tıklayınız - OyunaBakış
Transkript
tıklayınız - OyunaBakış
Merhaba arkadaşlar bu ay için size entresan bi röportaj hazırladık. Bu ay özel konuğumuz Bakuman isimli manga ve animenin sevilen karakteri Moritaka Mashiro.(Aşağıdaki yazılar birebir Japonca’dan çeviridir) Azuki'de sadece bir gün anime yaparsam ve onun seslendirmesini kendisi yaparsa evleneceğimizi söyleyince artık yapacak birşey yoktu. Bu işi yapmam geriyor dedim kendime ve Tagaki ile manga maceramız başlamış oldu. Murat: Hoşgeldin Mashiro. Bize öncelikle kendini tanıtır mısın? Mashiro: Merhaba, ben Moritaka Mashiro. 24 yaşındayım, 171 boyunda ve 58 kiloyum. Shounen Jump'da manga çizerliği yapıyorum. Murat: O zaman öncelikle neden manga-ka (Manga çizeri) olmak istediğinle başlayalım. Biraz anlatır mısın? Mashiro: Tabii ki. Ben küçüklüğümden beri hep amcama özendim. Hep onun gibi mangaka olmak istiyordum. Ama amcam çok çalışmaktan dolayı öldükten sonra bu ilgimi kaybetmiştim. Ama sonra Takagi çıkageldi ve beni ikna etmeye çalıştı, bir de işin içine Azuki'ye o sırada yanlışlıkla evlenme teklif etmem girince iyice karıştı işler. 1 Murat: Çok güzel bir başlangıç olmuş bence. Buralara kadar gelmek zor olmuştur sizin için, neler yaptınız, ne zorluklar yaşadınız? Mashiro: Evet, gerçekten zordu. Bazen pes edecek hale bile geldik ama asla vazgeçmedik tabii ki. Öncelikle ufak teker şeyler yaparak başladık. Amcamdan kalan çalışmaları inceledik. Takagi hikayeleri yazdım ben de çizmeye çalıştım. Çoğu zaman uykusuz kaldık, atolyede sabahladık, çok yorucuydu ama çok eğlendik. Yaptığımız şeyler bazen beğenilmedi, bazen ise başkaların yaptıkları şeyleri görünce, bizim uğraşlarımızın boşuna olduğunu düşündük ama yine de yılmadık ve başardık. Murat: Çok güzel bir başlangıç olmuş bence. Buralara kadar gelmek zor olmuştur sizin için, neler yaptınız, ne zorluklar yaşadınız? Mashiro: Evet, gerçekten zordu. Bazen pes edecek hale bile geldik ama asla vazgeçmedik tabii ki. Öncelikle ufak teker şeyler yaparak başladık. Amcamdan kalan çalışmaları inceledik. Takagi hikayeleri yazdı ben de çizmeye çalıştım. Çoğu zaman uykusuz kaldık, atolyede sabahladık, çok yorucuydu ama çok eğlendik. Yaptığımız şeyler bazen beğenilmedi, bazen ise başkalarının yaptıkları şeyleri görünce, bizim uğraşlarımızın boşuna olduğunu düşündük ama yine de yılmadık ve başardık. Murat: Sence manga çizimleri mi daha zor, yoksa batı tarzı çizgiromanları çizimleri mi? Mashiro: İkisi de zor, çizgiromanlarda çizimler, renklendirmeler, gölgelendirmeler çok zor, çok detaylı ve yaptığınız en ufak bir yanlış kötü görünmesine neden oluyor. Mangalarda ise bu detaylara girmeden, siyah beyaz çizimle derinlik vermek, birşeyler anlatmak zor. Murat: Bir oyun dergisi olarak biraz da oyunlar hakkında soru sorayım. Oyunlarla aran nasıldır? Mashiro: Japonyada oyun sektörü gerçekten çok ilerde, oturup evimde bilgisayar başında çok oyun oynamasam da, Sega gibi firmaların arcade salonlarına gidip bol bol stres atıp eğleniyorum. Murat: Evet güzel işler çıkarttınız gerçekten. Peki o zaman senin en çok sevdiğin manga/ anime serisi hangisi? Mashiro: Benim favorim Dragon Ball, ondan sonra ise One Piece. Murat: Arcade salonlarındaki oyunlardan en çok seviğin hangisi? Mashiro: Persona'nın dövüş oyunu çok güzel. Tamamen anime tarzı olduğu için çok hoşuma gidiyor ve çizimleri harika. Karakterler, renklendirmeleri, haraketleri kusursuz nerdeyse. Murat: Bu ikisi gerçekten shounen dünyasına yön veren seriler. Peki kendi çizimlerinde ya da hikayelerde bu serilerden ektilendin mi? Mashiro: Elbette etkilendim, eminim ki Takagi de hikayeler konusunda etkilenmiştir. Onları okuyalarak büyüdük, ve çok sevdiğimiz şeyler olduğu için istesek de istemesek de etkinledi. 2 Murat: Arcade salonlarındaki oyunlardan en çok seviğin hangisi? Murat: Peki oyunlar için çizim yapmayı düşünüyor musun? Mashiro: Persona'nın dövüş oyunu çok güzel. Tamamen anime tarzı olduğu için çok hoşuma gidiyor ve çizimleri harika. Karakterler, renklendirmeleri, haraketleri kusursuz nerdeyse. Mashiro: 3D oyunlar için çizimler çok farklı, becerebileceğimi sanmıyorum. Ama kendi serilerimizin iki boyutlu oyunları için yapmak isterim. Murat: Son soru olarak, manga-ka olabilmenin en önemli kuralı ne sence? Mashiro: Sıkı çalışma, hayal gücü, ve yaptığın şeye inanmak. Murat: Çok teşekkür ederim Mashiro. İlerki işlerin için başarılar diliyoruz. Mashiro: Ben teşekkür ederim. Murat Karakaş 3 Capcom’ın tutunacağı yeni dalı, Remember Me… Önümüze ısıtılıp ısıtılıp sunulan senaryolardan hepimiz bıktık aslında. Şehri kurtar, sevgiliye ulaş, gençlik iksirini bul, dünyayı uzaylılardan kurtar. Bunların daha ötesinde bir senaryo, Dontnod’ın geliştirdiği, Capcom’ın yayıncılığını yaptığı Remember Me ile karşımıza çıkmayı bekliyor. 2084 yılı Paris’i… İnsanoğlu, anıları dijitalize edip, onların ticaretini yapar olmuş. Gizlilikten kalan son kalıntılar, 21. Yüz yıl sosyal ağ çılgınlığı sonucu yok olup gitmiş. Öyle bir hafıza deposu oluşturulmuş ki, insanlar bu deponun anahtarını elinde tutanlar tarafından yönetilir olmuş. Düşünsenize, bütün hareketleriniz kayıt altına alınıyor ve istenildiği zaman düşünceleriniz değiştirilebiliyor. Eğer akvaryumda olduğunu hissetmeyen balık değilsek, bu duruma “ne oluyoruz abi?” denir. Remember Me’de Nilin isimli bir hafıza avcısını canlandırıyoruz. Nilin’in hafızası siliniyor ve Bastil Hapishanesi’ne atılıyor. Arkadaşı tarafından kurtarılan Nilin, kendini, anılarını ararken içine düştüğü, nefes kesici bir serüvenin içinde buluyor. Aslında, oyun 2011 yılında Gamescom’da duyurulmuştu. Ancak oyun, yayıncı sorunları nedeni ile çıkarılamamıştı. Gamescom 2012’de, oyunun 4 Haziranda Amerika, 7 Haziranda da Avrupa pazarlarına sunulacağının duyurulması ile de, bu güzel oyunun daha oynanmadan yok olmasının önüne geçildi. Nilin usta bir yakın dövüşçü. Oyun boyunca daha çok yumruk yumruğa kavgalara gireceğimizi seziyorum bu yüzden. Aslında sadece yumruklarını kullanmıyor Nilin… Karşısındaki rakibin hafızasını silebiliyor, yeniden düzenleyebiliyor. Her ne kadar, kavga esnasında düşmanların hafızalarıyla oynamanın, trainer etkisi yaratacağını düşünsem de, bu özelliğin oyuna benliğini kazandıran özellik olduğu ortada. Capcom, dağıtıcısı olmayı kabullendiği Remeber Me’de büyük bir ışık görmüş olmalı. Umarım Remember Me, gözlerimizi kamaştırır. İyi oyunlar. Halil Coşgun 4 Yeminimi Bozdum Ağalar! Son oyundan sonra yenisi gelmez artık dedik, hikaye bitti artık dedik ama Sony durmadı ve yeni oyunu yaptı. Başarılı oldu mu, olmadı. Birazdan incelerken göreceğiz. O zaman biraz hikayeyi inceleyerek başlıyalım. Oyunu Türkçe oynadığım için isimleri de oyundaki gibi aktaracağım. Oyunun açılışındanki sinematik bize titanların zamanından önceki savaşı anlatarak başlıyor, sonrasında Hiddetlilerin (Furies) ortaya çıkışını anlataarak başlıyor. Bu hiddetliler onurun koruyucuları olarak suçlu bulduklarını cezalandırıyorlar. İlk Aegaeon, Zeus için ettiğin kan yeminini bozduğunda, Hiddetliler ona işkence yapıp, taşa çeviriyorlar ve onun üzerine Lanetliler Hapishanesini kuruyorlar. Bunu da herkese örnek olsun diye yapıyorlar. 5 Oyunun hikayesi God of War ilk oyunundan yaklaşık 10 yıl öncesini anlatıyor. Oyuna girdiğinizde ilk Kratos'un Lanetliler Hapisanesinde zincirlenmiş bi şekilde buluyorsunuz. Burada Hiddetlilerden Megaera Kratos'a işkence yapıyor Ares'e olan kan yeminini bozduğu için. Megaera işkence yaparken Kratos'un boynundaki zincirleri kırıyor, bunu fırsat bilen Kratos kurtulup Megaera'yı kovalamaya başlıyor. Bu sırada Megaera kendi parazit böceklerini kullanarak Aegaeon'u canlandırıyor ama biraz değişime uğramış bir halde. Bu savaşın sonunda Kratos Megaera'yı alt edip Uroborus Cevheri geri alıyor. Oyun burada 3 hafta öncesine gidiyor. Kahinden aldığı bilgiler üzere Gerçekğin Gözleri aramaya gidiyor Kratos. Hikayenin geri kalan kısmınıda anlatmayalım, bence oynarak öğrenin. Oynanış kısmına gelecek olursan, eski oyunlarla nerdeyse aynı, ama bazı değişikler yapışlar. Oyun her zamanki gibi hack/slash öğeleri üzerine kurulmuş ve oyun için yine bulmacalar var. Oyunda Kratos'un ana silahı hepimiz bildiği Kaos'un Kılıçları. Bu oyunda yeni gelen özellik ise düşmanı döverek aldığınız yada yerde bulduğunuz silahları kullanabiliyorsunuz ama bunların belli bir kullanım sınırı var. Elinize bu yerden silah almadıysanız Kratos tekme atıyor yada yumruk savuruyor. Eski oyunlardaki gibi farklı entresan silahlar yok, onun yerine dört tanrının güçlerini alıp Kaos'un Kılıçları ile bu güçleri kullanabiliyorsunuz. Bunlar Ares'in Ateşi, Poseidon'un Buzu, Zeus'un Yıldırımı ve Hades'in Ruhu. Bu güçlerin hepsinin kendine göre özellikler ve özel öfke sadırısı var. Elbette bu özelliklerin hepsini açmanız için yine kırmızı orblardan toplayın geliştirme yapmanız gerekmete. Silahlar dışında kullanabileceğin bazı eşyalar var. Bunlar size hem dövüş kısmında hem bulmaca çözme kısımlarında baya yardım edecekler. İlk aldığımız Uroborus Cevheri size objeleri yıkma ve düzeltme gücü verecek. Orkos'un Yemin Taşı size kendi kopyanızı yapmanızı sağlayacak. Son olarak Gerçeğin Gözleri ise Hiddetlilerin yarattığı iluzyonların kaybolmasını ve düşmanlarınızı kör edecek bir ışık yaymanızı sağlayacak. Eski oyunlarda olan Öfke sistemi bu oyunda da mevcut ama değişik bir halde. Bu sefer Öfke barınızı doldurduğunuzda direk aktive oluyor. Kratos darbe alana kadar da sürekli devam ediyor. Bu bar dolduğunda size gelen özellik hangi tanrının güçünü kullandığınıza bağlı olarak değişiyor. Öfke barınız dolu iken isterseniz kullandığınız gücün öfke saldırısınıda kullabilirsin ama bu barın tamamen boşaltıyor. Oyun da bu sefer daha az kombo mevcut olanları da yapmak pek kolay değil. Çünkü bu komboların bir çoğu ya Öfke barını harcayarak yapılıyor ya da Öfke barını doldurum Öfke modunda iken yapabiliyorsunuz. Bu kısmını büyük ihtimalle oyunu zorlaştırmak için yapmışlar. Ama bazen gerçekten sinirinizi bozabiliyor, çünkü çok sayıda gelen düşmanlardan darbe almadan barın dolu kalmasını sağlamak hünerli bir iş. Bunu yapabilmenizin en güzel yolu ise Spartalı'nın İntikami özelliğini iyi kullanabilmekten geçiyor. Bu özel bir savunma haraketi, tam düşmanının size saldırdığında bunu kullanırsanız düşmanın saldırısı tamamen bloke ediyorsunuz ve karşı saldırı yapıyorsunuz. Bunu kullanmakta gerçekten ustalaşırsanız bu size gerçekten büyük bir avantaj sağlıyor. Yeni oyunda da her zamanki gibi sandıklar bulunuyor bunlardan geliştirme yapmanız için kırmızı orblar ya da sağlık ve enerji barınızı doldurmanız için yeşil ve mavi orblar çıkıyor. 