Köprü Aralık 2015
Transkript
Köprü Aralık 2015
Alttan Alttan: 7,382,292,727 Özsu Rişvanoğlu Yüzyıllardır dünyanın en büyük sorunu olan ırkçılığı TDK şöyle tanımlamış: “insanların toplumsal özelliklerini biyolojik, ırksal özelliklerine indirgeyerek bir ırkın başka ırklara üstün olduğunu öne süren öğreti”. “GERÇEKLİK karmaşık ve düzensizdir. Sistemi ve düzeni destekleyen, ırkçılık ve önyargılarla beslenen ideolojiler, sıradan insanın karmaşık dünyayı algılamasında kolaylık sağlar.” Dr. Gordon Hodson Günlük hayatımızı kolaylaştırmak için birçok kavramı, bütün insanlarca kabul edilmiş, ortak kategorilerle düşünmemiz oldukça normal. Bir ceket ile bir pantolonun aynı kategoride olduğunu, birbirlerine oldukça yakın işlevleri olduğunu biliyoruz. Bu sınıfa örneğin bir atkıyı veya bir montu da ekleyebiliriz. Ama bir uçağı mesela, eklemeyiz çünkü uçak gayet net ve kanıtlanabilir bir şekilde farklıdır. İşlevi, boyutu, yeri, amacı, çoğu şeyi farklıdır. Uçağı giyim eşyası kategorisine sokmak saçmalıktır; insanların %100’ü bunu kabul edecektir. Aynı şekilde birisi çıkıp bütün giyim ürünlerini alıp da sadece kırmızı gömlekleri bu kategorinin dışında bırakırsa, o da bir saçmalıktır. Yaptığı şey mantıksız, düzen bozucu ve kural dışıdır. Kırmızı gömlekler da sonuçta birer giyim öğesidir ve diğerleri gibi insanların vücutlarının belli bir kısmını örtmek, soğuktan korumak ve çok benzeri amaçlar için kullanılırlar. Kırmızı gömlekleri dışlayarak onları olmaları gerektiği kategoriye koymamanın, sınıfsız bırakmanın, veya daha da kötüsü yanlış kategoriye koymanın hiçbir mantığı yoktur. Sebzelerin, sandalyelerin, sayıların, oyunları birer kategoriye koymak son derece mantıklı, hayat kolaylaştırıcı ve pratik bir çözümdür. Çünkü kimse dünyadaki milyonlarca sandalyeden birisini alıp “Bu bir sandalyeden çok bir karpuza benziyor!” diye onun bulunduğu kategoriye itiraz edemez; bunun değiştirilmesi için mantıklı bir argüman sunamaz. Karpuza de benzese, “bir kişilik oturma eşyası” (TDK tanımı) olan her şey sonuç olarak bir sandalyedir. Sandalyeler bulundukları grubun diğer üyelerine %99 oranında benzeyen, bir örnek olmaları için uğraşılmış nesnelerdir. Hatta merak ediyorsanız, Ranker.com’un yaptığı bir listeye göre dünyada sadece 118 farklı sandalye tipi vardır. Kategorizasyon işlemi insanların ne zaman işine yarar? Birçok farklı ürünü olan bir fabrika sahibini düşünelim. Elindeki malı daha rahat kontrol edebilmek ve gitmesini istediği yere yöneltmek için bu ürünleri kendi aralarında ayırır. Bu ayırma işlemi sonucunda ilk kategoriyi bir tarafa, ikinci kategoriyi öbür tarafa koyarsa hem iki çok farklı ürünün birbirine karışmasını engelleyecek hem de kategorileri, birer piyon gibi görmesi, dolayısıyla kolayca yönlendirmesi, yönetmesi, kullanması oldukça hızlanacaktır. 118 tip sandalye demiştik. İnsanlar? İnsanları kaça bölersek, böldüğümüz her kategorinin kendi içinde benzerlik oranı %99 olur? 118 değil. Burçlar bile 12x12’den 144 tane. Bin desek? Milyon? Milyar? 7,382,292,727? Okumaya bile tenezzül etmediğimiz bu sayı kadar çok kategorinin kimsenin işe yaramayacağını ve her kategoride sadece bir insan olunca yaptığımızın mantıksız olacağını kestirmek zor değil. Tek yumurta ikizlerinin bile 20 yaşına geldiklerinde bambaşka karakterlere sahip oldukları dünyamızda, ne %99 benzerlik gerçekçidir, ne de ırkçılığı yanlış bulmamak, daha da kötüsü ırkçılığın varlığını reddetmek birer seçenektir. “Ben prensip olarak - belki de bir ütopya ama- dünyadaki bütün sınırların kaldırılmasından yanayım. İnsanların yaşadıkları coğrafyada birbirleriyle deniz, nehir, dağ, tepe sınırlarıyla ayrılıp kendi hegemonyalarını şu devlet, bu millet, o ülke gibi değerlendirmeleri bana ters gelen bir şeydir.” Mıgırdiç Margosyan “Her yan patlıyordu. Bazen arabalar, bazen dükkanlar, bazen bizzat insanlar… İnsanlar, insanları kurtarmak için, insanları öldürüyordu. İnsanları kurtarmak için insan öldüren insanları öldüren insanlar vardı. Her tür öldürmeye, hatta insanları kurtarmak için insan öldürenlerin öldürülmesine karşı çıkan insanların, ölümü herkesten çok hak ettiğini düşünen insanlar vardı. Bütün bu insan öldürmeler, insanları kurtarmak içindi. Bir gün insanların kurtarmaktan vazgeçeceği düşüncesi tek kurtuluş umudu olmuştu.” Yılmaz Erdoğan’ın Kurtarılan öyküsünden. Cadılar Bayramı ‘15 Bilge Koçak Cadılar Bayramı denilince aklımıza kötü ruhlardan arınmak amaçlı oyulan bal kabakları,sokaklarda şeker toplayan çocuklar ve tabiki korkunç karakterler gelir. Bunlar artık Cadılar Bayramı ile özdeşleşmiş şeylerdir. Cadılar Bayramı için okulumuzda düzenlenen balo da birçok ilginç karaktere ev sahipliği yaptı: Korsanlar, Joker, Elvis Presley, Hermione Granger, yeniçeri, cadılar, melek, Samara Morgan, mumya, Slash, Axl Rose, kedicikler, Corpse Bride, Obama ve daha bir sürü rengarenk karakterler. Günler öncesinden hangi karaktere bürüneceğimizi konuşmaya başlamıştık ve heyecanla balonun olacağı günün gelmesini istiyorduk.Balo saati yaklaştıkça heyecanımız daha da arttı,hatta o gün son derslere çok odaklanamadığımızı söylesek yalan olmaz! Derslerimiz biter bitmez makyajlarımızı yapıp kostümlerimizi giydik. Balodan önce 18.30’da “Halloween” isimli keyifli bir film izledik ve cadılar bayramı ruhuna hemen büründük. Saat sekize geldiğinde de heyecanla beklediğimiz balo başladı. İçeriye ilk girdiğimizde biraz karanlık bir ortam olduğundan ve giydiğimiz değişik kostümlerden dolayı birbirimizi tanımakta baya zorlandık. Aynı karakterlerden birkaç tane olması da işimizi zorlaştırdı tabi ki! Kısa bir süre ardından bu canlı ortama alışıp balonun tadını çıkarmaya başladık. Bol bol fotoğraf çektik. Baloda çalan müzikler ise gerçekten değişikti ve bizi baya şaşırttı: Damat halayı, “Tavukları pişirmişem” ve “Adana merkez, patlıyor herkes” gibi şarkılar ortamı neşelendirdi. Balonun en keyifli anlarından birisi ise yoğurt yeme yarışmasıydı ve yarışma boyunca eğlenceli görüntüler ortaya çıktı. Gecenin sonunda da en korkutucu karakter olan kişi seçildi. Öğrenci Birliği’ne bu keyifli gece için teşekkür ediyoruz! -- KÖPRÜ Aralık 015 kafkaokur Ece Şemdinoğlu Eylül 2014’te yeni bir dergi olarak okuyucuları karşılayan KafkaOkur, zamanla dergi reyonlarının vazgeçilmezi haline geldi. Adını Franz Kafka’dan alan bu derginin ilk sayısı da Kafka’ya atfedilip, onun hakkında çeşitli bilgiler ile süslendi. FİKİR, SANAT ve EDEBİYAT DERGİSİ Şu anda da dergi iki aylık olmak üzere raflarda yerini alıyor. Her sayıda farklı bir yazar ele alarak birçok bilgi veren KafkaOkur’da çeşitli deneme yazılarına, şiirlere ve eleştiri yazılarına rastlamak mümkün. Her sayı ile beraber verilen en güzel şeylerden biri ise yazar posterleri. Bugüne kadar dergi KafkaOkur dergisini diğer edebiyat dergilerinden 8 sayı çıkarmış ve her bir sayıda edebiyat dünyasına ayıran özelliği ise sadece edebiyatın bir kolu üzerine büyük katkıda bulunmuş yazarlara değinilmiş ve birçok edebiyat dergisinde dahi rastlayamayacığınız yoğunlaşmamış olmasıdır. Dergiyi okurken yazar hakkında bilgi edinmenizin yanısıra, her sayıda güzellikte metinler aktarılmıştır. kendinize dair bir şeyler bulmak mümkündür. Bazen yer verilen bir şiir, bazen hiç okumadığınız kitaptan bir alıntı bazen ise bir fotoğrafta canlanır yaşadıklarınız ve o zaman yazarlar ile okur arasında samimi bir ilişki başgösterir. Bugüne kadar Sabahattin Ali’den Tomris Uyar’a kadar birçok yazar dergi kapaklarında yer almıştır ve tüm bu fotoğraflar başlayacak olan samimiyete bir işarettir aslında. Böylece hem edebiyat hakkında kültürünüzü genişletirken hem de sıkılmadan okuyup kimi zaman kendi yansımalarınızı göreceğiniz bir edebi dergi olarak karşımıza çıkar KafkaOkur. Dergiyi açıp ilk sayfayı okumaya başladığınızda ise emin olun bırakamayacaksınız. Derginin popülaritesini yükselten bir başka sebep ise henüz yayınlanmaya başlamadan kurulan Instagram hesabıdır. Bu hesap yolu ile her iki ayda bir dergi basılmadan önce okurlara içeriği ile ilgili ipuçları verilir ve yeni sayı heyecanla beklenir. Okurlar ise kimi zaman kahve ile kimi zaman çeşitli kitaplar kimi zamansa verilen posterler ile #kafkaokur etiketi altında çektikleri fotoğrafları sosyal medyada paylaşırlar. Her sayının arkasında ise bu fotoğraflara yer verilir. Birçok okurun dergiyi keşfetmesi de bu yolla gerçekleşmiş ve sanal bir topluluk meydana getirilmiştir. Aralık 015 '...ben edebiyattan ibaretim!' #kafkaokur KÖPRÜ -- Robertli'nin Kafasını Karıştıran Soru: Amerika mı Türkiye mi? Melisa Oğuz Robert’e girdim. Peki ya şimdi ne olacak? Robert’ten sonra nerede olmak istiyorum? Nasıl ve neye göre karar vereceğim? Ne yapmalıyım? Bu beş yılımı nasıl geçirmeliyim? Üniversite seçerken neye dikkat etmeliyim? Üniversiteyi Amerika’da mı yoksa Türkiye’de mi okuyacağım? İşte tüm bu sorular sizin de kafanızı karıştırıyorsa gelin birlikte cevap bulmaya çalışalım hepsine. “Harvard’da okumak istiyorum.” hemen hemen her Robert öğrencisinin hazırlık yılında söylediği sözdür. Uzun ve zorlu bir sınav sürecinden geçip Türkiye’nin sayılı okullarından birine girmiş olmak bundan sonra her şeyin en mükemmeline ulaşacağımız izlenimini verir. Daha lisede geçireceğimiz beş yılın hayalleri kurulmadan gideceğimiz üniversite hayallerimizi süsler olmuştur. Birçoğumuz Harvard, Oxford, Cambridge ve Yale gibi belli başlı üniversitelerden başkasının adını dahi duymamışken kendimizi beş yıl sonra İngiltere’de ya da özellikle Amerika’da okuyacağımıza koşullandırırız. Öğrencilerde oluşan bu yurt dışı sevdası velilerin bir kısmında da aynı şekilde görülür. Çocuğunun Robert’i girmesiyle övünmenin yanında, çocuğunun Amerika’da okumak istediğini anlatır yakın çevresine birçok Robertli annesi. Diğer kısmı ise “Türkiye’deki üniversitelerin suyu mu çıktı canım!” diyerek çocuğunun yurt dışına gitmesine gönlü elvermeyen anneler oluşturur. Ailelerin kafa karışıklığı bir yana dursun hazırlık yılında dönemin yarısından çoğu Amerika yolcusu olarak görür kendini. Göz açıp kapayıncaya kadar geçen hazırlık yılının ardından, Robert’in gerçek yüzü, 9. sınıfın ilk sınavları ile yüzleşilir. Hazırlığın çömezliği atılamadan girilen ilk sınavların bilançosu hiç de iç açıcı değildir. Hemen hemen herkesi bir telaş sarar. Herkesin kafasında “Acaba yapamayacağım mı ben?” soruları… Hemen rehberlik öğretmenlerinin yanına koşulur, üst dönemlerden tavsiyeler alınır. Herkesin genelde hayal kırıklıklarına tesellisi “9. sınıf Robert’in en zor yılı merak etme. Hem git sor herkes böyle notlar alıyor.” şeklinde olur. Bu şekilde 10. sınıfa kazasız belasız, en az zararla geçmeyi planlayan öğrencilerin karşısına çıkan ikinci engel de finaller olur. İlk final telaşları… İlk final notları… Elinden TI’ını hiç eksik etmeyen Robert öğrencisi sürekli ortalamasını hesaplar olmuştur. “Kesin Türkiyeciyim!” diyenlerin kafasında acaba ortalamama mı odaklanmalıyım, yoksa bir yandan da dershaneye başlasam mı soruları dönüp dolaşıyordur. Öte yandan Amerikacı da ortalama mı yoksa sosyal aktivite mi çelişkisi içerisindedir. Her şeye rağmen bütün dokuzuncu sınıf öğrencileri arada akıllarına takılan bu sorularla bir yılı daha bitirmiş olurlar. 10. sınıfa gelinmiştir artık. Hemen hemen herkes PSAT ya da PLAN sınavlarını alır. Kimisi için bu sınavların sonucu üniversite için çizeceği yolun pusulası oluverir; -- ama büyük çoğunluk için kararsızlık hali devam etmektedir. Kolay olacağı beklenen 10. sınıf yılı kimileri için daha rahat, kimileri içinse daha zor geçer 9’a kıyasla. Ama geçer bir şekilde. Ve maraton tekrar başlamıştır. Artık 11. sınıf olunmuştur. Türkiyeci olanlar dershaneye ya da özel derslere başlarlar ufak ufak; ama sınava daha bir yıl olduğu için kimse o çalışma haline sokamaz kendisini. O bir yıl en uzun yıl olacak ve sınav günü hiç gelmeyecektir. Yurt dışına karar verenlerde bir panik hali mevcuttur. Sınav yılı gelmiştir, hâlbuki onlara göre daha çok vardır sınav için. ACT, SAT, AP, TOEFL derken bir koşuşturmaca, aynı zamanda not ortalamasını sabit tutma çabaları… Bir de hala nereyi istediğine emin olamayan grup vardır. Onlar ise iki tarafı da birlikte yürütmeye karar vermiştir. Bir yandan not ortalaması, sınav, sosyal aktivite derken herkes bir telaş içerisindedir 11. sınıfta. Bu telaş içerisinde arada sorar Robert öğrencisi kendi kendine “Ben bu okula ait miyim?” diye. Kafası sürekli karışıktır 11. sınıfın. Hala içinde bir yerlerde doğru kararı verip vermediğinin sorgulaması içerisindedir. Sonra bir bakmışsınız 12 olmuşsunuz. Bu konuda çok yorum yapamayacağım; ama 12 Amerikacılar için kalp çarpıntılı bir bekleyişi, Türkiyeciler içinse sosyal hayattan soyutlanmış bir yılı ifade ediyor sanırım. İşte biz de Köprü olarak size bu beş yılı geçirirken kafanıza belki de en çok takılan sorunun cevabı için yardımcı olmak istedik. Yurt içi üniversite danışmanımız Mehtap Ablamız ve yurt dışı ofisinde çalışan Onur Ağabeyimizle röportaj yaptık. Bu seçimde size yol gösterecek konuların cevaplarını onlarda aradık. KÖPRÜ Aralık 015 ONUR ÜNVER ile AMERİKACILIK Köprü: Özellikle üst dönemler seni yakından tanıyorlar; ama alt dönemlerin de seni tanıması için kendinden biraz bahsedebilir misin Onur Ağabey? Onur Ünver: Ben de aslında Robert mezunuyum. Okurken yatılıydım, Afyon’dan gelmiştim. Her Robert öğrencisi gibi benim de kafamda yurt dışı mı, yoksa yurt içi mi soruları vardı. Sonradan ani bir şekilde yurt dışına karar verdim. University of Richmond’da bilgisayar bilimi okudum. Bununla birlikte Japonca ve sanat üzerine yan dallar yaptım. Ondan sonra tekrar Robert’e döndüm. İki yıl kadar yurt danışmanlığı yaptım, üç yıldır da bu ofiste çalışıyorum. Aynı zamanda hala bir öğrenciyim. Kültürel çalışmalar üzerine yüksek lisans yapıyorum. K: Yurt dışında okumak isteyenler buna hazırlık sürecinde 9, 10, 11 ve 12. sınıflarda neler yapmalılar? 9. sınıfta notlarımızı yüksek tutmak dışında yapacağımız pek bir şey olmadığını biliyoruz, peki ya buradan sonra kendimize nasıl bir plan çizmeliyiz? OÜ: Öncelikle öğrencilerin Robert’te kendi ilgi alanlarını keşfetmeleri ve o alanda ilerlemeleri çok önemli. Evet, Lise 9’da alınacak testler vs. yok ama tabii ki not ortalamalarınıza ve akademik başarınıza dikkat etmelisiniz. Onun dışında da L9’u kişisel gelişim için güzel bir fırsat olarak değerlendirin; kulüplere, hobilerinize ve THP’lere ağırlık verin. Hazırlık yılında ingilizceniz ne kadar iyi bir seviyeye gelmişse, Lise 9’da ve sonrasında akademik ve sosyal ilgi alanlarınızı da o derece verimlilikle araştırabilirsiniz, o nedenle hazırlık sınıfını da en güzel şekilde değerlendirin ve bol bol okuyun! 10. sınıfta öğrencilerin aldığı dersler ile paralel olarak yavaş yavaş yurt dışı testleri başlıyor. Bu testler artarak devam ediyor; mesela belli zamanlarda alınması gereken SAT/ACT, SAT Subject, AP, TOEFL gibi sınavlar var. Her yıl, özellikle 10. ve 11. sınıfın sonunda, aldığınız ileri seviye derslerin SAT Subject ve AP sınavlarına girmek çok önemli. Eğer sınavları zamanında almazsanız 11. sınıfın sonu ve 12. sınıfın başı bayağı yoğun geçiyor. SAT ve ACT sınavlarını ise 12. sınıfta almak yerine 11. sınıfta almalarını tavsiye ediyoruz. TOEFL/IELTS de aynı şekilde. K: SAT ve ACT sınavlarından biraz bahsedebilir misiniz? Yeni SAT sınavında ne gibi değişiklikler var? Sizin bu sınavlar hakkındaki düşünceleriniz neler? Sizce hangisi daha iyi? OÜ: Başvurular için SAT ya da ACT fark etmiyor. ACT’de fen ile alakalı sorular var ve soru başına süresi SAT’ye göre daha az. Yani bu sınavda hız önemli bir faktör. SAT’de ise İngilizce biraz daha ağır ama yenilenen şekliyle artık bir sürü kelime ezberlemek gerekmiyor. Bir kelimenin farklı anlamlarını cümlenin gelişinden çıkartabilmenizi bekliyorlar, direkt olarak sormuyorlar. Kompozisyon kısmı isteğe bağlı oldu; ama bizim öğrencilerimizin alması gerekiyor. Bir başka değişiklik de Aralık 015 sordukları metinler. Size Gandhi’den, Martin Luther King’den vs. bir metin verip analiz yapmanızı isteyecekler, daha sonra da bu çıkarımların dayanağını soracaklar. Test tekniğinden ziyade okuma ve anlama becerilerini ölçecek kısacası. Bir bakıma yeni SAT sınavı, ACT’ye daha yakın bir sınav oldu. Farkları daha az olsa da, öğrenciler, ikisinden kendilerine kolay geleni seçebilirler. Seçmeden önce PLAN ve PSAT sınavları alıp bizimle konuşurlarsa, onlarla ortak bir karar da alabiliriz. K: Ve bir diğer soru da AP’ler. Bazı başka okullarda AP’ler seçmeli ders olarak fazlaca sunuluyor. Robert Kolej’de ise kısıtlı sayıda AP dersi var. Bu durumda da öğrenciler genellikle kendileri çalışarak AP sınavlarını alıyorlar. Üniversite başvuru sürecinde AP’lerin rolü nedir? OÜ: Eğer Amerika için konuşuyorsak bu sınavlar alınması gereken testler değiller; ama eğer AP sınavını alırlarsa ve kabul aldıkları üniversite bu sınavı kredi olarak kabul ediyorsa, üniversitede ders atlayabilirler. Bir diğer nokta da AP alırsanız kendinizi uluslararası bir değerlendirmede göstermiş olursunuz. Başka bir açıdan da eğer okuldaki ders notunuz çok yüksek değilse, AP alarak başvuracağınız üniversitelere akademik başarınızı ispatlamak için bir şansınız daha oluyor, tam bir telafi olmasa da. İngiltere’yi konuşacak olursak, okulundan okula sayısı değişse de, mutlaka birkaç AP sınavı almanız gerekebiliyor. İngiltere’yi başvurmayı düşünen öğrencilerin AP sınavlarını önceden almaya başlamaları lazım ve hatta bazı sınavlar için okul derslerinin dışında kendileri de çalışmalılar. K: RC öğrencileri tarafından seçilen bazı popüler