İnternet iş süreçlerinizin neresinde?
Transkript
TNT HOLDİNG BV 2008 SAYI: 34 - TEMMUZ 2008 TNT Ekspres’in armağanıdır. Para ile satılmaz. İnternet iş süreçlerinizin neresinde? İçindekiler 08 Alternatif araçlar doğayı kurtarma görevine hazır! 12 Turgut Yıldız’dan dünyanın vizyonu... 18 İnternet neden önemli? 29 Tekerlekli sandalye üzerinde hayata tutunmak 26 Türkiye gözlükleriyle EURO 2008 ve çevresi! 34 Büyükada’ya sebeb-i ziyaret tüyoları... editörden Erdenay Gül [email protected] TNT Ekspres Türkiye Pazarlama Koordinatörü Açlığa karşı adımlar hızlanmalı! Açlık denince aklınıza ne geliyor? Nijer, Somali gibi Afrika ülkelerinden ya da nüfusunun yüzde 60’ı açlık sınırının altında yaşayan Asya’dan gazetelere yansıyan gelişmeler mi? Ya da artık sık sık tekrarlandığı için Türk basınının ilgisinin giderek azaldığı Dünya Bankası ve Birleşmiş Milletler’in gıda alarmları mı? diğer gelişmelerden kalın bir çizgiyle ayrılması gerektiğini gösteriyor. Zira gıda sorunu artık dünyanın tamamını tehdit edecek boyuta ulaştı. Açlık çeken okul çağındaki bir çocuğun sağlıklı beslenmesi için günde sadece 0,19 dolarlık kaynak yeterliyken, bu kaynağı sağlayamamak tablonun biraz daha kararmasına neden oldu. 2007’de iki katına çıkan gıda fiyatları, dünyanın ‘açlık’ tablosunun iyiden iyiye kötüye gitmesine neden oldu. Gıda fiyatlarının yükselişindeki aktör malum: Çağın belası; küresel ısınma... Rekolteler düştü ve açlıkla mücadele eden milletlerin en önemli gıda maddesi olan pirincin fiyatı iki katına çıktı. Pirinç artık lüks tüketim maddesi oldu! Ajanslardan yansıyan kareler, pirincin peşindeki uzun kuyrukları resimlerken, BM gıda savaşları konusunda dünyayı uyardı, herkesi göreve çağırdı. Son gelişmeler, bu durumun gazetelerin yaşam sayfalarındaki TNT, ‘Dünyayı Yürüyelim’ projesinin beşinci yılında yine açlığa dikkat çekmek için tüm çalışanlarıyla birlikte yürüdü. 100 ülke ve 400 şehrin sokakları her beş saniyede bir ölen çocukların ve açlıkla mücadele eden insanların yaşamlarıyla kurulacak bir empatiye çağırdı. Empati kurmanın artık kaçınılmaz bir hale geldiğinin bilinciyle... Hepinize mutlu bir yaz diliyorum. Sayı:34- TNT VIEW İmtiyaz Sahibi: Turgut Yıldız • Sorumlu Müdür: Müzeyyen Dilek Özgür • Yayın Kurulu: Erdenay Gül, Giray Karanlık, Murat Uludağ, Selin Karakaş • Yapım: Medyaevi İletişim • Editör: Ahmet Lütfi Yavuz • Baskı: Ömür Matbaa Tel: XXXXXXXX • Basım Yeri ve Tarihi: İstanbul, Temmuz 2008 • İmtiyaz Sahibi, Sorumlu Müdür ve Yönetim Yeri Adresi: Ertürk Sok. Uzka İş Merkezi No:9 Kat: 3-4-5-6 Kavacık - Beykoz 34810 İstanbul/Türkiye Tel: 0216 425 17 30 Fax: 0216 425 17 12 • 3 ayda bir yayınlanır. • Yayının türü: Dergi, Yerel, Süreli • The TNT name & logo are trademarks & TNT Holding B.V. 03 04 TNT, yol güvenliği planını yeniledi TNT gelişmekte olan pazarlarda devraldığı yeni şirketlere doğrudan destek vermeye devam ediyor. TNT’nin duyurduğu yol güvenliği planı resmen onaylandıktan sonra, tüm iş birimlerine dağıtılacak. Özellikle gelişmekte olan pazarlarda yol Güvenliğine olan yaklaşımını pekiştirmek isteyen TNT, ‘Küresel Yol Güvenliği Ortaklığı’ ile işbirliğine devam ediyor. orta ve az gelirli ülkelerdeki yol güvenliği sorunlarını ele alan ve yol güvenliği planını güncellemekte olan, devletleri, özel sektörü ve sivil toplum kuruluşlarını bir araya getiren bir oluşum niteliğindeki ortaklıkla TNT hem karayolu güvenliğine genel yaklaşımını gözden geçirerek bu konuda doğru hareket etmeye özen gösterdiğini, hem de bilinç düzeyini arttırıp sıfır kaza hedefine yönelik bir yol güvenliği planı geliştirdiğini müjdeliyor. Merkez ekipleri de bu doğrultuda TNT’nin gelişmekte olan pazarlarda yeni devraldığı şirketlere doğrudan destek veriyor. Yol güvenliği planının resmen onaylanmasından sonra, tüm iş birimlerine dağıtılması hedefleniyor. “İdare müdürleri, karayollarında trafik kazası ve can kaybına karşı sıfır tolerans yaklaşımın benimsediklerini, yol güvenliği planının risk azaltma girişimlerini desteklediklerini gösteren bir yol güvenliği antlaşması imzalayacaklar. Sürücülerinse ayrı bir anlaşmayı gönüllü olarak imzalamaları yönünde çağrı yapacağız,” diyen TNT Sağlık, Güvenlik ve Çevre Müdürü Kevin Cook da, mevcut çalışmanın yürütülecek çeşitli kampanyalarla daha etkili olacağını ifade ediyor. 04 Londra ve Çin’de ‘0’ salınım Canlı yaşamını da düşünerek sürekli kendini yenileyen ve geliştiren TNT Karayolu filosuna sıfır düşük salınımlı araçları katarak sektöründe bir kez daha öne çıktı. TNT, Londra’da dünyanın en büyük sıfır salınımlı akülü ‘Newton’ teslimat kamyon filosu ile hizmet vermeye başladı. Diğer yandan Çin’in en büyük otomobil ve elektrikli taşıt üreticisi Dong Feng Motor Co, iki akülü teslimat aracının denemelerine, başladı. Azami hızı saatte 80 km, menzilleri 160-200 km arasında ve taşıma kapasiteleri 1 ton olan kamyonlar, TNT’nin Avrupa dışında yaptığı ilk sıfır salınımlı araç testi olma özelliği taşıyor. Yine TNT Ekspres Avustralya ise nisan ayında 10 Toyota Hino karma kamyonla müşterilerine hizmet vermeye başladı. TNT Avustralya’da yaptığı bu işlemle birlikte sıradan yakıtlı araçlar yerine dizel-elektrik karma yakıtlı araçlar kullanan ilk şirket oldu. 05 TNT’den haberler TNT açlığa karşı görev başında Dünya Bankası verilerine göre, Nikaragua, Amerika Kıtası’nın Haiti’den sonraki en yoksul ülkesi. 1,5 milyon insanın beslenme yetersizliğiyle mücadele ettiği ülkede Dünya Gıda Programı (WFP) ile TNT, yaraların üzerini biraz olsun kapatmak için çalışıyor. Yardıma muhtaç kimselere dost eli uzatan TNT’nin Amerika, Ortadoğu ve Afrika bölgesi yöneticileri yanı başlarındaki ülkenin durumunu görmezden gelmedi. Böylesine karamsar bir tabloyla karşı karşıya olan ülkeye Amerika kıtası genelindeki bazı ülke genel müdürlerinin de katılımıyla ziyarette bulunan yöneticiler, WFP’nin bu ülkedeki çalışmalarını inceledi. Ayrıca, TNT ve WFP’nin Nikaragua’daki çalışmalarının nasıl bir eksende devam etmesi gerektiği konusunda da görüş bildirdi. Bu ziyaretin sonucunda, ABD, Ortadoğu ve Afrika’dan yöneticiler bazı okullara yeni derslikler, tuvaletler ve su arıtma sistemleri yapılması konusunda harekete geçti. WFP ile TNT’nin faaliyet gösterdiği bazı Güney Amerika ülkeleri ile Nikaragua’daki okullar ve projeler arasında kardeşlik uygulamasına 05 geçilmesi konusunda da anlaşmaya varıldı. Nikaragua’da yaşanan bu son gelişmelerden sonra her şey bir anda günlük güneşlik olmasa da halihazırda zor şartlar yüzünden yıpranan halkın yüzüne samimi bir tebessüm getireceği umuluyor. Nikaragua’nın kaderi değişiyor Mayıs’ta Amerika Kıtası’nın en fakir ülkesi Nikaragua’da, TNT’nin tepe yöneticileri, hayatta kalma mücadelesi veren bölge halkı için emek harcayan WFP ve TNT’nin çalışmalarına katkıda bulunmak için ülkeyi ziyaret etti. Nikaragua, tarihi boyunca zorluklarla mücadele etti. ABD işgali, iç savaş, deprem derken bugün halk daha önce birçok kez tecrübe ettiği bir durumla karşı karşıya. Ülkenin büyük bir bölümünün günde sadece 1 dolarla yaşamını sürdürdüğü Nikaragua, açlık ve sefaletle geçen yıllarına geri dönmek üzere, su alan bir gemide Güney Atlantik ile Kuzey Pasifik Okyanusu’nda ilerliyor. 06 TNT’nin kasasındaki çocuk öyküleri Turgut Yıldız TNT Ekspres Türkiye Genel Müdürü TNT, dinamizmini koruyor 7-10 ve 11-14 yaş grupları arasındaki ilköğretim öğrencileri arasında düzenlenen ‘İşte Benim Öyküm’ yarışmasına bu yıl 245 öykü katıldı. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Zeytinburnu Şubesi ve Şişli Belediyesi Bilim Merkezi işbirliğiyle ikinci kez düzenlenen yarışmada en iyi öyküler seçildi. Dünyadaki ve ülkemizdeki ekonomik gelişmeler bazen kaygı verici olsa da, gerek Türkiye’nin dinamiği gerekse şirketimizin tecrübeleri ve gücü bizi rahatlatmaktadır. Yine bu yıl da büyümeye devam eden TNT Türkiye, sektörde hizmetleriyle öncü olmaya devam ediyor. Hizmet kalitesinin yanında takip ve çözüm üretme de müşterilerimizin beklentilerindendir. Bunda başarılı olmak, rakiplerin önünde olmak demektir. Artık satış sonrası hizmetler, müşteriler için çok daha önemlidir. Günümüzün şirketleri için bir diğer önemli konu da toplum için neler yapıldığıdır. Global ısınmaya neden olan faaliyetlerin azaltılması ve mümkünse durdurulması, içinde bulunduğumuz topluma en önemli pozitif katkılardan birisidir. Biz, bu konuda üzerimize düşen görevi yerine getiriyoruz. Çevreci araçlarımızın sayısı giderek artmaktadır ve TNT, bugün dünyanın en büyük elektrikli araç filosuna sahip şirketi olmuştur. Topluma fayda konusunda 1 Haziran’da tüm dünyada açlıkla savaş için TNT ile birlikte 250 bin kişi yürüdü, 1 milyon dolar yardım toplandı. Bu, 20 bin çocuğun bir yılllık yiyecek ihtiyacını karşılıyor. Konuyla ilgili çalışmalarımız her zaman için gurur kaynağımız olacaktır. 00 Bu yıl ikincisi düzenlenen ‘İşte Benim Öyküm’ yarışmasında 7-10 yaş grubunda, Kastamonu Atatürk İlköğretim Okulu’ndan Beyza Nur Ekiz ‘Çiçekle Su’ hikayesiyle birinci, Hakkari Cumhuriyet İlköğretim Okulu’ ndan Mihriban Yılmaz ikinci ve Kars 29 Eylül İlköğretim Okulu’ndan Şeyda Nur Yıldız üçüncü oldu. Hakkari Derecik Şehit Gaffar Okan Yatılı İlköğretim Bölge Okulu’ndan Yalçın Tekin ise ‘Billur Top Jüri Özel Ödülü’ne layık görüldü. 