETİN VERİLDİĞİ TARİHTE YÜRÜRLÜKTE BULUNAN 3456 SAYILI NOTER KANUNU'NUN 38. MADDESİNDE İMZA ATMASINI BİLMEYENLERİN KENDİLERİNE AİT MÜHÜR KULLANABİLECEKLERİ, MÜHÜR BULUNMADIĞI TAKDİRDE PARMAK İZİNİN ALINACAĞI BELİRTİLMİŞTİR. BU NEDENLE, VERİLEN VEKALETNAMEDE MÜHRÜN BASILMIŞ OLMASI YETERLİDİR. 1512 s. Yasa m. 38 Taraflar arasındaki "tapu iptali ve tescil" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; (Batman İkinci Asliye Hukuk Mahkemesi)'nce davanın kabulüne dair verilen 30.11.2005 gün ve 2005/508-637 sayılı kararın incelenmesi davalılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay Birinci Hukuk Dairesi'nin 06.07.2006 gün ve 2006/5174-7966 sayılı ilamı ile; (...Dava, tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir. Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir. Dosya içeriğinden, toplanan delillerden, çekişme konusu 110 parsel sayılı taşınmazdaki davacı payının 21.12.1965 tarihli akitle ve Batman Noterliği'nce düzenlenen 03.07.1963 tarih 1971 yevmiye nolu vekaletname ile davalıların miras bırakanına temlik edildiği görülmektedir. Davacı, anılan temlik işleminde kullanılan vekaletnamenin hatalı olduğunu ileri sürerek eldeki davayı açmıştır. Gerçekten de işlemde kullanılan vekaletnamede davalının okuma yazma bilmediğinden bahisle mühür kullandığı, ancak parmak izinin alınmadığı anlaşılmaktadır. Söz konusu vekaletnamenin bu şekliyle Noterlik Mevzuatı'nın 75. maddesine aykırı olarak düzenlenmiş olduğu kuşkusuzdur. Ne var ki, temlik işleminden bu yana 40 yıla yakın bir süre geçmiştir. Akdin ifa edilmesi intikal işlemlerinin tamamlanması taşınmazın davalıların zilyetliğinde bulunduğu dikkate alındığında, bu kadar süre sonra eldeki dava ile şekil eksikliğinden bahisle dava açılmasının Türk Medeni Kanunu'nun 2. maddesinde öngörülen dürüstlük kuralı ile bağdaşmayacağı kuşkusuzdur (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 11.03.1953 tarih 9/12778; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 24.03.1965 tarih 562/125). 41 Hal böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Temyiz Eden: Davalılar vekili Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:Dava; sahtecilik hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir. Davacı vekili, 110 parsel sayılı taşınmazındaki davacı payının, davacı adına düzenlenen sahte vekaletname ile Esma tarafından oğlu Muhittin'e satıldığını, oysa okuma yazma bilmeyen davacının Esma'ya böyle bir vekalet vermediğini, vekaletnamede parmak izinin bulunmadığını, dolayısı ile vekaletnamenin sahte olduğunu ileri sürerek Muhittin mirasçıları adına kayıtlı tapunun satılan hisse oranında iptaline, davacı adına tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalılar vekili, davanın haksız ve hukuka aykırı olup, satışın geçerli olduğunu ileri sürerek davanın reddini savunmuştur. Yerel mahkeme; davanın kabulüne, yolsuz tescile dayanan ve geçersiz olan işlemin iptaline, dava konusu taşınmazın tapu kaydının davacının hissesi oranında iptaline, davacının hissesi oranında adına tapuya kayıt ve tesciline karar vermiş, davalılar vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Daire'ce yukarıdaki gerekçe ile bozulmuş, yerel mahkeme kanunda hak düşürücü veya zamanaşımı süresi bulunmadığı, MK'nın 2. maddesinde öngörülen dürüstlük kuralı ile bağdaşmayacağı gerekçesi ile davanın reddedilemeyeceği gerekçesi ile kararında direnmiştir. Esma, 03.07.1963 tarihinde Cemile tarafından kendisine verilen vekalete dayalı olarak dava konusu taşınmazdaki davacı hissesini oğlu Muhittin'e satmıştır. Vekaletin verildiği tarihte yürürlükte bulunan 3456 sayılı Noter Kanunu'nun 38. maddesi "Alakalılarla şahit ve muarrifler ve tercümanın imza koymak bilmedikleri ve mühür ve hususi işaretleri de olmadığı takdirde sol ellerinin baş parmağı bastırılarak üzerine sahiplerinin öz ve soyadları yazılır ve noter tarafından kağıda şerh verilerek altı tasdik ve imza olunur." şeklindedir. Madde metninden de açıkça anlaşılacağı üzere, burada mühre öncelik tanınmış olup, mührün bulunmadığı hallerde parmak izinin alınacağı belirtilmiştir. Kaldı ki, somut olayda vekaletname noter tarafından okunup, altı imzalanıp mühürlendiğine göre, bu durum işlemin ve mührün tasdikini de kapsamaktadır O halde, davacı tarafından Esma'ya verilen vekaletnamede davacının parmak izi olmamakla birlikte sadece mührünün basılmış olması yeterli olup, sahteliği başka şekilde de ispatlanamayan ve ileri sürülmeyen vekaletname ve buna bağlı olarak yapılan satış geçerlidir. Bu nedenle direnme kararı isabetsiz olup, bozulmalıdır. Sonuç: Davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK'nın 429. maddesi gereğince (BOZULMASINA), istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 05.12.2007 gününde oybirliği ile karar verildi. 42 T.C. YARGITAY Hukuk Genel Kurulu E:2007/13-914 K:2007/964 T:12.12.2007 ARAÇ SATIŞI MÜLKİYETİN İNTİKALİ AİDİYET TESPİTİ DAVASI Özet Taraflar arasında noterde yapılan geçerli satış sözleşmesiyle araç satışı gerçekleşmiş, söz konusu araç davalı alıcıya teslim edilmiştir. Bu aşamada, aracın trafik tescili işleminin yaptırılmamasından dolayı vergi ve cezaların gelmesini önlemek isteyen araç satıcısının, mülkiyetin davalıya geçtiğinin tespitini istemekte hukuki yararı vardır. Taraflar arasındaki "Mülkiyet Tespiti" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir Asliye 10. Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 16.5.2006 gün ve 2006/48-126 sayılı kararın incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 16.11.2006 gün ve 2006/10349-15075 sayılı ilamı ile, (...Davacılar murislerinden kalan trafikte kayıtlı aracı davalıya noterde düzenlenen kati satış sözleşmesi ile satıp teslim ettikleri halde davalının trafikte kendi adına tescilini yaptırmadığını bildirerek mülkiyetin davalıya geçtiğinin tesbitine karar verilmesini talep etmişlerdir. Davalı davanın reddini dilemiştir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacılar tarafından temyiz edilmiştir. Davacıların, trafikte murisleri adına kayıtlı aracı 27.10.1992 tarihli noterde düzenlenen satış sözleşmesi ile davalıya satıp teslim ettikleri halde, aracın trafikte kaydının davalı üzerine intikal ettirilmemesi nedeniyle, aracın vergi ve cezalarının davacılar adına gelmesinden dolayı, aracın mülkiyetinin davalıya geçtiğinin tesbiti için bu davayı açmışlardır. 2918 Sayılı Kanunun 20/d maddesi uyarınca, trafikte kayıtlı araçların satışı resmi şekilde yapılması halinde geçerli olacaktır. Aracın satışına ilişkin noterde düzenlenen sözleşme geçerli ise de, aracın trafikteki kaydının davalı adına yapılması idari bir işlemi gerektirdiğinden, ayrıca trafik tescil bürolarına başvurulması gerekmektedir. Taraflar arasında noterde yapılan geçerli satış sözleşmesi ile araç, davalıya teslim edilerek sözleşmenin 5. maddesine göre de, alıcının trafikte aracı kendi adına kayıt ve tescil ettirmek hakkına haiz olduğunu bildirildiği halde, davalı aradan geçen süreye rağmen trafik kaydını üzerine almadığı için bu yüzden aracın vergi ve cezalarının davacılar adına gelmeye devam ettiğinden davacılar satış sözleşmesi ile aracın mülkiyeti davalıya geçtiğinin tespitini istemekte hukuki yararlan vardır. Öyle olunca davacıların davalarının kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. SONUÇ: Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile,direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK'un 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, birinci görüşmede çoğunluk sağlanamadığından, 12.12.2007 gününde ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi. KARŞI OY YAZISI Dava, davacılar tarafından resmi şekle uygun sözleşmeyle davalıya satılmış olan aracın mülkiyetinin, bu satışla birlikte davalı alıcıya geçmiş bulunduğunun tespiti istemine ilişkindir. 43 Davacılar vekili, trafikte davacılar adına kayıtlı 3...627 plaka sayılı aracın, noterde düzenlenen 27.10.1992 tarihli satış sözleşmesiyle davacılar tarafından davalıya satılıp teslim edildiğini, ancak, vergi dairesinden 2004 yılında gelen ödeme emrinden, araç kaydının hala davacılar üzerinde bulunduğunun öğrenildiğini; bunun üzerine davacıların 8.2.2005 günlü dilekçeyle trafik kaydının silinmesi ve alıcı adına tescili istemiyle İzmir Trafik Tescil Şube Müdürlüğüne müracaatta bulunduklarını, 21.11.2005 tarihli yazı cevabıyla, aracın alıcısı adına tescil edilebilmesi için noter satış senedi ve mülkiyetin alıcıya geçtiğine dair mahkeme karan ile birlikte başvurulması gerektiğinin davacılara bildirildiğini; kanun gereği satış sözleşmesiyle birlikte mülkiyetin alıcıya geçtiğini, tescil işleminin bildirici nitelikte bulunduğunu ileri sürerek, araç mülkiyetinin davalıya intikal etmiş olduğunun tespitine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı davaya cevap vermemiş; duruşmada, davayı kabul etmediğini bildirmiştir. Yerel Mahkeme; davacıların dava konusu aracı geçerli sözleşmeyle davalıya satıp teslim ettikleri; 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanununun 20. maddesine göre, noterin bu satışı 15 gün içerisinde ilgili tescil kuruluşu ve vergi dairesi müdürlüğüne bildirmekle yükümlü bulunduğu; noterin bildirimi üzerine satış sözleşmesinin düzenlendiği tarih itibarıyla vergi mükellefiyeti sona erdirilip, yeni malik adına mükellefiyet tesisinin gerektiği, davacıların usulüne uygun satış yapmasıyla birlikte satış tarihi itibarı ile mülkiyetin davalıya geçtiği, mülkiyetin geçirilmesi bakımından davacılara düşen bir görevin bulunmadığı, görevin satışı yapan notere, alan kişiye ve noter bildirimi üzere gereğini yapması gereken ilgili müdürlüklere ait bulunduğu, bu durumda, satışın geçerli olduğunun ve mülkiyetin davalıya geçtiğinin tespitine yönelik bir dava açılmasına gerek olmadığı gibi, açılan davada mülkiyetin tespitine ve alıcı adına tesciline yönelik bir hüküm kurulmasına da gerek bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiş; hüküm Özel Dairece metni yukarıda bulunan ilamla bozulmuş; Yerel Mahkeme gerekçesini tekrarlayarak ve genişleterek önceki kararında direnmiştir. Bozma ve direnme kararlarının içerik ve kapsamlarına göre Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; mülkiyeti davalı alıcıya devreden resmi satış sözleşmesine rağmen, davalı alıcının aracı kendi adına tescil ettirmemiş ve kaydın davacılar üzerinde kalmış olması karşısında; Yerel Mahkemenin, eldeki davada, mülkiyetin davalıya geçmiş bulunduğunun tespiti yönünde karar vermesinin gerekli olup, olmadığı noktasında toplanmaktadır. Davaya konu 3...627 plaka sayılı Skoda Marka 1964 model kamyonetin, 28.8.1986 tarihinde davacıların miras bırakanı Niyazi adına trafiğe kaydedildiği, miras bırakanın 1983 yılında ölümünden sonra 7.3.1991 tarihinde intikal suretiyle davacılar adına tescil olunduğu ve Bornova 3. Noterliğinde resen düzenleme şeklinde yapılan 27.10.1992 tarihli satış sözleşmesiyle, davacılar tarafından davalıya satılıp, teslim edildiği çekişmesizdir. Dosya kapsamından; 1992 yılında resmi şekle uygun olarak düzenlenen bu satış sözleşmesine ve aracın sözleşmeyle birlikte davalıya teslim edilmiş olmasına rağmen, davalının aracı trafikte kendisi adına tescil ettirmediği, kaydın davacılar üzerinde kaldığı, bu nedenle 2004 yılında aracın vergi borcuyla ilgili olarak davacılara ödeme emri gönderildiği; davacıların, satış sözleşmesine dayanarak ödeme emrine itiraz ettikleri, ancak, ilgili vergi dairesinin, trafik kaydında aracın davacılar üzerinde görünmesinden dolayı vergiden sorumlu bulundukları yönünde cevap verdiği; davacıların bu cevap üzerine, İzmir Valiliği Emniyet Müdürlüğü'ne 8.2.2005 günlü dilekçeyle başvurarak, aracın davalı adına tescilini istedikleri; kendilerine gönderilen 21.11.2005 günlü yazı cevabında, aracın alıcısı adına tescili konusunda gerekli değerlendirmeler yapılmak üzere, satış sözleşmesiyle ve ayrıca mahkeme kararı ile birlikte başvurulması gerektiğinin bildirildiği; davacıların bu yazı içeriğini, taleplerinin zımnen reddi mahiyetinde görerek, zımni ret kararının iptali ve aracın alıcısı adına tescili istemiyle İdare Mahkemesinde dava açtıkları, davanın İzmir 4. İdare Mahkemesi'nin 2005/615 esas sayılı dosyasıyla görülmesine başlandığı anlaşılmaktadır. O davanın aşaması veya akıbeti hakkında, eldeki dava dosyasında herhangi bir bilgi veya beyan mevcut değildir. Bu noktada, konuya ilişkin yasal düzenleme hakkında kısa bir açıklama yapılmasında yarar görülmüştür: 18.10.1983 tarihinde yürürlüğe girmiş olan 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 20. maddesinin (d) fıkrası, aynen "Tescil edilmiş araçların her çeşit satış ve devirleri, araç sahibi adına düzenlenmiş tescil belgesi esas alınarak, noterlerce yapılır ve bu satış noterlerce tescil 44 belgesine tarih konularak ve tasdik edilmek suretiyle işlenir. Noterlerce yapılmayan her çeşit satış ve devirler geçersizdir.Ayrıca tescil edilmiş araçların satış ve devirleri noterlerce, sicillerine işlenmek üzere en geç müteakip iş günü içinde ilgili tescil kuruluşuna bildirilir." hükmünü taşımakta idi. Görüldüğü üzere, maddenin bu metnine göre; araç satışına ilişkin resmi şekle uygun sözleşmeyi düzenleyen noterin, satış sözleşmesini, aracın siciline işlenmek üzere en geç müteakip iş günü içerisinde ilgili tescil kuruluşuna bildirme yükümlülüğü bulunmaktadır. Madde metninde 28.3.1985 tarih ve 3176 Sayılı Kanun ile yapılan değişiklikte de noterlerin tescil kuruluşuna bildirim yükümlülüğü aynen korunmuş, sadece, bildirim süresi yedi iş gününe çıkartılmıştır. Taraflar arasında davaya konu araçla ilgili satış sözleşmesinin düzenlendiği 27.10.1992 tarihinde bu metin yürürlüktedir. Başka bir ifadeyle, satış sözleşmesinin yapıldığı tarihte, sözleşmeyi yapan noterin, satış sözleşmesini en geç yedi iş günü içerisinde ilgili tescil kuruluşuna bildirme konusunda Kanundan kaynaklanan bir yükümlülüğü bulunmaktadır. İzmir Emniyet Müdürlüğünün Yerel Mahkemeye gönderdiği 11.4.2006 tarihli yazısında yer alan "...Aracın Bornova 3. Noterinin 27.10.1992 tarih ve 53685 sayılı satış sözleşmesi ile... adresini beyan eden Hüseyin adına satışının yapıldığı, ancak şahsın aracı kendi adına tescil ettirmediği, halen kaydının Süheyla ve ortakları adına tescilli olduğu dosyasının tetkikinden anlaşılmış olup..." şeklindeki ifadeden, satış sözleşmesinin ilgili noterce Trafik Tescil Şube Müdürlüğüne bildirilmiş olduğu, ancak, alıcı davalının aracı kendi üzerine tescil ettirmediği, o nedenle araç kaydının davacılar üzerinde kaldığı açıkça anlaşılmaktadır. Buraya kadar yapılan açıklamaların ortaya koyduğu sonuç şudur: Taraflar arasında, davacılara ait aracın davalıya satılması konusunda; 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 20. maddesinin (d) fıkrasının emrettiği resmi şekle uygun olarak, 27.10.1992 tarihli satış sözleşmesi düzenlenmiş ve sözleşme, noter tarafından ilgili tescil kuruluşuna bildirilmiştir. Tescil kuruluşunun (İzmir Emniyet Müdürlüğü Trafik Tescil Şube Müdürlüğünün), bu bildirime ve hatta davacıların satıştan uzun bir süre sonra verdiği 8.2.2005 günlü dilekçeye rağmen, aracı davalı alıcı adına tescil etmediği ve bu yönde işlem yapmak için, satış sözleşmesiyle birlikte mahkeme kararının ibrazını şart koştuğu anlaşılmaktadır. Belirtilmelidir ki; yukarıda değinilmiş olan, trafiğe kayıtlı araç satımına ilişkin yasal düzenleme uyarınca, resmi şekle uygun olarak düzenlenen satış sözleşmesiyle birlikte araç mülkiyeti alıcısına geçer; mülkiyetin devriyle ilgili olarak trafik kaydında ilgili idarece yapılacak işlem, inşai (kurucu) değil; izhari (bildirici) niteliktedir. Dolayısıyla, böylesi bir işlemin yapılmamış olması, mülkiyetin alıcıya geçmediğinin kabulünü gerektirmez. Somut olayda, taraflar arasındaki 27.10.1992 tarihli satış sözleşmesiyle birlikte araç mülkiyeti, o tarih itibariyle davalı alıcıya geçmiştir. Davalı alıcının, aracı kendisi adına tescil ettirmek üzere ilgili tescil kuruluşuna başvurmamış olması, sözleşme tarihi itibariyle Kanun gereği kendiliğinden oluşan bu sonuca etkili değildir. Hal böyle olunca, somut olayda davacıların yapması gereken, mülkiyetin devrini sağlayan satış sözleşmesini ibraz etmek suretiyle, sözleşme tarihinden itibaren geçerli olmak üzere araç kaydının kendileri üzerinden terkinini ve aracın davalı adına tescilini dava dışı İzmir Emniyet Müdürlüğü Trafik Tescil Şube Müdürlüğünden istemek; bu istek reddedildiği takdirde, idari işlem niteliğinde olacağı açık bulunan bu ret işlemine karşı, idari yargıda iptal istemiyle dava açmaktır.Nitekim, davacıların eldeki davadan önce, 8.2.2005 günlü dilekçeyle idareye bu yönde bir başvuruda bulundukları; hatta, zımni ret niteliğinde gördükleri işlemin (21.11.2005 günlü yazı cevabının) iptali istemiyle, İzmir 4. İdare Mahkemesinin 2005/615 esasında kayıtlı davayı açtıkları dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Davacıların idari yargıdaki o davanın sonuçlanmasını beklemeleri gerekirken; satış sözleşmesindeki alıcı tarafı hasım göstermek suretiyle, mülkiyetin davalıya geçmiş bulunduğunun tespiti istemiyle adli yargıda açtıkları eldeki dava dinlenebilir (mesmu) değildir.Yerel Mahkemenin aynı gerekçeye dayalı direnme kararının usul ve yasaya uygun bulunduğu ve onanması gerektiği görüşünde olduğumdan, sayın çoğunluğun aksi yöndeki görüşüne katılmıyorum. Zeki AKAR Birinci Başkan Vekili 45 YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ KARARLARI T.C. YARGITAY BİRİNCİ HUKUK DAİRESİ Esas No : 1974/1497 Karar No : 1974/2061 Tarih : 26.03.1974 • VEKALETNAME DÜZENLENMESİNDE HATA ÖZET : Satış esas tutulan vekaletname sahte değildir. Davacı ile nikahsız kocasının notere bir vekaletname tanzim ettirmek maksadıyla gittikleri, noterin davacının nikahsız kocasına satış yetkisini veren bir vekaletname tanzim ettiği; davacının önce vekile böyle bir yetki verilmesine razı olmadığını söylediği halde satış bedelinin kendisine ödenmesi kaydıyla itirazından vazgeçerek vekaletnameyi imza ettiği anlaşılmaktadır. Bu şekilde düzenlenen vekaletnamede davacının hataya düşürüldüğü, davalının vekil ile birlikte hareket ederek böyle bir vekaletnamenin alınmasını sağladığı, vekil ile davalı arasında hileli satıştan yarar sağlayacak yakın bir ilişkinin mevcut olduğu tesbit edilemediğine göre davanın reddi gereklidir. T.C. YARGITAY 1. Hukuk Dairesi E:1983/13715 K:1983/13784 T:19.12.1983 DAVA : Taraflar arasında görülen davada; davacı vekili, 11274 parsel sayılı Taşınmazın müvekkiline ait 1/2 yarı yapına ilişkin olarak davalılardan Yusuf'a yapılan temlikte kullanılan vekaletnamenin sahte olduğunu, böylece temlikin yokluk ifade ettiğini ileri sürerek, tapu iptal ve tescil isteğinde bulunmuştur. Davalı taraf, davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, Davanın kabulüne karar verilmiştir. Kararın temyizen incelenmesi süresinde davalı Yusuf vekili tarafından istenilmekle; dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü: KARAR : Davacı, 11274 parsel sayılı taşınmazın kendisine ait davaya konu payının sahte vekaletnameye dayanılarak vekil aracılığıyla davalı Yusuf'a temlik edildiğini ileri sürüp, temliki tasarrufun iptalini istemiştir. Davalı, iddianın doğru olmadığını savunmuş, MK.nun 931. maddesi hükmünce iyiniyetinin korunması gerektiğini bildirmiştir. Davacının kayden maliki bulunduğu dava konusu payın davalıya satış yoluyla temlikinde kullanılan 12.5.1978 tarihli vekaletnamenin davacı yönünden bir hüküm taşımayan sahte vekaletnamenin davacı yönünden bir hüküm taşımayan sahte vekaletname olduğu kuşkuya yer bırakmayacak biçimde kanıtlanmıştır. Bu itibarla mahkemenin sahtelik iddiası hakkındaki değerlendirmesi ve kabulü dosya içeriğine, toplanan delillere, uygundur ve doğrudur. Öte yandan, olayda davalının MK.nun 931. maddesi hükmünde yararlanmasına yasal olanak bulunmadığı gerek öğretide, gerekse yargısal uygulamada açıkça 46 vurgulanmıştır. Nitekim bu görüş ve düşünce öğretide "iyiniyet, tapu sicilindeki kaydın doğruluğuna ilişkin olmalıdır. Tapu sicilinin kapsamı içine girmeyen konulara ait iyiniyet durumu, bu madde hükmü ile korunamaz. Sahte bir vekaletnameye dayanılarak yapılan satış işleminde alıcı bu maddeye dayanmak suretiyle iktisabın geçerli olduğunu ileri süremez. Tasarrufta bulunan kişinin hukuki yeteneği, kimliği, temsile olan yetkisi gibi kişisel özelliklerin bu maddede sözü edilen iyiniyetli korunma ile ilgisi yoktur" denilerek ifade edilmiş; (Homberger, S. 416-418, Çev. Bertan). Hukuk Genel Kurulu'nun 12.10.1968 tarih, 1967/1-21 esas, 687 sayılı kararında da "Tapulu gayrimenkul mülkiyetinin başka bir şahsa geçmesi hukukun geçerli tasarrufa dayanan tescil işleminin mevcudiyetini gerektirir. Gayrimenkul mülkiyetini nakleden akitler sebebe bağlıdır. Sebep mevcut olmadıkça mülkiyetin nakledilmiş olduğu düşünülemez. Satış suretiyle mülkiyet hakkının nakledilmiş olduğu ve davalının gayrimenkulü iktisap ettiği ancak geçerli bir akdin ve tasarrufun mevcut olması halinde kabul olunabilir. Olayda ne davacının ve ne de vekilinin yaptığı geçerli bir satış akti bulunmamaktadır. Tescil gerçek satışa değil, sahte vekaletname ile yapılmış satışa dayanmakta olup sebep ve illetten mahrumdur. O halde, olayda davalının gayrimenkulü iktisap ettiği düşünülemez. İktisap mevcut olmayınca davalının iyi niyetli olması sonucu değiştiremez. Davalı, tapu kaydına iyi niyetle dayanan kimse durumunda değildir. Sadece noterin yaptığı vekaletnameye dayanan bir kimse durumundadır. Vekaletnameye dayanan bir kimsenin iyi niyetli bulunması MK.nun 931. maddesinin kapsamına giremez. Sebep ve illetten mahrum bu tescilde davalının iyi niyetli olduğu kabul edilse dahi aslında bu iyi niyet mevcut olmayan tasarrufa hukuki bir sonuç veremez. Olayda MK.nun 931. maddesi uygulanamaz" şeklinde yerini almıştır. SONUÇ : O halde, mahkemece davanın kabulüne karar verilmesi doğrudur. Davalının temyiz itirazı yerinde değildir, reddiyle usul ve yasaya uygun bulunan hükmün ONANMASINA, 19.12.1983 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY 1. Hukuk Dairesi E:1987/6593 K:1987/9335 T:22.10.1987 SAHTE VEKALETNAME HATA-HİLE Davacı, temliki sağlayan vekaletnamenin kendisine okunmadığını veya değişik şekilde okunduğunu ileri sürerek sahteliğini iddia etmedikçe, hata ve hileye düşürüldü günden söz ederek tanık dinletemez. 818 s. BK. m. 23, 24, 28 Taraflar arasında görülen tapu iptali, tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar, davacı tarafından yasal süre içerisinde temyiz edildiğinden; dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü Davacı vekili, ileri derecede yaşlı (80 yaşında) ve hasta olan müvekkilini, üvey evladı bulunan davalılardan Mustafa'nın ~maaşınla ilgili evrak düzenlemesi gerekiyor" diyerek notere götürdüğünü ve ondan (müvekkili davacıdan) hile ile hataya düşürüp, diğer davalı Mehmet'i vekil tayin eden 6.4.1983 günlü vekaletnameyi aldığını, daha sonra maaş ile ilgili evrak düzenleniyor zannedilerek imzalanan vekaletnamenin kullanılması suretiyle müvekkiline ait çekişmeli payın 47 mülkiyetinin iş ve elbirliği içerisinde Mustafa'ya geçirildiğini ileri sürmüş, tapunun iptali isteğinde bulunmuştur. Tapuda çekişmeli paya ilişkin olarak yapılan temlik işlemin (tasarrufun) iptali için açılan bu davaya bakılmakta iken, temlikte kullanılan vekaletnamenin noterlikte müvekkiline okunmadığını bildiren davacı vekili, sahtelik iddiasına dayanarak, bunun( vekaletnamenin) iptalini ayrı bir davaya konu yapmış, Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesi'nin (... Davacı, davaya konu vekaletnamenin iptaline karar verilmesini isterken, bunu taraflar arasında mevcut tapu iptali davasında delil olarak kullanmayı amaçlamıştır. Davacı aynı iddiayı ve gerekse kendi adına yapılan hukuki işlemin gerçekleştirilmiş biçimini tapu iptal davasında da ileri sürmüştür. Tüm iddiaların birlikte ve asıl uyuşmazlık içinde incelenmesinde yarar bulunmaktadır. 0 halde, mahkemenin hukuki yarar ve dava ekonomisi açısından dava dilekçesinin reddine karar verecek yerde işin esasını incelemesi yasaya aykırıdır) şeklindeki bozma kararına uyan yerel mahkeme, o davayı hukuki yarar ve dava ekonomisi noktasından (usuli yönden) reddetmiştir. Hemen belirtmek gerekir ki, davacı temliki sağlayan vekaletnamenin kendisine okunmadığını veya değişik şekilde okunduğunu ileri sürerek sahteliğini iddia etmedikçe hata ve hileye düşürüldüğünden söz ederek tanık dinletemez. Nitekim, anılan ilke, Hukuk Genel Kurulu'nun 5.7.1960 gün ve 1/61-47 sayılı kararında açıklanmış bulunmaktadır. Somut olayda davacı vekili, temliki sağlayan vekaletnamenin müvekkiline okunmadığını, başka amaçla (maaş almak amacıyla) evrak düzenleniyormuşçasına imza alındığını bildirmiş, sahtelik iddiasına açıkça dayanmıştır. Öte yandan, dava dilekçesinde açıklanan maddi olay (vakıa); vekaletnamenin alınışındaki sahtelik iddiası yanında vekaletnamenin kullanılışında da "vekalet görevini kötüye kullanılması iddiasını içermektedir. Gerçekten BK.nun gerek temsile, gerekse vekalet aktine ilişkin hükümlerinden anlaşılacağı üzere, vekaleten temsil yetkisi kural olarak vekalet verenin yararına kullanılmalıdır. Eğer ~ekil, vekaletnameye davalı temsil yetkisini kasten vekalet verenin zararına, kendi yada iş ve elbirliği yaptığı anlaşılan başka birinin yararına kullandığı takdirde yapılan işlem temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalmış olsa bile vekalet vereni (temsil olunanı) bağlamaz. Böyle bir davranışıyla vekil, vekalet görevini kötüye kullanmakta, yetkisini kötüye kullandığını bilerek vekil ile sözleşme yapanda hakkını kötüye kullanan kişi durumuna düşmektedir. Bu itibarla, yerel mahkemece yapılacak iş yanların gösterecekleri tüm delillerin toplanarak davada ileri sürülen iddia ve savunma çerçevesinde değerlendirilmesi ve varılacak sonuca göre bir hüküm kurulmasından ibarettir. Değinildiği biçimde inceleme ve değerlendirilme yapılmadan noksan soruşturmayla yetinilip, yanılgılı gerekçeyle yazılı olduğu üzere davanın reddine karar verilmesi isabetsizdir. Davacının temyiz itirazı yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.nun 428. maddesi gereğince (BOZULMASINA) ve peşin alınan harcın temyiz edene geri verilmesine, 22.10.1987 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. Kaynak:YKD - 1988/5 - Sayfa:615 T.C. YARGITAY 1. Hukuk Dairesi E:1989/2463 K:1989/6435 T:23.05.1989 SAHTE VEKALETNAMEYE DAYANILARAK YAPILAN SATIŞ TAPU İPTALİ VE TESCİL Sahte bir vekaletnameye dayanılarak yapılan satış işleminde; alıcı, Medeni Yasanın 931. maddesine tutunmak suretiyle edinmesinin (iktisabının) geçerli olduğunu ileri süremez. 743 s. MK. m. 931 48 Yanlar arasında görülen davada; Davacı, 2778 Parsel sayılı taşınmazdaki 10.000/159300 payının davalıya satışı işleminin sahtecilik hukuksal nedeniyle illetli olduğundan, tapu iptal ve tescil isteğinde bulunmuştur. Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır. Mahkemece, davalı Nevzat hakkındaki davanın husumet yöneltilemeyeceği ve davalı kooperatif hakkındaki davanın ise yerinde görülmediği gerekçesiyle reddine dair verilen karar, yasal süresi içerisinde duruşmalı inceleme yapılması isteği ile davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; dosya incelenerek, gereği görüşülüp düşünüldü: Dava, sahtecilik hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir. Bilindiği üzere, Medeni Yasanın 931. maddesiyle korunan iyiniyet, tapu sicilindeki kaydın doğruluğuna ilişkindir. Tapu sicili kapsamına girmeyen belgeye dayalı iyiniyetten söz edilemez. Diğer bir anlatımla, sahte bir vekaletnameye dayanılarak yapılan satış işleminde alıcı, anılan 931. maddeye tutunmak suretiyle edinmesinin (iktisabının) geçerli olduğunu ileri süremez. Somut olayda, davacının verdiği İstanbul Dördüncü Noterliği'nce düzenlenen 20.3.1984 gun, 7351 yevmiye numaralı vekaletnamenin Antalya Birinci Noterliği'nce çıkarılan 27.2.1985 tarih, 21235 sayılı örneğine (suretine) asıl vekaletnamede bulunmayan "... başkalarını da tevkil, teşrik, azle yetkili olmak üzere ..." sözcüklerinin sahte olarak eklendiği, bu örnek vekaletnameye dayanılarak İstanbul Altıncı Noterliği'nde düzenlenen 6.3.9985 gün, 34379 yevmiye numaralı vekaletname ile davalı Nevzat'ın "tevkil" edildiği ve bunun tarafından da çekişmeli taşınmazdaki davacıya ait payın diğer davalı kooperatife satış suretiyle temlik edildiği tartışmasızdır. Bu husus, yanların ve mahkemenin de kabulündedir. Hal böyle olunca, davanın kabul edilmesi gerekirken, kanıtların değerlendirilmesinde yanılgıya düşülerek yazılı gerekçe ile reddedilmesi isabetsizdir. Davacı vekilinin temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.nun 428. maddesi uyarınca (BOZULMASINA), 16.5.1989 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 100.000 lira duruşma avukatlık parasının temyiz edilenden tahsiline ve peşin alınan harcın temyiz edene geri verilmesine, 23.5.1989 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. Kaynak:YKD - 1991/2 - Sayfa:170 49 T.C. YARGITAY 1. Hukuk Dairesi E:1989/2783 K:1989/5244 T:27.04.1989 SAHTE VEKALETNAME TAPU İPTALİ YAN TUTMA Sahte vekaletname ile mülkiyetinin devri [nakli] sağlanan taşınmaza ilişkin tapunun iptali için açılacak davada, kural olarak tapu kayıt malikinin yan tutulması [husumet tevcihi] gerekir. Ayrıca noterin yan tutulmasında yasal zorunluluk yoktur. 1086 s. HUMK m. 38 Teraf1ar arasında görülen Tapu iptali ve tescil davası sonunda, Yerel Mahkemece, davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar, yasal süre içersinde davalılardan Yusuf tarafından temyiz edildiğinden; dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü: Davacı, davaya konu taşınmazının mülkiyetinin sahte işlemlere başvurulup sağlanan vekaletnameye dayanılarak davalı Halil'e aktarıldığını onun adına yolsuz bir kayıt oluşturulduğu, bu işleme davalılardan noterin de denetim görevini özenle yerine getirmemek suretiyle (ihmali hareketiyle) katıldığını ileri sürmüş, tapu iptal ve tescil isteğinde bulunmuştur. Gerçekten, davada ileri sürülen sahtecilik, iddiası, dosya içeriği ve toplanan delillerle kanıtlanmıştır. 0 nedenle, davanın kabul edilmiş olmasında bir isabetsizlik yoktur. Ne var ki, değinilen türdeki iptal davalarının kural olarak tapu kayıt maliki ya da malikleri aleyhine açılması gerekmekte olup, böyle bir davada notere husumet yönelmesinde yasal zorunluluk bulunmamaktadır. Elbette koşullarının oluşması durumunda noterin, gerek kendi yasasına, gerekse genel hükümlere göre sorumlulukları olabilir. 0 halde, yukarıda açıklanan hususlar gözetilerek noter hakkındaki davanın husumet yönünden reddine karar verilmesi gerekirken onun hakkında da davanın kabul edilmesi doğru değildir. Davalılardan noterin temyiz itirazı yerindedir. Kabulüyle hükmün belirtilen nedenden ötürü HUMK.nun 428. maddesi gereğince (BOZULMASINA), alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 27.4.1989 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. Kaynak:YKD - 1989/11 - Sayfa:1544 50 YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ KARARLARI T.C. YARGITAY 2.Hukuk Dairesi Sayı: Esas 69/2395 Karar 69/2562 Özet:Vasiyetçinin Türkçe bilmemesi halinde konuştuğu dili bilen noter'in o dille vasiyetname düzenlemesi mümkündür. Şahitlerin de o dili bilmeleri zorunlu değildir. Noterin tercümesi ile vasiyetçinin beyanlarını şahitlerin anlamaları yeterlidir. Not: 23.1.1970 T. 7125-489 sayılı kararla bu görüşten vazgeçilmiştir. Adile Erişen tarafından Henri Geron Kızılay Genel Müdürlüğü Balat Orhayım Musevi Hastahanesi yetimleri koruma ve barındırma cemiyeti ve Raul Benmair aleyhlerine açılan vasiyetnamenin iptali davasının, Henri Kayyımı Avukat Erol Keskinel 'in müdahalesiyle yapılan muhakemesi sonunda; iddia sübuta erdiğinden İstanbul Beşiktaş noterliği tanzim olunan 20.11.1957 gün ve 16257 sayılı vasiyetnamenin iptaline dair verilen yukarıda tarih ve numarası yazılı hükmün temyizen tetkiki taraflar ve tetkikatın duruşmalı olarak yapılmasıda davacı Adile Erisen ve davalılardan Balat Orhayım hastahanesi yetimleri koruma cemiyeti ve Henri Geron taraflarından istenilmiş ve dava murafaaya tabi mesailden bulunmamış isede niteliği itibariyle taraflardan gerekli bilgi alınmak üzere resen duruşmaya tabi tutularak duruşma için tayin edilen günde mümeyyiz davalılar Kızılay genel müdürlüğü vekili Avukat Ekrem Atabey ve Henri Geron vekili Avukat Naci Uluger ve Balat Orhayım Hastahanesi vekili Avukat Rasih Yeğengil ve mümeyyiz davacı Adile Erişen vekil Avukat Esat Öztek geldiler. Tebligata rağmen mümeyyiz davalılar Raul Benmair ve yetimleri koruma ve barındırma cemiyeti ve mümeyyezünaley Henri Kayyımı Avukat Erol Keskinel adlarına kimse gelmedi. Gelenlerin konuşmaları bittikten sonra vaktin yetersizliğinden ötürü işin incelenerek karara bağlanması için başka güne bırakılması uygun görüldü. Ahiren evrak okunup vasiyetçi Willi Gereiver tarafından Beşiktaş noterliğince tanzim ettirilmiş bulunan 20.1.1957 gün ve 16257 sayılı vasiyetnamenin Türkçe ve Fransızca nüshalarından birer onanlı suretlerinin evrakla birleştirilerek dosyanın geri çevrilmesi için mahalline gönderilmiştir. Bu noksan ikmal edilerek iade edilmekle dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü. 1-Davacının; mahkemeden talebine uygun olarak verilen böylece lehine tahsis olunan hükmün gerekçelerini temyize yetkisi yoktur. Bu sebeple davacı vekilinin hükmün gerekçelerine ilişkin temyiz itirazlarının reddine, 2-Davalıların temyizlerine gelince: Dava, Willi Greivver tarafından Beşiktaş noterliğine tanzim ettirilen 20.11.1957 tarihli vasiyetnamenin şekil şartındaki kanuna aykırılık yönünden iptali istenmiştir. Mahkemece karar yerinde ileri sürülen itirazlar birer birer ele alınarak reddedilmiş ancak vasiyetçinin Türkçe okur yazar olduğunun vasiyetname muhtevasından ve tasdik şerhinden anlaşılmaması ve vasiyetnamenin tanzim şekli şekil şartını ihlal eder mahiyette olduğundan bahis ile vasiyetnamenin iptaline karar verilmiştir. 51 Dosyada mevcut 20.11.1957 tarihli vasiyetnamenin onanlı örneğinden Willi Grevver tarafından Notere Fransızca takrir edildiği ve noter tarafından Fransızca olarak kaleme alındığı keza noter Fransızca bildiğinden kendisi tarafından Türkçeye çevrildiği anlaşılmaktadır. Vasiyetçinin son arzularının resmi memura naklinde Medeni Kanunun muayyen bir şekil tayin etmemiştir. Vasiyetçinin arzusunu nakletmesi (takriri) ayrı bir muamele, takrire göre senedin resmi memur noterce tanzimi ise ayrı bir muameledir. Bu nedenle Noterin dil bilmesi halinde vasiyetnameyi kendisinin tercüme etmesinde kanuna aykırı bir yön görülmemiştir. Vasiyetname tanzimi hususunda Medeni Kanun özel kanundur. Bu itibarla hadisede bu özel kanunun hükümlerinin uygulanması gerekir. Noter K. nun olayda uygulanması mümkün bulunmamıştır. Vasiyetnamenin tanzimi ve şahadet edecek kimselerin, vasiyetçinin takrir muhtevasını buna binaende, takrirde kullandığı lisanı bilmelerine kanuni mecburiyet yoktur. Medeni Kanunun 481. maddesi hükmünce vasiyetnameye imza konulduktan sonra vasiyetçinin, vasiyetnameyi okuduğunu ve vasiyetnamenin son arzularını muhtevi olduğunu resmi memur huzurunda iki tanığa ana dili ile beyan etmesi, lisan bilen noterin bu beyanı Türkçeye çevirerek tanıklara intikal ettirmesi, şahitlerin bu şekilde kendilerine intikal eden beyanı imza etmeleri kafidir. Nitekim vasiyetnamede noter tarafından vasiyetçinin bu beyanı evvela Türkçe sonrada Fransızca olarak yazılmış sonrada tanıkların kanuna uygun şerhleri yazılıp imzalattırılmıştır. Vasiyetçinin beyanının evvela Türkçe sonrada Fransızca yazılmış olması şekil şartına aykırı bulunmamıştır. Kaldı ki vasiyetçinin bu beyanı yapacak kadar yani vasiyetnamenin son arzularına uygun olarak tanzim edildiğini şahitlere bildirecek kadar Türkçe de bildiği dosya münderecatından anlaşılmaktadır. Söz konusu vasiyetnamenin incelenmesinde Medeni Kanunun hükümlerine aykırı bir husus ihtiva etmediği bir şekil şartı noksanı bulunmadığı görülmüştür. Ayrıca noter tarafından yapılan tercümenin aslına aykırılığı da ileri sürülmemiştir. Bu durumda davanın reddi gerekirken kararda yazılı görüş ve düşüncelerle davanın kabulüyle vasiyetnamenin iptali yolsuz olduğundan açıklanan sebeplerle hükmün BOZULMASINA, ve duruşma için takdir olunan 65 lira vekalet ücretinin ileride haksız çıkacak taraftan alınmasına 13.5.1969 tarihinde oy birliğiyle karar verildi. Başkan Üye Üye Üye Üye N.Gürsel B.Enten A.Esmer H.Atasoy H.Yazıcı T.C YARGITAY 2.Hukuk Dairesi Esas : 1970/2711 Karar : 1970/4508 Tarih : 11.09.1970 ÖZET : Daktilo ile yazılan ancak altı miras bırakan tarafından imzalanan vasiyetname el yazısı ile vasiyetname kabul edilmez. (743 sayılı MK. m. 485, 486, 487) KARAR METNİ : M.İmancı ve arkadaşları tarafından B.Kaplan ve rüfekası aleyhine açılan vasiyetnamenin iptali davasının bozma ilamına uyularak yapılan muhakemesi sonunda iddia subuta ermediğinden davanın reddine dair verilen yukarda gün ve numarası yazılı hükmün temyizen murafaa icrası suretiyle incelenmesi davacılar tarafından istenilmişse de, dava mahiyeti itibarı ile duruşmaya tabi mevaddan olmadığından duruşma talebinin reddine karar verildikten sonra evrak okunarak gereği düşünüldü: 52 Davacılar Amerika da düzenlenen vasiyetnamenin şekil şartlarından yoksun bulunduğundan ve murisin yetersizliğinden bahisle iptalini istemişlerdir. Mahkemece sözü edilen vasiyetname Amerika da Massachusetts eyaletinde o yer kanunlarına göre yapılmış bir vasiyetname olduğu kabul edilerek murisin yetersizliği de subuta ermediğinden söz edilerek davanın reddine karar verilmiştir. Dairece yapılan inceleme sonunda: murisin yetersizliği hususunda gerekli araştırma ve soruşturma yapılmadığına işaret edilerek, diğer yönleri tetkikine yer olmadığına ve hükmün bu nedenle bozulmasına karar verilmiştir. Mahkemece bozmaya uyulmuş gerekli inceleme yapılmış murisin akli maluliyet subuta ermediği gerekçesiyle dava bu yönden tekrar reddedilmiştir. Murisin ehliyeti yönünden bozulan hükme mahkemece uyulmuş ve bozma dairesinde bu bakımdan yeniden hüküm tesis edilmiş olduğundan davacıları bu yöne karşı ileri sürdükleri temyiz itirazları yerinde bulunmamıştır. Sözü geçen vasiyetname Amerika'nın Massachusetts eyaletinde daktilo makinesiyle özel biçimde yazılmış ve muris tarafından altı imza edilmiştir. Bu vasiyetname adı geçen eyalet kanunlarına göre usulü dairesinde tanzim edilmişse de Medeni Yasanın hükümlerine göre el ile tanzim edilecek vasiyetnameler hakkında ayrı bir şekil şartı kabul edilmiştir. Muris Türk uyruğunda bulunduğuna göre el yazısı ile vasiyetnamesini Medeni Yasanın 485. maddesi hükmü dairesinde düzenlenmesi gerekirdi. Buna herhangi bir engel yok iken anılan eyalet kanunlarına göre düzenlenmiş olan söz konusu vasiyetname Medeni Kanunumuzda yazılı şekil şartlarını muhtevi bir vasiyetname olarak kabul edilen mahkemece vasiyetnamelerin geçerli olmasında locus reğit aktum ana prensibi göz önünde tutulmadan bu yönden bir inceleme yapılmadan davanın reddedilmesinde isabet bulunmadığından hüküm yukarda açıklanan nedenlerle (BOZULMASINA) 11/09/1970 gününde oy birliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY 2.Hukuk Dairesi Sayı: Esas Karar 70/7125 70/489 Özet:Türkçe bilmeyen kişinin bildiği dille notere beyanda bulunması ve o dille resmi vasiyetname düzenlenmesi mümkün ise de, vasiyetçinin şahitlerle ne suretle anlaştığının da vasiyetnameye derci gerekir. Not: 13.5.1969 tarih 2395-2562 Sayılı karara bakınız. Adile Erişen ile Henri Geron, Kızılay Genel Müdürlüğü, Balat Orhayım Musevi Hastahanesi yetimleri koruma ve barındırma cemiyeti ve Raül Benmair aralarındaki vasiyetname iptali davasına dair verilen 16.7.968 gün ve 358/583 sayılı hükmün dairenin 13.5.1969 tarih ve 2395/2562 sayılı Hamiyle bozulmasına karar verilmişti. Adı geçen kararın düzeltilmesi davacı tarafından istenilmekle dosyadaki kağıtlar okunup gereği düşünüldü. Vasiyetçinin iptal davasına konu vasiyetnamede hükümsüz olduğunu söylediği mukaddem tarihli bir vasiyetname metni onun ölüme bağlı tasarrufa bulunabilecek kadar Türkçe bilmediği sarahaten tesbit ettiği gibi, bu defa dahi son arzularını ancak tercüman vasıtasıyla ifade edebildiğine göre, mahkemenin vasiyetçi Türkçe bilmediği yolundaki kabulü, hükme temel maddi yön olarak isabetlidir. Bundan başka kişisel iradenin dosdoğru tesbit edilmesini sağlama amacı gereğince yabancı dil konuşan bir kimsenin açıklamalarını Türkçeye çevirme yoluna baş vurarak yapılması öngörülmüş bir vasiyetnamede bu yüzden ortaya çıkan şekli noksanını ört bas edebilmek için bu kimsenin esasen Türk dilini yeteri kadar bildiği vakıasından faydalanmaya kalkışmakta hukuka ve iyi niyet ve doğruluk kurallarına uygun bir tutum ve davranış sayılamaz. Bu durumda vasiyetnameyi tanzim eden Noter Fransız dilini bizzat bildiğinden bahisle vasiyetçinin son arzularını Fransızca olarak vasiyetname metnine derç ve vasiyetçiye okumuş olduğunu beyan etmesi, vasiyetçinin de 53 noter tarafından Fransızca tesbit edilen vasiyetnameye Türkçe tercümesi dahi yazılmış son arzularının kendisine okunduğunu ve hazırlanan metni muvafık gördüğü yolundaki iradesini ifade eylemiş bulunması Türkiye de düzenlenmiş resmi bir vasiyetname için yeterli olmayıp, bu onaylama iradesinin vasiyetçi tarafından tanıklara Fransızca mı yoksa tercüme edilerek Türkçemi yada işaret sureti ilemi bildirildiği yolunda tanıkların tasdik meşruhatında da açıklama mevcut olması gerekir. Medeni Kanunumuzun 481. maddesinde tanık meşruhatının vasiyetçi tarafından yapılan olumlu bir irade bildirimine şahadeti ihtiva etmesini zorunlu gösteren hükmün anlamı budur. Türkiye de, yapılmış resmi vasiyetname metnine Fransız diliyle düzenlenmiş bir ölüme bağlı tasarruf formülünün muteberiyet için hiçte lüzumlu değilken olduğu gibi geçirilmesi tanıklarca yapılacak tasdik şerhinin dahi vasiyetçi tarafından açıklanan olumlu idare kendilerine hangi dilde intikal ettirildiğini belirtmesi zorunluluğunu ister istemez doğurmaktadır. Aksi taktirde, Türkçeden başka dil bilmeyen tanıkların tasdik meşruhatını kontrol etmek ve onların tanıklık ettikleri konuya en basit bir ölçü ile vukuf peyda etmiş olup olmadıklarını ve resmi vesikanın ciddiyet derecesini anlamak imkansızlaşır. Tanıklarca nasıl olup da anlaşıldığını kestiremiyorsak, müteveffanın irade bildirim veya beyanını onların gerçekten öğrenip tasdik edecekleri sonucunu çıkaramayız. Ve bu işlemin ciddi ve emniyet verici şartlar altında yerine getirildiğini de kabul edemeyiz. O halde ise geçerli bir tasdik şerhi yok demektir. Dava konusu vasiyetnamenin 481. maddedeki şekle riayetsizlik teşkil eden yönü işte burasıdır. Gerçekten Yargıtay 2. Hukuk Dairesi olarak 12.11.1965 tarih ve 5008 esas, 5432 karar sayılı ilamla belirtilen görüşteki gibi, şahitlerin verecekleri meşrubat bitince vasiyetname son bulur ve fazla olarak Noterin nihai ve genel tasdik meşruhatına ihtiyaç yoktur. Amma, tanıklar için düzenlenecek tasdik şerhinin ciddiyeti riayet olunması gereken bir temel kuraldır ve Noter huzurunda vasiyetçi tarafından, vasiyetname metni hakkında yapılacak olumlu beyan, resmi dil olan Türkçeye çevrildiği ve Türkçe olarak tanıkların ıttılaına ulaştığı yalnız Türk dilini bilen bu tanıklarca tasdik edilmiş olmak en önemli muteberiyet şartıdır. Bu düşüncelerledir ki iptal hakkındaki karar sonucu bakımından doğru ve onama gerekli iken bozma yoluna gidilmesi yanlışlığa müstenit görülmüş ve düzeltme isteği haklı bulunmuş olmakla, dairece bozmaya ilişkin olarak verilen evvelki kararın kaldırılmasına ve mahalli mahkeme hükmünün (ONANMASINA) ve aşağıda yazılı ilam harcının peşin alınan harçtan mahsubuna 23.1.1970 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi. Başkan V. Üye Üye Üye Üye N.Gürsel F.M.Alperen B.Erten R.Süray H.Atasoy (muhalif) (muhalif) MUHALEFET ŞERHİ Bozma kararındaki esbabı mucibeler dairesinde karar düzeltme talebinin reddi mütalaasındayız. Başkan V. Üye N.Gürsel B.Ertan T.C. YARGITAY 2.Hukuk Dairesi Sayı YARGITAY İLAMI Esas Karar 72/5977 72/6472 17.11.1972 Özet:Vasiyetnameden rücu da vasiyetname şekillerinden birine uygun olmalıdır. Şekle aykırı noter tesbiti ile vasiyetten rücu edilmiş olmaz. Kadriye Kentmen tarafından Sabire Seher Kentmen ve arkadaşları aleyhlerine acilen tasarrufun iptali davasının yapılan muhakemesi sonunda davanın reddine dair verilen yukarıda tarih ve numarası yazılı hükmün temyizen murafaa icrası suretiyle tetkiki davacı tarafından istenilmekle 54 duruşma için tayin olunan günde mümeyyiz vekili Av. Kerim Tevfik Alyot ve mümeyyezünaleyhler vekili Av. Yılmaz Dedeoğlu geldiler. Gelenlerin konuşmaları dinlendikten sonra işin incelenerek karara bağlanması için başka güne bırakılması uygun görüldü. Bugün dosyadaki bütün kağıtlar okunup iş anlaşıldıktan sonra gereği görüşülüp düşünüldü. Dava, müteveffa Selim Kantmen'in rücu ile ilgili 16 Temmuz 1969 günlü tasarrufunun geçerli olmaması sebebiyle 14 Nisan 1956 tarihli vasiyetinin lüzum ve hüküm ifade ettiğinin tesbitine ilişkindir. Müteveffa Selim Kantmen 16.7.1969 günü Bakırköy 2. Noterliğine başvurarak gördüğü lüzum üzerine 14.4.1956 günlü vasiyetnamesini fesh eylediğini bildirmiş, Noter bu beyanı tanıklar önünde tesbit etmiş, işbu irade beyanını Selim ve tanıkların müşterek imzalarıyla tevsik eylemiştir. Musaleh vekili ve tarz bir irade beyanının vasiyet hükümlerini ortadan kaldırmayacağını ileri sürerek dava açmış, davalı taraf ise aksini savunmuştur. Böylece uyuşmazlık, yukarıda açıklanan belgenin hukuki sonuç doğurmaya elverişli bir nitelik taşıyıp taşımadığı noktasında düğümlenmiştir. Vasiyetçi, vasiyet için kanunda yazılı şekillerden biriyle vasiyetinden her zaman rücu edebilir (M.K. 489). Kanun metninden açıkça anlaşıldığı üzere rücuun, vasiyetin yapıldığı şekle uyulmak suretiyle vukuuna lüzum olmayıp, vasiyet için kanunda öngörülen şekillerden birinin seçilmesi ile vasiyetten dönülmesi mümkündür. Mesela: Resmi vasiyetten, el yazısı ile düzenlenmiş vasiyetle dönülebileceği gibi, el yazısı vasiyetten de resmi vasiyet şekliyle dönülebilir. 489. madde hükmü emredici nitelik taşıdığı için, aksine hareket tasarrufu geçersiz kılar. Çünkü; Medeni Kanunun 5. maddesi delaletiyle Borçlar Kanununa ait hükümler Medeni Hukuk ilişkilerinde de uygulanır. Kanunun emrettiği şekle uyulmadan yapılan işlemler geçersiz olur (B.K. 11). Mademki kanun koyucu vasiyet şekillerinden birisiyle vasiyetten rücuu gerekli bulmuştur. 0 halde, bu şekle uyulmadıkça rücu hüküm ifade etmez. İlmi ve kazai içtihatlar da bu konuda ittifak halindedir. (Dr. İlhan Öztırak, Tek Taraflı Ölüme Bağlı Tasarruflardan Rücu 1964, S. 32-35, Prof Zahit İmre, Türk Miras Hukuku, 1968 S. 149, Prof. Gönensay Birsen, Miras Hukuku S.113, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 7.1.1946 gün 6211/76 sayılı kararı). Her ne kadar Medeni Kanunun 490. maddesi imha suretiyle rücuu kabule müsait ise de, rücuun bu özel şeklinden hareket edilerek 489. maddeyi amacı dışına taşırmak, yani vasiyet şekillerine uyulmaması halinde dahi rücuu geçerli kılmak caiz ve mümkün değildir. Yukarıda açıklanan belgenin Medeni Kanunun 480. ve sonraki maddelerinde yer alan resmi vasiyet şeklinde uygun olmadığı hususunda tereddüt yoktur. Dayanılan belge müteveffanın rücu iradesini genel olarak notere tesbit için, iradenin açıklanması yeterli olmayıp, rücu için seçilen vasiyet şekline uygun bir belgenin düzenlenmiş olması şarttır. Eğer düzenlemede bir eksiklik varsa rücu iradesi hukuki netice meydana getirmez. Davaya konu 16.7.1969 günlü belge resmi vasiyet niteliğinde bulunmadığına nazaran buna dayanılarak 14.4.1956 günlü vasiyetnamenin geçersizliği ileri sürülemez. Bu itibarla, isteğe uygun hüküm tesisi icap ederken, kanunun açık hükmüne ve içtihatlara aykırı düşünceler benimsenerek davanın reddedilmesi usul ve kanuna aykırıdır. SONUÇ: Temyiz edilen kararın gösterilen sebeplerle BOZULMASINA ve duruşma için takdir olunan sekiz yüz elli lira vekalet ücretinin davalılardan alınıp davacıya verilmesine 17.11.1972 tarihinde oy birliğiyle karar verildi. Başkan Üye Üye Üye Üye Esat Şener B.erten H.Kandilci H.Atasoy M.Aksoy 55 T.C. YARGITAY 2. Hukuk Dairesi E:1977/1882 K:1977/1969 T:08.03.1977 1 - Dava dilekçesinde, Tanık ( A.S.T. ) ile yararına vasiyet yapılan ( M.Ö ) nün kardeş oldukları açıklanmış ve vasiyetnamenin geçersizliği ileri sürülmüştür. Buna rağmen mahkemece, dava dilekçesinde, ( A.S. ) bakımından, bir iddia bulunmadığından söz edilmesi dosyaya aykırı olduğu gibi, gerekçe gösterilmeden Medenî Kanunda, kardeşlerin vasiyetname tanığı olmalarına engel bir hükmün bulunmadığı ifade olunarak davanın red edilmesi de yanlıştır. Medeni Kanun’un 483. maddesinde vasiyet edenin karı veya kocası, usul ve füruu erkek ve kız kardeşleri ile bu kimselerden her birinin karı ve kocasının resmi vasiyetnamenin düzenlenmesi sırasında tanık olarak bulunamayacakları öngörülmüştür. Türk Medeni Kanunu’nun karşılığı olan İsviçre Medeni Kanunu’nun 503. maddesinin son fıkrasına göre, "vasiyetnameyi düzenleyen resmi memur ve tanıklar ile bunların usul ve füruuna, erkek ve kızkardeşlerine veya eşlerine vasiyetnamede bir teberru yapılamaz". Bu hüküm, Türk Medeni Kanunu’na alınmamış olmakla beraber, Medeni Kanun’un 500/2. maddesinde, şekle ait yanlışlığın, vasiyetnamenin düzenlenmesine katılanlara veya ailesi fertlerinden birine teberru yapılmasından ibaret olması halinde, bu teberrunun iptâl olunacağı kabul edilmiş böylece kaynak İsviçre M. Kanunu’nun 503. maddesinde yer alıp da Medenî Kanunun 483. maddesine geçirilmesi ihmal olunan ve bu suretle meydana gelen boşluk doldurulmuş bulunmaktadır. İlmi ve kazai içtihatlar da bu doğrultudadır. Kaldı ki tereddüt halinde kaynak Kanunun uygulanacağı 20.9.1950 günlü 4/10 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı gereğindendir. Esasen Medenî Kanunun 500/2. maddesi bile uyuşmazlığı çözmeye yeterlidir. Çünkü: Anılan madde "...vasiyetnameye katılanların ailesi fertlerinden birisine yapılan teberru" vasiyeti iptâl için sebep sayılmıştır. Aile kavramı, "füruu, eş ana baba ile kardeşler ve birlikte yaşayan yakın kan ve sıhriyet ilişkisi" olanları kapsar. Olayda tanıklardan ( A.S. ) ile yararına vasiyet yapılan ( M. Ö. ) kardeş olduklarına göre biri ötekinin ( ailesi fertlerinden ) dir. Bu ise, geçersizlik sebebidir. Medeni Kanun#un 500. maddesi gereğince yararına vasiyet yapılan kardeşin vasiyetname düzenlenirken tanık olarak bulunması iptal sebebidir. Eğer, vasiyetnamede başkalarına da teberru yapılsaydı sadece ( M ) ile ilgili bölüm geçersiz olurdu ( M.K.500/2 ). Dava konusu vasiyetnamede ise, ( M ) den başkası yararına bir kazandırma bulunmadığından Medeni Kanun’un 500/1. maddesi gereğince vasiyetnamenin tümünün iptali zorunludur. 2 - Tanıklardan ( A.A.T. ) nin vasiyet edenin eniştesi olduğunda uyuşmazlık yoktur. Her ne kadar vasiyet gününde vasiyetçinin kardeşi ve tanığın eşi olan ( M.M. ) ölmüş ve evlilik ilişkisi ortadan kalkmış ise de, evlenmenin herhangi bir sebeple sona ermesi, sıhri hısımlığı ortadan kaldırmaz. Medeni Kanun#un 18. maddesi, Mahkemenin sandığı gibi sağ kalan karı kocayı ayrık tutmuş değildir. O halde bu şekil eksikliği de iptali gerektirir ( M.K.500 ). 56 T.C. YARGITAY 2. Hukuk Dairesi E:1977/7621 K:1977/7844 T:10.11.1977 HİLE VASİYETNAME 1) Hile bir kimsenin iradesinin gerçek dışında açığa vurulması için ona karşı girişilen eylem ve davranışlardır. 