cenevre parıs
Transkript
cenevre parıs
ALIŞVERİŞ VE YAŞAM KÜLTÜRÜ DERGİSİ EYLÜL - EKİM 2013 YIL 7 / SAYI 91 / FİYATI 1 TL OSMANLI’DA MÜZIK VE SU SESIYLE TEDAVI DÜŞLERİ VE YAŞAMI KUMAŞA DÖKMEK YAZMACILIK BU AYKİ KONUĞUMUZ SÜEDA ÇIL MENTAL ARiTMETiK ARABANIZ KİŞİLİĞNİZİ ELE VERİYOR . AKDENİZ’İN BEKÇİSİ; GELIDONYA FENERI C ENEVRE PARIS 1 HAZİRAN - 31 EKİM TARİHLERİ ARASINDA BİNLERCE HEDİYE ADESE’DE SİZLERİ BEKLİYOR! AYRINTILAR ARKA SAYFADA. CAHİDE SULTAN’IN BİRBİRİNDEN LEZİZ KURBAN 1 BAYRAMINA ÖZEL YEMEK TARİFLERİYLE YİNE DOPDOLU! 2 3 91. SAYI 12 KURBAN BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN İÇİ İÇİNDEKİLER 32 36 OSMANLIDA MÜZİK VE SU SESİYLE TEDAVİ 28 DÜŞLERİ VE YAŞAMI KUMAŞA DÖKMEK YAZMACILIK MENTAL ARİTMATİK 42 CENEVRE PARİS 48 AKDENİZ’İN BEKÇİSİ GELİDONYA FENERİ TİDE EDİTÖRDEN ko iligves abahreM ibrib ad adzımıyas B nabruK kerabüM ednüg nabruk ned m riad an’ımaryaB dmıkar ertem 722 zinedkA ateda iren ç ,uğudruv ezünüz nıralşuK …ises niz zig nın’aykiL kitnA ç ive ralnıdak ızaB nilsen iney mileleg şaY .relliğed fıkav ednirelşi ve ucur nıdadmi nınıralmın İ ev asnarF ya uB rütlük ,inihirat ,un utarobaL NREC iğ .kidrev nimenöd ılnamsO m ihirat iharrec ev nalınalluk edivad ninimetnöy ivadet .kıdalfarğot ani ınasni ulodanA .rıtşımraşab ıyam amzay ıltakoT .rıd üttrö ınıralşab kar yemliterü elrelmet .kıdrıtşara ed coç ,ıdlıça rallukO alkucoç alyısamşal ımıralkucoç meh is 4 Merhaba sevgili okurlar, 91’inci sayımızda sizlerle tekrar buluşmanın sevincini yaşıyoruz. Bu sayımızda da birbirinden ilginç ve güzel dosyalar sizi bekliyor. Mübarek Kurban Bayramı’na az bir zaman kaldı. Bayram yaklaşıyor. Kurban Bayramı gelmeden kurban gündemi oluşmaya başladı. Bizler de Kkurbanda yapılması gerekenleri ve Kurban Bayramı’na dair merak edilen soruları araştırdık. 227 metre rakımdaki Türkiye’nin en yüksek deniz feneri unvanını bulunduran Gelidonya Feneri adeta Akdeniz’in bekçiliğini yapıyor. Gelidonya, Akdeniz’den gelen serin rüzgârların yüzünüze vurduğu, çam ağaçları ve adaçayı kokuları arasında zamanın durduğu bir yer. Denizin sesi… Kuşların sesi… Likya yolu ve Gelidonya Batığı’nın mitolojik hikâyesi… Doğanın ve Antik Likya’nın gizemini sizler için araştırdık. Bazı kadınlar evi çekip çevirmek konusunda Allah vergisi bir yeteneğe sahip olabilirler. Gelgelelim yeni neslin önemli bir kısmı evlenip evinin hanımı olduğunda mesleğin inceliklerine vâkıf değiller. Yaşamın içinde ev hanımlarına katkı sağlayacak o kadar çok bilgi var ki… Yorucu ev işlerinde bunalan hanımların imdadına, pratik bilgiler yetişiyor. Biz de hazır ev hanımlarının imdadına yetişelim ve bilmeleri gereken temel şeyleri özetleyelim istedik. Bu ay Fransa ve İsviçre’deyiz. Fransa’nın Paris ve İsviçre’nin Cenevre kentlerinin dokusunu, tarihini, kültürünü ve dünyadaki her bilim adamının çalışmak veya ziyaret etmek istediği CERN Laboratuarı’nı yerinde inceledik. Bilim ve sanatın bu iki değerli durağında bir mola verdik. Osmanlı döneminde hastaların müzik ve su sesiyle tedavi edildiği Bimarhane, geçen yıl tıp ve cerrahi tarihi müzesine dönüşürken, o dönemde burç ve ten rengi gibi özelliklere göre tedavide kullanılan makamların aynısı gelen konuklara dinletiliyor. Tarihte gerçekleştirilen bu tedavi yönteminin sergilendiği Amasya’daki Bimarhane’ye giderek bu yaşayan müzeyi fotoğrafladık. Anadolu insanı inançlarını, kültürünü, geleneğini, duygularını sanatına ve zanaatına yansıtmayı başarmıştır. Yazmacılığın yapıldığı Anadolu kentleri arasında Tokat’ın ayrı bir yeri vardır. Tokatlı yazmacılar yüzyıllardır düşlerini yazmalara işlemişlerdir. Kadınların yöresel olarak başlarını örttüğü yazmalar, Tokat yöresinde el emeği göz nuru olarak geleneksel yöntemlerle üretilmeye devam ediyor. Yazmasının 600 yıllık serüvenini Tokat’a giderek yerinde araştırdık. Okullar açıldı, çocuklarımız ilk okul heyecanını yaşıyor. Neyse ki okul öncesi eğitimin yaygınlaşmasıyla çocuklarımızın çoğu okulla tanışmış durumda. Ama 1. sınıfın heyecanı ve endişesi hem çocuklarımız, hem de aileleri için bir başka elbette ki. Aydoğan Yüce İmtiyaz Sahibi Yeşilimsi Yayıncılık Ltd. Şti. Adına - Tekin Güner Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Tekin Güner Editör Aydoğan Yüce Sanat Danışmanı R. Yeşim Güner YAPIM GREENS DESIGN Yayın Kurulu Aydoğan Yüce, Ayşe Esra Atlı Hasan Güvercinci, Hakan Başbuğ, Hatice Küçükhemek, Lider Anaç, Yıldız Liva, Yönetim Yeri Hoşdere Cad. Reşat Nuri Sok. 2/5 Y.Ayrancı / ANKARA Tel: 0312 468 52 22 Fax: 0312 468 52 24 Baskı Dumat Ofset Matbaacılık San. ve Tic. Ltd. Şti. Bahçekapı Mah. 2477. Sok. No: 6 Şaşmaz/ ANKARA Tel: 0312 278 82 00 Baskı Tarihi 15. 09. 2013 Aylık yerel süreli yayındır. ISSN 1306-1739 [email protected] [email protected] Reklam Rezervasyon Halil Arslanpınar [email protected] 5 BİZDEN HABERLER ADESE’DE AĞUSTOS KAMPANYASI TALİHLİLERİ ÇEKİLİŞLE BELİRLENDİ ADESE’NİN, 22’NCİ YILINA ÖZEL OLARAK GERÇEKLEŞTİRDİĞİ ‘22. YILDA 22.222 HEDİYE’ KAMPANYASININ AĞUSTOS AYI TALİHLİLERİ BELİRLENDİ. 10 EYLÜL 2013 TARİHİNDE GERÇEKLEŞTİRİLEN ÇEKİLİŞLE 4.444 HEDİYE SAHİBİNİ BULDU. 6 Perakendenin yükselen değeri Adese, 22’nci yılını müşterileriyle paylaşacağı 22.222 hediye ile taçlandırıyor. Haziran ayında başlayan ve 5 ay boyunca devam edecek olan 22’nci yıl kampanyası süresince Adese Kart’larıyla alışveriş yapan Adese müşterileri her 25 TL’lik alışveriş için bir çekiliş hakkı elde ediyor. Kampanya kapsamında Adese müşterileri her ay 2 adet HYUNDAI İ20 başta olmak üzere birbirinden özel hediyeler kazanma şansı elde ediyor. Haziran ve Temmuz kampanyasından Adese müşterilerine 8.888 hediye teslim edildi. mi 31 Ağustos 2013 tarihinde sona erdi. 10 Eylül 2013 Salı günü saat 11.00’de Kulesite Adese’de gerçekleştirilen Ağustos kampanyası çekiliş sonucu toplam 4.444 hediye için şanslı Adese müşteri belirlendi. Noter huzurunda ve halka açık şekilde yapılan çekiliş sonucu Konya’dan Akylay ARAPOVA ve Abdullah CAVLAZOĞLU 2013 model Hyundai İ20 otomobil kazanan isimler olurken Konya’dan Ali TÜRKMENOĞLU ve İbrahim FÜNLÜ, Ankara’dan Adnan ÖZTÜRK ve Bolu’dan Emre BENLİ ise Vestel No-Frost Buzdolabı kazanan şanslı Adese müşterileri oldular. AĞUSTOS KAMPANYASININ ÇEKİLİŞİ 10 EYLÜL’DE KULESİTE’DE GERÇEKLEŞTİ Toplam 4.444 Adese müşterisinin hediye kazandığı çekilişin sonuçlarına ve hediye teslim detaylarına 16 Eylül 2013 tarihinden itibaren 444 0 237 numaralı müşteri danışma hattından, www.adese.com.tr adresinden ve Adese - Adesem marketlerinden ulaşılabilmekte. Adese müşterilerinin yoğun ilgisiyle karşılaşan kampanyanın üçüncü döne- EYLÜL KAMPANYASI DEVAM EDİYOR Eylül ve Ekim döneminde de devam edecek kampanya kapsamında şanslı Adese müşterileri Eylül döneminde; 2 adet 2013 MODEL HYUNDAI İ20 OTOMOBİL, 4 adet ACER LAPTOP, 4 adet UĞUR DERİN DONDURUCU, 4 adet VESTEL LCD TELEVİZYON, 4 adet SAMSUNG CEP TELEFONU, 44 adet ASUS TABLET, 44 adet SAMSUNG FOTOĞRAF MAKİNESİ, 44 adet MTF HALI ve binlerce elektrikli ev aleti kazanma şansı yakalayacak. BİZDEN HABERLER ADESE’DE PRATİK, HESAPLI VE BOL HEDİYELİ OKUL ALIŞVERİŞİ ADESE, OKUL ALIŞVERİŞİNE ÇIKAN AİLELERE BOL ÇEŞİT VE İNDİRİM SUNUYOR. ÇOCUK SAĞLIĞINA UYGUN, KALİTELİ ÜRÜNLER SUNAN ADESE, ÖZEL KAMPANYALAR VE TAKSİT FIRSATIYLA BU YIL DA VELİLERİN GÖZDESİ… BOL ÇEŞİTLE ÇOCUKLARIN, UYGUN FİYATLA AİLELERİN GÖZDESİ Adese, tüm okul ihtiyaçlarında bol çeşidin yanı sıra, uygun fiyatlar da sunuyor. Çocukların sevdiği çizgi film kahramanlarının lisanslı ürünlerinin yer aldığı reyonlarında çeşit çeşit renk renk kalemler, silgiler, defterler bulunduran Adese bol çeşidiyle çocukların, uygun fiyatlarıyla ve kampanyalarla ise ailelerin gözdesi… OKUL ÜRÜNLERİNDE KALİTE VE SAĞLIK GARANTİSİ Özellikle son yıllarda kırtasiye ürünlerinde veliler daha dikkatli davranıyorlar. Uzmanlar, ithal edilen bazı ürünlerin çocuk sağlığına zararları konusunda aileleri uyarıyor ve dikkatli tercih yapmalarını ve güvenilir noktalardan alışveriş yapmalarını tavsiye ediyorlar. Adese reyonlarında Sağlık Bakanlığı sertifikasına sahip olan firmaların ürünlerine yer veriyor. Bu konuda oldukça hassas davranan Adese, çocukların sağlığını riske edebilecek hiçbir ürünü müşterileri sunmuyor. LİSANSLI ÜRÜNLER Okul alışverişine çıkan aileler, örneğin bir resim defteri alacaklarını düşünürken, bazen kendilerini Barbie’li ya da Pepee’li resim defteri ararken bulabiliyorlar. Bunun nedeni, artık çocukların üzerinde çizgi karakterlerinin resminin olduğu lisanslı ürünleri tercih etmeleri… Okul ihtiyaçlarındaki son modayı yakından takip eden Adese, çocukların bu yıl çok sevdikleri lisanslı ürünleri de bir arada sunuyor. Böylece hem çocuklar mutlu oluyor, hem aileler lisanslı ürünü bulmak için saatlerini harcamak zorunda kalmıyorlar. BOL KAMPANYALI OKUL ALIŞVERİŞİ Okul alışverişi için Adese’ye gelenler sadece kırtasiye değil tüm reyonlardan yapacakları her 25 TL ve katları tutarındaki alışverişleri için hem kartopu kampanyasından faydalanacak hem de Adese’nin 22. yıla özel düzenlediği kampanyanın eylül döneminde bulunan 2 Hyundai İ20 başta olmak üzere 4.444 hediyeden birini kazanma şansını elde edecek. Adese’nin müşterilerine özel uyguladığı diğer kampanyalar ise şöyle: Ülker’le Okula Mutlu Dönüş: 3-16 Eylül tarihleri arasında 10 TL’lik Ülker atıştırmalık alışverişine 5’li Ülker Çikolatalı Gofret veya 10’lu Ülker Çokoprens hediye. Okula Dönüş Yolunda Bol Bol Bonus Var: Bonus kartınızla farklı günlerde ve tek seferde yapacağınız her 75 TL’lik dört alışverişin her birine 5 TL bonus beşinciye 30 TL bonus, toplamda 50 TL bonus. Son gün 30 Eylül. Adese’den Misss Gibi Kampanya: 9-27 Eylül tarihleri arasında Adese ve Adesem’lerden Rinso, Yumoş, Domestos, Cif ve Sunligt Cif markalarından Adese Kart ile tek seferde 20 TL’lik alışveriş yapan herkese 5 TL Adese Puan hediye. Omo ile Okula Renkli Dönüş: Adese ve Adesem marketlerinden yapacağınız Omo Toz 5 kg veya Omo Sıvı 1400 ml alışverişinize boya seti anında hediye. Adese ve P&G İle Okullarda Spora Destek: 30 Eylül’e kadar yapacağınız her P&G alışverişi ile İç Anadolu’daki okullara, spor ekipmanı bağışı için destek olun. Ozmo Macerasını Adese’de Yaşıyoruz: 14 Ekim’e kadar Adese Kart’la Şölen Ozmo ürünlerinden toplam tutarda en fazla alışveriş yapan ilk 25 kişi 100 TL, sonraki 50 kişi 50 TL, sonraki 100 kişi 30 TL ve ardından gelen 200 kişi 20 TL toplam 12.000 TL Adese Puan kazanıyor. 10 TL’lik Signal Alışverişine Not Defteri ve Tükenmez Kalem Hediye OKUL ALIŞVERİŞİNDE 10 TAKSİT İMKÂNI Kredi kartlarıyla alışveriş yapanlar için sadece kırtasiye alışverişlerinde değil, gıda ve temizlik hariç tüm alışverişlerde Adese ve Adesem’lerde 50 TL ve üzerinde anlaşmalı kredi kartlarına vade farksız peşin fiyatına 10 taksit imkânı sunuluyor. 7 BİZDEN HABERLER ADESE’DE TEMMUZ TALİHLİLERİNE OTOMOBİLLERİ TESLİM EDİLDİ ADESE’NİN 22. YILINA ÖZEL DÜZENLEDİĞİ VE BEŞ AY DA BEŞ ÇEKİLİŞLE TOPLAM 22.222 HEDİYENİN VERİLECEĞİ KAMPANYANIN TEMMUZ AYI ÇEKİLİŞİ 12 AĞUSTOS 2013 TARİHİNDE GERÇEKLEŞTİ. 4.444 HEDİYENİN TALİHLİLERİNİN BELİRLENDİĞİ ÇEKİLİŞİN ARDINDAN KAMPANYANIN EN BÜYÜK HEDİYESİ OLAN 2 ADET 2013 MODEL HYUNDAİ İ20 OTOMOBİL ŞANSLI ADESE MÜŞTERİLERİNE DÜZENLENEN TÖRENLE TESLİM EDİLDİ. 01-31Temmuz 2013 tarihleri arasında Adese Kart ile 25 TL’lik alışveriş yapan Adese ve Adesem müşterilerinin katıldığı kampanyanın çekilişi 12 Ağustos’ta Kulesite Adese’de gerçekleşmişti. Katılımcılar ve noter huzurunda gerçekleşen çekilişle toplam 4.444 hediye sahiplerini bulurken, 2013 model Hyundai i20 kazanan iki Adese müşterisine hediyeleri Konya’da düzenlenen törenle teslim edildi. Kulesite Adese’de düzenlenen hediye teslim programında talihliler ve aileleri ile Adese Yöneticileri hazır bulundu. Talihlilerden Mustafa Tosuntaş otomobilinin anahtarını Adese Kurumsal İletişim Müdürü Hatice Küçükhemek’in elin- den alırken, diğer talihli Ahmet Olgun’un yerine vekaleten babası Halil Olgun’a ise otomobilini Adese Kurumsal İletişim Müdür Yardımcısı Salih Yılmaz teslim etti. Düzenlenen törende kısa bir konuşma yapan Adese Kurumsal İletişim Müdürü Hatice Küçükhemek, 22. Yıla özel düzenlenen kampanyanın Eylül, Ekim ayında da devam ettiğini belirterek ‘2 aylık sürede 8888 kişi hediye kazandı. Toplam 22.222 kişinin hediye kazanacağı kampanyamızda hala kazanmak için fırsat var. Bunun için Adese Kart ile 25 TL’lik alışveriş yapmak yeterli.’ dedi. Hediyelerin teslim alan talihlilerin ve ailelerinin de oldukça mutlu oldukları gözlendi. SELVA, 140 SIRA BİRDEN YÜKSELDİ Büyük Sanayi Kuruluşu arasında yer alan şirketlerin ilk 500’de yer alanlara göre ihracata daha fazla önem verdiği belirtildi. YENİ ÜRETİM HATTI YATIRIMI YAPTI, İHRACAT %55 BÜYÜDÜ Selva Gıda, İstanbul Sanayi Odası (İSO) tarafından açıklanan Türkiye’nin ikinci 500 Büyük Sanayi Kuruluşu araştırmasında geçen seneye göre 140 sıra yükselerek 242. sırada yer aldı. Türkiye’nin markalı makarna ihracat lideri olan Selva’nın da aralarında bulunduğu ikinci 500 büyük şirketin ortak noktası ise ihracata daha çok önem vermeleri olarak ortaya çıktı. 8 Şirketlerin üretimlerinin satışa dönüşen miktarlarının kriter olarak ele alındığı araştırmada, ihracat gücünü artıranların daha hızlı yükseldiği tespit edildi. İSO’nun açıklamasına göre ikinci 500 Selva’nın istikrarlı ve hızlı yükselişinde son bir yıldır sektöre ve tüketicilere kazandırdığı yeni ürünlerinin penetrasyonu ve satışı önemli bir paya sahipken, yaptığı yeni üretim hattı yatırımı ile birlikte başta Japonya olmak üzere dünyanın önemli pazarlarındaki marka yatırımları ve satışları da etkili oldu. Dış ticaret ekibinin başarılı operasyonları ile oluşturduğu talebi karşılamak için yeni bir üretim bandı yatırımı yaparak kapasitesini %75 oranında artıran Selva’nın, bu yatırımı geçtiğimiz yıl ihracatta yakaladığı %55 büyüme ile karşılık buldu. Selva’nın 2012 yılında özellikle dış pazarda etkinliğini daha da artırmasını sağlayan yeni hat yatırımı ile büyüyen ihracatı, İSO listesine de yansıyarak 140 sıra birden yükselmesini sağladı. Selva bu yükselişini, 2013 yılında da iç piyasa ve ihracat toplamında tonaj bazında minimum %25 büyüyerek sürdürmeyi hedefliyor. Selva Gıda Genel Müdürü Mehmet Karakuş, Selva’nın giderek artan ihracat gücü ve sanayi kuruluşları arasındaki yükselişi ile ilgili olarak, “Selva olarak öncelikli hedefimiz başta Konya ekonomisi olmak üzere ülke ekonomisine katkı sağlamak ve Ar-Ge çalışmalarımız ile sektörde yenilikçi bir yaklaşım sergilemek. Bugüne kadar dünyanın 120 ülkesine lezzetini ulaştıran Selva’nın başarısında emeği bulunan tüm çalışma arkadaşlarımı ve paydaşlarımızı içtenlikle kutluyorum. Önümüzdeki yıla dair ticari hedeflerimize paralel, Türkiye’nin makarna ustası olarak daha üst sıralarda yer alacağımıza gönülden inanıyorum.’ dedi. 9 REYONDAKİLER İGLO’DAN KÖFTE ÇEŞİTLERİ İglo, yeni et ürünleri tebliğine uygun üretilen İglo kırmızı et köfte çeşitlerini sofralara getiriyor. İglo, ‘Kaşarlı Dana Köfte’, ‘Acılı Dana Köfte’ ve ‘Annelerin Tarifinden Dana Köfte’ olmak üzere 3 yeni ürününü tüketicilerin beğenisine sunuyor. Türkiye’de üretilen İglo köfte çeşitleri, 7 dakikada pişiyor. KOCATEPE TÜRK KAHVESİ 1949 yılından bu yana kalite ve güven anlayışından asla ödün vermeden Türk Kahvesinin eşsiz ve gerçek lezzetini tüketiciyle buluşturan Nurettin Kocatepe Türk Kahvesi Adese müşterilerine özel üretilen hediyeli ambalajı ile Adese reyonlarındaki yerini aldı. 3 paket 100 gr’lık Türk Kahvesi ve 1 adet Kütahya Porselen fincan takımının yer aldığı yeni ambalajı ile Nurettin Kocatepe Türk Kahvesi tüketicilerin beğenisine sunuldu. PALMOLİVE’DEN YENİ SERİ Yeni Palmolive Body Butter duş jeli serisi, Çikolata Tutkusu Vanilya Aşkı, ve Çilek Rüyası çeşitleri ile farklı tercihlere uygun yenilikçi bakım alternatifleri sunuyor. Yeni Palmolive Body Butter Çikolata Tutkusu Duş Jeli, içeriği sayesinde yeniliklere açık kullanıcılar için eşsiz bir deneyim sunuyor. Kakao çekirdeği özleri ve çikolata aroması ile zenginleştirilmiş kremsi formülü, cildinizi pürüzsüz hissetmenizi sağlıyor.Yeni Palmolive Body Butter Vanilya Aşkı Duş Jeli’nin vanilya özleri ve aroması ile zenginleştirilmiş kremsi formülü, cildinizi pürüzsüz hissetmenizi sağlarken teninizde nefis bir koku bırakıyor. Yeni Palmolive Body Butter Çilek Rüyası Duş Jeli cilde pürüzsüz ve kadifemsi bir görünüm kazandırıyor. HUGGİES’DEN KIZLARA VE ERKEKLERE ÖZEL BEZ Huggies, kız ve erkek bebekler arasındaki anatomik farklılıklardan hareketle geliştirdiği, kızlara ve erkeklere özel tasarlanmış bebek bezlerini piyasaya sundu. Huggies bebek bezlerinin tasarım açısından en önemli farklılığını emici bölgenin kızlar için ortada, erkekler için önde daha fazla olması oluşturuyor. Böylelikle emici bölge, bebeklerin en çok ihtiyacı olan yerde yoğunlaşıyor, daha fazla kuruluk ve rahatlık sağlıyor. Emici bölgeye ek olarak, kızlara ve erkeklere özel Huggies bebek bezleri, birbirinden farklı desenleri ile de bebekleri ve anneleri mutlu ediyor. 10 11 Ece ÇUHADAR MISIRLI Psikolog ŞİMDİ OKULLU OLDUK EYLÜL AYI GELDİĞİNDE PEK ÇOK AİLE TELAŞLI BİR HAZIRLIĞA GİRER, KIRTASİYELERDEN OKUL ARAÇ GEREÇLERİ VE OKUL ÜNİFORMALARI ALINIR, ÖĞRETMEN VE OKUL SEÇİMLERİ TAMAMLANIR. ÖZELLİKLE OKULA İLK KEZ GİDECEK OLAN ÇOCUKLAR VE AİLELERİ İÇİN YENİ BİR DENEYİMİN GETİRDİĞİ HEYECAN KAÇINILMAZ OLMAKTADIR. ASLINDA BU TELAŞIN İÇİNDE EN ÖNEMLİ HAZIRLIK ÇOCUĞUN ZİHİNSEL, DUYGUSAL VE SOSYAL HAZIRLIĞIDIR. Okul, çocuklar için toplumsallaşmanın ilk adımıdır. Çocuklar, okul çağına gelene kadar öğrendikleri bilgi ve becerileriyle kendilerini bu toplumsal ortamda ortaya koymak durumundadırlar. Dolayısıyla kendilerine güven duymaları, öz bakım becerilerini kazanmış olmaları, problemlerle baş edebilme güçlerinin olması ve zihinsel becerilerde gerekli olgunluğa ulaşmaları gerekmektedir. Çocukların okula hazır olmaları için gereken bu özellikler için en büyük görev ailelere düşmektedir. Aşırı koruyucu ya da reddedici olmayan, demokratik tutumlarla çocuklarını yetiştiren ailelerde çocukların kendilerine daha fazla güvendiklerini, isteklerini, tercihlerini ve fikirlerini daha rahat ortaya koyabildiklerini görebiliriz. Bu durumda okula başladıklarında da çocuklar yanlarında ebeveynleri olmadan kendi kendine yetebilmektedirler. Okula yeni başlayacak olan bir çocuğun okul ortamında kendi öz bakımını karşılayabilmesi gerekmektedir. Dolayısıyla okul yaşına gelmeden önce çocuğa öz bakım becerileri kazandırmak oldukça önemlidir. Pek çok anne yıllarca gönül- 12 lü olarak çocuklarının her türlü ihtiyacını karşılamaktadır. Ancak bu doğal eğilime rağmen esas amacın çocuğu hayata hazırlamak olduğunu, sevgiyi göstermenin çeşitli yolları olabildiğini unutmayan anneler, çocuklarının sevgi ve güven ihtiyacını karşılamayı sürdürürken diğer ihtiyaçlarını çocuklarına öğretmek konusunda ustalaşabilmektedir. Bu sayede çocuklar yaşına uygun olarak, kendi başına giyinmeyi, yemek yemeyi, kişisel temizliği ve eşyalarını düzenlemeyi öğrenirler. Okula hazır olabilmek konusunda bir diğer önemli nokta, çocuğun arkadaş ilişkileri kurabilmesidir. Okula başlamadan önce çocuğun sosyal ortamlara girmesi, oyun oynamayı öğrenmesi, yenilgi- OKULA HAZIR OLMALARI İÇİN GEREKEN BU DONANIMLARA SAHİP ÇOCUKLAR İÇİN BİLE, OKULA UYUM VE ALIŞMA ZAMAN ALABİLMEKTEDİR. BU SÜREÇTE AİLELER ÇOCUKLARINA GÜVEN VERMELİ VE DESTEK OLMALIDIRLAR. yi ve bu durumla baş etmeyi öğrenmesi konusunda ailelerin desteği çocukların uyum sürecini kolaylaştıracaktır. Çocukların okul ortamında sorumluluk alması ve problemlerle baş edebilmeleri için ailelerin çocuklara yaşlarına uygun olan basit sorumluluklar vermeleri, sorunlarla karşılaştıklarında sorunu çocuk adına çözmek yerine, çocuğun sorunu çözmesine destek olmaları da oldukça önem taşımaktadır. Son olarak okul çağına kadar çocuğun, kreş veya anaokuluna gitmiş olsun ya da olmasın, yeterli uyaran alması, okula yardımcı olacak temel kavram, bilgi ve becerileri kazanmış olması da gerekmektedir. Unutmamalıyız ki, okula hazır olmaları için gereken bu donanımlara sahip çocuklar için bile, okula uyum ve alışma zaman alabilmektedir. Bu süreçte aileler çocuklarına güven vermeli ve destek olmalıdırlar. Ancak uzun süre geçmesine rağmen uyum sorunu yaşayan çocuklar için bir uzmana başvurma ve profesyonel yardım alma konusunda ailelerin bilinçli olmaları gerekmektedir. 