5) IARS İstatistiksel Mekanik ve Karmaşıklık Serisi İklim
Transkript
IARS İKLİM FİZİǦİ KIŞ OKULU DERS NOTLARI 2-6 ŞUBAT 2009 Feza Gürsey Enstitüsü İKLİM FİZİǦİ Prof. Dr. Levent KURNAZ BOǦAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ DERS ASİSTANI : Şükrü Murat CEBECİ (Boğaziçi Üniversitesi) DERS NOTU ASİSTANLARI : Tuğba ÖZTÜRK GÖKGÖL (Boğaziçi Üniversitesi) Hamza ALTINSOY (Boğaziçi Üniversitesi ) İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ii BÖLÜM BİR - İKLİM DEǦİŞİKLİǦİNE GENEL BAKIŞ . . . . 1 1.1 İklim nedir? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 1.2 Güneşin Işınımı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 5 1.3 Atmosfer . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 6 1.4 Okyanuslar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 8 1.5 Atmosferdeki Işınımsal Transfer . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 10 1.6 Sera Etkisi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 11 1.7 Ozon Tabakası . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 12 1.8 İklim gözlemleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 13 1.9 İklimin Dengesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 15 1.10 İklim Modellemesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 16 BÖLÜM İKİ - DÜNYANIN ENERJİ MUHASEBESİ . . . . . . . 20 2.1 Güneşin ışınımı ve dünyanın enerji muhasebesi . . . . . . . . . . . 20 2.2 Güneşin genel özellikleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 20 2.3 Işınım Yasaları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 22 2.4 Güneş Sabiti . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 25 2.5 Güneşin Tayfı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 25 2.6 Güneş Işınımının Atmosferdeki Emilimi . . . . . . . . . . . . . . . 26 2.7 Gelen Güneş ve Giden Termal Işınım Arasındaki Denge . . . . . . 27 BÖLÜM ÜÇ - ATMOSFER . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 32 3.1 Atmosfer . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 32 3.2 Atmosferin bileşimi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 33 3.3 Basıncın yükseklikle değişimi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 33 3.4 Dikey yöndeki sıcaklık profili . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 36 3.4.1 Troposferdeki sıcaklık profili . . . . . . . . . . . . . . . . . 36 3.4.2 Stratosferdeki sıcaklık profili . . . . . . . . . . . . . . . . . 39 3.4.3 Gözlemlenen sıcaklık profili . . . . . . . . . . . . . . . . . 40 ii 3.5 Atmosferin genel dolaşımı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 41 BÖLÜM DÖRT - BULUTLAR VE TOZLAR . . . . . . . . . . . . 46 4.1 Bulutlar ve Tozlar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 46 4.2 Potansiyel sıcaklık ve entropi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 47 4.3 Potansiyel enerji . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 49 4.4 Nem . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 51 4.5 Nemli havanın termodinamiği . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 52 4.6 Yoğunlaşma süreçleri ve bulut oluşumu . . . . . . . . . . . . . . . 54 4.7 Yağmur damlalarının büyümesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 57 4.8 Aerosoller . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 60 BÖLÜM BEŞ- OKYANUSLAR . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 63 5.1 Okyanuslar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 63 5.2 Okyanus ölçümleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 64 5.3 Tuzluluk . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 66 5.4 Okyanusların Dikey ve Meridyonal Yapısı . . . . . . . . . . . . . . 66 5.5 Okyanusların Durum Denklemi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 69 5.6 Okyanusların Genel Döngüsü . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 70 5.7 Coriolis Kuvveti . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 70 5.8 Derin Okyanus Dinamikleri: Termohalin Döngü . . . . . . . . . . 73 5.9 Yüzey Dinamikleri: Ekman Taşınımı ve Sverdrup Dengesi . . . . . 77 BÖLÜM ALTI - IŞINIMSAL TRANSFER . . . . . . . . . . . . . 82 6.1 Işınımsal transfer . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 82 6.2 Siyah cisim ışıması . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 82 6.3 Atmosferin emilimi ve yayımı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 83 6.4 Atmosferik ışınımsal transfer . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 85 6.5 Işınımsal transfer denklemi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 85 6.6 Işınımsal denge modelleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 89 BÖLÜM YEDİ - SERA ETKİSİ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 91 7.1 Sera Etkisi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 91 7.2 Şüpheler ve kesinlikler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 93 iii 7.3 Sera gazları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 93 7.4 Enerji dengesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 96 7.5 Basit bir sera modeli . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 97 7.6 Daha iyi bir sera modeli . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 98 BÖLÜM SEKİZ - OZON TABAKASI . . . . . . . . . . . . . . . . 103 8.1 Ozon tabakası . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 103 8.2 Atmosferdeki UV ışıması . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 103 8.3 Ozon üretimi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 104 8.4 Atmosferdeki ozon dağılımı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 106 BÖLÜM DOKUZ - İKLİME DUYARLILIK . . . . . . . . . . . . 109 9.1 İklime duyarlılık ve iklim değişikliği . . . . . . . . . . . . . . . . . 109 9.2 Dünyanın yörüngesiyle ilgili değişiklikler . . . . . . . . . . . . . . 110 9.3 Güneşin enerji çıktısındaki değişiklikler . . . . . . . . . . . . . . . 113 9.4 Atmosferin bileşimindeki değişiklikler . . . . . . . . . . . . . . . . 114 9.5 Okyanus akıntılarındaki değişiklikler . . . . . . . . . . . . . . . . 116 9.6 Doğal sıcaklık salınımları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 119 BÖLÜM ON - İKLİM MODELLEMESİ . . . . . . . . . . . . . . . 121 10.1 İklim modellemesi ve iklim tahminleri . . . . . . . . . . . . . . . . 121 10.2 Modeller ve tahminleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 122 10.3 Değişik iklim dengeleri ve ani iklim değişiklikleri . . . . . . . . . . 131 10.4 Algılama, dayandırma ve tahmin etme problemleri . . . . . . . . . 132 iv BÖLÜM BİR İKLİM DEǦİŞİKLİǦİNE GENEL BAKIŞ 1.1 İklim nedir? İklim bugün evden çıkarken ne beklediğimiz, hava durumu ise gerçekte ne olduğudur. Örneğin; bugün evden çıkarken hiç hava durumuna bakmayacak olsak, şubat ayında yağmur yağma ihtimali yüzde 50 civarında, kar yağma ihtimali yüzde 10 civarındadır, sıcaklığın da 7-8 derece olmasını bekleriz. Bu saydığımız şeyler esasında iklimle ilgilidir. Hepimizin en temel sorunlarından biri hiç kuşkusuz iklim değişikliğidir. İklim değişiyor ve bu iklim değişikliğinin bizi nereye götürdüğünü bilebilmemiz gerekiyor. Bir jeofiziksel sistemin günden güne, mevsimden mevsime, yıldan yıla olan değişikliklerinin ortalamasını aldığımızda iklimi elde ediyoruz. İklim çok fazla değişkene bağlıdır. İlkokulda öğrendiğimiz iklim tanımlarında bile iki tane parametreden bahsediyoruz. Örneğin; İstanbul’un iklimi Akdeniz iklimi, yazları sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağışlıdır. Bu iki parametreden biri ne kadar yağış aldığı, ikincisi de ne kadar sıcak olduğudur. Hatta iklimi gruplandırmamız gerekiyorsa en az üç parametre kullanmak zorundayız. İklimi belirlemekte sıcaklık ve yağışa ek olarak kullanılan diğer bir parametre de suyun ne kadar zamanda buharlaşacağıdır. Eğer tüm iklimi bir tek değişken ile ifade etmek istersek bu değişken sıcaklık olur. Sıcaklığın yanı sıra nem, yağış miktarı ve çeşidi, bulut miktarı ve rüzgarın yönü gibi verilerin ortalamaları da bize yardımcı olur. Örneğin; İstanbul’da çoğu zaman lodos ve poyraz olmak üzere iki tane ana rüzgar vardır. İstanbul’un günlük yaşamındaki iklimi belirleyen bu iki rüzgar yönüdür. Ancak aynı zamanda bizde ender görülen olayların (fırtınalar, kuraklıklar gibi) frekansları da gereklidir. 1 2 Şekil 1.1: İklim elemanları Hava durumu, yani yarın havanın nasıl olacağı bizim açımızdan önemli bir konudur. Günümüzde teknoloji o kadar ilerledi ki parametreleri uzaydan yapılan ölçümlerle elde edebiliyoruz. Meteoroloji esasında istatistiki bilgilerin toplamıdır ve o istatistiki bilgilerin birbirleriyle olan alakasıdır. Örneğin; Amerika’da 2 Şubat günü Groundhog Day diye bilinir. Bu günde sabah güneş doğarken insanlar toplanarak Phil adı verilen bir porsuğun yuvasından çıkmasını gözlerler, Phil yuvasından çıktığında güneş doğarken çevresinde güneş ışığı görecek olursa bu 5 hafta daha kış olacak demek oluyor, eğer güneş ışığı görmeyecek olursa kış daha kısa sürecek demek oluyor. Bu tarihsel istatistik mekanizmasının basit bir örneğidir. Aslında bu da şu demek olur: Bu sabah İstanbul’da hava güneşliyse bundan birkaç zaman sonra ne olacağını tahmin edebiliriz, diye istatistiki bir bilgi vardır. Hava durumu tahmini sadece birkaç gün sonrası için mümkündür, süre 3 yaklaşık olarak üç haftanın üzerine çıktığında iklime dayalı tahminlerle ölçümlere dayalı hava durumu tahminlerinin başarı şansı eşittir. Dolayısıyla insanlığın çalışmakta olduğu önemli bir alan o hava durumlarını geliştirmektir; ama hava durumu tahminleri bir noktada tıkanan bir konu. Ne kadar iyi tahminde bulunursanız bulunun, ne kadar iyi bilgisayarlarınız olursa olsun, bunun dayandığı yer yaklaşık üç haftadır. Yani şu anda olan bilgisayar sistemleri 10 kat daha iyi olacak olsa, bu süre iki gün daha artar. Üç haftayı arttırmak gerçekten çok kolay değildir. Fakat örneğin; İstanbul’da 2 Şubat’tan üç hafta sonra 23 Şubat’ta sabah dokuzla on arasında yağmur yağacak, dersek bu epey iddialı bir tahmin olur. Bunun yerine 23 Şubat’ta İstanbul’da yağmur yağma ihtimali yüzde 50’dir, dersek bu epey daha kuvvetli bir tahmin olur. Buna karşılık Marmara bölgesinde 23 Şubat’ta yağmur yağma ihtimali yüzde 90’dır, desek çok daha iyi bir tahmindir; hatta daha da geliştirip 23 Şubat haftası Türkiye’de bir yerde yağmur yağıyor olacak, dersek bu artık neredeyse kesindir. Dolayısıyla baktığımız alanı ve ortalama aldığımız süreyi genişletecek olursak tahmindeki başarı şansımız artar. Bunun için ilk yapılması gereken bugünü anlatan modeller kurmaktır, bu modeller eğer geçmişten bugüne nasıl geldiğimizi başarı ile açıklayacak olurlarsa ilerleme şansımız olabilir. Eğer hava durumu tahminlerinde zorlanıyorsak bu bizim iklim tahminlerinde de zorlanacağımız anlamına gelmez, iklim tahminleri çok çok daha sağlıklı yapılan tahminler olabilir; ama iklim tahminleri hiçbir zaman 23 Şubat’ta yağmur yağacak diyemez. İklim tahminleri, daha büyük zaman ve mekanların ortalamalarında tahminler verir. Bilimin değişik alanlarından destek olan bu çalışmalar için iki temel unsur önemlidir: Temelinde yatan fiziği anlamak ve sağlıklı ölçümler yapabilmek. Bütün dünyanın iklimine baktığımızda pek çok faktör var. Bu faktörlerin en önemlisi güneş ve güneşten ne kadar ışık geldiğidir. Bunun dışındaki her faktör ikincildir. Bundan sonra söyleyebileceğimiz faktör de dünya yüzeyinin güneş ışığını ne kadar yansıttığıdır. Bu yansıtma zamanla değişebilen bitki ve kar örtüsüne bağlıdır. Orman arazisi ile tahıl ekili arazinin ya da kayalık bir bölgenin ışığı yansıtması farklı oranlardadır. İklim sistemi kaotiktir ve birbiri ile etkileşen pek çok iç içe döngüden oluştuğu için 4 kaotik davranış göstermesi doğaldır. Burada sistemin kaotikliğinden anladığımız, başlangıç parametreleri ne derece iyi ölçülürse ölçülsün davranışının belirli bir süre önceden kesinlikle tahmin edilememesidir. Yani sisteme bir başlangıç parametresi seti verildiğinde sistemin nasıl davranacağı kesinlikle bilinebiliyorsa bu sistem kaotik değildir; ama o başlangıç parametresi setindeki ufak bir değişiklik bile bizi daha değişik bir sonuca yönlendiriyorsa bu sistem kaotiktir. Bu ufak değişikliğin ölçüsünü bilemeyiz. İlk anda aklımıza kelebek etkisi gelebilir; ancak kelebek etkisi iklimle değil, daha çok hava durumuyla ilgili bir konudur. Yani, teoride Amazon’da bir kelebeğin kanat çırpması, bundan birkaç hafta sonra New York’ta kar veya yağmur yağması arasındaki farkı yaratabilir. Bu kabul edilebilir; fakat bir kelebeğin kanat çırpmasının bundan 100 sene sonra deniz seviyesindeki değişikliğe yapacağı etki çok daha zor hesaplanabilen bir olgudur. Dolayısıyla iklim değişikliği ile ilgili başlangıç noktamız da temelde budur: Bireysel olarak kişilerin davranışları iklimi etkiler mi? Başlangıç durumlarında yaptığımız ufak bir değişikliğin sonucunda büyük etkileri olabiliyor. Ancak zaman içerisinde iklim sisteminin yarı-dengeli yapı gösterdiği görülmüştür. Yarı-dengeliden kasıt mümkün düzensizliklerde sistemi denge noktasına getiren kuvvetlerin aşılarak yeni ve farklı bir denge noktasına gidilebilmesidir. Bu zorlukların aşılması için problemin çok iyi tanımlanması, matematiksel formüllerle tanımlanan bir fiziksel problem haline getirilmesi ve sonunda da geleceği tahmin etmek için kullanılabilmesi gerekmektedir. Ayrıca modellemelerin üstünde sağlıklı ölçümler gerekiyor. Dolayısıyla bu konuda birçok bilim dalının ortak çalışması gerekiyor. Ölçümlerin daha sağlıklı olabilmesi için elektronik cihazlar ve bu cihazların herhangi bir insana gerek duymadan direkt olarak uydu haberleşmesiyle çalışması gerekiyor. 5 1.2 Güneşin Işınımı Dünyanın iklimini belirleyen ana kaynak güneşin yaydığı ışınımdır. Güneşin yaydığı ışınım yüzde 1 değişecek olsa hepimiz farklı bir dünyada yaşıyor olurduk. Dolayısıyla güneşteki değişikliklerin çok büyük bir kısmı yüzde birin altındaki değişikliklerdir. Güneşten dünyaya 1.37 kW/m2 enerji ulaşır. Dünyanın ortalama sıcaklığı yaklaşık 15-16 derecedir ve bu ortalama sıcaklık 4 milyar yıldır 6 ile 26 derece arasındadır. Bu bilgimizin temel kaynağı yaşamın varlığıdır. Yaşamın olması için yeryüzünün ne çok fazla sıcak ne de çok fazla soğuk olmaması gerekiyor, aksi halde yaşam mümkün olmazdı. Atmosferin bundan çok daha sıcak olduğu zamanlar da olmuştur, çok daha soğuk olduğu zamanlar da. Ancak güneşin verdiği enerji yüzde 3 artacak olsaydı, ortalama sıcaklık 16 derece değil 36 derece olurdu. Peki, iklim nereden çıkıyor? Güneşin yaydığı enerji uzun zaman birimlerinde değişse de iklimi ilgilendirdiği kadarı ile bu enerji sabittir. Güneşin ışınım miktarındaki tek basit değişim, 11 yıllık bir devire sahip olan güneş lekeleridir. Dünyanın güneş etrafındaki yörüngesinin tam olarak yuvarlak olmaması dünyanın değişik mevsimlerde farklı miktarlarda enerji almasına sebep olur; ancak bu fark mevsimleri yaratan ana olgu olan dünyanın eksen eğikliği ile kıyaslandığında çok daha küçük bir etkiye sahiptir. Dünyanın Güneş etrafındaki yörüngesi eliptiktir ve bu elipsin eliptikliği zaman içersinde değişir. Dünyanın eksen eğikliği de 22.1 derece ile 24.5 derece arasında değişir. Eliptikliğin değişme periyodu 100, 000 sene, eksen eğikliğinin değişme periyodu da 41, 000 senedir. Dönen topacın yalpalamasında olduğu gibi dünya da kendi etrafında ve güneş etrafında dönerken yalpalar. Yani dünyanın ekseninin uzayda baktığı nokta 19, 000 ve 23, 000 senelik periyotlarla değişir. Bütün bunları hesaba kattığımızda mevsimlerin şu anda gördüğümüz halleri oluşuyor ama mevsimlerden daha öteye bir iklim değişikliğinin hangi durumlardan hangi durumlara geldiği dünyanın hareketleriyle belirleniyor. İklimleri belirleyen bir diğer önemli faktör de dünyanın aklığıdır (albedo). Dünya ortalama olarak kendisine ulaşan ışınımın yüzde 30’unu uzaya geri yansıtır, yaklaşık olarak yüzde 20’si bulutlar tarafından emilir, geri 6 kalan yüzde 50’si de toprağa gider. Aklık dünyanın ne kadarının bulutlarla kaplı olduğunun bir fonksiyonu olduğu için ölçülmesi çok zordur ve uzaya pek çok ölçüm aletleri konulmasını gerektirir. Sene boyunca %20’ye yakın değişiklik gösteren aklığın uzun dönümlerle de değişiyor olması olasıdır. Şekil 1.2: Dünyaya ulaşan ışınım Sonuç olarak dünyanın sıcaklığı uzun vadelerde bile değişmediğine göre dünyaya düşen enerji miktarı ile dünyanın saldığı enerji miktarı birbirine eşit olmalıdır. Güneşin yaydığı ışınım sabit olduğu sürece iklim değişikliği söz konusu olsa bile bu kaçınılmaz bir gerçekliktir. 1.3 Atmosfer Dünya atmosferinin nereden geldiği ciddi önemli bir sorudur; çünkü nereden geldiği bize biraz nereye gideceği konusunda da bilgi verecektir. Dünya atmosferi temelde yanardağlardan püsküren gazlardan oluşmuştur ve ilkel karışımı bugün de yanardağlardan püsküren gaz karışımının benzeridir. İlkel atmosfer H2 O, CO2 , SO2 ve uzayda bol bulunan N H3 ve CH4 ’den oluşmuştur. Fotosentez yapan canlıların üremesiyle O2 açığa çıkmış ve atmosfer günümüzdeki halini almıştır. Şu anda atmosferin yaklaşık olarak beşte dördü azot, beşte biri oksijendir. Geri kalan kısmında bol miktarda argon ve diğer gazlar vardır. Mesela 2008 yılı itibariyle 7 atmosferdeki karbondioksit miktarı 385 ppm ve her sene insanlar yüzünden karbondioksit miktarı 2 ppm artıyor. Dünyanın atmosferi H2 O, CH4 ve daha ağır gazları rahatça tutabilir; ama H2 ve He gibi hafif gazlar uzaya kaçarlar. Dolayısıyla bizim atmosferimizde H2 ve He gazı yoktur. Atmosferin en alt tabakası 10 km kalınlığındaki troposferdir. Burada ısı konveksiyon ile yayılır, yani ısınan hava yükselir. Her kilometrede sıcaklık 8 derece azalır. Troposferin sonunda sıcaklığın değişmediği tropopoz isimli bir katman vardır. Atmosferde ısınan gazlar tropopoza kadar yükselirler, tropopozun üstünde o bölgeden itibaren ısı transferi ışımayla olur. Yani tropopoza kadar ısınan gazlar yükselirler, buradan sonra gazlar eğer yukarı çıkıyorlarsa, difüzyonla çıkarlar. Örneğin; bardaktaki çaydan buhar yükselmesi konveksiyon, bardağa mürekkep damlatacak olsak mürekkebin yayılması difüzyondur. Daha yükseklerde sıcaklık artmaya başlar, bunun da temel sebebi ozon gibi güneşin morötesi ışınlarını emen gazların çokluğudur. Ozon, güneşin mor ötesi ışınlarını emdiği için kendisi ısınır ve atmosferi ısıtır. Dolayısıyla o bölge nerdeyse yaklaşık yüzey sıcaklığına yakın bir sıcaklıktadır. Bu bölgeye stratosfer denir. Yerden 50 km yükseklikte ısınma sona erer ve sıcaklık gene sabitlenir, bu bölgeye de stratopoz adı verilir. Bunun üzerinde gazların yoğunluğu azaldığı için güneşten gelen enerjinin de emilimi azalır ve sıcaklık -100◦ C civarına kadar düşer, bu bölgeye de mezopoz diyoruz. Daha sonra da ısınmaya başlar, bu ısınma güneşe kadar devam eder. Bildiğimiz atmosferik olayların pek çoğu sadece atmosferin en alt tabakalarında gerçekleşse de hem alt hem de orta tabakaları iklim açısından önem taşır. Atmosferin ana ortakları N2 ve O2 miktarları genelde sabittir. Ancak azınlıkta olan gazların oranları değişebilir ve bu değişiklikler iklim fiziğinde önemli rol oynarlar. Azınlıktaki gazların başında H2 O gelir. Su buharı iklimde en önemli gazdır, hatta sera etkisi açısından karbondioksitten üç kat daha önemlidir ve kızılötesi ışınımı engellediği için sera gazlarının en önemlisidir. Atmosferdeki su buharı miktarına insanoğlu hiçbir şey yapamaz. Atmosferin sıcaklığı ve basıncı ne kadar su buharı tutabileceğini belirler. İnsanoğlu atmosferin basıncını değiştiremeyeceğinden sadece 8 Şekil 1.3: Atmosferdeki sıcaklık profili sıcaklığını değiştirebilir. Sıcaklığını değiştirildiği zaman su buharı miktarı da sıcaklıkla beraber değişir. Bu açıdan bakıldığında, atmosferde önemli iki tane sera gazı vardır, karbondioksit ve metan. Atmosferin sıcaklığı sadece yükseklikle değil, aynı zamanda mevsimlerle ve enlemlerle de değişir. Stratosferin ve tropopozun sıcaklığı çeşitli yerlerde dünya üzerinde çeşitli mevsimlerde farklı olabilir. 1.4 Okyanuslar Dünyanın %71’i sularla kaplıdır. Buna %6 buzlarla kaplı olan kısmı da dahildir. Suyun ısı sığası atmosferin ısı sığasından çok çok yüksek olduğu için okyanuslarda atmosferden çok daha fazla enerji depolanır. Bunun sonucu olarak bizim yaptığımız herhangi bir değişiklik dünya tarafından çok daha yavaş algılanır. Bu aslında dünya için iyi bir şeydir; çünkü eğer biz şu anda gerçekleştirmekte olduğumuz iklim değişikliğini dünya yüzeyinde hiç su olmadan gerçekleştirseydik yaklaşık olarak dünyanın sıcaklığı ortalama 3 derece artmış olurdu. Bu kadar artmamasının temel sebebi çıkan fazla ısıyı okyanusların yavaş yavaş emmesidir. 9 Ayrıca okyanuslar sadece ısıyı değil karbondioksiti de emerler. Bu depoladığı enerjiye ek olarak denizlerin üst 3.2 m derinliğindeki ısı miktarı atmosferin tüm enerjisi kadardır. Güneşin yaydığı ısının çoğu ekvator bölgesine, azı da kutuplara varır. Eğer ekvatordan kutuplara hiçbir şekilde ısı yayılımı olmayacak olsa ekvator olduğundan daha sıcak, kutuplar da olduklarından çok daha soğuk olurdu. Dolayısıyla ekvatordan kutuplara doğru olan ısı transferinin yarısı atmosfer yarısı da okyanuslar vasıtasıyla olur. Okyanuslardaki bu dolaşım sadece sıcaklığın değil aynı zamanda tuzluluk oranının da bir fonksiyonudur. Okyanuslardaki büyük dolaşım sıcaklık ve tuzluluğun ortak çalışmasıyla oluşmaktadır. Örneğin; İstanbul Boğazı’ndaki net akıntı sıfırdır, sıfır olmayacak olsa Karadeniz yükselir. Yaklaşık 11, 000 sene önce göl olan Karadeniz, boğazların açılması ile şimdiki halini almıştır. Boğazda yüzey akıntısı Karadeniz’den Marmara’ya doğrudur. Marmara Denizi daha sıcak olduğu için Marmara’nın sularının daha üstte olmasını bekleriz. Ama tersi gerçekleşir; çünkü bu olay sadece sıcaklığa bağlı değildir, tuzlulukla sıcaklığın bir dengesi sonucu oluşur. Bir zaman sıcaklık dengesi ya da özellikle tuzluluk dengesi hafif bozulacak olursa, iki deniz kafa kafaya gelir ve İstanbul Boğazı akıntı olmayacağından çöplüğe döner. Boğazın temiz olmasının sebebi bu akıntının olmasıdır. Bu tür dolaşımların bozulması geçmişte görülen buz çağlarına neden olabilir. Denizler hidrolojik döngünün de merkezinde yer alırlar. Mesela dünyaya senede düşen 500 trilyon ton yağmurun %80’i denizlere düşer. Atmosferdeki su buharı miktarı bulutların oluşmasını, bulutların oluşması yağmuru, yağmur akarsularla denize ulaşan tuzsuz su miktarını, denizlere ulaşan tuzsuz su miktarı da okyanuslardaki döngü ile atmosferin sıcaklığını ve dolayısıyla ne kadar su tutacağını belirleyerek bulutları oluşturur. Bunların hepsi esasında çok önemli bir döngüdür, dolayısıyla dünya ikliminin herhangi bir değişkeninden bir tanesidir. Dünyada başka çevrimler de vardır, bunlardan bir tanesi El Nino çevrimidir. El Nino çevrimi Pasifik Okyanusu’nun güneydoğusundaki yani Güney Amerika’nın kıyısındaki bir deniz akıntısının değişmesine verilen isimdir. Bu tür çevrimler dünyanın iklimini belirlemenin yanı sıra uzun süreli hava tahminlerinin de temelini oluştururlar. Üç beş ay önceden yapılan birtakım tahminlerin 10 yapılabiliyor olması ve doğruluğu bu büyük okyanus akıntılarındaki değişikliklere bağlıdır. Kuzey Atlantik’te de El Nino’ya benzer bir döngü vardır, o bizim açımızdan daha önemlidir, çünkü Türkiye’de yazların ne derece yağışlı geçeceğini belirleyen Kuzey Atlantik’deki döngüdür. Aynı zamanda dünyada salınan CO2 miktarının yaklaşık olarak 1/3’ü okyanuslar tarafından emilir. Suyun ne kadar karbondioksit emdiği sıcaklığın bir fonksiyonudur. Ancak suda çözünen CO2 miktarı artan sıcaklıkla azaldığı için gelecekte bu davranış biçiminin ne derece süreceği belirsizdir. Atmosferdeki karbondioksit miktarı ile sudaki karbondioksit miktarı dengededir ve bu dengeyi sağlayan şey suyun yüzey sıcaklığıdır. Fakat belirli bir sıcaklık limitinin üstüne çıktığımızda okyanuslar tuttuğu karbondioksiti de dışarı vermeye başlayacaktır. 