GeroPaper - İsmail Tufan Gerontoloji Vakfı
Transkript
GeroPaper - İsmail Tufan Gerontoloji Vakfı
GeroPaper - No. 1 - Kasım 2015 GeroPaper - No. 1 - Kasım 2015 GeroPaper İsmail Tufan Gerontoloji Vakfı Copyright 2015: İsmail Tufan Gerontoloji Vakfı; http://www.itgevakiftr.com Yaşlanmanın 12 Türü Prof. Dr. İsmail Tufan Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Gerontoloji Bölümü 1 Giriş Gerontoloji kavramının – benim hesabıma göre – Türkiye’ye girişinin 17. Yılı doluyor. Bu süre içersinde nereden nereye geldiğimize baktığımızda, hem pek çok şeyi değiştirmeyi başardığımız hem de bir şeyi değiştirmeyi başaramadığımızı görüyoruz. Burada değiştirmeyi başaradığımız konular üzerinde durmak istiyorum. Her zaman yaşlanma kavramını vurgulamaya ve yaşlılık kavramını bunun bir yan ürünü kabul edilmesi gerektiğine dikkat çekmeye çalıştık. Yaşlanmanın “karmaşık süreçlerden” meydana geldiğini söyledik. Dolayısıyla basitçe “şu kişi” yaşlıdır denilemeyeceğini sık sık ifade ettik. Aradan geçen sürede bunu ifade etmede başarılı olamadığımızı düşünüyorum. Yaşlanmanın karmaşık olduğunu söylerken, kafaları da karıştırmış olduk. Bilim insanlarından birinin yaşlanma ve yaşlılık üzerine bir konuşmasında şöyle dediğini hatırlıyorum: “Yaşam süresi uzamaktadır. Toplumumuzun uzun ömürlü oluşu…” Bilim insanı bile insanın yaşam süresinin uzaması sonucunda toplumun “uzun ömürlü” olduğu söylerse, o zaman ilkokul mezunu %85’lik nüfus kesimi acaba nasıl düşünüyor? Türkiye’de yaşlanma ve yaşlılık üzerine yaptığım bir çalışmamda, gerontolojik literatürde en az 12 farklı yaşlanma şekli olduğunu belirtmiş, ama bunları kısaca açıklayıp, çalışmamın asıl temasına geri dönmüştüm. Aşağı yukarı aradan geçen beş yıl sonra, galiba o zaman “yaşlanma nedir?” sorusuna detaylı cevap vermem gerekirdi, diye düşünmekteyim. İnsanın ömrü uzadıkça “toplumun ömrü”(!) uzamış olmuyor. Basit, ama bir gerçek olan bu düşünceyi herkesin anlamasını bekleyemeyiz. Ama bilim camiasındaki konumu nedeniyle kavraması gerekenler bunu kavrayamadıysa, suçu onlarda değil, kendimizde aramamız gerekir. Ben de böyle yaptım ve suçumu kabul edip, yaşlanma olgusunu – bu kez daha detaylı – anlatmayı bir kere daha denemek istiyorum. Dinamik Süreç Yaşlanma “durum” değildir, ama yaşam dönemlerinde erişilen duruma bakmak, bu süreçte bireylerin uğradığı kayıp ve kazançları belirlemek gerekir. Gerontolojinin en heyecan verici yönü, bu gelişimin, yani yaşlanmanın dinamiğini anlamaktır. Bu bağlamda önemli olan dinamik süreçlerden oluşan yaşlanma süreçlerinin “tek yönlü” bir yol olmadığını, kayıplardan ve kazançlardan meydana geldiğini kavramaktır. Hayatın her safhasında (çocuklukta ve gençlikte de) insan kayıplar ve kazançlar elde eder (Baltes, 1990). İnsanın yaşamını, daha doğrusu yaşlanma GeroPaper - No. 1 - Kasım 2015 sürecini bir “bilanço” gibi düşünebiliriz (yaşam bilançosu). Bir tarafta kazançlar, diğer tarafta kayıpların yer aldığı yaşam bilançosu, insana yönünü tayin etmede yardım eder. Çocukluktan ergenliğe geçen genç bir insan, bir taraftan bu süreçte “bağımsızlık” kazanırken, diğer taraftan (hoş bir durum olan) çocukluğundan kaynaklanan “bağımlılığını” yitirir. Yetişkin insanların çoğu yaşlandıkça çocuksu saflığını yitirdiğine hayıflanır. Kazanç ve kayıplarını yaşlanma sürecinde karşılaştırır ve bundan (yaşam bilançosu) bir takım sonuçlar çıkararak yaşamının geriye kalan bölümünü yapılandırmaya çalışır. 2 Herkesin yaptığı bu girişimleri, eğer sadece kişisel düzlemde değerlendirirsek, bu yaşlanma süreçlerini tesadüfe bırakmak anlamına gelir. Tabii ki insanlar kişisel çabalarıyla yaşlanma kendi yaşlanmasını düzenlemeye çalışacaktır. Ama onlara sağlanması gereken koşulları dikkate alırsak, Gerontolojinin anlam ve önemini de daha iyi algılamış oluruz. Gerontoloji, dinamik bir süreç olan yaşlanmayı, şansa bırakmayıp, yaşlanan insanlara yeni perspektifler sunarak, bu dinamik sürecin daha bilinçli ve başarılı şekilde yürümesine yardımcı olmaktadır. Yaş ilerledikçe ettiği kazançların azaldığı, buna karşın kayıpların çoğaldığı görülür. Örneğin emeklilik yaşı gelen bir kimsenin çalışma yaşamından ayrılması, ekonomik ve sosyal kayıplar yaratır. Fakat bundan elde edebildiği kazançlar da vardır. Örneğin artık istediği gibi