13 KURBAN BAYRAMI YAKLAŞIYOR KURBAN, ALLAH’A YAKIN OLMAK VE RIZASINA ERMEK İÇİN İBADET NİYETİYLE KURBANLIK BİR HAYVANI KESMEKTİR. HZ. PEYGAMBERİMİZ ŞÖYLE BUYURMUŞ: “KURBAN KESMEK ATANIZ İBRAHİM’İN SÜNNETİDİR…” Neden kurban kesildiğine gelince, efsaneye göre Hz. İbrahim’in eşi Sare’yle evliliğinden çocuğu olmuyormuş. Sare de bu işe çok üzüldüğü için, o günün şartlarına göre eşinin çocuk sahibi olmasını istediğinden kocasının başka bir kadınla evlenmesini münasip görmüş. Hacer isimli bir hanımla Hz. İbrahim’in ikinci evliliğini yapmasına kendi isteğiyle razı olmuş. Hz. İbrahim’in Hacer’den İsmail adında bir oğlu olur. Sevinirler elbette ama eşi Sare yine de çok kıskanır ve her fırsatta huysuzluk çıkarır. Hz. İbrahim sürekli bir oğlu olması için Allah’a yalvarır ve bu duasının kabul olduğunda da oğlu İsmail’i kurban edeceğini söyler. Aylar yıllar derken, Hz. İbrahim 100 yaşından sonra ilk eşi Sare’yi hamile bırakır ve İshak adını verdikleri bir oğulları dünyaya gelir. 14 Allah bir gece rüyasında İbrahim’i sınar ve adağını hatırlatır. İbrahim Peygamber tam çocuğunu kurban edeceği sırada, Allah Teala hazretleri İbrahim Aleyhisselam’a şöyle seslenmiş: “Ey İbrahim! Gerçekten rüyana sadakat gösterdin. Ve dediğimizi yaptın. Şüphe yok ki biz, güzel işler yapanları işte böyle mükâfatlandırırız.” Muhakkak ki, bu Allah tarafından açık bir imtihandı. Hz. İbrahim, oğlunu şakağı üzerine yatırıp kurban edeceği an, Allah imtihanı kazandıklarını bildirerek kurbanlık koç göndermiştir. Böylece imanın gerçek yüzü, Allah’ın emrine bağlı olmanın güzelliği olarak, bu büyük olayın anısı, kurban kesme geleneği ile günümüze kadar gelmektedir. Burada esas olan Allah’ın emrini yerine getirmektir. Kurban bayramı; İslam dininde Hicretin ikinci yılından sonra kutlanmaya başlanmıştır. HANGİ HAYVANLAR KURBAN EDİLİR? Sözlük olarak Allah’a yaklaşmak anlamına gelir. Dinimizde ise Allah’a yakınlaşmak ve O’nun rızasını kazanmak için kesilen belli nitelikteki hayvana denir. Kur’anı Kerim’de; “Rabbin için kurban kes” (Kevser 2) ayetiyle kurbanın vacip olduğu belirtilmiştir. Kurban, kurban bayramının ilk üç gününde kesilir. Birinci gün kesmek müstehaptır. Kurbanı parasal durumu iyi olan Müslümanlar keser. Kurban, deve, sığır, koyun ve keçiden kesilir. Devenin en az beş, sığırın iki, koyun ve keçinin bir yaşında olması gerekir. Tavuk, horoz ve ördek gibi hayvanlardan kurban olmaz. Kurban kesilecek hayvanın özürlü ve zayıf olmaması gerekir. Koyun ve keçi bir kişi tarafından kesilmekle birlikte deve ve sığır cinsinden olan hayvanlar yedi kişiye kadar ortaklaşa kesilebilir. KURBAN, DAVAR (KOYUN, KEÇİ), SIĞIR (MANDA, İNEK, DANA, ÖKÜZ, BOĞA) VEYA DEVEYİ, KURBAN BAYRAMININ İLK ÜÇ GÜNÜNDE, KURBAN NİYETİ İLE KESMEK DEMEKTİR. KURBAN ETİ NASIL PAYLAŞTIRILIR? Kurbanın eti genellikle üç parçaya ayrılır; bir payı Kurban kesen kişi ve ailesi tüketir. Bir pay fakir ve yoksullara, diğer bölüm ise dost ve akrabalara dağıtılır. Kurbanın derisi evde kullanılacağı gibi yoksul ve hayır kurumlarına verilebilir. Fakat parayla satılmaz. Bir işin olması veya bir dileğin gerçekleşmesi halinde kesilmek üzere adanan kurbana “adak kurbanı” denir. Örneğin; bir kimse “şu işim olursa ya da şu sıkıntıdan kurtulursam bir kurban keseceğim” diye bir adakta bulunur. O işi olunca veya o sıkıntısından kurtulunca adağını yerine getirmesi gerekir. Adak kurbanının etinden, adayan kimseler yiyemezler. Adak kurbanını kesen kimsenin anası, babası, ninesi, dedesi, çocukları ve torunları da yiyemez. Bu adak kurbanlarının etinin tamamı fakir ve yoksullara dağıtılır. KURBAN KESMEK KİMLERE VACİBDİR? Maddeler halinde bildirelim: Kurban, davar (koyun, keçi), sığır (manda, inek, dana, öküz, boğa) veya deveyi, Kurban bayramının ilk üç gününde, kurban niyeti ile kesmek demektir. Kurban, vacib vazifesini yerine getirerek sevaba kavuşmak için kesilir. Muhim olan, akıllı, buluğa ermiş, hür ve müslüman erkeğin ve kadının, ihtiyaç eşyasından fazla nisap miktarı malı veya parası varsa, Kurban bayramı için niyet ederek, belli günlerde, belli bir hayvanı kurban kesmeleri vacib olur. Dinen karı kocadan hangisi zengin ise kurbanı o keser, ikisi zengin ise ikisi de keser, ikisi de fakir ise ikisi de kesmez. Fakir kurban kesmek zorunda değildir ama keserse çok sevap olur. Kurban, dünyada vacib vazifesini yerine getirmiş olmak ve ahretteki sevabına nail olmak için kesilir. Babanın, çocuğu için, çocuğun malından da kurban kesmesi gerekmez. Deli ile bunak, çocuk hükmündedir. Büyük çocuk ve hanımdan izinsiz, onlar adına kurban kesilmez. Mukim, akıl-baliğ Müslümanın, ihtiyacından fazla nisap miktarı malı veya parası varsa, kurban kesmesi vacib olur. Kurban kesmenin vacib olmasında, bayramın üçüncü gününe itibar olunur. Bayramın birinci ve ikinci günü, zenginfakir, mukim-misafir, akıllı-deli, baygınayık olmaya bakılmaz. Bayramın üçüncü günü nisaba malikse, diğer şartlar da varsa kurban kesmek vacib olur. Bayramın ilk günü komada iken, üçüncü günü ayılanın, diğer şartlar da varsa, kurban kesmesi vacib olur. Bayramın ikinci günü bayılıp, üçüncü günü güneş battıktan sonra ayılan zenginin kurban kesmesi vacib olmaz. Fakir bir kimse, bayramın birinci veya ikinci günü, bir kurban kesse, bayramın üçüncü günü zengin olsa, bir kurban daha kesmesi lazımdır. Çünkü üstüne vacib olmadan kesmiştir. Üçüncü günü zengin olacağını bilenin, ilk günü kurban kesmesinde mahzur yoktur. Bir zengin, bayramın birinci ve ikinci günü kurban kesmeden ölse, kurban borcu ile ölmüş olmaz. Kurban bayramının üçüncü günü fakir olacağını veya sefere çıkacağını bilen kimseye, birinci günü kurban kesmek vacib olmaz. Keserse vacib olarak eda etmiş olur. Mukim iken, bayramın birinci ve ikinci günü sefere çıkanın, kurban kesmesi vacib olmaz. Daha önce kesmişse, vacib sevabı alır. Kesmemişse, sefere çıktığı için borç üzerinden düşer. Mukim bir zengin, seferdeki bir vekile kurban kestirse, vacib sevabı alır. Esir iken, üçüncü günü hür olanın, diğer şartlar da varsa, kurban kesmesi vacib olur. Hür iken, bayramın üçüncü günü esir olup, güneş batana kadar esir kalanın kurban kesmesi vacib olmaz. Tarlasından aldığı mahsul veya tarlanın, evin, dükkânın (atölyenin, kamyonun) bir senelik kirası, ne kadar çok olursa olsun, bir yıllık ev ihtiyacını veya aylık geliri ve aldığı maaş ve ücret, aylık ihtiyacını ve kul borcunu karşılamayan kimse, imam-ı Muhammed’e göre fakirdir. Fetva da böyledir. VEKÂLET VERMEK Kurbanlığın görerek kesilmesi için vekâlet vermek gerekir diye bir kural söz konusu değildir. Ancak insan kurbanını kendisi keserken, kesme işini yapamıyor ve birisine kestiriyorsa kesim esnasında yanında bulunması tavsiye edilmiştir. Hayır kuruluşlarına kurbanının parasını ismini belirterek yatırması onlara vekâlet vermesi demektir. Onların sizin adınıza kurbanı kesmekle kurban ibadetiniz yerine gelmiş olur. Ancak kurban parasını gerçekten kurban 15 Nuar, kontrnuar ve but (bodigo) kısımlarından haşlama yapılması uygundur. Yumurta, tranç ve sokum kısmından çok lezzetli kuşbaşı etler hazırlamak mümkündür. Bonfile, antrikot ve kontrfile dananın en yumuşak ve kıymetli yerleridir. Izgara yapmak için idealdir. KURBAN KESİLDİKTEN SONRA KURBAN ETİNİN DAYANMA SÜRESİ BUZDOLABI KOŞULLARINA GÖRE 3-4 GÜNDÜR. KIYMA OLARAK ÇEKİLDİYSE 2 GÜNÜ GEÇİRMEMEK GEREKİR. için harcayacağına güvendiğiniz kurumlara elbette kurban kestirebilirsiniz. KURBAN PAZARLIĞI Kurbanlık hayvan göz kararı ile pazarlık yapılarak alınabildiği gibi kilo fiyatı birlenerek canlı olarak da tartılıp alınabilir. Diğer bir şekil olarak kurban edilmek üzere satın alınan hayvanın kesildikten sonra eti tartılarak almak hem alıcılar hem de satıcılar arasında değişik haksızlıklara sebep olabilir. Hangi parçayı et sayacaksınız, yağını tartacak mısınız, sakatat tartılacak mı, kemikli et ile kemiksiz nasıl hesaplanacak gibi birçok problem ortaya çıkacak, alan da satan da gönlü tatmin olmadan bir kurban kesilmiş olacaktır. Dolayısıyla böyle bir kesim kurbanın anlamını ortadan kaldırmaktadır. Bundan kaçınmak gerekir. Kurban pazarlığının et pazarlığı olmadığı bilinmelidir. KURBAN ETİ NASIL MUHAFAZA EDİLİR? 16 Kurban bayramında eskiden kurbanlıklar haftalar öncesinden alınır, bahçemizde çok kıymetli bir misafirmişcesine bakılır, beslenir ve sevilirdi. Bayram sabahı büyükler işe koyulur, kurban kesilir ve yine ev ahalisi tarafından kurban etleri parçalanırdı. Ama günümüz koşullarında birçoğumuz kurban etinin nasıl kesileceğini, nasıl saklanacağını, nasıl pay edileceğini bilmiyoruz. İşte uzman- lardan kurbanlık hayvanların bölümlerini, nasıl parçalanıp, nerelerde kullanılabileceğini, nasıl saklanması ve nasıl pişirilmesi gerektiğini içeren püf noktaları… KURBAN ETİNİN PARÇALARA AYRILMASI: Küçükbaş bir hayvan kesildikten sonra kabaca 9 parçaya ayrılabilir. İki adet but, iki adet kol, kafes bölümü(pirzolalık ve kaburgalar), gerdan, sırt fileto kısmı, sakatat kısmı, kuyruk yağı. But kısmı hayvanın arka bacaklarının üst kısmıdır. Yağsız, lezzetli ve yumuşaktır. Fırın yemekleri için uygundur. Kol kısmı hayvanın ön bacaklarının üst kısmıdır, kuşbaşı hazırlamak için uygundur. Kafes bölümü hayvanın ön sırtıdır. Kemikli parçalara ayrılır, pirzola buradan çıkar. Sırt fileto hayvanın arka sırt bölgesidir. Fileto ve parça et çıkarmak için idealdir. Kemik yoktur. Gerdan boyun kısmıdır ve kemikli olarak haşlama yemekler için uygundur. Büyükbaş hayvanları ancak ehil eller parçalayabilir: Gerdan, pençeta, döş ve kürek kısımları hareketli kısımlar olduğu için kas yoğunluğu fazladır. Bu sebeple kıyma olarak kullanılması uygundur. Sağlıklı bir dananın vücut ısısı 39 derece civarındayken küçükbaş hayvanlarda ısı 40 dereceyi bulabilir. Yeni kesilmiş kurban etleri de bu sebeple yüksek ısıdadır. Hayvanın vücut ısısını oda sıcaklığı derecesine getirene kadar mutlaka güneş görmeyen ve hava alan bir yerde 5-6 saat bekletilmelidir. Hava almadan, üzeri kapatılarak ya da poşetlenerek bekletilen kurban etlerinde ısıdan ötürü yeşermeler ve bozulmalar başlar. Kesinlikle kurban etleri oda sıcaklığına gelmeden buzdolabına kaldırılmamalıdır. Sakatatların etlerle temas etmemesine dikkat edilmelidir. Bakteri üremesini hızlandırabileceğinden ötürü bozulmalara sebebiyet verir. ÖLÜM SERTLİĞİ Yeni kesilen etler oda sıcaklığına gelseler dahi kesildikleri andaki kasılmadan ötürü sertleşirler, gevşemeleri ve lezzetli olmaları için tüketilmeden önce 24 saat buzdolabında bekletilmesi tavsiye edilir. Bekleyen et yumuşar ve çok daha lezzetli bir kıvam alır. KURBAN ETİ NASIL SAKLANIR? Kurban etinin dayanma süresi buzdolabı koşullarına göre 3-4 gündür. Kıyma olarak çekildiyse 2 günü geçirmemek gerekir. Kıyma gibi etlerde işlem sırasında mikroorganizmalarla temas gerçekleşir. Bu sebeple bozulma hızlanır. Uzun süre saklanacak etler -18 derece dondurucuda dondurucunun performansına göre 4-6 ay saklanabilir. Dondurucusu olmayanlar buzlukta -2 derecede 2-3 hafta etlerini saklayabilirler. Kurban etinin dayanma süresi kesim kalitesi ve parçaların büyüklüğüne göre değişebilir. Dondurulmuş kurban etini çözdürmeyi yine buzdolabı içerisinde yapmalısınız. Bir gece öncesinden dondurucudan dolaba aktardığınız etler sağlıklı bir şeklide çözülür ve ani ısı değişimine azami mahsur kaldıkları için yumuşaklıklarını korur. 17 EV HANIMLARINA GÜN BAZI KADINLAR EVİ ÇEKİP ÇEVİRMEK KONUSUNDA ALLAH VERGİSİ BİR YETENEĞE SAHİP OLABİLİRLER. GELGELELİM YENİ NESLİN ÖNEMLİ BİR KISMI EVLENİP EVİNİN HANIMI OLDUĞUNDA MESLEĞİN İNCELİKLERİNE VÂKIF DEĞİLLER. YAŞAMIN İÇİNDE EV HANIMLARINA KATKI SAĞLAYACAK O KADAR ÇOK BİLGİ VAR Kİ… BU BASİT BİLGİLERİN HALK DİLİNDEKİ ADI PÜF NOKTALARIDIR. YORUCU EV İŞLERİNDE BUNALAN HANIMLARIN İMDADINA, PRATİK BİLGİLER YETİŞİYOR. BİZ DE HAZIR EV HANIMLARININ İMDADINA YETİŞELİM VE BİLMELERİ GEREKEN TEMEL ŞEYLERİ ÖZETLEYELİM İSTEDİK. İŞTE, GÜNLÜK HAYATI KOLAYLAŞTIRACAK PÜF NOKTALARINDAN BAZILARI… Yemek hazırlarken elleriniz soğan koktuysa, kereviz ile ovmayı deneyin. Koku gidecektir. Sarımsak kokuyorsa da maydanoz ile ovabilirsiniz. Yeni satın aldığınız ayakkabı parmaklarınızı yakıyorsa uç kısmına akşamdan nemli bir bez koyun ve bütün gece öylece bırakın. Derideki asitli madde kaybolacak ve tekrar giydiğiniz zaman rahat edeceksiniz. Eğer masa örtünüze veya kıyafetinize meyve suyu döküldüyse hemen tuz serpin, ilk yıkamada çıkacaktır. Mantarların yemekte daha lezzetli olması için yemeğe karıştırmadan önce 5-10 dakika tuzlu – limonlu suda bekletin. Böylece hem daha lezzetli olur hem de kararmasını önlemiş olursunuz. 18 Yağlı hamurla yapılan böreklerde hamurun kıvamının bozulmaması için, içine çok az limon suyu katın. Gözlerin dinlendirilmesi çok önemlidir. Bunun için karanlık bir yere geçin, gözlerinizi kapatın. Soluk alıp vermenizi düzenli bir şekilde yapın. Parmaklarınızı göz kapaklarınızın üzerine koyun. Her birinin üzerine soğuk su kompresi yapın. Bir parmağınızla burun başlangıcından hareket edip, göz kapağının altından geçerek ve alt göz kapağının altına gelerek hafifçe masaj yapın. Çiçek saksılarındaki solucanlardan kurulmak için birkaç at kestanesini saksıya gömün. Ya da birkaç kestaneyi kaynatıp suyunu toprağa dökün. Solucanlar böylece yüzeye çıkarlar. Zeytinyağına batırılmış bir parça pamuk, toprak saksının üzerinde gezdirilirse saksı tertemiz olur Herhangi bir sebeple kollarınız fazla yorgun ve gergin haldeyse, bir kaba soğuk su koyarak kollarınızı yarım dakika içine sokunuz. Sonra çıkartıp kurumasını bekleyiniz. Hem yorgunluğu alır hem de rahatlarsınız. Deniz ve güneşin etkisiyle saçlarınızın rengi mi açıldı? Koyulaştırmak için iki ölçek çayla bir ölçek soğan kabuğunu birlikte kaynatın, demli çay kıvamındaki bu suyla saçlarınızı durulayın. LÜK PRATİK BİLGİLER Halılar elektrik süpürgesi ile tozu alındıktan sonra, sabunlu su ile silinerek veya üstlerine nemli talaş serpilip süpürülerek temizlenirse renkleri parlar. Ütü yaparken ıslatmak içi yanınızda bulundurduğunuz suyun içine bir miktar kolonya katın, çamaşırlarınız mis gibi kokacaktır. Geceleri öksürük tutuyorsa başucunuzda bir parça kaşar peyniri bulundurun. Öksürük nöbeti geldiğinde yerseniz hemen geçecektir. Etinizi kısa sürede pişirecekseniz zeytinyağı, yoğurt ve salça karışımını deneyin. Uzun süre bekletecekseniz zeytinyağı, süt, salça, soğan suyu ve defne yaprağı ile hazırlayacağınız terbiyeyi kullanın. Tavuk haşlarken içine birkaç tane karabiber, birkaç defne yaprağı ve biraz limon suyu ilave edin. Böylece hem daha kolay pişer hem de lezzetli olur. Sindirimi kolaylaştırmak için, kaynayan 1 bardak suya 1 kahve kaşığı kimyon atın. 10-12 dakika bırakın, sonra için. Ekmekleri düzgün kesmek için bazen zorlanırız, özellikle taze ekmek hemen hamur olur. Oysa bıçağımızın ucunu biraz ateşe tutarsak ekmekleri daha kolay kesebiliriz. Gözleriniz kırmızıysa gül suyu kompresi yapın. Temiz yer tahtalarının en büyük düşmanlarından biri de sudur. Yerdeki küçül lekelerin iyice temizlenmesini istiyorsanız, suyun içine biraz sirke katarak yerleri bununla silin. Zeminin çabucak pırıl pırıl olduğunu göreceksiniz Yeni aldığınız çorapların kaçmasına engel olmak için giymeden önce içine bir miktar gliserin konmuş ılık sudan geçirin. Bulaşık makinesinde yıkadıktan sonra kararan alüminyum kapları siyahlıktan kurtarmak için içinde kuzu kulağı pişirin veya süt kaynatın. Bozulan rengi eski haline dönecektir. Biraz zeytinyağı ile biraz alkol karıştırın ve yumuşak bir bezle alüminyum kaplarınıza sürün. Pırıl pırıl olacaktır. Kuru ve kırışık bir deriniz varsa, bunun için hazırladığınız papatya çiçeklerinin buharına yüzünüzü tutun. İyi gelir. Papatyanın ağrı kesici ve mikrop öldürücü özellikleri vardır. Yeşil sebzelere renk veren klorofil maddesidir. Pişirdiğiniz sebzelerin bu yeşil rengi daha az kaybetmeleri için önce bol buzlu suda bekleterek, klorofilin sabitleşmesini sağlayın. 19 Cahide Sultan’dan LEZZET SIRLARI TİRİTLİ KÖFTE www.cahidejibek.com ::::: 8 KİŞİLİK:::::: Malatya’mıza ait nefis bir yemek tarifi. Malatya yöresine ait tam 130 çeşit köfte tarifi olduğunu biliyor muydunuz? İşte bu da o nefis köfteli yemeklerden biri. Malzemeler Köftesi için: 300 g kıyma 2 su bardağı orta bulgur 1 tatlı kaşığı un 1 orta boy soğan Tuz, karabiber Yeterince su Ayrıca: 1 yemek kaşığı salça Yarım çay bardağı zeytinyağı 1 su bardağı haşlanmış nohut (Olmasa da olur) 20 Hazırlanışı Yoğurma kabında kıyma, bulgur, un, tuz ve karabiberi karıştırın. Soğanı irice doğrayıp mutfak robotuna koyun. Kıymalı, bulgurlu karışımı da üzerine ekleyin. Robotu çalıştırın. İlk etapta Yarım su bardağı su ekleyin. Yeniden robotu çalıştırın. Malzemeler birbiriyle bütünleşene kadar azar azar su ekleyin. Köftenin hamurundan bilye büyüklüğünde alıp yuvarlak köfteler yapın. Eğer hamur sertleşmeye başlarsa biraz daha su ekleyip robotu yeniden çalıştırın. Tencereye salçayı ve yağı koyup, salçayı eritin. Üzerine 1 lt. kadar su ekleyip kaynamaya bırakın. Kaynayan suya biraz tuz atıp köfteleri ekleyin. 15-20 dakika kadar pişirip, ocağın altını kapatın. Suyu az gibi görünüyorsa üzerine sıcak su ekleyin. Afiyet şifa olsun. NOT: Bu tarifi robotta değil, elinizle yoğuracaksanız, soğanı rendeleyerek ekleyin. Orta bulgur bulamayanlar ince köftelik bulgur da kullanabilirler. İnce bulgurla köfteler biraz daha yumuşak olacaktır. Malzemeler 1 kg. orta yağlı kıyma 8-10 iri diş sarımsak 1 dilim bayat ekmek içi 1.5 tatlı kaşığı karabiber 1 tatlı kaşığı kimyon 1 çay kaşığı yenibahar 1 yemek kaşığı toz kırmızıbiber 1.5 tatlı kaşığı tuz SUCUK KÖFTE ::::: 8 KİŞİLİK:::::: Özellikle çocukların çok seveceği, sucuk tadında bir köfte. Biraz yeşillikle beraber sandviç şeklinde de tüketebilirsiniz. Hazırlanışı Kıymayı yoğurma kabına alın. Üzerine sarımsağı rendeleyin. Kalan malzemeleri de ekleyip 15 dakika kadar yoğurun. Malzemelerin bütünleşmesi açısından yoğurma çok önemli. Küçük yuvarlak köfteler hazırlayıp üzerini kapatın. Bir gün boyunca bekletin. Bekletmezseniz aynı lezzeti yakalamanız mümkün olmuyor. Ertesi gün çok az sıvıyağ eklediğiniz tavada köfteleri altlı üstlü kızartın. BADEMLİ KAVURMALI EV MAKARNASI ::::: 6 KİŞİLİK:::::: Evde yapılmış bol yumurtalı, nefis bir makarna. Üzerine eklenen kurban eti ve kavrulmuş bademlerle beraber lezzeti tarifsiz bir tarif çıkıyor ortaya… Makarna Hamuru İçin Malzemeler 2 adet yumurta 1.5 çay bardağı su 4 su bardağı un 1 tatlı kaşığı tuz Ayrıca 400 g dana kuşbaşı 1 adet kuru soğan. 1 avuç badem Tuz, bir çay kaşığı kara biber 1 yemek kaşığı tereyağı Hazırlanışı Eti ve soyulmuş soğanı düdüklü tencereye koyup, üzerini iki parmak geçecek kadar sıcak su ekleyip kaynamaya bırakın. Kaynamaya başlayınca üzerindeki köpükleri alın, kapağını kapatıp yarım saat pişirin. Bademi çok az zeytinyağı ile hafif kavurun. Aynı tavaya haşlanan etleri süzüp alın. Etleri de biraz kavurun. Yumurtayı yoğurma kabına kırın. Üzerine suyu ve tuzu ekleyin, unu bardak bardak ilave edip sertçe bir hamur yoğurun. Hamuru, varsa makarna makinasında yoksa yufka açarak kendiniz kesin. Geniş bir tencereye yarıya kadar su koyup kaynatın. Kaynayan suya bir tatlı kaşığı tuz atın. İstediğiniz boyda kestiğiniz erişteleri kaynayan suya atıp 10-12 dk. kadar haşlayın. Haşlanan erişteleri süzüp üzerine eritilmiş tereyağı dökün, geniş bir servis tabağına alın. Kavrulan etleri eriştenin üzerine yerleştirip bademleri en üste serpiştirin. Afiyet olsun. 