6 Ve elbette sağlık ve enerji barınızı geliştirmeniz için Gorgon Gözleri ve Ankakuşu Tüyleri çıkıyor beyaz sandıklardan. Oyun bu kadarla bitmiyor tabiki, bu sefer bi ilki deneyip oyuna multiplayer seçeneği koydular. Multiplayer kısmı çevirimci olarak oynanıyor ve level sistemi üzerine kurulmuş. Oyunlardan XP kazanıp bunlarla yeni yetenekler, zırlar, silahlar açabiliyorsunuz. Oyuna Lanetliler Hapisanesinde esir edilmiş bir yemin bozan olarak başlıyorsunuz. Size 4 tanrıdan birini seçmenizi istiyor ve bunları hepsi size farklı özellik ve yetenekler sunuyor. Seçimden sonra biraz yeteneklerinizi, büyülerinizi test ediyorsunuz. Sonrasında ise hangi moda gireceğiz size kalmış. Toplam dört adet seçenek var. Bunlardan ilki Tanrıların Beğenisi, bu moda girdiğinizde takımlar halinde dörde dört savaşıyorsunuz. İkincisi Şampiyonların Karşılaşması, bunda ise herkes kendisi bir takım. Biraz Alman usulü. Üçüncüsü Tanrıların İmtahanı, bu imtahan size gönderiler canavarları gerekli sürede kesmeniz. Sonuncu ise, hepimiz her oyunda severek oynadı, Bayrak Kapma. Karşılıklı iki grup birbirlerinin bayraklarını alıp kendi bölgelerine götürmeye çalışıyor. Bu seçenekler eğlenceli olmuş, aslında yapımcıların, hikayeden çok multiplayer kısmına yoğunlaştığını fark edebiliyorsunuz. Ki oyun içindeki dövüş sistemindeki değişiklik de multiplayer için yapıldığı aşikar. Şimdi gelelim kritik kısmına, oyunun senaryosu güzel ama diğerleri gibi değil, ben her zaman derim bir oyunun bu kadar çok devamı yapılmamalı, her zaman oyun daha kötüye gidiyor. Oyunun grafikleri gerçekten harika ama bu yeterli değil hiç bir zaman. Mesela God of War serisinde genelde anlamadığım ve bu oyunda hiç anlamadığım bir konu ise, mitolojik bir olgunun içinde savaştığımız yaratıkların çok anlamsızca orda olmaları. Oyunun ortasında bir anda karşımıza Chimera çıkıyor ve dedim sen napıyorsun burda? Kim getirdi seni? Niye durduk yere saldırdın ki? gibisinden sorular geliyor aklıma. Türkçe seslendirmelerine uğraşmışlar ama bence yeterli olmamış. Oynanışı değiştirmeleri biraz sıkıntılar yaratmış, normal yada kolay seviyede oynayanlar için sıkıntı yok ama zor seviyede oynarker sizi gerçekten zorluyor, oyunun zor olması oyunun bir eksisi değil ama bu sistemin tam oturmamış olmasından kaynıklı bir zorluk olmuş. Oyundaki çevre, bina tasarımları ve bunlara eşlik eden ambians müzikleri gerçekten çok güzel. Ama ne olursa bence eski oyunların tadını vermiyor. Sadece hikaye bu kısmınıda öğrendiğimiz güzel oldu. Neden Kratos dağlara taşlara yardırıyor anlamış olduk. Serinin tutkunu iseniz durmayın oynayın, eminim ki seveceksiniz. Ama eksikleri siz de fark edeceksiniz. Yürü bire Olympus Tanrıları, bu çenk amansız olacak!! İyi oyunlar . Murat Karakaş 7 Kontakt 3 ve İstanbul Macerası 8 Türkiye’de cosplay etkinlikleride hızla artmaya devam ediyor ve gittikçe daha güzel işler çıkıyor. Bu etkinliklerden biri de Türkiye Alt Kültür Topluluğunun yaptığı Kontakt etkinliği, bu sene üçüncüsü yapıldı ve bizde OyunaBakış ekibi olarak orda bulunduk. Bu etkinlik içinde aslında sadece cosplay değil bir çok şeyi kapsıyor. Frp ve Larp'lar, oyun turnuvaları, define avı gibi bir çok şey vardı. Bunların çoğu güzeldi ama yine de bazı eksiklikler vardı, bazıları etkinliğe gelenlerle alakalıydı. Ama işte saat hala 7.30 olduğu için hiç biryer açık değildi. Önce Dreamers'ı buldum, vitrinde gördüğüm Deadpool figürü beni o an bitirdi, etrafa bakındım, yerden taşı aldım salladım içeri. Deadpool figürünü kaptım, sonra dedim ki niye bu kadarıyla yetinesin Murat, kucağıma sığdırdığım kadarını aldım ve fırladım ordan. Sonra bir korna sesi geldi, gözlerimi bir açtım Dreamers'ın önünde kaldırımda oturuyorum. Önce ekip olarak Ankara'dan çıktı yola, gırgır şamata İstanbula ulaştık. Ekipdeki diğer insanların aileleri orada olduğu için, onlara uğramak istediler. Herkes Dudulludan servislere bindi gitti, ben de İstanbul'da hiç bir yer bilmediğim için en mantıklı olan yere Kadıköy'e gittim. Servis Kadıköy'e vardı, saat sabah 7 ve ben hala ne yapacağımı bilmiyorum. Aç ayı oynamaz dedim ve girdim bir güzel kahvaltı yaptım. Sonra aklıma geldi, insanlar hep Kadıköy'de bir sürü çizgiroman dükkanı var güzel figür satan yerler var demişlerdi. Onları gezeyim dedim, vurdum kendimi Kadıköy sokaklarına. Artık yapacak birşey yok dedim, hüzünlü hüzünlü kalktım ordan ve aşağı doğru yürümeye başladım. Sonra bir baktım ki Gerekli Şeyler'in dükkanı, büyük bir mutlulukla uçtum ama kapıdaki kilidi görünce double damage yemiş gibi acım ikiye katlandı. Bıraz da onun önünde oturdum, insanları seyrettim, orda barlara kamyonetlerle gelen bira tenekelerinin indirip sokaktan aşağı yuvarlanmalarını izledim. Saat geçti geçti 10'a geldi ve hala açılmadı iki dükkanda. Artık ekibin gerisi ile buluşma vakti geldiği için tekrar meydana indim. Dediler ki, boğa heykelinin orda buluşalım oraya bir gittim, zaten herkes orada buluşuyormuş galiba, 30 bilemedin 40 tane insan toplaşmış ellerinde kiyafetleri yaptıkları silahlar bekleşiyorlar. Sonra ekibin gerisi geldi ve hep beraber bir otobüse doluşup Yeditepe Üniversitesine gittik. Etkinlik alanına ulaştığımızda zaten bir çok insan gelmişti, baya kalabalık vardı içerde. Ben de gidip giydim kıyafetimi. Benim yaptığım karakter ise Batman serisinde ikinci Robin olan Jason Todd'un sonraki hali olan Red Hood idi. Çok güzel olmadı ama idare ederdi, en azından silahlarım çok güzeldi. Bu boncuk tabanca olayı baya gelişmiş, modifiye ediyorsun, lazer felan takıyorsun. Düzinelerce Cosplay vardı say say bitmez, bazıların aşağıdaki ve yukardaki fotolardan görebilirsiniz. İnsanların bazıları birbirinin fotoğraflarını çekiyor, bir kısmı League of Legends turnuvası yapıyor, bir kısım Street Fighter turnuvası yapıyordu. Alanda gezerken Dreamers ve Gerekli Şeyler'in standını da gördüm, gözlerinin içine bakıp delici bakışlar attım ama bu onlara birşey ifade etmedi. 9 Etkinlik alanında en çok sevdiğim kısım ise, bir Gundam hayranı olarak Gundam Sergisi idi. Gundam Türkiye grubun düzenliği bu sergi beni yaklaşık 45 dakika oraya kitledi. Zaten etrafda Gundam muhabbeti edecek insan az ama orada muhabbetin dibini gördüm. Oradaki figürlerden ve maketlerden cebe atıp kaçmayı planlıyordum ama güzelce ilgilenip yardım ettikleri için bu fikirler aklımdan çıktı. Anlamadığım bir nokta insanlar çok güzel kostümler hazırlamışlar ama böyle sanki mutlu değil gibilerdi. Bir enerji eksikliği vardı insanlarda. Biraz etrafta gezindim turnuvaları izledim. Sonra Cosplay yarışması başladı. Yarışma Doctor Who temesı eşliğinde başlaması güzeldi. Yarışmada katılımcılar sırayla sahneye çıkıp karakterlerini ve kostümlerinin yapılışını anlattılar ve isterseler ufan bir, iki dakikalık gösteri yaptılar. Bu sırada anladı ki Cosplay yapanların bir çoğu gerçekten yaptığı karakteri bilmiyordu. Birileri güzel olur bu sana yakışır demiş ya da bakıp kendine uyabilecek bilmediği tanımadığı bir karakteri yapmış. Sahneye çıkıyorsan eğer gerçekten bence o karaktere bürünüp çıkman gerekir. O sırada beni bitiren olay ise, çocukluk aşkım Rouge,'un çıkmasıydı, duyunca mutlu oldum ama karakteri anlat dediklerinde o kadar saçmaladı ki, gözlerimden yaşlar aktı resmen. Bu arada bahsettiğim yer böyle D&R daki gibi çizgiromanların olduğu bir yer değil. Bir tarafı Marvel, bir taraf DC aralarda Image, Vertigo gibi diğer yayınlar var, ve siz bunların arasında kayboluyorsunuz, ve hepsi de yeni sayılar. Şuan ruhum hala orda ve hemen tekrar gitmek istiyorum. İstanbul'da iseniz yada gidecekseniz kesinlikle uğramalısınız ama sakın çok almayın bana da kalsın :D Yarışma bittikten sonra çıktık evlere dağıldık, ertesi gün ise gitmek istemedik tekrar. Dedik onun yerine İstanbul’da güzel yerlere gidelim. Yazının bu kısımdan sonrası çizgiroman sever arkadaşlar için önemli bi nokta. İkinci gün önce yine, Kadıköy'de buluştuk, ve bu sefer Dreamers'a gittiğimizde açıktı, doyasıya figürleri inceledim. Çok harika çok güzel figürler vardı ama fiyat açısından gerçekten pahalı. Ama yine de aklım orda kalmış bir şekilde çıktık ordan. Sonra Gerekli Şeyler'in yerine gittik. Orda da kendini çizgiromanların içine attım. Sonra bir baktım ki DC'nin New 52 serisinden çizgiromanlar var. Dayanamadım ve Batman'in ilk cildini aldım. Sonrasında ise Beyoğluna geçtik. Ekipden Can'ın hep bahsettiği bi yer vardı Gon Kitapevi diye. Oraya gidelim madem dedik ve gittik. İşte bu noktada oraya gittiğim için üzülsem mi sevinsem mi bilemedim. Kendimi çizgiroman cennetinde bulduğum için çok mutluydum aslında ama bir o kadarda çok para harcıyacağım için üzgündüm. Kendimi kontrol edip sadece bir citl Red Hood and The Outlaws'ın ilk cildini aldım. Güzel bir cosplay daha. Özet olarak, etkinlik güzel ve başarılıydı, sadece bana orda derginin broşürlerini dağıtmama izin vermediler, o beni gerçekten üzdü. Bir de yemek sıkıntısı vardı, daha çok yemek seceneği sunulabilirdi. En önemlisi eğlendik, güldük bir dahakine yine gideriz. Murat Karakaş 10 Merhabalar sayın Oyunabakış okurları.Bu senenin neredeyse en çok beklenen oyunu olarak gösterilen Bioshock:Infinite'i ele aldım sizler için. Puanları oldukça yüksek olan ve herkesin gönlünde taht kurmuş muhteşem senaryosu ile işte Bioshock:Infinite. Şüphesiz Bioshock serisinde hikaye kusursuz bir şekilde işleniyor.Mükemmel bir denge var oyunda. Bioshock'un ilk 2 oyununda su altındaydık. Bu oyunda ise su altındaki görevimiz sona erdi. Artık yeryüzüne uçan bir şehirden bakıyoruz. Çıkıverdik göklere ve yepyeni maceralara atılmaya başladık. 