meslek alanları neler? OÜ: En fazla mühendislik ve işletme tercih ediliyor; ama sanat ve sosyal bilimlere de başvuran öğrenciler oluyor. Mesela bilgisayar mühendisliği istemeyen ve programlama ile daha çok ilgilenen de çok öğrenci oluyor. Bu öğrenciler benim gibi bilgisayar bilimi (computer science) tercih ediyorlar. Aslında hemen her meslek dalına başvuru yapılıyor diyebilirim. Yurt dışına gidecekler tarafından tercih edilmese de tıp ve hukuk da popüler meslekler. KÖPRÜ -5- K: Yurt dışına okumaya giden öğrencilerin çoğu orada mı kalıyorlar yoksa Türkiye’ye geri önüyorlar mı? OÜ: Genelini bilemiyorum, net konuşamıyorum; ama benim dönemime baktığımda orada biraz çalışıp dönenler de var, üniversite biter bitmez dönenler de. Onlardan biri de benim. Bir çok arkadaşım ise orada kalmaya devam ettiler. K: Amerika, Kanada ve İngiltere dışındaki seçeneklerimizden bazıları neler? OÜ: Avrupa var tabii. Mesela her sene Hollanda’ya başvuru yolluyoruz. İtalya’da, Almanya’da, Fransa’da, İspanya’da bazı İngilizce eğitim veren okullar var. Oralara da her sene başvuru gönderiyoruz. Japonya’ya başvuran öğrencimiz de var, Kore’yi düşünen de. Hong Kong’da, Singapur’da da çok güzel okullar var. Ortadoğu da bir seçenek, bir öğrencimiz Abu Dabi’den kabul almıştı mesela. İki okul arasında çok kararsız kaldı; ama sonunda Yale’ın onun için daha doğru olacağına karar verdi. Yani çok farklı yerler, çok güzel imkânlar var. Öğrencilerimizin çoğu Amerika ya da İngiltere odaklı oluyorlar ama bana sorarsanız başka yerleri de dikkate almalılar, çünkü çok iyi üniversiteler var. K: Peki ya Avrupa’nın burs imkânları nasıl oluyor? OÜ: Avrupa’da burs imkânı çok yok. Ama eğer Almanya’da Almanca eğitim veren, Fransa’da Fransızca eğitim veren vb. devlet üniversiteleri tercih edilirse Türkiye’dekine yakın neredeyse ücretsiz bir sistem var. Bunların dışında bazı üniversiteler çok küçük miktarlarda burs verebiliyorlar; ama zaten üniversitelerin ücretleri 8.000, 10.000, 15.000 Euro civarında olduğu için Amerika’da kısmi burslu bir öğrencinin ödediği miktara denk geliyor. K: Geçen yıldan bu yıla yurt dışı başvuruları arttı mı? OÜ: Yaklaşık 10 senedir yurt dışı başvuru oranları hep aynıydı; ama son 2 senedir bu oran artmaya başladı. Sonuçları şu an bilmiyoruz; ama geçen sene başvuru yapan sayısı 90 kişiyken, bu sene başvurmayı düşünen kişi sayısı 115’in üzerinde. Başvuran kişi sayısı kesin %50’yi geçecek; ama gidenler ne kadar olur bilmiyorum. Tabii başvuranların hepsi kesin orada okumak için mi başvuruyor, yoksa yedekte bir seçenek daha bulundurmak için mi bilmiyoruz. K: Öğrenciler arasında Amerika burs isteyenler için daha yüksek bir ihtimal gibi bir anlayış var. Peki, Kanada ve İngiltere’den burs almak imkânsız mı? OÜ: İngiltere’de neredeyse hiç burs yok. Kanada’da ise belli başlı burslar var ve alan öğrenciler de var, ama gerçekten çok az. Hatta dünyada sadece bir iki kişiye verilen burslar var, yine de bunları bile alan öğrencilerimiz oldu. Bu iki ülkede burs imkanları genel olarak çok az; ama vakti geldiği zaman öğrencilere biz bu bursları duyuruyoruz. Fakat oranlar karşılaştırıldığında Amerika kadar burs vermiyor bu iki ülke de. -- K: Peki burs istemek başvurumuzu etkiliyor mu? OÜ: Eğer bir öğrenci burslu başvurmak istiyorsa daha az okul seçeneği oluyor, çünkü Amerika’da da her üniversite burs vermiyor ve verdikleri bursların miktarları da değişebiliyor. Devlet üniversitelerinde pek burs yok, o nedenle özel üniversitelere yönelmek durumunda kalıyorlar. Bu durumda özel üniversitelere giden başvuru sayısı ve kalitesi artıyor. Eğer bir öğrenci burssuz başvuruyorsa, çok iyi devlet üniversitelerinden kabul alma şansı var ve bu üniversitelerin kabul oranları daha yüksek olabiliyor. Bu şekilde daha kolay kabul alabiliyorlar. Bir diğer fark ise şu ki, diyelim bir üniversiteye iki öğrenci başvuruyor ve iki öğrencinin de özellikleri birbirine yakın, burssuz öğrenci bu durumda daha avantajlı, çünkü üniversitenin cebinden bir masraf yapması gerekmiyor. Bu bahsettiğim durum “need blind” olarak adlandırdığımız 5 okul için geçerli değil tabii. Diğer okullar “need sensitive” olarak geçiyor ve kabullerinde burs isteğinizi de dikkate alıyorlar. K: Son olarak öğrencilere tavsiye edeceğiniz bir şey var mı? OÜ: Robert’te yaptıkları şeyleri sadece üniversite başvurusuna odaklı yürütmesinler. Sevdikleri şeyleri yapsınlar ve o alanlarda mümkün olduğunca ilerlemeye çalışsınlar. Bu kendileri için daha iyi olacaktır. Her şeye başvuru odaklı bakıldığında bir şeyler eksik kalıyor, sahici olmuyor. Unutmasınlar ki kabuller için tek bir doğru yol yok. Kendilerini en iyi ifade edebilecekleri noktaya, kendi içlerinden geldiği şekilde ulaşmaya çalışsınlar. Bence öğrencilerimiz için en güzel tavsiye: “Stay hungry, stay foolish!” Zaman ayırdığı için Onur Ünver’e çok teşekkür ederiz. MEHTAP KAYA ile TÜRKİYECİLİK Köprü: Özellikle 11 ve 12. Sınıflar tarafından çok yakından tanınan ve sevilen bir kişisiniz. Fakat tanımayanlar için bize kendinizden ve işinizden bahsedebilir misiniz? Mehtap Kaya: Üniversite eğitimimi Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık bölümünde tamamladım. İlk mesleki deneyimim üniversiteyi bitirdikten sonra dershanede oldu. Uzun yıllar dershanede çalıştıktan sonra bir özel okulda yurt içi üniversite danışmanı olarak çalışmaya başladım. Dershaneden sonra okulda çalışmak farklı bir deneyim ve fırsattı; farklı bakış açılarına sahipler. Bir yandan çalışıp bir yandan devam ettiğim Psikoloji bölümünde tamamladığım yüksek lisansım da özellikle sınavlara hazırlanan öğrenci ve velileri ile çalıştığım için “sınav kaygısı” konusunu ele aldım. Bu yıl Robert Kolej’de 8., mesleğimdeyse 20.yılımı çalışıyorum. Türkiye’de uygulanan ve hemen hemen her yıl çeşitli değişikliklere uğrayan sınav sistemi gereği üniversite hazırlık sürecinizde destek olmakla beraber, özellikle kariyer yolculuğunuzun bu aşamasında kendiniz için en uygun kararları vermenizde de yol gösterici olmaya çalışıyorum. KÖPRÜ Aralık 015 K: Peki bizler üniversite ve meslek seçimlerinde doğru kararları verebiliyor muyuz? Yaptığımız tercihlerin sonucunda mutlu oluyor muyuz? MK: Öğrencilerin üniversiteye gittikten sonra gittikleri bölümde kalma oranları ve mezuniyet sonrasında yaptıkları işlere bakarak bu soruya cevap verebiliriz. Takip edebildiğim kadarı ile üniversiteye gidip alan değiştiren, üniversiteyi bırakan ya da yeniden sınava giren öğrenci sayısı çok fazla değil. Bu konuda üniversitelerin esneklikleri de önemli. Çünkü çift ana dal, yan dal olanakları ile farklı bölümlerde okunabiliyor, bölüm değişiklikleri, transferler yapılabiliyor. Ama genellikle öğrencilerimiz verdikleri kararların arkasında duruyorlar. Çünkü RC’nin öğrencilerine sunduğu seçmeli ders özgürlüğü, yeni deneyimlere ulaşabilme fırsatları sayesinde öğrencilerimiz lisede farklı seçenekleri görebiliyorlar. Ayrıca Robert Kolej müfredatında yer alan seçmeli dersler karar süreçlerini etkiliyor. Eskiden Milli Eğitim kuralları gereği diploma alanı seçme yani mecburen bir alana yönelme zorunluluğu vardı. Diploma alanının kalkmasıyla beraber, daha esnek bir program ortaya çıkmaya başladı. Tabii iş dünyasında ve gelecekte ne yapacağınızı zaman içinde göreceğiz; ama Robert Kolej’deki kazanımlarınız sizin biraz daha esnek bir hayat planı yapmanıza da olanak sağlıyor. K: Peki Robert öğrencisinin kafasını en çok kurcalayan soruyu size soralım. Bir Robert öğrencisi olsaydınız, yurt içinde mi yurt dışında mı okumayı tercih ederdiniz? MK: Keşke Robert Kolej’de okuma fırsatı bulan şanslı öğrencilerden birisi olsaydım. Eğer Türkiye’de çalışacaksam, sonrasında yaşamak istediğim yer burası ise dört yıl lisansımı burada tamamlayıp, yüksek lisans ve/veya doktora için yurt dışına giderdim. Üniversite yıllarında kurulan bağların hem iş dünyası, hem dostluklar açısından önemli olduğunu düşünüyorum. Yurt dışı deneyimimin olmasını da isterdim tabii ki; dünya vatandaşı olmak, dünyayı daha geniş bir açıdan görebilmek oldukça önemli. Son yıllarda daha lisans düzeyinde gerçekleşen uluslararası değişim programları da bu noktada kolaylaştırıcı olmaya başladı. K: Öğrenciler 11. ve özellikle de 12. sınıfta daha basit derslere yöneliyorlar. Aynı zamanda sosyal aktivitelerini de bırakıyorlar. Sonuç olarak özellikle 12. sınıfta Robert’ten yeteri kadar faydalanamıyor muyuz? MK: Sosyal olarak son senenizde Robert’ten yeteri kadar faydalanamadığınız bir gerçek. 12. sınıf, zamanın en kıymetli olduğu sene ve gün hala 24 saat. Bir yandan sınav hazırlığı bir yandan okuldaki sorumluluklarınız var. Bu noktada İstanbul’da yaşıyor olmanın fiziksel olarak verdiği zorlukları da göz ardı edemeyiz. Bu problem bu sene kısmen çözüldü diyebiliriz. Önceki yıllarda dershanenizin ve evinizin genellikle farklı yerlerde olması ulaşımla zaman kaybetmenize neden oluyordu. Sizlerin de bildiği gibi 1 Eylül 2015 tarihinde dershanelerin dönüşüm sürecinin tamamlanması ile Robert Kolej bünyesinde L11 ve L12 Aralık 015 öğrencilerimizin devam ettiği bir takviye kurs programı açıldı. Bu sene 11. ve 12. Sınıf öğrencilerimizin büyük çoğunluğu okulun açtığı bu takviye kurs programına geliyorlar. Program hafta içi ve cumartesi günleri devam ediyor. Sınav hazırlığı yapan öğrencilerimiz bu program ile hem zamandan biraz tasarruf etmiş oluyorlar, hem de pazar günleri onlara kalıyor. Ama şöyle bir gerçek var ki sınav hazırlık süreci için hangi yolu seçerseniz seçin sosyal faaliyetlerinizi ister istemez kısıtlamak ya da tamamen bırakmak zorunda kalıyorsunuz. Ne yazık ki bu çok istediğimiz bir yöntem olmasa da, özellikle zaman baskısı öğrencileri çoğunlukla bu kararı vermeye zorluyor. Diğer okullardaki gibi Lise 9’dan itibaren sadece sınav hazırlığı için yalnızca test sistemini benimsemiş, bunu tek hedef haline getirmiş (bu yöntemi doğru bulmuyorum) akademik programımız olmadığı için, genellikle tüm yoğunluk Lise 12. sınıfa kalıyor. Lise 11. sınıf düzeyinde öğrencilerimizin bir bölümü sınav hazırlığının havasına giriyorlar, bunun için gerekli kaynaklara ulaşmaya başlıyorlar. Ama sene sonunda sınav olmaması ve RC Lise 11 program içeriğinin yoğunluğu gibi sebeplerle istediğiniz oranda çalışamıyorsunuz. Doğal olarak temponun büyük bir kısmı Lise 12’ye kalıyor. Bir de yurt içi ve yurt dışına aynı anda hazırlanan öğrencilerimiz var. Bu öğrenciler de 11. sınıfta yurt dışıyla ilgili hazırlıklarına daha fazla yoğunluk veriyorlar. Yurt içi hazırlıklar yine Lise 12’ye kalıyor. Yani Lise 11’den itibaren ister istemez akademik ve sosyal yaşamınız değişikliğe uğruyor. K: Seçmeli derslerin birçoğu öğrencileri AP sınavlarına hazırlıyor. Peki, öğrenciler kendilerini YGS veya LYS’ye hazırlayacak dersler istemiyorlar mı? MK: 12. sınıflar için LYS Matematik-Geometri sınavından dolayı RC müfredatına eklenen bir seçmeli “İleri düzey Geometri” dersi var. Bunların dışında Lise 12. Sınıflar arasında oldukça popüler olan “Seçmeli Dil ve Anlatım” dersi de Türkçe testine oldukça destek oluyor. Matematik bölümü geometriden sonra önümüzdeki yıl YGS ve LYS’de sizlere destek olmak üzere “Matematik 7” dersini açacak. Bu derste 9. sınıftan 12. sınıfa kadar işlenen matematik ve geometri konularının işlenmesi planlanıyor. Tabii ki bu derslerin açılmasında öğrencilerin çoğunluğunu Türkiye sınavına hazırlanıyor olmasının payı var. K: Dışarıda şöyle bir algı var: “Bunlar Robert Kolej öğrencileri, çok başarılılar, her şeyi yapabilirler.” deniyor. Buraya gelirken gerçekten de başarılıyız fakat aynı başarıyı üniversite sınavında gösteremiyoruz. Neden bizler en sonunda bu hale geliyoruz? MK: Bu durumu etkileyen iki cevap geliyor aklıma. Birincisi lise sınavlarına hazırlandığınız yaşınız. Bu yaşlar itibari ile herhangi bir sınava konsantre olmak biraz daha kolay. Sınav hazırlık sürecinizdeki dış faktörler de daha sınırlı. Robert Kolej’e başladıktan sonra ergenlikten gençliğe doğru yaşam ilerliyor. Yani bu süreçte sadece akademik hayat, sınavlar yok. Siz hem birey, hem de akademik olarak kendinizi keşfediyorsunuz. İkincisi KÖPRÜ -- Robert Kolej’in eğitim sisteminin farklılığıyla ilgili. Üniversiteye giriş sınavının dili “çoktan seçmeli”. Öğrenciler bu sistemde çok da fazla sorgulama ihtiyacı duymadan bilgilerini teste dökerek bir puan alıyorlar. Eğer bir öğrenci erken sınıflardan itibaren bu dili kullanmaya başladıysa üniversite sınavına girerken gayet başarılı bir sonuç alıyor. Sizler Robert Kolej’in analitik düşünebilen, sorgulayan, eleştiren öğrenme tarzına alışıyorsunuz. Tekrar test sistemine döndüğünüzde unuttuğunuz bir dili yeniden hatırlamanız gerekiyor. Özellikle bazı liselerde öğrenciler 9. sınıftan itibaren üniversite sınavına test odaklı hazırlanmaya başlıyorlar. Bu Robert Kolej’in felsefesinde olan bir şey değil. Sizler sınava çalışmak için emek harcamaya başladığınızda, genellikle Lise 11 oluyor, diğer okullara göre biraz geç başlamış bulunuyorsunuz. Sizler test sistemine alışmaya başlayana kadar diğer okulların öğrencileri daha fazla pratik yapmış oluyorlar. Diğer öğrencilerle bu ilk karşılaşmalar sizleri biraz endişelendiriyor. Ama büyük resme baktığımızda öğrencilerimiz hedefledikleri üniversitelere ve bölümlere gidiyorlar. Öğrencilerimizin tercihlerine baktığımızda birçoğunun istedikleri yerlere gittiğini görüyorum. Tüm Robert öğrencileri en yüksek sıralamalı bölümleri hedeflemeyebiliyorlar. Özellikle vakıf üniversitelerinin kısıtlı kontenjanla aldığı tam burslu bölümü yerine, o üniversitenin yüzde elli burslu bölümü de hedef olabiliyor kimi zaman ve bu hedefe ulaşıyor. Robert Kolej öğrencileri devlet üniversitelerine göre vakıf üniversitelerinin burslu programlarına gitmeyi tercih ediyorlar. K: Robert’ten sonra, bizi diğer üniversiteler gerek eğitim kaliteleriyle gerek ortamlarıyla tatmin ediyor mu? MK: Öğrencilerin geri bildirimi çoğunlukla, “Nereye gidersek gidelim biz Robert’i hiçbir yerde bulamıyoruz, okulumuzu özlüyoruz.” şeklinde. Bu nedenle tarz olarak özellikle Robert’e yakın olan üniversiteleri tercih etmeye gayret ediyorlar. Üniversitelerin fiziksel, sosyal ortamı veya öğrenci profili, akademik standartları oldukça farklı. Siz Robert’te üniversite düzeyinde eğitim almaya başlıyorsunuz, uygulamalar o yönde ilerliyor. Bu nedenle üniversiteler de Robert öğrencilerini okullarında görmeyi çok istiyorlar. Zaten iş hayatına atılırken de lise diplomanız size birçok artı katmaya devam ediyor. K: Peki, vakıf üniversiteleri mi, devlet üniversiteleri mi? MK: Çok etraflıca bakılması gereken bir soru çünkü standart bir cevap yok. Kişiden kişiye değişebilir. Çok değişken var bu kararı verebilmek için. Öğrencilerin benimle paylaştıklarını söylemek isterim bu noktada. “İlköğretimden beri özel okulda okudum; artık devlet okullarının nasıl bir yer olduğunu görmek istiyorum.” Bu bakış açısı ile devlet üniversitelerini tercih eden öğrencilerimiz var. “Robert Kolej’den sonra, Robert Kolej’e olabildiğince en yakın okulu arıyorum.” Bu arayışı bir vakıf üniversitesinin karşılayacağına inanıp vakıf üniversitesine giden öğrencilerimizde oluyor. Genellikle akademik ve -- sosyo-kültürel olarak Robert Kolej standartlarına yakın okulları tercih ediyor öğrenciler. Bölümle de çok ilişkisi var. Gideceği bölüm istediği devlet üniversitesinde yoksa bu durumda vakıf üniversitesine giden öğrenciler de var. Vakıf üniversitelerinde bir de şöyle bir şey var, Robert öğrencilerine buradaki akademik kazanımları daha çok hissettiriliyor. Yani siz bir vakıf üniversitesine gittiğinizde genel öğrenci profili içinde, Robert Kolej mezunu olduğunuz için biraz daha farklı kazanımlarınız olabiliyor. Sizin Robert Kolej’deki altyapınız bir adım daha öne çıkmanızı sağlıyor. Aslında bu olay biraz da öğrencide bitiyor. Siz nereye giderseniz gidin yapmak istedikleriniz için mücadele veriyorsanız, hocalar da sizi destekliyorlar. Öğrencilerimizin çoğu devlet üniversitelerinde mutsuz oldukları için değil ama vakıf üniversitelerinin standartları ve özel koşulları daha iyi olduğu için onları tercih ediyor. Burs seçenekleri, çift ana dal, yan dal kolaylıkları ve yurt imkânları mevcut. Devlet üniversitelerinde yurt imkânları bulmak daha zor. İstanbul’da yaşasalar bile öğrenciler yurtta kalmak istiyorlar. Arkadaşlarının ve bir önceki mezunların gittiği okullara gitmeyi tercih edenler de var. Etkilerden bir tanesi de puanlar tabii ki. Öğrencilerimiz belli başlı üniversiteler dışında her üniversiteye gitmeyi istemiyorlar. Robert’ten sonra kafalarında gidilebilecek birkaç devlet üniversitesi var. Eğer ilgilendikleri devlet üniversitelerinde istedikleri bölüme puanları yetmiyorsa, bu durumda vakıf üniversitelerine gitmeyi tercih eden öğrencilerimiz de oluyor. K: Okulumuzdaki öğrencilerin ne kadarı yurt içinde kalıyor? MK: 2015 mezunlarımızdan yüzde 64’ü Türkiye’de kaldı, yüzde 36’sı ise yurtdışına gitti. Geçen yıllar da göz önünde bulundurulduğunda yurt dışına giden öğrenci oranının arttığı görülüyor. Bu oran uzun yıllardır ortalama yüzde 70’e yüzde 30’du. K: Yurt içi ve yurt dışına aynı anda hazırlanılabilinir mi? MK: Yurt içi ve yurt dışı için aynı anda hazırlanmak mümkün elbette. Bunu yapan öğrencilerimiz oldu. Ama bunu yaparken hem yurt içinde çok iyi bir üniversite ve bölüm hem yurt dışında iyi bir okuldan kabul almak oldukça zor. İkisini birden yapınca hedefler düşebiliyor. Yüksek hedeflerde de bunu yapabilen öğrenci sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Hem yurt içi hem de yurt dışı için çok emek zaman harcamak