21 MANİSA KEBABI ::::: 8 KİŞİLİK:::::: Güzel Manisa’mıza ait yöresel kebap tarifimiz, çok bereketli ve özel bir davet yemeği niteliğinde. Kırmızı etle yapılabileceğiniz gibi, tavuk etiyle de yapmanız mümkün. Krep malzemeleri: 2 Yumurta 1 silme tatlı kaşığı tuz 1.5 Su bardağı süt 1 şişe soda 2 yemek kaşığı yağ 2 su bardağına yakın un İç malzemesi: 500 gr küçük kuşbaşı et 1 büyük kuru soğan 3 adet yeşil biber 2 orta boy domates 1 su bardağı bezelye 1.5 çay kaşığı karabiber, 1 tatlı kaşığı kırmızı toz biber Tuz 22 Beşamel sos: 1.5 su bardağı süt 1 tepeli yemek kaşığı un 1 yemek kaşığı tereyağı Tuz ve karabiber Üzerinin sosu için: 1 yemek kaşığı tereyağı, yarısı zeytinyağı da olur 1 tatlı kaşığı salça Hazırlanışı Öncelikle krep malzemelerini çırpıp akışkan bir hamur hazırlayın. Yağlanmış ve ısınmış tavaya birer kepçe dökerek altlı üstlü kızartın. Etleri kızgın tencereye alın. Sulanınca altını kısın ve suyunu çekene kadar pişirin. Etler suyunu çekince tuz, soğan, biber ve domatesi ekleyin. Suyunu çekmeye yakın baharatları atın. Suyunu çekince ocaktan alın Kreplerden birini yuvarlak bir kasenin içine serin. Krepin orta kısmına 3 yemek kaşığı kadar iç harcından koyun. Krepin kenarlarını ortaya doğru toplayarak harcın üzerini kapatın. Doldurulmuş krepleri. yağlanmış fırın tepsisine ters çevirin. Beşamel sos için: tereyağını eritin. İçine unu koyup un kokusu gidene kadar kavurun. Soğuk sütü ekleyip hızlıca karıştırın ki topaklanma olmasın. Tuz ve karabiberini ekleyin. Kaynamaya başlayınca altını kapatın. Koyu olursa biraz süt ekleyip kıvamını açabilirsiniz. Beşamel sostan, her bohçanın üzerine 2 yemek kaşığı kadar döküp yayın. 200 derecelik fırında beşamel soslar kızarana kadar pişirin. En üste eritip kızarttığınız 1 yemek kaşığı tereyağı ve 1 tatlı kaşığı salçalı sosdan gezdirin. Sıcak olarak servis yapın. Malzemeler 4 adet bostan patlıcan 300 g kuşbaşı et 1 büyük soğan 3 adet sivri biber 2 büyük domates 2 diş sarımsak Tuz, karabiber Sos için: 1 tatlı kaşığı salça, 1.5 su bardağı su SANDVİÇ PATLICAN OTURTMA ::::: 8 KİŞİLİK:::::: Bu oturtma tarifimizde patlıcanları yağda değil, tost makinasında kızartıyoruz. Lezzet olarak yağda kızartılandan hiç farkı yok. Hazırlanışı Bostan patlıcanlarının kabuklarını alacalı soyup kalın dilimler halinde doğrayın. Tost makinasında alt ve üstünü fırçayla çok az yağlayarak kızartın. Eti, üzerine çıkacak kadar sıcak su ile düdüklü tencerede 2o dakika kadar pişirin. Suyunu ayrı bir yere süzün (Yumuşak etlerde ön pişirmeye gerek yok). Bir tavaya yemeklik doğradığınız soğanı ve biberi alıp az yağda soteleyin. İçine eti koyun ve hafif kızarana kadar kavurun. Küçük doğranmış domatesleri ve sarımsakları ekleyin. Tuzunu ve karabiberini atın. Domatesler saldığı suyu çekene kadar pişirin. Kızartılmış dilimlerin yarısını fırın tepisine dizin. Üzerlerine 2 yemek kaşığı iç malzemesinden ekleyin. Kalan patlıcan dilimlerini üzerlerine kapatıp hafifçe bastırın. Üzerlerine bir dilim domates ve bir parça biber koyun. Dilerseniz kürdan batırabilirsiniz. 1.5 bardak suyun içinde salçayı eritin. Oturtmaların arasına dökün. Tepsinin üzerini folyoyla kapatıp 200 derecelik fırında 35 dakika pişirin. Daha sonra üzerini açıp 15 dakika daha pişirmeye devam edin. Afiyet olsun. Mumbar veya bumbar dolması, kokoreç sevenlerin yabancılık çekmeden yiyebileceği yöresel bir lezzet. Özellikle doğu ve Güneydoğu bölgesinde yapılan bu sakatat yemeğinin kendine özel bir lezzeti vardır. Malzemeler 1 adet kuzu veya keçi bağırsağı 1 çay bardağı bulgur Yarım çar bardağı pirinç 1 adet orta boy soğan 1 tatlı kaşığı salça 5-6 dal maydanoz Karabiber 1 yemek kaşığı kuru reyhan (nane veya kekik de olabilir) Toz kırmızı biber, tuz Temizlemek için limon ve sirke MUMBAR DOLMASI ::::: 6 KİŞİLİK:::::: Hazırlanışı Öncelikle bağırsakları ters çevirip, bir kaç kez yıkayın. İçine bir yemek kaşığı sirke ve bir tatlı kaşığı tuz atıp ovalayın. 2-3 saat sonra yıkayın ve yeniden sirke ve tuz atın. Bu işlemi 3 kez tekrar edin. 4. turda yarım limon suyu ve kabuklarını ekleyip ovalayın. 2 saat kadar da bu şekilde kalsın. Son olarak durulayın. Bağırsaklar artık doldurulmaya hazır. Soğanı yemeklik doğrayıp, 2 yemek kaşığı zeytin yağında çevirin. Salçayı ekleyin. Bulgur ve pirinci ekleyip 1.5 çay bardağı su ilave edin. Suyunu çekince ince doğranmış maydanoz tuz, karabiber ve reyhanı katın. Bağırsakların yağlı kısmı, doldurulduğunda içte kalacak şekilde doldurulmalı. Bağırsağın ucunu baş parmağınızla, işaret parmağınızın ortasına sıkıştırın ve diğer elinizle ucu içe doğru ittirin. İç pilavdan elinizle alıp parmak uçlarınızla bağırsakları bir yandan doldurup, bir yandan içe doğru iteleyin. Aslında çok kolay bir iştir. Bir kez görmek, yapabilmeniz için yeterlidir. Bumbar dolmasını düdüklü tencereye koyup, üzerine sıcak su ekleyin. Düdük ötmeye başladıktan sonra 45 dakika pişirin. Pişen bumbar dolmasını, çok az zeytinyağında arkalı önlü kızartın. Kırmızı biber serpip, biraz daha kızartın. Dilimleyerek servis edin. 23 SARIĞI BURMA TATLISI ::::: 15 KİŞİLİK:::::: Bazı tariflere mutlaka anne eli değmeli… Yerken anne kokusu dokunmalı burnunuza, anne sıcaklığı ısıtmalı yüreğinizi. Sarığı burma tatlısı bizim evde her bayram yapılırdı. Şimdi bu tatlıyı her yapışımda; Hem anne olduğumu fark eder, hem annemi yanımda hissederim. Siz de çocuğunuzun “Annemin tatlısı” demesini isterseniz, bu nefis tarifi mutlaka öğrenin. Hamuru için: 1 su bardağı yoğurt 2 adet yumurta 1 buçuk çay bardağı sıvı yağ yarım çay bardağı ılık su 1 yemek kaşığı sirke Bir çay kaşığı tuz 5 buçuk 6 su bardağı un 1 buçuk çay kaşığı kabartma tozu Arasına serpmek için: Ceviz içi Açmak için: yarım kg. nişasta Şurup için: 3.5 su bardağı su 3.5.su bardağı şeker Çeyrek limon suyu Üzeri için: 2 su bardağı sıvı yağ 24 Hazırlanışı Hamur malzemeleri ile yumuşak bir hamur yoğurun. Yarım saat kadar dinlendirin. 2 ceviz büyüklüğünde parçalar alın. Her iki parçayı da çay fincanı büyüklüğünde açıp, arasına bolca nişasta serpip üst üste koyun. Önce merdane ile daha sonra oklava ile açabildiğiniz kadar açın. Açtığınız yufkayı ortadan ikiye bölüp önce bir yarısına daha sonra diğerine ceviz serpin. Oklavaya dolayıp iki taraftan ortaya doğru büzün. Tepsiye dizin. Tatlıları bıçakla kesin. Üzerine her yerine gelecek şekilde soğuk sıvıyağ gezdirin. Sıcak fırına sürün. Kızarınca çıkarın. Şerbetini tatlı soğuduktan sonra sıcak olarak dökün. Yalnız şerbeti ocaktan indirdikten sonra 10-15 dakika kadar bekletin ilk sıcaklığı geçsin, daha sonra dökün. 2 saat sonra tatlımız servise hazır. Afiyet olsun 25 NÖRALTERAPİ İLE Uzm. Dr. Aysun Hatice AKÇA Medicana Konya Hastanesi Nöroloji Uzmanı AĞRILARINIZDAN KURTULMAK MÜMKÜN NÖRALTERAPİ MİGREN, BAŞ AĞRILARI VE AĞRILI BİRÇOK SÜRECİN TEDAVİSİNDE KULLANILAN, VÜCUDUN HASTALIKLAR OLUŞMADAN ÖNCEKİ NORMAL İŞLEYİŞİNE KAVUŞMASINA YARDIMCI OLAN BİR TEDAVİ YÖNTEMİDİR. İNSAN VÜCUDU, DIŞ VE İÇ ORTAMIN ZARARLI ETKİLERİNE KARŞI KENDİSİNİ KORUYAN VE DÜZENLEYEN, TÜM DÜNYANIN ETRAFINI 12 DEFA DOLAŞABİLECEK UZUNLUKTA OLAN, BİR BİLGİSAYAR AĞI GİBİ ÇALIŞAN OTONOM SİNİR SİSTEMİ ADI VERİLEN ELEKTRİKSEL BİR SİSTEM SAYESİNDE DÜZENLİ OLARAK ÇALIŞMAKTADIR. NÖRALTERAPİ, OTONOM SİNİR SİSTEMİNİN UYARILMASINI VE DÜZENLENMESİNİ SAĞLAYARAK HASTALIKLARIN TEDAVİSİNDE KULLANILAN BİR ENJEKSİYON TEDAVİ YÖNTEMİDİR. KISACASI NÖRALTERAPİ İLE REGÜLASYON-DÜZENLEME YAPILMAKTADIR. 26 Nöralterapinin ilk bulunuşu 1920’li yıllarda iki Alman doktor kardeşin yanlış bir uygulama ile kardeşlerindeki migren ağrısının rahatladığını görmeleri sonucu olmuş. Yanlış uyguladıkları ilacın içinde prokain adı verilen maddenin rahatlamayı sağladığı anlaşılmış. Böylelikle nöralterapinin ilk adımları 1920’li yıllarda migren ile atılmıştır. Migren başta olmak üzere baş ağrıları tedavisinde nöralterapi çok önemli bir yere sahiptir. Nöralterapi Hangi Durumlarda Faydalıdır? lit gibi enfeksiyöz durumlarda, adet düzensizlikleri, adet ağrıları, diz-omuz gibi eklem ağrılarına neden olabilecek ağrılı süreçlerde nöralterapi kullanılmaktadır. Nöralterapi her yaş grubundan hastaya kolaylıkla uygulanabilen bir tedavi yöntemidir. Lazerle nöralterapi uygulaması özellikle çocuk yaş grubunda ve ağrı eşiği düşük olan kişilerde kolaylıkla yapılabilir. Nöralterapi şu durumlarda faydalıdır: Migren, gerilim tipi baş ağrısı, küme baş ağrısı, bel-boyun ağrıları, bel – boyun fıtıklarına bağlı ağrılar, fibromiyalji (yumuşak doku romatizması), trigeminal nevralji, diğer nevraljiform ağrılar, nöropatik ağrı gibi ağrılı süreçlerin tedavisinde, Nörolojik hastalıkların tedavisi (Baş dönmesi, vertigo, kulak çınlaması, yüz felci, el bileği sinir sıkışması, dirsekte sinir sıkışması), Ayrıca sık tekrarlayan sinüzit, tonsil- Nöralterapi enjeksiyonları ile hastalıkların ortaya çıkmasında fonksiyonunun bozulmasının önemli olduğu 3 dolaşım sistemi düzenlenmiş olur; Kan dolaşımı, lenf dolaşımı ve sinirsel ileti. Bir dokunun kan dolaşımı artınca o doku kanlanır yani beslenir; lenf dolaşım artınca doku zararlı maddelerden arındırılır yani temizlenir ve sinir iletisi artan, düzenlenen doku ise daha düzenli çalışır. Dolasıyla, beslenen, temizlenen ve düzenli komut alan dokunun kendini iyileştirme kapasitesi artar. UYGULAMA NASIL GERÇEKLEŞTİRİLİR? Acı badem ve ısırgan otundan üretilen prokain ve lidokain adı verilen maddelerin yüzeysel ve derin enjeksiyon prensibine dayanan özellikli yerlere yani ciltcilt altı-kas içi ve derin enjeksiyon şeklinde uygulanır. YAPILAN ENJEKSİYON AĞRILI MIDIR? Ağrı sübjektif yani kişisel olarak göreceli bir kavram olup burada önemli olan hastalığa bağlı yaşanmakta olan ağrının şiddeti mi yoksa 15-20 dakika içinde tamamlanacak enjeksiyonun ağrısının tercih edileceği bilincidir. Eğer hasta ağrısından çok muzdaripse yapılacak enjeksiyonlar ağrılı gibi hissedilmeyecektir. Yapılan enjeksiyon sinek ısırığı ile arı sokması arasında göreceli bir şiddete sahiptir. Enjeksiyonlar seanslar halinde yapılır ve seans aralıklarına hastalığın şiddetine göre karar verilir. En fazla 10 seans olmakla beraber ortalama 3-4 seansta başarı elde edilir. Ağrı enjeksiyonun yapıldığı andan itibaren rahatlamaya başlar. Nöralterapi’de ciddi bir yan etki yoktur, sadece kullanılan ilaca bağlı bazen bazı hastalarda alerjik reaksiyonlar görülebilir. Migren ve baş ağrılarından nöralterapi ile kurtulmak mümkün müdür? Nöralterapi ile migren ve diğer baş ağrılarında belirgin rahatlama sağlanmakta olup burada migren için kullanılan atak ve atak olmasını önleyici proflaksi tedavisinde kullanılan ciddi yan etkilere sahip olan ilaçlar kullanılma zorunluluğu ortadan kalkar. Migren başta olmak üzere özellikle baş ağrılarında %90-95 oranında ciddi rahatlama sağlanabilir. 27 GLUTENSİZ ÜRÜNLER NEDEN ÖNEMLİDİR? GLUTEN, ÖZELLİKLE BUĞDAY GİBİ TAHILLARDA BULUNAN BİR PROTEİN GRUBUDUR. BİTKİ ALEMİNDEN ELDE EDİLDİĞİ İÇİN İNSAN SAĞLIĞI İÇİN ÇOK YARARLIDIR. JELATİN’İN EN ÖNEMLİ ALTERNATİFİDİR. TAT, KOKU VE LEZZETİNDEN DAHA İYİ VE EKONOMİKTİR. ANCAK ÇÖLYAK HASTALARI İÇİN TEHLİKE ARZ EDER. GLUTEN, ÖZELLİKLE BUĞDAY GİBİ TAHILLARDA BULUNAN BİR PROTEİN GRUBUDUR. BUĞDAY; BAŞTA ÇAVDAR, ARPA, YULAF OLMAK ÜZERE DİĞER HUBUBAT TAHILLARI İLE DE YAKINDAN ALAKALIDIR VE BU NEDENLE BU TAHILLAR DA GLUTEN İÇERİRLER. GLUTEN, HAMURUN GÜÇLÜ YAPISINDAN SORUMLU, BUĞDAYDA BULUNAN PROTEİNDİR. GLUTEN PROTEİNLERİ, EKMEK YAPIMI ESNASINDA OLUŞAN AĞSI YAPIDAN SORUMLUDUR. YÜKSELME DEVRESİNDE OLUŞAN BU YAPI ÇOK ÖNEMLİDİR, GLUTENSİZ İSTENİLEN YAPI OLUŞAMAZ VE EKMEK MAYALANAMAZ. Gluten, birçok insan için mide-bağırsak kanalı yoluyla kolaylıkla sindirilebilen normal bir proteindir. Fakat bazı kişiler glüteni sindiremez. Bu kişiler çölyak hastalığı olarak adlandırılan glüten intolerantlardır. Gluten bir seri farklı proteinin karışımıdır ve iki grupta sınıflandırılır bunlar, Prolaminler ve Glutelinlerdir. Başlıca prolamin proteini olan Gliadin, çölyak hastalığı veya gluten intoleransında başlıca problemdir, gliadin antikorları bu hastalıkla alakalı olan bağışıklık komplekslerinde bulunmaktadır. ÇÖLYAK HASTALIĞI VE GLUTEN Çölyak hastalığı ince bağırsağın, GLUTEN adlı proteine karşı ömür boyu süren ve kronikleşen alerjisi, hassasiyeti- 28 dir. Buğday, Arpa, Çavdar ve Yulaf gibi tahıllar GLUTEN içerir. Alınan gıda, ince bağırsakta bileşenlerine ayrıştırılıp bağırsak mukozası üzerinden kana karışır. Vücudumuzun yeterince gıda alabilmesi, ince bağırsakta çok sayıda bulunan ve VİLLUS çıkıntıları olarak adlandırılan kıvrımlar tarafından sağlanır. Çölyak Hastaları glutenli yiyecekler tükettiklerinde bağırsak mukozasında alerji nedeniyle villus çıkıntıları ve kıvrımları tahrip olarak azalır ve küçülürler. Böylece bağırsak yüzölçümü gittikçe azalır ve alınan gıdalar emilemez hale gelir. Sonuçta beslenme yetersizliği, arkasından da hastalık belirtileri ortaya çıkar. HASTALIĞIN BELİRTİLERİ Çölyak hastalığının belirtileri geniş bir yelpazeye yayılır. Karın bölgesinde öne doğru şişkinlik Yaşa göre kilo azlığı Kas zayıflığı Kansızlık Dışkıda anormallik, büyük tuvalet ihtiyacı artması Kusma Bezginlik İştahsızlık Büyüme geriliği Ağız içinde oluşan aftlar İştahsızlık, gaz şikayetleri Eklem ve kemik ağrıları Sinirlilik Ciltte kaşıntılı döküntüler HASTALIĞIN TEŞHİSİ Çölyak hastalığı her yaşta teşhis edilebilmektedir. Çoğunlukla belirtiler ilişkili bir başka hastalığı da düşündürmek- tedir. Erken osteoproz, kansızlık, teşhis edilmemiş Laktoz alerjisi gibi. Çölyak hastalığının insan sağlığı üzerinde önem taşıyan birçok değişimlere neden olmasından dolayı doğru teşhisi önemlidir. Kan testleri ve sonrasında ince bağırsak biyopsisi ile kesin tanı konulmaktadır. Çölyak hastalığı alerji testleri, rezonans ve homeopati vb. yöntemlerle teşhis edilemez. TEDAVİ ŞEKLİ Çölyak hastalığının tek tedavisi GLUTENSİZ sıkı bir diyettir. Diyetin sıkı bir şekilde uygulanması ile düzleşen ince bağırsak yüzeyi normal şeklini ve işlevini tekrar kazanmaktadır. Çok az miktarda alınan gluten bağısaklardaki tahribatın tekrarlamasına neden olur. Glutensiz sıkı bir diyetin uygulanması süresince çölyak hastasının genellikle bir şikayeti olmaz. Beslenme tarzının değiştirilmesinin ardından genelde kısa bir süre içerisinde şikayetler belirgin şekilde azalır. Şikayetlerin tamamen kaybolma süresi ince bağırsaktaki tahribat derecesi, hastanın yaşı ve diğer faktörlere göre değişkenlik gösterebilir. Gluten içeren gıdalardan kaynaklanan, hissedilebilir şikâyetler çoğunlukla uzun süreler sonrası hatta bazen yıllar sonra kendini gösterir. Diyetin bozulması ya da terk edilmesi tedavi edilmesi çok daha zor olan ağır hastalıklara neden olabilir. KESİNLİKLE TÜKETİLMEMESİ GEREKEN GIDA MADDELERİ Buğday, arpa, çavdar ve yulaf katkılı her türlü ürün (un, bulgur, irmik, makarna, şehriye, kuskus, kepek vb.). Galeta ununa, una batırılarak kızartılmış tavuk balık gibi et ürünleri. Malt kullanılan içecekler. Hazır çorbalar, pilav, köfte, pane harçları. Gluten içeren çikolata ve sakızlar. GLUTEN İÇERMEYEN GÜVENİLİR YİYECEKLER Mısır, pirinç, patates, kestane unu, nohut unu, soya unu, üzüm çekirdeği unu, tapioka, yumurta, reçel, bal, baharat ve bitki içermeyen sirke çeşitleri. Meyve sirkesi, balık, balık konservele- ri (una batırılmamış baharatlanmamış taze veya dondurulmuş balık. Kendi suyunda ya da yağında balık konserveleri, midye karides yengeç vb. Domates ve tuz içeren salça. Tüm işlenmemiş, kabuklu kuru yemiş türleri yer fıstığı ay çekirdeği kabak çekirdeği badem (paketlenenler ve işlenmiş olan,tuzlanan kuruyemişler gluten içermektedir). Kümes hayvanları etleri, sığır dana kuzu etleri (una batırılmamış ve baharatlanmamış olmalıdır). Tüm sebze çeşitleri. Tüm meyve çeşitleri. Bakliyatların tüm çeşitleri. Kuru fasulye, mercimek, nohut, kırmızı ve yeşil mercimek, barbunya, soya fasulyesi, börülce vb. Tüm katı ve sıvı yağ çeşitleri. Tüm şeker çeşitleri (toz şeker, pudra şekeri, kahverengi şeker). RİSKLER Çölyak hastalığının uzun dönem sonuçları kötü beslenme ve besin emiliminin bozukluğu ile ilgilidir. Tedavi edilmemiş çölyak hastalığı kronik kötü sağlık, osteoporoz, kısırlık, düşük, depresyon gibi rahatsızlıklara yol açabilir. Ayrıca ince bağırsak kanseri ve lenfoma gibi rahatsızlıkların ortaya çıkma riski artar. Çocuklarda, boy kısalığı ve davranışsal sorunlar, gelişim eksikliğine neden olabilir. ÖNEMLİ BİLGİLER Gluten içermesi ihtimali olan yiyeceklerin Glutensiz gıda maddeleri ile aynı yerde bulunmaması önemlidir. Glutenli gıdaların glutensiz gıdalara temas etmemesi için bu maddeleri hemen ayırın. Yemek hazırlığı sırasında glutenli gıdalara değmiş, bulaşmış çatal kaşık süzgeç tabak ve gereçler kesinlikle Çölyaklı kişilerin gıdalarına dokundurulmamalıdır. İnce bağırsakta tahribata yol açarak hastalıklara neden olabilmesi için bir çay kaşığı un, buğday ya da bulgurun sekizde biri yeterli olmaktadır. Yani bu miktar bile zararlıdır. Çölyak hastalığının tek tedavisi GLUTENSİZ sıkı bir diyettir. Diyetin uygulanmasında yapılan ihlal ya da ihmallere rağmen hasta tarafından hissedilebilir şikayetlerin oluşmaması, asla, glutensiz diyetten vazgeçilmesi anlamına gelmez. TEDAVİ EDİLMEMİŞ ÇÖLYAK HASTALIĞI KRONİK KÖTÜ SAĞLIK, OSTEOPOROZ, KISIRLIK, DÜŞÜK, DEPRESYON GİBİ RAHATSIZLIKLARA YOL AÇABİLİR. 29 M ENTAL ARITMETIK Ayşen İvgen MENTAL ARİTMETİK, HESAP MAKİNESİ, KÂĞIT, KALEM GİBİ HİÇBİR ARAÇ KULLANMAKSIZIN, YALNIZCA İNSAN ZİHNİNİN GÜCÜ İLE ARİTMETİK İŞLEM YAPMA BECERİSİNİ İFADE EDER. MENTAL ARİTMETİK EĞİTİMİ 4-11 YAŞ ARASINDAKİ ÇOCUKLAR İÇİN TASARLANMIŞ BİR ZEKÂ GELİŞTİRME PROGRAMIDIR. ÖNCE SAYISAL İŞLEMLERDE ABAKÜS KULLANIMININ ÖĞRENİLMESİ İLE BAŞLAYAN PROGRAM, BİR SÜRE SONRA ABAKÜSÜN KALDIRILMASI İLE SÜRER VE ÖĞRENCİLER İŞLEMLERİ ÇOK HIZLI BİR ŞEKİLDE TAMAMEN ZİHİNDEN YAPMAYI ÖĞRENİRLER. ASLINDA ABAKÜSÜN İMAJI ZİHİNLERİNE YERLEŞMİŞTİR VE HESAPLARI YAPARKEN, SANKİ ELLERİNİN ALTINDA ABAKÜS VARMIŞ GİBİ PARMAKLARINI HAREKET ETTİRİRLER. O ESNADA BONCUKLARIN HAREKETİNİ ZİHİNLERİNDEKİ ABAKÜS İMAJINDA İZLEMEKTE VE İŞLEMİ BÜYÜK BİR HIZ VE DOĞRULUKLA SONUÇLANDIRMAKTADIRLAR. SANKİ ÖĞRENCİLER ZİHİNLERİNE SANAL BİR BİLGİSAYAR YERLEŞTİRMİŞ GİBİDİR. BU İNANILMAZ BECERİ, ELEKTRONİK HESAP MAKİNESİNDEN VEYA BİLGİSAYARDAN ÇOK DAHA HIZLIDIR. 