1.5 Atmosferdeki Işınımsal Transfer Atmosfer ve okyanuslar dünyaya güneşten ulaşan enerjinin transferi için gördüğümüz ilk yoldur. Işınımsal transfer de dünyadaki enerji transferi için ikinci önemli yoldur. Troposferin üstüne çıktığımızda sıcaklık ışınımsal transfer ile iletilir. Işınımsal transferi güneş ve dünya diye ikiye ayırabiliriz. Güneşin ışınımı kısa (0.2 - 5 mm) dalga boylarındadır (UV mor ötesi, görünür ve yakın IR), dünyanın ışınımı da uzun (5 - 100 mm) dalga boylarındadır (termal IR). Bütün cisimler ışıma yaparlar ve yaptıkları ışıma sıcaklıklarının bir fonksiyonudur. N2 ve O2 dışında atmosferi oluşturan gazlar genelde kısa dalga boylarında geçirgendir, uzun dalga boylarında ise pek çok dalga boyu aralığında ışınımı geçirmezler. N2 ve O2 neredeyse güneşten gelen bütün ışıma için geçirgendir. Hatta dünyadan çıkan ışımaya da hiçbir etki yapmazlar. Ama ona karşılık karbondioksit, su buharı, metan, azot oksitler, CF C dediğimiz ozonu bozan gazlar güneşten gelen ışıma için geçirgendirler; ama dünyadan çıkan ışıma için geçirgen değildirler. 11 Şekil 1.4: Işınımsal Transfer 1.6 Sera Etkisi Sera etkisi atmosferin dünyanın enerji dengesini değiştirmesine verilen popüler isimdir. Sera etkisi aslında iyi bir şeydir. Eğer dünyanın sadece azot ve oksijenden oluşan bir atmosferi olsaydı, dünyada ortalama sıcaklık -15 derece olurdu. Cam veya ışığı geçiren bir plastikle kaplı olan bir sera nasıl içeri giren ışınımın dışarıya termal IR olarak çıkmasına izin vermezse atmosfer de içeriye giren güneş ışınımının dışarıya kaçmasına engel olur. Yazın güneşte bırakılan arabanın içinin daha sıcak olmasının ana sebebi güneş ışığının camdan içeri girip, içeriyi ısıtıp, ısınan yüzeyin termal kızılötesi ışıma yaptığında bu ışımanın dışarı çıkamamasıdır. Bizim atmosferde sera etkisi dediğimiz bu olaydır. Yani güneşin ışınımı atmosferden içeriye giriyor, dünya yüzeyini ısıtıyor ve termal kızılötesi olarak dışarı çıkmaya çalıştığı ana yüzeyin üstündeki karbondioksit, su buharı, metan gibi gazlardan oluşan tabaka ışınımın dışarı çıkmasını zorlaştırıyor. Ancak buna ek olarak doğadaki seralar konvektif ve iletimsel ısı transferine de izin vermezler; ama bu atmosfer için söz konusu değildir, çünkü atmosferde ısınan hava yükselebiliyor, sadece bazı gazlar atmosferin ışımayla ısı transferini engelliyor. Dünyaya gelen ışınımla dünyanın yaydığı ışınım eşit olacağı için (dengede bir dünya düşünürsek), 12 dünya güneşten aldığı UV, görünür ve yakın IR ışınımı ya yansıtmak ya da emdikten sonra termal IR olarak yaymak zorundadır. Dünya, üzerine düşen ışınımın yaklaşık %30’unu geri yansıtır, %70’ini ise termal IR olarak yayar. N2 ve O2 termal ışınımı tamamen geçirseler de atmosferdeki H2 O, CO2 , SO2 , O3 ve CH4 gibi gazlar atmosferde bulunma oranlarına bağlı olarak termal ışınımı geçirmezler. Şu anda dünyaya giren enerji miktarıyla çıkan enerji miktarı arasındaki fark her metre kareye 0.8 watt’tır. Bu gazların atmosferdeki varlıkları dünya sıcaklığının şu andaki değerinde olmasında başrolü oynarlar. Eğer bu gazlar atmosferde hiç bulunmayacak olsalar, atmosferin sıcaklığı şu anda olduğundan 30-35 K daha soğuk olurdu. Bu da dünyanın tamamının buzlarla kaplanması anlamına gelir. Ancak benzer şekilde atmosferdeki miktarı endüstriyel devrim öncesinde 270 ppm (milyonda tane) olan CO2 miktarının iki katına çıkmasının o zamanki miktarın sebep olduğu 30-35 K ısınma ile kıyaslanması, sera etkisinin günümüz atmosferindeki önemini gözler önüne sermeye yeterlidir. Burada lineer bir ilişki kurmak sakıncalıdır, çünkü iklim sisteminde hiçbişey lineer değildir ve atmosferin sıcaklığını belirleyen tek faktör CO2 miktarı değildir. 1.7 Ozon Tabakası Diğer konularla kıyaslandığında ozon tabakası ve ozon tabakasındaki incelme iklimi daha az etkileyen konulardan biridir. Ancak ozon, hem dünyadaki canlıları güneşin zararlı UV ışınlarından koruduğu için, hem stratosferde güneşten gelen UV ışınlarını emerek stratosferin sıcaklığını belirlediği için, hem de hızlı kimyasal reaksiyona girdiğinden atmosferdeki miktarı pek çok faktöre bağlı olarak değiştiği için atmosfer fiziği açısından önemlidir. Atmosferdeki ozon miktarının %90’ı stratosferde bulunur ve ozon miktarı yerden 25 km yükseklikte en yüksek değerine ulaşır; çünkü ozonun oluşmasıyla yok olması arasında bir denge vardır ve ışımadan dolayı en fazla o noktada üretilebilir. Ozonun %10’luk kısmı yer yüzeyinde bulunur ve bu aslında insanlar için zehirli bir gaz olduğundan kötü ozon diye ad- 13 landırılır. Ozon 0.24 mm’den küçük dalga boyuna sahip olan, yüksek enerjili UV ışınımın O2 moleküllerine çarpması sonucu oluşur. Benzer dalga boyları aynı zamanda ozonun bozunmasına da sebep olduklarından ozon sadece yerden belirli bir yükseklikte yoğunlaşır. Ozonla reaksiyona girip ozonun bozunmasına sebep olan maddelerin endüstri devrimi ile artması ozon tabakasında incelmeye sebep olmuştur. Bu maddelerin başında kloroflorokarbonlar (CF C) ve hidrokloroflorokarbonlar (HCF C) gelir. Bu gazlar endüstrinin pek çok alanında kullanılmaktadırlar. 1970’lerin sonunda insanlar ozon tabakasındaki incelmenin kötü olduğuna ve bunu durdurmak gerektiğine karar verdiler. 1982 yılında Montreal Protokolü imzalandı. Neredeyse bütün dünya ülkeleri tarafından bu protokol imzalandı, Türkiye de yaklaşık 2008’in sonuna kadar atmosfere saldığı bütün CF C miktarını sıfırlayacağına dair taahhüt verdi. CF C’lerin kullanımı Montreal Protokolü ile yasaklanmış olmasına rağmen ozona daha az zarar veren ama çok daha güçlü sera gazları olan HCF C’lerin kullanımı serbestçe sürmektedir. 1 tane HCF C molekülü 1 karbondioksit molekülü ile kıyaslandığında 23, 000 kat daha fazla zararlı sera gazıdır. Karbondioksit gazının üretilmesi de tüketilmesi de çok kolaydır. Karbondioksit molekülü atmosfere çıktığı anda fotosentezle emilmekte veya daha da önemlisi yağmur yağdığı zaman karbonik asit olarak yere geri inmektedir. Yani karbondioksit atmosferde sonsuza kadar kalamaz. Ama CF C’ler yağmurla hatta fırtına bile olsa, suyla etkileşimleri olmadığı için o kadar kolay yere inemiyorlar. Dolayısıyla bu moleküllerin sera etkisi karbondioksitten çok daha fazladır. 1.8 İklim gözlemleri İklim konusunda doğru sonuçlara ulaşabilmek için her zaman doğru ölçümler yapmak gereklidir. Ancak söz konusu olan dünya atmosferinin tümü ise bu ölçümleri yapabilmek bile fizikte yeni ve zorlu bir alan yaratmıştır. Bu alan bir yandan kompleks, zamana bağımlı ve değişik boyutlarda çalışma gereksiniminin 14 Şekil 1.5: Ozon Tabakası yanı sıra çok kısa ve çok uzun zaman birimlerinde eş zamanlı ölçümler yapabilme zorunluluğunu da birlikte getirmiştir. Dünyasal büyüklükle çalışma gereği bu ölçümlerin pek çoğunun uzaydaki uydular aracılığıyla yapılmasını mecbur kılmıştır. Mesela iklim modellemesinde kilit konulardan biri olan bulutların etkisi ancak bu yolla araştırılabilir. Bulutlar sadece belirli sürelerde aynı şekli korudukları için uzaydan şekli belirlenen bulutların altından ve üstünden uçurulacak olan uçakların her iki yönde de alacakları ölçümler bulutların gerçekçi bir şekilde modellenmesine katkıda bulunurlar. Öte yandan uzaydan yapılan ölçümler başka sorunlar çıkarıyor karşımıza, sıcaklığa yukarıdan baktığımızda sadece bir noktadan bakabiliyoruz ama orada bir atmosfer kalınlığı var, bu atmosfer kalınlığında da ölçüm yapabilmemiz gerekiyor. Ayrıca iklim açısından büyük önem taşıyan denizlerin sıcaklığını uzaydan ölçemiyoruz; çünkü uzaydan yapılan ölçümler bize denizin sadece en üst üç metresinin sıcaklığını veriyor. Dolayısıyla sağlıklı iklim modellemelerinin yapılabilmesi için bu ölçümlerin ve gözlemlerin çok daha 15 ilerlemesi gerekiyor. 1.9 İklimin Dengesi Yaşamın dünya üzerinde milyarlarca yıldır var olması dünya ikliminin dengeli olduğunun en önemli göstergesidir. Yaşam genelde çok küçük bir sıcaklık aralığında var olabildiğine göre dünyamız epey bir süredir ne şu andakinden çok daha fazla sıcak ne de çok daha fazla soğuk olmuştur. Uzaydan yapılan ölçümler son birkaç on yılda, yüzeyden yapılan ölçümler de son birkaç yüzyılda yapılabildikleri için daha önceki iklim tahminleri için dolaylı yollara başvurmak gerekir. Mesela Antarktika’daki buzulu delip yaklaşık iki kilometrelik kalıp çıkardığımızda en alttaki yaklaşık 600, 000 sene önce yağan kara ulaşabiliyoruz. Onun içerisindeki karbondioksit miktarı bize 600, 000 sene önce atmosferdeki karbondioksit miktarını veriyor. Dolayısıyla gayet net olarak 600, 000 sene öncesinin sıcaklığını ölçebiliyoruz. Ağaç halkalarının kalınlıklarını ölçerek yaşlarını da tayin edebiliyoruz. Ancak bu değişik metotların tümü birbiri ile uyum sağlamaktadır; birlikte verdikleri sonuç da dünyanın sıcaklığındaki oynamanın geçtiğimiz bir milyon yılda bugünkünden 5 K’den daha fazla farklı olmadığı yönündedir. Şu anda dünyanın iklimine baktığımızda üç tane denge noktası var. Bu üç denge noktasından biri dünyanın tamamen buzlarla kaplanmasıdır ve bu denge noktası kararlı olup gerçekleşmesi de gayet mümkündür. Dünya bu denge noktasına gittiği zaman bütün dünya buzlarla kaplanır ve öyle kalır. İkinci denge noktası dünyanın bütün buzlarının erimesidir, bu denge noktası da kararlıdır. İki denge noktasında da yaşam olması mümkündür ve dünyanın geçmişte bu iki denge noktasından da geçtiği görülmektedir. Kararlı dengeleri bozmak için katastrofik olaylar gerekir. Örneğin; gök cismi çarpması veya volkan patlaması gibi. Bizim şu anda bulunduğumuz nokta da üçüncü denge noktasıdır. Kısmi olarak buz vardır, ama bu kararlı bir denge noktası değildir. Dünya sıcaklığındaki 19, 000, 23, 000, 41, 000 ve 100, 000 yıllık periyotlara sahip bu salınımlar genelde dünyanın güneş 16 etrafındaki yörüngesindeki değişikliklerle açıklanabilirler. Dünyanın her nok- tasında aynı anda görülmemiş olan sıcaklık değişikliklerini de okyanus akıntılarındaki değişikliklere bağlamak mümkündür. 1.10 İklim Modellemesi Temelde dünya iklimi için iki kararlı durum mümkündür. Bunlardan biri dünyanın tamamen buzlarla kaplanması, diğeri de tüm suyun buharlaşarak dünyanın Venüs benzeri bir hal almasıdır. Venüs’te sıvı su yoktur ve Venüs’ün yüzey sıcaklığı yaklaşık 400 derecedir. Dünyayı bu iki durumdan birine gitmekten alıkoyan pek çok geri besleme döngüleri vardır. İklim modellemesi de temelde bu döngülerin iyi anlaşılabilmesi ile mümkün olabilir. Bu döngülerin anlaşılması günümüz fiziğinin en zor konularından birini oluşturmaktadır. Mesela bulut miktarındaki bir artış dünyanın aklığını arttıracağı için soğumasına neden olur, ama aynı zamanda sera gazlarının etkisini de arttıracağı için bir ısınma beklenebilir. Bu iki etkinin hangisinin üstün çıkacağı tüm dünyanın bulutlarına, bu da bulutları oluşturan parçacıkların büyüklük, şekil ve yapılarına bağlıdır. İklim modellemesinde basit modellerden başlamak gereklidir. Bu basit modeller iklimin genel hatlarını veren ve kişisel bilgisayarlarda veya elle bile hesaplanabilen modeller olabilirler. Bu modeller iklimin sadece bir değişkeni ile ilgileniyor olabilirler. Mesela dünyayı modellerken, dünya bir küredir, atmosferi yoktur, güneşten ışıma gelir dünya da ışır diyerek başlarız. Bu modelin başlangıç noktasıdır, daha sonra dünyanın yüzey sıcaklığı kaç derece bunu tahmin ederiz. Örneğin; Güneş’ten Mars’a ne kadar enerji geliyor, Mars ne kadar yansıtıyor, Mars’ın yüzeyi ne kadar parlak gibi parametrelere bakıp bu kadar basit bir hesap yaparak Mars’ın yüzey sıcaklığını tahmin edebiliriz. Modellemelerde bu şekilde gitmek zorundayız, başlangıç olarak elimizde yuvarlak bir küre şeklinde dünya vardır, ona gelen ışıma ve dünyanın yansıtması bellidir, buradan da dünyanın sıcaklığı hesaplanabilir. Daha sonra bu basit dünya modeline atmosferi ekleyip 17 ne olduğuna bakarız. Sonra sera gazlarını ekleriz ve daha neler olduğuna bakarız, bunların hepsi modellemeyi adım adım ileri taşıyan eklerdir. Ancak bu modellerin birleştirilmesi bizi süper-bilgisayarlarda aylarca çalıştırılan büyük modellere götürebilir. Bu büyük modeller genel dolaşım modelleri (General Circulation Models GCMs) diye bilinirler. Bunun sebebi de bu modellerin temelinde atmosfer ve okyanuslardaki dolaşım hareketlerini başarı ile modellemeleri gelmektedir. Ekvatora gelen güneş ışığının ya da ışımanın bir şekilde kutuplara taşınması gerekmektedir. Bu taşınma iki yolla olur. Bunlardan bir tanesi okyanuslar, diğeri atmosfer vasıtasıyla. Atmosfer büyük akımlarla değil, küçük hareketlerle, okyanuslar büyük akımlarla taşımaktadır. Bunların hepsi bir döngü olduğu için bu modellerin adı genel dolaşım modelleridir. Tüm modeller bazı varsayımlarda ve basitleştirmelerde bulunurlar. Örneğin; dünyayı mükemmel modellemek için dünyadaki bütün moleküllerin Heisenberg belirsizliği içerisinde herhangi bir andaki yerlerine ve hızlarına ihtiyaç vardır. Bunu yapamadığımız müddetçe birtakım basitleştirmeler, ortalamalar ve varsayımlar işin içine girmek zorundadır. Bu modellerin gelecekteki tahminlerinin başarısı varsayımların doğruluğu ile doğru orantılıdır. Dolayısıyla bizim sistemimizde önemli olan bu varsayımların ve basitleştirmelerin bizi ne kadar gerçeğe yaklaştırdığıdır. Ne kadar az basitleştirme kullanırsak, o kadar fazla hesaplama gücü gerekmektedir. Hesaplama gücü pahalı bir şeydir, pahalıdan kasıt dünyadaki her molekülün yerini ve pozisyonunu bilmek teknik olarak imkan dahilinde olsa bile bunun hesabını yapacak bilgisayar yetmemektedir. Bu işin ilk başındaki hava tahmininde bulunabilmek için temel sorun şuydu: bugünkü verileri alıp yarın akşamın sıcaklığının ne olduğunu hesaplamak için elle veya bilgisayarla bir hesap yapıldığında bu hesap yarın akşama kadar sürüyordu. O hesabın yapılıp yapılmamış olması bir şey fark ettirmiyordu; çünkü hesap bittiğinde doğru tahminde bulunuluyordu ama hava tahmini yapılan gün de gelmiş oluyordu. Şimdi bilgisayarlardaki gelişme tahmin süresini çok kısalttı, dolayısıyla artık bir gün sonrayı tahmin edebiliyorsak kara geçiyoruz. Bu süre daha da arttırılabilir; ama arttırıldıkça bilgisayar gücünü de arttırmamız gerekiyor. Fakat dünyadaki bütün moleküllerin nerede olduğunu 18 bilmek için dünyadan çok çok daha büyük bir bilgisayara ve onun da sonsuz sürede çalışmasına ihtiyaç var. Modeller gelecek için çalıştırılmadan geçmişin verileri kullanılarak parametreleri ayarlanmaya çalışılır. Geçmişi veri olarak alıp bugünü tahmin edemeyen bir modelin geleceği tahmin edebilmesi düşünülemez bile. Bir model yaptığımızda bu modeli ilk başta geçmişe uygulamamız gerekmektedir. Yani 1970 yılının verilerini alıp, modelin içine koyduğumuzda model 2000 yılını veriyor mu vermiyor mu, buna bakmak gerekiyor, çünkü modeli 1970’e uyguladığımızda 2000 yılını vermiyorsa, 2050 yılına uyguladığımızda 2060 yılını vermeyeceği kesindir. Dolayısıyla ilk denemenin bu şekilde olması gerekmektedir. Burada önemli olan nokta 2050 yılının iklimini bilebilmek için, şu andaki veriye ve iyi bir modele ihtiyaç vardır. Ancak gelecekle ilgili model sonuçlarına erişmek için en önemli bilgi elimizde yoktur, bu da gelecekte atmosferdeki CO2 miktarının ne olacağıdır. Bu miktar pek çok faktöre bağlıdır. Mesela önümüzdeki sene Amerikan ekonomisi çökecek olsa 2040 yılındaki karbondioksit öngörülerimiz ciddi biçimde değişir. Dolayısıyla bir öngörüde bulunurken Amerikan ekonomisi çökecek veya çökmeyecek diye iki tane öngörüde bulunmak gerekir. Amerika’nın çöküşüne diğer Avrupa Birliği üyeleri ortak olacak mı olmayacak mı bir model daha, bunlar olurken Çin ne yapacak bir model daha. Bunların hepsi senaryodur ve bu senaryolar ayrı ayrı insanlar tarafından çalışılıyor. Dünyada bu gelişmiş modelleme yedi ayrı merkezde yapılmaktadır. Bu modeller Intergovernmental Panel on Climate Change (IPCC) tarafından toplanarak değerlendirilir. Bu değerlendirme sonucu öncelikle bu modellerin hepsinin üzerinde anlaştıkları değerler ve bu değerlerden sapmalar kullanılır. IPCC bu noktada tüm modellerde ortak kullanılmak üzere yukarıda anlatılan biçimde 35 değişik senaryo geliştirmiştir. Bu senaryolar fosil yakıtlarından tamamen vazgeçip hayatı bisikletle sürdürmekten, bu yakıtları olabildiğince fazla kullanmaya dayanan bir gelişim modeli barındırmaya kadar uzanmaktadır. Gelecekte ne olacağını bilmediğimiz için tüm modellerde bu senaryoların tümünün kullanılması gerekmektedir. Bu da modellerin en iyimser ve en kötümser tahminlerini bize verecektir. Aslında buradaki temel problem tamamen insanoğlunun nasıl davranacağıdır. Doğanın 19 nasıl davranacağı gayet belli çünkü dünya fizik kurallarına uygun davranır ama bizim nasıl davranacağımızı da modellerin içine koymamız gerekir. IPCC her ülkenin iklim konusunda çalışan önde gelen bilim adamları, bu konudaki sivil toplum örgütleri ve devlet yöneticilerinden oluşmaktadır. Bu insanlar bir araya gelip altı sene çalışıyorlar ve altı senenin sonunda geniş bir rapor ortaya çıkıyor. Dolayısıyla bu raporların tamamı o grubun görüşünü yansıtıyor. Bu saygın bilim insanlarından oluşan bir grup ve yazdıkları raporlar verilere dayanıyor. IPCC’nin son raporuna göre iklim değişikliği en az yüzde 90 ihtimalle insan yapısıdır. Ancak tüm bu modellemeler temelde lineer davranışlar üzerine kuruluyor, yani modellerin içinde bugünden yarına olacak değişikliğin boyutu üzerine ciddi kısıtlamalar getiriliyor, yani bu modellerin tümü bizim iklim sistemini normal olarak algılamamıza ve her şeyin böyle gelişeceği inancına dayanmaktadır. Eğer bu dayanak çökecek olursa kurulan modellerin tamamından daha kötü bir gelecek bizi bekliyor olacaktır. BÖLÜM İKİ DÜNYANIN ENERJİ MUHASEBESİ 2.1 Güneşin ışınımı ve dünyanın enerji muhasebesi Dünya iklimine katkıda bulunan enerjinin %99.97’si güneşten gelir. Dolayısıyla iklim fiziğinin de başlangıç noktası güneş olmalıdır. Güneş sarı-beyaz renkte ışık veren ve yüzey sıcaklığı 5780K olan bir gaz küredir. Güneşin içerisinde nükleer reaksiyonlar vardır ve bu reaksiyonlar sonucu oluşan ısı dünyaya ışıma ile yayılır. Işıma ile yayılan ışık güneş sadece yüzeyinden değil tüm üst katmanlarından yayıldığı için 5780K’lik bir gaz topuna kıyasla ışınım tayfının U V tarafında biraz daha az, yakın IR tarafında da biraz fazla ışınım yapar, ancak tüm etkileri topladığımızda güneşi 5780K’lik bir küre olarak alabiliriz. 2.2 Güneşin genel özellikleri Güneş Hertzsprung-Russell diyagramında G2 sınıfında yer alan sıradan bir yıldızdır. Ağırlığı ortalamanın üzerindedir, çapı ise 696, 000km’dir. Bu yaklaşık olarak dünyadan 100, Jüpiter’den ise 10 kat daha büyüktür. 2 x 1030 kg ağırlığı ise dünyanın 300, 000, 000 katıdır. Güneşin %91.2’si hidrojen ve %8.7’si helyumdan oluşur. Hidrojen yakma ömrü 10 milyar yıl, yaşı ise 4.5 milyar yıldır. Güneş hidrojeni yakar ve yakarken yavaş yavaş dışarıya ışıma miktarı artacaktır. Bunun sonucu olarak bundan 50 milyon sene sonra güneşin dünyaya verdiği ısı miktarı öylesine artacaktır ki dünyada 20 21 yaşamak mümkün olmayacaktır. Güneşin merkezindeki sıcaklık 15, 000, 000K, kendi etrafında dönüş hızı da ekvatorda 25, kutuplarda ise 35 gündür. Hidrojen atomlarını çarpıştırarak helyum üretmek en ”ucuz” enerji üretme metodudur. Dünyada bu teknoloji vardır fakat şu anki temel sorun hidrojeni 15 milyon dereceye çıkartıp orada tutabilmektir. Hidrojen bombası temelde hidrojen füzyonu yapan bir bombadır, ancak bu tür bir enerji çıktısını dizginleyecek teknoloji hali hazırda bulunmamaktadır. Dünyada güneşin enerjisini üretemeyebiliriz, ancak bu güneşten gelen bu enerjiyi elektrik enerjisine çevirmek mümkündür. Güneş enerjisini elektrik enerjisine çevirmeye yarayan cihazlara güneş gözesi denir. Bunun dışında güneş pili diye yanlış kullanılan bir kavram vardır. Pil temelde enerji depolamaya yarar, güneş pili dediğimiz cihaz (doğrusu güneş gözesi) ise güneş enerjisini elektrik enerjisine çevirmeye yarar. Tüm Türkiye’nin enerjisini güneş gözeleriyle sağlamaya çalışacak olursak yaklaşık Türkiye büyüklüğüyle kıyaslanabilir büyüklükte bir güneş gözesi gereklidir. Bu da pek mümkün olmadığı için enerji sorununa temel çözümlerin başında güneşin enerjisinin aynısını dünyada yaratabilmek gelir. Güneşin yüzey sıcaklığı yaklaşık 6000K de olsa yüzeyinde bazen güneş yüzeyinde sıcaklıkları bundan 1000K daha düşük olan küçük alanlar görülebilir. Bu alanlara güneş lekeleri denir. Güneş lekelerinin varoluş sebepleri tam olarak bilinmese de bunlar güneşin manyetik alanındaki değişikliklerle ilişkilendirilirler. Güneş lekelerini ilk gözlemleyen Galileo’dur. Güneş lekeleri dünyanın sıcaklığını arttırıcı etki yaparlar, yani güneş lekelerinin sayısı arttığı zaman dünyanın yüzey sıcaklığı da artmaktadır. Bu bizim beklentimizin biraz tersidir, çünkü güneşin kendisi 6000K ve güneş lekeleri daha soğuk olmalarına rağmen daha fazla güneş lekesi olduğunda dünyanın sıcaklığı artar. Bunun da sebebi güneş lekelerinden sadece ışınım çıkmaması, aynı zamanda yüksek enerjili parçacıkların da çıkmasıdır. Bu parçacıklar dünyaya doğru gelip atmosferin sıcaklığını arttırmaktadırlar. Güneş lekelerinin sayısı zaman içerisinde periyodik diyebileceğimiz bir değişiklik gösterir. Son birkaç yüz senedir süreklilik gösteren bu değişikliğin periyodu 11 senedir. Güneş lekelerinin en fazla ve en az olduğu zaman arasında güneşten bize ulaşan 22 enerji, yani güneş sabiti %0.08 değişir. Biz bu 11 yıllık döngünün neresindeyiz diye bakacak olursak, yaklaşık güneş lekelerinin 2010-2011 yılları arasında tepe noktasını bulması gerekir. Yani 2005 yılında güneş lekeleri dip noktasına indi ve 2011 yılı civarı tekrar tepe noktasına çıkması gerekir. Dolayısıyla dünya iklimi şu anda ısınma bölgesindedir yani son yıllarda güneşin nispeten soğuk olduğu zamanlar yaşıyoruz. Daha da kötüsü 2006-2009 arasında güneş lekeleri dip noktasına indi ve güneş lekelerinin sayısı artmıyor. Yani şu anda gördüğümüz iklim değişiklikleri güneşteki lekelerden kaynaklanmıyor. Hatta tam tersi güneşe bakacak olursak güneş son 3 senedir ciddi miktarda soğudu, 2008 ve 2009 yıllarının kısmen serin geçmesinin temelinde yatan sebeplerden biri de budur. Güneşten gelen enerjideki küçük değişiklikler bile dünyanın iklimin ciddi biçimde etkileyeceği için dünyanın sabit sıcaklığından yola çıkarak güneşten gelen enerjinin uzun zaman birimlerinde %1’den fazla değişmemiş olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla yukarıda bahsettiğimiz güneş lekeleri döngüsünün yarattığı yaklaşık %0.08 fark çok büyük bir miktardır. Güneş enerjisini, 4(1 H) →4 He + enerji + 2 nötrino denklemi ile gösterilen nükleer reaksiyon ile kazanır. Güneşte her saniye 630 milyon ton hidrojen 625 milyon ton helyuma dönüşür ve aradaki 5 milyon ton kütle farkı ise güneşin yaydığı 4 x 1026 W gücün kaynağını oluşturur. 