Agmatinin Nöropsikiyatrideki Yeri ve Önemi Psikiyatrideki Şiddet
Transkript
Agmatinin Nöropsikiyatrideki Yeri ve Önemi Psikiyatrideki Şiddet
ISSN: 1307-2099 Y›L:3 SAY›:1-2 2009 Agmatinin Nöropsikiyatrideki Yeri ve Önemi Psikiyatrideki Şiddet Hakkında Herşey: Bir Gözden Geçirme Stresle Başa Çıkma Tutumlarının Şizofrenide İçgörüye Etkisi Şizofrenide İntihar Yeme Bozukluklarında Farkındalık Temelli Tedavi Yaklaşımları Bir Olgu Sunumu: Deliran Mani Feyza ARICIOĞLU Aytül Gürsu HARİRİ Fulya ALGIN Fatih ÖNCÜ Solmaz TÜRKCAN Doğan YEŞİLBURSA Zeynep TEKİN Çiçek HOCAOĞLU Fulya MANER Mustafa TATLI Neslihan ERGEN M.Emin CEYLAN Y›L:3 SAY›:1-2 2009 Sahibi / Owner Bakırköy Akıl Hastanesi Vakfı adına Halil TOPLAMAOĞLU Sorumlu Yazı İşleri Müdürü / Managing Editor Can GER Editör / Editor M. Emin CEYLAN Editör Yardımcısı / Associate Editor Can GER Türkçe Editörü / Turkish Editor Neslihan ERGEN Danışma Kurulu / Advisor Board Fisun Akdeniz Fulya Maner Mesut Çetin Başaran Demir Peykan Gökalp Ali Saffet Gönül Hasan Herken Cem Kaptanoğlu Timuçin Oral Haluk Savaş Mustafa Sercan Zeliha Tunca Niyazi Uygur Tayfun Uzbay Alp Üçok Medaim Yanık Kazım Yazıcı Nevzat Yüksel Murat Atmaca YAYIN BİLGİSİ: RCHP, Psikiyatride Derlemeler, Olgular ve Varsayımlar Dergisi / Reviews, Cases and Hypotheses in Psychiatry’nin (ISSN 1307-2099) ilk sayısı Ocak 2007’de basılmıştır. Dergi 4 ayda bir 1500 adet, alkali (acide free) kağıda basılmakta ve ücretsiz dağıtılmaktadır. Yayın dili Türkçe’dir. (internet formu İngilizce’dir). RCHP Dergisinin grafik tasarım ve uygulaması Asimetrik Paralel (Göksu Mah. Akkavak Cad. Oya Çiçeği Sok. B158b Anadoluhisarı, Beykoz-İstanbul Tel: (0216) 465 64 44 (Pbx) Faks: (0216) 465 64 45 E-posta: [email protected] Web: www.asimetrikparalel.com), baskısı Golden Print Matbaacılık tarafından yapılmaktadır. Yıl: 3 sayı: 1-2 basım tarihi Mart 2010 INFORMATION ABOUT PUBLICATION: The first issue of Journal of the Reviews, Cases and Hypotheses in Psychiatry (RCHP) (ISSN 1307-2099) was published in 2007. Fifteen-thousand issues are printed thrice a year on acid-free paper. Language of publication is Turkish (an internet form is available in English) RCHP is typeset and graphic designed by Asimetrik Paralel (Göksu Mah. Akkavak Cad. Oya Çiçeği Sok. B158b Anadoluhisarı, Beykoz-İstanbul Tel: (0216) 465 64 44 (Pbx) Faks: (0216) 465 64 45 E-posta: [email protected] Web: www.asimetrikparalel.com), printed by Golden Print. Y›L:3 SAY›:1-2 2009 içindekiler 7 Agmatinin Nöropsikiyatrideki Yeri ve Önemi Relevance of Agmatine to Neuropsychiatry Feyza ARICIOĞLU 21 Psikiyatrideki Şiddet Hakkında Herşey: Bir Gözden Geçirme All About Violence in Psychiatry: A Review Aytül Gürsu HARİRİ 31 Stresle Başa Çıkma Tutumlarının Şizofrenide İçgörüye Etkisi The Effect of Attitudes of Coping with Stress on Insight in Schizophrenia Fulya ALGIN - Fatih ÖNCÜ - Solmaz TÜRKCAN Doğan YEŞİLBURSA 39 Şizofrenide İntihar Suicide in Schizophrenia Zeynep TEKİN - Çiçek HOCAOĞLU 49 Yeme Bozukluklarında Farkındalık Temelli Tedavi Yaklaşımları Mindfulness Based Treatment Approaches in Eating Disorders Fulya MANER 63 Bir Olgu Sunumu: Deliran Mani A Case Report: Delirious Mania Mustafa TATLI - Neslihan ERGEN - M.Emin CEYLAN 67 Editörün Yorumu: Şizofrenide Artmış Fötalite Editor’s Comment in Schizophrenia Increased Fatality M.Emin CEYLAN Editörden Değerli Okurlar, RCHP’yi yine beğeninize sunuyoruz. Yazıların en azından bir ya da ikisinin ilginizi çekmesini umarız. İzninizle, Bakırköy Ruh Salığı ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nden kısa süre önce ayrılan, hastanede 40 yılını devirmiş, zihni bıçağın sivri ucu kadar keskin bir hekimden söz edeceğim. Aklımdan geçen birkaç cümleyi paylaşayım. “Niyazi Bey çok iyidir.” “Niyazi Bey’e hayran kaldım.” “Çok takdir ettim, gerçekten bir şeyler öğrendim.” “Üzerine klinisyen tanımadım.” “Bu birikim hipertrofik.” Niyetim bir tartışma başlatmak, tepki uyandırmak, ya da abartılı bir methiye düzmek değil aslında, ama güneş de balçıkla sıvanmıyor ki. Çok sevecen,hoşgörülü bir kimlikten söz ettiğimi sanmayın, çevresi ile mükemmel bir uyum içinde olduğu da söylenemez. Ben hastaneye geldiğimde varılması gereken mükemmeliyetçiliğin dorukları aşılmıştı zaten, dünya savaşlarının enerjisini barındıran tek başına sürdürülen yarışlar çoktan kazanılmıştı. Bizler birikimin şelaleye dönüp aktığı, meslekteki sükûnet ve dinginlik döneminin şaşkın ve hayran izleyicileri olduk. Onca sene ne kadar da çabuk geçti. Hastanedeki kısacık bir 40 yıl, biraz da fazlası, biraz da öncesi. Her şey bir yana ilkeli olma, kendi ifadesiyle rijit olma -katı değil elbette-, tıp disiplini bağlamında ve eğilip, bükülmeme anlamında tercüme edersem ve daha çok çok söylenmemiş kelimeleri de eklersem, yine kendi ifadesiyle Doktor Niyazi Uygur’u biraz tanımlamış olurum. Sevgili Okurlar, dergimizin bu sayısını Niyazi Bey’e adamak istiyorum. Doktor Niyazi BEY. Hastanemiz Adli Psikiyatri Kliniklerinin Büyük Şefi DOKTOR Niyazi Uygur’a. Yardımcı Editör M. Can Ger Agmatinin Nöropsikiyatrideki Yeri ve Önemi Feyza ARICIOĞLU* Keywords Agmatine, Convulsion, Neuroprotection, Pain, Abstract Inflammation, Relevance of Agmatine to Neuropsychiatry Agmatine, a novel neurotransmitter, interacts with variety of receptors and has been implicated as an anticonvulsant, neuroprotective, analgesic and antiinflammatory agent. Besides, It has an important role in learning and memory, morphine dependence, schizophrenia, stres, anxiety and depression. Taken together, that agmatine appear to be involved in a multiple of neurophysiological and pathological functions, pointed to the potential therapeutic value of this agent. Özet Yeni bir nörotransmitter olduğu düşünülen agmatinin, çok çeşitli reseptörlerle etkileşerek antikonvülsan, nöroprotektif, analjezik ve antiiflamatuar bir madde olabileceği düşünülmektedir. Ayrıca, öğrenme ve bellek, morfin bağımlılığı, şizofreni, stres, anksiyete ve depresyonda önemli rol oynamaktadır. Bir çok nörofizyolojik ve patolojik olayda rol alan bu maddenin terapötik değeri olabileceği düşünülmektedir. Learning-memory, Morphine dependence, Stress, Anxiety, Depression Anahtar Kelimeler Agmatin, Konvulsiyon, Nöroproteksiyon, Ağrı, Giriş Agmatinin nörotransmitter özellikleri ile ilgili artan sayıda hücresel çalışma olmasına rağmen, intakt organizmadaki normal fizyolojik rolünü araştıran çalışma hala oldukça sınırlı sayıdadır. Agmatin imidazolin reseptörlerinin agonistidir ve N-metil-D-aspartat (NMDA) reseptörleri gibi reseptöre bağımlı kalsiyum kanallarını bloke eder. Nikotinik, kolinerjik ve serotonerjik 5HT3 reseptörleri gibi iyonotropik reseptör kanallarını bloke ettiği de bildirilmiştir. Ayrıca nitrik oksit sentazı (NOS) inhibe ederek nitrik oksit oluşumunu (NO) kontrol eden endojen bir inhibitördür. Ancak agmatinin etki profili aynı reseptöre bağlanan diğer maddelerden farklılık göstermektedir. Örneğin agmatin, klonidin gibi hem imidazolin hem de alfa2 adrenerjik reseptörlere bağlanmasına rağmen, klonidinin bazı etkilerini göstermemektedir. Etkileştiği reseptörlerin çeşitliliği, organizmada yaygın dağılımı