2) Medeni Yasanın 480-482 maddesinde vasiyetnameyi düzenleme yeri yönünden bir geçerlik koşulu öngörülmemiş olup bu hükümler Noterlik Yasasına göre özel hüküm niteliğinde olduğundan Medeni Yasada yazılı biçim eksikliği dışındaki bir nedenle vasiyetname geçersiz sayılmaz. 818 s. BK m. 28 743 s. MK m. 480-482 1512 s. Noterlik K m. 83 (F. E.), (M. P.) ile (5. Ç.) arasındaki tenkis iptal davasının yapılan muhakemesi sonunda verilen hüküm davalı tarafından temyiz edilmekle, evrak okunup gereği düşünüldü 1Dava, ehliyetsizlik sebebine de dayandığı halde mahkemece bu konuda bir inceleme yapılmamış olması doğru değilse de, hükmü davacı temyiz etmediğinden bu yön bozma sebebi sayılmamış, yanlışlığa işaret edilmekle yetinilmiştir. 2- Hile (aldatma), bir kimsenin iradesinin gerçek dışında açığa vurulması için ona karşı girişilen eylem ve davranışlardır. Yani o kişinin gerçeği bilmesi halinde iradesini açıklamaktan kaçınacağı kesin olan hallerde hileden söz edilebilir. Söz gelimi, bir kişi kira konusunda beyanda bulunduğu halde 21 sözleşmeye bu yönün satış şeklinde geçmiş olması gibi, olayda az önce açıklanan kuralın kapsamına giren bir aldatmanın (hilenin varlığını kabule yeterli ve elverişli durum ve deliller yoktur. Şöyle ki : Miras bırakan başlangıçta, ölünceye kadar bakma sözleşmesi yapmayı arzulamış, fakat bundan vazgeçerek resmi vasiyet düzenlettirilmiştir. Görülüyor ki ölüme bağlı tasarrufta bulunan kişi, kendi iradesi ile vasiyet düzenlettirmiştir. Eğer o kimse notere, ölünceye kadar bakma sözleşmesi şeklinde bir irade beyanında bulunduğu halde, iradesi vasiyet biçiminde tesbit edilmiş olsa idi, bu takdirde aldatıldığının kabulü gerekirdi. Oysa miras bırakan ölünceye kadar bakma sözleşmesi yapmaktan kendi isteğiyle yaz geçmiş, resmi vasiyetname düzenleme yolunu seçmiştir. 0 halde aldatmadan söz edilemez. Buna rağmen değerlendirmede yanlışa düşülerek vasiyetnamenin iptal edilmiş olması isabetsizdir. 3- 1512 sayılı Noterlik Kanununun 83. maddesi gereğine göre Noter, zorunluk hallerinde, sebebini açıklayarak, noterlik dairesinin dışında vasiyetname düzenleyebilir. Ne var ki, sebebin belirtilmemiş olması vasiyetnameyi geçersiz kılmayacağı gibi, vasiyetname noterlik dairesinde düzenlenmiş iken, yanlışlıkla başka yerde düzenlendiğinin yazılması veya vasiyet edenin bulunduğu yerde düzenlenen vasiyetnamenin, Noterlikten düzenlendiğine işaret edilmiş bulunması da geçersizlik sebebi değildir. Çünkü : MK.nun 480-482. maddelerinde düzenleme yeri bakımından bir geçerlik şartı öngörülmemiştir. MK.nun bu hükümleri, Noterlik Kanununa göre özel hüküm niteliğinde bulunduğundan, MK. da yazılı şekil eksikliği dışındaki bir sebeple 57 vasiyetname geçersiz sayılamaz. Onun için tanıkların düzenleme yeri konusunda beyanlarının doğruluk ve yanlışlığı üzerinde durulmaya gerek bile yoktur. O halde vasiyetnamenin şekil bakımından iptal edilmiş olması yanlıştır. Yukarıda yazılı gerekçeler karşısında davanın reddi gerekirken iptal kararı verilmiş olması usul ve kanuna aykırıdır. Sonuç: Temyiz edilen kararın gösterilen sebeple (BOZULMASINA) 10. II. 1977 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. Kaynak:YKD - 1979/1 - Sayfa:20 T.C. YARGITAY 2. Hukuk Dairesi E:1978/2992 K:1978/4111 T:25.05.1978 NOTERLİK İŞLEMLERİNDE YASAKLILIK VASİYETNAME DÜZENLEMEYE KATILMA YASAĞI Medeni Yasanın vasiyetnamenin düzenlenmesine katılmaya ilişkin 483. maddesi, Noterlik Yasasının, işlemlerde yasaklılığa ilişkin 76 ve 78. maddelerine oranla daha özel niteliktedir. 743 s. MK m. 483 1512 s. Noterlik K m. 76, 78 (Ş. Y.) ve arkadaşları ile (0. T.) ve arkadaşları arasındaki vasiyetnamenin iptali davasının (F. R. G.)nin de müdahalesiyle yapılan muhakemesi sonunda verilen hüküm temyizen mürafaa icrası suretiyle tetkiki davacılar ve müdahil tarafından istenilmekle dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü MK.nun 483. maddesi, Noterlik Kanununun 76 ve 78. maddelerine oranla daha özel nitelikte bulunduğundan (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 11.3. 1970 günlü, 2/1250-1750 sayılı kararı) bu yöne değinen temyiz itirazı yerinde değildir. Kaynak:YKD - 1979/11 - Sayfa:1554 T.C. YARGITAY 2. Hukuk Dairesi E:1991/6596 K:1991/9044 T:10.06.1991 MİRAS HAKKINDAN İSKAT Mahfuz hisseli mirasçılar, murisin ölüme bağlı tasarrufu ile mirastan iskat edilebilir. Ölüme bağlı tasarruf vasiyetname veya miras sözleşmesi yolu ile yapılır. Resmi vasiyet senedi, iki şahit huzurunda sulh hakimi, noter yahut kanunen bu husus ile tavzif edilen 58 memur tarafından tanzim edilir. Miras hakkından iskatın muteber olması için müteveffa tarafından iskatı amir olan tasarrufta sebebin beyan edilmiş olması lazımdır. 743 s. MK. m. 457, 449, 450, 479 İsmail tarafından açılan vasiyetname tanzimi davasının yapılan muhakemesi sonunda, davanın reddine dair verilen hüküm İsmail tarafından temyiz edilmekle; evrak okunup, gereği görüşülüp düşünüldü: "Mahfuz hisseli mirasçılar, murisin ölüme dağlı tasarrufu ile mirastan iskat edilebilir" (MK. 457). Ölüme bağlı tasarruf, vasiyetname (MK. 449) veya miras sözleşmesi (MK. 450) yolu ile yapılır. "Resmi vasiyet senedi, iki şahit huzurunda sulh hakimi, noter, yahut kanunen bu husus ile tavzif edilen memur tarafından tanzim edilir" (MK. 479). "Miras hakkından iskatın muteber olması için müteveffa tarafından iskatı amir olan tasarrufta sebebin beyan edilmiş olması lazımdır. İskat edilen kimse tarafından itiraz vukuunda bu beyanın doğruluğunu ispat külfeti ıskattan müstefit olan mirasçıya veya lehine vasiyet yapılan kimseye aittir. Bu beyine, ikame edilmemiş veya iskatın sebebi beyan olunmamış ise muteveffanın arzuları, ıskatın sebebi hakkında aşikar bir hatanın neticesi olmadıkça, tasarruf nisabı miktarınca infaz olunur" (MK. 459). Ölüme bağlı tasarruflar iptal olunabilir (MK. 499) ve iptal edilinceye kadar geçerlidir. Görüldüğü gibi kanun, ölüme bağlı tasarrufla iskat yapılırken murisin iradesine başka bir iradenin inzimamını öngörmemiştir. Tasarrufta şu veya bu yönde eksik bilgi verilmesi veya eksik yahut hatalı bilgiye dayanılması, tasarrufa ait belgenin düzenlenmesini red etme yetkisini hakime veya notere vermemiştir. Bu hallerin müeyyidesi, iskatın, tenkisi gerekli bir vasiyetname haline dönüşmesinden ibarettir. Bu yönler gözetilmeden, murisin ortaya koyduğu olayların iskat sebebi olamayacağından söz edilerek vasiyetname düzenleme isteğinin reddi doğru bulunmamıştır. S o n u ç : Vasiyetçinin temyiz itirazının bu sebeplerle kabulü ile sulh hakiminin red kararının (BOZULMASINA), 10.6.1991 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. Kaynak:YKD - 1991/11 - Sayfa:1636 T.C. YARGITAY 2. Hukuk Dairesi E:1996/1471 K:1996/3555 T:02.04.1996 OKUMA YAZMA BİLMEYENLER RESMİ VASİYETİN GEÇERLİLİĞİ Okuma yazma bilmeyenler için resmi vasiyetin geçerliliği, Medeni Kanunun 482. maddesine uygun olarak yapılmasıyla mümkündür. Noterlerce düzenlenen resmi belgeler, sahteliği sabit oluncaya kadar geçerlidir. Yasal koşulları uygulamadan resmi belge düzenleyen noter hakkında, C. Savcılığına suç duyurusu yapılarak soruşturma sonucu doğrultusunda bir hüküm kurulması gerekir. 743 s. MK. m. 482 Taraf1ar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda , mahalli mahkemece verilen hükmün temyizen mürafaa icrası suretiyle tetkiki istenilmekle; dosyadaki bütün kağıtlar okunup, gereği görüşülüp düşünüldü: 59 Okuma yazma bilmeyenler için resmi vasiyetin geçerliliği, Medeni Kanunun 482. maddesine uygun olarak yapılmasıyla mümkündür. Yasanın amir hükmü gereği noterin, düzenlenen vasiyeti okuması, vasiyetçinin okunan metnin son arzularına. uygun olduğunu tanıklar huzurunda belirtmiş olması, tanıkların da bu olayı doğrulamaları ve vasiyetçiye medeni haklarını kullanmaya ehil bulduklarını belirtmiş olmaları gerekir. Olayımızda, yetkili noter (K.Ç.), vasiyetçinin noter katibi (M.Ş.) tarafından ,evinde yalnız olarak dinlendiğini, katibin beyanına göre vasiyeti Dairede. yaptığını açıklamış, dinlenen vasiyet tanığı imam da bu açıklamayı doğrulamıştır. Noterlerce düzenlenen resmi belgeler sahteliği sabit oluncaya kadar geçerlidir. O halde, yasal koşulları uygulamadan resmi belge düzenleyen noter hakkında, C. Savcılığına suç duyurusu yapılarak soruşturma sonucu doğrultusunda bir hüküm kurulması gerektiğinin düşünülmemesi, eksik incelemeyle davanın red edilmesi doğru bulunmamıştır. S o n u ç : Temyiz konusu hükmün açıklanan nedenle (BOZULMASINA), temyiz peşin harcın yatırana geri verilmesine 2.4.1996 gününde oybirliğiyle karar verildi. Kaynak:YKD - 1996/10 - Sayfa:1551 T.C. YARGITAY 2. Hukuk Dairesi E:2005/8051 K:2005/10580 T:05.07.2005 Vasiyetçi son arzularını noter vekiline bildirmiş, vasiyetname bu kişi tarafından hazırlanmış, ancak bu kişi tarafından değil, bir gün sonra noter tarafından imzalanmıştır. Vasiyetnamenin, vasiyetçinin son arzularını dinleyen resmi memur tarafından bizzat imzalanması zorunludur. Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen ve yukarıda tarih numarası gösterilen hüküm temyiz edilmekle evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü. Vasiyetname 5.6.2000 tarihinde düzenlenmiş; miras bırakan 23.2.2004 tarihinde ölmüştür. Türk Medeni Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önce yapılmış olan işlemlerin hukuken geçerli ve bağlayıcı olup olmadıkları ve sonuçları; bu tarihten sonra dahi, yapıldıkları sırada yürürlükte bulunan kanunlara göre belirlenir. (4722 Sayılı Yürürlük Kanunu md.1/2) Resmi vasiyetname, noter vekili Ferhan tarafından, davet üzerine murisin ikametgahında düzenlenmiştir. Vasiyetçi son arzularını noter vekili Ferhan'a bildirmiş, vasiyetname bu kişi tarafından hazırlanmış, ancak bu kişi tarafından değil, bir gün sonra noter tarafından imzalanmıştır. Vasiyetnamenin, vasiyetçinin son arzularını dinleyen resmi memur tarafından bizzat imzalanması zorunludur. (TKM.md.480) Bu koşulu ihtiva etmeyen vasiyetname şeklen geçersizdir. SONUÇ:Açıklanan nedenle hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı harcın temyiz eden yükletilmesine, peşin harcın mahsubuna, iş bu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 05.07.2005 (Salı) 60 T.C. YARGITAY 2. Hukuk Dairesi E:2005/8654 K:2005/11578 T:18.07.2005 RESMİ VASİYETNAMEDE BAŞTAN İTİBAREN TÜM İŞLEMLERİN VE SON İMZA İŞLEMİNİN AYNI MEMUR TARAFINDAN YAPILMASI GEREKİR ÖZET: Resmi vasiyetnameyi tanzim eden memurun yaptığı işlemler tevsik işlemidir. Bu nedenle baştan itibaren tüm işlemlerin aynı memur tarafından yapılması ve son imza işleminin de tahriri alan, okuyan ve vasiyetçi ile tanık sözlerini dinleyen, yazdıran memur tarafından yapılması zorunludur. Bu yön, işlemlerde birlik prensibinin zaruri bir sonucudur. Dosya kapsamından, resmi vasiyetnameyi düzenleyen kimsenin vasiyetnamede imzası bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bu durum karşısında vasiyetnamenin iptali talebinin kabulü gerekir. 4721 s. Yasa m. 531,532,533,536 Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle evrak okunup, gereği görüşülüp düşünüldü. Vasiyet resmi senet ile veya vasiyet eden kimsenin el yazısı ile yapılabileceği gibi sözlü dahi yapılabilir (TMK. mad. 531). Resmi vasiyet senedi, iki tanık huzurunda sulh hakimi, noter yahut kanunen bu husus ile tavzif edilen memur tarafından tanzim edilir (TMK. mad. 532). Vasiyet eden kimse, arzularını resmi memura takrir edip onun tarafından yazıldıktan veya yazdırıldıktan sonra okuması için kendisine verilir (TMK. mad. 533). Vasiyet eden kimse vasiyetnameyi okuyamaz ve imza edemez ise resmi memur tanıklar huzurunda vasiyetnameyi kendisine okur. Vasiyetçi vasiyetnamenin son arzularını içerdiğini beyan eder (TMK. mad. 535). Vasiyetname vasiyet eden kimse tarafından okunur ve imza olunduktan sonra resmi memur tarafından tarih yazılarak imzalanır (TMK. mad. 533).Görüldüğü gibi resmi vasiyetname düzenlenmesine iştirak eden kişilerin kimliği önem taşıdığı gibi, kanun, bazı işlemlerinde bizzat resmi memur tarafından yapılmasını emretmiştir. Söz konusu kişinin bu işle görevli resmi memur olup olmadığı, engelinin (TMK. mad. 536) bulunup bulunmadığı kimliğinin tereddüt yaratmayacak bir biçimde belli olmasına bağlıdır. Resmi memurun yaptığı işlemler tevsik işlemi olduğu için baştan itibaren aynı memur tarafından yapılması ve son imza işleminin de tahriri alan, okuyan ve vasiyetçi ile tanık sözlerini dinleyen, yazdıran memur tarafından yapılması zorunludur. Bu yön işlemlerde birlik prensibinin (Y. 2. HD. 12.11.1965 gün 3008/5432 sayılı kararı) zaruri bir sonucu olmaktadır. Öte yandan noterlik işlemlerinde, ilgilinin imzasının ve noterin onayını taşımayan çıkıntılar geçerli değildir. Çıkıntılar el yazısı ile yapılamaz (Noterlik Kanunu mad. 81). Söz konusu vasiyetname düzenlenirken gerekli olan bütün yerlerde Ç. Birinci Noteri A.T'nin ismi yazılmıştır. Ancak birinci sahifenin başında yer alan bu isim ikinci sahifede imza mahallindeki isim altında "vekili O.Ş.'nin" kaşesinin basıldığı ve onun tarafından imzalandığı görülmektedir. Bu hal söz konusu vasiyetnameyi düzenleyen kişinin kimliği hakkında tereddütler yaratmaktadır. ikinci sayfadaki onayın Noter A.T.'ye ait olmadığından yukarıda açıklanan kural uyarınca geçerli değildir. Böyle olunca takriri alanın ve düzenleme yapanın N.A.T. olduğunu kabul etmek zarureti ortaya çıkmakta olup söz konusu kişinin imzasını muhtevi olmayan belgeyi de resmi vasiyetname olarak nitelemek doğru olmaz. Şu halde davanın kabulü gerekirken reddi usul ve kanuna aykırıdır. SONUÇ: Temyiz edilen hükmün açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 18.07.2005 61 T.C. YARGITAY 2. Hukuk Dairesi E:2007/6349 K:2007/7938 T:14.05.2007 Mirastan Feragat Miras Sözleşmesi Özet: Davaya konu miras sözleşmesine miras bırakan bizzat katılmayıp vekaleten düzenlendiğinden, geçerli bir mirastan feragat sözleşmesinden söz edilemez. 4721 s. Yasa m. 528,545 Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü. Mirastan feragat sözleşmesi (TMK m. 528), miras sözleşmesinin bir çeşidi olduğundan, resmi vasiyetname şeklinde yapılması zorunludur (TMK m. 545 ve Y.İç.B.K. 11.02.1959 tarih, 16/14 sayılı kararı). Davaya konu 07.06.2004 tarihli sözleşmeye miras bırakan Cemal bizzat katılmayıp vekaleten düzenlendiğinden, geçerli bir mirastan feragat sözleşmesinden söz edilemez. Davanın reddi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır. Sonuç: Temyiz olunan kararın açıklanan sebeple (BOZULMASINA), bozma sebebine göre diğer yönlerin incelenmesine yer olmadığına, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 14.05.2007 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. 62 YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ KARARLARI T.C. YARGITAY 4. Hukuk Dairesi E:1973/3658 K:1974/16534 T:04.12.1974 ADAM ÇALIŞTIRANIN SORUMLULUĞU DAVA HAKLARININ TELAHUKU 1 - Düzenlediği vekaletnameye, müvekkilin iradesini yansıtmayan bir çıkıntının katibi tarafından eklenmiş olması, noterin, müvekkilin zararından sorumlu olmasını gerektirir. 2- Zararın, değişik hukuk nedenleriyle birden çok kimseden istenebilmesi sorumlular arasında eksik zincirleme durumu sağlar ve zarar görenin dava haklarının telahuku durumu meydana gelir. 818 s. BK m. 51, 55 1512 s. NK m. 162 Davalı Ş. davaya dahil olmayan müvekkili M. nin kendisi adına Emniyet Sandığından ipotek karşılığında 10 bin lira ödünç almasını sağlayan yetki ile vekaletname vermiş ve iş bu vekaletname yalnız Emniyet Sandığından ipotekli ödünç alınması yetkisi ile sınırlı bulunmuştur. Buna rağmen davalı vekil Ş. sonradan Notere başvurarak ve vekaletname ile verilen yetkinin yanlışlığını ileri sürerek vekaletnameye Emniyet Sandığından başka kişilerden de ödünç alma yetkisini sağlayan bir kayıt koydurmuştur. Bu kayda dayanarak vekil davalı Ş. müvekkili M. adına davacıdan 10 bin lira ödünç almış ve müvekkilinin taşınmazını ipotek ettirmiştir. Bu davaya dahil olmayan müvekkil verdiği yetkinin değiştirilip aşıldığını öğrenerek ipoteğin iptalini dava etmekle, ipotek iptali edilmiştir. Ödünç veren davacı ödünç konusu paranın kendisinin zararını teşkil ettiğini ileri sürerek ödetilmesini yetkiyi değiştiren katibi çalıştıran Noterle sahtekarlığı yapan vekilden istemektedir. Yetkisiz vekilin yetki sınırları dışında sahte işlemle yaptığı eylemden doğan zarar vekil yönünden vekalet sözleşmesi dışında yapılan bir işlemdir. davalı noter ve yetkisiz vekil tarafından ödünç konusu paranın görünüşte ödünç borçlusu olan M. nin mal varlığına girdiği ne ileri sürülmüş ne de ispatlanmıştır. Bu durumda ödünç alacaklısı, yalnız görünüşte ödünç borçlusu olan M. ye karşı herhangi bir istekte 42 bulunamaz. Ş. ye yöneltilen dava mahkemenin de kabul ettiği üzere doğrudur. Ancak: davalı noter davaya verdiği karşılıkta onansız ve müvekkilin iradesini yansıtmayan eklemenin çalıştırdığı katibi tarafından yapıldığını kabul etmiştir. 0 halde bunun doğurduğu zararlandırıcı sonuçtan Noter Yasasının 162. maddesi ve Borçlar Yasasının 55. maddesi hükmünce sorumludur. Çünkü davacının zararı iki ayrı kişinin hukuka nitelikleri ayrı iki eyleminden doğmuştur. Davacı telahuk eden hakları nedeniyle eksik zincirlemeye dayanarak fakat ödetmek de tekrarlamamak koşulu ile bu iki davalıdan isteyebilir. Bu hak açıkça Borçlar Yasasının 51. maddesine dayanmaktadır. Davacının uğradığı zarardan her iki davalı ayrı hukuki sebeple 63 sorumlu olduğu, zarar gerçekleştiği, davacının telahuk eden dava haklarını kullandığı halde mahkemenin aksi görüşle davalılardan Notere yöneltilen davayı red etmesi Yasaya aykırıdır, isteğe hükmedilmelidir. Sonuç: Temyiz olunan kararın yukarıdaki nedenlerle BOZULMASINA ve peşin harcın istek halinde geri verilmesine 4.12.1974 gününde oybirliğiyle karar verildi. Kaynak:YKD - 1975/3 - Sayfa:42 T.C. YARGITAY 4. Hukuk Dairesi E:1975/3749 K:1976/477 T:16.01.1976 SATIN ALANIN TAŞINMAZI GERÇEK MALİKİNE GERİ VERMESİNDEN DOĞAN ZARAR SORUMLULUĞUN SINIR VE KAPSAMI TAPU SİCİLİNİN TUTULMASINDAN HAZİNENİN SORUMLULUĞU Medeni Yasanın 917. maddesi hazineyi tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan sınırsız olarak sorumlu tutmuştur. Bu sorumluluk kusursuz sorumluluktur. Bu nedenle sahte bir vekaletname düzenletip üçüncü kişinin taşınmazını satan kimse- ve hazinenin bu taşınmazı gerçek malikine geri veren alıcının uğradığı zararla sorumlu tutulması doğrudur. 743 s. MK m. 917 Dava: Davacılar avukatı; Davalılardan Yükselin düzenlediği sahte vekaletname ile müvekkillerine ait taşınmazı 200.000 liraya sattığını ileri sürerek satışın iptalini istemiştir. KARAR: Yapılan yargılama sonunda: Dava ilgili dosya ile sabit olduğundan 200.000 liranın davalılardan ortaklaşa ve müteselsilen alınarak davacılara ödenmesine karar verildiğine ilişkindir. Temyiz eden ve duruşma isteyen: davalı Hazine avukatı. Üçüncü kişinin tapu ile mülkiyeti altında bulunan taşınmazı davalılardan Yüksel, ibraz ettiği vekalete dayanarak vekili Mehmet eliyle davacılara sattırmıştır. Yükselin vekaletnamesi İstanbul 4. Noterliğinden düzenlenmiş aslı bulunmayan bir vekaletnamedir. 4. Noterlikte Yükselin kullandığı vekaletnamenin aslı bu işle ilgisi bulunmayan başka bir işleme aittir. Olayların akışından anlaşıldığına göre Yüksel bu vekaletnameyi sahte olarak düzenlemiş veya başkasına düzenletmiş vekaletnamede. Fatma'yı müvekkil göstermiş velayeti altındaki çocuğu da temsil ettirmiş vekaletnamenin bir örneğini Bursa 5. ci Noterliğine götürerek aynı yetkilerle Mehmet'i yetkili kılmış, Mehmet bu sahte vekaletname ile Fatma ve çocuğuna ilişkin taşınmazı davacılara satmıştır. Durumu öğrenen önceki malikler davacılara karşı bu taşınmazın mülkiyeti konusunda dava açmışlar ve duruşmanın ilk celsesinde davalılar, şimdiki davacılarımız, gerçeği kabul edecek ferağa amade bulunduklarını bildirmişlerdir. Bu dava davacı alıcılarımızın tapu idaresine ve vekil sahteci Yüksele yöneltilmiş mal satış parası alacağı davasıdır. Fatma ve çocuğu adına onun vekili imişçesine sahte vekaletname ile yaptıkları satış sırasında aldıkları paranın geri alınması davasıdır. Yükselin alıcılardan aldığı mal satış parasını hemen geri vermesi gerekir. Medeni Yasanın 917. maddesi hükmünce Hazine tapu sicilinin tutulmasından doğan her, türlü zarardan sorumludur. Maddenin yazılış biçimine göre sorumluluk sınırlı değil çok geniş 64 kapsamlıdır. Çünkü Yasa hazineyi "bu yüzden doğan bütün zararlardan" sorumlu tutmuştur. Malik Fatma ve çocuğu kendi iradelerine dayanmayan satış nedenleriyle zararlarını isteyebilirlerdi. Fakat önce davacılara, yanlış kaydı yükümlenen kişiye dava açmışlardır. Hiç dava açmasalar da yeni alıcılar iyi niyetle gerçek malikin hakkı olan aynı yeri verseler de yine hazineyi ve sahteciliği sorumlu tutabilirlerdi nitekim Dairenin 7.3.969 gün ve 6220/2170, 18.6.1975 gün ve 5711/8001 sayılı kararları da bu yoldadır. Hazine bu zararlardan sorumlu olduğuna göre mahkemenin karar doğrudur ve onanmalıdır. Sonuç: Temyiz olunan kararın gösterilen nedenle ONANMASINA ve davacı yararına takdir edilen 1.000 lira duruşma avukatlık parası ile aşağıda yazılı onama harcının temyiz edene yükletilmesine 16.1.1976 gününde oyçokluğuyla karar verildi. Kaynak:YKD - 1977/3 - Sayfa:339 T.C. YARGITAY 4. Hukuk Dairesi E:1976/11251 K:1978/5 T:05.01.1978 KESİN HÜKÜM TAPU SİCİLİNİN TUTULMASINDA SORUMLULUK (TAPU MEMURUNUN SORUMLULUĞU HAZİNENİ SORUMLULUĞU) EKSİK ZİNCİRLEME SORUMLULUK(ZİNCİRLEME SORUMLULUKTA YÖNELME [RÜCU]) ZARAR VE TAZMİNAT [ÖDENCE] 1) Olay tarihi itibariyle, tapuda işlem yapmak için vekaletnamenin şekle bağlı olması koşul unu, mevzuat gerekli kalmadığından ve vekillik sıfatını belirleyen belgenin sahteliği de belli olmadığından tapu memuru sorumlu tutulamaz. 2) Hazinenin MK’nın. 917'ye, noterin Eski Noter Km. 64'e göre sorumluluğu yasadan doğan kusursuz sorumluluk olup, aralarında eksik zincirleme sorumluluk ilişkileri vardır. 3) Zararın bütününü ödeyen Hazine eşit pay karinesine göre noterden yönelme [rücu] yoluyla tazminatın yarısını isteyebilir. 4) Zarara uğrayanın temyizi üzerine Hazinenin yanında noterin de sorumluluğunu belirleyen bozma kararına karşı, yerel mahkemenin direnme kararını Hazinenin değil de zarara uğrayanın temyiz etmesi gerektiğinden direnme kararının onanmasıyla Hazinenin ardıllığı davalı olarak noter aleyhine açtığı yönelme davası için kesin hüküm olmaz. 5) Hazine yönelme yoluyla, kendiliğinden değil icra kanalıyla ödemekten doğan ek zararları isteyemez. 743 s. MK m. 917 818 s. BK m. 42, 43, 50, 51 1086 s. HUMK m. 237 3456 s. Eski Noter K m. 64 1512 s. Noter K m. 162 65 Taraflar arasındaki rücu tazminat davası nedeniyle yapılan yargılama sonunda, ilamda yazılı nedenlerden dolayı 45730 lira 96 kuruşun faizi)' ve birlikte davalılardan kararda yazılı şekilde alınarak davacıya ödenmesi ilişkin hükmünün davalılardan Kazım avukatı tarafından ve davacı Hazine ile davalılardan Kemal avukatı tarafından da temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşuldu Dairemizin 6.7. 1967 gün, 1965/6790 esas ve 5861 karar sayılı emsal bir içtihadın da söz edildiği vechile; olayda takrir alan davalı tapu memurunun ibraz edilen vekaletnamenin sahte olduğunu ve ilgililerin bir sahte işlem üzerinde anlaştıklarını bilecek durumda olduğunu gösteren bir neden ve delil ibraz edilememiştir. Takrir alan memurun mübrez ve usulünce onaylanmış bir vekaletnamenin geçerliği üzerinde ayrıca bir inceleme yapmak zorunluluğu da yasada benimsenmiş değildir. Meğer ki, şüpheli bir durum bulunmuş olsun. Olayın gerçekleşmesinde ibraz edilen vekaletnamenin durumuna, takrirde açıklanan sözlerin vekaletnameyi doğruladığına göre, davalı tapu memuru Kazım'ın bu olayda sorumluluğunun kabulü mümkün değildir. Yine Dairemizin 21.12. 1965 gün ve 6924/7631 sayılı dosyada mevcut kararımızda da belirtildiği gibi, tapu memurlarının tapu dairelerinde vekiller eliyle yapılan işlemlerde, vekillerden resen düzenlenmiş bir vekaletname aramasına da gerek yoktur. Çünkü, vekalet sözleşmesi şekle bağlı sözleşmelerden değildir. Resmi daireler önünde yapılan işlemlerde vekaletnamenin yazılı şekilde olmasını aramak vekilin sıfatının belirtilmesi ve tevsiki bakımından yeterlidir. Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü ile Adalet Bakanlığı'nın genelgeleri genel müdürlük ile tapu memurları arasındaki ilişkiye ait olup, üçüncü kişileri ilgilendirmez. Tapu dairelerinde yapılan işlemlerde vekilin sıfatının bir belge ile belirtilmiş olması yeterli olacağına göre, ayrıca noterlikçe doğrudan doğruya düzenlenmiş bir vekaletname aranmasına yer yoktur. Tapu Kanununda, Nizamnamesinde, Noter Kanunu ve Medeni Kanunda bu görüşün aksine yoruma yeterli hüküm de yoktur. Çünkü, Tapu Sicil Nizamnamesini n 17. maddesinde öngörülmüş olan (musaddak vekaletname) deyiminin, Noterlerce resen düzenlenmiş bir vekaletname anlamına gelmeyeceği de açıktır. Nitekim olay tarihinde yürürlükte bulunan Noter Yasasında da bu konuda bir açıklık yoktur. Ancak 1512 sayılı Yeni Noterlik Yasasının 89. maddesinde bu kerre getirilen açıklık bu görüşü desteklemektedir. 0 halde, davalı tapu memurunun tazminatla sorumlu tutulması anılan nedenlerle mümkün olmadığından bu davalı hakkındaki dava reddedilmek üzere hüküm bozulmalıdır 2- Olayımızda, davacı Hazine, MK.nun 917 ve davalı noter de, Noter Kanununun 64. maddesi hükmünce doğan zarardan sorumludurlar. Gerek davacı hazinenin ve gerekse davalı Noterin sorumluluğu yasalardan doğmuştur. Her ikisinin müşterek kusurlarıyla doğan bir zarar söz konusu olmadığı için, gerek davacı Hazine ve gerek davalı noter, BK.nun 51. maddesi hükmünce, Zarara uğrayan üçüncü kişiye karşı eksik teselsül hükümlerince sorumludur. Nitekim, zarara uğrayan davacı üçüncü kişi hazine ile birlikte davalı noteri de dava etmiş, dava sonunda her ikisi de tazminatla sorumlu tutulma fakat üçüncü kişi zararın tamamını davacı hazineden tahsil etmiştir. Bu durumda, davacı Hazinenin BK.nun 51. maddesi hükmünce, davalı rücu etmesi mümkündür. Çünkü, ikisinin sorumluluğu da yasadan doğmaktadır ve BK.nun 51. maddesinde öngörülen sıra rücu hakkını engellemektedir. Hal böyle olunca, ikinci aşamada çözümlenmesi gereken sorun, davacı Hazinenin davalı notere ne oradan rücu edebileceği olmalıdır. Bu yon, BK. 146/1. maddesi hükmünde, düzenlenmiştir. Anılan maddede, eşit pay karine öngörülmüştür. Borcun niteliğinden, ve yasadan doğma bir istisna bulunmadığına göre, müteselsil borçlulardan herbiri, alacaklıya yaptığı ödeme nedeniyle birbirine eşit pay üzerinden rücu edebilir. Olayda davacı hazinenin memurunun kusuru da bulunmadığına göre, davacı ancak, sorumlu tutulabilecek tazminatın yarısını davalı noterden isteyebilir. Mahkemenin, hazinenin ödediği bütün tutarın davalı noterden alınmasına ve böylece davaya hazinenin sorumluluktan tamamen kurtulmasına müncer olacak şekilde karar vermiş olması yasa hükümlerine aykırıdır. 66 3- Zarara uğrayan üçüncü kişinin davacı hazine ile davalı noter aleyhine açtığı İstanbul Altıncı Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 1967/159 esas sayılı davası sonunda; hazinenin sorumluluğuna, noter hakkındaki davanın reddine karar verilmiş, bu karar davacı ve hazine tarafından temyiz edilmiş, dairemizce davacının temyizi kabul edilerek noterin de sorumluluğu cihetine gidilmek üzere hüküm bozulmuştur. Yerel mahkeme, eski hükmünde, direnmiş, hüküm bu kez yalnız davalı hazinenin temyizi üzerine Hukuk Genel Kurulu'nca daire görüşü doğrultusunda yine bozulmuş, fakat karar düzeltme üzerine (direnmeye karşı davacının temyizi bulunmadığından) bahisle karar düzeltme isteği kabul edilerek temyiz dilekçesinin reddi cihetine gidilmiştir. Yerel mahkeme az yukarda anılan davada, davalı noterin sorumlu olmadığının kesin bir hükümle sabit olduğundan söz ederek bu dava ile sınırlı olmak üzere davacı hazinenin rücu davasını reddetmiştir. Oysa ortada yerel mahkemenin soz ettiği gibi kesin bir hüküm mevcut değildir. Eğer, ısrar kararı o davanın davacısı tarafından temyiz edilmiş olsaydı, hükmün bozulacağı Hukuk Genel Kurulu kararı ile anlaşılmaktadır. Davacı mağdurun ısrar kararını temyiz etmemesi müteselsil borçlulardan hazinenin durumunu ağırlaştırmıştır. Ortada davacı hazine ile davalı noter arasında mevcut bir dava da olmadığına nazaran kesin bir hükümden söz edilmeyeceği gibi, zarara uğrayan üçüncü kişi zararının tamamını hazineden tahsil ettiğine göre, zarara uğrayan kararı temyiz etmeme şeklinde beliren davranışı hazinenin notere rücuunu engellemez. Çünkü, BK.nun 147. maddesi hükmünce, hazine zararının tamamını mağdura ödediği cihetle, alacaklının haklarına halef olmuş ve bu davayı halefiyet esasına dayanarak açmıştır. Anılan nedenlerle işin esası incelenip sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken davanın reddine karar vermesi yasaya aykırıdır, ve hüküm bu nedenle de bozulmalıdır. 4- Davacı hazine, zarara uğrayan üçüncü kişi tarafından açılan davada mahkum edildiği tazminat ve hükmedilen faizi ile mahkeme giderlerini ve bu arada avukatın ücretini icra koğuşturmasına mahal bırakmaksızın ödemesi gerekirdi. Bu itibarla, ödememek suretiyle temerrüde düştüğünden icra giderlerini isteyemez hal böyle olunca davacının bu konuya yönelik temyiz itirazı yersizdir. Ancak, davacı hazine müteselsil borçlu sıfatıyla dava tarihinden itibaren hükmün kesinleştiği güne kadar işlenmiş olan faizi de isteyebilir. Mahkemenin faiz hakkındaki isteği reddetmiş bulunması bu nedenle yasaya aykırıdır. Sonuç : Temyiz olunan kararın birinci bentte gösterilen nedenle davalı Kazım'ın İkinci bentte gösterilen nedenle davalı noter yararına, üçüncü ve dördüncü bentte gösterilen nedenlerle davacı Hazine yararına (BOZULMASINA) ve davalı Kazım yararına takdir edilen 1400 lira duruşma avukatlık parasının davacı Hazineye ve hazine yararına takdir edilen 1400 lira duruşma avukatlık parasının da davalılardan Kazıma yükletilmesine ve peşin harcın istek halinde geri verilmesine 5. 1. 1978 gününde oybirliğiyle karar verildi. Kaynak:YKD - 1979/3 - Sayfa:344 T.C. YARGITAY 4. Hukuk Dairesi E:1977/5312 K:1978/3193 T:13.03.1978 DOĞRUDAN DOĞRUYA ZARAR HUKUKA AYKIRILIK BAĞI UYGUN NEDENSELLİK BAĞI Sözleşme dışı sorumlulukta haksız eylemden doğrudan doğruya zarar gören, bir hukuk kuralının korumak amacı güttüğü varlıkları doğrudan doğruya zarara uğrayan kişiler ödence isteminde bulunabilirler. 67 2) Eylem, niteliği itibariyle olayların doğal ve alışılmış akışına ve hayat denemelerine ve objektif olasılığa göre zararı doğurmaya elverişli ise, uygun nedensellik bağının varlığından sözedebilir. 818 s. BK m. 41 Taraflar arasındaki tazminat davası nedeniyle yapılan yargılama sonunda, ilamda yazılı nedenlerden dolayı 22346 liranın faiziyle birlikte davalılardan alınarak davacılara ödenmesine ilişkin hükmün süresi içinde davalılardan Denizcilik Bankası avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşuldu Davacılar, 18.2. 1973 günü davalılardan Denizcilik Bankası'na ait Yeşilköy Römorkörünün kusurlu davranışı yüzünden diğer davalıya ait Başkanlar adlı av motoruna çarparak batmasına neden olduğunu, oysa davalı (A) ya ait motorla balık avına çıkmak üzere, evvelce anlaştıklarını ve bu kaza nedeniyle balık avına çıkamadıklarını ve bu yüzden zarara uğradıklarını ileri sürerek, 26.500 liradan ibaret zararlarının her iki davalıdan tahsilini istemişlerdir. Yerel mahkeme, gerçekleşen zararın her iki davalıdan tahsiline karar vermiştir. Gerek kusur sorumluluğu ve gerekse kusursuz sorumluluk söz konusu olsun, sözleşme dışı sorumlulukta, Türk/İsviçre ve Alman Hukuku'nda kural olarak, yalnız haksız eylemden doğrudan doğruya zarar gören, bir hukuk kuralının (normunun) ihlal edilmesiyle bu kuralın korumak amacını güttüğü varlıkları doğrudan doğruya haleldar olan kişilerin tazminat talep edebileceği kabul olunmakta ve hukuken korunan varlığı haleldar edilen kişiden gayrı, ihlal sonucunda dolaylı olarak eylemin etkilerinin yansıması (in'ikası), tabir caiz ise sıçraması (effet reflex) suretiyle zarar gören üçüncü kişilerin tazminat isteyemeyecekleri belirtilmektedir. Bunun tek istisnası BK.nun 45. maddesinin düzenlediği tazminat türüdür. (Haluk Tandoğan Üçüncü Şahsın Zararının Tazmini - Ankara 1963- Sayfa 1 vd.)(Fikret Eren - Hukuka Aykırılık Bağı ve Normun Koruma Amacı Teorisi - Ankara 1975 - Sayfa l vd.) Tazminat talebine yetkili kişilerin alanını, ister dolayısıyla zarar gören şahıs kavramına başvurarak, isterse hukuka aykırılık bağı kavramına dayanarak sınırlama çabaları Tandoğan'ın da belirttiği gibi şu düşünceye dayanmaktadır. Bir haksız eylem veya sorumluluğu gerektiren başka bir olay, hukuki varlıklarını doğrudan doğruya haleldar ettiği kişilerden başka pek çok kişilerin de zarara uğramasına yol açabilir. Örneğin, doktrinde (klasik bir örnek olarak) belirtildiği gibi, bir gazinoda her akşam konser vermeyi taahhüt eden bir piyanist, bir akşam gazinoya giderken bir trafik kazasından yaralanmış ve bir süre konserlerine verememiştir. Burada, piyanistin kazaya sebebiyet verenden, maruz kaldığı zararları talep etmesi hukuk kuralının (normunun) koruma alanına girmektedir. Ancak. piyanistin maruz kaldığı bu zarar dolayısıyla gazino sahibi, vestiyeri işleten şahıs, garsonlar, müzik eleştiricileri, hatta gazino sahibinin kazancı azaldığı için az vergi almak zorunda kalan devlet, o süre içinde elektrik sarfiyatı olmaması nedeniyle daha az elektrik ücreti tahakkuk ettiren belediye vs. de dolaylı olarak zarar görmüşlerdir. Hiç şüphesiz verilen bu örnekteki kişilerle zarar arasında mantıki bir illiyet bağı bulunmasına- rağmen, trafik kazasına neden olan haksız eylem failinin ihlal ettiği hukuk normu (trafik kuralı) bu kişileri yani gazino, sahibi, vestiyerci, devlet ve belediyeyi koruma amacını gütmediğinden, yoksun kaldıkları kazanç için failden tazminat talebinde bulunamazlar. Bu kural (haksız eylemi işleyenin önceden göremeyeceği sonuçlardan dahi sorumludur). ilkesinin, fail veya objektif surette sorumlu olan şahıs için çok ağır olabilecek sonuçlarını hafifletmek üzere, bir yandan uygun illiyet bağı, diğer yandan hukuka aykırılık bağı kavramlarının bir sonucu olarak kabul edilmiştir. (Tandoğan age._l7)(Eren-age-IS vd. 27). 0 halde bu gibi durumlarda sorumluluğu sınırlamak, hem uygun illiyet teorisinden ve hem de hukuka aykırılık bağı teorisinden yararlanmak suretiyle mümkün olacak ve en doğru ve adil çözüm yolu bulunacaktır. 68 Temyize konu, bu davanın dayanağı olan maddi olgu da yukarıda verilen örnekte olduğu gibidir. davalı Denizcilik Bankası'na ait bir deniz aracı, kusurlu davranışı ile diğer davalının balıkçı teknesini batırmıştır. davalı Denizcilik Bankası'nın kullandığı adamı Deniz Ticareti Hukukunun öngördüğü kuralları çiğnemistir. İhlal edilen koruyucu kural, doğrudan doğruya diğer davalının deniz aracını koruyan bir kuraldır. Davacıların ileri sürdüğü zararla ihlal edilen kural arasında bir bağ mevcut değildir. Kaldı ki, eylemle zarar arasında da uygun bir illiyet bağı mevcut bulunmamaktadır. Şöyle ki; yukarı da belirtildiği gibi olayda mantıki bir illiyetten söz edilebilir. Ne var ki, davacıların zararı ile davalı, Denizcilik Bankası'nın kullandığı adamın eylemi arasında tazmin borcunu gerektirecek bir illiyet bağı yoktur. Çünkü, uygun illiyetten söz edilebilmesi için, eylemin niteliği itibariyle olayların doğal ve alışılmış (mutat) akışına ve hayat denemelerine ve objektif olasılığa göre, meydana gelmiş olan zarar türünden (davacıların zararı türünden) bir zararı doğurmaya elverişli olması gerekir. Diğer bir deyimle, sonuç niteliği itibariyle eyleme ve olaya uygun olmalı, onun uygun bir sonucu olarak görülmelidir. Eğer sonuç, olayların doğal akışına ve hayat denemelerine göre, beklenilmeyecek bir nitelikte ise, manıiki anlamda bir illiyet bulunmasına rağmen, eylemi işleyen (Davalı Denizcilik Bankası'nın Kaptanı) bu türden anormal, atipik, illete uygun olmayan sonuçtan dolayı sorumlu tutulamaz. Çünkü, tazmin borcu, illiyet bağının dışına çıkamaz. O halde, davalı Denizcilik Bankası aleyhine açılan davanın anılan nedenlerle reddine karar verilmek gerekirken, aksine düşüncelerle ve sorumluluğun yasal dayanakları da gösterilmeksizin isteğe karar verilmiş olması bozmayı gerektirir. Sonuç : Temyiz olunan kararın gösterilen nedenlerle temyiz eden davalı yararına (BOZULMASINA) ve peşin harcın istek halinde geri verilmesine 13.3.1978 gününde oybirliğiyle karar verildi. Kaynak:YKD - 1979/1 - Sayfa:28 T.C. YARGITAY 4. Hukuk Dairesi E:1980/12644 K:1981/518 T:26.01.1981 DEVLETİN SORUMLULUĞU TAPU KÜTÜĞÜ VEKİLLİĞİN KAPSAMI YALIN VEKİLLİK 1) - Tapu işlemlerinin yapılması ve yürütülmesi biçimi ile ilgili yasa ve tüzüklerde öngörülen kurallara aykırılık nedeniyle doğan zararlardan Hazine (Devlet) sorumludur. Hukukun genel kurallarının ve özellikle Medeni Hukukun bu nitelikteki hükümlerinin ihlal edilmiş olması da aynı sonucu doğurur. 2) - Bu ilke uyarınca, özel yetkisi bulunmayan bir vekilin isteği üzerine tesis olunan ipoteğin bilahare iptali nedeniyle doğan zararı Devlet ödemekle yükümlüdür. 3) - Devletin sorumluluğu için tapu memurunun kusurlu olması şart olmayıp, zararın, tapu sicilinde usulüne uygun olmayarak yapılan işlemlerden doğmuş olması yeterlidir. 69 4) - Özellikle lehine ipotek yapılan banka temsilcisinin vekilin vekaletnamesini incelemek zorunluğu olmadığından, aksi davranış davanın reddini gerektirmez. 743 s. MK m. 917 818 s. BK m. 388/II, 44 Tapu Sicilli Niz. m. 17,12 Taraflar arasındaki alacak davası nedeniyle yapılan yargılama sonunda, ilamda yazılı nelerden dolayı zararı MK.nun 917. maddesi kapsamı dışında kaldığından dayanır reddine ilişkin hükmün davacı avukatı tarafından duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşuldu Davacı tasfiye halindeki Raybank, TAŞ. MK.nun 917. maddesinden söz ederek davalı Hazine'den uğradığı zararın ödetilmesini istemektedir. Dava dosyası ile, eki bulunan İstanbul Onuncu Asliye Hukuk Mahkemesi'ne ait olan 1967/471 E. sayılı (ipoteğin iptali) ile ilgili dosya münderecatına göre Davacı Raybank, (Dündar ve Ortakları Adi Komanditt Şirketi)nden alacaklıdır. Davacı banka ile borçlu komandit şirket ve Karabet adlı özet kişi İstanbul Üçüncü Noterliği'nde 12 Ocak 1965 günü bir araya gelip bir sözleşme yapmışlardır. Bu sözleşme hükümlerine göre; Karabet borçlunun davacıya olan borcu için müşterek borçlu ve müteselsil kefil olmuş ve bu arada Kararbet kendisine ait olan (pafta 81, ada 209, parsel 7 sayılı ve pafta 498, ada 2953 ve parsel 8 sayılı) taşınmaz ile İstanbul Üçüncü Noterliği'nin 17.8.1963 tarih ve 11588 yevmiye numaralı vekaletnamesiyle vekili bulunduğu babası Leon's ait bulunan (Kadıköy, pafta 67, ada 316 ve parsel 55; Fatih, pafta 238, ada 1020 ve parsel 10 ve ayrıca Eminönü, pafta 81, ada 209 ve parsel 7'de müseccel) üç parça taşınmazı da munzam teminat olarak davacı alacaklı bankaya bir milyon lira karşılığında ikinci derecede ipotek etmeyi taahhüt eylemiştir. Bu taahhüt de uygun olarak Karabet, babası Leona ait olan bu taşınmazları alacaklı banka lehine ipotek etmiştir. Ancak, taşın m azların maliki olan Leon (İstanbul Onuncu Asliye Hukuk Mahkemesi'ne 1.7. 1967 tarihinde) alacaklı Raybank aleyhine bir dava açarak (.... oğlu Karabet'in m0n'hasıran ipotek tesis etmek suretiyle istikrazda bulunmaya .... borç para alınması için gerekli işlemleri icra ve ifaya..) yetkili kılındığını, başkasının borcu için munzam teminat (yani ipotek) vermeye yetkili kılınmadığını ileri sürerek, alacaklı Raybank lehine vaki ipoteklerin iptalini istemiş; yapılan yargılama sonunda da (30.4.1969 gün ve 471/300. sayılı kararla) davacı alacaklı baraka lehine tesis olunan ipoteğin [iddia doğrultusunda) iptaline karar verilmiş ve bu karar yasa yollarından geçmek suretiyle kesinleşmiştir. İşte davacı alacaklı banka, vekaletnamede yetki bulunmamasına rağmen bu ipotek işlemini yapmak suretiyle kendilerini zarara uğratan tapu sicil muhafızının bu eylemi dolayısıyla MK.nun 917. maddesi hükmüne dayanarak davalı Hazine'den zararın ödetilmesini bu dava ile istemektedir. Davalı Hazine ise savunmalarında (... ipotek akdinin davacı bankanın temsilcisi huzuru ile yapıldığını, bu itibarla zararın Karabet'in vekaletnamesini iyi incelemeyen davacı temsilcisinin eyleminden doğduğunu, bu konunun HGK.nun 12.10.1955 gün ve 177/175 sayılı kararı ile de kabul edildiğini hal böyle olunca davacıya iyi niyet atfedilemiyeceğini öte yandan dört parça taşınmazın 1.000.000 liraya ve ikinci derecede ipotek edilmiş olması nedeniyle bu miktarın üzerinde bir ödetme talebinde bulunmanın MK.nun 766. maddesi hükmüne aykırı olacağını . ... kaldı ki davacı banka lehine ipotek edilen taşınmazların değerinin 380.000 lira olarak gösterilmesine ve ipotek edilen taşınmazlardan bir tanesinin Karabet'e ait olup diğer bir tanesinin de Leon ile Karabet adına müşterek mülk olarak müseccel olmasına göre zararın bu yönler dikkat 70 nazara alınmak suretiyle tespit edilmesi gerektiğini özellikle de davacı alacaklı bankanın gerek asıl borçlusu olan Komandit şirketi ve gerekse müşterek borçlu ve müteselsil kefil olan Karabet'i takip edip alacağını tahsil etmesi mümkün iken, bu yola da başvurmaması nedenleriyle...) davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Mahkeme ise, MK.nun 917. maddesi hükmünün sevk amacından sözederek ve davalı Hazinenin savunmasını benimseyerek aynen ( davacı tasfiye halinde Raybak TAŞ. iptal edilen ipotek muamelesinin alacaklısı olup, temsilcisinin 2.2.1965 tarihli ipotek akit tablosunda imzası vardır. İpotek akit tablosu, yine davacı ile Dündar ve Ortakları Adi Komandit Şirketi ve Karabet arasında tanzim edilmiş 12.1.1965 günlü sözleşmeye göre tesis edilmiştir. Bu durumda davacının ipotek tesisine esas teşkil eden vekaletnamedeki tüm kayıt ve şartları tetkik ederek, teminatın. vekaletnamedeki şartlara uygunluğunu kontrol etmesi ve muameleyi de buna göre yaptırması gerekirdi. İpotek sözleşmesinin, geçerli olmayan yetkisiz vekille yapılması dolayısıyla geçersiz sayılmasından dolayı davacının MK.nun 917. maddesine dayanmak suretiyle tazminat istemeye hakkı yoktur. Davacı kendi kusurlu muamelesine dayanarak MK.nun 917. maddesi gereğince tazminat isteyemez; çünkü, zarar kendisi ile yetkisi Olmadığı halde ipotek sözleşmesi yapan Karabet'in muteber olmayan muamelesinden doğmuştur. HGK.nun 22.3.1969 gün ve 3/993 E. ve 194K. sayılı içtihadı da bu doğrultudadır....) demek suretiyle davayı reddetmiş bulunmaktadır. Bilindiği gibi, tapu sicilinin yolsuzlaşmasıyla ortaya çıkan zarar ihtimalleri karsısında yasa koyucu, ilgilileri tapu sicili hukuku çerçevesinde bir takım yollarla korumak mecburiyetini duymuştur. Bu yollar ilgililere, ya bir zararın doğmasını önlemek için sicilin düzeltilmesi davasını açmak ya da zarar doğduğu takdirde Devlet'ten bunun tazminini istemek imkanını verir. Kuşku yoktur ki Devlet'in bütün özenine rağmen tapu sicilindeki yolsuzlukların önemli ve büyük bir bölümü doğrudan doğruya sicilin tutulması ile ilgili olup, görevli memurun bilerek veya bilmeyerek sicilin tutulmasında uyulması gereken hukuk kurallarına aykırı bir davranışta bulunması sonucu ortaya çıkar. Bu itibarla yasa koyucu, taşınmazlar üzerindeki ayni hakların Devlet eliyle tutulan bir sicille aleniyet kazanmasının, hak ve işlem güvenliği yönünden sağladığı teminatın bir uzantısı olarak MK.nun 917'de, tapu sicilinin tutulmasından doğan zararlardan Devlet'in sorumlu olduğu ilkesini hükme bağlamak zorunluğunu duymuştur (Dr. Lale SirmenTapu Sicilinin Tutulmasından Doğan Zararlardan Devlet'in Sorumluluğu-Ankara 1976-Sayfa 23). Tapu işlemlerinin yapılması ve yürütülmesi biçimi gerek Medeni Kanunda ve gerekse tapu hukukunda, özellikle de tapu kanunu ile ilgili tüzükte yer alan hükümlerde gösterilmiştir. İşte anılan yasa ve tüzüklerde öngörülen bir kurala aykırılık halinde doğacak zarardan Hazine sorumlu olacaktır. Zararın tapu sicilinde usulüne uygun olmayarak yapılan muamelelerden doğmuş olması yeterlidir; bu bakımdan tapu memurunun kusurlu bir eylemi ile buna sebebiyet verip vermemesi önemli değildir. Önemli olan hukuka aykırı bir muamelenin tapu memuru tarafından yapılmış olmasından yani tapu sicillerinin tutulmasında uyulması gerekli hukuk kurallarına aykırı davranılmış -bulunulmasıdır. Bu hukuk kuralları sadece az yukarıda anılan tapu mevzuatından ibaret değildir. Hukukun genel kurallarının ve özellikle Medeni Hukukun bu nitelikteki hükümlerinin ihlal edilmiş olmasına aynı sonucu doğurur. Mesela; davamızın konusunu oluşturan olayda olduğu gibi, BK.nun 388/ll'ye rağmen genel bir vekaletnameye dayanarak vekil tarafından yapılan bir taşınmaz temlikinin ya da ayni bir hak ile takyidinin tapuya tescili bunlara misal olarak gösterilebilir. Demek oluyor ki, anılan talep özel yetkisi bulunmayan (BK. 388/II) bir vekil tarafından yapılmış, tapu memuru da buna dayanarak işlemi gercekleştirmişse, bu durumda Devlet sorumlu olabilecektir (Sirmen-age.-77)(Esat Şener MK.nun 917. maddesine Göre Hazine'nin Mes'uliyeti-Yaı-gıtay 100. Yıldonümü Armaganı-Sayfa 565, Dipnot 51 ile ilgili metin), (JIe G. Akıpek-Turk Esya Hukuku-Ayni Haklar Birinci KitapZilyedlik ve Tapu Sicili-Ankara 1965-Sayfa 301). Bunun için tapu memurunun kanunu bilip bilmemesinin önemi yoktur. Aynı şekilde tapu memurunun kendisine ibraz edilen vesaikin yanlış olduğunu sahteliğini veya muvazaaya dayandığını anlamamış bulunması ya da mesela bir vekaletnamenin kapsamının tayininde hataya düşmüş olması, Devleti sorumluluktan kurtaramaz; çünkü 917'deki sorumluluk kusura dayanan bir sorumluluk değildir. Olayımızda da durum budur. 71 Davacı banka lehine, borçlu Karabet'in genel vekili bazı taşınmazları bankaya ipotek etmek istemektedir. Vekil vekaletnamesini tapu memuruna vermiştir. Tapu memuru, Tapu Sicili Nizamnamesi'nin 17. maddesi hükmünü dikkat nazara alarak vekilin yetki sınırını BK.nun 388/II, maddesi uyarınca belirleyip, bu yolda işlem yapmak yükümü altındadır. Bu işlemin yapılması doğrudan doğruya tapu memurunun görevi cümlesindendir. Ayrıca lehine ipotek yapılacak banka temsilcisinin, vekilin vekaletnamesini inceleme zorunluğu yoktur. Bu yön, Nizamnamenin 12. ve özellikle 17. maddesi hükmünden açıkça anlaşılmaktadır. Bu bakımdan davacı banka temsilcisinin vekaletnameyi incelememiş olması nedeniyle Devlet'in sorumlu tutulamayacağı yollu mahkeme görüşü tamamen dayanaktan yoksun bulunmaktadır. Böyle bir görüşün kabulü MK.nun 917. maddesi hükmünün uygulanmasını sonsuz bir şekilde sınırlamış olacaktır ki, böyle bir yorum herşeyden evvel anılan hükmün sevki amacına da aykırı düşecektir. Öte yandan davalının dayandığı içtihadın da davamızın konusunu oluşturan olayla ilgi ve irtibatı da yoktur. 0 halde mahkemenin davanın reddine ilişkin bu gerekçesi varit değildir. Bir itibarla mahkemece yapılacak iş, davanın esasına girilip teminatsız kalan davacı alacağının asıl borçlu ile müşterek borçlu ve müteselsil kefilden tahsil imkanı olup olmadığı ve davacının zararının doğup doğmadığı yönü üzerinde durulup, ayrıca aynı taşınmazların Sosyal Sigorta Kurumu yararına birinci derecede bir milyon liraya ipotekli olduğu dikkat nazara alınıp eğer ipotek işlemi iptal edilmeseydi dahi davacı bankanın alacağını tahsil olanağı bulunup bulunmadığı hususu üzerinde de özellikle araştırma ve inceleme yapılıp, hasıl olacak sonuç uyarınca bir karar verilmek üzere hüküm bozulmalıdır. Sonuç Temyiz olunan kararın gösterilen nedenlerle davacı yararına (BOZULMASINA) ve davacı yararına takdir edilen 3000 lira duruşma avukatlık parasının davalıya yükletilmesine, davacının peşin harcının istek halinde geri verilmesine, 26.1.1981 gününde oybirliğiyle karar verildi. Kaynak:YKD - 1981/8 - Sayfa:966 T.C. YARGITAY 4. Hukuk Dairesi E:1982/8932 K:1982/10570 T:16.11.1982 NOTERLERİN HUKUKİ SORUMLULUĞU Stajyer, katip ve katip adayları tarafından yapılmış olsa bile, noterler bir işin yapılmamasından veya hatalı, yahut eksik yapılmasından dolayı zarar görmüş olanlara karşı sorumludurlar. 1512 s. Noterlik K m. 162 Taraflar arasındaki tazminatın rucuan ödenmesi davası nedeniyle yapılan yargılama sonunda, ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın tümünün reddine ilişkin hükmün davacı T.C. Ziraat Bankası avukatı tarafından duruşma istekli olarak temyiz edilmesi üzerine; dosya incelendi, gereği konuşuldu: Davacı banka, davalı Yılmaz'ın noter olarak imzasını onadığı 31.3.1977 günlü ve 10436 yevmiye numaralı asıl vekaletname ile buna ek olarak bankadan para çekmeğe yetki veren 11.4.1977 günlü ve 11581 yevmiye numaralı vekaletnameye istinaden Şevket adındaki kişinin hesabından vekili sıfatını takınan Osman’a para ödediklerini, ancak bu vekaletnamelerin .sahte olduğunun ticaret mahkemesinin kesinleşen ilamı ile sabit olduğunu ileri sürerek sahte 72 vekaletnameleri onayan davalı noterden Şevket'e ödenen paranın rücuan tahsiline karar verilmesini istemiştir. Davalı noter tarafından başlangıçta onanmış bulunan 31.3.1977 günlü ve 10436 yevmiye numaralı asıl vekaletnamenin davacı banka tarafından yetersiz görülmesi üzerine 11.4.1977 günlü ve 11581 yevmiye numaralı ek vekaletname tarizim edilmiştir. Bankaca bu ek vekaletnameye istinaden Osman’a ödeme yapıldığı anlaşılmaktadır. Geçekten 11.4.1977 günlü ek vekaletnamedeki imzanın öncekinde olduğu gibi Şevket'e ait bulunmadığı, imzanın sahte olduğu kesinleşen mahkeme ilamı ile sabit olmuştur. Noter bu ek vekaletnamede hüviyet tesbiti yapmayarak sadece "işbu vekaletname altındaki imzanın şahıs ve hüviyeti dairece marufum ve malumum bulunan, Şevket'e ait olduğu" yolunda meşruhat vermiştir. Kendisi savunmasında kendi memurunun bu ibareyi fazladan yazmış olduğunu bildirmiştir. Oysa 1512 sayılı Noterlik Kanunun 162. maddesi hükmüne göre stajyer, katip ve katip adayları tarafından yapılmış olsa bile noterler, bir işin yapılmamasından veya hatalı yahut eksik yapılmasından dolayı zarar görmüş olanlara karşı sorumludurlar. Görüldüğü gibi maddenin düzenleniş biçiminden noterin, kendi eylemlerinden şahsen sorumlu olduğu kadar emrinde çalışan kimselerin eylemlerinden doğan zararlardan da sorumlu olduğu anlaşılmaktadır. Maddede kusurdan söz edilmemiştir. 0 halde noterin sorumluluğunda kusur aranmayacaktır. Noter ek vekaletnameyi onarken kendisini Şevket'in yerine koyan sahteciyi tanıyormuş gibi "şahıs ve hüviyetinin dairece maruf ve malum olduğu yolunda" beyanda bulunmuştur ve onun bu beyanını kapsayan ek vekaletname davacı banka personelini yanıltmıştır. 0 halde noterin bu beyanı imzalamış olması zararın gerçekleşmesinde onun da kusurlu olduğunu göstermektedir. Kaldı ki bu beyanı katibi yazmış olsa bile noter meydana gelen zarardan sözü edilen yasa maddesi hükmünce yine sorumludur. 