2.3 Işınım Yasaları Güneşin merkezinde füzyon ile elde edilen güç, güneşin sıcaklığı değişmediğine göre, güneşin yaydığı güce eşit olmalıdır çünkü güneşin sıcaklığı sabittir ve ürettiği verdiğinden fazla olacak olsa sıcaklığı artar, verdiği güç ürettiğinden çok olacak olsa soğur. Dolayısıyla bu ikisinin dengede kalabilmesi için ürettiği gücü dışarıya vermesi gerekir. Verdiği güce her dalga boyu ve sıcaklığın bir fonksiyonu olarak 23 bakarsak, her dalga boyunda ne kadar ışınım yaptığı Planck yasası ile belirlenir. Siyah cisimlerin hepsi ışınım yaparlar, yaptıkları ışınım siyah cisim yasasıyla belirlenir. Dünya ve güneş de dahil olmak üzere bütün cisimler Planck yasasına uyarlar. Klasik fizikden gelen Wien yasası ile sıcak bir cismin yaydığı ışımanın gösterildiği ışıma yoğunluğu dalga boyu grafiğinde tepe noktasının sadece sağ tarafını açıklayabiliriz. Wien yasasındaki sorun, dalga boyu sıfıra doğru gittiği zaman, ışımanın da sonsuza gitmesi gerektiğini göstermesidir. Ama ölçümler ışımanın bir dalgaboyunda maksimum değerine ulaşıp sonra azaldığını gösterir. Planck yasası bu eksikliği gidererek mükemmel bir siyah cisimden yayılan ışımanın dalgaboylarına düşen enerjisini sıcaklığın bir fonksiyonu olarak verir. R(λ, T ) = 2hc2 λ5 1 W hc m3 sr e λkT − 1 (2.3.1) Siyah cisim üzerine düşen her fotonu soğurur. Siyah cismin yaydığı fotonlar yansıma nedeniyle değil termal uyarım nedeniyle oluşan fotonlardır. Planck yasası bir siyah cismin yaydığı gücü birim yayan yüzey alanı, birim katı açı ve birim yayım frekansı cinsinden bulmaya yarar. Bu anlamda Planck yasası hem güneşin hem de dünyanın termal olarak ışınımını hesaplamak için kullanılabilir. Dünyanın uzaydan görülen sıcaklığını ve atmosferin sıcaklık profilini ölçtüğümüzde dünyanın ışımasının yüzeyden yaklaşık 6-7 km yükseklikteki bir alandan çıktığını buluruz. Bir tarafta güneşten gelen ışıma, diğer taraftan dünyanın yaydığı ışıma ölçüldüğünde dünyanın sıcaklığı çıkartılabilir. Bu hesabı yapabilmek için StefanBoltzman yasasından yararlanırız. Planck yasasının dalga boyuna ve tüm katı açılara göre integralini almak bize bir siyah cismin yüzey alanı başına yaydığı gücü verir. Bu Stefan-Boltzmann yasasıdır. F = ²σT 4 (2.3.2) Burada σ = 5.67 x 10−8 J/m2 K 4 s Stefan sabiti olarak bilinir. ² ise cismin yayı gücünü, yani mükemmel bir siyah cisimden ne kadar farklı olduğunu, belirler. 24 Şekil 2.1: Kara cisim ışıması spektrumu Planck yasası bize bütün bu eğrinin ne olduğunu verir, ama o eğrinin altındaki alana bakacak olursak, o alan o cismin sıcaklığının dördüncü kuvvetiyle artar. Yani biri diğerinden 2 kat daha sıcak bir cisim diğerine oranla 16 kat daha fazla enerji verir. Bir cismin yayımı ne kadar kuvvetliyse emilimi de o kadar kuvvetli olmak zorundadır. çünkü eğer cismin emilimi yüksekse cisim ısınır, tersi olursa soğur, dolayısıyla hiçbir cisim durduk yerde ısınmayacağı için ışımayla aldığı enerji verdiği enerjiye eşit olacaktır. Son olarak Wien yasası da cismin yaydığı ışınımın tepe dalga boyunu belirler: λmax = 2897 µm T (2.3.3) Güneş için bu tepe dalga boyu 0.5 µm (görünür ışık), dünya içinse 10 µm’dir (termal IR). 25 2.4 Güneş Sabiti Güneş sabiti, temelde bize güneşten ne kadar ışık geldiğini verir. Eğer StefanBoltzmann yasasını kullanarak bulduğumuz güneşin yaydığı gücü, güneşin yayım alanı ile çarpıp, dünyanın soğurum alanına bölecek olursak güneş sabitine ulaşırız: S = σTs4 ( Rg 2 ) Rd (2.4.1) Güneş sabitinin hesaplanan değeri S = 1362 W/m2 ölçülen değer olan S = 1368 W/m2 ’ye çok yakındır. Bu gelen gücü dünyanın güneşe bakan alanıyla çarparsak dünyanın güneşten aldığı gücü buluruz, 1.5 x 1017 W (150 P W ). Yeryüzünün herhangi bir noktasına ulaşan güneş gücünü de F = S(1 − R)T cos θ W m2 (2.4.2) formülünü kullanarak buluruz. Burada R atmosferin ve bulutların güneş ışınımının ne kadarını yansıttıklarını, T ne kadarını geçirdiklerini, cos θ ise bu ışınımın yere dik gelen bileşenini gösterir. 2.5 Güneşin Tayfı Güneşten gelen ışıma Planck formülü ile verilen miktara çok yakındır. Güneşten gelen ışıma grafiğinde Planck yasasından beklediğimiz, dışarıdan çizilen çizgidir ama gerçekte güneşten geldiği ölçülen sarı renkte olan bölgedir. Planck’ın öngördüğü ışıma sadece güneşin yüzeyinde olmadığı için U V bölgesinde de sapmalar gözlenir. Kızılötesi tarafta da tam tersi olarak Planck’ın öngördüğü ışımadan daha az bir ışıma gözlenir. Bunun temel sebebi de güneşin mükemmel bir siyah cisim ol- 26 mayıp (aynı zamanda mükemmel bir küre olmayıp) çeşitli katmanlarından ışınım yapıyor olmasıdır. Güneş enerjisinin az bir kısmı %9’u U V (λ < 0.40µm), %38’i görünür ışık (0.40µm < λ < 0.70µm), %53’ü de yakın IR (0.70µm < λ < 4.0µm) bölgesindedir. Güneş bunun dışında daha kısa ve daha uzun dalga boylarında da ışıma yapar ancak bunların güneşin yaydığı toplam enerjiye etkileri ihmal edilebilir. Şekil 2.2: Güneş Işınımı spektrumu 2.6 Güneş Işınımının Atmosferdeki Emilimi Güneşin hangi dalga boyunda ışınım yaptığı önemlidir. Fakat iklim açısından bizi ilgilendiren atmosferdeki gazların hangi dalga boyundaki ışınımı emdikleridir. En altta gördüğümüz bütün atmosferin toplamıdır. Atmosfer tepe noktası 0.5 mikron 27 olan güneşin ışınımı gayet güzel geçirmektedir. Ama buna karşılık tepe noktası 10 mikron olan dünyanın ışımasına denk gelen bölgede bir tane ozon tepeciği vardır. Tek tek baktığımız zaman ise burada en önemli etken su buharıdır. Oksijenin sağ tarafındaki büyük bölge, iyonize olmuş oksijen atomlarından kaynaklanmaktadır. Bu bölge güneşten gelen düşük dalga boylarındaki yüksek enerjili fotonların oksijen atomlarını iyonize etmesiyle oluşur. Karbondioksite baktığımızda, karbondioksitin birkaç tane tepe noktasının dünya ışınımının kuvvetli noktalarına denk geldiği görülmektedir; özellikle 15 mikron en kritik noktadır, tehlikeli bir yerde olduğu için dünyanın yaydığı ışınımının önemli bir kısmını soğurmaktadır. Dünyanın sıcaklığı artarsa dünyanın ışınımı kısa dalgaboylarına doğru kayacak, karbon dioksitin etkisi azalmaya başlayacak ama buna karşılık su buharı biraz daha tehlikeli olmaya başlayacaktır. Sera gazlarının yaptığı etkiyi etraflıca anlayabilmek için sera gazlarının hangi dalgaboylarındaki ışınımı emdiğini ve dünyanın hangi dalga boyunda ışınım yaptığını bilmek önemlidir. Esas tehlike bu iki dalgaboyunun üst üste oturduğu zaman gerçekleşir. Metanın tepe noktasının karbondioksitle kıyaslandığında gayet ince olmasına rağmen, çok tehlikeli olmasının sebebi, üretildiği zaman atmosferde çok daha uzun süre kalmasıdır. Karbondioksit baktığımızda atmosfere çıktıktan kısa bir süre sonra ya yağmurla aşağı iner ya da bitkiler veya okyanuslar tarafından emilir. Ama buna karşılık metan, havadan hafif olduğu için yukarılara doğru çıktığından bozulması zorlaşmakta ve dolayısıyla atmosferde daha uzun süre kalmaktadır. 2.7 Gelen Güneş ve Giden Termal Işınım Arasındaki Denge Gelen güneş enerjisinin %4’ü dünya yüzeyi, %20’si bulutlar ve %6’sı atmosfer tarafından geri yansıtılır; %20’si atmosfer ve atmosferdeki parçacıklar tarafından emilir, %50’si de yüzeye ulaşarak yüzey tarafından emilir. Güneşten gelen gücü, tüm dünya yüzeyine eşit olarak dağıtacak olursak yüzey başına düşen birim güç 1368/4 = 342 W/m2 olur. Yani dünyaya 342 W/m2 geliyorsa dünyadan da 342 28 Şekil 2.3: Güneş ışınımının atmosferdeki emilimi W/m2 çıkıyor olması gerekir. Bunun da %30’u dünya yüzeyine gelmeden yansıdığı için yaklaşık olarak 239 W/m2 yüzeye varır. Bu ısının ekvatorla kutuplar arasındaki dağılımı yaklaşık olarak ikiye birdir. Yani bir kutuba güneşten gelen enerjinin iki katı ekvatora ulaşır. Atmosfer ve okyanuslardaki taşıma mekanizmaları olmayacak olsa bu fark çok ciddi bir ısı farkına yol açabilirdi ve dünya şimdi olduğundan çok daha değişik bir yer, Ekvator bölgesi olduğundan çok daha sıcak, kutup bölgesi olduğundan çok daha soğuk olurdu. Okyanuslar tarafından büyük döngülerle suyun taşınması herhangi bir sebeple, mesela tuzluluğun değişmesi, veya tektonik hareketler, yani 29 Şekil 2.4: Gelen Güneş ve Giden Termal Işınım Arasındaki Denge kıtaların, mesela Amerika ile Avrupa’nın birbirine biraz yaklaşacak olması gibi hareketlerle sıfırlanacak olursa kutuplar daha da soğur, Ekvator bölgesi ise daha ısınır. Hangisi daha tehlikeli sorusuna cevap arayacak olursak, ekvatorun daha çok ısınmasının sonucunun denizlerin ortalama sıcaklığı açısından bakıldığında ilk bakışta ciddi bir değişiklik getirmemesi gerekir. çünkü güneşten gelen enerji sabittir; denizler dünyanın %71’i olduğu için onların sıcaklığının artması veya azalması söz konusu değildir. Ekvatorun daha ısınması ilk anda karbondioksit emilimi açısından çok ciddi bir fark yaratmaz ancak dünya ormanlarının önemli bir kısmının ekvator bölgesinde olduğunu unutmamak gerekir. Bu bölgede sıcaklık artacak olursa bitki örtüsü tolerans bölgesinin dışındaki sıcaklıklarla karşılaşabilir. Her bitkinin bir tolerans bölgesi, yani sıcaklık açısından mutlu bir biçimde yetiştiği bir sıcaklık aralığı vardır. Siz 20 derecede yaşamayı seven bir ağaca %50 fazla karbondioksit verip, sıcaklığı 25 derecenin altında tuttuğunuz müddetçe ağaç mükemmel olarak büyümeye devam eder. Ama sıcaklığı 25 derecenin üstüne 30 çıkartırsanız, bu ağaç karbondioksit emmeyi bırakıp yaymaya başlar. Bitkiler stres altında bırakıldıkları zaman, besin depolamak yerine depoladıkları besinleri yakarlar. Yaktıkları zaman da depolamak için oksijen üretmezler, direkt olarak karbondioksit salarlar. Ekvatordaki sıcaklık artacak olursa ekvator kuşağındaki ormanlar yavaş yavaş karbondioksit yaymaya başlar ve stres altında kalarak ölürler. Dolayısıyla ekvatordaki sıcaklık artışının atmosferdeki karbondioksit miktarı açısından ciddi sakıncaları vardır ancak kutuplarda ne olduğu ekvator çevresinde ne olduğundan çok daha önemlidir. Kutuplar soğuyunca sular donar, dünyanın aklığı artar ve dünyaya gelen enerji miktarı azalır. Enerji miktarı azalırsa kutuplar daha da soğur, daha da soğursa, aklık artar ve daha çok soğur. Bunlara pozitif geri besleme denir. Buz miktarı artarsa deniz suyu sıcaklığı düşer, denizler karbondioksiti daha fazla emer, sera gazı miktarı azalır ve dünyanın sıcaklığı düşer. Bu olay bütün dünya buzla kaplanana kadar devam eder. Tüm dünyanın buzla kaplandığı durum, kartopu dünyası, bir denge noktasıdır. Tüm denge noktalarında dünyanın sıcaklığı sabit olduğu için gelen enerji kadar enerjinin de, termal ışınım olarak uzaya geri dönmesi gereklidir. Yani, Gelen ışınım = çıkan ışınım S(1 − R)πRd2 = 4πRd2 ²σT 4 (2.7.1) olur. Bu hesaplamadan dünyanın yüzey sıcaklığının aslında 255K olması gerektiği sonucuna varabiliriz. Dünyanın ortalama yüzey sıcaklığı bunun çok üzerinde olduğu için sebebi basit bir siyah cisim hesabından ötede aramalıyız. Orta- lama sıcaklığın 255 K’den farklı olmasının sebebi dünyanın üstünde bir atmosfer tabakası olmasıdır. Dünya bugünkü ılıman iklimini atmosferde bulunan sera gazlarına borçludur. 31 Şekil 2.5: Atmosferdeki ışınımsal iletim BÖLÜM ÜÇ ATMOSFER 3.1 Atmosfer İklimi modellemek için atmosferin yapısını iyi bilmek zorundayız. Atmosferin kalınlığı 400 km, dünyanın yarıçapı ise yaklaşık 6400 km dir. Bu sebepten dünya ve atmosferini portakal ve kabuğuna benzetebiliriz. Her ne kadar atmosfer hızlı dönen bir kaya parçasının üzerinde bu kayaya çekimsel olarak bağlı ince bir gaz tabakası olsa da güneşten aldığı enerjiye verdiği kompleks tepki, saatler veya günler mertebesinde olabilir. Bu kompleks sistemi modellemeye yüksekliği 400 km olan dikey bir hava sütununun davranışını incelemekle başlayabiliriz. Atmosfer modellemesinde sadece dikey bir kesit alıp bunu dünyanın her noktasına uygulamak yeterli olmaz, çünkü o sütunu nerede aldığımız önemli farklar yaratır. O sütunu ekvatorda aldığımızda değişik bir davranış biçimi görürüz, kutuplarda aldığımızda daha değişik bir davranış biçimi görürüz. Dünya bugünkü ılıman iklimini temelde ekvatora daha fazla gelen enerjinin atmosfer ve okyanuslar aracılığıyla kutuplara taşınmasına borçludur. Dolayısıyla bunu bir sütunu örnek alarak yapamayız; ancak iklim modellenmesine bu sütun ile başlamalıyız. Temel fizik kanunlarının bir uygulaması olduğu icin bu model çok uzun süredir kullanılmaktadır. Bu basit modele ek olarak, kutuplara oranla ekvatora daha fazla gelen ışınımın oradaki havayı ve suyu daha fazla ısıtarak kutuplara doğru yonlendirmesini de hesaba katabiliriz. Bu harekete meridyonal hareket diyoruz. Dikey sütuna ek olarak ekvator-kutup yönündeki (meridyonal) bileşeni de hesaba katmak gerekli olsa da tek başına yeterli değildir; çünkü dünya enlemler yönünde (zonal) de homojen değildir. Kıtalar bu yönde fiziksel engeller oluşturdukları için yapılacak tüm benzetimler üç, hatta zamanı da katarsak dört boyutlu olmalıdır. 32 33 3.2 Atmosferin bileşimi Dünya atmosferinin %78’i N2 , %21’i O2 gazından oluşur, geri kalanı ise başta argon olmak üzere az bulunan gazlardır. Bu tanım aslında sadece kuru hava için geçerlidir çünkü hava, sıcaklığına bağlı olarak içinde büyük miktarda su buharı bulundurabilir. Atmosferdeki su buharı %0 ile %4 arasında değişir ve ortalaması %0.8’dir. Nemli havanın içerisindeki nem miktarı pek çok faktörle değişebilir. Atmosferin ana bileşenleri N2 ve O2 ile birlikte tek atomlu soy gazlar Ar, N e, He, Kr ve Xe hem güneşin ışınımına hem de dünyanın yaydığı termal ışınıma geçirgendirler. Yalnız, moleküler yapıları asimetrik olan gazlar iki atomlu da, daha fazla atomlu da olsalar, termal ışınımı kısmen geçirirler. Asimetrik gaz ne demek? CO2 in yapısına baktığımız zaman, atomların elektron isteme miktarları aynı değildir, oksijen karbona göre elektronu biraz daha fazla ister, kenarlar biraz daha eksi, orta biraz daha artıymış gibi düşünülebilir. Dolayısıyla artık bu molekül gelen ışınıma karşı simetrik değildır. Ortası bir şekilde, dışı başka bir şekilde davranır. Bu yüzden, atmosferde çok az miktarda bulunsalar da, iklim konusunda ana rol oynayan gazlar CO2 , CH4 , N2 O ve O3 gibi asimetrik molekül yapısına sahip olan gazlardır. 3.3 Basıncın yükseklikle değişimi Basıncı pek çok değişik birimle ifade ettiğimiz için basınçla çalışmaya başlamadan önce bu basınç birimlerini tekrar gözden geçirmekte fayda vardır. Geleneksel basınç birimi mm Hg’dır. Uzun bir tüpün içerisine ağzına kadar cıva doldurup, ters çevirip cıva dolu tasın üzerine koyduğumuzda cıvanın tüpün içinde ne kadar yükseldiği bize basıncı verir. Basınç, bizim için kolaylık olsun diye kendimize özelleştirdiğimiz birimlerden biridir. Standart basınç, yani havanın deniz seviyesindeki basıncı 760 mm Hg’dır. Buna aynı zamanda 1 atmosfer (atm) de denir. Dolayısıyla basıncın tanımı doğanın bize verdiği değerlerden gelir. Basıncı SI bir- 34 imleri cinsinden anlatmaya çalışırsak basınç birimi Pascal’dır, bu da N/m2 ’ye (kuvvet/alan) denk gelmektedir. Kısaltmalarda kullanılmak amacıyla 105 Pascal’a 1 bar denir. 1013 mbar ise bir atmosferlik basınca karşılık gelir. Fizikçiler genelde pek çok noktada atm kullanır, ama buna karşılık meteorologlar ve atmosfer bilimciler mbar kullanırlar. Atmosfer basıncı meteorologların çoklukla kullandıkları bir olgu olduğu için bu problemin içerisinde meteorologların kullandığı mbar’ı kullanacağız. Bunca değişik basınç biriminin aynı anda kullanılıyor olmasının temel sebebi iklim bilimcisi diye bir mesleğin olmaması ve iklim bilimi ile uğraşan kişilerin aslında değişik bilim dallarından gelen kişiler olup, bu kişilerin kendi bilim dallarının tercih ettiği birimleri kullanmaya devam etmeleridir. Atmosferdeki hava hareketlerini incelerken hava paketi diye bir kavram kullanacağız. Peki nedir bu hava paketi? Bir hava bölgesi düşünelim. Havanın içerisindeki o bölge çeşitli şekilde hareket ediyor olabilir. Eğer çevresinden daha hafifse yükselir, daha ağırsa aşağıya dogru çöker. Bu bölgeye hava paketi diyoruz. Bu paket, bütün havayı içine almayacak kadar küçük ama tüm molekülleri de ortalamada birlikte hareket edecek kadar da büyük olmalıdır. Hava paketi bir tane molekülden oluşabilir, ama sadece bir molekülün hareketine bakıyorsak, bu bizim ortalama almamızı etkiler. İki moleküle baktığımızda bu iki molekül birbiriyle korele şekilde hareket ediyor olabilir. Bu pakete bir molekül daha eklediğimizde gene de korele hareket ediyor olabilirler. Ancak sonunda öyle bir noktaya geliriz ki 1023 moleküle 1023 molekül daha ekleyecek olursak moleküllerin bir kısmı aşağı giderken bir kısmı yukarı gidebilir. Paketle seçtiğimiz öyle bir limit ki, paketin içindekilerin tamamı aynı fizik kurallarıyla aynı şekilde davranıyolar. Yani hepsi birlikte yukarı gidiyorlar, genişliyorlar, soğuyorlar, yoğunlaşıyorlar, aşağı gidiyorlar, o kadar büyük bir paket ki hepsi lafını kullanabiliyoruz. Ama bu biraz daha büyük olacak olsa hepsi lafını kullanamayacağımız büyüklükte bir paket. Paket kavramı genelde sıvı mekaniğinde kullanılan bir konudur. Sıvı mekaniğinde, baktığımız yerlerin tek birşey olmayacak kadar büyük ama hepsinden farklı olacak kadar da küçük olması gerekir. 35 Atmosfer basıncı yükseklikle değişir. Hava paketlerinin dikeydeki hareketlerini ihmal edecek olursak bir hava paketinin altı ile üstü arasındaki basınç farkı o paketin ağırlığına eşittir. Eksi olmasının sebebi yukarı çıktıkca basıncın azalmasıdır. dp = −ρgdz (3.3.1) burada ρ yoğunluk, p basınç, z yükseklik ve g yerçekimi ivmesidir. Bu eşitliğe hidrostatik denge adı verilir. İdeal gaz denkleminde pV = RT alacak olursak, ρ= Mp RT (3.3.2) olarak bulunur. Burada M bir mol havanın kütlesini, R gaz sabitini temsil eder. Eğer bunu hidrostatik eşitliğin içine koyup, yoğunluğu da m/v alırsak, dp dz dz =− =− RT p H mg (3.3.3) bulunur. Burada H ölçek yüksekliğidir. ölçek yüksekliği basıncın 1/e oranında düştüğü yüksekliktir. Yani H kadar yükseldiğinizde atmosferde basınç 1/e oranında düşer. Eğer bu eşitliği yüzeyden yukarıya doğru entegre edersek p = p0 e− Rz dz 0 H (3.3.4) bize basıncın yükseklikle nasıl değiştiğini verir. Ölçek yüksekliği sıcaklığın bir fonksiyonudur. Yüzey sıcaklıklarında (T = 290K) H = 8.45km, mezosferin tepesinde (T = 200K) H = 5.84km olarak bulunur. İki tane farklı basınca sahip katman arasındaki uzaklığı bulmak için ise denklemden z yi çekeriz. Bu basınç farklarını çok büyük almadığımız müddetçe yani 1000 mbar la 1010 mbar arası gibi ufak bir fark olarak aldığımız sürece 1000 36 mbarın sıcaklığıyla 1010 mbar ın sıcaklığı aynı ya da yakın olacağı için bunların ortalamalarını alacak olursak katmanın kalınlığını çıkartabiliriz. p1 ve p2 basınçlarına sahip iki nokta arasındaki katmanın kalınlığı 4z = − RT p1 log Mg p2 (3.3.5) olarak bulunur, burada T katmanın ortalama sıcaklığı olarak alınır. Basınç ve yükseklik arasında bire-bir bir ilişki olduğu için atmosferik olayları anlatırken bu iki değişken birbiri yerine kullanılabilir. Genelde yükseklik atmosfer bilimcileri ilgilendirmediği için onlar atmosfer yüksekliğini kullanmazlar ve basıncı değişken olarak alırlar. Mesela bir bölgeyi tanımlarken 1000 mbar basıncındaki bir bölge denir. Deniz seviyesi yerine ise 1000 mbar kullanılır. Dolayısıyla yükseklik daha çok ölçümlerden bahsederken, basınç ise dinamik modellemelerde değişken olarak kullanılır. 3.4 Dikey yöndeki sıcaklık profili Yerden olan yükseklik arttıkça atmosferin sıcaklığı azalır. Bu azalma yerden yaklaşık 10km yüksekliğe kadar sürer. Sıcaklığın sabitlenmesinin sebebi, bu yükseklikte uzaya olan ısı kaybının ısı transferine hükmetmesidir. 3.4.1 Troposferdeki sıcaklık profili Troposferdeki ısı alışverişi konveksiyonla olur. Eğer güneşin ışınları yere yüzeyine vurup ısıtsa ve bu ısı sadece ışıma ile yayılıyor olsa yerden yukarıya olan sıcaklık profili çok daha dik olurdu. Ancak bu dik profil soğuk ama yoğun havanın sıcak ama daha az yoğun havanın üzerinde olması sonucunu getirir. Bu sebepten termodinamik bir dengesizliğe ve konveksiyonla ısı transferine yol açar. Isınan 37 hava yükselip soğuduğu için yüzeyden yukarıya doğru azalan daha yumuşak bir sıcaklık profili gözlenir. Yukarı çıkan havanın basıncı azaldığı icin sıcaklığı da düşer. Ancak belirli bir yüksekliğin üzerine çıktığımız zaman, ısı transferi konveksiyon yerine ışıma ile gerçekleştiğinden sıcak havanın yükselmesi durur ve atmosferin sıcaklığı sabitlenir. Havanın konveksiyonla yükselmesinin durduğu nokta bir denge noktasıdır. Ayrıca ısınan hava yukarıya çıktığına göre ve atmosferin alt tabakalarının da yoğunluğu azalmadığına göre havanın bazı yerlerden yukarı çıkarken bazı yerlerden de aşağı inimesi gerekir. Havanın yükseldiği yerde basınç düşer, düştüğü yerde de basınç artar. Bu sıcaklık değişikliğini incelemek için Şekil 3.1: Dikey yöndeki sıcaklık profili 38 ısınan bir hava paketinin atmosferdeki tersinir adiyabatik hareketini temel alabiliriz. Termodinamiğin birinci yasası enerjinin korunumudur, yani bir sisteme verdiğimiz ısı iş yapar ve toplam enerjisinin artması buna bağlıdır. Termodinamiğin birinci yasasına göre dQ = Cv dT + pdV (3.4.1) Eğer bir hava paketinden bahsediyorsak bu paket her noktada çevre ile dengede olacağı için çevreye verdiği ve çevreden aldığı ısı sıfırdır. dQ ≈ 0 (3.4.2) pdV + V dp = RdT = (Cp − Cv )dT (3.4.3) İdeal gaz yasasından ve hidrostatik dengeden V dp = −V ρgdz = −M gdz (3.4.4) dT Mg g =− = − = −Γ dZ Cp cp (3.4.5) sıcaklığın yükseklikle değişimi yerçekimi ivmesinin atmosferin ısı sığasına oranına eşittir. Burada Γ adiyabatik geçiş oranıdır (adiabatic lapse rate). Adiyabatik geçiş oranı yerden yükseldikçe sıcaklığın ne kadar azalacağının ölçüsüdür. Kuru hava için ısı sığası cp = 1010 J/Kkg olduğu için geçiş oranı 9.7K/km olarak bulunur. Yani kuru havanın sıcaklığı her kilometrede 9.7K azalır. Ancak troposfer genelde kuru olmadığı için havadaki nem miktarıyla bu sayı 6-7K/km civarına düşer, bu da yaklaşık 150 metrede 1 derece demektir. Bu sayıyı elde ettikten sonra bir de bu paketin kararlı olup olmadığına bakmamız gerekir. Eğer bir paketin yoğunluğu bulunduğu yerin yoğunluğundan az 39 ise paket yükselmeye devam edecek, eğer bu paketin yoğunluğu yükseldiği yerden daha fazlaysa düşücektir. Paket bu şekilde dengelenerek kararlı hale gelecektir. Bir durum için geçiş oranı hesaplanıp sonra da bu hesaplanan değer ölçülen değerle karşılaştırılacak olursa o hava paketinin dengede olup olmadığı bulunabilir. Eğer paket kararlı olacaksa adiyabatik olarak hareket etmelidir, yani dT = −Γdz (3.4.6) ancak gerçekte yükselen paket ölçülen geçiş oranına sahip olur, yani dT = −Ldz (3.4.7) Paket yükseldiğinde sıcaklığı çevre sıcaklığından daha yüksek olacaksa, yani L > Γ ise atmosfer kararsızdır, tersi durumda L < Γ ise atmosfer kararlıdır ve konveksiyon görülmez. 