kullanabileceği “serbest zamanı” çoğalmıştır. Bunu en iyi şekilde kullanarak, aile içi ve dışındaki sosyal ilişki ağını daha iyi koruyabilir ve geliştirebilir. Bunlarla yaşlılığı güzel göstermeye çalıştığımız zannedilmemelidir. Yaşlılıkta artan kronik hastalık, engellilik, bakıma muhtaçlık, yoksulluk, yalnızlaşma ve soyutlanma riskleri, yaşlılığı psikososyal, sosyokültürel ve sosyoekonomik zorluklarla dolu bir “yaşam dönemi” haline getirmektedir. Yaşam dönemi kavramını vurgulayarak, bunun yaşlanma süreçlerinden ayrı, daha ziyade toplumsal bir tasarım olduğunu vurgulamış oluyoruz. Gerontoloji, bir taraftan dinamik yaşlanma süreçlerinin yapılandırılması girişimlerini göz önüne almak, ama diğer taraftan bu dinamik süreçler içersinde her zaman “başarılı” olamayan insanı da yaşlandığında tek başına bırakmamak zorundadır. Yaşlılık, toplumun tasarladığı ve bu yüzden değiştirilebilir özellikler taşıyan bir yaşam dönemi olduğu için Gerontoloji, bu değişimleri de sağlamaya çalışmaktadır. Biyolojik-Tıbbi Süreç Bedende zamanla ortaya çıkan değişimler, insanı dıştan ve içten değiştirir. Biyolojik ve yaşlanma süreçlerini almak gerekir. Biyolojik değişimler daima kayba uğrama süreçleridir. Bunun sonucunda, örneğin “tipik” yaşlılık hastalıkları ortaya çıkar (Bkz. örneğin: Oswald et. al. 2006; Staudinger & Haefner, 2008). Buna karşın insanların sağlıklı yaşlanmaları gerektiği, bunun için alınacak önlemlerde gerontolojik bilgilere ihtiyaç olduğunu kabul ettirmek, büyük zorluklarla bağlantılıdır. Oysa yaşlılıkta sağlık sorunları artar. Hastalıkların türleri değişir. Çoğunlukla bakıma muhtaçlık sorunu yaşanır. Yaşlılıkta en sık görülen hastalıklar depresyon (Katon & Sullivan 1990), diyabet (Hauner et al. 2003), kalp-kan dolaşımı hastalıkları (Dahlöf et al. 1991), inkontinans (Pfisterer et al. 1998), osteoporoz (Scheidt-Nave 2003), Parkinson hastalığı (Gerlach et. al. 2003), felç/ inme (Kolominsky-Rabas et al. 2001), Alzheimer hastalığı (Kornhuber 1995) ve tümör hastalıklarıdır (Conti & Christman 1995). Ama yaşlanmayı bir hastalık olarak algılamamak gerekir. Yaşlanmanın karmaşık olan biyolojik yönleri biyologların, hekimlerin ve genetikçilerin konusu iken, buna bağlı olarak açıklanabilen davranışlar, bunların sosyal ve kültürel düzlemlerdeki algılanışı, bunlar arsındaki arasındaki ilişkiler, biyolojik – tıbbi süreç olarak açıklanan yaşlanma süreçlerini “bireysellikten” kurtarıp, “toplumsal” bir perspektiften değerlendirilmelerini de gerekli kılmaktadır. Bunu söylemek kolay, başarmak ise zordur. Mesela Alzheimer hastası yaşlıların çoğalışına karşı çözümler bulunması gerektiği konusundan insanları ikna etmek daha kolaydır. Çünkü ortadan ret edilemeyen ve topluma da zararı dokunan somut bir problem vardır. Tahminen 500.000 civarındaki demans hastalarını görmezlikten gelmek değildir (Tufan, 2007). Copyright 2015: İsmail Tufan Gerontoloji Vakfı; http://www.itgevakiftr.com GeroPaper - No. 1 - Kasım 2015 Bunun çeşitli sebepleri vardır. Probleme farklı bilimsel yaklaşımlardan önyargılara kadar varan sebeplerini burada tartışacak yerimiz yoktur. Bunu bir başka yerde, başka bir zamanda ele alacağız. Biyografiye Bağlı Süreç Her zaman vurgulanması gereken şey şudur: Yaşlanma daima ömür boyu sürer. Ömür boyu derken, bunu gerçekten tam bu mana ile anlamak gerekir. İnsanın ömrü ana rahmine düştüğü andan itibaren başlar. Bu gerçeği sadece “biyolojik” düzlemdeki yaşlanma olarak anlarsak, hata ederiz. Yaşlanma, insanın biyografisinin oluşumu sürecidir ve ömür boyu devam eden bir gelişim sürecidir bu. Biyografinin genellikle doğumla başladığı kabul edilir. Bu prensipte doğrudur. Bana göre insanın biyografisi ana rahmine düşmeden önce başlar. İnsanın biyografisi, ebeveyninin biyografisinden bağımsız değildir. Yaşlanma sürecini bu açıdan değerlendirince, insanın biyografik oluşumunun karmaşık ve heyecan verici bir konu olabileceği de anlaşılır. “Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” deyimini “Bana ebeveyninin biyografisini söyle, sana nasıl yaşlanacağını söyleyeyim” şeklinde değiştirebiliriz. İnsanların biyografiye bağlı yaşlanmaları aileden, sosyal sistemden, kültürden bağımsız değildir. Fakat insanı, bunların tutsağı olarak görmemek gerekir. Belli bir ölçüde