ġnsan haddġnġ bġlmelġ
Transkript
ġnsan haddġnġ bġlmelġ
EDĠTÖRDEN Remzi Zengin 2011 yılını geride bırakırken siz değerli okuyucuların verdiği destekle 22. sayımızla yine beraberiz. Geriye dönüp baktığımızda kültür ve sanat adına pek çok faaliyete imza attığımızı rahatlıkla söyleyebiliriz. Türk kültür ve sanatının yayılmasında önemli görevler üstlenen dergiler olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı‘nın son yıllarda vermiĢ olduğu katkıyı çok iyi değerlendirmemiz gerekir. Bu açıdan Bakanlığımıza bir kez daha teĢekkür etmeyi borç biliyoruz. Tokat ġairler ve Yazarlar Derneği ve KÜMBET Dergisi önceki yıllarda olduğu gibi 2011 yılında da Tokat‘ta kültür, sanat adına faaliyet gösteren sivil toplum örgütleriyle koordineli bir Ģekilde çalıĢmayı kendisine Ģiar edinmiĢtir. ÇalıĢmalarını sadece dergi ve gazete gibi yayın alanlarında bırakmayıp birbirinden değerli belgesel nitelikte ―KÜLTÜR SOFRASI ―adıyla televizyon programları da yaparak geniĢ bir izleyici topluluğu oluĢturmuĢtur. Bu etkinliklerin baĢında Tokat Kent Konseyi-Eğitim Kültür ve Sanat ÇalıĢma Grubu ile ĠLESAM iĢbirliğiyle gerçekleĢtirilen ―TOKAT-ELAZIĞ-ANKARA KÜLTÜR BULUġMASI ―‗nı önemli bir kültür buluĢması olarak kabul etmek gerekir. Bu etkinlik sadece Tokat‘la sınırlı kalmayıp birer kültür, sanat merkezi olan Erbaa ve Niksar‘daki Ģiir ve müzik programlarıyla da devam etmiĢtir. Bu etkinliklere büyük katkı sağlayan Tokat, Erbaa ve Niksar Belediyelerine müteĢekkiriz. Derneğimiz, ĠLESAM, Niksar Belediyesi ile birlikte Niksar Yağıbasan Medresesi‘nde yapılan Erzurumlu Emrah Paneli, Cahit KÜLEBĠ 2.Memleketime BakıĢ ġiir YarıĢması ve ġiir ġöleni kültür ve sanat alanlarında büyük ilgi gördü. SarıkamıĢ ġehitlerini 96.yılında anmak amacıyla Türkiye ġehitlerine Yürüyor Etkinliklerine Kars Valiliği ve SarıkamıĢ Kaymakamlığı ve Belediyesi‘nce davet edilen Tokat Kent Konseyi, Eğitim Kültür ve Sanat ÇalıĢma Grubu, Tokat ġairler ve Yazarlar Derneği, ĠLESAM, Tokat ġehit Aileleri Sosyal YardımlaĢma ve DayanıĢma Derneği‘nden oluĢan 25 kiĢilik bir ekip bu davete icap ederek onurlu bir Ģekilde Tokat‘ı temsil etmiĢtir. Kültür programlarında Mehmet Akif ERSOY, Çanakkale ġehitleri, SarıkamıĢ ġehitleri, ÂĢık Veysel, Erzurumlu Emrah, Cahit KÜLEBĠ anılırken Ģairlerimiz ve yazarlarımız Kütahya Simav ġiir ġöleni, Zile Yaylakent Festivali, Tarihiyle ve Kültürüyle 2.Zile Sempozyumu‘na katılmıĢlardır. Irak Türkmen Cephesi Ankara Temsilciliği ziyaret edilerek Kerkük Meselesine hassas olunduğu dile getirilmiĢtir. Azerbaycan‘dan Niksar Belediyesi ve Tokat ġairler ve Yazarlar Derneği‘nin davetlisi olarak gelen Azerbaycan Devlet Televizyonu mensuplarıyla birlikte ortak programlar yapılarak Azerbaycan AZ Televizyonu‘nca yayını sağlanmıĢtır. ĠLESAM BaĢkanı M. Nuri PARMAKSIZ‘ın bizzat katılımıyla ―Telif Hakları ve Korsanla Mücadele ‖konusunda Tokat ve ilçelerinde konferanslar verilmiĢtir. Saraybosna Müftü ve Yardımcısı ile Tokat Müftüsünün iĢtiraki ile kültür etkinliği yapılmıĢtır. Çanakkale ġehidi Kınalı Ali‘nin torunu Kınalı Ali ve ÂĢık Veysel‘in oğlu Bahri ġatıroğlu televizyon programlarına konuk edilmiĢtir. Öğretmenler Günü‘nde il Milli Eğitim Müdürü, emekli eğitimciler ve genç eğitimciler bir araya getirilerek kutlama yapılmıĢtır. 1O kasım Atatürk‘ü Anma Etkinlikleri çerçevesinde Tokat‘taki Atatürk Evi ve Etnografya Müzesi‘nde Atatürk‘ün silah arkadaĢlarından Mustafa Vasfi SÜSOY‘un torunlarının da katıldığı televizyon programı yapılmıĢtır. Dernek tarafından üç yıl önce yayınlanan Tokat‘tan Mısralar-I ġiir Antolojisi‘nin ikincisi Tokat‘tan Mısralar-II adıyla yayınlanarak tanıtımı yapılmıĢtır. Dernek üyelerinden Salih AktaĢ‘ın ―Yayla Çorbası‖ adlı eseri üçüncü yayın olarak gerçekleĢtirilmiĢtir. Derneğimize ve dergimize göstermiĢ olduğunuz teveccühe teĢekkür eder, 2012 yılının Yüce Türk Milletine, kültür ve sanat dünyasına hayırlara vesile olmasını dileriz. EĞĠTĠMDE YENĠ UFUKLAR Prof. Dr. Ertuğrul YAMAN ([email protected]) Eğitim kavramı, insanlığın var oluĢu kadar eski; insanlık var oldukça da sürecek kadar yeni bir hayati ihtiyaçtır. Eğitim kavramının çok farklı boyut ve alanları vardır: Bireysel eğitim, ailede eğitim, yaygın ve örgün eğitim, mesleki eğitim, özel eğitim, kurumsal eğitim vb. Doğumdan ölüme kadar devam eden bu süreç, özellikle AB mevzuatıyla hayat boyu eğitim modellemesiyle artık herkesi kapsar duruma getirilmiĢtir. Devletlerin yükümlü olduğu en önemli konu, hiç Ģüphesiz, eğitimdir. Dünya‘nın bütün ülkelerinde olduğu gibi, Türkiye‘de de eğitim sistemimizi daha yüksek standartlara taĢımak, eğitimli bireyler yetiĢtirmek ve eğitilmiĢ bir toplum kurmak hepimizin idealidir. Bireyden aileye, aileden topluma, toplumdan millete, milletten insanlık ailesine geçiĢ süreçlerinde eğitimsiz bir an dahi düĢünülemez. GeliĢmiĢ ve uygarlaĢmıĢ tüm ülkelerde eğitim en önemli yatırım alanı ve en öncelikli ihtiyaç olarak tespit edilmiĢtir. Ülkemizdeki eğitim anlayıĢı ve uygulamalarını daha iyiye, güzele ve doğruya taĢıyabilmek için yeni ufuklara yelken açmamız gerekiyor. Bu bağlamda bir yandan eski kalıp anlayıĢlarımızı terk etmek yanında yeni açılımlara da ihtiyacımız vardır. Öncelikle belirtmemiz gerekir ki eğitimin yalnızca okulda yürütülen bir etkinlik olduğu anlayıĢı çoktan rafa kalkmıĢtır. Eğitim anne karnında baĢlayıp son nefese kadar devam edegelen bir süreçtir. Bireylerin öğrendiği her bilgi, ortaya koyduğu her davranıĢ, sarf ettiği tüm sözler, bakıĢı, duruĢu, oturuĢu, yürüyüĢü, yemesi, içmesi, giyimi, kuĢamı… kısacası hayatın her karesi eğitimin kapsama alanı içindedir. GeniĢ anlamıyla eğitim, hem bilgi verip öğretmeyi hem de verilen bilgileri davranıĢa dönüĢtürmeyi ifade eder. Türkiye‘de halen uygulanan eğitim sistemi bilgi verme üzerine kurulu öğretim modelidir. Bilgi, her zaman değerlidir. Günümüzde bilgiye ulaĢmak çok daha kolaylaĢmıĢtır. Ġnternet teknolojisi sayesinde, hemen her tür bilgiye kısa zamanda ve kolaylıkla ulaĢılabilmektedir. Eğitim sisteminde -özellikle lise ve üniversitede- bilgi aktarımından çok bilginin adresi gösterilmeli ve bilgi kazanma metotları üzerinde durularak gençler, araĢtırma ve uygulamaya teĢvik edilmelidir. Günümüzde bilgi kazanmaktan çok, bilginin uygulamaya dönüĢtürülmesi önem kazanmıĢtır. Bunun en pratik ifadesi ise, bilgili, bilinçli ve bilge bireyler yetiĢtirmektir. Kalkınma AnlayıĢı Türkiye‘de eğitime verilen değer ve önem, devletin kalkınma anlayıĢı ile doğrudan bağlantılıdır. Ülkemizde kalkınma anlayıĢı, genellikle, teknolojik buluĢlar ve altyapı yatırımları ile sınırlandırılmıĢtır. Yani, Türkiye‘de kalkınmanın karĢılığı fabrikalar kurmak, barajlar inĢa etmek ve yollar yapmaktır. Kalkınabilmemiz için bunlara gerçekten de ihtiyacımız vardır ama aslında bu anlayıĢ, kalkınma kavramının ancak yarısını oluĢturur. Bu yanlıĢ ve yetersiz anlayıĢın doğal sonucu olarak ülkemiz, bugün yalnızca, ekonomi temelli kalkınmanın peĢine düĢmüĢ; insanın iç huzuru, geliĢimi ve psikolojik tatminleri gözden ırak tutulmuĢtur. Bilgi yönünden nispeten yeterli bireyler yetiĢtirilmiĢse de iç disiplini(huzur ve mutluluk), insan iliĢkileri ve davranıĢlar açısından olumsuz sonuçlar ortaya çıkmıĢtır. Yeni bir ufuk olarak asıl kalkınmanın insanın iyi eğitilmesi ve yetiĢtirilmesi, toplumun geliĢtirilmesi olduğunu kabullenmemiz gerekmektedir. Ġnsana yapılan yatırım her Ģeyin üzerindedir. Bir yandan insan için gerekli olan her türlü maddi ihtiyaçlar karĢılanırken diğer yandan da doğrudan insanın ve toplumun manevi ihtiyaçlarını (sevgi, saygı, güven, hoĢgörü, adalet, dayanıĢma…) temin etmek gerekir. BeĢikten mezara kadar değiĢik tarz ve derecelerde devam eden eğitim süreci, insanın en önemli ihtiyaçlardan birisidir. Ġnsan YetiĢtirme Politikası Halk adına toplumu yönetme iĢini ve sorumluluğunu üstlenen devlet adamlarının en önemli görevi insan yetiĢtirme politikasını oluĢturmaktır. Çünkü toplum adına ve halk yararına hizmet etmek demek, halkı huzur içinde yaĢatmak demektir. Türkiye‘de bir “insan yetiĢtirme politikası” ne yazık ki henüz yoktur. Bugün ülkenin en önemli sorunu, eğitimsizlik ve iletiĢimsizliktir. Sorun olarak gösterilen iĢsizlik, ekonomi, terör vb.leri sorun değil, eğitimsizliğin en önemli sonuçlarıdır. Ġnsanı ve toplumu iyi yetiĢtirmeden bu sonuçları ortadan kaldıramayız. Bunu baĢarabilmek için, ciddi bir ―insan yetiĢtirme politikası‖ oluĢturulmalıdır. Çocuklar ve gençler için model insanlar doğru belirlenmeli ve doğru davranıĢlar üzerinde toplumca uzlaĢma sağlanmalıdır. Ailenin de okulun da devletin de en önemli görev ve sorumluluğu iyi insanlar yetiĢtirmektir. Eğitimin en temel amacı, insan kalitesinin yükseltilmesidir. Çağımızda insanı gereğince eğitmek ve iyi yetiĢtirmek toplumdaki huzur ve refahın ilk Ģartıdır. Sevginin, saygının, hoĢgörünün, dayanıĢmanın olmadığı bir yerde, huzur ve kalkınmadan söz edilemez. Her Ģey, insana verilen değer ve onun eğitilmesiyle baĢlar. Mutlu insanlar, üretici olurlar. Mutsuz insanlar, çılgınca tüketirler. Eğitim/Öğretim Algılaması Eğitim ve öğretim kavramlarının zihinlerde ve uygulamada tam olarak netleĢmediği, eğitimcilerin dahi bu iki kavramı zaman zaman iç içe, hatta birbirlerinin yerine kullandıkları gözlenmektedir. Eğitim vermekle, bilgi aktarmak(öğretmek) eĢdeğer kabul edilmekte; böylece de ciddî hatalara düĢülmektedir. Öncelikle bu kafa karıĢıklığı ve kavram kargaĢasının berraklaĢtırılması gerekir. Eğitim kavramı, öğretimi ve eğitimi kapsayan çok geniĢ bir anlam alanına sahiptir. Eğitim, hem öğretmeyi hem de verilen bilgileri davranıĢa dönüĢtürmeyi ifade eder. Türkiye‟deki eğitim anlayıĢı ise, yalnızca “öğretim” yapmayı öngörmektedir. Eğitim kurumlarında kuru bilgiler, yarım yamalak aktarılırken kiĢilik ve karakter eğitimi yok denecek kadar azdır. Aile En Harika Okuldur! Her insan, bir aile içinde dünyaya gelir. Dolayısıyla bireyler, aile içinde var olurlar ve yine varlıklarını aile içinde sürdürürler. Bireyin ruh sağlığı ve beden sağlığı için aile en vazgeçilmez mekândır. Güvenli ve huzurlu bir toplumun temeli de sağlıklı ailelerdir. Bir toplumu ayakta tutan en önemli birim ailedir. Bireylerden oluĢan toplumda, bireyler sağlıklıysa aileler sağlam kurulur, sağlıklı ailelerden de sağlıklı bir toplum oluĢur. Ailenin sağlamlığı hem bireylerin hem de toplumun en önemli güvencesidir. Bütün bu bozma gayretlerine rağmen, toplumumuzda hâlen en sağlam kurum ailedir. Ülkemizde eğitim alanındaki diğer yeni bir yeni ufuk eğitimde en önemli ve en temel basamağın aile olduğu gerçeğinin kabul edilmesidir. Bu yeni ufkun öngörüsü Ģudur: Çocuklar açısından aile; Dünya‘nın en harika okulu; anne ve babalar ise, Dünya‘nın en harika eğitmenleri olmalıdır. Özelde öğretmenler, genelde eğitimciler ise, ailenin diktiği fidanları meyveye durduran muhteĢem insanları anlayıĢıyla konuya yaklaĢmaları gerekir. Eğitimcilik, insan yetiĢtirme sanatıdır. Sağlam temelli aileler kurmak amacıyla evlenecek bireylere evlilik öncesinde birtakım eğitimler zorunlu olarak verilmelidir. Evlilik okulu, Anne-Baba Okulu projesiyle evlilik öncesinde çiftler, 20 günlük veya 1 aylık eğitimlerden geçirilerek sorumlulukları anlatılabilir. Bireyler evlilik kurumuna saygı duymalı, devlet de bu kurumu her yönden desteklemelidir. Çünkü; aileyi sağlamlaĢtırmak geleceğe sahip çıkmaktır. Eğitim; ailede, okulda, medyada, camide, kıĢlada ve tüm ortamlarda -ana ilkeler bağlamında- ortak bir eğitim anlayıĢıyla verilmelidir. Japonlar çocukları HiroĢima‘ya götürüp o ruhu yaĢamalarını sağlıyorlar. Biz de bu iĢi Çanakkale‘ye giderek yedi düvelle nasıl çarpıĢtığımızı hissederek yeniden çocuklarımıza yaĢatmalıyız. YaĢananları film gibi izlememeli, geçmiĢle günümüz arasında empati yapmalıyız. Çocuklarımızın zihinlerine bunca bilgi depolamak yerine, onlara daha fazla oranda “kiĢilik ve karakter eğitimi, ortak duygu, ortak bilinç” vermeliyiz. Bunu yaparken en önemli güç kaynağımız ise, ecdadımızın dünyaya bakıĢ açısı olmalıdır. Gelecek nesillerini planlamayan ve kendince ideal insan yetiĢtiremeyen toplumlar, ekonomik açıdan ilerleseler dahi ayakta kalamazlar. Bütün yatırımlar içinde en kıymetli olanı insana yapılan yatırımdır. Okuyan, araĢtıran, değer veren, düĢünen, sorgulayan, iletiĢim kuran ve çok çalıĢan nesiller tek kurtuluĢ reçetemizdir. Bireyi ve toplumu eğitmeden kalkınmak da mümkün değildir. Sonuç itibariyle en baĢta birey ve aile olmak üzere, toplum birimlerini sağlıklı yetiĢtiremezsek; millet, ülke ve devlet olarak büyük bir tehlike ile karĢı karĢıya kalırız. Bu tehlike, ekonomik yıkımlardan çok daha ağır ve öldürücüdür! Bir an önce aklımızı baĢımıza devĢirip çocuklarımızı, insanımızı ve aileleri gerçekçi bir eğitimden geçirmenin çaresine bakmalıyız. Maddî sefalete göğüs gerebiliriz ama manevî sefaletin çaresi yoktur. Sözün özü; eğitim meselesi, Türkiye‟nin en önemli ve en güncel meselesidir! TÜRK - ĠSLAM ÜLKÜSÜ MÜTEFEKKĠRĠ SEYYĠD AHMET ARVASĠ (Hayatı ve Eserleri ) Mustafa KUVANCI 15 ġubat 1932 tarihinde Ağrı Doğubeyazıt‘ta dünyaya geldi. Ailece Van‘ın bugünkü adı Bahçesaray olan Müküs ilçesine bağlı Arvas köyündendir. Babası gümrük memurluğundan emekli Abdülhakim Efendi‘dir. (N. Fazıl'ın üstadı Abdülhakim Arvasi ile karıĢtırılmamalıdır.) Ġlkokula Van‘da baĢlamıĢ, Doğubeyazıt‘ta devam etmiĢtir. Karaköse‘de baĢladığı ortaokulu da Erzurum‘da bitirmiĢ, ardından Erzurum Öğretmen Okuluna girerek 1952 yılında mezun olmuĢ ve aynı yıl Konya‘nın Doğanbeyli nahiyesine ilkokul öğretmeni olarak göreve baĢlamıĢtır. Ardından Ağrı‘nın Molla ġemdin köyüne tayin edilen Arvasi üç yıllık ilkokul öğretmenliğinin ardından askere gitmiĢ, askerliğini yedek subay olarak tamamladıktan sonra Gazi Eğitim Enstitüsü Pedegoji bölümüne kaydolmuĢ ve 1958‘de burayı bitirdikten sonra Van ErciĢ Alparslan Ġlköğretmen Okulu‘na pedegoji öğretmeni olarak tayin olmuĢtur. 18 Kasım 1959‘da SavaĢtepe Ġlk öğretmen Okulu‘na pedegoji dersleri öğretmeni olarak gelen Arvasi 4 Kasım 1965‘te Balıkesir Necati Eğitim Enstitüsü‘ne nakil olmuĢ 22 Ocak 1972‘ye kadar Balıkesir‘de görev yapmıĢtır. Balıkesir‘den Bursa Eğitim Enstitüsü‘ne tayin olan Arvasi, 1979 yılında Ġstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü‘nden emekli olmuĢtur. 1979‘da MHP genel idare kuruluna üye olarak seçilmiĢ, 12 Eylül darbesinden sonra da tutuklanarak Mamak zindanlarında yatmıĢ, 4. Kolordu Komutanlığı Bir Numaralı Askeri Mahkemesi‘nde yargılanmıĢ ve beraat etmiĢtir. Ġlk kez ―Sır‖ adlı Ģiir kitabını 1955 yılında yayınlayan S. Ahmet Arvasi, bu kitaptan sonra düzyazıya geçmiĢ ve sırasıyla Ġleri Türk Milliyetçiliğinin Ġlkeleri (1965), Kendini Arayan Ġnsan (1968), Ġnsan ve Ġnsan Ötesi (1970), Eğitim Sosyolojisi (1976), Türk Ġslam Ülküsü (1979-1980), Diyalektiğimiz ve Estetiğimiz (1982), Ġlm-i Hal (1982), Doğu Anadolu Gerçeği (1986), ġiirlerim (1989), Size Sesleniyorum (1989), Hasbihal (1990) Hasbihal adlı eser Burak Yayınevi tarafından konularına göre tasnif edilerek yeniden düzenlenmiĢ ve on iki kitap halinde yayınlanmıĢtır. S. Ahmet Arvasi Üzerine Yapılan ÇalıĢmalar S. Ahmet Arvasi hakkında birçok yazı ve kitap yazılmıĢtır. Kitap alanında ilk çalıĢma Ģahsıma aittir. 1992 yılında Van 100. Yıl Üniversitesi‘nde lisans tezi olarak hazırladığım çalıĢma 1997 yılında Ġstanbul‘da Burak Yayınevi tarafından basılmıĢtır. (Seyyid Ahmet Arvasi Hayatı-Tefekkürü- Eserleri, Mustafa Kuvancı, Burak Yay. Ġst. 1997.) Arvasi üzerine hazırladığım ikinci kitabım ―Bir Gönül Dostu Seyit Ahmet Arvasi‖ Ekim 2009‘da Bilgeoğuz Yayınları tarafından basılmıĢtır. S. Ahmet Arvasi üzerine yapılan çalıĢmaları Ģöyle sıralayabiliriz A) Kitaplar: 1. Mustafa Kuvancı, Seyyid Ahmet Arvasi Hayatı – Tefekkürü- Eserleri, Burak Yayınları, Ġst. 1997. 2. Hüdavendigar Onur, Asrın Yesevisi S. Ahmet Arvasi, Burak Yay. Ġst. 1999 3. Hakkı Öznur, S. Ahmet Arvasi, Alternatif Yay. Ank. 2002 4. ġuayip Özdemir, Seyyit Ahmet Arvasi Hayatı, Eserleri ve Eğitim Üzerine GörüĢleri, Arı Sanat Yayınevi, Ġstanbul, 2006 5. Hüdavendigar Onur, Arvasi Hocayla BaĢ BaĢa, Biyogafi.net, Ġst. 2007 6.Mustafa Kuvancı, Bir Gönül Dostu Seyit Ahmet Arvasi, Bilgeoğuz, Yay. Ġst. 2009 7.Mehmet Ozan Semerci‘nin çalıĢması Ocak 2011 sonunda çıkacaktır. B) Yüksek Lisans Tezleri: 1. Arvasi‘de Din-Milliyetçilik-Eğitim-Felsefe-Kültür ve Siyaset AnlayıĢı, Faruk Bartan, 1993, Ġstanbul Üniversitesi, (176 s) DanıĢman: Prof. Dr. Amiran Kurtgan Bilgiseven 2.S. Ahmed Arvasi‘nin Sosyolojik GörüĢlerinde Dini ve Mali Unsurlar, Çetin Nar, 1996, Marmara Üniversitesi, (129 s.) DanıĢman: Doç. Dr. Yümni Sezen 3.Seyyid Ahmet Arvasi‘nin Ġnsan AnlayıĢı, Salih Arslan, 1997, Süleyman Demirel Üniversitesi, (101 s.) DanıĢman: Prof. Dr. Ġsmail Yakıt 4.1950‘den Sonra Türkiye‘de Felsefi Hareketlerden Bir Örnek Olarak Seyyid Ahmet Arvasi, Ender Ġskurt, 1998, Atatürk Üniversitesi, (120 s) DanıĢman: Doç. Dr. Ġbrahim Hakkı Aydın 5.Seyyid Ahmet Arvasi‘de Estetik ve Sanat, Osman Mutluel, 1998, Süleyman Demirel Üniversitesi, (66 s.) DanıĢman: Prof. Dr. Ġsmail Yakıt 6.Seyyid Ahmet Arvasi‘nin Eğitim ve Din Eğitimi Ġle Ġlgili GörüĢleri, Cemalettin Perçemkaya, 1999, Atatürk Üniversitesi, (129 s.) DanıĢman: Yard. Doç. Dr. Abbas Çelik 7. Seyyid Ahmet Arvasi‘nin Devlet ve Eğitim AnlayıĢı, Serdar Polat, 2009, Yüzüncü Yıl Üniversitesi, (99 s.), DanıĢman: Prof. Dr. Necmeddin Tozlu Fikir adamı S. Ahmet Arvasi: Türk ilim ve fikir hayatına ―Kendini Arayan Ġnsan‖ adlı eseriyle katılan ve dikkatleri üzerine çeken Arvasi, kısa bir sürede fikri ağırlığını kabul ettirmiĢ, özellikle dönemin gençliği tarafından aranılan, güvenilen ve yol gösteren bir mütefekkir olarak kabul edilmiĢtir. 1969‘larda ilk defa açıktan ve yüksek sesle Türkiye radyolarından ―Türk –Ġslam Sentezi‖ Ģeklinde Ahmet Er tarafından açıklanan milli ve Ġslami düĢünce yapımızla ilgili olarak ―sentez‖ kelimesinin kullanılmasını doğru bulmamıĢ, bunun yerine Türk Ġslam Ülküsü ifadesini uygun görmüĢtür. S. Ahmet Arvasi idealini Ģöyle açıklar: ―Ben, Ġslam iman ve ahlakına göre yaĢamayı en büyük saadet bilen, büyük Türk milletini iki cihanda aziz ve mesut görmek isteyen ve böylece Ġslam‘ı gaye edinen Türk milliyetçiliği Ģuuruna sahibim. Ġnanıyorum ki hem Türk hem Müslüman olmak hem de muasır dünyaya öncülük etmek mümkündür. Ecdadımız bütün tarihleri oyunca bunu denediler ve baĢarılı oldular. O halde bizler niye bu tarihi misyonumuzu yerine getirmeyelim?‖ Arvasi‘nin Ģu sözleri onun fikri yapısını açıkça ortaya koyar: ―Türk-Ġslam kültürüne, Türk-Ġslam medeniyetine, Türk-Ġslam ülküsüne bağlı, Türklük Ģuur ve vakarına, Ġslam iman, aĢk, ahlak ve aksiyonuna sahip, Türklüğü bedeni, Ġslamiyet‘i ruhu bilen, milletini teknolojik hamlelerle dünyanın bir numaralı devleti yapmak özlemi ile çırpınan, Dünya Türklüğünün, Ġslam dünyasının ve bütün mazlum milletlerin ümidi olmaya namzet bir gençlik yetiĢtirmekten baĢka çaremiz yoktur.‖ Bu amaç doğrultusunda yıllarca çalıĢtığı öğretmen okullarında Anadolu‘nun bağrından kopup gelen öğrencileri yetiĢtirmiĢ, onlara bu fikirleri vermiĢ; öğretmenlik dıĢında yazdığı yazılarla, verdiği konferanslarla bu ideale hizmet etmiĢtir. Arvasi Hoca Seyyid‘dir. Kendi el yazısıyla hazırladığı ve bir nüshasını M. Necati Özfatura‘ya verdiği Ģeceresinde 48‘inci göbekte Hz. Ali‘ye dayanır. Arvasi Hocanın soyu 35. göbekte Seyyid Hacı Kasım Bağdadi‘ye dayanır. Hacı Kasım Bağdadi, 15 ev akraba ve yakınlarıyla Bağdat‘tan sefere çıkmıĢ, üç yıl Musul‘da konakladıktan sonra Mardin‘e, oradan Diyarbakır‘a gelmiĢtir. Uzun yıllar bu bölgede kurduğu dergâhlarla gönüllere sultan olmuĢtur. Hacı Kasım Bağdadi Bursa‘ya gelerek Orhan Gazi‘yle görüĢmüĢ, Orhan Gazi‘nin de tasdikiyle bölgeye yerleĢen Seyyidler, Doğu-Güneydoğu Anadolu‘da Ġran ve ġii yayılmasına karĢı bir yay oluĢturarak Osmanlı‘nın Doğu‘da güvende olmasını sağlamıĢtır. Seyyid, dolayısıyla Arap asıllı olan S. Ahmet Arvasi‘nin neden Türk milliyetçisi olduğu hep merak konusu olmuĢtur. Bize göre bu ülküyü Ģekillendiren en önemli faktör, ailesinden gelen asalettir. Eski Van mebusu Ġbrahim Arvas, Tarihi Hakikatler (Ankara 1964) adlı eserinde bir olaydan bahseder: Osmanlı‘nın dağılma döneminde müridleriyle birlikte Suriye üzerinden Hacc‘a giden Abdülhakim Arvasi‘ye (N. Fazıl‘ın üstadı) oranın ileri gelenleri kendisine medrese yaptırarak her türlü imkânı sağlayacaklarını taahhüt ederek Arabistan‘da kalmasını istemiĢlerdi. ―Osmanlı zaten öldü, Türk diye bir Ģey kalmamıĢtır.‖ denilince Abdülhakim Arvasi sinirlenip yerinden kalkmıĢ ―Dünyada iki Türk kalsa biri benim!‖ diyerek meclisi terk etmiĢtir. S. Ahmet Arvasi kendisine bu yönde sorulan bir soruya cevaben Ģunu söyler: ―Ben Afrika‘nın ortasında doğmuĢ bir zenci olsaydım ve bu aklım da bende olsaydı yine Türk milliyetçisi olurdum. Çünkü ben Amentü‘ye iman ettiğim gibi iman ediyorum ki, Türk milletinin de Ġslâm âleminin de mazlum milletlerin de kurtuluĢu Türk milliyetçilerindedir, Türk Ġslâm ülkücülerindedir.‖ Arvasi Hoca Oğuz Han‘ın Zülkarneyn olduğuna inanırdı ve Türk milletinden bahsederken ―Oğuz‘un Çocukları‖ derdi.‖ Ömer Kaplan anlatıyor: Sohbetin bir yerinde ―Hocam Ġslâmî-dini konularda dahi Türk milletini hep öne çıkarıyorsunuz. Sebebini anlatır mısınız demiĢtim.‖ Cevaben Ģunları söyledi: ―Bir kere Sahabe-i Kiram‘dan sonra Ġslâm‘a en büyük hizmeti yapan Türklerdir. Bu millet yüzyıllarca Ġslâm âlemini korumuĢ, kollamıĢ ve bu uğurda hiç çekinmeden oluk gibi kanını akıtarak milyonlarca Ģehit vermiĢtir. Bunun yanı sıra Ġslâm kültür ve medeniyetinin geliĢmesine de maddi manevi büyük katkıları olmuĢtur. Türk milleti Ġslâm‘la bütünleĢmiĢ ve iç içe girmiĢ bir millettir. Batı‘ya, Avrupa‘ya gittiğinizde hangi millettensin diye sorarlar. Eğer Türk‘üm dersen ikinci soruya muhatap almazsın. Çünkü bilirler ki sen Müslümansın. Türk demek, Müslüman demektir. Ama Arap‘a Hıristiyan mısın, Müslüman mısın diye soruyorlar… Aradaki farkı Ģimdi anladın mı?.. Türkler millet olarak hep beraber Ġslâm‘ı seçen bir millettir. Ġslâm‘a büyük hizmetleri olmuĢtur ve hâlâ da olmaktadır. Bulgar da olabilirsin, Makedon da olabilirsin; hatta Afrikalı zenci de olabilirsin. Ama ne olursan ol, eğer Müslüman‘san Türk‘e saygı göstermelisin. Bu milletin Ġslâm‘a hizmetleri unutulmaz onun için de bu millet sevilir.‖ Arvasi‘nin Ģu sözlerine iyice kulak vermek gerek: : ―Ben, Ġslam iman ve ahlakına göre yaĢamayı en büyük saadet bilen, büyük Türk milletini iki cihanda aziz ve mesut görmek isteyen ve böylece Ġslamı gaye edinen Türk milliyetçiliği Ģuuruna sahibim. Benim milliyetçilik anlayıĢımda asla ırkçılığa, dar bölgeciliğe ve dar kavmiyet Ģuuruna yer yoktur. Ġster azınlıktan gelsin ister çoğunluktan gelsin her türlü ırkçılığa karĢıyım. Bunun yanında Ģanlı Peygamberimizin ―KiĢi kavmini sevmekle suçlandırılamaz‖, ―Kavminin efendisi kavmine hizmet edendir.‖ ve ―Vatan sevgisi imandandır.‖ tarzında ortaya koydukları yüce prensiplere bağlıyım.‖ Arvasi Türk milliyetçiliğini de Ģöyle tanımlar: ―Milliyetçilik, bir milletin kendini ekonomik, kültürel, sosyal, politik yönden güçlendirmesi ve baĢka millet ve gruplara sömürtmeme çabasıdır. Bu bakımdan milliyetçilik meĢru bir hak ve Ģuurdur.‖. ―Türk milliyetçiliği Ġslam iman ve Ģuuru içinde yücelmeyi gaye edinen ve Türk‘ün mutluluğunu burada arayan bir harekettir.‖ ―Türk milliyetçiliği sadece bir aydın zümre hareketi değildir. Bütün nesil, dilim ve tabakaları ile Türk milletini kucaklayan bir fikir ve harekettir. Onun programı, çağdaĢ Türk – Ġslam ülküsünü, sosyal, kültürel, ekonomik ve politik yönleri ile gerçekleĢtirmektir. Büyük ve güçlü Türk devletini gerçekleĢtirme iradesini daima ayakta tutmaktır.‖ Arvasi Hoca‘nın fikirlerinin anlaĢılabilmesi için onun kitaplarının okunması gerekmektedir. Buraya alabildiğimiz onun düĢüncelerinden, çizdiği yol haritalarından sadece birkaçıdır. O, bütün ömrünü Türk gençliğini bilinçlendirmeye ve yetiĢtirmeye vakfetmiĢtir. Bugün bizler de onun eserlerinin gençler tarafından okunmasını sağlayarak bilinçli bir Türk gençliği yetiĢtirmek zorundayız. Öğretmen S. Ahmet Arvasi: 1952‘de baĢlayan öğretmenlik hayatı 1979‘da emekliye ayrılmasıyla resmi olarak son bulmuĢ, ancak Arvasi hoca fiili olarak öğretmenliğe devam etmiĢtir. 27 yıllık öğretmenlik hayatı boyunca sayısız öğrenci yetiĢtirmiĢ, Milli Ģuurla dolu nice öğretmen mezun ederek okullara göndermiĢtir. Arvasi Hoca‘yı Yazar BeĢir Ayvazoğlu Ģöyle anlatıyor: ―Onun talebesi olan herkes ondan etkilenmiĢtir. Her yeni ders, yeni ufuklar açan bir derstir. Sadece konuĢmasıyla değil, çok güzel jestlerle, mimiklerle de etkilerdi. Aktör gibi anlatırdı. Acaba büyük bir aktör olabilir miydi diye sormuĢumdur kendi kendime. Gözlerindeki derin ifade… Çok okuyan, düĢünen, rahatsız insan gözleri, insana sonsuzluk ve derinlik hissini verirdi. Adeta hipnotize ederdi karĢısındakileri.‖ Emekli öğretmen, yazar Mehmet Ozan Semerci hocayla ilgili bir anısını Ģöyle anlatıyor: ―1971 yılı kıĢında bir gece üç dört arkadaĢ, eğitim enstitüsünde okuduğumuz o günlerin sıkıntılı atmosferi içinde iyice sıkıldığımız, bunaldığımız bir günde ne yaptıysak bir türlü feraha çıkamamıĢtık. En nihayet ‗Haydi hocaya gidelim‘ dedik. Saat gecenin 24‘ü. Perdeden sızan ıĢıktan cesaret alarak kapısını çaldık. Tahmin ettiğim gibi hala yatmamıĢ (fakat yatmak üzere) olduğundan bizi kapıda karĢıladı. Her zamanki mütebessim çehresi ile Ģaka yollu bir ifadeyle: ‗Bre zalimler, saat kaç biliyor musunuz?‘ deyince biz de ‗Evet hocam.‘ karĢılığını verdik. ‗Peki, öyleyse girin içeri‘ diyerek bizi kabul etti. O gece sabaha kadar son derece bereketli ve feyizli bir sohbet oldu. Moralimiz düzelmiĢ, ruhumuz aydınlanmıĢ, gönlümüz ferahlamıĢ olarak yanından ayrıldık.‖ S. Ahmet Arvasi öğretmenliğinin ilk yıllarında baĢından geçen bir olayı anlatıyor bir yazısında: Ağrı`nın Doğubeyazıt ilçesi Molla ġemdin Köyü`nde köy muhtarı kendisine "müellim bey" diye seslenir her zaman. O, muhtarın Ģivesidir, "muallim" sözünü telaffuz edemediği için böyle söylüyordur diye düĢünür. Ancak birkaç ay sonra muhtar Hoca`ya gelir ve Ģöyle der: "Ahmet Bey, sen gerçekten muallimmiĢsin. Senden önce buraya gelenler hep "müellim" oldular ama sen "muallim"sin." (müellim: elem veren, üzen, inciten; muallim: ilim öğreten). O, hep muallim oldu. Sakin Öner ―Türk Ġslam Ülküsü Mütefekkirinin Eğitimle Ġlgili DüĢünceleri‖ baĢlıklı yazısında Ģunları anlatıyor: ―Merhum S. Ahmet Arvasî, her Ģeyden önce bir eğitimciydi. Hem de, büyük bir eğitimciydi. O‘nun bu yönünü, muarızları ve düĢmanları bile ittifakla kabul etmiĢlerdi. Kader bize, meslek hayatının son yıllarında (1975-1978) üç yıl kadar birlikte çalıĢma fırsatı verdi. Arvasî Hoca, benim Müdür BaĢyardımcılığını yaptığım Atatürk Eğitim Enstitüsünde, Meslek dersleri öğretmeni olarak vazife yapıyordu. BranĢında söz sahibiydi. Zaten bunu, okuttuğu Eğitim Sosyolojisi dersinin tek kitabını yazarak da, ispatlamıĢtı. O tarihlerde, terör ve anarĢi doruk noktasındaydı. Okullarda iĢgaller ve boykotlar bir türlü gündemden inmiyordu. Arvasî Hoca, buna rağmen her zaman olduğu gibi, derslerinde bir ilim adamının namus anlayıĢıyla, taviz vermeden ders konularını iĢliyor, fikirlerini savunuyordu. Doğu ve Batı‘nın bütün psikolog, sosyolog ve filozoflarının fikirlerini çok iyi bildiğinden, onunla tartıĢma cesaretini gösterenler, sürekli kaybediyorlardı. Bu yüzden, aĢırı sol militanlar, tesir altında kalmamak ve ideolojilerini zaafa uğratmamak için, sempatizanlarıyla birlikte, Hoca‘nın derslerine girmemeye baĢladılar. Hatta o günlerin bazı sol fraksiyon dergilerinde, Hoca‘dan ―Ülkücülerin ideoloğu‖ sıfatıyla söz ediliyor ve militanlara hedef gösteriliyordu. Fakat o, bunlardan yılmıyor ve ders dıĢındaki zamanlarında Türk gençlerine, Türk-Ġslam ülküsünü konferanslar ve seminerler halinde anlatıyordu. Evinde geçirdiği bir kaç saat içinde bile, Ġstanbul‘dan ve yurdun çeĢitli yerlerinden gelen sevenleri ile çeĢitli memleket meseleleri hakkında hasbihal ediyordu. Okuma ve yazma alıĢkanlığı ise son nefesine kadar aralıksız devam etti. Sanıyorum, kendisine ve ailesine ayırdığı özel bir vakti yoktu. Okulda ders dıĢı zamanlarda, bizlerin yanına gelerek, Enstitünün genç idareci ve öğretmenlerinin sıkıntılarına ortak olur, müĢküllerini çözmelerine yardım ederdi. Kısacası, o, sadece öğrencilerin değil, biz idareci ve öğretmenlerin de hocasıydı.‖ Yakın dostu, akrabası, Van Belediye BaĢkan yardımcısı merhum M. Demiray ġaĢıhüseyinoğlu Arvasi Hocayı Ģöyle anlatıyor: ―Öğretmen okulun bitirirken, yalnız bir öğretmen değil, yetiĢmiĢ, vasıflı bir aydın olarak meslek hayatına atılmıĢtı. Yalnız öğrencilerine değil, arkadaĢlarına ve muhitine de öğretiyordu. Bu arada pek çoğunun takdir ve hayranlığını toplarken, aĢağılık duygularına kapılan bazılarının husumetini de çekti. UlaĢamadıkları bu yüksek Ģahsiyete iftira ve çamur atmak isteyenler oldu. Zor Ģartlarda yüksek tahsil lüzumunu hissetti. Gazi Eğitimde okuduğu sürece bir öğrenci değil, mihrak adam, merkez adam oldu. Rastladığım bir grup sınıf arkadaĢı, aralarında konuĢurken, ―filan kitap Ģöyle diyor yahut filan hoca Ģöyle dedi‖ demek yerine: ―Arvasî Ģöyle dedi, Arvasî böyle dedi‖ diye onun fikirlerinden bahsediyorlardı. Derslerde hocaları isteksiz dinleyen öğrenciler, ders dıĢında Ahmet Arvasî‘nin etrafında kümeleniyor, onu büyük bir zevkle ve dikkatle dinliyorlardı. O, okulda ayrı bir okul, ayrı bir kürsüydü. Diyebilirim ki o dönemin öğrencileri, okulun yanında, Arvasî‘den de mezun olan üstün meziyetli bir kadro oluĢturmuĢlardır.‖ Anılarda Seyyid Ahmet Arvasi: Sigara Olayı; merhum Ġsmail IĢıkman anlatıyor: ―SavaĢtepe Ġlk öğretmen Okulunda okurken 1963 – 1964 yılında okul ―YeĢilay Kolu‖nunda baĢkanı olmuĢtum. Kol rehber öğretmenimizde S. Ahmet Arvasi Bey‘di. Yıl içinde çeĢitli faaliyetlerde bulunduk. Mart 1964‘deki ―YeĢilay Haftası‖na da çok iyi hazırlanmıĢtık. Esas konumuz sigara ve zararları hakkında bilgilendirme çalıĢması yapmak ve sonunda da öğrenci arkadaĢlarımız arasında ―Sigarayı bırakma kampanyası‖ baĢlatmaktı. O zamanlar hocamız da hızlı sigara içenlerdendi. Zannediyorum ―Birinci‖ sigarası içerdi ama konuĢmacımızda Arvasi Bey‘di. Okul salonu hınca hınç doluydu. Hocamız sigaranın içerdiği zararlar hakkında çok güzel Ģeyler anlattı. Belliydi ki konuĢmasına çok iyi hazırlanmıĢtı. Bu sebepledir ki sözleri arkadaĢlarımızın üzerinde çok etkili oldu. Bunu onların yüz ifadelerinden gayet açık bir Ģekilde anlayabiliyordum. Hocamız konuĢmasının sonunda: ―Bu kadar çok zararı olan bir Ģeyi içmemek gerekir‖ dedi. Sonra da arkadaĢlarımızın meraklı bakıĢları arasında cebindeki sigara paketini çıkararak herkesin gözü önünde parçaladı ve ―Bundan böyle bende içmiyorum. Sigarayı bıraktım. Eğer ben de bırakıyorum bir daha sigara içmeyeceğim diyen varsa oda getirsin paketi buraya koysun…‖ dedi. Nasıl oldu anlayamadım. Birçok kiĢi yerinden fırladı. Sigara içip de bırakmak isteyen öğrenci arkadaĢlarımız upuzun bir kuyruk oluĢturdular. Sigara içenler birer birer sahneye çıktı. ―Sigarayı bıraktım bir daha içmeyeceğim. Söz veriyorum.‖ diyerek elindeki sigara paketini parçalayıp yere attı. Ġyi hazırlanılmıĢ, güzel anlatılmıĢ ve son derece samimi örnek bir davranıĢla bitirilmiĢ bir toplantı hedefine ulaĢmıĢtı. SavaĢtepe Ġlköğretim Okulu‘nda geçen altı yıllık öğrencilik hayatımda bundan daha etkili bir olay ve bundan daha olumlu bir öğrenci hareketi hatırlamıyorum. Arvasi ve Öğrencileri: Necati Özfatura‘dan ―Öğrencileri geldi. Gece geç vakit. O gün de hasta idi. Buna rağmen öğrencileri kabul etti. KonuĢmalar uzun sürdü. Uzayan vakit Arvasi Bey‘in hasta halini daha da ağırlaĢtırdı. Halinden epeyi sıkıntıya girdiğini ve gittikçe daha çok yorulduğunu ve daha da rahatsızlığının arttığını hissetmekte fakat kendisine müdahalede bulunamamaktaydım. (Ġncitirim, yanlıĢ bir Ģey yapar, bir Ģey söylerim diye çekinmekte idim) fakat kendisi bu durumunu belli etmemeye ve öğrencilerinin sorularını cevaplamaya gayret ediyordu. Bir ara bana sanki kalbi duracakmıĢ gibi geldi… Öğrenciler gidince hemen odasına götürüp yatırdık. Dinlenince biraz kendine geldi. Ben kendisine ―Epeyi sıkıntıya girdiniz. KeĢke öğrencilerinizden müsaade isteyip, bu ziyareti kısa kesseydiniz, bakınız sağlığınızı tehlikeye attınız ve bizleri de kaygılandırdınız‖ dediğimde Ģu cevabı verdi: ―Ben öğrencilerimin isteklerini geri çeviremem. Onları kıramam. Sonra huzur-u mahĢerde onlara ne derim. Onların nasıl yüzlerine bakarım.‖ Tepki: Ahmet Karabacak anlatıyor: 1980 yılı içerisinde ve 12 Eylül darbesinden çok öncesinde bir gün Arvasi Bey‘in evindeyken misafir olarak bir Albay geldi. Mıymıntı tipli bir adam... Kuleli Askeri Lisesi‘nde öğretmenmiĢ konuĢması sırasında bir ara Ģöyle dedi: ―Okula bir yüzbaĢı geldi. Açıktan dini milli konularda konuĢmalar propagandalar yapıyordu. Sonra onu görevden aldılar. Ben hiçbir Ģeye karıĢmadım sesimi de çıkarmadım. Göze batmadım okulda kaldım ama namazımı da kıldım.‖ Albayın bu konuĢması canımı sıktı hemen lafa karıĢtım. ―Sen orada pısırık pısırık oturmuĢ hiçbir iĢe yaramamıĢsın bir de bu halinle öğünüyorsun.‖ diye sitem ettim. Arvasi ayağa kalktı öfkeli ve celalli bir Ģekilde: ―Orada ben olsaydım elimle, dilimle sonuna kadar mücadele ederdim. Sizin yaptığınız yanlıĢ bir Ģey‖ diye Albaya sert bir tepki gösterdi. ġANLI PEYGAMBERĠM - M. Ozan Semerci: Sevgili hocam Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) Efendimizden bahsederken daha ziyade Ģu iki ifadeyi kullanırdı: ―Resulullah Resulü‖ ve ―ġanlı Peygamberim‖… Kendisinden dinlemiĢtim. Bir topluluk içerisinde iken ―ġanlı Peygamberim‖ deyiĢine bir Ģahıs itiraz etmiĢ Peygamberimizden bu Ģekilde bahsetmesini doğru bulmadığını söylemiĢ ve ardından da ―Neye dayanarak böyle sıfatlandırıyorsunuz?‖ diyerek sormuĢ. Arvasi Hocam da: ―Peygamber-i ZiĢan‖ denilmesine bir itirazın var mı? ÇeĢitli kaynaklarda bu ifade geçiyor?‖ Muhatabı bu soruyu sükût ederek karĢılamıĢ. Bunun üzerine hocam da ―ZiĢan‖ Arapça‘da ―ġanlı‖ demektir. ―Peygamber-i ziĢan‘a itiraz etmeyip de ―ġanlı Peygamberim‖ dememe niye itiraz ediyorsun. Böyle söylemek de güzel değil mi?.. Mevki – Makam hırsı yoktu Efendi Barutçu anlatıyor: Mart 1975‘de Süleyman Demirel baĢkanlığında ―1. Milliyetçi Cephe Hükümeti kurulmuĢtu. MHP de hükümet ortağı idi. Bir gün MHP genel merkezinden beni telefonla aradılar. Arvasi hocaya ulaĢamadık. Kendisi ile görüĢ Milli Eğitim Bakanlığı‘nda bürokraside üst dereceli bir yöneticilik kadrosu arzu eder mi öğrenip bize bildir, dediler. Okulda hocayı bulup kendisine Ankara‘nın bu teklifini bildirdim. Hoca biraz hayret, biraz da kızgınlıkla bana dönerek: ―KardeĢim ne yapmak istiyorsunuz? Ben bu okullarda Türk gençliğine bir Ģeyler öğretmek çabasındayım, siz beni götürüp bir masaya bağlayacaksınız. Bunu asla kabul edemem‖ dedi. Efendi Barutçu bu olayı Ģöyle yorumluyor: ―Hoca yine büyüklüğünü göstermiĢti. Tek maaĢlı beĢ çocuklu bir aile reisi… Bursa‘nın Muradiye semtinde, mütevazı bir evde oturuyordu. Mütevazı bir hayat sürüyor, çok sevdiği Türk gençlerinden, genç nesillerden kopmamak için, onlara bir Ģeyler verebilmek için, yüksek maaĢlı, havalı, yetkili bürokratlık teklifini elinin tersi ile itiyordu.