3.4.2 Stratosferdeki sıcaklık profili Stratosferdeki denge ışınım dengesidir. Atmosferdeki troposfer stratosfer ayırımını ilk bulan de Bort’dur. De Bort havaya salınan atmosferik ölçüm balonlarının 10 km’den yukarı çıkmadığını gözlemlemiştir. Yani bu balonların daha da yükseğe çıkmaları için özel birşey yapmayacak olursanız sadece 10 km’ye kadar çıkıp, o yüksekliğin üstüne tırmanamazlar. Bunun sebebi stratosferdeki ısı dengesinin ışınım ile sağlanmasıdır. Eğer stratosferi optik açıdan ince bir katman olarak ele alırsak, dünyanın yaydığı ışınımın bir kısmını bu katman yutar ve daha sonra da yuttuğu enerjiyi termal ışınım olarak geri yayar. Optik olarak ince bir katmanın, sadece ışığa geçirgen olması değil, bütün ışımayı hangi oranda geçirdiği de önemlidir. İnceden 40 kasıt katmanın yüksekliğinin ince olması değil, optik olarak ışımayı geçirmesidir. Duvarın kalınlığı atmosferin kalınlığına (400 km) göre çok daha küçüktür, fakat duvar atmosfere göre optik olarak daha kalındır çünkü ışımayı geçirmez. Stratosfer optik olarak incedir. Sadece güneşin ozon morötesi ışınımının bir kısmını tutar, geri kalanların tamamı güneş ışınımı açısından da dünyanın ışıması açısından da geçirgendir. Çünkü stratosferde genelde karbon dioksit miktarı azdır, oksijenle azot da bütün ışımaları geçirirler. Geri kalan CF C gibi gazlar ise azınlıktadır. Stratosferi ince bir katman olarak alırsak, bu katman dünyadan gelen radyasyonu emer ve buna karşılık kendisi de bir ışıma yapar. Yaptığı ışıma hem aşağı hem yukarı yöndedir. Eğer stratosferde başka bir enerji kaynağı yoksa, emilen enerji ile yayılan enerjinin eşit olması gerekir, yani eσ(Td )4 = 2eσ(TS )4 (3.4.8) Td dünyanın sıcaklığıdır. Tüm katsayıları bildiğimiz için buradan stratosferin sıcaklığını çıkartabiliriz, bu sıcaklık 215K olarak bulunur. Bu basit hesap bile, ölçülen sıcaklıklarla çok iyi uyuşmaktadır. 215K sıcaklık troposferle stratosfer arasındaki geçiş bölgesinde, yani tropopoz denilen bölgede görülür. Oradan sonra da yukarı doğru çıktıkça sıcaklık artar. Bu artışın sebebi güneşin morötesi ışınlarının atmosferin bu bölgesinde yoğunlaşan ozon tarafından soğurulmasıdır. Ozonun hem oluşması hem de morötesini emmesi sırasında bu ısı oluşur. 3.4.3 Gözlemlenen sıcaklık profili Atmosferin radyosonda balonları ile gözlemlenen sıcaklık profili neredeyse yukarıda hesaplanan profil ile aynıdır. Troposferde sıcaklık lineer olarak azalır, stratosferde ise sabit kalır. Ancak gerek lineer azalma miktarı gerekse de sabit kaldığı sıcaklık mevsimlerin bir fonksiyonu olarak değişebilir. Sıcaklığın sabit kaldığı bölge yaz aylarında daha da büyür, kış aylarında ise daha küçülür. Sıcaklıktaki bu değişiklik stratosferdeki ozon miktarına bağlıdır. Ozon üretimi de tüketimi de mevsim- 41 Şekil 3.2: Stratosferdeki sıcaklık profili sel olaylar oldukları için ozon tabakasının ve dolayısıyla da tropopozun kalınlığı mevsimlerle değişir. 3.5 Atmosferin genel dolaşımı Güneşten enerjinin çoğu ekvatora, azı kutuplara düşer. Ekvatora gelen bu fazla enerji atmosfer ve okyanuslar yardımıyla kutuplara doğru taşınır. Bu enerjinin kutuplara taşınmasının metotları dünyanın dönüş hızına bağlıdır. Eğer dünya hiç dönmeseydi, dünyanın en sıcak yeri güneşe bakan ekvator noktası, en soğuk yeri de güneşi hiç görmeyen ekvator noktası olacaktı. Dolayısıyla, hava ekvatorda ısınacak, yükselecek, arka tarafta en soğuk olan yerde aşağı düşecekti. Bu döngünün tamamlanabilmesi için de bir akım olması gerekir. Elektrik devresi gibi düşünecek olursak ekvatorda elektronları pompalayan, akımın bir başlangıç kaynağı vardır. Ama bu elektronların pompalandıktan sonra bir şekilde tekrar 42 Şekil 3.3: Gözlemlenen sıcaklık profili geri gelmeleri gerekiyor ki akımın devamı sağlansın. Benzer şekilde, iklimde de ekvatordan yukarıya doğru sıcak hava pompalıyoruz. Devreyi tamamlamak için bu havanın bir yerden de aşağı inmesi gerekiyor. Venüs’ün kendi etrafında dönme süresi 243 gündür. Venüs gibi yavaş dönen bir gezegende bile enerji transferi dönmeyen gezegenden farklı olacaktır. Böyle bir gezegende ekvatordan yükselen hava kutuplardan aşağıya inecektir. Bunun sonucu olarak üst seviyelerde ekvatordan kutuplara, alt seviyelerde de kutuplardan ekvatora doğru bir hava akımı oluşacaktır. Bu gezegende en soğuk nokta kutuplardır, bu sebepten dolayı da ekvatorda bir alçak basınç, kutuplarda yüksek basınç merkezi vardır. Bu döngüye Hadley hücresi adı verilir. Dünya gibi daha hızlı dönen bir gezegen içinse anlaşılması kolay olmayan, ancak kompleks 3D mod- 43 Şekil 3.4: Hadley hücresi ellerle gösterilebilen üç hücre oluşur, Hadley, Ferrel ve Kutup hücreleri. Dünya gibi hızlı dönen bir gezegende durağan bir gezegene kıyasla bir yerine üç hücrenin varlığı durağan gezegen için kurduğumuz basit resmi kullanılmaz hale koyar. Burada enerji kutuplara büyük hava akımları ile değil küçük dalgalar, fırtınalar ve türbülans ile taşınır. Bu sistemde ekvatorda alçak basınç 30. enlemlerde yüksek basınç, 60. enlemlerde tekrar alçak, 90. enlemlerde yüksek basınç merkezleri vardır. Televizyonda ve radyoda hava durumları anlatılırken duyduğumuz Basra Alçak Basıncı gibi kavramlar buradan gelir. Bu standart kavramlar aslında hücrelerin hareketlerine dayanır. Yani bize soğuk hava niye hep Balkanlardan gelir, ya da niye sıcak hava bize Basra üzerinden gelmez de Sahra’dan gelir gibi soruların cevapları temelde bu hücrelerin varlığına ve etkileşmelerine dayanır. 44 Enerjinin ekvatordan kutuplara taşınması kompleks bir transfer mekanizmasıyla Şekil 3.5: Dolaşım devreleri gerçekleşiyor olsa da işin temelinde entropi ve entropinin maksimizasyonu yatar. Eğer ısı transferi ve bunun nedeni konusunda şüphelerimiz varsa içimizi termodinamik ile rahatlatabiliriz, söz konusu enerji transferi diğer pekçok olgu benzeri, entropi üretimini maksimize etmek zorundadır, yani F F dS = − dt T2 T1 (3.5.1) burada T1 yüksek sıcaklığından T2 düşük sıcaklığına ısı akışını F ile gösteriyoruz. Eğer hiç ısı akışı olmasa F ve dolayısıyla dS/dt sıfır olur. Dünya çok daha hızlı dönse sıcaklıklar eşitleneceğinden dS/dt yine sıfır olur, dolayısıyla dünyanın hem ısı akışını hem de ekvatorla kutuplar arasındaki sıcaklık farkını dinamik olarak ayarlayarak entropi üretimini maksimize etmeye çalıştığı ortaya çıkar. Bütün 45 dünyanın yüzey sıcaklığı yaklaşık 4 milyar yıldır sabittir. Bu süre boyunca güneşin yaklaşık 6000◦ sıcaklığında az bir oynama olsa da güneşin sıcaklığı sabit kabul edilebilir. Güneşten gelen enerji ile dünyanın dışarı verdiği enerji birbirine eşit olmak zorunda olduğundan dünyanın sıcaklığı artamaz. Sisteme net enerji girdisi olmadığı için de sistemin içindeki döngülerin tamamı entropiyi arttırmak zorundadır. Yapılan pek çok modelleme de bu tür kaotik davranışlar gösterebileceği için modelleri kontrol etmenin en kolay yöntemi entropi maksimizasyonuna uyup uymadıklarını denetlemektir. BÖLÜM DÖRT BULUTLAR VE TOZLAR 4.1 Bulutlar ve Tozlar İklim değişikliği konusundaki en önemli başlıklardan biri de bulutlardır. Dünyadaki bulut miktarındaki herhangi bir değişiklik dünyanın aklığının değişmesine, bu da dünyanın aldığı enerji miktarının değişmesine yol açacağı için bulutların işlevinin çok iyi anlaşılması gerekmektedir. Ancak problem daha da komplikedir: Dünya ısınacak olursa buharlaşmanın artmasından dolayı bulut miktarının artacağı kesindir; fakat artan bulut miktarı aklığı arttırarak dünyanın yansıttığı ışıma miktarını arttırıp dünyanın soğumasına mı yol açar, dünyanın ışımasının daha da fazlasının dünya atmosferine hapsolmasına mı, yoksa bu iki olgunun bir bileşimine mi? Buradaki temel nokta atmosferdeki su buharı miktarının yere göre çok değişiyor olmasıdır. Kuzey kutbunun bulutlu olmasıyla ekvatorun bulutlu olması arasında çok fark vardır; çünkü ekvatora gelen ışık miktarı kuzey kutbuna gelen ışık miktarından daha fazladır ve yansımanın hapsolması daha çok sorun yaratır. Ayrıca bulutun kalınlığı da çok önemlidir; çünkü bulutun kalınlığı bulutun renginde önemli rol oynar. İnce bir bulutta aşağısı görülebilir; ama kalın bir bulut daha fazla ışık yansıtır, daha azını aşağıya iletir. Bütün bunların hepsi bu konu içerisindeki olası problemlerdir. Bir ek nokta olarak, bulutun nasıl oluştuğunu da tam olarak anlamış değiliz. Yağmurun olması için su buharının bulutun bazı noktalarında iyice yoğunlaşıp büyük yağmur çekirdekleri oluşturması gerekiyor. Bunun için de bulutun içinde toz gibi suyu üzerine çekerek damlaların yoğunlaşmasına yardımcı olan maddeler bulunması gerekiyor. Damlalar ancak bu şekilde oluşup kendilerini taşıyamayacak hala geldiklerinde yere yağmur olarak düşüyorlar. Damlalar bir defa düşmeye başlayınca da aşağıya büyüyerek düşüyorlar; ama damlaların 46 47 büyüyebilmeleri için ilk önce oluşmaları gerekiyor. Bunun için de bir bulutun oluşması gerekiyor. 4.2 Potansiyel sıcaklık ve entropi Bulutların hangi şartlarda oluştuklarını bulmak için potansiyel sıcaklığı ve entropiyi hesaplamamız gerekir. İdeal gaz yasasından termodinamiğin birinci yasasıyla birlikte ideal gaz kanununu da kullanırsak Cp dT = V dp = RT dp p (4.2.1) sıcaklıkla basınç arasında bir bağıntı bulabiliriz. Bu denklemi düzenler Cp dT dp = R T p (4.2.2) ve her iki tarafın da integralini alırsak, Cp log T = log p + const. R (4.2.3) sıcaklık ile basınç arasındaki bağıntıya ulaşırız. Bu denklemden yola çıkarak θ sıcaklığını, potansiyel sıcaklık, yani T sıcaklığında ve p basıncındaki bir hava paketinin olduğu yerden standart basınca (1 bar) götürülecek olunması durumunda alacağı sıcaklık olarak hesaplayabiliriz. θ = T( p0 CRp ) p (4.2.4) Bu denkleme Poisson denklemi denir. Bizim için önemli olan potansiyel sıcaklığın yükseklikle nasıl değiştiğini bilmektir. Yükseğe çıktığımız müddetçe ne olacağını 48 bulmak için de potansiyel sıcaklığın yüksekliğe göre türevini alırız. dθ 1 dT R 1 dp = θ( −( ) ) dz T dz Cp p dz (4.2.5) Hidrostatik denge denklemini dp = - ρgdz ve ideal gaz yasasını kullanarak dθ θ dT = ( + Γ) dz T dz (4.2.6) bulunur. Parantezin içindeki birinci terim ölçülen geçiş oranıdır ve sıcaklık yükseklikle azaldığı için negatiftir. İkinci terim de adyabatik geçiş oranıdır (pozitif). Eğer Γ terimi daha büyükse (dθ/dz > 0) atmosfer konveksiyona karşı kararlıdır ve konveksiyon görülmez, küçükse (dθ/dz < 0) konveksiyon görülebilir. Troposferin sonuna doğru sıcaklığın yükseklikle değişimi azaldığı için dθ/dz > 0 olur ve atmosfer kararlı duruma geçer. Stratosferde de iyice kararlı hal alır. Atmosferiyle birlikte dünyayı kapalı bir sistem olarak kabul edebiliriz. Dünya sistemine net bir enerji girdisi yoktur, güneşten aldığımız kadar enerjiyi kızılötesi olarak uzaya yayarız. Dünyaya düşen göktaşları kadar kütledeki gazları atmosferden dışarıya kaybederiz, dolayısıyla dünyanın uzayla ne net parçacık ne de enerji alışverişi vardır. Dünyanın hacmi de yaklaşık olarak sabit olduğu için dünyanın denge noktasını entropiyi maksimize ederek bulabiliriz. Entropinin potansiyel sıcaklık ile ilişkisini görmek için önce termodinamiğin birinci kanununu yazarız: dQ = Cp dT − pdV buraya entropiyi eklersek dS = Cp dT V − dp T T (4.2.7) (4.2.8) ve ideal gaz kanununu kullanarak V R = T p (4.2.9) S = Cp log T − R log p + const. (4.2.10) 49 entropinin sıcaklık ve basınçla değişimi bulunabilir. Potansiyel sıcaklığın tanımını kullanarak, S = Cp log θ + const. (4.2.11) bulunur. Buradan entropinin potansiyel sıcaklığın logaritmasıyla değiştiği görülür. ∆S = Cp ∆ log θ (4.2.12) Eğer bir paketi zorla yerinden oynatacak olursak: dS Cp dθ Cp dT = = ( + Γ) dz θ dz T dz (4.2.13) Buradan entropi azalırsa atmosferin konvektif açıdan kararsız hale geldiğini görürüz. Bu kararlılık durumu troposferde ucu ucuna geçerlidir, stratosferde ise tam olarak doğrudur. 4.3 Potansiyel enerji Yerden z yükseklikte, p basıncındaki dm kütlesinin enerjisi şu şeklide yazılabilir: dE = dEi + dEp = Cv T dm + zgdm M (4.3.1) burada Ei iç enerjiyi, Ep potansiyel enerjiyi gösterir. Hidrostatik denge denkleminden dm = ρdz = − dp g (4.3.2) bulunur. Bu denklemi atmosferin altından üstüne kadar entegre edecek olursak Z 0 Ei = p0 Cv T dp Mg (4.3.3) 50 Şekil 4.1: Potansiyel sıcaklık ve basınç bulunur. Sonuç olarak: Z 0 Ep = − p0 RT dp mg (4.3.4) sabit bir sayı olduğundan potansiyel enerji şu şekilde hesaplanır: Ep R = = γ − 1 = const. Ei Cv Z 0 E=− p0 Cp T dp = − Mg Z 0 p0 1 T dp γ (4.3.5) (4.3.6) 51 4.4 Nem Atmosferdeki su buharı miktarı enlemin ve yüksekliğin bir fonksiyonu olarak sıfırdan bir dikey hava kolonunun ağırlığının % birkaçına kadar değişebilir. Nemi anlatmak için değişik metotlar kullanılabilir, bunların başında kütle ve hacim karışım oranları gelir. 100 kilo havada kaç kilo su olduğu ve 1 litre havanın ne kadarının su buharı olduğu gibi. Havanın molekül ağırlığı içinde ne kadar su buharı bulunduğuna bağlıdır. Hidrostatik denge denklemini bir gaz karışımı için yazacak olursak: dp = dp1 + dp2 = −ρ1 gdz − ρ2 gdz = −( M0 = M1 p1 M2 p2 M 0p + )gdz = − gdz = −ρdz RT RT RT (4.4.1) M1 p1 + M2 p2 p (4.4.2) burada M 0 etkin molekül ağırlığıdır. Kuru hava için bu Mkuru = 78.09MN2 + 20.95MO2 + 0.93MAr = 28.96kg/kmol 99.97 olarak bulunur. Mnemli = Mkuru pkuru + MH2 O pH2 O p (4.4.3) (4.4.4) Dalton yasasına göre toplam basınç kısmi basınçların toplamıdır, yani p = pkuru + pH2 O (4.4.5) Kütle karışma oranı xm toplam hacim V ve basınç p altındaki nemli havanın içindeki su buharı kütlesinin kuru hava kütlesine oranıdır. xm = ρH2 O MH2 O pH2 O pH O = = 0.622 2 ρkuru Mkuru pkuru pkuru (4.4.6) 52 Hacim karışma oranı da su buharı hacminin kuru havanın hacmine oranıdır. xv = pH2 O nH2 O = pkuru nkuru (4.4.7) Atmosferdeki su buharı oranı genelde bağıl nem veya çiğ oluşma derecesi ile anlatılır. Bağıl nem birimsiz bir sayıdır ve o anda havada bulunan su buharı miktarının doyma noktasındaki su buharı miktarına oranını verir. Eğer SV P doyma noktasındaki su buharının kısmi basıncıysa bağıl nem şöyle bulunur: U= pH2 O SV P (4.4.8) Kütle karışma oranı da bağıl nemin bir fonksiyonu olarak bulunabilir: xm = 0.622 U × SV P p − (U × SV P ) (4.4.9) çiğ oluşma derecesi havadaki su buharının yoğunlaşacak kadar soğuduğu sıcaklıktır. Troposferde karışma oranı sıcaklığa paralel olarak artan yükseklikle birlikte azalır. Yani atmosferin su buharı taşıma yeteneği yükseldikçe azalır, yani doğal olarak soğudukça azalır. Dolayısıyla ne kadar yükseğe çıkarsanız bulut bulma olasılığınız o kadar azalır. Bulutlar genelde yüzeye yakın olurlar. 10 km yüksekte bulut bulamayız. Atmosferin su buharı taşıma yeteneğindeki azalma stratosfere kadar devam eder. Stratosferde yükseldikçe sıcaklık artmasına rağmen karışma oranı fazla artmaz, bunun sebebi de düşük sıcaklıkta atmosferin su buharına doymuş olmasıdır. 4.5 Nemli havanın termodinamiği Yeni molekül ağırlığını ve ısı sığasını hesaba kattığımız müddetçe nemli havanın kararlılığını hesaplamak temelde kuru hava ile aynı işlemdir. Ancak nemli havanın yoğunlaşmasına izin verilmemelidir; çünkü yoğunlaşan hava daha da yükselecek 53 olursa yoğunlaşır ve bu sırada çevresine ısı yayacağından geçiş oranını değiştirecektir. Bu sebeple birinci yasaya bir ek terim eklenir, o da nesneye faz değişimi için vermemiz gereken enerji miktarıdır. Örneğin; suyun buharlaşması ya da buharlaşmış suyun yoğuşması için gereken bir enerji alışverişi vardır, onu da bu hesaba katmamız gerekir. dQ = Cv dT + pdV + L dm = 0 MH2 O (4.5.1) burada m bir mol hava içerisindeki suyun kütlesi, L ise molar sınır ısısıdır. Gaz yasasından pdV + V dp = Cp dT − Cv dT (4.5.2) bulunur. Bu iki denklemi birleştirip yüksekliğe göre türev alacak olursak Cp dT dp L dm −V + =0 dz dz MH2 O dz (4.5.3) Hava içerisindeki suyun kütlesini kısmi basınçla ilişkilendirebiliriz: m= Sonuçta, MH2 O pH2 O MH2 O pH2 O V = RT p 1 dpH2 O dT pH O dp L dm = L( − 22 ) MH2 O dz p dT dz p dz (4.5.4) (4.5.5) Clausius-Clapeyron denklemi cismin buhar basıncını sıcaklığın bir fonksiyonu olarak verir; yani suyun kaynama noktasının yükseklikle değişimini veren denklemdir. L LpH2 O dpH2 O = = dT T (Vg − Vs ) RT 2 (4.5.6) Su buharının hacmi suyun hacminden çok daha yüksek olduğu için LpH2 O L dp LpH2 O dT (Cp + ) = (v + ) 2 dz RT p dz p2 (4.5.7) 54 elde edilir. Buna hidrostatik denklemi de ekleyecek olursak nemli havanın adyabatik geçiş oranına ulaşırız: − dT Γkuru (1 + (LpH2 O /pRT )) = Γdoy = dz (1 + (L2 pH2 O /Cp pRT 2 )) (4.5.8) Bu bağlamda sıcaklığın yükseklikle nasıl değiştiğini buluyoruz. Eğer dT /dz Γdoy ’dan küçükse atmosfer dengelidir. Eğer Γdoy ’dan büyük ama Γkuru ’dan küçükse atmosfer şartlı olarak dengededir, şart da yoğunlaşmanın oluşmamasıdır. Eğer gaz yoğunlaşma seviyesinin üzerine çıkacak olursa bulutlar oluşur. Havanın yerden yükseldikçe sıcaklığının yükseklikle nasıl değiştiğine baktığımızda bu değişikliği sadece ışınımla açıklayacak olursak, yerden her 1 km yükseldiğimizde hava sıcaklığı yaklaşık 11 derece düşer. Ama bunu kuru hava ve konveksiyonla açıklayacak olursak, yerden her 1 km yükseldiğimizde hava sıcaklığı yaklaşık 10 derece düşer. Buna havanın nemli olduğu gerçeğini de eklersek her km için düşüş miktarı yaklaşık 6 derece olarak bulunur. Nemli hava yükselmesi daha zor olduğu için daha yavaş yükselecek, sıcaklık da buna göre biraz daha yavaş düşecektir. Nemli havanın geçiş oranı daha düşüktür. Bu 1 km yükseldiğimizde kuru havada sıcaklık 10 derece düşerken nemli havada 6 derece düşüyor demektir. Elimizdeki üç durumu kıyaslayacak olursak, sadece ışıma ile dengeye gelen dünyadaki atmosfer sıcaklığının yükseklikle en çabuk azalacağını, bunu kuru konveksiyonun izleyeceği, en yumuşak sıcaklık artışının ise yoğunlaşmalardan doğan sınır ısı transferi nedeniyle nemli atmosferde olacağı görülür. Bu profiller troposferin üstüne çıkılınca benzer ilişki gösterirler, bunun sebebi de stratosferin optik inceliğinden dolayı ışımanın konveksiyona üstünlük kurmasıdır. 4.6 Yoğunlaşma süreçleri ve bulut oluşumu Temelde suyun yoğunlaşması zor bir süreçtir. Bir damla ne kadar büyükse buharlaşması da o kadar zordur. Buharlaşma yüzeyden olacağı için birim hacim için yüzey 55 Şekil 4.2: Atmosfer sıcaklığının yükseklikle değişimi azalırsa, damla büyüdükçe buharlaşma azalır demektir. Buharlaşmayı belirleyen yüzeyin hacme oranıdır. Yani damlanın su miktarı 2 katına çıktığında, hacmi 2 katına çıkar, yüzeyi 2 kattan daha az artar. Dolayısıyla da buharlaşma yüzeyi azalır. Ancak doyma noktasındaki su buharının kısmi basıncı (SV P ) düz bir yüzey ve eğri bir yüzey arasında farklılık gösterir. Yüzey ne kadar eğriyse buharlaşma miktarı da o derece yüksektir. Bu sebeple de damlacıklar oluşmalarına oranla çok daha çabuk yok olabilirler. Eğri bir yüzey üzerindeki kısmi basıncı Kelvin formülüyle bulabiliriz: 2σM pv (r) = pv (∞)e( rρs RT ) (4.6.1) 56 Burada σ yüzey gerilimini, M molekül ağırlığını gösterir. Doyum oranı S, r yarıçaplı bir cismin düz bir cisme oranla kısmi basıncını belirler. Düz bir cismin yarıçapı sonsuzdur. Bu yarıçap ne kadar artarsa buharlaşma basıncı o kadar düşer. Yarıçap ne kadar küçükse doyum oranı o kadar artar. S= a pv (r) = er pv (∞) (4.6.2) Burada a bir sabittir. Süper doyum oranı ise (S − 1) × 100% cinsinden verilir. Basit bir hesapla, yarıçapı 1 mikron olan bir damlanın süper doyum oranı %0.1, 10nm olan bir parçanın ise %10’dur. Yani parça ne kadar küçükse süper doyuma ulaşması o derece zordur. Eğer küçük bir damlanın büyümesini istiyorsak ya çevredeki hava daha da doymuş olmalıdır, ya da başka bir mekanizma bulmak zorundayız. Havadaki nem oranına bağlı olarak büyütebileceğimiz damlanın kritik yarıçapını şöyle buluruz: r∗ = 2σM ρs RT log[S] (4.6.3) Bir damlanın kendiliğinden bu çapa ulaşması çok zordur. Bunun yerine yoğunlaşma atmosferde asılı duran küçük ve suda çözülebilen toz türü parçacıklar çevresinde olur. Bu parçaların en çok rastlananı deniz tuzudur. Deniz yüzeyindeki sprey etkisi çok sayıda yarıçapı 0.05mm olan minik tuz kristalleri oluşturur. Benzer şekilde hava kirliliği ile atmosfere saçılan başta kükürt olmak üzere tüm aerosoller bulut oluşumunu ve dolayısıyla da iklimi ciddi biçimde etkilerler. İstanbul’da sağanak yağışların birden çoğalmaya başlamasının sebeplerinden biri atmosferdeki toz miktarının artmasıdır. Toz miktarı artmasındaki temel sebep orman alanlarındaki azalmadır; çünkü ormanlar toprağı tutar ve rüzgarla savrulmasını engeller. öte yandan çözünen maddenin varlığı Raoult yasası gereği çözeltinin doyma buhar basıncını azaltır (yani kaynama noktasını yükseltir, bunun için makarna pişirirken suya önce tuz atıyoruz). Dolayısıyla r yarıçapında bir damlanın doyma buhar 57 basıncı aynı zamanda içindeki çözünen madde miktarına bağlıdır: S(r) =∼ n0 n b ∼ (1 + i )−1 = (1 + 3 )−1 n0 + n n0 r (4.6.4) Burada n ve n0 su ve çözünen maddenin molekül sayılarıdır. Bu bize basitçe şunu söylüyor: Belirli bir su damlacığı içindeki su miktarı sabittir ve suyun içinde çözünen maddenin miktarı damlanın yarıçapının küpüyle artar. İki etkiyi bir araya koyarsak, a b S(r) = e r (1 + )−1 r3 (4.6.5) Bunu da üst derece terimleri ihmal ederek açacak olursak: S(r) ≈ 1 + a b − r r3 (4.6.6) İki terimden Kelvin terimi damlanın yüzeyindeki doymayı arttırırken Raoult terimi de doymayı azaltır. Küçük damla büyüklüklerinde Raoult terimi baskındır, büyük damlalar içinse Kelvin terimi. Bu iki etkiyi birleştirecek olursa elimize Kohler eğrisi geçer. Bu eğrinin türevlerinden kritik damla yarıçapına ulaşırız: r ∗ r = 3b a r S∗ = 1 + 4a3 27b (4.6.7) (4.6.8) Eğer bu damla büyüklüğünün altındaysak damla küçülür, üzerindeysek büyür. 