ve NO yolağında bir ara metabolit olma özellikleriyle bir çok fonksiyonda ve/veya patolojide rol oynamaktadır. Bir önceki sayıda temel özellikleri anlatılmış olan agmatinin bu sayıda özellikle nöropsikiyatrideki yeri ve önemi özetlenmeye çalışılmıştır. Antikonvülsan etki Agmatin miyoklonik nöbet modeli olarak kullanılan ve GABA antagonisti pentilentetrazol (PTZ) ile oluşturulan nöbetlerde, konvülsiyon eşiğini yükseltmiş, nöbet başlama zamanını geciktirmiştir. Düşük dozda akut PTZ modelinde miyoklonik kasılmaların başlama süresini kısaltırken yüksek dozda uzatmıştır. Sadece yüksek dozda tonik-klonik kasılmaların görülme yüzdesini artırmış ve sonrasında sağkalım yüzdesini düşürmüştür (Arıcıoğlu ve ark, 2003a). PTZ’nin frontal kortekste glutamat düzeyini 2-3 kez artırarak nöbet oluşturduğu ve akut tek doz * Marmara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmakoloji Anabilim Dalı ve Psikofarmakoloji Araştırma Birimi İnflamasyon, Öğrenme-bellek, Morfin bağımlılığı, Stres, Anksiyete, depresyon. Agmatinin Nöropsikiyatrideki Yeri ve Önemi agmatin uygulamasının bu artışı inhibe ederek antikonvülsan etki yarattığı gösterilmiştir (Feng ve ark, 2005). Jeneralize tonik-klonik epilepsi modeli olan maksimal elektrokonvulsif şok (MES, Maximal Elektroshock Seizure) modelinde konvülsiyon eşiğini yükselttiği (Arıcıoğlu ve ark, 2003a), MES ve sıçan beyinine (i.c.v.) intraserebroventriküler glutamat verilmesi ile oluşturulan konvülsiyon modelinde de, tonik arka ayak ekstansiyonu yüzdesini anlamlı olarak azalttığı saptanmıştır (Morimoto ve ark, 1993; Su ve ark, 2004). Düşük doz morfinin antikonvülsan ve yüksek doz morfinin ise prokonvülsan etkisini bloke edebildiği (Riazi ve ark, 2005), hem PTZ ile indüklenen nöbetleri hem de MES nöbetlerini doza bağımlı olarak baskıladığı (Arıcıoğlu ve ark, 2003a), akut agmatin tedavisine bağlı bu etkinin kısmen α2-adrenoreseptörler, kısmen ise NO aracılığıyla olduğu gösterilmiştir (Demehri ve ark, 2003). Agmatinin MES modelinde lamotrijin, okskarbazepin, fenobarbital, fenitoin, topiramat ve valproat gibi antiepileptik ilaçların antikonvülsan etkisini arttırdığı, dolayısıyla agmatinin modülatör rolünün olabileceğini gösteren çalışmalar da vardır (Luszczki ve ark, 2008; 2009). Nöbet sırasında fazla glutamat salınımı ve aşırı NMDA reseptör aktivasyonu olduğu, NMDA reseptörünün epilepsi nöbetlerinin başlangıcında rolü olduğu ve yarışmalı NMDA antagonistlerinden; NMDA reseptör ilişkili iyon kanalına bağlanan antagonistleri, NMDA glisin bölgesi antagonistleri ve NMDA poliamin bölgesi antagonistleri olmak üzere tüm NMDA antagonistlerinin antikonvülsan özellik gösterebildiği bilinmektedir. Dolayısıyla agmatinin bu etkisi nöronlardaki NMDA reseptör kanallarına bağlanıp onları selektif olarak bloke etmesi (Reynolds 1990; Yang ve ark, 1999; Olmos ve ark, 1999) ve özellikle hipokampustaki uyarıcı sinapsları bloke etmesi ile açıklanabilmiştir (Reis ve ark, 1998). Bu bilgilerin tümü bize agmatinin etki mekanizmalarından en azından birinin glutamaterjik iletinin inhibisyonu olduğunu göstermektedir. Bunun dışında agmatinin α2 adrenoseptör agonisti gibi davranarak konvülsiyonları önleyebildiği yönünde de bulgular vardır. Alfa2 adrenoseptör agonisti olan klonidinin PTZ ile oluşturulan nöbetlerde ve amigdala kindling modelinde antikonvülsan etki oluşturduğu (Pelletier ve ark, 1993), α2 adrenoseptör antagonisti yohimbinin, prokonvülsan etki oluşturduğu gösterilmiştir (Fletcher RCHP 3:1-2 2009 ve ark, 1988). Bir diğer olası mekanizma agmatinin NO oluşumunu inhibe etmesine dayanır (Reis ve ark 1998; Starr ve ark, 1993; Theard ve ark, 1995). NOS substratı L-arginin agmatinin PTZ modelindeki antikonvülsan etkisini inhibe etmiştir ve bu etki NOS inhibitörü L-NAME ile geri döndürülmüştür. L-NAME ile agmatin kombinasyonu, sinerjistik etki ile anlamlı derecede kendilerinin bireysel etkilerinden daha fazla koruyucu etki ortaya çıkarmıştır (Demehri ve ark; 2003). Tüm bunlara ek olarak daha önce yapılan çalışmaların bir kısmında imidazolin reseptörlerine bağlanarak etki yapan antazolinin, status epileptikusta oluşan nöronal hasara karşı koruyucu olduğu bildirilmiştir (Bence ve ark; 2003). Dolayısıyla agmatinin etkisi kısmen de olsa imidazolin reseptörleri aracılığıyla oluşuyor olabilir. Agmatinin dışardan uygulanmasının antikonvülsan etkili olduğu ve endojen agmatinin, konvülsiyon eşiğinin düzenlenmesinde rolü olduğu düşünülmektedir. Nöroprotektif etki Agmatinin (i.t.) intratekal veya sistemik verilmesi iskemide ve eksitotoksisitede nöron kaybını azaltmıştır. Bu etkinin, voltaja bağımlı kalsiyum kanallarının blokajı, NMDA reseptörlerinin bloke edilmesi ve indüklenebilir NOS (iNOS) oluşumunu inhibe etmesine bağlı olabileceği düşünülmektedir (Gilad ve ark; 1996, Gilad ve ark, 2000; Kim ve ark; 2004, Qui ve ark; 2004). Sıçanlarda iskemik hasardan sonra agmatin miktarının 20 kat arttığı gösterilmiştir (Galea ve ark; 1996). Agmatinin iskemik hasar üzerindeki etkisini araştıran bir başka çalışmada, primer kortikal nöronlardan hazırlanan hücre kültüründe oksijen ve glikoz mahrumiyeti ile oluşturulan hasarın agmatin ile önlendiği gösterilmiştir. Agmatinin bu koruyucu etkisinin nöronal NOS (nNOS) aracılığıyla olabileceği, orta serebral arter oklüzyonu modeli kullanılarak gösterilmiştir. Bu modelde oklüzyondan önce ve oklüzyon anında verilen agmatinin iskemik hasarı önemli ölçüde azalttığı görülmüştür. Agmatinin bu etkisinde nNOS kadar iNOS’unda rolü olabileceği düşünülmektedir. Agmatinin sıçan hipokampusunda voltaja bağımlı iyon kanallarında etkisini araştıran bir çalışmada voltaja bağımlı sodyum, potasyum ve kalsiyum kanallarını içeren hücrelerde kayıt yapılmış; sodyum ve potasyum kanallarında bir değişik gözlenmezken, voltaja bağımlı kalsiyum kanallarında reversibl blokaj Arıcıoğlu oluştuğu gösterilmiştir (Wang ve ark 2006). Bir diğer çalışmada neonatal sıçan korteksi, NMDA veya staurosporin (protein kinaz inhibitörü) veya kalsimisin (kalsiyum ionofor) ile enkübe edilmiş, agmatinin, protein kinaz blokajı ve kalsiyum ile ortaya çıkan hücre ölümünde koruyucu etki göstermezken, NMDA ile ortaya çıkan eksitotoksik etkiyi önlediği gösterilmiştir (Zhu ve ark, 2003). Hayvanların hareketsiz bırakılması esasına dayanan bir stres modelinde (restraint stress) kronik stresin (21 gün) prefrontal korteks ve hipokampusta yapısal değişikliklere neden olduğu immüno-histokimyasal olarak gösterilmiş, paralel olarak endojen agmatin düzeylerinin azaldığı, dışarıdan uygulanan agmatinin (50 mg/kg/gün) ise bu bölgelerdeki nöronları koruduğu gösterilmiştir (Zhu ve ark, 2008a; Zhu ve ark, 2008b). Travmatik hasar modeli kullanılarak yapılan bir çalışmada histopatolojik olarak agmatinin beyin hasarını azalttığı, benzer bir çalışmada hipoksiye bağlı TNF-alfa salımını inhibe ederek retinal hücreleri koruduğu gösterilmiştir (Sengul ve ark, 2008; Kuo ve ark, 2007). Retinal gangliyon hücrelerini TNF-alfa’ya bağlı apoptozisi baskılayarak engellediği gösterilmiştir (Hong ve ark, 2008 ve 2009). Yine iskemik hasar üzerindeki etkisini araştıran bir başka çalışmada, agmatinin primer