06 11-14 yaş grubu kazananları 11-14 yaş grubunda ise, İzmir Büyükkale Mediha İçel İlköğretim Okulu’ndan Rabia Yazganoğlu ‘Fedakar Anne’ hikayesiyle birinci, Mersin Kuşkan İlköğretim Okulu’ndan Rabia Akdi ‘Bir Genç Kızın Hayali’ hikayesiyle ikinci ve Şırnak Atatürk İlköğretim Okulu’ndan Vicdan Songuralp ‘Küçük Balık ile Su’ hikayesiyle üçüncü oldu. Trabzon Osman Altıntaş İlköğretim Okulu’ndan Nisa Nur Keskin ise jüri özel ödülünü aldı. Açlığa karşı yürümeye devam 1 Haziran günü TNT çalışanları için sıradan bir gün değildi. Çünkü onlar her gece aç yatmakta olan 800 milyon insanın seslerini daha gür duyurmak için şehir merkezlerinde buluştu. Her ülkenin kendi yerel saatiyle saat 10.00’da başlattığı sembolik yürüyüş, günün başladığı ve bittiği yer olan Yeni Zelanda, Auckland’de yapıldı. Gün boyunca ‘dünya’ dönüşünü sürdürürken, TNT çalışanları 24 saatlik dilimde, 24 saat boyunca yürümüş oldu. TNT Ekspres Türkiye çalışanları da aileleriyle birlikte yaklaşık 450 kişi ‘Dünyayı Yürüyelim’ projesi için Caddebostan’dan Suadiye’ye kadar yürüdü. Dünya çapında 750 binden fazla TNT çalışanının katılımıyla gerçekleşen ‘Dünyayı Yürüyelim’ projesinin okul beslenme programına yapacağı katkının 5 milyon euro’nun üzerinde olması bekleniyor. Peter Bakker Peter Bakker TNT Ekspres CEO’su TNT artık elektirikli TNT artık elektrikli. Birleşik Krallık ve Hollanda’dan sonra artık Çin’de de şehir içi yoğun bölgelerde elektrikli dağıtım araçları kullanıyoruz. Almanya’da sıkıştırılmış doğalgazla çalışan araçların, Hollanda, Fransa, Brezilya ve Hindistan’da ise biyoyakıtlı araçların pilot çalışmalarını yapıyor olsak da şehirlerde ve kasabalarda dağıtım amacıyla çalışan araçlarımız için en çevreci seçeneğin elektrik olduğuna inanıyoruz. Size bu satırları, Çin’den döner dönmez yazıyorum. Wuhan kentindeki otomobil üreticisi Dong Feng’in ürettiği iki elektrikli kamyonun, Çin’deki meslektaşlarımızca testlerden geçirilmesini yerinde inceledim. Elektrikli araçlar, Çin’in hızla büyüyen mega kentlerindeki hava kirliliğini azaltmakta büyük rol oynayacaktır. Diğer taraftan Birleşik Krallık’taki kentler ve kasabalarda kullanılması için 100 adet Newton marka elektrikli kamyon siparişi verdiğimizi bir kez daha hatırlamak istiyorum. Ben de önümüzdeki haftadan itibaren Birleşik Krallık’a geçip şimdiye kadarki en geniş elektrikli araç filomuzun hizmete alınışına şahit olacağım. Birleşik Krallık’taki elektrikli kamyonları ilk olarak Londra’da test etmeye başlamıştık. Geçen 18 ay içinde, Newton elektrikli kamyonların fizibilitesini ortaya çıkardık. Fiyatları sıradan kamyonlara göre neredeyse iki kat pahalı olsa da işletme maliyeti bu farkı tümüyle ortadan kaldırıyor. Öncelikle, bir Newton kamyonu bir hafta çalıştırmanın maliyeti 40 sterlin civarındayken, aynı tonaja sahip bir dizel kamyon için 230 sterlin ödeniyor. Son olarak, hareketli parçaların azlığı, bakım maliyetlerinin daha düşük, araç ömrünün sıradan kamyonlara göre daha uzun olmasını sağlıyor. Verdiğimiz 100 araçlık sipariş, TNT’yi bu alandaki çalışmaların liderliğine getiriyor. Ayrıca dünyanın en temiz ve en yeşil ekspres dağıtım şirketi olma kararlılığımızı da pekiştiriyor ki, bununla gurur duyuyorum. 07 08 Çevre Dört teker üstünde geleceğe yolculuk Küresel enerji sıkıntısının yanında çevreye verdiği zararlardan dolayı fosil yakıtlarla çalışan araç sayısının git gide azaltılması hedeflenirken onların yerini alacak olan alternatif yakıtlı araçlar şimdiden test sürüşlerine çıktı bile! Karayolu taşımacılığı havaya bıraktığı benzin, bütadien, karbonmonoksit, nitrojen oksit ve partiküller nedeniyle yerel emisyonun bir numaralı kaynağı konumunda. Araçların neden olduğu hava kirliliğinin insan sağlığına olumsuz etkileri giderek artıyor. Solunum rahatsızlıkları, kardiyopulmoner hastalıkları ve akciğer kanseri vakalarında emisyonun etkilerine rastlanılıyor. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre dünyada 0-4 yaş arasındaki 13 bin çocuk hava kirliliği nedeniyle hayatını kaybediyor. Örgüt, hava kirliliği seviyeleriyle ilgili olarak AB’nin belirlediği kriterlere uyulması durumunda 5 bin hayatın kurtarılabileceğini söylüyor. Tüm bu uyarılara ve gelişmelere rağmen dünya halen enerji gereksinimlerini yüzde 80 oranında fosil yakıtlardan karşılıyor. Çünkü benzinle çalışan araçlar günümüzde insanlığın temel gereksinimleri arasına girmiş durumda. Bununla birlikte belki hidrojenin, güneş enerjisinin veya elektrik enerjisinin araçlarda kullanımının yayılması için yıllar geçecek ama alternatif yakıtlı araçlar şimdiden yollardaki yerini almaya başladı. 09 En yaygın olanı elektrikli hibrid araçlar Çevreci araçlardan en çok tercih edileni ve yaygın olanı hibrid özellikli olanlar. En büyük amacı benzin sarfiyatını ortadan kaldırmak olan hibrid, diğer adıyla melez araç teknolojisi, adından da anlaşılacağı gibi normal yakıtla elektriğin bir arada kullanımını sağlıyor. Hibrid araçlar, 50 kilometre hıza kadar ben- zin yakmadığı gibi kırmızı ışıkta beklerken de CO2 salınımı yapmıyor. Bu özellikleri sayesinde kullanıcıya tasarruf ettiren hibrid araçlar, çevreye de daha az zarar veriyor. Hibrid araçların emsallerine göre tek farkıysa fiyatı. Çevreye zarar vermeyen teknolojik çevre yakıtlarının en büyük sorunu da bu. Pahalı olmasından dolayı yaygınlaşamayan bu enerji türlerinin insan hayatına entegrasyonu için öngörülen en yakın tarih ise 2020. Adı üstüde; alternatif yakıt Alternatif çevreci yakıtların da kendi aralarında seçenekleri bulunuyor. Gelecekte yaygın kullanımı öngörülen güneş enerjisi, araçların benzinle bir arada kullanımına olanak sağlıyor. Aracın üzerine ve uygun bölümlerine yerleştirilen enerji panelleriyle birlikte ışınların enerjiye dönüşümü gerçekleşirken araç aynı zamanda farklı bir fosil yakıtı daha kullanabiliyor. Yeni nesil çevreci araçlardan bir başkası da rüzgar türbinlerinin kattığı enerjiyi kullanıyor. Ayrıca şarj edilebilen güneş enerjisi pilleriyle çalışan araçlar da ilerleyen yıllarda trafikte karşımıza çıkacak. Suyla araba çalışır mı demeyin, çalışıyor… Biraz fantastik bir seçenek gibi görünse de, denemeler sonucu su ve elektrik ile çalışan araç alternatifleri de bulunuyor. Sistem şöyle çalışıyor: Pistonların havayla dolmasının ardından elektrik veya mazotla açığa çıkan enerji depolanıyor. Daha sonra su sisteme da- 10 Çevre Yeşil sürüş için ipuçları • Ani kalkış ve agresif sürüşten kaçının. • İleriyi düşünün. Duracağınız yerleri tahmin etmeye çalışın ve aracınızın olabildiğince kendi kendine hareket etmesini sağlamaya çalışın. • Hız limitlerini dikkate alın! Saatte 75 km hızla gitmek, saatte 65 km hıza göre yüzde 10 oranında daha fazla yakıta mal olacak ve pek çok aracın havayı çok daha fazla kirletmesine neden olacaktır. Hibrid araçlar, 50 kilometre hıza kadar benzin yakmadığı gibi kırmızı ışıkta beklerken de CO2 salımı yapmıyor. hil oluyor. Buharlaşan su yakıtın daha çabuk yanmasını sağlarken araca da olumlu katkıda bulunuyor. Suyla çalışan araçlarda motor gücü artarken aynı zamanda yüzde 50’nin üstünde yakıt tasarrufu sağlanıyor. değiştiriyor. TNT, dünya çapında kafilosuna her gün yeni çevreci araçlar ekliyor. Son olarak Londra’daki şirketine 100 araç dahil eden TNT, bir taraftan da yaptığı uçuşların CO2 salınımına göre ağaç dikmeye devam ediyor. TNT çevreci araçları destekliyor Çevreci araçlar konusunda Avrupa Birliği de bazı çalışmalar gerçekleştiriyor. En ciddi adımı doğaya zarar veren otomobillerin üretimiyle ilgili getirdiği şartlarla atan AB, 2012 yılından itibaren üretilen otomobillerde CO2 salınımının 120 gramdan daha az olmasına karar verdi. Çevreci araçların kullanımının yaygınlaşması biraz da şirketlerin katılımıyla gerçekleşebilecek. Zira İstanbul trafiğinde dolaşan 2 milyondan fazla aracın yaklaşık yüzde 20’sini özel şirket araçları oluşturuyor. Bu şirketlerden biri de TNT. Ekspres taşımacılık sektörünün dünya çapındaki firmalarından biri olan TNT, sosyal sorumluluk çalışmaları doğrultusunda filosunu hibrid model araçlarla • Mümkün olduğunca iş çıkışı saatlerinde trafiğe çıkmaktan sakının. Dur-kalk sürüşler emisyonun çok daha büyük oranlarda gerçekleşmesine neden olur. • Yolculuklarınızı birleştirin. Isınmış motorlar çok daha az hava kirliliğine neden olurlar, böylece kısa yolculukları bir araya getirmek büyük bir fark yaratabilir. • Aracınızı her zaman yüksek viteste kullanmaya çalışın. Bu, devir sayısını düşürecek, böylece yakıt kullanımını azaltacak ve motor daha az yorulacaktır. • Klimayı kullanmadan önce aracınızın içini pencereleri açarak soğutmayı deneyin. • Yeni model araçların pek çoğu ısınmadan hareket etme yetisine sahiptirler ve çalışırken otomatik gazı kullanırlar. Bu nedenle aracınızı çalıştırırken gaz pedalına basmayın. 11 TNT Ekspres Türkiye Genel Müdürü Turgut Yıldız, 22 yıldır görev yaptığı kuruma yansıttığı vizyonunun yanı sıra pek çok sivil toplum kuruluşunda da önemli görevler üstleniyor. Kal-Der Yönetim Kurulu ve TÜGİAD Onur Üyesi olan Yıldız, Sürdürülebilir Kalkınma Derneği’nin de başkanlığını yapıyor. Turgut Yıldız’la kişisel vizyonunu, bu vizyonun temelini oluşturan yaşam standartlarını ve hobilerini konuştuk. 20 yıldır TNT’de görev yapıyorsunuz. Türkiye’de ekspres taşımacılık nasıl bir süreç izledi. Şimdi nerelerdeyiz? Bunu değerlendirir misiniz? 