‖ Göktürk Mehmet Uytun, yakın dostları olan S. Ahmet Arvasi ve Necip Fazıl Kısakürek için diyor ki: ―Her iki Ģair, yazar ve büyük davamızın öncüleri maddi sıkıntılar içinde yaĢıyorlardı, buna rağmen Ģikâyetçi olduklarını hiç iĢitmedim…‖ Arvasi Hoca‘ya Kürtçülük iftiraları: Arvasi Hoca Van Alparslan Ġlk Öğretmen Okulu‘nda görev yaparken (1958) solcu öğretmenler tarafından Ģikâyet edilir. Bakanlık müfettiĢi gelir, inceleme yapar, ifadelere baĢvurur. Tüm ifadeler Arvasi hocanın aleyhinedir. Ancak müfettiĢ güngörmüĢ biridir ve olayı çözer. Arvasi hocayı da ifade için çağırır, onu biraz konuĢturduktan sonra Ģöyle der: ―Söyle bakalım, bu okuldan kimin gitmesini istiyorsun? Arvasi hoca bu soru karĢısında ĢaĢırır; fakat müfettiĢ ısrar eder. Arvasi hoca da ısrar üzerine birkaç isim verir ve müfettiĢ de not alır, sonra Arvasi‘ye dönerek sorar: ―Bunu neden yapıyorum biliyor musun? Sonra devam eder, ―Evladım, ben seni anladım. Sana iftira atıyorlar. Bunu belgeleyeceğim ve seni bu badireden kurtaracağım, ismini verdiğin kiĢilerin de ne olduklarını biliyorum; sen sabret, onların tayinini çıkaracağım. Bunu neden yapıyorum merak ediyorsun değil mi?‖ Arvasi hocanın ―Evet efendim, merak ediyorum.‖ sözü üzerine müfettiĢ devam eder: Sen temiz, vatansever, milliyetçi bir gençsin. Bunu anladım ve sana sahip çıktım. Ahmet, biz bu memlekette kaç kiĢiyiz? Sana bu iyiliği yapıyorum ama senden bir isteğim var. Bundan sonra sen de böyle yapacaksın. Her zaman ve her yerde milliyetçi, vatansever gençlere sahip çıkacaksın. Bu konuda bana söz vereceksin!‖ der, Arvasi hocadan söz alır. Zaman sonra o öğretmenlerin tayinleri çıkar, Arvasi hocanın tayini çıkmaz. Ancak okuldaki iftiracılar boĢ durmazlar ve bu sefer Van‘a yeni tayin olan vali kendi görüĢlerinden olduğu için onu devreye sokarlar ve O dönemin Van Valisi Ġbrahim Sadri Öztürk, Arvasi hoca için bakanlığa bir yazı gönderir. Yazı Ģöyledir: ―Kürtçü, bölücü faaliyetlerde bulunmaktadır. Bölgemizde kalması tehlikelidir, uzak bir yere tayin edilmesi uygun olur.‖ Bu yazı üzerine S. Ahmet Arvasi Van‘dan uzaklaĢtırılarak SavaĢtepe‘ye tayin edilir. Bu valinin ithamı ve yazısı ömrü boyunca hocanın peĢini bırakmamıĢtır. Bu konuda Necdet Özkaya‘nın da bir anısı vardır: Ayvaz Gökdemir Milli Eğitim Bakanlığı öğretmen okulları genel müdürü iken ben de Orta Öğretim Genel Müdür Yardımcısı idim. Ahmet Arvasi Hoca‘ma telefon edip Ġstanbul‘a tayinini ister misin diye sordum. O da kabul etti. Bunun üzerine Ayvaz Gökdemir‘e Ahmet Arvasi Bey‘i Bursa‘dan alıp Ġstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü‘ne tayin edelim. Orada kendisinden daha çok yararlanırız, dedim. Ayvaz Bey‘de kabul etti. Bir müddet sonra hâlâ bu tayinin yapılmadığını öğrenince Ayvaz Gökdemir‘e sebebini sordum. O da ‗Yapacaktım ama özlük dosyasına girmiĢ ‗Kürtçüdür‘ diye bir valilik yazısı var. Bu yüzden tereddüde düĢtüm. Hani kaĢ yapayım derken göz çıkarmayalım.‖ diye cevap verdi. Ben de bu sözlere Ģiddetle karĢı çıktım dedim ki: Bu sözler tamamen yalandır ve iftiradır. Seyyid Ahmet Arvasi benim hem Van Ernis Ġlk öğretmen Okulu‘ndan hocamdır. Hem de sonraki yıllarda meslektaĢım ve yakın arkadaĢımdır. Ben onu çok iyi tanırım. Bu sözler tamamen yalandır ve iftiradır. Ben her Ģeyine kefilim. Bana niye inanmıyorsun? Bu esnada yanımızda Ayvaz Gökdemir‘in müdür yardımcılarından Hüseyin Sarı Bey‘de vardı O da Necati Eğitim‘de Ahmet Arvasi ile beraber çalıĢtık. Onu iyi tanırım. Yok öyle bir Ģey, Necdet Hocam doğru söylüyor.‖ deyince Ayvaz Bey‘de ―Peki yapalım öyleyse!‖ dedi. Ahmet Arvasi‘nin Bursa‘dan Ġstanbul‘a tayini de böyle oldu. Ben de Arvasi Bey hakkındaki ―Kürtçüdür‖ iftirasını ve bunun resmi kaynağını bu vesile ile öğrenmiĢ oldum. Ama bundan Arvasi Bey‘e bahsetmedim. O durumu zaten biliyordu, okumuĢtur. Vefatının 22. yılında rahmetle ve saygıyla anıyoruz. TOKAT GAZİ OSMAN PAŞA LİSESİ ÖĞRETMENLİĞİ YILLARI (1972-1978) Dr. Lütfi Sezen * Gazi Osman PaĢa Lisesi Edebiyat Öğretmenliği‘ne atama yazım tebliğ edilince, Tokat‘a gelip 21 Ocak 1972 tarihinde göreve baĢladım. Araya yarıyıl tatili girdiği için geri dönüp ġubat ayı baĢında trenle Sivas üzerinden eĢimle Tokat‘a gitmek üzere hareket ettik. Sivas‘a varınca eĢyamızı istasyonda Tokat postasını taĢıyan kamyonete yükleyecektik. O anda yanımızda köydeki kapı komĢumuz Sertip Bilir belirdi. Onun da yardımı ile eĢyayı kamyona yükledik. Sonra Ģoför mahalline binerek Tokat‘a hareket ettik. Önceden gidip göreve baĢladığımda ev kiralamıĢtım. Bu konudaki bir anımı dile getirmeden geçemeyeceğim: Gurbete ilk çıkıĢın vermiĢ olduğu hüzünle düĢünceli bir Ģekilde öğretmen evinde oturuyordum. Yanıma yaklaĢan bir öğretmen: ―Hocam, her halde yeni atandınız, Hangi okula atandınız, Nerelisiniz?‖ vb. sorular sordu. Ben de atandığım okulu ve Erzurum‘un Horasan ilçesinden olduğumu söyledim. ―Ġlçenizden bir öğretmenin ismini versem tanır mısın?‖ dedi. Ben de ―Sorun bakalım, belki tanırım‖ dedim. Sorduğu kiĢi amcam Ömer Bey idi. Soyadımız farklı olmasına rağmen, öz amcam ve ilkokul öğretmenim olduğunu söyleyince; hemen ayağa kalkıp adının Necati olduğunu belirterek boynuma sarıldı. Necati Bey, konuĢmasına Ģöyle devam etti: ―Ben Ömer Bey‘e minnet borcumu nasıl öderim diye hep düĢünmüĢümdür. Allah yeğenini karĢıma çıkardı.‖ diyerek konuĢmasına devam etti: ―Ben, Horasan‘ın Hacı Ahmet köyünde öğretmendim. Kar ve tipinin yoğun olduğu bir gün, doktora gittiğim Horasan‘dan geri dönüyordum. Sizin köyden geçerken karĢıma çıkan Ömer Bey, akĢamın yaklaĢtığını, hasta halimle köye gidemeyeceğimi söyleyerek beni evine misafir etti. Evde hiç yemediğim çok nefis yemekler ikram edildi. Ertesi gün köy bekçisini çağırarak kendi atını hazırlattı. Bekçi beni Ömer Bey‘in atı ile Hacı * Atatürk Üniversitesi Kâzım Karabekir Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Bölümü Öğretim Üyesi. Ahmet Baba köyüne bıraktıktan sonra geri döndü. Ömer Bey‘in bu iyiliğini hiç unutamadım. Evli misin?‖ Evli olduğumu söyleyince; ev bulup bulmadığımı, ev bulamamıĢsam yardımcı olacağını söyledi. Ev aradığımı ifade edince; ―O halde hemen ev aramaya çıkalım‖ dedi. Necati Bey‘in kefil olması üzerine Ali PaĢa Camii civarında, Selanik muhacirlerden Süleyman Çataloluk‘un evini kiraladık. O yıllarda Tokat‘ta yakılacak kıĢlık odun, katır ve eĢeklerle ormandan getirilip sokak sokak dolaĢtırılarak satılıyordu. Necati Bey, Ģimdilik odun almaya gerek olmadığını, evde yakılacak odunu sonradan kendisinin alıp kırdırdıktan sonra odunluğa yerleĢtireceğini söyledi. Ben de gerekli olan parayı bırakarak eĢimi getirmek için Erzurum‘a döndüm. Tokat‘a geldiğimizde yakacak odunu odunlukta kırılmıĢ olarak hazır buldum. Ev sahibimizin eĢi Safiye Teyze‘nin (Çataloluk) ilk çocuğumuz Hakan‘ın doğduğu ilk günlerinde çok emeği geçmiĢtir. Hanımın doğumuna aileden kimse gelemediğinden, eĢime büyük yardım ve desteği olmuĢtur. Kendisini saygıyla anıyorum. Ne var ki Süleyman Amca‘nın evi bir ara sokakta güneĢ almayan zemin katta olduğu için baĢka bir eve taĢınmak zorunda kaldık. Önce yine rahat edemediğimiz ahĢap bir ev, sonra da Behzat Camii civarında Hızarhane Sokak‘taki Fevzi SarıtaĢlı‘nın evine taĢındık. Fakat Tokat‘ta kaldığımız sürece Süleyman Amca ve eĢiyle iliĢkilerimiz devam etti. 1975 yılının Temmuz-Kasım ayları arasında; Ġzmir Bornova‘da vatani görevimi yerine getirdim. Kızım IĢık 15 Ağustos 1975 tarihinde ben askerken Horasan‘da doğdu. . 21 Ocak 1972 tarihinden 1 Temmuz 1978 tarihine kadar yaklaĢık 6,5 yıl süren Tokat Gazi Osman PaĢa Lisesi‘ndeki öğretmenliğim ile ilgili olarak da pek çok acı ve tatlı anılarım oldu. 1971-1972 öğretim yılının ilk yarıyılında Horasan Lisesi Müdürü N.K…, atamam yapılıncaya kadar fahri olarak derslere girme talebinde bulunmuĢtu. Ben de öğrencilerin dersleri boĢ geçmesin diye bu talebi kabul etmiĢtim. Fakat benim bu iyi niyetim istismar edilmiĢ, atamama iliĢkin kararnamem okul müdürünün giriĢimi sonucunda il yöneticileri tarafından geç tebliğ edilmiĢti. Ancak 2. yarıyılın baĢında Tokat, Gazi Osman PaĢa Lisesi‘nde göreve baĢlayabildim. GOP Lisesi o yıllarda Tokat‘ın tek lisesi olup 2000 civarında öğrencisi, 60‘a yakın öğretmeni ile ilin en saygın eğitim kuruluĢu idi. Göreve baĢladığımda Okul Müdürü V.T…‘nin Ģöyle bir önerisi oldu: ― Lütfi Bey, haftada 75 saat Edebiyat dersimiz var, bunun 60 saatini mevcut edebiyat öğretmenlerimiz olan Cevat Bey ve Resmi Bey‘e vermiĢim. Kalan 15 saati sana vereceğim. Yabancı dilin Ġngilizce olduğuna göre 15 saat de Atatürk Ortaokulu‘ndan Ġngilizce dersi verelim.‖ Benim cevabım ise Ģu oldu: ―Müdür Bey, benim Ġngilizce‘m yeterli değil. Edebiyat derslerini eĢit olarak dağıtıp payıma düĢeni verirseniz daha iyi olur.‖ Müdür, öğrencinin seviyesinin çok düĢük olduğunu, Ġngilizce derslerinde hiç zorlanmayacağımı ifade ederek beni ikna etti. Böylece Atatürk Ortaokulu‘nda haftada 15 saat Ġngilizce dersine girmeyi kabul ettim. Yanılmıyorsam aynı yıl Nisan ayı içinde okulumuza Bakanlık müfettiĢleri beĢ yılda bir yapılan teftiĢe geldiler. Beni huzuruna çağıran MüfettiĢ Ģöyle bir çıkıĢ yaptı: ― KardeĢim sen, Edebiyat öğretmeni misin, Ġngilizce öğretmeni misin?‖ Edebiyat öğretmeni olduğumu söyleyince; ―Peki neden kendi dersine girmiyorsun da baĢka okulda Ġngilizceye giriyorsun‖. Ben de ―Müdür beyin ısrarı üzerine bu derse girmek zorunda kaldım. Kedisinden dersleri eĢit olarak dağıtmasını istedim Fakat böyle takdir etti.‖ MüfettiĢ; ―Oysa müdür bana senin ısrarla Ġngilizce dersi almak istediğini söyledi. ġimdi müdürü çağırıp dersleri eĢit olarak dağıtmasını isteyeceğim, gidebilirsin‖. MüfettiĢ teftiĢten ayrılmadan Edebiyat dersleri eĢit olarak dağıtıldı. Diğer arkadaĢların eksik kalan dersleri de baĢka derslerle tamamlandı. Müdürümüzün böyle bir uygulamaya baĢvurmasını ve daha sonra da savunmaya geçmesini anlamakta zorluk çekmiĢtim. Atatürk Ortaokulu‘nun problemli öğrencileri yanında soyadını Ģimdi hatırlayamadığım baĢarılı bir müdürü vardı. Müdür Bedrettin Bey ile ilgili bir anımı dile getirmeden geçemeyeceğim. Bir sınıfta iktidar partisinden senatör adayı olan bir bürokratın Ģımarık bir oğlu vardı. Hiçbir uyarıyı ciddiye almıyor, öğretmenlere karĢı saygısız tavırlar takınıyordu. Bir seferinde de sinirlerime hâkim olamayıp bu öğrenciye bir kaç tokat attım. Bunun üzerine okula gelen bürokrat ve eĢi ; ―O adam kim oluyor bizim çocuğumuza tokat atıyor, haberiniz olsun onu sürdüreceğiz.‖ Sonradan öğrendiğime göre, Bedrettin Bey‘in cevabı ise Ģu oluyor: ―Beni sürdürmeden, o arkadaĢı sürdüremezsiniz. Öğrenciye karĢı kendim hata yapabilirim. Fakat o arkadaĢ yapmaz. Siz kusuru kendi çocuğunuzda arayınız. Çocuğunuzdan bütün öğretmenler Ģikâyetçi. Sizi öğretmenle de görüĢtürmüyorum. Bildiğiniz yere gidiniz.‖ Olayla ilgili olarak daha sonra bir geliĢme olmadı. 1970‘li yıllar eğitim açısından diyebilirim ki Cumhuriyet döneminin en sıkıntılı yıllarıydı. ÇeĢitli cepheler oluĢmuĢ, siyasiler oy uğruna insanları birbirine düĢürmüĢtü. Bu oyuna alet olan öğretmenler de vardı. Kendi görüĢlerinden olmayan ailelerin çocuklarına zayıf not vermek suretiyle sınıfta kalmalarına, hatta okuldan atılmalarına sebep olabiliyorlardı. Bu da sürtüĢmelerin boyutunu daha da artırıyor, kavgalara, yaralamalara, hatta ölümlere sebep olabiliyordu. Benim öğrenci arasında ayrım yapmadığımı herkes bildiği için yedi yıla yakın süre içerisinde birkaç istisna dıĢında önemli bir sorun yaĢamadım. DeğiĢik siyasi görüĢte olanların bana karĢı tavır almaları durumunda yine aynı görüĢte olanlar; ―O öğretmen, öğrencileri arasında ayrım yapmaz, hatayı kendi çocuğunda ara!‖ Ģeklinde uyarıda bulunurlardı. Bu tutumumdan dolayı Tokat‘ta kaldığım süre içerisinde farklı görüĢlerde olan hiçbir veliden ayrım yaptığıma dair bir tepki almadım. Hatta dönem baĢında sınıflara girdiğim zaman öğrencilerin birbirlerine sarılarak sevinçlerini dile getirdikleri olurdu. Öğretmen arkadaĢlarla da iyi diyalog kurarak siyasi düĢüncelerinden kaynaklanan sürtüĢmeleri asgariye indirme konusunda çabalarımız da oluyordu. 1978 yılında Erzurum‘a dönünce verilen veda yemeğinde dönemin okul müdürü Hamdi Gökalp, hatırladığım kadarıyla Ģunları söylemiĢti: ― Edebiyat öğretmeni ve müdür yardımcımız Lütfi Bey, bizim okulumuzun direği idi. Öğrencilerin eğitim düzeyinin yükseltilmesi konusundaki çabaları, kültürel faaliyetlerde verdiği hizmetler, arkadaĢlar arasındaki sürtüĢmeleri önleyen, birbirine kenetleyen barıĢçı tutumu ile okulumuzun baĢarısında önemli katkıları olmuĢtur. Gazi Osman PaĢa Lisesi‘ni Lütfi Bey‘siz düĢünmek bana hüzün veriyor. Bundan sonraki çalıĢmaları nda kendisine baĢarılar diliyorum‖. Tok at‘ta görev yaptığım yıllarda sağ-sol çatıĢmalarının doğurduğu terör doruk noktasında idi. O dönemde çok zor günler yaĢadığımızı Ģimdi daha iyi anlıyorum. Ülkemizin 1970‘li yılları yeniden yaĢamaması en büyük dileğimdir. Bütün tatlı ve acı anılarıyla yine de ―Ġyi ki Tokat‘ta görev yapmıĢım‖ diyorum. Çünkü görev yaptığım yıllarda Tokat kültürüne karınca kararınca hizmet etme fırsatı da buldum. Tokat halk kültürüne iliĢkin çeĢitli dergilerde çıkan yazılarım yanında; bir de ―Manilerle Tokat‖ isimli kitabımız 2005 yılında Tokat Valiliği tarafından yayınlandı (Bkz. L. Sezen, Manilerle Tokat, Tokat Valiliği Kültür Yayınları, No: 2) Yine Tokat‘ta; Uğur ġahin, Hamdi Gökalp, ġahistan Ceylan, Nuri Ay, Sami Demirel ve Ģu anda ismini hatırlayamadığım dostlarla benim için her biri ayrı bir değer olan öğrencilerimi tanımıĢ olmanın mutluluğunu yaĢadım. BĠLĠġĠM ÇAĞI VE TÜRKÇENĠN SORUNLARI Prof. Dr. ġükrü Halûk Akalın Ġnsanoğlu 1969‘da Ay‘a ilk adımını attığında önümüzdeki çağın uzay çağı olacağı ileri sürülmüĢtü. Çok iyi hatırlıyorum, o günlerde uzay ile ilgili çeĢitli haberler gazetelerde yayımlanıyordu. Haberlerde insanlığın gelecekle ilgili uygarlık düĢleri de yer alıyordu. Bu haberlere göre 2000 yılında insanlar tatillerini geçirmek üzere artık aya gidecekti, uzayda çeĢitli üsler kurulacak, ayda bitki yetiĢtirilecekti. Evlerde her Ģey otomatik olacak, her iĢi robotlar yapacaktı, elektronik beyin (o günlerde bilgisayar terimi henüz kullanılmıyordu, bilgisayarlar da zaten bu kadar yaygın değildi.) insanın yerine düĢünecek, çözümler üretecekti. Yine o günlerde gazetelerde bir devlet dairesine alınan elektronik beyin ile ilgili haberler yer alıyordu. Bir gazetede bu haber bir karikatürle birlikte yayımlanmıĢtı. Haberde bundan sonra devlet dairelerinde vatandaĢın her iĢini elektronik beyinlerin halledeceği belirtiliyordu. Bu haberin yanındaki karikatürde ise kasketli, Ģalvarlı bir vatandaĢ elindeki dilekçeyi buzdolabı büyüklüğündeki makineye uzatıyordu. Elektronik beyinden ise Ģöyle bir ses geliyordu: ―Bu gün git, yarın gel !‖ O günlerde 2000 yılıyla ilgili tahminlerden hangilerinin tuttuğunu bugün gördük. Ġnsanoğlunun uzay macerası bugün hâlâ devam ediyor, ama Ay‘da tatil, uzayda balayı, Ay‘da tarım, Merih‘te futbol maçı gibi fantezilerin gerçekleĢmesi için daha uzun yıllara ihtiyacımız var. Evlerimizde robotlar da iĢ görmüyor henüz. Bu robotların öncüleri olan mutfak robotları, elektrik süpürgeleri, otomatik çamaĢır ve bulaĢık makineleri ise geliĢerek yaygınlaĢıyor. Elektronik beyinlerle yani bilgisayarla ilgili tahminler ise beklenenin çok çok ötesinde gerçekleĢti. Bilgisayarların bu kadar yaygınlaĢacağı, evlere, okullara, kahvehanelere ve kafelere, hatta lahmacunculara gireceği, o yıllarda asla tahmin edilmiyordu. Çünkü o yıllarda bilgisayarlar dörde dört oda büyüklüğündeydi, muazzam elektrik harcıyorlardı ve müthiĢ bir ısı yayıyorlardı. Tabiî ekonomik değillerdi. O yıllarda internet hayal bile edilemiyordu. Ġnternetin atası olan ve askerî haberleĢme amacıyla kullanılan ARPANET‘in temeli de 1969‘da atılmıĢtı. Neden diğer tahminler, fanteziler gerçekleĢmedi de bilgisayar teknolojisi tahminlerin ötesinde bir geliĢme gösterdi? Elbette bunun birkaç sebebi var, ama bence en önemli sebep Ģu: insanoğlu bilginin önemini bir kere daha kavradı. Bilimde ve teknolojide bugün ulaĢılan nokta insanoğlunun düĢlerini ve fantezilerini gerçekleĢtirmeye henüz yeterli değil. Daha pek çok bilinmeyen bizi bekliyor. Geçen zaman içerisinde insanı uzayın derinliklerine ulaĢtıracak tek Ģeyin bilgi olduğu anlaĢıldı. Her Ģeyin temelinde bilgi vardı. GeliĢen teknoloji ile insanoğlunun sahip olduğu bilgi sürekli olarak artıyordu. Ġnsanlık tarihi göz önüne alındığında daha önce bilimde yüzyıllar süren geliĢmeler artık birkaç yılda yaĢanmaktaydı. Bu nedenle yaĢadığımız dönem artık uzay çağı değil, bilgi çağı olarak adlandırılmaya baĢlandı. Bilgi çağının ana ürünü ise hiç Ģüphesiz bilgisayar oldu. Bilimdeki geliĢme her alanda olduğu gibi iletiĢim alanında da büyük bir geliĢmeye yol açmıĢtı. GeliĢen iletiĢim araçları, bilgiye ulaĢmadaki zorlukları ortadan kaldırdı. Bilgisayar ve iletiĢim teknolojisindeki geliĢmeler bu iki sektörü önce birbirine yaklaĢtırdı, sonra da bilgi ve iletiĢimin birlikteliği ile biliĢim terimi gündeme geldi. Bilgisayar ve iletiĢim teknolojileri bütünleĢmeye baĢladı. ĠĢ yerimizdeki, okulumuzdaki, evimizdeki, bilgisayarlar kablo ile birbirine bağlanmaya baĢladı. Askerî amaçla kullanılan ağ, genelleĢti ve internetin omurgası ortaya çıktı. Bilgisayarlar böylece iletiĢim aracı özelliğini de kazandı. Ancak bu iletiĢim aracı, asla basit bir iletiĢim aracı değildir. Telefonun, belgegeçerin (facsimile>fax), telgrafın iĢlevlerini gören, veri aktarımında kullanılabilen, görüntülü konuĢmayı ( video conference) gerçekleĢtirebilen, sizin yerinize telefon açabilen, hatta telefonlara cevap verebilen, randevularınızı düzenleyebilen, veri bankası olarak kullanılabilen, görüntü ve ses alıcısıvericisi olabilen araç haline geldi bilgisayar. Bunlar, Ģu anda aklıma gelenler. Bildiğiniz gibi bilgisayarın baĢka pek çok marifeti var ve yakın gelecekte bunlara yenileri eklenecek. Bilgisayar teknolojisindeki bu geliĢme diğer sektörleri ürküttü. Çünkü bilgisayar önüne gelen teknolojiyi yiyor, yutuyor kendi bünyesine dâhil ediyordu. Bilgisayarın bu atağı diğer sektörlerde anlayıĢ değiĢikliğine yol açtı. Bilgisayarların televizyonlaĢmasına karĢılık televizyonlar bilgisayarlaĢmaya baĢladı. Ġnternet televizyonu bunun sonucudur. Telefonlar bilgisayarlaĢtı. KUP (Kablosuz Uygulama Protokolü: WAP) iĢte bu rekabetin sonucudur. Bu geliĢmeler olurken dilimize de bir Ģeyler oluyordu. Hiç duymadığımız sözcükler, terimler dilimize yerleĢmeye baĢladı. Çünkü biliĢim teknolojisinde biz üretici değil kullanıcıydık, tüketiciydik. Teknolojiyi icat eden, üreten terimlerini de kendi diliyle karĢılıyordu. Bu teknolojiyi alan diğer milletler de bilgi alıntısı olarak bu terimleri, sözcükleri de ister istemez dillerine alıyorlardı. Her bilim dalının, her teknolojinin kendi özel terimleri vardır. Doğal olanı, her dilde bu terimlerin karĢılıklarının olmasıdır. Ancak biliĢim teknolojisinin kendisine özgü bir özelliği var: BiliĢim teknolojisi bir maden mühendisliği gibi, otomotiv gibi sınırlı bir topluluğu ilgilendirmiyor. BiliĢim teknolojisi toplumun her kesimini ilgilendiriyor. BiliĢim teknolojisinin bu kadar geliĢtiğini (bu geliĢmenin sonunun olmadığını da söyleyeyim) ve etkili olduğunu göz önüne aldığımızda, Türkçeyi biliĢim çağında hangi tehlikeler bekliyor, biliĢim çağı Türkçesi nasıl olacak, ĠngilizceleĢmiĢ bir Türkçeyle mi konuĢacağız yoksa Türkçeyi bırakıp hepimiz Ġngilizce mi konuĢacağız soruları, aklı baĢında her Türk aydınını düĢündürüyor, kaygılandırıyor. Gelecekte Ġngilizcenin bütün insanlığın dili olacağı Ģeklinde tahminlerde bulunanlar var. Teknolojideki geliĢmeye ve Ġngilizcenin en yaygın yabancı dil olma özelliğine bakarak bir süre sonra bütün dillerin yerini Ġngilizcenin alacağını savunanlar ülkemizde de mevcut. Ġngilizce en yaygın yabancı dildir, farklı uluslardan insanların birbiriyle anlaĢma ve iletiĢim kurma dilidir. Bütün bunlar doğru. Ama dünyadaki 6 milyar insanın tamamının tek bir dili konuĢacağını düĢünmek bugün için de yakın gelecek için de hatta uzak gelecek için de kolay bir Ģey değildir. Ġnternetin yaygınlaĢmasıyla Ġngilizcenin hâkimiyetinin artacağı söyleniyordu, bu hiç de sanıldığı kadar bir hâkimiyet Ģeklini almadı. ġu anda internette her dilden ağ kümesi (web site) ve ağ sayfası (web page) var. Ġnternette Türkçe ağ kümeleri ve sayfaları arzu edilen düzeyde değilse de giderek yaygınlaĢıyor. Bilgisayar ve internet terimlerinin Ġngilizceden dilimize olduğu gibi girmesi, Türkçenin son yıllarda yaĢadığı sorunun bir baĢka boyutudur. Dilimize yabancı dillerden, özellikle de Ġngilizceden, yoğun bir sözcük ve terim akıĢı olduğu bilinen bir gerçek. Bu akıĢ, Türkçeyi söz varlığının yanı sıra ses bilgisi, Ģekil bilgisi ve söz dizimi özellikleri açısından da kötü olarak etkiledi. Bilgisayar teknolojisi alanında çalıĢanlar, gönüllü kuruluĢlar Türkçe konusunda çok büyük bir duyarlılık göstererek terimlere Türkçe karĢılıklar bulmuĢlardı. Bu konuda Türkiye BiliĢim Derneğinin çalıĢmalarını takdirle karĢılamak gerekir. Bugün kullandığımız bilgisayar, yazılım, donanım, bellek, yazıcı, sürüm gibi Türkçe kökenli terimler iĢte bu çabaların sonucunda dilimize kazandırıldı. Bu terimler biliĢim dünyasında tartıĢılmıĢtı. Zamanla önerilen karĢılığın yerine Ġngilizceden girip TürkçeleĢen terimler de kullanılır oldu. Buna en iyi örnek Microsoft ürünlerindeki Yazı Tipi Biçemi‘dir. Gelen eleĢtiriler üzerine Microsoft yeni sürümlerde bunu Yazı Tipi Stili‘ne çevirmiĢtir. Bilgisayar ve iletiĢim teknolojilerinin son derece hızlı geliĢmesi, teknolojiye her geçen gün yüzlerce yeni terim eklenmesi karĢısında bu çabalar ne yazık ki etkili olmamağa baĢladı. KarĢılık bulunması gereken terim sayısı artık binlerle ifade ediliyordu. Bir terime karĢılık bulmak, onu benimsemek, yayılmasını sağlamak aylar, yıllar alırken Ġngilizce bir terim elini kolunu sallayarak Türkçeye giriyor ve pek çok kiĢi bu durumu yadırgamıyor, yabancı kökenli terimi olduğu gibi kabul ediyordu. Türk Dil Kurumu da bilgisayar terimlerindeki bu durumu göz önüne alarak Yabancı Kaynaklı Sözcüklere KarĢılıklar Komisyonu çalıĢması içerisine bilgisayar terimlerini de aldı. KarĢılıklar önerdi. Ancak bu karĢılıkların benimsenmesi zaman alacak. Bunlardan kullanılmağa baĢlananlar var. Meselâ elmek terimini internette benim yöneticisi olduğum Türkoloji HaberleĢme Grubunda (http://www.egroups.com/group/turkoloji) uzun süre tartıĢtık, sonuçta grubun pek çok üyesi bu sözü benimsedi. Benimsemeyenler de var, ama zaman terimlerin kaderini belirleyecek. Bu konuda Türk Dil Kurumunun desteği ile yürüttüğümüz Bilgisayar Terimleri Sözlüğü projesi henüz baĢladı. Üniversitelerimizdeki bilgisayar bölümlerinden, Türk Dili ve Edebiyatı, Ġngiliz Dili ve Edebiyatı bölümlerinden öğretim üyelerinin ve bilgisayar uzmanlarının oluĢturduğu çalıĢma grubu içerisinde bilgisayar terimleri tartıĢılmakta, Türkçe karĢılıklar önerilmektedir. Önerilen karĢılıklar yakın zaman içerisinde internette kamuoyuna duyurulacak ve kamuoyunun düĢünceleri alınacaktır. GeniĢ katılımlı bu çalıĢmayla mesafe alacağımıza inanıyorum. Türk Dil Kurumu üzerine düĢen görevi yerine getirmeğe çalıĢıyor. Bu çalıĢmaların baĢarıya ulaĢması, toplumun bu konuda duyarlı davranmasına ve önerilen karĢılıkları benimsemesine bağlıdır. Bu konuda eleĢtiri aldığımız da oluyor. Kimileri bilgisayar terimlerinin Türkçe karĢılık bulunmasını, hatta programların Türkçe olmasını eleĢtiriyor. Terimlerin evrensel olduğu, değiĢtirilmemesi gerektiği söyleniyor. Önerilen terimler alaya alınıyor. Evet, yerleĢmiĢ yaygınlaĢmıĢ yabancı terimlere karĢılık bulmak zor olmaktadır. Ama hiçbir Ģey yapmadan oturup bekleyelim mi? Bilgi ve iletiĢim gibi son derece önemli konularda Ġngilizce terimleri mi kullanalım? O zaman sormak gerekmez mi bu nasıl iletiĢim, bu nasıl bilgi iletiĢimi diye? ġimdi hepimiz b i l g i s a y a r terimini kullanıyoruz. Eğer bu konuya duyarlı bilgisayarcılar olmasaydı ve bu terimi türetmeselerdi ben eminim bugün hepimiz computer terimini kullanacaktık. Tabiî kimimiz kampuytr, kimimiz komputer, kimimiz de computer diyecektik. Ve birileri computer için bir karĢılık türetmeğe çalıĢınca da yine bilinen çevreler «Canım, ne gerek var Ģimdi computer‘a karĢılık aramaya. Evrensel bir sözcük iĢte.» diyerek karĢı çıkacaklardı. Oysa bakın herkes bilgisayar terimini kullanıyor. ġimdi kimse bu terimi oluĢturan sözcüklerin gerçek anlamını düĢünerek, «Bu alet bilgi saymıyor öyleyse bu terim uygun değil!» demiyor. ġu halde ciddî olarak bu iĢin üzerine eğilirseniz, duyarlı davranırsanız, Türkçenin yapısına uygun terim üretirseniz, toplum da benimserse dilin söz varlığına yeni terimler, yeni sözcükler katılabilir. Web‘in sözlükte 11 anlamı var. 1. Dokuma, dokunmuĢ kumaĢ. 2. Örümcek ağı. 3. Ağ gibi karıĢık Ģey. 4. KuĢların parmakları arasındaki zar, perde. 5. KuĢ tüyünün yumuĢak kısmı. 6. Bağlantı levhası. 7. Örs boğazı. 8. Tomar, kâğıt rulosu. 9. Halı saçağı. 10. Giz, sır. 11. HaberleĢme ağı, muhabere Ģebekesi. (Hâmit Atalay, Ġngilizce-Türkçe Sözlük, TDK yayını, Ankara, 1999, s.3635) Ancak web karĢılığında ağ deyince, «Ne ağı? Balıkçı ağı mı, örümcek ağı mı ?» diye sözlerle karĢılaĢıyorsunuz. Oysa bilgisayardan, internetten bahsederken bir Ġngiliz‘in veya bir Amerikalının aklına on bir anlamdan haberleĢme ağı anlamı geliyor. Meselâ ben internetteki sayfalarım için web site demiyorum ağ kümem diyorum. Bu terim de giderek yaygınlaĢıyor. Eğer sayfamızı hem Türkçe hem Ġngilizce hazırlıyorsak web site terimini Türkçe sayfamızda niye kullanalım? Ġngilizce terimleri Ġngilizce sayfalarda kullanalım, Türkçe sayfalarda ise Türkçe terimleri kullanalım. Çünkü bu sayfaları Türkler okuyacak. Zaman zaman internetteki söyleĢi (chat) programlarını izliyorum. Buralarda kullanılan dilin özel radyo ve televizyonlarda kullanılan dile rahmet okuttuğunu da belirtmem gerekir. Ġnternette zaman önemli olduğu için söyleĢide kısaltmalar yaygın olarak kullanılıyor. Bu dünyanın her yerinde böyledir. Hatta Amerika‘da söyleĢide kullanılan kısaltmalar ve iĢaretler sözlüğü bile yayımlandı. Beni asıl üzen kaba dil kullanılması, ana dili Türkçe olan gençlerin birbiriyle Ġngilizce yazıĢması, Türkçe yazıĢmalarda ise yabancı kökenli sözcüklerin çok sık kullanılması. Genç kuĢak ana diline sahip çıkmalı, Türkçemiz konusunda duyarlı davranmalı, dilimizi bozanları uyarmalı. Bizim yaptığımız bu çalıĢmalar, genç kuĢakların ana diline sahip çıkmasıyla baĢarıya ulaĢacaktır. Sözlerimi bir Kızılderili Ģefin dünya için söylediklerini Türkçemize uyarlayarak bitireceğim: BĠZ BU DĠLĠMĠZĠ ATALARIMIZDAN MĠRAS ALMADIK, GELECEK KUġAKLARDAN ÖDÜNÇ ALDIK... Hep birlikte Türkçemize sahip çıkalım, biliĢim çağında gelecek kuĢaklara Türk‘e yakıĢır bir Türkçe bırakalım. PederĢahî Aileden Veled ġahî Aileye Mehmet Ali Uz Türk toplumunu ayakta tutan unsurların baĢında sağlam aile yapısı gelir. Dünyada en sağlam aile yapısı da bizdedir Ve bütün dünya bunu takdir eder, toplumlarındaki bozuklukların Türk aile yapısına benzer bir aile yapısı ile önlenebileceğini açıkça söylemekten çekinmezler. Buna rağmen bizde son yarım asır içerisinde en büyük iki değiĢiklik aile yapımızla tarihî dokumuzda oldu. Tarihî doku büyük çapta tahrip oldu. Aile yapımızda da değiĢiklikler yanında büyük çözülmeler ve travmalar yaĢandı. Toplumumuzda nadir görülen kadına Ģiddet olayları günlük olaylar arasına girdi. Geçen haftalardaki bir yazımda, büyük aile tipinden küçük aile tipine geçiĢ konusu üzerinde durmuĢtum. Bu gün de bir süre önce cereyan eden üzücü bir olay, yine aile konusu üzerinde durmaya beni âdeta mecbur etti. Gazetelere intikal ettiği Ģekilde, bir polis memurumuz evine nöbetten gelip uykuya yatıyor. Zavallı baba, birisi on iki, diğeri on dört yaĢında iki oğlunun münakaĢası üzerine uyanıyor. Bu arada aralarında ne geçtiğini bilemiyoruz. On dört yaĢındaki büyük oğlu babasına elindeki çay bardağını fırlatınca cinnet geçiren baba, tabancasını alıp oğluna kurĢun yağdırdıktan sonra, bir kurĢun da kendi kafasına sıkıp intihar ediyor. Gerçekten son derece üzücü ve toplumumuzda olmaması gereken bir olay. Eğer bu çocukta olması gereken Ģeylerden bir veya ikisi bu çocukta bulunsa idi, bu olay cereyan etmeyecekti. Bunlar; sevgi, saygı ve çekince idi. Sevilen, sayılan ve çekinilen bir insana böyle bir tavır asla sergilenemezdi. Maalesef bugünkü eğitim ve terbiye sistemi buna el vermiyor. Osmanlı toplumunda asırlarca pederĢahî dediğimiz, erkeğin öne çıktığı ve saygınlığı olan bir aile sistemimiz vardı. Erkek ailenin reisi idi. Saime Yardımcı Hanımefendi‘nin naklettiği bir anekdot, son derece dikkat çekici. Saime Hanım‘ın yeni gelin geldiği sıralarda bir gün Dr. Feti Ferit Bey‘in (M. Ferit Hoca‘nın oğlu, bunlar Saime hanımlarla yakın akrabadır) de bulunduğu bir aile toplantısında Saime Hanım, getirdiği kahveyi, bayanlardan baĢlamak üzere ikrama baĢlayınca, Dr. Feti Ferit Bey, ―Gelin Hanım, biz pederĢahî bir aileyiz. Kahve ikramına lütfen erkeklerden baĢlayın‖ diye uyarıda bulunur. PederĢahî ailede erkeğin astığı astık, kestiği kestik bir rolü yoktur. Yukarıda anlatılan olayda olduğu gibi erkeğin önceliği ve saygınlığı vardır. Zaman içerisinde bu aile tipi gerilerde kaldı. Erkek-kadın eĢitliği, kadın hakları mücadeleleri, bu konuda yapılan hukuki düzenlemeler erkeğin durumunu sarstı. Kadın da bu düzende tam yerini alamadı. Yani bizde maderĢahî bir aile tipi hiçbir zaman olmadı. Son 30-40 yıl içerisinde ise, yeni terbiye sistemleri, ahir zaman Ģahsiyet geliĢimcileri sayesinde çocuk öne çıkarılıp âdeta veledĢahî denilebilecek bir aile tipi çıktı ortaya. Bu sistemde çocuğa asla müdahale edilmez. Ailenin ekseninde çocuk vardır. Her Ģey ona göre düzenlenir. Çocuğun aile içerisinde korktuğu, çekindiği hatta saydığı hiç kimse yoktur. Bencillik en büyük özelliğidir. OturuĢunda, kalkıĢında, davranıĢlarında ebeveyne karĢı en küçük bir saygı izi bulunmaz. Kendisini onlar dünyaya getirdiler ya, ebeveynlerini kendilerine bakmaya, büyütmeye, okutmaya, yemeyip yedirmeye, giymeyip giydirmeye mecbur saymaya baĢladılar. Pek çok ebeveyn, çocuk sevgisinde aĢırılıktan kaçınıp, dengeyi tesis edemedi. AĢırı düĢmanlık gibi, aĢırı sevginin de zararlı olacağını düĢünemedi. Zaman içerisinde çocuğun Ģahsiyetinde kemikleĢen bu terbiye sistemi, okul hayatında da devam etti. Birkaç örnek vermek isterim. Bir gün büyük liselerimizin birisinde konuĢma yapıyor, perdedeki Ģekiller üzerinde de elimdeki lazer vasıtasıyla açıklamalarda bulunuyordum. Perdede benim lazer ıĢığımın yanında bir ıĢık daha gezinmeye baĢladı. Önce rica ettim, sonra sertçe uyardım. Ama bir türlü engel olamadım. KonuĢmayı kesip salondan ayrılmak mecburiyetinde kaldım. Talebelerin baĢında hocaları da vardı. Bunlardan birisi çok eskiden beri tanıdığım bir dostumdu. Bir gün bu arkadaĢıma niye engel olmadıklarını sorduğumda, ―Ne yapalım müdahale etmeye çekiniyoruz, açıkçası korkuyoruz.‖ Cevabını aldım. Eskiden öğrenci hocasından çekinirdi, Ģimdi hocası talebesinden çekinir hale geldi. BaĢka bir örnek. Bir gün de bir özel ilköğretim okulunda konuĢma yapıyordum. Öğretmenler bir türlü sükûneti sağlayamıyordu. ―Bunlar sınıflarda da mı böyleler‖ dediğimde, aldığım cevap, ―Maalesef‖ olmuĢtu. Örnekler üniversitede de aynı. Ġstanbul Üniversitelerinden birisinden bir profesör, öğrenciler sınıfa girdiğimizden on dakika sonra sınıfa girdiğimizin farkına varıyorlar diye yakınıyordu. Öküz bile trenin geçiĢinden 17-18 dakika sonra trenin geçtiğinin farkına varır derler. Yukarıdaki üzücü olayda anne, çocuklarının gürültü yapmasına engel olabilirdi. Demek ki olamadı. Bizim bin yıllık bir Ġslâmî, en az beĢ asırlık da bir Türk eğitim ve terbiye sistemimiz vardı. Bundan uzaklaĢmanın, buna göre çocuklarımızın terbiye edilememesinin faturası topluma çok ağır oldu. Mesele aile tipinde değil, önemli olan aile fertleri arasında karĢılıklı sevgi ve saygının teessüs edebilmesidir. Eğer aile fertleri arasında sevgi ve saygı teessüs etmemiĢse o ailede huzur yoktur. 1950‘li yıllarda anlatmıĢlardı. Bir daire müdürü, çocuklar üzerinde saygı ve otoritesi sarsılır diye çocuklarının yanında pijama ile dolaĢmaz ve bu Ģekilde katiyen sofraya oturmazmıĢ. Çocuğun ebeveynine karĢı sevgi ve saygısı yanında aralarında bir mesafe de olmalı, çocuk bilhassa babasından korkmasa bile bir çekincesi olmalıdır. Bunu tesis edemeyen aile sonuçlarına da katlanmak zorundadır. Mesele aile arasında kalmıyor, topluma da yansıyor. Son olarak söylemek istediğimiz Ģudur: Ailenin çocuk terbiyesi üzerinde rolü çok büyüktür. Bu asla ihmal edilmemelidir. Sözümüz mesuliyetinin Ģuurunda olan gençlere değildir. Kimse alınmasın. Gerçek bu… TÛT‟-Ġ MU‟CĠZE-GÛYEM Âdem TERZĠ Türk Dil Kurumu Uzmanı Dilde yabancılaĢma olgusu son zamanlarda diğer boyutlarından daha çok iĢ yeri ve ürün adlarında göze batıyor. Buna bağlı olarak kamuoyunda giderek artan bir tepki oluĢmaya baĢladı. Sayıları gün geçtikçe artan kiĢiler, topluluklar, dernekler, vakıflar bu alanlardan bolca örnek vererek Türkçenin geleceği konusunda endiĢelerini dile getiriyor, kampanyalar düzenliyor. Kitle iletiĢim araçlarında, sosyal paylaĢım sitelerinde ise yine baĢta iĢ yeri ve ürün adlarındakiler olmak üzere yabancı sözlere yönelik bireysel tepkiler de daha sık görülür oldu. Bu tepkilerin yöneldiği bir grubu da kamuya dönük alanlarda yabancı sözler kullanan kurum ve kuruluĢlar oluĢturuyor. Önerilen çözüm yolları ise daha çok yasal yaptırım ve baĢta Türk Dil Kurumu olmak üzere ilgili kurum ve kuruluĢların konuya müdahale etmesi baĢlıklarında toplanıyor. Düzenlenecek yasalarla yabancı sözlerin kullanımına karĢı yasakların getirilmesi gerektiği dile getirilirken kampanyalar daha çok ―VatandaĢ Türkçe KonuĢ!