11 Bu oyunun ilk serisini oynayanlar ve sonrada Bioshock:Infinite'i görenler hep şöyle bir şey dedi "Hiç mi yeryüzüne inmeyeceğiz?". İlk oyunlardan biraz farklı bir mekanda dalıyoruz aksiyonun içine. Columbia uçan şehrinde geçiyor hikayemiz bu sefer. Bu şehir çeşitli bir kaç bölümden oluşmakta. Birbirine demirler ile bağlanmış olan bölümlerde ulaşımda aynı zamanda bu demirler sayesinde yapılıyor. Elinizdeki çengeli ulaşım aracı olarak kullanabiliyoruz. Hatta bir adım daha öteye gidip savaşta bile kullanabiliyoruz bu çengeli. Şehir gerçekten renkli ve canlı bir tasarıma sahip. Çok iyi tasarlanmış her şey. Oyun ilk gelen oynanış videoları ile büyük bir beğeni toplamıştı. Daha çıkmadan neredeyse emindik mükemmel olacağından. Videolarda karmaşa, kaos, dram ve macera dolu bir senaryo haber ediliyordu bizlere. Elizabeth adlı kadını bulmak için ölümüne bir çaba göstereceğiz. Kontrol edeceğimiz kişi ise gizli bir ajan olan Booker DeWitt. Hayatta kalmak biraz daha zor olabilir bu oyunda tabi. Zorlayıcı düşmanlar çok. Bunlardan birini size kısaca tanıtmak istiyorum. Motorized Patriot adlı zorlu bir düşman. Korkusuz olacak bu düşman, elinde dev silahlarıyla üstümüze doğru hiç tereddüt etmeden gelecek. Oyunda çok fazla diyalog var açıkçası. Fakat bunlardan hiçbiri sizi sıkmıyor, endişelenmeyin. Bilirsiniz bazı sahnelerde diyalog gerektiğinden uzun sürerse cidden sıkıcı bir hal alabiliyor ve "Hadi sus artık, kes sesini de oyunumuza bakalım!"gibi sözler kaçınılmaz oluyor. 12 Oynanışı çok sevdiğimi söylemek isterim. Gayet eğlenceli aksiyonlar karnaval günü gibi çatışmalar açıkcası çok hoşuma gitti ve eğlenceli de. Silahlar çok güzel tasarlanmış. Sanki ateş ederken gerçekten o silah elinizdeymişcesine bir his veriyor size. Elizabeth adlı kişiyi arıyoruz demiştik size. Oyunu oynarken farkedeceksiniz ki Elizabeth'i bulmak kolay fakat asıl zor olan bu çizginin arkasında olanlar. Elimizdeki silahlar, pilazmitler bir aşamadan sonra Elizabeth adlı kişi ile ortaklık kuruyor. Bu şehirde hemen hemen herşey ve herkes bize düşman sayılır. Rapture halkını hatırlarsınız, buna bir de açık havayı ve inanılmaz genişlikte alanları da eklerseniz çok daha iyi anlarsınız Bioshock:Infinite'i. Siz de hatırlarsınız ki Bioshock oyununun önceki serilerinde hep dar koridorlarda dövüşürdük ve en fazla 1-2 düşman olurdu. Tamam su altındayız ne kadar geniş olabilir mekanlar diyebilirsiniz. Fakat şimdi her şey çevreye göre yeniden şekilleniyor. Siz de taktir edersiniz ki daha geniş çevre demek, daha fazla düşman, daha fazla sorun, daha fazla karmaşa kısacası herşeyden bir miktar daha fazla demektir. Bu oyunda grafik motoru değiştirilmiş. İlk iki oyun Unreal 2.5 ile yapılan oyunlardı. Bu oyunda ise Unreal 3.0'a geçilmiş. Dolayısıyla grafikler gayet kaliteli. O parlak güneş ışınları, her yerde en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş detaylar ve gölgedeki kaliteye diyecek pek bir şey yok açıkcası bu konuda. İçinizi her zaman ferahlatacak bir atmosfer var havada. Tabi bu kadar iyi ve kaliteli grafiklerinin olduğunu söyledik. Bu kadar kaliteli ve en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş bir oyun dedik. Bunları söyleyince şüphesiz herkesin aklına direkt olarak şu soru geliyor "Oyunun sistem gereksinimleri nedir acaba?".Bu tarafını da oyunun her ince detayını düşündükleri kadar düşünmüşler elbette. Sistem gereksinimleri dudak uçuklatacak kadar yüksek değil. Bunun anlamı da, harika bir optimizasyon var demektir oyuna. Buna o görkemli, kaliteli ve ışıl ışıl gökyüzünü de eklersek ne kadar uğraşılmış ve kaliteli bir oyun olduğunu görürüz Bioshock:Infinite'nin. Ayrıca MAC OS kullananlara da bir müjdemiz var! Oyun bu platforma da geliyor! Oyun bakımından çok büyük eksiklikleri olan MAC OS bu oyunla birlikte bu açığını büyük ölçüde giderecek gibi gözüküyor. Bioshock:Infinite tam bir şaheser ve beni büyülediğini söyleyebilirim. Çok iyi bir şekilde düşünülmüş, hikaye harika, grafik harika, aksiyon harika. Kısacası oynanması gereken oyunların başlarında Bioshock:Infinite. Etiket fiyatını da sonuna kadar hak ediyor şüphesiz. Harun Özcan 13 Mario efsanesinin ikinci kısmıyla tekrar karşınızdayız. Geçen sayıda sizlere daha çok Mario’nun Super Mario Bros. serisi arkasında kalan oyunlardan bahsetmiştim. Bu sayıda ise tüm yazımı Super Mario Bros. serisine ayıracağım. İşte Mario’yu Mario yapan oyun serisi: Super Mario Bros. Temelleri Mario Bros. ile 1983 yılında atılan Mario Kardeşler serisi alışık olduğumuz hâline 1985 yılında Super Mario Bros. ile geldi. NES için geliştirilen oyun, Super Mario serisinin de ilk oyunu olma özelliğini taşımaktadır. Mario’nun, kardeşi Luigi’yi de alıp eski adıyla Prenses Toadstool’u (Sonradan mahkeme kararıyla adını Prenses Şeftali’ye çevirdi) kurtarmak için Mantar Krallığı’na gitmesiyle oyunumuz ve 28 yıllık Super Mario Bros. serisi başlamış oldu. 14 İki kişilik oynamadığımız zamanların tamamında sadece Mario ile oynayabildiğimiz oyunda amacımız kötü mantarları, kaplumbağaları ve daha birçok yaratığı geçip Prenses’i kötü güçlerin elinden kurtarmak. Oyunda yardımımıza koşanlarsa büyüme mantarları, ateş çiçekleri, hak mantarları ve yıldızlar. Toad’un çok yardımcı olduğunu söyleyemem. Zira görevi bölüm sonlarında bizi Prenses’e ulaşmışız gibi kandırmak ve uzun uzun konuşmaktan ibaret. Super Mario Bros.’un bir diğer meşhur öğesi ise meşhur “?” kutuları. Bu kutular bize genelde altın, bazense büyüme mantarı, ateş çiçeği veya yıldız sağlıyor. Altınlar hem yüksek puan elde etmemize hem de +1 hak kazanmamıza yararken; büyüme mantarı ve ateş çiçeği düşmanlara karşı bize avantaj sağlıyor. Super Mario Bros., 8 ayrı dünya ve her dünyanın içerdiği 4 bölümle birlikte toplam 32 bölümden oluşuyor. Her dünyanın 4 numaralı bölümü ise özel bölümler. Zira halk arasında “8’in 4’ü” olarak bilinen, Super Mario Bros.’un son bölümü hariç hepsinde bin bir güçlükle lavları, alev toplarını, sondaki “ boss” u geçip Prenses’e ulaşıyorsunuz; ama sonrası bir hüsran oluyor… Çünkü ulaştığınız Prenses değil; Toad oluyor. Yine de diğer NES oyunlarında olduğu gibi ekrana büyük büyük harflerle “GAME OVER” yazdırmaktan iyidir… En azından teşekkür ediyor… Mario’yu bu kadar özel yapan ve hatta son bölümdeki hayal kırıklığına rağmen defalarca oynamamıza sebep olan ise sadece içerdiği inanılmaz heyecan ve eğlence değil. Super Mario Bros. aynı zamanda bir “puzzle/ adventure” oyunu kadar gizem içeriyor. “8’in 4’ü” ise çok daha özel bir bölüm. Çünkü insana aynı anda hem büyük bir sevinç hem de büyük bir hayal kırıklığı yaşatıyor. Prenses’e sonunda ulaşıyorsunuz ulaşmasına da size diyor ki “Teşekkür ederim Mario! Arayışın sona erdi. Seni bir hiç uğruna böyle bir maceraya soktuk. Çünkü canımız çok sıkıldı… O yüzden sana böyle bir oyun çevirdik ve şimdi de sana yeni bir arayış sunuyoruz; ama aslında aynı bölümleri içeriyor! B tuşuna bas ve yeni arayışına başla!” Örneğin; gizli altın madenleri! Bir anda zıpladığınız yerde belirip uçurumdan aşağı düşmenize sebep olan hak mantarları! Tavanın üzerine çıkıp yürüdüğünüzde size birkaç dünya birden atlama imkânı tanıyan borular! Ama hiç şüphesiz; “eksi dünya”! Herkesin sürekli oradan geçmiş olmasına rağmen; çok az kişi tarafından fark edilip gidilememiş olan “eksi dünya”; birkaç dünya atlamanıza yarayan borularla aynı yerde. Duvarların içine saklanmış olan geçiş yeri sizi “eksi dünya”ya gönderiyor. 15 Oyunun normal dünyalarıyla benzer haritaya sahip olsa da su altında olan “eksi dünya” bölümleri sizi bir sonsuz döngü içine sokuyor. Bölümün sonundaki borudan girseniz bile bölümün başındaki borudan tekrar çıkıyorsunuz ve tüm haklarınız bitene kadar bu döngü böyle sürüyor. Bence yeterince felsefi ve eğlenceli… Oyunun konusu yine Prenses’i kurtarmak olsa da Super Mario Bros. 3, özellikle oyun alanlarının, onların özelliklerinin, grafiklerinin ve karakter özelliklerinin değişmesi yönünden diğer iki Super Mario Bros. oyunundan ayrılmaktadır. Bu yönlerden bakıldığında; Super Mario Bros. 3’nin tüm zamanların en iyi oyunları arasında gösterilmesi boşa değildir. Yazılan bu kadar şeyi bir arada düşününce 1985 yılında çıkmış bir oyunun; neden hâlâ oynandığı anlaşılıyor sanırım… Günümüzün “süper teknolojik aletleri”ni ve “5 dakikada oyun yazma motorları”nı kullanan oyunlar bile veremezken; Super Mario Bros., oyuncuya aradığı eğlenceyi de heyecanı da gizem ve bulmacayı da 8 bitlik grafikleriyle sağlayabiliyor… Super Mario Bros. 3 Super Mario Bros.tan 5 sene sonra, 1988 yılında; serinin üçüncü oyunu olan Super Mario Bros. 3 bizlerle buluştu. Yine NES ortamı için geliştirilen Super Mario Bros. 3; Super Mario Bros. serisindeki önemli değişiklikleri içeren ilk oyundur. 