20 yılda çok şey değişti. Türkiye’de 20 yıl önce sektörümüz de tanınmıyordu. Oysa bu sektör 12 Röportaj “Türkiye’deki hizmet kalitesi Avrupa’da bile yok” TNT Ekspres Türkiye Genel Müdürü Turgut Yıldız, Türk göndericilerin yüksek kalitede servis ve hizmet talebinin TNT Ekspres Türkiye’yi dünyanın en kaliteli servis sağlayıcı şirketlerinden biri yaptığını söylüyor. önemli bir ihtiyaç… Çünkü taşımacılık işleminin hızlı bir şekilde yerine getirilmesi dünyada büyük önem taşıyor. Bizim yaptığımız işin önemli bir özelliği de ihracatta bir numunenin hızla yerine ulaştırılması sonucunda, ihracat sektörüne rekabet gücü kazandırmak. Geçmiş dönemlerde bu görülmüyor ve bilinmiyordu. O dönemde yurtdışına gidecek bir gönderi, normal yollarla; çoğu zaman karayoluyla, nadiren hava yoluyla yapılıyor ve uzun zaman alarak gerçekleşiyordu. 20 yıl önce sektörü incelediğimde lojistik sektörü ve bunun içindeki tüm kolların zamanla çok daha önemli hale geleceğini gördüm. Bu önem zaman içinde daha çok algılandı, ortaya çıktı ve gelecekte de artarak sürecek. Çünkü dünya gittikçe globalleşiyor. Türkiye için sektörün tanınması ve öneminin kavranması ne tür sonuçlar doğurdu? Sektörün tanınması Türkiye’nin ihracat kapasitesini artırdı. Çünkü sektörümüzün avantajını kullananlar rakiplerinin önüne geçmeye, uluslararası alanda rekabet edebilir hale gelmeye başladı. Örneğin Yunan tekstilciyle rekabet halinde olan Türk tekstilcisi, Avrupa’daki büyük satın alıcıya numunesini aynı şartlara ve hıza sahip olarak gönderebilir hale geldi. Ekspres taşımacılık Türkiye’deki her sektörde ihracattaki rekabet gücünü artıran bir etken oldu. Sektörün önemli bir özelliği de 20 yıldır heyecanını hiç kaybetmemiş olmasıdır. Çünkü 20 yıldır ihracata ivme kazandıran özelliği nedeniyle Türk ihracatçısının gözdesi ve önemli bir aracıydı. Bu halen böyle… Çünkü Türkiye 13 ihracatta daima rekor kırmak için uğraşan bir ülke… 20 yıldır azalmayan heyecanınızı, bahsettiğiniz önemden kaynaklanan müşteri beklentileri mi sağlıyor? Başından beri Türk göndericiler, yüksek kalitede servisi arzu ve talep ettiler. Son anda, en zor şekilde de olsa gönderilerinin ulaştırılmasını beklediler. Daima, bir nevi mucize istediler… Çünkü işin yapılacağını, gerçekleşeceğini biliyorlar. İstiyorlar ve biliyorlar ki, biz bunu yapacağız. Buradaki ilişki ve güven karşılıklı. Ama diğer Akdeniz ülkelerinde bizdeki kadar yakın bir ilişki yok! Diğer yandan, sektörün çok önemli bir iş yaptığını görüp, bu yaptığı işten en iyi şekilde yararlandılar Dünyadaki anlayış tamamen değişti. Eskiden şirketlerin amacı kendi kârıydı, artık değil! Kârın dışında geleceği ve gelecekte ürün satabileceği insanı da düşünmesi gerekiyor. ve çok iyi bir servis aldılar. Bu servisin kalitesi Türkiye’nin üç kıta; Avrupa, Asya ve Afrika hiç azalmadan bugüne kadar geldi ve devam açısından konumunun önemi nedir? Çin’in ediyor. Afrika’ya yapmış olduğu yatırımlar dünya ekonomisi açısından ne anlam taşıyor? Akdeniz’den farklı bir yöne geçecek olursak... Ortada bir gerçek var: Çin neresi, Afrika neTNT Çin’e de yatırım yapıyor. Türkiye’den de resi! Ama orada yatırım yapıyorlar. İşte bu seferlere başladınız... bir fırsat ve ileriyi görme meselesidir. Sadece 1 milyarı aşkın nüfusuyla Çin önemli bir ak- iş adamları için söylemiyorum. Ülke olarak, tör… Yakın zamana kadar Çin dünya ticareti- devlet olarak bakmak gerekiyor. Çünkü bu nin içinde yoktu, kapalı bir ekonomiydi. Son bir politika… Elbette bizim Avrupa ve ABD iş yıllarda hâlâ kendine özgürejimini devam et- ortaklarımız, buralarla zaten ticaretimiz var tirmesine rağmen Dünya Ticaret Örgütü’nün ve artırarak devam ettireceğiz. Ama dünya bir üyesi olarak ticarete açıldı. Bugün ulusla- durmuyor! Bu ticareti devam ettirirken yerarası şirketler Çin’de yatırım yapıyor. Çin’in nilikleri de görmek lazım. Şirketler gibi devde diğer ülkelerde yatırımları var. Doğru bir letlerin, geleceğin uzun vadeli stratejilerini yaklaşım olarak Afrika’da yatırımlarda bulu- oluşturması lazım. Örneğin “Yaşlı Avrupa binuyorlar. Çünkü Afrika geleceğin kıtası… zim mallarımızı ne kadar süre daha alacak? 14 Bizim genç nüfusumuz gelecekte nerelere daha çok üretim yapmalı?” açılımlarını görmeleri gerekiyor. Dolayısıyla Çin’in Afrika’yla ilgili bu görüşünü takdirle karşılıyorum. Türkiye ise belirttiğiniz gibi çok önemli bir konumda bulunuyor. Bunu çocukluğumuzdan beri “Türkiye bir köprüdür” diye bütün kitaplarda okutuyorlar. Coğrafi, ekonomik ve kültürel olarak bu doğru ama bir türlü helvayı yapamıyoruz! Çünkü bazı konularda çoğa tamah edip eldeki bulgurdan oluyoruz. Sizin ağzınızdan ‘ekonomi ve çevre’ kelimelerini sık sık bir arada duyuyoruz. Aynı zamanda Sürdürülebilir Kalkınma Derneği başkanısınız. Sürdürülebilir kalkınma açısından bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Röportaj Kediler çok yumuşak, çok tatlı varlıklar. Eve geldiğimde mutlaka onunla bir süre zaman geçiriyorum ve bu beni çok rahatlatıyor. Kedinin insanı psikolojik açıdan rahatlatan bir özelliği var. İnsanın ev hayatındaki bu huzuru iş hayatına da taşıyabilmesi ve iş hayatında da gerginlikten uzak durabilmesi, dostça arkadaşça bir ortam oluşturabilmesi başarıya önemli bir katkı yapıyor. Dünyada nüfus artıyor ve nüfus arttıkça ticaretin artacağını var sayıyoruz. Nüfusun artmasıyla ticaret ve dünyadaki şirketlerin varlığını sürdürme ortamı da olacak. Ama bu ortamın sürekli olması için, nüfusun sağlıklı, eğitimli, satın alabilir ve sorunlardan arandırılmış olması şart. Bunu sağlamak için de ilk önce çevreyi düşünmek gerekiyor. Sürdürülebilir Kalkınma Derneği, önceliği iş dünyasına vermek üzere, diğer sivil toplum kuruluşları, belediyeler ve devletle birlikte sürdürülebilir kalkınma kriterlerini yerleştirmek için kurulmuş bir dernek. Temelde üç kriteri ele alarak çalışıyor: Ekonomi, toplum ve çevre… Bu üç kavramın eşgüdüm içerisindeki kontrolüyle sürdürülebilir kalkınmanın gerçekleşebileceğini vurguluyor. Seyahate meraklı olduğunuzu biliyoruz. Ama gideceğiniz yerlere öncesinde bir sanal keşif uçuşu gerçekleştirdiğinizi de duyduk. Flight Simulator benim bir diğer hobim. Mesela Hollanda’da bir toplantımız oluyor. Ben bir gün önce simülatörle o uçuşu gerçekleştiriyorum. Toplantıya giderken de aşağı bakıp simülatörde gördüklerimi yaşıyorum tekrar. Gerçekten çok hoş oluyor. İş seyahatim çok fazla… Ama bu yolculuklarda seyahat ettiğimi bile anlamıyorum. Ancak bunun dışında da aile olarak seyahati çok seviyor ve birlikte gerçekleştiriyoruz. Bunlar ailemle birlikte olabildiğim değerli zamanlar. Gittiğimiz yerleri de özenle seçmeye çalışıyor ve değişik kültürler olsun istiyoruz. Japonya, Küba, Tanzanya gibi… 15 Ailede, herkesin üzerinde, ailenin efendisi bir kral da var! Biraz da ondan söz edelim mi? İsmi Şanslı! Gerçekten onu çok seviyoruz. Tabii kedilerin farklı bir özelliği var. Kedi insanın sahibi olarak görür kendini. Son derece cana yakın bir hayvandır ve bu özelliği ile siz onu yönetemezsiniz ama o sizi yönetir. İstediğini yaptırır. İşte sözünü ettiğiniz krallık da buradan kaynaklanıyor. Onun temizliğini yapıyorum, tüylerini fırçalıyorum ama bundan da büyük zevk alıyorum. Kedinin insanı psikolojik açıdan rahatlatan insana huzur veren bir özelliği var. İnsanın ev hayatındaki bu huzuru iş hayatına da taşıyabilmesi ve iş hayatında da gerginlikten uzak durabilmesi, dostça arkadaşça bir ortam oluşturabilmesi başarıya önemli bir katkı yapıyor. “Mükemmelin peşindeyiz” Autoliv Cankor Genel Müdürü Mustafa Alaca, şirketinin sektörde bir öncü olacağını, bunu da ikinci ünitesi bu yıl hizmete giren Teknoloji Merkeziyle yapacaklarını söylüyor. Alaca, bu hedefi gerçekleştirmedeki aracılardan biri olan taşımacılık hizmetinin de kusursuz olması gerektiğine dikkat çekiyor. 2007 yılında 17’nci olarak ‘İlk 100 İhracatçı Firma’ arasına giren Autoliv Cankor, emniyet kemeri, hava yastığı ve direksiyon üretiminde Türkiye’nin lideri. Ekspres taşımacılık hizmetlerinde TNT Ekspres’i seçen Autoliv Cankor’un Genel Müdürü Mustafa Alaca’ya bir yatırım lokasyonu olarak Türkiye’nin ve bir taşımacılık hizmetleri sağlayıcısı olarak TNT’nin önemini sorduk, şirketin hedeflerini dinledik. Türkiye’nin Autoliv için önemi nedir? Bir üretim lokasyonu olarak Türkiye’nin nasıl bir avantajı ve vizyonu var? Autoliv Cankor yüzde 100 yabancı sermayeyle Türk Otomotiv ana Sanayisine hizmet verdiği gibi, başta Batı Avrupa olmak üzere dünya üzerindeki birçok tedarik noktası için Türkiye’den emniyet kemeri, hava yastığı ve direksiyon simidi üretimi yapıyor. Global bir kimliğe sahip olan Autoliv, Türkiye’nin sağladığı rekabet olanaklarını yine ülkenin avantaj ve dezavantajlarıyla değerlendirmeye alarak yatırımlarını yönlendiriyor. 1999’dan bu yana gelişimini sürdüren Autoliv’in Türkiye organizasyonu 2007 yılında bir başka önemli adım daha attı. Türkiye’nin yerel ve global projelerde prototip, simülasyon ve testler de dahil olmak üzere mühendislik olanaklarının artmasını sağlayacak olan ATE (Autoliv Gebze Mühendislik Merkezi) GOSB Teknopark’ta çalışmalarına başladı. Bu kapsamda simulasyon çalışmaları başta olmak üzere prototipleme ve benzer uygulamalarının da yer alacağı bu teknoloji merkezinde iki yıl içinde yapıla- 16 cak genişlemeler ve yatırımlarla yalnızca yurt içi projelere değil, Avrupa’daki diğer üretim merkezlerine de hizmet verilmesi hedeflendi. 