kortikal nöronlardan hazırlanan hücre kültüründe oksijen glikoz deprivasyonu ile oluşturulan hasarı önlediği gösterilmiştir. İndüklenebilir NOS ekspresyonunun agmatin tedavisi uygulanan grupta belirgin bir şekilde azalması, bu düşünceyi doğrulamaktadır (Kim ve ark; 2004). İskemiye bağlı akut böbrek hasarını engellediği, bu etkiyi kısmen alfa2 adrenoseptörler kısmen de imidazolin reseptörleri aracılığı ile yaptığı gösterilmiştir (Sugiura ve ark, 2008; Sugiura ve ark, 2009). Agmatinin retinal gangliyon hücrelerini oksidatif strese karşı koruduğu (Lizuka ve ark, 2008), yine oksijenglikoz eksikliğine bağlı olarak kortikal astrosit hücrelerinde meydana gelen hasarı engellediği ve bunu özellikle nükleer faktör kappa B üzerinden yaptığı gösterilmiştir (Lee ve ark, 2009). İskemi ve reperfüzyona bağlı olarak gelişen hasarda, agmatin tedavisinin bu hasarı serbest radikal oluşumunu ve NO miktarlarını azaltarak engellediği gösterilmiştir (Battaglia ve ark, 2007; Dastan ve ark, 2009). Glukokortikoidlerin kronik kullanımının (21 gün) beyinde bazı morfolojik değişikliklere neden olabileceğinin gösterildiği bir çalışmada ise, eş zamanlı kullanılan agmatinin (50 mg/kg/gün) bu değişiklikleri engellediği bildirilmiştir.. Aynı çalışmada araştırmacılar, glukokortikoid uygulamasının bir çok beyin bölgesinde agmatinin sentezinden sorumlu olan enzim arjinin dekarboksilazın miktarını artırdığını da göstermişlerdir (Zhu ve ark, 2007). Bu nedenle nöronları korumak üzere agmatin sentezinin arttırılmaya çalışıldığı yorumu yapılmıştır (Zhu ve ark, 2009). Yukarıdaki çalışmalardan elde edilen bulgulara göre agmatinin iNOS’u ve/veya nNOS’u inhibe ederek, NMDA reseptörlerini bloke ederek, aynı zamanda kalsiyumun hücre içine girişini azaltarak nöroprotektif etki yaptığı, bir hasar söz konusu olduğunda endojen üretiminin hasarı önlemek üzere artırılmaya çalışıldığı, ekzojen olarak verilmesi durumunda da hasarı önlediği gösterilmiştir. Öğrenme ve bellek İlk kez 2000 yılında agmatinin öğrenme ve bellek fonksiyonları için önemli olabileceğini düşündüren bir çalışma yayınlanmıştır. Bu çalışmada bir tür şartlı uyaran testi (contextual conditioned stimuli) kullanılarak sistemik olarak uygulanan agmatinin öğrenme belleği olumsuz yönde etkileyebileceğini, hatta amnezi oluşturduğunu göstermişlerdir (Stewart ve ark; 2000). Daha sonra hem aynı testi hem de uzaysal hafızanın değerlendirilmesinde kullanılan Morris’in su tankı kullanılarak benzer sonuçlar elde edilmiştir (McKay ve ark, 2002). Aynı yıl inhibitör sakınma testi (inhibitory avoidance task) kullanılarak agmatinin daha önce idda edileninin aksine hatırlamayı kolaylaştırdığı bu etkiyi alfa2 adrenoseptörler, imidazolin ve/veya NMDA reseptörleri ve nitrik oksit inhibisyonu gibi farklı mekanizmalar üzerinden yapabileceği ileri sürülmüştür (Arteni ve ark, 2002). Yaşlanmaya bağlı olarak hipokampal CA1, CA2/3 ve dentat girus bölgelerinde agmatin düzeyleri incelenmiş ve yaşa bağlı olarak CA1 bölgesinde azalırken, CA2/3 ve dentat girus bölgelerinde arttığı gösterilmiştir. Agmatinin entorhinal kortekste özellikle genç ve orta yaş sıçanlarda, postrhinal ve temporal korteksde ise yaşlanmayla arttığı gösterilmiştir. Bu bulgular doğrultusunda agmatin miktarlarının beyin bölgesine ve yaşa bağlı olarak değiştiğini söylenmiştir (Liu ve ark, 2008a). Su tankı, zorunlu yüzme testi RCHP 3:1-2 2009 Agmatinin Nöropsikiyatrideki Yeri ve Önemi 10 (forced swimming test) ve kafeste tutma modeli kullanılarak agmatinin etkisinin araştırıldığı bir diğer çalışmada, ekzojen olarak verilen agmatinin uzamsal bellek üzerine etkisi araştırılmıştır. Beynin 10 farklı bölgesinde (Hipokampal CA1, CA2/3, dentat girus, serebellum, vestibüler nükleus, frefrontal, entorhinal, perirhinal, postrinal ve temporal korteks) agmatin düzeylerinin incelendiği bu çalışmanın sonuçlarına göre, su tankı yöntemi gibi, hayvanın uzamsal belleğine ihtiyaç duyduğu testlerin uygulanmasından sonra, özellikle hipokampusta (CA1 ve dentat girus), entorhinal korteks ve vestibüler nükleusta agmatin düzeylerinin anlamlı bir biçimde arttığı, bu artışın zorunlu yüzmeye tabi tutulmak veya kafeste bekletilmek ile elde edilemediği gösterilmiştir. Bu çalışmada agmatin düzeyleri uzamsal bellek ile ilişkili bölgelerde artmış ve böylece agmatinin uzamsal öğrenme ve bellek proçesleri açısından önemli olduğu söylenmiştir (Liu ve ark, 2008b). Bir diğer çalışmada i.c.v olarak infüze edilen agmatin ile su tankı, yükseltilmiş artı labirent ve açık alan testleri yapılmış (Liu ve ark, 2009a), agmatin uygulamasının referans bellek üzerine bir etkisi olmadan belleği güçlendirdiği (working memory) gösterilmiştir (Liu ve ark, 2009b). Günümüze dek yapılmış tüm bu çalışmalar agmatinin öğrenme ve bellek fonksiyonlarının düzenlenmesi açısından önemli olduğunu düşündürmektedir. ley ve ark 1997; Horvath ve ark., 1999). Agmatinin kronik olarak uygulanmasıyla yapılan çalışmalarda ise morfinin etkisini potansiyalize etmediği, fakat tolerans gelişimini engellediği gösterilmiştir (Boronat ve ark., 1998). Akut ağrı modellerinde agmatinin daha yüksek dozlarının (20-100 mg/kg) hem spinal hem de supraspinal düzeyde analjezi sağladığı gösterilmiş ve bu etkinin kısmen yohimbin ve idazoksan tarafından bloke edildiği, dolayısıyla hem imidazolin hem de alfa2 adrenoseptörler aracılığıyla oluştuğu düşünülmüştür (Arıcıoğlu ve ark., 2003b). Akut ağrı modelleri dışında diyabetik nöropati modelinde, siyatik sinirin bağlanması ile oluşan nöropatik ağrı modellerinde kullanılmış termal ve mekanik hiperaljeziyi azaltarak allodini gelişimini engellediği gösterilmiştir (Fairbanks ve ark, 2000; Arıcıoğlu ve ark., 2003; Karadağ ve ark., 2003). Nöropatik ağrı modelinde farklı konsantrasyonlarda uygulanan agmatinin nöropatik ağrı eşiğini yükselttiğinin gösterilmesinin yanında, beyin sapı ve serebellumda nitrit ve nitrat konsantrasyonunun agmatin tedavisi ile azaltıldığı gösterilmiştir. Bu bulgular agmatinin, NO miktarını arttırmak suretiyle nöropatik ağrıyı engellediğini düşündürmektedir (Fairbanks ve ark, 2000). Ayrıca agmatin, hem mekanik hem de termal uyaranlara olan duyarlılığın arttığı hiperaljezi durumunda da etkili bulunmuştur (Arıcıoğlu ve ark., 2003b). Ağrı ve inflamasyon Agmatin gibi imidazolin ve alfa2 adrenoseptörlere bağlanan klonidinin opioidlerin analzejik etkisini potansiyalize ettiği, 80’lerin ikinci yarısından beri bilinmektedir (Gossop ve ark., 1988). Yaklaşık 10 yıl sonrasında benzer özellikleri olan moksonidin ve eferoksanın anti-nosiseptif etkileri olduğu gösterilmiştir (Fairbanks ve ark., 1999; Haxhiu ve ark., 1994). İlk kez 1996’da ise düşük dozları (0.1-10 mg/kg) kullanılarak agmatinin analjezik etkisi araştırılmış ve kuyruk çekme testi (tailflick test) kullanılan bu çalışmada tek başına analjezik etkisinin olmadığı, ancak morfinin analjezik etkisini potansiyalize ettiği gösterilmiştir (Kolesnikov ve ark., 1996). Etkinin muhtemelen kappa opioid reseptörleri aracılığıyla olduğunu savunan bu çalışmanın sonuçları modifiye edilerek diğer araştırmacılar tarafından konfirme edilmiş ve etkinin kappa reseptörlerinden çok delta reseptörleri