16 Super Mario Bros. 3’nin diğer Super Mario Bros. oyunlarından ayrılan en önemli yanı; Mario ve Luigi’nin sadece zıplama ve koşmayla kalmayıp kayabilmesi ve hatta uçabilmesidir. Oyunda karakterler, çeşitli hayvanların tipine bürünebilir ve uçma, kayma… gibi özellikleri hayvan tipine göre elde eder. Üstelik yine bu özelliklerin gücü bürünülen hayvan Hayvanların özelliği ise ufak oyunlar oynanarak veya hile yapılarak kazanılabilir. Evet, yanlış duymadınız hile yapılarak! Super Mario Bros. 3’deki bir başka değişiklik de oyunun kendi trainer ’ı bile birlikte gelmesidir. Super Mario Bros. 3; önceki Super Mario Bros. oyunlarından daha uzun, grafikleri çok daha iyi, özellikleri ve oynanabilirliği çok daha yüksek bir oyundur. Sizi günlerce başından kalkmadan oynatabilir ve günümüz oyunlarının hepsinden çok daha eğlenceli olduğunu da rahatlıkla söyleyebilir. Özellikle Mario ve Luigi’nin, hayvanların özelliklerini alabilmesi oyunu daha eğlenceli ve çekici bir hâle getirmiştir. Super Mario World 2: Yoshi's Island Yaklaşık yedi sene boyunca Super Mario Bros., Super Mario Bros. 3’deki gibi çok büyük bir değişiklikler içermeden yoluna devam etti. 1995 yılında SNES için çıkarılan Super Mario World 2: Yoshi's Island ise Super Mario Bros. serisi için yine büyük farklılıklar içermekteydi. Oyun, 8 ayrı dünya ve dünyalardaki bölgelerden oluşur. Super Mario Bros. 3’deki bir başka değişiklik de bölgelerin harita üzerinden seçilmesidir. Harita üzerindeki yolları kullanarak bölümleri farklı sırada geçebilirsiniz. Oyundaki her dünyanın farklı bir teması vardır. Kimisi çölde, kimisi su altında geçer. 17 Değişikliklerden en büyüğü; Super Mario World 2: Yoshi's Island’ta oyuncuların direkt Mario’yu değil; Yoshi dinazorlarını kontrol etmesidir. Oyunun amacı ise Bebek Mario’yu güvenli bir şekilde bir Yoshi’den diğerine ulaştırmaktır. Her bölümde ayrı bir Yoshi vardır ve sırtında Bebek Mario’yu taşır. Eğer Yohsi bir düşman ya da engele çarparsa; Bebek Mario, Yoshi’nin sırtından düşer ve bir balonun içinde uçmaya başlar. Eğer kullanıcı belli bir süre içinde Mario’yu yakalayamazsa; Mario, Bebek Bowser tarafından kaçırılır ve oyuncu bir hak kaybeder. Bebek Mario’yu kurtarma süresi normalde 10 saniyedir; ama oyuncu yıldızlar toplayarak bu süreyi 30 saniyeye kadar uzatabilir. Tabii oyuncunun hak kaybetmesine sebep olan tek şey Bebek Mario’yu düşürmek değildir. Ayrıca Yoshi ile lava düşmek veya uçurumdan aşağıya uçmak da oyuncunun can kaybetmesine sebep olur. Yoshiler, diğer Super Mario Bros. karakterlerinden farklı hareket eder. Bu da Super Mario World 2: Yoshi's Island’ı daha da eğlenceli bir hâle getirir. Örneğin, Yoshiler zıpladıktan sonra birkaç saniye havada asılı kalabilir ve bir uçurumdan aşağıya düşme riski oluştuysa yukarıya tırmanabilir. Ayrıca Yoshiler dilleriyle düşman yakalayabilir ve yumurta yaratıp yumurta atarak kendilerini koruyabilir, uzaktaki nesnelere bu şekilde ulaşabilir. Dahası, kimi noktalarda Yoshiler şekil değiştirip bir araç şekline de bürünebilirler. Bu araçlar helikopter, araba, denizaltı gibi birkaç çeşittir. 18 Super Mario World 2: Yoshi's Island; sadece işlediği konu ve yeni başkarakteri dışında grafikler ve oyun kontrolü açısından da çok fazla yenilik içermektedir. Özellikle oyundaki grafikler, renkler bize farklı bir Super Mario Bros. deneyimi yaşatmaktadır ve en az Super Mario Bros. ve az Super Mario Bros. 3 kadar eğlenceli bir oyundur. Super Mario 64 Nintendo 64 için 1996 yılında yılında üretilen Super Mario 64; Super Mario Bros. serisinin ilk üç boyutlu oyunudur ve 11 milyon civarında satmıştır. Oyunda üç ve iki boyutlu öğeler bir arada kullanılırken; oyuncuya üç boyutlu geniş bir oyun alanı sağlanmıştır. Oyunda dinamik bir kamera sistemi kullanılmıştır. Böylece oyunun kamera açısı, kullanıcının hareketlerine göre değişmektedir. Super Mario 64’daki oyun alanları geniştir ve oyuncuya süre kısıtlaması olmadan oyun alanını keşfetmesine izin verir. Oyun alanları düşmanlar, dost yaratıklar, her Mario oyununda olduğu gibi altınlar ve başka türde kimi nesneyle doludur. Her bölüm, bulmacaları çözme, altınları toplama… gibi amaçlar içerir ve her bölümün sonundaki “ boss ”un yenilmesi ile bir sonraki bölüme geçilir. Ayrıca oyunda birkaç çeşit Mario şapkası da bulunmaktadır. Bu şapkalar Mario’ya; uçma, nesnelerin içinden geçebilme, az zarar görme… gibi özellikler kazandırır. Super Mario 64’daki bir diğer yenilikse; Mario’nun hareket kabiliyetlerindedir. Alışık olduğumuz Super Mario Bros. serisindeki Mario sadece yürüme, koşma, zıplama gibi temel özelliklere sahipken; Super Mario 64’daki Mario, bunlara ek olarak tırmanma, sürünme, yumruk ve tekme atma… gibi özelliklere de sahiptir. Oyunda bu kadar radikal değişiklikler olmuşken; oyun konusu ise 13 yıl öncekine benzer bir çizgiden devam eder. Mario, Prenses Şeftali’den kek yemek için bir davet alır. Prenses Şeftali’nin kalesine gittiğindeyse; Prenses’in 13 yıldır olduğu gibi yine Bowser tarafından esir alındığını anlar ve yine Prenses Şeftali’yi kurtarmaya çalışır. 19 Super Mario Bros. serisi; Super Mario 64 ile artık üç boyutlu dünyaya geçiş yapmıştır ve 11 milyon gibi bir satış rekoruna sahiptir. Yine de bana göre eski, iki boyutlu Super Mario Bros. oyunlarının sıcaklığını, tadını ve eğlencesini vermemektedir. İki ay boyunca Nostalji köşesinde Mario ve Luigi Kardeşleri konuk ettik. Hep birlikte çocukluk günlerimize döndük. Herkese “Super Mario” dolu, “Goal 3” dolu günler! “Tank”ta düşmana saldırırken, kendi “Kartal”ınızı da korumayı unutmayın! Mustafa Cihan Özer 20 21 Arkandayım Dostum Merak Etme 22 Oyunları her zaman iki kişi oynamak daha eğlenceli olmuştur, single player oyun bile oynarken yanınızda birinin olması, o oyunu daha eğlenceli kılar. Size gaz verecek ya da yaptığın komik hareketler için size gülecek biri olması her zaman iyidir. Army of Two serisi adından da anlayacağımız üzere bize iki kişi oynanması tavsiye edilen bir oyun. Evet tek kişi de oynanıyor ama o kadar zevkli olmuyor ve oyunun bütün nimetlerinden faydalanamıyorsunuz. Burada oyun bizi 5 yıl öncesine götürüyor, Alpha ve Bravo'nun maskelerini nasıl aldıklarını ve sonrasındaki ilk kurtarma görevlerini görüyoruz. Sonrasında ise oyun tekrar 5 yıl sonrasına dönüyor ve o çatışmanın içinden sıyrılıp Cordova'yı bulmaya çalışırlar. Buradan sonrasında işler iyice kızışır ve aksiyon tavan yapar. Sadece iki kişi bütün çete ile uğraşmak gerçekten zor olacaktır Army of Two Devil's Cartel'in hikayesi Trans World Operations adına çalışan iki ana karakterimiz - Alpha ve Bravo - Meksika da bir göreve atanırlar. Bu görev Cordova adındaki siyasetçiyi korumaktır. Bu siyasetçinin amacı La Guadanayı çökertmek ve Meksikayı daha güzel bir hale getirmektir. Alpha ve Bravo konvoya eşlik ederken, konvoy La Guadana tarafından saldırıya uğrar. Büyük bir çatışmanın arasında kalan Alpha ve Bravo bir şekilde kurtulurlar. Oyunu oynanışı eski oyunlar gibi, ilk oyundaki Overkill özelliğini tekrar eklemişler, bu özellik sayesinde belli bir süreliğine oyuncular hasar görmüyor ve düşmanlarına daha fazla hasar veriyor, hatta bu moda girdiğinizde siz ateş ettikçe duvarlar yıkılıyor arabalar patlıyor, kendinizi kısa bir süreliğine de olsa terminator gibi hissediyorsunuz. Oyunda bazı co-op özellikleri kaldırılmış, mesela back to back (sırt sırta) ve taş kağıt makas özellikleri yok. Eski oyunlarda bazı anlarda partnerinizle sırt sırta verip etrafanızı saran düşmanlarınıza mermi yağdırabiliyordunuz, ya da bazen partnerinizle seçim yapmak için taş kağıt makas oynuyordunuz. Bunların kaldırılmasının nedeni büyük ihtimalle oyunun akışını hıslandırmak olmuş ama bu yanlış bir karar olmuş bence. Çünkü yukarda bahsettiğim gibi iki kişi oynamak bu oyunun asıl amacı ve bu tarz özellikler oyuna daha fazla tat katıyor. Bunlar dışındaki diğer özellikler eskisi gibi duruyor, oyunda grafiksel açıdan pek bir gelişme yok diyebiliriz. Şimdi ki çıkan oyunlarla kısaylama yaparsak, grafikleri düşük kalmış ama bildiğimiz üzere oyun her zaman grafikten ibaret değildir. Bakınız Crysis 3, çok fazla grafiklere yoğunlaştıkları için oynanış ve yapay zeka gerçekten kötü olmuş. Army of Two Devil's Carteli güzel hale getiren şey, oynanışı ve eğlencesi. Ben grafik felan takmam, ben arkadaşlarımla oturup güzel vakit geçireyip eğleneyim diyorsanın Army of Two Devils Cartel bu isteğinizi karşılayacaktır. Bu arada grafikler düşük olmuş dedim ama o kadar da kötü değil, yani bir Alien Colonial Marines'den kat kat daha güzel. O kadar bekledikten sonra o oyunun o kadar kötü çok üzdü beni o yüzden burada da bir laf sokmak istedim. Hepinize iyi oyunlar Bu oyundan diğerlerinden daha fazla costumization özelliği var, silahlarınızı güzel geliştirmeler yapabiliyorsunuz, kendi oynayış tarzınıza göre değişikler yapabiliyorsunuz ve bir çok maske seçeneği var, Hatta bu sefer kendi maskenizide oluşturabiliyorsunuz. Yok bana yetmez daha fazla istiyorum dersenizde oyunun Overkill edition'ını alıp farklı maskeler ve silah parçaları edinebilirsiniz 23 Murat Karakaş Güncel programlama dillerinden hangisini kullanıyor olursanız olun; eğer oyun motoru