gerekiyor. İkisinde de en iyiye ulaşmak istiyorsanız, ayrı ayrı çaba göstermeniz gerekiyor. Ya hedef düşüreceksiniz ya da birini tercih ederek sırtınızdaki yükü biraz daha azaltacaksınız. K: Yurt içine hazırlanırken not ortalamasının katkısı nedir? MK: 2013 yılından itibaren uygulanan yeni sistemde not ortalaması üniversiteye girişinizi ortalama yüzde on civarında etkiliyor. Geriye kalan puanın yüzde 55’i LYS’den, yüzde 35’i ise YGS’den geliyor. Ancak şunu göz ardı etmemeliyiz ki bu sistemde Türkiye’de tüm okullar eşit kabul ediliyor. Yani dersler zorluk düzeyi ya KÖPRÜ Aralık 015 da başka faktöre göre birbirinden ayrılmıyor; böylelikle diploma notları yani dört yıllık ortalamanız da herkes için eşit. Üniversite sınavının bir sıralama sınavı olduğu gerçeğine bakarsak, okul notlarının sizi sonradan mağdur etmemesi için elinizden geldiğince okul notlarınızı önemsemeniz gerektiğinin altını çizmek isterim. K: Yurt dışı danışmanlık ofisi, rehberlik ofisi ve yurt içi danışmanlık ofisi olarak belirli bir düzen içinde ve çoğu zaman beraber çalışıyorsunuz. Bunu biraz daha detaylı açıklayabilir misiniz? MK: Ben bu okula geldiğim zaman da yurt dışı danışmanlık ofisi de rehberlik ofisi de vardı. Oturmuş bir sistem çalışıyordu. Ben sonradan aileye katıldım. Ama öğrencilerin doğru kararlar verebilmeleri adına ve onları bilgilendirebilmek için üç ofis ortaklaşa çalışmalar yürütüyoruz. Bir öğrencinin kararsızlık sürecinde gerekirse üç bölümdeki danışmanlar bir araya gelip onun en doğru kararı verebilmesi adına kendi çalışma alanlarımızdan bilgilerimizi ortaya koyuyoruz. Öğrencinin karar sürecinde daha objektif olup karar sürecinden en az yanılmayla çıkmasını sağlamaya çalışıyoruz. Velileri bilgilendirmeye yönelik ortak çalışmalar, toplantılar yapıyoruz. Kararsızlık sürecini en aza indirip okulda onlara sunulan fırsatlardan kendilerine en uygun olanını yakalamalarını istiyoruz. K: Okulda açılan takviye kursundan bahsettiniz, önümüzdeki yıl bu kurs devam edecek mi peki? MK: Bu program Milli Eğitim Bakanlığı’nın dershanelerin dönüşüm süreci kararı ile, sınav hazırlığı yapan kurumların kapanacak olmasından dolayı açıldı. Şu anda program pilot program olarak planlandığı gibi devam ediyor. Ancak önümüzdeki yıl ile ilgili durum henüz belli değil. Bu konuda tüm gelişmeler takip edilerek sizlere gerekli bilgilendirmeler zamanı geldiğinde yapılacaktır. K: MF olan bir öğrenci, TM alanından da sınava girersem yeterli başarı gösterebilirim, diye düşünüyor. Bu gerçekten doğru mu? MF alanında iyi olan bir öğrenci, TM’de iyi bir derece elde edebilir mi? MK: Çok kolay bir şeyden bahsetmiyoruz. Çünkü LYS sınavlarında Edebiyat ve Coğrafya testi oldukça kapsamlı bilgi içeriyor. Özellikle edebiyat, ciddi bir bilgi birikimi gerektiriyor. Türkçe’nin yanı sıra edebiyat bilginizin de olması lazım. Sadece genel Türkçe bilgisi gerektiren sorular olsa, edebiyat bilgisi gerekmese bunu yapmak daha kolay olabilir çünkü YGS’den de bir tanışıklık var. Oysa bir fen öğrencisi matematik ve fen derslerini de tamamlamış olmalı ki LYS Edebiyat-Coğrafya testine hazırlansın. Bizim öğrencilerimizden bunu deneyenler başlangıçta sayıca çok gibi gözükseler de sonradan vazgeçiyorlar çünkü LYS’nin fen bölümü de oldukça kapsamlı ve hazırlığı zaman alıyor. K: 11. sınıfta ders çalışmaya başlamalı mıyız? Yoksa çalışmayı 12. sınıfa bırakmamız yeterli mi? MK: Öğrencilerimiz üniversite hazırlığı için bir plana, bir programa dâhil olmaya başlıyorlar. Fakat genelde benim gözlemlerime göre, 11. sınıfın sonunda sınav olmadığı için, nasıl olsa bir sonraki seneye sınava girecekleri için çalışmayı ağırdan alıyorlar. 12’de çalıştıkları gibi 11’de çalışsalar, çok çok daha fazla başarı elde ederler. Ama 11’e dönüp bir bakıyoruz, okulun sorumlulukları da yüksek oranda devam ediyor. Daha derslerinizin zorluk düzeyleri çok düşmemiş oluyor. İleri fen konuları, matematik, sanat, yoğun İngilizce programı ve diğer akademik çalışmalar 11’de devam ediyor. Lise 11’de daha önce konuştuğumuz gibi yurt dışı olayı da var. Bu yüzden 11’de Aralık 015 öğrenciler bu işin hakkını pek de vermiyorlar. Ama 11’de iyi çalışan öğrenci 12’de rahat ediyor. Ve 12’ye geldiklerinde öğrencilerin söyledikleri de şu: “ Keşke 11’de daha çok çalışsaydım.” K: Meslek atölyelerine katılmamız seçimlerimizi daha doğru yapmamıza yardımcı olur mu? MK: Bence katılmalısınız, bunların yararları var. Aslında teorik olarak 17-18 yaş, kariyer planlamak için çok erken bir dönem. Ama siz sistem gereği bu kararı vermek zorunda kalıyorsunuz. Bu kararı verirken de olabildiğince az yanlışla bu kararın içinden çıkabilmek için sizin bireysel deneyimleriniz, gözlemleriniz önemli. Bu deneyimleri kazanabileceğiniz ortamlarda staj, gözlem olanakları, atölyeler, kimi zaman yaz okullarında aldığınız dersler veya istediğiniz alanda çalışan insanlarla yapabileceğiniz sohbetler olacak. Bu tür olanaklar neyi istemediğinizi daha çok ortaya koyacak. En azından neyi istemediğinizi bilmek kolaylaştırıcı olacak sizin için. Bazı deneyimlere sahip olmak sizin daha az yanılmanızı sağlar. Belki 12’de bunu yapmak isteyeceksiniz fakat zamanınız olmayacak. 10. ve 11. sınıf bu tür aktiviteler için en uygun zaman çünkü daha geriye bakacak olursak eğer 9. sınıf daha okula uyum senesini oluşturuyor. K: Üniversite ve ilgi alanı belirlemek adına Lise 11’ler için üniversite gezileri yapıyorsunuz değil mi? MK: Tabii ki. Hatta bu yıl 11. sınıflarla gezmeye devam edeceğimiz üniversiteler; İTÜ, Cerrahpaşa, Sabancı, Galatasaray ve Bilgi. Bu dönem içinde ziyaret ettiklerimiz ise bildiğiniz gibi Boğaziçi Üniversitesi ve Koç Üniversitesi. İsteyen 12’ler de bu gezilere katılabilir ama kulüp saatinde genellikle sınav hazırlık programları olduğu için bu gezilere katılmaları pek mümkün olmuyor. Bu gezileri ve üniversitelerin yaptığı çalışmaları ben sizlere duyurmaya devam edeceğim. K: Üniversite ve ilgi alanı belirlemek adına Lise 11’ler için üniversite gezileri yapıyorsunuz değil mi? MK: Tabii ki. Hatta bu yıl 11. sınıflarla gezmeye devam edeceğimiz üniversiteler; İTÜ, Cerrahpaşa, Sabancı, Galatasaray ve Bilgi. Bu dönem içinde ziyaret ettiklerimiz ise bildiğiniz gibi Boğaziçi Üniversitesi ve Koç Üniversitesi. İsteyen 12’ler de bu gezilere katılabilir ama kulüp saatinde genellikle sınav hazırlık programları olduğu için bu gezilere katılmaları pek mümkün olmuyor. Bu gezileri ve üniversitelerin yaptığı çalışmaları ben sizlere duyurmaya devam edeceğim. K: Tüm sorularımıza cevap aldıktan sonra, sizin de tüm bunlara eklemek istediğiniz bir şeyler var mı Mehtap Abla? Belki de, biz öğrencilere söylemek istediğiniz birkaç söz? MK: Ben her zaman şunu diyorum: Robert Kolej’de okumak hayatlarının en büyük şanslarından biri. Bunu bütün samimiyetimle söylüyorum, Robert Kolej, siz öğrenciler için çok büyük bir fırsat. Robert Kolej’de öğrenci ve bu okulun mezunu olmanın değerini bilmelisiniz. Mehtap Abla’ya bu keyifli söyleyişi için çok teşekkür ediyoruz. Biz elimizden geldiğince sorularınıza yanıt bulmaya çalıştık, umuyoruz bir nebze yardımımız dokunmuş ve bazı sorularınızın cevaplarını bulmuşsunuzdur yazımızda. Sonuç olarak seçim sizin seçiminiz; ama şunu asla unutmayın ki Türkiye’de de kalacak olsanız, Amerika’ya da gidecek olsanız burada geçirdiğiniz beş yıl çok değerli. Değerini bilemiyoruz bu günlerin. Köprü ailesi olarak temennimiz hem üniversite seçimleriniz için hem de Robert yıllarınız için “keşke”lerin hayatınızdan uzak olması. KÖPRÜ -- Ali Baba ve 7 Cüceler Uran Onuk 13 Kasım’da vizyona giren “Ali Baba ve 7 Cüceler” ile Cem Yılmaz, bir kez daha seyirci karşısına çıkıyor. Peki Cem Yılmaz G.O.R.A. ile yükselttiği çıtaya bu sefer yaklaşabildi mi? G.O.R.A. filmiyle komedide çıtayı hayli yükselten Cem Yılmaz’ın sonraki filmleri haliyle G.O.R.A.’yla kıyaslanmaktan kurtulamadı ve belki de bu yüzden pek çok seyircide hayal kırıklığı yaşattı. Ali Baba ve 7 Cüceler filmiyle Cem Yılmaz, komedi ve sinematografi açısından bu beklentileri karşılıyor diyebiliriz. Derli toplu senaryosu, oyunculuk ve görüntü yönetmenliği bakımından üstün bir yapım olduğu şüphesiz olmakla birlikte, bir komedi filmi için “riskli” olarak tanımlayabileceğimiz aksiyon sahneleri de teknik çekim bakımından başarılı desek yanlış olmaz. “Başarısız geçen iş hayatlarının, planladıkları yurt dışı seyahatinde değişeceğini düşünen Şenay ve İlber, katıldıkları bahçecilik fuarında yanlış kişilerle karşılaşıp beklemedikleri bir olayın tam ortasına düşerler. Zengin olma hayalini bir başka bahara bırakan Şenay ve İlber, dünyayı tehdit eden bir güç ile karşı karşıya olduklarını kısa zamanda anlayarak, hem kendilerini hem de tüm insanlığı bu beladan kurtarmanın yollarını aramaya başlar.” Önceki filmlerinde de gördüğümüz gibi Cem Yılmaz, bu filmde de iki karakter olarak karşımıza çıkıyor: iyi adamımız Şenay ve kötü adamımız, Sovyet Rusya Korosu’ndan gelme Boris Mançov. Şenay’ın ortağı olan İlber karakterini de Çetin Altay canlandırıyor. Filmde az görünüp senaryoya büyük etkisi olan Sovyet askeri Memedov’u Zafer Algöz, baş kadın karakteri Veronica’yı ise Irina Ivkina canlandırmakta. -10- Komedinin yanı sıra aksiyon ve fantastik gibi türlerden de yararlanılan filmde en dikkat çekici özelliklerden biri yapılan göndermeler. Büyük Budapeşte Oteli’nden The Walking Dead’e kadar güncel prodüksiyonlara yapılan akılda kalıcı ve mizah dolu göndermeler, filmin tadı tuzu olmuş. Bir diğer ilgi çekici nokta ise Cem Yılmaz’ın gösterilerinde sıkça bahsettiği ve tabiri caizse zaman zaman dalga geçtiği abisi Can Yılmaz’ın da filmde rol alması. Can Yılmaz’ın canlandırdığı filmin İsmail karakteriyle, Cem Yılmaz seyircisi nihayet meşhur ağabeyle tanışma fırsatını yakalıyor. Bir G.O.R.A. değil belki ama Ali Baba ve 7 Cüceler’in hem takip etmesi keyifli, hem de sinematografi açısından başarılı bir yapım olduğu bir gerçek. KÖPRÜ Aralık 015 İnovasyon İçin Fişe Takın Eda Özüner Kendimi geçen pazar saat yedi sularında Nişantaşı civarlarında nefes nefese koşarken buldum. Contemporary İstanbul’un kapanmasına bir saat vardı ve asla hepsini bitirmeme imkan yoktu. Fakat biz yine de arkadaşımla koştuk çünkü kaçırmamız söz konusu bile değildi. Bir şekilde yetiştik ve bütün sergiyi gezmektense dikkatimizi bir yöne vermeye karar verdik. Etrafta hızlı adımlarla yürürken dikkatimi siyahlara bürünmüş bir köşe çekti. İşte bu şekilde kendimi Plugin’de buldum. Plugin teknoloji, bilim ve politikanın sanatla etkileşiminden doğmuş parçaları içeren yenilikçi bir bölüm. Eserler interaktif bir ortamda biyolojik (canlılar) ve sanal (bilgisayarlar) zeka arasındaki ince çizgiyi sorgulatan bir yapıya sahip. USB’lerde taşınan dev heykellere, bakışlarla çizilen portrelere ve bilgisayarların yetiştirdiği mantarlara rastlamak mümkün. Saint-Joseph öğrencisi Zeynep Sarı ve Üsküdar Amerikan öğrencisi Dila Günay bana Plugin’i her detayıyla anlattılar ve bu yüzden onlara teşekkür ederim. Şimdi dikkatimi en çok çeken birkaç eserden bahsetmek istiyorum. BERLİN DUVARI’NI DİKİP YIKAN ADAM: Erdal İnci Hepimizin yatay düzlemde bildiği Berlin Duvarı yeni bir konseptle karşımıza çıkıyor. Ya bütün parçalar dik olarak birleştirilseydi? Erdal İnci işte bunu Alexanderplatz’ın ortasında gerçekleştiriyor. Dünyanın heryerine dağılmış duvar parçalarını toplayıp dik bir “L” şeklinde Berlin’in ortasına yerleştiriyor ve yeniden yıkıyor. Bunu yaparken de aslında 21. yüzyıl ideallerimizi sorguluyor. Nesiller arasındaki farkın günümüzdeki politik koşullara neden olduğunu vurguluyor. Orjinal duvar zamanındaki insanlar yatay bir düzlemde yaşarken, bugünün nesli dikey bir düzlemde yaşıyor. Sorunlarımızın ancak bu yeni düzlemden incelenince çözüleceğini savunuyor. DUYGUSAL BİLGİSAYARL AR Duygular sadece canlılara mı aittir? Bilgisayarlar insansız düşünemez mi? Deniz Yılmaz bu sorulara hayır cevabını veriyor. Çünkü Deniz Yılmaz bir bilgisayar ve aynı zamanda bir şair. Bager Akbay tarafından yaratılan Deniz Yılmaz, Posta gazetesinin şiirlerini analiz ettikten sonra Aralık 015 kendi kendine şiirler yazan bir yapay zeka. Duyguların da bilgisayar dilinde yaratılabileceğini gösteren bu çalışma insan zekasının otantikliğine meydan okuyor. Araştırma kaynağı olmak dışında insanların pek bir rolü yok bu süreçte. İnsana olan ihtiyaç giderek azalırken hala duygusal açıdan robotlardan üstün olduğumuzu söyleyebilir miyiz? KÖPRÜ -11- 34. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı Ceren Kuran 34. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı bu yıl Mizah: Hayata Gülümseyerek Bakmak teması altında 500.000 okura kapılarını açtı. Her yılki gibi bu yıl da kalabalık olan kitap fuarı, bu sene de birbirinden özel etkinlikler düzenlemeyi başardı. Her yıl birçok yazarı panellerinde ağırlayan kitap fuarı, bu yıl Türkiye’de Mart Menekşeleri romanıyla tanınan Sarah Jio’yu ağırladı. Fuarın sağlamlaşmış yabancı ziyaretçi ayağı, giderek artan yabancı yazar ziyaretleriyle daha da güçleniyor. Fuar da, New York Times’da birden çok kere çok satanlara girmiş Jio’yu ağırlarken bu gücünü göstermiş oluyor. Bunların dışında 2015, Aziz Nesin’in 100. yaşının kutlandığı yıl. Kitap fuarı da, Aziz Nesin’in bize kazandırdıklarının 100 yıllık değerini anmak için "Ömrüne Sığmayan Adam: Aziz Nesin 1915-2015" sergisini sundu ziyaretçilerine. Serginin içinde Nesin’in çocukluktan itibaren bulunan fotoğrafları, birkaç değerli belge ve döküman (gazete, nüfus cüzdanı vb.), kıyafetler ve bilgileri bulunmaktaydı. Aziz Nesin’i anmak için güzel bir düşünce yapılanmıştı. Hem edebi olarak, hem de toplumsal olarak -1- bize birçok değer kazandıran bu yazarımızı anılarıyla anmamız 100. yıla ayrı bir değer katmıştı sanki. Keşke sadece 100. yılda değil, her yeni bir bilgi öğrendiğimizde farkına varsak bu değerlerin... Ayrıca, sırf kitapları basılı kopya olan yazarlar bulunmuyordu fuarda, Wattpad yazarları da vardı bu sene. Yazı yazma isteklilerine yazdıklarını elektronik ortamda paylaşma olanağı sağlayan Wattpad uygulamasının 1. Geleneksel Türkiye Buluşması gerçekleşti. Türkiye’de 3 milyon kullanıcıya sahip uygulama, okurlarını yazarlarıyla buluşturma fırsatı yakalamış oldu. Böylece, son zamanlarda büyüyen elektronik kitap akımına ilginin artması sağlandı. Bütün bu güzel etkinliklerin yanı sıra, fuarda ziyaretçileri olumsuz etkileyen bazı etkenler vardı. İlk olarak, fuarın hemen yanında bulunan büyük kapasiteli otopark kitap fuarı ziyaretçilerine kapatılmıştı. Özellikle de kitap fuarı zamanı otoparkın kapatılması o bölgede trafiği arttırdı. Bunun dışında, kitap fuarının amacı, yazarlarla ilgili etkinliklere ortam sağlamanın yanı sıra, basımevlerinin kitaplarını okuyuculara uygun fiyatlarla ulaştırmaktır. Ne var ki, bazı kitapevleri bu amacı yerine getiremedi. Yıllar geçtikçe, kitap fuarı bu amacını ve özelliği unutuyor, fiyatlar gittikçe yükseliyor. Kitap okuyucuları olarak fuardan isteğimiz, bu özelliği hatırlaması ve özüne geri dönmesi. Özetlemek gerekirse, birkaç kusuru dışında, hem düzenlediği etkinliklerle, hem de sunduğu imkanlarla güzel bir fuardı. Küçük bir kitleyle başlayıp bu kadar gelişen fuarın büyüyüp gelişerek daha fazla insana ulaşacağına inanıyorum. KÖPRÜ Aralık 015 Bergama Müzesi Ali Yağız Ayla BERMUN konferansı için geçen haftalarda Berlin’e gittiğimizde birkaç müze gezmeden şehirden ayrılmak istemedik. 11. sınıflar olarak hepimizin ASL dersini alması ve o güne kadar işlediğimiz dönemlere ait birçok eserin Berlin’de bulunması nedeniyle oldukça şanslıydık. BERMUN konferansı için geçen haftalarda Berlin’e gittiğimizde birkaç müze gezmeden şehirden ayrılmak istemedik. 