2008 yılında ikinci ünitesi de hizmete giren ve bu yılın sonunda 200 mühendisin çalışacağı yeni teknoloji merkeziyle Autoliv Avrupa’nın AR-GE faaliyetlerinde çok önemli bir rolü üstlendik. Yarattığımız nitelikli işgücü ve ekipte oluşan sinerji ve dinamizmle ülkemizin, otomotiv sektörünün bu alandaki öncü kuruluşlarından biri olmayı hedefliyoruz. Son dönemde AR-GE teşvikleri ümit verici. Ancak bunların sunumu ve yaygınlaştırılması etkin konuma geçirilmesi gerekiyor. Autoliv olarak bu alanda da Türkiye’ye yatırım yapma kararı aldık ve GOSB Teknopark’ta kurulan bir mühendislik şirketinde, emniyet kemeri ve hava İş ortaklarımız ediniyor. Ayrıca eğitime kriz döneminde dahi ara vermiyoruz ve her çalışanın ihtiyacı doğrultusunda gerekli teknik veya yönetsel eğitimi almasını sağlıyoruz. Yüzde 100 yabancı sermayeli, uluslararası bir şirket olarak sizin için taşımacılığın önemi nedir? Bu doğrultuda ekspres taşımacılık hizmet sağlayıcınızdan beklentileriniz neler? Yoğun bir şekilde ithalat ve ihracat yapan firmamız için taşımacılık öncelikli önem taşıyan unsurlardan biri. Yoğunluk olarak karayolu taşımacılığını kullandığımız düşünülürse, ekspres taşımacılık, acil yüklerimizde karayolunu desteklemek amacıyla daha da önem kazanıyor. Bu bağlamda Autoliv, TNT Ekspres’i seçerken hangi kriterleri göz önünde bulundurdu? TNT Ekspres, Autoliv Cankor için nasıl bir çözüm ortağı? TNT’nin dünyanın her ülkesinde servis ağının bulunması, ekspres taşımacılıkta en iyi birkaç firmadan biri olması, işlerimizde değişik çözümler bulması ve müşteri odaklı çalışması... Bu özellikler bizim için öne çıkan kriterlerdi. Burada en önemli unsurlardan biri de; otomotiv sektörünün kendine özgü bir lojistik yapısı vardır ve TNT, bu alanda deneyimli bir küresel oyuncu olarak üzerine düşeni yapmaktadır. yastığı ürün geliştirme projelerine başladık. Ayrıca bu kapsamda laboratuarlarda gerçekleştirilen ek yatırımlarla olanaklar artırılıyor. Üretim dalımız montaj sanayi içinde yer aldığından, işçilik değerleri Autoliv için ana parametrelerden... Türkiye’nin ihracat konusunda yeni bir hedefi var mı? Autoliv Cankor, 2001’de başladığı ihracat projelerini yoğunlaştırarak AB ülkeleri için emniyet kemeri üretmeye başlamıştı. Autoliv Cankor 2008’in ilk altı ayında 56 milyon euro’luk ihracata ulaştı. Uyguladığı üretim Tüketicinin beklentilerini göz önünde bulun2007 de ulaşmış olduğunuz ihracat seviye- teknolojileri ve kalite yaklaşımıyla da seçkin durduğumuzda zamanlama bu beklentiler siyle büyük bir başarı elde ettiniz. Bu başa- bir konumda olan şirketimiz personel ve inarasında nasıl bir yer tutuyor? rının sırrı nedir size göre? Autoliv Cankor san kaynakları politikalarında da açıklığı ilke ‘Tam Zamanında Teslimat’ yani JIT; müşteriye kazancın yanı sıra güven veriyor. Bu güvenle birlikte müşteri-imalatçı ilişkisi çok daha sağKaliteye verdiği önemi her yıl düzenlediği ‘Kalite Günü’ ile gösteren lam bir yapı oluşturuyor ve potansiyel işlerin Autoliv Cankor, çevreye de duyarlı. Şirket, bu yıl Kocaeli Sanayi alımında imalatçı adına öncelikli bir durum Odası tarafından Şehabettin Bilgisu Çevre Ödülü’ne layık görüldü. ortaya çıkarıyor. 17 18 9 0’lı yıllarda, binlerce kilometre uzakta yaşayan, daha önce karşılaşmadığımız ve büyük olasılıkla ömür boyu tanımayacağımız insanlarla yerimizden kıpırdamadan iletişim kurmak, onlarla sanal dünyada sohbet etmek oldukça şaşırtıcı gelmişti. O şaşkınlığın şokunu yaşarken küresel dünyaya devasa bir kapının yavaş yavaş aralandığını fark edememiştik belki de. Yeni dünyaya açılan bu kapı, yepyeni bir mecra, farklı ve uçsuz ilan ediliyor... Sanal ortamda kurgulanan ve hayata geçen projelerden geriye sadece imajların kalıyor oluşu da işin maliyet boyutunda daha ‘minimal’ bir fatura çıkmasına imkân tanıyor. Üstüne üstlük internet mecrasını ilgilendiren bu yatırımlara ayrılan bütçe, istihdam ve mesai, başka hiçbir mecrada olmadığı kadar büyük oranlarla her geçen yıl nitelik ve nicelik olarak kendini katlıyor, pastadaki payı giderek büyüyor. İnternet iş süreçlerinizin neresinde? İnternet, maliyetleri düşürmedeki kozunuz mu, müşterilerinize eriştiğiniz alternatif bir mecra mı? Yoksa sizin için internet henüz hiçbir sürece dahil olmadı mı? bucaksız okyanusa giden bir kanal anlamına geliyordu. Bugün gelinen noktada açılan bu kapı aralandı, aralandıkça içeriye daha fazla ışık bıraktı ve kapının ardından daha geniş ufukları gösterdi. Yıl şimdi 2008... Yapılan araştırmalar internetin dinamizminin halen güçlü bir ivmeyle arttığını gösteriyor ve öngörülere göre bu durum uzunca bir müddet varlığını koruyacak. Şimdilerde internet, iyiden iyiye profesyonel bir kimlikle nüfuz ediyor hayatımıza. Reklam, pazarlama ve satış departmanları internetin altını üstüne getiriyor, internet mecrası ekseninde stratejiler geliştiriliyor. Mikro ve makro sitelerle kampanyalar duyuruluyor, internet kullanıcısına özel satış stratejileri planlanıyor, marka reklamları en çok tıklanan internet sitelerinden 19 KOBİ’ler internetle buluşuyor TNT’nin yurtdışı gönderilerini TNT Ekspres Türkiye ile yapan küçük ve orta ölçekli firmalar için verdiği ücretsiz internet sitesi hizmeti, müşterilerini sanal alemle buluşturuyor. Bir internet sitesi sahibi olmak isteyen TNT müşterilerinin web sayfası tasarımı, DNS, web hosting gibi hizmetlerden yararlanabilmeleri için birer web alan adı almaları yeterli oluyor. TNT müşterisinin talepleri doğrultusunda gerekli güncelleştirmeleri yapıyor. İçerik hizmetinin de sunulduğu TNTKobiweb hizmetiyle ilgili detaylı bilgi www.tntkobiweb.com adresli internet sitesinden alınabilir. TNT, müşterisini web’de karşılıyor Artık büyüklü küçüklü her şirket, internette kendine bir yer ediniyor. Çünkü müşterihizmet veren buluşmasının müşteri tarafının alacağı hizmetle ilgili araştırma yaptığı, kulak kabarttığı en önemli mecralardan biri; web teknolojisi... TNT Ekspres Türkiye Bilgi ve Haberleşme Sistemleri Direktörü Oğuz Tüzün, iş dünyasının içinde bulunduğu alternatifler devrinin teknoloji için de geçerli olduğunu söylüyor ve teknoloji alternatiflerinin paydaşlara yeni değerler kazandırılmasında da oldukça önemli olduğunu belirtiyor. “Müşterilerimize sunacağımız katma değeri olan alternatif hizmetler, rakiplerimizin bu hizmetleri sunup sunmadıklarına da bağlı olarak şirketimizin rekabetçi yanını güçlendiriyor. Burada, teknolojik yeniliklerle müşteri beklentilerinin örtüşmesi çok önemli bir nokta... Ayrıca yeni teknolojinin kısa ömürlü olmaması, mevcut iş süreçlerine adapte edilemeden değişebilecek bir hızda olması gerekiyor. sına olanak veren, ‘CIT’ (Customer Interface Hızlı ve güvenilir teknoloji Technology) adlı bir yapılanmaya gittiğini söylüyor. Böylelikle TNT müşterilerinin gönTNT Ekspres’in bilişim altyapı merkezi derileriyle ilgili tüm işlemlerini elektronik İngiltere’de... Merkezle olan iletişim ise ortamda çok daha kolay erişim sağlayarak yaTNT’nin faaliyet gösterdiği ülkelerde yer pabilecekleri bir hizmet sağlandığını belirten alan uç birimler aracılığıyla kuruluyor. Tüzün, müşterilerin ister ofislerinde PC’lerine ‘Hub & Spoke’ formundaki bu yapılanma, yüklenen ‘Express Shipper’ ve ‘Express Ma‘TCP / IP’ tabanlı trafiklerle haberleşmenager’ isimli paket programlarla, isterlerse yi sağlayan bir omurga üzerine kurulu. de www.tnt.com.tr’den ve myTNT üzerinden TNT’nin tüm uluslararası bağlantılarında, TNT ile ilgili tüm işlemlerini yapabildiklerini ‘MPLS’ ve ‘Frame Relay’ haberleşme teknosöylüyor. Kurumsal müşteriler için özel olarak lojileri kullanılıyor. 10 binden fazla CISCO geliştirilen ‘Express Connect’ isimli ürünle inRouter, 100 binden fazla kullanıcı ve günternet siteleri arasında kurulacak arabirimler lük 10 milyon veri işlem hacmiyle TNT Bilgi sayesinde XML formatlı veri alışverişi sağlanaSistemleri, dünyadaki ilk 10 ticari bilişim bildiğini belirten Tüzün, “Bu sayede internetağından birine sahip. ten sipariş veren bir tüketicimiz, seçmiş olduğu ürünün teslimatıyla ilgili işlemleri TNT’nin internet sitesine hiç girmeden direkt olarak Avrupa’yı geriden takip etse de kullanıcı saalışveriş yaptığı firmanın internet sitesinden yısındaki artış oranları ve bu doğrultuda şirketlerin internet reklamcılığına ve internet yapabiliyor” diyor. üzerinden pazarlama kanalına ayırdığı bütçeler her yıl büyük oranlarda artıyor. Son üç Mecra olarak internet Oğuz Tüzün, TNT’nin yeni teknolojinin sağ- Türkiye, her ne kadar internetin bir iletişim yıla bakıldığında 2005’te Türkiye’den 10.5 ladığı olanakları en verimli şekilde kullanma- aracı olarak kullanılması açısından ABD ve milyon kullanıcı internete erişirken bu rakam 20 Kapak 2006’da 16 milyona, 2007 yılında ise 21 milyona ulaştı. 