kullanmadan oyunun fiziğini gerçekçi kılmak istiyorsanız yolunuz Box2D’den geçer. Açık kaynak kodlu, 2B fizik motoru olan Box2D; özellikle Angry Birds gibi ses getirmiş oyunların fiziğinde kullanılmış ve günümüzde özellikle mobil oyunlar için kullanılmaya devam edilmekte ve hatta 2B oyun yapımında kullanılan oyun motorlarının alt yapısında kullanılmaktadır. Aslen C++ ile Eric Catto tarafından geliştirilen Box2D; daha sonra Java, ActionScript, C#, Phyton, JavaScript… ve daha birçok programlama dili için başkalarınca uyarlanmıştır. Kısaca diyebiliriz ki Box2D; oyun dünyasının başına gelmiş en güzel şeylerden biridir, bir devrim niteliğindedir. çalıştırılacak ortamda C++ kodlarını derleyecek bir yapının var olması. Kullandığımız işletim sistemlerinin bile C/C++ ile geliştirildiğini düşünürsek; bu çok zor sağlanacak bir şart değil. Nitekim Wii’den bilgisayarlara, akıllı telefonlara kadar çoğu ortamda Box2D kullanılarak geliştirilmiş oyunlara rastlayabiliyoruz. Frogout Box2D ile geliştirilmiş oyunların sayısına bakarsak oldukça fazla olduklarını görürüz. Box2D’nin bu kadar fazla oyunda tercih edilmesi ise tabii ki tesadüf değil. C++’ın gücünü en iyi şekilde bizlere yansıtan Box2D, aynı zamanda çoklu platformda çalışma özelliğine de sahip. Box2D’nin yardımıyla geliştirilen bir oyunun çalışması için aranan tek şart; 24 Oyunlarınızda Box2D’yi kullanmak içinse yapılması gereken ilk şey Box2D kütüphanesi hakkında bilgi sahibi olmak. Hatta diyebilirim ki oyunu geliştirdiğiniz asıl dille ilgili kullandığınız tek şey; dilin syntax yapısına bağlı kalarak Box2D fonksiyonlarını çağırmaktan ibaret. Özellikle Unity ile oyun geliştiren kişiler neden bahsettiğimi anlayacaktır. Ama Box2D için bu durum korku verici bir durum değil. Çünkü Box2D ile ilgili internette tonlarca bilgi, kitapçılarda onlarca kitaplar bulmak mümkün. Neden Box2D? Box2D’nin kazandırdığı en büyük kolaylıklar; oyununuza kolayca rigid body simülasyonu ekleyebilmek, oyundaki kuvvetleri kolayca kontrol edebilmek ve çoklu çarpışmaları kolayca yönetebilmektir. Özellikle rigid body işlerinin ve çoklu çarpışmaların yönetilmesi kendi başınıza yazmaya kalktığınızda çok fazla sorunla karılaştıran, muhtemelen gerçekleştiremeyeceğiz veya uzun uğraşlar sonucu yapsanız bile çoğunlukla istediğiniz sonuçları elde edemediğiniz durumlardır. Box2D ise bu tarz olayları rahatlıkla kontrol eder ve son derece gerçekçi bir fizik sunar. Box2D’de kuvvetlerden, yer çekimine, sürtünmeye kadar fizikle ilgili neredeyse her şey vardır ve kolaylıkla yönetilebilir. All That Matters Box2D’de, performans için hesaplamalar yaklaşık değerlerle yapılır ve bazı şeyler gerek performans, gerek kullanılan platformlar destek veremeyeceği için göz ardı edilmiştir. Eğer her şeyiyle dört dörtlük bir fizik motoru istiyorsanız aradığınızı Box2D’de bulamayabilirsiniz; ama öyle bir fizik motoru olduğu da meçhul zaten. Her şeyiyle gerçekçi bir fizik ortamını belki oyun motorları sağlayabilir; ama zaten Box2D; mobil, internet veya az sayıda geliştirici ile üretilmiş ufak oyunlar için kullanılan bir fizik motorudur ve siz de bu tarz bir geliştiriciyseniz fizik açısından ihtiyacınız olandan fazlasını verecektir. Performansı arttırmak içinse her zaman en güncel Box2D kütüphanesini ve fonksiyonlarını kullanmak ve frame başına düşen büyük hesaplamaları olabildiğince azaltmak yeterli olacaktır. Box2D, performansı zaten iyi olan bir fizik motorudur. Dikkat Edilmesi Gereken Oyununuzda Box2D kullanmadan önceyse ilk olarak programlama dilinize uygun olan Box2D kütüphanesini edinmeniz gerekiyor. Örneğin Flash oyununuz için “Box2DFlashAS3” kütüphanesini kullanmanız gerekmektedir. Box2D, resmi sitesinde dokümantasyon sağlasa da C++ ile oyun geliştirmeyecekseniz resmi sitedeki dökümantasyon işinize yaramayacaktır. O yüzden seçtiğiniz dil kütüphanesi ile ilgili dokümantasyona ulaşmakta yarar var. Box2D’de dikkat edilmesi gereken bir diğer durum ise kullanılacak birimler. Genelde oyun geliştirirken pikselleri kullanıyor olabilirsiniz; ama Box2D’de piksele dayalı hesaplamalar hataya sebep olur. Yapılacak her türlü hesaplamayı metre, kilogram ve saniyeye çevirmeniz gerekiyor. Kilogram ve saniyeye çevirmede çok sıkıntı yaşanmayacak olsa da pikselden metreye geçiş için kullandığınız sayısal değerleri 30’a bölebilirsiniz. Piksel-metre dönüşümü için öneriler en kolay yol ve en etkili değer budur. RockSolid Rally Box2D ile çalışırken en çok unutulacak şey piksel-metre dönüşümünü yapmamak olacaktır. Eğer unutulursa hiç beklenmeyecek, “doğaüstü” olaylara sebebiyet verebilir. Bu açıdan, kullanılacak değerleri daha yaratılırken metreye çevirmek veya bunun için özel bir fonksiyon/metot yazmak işinizi kolaylaştıracaktır. Wayne The Brain 25 Dikkat edilmesi gereken en önemli husussa Box2D kullanmaya gerçekten ihtiyacınız olduğuna doğru bir şekilde karar vermektir. Nitekim karakterlerin sadece zıpladığı bir oyunda Box2D kullanmanın bir anlamı yoktur. Ama eğer oyununuzda fizik kurallarının önemi büyükse, çoklu çarpışmalar varsa ve bu çoklu çarpışmalar oyunun bir sonraki durumunu etkiliyorsa veya rigid body kullanılması gereken işler yapıyorsanız; Box2D tercih etmeniz gereken fizik motoru olacaktır. ActionScript 3.0 için Box2D kurulumu Son olarak sizlere Flash oyunlar için Box2D konfigürasyonunun nasıl yapılacağından bahsedeceğim. Diğer programlama dilleri için konfigürasyon da çok farklı olmayacaktır. ActionScript 3.0 için Box2DFlashAS3 kütüphanesi kullanılır. Linkten veya Sourceforge’tan kütüphaneye ulaşıp indirebilirsiniz. İndirdiğiniz dosyaların içinde “Box2D” isimli klasörü bulup proje dosyanıza kopyalayın. “Box2D” klasörü, oyununuzda kullanacağınız kütüphaneleri içerir ve “Source” isimli klasörde bulabilirisiniz. Oyununuzla ilgili FLA ve AS dosyalarının, kopyaladığınız Box2D klasörüyle aynı yerde olmasına dikkat edin. En sevdiğiniz şarkıları açın ve Box2D ile oyun geliştirmenin tadını çıkarın. Mustafa Cihan Özer 26 Merhabalar sayın Oyunabakış okurları.Bu yazımda sizlere yine biz oyuncuların gönlünde büyük yeri olan Resident Evil serisinin 6. üyesini inceledim. Korku/Gerilim kategorinde olan RE serisi siz de taktir edersiniz ki bir zamandan sonra maalesef bu özelliğini yitirmeye başladı. Resident Evil 4 çıktığında herkes RE 3'ten sonra baya bir şaşırmıştı. Çünkü oyunda korku öğesi adına pek bir şey yoktu. Ucuz aksiyon oyunu gibiydi adeta. Güzelim RE serisini ucuz bir aksiyon oyununa dönüştürmek Capcom için karlı oldumu acaba? Fakat şu bir gerçek ki Capcomcular ve RE ciler bu durumdan hiç de hoşnut değiller. İşte böyle bir sürecin içinden geçtik ve geldik 6. oyuna. 27 Gelelim oyunumuzun incelemesine. RE 5 çıktıktan sonra korku öğesinin artık oyundan resmen kaldırılmasıyla oyuncular oyundan pekte bir zevk almamıştı. Çok büyük eleştiriler gelmişti "RE serisini ne hale getirdiler!" gibi. Ve bu yorumları duymaktan çok sıkılanlardan biri de benim. Bu yorumlar gel dikten sonra RE 6 çıkmadan önce hatırlarsanız Capcom biz oyunculara bir söz vermişti. Capcom "RE 6 tıpkı ilk oyunlardaki gibi korku öğelerini içe recek ve sizi tatmin edecek." sözünü. Peki öyle oldu mu? Oyunun oynanış süresi baya bir yüksek. Bunun sebebi hikayenin bölüm bölüm olması. Resident evildaki bütün ana karakterlerimizin kaderi bir hikayede birleştirilmek yerine ayrı ayrı senaryolara bölünmüş ve hepsinin kendine ait ayrı bir sonu olmuş. İşte RE benliği bu noktada değişiyor. Fakat bu noktada hikayelerin her biri RE 6'nın dünyasını oluşturan en büyük elementler. Dolayısıyla her bir hikaye birbiri ile alakası olmasa da ayrı ayrı bağlanıyorsunuz hepsine çünkü o dünyanın ne hale geldiğini başka başka anlatıyor her biri kendi bakış açısı ile. Capcom hikayeyi anlatma konusunda çok büyük bir çaba göstermiş. Oyun bizden sürekli bir şeyleri gizlediği için açıkçası oyunda ilerleme arzunuz hiç bitmiyor. Biraz da oynanıştan bahsetmek istiyorum sizlere. RE serisini baştan sona kadar hiç kaçırmadan oynadığımı söyleyebilirim. Fakat zombi öldürmekten karşımıza çıkan yaratıkları öldürmekten ve elimdeki silahı ateşlemekten hiç bu kadar zevk almamıştım. Oyunun oynanışı gerçekten çok güzel. Zombi öldürmek etrafta kaos yaratmak büyük ölçüde zevk veriyor size. RE bosslarını (büyük yaratıkları) hepimiz iyi biliriz değil mi? Zor ölürler bizi öyle bir zorlarlar ki bazen neredeyse 1-2 saat sadece o yaratığı öldürmek için hırs yaparız. Fakat RE 6'da oyunun en sonundaki büyük yaratığın bile çok da zor öldüğünü söyleyemeceğim. Silah ve sağlık sistemi ise tıpkı geçen RE serilerinde olduğu gibi devam etmiş. Yerden yeşil bitki veya kırmızı bitki bularak sağlığımızı artırabiliyoruz. Ve tabi ki RE'nin olmassa olmazı sağlık spreyleri. Önceki RE lerde paralı bir sistem vardı hatırlarsınız yaratıklardan altın düşer o altınları alırız ve o altınları kullanarak, bölümlerin sonlarında silahlarımızı upgrade eder, cephane veya sağlık spreyi gibi şeyler alırdık. RE 6'da ise yaratıklardan düşen altın yerine puanları toplayarak oyun sonlarında yetenek (skill) satın alabiliyoruz. Yani paranın yerini yetenek (skill) puanları almış diyebiliriz. Böylece sağlığımız veya diğer yeteneklerimizi geliştirebiliyoruz. Oyunda yakın dövüş sistemi de mükemmel şekilde yapılmış. Hareket ederek ateş etmekten bahsetmeme gerek yok zaten fakat bunun yanında eğilmek, koşarken kaymak ve yüzükoyun yatarken ateş etmek bize pek yabancı olmasa da RE de yeni sayılır ve kolaylıkla alışılan bu kontrollerde aynı zamanda silahla ateş ederken birden bire