‖ gibi baĢlıklar etrafında Ģekilleniyor. Günümüzde sayıları fazla olmayan konuyla ilgili akademik çalıĢmaların önemli bir bölümünde de yabancılaĢma sorununu yine iĢ yeri ve ürün adları üzerinden değerlendirmeye alınıyor. ÇalıĢmaların bir bölümü yabancı sözlerin dilde yol açtıkları olumsuzluklara yönelirken bu olumsuzluklar yabancı sözlerin Türkçenin söz varlığını tehdit etmesi, belli ses uyumlarına sahip Türkçede yabancı sözlerin yol açtıkları yazım sorunları olmak üzere iki üst baĢlıkta toplanıyor. Bu konudaki örneklerin çoğunu ise kitle iletiĢim araçlarından alınanlar oluĢturuyor. Hem bu bilimsel çalıĢmalara hem de kampanyalara dayanak oluĢturabilecek örnekler de her geçen gün artıyor. Bulmak için özellikle aramaya gerek kalmıyor. Bunlardan biri forum içerikli bir Genel Ağ sayfasında yer almakta: ―spellere yapılan echntlar gibi mesela insect swarmın süresini 3 saniye artırıo ama hit rating debuffunu düĢürüo‖ Forumun içeriği göz önünde tutulduğunda okul çağındaki birinin yazdığı anlaĢılan noktasız virgülsüz, büyük harfsiz bu cümle, yazım yanlıĢları ve içerdiği yabancı sözlerle dilde yozlaĢma ve yabancılaĢmaya çarpıcı örnek oluĢturabilir. PeĢi sıra Türkçenin geleceği konusunda ciddi endiĢeler dile getirilip kimi yasaklardan söz edilebilir. Ancak aklıma ilk gelen bunlar değil de Nef‘î‘nin ―tût‘-i mu‘cize-gûyem ne desem lâf değil‖ dizesi oldu. Bunun sebebini de içlerindeki yabancı sözler yüzünden ikisini de ilk karĢılaĢtığımda anlayamamıĢ olduğuma bağladım. Arapça ve Farsçanın Türkçe üzerindeki uzun dönem etkisi kelime alıntılarıyla sınırlı kalmamıĢ, zamanla bu iki dilin gramer yapıları da Türkçeye sızmıĢtı. Son aĢamada Türkçe kökenli sözlerin nerdeyse hiç kullanılmadığı metinlerin yer aldığı Osmanlıca ortaya çıkmıĢtı. Özellikle divan edebiyatı eserleri bu durumun baĢat örnekleri olagelmiĢtir. Dolayısıyla yukarıda yer alan Türkçe cümle ile Nef‘î‘nin Türkçe gazeli arasındaki çağrıĢım bağının ilki söz varlığı açısındandı. ÇağrıĢımın ikinci ayağı ise bu cümlenin gerçekten mucize bir söylem taĢımasından kaynaklanmaktadır. Bu mucize, yukarıdaki cümlede yer alan Türkçe kökenli sözlerin yazımındaki özensizliğin yabancı sözlerin yazımında büyük bir dikkat ve özene dönüĢmesinde yatmaktadır. Türkçe sözlere göre yazılıĢları zor olan cümledeki yabancı sözlerin tamamı hatasız yazılmıĢtır. Bu da o sözlerin yazımına özellikle dikkat edildiğini göstermektedir. Dikkat, özen, ilgi gibi olgular psikolojiyle ilintili kavramlardır. Bu iki çağrıĢımın dıĢında, cümlenin baĢka bir düĢündürdüğü de forumun ilerleyen bölümlerinde gazelin devamını bulup bulamayacağımdı. Hem bu merakı gidermek hem de tek bir cümleden yola çıkarak genel bir kanıya varmamak amacıyla cümlenin yer aldığı forum baĢlığındaki ve konuyla ilgili diğer baĢlıklardaki iletileri okuduğumda bir divan oluĢturacak kadar benzer cümleye rastladım: “ram kaç bide patch tam indirdin mi?” (Çarh ile söyleĢemem âyinesi sâf değil) “Haacı launcerden palye basınca launcher gidipde wow gelmiyorsa bekle” (Ehl-i dildir diyemem sînesi sâf olmayana) “Millet Ģimdi ben yakın bir arkadaĢımla oyuna baĢlıyorum yarın civarı” (Ehl-i dil birbirini bilmemek insâf değil) “arkadaĢlar lich king vardı bende (3.3.5 ) sonra serverimiz de bi sıkıntı çıktı bende cata oynamaya karar verdim launcerden update ettim wow u 4.2.0 a yükseltti” (Yine endîĢe bilir kadr-i dür-i güftârım) “private serverların kendı ozel launcherı oluyor normal wow launcherdan gırersen olmaya bılır bıde gırmek ıstedıgın patchina dıkkat et” ―Rûzgâr ise denî dehr ise sarrâf değil‖ “Emin diilim ama repairi calıstır muhtemelen duzelir cache yi realm listi fln da kontrol et.” (Girdi miftâh-i der-i genc-i ma‘ânî elime) “ArkadaĢlar oyunun starter versiyonunu oynuyorum 17level oldum full yapmayı düĢünüyorumda hangi siteden alcam nasıl yapçam yardım pls...” (Âleme bez-i güher eylesem itlâf değil) “wowun sağında game client var ona tıkla en üstte eu eng full client olcak ordan indir” (Levh-i mahfûz-i suhandır dil-i pâk-i Nef'î) “…. burning crusade vardı smdı yenı patch hatta patchler gelmiĢ fakat bunlar gereklimi fun server icin?” (Tab'-i yârân gibi dükkânçe-i sahhâf değil) Divan edebiyatında Nef‘î‘ninkine benzer gazeller, kasideler sayıca oldukça fazladır. Benzerin de ötesinde neredeyse hiç Türkçe kökenli söz içermeyen Ģiirler de vardır. Bilim dili, sanat dili ve gündelik dilde de durum bundan çok farklı değildi. Dolayısıyla yukarıdaki cümlenin ileriki aĢamalarda böyle bir yapıya dönüĢme olasılığı vardır. Bu olasılık çok düĢük de değildir. Günümüzde özellikle bazı alanlarda kullanılan dilin söz varlığının yarıya yakınını (yukarıdaki cümle gibi) yabancı sözler oluĢturmaktadır. Bu yarı oran da önemli bir eĢiği simgelemektedir. ġimdilik kıyıda köĢede konuĢulan bu dil, içeriğiyle zamanla sporun, sanatın, bilimin, yasaların kapsamına gireceğinden yazı dilinde, yazı dilinin sözlükleri, yazım kılavuzları ve dil bilgisi konularında da yer bulacaktır. Ayrıca yabancı sözlerin dilimize girdiği alanlar artık parmakla sayılacak kadar az değildir. Yeni bir spor dalı, bir temizlik malzemesi, yiyecek türü, yeni çıkan bir bilgisayar oyunu, daha önce kullanılmayan bir makyaj malzemesi, bu ülkede bilinmeyen bitkiler, hayvanlar, takılar, yeni bir saç modeli gibi yeni adlandırmalar her biri yanında birer ikiĢer baĢka bir yabancı sözle dile girebilmektedir. Bu tür yabancı sözler belli bir bilim, sanat veya meslek dalının kapsamı altında bir araya getirilemeyeceğinden tespit edilmeleri ve ilgili baĢlıklar altında toplanmaları da oldukça zordur. Ayrıca derinliği ve yaygınlığıyla iletiĢimin üçüncü boyutu sayılabilecek Genel Ağ etkeni de göz önünde tutulduğunda benzer alanlarda kullanılan yabancı sözler, ilgili bir göze takılmadan yüz binlerce kiĢi tarafından cümle içinde kullanılıyor duruma gelebilmektedir. Dolayısıyla yabancı sözlerin tespiti ve Türkçe sözlerle karĢılanmasında geleneksel yöntemlerin yanı sıra çevirmenler, tasarımcılar, editörler, reklam yazarları, modacılar, üreticiler, ithalatçılar ve bu alanlara yönelik federasyon, dernek, oda, kurum ve kuruluĢlarla mutlaka sıkı bir iĢ birliğine gidilmelidir. Konunun psikolojik yönüyle ilgili olarak da en baĢta öğretmenlerin ve kamuoyu önündeki kalem ve söz sahiplerinin kitlelere Türkçenin kökleri, temel özellikleri, evreleri, söz varlığı, diğer diller ve diller arası iliĢkiler gibi konularda sağlam ve etkili bilgileri aktarabilecek konumundan yararlanılmalıdır. Kampanyalar da bu kiĢilerin etkin katılımıyla uzun soluklu projeler olarak tasarlanmalıdır. Dildeki yabancılaĢma olgusu artık emir kipiyle kurulu kampanya sloganlarıyla çözülebilecek kadar yüzeysel olmadığı gibi yabancı sözleri dile sokanlar da genellikle vatandaĢlar değildir. * Metindeki örneklerin tamamı ―www.frmtr.com/forum/oyun‖ adresinden alınmıĢtır. &&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&& AZERBAYCAN‟IN ÜNLÜ ġAĠRĠ ZELĠMHAN YAGUB‟UN YARATICILIĞINDA KARABAĞ KONUSU Prof.Dr. Ġfrat Aliyeva Bakı Devlet Üniversitesi, ÇağdaĢ Azerbaycan Edebiyatı Bölümü, Öğretim Üyesi, Bakı, Azerbaycan 1980. yıllarda Azerbaycan adlı güzel bir diyarın baĢı üzerinde kara bulutlar dolanmaya baĢlar. Senelerce susturulmuĢ Azerbaycan gerçeği bütün açıklığı ile yüze çıkıyor. Nankör komĢumuz Ermeniler eski düĢmanlıklarını yeniden ortaya koyar. Onlar Azerbaycan‘ın yeraltı, yerüstü servetini elinden çıkarmak istemeyen Ruslarla birleĢerek Karabağ‘ı hıyanet yoluyla iĢkâl ederler. Azerbaycan nüfusunun her yedi insanından birinin talihine göçkünlük düĢer. ġiirlerinde Azerbaycan‘ın sevincini, güzel günlerini dile getiren ünlü Ģair Zelimhan Yagub‘un Ģiirleri yerini dert, kedere bırakır. ġiirler tümüyle mateme bürünür. ġair Ģiirlerinde Azerbaycan‘ın bugünkü tarihi faciasının köklerini bulmaya çalıĢıyor, o bu facianın nedenlerini cevap veriyor, öğrenmeye çalıĢıyor. Z.Yagub bu iĢte olanlara sorular soruyor. Ama suçlular Ģairin bu önemli soruları karĢısında dilsizleĢiyorlar, ne deyeceklerini, kendilerini nasıl savunacaklarını bilmiyorlar. ġair sorulara kendisi cevap veriyor. Diyor ki, ―bu uğursuzluğun nedeni güçte, kuvette, kılıçta değil, helekarlıktadır‖ (1) Bu gerçekği anlayan Ģair ―demirden çarık giyiyor, demir asa alarak tarihe seyahate çıkıyor. Mevlana‘nın dediği gibi, ―Hangi makama çıktımsa karĢımda Türkmen hocası Yunus Emre‘yi buldum‖.(2). Z. Yagub, Yunus‘un yoluydan gidiyor. Zamanın ve tarihin zorlu sorularına cevapları da Y.Emre helâlığında, Y.Emre felsefesinde arıyor, buluyor. Diyor ki, ―Milli değerlerin ebediliğini, onların baba, ecdat, Yesevi, Yunus kökenini, baĢlangıcını ―Yunus Emre destanı‖nda Z. Yagub yeniden hatırlatır, ananelerin diriliği, ideasını övüyor‖ (3). Azerbaycan halkının 20.yüzyılın sonlarında baĢına gelen felaket, Karabağ SavaĢı ile ortaya çıkıyor. YurttaĢlarımızın bin bir belaya düçar olmaları Ģair Z. Yagub‘un yaratıcılığında kaleme alınıyor. 80. yılların sonu ile 90. yıllarda Azerbaycan‘ın hayatında öyle önemli içtimai, siyasi, milli, manevi ve psikolojik olaylar yoktur ki, Z. Yagub‘un eserlerinde ifade edilmesin. Özellikle, 1990. yılarının 20 Ocağında olayı Z. Yagub kalemiyle okuyuculara takdim etmiĢtir. ġair, üç renkli Azerbaycan bayrağını alarak ġehitler Hıyabanı‘na gidiyor: Bu gün kara giyinmiĢim, kara günümdür benim, Dünyayı yerinden oynatır ahım, ünüm benim. ġehitler Hıyabanı kıblem, yönümdür benim, Kendi derdimi çekmesem, özgeler derde kalmaz. (4) ġairin gazabı yeri, göğü inletir, o suçluları itham ediyor: Hain belli, tarih Ģahit, amaç aydın, fikir kati, Zaman özü hâkim olar, bağıĢlamaz hıyaneti. Yüz perdele, yüz sıva, örtmek olmaz cinayeti, Hakk haksızlığın ağasıdır, Ģehitler yatan yerde Z.Yagub 90. yıllarda Ģiirlerinde sevgi, doğa, vatan konusu, yerini siyasi konulara bırakır. ġairin 90. yıllarda basılmıĢ ―Ziyaretin Kabul Olunsun‖ (1991), ―ġair Hayatı‖ (1995), ―Bir Eli Toprakta, Bir Eli Hakta‖ (1997) kitaplarındaki Ģiirlerde içtimai, siyasi mazmun daha güçlüdür. Z.Yagub, kendi manevi dünyasına, hisler ve duygular âlemine kapılır. Duygusal problemlerini, dertlerini, ağrı ve acılarını Ģiirleriyle dile getirir. O, bu derdi yana yana yaĢıyor, lakin bu dertler Ģairin iyimser ruhunu kıramıyor. Z.Yagub derdin gözüne dik bakıyor: Vatan, bir de baĢın üste kara bayrak takılmasın, Dedem Korkut bayrak olsun, kara dağın yıkılmasın. ġehitleri veren halkım, koy yüreğim sıkılmasın, ġehidi olmayan toprak kalır ayaklar altında (5) Bu dert, gam içerisinde Z.Yagub hakikatin zaferle sonuçlanacağına inanıyor: Ordusunda alay-alay kurĢun olsa da, Her kuruĢunun bir alıcı kuĢun olsa da, ġerin sesi karıĢamaz hakkın sesine, Ġnanırım hakikatin tantanasına. (6 ) Bu sayısız, hesapsız dertlerin içinde kavrulan Ģairin yarına, geleceğe umudu yok olmuyor, doğma halka, ana diline olan sevgisi daha da derinleĢtiriyor: ―Enelhak bayraklı, ―hayret‖ ni Mısırı kılıcım tek keserli dilim. Naralı, lehçeli sesli, sedalı, ġiirli, Ģarkılı, eserli, dilim. Z.Yagub, yıllar geçtikçe kalemine daha fazla ilhamla sarılır, yaranmıĢ durumda yaratıcılığını savaĢa, masasını sengere, kalemini silaha çevirir, kendisini er sayıyor: Kalem silah, masa senger, ben er, ĠnanmıĢım, inanıyorum kaleme. Dosta mektup, yara yazı talihim, Ağ kagıda kara yazı talihim. Bu yolların kar ayazı talihim, ĠnanmıĢım, inanıyorum kaleme (7) Z.Yagub‘un Ģiirlerinde olduğu gibi, mesnevilerinde de keder vardır. ―Göyçe Derdi‖, ―Ġnsan‖ v.s… Mesnevilerinde kayıp edilen yerlerin talihine, halkımızın kederli tarihi talihine kalben yanıp-yakılan Ģairin yürek acıları Ģöyle ifade edilmiĢtir: Bana neler vermedi asrın en son yılları, Gözüme yaĢı, saçıma karı verdi. Her köye, her Ģehre bir Ģehit mezarlığı, Her eve, her ocağa Ģehit mezarı verdi. Tarih bana ne verdi; -Ağrı, iĢkence, kazap. Kanın sellere döndü, elden Hocalı gitti, ġuĢa elden gidende uzun dilim kısa Sözümün, sohbetimin Ģerbeti, tadı gitti (8) ―ġair Harayı‖ mesnevisinde Ģairin de yarasına tuz basılmıĢ, göğsüne köz basılmıĢ, ulu bir memleketin zorlu ağrıları, kara bulutlar oynaĢan, toprağı düĢman tapdağında kalan, çölleri Ģehit kanından renk alan, deniz gibi kabarıp çekilen, yayık gibi çalkanan, hala da yağ üste çıkıp, ayranı ayran olmayan, ölüm kalım arasında çırpınan, dâhilden parçalanan, kenardan sökülen Azerbaycan‘ın talihi hakkında duygu yüklü, dumanlı-gümanlı düĢünceler, itiraflar, ağrı, azap bu eserde dikkatimizi çekmektedir (9) Bu gece rüyama girmiĢti ġuĢa,* Cabbar* ağlıyordu, Han* ağlıyordu. DönmüĢtü kanadı kırılmıĢ kuĢa, Karabağ baĢtanbaĢa kan ağlıyordu. Tarihi hıyanetliklerin sarsıntılarını Ģair kendi varlığı, kalbi ile yaĢıyor, eli dünyadan yüzülen Ģair kendini suçluyor: Bu ne tür kalemdi Laçın* elden gidende, Yıldırıma çevrilip, alıĢmadı, sönmedi, Kırılanda Hocalı, verilende Yağıların baĢında ĢimĢeklere dönmedi. (10) Bu ümitsizlik geçicidir. Birbirini takip eden tarihi olaylara, yaralara bakmayarak Ģairin lirik kahramanı kendinde kuvvet buluyor, onun büyük ve sarsılmaz zafer azmi her zamanki gibi yücedir. ġairin fikrince, halkın bu zorlu gününde onun evlatları silaha sarılmalı, mısraları, sözleri silaha, mermiye dönüp savaĢa gitmeli, Ģairler halkı ruhlandırmalı, seferber etmelidir: Hakkın var baĢ olup baĢta durmağa, Kaldır memleketi ayağa Ģiirim. Mısralar meydanda mermiye dönsün, Kelimeler kurĢuna, tarağa Ģiirim. ġimdiden iyice hesabını çek, Yerimiz, yurdumuz bilinmeyecek, Lekemiz tarihten silinmeyecek.(11) Hakk‘a doğru giden yolda insanın dâhilindeki manevi çağırıĢ Ģairi öyle bir doruğa götürür ki, bu noktada insanın ―Bir eli toprakta, bir eli hakta‖ kalıyor. ġair daima yollardadır. Bir ayağı Ġstanbul‘da, bir ayağında Tebriz, Tahran, Mekke, Medine, Pekin, ġankay‘dadır. Z.Yagub, gittiği ülkelerde Azerbaycan‘ı hakk sesini dünyaya duyurmaya çalıĢıyor. Onun Ģiirlerinden doğduğu vatan toprağı güzel Borçalı boylanır, bu Ģiirlerde Batı Azerbaycan‘ın en füsunkâr bölgesi Göyce‘nin hüznü, kederi görünür. Bu Ģiirlerde düĢman elinde olan ġuĢa kanlı gözyaĢı döküyor, Laçın, Kelbecer haray koparır, Hocalı‘nın ah-nalesinden gökteki kuĢlar kanat salıyor. Z.Yagub, Karabağ adlı vatan derdini yüreğinin kanıyla mısralara döküyor. Karabağ azat olmayınca Ģaire rahatlık yoktur. Deha sanatkâr Mehmet Aras‘ın dediği gibi, bir gün uyumuĢ volkan püskürecek, Karabağ düĢman zulmünden azat olacak. O gün çok yakındadır. *ġuĢa: Karabağ‘ın BaĢkenti, *Cabbar, Han: Karabağ‘ın dünyaca ünlü sanatçıları *Laçın: Karabağ‘ın en eski, güzel kentlerinden biridir, Ermenistan‘la Karabag‘ın sınırında yerleĢmiĢtir. Kaynakça: 1. Zelimhan, Yagub (1995), ġair Harayı, Bakı, s.476 A.G.E. s.476 A.G.E. s.477 Zelimhan, Yagub (1995), Ziyaretin Kabul Olunsun, Bakı, s.6 Zelimhan, Yagub (1995), Ziyaretin Kabul Olunsun, Bakı, s.16 A.G.E. s.23 A.G.E. s.58 A.G.E. s.15 Zelimhan, Yagub (1995), ġair Harayı, Bakı, s.3 A.G.E. s.75 A.G.E. s.55 MEVLANA ve ġEMS Mahmut HASGÜL Mevlana düĢünce iklimine bahar getiren kiĢidir. Gül bahçesini gönül çeĢmesine çeviren kiĢidir. Kubbe-i Hadrasında ölümsüzlüğü yudumlayan ve bunu her an insanlığa ispat eden kiĢidir. Aklı kemale erdirdikten sonra gönlü duvarlarından arındırmıĢ, hakikat adına ne varsa HAK iksiriyle yıkamıĢ ve faniliğin fenalığını HAKK potasında eritmiĢtir. Mevlana yalnızdır Konya‘da. Etrafında onu anlayabilecek tek kiĢi yoktur. Her gün ilim ve maneviyat ırmakları dolar dolar da yüreğine, bunca yükü boĢaltabileceği bir umman bulamaz. Anlatsa anlaĢılmaz. Dünya denen bu Hak‘tan sürgün yaĢanılan gurbette onun gönül dilini bilen bir kimse yoktur. Sabahlara kadar Allah‘a yakarıĢları duyulur hanesinden. GözyaĢları damla damla eritir içini dolduran denizleri. Tebriz‘den çıkıp yalın ayak, yalın yürek, bir hırkanın sahibi, bir lokmanın fakiri ġems, Konya Ģehrine gelir. Uzun yolların, girift muammaların adamıdır ġems. Her kula nasip olmayacak kadar büyük bir zekâya ve uzun emeklerin neticesinde ulaĢılmıĢ onca ilime rağmen, akıl kapısını kırmıĢ, gönül duvarlarını çoktan yıkmıĢtır. Yalnızdır. Çoktandır unutmuĢtur insanlar gibi konuĢmayı. Derin manalarla yüklü iri iri gözyaĢları döker Hak ve hakikat için. Gönül lisanının tercümanı yoktur bu dünya gurbetinde. Bütün iĢaretler Konya‘yı göstermektedir. Mevlana ġems, Mevlana Celaleddin adında bir Hak tercümanının adını duymuĢtur ve bu uğurda çetin yollar aĢarak Konya‘ya gelmiĢtir. ġems ile Celaleddin, ikisi de Mevlana‘dır. Yani ki sevgi yolculuğuna çıkmıĢ sevgi adamlarıdır. Ġki nehirdir derin ve coĢkulu. Ġki denizdir, dipsiz ve dalgalı. Mesafelerin koyduğu set kalkınca aradan coĢkun denizlerin karıĢmasıyla yeryüzünün o güne kadar görmediği ihtiĢamlı dalgalar çıkar akıl ve gönül âlemlerinde. Depremler olur sahte yapıları bir bir deviren. Gönül volkanlarının lavlarına dayanabilecek hiçbir gerçek kalmamıĢtır. Dünyaya tapanlar için korkunç, vahdet sırrına erenler için muhteĢem bir manzaradır. Kim, kimden feyiz almaktadır? Hangisi mürit, hangisi mürĢittir? Hangisi daha büyüktür? Bunların bir önemi var mıdır? Ġki ateĢ buluĢmuĢtur artık. Kim kimi yakabilir ki. Onlar birlikte yanmaktadır. Birlikte yakmaktadırlar bir ömür boyu itinayla yazdıkları dünya kitabının yapraklarını. Yanan her yapraktan sonra aydınlanmaktadır hakikat kitabının nurlu sayfaları. Lisan ortaktır artık, irfan ortaktır artık, yaratılıĢın ana fikri olan aĢk ortaktır artık. ġems bir söz söyler, Celaleddin Mecnun olur, mest olur, mey-hoĢ olur. Celaleddin bir söz söyler ġems tutuĢur da pür-nar olur, pür-nur olur. Her söz diğerinde yeni evrenlere kapı aralar. Nasıl bir hasrettir ki bu geceler boyu giderilemez, günlerce tesiri geçmez, aylarca ilk günkü tazeliğinden zerre kaybetmez. Büyük vuslatın küçücük bir provasıdır aslında bu iki Mevlana‘nın vuslatı. Buna bile bu koskoca yüreğe sahip iki eren dayanamazken büyük vuslata kavuĢmaya hangi kalp tahammül edebilir? Susmaları bile titretir ruhları. Öyle susarlar ki gecelerce, günlerce. Öyle ağlarlar ki, göz pınarları yetiĢemez susuzluklarına. Ey her aĢka savaĢ açan dünya söyle, bunca zulümden ne geçti eline? Kaç cana kıydın, kaç kiĢinin derisini yüzdün, kaç kiĢiyi darağacına çektin, kaç Kays‘ı mecnun ettin, kaç Keremi kül eyledin, kaç yiğidi kul eyledin; kaç genç kızın tabutuna gelinlik örttün. Senin bu aĢka karĢı hıncı nedendir? Neden Hak aĢkına ram olan Mevlana ve ġems‘e Hakkı çok gördün, aĢkı çok gördün? Ey ademden gelip de Âdemden olmakla övünen kibirli varlık, hangi zekâya sahiptin ki anlayıverdin bu iki âlimin halini; hangi yüreğe, hangi cesarete sahiptin ki bir çırpıda kavrayıverdin bu aĢkın esrarını? Ey küçük ve kirli yürek sahipleri, Hak adına Hakka savaĢ açanlar, ne istediniz ġems‘ten ki Mevlana‘yı güneĢinden ettiniz. Ġhtiyar ġems küçük dostundan vaktinden evvel koparıldı ama yücelerin yücesi Dost‘a kavuĢtu, bahtiyardı. Mevlana yine yalnız kaldı bu dünya zindanında. IĢığı elinden alınmıĢtı. Ġçine kapandı bütün bütün. Aksakallarından göğsüne dökülen yaĢlar kalbinin ateĢine ulaĢmıyordu. ġemsin bu ikinci ve kat‘i gidiĢi Mevlana‘nın mahkûmiyetini müebbet eylemiĢti. Tek bir tesellisi kalmıĢtı ki o hayatta tutuyordu onu: küllü nefsin zâikatül-mevt. Ne güzel, ne büyük bir müjde ki ölüm vardı âlemde. ġimdi sabırla beklemek gerekti ölüm denen o kutlu günü. Mevlana her gün acı çekti, kimselere diyemedi derdini. Dese de anlamazlardı. Dua dua, mısra mısra hafifletmeye çalıĢtı sancılarını. Her zulmün sonu vardır elbette. Elbette batan güneĢ çağacaktır vakti gelince. Her nefis muhakkak dünyaya ölecek, âhirete doğacaktır. Elbette Hayy‘dan gelen Hu‘ya gidecektir. ġimdi Hu zamanıdır ey Mevlana! Hazırla kendini büyük buluĢmaya. Bu vuslatı bir ömür bekledin. ġimdi ġeb-i Arus vaktidir. Bak, açmıĢ toprağını bütün sevecenliği ile Dost seni beklemektedir. ġimdi arın Hakikatlerden ki Hakk seni beklemektedir. Kurtul ten kafesinden, ayrıl belalı nefsinden. ġimdi Rabbin nurunda erit ruhunu. Hak ile yeksan olma vaktidir. Doğum günün kutlu olsun Mevlana. ÖĞRETMENLER GÜNÜ… Bedrettin KELEġTĠMUR “Bir çivi yüzünden bir nal, bir nal yüzünden bir at, bir at yüzünden de bir atlı gidiverir.” Bu ülkenin çivileri tabir yerinde ise, „muallimlerdir‟ Gazi Atatürk bir sözünde, “Muallimler, gelecek nesiller sizlerin eseri olacaktır” Sorumluluğu bizleri bir ömür boyu kuĢatacak, „mukaddes‟ bir görev! Eğitim ve Öğretim siz sanmayınız ki; bir günü, bir ayı veya bir mevsimi değil, „bir asrı, nesilleri Ģekillendirir‟ Bu hizmete, „bir milleti, yarınlarını veya geleceğini ihya edecek bilgi ağacı‟ deriz! Eğitim konuĢulduğu zaman, „titrerim‟ Öyle ki, hayatın özellikle de; „ilimde geç kalanları affetmediğini‟ gayet iyi biliriz! Çok değil, son üç asrın Ģöyle bir fotoğrafına bakınız; „dün batıyı büyük bir hayranlık içerisinde derinden etkileyen ve Ģekillendiren Türk ve Ġslâm Medeniyeti‟ bugün, 21. asrın Ģu nazik konumunda nerelerdedir?.. 24 Kasım Tarihini, öncelikle sorumluların, tarihi mukayeseler getirerek kendilerini, „sorgulamaları‟ gerektiğine inanıyorum. Ġnsan içinde, milletler içinde geçerli olan ve altını kalın çizgilerle çizmemiz gereken; ―Hayatta bir gayesi olmayan insanlar/veya milletler, bir nehir üzerinde akıp giden saman çöplerine benzerler; onlar kendilerini (zamanın) suyun insafsız akıĢına bırakırlar‖ Hedefi olmayan bir insan/veya devlet tasavvur edebilir misiniz? “Hayatta en hakiki mürĢit ilimdir” Bu milleti, „cihan hâkimiyetine‟ taĢıyan sır nedir? Kendisine hâkim olan bir Ģuurun büyük fırtınalar kopararak; bir baĢkasına/ yeryüzüne hâkim olacağı inancıdır! O inanç felsefesinin tarihi yapraklarını biraz olsun aralayınız, kendi tarihinize olan hayranlığınız bir kat daha artarken; içerisinde bulunduğunuz, „garip ve anlamsız kavgalar‟ sizleri acı acı düĢündürecektir! Kıtaları fethetmek kadar, „gönülleri fethetmek‟ önemlidir. Bu millet gittiği coğrafyada hâkimiyetini; „ilim ve hikmet, hoĢgörü ve adalet, sabır ve tahammül, güzel ahlak ve doğruluk‟ ile kalıcı kılmıĢtır. Zembilli Ali Efendi, Yahya Efendi, ġeyh Edebali, Somuncu Baba, Emir Sultan, Nalıncı Baba, Molla Hüsrev, Molla Gürani, Ahmet KemalpaĢazade, Hoca Sadettin Hz. Hızır Bey, Hasan Can, Hacı Bayram-ı Veli, Gül Baba, Geyikli Baba, Ebusuut Efendi, Ebu‘l Vefa Hz. Aziz Mahmut Hüdai Hz. Merkez Efendi vesaire devlet adamlarına yol göstermiĢ alperen ruhlu nice Ģahsiyetler o kadar etkileyici olmuĢtur ki!.. “Bir âlimin göçmesi, âlemin göçmesi gibidir” diyen bir felsefe elbette üç kıtaya hükümran olacaktı! “Âlimlerin mürekkebi, Ģehitlerin kanlarından daha değerlidir‖ diyen bir idrak elbette, 8 asırdan 16.asra kadar çok büyük bir coğrafyada; tıp, fizik, kimya, astronomi, matematik vs. bilim dallarında günümüze kadar ıĢık tutacak büyük ilim adamlarını bağrından çıkaracaktı Bilimin, batı dünyasını da etkisi altına alan, „altın devri‟ olarak, bu dönemi gösterebiliriz. Ġbn-i Sina, Gazali, El-Biruni, Ebu'l Vefa, Farabi, Cebir b. Hayyan, M.Ġbn Musa al-Harizmi, Ġbn-i Heysem, Ġdrisi, Sabit bin Kura, Cizreli Ebul-Ġz her biri bilimin bir dalında kapı açıyor! 24 Kasım, Öğretmenler Günü! Bu günü özellikle, „sloganın ötesinde‟ düĢünüyorum! Öğretmene ne diyorduk, “Muallim” Kökünde, „âlim‟ ve ‟hikmet‟ var. AĢk ve sevda insanı olarak yorumlamaya çalıĢtığım öğretmeni, “baĢkalarına sürekli ıĢık saçan bir kandile” benzetirim! Kusura bakmayınız ama aĢk ile meĢk bir arada olmaz! Vecd ile caz ve patırtı aynı iklimi paylaĢmaz! Sürekli tartıĢıyoruz; 88 yılını dolduran Cumhuriyet tarihimizin o nezih ikliminde, Ģimdiye kadar yapılan 19 Milli Eğitim ġuralarında; Önce doğrularda buluĢmamız gerektiğini; doğrular Ģu toplum içerisinde hazmedildikçe nerede yanlıĢ yaptığımızın da ortaya çıkacağı düĢüncesini birlikte paylaĢtık… Bu toplumun iki yakasında; Ģüphe ve tereddüt dolu gözler yerini hoĢgörüye terk etmezse, „taassup‟ koyu bir cendere halini almaya baĢlar! Sadi ne diyor; “Üç Ģey sürekli kalmaz; ticaretsiz mal, tekrarsız bilgi, cesaretsiz iktidar” Bu sözü Ģöyle bütünleĢtirebiliriz; “ya bir yol bul, ya bir yol aç, ya da yoldan çekil.” Öğretmenler gününü, 1981 tarihinden itibaren kutlamaya baĢladık. Bugünün kutlanması, esasen bugün Gazi Atatürk‘ün, „milli mekteplerin‟ açılıĢ, „BaĢöğretmenliğin‟ kabulü tarihi olan 24 Kasım 1928 tarihinden ilham alınmıĢtır. Öğretmen andında ne vardır; “Türk Milletinin milli, ahlaki, insanı, manevi ve kültürel değerlerini benimseyip, koruyup, bunları geliĢtirmek için çalıĢacağıma… Bunları davranıĢ halinde göstereceğime söz veririm” deniyor! G. Atatürk ne diyor; “Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaĢ meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaĢayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir. Eğitimdir ki bir milleti ya hür, bağımsız, Ģanlı, yüksek bir topluluk halinde yaĢatır; ya da milleti esaret ve sefalete terk eder.” Elbette, “bana bir harf öğretenin kölesi olurum” veciz düĢüncesine kendimi teslim ettiğim öğretmenlerden; „fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller istememiz‟ bir milletin en tabii hakkıdır. 1923 yılında 5,1 bin okul varken, bu sayı günümüzde katlanarak, 48,9 bine ulaĢmıĢtır. Aynı Ģekilde, 1923 yılında 36,5 bin öğrenci öğrenim görmekte iken günümüzde, 16 milyona ulaĢmıĢtır. 1923 yılında 12,2 bin öğretmen görev yaparken, bu sayı da 1 milyon 243 bin olmuĢtur. Bozkırlara can veren aĢk nehrinin kıyılarında geziniyorum. Hayat iksirimiz, „Ümmetim, Ümmetim‟ diyen, Rahmet ve Mağfiret Peygamberi, Ġki Cihan Saadeti, ezeli ve ebedi muallimimiz Allah Resulü‘ nün manevi huzurunda kendimizi sürekli olarak hissedebiliyor muyuz? O his bile, „her Ģeye bedel‟ bütün dertlerimize, can iksiri, devadır! Gayrisi berhavadır! O his, bizleri Ģüphesiz ki, „asırların tacı‟ gönüllerin utacı olarak bildiğimiz ve sürekli hasretini çektiğimiz, hicranıyla yandığımız, „Saadet Asrına‟ götürecektir. Allah‘ın Resulü buyuruyorlar, “Ashabım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine tabii olursanız hidayete erersiniz…” ĠĢte asır, iĢte bizleri hidayete taĢıyacak, muallimler halkası! Böyle bir halkadan süzülerek gelen, Ġslâm âlimleri, yolumuzu aydınlatan iĢaretler/ nur halkasından rehberler oluyorlar! Allah Resulünün çevresinde halkalanan yüz binin üzerindeki Sahabenin sadece on bin civarındakinin kabirleri „cennet‟ül bakiye‟de, Medine‘de bulunmaktadır. Ya diğerleri? Kıtalar ötesine kadar taĢan bir büyük fethin aĢkıyla bizleri buluĢturmuĢlardır! “Ġlim, Çin‟de de olsa gidin arayın” diyor, bizim kutlu inancımız! Mutlak bir güzellik uğruna verilen muazzam bir seferberlik! “Hikmetli söz mü‟minin yitiğidir, nerede bulursa onu almalıdır.” “BeĢikten mezara kadar ilim isteyin” fermanı karĢısında, hayat iksirinin ilim olduğu inancı ile bütünleĢen bir ahlak doğuyordu! ġüphesiz ki, “vatan müdafaasının en emin yolu eğitimdir” O halde, “milletleri kurtaran yalnız ve yalnız öğretmenlerdir” Buradan nereye, nerelere geleceğim; 21.asrın fetih ruhunu aradığı muallimlere! “Bir damla dava yüklü bir insan, kendisinden elli kat bilgi yüklü bir dâhiden daha güçlüdür” Bir öğretmen‘in mesleğini sevmesi kadar, „davasına‟ inanması ve ona kalbi bir irade ile sarılması Ģarttır! Samimiyet ve fedakârlığın karĢısında neler diz çökmedi ki? Öğretmen için, “GeçmiĢin öğreticisi, geleceğin kurucusu” diyebiliriz. Öğretmen, “öyle bir sanatkâr ki, yarınların temellerini o attığı gibi, kiĢilik hamuruna da o biçim verir.” Yavuz Sultan Selim: "Âlimlerin atının ayağından sıçrayan çamur, bizim üzerimize ancak süs olur." diyerek ilme ve muallime verdiği değeri anlatırken, Aristo‘nun öğrencisi öğretmeni için, “Allah beni gökten yere indirdi, öğretmenim beni yerden göğe çıkardı." sözleriyle haklı bir tespiti dile getiriyordu. TÜRKLER VE KÜTÜPHANE! Matbaa Kültürü, „Uygurlarda‟ 9. Asırda biliniyor… Bu kültürü ilk defa Moğollar, 13. yy‘da, Avrupa‘ya taĢıyorlar… 15.yy‘da, Gutenberg‘in bulduğu Matbaanın, Temellerinde, Uygurlar vardır! Doğu Türkistan‘da, Turfan‟da yapılan kazılarda; „Otuz bin eser…‟ toplu halde bulunuyor! Gazneli Mahmut‘un, „Saray Kütüphanesi‟ dillere destandır! Büyük Selçuklularda, Nizamülmülk‘ün, Bağdat ve NiĢabur‟da kurduğu kütüphaneler… Anadolu Selçukluları ve Konya, O dönemin en büyük kütüphanesi buradaydı… Osmanlılarda, Ġznik, Bursa ve Ġstanbul‘da… Medrese ve Kütüphaneler iç içedir! *** *** Tarihin en eski kütüphanesi, Asurlulara aittir… Ninova Kütüphanesi (MÖ,625) Mısır‘da, Ġskenderiye Kütüphanesi… Türk Ġslam Kültüründe, Medrese ve Kütüphane iç içedir! Osmanlılarda Ġlk Kütüphane, Osman Bey zamanında, Ġznik‟te ve Edirne‟de kurulur… Daha sonraki yıllarda, Ġstanbul, Amasya, Edirne, Bursa, Manisa, Trabzon Ve birçok Ģehirlerde, „Büyük Kütüphaneler‟ açılır… ġunu söylememiz gerekirse, Gerek Kütüphane Kültürü, Ve gerekse „çarĢı kültürü…‟ Türklerden Avrupa‘ya geçmiĢtir! BĠR YUDUM ĠNSAN; ―PAMUK DEDE‖NĠN ARDINDAN A.Turan ERDOĞAN-Eğitimci / AraĢtırmacı Dünyanın ruhu nerededir diye bir soru yöneltilse, tereddütsüz ―Anadolu‖ derim. Tarihin, kültürün, medeniyetin harmanlandığı binlerce yıllık miras hep ―Anadolu‖ adresli çıkar. Bu mirasa ev sahipliği yapan bir diyardan; Tokat‘tan ve onun Ģirin kasabası Avlunlardan bir hatıra nakletmek istiyorum. ―Bir Yudum Ġnsan‖ yazımızın konuğu Avlunlar Eze Mahallesinde yaĢamıĢ olan, ancak bu yazımızın yayınlanmasından yıllar önce ilahi kat‘a uğurladığımız Kaya TOYGUN nâm-ı diğer ―Pamuk Dede‖dir. Yerel kimliklere hayranlığını yakinen bildiğim araĢtırmacı arkadaĢım Hasan AKAR 'a asırlık bir çınardan, Pamuk Dede‘den söz etmiĢtim. Hasan Bey bu insanı konuĢturup birikimlerini kendinden sonraki nesillere aktarmamız gerektiğini ifade etmiĢti. Pamuk Dede ile söyleĢi yapmak, hayatının gizemini gün yüzüne çıkartmak gayesi ile 2002 yılının 18 Eylül ÇarĢamba günü akĢamı Avlunlar Eze Mahallesine gittik. Osmanlı‘dan aldığı vakarı Cumhuriyetin beyefendiliği ile yoğurmuĢ iki güzel insan Pamuk Dede ve muhterem eĢleri Fatma nine bizleri gözlerinin içi gülerek, asırlık yaĢlarını hiç önemsemeden hoĢ bir eda ile karĢıladılar. Sivrin Tepeye nazır, her köĢesi el emeği göz nuru yapı malzemeleriyle donatılmıĢ odalarına aldılar. Duvarda, yerini kimseyle paylaĢmak istemeyen kocaman bir masa radyosu dikkatimizi çekti. Kaya Dede: ―Bu köyde ilk radyoyu (Ladyoyu) ben aldım. Her akĢam bu oda akĢam 7:00 ajansını dinlemek isteyen insanlarla dolup taĢardı" dedi. Ustalık ve sanatsal maharetin sergilendiği karyolayı göstererek: "Bunu da ilk defa bu köyde ben aldım" diyerek merakımızı giderdi. Sohbete daldık… Fatma Nine, mübarek Anadolu kadını, sohbeti aralıyor ve "Ġlla çay ve yemek ikram etmeden sizleri göndermem" diyor. Bu topraklar kadınıyla, erkeğiyle ham insan yetiĢtirmemiĢ. Ġhtiyar delikanlıların gönüllerini incitmemek için var gücümüzle itina gösteriyoruz. Çaylarımızı yudumlayıp kendileri gibi saf, temiz ve katıksız ikramlarını kabul ederken Pamuk Dede'nin sırlı dünyasına girmeye çalıĢıyoruz. — Kaya Dede kaç yaĢındasınız? —Atatürk Cumhuriyeti ilan ettiğinde 13 yaĢındaydım. Tevellüt 1326 (1910). Babam Ali Osman Efendi, anam ise Emine Hanımdır. —Avlunlar bölgesinin dolayısı ile Camili Köy‘ün tarihi ve kültürü hakkında sizden bilgi almak istiyoruz. —Tabiii, memnuniyetle. Ben bu köyün Eze (Camili) 30 hane olduğunu biliyorum. Buraya yerleĢenlerin büyük bir tarihi geçmiĢi var. Yüzyıllarca Rumlarla iç içe yaĢamıĢlar. Hatta yakın tarihi ben de onlarla birlikte yaĢadım. Avlunlar‘dan kervan yolu geçerdi. Ben Samsun-Erbaa güzergâhından gelen kervanları, hatta satıĢ yaptıkları malları bile hatırlıyorum. 