aracılığıyla olduğu savunulmuştur (Brad- Bir çok proinflamatuar sitokin etkilerini iNOS aracılığıyla NO oluşumunu arttırarak yaparlar. Agmatinin de iNOS inhibisyonu ile hiperaljeziyi engelleyebildiği açıklanmıştır. Makrofajlarda imidazolin reseptörleri eksprese olmadığı halde, bazı imidazolin ajanlarının iNOS’u inhibe ettiği, agmatinin de iNOS’u baskılayarak NO oluşumunu inhibe ettiği gösterilmiştir (Regunathan ve ark; 1999). İndüklenebilir NOS ve agmatinaz ekspresyonunu uyaran makrofajlar LPS ile aktive edildiklerinde, arjininin hem transportunu hem de sentezini stimüle ederler. Agmatinin LPS enjeksiyonuna bağlı olarak meydana gelen hipertermiyi baskıladığı gösterilmiştir. Nispeten düşük dozda (20 mg/kg) uygulanan agmatinin artmış vücut sıcaklığını düşürdüğü, plazma nitrit/nitrat miktarını azalttığı, dolayısıyla bu etkiyi nitriderjik sistem aracılığı ile yaptığı gösterilmiştir (Arıcıoğlu ve ark, 2005). Agmatin, inflamasyon süresince makrofaj aktivasyonunun düzenlenmesinde rol oynar. ADC ve agmatinaz RCHP 3:1-2 2009 Arıcıoğlu makrofajlarda da sentezlenir. Makrofajlarda bu enzimlerin aktiviteleri LPS ve sitokinler tarafından düzenlenir. iNOS oluşumunu tetikleyen LPS, doza bağımlı olarak, geri dönüşümlü bir şekilde ADC ve agmatinaz aktivitesini modüle eder. iNOS ve agmatinaz ekspresyonunu uyaran makrofajlar LPS ile aktive edildiklerinde, arjininin hem transportunu hem de sentezini stimüle ederler. Buna bağlı olarak intraselüler arjinin ve dolayısıyla NO miktarı artar. LPS, ADC aktivitesini azaltır. Agmatinaz aktivitesi ise biriken agmatinin hidrolizini gerçekleştirmek için artar. Ayrıca LPS varlığında iNOS inhibitörlerinin hidrolizi stimüle edilir. IL-10, TGF-beta ve IL-4, makrofajların inflamatuar aktivasyonunu baskılayarak NO üretimini inhibe ederler; IL10 ve TGF-beta, stimüle edilemeyen hücrelerde ADC ve agmatinaz aktivasyonunu azaltır. IL-4 ise ADC aktivitesini değiştirmeksizin, LPS’in agmatinaz üzerindeki etkisini geri çevirebilir (Sastre ve ark, 1998). İntraplantar karregenan enjeksiyonundan önce i.t. agmatin tedavisi uygulanan farelerde, agmatinin termal hiperaljeziyi önemli ölçüde azalttığı bildirilmiştir (Horvath ve ark, 1999). Klonidin gibi α2-adrenoreseptörlere bağlanan ilaçların da aynı etkiyi göstermesi, agmatinin bu potansiyelizasyonu α2-adrenoreseptörler aracılığıyla oluşturduğunu düşündürmektedir. Ancak agmatinin α2-adrenoreseptörler üzerinde agonist etkili olduğunu gösteren bir bulgu olmadığı için, bu etkinin imidazolin reseptörleri aracılığıyla meydana gelmiş olabileceği düşünülmektedir (Horvath ve ark; 1999). Vücutta endojen olarak bulunan agmatinin, nöropatik ağrı modellerinde koruyucu etki göstermesi araştırmacıların ilgisini çekmektedir. Çünkü iNOS gibi pro-inflamatuar moleküllerin artışına neden olan bu modeller inflamasyonla yakından ilgilidir. Agmatinin anti-inflamatuar etkisinin moleküler temeline ışık tutan bu çalışma, makrofajlarda iNOS aktivitesindeki azalmanın imidazolin reseptörleri aracılığı ile meydana gelmediğini savunmaktadır. Astrositlerde çok daha fazla etkili olan idazoksanın iNOS ekspresyonunu baskılayamaması bu hipotezi doğrulamaktadır (Regunathan ve ark; 2003). Agmatinin anti-inflamatuar etki potansiyeli olduğunu destekleyen bir başka çalışmada, sıçanlara sistemik olarak LPS verilmiştir. Agmatin tedavisi uygulanan grupta, endotoksemiye bağlı kan basıncı düşüşünün engellenmesi ve sepsise bağlı olarak meydana gelen renal fonksiyon bozukluğunun düzeltilmesi, endotoksik şok modelinde agmatinin koruyucu bir etkiye sahip olduğunu göstermektedir (Satriano ve ark; 2001). Sepsise bağlı olarak bütün immün sistem hücrelerinin aktive olduğu ve çok şiddetli bir inflamatuar yanıt olarak kabul edilebilecek bu deneyde agmatinin sistemik inflamatuar yanıtı anlamlı bir şekilde baskılaması, güçlü bir anti-inflamatuar etki potansiyeline sahip olduğunun bir göstergesi olabilir. Agmatinin, LPS enjeksiyonuna bağlı olarak meydana gelen hipertermiyi anlamlı ölçüde azalttığını gösteren bir çalışma yapılmıştır. Bu çalışmada 20 mg/kg gibi nispeten düşük dozlarda bile artmış vücut sıcaklığını düşüren agmatinin, plazma NO2/ NO3 konsantrasyonunu da azalttığı belirtilmiştir. Bu bulgular agmatinin hipertermi üzerindeki etkisinin, anti-inflamatuar etkisiyle paralellik gösterdiğini doğrulamaktadır (Arıcıoğlu ve ark; 2005). Yapılan çalışmaların sonuçlarına göre agmatinin analjezik/antihiperaljezik ve antiinflamatuar etki potansiyeli vardır. Endojen bir madde olarak agmatin akut ağrı, nöropatik ağrı ve inflamasyon gibi durumlarda düzenleyici role sahiptir. Morfin bağımlılığı Agmatinin locus coeruleus nöronal aktivitesini arttırdığı, bunun da NOS aktivitesine bağlı bir mekanizma ile olduğu gösterilmiştir (RuizDurántez ve ark, 2002). Agmatinin fentanil bağımlılığın ıbaskılayabileceği, kronik opioid uygulamasına bağlı nöroadaptif mekanizmaları düzenleyebileceği düşünülmüştür (Morgan ve ark, 2002). Morfin peleti implante ettikten üç gün sonra morfin antagonisti nalokson ile presipite edilen yoksunluk sendromunun tüm semptomlarının agmatin tedavisi ile baskılanabildiği gösterilmiştir (Arıcıoğlu-Kartal ve ark 1997). Gerek morfin bağımlılığında gerekse morfin yoksunluk sendromu sırasında agmatin ve agmatinin sentezinden sorumlu enzim arjinin dekarboksilazın beyin ve periferik organlardaki miktarı/aktivitesi değerlendirilmiştir (ArıcıoğluKartal ve ark, 2002). Agmatinin morfin bağımlılığı üzerindeki olası rolü in vitro sistemde de araştırılmıştır. Özellikle morfin bağımlılığı için iyi bir model kabul edilen kobay ileumunda agmatinin etkisi araştırılmış ve naloksonla elde edilen yoksunluk kasılmalarının doza bağlı olarak inhibe edildiği, bu etkinin kısmen imidazolin kısmen de alfa2 adrenoseptörler aracılığı ile RCHP 3:1-2 2009 11 Agmatinin Nöropsikiyatrideki Yeri ve Önemi olduğu gösterilmiştir (Arıcıoğlu ve ark, 2003c). Eğer agmatin morfin uygulaması ile eş zamanlı olarak başlar ve bağımlılık süresince devam ettirilirse bağımlılık gelişimine etkisi değerlendirilebilir. Bu şekilde planlanmış bir çalışmada agmatinin bağımlılık gelişimini önlediği, bunu da bağımlılık sırasında gelişen cAMP artışını engelleyerek yaptığı gösterilrmiştir (Arıcıoğlu ve ark, 2004a). Agmatinin morfin yoksunluk sendromu sırasında ortaya çıkan tüm semptomları baskıladığının gösterilmesinin ardından sorumlu mekanizmanın nNOS üzerinden yürüyebileceği düşüncesiyle, nNOS geni silinmiş fareler kullanılarak daha önceki deneyler tekrarlanmıştır. nNOS olmadığı zaman agmatin sadece periferik yoksunluk semptomlarını baskılamış, santral semptomları ise değiştirmemiştir. Bu nedenle agmatinin morfin bağımlılığındaki rolü için ‘nNOS üzerinden modüle edilmektedir’ denmiştir (Arıcıoğlu ve ark, 2004b). Benzer şekilde agmatinin morfin analjezisini potansiyalize ettiği, bunun spinal düzeyde olduğu ve supraspinal düzeyde gözlemlenmediğini bildiren bir çalışmada, etkinin NOS inhibitörü L-NAME tarafından değiştirilememesi nedeniyle NO’den bağımsız bir mekanizma ile olduğu düşünülmüştür (Ruiz-Durantez ve ark, 2003) Agmatin, . morfine bağlı koşullu yer tercihini (conditioned place preference) ve