11. sınıflar olarak hepimizin ASL dersini alması ve o güne kadar işlediğimiz dönemlere ait birçok eserin Berlin’de bulunması nedeniyle oldukça şanslıydık. Ancak konferansın bitiş saatlerinden dolayı çok fazla müze gezmeye fırsat bulamayabileceğimizi önceden fark edip önceliklerimizi belirlemeye karar verdik. Tabi ki herkesin en çok görmek istediği müze aynıydı: Bergama Müzesi, özellikle Zeus Sunağı. Konferansın öğlen üçte bittiği bir gün koşuştura koşuştura otele bile uğramadan –otele uğramak zaman kaybı olacağından- Bergama Müzesi’ne gittik. Biletleri alırken Zeus Sunağı’nın 2019’a kadar restorasyonda olacağından kapalı olduğunu öğrendiğimizde karalar bağladık. Müzenin diğer kısımları açıktı ancak gelmemizin temel sebebi Zeus Sunağı’nı görmekti. Hazır gelmişken bari diğer kısımları gezelim deyip salonlara girdik. Birkaç salon gezdikten sonra fark ettiğimiz bir şey vardı: Müzedeki eserlerin neredeyse hepsi Türkiye’den veya eskiden Osmanlı İmparatorluğunun hüküm sürdüğü yerlerden getirilmişti. Bir kere müzenin adının Bergama olması bize az çok neler beklememiz gerektiğini anlatıyordu ancak bu kadar çok şey görmeyi beklemiyorduk. Milet’e gitmiş biri olarak Milet Kapısı’nı Almanya’da görmek beni duygulandırmadı diyemeyeceğim. Şimdi adamlar koskoca Zeus Sunağı’nı, Milet Kapısı’nı almışlar, söküp Almanya’ya getirmişler. Tebrik etmeden geçemeyeceğim. Düşünsenize koskoca yapıtlar ikisi de, daha bunlar kadar büyük yerlerinden koparılan nice eser var. O zamanın teknolojisiyle bunu nasıl yapmışlar bir araştırmak gerek. Hayran olmamak elde değil. Aralık 015 Peki, bunları Osmanlının rızasıyla mı getirmişler yoksa çalmışlar mı? Her bir eser için ayrı bir tartışma söz konusu. Bir taraf antlaşma yapıldı diyor, bir taraf direk çalındı diyor. Hatta bazı eserlerin Türkiye’ye iade edilmesi bile tartışılan konular arasında. Ama bu saatten sonra bir şey olacağını çok zannetmiyorum. Şimdi suç atmak kolay bu insanlara buradaki eserleri alıp kendi yurtlarına kaçırmışlar diye. Hatta belki de hırsızlık denilebilir yaptıklarını. Ben de düşünüyorum hırsızlık mı değil mi diye. Tamam belki gerçekten hırsızlık. Ama bu yapıtlar yüzyıllar boyunca ülkemizde kalsaydı şu anki halleri nasıl olurdu emin olamıyorum. Ülkemizde bırakılıp “çalınmayan” bazı eserlerin halini görüyoruz bugünlerde. Ya modern eserler yaratmak için eskilerinden vazgeçmiş oluyoruz, ya da zaten vazgeçilecek bir durumu olmayacak halde oluyorlar, çoktan yerle bir olmuş… Eserleri kendi ülkelerine götürenlerin temel amacının onları korumak olduğunu iddia edebilecek kimse yoktur herhalde. Bulduğu mücevherleri eşine armağan edenlerine rastlamak bile mümkündür hatta. Ama korumak için bile olursa olsun, bir eserin bulunduğu yerden başka bir yere taşınması her halükarda yanlış bana göre. Eserler bulundukları yerlerde kalmalıdır, hem bu eserleri ve yapıldıkları dönemleri anlamak için daha etkili olacaktır. Taşınmasa nasıl olurdu, taşındı iyi mi oldu tartışılır elbette. Her şekilde eserleri korumak ve gerekirse bakım yapmak bulundukları ülkenin sorumluluğunda olmalıdır. Bergama Müzesi’nin Almanya’nın en çok ziyaret edilen müzelerinden biri olması, hatta çoğu seneler en çok ziyaret edilen müze olması trajikomik bir olay. Türklerin buna bakıp bir ders çıkarması gerektiği kesin. Ama Almanya’ya yolunuz düşerse ziyaret etmeden dönmeyin derim ben! KÖPRÜ -1- Final Haftasına Geri Sayım Ecem Öztürk İdil Kara Uykusuz gecelere, sert kahveli sabahlara, çantanıza sığmayan kitap ve defterlere hazır mısınız? Robert’in belki de en korkunç haftalarından birine şahit olmak üzeresiniz. Bu yazıyı okuyarak bu haftayı daha az eziyetli ve daha sakin bir hale getirebilirsiniz. Başlıyoruz, hazır mısınız? Herkesin sınavlara çalışma sistemi farklıdır, bunun farkında olarak farklı senaryolara göre size tüyolar hazırladık. İster ilk defa finallere giriyor olun, isterseniz son finalleriniz olsun, bu tüyolara göz atmanız size sınav öncesinde ve sınav sırasında bir kolaylık sağlayacaktır. Eğer son iki günde çalışıp sınava giren insanlardansanız, size başlıca tavsiyemiz bu iki gün boyunca minimum uyku ve maksimum çalışmaya yer vermenizdir. Tabii ki de size hiç uyumayın demiyoruz; ama finalde bütün dönemin konularının çıkacağı düşünülürse çok iyi odaklanmalı ve düzenli bir plana sahip olmalısınız. Bu iki gün boyunca en yakın arkadaşlarınız kahve ve ders notları olacaktır. Eğer düzenli not tutmuyorsanız, not toplamayı bu son iki güne bırakmayın. Önceki haftadan notlarınız hazır olsun, bu iki günü sadece tekrar etmeye ve eksiklerinizi kapatmaya ayırın. Gene de finale hiç uyumadan girmeyin, geç saatlere kadar çalışsanız da en az altı saat uyku aldığınızdan emin olun çünkü uykusuzluk sınavda dikkat hatalarına sebep olabilir ve çalışmanızın karşılığını almanızı engelleyebilir. yapabileceğiniz soruyla başlayın. Kolay soruyla başlamanız kendinize güvenmenizi sağlar ve böylece daha sakin bir sınav geçirirsiniz. Eğer sınav boyunca konsantre olmakta zorlanıyorsanız, bugünlerde dikkatinizi artırmak için internette bulabileceğiniz dikkat artırıcı oyunlara vakit ayırabilirsiniz. Oyuna vakit ayırmaktan bir şey kaybetmezsiniz sonuçta, aksine size sınav boyunca konsantre olmanızda yardımcı olduğunda oyuna zaman harcıdığınız için kendinize teşekkür edeceksiniz. Aklınızı başka durumların çelmesine asla izin vermeyin. İki saat boyunca sınava odaklanın ve etrafınızda olanların dikkatinizi dağıtmasına izin vermeyin. Önünüzdeki sınava bakın. Şimdiden herkese yoğun geçecek olan final haftasında iyi şanslar! Eğer sınavlara bir-iki hafta önceden çalışmaya başlayanlardansanız, size başlıca tavsiyemiz programınızı önceden planlamanızdır. Sadece belli bir derse odaklanmak yerine derslere eşit ağırlıklı yaklaşmanızdır. İki hafta boyunca sadece fizik çalışmayın, diğer finallerinizin de olduğunu unutmayın. Uykusuz gecelere ihtiyacınız yok, düzenli olduğunuz sürece rahat bir şekilde final haftasını atlatabilirsiniz. İki hafta boyunca eve kapanmayın, yürüyüşe çıkın ve kafanızı dağıtın. Sürekli ders düşünmek de sizi kötü etkiler ve veriminizi düşürür. Eğer çok stres oluyorsanız, buna bir an önce son vermeniz gerek. Stres olmayın demenin kolay olduğunun farkındayız; ama stres sizin sınavda bildiklerinizi yapamamanıza ve beklentinizin altında not almanıza yol açabilir. Bu yüzden sınav sabahı son dakika notlarınıza bakmak yerine kafanızı dağıtın ve sınava sakin girmeye çalışın. Sınavdan önce derin nefes almanız beyninize oksijen gitmesini, daha rahat olmanızı ve bildiklerinizi hatırlamanızı sağlar. Sınavın ilk dakikaları en stresli olunan anlardır genellikle. Buna çözüm olarak da sınavın ilk dakikalarında soruları inceleyin ve en rahat -1- KÖPRÜ Aralık 015 Karl Lagerfeld: Gizemli Tarafı Ayliz Onur Her seferinde başka bir karaktere bürünmesini sağlıyor; bazen couture, bazense daha bir sokak stili.. Düşünün Chanel’in baş tasarımcısısınız, net değeriniz 125 milyon dolar, dünyanın en güzel modellerine bir telefon kadar uzak ve endüstride inanılmaz bir üne sahipsiniz. Geçmişiniz ne olursa olsun, şu anki prestijinizi kullanarak kamufle edemez misiniz? Veya geçmişinizde ne olmuş olabilir, her seferinde her şeyi çarpıtarak anlatmanıza neden olacak? Karl Lagerfeld sadece ilham değil aynı zamanda kişisel hayatıyla da merak uyduran bir isim. Annesinin burjuvazi gruptan bir politikacının kızı olduğunu iddia etse de Karl Lagerfeld. gerçekte annesi Berlin’de bir iç çamaşır zincirinde satıcılık yapmaktaymış. Babasınınsa İsviçre bağlantısından söz eder, oysa babasının İsviçre’yle hiç bir bağlantısının olmamasının yanı sıra; dedesi Almanya’nın dönemdeki önemli partilerinden birinde çalışmaktadır yani bu politik Almanya bağlantısı İsviçre’yle ilgili olan bütün söylemlerini silebilir. Ancak tüm bu gerçeklere sırtını dönen Lagerfeld, NY Times’daki bir röportajda geçmişini hatırlamak istemediğini açıkça belirtmiştir. 2013’te inanılmaz bir katılımla gerçekleşen 70. doğumgünü partisi.. Aslında 75 yaşına basıyormuş. Her ne kadar bu yanılmacanın partileme hevesini kırmasına izin vermeden yüzlerce ünlüyü çağırma cesaretini göstermiş olsa da, insanları yanıltmıştır ve bunu hiçbir gerçek değiştiremez. Karl Lagerfeld’ın geçmişini manipüle etme çabası bana yersiz gelse de, düşününce Lagerfeld o kadar haksız değil. Özgeçmişi başarılarla dolu olan bir insanın, kariyerinin zirvesini yaşayan bu moda devinin; geçmiş zamanları hatırlaması ister istemez baskı yaratacaktır, ki bu baskı modanın ana elementi olan yaratıcılığın katilidir. Dolayısıyla belki de kendinden bahsederken geçmişine eklediği ufak detaylar, kendi içinde de yeni kimlikler oluşturuyor. Her seferinde başka bir karaktere bürünmesini sağlıyor; bazen couture, bazense daha bir sokak stili.. Onu putlaştırılmaktan kurtarıyor aynı zamanda bu manipülasyonlar. Sonuçta milyonların ilham aldığı bu adamın geçmişinin hala buzlu cam misali net olmayışı, Karl’ı düşünürken onu nasıl hatırlamak istiyorsak öyle hatırlamamıza sebep olmuyor mu? Ve daha geçmişinin gizemini çözemediğimiz bu adamı sadece şuanki haliyle değerlendirmemize neden olmaz mı Karl’ın çarpık geçmiş anlayışı? Hem kaldı ki geçmişini her detayıyla anlatsa, yine biz anlamak istediğimiz gibi anlamayacak mıyız? İşte Bild gazetesinin yayınladığı en ilginç 'King Karl' sözleri: HAYAT HAKKINDA "Bir günün 48 saat olmasını talep ediyorum. 24 saat bana yetmiyor." ÇOCUK HAKKINDA "Hiç çocuk sahibi olmak istemedim. Sebebi ise şu: Çocuğumun benden üstün olmasını kaldıramazdım. Ancak benden daha alt seviyede olmasına da tahammül edemezdim. MODA HAKKINDA "Tasarladığı kıyafetlerinin salt akıllı kadınlar tarafından giyildiğini iddia eden bir modacıyı anımsıyorum. Elbette iflas etti." EN BÜYÜK GAF HAKKINDA "Bana göre eşofmanlar yenilginin simgesidir. Eşofman giyip sokağa çıkıyorsan, hayatının kontrolünü kaybetmişsindir." CHANEL HAKKINDA "Bir adet mizah, biraz da saygısızlık. Bir efsaneyi hayatta tutabilmek için bu kadarı yeterli." KENDİ VÜCUDU HAKKINDA "Banyo ve musluk markaları gibiyim. İdeal Standart." İNSANLAR HAKKINDA "Kısa boylu erkeklere güvnemem. Onlar en ürkütücü, en mutsuz ve en kinci insanlardır." ANNESİ HAKKINDA "Annem piyano çalmamı hep çok isterdi. En son piyanonun kapağını parmaklarımın üstüne sertçe kapatıp, 'Git resim çiz, orada daha az gürültü yaparsın' dedi." Aralık 015 KÖPRÜ -15- Kışın Tadını Doğada Çıkarın: Belgrad Ormanı Selin Çelikel Gittikçe soğuyan havalar, erkenden karanlığa gömülen günler hepimizin dengelerini değiştiriyor. Bu günlerde karamsar bir havadaysanız ve bir yenilik arıyorsanız, hafta sonu Belgrad Ormanı’nda yürüyüşe çıkıp yeni hafta için enerji depolayabilirsiniz. Kış geldi, havalar soğudu, virüs ve mikroptan korkanlar iç mekanlara kapandıkça açık hava tutkunları İstanbul’un doğal park ve koşu parkurlarını tercih etmeye başladı. Özellikle serin havalarda ve yeşilin içinde, temiz havayla spor yapmak isteyenler, bulabildikleri korunmuş bölgelere akın etmekte. Siz de bu serin havaları seviyor ama şehrin göbeğinde tadını çıkaramıyorsanız, Sarıyer’deki Belgrad Ormanı’na gidebilir, bu doğal ortamda güzel bir gün geçirip tazelenebilirsiniz. Çatalca Yarımadası’nın en doğu ucunda bulunan Belgrad Ormanı, ismini Kanuni Sultan Süleyman döneminden alıyor. 1521’de Sırbistan seferinden dönerken getirilen Sırp esirleri burada Bizans döneminden kalma köyleri canlandırma amacıyla eski Ayvat Köyü yakınına, orman içine yerleştirilmişler ve buraya ‘Belgrad Köyü’ adını takmışlar. Ormanın ismi de o tarihten sonra böyle anılmaya başlanmış. Şu anda park ve mesire yeri olarak kullanılan ormanın içerisindeki bir yürüyüş ve bir bisiklet parkuru var. Yürüyüş parkuru 6 kilometre uzunlukta ve ormandaki Büyükbent’i çevrelediği için yürüyüşünüze 5400 hektarlık ormanın heybetli ağaçları dışında göl manzarası da eşlik ediyor. Yol boyunca yorulur veya susarsanız, kenarlardaki banklarda veya çeşmenin yanında mola verebiliyorsunuz. Bunun dışında yol kenarlarına konmuş tabelalar yolu bulmanıza ve ne kadar yürüdüğünüzü görmenize yardımcı oluyor. Tavsiyemiz ise arazi engebeli ve taşlı olduğu için spora yeni başlayanların kendilerini zorlamamaları. Ormanda haftasonları büyük bir kalabalık oluyor. Sabah erken saatte gelseniz bile içeriyi antrenmana gelmiş sporcu gruplarının, piknik yapmaya gelmiş ailelerin veya şehrin boğucu gürültüsünden bir süreliğine uzaklaşmak isteyen insanların doldurduğunu görüyorsunuz. Gerçekten geniş bir yaş aralığından misafiri bulunan Belgrad Ormanı’na araçlarla giriş hafta içi 5, hafta sonu 11 TL. Bisikletle veya yaya olarak gelmek ise ücretsiz. Belgrad Ormanı ağaçlık alan isteyenler için güzel bir seçenek, fakat spor yapabileceğiniz tek açık alan değil. İstanbul’un çeşitli yerlerinde sporcuların tercih ettiği diğer açık mekanların bazıları bunlar: Bebek–Rumelihisarı sahili, Aydos Ormanı, Maçka Parkı, Bakırköy sahil yolu, Emirgan Korusu, Caddebostan sahili. Eğer kış mevsimini eve kapanarak geçirmek istemiyorsanız, bu mekanlardan kendinize bir rota oluşturabilir ve zinde kalabilirsiniz. -1- KÖPRÜ Aralık 015 Küçük Prens Üzerine Ece Şemdinoğlu Gittikçe soğuyan havalar, erkenden karanlığa gömülen günler hepimizin dengelerini değiştiriyor. Bu günlerde karamsar bir havadaysanız ve bir yenilik arıyorsanız, hafta sonu Belgrad Ormanı’nda yürüyüşe çıkıp yeni hafta için enerji depolayabilirsiniz. Antonie de Saint-Exupery tarafından yazılan Küçük Prens her ne kadar kimi zaman “bir çocuk kitabı” olarak algılansa da gerek içerik gerekse vermek istenilen mesaj açısından çok derin anlamlar içerir. Robert Kolej’de de hazırlık senesinde okutulan bu kitap, öğrencilerin bakış açısını geliştirerek birer örnek oluşturduğu gibi günümüzde de 210’dan fazla dile çevirilmiştir. Kitabın genel temalarından birini büyümek ve sonucunda meydana gelen değişimler oluşturduğu gibi kendini her “büyük” hisseden insan kitapta kendinden elbette bir şeyler bulur. Geçtiğimiz günlerde Tomris Uyar’ın çevirisi ile de kitaba diğer çevirilerden daha farklı bir uslüp katılmış ve büyük etki uyandırmıştır. Kitabın son zamanlarda birçok kitapçılarda gözümüze sıkça çarpmasının diğer bir sebebi ise filminin çekilmesidir. Bu yıl 23 Eylül’de vizyona giren, yönetmenliğini Mark Osborne’un yaptığı film, kitabın belli temalarına bağlı kalarak farklı bir kurgu ile yansıtılmıştır. Kitap, Küçük Prens’in fil yutmuş bir boa yılanı çizip resmin anlamını büyüklere sorması ile başlarken; film küçük bir kızın annesinin istediği okula girebilmek için uygulamak zorunda olduğu bir programın yansıtılması ile başlar. Olaylar ise bir süre boyunca bu küçük kız çevresinde ilerler ta ki küçük kız annesinin olmadığı bir an evin arka bahçesinde pilot ile karşılaşana kadar. Sonra ise pilot olaylara dahil olur ve küçük prens de büyümüş bir şekilde karşımıza çıkar. Filmin sonunda asıl verilmek istenen mesaj da küçük kız ve küçük prens aracılığı ile aktarılır. Film ve kitap beraber olarak incelendiğinde, belirli farklılıklar hemen göze çarpsa da ana temaya bağlılık yadırganamaz; fakat yapılan değişikliklerin kitabın özgünlüğüne bir nebze hasar verdiği görülebilir. Bu nedenle hem filmi izlemiş hem de kitabı okumuş biri olarak ben filmden önce kitabın okunmasını tavsiye ederim ilgi duyanlara. Büyümekten korkmadan ve hayal gücünüzü kısıtlamadan iyi seyirler…. Aralık 015 KÖPRÜ -1- Son Zamanlar Ayliz Onur Ben bu yazıyı yazarken mesela, önümden bir teyze geçti. Dileniyordu ve her halinden belliydi zor durumda olduğu. Sonra biraz da kendime baktım. Şikayet ettiğim şeylere, beynimi meşgul eden düşüncelerime... Son zamanlarda kendimi gerilimi yüksek bir rutinin içinde buldum. Sınavlar, dersler, ödevler... Malum her Robertli gibi ben de inanılmaz bir sarmalın içine girdim. Yazılması için beni bekleyen makaleler, adeta göz kırpan masteringler, google classroom’a yağmur misali yağan ödevle derken son iki haftayı jet hızıyla geçti gitti. Bu süreç boyunca aklıma takılan soru; ben bu koşuşturmacanın içinde kaybolurken onlarca insan nasıl hem tutkulu olduğu şeyleri yapıp hem de işlerini yetiştirebiliyordu. Şimdi bu sorunun cevabını vermemi bekliyorsunuz ama ne yazık ki cevabı ben de bilmiyorum. Fakat hayatın ritmi inanılmaz bir hızla artarken, bazılarımızın pes edip bazılarımızınsa mücadele etmesinin bir doğal seçilim olduğunu anladım en azından. Ve annemin de başarıyı “stres altında nasıl davrandığımız” olarak tanımlaması beni oldukça etkiledi. Son iki üç gündür en iyi şekilde yönetmeye çalışıyorum stresimi. Gözlemliyorum durmadan. Ve kahve dükkanlarının önünde oturan amcaların en bilgelerimiz olduğuna karar vermiş durumdayım. Çünkü fark ettim ki akademik anlamda olgunluk her ne kadar önemliyse duygusal olgunluk da bir o -1- kadar önemli ve ancak gözlemlenerek kazanılabiliyor. Ben bu yazıyı yazarken mesela, önümden bir teyze geçti. Dileniyordu ve her halinden belliydi zor durumda olduğu. Sonra biraz da kendime baktım. Şikayet ettiğim şeylere, beynimi meşgul eden düşüncelerime... Yazımın başında söylenip durduğum görevlerim, yapmam gereken şeyler çoğu insanın dertlerinin yanında o kadar küçük ve önemsiz, hatta o kadar şımarıkça geldi ki. Şimdi siz ister kabul edin ister etmeyin, biliyorum aynı sorunu yaşadınız tıpkı siz de benim gibi. Çok yoğunum dediniz, şikayet ettiniz ve belki de pes bile ettiniz. Ama lütfen böyle yoğun günlerde , özellikle şu finallere geri sayımın başladığı günlerde, siz de değerli zamanınızdan yarım saat ayırın. Oturun ve izleyin çevreyi. İnsanların anlamsız koşuşturmacalarına bakın. Aslında dünyada bir kum tanesinden farkı olmayan biz insanların bu gerçeği unutup yoğunluklarını muazzam bir egoyla dile getirdiğini görün. Sonra da sorun, sorgulayın mantıklı mı bu davranış biçimi? Değil tabii ki. O zaman derin bir nefes alın ve deyin ki “En büyük derdimiz bu olsun..” KÖPRÜ Aralık 015 Youtuberlar Beliz Aluç Nedir bu YouT uber? Ne zaman birisi yanıma gelip ne izlediğimi sorsa, onlara cevabım “YouTube izliyorum, yeni bir YouTuber keşfettim.” oluyor. Fakat, insanların bana verdiği tepki genelde “Ne o ya?” ya da “Hmm” demekle kalıyor. Artık bu durumdan sıkıldığımdan mıdır nedir, YouTuberlerın keşfedilmesini ve insanların bana sanki uzaydan gelmişimcesine bakmamalarını istiyorum. Peki nedir bu YouTuber? YouTuber günlük, haftalık ve aylık video çekip kendi YouTube kanalında yayınlayan insandır. Sadece tanımını yapmak kulağa sıkıcı ve alışılmış gelse de aslında bu bahsettiğim ‘insanların’ bu işi arzuyla ve çok severek yapması beni YouTube izlemeye iten en önemli neden. YouTube ile ilgili en güzel şeylerden biri her insana dair bir şey bulunabilmesidir. Makyajdan maceraya bilimden kültüre bütün videoları bulabilirsiniz. YouTube’un bir diğer özelliği ise insanların kendini ifade edebilmek için bir alan sağlaması. Diğer sosyal medyalara kıyasla biraz daha zahmetli ve farklı olan bu platform aynı zamanda çoğu insanın işi haline gelmiş bir yer. Bahsettiğim YouTuberlar kanalları yeteri kadar büyüyünce, sponsor aracılığıyla ya da YouTube’un yardımı ile para kazanmaya başlıyorlar. Ayrıca bahsettiğim bu para kazanma olayı yanında ünlü olmayı da getirince insanların ilgisini çeken bir durum haline geliyor. Ben yaklaşık iki yıldır düzenli olarak YouTube izleyen biri olarak yaklaşık iki yüz tane abone olduğum Youtuber olduğunu fark ettim. Bunların hepsine bayıldığımı söyleyemem ama içerisinden en beğenerek izlediklerimi sınıflandırarak sizinle paylaşmak istedim. K omedi J e n n a M a r b l e s : Eğer gülmek istiyorsanız veya gününüz güzel geçmiyorsa, kesinlikle Jenna Marbles izlemelisiniz. Özellikle “Types of…” videoları çok komik ve yaratıcı oluyor. Biraz fazla tartışılan bir figür olsa da renkli saçlarını ve muhteşem espri anlayışını sevmemeniz imkansız. On dört milyon abonesinin olması bunun bir kanıtı. T hread Banger : Bir başladınız mı bütün videoları izlemek isteyeceğiniz “Man vs.Pin ” serisi ile tanınmış Rob Czar espri anlayışı ve denediği ilginç şeylerle kesinlikle en favori youtuberlarımdan biri. Aynı zamanda sevgilisinin de bir kanalı var ona da bir göz atmanızı tavsiye ederim. Aralık 015 Güzellik E s t e e L a l o n d e : Eğer makyaja çok bayılmıyorsanız ama yine de alışveriş videoları ya da değişik etiket videoları hoşunuza gidiyorsa, kesinlikle bu kanala göz atmanızı tavsiye ederim. Benim en çok beğendiğim videoları genellikle favoriler ama haftalık vlogları da çok eğlenceli. N i k k i e t u t o r i a l s : Eğer makyaj yapmayı öğrenmek istiyorsanız ya da sadece yapan birini izlemek istiyorsanız kesinlikle Nikkietutorials aradığınız insan. Muhteşem makyaj teknikleri verdiği çok yerinde tüyoları sayesinde makyaj dünyasını keşfedebilirisiniz. Özellikle “How to apply lipstick” videosu hayat kurtarıyor. T ü r k Yo u T u b e r l a r Duygu Özaslan: Türk YouTuberlardan en iyisi ve en çok tanınanı Duygu Özaslan farklı kişiliği ve yaptığı videolar sayesinde başarıyı yakalamış. En çok sevdiğim videoları genellikle arada bir çektiği vlogları şimdi de erkek arkadaşı ile birlikte “days”adlı bir kanalda günlük vloglar koymaya başladı. Günün stresini boşaltmak ve kafa dağıtmaya birebir. M e l i s a B e l e l i : Bir diğer Türk Youtuber ise Melisa Beleli. Yaşı o kadar büyük olmamasına rağmen çok başarılı ve kaliteli videolar çekiyor. Aynı zamanda çok eğlenceli bir kanalı var. Eğer makyaj değil de alışveriş ve diğer alanlara ilginiz varsa Türk Youtuberların en iyisi diyebilirim. KÖPRÜ -1- Yeniden Bir Araya Geliş: Homecoming Bilge Koçak 8 Kasım 2015 günü mezunlar okulumuzu ziyaret ettiler. Bakın eskiden eğitim gördükleri, hayatlarının bir parçası olan yeri tekrar gördüklerinde neler yaptılar... 