15-20 tane deve, katır ve eĢekler mal yüklü olarak gelip bizim ―Deveci Meydanı‖ diye bildiğimiz, bugün ise ―Soku Dibi‖ dedikleri köy meydanında satıĢ yaparlardı. Kocaman kitleler halinde Ģeker (loğ Ģekerler, kuru üzümler v.s), ihtiyaç maddeleri satarlar, buradan da Niksar'a doğru giderlerdi. Pamuk Dede‘nin gizemli hayatı, vatani göreve çağrılmasıyla daha da anlam kazanır. Her Türk genci gibi o da önce Erzincan, Edirne ve Ankara olmak üzere 4 yılda Jandarma olarak askerliğini tamamlar. Atatürk vefat ettiğinde Ankara'da olduğunu büyük komutanın vefatının herkesi hüzne boğduğunu üç gün yas tuttuklarını söylüyor. —Sohbetimize Avlunlar‘ın yakın tarihi ile ilgili hatırladıklarınızla devam edelim. —Bizim dedelerimize "Kösemeli" diyorlar. Hangi maksatla söylendiğini bilmiyorum. Ancak köy halkının yapısı hakkında büyüklerimizden duyduklarımı nakletmek isterim. Bölgeye Ahıska‘dan, Ġran Horasan‘dan, Ġskefsir bölgesinden gelenler oldu. Rumlar tarafından yakılan Camili Köy 1337 (1921) —Bölgedeki Rum yerleĢim alanlarından ve iliĢkilerinden bahseder misiniz? —Memnuniyetle... Bu civarda Yenice, Musullu, Köseli, Ġkipınar, Endikpınarı, Tekke gibi Rum köyleri vardı. Benim özellikle Ġkipınar Rumlarıyla irtibatım oldu. Hambi ve kardeĢi ile arkadaĢtım. Her Rum köyünün bir kilisesi ve bir papazı vardı. Ġkipınar‘daki papazı çok iyi hatırlıyorum. Sakallı, pek konuĢkan olmayan, saçları arkadan iki örgülü, arkaya atılmıĢ vaziyette idi. Rum köylerinde oturan insanlar genellikle sanat erbabı idi. Terzi, marangoz, demirci gibi vasıflı insanlardı. Hatta bir defasında anamla birlikte çift demirini burunlattırmak için gitmiĢtik. Fakirleri çok fazlaydı. Köylerimiz arasındaki insani iliĢkiler çok güzeldi. Yirmiye yakın Ġkipınarlı Rum, köyümüzde iĢçi olarak çalıĢırdı. Beldemizin saygın insanı Süleyman Ağa‘nın evinde en az yedi kiĢi çalıĢır ve nafakasını temin ederdi. Rumlardan hatırladığım isimler arasında Anastas, Hambi, Todor, Yani, Kosti, Sufrat gibi isimler vardı. Anastas bunların lideri durumundaydı. Hambi köyler arasında değiĢimli mal alıĢveriĢi yapardı. ġunu da hemen hatırlatayım çok güzel üzüm bağları vardı. Pamuk Dede'yi heyecanla dinlerken Ģu soruyu yöneltme gereğini duydum. — Peki, iliĢkiler bu kadar güzeldi de neden düĢmanlıklar hâsıl oldu? —Bize bir haber geldi. GazipaĢa Yunanlılarla konuĢmuĢ mübadele olacakmıĢ dediler. Yunandaki soydaĢlarımız, kardeĢlerimiz buraya, buradaki Rumlarda oraya gideceklermiĢ. Bunu duyan Rum erkekler silahlanarak dağa çıktılar. Onların kadınlarını, kızlarını, yaĢlılarını devlet görevlilerimiz güvenlik içerisinde köye getirdiler. Ġki gün köyde kaldıktan sonra askerlerimizin gözetiminde en ufak bir sıkıntıya maruz kalmadan gittiler. Dağdaki silahlı Rumlar yol kesmeye, can yakmaya, baskınlar düzenlemeye baĢladılar. Karağa Deresinde iki askerimizi Ģehit ettiler. Anastas ve Kosti liderliğinde 200-300 kiĢilik Rum eĢkıya yıllarca komĢuluk ettikleri, karınlarını doyurdukları vefa örneği sergileyen Camili (Eze) köyünü yakıp yıktılar. (337-1921)Özellikle de onlara sahip çıkan Süleyman Ağa‘nın evini hınçla yaktılar. Hatta beĢikte yatan bir küçük bebeği dıĢarı attılar. Yalnız bizim evi yakmadılar. Orayı da mevzi olarak kullandılar. Mehmet ÇavuĢun evini basıp sandığını soymaya çalıĢırken karĢı koyan anasını canice öldürdüler. Halil Ağa‘nın yeğeni Çolak Salih'i dik baĢlılık ediyor, ibret olsun diye Sivrin denilen yere götürerek öldürdüler. Tokat'a gitmekte olan yaĢlı kadınların önünü Karağa Deresinde keserek, Sivrin Tepesine götürdüler. Bütün bu anlatılanları kanımız donmuĢ Ģekilde dinlerken, Pamuk Dedenin gözleri dolu dolu oldu. Sanki o günleri yeniden yaĢıyormuĢ gibi heyecanla anlatmaya devam ediyordu. Bu noktada Hasan AKAR'la, Müjdat ÖZBAY'ın ortaklaĢa hazırladıkları ''Milli Mücadele Yıllarında Niksar" adlı orijinal bilgi ve belge yüklü eser hatırıma geldi. Konu ile bağdaĢtığı için o güne ıĢık tutan tarihi bir yazıĢmayı aktarmak istiyorum. ―AteĢkesten sonra Ohtab nahiyesinin Ġkipınar Köyünden olup Erbaa'nın Tekne köyüne evini taĢımıĢ olan Arapoğlu Anastas baĢkanlığında Ohtap 'ın Ölçek köyünden Lazar oğlu Deli Hacı ile yeğeni San Murat oğlu Yanko ve Köseli köyünden Cündoğlu Fot ve Ġkipınar Köyünden olup Tazı" köyünde bulunan Servan oğlu Aleksi ve Kiril oğlu Kosti'den oluĢan çetenin Esdiğin köyünden Dal oğlu Hüseyin Ağa'nın 60 baĢ davarını gasp ettikleri ve 1919 yılı Nisan'ında Erbaa'nın Kozlu Nahiyesine bağlı Göl Önü köyünden Kara Yani çetesinden Ohtap'ın Musullu köyünden 30 adet damızlık ve koĢu hayvanları sürdükleri ve AteĢkesten 1919 yılı baĢlarına kadar Göl Önü Köyü‘nden Kara Yani ve Endikpınar'lı Koca Anastas, Külçek Köylü Deli Hacı çetelerinin birleĢerek birçok defalar Serkis köyünü bastıkları ve hayvanlarını ve eĢyalarını toptan gasp ettikten sonra köyü yaktıkları ve yine bu çetelere katılan Çerdiğin, Sarıtarla, Gökçukur, Katara ve Cibril Rumlarından oluĢan çetenin 1920 yılı martında Erbaa pazarından gelmekte olan Ohtap'ın Frenkhisar Köyü halkından 40 kiĢilik bir kafilenin önüne çıkarak 10 çift öküz, 7 eĢek ve arabalarda bulunan 25000 kuruĢluk eĢya ve zahireyi gasp ettikleri ve kafileden bir bakire kızla kardeĢini öldürdüklerini ve annelerini ağır Ģekilde yaraladıkları ve bekçinin kulağını kesmek suretiyle öldürdükleri Ohtap Müdüriyetinden bildirilmiĢ olduğu. (8 Mart 1921 Tokat Mutasarrıfı Mustafa) Belgede yer alan isimlerin ve olayların Kaya Dede‘nin anlattıkları ile örtüĢtüğünü görüyorum. Kaya Dede‘ye Rumların bu vahĢetinin nasıl durdurulduğunu soruyorum. —Devletimiz bize sahip çıktı. Çok büyük bir askeri birlik geldi. Köyün altına çadırlar kurdular. Askerin tüm iaĢesini o zamanda yine Süleyman Ağa karĢıladı. —Bundan sonrasını anlatır mısınız? -Yunanlı bir yetkilinin geldiğini öğrendik. Yaylacık'a silahlı Rum çetelerinin yanlarına gidip onları ikna etmiĢ. Yapılan anlaĢmaya göre silahlarına dokunmadan bölgeyi terk edecekleri söylendi. Böylece bu beladan kurtulduk. —Rumların boĢalttığı yerler ne yapıldı? Ġkipınar, Yenice, Musullu, Köseli gibi köylere soydaĢlarımız, kardeĢlerimiz geldi. YerleĢmeleri için yardımda bulunduk. Çok güzel insanlardı. Aralarında saygın âlimler, sanatkârlar vardı. Sohbetin bir yazı dizisiyle neticelenecek bir durumda olmadığının farkında olarak bu güzel asırlık çınara veda etmek durumunda kaldık. Avlunlar bölgesi DaniĢmentli Malikânesi, Selçuklu Kervansarayı, Osmanlı ve Cumhuriyet döneminin tarihi bilgi ve belgeleriyle dolu gizemli bir kasaba. Biz burada bölgenin son hatırası canlı Ģahidi ile yakın tarih söyleĢisinde bulunduk. Pamuk Dede‘ye ve münevver eĢlerine teĢekkür ederken bizi tekrar bekleyeceklerinin hüznü ile yakın tarihimizle bir kez daha yüzleĢerek Avlunlar‘dan ayrılıyoruz. Bu dünyadan göç eden Pamuk Dede ve kıymetli eĢleri Fadime nineye bu yazı vesilesi ile bir kez daha rahmet diliyoruz. &&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&& ZEVRAKΑNĠN KIRILDI GÖNÜL SAZI M.NĠHAT MALKOÇ Türk halk edebiyatı henüz tam anlamıyla keĢfedilmemiĢ büyük bir kültür hazinesidir. Bu büyük kaynaktan tam anlamıyla haberdar değiliz. Bu muhteĢem Ģiir konağında geçmiĢten günümüze kadar binlerce halk Ģairi konaklayarak on binlerce Ģiir söylemiĢtir. Bu Ģiirler sözlü gelenekle bugünlere geldiği için çoğu değiĢmiĢ veya kaybolmuĢtur. Günümüzde halk Ģiiri geleneği devam etse de eski ihtiĢamından ve özgünlüğünden çok Ģeyler kaybetmiĢtir. Halk Ģiirimizin kaynakları her geçen gün kuruyor. Son dönemlerin yaĢayan en büyük halk Ģairlerinden biri olan Akif Timurhan‘ı yeni yılın ilk gününde 01 Ocak 2008‘de kaybettik. ―Zevrakî‖ mahlasıyla halk Ģiiri geleneğine hizmet eden Akif Timurhan 86 yaĢındaydı. O ―tahta kayık‖ anlamına gelen ―Zevrakî‖ mahlasıyla halk Ģiiri tarzında eserler vermiĢtir. Akif Timurhan, 1922 senesinde GümüĢhane‘nin Köse ilçesine bağlı Yuvacık (Gelinpertek) köyünde dünyaya gelmiĢ, ömrünü o topraklarda sürdürmüĢtü. ġiire küçük yaĢlardan itibaren ilgi duymaya baĢlamıĢtı. Sanatın diğer alanlarına da ilgi duyardı. Bağlama ve kaval çalar, resim yapardı. Hece ölçüsüyle yazdığı Ģiirlerini kendi resimleriyle süslerdi. Bu resimli Ģiirler eski taĢ basma divanları hatırlatıyor bize. Merhum Akif Timurhan‘ı belki de yaĢadığı acılı hayat Ģair yapmıĢtır. O, ailesinin tek çocuğuydu. Buna rağmen ailesi onu bir devlet memuruna evlatlık vermiĢti. Onun içindir ki biyolojik ve psikolojik anlamda anne baba sevgisinden uzak bir atmosferde yaĢamak zorunda kalmıĢtır. Onun Ģiire olan meyli gördüğü bir rüyadan sonra daha da artmıĢtır. O, gençliğinde kendi adıyla Ģiirler oluĢturdu, sonra halk Ģiiri geleneğine uyarak mahlas kullanmayı tercih etti. Son dönem Türk halk Ģiirinin adı pek duyulmamıĢ gerçek Ģairlerinden biri olan ÂĢık Zevrakî, Ģöhretten uzak yaĢamayı tercih ettiği için kendini hep gizledi. Ġsteseydi, bir de geniĢ çevresi olsaydı adını ananların sayısı milyonları bulurdu. Fakat o, kalender bir kiĢiliğe sahipti. Dünyanın görünen yüzünden daha çok, görünmeyen yüzüyle ilgileniyordu. Bu yüzden günümüz gençlerinin çoğu bu önemli halk Ģairini tanımazlar. ġiir sahasında onun tırnağı bile olamayacak Ģairlerin Ģiirleri TRT repertuarlarında yer aldı, pek çok meĢhur sanatçının albümünde seslendirildi. Zevrakî‘nin Ģiirleri de Ģiirden anlayanlarca sevildi, el üstünde tutuldu. Onun Ģiirleri de değiĢik kiĢiler tarafından bestelendi ve okundu. Fakat bu yeterli miydi? Onun adını GümüĢhane sınırlarıyla sınırlayanlar Ģiire ihanet edenlerdir. ġimdi samimiyetten uzak laflar söylemenin, timsah gözyaĢları dökmenin anlamı ve önemi yoktur. O, zor Ģartlarda yaĢadıysa da, Ģiir kudretini ve sermayesini paraya dönüĢtürmeyi hiç düĢünmedi. ġiirlerindeki kalite ve harcadığı emek ona ilgi olarak yansımadı. Yani yaĢadığı sürece hak ettiği ilgi ve sevgiyi maalesef göremedi. Çok yakınındakiler bile onu görmezden geldiler. Hayatı ve Ģiirleri hakkında yeterli çalıĢmalar yapılmadı. Ġstanbul Kültür Üniversitesi‘nde Halk Edebiyatı alanında öğretim üyesi olarak görev yapan Prof. Dr. Muhan Bali bu önemli halk ozanıyla ilgili ciddi çalıĢmalar yapmıĢ bir bilim adamımızdır. Onun ―GümüĢhaneli ÂĢık Akif Timurhan (Zevrakî) (Hayatı, Sanatı, Eseri)‖ adlı bildirisi bu sahadaki en dikkate değer çalıĢmadır. Bu bildiri GümüĢhane‘de sempozyumda sunulmuĢtur. ÂĢık Zevrakî, düĢünce olarak BektaĢî felsefesinden beslenmiĢtir. Bağnazlığı ve tek taraflı düĢünmeyi aklın afeti olarak görmüĢtür. Akif Timurhan, Batılı ve Doğulu değerler arasında sentez yapabilmeyi becerebilen ender halk Ģairlerinden biridir. Ġnsan sevgisini ve hoĢgörüyü baĢ tacı yapmıĢtır. Yunus Emre‘nin ‗Yaratılanı hoĢ gördük Yaradan‘dan ötürü‘ mistik anlayıĢı onun Ģiir kaynaklarını beslemiĢ, dünyaya bakıĢında temel oluĢturmuĢtur. ġiirlerinde bunun etkilerini açıkça görebiliriz. O, bu zamanın insanının kendi görüĢlerini ve Ģiirlerini anlamayacağını, anlamak için gayret sarf etmeyeceğini söyler, bundan yola çıkarak Ģiirlerini iki kapak arasına almaya yanaĢmazdı. O, Ģiiri faydalı bir uğraĢ olarak görürdü. ġu sözü onun Ģiire olan sevgi ve sadakatini göstermesi bakımından önemlidir: ―Bir kiĢi dahi olsa, kötü bir Ģey yapacakken Ģiirimi hatırlayıp vazgeçerse, hayatım boĢa gitmemiĢ olacaktır.‖ Zevrakî mahlasıyla halk Ģiiri formlarında Ģiirler yazan Akif Timurhan‘ın oturmuĢ bir üslubu vardır. ġiirlerindeki konular, mecazlar, mazmunlar, nazım Ģekilleri, dil ve söyleyiĢ ustalıkları güçlü bir geleneğin zirveye ulaĢmıĢ bir değerini açıkça gösterir. Akif Timurhan‘ın Ģiirleri hayatın aynasıdır. O, yaĢananlara hiçbir zaman kayıtsız kalmamıĢ, gördüklerini, duyduklarını ve yaĢadıklarını Ģiirin tılsımıyla birleĢtirerek ifade etmiĢtir. Sosyal meselelere hiçbir zaman ilgisiz kalmamıĢtır. Son dönemde toplumda meydana gelen yozlaĢmayı ve değerlerin aĢınmasını yergilerine konu edinmiĢtir. Bunu yaparken de nükteyi elden bırakmamıĢtır. DüĢündürürken güldürmüĢ, güldürürken de dokundurmuĢtur. Fakat eleĢtirilerini daha çok, yakın çevresindeki meselelere yoğunlaĢtırmıĢtır. Yani onun Ģiir aynası bir anlamda sınırlı mekânlara tutulduğu için görüntüler de sınırlı olmuĢtur. O sadece eleĢtirmekle kalmamıĢ, hayat tecrübelerinden yararlanarak kurtuluĢ reçeteleri mahiyetinde nasihatlerde de bulunmuĢtur. Cehaletin bizi geride bıraktığını, o varken baĢka düĢmana gerek kalmadığını her fırsatta dile getirmiĢtir. Onun Ģu Ģiiri bu mânâda dikkate değerdir: ―Cehalet yüzünden geldik ne hale Fezaya bir füze atamaz olduk Sıratın üstüne kurarken kale Koca Ay‘da bir çöp çatamaz olduk Fazilet ararken çıkıp fezada Neden düĢtük arzda fitne fesada Koydum ya kendimi kendim mezada Sırf safı sarrafa satamaz olduk‖ Bütün halk Ģiirlerinde olduğu gibi Zevrakî‘nin Ģiirlerinde de aĢk çok önemli bir yer tutar. AĢk Ģiirin ana kaynağıdır. Bu aĢk bazen beĢerî, bazen de ilâhî aĢk Ģeklinde tecelli eder. Fakat beĢerî de olsa, ilahî de olsa aĢk aĢktır. AĢk sevginin tutku derecesindeki tezahürüdür. KiĢi bir kulu da sevse neticede onun yaratıcısına muhabbet duymuĢ olur. Zira kulu en güzel biçimde yaratan Allah‘tır. Usta, hünerinin bilinmesinden ve takdir edilmesinden doyumsuz bir haz alır. Onun, aĢkı konu edindiği Ģiirleri akıcı ve sürükleyicidir. Yani lirik Ģiirlerdir bunlar… AĢk muhtevalı bu Ģiirlerden birkaç dörtlüğü dikkatinize sunmak istiyorum: ―Böyle miydi sennen bizim sözümüz Kapıyı üstüme çektin de gittin Hüsnüne doymadan hasret gözümüz Gül çehreni çatıp çıktın da gittin Nöbete dikersin bir hudut gibi SarhoĢ ettin düĢtüm hem de dut gibi Evim oldu tıpkı bir tabut gibi Çiviyi kapağa çaktın da gittin.‖ ÂĢık Zevrakî‘nin Ģiirlerinde dinî unsurlar da dikkat çekici miktarda ve düzeydedir. O, Müslümanlıkla muasırlaĢmayı birbiriyle bağdaĢtırmıĢ, daima bağnazlığın karĢısında olmuĢtur. Ne olursa olsun bütün inançlara daima saygı duyulması gerektiğini savunmuĢtur. Ġnsanların her türlü düĢünceye karĢı tahammül göstermesini istemiĢ ve bunu bizzat uygulamıĢtır. Halk Ģiirimizin son dönem ustalarının baĢında gelen Zevrakî yaĢadıkça düĢünmüĢ, düĢündükçe tefekkür etmiĢ, yakın ve uzak çevresine gözlemci bir anlayıĢla bakmıĢtır. ġiirlerinde yerel değerlere ve motiflere ağırlıklı olarak yer vermiĢtir. ġiir ağını örerken yaĢadığı doğa onu yönlendirmiĢ ve bir anlamda sınırlandırmıĢtır. O, büyük Ģehirlerde yaĢasaydı belki de hayata bu kadar geniĢ perspektiften bakamaz, bu kadar hoĢgörülü olamazdı. ġiir kozasını örerken GümüĢhane‘nin tabiatı onun ilhamının altyapısını oluĢturmuĢtur. Hayata Ģiirin penceresinden bakmıĢ, gördüklerini mısralara söyletmiĢtir. ġairler milletin gözü ve kulağıdır. Onlar daima toplumun önünde yürürler. Toplumun gidiĢatına yön verir ozanlar. Toplumdaki aksaklıklar herkesten çok onları üzer. Geleneğin yaĢanması ve yaĢatılması hususunda kendilerini birinci derecede sorumlu hissederler. Toplumun, gelenekleri bir kenara bırakıp yanlıĢ yollara sapması, Ģairleri herkesten daha çok üzer. Kültürel değiĢim beraberinde bozulmaları ve kopmaları getiriyorsa bu, Ģairlerin yüreğinde dert olur. Bu anlamda Zevrakî kültürel bozulmanın sancısını çekenlerden birisidir. Onun aĢağıdaki mısraları bana Faruk Nafiz Çamlıbel‘in ―Sanat‖ Ģiirindeki ifadeleri hatırlattı: ―Sapık insan olmaktansa Sadık köpek daha eydir Kentte girmektense dansa Köyde köçek daha eydir‖ ÂĢık Zevrakî, ülkemizin gelmiĢ geçmiĢ bütün değerleriyle iftihar eder. O, Türkiye Cumhuriyeti‘nin mimarı Gazi Mustafa Kemal‘i çok seven ve onun için Ģiirler yazan bir halk Ģairidir. Bunun yanında Türkiye‘nin Atatürk‘ten sonra gelen ikinci adamı olan Ġnönü‘ye de methiyeler yazmıĢtır. Bugünkü güzellikleri Atatürk‘ten kalan miras olarak gören ozanımız Türk‘ün Ata‘sına olan sevgisini Ģu dizelerde ebedileĢtirmiĢtir: ―En mukaddes mirasıdır Mehmetçiğe sözlerin Mevzilere hükmeder yine mavi gözlerin Emanetin daha gür, daha zorlu, daha zinde Yılmadan yürüyoruz Atam senin izinde ÂĢık Zevrakî der bayrağına büstüne Billahi, yâd yel bile estirmeyiz üstüne‖ Akif Timurhan, Ģiirlerinde dünyanın geçiciliğine, kulların dünya heveslerine uyup aldandığına değinir çoğu zaman. Fakat ömür sermayesi tükenince yanıldığını anlar insanoğlu. Fakat bu noktadan sonra duyulan piĢmanlığın hiç kimseye faydası yoktur. Geçen ömrü geri getirmek mümkün değildir. Zevrakî‘nin ―Vay Yalan Dünya‖ Ģiirinde bu hissiyata rastlıyoruz: ―EĢdikçe de vurdun taĢa Vay gidi vay yalan dünya Emeğimi verdin boĢa Vay gidi vay yalan dünya Kapı alçak kafamız dik Biraz olsun eğilmedik Alnımıza çarptı eĢik Vay gidi vay yalan dünya‖ ÂĢık Zevrakî‘nin Ģiirlerinde halk edebiyatı unsurlarının tamamını görmek mümkündür. O, Ģiirlerinde heceyi ustalıkla kullanmıĢtır. Hecenin daha çok 11‘li kalıbını tercih etmiĢ; bu kalıbın 6+5=11 duraklarını benimsese de bazen 4+4+3=11 duraklarına da yer vermiĢtir. ġiirlerinde kullandığı nazım Ģekli ekseriyetle koĢmadır. KoĢmanın güzelleme, taĢlama, koçaklama ve ağıt türlerinde baĢarılı örnekler vermiĢtir. Bunun yanında, yazdığı semailer ve destanlar da gerek içerik, gerekse Ģekil bakımından kalıcı olmaya ve övülmeye namzettir. Bu güçlü yapı uzun tecrübeler sonucunda elde edilmiĢtir. ġiirlerinde kullandığı nazım birimi dörtlüktür. Halk Ģairlerinin sıkça kullandığı yarım kafiye onun da tercihidir. Zevrakî‘nin dili sade olsa da Ģiirlerinde zaman zaman Arapça ve Farsça kökenli kelimelere yer verdiği görülür. Bunun yanında ağız özellikleri, yöresel sözler bu güzel halk Ģiirlerinde kendilerine yer bulurlar. Onun kullandığı eski ve yöresel kelimeler arasında ―ağyar, gümrah, güman, tazarru, naliĢ, dığa, liğ, gülzar, dıray, uğru, bar, buhağ, har, muhannet, ferzant, efgan, zülal, hatem, temre, ruz, keĢfü raz, bünyad, cehim, sakil, leçek, kelem, tınas, fiğ, külür, köstü, ledünni, harabat, cam-ı encam, nuĢ, baki, nas, enval, esvab, gaffar, cebel, od, temren, visal, Ģakird…‖ ilk akla gelenlerdir. Bunlar Ģiire serpiĢtirilmiĢtir. GümüĢhaneli halk ozanı merhum Akif Timurhan çok yazan bir kiĢiydi. Bunun içindir ki Ģiirlerinde zaman zaman söyleyiĢ ve kafiye hatalarına rastlamaktayız. Onun Ģiirleri binli rakamlara ulaĢmıĢtır. ġayet bu Ģiirler kitap haline getirilmeye kalkılsa onlarca ciltlik bir külliyat oluĢturulabilir. Bu Ģiirlerin tez zamanda iki kapak arasına alınması bir görevdir. O, Ģiir ağını örerken teĢbihten istiareye kadar hemen hemen bütün edebî sanatları kullanmıĢtır. Fakat bunu yaparken Ģiirin sadeliğinin ortadan kalkmasına, anlamın belirsizleĢmesine asla müsaade etmemiĢtir. Halkın anlayacağı bir tarzda Ģiirler vücuda getirmeye gayret etmiĢtir. AĢağıdaki dörtlükte onun benzetmelerinden birkaçını görebiliyoruz: ―Kartala benziyor kaĢların tipi GerilmiĢ üstüne bir kanat gibi Sanarsın can alan bir cellât gibi SıyırmıĢ kılıcı kından gözlerin.‖ Onun Ģiirlerinde yer yer Karacaoğlan, ÂĢık Veysel havasını görmek mümkündür. Gerçi halk edebiyatı geleneğinden beslenen Ģiirlerin birbirine benzemesi doğaldır. Çünkü aynı kaynaktan beslenen Ģiirlerin farklı formlarda ve içeriklerde olması beklenemez. Halk Ģiirinin son dönemine imzasını atan çok önemli simalardan biri olan merhum Akif Timurhan dünyanın boĢ olduğunu, ne kadar uzun yaĢarsak yaĢayalım ölümün bir gün herkesin kapısını çalacağını söyleyerek, ölümden bütün insanların ibret almasını istiyor. Ona göre ölüm; hayatın bütün lezzetlerini acılaĢtırıyor. Timurhan‘ın Ģiirlerinde en çok değinilen konu kuĢkusuz ki ölüm ve ölüm sonrası hayattır. O, anne ve babasının mezar taĢları için ayrı ayrı Ģiirler yazmıĢ, bu Ģiirlerde hayata ve ölüme dair Ģahsî felsefesini ortaya koymuĢtur: ―Binde olsa anda biter Bunun adı yaĢ değil mi? Delil dersen bu taĢ yeter Dünya denen düĢ değil mi? Sen kendini bir ölü san Yarın yoksun bugün varsan Uçar tenden kaçar en son Can kafeste kuĢ değil mi?‖ Halk Ģairleri toplumsal hayatın merkezinde yer aldıkları için, insanların iyi kötü her ne varsa yaĢadıklarını gerçekçi bir bakıĢla yansıtırlar. Onlar hayata ve insanlara tepeden bakmazlar. Halkın içinde yaĢadıkları için, olup bitenleri çok iyi gözlemlerler ve Ģiirlerine yansıtırlar. Sözlerinin ilham kaynağı halktır. Toplumu ilgilendiren sorunlar onları da yakından ilgilendirir. Zevrakî de yaĢadığı sürece kendini toplumdan sorumlu bir kiĢi olarak görmüĢtür. 1922‘de Köse‘de baĢlayan hayatı yeni yılın daha ilk gününde 01 Ocak 2008‘de Ġstanbul‘da son bulmuĢtur. O, 86 yıllık ömründe çok Ģeye Ģahit olmuĢtur. Ġstanbul‘da GüneĢli Mezarlığı‘nda değil de memleketi Köse‘de, baba topraklarında, memleketinin yağmurları altında defnedilseydi çok daha anlamlı olmaz mıydı? Hayatına dair muhasebeyi iĢlediği dörtlüklerle sözlerimi bitirirken bu büyük halk Ģairine Allah‘tan rahmet diliyorum. Türk Ģiirinin baĢı sağ olsun. Bu kaynak hiçbir zaman kurumasın, ebediyen coĢarak aksın: ―Hani malın mülkün, hani yoldaĢın? Kaldır da bir kez bak kimsesiz baĢın Mor yosun bağlamıĢ mermerli taĢın Boz baykuĢ konup da ötsün bir zaman Gülmedin Zevrakî bugünde, dünde Göçtün bu dünyadan, kime küstün de Kök salıp kalbine, kabrin üstünde Karanfiller güller bitsin bir zaman‖ TOKAT “Bu havası hoĢ Ģehrin dört tarafında, bahçe ve bostanlar içinde sular akar. Bu bahçelerde bülbüllerin ötüĢü, insan ruhuna sefa verir. Her bağında birer köĢk, havuz, fıskiye ve çeĢitli meyveler bulunur. Halkı zevk ehlidir. Gariplerle dostturlar; kin tutmaz, hile bilmez, deryadil, halûk, selim ve halim insanlardır… Camii, saray, köĢk ve imaretleri o kadar güzel ve metin olur ki, buralara girenler hayran olurlar… Hacı BektaĢ Veli'nin hayırlı ve bereketli duaları ile bu eski tarihi Ģehir, "ÂLĠMLER KONAĞI, FAZILLAR YURDU ve ġAĠRLER YATAĞIDIR..." Evliya Çelebi Seyahatname (Cilt: 5 Sayfa: 69-70) Orta Karadeniz Bölgesi‘nin iç kesiminde yer alan Tokat; zengin doğal kaynakları, jeostratejik konumu ve doğal güzellikleri ile tarih boyunca beyliklerin, devletlerin ve imparatorlukların yaĢama ve fetih alanı olmuĢtur. Orta Karadeniz dağlarından güneye, Anadolu'nun içlerine doğru, değiĢik yükseltilerde dizi dizi yaylalar, ovalar, bağ ve bahçeler içindeki akarsularıyla, dünyada benzeri az olan bu cennet yöremiz, 6.000 yıllık canlı ve zengin tarihinin izlerini bugün de yaĢatmaktadır. Tarih boyunca Tokat‘a birçok isimler verilmiĢtir. Bunlar içinde en çok bilinenleri Comano Pontika, Komana, Evdoksia, Dokia, Dokat, Kah-Cun, Sobaru, Dar ün-Nusret, Dar ün- Nasr ve Tokat‘tır. ―Tokat‖ adının kaynağı hakkında değiĢik rivayetler vardır. Bunlardan biri Ģehir Togayıt Türkleri tarafından kurulmuĢ ve ismi de buradan gelmektedir. Bir diğeri surlu kent manasına gelen Toh-kat‖dan gelmiĢtir. Evliya Çelebi ise Tokat kalesinin Amalika kavminden efsanevi bir kahraman olan ―Dok-Ad‖ın inĢa ettiğini ve oradan geldiğini yazmaktadır. Bir diğer rivayete göre ise, Bizans‘ın önemli Ģehirlerinden biri olan Comano Pontica, DaniĢmendli ordusu tarafından kuĢatılır. Yörenin fatihi olan Melik DaniĢmend Gazi, bir askerini bilgi almak için gizlice kaleye gönderir. Kaleye silahsız olarak tırmanan Türk askerinin etrafı Bizans askerleriyle çevrilince, onlarla ―sille-tokat‖ olağanüstü bir mücadele yapar, bir vurduğu bir daha yerden kalkamaz ve kısa sürede kaleden kaçıp kurtulur. Bu olayı uzaktan seyreden kale komutanının korkudan yüreği ağzına gelir. ―Türk‘ün tokadı bu ise silahı nasıl olur? Ölmektense teslim olmak daha iyidir!‖ diyerek, kale kapılarını açar. Kale, kahraman bir Türk askerinin tokadı ile kazanılmıĢ olduğundan ―Tokat‖ adı verilir. TARĠHÇE: M.Ö. 4.000 yıllarından baĢlayarak 14 devlet ve 5 beyliğin yaĢayıp egemen olduğu yörede yapılan kazılarda ele geçen buluntular, yörenin Kalkolitik Çağdan beri yerleĢime açık olduğunu göstermektedir. Hatti, Hitit, Frig, Med, Pers, Büyük Ġskender, Pontus, Roma, Bizans, Arap, DaniĢment, Türkiye Selçuklu, Ġlhanlı, Beylikler, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti dönemlerinde bu topraklar hep önemli birer yerleĢim alanı olmuĢtur. Kalkolitik ve Ġlk Tunç çağlarından sonra, YeĢilırmak‘ın kolları olan Kelkit, Tozanlı ve Çekerek vadileri boyunca Büyük Hitit Devleti‘nin doğu federasyonlarına bağlı birçok kentin kurulması ile baĢlayan, Pers ve Pontus dönemlerinde de doruğa ulaĢan derebeylik dönemi Tokat, Niksar, Zile ve Turhal‘da en tipik ve güçlü Ģeklini almıĢtır. M.Ö. 9. yüzyıldan itibaren, Ġskitler bölgeye akınlarda bulunmuĢlardır. Hititlerin Balkan kavimleri karĢısında dağılmaları ve Anadolu‘nun güneydoğusuna çekilmeleri üzerine Anadolu‘da 500 yıl sürecek olan Frig egemenliği baĢlamıĢ, yöre toprakları üzerinde kurulan Hitit ve Frig yerleĢim alanları M.Ö. 2500-400 yılları arasında, yüksek düzeyde sanat ve kültür yaĢamına sahip olmuĢtur. M.Ö. 6. yüzyılda Med ve yine aynı yüzyılda Pers egemenliğine giren Ģehir, M.Ö. 4. yüzyılda Makedonya Kralı Ġskender‘in hâkimiyetine girmiĢtir. Büyük Ġskender‘in ölümünden sonra, önce Selevkos‘un sonra da Pontus Krallığı‘nın egemenliğine girince, yörenin eski halkı olan Hattiler, Hititler, Huriler, Mitanniler ve Frigler zaman içinde yeni kavimlerle kaynaĢmıĢ, terk ettikleri kentler üzerinde Pers, Helenistik ve Pontus kentleri kurulmaya baĢlamıĢtır. M.Ö. 1. yüzyılda Küçük Asya fethine giriĢen Romalılar, Anadolu‘daki krallıkları teker teker ortadan kaldırmıĢlar ama sıra Pontus Krallığına geldiğinde büyük bir dirençle karĢılaĢmıĢlardır. Pers kökenli Pontus kralları Romalılara karĢı uzun süre mücadele etmiĢler fakat baĢarılı olamamıĢlardır. M.Ö. 47‘de Zile önlerinde yapılan üçüncü savaĢı kazanan imparator Jül Sezar, bu sevincini ―Veni-Vidi-Vici‖ yani ―Geldim-Gördüm-Yendim‖ sözleriyle Roma‘ya müjdelemiĢtir. Ġmparator Hadrianus zamanında Neocaeserea (Niksar) Büyük Pontus eyaletinin Metropolisi ilan edilerek, Anadolu‘nun siyasi baĢkenti haline gelmiĢtir. M.S. 5. yüzyıla kadar Comana(Tokat), Sebastopolis(Sulusaray) ve Zela(Zile) birer Roma eyalet Ģehri olarak kalmıĢlardır. 375‘te Hunların batıya yaptıkları büyük seferde, güneyden ilerleyen kol Kafkasya‘dan güneye dönüp Anadolu‘ya girmiĢ, Orta Karadeniz ve Ġç Anadolu‘yu istila etmiĢlerdir. 395 yılında Roma Ġmparatorluğu‘nun ikiye bölünmesiyle doğu kanadında kurulan Bizans Ġmparatorluğu, 1.000 yıl gibi uzun bir süre Anadolu‘ya hâkim olmuĢ, Tokat ve Niksar bu dönemde Pontika Kapadokyası‘nın piskoposluk merkezi olmuĢtur. Bizans, 9. ve 10. yüzyıllarda Peçenek ve Kuman(Kıpçak) Türklerinin akınlarını önce savuĢturmuĢ, daha sonra da bu Türk boylarını özellikle Karadeniz bölgesinde iskân etmiĢtir. Günümüzde bu Türk boylarının izlerini Tokat ve Niksar‘da, yer isimlerinde görmekteyiz. Anadolu, Bizans döneminde Sasani ve Ġslâm ordularının akınlarına da uğramıĢ fakat Sasani ve Arap orduları Anadolu‘da sürekli kalamamıĢ, Tokat ve Niksar kaleleri Sasani ve Ġslâm orduları ile yapılan savaĢlara sahne olmuĢ ve birçok defalar da el değiĢtirmiĢtir. Tokat‘ın Bizans devrindeki en hareketli dönemlerinden biri de, Büyük Selçukluların 11. yüzyıl boyunca Anadolu‘ya yaptıkları akınlarla yaĢanmıĢtır ve Alp Arslan‘ın komutanlarından AfĢin Bey, 1067‘deki akında Niksar‘ı fethetmiĢtir. Türkiye tarihinin en büyük dönüm noktalarından biri olan Malazgirt Zaferi sonucunda Bizans savunmasının yıkılması üzerine doğudan akın akın gelen Türkler, Orta ve Batı Anadolu‘da Türkiye Selçukluları; Sivas, Tokat, Niksar ve Amasya yöresinde ise DaniĢmendliler Devleti‘ni kurmuĢlardır. DaniĢmendli Devleti‘nin kurucusu GümüĢtekin Ahmet Gazi, Niksar‘ın fethinden sonra burayı stratejik öneminden dolayı kendisine baĢkent yapmıĢ ve Orta Karadeniz‘in fethini buradan yönlendirmiĢtir. Malazgirt sonrası ilk önce DaniĢmendli ülkesinde baĢlayan kültür, sanat, bayındırlık, mimari ve bilimsel çalıĢmalar daha sonra iki yüzyıl gibi kısa bir zamanda Türkiye‘ye yayılmıĢ ve hümanist bir uygarlıkla Anadolu bir Türk yurdu haline getirilip ĠslâmlaĢtırılmıĢtır. En büyük emeli, Anadolu‘da siyasi birliği sağlamak olan Selçuklu Sultanı II. Kılıç Arslan, 1175 yılında Sivas, Tokat, Niksar ve diğer DaniĢmendli illerini alarak bölgede Türkiye Selçukluları dönemini baĢlatmıĢtır. Selçukluların 1243 yılında Ġlhanlılara mağlup olmasıyla Anadolu‘da baĢlayan Moğol baskısı giderek artmıĢ ve devlet parçalanma sürecine girmiĢtir. Bu dönemde, yıkılmaya baĢlayan Selçuklu hanedanını kurtarma çareleri arayan Muineddin Pervane, Moğollarla anlaĢmıĢ ve devleti Tokat'tan 15 yıl boyunca yönetmiĢ, ülkede nizam ve intizamı sağlamıĢ ama devletin çöküĢüne engel olamamıĢtır. Ġlhanlılar, bir süre sonra Anadolu‘yu doğrudan kendilerine bağlayarak genel valiler ile yönetmeye baĢlayacaklardır. 1335‘te Ġlhanlı Devleti‘nde saltanat mücadeleleri baĢlayacak, bir Uygur Türkü olan Eretna Bey vali olarak geldiği Anadolu‘da bu karıĢıklardan faydalanarak 1340‘ta Eretna Devleti‘ni kuracak ve Tokat da, bu devlet sınırları içinde yerini alacaktır. 1352‘de Eretna Bey‘in ölümü üzerine Taceddin Bey‘de Niksar merkez olmak üzere Taceddinoğulları Beyliğini kuracak, 1381‘de Eretna Devleti‘ne son veren Kadı Burhanettin bölgeye hâkim olacaktır. Selçuklularda Anadolu'nun en büyük ve canlı kentlerinden biri olan Tokat, 1243 yılından itibaren Moğol baskısına girmesine rağmen, Ġlhanlı ve beylikler döneminde de geliĢmesini sürdürmüĢ, antik dönemlerde olduğu gibi ekonomi ve ticareti geliĢmiĢ, doğu batı yönündeki büyük ticaret kervanlarının konakladığı hanlar, kervansaraylar ile yol ve köprüler inĢa edilmiĢtir. Selçuklu Türklerinin Anadolu'da yarattığı, güzellik ve sabır dolu bu uygarlığın kültür, sanat, mimarlık, bayındırlık eserleri ile Tokat'ta her an yüz yüze gelmekteyiz. Tokat ve yöresi, Kadı Burhanettin‘in ölümü üzerine kendi isteği ile 1398‘de Osmanlı egemenliğine girmiĢtir. Tokat, Ankara SavaĢı öncesi Timur tarafından kuĢatılmıĢ ancak kent direnmiĢ, teslim olmamıĢtır. Bundan sonra baĢlayan Fetret Devri‘nde de Amasya ve Çorum sancaklarıyla birlikte Çelebi Mehmet yönetiminde kalmıĢ ve Timur yönetimine girmemiĢtir. Çelebi Mehmet ve II. Murat zamanlarında Osmanlı hâkimiyetinin pekiĢtiği Tokat, zaman zaman çeĢitli isyan ve çatıĢmalara sahne olmasına rağmen canlı bir ticaret ve kültür merkezi haline geldi. Günümüzde de kullanılan pek çok tarihi anıt, bu yükselme yıllarında yapılmıĢtır. Sayısız saray, han, medrese ve zaviyenin yer aldığı Tokat‘ta baĢta Molla Lütfi, Ġbni Kemal, Molla Hüsrev gibi âlimler olmak üzere pek çok devlet adamı, sanatçı, bilim adamı, tarihçi, BektaĢi ve Mevlevi âlimleri bu çağlarda yetiĢmiĢ, Osmanlı Devleti‘nin yükselmesinde ve birliğinde önemli katkıları olmuĢtur. 17. yüzyılın son çeyreğinde baĢlayan gerileme döneminden Tokat da olumsuz etkilenmiĢ, geliĢme ve canlılığını kaybetmiĢtir. Tokat, farklı dönemlerde beylerbeylik merkezi, sancak ve kaza statüsünde Osmanlı taĢra teĢkilatının idari bir birimi olmuĢtur. 1863‘ten sonra Sivas‘a bağlı Kaza, 1880‘de Sivas Vilayetine bağlı bir Mutasarraflık, 1920‘de müstakil Liva ve nihayet 1923‘te Türkiye Cumhuriyeti‘nin ilanı ile birlikte vilayet olmuĢtur. 30 Ekim 1918‘de imzalanan Mondros AteĢkes AntlaĢması‘ndan sonra Anadolu‘nun her tarafı düĢman kuvvetleri tarafından iĢgal edilirken Tokat bu iĢgalin dıĢında kalmıĢ, ancak burada Rum ve Ermenilerin yaptıkları katliam ve tecavüzler düĢman kuvvetlerini aratmayacak bir hal almıĢtır. Vatanın kurtuluĢu için mücadeleyi görev bilen Tokat halkı, iĢgale uğramamasına karĢın üzerine düĢen görevi yapmıĢ, milli teĢkilatlar kurmuĢ, yardımlar yapmıĢ, canlar vatan yolunda seve seve fedâ edilmiĢtir. 1919 ġubat ayında Tokat‘ta Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Ģubesi kurulmuĢ, aynı teĢkilat 1920‘nin Mart ayında Vilayet-i ġarki Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti‘nin bir Ģubesine dönüĢtürülmüĢtür. Bu arada Yunanlıların Mayıs 1919‘da Ġzmir‘e asker çıkarmasından sonra ise Redd-i Ġlhak Cemiyetleri kurulmuĢtur. Niksar Redd-i Ġlhak Cemiyeti, bunların içinde en aktif ve etkili olanıdır. Niksar Belediye Reisi Hacı Mahir Bey‘in önderliğinde örgütlenen bu cemiyet, Ġhtiyat Zabitleri Teavin Cemiyeti‘nin de yardımını sağlayarak kısa zamanda geliĢip güçlenmiĢtir. Ġzmir‘in Yunanlılarca iĢgali üzerine, Mustafa Kemal PaĢa Amasya‘da iken, 20 Haziran 1919‘da Tokat‘ta ilk miting, Tokat ve ilçelerinde kurulan Redd-i Ġlhak Cemiyetleri‘nin de katılımıyla, Niksar‘da yapılmıĢtır. Niksar halkı miting sonunda alınan kararları Redd-i Ġlhak Cemiyeti BaĢkanı Hacı Mahir Bey imzasıyla Ġtilaf Devletleri temsilcilerine ve ABD CumhurbaĢkanı Wilson'a göndermiĢlerdir. Bu kararda Ģöyle denilmektedir: ―Biz Türk olan her vatan parçasının Türk kalmasını istiyoruz. Siz de buna söz verdiniz. ġimdi ise sözünüzde durmadığınızı görüyoruz. Anadolu'ya uzatılacak bir tecavüz, bizi öldürmek için atılacak bir adımdır, insaniyet ve adalet namına suikasttan vazgeçiniz…‖ d 16 Mayıs 1919 da Samsun'a hareket eden Bandırma Vapuru'nda Atatürk'ün yanında bulunan 18 kiĢiden birisi, Tokat'ın yerli eĢrafından Karargâh komutanı Mustafa Vasfı Süsoy'dur. Büyük Atatürk, 26 Haziran 1919 dıĢında, ilimizi 5 defa daha ziyaret etmiĢlerdir. COĞRAFĠ YAPI: Tokat, Orta Karadeniz Bölgesinin iç kesiminde yer alan; tarihi, kültürel ve doğal güzelliklerini koruyarak günümüze kadar taĢıyan ender bir Anadolu Ģehridir. Kuzeyinde Samsun, kuzeydoğusunda Ordu, güney ve güneydoğusunda Sivas, güneybatısında Yozgat, batısında Amasya topraklarıyla çevrili olan ilimiz, YeĢilırmak‘ın bereketli vadisinin üzerinde kurulmuĢ olmasının verdiği avantajıyla, tarih boyunca önemli bir yerleĢim merkezi olma özelliği göstermiĢtir. Tokat, 1923 yılında il olmuĢ; Erbaa, Niksar, ReĢadiye, Zile ilçeleri bağlanmıĢ, 1943 yılında TaĢova, 1944‘te Artova ve Turhal, 1954 yılında Almus, 1987 yılında Pazar ve YeĢilyurt, 1990 yılında Sulusaray ve BaĢçiftlik ilçeleri kurulmuĢtur. Tokat‘a bağlı TaĢova ilçesi, 1953 yılında Amasya‘ya bağlanmıĢtır. Ġlimizde, merkez dâhil 12 ilçe 64 belde ve 609 köy vardır. 2000 yılında yapılan nüfus sayımına göre il toplam nüfusu 828 027 iken, 2010 yılında nüfus 617 802‘ye gerilemiĢtir ve kilometre kareye 62 kiĢi düĢmektedir. Bu nüfusun 136 600‘ü merkezde yaĢamaktadır. Ġlin yüzölçümü 9958 km2‘dir. Bu alanı ile Türkiye topraklarının %1,3‘ünü kaplar. Denizden yükseltisi 623 m.‘dir. Coğrafi koordinatları 39º 51' - 40º 55' kuzey enlemleri ile 35º 27' - 37º 39' doğu boylamları arasındadır. Orta Karadeniz bölümünün iç kısımlarında yer alan Tokat; hem Karadeniz, hem de Ġç Anadolu‘daki kara ikliminin etkisi altında olup, bir geçiĢ iklimi özelliği gösterir. Kuzeyden güneye doğru, yükseltinin artması nedeniyle kıĢ mevsimi daha sert bir karakter gösterir. Kelkit ve Tozanlı vadisinde kıĢlar ılık, yazlar serin geçerken, Çekerek bölümünde yayla karakterli sert kıĢlar, serin yazlar görülür. Ġlde yağmurlar batı rüzgârları ile gelir. Yağmur daha çok baharda yağar. Yaz aylarında, akĢamüzerleri kuzeyde, denizden meltem rüzgârları, kıĢın da doğudan soğuk rüzgârlar eser. Yıllık ortalama sıcaklık 12,3ºC, ortalama yıllık yağıĢ 456.4mm.(Kg/m²)‘dir. Kelkit-Tozanlı-Çekerek sularının havzaları, bu havzalar arasındaki yükseklikler, akarsuların oluĢturduğu alüvyonlu düzlükler ve kuzeyden güneye doğru gittikçe artan sıra dağlar ilin önemli yer Ģekillerini oluĢturur. Kelkit vadisinde ortalama yükseklik 300-350 m., Tozanlı havzasında 500-550 m. ve Çekerek havzasında 900 m.‘dir. Dağlık alanlar il topraklarının % 45‘ini kaplar ve üç önemli sıra halinde Karadeniz‘e paralel uzanan sıradağlar Ģeklinde devam ederler. Doğuya doğru gidildikçe dağlar birbirlerine çok yaklaĢırlar ve yükseklikleri de artar. Rakımı 188 m. den 2870 m. ye kadar değiĢen yükseklikler arasında yer alan dağlar; Mamu(1779 m.),Yaylacık(1620 m.), Deveci(1892 m.), Bugalı(1945m), Dumanlı (2200 m.), Çamlıbel (2020 m.), Akdağ (1900 m.) Her türlü tarım yapılabilen bereketli ovalar, il topraklarının yaklaĢık %15,4‘ünü kaplar ve ilin dört bir yanına dağılmıĢtır. Kazova, Omala Ovası, Turhal Ovası, Niksar Ovası, Erbaa Ovası, Artova Ovası, Zile Ovası Tokat‘ın önemli ovalarıdır. Bu ovalarda tahıl, Ģekerpancarı, tütün baĢta olmak üzere her çeĢit meyve, sebze ve ayçiçeği yetiĢtirilmektedir. Tokat ili topraklarını YeĢilırmak ve kolları sulamaktadır. Köse Dağları‘ndan doğan Tozanlı Çayı ile Çamlıbel Dağları‘ndan doğan Çekerek Çayı, Amasya‘nın Gendingen Ovası‘nda birleĢip, Erbaa‘nın Kaleköy yakınında da Kelkit Çayı ile kavuĢur ve YeĢilırmak‘ı oluĢturarak ÇarĢamba‘da Karadeniz‘e dökülür. Tokat, üçü büyük diğerleri irili ufaklı olmak üzere birçok göle sahiptir. ReĢadiye‘de bulunan iki büyük gölden Zinav Gölü; etrafını çeviren ormanları, kıyılarındaki nilüferleri ve Kızılkanat adı verilen çok lezzetli balıkları ile meĢhurdur. Yine ReĢadiye‘nin Güllüköy köyündeki Güllüköy Gölü ile Almus Baraj Gölü büyük göllerdendir. Bunların dıĢında Belpınar, Bozpınar, Bedirkale, Akbelen, Akınköy, Sulugöl, KoçaĢ, AĢağıgüçlü, Ortaören, Boldacı, Üçyol, Kızık, Güzelbeyli, Büğet göl ve barajları bulunmaktadır Tokat ili topraklarının yaklaĢık olarak %48,8‘i orman ve fundalıklarla, %34,8‘i ekili dikili alanlarla ve %14,5‘i çayır ve meralarla kaplıdır. %1.9‘u ise tarıma elveriĢsiz alanlardan oluĢur. Tokat yurdumuzun sayılı orman bölgelerinden biri olup, iller içinde altıncı sırada gelir. Tokat‘ta narenciye hariç diğer bütün bitki ve ağaçları görmek mümkündür. Lübnan sediri, yabani çay, zeytin, nar ve incir doğal Ģekilde yetiĢmektedir. Ormanlar daha çok Niksar, Erbaa, Almus ve ReĢadiye dolaylarındadır. Karaçam, sarıçam, köknar, gürgen ve sedir gibi ağaç türleri en yaygın olanlarıdır. Bu türler arasında fındık, kızılcık, yabani erik, elma, ahlat ve alıç gibi türlere rastlanır. Ovalarda ve tabanlarında ise söğüt ve kavak çoğunluktadır. Ġlin güneyinde, Artova ve Zile dolaylarında ağaçlar çok seyrekleĢir, bozkır görünümü alır. Dağların ve ormanların geniĢ yer tuttuğu ilde değiĢik türlerde yaban hayvanları da yaĢamaktadır. Bunların baĢlıcaları kurt, tilki, sansar, tavĢan, sincap, vaĢak, ayı ve domuzdur. KuĢ türlerinin nesilleri giderek tükenmektedir. Kınalı keklik, bıldırcın ve yaban ördeği önemli av kuĢlarıdır. Balık türleri olarak akarsularda olan, gölet ve barajlarda yetiĢtirilen alabalık, sazan, aynalı sazan, yayın balığı ve Zinav gölündeki kızılkanat önemli balık türleridir. Tokat ilindeki yaylalar, devlet orman sınırları kapsamında, korumaya alınmıĢtır. Bunların baĢlıcaları, Tokat‘ta Topçam, BatmantaĢ, Almus‘ta Muhat ve Dumanlı yaylaları, ReĢadiye'de Selemen, Bozcalı ve Kızılcaören yaylaları ile Niksar'da Çamiçi yaylasıdır. EKONOMĠ: Ġlin doğal yapısı, YeĢilırmak'ın suladığı verimli ovalar, rakım değiĢiklikleri ve iklimin çok çeĢitli ürünler yetiĢtirmeye elveriĢli oluĢu il ekonomisinde tarım sektörünün hâkim olmasına neden olmuĢtur. Yeni teknolojilerin kullanılması, yeni yapılan göletlerle sulama imkânlarının artması tarımda; gübreleme, ilaçlama ve zararlı bitkilerle mücadele etme zorunluluğu da getirmiĢ ve dolayısıyla verimin artması sağlanmıĢtır. Ġl topraklarının 346.295 hektarlık bölümünde elde edilen ürünlerin baĢlıcaları buğday, arpa, mısır, baklagiller, tütün, Ģekerpancarı, ayçiçeği ve domatestir. Tokat, tarih boyunca meyve ve sebze üretim merkezi olmuĢ, özellikle meyve olarak üzüm, elma, armut, Ģeftali, kiraz, viĢne ve ceviz; sebze olarak da domates, biber, patlıcan, fasulye, patates ve soğan yetiĢtirilmektedir. Yapılan araĢtırmalarda kiraz ve viĢnenin en önemli gen kaynaklarının Tokat yöresinde olduğu ve Tokat'a özgü "Cerasus Ġnkana" adlı kiraz türünün endemik bir bitki olduğu görülmüĢtür. Niksar, Türkiye‘de ceviz üretim ve iĢleme merkezi olmuĢ, ince kabuklu beyaz ceviziyle tanınmıĢtır. Yine bir sanayi bitkisi olan, özellikle ilaç ve kozmetik sanayinde kullanılan mahlebinde üretim ve iĢleme merkezi Niksar‘dır. Zile‘nin pekmezi, Erbaa‘nın salamura yaprağı da Türkiye çapında tanınmıĢtır. Hayvancılık ise bitkisel üretimden sonra gelir. Bölge zengin denilebilecek hayvan varlığına sahip olup, süt hayvancılığını geliĢtirmek amacı ile ıslah çalıĢmaları yapılmaktadır. Koyunculukta "Karagül" cinsinin yetiĢtirilmesi için üreticiler teĢvik edilmektedir. Ġlde genel olarak çok çeĢitli arı florası mevcuttur. Merkez ilçe ReĢadiye ve Zile'de fenni sistemle arıcılık ilerlemiĢtir. Bölge ipek böcekçiliğine de elveriĢli iklim ve bitki örtüsüne sahiptir. Eskiden Tokat‘ta baĢlı baĢına bir endüstri kolu olan dericilik sektörü canlı hayvanların il dıĢı sevkiyatının yapılması ve deri iĢlemesindeki tekniğin yetersizlikten gerilemektedir. Dolayısıyla dericiliğe bağlı el sanatları da olumsuz yönde etkilenmektedir. Son yıllarda Tokat sanayisinde büyük geliĢmeler kaydedilmiĢ, geniĢ çapta istihdam alanları oluĢturulmuĢtur. Bu geliĢme özellikle tekstil sanayisinde kendini göstermiĢ ilimiz ve ilçelerinde birçok tekstil fabrikası kurulmuĢtur. Tekstil konusunda Türkiye ve Dünya pazarlarına açılmıĢ, bu pazarlarda söz sahibi konuma gelmiĢtir. Bunun yanında meyve suyu ve gıda sanayii ürünleri de yurtiçi ve yurtdıĢı pazarlarında rekabet edebilecek düzeye gelmiĢtir. ġeker fabrikası ile makine sanayi, ahĢap sanayi, süt ve yem sanayi, toprak tuğla sanayi, kireç sanayi, plastik ve lastik sanayi dallarında pek çok fabrika faaliyet göstermektedir. Son yıllarda özel sektörün halka açık A.