yumruk yumruğu dövüşe geçebiliyorsunuz. Yakın dövüşte üst üste bir kaç kez tıpkı dövüş oyunundaymışcasına geçirebiliyorsunuz zombilere pata küte!.Tabiki adamımız bir zamandan sonra yoruluyor, e haklı da, Süpermen değil ki! RE 6 oynanış bakımından gerçekten çok zevkli bir oyun. Fakat Capcom'un bir huyundan nefret ediyorum ki oda şudur; bazı yeni mekanikleri kendi oyununa yeni eklediğinde onu sizden defalarca kullanmanızı istemesi bana saçma geliyor. Öyle zamanlar geliyor ki artık yerde ateş etmek zorunluluk haline geliyor resmen. Sonuç olarak RE 6 ne sizin istediğiniz gibi nede benim istediğim gibi bir oyun olmuş diyebiliriz. Eğer oyunları kendi aralarında karşılaştıracaksanız ilk 3 oyuna göre 5 para etmez diyen kişiler olabilir.RE 4 ve 5'e göre ise mükemmel bir oyun olduğunu söyleyebilirim size. Harun Özcan 28 Merhabalar sayın Oyunabakış okurları. Bu yazımda sizler için çok tartışmalara yol açan ve çok fazla eleştiri alan bir oyunu inceledim. The Walking Dead:Survival Instinct. Açıkcası bu oyunu incelerken gerçekten üzüldüğümü söylemem gerek. Önceki oyunlarını siz de bilirsiniz. Tıpkı dizi gibi, bölüm bölüm yayımlanmıştı ve her bölümünü tıpkı dizide olduğu gibi heyecanla olmuştuk. Ancak maalesef TWD:Survival Instinct'ta böyle olmadı. Oyunu açtığım ilk an, çok heyecanlanmıştım. Oyuna dair herşeyin güzel olacağı hissi vardı içimde, fakat maalesef öyle olmadı. Öncelikle şunu belirteyim oyunlarda grafik sizin için ön planda ise maalesef oyun sizden geçer puan alamayacaktır. Vasat ötesi de değil grafikleri fakat bu zamanın oyunlarında böyle grafikler görülmemeli. Üstelik grafikler ile oyuncuları tatmin edemeyecek olan TWD:SI maalesef hikaye işlenişi yönü ile de oyuncuları tatmin edemeyecek. 29 Oyunun eksilerini saymak ile sizi hayal kırıklığına uğrattıysam beni bağışlayın. Lakin inanın oyunda daha fazlası ile karşılaşacaksınız. Oyuna bir derenin içinde başlıyoruz. Arkadaşımız bizden gelen zombi seslerine bakmamızı istiyor ve gidiyoruz. Zombilerin arasında kalıveriyoruz birden. Oyunda bölüm sonlarında haritadan gideceğimiz bir yer seçmemiz isteniyor. Haritadan bir yer seçtikten sonra nereden gitmek istediğiniz soruluyor size. Otoban, arka sokaklardan veya mahallelerden. Her yolun kendine göre eksiler ve artıları var. Örneğin otoban en az benzin harcama yaptıran yol fakat bu yolu seçerseniz yolda erzak ve cephane bulma şansınız en aza iniyor. Mahalleden gitmeyi seçerseniz benzin harcama oranı orta dereceye geliyor ve bulacağınız malezemeler de aynen orta dereceye geliyor. Arka sokaklardan gitmeyi seçerseniz benzin harcaması yüksek dereceye geliyor fakat malzeme bulma şansınız da en yüksekliyor. Oyunun yapay zekasına gelecek olursak. Oyundaki zombilerin, genel zombi tanımından nasıl daha geri zekalı olduğunu görmüş oluruz. Genel olarak bakacak olursak öylesine vakit geçirmek için çerezlik bir oyun arayanlar için iyi olacaktır bu oyun. Çerezlik için iyi bir oyun fakat eğer almak isterseniz kesinlikle oyunun fiyatı düşene kadar biraz beklemelisiniz. Şu anki fiyatını hiçbir şekilde hak etmiyor oyun. The Walking Dead hayranlarına ise kötü haberim şu, oyun önceki bölümlerinde olduğu gibi hiç de güzel ve etkileyici değil. The Walking Dead'in bu oyununda hayatta kalmak biraz daha zor elbette. Yolda araba ile giderken tekerimiz patlayabiliyor yol kapanmış olabiliyor ve gideceğimiz yeri tıkıyor. Tamda bu noktada istersek eğer yolu elimizle temizleyebiliyoruz zombilerden ve yolda kaza yapmış, devrilmiş, ters dönmüş araçlardan. Tabi ki bu biraz zor onlarca zombi arasındayken. Eğer istersek alternatif bir yol da seçebiliyoruz fakat bunun için ekstra benzin harcamamız gerekiyor. 30 Ah o eski oyunlar… Atari kaşsısında sabahladığım zamanları unutamıyorum. O zamanlar aldığım tat, hala damaklarımda. Bugün oynadığım her oyunda o tadı arıyorum desem yeridir. Ve işte tam da burada, Indie Game Dünyası kollarını açıp duruyor karşıma. Sarılıyorum… Neredeyse, “anne!” diye hıçkıra hıçkıra ağlayacağım. Ağlıyorum… Ah nerede o eski oyunlar!.. Adında gizli herşey, DLC… DLC Quest, şu ana kadar oynadığım en komik oyunlar listesine, daha oyunda on dakikamı dahi doldurmamışken girmeyi başardı. Bu büyük başarın için gözlerinden öpüyorum seni güzel oyun!(Bu gün çok duygusalım :D) Oyuna başlar başlamaz, DLC Quest isminin ne anlama geldiğini kavrıyorsunuz. Karakteriniz sadece sağa gidiyor, sol ok tuşuna da basıyor parmaklarınız arada, çalışmadığını görüp, gereksiz panik yapıyorsunuz. Yapmayın… Orada bir amca var, DLC satın alabileceğiniz. Ona gidin. İlacınız onda. Siz DLC satın aldıkça, sağa yürüme, zıplama ve benzeri özellikleriniz açılacak, DLC Quest dünyasına daha bir içiniz ısınacak. 31 3 Dolara 40 Dakika mı? Oyunu Steam’den 3 Dolar’a alabilirsiniz. Peki bu kadar kısa bir oyuna 3 dolar verilir mi? 3 Dolar’a bir dolu güleceğimizi ve “o eski oyunlar” ayarında bir oyunu oynayacağımızı düşünürsek, 10 Dolar’a kadar yolu var. Bu kadar eğlenceli grafikler ve daha ilk dakikadan son sahneye kadar önümüze “gülün” diye serilen kurgular… Hepsi 3 Dolar’a, gel vatandaş gel! Espiriler havada uçuşuyor! Senaryoların tekdüzeliğinde dahi yapılan espiri gözden kaçmıyor. Kötü adam prensesi kaçırır ve peşinden gideriz. (Sonunda prensesi “kurtarırız”). Tabi bu oyunun normal modunda işlenen senaryo. Bir de Live Freemium or Die! Modu var. Ki bu mod, oyunları gereksiz yerde gereksiz zorlaştırarak, kullanıcıyı item satın almaya zorlayan oyunlarla bir güzel dalga geçiyor. Bu modun senaryosu ise, köyü canavardan kurtarmak üzerine. (Sen köyü kurtarabilecek birine benziyorsun, ama yapamazsın! :D) Yolculuk boyunca karşılaştığınız herkesle komedi dozajı bir hayli yüksek dialoglara gireceksiniz. Ben bir kaçını zaten parantez içinde aktardım ama, umarım bunları spoiler yerine, birer ip ucu olarak sayarsınız. Going Loud Studios tarafından geliştirilen bu kısa ama eğlenceli oyunun art, game desing ve programlama kısımlarına da Ben Kane bakmış. “Dört ciltlik bir seriyi, kırk dakikada okumuş gibiyim, sanırım beynimde kanatlar oluştu…” Arkadaşlar, oyun her geliştiricinin, kesinlikle oynaması gereken türden. Hem mizah olarak, hem de bakış açısı olarak çok şey katıyor. Yaratıcılığı körüklediği gerçeğiyse, değinilmesi gereken asıl nokta. Kısacası, oynayın!.. İyi oyunlar. :D Halil Coşgun 32 THQ’nun iflas bayrağını çekmesi üzerine, bir çok oyun açıkta kalmıştı. Bunlardan en dikkat çekeni ise şüphesiz Metro Last Light oldu. Fakat fırsatı iyi değerlendirdiğini düşündüğüm Deep Silver, oyunu satın alarak Last Light’ın çıkışını garantiye almış oldu. Metro 2033 kitabın oyunu olarak sunulmuştu piyasaya. Bir FPS’nin can damarı olan silah tutma hissini yaşatamadığı gerekçesiyle çok eleştirilmişti 2033. Fakat, kitabın oyunu olmasının da etkisiylek, bize muhteşem bir atmosfer ve senaryo sunmuştu. Metro Last Light’ın, başka bir ekip tarafından çıkarılacak olması ise Metro hayranlarını daha iyi bir oyun umut etmeye itti. Dolayısıyla da oyunun yapımcısı A4 Games üzerinde, beklentileri karşılamaları için güzel bir baskı oluşmuş oldu. Last Light’ta, serinin ilk oyununda yakalanan atmosferden ödün verilmediğini göreceğiz. Düşman askerlerle bir taraftan, mutantlarla bir taraftan derken, aksiyonun da dibine vuracağız. Ve son olarak basına yansıtıldığı üzere, ışıkları kapatarak ilerleme gibi yöntemlerle, oynanışta, ışığın ön plana çıkarıldığı da gözlemlenecek. Last Light’ın senaryosuna biraz göz atacak olursak, karşımıza mutantlar tarafından metrolara sıkıştırılmış insanları odak alan bir dünya çıkacak. Bu dünyada, yerin altında ya da üstünde olmak bir şey değiştirmiyor. Üstte mutantlar, altta da birleşmeyi kafasına bir türlü koyamamış gruplar… Bu gruplar, Kıyamet Günü isimli bir silah için birbirleriyle savaşırken, biz de oyunun ana karakteri Artyom ile senaryoya dahil oluyoruz. 17 Mayıs’ta oyun severlerin beğenisine sunulacak olan Metro Last Light, gerek grafik, gerek oynanış gerekse senaryo açısından dikkatleri üzerine toplayacağının sinyallerini veriyor. Umarım başarmak istediklerine ulaşırlar. İyi oyunlar… Halil Coşgun 33 Başta seversin… Bazen çok seversin hem de… Ama sonra bir şey olur, nefret edersin, sinir olursun… Sonra gider yumruklarsın kum torbasını; ama izi kalır… Yıllar geçse de hep hatırlarsın; yine gider yumruklarsın… Dakikaların Katili: Velvet Assassin Stealth türündeki oyunları hep sevmişimdir. Hitman’den tut Splinter Cell’e, Metal Gear’a… Ama favorim Manhunt’tır. O zamanlar da sene 2009. Manhunt’ı beş senedir filan oynuyoruz, ikincisinin çıkmasına da daha birkaç ay var. Hitman ve Metal Gear’ın çıkmasına zaten yıllar var… Baktım olacak gibi değil, bir piyasaya baktım ne var ne yok diye; karşıma Velvet Assassin diye bir oyun çıktı. Nereden bilebilirdim ki ileride aklıma geldikçe bana “hayatımdan çalınmış dakikaları” hatırla- 34 Keşke “Oysa her şey ne kadar güzel başlamıştı…” diyebilsem; ama başlangıcı bile güzel olmadı… Daha oyunun ilk bölümünde inanılmaz bir yapay zekâsızlık ile karşılaştım. Yıllar içinde bilinçaltım unutmayı seçmiş; ama yine de hayal meyal hatırlıyor gibiyim… Asker… asklerler vardı. Nazi askerleri, her zamanki gibi… İki.. iki taneydiler ve ben… dağların arasında ilerliyordum. Bir patika… bir patika vardı ve askerler… bir köprüyü tutuyorlardı. Birini öldürmüştüm… Evet, birini öldürmüştüm! Arkadaşının yanında hem de… Ve gürültü… gürültü oldu… Özellikle askeri sürüklerken. Ama arkadaşı hiç umursamadı. Ne gözlerinin önünde arkadaşını öldürürken ne de sürüklerken. Öylece izledi bizi… Yoksa arkadaşından nefret ettiği için miydi? Ha Duke Nukem Forever Ha Postal III Ama beni asıl oyundan soğutan ve bir anda ALT+F4 kombinasyonu ile çıkıp hemen oyunu kaldırdığım olaysa sonraki bölümlerde oldu… Bu olayı ise asla unutamadım… Öğle vaktiydi ve artık Nazi subaylarına kadar erişmiştim. Birini öldürmem gerekiyordu. Korumalık yapan askerlerin tamamını öldürmüştüm ve tam asıl hedefime doğru ilerleyecektim ki arkasını döndü ve beni gördü! Gerisin geri koşmaya başladım. Saklanacak bir yer arıyordum; ama yoktu! Öğle vakti nereye saklanılabilirdi ki? En sonunda baktım olacak gibi değil, bir ağacı arkama siper ettim ve gardımı aldım. Bu kez sessiz bir infaz olmayacaktı. Hedef, bana doğru koştu koştu ve tam önümde durdu. Beni arıyor gibiydi. Kafam karıştı… Öğle vakti, bir ağacın gölgesinde saklanıyordum ve hedef beni göremiyordu! 