8 Kasım 2015 günü okulumuz mezunları tekrar buluştular. Sabah 08.45 dolaylarında Gould’un önüne geldiğimde, etrafta sadece çalışanlar vardı. Büyük bir istekle işlerini yapıyorlardı. Bana “Günaydın!” dediler ve mutlulukla karşılık verdim. Aklımdan tek bir soru geçiyordu: “Acaba beni mezun mu sandılar?” Okulumuzun kedileri de oldukça heyecanlı olmalılar ki bahçede koşturup duruyorlardı. Kapının önündeki bir kedi, gelen geçene miyavlıyor; adeta selam veriyor, “Hoşgeldiniz!” diyordu. Masalar hazırlandı yavaş yavaş, kimse hiçbir şeyin eksik olmasını istemiyordu. Gould’un dışında üzeri mavi kadife kumaşla örtülmüş, üç büyük masa vardı.Gould’un içerisindeki masaların üstünde; 1940-1949, 1950-1959 gibi etiketler iliştirilmişti ve bu sayede dönemler ayrılmıştı. Ayrıca kimin geldiğini görebilmek için koridorda birbirine yapıştırılarak uzatılmış yine dönemlere göre ayrılmış kağıtlar vardı. Bir süre sonra mezunlar gelmeye başladı, ama çok fazla göremedik onları; çünkü onlar için özel bir program hazırlanmıştı ve ona katılıyorlardı. Saat 12 civarında kız yurduna 1965 dönem mezunları geldi. O kadar sıcak bir ortam oluştu ki! Birisi, yurt görevlimiz Berna Yeşilova’nın öğretmeni çıktı. Birbirlerini daha sonradan farkettiler. Konuşup, geçmişi andılar. Biz de mezuniyetimizin 50. yılında hala bu kadar samimi olabilmeyi umduk. Sanki o hanımefendiler gitmiş, yerine bizim yaşlarımızda çocuklar gelmiş gibiydi. Bize çok çalışmamızı önerip ve çok şanslı olduğumuzu söylediler. Yine burada okuma fırsatları olsa kesinlikle kabul edeceklerini belirttiler. Anılarından bahsederlerken hüzünlendik beraber. Daha sonra 1962 ve 1963 mezunu iki hanım daha geldi. Kurutma ve çamaşır makinelerini, ütüleri görünce çok şaşırdılar. Onların zamanında çamaşırlar torbaya konulurmuş, pazar akşamı da ütülü bir şekilde ellerine ulaşırmış. 14 yaşında olmamız onlara çok tuhaf geldi. Birbirlerine “Biz de 14 yaşında buraya gelmiştik. O zamanlar böyle miydik acaba?” diye sordular. O kadar pırıl pırıllardı ki! Yıllar eskitememiş. Şen kahkahaları içimizi ısıttı. 50 yıl sonra nasıl birisi olacağız acaba... Hangi mesleği yapacağız, evli mi olacağız, nerede yaşayacağız? Cevaplanması gereken o kadar soru var ki... Ama bunlara cevap verebilecek tek bir şey var: Zaman. Mixer’le Çağdaş Sanatı Yeniden Tanıyın Elif Hamutçu Çağdaş sanatla ilgili sıcak bir ortamda bilgi almak, eğitimlere veya sergi turlarına katılmak ya da hatta ilk çağdaş sanat eserlerini satın almak isteyenler için ideal bir galeri olan Mixer’le tanışın! Mixer, Kasım 2012’de açılmış, kendisine birbirini destekleyen iki misyon belirlemiş bir çağdaş sanat platformudur. Bunlardan ilki genç sanatçıların üretimlerinin ve tanıtımlarının desteklenmesi, diğeri ise sanatın daha geniş kitlelere ulaşmasını sağlamaktır. İstanbul’un en dikkat çekici ve yaratıcı galeri mekanlarından birine sahip olmanın yanı sıra online olarak da varlığını sürdürmektedir. Mixer’in Türk sanat dünyasına kazandırdığı önemli yeniliklerden bir tanesi Açık Depo’sudur. Burada sanat dünyasına yeni giren genç sanatçıların yenilikçi ve deneysel birçok eseri bulunmaktadır. Yıl içinde yetmişten fazla sanatçı bu şekilde işlerini sergileyebilmektedir. Bu sanatçılardan bir kısmı Mixer’in düzenlediği temalı sergilerde de yer almaktadır. Açılışlarına beş yüzden fazla kişinin geldiği bu sergilerde aynı zamanda Amerika, Avrupa gibi değişik coğrafyalardan da projeler yer almaktadır. Yoğun sergi takvimi dışında Mixer ilk misyonunu desteklemek için ArtLab isimli sanatçı misafir programı düzenlemekte, sanatçılara eğitim programları sunmakta ve yeni medya ve performans gibi kendine az yer bulabilen disiplinlerde çalışan sanatçılara imkan sunmaktadır. İkinci misyonunu desteklemek için ise sanat yazımını teşvik eden ArtWriting Turkey inisiyatifini başlatmış, şu ana kadar sanatla ilgili elliden fazla eğitim, söyleşi ve atölye düzenlemiştir. Mixer aynı zamanda çağdaş sanatın pahalı bir hobi olduğu algısını değiştirmek için Mixer Editions isimli bir seçki oluşturmuştur. Bu seçkide fiyatları 100 TL’den başlayan fotoğraf, özgün baskı ve dijital olarak üretilmiş, geniş bir yelpazede sunulan orijinal sanat eserleri bulunmaktadır. Koleksiyonerliğe giriş yapmak isteyen kişiler için ideal bir başlangıç noktasıdır. Mixer’in Mayıs 2015’te düzenlediği Printed’15 sergisi edisyonlu işler konusunda Türkiye’de düzenlenmiş en kapsamlı seçki olmuştur. İlk senesinden itibaren Contemporary İstanbul fuarına katılan Mixer, 2016’da da Art Stage Singapur ve Münih’teki Stroke Art Fair’e genç sanatçılarıyla katılacaktır. Kasım 2015’e kadar Tophane’de yer alan Mixer, Aralık 2015’ten itibaren Sıraselviler Caddesi No.35’teki yeni mekanında olacaktır. Bu mekan aynı zamanda seksenlerden itibaren İstanbul’daki rock müziğin kalbi sayılan Kemancı adlı bara uzun yıllar ev sahipliği yapmıştır. Çağdaş sanatla ilgili bilgi almak, eğitimlere veya sergi turlarına katılmak, ya da hatta ilk çağdaş sanat eserinizi satın almak için www.mixerarts.com’u, Mixer’in Taksim’deki ana mekanını, veya 15 Aralık-1 Ocak arasında Kanyon’daki pop-up dükkanını ziyaret edebilirsiniz. -0- KÖPRÜ Aralık 015 Türkiye’nin Öncü Sanat Fuarı: Contemporary İstanbul Ecem Öztürk Her sene kasım ayında Türk ve yabancı sanat severleri bir araya getiren Contemporary İstanbul, bu sene kapılarını 12-15 Kasım’da onuncu kez açtı. Birleşik iki yapı olan Lütfü Kırdar Uluslararası Kongre Merkezi ve İstanbul Kongre Merkezi’nde bizimle buluşan fuar, yirmi sekiz şehir ve yirmi dört ülkeden toplam yüz iki galeriye ev sahipliği yaptı. Contemporary İstanbul, uluslararası ün kazanmış büyük galerilerin yanında yeni kurulmuş, genç galerilere de destek oluyor. Bu galerilere yer verilen alana İngilizcede “emerging” yani yeni geliştirilen, adı veriliyor. Ziyarteçilerin en çok ilgisini çeken bölüm ise üç yıl önce kurulmuş olan multi-medya bölümü, Plugin. Burada birçok sanatçıdan interaktif, bol ışıklı ve ilgi çekici eserlerini görmek mümkün. Ayrıca fuarda beğendiğiniz bir eseri evinizde görmek istiyorsanız; fakat ona ayıracak astronomik bütçeniz yoksa, Cİ editions adı altında bu eserlerin replikalarına ulaşabiliyorsunuz. Hem sanatçıyı desteklemiş oluyorsunuz hem de çağdaş sanatı günlük hayatınıza taşıyorsunuz. Contemporary İstanbul süresince sadece seyirci olarak kalmak istemeyenler Cİ dialogues kapsamında sanatçı ve kolektörlerle yapılacak söyleşilere katıldılar. Ayrıca “Plugin” kapsamında fuar süresince belli sanat noktalarına geziler ve workshoplar yapılarak ziyarteçilere bunlara da katılabilme imkanı tanındı. Güncel sanatı sene boyunca takip etmek istiyorsanız, sene boyunca belli aralıklarla çıkan Cİ Magazine’i Robinson Kitabevi gibi özel kitapçılardan temin edebilirsiniz. Peki nedir çağdaş sanat? Çağdaş sanat kısaca bugünün sanatıdır. Günümüz sorunlarını işleyen, belli bir teknikle sınırlı olmayan, gerektiğinde günümüz teknolojisinin de kullanıldığı sanat akımıdır. Buna bir sanat akımı demek belki çok da doğru olmaz çünkü çoğu akım gibi belli bir konu ya da teknikle sınırlı kalmaz. Çağdaş sanat bizim ve etrafımızdakilerin sanata yansımasıdır. Aralık 015 KÖPRÜ -1- Robert’in Renkleri Ebru Ermiş Okulumuzda etrafa baktığımızda renk renk kıyafetler giyen, aksesuarlarıyla kendilerini ifade eden 1100 özgün öğrenci görebiliyoruz. Özellikle bu yıl esnetilen kıyafet kurallarıyla herkese “çok salaş olmamak şartıyla” istedikleri şekilde giyinme şansı verildi. Ancak tabii ki herkesin bu kuralları uygulama ve bu kurallardan yararlanma tarzı farklı ve bu tarzlar öğrenciler hakkında da çok şey söylüyor bize. Bir kere herkes farklı farklı desende kıyafetler giyiyor. Vyakalısı, renkli kazağı, kareli gömleği, okul forması derken okul koridorları farklılıklarla canlanıyor. Desenlerin üzerine bir de renk çeşitliliği ekleniyor tabii. Bordosundan siyahına, sarısından grisine her çeşit rengi okul sınırları içerisinde görmek mümkün. Biz de bu renklerin öğrenciler hakkında ne söylüyor olabileceğine bir göz atmak istedik. Çünkü kıyafetler kendimizi dışa vuruş açısından büyük önem taşıyor ve renkler de bu kıyafetleri oluşturan en önemli unsur diyebiliyoruz. Şimdi bu renklerin neleri temsil edip aslında ne anlama geldiklerine kısaca göz atalım. Pembe: Okulda en nadir gördüğümüz renklerden biriyle başlayalım. Pembe çoğu kişi için aslında küçüklerin, özellikle de“kız” çocuklarının rengi olarak görülmesinden midir bilmiyoruz, genelde bu yaşlarda çok tercih edilmiyor. Ancak aslında bu güzel renk sevgiyi ve şefkati temsil ediyor. Sarı: Okul takımlarının sapsarı sweatshirtlerine eminiz ki herkes tanık olmuştur. İlk bakıldığında bile canlılığıyla göze çarpan sarı rengi şüphesiz ki enerjiyi, canlılığı temsil ediyor. Mor: Yine okulda çok yaygın olmayan bir renkle karşı karşıyayız. Mor, asil ve uyumlu görünüşünün yanında zenginliği ve asaleti çağrıştırır. Bir de üstüne insan beyni üzerinde etkisi olduğu unutulmamalıdır. Hayal gücünü arttıran, şevk ve ilham veren bu renk çoğu kişi tarafından sevilmesine rağmen okul koridorlarında çok da fazla görülmemektedir. Mavi: Mavi de okulda çok fazla tanık olmadığımız renklerden. Aslında mavi deyip her şeyi bu başlık altında anlatmak çok da doğru değil çünkü buz mavisinden laciverte mavinin de birçok tonu var. Ancak genel olarak bakarsak diyebiliriz ki gökyüzü ve denizle de özleştirilen mavi rengi huzuru, özgürlüğü temsil etmektedir. Lacivert: Okulda çeşit çeşit lacivert bulabileceğimiz için onu maviden ayırdık. Okulun yakasız tişörtlerinden, spor takımlarının sweat-shirtlerine, okul formasının dışında giyilen kazaklardan, pantolonlara kadar çok geniş bir yelpazesi var aslında lacivertin. Bunun asıl nedeni çoğu kişide güzel durması ve günümüzde daha çok koyu renklerin tercih edilmesi olsa da rengin anlamı da burda göz ardı edilemez. Sonsuzluğu, sezgiyi ve gücü temsil eden lacivert aynı zamanda çevredeki insanlarda başarılı ve güçlü imajı bırakır. Odaklanmayı -- kolaylaştırdığı ve dikkat dağıtmadığı da bir gerçektir. Bu nedenle aslında gerçekten okulda giyilmeye çok uygun bir renktir, diyebiliriz. Bordo: Robert deyince akılda canlanan renklerden biri de şüphesiz ki bordodur. Adeta okulun simgesi haline gelen bu renk de çoğu kişi tarafından tercih edilir. Lacivert gibi hem koyu olması hem de çok göze batmaması, bir de üstüne giyilince üstte güzel durmasının bunda tabii ki çok büyük etkisi var. Anlamına bakarsak bordo, aslında biraz hırsı temsil eder ve başarının peşinden koşmanın simgesidir. Okul hayatına uygun olmadığını söylememiz çok da doğru olmaz. Gri: Okul formalarının içinde bolca gri bulunmasından mıdır yoksa çok sevilmesinden midir bilinmez ama gri de okulda en çok tercih edilen renklerden biridir. Biraz iç karartan bir renk olarak da görülebilen gri aynı zamanda alçak gönüllülüğü çağrıştıran bir renk olarak da tanımlanabilir. Yine de grinin düzensizliği simgelediğine dair söylentiler de yok değildir. Siyah: Geldik okulda en çok giyilen, tüm sınıf ve koridorları dolduran bu asil renge. Sadece bizim okulumuzda değil, genelde gençler arasında çok sevilen ve yeri ayrı olan siyah hem okul formasının, pantalonların hem de okul dışı kıyafetlerin temelini oluşturur. Bazen iç karatıcı olarak görülen ve kötümserliği simgeleyen siyahın okulda giyilmesinin nedeninin bu olmadığından eminiz. Bunun nedenini bizce hem herkese yakışması hem de daha ağır basan anlamlarıdır. Mesela siyah gücü ve özgüveni çağrıştırır, azimli ve kararlı insan imajı çizer. Aynı zamanda konsantrasyonu arttırdığı da bir gerçektir. Okul için uygun değil dersek yalan olur. Okulda daha çok rast geldiğimiz renklerin anlamları ve yorumları yukarıdaki gibi. Tabii ki bu yorumların kişiden kişiye değişeceği bir gerçek ancak bir insanda ilk çağrıştırdıları duygulara yer verdik bu yazıda. Öğrencilerin sabah aynanın karşısına geçip “Bugün kendimi nasıl ifade etsem? Hangi renkle kendimi anlatsam?” diye uzun uzun kafa yorduklarını düşünmüyoruz ancak bu renklerin kıyafet seçimlerindeki çok da belli ve açık olmayan etkisi de yadsınamaz bir gerçek. Örneğin sabah kalkınca içinde bulunduğumuz ruhsal durum aslında ne giydiğimiz etkiliyor olabilir. Asıl unsur yakışıp yakışmaması veya uyumlu olup olmaması olsa da renklerin etkisini yabana atmamanızı öneririz. KÖPRÜ Aralık 015 RC’nin Yüzleri Defne Demirer Her gün yüzünü gördüğünüz, yakınınızdaki yabancılar... Bu yazıda Robert Kolej’deki insanları biraz daha yakından tanıyabileceksiniz. Tereddüt, belirsizlik, kararsızlık... İşte koridorda gördüğüm herkese selam verirken hissettiklerim. Bazen aklımdan “Acaba hayatında neler olup bitiyor, nasıl zorluklardan geçiyor? Hoşlandığı müzikler, hayatında etkisi olan filmler neler?” soruları geçiyor, bazen de selamlaştığım insanın sadece yüzünü tanıdığımı fark ediyorum ve adını, kaçıncı sınıf olduğunu merak ediyorum. Çoğu zaman da çok yakından tanıdığım insanlar hakkında hiç ummadığım yeni şeyler öğreniyorum. Robert Kolej’e başladığımdan bu yana iki buçuk sene geçti. Karşımda gördüğüm insanları mümkün olduğunca tanıdığım, herkesle karşılıklı selamlaştığım, insanlarla konuşurken utanmadığım biri haline dönüştürdü beni bu okul. Her sene kişiliğime katkıda bulunan, hayatımı değiştiren harika insanlarla tanıştım. Fakat beni en çok rahatsız eden insanların çoğunun birebir tanışmaması, birbirlerini sadece yüzlerinden ya da uzaktan tanımaları. Bu yazı fikri de işte bu yüzden aklıma geldi. Brandon Stanton adında bir fotoğrafçının New York’ta dolaşarak karşılaştığı insanların fotoğraflarını çekmesi, hayatları hakkında küçük alıntılar yazması ve bunları “Humans of New York” adlı bir kitapta toplaması beni çok etkilemişti. Buna benzer bir projeye başlamanın da iyi bir fikir olabileceğini düşündüm ve öğrendim ki bir üst dönemimden Ekin Gülen de buna benzer bir proje yapmış. Her sayıda üç ila beş Robert Kolej sakini mercek altında olacak. Elimden geleni yaptım, umarım okurken zevk alırsınız... “Yaşasın Köprü’ ye çıkacağım.” (Ceren Demirci) Ceren, L10 öğrencisi ve bu sene Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin yarı zamanlı piyano bölümündeki yedinci yılı. Ne zaman onu okulun uzun koridorlarında görsem, bir kilometre uzaktan da olsa o kocaman gülümsemesi dikkatimi çeker, şöyle bir sarılır ve yoluna devam eder. Espri anlayışı da herkese hitap eder. Bu yazı için görüşlerini aldığımda ve ondan bir alıntı yapıp yapamayacağımı sorduğumda, heyecanlı bir gülümseme eşliğinde “Ne zaman başlayalım?” sorusuyla karşılamıştı beni. Aralık 015 “Haydaaaa!” (Tinda Yalçın) Tinda da bu yazıdakilerin hepsini olduğu gibi L10’da, dokuzuncu sınıfın acımasız finallerinden nasibini alan kazazedelerden. İlk ilgimi çeken özelliği özel günlerde giydiği resmi kıyafetleri olmuştu. Bu yazıya başlarken herkesin olduğu gibi onun da görüşlerini aldım ve bana hemen küçük küçük bilgiler yağdırmaya başladı: “Yatılıyım, ayda bir Van’a gidiyorum. Derslerim Kimya 2, Biyoloji; kulüplerim Sosyal Girişimcilik, MUN ve Film Akademisi. Yan flüt çalıyorum. Bu kadar yani...” ardından da ekledi: “Anonim olayım ama fotoğrafımı koyabilirsin.” “Neden anonim?” “İsme gerek yok bir RC öğrencisi deriz geçer.” “Defne, müzik pazartesilerine bir şey yapalım mı birlikte?” (Ayşe Cumalı) Ayşe’ye Köprü’deki yazım için hayatında olup bitenler hakkında konuşup