4.7 Yağmur damlalarının büyümesi Yağmur damlasının zamanla nasıl büyüyeceği yüzey alanına bağlıdır; çünkü yüzey alanı ne kadar büyükse diğer damlaların çarpacağı alan da o kadar büyüyecektir. Dolayısıyla yağmur damlasının da büyüme ihtimali artacaktır. Yağmur damlası su 58 Şekil 4.3: Kohler eğrisi buharının damlacığa doğru difüzyonla gelip yoğunlaşmasıyla büyür. Yoğunlaşmaya karşılık olarak yoğunlaşma ısısının çevreye verilmesi gerekir, bu da damlanın sıcaklığını arttırır. Bu ısının bir kısmı iletilse de bir kısmı damlayı ısıttığından yoğunlaşma hızı azalır. Damlacığın difüzyon ile büyüme hızını şöyle gösterebiliriz: dm dρ = 4πR2 D dt dR (4.7.1) Burada D su buharının difüzyon sabitini yani diğer parçacıkların çevrede ne kadar hareket ettiklerini, ρ ise gazın yoğunluğunu gösterir. Eğer bunu tüm uzaklıklar için entegre edecek olursak, tüm uzaklıklardan kasıt, su damlacığını büyüten su moleküllerinin çevreden gelebileceği uzaklıklar. dm = 4πrD(ρ∞ − ρr ) dt (4.7.2) 59 Şekil 4.4: Yağmur damlası Ayrıca damlacığın büyümesi doğal olarak hacminin artması olacağından: Bu iki denklemi eşitlersek: dm dr = 4πr2 ρs dt dt (4.7.3) dr D ρ∞ − ρr = ( ) dt r ρs (4.7.4) Bu bize bir damlacığın yarıçapının zamanla nasıl arttığını gösterir. Ancak gaz halden sıvı hale geçildiği için damlanın dışarı ısı vermesi gerekmektedir. Eğer ısı çıkıyorsa su damlacığının sıcaklığı artacak demektir. örneğin; bir su damlacığını ele alalım, su molekülü damlacığa çarpıyor ve ona katılıyor. O damlacığa katılmak için bir enerji vermek zorunda. Bu enerjiyi de su damlacığına verecek. Havadaki molekülün kinetik enerjisi daha fazla olduğundan dolayı, çarptığı anda kinetik enerjisini damlacığa ısı olarak verecek, dolayısı ile su damlacığının sıcaklığı artacak. Burada yoğunlaşmadan doğan ısıyı da hesaba katacak olursak, dQ dm =L = 4πrLD(ρ∞ − ρr ) dt dt (4.7.5) 60 Bu ısı havanın termal iletkenliği ile iletilir dQ dT = 4πr2 λ dt dR (4.7.6) Gene tüm uzaklıklar için entegre edersek dQ = 4πrλ(T∞ − Tr ) dt (4.7.7) Böylece damlacığın çevresinden ne kadar sıcak olduğunu bulmuş oluruz. (T∞ − Tr ) = LD(ρ∞ − ρr ) λ (4.7.8) Bu denklem Clausius-Clapeyron ve Kohler denklemleri kullanılarak zorlukla çözülebilir, ancak çözümlere gerek kalmadan ana fikrini verebiliriz, damla büyüklüğü birkaç mikrona ulaştıktan sonra daha da büyümesi artık neredeyse imkansızdır. Bu noktadan sonraki büyüme yoğunlaşmayla değil damlaların yeryüzüne doğru düşerken yaşadıkları çarpışmalar sayesinde olur. Bu şekilde büyüyen damla ne kadar büyükse o kadar hızlı büyümeye devam eder. Ancak gene de elde edeceğimiz damla büyüklükleri bizim doğada gördüğümüz damla büyüklüklerini açıklayamazlar. Bunun temel sebebi de doğadaki damlaların aslında sıvı fazda değil katı fazda büyümeleridir. Buz parçacıkları suyun aksine çok hızlı bir biçimde büyürler ve dünyaya doğru düşerken eriyip yağmur halini alırlar. 4.8 Aerosoller Aerosoller havada genelde görülemeyecek kadar küçük olan parçacıklardır. Bu parçacıklar (1) Damlaların oluşumuna ve büyümesine katkıda bulunurlar, (2) Gelen güneş ışığını saçarak dünyanın aklığını arttırırlar, (3) Hem güneş ışığını hem de dünyanın IR ışınımını emerler. Bu aerosollerin bir kısmı doğal şekillerde oluşurlar, yanardağlardan, çöllerden, deniz yüzeyinden rüzgar yardımıyla gibi, 61 Şekil 4.5: Aerosoller buna karşılık bazıları da tarımsal veya endüstriyel faaliyetlerin sonucunda ortaya çıkarlar. Aerosollerin başlıcaları: (1) Sülfatlar: Karbon yakıtlarının yakılması sonucu oluşurlar. (2) Deniz tuzu parçacıkları: Deniz yüzeyinden rüzgar vasıtasıyla kaldırılan damlacıklardan suyun buharlaşması sonucu oluşurlar. (3) Toz: çöller ve diğer kuru topraklardan rüzgar vasıtasıyla kaldırılırlar. (4) İs: Her tür organik maddenin yanması sonucu oluşurlar. Aerosollerin dünya iklimine olan katkıları belirsizdir, bunun sebebi de bazı aerosollerin ısınmaya, bazılarının da soğumaya yol açmasıdır. Mesela sülfatlar güneş ışığını çok efektif biçimde saçtıklarından dolayı dünyayı soğuturlar, buna karşılık toz ve is termal ışımayı emdikleri için ısınmaya yol açarlar. Bu aerosollerin miktarları ve optik özellikleri zaman içerisinde çok değiştiği için analiz edilmeleri de zordur. Ayrıca bu aerosoller bulundukları yere göre değişik sonuçlara yol açabilirler. Mesela troposferdeki aerosollerin ömrü en fazla günler veya hafta mertebesindedir, çoğu atmosferden yağmur aracılığıyla 62 yıkanırlar. Buna karşın stratosferdeki aerosollerin ömrü on yıllar olabilir. Bu sebeplerden aerosollerin dünya iklimine katkısını belirlemek çok güçtür. BÖLÜM BEŞ OKYANUSLAR 5.1 Okyanuslar Okyanuslar iklim sistemi açısından büyük önem taşır: (1) Ekvatora düşen enerjinin önemli bir kısmı olan yaklaşık %50’si okyanuslar tarafından kutuplara taşınır. (2) Hidrolojik döngü, yani suyun üç halinin iklim sistemi içerisindeki hareketi, iklimin ana öğelerinden biridir. (3) Hem su buharı hem de CO2 için okyanuslar büyük rezervuarlardır. Okyanusun büyük ısı sığası iklim değişikliğinin etkilerinin görülmesini azaltmaktadır. Okyanuslarda ışınımsal ısı transferi önem taşımaz. Okyanusun sadece en üst 100 metrelik kısmı atmosfer ile ısı alışverişinde bulunur, geri kalanı ışınımsal transfere katılmaz. En derin okyanusa gittiğimizde 11, 000 metrede 100 metre elmanın kabuğu gibi kalır. 100 metreye indiğiniz zaman okyanus artık neredeyse karanlıktır. Atmosferin altı sıcak, okyanusun dibi soğuktur, dolayısıyla okyanuslarda konveksiyon yoktur. Sıcaklığın aşağıya nüfuz etmesi için difüzyon gereklidir. Bu sebepten de suyun sıcaklığı ilk birkaç yüz metrede hızla azalır, ama sonra neredeyse okyanusun dibine kadar fazla değişmez. Sıcaklık dışında okyanusu etkileyen en önemli unsur tuz miktarıdır. Buharlaşmadan dolayı tuzluluk en üstte en yüksektir, aynı sıcaklık gibi ilk birkaç yüz metrede hızla azalır, sonra da sabit kalır. Okyanusların ilk metreleri atmosferle temas eder ve atmosferdeki rüzgarlardan etkilenir, geri kalanındaki hareket termohalin yani sıcaklık ve tuzluluk oranlarındaki değişimlerden oluşan yavaş bir harekettir, ancak tüm okyanus içerisinde bu hareket görüldüğü için dünyadaki enerji transferinin büyük kısmı bu yolla olur. 63 64 5.2 Okyanus ölçümleri Atmosferden farklı olarak okyanusla ilgili ölçümleri uzaydan yapmak mümkün değildir, çünkü okyanuslar sadece ses dalgalarına geçit verirler. Dolayısıyla deniz suyunun sadece yüzey sıcaklığını ölçebiliyoruz, bunu da gayet iyi ölçüyoruz. Denizin derinliklerindeki sıcaklık ve tuzluluğu ölçmek için gemilerle açılıp kablolara bağlı ölçüm cihazlarını denizin dibine indirmek gerekmektedir. Bunun için de bazı gemiler belirleniyor ve bu gemiler okyanusu dolaşıyorlar. Bu ölçümler 5 km aşağıya makara sarkıtılıp yapıldığı için kolay değil, dolayısıyla sürekli ölçüm yapmaya imkan yok. Hatta bazı gemiler ölçüm aletlerini aşağıya sarkıtıp yola devam ediyorlar ve aletler otomatik olarak onlar giderken ölçüm alıyor. Daha da ileri gidip 5-6 metre uzunluğunda bir denizaltıyı okyanusun bir yerinden insansız olarak bırakıyorlar ve okyanusun içerisinde hareket ettiriyorlar, hareket ettirdikleri yerde ölçüm alıyorlar. Denizin içinde ölçüm yapabilmek için kullanacağımız tek şey sonardır. Sonar ses dalgalarıyla çalışır, bir ses dalgası yayar ve bu dalga bir yerden yansıtılıp geriye döner. Ama okyanusta ilerleyen dalganın yansıtılıp geri alınacağı bir yer yoktur, dolayısıyla bu denizaltı sadece ses dalgası gönderir ve bazı istasyonlar bulunduğu yere göre denizaltından gelen ses dalgasının ölçümünü yaparlar. Sesin buradaki hızı sıcaklığa, tuzluluğa ve basınca bağlıdır. Dolayısıyla değişik yerlerde değişik mesafelerden değişik zamanlarda gelen bu sinyaller devamlı olarak kaydedilir ve bu akustik ölçümlerle deniz suyunun sıcaklığını ve tuzluluğunu belirlemek mümkün olur. Bunun için Wilson formülü kullanılır: c = 1449 + 0.055T 2 + 0.0003T 3 + (1.39 − 0.012T )(S − 35) + 0.0017p (5.2.1) Burada sıcaklık T deg C, basınç p bar ve tuzluluk S cinsindendir. Ses sinyali bozunuma uğramadan 1000 km civarında gidebildiği, 10, 000 km lik okyanusta bu mesafe az olduğu için aslında bu ölçümler iklimsel açıdan yeterli değildir ve tekniklerin bu mesafeyi en az 3, 000 km’ye çıkartması gerekir. Ancak okyanusların 65 Şekil 5.1: Okyanus ölçümleri iklim açısından en önemli özelliklerinden biri olan atmosferle ısı ve nem alışverişi uydular aracılığıyla gözlenebilir. Bu ölçümler atmosferin IR için geçirgen olduğu pencerelerde yapılabilir. Ayrıca uzaydaki uydularla deniz seviyesi ölçümü de yapılabilir. Son ölçümler 2cm kadar bir kesinliğe ulaşmıştır. Bu ölçümler kesin ölçümler olduğu için zaman içerisinde deniz seviyesinde iklim değişikliğine bağlı yükselmeler de takip edilebilir. Mesela Karadeniz Marmara denizine göre daha yüksektir, bunun nedeni Karadeniz’e boşalan birkaç tane büyük nehirin Marmara’ya kıyasla daha fazla su getirerek Karadeniz’i yükseltmesidir. Ayrıca Atlantik okyanusunun da bir tarafıyla öbür tarafı arasındaki yükseklik farkı metre seviyesine ulaşabiliyor. Burada okyanus hareketlerinin rolü büyüktür çünkü okyanus akıntısının gittiği taraf daha yükselecek, denizin dibine çöktüğü taraf daha alçalacaktır. El Nino dediğimiz olay esasında rüzgarın Pasifik Okyanusu’nun Amerika tarafından Asya tarafına doğru esmesinden dolayı deniz seviyesinin alçalmasıdır. Okyanusa baktığımızda okyanusun bir tarafından diğer tarafına rüzgar esiyorsa deniz seviyesinde farklılıklar olması mümkündür. 66 5.3 Tuzluluk Suda çözünmüş olan tuzlar suyun yoğunluğunu değiştireceği için tuzluluk okyanuslar açısından bakıldığında en önemli parametrelerin başında gelir. Okyanusların tuzluluğu eski zamanlardan beri temasta oldukları kayalardan gelir ve muhtemelen bu tuzluluk her geçen gün artmaktadır. Okyanusun ağırlık olarak %3.5’u tuzdur. Bu tuzun da %85’i sodyum klorürdür (N aCl). Tuzun değişik bileşenleri arasındaki oran neredeyse tüm denizlerde aynıdır. Nerede ölçüldüğüne bağlı olarak denizlerdeki tuz miktarı %3.2 ile %3.8 arasında değişir. Tuzluluğun en düşük olduğu yer Ekvator (yüksek buharlaşma ve çok yüksek yağış) ve kutuplardır (az buharlaşma ama yüksek yağış). Nehir ağızlarında ise tuzluluk oranı %3’ün altına inebilir. 5.4 Okyanusların Dikey ve Meridyonal Yapısı Okyanusun dikey yapısı üç katmandan oluşur, ilk 10 metre karışım katmanı, sonraki yüz metre termoklin, ve gerisi de derin katman olarak adlandırılır. Karışma katmanında tamamen herşey karışmıştır. Karışım katmanının sonunda rüzgarın etkisi, termoklin katmanın sonunda güneş ışığının etkisi yok sayılır. 10 metrenin altına indiğimizde yüzeyde ne dalga olduğunu artık hissetmeyiz ama yine de ışık içeri girebilir, yalnız ışık miktarı azaldığı için gittikçe denizin sıcaklığı da azalır. Karışım katmanında sıcaklık ve karbon dioksit miktarı yaklaşık olarak sabittir, ilk 100 metrede sıcaklıkta yaklaşık 6 derecelik bir düşüş vardır, termoklin katmanında sıcaklık hızla azalır, derin katmanda ise çok yavaş azalacak şekilde neredeyse 4 derece gibi bir sabit değere ulaşır. Tuz miktarı ise karışım katmanında yüksektir, termoklin katmanında hızla azalır, derin katmanda da yavaşça artar. Dibe doğru artmasının sebebi de dipteki kayalardır, bu kayalardan okyanus tuz çekmeye devam etmektedir, dolayısıyla okyanusun dipleri biraz daha tuzludur. Bu iki değişikliğin de sebebi suyun yoğunluğunun azalan sıcaklık ve artan tuzlu- 67 Şekil 5.2: Okyanus sıcaklık derinlik grafiği lukla artmasıdır. Meridyonal olarak bakıldığında ise karışım ve termoklin katmanları kutuplar civarında yani 70. enlemde her iki tarafta okyanusun yüzeyine kadar yükselmektedir. 70. enlemden daha kuzey ve daha güneye gittiğimizde deniz suyu deniz dibinin soğukluğunda ve tuzluluğundadır. Bu bölgeye gelen ışık suyu 4 dereceden fazla ısıtamamaktadır. Bu soğuk ve tuzlu suyun yoğunluğu da yüksek olacağı için bu su kutuplarda her iki taraftan çökerek okyanuslardaki temel dolaşıma neden olur. Kutuplarda batan bu su yüzyıllar sonra yavaş yavaş okyanusun geri kalan kısımlarında ısınarak yüzeye yükselir. Dibe çöken su okyanus tabanına yayılır ve okyanus tabanı esasında magmaya yakın olduğu için bir ısı kaynağıdır çünkü dünyanın kendi sıcaklığı vardır. Dolayısıyla hafif de olsa üstündeki sudan çok az daha sıcak olduğu için, ısınan bu su dünyanın nerdeyse her tarafında çok yavaş yukarı çıkar. Bazı bölgeler gerek okyanusun tabanındaki sıcaklık gerek üstündeki sıcaklığın fazla olmasından dolayı bu suyun daha hızlı yukarı çıkmasına sebep olur. Okyanus suyu sıcaklığındaki bu düşüş difüzyon ve 68 Şekil 5.3: Okyanus sıcaklık, derinlik ve tuzluluk grafiği dikey hareketin bir dengesi ile oluşur: ∂T ∂T ∂ 2T = −ω +κ 2 ∂t ∂z ∂z (5.4.1) Burada ω dikey yöndeki hızı, κ da difüzyon sabitini gösterir. Bu denklemin çözümü bize okyanus sularının sıcaklığının derinlikle nasıl değiştiğini verir. Kararlı durumda sıcaklığın zamanla değişimi sıfırdır. Kalan denklemi çözecek olursak, z T = T0 + T1 e z ∗ − (5.4.2) κ olur. Eğer z ∗ 500m civarında bir büyüklüğe sahip olacak olursa bu ω denklem gerçek okyanusların davranışlarını modelleyebilir. Okyanusların geneli ve z ∗ = 69 Şekil 5.4: Okyanusların meridyonal yapısı için suyun yükselme hızı yaklaşık 10−4 m/s’dir. Okyanusun ortalama derinliğinin 5km olduğunu düşünürsek dipteki suyun yukarı çıkması için gerekli olan zaman yıllar mertebesindedir. Bununla kıyaslandığında suyun çökmesi sadece kutuplarda olduğu için çok daha hızlıdır. 5.5 Okyanusların Durum Denklemi Okyanusların yoğunluğu sıcaklığın, basıncın ve tuzluluğun bir fonksiyonu olarak yazılabilir: ρ = ρ(T, S, p) (5.5.1) 70 Temiz suyun aksine, %3.5’luk tuzlu su soğudukça yoğunlaşır ve en yoğun olduğu durum okyanusun dibinde bulunur. Basınç her 10 metre derinlikte bir bar arttığı için okyanusun dibinde 400 bar olur. Bu basınçta normal şartlarda sıkıştırılamaz olan su bile sıkıştırılabilir bir hal alır. Suyun yüzeydeki 1028 kg/m3 yoğunluğu 4km derinlikte 1046 kg/m3 ’e çıkar. Bu değerler okyanuslardaki dolaşımı belirlemek için çok önemlidir. Okyanuslarda atmosferde olanın aksine sıcaklık, basınç ve bileşim için basit bir denklem bulmak kolay değildir, bu yolda empirik formüllere başvurmak gerekir. 5.6 Okyanusların Genel Döngüsü Okyanusların iki türlü hareketi vardır, birincisi rüzgarlarla yüzey arasındaki etkileşimden kaynaklanan ve sadece üst birkaç yüz metreyi etkileyen harekettir. Bu yüzey tabakalarının rüzgar tarafından sürüklenmesi, El Nino dediğimiz tür olayların başlangıcıdır ve sadece atmosferle alakalıdır. İkincisi de sıcaklık ve tuzluluk farklarının yoğunluğu etkilemesinden kaynaklanan ve okyanusun derinliklerini etkileyen harekettir. Yoğunluk farkından dolayı su hareket eder ve bu bütün okyanusun içindedir, yani 4-5 km dibe kadar giden bir harekettir. Her iki durumda da bu hareketlerin uzun zaman ortalamaları bu kuvvetlerle Coriolis kuvveti arasındaki denge ile belirlenir. 5.7 Coriolis Kuvveti Coriolis kuvveti gerçek bir kuvvet değildir. Uzaydan dünyaya doğru bakan birisi dünyada kuzeyden güneye doğru gitmeye çalışan bir bulutu görür, ancak dünya yüzeyindeki bir kişi için bu bulut kuzeyden güneye doğru hareket ederken aynı zamanda batıya doğru da sürüklenir. Bunu sağlayacak gerçek bir kuvvet olmadığı için ve dönen bir referans sistemi üzerinde yaşadığımız için biz bu hareketi 71 sağladığını düşündüğümüz kuvvete Coriolis kuvveti deriz. Coriolis kuvvetinin etkilerini görmek için ya çok hızlı hareket eden cisimlere, ki atmosferde bunlar bulunmaz, ya da 1000km ler gibi çok büyük uzaklıklarda hareket eden sistemlere ihtiyaç vardır. Dünya yüzeyinde ve ekvatorda duran bir top düşünün. Bu topun hızı RΩ’dır. şimdi topun kuzeye doğru ateşlendiğini düşünelim. Kuzeyde duran bir kişi topun kendisine doğru ateşlendiğini görecek ama top mermisinin kendi bulunduğu noktanın doğusuna düştüğünü fark edecektir. Kuzeyde duran kişinin dönüş ekseninden uzaklığı r ise top mermisi u = (R − r)Ω hızla doğuya doğru hareket edecektir. Aslında burada hareket eden top mermisi değil. Merminin ilk hızının dönüş yönündeki bileşeni ateş edildiği yöndeki noktanın dönüş yönündeki bileşeninden küçük olduğu için mermi dönüş yönünde daha hızlı hareket eder. Bu da merminin doğuya doğru ivmelenmiş görünmesini sağlar. Matematiksel olarak: − → − → → FC = −2m Ω × − v (5.7.1) m attığınız cismin kütlesi, Ω dünyanın dönüş hızı, v de cismin hızı gösterir. Dünyanın dönüş hızı yukarı doğrudur yani güney kutunda duruyorsanız aşağıya doğru, kuzey kutbundayken de yukarı doğru. Bu denklem her iki yarıkürede de doğrudur. Ekvatordan kutuplara doğru giden nesneler doğuya, kutuplardan ekvatora doğru gelen nesneler de batıya doğru ivmelenmiş görünürler. Genel bir harekette, Coriolis kuvveti hep harekete dik yöndedir, kuzey yarım kürede bu hareket sağa, güney yarım kürede ise soladır. Coriolis kuvveti ekvatorda sıfırdır, kutuplarda da maksimumdur. örnek olarak: − → → − − → v = −v sin φ i + v cos φ j (5.7.2) 72 Şekil 5.5: Dünyanın dönüş hızı Ω Ekvatordan φ enleminde kutuplara doğru giden bir cisim için, ¯ − − → ¯¯ − → ¯ → i j k ¯ ¯ ¯ ¯ − → − → FC = −2m ¯¯ 0 0 Ω ¯¯ = 2mvΩ sin φ j ¯ ¯ ¯−v sin φ 0 v cos φ¯ (5.7.3) Yani bu cisime doğuya doğru 2mvΩ sin φ büyüklüğünde bir sanal kuvvet etki eder. Atmosferdeki yatay hareketlerin temeli basınç farklarıdır. Hava yüksek basınç bölgelerinden alçak basınç bölgelerine akmaya çalışır, ancak bu harekete dik bir Coriolis kuvveti etki ettiğinden hava akımları yüksek basınçtan alçak basınca doğru gitmez, kuzey yarım kürede alçak basınç sistemleri etrafında saat yönünün tersine, güney yarım kürede de saat yönünde dönerler. Büyük fırtınalar okyanuslarda oluşurlar, bunların adı eğer Atlantik okyanusunda oluyorsa kasırga, eğer Pasifik Okyanusunda oluyorsa tayfundur. Bu fırtınaların büyüklüğü birkaç bin km olabilir ve bu fırtınalar ekvatoru geçemezler. Ekvatordan geçerken dönüş yönünü değiştirmesi gerekecek ve açısal momentumu koruyamadığı için de dağılacaktır. Yalnız 2003 yılında ilk defa güney yarım kürede de görülmeye başladı. Bunun ne- 73 deni okyanus sularının ısınmasıdır, bu fırtınaların varlığının temel nedeni budur. Okyanus suları daha da ısınacak olsa bu fırtınaları Akdeniz’de de göreceğiz. Şekil 5.6: Yüksek basınç alçak basınç sistemi 5.8 Derin Okyanus Dinamikleri: Termohalin Döngü Kutuplarda dibe çöken soğuk su bir yerlerden tekrar yüzeye çıkar ve bu bir döngü oluşturur. Okyanusun bu derin katmanı iki yerde yüzeye çıkar, kuzey Atlantik’de Grönland açıkları ve Antarktika açıklarındaki Wendell denizi. Derin katmanın yüzeye çıkması aslında yüzey katmanlarının çok soğuk ve tuzlu hale gelmesidir. Bunun birkaç sebebi vardır: (1) Bu bölgeler dünyanın diğer yerlerine oranla çok daha az güneş ışıması aldıkları için çok daha çabuk soğurlar. (2) Kuvvetli ve devamlı rüzgarların deniz suyunu buharlaştırmasından dolayı deniz soğur. Su 100 74 Şekil 5.7: Büyük fırtına derecede değil her sıcaklıkta buharlaşabilir ve özellikle ne kadar çok rüzgar esiyorsa o kadar çabuk buharlaşır. (3) Deniz suyunun donarak deniz buzu oluşturması geride kalan deniz suyunu çok daha tuzlu hale getirir. Bu sebeplerle bu noktalarda soğuk ve tuzlu deniz suyu hızla dibe çöker. Okyanusun termal ve tuzluluk yapısından doğan bir akıntı oluşur. Bu akıntı yavaş yavaş tüm dünyayı dolaşır. Bu akıntıya termohalin döngüsü diyoruz. Yukarıdaki şekilde dünyadaki tuzluluk oranı veriliyor. Renk farkından Akdenizin Karadeniz’den ne kadar tuzlu olduğunu görebiliyoruz. Derin katmanın yüzeye çıktığı yerlerin ikisi de bizim açımızdan şu anda tehlikeli yerler çünkü buralardaki buzlar eriyor. Antartika’daki erime biraz daha az, Grönland’da ise çok daha fazladır. Grönland’ın erimesi okyanusun tuzunu azaltır ve tuzluğu az olan bu suyun aşağı çökmesini durdurabilir. Suyun aşağı çökmesi durursa okyanus- 75 lardaki bu döngü de durur. Bu döngünün durması esasında ne sonuçlar getirir? Mesela New York ve İspanya aslında aynı enlemde olmasına rağmen, New York da sıcaklık kışın düzenli olarak -15 dereceye düşmesine karşın, İspanya da -15 derecenin görülmesi hiç de normal birşey değildir. -15 derece Avrupada düzenli olarak ancak Norveç’te görülmektedir. New York’la İspanya arasındaki sıcaklık farkına bakacak olursak, bunun sebebi okyanus akıntısının getirdiği sıcak sulardır. Şekil 5.8: Termohalin Döngü Okyanustaki suların bu hareketi temelde adiyabatiktir. Hem ısı hem de tuz miktarı korunur, bu sebeple de hareketin hızlı olmaması gerekir. Suyun ilk aşağı inişi hızlıdır, fakat indikten sonra yukarı çıkması çok yavaş gerçekleşir. Bu çok yavaş hareketle birlikte suyun içerisinde bol miktarda atmosferden alınan gazlar, özellikle radyoaktif gazlar, birikir. Kuzey kutbunda su çökerken o çevredeki atmosferde hangi gazlar varsa emerek çöker. Bu sebepten de içindeki trityum 76 veya radyokarbon gibi izleyici maddelerle bu akıntının ne kadar sürede dünyayı dolaştığı ölçülebilir. Dünyada hangi nükleer denemenin hangi gün yapıldığını çok iyi bildiğimizden şu anda bir yerde yüzeye çıkan suyun esasında hangi tarihte batmış olduğunu bulabiliriz. Her ne kadar pek çok yerde bu akıntı çevresiyle karışsa da genel yapı olarak bu dolaşım onlarca yılda tamamlanır. Ancak gerçekten derin noktalara batmış olan tuzlu ve soğuk deniz suyu yüzyıllarca bu derinliklerde kalabilir. Akıntının hangi noktadan geçeceği basınç farkı ile Coriolis kuvveti arasındaki bir denge (geostrofik denge) sonucu belirlenir. Yani, kuzeyden güneye doğru hareket eden akıntıya Coriolis kuvveti etki edeceği için bu akıntı Amerika kıtasına doğru yanaşır ancak bu yaklaşma o çevredeki suyun basıncını da arttırdığı için Atlantik okyanusunda doğu batı yönünde bir basınç eğimi oluşur. Bu basınç farkı hem akıntının hızını hem de yoğunluğunu belirleyen faktördür. Yani, doğu-batı yönündeki basınç farkı ∆p ∆z = ρg = ρg tan θ = ρ2Ωv sin φ ∆x ∆x (5.8.1) Coriolis kuvveti ile dengelenir. Buradan akıntının kuzey güney yönündeki hızını Şekil 5.9: Doğu-batı yönündeki basınç farkı 77 bulabiliriz. v= g tan θ 2Ω sin φ (5.8.2) Ancak burada basınç farkının θ açısının ne olduğunu bilmiyoruz, onun yerine ∂p = ρg tan θ = ρ2Ωv sin φ ∂x (5.8.3) yazılarak θ açısından kurtulabiliriz. v= 1 ∂p ρ2Ω sin φ ∂x (5.8.4) Bunun da z yönündeki türevini alırsak ∂v 1 ∂ ∂p 1 ∂ ∂p = ( )= ( ) ∂z ρ2Ω sin φ ∂z ∂x ρ2Ω sin φ ∂x ∂z (5.8.5) ve hidrostatik eşitliği de kullanırsak ∂v −g ∂ρ = ( ) ∂z ρ2Ω sin φ ∂x (5.8.6) kuzey-güney doğrultudaki hız değişiminin doğu-batı doğrultudaki yoğunluk farkından nasıl etkilendiğini bulabiliriz. Yani bu akıntının ne derece hızlı aktığını iki taraf arasındaki yoğunluk farkı belirler. Bu bağıntıya termal rüzgar denklemi denir. 