35 Postal’ı oynadık. Postal II’yu oynadık. Hatta Postal II’yu 1900 küsur çözünürlüğe sahip ekranda 1024 çözünürlükle oynama işkencesine dayanarak bile oynadık ve bekledik Postal III çıksın diye. Ekran görüntüleri, oyun içi sahneler ortaya çıktıkça daha da heyecanlandık ve sonunda geldi. Hemen edinip bilgisayarımıza kurduk vee… Daha oyunun başlarıydı. Hatta en başıydı! Köprüdeki patlamanın içinde dolaşıyordum ve The Postal Dude, bir anda anafora kapılmış gibi oldu. Kendimi tutamadım “N’oluyor laaan!” diye bağırdım. Sonra da “Nvidia PhysX…” diye sayıkladım. Postal III’de de Nvidia PhysX kullanılmamış mıydı? Yoksa ben var olmayan bir şeyi mi hatırlıyordum? Hani şu Mafia II’da harikalar yaratan Nvidia PhysX… Postal III’de neden fizik hataları oluyordu? Sonraki oyun hatalarını ise hoş görmemeye çalıştım; ama olmadı… Hataları hoş gördüm bu kez de oyunun konusu tek düze olmaya başladı. Konuya takılmayayım dedim, görevler gereksiz uzadı ve Postal’a oranla bile mantıksızlaşmaya başladı… O 2014 Yaklaştıkça İçime Bir Korku Hasıl Oldu Benim, PES ile tanışmam taa ISS’lere uzanır. PES’in ISS dönemini de Goal Strom dönemini de Winning Eleven hâlini de görmüş; Talcami, Nirat ve Risko ile kupalar kaldırmış, Allejo’yu yıllarca Pelé sanmışımdır. Her yeni PES oyunu oynadığımda PES 5’ı; dayanamayıp PES 5’ı her tekrar kuruşumda da International Super Star Deluxe’u aramışımdır ve hep PES’in çift sayılı oyunlarından korkmuşumdur… Aslında her şey; PES, Fifa’ya rakip olmaya başladıkça sarpa sardı ve kırılma noktası PES 6’ti. Güzeldi, gerçekten iyiydi; ama sürekli orta sahadan gol atmak bir süre sonra sıkıyordu insanı. Ama kırılma noktası olsa bile, en iyi, çift sayılı PES’ti… Sonra PES 2008 geldi ki o bende bastırılmış bir anıdır. Yine de o bile iyiydi… Benim, PES ile tanışmam taa ISS’lere uzanır. PES’in ISS dönemini de Goal Strom dönemini de Winning Eleven hâlini de görmüş; Talcami, Nirat ve Risko ile kupalar kaldırmış, Allejo’yu yıllarca Pelé sanmışımdır. Her yeni PES oyunu oynadığımda PES 5’ı; dayanamayıp PES 5’ı her tekrar kuruşumda da International Super Star Deluxe’u aramışımdır ve hep PES’in çift sayılı oyunlarından korkmuşumdur… Aslında her şey; PES, Fifa’ya rakip olmaya başladıkça sarpa sardı ve kırılma noktası PES 6’ti. Güzeldi, gerçekten iyiydi; ama sürekli orta sahadan gol atmak bir süre sonra sıkıyordu insanı. Ama kırılma noktası olsa bile, en iyi, çift sayılı PES’ti… Sonra PES 2008 geldi ki o bende bastırılmış bir anıdır. Yine de o bile iyiydi… Ama sonun başlangıcı olan oyun PES 2010’dir. Ben bir oyunda; sadece ilerleme tuşlarına iki kere basılarak ve dümdüz gidilerek herkesin çalımlanabileceğini ilk kez PES 2010’de gördüm… Ben bir oyunda; gerçekte 92 maçta 9 gol atabilmiş Heskey’nin; oyunda gol makinasına dönüştüğünü, her seferinde gol kralı olduğunu ilk kez PES 2010’de gördüm… Ben bir oyunda… neyse… bu liste daha uzar gider… 36 Ama sonun başlangıcı olan oyun PES 2010’dir. Ben bir oyunda; sadece ilerleme tuşlarına iki kere basılarak ve dümdüz gidilerek herkesin çalımlanabileceğini ilk kez PES 2010’de gördüm… Ben bir oyunda; gerçekte 92 maçta 9 gol atabilmiş Heskey’nin; oyunda gol makinasına dönüştüğünü, her seferinde gol kralı olduğunu ilk kez PES 2010’de gördüm… Ben bir oyunda… neyse… bu liste daha uzar gider… Ve şimdiyse eylül giderek yaklaşıyor… Eylül demek PES 2014 demek… 2014 demek çift sayı demek… Üstelik bu kez “yeni oyun motoru kullanılacak” söylentileri de var… Korkuyorum… Geceleri PES 5 CD’me sarılıp gizli gizli ağlıyorum… Gelmesin istiyorum… Eylül gelmesin istiyorum… Özetle PES 2010’nin ömrü benim bilgisayarımda sadece birkaç gün oldu… Ama keşke 2010 ile bitseydi… Oysa her şey daha yeni başlıyormuş… Sonra PES 2012 geldi ki onu hiçbir zaman bilgisayarıma kurmadım. Normal şartlarda uzatmalar sonucu 1-0, bilemedin 2-1 biten maçlar artık 13-8, 21-20 gibi skorlarla bitebilir mi? Eğer kaleciyle karşı karşıya kaldığınızda kaleci bir anda ellerini kullanma yetisini kaybediyorsa ve topu yatarak kayarak müdahale ile tutmaya çalışıyorsa biter… Peki, böyle bir oyun hatası gözden nasıl kaçabilir? Bu oyun hiç mi test edilmiyor? Yoksa PES’i test eden ekip futbolu bilmeyen, kaleciyle karşı karşıya kaldığında onu çalımlamaya çalışmayan kişilerden mi oluşuyor? Cevapsız… hepsi cevapsız bu soruların… 37 Merhaba arkadaşlar, bir önce ki sayımızda sizlere FRP'nin ne olduğunu açıklamaya çalıştım. Bu sayımızda da FRP'de nelerin olduğunu açıklamaya çalışacağım. Bu ay DM’yi (Dungeon Master) anlatmaya çalışacağım. İlk önce Dungeon Master elinde iyi bir senaryo olmalı ve senaryoya uygun ek senaryolar eklenmelidir. Örnek verecek olursak bir oyuncu partiden ayrılırsa onu da hikayeye katarak oyunu devam ettirmeniz gerekebilir. Örneğin bir hırsız daha çok para için gruptan ayrılabilir. İkinci olarak elinizde birer envanter listesi ve harita olsun. Envanterden kastım bazı oyuncular şehre indiklerinde, “ağabey ben büyülü long-sword alıyorum.” tarzı uçuk şeyler isteyebilirler. DM'ler oyuncu karakterlerinin öz geçmişlerini hazırlayabilirler. Öz geçmiş hazırlamak çok önemlidir çünki, oyuncuların karakterlerine daha da bağlanmalarını sağlarlar. 38 Zayıf öz geçmiş, oyuncunun oyundan soğumasını sağlayabilir.”Benim karakterim ne kadar ezikmiş.” Diye düşünerek kendisini öldürtebilir veya “Benim öz geçmişim onun öz geçmişinden daha kötü, o kralın oğlu ben kasabın oğluyum.” diye zırlayabilir. Bunları engellemek için dengeli öz geçmişler ve ırklara ve sınıflara uygun öz geçmiş yazılmalıdır. Bazı oyuncular, kendi öz geçmişlerini yazmak isteyebilirler. Oyunun dengesini bozmadıkça oyuncuların kendi öz geçmişini yazmaları karaktere daha da bağlanmalarını sağladıklarından daha yararlı olabilir. Bunda oynayacağınız sistemi iyice bilmeniz gerekir. Çünki, atacağınız zarın kaç geldiğinde ne olacağını siz biliyorsunuz bu bilgileri de edindikten sonra oyun tasviriniz çok önemlidir. Çünki hayal gücünüzü dile dökerek oyuncuları kendi dünyanıza çekmeye çalışıyorsunuz ki bu inanılmaz zor bir olaydır. Ben pek beceremiyorum. Güzel tasvirlerinizi müziklerle güçlendirebilirsiniz mesela orta çağ tarzı bir oyunda “Blind Guardian” dan “Bard Song” ya da “Valhalla” gibi parçalara başladığınızda oyuncular daha bir istekli oluyorlar ve en önemlisi zar atarken önünüzü kesinlikle kapayın. Oyuncular sizin zarınızı görmesinler. Çünki karşılarına çıkan durumlardan kaçmaları için sizin atmış olduğunuz zarı düşürmeniz gerekebilir ve “Oh Dm bizi öldürmüyor, haydi ejderhaya kafa tutalım.” gibi abuk olaylarla karşılaşa bilirsiniz ya da kıl bir oyuncuyu rahatça öldürebilirsiniz. Oyunu daha çekici kılmak için kostümler giyip daha gerçekçi bir hale sokabilirsiniz Dm'in en uğraştığı olaylardan birisiyse karakter kağıdı hazırlama kısmıdır. Karakter kağıdında karakter şekli seçilir bunlar : Strength-Str (Güç) Dexterity-Dex (Çeviklik) Constitution-Con (Dayanıklılık) Wisdom-Wis (Bilgelik) Intelligent-Int (Zeka) Charisma-Chr (Karizma) olmak üzere zarla ya da DM'in belirlediği rakamlarla seçilir. Eğer zar tekniği ile seçilirse genellikle statlar 18 olduğundan 4d6 (dört tane altılık zar) atılır. Bunların en düşüğü yok sayılır ve geri kalanlar toplanılır. Örnek olarak: Str için 6-6-4-4 geldi diyelim. Bir tane dört silinir ve Str hanesine 16 yazılır. Eğer bu ırk half-orc ise +2 daha fazla str kazanır ya da dövüşçü sınıfındaysa ve DM'e Str’ si düşük geldiyse bonus str ekleyebilir. Bunların hepsi DM'in insafına kalmıştır bu vereceğiniz statlar karakterinizin gücünü, sağlığını, büyü öğrenme, büyü kullanma durumlarını etkiler. Örnek olarak böyle bir tablo oluşturduğumuzda: Bizim Str’miz +3 alıyor ve bizim Str 16 olduğundan tablodan +3 geliyor. Bu, oyuncunun atakları ve saldırılarından alacağı bonustur. Yani bu kişinin saldırısı +2 ise saldırı bonusuyla toplamda +5 olmaktadır. Karakter kağıdına bir sürü şeyler ekleyebilirsiniz bence. Karakter kağıdını yalayıp yutmak için www.frp.net den bakmanızı tavsiye ederim. Çünki karakter kağıdı yaratmak, başlı başına başka bir konudur. Karakter kağıdımızı yarattıkdan sonra senaryonuzdaki ırkları ve sınıfları anlatmak önemlidir. Çünki oyuncuların nasıl bir dünyada olduklarını ve ne tür karakterler yaratabileceklerini öğrendikleri kader anları bunlardır. Bir çok arkadaşınızda “Dragon Rider” olsam, ”Paladinlerle dalga geçtiğim için Paladin Tanrısı tarafından Paladin yapılan Goblin” olsam, gibi uçuk fikirlerle karşılaşabilirsiniz. Ay artık sıkıldım Frp anlatmaktan. Neyse ki “Metucon! yaklaşıyor. Umarım sizler de “Metucon”a gelirsiniz. Sakın, ben hiç oynamadım utanırım, sıkılırım diye fikirleriniz olmasın. Dünyanın en iyi ve eğlenceli oyuncuları toplanıp bütün gün kahkahalarla eğlencelerle günü geçirmeyi planlıyoruz. Eğer sizi bunlar sarmazsa “Warhammer” masaları “Magic Cardlar” oyun turnuvaları ve bin bir türlü zamazingolarla kesinlikle eğleneceğinizi garanti ederim. En kötü oturur bir çay içeriz memleketi kurtarmaya çalışırız. Sevgiyle, bol fantastik günlerle kalın. 