herkes kendi biyografisinin mimarıdır. Kadere inanmakla, kadercilik arasındaki farkın farkına varmak gerekir. Biyografiye bağlı olarak açıklanan yaşlanma süreçlerini ne kadar iyi kavrayabilirsek, “başarılı yaşlanma” süreçlerinin dıştan müdahale yoluyla yapılandırılabileceklerini de o kadar iyi kavramış oluruz. Toplumun Belirlediği Süreç Yaşlanma süreçlerine daima sosyal çevrenin de etki ettiği görülmektedir. Bunu biyografiye bağlı yaşlanmayla karıştırmamaya özen gösterilmelidir. Her ne kadar ikisi arasında kesin sınırlar çizmek mümkün değilse de, toplumun belirlediği yaşlanma süreçleri, daha ziyade bireysel sınırların ötesindeki koşulları göz önüne almayı gerekli kılar. Cumming ve Henry (1961) toplumsal beklentiler ve kişisel ihtiyaçlar arasındaki tezatlıklara dikkat çekerek, bunun yaşlılıkta sosyal yaşamdan geri çekilme isteğini ortaya çıkardığını kabul eder. Yaşlıların, sosyal yaşam alanlarını daraltmaya çalışarak rahatladıkları, bunun kendisiyle ve toplumla çatışmaya girmeyi önlediği ve böylece daha mutlu olabildikleri kabul edilir (Geri çekilme teorisi). Ancak yaşlılarda gözlemlenen sosyal alanlardan “geri çekilme”, bu araştırmacıların iddia ettiği gibi “doğal” bir süreç midir? Bunun böyle olamayacağını gösteren kanıtlar, aktivite teorisini ortaya çıkarmıştır. Bu teori, yaşlılıkta geri çekilmeyi değil, aktifliği vurgular (Lehr, 2003). Her iki teorinin ekstrem noktalarda yer aldıkları görülmektedir. Bugün bu teorilerin yeniden uyarlanmış modelleri vardır. Burada bizi ilgilendiren asıl konu toplumun bakış açılarının, yaşlanma süreçleri üzerindeki belirleyici özelliğidir. Toplum, genel olarak yaşlılığın olumsuz yönlerini öne çıkarırsa, yaşlanma süreçlerindeki kayıp ve kazançlar, özellikle kayıplar “normal”, “doğal”, “kaçınılmaz” gibi görüşlere eğilime yol açar ve söz toplum, yaşlanma süreçlerine etki edemeyeceği görüşünden hareket ederek, yaşlanma süreçlerinin olumsuz gelişmesinde rol oynar. Biyografiye bağlı yaşlanma süreçlerinde makro düzlemdeki süreçler vurgulanır. Buna karşın toplumun belirlediği yaşlanma süreçlerinde başımızı bireysel sınırların ötesini görebilmek için kaldırmak, toplumun yaşlanan insanlara sunduğu gelişim olanaklarına bakmak gerekmektedir. Bunlar mikro düzlemdeki aile ve eş ilişkilerinden bireyin topluma katılım olanaklarına, gayri resmi sosyal dayanışma ağına kadar daha kapsamlı ve karmaşık ilişkilerin dikkate alınmasını zorunlu kılmaktadır. Birey - Çevre İlişkisinin Ürünü Yaşlanma süreçlerine “çevrenin” etkisinden söz ederken, çevreyi, soysal ve fiziksel çevre olarak iki ayırmak gerekir. Fiziksel çevre denildiğinde yakın ve uzak olmak üzere yine iki düzlemden söz edilebilir. Yaşlılıkta, daha ziyade yakın fiziksel çevrenin önemi artar. Konut ve konutun yakın çevresi ve bu çevredeki “sosyal” ilişkiler, özellikle komşuluk ilişkilerinin yapısı, büyük önem kazanır. Bunlara bağlı olarak yaşlılıkta topluma Copyright 2015: İsmail Tufan Gerontoloji Vakfı; http://www.itgevakiftr.com 3 GeroPaper - No. 1 - Kasım 2015 katılım olanakları artar veya azalır. Bu olanakların azalması halinde yaşlı bireylerin toplumdan soyutlanma riski yükselir. Pasiflikle bağlantılı yaşlanma süreçlerinin birey ve toplum açısından yarattığı olumsuz sonuçların, ancak “aktif yaşlanma” ile giderilebileceği görüşünün göreli olduğuna yukarıda dikkat çektim. Buna rağmen aktif şekilde yaşlanan insanların daha sağlıklı bir yaşlanma sürecinden geçtikleri görülmektedir. Yani aralarında zorunlu bir tercih yapılacaksa, aktif yaşlanma süreçlerinin desteklenmesi yerinde olur. 4 Aktif yaşlanma, yaşlıların topluma katılımı ve uyumuyla bağlantılı tüm girişim ve olanlardan oluşan bir aktivite tayfı olarak düşünülmelidir (Kruse, 2007). Aktif yaşlanma mutlaka bedensel aktiflikle sınırlı değildir. Spor, jimnastik, yürüyüş gibi bedensel aktifliğin yanı sıra, zihinsel ve sosyal aktiflikleri de unutmamak gerekir. Spor yapıyor diye bir yaşlıyı nasıl ki “aktif ” olarak nitelendirmek göreli ise sırf eve kapandı diye yaşlı bir kimseye “pasif ” damgası vuramayız. Pasiflik ve aktiflik de yaşlanmanın kendisi gibi görelidir. Yaşlıları aktif yapacağız diye “maratoncu” (!) gibi görmemek, maratona katılıyor diye de o yaşlıyı “aktif ” olarak alkışlarken biraz düşünmek gerekir. Acaba