ġ. kurmaları sonucu baĢta gıda sanayii olmak üzere bazı konularda fabrikasyona gidilmiĢtir. Tokat‘ta merkezde dâhil olmak üzere beĢ Ticaret ve Sanayi Odası vardır. Tokat, ticaret yolları üzerinde olmasından dolayı uzun yıllar boyunca ticaret kervanlarının uğrak yeri olmuĢ, ekonomi ve ticaret alanında çok geliĢmiĢtir. Ancak bu özellik, 19. yüzyılın ortalarından itibaren gerilemeye baĢlamıĢtır. Ġlin ticari potansiyelini genellikle tarım ürünleri oluĢturmaktadır. Bu nedenle ticaret hayatı özellikle ürün alım zamanı olan sonbahar aylarında daha hareketlidir. Türk Hava Yolları tarifeli uçak seyahatlerine açılan Tokat Havaalanı da ekonomi, eğitim, yatırım ve endüstri hamlesini büyük ölçüde etkilemiĢtir. KÜLTÜR: Tokat, YeĢilırmak ve kollarının oluĢturduğu bereketli vadilerin üzerinde kurulmuĢ olmasının verdiği avantajla, tarihi boyunca birçok önemli medeniyete ev sahipliği yapan, bu medeniyetleri özümseyerek, sahip olduğu zengin kültürel mirası koruyup yaĢatarak günümüze kadar taĢıyan önemli bir kültür merkezidir. Kelkit, Tozanlı ve Çekerek ırmakları boyunca oluĢan yörede meydana getirilen Hitit, Frig, Pers, Helenistik, Roma, Bizans, Selçuklu, Ġlhanlı ve Osmanlı dönemlerine ait birçok eser, Tokat‘ın ne kadar zengin bir kültür mirasına sahip olduğunu göstermektedir. Tokat, siyasetten edebiyata, hukuktan spora kadar birçok alanda Türk kültür hayatına birçok değerli Ģahsiyet hediye etmiĢtir. Molla Hüsrev, Ġbni Kemal, Molla Lütfi, Gazi Osman PaĢa, Kul Himmet, Arif Nihat Asya, Cahit Külebi, Mustafa Necati Sepetçioğlu, Yekta Güngör Özden, Ahmet Taner KıĢlalı ve Hüseyin AkbaĢ bunlardan sadece birkaçıdır. Adını Plevne kahramanı Gazi Osman PaĢa‘dan alan Gazi Osman PaĢa Üniversitesi, 1992 yılında kurulmuĢtur. 8 Fakülte, 8 Yüksek Okul, 14 Meslek Yüksek Okulu, 4 Enstitü ve 7 AraĢtırma ve Uygulama Merkezi‘nde 18 500 öğrenci öğrenim görmekte, 943 akademik, 669 idari personel hizmet vermektedir. 2772 öğrenci kapasiteli 7 yurdun bulunduğu üniversitede, öğrenciler 24 kulüpte sosyal aktivitelerde de bulunabilmektedirler. Bir tarih, kültür ve doğa kenti olan Tokat; tarih boyunca çeĢitli yerlerden göç etmiĢ ve birlikte yaĢamıĢ insanların kültürel farklılıklarının zenginliğini folklorunda, türkülerinde, manilerinde, ninnilerinde, ağıtlarında, halaylarında, giysilerinde, yemeklerinde, el sanatlarında, gelenek ve göreneklerinde kaynaĢtırarak özümsemiĢ, zengin bir folklor dokusuna sahip olmuĢtur. ―Tokat bir bağ içinde / Gülü bardağ içinde / Tokat‘tan yar sevenin / Yüreği yar içinde.‖ Halk deyiĢlerinin en ince ve açık ifade Ģekli olan ve genellikle bir kıta ve yedi heceyle söylenen Tokat manileri, halk edebiyatımızda çok zengin bir kaynak oluĢturmaktadır. Tokat‘ta; destan, koĢma, divan, semai, garip, derbeder, hurĢit, gibi havalar, düğün ve sinsin havaları, halay havaları, davar sürme ve kırık havaları mevcuttur. Hey onbeĢli onbeĢli, Kalenin bedenleri (Niksar‘ın fidanları), Burçak tarlası, Bugün ben bir güzel gördüm, Sabahın seherinde, YeĢil ördek gibi daldım göllere, Değmen benim gamlı yaslı gönlüme, El vurup yaremi incitme tabip, Oy tombulum tombulum gibi daha birçok türkünün doğduğu Tokat‘ta Kul Himmet, Talibi, Fedai, Ceyhuni, Tokatlı Nuri, Niksarlı Bedri, Zileli Fikri, ÂĢık Selmani ve daha birçok halk ozanı yetiĢmiĢtir. Erzurumlu Emrah‘ta hayatının önemli bir bölümünü Niksar‘da geçirmiĢ ve burada vefat etmiĢtir. 18. yüzyıldan itibaren bir kültür harmanı haline gelen yörede, ―ReĢadiye türkü, Zile âĢık, Artova halay oymağı‖ olarak ifade edilmiĢtir. Tokat; gerek jeopolitik konumu ve topraklarının verimliliğiyle yurt içi ve dıĢından yoğun bir Ģekilde göç almıĢtır. Bu kiĢiler gelirken adet, gelenek ve göreneklerini getirmiĢler, yerli ve çevre kültürlerin de kaynaĢmasıyla zengin bir halk kültürü oluĢmuĢ, halay, horon, bar ve karĢılama gibi oyun türleri günümüze kadar varlıklarını canlı bir Ģekilde sürdürmüĢlerdir. Yöre halk oyunları; düğün, bayram, niĢan, kına, asker uğurlama, özel günler (Hıdrellez, nevruz) ve çeĢitli törenlerde (Sıra gezmeleri, ferfene toplantıları) davul, zurna, bağlama, kaval, horlatmalı kaval, def eĢliğinde oynanmaktadır. Oyunlarda; din, sosyal ve eğlenceye dayalı olarak dayanıĢma, sevgi, aĢk, felaket, savaĢ, barıĢ ve doğa-insan-hayvan iliĢkileri gibi temalar iĢlenmektedir. Oyunlar ağırlama, yanlama ve yelleme(yeldirme) olmak üzere üç bölümden oluĢmaktadır Hititlerden beri birçok tarih devirlerine sahne olan Tokat, doğu-batı ve kuzey-güney arasında ulaĢımı sağlayan önemli yolların kavĢağında yer almıĢtır. Bu konumundan dolayı zanaatçı çeĢitliliği bakımından oldukça zengindir. Keçecilik, kazzaz ve ipekçilik, mumculuk, boyacılık, sabunculuk, bezcilik ve taĢçılık gibi zanaatlar toplumun ihtiyaçları karĢısında yetersiz kalmasından dolayı artık günümüzde kaybolmuĢ sanatlarımızdandır. Ancak yazmacılık, bakırcılık, kalaycılık, dokumacılık (kumaĢ, kilim, cicim, halı, çorap), mutaflık, semercilik, çarıkçılık, yemenicilik, dericilik, küpçülük, süpürgecilik, demircilik, tenekecilik, iğne oyacılığı, müzik aletleri yapımcılığı (davul, zurna, bağlama, kaval), saraçlık, urgancılık, hasırcılık, nalıncılık, oymacılık, yayıkçılık, kuyumculuk ve folklorik elbise iĢlemeciliği gibi el sanatları halen günümüzde il, ilçe ve köylerimizde yapılmakta ve yaĢatılmaktadır. Bir tarih ve kültür kenti olan Tokat‘ta, yazmacılığın 600 yıllık bir geçmiĢi vardır ve yazmacılık türünün en güzel örneklerini burada vermiĢtir. Türk El Sanatları içinde çit, yemeni, çevre, çember deyimleri ile tanıdığımız yazma yıllar boyunca kadınlarımızın baĢörtüsü olmuĢtur. Türkülere ve manilere konu olan yazma, bir Almus türküsünde sarı rengi ile dikkat çekerken, bir maninin sözlerinde desen ve çiçekleri ile dile gelir. Anadolu‘nun yemyeĢil, Ģirin bir ili olan Tokat‘ta ―Karakalem‖ ve ―Elvan‖ olmak üzere iki tip yazma basılmaktadır. Tokat‘ın karakteristik motifleri, tüm özellikleri ile birlikte yazmalara yansıtılmıĢ, doğadan alınan bitkisel motifler, çiçek ve meyve motifleri kalıp ustasınca baĢarılı bir kompozisyon içinde kumaĢ üzerine aktarılmıĢtır. Anadolu‘da yazmacılığın merkezi konumunda olan Tokat‘ta üretilen yazmalardaki renk uyumu gerçekten mükemmeldir. Tokat yazmaları çok renklidir. Tokat‘ta bugün çok değiĢik yazma deseni basılmaktadır. Tokat‘a özgü yazma desenleri Ģunlardır; Tokat içi dolusu, Tokat beĢlisi, Tokat üzümlüsü, Tokat elmalısı, Tokat yarım elmalısı, Tokat kirazlısı, Tokat içi boĢ (Kayseri kenar), Purket (plaka), KaĢık sapı, Kaynana yumruğu, Asma yaprağı, Ev iĢi yazma, Trabzon kenar. Yazma artık; elbise, etek, bluz, fular, sabahlık, gecelik, tayyör gibi çeĢitleriyle hanımların gardroplarına da girmiĢtir. Bugün yazmaların çeĢitli özelliklere sahip motifleri, günün anlayıĢına uygun olarak modacılarımız tarafından çeĢitli alanlarda kullanılmaktadır. Geleneksel Tokat evlerinin en büyük özelliği, büyük odalarından birinin mutfak olmasıdır. Mutfağa halk ağızı ile ―ĠĢevi‖ veya ―aĢgana‖ denir. Taban döĢemesi bal peteğini andıran kiremit tuğla ile kaplıdır. Odanın bir köĢesinde yemek yapmaya ve çamaĢır kazanını kaynatmaya yarayan yer ocağı bulunurken; diğer tarafta kurutulmuĢ yiyecek, konserve, salça, peynir, yaprak saklanan kiler bulunur. Ayrıca kuru baklagil ve tahılın saklandığı bölmeli ambar vardır. Bağ evlerinde kebap fırını, üzüm suyunun çıkarıldığı Ģirehane, geleneksel Tokat mutfağının en belirgin özelliğidir. Tokat‘ın kendine özgü yemekleri deyince ilk akla gelen Tokat kebabıdır. Tokat kebabının özel bir fırınının olması ilk Ģartıdır. ġiĢlere dizilen malzemeler Ģu sırayı takip eder; kuyruk yağı, kuzu eti, sonra sebze, en son ise tadını vermesi için bir iki diĢ sarımsak. Ayrı ĢiĢlerde ise domates biber piĢirilir, yine özel yapılan pidelerle de yenir. Günümüzde hâlâ, Tokat kebabının özel fırını hemen hemen her evde bulunmaktadır. Diğer yöresel yemeklere baktığımızda; çorbalardan bacaklı çorba, gendüme toygası, erikli bulgur çorbası, oğmaç çorbası, katıklı düğün çorbası, tutmaç çorbası, zoğallı çorba, yemeklerden ayvalı yahni, etli bütün soğan yahnisi, ferfene, çemenli, gelin parmağı, ıspanaklı mıhlama, kabak kabuğu kavurması, kömeç yemeği, madımak, nivik, patlıcanlı pehli, Tokat tavası, bat, dolma içi, erikli dolma, baklalı dolma, erikli yavan sarma, pırasa sarması, yeĢil fasulyeli bulgur pilavı, nohutlu pirinç pilavı, yufkalı pilav, kavlak börek, mısır böreği, pırasa böreği, çarĢaf böreği, haĢhaĢlı ve cevizli parmak, biĢi, Ģipsi, kulak, tatlılardan ise kuru erik tatlısı, leylek giliği, pancar tatlısı, pekmez helvası, yufka tatlısı, ekmek nazlısı, hurma tatlısı ve bunların dıĢında Tokat pastırması, elbiseli sucuk, yörede bolca yetiĢen kuĢburnundan elde edilen reçel, marmelat, nektar gibi yiyeceklerden baĢka enfes bir içimi olan mahlep Ģarabı da ilimizin mutfak özelliklerinden bazılarıdır. TURĠZM: Tokat, binlerce yıllık medeniyetlerin kültür ve sanatını yansıtan, arkeolojik kalıntılarıyla, tarihi eserleriyle, asırlık mimari yapılarıyla, milyonlarca yılda oluĢmuĢ fosil mağaralarıyla, termal zenginlik ve bozulmamıĢ doğal güzellikleriyle, yüzyıllardır alın teri ve göz nuru ile süregelen el sanatları ile turizm potansiyeli oldukça zengin olan bir yöremizdir. Tokat tarih ve kültürünün en güzel eserlerini Tokat Müzesi‘nde görmek mümkündür. 1277 yılında Selçuklu devlet adamı Muineddin Süleyman Pervane tarafından medrese ve darüĢĢifa olarak yaptırılan Gökmedrese, Türkiye Selçuklu medreselerinin en güzel örneklerinden biri olup; 1926 yılında H. Turgut Cinlioğlu‘nun çevreden topladığı tarihi eserlerin sergilenmeye baĢlamasıyla müze haline getirilmiĢtir. Günümüzde çağdaĢ ve modern bir müze olarak faaliyetlerini sürdüren müzede; Tokat‘ın 6.000 yıllık tarih ve kültürüne ait arkeolojik ve etnoğrafik eserler sergilenmektedir. Niksar ve çevresinden toplanan eserlerin sergilendiği Niksar Kent Müzesi ile Melik Gazi Türk-Ġslâm TaĢ Eserleri Müzesi, Niksar Belediyesi tarafından düzenlenmiĢ olup, değiĢik dönemlere ait çok sayıda eser sergilenmektedir. Tokat‘ta bulunan çok sayıdaki ören yerinin en önemlileri ise; MaĢat Höyük: Zile ilçesi Yalınyazı köyünde yer alan MaĢat Höyük ören yerinde, M.Ö. 3000 yıllarında Eski Tunç Çağı, M.Ö. 2000 yıllarında Hitit çağı, M.Ö. 1000 yıllarında Firig Çağının yaĢandığı üç dönem tespit edilmiĢtir. Yapılan kazılar sonucu ortaya çıkartılan Hitit çivi yazısı ile yazılmıĢ tabletler Tokat tarihini aydınlatan en önemli kaynaklardan biri olmuĢtur. Bu tabletlerin bir bölümü halen Tokat müzesinde sergilenmektedir. Sebastapolis: Sulusaray ilçe merkezindeki antik kentin tarihi ilk Tunç çağına kadar uzanmaktadır. Müze Müdürlüğünce kurtarma çalıĢmaları sonucunda kentin Helenistik Roma ve Bizans Dönemlerinde de önemli bir yerleĢim merkezi olduğu anlaĢılmıĢtır. Horoztepe: Erbaa ilçe sınırları içerisinde yer alan Horoztepe de yapılan kazılar sonucunda M.Ö. 4000 yıllarına ait bulgular ele geçirilmiĢ, M.Ö. 3000 yılına ait bir mezar ortaya çıkartılmıĢtır. Bu mezarlıkta madeni ve altın süs eĢyaları bulunmuĢtur. Bu eĢyalar arasında en önemli olanı altın ve bronzdan yapılmıĢ çocuğunu emziren kadın heykelciğidir. Bu paha biçilmez eser halen Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde teĢhir edilmektedir. Niksar: Helenistik dönemde Caberia, Roma döneminde ise Neocaeseria adını alan antik kentin üzerinde bugünkü ilçe merkezi bulunmaktadır. Müze Müdürlüğünün Harmancık mahallerindeki kazılarda çıkartılan çok sayıda eser Tokat müzesindedir. Niksar, Helenistik, Roma ve Bizans, daha sonra Anadolu Selçuklu Döneminde çok önemli bir merkez olmuĢtur. Ayrıca bir dönem de DaniĢmentli Devleti‘ne baĢkent olmuĢ çok sayıda tarihi esere sahiptir. Komana: Tokat‘ın Roma ve Bizans Dönemindeki yerleĢim merkezidir. 1940‘larda yapılan araĢtırmada Helenistik ve Roma çağlarına ait kalıntılar bulunmuĢtur. Kentin içinde tapınak ve sarayların bulunduğu anlaĢılmaktadır. Boyunpınar: Artova ilçe sınırları içerisinde yer alan Boyunpınar Köyündeki Kalkolitik Döneme ait höyükte kırmızı, kahverengi, siyah astarlı seramik çanak çömlekler bulunmuĢtur. Ayrıca Boyunpınar Köyü Özündürük mevkiinde, sığınak ve ibadet amacıyla kullanılmıĢ 3 katlı yer altı yerleĢim merkezi ortaya çıkartılmıĢtır. Bolus (Aktepe Höyüğü): Tokat merkez Çamlıbel kasabası yakınındadır. Bugünkü köy Eski Tunç, Hitit ve Frig dönemlerini ihtiva eden büyük ölçekli bir höyük üzerindedir. MaĢattepe: Almus Baraj Gölünün sular altında bıraktığı geniĢ düzlüğe hâkim tepedir. Yapılan kazılar sonucu ortaya çıkartılan seramikler buranın antik döneme ait bir yerleĢim merkezi olduğunu göstermektedir. Hitit, Frig, Pers, Roma, Bizans, DaniĢmend, Selçuklu, Ġlhanlı ve Osmanlı kültürlerinin yaĢandığı Tokat‘ta bugün bu dönemlere ait çok sayıda tarihi eseri görmek mümkündür. Tokat Ģehir merkezinde; Kale, Bedesten ve Arasta, TaĢhan, Suluhan, PaĢahan ve Deveci Hanı, Ulu Camii, Ali PaĢa, Behzat, Meydan, Takyeciler ve Garipler Camii, Erenler Kümbeti, Yağıbasan, Orta ve Hatuniye Medreseleri, Mevlevihane, Pervane ve Ali PaĢa Hamamları ile Hıdırlık Köprüsü; Niksar‘da etrafı üç sıra surla çevrili, bir akropol görünümündeki Niksar Kalesi, Melik DaniĢmend Gazi Türbesi, Yağıbasan Medresesi, Çöreğibüyük ve Ulu Camii, Kırkkızlar Kümbeti, Talazan ve Leylekli Köprü, Alaaddin (Belediye) ÇeĢmesi; Zile‘de Jül Sezar‘ın ―Veni, Vidi, Vici‖ (Geldim, Gördüm, Yendim) sözünün yazıldığı sütunun bulunduğu Zile Kalesi, Tiyatro, Kaya Mezarları, Tarihi Camii ve Türbeler; Erbaa‘da Boğazkesen Kalesi ve Köprüsü ile ahĢap mimarinin en önemli örneklerinden sayılan Fidi Köyü‘ndeki Silahtar Ömer PaĢa Camii; Pazar‘da Mahperi Hatun Kervansarayı ve Pazar Köprüsü ve daha nice eser geçmiĢi günümüze taĢımaktadırlar. Tokat‘ta çok sayıda tarihi eseri de, birbirleri üzerine yaslanmıĢ, adeta bir dayanıĢma içerisinde olma görüntüsü veren yaĢlı evlerin, mahzun görüntülerinin insanı apayrı bir dünyaya götürdüğü daracık sokakların arasında buluruz. Tokat il merkezinde bulunan Bey ve Beyhamam Sokağı‘nın her iki tarafında Osmanlı ve Cumhuriyetin ilk dönemine ait ahĢap sivil mimari evler sıralanmaktadır. Sokakların huzur veren görüntüsü, gezenlere bambaĢka bir haz vermektedir. Uzun yıllar ayakta kalabilme mücadelesi vererek yorgun düĢmüĢ, umutla eski muhteĢem günlerine dönüĢü bekleyen Tokat evlerinde, günlük aile yaĢamı ile sonbahar ve kıĢ ihtiyaçları için yapılan hazırlıklarla, bayramlardaki komĢuluk iliĢkileri apayrı bir nostaljidir… Tokat evlerinin en güzellerinden biri olan Latifoğlu Konağı; planı ve süslemeleriyle 19. yy. ev mimarisinin özelliklerini taĢımaktadır. GeçmiĢteki fonksiyonlarına göre yörenin eĢyası ile donatılmıĢ mankenlerle canlı ve gerçekçi bir teĢhir yapılarak 1989 yılında müze-ev olarak hizmete açılmıĢtır. Bunu 2006 yılında Atatürk Evi ve Etnografya Müzesi izlemiĢtir Zile ve Niksar, tarih kokan sokaklarıyla insanları büyülemektedir. Niksar‘da birçok tarihi evin restorasyonu yapılmıĢ, özellikle Belediyenin mülkiyetini alarak restore ettirdiği Softoğulları Konağı Niksar evi olarak hizmete açılmıĢtır. Gizemli güzellikler hazinesi. Ballıca Mağarası. Pazar ilçesindeki mağara, her yıl yüz bini aĢkın yerli ve yabancı turisti ağırlayan yurdumuzun seçkin turizm köĢelerinden biridir. Üç farklı zamanda oluĢan ve birbirine bağlı 5 kattan ve 8 koldan ibaret mağara; Ana galeriler, Büyük DamlataĢlar Salonu, Fosil (Yarasalar) Salonu olmak üzere üç büyük bölümden meydana gelmektedir. Yan kolları ile 680 m. uzunluğa sahip olan Ballıca Mağarası‘nın en yüksek yeri ile en alçak bölümü arasındaki yükseklik 94m‘yi bulmakta ve adımınızı attığınız her köĢede artık sizi sürprizler beklemektedir. Zira soğan sarkıtlar, dikitler, sütunlar, perde halindeki damlataĢlar, mağara gülleri, iğneleri, gölleri, damlataĢ havuzları ile oluĢum yönünden dünyanın en zengin ve en güzel mağaralarından biri kabul edilen bu mağara; sarı, kırmızı, gri, mavi ve yeĢilin farklı tonlarıyla oluĢan renk armonisinde insanı büyülemekte ve adeta baĢka bir dünyaya sürüklemektedir. Mağara içinin polen tozlarından arınmıĢ, bol oksijenli havası özellikle astımlı hastalara iyi gelmekte ve onların rahat nefes almalarını sağlamaktadır. Mağaranın, bugünkü görünümünün iki milyon yılı aĢkın bir sürede aldığı tahmin ediliyor. Bir gün bu mağaraya gelir, içeride onun gizemli güzelliğini yaĢama olanağı bulursanız dıĢarı çıkınca çevredeki tesislere oturup çayınızı yudumlarken etrafın doğal güzelliğini seyretmeyi ihmal etmeyin. Bir de vaktiniz müsaitse burada mevcut olan yöresel el sanatları sergisine ve yiyeceklere göz atabilir, pekâlâ meĢhur Tokat kebabını da yiyebilirsiniz. Bir KuĢ Cenneti… Kazgölü. Saksağan, akleylek, angıt, alaca balıkçıl, akkuyruk, kuyruksallayan, gri balıkçıl, su tavuğu, sakarmeke, elmabaĢ, karnıĢcın, karatavuk, küçük batağan gibi onlarca çeĢit kuĢu barındıran Kaz gölünün kıyısında akĢam güneĢinin batıĢını seyretmek veya sazlar arasında ilkel sallarla gezinti yapmanın heyecanını yaĢamak apayrı bir zevktir. Almus Baraj Gölü ile etrafı ormanlarla kaplı olan ve Kızılkanat denilen çok lezzetli balıkları bulunan Zinav Gölü, görülmeye değer tabiat güzelliklerindendir. Tokat, yayla turizmi açısından da Ģanslıdır. Temiz havası ve gür ormanları ile olağanüstü güzelliğe sahip Topçam Yaylası; Yavuz Sultan Selim‘in Çaldıran Seferi sırasında konakladığı ve Cuma namazı kıldığı, bundan dolayı her Cuma yayla pazarı kurulan Selemen Yaylası; Çim kayağına uygun geniĢ çayır alanı, çam ve kayın ağaçlarından oluĢan muhteĢem manzaralı Akbelen Yaylası; bünyesinde kırktan fazla yayla barındıran, rengârenk yayla çiçeklerinin büyüleyici görüntüsü ile yaĢama sevincini bir kat daha artıran Dumanlı Yaylası; sık ve gür çam ormanları, havası ve buz gibi suları ile BatmantaĢ Yaylası; Niksar‘dan Karadeniz‘e açılan Canik Dağları üzerinde bulunan, Niksar Belediyesince her yıl Çamiçi Yayla ġenliklerinin ve 2006 - 2009 yılları arasında Türkiye Oryantirik ġampiyonası finallerinin, 2007 – 2009 yılları arasında ise Ġnternatıonal Niksar Cup‘un düzenlendiği, 12 km² lik Oryantiring parkur haritası ile bütün arazi Ģekillerini bünyesinde barındırdığından yerli-yabancı yarıĢmacılar tarafından özellikle tercih edilen parkuru ile Turizm Bakanlığı‘ndan belgeli tesislerin, otellerin, apartların, pansiyonların ve lokantaların yaz kıĢ hizmet sunduğu bir doğa harikası olan Çamiçi Yaylası ve daha nice yayla misafirlerini beklemektedir. Sağlık turizmi alanında iki kaplıca Ģifalı suları ve modern konaklama tesisleri ile hizmet vermektedir. ReĢadiye kaplıcası, çıktığı noktadaki sıcaklığı 48-49º olan Ģifalı kaplıca suyu ile felçli hastalara, kireçlenmesi, böbrek ve romatizmal hastalara hizmet vermektedir. Çevresindeki kayalıklarda yer yer pamukkaleler oluĢmuĢtur. Son derece modern otel, villa, apart, bungalov tipi evleri, yüzme havuzları, sosyal ve spor tesisleri ile hizmet vermektedir. Günümüzde iki otele sahip olan Sulusaray Kaplıcası; kamp yerleri, pansiyonları, özel banyoları, havuzları, lokanta ve gazinosu ile yıl boyunca hizmet vermektedir. 55º su sıcaklığına sahip kaplıcalar romatizmal hastalıklara, bağırsak, mide, böbrek, safra kesesi, karaciğer ve kadın hastalıklarına Ģifa vermektedir. Mesire yerlerini, yaylaları gezmek, Niksar Ayvaz Suyu‘nu kaynağında görmek ve içmek, Ayvaz Mesire Yeri ve Parkı‘nda günün yorgunluğunu atmak veya piknik yapmak için daha çok yaz mevsimi tercih edilmektedir. Tokat‘ta kara avcılığı oldukça geliĢmiĢtir. Merkez av komisyonunun belirlediği av mevsimi süreleri içerisinde yaban ördeği, keklik, bıldırcın, tavĢan avı yapılmaktadır. Ayrıca yaban domuzları için de sürek avları düzenlenmektedir. Tokat Orman ĠĢletme Müdürlüğü Yaylacık ġefliğine bağlı Tek Mezar mevkiinde geyik üretme sahası oluĢturulmuĢtur. Bu çevrede kamping, trekking ve doğal göllerde yüzme sporu yapılabilmektedir. Alan Yaylası, Akdağ Zirvesi (2000 m.) ve Ballıca Mağarası arası ve Çamiçi Yaylası trekking sporunu sevenler için mükemmel bir alandır. Gümenek, Sulusaray Kaplıcası, Gıj gıj Dağı ve Çamiçi Yaylası kamp ve karavan turizmi için doğal ortamlardır. Ġl, baĢta YeĢilırmak, Kelkit ve Tozanlı çayları olmak üzere akarsu ve göllerinin yoğun olması nedeni ile olta avcılığı için ideal bir mekândır. Almus Baraj Gölü her türlü su sporlarına uygun doğal bir oluĢumdur. Kaz Gölü onlarca çeĢit kuĢun yuvalandığı, beslendiği sazlıkları ve görüntüsü ile tam bir kuĢ cenneti konumunda olup, mükemmel bir kuĢ gözlem alanıdır. Yörede yoğun olarak sosyal ve kültürel etkinlikler de düzenlenmektedir. Niksar Çamiçi Yayla ġenlikleri, Zile Kiraz Festivali, Turhal Kültür Festivali, Erbaa Küçük Yayla ġenlikleri, ReĢadiye Bereketli Koç Festivali, Almus ViĢne Festivali, Almus Kul Himmet Festivali, Almus Akarçay Mahlep Festivali, Erbaa Keçeci Baba-Ahi Mahmut Veli Kültür Festivali, Niksar Gökçeli Üzüm ve Yaprak Festivali, Niksar Yazıcık Kültür ve Sanat Festivali, Niksar Kuyucak Kültür ve El Sanatları Festivali, ReĢadiye Baydarlı-BüĢürümKurtgölü Yayla festivalleri ile daha birçok etkinlikler yapılmaktadır. Karadeniz`i Sivas ve Kayseri üzerinden Ġç Anadolu, Akdeniz ve Güney Doğu Anadolu bölgelerine; Doğu Anadolu‘yu Erzincan, Niksar ve Merzifon üzerinden Ġstanbul‘a bağlayan karayolları Tokat‘tan geçmektedir. Ülkenin her yerinden Tokat‘a ulaĢmak mümkündür. Demiryolu ve Havayolu ulaĢımı da oldukça kolay sağlanmaktadır. Samsun`u Sivas‘a ve diğer Anadolu illerine bağlayan demiryolu Artova, Zile ve Turhal ilçelerinden geçer. Tokat - Turhal karayolunun 17. Km.‘sinde yer alan Tokat Havaalanından Ġstanbul Ankara bağlantılı günlük, tarifeli uçak seferi düzenlenmektedir. Tokat‘ın önemli merkezlere uzaklıkları Ģöyledir: Ġstanbul 785 km., Ankara 399 km., Ġzmir 978 km., Erzurum 492 km., Samsun 231 km. ve Adana 498 km. Ülkemizin, Ģirin yerleĢim merkezlerinden olan Tokat; zengin tarih ve kültürü, yeĢil doğası ve güzelliklerini paylaĢmak üzere Kültür ve Turizm Bakanlığı onaylı; yıl boyunca hizmet veren otel, motel, apart otel, pansiyon ve restoranlar ile zengin yöre mutfağının örneklerinin bulunduğu kültür evleri, misafirlerini konuk etmekten büyük onur duymaktadır. KAYNAKLAR 1- ADIGÜZEL, Selahattin; Gülü Bardağ Ġçinde, Tokat, 2004 2- AKAR, Hasan - GÜNEġ, M. Necati; Niksar‘da Vakıflar ve Tarihi Eserler, Niksar Kaymakamlığı - Niksar Belediyesi Yay., Niksar, 2002 3- AKAR, Hasan - ÖZBAY, Müjdat; Milli Mücadele Yıllarında Niksar, Niksar Belediyesi Yay., Niksar, 1998 4- ASARKAYA, Halis; Ulusal SavaĢta Tokat, Tokat Basımevi, Tokat, 1936 5- Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedi, ―Tokat‖, Milliyet Yay., C.22, Ġstanbul, 1986 6- CĠNLĠOĞLU, H. Turgut; Osmanlılar Zamanında Tokat, C.3, Tokat, 1952 7- KARASOY TEPEBAġI, Yüksel; GeçmiĢten Geleceğe Damak Tadı, Ġstanbul, 2004 8- KÜÇÜKARSLAN, Hüsnü; Tokat ve Ballıca Mağarası, Tokat Kültür AraĢtırma Dergisi, Yıl:11, Sayı:18, Ankara, 2003 9- Niksar Dün Bugün Yarın; Niksar Belediyesi, Ġstanbul, 1988 10- ġAHĠN, M. Adnan; Ġçinde―kiler‖ (Tokat Bölge Mutfağı), Ankara, 2003 11- TURAN, Osman; Selçuklular Zamanında Türkiye, Ġstanbul, 1971 12- ULU, M. Emin; Alperenler Cenneti Tokat, Ġstanbul 2004 13- UZUNÇARġILI, Ġ.Hakkı; Tokat Kitabeleri, Yay.Haz.: Mehmet MERCAN, M.Emin ULU, Ankara, 2003 14- YAVĠ, Ersal; TOKAT, Tokat Otelcilik Turizmi Yap. Aġ., Ġstanbul, 1986 15- http://www.tokat.gov.tr 16- http://www.tokat-bld.gov.tr 17- http://www.tokatkulturturizm.gov.tr 18- http://www.tokat.pol.tr 19- http://www.tokatsitesi.com 20- http://www.kenthaber.com 21- http://www.tokat.meteor.gov.tr 22- http://www.devletonline.com 23- http://www.mybilgi.net 24- http://rmyo.gob.edu.tr 25- http://www.bookinturkey.com SERDENGEÇTĠ Ömer IġIDAN (Bu dünyadan bir SERDENGEÇTĠ, geçti…) Bir döneme damgasını vuran Büyük Dava adamı, ġair, Yazar, Siyasetçi kimliklerini hak eden Rahmetli Osman Yüksel Serdengeçti; bizim dönem gençliğin uç beylerinden biriydi. Onun davası, mücadelesi, yaĢadıkları, nükteleri, milliyetçi gençliğin moral kaynağı idi. Onun yaĢamında karĢılaĢtığı olaylar, mücadelesi bile davası ve edebi kiĢiliği ve bugünkü gençliğimiz için birer örnektir. ―Yüksek vekâletin alçak vekiline”, diye baĢlayan, Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel‘e yazdığı ünlü mektup ―Beni tuttuğum Yoldan Yücel Değil ecel gelse döndüremez… Diye bitiyordu. Osman Yüksel, Milletvekili olduğu dönemlerde bir mesele ile ilgili meclis kürsüsünde konuĢurken CHP meclis sıralarından sıra kapaklarına vurularak protesto edilir. Engellenmeye çalıĢılır, Bunun üzerine Osman Yüksel ―Bu meclisin yarısı Hıyar‖ diyerek, iner. CHP‘li vekiller meclisin Ģahsına yapılmıĢ bir hakaret sayılarak sözün geri alınmasını isterler. Osman Yüksel tekrar kürsüye gelerek, özür dilemek zorunda kalır. Ve ―tamam sözümü geri alıyorum. Bu meclisin yarısı hıyar değil.‖ der. 1965 yılında Adalet Partisi‘nden bir dönem maceralı bir Ģekilde Antalya milletvekilliği de yapan Serdengeçti, akrabası da sayılan Ġsmet Hanım‘la evlenir ve bu evlilikten bir erkek çocukları dünyaya gelir. Lakin o da iki yaĢında vefat ettikten sonra bir daha da çocukları olmadı. Bu konuda; daha sonra, ―Hayatıma iki Ġsmet girdi. Biri zürriyetimi aldı. Diğeri hürriyetimi.‖ Diyecektir. Yine bir gün Malatya hapishanesinde dayak yer. Sol gözü morarır. ―Bize ne geliyorsa soldan geliyor.‖ diye nüktedan bir Ģekilde cevap verir. Uzun zamandır görüĢmediği bir arkadaĢı hatırını sorar. Osman abi ―sağ mısın”, diye. Serdengeçti; ―yaĢadıkça sağım‖ Ģeklinde cevap verir. Parkinson hastalığından muzdariptir. Gelen çayı karıĢtırmakta güçlük çeker. Doktoru, ―Osman abi müsaade buyur ben karıĢtırayım.‖ Der. Teklifi kabul eder ama Ģu ibretli sözü hemen yapıĢtırır. ―Bir zamanlar Türkiye yi karıĢtırıyordum. Ama Ģimdi bir bardak çayı karıĢtıramıyorum.‖ Diye nükte yapar. Yine Parkinson hastalığı ile ilgili; benim hastalığımın ismi bile acayip, Traktör markası gibi, bir Ģey der. Bu nedenle de hastanede yatarken ziyaretine Alparslan TürkeĢ gelir. Sevinir ― Albayım hoĢ geldin. Ey Türk titre ve kendine dön dedin. Bir titremeye baĢladım kendime dönemiyorum.” Der. ―Ben kravatsız milletimin, kravatsız milletvekiliyim, cebi dolarlı, boynu yularlılarla bu kutsal dava yürümez‖ diyerek halkın yanında tavır almıĢ, bu yüzden de, hayatının çok az bir kısmını mebus, uzun bir kısmını ise mahpus olarak geçirmiĢtir. ―Ben kıtalara, iklimlere sığmayan bir ırkın çocuğuyum Damarlarımızda üç kıtanın damarları dolaĢır. Üç kıtanın denizlerinde hür dalgalar beni anar, beni söyler. Hangi zaferden bahsedeyim. Altaylardan dünyanın dört bucağına akın eden dedelerden mi, Malazgirt, Kosova, Niğbolu, Çaldıran, Mohaç‟tan mı,‖ derken atalarımızın azametiyle gururlanırdı. Büyük ülkü adamı, halk adamı, derviĢ Serdengeçti. ―Hani o meydanlar? Hani o insanlar? Hani o kahramanlar…‖ Meydanlarda yoksun… Meydanlardan kaçmıĢız. Karılar gibi evimize, kabuğumuza çekilmiĢiz. ―Aman bize biĢey olmasın‖ diye titreyip duruyoruz. ―Ey tarih bizi gör. Bizi yaz. Türklük böyle olmaz‖ Serdengeçti kendisini atalarına layık Türk saymıyor. Ya biz neyiz. Diye sorardı. Tanrı Dağı kadar Türk, Hıra dağı Kadar Müslüman. Sloganı onunla özdeĢleĢmiĢti.. Artık o Türklüğün alperenleri, Alp er Tunga‘larla, Oğuz Kağan, Atilla, Mete, Bilge Kağan, KaĢgarlı Mahmut, Tuğrul, Çağrı, Selçuk, Osman Beyler, Atatürk, Akif, Gökalp, Atsız, BaĢbuğ, Necip Fazıl, Arif Nihat Asya‘lar la ve ismini zikretmediğimiz bilinen bilinmeyen yiğitlerimizle, kahramanlarımızla Cennet Bahçelerinde dolaĢanlar arasında, Bir 10 Kasım‘da hakkın rahmetine yürümüĢtü. (10 Kasım 1983) Ruhu Ģad olsun. Onları ananlara, anlayanlara, hatırlayanlara, selam olsun. ĠNSAN HADDĠNĠ BĠLMELĠ Burhan KURDDAN / Eğitimci Ġnsanoğlu mükemmel yaratılıĢının yanında, hayat imtihanını kazanmasına veya kaybetmesine etken olacak akıl ve fikrine karĢılık, nefis ve Ģeytan ile de mücadele etmek zorundadır. Nefisteki ene aĢırı kabarırsa kendisini taĢıyan sahibini enayi konumuna düĢürür. Bazen de esfele sâfilin dediğimiz aĢağıların aĢağısına indirir. BaĢkalarının yanında utanacak, sıkılacak ve hatta özür dileyip diyet ödeyecek duruma düĢmemek için, bu nefis mücadelesi soluksuz olmalıdır. Yüce yaratıcı, göndermiĢ olduğu kutsal kitabında yaratılıĢ gayemizin kulluk olduğunu ―Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.‖ diye açıklamaktadır. Kulluğun bilindiği üzere muhtelif Ģekilleri vardır. Bunları dil, mal ve bedenle yapılan ibadetler olarak sınıflandırabiliriz. Dil ile ibadet de çeĢitlere ayrılır. Zariyat Suresi‘ndeki ‖Kalpler ancak Allah‘ı anmakla huzur bulur.‖ ifadesi çok önemli bir metottur. Bu metot uygulandığında nefsin kontrol altına alındığı ve Ģeytanın uzaklaĢtırıldığı tecrübe ile sabittir. Namazın bir adı da zikirdir. Zikre alıĢan dilden tevhid ve Ģükür çıkar, zikirsiz dilden Ģirk ve küfür çıkar. Günümüzde insanlarımız ―Din nasihatle kaimdir.‖ sözü sanki herkes için söylenmiĢ gibi kendisine görev çıkarmaktadır. Doğruluğuna inandığı Ģeyleri kendince uygun Ģekilde etrafına aktarmaktadır. Adına ister tebliğ, ister nasihat, isterseniz aydınlatma deyin bu anlatım iĢinde de dikkat edilecek çok önemli kurallar vardır. Bu kurallar da ehline malumdur ve bu çalıĢmanın onlar tarafından yapılması, sonucu olumlu olarak etkileyecektir. Ehil olmayanların yaptıkları emekler –ki ne kadar iyi niyetle olursa olsun- boĢa gideceği gibi sonuç aleyhe de dönebilir. Ġyi niyetle dinimizi öğrenmek isteyenler umduğunu bulamaz, sükûtu hayale uğrar. Dinden soğur ve baĢka taraflara yönelebilir. O zaman da tut kelin perçemini. Bu hatanın vebali hatayı yapanların boyunlarına. Bu durumda bilgi kıt, metot güdek ve hitabet cılız kalmıĢ demektir. Tamiri kim nasıl yapacak? Kırılan soğuyan kalpleri yeniden ısındırmak ki hiç kolay değildir- gene bu iĢin ehli olanlara kalıyor. KeĢke herkes kendi iĢini yapsa da sonuç iyi olsa. Aksi takdirde yapılmaya çalıĢılan bu iyi niyetli çalıĢma öncelikle çalıĢmayı yapana daha sonra da Ġslam‘a zarar verir. Bunu da hiç kimse istemez. Kendisini konuĢmacı sınıfında yetkili gören kiĢilerin önce kendi kendilerine otokritik yapmaları ve ―Ben her Ģeyi bilmiyorum.‖ DüĢüncesini kabul etmesi gerekir. Bir konuĢma sırasında kiĢinin tam bilmediği konularda ―Bilmiyorum!‖ demesi konuĢmacıyı küçük düĢürmez bilakis yükseltir. ġu sıralarda insanların bilgi dağarcığında bulunan ve dillerde dolaĢan Ģeylerin önemli bir kısmı ifrat (abartı), tefrit (aĢırı kısma) ve israiliyat (uydurma hikâyeler) den ibarettir. Bu durum daha çok bazı cemaat veya grup üyelerinde daha çok görülmektedir. Böyle olunca da Ġslam‘ı tanımak isteyenler ürküp kaçmakta, Ġslam Dini‘nin yaĢanmaz bir olgu olduğunu sanmaktalar. Ya hafife almakta veya karĢı atağa (hücuma) geçmekteler. Yani kazanmak isterken kaybetmek iĢte budur. Bu kaybetmenin vebali ve sorumluluğu önce bu yetkisiz kiĢilerde sonra da onu fark edip susturmayan, uyarmayan üstlerindedir. Bedeni ibadetlerden olan ve her gün her Müslümanı Allah‘ın huzuruna çıkaran namaz ibadetinde de sorunlar devam etmektedir. Buradaki sorunlar da yer yer görevlilerden zaman zaman cemaatten kaynaklanmaktadır. Önce cemaati ele alırsak Ģunlarla karĢılaĢabiliyoruz. Camiye gelen cemaatin tamamına yakını yaĢlılardan oluĢur. Toplumumuzda cemaate baĢlama yaĢı genellikle emeklilikten sonraki yaĢlardır. Tabiki emeklilerin hepsi gelmez. Bu cemaatin yaĢlıları yaĢlılıktan dolayı sabrı azalmıĢ kiĢilerdir. Bunlardan baĢka zaman zaman çocuklar da gelmekteler. Bunlar camilerimizin mis kokulu kardelenleridir. YaĢları itibariyle namaz esnasında bazen gülmekte, konuĢmakta veya koĢuĢurlar. ĠĢte bu hareketlilik hazanı yaĢayan yaĢlıların sabrını tüketmekte ve kızdırmaktadır. ĠĢin bundan sonrası tam bir CĠHAD. Nasıl mı dersiniz? Selam verilir verilmez bizim yaĢlılar grubu var ya (o yaĢa kadar iĢledikleri ve affedilmeleri için Allah‘a yakaranlar), daha günahtan sorumluluk almamıĢ günahsız ve emekli yaĢı henüz gelmemiĢ taze kan olan KARDELENLER‘i yalın kılıç düĢmana saldıran akıncılar gibi saldırmakla tehdit etmekteler. Böylece kıldıkları namazı ve cami adabını kurtarma savaĢını baĢlatıp genelde kazanmıĢ görülmektedir. Ancak kaybeden o cemaat mi yoksa cemaati korkutulup soğutulduğu için mahzun kalan, emekli olup ta camiye baĢlayacak yeni cemaati hasretle bekleyecek olan cami mi? Bunun hesabı iyi yapılmalıdır. Bu meydan savaĢını önlemenin en kolay yolu bu kardelenleri safların arasına yerleĢtirerek birbiriyle irtibatlarını kesmek, namazdan sonra da baĢlarını sıvazlayarak ―Aferin, hoĢ geldin, gene bekleriz, ne güzel namaz kılıyorsun‘‘ gibi sözlerle teĢvik ederek devamını sağlamaya çalıĢmaktır. Aklıma takılan bir soru var, bilenler lütfen cevap versin. Kardelenleri camiden soğutup kaçıranların oğulları ve torunları camide yok. YaĢlılar baĢkalarının nesillerini kovalıyorlar kendi nesillerini getiremiyorlar. Ha sahi bu camileri yaĢlılardan sonra kim doldursun istiyoruz. Gelelim kristalin baĢka boyutuna yani görevliler boyutuna. Görevliler eğitim ve pedagojik açıdan ne kadar yetiĢmiĢler ve kendilerine gelenlere ne kadar hazırlar? Ben Ģahsen bu konuda tam yeterli olduklarını sanmıyorum. Ya bana hep böyleleri rast geliyor ya da geneli böyle. NasılmıĢ diyenleri fazla merakta bırakmayalım. Genelde kıyafetlerine fazla önem vermeyen, bir yerde konuĢurken çoğu zaman ürkek, toplumda rahat edemeyen çekingenler. Acaba bir hata yapar mıyım, yanlıĢ bir Ģey söyler miyim? türünden tedirginler. Bir de camilerde sorumluluk kendilerinde olduğu halde genelde caminin bakım ve tamirat iĢlerinde özelikle paralı iĢlerde cami temsil heyeti daha çok söz sahibi durumda. Yani asıl görevli etkisiz eleman durumunda. Paralı iĢlerde bazı görevlilerin baĢına gelen asılsız iddialar kulağımıza gelenler arasında. Bu durumdan dolayı paralı iĢlerden biraz uzak durmalarını da normal karĢılamak lazım. Ancak paraya karıĢmasalar da fikir bakımından etkili olmalarını beklemek cemaat olarak en doğal hakkımızdır sanıyorum. ġAĠR, ġĠĠR ve ġEHĠR Ali BAL Ġnsan hayal ettiği müddetçe yaĢarmıĢ. Hayal, gördüklerimizin ve yaĢadıklarımızın tesiriyle mümkündür aslında. Nerede yaĢıyorsak ve nasıl bir dünya ve çevrede yaĢıyorsak hayallerimiz de bunlarla sınırlı olacaktır. ġiir de insanın imge ve hayal Ģehridir; biri dıĢta biri içte iki dünyası vardır insanoğlunun. Ġnsan varsa Ģehir de olacaktır. Ġnsanlar ne kadar hayal ederse Ģehirler de o kadar yaĢayacaktır. Bugünün Ģehirleri dünkü insanların hayalleridir, yıkılan ve yok olan Ģehirler varsa bilinmelidir ki, Ģehirleri kuranların hayalleridir yıkılanlar. YaĢadığı Ģehrin karakteri ve ruhu bir insana sirayet etmemiĢse, o insan o Ģehre ait ne hayal kurabilir ne de o Ģehri sevebilir. DıĢ dünyayla bağları zayıf olan insanın iç âlemi de sanırım sıkıntılı olur. Bir Ģair Ģehrin ruhunu taĢımalı bedeninde, Ģehrin ruhunu hissetmeyen ve nefesini solumayan biri ne Ģair olabilir ne de Ģiirden anlayabilir. ġiir, Ģairin hayal ikliminin en büyüleyici ve esrarlı sesidir. ġehir ise, Ģairin ilham kaynağı ve güzellik ufkunun belirleyici unsurudur. ġehirsiz Ģiir, cansız bedendir; Ģiiri olmayan Ģehirse sessiz bir yığındır, harabedir belki de. Evet, Ģiir ve Ģehir, her iki kelimeyi telaffuz ederken dahi bir ahenk ve bütünlük oluĢuyor insanda. ġairler vardır, Ģehrin aynasıdır; Ģehirler vardır Ģairin rüyasıdır. ġiir deryamıza baktığımızda Ġstanbulsuz bir Ģair var mıdır? Nedim‘i anarken Ġstanbul‘u unutabilir miyiz? Nitekim Nedim‘in Ģu dizeleri unutulabilinir mi? ―Bu Ģehri Stanbûl ki bî-misl ü bahâdır Bir sengine yekpare Acem mülkü fedadır.