1 -5 2-3 -4 4-5 -3 6-7 -2 8-9 -1 10-11 0 12-13 +1 14-15 +2 16-17 +3 18-19 +4 20-21 +5 Can Sokullu 39 Merhabalar arkadaşlar. Bu hafta size Samsung’un yeni amiral gemisi olan I9500 kod adlı Galaxy SIV’ü inceleyeceğiz. Hepinizin de bildiği gibi, Samsung akıllı telefon pazarında çok önemli bir rol oynamakta. Özellikle Apple firması ile süren patent davalarıyla gündemde olan firma, S serisi için yeni akıllı telefonunu piyasaya sürmeye hazırlanıyor. Galaxy SIV Amerika için resmi satışa sunulma tarihi 16 Nisan olarak açıklandı. 2 yıllık kontrat ile 249 dolar fiyat ile piyasaya sürülmesi planlanıyor. Tabii bu durum, akıllı telefonun, “akıllı” kısmıyla ilgilenmeyen, gösteriş meraklısı olan “esüç” tayfasının çok zoruna gidecek. Çünkü SIII çıkalı 1 sene olmadı ve onlar esüç’lerini daha yeni edindiler. Teknoloji gittikçe hızlanıyor. Ayak uydurmak zor ve pahalı. Büyüyen ekran konusu ile esprilere konu olan S serisi, büyümeye devam ediyor. Geçmiş modellerin ekran boyutlarını hatırlayalım: Galaxy S 4 inç, Galaxy SII 4.3 inç, Galaxy SIII 4.8 inç. 40 Galaxy SIV’ün en bomba özelliklerinden biri ise kablosuz şarj desteği ile gelmesi. Samsung’un, Qi isimli bir firmayla anlaşarak, Qi firmasının kablosuz şarj ünitesini kullanacağı resmi olarak duyuruldu. Kablosuz şarj deyince, aklınıza bilgisayarınızla bağlandığınız kablosuz ağlar gelmesin. Resimde görüldüğü gibi, bu farklı bir ünite. Telefonunuzu üstüne koyuyorsunuz ve telefonunuzu şarj etmeye başlıyorsunuz. Ofis vb. telefonun hem şarjda durması, hem de telefonla görüşme yapmak gerektiğinde çok pratik oluyor. Örneğin telefonunuz şarjda duruyor, çağrı geldiğinde telefonunuzu alıp konuşmaya başlıyorsunuz, konuşmanız bittiğinde telefonunuzu, masanızın üstüne koyduğunuz kablosuz şarj ünitesine bırakıveriyorsunuz, şarja devam ediyor. Kablo sök tak derdi yok. Fiyatı 100$ gibi söylentiler var. Şöyle ki, kablosuz şarj ünitesini kullanabilmek için arka kapağı değiştirmeniz gerekecek. Bu kapağın fiyatı yaklaşık 40 dolar. Kablosuz şarj ünitesinin ise 60 dolardan satışa sunulması bekleniyor. Dolayısıyla biraz lükse kaçıyor. Dahası, şarj cihazının Nisan ayı gibi piyasa sürülmesi beklenirken, kablosuz şarj kapağı Haziran’dan önce beklenmiyor. Fakat bu gecikmeye çözüm olarak, 3. Parti kablosuz şarj cihazlarına destek sunulacak gibi gözüküyor. Yapımında yine polikarbonat kullanılan Galaxy SIV, rakiplerine göre pek de sağlam bir izlenim bırakmıyor. Telefon piyasaya çıkmadığı için drop test verilerini paylaşamıyoruz. Full HD Super AMOLED 4.99” ekran ile gelen Galaxy SIV, 441 ppi’a sahip. Bu da insan gözünün algılayabileceği rakamın çok üzerinde. Ekran boyutu ve çözünürlüğü Sony Xperia Z ile aynı. Belirtmeden geçmeyelim. HTC One da aynı çözünürlüğe sahip olsa da, ekranı daha küçük olduğu için piksel yoğunluğu Galaxy SIV’ü solluyor. 468 ppi. Galaxy SIV’ün boyutları ise 136.6 x 69.8 x 7.9 mm. Yumuşatılmış kenarları ile hoş bir dizayna sahip. Tip olarak da S serisini andırıyor zaten. Hatta Galaxy SIII’ün abisi bile diyebiliriz. Pek bir değişiklik yok. 41 Yapımında yine polikarbonat kullanılan Galaxy SIV, rakiplerine göre pek de sağlam bir izlenim bırakmıyor. Telefon piyasaya çıkmadığı için drop test verilerini paylaşamıyoruz. Full HD Super AMOLED 4.99” ekran ile gelen Galaxy SIV, 441 ppi’a sahip. Bu da insan gözünün algılayabileceği rakamın çok üzerinde. Ekran boyutu ve çözünürlüğü Sony Xperia Z ile aynı. Belirtmeden geçmeyelim. HTC One da aynı çözünürlüğe sahip olsa da, ekranı daha küçük olduğu için piksel yoğunluğu Galaxy SIV’ü solluyor. 468 ppi. Galaxy SIV’ün boyutları ise 136.6 x 69.8 x 7.9 mm. Yumuşatılmış kenarları ile hoş bir dizayna sahip. Tip olarak da S serisini andırıyor zaten. Hatta Galaxy SIII’ün abisi bile diyebiliriz. Pek bir değişiklik yok. Android Jelly Bean 4.2.2 ile gelen Galaxy SIV’te, arayüz olarak ufak tefek değişiklikler yapılmış. Örneğin kilit ekranında dalgalanan su efekti artık yok. Onun yerine parmağınızı takip edecek ufak bir ışık huzmesi var. Hoşunuza gidecek. Ayrıca Samsung’un yaratıcı ve yeni bir çözümü daha var. Smart pause. Bu özellik ile, örneğin siz Galaxy SIV ile video izlerken, kafanızı ekrandan uzaklaştırdığınızda telefon bunu algılıyor ve videoyu durduruyor. Galaxy SIII’te de buna benzer olarak, mesaj yazarken telefonu kulağımıza götürdüğümüzde mesaj yazıyor olduğumuz kişiyi otomatik olarak arayabiliyorduk. Samsung kullanıcı dostu olmaya özen gösteriyor. Smart stay özelliğiyle de siz ekrana bakmadığınız zamanlarda tasarruf amacıyla ekran kapatılıyor. Son olarak da ve bence en önemlisi, Smart scroll özelliği. Örneğin siz internette gezinirken, gözünüzle sayfanın alt veya üst kısmına doğru baktığınızda telefon gözlerinizi algılıyor ve sayfayı sizin için kaydırıyor. Bu bir şeyler okumak için mükemmel bir çözüm. Bu şekilde telefonunuzla fazla yorulmadan ekitap bile okuyabilirsiniz. Fakat siz yine de abartıp göz sağlığınızı sıkıntıya sokmayın derim. Telefonun bir başka özelliği ise yenilenen klavyesi. Klavyeye yenilik olarak Android kullanıcıların severek kullandığı Swiftkey klavye uygulamasının sözcük tahmin etme algoritması eklenmiş. Bu bağlamda, sözcük tahminlerine dayalı hızlı kullanımlarda daha başarılı sonuçlar elde edeceğiniz söylenebilir. Telefonun yapısında bahsedecek olursak, Samsung bu modelde Gorilla Glass 3 kullanmış. Gorilla Glass 3’ün bir önceki nesile çizilmelere 3 kat, kırılmalara 50 kat dayanıklı olduğunu hatırlatalım. Air Gestures modunda ise ellerinizi kullanmadan telefonu yanıtlayabilir veya resimler, müzikler arasında geçişler yapabilirsiniz. Elleriniz sık sık kirleniyorsa ve ekranı kirletmek istemiyorsanız, bu özellik tam size göre. Galaxy SIII ile gelen AllShare Cast özelliğine Galaxy SIV’te de yer verilmiş. Bu özellikle medyalarınızı TV’den izleyebilir ya da ev ağınızdaki bilgisayarınıza aktarabilirsiniz. 42 Galaxy SIV, LTE versiyonunda Qualcomm’un Snapdragon 600 çipsetini kullanacak. Bu çipsete kısaca bakacak olursak;4 çekirdekli ve 1.6 GHz olan hatta 1.9 GHz’e kadar yükselebilen piyasanın en güçlü ARM işlemcisi Krait 300 yer alıyor. Ayrıca bu çipsette Adreno 320 GPU yer almakta. Bluetooth 4.0 ve 802.11 a/ b/g/n/ac (2.4/5 GHz) standartlarına destek veriyor. Yurtdışından alım yapacaklara hatırlatalım, Amerika için pazara sürülen versiyonda saat hızı 1.9 GHz olması planlanıyor. Avrupa içinse saat hızı 1.6 GHz olarak belirlenmiş. HSPA versiyonuda ise Samsung kendi işlemcisi olan Exynos 5 Octa’yı kullanacak. Exynos 5 Octa’ya kısaca bakacak olursak; 28 nm’lik bir mimariye sahip. ARMv7 komut setlerini kullanıyor. 1.6-1.8 GHz 8 çekirdekli ARM CortexA15 işlemcisini barındıracak. GPU olarak 3 çekirdekli 533 MHz hızda çalışan PowerVR SGX544MP3 barındırıyor. Dünyanın ilk 8 çekirdekli akıllı telefonu olma ünvanını elinde bulunduruyor. Batarya olarak da 2,600 mAh’lık bir batarya kullanılacak ki bu da Galaxy SIII’ün bataryasından yaklaşık 500 mAh büyük. Ekran boyutu da büyüdüğü için etkisi konusunda net bir şey söylemek zor. Malumunuz, günümüz akıllı telefonlarında en çok enerji tüketen donanımların başında ekran geliyor. Ben Galaxy Nexus’umda gücün ekrana giden kısmında % 50’nin altına indiğini göremedim. Belki ilerleyen teknolojiyle bu güç tüketimine de bir çözüm bulunabilir. O zamana kadar yedek pillere veya cebimizde şarj aleti gezdirmeye muhtacız. Yine de ortalama bir kullanıcı için Galaxy SIV’ün bu bataryası 1 günü rahatlıkla tamamlayacaktır. Galaxy SIV depolama alanı olarak 16, 32 ve 64 GB bellek kullanacak. Ayrıca 64 GB’a kadar microSD kartları destekleyecek. RAM olarak da yine kendi ürettiği 2 GB’lık belleği kullanacak. Backside-illuminated (BSI) sensörü ve 13 megapiksellik arka kamerası sayesinde hızlı ve düşük ışıktaki fotoğraf çekimlerinde bile tatmin edici sonuçlar alabileceksiniz. 4128 x 3096 çözünürlükte fotoğraflar alabileceksiniz. Videolar için Full HD video yakalayabileceksiniz. Galaxy SIV, küçük kardeşine oranlandığında 3 gram daha hafif ve 1 milimetre daha ince. Boyutları 136.6 x 69.8 x 7.9 mm ve 130 gram. Ayrıca GPS ve GLONASS desteği de var. Maliyet fiyatları: Galaxy S IV HSPA: 236$ Galaxy S IV LTE: 233$ Sonuç olarak, kasa yapısı ve Touchwiz arayüzü haricinde bence hiçbir eksiği bulunmayan, bomba gibi bir telefon çıkıyor piyasaya. Galaxy S III’ü olanların alma ihtiyacı yok bence çünkü Galaxy S III’ün donanımı da günümüz şartları açısından gayet yeterli. Samsung yine yapmış yapacağını. Umarız çıktığında hayal kırıklığına uğramayız. Bir sonraki incelememizde görüşmez üzere, hoşçakalın. Ahmet Dağtaş 43 Ahmet Dağtaş Can Sokullu [email protected] [email protected] Erdem Ergin [email protected] Halil Coşgun Harun Özcan [email protected] [email protected] Murat Karakaş Mustafa Cihan Özer [email protected] [email protected]
Benzer belgeler
tıklayınız. - OyunaBakış
açabiliyorsunuz. Bu yeni silahları kullanmak
tabii ki size kalmış. Mesela ben highfrequency blade çok sevdiğim için diğer silahları çok kullanmak istemedim. Ama
kullandım, denedim, hepsinin kendine...
tıklayınız - OyunaBakış
ona işkence yapıp, taşa çeviriyorlar ve onun
üzerine Lanetliler Hapishanesini kuruyorlar.
Bunu da herkese örnek olsun diye yapıyorlar.