bu yaşlı, sadece aktif kalmak için mi maraton yarışına hazırlanmıştır, yoksa yapacak başka bir şeyi olmadığı için mi, yaşlı bedenine bu “eziyeti” (!) çektirmektedir? Yaşlanma süreçleri daima birey ve çevre ilişkilerinin doğurduğu bir “üründür”. Mesela Türkiye’de yaşlılar arasında okuma yazma bilmeyenlerin yüksek oranı, o yaşlıların “geri zekalı” olmalarından değil, aksine “çevrenin” o yaşlılara geçmişte sunamadığı imkanların doğurduğu bir sonuçtur. Yaşlılar arasında tatil yapanların sayısı az ise, bunun nedeni yaşlılıkta dinlenmeye gereksinin olmadığından değildir, aksine yaşlılara o çevreye (tatil yapılan çevre: oteller, eğlence yerleri vs.) katılabilme imkanlarının yaratılamamış olmasıyla bağlantılıdır. Eğer engelli yaşlı bir insan evinden dışarı çıkmıyorsa, bu onun engelinden kaynaklanan bir durum olması gerekmez, daha ziyade çevredeki fiziksel ve sosyal “bariyerler” onu buna zorluyor olabilir. Ekonomik Faktörlere Bağlı Süreç Yaşlanma süreçlerinin ekonomik faktörlerden bağımsız olduğu romantizme eğilimdir. Romantizmin kötü bir şey olduğuna inandığım için bunu söylemedim. Ama romantik bir bakış açısından yaşlılara yardımcı olamayacağımızı da düşünüyorum. Bizim ülkemizde hala “yaşlıya saygıdan” söz etme geleneği vardır. Fakat bu saygı tellallığı, eğer yaşlıların ekonomik durumu göz önüne alınırsa, insanlarla alay eder gibi bir davranışa dönüşmüş, demektir. Yaşlanma süreçlerinde gelir durumu, bireyin diğer ekonomik kaynakları ve sosyal yardımlar, yaşlanmanın ekonomik süreç olduğunu da dikkate almayı gerekli kılar. Prensipte yaşlıların en önemli gelir kaynağı “emekli maaşı” olması gerekirdi. Fakat yaşlılar arasında emekli sayısı azdır. Hatta %98’inin geliri yoktur (TÜİK, 2002). Bu ekonomik koşullar altında yaşayan bir yaşlıların karnı saygıyla doymaz, evleri saygıyla ısınmaz! Bir deyin: herhangi bir bankaya girip, yaşlılara saygıdan ötürü onlara kredi vermesini önerin, bakalım size ne diyecek? Türkiye’de yaşlılık ve yoksulluk arasında sıkı ilişkiler vardır (Tufan, 2007). Bir bakıma yaşlılık eşittir yoksulluk denilebilir. Fakat bunun sebebi de yaşlılık değildir. Aksine olumsuz ekonomik koşullar altında geçen yaşlanma süreçlerinin yarattığı sonuçtur. Bu yüzden biz daima yaşlılığı değil, yaşlanmayı vurguluyor ve yaşlanma süreçlerinin gerontolojik müdahalelerle değiştirilebileceğini söylüyoruz. Yaşlıları durumunu ekonomik açıdan düzeltmek için sosyal güvenlik sisteminin yaşlılığı güvence altına alan dağıtım mekanizmalarını tartılmamız gerekir (Bäcker et al. 2000). Copyright 2015: İsmail Tufan Gerontoloji Vakfı; http://www.itgevakiftr.com GeroPaper - No. 1 - Kasım 2015 Şekil 1: Türkiye’de yaşlılar arasında sosyal güvenlik (TÜİK, 2002/ Analiz Tufan, 2006). Sosyal Güvenliði Yok! (Yaþlý Erkek) Sosyal Güvenliði Yok! (Yaþlý Kadýn) %31 %36 Güvesizlik Ýçindeki Güvencedekiler! Yüksekokul mezunu veya yüksek lisans sahibi yaº lýlarýn Yaº lýnüfustaki oraný %0,2 %97’si sosyal sigortalý! Kaynak: DÝE 2002/Hesaplama: Ý. Tufan Yaşlılıkta da bireysel ekonomik durumun, kişinin eğitim durumuyla ilişkili olduğunu söylemek, belki de gereksiz bir bilgi olarak kabul edilebilir. Fakat bunun gerekli olduğunu, yukarıdaki şekil ortaya koyuyor. Çünkü bir şeyi bilmek, o bilgiyi insanın yaşamını olumlu yönde değiştirecek şekilde kullanmak anlamına gelmez. Nitekim yaşlıların yoksulluğunu da herkes biliyor. Yoksulluğun görüntüleri de farklıdır. Biri sosyal güvenlikte karşımıza çıkmaktadır. 10 yaşlıdan 4’ünün sosyal güvenliği yoktur. Ama bu durum eğitim faktörü dikkate alındığında tamamen değişiyor. Yaşlılar arasında sadece 1000’de 2’lik bir payı olan yüksekokul ve üniversite mezunlarının neredeyse tamamının sosyal güvenlik altında olduğu görülüyor (Tufan, 2006). Bu da yaşlılığın bir sonucu değildir. Eğitim olanaklarından yararlanamamış olmanın, yani olumsuz yaşlanma sürecinin doğurduğu bir sonuçtur. Şu anda milyonlarca çocuk ve genci düşünürsek, bu yaşlanma süreçlerinin mutlaka önlenmesi gereken “başarısız” yaşlanma süreçleriyle bağlantıları da tahmin edilebilir ve Gerontolojinin, özellikle “genç nüfuslu” Türkiye’nin ihtiyaçlarından biri olduğu algılanabilir. Çünkü Türkiye’nin nüfusu eskiden daha gençti ve “Gerontolojisiz” bir süreç sonucunda bu durum ortaya çıktı. Cinsiyete