konuşmayacağını sorduğumda söylediği şey, “Yani, çok ilginç bir hayatım yok ama konuşurum istediğin kadar...” olmuştu. Ayşe’yi bu sene yakından tanıma fırsatım oldu ve diyebilirim ki tanıdığım en sanatçı ruhlu insanlardan. Aldığı derslerden biri de Resim Atölyesi. RC Singers’da uzun süredir beraberiz ve bu sene de beraber Lise Live’a çıkma fırsatım oldu onunla. Mrs. Hope Brown’un, Ayşe’nin çektiği bir fotoğrafı da fotoğraf bloğuna koyması ile ilişkilerini çoğu zaman kıskandığım, en sevdiğim insanlardan biri oldu bu okulda. KÖPRÜ -- Sonbahar Tarifleri: Taze Kekik, Muskat, Pikan Cevizi ve Balkabağı Deniz Yılmaz Instagram: @youngsterskitchenblog Yemek bloğu: youngsterskitchen.com Sonbaharın gelişi, yağmur damlaları, toprak kokusu, şıpırtı müziği, gri gökyüzü. Günlerimizi bu duyumlarla geçirmek kimimizde güven duygusu ve miskinlik, kimimizde ise melankoli uyandırıyor. Evde oturmak istiyoruz, sıcak battaniyemize sarılmak ve güzel bir film koymak... Sonbaharda yediklerimiz de ruh halimizi yansıtıyor. İçimizi ısıtacak, daha yoğun, ağır ve sıcak yemeklere yöneliyoruz. Bu sonbahar benim gözde tatlarım ise balkabağı, pikan cevizi , muskat ve taze kekik. Daha önceleri Türkiye’de bulunamayan Pikan cevizi, artık Macro Center’larda bulunabiliyor. Tadı bizim genelde yediğimiz cevizden daha yoğun, boyutu daha küçük ve biraz daha yağlı. Yazdığım tariflerden biri, içinde balkabağı parçaları, pikan cevizi ve beyaz çikolata olan sonbahar baharatlı (tarçın, zencefil, yenibahar, muskat ve karanfil) yumuşak kurabiyelere ait. Kurabiyeleri yaparken en önemli nokta az pişirmek! Yumuşacık bir kurabiyeyle, kıtır bir kurabiyenin arasındaki fark sadece birkaç dakika. Lütfen üzerlerinin kızarmasını beklemeyip fırından söylenen zamanda çıkartın. Kurabiyenin içine koyacağımız balkabağını önceden kabak tatlısı yaparmış gibi pişirmek gerekiyor. Ondan sonra ise, kurabiyenin hamurunu yaptıktan sonra pişmiş kabakları küp küp kesip hamura katıyoruz. Diğer tarif, içi taze kekikli, peynir dolgulu Gougères’e ait. Gougerès (“Gujer” diye okuyun), bir Fransız hamur işi. Profiterol hamurunun peynirli ve tuzlusunun içini peynirli beşamel sosuna benzeyen bir dolguyla doldurduğumuzu düşünün. Peynirli, sıcak pofuduk yastıklar gibi. Yapımı oldukça kolay. Gougères’i misafirlerinize yemekten önce servis etmek üzere veya bir Pazar aile kahvaltısından önce yapabilirsiniz. Sonbahara ait tatları yemek bloğum olan youngsterskitchen.com veya çömezinmutfağı.com’da yazmaya devam ediyorum. Aynı şekilde tariflere, Instagram’daki @youngsterskitchenblog adresinden de ulaşabilirsiniz. -- BALKABAKLI VE PiKAN CEVİZLİ KURABİYELER 12 adet büyük kurabiye çıkar. Yapım: 30 dakika & Pişirme: 11 dakika Balkabağının Pişmesi: • 220 g balkabağı, 2-3 cm kalınlığında dilimlenmiş • 170g toz şeker 1) Kabakları orta boy bir düdüklü tencerenin içine yerleştirin. Aralarına şeker serpin ve ağzını kapatın. 15 dakika bekletin. 30-45 dakika, kabaklar yumuşayıncaya kadar pişirin. 2) Pişen kabakları, tencereden çıkartıp soğumaları için kenara koyun. Bu sırada kurabiyenin hamurunu yapmaya başlayın. Kurabiyenin Yapımı: • 120 g (3/2 cup) tereyağı • 100 g esmer şeker • 1 çay kaşığı vanilya özü • 1 yumurta • 125 g (1 cup) pikan cevizi • 250 g (2 cup) un • 3/4 tatlı kaşığı karbonat • 1 çimdik tuz • 2 çay kaşığı tarçın • 1 çay kaşığı toz zencefil • 1/3 çay kaşığı yeni bahar • 1/3 çay kaşığı karanfil tozu • 1/4 çay kaşığı muskat • 120 g (1 cup) beyaz çikolata 1) Fırınızı önceden 175C’ye ısıtın. Tereyağını küp küp kesin ve ocakta eritin. Tereyağı sıvı olmalı ancak sıcak olmamalı. 2) KitchenAid gibi ayaklı bir mikseriniz varsa onda, yoksa normal mikserde şeker ve tereyağını, kremamsı bir kıvama gelene kadar 5-6 dakika çırpın. Karışımın sıcak olmadığından emin olup yumurtayı ekleyin. Sadece 10-15 saniye karışana kadar çırpın. 3) Bu sırada soğumuş olan balkabaklarını yaklaşık 1cm x 1cm boyutunda küplere bölün. 4) Unu, tuzu, kabartma tozunu, baharatları (muskat, tarçın, yenibahar, karanfil, zencefil) ekleyin. Ellerinizle hamuru birleştirin ama yoğurmayın! Elinize yapışması doğal ancak çok suluysa biraz daha un ekleyin. İçine pikan cevizlerini, çikolatayı ve balkabağını ekleyin. Sadece eklediğiniz malzemeler hamura dağılıncaya kadar elinizle karıştırın. 5) Fırın tepsinize yağlı kağıt serin. Kurabiyeleri 12 tane büyük top şeklinde yuvarlayın ve aralarına aralık bırakarak fırın tepsisine dizin. Aralık bırakmaya özen gösterin çünkü yayılacaklar. 6) 9-11 dakika pişirin. Pişmemiş gibi gözükseler bile soğuyunca pişmiş olduklarını göreceksiniz. KÖPRÜ Aralık 015 PEYNİRLİ GOUGÈRES Yaklaşık 15 Gougères çıkar. Yapım: 25 dakika & Pişirme: 30 dakika Hamur: • • • • • • • ½ çay kaşığı tuz 125g (½ cup) süt • 140g (1 cup) un 125g (½ cup) su • 5 büyük yumurta 1 çay kaşığı şeker 115g tereyağ, 8 parçaya kesilmiş 2 dal taze kekik, yıkanmış, yaprakları ayıklanıp ince şekilde kıyılmış 100g rendelenmiş parmesan + 50g rendelenmiş parmesan (üzeri için) Peynirli Dolgu Sosu: • 460g (470 ml) süt • 30g tereyağı • 30g (1/4 cup) un • 1 çay kaşığı tuz • 150g (1 cup) rendelenmiş gravyer peyniri • 50g rendelenmiş parmesan • 2 tutam muskat • 4 dal ince kıyılmış frenk soğanı VEYA 2 dal yaprakları ayıklanıp kıyılmış taze kekik • ¾ çay kaşığı kırmızı toz biber (tütsülenmiş toz biber bulabilirseniz süper olur) • Değirmende çekilmiş karabiber H a m urun Yapımı: 1) Fırınınızı önceden 190C’ye ısıtın. 2) Küçük bir tencerede veya sos tenceresinde, su süt, tereyağı, tuz ve şekeri birleştirin. Kaynamaya başlayıncaya kadar ısıtın. Sonra, bütün unu bir kerede tencereye koyun ve ocağı orta ateşte açın. Hızlıca ve devamlı tahta bir kaşıkla karıştırın. Hamur çok hızlı kendini toplayacaktır. 3) 2-3 dakika boyunca, hamur kuruyup karıştırıldığında bir top şekline gelinceye kadar pişirin. 1-2 dakika ara verip kolunuzun kuvvetini geri toplayın -ki ihtiyacınız olacak- yumurtaları teker teker ekleyin, her eklemeden sonra iyice karıştırın. Ancak bir yumurtayı hamura iyice yedirdikten sonra diğerini ekleyin. Yumurtalar bittikten sonra, hamur hafifçe akışkan ve ıslak bir kıvamda olacak. Parmesan ve kekiği koyup karıştırın. 4) Fırın tepsinize yağlı kağıt koyun. Hamuru tatlı kaşığı yardımıyla küçük tepeler olarak tepsiye yerleştirin. Her minik topun üzerine parmesan serpiştirin. 5) Fırınızı kapatın. Gücü kapanmış fırının içine dolu fırın tepsisini yerleştirin. 7 dakika fırının kendi ısısıyla pişirin. Sonra, 190C’ye tekrar açın ve 5 dakika pişirin. 5 dakika geçince, fırınınızın kapağını açın, araya bir tahta kaşık sıkıştırın ve kapağı tekrar kapayın (kaşık fırının kapağını aralık tutacak) bu şekilde 13-14 dakika kadar hamur iyice kabarıp altın rengi olana kadar pişirin. Fırından çıkartıp soğumaya bırakın. Aralık 015 Sosun yapımı: Küçük bir tencerede sütü ısıtın. Bir sos tenceresinde veya küçük bir tencerede tereyağını eritin, eriyince unu koyup 2-3 dakika boyunca kısık ateşte pişirin. Isınmış sütten ilk başta kaşıkla azar azar koyun ve çırpıcıyla çırpın ki hiç topak kalmasın. Sonra, kalan sütün ilk yarısını koyup karıştırın, sonra diğer yarısını koyun. Peynirleri ve tuzu, karabiberi, muskatı ve toz biberi koyun karıştırın. Frenk soğanı veya kekiği ekleyin. 3-4 dakika orta ateşte pişirin ve muhallebiden biraz daha yoğun bir kıvama gelmesi için karıştırın. İstediğiniz kıvama ulaşınca tencerenin altını kapayın. G o u g è re ’ l e r i n d o l d u r u l m a s ı : Bunu iki yolla yapabilirsiniz. Birinci Yol: Kaşıkla doldurmak. Pişmiş hamur toplarına yanlarından bıçakla yarık açın. Küçük bir kaşıkla sıcak sosu içlerine , tamamen dolana kadar doldurun. İkinci Yol: Krema sıkma torbasıyla doldurmak. Hamur toplarının altına, çok küçük bir delik açın. Krema sıkma torbanıza ince bir uç geçirin ve sıcak sosu gougerè’lerin içine doldurun. Dikkatli olun bunu yaparken eliniz yanabilir. Ben bu şekilde yaptım, fotoğraflardan da nasıl yaptığımı görebilirsiniz. Afiyet Olsun! KÖPRÜ -5- Mutlu Yıllar! İrem Deyneli Bu sene aramıza biraz geç katılan kış, artık dışarı çıktığımızda yanaklarımızdaki hafif pembeleşmeyle soğukluğunu belli etmeye başladı. Bu nedenle de Dokuz aydır dolabınızın en arka köşelerinde bekleyen kalın atkı, bere ve eldivenlerinizi çıkarmanın artık vakti geldi. Robert’te kış demek, battaniye boyutunda atkılar, Marble Hall’a kurulan Noel süslemeleri, sınıflarda yapılan yılbaşı çekilişleri, montsuz dolaşamayacağımız soğuk koridorlar ve içleri çay, kahve, sıcak çikolata gibi sıcacık içeceklerle dolu kış temalı termoslar demek. Bu yazıda da sizler için içinizi ısıtacak kış içecekleri tarifleri hazırladık. PR ATİK SICAK ÇİKOLATA • 1 su bardağı süt • 80 gr. bitter çikolata, parçalara bölünmüş • yarım çay kaşığı tarçın (tercihe göre) • 2 yemek kaşığı krema (tercihe göre), daha kıvamlı yapması için • minik marshamallowlar Ufak bir tencerede sütü ve kremayı ısıtın. İçerisine çikolataları ekleyin ve karıştırarak eritin. Ocağın altını kapatın ve içine tarçını ekleyip karıştırın. Tarçın, kulağa her ne kadar garip gelse de, sıcak çikolataya çok farklı bir tat katıyor. Denemenizi tavsiye ederim. Üzerine minik marshamallowlar koyarak servis edin. TA R Ç I N L I V E Z E NC E F İ L L İ L AT T E 1 tatlı kaşığı granül kahve, Nescafe gibi 1 kahve fincanı sıcak su yarım çay kaşığı tarçın yarım çay kaşığı toz zencefil yarım çay kaşığı muskat rendesi 1 tatlı kaşığı pekmez 1 bardak süt • • • • • • • Öncelikle bir kapta granül kahveyi ve sıcak suyu iyice karıştırın. Daha sonra üzerine baharatları ve pekmezi ekleyip bir tel çırpıcı yardımıyla iyice karıştırın. Üzerine sıcak sütü ekleyin ve karıştırın. Eğer isterseniz sütü bir süt köpürtücünüz varsa köpürtüp üzerine daha şık bir görüntü sağlaması için ekleyebilirsiniz. En üstüne de biraz daha tarçın serpebilirsiniz. KOLAY SALEP • yarım çorba kaşığı buğday nişastası • yarım çorba kaşığı pirinç unu • 3 çorba kaşığı şeker • 4 su bardağı süt • 1 tatlı kaşığı tarçın Bu diğerlerinden farklı olarak 3 kişilik bir tarif, yani yaptığınızda bolca çıkacak. Bir tencerede buğday nişastası, şeker ve pirinç ununu karıştırın. Sütü yavaş yavaş ekleyip bir tel çırpıcıyla çırparak karıştırın. Ocağın altını yakın ve kaynayana kadar pişirin. Pişerken karıştırmayı ihmal etmeyin çünkü tencerenin dibine yapışabilir. Kaynadıktan sonra 1-2 dakika daha ocakta tutup altını kapatın. Bardaklara koyup üzerine tarçın serperek servis edebilirsiniz. -- KÖPRÜ Aralık 015 Mutlu Yıllar! Bilge Koçak Koskoca bir yılı geride bırakıyoruz. Zamanın ne kadar hızlı geçtiğini, geri sayım yapılırken daha iyi anlıyoruz ve karşımızda bembeyaz bir sayfa, yepyeni bir yıl.. Her yıl başında, yeni yılda neleri değiştirmek istediğimizi düşünürüz. Kimimiz çok sevdiği birinin hastalığının geçmesini, kimimiz aşkı bulabilmeyi, bazılarımız notlarımızın yükselmesini, bazılarımız ise üniversite hayallerinin gerçekleşmesini diler .Ne olursa olsun, bu dileklerin sonu hiç gelmez. Her yıl istediğimiz farklı bir şey olur mutlaka. Hayatın asla tam istediğimiz gibi olamayacağını kanıtlar bu ve de hayatın sürekliliğini. Ve çok enteresandır, geçmiş yıl neleri istediğimizi düşününce kendimizi gülerken buluruz genellikle. Çok basit isteklerimizin olduğunu fark ederiz. Kesinlikle geçen seneki gibi olmadığını, seneye gülmeyeceğimiz şeyleri dilediğimizi düşünür ve kendimizi büyümüş hissederiz. Ne yazık ki seneye, yine kendimizi komik buluruz. Bitmek bitmeyen bir döngü.. Yeni yıl kutlamalarla karşılanır dünyanın birçok yerinde. Bazı ülkelerde, kullanılmayan tabaklar kırılır, bazılarında kuklalar yakılır, bazılarında yeni yılda şans getirdiğine inanıldığı için, tam gece yarısında 12 tane üzüm yenir. Bizim ülkemizde genellikle manzara şudur: Okullarda her sene “Seneye görüşürüz!” esprisi mutlaka kulağımıza çalınır, eve gelince kuruyemişler yenir, tombala oynanır, televizyon açılır ve meraklı gözlerle piyangonun çıkıp çıkmadığı takip edilir. Bir de “Yeni yıla nasıl girersen tüm yılın öyle geçer.” gibi tuhaf bir anlayış vardır bazılarımızda. Buna dayalı olarak , son dakikalarda çocukların ellerine test kitapları verilir, babalara ev işi yaptırılır, bazı dedeler ise namaz kılmaya çalışırlar. Ve anne, herkesin durumunun tüm yıl böyle olabileceğine kanaat getirdikten sonra, 10’dan geriye sayım yapılırken yatağına koşar ve kendini uyuduğuna inandırmaya çalışır. Ertesi sabah “Yeni yıla nasıl girdin?” sorusu karşılaşılan herkese sorulur ve uzun uzun anlatılanlar dinlenir. Yeni yıla yalnız girenler de vardır. Bu çoğumuzun istemediği bir durumdur, eğer tüm günlerimizin yeni yıla girerken olduğu gibi olacağı doğruysa tüm yılımız yalnız geçebilir! Yılbaşında mutluluklar paylaşılır, herkeste gereksiz bir heyecan olur, ortam çok güzeldir. Ben değer verdiğiniz insanlarla yılbaşını beraber geçirmenizi öneririm. Hepinize keyifli bir yılbaşı diliyorum! Aralık 015 KÖPRÜ -- Kütüphane THP İdil Kara K i t a p b a ğ ı ş la y ı n , k ü t ü p h a n e k u r a l ı m ! “Kütüphanede bulunduğum her dakika etrafımdaki kitapların çeşitliliği ve fazlalığı beni büyülüyor. Robert Kolej’de, bu muhteşem kütüphanede olduğum için kendimi şanslı ve mutlu hissediyorum. Ama aynı zamanda her öğrencinin etrafında kitap evlerinin ve sahafların olmadığının ve kitaplara erişiminin zor olduğunun da farkındayım. Bu durum diğer öğrencilerin kitaplardan bizim kadar faydalanamamalarına yol açıyor. Her öğrencinin hayatında kitapların var olması gerektiğini düşündüğümden ihtiyacı olan öğrencileri kitaplarla buluşturmak için bu projeye atıldım.” Deniz Yılmaz Projenin liderleri 11. sınıf öğrencileri Deniz Yılmaz ve Özsu Rişvanoğlu’nun ortak amacı hem İstanbul dışında hem de İstanbul’da kütüphanesi olmayan okullara kütüphane kurup her öğrenciye kitap ulaştırmak. Bu amaçla yola çıkan öğrenciler, kitapların okuldaki önemini ve yerini bildiklerinden bolca kitap toplayıp öğrencilere ulaştırmaya çalışıyorlar. Kitaplara olan sevgilerini mutfaktaki tutkularıyla birleştirince “Kütüphane Projesi” ortaya çıkıyor. Bu sene ilk defa yapılacak olan bu proje sadece THP üyelerinin değil, bütün Robert Kolej ailesinin desteklemesi gereken bir çalışma. Bu projenin ilk adımı olarak pişirdikleri kurabiyeleri, “cupcakeleri” ve tartları satıp para topluyorlar. Projedeki asıl amaç ise para toplamanın dışında bir sürü kitap toplayıp bir kütüphane oluşturmak. Toplanan paralarla kütüphaneye masa sandalye gibi fiziksel gereksinimler sağlanacak. Liderler kitap getiren herkese kurabiye veya kek ikram ederek toplanan kitap sayısını artırmaya çalışıyorlar. Bu düşüncenin başarılı olduğu toplanan kitap sayısıyla gözler önünde. Toplanan kitaplarla ilk olarak Ayvalık’ta kütüphanesi olmayan bir okula kütüphane kazandırmak hedeflenmekte. Umuyoruz ki daha fazla okula ulaşıp daha fazla öğrencinin kütüphaneyle tanışmasını sağlayıp onlara daha fazla kitap okuma imkanı sağlayacaklar. Evinizde okuduğunuz ve artık ihtiyacınız olmadığını düşündüğünüz fiziksel olarak iyi durumda olan kitaplarınızı başkalarıyla paylaşmanın tam zamanı! “Okuduğunuz ve başkalarının da okuyup faydalanabileceğini düşündüğünüz kitaplarınızı heyecanla bekliyoruz.” diyen Özsu Rişvanoğlu, projenin başarılı olabilmesi için her türden kitaba ihtiyaçları olduklarını şu sözlerle dile getiriyor: “Küçüklüğünüzden kalma hikaye kitaplarından tutun, bir şiir kitabına kadar her kitabınız öğrencilerin hayatlarında fark yaratacaktır.” İster evinizden kitap getirerek isterseniz de bir şeyler pişirerek bu projeye yardımcı olabilirsiniz. Bu projeye kütüphane THP üyelerinin satışa sunacağı kek ve kurabiyelerini para ya da kitap karşılığında tadarak destek olabilirsiniz. Elbette kek ve kurabiyeleri beklemenize gerek yok. Kitaplarınızı ihtiyacı olan kitlelere bir an önce ulaştırmak için proje liderleri, kütüphaneden Atakan Aydın ve THP ofisi ile iletişime geçebilirsiniz. -- KÖPRÜ Aralık 015 Bu Sefer Konumuz Farklı: Farklılıklar Alp Altunyurt Yeni açıldı, hızlı başladı. Okulumuzda bu yıl kulüp haline gelen Diversity Kulübü hakkında ilk izlenimler ve kurucusu Mr. Hoovler ile kulübün amacı ve farklılıklar hakkında bir söyleşi ile bu sayıdaki konumuz farklılıklar. Bu sayıda aklımda daha değişik bir yazı vardı, fakat çevremdeki insanlarda ve en önemlisi Robert Kolej bünyesinde gözlemlediğim bir konu hakkında yazmaya karar verdim. Bir önceki sayıda yazdığım gezi yazısı hakkında birkaç tebrik aldım, fakat bu sayıda okulumuzun her bireyini ilgilendiren bir konuyu ele almayı kendime bir sorumluluk edindim ve bu konu hakkında da teşviklerinizi bekliyorum. Bu sayıda konumuz farklılık. Evet, biraz farklı bir konu çünkü ismi bile bize farklı. İçi konuşmaya çekindiğimiz, ama dışarıdan bakıldığında sorun edilmeyecek problemlerle dolu kapalı bir kutu. Peki neden? Aslında cevap çok basit, kimse farklı olmak istemiyor. İş yerleri bizlerden yaratıcı olmamızı, özgün olmamızı bekliyor; fakat daha kendi farklılıklarımıza bile katlanamıyorlar. İnsanlardan mensubu oldukları sosyal ve ekonomik sınıflarının birer kopyası olmaları bekleniyor. Nitekim farklı olmak doğada da pek hoş karşılanmıyor. Gerek insanın gerek diğer hayvanların doğasında farklı olan hastalıklı --cinsinin gerekli özelliklerinden yoksun-olarak nitelendirilip gerektiğinde yaşama hakkı elinden alınabiliyor, çağımızda bu kadar ileri gidilmeyen homo sapiens gibi canlı topluluklarında da çeşitli tehditlere kasten maruz bırakılıyor. Böyle bir konuda sosyal gelişimi devam etmesi gereken insan canlısında belki de tüm sorunların kaynağı bu çözemediğimiz, belki de çözmek istemediğimiz farklılıklar. Peki