2005 yılında 15 milyon YTL’lik bir hacme sahip internet reklamcılığının parasal hacmi ise 2006 yılında 22 milyon YTL’ye, 2007 yılında ise yüzde 100’e yakın bir artış oranı gerçekleştirerek 40 milyon YTL’ye yükseldi. İnternet reklamcılığı alanında hizmet veren Zap Medya İnternet Ajansı’ndan Research Direktörü Tuncay Yavuz, internet mecrasının Türkiye’ye has bazı artı ve eksi yönleri olduğunu söylüyor. Yavuz, Türkiye’nin artı yönleri arasında pazarın dinamik bir yapıya sahip olması, kullanıcı sayısının hızla artması, reklamverenlerin internete inanmaları, kampanyaların olumlu sonuçlanıyor oluşu, ürün ve hizmetlerin dünyayla aynı kalite seviyesinde olması ve pazarın uluslararası reklamverenle- la kişiye gösterilmesinin, siteye olabildiğince ri de çekmesi gibi avantajların bulunduğuna fazla sayıda ziyaretçi toplanmasının, siteyi zidikkat çekiyor. yaret eden kullanıcıların kaydının alınmasının ve siteden olabildiğince fazla satış yapılmasıEksi yönler arasında ise altyapının pahalı ol- nın gerekli olduğunu belirtiyor. ması, olumsuz pr sözkonusu olması, karar vericilerin bilgi düzeylerinin yetersiz oluşu, 2020 yılında internet Türkiye’nin yerleşik online stratejisinin bu- Merkezi ABD’de bulunan Pew araştırma kulunmaması ve kreatif çalışmalardaki eksiklik ruluşunun bilgi işlem, politika ve iş dünyasıngibi olumsuzluklar ön plana çıkıyor. dan 742 uzmana danışarak hazırladığı rapor, internetin önümüzdeki 12 yılda kat edeceği Tuncay Yavuz, bir internet sitesiyle hedefle- yol hakkında fikir veriyor. Rapora göre, uznen iletişim stratejisinde hedefi 12’den vur- manların yarısından fazlası internetin gelecemak için olmazsa olmaz bazı kuralların da al- ği hakkında olumlu görüş bildirirken yüzde tını çiziyor. Hazırlanan internet sitesinde aksi- 46’sı olumlu görüşlere karşı çıkıyor. İnternet yon almanın kolay, iletişim bilgilerinin açık ve sayesinde özellikle iş dünyasındaki maliyetlenet olması gerektiğini belirten Yavuz, görsel rin hızla düşeceğinin belirtildiği raporda, saetkinlik ve çizimlerle zenginleştirilen internet nal dünyalardaki ‘çevirim içi’ yaşamın ‘çevirim sitelerinin kullanıcının daha fazla dikkatini dışı’ yaşama göre daha üretken bir yaşam stili çekeceğini belirtiyor. Yavuz’a göre bir in- olacağı belirtiliyor. Bu sava karşı çıkan görüş ternet sitesinin hedefine ulaşmasında doğru sahipleri ise sanal gerçekliğin üretkenliğini medya stratejisinin de önemi büyük. Şirket- artıracağını, insan sayısının sınırlı kalacağını, lerin web için diğer mecralara ayırdığı payla bu durumun üretkenlikle bir değişikliğe neeşit oranda bir pay tedarik etmesi gerektiğini den olamayacağını, sadece üretkenliğin bir belirten Yavuz, markanın olabildiğince faz- alandan bir alana kayacağını savunuyorlar. 21 22 Spor Barış meşalesinin 2 bin yıllık yolculuğu Tarihten bugüne barışı sembolize eden Olimpiyat Meşalesi, engebeli yollardan karanlık çağlara, kan kokan bahçelerden sesini yükseltmek isteyenlerin boykotlarına ve yeniçağın modernizasyonuna uzanan 2 bin yıllık serüveninde bu yıl Pekin’de alevleniyor. Asırlar önce Antik Yunan’da tanrılar adına düzenlendiği tahmin mesi, maratonun iki tur daha artırılmasıyla beş gün süren bir spor edilen Olimpiyatlar, zamanla bir spor geleneği haline gelirken pek şölenine dönüştü. çok efsane yaşama ve olaya da ev sahipliği yaptı. Nadia Comaneci gibi kıvrak bir jimnastikçiyi, Muhammed Ali Yaklaşık bin yıl boyunca düzenli olarak her dört yılda bir gibi efsane bir sporcuyu, terörizm lanetini ve daha nice yapılan Antik Olimpiyatlar, nedeni bilinmez bir şekilde olayı pistlerinde misafir eden olimpiyatlar 8 Ağustos’ta M.S. 393 İmparator Theodosius tarafından sonlandırıldı. Pekin’de sahneleniyor. Ancak bu, olimpiyatların nihai sonu olmadı. Küçük festivaller şeklinde Yunanistan, Roma, İngiltere ve Fransa Millattan önce 773 yılında filizlenen ve başladığı yıllarda ülkeleri kendi sınırları içerisinde olimpiyatlara benzer sadece maraton koşudan ibaret olan Olimpiyatlar, antik oyunlar düzenlendi. Yerel bir festivali andıran bu orgaçağlarda yarışları kazananın ismiyle anılıyordu. O yıllarda sadece bir nizasyonlar, Fransız soyluları, Pierre Fredy ve Bardon de Coubertin’in günde tamamlanan Olimpiyatlar, daha sonra yeni oyunların eklen- modernizasyonuna kadar düşe kalka ve uzun aralıklarla devam etti. 23 İki siyahi ABD vatandaşının, kürsüde çıplak ayakla yumruklarını göğe kaldırarak ülkelerindeki ırk ayrımını protesto etmesi olimpiyat tarihinin en büyük oyuncu protestosu olarak tarihteki yerini aldı. Bu büyük tepki sonrasında Tommie Smith ve John Carlos isimli iki sporcu derhal Olimpiyat Köyü’nden uzaklaştırıldı. Olimpiyatlar artık daha ‘modern’ 1894 yılında Paris’te düzenlenen bir kongrede mevcut modernizasyon düşüncelerini katılımcılarla paylaşan Coubertin-Fredy ikilisi yaptıkları çalışmalarla ilk ‘Modern Olimpiyat Oyunları’nın 1896 yılında Atina’da yapılmasını sağladı. Oyunların tıpkı antik olimpiyat düzeninde olduğu gibi dört yılda bir düzenlenmesine ve gezici olarak oynanarak Yunanistan’ın hegemonyasından alınmasına karar verildi. ayrıca maraton koşusunun bitişini Kraliyet Ailesi’nin görmesi için dışarıdan başlatılması ve bu modelin günümüze kadar uzanması bu olimpiyatları unutulmaz kılıyor. Bugünün sistemi 1908’de hayat buldu 4’üncü olimpiyatların en büyük özelliği günümüzdeki sistemle eş değerde olmasıydı. İngiltere’de düzenlenen oyunlarda ‘mümkün olan sporların aynı statta düzenlenmesi’ Olimpiyat Oyunları’nın bugünkü logosu 7’nci olimpiyatlarda hazırlandı. İlk kez Hollanda’nın Amsterdam kentinde yanan olimpiyat meşalesi ise günümüze kadar uzanan Olimpiyat geleneklerinden bir diğeri olarak tarihteki yerini aldı. Türkiye ve Olimpiyatlar Türkiye’de Olimpik hareketin başlangıcıysa 19’uncu yüzyıl ortalarına dayanıyor. Modern sporların ülkeye girişini izleyen yıllar, aynı zamanda Olimpiyat Oyunları’nın dünyaya 24 yayılması için yoğun çaba gösterilen bir dönemdi. Ve Türkiye bu dönemde Atina Ara Olimpiyatları’nda gösterdiği başarıların ardından Uluslararası Olimpiyat Komitesi’ne katıldı. Türkiye’de olimpiyatlarla ilgili çalışmalar Selim Sırrı Bey’in önderliğinde 1922 yılında ‘Milli Olimpiyat Komitesi’ çatısı altında toplandı ve günümüz Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi’nin (TMOK) de temelleri atılmış oldu. Spor 1976 yılında Montreal’da düzenlenen 21’inci olimpiyatlarda genç bir Romen, o güne kadar gerçekleştirilemeyen bir başarıya imza atıyordu. Nadia Comaneci isimli genç jimnastikçi, hakemlerin tamamından 10 tam puan alıp altın madalya kazanırken oyunların tarihine geçiyordu. 2008 Pekin Olimpiyatları ve Türkiye Yunan sporcu Alexandros Nikolaidis tarafından taşınan olimpiyat meşalesi, 16 il, 43 ilçe ve 4 yerleşim biriminden geçtikten sonra, Pekin Olimpiyat Komitesi’ne verildi. Tamamlanan meşale turunun ardından Türkiye’den olimpiyatlara katılacak olan kafile büyük bir basın toplantısıyla duyuruldu. Şu ana kadar atıcılık, atletizm, bisiklet, boks, güreş, halter, judo, masa tenisi, okçuluk, tekvando, yelken ve yüzme olmak üzere toplam 12 branşta, 58 sporcudan oluşuyor. Sandalye, İlk altın madalya 11’inci Oyunlar’ın Türkiye için ayrı bir önemi bulunuyor. Türkiye Greko-Romen güreş kategorisinde Yaşar Erkan ile altın madalya kazanan Türkiye bu gururu ilk kez yaşadı. Bir efsane doğuyor 17’nci Olimpiyatlar büyük bir efsanenin doğuşuna sahne olmuştu. Clay ismini taşıyan ve daha sonra Müslüman olarak ‘Muhammed Ali’ ismini alan ünlü boksör oyunların unutulmaz olmasını sağladı. Olimpiyatlarda ‘boykot’ modası 16’ncı Olimpiyatlar ile birlikte bir ‘boykot’ modası tüm düzeni alt üst ediyordu. Üstelik temel mantığı barış olan oyunlar politikaya alet ediliyordu. Boykotçu ülkeler bu eylemlerine 1988’e kadar devam etti. IOC, ise olimpiyatları boykot eden ülkelerin oyunlara çağırılmayacağını açıkladı. 1988 yılındaki Seul Olimpiyatları’na 159 ülke katılınca olimpiyatlarda boykot olayı tarihe gömüldü. Jensen’in ölümü ve doping 17’nci Oyunlar’da bir yaşanan talihsiz bir olay tüm spor camiasında infial oluşmasına neden oluyordu. Denetlenmesi bir yana kullanımı serbest olan doping, Danimarkalı bisikletçi Knut Enemark Jensen’in yarış sırasında ölümüne neden oluyordu. Bu olay üzerine 1963 yılında Avrupa Komisyonu doping konusunu ele aldı ve 1964 Oyunları’nda denetimlerine başladı. 25 2008 Avrupa Rüya Şampiyonası’ndan geriye ne kaldı? 26 Gezi Biz Türkler için rüya gibi bir Avrupa Şampiyonası’ydı. Kişi başına düşen Gayri Safi Milli Hasıla, yağmur bulutu, kültürel miras ve doğal güzellikler zengini İsviçreliler’in 2008 Avrupa Şampiyonası maçlarında ağırladıkları konuklardan biriydik biz de. Ve ev sahibinin lokasyonu, sadece İsviçre’yi değil Kuzey İtalya ve Güney Fransa’yı da gezmemize imkan tanıyacak cinstendi. Biz de fırsat bu fırsat, kirasına İsviçre Frankı ödediğimiz CH plaka kod- yon... 26 kantondan oluşan ülkede Türk Milli takımının gruptaki ilk ve son maçını oynayacağı Cenevre’ye inişimizle bizi konfederatif yapının Frankofon kesimi karşıladı. Cenevre Gölü’nün kıyısındaki bu yerleşim birimi, öğrendik ki dünyanın en pahalı 10 şehrinden biriymiş. Bunu şehre gelmeden önce bilmemek, ilk yemek molasında şaşırmamıza neden olsa da akşam karşımıza çıkan Portekiz milli takımının taraftarlarını seyre dalmak, Alp eteklerinde bir Şampiyona hikâyesi! 