kronik morfin uygulamasına bağlı fos B ekspresyonundaki artışı inhibe etmiştir (Wei ve ark, 2005). Bir başka çalışmada morfine bağlı koşullu yer tercihinin agmatin uygulaması ile baskılanmasının mekanizması araştırılmıştır. Buna göre agmatinin etkisi alfa2 adrenoreseptör antagonisti yohimbinle inhibe edilebilmiştir ve agmatinin bu etkisi alfa2 reseptörler aracılığı ile olmaktadır (Tahsili-Fahadan ve ark, 2006). Yine morfine bağlı koşullu yer tercihi modeli kullanılarak yapılan bir diğer çalışmada NO prekürsörü L-arjinin ile agmatine alınan yanıtın arttığı ve iNOS inhibitörü aminoguanidin ile azaltıldığı, dolayısyla yanıtın indüklenebilir nitrik oksit sistemi aracılığıyla oluştuğu gösterilmiştir (Khoshnoodi ve ark, 2006). Morfinin kronik kullanımında en önemli sorunlardan biri analjezik etkisine gelişen toleranstır. Agmatinin i.c.v olarak kronik uygulaması bunu engellemiştir (Kitto ve ark, 2006). Morfinin lokomotor duyarlılığı ve striatumda ekstraselüler dopamin ve dopamin metabolitleri DOPAC ve HVA miktarlarını arttırdığının bilinmesi nedeniyle, agmatinin etkisi araştırılmış ve agmati12 RCHP 3:1-2 2009 nin morfine bağlı duyarlılık artışı ile dopamin artışını engellediği bildirilmiştir (Wei ve ark; 2007). İn vivo morfin bağımlılığı oluşturulmuş sıçanların nukleus akumbensine mikrodiyaliz propu yerleştirilmiş ve toplanılan diyalizatlarda bağımlılık ve yoksunluk sırasında L-sitrulin düzeyleri ölçülmüştür. Morfin yoksunluk sendromu oluşturulduktan sonra ilk 20 dakika içinde L-sitrulin düzeyleri bazal değerlere oranla anlamlı miktarda artmıştır. Bu sonuçlar nukleus akumbens’deki NO sentezinin morfin bağımlılığı ve yoksunluğunda önemli bir rolü olduğunu, fakat NO dışında farklı mekanizmaların da rol oynayabileceğini düşündürmektedir (Yananlı ve ark, 2007). Agmatinin, intragastrik uygulama ile köpekler ve maymunlarda (Su ve ark; 2008), (ip) intraperitoneal uygulama ile sıçanlarda (Su ve ark; 2009) morfinin fiziksel bağımlılığını baskılayabileceği gösterilmiştir. Hangi mekanizma veya mekanizmalarla olursa olsun, agmatinin morfine tolerans ve bağımlılık gelişmesini engelleyebildiği, bağımlılık geliştikten sonra ise yoksunluk sendromu semptomlarını baskılabildiği bilinmektedir. Şizofreni Literatürde agmatinin şizofrenideki olası rolünü aynı modeli kullanarak araştıran iki çalışma vardır ve sonuçları açısından farklılık göstermektedir. Deneysel şizofreni modeli (prepulse inhibition) kullanılarak yapılmış bu çalışmalardan birinde agmatinin (10, 20 ve 40 mg/kg) fensiklidinle oluşan yanıtı özellikle 20 mg/kg dozlarda baskıladığı gösterilmiştir (Palsson ve ark; 2008). İkinci çalışmada ise yüksek dozda agmatinin (160 mg/kg) kendisinin şizofreniye sebep olabileceği ve bu şekilde oluşan şizofreninin bilinen antipsikotiklerle engellenemediği öne sürülmüştür (Uzbay ve ark; 2009). Bu bilgilerden hareketle agmatinin psikozların oluşumunda ve/veya şiddetinde önemli bir endojen madde olabileceği düşünülmüştür. Stres, anksiyete ve depresyon Agmatinin “anti-stres” etkisi olabileceği fikri ilk kez Streward ve McKay tarafından ortaya atılmıştır (Steward ve ark., 2000). Daha sonra immobilizasyon ve soğuk stresine maruz bırakılmış sıçanlarda endojen agmatin üretiminin 5 kattan fazla arttığı bildirilmiştir (Arıcıoğlu ve ark., 2003d). Ayrıca ekzojen olarak periferal Arıcıoğlu uygulanan agmatinin immobilizasyon stresine bağlı olarak görülen hipertermiyi engelleyebileceği bildirilmiştir (Arıcıoğlu ve ark., 2005). Deneysel hayvan modelleriyle yapılan çalışmalara bakıldığında, yükseltilmiş artı labirent (elevated plus maze) testinde sistemik olarak uygulanan agmatinin düşük dozlarda bile (10 mg/kg) anksiyolitik etki potansiyeli olduğu gösterilmiştir (Arıcıoğlu ve ark., 2003e). Agmatinin beyinde üretiminin strese bağlı olarak değişebileceği ilk kez 2003 yılında soğuk ve immobilizasyon stresi modeli kullanılarak gösterilmiştir. Buna göre stres sonrası agmatin miktarı beyinde birçok bölgede ve plazmada yaklaşık 9 kat artabilmektedir. Endojen bir madde olan agmatinin beyni stresin etkisine karşı korumak üzere arttığı sonucuna varılmıştır (Arıcıoğlu ve ark., 2003d). Daha sonra zorunlu yüzme testi kullanılarak elde edilen antidepresan etkinin kısmen 5-HT1A/1B ve 5-HT2 reseptörleri aracılığı ile olduğu gösterilmiştir (Dias Elpo Zomkowski ve ark., 2004). Bir diğer çalışmada agmatinin bu etkisinin serotonerjik mekanizmalardan bağımsız olarak meydana geldiği (Krass ve ark, 2008), non-selektif opioid reseptör antagonisti nalokson ile engellenebildiği, dolayısıyla etkinin kısmen de opioiderjik sistem aracılığı ile ve büyük olasılıkla delta ve mü opioid reseptörleri aracılığıyla olduğu ileri sürülmüştür (Zomkowski ve ark., 2005). İmmobilizasyon stresinin hipertermiye neden olduğu ve agmatinin tek başına vücut sıcaklığı üzerine herhangi bir etkisinin olmamasına rağmen strese bağlı hipertermiyi baskılayabildiği gösterilmiştir (Arıcıoğlu ve ark., 2005). Daha sonra farklı bir model kullanılarak da (light-dark transition test) sıçanda ve farede anksiyolitik etkisi olduğu gösterilmiştir (Gong ve ark; 2006). İmmobilizasyon stresi tekrarlanarak uygulandığında hipokampus ve prefrontal kortekste çeşitli morfolojik değişikliklere sebep olmuş, buna paralel olarak plazma kortikosteron düzeyleri ve beyinde agmatin üretimi artmıştır. Bu artış nöronların kendilerini korumaya yönelik adaptif bir değişiklik olarak yorumlanmıştır (Zhu ve ark, 2008a; Zhu ve ark 2008b). Agmatinin zorunlu yüzme testi ve kuyruktan asma testi (tail suspension test) kullanılarak (ip) intraperitoneal (0.01-50 mg/kg) veya i.c.v. olarak uygulanan agmatinin (1-100 nmol/tek tarafa) hem tek başına antidepresan etkisinin olabileceği hem de imipraminin antidepresan etkisini arttırdığı gösterilmiştir (Zomkowski ve ark., 2002). Agmatinin antidepresan etkisinin yohimbin ön tedavisi ile engellenebildiği, dolayısıyla etkinin alfa2 adrenoseptörler aracılığı ile olduğu bildirilmiştir. Agmatinin oldukça geniş bir doz aralığı (10, 20, 40, 80, or 100 mg/kg, i.p.) zorunlu yüzme testi kullanılarak araştırılmıştır. Bu çalışmanın sonuçlarına göre agmatinin “u” etki gösterdiği, etkinin doza bağımlı olarak artmadığı belirtilmiştir (Arıcıoğlu ve ark., 2003e). Agmatinin antidepresan etkisinin mekanizmasının araştırıldığı bir başka çalışmada, subefektif dozları klonidin (imidazolin I1/alfa2 adrenoseptör agonist) ve moksonidin (imidazolin I1/alfa2 adrenoseptör agonist) tarafından potansiyalize edilmiş ve agmatinin antidepresan etkisinin imidazolin reseptörleri aracılığı ile olabileceği görüşü ortaya atılmıştır (Zeidan ve ark., 2007). Yine zorunlu yüzme testi kullanılarak agmatinin etkisinin farklı potasyum kanalları aracılığıyla olabileceği (Budni ve ark., 2007), fluoksetin ve paroksetin gibi selektif serotonin reuptake inhibitörlerinin etkilerinin ise agmatinle potansiyalize olduğu belirtilmektedir. Seçici serotonin gerialım inhibitörlerinin agmatin düzeylerini beyinde arttırabileceği ve bu etkinin arjinin dekarboksilaz inhibitörü D-arjinin tarafından tamamen bloke edilebileceği gösterilmiştir. Ancak aynı etki imidazolin reseptör antagonistleriyle