hepimiz birer eşitlikçi, adil sevgi pıtırcıkları iken Robert Kolej’in farklılıkların üstesinden gelme konusunda karnesindeki not kaç? İşte bu sayıda okulumuzun İngilizce öğretmenlerinden Mr. Hoovler’ın kurulmasında üstün çabalar sarf ettiği Çeşitlilik Kulübü’nü kendisinden dinleyeceğiz. Köprü: Sıradan ama önemli bir soru: Siz ve kulübünüz farklılığı nasıl tanımlıyorsunuz? Mr. Hoovler: Çeşitlilik (diversity) sadece farklılıkları kabul etmektir. Hepimiz aynıymışız gibi davranmamalıyız ama birbirimizi de sahip olduğumuz farklılıklardan dolayı yargılamamamlıyız. Fark et, değer ver, tüm türden farklılıkları kabul et! İşte bu çeşitliliktir. Köprü: Size bu kulübü kurmayı düşündüren nokta veya olay nedir? Mr. Hoovler: RC’de çalışmaya başladığım zaman bu kadar ünlü bir okulun farklılıkların yarattığı sorunlara değinmemesine şaşırmış ve hayal kırıklığına uğramıştım. Okulun ve kültürün büyük bir bölümü LGBTQ hakları ve feminizm gibi çeşitlilik konulara sanki hiç varolmamış gibi yaklaşıyordu. Böyle bir kulübü kurmaya defalarca yeltenmiş fakat her defasında hüsrana uğramıştım. Geçtiğimiz sene okul anlaşılan fikrini değiştirdi ve kulübün kurulmasını onayladı. Köprü: Kulübünüzdeki öğrencileri nasıl seçtiniz? Hatırladığım kadarıyla sene başında bir katılım prosedürü vardı ve katılımcılara farklılıklar konusunda yüz yüze geldikleri problemleri sordunuz. Kulübünüze daha önce farklılıktan doğan problemler ile deneyim sahibi olan veya hayatının bir bölümünde dışlanmaya maruz kalan öğrencileri seçtiğinizi söyleyebilir miyiz? Mr. Hoovler: En sonunda kim başvurduysa hepsini kabul ettik, fakat ilk başlarda kulübümüzde en azından çeşitlilikten kaynaklı problemleri anlamış bir öğrenci profili görmeyi arzu ediyorduk. Açık fikirli ve yaşıtlarını bu konuda aydınlatacak kişilere ihtiyacımız vardı. Köprü: Röportajın en önemli konularından birini konuşmanın zamanı geldi, o da The Moth. Bu yılki konu “o zaman farklı Aralık 015 olduğumu biliyordum” (I know I was different when…) idi. Anladığıma göre kulübünüz The Moth etkinliği ile insanların farklılıklarını dile getirme amacını birleştirerek öğrencilerin bir topluluk önünde farklılıklarından sıkılmadan dile getirmelerini hedefledi. Mr. Hoovler: The Moth insanların RC topluluğunda farklılıklara kulak vermesi amacına göre tasarlandı. İnsanlar farklılıklarını tartıştıkları zaman keşfettikleri şey genellikle ortak noktalar, bağlılıklar olur. Çelişkili anlaşılabilir, fakat aslında her birimiz aynı sıkıntıları yaşıyoruz; bu sıkıntıları birbirimizle paylaştığımız zaman, anlamlı bir noktada birbirimize bağlanıyoruz. Köprü: The Moth başarıyla tamamlandı ve oldukça güzel geçti, fakat bu proje sene için yeterli mi, yoksa sadece bir başlangıç mı? Okulumuzda sene içinde bir veya iki proje ile seneyi tamamlayan çok sayıda kulüp var, bu kulüp de onlardan biri mi, yoksa insanların akıllarını başlarından alacak, onları aydınlatacak projeler geliyor mu? Mr. Hoovler: Öncelikle bizim insanların akıllarını başlarından almak gibi bir amacımız yok. Sene içinde insanları önemli sorunlar hakkında eğitme ve bu konular hakkında insanların sesini duyma hedefleri güden birçok projemiz olacak. Köprü: Sona doğru yaklaşırken, bizi Robert Kolej’deki çeşitlilik hakkında bilgilendirmenizi istiyoruz. Okulumuzda binin üzerinde öğrenci ve onların getirdiği farklılıklar var. Bunlar belki de perdenin görünen yüzündekiler. Kulübünüzün ortaya çıkardığı ve tartışılmasını umduğunuz başka ne gibi sorunlar var? Mr. Hoovler: Çeşitlilik Kulübü sadece Robert Kolej’i ilgilendiren sorunlarla ilgilenmeyecek. Diğer insanların yaşadığı sorunlara empati ile yaklaşmak ve tüm sorunlar için anlayış geliştirmek çok önemli. Evet, Türkiye’de görülen ayrışma üzerine de yoğunlaşacağız, fakat çeşitliliğin bir hudutu olmadığını da unutmayacağız. Köprü: Farklılıklarla ilgili sorunlara karşı çözüm taktiğimiz nasıl olmalı? Çeşitlilik kutlanmalı mı, yoksa üzerine me gidilmeli? Mr. Hoovler: Çeşitlilik kesinlikle kutlanmalı. Konu insanların farklılığına geldiğinde ortada korkulacak, nefret edilecek veya kızılacak bir şey yok. “Fark et, değer ver ve kabul et!” Hayat farklılıklara karşı böyle yaklaşımımızla güzel. Köprü: Ve son sözler Mr. Hoovler. Okurlarınıza son sözünüzü iletmenin zamanı geldi. Bir alıntı yapabilir ya da özgün olabilirsiniz, fakat sizden ricam bu taze beyinlere söz ettiğiniz problemleri ciddiye aldıracak ve onları düşünmeye sevk edecek bir şeyler söylemeniz. Mr. Hoovler: Hayatınızın bir noktasında sizler de her zaman karşılaştığınız o farklı olan kişilerden olacaksınız. İşte o anda sizi farklı olduğunuz için eleştiren, yargılayan ve dışlayan bir dünya mı istiyorsunuz yoksa size olduğunuz gibi yaşama şansı veren bir dünya mı? Köprü: Güzel ve insanı sorgulamaya iten bir kapanış oldu. Umarım bu konuştuklarımız amacına ulaşır. Bana zaman ayırdığınız için teşekkür ederim. Mr. Hoovler: Ben teşekkür ederim. KÖPRÜ -- Astrolog Köprü Gülhan Derya Değerli Astrolog Köprü mutlu yıllar diler! Yeni yıla yaklaşırken hepimizin 2016’dan küçük büyük beklentileri var. Kimimiz 99.9 ortalama istiyoruz, kimimiz hayatının aşkını bulmak, kimimiz daha az yemekhane sırası beklemek, kimimiz de üniversitelerden kabul mektupları almak... Ama hepimizin ortak bir yanı var: Hepimiz 2015’in bizi uğrattığı hayal kırıklıklarını unutmuş, her yıla başladığımız gibi 2016’ya da yeni umutlarımız ve dileklerimizle girmek istiyoruz. Hayatını yönetme şansı olmayan yedi milyar insanın yaptığını yapıyoruz: Diliyoruz. Tabii gerçekte 2016’da bizi nelerin beklediğini kimse kestiremiyor. Bir yılda hayatımızda olabilecek milyonlarca değişim ihtimalinden sadece bir kişi kesin olacak olayları seçebilir: Astrolog Köprü Koç (21 Mar t-19 Nisan) Aşk: 4 Koçlar, artık rahat bir nefes alabilirsiniz, çünkü geçmiş yıllardaki başarısız ilişkilerinizin sizi içine soktuğu hüsrandan sizi yeniden aşka inandıracak bir prens ya da prenses çekip çıkaracak.Geçmişinizdeki o üzerini çizdiğiniz kişilerden birilerinin de yeni ilişkinizi duyup sizi araması olasılıklar arasında. Sanki biraz geç mi olmuş, ne? Para: 4 Hayalini kurduğunuz ve sahip olmak için maddi durumunuzun el vereceği dönemi beklediğiniz herhangi bir şey var mı? Çünkü bunu sevinerek söylüyorum ki o bu yıl sizin olacak. Kurduğunuz ev ya da araba bu yıl içerisinde sizin olacak gibi gözüküyor. Bu yıl maddi durumu yükselmekte olacak Koç urçlarına tek tavsiyem bu yıl içinde geçirecekleri ufak olumsuzlukların onlara engel olmasına izin vermemeleri. Sağlık: 5 Hem ruhsal hem de bedensel açıdan sağlıklı bir yıl sizi bekliyor. Genel Yaşam: Bu yıl sizin için huzur dolu bir yıl olacağa benziyor. İçinde bulunduğunuz huzurlu ruh hali aile hayatındaki ilişkilerinizi de kolaylaştırıp, güçlendirecek. Konsantrasyon bakımından 2015 yılında yükselişte olan koç burçları 2016 yılında da aynı hızda eğitim konusunda da başarılarına devam edecekler. RC’de bu yıl onların yükselişlerini görmek mümkün olacak. Boğa (20 Nisan-20 Mayıs) Aşk: 3 Yılın sonlarına doğru aşk boğa burçlarının da kapısını çalacak ama şu uyarıyı yapmalıyım: İkili ilişkiler konusunda içinde bulunduğun sıkıntıya bağlı olarak yanlış kararlar vermeden önce kafanı toparlamalısın ki ayağına kadar gelen aşkı kaçırma. Para: 2.5 Para konusunda herhangi bir yükseliş veya düşüş bu yıl içinde burcunuzda beklenmiyor. Maddi olarak sizin için durağan bir yıl olacak. Sağlık: 1 Bu sene boğa burçları için sıkıntılı geçeceğe benziyor. Dikkatli olun kendinizi içinde bulacağınız stres sağlığınızı etkilemesin! Genel Yaşam: Burcunuz geçtiğimiz yıl içinde bulunduğu ortamlar içerisinde karakterinin aksine girdiği ortamlarda lider değil uyum sağlayan olmak zorunda kalmıştı fakat şubat, mart ayında yapacağı sağlıklı yatırımlarla tekrar zirveye oynayabileceksiniz. -0- Ebru Ermiş İkizler (21 Mayıs-21 Haziran) Aşk: 3 Geçtiğimiz iki yıl sizler için duygusal anlamda yorucu geçti ama yeni yılın özellikle şubat, mart ayında yeni bir sayfa açacak ve yeni bir aşka başlangıç yapacaksınız, umarız bunun sonu iyi biter. Para: 2 Yılın ilk üç ayı yapacağınız harcamalara dikkat etmelisiniz, bu zaman dilimi içinde yapacağınız harcamalar nisan ve haziran ayı itibariyle sizi yükselişe sokacak. Sağlık: 2 2015 yılı sonuna doğru yaşadığınız sağlık sorunlarınız yılın ilk üç ayında sizi rahatsız etmeye devam etse de sonrasında ufak hastalıklarınız dışında bir sıkıntı gözükmüyor. Genel Yaşam: Son iki yıldır aile içerisinde yaşadıkları huzursuzluklar dolayısıyla çok yorgun ve mutsuz hisseden ikizler burcu birçok sorunlarını çözecekleri ve hayatlarını rayına koyacakları söylenebilir. Ye n g e ç ( 2 2 H a z i r a n - 2 2 Te m m u z ) Aşk: 3 Bu yıl çok dolu geçecek gibi duruyor. Okulumuzun yoğun temposu sizi de etkisi altına alacak bu nedenle de yıl boyu aşkla ilgilenmeye çok da zamanınız olmayacak. Ancak yılın sonlarına doğru kapınızı çalacak bir aşk size pozitifliği geri getirecek. Para: 3 Yılın ilk altı ayı harcamalarınız dikkat etmenizi öneririz çünkü biraz sıkıntılı geçecek bir yı sizi bekliyor. Ama bu altı ayı bir atlattınız mı sonra daha kayifli günler geçirebileceksiniz. Sağlık: 4 Sağlık açısından stabil bir yıl olacak gibi görünüyor. Sadece kış aylarında biraz dikkatli olmanızı şiddetle tavsiye ederiz. Genel Yaşam: Yılın başları üzerinde çok uğraştığınız, çok emek verdiğiniz bir projeniz sonlanabilir ya da durdurulabilir. Bu sizde emeğim boşa gitti algısı oluşturup umutsuzluğa sebep olabilecek de olsa size yine de mutlu olmaya çalışmanızı tavsiye ederiz çünkü zaman geçtikçe bu sorun da yavaş yavaş çözülecek. Aslan (23 Temmuz-22 Ağustos) Aşk: 4 Yeni yıl yeni aşk ve yeni bir romantizm rüzgârını sana doğru estirecek. Para: 3 Geçen yıl yaşamış olduğun maddi sıkıntılar bu yıl yılın ikinci ortasından sonra yavaş yavaş kaybolacak ama iyisi mi sen yine de ipin ucunu kaçırma. Sağlık: 1 Geçtiğimiz yıl sağlık konusunda biraz zor geçmiş olabilir ama evham yapmadan sağlık sorunlarına daha sakin yaklaşman gerekir unutma sağlık sorunlarının çoğu psikolojik alt yapılıdır. Kış aylarında kendini biraz sakınman ve dikkatli olman gerekebilir. Genel yaşam: 2015 yılı içerisinde maddi ve sağlık açısından kendini çıkmazda hisseden aslan burçları için bu yıl toparlama yılı gibi gelecek. Aile hayatı içerisinde yaşadığınız çalkantıların artık durulma zamanı geldi. Geçtiğimiz yılın esintilerini yılın ilk yarıyılında hissetsende yılın sonuna doğru her şey daha iyi olacak. KÖPRÜ Aralık 015 Aşk: 5 Aşk ve romantizm insanı olan başak için kapıda aşk var. Eğer bu fırstı kaçırmazsan bu yıl aşka doyacak burç sizsiniz. Para: 3 Karşınıza çıkan olaylar ve tekliflere akıllıca kararlar verirseniz belki çok büyük paralar kazanmayacaksınız ama maddi olarak rahat bir yıl geçireceksiniz. Sağlık: Son üç yıldır sağlık sorunları ile ilgili büyük rahatsızlıklar geçirmiş olabilirsiniz ama bu yıl içerisinde toparlanacağınız ve sağlam kararları sağlıklı bir bedende vereceğiniz bir yıl olacak. Genel yaşam: 3 Yıl içerisinde karar verme konusunda zorlanmalar yaşayacağınız olaylarla karşı karşıya kalabilirsiniz dikkatli ve emin adımlar atmanızda fayda var. Akıllı adımlarla mücadele edip sonunda başarıya ulaşacağınız olaylar sizi bekliyor. 2016 yılı sizin için risk alınmaya uygun bir yıl olmayabilir. Başak (23 Ağustos-22 Eylül) Aşk: 4 Hayalini kurduğunuz uzun soluklu bir aşk bu yıl kapınızı çalacak gibi duruyor. Umarız sonu da güzel biter. Para: 3 Hayatınızda değişik yapmaya karar verebilirsiniz ancak bu değişiklikler sizi parasal açıdan zor duruma düşürebilir. Dikkatli olmanızı öneririz. Sağlık: 4 Ruhsal ve bedensel açıdan genel olarak sağlıklı bir yıl sizi bekliyor. Ancak başımızın belası yorgunluklar sizi biraz fazlaca etkileyebilir. Genel yaşam: Bu yıl sizin için yenilikle dolu bir yıl olacak. Çevrenizde, evinizde, okulumuzda çeşitli değişikliklerle karşılaşabilirsiniz ve bunlar güzel değişiklikler olacak. Sizi uzun dönemde iyi yönde etkileyeceğine garanti verebiliriz. Ancak kısa dönemde korku ve endişeye sebep olabilir ki bundan daha normal bir şey yoktur. Sakın umutsuzluğa kapılmayın. Terazi (24 Eylül- 23 Ekim) Aşk: 2 Bu yıl sevgili yay burçlarımız için biraz sönük geçecek gibi duruyor. Çok ısrarcı olmamanızı tavsiye ederiz, aşk konuları da yoluna zamanla girecek. Para: 3 Kazanç(harçlık)-harcama konusunda biraz dengesizlik yaşayabilirsiniz. Dikkatli olmanız şiddetle tavsiye edilir. Sağlık: 3 Yılın başları psikolojik açıdan zorlayıcı olabilir hatta depresyona bile sürükleyebilir. Ancak bu sorunların geride kalacağı yaz günleri de sizi bekliyor olacak. Genel yaşam: 4 Yıl boyunca kendinize yeni uğraşlar arayacağınız, sizi kötü bir ruh haline sürükleyecek inişli çıkışlı zamanlarınız olabilir. Ancak havaların ısınmasıyla bu sallantılar son bulacak ve okul yaşamınız da aile yaşamınız da zamanla dengeye girecek. Bundan hiç şüpheniz olmasın. Yıl içerisinde arayış içine girip kendinize yeni uğraşlar bulmak isteyebileceğiniz, depresif geçirmenize neden olacak nedensiz bir ruh haline bürünebilirsiniz fakat bu durum bahar aylarının gelmesi ve maddi acıdan rahatlamanız ile son buluyor. Yıl sonlarına doğru aile ve iş hayatınızda olan çalkantılar yoluna girecek. Yay (22 Kasım-21 Aralık) Aşk: 5 Vayy! Bu yıl sizi güzel hadiseler bekliyor dersek yalan olmaz. İlişkisi olan oğlaklarımıza seslenelim ilk önce; ilişkinizin gün geçtikçe güçleneceğinden hiç şüpheniz olmasın. Yalnız oğlaklarımı da hiç üzülmesin çünkü aşk kapıları çalmak üzere. Para: 4 Ne çektiyse şu yaz aylarından çekiyor oğlaklar. Genel olarak maddi durumunuzun iyi olacağına şüphe yok ancak o yaz alışverişi sizi biraz dara sokabilir. Sağlık: 3 Kış ayları herkes gibi size de çok çektirecek gibi duruyor bu sene. Onun dışında çok büyük bir probleminiz olmayacğını umuyoruz ancak yıl içinde dalgalanmalar Oğlak (22 Aralık-20 Ocak) Aralık 015 yaşayabilirsiniz. Yani bazı hastalıklardan şüphelenip sonra hemen rahatlayabilirsiniz. Siz içinizi ferah tutun. Genel yaşam: Yıl içinde verdiğiniz kararlar nedeniyle okul konusunda biraz sıkıntı yaşayabilirsiniz. Bir de bunun üstüne arkadaş problemleri eklenebilir ancak sabrınızı kaybetmeyin çünkü yaz tatili yaklaştıkça çalışmanızın karşılığını da alacaksınız. Aşk: 3 Sevgili kovalar, beyaz atlı prensinize kavuşacağınız yıl 2016 değil gibi duruyor. Bu yıl için yeni bir aşk gözükmüyor da olsa siz keyfinizi bozmayın, aksine rahat rahat, kendinize ayıracağınız, bol bol ders çalışacağınız :) bir sene geçirmeye bakın. Para: 4 Şimdilik bir sıkıntı yok gibi görünüyor ancak yılbaşıydı, doğum günüydü, hediyesiydi derken harcamalarda biraz fazlaya kaçacağınız bir döneme gireceksiniz. Bunu yaparken dikkatli davranmazsanız sıkıntı yaşayabilirsiniz. Sağlık: 5 2016 size müjdeleriyle geliyor. Bu sene sizi uğraştıran bir sağlık sorununuza çözüm bulacaksınız ya da en azından yol katedeceksiniz. Genel yaşam: 3 Bu sene daha çok kendinize ayıracağınız zamanlar olacak yani aslında rahat bir sene geçireceksiniz. Ancak her gülün dikeni olduğu gibi bu sene de kendinizi ifade etme konusunda sıkıntılarınız olacak. Hatta bazı hobileriniz etrafınız tarafından garip karşılanabilir ve bu da bazı sıkıntılar yaratabilir. Takmayın onları. İstediğinizin arkasında durun ve eğlenmeye bakın. Kova (21 Ocak-18 Şubat) Aşk: 4 Ah ah! Yepyeni, sapasağlam bir aşk kapınızı çalacak desek? Hem de en eğlencelisinden olacak bu. Ancak bu yeni aşkla beraber kapandığını sandığınız eski defterler de sizi rahatsız etmeye başlayacak. Aman dikkatli olun, bu kapanmış defterlerin ilişkinizi bozmasına izin vermeyin. Mazi mazide kalır! Para: 4 Parasal açıdan çok şanslı bir döneme gireceksiniz ancak bu şansı iyi değerlendirmeniz lazım. Nasılsa şanslıyım deyip har vurup harman savurmaya başlarsanız sonuçları toparlamak sizin için de zor olacak gibi duruyor. Sağlık: 3 Yok mu şu kış günleri. 2016’da da yine buz gibi günler yaşayacağız. Bugünlerde biraz daha dikkatli olmanızı öneririz. Hastalık geliyorum demeyecek çünkü bizden söylemesi. Genel yaşam: Kısaca mutluluk dolu bir yıl sizi bekliyor diyebiliriz. Sadece büyük riskler almamaya dikkat etmenizi öneririz. Onun dışında eğer adımlarınızı sağlam atarsanız huzurlu bir 12 ay geçireceksiniz. Balık (19 Şubat -20 Mar t) Aşk: 5 2016 yılı akrep burçları için kafaları üstünde kalplerle geçeceğe benziyor. 2015’in etkileri 2016’da görülmeye devam edecek. Para: 1 2016 yılı ortalarına dek bu yıl maddi açıdan sizin için çok zor geçecek. Sağlık: 2 Sinir sisteminize sahip olursanız iyi olur. Biranda parlayıp biranda sönmeniz sağlığınıza zarar verecektir. Bilirsiniz ki akrepler ateşi gördüğünde kendini sokup öldürür... Genel yaşam: 2 Maddi ve de manevi sıkıntılar bu yıl sizi esir alacak. Yılın ortalarına doğru rahatlama olsa da yaşam standardınızı gereksiz yere yükseltme cabasına girmeyin. 