9 günde 2.300 km yol, 3 Avrupa Şampiyonası maçı, İsviçre, İtalyan, Fransız mutfakları, kültürleri ve tarihleri… 6 puan, çeyrek final, Alpler, deniz ve göl manzaraları! lu otomobilimizle 9 günde 2.300 km yol kat ederek Alplerin eteğinde fır döndük, 12 şehir ve 20’nin üzerinde yerleşim birimini ziyaret ederek bulutların altında gölgelenen bölgeyi keşfe çıktık. bazı Türk taraftarların bizi gördüklerinde verdikleri selamlara karşılık vermek, tüm parasal kaygılardan arındırarak futbol atmosferinin içine çekiverdi bizi. Kaçamayacağımız mağlubiyetle tanıştıktan bir gün sonra gezimizin ilk bölümünü oluşturan İsviçre seyahatine başladık. İlk durak: Cenevre İsviçre, bağımsız devletlerin egemenliklerini muhafaza etmek şartıyla bir araya geldikleri Bern’in rengi turuncu bir devletler topluluğu, yani bir konfederas- Cenevre’nin 30 km kuzeyinde, Cenevre gölünün kıyısındaki Nyon, UEFA’nın da merkezi olması nedeniyle ayrı bir önem arz ediyordu bizim için. Pazar günü yaptığımız yolculuktan olsa gerek, sadece dış cephesini görebildiğimiz UEFA binasını geçince, merkeze vardığımızda şehir bizi patika yollarıyla karşıladı. Roma İmparatorluğu şehirlerinden Nyon’daki Şato, ihtişamıyla bizi bir anlığına Orta Çağ havasına sokuverdi. Şatonun en üst katındaki 27 hapishane ve hapishanenin içindeki hücrelerin yarattığı atmosfer Orta Çağ havasından çıkmamızı iyiden iyiye zorlaştırdı. Nyon’dan sonraki rotamız İsviçre’nin başkenti Bern oldu. İsmini bir dönem bölgede ayı avlandığı için Almanca’da ayı anlamına gelen ‘Bern’ kelimesinden aldığı söylenen şehirde İsviçre’nin Almancı sınırına geçtiğimizi cadde isimlerinin başındaki Rue kelimesinin Strasse kelimesine dönüşmesinden anlıyoruz i. Bern her ne kadar ülkenin başkenti olsa da İsviçre’nin en kalabalık şehri değil. Tıpkı Cenevre’de olduğu gibi Bern’de de bizi tenha ve sessiz sokaklar karşıladı. Taraftarların Avrupa Şampiyonası’ndaki maçları izlemesi için kurulan Fan Zone’a gittiğimizde turuncu rengin ağır bastığını gözlemledik. Çünkü tüm turnuvaların en renkli taraftarlarından biri olan Hollandalılar bir sonraki gün İtalyanlarla yapacağı karşılaşma öncesi Bern’e ayak basmışlardı. 50 km uzaklıktaki Thun şehrini belirledik rota olarak. Thun’un ardındaki Thunersee ve Brienzersee gölleri, bu göllerin arasındaki Interlaken isimli yerleşim birimi keşif için oldukça cazip görünüyordu. Üstelik bu göllerin etrafında kıvrılan Alpler’in etekleri ve İsviçre yönetiminin sunduğu teleferikle dağa tırmanma imkânı yeni bir deneyim vaat ediyordu: Göğe yükselmek, binlerce metre yükseklikten yeryüzünü izlemek! testinin ardından mönüde Bern spesiyalinin yeşil fasulyeyle servis edilen et ve şarküteri ürünlerinden oluşan Bernerplatte olduğunu öğrendiğimizde epey geç kalmış olduğumuzu fark ettik. Çünkü Rösti tıka basa doyurmuştu bile. İsviçre’nin en meşhurlarından biri olan fondüyü ise yoğun peynir kokularının mideBern’de bir ‘rösti’ akşamı de yarattığı hezeyandan ötürü cesaret edip Akşam Bern’e döndüğümüzde hedef İsviçre de tadamadık. mutfağının lezzetlerini tatmaktı. Restoran mönülerindeki isim-fiyat karşılaştırmaları bize Kolomb’un topraklarının keşfi sağlıklı fikri vermeye yetmiyordu. Gözümüze Basel’deki İsviçre-Türkiye maçındaki birinilişen bir tabağın sahibi, restoranın sokak ci geri dönüş mucizesini izledikten sonra masalarında oturan bir grup Hollandalı’ya yeni rota, güneşin kendini göstereceğini, aitti. Sokaklardaki futbol havasının getirdiği deniz sıcaklığını hissedeceğimizi umduğusamimiyetle lezzetli olup olmadığını sorduk muz İtalya’nın kuzey, Fransa’nın güney kıyıyemeğin. İsim ve lezzet tarifinden sonra ‘rös- larıydı. Gezinin ikinci bölümünün ilk durağı Renklerin doğayla dansı ti’ yemeye karar verdik. Bir tür patates garnisi İtalya’nın en büyük liman şehri olan Cenova Bern keşfinin ardından sıra İsviçre’nin doğal olan rösti’nin üzerini domuz pastırması kap- oldu. Tarihte İstanbul’da Galata Kulesi’ni güzelliklerine şahit olmaya gelmişti. Bern’in lıyor ve en üste bir yumurta bırakılıyor. Rösti diken Cenevizliler’e başkentlik yapmış 28 Gezi biri… Fransa-Hollanda maçının oynanacağı gün Fransa topraklarında olmak güney havasının içerisine biraz da futbol heyecanı kattı. olan şehir aynı zamanda ünlü kaşif Kristof Kolomb’un da doğum yeri. Antik iskeledeki korsan gemisini ve dünyanın en büyük ikinci akvaryumunu geride bırakıp sahil boyunca İtalya’ya doğru yola devam ettik. Hedefte şarkılara konu olmuş Portofino vardı. Bu küçük ama ünlü koya doğru yol alırken Santa Margherita’da bir mola verdik ve İtalyan mutfağından lezzetler arandık. Doğru adres makarnaydı bizim için. Pobertello makarnası ve muhteşem sosunun tadını damağımızda bırakarak otelimze yerleştik. 1 milyon yılın izleri Kuzey İtalya’nın kıyısını köşesini gezdikten sonra tekrar Cenova üzerinden bu kez Fransa’ya, insanoğlunun yaklaşık 1 milyon yıldır yaşadığı tahmin edilen Côte d’Azur’a doğru yol aldık. Dünyanın en ünlü sahillerinden birini arşınladığımız bu istikamette bizi ilk önce Monako Prensliği karşıladı. 1297’den beri Grimaldi ailesi tarafından yönetilen Prenslik, Vatikan’dan sonra dünyadaki en küçük ikinci bağımsız devlet. Grimaldi ailesinin Foçalılar’dan aldıkları kale bugün turist akınına uğruyor. Monako’dan Nice yoluna düştüğümüzde solumuzda uzanan deniz boylu boyunca büyüleyici rengiyle eşlik etti bize. Nice, Güney Fransa’nın en hareketli şehirlerinden Son durak Milano Çek Cumhuriyeti karşısında aldığımız mucize galibiyetin ardından aktarmalı bir uçuş macerası bekliyordu. Bizi Milano üzerinden aktaracak olan Alitalia seferlerinin arasındaki 3-4 saati değerlendirip Duomo’yu gezmek 9 günlük gezide değerlendirilen son fırsat oldu. Zira gotik mimari üslupla inşa edilmiş en büyük katedral olan Duomo di Milano 500 yıllık bir geçmişe tanıklık ediyor. Güzergah sırasında geçtiğimiz ve şehrin meydanından transit geçtiğimiz diğer şehirler; Cannes, Lozan ve Avignon’a da selam olsun! Bir tür patates garnisi olan rösti’nin üzerini domuz pastırması kaplıyor ve en üste bir yumurta bırakılıyor. Rösti testinin ardından mönüde Bern spesiyalinin yeşil fasulyeyle servis edilen et ve şarküteri ürünlerinden oluşan Bernerplatte olduğunu öğrendiğimizde epey geç kalmış olduğumuzu fark ettik. 29 Sandalye üzerinde hayata tutunmak Süleyman Akbulut, Türkiye’deki 2.5 milyon omurilik felçlisinden biri… Sandalyeli hayatın buhranından kurtulma yolculuğunu engin bir edebi dille anlatabilecek yoğunlukta bir iç dünyasına sahip... Akbulut işte böyle bir ruhun penceresinden cevapladı sorularımızı… 08 30 Röportaj “Gözümü ilk açtığımda arkadaşlarımın bakışlarıyla karşılaştım. Ben de onlar gibi kendime baktım. Bana ne olduğunu anlamaya çalıştım. Bacağımdan aşağısını hissetmediğimi anlayınca verdiğim ilk tepki kendime acımak oldu. O an kendime eski ben gibi bakıyordum. Çünkü beynim henüz sakat olanın kendim olduğunu idrak edememişti. Normal biri gibi düşünüyordum ve sakat halime acıdım…” Süleyman Akbulut, 1991 yılında geçirdiği trafik kazasından sonra gözlerini açtığı anı bu kelimelerle anlatıyor. Bu düşünce biçimi onu intihar düşüncesine sürüklüyor. Öfke, sızı ve acı dolu günlerin çıkışını sadece burada buluyor. Akbulut intihar düşüncesine, canavarlarla dolu ormana hazırlıklı olmadığı için yenik düştüğünü söylüyor. Ama hem kaleme aldığı ‘Sandalye’ isimli romanın kahramanı, hem de Akbulut sonu bir başlangıca dönüştürüyor, ölüm düşüncesini uygulama aşamasında püskürtüyor ve hayata tutunmak için son ve güçlü bir dal buluyor: Mücadele etmek! Önce işe öykülerle başladınız. Masalsı Yüzleşmeler, iç dünyanızdaki ilk yansımalardı. Sonra romana dönüştü yaşadıklarınız. Roman yazmaya nasıl başladınız? Kalemi elinize ne zaman aldınız? Aslında ben hayatım boyunca edebi eserlerden çok kuramsal kitaplar okudum. İlk kez 1997 yılında bir şeyler yazmaya başladım. Bir kitabım yayınlandı. Aradan birkaç yıl geçtikten sonra kafamda sadece Omurilik Felçlileri Derneği’ndeki anılarımı yazmak vardı. O sırada bir 15 sayfa kendi hakkımda yazdım. Yazdıkça gördüm ki, epey edebi şeyler dökülüyor. Sonra yazdım ve yazdım. Yazdıklarımı okudukça böyle süslü cümleler kurabildiğime şaşırdım. Sonuçta ortaya beni ve ‘öteki’ni anlatan bir anı-roman çıktı. 09 31 Yazdıkça gördüm ki, epey edebi şeyler dökülüyor. Sonra yazdım ve yazdım. Yazdıklarımı okudukça böyle süslü cümleler kurabildiğime şaşırdım. Sonuçta ortaya beni ve ‘öteki’ni anlatan bir anı-roman çıktı. Romanınızda akıcı bir üslup ve güçlü bir dil var. İlk bakışta sanki pesimist bir içerik karşılıyor okuyucuyu, ama aslında ciddi bir hayata tutunabilme yöntemi gizli içerde. Bu üslup ve bu dil, nasıl bir okuma sürecinin ürünü? Esinlendiğiniz yazarlar var mı? Kullandığım dil, romansı bir dilse, bunda Servet-i Fünun edebiyatının ağdalı, elemli ama bir o kadar da incelikli ruh hali ve dili egemen olmuştur diyebilirim. Halid Ziya Uşaklıgil’in Mavi ve Siyah kitabı çok derin izler bırakmıştır bende… Diğer taraftan Fransız klasiklerini de çok severim. Sthendal, Zola ve Balzac isimlerini sayabilirim bir solukta. Yazarken de, tıpkı bu yazarların ortak özelliğinde olduğu gibi, naif bir dil olmasına özen gösterdim. Hem bir de şu vardı tabii: Hüznü, kederi, elemi, bahar sabahında penceremden odama süzülen çimenlerin buğusunun içimde yarattığı kırılmayı öyle anlatmasaydım, yenilgilerime, yenilgilerimden aldığım güce, felcin anılarımda bana yaşattıklarına, hissettirdiklerine, ödedi- Peki romanın kahramanı sakatlığın verdiği ruh halinden kaçışı nerede aradı? ğim bedellere haksızlık etmiş olurdum. Somut, basit olaylara takılmak yerine, olaSakatlıktan kaçışı iç dünyanızda bulanlar- yın bütününü görmek önemliydi kahraman dansınız. Ama Türkiye’de 2.5 milyon omurilik için. Hep küçük olaylarda yakalamaya çalıştı. felçlisinin çoğu böyle bir sığınağa sahip de- Bir taraftan aşk üzerinden hayata tutunmaya çalıştı, olmadı. Ölüm üzerinden ıstıraptan ğil. Bir omurilik felçlisi nereye sığınır? Kimisi çareyi