0 halde olayda tüm kusurun eylemi üçüncü kişiye ait hesap cüzdanını istememiş olmaktan ibaret bulunan davacı bankada olduğunun kabulü ile davanın tamamen reddine karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir. Sonuç : Temyiz olunan kararın gösterilen nedenlerle (BOZULMASINA), davacı T.C. Ziraat Bankası yararına takdir edilen 5000 lira duruşma avukatlık parasının davalıya yükletilmesine ve peşin alman harcın istek halin değeri verilmesine 16.11.1982 gününde oybirliğiyle karar verildi. Kaynak:YKD - 1983/3 - Sayfa:349 T.C. YARGITAY DÖRDÜNCÜ HUKUK DAİRESİ Esas No : 1988/02990 Karar No : 1988/06935 Tarih : 06.07.1988 • VEKALETNAMENİN DÜZENLENMESİNDEN KAYNAKLANAN ZARARLARDAN MESULİYET • HAKSIZ FİİL FAİLİNİN MESULİYETİ Taraflar arasındaki birleştirilen tazminat davaları üzerine yapılan yargılama sonunda, ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine ilişkin hükmün davacılar avukatı tarafından duruşma istekli olarak temyiz edilmesi ve davalılardan M. M.'nin avukatı tarafından da temyize cevap dilekçesinde duruşma istenilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşuldu: Davanın yasal dayanağı Türk Medeni Kanununun 917. maddesidir. Davacılar doğan zararın tazminini hazine ile sahte vekâletnameyi düzenleyen noterden istemektedirler. Mahkeme davanın reddine karar vermiştir. Yargıtay'ın kökleşmiş uygulaması gereği sahte vekâletname 73 düzenlenmesinden kaynaklanan zararların da Türk Medeni Kanununun 917. maddesinin kapsamı dâhilinde olduğudur. Noterin bu konudaki sorumluluğu ise kusursuz sorumluluk esaslarına tabidir. Kaldı ki, olayda davalı noterin ek kusuru da bulunmaktadır. Borçlar Kanununun 51. maddesi gereğince her iki davalının zarardan sorumlu olmaları gözetilmeksizin davanın reddedilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ : Temyiz olunan hükmün yukarıda gösterilen nedenlerle (BOZULMASINA) ve davacılar yararına takdir edilen 24.800 lira duruşma avukatlık parasının davalı Hazine ve davalı M. M.'ye yükletilmesine ve davacılardan peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 06.07.1988 gününde oy birliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY 4. Hukuk Dairesi E:1998/316 K:1998/6105 T:09.07.1998 Dayacı M.K. ile davalı, 1 - ... Başkanlığı adına Av. S.S., 2 - ... T.A.Ş. Genel Müdürlüğü adına Av. A.D., 3 - Y.G. adına Av. E.K., 4 - H.Ç. aralarındaki dava hakkında Ankara Asliye 18. Hükuk Hakinliği`nden verilen 4.12.1996 Tarih ve 1995/356-1996/840 sayılı hükmün Daire`nin 23.9.1997 tarih ve 1997/4401-1997/8574 sayılı ilamıyla kısmen bozulmasına, kısmen onanmasına oyçokluğu ile karar verilmişti. Davalılardan H.Ç. avukatı ile ... T.A.Ş. avukatı tarafından süresinde kararın düzeltilmesi istenmiş olmakla, 2797 sayılı Yargıtay Kanunu`nun 40., Yargıtay İç Yönetmeliği`nin 18. ve Daire`nin 15.1.1998 tarihli ilke kararının 7. maddesi gereğince öncelikle yapılan inceleme sonunda Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor okunduktan sonra, dosya incelendi, gereği görüşüldü: KARAR : 1 - Temyiz ilamında bildirilen gerektirici nedenler karşısında Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu`nun değişik 440. maddesinde sayılan nedenlerden hiçbirine uygun olmayan ... T.A.Ş.`nin karar düzeltme istemi reddedilmelidir. 2 - Davalı H.Ç.`nin karar düzeltme istemine gelince; dava, tazminat istemine ilişkindir. Davacı, gazetede gördüğü bir ilan üzerine Ankara ... semtinde yapılmış olan ve ... İdaresi`nce satımı yapılan evi satın aldığını, ancak satan kişinin gerçek malik olmaması nedeniyle evi gerçek malike iade ettiğini, olayın davalıların kusuru nedeniyle meydana geldiğini belirterek, tazminat isteminde bulunmuş, yerel mahkemece hükmedilen tazminatın P. ve davalı noterden müştereken tahsiline karar verilmiştir. 1512 sayılı Noterlik Yasası`nın 162. maddesinde noterlerin sorumluluğu düzenlenmiştir. Anılan düzenlemeye göre noterler zarar görenlere karşı kusursuz sorumludurlar. Çalışanların sorumluluğu ise BK. 41. maddesi uyarınca kusurlu sorumluluğa dayanmaktadır. Çalışanların yaptığı işten zarar meydana gelmişse, noter yine kusursuz olarak sorumlu olacaktır. Noterlerin kusursuz sorumluluğundan kastedilen, zarar görenin kusuru kanıtlamak zorunda olmamasıdır. Sorumluluk hukukunun önemli ögelerinden biri de zarar ile eylem arasında illiyet bağının bulunmasıdır. İlliyet bağının kesildiği durumlarda kusursuz sorumlu olan kişi de sorumlu tutulmayacaktır. Teoride ve uygulamada; mücbir sebep, zarar görenin tam kusuru ve üçüncü kişinin ağır kusuru ile illiyet bağı kesilir. Bu üç olgudan birinin bulunması halinde kusursuz sorumlu kimse de sorumluluktan kurtulacaktır. Somut olayda satıcı B.S., sahte bir kimlik ve bedeli istenen dairenin kendisine ait olduğuna ilişkin bir tahsis belgesi ile notere başvurmuştur. Nüfus cüzdanında satıcının fotoğrafı ve diğer bilgiler normal bir nüfus belgesindeki gibidir. Tahsis belgesinde ise sadece, nüfus kaydı sahibi B.S.`nın adı yer almaktadır. Satıcı B.S. ile alıcı davacı arasında 5.5.1993 tarihinde noterde imza onayı biçiminde "Tahsis hakkı devir senedi" düzenlenmiştir. Senet kapsamında devir alan 74 davacı devir edilen yeri görüp beğenerek ve B.S.`ye ait olduğunu bilerek, evrak ve kayıtları tetkik ederek devir aldığına ilişkin açıklama ile sözleşmeyi imzalamıştır. Noterde düzenlenen onay biçimindeki belgede yanların kimlikleri tam olarak alınmıştır. Bu durum sözleşmenin altına yazılan kısımla da sabittir. Satıcının fotoğrafının alınması gerekmediği gibi, yapılan sözleşme de noterde düzenlenmesi gerekmeyen bir sözleşmedir. Adiyen yapılabileceği gibi hiç yazılı sözleşme de yapılmayabilir. Ayrıca Noterlik Yasası`nda bu tür işlemler için fotoğraf alınması da öngörülmemiştir. Yasanın aramadığı bir koşulun davalı noterin kusuru olarak yorumlanması mümkün değildir. Noterde yapılan sözleşme ile, davacının kazandığı bir hak bulunmamaktadır. Sözleşme güvene dayanan bir ön ilişkinin kurulduğunu göstermekte, öte bir anlam ifade etmemektedir. Davacı sözleşme ile ayni bir hakkı kazanamadığı gibi kişisel hakka dayanarak aynı hak da talep edemez. Bütün aykırılık bankadaki işlem sırasında gerçekleşmiştir. Bankada gerçek B.S.`nin kimliğini belirten kayıtlar mevcuttur. Şayet banka bu kayıtları gereğince incelemiş olsaydı, satıcı B.S.`nin gerçek malik B.S. olmadığı ortaya çıkacaktı. Noterde düzenlenen devir belgesine esas alınan kimlik dışında noterin dayanabileceği ve istenmesini gerektiren başkaca bir bilgi ve belge bulunmamaktadır. Somut olayın oluş biçimi itibariyle davalı noterin sorumlu tutulması yasal düzenlemeye ve sorumluluk hukukunun ilkelerine aykırı olup sorumluluğu yönünde hüküm kurulmuş olması bozmayı gerektirir ise de, karar onanmış bulunduğundan, davalının karar düzeltme isteği HUMK`nun 440-442. maddeleri uyarınca kabul edilmeli, onama kararı kaldırılmalı ve hüküm gösterilen nedenlerle bozulmalıdır. SONUÇ : Davalı ... T.A.Ş.`nin karar düzeltme isteminin ( 1 ) nolu bentte gösterilen nedenlerle oybirliği ile reddine, H.Ç.`nin karar düzeltme isteminin ise ( 2 ) nolu bentteki nedenlerle oyçokluğu ile kabulüne, onunla ilgili onama kararının kaldırılmasına ve hükmün yine anılan kişi yönünden oyçokluğu ile BOZULMASINA, 9.7.1998 tarihinde karar verildi. KARŞI OY YAZISI Daha önce karara karşı yazdığım karşı oy yazısının ( 3 ) nolu bendinde gösterdiğim gerekçe ile, karar düzeltme isteminin ( 1 ) nolu bendindeki, zarar kapsamı ile ilgili bölümünde kabul edilmesi gerektiği düşüncesindeyim. 9.07.1998. Başkan Bilal Kartal KARŞI OY YAZISI Onama kararı ve yerel mahkeme kararında yazılan gerekçelerle karar düzeltme isteğinin reddi oyundayım. 9.7.1998 Üye Salim Öztuna T.C. YARGITAY DÖRDÜNCÜ HUKUK DAİRESİ Esas No : 2000/3957 Karar No : 2000/6531 Tarih : 03.07.2000 KARAR METNİ : Davacı Hüsamettin Konuk vekili Avukat Neşat Çetinkaya tarafından, davalı Hüseyin Kaya ve İlhan Özkan aleyhine 18.1.1993 tarihinde verilen dilekçe ile sahte nüfus cüzdanı ile yapılan satışın iptalinin istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda davanın davalı İlhan Özkan yönünden kabulüne, davalı Hüseyin Kaya yönünden reddine dair verilen 9.12.1999 tarihli kararın Yargıtay'ca tetkiki davalı ilhan Özkan vekili tarafından süresi içerisinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü. 75 Dava, sahte nüfus cüzdanı ile yapılan araç satış sözleşmesinin iptali istemine ilişkindir. Mahkemece istek kısmen kabul edilmiş, karar davalılardan İlhan Özkan tarafından temyiz edilmiştir. Davacı dava dilekçesinde kendisine ilişkin aracın üçüncü kişiler tarafından rızası dışında elinden alınarak sahte nüfus cüzdanı ile davalı İlhan Özkan´a satıldığını, sair davalı Noter Hüseyin Kaya´nın da kusurlu olduğunu bildirerek aracın aynen, mümkün olmadığı takdirde bedelinin tahsili ile satış sözleşmesinin iptalini istemiştir.Araç, ceza yargılamasında olayla ilgili devam eden soruşturma sebebiyle Cumhuriyet Savcılığı tarafından davacıya teslim edilmiştir. Mahkemece, satış işleminde sahte nüfus cüzdanı kullanıldığı gerekçesiyle davalı İlhan Özkan yönünden istek kabul edilmiş, davalı noter açısından herhangi bir gerekçe göstermeden dava reddedilmiştir. Noterlerce yapılan araç satış sözleşmesinin düzenlenmesi sırasında, araç ruhsatının istenmesi zorunludur. Ruhsatlarda araç sahibinin nüfus kimlik bilgileri yer almış bulunduğuna göre sözleşmede araç sahibi olarak bildirilen kişinin nüfus bilgileri ile ruhsattaki bilgilerin birbiriyle örtüşüp örtüşmediği incelenip noterin de sorumluluğunun belirlenmesi gerekir. Bu yön incelenmeden noter hakkındaki davanın reddi doğru değildir. Anılan yön gözetilmeden verilen karar usul ve kanuna aykırı olup bozulması gerekmiştir. SONUÇ :Temyiz edilen kararın gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair yönlerin incelenmesine yer olmadığına ve peşin alınan harcın istem halinde geri verilmesine 3.7.2000 tarihinde oy birliğiyle karar verildi. Kaynak : Corpus Arşiv Noterlik kanunu madde : 90 T.C. YARGITAY 4. Hukuk Dairesi E:2000/6166 K:2000/6793 T:10.07.2000 Taraf1ar arasındaki Tazminat davasından dolayı yerel mahkemece verilen gün ve sayısı yukarıda yazılı kararın; Dairemizin 27.3.2000 günlü ve 2000/2401-2639 karar sayılı ilamıyla onanmasına karar verilmiştir. Süresi içinde davalı vekili avukatı tarafından kararın düzeltilmesi istenilmiş olmakla HMUK'nun 440-442. maddeleri uyarınca tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kâğıtlar incelenerek gereği görüşüldü. Üzerine ipotek konulan taşınmaz Derya adına kayıtlıdır. Adı geçen malik, Avukat A.M'yu vekil tayin etmek suretiyle taşınmazı üzerine ipotek koydurtmaya ve kaldırtılmasını öngören vekaletname vermiştir. Vekil, bu vekaletnameye dayanarak davacı yararına 5.000.000.000 liralık ipotek tesis etmiştir. Sonradan vekilin taşınmaz maliki Derya tarafından verilmediği belirlenince ipotek kaldırılmıştır. İşte davacı, ipoteğin kaldırılması sonucu zarar gördüğünü belirterek bunun vekaletnameyi düzenleyen davalı noterden tahsilini istemektedir. Mahkemece istem aynen kabul edilmiş, davalının temyizi üzerine, dairece karar onanmıştır. Davalının karar düzeltme istemi üzerine dosya yeniden incelenmiştir. Noterlerin, Noterlik Yasasının 162. maddesi uyarınca, sorumlu olmaları için kusurlu olmalarının gerekmediği tartışmasızdır. Diğer bir anlatımla, tüm kusursuz sorumluluk hallerinde olduğu üzere, zarar gören, davalının kusurunu kanıtlamak zorunda değildir. Kusursuz sorumluluğun, kusurlu sorumluluktan tek farkı bu noktada toplanmaktadır. Bu bağlamda zarar gören, kusurlu sorumlulukta olduğu üzere zararını, zararla eylem arasındaki uygun illiyet bağını kanıtlamak zorundadır. 76 Somut olayda, davacı yararına ve borçlusu tapu maliki olmak üzere vekil Alaattin vasıtasıyle 5.000.000.000 liralık ödenme günü belirtilen ipotek tesis edilmiştir. Bunun iptali ile davacının zarara uğradığı iddia edilmiş ise de, bu konuda bir inceleme yapılamadığı gibi kanıtlanmış da değildir. İkinci koşul, zararın davalının eyleminden doğup-doğmadığının, diğer bir ifade ile, uygun illiyet bağının olup-olmadığının incelenmesi gerekmektedir. Somut olaydaki uygun illiyet bağı, davalının düzenlediği her vekalette, zarar doğacağı anlamına gelir. Halbuki davalının görevi arasında, vekalet düzenlemesi de bulunmaktadır. Her vekaletname sorumluluğunu gerektirmemektedir. Sorumluluğunu gerektirmeyen vekaletnamelerde daha fazla bir özen göstermesinden kaynaklanmamaktadır. Aynı özen, aynı işlemi yapmaktadır. O halde uygun illiyet bağının bulunduğundan söz edilemez. Kusursuz sorumluluğun tüm hallerinde, uygun illiyet bağının zarar görenin veya üçüncü kişinin ağır kusuru ile beklenmeyen bir halin varlığı durumunda kesileceği, gerek teoride ve gerekse yargısal kararlarla kabul edilmiş bulunmaktadır. Aksi halde risk veya sart nazariyesi öne çıkacak ve zararın var olduğu her halde, kusursuz sorumlu olanın sorumluluğu yoluna gidilecektir ki böyle bir sonuç, hukukumuzda kabul edilmemiştir. Somut olayda, üzerinde ipotek tesis edilen taşınmaz tapu kütüğünün l pafta 14 parselinde kayıtlı olup, malik olarak "Rauf kızı Derya" yazılıdır. Bunun dışında davacının kimliğini ve özelliği belirleyen başkaca bir kayıt bulunmamaktadır, işte davalı Noter'e iş sahibi olarak gelen ve ben Derya'yım, diyen kişi, fotoğrafını ve nüfus kimliğini vermek suretiyle işlem yapmıştır. Davalı noterde, tapu malikinin daha öncesinde, bir fotoğrafı veya tapuda doğum tarihi de olmadığı için, yaş olarak bir karşılaştırma yapma olanağı bulunamamaktadır. Kaldı ki, davacı gerçekten 1960, işlem yaptıran ise, 1959 doğumludur. Verilen kimlikteki ana ve baba adları nüfusa kayıtlı olduğu yerlerde aynıdır. Böyle bir durumda üçüncü kişinin bu bağlamda vekil eden sıfatıyla iş yaptıran kişinin ağır kusuru sonucu illiyet bağının kesileceği, böylece davalının sorumlu tutulamayacağı kabul edilmelidir. Bu işlemin yapılmasında, davalının gerçek durumu bildiği iddia ve ispat edilemediğine göre, salt vekaletname düzenlemekten dolayı kusursuz sorumludur diye, sorumluluğuna karar verilmesi, kusursuz sorumluluk ilkeleri ile bağdaşmamaktadır. Yine olayda davacı, tapu malikinden alacaklı imiş gibi, onun borcundan dolayı ipotek tesis etmistir. Bir an için, vekaletnamenin doğru olduğu, yani tapu maliki tarafından verildiği kabul edilse dahi, gerçekten tapu malikinin davacımıza bu miktarda borçlu olup-olmadığı araştırılmalıdır. Eğer davacı tapu malikinden alacaklı ise, sahte vekaletle ipotekli alacağı ortadan kalkmaz, olsa olsa onun tahsilinde güçlükle ve dolayısıyle teminatsız bir alacak konumuna gelmiş olur. Ve davacı, bu alacağını, tapu malikinden alamadığını da kanıtlamalıdır. Aksi halde, bu bedeli hem davalıdan hem de asıl borçlu olduğunu iddia ettiği Derya'dan alacaktır ki nedensiz zenginleşmiş olacaktır. Diğer bir yönde, davacı ve davalı yan tacir olmamalarına karşın, %64 oranında reeskont faizine hükmedilmiştir. Bu da 2095 sayılı yasa hükümlerine aykırıdır. Sonuç olarak, bir kamu görevi yürüten davalının eylemi ile davacının iddia ettiği zararının meydana gelmesi olayı arasında uygun illiyet bağı bulunmamaktadır. Kaldı ki, davacının zarar gördüğü de iddia ve kanıtlanmamıştır. Bu yönler itibariyle kararın bozulması gerekirken karar onanmış bulunduğundan, davalının karar düzeltme istemi HUMK.'nun 440-442. maddeleri uyarınca kabul edilmeli ve karar gösterilen nedenlerle bozulmalıdır. SONUÇ: Davalının karar düzeltme isteminin kabulüne, onama kararının kaldırılmasına ve kararın yukarıda gösterilen nedenlerle BOZULMASINA ve karar düzeltme isteyen davalıdan önce alınan onama harcı ile peşin alınan red karar harcının istek halinde geri verilmesine 10.7.2000 gününde oyçokluğu ile karar verildi. 77 T.C. YARGITAY 4. Hukuk Dairesi E:2000/5662 K:2000/8772 T:16.10.2000 HAKSIZ ŞİKAYET NEDENİYLE MANEVİ TAZMİNAT Şikayet hakkının hukuken korunabilmesi ve yerinde kullanıldığının kabul edilebilmesi için, şikayet edilenin cezalandırılmasını veya sorumlu tutulmasını gerektirecek yeterli kanıtların olması zorunlu değildir. Şikayeti haklı gösterecek bazı emare ve olguların zayıf ve dolaylı da olsa varlığı yeterlidir. 2709 s. Anayasa m. 12,17 743 s. MK. m. 24, 24/a 818 s. B K. m. 49 Davacı Ahmet Mürat veki1i Avukat Süleyman tarafından, davalı Genel İş Sendikası aleyhine 14.9.1999 gününde verilen dilekçe ile haksız şikayet nedeni ile manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 16.2.2000 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi davalı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü. Dava, haksız şikayet nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir. Davacı, davalı tarafından haksız olarak şikayet edildiğini bu yüzden kişilik haklarının zarar gördüğünü iddia etmek suretiyle manevi tazminat isteminde bulunmuştur. Mahkemece istem kısmen kabul edilmiştir. Karar davalı tarafından temyiz edilmiştir. Şikayet hakkı, diğer bir deyimle hak arama özgürlüğü; Anayasa'nın Hakların Korunması ile ilgili Hükümler başlığı altında ve 36. maddesinde; herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri , önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahip olduğu şekli ile yer almıştır. Bu düzenleniş biçimi itibariyle kişinin hak arama özgürlüğünün güvence altına alındığı görülmektedir, işte bundan dolayıdır ki kişi, gerek yargı mercileri önünde ve gerekse yetkili kurum ve kuruluşlara başvurmak suretiyle kendisine zarar veren kişilere karşı, haklarının korunmasını, bunun sonucu olarak da zarar veren hakkında yasal işlem yapılmasını ve bu bağlamda cezalandırılmasını isteme hak ve yetkisine sahiptir. Anayasanın güvence altına aldığı hak arama özgürlüğünün yanında, yine Anayasanın Temel Haklar ve Hürriyetlerin niteliği başlığını taşıyan 12. maddesinde de herkesin kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve özgürlüklere sahip olduğu belirtildikten başka, 17. maddesinde de, herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip bulunduğu da düzenleme altına alınmış bulunmaktadır. Medeni Kanunun 24 ve 24/a maddelerinde de* kişilik haklarına karşı yapılan saldırının dava yolu ile korunacağı belirtilmiş, BK.nun 49. maddesinde ise saldırının yaptırımı düzenlenmiştir. Görüldüğü üzere, Anayasa'da ve yasalarda kişinin hak arama özgürlüğü ile kişilik değerleri güvence altına alınmıştır. İşte bu noktada, hak arama özgürlüğü ile kişilik hakları karşı karşıya gelmiş olabilir. Sorun bu değerlerden hangisine üstünlük tanınacağı noktasında toplanmaktadır. Bir taraftan kişinin hak arama ozgürlüğü güvence altına alınmışken, diğer taraftan kişilik hakları da Anayasal ve yasal güvence altına alınmıştır. Buna karşın kişi, hakkını ararken, karşı yanın kişilik değerlerine saldırıda bulunabilir. Onu hukuka aykırı bir eylemle suçlayabilir. 78 Hukukun, karşı karsıya gelen bu iki değeri aynı konuda ve zamanda koruma altına aldığı düşünülemez. Aksi halde, hukukun kendisi kendi kuralları ile çatışmış olur. Aslında konu birazyakından incelendiğinde her iki değerin aynı anda birbirine karşı korunmadığı, çatışma durumunda somut olaydaki özelliğe göre birinin diğerine üstün tutulduğu görülecektir. Şu durumda uyuşmazlığın çözümünde, hak arama özgürlüğünün, tüm özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız olmadığı, diğer bir anlatımla kişi, istediği biçim ve koşulda ve salt başkasını zararlandırmak için bu hakkı kullanamayacağı, aksi halde bu hakkı kötüye kullanmış sayılacağı kabul edilerek, Anayasa ve yasaların öngördüğü güvenceden yararlanamayacaktır. Bu hakkın hukuken korunabilmesi ve yerinde kullanıldığının kabul edilebilmesi için, şikayet edilenin cezalandırılmasını veya sorumlu tutulmasını gerektirecek yeterli kanıtların olması zorunlu değildir. Şikayeti haklı gösterecek bazı emare ve olguların zayıf ve dolaylı da olsa varlığı yeterlidir. Bu olgu veya emareye dayanılarak, başkalarının da böyle bir olay karşısında, davalı gibi hareket etmesinin uygun görüleceği diğer bir anlatımla orta düzeydeki kişinin de somut olaydaki gibi davranacağı ve bu çerçevenin içinde kalan şikayet hakkının yerinde kullanıldığı kabul edilmelidir. Aksi halde şikayetin hak arama özgürlüğü sınırları aşılarak kullanıldığı ve şikayet edilenin kişilik değerlerine saldırı oluşturduğu sonucuna varılmalıdır. Somut olayda, davacının çalıştığı notere başvuran iki kişinin başka noterliklerce düzenlenmiş 83 adet beyanın davalıya tebliğini istedikleri, davacının tebliğ işlemini yaptığı, bunun üzerine davalı vekilinin savcılığa başvurarak 83 adet beyana ilişkin belge asılları görülmeden fotokopilerin tebliğine çıkarıldığını iddia ettiği anlaşılmaktadır. Dosyadaki bilgi belge ve açıklamalardan ve ceza dosyasında yer alan ifadelerden; davacının kendisine sunulan beyanların asıllarını görmeden tebliğ işlemi yaptığı, 83 ayrı kişinin vekili olmayan iki kişinin başvurusu üzerine başvuranlardan ayrı olan kişilere ait beyanları da tebliğ etmiş olduğu, böylece tebligat işleminde usulsüzlük bulunduğu kanaatine varılmıştır. Bu itibarla şikayet dolaylıda olsa hukuken korunması gereken emarelere dayanmaktadır. Öte yandan şikayet dilekçesi kapsamından davacının değil, onun çalıştığı noterin şikayet edildiği anlaşılmaktadır. Bu itibarla davacıya yönelen bir şikayet bulunduğu da benimsenemez. Kaldı ki şikayet dilekçesi vekil tarafından verilmiş olup davalı asilin şikayet dilekçesindeki beyanlara katıldığı hususu da kanıtlanmış değildir. Açıklanan bu olgular itibariyle davanın reddi gerekirken yerel mahkemece kabulüne karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir. Sonuç: Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen nedenlerle (BOZULMASINA) ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine, 16.10.2000 gününde oybirliğiyle karar verildi. Kaynak:YKD - 2001/1 - Sayfa:25 T.C. YARGITAY DÖRDÜNCÜ HUKUK DAİRESİ Esas No : 2001/2136 Karar No : 2002/6321 Tarih : 14.06.2001 DAVA : Davacı M.Metin ile ödenen eksik Damga Vergisi,Noter Harcı ve Gecikme Faizinin davalılara rucüan tahsilinin istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonucunda davanın kısmen kabulüne dair verilen 22.11.2000 günlü kararın Yargıtay'ca incelenmesi davacı ve davalılar vekili tarafından süresi içinde istenilmekte,temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü. KARAR : 1.Dosyadaki yazılara,kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlerle özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalılar ile davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları reddedilmelidir. 79 2.Davacının diğer temyiz itirazlarına gelince; dava davacının görevli olduğu Balıkesir 3.Noterliği'nde işlem yaptıran davalılardan eksik harç ve masraf alındığının inceleme sonucu anlaşılması ve vergi dairesine bildirilmesi üzerine uzlaşmaya giden davacı noterin ödediği 8.670.000.000 TL'nin davalılardan rucüan alınması istemine ilişkindir. Davalılar cevaplarında davacı noterin kusuru nedeniyle ödediği miktarın kendilerinden istenemeyeceğini belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece 488 Sayılı Damga Vergisi Kanunu'nun ilgili maddesi esas alınarak ödenen damga vergisinin rucüan tahsiline,diğer işlemlerin reddine karar verilmiştir.Karar taraflarca temyiz edilmiştir. Dosyada bulunan belgelere göre davacı, vergi dairesine 21.04.2000 tarihinde Damga Vergisi 2.500.000.000 TL,ağır kusur 250.000.000 TL,noter harcı 200.000.000 TL,ağır kusur 50.000.000 TL ve Gecikme Faizi 5.670.000.000 TL'nin toplamından oluşan 8.670.000.000 TL ödemiştir. 488 Sayılı Damga Vergisi Kanunu'nun ilgili maddesinde resmi daireler veya noterlerce düzenlenerek kişilere verilen veya dairede bırakılan ve Damga Vergisi hiç alınmayan veya çok az alınan kağıtların vergisi mükelleflere,cezası düzenleyenlere aittir hükmü yer almaktadır. Davacının yaptığı işlemden eksik harç alındığının anlaşılması üzerine davalılara eksik harcın ödenmesi için ihtarda bulunulmuştur. İhtar tarihinden itibaren davalıların borcu ödemedikleri sabit olduğuna göre bu tarihten itibaren temerrüt faizinden sorumlu olduklarının kabulü gerekir. Yazılı gerekçe ile ödenen gecikme faizinin rücuan alınması isteminin tamamen reddi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ : Temyiz olunan kararın (2) Nolu bentte gösterilen nedenle davacı yararına BOZULMASINA,davalıların tüm,davacının öteki temyiz itirazlarının ilk bentteki nedenlerle reddine ve temyiz eden davacıdan peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 14.06.2001gününde oy birliğiyle karar verildi T.C. YARGITAY 4. Hukuk Dairesi E:2001/12220 K:2001/12773 T:24.12.2001 Davacı EnsaR Kemer vekili Avükat Ahmet Cengiz taraFından, davalılar Turkiye Noterler Birliği ve Mehmet Arslan aleyhine 26/9/2000 gününde verilen dilekçe ile rücuan tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; dava dilekçesinin yetkisizlik nedeniyle reddi ne dair verilen 12/2/2001 günlü kararın Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü: KARAR : Dava, rücuan tazminat istemine ilişkindir Mahkemece, dava dilekçesinin HUMK'nun 9. ve 27. maddeleri uyarınca yetki yönünden reddine karar verilmiştir. Davacı, kendisinden önce görev yapan davalılardan Mehmet Arslan'ın o donemde isten ayrılıp emeklilik muracaatında bulunan personeli için diğer davalı Türkiye Noterler Birliği'ne durumu bildirmediği bu nedenle sonradan personele fazladan kıdem tazminatı ödemek zorunda kaldığını belirterek, davalılardan bu ödemenin rucuan tahsilini istemektedir. Dava, olayın gerçekleştiği Karaman Asliye Hukuk Mahkemesinde açılmıştır. Davalılar, ikametgah mahkemesinin yetkili olduğunu savunmuşlardır. Davacı, eski noterin kusurlu davranışı sonucu zarara uğradığını belirterek onun haksız eylemine dayanmıştır. Şu durumda, HUMK'nun 21. maddesi uyarınca mahkemenin yetkili olduğu gözetilerek davanın esasının incelenmesi gerekirken yazılı şekilde yetkisizlik kararı verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen nedenle BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 24/12/2001 gününde oybirliğiyle karar verildi. 80 T.C. YARGITAY 4. Hukuk Dairesi E:2001/3236 K:2001/4369 T:30.04.2001 HAKSIZ EYLEM NEDENİYLE TAZMİNAT ZAMANAŞIMI Davacıya ait kamyonun sahte vekaletname düzenlenerek satılması nedeniyle uğranılan zararın tazmini için açılan davada, sahteliği iddia edilen vekaletnamenin bizzat davalı noter tarafından mı, yoksa başka bir noterlik görevlisi tarafından mı düzenlendiği araştırılmalı; bizzat noter tarafından düzenlenmediğinin anlaşılması halinde, noter hakkında ceza zamanaşımının değil, BK.nun 60. maddesinde yazılı genel zamanaşımının uygulanacağı düşünülmelidir. (3456 s. Noterlik K. m. 162) (818 s. BK. m. 60) Dayacı Hilmi vekili avukat Emrah tarafından, davalı A.Şekip ve diğerleri aleyhine 15.10.1993 gününde verilen dilekçe ile tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 27.6.2000 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi davalılardan A.Şekip vekili avukat Mehmet tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü. Dava, haksız eylem nedeniyle tazminat istemine ilişkindir. Davacı, sahibi olduğu kamyonun sahte vekaletname tanzim edilerek satılması nedeniyle uğradığı zararın tazminini istemektedir. Davalılardan noter Ahmet Şekip'in zamanaşımı savunması, bu davalı hakkında ceza davası bulunduğu ve ceza zamanaşımı gerekçesiyle reddedilmiştir. Zararın meydana gelmesine neden oluşturan sahte vekaletnamenin 30.9.1987 tarihinde düzenlendiği, eldeki davanın ise 15.10.1993 günü açıldığı anlaşılmaktadır, incelenen ceza dosyası içeriğinden, hazırlık soruşturması sırasında davalı noter yönünden takipsizlik kararı verildiği, hakkında kamu davası açılan öteki davalının evrakta sahtekarlık sucundan cezalandırılmasına karar verildiği, noter hakkında açılmış bir ceza davası bulunmadığı anlaşılmaktadır. Dosyadaki fotokopiden sahte vekaletnamenin davalı noter mi yoksa başka bir noterlik görevlisi tarafından mı düzenlenmiş olduğu anlaşılamamaktadır. Şayet vekaletname davalı noter tarafından düzenlenmemişse, Noterlik Yasasının 162. maddesinde ifadesini bulan hukuki sorumluluk için, genel zamanaşımı süresinin uygulanması gerekir. Bu bağlamda düzenlenen ve sahte olduğu iddia edilen vekaletname bizzat noter tarafından düzenlenmemişse artık noter hakkında ceza zamanaşımı değil, BK.nun 60. maddesinde belirtilen genel zamanaşımı uygulanacaktır. Ceza zamanaşımı, suç teşkil eden eylemi bizzat yapan hakkında uygulanır. Şu durum karşısında vekaletname aslı getirtilip kim tarafından düzenlendiği incelenip araştırılarak ceza veya hukuk zamanaşımı sürelerinden hangisinin uygulanacağının buna göre değerlendirilerek varılacak uygun sonuç çevresinde bir hüküm kurulması gerekirken karar yerinde gösterilen gerekçelerle davalı Ahmet Şekip'in sorumluluğuna karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir. Sonuç:Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan nedenle (BOZULMASINA) ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine, 30.4.2001 gününde oybirliğiyle karar verildi. 81 T.C. YARGITAY 4. Hukuk Dairesi E:2001/5014 K:2001/9347 T:11.10.2001 Davaci Mustafa K. vakili Avukat Cem Şenocak tarafından, davalılar Ülkü B. ve diğerleri aleyhine 23/3/1998 gününde verilen dilekçeyle kaybolan nüfus cüzdanı ile yapılan sahte işlemlerin iptalinin istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kabulüne dair verilen 14/12/2000 günlü kararın Yargıtay'ca incelenmesi davalı Ülkü Bayraktar ve Vergi Dairesi Müdürlüğü vekilleri tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü. KARAR : Davacı Mustafa K. 1992 yılında kaybetmiş olduğu nüfus cüzdanını elde eden bir kişinin bu kimliği kullanmak suretiyle yapmış olduğu işlemlerin iptaline karar verilmesini istemiştir. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş ve karar davalılardan Vergi Dairesi Müdürü ile Samsun 2. Noteri Ülku Bayraktar tarafından temyiz edilmiştir. Davacının, vergi idaresine karşı açmış olduğu davada sahte kimlik ile yapılan vergi kaydı işlemlerinin iptali istenmiştir. Görüldüğü gibi istek vergi hukuku ile ilgili olup bu konuda adli yargı yerinde dava açılamaz. O halde adı geçen davalıya yönelen davanın yargı yolu bakımından reddine karar verilmelidir. Davacının, Samsun 2. Noterliğine karşı isteği de aynı sahte kimlikle düzenlenmiş olan "1.9.1995 tarihli imza sirkülerinin" iptaline ilişkindir. İmza sirkülerinin iptali tek basına herhangi bir hukuki sonuç yaratmaz. Bu nedenle böyle bir davanın açılmasında görünürde hukuki bir yarar bulunmamaktadır. Kural olarak ancak bir eda davasında mesele olarak çözümlenmesi gereken hususun ayrı bir dava ile tespitinin istenmesinde de hukuki yarar yoktur. Öyleyse bu davanın da reddine karar verilmelidir. Mahkemece bu yönler üzerinde durulmadan her iki davalı yönünden de işin esasının incelenmiş olması bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA ve temyiz eden davalı Ülkü Bayraktar'dan peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 11/10/2001 gününde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY 4. Hukuk Dairesi E:2002/5808 K:2002/8687 T:09.02.2002 818 s. Yasa m. 41 Davacı TC Merkez Bankası vekili Avukat Osman Günver tarafından, davalı Muzaffer Görürgöz ve arkadaşları aleyhine 23.12.1996 gününde verilen dilekçe ile haksız eylem nedeniyle tazminat istenmesi üzerine yapılan yargılama sonunda; Mahkemece davanın kısmen kabulüne dair verilen 28.11.2001 günlü kararın Yargıtayda duruşmalı olarak incelenmesi bir kısım davalılar ve duruşmasız olarak davacı vekili taraflarından süresi içinde istenilmekle, daha önceden belirlenen 9.7.2002 duruşma günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davalılardan asil Muzaffer Görürgöz ve vekili Avukat Ali Üstünbaş ile diğer davalılardan asiller Hasan Kılıç, Fahrettin Kalyon ve Nazım Kalyon ve karşı taraftan davacı banka vekili Avukat Murat Özyiğit 82 geldiler. Açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve hazır bulunanların sözlü açıklamaları dinlendikten sonra taraflara duruşmanın bittiği bildirildi. Dosyanın görüşülmesine geçildi. Tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü: KARAR : 1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davacının temyiz itirazları reddedilmelidir. 2-Davalıların temyizine gelince; davacı TC Merkez Bankası dava dışı Mehmet Sorkun'un Kredi Mektuplu Döviz Hesabından sahte kimlik belgesine dayanılarak düzenlenmiş olan vekaletname ile para çekildiğini, davalı Hasan Kılıç ve Fahrettin Kalyon'un Ankara 9. Noteri yeminli katibi diğer davalı Nazım Kalyon'un ise Noter başkatibi olduğunu, anılan kişilerin gerçek hesap sahibi olan Mehmet Sorkun adına düzenlenen sahte kimlikle ve pasaport aslını görmeden düzenledikleri vekaletname ile paranın çekilmesine neden olduklarını, davalı Muzaffer Görürgöz'ün Ankara 9. Noteri olup 1512 sayılı yasanın 162. maddesi gereğince çalışanlarının eylemlerinden kusursuz sorumluluğu bulunduğunu belirtilerek eylem nedeniyle uğranılan zararın ödetilmesini istemiş yerel mahkemece istem doğrultusunda kararı temyiz etmeyen ve kimlik belgelerinde sahtecilik yapan kişilerle birlikte anılan davalıların da hükmedilen tazminat ile sorumlu tutulmasına karar verilmiştir. Dosyadaki ve ceza dosyasındaki bilgi ve belgelerden davalı Sezai Karadeniz'in Almanya'da işlediği bir suçtan dolayı cezasını çektikten sonra sınırdışı edilerek Türkiye'ye geldiği, Türkiye'de Ali Alan ve Merkez Bankası İşçi Dövizleri Genel Müdürlüğünde şef yardımcısı olarak çalışan Mehmet Kumru ile tanışıp samimiyet kurdukları, Sezai Karadeniz'in Mehmet Kumru'nun maddi sıkıntı içinde olmasından yararlanarak Merkez Bankasındaki hesaplardan sahte vekaletname ile para çekme konusunu gündeme getirdiği, Mehmet Kumru'nun tereddüt etmesi üzerine Ali Alan ve Ahmet Karadeniz'in devreye girdikleri ve bankadan sahte vekaletname ile para çekme konusunda fikir birliğine vardıkları, davalı Mehmet Kumru'nun bankada fazla miktarda parası olduğunu tesbit ettiği Mehmet Sorkun'a ait hesaptaki bilgi ve belgelerin fotokopilerini gizlice çekip işbirliği içinde olduğu davalılara verdiği sahte vekaletname düzenlenmesi için sahte nüfus cüzdanına ihtiyaç olduğundan bu işlerden anlayan davalı Ali Dönmez aracılığı ile davalı Hürşehit Ulusoy ve Hayati Urgun ile anlaşıldığı, davalı Hürşehit Ulusoy'un hesap sahibi Mehmet Sorkun'a benzediği anlaşıldığından onun yerine geçmesine karar verildiği ve Hürşehit Ulusoy'un bu nedenle sakal bırakıp resim çektirdiği, davalı Ali Dönmez öncülüğünde sahte nüfus cüzdanı temin etmek amacıyla Demetlale Muhtarlığından alınmış gibi görülen sahte nüfus cüzdanı değiştirme belgeleri ile ikametgah ilmuhaberi düzenlenip Yenimahalle Nüfus Müdürlüğüne gidilerek vekil olacak Zekeriya Sorkun kimliği ile Aydın Alan'a, Mehmet Sorkun kimliği Hürşehit Ulusoy'a sahte nüfus cüzdanı çıkartıldığı ve vekaletname düzenlenmesi icin Ankara 9. Noterliğine gidildiği, Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 20.8.1998 tarihli ilamında da belirtildiği gibi iğfal kabiliyeti bulunan belgelerle noterlikteki işlemlerin tamamlandığı, davalı 9. Noter yeminli katibi Fahrettin Kalyon tarafından hazırlanan vekaletnamenin Mehmet Sorkun'un mazerete nedenıyle notere gelemeyeceği beyan edildiğinden yine Noter yeminli katibi davalı Hasan Kılıç aracılığıyla Mehmet Sorkun olarak bilinen ve gerçekte Hürşehit Ulusoy olan davalının beklemekte olduğu otele gidildiği, imzaların tamamlatılıp vekaletnameye yapıştırılacak resimlerde alınarak dönüldüğü ve bu şekilde tamamlanıp hazırlanan vekaletnamenin o sırada davalı Ankara 9. Noteri Muzaffer Görürgöz'ün işi nedeniyle bulunmaması sebebiyle davalı ve imza yetkisi olan Nazım Kalyon tarafından onaylandığı ve düzenlenen bu vekaletname ile davacı Merkez Bankasından 1.488.180 mark çekildiği ve çekilen paranın hakkında dava reddedilen davalılar ve Muzaffer Görürgöz, Hasan Kılıç, Fahrettin Kalyon ve Nazım Kalyon dışındaki davalıların arasında paylaşıldığı anlaşılmaktadır. Dava konusu olayın yukarıda anlatılan gelişimi gözetildiğinde; davalılar Muzaffer Görürgöz, Hasan Kılıç, Fahrettin Kalyon ve Nazım Kalyon'un aldatma niteliği ( iğfal kabiliyeti ) olan belgelerle vekaletnameyi düzenledikleri, davacı bankada bulunan kredi mektuplu Döviz 83 Hesabındaki tüm bilgilerin davacının çalışanı olan davalı Menmet Kumru tarafından cezada mahkum olan diğer davalılara verilerek belgelerin düzenlendiği, davacı bankanın çalışanı ve hesap bilgilerinin korunması ve denetimi konusunda özensiz davranışının sonuca neden olduğu görülmektedir. Sahte ve iğfal kabiliyeti olan kimlik belgelerini düzenleyen davalıların eylemleri ve davacı çalışanı Mehmet Kumru'nun eylemi ağır kusur oluşturduğundan zarar ile kararı temyiz eden davalılar Muzaffer Görürgöz, Hasan Kılıç, Fahrettin Kalyon ve Nazım Kalyon'un eylemleri arasındaki illiyet bağı kesilmiştir, bu nedenle de anılan davalıların sorumluluğundan sözedilemez. Yerel mahkemece açıklanan yönler gözetilerek davanın Mümeyiz davalılar yönünden reddedilmesi gerekirken hükmedilen tazminat ile sorumlu tutulmuş olmaları usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ : Temyiz olunan kararın ( 2 ) sayılı bentte acıklanan nedenlerle temyiz eden davalılar yararına BOZULMASINA, davacının temyiz itirazlarının ilk bentteki nedenlerle reddine ve temyız eden davalılardan Muzaffer Görurgoz vekili için takdir olunan 250.000.000 lira duruşma avukatlık ücretinin davacıya yükletilmesine ve temyiz eden davalılardan peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 9.7.2002 gününde oyçokluğuyla karar verildi. KARŞI OY : 1-Dosyadaki delillere göre vekaletnamenin düzenlenmesine noter dairesinde başlanılmış, vekaletname verecek kişinin noterliğe gelmemesi nedeniyle adı geçen kişinin imzası bulunduğu otelde alınmış, buna rağmen düzenlemenin tamamının noterde yapıldığı şeklinde tutanak tanzim edilmiştir. Bu düzenleme biçimine göre yetkili kişinin dikkatli biçimde tanzim etmediği vekaletnameden zarar doğduğuna göre evrakı tanzim edenler sorumlu olup Noter de Noterlik Kanunu'nun 1621. maddesi gereğince sorumlu olduğundan adı geçenlerin sorumlu olmadıkları yönünde bozma kararı verilmesi uygun olmamıştır. 2-Borçlar Kanunu'nun 83. maddesinin 1. fıkrasına göre "mevzuu para olan borç memleket parası ile ödenir". Taraflar arasında sözleşme varsa bu kuralın dışına çıkılabilir. Maddede ki kural kamu düzeni ile ilgili olduğu için her aşamada ve talep olmasa bile gözönünde bulunacak hususlardandır. Davaya konu uyuşmazlığın hukuki dayanağı sözleşme değil haksız fiildir. Zarara sebep olan olayda kaybedilen malın olay tarihindeki değeri zararın tazmininde esas alınmalıdır. Dava konusu edilen malın yabancı para ile alınmış olması veya yurt içinde imal edilmiş bulunması etkili değildir. Aslolan olay tarihindeki değeridir. Kaideten istek Türk parası esas alınarak yapılmalıdır. Eğer davacı Türk parası dışında bir para üzerinden istekte bulunmuşsa, bu paranın istek tarihindeki kur üzerinden karşılığı tesbit edilerek, HUMK.nun 74. maddesine uygun talep miktarı belirlendikten sonra yargılama yapılarak, sonuçta gene Türk parası üzerinden karar verilmesi gerekir. HGK.nun 19.2.2001 gün 2001/19-17 esas, 2001/151 karar sayılı kararında da bu görüş aynen uygulanmıştır. Bu nedenle uygulama yeri bulunmayan tahsil tarihindeki yabancı paranın karşılığının tahsiline karar verilmesi de doğru olmamıştır. Yukarıda iki maddede yazılan nedenlerle, yüce çoğunluğun kararına katılamıyorum. T.C. YARGITAY 4. Hukuk Dairesi E:2002/5645 K:2002/6791 T:03.06.2002 818 s. Yasa m. 53 Davacı Macide Cantürk vekili Avukat Ahmet Aksu tarafından, davalılar T.C. Urla Noterliği ve diğerleri aleyhine 4.4.2000 gününde verilen dilekçe ile davalı Urla Noterliğince davalı Necip Fırfır adına düzenlenen sahte vekaletname ile davacıya yapılan taşınmaz satışının 84 iptali nedeniyle gayrimenkul satış bedelinin tahsilinin istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davalı Necip Fırfır hakkında açılan davanın açılmamış sayılmasına, diğer davalılar hakkında açılan davanın kabulüne dair verilen 3.7.2001 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi davacı vekili ve davalılar Urla Noterliği ve M. Hakan Çokan vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçelerinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşuldu: KARAR : Dava, haksız eylem nedeniyle tazminat istemin ilişkindir. Dosya içeriğinden davalılar Murat Donmez, M. Hakan Çokan ve Necip Fırfır haklarında bu davaya konu edilen eylemleri itibariyle ceza davası acıldığı derdest olduğu anlaşılmaktadır. BK.nun 53. maddesi gereğince hukuk hakimi ceza mahkemesinin belirlediği maddi vakıalar ile bağlıdır. Ceza Mahkemesinin delil yetersizliğinden verilen beraat kararları her ne kadar da bağlayıcı değilse de hukuk mahkemesinin karar verdiği tarihte derdest bir ceza davasının bulunduğu ve somut olayın özellikleri gözetildiğinde ceza mahkemesinin ileride vereceği kararın hukuk davasını etkilemesi olgusu nedeniyle ceza davasının sonucunun beklenmesi gerekirken mahkemece İzmir 1. Ağır Ceza mahkemesinin 1998/106 esas sayılı davasının sonucu beklenmeden karar verilmesi doğru görülmemiştir. Öte yandan davada Urla Noterliğine de husumet yöneltilerek aleyhine hüküm kurulduğu anlaşılmaktadır. Noterliğin tüzel kişiliği bulunmadığı ancak notere husumet yöneltilebileceği gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması da ayrıca bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA bozma nedenlerine göre tarafların öteki temyiz itirazlarının şimdiden incelemesine yer olmadığına ve peşin alınan harçların istek halinde geri verilmesine 3.6.2002 gününde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY 4. Hukuk Dairesi E:2003/4891 K:2003/10641 T:25.09.2003 Davacı Asım vekili tarafından, davalı İbrahim ve Behcet aleyhine 3.10.2001 gününde verilen dilekçe ile haksız eylem sonucu uğranılan zararın ödetilmesinin istenmesi üzerine yapılan yargılama sonunda; davalılardan Behçet hakkındaki istemin kısmen kabulüne, diğer davalı hakkındaki istemin reddine dair verilen 30.12.2002 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü: KARAR : Davacı, adına trafikte kayıtlı bulunan aracın çalındıktan sonra davalılardan İbrahim'in elinde bulunduğunu belirterek adı geçen davalı oluşturulan kaydın iptali ile aracın kendisine teslimini veya aracın değerinin ödetilmesini istemiş; davalı olarak da aracı elinde bulundurun İbrahim ile aracı ona satan Behçet'i hasım olarak göstermiştir. Mahkemece, İbrahim hakkındaki istemin reddine, aracın bedelinin diğer davalı Behçet'den alınmasına karar verilmiştir. Kararı davacı temyiz etmistir. Dosyadaki bilgi ve belgelere gore; davacı adına kayıtlı bulunan 34 M... 48 plakalı aracın 13.9.1993 günü çalındığı, davacı adına düzenlenen sahte nüfus cüzdanı ile 17.9.1993 tarihinde davalılardan Behçet'e noter sözleşmesi ile satılarak 06 J... 58 plakasını aldığı ve bu davalı tarafından da 22.9.1993 tarihinde yine noter sözleşmesi ile diğer davalı İbrahim'e satılarak onun adına tescil edildiği anlaşılmaktadır. Ne var ki, 17.9.1993 tarihli noter satış sözleşmesinin dayandığı nüfus cüzdanı örneğinin gerçek Asım'ın ( davacının ) kimlik bilgilerine uymadığı ve bu kimliğin sahte olarak düzenlenmiş olduğu anlaşılmaktadır. Böylece gerçekte malik olmayan kişinin ( hırsızın ) sahte kimlik kullanmak suretiyle yapmış olduğu satış işlemi geçersiz olur. Geçersiz bir satış mülkiyetin geçişini sağlayamayacağına göre ondan sonraki davalıya yapılan 85 satışta geçersiz olup alıcının iyi niyetli olması bile sonucu değiştirmez. Bu durumda rızası dışında elinden çıktığı anlaşılan otomobilin davacıya ait olduğuna ve ona iadesine karar verilmelidir. Davalı ancak MK.nun 902. maddesinden kaynaklanan bir hakkı varsa onu isteyebilir. Mahkemece açıklanan yönler gözetilmeden yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir. SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 25.9.2003 gününde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY 4. Hukuk Dairesi E:2003/8610 K:2003/10502 T:23.09.2003 DAVALILARIN BİRDEN FAZLA OLMASI HAKSIZ EYLEMDEN KAYNAKLANAN TAZMİNAT DAVASI YETKİLİ MAHKEME Dava sebebine göre davalıların tamamı hakkında ortak yetkili mahkeme varsa, davalılardan birinin ikametgahı mahkemesinde dava açılamaz, 1086 s. HUMK. m. 9,21 Davacı ismail vakili avukat Sami tarafından, davalılar M. Erkan ve diğerleri aleyhine 23.11.2000 gününde verilen dilekçe ile tazminat istenmesi üzerine yapılan yargılama sonunda; Mahkemece davanın kısmen kabulüne dair verilen 8.10.2002 günlü kararın Yargıtayda duruşmalı olarak incelenmesi davalı M.Erkan vekili, duruşmasız olarak incelenmesi de Z Bankası Genel Müdürlüğü vekili tarafından süresi içinde istenilmekle, süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü. Dava, tazminat istemine ilişkindir, İstanbul'da görev yapan davacının çalıştığı kurumdan emekliye ayrılması üzerine davalılardan Emekli Sandığı tarafından davalı Z.... Bankasının İstanbul Şenesenevler şubesine emekli ikramiyesi ve emekli maaşı gönderildiği, Kadıköy'de noter olan diğer davalı M. Erkan'ın noterliğinde sahte nüfus cüzdanı kullanılarak düzenlenen vekaletname ile davacıya ait emekli ikramiyesi ve maaşının banka şubesinden üçüncü kişi tarafından çekildiği anlaşılmaktadır. Davalılardan M. Erkan'ın yetki itirazı hakkında bir karar verilmeksizin işin esasının incelenmesinin doğru görülmediğine ilişkin dairemizin 29.1.2002 tarihli bozma kararına yerel mahkemece uyulmuş ve adı gecen davalının yetki itirazı reddedilerek işin esası hakkında bir karar verilmistir. Bankası'nın ikametgahlarının Ankara'da, diğer Davalılar Emekli Sandığı ve 2 davalı noterin ise Kadıköy'de bulunduğu belirgindir. Birden fazla davalıya karşı, davalılardan birinin ikametgahı mahkemesinde dava açılabileceğine ilişkin kuralın istisnalarından birisi, ortak yetkili mahkeme bulunması durumudur. Dava sebebine göre davalıların tamamı hakkında ortak yetkili mahkeme varsa, davalılardan birinin ikametgahı mahkemesinde dava açılamaz. HUMK.nun 21. maddesi gereğince, haksız eylem birden fazla kişi tarafından işlenmişse ortak yetkili mahkeme haksız eylemin işlendiği yer mahkemesidir. Anılan yasa maddesi HUMK.nun 9. maddesine göre daha özel bir yetki kuralı içermektedir. Somut olayımızda noterde sahte nüfus cüzdanı kullanılarak vekaletname düzenlenmesi ve bu vekaletname ile banka şubesin den para 86 çekilmesi şeklindeki haksız eylemler istanbul ili içinde gerçekleşmiştir. Ortak yetkili mahkemenin haksız eylemin gerçekleştiği yer mahkeme si olduğu benimsenerek yetki itirazının kabulü ile Kadıköy Asliye Hukuk Mah kemesince yetkisizlik kararı verilmesi gerekirken, mahkemece yetki itirazının reddedilmesi yeniden bozmayı gerektirmiştir. Sonuç: Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan nedenle (BOZULMASINA), bozma nedenine göre öteki yönlerin şimdiden incelenmesine yer olmadığına ve temyiz eden davalılar M.Erkan vekili için takdir olunan 275.000.000 lira duruşma avukatlık ücretinin davacıya yükletilmesine ve davalılardan peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine, 23.9.2003 gününde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY DÖRDÜNCÜ HUKUK DAİRESİ Esas No : 2003/14412 Karar No : 2003/15286 YARGITAY İLAMI MAHKEMESİ :Lüleburgaz Asliye Hukuk Hakimliği NOSU :001/823-2002/1160 TARİHİ :24.12.2002 DAVACI :Maliye Hazinesi adına Avukat Fatma Çavuşoğlu DAVALI :1-M.M. adına Avukat Doğan Kandemir 2-K: F. vd. Davacı Maliye Hazinesi vekili Avukat Fatma Çavuşoğlu tarafından, davalı Muhsin Macuncu ve Kemal Pars aleyhine 440.2001 gününde verilen dilekçe ile rücuen tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davalılar Türkan Akbulut ile Neriman Ozan hakkındaki davanın reddine, diğer davalılar hakkındaki davanın kısmen kabulüne dair verilen 24.12.2002 gönlü kararın Yargıtayca duruşmalı olarak incelenmesi davalılardan Muhsin Macuncu vekili duruşmasız olarak de davacı vekili taraflarından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçelerinin kabulüne ve tebligat gideri verilmediğinden duruşma isteminin reddine karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü. Dava, davacı hazinenin MK. nun 917. maddesi (yeni 1007 maddesi) gereğince Ödediği tazminatın davalı noterden ve tapu sicil müdürlüğünde görevli kişilerden rücuen tahsili istemine ilişkindir. Davacı vekili, Büyükkarıştıran Köyü hudutlarında bulunan 2753 nolu parselin maliklerinin rızası dışında davalı noterin düzenlediği vekaletnameye dayanılarak Hayrettin Akan adındaki kişiye satıldığını Hayrettin Akan'ın dört gün sonra Hayrettin ve Nergiz Erdirik isimli kişilere sattığını tapu iptali ve tescil davasının reddi üzerine gerçek malik tarafından hazine aleyhine dava açıldığını, dava sonunda toplam 60,208.840.000 lira ödendiğim ileri sürerek davalı noterden ve tapu sicil müdürlüğünde görevli diğer davalılardan müştereken müteselsilen tahsilini istemiştir. Mahkemece istem kısmen kabul edilmiş, karar, davalı noter Muhsin Macuncu davacı tarafından temyiz edilmiştir. Davalı Muhsin Macuncu hakkında hüküm kurulurken vekaletname üzerinde hiçbir inceleme yapılmamış, sadece vekaletnamenin düzenlemesi nedeniyle ve adam çalıştırmadan dolayı sorumlu olduğu açıklanmıştır. Oysa malik Savraya (Süreye) Maussa Pars tarafindan Nergis ve Hayrettin Eldirik aleyhine açılan tapu iptali ve tescil davasında davalı noter taraf olmadığı gibi sözü edilen dosyada davalı tarafından 'Vekaletnamenin sahte olduğunu kabul ediyoruz" demeleri üzerine, vekaletnamenin sahte olup-olmadığı, vekaletnamenin düzenlemesinde; vekaletnameyi düzenleyen noter başkatibinin kusuru ve ihmalinin bulunup bulunmadığı hususlarının 87 incelenmesine karar verilmiştir, Hazine aleyhine açılan tazminat davasında da bu yönde bir inceleme yapılmamıştır. Davalı noterin sorumluluğu kusursuz sorumluluk ise de bu kusursuz sorumluluk halinin doğabilmesi için işlemi gerçekleştiren personelinin olayda kusurlu olduğunun kanıtlanması gerekir. Şu durumda sahte olduğu ileri sürülen vekaletnamenin düzenlenmesinde, vekaletnameyi düzenleyen noter başkatibinin bir kusuru bulunup bulunmadığının araştırılması ve sonucuna göre karar verilmesi gerekir. Eksik inceleme ile verilen kararın bozulması gerekmiştir. SONUÇ :Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan nedenlerle davalı Muhsin Macuncu yararına BOZULMASINA bozma nedenine göre davacının temyiz itirazlarının şimdilik incelemesine yer olmadığına ve temyiz eden davalı M. M.’dan, peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 24.12.2003 gününde oy birliğiyle karar verildi. Başkan Üye Üye Üye Üye Bilal Kartal Ülkü Aydın Şerife Öztürk Mustafa Kıcalıoğlu Mehmet Uyumaz T.C. YARGITAY 4. Hukuk Dairesi E:2003/15231 K:2004/6266 T:12.05.2004 AİDİYETİN VE MÜLKİYETİN TESBİTİ ÇALINTI ARAÇ Bir aracın aidiyeti ve bu bağlamda mülkiyeti, aracın motor ve şasi numaraları ile belirlenir. Aracın kasasının aidiyeti mülkiyeti belirleyen unsur değildir 2918 s. Trafik K. m. 27 Davacı Hüsevin vekili Avukat tarafından, davalı Mustafa vd. aleyhine 23.2.1998 gününde verilen dilekçe ile davacıya ait olan ancak çalınan aracın davacıya ait olduğunun tespiti ile aracın davacıya tesliminin istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davalı Mustafa hakkındaki davanın kabulüne, davacıya ait olduğunun tespiti ile davacıya teslimine, diğer davalılar hakkında açılan davanın husumet yönünden reddine dair verilen 11.9.2003 günlü kararın Yargıtay'ca incelenmesi davalı Mustafa vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü. Dava, dava konusu otomobilin davacıya ait olduğunun tespiti istemine ilişkindir. Mahkemece, davalılardan Mustafa hakkındaki davanın kabulüne, diğer davalılar yönünden açılan davanın husumet yönünden reddine karar verilmiş; karar davalı Mustafa tarafından temyiz edilmiştir. Davacı adına trafikte kayıtlı olan 16 .. 550 plaka nolu araç, 1993 yılında çalınmıştır. Davacı, çalınan bu aracını, 1997 yılında, plakasının değiştirilerek 16 .. 732 plaka nosu ile tamircide görmüştür. Plakası 16 .. 