‖ (Bu Ġstanbul Ģehri eĢsiz değerdedir, baha biçilmez/ Bir taĢına bütün bir Acem mülkü feda olsun.) ġehirlerin de Ģairler gibi dili var. Ahmet Hamdi TANPINAR o dili çözebilmiĢ ve Bursa‘yı nasıl anlatmıĢ bakalım: Bursa‘da eski bir cami avlusu, Küçük Ģadırvanda Ģakırdayan su; Orhan zamanından kalma bir duvar… Onunla bir yaĢta ihtiyar çınar Eliyor dört yana sakin bir günü. Bir rüyadan arta kalmanın hüznü Ġçinde gülüyor bana derinden. Yüzlerce çeĢmenin serinliğinden Ovanın yeĢili göğün mavisi Ve mimarîlerin en ilâhisi. …….. Tanpınar, rüya ve zamanı hem içinde hem dıĢında yaĢayan bir Ģair. ġehrin ruhunu keĢfetmiĢtir bu dizelerde. Onun için eĢya nesneden öte bir Ģey; zaman ve rüya ise hayatın hakikatidir. ġehir kendisine ruh ve ilham veren bir membadır. Öyle olmasa ―BeĢ ġehir‖ adlı eserinde adeta kendini anlatır gibi Ģehirleri anlatmazdı. Aslında BeĢ ġehir‘de anlatılanlar Tanpınar‘dır, Tanpınar hayatı da BeĢ ġehir‘dir. Ya Orhan Veli‘nin, Ġstanbul‘u sokaklarıyla ve tüm canlılığıyla Ģiirine konu etmesini nasıl unuturuz? ġehrin dilini çözen bir baĢka Ģairdir Orhan Veli. Onun Ģiiri Ģehrin kendisidir. Bakın Ģu dizelere hak vereceksiniz: ………… Ġstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı; Serin serin KapalıçarĢı Cıvıl cıvıl MahmutpaĢa Güvercin dolu avlular Çekiç sesleri geliyor doklardan Güzelim bahar rüzgârında ter kokuları; Ġstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı. ………. Hayat akıp giden bir nehir gibidir ve hayatın tüm çağıltılarını bu Ģiirde bulabilirsiniz. ġiiri, gözünüzü kapatın ve dinleyin, her mısrada hayat ve hayatın seslerini bulacaksınız. Ġstanbul‘dan ve Ģiirden bahsedip Üstat Necip Fazıl‘dan bahsetmemek mümkün mü? Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuĢlar; Onu Ġstanbul diye toprağa kondurmuĢlar. Ġçimde tüten bir Ģey; hava, renk, eda, iklim; O benim, zaman, mekân aĢıp geçmiĢ sevgilim. Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur; Ay ve güneĢ ezelden iki Ġstanbulludur. Denizle toprak, yalnız onda ermiĢ visale, Ve kavuĢmuĢ rüyalar, onda, onda misale. Ġstanbul benim canım; Vatanım da vatanım... Ġstanbul, Ġstanbul... Ġstanbul Ģairin sevgilisi, ruhu ve canıdır; hemen her Ģeyin vatanıdır, hemen her Ģeyin buluĢtuğu noktadır. ġunu söyleyebilirim ki insanda iki kalp vardır: Biri bedenindeki nefes alıp vermesini sağlayan organıdır, diğeri ise âleminde yaĢadığı Ģehirdir. Ġnsan her iki kalbini buluĢturduğu anda sanatı, Ģiiri ve estetiği yakalayacaktır. KeĢfe çıkan insanoğlu bu iki visali gerçekleĢtirmediği müddetçe hayatın kenarında kalacaktır sürekli. ġehrimiz Tokat, bir zamanlar âlimler, fazıllar ve Ģairler memleketi imiĢ. Plansızca yükselen binalar, tarumar edilen bağlar, yalnız bedenimizi değil ruhumuz dahi sarsan tozlu ve bozuk yollar bize ilham olabilir mi? Hangi Ģair bu iklimde nasıl Ģiirler yazar ki? Bu Ģehirde Ģiir yazmak için ya hayal görmek lazım ya da rüyada olmak. Kim bilir belki de gerçekten rüyadayız, onun için sesimiz çıkmıyor, onun için Ģair sessiz ve onun için bu Ģehrin Ģiiri yok. ġiiri de içine alan edebiyat, hayatın ve hakikatin kendisidir. Edebiyat hayatın yani Ģehrin kalbidir, onun merkezindedir. Edebiyat yaĢar, yaĢadığını hikâye, roman ve Ģiir gibi evlatlarından anlarız. YaĢadığımız Ģehrin romanı, hikâyesi ve Ģiiri yoksa o Ģehir de yoktur; o Ģehirde yaĢayanlar da… KELİMELERİN DİLİ Muhsin DEMİRCİ/ Araştırmacı Yazar Türk Edebiyat‘ında ―hayvan motifleri‖ne 22. sayımızda da devam ediyoruz. Yirmi birinci sayımızda ―A ve B‖ Harfleri ile olan ve içerisinde hayvan sembolü bulunan; Atasözü, Mani, Halk Ģiirlerinden araĢtırmalarımızı seçkin okurlarımıza arz etmiĢtik. Yirmi ikinci sayımızda da ―C-Ç-D-E-F-G-H‖ harfleri ile olan araĢtırmalarımızı aktarıyoruz. Bunun baĢlangıcında diyebiliriz ki: Türk Dili ulu bir çınardır. AraĢtırmalarımız bu çınarın ancak çok ufak dallarıdır. Elbette bir ağaç; dalı ve yaprakları ile gürdür. Onlarla bütünlük kazanır. Dil de seçkin sözcükleri ile ―Kültür Dili, Sanat ve Edebiyat dili, ilim‖ dili olur. Hiç Ģüphe yok ki: Türkçe, benzetmeleri, tahlil ve analizleri, soyut ve imalı anlatımları ile dünya dilleri arasında zirvedeki yerini almıĢtır. Onu bulunduğu yerden doruğa taĢımak, yine sanatçılara, araĢtırmacılara düĢer. Halkın dili olan Türkçe; mensup olduğu toplumun duygu ve düĢüncelerini ifadede bir çağlayan gibidir. Her ulus, dilinin bir kuyumcu vitrini gibi göz alıcı olmasını ister. Benim de bu araĢtırma çalıĢmaların vitrinin bir yüzünü teĢkil etmektedir. Günümüzün insanlarında direkt konuĢma yerini sanatsal ifadeye bırakmıĢtır. Bu cümleden olarak edebi konuĢmalarda ―hayvan motifleri‖ çok önemli bir yer tutar. Halkın ve Sanatçıların dilinde yer alan ―hayvan motiflerini‖ canlı ve diri tutabilmek, araĢtırmamın temelini teĢkil etti. Gelecek kuĢaklara, bir motiflerin dilimize yeniliyorum. köprü atabilmem hayırlı olması için; bu dileğimi C-Ç - CANI YANAN EġEK ATI DA GEÇER. - CĠNAYET ÇOCUK DÜĞÜġÜ ĠLE KÖPEK BOĞUġMASINDAN (DALAġMASINDAN) ÇIKAR. - ÇEKĠRGE BĠR SIÇRAR, ĠKĠ SIÇRAR ÜÇÜNCÜSÜNDE YAKAYI ELE VERĠR. - ÇEKĠRGE KURAKLIĞIN ALAMETĠDĠR.(GÖSTERGESĠDĠR) - ÇIĞIRTKAN KUġU BESLEME - ÇOBANIN GÖNLÜ OLURSA, TEKEDEN SÜT SAĞAR. - CÜCÜĞÜ (CĠVCĠVĠ) GÜZÜN SAYARLAR. - CĠVCĠVLER GĠBĠ CIYAKLAMAK. - CULUK(HĠNDĠ) GĠBĠ DÜġÜNMEK. - CANAVAR GĠBĠ OLMAK. - ÇEKĠRGE GĠBĠ SIÇRAMAK. - CANAVARCA ĠġKENCE ETMEK. -―ÇarĢamba yazıları Körpedir kuzuları Allah alnıma yazmıĢ Bu kara yazıları‖ -―Çoban kaval çaldı sordu bülbüle Sürülerim hani ovam nerede Bülbül sordu boynu bükük bir güle ġarkılarım hani yuvam nerede.‖ CAHĠLE SÖZ ANLATMAK DEVEYE HENDEK ATLATMAKTAN ZORDUR. CANI YANAN EġEK, ATTAN YÖRÜK OLUR. CANI KAYMAK ĠSTEYEN, MANDAYI YANINDA TAġIR. CĠNS HOROZ YUMURTADA ÖTER. CĠNS KEDĠ ÖLÜMÜNÜ GÖSTERMEZ. ÇINGIRAKLI DEVE KAYBOLMAZ. ÇĠFT ĠLE KOYUN, KALANI OYUN. ÇĠFTE GĠTMEYEN ÖKÜZÜN, ĠġE GĠTMEYEN OĞLUN OLSUN. ÇOBANA VERME KIZ, YA KOYUN YA DA KUZU GÜTTÜRÜR. ÇOBANI OLMAYAN KOYUNU KURT KAPAR. ÇOK ARPA ATI ÇATLATIR. ÇOK HAVLAYAN KÖPEK ISIRMAZ. ÇUL ĠÇĠNDE ASLAN YATAR. ―Çayın öte yüzünde Ceylanlar yayılır yüzünde Ben yârimi tanırım Çifte ben var yüzünde‖ - ―Çorlunun güzelleri HoĢ öter bülbülleri Yaktı beni kül etti Nuriye‘nin dilleri‖ -―Çıkar yücelerde yumak Yumak leyli leyli leylam Ġner dünyaya Ģahin kovalar O yar gitti yalnız kaldı buralar‖ - ―Çaya iner ağlarım Çayda balık avlarım Balık değil efkârım; Ben derdime ağlarım.‖ - ―Çekirgeyi saldım bayıra, Bu dertten Mevlam gayıra, Hoplayı ver çekirge Zıplayı ver çekirge‖ CEYLAN GÖZLÜ OLMAK. ÇINGIRAKLI YILANDAN ĠNSANA ZARAR GELMEZ. CANINI YAKARSAN KEDĠ YÜZÜNE SIÇRAR. CEBĠN DOLUYSA AHIRINDA HAYVANLAR DA CANLI OLUR. CEPTEKĠ ÇÖREK TAVUĞA YEM OLUR. CIRGIT GĠBĠ YANIP SÖNMEK. ÇEKĠRGE ĠSTĠLASINA UĞRAMAK. ÇIĞIRTKAN KUġ OLMAK. CEYLANLARI KORUMA ALTINA ALMAK. ÇEKĠRGE GĠBĠ ZIPLAMAK. ÇÖL TĠLKĠSĠ YAKIġTIRMASI (MUAMMER KADDAFĠ ĠÇĠN) ÇÖL FARESĠ OLMAK (LĠBYADA ĠSYANCILAR ĠÇĠN SÖYLENDĠ) -D- DERTLERĠNĠ KURTLARA, KUġLARA ANLATMA. - DEVEYE BĠNĠP, KUYRUĞUNU AĞZINA ALMAK. - DEVE DĠġĠ GĠBĠ ADAMLARIN OLMASI. - ―Dert dolaba girdi PeĢinden fare yedi Kurtuldum derken; Ġkinci dert beni yedi‖ ÇAKALLAR GĠBĠ ULUMAK. ÇAKALIN BĠRĠ OLMAK. -―Derenin kıyıları, Ata vurdum yuları, Yâr sahili ister Gezelim Yalıları.‖ - DÜĞEN ÖKÜZÜNÜN AĞZI BAĞLANMAZ. - ―Derelerin kıyıları Ata vurdum yuları Uyu Sevdiğim uyu Sevdalı uykuları.‖ - Çek deveci develeri engine aman, ġimdi rağbet güzel ile zengine - Çek Deveci Develeri Sulansın aman, Sulansın da akan çaylar bulansın aman. - ―Denize varayım mı? Bir balık alayımı? Ay battı, güneĢ doğdu; Yar yanına varayım mı?‖ -―Ceylanlar gezer oldu, Ördekler yüzer oldu, Yeni yetiĢen gençler; Sevgiye Leyla oldu.‖ DOKUZ EġEĞĠNEN GURBETTEN MĠ GELMĠġ? ―Derelerde kuĢ burnu, KuĢ burnunu kuĢ yemiĢ BeĢ bin liralık gelin, Kaynanaya baĢkaldırmıĢ.‖ DEVE KURBAN ETMEK. ―Dere boyu giderim, Koyun kuzu güderim. Ġkimizi görürler Nasıl ederim Ay Eminem vay Eminem‖ ―Dağları duman aldı Bülbülü figan aldı Azrail‘e borçlu kaldım Bir canım var, Canan aldı Oy dağlar, Oy dağlar.‖ DEVENĠN ÜSTÜNDE KUDUZ DALAR MI? DALAR… ―Derbent Deresini duman bürüdü Yedi deve ile Musa‘m yürüdü Musa‘nın yüreği kof oldu çürüdü Ağlasın, Ağlasın anam ağlasın.‖ ―Dediler Zati‘ye birkaç gammaz, Bâki-i zağ (karga) uğurlar sözünü Dediler O bülbül-i gülzârı sühan Besle kargayı oysun gözünü.‖ ―Dilini akrep sokmuĢ, Koynuna yılan girmiĢ, Cadaloz kaynana Yılan da girsin koynuna.‖ DĠLĠNĠ AKREP SOKMUġ OLMAK. ―Dost bağında açılır gül, Güle sarılır bülbül.‖ ―Derya balıkla doldu, Koluma nasip kondu Koklayayım derken Gülüm hemen soldu.‖ DEVEDEN KURBAN ADAMAK. DEVE BĠR PULA, ALAMAM DEVE BĠN PULA AL GETĠR. DAĞ KUġU DAĞDA, BAĞ KUġU BAĞDA OLUR. DAĞDA GEZEN, AYIYA DA RASTLAR, KURDA DA. DAMGALI EġEĞĠ HERKES TANIR. DANA BÜYÜR, ÇULU BÜYÜMEZ. DANA YEDĠĞĠ TAġI BĠLĠR. DEVE BÜYÜKTÜR AMA BEġĠNĠ BĠR EġEK ÇEKER (YÜRÜTÜR) DEVE BÜYÜRSE EġEĞE YÜK OLUR. DEVE ÇÖKECEK YER BULUR. DEVEYE BĠNDĠKTEN SONRA, ÇALI ARKASINA SAKLANILMAZ. DĠġĠ KÖPEK KUYRUK SALLAMADIKÇA, ERKEK KÖPEK ARDINA DÜġMEZ. DĠġĠ KUġ YAPAR YUVAYI, ĠÇĠNĠ SIVAYI SIVAYI. DOMUZDAN DOMUZ, KOYUNDAN KOYUN DOĞAR. DOMUZUN BURNUNU KESMĠġLER, YĠNE DOMUZ, YĠNE DOMUZ DOST, DOST ĠÇĠN ÇĠĞ TAVUK YER. DÜġMANIN KARINCA BĠLE OLSA, KENDĠNĠ SAĞLAM TUT. DEVE TÜYÜNE BENZEMEK. DEVEYE NĠYE BOYNUN EĞRĠ DEMĠġLER: O DA: ―NEREM DOĞRU KĠ‖ DEVEYĠ YARDAN AġIRAN BĠR DEMET OTTUR. DENĠZE DÜġEN YILANA SARILIR. DERYA KUZULARI GÖRÜCÜYE ÇIKTI (BALIK) DEVE KĠNĠ BESLEMEK. DEVE ADIMLARININ ―ARUZ VEZNĠNE‖ ÖRNEK OLMASI. DUT YEMĠġ BÜLBÜL GĠBĠ SUSMAK. DEVENĠN PABUCUNU DAMA ATMAK. DERYA KUZUSU BENZETMESĠ. DAM ÜSTÜNDE SAKSAĞAN, VUR BELĠNE KAZMAYI. DEVENĠN HÖRGÜCÜNE YAPIġMAK. DEVEDE KULAK BENZETMESĠ. DEVENĠ SAĞLAM KAZIĞA BAĞLA, KĠMSEYE BAHANE BULMA. DEVE KATARINA BĠR EġEK LÂZIM. DĠRGENDEN KORKAN PORSUK HARMANA GĠRMEZ. DEVEYE ZAĞAR ÜRMEZ. DĠLĠNĠ EġEK ARISI SOKSUN. ―Dün gece deliĢmen bir böcek Cevizden bir sandığı oydu Bekledim ha bitti ha bitecek Humması sürdü ha bitti ha bitecek Bir doluya bir boĢa koydu Tohum mu toprağa ekilecek Belki de söylenecek türküydü Balık mı suda tutulacak.‖ DEVESĠNĠ, TAVAN ALTINDA ARAYAN ADAM MĠSALĠ. DEVEYĠ HAMUDU ĠLE YUTMAK. DELĠ DANA GĠBĠ ORTALIKTA DOLAġMAK. DEVEDE BĠR TÜY MĠLSALĠ. -―Dedim o yâre bu gün gül, Baktı bana, eğdi boynunu adım sümbül Mahzun durma sakın Ģakı bülbül Eğilip kokladım, oldu en güzel gül.‖ DURDU, DURDU, TURNAYI GÖZÜNDEN VURDU. DAĞDA DOMUZU EKSĠK OLMAK. DEVLET VATANDAġTA ALACAĞINA ġAHĠN KESĠLĠYO. DEVEYĠ HAMUDU ĠLE YUTMAK. DEVE NERDE, PĠRE NERDE? DANA DĠYE DOMUZ ETĠ YEDĠRMEK. DEH, DEH, DEYĠP, AT ÜSTÜNDE ZAYIFLAMA ÇALIġMASI. DOMUZ GRĠBĠ GERĠ DÖNDÜ ―Duvar üstünde dara, Baktım tuğlası kara Sen de mani bilmezsin; Maymun yüzlü maskara.‖ EV DANASINDAN ÖKÜZ OLMAZ. EBABĠL KUġLARININ, EBREHE‘NĠN ORDULARINI YENMESĠ. EġEĞĠ MALDAN KENDĠNĠ ADAMDAN SAYMAK. ―Dağlar ile taĢlar ile Çağırayım Mevla‘m seni Seherde kuĢlar ile Çağırayım Mevla‘m seni.‖ ―Dağlarda dağlar da Koyun güder ovalarda.‖ DĠLĠNĠ EġEK ARISI SOKSUN. ―Dandini dandini das dana Danalar girmiĢ bostana Danalar çiçekleri yiyecek Benim yavrum büyüyecek.‖ DOMUZUN BĠRĠ OLMAK. DEVE KUġU GĠBĠ BAġINI KUMA GÖMMEK. ―Değirmenden geldim beygirim yüklü O kızı görenin deli olur aklı On beĢ yaĢlarında kırk beĢ bölüklü Bir kız bana emmi demiĢ neyleyim.‖ DĠLĠNĠ EġEK ARISI SOKSUN YAKARMASI. DEVE DĠġĠ GĠBĠ ADAMLAR BENZETMESĠ. -E- ―Ehli keyfe keyf verir, Kahvenin kaynaması EĢeği yoldan çıkarır, Sıpanın oynaması.‖ EġEĞE SEMER, ATA EYER YARAġIR. EKMEK, ÖKÜZÜN BOYNUZUNDAN GEÇER. EġEK EVĠNE YAKLAġINCA ANIRMAYA BAġLAR. EġEK EġEKLĠĞĠNĠ YĠNE YAPTI. EKMEK ġĠMDĠ ASLANIN AĞZINDA DEĞĠL MĠDESĠNDE. EġEĞE SEMERĠ YÜK DEĞĠLDĠR. EġEK, EġEK OLALI BÖYLE RAĞBET GÖRMEDĠ. EVDEKĠ TAVUK, KOMġUDAKĠ KAZDAN YEĞDĠR. EġEK ATA ÖZENMĠġ, ALNINDAN ÇĠFTE YEMĠġ. EVDEKĠ SERÇE, DAMDAKĠ TAVUKTAN DAHA ĠYĠDĠR. ECELĠ GELEN KÖPEK CAMĠ DUVARINA SĠYER. EġEK ġEHĠRDE BĠLE, MAKAMLA ANIRIR. EġEĞĠ SAĞLAM KAZIĞA BAĞLAMAK. EL ELĠN EġEĞĠNĠ ÜFLÜK ÇALARAK ARAR. EġEKBAġI OLMAK. ―Efkârlanma kara gözlüm gül gayri Ġbibikler öter ötmez ordayım. Mektubunda diyorsun ki gel gayri Sütler kaymak tutar tutmaz ordayım.‖ EġEK GĠBĠ ÇALIġIP ĠNSAN GĠBĠ YEMEK. EġEK SUDAN GELĠNCEYE KADAR DAYAK YEMEK EġEK SUDAN GELĠNCEYE KADAR DAYAK ATMAK. EġEK ÖLÜR KALIR SEMERĠ, ĠNSAN ÖLÜR KALIR ESERĠ. EġEK EġEKTĠR, GĠYSE DE ATLAS, ÇUL; ĠNSAN ĠNSANDIR OLURSA DA CEBĠNDEKĠ PUL. ―Ektiğin biçtiğin yoncalardan Yerdeki karıncalardan Sakınırım kıskanırım.‖ EġEĞĠ MALDAN, KENDĠNĠ ADAMDAN SAYMAK. ETRAFI PORSUK BOĞMASINA VERMEK. ―Erzurum‘un ovaları, Yayılır develeri OturmuĢ oyun oynar Erzurum‘un kızları.‖ ―Evlerinin önü bakla, Güvercinler atar takla Ninne yavrum nine Esmer yârim nine.‖ ―Evlerinin önü onar Hep kuĢlar ona konar‖ ―Ekin ektim gül bitti, Dalında bülbül öttü Ötme bülbülüm ötme Yârim elimden gitti.‖ ―Evleri iki katlı Kız geliyor atlı Almus‘tan yar sevdim Güzelliği saltanatlı.‖ ―Erikler çiçek açtı Bülbül yuvadan uçtu Bahar gelip geçiyor Ayrılık koku saçtı.‖ ―Ekinler biter oldu, Bülbüller öter oldu Ayrılık yeter oldu Nar tanem nur tanem Bir de sen iki tanem.‖ ―Evlerinin önünde bir büyük avlu, Avluda kır atımız bağlu.‖ EL ATINA BĠNĠP ÇALIM SATMAK. ―Elli bin atlı, kılıç koymamak azmiyle kınına Doludizgin koĢuyorlardı akından akına.‖ ―Ey Ģimdi süzgün rüzgârlarla dalgalı BarıĢın güvercini savaĢın kartalı.‖ ―Evlerinin önü bulgur sokusu, KarĢı yerden geliyor yârin kokusu GiyinmiĢ kuĢanmıĢ geliyor saçusu Ceylan gözlerine kurban olduğum.‖ ―Evlerinin önü bakla, Güvercinler atar takla Al beni koynunda sakla.‖ ESKĠYE RAĞBET OLSA BĠTPAZARINA NUR YAĞARDI. ―Ezelden bahar olmayınca Kırmızı gül bitmez imiĢ Kırmızı gül bitmeyince Dertli bülbül ötmez imiĢ.‖ EKMEKSĠZ EV, KÖPEKSĠZ KÖY OLMAZ. EL ADAMI KULLANAN SIĞIR YÜREĞĠ YUTMALI. ELĠN TAVUĞU, ELE KAZ, FINDIĞI KOZ (CEVĠZ) GÖRÜNÜR. ELDEKĠ BÜLBÜLLERDEN, BĠZDEKĠ KARGA DAHA ĠYĠDĠR. ELĠN TUTTUĞU KUġUN, KUYRUĞU KISA OLUR. EMANET EġEĞĠN YULARI GEVġEK OLUR. EMANET ATIN KAYIġI, YOKUġTA KOPAR. ERKEK KOYUN KASAP DÜKKÂNINA YAKIġIR. EġEĞE BĠNMEK BĠR AYIP, ĠNMEK ĠKĠ AYIP. EġEĞE SEMERĠ YÜK OLMAZ. EġEĞĠ DAMA ÇIKARAN YĠNE KENDĠSĠ ĠNDĠRĠR. EġEĞĠN ANIRMAYANI OLMAZ. EġEĞĠN ANIRTISI KENDĠNE HOġ GELĠR. EġEĞĠN HESABI BAġKA, EġEKÇĠNĠN HESABI BAġKA OLUR. EġEĞĠN KULAĞINI KESSENĠZ DE KÜHEYLAN OLMAZ. EġEĞĠN KUYRUĞUNU KALABALIKTA KESSENĠZ; KĠMĠ UZUN KĠMĠ KISA DER. EġEK, AT, CĠĞER YEMEZ, EġEK BÜYÜDÜ SEMER KÜÇÜLDÜ. EġEK YÜKLÜ OLUNCA ANIRMAZ. EġEK YĠNE EġEKTĠR ALTINDAN ÇUHA OLSA. EġEKTEN DOĞAN KATIR, NE HAL BĠLĠR NE HATIR. EġKĠN AT, YEMĠNĠ KENDĠ ARTIRIR. EġEĞĠ YÜKLEYENE YARDIM EDERLER. EġEK, ATIN YERĠNE GEÇMEZ. ERKEK SĠNEKLE BĠLE ARKADAġLIK EDEMEMEK. EL ATINA BĠNEN TEZ ĠNER. EġEK GĠBĠ ÇALIġIP ĠNSAN GĠBĠ EVĠNĠ GEÇĠNDĠRMEK. EVEN KANCIK KÖPEK GÖZSÜZ ENĠK DOĞURUR. EVĠNĠ SIRTINDA TAġIYAN KAPLUMBAĞA OLMAK. -FFARELERĠ KOBAY OLARAK KULLANMAK FARELERĠN CĠRĠT ATMASI. FĠL GĠBĠ OLMAK FĠL GĠBĠ HORTUMLAMAK. FAREYĠ GÖZÜNDEN, KÖSTEBEĞĠ ĠZĠNDEN TANIMAK. FARE ÇIKTIĞI DELĠĞĠ BĠLĠR. FARE KAÇMAYINCA DELĠK GÖRÜLMEZ. FUKARANIN TAVUĞU, ZENGĠNĠN ATI KIYMETLĠDĠR. FĠDAN GÖLGESĠNDE KOYUN SÜRÜSÜ. FĠNCANCI KATIRLARINI ÜRKÜTMEK. FARE GĠBĠ ÜREMEK. FOK BALIĞI GĠBĠ YATMAK. FATURAYI EġEĞE KESMEK. -GGÖZLERĠNĠ BALAK MI YALADI. GÖNÜLSÜZ KÖPEK KOYUNA GĠTMEZ. GÖÇMEN KUġLARA BENZEMEK. GEÇTĠ BOR‘UN PAZARI, SÜR EġEĞĠ NĠĞDE‘YE ―Göklerden gelen bir ses bak, sana ne diyor dinle Kartal yuvalarında hürdür millet seninle.‖ ―Giderim ilinizden, Kurtulam dilinizden, YeĢilbaĢ ördek olsam; Su içmem gölünüzden.‖ ―Güvercin uçu verdi, Amman Amman, Kanadın açı verdi ben yandım Amman.‖ ―Garip bülbül gibi Garip garip öterken, Kirpiklerin oku Kalbimi delerken Gel gizli gizli…‖ ―Gelin kır ata bindi, Haydi nasibim dedi, Kız doğru sür atını, DüĢmanları sindirdi.‖ ―Gökte yıldız bir sıra, Yârim gitti Mısır‘a Yaktı beni un etti Yar keklik ben Ģahin, Giderim ardı sıra.‖ ―Güvercin uçtu gitti Kanadın açtı gitti Elin oğlu değil mi? Öptü de kaçtı, gitti.‖ ―Gitme bülbül gitme Bahar eriĢti. Gonca güller Bağa karıĢtı Ġkimiz gurbetin Cefası a bülbül.‖ ―Güvercin duruĢu, keklik sekiĢli, Kıl ördek boynuzlu ceylan bakıĢlı, Tavus kuĢu gibi göğsü nakıĢlı ġöyle bir güzel ver gönül eğleyelim.‖ ―Gitme turnam gitme Yollar ıraktır. ġu halime, Ģu gönlüme Bak benim Bu yaban eller Duraktır bana.‖ GÖKTEN KINALI KOÇUN ĠNEREK KURBAN EDĠLMESĠ. GELĠN ATA BĠNMĠġ DE, HEM AĞLARIM HEM GĠDERĠM DEMĠġ. ―Gökte yıldız bir sıra Yârim gitti Mısır‘a Yâr keklik ben Ģahin Giderim ardı sıra.‖ ―Gitme turnam bizim elden Dön gel Allah‘ını seversen, Kanadını kıracaklar; Seni yârdan koparacaklar.‖ ―Geldi geçti benim ömrüm, Ömrüm kadrini bilmedim. Bir kuĢ gibi uçtu ömrüm Ömrüm kadrini bilmedim.‖ ―Güvercin uçuverdi, Kanadın açı verdi, Eloğlu değil mi? Sevdi de kaçı verdi.‖ ―Gül dikensiz bitmez imiĢ, Bülbül gülsüz ötmez imiĢ, Eli yârdan ayrılanın ĠĢe güce yetmez imiĢ.‖ ―Güvercinim uyur mu? Çağırsam uyanır mı? Sen orada ben burada, Buna can dayanır mı?‖ GÜNAH KEÇĠSĠ SAYMAK.(YERĠNE KOYMAK) Giderim ilinizden Kurtulam dilinizden YeĢilbaĢ ördek olsam, Su içmem gölünüzden.‖ ―Gökyüzünde bölük bölük turnalar, Neredir meskeniniz Bir nağme yazayım Yâre götürün leyli… Dost evine uğrar mı yolunuz Telli turnam, gökyüzünün Gülüsünüz leyli leyli.‖ GAFĠL ÇOBANA, DAĞ TAġ KURT KESĠLĠR. GARĠP KUġUN YUVASINI ALLAH YAPAR. GARĠP ĠTĠN KUYRUĞU BACAĞI ARASINDAN GEÇER. GEMĠ OLMAYAN ATIN, ÖLÜMÜ YAKINDIR. GEZEN KURT AÇ KALMAZ. GÖNÜLSÜZ DAVARA GĠDEN ĠT, SÜRÜYE GETĠRĠR KURT. ―Gün eksilmesin penceremden, Ne doğan güne hükmün geçer, Ne halden anlayan bulunur. Ah, aklımdan ölümüm geçer, Sonra bu kuĢ, bu bahçe, bu nur!‖ ―Gelin bir çiçek, her dediği gerçek; Kaynana yılan, her dediği yalan.‖ ―Gelin geldi evime NeĢe doldu yerine Mutluluktan uçtum Bülbül kondu gülüme‖ GEMSĠZ ATA, DĠZGĠN OLMAZ. GÖZÜ TANEDE OLAN KUġUN AYAĞI, TUZAKTAN KURTULMAZ. GELĠN ATA BĠNMĠġ DE YA NASĠP DEMĠġ… GELĠN ATI HAZIRLAMAK. GEYĠK GĠBĠ KAÇMAK GEYĠĞĠN ASLANA YEM OLMASI GĠBĠ. GEMSĠZ ATA BĠNEN DÜġMEYĠ GÖZE ALIR. GÖLE SU GELĠNCEYE KADAR KURBAĞANIN GÖZÜ ÇIKAR. -HHOROZU ÇOK OLAN KÖYÜN SABAHI GEÇ OLUR. HOROZ DÖĞÜġÜ YAPMAK. HOROZ GĠBĠ DĠKLEġMEK. HOROZ HOROZ AMMA DENĠZLĠ HOROZU BAMBAġKA. HER TAVUK KÜMESĠNE BĠR HOROZ GEREK. HAYVANLARIN ―BREMEN MIZIKACILIĞI YAPMASI‖ HER KURNAZ TĠLKĠ BĠR ALIĞIN SIRTINDAN GEÇĠNĠR. HER SÜRÜYE BĠR KOÇ GEREK. HĠNDĠ GĠBĠ GUBARMAK. ―HEKĠMOĞLU DEDĠĞĠN ASLAN YÜREKLĠ.‖ HĠNDĠ GĠBĠ DÜġÜNMEK HER KÜTÜĞÜN BAġINA KARINCA BĠRĠKMEZ. HAYVAN HAKLARI SAVUNUCUSU OLMAK. HER KUġUN ETĠ YENMEZ. HER KOYUN KENDĠ BACAĞINDAN ASILIR. ―Hilvan‘da turna sesi var Yârimin ninnoĢ sesi var Salını salını gezende Vallah dostlar ben aklımı ĢaĢırdım.‖ HAVACILARIN, KUġLAR GĠBĠ SÜZÜLMESĠ. ―Hapishane içinde yüzer kazlar Bayramdan bayrama çalınır sazlar.‖ Evlerinin önü yazı Yayılır turnası kazı YaĢına yetmedik kuzu Koç ile vuruĢur oldu Gevheri her iĢler hata Katırlar baskındır ata Olur olmaz maslahata Çocuklar karıĢır oldu.‖ HER GÖNÜLDE BĠR ASLAN YATAR. HER KUġ YUVASINI KENDĠ YAPAR. HER ġEYĠN VAKTĠ VAR, HOROZ BĠLE VAKTĠNDE ÖTER. HER HOROZ KENDĠ ÇÖPLÜĞÜNDE ÖTER. HER HOROZ KENDĠ ÇÖPLÜĞÜNDE EġĠNĠR. HER ÇÖPLÜĞE BĠR HOROZ GEREK. HAMSĠ GÖZLÜ OLMAK. HĠNDĠ DOLDURMAK. HOROZ GĠBĠ ÜRÜÜÜ, ÜRÜÜÜÜ DEMEK (ETMEK) ―Hozat derler ilimize Bülbül konmaz gülümüze Anne sütünü helal eyle Misafirim bu gün size.‖ HAMSĠLĠ PĠALV YAPMAK ―Her canlıya hak, layık olan cevheri verdi. Tırtıl iki diĢ bulsa eğer ormanı yerdi. ġayet kediler haftada bir gün uça bilse, Dünyada bütün kuĢların nesli biterdi.‖ ―Hüma kuĢu yükseklerden seslenir. Oğul yar koynunda bir çift turna beslenir. Yavru yavru sen ağlama kirpiklerin ıslanır.‖ ―Hoppalaya çıkarsın, Yükseklerden uçarsın Attan inip, eĢeğe binince Ne olduğunu anlarsın.‖ ―Hey ağalar zaman azdı DüĢmüĢe il iĢer oldu Küllükte sürünen eĢek Cins atla yarıĢır oldu ……. Palas üstünde yatanın Bıyığına dala batmayan Porsuk ardından yetmeyen Ceylana ulaĢır oldu. HER ÇÖPLÜKTE BEġ HOROZ, DENĠZLĠDE BĠR HOROZ. HAMSĠ BALIĞI GĠBĠ HOP HOP OYNAMAK. ―Havada turna sesi var, Yârimin billûr sesi var.‖ HER KÜTÜK KARINCAYI KALDIRMAZ. HÜMA KUġU GĠBĠ YÜKSEKLERDEN UÇMAK, HER GÖNÜLDE BĠR ASLAN VARDIR. HOROZ DÖĞÜġÜ TERTĠPLEMEK. HOROZ DÖĞÜġÜ YAPMAK. HOROZU DÖĞÜġKEN YETĠġTĠRMEK. HER YERDE ATINI OYNATMAK. HER ĠġTE ATINI ÖNE SÜRMEK. HANGĠ DAĞDA KURT ÖLDÜ. HOROZ BĠR ĠNCĠ BULDU, KUYUMCUYA VERDĠ; ODA ONA DARI. ―Her uçan kuĢ vurulmaz YeĢilırmak durulmaz Sabret ey gönül sabret Dertsiz safa sürülmez.‖ Devamı gelecek sayıda. Ġstanbul II. Türk Dünyası Hukuk Kurultayı Irak Türklerinden Sadun KÖPRÜLÜ Ġstanbul II. Türk Dünyası Hukuk Kurultayı Özyeğin Üniversitesi Hukuk Fakültesi ev sahipliğinde Ġstanbul'da baĢladı. Farklı Türk Cumhuriyetlerinden, içinde yaĢadıkları ülkede bazen çoğunluk bazen de azınlığı oluĢturan Türk hukukçuların bir araya gelip Hukukun çeĢitli alanlarda tebliğler vermesi, birbirlerini tanımaları, görüĢ alıĢveriĢinde bulunmaları, tecrübelerini aktarmaları amacıyla düzenlenen II. Türk Dünyası Hukuk Kurultayı, 14 Kasım 2011 Pazartesi günü Özyeğin Üniversitesi Hukuk Fakültesi ev sahipliğinde Ġstanbul'da baĢladı. AçılıĢ etkinliği birinci gün toplantıları Swissotel'de gerçekleĢtirilen Kurultay toplam 3 gün sürecek. Kurultay'ın ikinci ve üçüncü günleri Özyeğin Üniversitesi Altunizade Kampüsünde gerçekleĢtirilecek oturumlarla devam edecek. Kurultayda insan hakları hukuku, ceza hukuku, hukuk felsefesi, medeni hukuk, ticaret hukuku gibi hem hukuk uygulaması, hem de hukuk dogmatiğini ilgilendiren konular ele alındı. 2. Türk Dünyası Hukuk Kurultayı Özyeğin Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Ünver: ''Türk Dünyası Hukuk Kurultayı, tüm katılımcılar için çok boyutlu bilimsel iĢ birliklerinin kurulması, değerli hukukçular yetiĢtirilmesi ve bilimsel projelerin ilk adımlarının atılması için önemli bir zemin oluĢturuyor'' Özyeğin Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Yener Ünver, ikincisi yapılan Türk Dünyası hukuk Kurultayı'nın, tüm katılımcılar için çok boyutlu bilimsel iĢ birliklerinin kurulması, değerli hukukçular yetiĢtirilmesi ve bilimsel projelerin ilk adımlarının atılması için önemli bir zemin oluĢturduğunu söyledi. Özyeğin Üniversitesi Hukuk Fakültesinin ev sahipliğinde Swiss Otel'de düzenlenen 2. Türk Dünyası Hukuk Kurultayı, saygı duruĢunda bulunulması ve Ġstiklal MarĢı'nın okunmasıyla baĢladı. Kurultayın açılıĢında konuĢan Ünver, Özyeğin Üniversitesi Hukuk Fakültesi olarak, hukuki iĢ birliği kapsamında, öncelikli olarak, Türkiye'deki veya bölgelerdeki önemli insan hakları sorunlarının karĢısında, hukuksal çözümler üretmeyi ve Türk resmi kurumlarından destek alarak kültürel iĢ birliği sağlamayı hedeflediklerini anlattı. Ünver, ortak Ġstanbul Türkçesi ve Latin Alfabesi kullanımını özendirmek, öğrenci değiĢimine zemin hazırlayarak, Türk Cumhuriyetlere hukukçu yetiĢtirmek, hukuk alanlarını birbirine ve özellikle Türkiye'ye yaklaĢtırmak, lisansüstü öğrenci alarak, bilim insanı yetiĢtirmenin kurultayın hedefleri arasında olduğunu ifade etti. Prof. Dr. Dr. Ünver, ''Çok önemli ülkelerden son derece değerli bilim insanları ve üniversite yöneticilerinin katıldığı 2. Türk Dünyası Hukuk Kurultayı, tüm katılımcılar için çok boyutlu bilimsel iĢ birliklerinin kurulması, değerli hukukçular yetiĢtirilmesi ve bilimsel projelerin ilk adımlarının atılması için önemli bir zemin oluĢturuyor'' dedi. Özyeğin Üniversitesi Mütevelli Heyeti BaĢkanı Hüsnü Özyeğin de Üniversitelerinde hukuk fakültesini bu yıl kurduklarını hatırlatarak, 120 öğrenciyle baĢladıkları fakültelerinde öğrencilerin yüzde 60'ını kızların oluĢturduğunu ekonomiye katkısıyla, Türk ekonomisinin daha da hızlı büyüyeceğinin konuĢulduğu son zamanlarda, bu ilgiyi çok olumlu bulduğunu söyledi. Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi ve YÖK Denetim Kurulu BaĢkanı Prof. Dr. Ġlyas Doğan da Sovyetler Birliği sonrası Türk dünyası ile Türk aydınları arasında birbirini tanıma Ģansı doğduğunu belirterek, ancak hukuk bilimleri alanında henüz arzu edilen noktada olmadıklarını kaydetti. Doğan, kurultayın, bundan sonrası için Türk soylu bölge ve ülkelerle üniversiteler ve bilim insanları düzeyinde kalıcı iliĢkilerin temellerinin atılacağı bir bilimsel etkinlik olacağını bildirerek, ''Bu tarz etkinliklerin sadece kurultaylarla sınırlı kalmaması, ortak çalıĢmalar, karĢılıklı bilgi ve tecrübe paylaĢımı Ģeklinde sürekli hale getirilmesi, katılımcı ülkelerin daha büyük fayda elde etmelerini sağlayacaktır'' dedi. Azerbaycan, Bulgaristan, Gürcistan ve Kazakistan, Kerkük Irak Türkleri gibi Türk kökenli tüm bağımsız devlet ve özerk otonom bölgelerin temsilcilerinin katıldığı kurultay, 16 Kasım'a kadar sürecek. Kurultayda Doğu Türkistan Vakfı BaĢkanı Ilgar Alptekin, Doğu Türkistan'da insan hakları ihlalleri hakkında konuĢma yapmıĢtır. Türk kökenli tüm bağımsız devlet ve özerk otonom bölgelerin temsilcilerinin katıldığı '2. Türk Dünyası Hukuk Kurultaya; BaĢkurdistan Ufa Hukuk Fakültesi Dekanı Ord. Prof. MuhametĢin Faim Bayazitoviç, Azerbaycan Bakü Devlet Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Emir Aliyev, Doğu Türkistan Vakfı BaĢkanı Ilgar Alptekin, Farabi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Baydeldinov Daulet Laykobiç, Batı Trakya - Yunanistan Rodop-Evros Ġlleri GeniĢletilmiĢ Valiliğinin Gümülcine Vali Yardımcısı Av. Rıdvan Kocamümin, Bulgaristan Ruse Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Yard. Doç. Dr. Elitza Georgieva Valcheva-Kumanova, Azerbaycan Kafkas Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Doç. Dr. Mübariz Yolçiyev, Irak Kerkük Türklerinden Av AraĢtırmacı yazar Sadun Köprülü, Türkmen Weekly Energy Review Hukuk DanıĢmanı Doç. Dr. Dövran Orazgylyjow gibi önemli isimler katılıyor. Türk kökenli tüm bağımsız devlet ve özerk otonom bölgelerin temsilcilerinin katıldığı 2. Türk Dünyası Hukuk Kurultayı'nda Azerbaycan, Bulgaristan, Gürcistan, Kazakistan, Kırgızistan, KKTC, Kosova, Özbekistan, Türkiye, Türkmenistan, Doğu Türkistan, Irak Kerkük, Özbekistan, Yunanistan, Altay, BaĢkurdistan, ÇuvaĢistan, Hakasya, Tataristan, Tuva yer alıyor. Kurultay'ın ardından, Kurultay'da sunulan tüm tebliğler katılımcı ülkelerin hukukçularıyla paylaĢılmak üzere Özyeğin Üniversitesi Hukuk Fakültesi tarafından kitap haline getirilerek yayımlanacak. II. Türk Dünyası Hukuk Kurultayında Kerküklü Av. AraĢtırmacı yazar Sadun Köprülü Kerkük Irak Türklerinin Ġnsan Haklarını konumlarını dile getirerek, Kerkük Türk Ģehrinde ve tüm Türkmen bölgelerinde Irak devletinin kuruluĢundan, bu yana, Cumhuriyet dönemiyle, Diktatör Saddam döneminin 35 iĢkence, baskı, hapishane, idam, katliam, soykırım AraplaĢtırma sinsi, Asimilasyon politikası dönemi, 2003 Saddam düĢtükten sonra Amerika ĠĢgalinde KürtleĢtirme, politika baskılar, tutuklama, Kerkük ve Türkmen eline yüz binlerce Kürtlerin yerleĢtirmesi, Kerkük'ün demografisinin bozulmasıyla, bir Kürt devletinin kurulması amacı, Tapu, Nüfus kayıtların yakılması, yandırmasıyla suikast, patlama, kaçırma, fidye katliamlardan konuĢarak, 85 yıl Irak Türklerinin 14 Temmuz Kerkük, soykırım katliamı, 28 Mart 1991 Altunköprü katliamı, 31 Ağustos Erbil katliamı Amirli, Tuzhurmatu, Tazehurmatu, Karakoyunlu, ġirin Han, Kara Tepe, Yengice, Kerkük 2004 tarihinden 2007 tarihine kadar Amerika ve Kürtlerinin Telafer katliamını belgelerle sunum yaparak, ayrıca 1920 tarihinde Ġngilizler tarafından uygulanan Telafer katliamı ile genel olarak Kerkük Irak Türklerinin tüm acılarını, Türk bölgelerinin, Irak Türklerinin nüfus baskılarını, iĢkencelerini geniĢ çapta bildirerek, konuĢarak kurultayda çok etkili olmak üzere Türk Dünyasından gelen tüm Türk Hukukçular tarafından sevgiyle, coĢkuyla karĢılanarak uzun süre alkıĢlanarak derin izler, gözyaĢları, hasret Türkçülük duygusuyla insanlarda derin iz bırakmıĢtır. Öte yandan Sadun Köprülü Irak Türklerinin ve Dünya Türklerinin Ġnsan haklarını ihlallerini acı durumlarını, yaĢamıĢ oldukları baskıları Uygur Türkleri, Doğu Türkistan Ġnternet Radyo, Televizyonu ve TEK RUMELĠ televizyonu ile Ġngilizce Daily News Gazetesiyle birçok haber ajanslarına bildirerek önemli konuĢmalarda bulunmuĢtur. Sadun Köprülün konuĢmasından sonra Sayın Ziyatdin Ġsmihanoğlu Kassanov Dünya Ahıska Türkleri Birliği Genel BaĢkanı Ve Prof. Dr. Dr. C. Yener ÜNVER Hukuk Fakültesi Dekanı Ve Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi ve YÖK Denetim Kurulu BaĢkanı Prof. Dr. Ġlyas Doğan Kerkük'te Türklere Yönelik Ġnsan Hakları Ġhlalleri Konulu bir Sunum Yapmasından dolayı bir Plaket / Onurluk ile katılım belgesi verilmiĢtir. &&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&& ÖZBEKĠSTAN HATIRALARI -2/ Hasan AKARSLAN Hani derler ya doğduğun Ģehir mi, doyduğun Ģehir mi diye. Ben Ģu anda doyduğum ġehir Frankfurt‘tayım. Kaderin cilvesine bakın ki Anayurt‘tan ulaĢamadığım Atayurt Türkistan‘a doyduğum toprak Frankfurt‘tan uçarak defalarca ziyaret etme imkânı buldum. Türkistan neresidir demeyin? Türkistan Orta Asya'da batıda Hazar Denizi ve AĢağı Volga'dan baĢlamak üzere doğuda Moğolistan'daki Altay Dağlarına, güneyde Kopet - HindukuĢ - Kuenlun dağlarına, kuzeyde Aral ve BalkaĢ göllerinin ötesinde Kırgız bozkırına kadar uzanan yüzölçümü 6 milyon km²'den geniĢ coğrafi ve tarihi bölgedir. Lügavi bilgilere ulaĢmak istersek; Türkistan Farsça; Türklerin oturduğu yer, Arapça da ise Bilad al-Turk yani Türkler‘in Beldesi anlamlarına gelir. Bir Özbekistan Üçlemesi vardır. Semerkant-TaĢkent-Buhara. Sizleri kitabi bilgilerle sıkmak istemem ama neresidir bu Özbekistan. Nedir bu üçleme sorularına da cevap vermeden yoluma devam etmek istemiyorum. Özbekistan 447 bin kilometrekare yüzölçümü ve 25 milyonluk nüfusu ile bölgenin en kalabalık ülkesi. Sovyetler Birliği‘nin dağılmasıyla, 1991 yılında Özbekistan Cumhuriyeti‘nin yeni, özgür, ama zorlu serüveni de baĢlamıĢ. Tarıma, özellikle de pamuğa dayalı ekonomisi, zengin tarihi, kültürel yapısı ve sağlam devlet yapısıyla geleceğe umutla bakmayı baĢaran bir ülke doğmuĢ. 17 Nisanda baĢlayan Özbekistan ziyaretimin ikincisini 11 Kasım 1993 yılında annem ve babamla birlikte gerçekleĢtirdim. Benim yaĢadığım ilk heyecanı annem ve babamda aynen yaĢadılar. Daha önceki gezimizde kazandığımız, kardeĢ ailemiz adına sevgili dostumuz Abdu‘l celil bizi heyecanla bekliyordu. KarĢılaĢmamız sanki yıllarca birbirine hasret duyan iki kardeĢin karĢılaĢmasına döndü. Bizi doğruca evlerine götürdü. Biraz istirahat ve ikramların akabinde gezimiz yine start aldı. TaĢkent ve Semerkant ziyareti ilk iĢimiz oldu. TAġKENT‟ĠN SAYILGAH CADDESĠ BaĢkent TaĢkent geniĢ caddeleri, ormanı andıran parkları ile kocaman ve yemyeĢil bir Ģehir. 1966 yılında, tüm çehresini değiĢtiren depremin ardından, çağdaĢ Ģehircilik anlayıĢı ile yeniden yapılanmayı baĢarmıĢ. Kentin ve genç Cumhuriyet‘in sevinç dolu bahar havasını en çok Sayılgah Caddesi‘nde hissediyorsunuz. Bu ünlü yürüyüĢ güzergâhı, ele avuca sığmaz canlılığıyla sizi içine çekiveriyor. Sıra sıra kafeleri, nefis Özbek pilavını tadabileceğiniz restoranları, on dakikada harika bir portrenizi veya tipik karikatürünüzü yapmaya hazır çizer ve ressamları, keĢfedilmeyi bekleyen canlı müzik sunan mekânları, güler yüzlü ve içten insanlarıyla sürekli bir Ģölen havasında. Cadde, değiĢim rüzgârlarının derin izlerine de tanıklık ediyor. Bir köĢede saksafonunu satmaya çalıĢan yorgun müzisyeni, diğer tarafta altın takılarıyla lüks arabasından inen genç ve hızlı iĢadamını görebilirsiniz. Hayat, bu caddede bir film Ģeridine dönüĢüveriyor. Sayılgah Caddesi‘ndeki Anadolulu Türklerin iĢlettiği market ve lokantalarda, Türkiye‘den gelen her türlü ürünün yanı sıra, Türk mutfağının doyumsuz lezzetlerini de bulabiliyorsunuz. ġehrin parklarından Türkçesi‘nin orman yavrusu birinde, Çağatay büyük Ģairi Ali ġir Nevaî‘nin dev anıtı yer alıyor. Anıt ve parktaki gölet, nikâh dairesine giden genç çiftlerle dolu. Burada günün her saatinde, biraz asık suratlı damatları, ürkek gelinleri ve onları yönlendiren video kameramanları Sonradan görebilirsiniz. öğrendiğimize göre damatların asık suratlı olmasının nedeni gelecek faturalarmıĢ. TaĢkent‘in pazarları da, Semerkant‘ta da tanık olabileceğiniz gibi bir renk ve lezzet cümbüĢü içinde. Asya‘nın her yanından gelen envai çeĢit kuruyemiĢlerin yanı sıra, Orta Asya‘nın en verimli vadisi Fergana‘nın meyve ve sebzelerini de bulabiliyorsunuz. Bu pazarlar, yöresel giysilerini kuĢanmıĢ satıcıları ile sizi aynı anda farklı diyarlara götürüveriyor. Bir Koreli‘den hazır yemek, bir Türkmen‘den halı, bir Kırgız‘dan Ģapka alabilirsiniz. SEMERKANT‟TA ZAMAN YOLCULUĞU Bir Özbek atasözüne göre, ―Evrende iki büyük yol vardır. Gökyüzünde Samanyolu, yeryüzünde Ġpek Yolu...