5.9 Yüzey Dinamikleri: Ekman Taşınımı ve Sverdrup Dengesi Derin katmanın tersine karışım katmanında hareketi belirleyen temel öğe rüzgar ve su arasındaki etkileşimdir. Rüzgarın sebep olduğu bu etkileşim okyanus- ların ilk 10-100m aralığında eşit sıcaklıkta bir karışım katmanı oluşmasına etkendir. Geostrofik olmayan bir akıntıya sahip bu katmana Ekman katmanı denir. Okyanuslardaki akıntının sürekliliğini sağlamak için bunların hepsinin bir döngü içerisinde olması ve bu rüzgarın dengelenmesi gerekmektedir. Yani rüzgar bir 78 yönde suları götürüyorsa sonsuza kadar oraya yığamaz, bu suların geriye akıyor olması lazım dolayısıyla bu bir döngüdür. Rüzgarı dengeleyebilecek tek kuvvet de Coriolis’dir. Dolayısıyla dünya atmosferindeki rüzgar yönü dünyanın dönüşüne bağlı olarak batıdan doğuyadır. Bunu dengeleyen Coriolis kuvveti de suyun bu rüzgar etkisine dik yönde hareket etmesini sağlar. Bu hareket kuzey yarım kürede dik ve sağa doğru, güney yarım kürede de dik ve sola doğrudur. Rüzgarın suyun yüzeyinde yarattığı stres empirik bir formülle anlatılabilir: F = Cd ρα w2 (5.9.1) Burada Cd birimsiz bir direnç sabiti, ρα havanın yoğunluğu ve w rüzgarın hızıdır. Bu stres Coriolis kuvvetinin yarattığı strese eşit olmak zorundadır: F = 2Ω sin φuρD (5.9.2) Burada ρ suyun yoğunluğunu D ise Ekman katmanının kalınlığını gösterir. Q’yu taşıma miktarı olarak alırsak Q = uD = F 2ρΩ sin φ (5.9.3) Bu formül bize verilen rüzgar stresi miktarında (F ) ne kadar suyun taşındığını gösterir. Ekman taşınımı kuzey yarım kürede yüzey akıntılarının saatin ters yönünde, güney yarım kürede de saat yönünde olduğunu gösterir. Güney Amerika’nın batı kıyılarında bu akıntı yoğun bir biçimde güneyden kuzeye doğrudur. Ekvator seviyesine gelindiğinde döngüyü tamamlamak için akış batıya doğru döner. Yüzey suları kuvvetli bir biçimde batıya doğru aktığı için bunun yerini dipten gelen soğuk su doldurur. Bu döngü Ekman taşınımlarının en ünlüsüdür ve El Nino - Güney Salınımı ismini alır. El Nino ya sebep olan akıntı her zaman Pasifik Okyanusu’nda vardır. Peru’nun kıyısına geldiğinizde sahilden dışarı doğru bir rüzgar eser, bunun sebebi temelde bu bölgenin sıcak olmasıdır. Batıya doğru hareket eden hava denizin üst tabakalarını da beraberinde sürükler ve alttan soğuk 79 su çıkar. çıkan soğuk su balıklar için okyanusun dibinden besin getirir ve balıklar da o besinlerle beslendiği için o bölgede balık miktarı ve balıkçılık artar. Normal şartlar altında balıkçılar bol balık sebebiyle mutludur, ama eğer bu akıntı yavaşlayacak olursa dipten çıkan soğuk miktarı azalır ve bunun neticesinde de balıkçılar aç kalır. Genelde bu olayın periyodik olarak değişikliği Noel zamanına denk gelir, yani aralık ayının ortasından itibaren görülmeye başlanır. Ama bu olay sadece Güney Amerika kıyılarıı değil diğer bölgeleri de etkiler. Bu sebepten eğer burada bir değişim olursa bu mesela kesinlikle Avustralyayı da etkilir. Benzer Şekil 5.10: El Nino-Güney Salınımı şekilde okyanusların tamamında bir deveran mevcuttur. Bu deveranı açıklamak için önce girdap kuvvetini (vorticity) tanımlamalıyız. Girdap kuvveti bir cismin ne kadar döndüğünün bir göstergesidir ve sürtünmesiz akışlarda korunduğu için önemli bir hesap yöntemidir. Okyanuslar hem hareket ettiklerinden (görece girdap kuvveti) hem de dünya döndüğü için (dünyasal girdap kuvveti) iki ayrı girdap kuvvetine sahiptir. Bu iki girdap kuvvetinin toplamı sabittir. Bu toplamın sabit olması açısal momentumu da korur. ζ = ζg + ζd (5.9.4) 80 Bu toplam sabit olduğu için, türevini aldığımızda sıfır olacak. Dolayısıyla birinin artışı diğerinin azalmasına sebep oluyor. dζg dζd d(2Ω sin φ) dφ =− =− = −2Ω cos φ = −2Ω cos φRv = −βv dt dt dt dt (5.9.5) Bu girdap kuvvetindeki değişimin kuzey-güney hızına bağlı olduğunu gösteriyor. Bu durumda kuzey yarım kürede kuzeye doğru giden bir paket saat yönünde, güneye giden bir paket de Coriolis kuvvetinden dolayı saatin ters yönünde bir girdap kuvveti kazanır. Atlantik okyanusunda rüzgar kuzeye gittikçe kuvvetlenir. Şekil 5.11: Atlantik okyanusunda rüzgar Rüzgar stresi şu şekilde yazılabilir: F = ρh du u ≈ ρh dt t (5.9.6) Doğu-batı yönünde hız değişikliği olmadığını kabul ederek bu t ∂F ∂u = = −ζd ∂y ρh ∂y (5.9.7) Dünyanın hareketinden doğan girdap kuvvetine eşittir. Bunun da zamana göre türevini alırsak d ∂u 1 ∂F dζd = (− ) = − dt dt ∂y ρh ∂y (5.9.8) 81 Bu da daha önce gördüğümüz gibi βv’ye eşittir. v=− 1 ∂F ρhβ ∂y (5.9.9) Kuzeyden güneye inerken girdap kuvvetinin saatin ters yönündeki artışını rüzgarın saat yönünde yarattığı stress ile dengelenmesine Sverdrup dengesi denir. Bu dengenin tutması için okyanusun tamamında güneye doğru bir yüzey akışı olmalıdır. Ancak kütlenin de korunması için bir yerde kuzey yönünde de akış bulunmalıdır. Bu sebepten Atlantik’teki akışın büyük bir kısmı kuzey-güney yönündedir, sadece Amerika kıtasına yakın dar bir bölgede güney-kuzey akıntısı görülür. Bu akıntı yaklaşık 100 km genişliğindedir ve biz bu akıntıya Gulf Stream adını veriyoruz. BÖLÜM ALTI IŞINIMSAL TRANSFER 6.1 Işınımsal transfer İklim bilimi açısından ışınımsal transfer konusunun iki önemli kullanım alanı vardır: (1) Enerji muhasebesi ışınımsal transfere dayanır, (2) Dünyanın sıcaklığının ve değişiminin uzaydan ölçülebilmesi atmosferin ve dünyanın ışınımsal özelliklerine bağlıdır. Dünyadan içeri, dünyadan dışarı ve tabakalar arası birçok transfer ışınımsal transferdir. Işınımsal transfer, enerji muhasebesi yapılabilmesi için önemlidir. Mesela uzaydaki aletlerin çalışması bu bilgilerin elde edilmesine dayanır. Bu bilgileri kullanarak ölçüm yapabilmek için, gelen ışığın, her bir dalga boyundan ve her bir katmandan nasıl geçtiği ya da geçemediğini bilmek gerekir. Yani ortaya bilimsel bir sonuç koyabilmek için bu işlemler yapılmalıdır. Dünyanın sıcaklığı 255 kelvindir. Enerji muhasebesine girerken güneşi ve dünyayı birer bilardo topu gibi almak yeterlidir. Ancak iklimi ve iklimin ayrıntılarını incelemek istiyorsak gelen ışınımın ne kadarının atmosfer tarafından emildiğini, ne kadarının dünya yüzeyi tarafından emildiğini, ne kadarının atmosferden geçtiğini ve atmosferden ne kadarının nasıl geri yansıdığını bilmemiz gerekir. 6.2 Siyah cisim ışıması Siyah cismi üzerine düşen her fotonu emen ve sıcaklığına bağlı olarak kendisi de foton yayan cisim olarak tanımlayabiliriz. Bu cismin yaydığı ışınım sadece 82 83 sıcaklığının bir fonksiyonudur ve bu fonksiyon Planck formülü olarak bilinir: B(λ, T ) = 2hc2 1 W/m3 sr hc 5 λ e λkT − 1 (6.2.1) Burada B(λ, T ) cismin ışımasıdır. Işınım teorisinde siyah cisim emilimi mükemmel olan cisim demektir, yani aλ = 1. Emilimi mükemmel olan bir cismin yayımı da mükemmel olacaktır, yani eλ = 1. Evrende mükemmel bir siyah cisim neredeyse yoktur. Emilim ve yayım arasında bir fark olacak olsa cisim ya sonsuza kadar ısınır ya da sonsuza kadar soğur. Ancak mantıklı olan bu iki sayının tüm cisimler için eşit olmasıdır. Buna Kirchhoff Kanunu denir. Gerçek cisimler emilimin yanında yansıma da yaparlar (rλ = 1). Bu nedenle gerçek cisim ışımasını bulmak için Planck yasasını geliştirmek gerekir: R(λ, T ) = eλ B(λ, T ) 6.3 (6.2.2) Atmosferin emilimi ve yayımı Eğer atmosferin içindeki herhangi bir bölgeyi optik açıdan kalın olarak kabul edecek olursak, gelen ışımanın R(λ) tamamı emilir ve sonra tekrar ışıma ile yayılır B(λ, T ). Normalde bu iki değer arasında hiç bir bağıntı yoktur. Eğer bu gaz tabakasının emdiği tüm enerjiyi tekrar ışıma yoluyla yaydığını varsayacak olursak, her iki değerin de tüm dalga boyları, tüm yüzeyler ve tüm açısal yönler için integrali termodinamiğin birinci yayası gereği eşit olmalıdır. Başka bir dalga boyunda aynı bölge optik açıdan ince olabilir, yani ışınımın bir kısmı emilip geri kalanı geçirilebilir. Mesela en/boy oranı 1/2 olan kalın bir tabakaya bakacak olursak kısa yüze dik gelen ışınım R(λ0 ), uzun yüzeyden yayılan ışınım (e/2)B(λ0 , T ) diğer kısa yüzden yayılan ışınım R(λ0 )(1 − e) + eB(λ0 , T ) olacaktır. Buradaki e/2 faktörünün gelme sebebi geliş yönüne dik yönde tabakanın 84 yarı kalınlıkta olmasıdır. Uzun yönde bir çubuğun emilim/yayılımı: Şekil 6.1: Atmosferin emilimi ve yayımı eH = 1 − e−kx (6.3.1) Burada k emilim sabitidir. Kısa yönün uzun yönün yarısı uzunlukta olduğunu varsayarsak kısa yöndeki emilim/yayılım: −kx eV = 1 − e 2 (6.3.2) Eğer tabaka optik olarak kalınsa, yani geçirgen değilse ışınımın hangi yönden geldiği ve hangi yöne yayıldığı önemli değildir, kx → ∞ eV = eH verir. Ancak eğer tabaka optik olarak inceyse, kx → 0 eV ≈ eH /2 olur. Neredeyse tamamiyle siyah olan cisimler bile üzerine gelen ışığı yansıtır ve bu cisimlerin bir yansıtma katsayısı vardır. Bu katsayı kullanılarak, cismin yaptığı gerçek yayılım bulunur. Atmosfere gelen herşey önce emilip sonra bir başka dalga boyunda yayılır. Bu olayda gelen ışığın sıcaklığı değil, dalga boyu önemlidir. Mesela güneşin sıcaklığı önemli değildir, ama hangi dalga boyunda ne kadar ışık geldiği önemlidir. 85 6.4 Atmosferik ışınımsal transfer Atmosfer basit bir tabaka halinde tanımlanacak bir olgu değildir. Atmosfer aynı anda hem güneşten hem dünyadan hem de değişik katmanlarından yayılan ışınımı emer, bu ışınımların bir kısmını da geçirir, veya yansıtır ve kendi öz sıcaklığında ışınım yapar. Ayrıca bu olayların her birini her bir katman ayrıca yapar. Bunun yanı sıra, bu ışınımsal transferlere bulutlar ve aerosoller de etki eder. Bu karmaşa içerisinde bazı basitleştirmeler yapmak mümkündür. Mesela güneşin ve dünyanın ışınımı tamamen farklı dalga boylarında olduğu için bu iki problemin hesaplarını ayrı yapabiliriz. Bulutlar güneşin ışıklarını saçarlar, ama dünyanın ışınımına karşı siyah cisim gibi davranırlar. Tüm bu hesaplar buna rağmen hala çok karışık olduklarından dolayı biz en basit sistem için bir ışınımsal transfer denklemi yazmaya çalışacağız. Yani sadece dikey yönde ışınım yapan, bulutsuz, aerosolsüz bir dünya modeli düşüneceğiz. 6.5 Işınımsal transfer denklemi Sadece termal IR’da λ dalga boyundaki bir ışınımın emilim yapan dz kalınlığında bir ortamdan geçtiğini düşünürsek, bu ortamdan geçen ışınım şöyle yazılabilir: dR = −Rkρdz + B(T )kρdz (6.5.1) Sağdaki ilk terim emilimin emilim katsayısına, yoğunluğa ve geçilen yola bağlı olduğunu söyleyen Beer-Lambert yasasıdır. İkinci terim ise Kirchhoff yasasını kullanan Planck terimidir. Burada R, k ve B frekansa bağlı terimlerdir, ρ ve T yüksekliğin fonksiyonlarıdır. Eğer atmosferin üst katmanlarını terk eden ışınımı 86 Şekil 6.2: Atmosferik ışınımsal transfer Şekil 6.3: Işınımsal transfer (R−) bulmak istersek öncelikle τ ’yu optik kalınlık olarak tanımlarız: dτ = −kρdz dR =R−B dτ (6.5.2) 87 Bu denklem Schwarzschild denklemi diye bilinir. Çözümü için iki tarafı da e−τ ile çarparız: e−τ dR − e−τ R = −e−τ B dτ (6.5.3) Atmosferin tepesinden (R = ∞) dibine (R = 0) kadar integral alırsak Z∞ Z1 Be−τ dτ = R∞ = 0 Z∞ BdT = 0 B dT dz + e0 B0 T0 dz (6.5.4) 0 Son terimde e0 T0 sıcaklıktaki yayımı, B0 = B0 (T0 ) ve T0 tüm atmosfer kolonunun geçirgenliğini verir. Işınımsal transfer denklemi sadece bir dalga boyu için ne kadar enerjinin transfer edildiğini verir. Ancak bu hesabı tüm dalga boyları için yapmak gereklidir. Fakat atmosferin geçirgenliği dalga boyu ile değiştiği için basit bir analitik hesap yapmak mümkün değildir, kuvvetli bilgisayarlarda uzun süren hesaplar gerçeği yansıtan çözümler üretebilirler. Atmosferin geçirgenliğini hesaplayabilmek için atmosferdeki her molekülün ayrı ayrı her dalga boyundaki geçirgenliklerini hesaplamak gereklidir. Moleküler spektroskopi tüm gazların her sıcaklık ve basınçta verdikleri tayfı gerek kuvantum mekaniksel hesaplarla, gerekse de ölçümlerle ortaya koymuştur. Tüm bu bilgiler ışığında kuvvetli bilgisayarlar bilardo topuna benzeyen dünya modelinden çok daha gelişmiş modelleri gerçeğe çok yakın biçimde çözebilirler. Emici bir gaz içerisinde ∆v tayfsal aralığında α kalınlığında ve S ortalama bant kuvvetindeki bantlardan oluşan ve u kadar emici gaz bulunduran bir katmanın geçirgenliği şöyle modellenebilir: − T∆v = e(− Su Su (1+ πα ) δ 1 2) (6.5.5) Eğer emici miktarı çok az ise T∆v = e(− Su ) δ (6.5.6) 88 Optik kalınlık geçirgenliğin logaritmasıdır, yani τ = − log T∆v . Bu durumda optik kalınlık emici miktarı ile doğru orantılı olarak artar. Ancak ters limitte, yani emici miktarı çok ise optik kalınlık emici miktarının sadece kare kökü ile artar. örnek olarak 2 nesne alalım. Bu nesnelerden biri optik olarak kalın diğeri ince olsun. Bir taraftan ışın yollandığı zaman ışının bir kısmı nesnenin içinden gececek ve bu sırada bu cisim ısınacağı için bir ışıma yapacak. Bu nesne ince olursa, ışının bir kısmı geçecek. Burada, geçen ışın, tüm ışından emilecek kısım çıkartılarak bulunur. Ayrıca, nesnenin kendisi de ısındığı için bi ışıma yapar. Eğer bu nesne kalın olursa gelen tüm ışının dışarı çıkan kısmı daha az olacak ve bu nedenle daha fazla ışıma yapacaktır. Nesnenin uzun yöndeki emilimi dik yöndeki emiliminin yarısı kadar olur. Eğer optik olarak kalınsa her taraftan eşit yayım yapar. Eğer inceyse, yaklaşık olarak dik yöndeki yayım, yatay yöndeki yayımın 2 katıdır. Dünya ve güneşin yaydığı ışınımın dalga boyları farklıdır. Örneğin, dikey ışınım yapan dünyadan bahsedebilmek için belli bir kalınlıktaki katmanı ele alalım. Bu katmana gelen ışıma ile çıkan ışıma farklı dalga boylarına sahiptir. Mesela bu katmanda bulut olduğunu varsayalım. Bu durumda gelen ışımanın bir kısmı geçer(-). Ama buna karşılık kendisi de bir ışıma yapar(+). Genelde beklenen sonuç (-) dir ama dalga boyu olarak incelenirse (+) da olabilir. Atmosferdeki bütün moleküllere tek tek bakılarak üzerine gelen ışığın ne kadarını yaydığı, geçirdiği veya yansıttığı bilinebilir. çözümleme yapılırken her dalga boyu için bu bilgilerin alınıp formüle tek tek konulması gerekir. Ancak bu çok zahmetli bir iştir. Bunun yerine bir varsayım yapılıp daha basit bir modelle geçirgenlik hesaplanır. Emici miktar çok az ise formül basitleşir ve az gaz varsa geçirgenliği gaz miktarıyla ters orantlı olarak artar. Mesela;bir gaz miktarı 2 kat artarsa geçirgenlik yarıya düşer. Eger bu emici miktar büyük sayıysa bu basit indirgemeyi yapamayız. Geçirgenlik emici miktarın kare köküyle orantılı olur.Mesela atmosferdeki karbondioksit 4 katına çıkarsa atmosferin optik kalınlığı da 2 katına çıkmış olur. Yaklaşık yüz milyon yıl önce atmosferde bugünkü karbondioksit miktarının 4 katı karbondioksit vardı ve dünya sıcaklığı şimdikinden 15 derece daha yüksekti. Bu bilgi referans olarak alınırsa, dünya şu anki karbondioksit 89 miktarının beş katını kaldırabilir ve buna bağlı olarak sıcaklık da artar. İklim değişikliğine karşı olanların başlıca argümanı karbondioksitce doyan atmosferin daha fazla etkilenmeyeceği düşüncesidir. Ancak bu fikir yukarıdaki formülle ve geçmiş zaman örneğiyle çürütülür. 6.6 Işınımsal denge modelleri Atmosfer dengededir. Dengede olduğu için her katmanına giren net akı sıfır olmalıdır. Ancak her katmana giren net akının 0 olması, her katmanın aynı sıcaklıkta olmasını gerektirmez. Bu katmanlar 0 net akıyı sağlayacak bir şekilde,kendi sıcaklığında belirli bi ışıma yapmaktadır. Eğer herhangi bir katmanın sıcaklığı değişiyorsa: ∂T 1 ∂F =− ∂t ρcp ∂z (6.6.1) Burada ρ havanın yoğunluğunu, F akıyı göstermektedir. İterasyonla her katmandaki sıcaklığın zamanla değişimini sıfır yapacak bir T (z) sıcaklık profili bulmak mümkündür. Sıcaklık profilini çıkartmak için ışınımsal transfer denklemini çözmek gereklidir. Bu denklemi çözebilmek için de atmosferin her katmanının geçirgenliğini bilmemiz gerekir. Bu bilgi olmadan da atmosferdeki dalga boyları için bir genelleme yaparak sonuca ulaşmak mümkündür. Genel bir emilim katsayısı kullanacak olursak her katmanı ayrı bir siyah cisim olarak tanımlamak mümkün olur. Bu tanımlama da bize Planck formülü yerine Stefan-Boltzmann yasasını kullanma hakkı verir. Atmosferde iki katman alalım. Bu iki katmanın da dengede olması için şunların doğru olması gerekir: 2σT24 = σT14 (6.6.2) σT24 + σT04 = 2σT14 (6.6.3) ve 90 Yüzeyde de denge olması için: S (1 − A) + σT14 = σT04 4 (6.6.4) üç bilinmeyenli üç denklemden sıcaklıkları çekmek mümkündür. Bu şekilde at- Şekil 6.4: Işınımsal Denge mosferi 40-100 katmana ayıracak olursak benzer şekilde çok daha ayrıntılı bir sıcaklık profili çıkartmak mümkün olur. Ancak çıkan sonuç troposferde gerçeğe yakın sonuçlar vermez. Bunun temeli de kullandığımız denklemlerin ışınımsal denge denklemleri olmasıdır. Troposfer konvektif dengede olduğu için ışınımsal denge denklemleri ancak stratosferde işe yararlar. Atmosferin alt tabakalarında konveksiyon, üst tabakalarında da ışınımsal dengeyi kullanarak atmosferin tüm sıcaklık profilini çıkartmak mümkündür. BÖLÜM YEDİ SERA ETKİSİ 7.1 Sera Etkisi Eğer dünyayı atmosfersiz bir küre olarak alsaydık, dünyanın sıcaklığı yaklaşık 255K olacaktı. Atmosferin varlığı, sıcaklığı yaklaşık 33K arttırır. Bunun nedeni sera etkisidir ve varlığı tartışılamaz. Sera etkisinin varlığı ve etkileri ilk olarak 1896’da Svante Arrhenius tarafından ortaya konmuştur. Sera etkisi tanımı ise çok daha öncelerde, 1827’de Jean Fourier tarafından kullanılmıştır. Arrhenius karbondioksitin IR ışımayı geçirmeme özelliğinden yola çıkarak insanların fosil yakıtlarını kullanmalarına paralel olarak atmosferin sıcaklığının artacağını ortaya koymuştur. O tarihlerde, 200-300 sene sonra bu karbodioksit artışının sakıncaları olabilir diye tahminler de bulunulmuştu. Ancak bilinçsizce salınan CO2 öyle hızlı ivmelendi ki 100 senede, yapılan bu tahminlerin üstüne çıkıldı. Sera gazları tartışmasız vardır ve olmaması da bizim için olumsuzluklara nedendir. Eğer sera gazları olmasaydı dünya donardı. Sera gazları %60 su bazlı, %35 CO2 , %5 geri kalanlardır. Su buharındaki değişiklik sadece sıcaklığın fonksiyonudur. Sera gazlarının artış sebebleri %60’ı katı atık, kalanı da yeşil alan azlığıdır.(Kyotoya alternatif bir anlaşma yada Kyotoyla bu yeşil alan soruna çözüm bulunmalıdır.) İnsan etkisiyle her geçen gün sera gazı artmaktadır. Bu, sıcaklığı arttıracak bir etkendir. Otoriteler bu yüz yıl içerisinde 5 derecelik bir sıcaklık artışı beklemektedirler. Burada 2 önemli olgu vardır; 1 - Biz bu sıcaklıklarda yaşamaya alışabilir miyiz? 2 - Bu sıcaklıkta yaşamaya hazırlıklı mıyız? Büyük değişikliklere hazırlıklı olmalıyız. Buradaki ana olgu bu sıcaklık artışından daha ziyade, bizim buna hazırlıksız yakalanmamızdan dolayı nasıl etkileneceğimizdir. Söz konusu olan durum ortalama sıcaklık artışının insanlara vereceği büyük zararlar ve çok sıcak 91 92 günlerin sayısını artmasıdır. Meydana gelen bu değişimler sadece insan yaşamını etkilmekle kalmamakta, diğer canlıları da etkilemektedir. Mesela geçtiğimiz iki senelik dilimde, arı sayısında meydana gelen azalma dan dolayı piyasada çam balı yoktu. Bundan yüz milyon yıl önce atmosferde ne kadar CO2 varsa, bitki ve hayvanlar öldüklerinde bunu toprağa bağlamış oldular. Fakat biz, bu hızla fosil yakıt tüketimine devam edersek önümüzdeki 100 yıl içinde bu CO2 ’i neredeyse bulup çıkarıcağız ve buna bağlı olarak da sıcaklık artacaktır. Atmosferde çok olan CO2 ’in sıcaklık artışına etkisi, kare köküyle orantılıdır. Metan, Ozon, N2 O gibi az olan gazların sera etkileri se doğru orantılıdır. Mesela bunlardan birinin degerinde oluşan 2 kata çıkış, etkide de 2 kat artışa neden olur. Pozitif etki denge konumundan uzaklaştırır, negatif etki ise denge konumuna yaklaştırır. Mesela buzulların erimesi negatif etki yapar. Bu, doganın dengeye gelme çabasıdır. Bulut miktarı artışı da negatif beslemeye bir örnektir. Bulutların artışı yeryüzünün sıcaklığını düşürür, buharlaşma azalır dolayısıyla bulut oluşumu azalır, bu da sıcaklığı yükseltir. Sıcaklık artınca buharlaşma artar, bulut artar ve bu döngü denge çevresinde gerçekleşir yani negatif etkidir. Fakat su buharı bir sera gazı olduğundan bundaki artış sıcaklığı arttırır. Bu da sera gazlarının etkisini artırır ve yine sıcaklığın artışını destekler yani bu dengeden uzaklaştıran pozitif beslemedir. Genel tahmin bu yönde olmakla beraber, olayların açıklanması için daha kompleks teoriler bulmak gerekir. çünkü sistemin içinde yeni beslemeler mevcut olduğundan bunların toplu olarak degerlendirilmesi gerekir. Sera gazlarının ortalama sıcaklığı artırdığı biliniyor. Ancak son 100 yılda meydana gelen 0.6 derecelik sıcaklık artışı gerçekten insanlardan mı kaynaklanıyor? Ç ok büyük ihtimalle %90 evet ama %10 ihtimalle şüpheler de var. Sera etkisinin temel özellikleri şunlardır: (1) Atmosferde azınlıktaki gazların yarattığı bir etkidir, N2 ve O2 bir katkıda bulunmaz. (2) Doğal sera etkisi olmasaydı dünya 33K daha soğuk olurdu. (3) Sera etkisini yaratan gazların atmosferdeki miktarı insan etkisiyle artmaktadır. (4) Konuya basitçe yaklaşacak olursak sera gazlarının miktarındaki artış dünyanın sıcaklığını da arttıracaktır. (5) Daha kompleks teoriler, pozitif ve negatif geri beslemeleri de hesaba kattıklarından toplam etki çok kolay tahmin edilemez. (6) Gene de 93 bu konudaki tüm modeller bu yüzyıl içerisinde 5K seviyesinde bir sıcaklık artışı öngörüyorlar. 7.2 Şüpheler ve kesinlikler Sera etkisi konusunda kesinlikle bildiklerimiz şunlardır: (1) Sera etkisi vardır. (2) Dünyanın sıcaklığını suyun donma noktasının üzerinde tutan sera etkisidir. (3) Atmosferde hangi gazlardan ne miktarda bulunduğu kesinlikle bilinmektedir. (4) Sera gazlarının artışı atmosferin ortalama sıcaklığını da arttırır. Ancak şu noktalarda da kesin konuşamayız: (1) Geçtiğimiz 100 yıl boyunca dünya sıcaklığının yaklaşık olarak ortalamada 0.6K artmasının sebebi insandan kaynaklanan sera gazlarının artmasıdır. (2) Elimizdeki son 100 yıla ait sıcaklık verileri kesinlikle güvenilir değildir. (3) İklim sistemi doğası gereği kaotiktir ve şu an gözlediğimiz tür salınımlardan daha fazlaları doğal yollardan ortaya çıkabilir. Bunlardan yola çıkarak iklim modellerinin geçmişin verilerini başarı ile elde etmeleri gelecekte ne olacağı konusunda kesin yargılara varmamıza neden olmaması gerektiğini söyleyebiliriz. 7.3 Sera gazları Sera gazlarının temel özellikleri iki atomlu ve homopolar olmamalarıdır. N2 ve O2 gibi iki atomlu homopolar gazlar dönme veya titreşmeyle simetrilerini değiştirmedikleri için yüksek enerjili U V fotonları hariç fotonlarla etkileşime girmezler. CO2 , H2 O ve O3 gibi üç atomlu gazlar titreşime girdiklerinde eğildikleri veya asimetrik olarak titreştikleri için gelen fotonlarla etkileşime girip ışınımı soğurabilirler. Su buharı, karbondioksit, metan, ozon ve azot protoksit gibi gazlar insanların yarattıkları etkiler olmadan çok daha uzun süredir atmosferde 94 Şekil 7.1: Keeling eğrisi bulunurlar. Kloroflorokarbonlar (CF C) ve hidrokloroflorokarbonlar (HCF C) ise tamamen insan yapımıdırlar. Sera etkisinin %60’ı su buharından, %35’i karbondioksitten, %5’i de diğer gazların toplamından kaynaklanırlar. Her ne kadar su buharı miktarındaki en küçük değişiklik bile atmosfer sıcaklığı için büyük değişikliklere yol açabilecek olsa da su buharı insan yapısı bir sera gazı değildir, atmosferdeki miktarı azaltılıp çoğaltılamaz. İnsan etkisi ile artan sera gazlarının başında karbondioksit gelir. öncelikle atmosferdeki karbondioksit miktarı diğer tüm sera gazlarından fazladır. Ayrıca karbondioksitin dünyanın Planck fonksiyonuna göre en fazla ışınım yaptığı değere çok yakın 15 µm’de bir emilim bandı vardır. Bu emilim bandı dünyanın ışınımsal soğumasını engellemektedir. Ayrıca endüstri öncesi devirde 280ppm olan karbondioksit miktarı günümüzde 389ppm’a çıkmıştır ve her sene 2ppm artmaktadır. Bu artışın iki temel sebebi vardır, birincisi fosil yakıtlarının tüketimindeki artış (%65), diğeri ise bitki örtüsündeki azalmadır (%35). Diğer sera gazları atmosferde çok daha az miktarda bulunurlar, ancak gene de bunların yarattığı tehlike yadsınamaz çünkü bu gazlar miktarlarının az olmasından dolayı zayıf emilime sahiptirler ve bu gazların miktarındaki artış lineer olarak emilime katkılarına etki eder. Buna karşılık karbondioksit kuvvetli 95 bir emilime sahip olduğu için emilimdeki artış karbondioksit miktarındaki artışın yaklaşık olarak karekökü ile orantılıdır. Bir diğer etki de bu gazların ne süreyle atmosferde kaldıklarıdır. çünkü bir gaz ne kadar uzun süre atmosferde kalırsa etkisi o derece büyür. Tüm bu etkileri içinde bulunduran Küresel Isınma Potansiyeli isimli bir endeks geliştirilmiştir. 