732 olan araç ise 1992 yılından bu yana davalı Mustafa adına trafikte kayıtlıdır. Davacı, bu aracın kendisine ait olup olmadığının belirlenmesi için delil tespiti isteminde bulunmuştur. Tespit bilirkişi'nin düzenlediği 13.1.1998 günlü raporda; tespite konu; 16 .. 732 plaka nolu aracın, motor ve şasi numarasının yazılı olduğu sağ ön amortisör üst bağlantı sacının değiştirildiği, 16 .. 732 plakalı araca ait motorun ve sasi numarasının, 16 .. 550 plaka nolu araca monte edilerek 16 .. 732 plakalı yine 1998 model Doğan 88 marka araç halinde getirtildiği, tespit konusu aracın tespit isteyene ait 16 .. 550 plakalı araç olduğu belirtilmiştir. Davalı-sanıklar hakkında açılan kamu davasının yargılaması sırasında, Emniyet Genel Müdürlüğü Kriminal Polis Laboratuarı tarafından düzenlenen 24.5.2000 tarihli bilirkişi raporunda da; "suça konu 16 .. 732 plakalı aracın şasi numarasının orjinal olduğu, bu bölgede alet izlerinin mevcut olduğu, amortisör kolon başlığının şasiye tutturulduğu puntolar arasında büyüklük, derinlik ve diziliş itibariyle farklılıklar bulunduğu, ayrıca amortisör kolunun şasi ile bağlantılı olduğu tekerlek iç davlumbaz bölümünde kaynak izlerinin mevcut olduğu ancak üzerinde şasi numarası olan amortisör kolunun bulunduğu bölgeye sonradan monte edilip-edilmediği hususunda kesin bir beyanda bulunulmasının mümkün olmadığı" açıklanmıştır. Ceza davası sonucunda davalı-sanıkların beraatine karar verilmiş olup karar Yargıtay denetiminden geçerek kesinleşmiştir. Şu durumda; davacının aidiyetini istediği aracın, yapılan belirlemede motor ve şasisinin davalı Mustafa'ya kaportanın ise davacının aracına ait olduğu anlaşılmaktadır. Bir aracın aidiyetinin, bu bağlamda mülkiyetini aracın motor ve şasi numaralarının belirleyeceği yasal düzenlemede yer almıştır. Bir aracın kasasının aidiyeti, mülkiyeti belirleyen unsur değildir. Dava konusu edilen aracın motorunun davalıya ait araca ait olduğu anlaşıldığına göre davacının ancak koşulları gerçekleştiğinde tazminat isteyebileceği gözetilerek davanın reddi gerekirken mahkemece yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup karar bozmayı gerektirmiştir. Sonuç: Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan nedenlerle (BOZULMASINA) ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine, 12.5.2004 gününde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY 4. Hukuk Dairesi E:2003/16353 K:2004/1080 T:09.02.2004 1086 s. Yasa m. 21 Davacı Nevzat Aksoy vekili Avukat Yılmaz Rona tarafından, davalılar Mustafa Candan ve Ray Sigorta A.Ş. aleyhine 28/4/2003 gününde verilen dilekçe ile sahte belgelerle noterden satışı yapılan otomobilin elinden alınması nedeniyle maddi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; mahkemenin yetkisizliğine dair verilen 6/10/2003 günlü kararın Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü: KARAR : Dava, davalı noterde yapılan taşıt satış sözleşmesinin sahte belgelere dayalı olması nedeniyle geçersizliğinden kaynaklanan zararın ödetilmesine ilişkindir. Mahkemece davalının ikametgahı mahkemesinin yetkili olduğu gerekçesiyle yetkisizlik kararı verilmiş ve karar davacı tarafından temyiz edilmiştir. Dava konusu zarara neden olan taşıt satış sözleşmesi davanın açıldığı Edremit'te yapılmış ve zarar da aynı yerde doğmuştur. Zarar iddiaya göre davalının hukuka aykırı eyleminden doğmuştur. Bu duruma göre HUMK.nun 21. maddesi uyarınca haksız eylemin oluştuğu ve zararın ortaya çıktığı yer mahkemesi de yetkilidir. Bu nedenle davanın yetkili mahkemede açıldığı anlaşıldığından yetkisizlik itirazının reddi ile işin esasının incelenmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmiş olması bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen nedenle BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 9.2.2004 gününde oybirliğiyle karar verildi. 89 T.C. YARGITAY 4. Hukuk Dairesi E:2004/16831 K:2005/13312 T:08.12.2005 818 s. Yasa m. 47,49 4721 s. Yasa m. 24,25 Davacı H. vekili Avukat O. tarafından, davalı M. aleyhine 4.12.2002 gününde verilen dilekçe ile haksız eylem nedeniyle tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kabulüne dair verilen 12.10.2004 günlü kararın Yargıtay'ca incelenmesi davalı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü: KARAR : 1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları reddedilmelidir. 2- Davalının diğer temyiz itirazlarına gelince; dava haksız eylem nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemine ilişkindir. Yerel mahkemece dava kabul edilmiş, kararı davalı temyiz etmiştir. Davacı, oto pazarından satın aldığı aracın davalı noter huzurunda satış işleminin yapıldığını, davalı noterin tahrif edilmiş ilişik kesme belgesine rağmen görevini ihmal ederek gerçekte çalıntı olan aracın kendine satılması nedeniyle uğradığı maddi ve manevi zararın tazminini istemiştir. Yerel mahkemece dava kabul edilmiş, kararı davalı noter temyiz etmiştir. Satışa konu "İlişik Kesme" belgesi üzerinde tahrifat yapıldığı çıplak gözle bile rahatlıkla görülebilmekte olup, araç satın alan davacının bu belgedeki tahrifatı görmemesi mümkün değildir. Oto pazarından bilinmeyen kimseden araç aldığına göre aracın ilgili belgelerini istemesi, incelemesi, bu şekildeki bariz kazıntı ve silinti hallerinde araç hakkında gerekli incelemeyi yapması normal bir alıcıdan beklenen davranış biçimidir. Şu durumda bu konularda davacının dikkatsiz ve tedbirsiz davrandığı, dolayısıyla kusurlu olduğunun kabulü gerekir. O halde davacının kusur durumu da gözetilerek tazminattan uygun bir miktar indirim yapmak gerekirken bu hususun gözardı edilmesi usul ve yasaya aykırı olduğundan kararın bozulması gerekmiştir. 3- Manevi tazminat istenebilecek haller Borçlar Kanunu'nun 47 ve 49. maddeleri ile Medeni Kanun'un 24 ve 25. maddelerinde belirtilmiş olup, somut olay itibarıyla davalı eylemi bu maddeler de gözetildiğinde manevi tazminatı gerektirmediği halde, davacı yararına manevi tazminata hükmedilmesi de doğru görülmediğinden kararın bozulması gerekmiştir. 4- Dava, haksız eyleme dayalı olduğundan yasal faize hükmedilmek gerekirken Merkez Bankası'nın uyguladığı avans faizine hükmedilmesi de usul ve yasaya aykırı görüldüğünden kararın bozulması gerekmiştir. SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda ( 2-3 ve 4 ) nolu bentlerde gösterilen nedenlerle davalı yararına BOZULMASINA, diğer temyiz itirazlarının yukarıda ( 1 ) nolu bentte gösterilen nedenlerle reddine ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 8.12.2005 gününde oybirliğiyle karar verildi. 90 T.C. YARGITAY 4. Hukuk Dairesi E:2004/16884 K:2005/478 T:27.01.2005 Davacı Selahattin Polat ve Sona Polat vekili Avukat Zülfü Öztürk tarafından, davalı Ahmet Öz aleyhine 25.4.2003 gününde verilen dilekçe ile muris adına kayıtlı ve noter satış senedi ile davalıya satılan aracın malikinin tespitinin istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın reddine dair verilen 12.6.2003 günlü kararın Yargıtay'ca incelenmesi davacılar vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü: KARAR : Dava, tespit istemine ilişkindir. Yerel mahkemece dava reddedilmiş, kararı davacılar temyiz etmişlerdir. Davacılar, miras bırakanları Cafer Polat'ın sağlığında dava konusu aracını davalıya noter satış senedi ile sattığını; ancak, davalının aracı teslim almasına rağmen bir türlü aracın Trafik Tescil Şube Müdürlüğünden adına tescilini yaptırmadığını, bu nedenle araç için verilen cezalar ile vergilerin kendilerine gönderildiğini, mağduriyetlerinin giderilmesi bakımından aracın malikinin tespitini istemişlerdir. Yerel mahkeme, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nda tescil işlemlerinin nasıl yapılacağının düzenlendiğini, bu nedenle davacıların dava açmakta hukuki yararları olmadığından davayı reddetmiştir. 2918 sayılı Kanun'un 20. maddesinde araç satışlarının yöntemi gösterilmiştir. Buna göre, noter satış senedi ile aracın mülkiyeti davalıya geçmiş ve davalının bu belge ile Trafik sicilinde aracı adına kaydetmesi gerekirken bu yükümlülüğü yerine getirmediği ve davacıların bu tescil nedeniyle bir takım yükümlülükler aldıkları anlaşılmaktadır. Miras bırakanla davalı arasındaki satış sözleşmesi gereğince aracın malikinin davalı olduğunun tespiti şeklindeki karar, davacılara bu kararla Trafik siciline mevcut satışı işlemeyi sağlayacağından davanın kabulüne karar vermek gerekirken reddi usul ve yasaya aykırı görüldüğünden kararın bozulması gerekmiştir. SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen nedenlerle davacılar yararına BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 27.1.2005 gününde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY 4. Hukuk Dairesi E:2004/627 K:2004/10702 T:28.09.2004 Davacı A. T. vekili Avukat Z. B. tarafından, davalı M. U. aleyhine 12.10.2001 gününde verilen dilekçe ile tazminat istenmesi üzerine yapılan yargılama sonunda; mahkemece davanın reddine dair verilen 18.11.2003 günlü kararın Yargıtayda duruşmalı olarak incelenmesi davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle, daha önceden belirlenen 28.9.2004 duruşma günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davacı vekili Avukat A. B. geldi, karşı taraftan davalı adına gelen olmadı ve fer'i müdahil D. Sigorta AŞ vekili Avukat S. K. geldi. Açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve hazır bulunanların sözlü açıklamaları dinlendikten sonra taraflara duruşmanın bittiği bildirildi. Dosyanın 91 görüşülmesine geçildi. Tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü: KARAR : Davacı, noter olan davalının dava dışı şirketin davacıya alacağını temlik işlemini Merkez Bankasına geç bildirmesi nedeniyle alacağın başka alacaklılara ödenmesi sonucu uğradığı zararın tazminini istemiştir. Yerel mahkemece davacının kendisinin de Merkez Bankasına başvurarak alacağını isteyebileceği, temlik ihbarının geç yapılmasının sonuca etkili olmadığı gerekçesiyle dava reddedilmiştir. Karar davacı yanca temyiz edilmiştir. Dosyadaki kanıtlara göre dava dışı Ö. Tarım Ürünleri Ticaret ve Nakliyat Ltd.Şti. T. 3. Noterliğinde gümrük çıkış beyannamelerindeki tüm hak ve alacaklarını davacıya temlik ettiğini, bu hak ve alacakların Merkez Bankası Trabzon Şubesinden davacının hesabına havale olunmasını ve bu temliknamenin bir suretinin Merkez Bankasına tebliğini istemiştir. Ne var ki davalı Noter bu tebliği hemen değil çok sonra yapmıştır. Temlik işleminin yapılışı BK. 162. maddesine uygundur. Temlik belgesinin bankaya bildirilmesi görevi işlemi yapan davalı notere yüklenmiştir. Davacı bunun için tebliğ giderini de vermiştir. Bu işlemin noter tarafından zamanında yerine getirilmemesi bir kusurdur. Hatta davalı bu yüzden görevi ihmal suçundan mahkum olmuştur. Bu nedenle davalı sorumludur. Mahkeme kararında belirtilen gerekçe ancak indirim nedeni olabilir. Şu durumda mahkemece yapılacak iş zarar kapsamının belirlenerek davalının sorumluluğuna karar vermektir. Bu yönün gözetilmemiş olması bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA ve temyiz eden davacı vekili için takdir olunan 375.000.000 lira duruşma avukatlık ücretinin davalıya yükletilmesine ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 28.9.2004 gününde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY 4. Hukuk Dairesi E:2004/11409 K:2005/5780 T:30.05.2005 TAPU SİCİLİNDEN DOĞAN TAZMİNAT Zarar tapu sicilinin tutulmasından değil, sicilin düzenlenmesinden kaynaklanmaktadır. Medeni Kanununun 1007.(Eski 917) maddesindeki sorumluluk kusursuz sorumluluktur. Zarar görenin illiyet bağını kesecek nitelikte kusuru olmadığı, zararın bir üçüncü kişinin eyleminden kaynaklandığı ve bu kişinin ağır kusurunun sorumluluğu oluşturan illiyet bağını kestiği kabul edilmelidir. 4721 s. MK. m. 1007 743 s. MK. m. 917 Davacı Murat ve Ira vekili tarafından, davalı Tapu Sicil Müdürlüğü aleyhine 14.10.2002 gününde verilen dilekçe ile tapu sicilinin tutulmasından doğan sorumluluk nedeniyle maddi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 1.7.2004 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi davacı vekili ile davalı vekili taraflarından süresi cinde istenilmekle temyiz dilekçelerinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü. 92 Davacı, davalı idareden tapu kütüğünün tutulmasından dolayı uğradığı zararın giderilmesini istemiştir. Davalı, davanın reddini savunmuştur. Mahkemece eylemin tapu sicilinin tutulmasında kusurlu davranılmaktan ileri geldiği, böylece davacının zarar gördüğü belirtilerek tazminata hükmedilmiştir. Dosyadaki kanıtlara göre tapuda cinsi mesken olan ve kat mülkiyeti kurulmuş bulunan bağımsız bölümün Isa adına kayıtlı iken 24.2.2000 tarihinde davacılara satış yolu ile devredildiği görülmektedir. Durumu öğrenen gerçek tapu maliki Isa tarafından davacılar Murat ve Ira aleyhine açılan tapu iptali ve tescili davası sonucunda, satışın gerçek malike ait kimlik bilgileri kullanılarak noterden sahte olarak düzenlenmiş vekaletnameler ile yapıldığı belirlenerek kaydın iptaline ve gerçek malik olan Isa adına tesciline karar verilmiş karar temyiz incelemesinden geçmek suretiyle kesinleşmiştir. Yukarıda açıklanan olgular itibariyle usulsüz işlemin noterde sahte olarak düzenlenmiş vekaletnameden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Diğer bir anlatımla zarar tapu sicilinin tutulmasından değil, sicilin düzenlenmesinde etken olan vekaletnameden kaynaklanmaktadır. Medeni Kanunun 917. madde (yeni 1007) maddesinde sorumluluğun, tapu sicilinin tutulmasından kaynaklandığı belirlenmiştir. Maddede öngörülen sorumluluk, kusursuz sorumluluktur. Diğer bir anlatımla zarar gören davalının kusurunu kanıtlamak zorunda değildir. Davalı da kusuru bulunmadığı savunmasının ötesinde uygun illiyet bağının kesildiğini kanıtlamak zorundadır. Kusursuz sorumluluk da illiyet bağının kesilebilmesi için zarar görenin ağır kusurunun bulunması veya üçüncü bir kişinin illiyet bağını kesebilecek nitelikte ağır kusurunun olması veya hakkında zararlandırıcı sonucun meydana gelmesinde öngörülmeyen bir halin bulunması gerekmektedir. Somut olayda zarar gören davacının illiyet bağını kesebilecek ölçüde kusurunun olmadığı yine öngörülmeyen bir durumunda bulunmadığı görülmektedir. Ne var ki gerek savcılık soruşturmasında, gerekse tapu iptaline ilişkin dava dosyasında zararlandırıcı sonucun ortaya çıkmasında bir üçüncü kişinin hukuka aykırı eyleminin bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu kişinin suç teşkil eden ve ağır kusuru oluşturan eylemi açıktır. Şu haliyle sorumluluğu gerektiren illiyet bağının kesildiği kabul edilmelidir. Yapılan bu açıklama itibarıyla olayda zarar, hukuka aykırı eylem bulunmakta ise de kusursuz sorumlu olan davalının sorumluluğunu gerektirecek uygun illiyet bağının bulunmadığı görülecektir. Aksi bir sonuç kusursuz sorumluluğun ötesinde bizi sebep sorumluluğuna götürür ki davanın dayanağını teşkil eder. MK.'nun 1007 maddesi sebep sorumluluğunu öngörmemiştir. Tüm bu olgular birlikte değerlendirildiğinde davalının sorumluluğundan sözedilemez. Davanın reddedilmek üzere bozulması gerekmiştir. Sonuç: Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan nedenlerle (BOZULMASINA), 30.5.2005 gününde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY 4. Hukuk Dairesi E:2004/12650 K:2005/11104 T:18.10.2005 4721 s. Yasa m. 1007 743 s. Yasa m. 917 Davacı Suzan Kaşıkçı vekili Avukat Kenan Yüksel tarafından, davalı Maliye Hazinesi aleyhine 4/12/2003 gününde verilen dilekçe ile maddi tazminat istenmesi üzerine yapılan yargılama sonunda; Mahkemece davanın reddine dair verilen 7/7/2004 günlü kararın Yargıtay'da duruşmalı olarak incelenmesi davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle, daha önceden belirlenen 18/10/2005 duruşma günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davacı vekili 93 Avukat Kenan Yüksel ile karşı taraftan davalı Hazine vekili Avukat Armağan Örücü geldiler. Açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve hazır bulunanların sözlü açıklamaları dinlendikten sonra taraflara duruşmanın bittiği bildirildi. Dosyanın görüşülmesine geçildi. Tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü: KARAR : Davacı, davalı idareden tapu kütüğünün tutulmasından dolayı uğradığı zararın giderilmesini istemiştir. Davalı, davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, davaya dayanak yapılan zararın tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanmadığı belirtilerek davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz olunmuştur. Dosyadaki kanıtlara göre, davaya konu taşınmazın sahte nüfus belgesi ve sahte vekaletnameye dayalı olarak satışı yapılmış; davacı tarafından, taşınmazı son olarak satın alan kişiye karşı açılan tapu iptal ve tescil davası reddedilmiş ve temyiz incelemesinden de geçmek suretiyle kesinleşmiştir. Yukarıda açıklanan olgular itibariyle usulsüz işlemin noterde sahte olarak düzenlenmiş vekaletnameden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Diğer bir anlatımla zarar tapu sicilinin tutulmasından değil, sicilin düzenlenmesine etken olan vekaletnameden kaynaklanmaktadır. Medeni Kanunun 917 ( Türk Medeni Kanunu 1007 ) maddesinde sorumluluğun, tapu sicilinden kaynaklandığı belirlenmiştir. Maddede öngörülen sorumluluk, kusursuz sorumluluktur. Diğer bir anlatımla zarar gören, davalının kusurunu kanıtlamak zorunda değildir. Davalı da kusuru bulunmadığı savunmasının ötesinde uygun illiyet bağının kesildiğini kanıtlamak zorundadır. Kusursuz sorumlulukta illiyet bağının kesilebilmesi için zarar görenin ağır kusurunun bulunması veya üçüncü kişinin illiyet bağını kesebilecek nitelikte ağır kusurunun olması veya hakkında zararlandırıcı sonucun meydana gelmesinde öngörülmeyen bir halin bulunması gerekmektedir. Somut olayda zarar gören davacının illiyet bağını kesebilecek ölçüde kusurunun olmadığı yine öngörülmeyen bir durumun da bulunmadığı görülmektedir. Ne var ki gerek ceza yargılamasında, gerekse tapu iptaline ilişkin dava dosyasında zararlandırıcı sonucun ortaya çıkmasında bir üçüncu kişinin hukuka aykırı eyleminin bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu kişinin suç teskil eden veya ağır kusuru oluşturan eylemi açıktır. Şu haliyle sorumluluğu gerektiren illiyet bağının kesildiği kabul edilmelidir. Yapılan bu açıklama itibariyle olayda zarar, hukuka aykırı eylem bulunmakta ise de kusursuz sorumlu olan davalının sorumluluğunu gerektirecek uygun illiyet bağının bulunmadığı görülecektir. Aksi bir sonuç kusursuz sorumluluğun ötesinde bizi sebep sorumluluğuna götürür ki davanın dayanağını teşkil eden MK.'nun 1007. maddesi sebep sorumluluğunu ön görmemiştir. Tüm bu olgular birlikte değerlendirildiğinde davalının sorumluluğundan söz edilemez. Mahkeme kararı, açıklanan nedenlerle yerinde görülmüş ve onanması gerekmiştir. SONUÇ : Temyiz olunan kararın, yukarıda gösterilen gerekçeler ile ONANMASINA ve davalı hazine yararına takdir olunan 400,00 YTL duruşma avukatlık ücreti ile aşağıda yazılı onama harcının temyiz eden davacıya yükletilmesine 18.10.2005 gününde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY DÖRDÜNCÜ HUKUK DAİRESİ Esas No : 2004/16580 Karar No : 2006/1098 • HİZMET KUSURU • 4721 S. TÜRK MEDENİ KANUNU [ Madde 1007 ] İÇTİHAT METNİ : Davacılar F.... ve B...... vekili Avukat Ü...... tarafından, davalılar Hazine ve R.... aleyhine 11/3/2003 gününde verilen dilekçe ile sahte vekaletle yapılan taşınmaz satışından doğan zarar nedeniyle maddi tazminat istenmesi üzerine yapılan yargılama sonunda; Mahkemece 94 davanın reddine dair verilen 9/9/2004 günlü kararın Yargıtay'da duruşmalı olarak incelenmesi davacılar vekili tarafından süresi içinde istenilmekle, daha önceden belirlenen 14/2/2006 duruşma günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davacılar vekili Avukat Ü...... ile karşı taraf davalılardan Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü adına Hazine vekili Avukat K...... ve R..... vekili Avukat Z...... geldiler, diğer davalılar adlarına gelen olmadı. Açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve hazır bulunanların sözlü açıklamaları dinlendikten sonra taraflara duruşmanın bittiği bildirildi. Dosyanın görüşülmesine geçildi. Tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü. Dava, davacıların tapuda satın aldığı taşınmazın, davalı noterde düzenlenmiş sahte vekaletname ile satılmış olması nedeniyle, doğan zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. MK'nun 1007. maddesi uyarınca dava hazineye ve notere yöneltilmiş olup mahkemece her iki davalı hakkındaki davanın da reddine karar verilmiş, karar davacılar tarafından temyiz edilmiştir. Dosya içerisindeki bilgi ve belgelerden, gerçek malik yerine geçerek dava konusu taşınmazı davacılara satan kişilerin, tapu sicilindeki kayıtlardan elde ettikleri malike ait bilgileri kullanarak ve kendi resimlerinin yapıştırılmasını sağlayarak nüfus idaresinden aldıkları kimlik ile taşınmaz satışı için noterde vekaletname düzenleterek bu vekaleti kullanmak suretiyle tapuda gerçekleştirdikleri işlemlerle taşınmazın davacılara satılmış olduğu anlaşılmaktadır. Bundan sonra gerçek malik tarafından açılan dava ile davacılar adına olan tapu iptal edilmiş ve taşınmaz gerçek malike dönmüştür. Böylece davacıların zarara uğradığı açıktır Yukarıda anlatıldığı üzere, noterde vekaletname düzenlenirken, her ne kadar nüfus idaresinden alınmış, resim dışında gerçek malike ait bilgileri içeren, sahteliğinin anlaşılması mümkün olmayan kimlik kullanılmış ise de, noterde kalan vekaletname aslına sahte kimlikteki fotoğrafın aynısı yapıştırılmışken,' şahıslara verilen vekaletname örneğine farklı bir fotoğraf yapıştırılmıştır. Bu fotoğraflar karşılaştırmalı olarak incelendiğinde, birbirleri ile önemli derecede farklı oldukları ilk bakışta anlaşılabilir niteliktedir. Tapu Sicil Müdürlüğünde yapılacak alım satım işlemlerinde kullanılacak böyle bir vekaletname düzenlenirken noterlerin tüm dikkat ve özeni göstermeleri gerekir. Nitekim taşınmazların alım satımına ilişkin vekaletnamelere fotoğraf yapıştırılması zorunluluğu da bunun bir gereğidir. Diğer taraftan şahısa verilen vekaletnameye yapıştırılan fotoğrafın,sahtecilik işlemini yapanlarca tapu Kayıtlarındaki gerçek malike ait resimden çoğaltılmış olması tapudaki-işlemlerin yapılmasında önemli derecede kolaylık sağlayan bir unsur olmuştur. Belirtilen nedenlerle davalı noterin vekaletnamenin düzenlenmesinde gerekli dikkat ve özeni göstermediği anlaşıldığından doğan zarardan sorumlu tutulması gerekir., Tapu Sicil Müdürlüğü yönünden ise, sahte vekaletname ve bunun ekindeki nüfus cüzdanı ile tapu kayıtlarındaki bilgiler karşılaştırıldığında, diğer tüm bilgiler birbirleri ile uyumlu olmakla birlikte, satış işleminde kullanılmış olan nüfus cüzdanındaki fotoğrafın gerçek malike ait diğer resimlere benzemediği hemen anlaşılabilecek kadar açıktır. işlemi yapan görevlinin buna dikkat etmemiş olması kusurlu bir davranıştır. Bundan önce de sahteciliği yapanların gerçek malike ait bilgi ve fotoğrafı tapu idaresinden temin etmiş olmaları da tapu idaresi açısından bir kusur oluşturur. Açıklanan nedenlerle tapu idaresi de doğan zarardan sorumlu tutulmalıdır Yerel mahkemece bu yönler üzerinde durulmadan yazılı şekilde davanın tümden reddine karar verilmiş olması bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ : Temyiz olunan kararın açıklanan nedenle BOZULMASINA ve temyiz eden davacılar yararına takdir olunan 450,00 YTL duruşma avukatlık ücretinin davalılara yükletilmesine ve davacılardan peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 14/2/2006 gününde oy birliğiyle karar verildi. 95 T.C YARGITAY 4. Hukuk Dairesi E:2005/14432 K:2005/13760 T:19.12.2005 818 s. Yasa m. 41 Davacı Mustafa Kaya vekili Avukat Hakan Bahadır tarafından, davalı Fikri Karaerkek aleyhine 16.9.2002 gününde verilen dilekçe ile maddi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kabulüne dair verilen 10.10.2005 günlü kararın Yargıtay'ca incelenmesi davalı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü: KARAR : Dava, davalı noterde sahte belgelerle davacıya çalıntı otomobil satılmış olmasından kaynaklanan zararın ödetilmesine ilişkindir. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir. Dava konusu satış işlemi sırasında kullanılmış olan ve Fatsa Emniyet Müdürlüğünce düzenlenmiş olduğu anlaşılan Motorlu Araç Tescil Belgesinde aracın markası ile modeli yazılı olmadığı için satış işleminin yapılmaması gerekirken davalı noterin bu belgeye göre satış işlemini yapmış olması nedeniyle zarardan sorumlu olduğuna karar verilmiştir. Oysa ki satısı yapılan aracın Motorlu Araç Tescil Belgesinde yazılı araç olmadığı hakkında bir iddia yoktur. Kaldı ki aynı araca ait ve yine satış sırasında ibraz edilmiş olan Motorlu Araç Trafik Belgesinde araca ait marka ve model bilgileri bulunduğu gibi birlikte kullanılan bu iki belgedeki diğer tüm bilgiler de birbirini tutmaktadır. Davacıya satılan aracın her iki belgede yazılı araç olduğu konusunda bir uyuşmazlık da yoktur. Bu nedenlerle Motorlu Araç Tescil Belgesinde şekli bazı eksiklikler davalı noterin satış işlemini yapmamasını gerektirmez. Satış işleminde kullanılan sürücü belgesinin sahte olduğu da anlaşılamamıştır. Bu halde davacının zarar görmesinde davalının herhangi bir kusurunun bulunduğu kanıtlanmış değildir. Dava dışı üçüncü kişilerin haksız eylemleri ile davacının zarara uğradığı ve davalının bu kişilerle hukuki veya fiili ilişkisinin bulunduğu konusunda herhangi bir iddia ve delil de bulunmadığına göre hakkındaki davanın reddedilmesi gerekir. Yerel mahkemece bu yön üzerinde durulmadan yazılı şekilde karar verilmiş olması bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan nedenle BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 19.12.2005 gününde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY DÖRDÜNCÜ HUKUK DAİRESİ Esas No : 2005/12386 Karar No : 2006/11900 • 1086 S. HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU [ Madde 438 ] İÇTİHAT METNİ : Davacı R...... vekili Avukat N........tarafından, davalı N....... aleyhine 9.6.2004 gününde verilen dilekçe ile araç satış sözleşmesinin iptalinin istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; istemin kabulüne dair verilen 1.3.2005 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi davalı tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne 96 karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü. 1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları reddedilmelidir. 2-Diğer temyiz itirazına gelince; dava, muvazaa nedeniyle traktör satış sözleşmesinin iptali istemine ilişkin olup mahkemece, istem kabul edilmiş ve karar davalı tarafından temyiz edilmiştir. Davacı, miras bırakanı A....... adına kayıtlı traktörün, miras bırakan tarafından satış gibi gösterilerek davalıya bağışlandığını belirterek muvazaalı olarak miras bırakan ile davalı arasındaki satış sözleşmesinin iptalini istemiştir. Miras bırakanın davacıdan başka mirasçıları da olduğu dosya içeriğinden anlaşılmaktadır. Diğer mirasçılar sözleşmenin iptali davası açmadıklarına, davacı da sadece kendi payı oranında sözleşmenin iptalini isteyebileceğine göre mahkemece dava açmayan mirasçıların haklarını da kapsayacak biçimde iptal kararı verilemez. , Miras bırakan ile davalı arasındaki sözleşmenin davacının miras payı oranında iptali gerekirken tümden iptal edilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekir ise de belirtilen bu yanılgının giderilmesi yeniden yargılamayı gerektirmediğinden Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasası'nın 438. maddesi gereğince kararın düzeltilerek onanması uygun görülmüştür SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda (2) sayılı bentte gösterilen nedenlerle, hüküm fıkrasının 1. bendinde yer alan "Ferizli Noterliğinin 14.04.1998 tarih ve 468 yevmiye nolu 54... 273 plakalı, F...... marka, 1972 model traktörün satış sözleşmesinin muvazaa nedeniyle....." sözcüklerinden sonra gelmek üzere ".....davacının miras payı oranında., sözcüklerinin yazılmasına öteki temyiz itirazlarının ilk bentteki nedenlerle reddiyle kararın düzeltilmiş bu biçiminin ONANMASINA ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 9.11.2006 gününde oy birliğiyle karar verildi. T.C YARGITAY 4. Hukuk Dairesi E:2006/1956 K:2006/3585 T:03.04.2006 4721 s. Yasa m. 1007 1512 s. Yasa m. 162 Davacı A. vekili Avukat K. tarafından, davalı Maliye Hazinesi ve diğerleri aleyhine 13.5.2004 ve 5.1.2005 gününde verilen dilekçeler ile tazminat istenmesi üzerine yapılan yargılama sonunda; Mahkemece davalılar E. ( mirasçıları ) ve Y. hakkında karar verilmesine yer olmadığına, diğer davalılar hakkındaki davanın kısmen kabulüne dair verilen 10.2.2005 günlü kararın Yargıtay'da duruşmalı olarak incelenmesi davalı T. vekili, duruşmasız incelenmesi davalı Maliye Hazinesi vekili tarafından süresi içinde istenilmekle, daha önceden belirlenen 8.11.2005 duruşma günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davalı asil T. ç. ve vekili Avukat N. ile karşı taraftan davacı vekilleri Avukat K. ve Avukat B. geldiler. Açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve hazır bulunanların sözlü açıklamaları dinlendikten sonra taraflara duruşmanın bittiği bildirildi. Dosyanın görüşülmesine geçildi. Tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü: 97 KARAR : Dava, tapuda sahte vekaletname ile işlem yapılmasından kaynaklanan zararın tazminine ilişkindir. Yerel mahkemece davalılar E. mirasçıları ve Y. hakkında karar verilmesine yer olmadığına, diğer davalılar hakkındaki davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, hüküm davalılardan Maliye Hazinesi ve T. ç. tarafından temyiz edilmiştir. Davacı sahte vekaletname ile kendisine tapuda satılan taşınmazın gerçek malikin açtığı tapu iptali ve tescil davasını kazanması sonucu elinden çıktığını, zarara uğradığını belirterek tazminat istemiştir. Dosyadaki kanıtlara göre, davalılar E. ve Y. tapu maliki R.nin kimlik bilgilerine ulaşarak haricen sahte bir nüfus cüzdanı düzenlemişler ve davalı E.nin fotoğrafını yapıştırmışlar,dır. B.u nüfus cüzdanı ile davalı T. 'nun görevli olduğu U. Noterliği'nde, A. ili E. İlçesi H. Beldesi 531 Ada, 13 parsel sayılı taşınmazın satışı hususunda, emlakçılık yapan davalı Y.ye düzenleme seklinde vekaletnameyi davalı E. vermiştir. Daha sonra davalı Y. bu vekaletname ile taşınmazı davacıya tapuda satmıştır. Asıl malik R. durumu öğrenince suç duyurusunda bulunmuş ve tapu iptali tescil davası açarak taşınmazını geri almıştır. Yine dosya içeriğine göre davalılar Y. ve E. sahtecilik suçundan mahkum olmuşlardır. Vekaletnameyi düzenleyen noter katibi ise sahtecilik suçundan beraat etmiştir. Davalı noter hakkında ise Adalet Bakanlığı'nca koğuşturma izni verilmemiştir. Emniyet Genel Müdürlüğü Kriminal Polis Laboratuarları Dairesi Başkanlığı'nın 9/8/2001 tarihili ekspertiz raporuna göre vekaletname çıkarılmada kullanılan sahte nüfus cüzdanı iğfal kabiliyetine haizdir. Davalılar Maliye Hazinesi ve Noter T. 'nun sorumlulukları Medeni Kanun'un 1007. maddesi ve Noterlik Kanunu'nun 162. maddesi gereğince kusursuz sorumluluktur. Diğer bir anlatımla zarar gören bu davalıların kusurunu kanıtlamak zorunda değildir. Bu davalılar da kusurlarının bulunmadığı savunmasının ötesinde uygun illiyet bağının kesildiğini kanıtlamalıdırlar. Kusursuz sorumlulukta illiyet bağının kesilebilmesi için zarar görenin ağır kusurunun olması veya üçüncü bir kişinin illiyet bağını kesebilecek nitelikte ağır kusurunun olması veya zararlandırıcı sonucun meydana gelmesinde öngörülmeyen bir halin bulunması gerekmektedir. Somut olayda iğfal kabiliyeti bulunan nüfus cüzdanını kullanan üçüncü kişinin bu eylemi ile illiyet bağı kesilmiştir. Şu durumda davalılardan Maliye Hazinesi ve T. hakkındaki davanın reddi gerekirken yerel mahkemece anılan davalıların da sorumlu tutulmuş olması usul ve yasaya aykırı olup, karar bu nedenle bozulmalıdır. SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, bozma nedenine göre öteki temyiz itirazlarının şimdiden incelenmesine yer olmadığına ve temyiz eden davalı T. yararına takdir olunan 475.00 YTL duruşma avukatlık ücretinin davacıya yükletilmesine ve davalı T. Ç.'ndan peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 03.04.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi. 98 T.C. YARGITAY 4. Hukuk Dairesi E:2006/2193 K:2007/1807 T:19.02.2007 818 s. Yasa m. 41 Davacı T.E... Bankası Liman Şubesi vekili Avukat M.B. tarafından, davalılar Mesut ve Ergüder aleyhine 14.07.2000 gününde verilen dilekçe ile maddi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın reddine dair verilen 16.06.2005 günlü kararın Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü: KARAR : Dava, banka görevlisi davalıların dikkat ve özen eksiğinden doğan zararın ödetilmesi isteğine ilişkindir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiş ve karar, davacı tarafından temyiz edilmiştir. Davacı banka, sahte vekaletname ile şubelerinden para çekilmesi olayında, davalıların dikkat ve özen eksiği olduğu iddiasıyla, doğan zarardan sorumlu tutulmalarını istemiştir. Dava dosyasında bulunan bilgi ve belgelerden, dava konusu işlemde kullanılan vekaletnamede yer alan kimlik ve banka hesap bilgileri, hesap sahibinin banka kayıtlarındaki bilgileri ile büyük oranda uyum göstermektedir. Vekaletnamenin hazırlanış şekli itibarıyla noterde düzenlenen vekaletnamelerde bulunması gereken tüm unsurları taşımakla birlikte, işlem sırasında bankaya sunulmuş olan vekaletname üzerindeki doğum tarihi ve düzenleme tarihleri üzerinde ilk bakışta bile fark edilen düzeltmeler bulunmaktadır. Bu duruma göre, davalıların üzerinde düzeltme yapılmış olan bu vekaletnameyi geçerli kabul etmek suretiyle, hiçbir ek araştırma ve inceleme yapmadan ödeme yapmış olmaları kusurlu bir davranıştır. Dava konusu ödemenin büyüklüğü, hesaptaki tüm paranın çekiliyor olması ve davalıların kendi beyanlarına göre bile parayı çeken şahsın heyecanlı tavırlar sergilemiş bulunması karşısında, hiçbir şüphe duymadan hesaptaki tüm parayı ödemiş olan davalılar, görevlerinin gerektirdiği dikkat ve özeni göstermemişlerdir. Bu nedenlerle, davalılar bu eylemlerinden doğan zarardan sorumlu tutulmalıdır. O halde, davalıların eyleminden kaynaklanan zararın kapsamı belirlenerek sonucuna göre bir karar verilmelidir. Yerel mahkemece bu yönler üzerinde durulmadan davanın tümden reddedilmiş olması bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ : Temyiz olunan kararın, yukarıda gösterilen nedenle ( BOZULMASINA ), 19.02.2007 gününde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY DÖRDÜNCÜ HUKUK DAİRESİ Esas No : 2006/2411 Karar No : 2007/1543 YARGITAY İLAMI MAHKEMESİ : Fatih Asliye 3. Hukuk Hakimliği TARİHİ : 27.9.2005 N0SU : 2003/701-2005/379 99 DAVACI : Mehmet Sadık Kardeş vekili Avukat Orhan Yardım DAVALI :1-T ..Ç.. İstanbul 7. Noterliği vekili Avukat Şengül Ateş İHBAR OLUNAN :Anadolu Sigorta A.Ş. Davacı Mehmet Sadık Kardeş vekili Avukat Orhan Yardım tarafından davalı Tülin Çağlayan ve İstanbul 7. Noterliği aleyhine 22.9.2003 gününde verilen dilekçe ile tazminat istenmesi üzerine yapılan yargılama sonunda; Mahkemece istemin reddine dair verilen 27.9.2005 günlü kararın Yargıtayda duruşmalı olarak incelenmesi davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle, daha önceden belirlenen 13.2.2007 duruşma günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davacı vekili Avukat İsmet Atay ile karşı taraf davalılardan Tülin . Çağlayan vekili Avukat İlhan Işık geldiler, diğer davalı adına kimse gelmedi. Açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve hazır bulunanların sözlü açıklamaları dinlendikten sonra taraflara duruşmanın bittiği bildirildi. Dosyanın görüşülmesine geçildi. Tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü. Dosyadaki yazılara, karam dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre yerinde bulunmayan bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA ve davalılardan Tülin Çağlayan yararına takdir olunan 500,00 YTL duruşma avukatlık ücreti ile aşağıda yazılı onama harcının temyiz eden davacıya yükletilmesine 13.2.2007 gününde oy birliğiyle karar verildi. Başkan Üye Üye Üye Üye Ülkü Aydın Şerife Öztürk Mustafa Kıcalıoğlu Mehmet Uyumaz Kamil Kancabaş T.C YARGITAY 4. Hukuk Dairesi E:2007/5873 K:2008/2288 T:25.02.2008 Maddi Tazminat Noterin Hukuki Sorumluluğu Özet Davalı noterin sahte belgelerle araç satışı sırasında motor ve şasi numaralarının kısalığını ve dolayısıyla sahteliğini, görevi gereği olarak fark etmesi gerekirken fark etmemesi, gerekli dikkat ve özeni göstermediği anlamına gelir ve sorumluluğunu gerektirir. 818 s. Yasa m. 98 Davacı Hüsamettin vekili tarafından, davalı Hüseyin aleyhine 25.10.2005 gününde verilen dilekçe ile noterin sorumluluğuna dayalı maddi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın reddine dair verilen 07.03.2007 günlü kararın Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü. Dava, davalı noterde sahte belgelerle davacıya yapılan otomobil satışından kaynaklanan zararın tazmini istemine ilişkindir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiş; karar, davacı tarafından temyiz edilmiştir. Davacıya otomobil satış işlemi davalı noterde, otomobilin trafik tescil belgesi ile araç sahibinin kimlikleri sunularak yapılmıştır. Ancak daha sonra her iki belgenin de sahte olarak düzenlenmiş olduğu ortaya çıkmış ve davacıya satılan otomobilin çalıntı olduğu anlaşılarak gerçek sahibine 100 teslim edilmiştir. Dosyadaki delil ve belgelere göre İstanbul'da çalınan 34 ... 6929 plaka numaralı otomobil Ankara'ya getirilmiş ve tamamen sahte olarak 06 ... 138 plaka ile trafik tescil belgesi düzenlenerek davalı noterde yapılan satışla davacıya satılmıştır. Satış sırasında gerçekte var olan 06 ... 138 plakalı araca ve sahibine ait bilgiler kullanılarak düzenlenmiş olan sahte tescil belgesi ile kimlik kullanılmıştır. Dosyada örneği bulunan sahte tescil belgesi incelendiğinde, araca ait motor ve şase numaralarının sadece altı ve sekiz haneli rakamlardan ibaret olduğu görülmektedir. Oysa ki, gerçekte motor ve şase numaralarının daha çok sayıdaki harf ve rakam gruplarından oluştuğu bilinmektedir. Bu derece dikkat çeken bir farklılığın noter işlemi sırasında fark edilmemiş olması, davalının dikkat ve özen eksiğinin olduğunu gösterir. Davacının da bunu fark etmemiş olması, davalının sorumluluğunu tamamen kaldırmaz. Resmi işlem yapma görevini üstlenmiş olan davalının daha fazla bilgi ve tecrübeye sahip olması nedeniyle daha üst düzeyde dikkat ve özen görevi vardır. Bu nedenle davacının kusuru, kamusal bir görev yapan davalı noterin sorumluluğu yönünden illiyet bağını kesecek ağırlıkta değildir. Bu durum sadece zarardan uygun bir indirim yapma nedeni olabilirse de, davanın tümden reddini gerektirmez. O halde mahkemece zararın kapsamı belirlenerek davalının sorumluluğuna karar verilmelidir. Mahkemece bu yönler üzerinde HUKUK BOLUMU durulmadan yazılı şekilde davanın tümden reddine karar verilmiş olması doğru olmamış, bu nedenle hükmün bozulması gerekmiştir. Sonuç: Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen nedenle (BOZULMASINA) ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 25.02.2008 gününde oybirliğiyle karar verildi. Kaynak:YKD Haziran 2009 T.C. YARGITAY 4. Hukuk Dairesi E:2007/6459 K:2007/8597 T:25.06.2007 BANKANIN ÖZEN YÜKÜMLÜLÜĞÜ MANEVİ TAZMİNAT NOTERLERİN ÖZEN YÜKÜMLÜLÜĞÜ "ÖZET" İŞLEM YAPILIRKEN İMZA ONAYI YAPILAN KİŞİNİN KİMLİĞİNİ İSPAT İÇİN SUNDUĞU BELGENİN İNCELENMESİNDE KAMU HİZMETİ YAPAN NOTERLERİN GEREKLİ TÜM DİKKAT VE ÖZENİ GÖSTERMELERİ GEREKİR. DAVALI BANKANIN DA ÇEK HESABI AÇTIRAN KİŞİNİN KİMLİK BİLGİLERİNE İLİŞKİN BELGELERİN ASILLARINI İSTEMESİ, SOSYO-EKONOMİK DURUMU HAKKINDA GEREKLİ ARAŞTIRMAYI YAPMASI GEREKİR. AÇIKLANAN NEDENLERLE GEREKLİ ÖZENİN GÖSTERİLMEMESİ SONUCU, DAVACI ADINA DÜZENLENEN KARŞILIKSIZ ÇEKLER NEDENİYLE DAVACI İŞ VE SOSYAL ÇEVRESİNDE ZOR DURUMDA KALMIŞ, ONURU İNCİNMİŞTİR. 818 s. Yasa m. 41 1512 s. Yasa m. 1 3167 s. Yasa m. 2,3 Davacı Övün vekili tarafından, davalı Y... K... Bankası A.Ş. ve diğerleri aleyhine 02.02.1999 gününde verilen dilekçe ile manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama 101 sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 12.10.2004 günlü kararın Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü. Dava, manevi tazminat istemine ilişkindir. Davacı, kendisine ait sürücü belgesi kullanılarak davalı Necati tarafından düzenlenen sahte belgeler ve A... Üçüncü Noterliği'nde tanzim edilen imza onayı ile davalı Y... K... Bankası A.Ş.'nin A... Şubesinde çek hesabı açtırıldıgını, kullanılan çeklerin karşılıksız çıkması üzerine hakkında Cumhuriyet Savcılığı tarafından kovuşturmalar yapılıp, ceza davaları açıldığını, işyerine gönderilen bildirimler ve çevrede yapılan araştırmalar nedeniyle onurunun incindiğini belirterek manevi tazminat isteminde bulunmuştur. Mahkemece, zararın davalı Necati'nin haksız ve hukuka aykırı eyleminden doğduğu, diğer davalıların olayda kusurları bulunmadığından sorumluluklarının söz konusu olamayacağı gerekçesiyle davalı banka ve noter M.Y. hakkındaki davanın reddine karar verilmiştir. Dosyadaki bilgi ve belgelere göre; davacının kaybolan sürücü belgesi davalı Necati tarafından ele geçirilmiş, resmi değiştirilerek ve bu kimlik ile ikametgah ilmühaberi alınarak davalı notere imza onayı için başvurulmuştur. Noter tarafından üzerinde tahrifat yapılmış sürücü kimliği esas alınarak imza onayı düzenlenmiştir. Davalı bu imza onayı ile birlikte kimliğin fotokopisi, ikametgah ilmühaberi ve Nüfus Cüzdan Örneği fotokopisini ibraz ederek davalı banka şubesinden çek hesabı açılması talebinde bulunmuş ve talebi yerinde görülerek açılan çek hesabından 10.07.1998 tarihinde çek karnesi verilmiştir. Davalı Necati'nin imzaladığı çeklerden biri karşılıksız çıkmış ve davacı hakkında karşılıksız çek düzenlemek nedeniyle işlemler yapılmıştır. Davacının bu şekilde durumu öğrenip davalı banka şubesine başvurması üzerine, davalı banka tarafından bu konuda Merkez Bankası'na bildirimde bulunulmuştur. Davalılardan M.Y., A... Üçüncü Noteridir. 1512 sayılı Noterlik Kanunu'nun 1. maddesine göre, noterlik bir kamu hizmeti olup, noterler hukuki güvenliği sağlamak ve anlaşmazlıkları önlemek için işlemleri belgelendirir ve kanunlarla verilen başka görevleri yaparlar. Anılan Yasa'nın 90. maddesinde, hukuki işlemlerin altındaki imzanın onaylanmasının imzayı atan şahsa ait olduğunun bir şerhle belgelendirilmesi şeklinde yapılacağı, 92. maddesinde ise, onaylama şerhinin işlemin yapıldığı yer ve tarihi, ilgilinin kimliği, adresi ve vergi kimlik numarasını, noter ilgiliyi tanımıyorsa, kimliği hakkında gösterilen ispat belgesini ve işleme katılanların ve noterin imza ve mührünü taşıması gerektiği hüküm altına alınmıştır. Sahte kimlik ile davalı tarafından imza onayı yapıldığı anlaşılmaktadır. İşlem yapılırken imza onayı yapılan kişinin kimliğini ispat için sunduğu belgenin incelenmesinde kamu hizmeti yapan noterlerin gerekli tüm dikkat ve özeni göstermeleri gerekir. Olayımızda kamu hizmetinin gerektirdiği özenin gösterilmemiş olması sonucu, davacı adına düzenlenen karşılıksız çekler nedeniyle davacı iş ve sosyal çevresinde zor durumda kalmış, onuru incinmiştir. Davalı Y... K... Bankası A.Ş.'nin durumuna gelince; Çekle Ödemelerin Düzenlenmesi ve Çek Hamillerinin Korunması Hakkındaki 3167 sayılı Yasa'nın 2. maddesi gereğince; bankalar, çek hesabı açmak maksadıyla bu Kanunla kendilerine verilen görev ve yükümlülükleri yerine getirirken, çek hesabı açtırmak isteyenin yasaklılık ve engel durumu bulunup bulunmadığını, TC. Merkez Bankası'nca 9. maddeye göre bankalara yapılan duyumlar çerçevesinde her birinin kendi nezdinde oluşturduğu kayıtlardan araştırırlar, ayıca bu kişinin ekonomik ve sosyal durumu gibi hususların belirlenmesinde gerekli basiret ve özeni gösterirler, aynı Yasa'nın 3. maddesine göre ise; bankalar çek hesabı açtıranların açık kimlik ve adreslerini saptamak için fotoğraflı nüfus cüzdanı örnekleri ile yerleşim yeri belgelerini, tacir olanların ayrıca ticaret sicili kayıtlarını almak, bunların açık kimliklerini, adreslerini, vergi kimlik numaralarını ve çek hesabının kapatılma hallerini onbeş gün içinde TC. Merkez Bankası'na bildirmek zorundadır. Ayrıca 102 Bankalar Yasası'nda da banka mudilerinin kimliklerinin gerçeğe uygun tespit edilmesi konusunda düzenleme mevcuttur. Açıklanan yasal düzenlemeler gözetildiğinde, davalı bankanın, çek hesabı açtıran şahsın kimlik bilgilerine ilişkin belgelerin asıllarını istemeden, sosyo-ekonomik durumu hakkında gerekli araştırmayı yapmadan kendisine çek karnesi verdiği anlaşılmaktadır. Bu nedenle, davalı Necati çek karnesi alarak bu çekleri de kullanmış ve davacı hakkında karşılıksız çek düzenlemekten yasal işlemler yapılmıştır. Yukarıda açıklanan yasal düzenlemeler ile olayların gelişimine göre davalılar Y... K... Bankası A.Ş. ve M.Y.'nin dava konusu olayların meydana gelmesine eylemleriyle neden oldukları gözetilerek sorumluluklarına karar verilmesi gerekirken, sorumluluğu gerektirir eylemleri bulunmadığından bahisle davanın reddine karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir. Sonuç: Temyiz olunan kararın açıklanan nedenlerle (BOZULMASINA) ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 25.06.2007 gününde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY 4. Hukuk Dairesi E:2008/1699 K:2008/13767 T:10.11.2008 Maddi Tazminat Manevi Tazminat Noterin Hukuki Sorumluluğu Noterlerin Özen Yükümlülüğü Özet Noterlerin sorumlu olmaları için kusurlu olmaları gerekmez. Araç satış için vekaletname düzenleyen noterin bir gün sonra kendisine kullanılan kimliğin sahteliği bildirildiği halde durumu aynı gün Noterler Birliği'ne bildirmeyip geç bildirdiği, bu sürede satış sözleşmesinin yapıldığı anlaşıldığından doğan zarar ile eylemi arasında uygun illiyet bağı bulunmaktadır. Kati satış sözleşmesini düzenleyen noterin de ruhsattaki şasi numarası ile ibraz edilen ilişik kesme belgesindeki numarayı karşılaştırmayarak satışı yapmasında oluşan zarar ile eylem arasında illiyet bağı bulunmaktadır. Davacıların da sigorta poliçesindeki isim ile ruhsattaki isim arasındaki farkı göremeyip vekalet tanziminden satışa kadarki tutumlarıyla zarar doğmasına neden oldukları anlaşıldığından tazminattan indirim yapılması gerekir. 818 s. Yasa m. 41,98 1512 s. Yasa m. 1,162 Davacı A.Erdoğan vd. vekili tarafından, davalı Nurhayat vd.leri aleyhine 03.12.2004 gününde verilen dilekçe ile maddi ve manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın reddine dair verilen 18.09.2007 günlü kararın Yargıtay'ca incelenmesi davacılar vekili tarafından süresi içinde istenilmekle, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü. 1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, davacı A.Erdoğan'ın maddi 103 ve manevi tazminat taleplerinin tümden reddi ile davacı O.Deniz'in manevi tazminat talebinin reddine yönelik yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının reddi gerekir. 2-Davacı O.Deniz'in maddi tazminat istemine yönelik temyiz itirazlarına gelince; dava, noterin kusursuz sorumluluğuna dayalı maddi ve manevi tazminat talebine ilişkindir. Davacılar, sahte kimlik kullanan ve kendisini Hüseyin olarak tanıtan kişinin, kullandığı sahte kimlik ile kendilerinden A.Erdoğan adına araç satışı için B... Yirmisekizinci Noterliği'nin 037186 yevmiye nolu vekaletnamesi ile yetki verdiğini, bu vekalete istinaden S... İkinci Noterliği'nin 10639 yevmiye nolu kati satış sözleşmesi ile A.Erdoğan'ın diğer davacı Ö.Deniz'e Hüseyin'in vekili sıfatı ile aracı sattığını, ancak aracın çalıntı çıktığını, ruhsatının da sahte olarak düzenlenmiş bulunduğunu, her iki noterin de araç ruhsatının sahte olduğunu anlamamış olmaları nedeni ile ayrıca S... İkinci Noter vekilinin İzmir Motorlu Taşıtlar Vergi Dairesi'nden gelen ilişik kesme yazısındaki şasi numarasının ruhsattaki ile aynı olmadığını da anlamaması nedeni ile doğan zararlarından sorumlu olduklarını ileri sürerek 25.000 YTL maddi, 5.000 YTL manevi tazminatın davalılardan alınarak kendilerine ödenmesini talep etmişlerdir. Davalı S... İkinci Noter vekili, araç ruhsatlarının tek tip olmadığını, bu sebeple üzerinde silinti, kazıntı ya da sahtelik şüphesi uyandıracak bir durum bulunmayan, bilgileri B... Yirmisekizinci Noterliği tarafından çıkartılan araç satışına dair vekaletnamedeki bilgiler ile aynı olduğu anlaşıldığından ruhsattan şüphelenmediğini, şasi no'sunun ise çoğu ilişik kesme belgelerinde yer almadığını, diğer bilgiler tuttuğundan şasi no'su üzerinde durulmadığını, vekaleti teyit ettiğini, davacıların satış sözleşmesini yapmadan aracın sahteliğini fark ettiklerini, kötü niyetli olarak bu yola başvurduklarını savunarak davanın reddini istemiştir. Davalı B... Yirmisekizinci Noteri, araç satışı için vekalet çıkartırken ruhsat görme mecburiyetlerinin bulunmadığını, yalnız kimlik kontrolü yapıp fotokopisini evraka eklediklerini, davacıların vekalet aldıktan bir gün sonra noterliği arayarak baş katip ile görüştüklerini ve vekalete konu kimliğin sahte olduğunu söylediklerini, buna karşın bilerek kati satış sözleşmesini yapmakta kötü niyetli olduklarını bildirerek davanın reddine karar verilmesini savunmuştur. Mahkemece, noterlerin sorumluluğu kusursuz sorumluluk ise de sınırsız sorumluluk anlamına gelmeyeceği, üçüncü kişilerin ağır kusurları ile sebebiyet verdikleri zararlarda noterlerin sorumlulukları arasındaki illiyet bağının kesileceğini, noterlerin ibraz edilen belgeleri kaynaklarından denetleme yükümlülükleri bulunmadığını, sonradan işleme konu belgenin sahte olduğunun, aracın çalıntı olduğunun anlaşılmasının noterin sorumlu tutulmasını mümkün kılmadığını beyanla sübut bulmayan davanın reddine karar verilmiştir. Noterlerin, Noterlik Yasası'nın 162. maddesi uyarınca, sorumlu olmaları için kusurlu olmalarının gerekmediği tartışmasızdır. Diğer bir anlatımla, tüm kusursuz sorumluluk hallerinde olduğu üzere, zarar gören, davalının kusurunu kanıtlamak zorunda değildir. Kusursuz sorumluluğun, kusurlu sorumluluktan tek farkı bu noktada toplanmaktadır. Bu bağlamda zarar gören, kusurlu sorumlulukta olduğu üzere zararını, zararla eylem arasındaki uygun illiyet bağını kanıtlamak zorundadır. Somut olayda, araç satışı için vekaletname tanzim etmiş bulunan davalı B... Yirmisekizinci Noteri'nin vekaletname tanziminden bir gün sonra kendisine evrak tanziminde kullanılan kimliğin sahte olduğu yolunda telefon açılmış bulunmasına rağmen durumu aynı gün Noterler Birliği'ne bildirmediği, birkaç gün beklediği, bu süre zarfında da kati araç satış sözleşmesinin yapıldığı anlaşıldığından doğan zarar ile gelen ihbar telefonunu zamanında bildirmemesi nedeni ile eylemi arasında uygun illiyet bağı bulunmaktadır. Kati araç satış sözleşmesini tanzim eden S... İkinci Noter vekilinin de işleme konu ruhsatta yer alan şasi no'su ile ibraz edilen ilişik kesme belgesindeki motor şasi no'sunun aynı olmadığını fark etmeyerek satış işlemini yaptığı anlaşıldığından zarar ile eylemi arasında uygun illiyet bağı bulunmaktadır. Kusursuz sorumluluğun tüm hallerinde, uygun illiyet bağının zarar görenin veya üçüncü kişinin ağır kusuru ile beklenmeyen bir halin varlığı durumunda kesileceği, gerek teoride ve gerekse yargısal kararlarla kabul edilmiş bulunmaktadır. Aksi halde risk veya şart nazariyesi öne çıkacak 104 ve zararın var olduğu her halde, kusursuz sorumlu olanın sorumluluğu yoluna gidilecektir ki böyle bir sonuç, hukukumuzda kabul edilmemiştir. Somut olayda, davacılardan A.Erdoğan'ın şikayetçi ifade tutanağındaki beyanından sahte kimlik kullanarak araç satışı için kendilerine vekalet veren şahsa aynı gün araç satış bedelini ödedikleri, ilişik kesme belgesi geldikten sonra işbu belge ile birlikte sahte ruhsat da kendilerinde olduğu halde sahteliği ve şasi no'ları arasındaki farkı görmedikleri gibi kati satış sözleşmesini yaptıktan sonra ruhsat kılıfı içinde bulunan sigorta poliçesinden aracın başkası adına sigortalı olduğunu görmeleri üzerine şüphelenerek gerçek Hüseyin'e, ondan sonra da aracın gerçek sahibine ulaştıkları ve aracın çalıntı olduğunu anladıkları anlaşılmakla, zararın doğumuna vekalet tanziminden aracın kati satışının yapıldığı güne kadarki tutumlarıyla neden oldukları anlaşılmakla birlikte, bu durum davalıların eylemleri ile zarar arasındaki uygun illiyet bağını kesmez, ancak zarardan indirim nedeni olarak kabul edilebilir. Bu nedenle davacı Ö.Deniz'in maddi tazminat talebine ilişkin davanın tümden reddi doğru olmamış, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir. Sonuç: Temyiz olunan kararın yukarıda (2) nolu bentte gösterilen nedenlerle (BOZULMASINA), (1) nolu bentte gösterilen nedenlerle davacı A.Erdoğan'ın tüm, Ö.Deniz'in diğer temyiz itirazlarının reddine ve temyiz eden davacılardan Ö.Deniz'den peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 10.11.2008 gününde oybirliğiyle karar verildi. Kaynak:YKD MART 2009 105 YARGITAY 5. HUKUK DAİRESİ KARLARI T.C. YARGITAY 5. Hukuk Dairesi E:1980/9298 K:1980/9377 T:23.12.1980 NOTERLİK İŞLEMLERİNİN HÜKÜMLERİ POSTA BİLDİRİM Tebligat Yasası uyarınca posta memuru tarafından yapılan bildirim [tebliğ] belgeleri, noterlikçe doğrudan doğruya yapılmış düzenlemeler ve işlemlerin ancak sahteliği kanıtlanıncaya kadar geçerli olacağına ilişkin Noterlik Kanunu m. 82'nin kapsamı dışındadır. 