30 Programın getirdiği kazanım bu beceriden ibaret değildir. Asıl kazanç bu program süresince sağlanan, zeka ve bellek gelişimi, dikkat, odaklanma ve özgüvenin güçlenmesi gibi unsurlarla genel olarak yükselmiş bir zihinsel kapasitedir. Programın başarısı, aslında her insanda var olan ancak atıl duran potansi- yel kapasiteyi harekete geçirmekte yatmaktadır. Mental aritmetiğin faydaları; Daha gelişmiş sol ve sağ beyin Gelişmiş hesaplama becerileri Keskin görüş, işitme ve anlama becerileri İleri odaklanma ve dikkat Gelişmiş analitik düşünce Yaratıcılık Daha güçlü bellek Keskin gözlem Hızlı refleks Gelişmiş özgüven MENTAL ARİTMETİK, HESAP MAKİNESİ, KÂĞIT, KALEM GİBİ HİÇBİR ARAÇ KULLANMAKSIZIN, YALNIZCA İNSAN ZİHNİNİN GÜCÜ İLE ARİTMETİK İŞLEM YAPMA BECERİSİNİ İFADE EDER. ABAKÜS NEDİR? Abaküs kumların üzerine yerleştirilmiş taşlardan oluşan ilkel biçimi ile kökeni yaklaşık 5000 yıl öncesine kadar giden ve çubuklara geçirilmiş boncuklarla bugünkü şekline benzer biçimi ile yaklaşık 3000 yıldır kullanılagelen ilk bilgisayardır diyebiliriz. Adı Yunanca “Abax” sözcüğünden gelen ve uzak doğu (Çin) kökenli olan bu elektriksiz hesap makinesi, bugünün dijital çağında, çocukların beyin gelişiminde kullanılan en popüler aritmetik aracıdır. “Soroban” adıyla da bilinen abaküs çubuklar boyunca kaydırılan boncuklardan oluşur ve farklı çeşitleri vardır. Menar Abaküs Mental Aritmetik programında kullanılan biçimi yandaki resimde de görüldüğü gibi, bir çerçeve içindeki sıralı çubuklara beşerli takım olarak geçirilmiş boncuklardan oluşur. Belli bir sistematik ile sayıları temsil eden bu boncuklar bulundukları çubuklarda aşağı yukarı kaydırılarak her türlü aritmetik işlem büyük bir kolaylık ve süratle yapılabilir. Mental Aritmetik programının ilk aşamasında öğrenciler abaküsle aritmetik işlemler yapmasını öğrenirler. Abaküsün kaldırıldığı sonraki aşamada öğrenciler ellerinin altında abaküs varmış gibi parmaklarını kıpırdatırken, zihinlerinde- ki abaküs imajını kullanmaktadırlar. Bu nedenle işlemler çok daha hızlı çözülmektedir. Programın en üst aşaması ise artık öğrencinin parmaklarını kıpırdatmaya da gerek görmeden işlemleri hızla çözdüğü aşamadır. ARAÇ, GEREÇLER VE DONANIM Mental Aritmetik Programı, bilişim teknolojisinin kullanıldığı bilgisayar ve elektronik ekran donanımlı modern mekânlarda sunulur. Programın kendine özgü kitapları vardır. Bunun dışında öğrenciler, online-platform üzerinde oyun ve yarışmalar ile bol alıştırma yapma olanağına sahiptir. Bunların yanı sıra, program resim ve sayı kartları gibi çeşitli araçlar kullanır. Sunumlar bilgisayar ve elektronik ekran vasıtası ile yapılır. Teachersmall Beyaz tahta ve üzerine asılarak kullanılan büyük abaküs programın en işlevsel araçları arasındadır. Sunumun ardından büyük abaküs üzerinde örnekler yapılır. Öğrencilerin en önemli aracı 5 boncuk dizilimli öğrenci abaküsüdür ve büyük abaküs üzerinde yapılan örneklerden sonra öğrenciler kendi abaküslerini kullanarak kitaplarından alıştırmalar yaparlar. Parmakların boncukları hareket ettirmesi sonucu, dokunma duyusu, göz ve beyin koordinasyonunda hızlı bir zihinsel gelişim süreci yaşanır. Sürecin belli aşamalarında, öğrenciler abaküslerini kullanmaksızın, tamamen zihinden işlem yapma pratiklerini geliştirecek alıştırmalar yaparlar. Onlara inanılmaz aritmetik beceriler kazandıran bu çalışmalar zihinsel keskinliği arttıran sayısal bulmacalarla zenginleştirilmiştir. Ayrıca, programın içeriğinde öğrencilerin düzenli olarak izledikleri kısa videolar vardır ve öğrenciler bunların üzerinde değerlendirmelerde bulunur ve olayları yorumlarlar. Bu çalışmalar onların ‘Image gözlem’ yapma, olayları ve bağlantıları kavrama ve dersler çıkarma yeteneklerini güçlendirirken sözel ifade becerilerini de geliştirir. Bilimsel temellere dayanan ve başarısı kanıtlanmış bu zengin, renkli ve bir o kadar da eğlenceli program sayesinde öğrenciler hızlı ve güçlü bir beyin gelişimi sürecinden geçerler. Abaküs soyut çok basamaklı numerik ilişkileri, somut boncuk-tabanlı bir sistemde sunduğu için, çocuklar sayı değerlerini kolayca ilişkilendirerek matematik kavramları anlarlar. Deneyimler, okullarında matematik derslerinde sı- 31 MENTAL ARİTMETİK PROGRAMININ BAŞARISI, HER İNSANDA VAR OLAN ANCAK ATIL DURAN POTANSİYEL KAPASİTEYİ HAREKETE GEÇİRMESİDİR. kıntı çeken çocukların, Abaküs programına başladıktan bir kaç ay sonra, okullarındaki performanslarının hızla yükselmeye başladığını göstermektedir. Mental Aritmetik eğitim programı toplam 240 saatlik bir programdır. Matematik dersinde başarılı olan bir öğrenci de Mental Aritmetik programından kesinlikle çok yararlanır. İşlemleri kâğıt kalem kullanmadan hızla zihinden yapabilen bir öğrenci, dikkatini doğrudan doğruya daha karmaşık problemlerin kurgusuna ve daha ileri boyuttaki kavramlara yoğunlaştırabilir. Bir çocuğun matematikte başarılı olabilmesi için en temel olarak dört işlem becerilerini geliştirmesi gerekmektedir. Mental Aritmetiği öğrenmek ona işlemlerde büyük bir hız ve ustalık kazandıracaktır. Taiwan National Chuang Hua Eğitim Üniversitesi’nden Profesör Huang Guo Rong çocukların matematik alanındaki akademik performans ve kavrayışları konusunda şu etkileyici keşfi bildirmektedir: “Mental Aritmetik programını almış olan öğrenciler matematik kavramları tanıma ve anlama, işlemleme, matematik problemlerini çözme dahil tüm matematik becerilerinde diğer arkadaşlarından çok daha üstün bir performans göstererek çok daha iyi sonuçlar almaktadırlar”. KAÇ YAŞINDA BAŞLANILMALI? Programımıza başlamak için en uygun yaş, çocuğun 0-9 arasındaki sayıları tanımaya başladığı dönemdir. Çoğunlukla anaokulu öğrencileri bu alt yapıya ulaşmaktadırlar. Her ne kadar beyin gelişimi eğitimi için genel ilke, “Ne kadar erken başlanırsa, o kadar iyi” olmasına rağmen, 6 yaşın altında çocuklar için Abaküs Mental Aritmetik programına başlamadan önce çoğunlukla, sayılarla ilgili bir hazırlık çalışması yapılması gereklidir. Programımız genel olarak 4-11 yaş arası çocuklarda beyin gelişimini hızlandırmak üzere tasarlanmıştır. Ancak başlangıç yaşı olarak 5,6 veya 7 yaşları en uygun dönem olarak ortaya çıkmaktadır. Anne babaların, okul ödevlerinin henüz çok ağır olmadığı bu yaşları, çocukları için Mental Aritmetiği öğrenme fırsatı olarak değerlendirmelerini ve asla kaçırmamalarını öneririz. 32 SİSTEMİN AVANTAJLARI Mental aritmetik hızlı ve doğru hesaplama ve mantıksal bağlar kurma becerilerini geliştirir. Daha güçlü bir bellek inşa eder daha uzun süreli dikkati sağlar. Görselleştirme, tasavvur ve fotoğrafik hafıza becerilerini güçlendirir, daha yüksek öğrenme kapasitesi ve özgüven yaratır. Kavrama hızını ve gücünü arttırır, gözlem ve öngörü yeteneğini geliştirir. İşitme ve doğru sonuç çıkarma becerilerini keskinleştirir, stresi azaltarak öğrenmeyi eğlenceli hale getirir. Bir çocuğa yalnızca muhteşem bir aritmetik yeteneği kazandırmak amacıyla değil, aynı zamanda, onun yaratıcılığını, bellek gücünü, odaklanma ve dikkat yoğunluğunu, dinleme, anlama becerilerini ve problem çözümleme yeteneklerini de geliştirmek üzere tasarlanmıştır. Yaşam boyu başarı için, onları sayılarla arkadaş kılmanın yanı sıra, nihai amacımız onların okul çalışmaları ve yaşamlarında kendine güven duygusunu inşa etmektir. Uzmanlar, mental aritmetik eğitimi sırasında beynin hem sağ hem de sol tarafını uyaran, abaküs ve mental aritmetik eğitiminin, en üst düzeyde öğrenme kapasitesine ulaşmanın anahtarı olduğuna inanmaktadırlar. BİLGİSAYARLAR DURURKEN NEDEN MENTAL ARİTMETİĞE İHTİYAÇ VAR? Aritmetik sağlam bir akademik zemin oluşturmak açısından her öğrenci için çok önemlidir. Küçük çocukları eğiten öğretmenler sayı kavramını ve sayıların değerlerini öğretmenin zorluğunu bilirler. Soyut bir biçimde sunulan sayısal kavram ve ilişkileri ve onların değerlerini öğrenmek çocukların uzun zamanını alır. Abaküsün boncukları gibi somut objelerle ilişkilendirmeksizin numerik ilişkileri kavramak yalnızca beyin gücü- ne dayanmaktadır. Mental Aritmetik ile sayıları zihinsel olarak işlemlemek beynin kullanılmayan bölümlerini harekete geçireceği için bütünsel olarak zekâ kapasitesini olumlu etkileyen bir süreçtir. Mental Aritmetiği öğrenmek ve uygulamak hayal ve bellek gücünü de geliştirmektedir. Bilimsel araştırmalar, zihinsel kapasitesini güçlendirme olanaklarından yoksun kalmış çocukların, 20’li yaşlardan itibaren beyin güçlerinde bir gerileme sürecine girerken, zihinsel kapasitelerini güçlendirmiş olan bireylerin, 70’li yaşlarda bile bu güçlerini koruduğunu göstermektedir. Her ne kadar elektronik hesap makineleri ve bilgisayarlar aritmetik işlemler konusunda insan beyninin işlevlerini yerine getiriyor gibi görünse de, abaküsü öğrenmek her çocuk için tüm beyin gelişimi açısından yaşamsal önemdedir. Abaküsü kullanmak, insan anatomisinin görme, işitme ve parmak teması ve hareketleri gibi beyin hücrelerini harekete geçiren ana sinir kanallarının koordinasyonunu gerektirmektedir. Bu eğitim sürecinde zihin fiziksel temas, mantıki açıklama ve görselleme olmak üzere üç temel gelişme evresinden geçer ve süreç doğrudan doğruya bir beyin gelişimi sürecidir. Konuya bir de şu açıdan bakılabilir. Sabah ya da akşamları değişik yaştan birçok insanı parklarda, kaldırımlarda veya deniz kıyısında koşarken veya yürüyüş yaparken görebilirsiniz. Oysa bir yerden bir yere gitmek için, otobüs, dolmuş veya taksi gibi ulaşım araçları elimizin altında iken yürümek ya da koşmak niye? Hepimiz biliyoruz ki bunun amacı bedeni sağlıklı tutmak için bir egzersiz veya spor yapmaktır. İşte tıpkı bunun gibi mental aritmetik de beyni ve zihinsel kapasiteyi sağlıklı, dinç ve güçlü tutan bir araçtır. 33 OSMANLI’DA MÜZIK VE SU SESIYLE TEDAVI Evrende her şey titreşir. Ses dalgalarının ritmik oluşumları müziği ortaya çıkarır. Aslında her varlık eylem yaparken bir ses çıkarır, yani hepimizin, her varlığın bir müziği vardır… Her varlık kendi müziğini evrene taşır. Düşük frekanslı ses dalgaları, örneğin kuş cıvıltısı, suyun ve rüzgârın sesi gibi sesler insanın uyku esnasındaki beyin dalgalarına yakın dalgalar ürettiği için sakinleştirici etkilere sahiptir. Duyguları incelten ve gönlü yumuşatan müzik türleri, asırlardan beri tedavilerde kullanıldı. Birçok araştırma, depresyondan kansere, yüksek tansiyondan kronik ağ- 34 rılara, disleksiden (öğrenme bozukluğu) akıl hastalıklarına, migrenden uyuşturucu madde bağımlılığına kadar geniş bir spekturumda müziğin tedavi edici etkisi olabildiğini gösterdi. Geçmişte de Anadolu’da müzikle tedavi merkezleri vardı. Müzikle tedavi yöntemini en fazla uygulayanlar Selçuklular ve Osmanlı’ydı. Müzikle tedavi yöntemi Osmanlılar döneminde zirveye ulaştı. Başta Edirne olmak üzere Kayseri, Sivas, Amasya, Manisa ve Bursa’da tedavi merkezleri kuruldu. Sultan II. Beyazid’in Edirne’de 1488 yılında yaptırdığı darüşşifada, yani o dönemin hastanesinde hastaların su sesi ve müzikle tedavi edilmesini emrettiği bilinir. Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde “Ruh hastalarının nasıl müzikle tedavi edildiğini” yazar. Evliya Çelebi’nin anlattıklarına göre, darüşşifanın hekimbaşısı, hastalarına öncelikle çeşitli müzik makamları dinletip, kalp atışlarının hızlanmasına ya da yavaşlamasına bakarmış. Duruma göre uygun melodiyi belirleyip, sonra tedaviye başlarmış. Yine Çelebi, aynı eserde hafıza ve hatıraları güçlendirmede ısfahan; aşırı hareketli, heyecanlı hastaları sakinleştirmede rehavi; sıkıntılı, karamsar, durgun ve neşesiz hastalara da kuçi makamının iyi geldiğini belirtmiş. OSMANLI’DA MÜZİKLE TEDAVİ Osmanlı’da müzikle tedavi parlak dönemler yaşamıştı. Sultan II. Beyazid Edirne’de 1488’de Mimar Hayrettin’e inşa ettirdiği külliyenin darüşşifa (akıl hastanesi) bölümünde hastaları müzikle tedavi ettiriyordu. İbn-i Sina, Razi, Farabi gibi Türk bilginlerinin öncülüğünü yaptığı müzikle terapi, günümüz modern tıbbına da ışık tuttu. İbn-i Sina, müziğin tıpta oynadığı rolü şöyle tanımlar: “Tedavinin en etkililerinden biri, hastanın akli ve ruhi güçlerini arttırmak ona hastalıkla daha iyi mücadele için cesaret vermek, ona en iyi musikiyi dinletmek, onu sevdiği insanlarla bir araya getirmektir.” Şam’daki Nurettin Hastanesi’nde İbn-i Sina, müzikle akıl hastalığı tedavisi uyguladı. İbn-i Sina’nın etkileri Osmanlı devrinde de devam etti. Osmanlı saray hekimi Musa bin Hamun, diş sağlığı ve çocuk psikoloji hastalıklarını iyileştirmede müzikle tedavi yöntemini kullandı. Farabi de müzikle tedavi ile çok ilgilenen müzik adamlarının başında geliyordu. Onun müziğe ilişkin yaptığı sınıflandırmalar bugün hala kullanılıyor. Hastalıkları Müzikle Tedavi Eden Müze Anadolu’daki önemli Bimarhanelerden bir tanesi de Amasya’da bulunuyor. Bimarhane bugün tıp ve cerrahi tarihi müzesine dönüşürken, o dönemde burç ve ten rengi gibi özelliklere göre tedavide kullanılan makamların aynısı gelen konuklara dinletiliyor. Hastalıkları müzikle tedavi eden müzede, Uşşak makamı uykusuzluk ve ayak ağrısı tedavisine, Buselik makamı baş ağrısına, Hüseyni makamı kalp ve ciğerde oluşan iltihaplar ile mide rahatsızlıklarına, Rast makamıfelce, Irak makamı ateşli hastalıkların tedavisine iyi geliyor. Müzede tedavide kullanılan enstrümanlar sergileniyor. Burç-makam, hastalıkmakam, vakit-makam, ten rengi ve makam ilişkilerine yönelik olarak bilgi aktarılıyor. Gelen ziyaretçiler kulaklıklar aracılığıyla kendi burçları ile ilgili hangi makam varsa ise o makamı dinleyip bunu o arada hissetme şansına da sahipler. Amasya’nın Yakutiye Mahallesi’ndeki ana cadde üzerinde bulunan bu yapının, aslında bir medrese olduğuna dair gö- 35 rüşler bulunmakla birlikte; yapılışından günümüze kadar geçen süre boyunca, hep “Bîmarhâne (Dârüşşifâ)” olarak tanınmış. Anadolu’da benzer örneklerine, Sultaniye’de, Sivas’ta ve Divriği’de rastlanan ve hem Selçuklu, hem de Osmanlı dönemlerinde yapılan Dârüşşifâlar (Bîmarhâneler); Amasya Bîmarhânesi de günümüze ulaşmış en iyi örneğindendir. Bîmarhâne; revaklı avlusu ve iki eyvanı ile klasik Selçuklu medreselerine benziyor. Buna göre; Selçuklu medreselerinde olduğu gibi anıtsal görünüşlü ve dikdörtgen planlı yapının giriş cephesi, diğer cephelere göre daha farklı ve girişin kilit taşında, bağdaş kurmuş bir insan figürü işlenmiş. İki yanında pencere nişleri bulunan, yuvarlak kemerli girişin üzeri, mukarnaslı ve sivri kemerli olarak devam ediyor. Yine girişin her iki yanı, üçer şerit hâlinde, geometrik şekillerle bezenmiş ve son derece ince bir işçilikle yapılan taş oymalardaki kıvrık dallar ile yaprak motifleri, portali süsleyen geometrik bezemeyi tamamlıyor. Ayrıca; portalin köşelerindeki silindirik kulelerle, cephe daha da belirginleştirilmiş ve ilk kez Sivas’ta görülen palmet ve rumilere burada da rastlanıyor. 36 Duvarları kesme taşlarla örülen Dârüşşifâ’nın avlusuna; giriş eyvanının iki yanındaki, iki tonozlu bölümden geçiliyor. Girişin tam karşısında; giriş eyvanından daha büyük olan ve beşik tonozlu dershane eyvanı bulunuyor. Yan bölümlerde; üçer silindirik sütun ve dört sivri kemerli revakların arkasında, beşik tonozlu ve dikdörtgen biçimli hücreler yer alıyor ve köşe hücreleri, avluya, birer kapı ile açılıyor. Kim bilir kaç hastanın şifâ bulduğu Bîmarhâne’de 14 yıl boyunca görev yapmış ve kendisi de Amasyalı bir hekim olan Sabuncuoğlu Şerafeddin’in; burada “Cerrahiye-i al Haniye” adlı kitabını yazdığı ve tıbbî minyatürlerle süslediği kitabını, dönemin padişahı Fatih Sultan Mehmet’e sunduğu da biliniyor. Fatih döneminin meşhur hekimleri arasında yer alan Şerafettin Sabuncuoğlu 1386 yılında şehzadeler şehri diye anılan Amasya şehrinde doğmuştur Kitaplarında yer verdiği soy kütüğüne göre Babasının adı Ali Çelebi Dedesinin adı Sabuncuoğlu Hacı İlyas Çelebidir. Sabuncuoğlu Hacı İlyas Çelebi 1408-1421 yıllarında babası Ali Çelebi’de 1421-1451 yıllarında hekimbaşılık yapmış zamanın ünlü hekimleridir Sabuncuoğlu Şerafettin temel eğitimini Burhanettin Ahmetten almış ve Amasya Darüşşifâsı’nda tamamlamış, 17 yaşında hekimliğe başlamış. Bundan sonra hayatını okumaya, araştırmaya ve denemeye veren Sabuncuoğlu Şerafettin Eserlerinde 14 yıl hekimlik yaptığını iftiharla belirtiyor. Şerafeddin Sabuncuoğlu, diğer birçok hekimin aksine özellikle cerrahî ile ilgilenmiştir. Genel olarak hekimler cerrahîye pek ilgi duymamışlar hatta cerrahî tedavinin gerekli olduğu durumlarda bile, ilaçla tedaviyi tercih etmişlerdir. Bunun sebebi cerrahî müdahalede hayatî tehlikenin çok yüksek olması ve bu tehlikeyi asgariye indirecek ve ameliyatı kolaylaştıracak bazı teknik imkânların bulunmamasıdır. ÜÇ ÖNEMLİ ESER Şerefeddin Sabuncuoğlu’nun müzede sergilenen 3 eseri bulunuyor. “Akrabadin Tercümesi” adlı eserinde ilaçların özellikleri, hazırlanması, gargara, yağlar, merhemler anlatılmakta ayrıca kusturucular, müshiller, ağız, dil, damak, diş, göz ilaçlarına ve lavmanlara yer veriliyor. Eserin sonunda Türkçe sözlükte önerdiği Türkçe tıp terimleri incelemeye değerdir. BU ÜÇ ÖNEMLİ ESERDE RESMEDİLEN TIBBI ALETLERİN İMİTASYONLARI İLE ÖZEL ANİMASYONLAR DA MÜZEDE SERGİLENİYOR. Kitâbü’l-Cerrahiyyeti’l-İlhaniyye ise Sabuncuoğlu’nun ikinci ve nispeten daha meşhur olan eseri. Eser, bilindiği kadarıyla, Osmanlı İmparatorluğu’nda kaleme alınmış yegâne resimli cerrahî eseridir. Eserde, yer yer kendi gözlem ve deney sonuçları da yer almaktadır. Sabuncuoğlu, bir cerrah olarak kendi çalışmalarıyla mevcut bilgiyi kaynaştırmış ve bize bu terkibi sunmuştur. Sabuncuoğlu’nda gerçekten önemli bir katkı daha vardır ki o da, aletlerin yanı sıra ameliyatın nasıl yapıldığını gösteren temsili resimlerin mevcut olmasıdır. Bu resimlerde hasta ve doktorun pozisyonu ile aletlerin nasıl kullanıldığı da görülmektedir. Böylece kullanılan cerrahî tekniğini de açık ve seçik olarak görmek mümkün olmaktadır. Mücerrebnâme; Sabuncuoğlu’nun üçüncü, en son ve en önemli eseri. Bu eser adından da anlaşılacağı gibi, ilaçlarla ilgili. Sabuncuoğlu bu eserinde sadece muhtelif ilaçlar ve onların kullanılışlarıyla ilgili bilgiler vermemiş, yaptığı bazı deneyleri de burada aktarmış. Onlardan biri de bazı zehirlerle ilgili olarak yaptı- ğı hayvan deneyleri. Bu deneylerde denek olarak horozları kullanmış. Bu eserde kendi yaptığı deneyler sonucu önerdiği bazı ilaçlar anlatılıyor. Bu üç önemli eserde resmedilen tıbbi aletlerin imitasyonları ile özel animasyonlar da müzede sergileniyor. Yolunuz Amasya’ya düşerse Şerafettin Sabuncuoğlu Tıp ve Cerrahi Müzesi’ni görmeden dönmeyin. Hatta sadece bu yaşayan müzeyi görmek için dahi Amasya’ya gidebilirsiniz. 37 DÜŞLERİ VE YAŞAMI KUMAŞA DÖKMEK YAZMACILIK TOKAT’TA YAZMACILIĞIN 600 YILLIK BİR GEÇMİŞİ VAR. YAZMACILIĞIN YAPILDIĞI ANADOLU KENTLERİ ARASINDA TOKAT HİÇ TARTIŞMASIZ ÖNEMLİ BİR MERKEZ. YAZMACILIK GEÇMİŞTE TÜRÜNÜN EN GÜZEL ÖRNEKLERİNİ BU TOPRAKLARDA VERMİŞ. EVLİYA ÇELEBİ TOKAT YAZMALARI İÇİN: “BEYAZ PEMBE BEZİ DİYAR-I LAHOR’DA YAPILMAZ. GÜYA ALTIN GİBİ MÜCELLADIR. KALEMKÂR BASMA YÜZÜ, MÜNAKKAŞ PERDELERİ GAYET MEMDUH OLUR” DER VE ÖVGÜYLE SÖZ EDER. TÜRK EL SANATLARI İÇİNDE ÇİT, YEMENİ, ÇEVRE, ÇEMBER DEYİMLERİ İLE TANIDIĞIMIZ YAZMA YILLAR BOYUNCA KADINLARIMIZIN BAŞÖRTÜSÜ OLMUŞTUR. 38 BİR HANA GİRİYORUZ, KAFAMIZI KALDIRDIĞIMIZDA HANIN CEREKLERİNDE RENK RENK YAZMALARI GÖRÜYORUZ. Tokat’ta “Karakalem” ve “Elvan” olmak üzere iki tip yazma basılıyor. Desen ve kompozisyon yönünden doğal bir görünüş hâkim olan Tokat yazmalarında doğadaki motifler özelliklerinden hiçbir şey kaybetmeden, stilize edilerek kalıp üzerine aktarılıyor. Tokat’ın karakteristik motifleri, tüm özellikleri ile birlikte yazmalara yansıtılmış, doğadan alınan bitkisel motifler, çiçek ve meyve motifleri kalıp ustalarınca başarılı bir kompozisyon içinde kumaş üzerine aktarılmış. Meyve çeşidi bol olan Tokat’ın bu özelliği yazma desenlerine konu olmuş, elması, üzümü, kirazı ve çiçekleri motifler halinde yer alarak desenlere kaynaklık etmiş. Desenler, ıhlamur ağacından yapılan kalıplara, kalıp ustalarınca işlenerek aktarılıyor. Kalıp oymacılığı sabır ve el becerisi istiyor. Anadolu’da yazmacılığın merkezi konumunda olan Tokat’ta üretilen yazmalardaki renk uyumu gerçekten mükemmel. Tokat yazmalarında çoğunlukla kırmızının koyu tonları, bordo, patlıcan moru gibi koyu renkler hâkim. Tokat yazmaları çok renkli. Sağlam bir renk uyumu var. Bizler de Tokat yazmasının ustalarının dilinden anlatabilmek için Ayaz Bilgiç arkadaşımla Tokat’a doğru yola çıkıyoruz. 4 saatlik bir yolculuğun ardından Tokat Valiliği İl Kültür Müdürlüğü’nden Selahattin Adıgüzel karşılıyor bizi. Selahattin Bey ile kısa bir sohbetin ardından yazma ustası Hasan Er’in yanına gidiyoruz. Bir hana giriyoruz, kafamızı kaldırdığımızda hanın cereklerinde renk renk yazmaları görüyoruz. Ve birkaç havuz dikkatimizi çekiyor. Hasan Bey 53 yaşında. 42 yıldır yazmacılık yapıyor. İki katlı bir dükkânı var. Hanın bahçesinde çaylarımızı yudumlarken sorularımızı yöneltiyoruz Hasan Bey’e… AİLEDOSTU: HASAN BEY BURADAKİ HAVUZLAR NE İŞE YARIYOR? Hasan Er: Havuzlarda yıkama yapıyoruz. Kumaşın daha sonra çekme yapmaması için yıkıyoruz. Sonra kurutuyo- ruz ve baskıya alıyoruz. 24 saat içinde yazma yeşil rengini alıyor. Daha sonra amonyaklı suda tekrar yıkıyoruz. Yeşil rengi siyaha dönüyor. Daha sonra dört ayrı havuzda tekrar yıkama işlemi yapıyoruz. Son olarak da baskıya geçiyoruz. Ve baskıdan sonra yazmaları asarak kurutmaya bırakıyoruz. A.D.: Bu boyalar hangi yağdan elde ediliyor? H.E.: Anerin yağından yapılma boya kullanıyoruz. Bu boya suya daha dayanıklı. Boyanın akması söz konusu değil. A.D.: Batik çalışmalar da görüyoruz burada… H.E.: Evet… Batik çalışmalarımız var. Önce desenler kâğıt üzerinde çiziliyor. Kâğıttaki desen kumaşa aynen geçirilir. Kumaşa bu desenler tek tek çizilir. A.D.: Satışlarınız nasıl? H.E.: Satışlar çok yoğun. Daha çok sahil kesiminden talep var. Deniz neredeyse oraya yazma gönderiyoruz. 3-5 TL’den 20-30 TL’ye kadar ürünlerimiz bulunuyor. 