‖ Bu çağdaĢ ve güzel kentten ayrılıp, Ġpek Yolu‘nun en önemli durakları Semerkant ve Buhara yoluna çıktığınızda, zamanın eteklerinden kayıp düĢmeye hazır olun. 2500 yıllık bir geçmiĢi sırtlayan dünya kültür mirasının hazinelerine dalacaksınız. Zaman duygunuzun sendelediğini, tutunacak bir yerler aradığını hissedeceksiniz. Semerkant, Siab Pazarı‘ndan Registan denen eski Ģehir meydanına, rasathanesi ve medreselerine kadar baĢka zamanlara ait, efsanevi bir kent. 1220‘de Cengiz Han istilasında yıkılmıĢ, ama Maveraünnehir hükümdarı Timur‘un 1370‘de baĢkent yapmasıyla dirilmiĢ. Timur 35 yıllık iktidarı süresince masallara yaraĢır bir Ģehir kurmuĢ. Tarih, Ģiir, matematik, müzik ve özellikle astronomiye büyük ilgi duyan torunu Uluğ Bey, dedesinin izinden devam etmiĢ. Hükümdarlığı sırasında bir rasathane ve medrese kurup matematik ve astronomi eğitimi vermiĢ. ġehir, kültür ve bilim merkezine dönüĢmüĢ. Bugün de kentin en etkileyici yeri, eski bir kültür merkezi olan Registan (Kum Meydanı). Uluğ Bey, ġir Dar ve Tel Kari medreselerinin çevrelediği meydan canlılığını koruyor. Sırasıyla 1420, 1636, 1660 yıllarına tarihlenen bu yapılar dünya kültür mirasındaki yerlerini almıĢlar. Semerkant‘taki en önemli eserlerden biri, Özbeklerin ‗Gur Emir‘ olarak adlandırdıkları Timur‘un henüz hayattayken yaptırdığı türbesi. Timur‘un yanı sıra en sevgili torunu Uluğ Bey ve piri Seyyid Berk‘in de yattığı türbe, turkuaz çinileriyle göz alıcı bir ihtiĢama sahip. Çinli eĢi Bibi Hanım Cami ve Medresesi ise kentin diğer tarafında. Bir baĢka anıt mezar da ġahı Zinde Türbesi. Sahabiler‘in Ġslamiyet‘i yaymak için Semerkant‘a geldiklerinde, Hz. Muhammed (s.a.v)‘in yeğeni Kusem Ġbn-Abbas burada Ģehit olup defnedilmiĢ. Allah yolunda Ģehit olanlar hiçbir zaman ölmeyeceği için, Kusem Ġbn-Abbas‘a ―ġahı Zinde‖, yani yaĢayan ġah adı verilmiĢ. Bugün de çevreleyen türbe ve mescitlerle kutsal ziyaret yerlerinden biri durumunda. Kusem Ġbn-Abbas: Peygamber Efendimizin amcası, Hazreti Abbas (ra) ve Hazreti Hatice‘den (ra) sonra Müslüman olan ilk kadın sahabe Ümmü‘lFazl Lübabe‘nin oğludur. Babası ve kardeĢleri ile birlikte Yüce Peygamberin duasına nail olmuĢtur. Dört halife dönemi ve Emevilerin ilk yıllarında yaĢamıĢtır. Hazreti Ali (ra) zamanında Mekke valiliğinde bulunmuĢtur. Orta Asya‘ya gidip Ġslamiyet‘i tebliğ edenlerin ilklerindendir. Semerkand yakınlarında bulunan türbesi günümüze kadar bir ziyaretgah olma özelliğini devam ettirmektedir. Risale-i Nur‘da ismi zikredilmekte ve Peygamber Efendimizin kendileri için yaptığı dua nakledilmektedir. Künyesi Kusem bin Abbas bin Abdülmuttalib elHaĢimi Ģeklindedir. HAYALĠMDEKĠ BUHARA Semerkant gibi Buhara da, tarihi, mimarisi, özellikle eski ġehristanıyla hayali bir öykünün düĢsel mekânlarına benziyor. 1127‘de yapılmıĢ 47 metre yüksekliğindeki Kalan Minare‘ye -Tacikçe ―büyük‖ demek- çıktığınızda Ömer Hayyam‘ın, Firdevsi‘nin, Ġbn-i Sina‘nın, Timur‘un, Uluğ Bey‘in, Bîrûnî‘nin mekânlarında soluk aldığınızı hissediyorsunuz. Hemen doğudaki Mir-i Arab Medresesi kubbelerindeki çinilerin coĢkulu renkleriyle öne çıkıyor. Abdul Aziz Han ve Uluğ Bey medreseleri onun arkasında. Güneylerinde Nadir Divan Bey Medresesi ile Lebi Havuz. Uzaklarda Samani hükümdarı Ġsmail bin Ahmed‘in mütevazı ve zarif türbesi... Kalan Minaresi‘nden indiğinizde kent sokaklarında baĢka zamanlara dalıyorsunuz. Kalem ve çini iĢçiliğindeki renkler ve desenlerin coĢkusuyla büyüleniyorsunuz. Eski giysilerdeki ince örgüler ve estetik motifler ĢaĢırtıcı. Detaylardaki bu zenginlikte köklerini doğadan alan ve tüm zamanların imbiğinden süzülen, Orta Asya‘dan Anadolu‘ya kadar uzanmıĢ görkemli bir kültürün izleri var. 1620‘de yapılan Lebi Havuz, halkın suyla ve yeĢille buluĢtuğu bir yer olmuĢ. Dut ağaçlarının gölgesinde yeĢil çay içip satranç oynayan ihtiyar delikanlıların suskunluğuna, havuzu kulaçlayan çocukların neĢesi karıĢıyor. Kahvaltıda tanıĢtığımız Çek fotoğrafçılara, bisikletle Pekin‘e pedal basan Alman çift katılıyor. Farklı kültürleri yaĢamayı yeğleyen gezginler düĢünce ve deneyimlerini paylaĢıyor. Yeni rotaların düĢleri filizleniyor. Buralar seyyahlar için bir okula dönüĢmüĢ. Semerkant‘ta Ġmam-ı Buhari Hazretlerinin misafirhanesinde konakladık. MeĢhur hadis âlimi Ġmam-ı Buhari: ― Teheccüd namazından sonra ellerini açıp; "Yâ Rabbi! Yeryüzü bu geniĢlikle bana dar oldu. Beni tarafına al!" diye dua etmiĢ. O ay, orada hastalanmıĢı ve 870 yılının Ramazan bayramı gecesi Semerkant‘tan 72 km uzaklıkta olan Hartenk‘de vefat etmiĢ. Kabri orada. Ziyaretin akabinde misafirhanenin aĢçısı ile tanıĢtık. Bizim doğulu ailelerde olduğu gibi tam 12 çocuğu var. Ancak takdir ve gıbta ettiğimiz bir yönü ise bu kadar zor Ģartlarda geçimini sağlamasına rağmen bir yetim çocuğu okutması idi. Misafirhanede hep birlikte televizyon izliyoruz. Bize özel bir jest midir nedir bilemem TRT‘yi açtılar. Memleketimi TV ekranında görmek bile bana ayrı bir sevinç ve gurur verdi. Ertesi gün Semerkant‘ı gezdik, her taraf tarih kokuyor. Ancak Registan‘ın içi Ruslar döneminde buğday ambarı olarak kullanılmıĢ, her tarafı harap olmuĢ vaziyette. Her Ģeye rağmen ayakta kalabilmiĢ. AkĢam‘ın hüznü Ģehre çökmeye baĢlayınca bizde dönüĢ hazırlığına giriĢtik. Bu arada karnımızı doyurmak için bir lokantaya girdik. Sıcak bunaltınca dıĢarı çıktık. Fakat yaĢlı baĢlı ihtiyarlar bile zil zurna sarhoĢ. Ġnsan üzülüyor. 70 yıllık Rus despotizmi sonunda bir asimilasyon getirmiĢ. SarhoĢ kafayla yediler, içtiler birde ellerini kaldırıp dua ettiler. Güler misin, ağlar mısın? TaĢkent‘te Cuma namazı kılıyoruz. Kalabalık bir cemaat. Ben heyecanlıyım; ancak rahmetli babam çok daha heyecanlı. Yüreği kıpır kıpır.. Hutbe irad eden hoca efendi elinde asa ile hitabesini yaptı. Ġlk defa Ģahit olmuĢtum. Muhammed Sadık kardeĢimiz de müezzinlik yaptı. Namazdan sonra hoca efendi ile tanıĢtık. Türk olduğumuzu duyunca çok memnun kaldığını ifade etti. O‘da KaĢgar‘dan gelmiĢ. Doğu Türkistanlı. 20 yıldır TaĢkent‘te imamlık yapıyormuĢ. Ġsminin Ahmet olduğunu da öğrendiğimiz bu hocamıza da veda ederek oradan mutlu bir Ģekilde ayrıldık. Ahmet hoca ikindi namazında bizi tekrar sormuĢ. AkĢam eve ziyaretimize geldi. Kendimi Türkiye‘de sanki bir aile ziyaretine gitmiĢ ve muhabbet ortamı içeresinde mutluluğu yudumluyormuĢum gibi geldi. Dikkatimi çeken bir Ģey vardı. Ġkindinin ve yatsının ilk sünnetini kılmıyorlardı. Ahmet hocaya bunu da sordum. Hoca efendi 70 yıllık esaret bizi sünnetlerden de kopardı. Siz doğrusunu yapıyorsunuz dedi. Bir sonraki ziyaretim de Ahmet Hoca‘nın rahmet-i Rahman‘a kavuĢtuğunu öğrendim. Mekânı cennet olsun. Hani derler ya neye nasip neye kısmet diye. TaĢkent‘te bir fotoğrafçıya gittik. Orada da Tarkan adında Sivaslı bir öğretmen kardeĢimizle tanıĢtık. Tarkan Bey TaĢkent‘te Teknik Lisede müdürlük yaptığını söyledi. Sivas, Tokat iki kardeĢ Ģehir. ġaĢırdık ama tatlı bir mutluluk yaĢadık. Tarkan Bey TaĢkent‘te beĢ tane özel Türk koleji olduğundan bahsetti. Buraları da gezdik. Ülkem adına gurur duydum. Çok güzel anılara kapı araladı. Türkistan için ―Turan Yurdu‖ derler ya iĢte ben onu tattım. En çok mutlu olduğum hâdise ise ölmeden önce ata yurdu Türkistan‘ı anne ve babama tanıtmıĢ olmanın mutluluğunu yaĢayarak Rabbime ellerimi açıp gözyaĢlarıyla suladığım duaları ilahi kat‘a gönderdim. 1994 yılında bu gezi tekrarlandı. Türkistan‘ daki kardeĢlerimi Türkiye‘ye doğduğum, hamurumun yoğrulduğu, mayalandığım, kaderimin çizildiği topraklara Tokat‘a, camili köye davet emek oldu. Bu diyarları yazılarla, fotoğraflarla anlatmak mümkün değil. Gidip yaĢamaktan baĢka çare yok. Dünya Kültür Miras‘ını incileriyle taçlandıran Özbekistan‘daki dostlarımız bizi Özbekçe uğurladılar. ―Yolunuz ak bolsin.‖ Yeni hatıralarda buluĢmak dileği ile Ģen ve esen kalınız. ARAġTIRMALARIN DĠLĠ…(2) “KÜMBET ĠÇĠN…”KÜMBET YOLCULUĞU…(2) MUSTAFA GÜLER/ Eğitimci-AraĢtırmacı-Yazar ―Bir yolculuk ki azığımız tarih, tarihimiz; Yolumuz öylesi devran dönse de biziz. Sen ben yok sahil, Ģu yönden bu yönden; GeliĢ Orta Asya‘dan; kalıĢ Türkiye‘den… GiriĢ kısmındaki ve bir anlamda ilk yazımın bölümlerindeki ifadelerimi hatırlıyorum. YaĢadığım, kültürü ile yoğrulduğum, ki çocukluğum öylesine geçti; gençlik yıllarım da ―Mefkûreci Muallim‖ örnekli, iĢlevli ve heyecan taĢıyan eğitim iĢçisi olarak, kültür katmanlarından nasibini almıĢ birisinin anıları mı ne? Bu genel yargıyı okurlarıma bırakıyorum; dilerim hoĢ bir seda oluverir. Bir tartıĢmanın da kapısını araladığımı ilk yazıma not düĢmüĢtüm; tartıĢmalara açık olduğumu kayda geçmiĢtim. Yine o sözümdeyim. Kümbet Kırı ve elinizdeki Kümbet kültür ambarı olarak de değerlendirdiğim dergimizin bir hizmeti oluversin, kümbetlerden söz ederek o kavramlardan geçiĢ yayıp, tarihimiz ve onun getirisi olan kültürel mirasımızı aydınlatmak gerekli değil midir? Yazılarım, bunlarımla araĢtırmaları bu yöne çekmeyi amaçladım, var mısınız? Ġskefsür‘ün kuzeyindeki Kümbet Kırı ve onun geçmiĢini konu ederken bu kapı öylesine bir tartıĢmayı getiriyor, doğal olarak. Bu ana unsur üstelik tarih için de bir kapı oluvermiĢtir. Okur olmak bir meziyettir ve insanın aslı onu getirir veya getirmelidir. Eğitim de bunu yön alır ve amacıdır da. Okur olarak hayallerimizi yönlendirirsek ki bu düĢünceyi getirir o ki bilgi toplayıp değerlendirmenin de aslı oluverir. Bu açıkça düĢünce demektir ve yapmayı öne alır. Hatırlamaktır ve çağdaĢlığa kapı açan iĢlevi getirir. Bu Türkiye idealinin ve Atatürkçü bir düĢüncenin, anlayıĢın ve bütünleĢmenin de bir mayasıdır. Kümbet Kırı ve bu bütünlüğün getirisi olan ‖Mevzubahis vatan ise, gerisi teferruattır.‖ anlamını bir miras olarak Atatürk öncülüğünde vazife ediniriz. Bu yakın tarihin de bir getirisi ve gerekliliği oluverir. Ġstiklâl MarĢı ile Ey Türk Gençliğine‘yi de hatırlayınız. Sözünü çok ettiğim Kümbet kırı, bunun asıl mihrakıdır. Tokat, Amasya, Sivas ve Samsun bütünlüğü, tarih ve kültürel mayanın esasıdır. Ülkenin Kuzey ve güney kesiminin güvencesidir. Tarihin bir getirisidir. Bu bütünlüğe Doğu ve Batı‘yı da aldığımızda ki, doğal bir gereksinimdir; vatanın bütünlüğünü ve korunmasının da teminatıdır. Amasya Tamimi de bunu içerir ki ‖Vatanın tamamı, milletin istiklâli tehlikededir. Kaydını görürüz ki, bu gün de benzer endiĢeler içerisindeyiz. ‖Bizim Tarih‖ bu bütünlüğün esasıdır, ayna misâli bir yansımadır. Bu tarih bilmeyi aĢar ve yaĢamayı getirir veya eylem olarak öylesidir. Kümbet Kırı‘nın bir ayrı yönü daha görülür. Karadeniz yol güvenliği de güven altındadır. Hayvancılık doğal ve zaruri bir geçim telâĢı değildir; zenginlik kaynağıdır. Güney yönü de bu zenginliğin güvencesi altındadır; Sivas‘ı aĢarcasına… -Hitit Türk‘lerinden bu yana, her dönemde bu gerçek tutum görülür ve yaĢanırdı; -Ġlk Ġki Ġnsan inancımızın temelinde vardır; Orta Asya geleneği de bu bütünlüktedir; -O geliĢler binlerce yıl sürmüĢ; bu gün bunlar görülüyor ―Biz kimleriz? Biz Altay‘dan gelen erleriz, ‖diye baĢlayan Enis Behiç Koryürek‘in dizeleri;‖ Yürüyoruz baĢımızda ay yıldızımız,/ Genç, ihtiyar, kadın, erkek, oğul, kızımız,/Soyumuzda ne kahraman kardeĢler vardır;/Türkmen, Oğuz, BaĢkurt, Tatar ve Kırgızımız.‖ demesi de bir tarih gerçeğini gösterir. Bakınız oralara… Kümbet bir vesile olmuĢ gibi. Benim öncesinden aldığı Kümbet Kırı da bir diğer gerçek. Bu yörenin ve genelde Türkiye‘nin doğal yapısı da bunları gerektiriyor. Tepecik, altında oda ve odacıklar iĢlenmiĢ taĢ kapılar görünümünde; güvenli yer. Yönetici ve yöneticiler için. ‖Sen ne güzel bulursun, gezsen Anadolu‘yu‖ diyen Ģairlerimiz varken; anlatımlarımı yabana da atamazsınız. Tarihin her iki odası, bunların örnekleriyle de doludurlar. Tarih yapanlar da bu gerçeği elbet biliyordur. Yazan mı? O da yapana sadık kalacaktır, benim gibi. Bunlar bir bakıma on bin yılı aĢan oluĢumlardır. Kümbet ve Kümbet Kırı‘na, öylesine geliyoruz; gelmeler sürecek de. Bir anlamda tarih canlıdır, bizimle birliktedirler yaĢatılırken, bizler yaĢıyoruz… -Kümbet, Kümbetler ve bu arada önemli olması bakımından Kümbet kırı; anlam içerirler; -Tarihin bir sayfası onlar yönetim ve kültür hazinesidirler; baĢtırlar, baĢkent gibidirler; -Açık anlamlı ve tarihin arka odasıdırlar, yön ve yöntem içerirler, tarih ve tarihimiz mi? ―O zafer getiren atların,/Nalları altındanmıĢ,/GidiĢleri akına,/GeliĢleri akındanmıĢ./Ve zafer getiren atların,/Nalları altındanmıĢ.‖ diyen B a y r a k ġairi Arif Nihat Asya kaleme almıĢ ki yarınlar nasıl kurula veya koruna? Notlarımdaki Ģu bilimselliği de sunuyorum, esas içeriyor; ―Sen ne güzel bulursun gezsen Anadolu‘yu,/Dertlerden kurtulursun, gezsen Anadolu‘yu‖ diyen Ģairlerimiz vardır; bunlar iftihar verici dizeler. Bunlar akıllara geldikçe, baĢka ifadelere de rastlanır. ‖8 bin yıllık tarihin üstünde‖ olmanın da gururu vardır. Hep, bilim adamları beĢ bin veya altı bin yıllık tarih konu ediliyordu. Bu yazı bölüklerinde, tartıĢmalardan ve buna hazır olunmasından söz ettiğimi de hatırlarsınız; iĢte öylesine bir bulgu ki, bilimseldir de. Ġstanbul, metro inĢaat ve tünel çalıĢmalarında; çok sayıda insan iskeletine rastlanır. Bunlar üzerine yapılan bilimsel çalıĢmalarda ve incelemelerde on bin yılı aĢkın insan iskeletleri olduğu ortaya çıkar ki; inandırıcıdır. Alacahöyük, HattuĢaĢ ve Yazılıkaya‘da Hitit‘lere ait olanlar olmuĢtur. Anadolu uygarlıkları böylesi geleneği ortaya çıkarır ve çıkarmaktadır. Anadolu‘nun değiĢik yerlerinde kazı ve inĢaat çalıĢmalarında bunlara benzer durumlara da rastlanmaktadır. Yapılan bilimsel tetkik ve incelemelerde; Antropolojik ve yine Paleontolojik sonuçlar da, birer ikiĢer bulgu olarak açıklanmaktadır. Bu temel bilgi ve belge nitelikli ve ayrıca bilimsellik içeren bulgular ki böylesi gerçeklere sırt çevirmek de düĢünülemez. ‖Ey koca dünya, ey eski Dünya‖ diyesim gelmiyor da değil. Anadolu böylesine birçok uygarlığa kapı açmıĢtır ve mekân oluvermiĢtir. Bunları sıralarken, okullarımızda eğitim aracı olarak kullanılan tarih Ģeritleri ki, önem içerirler; Milat‘tan öncesini on binin üzerinde gösterebilir ve göstermelidir de. Anadolu, onu iĢaretliyor… Yazı serimin ilk ve bu bölümlerinde; genellikle Kümbet Kırı ve insan unsuru üzerinde ağırlıklı olarak dururken, Tokat, Amasya, Sivas ve Samsun üzerinde bütünleĢip; tarihin getirisi olarak ilkellikten geliĢmiĢliğe doğru gidiĢi vurguladığımı sanıyorum. Böylesine bir bulgu üzerinde durduğumuz da olmuĢtu, gerekli olarak. Bu bilgiler belli bir bölgenin müĢterek vasıf ve özellikleri görülüp ifade edilirken, Anadolu her an yaĢanmıĢtır. Bu bir anlamda Türkiye Tarihi olarak karĢımıza çıkar ki, iftihar ederim. Bunun genel anlamı, geçmiĢi hatırlamaktan öteye bir görüĢü de aĢar, yarınlara geçiĢin temellerini görürsünüz. GeçmiĢi hatırlamak ve bilinçli olarak hatırlamak, yarınlara bir temel oluĢturur; tarih bu gerçeğin bilimidir de. Life Of Reason‖ öylesine bir sözünün de sırası gelmiĢ olmalı. ‖GeçmiĢi hatırlayamayanlar, onu tekrarlamaya mahkûm olurlar.‖ derken, çağdaĢ ve bilimsel olmayı ve geliĢmeyi gösterir.‘ (Devamı var) ÇANAKKALE ġEHĠDĠ KINALI ALĠ‟NĠN TORUNU ALĠ KINALI ĠLE RÖPORTAJ Ahmet DĠVRĠKLĠOĞLU Ali Kınalı, 1933 yılında Tokat ili Zile ilçesi Yaylakent (Gederük) köyünde doğdu. Ailesine köyde ―Çıtıkçıoğulları‖ denmektedir. Soyadı kanunu çıktığında, Kınalı Ali‘nin oğlu ‖Memed‖ , babasına izafeten ―Kınalı‖ soyadını almıĢtır. Ali Kınalı, dördü erkek ikisi kız olmak üzere altı kardeĢtir. Babası Memed, ―dedenin ve ninenin isminin toruna verilmesi‖ hareketle, Ali geleneğimizden Kınalı ‘ya babası ―Çanakkale ġehidi Kınalı Ali‘nin‖ ismini vermiĢtir. Ali Kınalı bir söyleĢimizde Ģunları söylüyor; ―Ebem (Ninem) beni küçükken kocamın adı ağzımın tadı diye severdi. Dedemi her sorduğumda hüzünlenir, yavrum deden akranlarından fizik olarak daha geliĢkin olduğundan 18 yaĢında Çanakkale‟ye askere gitti, gidiĢ o gidiĢ. Bir sene evli kaldık. Ne o damatlığını ne de ben gelinliğimi bildim. O savaĢ yıllarında, köyde erkek kalmadı. Bizler, eĢkıya korkusundan geceleri ormanda yatardık. Kağnı ile Niksar‟a çok erzak taĢıdım. Benimle beraber ihtiyar kadınlar, çocuklar ne çektik Allah bilir! Bir de üstüne üstlük dedenin Ģehit haberi gelince… – der yemenisinin uçlarıyla gözlerinden akan yaĢları silerdi. Benim altısı erkek, biri kız olmak üzere yedi çocuğum var. Yirmi bir tane de torunum var. En düĢük tahsil yapanı liseyi bitirdi. Çünkü benim küçüklüğümde köyde okul yoktu. Ben okuma yazmayı askerlikte öğrendim. Bu yüzden okumak içimde uhde olarak kaldı. 1965 yılında köyümüze muhtar seçildim. Ġlk iĢim köyümüze bir okul açılması için çaba göstermek oldu. Allah‘a Ģükürler olsun ki Ģu anda köyümden sayamayacağım kadar yüksel tahsil yapan var. 1983 yılında Turhal ilçesi BahçebaĢı köyünden arazi alarak çiftlik kurdum. ĠlerlemiĢ yaĢıma rağmen, sabah gün doğumu ile uyanır, gece geç vakte kadar çalıĢırım. Biz eski toprağız, çalıĢmaktan yılmayız. Bizler millet olarak çalıĢmalıyız ki ülkemiz kalkınsın, insanlarımız refah içinde yaĢasın. Çok Ģükür ülkemiz geliĢiyor. Ama Ģehit haberleri beni çok üzüyor. Ne zaman televizyonda bir Ģehit haberi duysam, gözlerim dolar ve Türk milletinin bir ferdi olarak derinden sarsılırım. Ġnanın ülkemizde ki bu terörist saldırıları durdurmak için bu yaĢımda seve seve askere gitmeye hazırım. Çünkü Türk milleti asker doğar. Her soydan mutlaka bir Ģehit çıkmıĢtır. Bu vatan kolay yollardan bugünlere gelmedi. Bunun bilincinde olmamız ve uyanık olmamız gerekiyor. Dedem Kınalı Ali ve daha nice ecdat, kanlarını bu vatan için boĢuna mı döktüler? Hani dedemin annesi mektubunda – Bizde üç Ģeye kına yakılır. 1)Gelinlik kıza gitsin kocasına ve çocuklarına kurban olsun diye… 2)Kurbanlık koça, Allah‟a kabul bir kurban olsun diye… 3)Askere giden yiğitlerimize, Mehmetçiklerimize kına yakılır ki, VATANA KURBAN OLSUN diye! – demiĢ ya, iĢte ne kadar güzel izah etmiĢ. Biz bu vatanın taĢına toprağına kurban olmalıyız. Çünkü baĢka vatan yok! Biz kadirĢinas bir milletiz. Ecdadına saygılı, vatanına bayrağına bağlı, bu değerleri namusu bilen nadir bir milletiz. Sağ olsun hemĢerimiz Ģair –yazar ve araĢtırmacı Ahmet DĠVRĠKLĠOĞLU, dedemle ilgili etraflı bir araĢtırma yaptı. 77 kıta Çanakkale ġehidi Zileli Kınalı Ali Destanı‟nı kaleme aldı. Bununla birlikte Kınalı Ali Türküsünün güftesini yazdı. Bu güfte Tekin KĠREÇCĠ tarafından bestelenip oğlu müzik öğretmeni Ali Ġhsan DĠVRĠKLĠOĞLU tarafından notaya alınarak Kültür Bakanlığı Asker Türküleri arĢivine kazandırıldı. Bu çalıĢmalar, 2005 yılında ―Çanakkale ġehidi Zileli Kınalı Ali Öyküsü – Destanı – Türküsü‖ isimli CD‘de toplandı. O yıllarda ki Zile Belediye baĢkanımız Sayın Murat AYVALIOĞLU ise halk kütüphanemizin önündeki parkın düzenlemesini yaparak içine Kınalı Ali, babası, annesi ve oğlunu temsil eden dörtlü bir anıt yaptırdı. ġehrimizde bir caddeye de ġehit Kınalı Ali Caddesi ismi verildi. Bunlar güzel Ģeyler. Milletimiz ve yurdumuz ebediyen baki kalacak, bayrağımız ilelebet dalgalanacak ve bu Ģehitlerimizin ismi de dünya durdukça hayırla yâd edilecektir. Bütün Ģehitlerimize Allah‘tan rahmet diliyor, ailelerinin ise Ģehitleri ile gurur duymalarını istiyorum.‖ Çanakkale ġehidimiz Zileli Kınalı Ali‘nin torunu Ali Kınalı‘nın aktardıkları böyle… Kınalı Ali, milyonlarca Ģehidimizden sadece bir tanesidir. Üç kıtada kefensiz yatan nice Ģehitlerimiz var. Hala da ecdat yadigârı bu vatan için nice civanlar toprağa düĢüyor. Bunlar bizim manevi güç ve gurur kaynaklarımızdır. Bende diyorum ki; Vatansız bayrak olmaz! Bayraksız vatan olmaz! Uğrunda kan akmazsa, Vatan bayrak hür olmaz! &&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&& SALTANAT TRENĠ Ruhi Türkyılmaz Bütün değerlerimiz küflendi. Ne yazsak, nereye yazsak kimsenin umurunda değil. Ancak soluk aldığımız sürece gerçekleri sanata ve yazına dökeceğiz. Bugünlerde Türk insanının karnını doyurmak için yaban yurtlara gidiĢinin 50. yılı saltanat treniyle kutlanıyor. Oysa 5,5 milyon genç insanımızın öz yurdundan göç etmesi ülkemiz için ulusal bir yas günü olarak kutlanmalıydı. Biz iki arada bir derede 50 yıldır yabanlaĢmanın acılarını sineye çekmeye devam ediyoruz. Bulunduğumuz ülkede sınıfımız en alttakiler olarak yazılıp numaralandırılmıĢtır. Möll kentinde, Solingen‘de ve suçlusu bilinmeyen birçok yerde yakılıp kavrulduğumuz ne çabuk unutuldu. Kömür olmuĢ çocuk bedenleri karabulutlardan düĢmüĢtü vatan toprağına. Önce ÇarĢambayı sel almıĢtı, daha sonra Amasya‘yı… Ne çabuk kurudu yaĢlarımız. Emekçi treni 50 yıl önce sirkeciden emekçilerin gözyaĢlarıyla kalkıĢ sirenini çalmıĢtı. Saltanat treninde üst düzey bürokratlar vardı. NeĢeleri ve gelirleri Avrupa düzeyindeydi. Davul dümbeleğin sesi, siren sesinden gür çıkıyordu. F.Hüsnü Dağlarca‘nın iki dize Ģiirinden kimsenin haberi yoktu. ―Sığmazken atalarım düne yarına DüĢmüĢüm ah düĢmüĢüm ben el kapılarına‖ Genç insanlarımız emeklerini ve bedenlerini yaban yurtlara verdiler. Onurları kırılmasın diye öz yurtlarında korunduğunu sanıyorlardı. Onların onurlarının bu saltanat trenin raylarında ezildiğinin kimse farkına varmamıĢtı. Genç evlatlarını göç veren bir ülkenin böyle bir olayı devlet düzeyinde kutlaması bize göre gereksizdi. Bu göç alan ülke için bir kutlama nedeni sayılabilirdi. ġimdi Ülkemiz adına sözün bittiği yerdeyiz. Yakında göçün gerçek destanından seslenip Hasan Hüseyin‘in dizelerinde olduğu gibi ―acıyı nasıl bal‖ ettiğimizi halkımıza sunacağız. Göçümüz emek damlasıdır saltanat treniyle, davul dümbelekle kutlanmaz. Mozaik Yankısı ben o göçün kuzeylisiyim çevrelenmiĢ acılar esti üstüme sevisi yüze sarılmayan gözün içinde kavurdum yılları kendimi çözerken dünden hep benden aldı vakit ondandır güçsüzlüğüm sesi taĢlara döküp gitmiĢtim yenilgiydi kimsesizlik aldım yanıma güneĢi susadıkça içmek için kimimiz yaban kadar cesur yıldız kovan göklerden kopmuĢ emek rotası yolumuz ve ben ıĢık Ģarkısı duyunca coĢan günün çağcıl korosunda mozaik bir ses yankısıydım hem söylemek hem duymak için tadını insan oluĢun sınır ötesi savrulmuĢum yüzleĢtiğim kelebek iĢlerken çiçeği kanadına kaçıncı sızımdır dokunan eziyete dayanıklı bir ufuktan ötekine içselimde delice yüzen ahımı üfler ıslığım ben oralıyken olmuĢ olan kendinden geçmekmiĢ hiçlik göçük milatlar sefer etti içime akan burçta sendeledi bakıĢım dönmez bana damlayan su bir demet Ģiirdir elimdeki bambaĢka dünyalarda açan bıraktı kapınıza beni sürgün edin isterseniz Ruhi Türkyılmaz &&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&& OSMANLI DEVLETĠ‟NĠN BALKANLARDAKĠ ESERLERĠ ÜZERĠNE BAZI ÇALIġMALAR ELĠF NUR BIYIK- YAĞMUR ER (TOKAT ANADOLU LĠSESĠ ÖĞRENCĠLERĠ) MOSTAR KÖPRÜSÜ Mostar Köprüsü, Bosna-Hersek Cumhuriyeti'nin Mostar Ģehrinden geçen, Neretva Nehri üzerinde Mimar Sinan'ın öğrencisi Mimar Hayreddin tarafından 1566 yılında inĢa edilen köprüdür. Mimar Sinan'ın öğrencisi olan Hayruddin, köprü için 456 kalıp taĢ kullandı. Köprü, çevresindeki kente adını da verdi. Mostar, Hersek bölgesinin ana kenti oldu. Özellikleri Neretva Nehri'nden 24 metre yüksekte 30 metre uzunluğunda, 4 metre geniĢliğinde olan Mostar Köprüsü, dönemine göre geliĢmiĢ bir teknolojiyle inĢa edildi. Köprü inĢaatında 456 kalıp taĢ kullanıldı. Köprü, inĢa edildikten sonra yakınındaki Ģehre ismini verdi, Ģehirde ticareti canlandırdı ve zenginleĢtirdi. Böylece Mostar, Hersek bölgesinin önemli bir Ģehri haline geldi. Mostar Köprüsü, cesur sporcular tarafından yıllarca bir atlama platformu olarak kullanıldı. Geleneğe göre Ģehrin erkekleri, niĢanlılarına cesaretlerini ispatlamak için düğün öncesinde köprüden atlarlardı. YıkılıĢı Bosna-Hersek'te baĢlayan iç savaĢ sırasında Mostar Köprüsü'ne ilk saldırıyı 1992'de Bosnalı Sırplar düzenledi. 1993'te Hırvat tankları köprüye daha büyük bir zarar veren saldırılarını baĢlattı. Kasım ayının sonunda köprü tamamen yıkıldı. Dev taĢları, Neretva Nehri'nin sularına gömüldü. Mostar Köprüsü, yüzyıllar boyunca Bosna'da hoĢgörü ve kültürel çeĢitliliğin sembolüydü. ġehrin Müslüman ve Hırvat kesimini, birbirine bağlıyordu. Köprünün yıkımı, Mostar'ın çok uluslu mirasının reddedilmesi anlamına geliyordu. SavaĢ sonrasında Ġngiliz güçleri yıkılan köprünün yerine geçici bir demir köprü yaptı. Mostar civarındaki diğer köprüler de tahrip edildiğinden, nehrin iki yakasını birleĢtiren tek yapı olarak bu köprü kaldı. Yeniden inĢası Mostar Köprüsü'nün eski haline uygun olarak yeniden inĢası çalıĢmaları (TĠKA) UNESCO ve Dünya Bankası'nın desteğiyle 1997'de baĢladı. Köprünün inĢaatını Türk Ģirketi olan ER-BU üstlendi. Macar ordusundan dalgıçlar orijinal taĢları nehir yatağından bulup vinçlerle çıkardı. Civardaki taĢ ocaklarından yeni taĢlar da getirilerek köprü yapımında kullanıldı. Orijinal modele sadık kalan Ģirket, köprünün temellerini de sağlamlaĢtırdı. 30 metre uzunluğundaki, 24 metre yüksekliğindeki köprünün kemerindeki çalıĢma Haziran 2002'de baĢladı. Kilit taĢı Ağustos 2003'te yerine konuldu. ĠnĢaatı tamamlanan Mostar Köprüsü, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu çok sayıda devletin temsilcilerinin hazır bulunduğu bir törenle, Ġngiliz Prensi Charles tarafından 23 Temmuz 2004 tarihinde açıldı. AçılıĢı çok sayıda televizyon ekibi naklen yayınla seyircilerine ulaĢtırdı. Mostar Köprüsü, eski Mostar Ģehriyle birlikte 2005 yılında Dünya Miras Listesi'ne eklendi. Bugün çok uluslu bir yönetim tarafından idare edilen Mostar'da savaĢ döneminde baĢlayan bölünmeler hala devam etmektedir. Hırvatlar nehrin batısında, Müslümanlar ise doğusunda yaĢıyor. SavaĢ sırasında Ģehirden ayrılan Sırplarsa bir daha geri dönmedi. GAZĠ HÜSREV BEY CAMĠĠ Gazi Hüsrev Bey Camii, Bosna-Hersek'in baĢkenti Saraybosna‘nın kalbi sayılan BaĢ ÇarĢı‘da yer almaktadır. Bey Camii olarak da bilinir. Osmanlı mimarisinin en göze çarpan eserlerinden biri olup, Bosna Sancak Beyi Gazi Hüsrev Bey tarafından 1531 yılında Mimar Sinan'a inĢa ettirilmiĢtir. Bosna SavaĢı sırasında Saraybosna'da yer alan tüm kültürel ve dinî eserleri ortadan kaldırmayı amaçlamıĢ bulunan Sırp ordusunun baĢlıca hedeflerinden biri haline gelmiĢtir. 1996 yılında dıĢ yardımlarla tamir edilmiĢ olmakla beraber, Suudi Arabistan tarafından sağlanan malî desteğin etkisiyle aslına sadık bir Ģekilde Osmanlı mimarisine uygun biçimde restore edilmiĢtir. Gazi Hüsrev Bey, 1531 ve 1534 yılları arasında aynı camiden Suriye'nin Halep Ģehrinde de yaptırmıĢtır. Caminin yanında Türk zamanına göre çalıĢan bir saat kulesi dikili. Bu saat kulesi akĢam güneĢ batarken saat 12'yi gösteriyor. Gazi Hüsrev Bey Camii Bosna 1537 yılında Gazi Hüsrev Bey adına inĢa edilmiĢtir. Mimarı Farsi Džem Esir Ali, vaktinde Gazi Hüsrev Bey Türbesi-Bosna Osmanlı baĢ mimarıdır. Camii‘nin yanında bir Ģadırvan bir mektep bir abdesthane, Gazi Hüsrev Beyin türbesi, Bedesten, Muvakkithane ve 45 metre uzunluğundaki minaresi ve saat kulesi ile Ģehrin merkezi konumunda ve merkezdeki en büyük ve en kapsamlı yapıdır. SavaĢta görmüĢ olduğu hasar nedeniyle restorasyonu yapılmıĢ ve halen ibadete acıktır. SOFYA BÜYÜK CAMĠĠ Sofya Büyük Camii Bulgaristan'ın baĢkenti Sofya‘da bulunur. Bu camiinin asıl adı Koca Mahmut PaĢa Camii‘dir. Bu caminin inĢası Vezir Mahmut PaĢa döneminde 1451 yılında baĢlanmıĢ ancak paĢanın ölümünden 20 yıl sonra 1494 yılında bitmiĢtir. Camii yapısı içerinde medrese, su sarnıcı ve çeĢme bulunmaktadır. Caminin bulunduğu mahalleye halk arasında Büyük Camii mahallesi denilmekteymiĢ. Osmanlı Rus savaĢı 1877 – 1878 yıllarında camii hastaneye dönüĢtürülmüĢtür. Daha sonraki yıllarda camii kütüphane olarak kullanılmıĢ ve 1892 yılından günümüze kadar da Sofya Arkeoloji Müzesi olarak kullanılmaktadır. MUSTAFA PAġA KÖPRÜSÜ Mustafa PaĢa Köprüsü, 16 yüzyıl Osmanlı mimarisi ile kemer Ģeklinde inĢa edilmiĢ bir taĢ köprüdür. Köprü, bugün Bulgaristan sınırları içerisinde kalan Svilengrad'da Meriç nehri üzerine inĢa edilmiĢtir. Mimar Sinan'ın önemli eserlerinden biri olan köprü 1529 yılında tamamlanmıĢ, 1766'daki su taĢkınlarıyla zarar görse de 1809 yılında yeniden inĢa edilmiĢtir. 20 kemerden oluĢan köprü 300 m. uzunluğunda ve 6 m. geniĢliğindedir. Günümüzde Svilengrad Ģehrinin simgesi haline gelmiĢtir. SĠNAN PAġA CAMĠĠ Sinan PaĢa Camisi Ġstanbul'un BeĢiktaĢ ilçesinde yer alan Mimar Sinan tarafından inĢa edilmiĢ bir Osmanlı camisidir. Ġlçenin merkezinde yer alan Sinan paĢa mahallesine adını vermiĢtir. Cami BeĢiktaĢ Ġskelesi karĢısında yer alır. 1550-1553 yılları arasında Osmanlı Donanması'nın Kaptan-ı Deryası olan Sinan PaĢa tarafından yaptırılmıĢtır. Sinan PaĢa 1553 yılında öldüğünde cami inĢa halinde bulunmaktaydı. O yüzden Sinan PaĢa Üsküdar'daki Mihrimah Sultan Camisi'ne gömüldü. Cami ise 1555 yılında tamamlandı. Mimar Sinan'ın eseri olan bu cami dikdörtgen bir plan üzerine oturtulmuĢtur. Merkezi kubbe kemerlerle altı köĢeli bir Ģekilde sütunlara dayandırılmıĢ olup iki yanda ikiĢer kubbe bulunur. Kurulduğundan bu yana çeĢitli tarihlerde onarım görmüĢtür. Mabedin son cemaat yerini medrese çevreler. Tek minareli olan caminin Hünkâr mahfili yıkılmıĢtır. Caminin Ģadırvanının üstü havuzdaki suyun kirlenmemesi için mermer eteklikle kapatılmıĢtır. Mermer eteklik ve sütun baĢlıkları 16. yüzyıl Osmanlı iĢçiliğinin en güzel örneklerinden biridir. Günümüzde hala tarihi yapısını korunmaktadır. FETHĠYE CAMĠĠ Fethiye Camii, Ġstanbul Fatih'e bağlı Fethiye mahallesinde bulunan camidir. Hıristiyanlık'ta, Fethiye Camii'nin adı Pammakaristos Manastırı'dır. Aslında kilise olarak, 13. yüzyıl sonlarında Bizans‘ın ileri gelenlerinden Mihail Glabas Tarkaniotes tarafından inĢa ettirilmiĢtir. Ġstanbul'un fethinden sonra 1454 yılında patrikhane olarak kullanılmıĢtır. 1601 yılında Ġran savaĢlarında Gürcistan ve Azerbaycan'ın fethedilmesiyle, fethin hatırası olarak camiye dönüĢtürülmüĢtür. Fethiye Camii, camiye dönüĢtürülürken kilisenin apsis kısmı yıkılarak yerine kıble yönüne uygun bir mihrap yapılmıĢ, bir minare ve medrese inĢa ettirilmiĢtir. Cumhuriyet döneminde müzeye dönüĢtürülmüĢ, 1955 yılında Amerikan Bizans Enstitüsü tarafından içindeki mozaik ve freskolar açığa çıkarılmıĢ, sonradan yapılan kemer sökülüp yerine eski haline uygun sütunlar yapılmıĢtır. 1960'lı yıllarda yeniden camii olarak ibadete açılmıĢtır. Camii'nin duvarları taĢ ve tuğla karıĢımıdır. DıĢ duvarlarında ve içerideki mozaiklerde Grekçe yazılar göze çarpmaktadır. KAYNAKLAR: http://tr.wikipedia.org/wiki/Mostar_K%C3%B6pr%C3%BCs%C3%BC http://tr.wikipedia.org/wiki/Gazi_H%C3%BCsrev_Bey_Camii http://tr.wikipedia.org/wiki/Sofya_B%C3%BCy%C3%BCk_Camii http://tr.wikipedia.org/wiki/Mustafa_Pa%C5%9Fa_K%C3%B6pr%C3%BCs%C3%BC http://tr.wikipedia.org/wiki/Sinan_Pa%C5%9Fa_Camii http://tr.wikipedia.org/wiki/Fethiye_Camii &&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&& KIRġEHĠR ÂġIK PAġA ġĠĠR ġÖLENĠ Sevim YAKICI KırĢehir adının ÂĢık PaĢa ile bütünleĢmesinde Ģiir aracılığıyla bir kere daha ön ayak olan ve Ģimdiye kadar katıldığım etkinlikler içerisinde en güzeli olan bu etkinlikle doyumsuz güzellikler tatmaya davet eden, ağırlayan sevgili dostum, ablam KırĢehirli değerli Ģair Zübeyde GÖKBULUT‟a, bu süreçte eĢinin yanında olup inanılmaz bir özveriyle bizleri rahat ettirmek için elinden geleni yapan Sayın Uğur GÖKBULUT‟a ve onu hiç yalnız bırakmayan güzel kızına teĢekkür ederim. 18-19-20 Kasım 2011 tarihlerinde ĠLESAM KırĢehir Temsilcisi Sayın Zübeyde GÖKBULUT‘un KırĢehir Valiliği ve diğer tüm yerel kuruluĢlarının tam desteği ile düzenlemiĢ olduğu ―2.Ulusal KırĢehir ÂĢık PaĢa ġiir ġöleni‖ ne katılmak üzere 18 Kasım Cuma akĢamı vardığım KırĢehir‘de beni değerli büyüğüm ve ağabeyim, Uğur GÖKBULUT ve Ģair kardeĢim Kadir TURAN karĢılayarak akĢam yemeği için toplandıkları ASPAVA yemek evine götürdüler. Gerçi o gün saat 14.30 da Prof. Dr. Ahmet GÜNġEN‘in vermiĢ olduğu ―ÂĢık PaĢa‖ konulu konferansa yetiĢememiĢtim. Ama aynı akĢam Termal Kaplıca Otelde Sayın Hüseyin SARI‘nın kendi emekleri ile yaptıkları çiğ köfte ikramı ve KırĢehir‘in yetiĢtirdiği THM sanatçısı Abdullah GÜNDÜZ için hazırladıkları sürpriz doğum günü kutlaması hepimizin içini ısıttı. Ertesi gün erkenden Kaman‘a hareket edildi. KırĢehir için bir gurur vesilesi olan yüzlerce varlıktan birisi olan yaklaĢık 3000 metrekarelik alan kaplayan, 5000 yıllık tarihi geçmiĢe ıĢık tutan Kaman Kalehöyük Arkeoloji Müzesi, sorumlu arkelolog eĢliğinde gezildi. Ġnsanın bulunduğu topraklarda geçmiĢte yaĢayan insanlarla olan ĢaĢırtıcı bir bağı var. Sanırım o bağ ancak bu tür kültür ziyaretleri ile canlı kalabiliyor. Sonrasında ziyaret ettiğimiz Kaman Abdallar Derneğinde bizi kendilerine has tarzları olan davul ve zurnalarla karĢılayan KırĢehir Abdalları hepimize duygulu anlar yaĢattı. Bir ara yanımda bulunan Zübeyde GÖKBULUT bana; ―Yüzlerindeki ifadeye bak dedi. Nasıl da mutlular ve ne kadar doğal gülüyorlar, tıpkı Ģiir gibiler.‖ Dediğinde ben de aynı Ģeyleri düĢünüyordum. Ona; ―Asıl sen Ģuan burada bulunan herkesin yüzüne bak, abdallardan yayılan pozitif enerji herkesi nasıl da aynı tebessümde ortak kılmıĢ.― dedim. Gerçekten de herkesin yüzü aynıydı. ĠĢte dedik Ģiir bu. Çünkü Dernek baĢkanı Adem Bey refakatinde sunulan karĢılama merasimi gerçekten Ģiir gibiydi. O Ģiirsel coĢku ile soluğu KırĢehir‘in sarıp sarmaladığı Ozan DADALOĞLU‘nun anıt mezarında aldık. Burada KırĢehirli araĢtırmacı-yazar Mümtaz BOYACIOĞLU tarafından verilen kısa brifinge göre DADALOĞLU‘nun Çukurova‘da doğup büyüse de ömrünün en önemli zamanlarını KırĢehir‘de yaĢamıĢ olduğunu öğrendik. Kaman‘da yenilen öğlen yemeğinin ardından, Belediye BaĢkanı Sayın Erhan TALU‘nun sıcak dost ikramları ile Ģereflendik ve orada kendisine bilfiil teĢekkür ederek KırĢehir‘e doğru yola çıktık. KırĢehir‘de; Türkçenin zenginliğini savunan ve eserlerini Türkçe olarak yazan, mutasavvıf ve halk Ģairi AĢık PaĢa‘nın türbesini, arkasından 1273 yılında KırĢehir valisi Cacabey Bey tarafından, dünyanın ilk gözlem evi olarak inĢa edilmiĢ yapısı olan o zamanki Gökmedrese, Ģimdiki Cacabey Camisini ziyaret ettik. Döneminde astronomi yüksek oklu olarak hizmet veren muhteĢem medresenin dört yanında bulunan ve her biri roket atılıĢı sırasındaki aĢamaları gösteren dört yuvarlak, sütunlu kubbedeki intizam ve düĢünüĢ adeta kanımı dondurdu. Ecdadımın kudretli ilminin yerinde Ģimdi yeller esiyor demekten kendimi alamadım. Son olarak yolumuzun üzerinde KırĢehir‘li Ģair ve araĢtırmacı Ġbrahim ÖZDEMĠR‘in evini ziyaret ettik. Çünkü Ġbrahim Bey Ģairliğinin yanı sıra büyük bir antika eĢya ve tesbih koleksiyonuna sahip. Otele geldiğimizde beklenen diğer konuklarımız da gelmiĢlerdi. Lobide Bahaettin KARAKOÇ‘u gördüm evvela. Sonra Cemal SAFĠ hocamızın da orada olduğunu fark ettim. Ne diyebilirim ki, ikisi de kendi alanlarında birer duayen, hislerim tarifsiz. Bahaettin Hocamızın elini öperken Ģair olmak ne güzel Ģey diye düĢündüm. Evet, Ģair olmak, hele de böylesine kültür elçiliği yapmak sıradanlıktan çok uzakta olmak demekti. KırĢehir Belediyesinde yenen akĢam yemeğinin ardından Ġl Kültür Müdürlüğüne geçildi. Daha sonra THM hocası Sayın Abdullah GÜNDÜZ programı baĢlatırken salonu Ġstiklal MarĢımızı okumaya davet ettiğinde adeta salon yıkılıyordu. Ne kadar güzel bir marĢ okundu o gün. KırĢehir‘den tüm yurda ―Korkma sönmez bu Ģafaklarda yüzen al sancak!