1512 s. Noterlik K m. 82 7201 s. Tebligat K m. 23 Taraflar arasındaki kamulaştırma bedelinin artırılmasına ve Mustafa Hakkındaki davanın ise süresinde açılmadığından süre yönünden reddine dair verilen hükmün duruşmalı olarak Yargıtay'ca incelenmesi davalılardan Mustafa vekili tarafından verilen dilekçe ile istenilmiş olmakla, dosyadaki kağıtlar okunup iş anlaşıldıktan sonra gereği görüşülüp düşünüldü Noterlikçe doğrudan doğruya yapılmış düzenlemeler ve işlemler Noterlik Kanununun 82. maddesi uyarınca ancak sahteliği ispat edilinceye kadar geçerlidir. Bunun dışında kalan ve Tebligat Kanunu uyarınca posta memuru tarafından yapılan tebliğ belgeleri anılan 82. maddenin kapsamı dışındadır. Yapılan tebligat ve posta memuru tarafından düzenlenen belgenin geçerli olup olmadığı mahkemece hadise olarak incelenmiş olmasına göre varılan sonuç göz önünde tutularak karar verilmesi gerekirken Mustafa'ya ait davanın süre bakımından reddedilmesi doğru görülmemiştir. Davacı, Mustafa vekilinin temyiz itirazları bu bakımdan yerinde görülmüş olduğundan kabulü ile hükmün yukarıda açıklanan nedenle HUMK.nun 428. maddesi gereğince (BOZULMASINA) ve temyiz eden davalılardan mail yararına dava tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Ücret Tarifesi uyarınca takdir olunan 1.400 lira vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine 23.12.1980 gününde oybirliği ile karar verildi. Kaynak:YKD - 1982/3 - Sayfa:334 106 T.C. YARGITAY 5. Hukuk Dairesi E:2003/6533 K:2003/8509 T:19.06.2003 1359 KAMULAŞTIRMA İŞLEMİNİN KESİNLEŞMESİ KAMULAŞTIRMA TEBLİGATININ NOTERE KISMEN KAMULAŞTIRMA (Baraj İnşaatı İçin VERİLMESİ Yapılan Kamulaştırma) Baraj inşaatı için yapılan Kamulaştırmalarda, Kamulaştırma sahasına mücavir taşınmaz içersinde kalan tüm taşınmaz malların kamulaştırılması için baraj göl alanı noter kanalı ile yapılması gereken kamulaştırma tebligatının Notere verilmesi işleminin bildirilme tarihinde kamulaştırma kesinleşmiş sayılır. Kamulaştırmanın bitirildiğinin idarece ilan edilmesi gerekir. Özel durumda da; ilan henüz yapılmadığından davanın reddi gerekir. 2942 s. Kamulaştırma K. m. 11,12 1086 s. HUMK. m. 382,388 Taraflar arasındaki 2942 sayılı Kamulaştırma Yasasının 12. maddesine dayanan baraj için yapılan kamulaştırma nedeni ile çevrenin sosyal, ekonomik ve yerleşme düzeninin bozulması nedeni ile taşınmazdan ekonomik ve sosyal yönden yararlanma olanağı kalmadığı iddiasına dayanan taşınmaz bedelinin tahsili davasından dolayı yapılan yargılama sonunda: Davanın kısmen kabulüne dair verilen yukarıda gün ve sayıları yazılı hükmün Yargıtayca incelenmesi davalı idare vekili yönünden verilen dilekçe ile istenilmiş olmakla dosyadaki belgeler okunup iş anlaşıldıktan sonra gereği görüşülüp düşünüldü: Dava, 2942 sayılı Kamulaştırma Yasasının 12. maddesine dayanan baraj için yapılan kamulaştırma nedeni ile çevrenin sosyal, ekonomik ve yerleşme düzeninin bozulması nedeni ile taşınmazdan ekonomik ve sosyal yönden yararlanma olanağı kalmadığı iddiasına dayanan taşınmaz bedelinin tahsili istemine ilişkindir. Mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı idare vekilince temyiz edilmiştir. 2942 sayılı Kamulaştırma Yasasının 12. maddesine dayanılarak çıkartılan ve Resmi Gazete'de 6.8.1985 tarihinde yayınlanan baraj inşaatı için yapılan kamulaştırmalarda, Kamulaştırma Sahasına Mücavir Taşınmaz Malların Kamulaştırılması Hakkındaki Yönetmeliğin 5. maddesi uyarınca, davanın görülebilmesi için baraj gol alanı içerisinde kalan tüm taşınmazların maliklerine Noter kanalı ile yapılması gereken kamulaştırma tebligatının Noter'e verilme işleminin bitirilme tarihinde kamulaştırma işlemi kesinleşmiş sayılır ve kamulaştırmanın bitirildiğinin idarece yerleşim yerlerinde ilân edilmesi gerekir. Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı Diyarbakır 10. Bölge Müdürlüğünün cevabî yazısından, kamulaştırma çalışmaları devam ettiğinden kamulaştırmanın bitirildiğine ilişkin ilânın henüz yapılmadığı anlaşıldığından, davanın reddi yerine aksi düşüncelerle kabulüne karar verilmesi, Doğru görülmemiştir. Davalı idare vekilinin temyiz itirazları yerinde görüldüğünden hükmün açıklanan nedenlerle HUMK'nun 428. maddesi gereğince (BOZULMASINA) ve peşin alınan temyiz harcının istenildiğinde ödeyene geri verilmesine, 19.6.2003 gününde oybirliğiyle karar verildi. 107 YARGITAY 7. HUKUK DAİRESİ KARARLARI T.C. YARGITAY 7. Hukuk Dairesi E:1990/8163 K:1991/998 T:29.01.1991 KADASTRO TESBİTİ Mülkiyet nakleden akitler resmi şekilde yapılmadıkça muteber olmaz. Taşınmazlardan 358 sayılı parselin tesbitinin kesinleşmesini müteakip 766 sayılı Tapulama Kanununun 13, 3402 sayılı Kadastro Kanununun 5. maddesi hükmünce, kadastro mahkemesine aktarılması gerekirken komisyonun davanın varlığını gözardı ederek Hüseyin'in itirazının kabulü ile parselin bir bölümünün Hüseyin adına tesbitini öngören 2.4.1984 tarihli tapulama komisyonu kararının kesinleşmesini de önler. Hal böyle olunca Hüseyin'in aktarılan tapu iptali ve tescil davasının 358 sayılı parsel yönünden davacı sıfatıyla doğal tarafıdır. Bu itibarla 358 sayılı parselle ilgili davada Hüseyin'e davacı sıfatıyla tebligat yapılarak taraf oluşturulmak ve ondan sonra iddia ve savunma ile ilgili deliller toplanılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekir. 766 s. Tapulama K. m. 13 3402 s. Kadastro K. m. 5 Taraflar arasında kadastro tesbitinden doğan dava sonucunda verilen hukmün Yargıtav'ca duruşmalı olarak incelenmesi istenilmekle; tetkik hakiminin raporu ve kağıtları okundu, iş incelendi, gereği görüşüldü: 1- Mahkemece, 217, 256, 290, 291, 411, 446, 409, 821, 896, 892, 893, 894 ve 895 parsel sayılı olan ve 5.5.1961 gün ve 837 sayılı noter aracılığı ile düzenlenen, tapuda kayıtlı taşınmazların bağış yoluyla temlikini içeren vekaletnamenin oluşturulduğu tarihte yürürlükte bulunan Noterlik Kanununun 35. maddesinde öngörülen koşullarla düzenlenmediği, bu nedenlerle geçersiz olduğu, toplanıp değerlendirilen delillerle saptanmıştır. Gerçekten vekaletnamenin tanzim edildiği tarihte yürürlükte bulunan Noterlik Kanununa göre vekaletnamenin tanzimi şekle bağlıdır. Vekaletname noterlikçe resen tanzim edileceği gibi ayrıca iki tanığın da bulunması gerekir. Olayda vekaletname Yerköy Noter Muavini Başkatip tarafından miras bırakan Abdullah'ın mührü kullanılmak suretiyle tanzim edilmiştir. Tanık dinlenmemiştir. Bu nedenle; kanunun aradığı geçerlilik koşullarını taşımamaktadır. Tapuda kayıtlı taşınmazların bağış veya satışı şekle tabidir. Asli resmi şekle tabi kılınmış taşınmazın bağış veya satımı için verilen vekaletname şekle tabi kılınmazsa, satış ve bağışın şekle tabi kılınmasının anlamı kalmaz. Öte yandan, Tapu Sicilli devletin sorumluluğu altındadır. Böyle işlemlerin daha sıkı kontrol ve denetiminin resmi şekli gerektiğinin olayımızda şekil hukuki muamelenin sıhhat koşulunu oluşturur. Mülkiyeti nakleden akitler resmi şekilde yapılmadıkça muteber olmaz. Yukarıda açıklandığı gibi, aslı şekle tabi olan tasarruflarda vekaletnamenin şekle tabi olması gerekir. Şekli eksikliği halinde vekaletname ve buna göre yapılan intikallerde hukukca değer taşımaz. Doktrinde bu görüşü Rossel, Arsebük, Oğuzman, Selici benimsemişler, uygulamada Yargıtay Birinci Hukuk Dairesi'nin 21.1.1950 gün, esas: 1949/5706, karar: 1950/341 ve Hukuk Genel Kurulu'nun 4.6.1952 gün, 1 esas, 1952/163 karar sayılı ilamları da bu yöndedir. Bu nedenlerle, davalı tarafın yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddi gerekir. 108 2- Davacıların avukatlık parasına yönelik temyiz itirazlarına gelince: Tapulama Kanununun 57. maddesi hükmünce taşınmazların dava tarihindeki değeri ve vekilinin sarf ettiği emek gözönunde tutularak avukatlık parası takdir edilmiş bulunmasına göre davacıların bu yöne yönelik temyiz itirazları yerinde görülmemiştir. 3- Tapulama tesbitinden önce Asliye Hukuk Mahkemesine açılan ve görevsizlik kararı ile Kadastro Mahkemesine aktarılan 1981/646 esas sayılı tapu iptali ve tescil davasının konusu bulunan taşınmazlardan 358 sayılı parselin 3.11.1981 tarihinde yapılan tesbitinde malik hanesi Osman adına doldurulmuş ve bu tesbite sınırdaş 360 ve 361 parselde zilyed Hüseyin bir bölüm yerinin bu parsel içinde tesbit edildiğini ileri sürmüştür. Tapu iptal ve tescil davasının varlığı konusu olan taşınmazlardan 358 sayılı parselin tesbitinin kesinleşmesini ve 766 sayılı Tapulama Kanununun 13, 3402 sayılı Kadastro Kanununun 5. maddesi hükmünce Kadastro Mahkemesine aktarılması gerekirken komisyonca davanın varlığı gözardı edilerek Hüseyin'in itirazının kabulü ile parselin bir bölümünün Hüseyin adına tesbitini öngören 2.4.1984 tarihli Tapulama Komisyonu kararının kesinleşmesini de önler. Hal böyle olunca, Hüseyin aktarılan tapu iptali ve tescil davasının 358 sayılı parsel yönünden davacı sıfatı ile doğal tarafıdır. Bu itibarla, 358 parsel ile ilgili davada Hüseyin'e davacı sıfatı ile tebligat yapılarak taraf oluşturulmak ve ondan sonra iddia ve savunma ile ilgili deliller toplanılarak sonucuna göre bir karar verilmek gerekir. Mahkemece bu yön gözardı edilerek Hüseyin'e tebligat yapılıp taraf oluşturulmadan işin esası hakkında karar verilmesi isabetsiz, 358 sayılı parsel hakkındaki temyiz itirazları bu nedenle yerindedir. S o n u ç : Yukarıda bir ve iki sayılı bentlerde açıklanan nedenlerle; davacıların avukatlık parası davalıların 217, 256, 290, 291, 411, 446, 409, 821, 896, 892, 893, 894 ve 895 parsellerle ilgili hükme yönelik temyiz itirazları yerinde bulunmadığından reddi ile hükmün (ONANMASINA) oyçokluğu ile, 2- Yukarıda üç sayılı bentte ve 358 sayılı parselle ilgili olarak oluşturulan hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle (BOZULMASINA), 83.260 lira bakiye onama harcının davalılardan, 4200 lira harcın davacılardan tahsili ile Hazineye ödenmesine, Yargıtay duruşmasında avukatla temsil edilen davacı ve davalı taraf yararına ayrı ayrı 100.000 lira ücreti vekaletin takdirine, 29.1.1991 gününde oybirliği ile karar verildi. Kaynak:YKD - 1991/5 - Sayfa:702 T.C. YARGITAY YEDİNCİ HUKUK DAİRESİ Esas No : 2001/03954 Karar No : 2001/04154 Tarih : 18.06.2001 • KADASTRO TESBİTİNE İTİRAZ • NOTERLİKÇE RESEN DÜZENLENEN VEKALETNAMELERİN SAHTELİĞİ İLERİ SÜRÜLEBİLİRSE DE DAVACI İDDİASINI KANITLAYAMAMIŞTIR ÖZET : Davaya konu taşınmazda; davacı Sıdıka'nın paydaşı bulunduğu, noterlikçe düzenlenen umumi vekaletname ile babası Halil 'den miras yolu ile intikal eden tapulu ve tapusuz taşınmazlar üzerinde bir takım intikal işlemlerini yapmanın yanında satma yetkisini Kenan'a verdiği; onun da 13.8.1963 tarihinde davacının taşınmazdaki payım davalı taraf a sattığı toplanan delillerle saptandığına göre, noterlikçe resen düzenlenen belgelerin ancak sahteliği ileri sürülebilir. Ancak davacı devir; temlik ve intikal veya tapuya tescil işlemim içeren genel vekaletnamenin sahteliğini iddia ve ispat edememiştir. Bu nedenle; davacının açtığı tapu kaydının iptali ve tescil davasının reddine karar verilmesinde de bir isabetsizlik görülmemiştir. 109 Taraflar arasında kadastro tespitinden doğan dava sonucunda verilen hükmün, Yargıtay'ca incelenmesi davacı Sıdıka tarafından istenilmekle, temyiz isteminin süresinde olduğu anlaşılmakla dosya incelendi, dosyadaki belgeler okundu,tetkik hakiminin açıklamaları dinlendi. Gereği görüşüldü: Kadastro sırasında dava ve temyiz konusu 118 ada 8 parsel sayılı 914, 19 m2 yüzölçümündeki taşınmaz Asliye Hukuk Mahkemesinde davalı olduğundan söz edilerek malik hanesi açık bırakılmak suretiyle tespit edilmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesinde görülmekte olan davacı Sıdıka tarafından davalılar Mustafa ve Abdülkadir aleyhine cahilliğinden istifade ederek intikal için aldıkları vekaletname ile satış yapıldığı, bu nedenle satışın geçersiz olduğuna dayanarak açtığı tapu iptali ve payı oranında tescil davası görevsizlik kararı ile Kadastro Mahkemesine aktarılmıştır. Yargılama sırasında Mehmet miras hakkına dayanarak davaya katılmıştır. Mahkemece davacının davasının reddine, katılanın davasının kabulüne, dava ve temyiz konusu 118 ada 8 parsel sayılı taşınmazın katılan Mehmet ile davalılar Abdülkadir mirasçıları adına payları oranında tesciline karar verilmiş; hüküm, davacı Sıdıka tarafından temyiz edilmiştir. Dava temyiz konusu 118 ada 8 parsel sayılı taşınmazda davacı Sıdıka'nın paydaş bulunduğu Andırın Noterliğince düzenlenen 21.11.1962 tarihli umumi vekaletname ile babası Halil'den miras yolu ile intikal eden tapulu ve tapusuz tüm taşınmazlar üzerinde bir takım işlemleri yapmanın yanında satma yetkisini de Ömer Zeki oğlu Kenan'a verdiği, Kenan'ın da 13.8.1963 tarihinde Sıdıka'nın taşınmazdaki payını davalı tarafa sattığı mahkemece yapılan keşif, uygulama ve toplanan delillerle saptanmıştır. Noterlikçe resen düzenlenen belgelerin ancak sahteliği ileri sürülebilir. Davacı verdiği genel vekaletnamenin sahteliğini iddia ve isbat edememiştir. Açıklanan nedenlerle yazılı olduğu şekilde hüküm kurulmasında isabetsizlik bulunmadığından davacının yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddi ile hükmün (ONANMASINA), peşin alınan ilam harcının mahsubu ile geriye kalan 1.160.000 lira ilam harcının davacı Sıdıka'dan alınmasına, 18.6.2001 gününde oy birliği ile karar verildi. 110 YARGITAY 9.HUKUK DAİRESİ KARARLARI T.C. YARGITAY DOKUZUNCU HUKUK DAİRESİ Esas No : 2002/2721 Karar No : 2002/2771 Tarih : 14.02.2002 ÖZET : Sendikaya üye olmak isteyen bir işçi, üye kayıt fişini doldurup bunu bizzat kendisi notere tasdik ettirecek ve de alındı belgesi karşılığında bunu sendikaya ibraz edecektir, aynı şekilde bir sendikadan çıkış da yine noter kanalıyla işçinin münferiden kimliğinin tespiti ve imzasının tasdiki ile olur. (1512 s. Noterlik K. m. 72, 90, 92) (2821 s. Sendikalar K. m. 22, 25) (4721 s. MK. m. 2) KARAR METNİ : Hizmet İş Sendikası Genel Başkanlığı adına Avukat Muharrem Özkaya ile 1Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı adına Avukat Ayla Dündar, 2-Belediye İş Sendikası Genel Başkanlığı adına Avukat İsmail Tepecik aralarındaki dava hakkında İstanbul 1. İş Mahkemesinden verilen 27.12.2001 günlü ve 1407/1141 sayılı hüküm, davacı ile davalılardan Belediye İş Sendikası avukatlarınca temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü. YARGITAY KARARI İstanbul İ.E.T.T. İdaresine ait işletme kapsamındaki iş yerleriyle ilgili olarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı´nca düzenlenen yetki tesbit yazısına karşı açılan itiraz davası sonucunda, mahkemece davacı işçi sendikasının çoğunluğu bulunduğu belirlenerek davanın kabulüne karar verilmiştir. Mahkeme bu hükme varırken, Dairemizin görüşü doğrultusundaki bilirkişi raporunun (A) şıkkında yer alan değerlendirme ve sonuçları benimsemiştir ki, buna göre 1512 sayılı Noterlik Kanunu´ nun 92. maddesinde öngörülen koşullara tam uyulmamış olması üyelik ve çekilme bildirimlerinin geçersizliği sonucu doğurmaz. Bu görüş, Anayasa´ nın ve 2821 sayılı Sendikalar Kanunu´ nun sendikalara üye olmak ve üyelikten çekilmek konusunda öngördüğü serbestlik ve özgürlüğü esas alır ve anılan 92. maddeye tam uyulmaması olgusunun işçinin iradesini kısıtlayamayacağını kabul eder. Bilirkişi raporunun bu görüşe uygun biçimde davacı ve davalı işçi sendikaları üye sayılarını gösteren (A) şıkkı mahkemece benimsendikten başka, sendikaya üyeliklerin geçersizlikleri ile ilgili olarak açılan ceza davalarının da, bu itiraz davası için bekletici sorun sayılamayacağı, zira ceza davalarının noter görevlileri hakkında açılmış olduğu gerekçesine de dayanılmıştır. Görüldüğü gibi yerel mahkemenin bu ilk kararında, bilirkişi raporunun (B) şıkkında yer alıp Noterlik Kanunu´ nun 92. maddesine tam uyulmaması sonucu bazı üyelik ve çekilme bildirimlerinin geçersiz sayılması görüşü kabul edilmemiştir. Davalı işçi sendikasının temyizi üzerine, yerel mahkeme kararı, Dairemizin 22.10.1998 tarih ve 15481 - 15066 sayılı ilamıyla bozulmuş olup, özellikle sendikaya üyelik ve sendikadan çekilme bildirimlerinden bir kısmının sahte oldukları iddiasıyla açılan soruşturma ve kamu davalarının sonuçlarının beklenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Mahkemece bozma kararına uyulmuş ve böylece açılan kamu davalarının sonuçlanması beklenmiştir. Dosyadaki bilgi ve belgelere göre, Eyüp ve Beyoğlu Ağır Ceza Mahkemelerinde ayrı ayrı açılan kamu davaları sonucun da ilgili noter ve noterlik personelinin görevi ihmal ve görevi kötüye kullanmak suçlarından mahkumiyetlerine karar verilmiştir. Ancak her iki ceza mahkemesince anılan üyelik ve çekilme bildirimlerinin, bir başka anlatımla uyuşmazlık konusu noterlik işlemlerinin tamamı inceleme ve irdelemeye tabi tutulmamış, mahkemelerden biri sekiz, diğeri on dokuz bildirim (işlem) üzerinde inceleme yapmış ve bunların işçilerin gerçek iradelerini yansıtmadığı, bir başka deyişle geçersiz olduğu sonucuna vararak noterlik personelinin hükümlülüğü cihetine gitmiştir. Görüldüğü gibi 111 ceza mahkemesi kararları, inceleme konusu yapılan bildirimlerle sınırlıdır ki, bunun sonucunda inceleme ve irdeleme yapılmayan öteki bildirimlerin geçersiz olduğunun kabulüne olanak yoktur. Oysa yerel mahkeme temyize konu bu son kararında 1908 üyelik ve çekilme fişlerinin tamamının geçersiz olduğunu kabul ederek hüküm kurmuştur. Çoğunluk tespit yazısına itiraz davasında, gerçek durumun, çoğunluğun hangi sendikada olduğunun açık ve kesin biçimde anlaşılabilmesi için her üyelik kayıt fişinin veya üyelikten çekilme bildiriminin geçerli olup olmadığı incelemeye tabi tutulmalıdır. Öte yandan, mahkemece üyelikleri geçersiz sayılan bazı işçilerin mahkemeye vermiş oldukları anlatımlarında ilgili fişlerdeki imzaların kendilerine ait olduğunu ve imzaları noter huzurunda attıklarını belirtmişlerdir. Bu ifadeler ortada iken, irade bildirimlerinin varsayıma dayanılarak geçersiz olduğunun kabulünde isabet yoktur. Dairemizin bozma kararından önceki aşamada 834 üyelik konusunda geçersizlik iddiası mevcutken, bozma dan sonraki aşamada bu sayının 1748´e yükseldiği görülmüştür. Çoğunluk tesbitinde, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı´na başvuru tarihindeki üyelik konusu, uyuşmazlığın esasını oluşturduğu için, Dairemizce sonradan soruşturma kapsamına giren üyeliklerle ilgili olarak da incelemeler yapılabileceği görüşü benimsenmiştir. Bir başka anlatımla bu konuda usulü kazanılmış haktan söz edilemez. Ayrıca burada bir hususun önemle vurgulanmasında yarar vardır. Yukarıda ayrıntılı biçimde açıklandığı üzere bu davanın geçirdiği evreler itibariyle, üyelik kayıt fişlerinin ya da üyelikten çekilme bildirimlerinin 1512 sayılı Noterlik Kanunu´ nun 92. maddesine aykırı olup olmadığı sorunu üzerinde bu aşamada durulması mümkün değildir. Bu durumda mahkemece yapılacak iş, taraf işçi sendikalarından her birinin başvuru tarihindeki üye sayısının sağlıklı şekilde tesbit etmek ve bunun sonucuna göre de hüküm kurmaktan ibarettir. Olayda Medeni Kanunu´ nun 2. maddesine dayanılması olanağı da yoktur. Gerçekten bu uyuşmazlığın çözümünde, üyelikle ilgili koşulların oluşup oluşmadığı önem taşımaktadır. Yapılacak inceleme sonucunda bazı üyelikler geçersiz sayılabileceği gibi diğerleri geçerli olabilir. Varsayımlara dayanılarak sonuca gidilemez. Bu sorun çözümlendikten sonra, bozma kararının diğer kısımları ile ilgili olarak da araştırma ve inceleme yapılmalı ve hasıl olacak sonuca göre hüküm kurulmalıdır. SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen sebepten BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 14.2.2002 gününde oy çokluğu ile karar verildi. KARŞI OY : İstanbul İ.E.T.T. İşletmeleri Genel Müdürlüğü ve bağlı iş yerlerinde Toplu İş Sözleşmesi yapmak üzere Belediye İş Sendikası 3.11.1997 tarihinde başvurmuş ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca yapılan değerlendirme sonucunda iş yerlerinde çalışan işçi sayısının 7960 ve Belediye-İş Sendikasının 4183 üyesi olduğu belirlenmek suretiyle Belediye-İş Sendikasının yasanın aradığı gerekli çoğunluğu sağladığı tesbit edilmiştir. İş Müfettişleri Kurulu 17.4.1998 tarihli raporlarında; "...3.11.1997 tarihi itibariyle inceleme yapıldığını, 12.10.1997 - 30.10.1997 tarihleri arasında Belediye İş Sendikası üyeliğinden çekilme bildirimleri ile 24.10.1997 tarihli Hizmet-İş Sendikası üyeliğinden çekilme bildirimleri 2821 sayılı Yasa´nın 25. maddesine göre çekilme Notere başvuru tarihinden itibaren bir ay sonra geçerli olacağı için değerlendirilmediği ve Beyoğlu Yedinci Noterliği tarafından 12.5.1997 tarihi ile 2.10.1997 tarihi arasında onaylanan ve değerlendirmeye alınan 4930 adet Belediye-İş Sendikası üyeliğinden çekilme bildiriminde Noter tarafından kimlik tesbiti yapılmadığı ve yapılan değerlendirme sonucunda; İETT İşletmeleri Genel Müdürlüğü ve bağlı iş yerlerinde 3.11.1997 tarihi itibariyle 7960 işçinin çalıştığı, 4183 işçinin Belediye-İş Sendikası üyesi, 3012 işçinin Hizmet-İş Sendikası üyesi olduğu, 765 işçinin ise hiçbir sendikaya üye olmadığının tesbit edildiğini..." belirtmişlerdir. Hizmet-İş Sendikası açtıkları dava da, 3.11.1997 tarihi itibariyle 7960 işçiden 6100 işçinin kendi üyeleri olduğunu iddia etmişlerdir. Belediye-İş Sendikası ise, Hizmet-İş Sendikasınca ibraz olunan üyelik fişi ve istifanamelerden 1650 sinin sahte olduğunu ileri sürmüştür. 112 Üyelik fişleri ve istifanamelerin Belediye-İş Sendikasından ayrılma ve Hizmet-İş Sendikasına üyelik başvuruları ile ilgili olduğu ve 12.10.1997 - 30.10.1997 tarihleri arasını kapsadıkları ve istifanamelerin Belediye-İş Sendikasına ulaşmadığı ve Bakanlık kayıtlarında da yer almadığı görülmektedir. Belediye-İş Sendikası bu belgelerin sahte olduklarını iddia etmekle beraber işçilerde yargı yoluna başvurmuşlardır. Belgelerin düzenlemesinde yer alan Noter-Noter Başkatibi ve Noter Katipleri hakkında davalar açılmıştır. Eyüp 2. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanan Kadıköy Noter Başkatibi beyanında; "...görev yaptığı sırada yanına gelen Hizmet-İş Sendikası yetkililerine güvenerek iş yerlerine gittiğini ve burada ilgili sendikanın doldurup kendisine verdiği belgeleri kişileri görmeden ve belgelerin altındaki imzaların kendilerine ait olup olmadığını sormadan ve kimlik bilgilerinin doğruluğunu kontrol etmeden tasdik ettiğini..." ifade etmiştir. Beyoğlu 7. Noteri ile Noter başkatibi ve noter katibi Ağır Ceza Mahkemesindeki beyanlarında; "...Hizmet-İş Sendikası yöneticileri tarafından düzenlettirilen üyelikten çekilme bildirimlerinin altındaki imzaların ve bildirimi veren kişilerin bildirimde yazılı kişiler olup olmadıklarını kontrol etmeden tasdik işlemi yaptıklarını" ifade etmişlerdir. İlgili Ağır Ceza Mahkemeleri, noter görevlilerinin eylemlerinin görevi ihmal suçunu teşkil ettiğini kabul etmek suretiyle tecziyeleri yönüne gitmişlerdir. İş Mahkemesi de; "Eyüp Ağır Ceza Mahkemesinde 181, Beyoğlu Ağır Ceza Mahkemesinde ise davaya konu olan 1727 kişiye ait üyelik ve çekilme bildirimlerinin Sendikalar Yasasının 22 ve 25. maddelerine uygun olarak yapılmadığı ve böylece Hizmet İş Sendikası ilgilileri tarafından gerçekleştirildiği anlaşılan 1908 kişiye ait bildirimlerin geçersiz olduklarını ve bu sendika geçersiz belgeleri itiraz sebebi yapmakla eylemlerinin MK. 2. maddesi uyarınca himayeye layık olamayacağını ve 1908 kişinin Belediye-İş Sendikası üyeleri sayılmaları gerektiğini " belirtmek suretiyle, davacının davasının reddi yönüne gitmiştir. 14.2.2002 tarihli Daire bozma kararında; "...çoğunluk tesbit yazısına itiraz davasında, gerçek durumun, çoğunluğun hangi sendikada olduğunun açık ve kesin biçimde anlaşılabilmesi için her üyelik kayıt fişinin veya üyelikten çekilme bildiriminin geçerli olup olmadığının incelemeye tabi tutulması gerektiği, ayrıca bazı işçilerin mahkemeye vermiş oldukları anlatımların da, ilgili fişlerdeki imzalarının kendilerine ait olduğunu ve noter huzurunda attıklarını ve bu ifadeler ortada iken, irade bildirimlerinin varsayıma dayanılarak geçersiz olduğunun kabulünde isabet yoktur ´ denilmektedir. Bozma kararında vurgulandığı gibi üyelik kayıt ve çekilme bildirimlerinin geçerli olup olmadığının incelemeye tabi tutulması gerekir. Sendikalar Yasasının 22. maddesinde; "...İşçi Sendikasına üyelik, işçinin doldurup imzaladığı ve notere tasdik ettirdiği üye fişini sendikaya vermesi ile üyeliğin kazanılacağı..." belirtildiği gibi 25. maddesinde üyeliğin sona ermesinin noter huzurunda münferiden kimliğin tesbiti ve istifa edecek kişinin imzasının tasdiki ile olur" denilmektedir. Yasa hükmünde belirtildiği gibi üyelik, işçinin bizzat doldurup imzaladığı üye kayıt fişinin noter tarafından onanması ile tekemmül eder. Üye kayıt fişleri ve Defterlerinin şekli ve İhtiva Edeceği Bilgiler Hakkında ki Yönetmelik´in 4. Maddesine göre, sendikaya üye olmak isteyen bir işçi yönetmelik Ek 3´de gösterilen örneğe uygun içerikli üye kayıt fişini doldurup bunu notere tasdik ettirecektir. Aynı yönetmeliğin 4. maddesinin 2. fıkrasında ise; "noter, fişte adı yazılan işçinin kimliğinin tesbitini yapar ve imzasını onaylar. Onaylanan bu fişler işçi tarafından alındı belgesi karşılığında sendikaya verilir..."denilmektedir. Yine Sendikalar Yasasının 25. maddesinde, üyelikten ayrılmak isteyen işçinin bu isteğini notere bildireceği ve noterin üyeden isteyeceği bir belge ile önceden üyenin kimliğini saptayacağı belirtilmektedir. 1512 sayılı Noterlik Kanununun 72. maddesinde "noterler, ilgililerin istemi üzerine, hukuki işlemleri belgelendirirler. Belgelendirme, bu kısım hükümleri ile diğer kanunlar ve yönetmelikte gösterilen şekilde yapılır..." denilmektedir. Ağır Ceza Mahkemelerinde ifade veren noter görevlileri beyanlarında, üyelik ve üyelikten çekilme bildirimlerinin diğer sendika yöneticileri tarafından düzenlettirilip kendilerine verildiğini ve işçileri görmeden ve altlarındaki imzaların kendilerine ait olup olmadığını sormadan ve kimlik 113 bilgilerinin doğruluğunu kontrol etmeden tasdik işlemi yaptıklarını beyan etmişlerdir. Bu beyanları ve diğer kanıtlarla mahkumiyetleri yönüne gidilen noter görevlilerinin anlatımlarından da görüleceği şekilde üye kayıt ve çekilme fişlerinin işçiler tarafından doldurulup notere verilmediği, işçilerin noterlercegörülmediği, noter huzurunda münferiden kimlik tesbiti yapılmadığı ve imzaların onaylanmadığı ortaya çıkmaktadır. Nitekim Dairemizin müteaddit kararlarında da, sendikadan çekilme, noterde kimlik tesbiti ve imzanın tasdikinden itibaren yasal süre geçtikten sonra geçerli olacağı kabul edilmektedir. Anayasa Mahkemesinin 8.9.1972 gün ve 1972/3 sayılı kararında; yasa ile sendikadan çekilme konusunun gerek sendika çalışmaları ve gerekse sendikada kalan ve çekilen işçiler yönlerinden bir takım biçim koşullarına bağlanmasında kamu yararı ve düzeni bakımından gerek vardır denilmektedir. O halde Sendikalar Yasası ile getirilen biçim koşulları kamu yararı ve düzeni ile ilgilidir. Yukarıda belirttiğimiz 1512 sayılı Noterlik Kanununun 72. maddesinde vurgulanan belgelendirme; diğer kanunlar ve yönetmeliklerde gösterilen şekilde yapılır hükmü gerek sendikalar yasası ve gerekse üye kayıt fişleri ve defterlerinin şekli ve ihtiva edeceği belgeler hakkında ki yönetmelik´i işaret etmektedir. 1512 sayılı Noterlik Yasasının 90. maddesine göre onamanın şekil şartları tamamlanmamıştır. Yasa ve yönetmelik hükümlerine uyulmamıştır. Davacı sendika yargılamanın hiçbir safhasında kendilerinin üyelik ve istifa fişi tanzim ettirmediklerini ileri sürmemişler ve noter görevlilerinin kendileri hakkında ki beyanlarına karşı çıkmamışlardır. Bu durumda Medeni Kanunun 2. maddesi hükmü devreye girmektedir. Ağır Ceza ve İş Mahkemelerinin tesbitleri karşısında geçersiz bildirimlerin ilgili sendikanın katkılarıyla yapıldığı anlaşılmakla bu sendikanın Dairemizin 21.11.2000 gün ve 2000/15834 esas 2000/16990 sayılı kararında belirtildiği gibi oluşumuna katkıda bulundukları bir yasaya aykırılıktan yararlanmaları mümkün değildir. Bozma kararında M.K.nun 2. Maddesine dayanılma olanağının olamayacağı, çünkü üyelikle ilgili koşulların oluşup oluşmadığının önem taşıdığı vurgulanmaktadır. Ceza Mahkemesinin uyuşmazlık konusu olan bir olayın tesbitine, olayın varlığı ve bu olayın işlenmesine ilişkin kesinleşmiş hükmü hukuk mahkemesince göz ardı edilemez. Yukarıda defalarca vurgulandığı gibi üyelik ve üyeliğin kaybı ile ilgili koşullar oluşmamıştır. Bu koşulların oluşmamasında ilgili sendikada sorumludur. O halde mahkemenin M.K .nun 2. maddesine dayanması son derece doğrudur. Yine bozma kararında her üye kayıt veya çekilme bildiriminin geçerli olup olmadığının incelemeye tabi tutulması gerektiği belirtilmekle beraber bunun yöntemi gösterilmemektedir. Bildirimlerin geçerli olmadığı ceza mahkemeleri kararları ile belirlenmiştir. Sendikalar Yasasının 22 ve 25. maddelerine uyulmamıştır. Davacı sendika aksini iddia edip kanıtlamamıştır. Mahkeme bu yönde ki delilleri değerlendirmiş olup, bildirimleri geçersiz saymıştır. Bozma kararında incelemenin ne şekilde yapılması gerektiği yönünde görüş getirilmemiştir. Yine bozma kararında irade bildirimlerinin varsayıma dayanılarak geçersiz kabulünde isabet yoktur, denilmektedir. Varsayım, sözlük anlamıyla kısaca faraziye olarak tanımlanabilmektedir. Ortada gerçek irade bildirimlerinin bulunmadığı yönünde kesinleşmiş mahkeme kararları bulunmaktadır. Daire çoğunluk görüşünde bazı işçilerin imzaları noter huzurunda attıkları şeklinde beyanlarına dayanılmaktadır. Esas bu görüş varsayımın bir örneğidir. Birkaç işçi bu şekilde beyanda bulundu diye diğer bildirimlerinde incelenmesinin istenmesi hukuksal ve maddi gerçekleri ortadan kaldıracak nitelik taşımamaktadır. Daire çoğunluğunun görüşünden hareket edildiğinde bir başka olgu karşımıza çıkmaktadır. Dosyaların ekleri arasında yer alan ve işçiler tarafından verilen umumi vekaletnamelerde şu sözler yer almaktadır. "...İstanbul Birinci İş Mahkemesinin 1998/1407 esas sayılı dava dosyasında Belediye İş Sendikası Üyesi olduğum hususunda adıma beyan ve bildirimde bulunmaya ve keza aynı dava dosyasında adıma ibraz olunan Belediye-İş Sendikası üyeliğinden istifa ettiğime ilişkin (ekaltı) işçinin üyelikten çekilme bildirimi başlıklı çekilme bildirimlerinin bana ait olmadığı,..." şeklinde irade bildirimleri yer almakta olup, bu bildirimlerin Temmuz 2001 tarihlerinde noter huzurunda yapıldığı görülmekte ve bu bildirimlerin 2942 adet olarak dosya eklerinde yer aldığı ifade edilmektedir. Bu husus dahi ortada varsayım olmadığı şeklinde ki görüşlerimizin doğruluğunu ortaya koymaktadır. Çoğunluk 114 bozma kararında gösterilmeyen inceleme yöntemi irade bildirimlerinin tespiti ise bu bildirimler dosyada bulunmaktadır. Ayrıca Hizmet-İş Sendika Vekilinin 26.12.2001 günlü yazılı beyanında" "...sahteliği iddia olunan istifa fişlerinde adı geçen ve 3.11.1997 tarihinde iş yerinde çalışan 1890 işçinin emeklilik, nakil, istifa, fesih, ölüm vs. nedenlerle ayrıldıklarının İETT Genel Müdürlüğü tarafından beyan tarihi itibariyle bildirildiği ve bu durumda isticvap ve istikdap´ ın güçlük arz edeceği belirtilmek suretiyle bildirimlerin yeniden incelemeye tabi tutulmasının güçlüğü ve gereksizliğine işaret edilmiştir. Bütün bu anlatımlar karşısında; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının İş Müfettişleri Kuruluna yaptırdığı tespitler sonunda İETT Genel Müdürlüğü ve bağlı iş yerlerinde Belediye-İş Sendikasının toplu iş sözleşmesi yapmak üzere yetkili kılınmasına ilişkin kararının iptali için açılan davada, mahkeme yasa ve yönetmelik hükümleri ve bu hükümler kapsamında dosyalarda ki tüm karar ve delilleri ve belgeleri değerlendirerek hüküm kurmuş olduğundan Daire çoğunluğunun bozma kararına katılamıyoruz. Hükmün onanması görüşündeyiz. 115 YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİ KARARLARI T.C. YARGITAY 11. Hukuk Dairesi E:1975/736 K:1975/3069 T:30.04.1975 İBRAZ OLMADAN YAPILAN PROTESTOYU BİLDİRMEKTEN DOĞAN SORUMLULUK MERKEZ BANKASINA Protesto edilen senedi Merkez Bankasına bildirmekle yükümlü olan bir bankanın Ticaret Yasası hükümlerinin dışında Bankalar Yasasının verdiği bir ödevi yerine getirirken basiretli ve tedbirli bir iş adamı gibi hareket ederek ibraz olmadan yapılan protestoyu bildirmemesi, aksi takdirde bundan doğan sorumluluğa katlanması gerekir. Mahkemece yapılacak iş davalı bankanın kendisine düşen ödevi basiretli ve tedbirli bir iş adamı gibi yerine getirip getirmediğini saptamak için olayda (senedin ibrazı) hususunun gerçekleşip gerçekleşmediğini araştırmaktır. Bankanın kusurunun ağırlığının incelenmesinden başka, davacı şirketin uğradığı zararın da ağırlığı üzerinde durulmalı ve gerekirse bu yönden bilirkişi incelemesi yaptırılmalıdır. 6762 s. TTK. m. 615, 620, 624, 625, 626, 627, 633, 642, 667, 818 s. BK. m. 49 1512 s. Noterlik K. m. 60/7 TaraF1ar arasındaki davadan dolayı Trabzon Asliye 1. Hukuk Hakimliğince verilen 12.11.1974 tarih ve 175/882 sayılı hükmün duruşmalı olarak temyizen tetkiki davalı avukatı tarafından istenmiş olmakla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği konuşulup düşünüldü: Davacı vadesi gelmiş senet muhtevası 20.000 lirayı vadeden itibaren iki' gün içinde ödediği halde davalı banka tarafından protesto konusu yapılarak liste halinde Merkez Bankasına bildirildiği kasdi hareket sonucu bankalar ve ticari muhitinde itibarının ağır şekilde haleldar olduğunu beyanla 1.000.000 lira manevi tazminatın tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı banka savunmasına protesto müddetinin hitam saatine kadar ödenmeyen senet muhtevası meblağın kanuni süre içinde ödenmediğini protesto için Notere tevdi edilip Türkiye Bankalar Birliğinin 70 sayılı tebliği iktizası protesto keyfiyetinin Merkez Bankasına bildirildiğini kendilerine atfı kabil bir kusur izafe edilemeyeceğini beyanla davanın reddi iktiza ettiğini ileri sürmüştür. Mahkemece deliller toplanmış olayda bankanın kusurlu bulunduğu ve objektif yönden iyi niyetli sayılamayacağından olayın cereyan şekli ve tarafların ekonomik ve sosyal durumları nazara alınarak 100000 lira manevi tazminatın davalıdan tahsiline fazla talebin reddine karar verilmiştir. Hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir. 1- Dava' konusu emre muharrer senedin 1.12.1973 vade tarihini taşıdığı ve bunun Cumartesi gününe tesadüf ettiği 7000 lirasının 4.12.1973 günü mesai saatinde ve bakiye 13000 116 lirasının da aynı gün saat 16.30 da telefon havalesi ile ödendiği ihtilafsızdır. Mezkür tarihte yerel iş saatinin 16.00 da bittiği Trabzon Valiliğinin dosyada mevcut yazısından anlaşılmaktadır. 2- Türk Ticaret Kanununun 626. maddesi gereğince senedin vadesinde ödenmesinden kaçınılması halinde bunun ödememe protestosu denilen ve ödeme gününü izleyen iki iş günü içinde çekilmesi gereken resmi bir belge ile tespiti zorunludur. Kanun koyucu bu hükümle yalnız cirantalara müracaat hakkını sağlayan senetler için değil tüm ticari senetleri amaçladığından ve protesto muafiyetini de kapsamadığından davacı vekilinin senedin protesto edilmemesi gerektiğine ilişkin itirazları yerinde görülmemiştir. Muayyen bir günde ödenmek üzere keşide edilmiş olan senedin kural olarak vade günü iş saati sonuna kadar ödenmesi icap eder. Vadenin hululünde ödenmeyen senedin hamilinin cirantalara, keşideciye ve senetten dolayı taahhüt altına girmiş olan diğer kimselere karşı müracaat hakkı doğar. (Türk Ticaret Kanunu 615 ve 625. maddeleri) Bu' kuralın bir istisnası senedin ödenmek üzere vadeyi izleyen iki iş günü içinde borçlusuna ibraz edilmiş olması halinde görülür. Bu takdirde borçlu vadeden sonraki iki iş günü zarfında da ödemede bulunabilir. (Türk Ticaret Kanunu 620. maddesi). 3- Demek oluyor ki ticari senedin ödenmesi itirazın yapılmış olup olmadığı ve yapılmış ise bunun süreleri ile sıkı sıkıya bağlıdır. Çünkü borçlu tedavül eden senedin nerede ve kime ödeneceğini bilmek durumunda olmadığından ticari senetlerde tecessüm eden hak diğer adi borç ilişkilerinden farklı olarak aranan bir alacak niteliğindedir. Bu yüzdendir ki kanun koyucu ticari senetlerde' (ibraz zorunluğunu) getirmiştir. Yine aynı nedenlerle ibraz edildiği halde senet borçlusunun yükümlülüklerini yerine getirmediği kanıtlanmadıkça ödememe protestosunun çekilmesi de önlenmiş bulunmaktadır. İbrazın varlığının ve geçerliliğinin saptanması ise protestoyu tanzim edecek olan noterlerin görevidir. (Türk Ticaret Kanunu 627 ve 1512 sayılı kanunun 60/7. maddeleri) Türk Ticaret Kanununun 667. maddesi gereğince bir kimse nezdinde yapılması gereken ibraz muamelesinin bu kimsenin ticaret yerinde ve böyle bir yeri yoksa meskeninde yapılması lazımdır. Bu itibarla aynı kanunun 620. maddesinde muayyen bir günde veya keşide gününden yahut görüldükten muayyen bir müddet sonra ödenecek bir senedin hamili senedi ödeme gününde veya onu takip eden iki is günü içinde ödenmek üzere (ibraza mecbur) ve ancak senedin bir takas odasına ibrazı ödeme için ibraz yerine geçebileceğinden ibraz suretiyle ödemeye davetin vuku bulduğunu buna rağmen ödemenin yapılmadığını ve 628. maddede gösterilen diğer hususları noter tanzim edeceği protesto varakasına derc edecek 629. madde gereğince senedin aslını, protestoya bağlayacak ve 632. maddede belirtildiği şekilde senedin bir suretini de protesto ile birlikte noterlik dairesinde saklayacaktır. Olayda protestonun geçerli bir ibraza dayandığı protesto belgesinde belirtilmemiş ibrazın davalı banka tarafından yapıldığına işaret edilmekle yetinilmiştir. Her ne kadar davacı vekili 29.5.1974 tarihli dilekçesinin ilk sahifesinde senedin davalı banka da olduğunun müvekkili tarafından bilindiğini ve böylece ödeme için senedin ibraz edilmiş sayılacağını beyan etmekte ise de bu beyanın ödeme yerinin bilinmesi sebebiyle bankaya vaki ödemeye rağmen senedin iade edilmediğini izaha matuf bulunduğu bu beyandan sonra gelen cümlelerden anlaşılmaktadır. Esasen ibraz, senedin görülmesi, imzanın ve diğer sorumluluk unsurlarının incelenmesi olanağını sağlamak amacını güder; bankaların taahhütlü mektupla senedin kendilerinde olduğunu bildirmeleri, ticari hayatta kolaylığı temin için senedi tetkik imkanı veren bir ihbardır. Bununla beraber davacının ibraz yapılmışsa en geç vade günü olan 1.12.1973 tarihinde bankaya ödemede bulunması iktiza ettiğinden 2.12.1973 günü Pazar olduğundan ondan sonraki iki iş günü (34 117 Aralık 1973) içinde protesto keşide edilmesi kanunun emri icabıdır. Muayyen vade gününde ibra yapılmamışsa onu takip eden iki iş günü içinde de ibraz yapılabileceğinden bu munzam müddet içinde de ibraz olmazsa 624. madde gereğince borçlu masraf ve zarar hamile ait olmak üzere poliçenin bedelini notere tevdi edebilir. Bu suretle vadeden sonraki iki iş günü içinde de ibraz ve birinetice ödeme yapılabileceğinden 620. madde ile taayyün eden (ödeme günü) nü takip eden iki iş günü içinde 626. maddede gösterildiği gibi protesto keşide olunması icap eder. Bundan da anlaşılacağı üzere vadeden sonraki iki iş günü ibraz ve ödeme günü ondan sonraki iki iş günü de protestonun keşide edilebileceği günler olabilir. Demek ki ödeme ibraza; protesto da ödeme gününe bağlıdır. 6- Türk Ticaret Kanununun 633. maddesinde Noter tarafından imza edilen protestonun kanuna uygun olarak tanzim edilmediği veya içindeki kayıtlar yanlış olduğu taktirde dahi geçerli olacağı belirtilmektedir. Bununla beraber bu geçerlilik 642. madde de öngörülen cirantalara keşideciye ve diğer borçlulara karşı hamilin haiz olduğu hakların kaybolmamasını temin ve tedavül evraka dayanan alacak hakkının korunması ve bu yönden çıkacak ihtilafları önleme amacını taşır. 7- Ancak protesto edilen senedi Merkez Bankasına bildirmekle yükümlü olan bir bankanın Türk Ticaret Kanunu hükümlerinin dışında Bankalar Kanununun verdiği bir ödevi yerine getirirken basiretli ve müdebbir bir iş adamı gibi hareket ederek ibraz olmadan yapılan protestoyu bildirmemesi aksi takdirde bundan doğan sorumluluğa katlanması iktiza eder. Zira protestonun Merkez Bankasına bildirilmesi ve bu suretle senedin ibrazına rağmen borcunu ödemeyenin bültende yayınlanarak ilan edilmesi ticari ahlakın korunması ve dürüstlüğün, iyi niyetin ve ahde vefanın hakim kılınması içindir. Senet kendisine ibraz edilmeyen bir kimsenin, kanunun dahi yapılabileceğini öngördüğü (sakat protestoya) müsteniden itibarının zedelenmesini, kredilerinin kesilmesini intaç edecek bir şekilde protestoya sebebiyet verdiğinin ilanı, objektif iyi niyet kurallarına ve ticari ahlakın gereklerine uygun düşmez. 8- Şu halde mahkemece yapılacak iş açıklanan esaslar uyarınca davalı bankanın kendisine düşen bu ödevi basiretli ve müdebbir bir iş adamı gibi yerine getirip getirmediğini saptamak için olayda (senedin ibrazı) hususunun gerçekleşip gerçekleşmediğinin araştırılmasıdır. Bundan başka Borçlar Kanununun 49. maddesi gereğince bu suretle yapılacak bankanın kusurunun ağırlığının incelenmesinden başka davacı şirketin uğradığı zararın da ağırlığı üzerinde durulup tahkik edilmeli ve icabında bu yönden bilirkişi incelemesi de yaptırılmalıdır. Bu itibarla yazılı Olduğu şekilde eksik incelemeye dayanılarak hüküm tesisi doğru görülmemiştir. Sonuç: Yukarda gösterilen nedenlerden dolayı davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün davalı yararına BOZULMASINA ve 1000 lira duruşma vekillik ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine, ödediği temyiz peşin harcının isteği halinde temyiz edene iadesine 30.4.1975 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. Kaynak:YKD - 1976/8 - Sayfa:1161 118 T.C. YARGITAY 11. Hukuk Dairesi E:1988/4471 K:1988/4846 T:17.11.1988 NOTERLİKÇE ONAYLANAN İMZA TESBİT DAVASI Noterlikçe onaylanan imza, sahteliği kanıtlanıncaya kadar geçerlidir. 1086 s. HUMK m. 295/1 1512 s. Noterlik K m. 82 Taraflar arasındaki davadan dolayı, (Ankara Üçüncü Asliye Ticaret Mahkemesi)nce verilen 10.2.1988 tarih ve 558-60 sayılı hükmün temyizen tetkiki davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla; dosyadaki kağıtlar okundu, gereği konuşulup düşünüldü: Davacı vekili müvekkilinin de ortağı bulunduğu dava dışı (Ç Un ve İrmik Sanayi AŞ.) lehine ve diğer bir şirkete hitaben (150.000.000) TL'lık teminat mektubu verip daha sonra mektup bedelini tazmin eden davalı bankanın davacıya keşide ettiği ihtarnameyle mektup bedelinin ödenmesini istediğini, oysa ne teminat mektubunda ne de bunun dayanağı olan kredi taahhüt namesinde davacının imzası bulunmadığını ileri sürer davacının bedeli tazmin edilen teminat mektubundan dolayı borçlu olmadığının tespitin talep etmiştir. Davalı banka vekili teminat mektubunun verilmesine dayanak olan ve müvekkili banka ile dava dışı (Ç.... Un ve İrmik Sanayi AŞ.) arasında akdolunan (150.000.000) TL'lık kredi açma sözleşmesini davalının da müteselsil kefil sıfatıyla imzalandığını, davalının bu imzasının kendisine aidiyetinin noterce de onaylandığını savunarak davanın reddini istemiştir. Mahkemece kredi sözleşmesi altında davacıya izafe olunan kefalet imzalarının davacının eli mahsulü olmadığının iki ayrı uzman bilirkişi kurulunun raporlarıyla saptandığı gerekçesiyle menfi tespit davasının kabulüne karar verilmiştir. Hüküm davalı vekilince temyiz edilmiştir. Davacı vekili dava dışı noterlikçe tasdik olunan kredi sözleşmesinde yer alıp müvekkiline izafe edilen imzaların gerçekte müvekkiline ait olmadığını ileri sürmekle bu imzaların sahteliğini iddia etmektedir. Zira noterden tasdikli imzanın inkarı nedeniyle acılan menfi tespit davası aynı zamanda HUMK.nun 314. maddesi anlamında (davayı asliye) şeklinde açılmış bir sahtelik davasıdır (Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, II: 1980, sh: 1448,1449,1504; Necmeddin BERKİN, Tatbikatçılara Medeni Usül Hukuku Rehberi, Sh: 811; Necip BİLGE Engün ÖNEN, Medeni Yargılama Hukuku Dersleri, 1978, sh: 579). Öte yandan, HUMK.nun 295/f.l ve 1512 sayılı Noterlik Kanununun 82/f.lll maddeleri hükümlerine göre noterlikçe onaylanan imza sahteliği sabit oluncaya kadar geçerlidir. Böyle bir imzanın sahteliği iddiası ise sözleşmenin diğer tarafına olduğu kadar sözleşmedeki imzayı onaylayan notere karşı da ileri sürülmüş bir iddia olup hükmen sabit görülmesi halinde noterin Noterlik Kanununun 162. maddesi uyarınca hukuki sorumluluğuna da yol açabileceği gibi noterin savunması bu davanın sonucunu da etkileyebilir. Şu halde onaylı imzanın sahteliği iddiasının bu 119 imzayı onaylayan noterin taraf olmadığı bir davada incelenip hükme bağlanması usul hukuku ilkelerine uygun düşmemektedir (Baki KURU age. sh: 1497). Bu durumda mahkemece davacı tarafa ilgili noter aleyhine dava açmak üzere mehil verilerek açtığı davanın işbu davayla birleştirilmesi halinde noterin de savunmaları ve delilleri incelenmek suretiyle hasıl olacak sonuç dairesinde bir hüküm kurulmalı, notere karşı açılan davanın birleştirilmemesi halinde ise mezkur davanın sonucuna göre bir karar verilmelidir. Mahkemece, bu husus nazara alınmadan davaya bakılarak hüküm kurulması usule aykırı olup bozmayı gerektirmiştir. S, o n u ç: Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün temyiz eden davalı yararına (BOZULMASINA), ödediği temyiz peşin harcının isteği halinde temyiz edene iadesine, 17.11.1988 tarihinde oybirliğiyle karar verildi; Kaynak:YKD - 1989/5 - Sayfa:682 T.C. YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİ E. 1989/6381 K. 1989/5454 T. 17.10.1989 • ANONİM ŞİRKETE KAYYIM ATANMASI ( Yönetim Kurulunun Görevinin Sona Ermesi Dolayısıyla ) • ANONİM ŞİRKET YÖNETİM KURULUNUN GÖREVİNİN SONA ERMESİ ( Şirkete Kayyım Atanması ) • ORGANSIZ KALAN ANONİM ŞİRKET ( Organlar Teşekkül Edinceye Kadar Şirket İdaresinin Kayyıma Bırakılması ) 743/m.376 6762/m.314,347,364,366,367,435 ÖZET : Yasa ve anonim şirketin ana sözleşmesindeki hükümlere göre; genel kurul toplantılarının en az yılda bir kez yapılması gerektiği gibi yönetim ve denetleme kurullarına seçilen üyelerin görev süreleri de azami 3 yılla sınırlandırılmış olduğuna göre bu süreyi aşan şirket organlarının öngörülen görev sürelerinin dolduğu ve organlar göreve devam etse dahi şirketin hukuken organsız kaldığı kabul edilmelidir. Bu durumda ortak tarafından şirketin feshi istenebilse de şirket için ağır sonuç doğurabilecek bu yolun izlenmesi zorunlu olmayıp organların yeniden seçilememesi durumunda medeni yasa uyarınca şirkete kayyım atanarak genel kurul toplantısı yapılmalı ve organlar yeniden oluşuncaya kadar şirket yönetiminin kayyıma bırakılması gerekir. 120 T.C. YARGITAY ONBİRİNCİ HUKUK DAİRESİ Esas No : 1998/5299 Karar No : 1998/8321 Tarih : 29.12.1998 • NOTERİN GÖREVE İLİŞKİN KİŞİSEL SORUMLULUĞU ( Kusursuz Sorumluluk Esasına Göre Düzenlendiği – Zarar Görenin veya Üçüncü Kişinin Ağır Kusurunun veya Mücbir Sebep Halleri Gibi İlliyet Bağını Kesin Bir Durumun Varlığının Kanıtlanması Halinde Sorumluluktan Kurtulunabileceği) • KUSURSUZ SORUMLULUK (Zarar Görenin veya Üçüncü Kişinin Ağır Kusurunun veya Mücbir Sebep Halleri Gibi İlliyet Bağını Kesin Bir Durumun Varlığının Kanıtlanması Halinde Sorumluluktan Kurtulunabileceği - Noterin Göreve İlişkin Kusursuz Sorumluluğunun Olduğu) • SORUMLULUKTAN KURTULUŞ ( Noterin Göreve İlişkin Kusursuz Sorumluluğunun Olduğu -Zarar Görenin veya Üçüncü Kişinin Ağır Kusurunun veya Mücbir Sebep Halleri Gibi İlliyet Bağını Kesin Bir Durumun Varlığını Kanıtlanması Halinde Sorumluluktan Kurtulunabileceği) 1512/m.162 , 818/m.44,98/2 ÖZET : Noterlerin göreve ilişkin kişisel sorumlulukları, kusursuz sorumluluk esasına göre düzenlenmiş bulunmaktadır. Ne var ki, doktrinde de değinildiği üzere, kusursuz sorumlulukta da zarar görenin veya üçüncü kişinin ağır kusurunun veya mücbir sebep halleri gibi illiyet bağını kesin bir durumun varlığının kanıtlanması halinde sorumluluktan kurtulunabilinecektir. DAVA : Taraflar arasındaki davadan dolayı Hatay 2.Asliye hukuk Mahkemesince verilen 23.2.1998 tarih ve 158-72 sayılı hükmün duruşmalı olarak temyizen tetkiki davacı vekili tarafından istenmiş olmakla duruşma için tayin edilen 01.12.1998 gününde davacı avukatı Ünsal Şahin ile davalı avukatı Atilla Ceylan gelip ihbar edilen ve vekili gelmediğinden temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşıldıktan ve hazır bulunan taraf avukatları dinlendikten sonra vaktin darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması duruşmadan sonraya bırakılmıştı. Bu kere dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği konuşulup düşünüldü: KARAR : Davacı vekili, müvekkilinin davalı bankanın Hatay İstiklal Şubesi'ne yatırdığı (55.000) Hollanda Florini mevduat ve faizlerinin Kartal Şubesinden sahte vekaletnameye dayanılarak çekildiğini ileri sürerek, (61.798) HF. nin veya (1.100.000.000) liranın ve (25.000.000) lira manevi tazminatın davalı bankadan ve birleştirilen davanın davalısı olan vekaletnameyi düzenleyen noter ile parayı çeken kişiden tahsilini talep ve dava etmiştir. Davalı banka vekili, ödemenin davacı vekiline yapıldığını, manevi tazminatı istenemeyeceğini, istenen faizin fahiş olduğunu savunmuştur.Birleştirilen dava davalıları noter Akın Ekmekçi ve vekil sıfatıyla parayı çeken Dursun Özdağlı davanın reddini istemişlerdir. Mahkemece, Dairemiz bozma ilamına uyulduktan sonra mübrez delillere, parayı çeken vekilin yargılandığı ceza dava dosyası kapsamına ve bilirkişi raporuna dayanılarak, notere ibraz edilen davacıya ait nüfus cüzdanının iğfal kabiliyeti bulunduğundan davalı notere kusur atfedilemeyeceği, bu vekaletnameyle parayı çeken vekilinin ceza davasında beraat ettiği parayı çekmesinde usulsüzlük olmadığı, bundan dolayı davalı bankanın da sorumlu tutulamayacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Kararı davacı vekili temyiz etmiştir. 