2016 yılında hayattan ciddi dersler alacaksınız buna kendinizi hazırlayın. Hayatınızı değiştirecek olan aile bireyleri ile direkt ilişkilerinizde rol değişiklikleri olabilir. (Boşanma, aile büyüklerinden birini vefatı, yeni bir bebek…) Bu yıl herkesin beklediği güzel olayların gerçekleşmesi Köprü Astrologları olarak bizim de en büyük dileğimiz. Herkese yeni, güzel, mutluluk dolu bir yıl dileriz. Akrep (24 Ekim - 22 Kasım) KÖPRÜ -1- Çınar Yaprakları Dökülüyor Ceren Kuran Keşke sadece bir esintiden ibaret olsaydı çınar ağacımızın yapraklarına dokunan rüzgar. Keşke sadece dokunup geçseydi o rüzgar yapraklara. O zaman ne sallanırdı yapraklar, ne de dökülürdü. Sadece titrerlerdi biraz, o kadar. Ne var ki bu rüzgar sadece bir esintiden ibaret olmadı. Fırtınanın en şiddetlisi, en büyüğüne döndü ve yaprakları uçurdu birer birer. Havada süzüldü o yapraklar tek tek. Bizim çınar ağacımız da bu şekilde, 2015 yılında birçok kayıp verdi. Özellikle de rüzgarın en yoğun olduğu zaman, sonbaharda. Sonbahardaki yaprak dökümünün habercisi, Şubat ayında kendini gösterdi. Dolu dolu yaşamış olduğu 91 yıllık ömrünün içinde bize sayısız hayat veren bir yazarımız başlattı bu fırtınayı: Yaşar Kemal. Kime sorsanız hayatının bir bölümünde Yaşar Kemal’in herhangi bir eserinden etkilenmiştir: kimisi için Sarı Sıcak kitabı, kimisi içinse İnce Memed. Nobel Edebiyat Ödülü’ne adaylığıyla Türk ismini duyurmuştur. Orhan Pamuk’un adaylığı açıklandığında bir eleştirmen demiş ki, “Nobel Ödülü için Yaşar Kemal çok yaşlı, Orhan Pamuk da çok genç.” Ancak yazma dilinin, uslübün, mesajın bir yaşı olabilir mi? Bu değer yaşla, yıllarla anlamdırılabilir mi? Yazarımızın da dediği gibi: “İnsan evrende gövdesi kadar değil, yüreği kadar yer kaplar.” Her türlü kalbimize dokunan eserler, her daim kalbimizde kalacaktır. Yaşar Kemal’in yaprağı da her daim havada süzülecek, karşılaştığı her yüreğe dokunacak, ama asla yere düşmeyecektir. Şubatın verdiği bu acı haberden sonra, sonbahar rüzgarı çok güçlü geldi. İlk sonbahar kaybımız: Sennur Sezer. 7 Ekim’de vefat eden şairimiz, 72 yaşında gözlerini yumdu dünyaya. 1964’te çıkardığı ilk şiir kitabı “Gecekondu” ve onu takip eden birçok esere sahip olan Sezer, aynı zamanda yazdığı şiirlerini şarkılara uyarlıyordu. Aralık 2004’te arka fonda müzik eşliğinde yazdığı şiirlerini seslendirdiği bir albüm çıkardı: “Bir Annenin Notları...”. Sezer’in sinemaya da ilgisi vardı. Yeşilçam’a birçok senaryo yazmıştı. Bunun dışında, şiirlerini de aktarabilmişti sinema dünyasına. Bir Türkay Şoray filminde bulunan “Buruk Acı” adlı şarkının da sözlerini yazmıştı. Şiirin son iki dizesi şöyledir: “Sevmek korkulu rüya, yalnızlık büyük acı / Hangi kapıyı çalsam, karşımda buruk acı.” Şairimizin kaybı da içimizde bir buruk acı bıraktı, sonbahar yelini estirirken. Sennur Sezer’den sonra rüzgar kendini hissettirmeyi bırakmadı. 12 Ekim’de diğer kaybımızın haberi geldi: Levent Kırca. 1964’te Ankara Devlet Tiyatrosu’nda ilk kez sahneye çıkan Kırca, kariyerine tiyatro oyuncusu olarak başlamıştır. 14 yıl boyunca kariyerine tiyatro oyuncusu olarak devam ettikten sonra, “Altınşehir” filmiyle sinema kariyerinin kapılarını açmıştır. Ne var ki, rol aldığı filmlerin hiçbiri onu tiyatro sevdasından alı koymadı. Hodri Meydan Topluluğu adlı Tiyatro Grubu'nu kurdu. Hem sinemaya hem de tiyatroya karşı duyduğu sevdayı bize de aşılamayı başardı Levent Kırca. Gülümsemesiyle kalbimizde ayrı bir yeri vardı onun. Hayata gözlerini yummadan önce, son bir kez Hürriyet gazetesine bir röportaj verdi. Bu röportajda yaşadığı hayat hakkında düşüncelerini dile getirdi: “Ben hayatın hakkını vererek yaşadım. Gözlerimi kapatırken gönlüm rahat olacak. Bu rahatlığı olmayanlar düşünsün. Ben ölümden korkmuyorum.” Bunun yanı sıra, bu hayattaki haksızlığı vurguladı son seslenişinde: “Neden ben?” demek bana bencillik gibi geliyor, kibir gibi geliyor. 18 yaşında çocuk da şehit düşüyor, var mı bunun açıklaması? Yok. Neden o ölüyor da başkaları ölmüyor?” Ölüm döşeğinde bile diğerlerini düşünebilen ve onlar için endişelebilen bu oyuncumuzu kalbimizde yaşatmaktan başka pek bir şey düşmez hiçbirimize. Ekim ayı bir türlü susmadı susmak bilmedi. Başka bir yaprağı da aldı götürdü kendisiyle birlikte: Çetin Altan. En çok köşe yazısı yazmış yazarlarımızdan biri olarak kabul edilmiştir. Edebiyat diliyle haberlerini birleştirmeyi başarmış, kendine özgü yazı şekliyle ve üslubuyla 20. yüzyıl gazeteciliğinin en değerli temsilcilerindendir. 1965-1969 yıllarında arasında milletvekili yapmış olan Altan, dokunulmazlığı kaldırılan ve geri verilen ilk milletvekili olmuştur. Her yerde bir iz bırakmış kısacası. Hem medyada, hem siyasette yer alan Altan, halka da sözlerini, anlattıklarını bıraktı. Bize de sürekli hatırlattı: “Enseyi karartmayın.” diye. Gerçi bu zamanlarda nasıl enseyi karartmayalım, tartışılır. Özellikle de bize enseyi karartmamızı, umudumuzu kaybetmememizi hatırlatacak biri olmadan. Böylece yaprak dökümünde son yaprağa veda etme zamanı geldi: Gülten Akın. Dizeleriyle bizi saran Akın, 82 yaşında hayata gözlerini yumdu. Şiirlerinde evrensel konulara değiniyordu Akın. İlk önce doğa, aşk, ayrılık, özlem konusuna odaklanan şiirlerle yüreğimize dokundu. Zaman geçtikçe, bu evrensel konulardan daha çok toplumsal sorunlara yoğunlaştı. Onlar hakkındaki düşüncelerini ve duygularını dile getirdi, bize de aşıladı her konuda çeşitli dizeleri. Sadece Türkiye’ye seslenmedi Akın, bütün dünyaya seslendi. Şiirleri pek çok dile çevrildi, farklı ülkelerdeki her dilden konuşan insanlara ulaştı. “Sessiz Arka Bahçeler” şiiri ile 1999 Altın Portakal Şiir Ödülü’nün sahibi oldu. İlk iki dizesiydi şuydu şiirin: “Seni sevdim seni birdenbire değil usulca sevdim / ‘uyandım bir sabah’ gibi değil öyle değil”. Birçok insanın savunduğunun aksine, aşkı ilk görüşte olacağı şekilde değil, usulca, yavaşça oluştuğunu belirtmiş bu dizelerle. Şiire getirdiği gibi değerlere de yeni bir anlam getirmiş Akın. Bütün içtenliğiyle, bütün samimiyetiyle… Hepsi birbirinden kıymetli bir çok değeri kaybettik 2015 yılında, özellikle de sonbaharında. Yapraklar süzüldü havada, döküldü çınar ağacından. Her dökülen yaprak kalbimizden bir parça götürdü yanında. Ancak o değerler, sadece bedensel olarak değil, düşüncesel olarak varlardı içimizde. O düşünceler de kalacak aklımızda, havada süzülen çınar yapraklarıyla birlikte. -- KÖPRÜ Aralık 015 RC Takviye Kursu Özge Gül Erbay Robert Kolej’in bizlere gelecek için birçok imkan sunduğu tartışmasızdır. Birçok öğrenci, hazırlıktan itibaren yurtdışında mı yoksa yurt içinde mi okuyacağına karar vermeye çalışır. 11 ve 12’nci sınıfa geçildiğinde ise herkes çoktan seçimini yapmış ve hazırlıklara koyulmuştur. Kimileri yurtdışındaki üniversitelere hazırlanmak için okuldaki derslere ağırlık verirken, kimileri YGS - LYS sınavlarına hazırlanmak için dershane ile okul arasında gidip gelir. Robert Kolej’in akademik müfredatının farklılığından dolayı diğer okullardan bir adım geride başlayan bu “Türkiyeci”lerin, dışarıdan yardım almadan bu sınavlara hazırlanmaları bir hayli zor. Üstelik, ülkemizde neredeyse her yıl değişen eğitim sistemi ve dershanelerin kapatılması bu durumu daha da zorlaştırıyor. İşte buna çözüm olarak okulumuz birkaç eğitim kurumuyla anlaşma yaparak kendi Takviye Kursu’nu, okul içindeki adıyla UP’ı açtı. Öğrencilerden edindiğim yorumlara dayanarak RC Takviye Kursu’nun, isteyenler için yararlı bir program olduğunu söyleyebilirim. Birçok kişinin söylediğine göre disiplinli bir şekilde çalışacak olan kişi gidip çalışabiliyor, fakat çalışmak istemeyen bir öğrenciyi de kimse zorlamıyor. Bu konuda dershane öğretmenlerinin yapabileceği pek bir şey yok, herkes kendi kararını verebilecek yaşta. Ayrıca okul derslerinin ağırlığı yanında dershanenin fazla katı ve disiplinli olmaması da öğrencilere nefes alacak zaman bırakıyor. Aynı zamanda okul dışındaki eğitim kurslarına gitmek yerine okul içindekini tercih etmek zaman kazandırıyor. Küçük kantinin ve “Writing Center”ın yerini alan dershane, okul sonrası ve cumartesi günleri hizmet veriyor. Okulun içinde olması, öğrencilere pek çok zaman kazandırıyor. Dışarıdaki dershanelere uzak yerlerde yaşayanlar için, RC takviye kursunun artısı büyük. Bu konu hakkında daha ayrıntılı bilgi aktarabilmek adına okulumuzun Yurtiçi Üniversite Danışmanı Mehtap Kaya şöyle diyor: “Dershanelerin dönüşüm süreci ile 1 Eylül 2015 tarihinden itibaren dershane kavramı yasal Aralık 015 olarak kaldırıldı. Bu uygulama ile beraber sınav hazırlık çalışmaları da birçok okulda, okullarda açılan takviye kursları ile yürütülmeye başlandı. Bu kapsamda Türkiye’de üniversite eğitimi almayı planlayan Lise 12 ve Lise 11. sınıf RC öğrencilerinin bir bölümü okulda başlatılan takviye kurs programına devam ediyor. Kurslar 17 Ağustos’ta başladı ve okul açılana kadar üç haftalık yoğun bir ders programı ile devam etti. Okul açıldığından bu yana da hafta içi okul sonrası saatlerde ve cumartesi günleri devam ediyor. Program planlanırken RC’nin okul akademik programı ile çakışmamasına çok özen gösterildi. Bu nedenle dersler hafta içi okul dersleri bittikten sonra geç servis saatine kadar devam ediyor. Böylelikle öğrencilerimizin evlerine ulaşımda özellikle zaman kaybı ve yorgunluk faktörü geçmiş yıllara oranla kısmen biraz daha azalmış oluyor. Cumartesi günleri öğrenciler bir hafta sabahçı ve bir hafta öğlenci olarak dönüşümlü devam ediyorlar. Pazar günleri kurs yapılmıyor. Hafta sonu bir günün öğrencilere kalması da geçmiş yıllara göre olumlu olduğunu düşündüğüm bir uygulama. Programın yürütülmesinde takviye kurs koordinatörü, rehber öğretmeni ve 10 ayrı öğretmen görev alıyor. Öğretmenler kurs saati başlayana kadar okulda tam zamanlı görev aldıkları için programa devam eden öğrenciler boş ders saatlerinde, teneffüslerde, yemek saatlerinde, kısacası fırsat buldukları her boşlukta öğretmenlerine gidip soru sorabiliyorlar Bu açıdan önemli bir fırsat. Kurs kapsamında uygulanan deneme sınavları farklı okul öğrencilerine de uygulandığı için RC öğrencileri diğer okullar arasındaki yerlerini de görebiliyorlar.” Öğrencilere yardım etmek amacıyla açılan bu kursun gelecek yıl için devamlılığı kesin değil, ancak aldığı pozitif yorumlara dayanarak yurt içi üniversitelere hazırlanan öğrencilere tavsiye edilebilir. KÖPRÜ -- Sinema Köşesi Gülhan Derya Değerli “Bu ay ajan d a n ı z d a b i r y e r a ç s a n ı z i y i o l u r ç ü n k ü s i n e m a y a g i d i y o r s u nuz.” Robert Koleji öğrencileri olarak yazılılar, sözlüler, laboratuvar raporları, projeler derken her şeyi unutmuş, hayatımızı okuldan ibaret hale getirmiş durumdayız. Şimdi durun ve kendinize sorun: En son yaptığım kültürel etkinlik neydi? Eğer zihninizde çok da geriye gitmenize gerek kalmamış ve soruyu geçtiğimiz hafta sonu gittiğiniz konser, sergi, film veya tiyatro oyununun anısıyla cevapladıysanız, ne mutlu size ama sanmıyorum ki herkes bunu yapacak kadar şanslı olsun. İnsanların büyük bir çoğunluğunun bu soru üzerine okul ve iş hayatları dolu zihinlerinde aylarca geçmişe gidip hala cevaplayamıyor olması hayatımızın acı gerçeği. Şimdi açın o her sayfası saat saat doldurulmuş ajandanızı ve bir üç saat çekip çıkarın içinden, yoksa yaratın; çünkü sinemaya gidiyorsunuz. “Köprü” gazetesi ikinci sayısı senin için vizyona girecek filmlerin en güzellerini araştırdı, seçti; şimdi senin tek yapman gereken aşağıdan kendine en uygun filmi belirleyip film vizyona girdiği gün ajandanda üç saati sinema saati olarak kendine ayırman. Orjinal Adı: Star Wars: The Force Awakens Vizyon Tarihi: 17 Aralık 2015 Yönetmen: J. J. Abrams Oyuncular: Daisy Ridley, John Boyega Star Wars: Güç Uyanıyor Doğaüstü güçlere sahip bir ailenin kızı olarak doğan Dina, annesinin yeteneğini almıştır. Dina tıpkı onun gibi insanlara baktığı an onların ruhunu görür ve içinden geçenleri tahmin edebilir. Ancak bir gün annesinin krallıkta yaşanan bir kaosa alet edilmek istenmesi ve annesinin yeteneğini kullanmayı reddetmesi onun hapse atılmasına neden olur. Dina gerçekleri ortaya çıkarmak ve annesini kurtarmak için hayatını riske attığı tehlikeli bir yolculuğa çıkar. Orjinal Adı: Skammerens Datter Vizyon Tarihi: 18 Aralık 2015 Tür: Macera, Fantastik Yönetmen: Kenneth Kainz Oyuncular: Rebecca Emilie Sattrup, Maria Bonnevie Kahin’in Kızı Paris’te İki Gün, New York’ta İki Gün ve Skylab ile tanıdığımız Fransız yönetmen ve oyuncu Julie Delpy; başrollerini Dany Boon, Lolo -- Vincent Lacoste ve Karın Viard ile paylaştığı romantik komedi Lolo ile beyaz perdeye geri dönüyor. Yönetmenliğini, senaristliğini ve başrolünü Julie Delpy'nin üstlendiği film, dünya prömiyerini Venedik Film Festivali’nin Venedik Günleri bölümünde yaptı. Film, annesini aşırı sahiplenen ve bu yüzden de annesinin yeni sevgilisine zorluk çıkartan ergen genç Lolo'nun hikayesine odaklanıyor. Orjinal Adı: Lolo Vizyon Tarihi: 18 Aralık 2015 Tür: Komedi Yönetmen: Julie Delpy Oyuncular: Dany Boon, Julie Delpy Alex, gizemli bir hırsızdır ve eski ortağı tarafından son bir soygun için ikna edilir. Ancak Alex kısa bir süre sonra bu son soygunun sadece elmaslardan ibaret olmadığını fark eder. Alex, o soygun arkasındaki yalanları ortaya çıkarmalıdır ve onu bir hedef haline getiren erkeklerin ardındaki sırları keşfetmelidir. Orjinal Adı: Momentum Vizyon Tarihi: 18 Aralık 2015 Tür: Gerilim, Aksiyon Yönetmen: Stephen Campanelli Oyuncular: Morgan Freeman, Olga Kurylenko, James Purefoy Momentum Johnny Utah genç bir FBI ajanıdır. Gizli bir görevle elit sporculardan oluşturulmuş ve başında Bodhi adındaki bir adamın yer aldığı bir hırsızlık çetesine sızar. Pek çok yeteneğe sahip olan bu sporcular polis güçlerinin dikkatini çekmektedir; zira sıra dışı yöntemlerle birçok suç işlemektedirler; şüpheler üzerlerindedir. Utah kimliğini gizleyerek bu ekip ile suç odaklarının bağını ispatlamaya çalışır.... Orjinal Adı: Point Break Vizyon Tarihi: 25 Aralık 2015 Tür: Aksiyon Yönetmen: Ericson Core Oyuncular: Luke Bracey, Edgar Ramírez, Ray Kırılma Noktası İrlanda'lı bir spor muhabiri, ünlü sporcu Lance Armstrong'un Fransa Bisiklet Turu birinciliklerini performans arttırıcı maddeler kullanarak elde ettiğine inanmaktadır ve gerekli kanıtları bulmak için uzun soluklu bir maceranın içerisine atılır. Orjinal Adı: The Program Son Efsane KÖPRÜ Vizyon Tarihi: 25 Aralık 2015 Tür: Biyografik, Dram Yönetmen: Stephen Fearers Oyuncular: Ben Foster, Chris O'Dowd, Canet Çok da uzak olmayan bir gelecekten ilginç bir distopya öyküsü anlatıyor bize The Lobster. Yalnız kalmış, ilişkisi olmayan insanların tutuklandığı, alternatif bir gelecekte geçen öyküde, bekar insanlar korkunç bir otele yerleştirildikten 45 gün sonra, kendileriyle eşleşen kişiyle ilişkiye başlamak zorunda kalıyorlar. Eğer ilişkilerinde başarıyı yakalayamazlarsa, ölümün kol gezdiği bir ormana sürgüne gönderiliyorlar. Orjinal Adı: The Lobster Vizyon Tarihi: 25 Aralık 2015 Tür: Bilim kurgu, Dram, Komedi Yönetmen:Yorgos Lanthimos Oyuncular: Colin Farrell, Rachel Weisz, Jessica Barden Istakoz Bir dizi yanlış anlaşılmanın sonrasında Alvin, Simon ve Theodore, Dave'in yeni sevgisilisine evlenme teklifi edeceğini düşünmeye başlarlar. Şimdi önlerinde Dave'i bu kararından vazgeçirip arkadaşlarını kaybetmeyi önlemek için üç günleri vardır. Orjinal Adı: Alvin and the Chipmunks: The Road Chip Vizyon Tarihi: 1 Ocak 2016 Tür: Animasyon, Macera, Komedi, Aile Yönetmen: Walt Becker Oyuncular: Jason Lee, Justin Long, Matthew Gray Gubler Alvin ve Sincaplar: Yol Macerası 1820 yılında Nantucket isimli balina avında kullanılan bir geminin, dişli bir İspermeçet balinasının saldırısı sonucunda parçalanmasını konu alan film, Pasifik Okyanusu'nun kalbinde yaşanan bir hayatta kalma mücadelesini konu alıyor. Sadece sekiz kişinin canlı olarak kurtulduğu bu olay, daha sonra ünlü yazar Herman Melville'in doğuracağı Moby Dick efsanesine de ilham veriyor. Orjinal Adı: In the Heart of the Sea Vizyon Tarihi: 1 Ocak 2016 Tür: Aksiyon, Dram Ülke: ABD Yönetmen:Ron Howard Oyuncular: Chris Hemsworth, Benjamin Walker, Cillian Murphy Denizin Ortasında Aralık 015 - - B U L M A C A - Melisa Oğuz Selin Çelikel Soldan Sağa 4. Daha önceden bankada çalışmıştır. 5. Tenis oynarken ayağını sakatlamıştır. 7. “Güzide” kelimesini en çok kullanan hocadır. 9. “Please submit your papers when I approach you” 11. Yemek yapmayı çok sever. 13. “Beleş Food” Yukarıdan Aşağıya 1. Teneke Trampet grubunun üyesidir. 2. “Haymatlos” adında bir hikaye kitabı vardır. 3. Belçika doğumludur. 6. Fenerbahçe Kulübü’nde lisanslı voleybol oynamıştır. 8. Eskiden arıcılıkla uğraşmıştır. 10. Her sınıfına yılın başında kompozisyon yazdırır. 12. Okulun en genç hocasıdır. Görsel Kaynakçası (sayfa numarasına göre sıralı) 3: instagram.com/kafkaokur 4: collegeboard.org/sat & dreamstime.com 10: sinematurk.com & hdfilmvagonu.com & dizifilmportal.com 11: designboom.com 12: vikipedia.org 14: instagram.com/rnkpy 15: candidmagazine.com & mod-mag.com Aralık 015 KÖPRÜ 16: yoldaolmak.com 17: milliyet.com.tr 18: redosexxx.deviantart.com 19: teneightymagazine.com & youtube.com 20: timeoutistanbul.com 21: todayszaman.com 26: tumblr.com 27: history.com 28: officialtelilibrary.com -5- Editörler İdil Kara Melisa Oğuz Özsu Rişvanoğlu Tasarım Editörü Özsu Rişvanoğlu Yazarlar Ali Yağız Ayla Alp Altunyurt Ayliz Onur Beliz Aluç Bilge Deniz Koçak Ceren Kuran Defne Demirer Deniz Yılmaz Derya Değerli Şevval Akkaya Ebru Ermiş Ece Şemdinoğlu Ecem Öztürk Eda Özüner Elif Hamutçu İdil Kara İrem Deyneli Melisa Oğuz Özge Gül Erbay Özsu Rişvanoğlu Selin Çelikel Şevval Akkaya Uran Onuk Zeynep Özkan Sorumlu Öğretmenler Melek Giray İnce Serya Kayapınar İmtiyaz Sahibi Özel Amerikan Robert Lisesi-Nilhan Çetinyamaç Sorumlu Müdür Nilhan Çetinyamaç Yayının Konusu: Okul Gazetesi Yayının Dili: Türkçe Yayının Türü: Yerel, Süreli Yayının Süresi Aylık Yönetim Özel Amerikan Robert Lisesi Kuruçeşme Caddesi No. 87 Arnavutköy/İstanbul Tel: 02123592222
Benzer belgeler
eda yurdakul ferdağ sezer aygül tanaydın
kendinden biraz bahsedebilir misin Onur Ağabey?
Onur Ünver: Ben de aslında Robert mezunuyum.
Okurken yatılıydım, Afyon’dan gelmiştim. Her Robert
öğrencisi gibi benim de kafamda yurt dışı mı, yoksa ...