Bağlı Süreç Cinsiyetin yaşlanma süreçlerine etkisi, cinsiyete bağlı biyolojik özellikler arasındaki farklardan ileri gelmez. Türk toplumunda kadının konumu erkeğe göre çok daha fazla dezavantaja bağlıdır (Neusel, Tekeli & Akkent 1991). Cinsiyete bağlı eşitsizlikler söz konusudur (Pfarr 1988). Kadınerkek arasındaki biyolojik farklara yüklediğimiz sosyokültürel anlamların yarattığı avantajlar ve dezavantajlar, yaşlanma süreçlerine de etki eder. Özellikle kadınların ortalama yaşam süresinin erkeklerden daha uzun oluşu, biyolojik açıdan belki avantajdır. Ama toplumsal açıdan yaşlanmanın “kadınsı siması”, kadın açısından pek sorunu da beraberinde getirir. Örneğin eğitim, meslek seçimi ve çalışma yaşamına katılım olanakları açısından kadınların erkeklere göre dezavantajlı konumları uzun süreden beri bilinmektedir (Fey-Hoffmann, 1991). Yaşı 70’in üzerindeki nüfusta kadınların payı sürekli artar. Yaşı 75 yaşın üzerindeki nüfusun dörtte üçünü kadınlar meydana getirmektedir (Ritter & Hohmeier 1999).Yaşlılığın feminleşmesi kavramıyla tanımlanan bu durum Türkiye’de yaşlı kadınların %40’ının dul olmasıyla da karşımıza çıkmaktadır (Tufan, 2006). Bunlar arasında hasta, yoksul ve bakıma muhtaçların sayısı da kabarıktır. Hans Peter Tews’in geriatrisler “kadın doktoru” olması gerekmez mi, sorusunu bir nükte olarak düşünmemek gerekir. Kadınların temel sosyal pozisyonu nedir? Türkiye’deki 18 milyondan fazla “ev kadını” vardır (TÜİK, 2002). Böylece soruyu cevaplamış oluyoruz. Fakat sorun bu değildir. Asıl sorun, ev kadınlarının çoğunun genç ve orta yaşlı olmasıdır. Dolayısıyla bu büyük kitlenin yaşlılığı da – bugünkü gibi – en azından ekonomik bağımlılıkla ilişkili olacaktır. Ama şimdiye kadar aktarılan bilgilerden hareket edilirse, bununla da kalmayacağını da göz önüne almamız gerekir. Bundan sonraki dönemlerde Gerontoloji vardır, ama ona da kendi alanından bu durumun düzelmesine katkı sağlaması için imkan ve şans tanınması gerekmektedir. Copyright 2015: İsmail Tufan Gerontoloji Vakfı; http://www.itgevakiftr.com 5 GeroPaper - No. 1 - Kasım 2015 Farklılaşma Süreci Yaşlı denildiğinde akla genellikle tek kalıptan çıkmış bir insan tipi getirilir. Her ne kadar bunun doğru olmadığını sözle ifade edenlerin sayısı az değilse de, gerçek yaşama bakıldığında, kafalarımızdaki yaşlı tiplerinin birbirine yakın olduğunu da görmekteyiz. 6 Kafalardaki yaşlı görüntüleri, hem (yaşlı) bireyin kendisinde, hem de diğer kişilerde bulunduğundan, “düşüncelerdeki” yaşlı sanki belli bir “norm” ile bağlantılı varlık gibi düşünülür. Nüfus istatistiklerde bunu görebiliriz. Yaşlılar 65 yaş üzerindeki bir “blok” gibi kabul edilir. Blok kavramını bilerek kullanıyorum. Çünkü ne demek istendiğini çok iyi tasavvur ettirebiliyor. Adeta bir beton blok gibi yaşlı nüfusu da “homojen” bir kitle veya kütle gibi düşünmekteyiz. Oysa araştırmalar insanın yaşlanmasının hem “kendi içinde” hem “bireyler arası” bağlamda farklılıklar gösterdiğini ortaya koymuştur. Bunlar fizyolojik, psikolojik ve sosyal farklılıklar şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan bazılarını yukarıda ele aldık. Burada önemli olan asıl konu, insanların aynı koşullarda hem kendi içinde hem de diğerlerine göre farklı düzlemlerde geçirdiği yaşlanma süreçleridir. Örneğin 80 yaşındaki bir adam biyolojik açıdan şüphesiz artık “yaşlı” olarak tanımlanabilir. Ama psikolojik açıdan kendisini “genç” hissedebilir. Burada biyolojik ve psişik düzlemler arasında bir tutarsızlıktan hareket etmemek çok önemlidir. Çünkü bu iki düzlem arasında zannedildiği kadar çok sıkı bir ilişki yoktur. Yani bir insanın bedensel yaşlanışıyla psişik yaşlanışı arasında doğrusal bir ilişkinin varlığından hareket edilmemelidir. Çünkü yirmi yaşındaki bir “genç” de kendisini yaşlı hissedebilir. Çokboyutlu ve Çokyönlü Süreç İnsanın görünen yaşlanmasını (biyolojik) dikkate alır, ama görünmeyen yaşlanma süreçlerini dikkate almazsak, yaşlılığı gerçekten insanın değiştirilemez bir biyolojik kaderi gibi algılayabiliriz. Onun gözle görmediğimiz düzlemlerdeki fizyolojik değişimleri (hücre, gen), yaşlanma sürecinde ortaya çıkan sosyal değişimler ve bunlara verdiği davranışsal tepkilerindeki değişimler, yaşlanma sürecinin “çokboyutlu” ve “çokyönlü” gelişebileceğini