39 YASEMİN HANIM 42 YAŞINDA. YASEMİN HANIM’IN BU İŞİ 17 YILDIR YAPTIĞINI VE 20 USTA YETİŞTİRDİĞİNİ ÖĞRENİNCE DE ŞAŞKINLIĞIMIZ BİR KAT DAHA ARTTI. A.D.: Kaç yazma ustası var Tokat’ta? H.E.: Usta olarak 4-5 kişi kaldık. Gençlerin pek hevesi yok bu işlere. Şimdiki gençler hazır işi çok seviyor. Zorluğu, eziyeti sevmiyorlar. Kolay kazanmayı istiyorlar. Bu iş sevgi işi. Sevmezsen yapamazsın. Ben gençlerin de bizler gibi yetişmesini isterdim. Bizler kadar işi severek çalışmalarını isterdim. A.D.: Sizin yazmacılığa başladığınız dönemlerde durum nasıldı? H.E.: Benim bu işe başladığım dönem yazmacılık çok meşhurdu. “Yazmacı olmayana kız verilmez” diye bir söz vardı. Herkes yazmacıydı. Her dükkânda 15-20 kişinin çalıştığını biliyorum. 20-30 dükkân vardı şimdi 3-4 dükkân kaldı. Usta da yetişiyordu, çırak da yetişiyordu. 12 ay boyunca iş de vardı. Şimdi öyle bir şey yok. Sezon bittiğinde çoğu arkadaş dükkânını kapatıyor. Kapatmayanlar da iş azaltmaya gidiyor. A.D.: Yazmaları dışarıda insanların üzerinde görünce neler hissediyorsunuz? H.E.: Folklor oynayanlarda, insanlarda yaptığımız yazmaları görünce duygu seli yaşıyorum. Çünkü biz kendi ürünlerimizi nerede olursa olsun tanırız. Selahattin Bey, yazmacılık sanatında kalıp ustasının da oldukça önemli olduğunu anlatıyor. Kalıplara aktarılan desenlerin yazma sanatının beğenilmesindeki emeğin görünmeyen yüzü olduğu- 40 nu söylüyor ve bizi bir kalıp ustasının yanına götürüyor. Kalıp ustasını görünce aslında şaşkınlığımızı da gizleyemedik. Çünkü bu zor ve meşakkatli işi, güç isteyen bir işi yapan bir hanımefendiydi; Yasemin Artaştan. Yasemin Hanım 42 yaşında. Yasemin Hanım’ın bu işi 17 yıldır yaptığını ve 20 usta yetiştirdiğini öğrenince de şaşkınlığımız bir kat daha arttı. Yasemin Hanım’a soruyoruz hemen; “Bu işi yapmak nereden geldi aklınıza?” “Önce can sıkıntısıyla başladık ama daha sonra kendimle ruhen örtüştüğünü düşündüm. Yeteneğim olduğunu fark edince de devam etmeye karar verdim. Yaptığım desenler, çıkarttı- ğım ürünler çevremde de çok beğenildi. Birçok insan bununla ilgili bir iş alanında çalışmam gerektiğini söyledi ama bu zamanı ben biraz uzattım”. A.D.: Bu bir bayan sanatı değil. Zamanı uzatmanızın nedeni bu muydu? Y.A.: Bayan sanatı olmadığı için beni kabullenmediler önce. Tırnaklarımla kazıdım diyebilirim. “Benimle mezara gitsin” diyen ustalarımızla da çalıştım. Ama yılmadım. Mesleği bırakmış, teknolojiye yenik düşmüş eski ustalarımızı buldum. Onlardan hatırlayabildikleri birçok bilgiyi aldım. Hepsini derledim. Bu derlemeleri de ileride kitaplaştırmak istiyorum. Bizden sonraki nesillere kalsın istiyorum. Çünkü yeterli dokuman halin- KARGABURNU DEDİĞİMİZ BIÇAĞIMIZ, İNCE-KALIN ISKARTALARIMIZ VE GÖNİDEN YAPILMIŞ PARMAKLIĞIMIZLA DESENİ OYMAYA BAŞLIYORUZ. de hiçbir şey bulamadım ben. 17 yıldır bu işin içindeyim, 20 usta yetiştirdim, bununla da gurur duyuyorum. A.D.: Peki kalıplar baskıya nasıl aktarılıyor? Y.A.: Ağacımızın kuru olması gerekiyor. Ana gövde kısmını kullanıyoruz. Budaksız olursa daha iyi olur tabii ki. Kabuklu şekilde, gölgede, iki başı eritilmiş mumla kapatılmış olarak bir yıl boyunca kuruması gerekiyor. 7’şer cm’lik kalınlıklarda kestiriyoruz. İyi bir zımparadan sonra karbonla desenimizi aktarıyoruz. Daha sonra asetat kalemlerle kalınlaştırıyoruz. Kargaburnu dediğimiz bıçağımız, ince-kalın ıskartalarımız ve göniden yapılmış parmaklığımızla deseni oymaya başlıyoruz. Desen tamamlandıktan sonra baskı işlemine geçiyoruz. Olmazsa olmazımız önce kalıp. Kalıpta da önce sabır. Bu işin olmazsa olmazı bu. Daha sonra balmumuna batırıyoruz. Bu kalıbın daha dayanıklı olmasını sağlıyor. Eğer siz kalıba iyi bakarsanız o da size iyi bakıyor. Bir insan ömründen daha uzun, 150-200 yıllık kalıplar var elimde. Uzun süre sağlıklı kalması için mumlan- ması gerekiyor kalıbın. Oyma işlemini yapıyoruz kalıbın. Arkasından kenardaki kalın boşluklarını düşürüyoruz. Desenin sadece kendi olduğu ana bölüm kalıyor. Ve “tutamak” dediğimiz kısmını mengene yardımıyla sıkıştırarak testereyle kesiyoruz. Orayı da zımparalıyoruz tekrar. Bu şekilde baskıya hazır geliyor. A.D.: Kısa sürede yapılabilen bir iş değil anladığım kadarıyla. Gerçekten sabırlı olmanız gerekiyor. Neler hissediyorsunuz çalışırken? Y.A.: Bulunduğunuz ortamdan, her şey- 41 YAZMA ARTIK; ELBİSE, ETEK, BLUZ, FULAR, SABAHLIK, GECELİK, TAYYÖR GİBİ ÇEŞİTLERİYLE HANIMLARIN GARDIROPLARINA DA GİRDİ. den uzaklaşıyorsunuz. Hemen buna yoğunlaşıyorsunuz. Tam bir terapi. Aslında bir tedavi sistemi bana göre. Kursiyerlerimin birçoğu da gelirken aynı hislerle geliyor. Ben kendimi dinlemek, ruhen huzur bulmak ve dinlenmek istiyorum. Kursiyerlerim de aynı düşüncede. Çıkan sonuçtan hepimiz mutlu oluyoruz. Çıkan kalıbın baskısını yaptırıyorum, “Benim eserim” diyor insan. Bu inanılmaz bir haz. Çok keyifli bir sanat. 42 A.D.: Burada yazma dışında birçok ürün var. Sadece kalıbı hazırlamakla kalmamışsınız anlaşılan. Çok modern tasarımlar görüyoruz farklı eşyaların üzerinde… Y.A.: Ben bu kalıpları tekstilin girebileceği hemen her alanda kullandım. Sınırlamadım. Dikdörtgen masa örtüsü yaptım, yatak örtüsü, abajuru, perdesi, deri çizme, çanta, şapka... Bu kalıpları aklınıza gelebilecek her alanda kullanabilirsi- niz. Bir konsept dahilinde çeşitli çalışmalar yaptım. Bu sizin kendi hayal gücünüze bağlı. Sınırları zorlamak gerekiyordu. Ben sadece bunu yaptım. ile kaynanası ile arası iyi veya kötü; seçmekte ve kullanmakta özgür olabildiği dili, sevgisinin, öfkesinin yansımasını yazmalara yansıtmış. Herkeste olan aynı şeyleri sevmiyorum. Farklılık oluşturabilmek lazım. İşinizi seviyorsanız o farklılığı kendiniz yaratacaksınız. Sabaha karşı 3’te aklıma gelen bir deseni denedim ben. Birçok rengi bir arada ebruli bir şekilde çıkarttım ve geldiğimde burada denedim. Hakikaten çok güzel oldu. Birçok üründe şimdi bu tasarımı çalışabiliyoruz. Yazma artık; elbise, etek, bluz, fular, sabahlık, gecelik, tayyör gibi çeşitleriyle hanımların gardıroplarına da girdi. Bugün yazmaların çeşitli özelliklere sahip motifleri, günün anlayışına uygun olarak çeşitli yerlerde kullanılıyor. Modacılarımızın ve bazı şehirlerde kurulu özel atölyelerin yazma motifleriyle yarattıkları giysiler iç ve dış piyasada çok tutulmakta, bu da yazma sanatının önemini ifade ediyor. Selahattin Bey yazmacılık sanatında kadının rolüne vurgu yapıyor ve kadının kendisini ifade etmesinde aracılık ederek de yazmalara farklı bir işlevsellik kazandırdığını anlatıyor. Yazma; rengi, deseni, oyası ile sembolik anlamlar taşımış, dışa vurumu olmuş kadının. Kadınların, evli- bekâr, seviyor-sevmiyor, eşi Hal böyle olunca bir hanımefendinin yazma kalıplarına olan duyarlılığına da çok şaşırmamak gerektiğini anlıyoruz. Tokat’tan bu duygularla ayrılıyoruz. 43 C ENEVRE PARIS BİLİM VE SANATIN İKİ DEĞERLİ DURAĞI: BİLİM VE SANATIN BİRLİKTELİĞİ GERÇEKTEN DE ÇOK ÖNEMLİ. BU İKİ KAVRAMIN BİRBİRİNİ BESLEDİĞİNE VE GELİŞTİRDİĞİNE İNANIYORUM. AVRUPA SEYAHATİM SIRASINDA, BU KAVRAMLARIN NASIL DEĞER GÖRDÜĞÜNE VE İNSAN YAŞAMINI NASIL OLUMLU ETKİLEDİĞİNE TANIKLIK ETTİM. GEZMEK VE YERİNDE GÖRMEK BİLGİYİ KALICI VE DEĞERLİ HALE GETİRİYOR ŞÜPHESİZ. BÖYLESİ BİR BİLGİYİ OKUYUCU İLE PAYLAŞMAK DAHA DA ANLAMLI OLUYOR. BU YAZIDA, NİSAN 2013 TARİHİNDE BAZI BİLİMSEL ETKİNLİKLERE KATILMAK ÜZERE, FRANSA VE İSVİÇRE’DE BULUNDUĞUM ZAMANDAKİ YAŞADIKLARIMIN BİR KISMINI SİZLERLE PAYLAŞMAK İSTİYORUM. DR. NİYAZİ YÜKÇÜ CERN LABORATUARI VE CENEVRE “Küçük bir çocuğun karanlıktan korkması anlaşılabilir, fakat yetişkin bir insanın aydınlıktan korkması anlaşılamaz” demiştir Platon (MÖ 427-347). Evet, doğa insan tarafından anlaşıldıkça, korkunun yerini daha çok tanıma ve sevme duygusu sarmaktadır. Cenevre Cornavin Meydanı’nda, CERN tramvayı beklerken bu türden düşünceler meşgul ediyor insanın zihnini. Çünkü birazdan göreceğiniz dünyanın en büyük laboratuarı CERN, insanın doğayı anlama çabasının geldiği en son nokta adeta. Üstelik bir süre sonra bu bekleyiş heyecanı yerini bazı küçük ama anlamlı şaşkınlıklara bırakıyor. Zira herhangi bir bilet kontrol sistemi görmeden elinizdeki tramvay bileti ile direk tramvaya biniyorsunuz. Herkesin dürüstçe biletini satın alıyor olması, insan aklının yanı sıra, insanın bu davranışına da hayran kalmanızı sağlıyor. Bu olay, göl kenarındaki bu küçük ve sevecen şehir Cenevre’yi daha çok sevmemi sağladı. Ve yaklaşık yirmi dakika sonra CERN kampusu içerisindeydim. İlk hissettiklerim şunlardı: İçerdeki fizikçi kalabalığına baktığımda büyük bir sevinç hissettim ve “Evet… 44 BU ARAŞTIRMA MERKEZİ, DÜNYANIN BİRÇOK ÜLKESİNDEN GELEN BİNLERCE ÇALIŞANI VE ARAŞTIRMACISIYLA TAM BİR KARDEŞLİK ORTAMI SAĞLAMAKTADIR. BURADA BİLİMİN BİRLEŞTİRİCİLİĞİNE TANIKLIK ETMEK ÇOK GÜZEL. kendi evimdeyim.” dedim. Bulunduğum yerden yüz metre aşağıdaki 27 kilometrelik devasa hızlandırıcı sistemini ve onun üzerindeki dev detektörleri düşündüm. Bu dev detektörlerden biri olan ATLAS’ın kontrol merkezi hemen karşımda duruyordu ve elbette içerisine girip yerinde bilgilenme şansı yakaladım. 11 Nisan 2013 günüydü ve daha yaklaşık bir ay önce yani 14 Mart 2013 tarihinde, CERN dünya basınına “Higgs” parçacığını bulduğunu bir toplantıyla duyurmuştu. Toplantıda hazır bulunan ve bu parçacığı teorik olarak ilk defa 1966 yılında ortaya koyan fizikçi Peter Higgs’in sevinçten gözleri dolmuştu. Bu keşif heyecanı henüz tazeydi ve oradaki bilim insanlarının yüzlerinden bunu okuyabiliyordum. Elbette ben de bu sevince ortaktım. Zira bilim dünyası kırk yılı aşkındır bu parçacığın peşindeydi. Be- nim de içinde bulunduğum teknik gezi grubu on beş kişilikti. Böyle bir grupla teknik araştırma ve geziye katılmak için yaklaşık iki ay önceden CERN ile yazışmanız ve giriş izni almanız gerekiyor. CERN çalışanı olan bir bilim insanı rehberliğinde birçok araştırma birimi gezdik ve doyurucu bilgiler aldık. CERN Universe of Particles (Parçacıkların Evreni) bilim merkezine girerken koridorlardaki duvarlarda yazılı olan “Nereden geliyoruz?”, “Neyiz?”, “Nereye gidiyoruz?” soruları insanı çok etkiliyor. CERN’İN TÜRKİYE İÇİN ÖNEMİ 1954 yılında on iki Avrupa ülkesi öncülüğünde kurulmaya başlanan CERN (Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi) bugün yirmi asil üyeye sahip. İsviçre-Fransa sı- nırında, Cenevre kent merkezine yaklaşık on kilometre uzaklıkta inşa edilmiştir. Maalesef Türkiye henüz gözlemci ülke statüsündedir. Bu araştırma merkezi, dünyanın birçok ülkesinden gelen binlerce çalışanı ve araştırmacısıyla tam bir kardeşlik ortamı sağlamaktadır. Burada bilimin birleştiriciliğine tanıklık etmek çok güzel. Çünkü buradaki bilim insanları, birbirilerinin hangi ülke, din veya dilden olduğuna bakmaksızın çalışmalarını ortak bir şekilde yürütüyorlar. Bu laboratuardan elde edilen bilimsel bulguların sadece teoride kalmadığını, insanın günlük yaşamını da etkilediğini hatırlamak gerekir. Örneğin, internet teknolojisi ilk defa CERN’de kullanılmış ve oradan dünyaya yayılmıştır. Tıpta kullanılan MR cihazı, CERN’de elde edilen bilimsel bulgular sonucu keşfedilmiştir. Yine birçok bilgisayar, CD 45 ve hard disk teknolojisi de burada geliştirilmiştir. Kozmik araştırmalar yapmak üzere NASA tarafından 2011 yılında, STS-134 uzay uçuş görevi ile uzaya fırlatılan Alpha Magnetic Spectrometer (AMS-02) cihazı CERN’de yapılmıştır. Bu örnekler çoğaltılabilir. Dolayısıyla Türkiye, böylesine dinamik, üretken ve büyük bir kurumun parçası olmak için asil üye olmak zorundadır. Böyle olursa Türkiye, bilim ve teknoloji yarışında diğer ülkelerden geride kalmayacaktır. Aksi durumda ülkemiz bilimsel gelişmişlik ve güç anlamında çok üzücü sonuçlarla karşı karşıya kalacaktır. Ülkemizin geleceğine değer veren bir bilim insanı olarak, CERN’e asil üyeliğimizin en kısa zamanda gerçekleşmesini dilerim. PARİS Paris ile ilgili değerlendirmelerimi yazmaya başlarken, öncelikle bilim tarihi açısından önemi olan bir olaya değinmek istiyorum. Foucault Sarkacı, adını Fransız fizikçi Léon Foucault’dan alan, ilk defa deneysel olarak Dünya’nın kendi ekseni çevresinde döndüğünü kanıtlayan bir sarkaç düzeneğidir. Bu düzenek Paris’deki Pantheon binasındadır. 1851 yılında, imparator III. Napolyon’un iznini alan Foucault, Pantheon binasının kubbesinin ortasına 67 metrelik çelik telle 28 kg ağırlığında bir demir top asmıştır. Topun alt tarafına sivri bir uç takarak, yere serili ince kum tabakasında, bu ucun bıraktığı izlerden yararlanarak, sarkacın salınım düzlemindeki değişiminin gözlemciler tarafından izlenebilmesini sağlamıştır. O gün orada sessizce sarkaç salınım deneyini izleyen şanslı topluluk, tarihte ilk kez Dünya’nın kendi ekseni etrafında döndüğüne tanıklık etmiştir. Bir fizikçi olarak, orada bulunduğum ve zamanda küçük bir yolculuk yaptığım için kendimi çok şanslı hissettim. Darısı tüm bilim ve sanatseverlere… 46 Eski ama bir o kadar görkemli binalar arasındaki taş döşeli sokaklarda yürüyorsunuz. Umulmadık bir anda karşınıza keman veya piyano çalan bir sokak sanatçısı çıkıveriyor. Hemen yanınızda duran hoş kokulu Fransız beyefendiler ve hanımefendilerle beraber müzik dinliyorsunuz. Bu kibar insanlarla Paris metrosunda da karşılaşılıyorsunuz. Çok az yanaşıp yer verdiğinizde veya nazik bir davranış gösterdiğinizde uzun uzun ve içten teşekkür ediyorlar; “merci mösyö”. İnsanlara karşı önyargılı olmamak gerekir. Gitmeden önce Paris halkının çok havalı ve kendini beğenmiş olduğunu duymuştum. Öyle değilmiş aslında. NEHİR KENARINDAKİ YÜRÜYÜŞ YOLLARI VE BU YOLLARDA EL ELE DOLAŞAN ÂŞIKLAR, BİSİKLET SÜRÜCÜLERİ, NEHİRDEKİ RENGÂRENK TUR TEKNELERİ İLGİNİZİ ÇEKİYOR. Öncelikle kendimiz içten olursak karşı tarafın da öyle olduğunu mutlaka göreceğiz. Sabahları, kahvaltı için otelimin karşısındaki kafeye gidiyordum. Çünkü harika kekleri ve taze çayları vardı. Sabah içeriye gelen herkes birbirine mutlaka “bonjour”, yani günaydın diye hitap ediyordu. Fransızların ekmek ve kek çeşitliliği çok zengin. Bir gün, uğradı- ğım bu kafedeki ekmek çeşitlerinin fotoğrafını çekmek için oranın sahibi hanımefendiden izin istediğimde bana şu harika espriyi yaptı: “Evet ekmeklerin fotoğraflarını çekebilirsin ama benimkini çekme, çünkü bak kocam oradan sana bakıyor!” Dakikalarca hep beraber güldük. Kaldığım otel Paris’in 18’inci bölgesi Montmartre’de Sacre-Coeur TEKNE TURU SAYESİNE EİFFEL KULESİ, NOTRE DAME KATEDRALİ GİBİ PEK ÇOK TARİHİ MEKÂNIN HEMEN YANINDAN GEÇEREK KEYİFLİ SEYİRLER YAPILABİLİYOR. Bazilikası’na yakın bir yerdeydi. Kent merkezine metro ile ulaşım çok rahattı. Gerçi Paris metrosu hem bir estetik harikası hem de sizi kentin her noktasına ulaştırabilecek işleve sahip. Haftalık veya günlük alınan sınırsız metro biletleriyle istediğiniz kadar seyahat edebiliyorsunuz. Paris metrosunda, sıklıkla, farklı müzik enstrümanlarıyla müzik ziyafeti sunduktan sonra bahşiş toplayan müzisyenler görmek mümkün. Ayrıca, metrodaki birçok insanın ellerindeki gazete, dergi veya kitapları nasıl da keyifle okuduklarına tanık oldum. Sürprizlerle dolu ara sokaklardan sonra yolunuz mutlaka meşhur Seine Nehri’nin bir kenarına çıkıyor. Tam o anda, zaten az sayıdaki teknolojik tabelaları, arabaları çıkarıp alsanız kendinizi birkaç yüzyıl önceki bir mekânda geziyor hissediyorsunuz. Nehir kenarındaki yürüyüş yolları ve bu yollarda el ele dolaşan âşıklar, bisiklet sürücüleri, nehirdeki rengârenk tur tekneleri ilginizi çekiyor. Seine Nehri üzerindeki bazı köprüler sevgililerin isimlerinin yazılı olduğu binlerce kilit ile dolu. Genellikle turist sevgililer ellerindeki bu kilitleri köprüye bağlıyor ve bu davranışın aşkları- nı ölümsüz yapacağına inanıyorlar. Hak veriyor insan burada yaşamış, büyük eserler üretmiş olan sanatçılara ve edebiyatçılara. Paris dünyanın en çok turist alan şehirlerinden olduğu için normalde on iki milyon olan nüfus çok daha yüksek rakamlara çıkıyor şüphesiz. Paris halkı bu yabancı yoğunluğuna öyle alışmış ki, oradayken kendinizi misafir değil de ev sahibi gibi hissediyorsunuz. Kentin her yerindeki büyük yeşil parklar, geniş meydanlar ve yollar, bu kentin insan olgusu düşünülerek inşa edildiğinin ispatı. Öyle ki, meşhur Şanzelize Caddesi yaklaşık iki kilometre uzunluğunda ve yetmiş metre genişliğindedir. Üstelik Şanzelize Caddesi’nden Leonardo Da Vinci’nin ünlü tablosu Mona Lisa’nın bulunduğu Louvre Müzesi’ne kadar olan yaklaşık bir buçuk kilometrelik diğer bölüm de yine tamamen geniş ve yemyeşil parklarla dolu. Seine Nehri’ndeki tekne turuna mutlaka katılmak gerek. Fiyatı 15 Euro civarında olan biletle bir saatlik tekne gezisi mümkün oluyor. Üstelik tekne turu sayesine Eiffel Kulesi, Notre Dame Katedrali gibi pek çok tarihi mekânın hemen yanından geçerek keyifli seyirler yapılabiliyor. Gündüz Eiffel Kulesi’ni gezmek güzel ama kesinlikle kulenin gece ışıklandırılmış halini de görmek gerekiyor. Zaten, Paris çok yüksek bina istilasına uğramadığı için gece birçok noktadan ışıklar içindeki Eiffel Kulesi’ni görmek oldukça kolay. Yine, Seine Nehri üzerindeki yapay bir adacıkta New York’taki özgürlük heykelinin birebir ama biraz daha küçük bir kopyasını gördüğümde şaşırmıştım. Sırt çantanız yanınızda, keyfiniz yerinde iken tanımadığınız bir kentin sokaklarında yaptığınız tüm gezilerde zamanın nasıl geçtiğini anlamazsınız. İzlemeye dalarsınız ilk defa gördüğünüz yüzleri, evleri, kitapçıları. Kulaklarınız ilk defa duyar bazı dilleri ve melodileri. Gülümseyerek tanımadıklarınızdan yardım istersiniz veya onlar sizden. Kokular, rüzgâr ve güneş ışığı belirler rotanızı. Canınız hangi tarafa isterse oraya yürürsünüz. Bir de bakmışsınız ki acıkma veya susama ihtiyacınız sizi bir mekâna misafir etmiştir. Akşam olduğunu fark edersiniz sonra. Ama önemi yoktur. Akşamın tadını çıkarırsınız. Çünkü geç kalmamışsınızdır bir yere. Yani aslında bilerek gecikmişsinizdir. Böylesi duygularla gezdiğimizde zaten her yer Paris değil midir? 47 ARABANIZ KISILIGINIZI ELE VERIYOR KİMİ İÇİN LÜKS, KİMİ İÇİN HAYAL, KİMİ İÇİN DE İŞ OLAN ARABALAR, MODELLERİ VE RENKLERİYLE KULLANICISININ DAVRANIŞ BİÇİMİ, KİŞİLİK YAPISI VE YAŞAM ANLAYIŞINI GÖSTERİYOR. ARABA MODELLERİ İLE DAVRANIŞ BİÇİMLERİ ÜZERİNE YAPILAN ARAŞTIRMAYA GÖRE, KADINLAR ARABANIN KENDİSİNİ DAHA RAHAT VE ÖZGÜR HİSSETMESİNE KATKI VERDİĞİNİ BELİRTİRKEN; ERKEKLER ARABAYI SOSYAL VE EKONOMİK STATÜ OLARAK KABUL EDİYOR. MODELLERDE LÜKS VE SEDAN ARABALARI PRENSİPLİ VE ÇALIŞKAN; LÜKS HACBACK ARABALARI GÜVEN VE KONTROL HİSSİNİ FARKLI OLMA VE FARK EDİLME GÜDÜSÜNÜ TATMİN ETMEK İSTEYENLER, STATİON-LÜKS MİNİBÜSLERİ AİLESİNE DÜŞKÜN KİŞİLER TERCİH EDİYOR. ARABA BEYAZ RENK DUYGUSAL, AİLESİNE ÖNEM VEREN, ÖZELLİKLE TOPLUMSAL KURALLARA DİKKAT EDEN, KENDİSİYLE BARIŞIK, İLGİ VE SAYGI BEKLEYEN KİŞİLERİN; SİYAH İSE KISMEN MUHALİF, GİZEMİ SEVEN AMA BİR O KADAR DA KARİZMATİK KİŞİLERİN BEĞENİSİNİ GÖSTERİYOR. ABD İLE İNGİLTERE GÜÇ-GÖSTERİŞ, İTALYA VE FRANSA TASARIM DÜŞKÜNÜ 48 Bürokrasi içinde görev yapan, devleti temsil eden kişiler mevkilerine göre ağır lüks zırhlı araçlara binerken, gençlerin çoğu zaman spor lüks bir arabaları tercih ediyor; spor lüks arabaları zengin ama yaşı ilerlemiş kişiler, toplumsal bakıştan çekindikleri için tercih etmiyor. Araba tercihleri ülkelere göre de deği- şebiliyor. Araştırmalara göre ABD ile İngiltere güç ve gösterişe yönelik yatırım yaparken, Japonya ve Almanya lüks meraklısı, İtalya ve Fransa’nın ise tasarım ve dizayn düşkünü. ERKEKLER, ARABAYI SOSYAL VE EKONOMİK STATÜ OLARAK GÖRÜYOR Uluslararası Psikologlar Derneği tarafından, araba tercihleri ve insan davranışlar arasındaki bağlantıya ilişkin 100 bayan ve 100 erkekle araştırmaya göre arabanın kadın ve erkek için farklı anlamlar taşıdığı ortaya konuldu. Her 100 bayandan 81’i yanından geçen lüks bir spor arabaya dikkatli bakıyor. Her 100 bayandan 93’ü arabayı erkeğin sosyoekonomik gücünün göstergesi olarak görüyor. Araştırmaya katılan her 100 bayanın 72’si arabanın kendisini daha rahat ve özgür hissetmesine katkıda bulunduğunu belirtiyor. Yine bayanların gözdesi araba marka ve modelleri, erkeklerin gözde modellerinin aynı ol- 30 YAŞ CİVARINDA DAHA ÇOK AİLE OTOMOBİLLERİ TERCİH EDİLİYOR. 