‖ diyen gümbür gümbür bir Anadolu vardı! Öylesine duygulanmıĢ ve heyecanlanmıĢtım ki, daha sonra bu kutlu heyecanım, sahnede kendi Ģiirimi okurken de kendini gösterecekti! Ġstiklal marĢımızdan sonra ĠLESAM KırĢehir temsilcisi Ģair Zübeyde GÖKBULUT‘un veciz konuĢmasının ardından KırĢehir Valisi Sayın Mehmet Ufuk ERDEN nazik konuĢmasını yaparken, bu toplantıya adını veren ÂĢık PaĢa‘dan bir Ģiir okumayı da ihmal etmedi. Daha sonra ĠLESAM BaĢkanı Sayın M.Nuri PARMAKSIZ konuĢmasını yaptı ve baĢta Bahaettin KARAKOÇ olmak üzere programa davetli tüm Ģairler sırası ile Ģiirlerini okudular. Her iki hocamızın kendi seslerinden kendi Ģiirlerini dinlemek bu güne kısmetmiĢ, mutluluğumu anlatmak mümkün değildi. Program aralarında programa Ankara‘dan katılan THM sanatçısı Cemile YÜCEL muhteĢem sesi ile 2 KırĢehir bozlağı okuyarak gönülleri mest ederken, Üstat Cemal SAFĠ‘nin ―Vurgun‖ adlı eserini yine üstadın huzurunda canlı olarak okuyan KırĢehirli bir hanım sanatçının (….) anlamlı heyecanı da o dakikalara adeta damgasını vurdu. Program sırasında dikkatimi çeken çok önemli bir husus var ki bu toplantıyı Ģimdiye kadar katıldığım bütün etkinliklerin önüne geçiriyor. Evet, diğer Ģehirlerin aksine protokol, özellikle de KırĢehir Valisi Sayın Mehmet Ufuk ERDEN‘in, programda ailesi ile birlikte olması ve programı baĢından sonuna kadar büyük bir nezaket ve fedakarlık ile izlemesi bizleri çok mutlu etti. Protokol salondan ayrılmadığı için hiç kimse de ayrılmadı ve salon toplantı sonuna kadar izleyicisini de, ciddiyetini de muhafaza etti. Bu sebeple kendisine ve refakatindeki diğer protokol üyelerine ve KırĢehir Ġl Kültür Müdürüne bir kere daha teĢekkürü borç bilirim. AkĢamki program otelimizin Ģark köĢesinde, çay ve yöreye ait saç böreği ikramı ile son bulduğunda saat gecenin neredeyse 3‘ü olmuĢtu bile. Bir yandan böreklerimizi yiyip, bir yandan da Bahaettin KARAKOÇ hocamızın hem nükteli hem de tecrübeli sohbetinden yararlanırken sabah erken gidecek arkadaĢlarımızı vedalaĢarak ayrıldılar. Normalde diğer etkinliklerde kahvaltıdan sonra vedalaĢıp ayrılma faslı yaĢanırken, 20 Kasım 2011 sabahı kahvaltıdan sonra hep birlikte Seyfe Gölüne hareket ettik. Aman Allah‘ım inanılmaz bir geziydi bu. Ben göldeki flamingoları görmeyi umut ediyordum ama hava sisli olduğundan göremedik. Fakat gölü seyir için çıktığımız tepeden bir anlık sessizliğe bürünüp farklı kuĢ seslerini adeta kulaklarımızla imbikledik. O anki ruh halimi Ģimdi anlatmak çok zor. Program dâhilinde olan ve Seyfe Gölü Ekoloji Derneği BaĢkanı Sayın Ömer ÇETĠNER‘in, bize Seyfe Gölü hakkında verdiği bilgiler eĢliğindeki sunum harikaydı. Özellikle de yöredeki ekolojik yapının korunmasını amaçlayan çalıĢmalara hepimiz hayran kaldık. Ama ben en çok semazen çiçeğini görünce duygulandım, çünkü bu bitki benim çocukluğumdan beri hayranı olduğum bitkiydi ve ben onun taç yapraklarının tam açılma anında bir semazen ortaya çıktığını yeni öğrendim. O an, içimi sonsuz bir ilahi tefekkür kapladı, gözlerim ve ruhum, ağlamanın anlayabilmekten geçtiğini bir kere daha idrak ederken gücü her Ģeyi yaratmaya yeten rabbime sonsuzca Ģükrettim. Yok, artık düĢündüğümü söyleyeceğim. Biz Allah‘ın sıra dıĢı ve sevgili kullarıyız ve adeta ilk iki günü aratmayan, bilakis daha da mükemmel kılan veciz bir uğurlanma programındayız. Çünkü öğlen yemeğini yemek üzere Malya Tarım ĠĢletmesine vardığımızda az sonra Sayın Valimizin de yine il protokolü ile bize eĢlik edeceğini öğrendik. Malya tarım ĠĢletmesi Müdürü… nün nezaketli ve cömert ev sahipliğinde çok nezih bir yemek yendi ve arkasından çay ikramı ile yine nezih bir sohbet edildi. Daha fazla dayanamadım bu farklılık ve sıra dıĢı ihtimam için kendilerine ve diğer emeği geçenlere bilfiiil teĢekkür etmek istedim. Tüm arkadaĢlarım adına bu teĢekkürü yaptığımda her anı gerçekten dolu dolu geçen, Ģiir ile baĢlayıp, kültürel manada amacına ulaĢan ve her birimizde unutulmayacak anların hatırasını bırakan 3 koca günün tatlı rehavetindeydik hepimiz. Sonrası birer birer elveda! En son ayrılan misafir olmam sebebiyle bir de Zübeyde ablamızın evinde özel olarak ağırlanmanın ayrıcalığı ile diyorum ki; öyleyse Ģimdi bir kere daha teĢekkür zamanıdır. KırĢehir adının ÂĢık PaĢa ile bütünleĢmesinde Ģiir aracılığıyla bir kere daha ön ayak olan ve Ģimdiye kadar katıldığım etkinlikler içerisinde en güzeli olan bu etkinlikle doyumsuz güzellikler tatmaya davet eden, ağırlayan sevgili dostum, ablam KırĢehirli değerli Ģair Zübeyde GÖKBULUT‘a, bu süreçte eĢinin yanında olup inanılmaz bir özveriyle bizleri rahat ettirmek için elinden geleni yapan Sayın Uğur GÖKBULUT‘a ve onu hiç yalnız bırakmayan güzel kızına teĢekkür ederim. Sayenizde KırĢehir‘den ve diğer Ģehirlerden gelen pek çok Ģair dostumu fiilen tanıma Ģansım oldu. Kimleri mi mesela, Sizleri de asla unutmayacağım. Kargülünüz! ETKĠNLĠKLERĠMĠZ 10 Kasım Atatürk‟ü Anma Programları Çerçevesinde Tokat Atatürk Evi‟nde Derneğimizce Düzenlenen Kültür Sofrası Etkinliği Tokat Cumhuriyet BaĢsavcısı Özkan Gültekin‟i Ziyaret Türk Ocakları Yönetim Kurulu Üyesi Efendi Barutçu‟nun Derneğimizi Ziyaretleri 10 Kasım Atatürk‟ü Anma Etkinliği 24 Kasım Öğretmenler Günü Televizyon Programı-Ġl Milli Eğitim Müdürü Ömer Albayrak ve Tokat ġairler ve Yazarlar Derneği Üyeleri Türk Ocakları Yönetim Kurulu Üyesi Efendi Barutçu, Tokat ġairler ve Yazarlar Derneği BaĢkanı Remzi Zengin ve Tokat Türk Ocağı BaĢkanı Yunus Emre Tekinsoy Derneğimiz Üyeleri Semra ve Yusuf Meral Erzincan‟da oğullarının mutlu gününde Muharrem Ayı ve Kerbelâ ġehitlerini Anma konulu TV Programı ġĠĠRLER ANNE Hasretin hançeri değer bağrıma Gurbette yaĢamak gider ağrıma Gençliğim biterken bir hiç uğruna Sevdim, sevilmedim, gülmedim Anne. Zülfüm değil hep çiledir ördüğüm Gönül periĢandır, akıl kördüğüm Kara topraklarda canım sevdiğim Kahrıyla tükendim, kalmadım anne Ah ne zormuĢ sevdiğinden ayrılmak Sıla hasretiyle yanıp kavrulmak Bir ah ile yüreğimden vurulmak Bir kere vuruldum ölmedim anne Karackızım Ģu kaderde ahım var Sinemi dağlayan gizli vahım var Ağlarım bahtıma, ne günahım var Bu dünyada mutlu olmadım anne Nerde çocukluğum o gülden taçlar DüĢlerimde yeĢerttiğim ağaçlar DüĢe kalka yürüdüğüm yamaçlar Kaç yıldır yurduma gelmedim anne UTANIRIM KONUġAMAM Utanırım KonuĢamam Duvarların dili olsa konuĢsa Neler çektiğimi bir ben bilirim. Anlatamam, konuĢamam, susarım, Utanırım. Dolu dolu bakma soran gözlerle Ġste dünyayı birbirine katarım Yerinden fırlayacak gibi olsa da kalbim KonuĢamam utanırım Erkeklikten olsa gerek ağlayamam Bakamam gözlerine; ılık bir Ģey aksa da yüreğime Bir Ģeyler düğümlense boğazıma KonuĢamam, utanırım... Gözler yalan söylemez anla beni Diyemem, diyemem sevdiğimi Diyemem utanırım Bedrettin GüreĢ Süreyya Kaya 15.03.2011 VEDA Yüreğimin üstünde oturan bu altından kalkamayacağım vebal, Gözümün ucuna kadar gelip yanağımdan süzülen sevdam, Gitmek istediğim ama kalmam için sebebim olan, Sahip olamadığım her Ģeyim ama hiç bir Ģeyim, Yalnızlığım, kimsesizliğim, Gözlerinde kaybolduğum yeĢilim, mavim, AĢkın en tatlısı, Sana diyorum: Gidiyorum… Küsmedim, kızmadım, inan hiç piĢman olmadım. Sadece sevdim… Canan ECDAR-21.09.2011 ALLAH BĠZE YETER ġEHĠTLER ÖLMEZ Hamdi ERTÜRK Cephelerde önce vatan dediler Cihana unutulmaz dersler verdiler Vatan toprağımız kutsal diyerek O yenilmez orduları yendiler Denizden havadan ve de karadan Saldırdılar acımasız düĢmanlar Sağnak gibi yağıyor Ģarapneller El bombaları mermiler, kurĢunlar Allahu Ekber sesleri çınlattı Hiç durmadan dağları, ovaları Gülümseyerek ölüme koĢtular Seve seve akıttılar kanları. Vatan aĢkı, cesaret ve iman sende Vücudunla mukabele ettin, fenne Kum gibi kaynıyor, tufan gibi mahĢer Bir vahĢet yaĢanıyor cephelerde. ……. Cihan hayran, azmine imanına Canını feda ettin vatan uğruna Bak milyonlarca Ģehit yatıyor Kutsal toprağın sıcak koynunda. Asırlar boyu savaĢlar kazandılar Hep zaferden zafere koĢtular EĢi bulunmaz bu cennet vatanı Bize ebediyen hediye ettiler. Tüm Ģehitlerimize çok minnettarız Onlara rahmetle hep duacıyız ġükran duygularımız hiç eksilmiyor ġehitleri saygıyla selamlıyoruz. Sokakta kimsesiz bir çocuk Sırtında eskimiĢ bir gocuk Elinde poĢet içi dolu mendil O ki, elindeki kâğıttan mendil Gelip geçene uzatır bir dal Amca bir tanede sen al Alanlara cevap hazır ve sıcacık Sağ ol amca sağlıcakla kal Ne yapsın ekmek parası kazanacak Belli ki yalnız kalmıĢ yavrucak On, on iki yaĢ, o kadar ancak Sordum çocuğa ne yapıyorsun Sen okula gidiyor musun? Hayır amca gitmiyorum Ama neden niçin yavrum? Babam öldü anam hasta Evde ne ekmek var ne pasta KardeĢlerim var her yaĢta Kimi muzdarip, kimi hasta Kimi mahzun, kimi var yasta Büyükleri benim diğerleri küçük Hele biri var ki, hepten küçücük Hepsinin de geçimi bana kaldı Bu gece hepside aç kaldı Aç sefil, susuz uykuya daldı Ne kimsecikler sordu bizi Ne de kimse yaramızı sardı Bunları söyledi düĢünceye daldı Ey insanlık düĢünsene bir anlık Bu mudur garip gurabayı farkındalık Ne garip ve acayip dünyadayız Ne de açın sefilin farkındayız Peki yavrum size kim bakar O ne demek amca, elbette ALLAH bakar O değil mi kimsesizlerin sahibi Darda kalmıĢların dostu habibi Ben bu yolla rızkımı arıyorum Onun verdiği rızıkla kendimize bakıyorum Veren de O alan da, ALLAH bize yeter ġükür ALLAH‘a vardır bizden de beter. Halil KONYALI ġAHĠN‟CE UÇMAK ASYA‟DAN Hasan AKAR Asya‘yla doğar ġahin‘ce konar Niksar‘da Ġner bağlara Kur‘an bülbülleri Ilıcak Dere‘den Kelkit‘e Bir sel gibi coĢar bazen Bazen eser bir uhrevi rüzgâr Melikgazi‘den Harmancık‘tan ġakĢak‘tan ilahilerle koĢar Ellerinde katıksız bir somun Yürürler ayaklarında kara lastik Her birinin yüreği kalemden yastık Kör kandillerin ıĢığında Gözlerinde bin bir umut Asya‘nın barakadan yuvasına Asya‘dan göçer ellere CıvıldaĢarak katar katar Arkasına bakmadan uçarlar Bir gün sesleri boğuk Kanatlanır dualı ağızlarıyla Sonra bir yorgunluk molası Su içerler kana kana, Oluklu‘dan oluk oluk Kırılır kanatları apansız Bir Kasım ayında Niksar‘da eser Acılara bürünür beklenmedik bir soğuk Sen gittin çiçekler hâlâ rengârenk bahçende Allı morlu sarılı Bir huĢuyla sallanıyor servilerle, çamların Bülbüllerin dört köĢesinde vatanın Susturmamak için ötüĢüyorlar ezanın ġahince uçtular ġahin‘le Kimi ırak kimi yakın Bu dünyadan birer birer IĢıklar, Üstünler, Yıldızlar Beyaz atlara bindiler nihayet Sobacılar, Özdemirler Bir daha dönmemek üzere Allı turnalar gibi Yeteroğulları, Özdemirciler Selam gönderdiler Dostlarınız kucak kucak Sezginlerle, Arslanlar Bil ki sizi unutmadı ne Niksar Ne de çiçek açan her bir bahar Yâd ediyor rahmetle gözyaĢlarıyla Güz yağmurlarıyla ıslak ıslak Ve hepsi bilin ki; Çıkmıyorsa sesleri dualardalar Hem kim bilir belki de olmazlar mı? Rûz-ı MahĢerde size birer yâr DOSTLAR Bu dünyanın adı yalan Bazıları olmuĢ yılan Hep iĢleri yalan dolan Değil midir söylen dostlar Geçer bu dünya geçer Geçer amma nasıl geçer Dertli dertsiz hepsi göçer Değerini bilin dostlar Bu dünyaya geldin ise Hak yolunu buldun ise Kandıramaz seni kimse Siz Ģeytana kanman dostlar Biz imtihan için geldik Hesap için döneceğiz Bu dünyada neler yaptık Hesabını yapın dostlar Birbirinize verin selam Dilinizde olsun kelam Verilirse benim selâm Cenazeme gelin dostlar Gafil Hasan benim adım Her yüze gülene kandım Sahte dostlara inandım Harcadınız beni dostlar Hasan KOÇAK/26.09.2007 BEKLEYĠġ/ Ebubekir Tahiroğlu Gönül hânemde var her dem depreniĢ, Bir umut ıĢığına doğru bekleyiĢ, Zamanı bilinmeze doğru serzeniĢ, Belki mutlu son, belki de tükeniĢ. Mahkûmum bilinmeze herkes gibi Ama gerçek de bilinen tek kalem, Öteler duygusuna sahipse biri, Korku-ümit ekseni bir tek kelam. HASRET/Hüseyin KOÇ Döküldü yine bu gönlümün hüznü, Kader âleminin Ġrem Bağına. Aldı götürdü, tüm hülyalarımı, Acem‟den, Lâle, Endülüs çağına. Seyreyledi gönül, devr-i âlemi, Semerkand, Kurtuba, Kırım, Buhara. Dursa da gözyaĢı, çeker elemi, Olmak ister, yâre yine dilâra. Tat vardır, içtiğim her yudum suda, Dicle‟den, Meriç‟ten, Ren‟den, Tuna‟dan. Nevbahar kokusuyla ruhlar sûde, Rahmet olup dökülür âsumandan. Değildi maksat, beldeler(i) istilâ, Tek hedef: Ġlâ-yı Kelimatullah. Niyet hayır, sonuç hayır, yok bilâ, Verir nusreti, lütfü geniĢ Allah. Dinle, Ey nesl-i Asım, aks-i sedâ tarihi, Gök kubbede çınlar nal, kılıç sesi. Yürürsen sese, bulursun Fatih‟i, Duyduğun ses, tebĢîr-i Resul sesi. Haber var diyar-ı Faran Dağından, Can kulağıyla bağlı Gül Baba‟lara. Duy, at kiĢnemesini Estergon‟dan, Hayrandır Bedâyî Kosova‟lara. Durur mu artık müjdeyi alanlar, Gönüller oldu birer serdengeçti. Tekbirlere karıĢtı tüm duâlar, Kıyamda ruhlar, tenden-candan geçti. Hedef göster(il)di okunan hutbe(ler)de, Malazgirt‟te Anadolu, (Ġzmir'imde) Akdeniz. Sosyal harç, Manisa‟da mâneviyat, Ey Zafer(ler) ġehidi, hakkın(dır)istirahat. LEB-Ġ KÜLEBĠ / Ġbrahim ġAġMA Damgasını vuruyor, gurbet inatla ömre. UymuĢum hâsıl olan, aĢktan ibaret emre. Toprağıma düĢerken bin muĢtuyla bir cemre; Yağmurun kokusunda o duyduğum haz benim. Cennet vatan içinde bahar benim, yaz benim. Ben Gabar‟ın Cudi‟nin, ayazında yatarım. Bayrağa kızıllığı, al kanımla katarım. Kıl çadırda yörüğüm, ben Çerkez‟im, Tatar‟ım. Mürekkebim Ege‟den, kalemime az benim. Karadeniz içinde uĢak benim, Laz benim. Sırtım yere gelmiĢtir, felek ile oyunda. Meramı türkü etmek, ozanların huyunda. Karacaoğlan olmuĢum Torosların boyunda; Tezene nin değdiği, sevda yüklü saz benim. Kara kızın özünde, eda benim naz benim. Aslı ġirinde özge, bendeki yarlığıdır Bir ulusun ġerefi, arıdır, arlığıdır. Bozkırda “guzum“ diyen, anamın varlığıdır. Türkçe benim kimliğim, Ģu sinemde öz benim. Karaman‟da Mehmet Bey, fermanında söz benim. Çanakkale‟de esip, Sakarya‟da aktığım. Vicdan kapısını çalıp, Âsım olup çıktığım. AteĢi üĢüttüğüm, aĢkla suyu yaktığım Sakarya‟nın boyunda Ģehitlerden iz benim AĢk ne zaman aĢk olur sualinde giz benim. GüneĢin yanık yüzü, bir daha kavurduğu. Hacca‟nın elek ile buğdayın savurduğu, Yedi baĢlı haneye, akĢam aĢın vurduğu, Küllenmeye meyilli, tandırdaki köz benim. Dumanın garezinden ıslattığı göz benim. Vardım Niksar eline, ahvaline bakmaya. Bir pınarın suyunda döne döne akmaya… Erzurumlu Emrah‟a türküleri yakmaya Yarasına bastığı, avuç avuç tuz benim Palandöken dağında, ayaz benim buz benim. Küheylanın sırtında, ha Evliya Çelebi, Gurbet akĢamlarında, ha ben Cahit Külebi. Bir memleket aĢkına çatlamıĢım bu lebi Kaç özlemle eskittim, Ģu gördüğün yüz benim. Firkat varsa kapımda, hazan benim güz benim. YÜREĞĠME M. YaĢar Genç Yüreğim, ne oldu sana böyle? Kim vurdu sana söyle? Vurgun olmuĢ gecelerin üstüne üstüne damlar Korku doludur kimliğin kahır kahır adımlar Harman olmuĢ hatıralar kat kat bohçalanmıĢım YanlıĢ bahar yârim! Toprağımda yağmalanmıĢım Kavgayı bürünmüĢüm, gölgem ile yürüyorum Zamanın saçlarında kıyamet görüyorum GülüĢlerimin ardında yürüyor karanlıklar Gönlümün ortasından yükseliyor kayalıklar Zindan kokusu gelen, düĢlerim boğuluyor Yolumun az ötesine intihar koyuluyor Ruhumda kopar fırtınalar, uzadıkça gecelerim Elimde tek sermayem, Ģafak kokan hecelerim Ayak bastığım yerler ağlatır sözlerimi KirletilmiĢ sevdalar kanatır gözlerimi Türküler ses vermiyor, dağlarım sahipsizdir Acısını duyduğum sevdamdan kalan izdir Meçhule sürüklenen kaptansız bir gemideyim Bozgunlardır yaĢadığım, korku denizindeyim Karabasan gördüğüm rüyalarım bana düĢman Çıkmazlardır gördüğüm, kirlenmiĢ Ģimdi zaman Geç kalmıĢ bir baharı seherinde beklerim Ufuklarım yanıyor, huzursuz emeklerim Omuzumda taĢıdığım, hissettiğim emanet Ağlama ey yüreğim! ġafak sökecek elbet. DELĠ KIZ ―Ģiirler serptim toprağa, çiçek açtı gördün mü?‖ düĢleri düĢ_tü mercan gül_üĢ eylüllü Ģiirlerden ekim kasımlar damlar üzerine değdi parmak uçları fesleğen kokulu gecelerden göz kırpan ikindi saatlerine mutluluğun ardı arkası kesilmeyen kahkahası yanak boĢluklarında ters altının a sı bir tek sus kaldı geriye saat yuvarlağının akrep ve yelkovanı kaybolduğu boĢlukta hasretin kavuĢma anına garezi boĢunaydı oysa sesin içimi ferahlatan yağmur yağ kelimeler yangın yeri sus ve içime dökülsün incilerin konuĢ kapıları sensizlik sessizlik rıhtımı sana açılan gemisi ol düĢlerimin Ģimdi Mualla KÂTĠP ÖĞRETMENĠM Mahir GÜRBÜZ ALTMIġALTI ÖĞRETMEN Bir Pazar öğle vakti, kavruldu yüreğimiz Yedi onda ikiyle yıkıldı evlerimiz Ne Van kaldı ne ErciĢ, feryat figan dört yanı Enkazların altından ses ve nefes bekleriz Caddeler, mahalleler her taraf inim inim Cenazeler çıktıkça artar gamım kederim IĢık olayım diye gelmiĢti ErciĢ Van‘a Molozların altında can veren öğretmenim. Öldüren deprem değil, yine çürük binalar Kimi çadır peĢinde, kimi saçların yolar Soğuk, kar ve acılar birleĢti gözyaĢıyla Dizlerini dövüyor analar ve bacılar. Geceler ayaz Ģimdi, yanan ciğere inat AltmıĢaltı öğretmen, çoğu almamıĢ murat Sağ çıkarılan Yunus yolda vefat edince Dayanılmaz acılar artıyor en az yüz kat. Mevla‘m rahmet eylesin, mekânın olsun Cennet Kaderinde yazgıymıĢ hem deprem, hem de gurbet Emanet edilirken sana dün öğrenciler Bu gün kara toprağa sen verildin emanet… Nihat AYMAK Sındırgı Ġlçe Milli Eğitim Müdürü NakıĢ nakıĢ örensin Yarınları görensin Öğretmenim bizlere Ġlim irfan verensin. Asaletin özünde Güven dolu sözünde Çocukların sevgisi Gülümsüyor yüzünde. Silsen yaĢlı gözleri Biter mi hiç nazları Dert selinden unutma Baharları yazları. Öpülesi elin var Bal tatlısı dilin var Gönül bahçende açan Çocuklardan gülün var. Bize duyguyu öğret Bize saygıyı öğret Ġnsanı insan yapan Yüce sevgiyi öğret. Nasihattır sözlerin Gönlümüzdedir yerin Sınıfları doldurun Bizlere umut verin. Vatana elçi benim Geleceğe güvenim Size çok Ģey borçluyuz TeĢekkür öğretmenim. KERBEL -Sulara Baktıkça AğlarımDavet edilmiĢti... Gâipten bir ferman düĢtü, Gidecekti... Çıkmadan kalbine hicrân düĢtü. At sürdü Dicle‟ye, vuruldu boynundan okla, Avuçlarındaki suya bir damla kan düĢtü. AĢkı, Ģefkati, rahmeti denk vurdular bir bir, Çöllere bineklerle nurlu bir kervan düĢtü. Akıp git ebediyen, nura mahrum ey nehir! Senin bahtına payına bir kızgın umman düĢtü. Dönüp dönüp bakıyordu Ģehrin tepelerine, Yâdına dedesi, anası; kardeĢi Hasan düĢtü. Ve sonra doğrandı evladı, önünde bir bir, Kadınlar ardından o ġah-ı Sultan düĢtü. EndiĢe ve tereddütle sarsıldığı bir an, Önüne birden babası ġah-ı Merdân düĢtü. Nurundan yeĢermiĢken evren; arz toprağına, O hilkat mayasından yetmiĢ iki can düĢtü. Evlad ü ıyaliyle yürüdü kaderine, Gün be gün gözlerine hayâl-i vatan düĢtü. Emanetten kalan tek yavru arslan önünde, Zaman ceylandı ki vuruldu o ceylan düĢtü. Çöller, dağlar aĢıp döndüler belâ yurduna, Dünyada bahtına, yazılan bu mekân düĢtü. Gök yarılıp, güneĢ sönmeli, yer çökmeliydi, Olmadı, ruhlara koyu bir zindan düĢtü. Kalem yazmıĢ, mürekkep kurumuĢtu ezelde, Baharlara kıĢtan farksız bâd-ı hazan düĢtü. O zulüm ardından Ġslam yurtlarına çağlarca, Sarsarı andıran koyu, soğuk bir duman düĢtü. Haberi inmiĢ, toprağı da gösterilmiĢti, Bu o yerdi ki arza ebedî hüsran düĢtü. Vuruldu baĢlar, suya verildi ilim, hikmet, Hatırla bir, salgın gibi Hülagu Han düĢtü. Bir serap gibi uçarken çöllerde seneler, Cibril inmedi daha, zamana nisyan düĢtü. Çok sonra sar‟a nöbetlerine tutuldu arz, Ve bir iftarda minarelerle ezan düĢtü. Yolu kesildi, ihtiraslar sardı kervanı, Arzın sinesine kara, acı bir an düĢtü. Fil sahipleri kırdı kapıları her gece, Çiğnendi mescitler, binlerce hanüman düĢtü. “Dönün!”dediler ve haram ettiler ekmeği suyu, Dicle sahillerine sanki bir nîrân düĢtü. DurmamıĢtınız sözünüzde ey Kûfeliler! Bu gün evladınız ahdinize kurban düĢtü. Maverâ‟ya çekil ya Hüseyn yakma bizleri! ĠĢte Kerbelâ ufkuna kıpkızıl tan düĢtü… Hiç dinmeyecek feryatlarımız âh haĢre dek, Mü‟minlere ne zor ne ağır bir imtihan düĢtü. YetmiĢ iki can yandı, yakıldı günlerce, Toprağa hiç mi hiç dinmeyecek figan düĢtü. Hatıra geldikçe-ki hiç çıkmaz- yanarım hep, ġükür payıma Ģu iki çeĢm-i giryân düĢtü. ZerdüĢt olsaydılar söndürürlerdi ateĢi, Damla su vermediler, kalplere külhan düĢtü. Bir zengin sofra, soğuk bir su gelse ağlarım, Yazlara hep muharrem ile ramazan düĢtü. MüĢrik olsaydılar kırardılar putlarını, Azgın nefisleri önünde din iman düĢtü. ġimdi orda kanlı bir nehir akıp gidiyor, Yazık! O zulme bombalarla asuman düĢtü. ”Yahudi, Nasara da içer Ģu sudan, dedi, Neden biz Ehl-i Beyt‟e âteĢ-i sûzan düĢtü?” Kıyamet kopsun; kıyam olsun, kurulsun mîzan! Ey zalimler! Gölgesiyle âhir zaman düĢtü... Saffet ÇAKAR/ Edebiyat öğretmeni/Tokat GALMAYAYDI KAġ… Sona ÇERKEZ O bahar iydeler derd çiçekledi Elendi baĢıma o bahar kadar O bahar sevinci gam üsteledi Men derd görmemiĢtim o vakta kadar Bir göz kırpımında ayrıldık senden Dünyanın üzünü sanki su aldı… Hayat hemin andan bu güne kimi Menimçün cevapsız kalan su aldı… Döndü taleyimin üzü özümden Gördüğüm ne varsa geldi gözümden. Teselli, teskinlik bazen de gınah Söhbet olmadı birce dözümden… O bahar ömrüme geldi zülm ile Geldi etek dolu gucağında daĢ… Sensiz illerimin sayı arttıkça Asıldı sinemden ömür adlı daĢ… Ġffetten bağrımda dillendi ürek Men yanıp yakıldım göz eledi yaĢ… Ele eleyeydin nolardı ya Rabb, O bahar dünyaya gelmeyeydi kaĢ… GURBETĠN KAHRI Kurban ola‟m kaĢı gözü elâya Dert baĢıma kaldı, düĢtüm belâya Selamım tez gitsin benden sılaya Gurbetin kahrını çekemem gönül. Bağlandı yollarım, gelemem gayrı Yârdan ayrı kaldım, gülemem gayrı Nerdesin, nasılsın bilemem gayrı Gurbetin kahrını çekemem gönül. Seni gördüm, gözüm gönlüm tutuldu Ecel Ģerbetime zehir katıldı AĢk ayağa düĢtü, ucuz satıldı Gurbetin kahrını çekemem gönül. Her güzele gönül verilmez imiĢ ġu gurbetin kahrı çekilmez imiĢ Feleğin bileği bükülmez imiĢ Gurbetin kahrını çekemem gönül. Osman Tekerci Burdur-Bucak UMUT, SEN NE GÜZELSĠN! Karanlıkların değiĢmeyen nuru Sen ne güzel „yola‟ mihmansın umut! Çatlayan toprağın en bol yağmuru Sen ne güzel „çöle‟ ummansın umut! Mecnun senin için çöllere düĢtü Ferhat senin için dağlara düĢtü Kerem senin için nâra tutuĢtu Sen ne güzel „küle‟ dumansın umut! Dedemin eĢiğinde meĢe sensin Bebemin beĢiğinde neĢe sensin Nenemin keĢiğinde köĢe sensin Sen ne güzel „kale‟ imansın umut! Anaların aĢı seninle kaynar Babanın maaĢı seninle oynar Evlât rüyasında seni sayıklar Sen ne güzel „dile‟ dermansın umut! ÜĢüyen balanın pazar gocuğu Masum bakıĢların nazar boncuğu Büyük hülyaların beyaz çocuğu Sen ne güzel „çile‟ yamansın umut! Fakirin ekmeği senle tatlanır Acı lokmalara senle katlanır Yüreğinde ne dilekler saklanır Sen ne güzel „ele‟ amansın umut! Tabipsin yarayı hep sen sararsın Hasta yatağında sen bir Ģifasın Çiçeklere konup açan baharsın Sen ne güzel „güle‟ harmansın umut! Karacaoğlan‟ın yârinin bağı ÂĢık Veysellerin sadık toprağı Her gelinlik kızın o ak duvağı Sen ne güzel „tüle‟ kirmansın umut! Mevlâna sesinde kutlu çağrısın Buğday nefesinde Hacı BektaĢ‟sın Aytmatov‟umuzda bizim tanıĢsın Sen ne güzel „hâle‟ zamansın umut! Umutla tanıĢın kargalar sussun Umutla barıĢın davullar vursun Umutla yarıĢın ozanlar coĢsun Sen ne güzel „tele‟ fermansın umut! Semra MERAL TURNAM Yol verin turnama sılamdan yana Gözden ırak gönülden yakın Diyardan yana Yüreğimde depreĢen hasretten yana Mevsimsiz kalan seherden yana Süzül de gel turnam Süzülde gel Turnam var git yârime selam et Bahar görmüĢ dağlarıma kelam et Kekik kokan yüreğimi Dağ kokulu çocukluğumu Sularında kalan ruhumu alda gel turnam Al da gel! Turnam aç kanatlarını dağlarıma doğru Dağ çiçeklerini topla benim için Papatyaları da al yanına Çocukluğumda taç yapardım baĢıma Tüm dağ kınalarını da yak elime Yak elime turnam! Turnam gözüm kaldı yollarında Göğün ufuksuz maviliklerinde Suların esintisinde, dirilerinde, göçenlerinde Sokaklarında kalan gülüĢümde soranım olursa halimden yana Bildir de gel Bildir de gel turnam! Turnam yaralıdır yüreğim Gidiyorsun bensiz, çaresiz ve sessiz Baharına yetiĢemediğim, KıĢında çaresiz kaldığım Memleketimin insanını Benden yana kucakla Kucakla da gel turnam! Var git turnam sılama doğru Bütün sevdiklerime selama doğru Yağmurun yıkadığı güzüme doğru Toprağın kokusunu, Çocuk bahçesindeki çocukluğumu Yüklen de gel Yüklen de gel turnam! Ya da beni götür Beni götür turnam! Sündüs ARSLAN AKÇA Bedrettin yürür hükümet konağı önünden eli yüreğinde akĢamüstleri düĢleri gök mavisinde nedendir bilmem gurbetten türküler alır Ģiirler verir yakın eder sılayı hasretlere mevsim mevsim çıkar meydanlara yaylalara tarihin tünelinden geçer umutlar eker sevince ------ böyle bilinir Bedrettin ince bir dal gibi yürür kendi gölgesinden ilerde Bedrettin bir öğretmen hep gülümser seyrek bıyıkları arasından çoğalırken Kelkit vadisinde özgün sesiyle tüketir kendini bir yandan Kuyucaklı Nuri‟nin yerinde gönlüne gam biner akĢamlarına kasvet hey gidi Bedrettin‟im hey ReĢadiye iki dağın arası bir Ģehir altın olsan eritir demir olsan erirsin çaresiz akarsın Kelkit‟e sevincine arkadaĢ durulsa da hüzünlerinin rengini ------ kim bilir Ünal YILDIRIM MEÇHUL Yalan ile sonu sarp, hep kandırdı, kuzuya büründü yar Talan ile dindi harp, can yandırdı, küle döndürdü son nâr Hazan ile sustu kalp, son ziyaydı özde, söndürdü o rüzgâr Bekleme diyemem ama dönmeyeceğim, ben oldum meçhul Damla ile gözden aĢ, bırakma hayalini al düĢümden Hece ile dilden aĢ, anmam artık ismini sil kalbimden Ecel ile tenden aĢ, tükettin sen seni çık ömrümden Beklemem demiyorum ama dönemezsin, sen oldun meçhul Gam ile gün bitti ah, ansızın vurdu canı, sonsuz hasret Kör ile lâl etti âh, zulme durdu dört yanı, kalpte kasvet Dem ile taĢ kesti vah, ziyan oldu her anı, sardı illet Sen sana dönünce ben bana zehir oldum, ruh ve ten meçhul Süreyya ġen &&&&&&&&&&&&&&&&&&&& ĠġTE BĠZĠM HĠKÂYEMĠZ CoĢkun Demirçelik 50'li yıllarda Demokrat Parti'yle Hayata gözlerini umutla açanlar. Tahta beĢiklerde ninnilerle uyuyup, 60 ihtilalinin ayak sesleriyle uyananlar. Çocukluğunu bu kargaĢayla geçirip, 68'de 18 yaĢın heyecanıyla 68 kuĢağının çilesini çekenler. Bu hikâye sizin. Bizim o yıllarda çocukluğumuz Hep sıkıntılarla geçmedi. Biz nedense ergenliğe geç girdik. Çocukluğumuzu uzun yaĢadık. Bizim oyun alanlarımız çoktu. YemyeĢil çayırlarda, bahçelerde Evimiz kadar güvenli sokağımızda Güven içinde oyunlar oynardık. Biz küçük Ģeylerden mutlu olmasını iyi bilirdik. Uzun kıĢ gecelerinde içilen semaver çaylarıyla, Samimi aile toplantılarının sıcaklığını hep hissettik. O yıllarda komĢuluk bağlarımız da çok güçlüydü. ''Bir maniniz yoksa akĢam annemler size gelecek.'' Sözü bizi çok mutlu ederdi. Karanlık günlerde önlüklerimiz karaydı ama Karanlıkları aydınlatan beyaz yakalarımız gibi Umutlarımız, mutlu günlerimiz de vardı. Kitaplarımızı, defterlerimizi itinayla biz kaplardık. Tahtadan, telden, ağaçtan oyuncaklar yapardık. Yaratıcı, yetenekli, paylaĢımcı çocuklardık. Biz, yuvarlak, köĢeli kurĢun kalemlerimizle Düz, eğik, süslü okunaklı yazılar yazardık. Biz halk kütüphanelerine, Halk Evlerine giderdik. Ne omuza asmalı deri, renkli çantalarımız Ne 0,5 uçlarımız, ne kokulu silgilerimiz vardı. Tahta sıralı, varil sobalı sınıflarımızda Kara tahta baĢı heyecanlar yaĢardık. Nohutlu, fasulyeli matematik derslerimiz. Cin Ali serisi okuma saatlerimiz Andımız, 50.Yıl MarĢımız, Cumhuriyet Ģiirlerimiz Sapanla kuĢ avımız, derelerde yüzme yarıĢlarımız Ömer Seyfettin, Dede Korkut hikâyeleri Kafdağı arkasına uzanan masallarımız. Battalgazi, Köroğlu Destanları Uzun kıĢ gecelerinde uyuklayarak dinlediğimiz Babaların, dedelerin askerlik anıları. Amerikan yardımı süt tozundan hazırlanmıĢ Beslenme saatlerimizi unutmak mümkün mü? Ya sabahları üzerine ''sana''yağı sürülmüĢ dilimlerle Taze yumurtalı, pekmezli sabah kahvaltılarımız. Tarhana Çorbası'nın lezzetini nasıl unuturuz? Pazar sabahları sıcak ekmek için kuyrukta bekleyiĢlerimiz Buharı kokusuna karıĢmıĢ pidelerden, somunlardan Elimiz yana yana yediğimiz lokmalar Bizim Amerika'dan ithal hemen herkesin okuduğu Teksas-Tommiks'imiz -Zagor'umuz da vardı. Hayat, Ses Mecmuaları, Hürriyet‘in GüngörmüĢler'i Radyoda Enosis-Makarios, Vietnam haberleri Arkası Yarınlarımız, efektte Korkmaz Çakar Bizimkiler, Kaynanalar, Radyo Tiyatrolarımız Erkan Yolaç'la Evet-Hayır yarıĢmalarımız Orhan Boran'ımızla Yuki'miz. Hayatımızın bir parçasıydı. Soğuk kıĢ günlerinde, buzlu yollarda Tahta okul çantalarımızı kızak yapar kayardık. Bizim mahalle bakkalımız Haydar Amca'mız Yolunu hasretle beklediğimiz postacımız Bekçi Hasan‘ımız, kasabımız, manavımız Aile fertlerinden biri sayılırdı. Mahalle bekçimizin düdüğünün sesini Hepimiz çok uzaklardan tanırdık. Lastik ayakkabıdan naylon ayakkabıya Bez toplardan naylon toplara Batarya pilli radyodan ağır, iri, sandukalı Siyah-beyaz televizyona biz kavuĢtuk. Gazocağından ''Aygaz''lı ocaklara biz geçtik. ''Vita''yağı tenekelerinden su kapları yapardık. 60'lı sıkıntılı yılların sonunda Amerika Apollo 11'i Ay'a gönderirken Bizim ilk yerli otomobilimiz Anadol'umuz BaĢarılı olamadığımız ''Devrim''arabamız Arkasından 124 Hacı Murat'ımız O yıllarda bizim ne emniyet kemerimiz Ne otomatik klimamız, CD çalarımız Ne uzaktan kumandamız, ne oto alarmımız Ne hava yastığımız, ne otoyollarımız vardı Bizim uzaktan kumandamız yoktu. Çatılarda daha iyi görüntü için ölüm tehlikesiyle Antenleri biz çevirirdik. Gurundik, ġaplorenz asker bavulu televizyonlarda Karlı, silik, bulanık görüntülerden oluĢan Yerli diziler bizi mutlu ederdi. Sokaktaki Arnavut kaldırımlarındaki oyunlarımız Gece muhabbetlerimiz, cambazlı-palyaçolu panayırlar Topacımız, misketimiz, uçurtmamız, beĢ taĢ oyunumuz Gizlice içtiğimiz, birinci, bafra, gelincik sigaraları. Pamuk ġeker, ġeker Elma, Kâğıt Helvalı dondurmalarımız UzuneĢek, birdirbir, saklambaç, körebe oyunlarımız. Hayatımıza renk katan, anlam kazandıran bayramlarımız. Biriktirdiğimiz bayram harçlıklarıyla gittiğimiz Dönme dolap, atlıkarınca, çadır tiyatrosu. Ġstop, dokuztaĢ, el üstünde kimin eli, mendil kapmaca Gazoz kapağı, sigara kutusu, bilye, düğmelerle YaratılmıĢ bir oyun dünyamız vardı Yakan Top, seksek, ip atlama, çelik-çomak oyunları. Okulda Yerli Malı Haftalarımız Evde tasarrufa teĢvik edici kumbaralarımız Ada'ya barıĢı götürmek için yaptığımız 'Kıbrıs Harekâtı' Sokakta Ģeker, yağ, benzin kuyrukları. Postahaneden yazdırmalı çevirmeli telefonlarımız Pötükareli, kalın çizgili muĢamba kaplı odalarımız Odalarımızda kestane piĢirdiğimiz Kuzine sobalarımız Mutfaklarımızda Tel Dolaplarımız Duvarında günlük ''Saatli Marif''takvimimiz Samimi, sıcak sohbetlerle dolu aile toplantılarımız At arabası, eĢek arabası, süslü faytonlarımız Ağustin, Magürüs, Ford marka Bagajı üstünde Ģehirlerarası otobüslerimiz. Futbol sahalarında Baba Hakkı‘lı, Lefter‘li, Metin Oktay'lı Unutulmaz derbi maçları. Sinemalarda John Wayne‘lı, Clint Eastwort'lu Unutulmaz kovboy filmlerimiz Beyaz Perdede Ayhan IĢık, Belgin Doruk, Sadri AlıĢık Kötü Adam Ahmet Tarık Tekçe Göksel Arsoy, Filiz Akın, Fatma Girik, Yılmaz Güney. Orhan Gencebay Ģarkıları, arabesk duygular Zeki Müren-Erkin Koray-Berkand-Samanyolu BarıĢ Manço ile dünya turu AĢk dolu, duygu dolu, hüzünlü Ģarkılar. Sonra Dallas-Köle Izaura-Yalan Rüzgârı-A Takımı Cosby Ailesi-Uzay Yolu-Tatlı Cadı-Küçük Ev Amerika-Avrupa-Brezilya dizileri Beatles, Rolling Stones, Boneym, Adamo Amerika, Avrupa hayranlığı derken, Hippiler, bitli turistler, ansızın girdi hayatımıza. Benliğimizi yavaĢ yavaĢ kaybetmeye baĢladık. Cola-adidas-bulujin, Rak-Rok-Pop merakıyla Unutuverdik kendi müziğimizi, öz değerlerimizi Halk Oyunlarını, Destanları, Hikâyelerimizi. 80 de 12 Eylül sabahı Hasan Mutlucan'la uyananlar Tutuklananlar, gözaltına alınanlar Akıl almaz iĢkencelere uğrayanlar Bedenlerini, ruhlarını kaybedenler Yeni idamlara, haksızlıklara Ģahit olanlar. Gönülden yaralanıp gençliğini sürdürenler. 20 yılı aĢkın süredir terörle birlikte yaĢayanlar. Bu öykü sizin. Oysa ilk kolayı biz boykot ettik. Ulusal değerlere biz sahip çıktık. Güzelim Ġstanbul'da Amerikalıları Dolmabahçe'den Biz denize döktük. Tam bağımsızlık sevdalısı vatansever gençlerdik. ÖSS 'yi bilmezdik ama gece en son 23.00 de Radyodan puanları dinler erken davranmak için Sabahları bagajı üste otobüslerle yola çıkardık. Eğitimin çilesini de biz çektik. Ülkesini ölesiye seven de bizdik. Erkeklerde Ġspanyol paça pantolonlar GeniĢ gösteriĢli kravatlar, uzun saç ve favoriler Siyasi görüĢe uygun, yukarı-aĢağı, kalın-ince bıyıklar Deri uzun çizmeler, asker postalları, askeri renkler Parkalar, kalın kemerler, palaskalar, kalpaklar Arka cepte ince diĢli taraklar, yuvarlak aynalar Gömlek ceplerinde gelincik, bafra sigaraları Kızlarımızda lüle lüle saçlar, allıklar, küpeler ''Her genç kızın rüyası Zetina dikiĢ makinası''reklamları Ġnce belli mantolar, yüksek topuklu rugan ayakkabılar Döpiyesler, jarseler, koyu kırmızı rujlar, kalın kemerler Doğal güzellikler, tabii kokular, masumane bakıĢlar. Kınalı eller, ah... ah o ince beller... Biz anne-baba sözü de dinlerdik. Çoğumuz görücü usulü ile evlendik. Kim ne derse desin, Hala devam eden çok mutlu evlilikler kurduk. Sevmesini de sevilmesini de iyi bilirdik. Leyla'yı bilir, Mecnun‘u anlardık. Bizim ne unutulmaz aĢklarımız vardı. Mevsim mevsim yaĢadık duygularımızı ġarkılarda sever Ģarkılarda ayrılırdık. Bizim mektuplarımız vardı renk renk kâğıtlara yazılmıĢ Kendi el yazımızla, gözyaĢı dökülmüĢ, AĢk mektupları, asker mektupları Gül kokulu, duygu dolu, gözyaĢlarıyla ıslanmıĢ Ġçinde bir tutam sac, bir küçük el izi, dudak izi TaĢıyan selamla baĢlayıp, selamla biten mektuplar... Ah... Biz neydik ne değildik. Romanlara konu hayatların sahibiydik. Biz o yıllarda iyi ki vardık. Bütün olumsuzluklara rağmen Mutlu bir çocuk, sevdalı birer gençtik. Biz 2000'li yıllarda yine varız. Biz 60 'larda çocuk, biz 70'lerde gençtik Biz 80 'lerde ihtilali, biz 90'larda ekonomik krizleri Bir kez daha yaĢayanlarız. ġimdi teknolojik geliĢmelerle dolu 21. Asrı yaĢıyoruz. Kredi kartı, bilgisayar, internet, cep telefonu Süper market, mp3 çalar, dizüstüler, plazmalar Artık o kokulu, duygu dolu uzun mektuplar yok AĢklar yok oldu, duygular kısaldı, sembol oldu Gençlerin iletilerinde ''nbr'', ''by'',''slm'' kısaltmaları. Cep telefonlarında kısa mesaj çılgınlıkları. Nerede meyvesini elimizle topladığımız ağaçlar? Korkusuzca oyunlar oynadığımız sokaklar... Nerede o sözünün eri yağız delikanlılar?.. Vefalı dostluklar, ölesiye arkadaĢlıklar Nerede utangaç al yanaklı kızlar?.. Saflık, doğallık, bağlılık nerde?.. Bu nedenle çocukluğumu özlüyorum. El yapması oyuncaklarımı, Uçurtmamı, yaralı dizimi, annemin ninnisini Kâğıt helvayı, bakkalın sakızını Bahçedeki kiraz ağacını özlüyorum. Ya Ģimdiki çocuklar çoğu internet baĢındalar Fesfutlarda süper menülerle beslenerek Bilmem hangi yabancı müziği indirip dinliyorlar Cep telefonlarına, bilgisayarlarına sarılmıĢ Çoğu kilolu, renkleri uçuk, diĢleri bozuk Teknoloji çağını yaĢıyorlar. Artık 20. asır gerilerde kaldı. Çocuktuk genç olduk, baba olduk, dede olduk. Ne badireler atlattık, yıkılmadık ayakta kaldık. Artık yaĢadığımız kadar yaĢayamayacağımızı, Bir bu kadar daha ömrümüzün olmadığını biliyoruz. Olsun iyi ki o yılları gördük, o hayatları yaĢadık. PiĢmanlık mı asla!!! Sadece o güzel, doludizgin unutulmaz yılları Özlüyoruz... Verseler aynı hayatları yeni baĢtan Büyük bir keyifle yaĢamak isteriz. ĠĢte bizim hikâyemiz... Yarım asrı biz böyle yaĢadık.
Benzer belgeler
kaybolan değerlerġmġz
Turizm Bakanlığı‘nın son yıllarda vermiĢ olduğu katkıyı çok iyi değerlendirmemiz gerekir. Bu açıdan
Bakanlığımıza bir kez daha teĢekkür etmeyi borç biliyoruz.
Tokat ġairler ve Yazarlar Derneği ve K...