100 sene süre için tüm etkiler toplandığında şu tablo elde edilir: Bu tablo diğer gazların karbondioksite oranla ne derece daha tehlikeli olduklarının göstergesidir. CF C’ler bu tabloya göre en tehlikeli sera gazları olmalarına rağmen 1987 Montreal Protokolü ile kullanımları kısıtlanmış olduğu için artık ciddi bir tehdit oluşturmamaktadırlar. Atmosferdeki metan miktarı 1750’den bu Şekil 7.2: Gazların küresel ısınma potansiyelleri yana %140 artmıştır. Bunun temel sebebi özellikle pirinç üretimi ve evcil besi hayvanlarının sayısındaki artışla beraber gerek petrol gerekse de kömür çıkartılırken metan gazının ortaya çıkmasıdır. Endüstri devriminden bugüne kadarki sera etkisindeki artışın neredeyse %15’i metan gazından kaynaklanmaktadır. Azot 96 protoksit miktarı fosil ve biyokütle yakılması ve suni gübre kullanımının artması ile senede %0.2-0.3 oranında artmaktadır. Ozon kuvvetli IR bantlarına sahip olmasına rağmen atmosferdeki yoğunluğu zaman ve mekana bağlı olarak değiştiğinden etkisi tam olarak bilinememektedir. 7.4 Enerji dengesi Dünyanın atmosferini her türlü ışınıma karşı geçirgen olarak kabul edelim. Güneşin yaydığı tüm ışıma şöyle yazılabilir: 2 Eg = 4πRg2 σTg4 = 4πSRdg (7.4.1) Bu ışıma dünya-güneş mesafesindeki bir küre yüzeyine düşen birim ışıma enerjisi ile küre yüzey alanının çarpımına eşittir. Buradan birim ışıma enerjisi (güneş sabiti) bulunabilir: S=( Rg 2 4 ) σTg Rdg (7.4.2) Dünyadan yayılan toplam ışıma enerjisi de dünyaya düşen toplam net ışıma enerjisine eşit olmalıdır: Ed = 4πRd2 σTd4 = (1 − A)SπRd2 Dünyanın yansıtma kuvveti A = 0.3’dür. (7.4.3) Buradan dünyanın efektif ışıma sıcaklığını 255K veya -18 ◦ C olarak bulabiliriz. ölçülen ortalama sıcaklıkla olan fark 33K’dir. Bu fark yukarıda yapılan hesaptaki ışımanın çoğunun aslında dünyanın yüzeyinden değil atmosferin çeşitli tabakalarından gelmesindendir. Daha detaylı bir hesapla en yüksek ışımanın yüzeyden değil yerden 6-7km yukarıda bir bölgeden geldiğini göstermek mümkündür. Bunun sebebi de stratosferin optik açıdan ince olduğu için iyi bir yayıcı olamaması, yüzeye yakın yerlerin de üzerlerinde optik olarak çok kalın bir tabaka olmasıdır. 97 Şekil 7.3: Enerji dengesi 7.5 Basit bir sera modeli Bir sonraki adım yüzey sıcaklığını ve efektif ışıma sıcaklığını ayrı ayrı hesaplayabilmektir. Bu amaçla ilk yaklaşım olarak atmosferi kalın tek bir tabaka olarak alabiliriz. Bu tabaka kısa dalga boyları için tamamen geçirgendir, 4 µm’dan uzun dalga boyları ise geçemezler. Bu atmosferin emilim davranışının basitçe modellenmesine bir örnektir. Bu tür modellemeye gri yaklaşımı denebilir. Bu modelde dünyanın yüzeyine ulaşan akı gene (1−0.3)S/4 olarak kullanılabilir. Bu yüzey sıcaklığını 255K yapacaktır. Dünya yüzeyi için ışıma dengesi: S (1 − A) + σTa4 = σTd4 4 (7.5.1) Atmosfer için ışıma dengesi: 2σTa4 = σTd4 (7.5.2) Buradan dünyanın sıcaklığı Td = 21/4 255K = 303K bulunur. ölçülen sıcaklık farkı 33K olmasına rağmen burada 48K bulduk. Bunun da sebebi tüm atmosferin tek bir tabaka olarak alınmasıdır. Atmosferi alt kısımları daha sıcak, üst kısımları biraz daha soğuk olacak şekilde izotermal tabakalar halinde modelleyecek olursak 98 Şekil 7.4: Basit bir sera modeli ölçülen 33K’lik farka çok daha yaklaşmış oluruz. 7.6 Daha iyi bir sera modeli Eğer atmosferi troposfer ve stratosfer şeklinde ikiye ayırarak modelleyecek olursak daha iyi bir sonuca ulaşabiliriz. Bu basit modelde troposfer sabit bir geçiş oranı ile (Γ= g/cp ), stratosfer de sabit bir sıcaklık (Ts ) ile gösterilir. Ya tropopoz yüksekliğini ya da yeryüzü sıcaklığını bir diğer parametre olarak alırız. Stratosferdeki emicilerin oranı ve dünyanın aklığı bağımsız değişkenlerdir. Emilim havadaki bir emicinin karışım oranı (a, kütle/hacim) ile gösterilir. Diğer gazlar stratosferde çok daha az bulundukları için bu emici karbondioksittir. Atmosferdeki en yüksek ışınım ortalama sıcaklığın 255K olduğu bölgeden yapılır, daha alt tabakalar geçirgen olmadıkları için (optik olarak kalın), üst tabakalarda da yeterince ışıyıcı olmadığı için (optik olarak ince) ışıma yerden 6-7km yukarıda yoğunlaşır. Stratosferin efektif ışıma 99 Şekil 7.5: Yükseklikle sıcaklığın değişimi sıcaklığı, stratosferi bir katman gibi görerek hesaplanabilir: eσTd4 = 2eσTs4 (7.6.1) Böylece stratosferin sıcaklığı dünyanın sıcaklığına bağlanabilir: Ts = Td 255 = 1 1 24 24 (7.6.2) Bu modele emicilerin miktarındaki artışı da ekleyebiliriz. Bu şu şekilde yapılır. Tropopoz altındaki bölgenin optik olarak kalın olduğu nokta belirlenir. Tropopoz üzerindeki emici miktarı u = Hapt olarak yazılır. Burada H ölçek yüksekliği, a karışma oranını gösterir. Emici miktarı fazla olan bir ortamda optik kalınlık, karışma oranının kare kökü olarak değişir. Ancak tropopozda tanım olarak sabit optik kalınlıktan bahsettiğimiz için a kare kök ile artıyorsa basıncın kare kök a ile azalması gerekir. Atmosferdeki CO2 miktarının iki katına çıkması senaryosu 100 için bu şu şekilde yazılır: ∆p = − ve p ∆z H ∆p 1 = √ = 0.7 p 2 (7.6.3) (7.6.4) Yani emici miktarını iki katına çıkartmak troposferin kalınlığını 3km daha arttırır. Bu aşağıda sıkışan ısının uzaya ışınımsal olarak yayılmasını kolaylaştırmak için konvektif ısı alışverişi yapan bölgenin kalınlığını arttırmak demektir. Ancak bu dünyanın dışarıdan görülen efektif sıcaklığını etkilemez. Eğer tropopoz yüksekliği Şekil 7.6: Daha iyi bir sera modeli 3km artacak olursa, 6K/km geçiş oranı ile bu tropopoz sıcaklığının 18K artması demektir. Benzer bir hesapla şu andaki yüzey sıcaklığının da endüstri devrimi öncesine oranla 6K artmış olması gerekmektedir. Ancak bu artış sadece 1K civarındadır. Aradaki farkın bir kısmı okyanusların yüksek ısı sığalarından dolayı atmosferin ısınmasını geciktirmeleridir. Bu konuda tahmin edilen, okyanusların 101 hesap edilen ile gerçekleşen arasında %50 fark yaratabileceğidir. Ayrıca gerçek ölçümler artan CO2 miktarı ile stratosferin soğuduğunu göstermektedir. Bunun sebebi karbondioksitin 15 µm bandında kuvvetli bir ışınım yapmasıdır. Bu basit modelimiz de yüzey sıcaklığını fazla arttırmadan troposferin yüksekliğinin artabileceğini göstermektedir. Son olarak, her ne kadar CO2 miktarı artsa da atmosferde etkilerini tam bilemediğimiz, aklığın değişmesi, sülfat miktarının artması gibi olaylar da olmaktadır. Dolayısıyla en azından aklık değişikliğini de modelin içine katmak gerekmektedir. Kullandığımız denklemlerde sadece stratosferin sıcaklığı aklığa bağlıdır. 1 Td (1 − A)S Ts = =( )4 1 4σ 24 (7.6.5) Buradan hem stratosferin sıcaklığı, hem de dünya yüzeyinin sıcaklığı elde edilebilir: 4σTd4 = (1 − A)S (7.6.6) Aklıktaki artış dünyanın yüzey sıcaklığını azaltacaktır. Sonuç olarak, CO2 miktarındaki artıştan gelen 6K sıcaklık artışının yarısı denizler tarafından emilir. Eğer dünyanın aklığı da son yüz senede 0.3’den 0.275’e indiyse bu da ek olarak 2K bir azalma sağlar ve net artış olarak 1K görülür. Bu makul bir senaryodur. Bu model bize kesin cevaplar vermekten uzaktır, yalnız belirli parametrelerin nasıl değiştikleri ve bu değişikliklerin sisteme ne gibi artı veya eksiler getirebileceğini sorgulamak açısından yararlıdır. Modellerin pekçoğu içlerinde geri besleme mekanizmaları barındırır. Mesela CO2 miktarındaki artış sıcaklıkları arttırır, artan sıcaklıklarla buharlaşma artar, artan buharlaşma ile bulut miktarı artar, ancak artan bulut miktarı aklığı da arttırdığı için sıcaklığı düşürür, bu negatif geri beslemeye bir örnektir. CO2 miktarındaki artış sıcaklıkları arttırır, artan sıcaklıklarla buharlaşma artar, artan buharlaşma 102 ile su buharı miktarı artar. Su buharı bir sera gazıdır ve artan sera gazı sıcaklıktaki artışı hızlandırır, bu da pozitif geri beslemeye bir örnektir. Eğer aklığı yüzey sıcaklığının bir fonksiyonu olarak tanımlayacak olursak basit bir negatif geri besleme oluşturabiliriz. Bu modelde dA/dT0 = +sabit olarak alacak olursak son yüz senede ortaya çıkan 1K sıcaklık artışını hesapla da bulmamız mümkün olur. BÖLÜM SEKİZ OZON TABAKASI 8.1 Ozon tabakası Ozon dünyada hayatı sağlayan önemli sebeblerdendir. Bazı katmanlarda ve troposferde sıcaklık artınca ozon da 9.3mikrona kadar artar ve bu çok ciddi bir sera gazıdır. Ancak sera gazı olarak etkisi ozonun faydası düşünüldüğünde göz ardı edilebilecek durumdadır. Her ne kadar ozonun atmosferdeki miktarı diğer sera gazlarından çok daha az olsa da ozon diğer sera gazları arasında ayrı bir yer tutar. Bu önemin sebepleri şunlardır: (1) U V ışınları, özellikle U V B kanser yapar. Ozon da güneşten gelen U V ışınlarını emip dünyaya erişimini engellediği için önemlidir. (2) Ozonun bu ışınları emmesi sırasında ozonun yoğunlukla bulunduğu bölge bir hayli ısınır. (3) Ozonun kızılötesinde de pekçok emilim bandı vardır, özellikle dünyanın ışımasının tepe noktasına yakın olan 9.3mm bandı çok kuvvetlidir, bu sebepten de ozon bir sera gazıdır. (4) Ozon stratosferde ve troposferde pekçok kimyasal reaksiyona girer, stratosferdeki reaksiyonlarda ozon yok olur. 8.2 Atmosferdeki UV ışıması Güneşin ışımasının yaklaşık %15’i U V tayfındadır. Bu bölgede üç ayrı alan vardır: (1) En fazla enerjiye sahip fotonlar atmosferdeki molekülleri iyonize ederler. İyonosferi bu işlem yaratır. (2) Orta U V bandında (Schumann-Runge) ışıma genelde O2 tarafından yutulur ve atomik O oluşur. (3) Düşük enerjili U V bandında emilim ozon aracılığıyla olur. Bu bant ayrıca U V −A, U V −B ve U V −C 103 104 diye üç ayrı parçaya bölünebilir. Bunlar içinde hayvan ve bitkilere en zararlısı U V − C’dir ve bu ışınlar neredeyse tamamen O2 tarafından emilir. U V − B’nin büyük bir kısmı ozon tarafından emilir, az bir kısmı ve neredeyse zararsız olan U V − A dünyaya ulaşır. Şekil 8.1: Atmosferdeki UV ışıması 8.3 Ozon üretimi Atmosferde ozon üretimi yerden 25km yukarıda olur. Reaksiyon için yüksek enerjili fotonlar ve oksijen molekülleri gerekir. Daha yüksekte oksijen moleküllerinin yoğunluğu az olduğu için, daha aşağıda da fotonların hepsi emilmiş olduğundan reaksiyon için ideal yükseklik bu bölgedir. Reaksiyon basit olarak şu şekilde gelişir: Oluşturan ve yok eden tüm reaksiyonları inceleyecek olursak atmosferdeki 105 Şekil 8.2: Ozon üretimi ozon yoğunluğu şöyle bulunur: [O3 ] ≈ k2 [O][O2 ][M ] k3 (8.3.1) Burada k’lar oluşum ve ayrışım reaksiyon sabitleri, [M ] o noktada havadaki azot veya oksijen molekülü miktarıdır. Bu ozon oluşum mekanizması 1930’da Sydney Chapman tarafından bulunmuştur. Ancak üretilen gerçek ozon miktarı ile bu mekanizma ile üretilmesi beklenen ozon miktarı karşılaştırıldığında büyük bir farklılık vardır. Bu farklılık ozonun üretilmesinin beklendiği yükseklik profilinde değil sadece ozon üretim miktarındadır: Bunun sebebi de 1930’larda bilinmeyen ve ozonu yok eden mekanizmalardır. Bu mekanizmalar atmosferde çok az bulunan kimyasal maddelere dayanırlar. Bu az bulunan maddeler o derece az bulunurlar ki bunların önemi ancak 1970’lerde anlaşılmıştır. Bu maddelerin başında azotun oksitleri, N O ve N O2 , gelir. Bu her iki madde de azot protoksitin oksijenle birleşmesi sonucu oluşurlar. Ama yaptıkları şey aynıdır, ozonu yok ederler. Hem burada bir N O molekülü pekçok ozon molekülünü yok edebilir. Ancak son senel- 106 Şekil 8.3: Ozon yoğunluk ve yükseklik profili erde ozonu yok etmede azot oksitlerden çok daha efektif davranan moleküller bulunmuştur. Bu moleküllerin başında Freon diye bilinen CF2 Cl2 gelir. Bu ve diğer CF C’ler ozon miktarını şu şekilde etkilerler: [O3 ] ≈ k2 [O][O2 ][M ] (k3 + k4 [O] + k6 [Cl]) (8.3.2) Ozonu yok eden tüm dış etkenleri topladığımız zaman hesapladığımız ile ölçtüğümüz yoğunluk profillerinin örtüştüğünü görebiliriz. 8.4 Atmosferdeki ozon dağılımı Atmosferdeki ozon miktarı uydular aracılığıyla uzaydan ölçülebilir. Bu şekilde dünyanın tamamındaki ozon miktarı ölçülmüştür. Ancak bu ölçülen herhangi bir dikey kolondaki ozon miktarıdır. Pek çok zaman ise, bize bu ozonun değişik yüksekliklere nasıl dağıldığının bilgisi gerekmektedir. Bu amaçla kutuplar da 107 dahil olmak üzere dünyadaki 50 noktadan atılan meteoroloji balonlarıyla atmosferin çeşitli katmanlarındaki ozon miktarı düzenli olarak ölçülmektedir. Tamamen denizlerle çevrili simetrik yapısından dolayı Antarktika dünyanın en soğuk yeridir. Bunun kısmi sebebi ise Antarktika üzerinde oluşan kararlı kutup girdabının diğer bölgelerle ısı transferine izin vermemesidir. Kış aylarında bu girdap nedeniyle stratosferik sıcaklıklar 170K ve altına düşebilir. Bu sıcaklıklarda da stratosferde kutupsal stratosferik bulutlar oluşur. Bu bulutlar temelde nitrik asit kristallerinden meydana gelmektedir. Bu kristaller kataliz reaksiyonlarının gerçekleşmesi için katı yüzeyler sağladıkları dolayı normalde fazla aktif olmayan klor ve brom atomlarının aktifleşerek ozon moleküllerini parçalamasına sebep olurlar. Bu nedenle her sene Eylül ve Ekim aylarında Antarktika üzerinde geniş bir ozon deliği oluşur. Bu dönemde Antarktika üzerindeki ozon miktarı %60 azalır. Genel olarak ozon en fazla, daha çok güneş ışığı alan ekvatora yakın kuşakta üretilir. Ancak stratosferdeki rüzgarları takip ederek kutuplara doğru yayıldığı için en fazla orta kuşak çevresinde ozona rastlanır. Ozonu yok eden reaksiyonlar sıcaklığa bağlı oldukları için ozon miktarı kış aylarında daha çok artar. Ozonu yok eden gazlar daha çok endüstriyel ülkeler tarafından salınsa da stratosferdeki rüzgarın karıştırıcı etkisinden dolayı bu gazlar tüm atmosfere eşit olarak dağılırlar. Orta enlemlerdeki ozon azalması kutupsal stratosferik bulutlar gibi katalitik mekanizmaların azlığı nedeniyle, kutuplardaki kadar fazla değildir. Kuzey kutbu da güney kutbuna oranla 10K daha sıcak olduğu kuzeydeki azalma güneye oranla daha azdır. 108 Şekil 8.4: Antartika üzerindeki ozon deliği Şekil 8.5: Yıllara ve enleme göre ozon miktarındaki değişiklikler BÖLÜM DOKUZ İKLİME DUYARLILIK 9.1 İklime duyarlılık ve iklim değişikliği Geçmişte iklimin nasıl değişmiş olduğunu anlamamız ve bu bilgiyi gelecekteki olası iklim değişikliklerini öngörmek için kullanmamız gereklidir. şuanda 0.6 K lık bir sıcaklık artışı mevcut. Bunun doğruluğunu sorgulamak için geçmiş yılları gözlemleyerek ölçümler, modellemeler yaparak genel kabul görecek varsayımlarda bulunabiliriz.Bu varsayımlarda bulunurken sayısal verilerle çalışmak, geçmiş iklim değişikliklerinin nasıl yaşandığı ve etkileri hakkında bilgi sahibi olmak gereklidir. İklimdeki bu değişikliklere sebep olabilecek birkaç ana başlık sayılabilir: (1) Dünyanın güneş etrafındaki yörüngesindeki değişiklikler, (2) Güneşin enerji çıktısındaki değişiklikler, (3) Dünyanın aklığındaki olası değişiklikler, (4) Sera gazları da dahil olmak üzere dünyanın atmosferindeki değişiklikler ve (5) Enerjinin dünya üzerindeki hareketini kolaylaştıran okyanus akıntılarındaki değişiklikler. Bunlar dışında da bazı felaket senaryolarıyla iklim değişikliği açıklanabilir. Bunların başında orta büyüklükteki bir göktaşının dünyaya çarpması, gezegen boyutunda bir nükleer savaş ve birkaç yanardağın birbirleriyle etkileşerek patlaması gelebilir. Örneğin 65 milyon yıl önce ciddi boyutta büyük bir meteor dünyaya çarpıp dinazorların hayatını sona erdirmiştir. O döneme ait dünya katmanlarında da, dünyaya ait olmayan maddeler, yani meteorla gelen maddeler bulunmaktadır. Ayrıca bulunan en son dinazor fosili 65 milyon sene öncesine dayanır. Sahip olduğumuz bu bilgiler de iklimdeki değişikliğin, göktaşı çarpması gibi nedenlerden kaynaklanma olasılığının, yüksek olduğunu gösterir. 109 110 9.2 Dünyanın yörüngesiyle ilgili değişiklikler Dünyanın güneş ve kendi etrafındaki hareketi güneş, ay ve diğer gezegenler tarafından sürekli etkilenir. Bu etkileşimin sonucu olarak dünyanın yörüngesinde periyodik değişiklikler gözlenir. Bu değişiklikler ilk olarak Milankovich tarafından matematiksel olarak gösterilmiştir. (1) Dünyanın yörüngesinin daireden farklılığı zaman içerisinde değişir. Daireden farklılık 0.00005 ile 0.05 arasında değişebilir. 0.00005 neredeyse mükemmel daire demektir. 0.05 ise dünyanın güneşe yakın olduğu zamanla uzak olduğu zaman arasında dünyaya ulaşan enerji miktarı arasında %10 fark olabilir demektir. şu andaki daireden farklılık 0.017’dir, bu da yakın-uzak arasındaki farkın %3 olmasına neden olmaktadır. Daireden farklılık 100, 000 ve 400, 000 senelik periyotlarla değişmektedir. Geçmişteki buzul çağlarının gelişi bu periyotlara denk gelir. Iklimdeki ciddi değişiklikler bu buzul çağlarından kaynaklanır. (2) Dünyanın eksen eğikliği 22◦ ile 24.5◦ arasında değişir. Bu değişimin periyodu 40, 000 senedir. şu andaki eksen eğikliği 23.5◦ ’dir. (3) Dünyanın devinimi vardır, yani dünyanın ekseninin uzayda baktığı nokta 19, 000 ve 23, 000 senelik periyotlarla değişir. Dünyaya gelen senelik net enerji değişmez. Ancak, dünya ile güneş arasındaki mesafe bazen artarken bazen azalır. Bunun şu andaki etkisi dünyanın güneşe en yakın olduğu günün kuzey yarım kürede kış aylarına, en uzak olduğu günün de yaz aylarına denk gelmesidir. Böylece kuzey yarım kürede kışlar ve yazlar daha ılıman geçer. Bunların hiçbiri tek başına buzul çağlarını başlatacak nedenler değildir. Fakat kuzey yarım küre kötü bir kış yaşar ve bir kez karla kaplanırsa, ondan sonra ne kadar güneşe yaklaşırsa yaklaşsın beyaz olduğu için ışığı yansıtır ve ısınamaz. Diğer bir değişle buzul çağlarının gelişi hızlı olur, ama bu durumdan çıkmak zaman alır. İklim değişikliğinin asıl araştırılma amacı da bu periyodik buzul çağlarının geliş ve çıkış sebebleridir. Dünyanın tamamının buz olduğu durumda sıcaklık 215 Kelvindir ve bu çok dengede bir durumdur. Bu durumdan çıkmak için dışarıdan sisteme bir etki şarttır. Bu etki ya çok büyük yanardağ patlamaları ya da meteor çarpmasıdır. 111 Geçtiğimiz çağlarda buzulların dünyanın çoğunu kapladığı ve sonra geri çekildikleri dönemler olmuştur. 800 ve 600 milyon yıl önce, 460 ve 430 milyon yıl önce, 350 ve 250 milyon yıl önce ve geçtiğimiz son üç milyon yıl dünyanın buzlarla kaplı olduğu dönemlerdir. Son iki milyon senede bu gidip gelmelerden 20 tane olduğu gözlemlenmiştir. Son 11, 000 senedir nispeten daha ılık bir dönem yaşıyoruz. Ancak buradaki, ılık bir buzul çağına göre ılık demektir. Aslında dünya buzul çağları dışında tamamının buzsuz olduğu sıcak dönemler geçirmiştir. Bu eski buzul çağlarının gözlemlemek kolay değildir. çünkü yüzmilyonlarca yıllık sürelerden bahsettiğimiz zaman bu süre içerisinde kıtaların yer değiştirmelerini de hesaba katmak zorundayız. çünkü buzulların temel oluşum sebebi kıtaların yer değiştirmesinden kaynaklanır. Eger kutuplara giden sıcak su akıntısı engellenirse buralar donacaktır. şu an kıta hareketleri buzul çağını başlatacak etkiler yaparken, biz tam tersi etkide bulunuyoruz. Eğer Sibiryanın sıcaklığı 0 derecenin üstüne çıkarsa altınındaki sıvı metan dışarı çıkar. Bu metanın hepsinin çıkması önümüzdeki 5 yılda sıcaklığın 15 derece artması demektir. Sıcaklıkla ilgili geçmiş hakkında bu kadar rahat Şekil 9.1: Dünyanın yörüngesiyle ilgili değişiklikler konuşuluyor olma sebebi, yapılan araştırmalarda bunun kanıtlanabilmesidir. Örneğin 112 son yarım milyon yıl içerisindeki buzul çağlarını incelemek için, kutuplardaki buzların içinde hapsolmuş olan gaz paketlerini kullanabiliriz. Bu paketlerin içinde bulunan gazdaki, başta oksijen olmak üzere çeşitli izotopların oranları bize o buzu oluşturan karlar yağarken havanın ne kadar sıcak olduğu konusunda net bir ölçüm verirler. Soğuk havada daha ağır izotoplu atomlardan oluşan su, daha çabuk yoğunlaşır ve donar. Bu mantık kullanılarak buzun içindeki 16 O/18 O oranını ölçmek ve hava sıcaklıklarını hesaplamak mümkündür. Ayrıca buzda adsorbe edilen karbondioksit miktarı ile, o zaman havada bulunan karbondioksit miktarının ne kadar olduğu da tahmin edilebilir. Şekil 9.2: Binlerce yıl önceki sıcaklık profili Son beş yüz bin yılın sıcaklık verileri 100, 000 senelik bir periyodiklik göstermektedir. Daha detaylı bir tayf analizi 43, 000, 24, 000 ve 19, 000 senelik süreklilikler de vermektedir ki bunlar Milankovich tahminleri ile uyumludur. Gene de Milankovich iki ana noktada zayıftır: (1) Dünyaya gelen net enerji miktarı değişmezken nasıl oluyor da böylesi büyük bir sonuç doğabiliyor? (2) Milankovich asimetrik bir soğuma öneriyor, oysa buzul çağlarında tüm dünyada bir soğuma gözleniyor. Temel nokta ,soğuk kışın daha kötü olmasıdır. Kuzey yarım kürenin %43ü kara iken, güney yarım kürenin %17 si karadır. Bu nedenle, kuzey yarım küre daha 113 hızlı donar ve albidosu yükselir. Bu durumda, kuzey yarım küreye gelen enerji düşer. Sonrasında ise dünyanın geri kalanı soğur. Yani, güney yarım küre de donmaya başlar. Bu noktaların ışığında Milankovich teorisinin konunun modellenmesinde sadece bir başlangıç olduğu ve lineer olmayan yaklaşımlarla geri beslemelerin probleme eklenmesi gerektiği görülmektedir. 9.3 Güneşin enerji çıktısındaki değişiklikler Daha önce gördüğümüz gibi dünyanın gerek yüzey gerekse de stratosfer sıcaklığı dünyaya ulaşan ışımanın 1/4 üsteli gibi artar. Güneşin yaydığı ışıma, günlerden milyonlarca yıla varan değişik zaman birimlerinde farklılıklar göstermiştir. Örneğin bundan 3000milyar yıl önce farklıydı, şimdi de farklı ve 7000 milyon yıl sonra da bu ışıma bitecek. 50 milyon yıl sonra ise dünya yaşanamayacak bir hale gelecek. Güneşteki ışıma miktarı degişimi tabiki de sıcaklığı etkiler ancak gösterildiği gibi milyon yıllık zamanlarda görünen etki son 30 senede meydana gelen 0.6 K lık sıcaklık artışını açıklamaz. Ancak kesin ölçümler son otuz senede yapılabildiğinden o zamana kadarki bilgilerimiz ışıma bilgileri yerine geçebilecek ölçümlerle yapılmıştır, biz bunlara proksi diyoruz. Yani proksinin kelime manası dolaylı ölçümdür. Mesela ağaç kesilince halkalardan; mevsimin ne kadar sıcak, kurak veya soğuk olduğu, gibi bilgilere renk ve genişlik değişimleri incelenerek ulaşılabilir. Ayrıca güneş lekeleri de önemli proksilerdir. İlk olarak 1609’da Galileo tarafından ölçülen güneş lekeleri zaman içinde 11 senelik periyotla değişmektedir. Bu lekelerin güneşteki manyetik alanlarla ilgili olması dışında, nasıl oluştuklarına dair kesin bir bilgi yoktur. En yüksek ile en düşük güneş lekeli durum arasında dünyadaki sıcaklık farkı sadece 0.05K olmalıdır. Fakat bu iklimi değiştirecek bir durum değildir. 1600-1700 tarihleri arasında dünyada çok soğuk günler yaşanmıştır. Örneğin, İstanbul boğazı donmuştur. 