40 VE ÜSTÜ YAŞ GRUBUNDA ARANAN OTOMOBİLLERİN FİYATLARINDA İSE BELİRGİN BİR ARTIŞ VAR. madığı ortaya çıkıyor. Her 100 erkekten 93’ü arabayı sosyal ve ekonomik statü olarak görüyor. Her 100 erkekten 87’si arabayı rahatlık ve özgürlük olarak tanımlıyor. Her 100 erkekten 82’si piyangodan bir para çıkması koşuluyla ilk yapacağı alışverişin lüks bir ev, ikincisinin ise lüks bir araba olduğunu belirtiyor. “SEDAN” PRENSİPLİ; “HACBACK” GÜVEN ARAYANLARIN TERCİHİ Öte yandan, dışa dönük ve aile yaşantısına önem veren paylaşımcı kişiler “jip” tercih ederken, daha bencil ve sosyal sınırları dar olan karakterler daha küçük arabaları tercih ediyor. Spor arabalar özgürlüğüne düşkün, genç kalmaya çabalayan kişilerin tercihi iken, lüks ama “ağır, uzun, sedan” arabalar çevreyle daha kontrollü ilişkiler kuran prensipli ve çalışkan kişilerin tercihi oluyor. Büyük lüks sedan arabalar, statü ve konumu gösterdiği için çoğu zaman şoför tarafından kullanılıyor, ama lüks hacback arabalarda şoför kullanılmazken bu tarz arabaları kendi işini kendisi yapmayı seven kendisiyle barışık sosyal kişiler kullanıyor. Hacback arabalarda özellikle lüks olan seriler, güven ve kontrol hissini farklı olma ve fark edilme güdüsünü tatmin ediyor. Station ve lüks minibüsler ise aileye düşkün kişilerin tercihleri arasında yer alıyor. Lüks arabalar aynı zamanda kaporta ve iç güvenlik sistemleri açısından da zengin olduğu için güven ve kontrol hissini yaşatıyor. YAŞA GÖRE OTOMOBİL SEÇİMİ Erkeklerin yaş gruplarına göre aramaları incelediğimizde, ikinci el araba arayan erkeklerin yaşlarına göre tercihleri erken dönemlerde spor modellerle başlayıp, rahatlığa ve konfora doğru ilerlediğini görüyoruz. 30 yaş civarında daha çok aile otomobilleri tercih ediliyor. 40 ve üstü yaş grubunda aranan otomobillerin fiyatlarında ise belirgin bir artış var, bu yaş grubundaki kişilerin %50’si 40.000 TL ve üzeri arabaları aratıyorlar. Yaş 20: Spor Otomobiller İkinci el araba arayan 18-24 yaş arasındaki erkekler, ikinci el otomobil ararken daha çok spor modellere yöneliyorlar. Bu yaş grubunda arama yapan genç erkekler, %74 lük bir oranla 20.000 TL27.000 TL aralığını tercih ediyorlar. Yaş 30: Aile otomobilleri 25-34 yaş grubundaki erkekler biraz daha gerçekçi davranıyorlar. Bu grupta- ki erkekler daha çok aile otomobillerine yöneliyorlar. En çok tercih edilen fiyat aralığı ise 28.000TL -38.000 TL arasında. 30 yaş civarındaki erkekler, evlilikle birlikte hayallerinden vazgeçtikleri ve daha makul tercihlere yöneliyorlar. Yaş 40: En önemlisi konfor 35-44 yaş grubunda en dikkat çeken durum, aracın ekstra özelliklerinin ve konforun önem kazanıyor olması. Bu yaş grubu erkekler aramalarda arabanın marka ve modelin yanında ortalama 6 ile 7 arasında ekstra özellik aratıyor. Fiyatlar 45.000 TL-75.000 TL arasında seyrediyor. Yaş 50: Hem geniş, hem lüks, hem de uygun fiyatlı 45-54 yaş aralığındaki erkeklerin arama tercihleri belirgin şekilde lüks otomobillerden yana. Özellikle geniş hacimli araçlara ilgi bu yaş grubunda daha yoğun. Bu yaş grubu erkeklerin tercih ettiği fiyat ise 48.000 TL-50.000 TL arası. SİYAH RENK GİZEMLİ; BEYAZ RENK DUYGUSAL Arabalar, renkleriyle de sürücülerinin kişilikleriyle ilgili ipucu veriyor. Beyaz renk daha duygusal, ailesine önem veren, kurallara özellikle toplumsal kurallara dikkat eden kendisiyle barışık ilgi ve saygı bekleyen kişilerin tercihi olurken; siyah renk kısmen muhalif, kendiyle çok barışık olmayan, kendini çok fazla açmayan kişilerin tercih ettiği renk olarak dikkati çekiyor. Siyah renk, aynı zamanda benlik sınırları çok açık olmayan, gizemi seven ama bir o kadar da karizmatik kişilerin tercihi olabiliyor. Bu nedenle tüm dünyada askeri ve sivil bürokraside makam araçlarının rengi siyah tercih ediliyor. 49 G ELIDONYA FENERI AKDENİZ’İN BEKÇİSİ; 227 METRE RAKIMDAKİ TÜRKİYE’NİN EN YÜKSEK DENİZ FENERİ UNVANINI BULUNDURAN GELİDONYA FENERİ ADETA AKDENİZ’İN BEKÇİLİĞİNİ YAPIYOR. BEŞ ADALAR OLARAK ADLANDIRILAN BU ADALARDAN İKİSİ KAYALIKLARDAN OLUŞUYOR. BU KAYALARIN ARASINDAKİ DERİNLİKLERDE SU KUŞLARI, FOKLAR, ORFOZLAR GİBİ ÇEŞİTLİ DENİZ CANLILARI BULUNURKEN, AYRICA MİLAT ÖNCESİ ÇEŞİTLİ KALINTILARI DA BARINDIRIYOR. DENİZ KUVVETLERİ TARAFINDAN ASKERİ TATBİKATLARA EV SAHİPLİĞİ YAPTIĞI İÇİN AYNI ZAMANDA BU ADALAR ATIŞ ADASI YA DA ATEŞ ADASI OLARAK İSİMLENDİRİLMİŞ. 50 Bir diğer kayalık, Suluada. Gelidonya Burnu’nun kuzey doğusunda, Ateş Adası’nın altında yer altındaki Suluada antik çağdan beri efsanelere gebe. Ancak ortasında bir tatlı su kaynağı barındırmasıyla hayret veren bu küçük ada, efsanelerini hak ediyor. Antik çağlardaki adı Krambusa… Suluada’da yaz-kış soğuk bir su çıkar. Halk arasında bu suyun şifalı olduğu, böbrek taşı düşürme ve kum dökmelere iyi geldiği kabul ediliyor. Beş adalar’ın diğerleri gibi yerleşim kurulamayacak kadar küçük olsa da, Suluada’da çağlar boyunca denizciler, su ikmallerini sağlamış. Adalar ve çevresinde, doğudaki Antalya Körfezi’nden ve batıdaki Finike Körfezi’nden gelen akıntılar birbiriyle çarpışır. Şiddetli anafor içeren sularda, antik dönemde birçok gemi-tekne batmıştır. Fırtınalı havalarda bu kayalıklar ve adalar pek çok gemiyi kendine çekmiştir. Bu anaforun çekim gücü bizi tarih öncesi çağlardan bir kalıntıya götürür. Tunç devri’nden, MÖ 1300 yıllarından bir Fenike gemisinin batığı hala bu sularda duruyor. Batık tam olarak Antalya Körfezi’nin batı ucunda bulunuyor. Gelidonya Batığı, günümüzdeki adıyla Taşlık Burnu’nun yakınında seyrederken kayalara çarparak batan bir yük gemisine ait. Batık, yaklaşık 30 metre derinlikte. Bu batığın izlerini sürerken yolumuz Bodrum’a düşüyor. Batıktan çıkarılan eserlerin Bodrum Su Altı Arkeoloji Müzesi’nde sergilendiğini öğreniyoruz. Bu müze hiç şüphe yok ki, Bodrum’un ve Muğla’nın olduğu kadar, ülkemizin en önemli tarihi ve kültürel zenginliklerinden birisidir. Sünger avcısı Kaptan Kemal Aras tarafından, 1958 yılında bu gemi bulunana kadar, gemi ve içinde bulunan yük hep denizin dibinde kalmıştı. 1961-1964 yılları arasında, Pensilvanya Üniversitesinden Prof. Dr. George F.Bass başkanlığında, Türk ve Amerikalı uzmanlardan oluşan bir ekip, Bakanlığın izniyle, geminin araştırmasını ve kazısını yapmıştı. Bodrum Su altı Arkeoloji Müzesi’nin uzun yıllar müdürlüğünü yapmış olan Arkeolog T. Oğuz Alpözen de bu ekibin bir üyesiydi. Oğuz Bey bizi randevu talebimizi geri çevirmiyor. Bodrum’da kendisinin kurduğu Sanat Evi’nde buluşuyoruz. Kendisine Gelidonya Batığı’nın hikâyesini soruyoruz. “Antik çağ gemicilerinin pusulaları yok, yelkenle hareket ediyorlar, kutup yıldızına bakıyorlar ama geceleri hareket etmemeye çalışıyorlar. Gündüzleri rüzgâr gücüyle hareket ediyorlar ve kıyıdan ayrılmıyorlar. Kıyıdan ayrılmamak demek, topuk yapan yani suyun altında görülmeyen kayalara çarpma riskini meydana getiriyor ve Gelidonya Burnu, Beş Adalar mevkiinde iki ada arasından geçerken sivri bir kayaya çarpıyorlar ve 30 metre derine gömülüyorlar. Gömüldükleri yerde bir kayanın üzeri bir kısmı yuvarlanıp biraz daha derine gidiyor. Aradan yüzyıllar geçiyor, 1954-1957 yılları arasında bir Türk sünger avcısı olan kaptan Kemal Aras, deniz tabanına formayla dalıyor ve birçok batığı belleğin- 51 KAZI SONUCU ORTAYA ÇIKARTILAN ESERLER, 30 YILI AŞKIN BİR SÜRE BODRUM KALESİ İÇİNDE DİKKATLE, MUHAFAZA ALTINDA TUTULARAK ÖZENLE KORUNDU. de tutuyor. Bunlardan bir tanesi de Gelidonya Burnu Batığı. Finike yakınlarında Beş Adalar mevkiinde suyun altında bakır külçeler gördüğünü söylüyor. Söylediği kişi de 1958 yılında süngercilerle ilgili bir yazı dizisi hazırlamak için gelen Peter Trockmorton. Peter Trockmorton da kendisi dalıp bunları görüyor ve metal bisküvilerin aslında bakır külçeler olduğunu anlayıp, direk olarak Pensilvanya Üniversitesi’ne başvuruda bulunuyor. Çünkü biliyor ki Pensilvanya Üniversitesi’nin Ankara yakınlarındaki Gordion’da normal bir kara kazısı var. Kazı başkanı master öğrencisi olan George F.Bass’a diyor ki “Dalmayı öğren ve git bu işi gerçekleştir”. George F.Bass 1 yıl boyunca dalma eğitimi alıp gerekli parayı, ekipmanı ve ekibi topladıktan sonra 1960 yılında Türkiye’ye geliyor. Gerekli izinlerden sonra ilk kez olarak 1960 yılında Gelidonya Burnu batığıyla sualtı arkeolojisinin başlamasına sebep oluyor.” Sualtı arkeolojisi derken daha önce de insanlar dalıyorlardı fakat tamamıyla bilimsel olmayan şekilde eseri suyun altından çıkartıp, su üstüne getiriyorlardı ve arkeologlar gerekli incelemeleri yapıyorlardı ama ilk olarak bilimsel anlamda aynen kara kazısına uygulanan teknikleri George F. Bass ilk kez su altında 1960 yılında Gelidonya Burnu Batığı’nda uyguladı. Ve böylece de yeni bir bilim dalı oluşmuş oldu. 1961 yılında Turgut Reis Yassı Ada’da 4.yüzyıl ve 7. yüzyıl batıkları kazısında artık çıkardığı eserleri bir şekilde depolama veya sergileme ihtiyacı doğuyor. O dönemde Kültür 52 Bakanlığı olmadığı için Ankara’da Milli Eğitim Bakanlığı’na gidiyor ve Milli Eğitim Bakanlığı’na başvuruda bulunuyor. Diyor ki “Bodrum’da bir kale var, biraz yıkılmış durumda ama orayı müze haline getirmeye ne dersiniz?”. Milli Eğitim Bakanlığı diyor ki “Yeterli ödeneğimiz yok” ve George F.Bass da bunun üzerine diyor ki “Projeden kalmış çok az bir miktar param var. Eğer izin verirseniz gerekli olan kapı, pencere, vitrin gibi ihtiyaçları ben sağlayabilirim”. Kabul ediyorlar ve bu şekilde George F. Bass kendi cebindeki parayla gerekli olan vitrinleri, kapı, pencere, demir parmaklıkları yaptırarak buranın müze olmasına sebep oluyor ve Milli Eğitim Bakanlığı da ilk müze müdürünü atadıktan sonra 1964 yılında Bodrum Müzesi kurulmuş oluyor.” Kazı sonucu ortaya çıkartılan eserler, 30 yılı aşkın bir süre Bodrum Kalesi içinde dikkatle, muhafaza altında tutularak özenle korundu. Dünya Müzeciliği’nde ilk kez gemi ve batık gemi, bir arada Bodrum Müzesi içindeki özel bölümünde sergilenmeye başlandı. Yılda 3 milyondan fazlası yabancı olmak üzere, toplam 7 milyondan fazla turiste ev sahipliği yapan Muğla ve yöresi, özellikle Bodrum’a gelen yerli ve yabancı turistlerin en önemli uğrak yerlerinden ve ziyaret ettikleri yerlerden birisidir. Bodrum Kalesi ve Bodrum Su Altı Arkeoloji Müzesi de, Bodrum’a gelenlerin ziyaret ettikleri yerlerin başında yer alıyor. Çünkü Bodrum Su Altı Arkeoloji Müzesi, ülkemizin tek su altı arkeolojik müzesi olduğu gibi, Dünya genelindeki 6 mü- zeden de birisidir. Şimdiki durağımız ise Bodrum Kalesi. Oğuz Bey’e teşekkür ederek ayrılıyoruz. Bodrum Kalesi’nde bizi Gürşans Uzala karşılıyor. Kısa bir gezintinin ardından Gelidonya Batığı’nın buluntularının bulunduğu salona geliyoruz. Gürşans Hanım’a buluntuların neler olduğunu soruyoruz. “Buluntular arasında mürettebata ait eşyaların yanı sıra ticaret gemisi ve ticari mallarda taşıyor gemi. Mürettebatın kişisel malları geminin kıç kısmına yüklenmiş. Burada 1 ustura ve ayna, bilezikler, terazi ağırlıkları, taştan yapılmış mühürler bulundu. Mühürler çok önemli. Bir tanesi tüccara ait olduğunu düşündüğümüz silindir mühür. Geminin battığı yıllardan çok önce yapılmış, atadan kalma bir mühür olduğunu düşünüyoruz. Babadan oğula geçmiş belki de. Gemi batmamış olsaydı kaptanın oğulları da bu mühürü kullanacaktı. Skarebe şeklinde yapılmış mühürler de bulundu. Bu skarebelerin şans getirdiğine inanılmakta. Aşık kemikleri, alet edevatlar ve tamir araçları da var. Aşık kemikleri kehanet için ve mürettebatın boş vakitlerinde oyun oynaması için de taşınmış olabilir. Geminin ana yükü kulaklı bisküvi şeklinde tanımladığımız bakır külçeler. Bunlar hammadde, Kıbrıs kökenliler. Bakırı, kalayla karıştırarak tunç alet yapımında kullanılıyor bu hammaddeler. Daha sonra bu batıktan hurda şeklinde aletler de çıktı. Bunların ikinci kullanım olacak eritip tekrar alet yapılmak üzere taşınmış olduğunu düşünüyoruz. Miken kabı elde edildi. Miken kabın ve yükünü, yük gemiye zarar vermemesi için aralarına çalılar konularak taşındığını düşünüyoruz. Batıkta bulunan bu çalılara uygulanan karbon 14 yöntemiyle batığın milattan önce 1200’lere ait olduğu tespit edildi. Dönemi için önemli bir ticaret gemisi olduğunu düşünmekteyiz.” İlk su altı kazısından 50 yıl sonra 2010’da yine George F.Bass başkanlığındaki bir ekiple tekrar bir dalış gerçekleştirildi. Kazı sırasında yine birçok eser günışığına çıkarıldı. Bu eserleri günışığına çıkaran ise bir enstitü; Bodrum Sualtı Arkeoloji Enstitüsü. Enstitünün amacı, sualtı kazılarını gerçekleştirmek, bütün restorasyon, konservasyon çalışmalarını yapmak ve bilimsel yayını hazırlamak. Bu işlemler bittikten sonra bütün eserler Kültür Bakanlığı’nın izni ve denetimiyle birlikte Bodrum Müzesi’ne teslim ediliyor. Enstitünün müdürü Tuba Ekmekçi’ye 2010 yılında yapılan sualtı kazısını soruyoruz. “1960 yılında hepimizin de tahmin edebileceği gibi teknik imkânlar, ekipmanlar belirli bir derecedeydi. Ona rağmen çok güzel bir iş başarıldı. Fakat 50 yıl sonra, 50. Yıl kutlaması da olması açısından Gelidonya’ya geri dönüş planlandı. Çıkarılması unutulan veya o günkü aletlerle bulunamayan eserler olabilir diye tam 50 yıl sonra 1960 yılındaki ekipten hayatta kalan 4 kişiyle birlikte, George F. Bass başkanlığında yeni bir kazı gerçekleştirildi. Kazıda bronz eserler, birkaç hematit terazi ağırlığı, bakır külçe parçaları, bıçak ve kamalar bulundu. 50 yıl önce sınırlı olan ekipmanlarıyla aslında çok güzel iş çıkarmışlar. O yüzen çok fazla bir şey bulmadık. Ama aslında bu bir vefa gibiydi, 50 yıl sonra ekibin oraya dönmüş olması, hatıraların anıların tekrar canlanması açısından bizim için çok gurur verici ve çok hoş duygusal bir kazı projesiydi. Gemi çok kayalık bir arazide battığı için geminin ahşapları bulunamamıştı o dönemde. 1960 yılında da bulunamamıştı. Çünkü malum bizim Akdeniz ve Ege’de kurt olayı var. Bu kurt cinsi, ahşabı ve organik malzemeyi yiyor. O yüzden eğer üzerinde çalışma yaptığımız batık kumlu bir arazide değil de kayalık bir arazide battıysa maalesef geminin ahşabını ele geçiremiyoruz. Ama eğer kumlu üzeri kapandıysa, kum çok güzel bir koruma sağlıyor. Bu şekilde gemiye ait olan gövde parçalarını ele geçirebiliyoruz ancak Gelidonya’da maalesef bulamadık. Rotamızı Bodrum’dan Antalya’ya çeviriyoruz. Gözlerimizi beş adalar manzarasından alıyor ve doğayla efsanelerin kompozisyonu haline gelmiş Gelidonya Feneri’nden aşağı bakıyoruz... Beş adalar manzarası en güzel fenerden görünür. Taşlık Burnu’nun ucunda duran Gelidonya Feneri adaları kollar ve bu doğa harikasını gözler önüne serer. Bölgeyi ziyaret eden gezginler ve turistler en güzel kareleri fotoğraflamak için Gelidonya Deniz Feneri’ne çıkarlar. Bilindiği üzere, insan, bütün icatlarını doğa olaylarının teşvikiyle geliştirmiştir. Medeniyetler tarihi doğal nedenlerle başlamış, medeniyet timsali eserler doğal nedenlerden ortaya çıkmıştır. Bu 227 metre rakımdaki feneri yaptıran doğal neden, Gelidonya Burnu’nda suya battığı görülen talihsiz leyleklerdir... Efsaneyi meşhur Halikarnas Balıkçısı’ndan öğreniyoruz ; “Hey Koca Yurt” 53 DENİZ FENERİNE ÇIKIP GELİDONYA ADALARI’NIN BÜYÜLEYİCİ MANZARASINI GÖRMEK İÇİN KAT EDİLEN YOL DA EN AZ BUNLAR KADAR ETKİLEYİCİ. adlı kitabında Gelidonya Feneri’nden, Ali Kaptan’dan ve leyleklerden bahsediyor. Gelidonya sözcüğünün aslının “Kaledonya” olduğunu yazıyor Halikarnas Balıkçısı. Kaledonya, Likya dilinde “Kırlangıç” demek. Kırlangıç ağırlıklı göçmen kuşlar, Mısır’a doğru yolculuk ederken, burada dinlenirlermiş. Leylekler de aynı şeyi yaparlar; ama “Gelidonya Adaları”nı geceleri göremezler ve denize düşüp boğulurlar. “Ali Kaptan” adlı bir denizci, leylekler görüp konsun diye adalara fener yerleştirmek ister. Fenerin inşası, 1934 yılında Antalya’nın Kumluca ilçesi taşlık burnunda tarihi Likya yolu üzerinde başlar. 1936’da tamamlanır. Gelidonya Feneri adaçayı çalılarının, kızılçamların ve zeytin ağaçlarının bulunduğu bir düzlükte kurulu. Bunlar, iklimsel olarak bir araya gelmesi ilginç bitkiler. 9 metre kule yüksekliği olan fener “Ulusal miras” olarak Kıyı Emniyeti ve Gemi Kurtarma İşletmeleri Genel Müdürlüğü’nce koruma altında tutuluyor. İlk zamanlarda fener gaz yağı ile çalışıyormuş. O zamanlar feneri mecburen beklemek gerekiyormuş. Gece alevlenirmiş, tıkanırmış fener. Temizlenmesi gerekirmiş. Daha sonra tüp gaz sistemine geçilmiş. 2000 yılının ardından güneş enerji sistemine geçilmiş. Güneş enerjili aküler kullanılıyor. Gündüz güneşle şarj oluyor, akşamda bu enerji kullanılıyor. Fener geceleri fotoselli sistemle yol gösteriyor denizcilere. Fenerden bakıldığında, adaların bulunduğu yerin karşı noktasında, uç kısımda küçük bir fenerin varlığı dikkatleri çekiyor. Yardımcı olarak yapılan fener, asıl büyük olanın işlevini kolaylaştırıyor. İkisi arasındaki engebeli arazide kızılçamın yanı sıra zeytin ağaçları var. Bi- 54 lindiği gibi zeytin, Atina şehrinin koruyuculuğu için Poseidon’la yarışmaya giren, Poseidon’un sunduğu ata veya tuz gölüne karşılık zeytini ortaya koyan Athena’nın yarışmayı kazanmasına neden olan meyve ağacıdır. Meyvesinin yanı sıra yağından ve odunundan istifade edildiğinden antik çağın kutsal ağaçlarından sayılıyor. En büyük zeytin ağaçlarından birinin altında, 2004 yılında güneş tutulmasını izlemeye gelen turistler tarafından bir çardak kurulmuş. Buraya gelenler bu çardakta, zeytin ağaçlarının ve mitolojik hikâyelerinin altında dinleniyor. Tarihi çağlardan bu yana kendisinde bırakılan her izi koruyan yöre, adeta mistik bir alandır. Fenere dozerle açılmış toprak yoldan gidip gelinir. Bu yol üzerindeki açıklıkta güneşin hem doğuşu ve hem de batışı izlenebilir. Rüzgârın sesi geceleri büyük bir uğultuyla gürler, bu korkutucu olduğu kadar büyüleyicidir de. Bu uğultuların aslında rüzgâra değil, kayıp denizcilerin fısıldaşmalarına ait olduğu da yörenin yine bir başka efsanesidir. Gecenin manzarası ve gündüz dinlediğiniz gemi batığı hikâyesi, gerçek olmadığını bilseniz de, bu uğultunun denizcilere ait olduğunu düşünmenize sebep olabilir... Gece yarısı fenerin etrafında dolananlar, fener lambasının hiç sönmediğini kendi etrafında döndüğünü görüp şaşırır, yıldızlar ve yakamozlu deniz de Gelidonya’yı hiç terk etmez, bu lambaya eşlik ederler... Bölge Akdeniz ve kent Antalya olunca bir tabiat harikasını görmek için uzun yollar kat etmeye gerek yok. Deniz fenerine çıkıp Gelidonya Adaları’nın büyüleyici manzarasını görmek için kat edilen yol da en az bunlar kadar etkileyici. Şimdi fenerin gerisine bakıyoruz, Akdeniz’den Gelidonya Burnu’na, yani Beş Adalar’a kadar uzanan yola... Antalya’nın en güneyine, Gelidonya Yarımadası’na Likya Yolu’nun üzerindeki bir parkurdan yürünür. Bu parkurda, Markiz Dağı’nın Akdeniz’e bakan etekleri boyunca ilerlenir. Yamaç patikadan Beş Adalar’dan Suluada manzarası görülebilir. Heyelandan oluşmuş olan, çarşaklı bir bölge başlıyor. Çarşak, döküntü kaya taşları ve çakıllardan oluşan değişik boydaki taş yığınlarıdır. Çarşaklarla birlikte doğal bir işaretleşme olan baba çalışmalarına da rastlanır. Baba, yolun nereden geçtiğini göstermek için, taşların üst üste konulması ile oluşturulan işaretleme türüdür. Güneş ve kayalardan yansıyan ışıklar yürüyüşçüleri yoruyor. Ama burası doğal bir bölge, çok geçmeden ağaçlık alanlar başlıyor. Çam iğneleri ile dolu, dimdik ve kaygan bir yol bir başka yamaç patikayla devam ediyor. Kâh yamaç patikasında, kâh daha içerideki orman altı patikalarında yürürken, iki yanına adaçayı dizilmiş yollar başlıyor. Yürüdükçe ve adaçaylarına çarptıkça, etrafı müthiş bir koku sarıyor... Likya Yolu’ndan Gelidonya Yarımadası’na kadar uzanan Akdeniz harikası yolda havayı adaçayı kokusu ve kırmızı gövdeli ve şeffaf kanatlı yusufçuklar kaplar. Gelidonya, Akdeniz’den gelen serin rüzgârların yüzünüze vurduğu, çam ağaçları ve adaçayı kokuları arasında zamanın durduğu bir yer. Denizin sesi… Kuşların sesi… Likya yolu ve gelidonya batığının mitolojik hikâyesi… Doğanın ve Antik Likya’nın gizemini merak ediyorsanız Gelidonya Feneri sizi bekliyor. 