çekilmekte bulur. Hayattan elini kurtulmaya çalıştı, olmadı… Şunu gördü: Tek eteğini çekerek evine kapanır kimisi. Evinde kurtuluş vardı, yok sayılmaya karşı direnmek. bütün gün oturup televizyon izler ya da ara Aslında bu roman temel öğüt niteliğindeki sıra çıkıp bahçede dolaşır. Dünya bir facialar bir mesaj veriyor: Eğer bir sistem, bir grup, ormanıdır onun için. Evde onu besleyen duy- bir insan topluluğu sizi öteki sayıyorsa, bugu o kişinin karakterine göre değişir. Kimi rada içinize kaçmak yerine, anlık çözümler nefret, kimi öfke, kimi sitem duyar. Ama tüm üretmek yerine, öteki sayılmaya karşı mücabu duygular en ekstrem noktalarda yaşanır. dele edin. Yaşadıklarım bana bu mesajı verdi Nefret de, kin de, sitem de en uç noktalar- ve ben gerçek hayatımda öteki olmaya karşı mücadele ettim. dadır. Ötekileştirme nedeni yüzeysellikten kaynaklanıyor gibi bir sonuç çıkıyor ortaya... Einstein’ın teorisine göre dünya yüzeylerden oluşur. Hayat da öyledir aslında… Farklı boyutlarda farklı yüzeyleri vardır. Maharet bunları görebilmektedir. Bu kitap aslında mücadele etmeyi ve beni yok sayamazsınız çıkışını ifade eder. Bir omurilik felçlisinin topluma maliyeti 1-1.5 milyon dolar civarında. Çünkü devlet özürlüden alacağı vergiden, yaratacağım katma değerden vazgeçiyor, üstüne üstlük bir dolu ilaç masrafı yapıyor ve ona maaş veriyor. Bu, son derece irrasyonel bir tutum. Peki devlet ona nasıl yaklaşıyor ve bu yaklaşımdan nasıl bir zarar görüyor? Türkiye’de 2.5 milyon omurilik felçlisi var. Ortopedik özürlü sayısı ise 8.5-9 milyon civarında. Yani toplam nüfusun yüzde 12.29 oranın- 32 Röportaj Sandalye, Ben Büyüyünce… Mavi Olacaktım… Süleyman Akbulut, Doğan Kitap, 2008, 426 sayfa “Bir omurilik felçlisi ya da bir sakat, duygusunu en ekstrem boyutlarda yaşar” diyor Süleyman Akbulut. İşte ‘Sandalye’ romanı bu ekstrem duyguları kağıda ustaca dökebilen, bir yazarın elinden çıkma. Akıcı üslup ve bugünün insanına uzak bir objenin etrafında, ‘sandalyenin’ etrafında dönen olaylar örgüsü okuyucuyla sakat arasında gerçek bir empati kurulabilmesi için gerekli ortamı ince ince işliyor insanın içine. Üstelik okuduktan sonra geriye sadece bir sakatın hayata nasıl tutunacağının formülasyonu değil, doğasında engeller olan insanın hayatı anlamlandırma çabalarını aydınlatan ışık da kalıyor. da özürlü var. Bu özürlü vatandaşlar sakatlık maaşı alıyorlar. Bu, son derece irrasyonel bir tutum. Bir omurilik felçlisinin topluma maliyeti 1-1.5 milyon dolar civarında. Çünkü devlet özürlüden alacağı vergiden, yaratacağı katma değerden vazgeçiyor, üstüne üstlük bir dolu ilaç masrafı yapıyor ve ona maaş veriyor. Ayrıca yılda 3 bin kişi omurilik felçlisi oluyor. Yılda 4-4.5 milyar dolarlık ek maliyet meydana geliyor. 6 milyar dolar için IMF kapılarına gittiğimizi düşünürsek büyük bir rakam bu. Dünya Sağlık Örgütleri ortalamalarına göre özürlülürin yüzde 12.29’u istihdam ediliyor. Yani 8’de 7’si bir kenara konuluyor. Eğer bir sistem, bir grup, bir insan topluluğu sizi öteki sayıyorsa, burada içinize kaçmak yerine, anlık çözümler üretmek yerine, öteki sayılmaya karşı mücadele edin. Yaşadıklarım bana bu mesajı verdi ve ben gerçek hayatımda öteki olmaya karşı mücadele ettim. Bu rakamlarla mücadele bir dönem Omurilik Felçlileri Derneği ile ve şimdilerde de edebiyatla devam ediyor diyebiliriz sanırım. Dernekten ayrılmadan önce açtığım davaların bir bölümü hukuk fakültesinde emsal dava olarak okutuluyor. En son kazandığım dava bireysel bir davaydı… Mahkemede üçünü kata duruşmaya çağrılmıştım ve kucakta çıktım. Bu durumu dava ettim, Türk hukuk tarihinde ilk defa 500 YTL’lik bir tazminat aldım. Devlet bu davayla şunu kabul etti: Bugün 8.5 milyon özürlü giremediği her duruşma için devlete dava açarsa bunun bedeli inanılmaz boyutlarda olacak. Artık bu devletin sorunu. Önceden sorunu içselleştirdiğimiz için bizim sorunumuz olarak kalıyordu. Öyle bir kahramanlığın anlamı var mydı? Yoktu... Kamudan hizmet alırken benim konforlu bir şekilde bu hizmetten faydalanmamı sağlamak devletin görevi. Çünkü ben öteki değilim, beni korumak durumunda. Devlet sen başının çaresine bak diyerek işin içinden sıyrılamaz. Ben buna müsaade etmiyorum. Bunu edebiyat alanında yazdığım kitapla yapıyorum, açtığım davayla yapıyorum, çalıştığım STK ile yapıyorum. Şimdi hukuk alanında master hazırlığı yapıyorum, bu da bunun üzerine olacak… Toplum olarak en büyük eksikliğimiz empati kuramamak. Neden böyle? Gözümü ilk açtığımda arkadaşlarımın bakışlarıyla karşılaştım. Ben de onlar gibi kendime 33 baktım. Bana ne olduğunu anlamaya çalıştım. Bacağımdan aşağısını hissetmediğimi anlayınca verdiğimi ilk tepki kendime acımak oldu. O an kendime eski ben gibi bakıyordum. Çünkü beynim henüz sakat olanın kendim olduğunu idrak edememiştim. Beynim normal biri gibi düşünüyordu ve sakat olan bana acıdı… İşte bu acıma duygusu daha önce sakat insanlarla empati kuramamaktan kaynaklanıyordu. Okulun asansörlerini çok sık kullanırdım ve sık sık da bozulurdu. Oysa okulda tekerlekli sandalyeli bir kız vardı. Asansör bozulduğu için ben defalarca o kızın üst katlara taşınmasına yardımcı oldum. Ancak bunu her defasında acıdığım için yaptım. Hiçbir zaman onu gerçekten anlamaya çalışmadım. Kendimce iyilik ettiğimi sanıyordum ama benim ona yaptığım kötülüktü. Dolayısıyla acımak dediğimiz, özürlü insanları düşünmek ve anlamak dediğimiz şeyler çok subjektif. Sakat bir insanın kucağına 1 YTL atıp o an onu rahatlatabilirsiniz ama aslında bu yaptığınız kötülükten başka bir şey değil. Diğer taraftan onun için bir kaldırımı düzeltirsiniz, bu gerçek iyiliktir. İşte kendime acıyarak bakmamın nedeni, o empatiyi daha önce kuramamış olmamdır. Toplum olarak belli normlarımız var. Her şeyin bir normali var bizim için. Normal olmayanı ötekileştiriyoruz. Sakatsa ona acıyoruz, vicdanımızı rahatlatmak için yaklaşıyoruz. Oysa bir omurilik felçlisinin ya da herhangi bir sakatın toplum tarafından acınmaya değil, kurulan empatiyle sıradan bir birey gibi algılanmaya ihtiyacı var. Büyükada’yı ‘görmek’ İstanbul’un Prens Adaları; adalar içinde en büyüğü olan Büyükada… Yüzyıllara uzanan tarihi ile yaşayanları ve yaşanmışlıklarıyla, yapılarıyla bir zaman labirenti aslında. Zakkumların arasındaki tenha yolda ilerleyen fayton tarihi bir köşkün önüne geldiğinde faytoncu önemli bilgiyi arkada oturan genç çifte bilmiş bir edayla aktarıyordu. “İşte felanca dizinin çekildiği ev!” Gençlerin gözleri heyecanla açılıyor, kız hemen atılıyor. “Durup bir fotoğraf çektirebilir miyiz?” Faytoncu, bu fotoğrafın önemini bilen bilge kişi rolüne binaen, hemen atların dizginine asılıyor, fayton duruyor. Gençler alelacele faytondan inip, yüzlerinde heyecanlı bir gülümsemeyle köşkün önünde yerlerini alıyorlar. Faytoncu artık kanıksadığı fotoğrafçı rolüne bir kez daha bürünürken, genç kız erkeğe biraz daha yakınlaşıyor, eller tutuşuluyor ve… “Tamam” diyor faytoncu. Onların kişisel tarihinde önemli biri anının resmidir artık o. *** İstanbul’un Prens Adaları; adalar içinde en büyüğü olan Büyükada… Yüzyıllara uzanan tarihi ile yaşayanları ve yaşanmışlıklarıyla, yapılarıyla bir zaman labirenti aslında. İnsanı hayran bırakan, sarıp sarmalayan, dönüşü zorlaştıran efsunu da buradan geliyor belki de... Daha o İstanbul’un en güzel, en çekici iskelesinden ayağınızı basıp, tarihi saat kulesi ile karşılaştığınız ilk andan başlıyor bu sarmalayış. Saat kulesinin latifesi de bunu anlatır zaten: “Saatin altında iskeleye sırtını dönüp 34 Büyükada mil çekilirmiş bu güzelliği görmesin diye… Zaman geçerken bir diğer sürgün de Sovyet devriminin liderlerinden Leon Trotsky olmuş. Ve kimler gelmiş kimler geçmiş; Osmanlı’nın sarayından Türk edebiyatının önemli isimlerine, pek çok kişi adalı olmuş, iz bırakmış adada… çektirdiğin resim, Büyükada’ya geldiğinin resmidir; iskeleye yüzünü dönüp çektirdiğin resim, Büyükada’dan gideceğinin resmidir. İlkinde gözlerinden sevinç okunur, ikincisindeyse hüzün…” Tüm bu öyküleri bu sayfalara sığdırmak elbette imkânsız. Zaten bu yazının amacı da o değil. Bu yazı sadece bunun varlığına dikkat çekip, o öykülere ulaşmanın kılavuzlarından söz etmek istiyor. Bu kılavuzlardan biri değerli araştırmacı ve yazar Jak Deleon’un “BüyükaBizans döneminde sürgün yeri olarak da kul- da Anıtlar Rehberi” isimli kitabı. Adaya gellanılmış Büyükada. Buraya gönderilen Prens- meden önce o kitabı okumak ve adadayken ler, cezalı imparatorluk erkânının gözlerine de yanında bulundurmak adayla tanışmanın 35 gereği aslında. Ama bunun da üzerinde; o anıtların var oluş nedeni, adanın anlamı, kısaca “adalı ruhu” her şeyin özünü oluşturuyor. İşte asıl mesele de o ruhla tanışmak, o ruha dokunmak… Çünkü Büyükada’nın tarih boyu sakinlerinin; Türk, Ermeni, Rum, Musevi, Levanten herkesin, kendi güzelliklerini katarak oluşturduğu bir “ruh” bu… Yani farklılıkların birbirine katılarak zenginlikler haline dönüşmesinin ve “mutluluk adasının” sırrı... kiyor. Zaman Satan Dükkan’da Kavlı Vasil, Padre, Balıkçı Karlo ve niceleriyle tanışmak; Büyükada’nın Solmayan Fotoğrafları’nda geçmişin bakkal dükkanından içeri girip sonra sokak sokak, insan insan anılarda, mutluluklarda, şakalarda dolaşmak; Hoşcakal Prinkipo’da gündelik hayatın o muhteşem kahramanlarıyla daha da yakınlaşmak gerekiyor adalı ruhunu anlamak için. Ahmet Tanrıverdi