dikkate almayı gerekli kılar. Bu açılardan bakıldığında yaşlanma süreci insanın psikolojik gelişimi, kişiliğini kazandığı süreçlerden meydana gelen bir bütünlük ihtiva eder. Buna bağlı olarak spesifik konular ele alınabilir: İnsan yaşlandıkça bilge olur mu? Dine yönelir mi? Ölümden korkar mı? Veya güncel temalardan biri de yaşlılık ve ötenazi arasındaki ilişkilerdir. Objektiflik ve Sübjektiflik Arasındaki Süreç İnsanın beden ve ruhtan meydana geldiği genel olarak kabul edilir. Ruh kavramı yerine bilim daha çok psişik kavramını tercih eder. Çünkü ruh, aynı zamanda dinsel inançlarla da bağlantılı olarak kullandığımız bir kavramdır. Beden ve ruh (psişik) kavramları, insanın objektif ve sübjektif düzlemlerden meydana gelen bir varlık olduğunu da ifade etmektedir. Diğer taraftan sadece insanın kendisi değil, aynı zamanda fiziksel çevrenin koşulları da objektiflik kavramıyla bağlantılıdır. Bunu ifade ettiğimizde, daha önceki ele aldığımız “çevre” kavramıyla aynı şeyi söylediğimiz zannedilebilir. Fakat burada asıl bizi ilgilendiren konu, çevrenin özellikleri değildir. Aksine objektif koşullar ve bu koşullar altındaki sübjektif yaşantılar ve bunların arasındaki bağlantılar, asıl ilgimizi çeken konulardır. İnsanın yaşı ilerledikçe bireysel sınırları belirginleşir. Ortaya çıkan farklı düzlemlerde yer alan kayıplarla ve yaşamın sonlu oluşu gerçeğiyle başa çıkabilmesi için stratejiler geliştirir. Plan ve mantıktan çok tecrübeleri “sınırsal tecrübelerdeki yaşam olanakları” (Kruse 2002)1 insana yardım eder. Bir tarafta objektif olarak yaklaşan ölüm, diğer tarafta yaşanmış yıllarına yükseldiği anlamlar ve bunlardan hareketle geriye kalan süreden beklentilerine yansıyan sübjektiflik, yaşlanma süreçlerinin objektif-sübjektif olgular arasında cereyan eden bir süreç olduğuna işaret etmektedir. Jaspers (1973: 203) sınırsal durumlar “sonluluk” özelliği taşır. Bunları planlı, hesaplı girişimlerle değiştirme olanağı yoktur. Fakat diğer şeylerle açıklanamayan sınırsal durumlardaki bu özellik, insana diğer şeylerden türemediği bir “aydınlanma” getirir (Kruse, 2002, S.203). “Onların sayesinde biz ‘biz’ oluruz” (Jasper, 1973: 204). Rosenmayr (2004) yaşlanmayı “uyuma giden yol” olarak tanımlıyor. Kaçınılmaz olanı kabullenme, buna uyum sağlama ve bundan anlam çıkarma Copyright 2015: İsmail Tufan Gerontoloji Vakfı; http://www.itgevakiftr.com GeroPaper - No. 1 - Kasım 2015 ve aydınlanma, insanın yaşlanmasındaki belki de en melankolik ve ilginç yönüdür. Çünkü insan, sadece insan öleceğini bilerek yaşayan, ama buna rağmen kendisi ve toplum için ömrü boyunca bir şeyler yapmanın yollarını arayan varlıktır. sağlayan bir stratejik hareket tarzıyla hareket etmiştir. Bunun sadece Rubinstein’in bir özelliği olmadığı, yaşlanma sürecinde insanların genel olarak bu tür stratejilere başvurdukları da saptanmıştır. Gerontoloji bu ilginç “varlığı” şimdiye kadar bakılmamış perspektiflerden algılamaya ve algılatmaya çalışıyor. Mevcut yetenekleri, insana durumlar karşısında belli bir ölçüde esneklik kazandırır Plastizite olarak adlandırılan bu özelliği insanın uyum sağlayabilen şekillendirilebilir bir varlık olduğu anlamına gelmektedir. Bu özelliği çevredeki değişimlere bağlı yeni taleplere uyum sağlamak suretiyle daha uygun cevaplar verebilmesine yardımcı olur. Ama bu esneklik bireyin yaşına ve patolojik koşullara bağlı (M. Baltes & Kindermann, 1985, Kliegel & Baltes, 1987) bir sınırlılıkla bağlantılıdır. Yani insan sonsuz bir esnekliğe sahip değildir. Belli bir noktadan sonra koşullara uyum sağlaması ve beklentilere uygun cevaplar verme olasılığı asgari düzeye inmektedir. İnsan, yaşlanma sürecinde sürekli değişen bedensel, psişik ve sosyal koşullara bu “sınırlı esneklik” yeteneği sayesinde tepki vererek bireysel yaşlanma sürecini denetimi altına almaya çalışır. Bunda da beli bir süre ve ölçüde başarılı olabilir. Sınırlı Esnekliği Olan Süreç Yukarıda yaşlanmanın on bir farklı düzlemini ve bu düzlemlerde insanın uğradığı değişimleri ele aldık. Bu süreçlerden geçerek yaşlanan insanın, bunlara “seyirci” kalacağını düşünmek bile mantığa aykırıdır. Amerikalı gerontolog Robert Havighurst (1948/1972) her yaşam döneminin birbirinden farklı gelişim ödevleri (devolopmental tasks) içerdiğini