55 , EN M T İ Ğ U, E İ… C İ T E YÖN L I Ç A D E Ü S C OYUN DE PERDE M A C IR M DE, HE DA YILLARD A, NESİN N H AT U A Y M S R O ÇİL, HA LATFO İYATR A P T D K E M U Ü E L D S AR A ÇI. ÇİL, H UMLU AMAL L SANAT K I R SÜEDA OSYAL SOR İ Ç B YAN MİMİ A ES I KORU NE DAİR SA HEM D N I Ğ I L I İ AZ DİS MÜTEV INA VE KEN M A İŞ YAŞ DU. BULUN 56 EN BÜYÜ K TUTKU M: YAŞAM EN BÜYÜ AK K K O R EN BÜYÜ KUM: YA LNIZLIK K HAYAL İM: KİTAP EN TAHA YAZMAK M M Ü L EDEMED EN İYİ A İ Ğ LIŞKANL IĞIM: ERK İM: YALAN EN UYAN MAK AileDostu: Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü’nü kazanmanızla birlikte sanat hayatına adım attınız. Peki, konservatuar öncesi döneminizden biraz bahseder misiniz? Nasıl bir çocuktu Süeda Çil. Tiyatroya olan ilgisini ve becerisini nasıl keşfetti? Süeda Çil: Sahne tozunu ilkokul 5’inci sınıfta yuttum ben galiba. O günlerde “Nasreddin Hoca ve Karısı” isimli bir piyes hazırlıyorduk. Ben de adını hiç unutmam “Kenan Berk” isimli arkadaşımla karşılıklı oynuyordum. O, Nasreddin Hoca, ben de karısı… Sahneden indiğimde mikrobu kapmıştım. Sonra öğretmen olma isteğim tiyatrocu olma isteğimi geçti. Ama ne zamanki Şehir Tiyatroları’nda “Katherina Blum’un Çiğnenen Onuru” isimli oyununu seyrettim; o zaman hastalık nüksetti. Fatih Reşat Nuri Sahnesi’nde sahneleniyordu oyun. Oyun bitip evimize döndüğümüz sırada yol boyunca “tiyatrocu olmak istiyorum” diye ağladığımı hatırlıyorum. Sene 1985-86 galiba. Lise birinci sınıfta olmalıyım. O son oldu zaten. O günden itibaren tek hedefim konservatuardı artık. 3 yıl arka arkaya sınavlara girdim. Üçüncü yılın sonunda kazandım. Geç oldu ama temiz oldu. A.D.: Özellikle sanatsal çalışmalarda ailenin ve çevrenin destek vermesi oldukça önemli bir faktördür. Asker kızı olmanız nedeniyle de biraz daha otoriter bir ortamda büyüdüğünüzü tahmin ediyoruz. Siz bu mesleği seçerken aileniz destek oldu mu size? Ya da çoğu sanatçı gibi aileye karşı mücadele verdiniz mi? S.Ç.: Ben çok şanslı bir çocuktum. Ailem sonuna kadar destek olmuştur. Ama gece yarılarına kadar süren provalar sonunda eve geldiğimde annemden az terlik yemedim tabii. A.D.: Sanat dünyasında popüler olmanın yolu yapılan başarılı çalışmaların yanında biraz da sansasyonel ilişkilerle gündemde kalarak sağlanıyor maalesef. İlk evliliğinizi de düşünerek elinizde bu imkân olmasına rağmen siz hiçbir zaman bu yolu seçme- diniz. Geriye baktığınızda sizce neler kaybettiniz neler kazandınız? S.Ç.: Ailemin öğrenim hayatım boyunca bana verdiği desteğin boşa gitmemesi gerekirdi. Onlara karşı bir sorumluluğum var. Bizim camiamızda var olmaya başladığım günden beri her adımı bunu düşünerek attım. Evet sansasyonel yaşayan oyuncular olabilir ama bu bir tercih ve yaşam tarzı olsa gerek. Ben böyle yaşamıyorum ve bunu yaşamayı hiç tercih etmiyorum. Bana ne getirip, benden ne götürdüğünü de açıkçası hiç hesaplamadım. Her akşam içim rahat uykuya dalıp her sabah mutlu uyanıyorsam seçtiğim yol benim için doğru demektir. Başkalarına sıradan ve renksiz gelebilir ama başta da söylediğim gibi bu onların düşünce ve yaşam tarzı. Benim yolum benim, onların yolu onların… A.D.: 10 parmağında 10 marifet olan sanatçılardansınız. Oldukça da yoğun bir tempoda çalıştığınızı biliyoruz. Oyunculuk, eğitmenlik, yöneticilik… Yani masanın her iki tarafında da bulunuyorsunuz. Sizce bu başarının sırrı nedir? Hangi alanda iş yaparken daha mutlu oluyorsunuz? S.Ç.: Çocukluğum küçük bir çevrede ve zor koşullarda geçti. Annem, babam çalışıyorlardı. Lise biter bitmez ben de çalışmaya başladım. Tüm öğrenim hayatım boyunca hem okuyup hem de çalıştım. Neredeyse aklınıza gelen her işi yaptım. Çünkü aileme yük olmak istemiyordum, para kazanmam gerekiyordu. Önce iktisat okudum, sonra konservatuar… Bir ara eğitim şirketi açtım. Şirketim sayesinde Özyeğin Üniversitesi Girişimcilik MBA programını bitirdim. Ayrıca öğretmenlik mesleğine ayrı bir sempatim olduğu için kendimi bu alanda da yetiştirmeye karar verip 40 yaşımda yüksek lisansa başladım. Bütün bunlar arka arkaya gelince oyunculuğun dışında bir sürü işten anlar oldum tabii. Başarının sırrı sorusuna cevap mıdır bilmiyorum ama çok çalışmak beni çok işten anlar hale getirdi. Hem yöneticilik, hem eğitmenlik ve hem de oyunculuk yaparken ayrı ayrı hazlar tanıyorum. Hepsinin yeri çok özel. Tüm bu işlere koştururken bazen akşam eve gel- diğimde, şöyle bir düşününce aynı günün sabahında yaptığım işi dün yaptım sanıyorum. En tuhafı bu oluyor. A.D.: “Benzemez Kimse Sana” adlı programda işin mutfak arkasında sanatçı koçluğu yapıyordunuz. Her hafta bir ünlünün bir başka ünlüye benzemesinin ana mimarı sizdiniz. Sanatçıların kaprisleri ise hep konuşulan bir durumdur. Ekranlardan izlediğimiz kadarıyla da çok eğlenceli bir ortamınız vardı. Çalışmalar göründüğü kadar eğlenceli miydi yoksa siz de sanatçı kaprisi çekiyor muydunuz? Çalışma ortamınız nasıldı? En keyifli çalıştığınız isimler kimlerdi? S.Ç.: Benzemez Kimse Sana programı gerçek bir ekip işiydi. Atilla Özdemiroğlu’nu, Derya Ergün’ü, Merih Sualp’i anmadan geçemem. Bu kadar çok izlenen bir program bu profesyonel ekip olmasaydı yapılamazdı. Ben çorbada bir kaşık tuzdum. Eğlenceli kısımları elbette vardı ama genel olarak çalışmalar kan-ter içinde geçiyordu. Ciddi emek harcıyordu herkes. Sanatçı kaprisi demek ne demek bilmiyorum. Hiçbir sanatçı arkadaşımdan böyle bir enerji almadım. İstisnasız herkesle çok keyifli çalıştım. Özellikle erkek sanatçıların kadın kılığına girmeleri veya kadın sanatçıların erkek canlandırmaları yapması inanılmaz eğlenceli olurdu. A.D.: “Kadınları Anlama Kılavuzu” adlı programda birbirinden eğlenceli 3 kadın her bölümde erkeklere kadınlarla ilgili farklı mesajlar veriyorlar. Sizce kadınları anlamak bu kadar zor mu? Kadınları anlamanın en kolay yolu sizce nedir? Erkeklere tavsiyeleriniz nelerdir? S.Ç.: Kadınları anlamanın tek yolu onları sevmektir! Kadınların balmumundan yüreklerine sevgiyle yaklaşan herkes istediği resmi çizebilir. Tüm erkeklere bu konudaki tek tavsiyem; yürekten sevgi vermeleridir. Sevilen ve sevildiğini bilen kadın öyle muazzam bir varlık haline gelir ki ona kimse kayıtsız kalamaz. A.D.: Sizce çalışma sonucunda herkes tiyatro sanatçısı ya da dizi oyun- 57 HAYATI M UTLU YA ŞAMANIN BİRİNCİ F EN ORMÜLÜ; ŞÜKRETM ŞÜKRETT EK. İNSAN İKÇE FAR KINDALIĞ BİR VARL I ARTAN IK. İÇİNDE BULUNDU HER ANA ĞUMUZ , ALDIĞIM IZ HER NE ŞÜKRETM FESE EK. DOĞR USU BEN YAŞAYAN BÖYLE BİRİYİM. cusu olabilir mi? Yeteneğin başarıdaki rolü ne kadardır? Günümüzde genç nesilden başarılı bulduğunuz kadın ve erkek oyunculardan isim verebilir misiniz? S.Ç.: Bence yeterince gayret gösteren herkes oyuncu olabilir. Ama iş bununla bitmez. Aynı zamanda edepli olmak da çok önemli bence. Şu ya da bu şekilde oyunculuğa adım attınız diyelim. Eğer ilk işinizin devamında terbiyeniz, çalışkanlığınız ve iş disiplininiz de devam ederse uzun yıllar bu işte var olursunuz. Aksi takdirde silinir gidersiniz. Bu şekilde unutulan o kadar çok isim var ki! Genç nesilde herkesin çok beğendiği bir oyuncu var mesela. Beren Saat. Ben de çok beğeniyorum izlerken. Hiç çalışma fırsatım olmadı ama onunla çalışan herkesin çalışkanlılığından ve terbiyesinden bahsettiğini biliyorum. Demek ki Beren Saat daha uzun yıllar bizimle olacak. 58 A.D.: Şehir Tiyatroları’nda görev alan bir yönetici gözüyle değerlendirirseniz sizce tiyatro alanında ilerlemek isteyen gençler nasıl bir yol haritası çizmeliler kendilerine? S.Ç.: Kesinlikle ve kesinlikle eğitim almalılar. Televizyon ve kamera oyuncuların bazı hatalarını örtebilir. Bir kez daha bir kez daha çekebilme şansımız vardır. Ama tiyatro seyirci ile nefes nefesedir. Yanlışı veya eksiği kabul etmez. Tiyatro sahnesi, oyuncunun er meydanıdır. Eğitimsiz bir oyuncunun tiyatro sahnesinde var olması düşünülemez bence. A.D.: Sihirli Annem, Dadı, Üzgünüm Leyla, Yılan Hikayesi, Çiçek Taksi, Kaygısızlar gibi hep popüler ve insanı yormayan dizilerde roller aldınız. Şimdi ise sizi “Fatih Harbiye” dizisiyle ekranlarda görüyoruz. Eser 1932 yılında yazılmasına rağmen dizi bugünün İstanbul’unda geçen bir senaryo olarak karşımıza çıktı. Bugünkü hayatta iki kültür, romanın yazıldığı tarihlerdeki kadar kesin çizgilerle ayrılmıyor artık. Aksine birbirlerine giderek daha çok yaklaşıyorlar; yaklaştıkça karşılıklı öfkeler de artıyor. Dizide anlatılmaya çalışılan kültür farklılığını biraz anlatır mısınız? S.Ç.: Dediğiniz gibi Fatih Harbiye romanının yazıldığı tarih 1932. Biz bugün 2013 yılındayız. Aradaki 81 yılda elbette ki çok şey değişti. Ancak öfke konusunda sizinle aynı fikirde değilim. Aksine kültürlerin birbirinin içine girmesinin her iki tarafa da ayrı bir hoşgörü kazandırdığını düşünüyorum. Bugün alışveriş merkezlerindeki kafeteryalarda biri basma etekli diğeri marka etek giymiş iki insanı yan yana masalarda görebiliyoruz. Bu, artık kimseyi şaşırtmıyor. Belki evlerine dönerken basma etekli müşteri otobüse, diğeri özel aracına biniyor ama ertesi gün yine aynı yerde oturup çay/ kahve içiyorlar. Bu Türkiye’nin vizyonunun genişlemesi ile ilgili. Dizide kurgulanan kültür farklılığı ise hikâyenin ilgi çekici olması gerektiği için bu kadar sert. İzlenilir olmak istiyoruz. Uçları gösterdiğinizde izlenme oranınız da ilgi çekici oluyor tabii. A.D.: Siz Fatih Harbiye adlı dizide ‘Zehra’ karakterini canlandırıyorsunuz. Karakterin özelliklerinden bahseder misiniz? Sizinle benzeşen yanları var mı? S.Ç.: Zehra çocuklarına çok düşkün bir anne. Kocası olmadığı için bu düşkünlük zaman zaman aşırıya kaçıyor. İki kız çocuğu yetiştirmiş. Onun zihninde kız çocuğu yetiştirmenin en önemli koşulu namuslu yetişmesi. Ben o dönemde, aynı koşullarda yaşayan bir kadın olsaydım Zehra’ya çok benzerdim herhalde. Onun kadar titizlenirdim çocuklarım konusunda. A.D.: Bir sosyal sorumluluk projesinde Enerji Hanım olarak kadınların karşısına çıktınız ve proje çerçevesinde 20’ye yakın ilde eğitimler verdiniz. Kadınların size karşı tutumu nasıldı? Eğitimler sırasında unutamadığınız bir anınızı bizimle paylaşır mısınız? S.Ç.: Bu ülkenin kadınları kendilerini, birbirlerinin gözünde görüyor bence. Hepimiz aynı coğrafyanın kadınlarıyız. Hepimizin atası, dedesi aynı kaderin ortakları. Bu yüzden onlar beni, ben onları seviyorum. Bu da birbirimize tutumumuzda büyük bir sinerji yaratıyor. Ben, “Enerji Hanım” eğitimleri sırasında gittiğim her şehirde, o şehirde yaşayan kadınlara baktığımda kendimden bir parça buldum. Zaten eğitimlerden önce onlarla aynı dili yakalayabileyim diye muhakkak sohbet ortamı yaratıyordum. Bunu yaratınca eğitimimiz eğitim gibi değil de muhabbet eder gibi oluyordu. Hepimiz güne giden annelerin çocuklarıyız. Günlerde yenen yemeklerden konu açıyorduk. Edirne’de ciğerden, Urfa’da içli köfteden bahsediyorduk. Onları pişirirken enerji tasarrufu yapmayı örneklediğimizde hedefi 12’den vurmuş oluyorduk. Benim için unutulamaz olan en önemli şey kadınların eğitimlere gösterdiği yoğun ilgiydi. Birçok şehirde kapıdan dönen kadınlar oldu, birçok şehirde sahnede adım atacak yer bulamadığım anlar oldu. Eğitimi dinleyen kadınlar sahneye kadar taşmıştı çünkü! A.D.: Geleceğe dair iş hayatındaki planlarınız ve hedefleriniz nelerdir? Paylaşır mısınız? S.Ç.: Uzmanlık alanımla ilgili bir “Konuşma Sanatı” kitabı yazmak istiyorum. İçine hitabet incelikleri ve konuşurken karizma nasıl yaratılır bilgilerinin de serpiştirildiği bir kitap olacak. Yakın planım bu. Uzak planım ise; bu konu ile ilgili ulaşabildiğim kadar çok çocuk ve gence ulaşıp eğitim vermek. Türkçe’nin güzel kullanımı ile ilgili çok hassasım. Ve bu konuda gayret gösterirken kendimi çok iyi hissediyorum. A.D.: Ekranlardan gördüğümüz kadarıyla sizin içinizdeki çocuk hep yanınızda ve hayatı size oldukça mutlu yaşatıyor. Ya da bize böyle yansıyor. Sizce Süeda Çil gerçek hayatta nasıl bir kişi? Sizce hayatı mutlu yaşamanın formülü nedir? S.Ç.: Hayatı mutlu yaşamanın en birinci formülü; şükretmek. İnsan şükrettikçe farkındalığı artan bir varlık. İçinde bulunduğumuz her ana, aldığımız her nefese şükretmek. Doğrusu ben böyle yaşayan biriyim. Ve bu yüzden çok mutluyum. Kendimi darda hissettiğim anlarda 3 yeri getiririm aklıma; mezarlık, hastane, hapishane… “Eğer ben veya sevdiklerimden biri bu 3 yerden bir yerde değilse darda hissedecek bir şey yok!” deyip tekrar mutlu olurum. Bu da beni güler yüzlü yapar. A.D.: Bu gösterişli ve renkli hayatta sizin de yaşadığınız kırgınlıklar, kızgınlıklar, mutsuzluklar olmuştur. Yaşama dair keşkeleriniz var mı? Anlatır mısınız? S.Ç.: Aslında iki konu hakkında içim içimi yiyor. Birincisi, spor yapamıyorum. İkincisi ise İngilizce’yi şakır şakır konuşamıyorum! Biliyorum geç değil, biliyorum şu anda da gidip az olan İngilizce bilgimi çoğaltabilirim ama inanın vakit bulmak o kadar zor ki! Okuyacak o kadar çok kitabım sırada bekliyor ki; ne İn- gilizcemi geliştirmeye ne de yeterince spor yapmaya vakit bulabiliyorum. En fazla hayıflandığım konu bu ikisi. A.D.: Biraz da özel hayata değinelim isterseniz? Siz de bu camiada evlilik de çocuk da olmaz diyenlerden misiniz? Gelecek için böyle planlarınız var mı? S.Ç.: Evlenmeyi istiyorum çünkü yalnız bir ihtiyar olmak istemiyorum ama çocuk için hiç halim yok. Allah olan çocuklarımıza, yeğenlerime ömür versin. Benim dünyaya getirmiş olmam gerekmez. Ben, bana ihtiyaç duyan her çocuğun hem annesi, hem teyzesi, hem halası, hem hocasıyım zaten. A.D.: Süeda Çil’in ev hali nasıldır? Bir gününüzü bizimle paylaşır mısınız? S.Ç.: Sabah çok erken kalkıp mutlaka bir şeyler okurum. Sonra koca bir fincan kahve, sonra gazete keyfi. Kendimi en mutlu hissettiğim anlar sabahın erken saatleridir. Evden çıkmadan bir saat önce ev keyfimi yaparım ki günüm iyi geçsin. Zira evden çıktıktan sonra o koşuşturmaya başka türlü dayanamaz insan. Sahne Yöneticisi olduğum için mutlaka her gün tiyatroya gidiyorum. Çekimim varsa çekime, dersim varsa derse yetişmeye çalışıyorum. Akşam olduğunda muhakkak ya arkadaşlarıma ya da aileme zaman ayırıp, onlarla beraber olup günün yorgunluğunu atıyorum. Bir günüm bir günüme benzemiyor aslında. Bazen aynı gün şehir dışına bile gidip geldiğim oluyor. Bu yüzden rutin bir gün programım yok. Tek rutin şey; sabah erken uyanıp kahve-kitap-gazete keyfi yapmak. Herkesin valizinde vazgeçilmez bir şey vardır. Benim valizimin vazgeçilmezi kahvedir. Allah korusun, otelde bulamam diye muhakkak valizime bir iki poşet kahve atarım, bir de en az iki tane kitap. Röportaj: Ayşe Esra Atlı 59 ONLARLA YAŞAMAK ZORUNDA DEĞİLİZ H HAŞERE VE BÖCEK SORUNLARINIZA KARŞI EV İLAÇLAMA YAPTIRDIKTAN SONRA DİKKAT ETMENİZ GEREKEN BAZI ÖZEL DURUMLAR SÖZ KONUSUDUR. İLAÇLAMA SONRASI GEREKLİ ÖNLEMLERİN ALINABİLMESİ İÇİN GEREKLİ OLAN KRİTERLERİ MUTLAKA FİRMANIZA AYRINTILI OLARAK SORUNUZ. ÇÜNKÜ HER HAŞEREYE KARŞI FARKLI TÜR UYGULAMA YAPILMAKTA, DOĞAL OLARAK EV İLAÇLAMA SONRASI ALINMASI GEREKEN ÖNLEMLER DE EVİMİZ İÇERİSİNDE YAPILAN UYGULAMAYA PARALEL OLARAK DEĞİŞKENLİK GÖSTERMEKTEDİR. GENELDE EVLERDE KOKUSUZ İLAÇLAMA YÖNTEMİ TERCİH EDİLMEKTEDİR. KOKUSUZ İLAÇLAMA YAPILDIKTAN SONRA MUTFAKTAKİ TABAK VE ÇANAKLAR YIKANMALI VE EVLER VEYA İLAÇLANAN YERLER YÜZEYSEL TEMİZLENMELİ. KOKUSUZ İLAÇLAMADA ASLA DİP BUCAK YERLER TEMİZLENMEMELİ ÇÜNKÜ İLAÇLAR ZAMAN İÇİNDE ETKİSİNİ GÖSTERMEKTEDİR. KOKUSUZ İLAÇLAMA YAPILAN ALANLARI KAPATMAYA VEYA TERK ETMEYE GEREK YOKTUR AMA YİNE DE BÖCEK İLAÇLAMA ESNASINDA YARIM SAAT VEYA 1 SAAT İLAÇLANAN ORTAMDA BULUNMAMAK EN GÜZELİDİR. İNSANLAR YAŞADIĞI ALANLARI İSTER İLAÇLATTIRSIN İSTER İLAÇLATMASIN, HER GÜN MUTLAKA BELLİ SAATLERDE HAVALANDIRMALI. KOKUSUZ İLAÇLAR İLE YAPILAN BÖCEK İLAÇLAMA SONRASI MUTLAKA EVLERİMİZİ VE İLAÇLANAN ALANI BELLİ BİR SÜRE HAVALANDIRMADA FAYDA VARDIR. 60 Evlerimiz bizlerin aile bireylerimiz ile bir arada zaman geçirdiğimiz, üzüntü ve mutluluklarımızı paylaştığımız, günün stresinden kaçıp sığındığımız limanlarımızdır. Doğal olarak hiçbirimiz aile bireylerimiz ile bir arada olduğumuz evlerimizi haşereler, kemirgenler ve diğer zararlılarla paylaşmak istemeyiz ve bu yüzden evlerimizi ilaçlatırız. Evde hijyen ve temizliğe önem verilmeli ve çok dikkat edilmelidir. Özellikle yiyeceğin bol olduğu insanların yaşam alanlarında sık sık haşerelerle karşılaşmak mümkündür. Evde böcek, ilk önce mutfak, banyo, lavabo, tuvalet, odaların içlerin- de, duvar diplerinde ve yatak odalarında görülür ve zamanla bütün eve yayılır. Ev içlerine dışkı ve yumurtalarını bırakarak hastalık yayarlar. HAŞERE İLAÇLAMA Ev ve yaşam alanlarına gelen haşereler ile mücadele edip bunlardan kurtulmak gerekir. Ev ilaçlama bilgi ve uzmanlık ister. Çünkü evde bulunan zararlıya göre farklı ilaçlar uygulanır. Her haşere için aynı ilaçlama yöntemini kullanmak doğru değildir ve bu şekilde haşerelerden kurtulmak mümkün olmaz. Ev ilaçlama, işyeri ilaçlama veya apartman ilaçlama yaptıracağınız zaman mutlaka ortamınızda hangi haşere ve zararlı olduğunu belirtmek gerekir. Ev ilaçlamada şuna dikkat etmek gerekir, evlerinizi ilaçlama eğitimi almamış ve yasal olmayan korsan kişilere kesinlikle bırakmamalısınız. Kullanılan yanlış bir ilaç ve yanlış ilaçlama yöntemi sizin için tehlikeli olabilir. Haşere ilaçlama yürüyenden, kanatlılara ve kemirgenlere kadar milyonlarca türü olan zararlılarla mücadele edilmek için yapılan bir işlemdir. Haşerelerin neredeyse tamamının ortak özelliği çok hızlı üremeleridir. Özellikle yumurtlama yöntemi ile üreyen haşere türleri senede birkaç kere yumurtlamakta ve her seferinde yüze yakın yavru meydana getirmektedir. Bu nedenle bu kadar hızlı çoğalan haşereler ile bireysel yöntemlerle başa çıkılması imkânsızdır. Haşereler ile mücadele etmek için en geçerli yöntem haşere ilaçlama yöntemidir. BÖCEK İLAÇLAMA Havaların ısınmasıyla beraber böcekler hızla üremeye başladılar. Evlerinizi böceklerin istilasından koruyabilmek için vakit kaybetmeden ilaçlatmanız yararınıza olacaktır. Yapacağınız küçük harcamalar ile evlerinizin böceklerden ve kemirgenlerden arındırılmış huzurlu yaşam alanları olmalarını sağlayabilirsiniz. Evlerinizi ilaçlatarak, karıncaların yemeklerinize ortak olmasına, tahtakurusu, ağaç kurdu, tahta kurdu gibi haşerelerin mobilyalarınıza zarar vermesine, güve gibi böceklerin elbiselerinizi kullanılamaz hale getirmesine, çatı faresi gibi kemirgenlerin üst kat komşularınız olmasına engel olabilirsiniz. Evde en çok görülen böcekler; hamam böceği, alman hamam böceği, karafatma, oryantal hamam böceği, amerikan hamam böceği, kene, tahta kurusu, pire, bit, karasinek, sivrisinek ve gümüş böceği’dir. Zaman zaman fare ve akrep de görmek mümkün olur. Bu nedenle evde haşere ve böceklere karşı kendinizi korumak için mutlaka ev ilaçlaması yaptırmak gerekir. Böcek ilaçlama işi bilindiği kadar kolay bir iş değildir. Belirli tekniklerle uygulanan bu işlemler sırasında birçok ayrıntıya da dikkat ederek yapılması gereken bir hizmet bütünüdür. Nedir bu ayrıntılar? Birincisi kullanılan ilacın etkisinin ne kadar gideceği, hangi haşere veya kemirgenlere etki edeceği belirlenir. Uygulama alanı dışarıda olabilir. Yağmur, çamur veya dış etkilerle ilaçlar günlük veya saatlik olmaktadır. Bunu bilen ilaç- lama firmaları ona göre ilaçlama işini birkaç seans veya zamanda yaparak dış etkilerden en az şekilde etkilenmesini sağlamaktadırlar. Yine böcek ilaçlama şirketi tarafından yapılacak olan yer bir iç mekânsa bu kez insan dolaşımı ve miktarına bakılarak kokulu veya kokusuz ilaçlama yapılmaktadır. Özellikle bu işlem kamu kurum ve kuruluşlarında yapılmaktadır. Hafta sonlarına getirilen zamanlarda ilaçlama işlemi yapılarak mesai saatlerinde bu işlemler yapılmaz. Sadece Evin İlaçlanması Yeterli Midir? Eğer dairelerde de böcek sorunu yaşanıyorsa bina ortak kullanım alanlarının ilaçlanması ile birlikte daire içleri de ilaçlanabilir. Çoğu zaman binada ortak bir kararın alınması zordur. Bu yüzden yöneticiler