1- Davacının, davalı bankanın Antalya-İstiklal Şubesindeki hesabına 55.000 Hollanda Florini yatırdığı ve bu hesaptan paranın dava dışı kimse tarafından vekil marifetiyle sahtecilik işlemleri ile çekildiği taraflar arasında çekişmesiz bulunmaktadır. Bir güven müessesi olan banka akti ilişki gereğince mudiden aldığı parayı güvenli saklamak ve koşulları oluştuğunda yine mudiine iade 121 etmekle yükümlüdür. Meğerki mudiinde bu paranı zayiinde hesap cüzdanını saklamakta veya zayi halinde bankaya geç bildirimde kusurlu bulunsun. Bu taktirde hesap sahibi mudiin de BK. nun 98/2nci maddesi yollaması ile aynı yasanın 44.maddesi hükmü uyarınca zararın oluşumda birlikte kusurunun değerlendirilmesi gerekir. Ancak dava konusu olayda davacı hesap sahibine atfı kabil bir kusur olduğu davalı bankaca ileri sürülmemiş ve dosyada da bu konuda bir delil bulunmamaktadır. Nitekim davalı banka müfettişince yapılan soruşturma sonucu düzenlenen raporda da bankanın sorumluluğu kabul edilmiştir. O halde davalı bankanın sorumluluğu dikkate alınarak karar verilmek gerekirken reddine karar verilmiş olması isabetli görülmemiştir. - Dairemizin bozma kararına uyulmasından sonra hakkında aynı mahkemede açılan ve bu davayla birleştirilen davadaki davalı Ali Özdağlı'nın durumuna gelince bu davalı avukat olup dava dışı kimsenin sahte oluşturduğu vekaletname ile davacı adına bankadan parayı hesaptan çeken kişidir. Gerek bu dava dosyası içindeki bilgi ve belgelerden gerekse dosyaya ekli ceza dava dosyasına ilişkin dosyaya ibraz edilen evrak kapsamında bu davalının dava dışı ve asıl sorumlu olması gereken kişi olan ve kendisini davacının adı olan Celile olarak tanıtan kişi ile bir yolculuk sebebi ile tanıştığını,ev edinmek amacı ile bu davalıya vekaletname vererek parasını bankadan çekmesinin istediğini,kendisinin de bu vekaletname gereğince parayı hesaptan provizyon yolu ile çektiğini ve bir süre sonra bu şahsa ibraname karşılığı teslim ettiğini açıklamakta ancak bu kişinin adresini bilmediğini beyan ettiği anlaşılmaktadır. Mahkemece,bu kişinin aynı olay sebebiyle ağır ceza mahkemesinde beraat etmiş olmasına ve bilirkişi raporuna dayanarak hakkındaki davanın reddine karar verilmiştir. Dosyadaki Kartal 2.Ağır Ceza Mahkemesinin 17.09.1996 gün ve 1996/202-266 sayılı kararında bu davalı hakkında mahkumiyetini gerektirir yeterli delil elde edilemediği gerekçesiyle beraat kararı verildiği anlaşılmaktadır. Öncelikle bu şekilde verilen beraat kararları BK. nun 53 ncü maddesi hükmü uyarınca hukuk hakimini bağlamayacağı gibi,haksız fiile yönelik kusurun mevcudiyeti bakımından da ceza hukukunun sorumluluğuna ilişkin hükümleriyle de hukuk ilmi bağlı bulunmamaktadır. Öte yandan,mahkemece alınan bilirkişi kurulu raporunda ceza davası sebebiyle alınan grafoloji bilirkişi raporuna dayanılarak vekaletname ve ibranamedeki imzaların davacıya ait olduğu kanısı ile davalı D. Ali Özdağlı' nın sorumluluğuna gidilemeyeceği sonucuna varmış ise de dava dosyasında bir örneği bulunan bu raporda bilirkişice vekaletname ve ibranamedeki imzalar bakımından mukayese ve inceleme yapılmış ve her iki imzanın ve yazının birbirine uyumlu oldukları açıklanmıştır. Bu sonuç doğaldır. Zira,her iki belgedeki imza da dava dışı kadına ilişkindir. Davacının imzası bu raporda inceleme konusu yapılmamıştır. O halde,bilirkişi kurullarının bu rapora yanlış anlam vererek bu imzaların davacıya ait olduğu sonucuna varmaları maddi yanılgıya dayalı olup bu sebeple mahkemece hükme esas alınması mümkün değildir. Avukatlık Kanunu'nun 1,2 ve34 ncü maddeleri hükümler göre,avukatlık serbest bir meslek olmakla birlikte kamu hizmeti amaçlı olup,bu mesleğinin amacı hukuki ilişkilerin düzenlenmesine,her türlü hukuki sorunların çözümlenmesinde ve genellikle hukuk kurallarının tam olarak uygulanması konusunda yargı ile resmi ve özel kuruluşlara yardımcı olmak,bu amaçla hukuki bilgi ve deneyimlerini yargı ve kişilerin yararlanmasına tahsistir. Keza avukatlar bu sebeple yüklendikleri görevleri,bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen ve doğruluk içinde yerine getirmekle de yükümlü tutulmuşlardır. Görüldüğü gibi Avukatlık kanunu bu mesleği ifa edenlere normal bir görevi ifa dışında önemli bir özen yükümlülüğü getirmiş bulunmaktadır. Bu durum karşısında mahkemece, yukarıda belirtilen nedenlerle ceza mahkemesi karar ve maddi yanılgıya dayalı bilirkişi kurulu raporu dikkate alınmayarak sahtekarlığa aracı olan durumuna düşen bu davalının davranış ve eylemlerinin, mesleğe özgü özen yükümlülüğü kapsamında kalıp kalmadığı borçlar kanununun sorumluluğa ilişkin hükümleri dikkate alınarak incelenmesi ve değerlendirilmesi gerekirken eksik inceleme ve değerlendirme ile bu davalı hakkındaki davanın reddine karar verilmiş olması isabetli görülmemiştir. 122 3-Davalılardan sahte vekaletnameyi düzenleyen noter Akın Ekmekçi'nin durumuna gelince; Mahkemece bu davalı hakkında sahte nüfus kaydına dayalı olarak gerçekleştirilen vekaletnamenin düzenlenmesinde bir kusurunun bulunmadığının kabulü gerekçe yapılarak bu davalı hakkındaki dava reddolunmuş bulunmaktadır. Oysa 1512 sayılı Noterlik kanununun 162.maddesindeki düzenlemeye göre, Noterlerin bu göreve ilişkin kişisel sorumlulukları, kusursuz sorumluluk esasına göre düzenlenmiş bulunmaktadır. Bu itibarla mahkemece davalı noterin kusurunun mevcut olmadığına ilişkin gerekçesinde bir isabet bulunmamaktadır. Ne varki, doktirinde de değinildiği üzere, kusursuz sorumlulukta da zarar görenin veya üçüncü kişinin ağır kusurunun veya mücbir sebep halleri gibi illiyet bağını kesin bir durumun varlığının kanıtlanması halinde sorumluluktan kurtulunabilecektir. (Bkz .R. Özüarı, Açıklamalı Noterlik Kanunu, 3 Bas, Ank.1987 sh.148 vd .Dr. Bilal Kartal, Noterlerin Hukuki sorumluluğu ve kusursuz sorumluluk, yargıtay dergisi cilt 24 say.3 sh.340 vd. Tekinay Borçlar hukuku genel hükümler Cilt.1, 1985 İst .sh 764 vd.) Dava konusu olayda da Noterlikçe vekaletname düzenlenmesinde işlemlerin yasa ile genelgelere uygun gerçekleştirildiği ve dava konusu vekaletnamenin gerçeğe aykırılığı belirlenemeyen ve üçüncü kişice gerçekleştirilen sahte nüfus cüzdanına dayanılarak gerçekleştirildiği anlaşılmakla, olayda noterin sorumluluğunu gerektiren uygun illiyet bağı kesilmiş bulunmaktadır. O halde noter hakkındaki davanın reddolunmuş olması bu gerekçe ile yerinde bulunmakla davacı vekilinin bu davalıya yönelik temyiz itirazların reddi ile kararın onanması gerekmiştir. SONUÇ: Yukarıda (1) ve (2) numaralı bentlerde açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile davalılar banka ile D. Ali Özdağlı hakkındaki davanın reddine, ilişkin mahkeme kararının BOZULMASINA, (3) numaralı bentte gösterilen nedenlerle davalılardan noter Akın Ekmekçi hakkındaki kararın ONANMASINA, 30.000.000 lira duruşma vekillik ücretinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 29.12.1998 tarihinde oy birliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY ONBİRİNCİ HUKUK DAİRESİ Esas No : 1998/5400 Karar No : 1998/9376 Tarih : 25.12.1998 DAVA : Taraflar arasındaki davadan dolayı Hatay 2.Asliye hukuk Mahkemesince verilen 23.2.1998 tarih ve 157-71 sayılı hükmün duruşmalı olarak temyizen tetkiki davacı vekili tarafından istenmiş olmakla duruşma için tayin edilen 1.12.1998 gününde davacı avukatı Unsal Şahin ile davalı avukatı Atilla Ceylan gelip temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşıldıktan ve hazır bulunan taraf avukatları dinlendikten sonra vaktin darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması duruşmadan sonraya bırakılmıştı. Bu kerre dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği konuşulup düşünüldü: KARAR : Davacı vekili, müvekkilinin davalı Emlak Bankası Antakya Şubesinde 3.9.1992 tarihinde 39.360 Hollanda Florini yatırarak vadeli, hesap açtırdığını, bu parayı çekmek istediğinde vekaletname ile paranın çekildiğinin söylendiğini, müvekkilinin hesaptaki parayı çekmediğini ileri sürerek anılan meblağın faizi ile (3.9.1992 tarihinden itibaren)birlikte tahsiline ve 25.000.000 lira manevi tazminata hükmedilmesin! talep etmiş, birleştirilen 1996/287 E.sayılı davada, paranın çekilmesinde kullanılan vekaletnameyi düzenleyen noter ve vekili de dava ederek aynı talebi yinelemiştir. Davalılar olayda kusurlarının bulunmadığın savunarak davanın reddini istemişlerdir. Mahkemece dosyadaki kanıtlar ve bilirkişi raporuna göre, notere sahte nüfus cüzdanı ibraz edilerek vekaletname düzenlettirilip, davacının banka hesabındaki paranın çekilmesi olayında, notere ibraz edilen nüfus cüzdanının iğfal kabiliyetinin bulunması nedeniyle noterin kusurunun bulunmadığı, 3.kişinin 123 vekili Av.Ali özdağlı' nın vekaletnameden dolayı ceza mahkemesinde yargılanıp beraat ettiği, bankanın yaptığı işlemlerde bir usulsüzlük bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Kararı davacı vekili temyiz etmiştir. 1- Davacının, davalı bankanın Antalya-lstiklal Şubesindeki hesabına 39.360 Hollanda Florini yatırdığı ve bu hesaptan paranın dava dışı kimse tarafından vekil marifetiyle sahtecilik işlemleri ile çekildiği taraflar arasında çekişmesiz bulunmaktadır. Bir güven müessesesi olan banka akdi ilişki gereğince mudiinden aldığı parayı güvenli saklamak ve koşulları oluştuğunda yine mudiine iade etmekte yükümlüdür. Meğerki mudiinde bu paranın zayiinde hesap cüzdanını saklamakta veya zayii halinde bankaya geç bildirimde kusurlu bulunsun. Bu takdirde hesap sahibi mudiin de BK. Nun 98/2 nci maddesi yollaması ile aynı yasanın 44 nci maddesi hükmü uyarınca zarann oluşumunda birlikte kusurunun değerlendirilmesi gerekir. Ancak, dava konusu olayda davacı hesap sahibine atfı kabil bir kusur olduğu davalı bankaca ileri sürülmemiş ve dosyada da bu konuda bir delil bulunmamaktadır. Nitekim, davalı banka müfettişince yapılan soruşturma sonucu düzenlenen raporda da bankanın sorumluluğu kabul edilmiştir. O halde, davalı bankanın sorumluluğu dikkate alınarak karar verilmek gerekirken, reddine karar verilmiş olması isabetli görülmemiştir. 2- Dairemizin bozma kararına uyulmasından sonra hakkında aynı mahkemede açılan ve bu dava ile birleştirilen davadaki davalı Ali özdağlı' nın durumuna gelince, bu davalı avukat olup dava dışı kimsenin sahte oluşturduğu vekaletname ile davacı adına bankadan parayı hesaptan çeken kişidir. Gerek bu dava dosyası içindeki bilgi ve belgelerden gerekse dosyaya ekli ceza dava dosyasına ilişkin dosyaya ibraz edilen evrak kapsamından bu davalının, dava dışı ve asıl sorumlu olması gereken kişi olan ve kendisini davacının adı olan Celile olarak tanıtan kişi ile bir yolculuk sebebiyle tanışığını, ev edinmek amacı ile bu davalıya vekaletname vererek parasını bankadan çekmesini istediğini, kendisinin de bu vekaletname gereğince parayı hesaptan provizyon yolu ile çektiğini ve bir süre sonra bu şahsa ibraname karşılığı teslim ettiğini açıklamakta ancak bu kişinin adresini bilmediğini beyan ettiği anlaşılmaktadır. Mahkemece, bu kişinin aynı olay sebebiyle ağır ceza mahkemesinde beraat etmiş olmasına ve bilirkişi raporuna dayanarak hakkındaki davanın reddine karar verilmiştir. Dosyadaki Kartal 2.Ağır Ceza Mahkemesinin 17.9.1996 gün ve 1996/202-266 sayılı kararında bu davalı hakkında mahkumiyetini gerektirir yeterli delil elde edilmediği gerekçesiyle beraat karar verildiği anlaşılmaktadır, öncelikle bu şekilde verilen beraat kararları, BK. nun 53 ncü maddesi hükmü uyarınca hukuk hakimini bağlamayacağı gibi, haksız fiile yönelik kusurun mevcudiyeti bakımından da ceza hukukunun sorumluluğuna ilişkin hükümleriyle de hukuk hakimi bağlı bulunmamaktadır Öte yandan, mahkemece alınan bilirkişi kurulu raporunda ceza davası sebebiyle alınan grafoloji bilirkişi raporuna bakarak vekaletname ve ibranamedeki imzaların davacıya art olduğu kanısı ile davalı D.AÜ Özdağlı' nın sorumluluğuna gidilemeyeceği sonucuna varmış ise de dava dosyasında bir örneği bulunan bu raporda bilirkişice vekaletname ve vekaletnamedeki imzalar bakımından mukayese ve inceleme yapılmış ve her iki imzanın ve yazının birbirine uyumlu oldukları aklanmıştır. Bu sonuç doğaldır. Zira, her iki belgedeki imza da dava dışı kadına ilişkindir. Davacının imzası bu raporda inceleme konusu yapılmamıştır. 0 halde, bilirkişi kurullarının bu rapora yanlış anlam vererek bu imzaların davacıya ait olduğu sonucuna varmaları maddi yanılgıya dayalı olup bu sebeple mahkemece hükme esas alınması mümkün değildir. Avukatlık Kanunu'nun I, 2 ve 34 ncü maddeleri hükümlerine göre, avukatlık serbest bir meslek olmakla birlikle kamu hizmeti amaçlı olup, bu mesleğin amacı hukuki ilişkilerin düzenlenmesine, her türlü hukuki sorunların çözümlenmesinde ve genellikle hukuk kurallarının tam olarak uygulanması konusunda yargı ile resmi ve özel kuruluşlara yardımcı olmak bu amaçla hukuki bilgi ve deneyimlerini yargı ve kişilerin yararlanmasına tahsistir. Keza avukatlar bu sebeple yüklendikleri görevleri, bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen ve doğruluk içinde yerine getirmekle de yükümlü tutulmuşlardır. Görüldüğü gibi Avukatlık Kanunu bu mesleği ifa edenlere 124 normal bir görevi ifa dışında önemli bir özen yükümlülüğü getirmiş bulunmaktadır. Bu durum karşısında mahkemece, yukarıda belirtilen nedenlerle ceza mahkemesi karar ve maddi yanılgıya dayalı bilirkişi kurulu raporu dikkate alınmayarak sahtekarlığa aracı olan durumuna düşen bu davalının davranış ve eylemlerinin, mesleğe özgü özen yükümlülüğü kapsamında kalıp kalmadığı, Borçlar Kanunu'nun sorumluluğa ilişkin hükümleri dikkate alınarak incelenmesi ve değerlendirilmesi gerekirken eksik inceleme ve değerlendirme ile bu davalı hakkındaki davanın reddine karar verilmiş olması isabetli görülmemiştir. 3- Davalılardan'-sahte vekaletnameyi düzenleyen Noter Akın Ekmekçi'nin durumuna gelince; mahkemece bu davalı hakkında sahte nüfus kaydına dayalı olarak gerçekleştirilen vekaletnamenin düzenlenmesinde bir kusurunun bulunmadığının Kabulü gerekçe yapılaraK bu davalı hakkındaki dava reddolunmuş bulunmaktadır. Oysa 1512 sayılı Noterlik K.anunu'nun MS2. na maddesindeki düzenlemeye göre, noterlerin bu göreve ilişkin kişisel sorumlulukları, kusursuz sorumluluk esasına göre düzenlenmiş bulunmaktadır. Bu itibarla mahkemece davalı noterin kusurunun mevcut olmadığına ilişkin gerekçesinde bir isabet bulunmamaktadır. Ne varki doktrinde de değinildiği üzere, kusursuz sorumlulukta da zarar görenin veya üçüncü kişinin ağır kusurunun veya mücbir sebep halleri gibi illiyet bağını kesin bir durumun varlığının kanıtlanması halinde sorumluluktan kurtulunabilinecektir (Bkz. R .özüarı, Açıklamalı Noterlik Kanunu, 3 Bas.. Ank.1987 sh.148 vd. Dr. Bilal Kartal, Noterlerin Hukuki Sorumluluğu ve Kusursuz Sorumluluk, Yargıtay Dergisi, Cilt 24 sayı 3 sh.340 vd. Tekinay, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler Cilt.l, 1985 Ist.sh 764 vd.) Dava konusu olayda da noterlikçe vekaletname düzenlenmesinde işlemlerin yasa ile genelgelere uygun gerçekleştirildiği, ve dava konusu vekaletnamenin gerçeğe aykırılığı belirlenemeyen ve üçüncü kişice gerçekleştirilen sahte nüfus ri'i7danına dayanılarak gerçekleştirildiği anlaşılmakla olayda noterin sorumluluğunu gerektiren uygun illiyet bağı kesilmiş bulunmaktadır O halde, noter hakkındaki davanın reddolunmuş olması bu gerekçe ile yerinde bulunmakla davacı vekilinin bu davalıya, yönelik temyiz itirazların reddi ile kararın onanması gerekmiştir. SONUÇ : Yukarıda (I) ve (2) numaralı bentlerde açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile davalılar banka ile D.Ali özdağlı hakkındaki davanın reddine, ilişkin mahkeme kararının BOZULMASINA, (3) numaralı bentte gösterilen nedenlerle davalılardan noter Akın Ekmekçi hakkındaki kararın ONANMASINA, 30.000.000 lira duruşma vekillik ücretinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 25.12.1998 tarihinde oy birliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY 11. Hukuk Dairesi E:1999/8617 K:2000/1959 T:09.03.2000 Taraflar arasındaki davanın Ankara 8. Asliye Ticaret Mahkemesince görülerek verilen 16/6/1999 tarih ve 1998/629-1999/237 sayılı kararın Yargıtay'ca incelenmesi duruşmalı olarak dayalı vekili tarafından istenmiş olmakla duruşma için belirlenen 7/3/2000 günde davacı avukatı Şükrü Hakyemez ile davalı avukatı Hüseyin Akkor gelip, temyiz dilekçesinin de süresinde verildiği anlaşıldıktan ve duruşmada hazır bulunan taraflar avukatları dinlenildikten sonra duruşmalı işlerin yoğunluğu ve süre darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması ileriye bırakılmıştı Dava dosyası için Tetkik Hakimi Harun Kara tarafından düzenlenen incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü: KARAR : Davacı vekili, müvekkillinin davalı banka şubesine %12 faizli, 12 ay vadeli ve 4.5000 DM lik döviz tevdiat hesabı açtırdığını, ancak davalının gerekli özeni göstermeyerek bu 125 parayı ilgisiz kişiye ödediğini ileri sürerek, bu meblağın %12 faizi ile tahsilini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili cevabında, hesaptaki paranın ibraz edilen vekaletnameye istinaden davacının kardeşine ödenmiş olup, bankaya izafe edilecek kusur bulunmadığını savunarak davanın reddini istemiştir. Mahkemece, iddia ve savunmaya, toplanan delillere nazaran, davacı hesabındaki paranın, sahte işlemlerle nüfus cüzdanı elde edip ve buna göre de vekaletname düzenlendiren davacının kardeşi tarafından çekildiğini, sahtecilik işlemlerinde herhangi bir kanıt ve kusuru bulunmayan davacının yatırdığı parayı talep etmesinin gayet olağan hakkı olduğu ve sahte vekalet ile ödemeye yapan bankanın zarardan sorumluğu olduğu gerekçesi ile davanın kabulüne, ( 4.979.29 ) DM nın dava tarihinden yürütülecek %6.5 faizi ile ödeme günündeki kur karşılığının davalıdan tahsiline karar verilmiştir. Karar, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Dava, banka hesabındaki paranın ilgisiz kişiye ödendiği iddiasına dayalı tazminata ilişkin olup, davacı hesabındaki bir takım sahte işlem ve belgeler ile dava dışı kişiye ödendiği ihtilafsızdır. Ancak davalı banka noterde düzenlenen vekaletnameye istinaden ödeme yaptığını savunmaktadır. Dairemiz yerleşmiş içtihatlarına göre, davalı bankanın gerçek konu ve sorumluluğunu belirlenebilmesi için vekaletnameyi düzenleyen noterliğin de davada usulüne uygun taraf haline getirilmesi zorunludur. Bunun için mahkemece, vekaletnameyi düzenleyen noter hakkında da dava açması için davacı tarafa uygun sure verilmesi ve şayet açıldığı taktirde davaların birleştirilmesi ve iddia ve savunmalar birlikte değerlendirilerek sonucu gidilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisinin doğru olmadığı gibi, davacı taraf olay ile ilgili ceza davasındaki ifadesinde nüfus cüzdanının parayı sahte işlemlerle çeken, İbrahim Dündar da olduğunu kabil ve ikrar ettiğine göre, davacının gerekli özen ve basireti göstermeyerek bu nedenle dahi müteallik kusurlu olduğunun gözden kaçırılması doğru olmamıştır. SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın davalı yararına BOZULMASINA, duruşmada vekil ile temsil olunan davalı yararına taktir olunan 65.000.000 lira vekillik ücretinin davacıdan tahsili ile davalıya ödenmesine, ödediği temyiz peşin harcın istediği halinde temyiz edene iadesine, 9/3/2000 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY 11.Hukuk Dairesi Esas: 2000/385 Karar: 2000/3835 Karar Tarihi: 04.05.2000 ÖZET: Anonim şirketlerde görev süresi biten yönetim kurulu üyelerinin bu sıfatlarının kendiliğinden düşeceğine dair bir hüküm bulunmaması nedeniyle yönetim kurulunun yeni yönetim seçilene kadar zorunlu görevlerine devam edeceklerinin kabulü gerekir. (Dairemizin 30.11.1992 Tarih 6220/11024 sayılı kararı). Bu durumda yönetim kurulu üyelerinin görev süresinin bitmesiyle şirketin kendiliğinden organsız kaldığından söz edilemez.(6762 S. K. m. 314) 126 Dava: Taraflar arasındaki İstanbul 10. Asliye Ticaret Mahkemesi'nce görülerek verilen 23.09.1999 tarih ve 1999/576 - 1999/213 sayılı kararın Yargıtay incelenmesi duruşmalı olarak davacı vekili tarafından istenmiş olmakla duruşma için belirlenen 02.05.2000 günde taraf avukatları tebligata rağmen gelmediğinden tetkikatın evrak üzerinde yapılmasına karar verildikten temyiz dilekçesinin de süresinde verildiği anlaşıldıktan ve dava için Tetkik Hakimi S. Çizmeci tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü: Karar: Davacı vekili, müvekkili kooperatifin 16.03.1999 tarihinde yapılan genel kurul toplantısının Ticaret Siciline tescili isteminin davalı tarafından usul ve yasaya aykırı olarak reddedildiğini, 24.02.1998 tarihli genel kurul toplantısının gündeminde açıkça yönetim ve denetim kurulu üyelerinin 2 yıl için seçileceği belirtilmiş olmakla, kooperatifin yönetim kurulunun görev süresinin bittiği ve kooperatifin organsız kaldığı iddiasının doğru olmadığını ileri sürerek davalının tescil istemini reddetmesine ilişkin kararın iptalini talep etmiştir. Davalı vekili, davacının kooperatifin 24.02.1998 tarihinde yapılan bir önceki genel kurul toplantısında yönetim kurulunun kaç yıl için seçildiği kararda yer almamış olması yasa gereği bir yıl için seçildiklerinin kabulü gerektiğini, tescili istenilen 16.03.1999 tarihli genel kurul toplantısında yeni yönetim kurulu seçilmediğinden kooperatifin organsız kaldığını savunarak davanın reddini istemiştir. Mahkemece iddia, savunma ve dosyadaki kanıtlara göre davacı kooperatifin 24.02.1998 tarihli genel kurul toplantısında yönetim ve denetim kurullarının hangi süre için seçildikleri belirtilmemiş ve süre ile ilgili bir karar alınmamış olmakla yönetim kurulunun yasa gereği bir yıl için seçilmiş olduklarının kabulü gerektiği böylece tescili istenilen 16.03.1999 tarihli genel kurul toplantısı yapılırken kooperatifin organsız olduğu 24.02.1998 tarihli seçimli genel kurulun gündeminde yönetim ve denetim kurullarının 2 yıl süre için seçilmelerinin öngörülmüş olmasının sonucunu değiştirmeyeceği, davalının tescil istemini reddetmesinin doğru olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Kararı davacı vekili temyiz etmiştir. Anonim şirketlerde görev süresi biten yönetim kurulu üyelerinin bu sıfatlarının kendiliğinden düşeceğine dair bir hüküm bulunmaması nedeniyle yönetim kurulunun yeni yönetim seçilene kadar zorunlu görevlerine devam edeceklerinin kabulü gerekir. (Dairemizin 30.11.1992 Tarih 6220/11024 sayılı kararı). Bu durumda yönetim kurulu üyelerinin görev süresinin bitmesiyle şirketin kendiliğinden organsız kaldığından söz edilemez. Kaldı ki davacı anonim şirketin 24.02.1998 tarihli olağan genel kurul toplantısının gündeminde yönetim kurulu üyelerinin 2 yıllığına seçileceği belirtilmiş olup, genel kurulda gündemin bu maddesi tartışmasız aynen kabul edilmiş olmakla yönetim kurulu üyelerinin 2 yıl süre için seçildiklerinin kabulü gerekir. Bu cümleden olanak ve Dairemizin emsal uygulamalarında yönetim kurulunun görev süresi bitmiş olsa ile genel kurulu toplantıya davet edebilir. Bu durumda, davalı Ticaret Sicil 127 Memurluğunun genel kurulun tescili isteminin reddi doğru olmayıp mahkemece davanın kabulü gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş ve hükmün bozulması gerekmiştir. Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın BOZULMASINA, davacı vekili duruşmaya gelmediğinden avukatlık ücreti takdirine gerek bulunmadığına, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 04.05.2000 tarihinde oybirliği ile karar verildi.(¤¤) T.C. YARGITAY 11. Hukuk Dairesi E:2000/5526 K:2000/6590 T:11.09.2000 HUSUMET İŞLETEN SIFATININ DEVRİ 2918 sayılı Yasanın 20/D maddesinde belirtilen türden resmi bir satış ve devir işlemi yapılmaksızın, sırf resmi satış ve devir yetkisi tanıyan vekaletnamenin varlığına dayanılarak yasaya uygun bir araç satışının yapıldığının, dolayısıyla işleten sıfatının devredildiğinin kabulü mümkün \ değildir. 2918 s. Trafik K. m. 20/D 6762 s. TTK. m. 1301 Taraflar arasındaki davanın (Beyoğlu ikinci Asliye Hukuk Mahkeme-si) nce görülerek verilen 28.12.1999 tarih ve 1998/716-1999/706 sayılı kararın Yargıtay ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla dava dosyası için tetkik hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü: Davacı vekilleri, müvekkillerine kasko poliçesi ile sigortalı araca, davalıların sahibi sürücüsü ve sigortacısı oldukları aracın çarpması sonucu oluşan hasar bedelinin müvekkili tarafından sigortalısına ödendiğini ileri sürerek, 1.867.500.000.-TL'sının, davalı sigorta şirketinin sorumluluğu poliçesindeki limitle sınırlı olarak, faiziyle davalılardan tahsilini talep ve dava etmişlerdir. Davalı İrfan vekili, müvekkilin dava konusu kazaya karışan aracı olaydan önce sattığını savunarak davanın reddini istemiştir. Davalı sigorta şirketi vekili sorumluluklarının poliçe limiti ile sınırlı olduğunu savunmuştur. Diğer davalı cevap vermemiştir. Mahkemece toplanan deliller ve yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucuna göre, benimsenen bilirkişi raporu doğrultusunda, davalı İrfan hakkındaki davanın işleten sıfatını taşımaması nedeniyle reddine, diğer davalılar hakkındaki davanın kabulüne karar verilmiştir. Kararı davacı vekilleri temyiz etmişlerdir. TTK nün 1301. maddesinde öngörülen halefi yet kurallarına dayanılarak açılan rücu davasında, davalı İrfan olaydan önce satış yoluyla işleten sıfatını devrettiğini savunmuş, savunmasını ispat için satış yetkisini içeren vekaletname örneğini ibraz etmiş ve mahkemece bu delil işleten sıfatını devre yeterli görülmüştür. 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 20/D bendinde, motorlu araçların satış ve devirlerinin Trafik Tescil Müdürlüklerinde veya 128 Noterliklerde yapılacağı öngörülmektedir. Ancak böyle bir satış ve devir işlemi araç üzerindeki mülkiyet hakkını devre elverişlidir. Bu devrin yöntemince aracın kayıtlı olduğu tescil müdürlüğüne bildirilmemesi yüzünden aracın tescil kaydında bir değişiklik yapılmaması satışa konu aracın mülkiyetinin geçişini engellemez ise de anılan yasa maddesinde belirtilen türden resmi bir satış ve devir işlemi yapılmaksızın, sırf resmi satış ve devir yetkisi tanıyan vekaletnamenin varlığına dayanılarak yasaya uygun bir araç satışının yapıldığının, dolayısıyla işleten sıfatının devredildiğinin kabulü mümkün değildir. Hal böyle olunca mahkemece, davalı İrfan hakkındaki davaya devam olunması gerekirken, bu davalı hakkında davanın işleten sıfatını taşımadığı gerekçesiyle reddine dair hüküm tesisi doğru olmamış ve kararın bu nedenle davacı yararına bozulması gerekmiştir. Sonuç: Yukarda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın davacı yararına (BOZULMASINA), ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 11.9.2000 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. Kaynak:YKD - 2001/3 - Sayfa:362 T.C. YARGITAY 11. Hukuk Dairesi E:2001/4254 K:2001/6369 T:06.07.2001 818 s. Yasa m. 41 Taraflar arasındaki davadan dolayı Bursa Asliye 1.Hukuk Mahkemesi'nce verilen 22.11.1999 gün ve 1998/208-1999/998 sayılı hükmün Yargıtay ca incelenmesi davacılar ve davalılardan Betül ve Hazine vekili tarafından istenilmekle dosyadaki kağıtlar okundu gereği konuşulup düşünüldü: KARAR : Taraflar arasındaki uyuşmazlık, bir kısım davalıların iştiraki ile ve davalı noterce düzenlenen sahte vekaletnameler ile davacılara ait taşınmazların satılması nedeniyle tazminat istemine ilişkindir. Her ne kadar, davalı olarak, noterin sorumluluk sigortacısına da husumet yöneltilmiş ve mahkeme sigorta şirketi yönünden dava kısmen kabul edilmiş ise de, davacının sigorta şirketi yönünden kurulan hükme temyiz itirazı olmadığı gibi, sigorta şirketinin de bir temyiz itirazı yoktur. Davalılardan Betül Gezgin ( noter )'in temyizi ise kısmen sorumluluk sigortacısı olan şirketin sorumluluk limitine ilişkin ise de, noterin kendi akdine karşı ileri sürdüğü bu şekildeki temyiz itirazında sigorta hukukunun uygulama alan ve olanağı bulunmamaktadır. İşin özü ve esası itibarıyla haksız fiil hükümlerine göre açılmış böyle bir davada tarafların tacir olmadığı da nazara alındığında temyiz incelemesini yapmak ile görevli dairenin Yargıtay Yüksek 4.Hukuk Dairesi olduğu kanaatine varılmış ise de, anılan Yüksek Dairece de görevsizlik kararı verilerek dosyanın Dairemize gönderildiği anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının halli için dosyanın Yüksek 1.Başkanlığına gönderilmesine karar vermek gerekmiştir. SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle dosyanın Başkanlar Kurulu'na sunulmak üzere Yüksek 1.Başkanlığa GÖNDERİLMESİNE, 6.7.2001 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. 129 T.C. YARGITAY 11. Hukuk Dairesi E:2002/6005 K:2002/6116 T:14.06.2002 Taraflar arasındaki davadan dolayı Kayseri Asliye 1. Hukuk Mahkemesi'nce verilen 05.02.2001 gün ve 1999/875-2001/66 sayılı kararı bozan Daire'nin 15.01.2002 gün ve 2001/7512-2002/169 sayılı kararı aleyhinde davacı vekili ve davalı Ziraat Bankası vekili tarafından karar düzeltilmesi isteğinde bulunulmuş ve karar düzeltme dilekçesinin süresi içinde verildiği de anlaşılmış olmakla, dosya için düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü: KARAR : Davacı vekili, müvekkilinin damadı olan ve araları açık bulunan dava dışı Bayram Kızmaz'ın müvekkilinin evine girerek nüfus cüzdanını aldığını, daha sonra Nüfus Müdürlüğünden kendi resmi bulunan nüfus cüzdanı çıkarttığını, bu cüzdan ile davalı noter Ahmet Kamaşak'a başvurarak, kendisi ile işbirliği yapan Ayşe Taş'a banka hesabındaki paranın çekilmesi konusunda vekaletname düzenlettirdiğini ve Ayşe'nin bu vekaletnameyi kullanarak müvekkilinin davalı banka şubesine açtığı döviz hesabındaki 17.000 Hollanda Guldenini çektiğini ve sahte nüfus cüzdanı düzenleyen nüfus idaresinin, sahte vekaletname düzenleyen noterin ve durumdan şüphelenmeyen bankanın gerekli özeni göstermediklerini ileri sürerek, 17.000 Hollanda Guldeni karsılıgı olan 3.923.430.000.- liranın faiziyle davalılardan tahsilini dava etmiştir. Davalıların tümü, kusursuz olduklarını savunarak davanın reddini istemişlerdir. Mahkemece bütün davalıların kusurlu olduğundan davanın kabulüne karar verilmiştir. Davalıların temyizi üzerine hüküm Dairemizce bozulmuştur. Davacı ve davalı Ziraat Bankası vekili karar düzeltme isteminde bulunmuştur. Yargıtay ilamında benimsenen gerektirici sebeplere göre, davacı ve davalı Ziraat Bankası vekilinin HUMK.nun 440. maddesinde sayılan hallerden hiçbirini ihtiva etmeyen karar düzeltme isteğinin reddi gerekir. SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı, davacı ve davalı Ziraat Bankası vekilinin karar düzeltme isteğinin HUMK.nun 442. maddesi gereğince REDDİNE, alınması gereken 10.120.000-lira karar düzeltme harcı peşin ödenmiş olduğundan yeniden alınmasına yer olmadığına, 3506 sayılı yasa ile değiştirilen HUMK.nun 442/3. madde hükmü uyarınca, takdiren 54.550.000-lira para cezasının karar düzeltilmesini isteyen davacıdan alınarak Hazine'ye gelir kaydedilmesine, alınmadığı anlaşılan 10.120.000-lira karar düzeltme harcının ve 3506 sayılı yasa ile değiştirilen HUMK.nun 442/3. madde hükmü uyarınca, takdiren 54.550.000-lira para cezasının karar düzeltilmesini isteyen davalıya alınarak Hazine'ye gelir kaydedilmesine, 14.06.2002 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. 130 T.C. YARGITAY 11. Hukuk Dairesi E:2003/13105 K:2004/7164 T:28.06.2004 Taraflar arasında görülen davada ( Ankara Asliye Yirmi ikinci Hukuk Mahkemesi )nce verilen 24.6.2003 tarih ve 2002/708-2003/453 sayılı kararın Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dosya içerisindeki dilekçe layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü: KARAR : Davacı vekili, Noter Sorumluluk Sigortacısı olan müvekkilinin sigortalısı ile davalı Hazine aleyhine sonuçlanan yargılama sonunda hükmedilen miktarın sigortalı tarafından ödenip müvekkiline rücu edildiğini, müvekkili tarafından ödeme yapılması nedeniyle sigortalının haklarına halef olunduğunu, davalının payına isabet eden kısmı ödemesi gerektiğini ileri sürerek, 3.905.000.000.-TL.nın davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, kesinleşen mahkeme kararında rücu hususunun karara bağlanmadığını, BK.nun 51/2. maddesine göre en son sorumlu olduklarını, davacının ancak diğer sorumlulardan isteyebileceğini savunarak, davanın reddini istemiştir. Mahkemece, iddia, savunma ve dosyadaki belgelere göre, davaya konu tazminatın sahte vekaletle bir kısım taşınmazların tapuda satışından kaynaklandığı, davalının sorumluluğunun yasadan doğduğu, BK.nun 51/2. maddeye göre zararın tazmininin haksız eylem -akit- kanundan doğan sıralamaya göre olacağı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir. Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir. Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına ve dava konusu zararın oluşmasında davacının sorumluluğu üzerine aldığı Noter'in ve adamlarının kusurlu olduğunun anlaşılmasına, davacı sigortacının bu durum karşısında kanundan doğan sorumluluğu nedeniyle Hazine'ye rücu edebilmesinin mümkün bulunmamasına göre, davacı vekilinin tüm temyiz itirazları yerinde değildir. SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı, davacı vekilinin bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ( ONANMASINA ), bakiye 2.200.000.-lira temyiz ilam harcının temyiz edenden alınmasına, 28.6.2004 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. Kaynak:YKD - 1986/1 - Sayfa:126 T.C. YARGITAY 11. Hukuk Dairesi E:2004/3849 K:2005/280 T:25.01.2005 2918 s. Yasa m. 20/d 2004 s. Yasa m. 194 Taraflar arasında görülen davada İstanbul Asliye 4. Hukuk Mahkemesi'nce verilen 25.12.2002 tarih ve 2002/359-2002/870 sayılı kararın Yargıtay'ca incelenmesi davacılar vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava 131 dosyası için Tetkik Hakimi Ramazan Özcan tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü: KARAR : Davacılar vekili, müvekkillerinin murisinin, davalıların işleteni ve Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası oldukları ve dava dışı ölen A.D.'nin kullandığı araçta yolcu iken geçirdikleri kazada öldüklerini, tazminat için başvurularının sonuçsuz kaldığını ileri sürerek, davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir. Davalılardan M. Otomotiv Ltd. Şti. vekili, noter satış sözleşmesi fotokopisini sunarak ve aracın noter satışı ile kazadan önce üçüncü şahsa satıldığını savunarak, davanın reddini istemiştir. Diğer davalı, davaya yanıt vermemiştir. Mahkemece, iddia, savunma ve toplanan kanıtlara göre, aracın noter satışı ile dava dışı üçüncü bir kişiye satılmış olması ve dosyaya yeni malik adına düzenlenmiş poliçe zeyilnamesi sunulmadığı gerekçeleriyle, davanın reddine karar verilmiştir. Kararı, davacılar vekili temyiz etmiştir. 1- Dava dosyası içindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına ve 2918 sayılı KTK'nın değişik 20/d maddesi hükmü uyarınca, noterlerce gerçekleştirilen devir işlemlerinin, araç mülkiyetinin geçirilmesi için yeterli olup işlemin tamamlanması için trafik siciline alıcı adına tescil işlemi yapılması zorunlu olmamasına; aracı, noter satışı ile devralan kişi adına tescil işlemi yaptırılmamış olsa bile aracın maliki olup sunulan noter sözleşmesi fotokopisine göre, hasar veren aracın, rizikonun gerçekleştiği tarih olan 21.12.2000 gününden önce dava dışı Ferhat Zor adlı üçüncü kişiye 29.03.2000 günü noter sözleşmesi ile devredilmiş bulunmasına göre, davacılar vekilince davalı Meltem Otomotiv Ltd. Şti. bakımından, ileri sürülen bütün temyiz itirazlarının reddi ile hükmün, bu davalı bakımından onanması gerekmiştir. 2- Davacılar vekilinin, davalı sigortaya ilişkin temyizine gelince, kaza tarihinde yeni malik adına zeyilname sunulmadığı gerekçesiyle davanın reddedilmesi doğru değildir. Çünkü kazaya neden olan araç, kaza tarihinde devam eden sözleşme ile davalı sigortaca Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası ile sigortalıdır. Kaza tarihinde işleten/malikin değişmiş olması, üçüncü kişiler bakımından, haksız eylem sorumluluğuna ilişkin olarak, davalı sigortanın sorumluluğunu ortadan kaldırmaz, zeyilnamenin düzenlenmemiş olması davalı sigorta ile sigorta sözleşmesini yaptığı sigortalısı arasındaki ilişkiyi ilgilendirir. O halde, mahkemece davalı sigorta bakımından, yazılı gerekçe ile davanın reddi yanlıştır. Ancak, davalı A. Sigorta A.Ş.'nin 07.02.2003 tarihli kararla iflasına karar verildiği Dairemizce bilinmektedir. İİK'nın 194. maddesi uyarınca iflasın açılması, iflas masasına giren malı haklarla ilgili bütün hukuk davalarını, acele olanlar ayrık olmak üzere, ikinci alacaklılar toplantısından 10 gün sonrasına kadar durdurur. Bu hükmün amacı, iflasın açılması ile tasarruf yetkisi kısıtlanıp yerini iflas idaresi alan müflisin davacı veya davalı taraf olarak bulunduğu davaları devam ettirmekte fayda olup olmadığını tespit bakımından iflas idaresine imkan sağlamaktadır. Bu durumda mahkemece, bir ara kararı ile davanın ikinci alacaklılar toplantısından on gün sonraki bir tarihe kadar durmasına karar vermek, o tarihten sonra davaya devam etmek gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir. SONUÇ : Yukarıda ( 1 ) numaralı bentte açıklanan nedenle, davacılar vekilinin davalı M. Otomotiv Ltd. Şti.ne yönelik bütün temyiz itirazlarının reddi ile hükmün, bu davalı bakımından ONANMASINA, ( 2 ) numaralı bentte açıklanan nedenle, temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün, davacılar yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcının isteği halinde temyiz edene iadesine, 25.01.2005 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. 132 T.C. YARGITAY 11. Hukuk Dairesi E:2004/3177 K:2004/12534 T:20.12.2004 1512 s. Yasa m. 162 Taraflar arasında görülen davada Aksaray Asliye 1. Hukuk Mahkemesi'nce verilen 31.01.2003 tarih ve 1994/130-2003/48 sayılı kararın Yargıtay'ca incelenmesi davalı Banka vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi Deniz Biltekin tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü: KARAR : Davacı vekili, müvekkilinin davalı bankanın Aksaray şubesine 18.5.1993 tarihinde 3 ay vadeli olarak 25.000.Hollanda Florini yatırdığını, daha sonra parayı çekmeye gittiğinde sahte vekaletname ile paranın çekildiğini öğrendiğini, sahte vekaleti davalı noterin düzenlediğini, bankada benzeri olayların yaşanmasına rağmen bankanın gerekli dikkati göstermediğini, ileri sürerek, 25.052.53.Hollanda Florinin aynen faizi ile tahsilini talep etmiştir. Davalı Emlak Bankası A.Ş. vekili, davacıya ait paranın vekili İsmet Alışık tarafından çekildiğini, vekaletnamede herhangi bir silinti, kazıntı olmadığını, müvekkilinin notere verilen nüfus cüzdanını kontrol yükümlüğünün bulunmadığını, olayda bankanın kusurunun bulunmadığını, savunarak, davanın reddini talep etmiştir. Davalı Yaşar Dinçtürk vekili, müvekkilinin personel seçiminde kusurunun bulunmadığını, nüfus cüzdanının iğfal kabiliyetinin yüksek olduğunu, silinti, kazıntının bulunmadığını, ibraz edilen nüfus cüzdanına göre her noterin vekaletname düzenleyeceğini savunarak, davanın reddini talep etmiştir. Mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamından, davalı Yaşar Dinctürk hakkındaki davanın sübut bulmadığından reddine, davalı banka hakkındaki davanın ise, kabulüne karar verilmiştir. Kararı, davalı banka vekili temyiz etmiştir. Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalı vekilinin tüm temyiz itirazları yerinde değildir. SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı, davalı vekilinin bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA, 4743 sayılı yasanın 6. ncı maddesinin B/4 bendi gereğince, Emlak Bankası Yargı harçlarından muaf olduğundan harç alınmasına mahal olmadığına, 20.12.2004 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. 133 T.C. YARGITAY 11. Hukuk Dairesi E:2006/12186 K:2006/13739 T:21.12.2006 SAHTE VEKALETNAME NOTERİN SORUMLULUĞU NEDENSELLİK BAĞININ KESİLMESİ BANKANIN SORUMLULUĞU Özet Bir güven kurumu olan ve bu nedenle hafif kusurundan sorumlu bulunan bankanın, sahteliği çıplak gözle görülebilecek nitelikte olmayan ve usulüne uygun olarak düzenlenmiş olan vekaletnameye dayanarak yaptığı ödemede kusursuz olduğu saptandığına göre, ödeme nedeniyle oluşan zarardan bankanın sorumlu olduğu kabul edilemez. Noterlik Kanununun öngördüğü düzenlemede noterin kusursuz sorumluluğu kabul edilmiş ise de; zarar ile noterin eylemi arasında uygun nedensellik bağının kesildiği anlaşılırsa noterin sorumluluğundan söz edilemez. 6762 s. Yasa m. 4/6 818 s. Yasa m. 96 1512 s. Yasa m. 162 Taraflar arasında görülen davada Ankara Asliye 6. Ticaret Mahkemesince verilen 01/12/2004 tarih ve 2002/564-2004/646 sayılı kararın Yargıtay ca incelenmesi duruşmalı olarak davalılar vekili tarafından istenmiş olmakla, bazı noksanlıkların ikmali için dosya mahalline gönderilmişti. Bu noksanlıkların giderilerek dosyanın gönderildiği anlaşılmakla, duruşma için belirlenen 19.12.2006 gününde davacı avukatı ile davalılardan T.C. Ziraat Bankası avukatı ile M avukatı geldi, tebligata rağmen ihbar edilen Sigorta avukatı duruşmaya gelmediğinden, temyiz dilekçesinin de süresinde verildiği anlaşıldıktan ve duruşmada hazır bulunan taraflar avukatları dinlenildikten sonra, duruşmalı işlerin yoğunluğu ve süre darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması ileriye bırakılmıştı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü: Davacı vekili, müvekkilinin davalı banka şubesindeki döviz tevdiat hesabında bulunan 30.500 USD'nin şirketi temsile yetkili (O) adına düzenlenmiş sahte nüfus kağıdı ile davalı noterce düzenlenen vekaletnameye dayanılarak Hakan adlı kişi tarafından çekildiğini, bankanın hesapla ilgili olarak şirketçe verilen imza sirküsü ile vekaletnamedeki imzayı kontrol etmeden vekaletnamede olması gereken vergi numarasının yokluğunu gözetmeden şirket yöneticisi (O)'nun verdiği nüfus kağıdı örneği ile vekaletname ekindeki nüfus kağıdı örneğini karşılaştırmadan ödeme yapmaktan, diğer davalının ise vekaletname tanzimi sırasında ibraz edilen imza sirküsü ile vekaletnamedeki (O) imzasındaki farklılığa dikkat etmemek ve şirketin vergi numarasını istememek suretiyle vekaletname düzenlemekten dolayı kusurlu ve sorumlu olduklarını ileri sürerek 30.500 USD'nin 25.9.2001 tarihinden itibaren USD'ne uygulanan en yüksek mevduat faizi ile birlikte davalılardan müteselsildi tahsiline karar verilmesini istemiştir. Davalı banka vekili, müvekkili bankanın bankacılık uygulamalarına uygun biçimde ibraz edilen vekaletnameye göre ödeme yaptığı ve kusurunun bulunmadığını savunarak davanın reddini istemiştir. Davalı M vekili, müvekkili açısından ticari dava niteliği taşımayan davada görevli mahkemenin Asliye Hukuk Mahkemesi olduğunu, davacının zararının davalı banka görevlilerinin ağır kusurundan olduğunu, bu yüzden müvekkiline husumet düşmeyeceğini vekaletnamenin gerekli 134 dikkat ve özen gösterilerek düzenlendiğini, sahteliğin çıplak gözle görülebilecek nitelikte olmadığını ve vekaletnamenin para ile ilgili olması nedeniyle tanık huzurunda düzenlendiğini, ceza davası sonucunun da beklenerek davanın reddine karar" verilmesini istemiştir. Mahkemece toplanan kanıtlara göre, davanın TTK'nın 4/6 maddesi uyarınca bankacılık işleminden kaynaklanması nedeniyle işbölümü itirazının reddine, davacının 22.8.2001 tarihinde davalı bankada açtığı döviz, tevdiat hesabından davalı noterin düzenlediği 18.9.2001 tarihli sahte vekaletnameye dayanılarak Hakan sahte kimlikli şahsın aynı gün ve bir sonraki gün toplam 30.500 USD'nin çektiği, her ne kadar bilirkişi raporunda hesaptan para çeken şahsın davacı şirkete ait her türlü bilgi ve donanıma sahip olduğu ve bu kişiye içerden bilgi sızdırıldığı izlenimi doğduğu, davalı banka görevlileri hakkında takipsizlik karan verildiği davalı noterinde ceza davasından beraat ettiği gözetilerek kusurlarının bulunmadığı belirtilmiş ise de, Noterlik Kanunu'nun 162. maddesi ile noterin sorumluluğunun objektif sebep sorumluluğu olduğu, davalı bankanın ise bir güven kurumu olması, aldıkları mevduatları sahtecilere karşı özenle koruma yükümlülüklerinin bulunması, objektif özen borcunun gereği olarak hafif kusurlarından dahi mevduat sahiplerine karşı sorumlu bulunması nedeniyle BK 94. maddesi gereğince zarardan sorumluluğu bulunduğu, kaldı ki, parayı çeken kişinin davacıya ait bir kısım bilgileri bildiği ve el ve işbirliği halinde hareket ettiği iddiasına ilişkin hiçbir kanıt gösterilmediği, gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir. Karan davalılar vekilleri temyiz etmiştir. 1-Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalı MK vekilinin yerinde görülmeyen ve aşağıdaki bent kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir. 2-Ancak, davalı noter, davacının hesabından para çekilişinde kullanılan vekaletnameyi tümüyle resmi şekilde düzenlenmiş bulunan ve üzerinde soğuk mühürde olan nüfus cüzdanına ve ibraz edilen imza sirkülerine dayanarak düzenlediğini, bu vekaletnameye dayalı olarak para çekilmesi sonucunda davacının oluşan zararı ile nedensellik bağının nüfus cüzdanının sahte olarak düzenlenmesi nedeniyle kesildiğini, bu durumda Noterlik Kanununun 162. maddesinde öngörülen kusursuz sorumluluğunun ortadan kalktığını savunmuştur. Noterlik Kanunu'nun 162. maddesi gereğince davalı noterin kusursuz sorumluluğu söz konusu ise de, kusursuzluğunun ispatı yerine, zarar ile uygun nedensellik bağının kesildiğini kanıtlaması durumunda sorumluluğunun ortadan kalkacağı da açıktır. Kusursuz sorumlulukta nedensellik bağının kesilebilmesi için zarar görenin ağır kusurlu veya üçüncü bir kişinin illiyet bağını kesebilecek nitelikte ağır kusurunun olması veya zararlandırıcı sonucun meydana gelmesinde öngörülmeyen bir halin bulunması gerekmektedir. O halde mahkemece davalı noterin zarar ile nedensellik bağının kesildiğine ilişkin savunması üzerinde durulmaksızın objektif sebep sorumluluğu bulunduğu gerekçesiyle hakkındaki davanın kabulüne karar verilmiş olması eksik incelemeye dayalı olduğundan kararın bu nedenle davalı M yararına bozulması gerekmiştir. 3-Davalı banka vekilinin temyiz itirazlarına gelince, davacının banka nezdinde bulunan hesabından usulüne uygun olarak düzenlenmiş vekaletname, nüfus cüzdanı ve davacı şirkete ait imza sirkülerine dayanılarak paranın ödenmesinde davalı bankanın BK'nın 96. maddesinde öngörülen kusursuzluğu kanıtlanmış bulunmasına rağmen, davalı banka hakkındaki davanın kabulüne karar verilmesi doğru görülmediğinden kararın bu nedenle de davalı banka yararına bozulması gerekmiştir. SONUÇ: Yukarıda 1. Numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı M vekilinin yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddine, kararın 2 numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı M yararına, 3 numaralı bentte açıklanan nedenlerle de davalı banka yararına BOZULMASINA, takdir edilen 500,00'şer YTL duruşma vekillik ücretinin davacıdan alınarak davalılara verilmesine, ödedikleri temyiz peşin harcın istekleri halinde temyiz edenlere iadesine, 21.12.2006 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. 135 YARGITAY 12. HUKUK DAİRESİ KARARLARI T.C. YARGITAY 12. Hukuk Dairesi E:1996/15550 K:1996/15912 T:18.12.1996 BONO (TANZİM VE VADE TARİHLERİNİN AYNI OLMASI) Takip dayanağı bonoda, tanzim tarihi ile vade tarihinin aynı olması, bono özelliğini etkilemez. TTK.nun 615. maddesine aykırılık oluşturan başkaca bir husus bulunmadığına göre, mercice, her iki tarihin aynı günü göstermesi nedenine dayanılarak takibin iptaline karar verilmesi doğru değildir. 6762 s. TTK. m. 615, 690 Merci Kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı vekili tarafından istenmesi üzerine; bu işle ilgili dosya mahallinden Daireye 11.12.1996 tarihinde gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü: Takip dayanağı bonoda, tanzim tarihi ile vade tarihinin aynı olması bono vasfını etkilemez. TTK.nun 615. maddesine aykırılık teşkil eden başkaca bir husus bulunmadığına göre, mercice her iki tarihin aynı günü göstermesi nedenine dayanılarak takibin iptaline karar verilmesi isabetsizdir. S o n u c : Alacaklı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile merci kararının yukarıda yazılı nedenle İİK.nun 366. ve HUMK.nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA),18.12.1996 gününde oybirliğiyle karar verildi. Kaynak:YKD - 1997/2 - Sayfa:229 T.C. YARGITAY 12. Hukuk Dairesi E:1997/6436 K:1997/6832 T:10.06.1997 DAVA: Merci kararının müddeti içinde temyizen tetkiki Borçlu vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye 26.05.1997 tarihinde gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü: KARAR: İcra takibinin dayanağı 23.02.1995 vade tarihli 30.000.000.-liralık belgede, lehtar (... Ticaret) olarak gösterilmiştir. Alacaklının bu belge ile borçlu hakkında kambiyo senetlerine mahsus özel yol ile takip yaptığı anlaşılmıştır. TTK.`nun 688/5. maddesi hükmüne göre bir bonoda kime ödeme yapılacak ise, onun ad ve soyadının, tüzel kişi ise ticaret unvanının gösterilmesi zorunludur. Takip konusu belgede bu unsur mevcut bulunmadığından bono niteliğinde sayılamaz. Belgenin arka yüzündeki cironun takip alacaklısı hakiki şahsa ait olması yukarıdaki olguyu değiştirmez. Ancak, Yargıtay uygulamasında lehtar hanesinde kısaltılmış unvanı yazılı olan tüzel kişinin bu sıfatının ciro şerhi ile doğrulanmış olması durumlarında bononun tüzel kişi adına düzenlendiği kabul edilmektedir. Somut olayda anılan özellik 136 bulunmadığına göre itirazın kabulüne ve İİK.`nun 170/a maddesi gereğince re`sen takibin iptaline karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir. SONUÇ: Borçlu vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile merci kararının yukarıda yazılı nedenle İİK.`nun 366. ve HUMK.`nun 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, 10.06.1997 gününde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY 12. Hukuk Dairesi E:1998/4066 K:1998/7731 T:24.06.1998 Yukarıda tarih ve numarası yazılı merci kararının onanmasını mutazamnım 19.11.1997 tarih ve 12604/12938 sayılı daire ilamının müddeti içinde tashihen tetkiki Alacaklı ve Müdahil vekilleri tarafından istenmesi üzerine (...) gereği görüşülüp düşünüldü: İcra tetkik Hakimliğince; Ticaret Sicil Memurluğunun 12.9.1997 tarihli cevabi yazısı esas alınarak çekin keşide tarihi olan 14.7.1997 itibariyle Bülent Şensoy'un şirketi temsil yetkisi olmadığı gerekçesi ile icra takibinin iptaline karar verilmiştir. Ticaret Sicil Memurluğunun 29.9.1997 tarihli ve 373 sayılı yazısında keşideci Pergamon Granit Maden Ürünleri Dış Ticaret ve Sanayi A.