1650-1720 tarihleri arasında ise hiç güneş 114 lekesi gözlenmemiştir. Grafikten de görülebildiği gibi, güneşin yaydığı ışıma, iklim değişikliği bağlamında bakıldığında sadece %0.1 fark yaratabilecek boyuttadır. Daha uzun zaman aralıklarına bakıldığında, güneşin ışınımının son 300 milyon yılda %2.5 oranında değiştiği görülür, ancak bu da iklim değişikliğini ilgilendiren zaman aralıklarından çok daha uzun bir zamandır. Şekil 9.3: Güneşin enerji çıktısındaki değişiklikler 9.4 Atmosferin bileşimindeki değişiklikler Atmosferdeki sera gazları olmayacak olsa atmosferin sıcaklığı şu andakinden 33K daha düşük olacaktı. Herhangi bir anda atmosferdeki su buharı dışındaki sera ga- 115 zları yok olacak olsalar, su buharı da donar ve dünya bir kartopuna dönüşür. Ancak bu senaryo her an artmakta olan sera gazlarıyla pek mümkün görünmemektedir. Son 50 senede CO2 miktarı %20, metan miktarı da %100 artmış durumdadır. Bu artış havadaki su buharı oranını da arttıracağından bu da sera etkisini daha da kötüye götürecektir. Artışın ne kadar olacağı su buharının bir yandan bulut Şekil 9.4: Atmosferin bileşimindeki değişiklikler oluşturarak aklığı azaltması, diğer yandan da sera gazı olması nedeniyle sıcaklığı arttırması örneğinde olduğu gibi pekçok faktörün birlikte çalışmasına bağlıdır. Genelde bu tür etkiler sera gazlarının etkilerini azaltma yönünde hareket ederler. Bu etkilerden bir tanesi havadaki aerosollerdir. Her ne kadar CO2 gibi atmosferde her yere aynı miktarda dağılmış olmasalarda aerosoller dünyanın aklığını arttırarak dünyaya ulaşan net güneş enerjisini azaltırlar. Bulut miktarındaki en ufak farklılıklar bile dünyanın sıcaklığını değiştirmeye yeterlidir. Mesela dünyanın aklığındaki 0.01’lik bir değişiklik dünya sıcaklığını 1K değiştirebilir. Ancak gerek 116 bulutların günden güne ve yerden yere olan farklılıkları gerekse de kalınlık, atmosferdeki yükseklik ve mikroyapıları bulutların sebep olduğu aklıkta uzun süreli bir değişikliğin keşfedilebilmesini zorlaştırmaktadır. Dünyanın aklığını uzaydan ölçmenin yanı sıra astronomik yollar da denenmektedir. Mesela ay sadece dünyadan aydınlanırken ay yüzeyinin parlaklığı net olarak ölçüldüğünde dünyanın aklığı konusunda bir sonuç verebilir. Bu ölçümler dünyanın aklığının 18 aylık bir süre içerisinde %20’den fazla değişebildiğini ortaya koymaktadır. 9.5 Okyanus akıntılarındaki değişiklikler Dünyadaki okyanus akıntıları iki ana sebepten dolayı değişebilirler: (1) Kıtaların hareketi: Uzun zaman aralıklarına bakıldığı zaman kıtalar hareket etmektedirler. Okyanus akıntıları da kendilerini kıtaların bu hareketlerine bağlı olarak değiştireceklerinden bu bağlamda bir iklim değişikliği söz konusudur. Geçmişteki büyük iklim değişikliklerinin de temel sebeplerinden bir tanesi budur. Ancak bu değişiklikler milyonlarca yıllık zaman süresince meydana gelirler. (2) Akıntıları oluşturan denizdeki tuzluluk/sıcaklık dengesi olduğu için bu dengedeki bozulmalar akıntıların da etkilenmesine sebep olacaktır. Bu bozulmaya en son örnek günümüzden 12, 800 yıl önce yaşanmıştır. Son buzul çağının sonunda buzulların hızlı erimesi sonucu Atlantik okyanusunun kuzeyindeki akıntı durmuş ve bunun sonucu olarak dünya tekrar 1, 300 yıl süren bir mini buzul çağına girmişti. Bu mini buzul çağına genç dryas olayı denir. Bu buzul çağının başlaması yaklaşık 50 sene sürmüştür; bu ve benzeri hızlı değişikliklerin varlığı günümüzde de benzer değişikliklerin olabileceğinin bir göstergesi olarak alınmalıdır. Genç Dryas olayının sonu da başı gibi hızlı olmuştur. Okyanus akıntısındaki dengenin yeniden kurulması ile buzlar hızla erimiş ve deniz seviyesi 1000 yıldan kısa bir sürede 50m kadar yükselmiştir. Burada da görüldüğü gibi genç Dryas olayı Milankovich döngülerine göre Grönland’ın en fazla yaz güneşi aldığı zamanda olmuştur. En muhtemel senaryoya göre, bu 117 hızlı ısınma kuzey Amerika’nın yüzeyini kaplayan buzları hızla eritmiş, buradan gelen tuzsuz su da Atlantik’deki deniz suyunun tuzluluk oranını değiştirerek akıntının durmasına sebep olmuştur. Her ne kadar iklimi uzun vadelerde tah- Şekil 9.5: Onbin yıl önceki sıcaklık profili min edebileceğimizi düşünsek de hava durumu tahminimiz üç haftadan ileriye başarılı sonuçlar veremez. Ancak iklim modellemeleri hava durumunun baz aldığı bazı doğa olaylarını başarı ile tahmin edebilecek olursa hava durumu modellerini ilerletmenin bir yolunu bulabiliriz. El Nino - Güney Salınımı (ENSO) iklim modellerinin tahmin etmeye çok yaklaştıkları bir olgudur. Başarılı bir ENSO tahmini bu salınımdan etkilenmesi muhtemel olan kitleler için bbiir uyarı niteliği taşıyacaktır. El Nino Peru kıyısındaki okyanus sularının 2-7 yıllık periyotlarla ısınmasıdır. Normalde Pasifik okyanusunun sıcak suları batı yakasındadır. Bu sebepten de rüzgarlar doğudan batıya eserek akıntıyı da beraberlerinde sürüklerler. Sıcak yüzey suları Peru’dan batıya doğru gidince okyanusun dibinden soğuk ve 118 besin yüklü sular yüzeye çıkarak deniz canlılarını besler. Ama El Nino senelerinde batıdaki sıcak sular doğuya doğru yayıldıklarından rüzgarlar ve buna bağlı deniz akıntıları durur. El Nino binlerce yıldır süregelen bir olgudur, ancak iklim değişikliği ile son senelerde şiddetini arttırmıştır. Bu olgunun etkileri dünyanın her tarafında görüldüğü için önceden tahmin edilebilmesi son derece önem taşır. Şekil 9.6: El Nino 119 9.6 Doğal sıcaklık salınımları İnsan yapısı bir iklim değişikliğinden emin olabilmemiz için birincil şart doğal sıcaklık salınımları hakkında kesin bilgilere sahip olmamızdır. Bu bilgilere sahip olmanın görünürde iki yolu vardır. (1) Nümerik modeller kullanarak bu modellerin verdiği en geniş sonuçlara bakabiliriz. Bu modelleri birbirinden az farklı başlangıç koşulları ile çalıştırıp sonuçlardaki farklılıkları ölçmek mümkündür. (2) Geçmişteki doğal sıcaklık salınımlarına bakabiliriz. Ancak burada iki sorunla karşı karşıya kalıyoruz. Her ne kadar ilk termometrenin icadı İbn-i Sina’ya kadar uzansa da ilk termometre kalibrasyonu 1638’de yapılmıştır (Robert Fludd), dolayısıyla 17. yüzyıl öncesine dayanan bir sıcaklık ölçümümüz yoktur. En eski günlük sıcaklık ölçümleri 1814 yılına uzanmaktadır, ancak bu da endüstri devriminin başlangıcından sonraya denk gelmektedir. Endüstri devriminin başı 1780’lerde buhar makinasının icadı kabul edilmektedir, ancak buhar makinasını ilk tasarlayan 1551 yılında Takiyüddin Efendi’dir. Sıcaklık ölçümlerini almanın diğer yolu da proksiler kullanmaktır, burada da proksilerin ne derece detaylı sonuç verdikleri önemlidir, yani son otuz yıldaki insan yapısı sıcaklık artışının 0.6 ◦ C olduğunu düşünüyorsak, proksilerden aldığımız verilerin bundan çok daha iyi çözünürlükte olması gerekir. Sıcaklık ölçümünde bir üçüncü yöntem de kişilerin tuttukları sıcaklığa bağlanabilir anılardır. Özellikle din adamları ve öğretmenler senenin ilk karı ne zaman yağdı, çiçekler ne zaman açtı türü bilgileri not etmişlerdir. Bu bilgilere dayanarak en azından Avrupa kıtası için son sekiz yüz senenin ortalama sıcaklıklarını çıkartabiliriz: Buradan, kısa süreli de olsa, geçmişte ortalamadan 0.6 ◦ C farklı sıcaklıkların görülmüş olduğunu anlayabiliriz. Bu da şu anda görülmekte olan sıcaklık artışları kesinlikle insan yapısıdır dememize engeldir. 120 Şekil 9.7: Doğal sıcaklık salınımları BÖLÜM ON İKLİM MODELLEMESİ 10.1 İklim modellemesi ve iklim tahminleri Diğer pek çok kompleks sistem gibi iklim çalışmak istediğimizde modellere güvenmek zorundayız. Basit modeller bize sistemin nasıl çalıştığına dair anafikirler verebilirler, ancak detaylara inebilmek için daha kompleks modellere ihtiyaç duyarız. Bu kompleks modeller gerçeğe daha yakındır, ancak hem hesaplanması için gerekli bilgisayar donanımı fazladır, hem de uzun süre çalışmaları gerekir. Bu çalışmaların sonunda bile elde ettiğimiz cevabın doğruluğundan emin olamayız. Bunun çeşitli sebepleri vardır: (1) Modelin kısıtları vardır, bunlar yeterince küçük zaman ve mekan aralıkları alamamak, yeterince detaylı sayılar kullanamamak veya başlangıç değerlerinin yeterince kesin olmaması olabilir. (2) Modelin kendisi hatalı olabilir, her modelin içine o noktadaki fizik bilgisi konur, bu bilgi hatalı veya eksikse bu hata ve eksiklik sonuçlara da yansayacaktır. (3) Doğa kaotik olduğundan modellenebilir olmayabilir. İklim modellerine tüm bu noktaları aklımızda tutarak yaklaşmalıyız. Ancak her geçen gün gerek bilgisayar gerekse de fizik alanında yeni bir ilerlemeye yol açtığından yarattığımız modeller de benzer şekilde gerçeğe yaklaşmaktadır. Bu modelleri gelecek için kurgulamaya başlamadan önce mutlaka geçmişi test etmemiz gerekir: Kurduğumuz bir model ancak geçmişi başarı ile açıklayabiliyorsa gelecek için anlamlı bir sonuç verebilir.örneğin, 1960 yılındaki veriler kullanıldığında, 2000 yılı verileri doğru bir şekilde elde ediliyorsa,o zaman bu modelleme gelecek tahmini için kullanılabilir ve 2060 yılı verileri için de güvenilirdir denilebilir. Bu modellerin içinde gerek doğal değişkenler, gerekse de insan yapısı etkenler bulunmalıdır, 121 122 bunların ikisi de kendi başlarına şu anda yaşamakta olduğumuz iklim değişikliğini açıklayamazlar, her ikisini bir arada alarak çalışan modellerin başarı şansı vardır. Şekil 10.1: Yıllık küresel ortalama yüzey sıcaklıklarının simülasyonu 10.2 Modeller ve tahminleri Bağlantılı atmosferik ve okyanussal genel dolaşım modelleri temelde üç denkleme dayanır: (1) Momentum denklemi: Newton’un ikinci kanunudur, içinde yerçekimini, basınç farklarını, Coriolis kuvvetini ve sürtünmeyi barındırır. Temel haliyle bir hidrostatik denge denklemidir. (2) Süreklilik denklemi: Kütlenin korunumunu verir. (3) Termodinamik denklem: Termodinamiğin birinci kanunudur, enerjinin korunumunu verir, adiyabatik ısınmaya bağlı iç enerjideki değişikliği, ışıma ile gelene benzer dış ısı girişlerini ve sınır ısısı değişimlerini barındırır. Bu üç denklem temelde momentumun, enerjinin ve kütlenin korunumu ile birlikte 123 hidrostatik dengeyi verirler. Bunlara ışınımsal transfer, bulut oluşumu, ve yüzey etkileşimleri gibi etkiler de eklenir. Bunlar gene de basitleştirilmiş modellerdir ve her zaman geliştirilmeye açıktırlar. Ancak bu modeller bugüne kadarki iklim değişikliğini doğru modelleyebildikleri için gelecekteki değişimleri de tahmine edebilecek fiziği içinde barındırmaktadır. Ancak gelecekte sistemin parametrelerinin nasıl değişeceğini bilmediğimiz için girdilerimiz ancak tahmin seviyesinde kalmaktadır. Aklığın nasıl değişeceği buna bir örnektir. Burada söz konusu olan şu Şekil 10.2: 2000 yılı için 1750 yılına göre iklimin insan kaynaklı ve doğal dışsal etkenleri andaki verilerden çok bu parametrelerin gelecekte nasıl değişeceğinin bilinmesi gerekir. IP CC bu konuda çeşitli senaryolar hazırlamaktadır. Tüm modeller de bu senaryoları temel alarak tahminlerde bulunmaktadır. Bu senaryolar temelde çeşitli sera gazlarının atmosferdeki oranlarının zaman içerisinde ne şekilde değişeceği üzerinedir. SRES: Special Report on Emission Scenarios 40 değişik senaryo (IP CC2001 ve 2007 raporlarında bu senaryolar kullanıldı) Birkaç ana grubu var: 124 A1: Hızlı ekonomik büyümeye sahip, parçaları birbirine daha çok benzeyecek olan gelişmiş bir dünya A1F I: Fosil yakıtlarına dayanan A1B: Her yakıt türünü eşit kullanan A1T : Fosil yakıtlarına yüklenmeyen A2: Hızlı ekonomik büyümeye sahip, gelişmiş ama entegrasyonu daha az bir dünya B1: Hızlı ekonomik büyümeye sahip, entegre ancak çevreye duyarlı bir dünya B2: Hızlı ekonomik büyümeye sahip, gelişmiş ama entegrasyonu daha az ancak çevreye daha duyarlı bir dünya. Şekil 10.3: Sera gazları simülasyonu Bu tahminleri girdi olarak kullandığımızda aynı şeyi modelleyen değişik programlar değişik sonuçlara ulaşabilirler. Bu sebeple çıkan sonuçları topladığımızda iki belirsizlik oluşur, biri program farklılıklarından, diğeri de değişik senaryolardan meydana gelen. Tüm bu belirsizlikleri gözönüne alacak olursak, modeller 2100 yılında en iyi ihtimalle 1K en kötü ihtimalle 6K sıcaklık artışı öngörüyor. örneğin, A2 senaryosuna göre 2050’de; doguda sıcaklık 4-5 derece,batıda sıcaklık 125 Şekil 10.4: IPCC değerlendirme raporları 3-4 derece,Türkiye’de ortalama sıcaklık 3-5 derece artacaktır.Bu senaryo hiçbir önlem alınmadan bu şekilde devam edildiğinde olası karşılanacak durumdur. B2 senaryosuna göre 2050’de; doğuda sıcaklık 3-4 derece, batıda sıcaklık 2-3 derece, Türkiyede ortalama sıcaklık 2-4 derece artacaktır.Bu senaryo uygulanabilirdir ve herkes kendi çapında önlemler aldığında, olası karşılanacak durumdur. A2 senaryosuna göre yağmur durumu incelendiğinde, 2050’de; yaz yağışları çok ciddi azalacak,kış yağışlarında ise önemli bir değişim olmayacaktır. Ancak bu modellere her ekleme yapıldığında ve her geçen gün yeni verilerle bu programlar 126 Şekil 10.5: IPCC değerlendirme raporları simülasyonları koşturulduğunda sonuçlar sıcaklığın daha da fazla artacağı yönünde çıkıyor. Bu senaryoların öngördüğü sıcaklıktaki en kötü artış 6 dereceyi gösteriyor olmasına rağmen, son ölçümler bunun da üstüne çıkılacağını ve sıcaklık artışının 7-8 dereceyi bulacağını gösteriyor. Bu verilerden yola çıkarak değişik parametreleri hesaplamak mümkündür. Mesela okyanusun ortalama derinliğini 5km olarak alsak ve atmosferin sıcaklığının bu yüzyılın sonuna kadar tüm okyanusla eşitleneceğini varsaysak, suyun termal genişleme katsayısıyla her derece ısınma için deniz seviyesinin 1m artacağı bulunabilir. Her ne kadar bu çok basitleştirilmiş bir bakış açısı olsa da gelecekte bizi nelerin beklediğinin bir habercisidir. Eğer buna Grönland 127 Şekil 10.6: Senaryo A2 küresel ortalama sıcaklık ve Antarktika üzerindeki buzullarında erimesini katacak olursak deniz seviyesindeki artış çok daha fazla olur. Antarktika’nın üzeri 2km kalınlığında buzla kaplıdır, yüzey alanı da 13.6 milyon m2 ’dir. Bu buzun tamamının erimesi deniz seviyesini tüm dünyada 60m yükseltir. Ancak Antarktika’nın şimdiki sıcaklığı olan -37 ◦ C’den suyun erime noktasına yükselmesi normal modeller içerisinde öngörülmemektedir. Benzer bir hesabı Grönland için yaparsak, tüm buzların erimesi deniz seviyesini 7m yükseltir. Grönland’ın tüm buzlarının erimesi için sadece 3 ◦ C’lik bir sıcaklık artışı yeterlidir. Bunun sebebi de Grönland’ın kubbe şeklinden dolayı, az bir sıcaklık artışında bile üzerindeki buzulların hızla denize kayacak olmasıdır. Bu durum İngiltere’nin ciddi bir kısmı, Birleşmiş Milletler’de yer alan 40-50 devletin tamamı ve Bangladeş’in verimli topraklarının çoğunun su altında kalacak olması ve Bangladeş’in 120 milyonluk nüfusunun 100 milyonu ölecek demektir. Ayrıca bu olayın yaratacağı sosyal ve politik etkileri de düşünmek gerekir. Hastalık, açlık, susuzluktan kaynaklanan nedenlerden kaynaklanan sonuçları hesaba katmadan dahi, 2060 yılına kadar, en iyi ihtimalle 2.53 milyar insanın bu durumdan etk- 128 Şekil 10.7: Senaryo B2 küresel ortalama sıcaklık ilenmesi bekleniyor. Türkiye için ise çukurova ve İstanbul’un büyük bir kısmının yok olması demektir. Burda sadece toprağın sular altında kalıyor olması değil, tatlı su kaynaklarının da bundan olumsuz etkileniyor olması önemli bir mevzudur. İklim sistemi pekçok geri besleme mekanizması içerdiği için problemleri bu şekilde tek tek ele almak mümkün değildir. Böyle geri besleme mekanizmalarını hesaba katarak IP CC 2100 yılında deniz seviyesinde 15 ila 95cm arasında bir yükselme olacağını öngörmüştür. Son otuz senede deniz seviyesindeki yükselme 10-20cm arasında olduğu için 15cm’lik öngörü çok iyimser kalmaktadır. şu andaki modellerin tümü bir tek kararlı durum olduğu ve bu kararlı durumdan küçük sapmalar olacağı anafikri üzerinde çalışmaktadır. Eğer sistemin birden fazla kararlı durumu varsa, ki var, o zaman bu kararlı durumlar arasındaki geçişler yavaş değil hızlı olacaktır. Dünyayı bekleyen esas sorun da budur. 129 Şekil 10.8: Senaryo A2 küresel ortalama yağış Şekil 10.9: Senaryo B2 küresel ortalama yağış 130 Şekil 10.10: Model ve senaryo farklılıklarından meydana gelen sıcaklık değişimi Şekil 10.11: Değerlendirme raporlarında öngörülen sıcaklık artışları 131 10.3 Değişik iklim dengeleri ve ani iklim değişiklikleri Yeni iklim modelleri değişik iklim dengeleri olduğu fikri üzerine kuruluyorlar. Bunun sebebi genç Dryas olayı gibi çok yeni olmuş bir büyük ve hızlı değişiklik örneğinin önümüzde olmasının yanı sıra kompleks sistemlerin modellemesinde birden çok kararlı sisteme rastlanabilmesi olmuştur. Kararlı bir durumdaki sistemin bir süre ufak değişikliklerle hareket etmesi, ama daha sonra kararlı durumun sınırına geldiğinde çok hızlı olarak bir sonraki kararlı duruma atlaması mümkündür. Basit ışıma modelinde eğer dünyanın sıcaklığı değişmiyorsa dünyaya gelen ışıma miktarı dünyanın yaydığı ışımaya eşit olmalıdır. S (1 − A(T )) = eσT 4 4 (10.3.1) Ancak bildiğimiz gibi dünyanın sıcaklığı değişmektedir, bu sebeple dünyanın sıcaklığındaki değişimi de bu denkleme katmak gereklidir: C dT S = (1 − A(T )) − eσT 4 dt 4 (10.3.2) Aklık sıcaklığın bir fonksiyonu olduğu için bu denklemin üç ana çözümü vardır: Bu çözümlerin ilki tamamen buzla kaplı bir dünya, diğer buzdan tamamen arınmış bir dünya, üçüncüsü de bizi şu anda içinde yaşamakta olduğumuz bir dünya modeli vermektedir. İki çizgi üç noktada kesişmektedir, bunlar sistemin denge noktalarıdır. Bu denge noktalarından şu anda olduğumuz denge noktasına bakadT cak olursak: Eğer sıcaklık biraz artacak olursa σ T 4 < S(1 − A) ve > 0 dt olur, yani sıcaklık daha da artar. Tam tersi eğer sıcaklık biraz azalacak olursa dT σ T 4 > S(1 − A) ve < 0 olur, yani sıcaklık daha da azalır. Bu şu anda budt lunduğumuz denge noktası kararsız bir denge noktasıdır anlamına gelir. Bu basit bir modeldir ve gerçeği ancak çok uzaktan yansıtır, gene de birden çok denge 132 Şekil 10.12: Aklığın sıcaklıkla değişimi noktasının varlığını ve aralarındaki geçişlerin doğasını göstermesi bakımından önemlidir. 10.4 Algılama, dayandırma ve tahmin etme problemleri İklim sisteminin tepkisi ne tamamen dış etkenlere ne de tamamen iç etkenlere bağlıdır. Modeller de benzer davranış gösterirler. Ayrıca artık bu etkenlerin her birini tek tek izole edip değerlendirecek analiz metotları mevcuttur. Böylelikle ölçtüğümüz değişikliğin ve bu değişikliğin parametrelerle bağlantısının istatistiksel önem taşıyıp taşımadığı kolayca belirlenebilir. Bu analiz yöntemleri güneşteki değişiklikler ve volkanizma gibi dış etkenlerin bugünkü iklimi belirlemede önemli olduklarını ortaya koymuştur. Ancak öncelikle bu etki gözlenen değişiklikleri açıklayabilecek seviyede değildir, belki daha da önemlisi bu değişiklikler aslında iklimi soğutma yönünde çalışmaktadır. Bunun yanında mesela Arktik buz kütlelerindeki azalma sadece doğal katkılarla açıklanamayacak boyuttadır: Bu şekildeki model 133 Şekil 10.13: Arktik buz kütlelerindeki azalmanın yıllara göre dağılımı çıktılarının eldeki verilerle kıyaslanması güçlü bir analiz tekniğidir. Bunun yanında bir değil birkaç değişkende de benzer uyuşma gözlenecek olursa modelin tahmin yeteneği daha güvenilir hale gelir. Mesela, iklim değişikliği troposferde bir sıcaklık artışına ve stratosferde bir sıcaklık azalmasına neden olacaktır. Bir modelin bu iki davranış biçimini birden sergilemesi sadece birini sergilemesine oranla o modeli çok daha güvenilir kılar. öncelikle mesela geçmişteki herhangi bir yirmi yıllık dönem için stratosferik ve troposferik ortalama sıcaklık farkları ölçülür. Bu bize doğal sürecin hangi limitler içerisinde çalıştığını gösterir. Daha sonra başka bir yirmi yıllık dönem için model koşturulur ve bu da bize modelin hangi limitler içerisinde çalıştığını verir. Daha sonra yapılan ölçüm eğer A noktasına geliyorsa model başarılı çalışıyor demektir. Tersine eğer B noktasına geliyorsak bir değişiklik vardır ama bu doğaldır deriz. Eğer C noktasına geliyorsa, bir değişiklik vardır, bu değişiklik doğal değildir, ama bizim modele kattığımız değişkenlerle de açıklanamayan yeni bir olgu var demektir. Dolayısıyla modelin içerisinde ne kadar birbirinden bağımsız 134 değişkene bakıyorsak ve bunlar ne kadar doğru sonuç veriyorsa modelin algılama gücü o kadar kuvvetli demektir. Burada bir problem üzerinde durmak gerekiyor, Şekil 10.14: Stratosferik ve troposferik sıcaklık öncelikle doğanın verdiği limitlerle modelden aldığımız limitler örtüşebilir. Bu iklim modellerinin ilk yıllarında görünen bir davranıştı, ancak son senelerde iklim değişikliğinin hızlanmasıyla doğal bölge ile modelleme bölgesi birbirinden iyice ayrıldığı için artık modellerin ve dolayısıyla iklim değişikliğinin varlığı ve gerçekliği daha net ortaya konabiliyor. Daha detaylı modellerde sadece ortalamalara değil ölçülen değerlerin yerlerine de bakılarak daha sağlıklı değerlendirmeler yapılabilir: Burada ilk şekil ölçülen verileri, ikinci şekil sadece sera gazlarının etkilerini, üçüncü şekil ise sera gazlarına ek olarak stratosferik ozon miktarındaki değişimle sülfat aerosollerdeki değişimi de hesaba katarsak sıcaklığın yükseklikle nasıl değişeceğini göstermektedir. Burada son modelin gerçek verilere daha yakın olduğunu görebiliriz. 135 Ama daha da önemlisi bu bize modelimizi nasıl geliştirmemiz gerektiği konusunda daha ayrıntılı bilgi vermektedir. Şekil 10.15: Basınç enlem grafiği
Benzer belgeler
tuntuna
ISlya, terkibine (composition) tesadufen ba~ka madenlerle kan~ml~ oldugu durumlarda (soguk dbvme termik i~lemeler)- ve
aym zamanda malzemeye uygulanan magnetik alana gbre, i~leme derinligi buylik d...
Ders 2: Manifold, kritik noktaları ve indisleri
Görüldüğü üzere her kritik nokta için bir indis hesaplamış olduk. Bu
hesap için fiziksel bir modelimiz var. Bir kürenin tam tepesinin biraz yanına
bir damla su bıraktığımız zaman (tam te...
SAYFA1.qxp:Layout 1
ikisi de go¨z yu¨zeyinde olumsuz deg˘is¸ikliklere yol ac¸abilir.
Bas¸ka bir deg˘is¸ken kontakt lensin yapildig˘i materyaldir ve her materyal
de oksijen gec¸irgenlig˘i, su tutuculug˘u, yu¨zey kirlen...
2) Temmuz/2007 IARS Yoğun Madde Fiziği Çalıştayı notları
Çok sayıda özdeş parçaçık ya da alt sistem içeren makroskobik sistemlerin fiziksel
özelliklerini inceler. Bir tane elektronun özellikleriyle deǧil, bunlardan pek çoǧu bir
araya geldiǧi ...
Rocky Dağlarında Banff Kasabasında zirvelere ulaşmak 1
böyle dað görmemiþtim, hayretle bakýyorum. Adeta masallardan fýrlamýþ hissi veren daðlar
bunlar. Tarifi epey zor, yerinde görmelisiniz. Rengarenk ve maket oyuncak gibi çok
güzel þekillere sahi...
Parçacık Fiziğine Giriş
Burada, F~i (t), i’inci parçacığıa etki eden kuvvetlerin toplamıdır. (Klasik
mekaniği, Lagranj veya Hamiltonyen formalizminde de tanımlayabiliriz, ancak bu, bu dersin kapsamı dışındadır. Detayl...
sayılar d¨unyasında gez˙ınt˙ıler
şeklinde yazılabilmesi olduğunu ispatladı. İspatında, her pozitif tamsayının asal sayıların çarpımı olarak tek bir şekilde yazılabildiğini ve bütün
bölenlerinin toplamını veren formülü k...