gösterilememiştir (Taksande ve ark., 2009). Agmatinin olası antidepresan etkisinin ve imidazolin reseptörlerinin depresyonda rolü olabileceği ile ilgili klinik çalışmalar 90’lı yılların ikinci yarısında yayınlanmıştır. Özellikle trombosit membranında bulunan imidazolin-1 reseptör dansitesinin depresif hastalarda upregüle olduğu ve antidepresan tedaviyle normale döndüğü gösterilmiştir. Benzer artış premenstrual sendromda olan kadınlarda da gösterilmiştir. İntihar etmiş unipolar depresyon hastalarının korteksinde ve bu hastaların trombositlerinde imidazolin bağlanma bölgelerinde değişimler olduğu gösterilmiştir. Agmatinin depresyon etyopatogenezinde önemli olduğunu, depresif hastalarda plazma agmatin düzeyinin sağlıklı gönüllülerden anlamlı derecede yüksek olduğunu ve antidepresan tedaviden sonra normal düzeylere gerilediğini gösteren tek klinik çalışma vardır. İmidazolin bağlanma bölgesinin depresyon gelişiminde önemli rolü olduğu ve inRCHP 3:1-2 2009 13 Agmatinin Nöropsikiyatrideki Yeri ve Önemi sanlarda trombosit membranında imidazolin-1 bağlanma bölgesinin dansitesinin depresif hastalarda upregüle olduğu bildirilmiştir. İmidazolin-1 bağlanma bölgesi ile ilgili benzer bulgular premenstrüel sendromdaki kadınlarda da tesbit edilmiştir. İmidazolin bağlanma bölgesi proteinlerindeki değişiklikler Western blot yöntemi ile tesbit edilebilmektedir. Bu proteinlerin depresif hastaların trombositlerinde, postmortem olarak da depresif ve intihar etmiş hastaların beyninde gösterilmesi ile yeni yaklaşımlar başlamıştır. İmidazolin reseptörlerinin endojen ligandı kabul edilen agmatinin plazma konsantrasyonu depresif hastalarda araştırıldığında, sağlıklı insanlara göre büyük oranda artış olduğu gösterilmiştir (Halaris ve ark, 1999; Halaris ve ark, 2001; Halaris ve ark, 2003). Aynı hastalarda trombosit membranındaki imidazolin-1 bağlanma bölgesi dansitesinin sağlıklı kişilere göre belirgin olarak arttığı da gösterilmiştir (Zhu ve ark, 1999). İlginç olarak bupropion gibi antidepresanlarla tedavi sonrasında plazma agmatin konsantrasyonunun sağlıklı gönüllüler düzeyine indiği bildirilmiştir (Halaris ve ark; 1999, Piletz ve ark.,2008). Çalışmaların sonuçlarına 14 RCHP 3:1-2 2009 göre endojen agmatin, stres, depresyon gibi durumlarla başa çıkmak için kompansatuar olarak artmaktadır. Tedavi sonrasında agmatin üretiminin kontrol değerlerine gerilemesi nedeniyle plazma agmatin düzeyinin tanısal yaklaşımda ve tedavinin etkinliği için kullanılabileceği düşünülmüştür. Bu konudaki çalışmalar devam ederken sadece plazmada değil, aynı zamanda serebrospinal sıvıda da agmatin düzeylerinin ölçülebileceği gösterilmiştir (Regunathan ve ark, 2009). Sonuç Agmatin çok sayıda reseptörle etkileşen ve yeni bir nörotransmitter olabileceği düşünülen bir maddedir. Özellikle nöroprotektif, anti-inflamatuar, anti-stres, anti-depresan özelliklerinin olması, kognitif fonksiyonların düzenlenmesinde rol alması, morfin tolerans ve bağımlılığını önleyici özellikleri nedeniyle psikiyatri alanında dikkatleri üzerine toplamıştır. Gerek hastalıkların daha iyi anlaşılması, gerekse de yeni tedavi yaklaşımlarının oluşturulmasında ümit verici bir moleküldür. Arıcıoğlu KAYNAKLAR Arıcıoğlu-Kartal F, Uzbay IT. Inhibitory effect of agmatine on naloxone precipitated abstinence syndrome in morphine dependent rats. Life Sci. 1997; 61: 1775-1781. Arıcıoğlu-Kartal F, Regunathan S. Effect of chronic morphine treatment on the biosynthesis of agmatine in rat brain and other tissues. Life Sci., 2002; 71: 1695-1701. Arıcıoğlu F, Kan B, Yıllar O, Körceğez E, Berkman K. Effect of agmatine on electrically and chemically induced seizures in mice. Ann. NY. Acad. Sci., 2003a; 1009: 141-146. Arıcıoğlu F, Körceğez E, Bozkurt A, Özyalçın S. Effect of agmatine on acute and mononeuropathic pain. Ann. NY. Acad. Sci., 2003b; 1009: 106115. Arıcıoğlu-Kartal F, Erçil E, Dülger G. Agmatine inhibits naloxone-induced contractions in morphine-dependent guinea pig ileum. Ann. NY. Acad. Sci., 2003c; 1009: 147-152. Arıcıoğlu F, Regunathan S, Piletz J.E. Is agmatine an endogenous factor against stress?. Ann. NY. Acad. Sci., 2003d; 1009: 127-132. Arıcıoğlu F, Altunbaş H. Is agmatine an endogenous anxiolytic/antidepressant agent?. Ann. NY. Acad. Sci., 2003e; 1009: 136-140. Arıcıoğlu F, Means A, Regunathan S. Effect of agmatine on the development of morphine dependence in rats: potential role of cAMP system. Eur. J. Pharmacol., 2004a; 504: 191-197. Arıcıoğlu F, Paul IA, Regunathan S. Agmatine reduces only peripheral-related behavioral signs, not the central sings, of morphine withdrawal in nNOS deficient transgenic mice. Neurosci. Lett., 2004b; 354: 153-157. Battaglia V, Rossi CA, Colombatto S, Grillo MA, Toninello A. Different behavior of agmatine in liver mitochondria: inducer of oxidative stress or scavenger of reactive oxygen species? Biochim Biophys Acta. 2007; 1768(5):1147-1153. Bence AK, Worthen DR, Stables JP, Crooks PA. An in vivo evaluation of the antiseizure activity and acute neurotoxicity of agmatine. Pharmacol Biochem Behav. 2003; 74(3): 771-775. Boronat MA, Olmos G, Garcia-Sevilla JA. Attenuation of tolerance to opioid-induced antinociception and protection against morphine-induced decrease of neurofilament proteins by idazoxan and other I-2 imidazoline ligands. Br J Pharmacol. 1998; 125: 175-185. Bradley KJ, Headley PM. Effect of agmatine on spinal nociceptive feflexes: lack of interaction with alpha2-adrenoceptor or mu-opioid receptor mechanisms. Eur J Pharmacol 1997; 331: 133-138. Budni J, Gadotti VM, Kaster MP, Santos AR, Rodrigues AL. Role of different types of potassium channels in the antidepressant-like effect of agmatine in the mouse forced swimming test. Eur J Pharmacol. 2007; 575(1-3): 87-93. Dastan A, Kocer I, Erdogan F, Ates O, Kiziltunc A. Agmatine as retinal protection from ischemia-reperfusion injury in guinea pigs. Jpn J Ophthalmol. 2009; 53(3): 219-224. Demehri S, Homayoun H, Honar H, Riazi K, Vafaie K, Roushanzamir F, Dehpour AR. Agmatine exerts anticonvulsant effect in mice: modulation by alpha 2-adrenoceptors and nitric oxide. Neuropharmacol. 2003; 45(4): 534-542. Arıcıoğlu F, Regunathan S. Agmatine attenuates stress-and lipopolysaccaride-induced fever in rats. Physiol. Behav., 2005; 85: 370-375. Dias Elpo Zomkowski A, Oscar Rosa A, Lin J, Santos AR, Calixto JB, Lúcia Severo Rodrigues A. Evidence for serotonin receptor subtypes involvement in agmatine antidepressant like-effect in the mouse forced swimming test. Brain Res. 2004; 1023(2): 253-263. Arteni NS, Lavinsky D, Rodrigues AL, Frison VB, Netto CA. Agmatine facilitates memory of an inhibitory avoidance task in adult rats. Neurobiol Learn Mem. 2002; 78(2): 465-469. Fairbanks CA, Wilcox GL. Moxonidine, a selective alpha2-adrenergic and imidazoline receptor agonist, produces spinal antinociception in mice. J Pharmacol Exp Ther. 1999; 290: 403-412. RCHP 3:1-2 2009 15 Agmatinin Nöropsikiyatrideki Yeri ve Önemi Fairbanks CA, Schreiber KL, Brewer KL, Yu CG, Stone LS, Kitto KF, Nguyen HO, Grocholski BM, Shoeman DW, Kehl LJ, Regunathan S, Reis DJ, Yezierski RP, Wilcox GL. Agmatine reverses pain induced by inflammation, neuropathy, and spinal cord injury. PNAS., 2000; 97: 10584-10589. Feng Y, LeBlanc MH, Regunathan S. Agmatine reduces extracellular glutamate during pentylenetetrazole-induced seizures in rat brain: a potential mechanism for the anticonvulsive effects. Neurosci Lett. 2005; 390(3):129-133. Fletcher A, Forster EA. A proconvulsant action of selective alpha-adrenoceptor antagonists. Eur. J. Pharmacol. 