Ş. ana sözleşmesinin 24.3.1992 tarihinde tescil edildiği, kuruluş ana sözleşmesi gereği yönetim kurulu üyeliklerine 3 yıl süre ile Marcel Danici Ernast Badertscher, Mustafa Gazanfer Arabacı ve Emine Belgin Serin'in seçildiği, 24.8.1997 tarihine kadar genel kurulu yapılmadığı, 3 yıl sonunda genel kurul yapılmadığı için ilk seçilen yönetim kurulu görev süresinin 24.3.1995 tarihinde sona erdiği, 24.8.1997 tarihinde yapılan olağanüstü genel kurulda yönetim kurulu üyeliklerine 3 yıl süre ile Marcel Daniel Ernast Badertscher, Lütfü Bülent Şahin ve Emine Belgin Serin'in seçildiği belirtilmiştir. Dosyaya ibraz edilen 1.3.1993 tarihli ve 9 sayılı yönetim kurulu kararı ile Marcel Daniel Ernest Badertscher ile Mustafa Gazanfer Arabacı şirketi her sahada temsil ve ilzam için münferiden, Bülent Şensol ile Sezer Arı'nın ise birlikte atacağı imza ile temsil ve ilzam yetkisi verilmiştir. 25.11.1994 tarihli vekâletname içeriğine göre şirketi tek başına temsil ve ilzama yetkili Marcel Daniel Ernest Badertscher tek başına çek keşide etmesi konusunda belli bir süre sınırlaması olmaksızın Bülent Şensoy'u vekil tayin etmistir. TTK.nun 314 ve devamı maddeleri gereği anonim şirketlerde yönetim kurulu üyeleri en fazla üç yıllık bir sure için geçilebilirse de doktrin ve uygulamaca kabul edildiği üzere yönetim kurulunun görev süresi sona erdiğinde, bu sıfatlarının kendiliğinden düşeceğine ilişkin bir hüküm olmaması halinde süreleri dolsa bile önceki yönetim kurulu yeni yönetim seçilene kadar görevleri devam eder. (11. H.D. 30.11.1992 tarih E. 6270, K. 11024 sayılı karar. Gönen ERİŞ, Anonim Şirketler Hukuku -1995 Baskı, sayfa 207) Bu duruma göre 24.3.1992 tarihinde oluşturulan yönetim kurulunun görevi 24,8.1997 tarihinde yapılan genel kurulda seçilen yeni yönetim kurulunun göreve başlamasına kadar devam etmiştir, 24.3,1992 tarihinde oluşturulan yönetim kurulunda, yönetim kurulu başkanı olan Daniel Ernest Badertscher 1.3.1993 tarihli yönetim kurulu karan ile şirketi tek başına temsile ve İlzama yetkili kılınmış olup, bu kişinin 25.11.1994 tarihinde verdiği vekâletname ile şirketi tek başına temsilen çek keşide etmeye yetkili kılınan Bulent Şensoy'un vekâletinin uyuşmazlık konusu çekin keşide edildiği 14.7.1997 tarihinden önce sona erdiği iddia ve kanıtlanmış değildir. Bergama Asliye (Ticaret) Hukuk Mahkemesinin 97/481-504 sayılı ve 12.8.1997 tarihli ilamı ile Mustafa Yıldırım şirkete kayyım tayin edilmişse de bu atama uyuşmazlık konusu çekin keşide edildiği tarihten sonra olduğu gibi kayyım görevi genel kurul toplantısının yapılmasını temin ile sınırlı olup, Bülent Şensoy'un şirketin vekili olarak çek keşide etme yetkisini ortadan kaldırmaz. 137 Bu durumda takip konusu çekten dolayı keşideci şirketi sorumlu tutmak gerekeceğinden merci kararının bozulması gerekirken onandığı anlaşıldığından alacaklı vekili ve müdahilin karar düzeltme isteminin kabulü gerekmiştir. SONUÇ: Alacaklı ve Müdahil vekillerinin karar düzeltme talebinin kabulü ile Dairemizin 19.11.1997 tarih ve 1997/12604-12938 sayılı onama kararının kaldırılarak Bergama İcra Tetkik Mercinin 30.9.1997 tarih ve 1997/158-137 sayılı kararının yukarıda yazılı nedenlerle (...) BOZULMASINA. (24.06.1998) T.C. YARGITAY 12. Hukuk Dairesi E:2001/4570 K:2001/5885 T:06.04.2001 MÜDDETLERİN HESABINDA TATİL GÜNLERİ Poliçe ile ilgili muamelelerden biri, son günü cumartesiye, pazara veya diğer bir resmi tatil gününe rastlayan bir müddet içinde yapılması gerektiği takdirde bu müddet, onu takibeden ilk iş gününün sonuna kadar uzar. Aradaki tatil günleri müddet hesabına dahildir. Müddetlerin başında, ortasında ve sonundaki tatil günleri sebebiyle ayrıca bir uzatma istenemez. Ancak kanunun, müddetlerin hesabında iş günü esasının uygulanacağını belirttiği hallerde, tatil günlerini müddet hesabına dahil edileceği yolundaki hüküm uygulanmaz. 6762 s. TTK. m. 620, 626, 635, 642, 647, 664/2, 690 Merci kararının bozulmasını muta zammın, 19.1.2001 tarih, 19898/594 sayılı daire ilamının müddeti icinde tashihen tetkiki alacaklı vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye 19.3.2001 tarihinde gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü: Takip konusu bonolarda TTK.nun 626 ve 642. maddelerine göre keşidecinin yasal süresi içinde protesto edildiği, alacaklı vekilince karar düzeltme dilekçesi ekinde ödememe protestoları ibraz olunan ve incelenen protestolarla tespit edilmiştir. Şöyle ki; TTK. 690. maddesi göndermesiyle bonolarda da uygulanması gereken TTK.nun 664/2. maddesi gereğince poliçe ile ilgili muamelelerden biri son günü cumartesiye, pazara veya diğer bir resmi tatil gününe rastlayan bir müddet içinde yapılması lazım geldiği takdirde bu müddet onu takip eden ilk iş gününün sonuna kadar uzar. Aradaki tatil günleri müddet hesabına dahildir. Müddetin başındaki, ortasındaki veya sonundaki tatil günleri nedeni ile ayrıca bir uzatma talep olunamaz. Ancak, kanunun müddetlerin hesabında is günü esasının uygulanacağı belirttiği hallerde (örneğin, TTK.nun 620, 626, 635, 647) tatil günlerinin müddet hesabına dahil edileceği yolundaki hüküm uygulanmaz (Prof. Dr. Fırat Öztan, Kıymetli Evrak Hukuku). Somu' olayda 15.1.1999 vadeli bonoda protesto çekmek için vadeyi takip eden 2 iş günü cumartesi-pazara rastlamıştır. Pazartesi idari tatil olması nedeniyle işgünü sayılır. Salı, Çarşamba, Perşembe yine resmi tatil olduğundan Cuma günü protestonun çekilmesi için 2. iş günü olarak belirleneceğinden 22.1.1999 tarihinde keşide edilen protesto da suresindedir. Hal böyle olunca alacaklının lehtar Ahmet hakkında takıp yapmasında yasal bir engel olmadığından merci kararının onanması gerekirken bozulduğu görülmekle alacaklı vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü gerekmiştir. Sonuç: Alacaklı vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü ile Dairemizin 19.1.2001 tarihli 2000/19898-2001/594 sayılı bozma ilamının kaldırılmasına, merci kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK. 366. ve HUMK. 438. maddeleri uyarınca (ONANMASINA), 3.240.000.lira onama harcı peşin alındığından mahsubuna, bakiye kalmadığından başkaca harç alınmasına yer olmadığına, 6.4.2001 gününde oybirliğiyle karar verildi. 138 T.C. YARGITAY 12.Hukuk Dairesi Esas: 2004/1589 Karar: 2004/6352 Karar Tarihi: 18.03.2004 ÖZET : Türk Ticaret Kanunu'nun 314. ve bunu izleyen maddelerinde, 3 yıllık süre için seçilen anonim şirket yönetim kurulu üyelerinin görev süreleri sona erdiğinde bu sıfatlarının kendiliğinden düşeceğine ilişkin bir hüküm olmadığına göre, şirketin organsız kalması da mümkün bulunmadığından yeni yönetim seçilene kadar önceki yönetim kurulunun görevlerine devam edeceğinin kabulü gerekir.(6762 S. K. m. 314) Dava: Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkikinin borçlu temsilcisince istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü: Karar: İstanbul Ticaret Sicili Memurluğunun icra müdürlüğüne gönderdiği cevap yazısında 14.10.1998 tarihli Genel Kurul kararına göre; Gönül'ün yönetim kurulu başkanı, Aydemir'in başkan yardımcısı ve Yeşim'in de yönetim kurulu üyesi olarak 3 yıl için görevlendirildikleri ve bu tarihten sonra alınmış bir başka kararın bulunmadığı bildirilmiştir. Türk Ticaret Kanunu'nun 314. ve bunu izleyen maddelerinde, 3 yıllık süre için seçilen anonim şirket yönetim kurulu üyelerinin görev süreleri sona erdiğinde bu sıfatlarının kendiliğinden düşeceğine ilişkin bir hüküm olmadığına göre, şirketin organsız kalması da mümkün bulunmadığından yeni yönetim seçilene kadar önceki yönetim kurulunun görevlerine devam edeceğinin kabulü gerekir. Yerleşik Yargıtay uygulaması da bu yöndedir. Bu durumda şirket adına Aydemir'in 6.2.2002 tarihli icra müdürlüğündeki itirazı yasal süresinde ve geçerlidir. O halde 4.7.2002 tarihli memurluk kararına yönelik şikayetin reddi yerine kabulü isabetsizdir. Sonuç: Borçlu temsilcisinin vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İ.İ.K. 366 ve H.U.M.K.'nun 428.maddeleri uyarınca BOZULMASINA, 18.03.2004 gününde oybirliği ile karar verildi. 139 T.C. YARGITAY 12. Hukuk Dairesi E:2006/11906 K:2006/14652 T:04.07.2006 6762 s. Yasa m. 688/5 2004 s. Yasa m. 170a/2 Mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü: KARAR : İcra takibinin dayanağı olan bononun lehtar hanesinin boş olduğu görülmektedir. T.T.K.'nun 688/5. maddesi gereğince bonoda lehtarın ad ve soyadının yazılı olması zorunludur. Lehdar, gerçek veya tüzel kişi olarak bonoda gösterilmez ise, dayanak belge bono olarak kabul edilemeyeceğinden T.T.K.'nun 688/5. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan bu belge nedeniyle borçlu hakkında kambiyo senetlerine özgü yolla takip yapılması mümkün değildir. Bu durumda mahkemece İ.İ.K.'nun 170/a-2 maddesi gereğince re'sen takibin iptaline karar verilmesi gerekirken bu hususun göz ardı edilerek keşidecinin protesto edilmediği gerekçesi ile ödeme emrinin iptali yönünde hüküm tesisi isabetsiz olup, kararın bu nedenle bozulması gerekir ise de anılan yanlışlığın giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını zorunlu kılmadığından kararın düzeltilerek onanması yoluna gidilmiştir. Öte yandan kabul şekline göre de; TTK. 690. maddesinin göndermesi ile bonolar hakkında da uygulanması gereken aynı kanunun 626 ve 642. maddelerine göre keşidecinin protesto edilmemesi nedeniyle takip alacaklısının müracaat hakkını yitirdiği kabul edildiğine göre mahkemece, İ.İ.K.'nun 170/a-2 maddesi uyarınca takibin iptaline karar verilmesi gerekirken ödeme emrinin iptali ile yetinilmesi doğru değildir. SONUÇ : Borçlu vekilinin temiz itirazlarının kabulü ile Bursa 6. İcra Mahkemesi'nin 07.03.2005 tarih ve 2005/950 Esas, 2006/186 Karar sayılı kararının hüküm bölümünün ( 1 ). maddesinde yer alan "ödeme emrinin iptaline" sözcüklerinin silinerek yerine "takibin iptaline" sözcüklerinin yazılmasına, kararın düzeltilmiş bu şekli ile İİK. 366 ve HUMK.'nun 438. maddeleri uyarınca ( ONANMASINA ), mahkeme kararı düzeltilerek onandığından harç alınmasına mahal olmadığına, 04.07.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi. 140 T.C. YARGITAY ONİKİNCİ HUKUK DAİRESİ Esas No : 2006/23644 Karar No : 2007/1257 YARGITAY İLÂMI İNCELENEN KARARIN MAHKEMESİ : Tuzla İcra Hukuk Mahkemesi TARİHİ : 04/10/2006 NUMARASI : 2006/153-199 DAVACI : ALACAKLI; HAYDAR YILMAZ DAVALI : BORÇLU : LİNG KİMYA PETROL ÜRÜNLERİ DAVA TÜRÜ : Şikayet Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu vekili tarafından istenmesi üzerine bu iple ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü : Takip alacaklısı tarafından borçlu hakkında başlatılan ilamsız icra takibinde takip dayanağı olarak gösterilen noter makbuzları Adalet Bakanlığı ve adli müfettiş raporlarını İİK'nun 68 madde anlamında belge niteliği bulunmamakta, alacağın tahsili ve borç miktarının tespiti hususlar yargılamayı gerektirdiğinden ve borçlunun takibe konu asıl alacağı kabulü durumu da söz konusu olmadığından mahkemece istemin reddi gerekirken yazılı şekilde kabulüne karar verilmesi isabetsizdir. SONUÇ : Borçlu vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK 366 ve HUMK'un 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA). 29.01.2007 gününde oybirliğiyle karar verildi. Başkan Üye Üye Üye Üye M.Oskay H.Karakış F.Kadı T.Ankan N.Hacımahmutoğlu T.C. YARGITAY 12. Hukuk Dairesi E:2008/21678 K:2008/17969 T:21.10.2008 İCRA HUKUKU GEÇERSİZ KEFALET ASIL BORCUN BELLİ OLMAMASI Özet Asıl borç belli olmaksızın sadece kefilin sorumlu olacağı en yüksek meblağ gösterilmek suretiyle verilmiş olan kefalet geçerli olmaz. 2004 s. Yasa m. 38 Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlular vekili tarafından istenmesi üzerine bu isle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü: 141 İİK. 38. maddesinde "... para borcu ikrarını havi re'sen tanzim edilen noter senetleri ..."nin ilamların icrası hakkındaki hükümlere tabi olduğu düzenlemesine yer verilmiştir. Para borcu kabulünü içeren düzenleme suretiyle tanzim edilen noter senetlerinin ilam hükmünde olabilmesi için koşulsuz biçimde (kayıtsız-şartsız) para borcuna ilişkin olmaları, tek taraflı borç kabulü (ikrarı) niteliğinde bulunmaları ve düzenleme biçiminde (re'sen) düzenlenmiş olmaları gerekir. Somut olayda takibe dayanak yapılan Kayseri 7. Noterliğinin 05 Temmuz 2002 tarih, 18563 yevmiye nolu kefalet senedinde AH Çökelik'in Würt Otomotiv ve Montaj Sanayi Ürünleri Paz. Ltd. Şti, ne ait işyerlerinde çalıştığı sırada herhangi bir nedenle şirketi yapacağı zarar ziyanı karşılamak üzere şirketin isteyeceği paranın 15.000 EURO'ya müşterek borçlu müteselsil kefil olduğunu bildirmektedir. Asıl borç belli olmaksızın sadece kefilin sorumlu olacağı en yüksek meblağ gösterilmek suretiyle verilmiş olan kefalet geçerli olmaz. Somut olayda olduğu gibi ileride doğacak bir zararın karşılanması için 15.000 EURO ya kadar verilen kefalet geçersizdir. Zira verilen zararın miktarı yargılama sonucunda belli olabilecektir. Bu durumda alacağın oluşması bu şartlarla kayıt altına alınmış olup, şirkete bir zarar verilip verilmediği ve miktar yargılamayı gerektirdiğinden mevcut hali ile kefaleti gerektirir likit bir alacağın varlığından söz edilemez. Mahkemece bu nitelikleri taşımayan belgeye dayanılarak yapılan takibin iptali yönündeki şikâyetin kabulü yerine reddine karar verilmesi isabetsizdir. SONUÇ: Borçlular vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK. 366 ve HUMK.'un 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), 21.10.2008 gününde oybirliğiyle karar verildi. Kaynak:İstanbul Barosu Dergisi 2009/2 142 YARGITAY 13. HUKUK DAİRESİ KARARLARI T.C. YARGITAY 13. Hukuk Dairesi E:1978/3712 K:1978/3972 T:05.10.1978 AVUKATLIK ÜCRETİ GEÇERSİZ SÖZLEŞME (HUKUKSAL SONUCU) Satış vaadi sözleşmesinin geçersizliği halinde taraflar ancak verdiklerini isteyebilirler. Dava davalılar için müşterek olan bir nedenle reddedildiğinde sadece bir avukatlık ücreti takdir edilir. 818 s. BK m. 213 YİBK. 27.6.1976 gün ve 2/14 s. Taraflar arasındaki alacak ve Tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine ilişkin olarak verilen hükmün süresi içinde taraflar avukatlarınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşuldu Davacı, davalılardan Yusuf'un yapılmakta olan taşınmazdan kat irtifakı kurulmadan bir daire, dört dükkan ve bir depo satışını, hile ve desise ile kendisini kandırarak vaat ettiğini, açtığı tescil davasının, sözleşmenin geçersiz oluşu nedeniyle ret edildiğini ileri sürerek bundan doğan zararın mevzuat ve kanun hükümlerine aykırı sözleşme düzenleyen davalı noter ile davalı Yusuf'tan alınmasını istemiştir. Davacı, zararının satıcı davalı Yusuf'tan tahsiline, olayda noterin kastı bulunmadığından onun hakkındaki davanın reddine dair verilen kararın, davacı ve satıcı davalı tarafından temyizi üzerine, dairemizce, davacının tüm temyiz itirazlarının reddine ve satış vaadi sözleşmesinin geçersizliği kesinleşen tescil dosyası ile tespit edildiğinden, bu sözleşmeye göre taraflar ancak verdiklerini geri alabileceklerinden bunun dışında taraflara hukuki bir sorumluluk yükletemeyeceğinden tazminat isteğinin reddi gerekeceği nedeniyle bozulmuştur. Mahkemece, bozma kararına uyularak davanın reddine ve davanın aynı hukuki sebebe ve aynı maddi olaylara dayandığı gerekçesiyle bir vekalet ücreti tayin edilerek her iki davalıya eşit oranda ödenmesine karar verilmiştir. 1- Dosyadaki yazılara ve mahkemece uyulan bozma kararı gereğince hüküm verilmiş olmasına göre davacının temyiz itirazlarının reddi gerekir. 2- Davalı noter hakkında verilen önceki ret kararı davacı tarafından temyiz edilmiş, dairemizce bu davalıyı hedef tutan temyiz itirazları ve karar düzeltme isteği ret edilerek onun hakkındaki hüküm ve dolayısıyla yararına takdir edilen vekalet ücreti kesinleşmiştir. Öte yandan, 27.6. 1956 gün ve 2/14 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca, bir vekalet ücreti tayin edilebilmesi için, davanın, davalılar için müşterek olan bir sebepten dolayı ret olunması gerekir. İnceleme konusu olayda satıcı aleyhindeki dava geçersiz sözleşme nedeniyle zarar istenemeyeceği noter hakkındaki istek ise böyle bir sözleşme düzenlenmesinde noterin kastı bulunmadığı gerekçesi ile ret edilmiştir. 143 0 halde, davanın ayrı ayrı nedenlerle ret edilmesinden dolayı, davalılar için bir vekalet ücreti değil, ayrı ayrı vekalet ücreti verilmesi gerekir. Mahkemece bu yönün gözetilmemesi usul ve kanuna aykırıdır. Sonuç Temyiz olunan kararın ikinci bentte gösterilen nedenle her iki davalı yararına (BOZULMASINA) ve peşin harcın istek halinde iadesine 5. 10. 1978 gününde oybirliğiyle karar verildi. Kaynak:YKD - 1979/1 - Sayfa:92 T.C. YARGITAY 13. Hukuk Dairesi E:1981/4831 K:1981/6005 T:24.09.1981 BORÇLARIN ÖDENMEMESİNİN SONUÇLARI MANEVİ GİDERİM Haksız eylemlerden doğan sorumluluğa ilişkin kurallar örnekseme yoluyla sözleşmeden doğan sorumlulukta da uygulanır. Sözleşmeye aykırı davranılması sonunda, BKm. 49 anlamında kusurun ve zararın özel ağırlığı gerçekleşmiş olursa, manevi giderim istenebilir. Manevi giderimin istenebilmesi, kişisel varlığa, kişilik haklarına ağır bir saldırı olmasına ve kusurunda ağır bulunmasına bağlıdır. 818 s. BK m. 98/2,49/1 Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süreci içinde davalı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü: 1- Davacı, yanlar arasında kira sözleşmesi yapıldığını, noter olarak yeri kiraladığın, davalının su borusunu kesip suyun kiralanana gelmesini engellediğini, bunda direndiğini, bu yüzden sağlığının bozulduğunu, davalının kendisini küçük düşürdüğünü, kusursuz .bir çalışma ortamına itildiğini ileri sürerek, 50000 lira "manevi tazminatın" ödetilmesi için istemde bulunmuştur. davalı, sayın doğru olmadığını, su ve elektrik giderini ödememesi nedeniyle suyun kesildiğini savunmuş ve davanın reddini dilemiştir. Mahkemece, istem doğrultusunda, 20000 lira "manevi tazminatın" ödettirilmesine karar verilmiş, davalı hükmü temyiz etmiştir. 2- Dosya içeriğine, say ve savunmaya göre, yanlar arasında kira sözleşmesi ilişkisi bulunduğu, kiralanın suyunu davalının kestiği saptanmıştır. Davacı, davalının kira sözleşmeye aykırı davranmasından kaynaklanan "manevi tazminat' için istemde bulunmuştur. BKm. 98/ll'ye göre, "haksız fiilden mütevellit mesuliyete müteallik hükümler kıyasen akde muhalif hareketlere de tatbik olunur." Böylece, sözleşmeye aykırı davranılması sonunda, BKm. 49 anlamında kusurun ve zararın özel ağırlığı gerçekleşmiş olursa, manevi giderim istemine olanak sağlanmıştır. Öyleyse, somut olayda, yukarıda az önce anılan yasa hükmünde yer alan koşulların bulunup bulunmadığı tartışılmalıdır. Şöyle ki; BKm. 49/1 uyarınca, manevi giderimin istenebilmesi, kişisel varlığa, kişilik haklarına ağır bir saldırı olmasına ve kusurun da ağır bulunmasına bağlıdır. Oysa, dosyadaki yazılarla belgelere, yapılan soruşturmaya, toplanan kanıtlara göre, davalının, kiralananın suyunu kesip bunda direndiği anlaşılmaktadır. Davacının küçük düşürmek sayı ise kanıtlanmış değildir. Yerel mahkeme kararında da, yalnızca suyun 144 kesilmesi, gereksinimlerinin giderilememesi olgusu gerçek 'kabul edilmiştir. Şu durum karşısında, somut olayda, davacının kişisel varlığının, kişilik haklarının ağır bir saldırıya uğradığından söz edilemez. Salt kiralananın suyunun kesilmesi olgusu, davacının onur ve saygınlığını halele uğrattığı, ruhsat dengesini bozduğu yolundaki görüş, BKm. 49'un gerek sözü ile ve gerekse özü ile bağdaşamaz. Gerçekte de, su kesme olgusu, ağır bir saldırı olarak nitelemez. Tersi bir görüşün benimsenmesi, her sözleşmeye aykırı davranılmasında, BKm. 49 uygulanmasına yol açar ki, böyle bir sonuç, "ağır 'kusur" ve "ağır zarar" 'koşullarının gerçekleşmesini arayan yasa hükmü ile apaçık çelişir. Öyleyse, manevi giderim isteminin yasal dayanaktan yoksun olduğunun kabulü gerekir. Yerel mahkemece, tüm bu yönlerin gözetilmemesi, davanın reddine karar verilmemesi, usul ve yasaya aykırıdır. Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle, hükmün, davalı yararına (BOZULMASINA),, istek olursa temyiz peşin harcının iadesine 24.9. 1981 gününde oybirliği ile 'karar verildi. Kaynak:YKD - 1981/12 - Sayfa:1576 T.C. YARGITAY 13. Hukuk Dairesi E:1982/8375 K:1983/658 T:07.02.1983 NOTERLİK İŞLEMLERİNDE ÇIKINTI Özel vekaletnamede (satış vaadi" Çıkıntı biçiminde yazılmış olup davalının ve noterin imzalarını taşımadığından gerçek kabul edilemez ve geçerli sayılamaz. 3456 s. Noterlik K m. 51 1512 s. Noterlik K m. 81 Taraflar arasındaki sözleşmenin iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı dava konusu taşınmaz satış vaadi senedinin iptaliyle davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün davacı avukatınca duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine, dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü: Dava, Kayseri Üçüncü Noterliği'nin 4.9.1975 tarihli ve 19141 numaralı düzenleme şeklindeki gayrimenkul satış vaadi sözleşmesinin işlemde kullanılmış olan vekaletnamenin sahteliği nedeniyle iptali isteğinden oluşmaktadır. Davacı, söz konusu satış vaadi sözleşmesi ile sahibi olduğu Kayseri Kayak Yazısı mevkiinde tapunun 121 pafta, 853 ada, 1118 parsel numaralı taşınmaz üzerine inşa edilmiş apartmanın 1/20 arsa paylı ikinci kat 10 numaralı bağımsız bölümünün kendisine vekaleten Nimet tarafından Bekir'e satışı vaat edildiğini, oysa kendisinin sadece üyesi bulunduğu İşçi Yapı Kooperatifinde kendisini temsil ve mesken kredisini kullanması için 7.1.1971 tarih ve 263 yevmiye numaralı özel vekaletname ile Nimet'in kocası Gazi'yi vekil tayin ettiğini, hiçbir zaman Nimet'e vekalet vermediğini; ayrıca yukarıda tarih ve numarası yazılı ve Gazi'ye verilen vekaletnamede de satış vaadi yapmaya yetki vermemiş olduğunu, bu suretle 7.1.1971 tarihli vekaletnamede hem satış vaadi yapmaya yetki verilmesi ve hem de Nimet'inde vekil tayin edilmesi yoluyla sahtelik yapıldığını öne sürmüştür. 145 Söz konusu özel vekaletnamenin dosyada 3 adet fotokopisi vardır. Bunlardan bir tanesin de, iddia edildiği gibi sadece Gazi vekil kılınmış ve satış vaadi yapmaya yetkiden söz edilmemiştir. Diğer iki fotokopide, hem. (satış vaadi) sözcüğünün çıkıntı olarak eklendiği ve hem de Gazi ile birlikte münferiden Nimet'in de temsile yetkili kılındığı görülmektedir. Mahkemece bu fotokopilerin çekildiği asıl belgeler dosyaya ibraz ettirilmemiştir. Nevar ki, tetkik konusu 7.1,1971 tarih ve 263 yevmiye numaralı özel vekaletnamenin noterde bulunan aslı cilt halinde celp ve tetkik edildiğinde vekaletnamenin 1. sahifesinin alttan imzaların olduğu kısım ve civarının yırtılmış veya koparılmış veya fare yeniği olması nedeniyle bulunmadığı ve bu nedenle kimin vekil tayin edildiğinin veya Nimet isminin eklenti şeklinde yazılıp yazılmadığının tespitinin mümkün olmadığı görülmüştür. Öte yandan 1. sahifede üst tarafta (satış vaadi) sözcüklerinin çıkıntı şeklinde yazıldığı ve yanında noterin mührünün basılmış olduğu saptanmıştır. Olay tarihinde yürürlükte olan 3456 sayılı Noter Kanununun 51. maddesine göre alacaklılar tarafından imzası bulunup da noter tarafından tasdik olunmamış çıkıntılar gerçek sayılmaz. 1512 sayılı Noterlik Kanununun 81. maddesi gereğince de noterlik işlemlerinde ilgilinin ve noterin imzasını taşımayan çıkıntılar geçerli değildir. İnceleme konusu özel vekaletnamede (satış vaadi) çıkıntı şeklinde yazılı olup, davalının imzasını ve noterin imzasını taşımamaktadır. O halde bu çıkıntı gerçek kabul edilemez ve geçerli sayılamaz. Esasen özel vekaletnamenin muhtevası davacının üyesi olduğu Yapı Kooperatifi ile olan ilişkide ve mesken kredisinin kullanılmasında davacıyı temsilen yapılacak işlemlerle ilgili bulunmaktadır. Burada satış vaadi sözleşmesi için bir yetki verilmesinin gereği de yoktur. Bu itibarla bir an için Nimet'in gerçekten baştan vekil edildiği kabul edilse dahi, çıkıntı şeklindeki "satış vaadi" sözlerinin hukuken hüküm ifade etmediği ve Nimet'in davalı adına satış vaadi sözleşmesi yapmaya yetkisi olmadığı anlaşılmaktadır. İptali istenen satış vaadi sözleşmesi dosyaya girmemiştir. Bu durumda mahkemenin iptali istenen satış vaadi sözleşme. sini ibraz ettirmesi ve gerçekten iddia edildiği gibi davacının dava dilekçesinde evsafı yazılı bağımsız bölümü, davacı adına 7.1.1971 tarih ve 263 yevmiye numaralı vekaletname ile Nimet tarafından davalı Bekir'e satılmış olduğu belirlendiği takdirde, vekilin satış vaadi yetkisi olmadığından dolayı Kayseri Üçüncü Noterliği'nce düzenlenen 4.9.1975 tarihli satış vaadi sözleşmesinin iptaline karar vermesi gerekir. Aksine düşüncelerle davanın reddi usul ve yasaya ay. kırıdır. Karar bu nedenlerle bozulmalıdır. Sonuç : Kararın yukarıda açıklanan nedenlerle (BOZULMASINA), istek olursa peşin harcın iadesine 7.2.1983 gününde oybirliğiyle karar verildi. Kaynak:YKD - 1983/7 - Sayfa:1032 146 T.C. YARGITAY 13. Hukuk Dairesi E:1985/399 K:1985/1945 T:22.03.1985 NOTERLİK İŞLEMLERİNDE YASAKLILIK Noterin, noterlik işlemlerine katılamayacağını öngören hükümde sözü edilen "ilgili", belgelendirme isteğinde bulunan kişi olup somut olayda boşaltma yükleniminde [tahliye taahhüdünde] bulunan kiracıdır. Bu nedenle not erin kiralayanın umumi vekili olması ve kira işleriyle ilgilenmesi, noterin ilgili sayılmasını gerektirmez Boşaltma yüklenimi [tahliye taahhüdü doğrudan kira sözleşmesine taraf kirala yan yararına olup noterin o yeri ileride arşiv olarak kiralamayı düşünmesi işleme noter yararına yapılmış tasarruf niteliği vermez. 1512 s. Noterlik K m. 76 Taraftar arasındaki iptal davasının yapılan yargılaması sonunda; ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalılar avukatınca temyiz edilmesi üzerine; dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü Davacı, ruh? bunalım içerisinde bulunduğu sırada hulûs ve gafletinden istifa edilerek ve kira akdi yenileneceği söylenerek noterlikçe düzenlenen 10.1.1983 günlü tahliye taahhüdünün iptalini istemiştir. Mahkemece, tanık beyanlarının senedin hilafını ispata yeterli olmadığı, ne var ki davalılardan noterin diğer davalı kiralayanın umumi vekili olduğu ve kira işlerini takip ettiği ve davacının tahliye edeceği yeri ileride iş yeri olarak kullanmak istediği anlaşıldığından, noterin bizzat ilgili olduğu bu işte tahliye taahhüdünü düzenlemesi ve noterlik işlerine katılması Noterlik Kanununun 76. maddesi ile yasaklandığı gerekçesiyle tahliye taahhüdünün iptaline karar verilmiştir. Gerçekten Noterlik Kanununun 76. maddesinin 1. bendinde noterin kendisi ilgili ise veya ilgili onun vekili olarak hareket ediyorsa noterin, noterlik işlemine katılamayacağı öngörülmüştür. Ancak aynı Yasanın 72. maddesinin 2. fıkrasında ilgilinin kim olduğu belirlenmiştir. Bu hükme göre ilgili, belgelendirme isteğinde bulunan kişidir 0 halde Noterlik Kanununa göre olayda ilgili, tahliye taahhüdünde bulunan kiracı yani davacıdır. davalı noter bu işlemde bizzat ilgili durumunda değildir ve ilgili olan davacı, noterin vekili olarak da hareket etmemiştir. 0 halde noterin kiralayanın umumi vekili olması ve onun kira işleri ile ilgilenmesi 76. madde anlamında ilgili sayılmasını gerektirmez. Bu nedenle dava konusunu teşkil eden tahliye taahhüdünün 76. maddenin 1. fıkrası kapsamı içinde kaldığı kabul edilemez. Öte yandan Noterlik Kanununun 76. maddesinin 6. bendi gereğince noterlik işlemi noter yararına veya maddede belirtilen akraba ve hizmetlileri yararına bir tasarrufu kapsıyorsa noterin bu halde dE noterlik işlemine katılması yasaklanmıştır. Olayda tahliye taahhüt( doğrudan kira akdinde taraf olan kiralayan yararınadır. Bu taahhüdün derecatı itibariyle noterin ya da başka bir üçüncü kişinin yararına bir şart veya tasarrufu kapsamamaktadır. Noterin tahliye edilecek yeri ileride arşiv olarak kiralamayı düşünmüş olması, işleme noter yararına yapılmış tasarruf niteliğini vermez. Bu nedenlerle mahkemenin Noterlik Kanununun 76. maddesine dayanarak davayı kabul etmesi yasaya uygun değildir ve bozma nedenidir. 147 Öte yandan davacı senedin istek ve iradesine aykırı olarak düzenlendiğini ispat için bir tanık göstermiştir. Bu tanığın tahliye taahhüdü düzenlenirken hazır bulunmadığı anlaşılmaktadır. Mahkemece de kabul edildiği gibi dinlenen davacı ve davalı tanıklarının sözleri tahliye taahhüdünün hile ile imzalatıldığını ve senet münderecatının doğru olmadığını kanıtlar nitelikte değildir. Bu yönden de dav< ispat edilemediğinden reddine karar verilmesi gerekir. S o n u ç : Yukarıda açıklanan nedenlerle kararın davalılar yararına (BOZULMASINA), istek olursa peşin harcın iadesine, 22. 3. 198 gününde oybirliğiyle karar verildi. Kaynak:YKD - 1986/2 - Sayfa:256 T.C. YARGITAY 13. Hukuk Dairesi E:1990/7902 K:1991/1070 T:05.02.1991 VEKALET (SORUMLULUK) Vekil; müvekkile karşı, vekaleti "sadakat ve özen ile " ifa etmekle yükümlüdür. Vekil, iş görürken amaçlanan sonucun elde edilmemesinden değil, bu sonuca kavuşmak için yaptığı çalışmaların özenle görülmemesinden sorumludur. İş, sadakatle ve özenle görülmüşse yönelinen sonuca erişilmemiş olsa bile gereği gibi ifa vardır. Vekilin gerekli özeni göstermesine rağmen sonucun elde edilmemesinin rizikosu vekile yüklenemez. Bu riziko müvekkilin üzerinde kalır. Burada, özen borcunun yerine getirilmediği ispat külfeti müvekkile aittir. Müvekkil; özen ve sadakat borcunun yerine getirilmemesinde bir kusuru olmadığını kanıtlayarak sorumluluktan kurtulabilecektir. 818 s. BK. m. 390/2 Dava, hukuki nitelikçe vekaletin gereği gidi özen ve sadakatle ifa edilmemesine dayalı tazminat alacağıdır. Vekil; müvekkile karşı, vekaleti "sadakat ve özen ile" ifa etmekle yükümlüdür (BK. m. 390/2). Vekilin iş görme ile amaç tutulan sonucun başarılı olması için hayat deneylerine ve işlerin normal akışına göre gerekli girişim ve davranışlarda bulunması ve başarılı sonucu engelleyecek davranışlardan kaçınması özen borcunun kapsamını oluşturur. Vekil iş görürken amaçlanan sonucun elde edilmemesinden değil, bu sonuca kavuşmak için yaptığı çalışmaların özenle görülmemesinden sorumludur. İş sadakatle ve özenle görülmüşse yönelinen sonuca erişilmemiş olsa bile gereği gibi ifa vardır. Vekilin gerekli özeni göstermesine rağmen sonucun elde edilmemesinin rizikosu vekile yüklenemez. Bu riziko müvekkilin üzerinde kalır. Burada özen borcunun yerine getirilmediğini ispat külfeti müvekkile aittir. Müvekkil özen ve sadakat borcunun yerine getirilmemesinden dolayı amaçlanan sonucun ortaya çıkmadığını ispat edecek vekil de; borcun yerine getirilmemesinde bir kusuru olmadığını kanıtlayarak sorumluluktan kurtulabilecektir. Uyuşmazlığı, bu hukuki çerçeve içinde değerlendirmek gerekir. Verilen paranın rantabl şekilde işletilmesi işi için davalıya tevdi edilen vekaletten dolayı davalı vekilin özen ve sadakat borcu iki ana noktada toplanabilir. İlki paranın yatırılacağı kişi veya şirketlerin seçimi, hemen ardından gelen ise paranın yatırılması sırasında alınacak hukuki güvence ve 148 teminatlar ile daha sonra ortaya çıkan ve gelişen olaylardan dolayı icap eden tedbir, işlem ve başvurular zinciridir. İste, davalı vekilin tazminatla sorumlu tutulabilmesi için gösterilmesi gereken özenin ölçüsü, somut olayın özelliği ve delillerle birlikte az yukarıda açıklanan iki ana çizgi içinde değerlendirilerek tespit edilmelidir. Gerçekte de, davalı vekil, paranın yatırım yerini seçerken rizikosuz emin, azami kar sağlayan kişi ve kuruluşları tercih etmede özen göstermek; normal seviyede, makul tedbirli bir insan gibi hareket etmek zorunluluğundadır. Paranın yatırımından sonra meydana gelen olaylarda ise, davalıdan sadır olan aktif ve pasif davranışların, hayat deneylerine ve işlerin normal akışına göre paranın ilerde tahsil edilebilmesi açısından etken olup olmadığı bu konuda lüzumlu ve koruyucu ne gibi önlemler alınması gerektiği tereddüt ve duraksamaya yer vermeyecek şekilde ortaya koyulmalıdır. Tüm bu konuların sağlıklı şekilde aydınlanması için, Türkiye'de cari para finansman işleri, menkul değerler piyasası, bankacılık işlemleri, para kredi ilişkileri, yatırım sektörlerinin seçiminde isabet durumları gibi bilgilere sahip uzmanların görüşünü almakta yarar vardır (HUMK. md. 275). Hal böyle olunca, mahkemece uzman bilirkişiler aracılığı ile inceleme yaptırılmalı, davalının kendisine duyulan güvene uygun olarak ve müvekkili davacının menfaatlerini sözleşme ile güdülen amaç çerçevesinde koruyup korumadığı, özen ve sadakat borcunun ifasında kendisine atfı mümkün bir kusurun olup olmadığı belirlenmelidir. Öte yandan bilirkişilerin görüşü mahkemece değerlendirilmesi sonucu, davalının sorumluluğunu gerektirir bir kusuru kabul edildiğinde, davalı ücretsiz olarak; vekalet işlerini gördüğünden, sorumluluğunun hakkaniyete dayanan bir sorumluluk olacağı dikkate alınmalı, gerekirse delillerin elverdiği ölçüde BK.nun 98/2, 43. maddelerinin uygulanması düşünülmelidir. Mahkemenin hukuki değerlendirmede, delilleri takdirde hataya düşerek eksik inceleme ile yazılı şekilde davanın kabulüne karar vermesi usul ve yasaya aykırıdır, bozma nedenidir. S o n u ç : Temyiz olunan kararın davalı yararına (BOZULMASINA), istek halinde peşin harcın iadesine, 5.2.1991 gününde oybirliğiyle karar verildi. Kaynak:YKD - 1991/5 - Sayfa:731 T.C. YARGITAY 13. Hukuk Dairesi E:1995/9277 K:1995/10817 T:05.12.1995 AKİT BENZERİ GÜVEN İLİŞKİSİ MUHDESAT BEDELİNDE FAİZ MUHDESAT BEDELİNİN İSTENMESİ SATIŞ VAADİ SÖZLEŞMESİNDE SORUMLULUK Tapulu taşınmazdaki hissesini noterlik sözleşmesi ile satarak, yerini ayırıp teslim eden davalı, haricen sattığı bu hissesini, tapuda üçüncü kişiye satması halinde, aynen, akitten doğan yükümlülüklerini ihlal etmiş sayılacağından, taşınmaz üzerinde ilk alıcının yaptığı muhdesatlar bedelinden müstakil olarak sorumludur. Diğer paydaşlardan haksız iktisap kurallarına göre, edindiklerini isteyebilir. Muhdesatlar yönünden taşınmaza yapılan faydalı giderin, ihale bedeline yansıma miktarı uzman bilirkişilerce belirlenmelidir. Davalı, muhdesat bedelinin tahsili için gönderilen ihtarnamenin tebliği ile veya tebliğde belirlenen sürenin sonunda mütemerrit duruma düşeceğinden faize, bu tarihten itibaren; tebliğ yoksa, dava tarihinden itibaren hükmolunmalıdır. 149 818 s. BK. m. 61, 96, 101/1, 213 743 s. MK. m. 619, 649 2644 s. Tapu K. m. 26 1512 s. Noterlik K. m. 60/3 Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda, ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün davacı avukatınca duruşmasız ve davalı avukatınca da duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin süresinde olduğu saptanarak dosya incelendi, gereği konuşuldu: Davacılar, miras bırakanlar Hasan'a davalının miras bırakanı Fatma'dan kendisine irsen intikal eden Mezitli Köyü Kızılyer Mevkii'nde; 953 parsel numaralı taşınmaz mal içinde bulunan Doğan vasisi, batısı mülazımlı varise, kuzeyi ark, güneyi Ali Baba vasisi olarak sınırlandırılmış 1500 M2 alanında taşınmazını Mersin İkinci Noterliği'nin 2.7.1962 tarih ve 5719 yevmiye nolu satış vaadi sözleşmesi ile satıp teslim ettiğini, üzerine iki ev inşa edildiğini, su kuyusu açıp ağaç diktiklerini, daha sonra davalının tüm payını 25.3.1972 tarihinde üçüncü kişiye tapuda sattığını öne sürerek, taşınmazın zemin değeri 450.000.000 TL. ile üzerindeki muhdesatların toplam değeri 650.552.318 TL. nin 15.2.1992 tarihinden itibaren yürütülecek yasal faizi ile birlikte tahsilini istemiştir. Davalı, tapulama mahkemesi kararıyla tespitin kesinleştiği 3.10.1979 tarihinden itibaren 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiğini, ayrıca davanın reddine ilişkin bu hüküm ile kesin hüküm oluştuğunu, taşınmazda başka paydaşlar da bulunduğu için nedensiz zenginleşme hükümlerince onlara davanın açılması gerektiğini savunmuş, davanın reddini dilemiştir. Mahkemece, davalının 11/192 payına tekabül eden taşınmazın 506 m2'lik sahasının ikame değeri 126.857.270 TL.'nin davalıdan tahsiline, taşınmaz üzerindeki muhdesatların izaleyi şüyu davası sonucu üçüncü kişilere satılması nedeni ile ancak diğer paydaşların haksız iktisaplarının söz konusu olabileceği, davanın onlara yöneltilmesi gerektiği kabul edilmiş, ,bu bölüm isteğinin reddine karar verilmiştir. Hüküm, her iki tarafça temyiz edilmiştir. 1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin taktirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacılar ve davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazlarının reddi gerekir. 2- Davacının sair temyiz itirazlarının incelenmesinde: Davacıların miras bırakanları ile davalı arasında düzenlenen Mersin İkinci Noterliği'nin 5719 yevmiye nolu ve 2.7.1962 günlü taşınmaz satış vaadi sözleşmesi ile davalının muayyen bir bölümünü ayırmak suretiyle taşınmazı satıp teslim ettiği ve o tarihten beri miras bırakanın ve davacı mirasçıların zilyetlikleri altında bulunduğu ve üzerine de muhtesat yaptıkları dosyadaki delil ve belgelerle kanıtlandığı gibi, mahkemenin kabulü de bu doğrultudadır. Her ne kadar davalı anılan akitle paylı taşınmazın bir bölümünü satmış görünmekte ise de, az yukarıda açıklandığı şekilde davalı akdi davacıların miras bırakanı Hasan, muhtesatların yapıldığı taşınmazı ayırıp teslim etmiş olması altında bu bölümün diğer paydaşlar yönünden hukuki yükümlülüklerini kaldırıp iştiraki çözerek, tapuda ferağını sağlamayı da yükümlendiğinin kabulü gerekir. Gerçekte de sözleşme içeriğinden ve taraflar arasında gelişen ve oluşan maddi olaylardan, davalının taşınmazın bu bölümünü tefrik edip teslim etmesi olgusu muhtesatların yapımı yönünden davacıların miras bırakanına güven verdiği, böylece davacıların miras bırakanı ve davalı arasında akit benzeri bir güven ilişkisinin doğduğunun kabulünü zorunlu kılmaktadır. Hal böyle olunca, bu güveni davalı ihlal etmeme yükümlüğü altındadır. Taşınmaz mal üçüncü kişiye satılmakla davalı bu yükümlülüğünü de ihlal etmiş sayılır ve aynen akitten doğan bir yükümlüğün ihlali gibi akdi sorumluluğunun kabulü kaçınılmaz olur. O nedenle, davalı açıklanan hukuk kuralı ışığında muhtesatlar yönünden halefi yet yolu ile akidi davacılara karşı BK.nun 96. maddesi uyarınca sorumlu olacağında kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır. Burada davalının diğer paydaşlara haksız iktisap kurallarınca başvurma hakkından söz edilebilir. Mahkemenin kabul şeklinden sonuca kavuşulsa 150 dahi muhtesatlar yönünden davalının payı oranında satış parasına hükmedilmesi de kabul biçimi bakımından isabetsizdir. 3- Davalının diğer temyiz itirazlarının incelenmesinde: a) Muhtesatlar yününden taşınmaza yapılan faydalı giderlerin konusunda uzman bilirkişilerce inceleme yaptırılarak, bu giderlerin yapılmış olması ve yapılmamış olması halleri için ayrı ayrı olmak üzere, taşınmazın ihale gününde ve aynı koşullarla satılmasından elde edilecek değerler arasında bir fark hasıl olduğunda, bu farklar bir birine, oranlanmalı, bu oran ihale ile yapılan satış bedeline uygulanmalı, davacıların yaptığı faydalı giderlerin ihale bedeline yansıma miktarı tespit edilmeli bu yöntemle bulunacak miktara hükmedilmelidir. Sonuçta, faydalı giderlerin yapılmış olması haliyle yapılmamış olması halinde belirlenen değerler arasında bir fark olmadığının anlaşılması durumda ise, giderlerin satış bedeline etkisi olmadığı, kabul edilmeli ve istemin reddine karar verilmelidir. b) Yine mahkemenin ihalenin yapıldığı tarihten itibaren faiz ,yürütmesi de yanlıştır. Muaccel bir borcun borçlusu alacaklının ihtarı ile mütemerrit olur (BK. md 101/1 ). Bu durumda davacıların davalıya gönderdikleri 14.5.1993 tarihli ihtarnamenin davalıya tebliğinden 7 gün sonra davalı mütemerrit olur ve davacılar bu tarihten itibaren alacaklarına faiz istemeye hak kazanırlar. O, halde, ihtarnamenin davalıya tebliğ tarihi araştırılmalı, sonucuna göre faiz başlangıcı tayin edilmelidir. Tebliğ edilmediği belirlenirse dava tarihinden itibaren faiz yürütülmelidir. Mahkemece açıklananlar düşünülmeden eksik incelemeyle yazılı şekilde hüküm kurulması usule ve yasaya aykırıdır. Bozma nedenidir. S o n u ç : Birinci bent gereğince davacı ve davalının diğer yönlere ilişkin temyiz itirazlarının reddine, Yerel Mahkeme kararının 2. bent gereğince davacı, 3/a-b bentleri gereğince davalı yararına (BOZULMASINA); istek halinde peşin harcın iadesine, 6.000.000 lira duruşma avukatlık parasının karşılıklı birbirlerine ödenmesine, 5.12.1995 gününde oybirliğiyle karar verildi. Kaynak:YKD - 1996/3 - Sayfa:411 T.C. YARGITAY 13. Hukuk Dairesi E:1996/1944 K:1996/2275 T:12.03.1996 TaraF1ar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı Şemseddin Kurt hakkındaki davanın reddine, diğer davalılara yöneltilen davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı ve davalılardan Mustafa Koksal avukatınca temyiz edilmesi üzerine (...) gereği konuşuldu. Davacı, davalı Zeynel Abidin'e aracını kiraladığını, bu davalının sahte nüfus cüzdanım kullanarak noterden davalı Şemsettin Kurt'a sattığını öne sürerek satışın iptali ile aracın teslimine, olmadığı takdirde karşılığı 143.000.000.-TL. nin tahsiline karar verilmesini istemiştir. Davalı Zeynel Abidin Uyan davaya cevap vermemiştir, diğer davalılar iyi niyetli olduğunu savunmuşlar, davanın reddini dilemişlerdir. Mahkemece davalı Şemsettin Kurt'un suiniyetli olduğu kanıtlanamadığından aleyhine acılan davanın reddine, 143.000.000.-TL sının diğer davalılardan tahsiline karar verilmiştir. Karar davacı ve davalı Mustafa Köksal tarafından temyiz olunmuştur. 1- (...) 2- Davacıya ait aracın davalılardan Zeynel Abidin Uyan tarafından davalı Noter Mustafa Koksal aracılığı ile düzenlenen sahte vekâletname ile davalı Şemsettin Kurt'a satıldığı ve aracın halen davalı Şemsettin Kurt elinde olduğu dosyadaki bilgi ve belgelerden açıkça anlaşılmaktadır. Bu yon mahkemenin de kabulü altındadır. Şu durumda satış muamelesinin sahte vekâletnameye 151 dayalı olarak vücut bulduğunun kabulü kaçınılmazdır. Hemen belirtelim ki, kazandırıcı muamelenin (mülkiyeti nakleden muamele) sıhhati sebebe ait muamelenin sıhhatine bağlıdır. Diğer bir anlatımla iktisabın korunması için iyi niyet ve zilyetliğin varlığı yanında, geçerli bir sebebin varlığı da gerekir. Oysa olayımızda olduğu gibi sahte vekâletname nedeni ile temsil yetkisinden yoksun bir kimsenin, başkasını temsilen, iyiniyeti üçüncü kişi ile geçerli sözleşme yapması mümkün değildir, O nedenle sahte vekâletname karşısında iyi niyet savunmasına itibar edilemez ve hukuken korunamaz. Mahkemece anlatılan hukuk kuralları gözden kaçırılarak ve hukuki nitelendirmede yanılgıya düşülmesi sonucu davalı Şemsettin Kurt'un iyiniyetle aracı satın aldığından bahisle yazılı şekilde hüküm kurulması usule ve yasaya aykırıdır. Bozma nedenidir. (12.03.1996) T.C. YARGITAY 13. Hukuk Dairesi E:1997/11384 K:1997/1392 T:25.02.1997 DENKLEŞTİRİCİ ADALET GEÇERSİZ SÖZLEŞME KAT KARŞILIĞI İNŞAAT SÖZLEŞMESİ MENFİ ZARAR TAPULU TAŞINMAZIN HARİCİ SATIŞI Kat karşılığı inşaat sözleşmesi, resmi biçimde yapılmamışsa geçersizdir. İnşaat tamamlanmamışsa, sözleşme geçerlik kazanamaz. Yüklenicinin, tapulu taşınmazda haricen yaptığı daire satışları da geçersizdir. Geçersiz olan bu işlemlerden dolayı, alacaklı, yüklenicinin edimini üstlendiğini ispat etmediği sürece, arsa sahibinden talepte bulunamaz. Alacaklının, daire için yükleniciye verdiği parayı, haksız iktisaptan kaynaklanması nedeniyle talep etmesi durumunda, denkleştirici adalet ilkesi gereğince; dairenin, teslim tarihindeki alım gücüne ulaşacak değeri bilirkişilere hesaplattırılmalı, satış bedeli düşüldükten sonra, bunun iadesine karar verilmelidir. 743 s. MK. m. 2, 3, 634 818 s. BK. m. 63, 64, 213 2644 s. Tapu K. m. 26 1512 s. Noterlik K. m. 60 YİBK., 10.6.1931 gün ve 2/40 s. Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda, ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne ve kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı avukatınca temyiz edilmesi üzerine; dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü: Davacı, arsa sahibi davalı Ahmet ile yüklenici diğer davalı Fehmi arasında yapılmış olan kat karşılığı inşaat sözleşmesi gereğince yükleniciye isabet eden 3 nolu daireyi, 35.000.000 TL. bedel ödemek suretiyle Fehmi'den 13.4.1990 tarihinde satın aldığını, dairenin sözleşilen tarihte inşaatı bitirilip tarafına teslim edilmediği gibi tapusunun da verilmediğini, daireye ekstra işler karşılığı 11.075.000 TL.'de masraf yaptığını, inşaatın halen %68 oranında ikmal edilebildiğini, tamamlanmış daire bedelinin 130.000.000 TL. olduğunu, davalı yüklenicinin bu bedelden sorumlu olması gerektiğini, diğer davalının da ödediği bedel ve yaptığı imalatlar nedeniyle zenginleştiğini öne sürerek, daire bedeli 152 130.000.000'dan 88.400.000 TL.'nın her iki davalıdan müteselsilen bakiye 41.600.000 TL.'nın da davalı Fehmi'den tahsiline karar verilmesini istemiştir. Davalı arsa sahibi Ahmet, bu davada kendisine husumet düşmediğini, geçerli bir sözleşme bulunmadığını, yüklenici Fehmi edimini yerine getirmediği için sözleşmesinin de feshedildiğini beyanla davanın reddine karar verilmesini savunmuş; davalı yüklenici Fehmi ise, davacının sözleşmeyi feshetmediğinden tazminat isteyemeyeceğini, sözleşmede gecikme hali için öngörülen ceza koşulunu isteyebileceğini, fesih halinde de verdiği bedeli geri alabileceğini bildirerek, davanın reddini dilemiştir. Mahkemece davacının ödediği 35.000.000 TL.'nın davalı Fehmi'den, daireye harcadığı 11.075.000 TL.'nın da davalı Ahmet'den tahsiline, davacının fazla isteminin reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir. 1- Davacının, bu davada dayandığı satış ilişkisi davacı ile davalı yüklenici arasında kurulmuştur. Davacı ile davalı Ahmet arasında ise herhangi bir akdi ilişki de bulunmamaktadır. Davacı, davalı Ahmet'in yüklenici Fehmi'nin davacıya olan edimini üstlendiğini davacı iddia ve ispat etmiş de değildir. Bu davalının, davacıya karşı haksız olarak zenginleştiğinin kabulü de olanaksızdır. O nedenle, satış bedelinden davalı Ahmet'in sorumlu tutulmamasına ilişkin mahkeme görüşü doğrudur. Davacının Ahmet'e yönelik temyiz itirazlarının reddi gerekir. 2- Davalı arsa sahibi ile diğer davalı yüklenici arasındaki kat karşılığı inşaat sözleşmesi, yasalarımızın öngördüğü şekil koşuluna uygun olarak resmi biçimde yapılmamıştır (MK.nun 634, BK.nun 213, Tapu Kanununun 26, Noterlik Kanununun 60. maddeleri). Öte yandan, yüklenici bu sözleşmede öngörülen edimini yerine getirip inşaatı tamamlamadığı, ancak % 65-68 seviyesine kadar getirebildiği için MK.nun 2. maddesi gözetilerek sözleşmeye geçerlilik tanınması da mümkün değildir. Hal böyle olunca, davalılar arasındaki kat karşılığı inşaat sözleşmesinin hukuken geçersiz bir sözleşme olduğunun kabulü gerekir. Davacı ile davalı yüklenici arasındaki tapulu taşınmazın satışına ilişkin 13.4.1990 tarihli sözleşme de resmi biçimde yapılmadığından geçersizdir. Diğer taraftan, davalılar arasındaki kat karşılığı inşaat sözleşmesi geçersiz olduğu için, yüklenicinin arsa sahibine karşı doğmuş bir şahsi hakkı yoktur. O nedenle, bu sözleşmenin yüklenicinin şahsi hakkının davacıya temliki sözleşmesi olarak kabulü de mümkün değildir. Hukuken geçersiz olan sözleşmeler taraflarına, geçerli sözleşmelerde olduğu gibi hak ve borç doğurmaz. O sebeple, davacı ancak bu geçersiz sözleşme gereğince davalı yükleniciye verdiği satış bedelini haksız iktisap kuralları uyarınca geri isteyebilir. Bu durumda taraflar arasındaki uyuşmazlığın, haksız iktisap kurallarına uygun çözümlenmesi ve tasfiye edilmesi gerekir. Hukuken geçersiz sözleşmeden kaynaklanan bu nitelikteki bir uyuşmazlığın haksız iktisap kurallarına göre sağlıklı çözümlenip tasfiye edilebilmesi için öncelikle haksız iktisabın kapsamını, tespitteki ilke ve esasların açıklanmasında yarar görülmüştür. Geçerli bir sebebe dayanmaksızın bir kişinin mal varlığından diğerinin mal varlığına kayan değerlerin iadesi "denkleştirici adalet" düşüncesine dayanır. Denkleştirici adalet ilkesi ise, haklı bir sebep olmaksızın başkasının mal varlığından istifade ederek kendi mal varlığını artıran kişinin, elde ettiği bu kazanımı geri verme zorunda olduğunu ve gerçek bir eski hale getirme yükümlülüğü bulunduğunu ifade eder. İlke böyle olmakla beraber, iade edilecek zenginleşme miktarının tespit ve hesaplanmasında öğretide birlik olduğu söylenemez. İade edilecek zenginleşme miktar konusunda öğretideki bu ayrık düşünceleri, kısaca "fakirleşme kadar olmalıdır" veya "fiili değer artışı, yani gerçek zenginleşme miktarı ne ise o olmalıdır" veyahut "ihlal edilen hakkın sahibine bahşettiği yararlanma yetkisi ile bağdaşmayan her türlü zenginleşme miktarı kadar olmalıdır" şeklinde özetlemek mümkündür. Olayı çözümlerken, öğretideki bu görüşlerden şüphesiz yararlanılmalıdır. Bilindiği gibi, Ülkemizde yaşanan enflasyon, uzun yıllardan beri yüksek oranlarda seyretmekte ve paramızın değeri (alım gücü) de bununla ters orantılı olarak devamlı düşmektedir. Belli bir miktar paranın verildiği tarihteki alım gücü ile aynı miktar paranın 153 aradan geçen zamana bağlı olarak iade günündeki alım gücünün farklı ve çok daha az olduğu bir gerçektir. Bu güne kadar uygulanan kurallara göre, geçersiz sözleşme gereğince alıcının akit tarihinde verdiği paranın aynı miktarda iadesine karar verilmesi, gerçek hayatta büyük sıkıntılara, tutarsızlıklara, adalete karşı var olması gereken güvenin sarsılmasına neden olmuş, kamu vicdanında haklı eleştiri konusu yapılmıştır. Hukuk kuralları, gerçek hayata uygun olduğu, toplumun adalet ihtiyacına cevap verebildiği sürece hayatiyetini devam ettirip, saygınlık sağlar ve hukuk kuralı olma özelliğini korur. O nedenle hukuk kuralları, görevli organlarca değiştirilinceye, bu konuda yeni düzenlemeler yapılıncaya kadar zedelenmeden gerçek hayata uygun olarak yorumlanıp uygulanmalıdır. Bu görevin ise yargıya ait olduğunda duraksamaya yer yoktur. Nitekim gerek Yargıtay kararlarında ve gerekse öğretide bu görüşe paralel düşünceler bulunmaktadır. Bu düşüncelerin isimleri farklı ise de varılmak istenen sonuç aynıdır. Akit öncesi sorumluluk kurallarının geçersiz sözleşmelerde de uygulanması gerektiği, geçersiz sözleşmelerden dolayı olumsuz zararın istenebileceği, bu zarar kapsamında kaçırılan fırsat karşılığının da bulunduğu, olumsuz zararın bazı özel durumlarda olumlu zarar kadar dahi olabileceği, MK.nun 2. maddesine göre aktin geçersizliğinin ileri sürülemeyeceği hallerdeki zarar kavramları hep bu zaruretin sonucu ortaya konulan düşünce ve uygulamalardır. Yargının asıl görevi toplumun huzurunu sağlamaktır. Bunun içinde uygulanması gereken kurallar, mevcut yasaların ışığında bu yasa hükümlerine aykırı düşmeyecek şekilde yorumlanıp uygulanmalıdır. BK.nun 63 ve 64. maddeleri, iade borcunun kapsamını fakirleşmenin değil, zenginleşmenin iyi veya kötü niyete dayalı olmasına göre bir ayrım yapmıştır. Haksız zenginleşen, zenginleşmeyi kötü niyetle elden çıkarmış ise elden çıkarmış olduğu bu zenginleşmeyi iade tarihinde olması gereken durumuyla ve tam olarak iade etmekle yükümlüdür. İade borcunun kapsamı tayin edilirken olumlu ve olumsuz zenginleşmenin tamamı dikkate alınmalıdır. Değişik bir anlatımla , haksız zenginleşen kötü niyetli ise elden çıkardığı zenginleşmeyi de elde kalan zenginleşme ile birlikte iadeye mecbur tutulmuştur. Hemen belirtelim ki, zenginleşenin iyiniyetli sayılıp sayılmayacağı, zenginleşmeyi iyi veya kötü niyetle mi elden çıkardığı hususu MK.nun 3. maddesi hükmü uyarınca belirlenecektir. Haksız zenginleşen, elde ettiği yararın geçerli bir sebebe dayanmadığını ve iade ile yükümlü olduğunu biliyor veya bilebilecek durumda ise iyiniyetli sayılmayacaktır. Kural olarak iade alacaklısı, iade borçlusu zenginleşenin iyiniyetli olmadığını ispat etmelidir. Nevar ki, olayın özellikleri zenginleşenin iyiniyetli olmadığını açıkça gösteriyor ise ayrıca bu yönün isbatına gerek bulunmamalı, iddianın isbat edilmiş olduğu kabul edilmelidir. Hukuken geçersiz sözleşmeler, haksız iktisap kuralları uyarınca tasfiye edilir iken, denkleştirici adalet kuralı hiçbir zaman gözardı edilmemelidir. Bu husus hem hakkaniyetin, hem de gerçek adaletin bir gereğidir. Bu bakımdan iadeye karar verilirken satış bedeli olarak verilen paranın alım gücünün ilk ödeme tarihindeki alım gücüne ulaştırılması ve o şekilde iadeye karar verilmesi uygun olacaktır. Aksi takdirde kısmi iade durumu oluşacak, iadesi dışındaki zenginleşme iade borçlusu yedinde haksız zenginleşme olarak kalacak, iade borçlularının iadede direnmelerine neden olacaktır. Ancak, burada denkleştirme yapılırken bir hususa daha dikkat edilmelidir. İade alacaklısının geçersiz sözleşmenin ifa edilmeyeceğini öğrendiği tarihinde iade kapsamını tesbitte önemli olduğu unutulmamalıdır. Zira, geçersiz sözleşmenin artık ifa edilmeyeceğini bile bile haksız zenginleşmenin iadesini istemeyen alacaklı, zararının artmasına kendisi sebep olacağından bu artan zararını iade borçlusundan isteyememelidir. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında, davacının 13.4.1990 tarihli harici sözleşme ile bu sözleşme hükümlerine uygun olarak davalı yükleniciye 35.000.000 TL. ödediği, buna karşılık davalının inşaatı bitirerek daireyi davacıya 31.7.1991 tarihinde teslim etmeyi yükümlendiği, davalının bu edimini yerine getirmediği, esasen taraflar arasındaki daire satımına ilişkin bu sözleşmenin geçersiz olduğu açıktır. Dava ise, 30.9.1992 tarihinde açılmıştır. Davalının aldığı satış bedeli nedeniyle haksız olarak zenginleştiği, bu 154 zenginleşmesini davacıya iade etmesi gerektiği de belirgindir. Sorun, bu iadenin kapsamını tayindedir. Davalı, geçersiz sözleşme yapmak, buna rağmen bu sözleşmede kararlaştırılan ödemeleri kabul ederek davacıya güven vermek, dahası davacının bir kısım imalatları yapmasına ses çıkarmamak suretiyle oluşan eylemlerinden dolayı kötü niyetlidir. Davacı da dairenin teslim tarihi olarak kararlaştırılan 31.7.1991. tarihi itibariyle bu geçersiz sözleşmenin ifa edilmeyeceğini bilen veya bilmesi gereken bir kişidir. Şu durum karşısında mahkemece yapılacak iş, davacının davalıya 13.4.1990 tarihli geçersiz sözleşme nedeniyle ödemiş olduğu 35.000.000 TL. nın 31.7.1991 tarihi itibariyle ulaşacağı alım gücünün (değerinin) ne olabileceği az yukarıda açıklanan ilke ve esaslar ışığında ve gerektiğinde konusunda uzman bilirkişi kurulundan nedenlerini açıklayıcı, taraf ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınarak belirlemek, belirlenecek bu değerden satış bedeli düşüldükten sonra bakiyesine de hükmetmekten ibarettir. Mahkemece belirtilen hususlar gözardı edilerek sadece davacının ödediği satış parasına hükmedilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir. S o n u ç : Birinci bentte açıklanan nedenlerle davacının, davalı Ahmet'e yönelik temyiz itirazlarının reddine, ikinci bentte açıklanan nedenlerle temyiz olunan hükmün davalı Fehmi yönünden davacı lehine (BOZULMASINA), peşin harcın istek halinde iadesine, 25.2.1997 gününde oybirliği ile karar verildi. Kaynak:YKD - 1997/8 - Sayfa:1252 T.C. YARGITAY 13. Hukuk Dairesi E:2004/17197 K:2004/18667 T:21.12.2004 1512 s. Yasa m. 162 Taraflar arasındaki vekaletname iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmü süresi içinde taraflar avukatı tarafından duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine ilgililere çağrı kağıdı gönderilmişti. Belli günde davalı A.G. ve diğer davalılar vekilleri Av. A.G., Av. İ.A. ile davacı vekili Av. O.K. geldiler duruşmaya başlanılmış ve hazır bulunanın sözlü açıklamaları dinlenildikten sonra karar başka güne bırakılmıştı. Bu kez temyiz dilekçesinin süresinde olduğu saptanarak dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü: KARAR : Davacı, dava dışı annesi F.S. ile 19 parsel numaralı taşınmazı 1/2 oranında hissedarı bulunduklarını, annesinin taşınmazdaki hissesini davalılardan M.L.T.'nin sattığını, kendisinin de bu davalıya karşı Üsküdar 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde şufa davası açtığını, bu dava devam ederken M.F.Y.'nin kendisinden aldığını iddia ettiği Kadıköy 9. Noterliğince 1994 yılında düzenlenen vekaletnameye dayanarak davalılardan avukat A.G.'yi vekil tayin ettiğini, anılan avukatın da şufa dosyasına vekaletnamesini sunup, adli tatil içerisinde duruşma gününü öne aldırdığını ve davadan vazgeçtiğini, hükmü kesinleştirdiğini, 1994 yılında yurt dışında; olduğunu, noter huzurunda davalılardan M.F.Y.'yi vekil tayin etmediğini, vekaletnamenin sahte olduğunu, bu vekaletname düzenleyen davalılardan Noter K.E.'nin de sorumlu olduğunu ileri sürerek 1994 yılında düzenlenen vekaletnamenin iptaline, bu vekaletnameye dayanılarak davalılardan Av. A.'ya verilen 11.8.1999 tarihli vekaletnamenin de hükümsüzlüğüne karar verilmesini istemiştir. Davalılar, yetki itirazında da bulunmak suretiyle usulden ve esastan davanın reddini dilemişlerdir. 155 Mahkemece, Adli Tıp Kurumu raporuna göre 1994 yılında düzenlenen vekaletnamedeki imzanın davacıya ait olmadığı ve sahte olduğu, bu vekaletnameye dayanılarak düzenlenen davalılardan Av. A.G.'nin tevkiline ilişkin vekaletnamenin de hükümsüz olduğu gerekçe gösterilerek davalılardan M.F.Y. ve A.G. yönünden davanın kabulüne, her iki vekaletnamenin de iptaline, ilk vekaletnameyi düzenleyen davalılardan Noter K. ve şufa davasının davalısı M.L.'nin bu davada taraf olamayacakları, ileride açılacak bir başka davadan kusurları ispat edildiği taktirde sorumlu olabilecekleri belirtilerek bu davalılar yönünden davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı ve davalılardan M.L.T., M.F.Y. ve A.G. tarafından temyiz edilmiştir. 1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalıların tüm temyiz itirazlarının reddi gerekir. 2- Toplanan delillerden ve Üsküdar 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1998/739 Esas sayılı dosyanın incelenmesinden davacının bir başka vekili aracılığı ile davalılardan M.L.T.'ye karşı 16.9.1998 tarihinde yasanın öngördüğü süre içerisinde açtığı şufa davasının devamı sırasında mahkemece duruşma günü 30.9.1999 olarak tayin edilmiş iken davalılardan Av. A.G.'in davamıza konu edilip, iptali istenen 21.6.1994 tarihli vekaletnameye müsteniden aldığı 11.8.1999 tarihli vekaletnamesine dayanarak anılan mahkemeye dava dosyasının davalısının vekili ile aynı tarihi içeren 12.8.1999 havale tarihli dilekçeleriyle başvurup, oturum gününün 12.8.1999 tarihine alınmasını sağladıkları ve adı geçen avukatça aynı oturumda davadan vazgeçilmek suretiyle davanın reddi yönünde karar alındığı ve hükmün kesinleştirilmesinin sağlandığı anlaşılmaktadır. Şufa davasının reddine ilişkin mahkeme kararının kesinleşmesinden asıl yarar sağlayanın şufa dosyasının davalısı ve bu davanın davalılarından M.L.T. olduğu mahkemenin de kabulündedir. Diğer taraftan Noterlik Kanununun 162. maddesi katiplerinin kusurlarından dahi noterlerin sorumlu olacağını kabul etmek suretiyle objektif sorumluluk ilkesini benimsemiştir. İptali istenen 21.6.1994 tarihli vekaletnamedeki imzanın davacıya ait olmadığı dosya içindeki Adli Tıp Kurum Fizik/Grafoloji Dairesinin 6.5.2003 tarihli raporu ile sabit olduğuna göre gerek bu vekaletnameyi düzenleyen Noter K.E. ve gerekse bundan yarar sağlayan şufa davasının ve bu dosyanın davalılarından M.L.T.'nin de sorumlu tutulmaları gerekir. Mahkemenin bu hususu gözardı ederek anılan davalıların ileri de açılacak bir başka davada kusurları ispat edildiği taktirde sorumlulukları cihetine gidilebileceği gerekçesiyle yazılı şekilde hüküm kurmuş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. SONUÇ : Yukarıda birinci bentte belirtilen nedenlerle davalıların tüm temyiz itirazlarının reddine, ikinci bentte belirtilen nedenlerle temyiz olunan kararın davacı yararına BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, 375.000.000.-Lira duruşma avukatlık parasının davalıdan alınarak davacıya ödenmesine, 21.12.2004 gününde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY 13. Hukuk Dairesi E:2005/9271 K:2005/12302 T:13.07.2005 Taraflar arasındaki menfi tespit davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşuldu düşünüldü: KARAR : Davacı, galerici olan davalıdan 23.068.000.000.-TL'ye bedelini ödeyerek bir araba aldığını, kendisi Trabzon'da ikamet ettiğinden devir işlemleri için bu işleri takip eden şahıslara vekaletname vermesinin istediğini, vekaletnameyi gönderdiğini, devrin yapıldığını, aracı sonrasında satmak istediğinde üzerinde haciz olduğunu öğrendiğini, araştırınca vekil ile 156 davalı arasında yapılan harici sözleşme ile borçlandırılıp, İcra takibi yapıldığını ve bilinmeyen bir adrese tebligat yapılıp takibin kesinleştirildiğini, sözleşmenin sahte olduğunu ileri sürerek takip nedeni ile borçlu olmadığının tesbitini istemiştir. Davalı, aracın 28.850.000.000.-TL'ye satıldığını, 750.000.000.-TL devir masrafı olduğunu, 20.000.000.000.-TL'nin ödendiğini, kalan kısmın ödenmediğini, sözleşmenin davacının bilgisi ile yapıldığını savunarak davanın reddini dilemiştir. Mahkemece, harici sözleşmenin geçersiz olduğuna ve noter senedinden bedelin ödendiğinin anlaşılmış olmasına göre davanın kabulüne, davacının borçlu olmadığının tesbitine karar verilmiş, hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir. Davacının yetkili vekili M.G. ile davalı arasında 30.7.2002 tarihinde haricen düzenlenen sözleşme ile 29.480.000.000.-TL'ye davalıdan ... UR 2218 plakalı aracın satın alındığı, 20.000.000.000.-TL'nin peşin ödendiği, kalanın da 5.8.2002 tarihinde ödeneceği hususunun kararlaştırıldığı anlaşılmaktadır. Her ne kadar haricen düzenlenen bu sözleşme 2918 sayılı kanunun 20/d md. uyarınca geçersiz ise de, sonrasında 1.8.2002 tarihinde noterden yapılan devir sözleşmesi ile aracın mülkiyeti davacıya devredildiğinden yapılan ilk harici sözleşme de geçerlik kazanmıştır. Böyle olunca aracın satış bedelinin 29.480.000.000.-TL olduğunun, peşin ödenen 20.000.000.000.-TL sonrasında 5.8.2002 tarihinde ödenmek üzere 9.480.000.000.-TL borcunun kaldığının kabulü gerekir. Davacının bu borcunu ödediğini yazılı belge il kanıtlaması gerekmektedir. Davalının 30.7.2002 tarihli sözleşmeye dayanarak yaptığı icra takibinde davacının bu borcu ödediğini kanıtlayamadığı ve sorumlu olduğu gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken mahkemece aksi düşüncelerle yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı temyiz edilen hükmün davalı yararına BOZULMASINA, peşin harcın istek halinde iadesine, peşin harcın istek halinde iadesine, 13.07.2005 gününde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY 13. Hukuk Dairesi E:2005/14434 K:2006/993 T:01.02.2006 İFA KABİLİYETİ 818 s. Yasa m. 22,213 4721 s. Yasa m. 706 3456 s. Yasa m. 89 Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalılardan Muhittin, Ayten ve Yıldız avukatınca duruşmalı olarak temyiz edilmiş ise de dava miktar itibariyle duruşmaya tabi olmadığından bu isteğin reddiyle incelemenin evraklar üzerinde yapılmasına karar verildikten sonra dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü. Davacı, davalılarla aralarında düzenlenen gayrimenkul satış vaadi sözleşmesine dayanarak açtığı tescil davasında, 389 parselle ilgili davasının, bu parsel açısından sözleşmenin geçersiz olduğundan bahisle mahkemece red edildiğini, bu parselle ilgili ödediği para nedeniyle davalıların sebepsiz zenginleştiğini bildirip, akdin ifasının imkansız olduğunun anlaşıldığı tarihteki,ödediği bedelin ulaştığı değerin tesbitiyle, şimdilik 10.000.000.00 TL. tazminatın tahsilini istemiştir. Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır. 157 Mahkemece, bilirkişi raporuna dayanarak ve davacı talebiyle bağlı kalınarak davalı Cevriye'den 1.598.734.770 TL, davalı Hasan Fehmi mirasçılarından 8.379.265.230 TL.nin tahsiline, davalı Abdullah hakkındaki dava atiye bırakıldığından karar verilmesine yer olmadığına, diğer davalılar yönünden davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davalı Hasan Fehmi mirasçıları tarafından temyiz edilmiştir. 1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalı Hasan Fehmi mirasçılarının sair temyiz itirazlarının reddi gerekir. 2- Noterde düzenlenen 11.09.1987 tarihli gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi ile Milas İlçesi A Köyü G mevkiinde kain 389 parsel sayılı, murisinden intikal eden taşınmazdaki hissesinin tamamını, Hasan Fehmi'nin 55.000.000 TL'ye davacıya satarak bedelini aldığı, davacı tarafından tapu iptal ve tescil talebiyle dava açıldığı, taşınmazın iştirak halinde olup, paydaşlardan birinin tek başına yaptığı satış vaadi sözleşmesinin ifa olanağı bulunmadığı gerekçesi ile davanın red edildiği, kararın 18.09.1987 tarihinde kesinleştiği dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Davacının dayandığı noterde resen düzenlenen gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi geçerli bir sözleşme olup, tarafları bağlar. Ancak taşınmaz iştirak halinde olduğundan ve hisse satışı yapıldığından sözleşmenin ifa kabiliyeti yoktur. Nitekim tapu iptal ve tescil davasında bu nedenle red edilmiştir. Davacı sözleşmeden dönerek, ifa kabiliyetinin olmadığının öğrenildiği tarih itibariyle, yaptığı ödemenin denkleştirici adalet kuralları gereği ulaştığı değeri istediğine göre, taşınmazı tapuda devir edemeyen davalı aldığı satış bedelini davacıya iade etmekle yükümlüdür. Davacının ödediği satış bedelinin, ödeme tarihinden 18.09.1997 tarihine kadar denkleştirici adalet ilkelerine göre "enflasyon, tüketici fiyat endeksi, altın ve döviz kurları ile İşçi ve memur maaşlarındaki vs. artışların ortalamaları alınarak" ulaştığı alım gücü açıklamalı, gerekçeli, denetime elverişli bilirkişi raporu ile belirlenip, bu miktara hükmedilmesi gerekir. Ödenen satış bedeli sözleşmede 55.000.000 TL olarak belirtilmesine rağmen, davalıya daha fazla ödeme yapıldığı dosya belge ve delil ibraz edilerek ispat edilmeden, davalıyı bağlayıcı niteliği olup olmadığı, ne şekilde düzenlendiği araştırılmayan 10.03.1994 tarihli rapora dayanılarak, davacı tarafça satış bedeli olarak davalıya yapılan ödemelerin 88.400.000 TL olarak kabul edilmesi de doğru değildir. Bu nedenle satış bedelinin 55.000.000 TL.den fazla olduğuna dair davacının delilleri toplanıp, kendisine ispat imkanı tanınmalıdır. Ödenen satış bedelinin, sadece döviz kurlarındaki artışı esas alarak yapılan hesaplamaya dayanan, yetersiz bilirkişi raporuna dayanılarak karar verilmesi doğru değildir. Mahkemece aksi düşüncelerle yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. Sonuç: Birinci bent gereği sair temyiz itirazlarının reddine, ikinci bent gereği kararın temyiz eden davalılar yararına (BOZULMASINA), peşin harcın istek halinde iadesine, 01.02.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi. 158 YARGITAY 14. HUKUK DAİRESİ KARALARI T.C. YARGITAY 14. Hukuk Dairesi E:2003/5271 K:2004/2515 T:30.03.2004 1086 s. Yasa m. 314 1512 s. Yasa m. 162 Davacı vekili tarafından, davalılar aleyhine 17.10.2000 gününde verilen dilekçe ile satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil, birleştirilen dosyada davacılar tarafından 17.4.2000 gününde verilen dilekçe ile satış vaadi sözleşmesinin iptali istenmesi üzerine yapılan muhakeme sonunda; satış vaadi sözleşmesinin iptaline, tapu iptali ve tescil isteğinin reddine dair verilen 18.3.2003 günlü hükmün Yargıtayca duruşmalı olarak incelenmesi davacı davalı Kamil Çetin Kurdoğan vekili tarafından istenilmekle, tayin olunan 7.10.2003 günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davacı/davalı Kamil Çetin Kutdoğan vekili Av.Gökhan Yardımcı geldiler. Karşı taraftan gelen olmadı. Açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelenlerin sözlü açıklamaları dinlendi. Duruşmanın bittiği bildirildi. İş karara bırakıldı. Bilahare dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü: KARAR : Davacı Kamil Çetin Kutdoğan, davalıların vekili Yusuf Dündar'ın 27.10.1994 tarihinde noterde düzenlenen satış vaadi sözleşmesi ile davalıların Taylıeli Köyü Çınardere Mevkiinde bulunan 2424 parsel sayılı taşınmazdaki paylarını kendisine sattığını ileri sürerek, 2424 parsel sayılı taşınmazın davalılar adına olan tapu kaydının iptali isteği ile davalılar Cemalettin Talay ve arkadaşları aleyhine tapu iptali ve tescil davası açmıştır. Cemalettin Talay ve arkadaşları ise, aleyhlerine Kamil Çetin Kutdoğan tarafından bu tapu iptali ve tescil davasının açılmasından sonra, vekilleri Yusuf Dündar'ın, avukata vekaletname vereceği söylenerek notere götürüldüğünü, burada vekaletname düzenlenirken, boş kağıtlara da imzasının alındığını, daha sonra gayrimenkul satış vaadi sözleşmesinin bu boş kağıtlar doldurulmak suretiyle düzenlendiğini, sözleşmenin dördüncü sayfasındaki çıkıntının altındaki imzanın da Yusuf Dündar'a ait olmadığını, tanık huzurunda sözleşmenin düzenlendiği bildirildiği halde tanıkların ad ve imzalarının sözleşmede yer almadığını, hata ve hile ile sahte olarak düzenlenen gayrimenkul satış vaadi sözleşmesinin geçersiz olduğunu, sözleşmede belirtilen bedelin taşınmazın gerçek değerinden de çok düşük olduğunu iddia ile gayrimenkul satış vaadi sözleşmesinin iptali isteğiyle Kamil Çetin Kutdoğan aleyhine dava açmışlar ve bu gayrimenkul satış vaadi senedinin iptaline karar verilmesini istemişlerdir. Gayrimenkul satış vaadine dayalı tapu iptali ve tescil davasının yargılamasında ise sonradan açılan bu senet iptali davası ön sorun olarak kabul edilmiş ve beklenmesine karar verilmiştir. Bu senet iptali davasının yapılan yargılaması sonunda mahkemece, davacı vekilinin 4. oturumdaki beyanına göre istemin, danışıklı işlem nedeniyle senet iptali olduğu ve danışıklı işleminde kanıtlandığı gerekçesiyle sözleşmenin iptaline karar verilmiştir. Bu hükmün davalı Kamil Çetin Kutdoğan tarafından temyizi üzerine davacılar asıl istemlerinin sahtelik nedeniyle iptal olduğu, mahkeme gerekçesinin yerinde olmadığı, ancak sonucu doğru olan kararın onanması gerektiğini belirterek temyize cevap vermişler; karar Yargıtay 13.Hukuk Dairesi tarafından bağlantı nedeniyle davanın tapu iptali ve tescil davası ile birleştirilmesi gerektiği yönünden bozulmuştur. 13.Hukuk Dairesinin bu bozma kararı üzerine, sahtelik iddiasına dayalı senet iptali davası, tapu iptali ve tescil davası ile birleştirilmiş ve yapılan yargılama sonunda, mahkemece, satış vaadi 159 sözleşmesinin danışıklı düzenlendiği gerekcesiyle sözleşmenin iptaline, tapu iptali ve tescil davasının ise reddine karar verilmiştir. Hüküm tapu iptali ve tescil davasının davacısı olan Kamil Çetin Kutdogan tarafından temyiz edilmiştir. Özetlenecek olursa; ilk dava satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil, birleştirilen dava ise Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 314 ve devamı maddeleri uyarınca sahtelik iddiasına dayalı gayrimenkul satış vaadi sözleşmesinin iptali isteğine ilişkindir. Tescil isteğinin değerlendirilebilmesi için öncelikle davanın dayanağını oluşturan satış vaadi sözleşmesinin sahteliği nedeniyle iptaline ilişkin istemin incelenmesi gereklidir. Çünkü somut olayda Cemalettin Talay ve arkadaşları dava dışı noterce düzenlenen satış vaadi sözleşmesinin sahte olarak düzenlendiğini ileri sürmüşlerdir. Davanın aşamaları ve gelişimine ilişkin açıklamalardan sonra mahkemenin senet iptali kararının gerekçesinin yerinde olup olmadığı, birleştirilen davadaki davacılar vekilinin yargılamanın 4. oturumundaki beyanının davanın hukuki sebebini danışıklı işlem olarak sınırlandırma anlamına gelip gelmediğinin irdelenmesi gerekmektedir. Davacılar vekilinin satış vaadi sözleşmesinin iptali davası açarken açıkladığı olaylar, vekillerinin kandırılarak boş kağıda alınan imzalarının sonradan satış vaadi sözleşmesi olarak doldurulduğu, sözleşmedeki çıkıntı altındaki imzanın sahte olduğu, gerçek değeri altındaki satışında böyle bir sözleşme düzenleme iradesinin olmadığı şeklindedir ve 4. oturumda da bu iddiasını tekrarlamıştır. Resmi senedin sahteliğinin ileri sürülmesi, noterin beş duyusu ile tespit ederek yapıldığını beyan ettiği veya bizzat yaptığını bildirdiği hususların aksinin iddia edildiği hallerde söz konusudur ( Yavuz Alangoya, Medeni Usul Hukukunun Esasları, 3. Baskı, 2003 İstanbul, s.355 ) Davacının iddiaları da bu şekli ile doğrudan noterin katılımıyla gerçekleştirilmiş bir sahteliğin varlığı şeklindedir. Davanın dayanağını oluşturan resmi senedin sahteliği iddiası doğrudan doğruya noterin fiiline yöneltilmiş bir iddia olduğu icin, bu iddianın noterin de taraf olduğu bir davada ileri sürülmesi gereklidir ( Alangoya, age. S.358 ). Bir başka anlatımla sahtelik iddiası aynı zamanda düzenleme şeklindeki sözleşmenin diğer tarafını olduğu kadar sözleşmeyi düzenleyen notere karsı da ileri sürülmüş bir iddia olup, sabit görülmesi halinde Noterlik Kanununun 162. maddesi uyarınca noterin hukuki sorumluluğuna yol açabileceği gibi noterin savunması bu davanın sonucunu da etkileyebilir. Şu halde, noterde düzenlenen ve sahtecilik yapıldığı, zor kullanıldığı iddiasına dayalı bu istemin noterin taraf olmadığı bir davada incelenip hükme bağlanması usul hukuku ilkelerine uygun düşmemektedir. ( Baki Kuru, Hukuk Usulü Muhakemeleri C:II, 1980 Sh. 1497 ) Bu nedenledir ki, bu husus gözardı edilerek, davasına dayanak yaparak tapu iptali ve tescil isteyen davacı Kamil Çetin Kutdoğan'ın dayandığı gayrimenkul satış vaadinin iptaline, davacının aleyhine olacak şekilde karar verilmesi usul ve kanuna aykırıdır. Bu durumda, sahtelik iddiası ile senet iptali davasını açan tarafa davalarının dinlenebilirliği bakımından zorunlu görülen ilgili noter aleyhine dava açma olanağı tanınmalı ve açılacak davanın eldeki bu dava ile birleştirilmesini takiben noterin de savunma ve delillerinin toplanmasından sonra ulaşılacak sonuca göre bir karar verilmelidir. Mahkemece açıklanan yöntem izlenmeden, sahtelik iddiasına yönelik dava yanlış nitelendirilerek, ne şekilde bir danışıklı işlem olduğu da gösterilmeden, danışıklı işlem iddiasına dayalı bir dava varmış gibi sonuca gidilmesi doğru görülmemiş, davacı Kamil Çetin Kutdoğan'ın temyizi bu bakımdan yerinde bulunarak hükmün bozulması gerekmiştir. Tüm bu hususlar gözetilmeden davaya bakılarak yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ : Yukarıda yazılı nedenlerle, davalı Kamil Çetin Kutdoğan vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, bozma nedenine göre diğer hususların incelenmesine şimdilik yer olmadığına, peşin alınan temyiz harcının yatırana geri verilmesine, 275.000.000 TL. duruşma vekalet ücretinin davalılardan alınarak davacı Kamil Çetin Kutdoğan'a verilmesine, 30.3.2004 tarihinde oybirliği ile karar verildi. 160 YARGITAY 15. HUKUK DAİRESİ KARARLARI T.C. YARGITAY 15. Hukuk Dairesi E:1983/1922 K:1982/2312 T:07.10.1983 DAVA : Taraflar arasındaki davanın (Edirne İkinci Asliye Hukuk Hakimliği)'nce görülerek mahkeme ilamında belirtilen gerekçelere binaen verilen 17.3.1983 tarih ve 200 - 73 sayılı hükmün temyizen tetkiki davalı Hasan vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla; dosyadaki kağıtlar okundu, gereği konuşulup düşünüldü: KARAR : İşveren davacılar vekilleri, 27.4.1981 tarihinde harcı alınmış olan dava dilekçelerinde: Davalı yükleniciler ile arsa karşılığı daire ve dükkan yapımı için eser sözleşmeyi yaptıklarını, davalıların inşaatı fenni şartlara uygun olarak yapmadıkları gibi, süresi içerisinde de bitirmediklerini, bu şartlar yerine getirilmediği takdirde geçerlik kazanacak nitelikte senet verdiklerini iddia ile fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak 100.000 Liranın davalı yüklenicilerden alınmasını istemişlerdir. Davalı yüklenici Celal süresinde verdiği 15.5.1981 günlü cevap dilekçesinde: 1979 yılının Mart ve Nisan aylarında diğer davalı Hasan ile sözleşme yaparak, eser sözleşmesinden kaynaklanan hak ve yükümlülüklerini adı geçene, devir ettiğini bu nedenle, kendisinin davalı gösterilemeyeceğini savunarak, davanın red edilmesi gerektiğini bildirmiştir. Davalı yüklenici Hasan vekili süresi dışında verdiği 22.6.1981 günlü cevap dilekçesinde: Müvekkilinin, sözleşmeye, sonradan düzenlenen protokole ve sözlü anlaşmalara göre, eseri tamamlayarak iki sene evvel teslim ettiğini, daire ve dükkanların kiraya dahi verildiğini, teslim tarihinden itibaren iki sene geçmiş olmasına göre, dava açmaya hakları bulunmadığını, iki adet brülörün takılmadığını kabul ettiklerini, yalnız saptanan değerin fazla olduğunu, sözleşmede su tesisatına hidrofor konulacağına dair bir hüküm bulunmadığını, tesbit bilirkişinin saptadığı bazı noksanlıklar için davacı işverenlerle anlaşarak bunların karşılığı olarak bir dükkan aldıklarını, noksan olduklarını ileri sürdükleri bir kısım işlerin de yapılmış olduğunun tesbit bilirkişisince saptandığını, sözleşme dışı bazı işlerde yapıldığı halde, dava açmakla suiniyetli olduklarını gösterdiklerini, dava dilekçesinin usul hükümlerine uygun olarak düzenlenmemiş olup, iptalinin gerektiğini, savunarak haksız açılan davanın reddini dilemiştir. Mahkeme, sözleşme hükümlerine aykırı hareket edildiğini ve senedinde BK.nun 158 ve müteakip maddeleri gereğince cezai art olarak yapıldığını kabulle, davalı Celal hakkındaki davanın husumet yönünden reddine, 100.000 liranın da davalı Hasan'dan tahsiline, karar vermiştir. Karar, 29.4.1983 günlü ve aynı gün harcı alınmış olan dilekçe ile süresinde davalı Hasan vekili tarafından temyiz edilmiştir. 161 Dava dilekçesi ve sonradan verilen açıklama dilekçesinden davacı işveren vekillerinin davaları niteliği ve dayanağı anlaşılamamakta ise de, 6.9.1982 günlü oturumda, davalı yüklenicinin inşaatı zamanında ve vakit şartlarına uygun olarak yapması neticesi muaccel hale gelen ve dosyada fotokopisi bulunan bonoda yazılı 100.000 liranın, davalı yükleniciden alınması istemi olduğu, işveren davacıların vekillerince beyan edilerek, dava ve dayanağı açıklığa kavuşturulmuştur. Özetle, sözleşmeye uyulmaması nedeniyle, dava konusu bonoda yazılı 100.000 liranın davalı yüklenicilerden alınması için açılmış bir davadır. Dava konusu bono fotokopisinin arkasında aynen "Not: İş bu bono inşat teminatı olarak verilmiş olup, mukavelenin haricinde hareket edildiğinde kesinleşir 17.9.1975" denilmektedir. Yanlar aralarında, tarihi belli olmayan, arsa karşılığı daire ve dükkan alımını içeren ve adiyen düzenlenmiş olan bir eser sözleşmesi yapmışlardır. Söz konusu sözleşme gayrimenkul satışında içermekte olduğundan geçerli olabilmesi için, noter aracılığı ile ve düzenleme şeklinde yapılması yasa hükmüdür. Bu nedenle sözleşme geçersizdir. Hakimin görevi gereği bunu re'sen araştırması gerekmektedir. Ancak, sözleşmeye göre arsa üzerinde kat irtifakı kurulmuşsa veya yanlar edimlerini karşılıklı olarak yerine getirmişler ve eserde kullanılabilir. Derecede tamamlanmış veya bitirilmiş ise, sözleşmenin geçersizliğinden söz etmek iyiniyet kuralına aykırı düşeceği Yargıtay'ın uygulana gelen yerleşmiş içtihadı bulunmaktadır. Tesbit dosyasında mevcut bilirkişi raporundan ve dava dilekçesinden eserin kullanılabilir derecede tamamlandığı anlaşılmakta olduğundan, sözleşmenin geçersizliği ileri sürülemeyeceği gibi sözleşmenin teminatı olarak verildiği anlaşılan borcunun da geçersiz olduğu söylenemez. Bononun arkasındaki açıklamadan, bunun bir teminat olarak verildiği, ancak sözleşmeye aykırılık halinde de cezaya dönüşeceği anlaşılmaktadır. Esasen cezai şartta teminat niteliği de bulunmaktadır. Sözleşme ve bono ve tutarı konusunda yanlar arasında uyuşmazlık yoktur. Davacı işverenler, sözleşmeye aykırılık nedeniyle bono bedelinin cezaya dönüştüğünü iddia etmekte, davalı yüklenici ise sözleşmeye aykırılık bulunmadığını ve bononun teminat niteliğini kaybetmediğini geri verilmesi gerektiğini savunmaktadır. Ayrıca, davalı yüklenici vekili eserin tamamlanarak teslim edildiğini, davanın iki sene sonra açıldığını ileri sürmektedir.Buna karşılıkta davacılar vekilleri de, süresinde teslim edilmediğini ve eserde kusur ve noksanlar bulunduğunu iddia etmektedirler. Eser, herhangi bir hak saklı tutulmadan kabul edilirse, yüklenici her türlü sorumluluktan kurtulur (BK. 359-362). Cezai şart asıl borcun fer'i niteliği olup muaccel olduğu takdirde bağımsız borç niteliğini kazanır. Asıl borç yerine getirilmiş ise veya borçtan kurtulunmuşsa, cezai şart da ortadan kalkar. Davacı işverenler, davalı yüklenici vekilinin savunduğu gibi eseri teslim almışlar ve doğduğunu iddia ettikleri cezai şartla ilgili haklarını saklı tutmamışlar ise, artık bunu isteyemezler (BK. 158). 162 Bu durumda mahkemece öncelikle, eserin teslim edilip edilmediği ve teslim alınmışsa cezai şartla ilgili hakkın saklı tutulup tutulmadığı, teslim alınmışsa bonodaki teminatın muaccel olup olmadığı ve cezai şarta, dönüşüp dönüşmediği araştırılmalı ve bu hususlardaki yanların kanıtları sorulup, bunlar toplanmalı ve oluşacak sonuç doğrultusunda, gerekli karar verilmelidir. Noksan araştırmaya dayalı hüküm, usul ve kanuna aykırı bulunduğundan, bozulmalıdır. SONUÇ : Yukarıdan beri açıklanan nedenlerle, hükmün temyiz eden davalı yararına (BOZULMASINA), istek halinde, peşin alınan temyiz ilam harcının davalıya geri verilmesine, 7.10.1983 gününde oybirliğiyle karar verildi. T.C. YARGITAY 15. Hukuk Dairesi E:1993/3202 K:1994/3218 T:16.05.1994 DÜZENLEME" NOTERLİK İŞLEMLERİ KAT KARŞILIĞI İNŞAAT SÖZLEŞMESİ (SÖZLEŞMENİN GEÇERLİK ŞARTI) ONAYLAMA" NOTERLİK İŞLEMLERİ Tapulu taşınmaz üzerine, arsa payı devrini de öngören eser sözleşmelerinin ve hatta eser sözleşmesindeki bazı hususların ileride yapılacağına dair akitlerin, noterlerce, "düzenleme" şeklinde yapılması gerekmektedir. Sözleşme, "onaylama" şeklinde yapılmışsa, arsa maliklerinin, tapu paylarını devir borcu doğmaz. 743 s. MK. m. 634 818 s. BK. m. 22, 213/1-2 1512 s. Noterlik K. m. 84, 90 Mahalli mahkemesinden yerilen hükmün duruşmalı olarak temyizen tetkiki davalılar vekile tarafından istenmiş olmakla; dosyadaki kağıtlar okundu, gereği konuşulup düşünüldü: 1- Taraflar arasındaki 18.2.1987 tarihli inşaat sözleşmesinde, tapulu taşınmaz üzerine davacı yüklenici tarafından kat karşılığı inşaat yapılması ve arsa payının davacı yükleniciye inşaat karşılığında devir ve temliki öngörülmüştür. Bu tür sözleşmelerin; Noterlik Kanunun 60, Tapu Kanununun 26, Medeni Kanunun 634 ve BK.nun 213. maddeleri gereğince resmi şekilde yapılması gerekir. Davacının dayandığı sözleşme, noter tarafından re'sen düzenlenmiş olmayıp, sadece tarafların beyanlarının noter tarafından onanmasından ibarettir. Noterlik Kanununun 84 ve devamı maddeleri gereğince "düzenleme şeklinde" yapılması gerekirken, aynı Kanunun 90. maddesine göre "onaylama" biçiminde yapılmıştır. Öte yandan, bir aktin ileride inşa edilmesine dair yapılan sözleşmeler geçerli ise de, iki tarafın menfaatleri için aktin geçerliliği kanunen resmi şekle tabi kılındığı takdirde bu şekil o sözleşmenin yapılması taahhüdüne de tatbik olunur (BK. md. 22). Yanlar arasındaki inşaat sözleşmesinde bazı yönler kararlaştırıldıktan sonra, diğer hususların ileride yapılacak esas sözleşme ile tespit edileceği bildirilmiş bulunduğundan, bu anlaşmanın, bir akit yapma vaadi olarak nitelendirilmesi halinde dahi BK. nun yukarda anılan 213/2. maddesi gereğince yasalarda öngörülen resmi şekil şartına uyularak yapılması zorunludur. Oysa, davacının dayandığı inşaat sözleşmesi yasalarda öngörülen resmi şekil, şartına uyulmadan yapıldığından, davalı arsa malikleri için bu sözleşmeden dolayı tapuyu geçirme borcu doğmamıştır. Bu yön kamu düzeni ile ilgilı olup 163 mahkemece re'sen gözönünde bulundurulması gerekirken, sözleşme geçerliymiş gibi, davanın kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir. 2- Yukarıda bozma nedenine göre diğer temyiz itirazlarının incelenmesine gerek görülmemiştir. S o n u ç : Temyiz olunan kararın birinci bentte açıklanan nedenlerle davalılar yararına (BOZULMASINA), ikinci bent gereğince diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına davalılar duruşmada vekille temsil edildiğinden 100.000 lira vekalet ücretinin davacıdan alınıp davalılara verilmesine, 16.5.1994 gününde oybirliğiyle karar verildi. Kaynak:YKD - 1995/3 - Sayfa:439 T.C. YARGITAY 15. Hukuk Dairesi E:1996/728 K:1996/854 T:26.02.1996 DEVİRDEN ÖNCE HACİZ KONULMASI DEVİRLE MÜLKİYETİN GEÇMESİ NOTERLİKÇE ARAÇ DEVRİ Araç satışlarında noterlikçe gerçekleştirilen devir işlemleri, vasıta mülkiyetinin nakil için yeterli olduğundan; trafikte tescil yapılmamış olsa da mülkiyet alıcıya geçmiştir. Bu nedenle, satıştan önce alıcıdan kaynaklanmayan nedenlerle konulan haczin kaldırılması gerekir. 2918 s. Trafik K. m. 20/d Mahalli mahkemesince verilen hükmün temyizen tetkiki, davacı vekillerince istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla; dosyadaki kağıtlar okundu, gereği konuşulup düşünüldü: 1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirindedir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazları yerinde görülmediğinden reddi gerekmiştir. 2- Davacı, 22.4.1992 tarihinde satın aldığı araca 18.10.1993'de konulan haczin yersiz olduğunu ileri sürerek, kaldırılmasını talep etmiş, mahkemece vasıtanın suresinde trafiğe tescil edilmediğinden bahisle davanın reddine karar verilmiştir. Oysa, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun, 3176 sayılı Kanunla değişik 20/d maddesi uyarınca noterlerce gerçekleştirilen devir işlemleri vasıta mülkiyetini nakletmek için yeterli olup, işlemin ikmali için trafikte tescil edilmesine gerek yoktur. Bu konu, idari bir tasarruf olup ayrı bir yaptırıma tabidir, ihdası nitelik taşımaz. Bu nedenle, dava konusu aracın davacıya ait olduğunun kabulü ile araç üzerine konan haczin kaldırılmasına karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçelerle davanın reddedilmesi doğru görülmemiş, hükmün bozulması gerekmiştir. S o n u ç : Yukarıda bir nolu bentte yazılı nedenlerle davacının sair temyiz itirazlarının reddine, iki nolu bentte yazılı nedenlerle hükmün davacı yararına (BOZULMASINA), istek halinde ödediği temyiz peşin harcının temyiz eden davacıya geri verilmesine, 26.2.1996 gününde oybirliğiyle karar verildi. Kaynak:YKD - 1997/3 - Sayfa:405 164 YARGITAY 17. HUKUK DAİRESİ KARARLARI T.C. YARGITAY 17. Hukuk Dairesi E:2007/1188 K:2007/1606 T:10.05.2007 ARAÇ MÜLKİYETİNİN DEVRİ NOTER İŞLEMİ TRAFİK SİCİLİ DAVADA HUSUMET Özet Noterlerce gerçekleştirilen devir işlemleri, araç mülkiyetinin devri için yeterli olup, işlemin tamamlanması için trajik siciline tescil yapılması mutlak koşul değildir. Hasara neden olan aracın davalı şirket tarafından kazadan önce üçüncü, kişiye satıldığı anlaşıldığına göre, araç malik sıfatı olmayan şirkete karşı açılan davanın reddine karar verilmelidir. Taraflar arasındaki rücuen tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne dair verilen hükmün süresi içinde davalı S. Ltd. Şti. temsilcisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü: KARAR Davacı vekili, davalıların maliki, sürücüsü ve sigortacısı oldukları aracın müvekkili şirkete kasko sigortalı araçlarda hasara neden olduklarını, davalı sürücünün kusurlu olduğunu, hasar bedellerinin sigortalılarına ödendiğini, bu nedenle toplam 24.969.700.000 TL'nin ödeme tarihlerinden itibaren işleyecek reeskont faizi ile davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı sigorta vekili, poliçe limiti dahilinde sorumluluklarını kabul ettiğini belirtmiş, davalı Cengiz kusuru kabul etmediğini savunarak davanın reddini istemiş, diğer davalı ise cevap vermemiştir. Mahkemece, toplanan deliller ve benimsenen bilirkişi raporuna göre, davanın kısmen kabulüne, toplam 15.666.75 YTL'nin sigorta şirketi yönünden dava tarihi, diğer davalılar yönünden ayrı ayrı ödeme tarihlerinden itibaren yasal faizi ile müteselsilen tahsiline karar verilmiş, hüküm davalı S. Ltd. Şti. temsilcisi tarafından temyiz edilmiştir. 2918 sayılı KTK'nın, değişik 20/d maddesi hükmü uyarınca, noterlerce gerçekleştiren devir işlemleri, araç mülkiyetinin devri için yeterli olup, işlemin tamamlanması için trafik siciline tescil işlemi yapılması mutlak koşul değildir. Bunun bir sonucu olarak da, trafik kayıtları mülkiyeti gösteren sicillerden olmakla birlikte, bu karine kesin değildir. Aracı, noter satışı ile devralan, adına tescil işlemi yaptırmamış olsa dahi, aracın maliki sayılır. Davacı vekili davalı şirketin araç maliki olduğunu belirtmiş, mahkemece de bu davalının araç maliki olduğundan bahisle sorumluluğuna ilişkin hüküm kurulmuş ise de, temyiz dilekçesi ekinde ibraz edilen Bakırköy 14. Noterliğinin 30.12.2003 gün 22054 yevmiye nolu noter satış sözleşmesine göre, hasara neden olan aracın davalı şirket tarafından kazadan önce 30.12.2003 tarihinde dava dışı 3. kişiye satılmış olduğu anlaşılmıştır. O halde davalının araç maliki sıfatı kalmamış bulunmasına göre, hakkındaki davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı şirket vekilinin temyiz isteminin kabulü ile kararın BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 10.5.2007 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. 165 YARGITAY 19. HUKUK DAİRESİ KARARLARI T.C. YARGITAY 19. Hukuk Dairesi E:1992/8679 K:1993/2410 T:02.04.1993 BORÇTAN SORUMLULUK MÜTESELSİL BORÇLULAR OLAYDAN ÖNCE ARACIN NOTERDE SATIŞI 2918 sayılı Kanunun 88. maddesine göre, aynı zarardan sorumlu olan kişiler müteselsil sorumludurlar. BK.nun 141. maddesine göre müteselsil borçlulardan her biri borcun tamamından sorumludurlar. Kusurun bir kısmının dava dışı üçüncü kişide olduğunun sonradan ortaya çıkması davalının zararın tamamından sorumlu tutulmasına engel değildir. Olaydan önce aracın noterde satışı sicil kaydına intikalinden önce de satanın sorumluluğunu ortadan kaldırır. 2918 s. Trafik K. m. 88 818 s. BK. m. 141 6762 s. TTK. m. 20/2-d Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yarğılaması sonunda, ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine; dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü: Davacı vekili; müvekkillerine ait olup, babasının kullandığı otomobile, davalı Cahit'e ait öbür davalı Ali'nin kullandığı aracın çarparak, hasara ve otomobilin içindekilerin yaralanmalarına neden olduğunu ileri sürerek, aracın onarım ve değer kaybı gideri ile aracını kullanamaması nedeniyle ödediği giderin tahsilini talep ve dava etmiştir. Davalı Cahit, trafik kaydında adına kayıtlı aracın olaydan önce öbür davalı Ali'ye noter kanalıyla sattığını bildirerek, diğer davalı Ali ise yokluğunda davacının yaptırmış olduğu saptamaya dayalı bilirkişi raporunu kabul etmediğini, istenen bedelin fahiş olduğunu savunarak davanın reddini istemişlerdir. Mahkemece, davalı Cahit'in olaya karışan aracı olay günü olan 1.7.1989 gününden önce 10.3.1988 tarihinde noter senediyle öbür davalı Ali'ye satarak teslim ettiğinden hakkında açılan davanın reddine, Ali yönünden açılan davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm, davacı vekilince temyiz edilmiştir. Adli Tıp Kurumu'nca düzenlenen bilirkişi raporuna göre, olayda davalı Ali'nin 6/8 oranında, dava dışı Karayollarının 2/8 oranında kusurlu oldukları davacının kusuru bulunmadığı saptanmıştır. Karayolları Trafik Kanununun 88. maddesinde, aynı zararlardan sorumlu olan kişilerin müteselsilen sorumlu olacakları kabul edilmiştir. Müteselsil sorumlulukta, kural olarak borçlulardan her biri borcun tamamından sorumludur (BK. m. 141). Davacı, davayı açarken aslında davalı olarak gösterdikleri yönünden teselsül hükümlerine dayanmıştır. Her ne kadar kusurun % 100 davalıda olduğunu ileri sürmüş ise de, amacı kendisinin hiçbir kusuru olmadığını açıklamaktır. Bir kısım kusurun, dava dışı üçüncü kişide (Karayolları) olduğu sonradan anlaşılmıştır. Bu durum davacının amacı ve teselsül hükümlerine dayanılmasıyla birlikte değerlendirildiğinde "zararın tamamından 166 davalının sorumlu tutulması" gerekir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 19.12.1986 gün" 1985/4-822 esas, 1986/1140 sayılı karar). Bu durumda, davalı Ali'nin zararın tamamından sorumlu tutulması gerekirken 6/8 kusur oranına eş düşen bölümünden sorumlu tutulması doğru görülmemiştir. Öte yandan, kural olarak resmi trafik sicilinde adına motorlu araç kayıtlanmış yetkili yönetimce tescil belgesi verilmiş kimse "araç sahibi”dir. Tescil edilmiş araçların her çeşit satış ve devirleri noterlerce yapılır. Ayrıca, satış ve devirler noterlerce, işlenmek üzere en geç işlemi izleyen iş günü içinde ilgili tescil kuruluşuna bildirilir (TTK. m. 20/2-d). Bu işlemler trafik kazalarında sorumlu olan kimselerin kısa surede belirlenmesi ve zarar görenlerin korunmasını sağlar. Somut olayda, davalı Cahit kazayı yapan aracın trafik kaydına göre sahibi durumundadır. Davacı trafik kaydını esas alarak dava etmektedir. Kaza sırasında bu davalının aracın sahibi olmadığı, trafik kaydının gerçeği yansıtmadığı ileri sürülmüş değildir. Davalı Cahit, aracın öbür davalıya satımı yapılıp devredildiğini noter senedini ibraz ederek kanıtlamıştır. Bunun üzerine, bu davalı hakkındaki dava reddedilmiştir. Davacı, davanın açılmasına neden olmadığına göre yargılama gideri ve avukatlık ücretinden sorumlu tutulmaması gerekir. Mahkemece, davacı yargılama giderinden sorumlu tutulmazken avukatlık ücretinden sorumlu tutularak davalı Cahit yararına avukatlık ücreti takdiri isabetsizdir. S o n u ç : Yukarıda açıklanan nedenlerle yerel mahkeme kararının davacı yararına (BOZULMASINA), peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine, 2.4.1993 gününde oybirliğiyle karar verildi. Kaynak:YKD - 1993/11 - Sayfa:1702 167 KONULARINA GÖRE KARAR ARAMA FİHRİSTİ ARAÇ SATIŞ SÖZLEŞMESİ 01- Yargıtay 15.Hukuk Dairesi 02- Yargıtay 13.Hukuk Dairesi 03- Yargıtay 11.Hukuk Dairesi 04- Yargıtay 4.Hukuk Dairesi 05- Yargıtay 4.Hukuk Dairesi 06- Yargıtay 17.Hukuk Dairesi 07- Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 1996/00854 K. 1996/2275 K. 2000/06590 K. 2004/6266 K. 2005/13780 K. 2007/1606 K. 2007/964 K. Sayfa 164 151 128 088 096 165 043 ARAÇ SATIŞ SÖZLEŞMESİ -İLİŞİK KESME BELGESİ 01- Yargıtay 4.Hukuk Dairesi 2004/16831 E. 2005/13312 K. 090 ARAÇ SATIŞI -MALİKİN TESBİTİ 01-Yargıtay 19.Hukuk Dairesi 02-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi 03-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi 04-Yargıtay 13.Hukuk Dairesi 1992/08679 E. 2003/4891 E. 2004/16884 E. 2005/9271 E. 1993/02410 K. 2003/10641 K. 2005/478 K. 2005/12302 K. 166 085 091 156 ARAÇ REHİN SÖZLEŞMELERİ 01- Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 1999/01143 E. 1999/00067 K. 010 BANKANIN SORUMLULUĞU 01- Yargıtay 4.Hukuk Dairesi 2006/2193 E. 2007/1807 K. 099 BORÇ SENETLERİ 01-Yargıtay 12.Hukuk Dairesi 2008/21678 E. 2008/17969 K. 141 CEZA DAVASI (BEKLETİCİ MESELE) 01- Yargıtay 4.Hukuk Dairesi 002/5645 E. 2002/6791 K. 084 DAMGA VERGİSİ – VERGİNİN RÜCUEN TAHSİLİ 01- Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu 1939/32 E. 02- Yargıtay 4.Hukuk Dairesi 2001/2136 E. 1940/92 K. 2002/6321 K. 001 079 ESER SÖZLEŞMESİ (İSTİSNA AKTİ) 01- Yargıtay 15.Hukuk Dairesi 02- Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 1983/02312 K. 2006/554 K. 161 032 1978/03972 K. 1995/10817 K. 143 049 1996/00728 E. 1996/1944 E. 2000/05526 E. 2003/15231 E. 2005/14432 E. 2007/1188 E. 2007/13-914 E. 1983/01922 E. 2006/11-525 E. GAYRİMENKUL SATIŞ VAADİ SÖZLEŞMESİ 1- Yargıtay 13.Hukuk Dairesi 1978/03712 E. 2- Yargıtay 13.Hukuk Dairesi 1995/09277 E. 3- Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 4- Yargıtay14.Hukuk Dairesi 5- Yargıtay 13.Hukuk Dairesi 6- Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2002/14-17 E. 2003/5271 E 2005/14434 E. 2006/14-692 E. 2002/65 K. 2004/2515 K. 2006/993 K. 2006/702 K. 028 159 157 038 GAYRİMENKUL SATIŞ VAADİ – KAT KARŞILIĞI İNŞAAT SÖZLEŞMESİ 1-Yargıtay 15.Hukuk Dairesi 1993/3202 E. 1994/3218 K. 2-Yargıtay 13.Hukuk Dairesi 1997/11384 E. 1997/01392 K. 3-Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2000/13-51 E. 2000/54 K. 163 152 020 GARANTİ SÖZLEŞMESİ 1- Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2001/19-534 E. 2001/583 K. 024 GEÇERSİZ SÖZLEŞME 1- Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2000/13-1729 E. 2001/32 K. 015 GÖREV SÜRESİ (Anonim Şirket Yönetim Kurulu) 1-Yargıtay 11.Hukuk Dairesi 1989/6381 E. 2-Yargıtay 11.Hukuk Dairesi 2000/385 E. 1989/5454 K. 2000/3835 K. 120 126 KAT MÜLKİYETİ 1- Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2001/18-956 E. 2001/731 K. 023 KAMULAŞTIRMA 1- Yargıtay 5.Hukuk Dairesi 2003/6533 E. 2003/8509 K. 107 KUSURSUZ SORUMLULUK - İLLİYET BAĞI 1-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi 1975/03749 E. 2-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi 1977/5312 E. 3-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi 1980/12644 E. 4 Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 1990/4-619 E. 5- Yargıtay 4.Hukuk Dairesi 2002/5808 E. 6- Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2004/4-526 E. 1976/00477 K. 1978/3193 K. 1981/00518 K. 1991/70 K. 2002/8687 K. 2004/589 K. 064 067 069 008 082 031 MAKBUZ 01-Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 02-Yargıtay 12.Hukuk Dairesi 1976/10-3435 E. 2006/23644 E. 1978/23 K. 2007/1257 K. 003 141 MİRASTAN FERAGAT 01-Yargıtay 2.Hukuk Dairesi 2007/6349 E. 2007/7938 E. 062 MUVAZA 01-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi 2005/12386 E. 2006/11900 K. 096 MÜHÜR 01-Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2007/1-911 E. 2007/954 K 041 NOTERLİK DAİRESİ 01-Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu 02- Yargıtay 13. Hukuk Dairesi 1972/00003 E. 1981/4831 E 1972/00011 K. 1981/6005 K 002 144 NOTERLİK İŞLEMİNDE YASAKLILIK 01-Yargıtay 13.Hukuk Dairesi 1985/00399 E. 1985/01945 K. 147 NOTERLİK İŞLEMİNDE ÇIKINTI 01-Yargıtay 13.Hukuk Dairesi 1983/00658 K. 145 NOTERLERİN HUKUKİ SORUMLULUĞU 01-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi 1973/03658 E. 02-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi 1976/11251 E. 03-Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 1977/4-1268 E. 04-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi 1982/08932 E. 05-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi 1988/02990 E. 06-Yargıtay 11.Hukuk Dairesi 1998/5299 E. 07-Yargıtay 11.Hukuk Dairesi 1998/5400 E. 08-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi 1998/00316 E. 09-Yargıtay 11.Hukuk Dairesi 1999/8617 E. 10-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi 2000/6166 E. 11-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi 2000/3957 E. 12-Yargıtay 11.Hukuk Dairesi 2002/6005 E. 13-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi 2003/14412 E. 14-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi 2004/627 E. 15-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi 2004/11409 E. 16-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi 2004/12650 E. 17-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi 2004/16580 E. 18-Yargıtay 11.Hukuk Dairesi 2004/3177 E. 19-Yargıtay 13.Hukuk Dairesi 2004/17197 E 20-Yargıtay 11.Hukuk Dairesi 2006/12186 E. 21-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi 2006/1956 E. 22-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi 2006/2411 E. 23-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi 2007/6459 E 24-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi 2007/5873 E 25-Yargıtay 4,Hukuk Dairesi 2008/1699 E 1974/16534 K. 1978/00005 K. 1978/972 K. 1982/10570 K. 1988/06935 K 1998/8321 K. 1998/9376 K. 1998/06105 K. 1999/1959 K. 2000/6793 K. 2000/6531 K. 2002/6116 K. 2003/15286 K. 2004/10702 K. 2005/05780 K 2005/11104 K. 2006/1098 K. 2004/12534 K. 2004/18667 K 2006/13739 K. 2006/3585 K. 2007/1543 K. 2007/8597 K 2008/2288 K 2008/13767 K 063 065 006 072 073 121 123 074 125 076 075 130 087 092 092 093 094 133 155 134 097 099 101 100 103 NOTERİN SORUMLULUĞUNDA ZAMAN AŞIMI 01-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi 2001/3236 E. 2001/4369 K. 081 1982/08375 E. ÖNCEKİ NOTERE YÖNELİK TAZMİNAT DAVASI 01-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi 001/12220 E. 2001/12773 K 080 POSTA BİLDİRİMİ 01-Yargıtay 5.Hukuk Dairesi 1980/09298 E. 1980/09377 K. 106 PROTESTO 01-Yargıtay 11.Hukuk Dairesi 02-Hukuk Genel Kurulu Kararı 03-Hukuk Genel Kurulu Kararı 04-Yargıtay 12.Hukuk Dairesi 05- Yargıtay 12.Hukuk Dairesi 06-Yargıtay 12.Hukuk Dairesi 07-Hukuk Genel Kurulu Kararı 08-Yargıtay 12.Hukuk Dairesi 09-Yargıtay 12.Hukuk Dairesi 10-Yargıtay 12.Hukuk Dairesi 1975/00736 E. 1990/12-593 E. 1992/12-679 E. 1996/15550 E. 1997/6436 E. 1998/4066 E. 2000/12-1011 E. 2001/4570 E. 2004/1589 E. 2006/11906 E. 1975/03069 K. 1991/10 K. 1993/17 K. 1996/15912 K. 1997/6832 K. 1998/773 K. 2000/1076 K. 2001/5885 K. 2004/6352 K. 2006/14652 K. 116 007 009 136 136 137 014 138 139 140 SAHTE VEKÂLETNAME İLE YAPILAN TEMLİKİN HUKUKİ SONUÇLARI 01-Yargıtay 1.Hukuk Dairesi 1983/13715 E. 1983/13784 K. 02-Yargıtay 1.Hukuk Dairesi 1989/02463 E. 1989/06435 K. 03-Yargıtay 1.Hukuk Dairesi 1989/02783 E. 1989/05244 K. 046 048 049 SAHTELİK İDDİASI 01-Yargıtay 1.Hukuk Dairesi 02-Yargıtay 11.Hukuk Dairesi 03-Yargıtay 7.Hukuk Dairesi 1987/09335 K. 1988/04846 K. 2001/04154 K. 047 119 109 SAHTE KİMLİKLE YAPILAN İŞLEMİN İPTALİ 01-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi 001/5014 E. 2001/9347 K. 082 SENDİKA ÜYELİĞİ 01-Yargıtay 9.Hukuk Dairesi 2002/2721 E. 2002/2771 K. 111 SİGORTA HUKUKU 01-Yargıtay 11.Hukuk Dairesi 02-Yargıtay 11.Hukuk Dairesi 03-Yargıtay 11.Hukuk Dairesi 2001/4254 E. 2003/13105 E. 2004/03849 E. 2001/6369 K. 2004/7164 K. 2005/00280 K. 129 131 131 ŞİKAYET HAKKI 01-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi 2000/5662 E. 2000/8772 K. 078 1987/06593 E. 1988/04471 E. 001/03954 E. VASİYETNAME 01- Yargıtay 2.Hukuk Dairesi 02-Yargıtay 2.Hukuk Dairesi 03-Yargıtay 2.Hukuk Dairesi 04-Yargıtay 2.Hukuk Dairesi 05-Yargıtay 2.Hukuk Dairesi 06-Yargıtay 2.Hukuk Dairesi 07-Yargıtay 2.Hukuk Dairesi 08- Yargıtay 2.Hukuk Dairesi 09-Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 10-Yargıtay 2.Hukuk Dairesi 11-Yargıtay 2 Hukuk Dairesi 12-Yargıtay 2 Hukuk Dairesi 1969/2395 E 1970/7125 E 1970/2711 E 1972/5977 E 1977/1882 E 1977/7621 E 1978/02992 E. 1991/6596 E 1993/2-757 E 1996/1471 E. 2005/8654 E. 2005/8051 E. 1969/2562 K 1970/489 K 1970/4508 K 1972/6472 K 1977/1969 K 1977/7844 K. 1978/04111 K. 1991/9044 K 1993/71 K 1996/3555 K. 2005/11578 K 2005/10580 K 051 053 052 054 056 057 058 058 009 059 061 060 VEKALETNAMEDE ŞEKİL 01-Yargıtay 7.Hukuk Dairesi 1990/8163 E. 1991/998 K 108 VEKALETNAMENİN DÜZLENMESİNDE HATA 01-Yargıtay 1.Hukuk Dairesi 1974/1497 E. 1974/2061 K. 046 VEKİLİN SORUMLULUĞU 01-Yargıtay 13.Hukuk Dairesi 1990/07902 E. 1991/01170 K. 148 YETKİ 01-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi 02-Yargıtay 4.Hukuk Dairesi 2003/8610 E. 2003/16353 E. 2003/10502 K. 2004/1080 K. 086 089
Benzer belgeler
necdet şatır
fazlayı geçen çoğunlukla karar verildi.
KARŞI OY: Davacıların miras bırakanı ( A ) işveren davalı ( İ )'nin işyerinde sigortalı işçi
iken 20.10.1973 tarihinde geçirdiği bir iş kazası sonucunda ölmü...