dairelerin hepsini ilaçlatma kararı alır ya da sadece isteyen dairelerin ilaçlama yaptırmaları söz konusu olabilir. Örneğin; 20 daireli bir binada hem binanın ortak kullanım alanları ilaçlanacaktır hem de bunun yanında 15 dairenin ilaçlanması gerçekleştirilecektir. Bu hem ilaçlamanın daha sağlıklı ve uzun ömürlü olmasını getirir hem de maddi olarak bina sakinlerini kâra geçirir. BÖCEK İLAÇLAMA İŞİ BİLİNDİĞİ KADAR KOLAY BİR İŞ DEĞİLDİR. BELİRLİ TEKNİKLERLE UYGULANAN BU İŞLEMLER SIRASINDA BİRÇOK AYRINTIYA DA DİKKAT EDEREK YAPILMASI GEREKEN BİR HİZMET BÜTÜNÜDÜR. NE ZAMAN İLAÇLAMA YAPILMALI? Böcek ilaçlama işlemleri özellikle böcek türlerinin yaz ve bahar aylarında meydana gelmeleri ve insan sağlığını tehdit etmeleri sonucu yapılmaktadır. Yaz sıcaklarında özellikle bir çok böcek türü üremeye ve tehlikeli olmaya müsait olduklarından özellikle ilkbahar ve yaz aylarında ilaçlama işlemleri yapılmaktadır. Yapılan ilaçlama işlemleri ile hem insanlar bu aylarda özellikle zehirli böceklerden kurtulmuş olup istedikleri gibi rahat bir yaz ayı geçirmenin tadını çıkarabilirler. Ayda bir, altı ayda bir ya da yılda bir gibi yapılabilen ilaçlama uygulamaları size geçireceğiniz bir yıl boyunca böcek olmadan girebileceğiniz bir ortam hazırlamaktadır. Hazırlayan: Hakan Sığak 61 ALZHEIMER ALZHEİMER HASTALIĞI BEYNİN DÜŞÜNME, HAFIZA VE DİL BÖLÜMLERİNİ ETKİLER. HASTALIĞIN BAŞLANGICI SİNSİDİR VE YIKIM GENELLİKLE YAVAŞTIR. GÜNÜMÜZDE HASTALIĞIN SEBEBİ BİLİNMEMEKTE VE ŞİFASI BULUNMAMAKTADIR. Alzheimer hastalığının adı, 1906 yılında alışılmadık bir akıl hastalığından öldüğü düşünülen bir kadının beyin dokusundaki değişiklikleri betimleyen Dr. Alois Alzheimer’dan gelmektedir. Bu değişiklikler bugün Alzheimer hastalığının karakteristik anormal beyin değişiklikleri olarak bilinmektedir. Alzheimer hastalığı, toplumun bütün gruplarını etkiler ve sosyal sınıf, cinsiyet, etnik grup ya da coğrafi bölge ile bir ilgisi bulunmamaktadır. Ayrıca, Alzheimer hastalığı yaşlılar arasında daha sıklıkla görülmekle birlikte genç insanlar da bu hastalıktan etkilenebilmektedirler. Günümüzde Alzheimer hastalığının sebepleri bilinmemektedir. Ancak, Alzheimer hastalığına sebebiyet vermeyen hususlar bellidir. Alzheimer hastalığı: Damar sertleşmesi yüzünden ortaya çıkmaz Beynin normalden az ya da fazla kullanılması yüzünden ortaya çıkmaz Cinsel yolla bulaşan hastalıklara bağlı değildir Enfeksiyon sonucu oluşmaz 62 Yaşlılık yüzünden oluşmaz, yaşlanma sürecinin doğal bir parçası değildir Alüminyum ya da diğer metallere maruz kalınması yüzünden gelişmez ALZHEİMER HASTALIĞININ DÖNEMLERİ Erken Dönem Erken dönem, profesyoneller, akrabalar ve arkadaşlar tarafından genellikle gözden kaçırılır ve yanlış bir şekilde “yaşlılık” ya da yaşlanmanın normal bir parçası gibi adlandırılır. Hastalığın ilk başlangıcı sinsi olduğu için başladığı kesin tarihi belirlemek zordur. Kişi: Konuşmayla ilgili zorluk çekebilir Önemli hafıza kayıpları -özellikte kısa dönemli- sergileyebilir Zamanı şaşırabilir Tanıdığı yerlerde kaybolabilir Karar vermede güçlükler yaşayabilir İnisiyatif ve motivasyon eksikliği gösterebilir Depresyon ve sinirlilik belirtileri gösterebilir Hobi ve aktivitelerine ilgisini kaybedebilir Orta Dönem Hastalık ilerledikçe, problemler daha belirgin ve kısıtlayıcı olmaya başlar. AH olan kişi günlük yaşamında zorluklar çekebilir ve; Çok unutkan olabilir- özellikle yakın zamanda yaşanmış olayları ve kişilerin isimlerini hatırlamada Kendi basına sorunsuz bir şekilde yaşayamaz hale getir Yemek pişiremez, temizlik ya da alışveriş yapamaz Son derece bağımlı hale gelebilir Giyinme ve kişisel hijyen açısından örneğin; tuvalet, yıkanma gibi yardıma ihtiyaç duyabilir. Giderek artan konuşma zorluğu çeker Dolaşma zorlukları ve diğer davranışsal anormallikleri gösterir Evde ve topluluk içinde kaybolur Halüsinasyonlar olabilir Geç Dönem Bu, tamamen bağımlılık ve hareketsizlik dönemidir. Hafıza sorunları oldukça ciddidir ve hastalığın fiziksel yanı gittikçe göze çarpar hale gelir. Kişi; Yemek yemede zorluklar yaşayabilir. Akrabalarını, arkadaşlarını ve alışıldık nesneleri tanımayabilir. Olayları anlama ve yorumlama güçlüğü çekebilir. Ev çevresinde yolunu bulamayabilir. Yürüme zorluğu çekebilir. Mesane ve bağırsak sorunları yaşayabilir. Toplum içinde uygun olmayan davranışlar gösterebilir. Tekerlekli sandalye ya da yatağa bağımlı hale gelebilir. Bir yakınınıza Alzheimer hastalığı tanısı konmuşsa sizin neler yapabileceklerinizi bilmeniz gerekir. Tıbbi yardım arayın. Alzheimer hastalığının halihazırda tedavisi yoktur. Ancak hastalığın ilerlemesini yavaşlatacak ilaçlar mevcuttur. Hastalığın başlangıç ve orta dönemlerinde kolinesteraz dediğimiz ilaçlar kullanılır. Hastalığın orta ve ileri evrelerinde ise beyinde glumat denilen maddeyi azaltan bir ilacımız, bukolinesteraz inhibitorleri denilen ilaçlarla birlikte verilir. ları acısından dikkatli olun. Kendinize bakmayı da unutmayın. Sevdiğiniz bir varlığa bakarken kendinizi de ihmal etmeyin. Alzheimer hastasına bakanlar arasında, depresyon, anksiyete ve strese bağlı fiziksel hastalık oluşabilir. Kendi doktorunuzla randevularınızı ertelemeyin. Hastalarınızın yanlış konuşmalarını çok sık değiştirmeyin. Bellek kaybı olan hastalar çoğu kez gerçekten olmamış olayları anlatabilir (örneğin yıllarca önce ölmüş olan bir arkadaşı ile yemek yediğini söyleyebilir.) Böyle durumlarda hastanızın düşüncelerini değiştirmeye çalışmayın. Böyle bir yaklaşım onları ve sizi huzursuz edebilir. Bu tarz düzeltmeler sıkıntı ve stres oluşturur. Yapabiliyorsanız onun dünyasında yasayın. Ona inanmış gibi rol yapmak onları mutlu edebilir. İleriye dönük plan yapmak geYAPABİLİYORSANIZ ONUN rekir. Bu plan hem kısa döALZHEİMER DÜNYASINDA YASAYIN. ONA nem ve hem de uzun dönem HASTALARI İNANMIŞ GİBİ ROL YAPMAK ONLARI için yapılması gerekir. Hastalığa hem maddi açıdan hem İÇİN GÜVENLİ MUTLU EDEBİLİR. de duygusal açıdan hazırlıkBİR EV ORTAMI lı olmamız gerekiyor. HastaSAĞLAMA nız için evde güvenli bir ortam Şunu unutmamalısınız. Bir bakıcı olarak, Alzheimer hastanızı ev ortayaratmanız gerekir. Evde hastanıza ilesiz bir kişiye yardım ediyorsunuz, bir mında bakarken çevreyi güvenli bir hale ri evrelerde temizlik açısından, tuvaletihastalığa yardım etmiyorsunuz. Hasta- getirmelisiniz. Kazaları önlemek için ni yapması ve beslenmesi açısından yarnızla ortak hatıralarınızı paylaşmaktan tedbirler almalısınız. dım etmeniz gerekecektir Hastanızı kozevk alın. Alzheimer hastası yeni bilgiruyacak şekilde evde değişiklikler hastaleri öğrenmeyi, onları akılda tutmayı ve Bir bakıcı olarak kendinizi hastanızın nızın tehlikeli olanlara örneğin mutfağa, onları tekrar hatırlamayı başaramayabi- yerine koyun ve olabilecek tehlikeli duilaçlarınızı sakladığınız alanlara, girmesilir. Onunla önceki yıllarda mutlu olduk- rumları değerlendirin. Evde bakım verni engellemeniz gerekecektir. Banyoda ları hatıraları konuşmaya çalışın. menin en önemli yolu, hastaya güvenli, tutunması için barlar gerekebilir. Dış kaemniyetli bir ortam sağlamaktır. pının kilitli kalması gerekebilir. Hastanız ve bir bakıcı olarak siz zaman içinde bir takım değişiklikler yasayacakHastalığın çeşitli dönemlerinde seviSevdiğiniz kişi sık sık kullanılan objelesınız. Bu durum korkutucu olabilir ve len bir kişi tarafından gösterilecek olan rin isimlerini unutabilir. Kınamak bir işe esneklik gerektirir. Alzheimer hastası- davranışlara uyum gösterme gayretinyaramaz. Hastanıza sevgi göstermeniz, na ve kendinize karsı nazik olun. Has- den çok, ev ortamına uyum göstermek duygusal destek vermeniz gerekecekta sizin kim olduğunuzu söyleyemeyebi- çok daha kolay olacaktır. Ev ortamındatir. Hastanızla tartışmamalısınız. Hastalir. En yakın akrabasını veya arkadaşla- ki gerekli değişiklikleri yapma sadece finıza ilginç aktiviteler bulmanız ve anlarını tanımayabilir. Ancak çoğu kez, kal- ziksel yaralanma tehlikesini azaltmayayışlı insanlarla sosyal iletişimi arttırmamış yetenekleri ile duyguların ifade ede- bilir, aynı zamanda hem hasta hem de nız gerekir. Hastanızda davranış ve kibilirler. bakım verenin stresini azaltabilir. şilik değişikliklerinin olabileceğini bilmeniz gerekir. Alzheimer hastası başlangıçUygun sağlık bakımını sağlayın. Hastata kompleks işleri, daha sonraki dönemnızı kendisini yaralamasın diye izleyin. lerde basit işleri yapmada zorlanır. Uyku Hastalıkla açısından gözleyin (örneğin – uyanıklık siklusu değişir. Hastanız bazı enfeksiyonlardan veya deride oluşabilegeceler sizin normal uyku uyumanızı encek yaralardan). İdrar yolu enfeksiyongelleyebilir. 63 Olaylarda sıralama, açıklama, karşılaştırma yaparken ve farklı bir düşünceye geçerken kullandığımız bazı ifadeler aşağıda verilmiştir. Bu ifadeleri bulmacaya yerleştirip şifreyi bulalım. SONRA / AYNISI / FAKAT / ÖRNEĞİN / ÖNCE / VEYA / AMA / GİBİ / YANİ / SONUNDA 2 64 5 8 3 1 4 9 7 10 En çok kazak satan ülke hangisidir? Çok hızlı giden bir tırı kim tek eliyle durdurabilir? (Kazakistan) (Trafik Polisi) Sürahi bardağa ne demiş? (Sen olmazsan ben içimi kime dökerim?) Hangi saatte çay içilmez? Yaşlı bir adamı ayakta tutan tek şey nedir? (Baston) (Duvar saatinde) AYBETTİ. K Ü N SÜ Ü R SÜ N U Y O K Lİ M Vİ SE MUSUN? R LU O I C IM D AR Y A IN AS LM U B 65 E D N İ M E L A R A L N A V HAY M I L A Y I N A T İ ’ FİL BEN KİMİM? Ben, karada yaşayan en büyük memeliyim. Ailemin iki üyesi var; Afrika Fili ve Asya Fili. Aslında ikimizin de atası, beş bin yıl önce soyu tükendiği sanılan Mamut’tur. Asya filleri, ortak atamız mamuta daha çok benzer. Ömrüm de uzundur. Doğada düşmanım az olduğu için 60-70 yıl yaşarım. Vahşi hayvanlar bana saldırmaya cesaret edemez ama Afrika’daki kuraklıklar beni hayatımdan bezdirir. En büyük düşmanım, dişlerimi almak için beni acımasızca vuran ve yaşadığım alanları tahrip eden insandır. YAVRULARIMIZ NASIL BÜYÜR? Biz fillerin hamileliği zor geçer. Anneler yavrularını, dile kolay tam 22 ay, yani iki yıla yakın bir süre karınlarında taşırlar. Her seferinde bir yavru dünyaya getirirler. Bir yavru doğduğunda yaklaşık 100 kilodur. Yavru, bir kaç yıl boyunca annesinin dizinin dibinden ayrılmaz. Bir yavru fil ancak 13-14 yaşına geldiğinde yetişkin olur ve eğer erkekse ailesinden ayrılır. 66 NEREDE YAŞARIZ? Yaşamak için özel bir yer aramam. Beni, Asya ve Afrika’nın sık ormanlarında ve açıklık bölgelerinde görebilirsiniz. AİLE ÜYELERİM KİMLERDİR? Bir fil ailesinde 6 ila 12 fil bulunur. Çevre koşulları ve sosyal ortama göre bu sayı 20’ye çıkabilir. Ailenin reisi yaşlı dişidir. Ailenin üyeleri genellikle reisin kızlarıdır. Erkekler sürekli aileyle kalmaz, kendileri başka gruplar oluşturup gezerler. Aile içinde sorun çıkar veya kuraklık yüzünden aç kalma tehlikesiyle karşılaşırsak, birkaç gruba bölünürüz. DAVRANIŞLARIM NASILDIR? Sevincimizi, üzüntümüzü, korkumuzu, gözlerimizden ve hareketlerimizden anlayabilirsin. Ailemizden biri uzun bir aradan sonra geri döndüğünde sevinç gösterileri yaparız. Aileden birini kaybedersek üzülür, tören bile düzenleriz. Ağlayan bir yavru görünce, hepimiz koşar ilgileniriz. Hafızamız kuvvetlidir. Ailemin yaşlıları, kuraklık zamanında nereye gidilip, nasıl su bulunacağını hiç unutmazlar. DUYULARIMIZ KUVVETLİ MİDİR? Görme duyumuz çok kuvvetli değildir. İnsanlar kadar uzağı göremeyiz, ama koku ve işitme duyularımız çok gelişmiştir. Siz insanların duyamadığı düşük frekanslı sesleri duyarız ve bu seslerle haberleşiriz. Bu sayede kilometrelerce uzaklardaki kardeşlerimize bile tehlikeleri duyurabiliriz. 67 2 resim arasındaki İ S İ R E L BEC E KİTAP A I M I P A Y YRACI 68 5 fark nedir? HAYVAN ŞEKİLLİ KİTAP AYRACI Renkli kartona kedi, köpek, sincap ya da başka bir hayvan resmi çizin ve boyayın. Bu hayvanın ön bacaklarının bulunduğu yerlere resimdeki gibi kesikler açın. İşte ayracınız hazır. Kitap okurken ayracınızı kaldığınız sayfaya aşağıdaki gibi takabilirsiniz. 69 OK (İng. Tamam) neyin kısaltılmasıdır? Bununla ilgili en popüler teori “All Correct”in (her şey yolunda) kasıtlı olarak ’Oll Korreckt’ biçiminde yanlış yazılması ve buradan yapılan kısaltma olduğu yönündedir. OK, gülünç olması için sözcüklerin yanlış yazılmasının moda olduğu 1840’larda Boston gazetelerinde popüler oldu. İnsan ırkının boyu uzuyor mu? Batıda iyi beslenme ve doğal seleksiyon sunucunda ortalama boy giderek uzuyor. Ancak 2.03 metreden uzun kişilerde kalp vücuda yeterince kan pompalayamıyor. Suya alerjik olunur mu? Hayır. Bir maddeye karşı alerji bağışıklık sisteminin bu maddeye antikorlarıyla saldırmasıyla ortaya çıkar. Ancak suya etki eden bir antikor bulunmuyor. 70 Saf oksijen solumak öldürür mü? Oksijen yoğunluğu yüksek hava soluduğunuzda akciğerler bu oksijeni vücuda dağıtamaz. Oksijen akciğerdeki proteine yapışarak merkezi sinir sistemi ve retinaya hasar verir. Neden acıkıyoruz? Açlık hissini insülin, leptin, grelin ve cholecystokinin hormonları kontrol eder. Beyne açlık mesajını yollayan bu hormonların seviyesi kandaki çeşitli besin ve midedeki sindirim sıvılarına bağlıdır. Kötü koku sinekleri neden çekiyor? Kötü koku, çürümenin işaretidir. Bu da sineklerin rahatça üreyebileceği nemli ve yumuşak bir yer bulunduğunu gösterir. Kötü kokular özellikle dişi sinekleri çeker. Kafanın büyüklüğü IQ’yu etkiler mi? Bilim adamları, yetişkinlerde kafanın ya da beynin büyüklüğünün IQ üzerinde hiçbir etkisi olmadığını ortaya koydu. 71 BÜ M AL AHMET ÖZHAN “SON NEBİ” Ahmet Özhan’ın 11 eserden oluşan “SON NEBİ” adlı albümünde, Yunus Emre’den “SENDEN GELİR CEVR-Ü CEFA”, Kelami’den “EY GÖNÜL BAKMA CİHÂNE”, İbrahim Nakşi’den “MAKSADI AŞIKLARIN”, Aziz Mahmud Hüdayi’den “SENDEN MEDED SENDEN MEDED”, Alvarlı Muhammed Lütfi Efendi’den “CAN BULA CANANINI” gibi, Divan Edebiyatı’nın önemli isimlerinin eserleri yer alıyor. Selami Şahin’in ilahi formundaki yeni eseri “BİRLİK OLALIM” ve daha önce Erkan Oğur ve Ruhi Su gibi önemli sanatçılar tarafından seslendirilen, sözü Muhyi’ye müziği ise Hasan Esen’e ait “ZAHİD BİZİ TAN EYLEME” de Ahmet Özhan’ın yorumuyla albümde yer aldı. “SON NEBİ”, Hasan Esen’in müzik direktörlüğünde, müzik dünyamızın usta müzisyenleriyle, Marşandiz stüdyolarında kaydedildi. Albümde, Ahmet Özhan da iki bestesiyle yer almaktadır. SONER ARICA “BAŞKA İKLİMİN ÇİÇEKLERİ” Soner Arıca’nın üç yıl aradan sonra hazırladığı yeni albümü “Başka İklimin Çiçekleri” müzik marketlerde yerini aldı. Albümde iki farklı versiyonu ile yer alan ve çıkış şarkısı olan “Oyalayamam” Soner Arıca imzası taşıyor. 10 şarkıdan oluşan albümde Soner Arıca’nın yanı sıra Sezgin Gezgin ve Evrim Dökme’nin besteleri de var. Düzenlemeler Sezgin Gezgin, Tansen Doğanay ve Erhan Tekyıldız’a ait. 2 farklı cover parçanın yer aldığı albümün sürprizlerinden biri İbrahim Erkal’dan bildiğimiz “Dönemem”. DEV İSİMLER AYNI PROJEDE “ŞARKILARIN SULTANLARI” Osmanlı padişahlarına yazılan methiyeler ve padişahların kendi güftelerinin, dönemin ünlü bestecileri tarafından bestelenmiş eserlerinden oluşan “Şarkıların Sultanları” albümünün tanıtım gecesi Bağlarbaşı Kültür Mekezinde yapıldı. Ahmet Özhan, Mustafa Ceceli, Zara, Melihat Gülses, Umut Akyürek, Ferda Cengiz ve Sinem Özdemir’in sahneye çıkarak albümde seslendirdikleri şarkıları söyleyerek tanıtım gecesine imzalarını attılar. Kültür mirasına arşivlik bir albüm sloganıyla hazırlanan “Şarkıların Sultanları” Osmanlı’nın ilk başkenti Bilecik Belediye Başkanı Selim Yağcı’nın katkılarıyla hayata geçti. “Şarkıların Sultanları” tüm müzik marketlerde satışa çıktı. 72 TEKNOLOJİ SONY XPERİA CEP TELEFONU İON HSDPA Bluetooth: Var Push e-mail desteği: Var 3G: Var Klavye Tipi Dokunmatik GPS: Var Artırılabilir Hafıza: Var EDGE: Var Şebeke Frekansı (MHz): 850 / 900 / 1800 / 1900 Ağırlık : 144 gr Bellek: 1 GB Ram İşletim Sistemi: Android 4.1 Jelly Bean Dijital Kamera: Var Ekran Boyutu: 4,1” Ekran Tipi: TFT Dokunmatik Garanti Süresi(Yıl) 2 Desteklenen Hafıza Kartı: microSD Ekran Çözünürlüğü: 1280 x 720 Piksel Boyutlar (cm): 133,0 x 68,0 x 10,6 mm Hafıza Artıma Kapasitesi: 32 GB’ a Kadar Dokunmatik Ekran: Var İşlemci Hızı: 1,5 GHz Qualcomm Kamera Çözünürlüğü: (Piksel) 12 MP Wi-Fi (Kablosuz Bağlantı): Var Bellek: 16 GB EVEREST EVERPAD TABLET SC714 İŞLEMCİ: ARM Cortex RK2926 1.2 Ghz İŞLEMCİ TÜRÜ: ARM CORTEX RAM: 1 GB DDR3 RAM SABİT DİSK: 8 GB Dahili Hafıza İŞLETİM SİSTEMİ: Android 4.1 (Jelly Bean) EKRAN BOYUTU: 7” dokunmatik kapasitif ekran EKRAN ÇÖZÜNÜRLÜĞÜ: 800 X 480 WEBCAM: Var WIRELESS LAN: Var KULAKLIK ÇIKIŞI: Var USB (2.0) TEFAL ÜTÜ SUPERGLISS FV-3820 2100W Güç 30g/min Sürekli buhar 95g/min Şok buhar Ultragliss Taban Dikey ütüleme Sprey Teknoloji Reyonlarında... 50 TL VE ÜZERİ ALIŞVERİŞLERE KREDİ KARTINA 10 TAKSİT 73 ER Kİ L DA ZY ON Vİ KARAYEL / POYRAZ Yönetmen: Levent İnanır Tür : Dram, Komedi Oyuncular: Yüksel Arıcı, Numan Çakır, Hikmet Karagöz, Yıldırım Beyazıt, Soner Arıca Senaryo : Levent İnanır, Yıldırım Bayazıt Film, İstanbul’dan Karadeniz Bölgesi’ne gelen farklı ideolojideki gençlerin yaşamını konu alıyor. Üniversite yıllarında kurulmuş bir müzik grubundaki kardeş kadar yakın arkadaşların bir süre sonra “ideal müzik mi?”, “piyasa müziği mi” derken yaşadıkları fikir ayrılığı nedeniyle dağılmaları ve sonrasında da çok yakın dostlarının ölüm savaşı vermek zorunda kalmasıyla birleşmelerini anlatılıyor. BENİMLE OYNAR MISIN? Tür : Dram, Komedi Yönetmen: Aydın Bulut Oyuncular: Ertan Saban, Arif Erkin, Eyşan Özhim, Necip Memili Senaryo : Eyşan Özhim, Aydın Bulut Talihsiz bir olay sonrasında ceza alarak hapishaneye gönderilen Sibel, sekiz yıllık mahkûmiyetin ardından özgürlüğüne kavuşur. İlk işi ise bu süreçte yetimhanede barınan kızı Rüya’ya tekrar kavuşmaktadır. Kızını yanına alıp doğduğu günden bu yana yaşadığı Beşiktaş semtinden taşınacak olan Sibel, Antalya’ya taşınmayı planlamaktadır. Ne var ki Rüya’nın bu güzel semti bırakmaya niyeti yoktur. Zira Rüya annesinin yokluğunda Beşiktaş’a sımsıkı sarılmış ve büyüdüğünde Beşiktaş’ta futbol oynayan bir oyuncu olmanın hayallerini kurar olmuştur. Bu nedenle annesiyle başka bir şehre taşınmayı istemeyen Rüya’nın acil olarak yapması gereken daha önemli bir iş vardır: Annesinin hapse düşmesine neden olan babasını bulmak... MERYEM Tür : Dram, Romantik Süre : 100 Dak. Yönetmen: Atalay Taşdiken Oyuncular: İsmail Hacıoğlu, Zeynep Çamcı, Mustafa Uzunyılmaz, Mehmet Usta, Zerrin Sümer Senaryo : Atalay Taşdiken 17- 18 yaşlarında, güzelliği ile tüm kasabanın ilgisini çeken Meryem’e, aynı kasabada yaşayan ve oğulları İstanbul’da çalışan bir aile talip olmuş ve 10 gün içerisinde nişan, kına gecesi ve düğün yapılmıştır. Meryem ‘in Kocası Mustafa, düğünden ancak bir kaç gün önce gelmiş ve 6 gün evli kaldıktan sonra “Bir düzen kurar, seni de İstanbul’a alırım” diyerek yaşadığı şehir olan İstanbul’a dönmüştür. Kayınvalidesi ve kayınpederi ile yaşamaya başlayan Meryem, bir yandan hasret çekerken, bir yandan da umudunu korumaktadır. Meryem’in oğlunun yanına gitmesini isteyen kayınpederi, tek geçim kaynakları olan ineklerini satar ve parayı ev tutması için oğlu Mustafa’ya yollar. Sorun çözülmüş, Meryem kurtulmuştur. Yol hazırlıkları başlar. Çuvallar yapılır. Bulgur, tarhana, erişte vs. Allah ne verdiyse… Meryem, yola çıkar. Ama o, herkesin beklediği sona gitmeyecektir… 74 75 76
Benzer belgeler
Kurban Bayramınız Kutlu Olsun
sayımızda da birbirinden ilginç ve güzel dosyalar sizi bekliyor.
Mübarek Kurban Bayramı’na az bir zaman kaldı. Bayram yaklaşıyor. Kurban Bayramı gelmeden kurban gündemi oluşmaya başladı. Bizler de ...
Katip Çelebi
sayımızda da birbirinden ilginç ve güzel dosyalar sizi bekliyor.
Mübarek Kurban Bayramı’na az bir zaman kaldı. Bayram yaklaşıyor. Kurban Bayramı gelmeden kurban gündemi oluşmaya başladı. Bizler de ...
MIN YA TUR
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Tekin Güner
Editör
Aydoğan Yüce
Sanat Danışmanı
R. Yeşim Güner
YAPIM
GREENS DESIGN
Yayın Kurulu
Aydoğan Yüce, Ayşe Esra Atlı
Hasan Güvercinci, Hakan Başbuğ,
Hatice Küçükh...