1988; 151: 27–34. Galea E, Regunathan S, Eliopoulus V, Feinstein DL, Reis DJ. Inhibition of mammalian nitric oxide synthases by agmatine, an endogenous polyamine formed by decarboxylation of arginine. Biochem. J, 1996; 316: 247-249. Gilad GM, Salame K, Rabey JM, Gilad VH: Agmatine treatment is neuroprotective in rodent brain injury models. Life Sci. 1996; 58: 41-46. Gilad GM, Gilad VH. Accelarated functional recovery and neuroprotection by agmatine after spinal cord ischemia in rats. Neurosci.Lett. 2000; 296: 97-100. Hong S, Kim CY, Lee JE, Seong GJ. Agmatine protects cultured retinal ganglion cells from tumor necrosis factor-alpha-induced apoptosis. Life Sci. 2009; 84(1-2): 28-32. Horvath G, Kekesi G, Dobos I, Szikszay M, Klimscha W, Benedek G. Effect of agmatine on inflammation-induced thermal hyperalgesia in rats. Eur. J. Pharmacol., 1999; 368: 197-204. Karadağ HC, Ulugöl A, Tamer M., İpçi Y, Dökmeci İ. Systemic agmatine attenuates tactile allodynia in two experimental neuropathic pain models in rats. Neurosci.Lett., 2003; 339: 88-90. Khoshnoodi MA, Motiei-Langroudi R, Tahsili-Fahadan P, Yahyavi-Firouz-Abadi N, Ghahremani MH, Dehpour AR. Involvement of nitric oxide system in enhancement of morphine-induced conditioned place preference by agmatine in male mice. Neurosci Lett. 2006; 399 (3): 234-239. Kim JH, Yenari MA, Giffard RG, Cho SW, Park KA, Lee JE. Agmatine reduces infarct area in a mouse model of transient focal cerebral ischemia and protects cultured neurons from ischemia-like injury. Exp. Neurol., 2004; 189: 122-1130. Gong ZH, Li YF, Zhao N, Yang HJ, Su RB, Luo ZP, Li J. Anxiolytic effect of agmatine in rats and mice. Eur J Pharmacol. 2006; 550(1-3): 112-116. Kitto KF, Fairbanks CA. Supraspinally administered agmatine prevents the development of supraspinal morphine analgesic tolerance. Eur J Pharmacol. 2006; 536(1-2): 133-137. Gossop M. Clonidine and the treatment of the opiate withdrawal syndrome. Drug Alcohol Depend. 1988; 21: 253-259. Kolesnikov Y, Jain S, Pasternak GW. Modulation of opioid analgesia by agmatine. Eur. J. Pharmacol., 1996; 296: 17-22. Halaris A, Zhu H, Feng Y, Piletz JE. Plasma agmatine and platelet imidazoline receptors in depression. Ann N Y Acad Sci. 1999; 881: 445-451. Krass M, Wegener G, Vasar E, Volke V. Antidepressant-like effect of agmatine is not mediated by serotonin. Behav Brain Res. 2008; 188(2): 324328. Halaris A, Piletz JE. Imidazoline receptors: possible involvement in the pathophysiology and treatment of depression. Hum Psychopharmacol. 2001; 16(1): 65-69. Halaris A, Piletz JE. Relevance of imidazoline receptors and agmatine to psychiatry: a decade of progress. Ann N Y Acad Sci. 2003; 1009: 1-20. Hong S, Park K, Kim CY, Seong GJ. Agmatine inhibits hypoxia-induced TNF-alpha release from 16 cultured retinal ganglion cells. Biocell. 2008; 32(2): 201-205. RCHP 3:1-2 2009 Kuo JR, Lo CJ, Chio CC, Chang CP, Lin MT. Resuscitation from experimental traumatic brain injury by agmatine therapy. Resuscitation. 2007; 75(3): 506-514. Lee WT, Hong S, Yoon SH, Kim JH, Park KA, Seong GJ, Lee JE. Neuroprotective effects of agmatine on oxygen-glucose deprived primary-cultured astrocytes and nuclear translocation of nuclear factor-kappa B. Brain Res. 2009; 1281: 64-70. Arıcıoğlu Liu P, Chary S, Devaraj R, Jing Y, Darlington CL, Smith PF, Tucker IG, Zhang H. Effects of aging on agmatine levels in memory-associated brain structures. Hippocampus. 2008a;18(9): 853-856. imidazol(ine) drugs and agmatine of glutamate-induced neurotoxicity in cultured cerebellar granule cells through blockade of NMDA receptor. Br. J. Pharmacol. 1999; 127(6): 1317-1326. Liu P, Collie ND, Chary S, Jing Y, Zhang H. Spatial learning results in elevated agmatine levels in the rat brain. Hippocampus. 2008b;18(11): 10941098. Palsson E, Fejgin K, Wass C, Klamer D. Agmatine attenuates the disruptive effects of phencyclidine on prepulse inhibition. Eur.J.Pharmacol. 2008; 590: 212-216. Liu P, Bergin DH. Differential effects of i.c.v. microinfusion of agmatine on spatial working and reference memory in the rat. Neuroscience. 2009a; 159(3): 951-961. Pelletier M.R., Corcoran M.E. Infusions of alpha2 noradrenergic agonists and antagonists into the amygdala: effects on kindling. Brain Res. 1993; 632: 29–35. Liu P, Collie ND. Behavioral effects of agmatine in naive rats are task- and delay-dependent. Neuroscience. 2009b, 122 (3): 557-569. Piletz JE, Halaris A, Iqbal O, Hoppensteadt D, Fareed J, Zhu H, Sinacore J, Lindsay Devane C. Proinflammatory biomakers in depression: Treatment with venlafaxine. World J Biol Psychiatry. 2008; 31: 1-11. Lizuka Y, Hong S, Kim CY, Kim SK, Seong GJ. Agmatine pretreatment protects retinal ganglion cells (RGC-5 cell line) from oxidative stress in vitro. Biocell. 2008; 32(3): 245-250. Luszczki JJ, Czernecki R, Wojtal K, Borowicz KK, Czuczwar SJ. Agmatine enhances the anticonvulsant action of phenobarbital and valproate in the mouse maximal electroshock seizure model. J Neural Transm. 2008; 115(11): 1485-1494. Luszczki JJ, Czernecki R, Dudra-Jastrzebska M, Borowicz KK, Czuczwar SJ. Influence of agmatine on the protective action of numerous antiepileptic drugs against pentetrazole-induced seizures in mice. Pharmacol Rep. 2009; 61(2): 252-260. McKay BE, Lado WE, Martin LJ, Galic MA, Fournier NM. Learning and memory in agmatine-treated rats. Pharmacol Biochem Behav. 2002; 72(3): 551-557. Morgan AD, Campbell UC, Fons RD, Carroll ME. Effects of agmatine on the escalation of intravenous cocaine and fentanyl self-administration in rats. Pharmacol Biochem Behav. 2002; 72(4): 873-880. Morimoto K, Sanei T, Sato K. comparative study of anticonvulsant effect of gamma-aminobutyric acid agonist in the feline kindling model of epilepsy. Epilepsia 1993; 34: 1123-1129. Olmos G, Degregorio-Rocasolano N, Regalado MP, Gasull T, Boronat MA, Trullas R, Villarroel A, Lerma J, Garcia-Sevilla JA. Protection by Qiu WW, Zheng RY. Neuroprotective effects of receptor imidazoline 2 and its endogenous ligand agmatine. Neurosci Bull. 2006; 22(3): 187-191. Regunathan S, Dozier D, Takkalapalli R, Phillips WJ. Agmatine levels in the cerebrospinal fluid of normal human volunteers. J Pain Palliat Care Pharmacother. 