söyler. İnsan, bunların üstesinden gelerek gelişir. Erik H. Erikson (1968) insanın psikososyal gelişiminin sosyal ilişkilerindeki gelişimlerle bağlantılı olduğunu kabul eder. Birey yaşamının farklı dönemlerinde, o yaşam döneminin tipik krizleri ile karşı karşıya kalır. Yaşlanma sürecinde “başarı” elde etmek için, yaşam dönemlerine özgü “krizlerin” üstesinden gelinmesi gerekir. İnsan, en zor koşullarda bile durumunu düzeltmenin yollarını arar. Uğradığı kayıpları azaltmaya çalışılır. Mevcut rezervlerine, kaynaklarına bakar, bunların kapasitelerini kullanarak, içinde bulunduğu durumu isteklerine göre değiştirmeye çalışır. Önceki yaşam dönemlerinde üstesinden geldiği ödevler, sonrakilerin üstesinden gelinmesini kolaylaştıran koşuldur. Yaşlanma sürecinde insan, farklı düzlemlerde uğradığı kayıplarla aktif mücadeleye girişerek “Optimal Seçimli Dengeleyici Uyum” (Baltes, Baltes 1990) sağlayabilir. Mesela piyanist Rubenstein yaşlandıkça piyano üzerinde parmaklarını hızlı hareket ettiremediğini görmüş, ama konser vermekten vazgeçmek yerine, parmaklarında azalan hıza rağmen çalabileceği bestelerden seçim yapıp, daha çok egzersiz yaparak hız kaybını dengelemeyi başarmıştır. Hızlı pasajlar yaklaştığında tempoyu yavaşlatıp, hızlı çalınması gereken pasajlarda tempoyu arttırarak, dinleyicinin bu hız kaybını algılamasına engel olmuştur. Yani “mevcut yeteneklerini” kullanmasını Bunun bilinmesi önemli. Çünkü “sınırlı esneklik” çevresel, psişik, sosyal, ekonomik ve diğer koşullarda yaratılabilecek değişimlerle insanlara yaşamlarının ileri dönemlerine kadar bedensel, ruhsal, toplumsal yeterliliklerini koruma olanakları sunmaktadır. Bundan şüphesiz toplum olarak da çok büyük kazançlar elde edilmektedir. Sadece sağlık giderleri kavramına değinmek bile bunun önemini göz önüne sermektedir. Sonuç Yaşlanma olgusunun yukarıda ele aldığımız on iki ayrı perspektifi, sanki on iki farklı yaşlanma varmış gibi düşünülmemelidir. İnsan psikofiziksel bir bütündür. Tabii ki onun yaşlanması da bu bütünlüğü göz önüne alan perspektifleri gerekli kılmaktadır. Gerontoloji, bu bütünsel perspektifi en iyi dikkate alan, bilimler arası iş biriliği ile yaşlanma dediğimiz ve farklı boyutlarda gelişen süreçleri bütünsel olarak kavrayan tek bilimdir. Gerontolojinin hazırladığı yeni düzlemde bilimler arası iş birliğinden, bilim, toplum ve sonuçta kazançlı çıkacak “insan” olacaktır. Copyright 2015: İsmail Tufan Gerontoloji Vakfı; http://www.itgevakiftr.com 7 GeroPaper - No. 1 - Kasım 2015 Gerontoloji, ilk defa insanlarımızın yaşamını bütün olarak ele almaktadır. Ne sadece çocukluğu, ne de gençliği veya yaşlılığı öne çıkarmaktadır. İnsanı, ömür boyu gelişen ve yaşlanan varlık olarak tanımlaması, sosyal politikalara da önemli bir mesajdır. Gerontoloji yaşlılığı, “olmuşu” değil, daha ziyade “olacağı”, yani yaşlanmayı ve bunun koşullarının politikanın da katılımıyla değiştirilebilirlik niteliğini tartışıyor. Hauner, H., Köster, I. & von Ferber, L. Praevalenz des Diabetes mellitus in Deutschland 1998-2001. Sekundaeranalyse einer Versichertenstichprobe der AOK Hessen/KV. Hessen. DMW 128: 2632 – 2637, (2003). Fakat politika, görmezlikten gelmeye devam ettiği için Gerontoloji şu ana kadar yapabileceğinin altında, ama yapılanların çok üzerinde yaşlılığın koşullarını değiştirmeyi başarmıştır. Katon, W. & Sullivan, M.D. Depression and chronic medical illness. J Clin Psychiatry, 51, 3-11, (1990). Kaynakça 8 Bäcker, G., Bispinck, R., Hofemann, K. & Naegele, G. Sozialpolitik und soziale Lage in Deutschland. 3. Aufl. Wiesbaden: Westdeutscher Verlag, (2000). Baltes, M.M. & Kindermann, Kindermann, T. Die Bedeutung der Plastizitaet für die klinische Beurteilung des Leistungsverhaltens im Alter. D. Bente, H. Coper & S. Kanowski (Eds.), Hirnorganische Psychosyndrome im Alter: Vol. 2: Methoden zur Objektivierung pharmakotherapeutischer Wirkung (S. 171- 184), Berlin: Springer, (1985). Baltes, P.B., Baltes, M.M. 1990. “Psychological perspectives on successful aging: the model of selective optimization with compensation” Pp. 1-34 in Successful aging. Perspectives from the behavioral scences edited by P.B.Baltes, M.M. Baltes. Cambridge University Pres: New York. Conti, J.A. & Christman, K. Cancer chemotherapy in the