bir başka lezzet de sunuyor bizlere; Bizans döneminde sürgün yeri olarak da kullanılmış Büyükada. Buraya gönderilen Prensler, cezalı imparatorluk erkânının gözlerine mil çekilirmiş bu güzelliği görmesin diye… Bu sırrı öğrenebileceğiniz pek çok kişi, yazar ve edebiyatçı arasında biri var ki, ismi Fıstık Ahmet… Çocukluğunda babasının bakkal dükkânından başlayan gözlemlerini, gündelik hayatın içindeki anıları bugüne taşıyan bir yerel ve sözel tarihçi, bir araştırmacı, doğma büyüme Büyükadalı Ahmet Tanrıverdi. Yerel tarihçiliğini ve araştırmacılığını hem tarihin derinliğine doğru uzatıyor hem de günümüzde adadan göçmüş olanların anılarına ulaşarak önemli bir bilinmezi gözler önüne seriyor. İşte bu nedenle Büyükada denince Fıstık Ahmet’in kitaplarını okumak o anıların ve fotoğrafların labirentinde kaybolmak gere- 36 “Barba’nın Mezeleri” ada mutfağının lezzet kitabı… Burada bir sırrı da paylaşmak lazım: İskele’den çıkıp sola dönüp, balıkçı lokantalarının tümünü geçip, balıkçı barınağına yaklaşırken sağdaki küçük ve duvarları resimlerle kaplı lokantada o lezzetleri tatmak da, Fıstık Ahmet’i görmek de mümkün. Eğer bunları ihmal edip, adaya gitmeyi düşünenler olursa: İstanbul’da hâlâ pek çok mesire yeri, çamlık var; birkaç çam ağacı görmek, mangal yapmak (zaten ormanda yasak) için adaya gelmeye de, masraf etmeye de değmez! Hele birkaç ‘dizi çekilen evi görmek’ içinse; hiç değmez! Sergi Miró’nun dünyası Pera’da II. Dünya Savaşı’nın tozundan dumanından kendisini en çabuk kurtaran şehirlerinden biri olan Paris, o dönemde savaş sonrası sanatta çok önemli bir döneme ev sahipliği yapıyordu. Dadaizm, Kübizm, Sürrealizm, Otomatizm ve Varoluşçuluk gibi yaşamı ve sanatı sorgulayan alışılmışın dışında yeni boyutlar getiren düşünce ve sanat akımları gelişiyordu. Paris daha o yıllarda gerçek bir kültür ve sanat başkenti olmuştu bile... Paris’in önde gelen ailelerinden Maeght Ailesi dönemin sanatçılarına ve düşün insanlarına adeta kucak açıyor ve çalışmalarını desteklemek için tüm birikimlerini ortaya döküyorlardı. Sartre’den Matisse’e sayısız sanatçı şehre akın ediyordu. 1964 yılında bu topyekun çalışmaların meyvesi ortaya çıktı ve Fransa’nın ilk modern sanat vakfı olan Maeght Vakfı kuruldu. Vakıf, sanatçıları kendine bir mıknatıs gibi çekiyordu. Ancak modern sanatta çok önemli bir yeri olan bu ailenin ‘manevi evladı’, sürrealizmin deha ismi Joan Miró’ydu. Şimdi bu şaşalı dönemin yansımaları İstanbul’da hayat buluyor. Küratörlüğünü, Maeght Ailesi’nin üçüncü kuşak temsilcisi ve çocukluğunun önemli bir bölümünü Miró ile paylaşmış Yoyo Maeght’ın yaptığı, ‘Joan Miró: Maeght Koleksiyonu’ndan Baskılar, Resimler ve Heykeller’ sergisi, 37 Miró’nun II. Dünya Savaşı sonrasını yansıtan coşkulu, sevinçli renklerinin yanı sıra uzun süren hoş bir dostluğun izlerini de sunuyor. ispanyol ressamın 120 eserine yer verilen sergi, çağdaş sanat akımının en önemli kolkesiyonlarından birini sanatseverlerle buluşturuyor. Döneminin edebiyat dünyasıyla yakın ilişkilerinden dolayı ‘Şiirleri resimleştiren resimleri de şiirleştiren ressam’ olarak da tanınan Joan Miró’nun yaptılarının yer aldığı bu önemli sergiyi 31 Ağustos’a kadar İstanbul Pera Müzesi’nde görmek mümkün. Dakikalara ihtiyacı olmayan filmler Kafanızda binlerce kurgu, elinizde kamera, bir nefeste, kısıtlı zamana karşı anlatmak istediğiniz dertlerinizle baş başasınız… Kayıt tuşuna basın ve bir ömre sığdırdıklarınızı kasete hapsetmeden perdeye yansıtın. Savaş, aşk, ölüm, doğum, terk edilmek, büyümek gibi olguları anlatmak için ister dakikaları tüketin, ister 3-5 dakikada senaryosundan, kurgusuna, kadrajından, sekansına her detayı üzerine özenle çalışılması gereken bir kısa film yaratın. Önemli olan kalpleri, gözleri bir anda olduğunuz yere bağlamak değil mi? Zamanın ne önemi var? Sinemanın ticari faaliyet alanında gelişimi sonucu ortalama 90 dakikalık filmler ortaya çıkarken, kısa film kendini bu çizginin dışında tutarak bağımsız, sanatsal, içsel filmlerin ortaya çıkmasını sağlıyor. Kısa film türleri kendi içerisinde yönetmenin tamamen yaratıcılığına bağlı olarak teknik ve içerikle, deneysel, animasyon temeline dayanan canlandırmalar ve serim-düğüm-çözüm gibi noktaları bulunan büyük bir kurmacayı canlandırıyor aslında. Kısa film serüveninde tanıdık yönetmenler Bugün filmlerini seyretmek için gişe kuyruklarında beklediğimiz, CD’sini almak için yolumuzu değiştirerek mağazaya gittiğimiz birçok uzun metraj yönetmenin bir zamanlar yolunun kısa filmlerden geçmiş olması da aslında bu dar zamanlı yapıtların önemini gözler önüne seriyor. Robert Rodriguez, David Lynch, Michelangelo Antonioni, Alain Resnais, Yeşim Ustaoğlu, Nuri Bilge Ceylan, Mustafa Altıoklar, Çağan Irmak, Ümit Ünal, Reha Erdem, Tayfun Pir- 38 selimoğlu gibi isimler ilk kez ‘oyun’ dediklerinde zamanın engel olamadığı kısa metraj filmlerini çekiyorlardı. Sinemanın büyük paralarla hazırlanan ve ciddi prodüksiyonlarla yaratılan diğer kanadının aksine, maddi kaygısı olmadan doğal, derdini anlatan, toplumsal sorunları, insanı, kültürel olayları, tarihsel konuları yönetmenin bakış açısıyla harmanladığı kısa filmler izleyiciler için yeniliklere, farklılıklara, özgürlüğe doğru yeni kapılar açıyor. Yönetmenin filmindeki her fırça darbesi, günün birinde hissettiği, fakat dokunamadığı, dokunup tat alamadığı, tat aldığı fakat tepki veremediği bir andan geliyor şüphesiz. Belki de kısa filmler bu yüzden çok seviliyor: Olup biteni, zamanı karıştırmadan anlattığı için… Kitap İran Uyanıyor Şirin Ebadi Kameralı Katil Thomas Glavinic Berçem Yayıncılık, 261 sayfa Yapı Kredi Yayınları, 2008, 89 Sayfa 30 yaşlarında orta boylu bir adamın, 7 ve 8 yaşlarındaki iki çocuğu yüksek bir ağaçtan atlamaya zorlayarak öldürdüğü ve bunu kameraya kaydettiği haberi Avusturya’nın Batı Stirya bölgesini bir anda kasıp kavurur. Televizyonlar olay bölgesinden canlı yayınlarla gelişmeleri aktarırken, kendisinden bütün bildiklerini yazması istenen roman anlatıcısı ve eşi Paskalya tatilinde arkadaşlarını ziyarettedirler. İran’ın son 50 yıldaki toplumsal ve sosyal süreci biraz da İran halkının siyasal görüşlerinin birbirlerinden ne kadar ayrılabildiğini gösteriyor. ABD ile işbirliği yapan Şah yönetimi tarafından devrilen Muhammed Mussadık ve daha sonra ABD işbirliğinin halk tarafından nefretle karşılanmasından güç alarak iktidara uzanan Ayetullah Humeyni ve Halkın Mücahitleri Örgütü bu kutupların başrol oyuncuları oldular. İranlı Ebadi, sürecin tanıklarından biri. Kameralı Katil’deki arkadaş grubunun olaylara bakışını, medyanın kayıtlı bir cinayete yaklaşımının ardındaki gizli kurguyu yansıtan Kameralı Katil, günümüz medyasının cinayeti toplumsal bir olaydan çıkarıp nasıl bir meta haline getirdiğini anlatıyor. Çalkantılı yaşamını Şah rejiminden soyutlamadan anlatan 2003 Nobel Edebiyat ödüllü Şirin Ebadi, 1979 İslam Devrimi’nden bugüne yaşananları tarihsel sıralamanın yanında, sosyal yönleriyle de mercek altına alıyor. Son İstasyon Jay Parini Merkez Kitapçılık, 2008, 304 sayfa Büyük Rus yazar Lev Tolstoy, aynı zamanda tüm zamanların en ünlü düşünürlerinden biri… ‘İtiraflarım’ isimli kitabı onun iç dünyasına ışık tutan en önemli eserlerden biridir. Bu kitap, Tolstoy’un bilinç akışını, hayatın anlamını arama yolculuğunu anlatır. Nitekim yazar, ölümden korktuğu için yaşamak zorunda olduğunu kabul eder ve geçireceği yıllara anlam yüklemek için uğ- raş verir. Jay Parini’nin ‘Son İstasyon’ isimli romanında Tolstoy, hayatına dair her şeyi geride bırakarak huzuru aramak için yola koyulur. Soğuk bir sonbahar günü başlayan bu yolculuk Astapovo İstasyonu’nda son bulur. Son İstasyon, Tolstoy’un, karısı Sofya Andreyevna’nın, doktorunun, çocukları- 39 nın, can yoldaşı Çertkov’un ve sekreteri Bulgakov’un günlüklerinden ve mektuplarından yararlanılarak, tarihi gerçeklere dayandırılarak yazıldı. Kendisini hüzünlü bir son bekleyen ünlü yazarın hayatının son yılına, başarılı bir kurguyla, bu kişilerin gözünden bakan roman, Tolstoy’un dünya görüşünün, ideallerinin, aşklarının ve hayal kırıklıklarının derinine iniyor. Bir küresel ısınma macerası Bölüm 2 TNT 747 Rio’ya yaklaşıyor... Paletlerden birinde uyuyan kutup ayısı karnındaki gurultular nedeniyle uyanıyor. Çok acıktım... Yiyecek bir şeyler yok m u? Yiyece BİYOYAKIT Biyoyakıtımız yerel soya fasulyelerinden imal edilmektedir. k!?
Benzer belgeler
Hayatta kalite arayanlar bu kentlere aşık olur!
Sayı:34- TNT VIEW İmtiyaz Sahibi: Turgut Yıldız • Sorumlu Müdür: Müzeyyen Dilek Özgür • Yayın Kurulu: Erdenay Gül, Giray Karanlık, Murat Uludağ, Selin Karakaş • Yapım: Medyaevi İletişim • Editör: A...
TNT HOLDİNG BV 2008 SAYI: 42
Sayı:34- TNT VIEW İmtiyaz Sahibi: Turgut Yıldız • Sorumlu Müdür: Müzeyyen Dilek Özgür • Yayın Kurulu: Erdenay Gül, Giray Karanlık, Murat Uludağ, Selin Karakaş • Yapım: Medyaevi İletişim • Editör: A...
geleceğe dönüş
Sayı:34- TNT VIEW İmtiyaz Sahibi: Turgut Yıldız • Sorumlu Müdür: Müzeyyen Dilek Özgür • Yayın Kurulu: Erdenay Gül, Giray Karanlık, Murat Uludağ, Selin Karakaş • Yapım: Medyaevi İletişim • Editör: A...
Rekabetin lokomotifi inovasyon
Sayı:34- TNT VIEW İmtiyaz Sahibi: Turgut Yıldız • Sorumlu Müdür: Müzeyyen Dilek Özgür • Yayın Kurulu: Erdenay Gül, Giray Karanlık, Murat Uludağ, Selin Karakaş • Yapım: Medyaevi İletişim • Editör: A...