elderly. J Clin Gastroenterol 21: 65-71, (1995). Cumming, E. & Henry, W.E. Growing old the process of disengagement. New York, NY: Basic Boks, (1961). Dahlöf, B., Lindholm, L.H., Hansson, L., Schersten, B., Ekbom, T. & Wester, P.O. Morbidity and mortality in the Swedish Trial in Old Patients with Hypertension. Lancet 338: 1281-1285, (1991). Erikson, E. H. Identity, Youth and Crisis. New York: Norton, (1968). Fey-Hoffmann, S. Berufswahl und Rechte bei der Berufsbildung (S. 59-78), Doris Lucke & Sabine Berghahn (Eds.), Rechtsratgeber Frauen. Reinbek bei Hamburg: Rowohlt, (1991). Gerlach, M. Reichmann, H. & Riederer, P. Die Parkinson-Krankheit. Berlin: Springer, (2003). Havighurst, R. J. Developmental tasks and education. New York: McKay, (1948/1972). Jaspers, K. Philosophie. Heidelberg: Springer, (1973). Kliegel, R. & Baltes, P.B. Theory-guided analyses of development and aging mechanisms through testing-the-limits and research on expertise. C. Schooler & K. W. Schaie (Eds.), Cognitive functioning and social structure over the life course, (S. 95-119), Norwood, NJ: Ablex, (1987). Kolominsky-Rabas, P.L., Weber, M., Gefeller, O, Neudoerfer, B & Heuschmann, P.U. Incidence, Recurrence and Long-term Survival in Ischaemic Stroke Subtypes according to TOAST-Criteria: a Population-Based Study. Stroke 32: 2735-2740, (2001). Kornhuber, H.H. Zur kausalen Praevention und Therapie der Alzheimerdemenz: Oxydativer Streb, Mikroangiopathie und Cortex-Infektion. Klinikarzt 8: 396-402, (1995). Kruse, A. Ältere Menschen im “öffentlichen Rapum”: Perspektiven einer altersfreundlichen Kultur, H.-W. Wahl & H. Mollenkopf (Ed.), Alternsforschung am Beginn des 21. Jahrhunderts. Alterns- und Lebenslaufkonzeptionen im deutschsprachigen Raum. Berlin: Akademische Verlagsgesellschaft, 345-379, (2007). Kruse, A. Produktives Leben im Alter II: Der Umgang mit Verlusten und der Endlichkeit des Lebens, (S: 983-996), R. Oerter & L. Montada (Eds.), Entwicklungspsychologie, Weinheim: Beltz, (2002). Lehr, U. psychologie des Alterns. 10.Aufl., Wiebelsheim: Quelle & Meyer, (2003). Neusel, A., Tekeli, S. & Akkent, M. Aufstand im Haus der Frauen. Frauenforschung aus der Türkei. Orlando Frauenverlag: Berlin, (1991). Oswald, W.D. Lehr, U., Sieber, C. & Kornhuber, J.: Gerontologie: Medizinische, psychologische und sozialwissenschaftliche Grundbegriffe, 3., vollst. überarb. Aufl., Stuttgart: Kohlhammer, 2006. Pfarr, H. Quoten und Grundgesetz. Notwendigkeit und Verfassungsmäβigkeit von Frauenförderung. Baden – Baden: Nomos, (1988). Pfisterer, M., Kuno, E., Muller, M., Schlierf, G. & Oster, P. Copyright 2015: İsmail Tufan Gerontoloji Vakfı; http://www.itgevakiftr.com GeroPaper - No. 1 - Kasım 2015 Harninkontinenz im Alter. Teil 1: Formen der Harninkontinenz – Basisdiagnostik – Zusatzdiagnostik. Fortschr Med 116: 22-26, (1998). Ritter, U.P. and Hohmeier, J. Alterspolitik. München Wien: Oldenbourg, (1999). Rosenmayr, L. (2004): Zur Phliosophie des Alterns. In A. Kruse & M. Martin (Ed.), Enzyklopädie der Gerontologie: Alternsprozesse in multidisziplinärer Sicht (S.13-28). Bern, Göttingen, Toronto, Seattle: Huber Verlag. Scheidt-Nave, C. Osteoporotische Wirbelfrakturen – Epidemiologie und Krankheitslast. Z Allg Med 79: 135-142, (2003). Tufan, İ. Birinci Türkiye Yaşlılık Raporu. Antalya: GeroYay, (2007). Tufan, İ. Türkiye’de Yaşlanmak ve Yaşlılık. Antalya: GeroYay, (2006). 9 TÜİK, 2002 U. M. Staudinger & H. Haefner Was ist Alter(n)? Neue Antworten auf eine scheinbar einfache Frage. Heidelberg: Springer, (2008). Copyright 2015: İsmail Tufan Gerontoloji Vakfı; http://www.itgevakiftr.com
Benzer belgeler
GeroPaper - İsmail Tufan Gerontoloji Vakfı
Efsaneye göre Ali Ruşen köpükleri babasına vermez, kendisi içerek ölümsüz olur (Tufan, 2007:
Diyaloğa Çağrı
Ama yaşlanmayı bir hastalık olarak algılamamak
gerekir. Yaşlanmanın karmaşık olan biyolojik
yönleri biyologların, hekimlerin ve genetikçilerin konusu iken, buna bağlı olarak açıklanabilen
davranışl...
geropaperitg-no8-kasim2015 - İsmail Tufan Gerontoloji Vakfı
kabul edilen insanın 125 yıl yaşayabileceği kabul
ediliyor. Türkiye’de ise ortalama 70 yıl olan yaşam
süresi, henüz kullanılamayan büyük bir yaşam
süresinin bulunduğunu gösteriyor. Bizim hayat
bard...