2009; 23(1): 35-39. Regunathan S, Feinstein DL, Reis DJ. Anti-proliferative and anti-inflammatory actions of imidazoline agents. Are imidazoline receptors involved? Ann. N.Y. Acad. Sci., 1999; 881: 410-419. Regunathan S, Piletz JE. Regulation of inducible nitric oxide synthesis in macrophages and astrocytes. Ann. NY. Acad. Sci., 2003; 1009: 20-29. Reis DJ, Yang XC, Milner TA. Agmatine containing axon terminals in rat hippocampus from synapses on pyramidal cells. Neurosci. Lett. 1998; 250: 185-188. Reynolds IJ. Arcaine uncovers dual interactions of polyamines with the N-methyl-d-aspartate receptor, J. Pharmacol. Exp. Ther. 1990; 255: 1001– 1007. Riazi K, Honar H, Homayoun H, Rashidi N, Kiani S, Ebrahimkhani MR, Noorian AR, Ghaffari K, Jannati A, Dehpour AR. The synergistic anticonvulsant effect of agmatine and morphine: possible role of alpha 2-adrenoceptors. Epilepsy Res. 2005; 65(1-2): 33-40. RCHP 3:1-2 2009 17 Agmatinin Nöropsikiyatrideki Yeri ve Önemi Ruiz-Durántez E, Ruiz-Ortega JA, Pineda J, Ugedo L. Effect of agmatine on locus coeruleus neuron activity: possible involvement of nitric oxide. Br J Pharmacol. 2002; 135(5): 1152-1158. Su RB, Wang WP, Lu XQ, Wu N, Liu ZM, Li J. Agmatine blocks acquisition and re-acquisition of intravenous morphine self-administration in rats. Pharmacol Biochem Behav. 2009; 92(4): 676-682. Ruiz-Durántez E, Torrecilla M, Pineda J, Ugedo L. Attenuation of acute and chronic effects of morphine by the imidazoline receptor ligand 2-(2-benzofuranyl)-2-imidazoline in rat locus coeruleus neurons. Br J Pharmacol. 2003;138: 494-500. Sugiura T, Tsutsui H, Takaoka M, Kobuchi S, Hayashi K, Fujii T, Matsumura Y. Protective effect of agmatine on ischemia/reperfusion-induced renal injury in rats. J Cardiovasc Pharmacol. 2008; 51(3): 223-230. Santos ARS, Gadotti VM, Oliveira GL, Tibola D, Paszcuk AF, Neto A, Spindola HM, Souza MM, Rodrigues ALS, Calixto JB. Mechanisms involved in the antinociception caused by agmatine in mice. Neuropharmacol., 2005; 48: 1021-1034. Sugiura T, Kobuchi S, Tsutsui H, Takaoka M, Fujii T, Hayashi K, Matsumura Y. Preventive mechanisms of agmatine against ischemic acute kidney injury in rats. Eur J Pharmacol. 2009; 603(1-3): 108-113. Sastre M, Galea E, Feinstein D, Reis DJ, Regunathan S. Metabolism of agmatine in macrophages: modulation by lipopolysaccharide and inhibitory cytokines. Biochem. J., 1998; 330: 1405-1409. Tahsili-Fahadan P, Yahyavi-Firouz-Abadi N, Khoshnoodi MA, Motiei-Langroudi R, Tahaei SA, Ghahremani MH, Dehpour AR. Agmatine potentiates morphine-induced conditioned place preference in mice: modulation by alpha2-adrenoceptors. Neuropsychopharmacology. 2006; 31(8): 1722-1732. Satriano J, Schwartz D, Ishizuka S, Lortie MJ, Thomson SC, Gabbai F, Kelly CJ, Blantz RC. Supression of inducible nitric oxide generation by agmatine aldehyde: Benenficial effects in sepsis. J. Cell. Physiol., 2001; 188: 313-320. Sengul G, Takci E, Malcok UA, Akar A, Erdogan F, Kadioglu HH, Aydin IH. A preliminary histopathological study of the effect of agmatine on diffuse brain injury in rats. J Clin Neurosci. 2008;15(10): 1125-1129. Starr MS, STARR BS. Paradoxical facilitation of pilocarpine induced seizures in the mouse by MK-801 and the nitric oxide synthesis inhibitor L-NAME. Pharmacol., Biochem. Behav. 1993; 45: 321–325. Stewart LS, McKay BE. Acquisition deficit and time-dependent retrograde amnesia for contextual fear conditioning in agmatine-treated rats. Behav. Pharmacol. 2000; 11:93-97. Su RB, Wei XL, Zheng JQ, Liu Y, Lu XQ, Li J. Anticonvulsive effect of agmatine in mice. Pharmacol Biochem Behav. 2004; 77: 345-349. Su RB, Lu XQ, Huang Y, Liu Y, Gong ZH, Wei XL, Wu N, Li J. Effects of intragastric agmatine on morphine-induced physiological dependence in beagle dogs and rhesus monkeys. Eur J Pharmacol. 2008; 587(1-3): 155-162. 18 RCHP 3:1-2 2009 Taksande BG, Kotagale NR, Tripathi SJ, Ugale RR, Chopde CT. Antidepressant like effect of selective serotonin reuptake inhibitors involve modulation of imidazoline receptors by agmatine. Neuropharmacol.2009; 57(4): 415-424. Theard M.A., Baughman, V.L., Wang, Q., Pelligrino, D.A., Albrecht, .F. The role of nitric oxide in modulating brain activity and blood flow during seizure., Neuroreport 1995; 6: 921–924. Uzbay T, Kayir H, Goktalay G, Yildirim M. Agmatine disrupts prepulse inhibition of acustic startle reflex in rats. J. Psychopharmacol. (2009-baskıda). Wang WP, Iyo AH, Miguel-Hidalgo J, Regunathan S, Zhu MY. Agmatine protects against cell damage induced by NMDA and glutamate in cultured hippocampal neurons. Brain Res. 2006; 1084(1): 210-216. Wei XL, Su RB, Lu XQ, Liu Y, Yu SZ, Yuan BL, Li J. Inhibition by agmatine on morphine-induced conditioned place preference in rats. Eur J Pharmacol. 2005; 515(1-3): 99-106. Wei XL, Su RB, Wu N, Lu XQ, Zheng JQ, Li J. Agmatine inhibits morphine-induced locomoti- Arıcıoğlu on sensitization and morphine-induced changes in striatal dopamine and metabolites in rats. Eur Neuropsychopharmacol. 2007; 17(12): 790-799. Yananli H, Gören MZ, Berkman K, Aricioğlu F. Effect of agmatine on brain L-citrulline production during morphine withdrawal in rats: a microdialysis study in nucleus accumbens. Brain Res. 2007; 1132: 51-58. Yang XC, Reis DJ. Agmatine selectively blocks the NMDA subclass of glutamate receptor channels in cultured mouse hippocampal neurons, J. Pharmacol. Exp. Ther. 1999; 288: 544–549. Zeidan MP, Zomkowski AD, Rosa AO, Rodrigues AL, Gabilan NH. Evidence for imidazoline receptors involvement in the agmatine antidepressantlike effect in the forced swimming test. Eur J Pharmacol. 2007; 565(1-3): 125-131. Zhu H, Halaris A, Madakasira S, Pazzaglia P, Goldman N, DeVane CL, Andrew M, Reis D, Piletz JE. Effect of bupropion on immunodensity of putative imidazoline receptors on platelets of depressed patients. J Psychiatr Res. 1999; 33(4): 323-333. Zhu MY, Piletz JE, Halaris A, Regunathan S. Effect of agmatine against cell death induced by NMDA and glutamate in neurons and PC12 cells. Cell Mol. Neurobiol. 2003; 23(4-5): 865-872. Zhu MY, Wang WP, Huang J, Regunathan S. Chronic treatment with glucocorticoids alters rat hippocampal and prefrontal cortical morphology in parallel with endogenous agmatine and arginine decarboxylase levels. J Neurochem. 2007; 103(5): 1811-1820. Zhu MY, Wang WP, Cai ZW, Regunathan S, Ordway G. Exogenous agmatine has neuroprotective effects against restraint-induced structural changes in the rat brain. Eur J Neurosci. 2008a; 27(6): 1320-1332. Zhu MY, Wang WP, Huang J, Feng YZ, Regunathan S, Bissette G. Repeated immobilization stress alters rat hippocampal and prefrontal cortical morphology in parallel with endogenous agmatine and arginine decarboxylase levels. Neurochem Int. 2008b; 53(6-8): 346-354. Zomkowski AD, Hammes L, Lin J, Calixto JB, Santos AR, Rodrigues AL. Agmatine produces antidepressant-like effects in two models of depression in mice. Neuroreport. 2002; 13(4): 387-391. Zomkowski AD, Santos AR, Rodrigues AL. Evidence for the involvement of the opioid system in the agmatine antidepressant-like effect in the forced swimming test. Neurosci Lett. 2005; 381(3): 279-283. RCHP 3:1-2 2009 19 Psikiyatrideki Şiddet Hakkında Herşey: Bir Gözden Geçirme Aytül Gürsu HARİRİ* Abstract Keywords When we want to talk about violence in psychiaty, first we think usually of a patient’s violence to him or herself and to the others or to his environment. Not only patients’ violence, but also it can be observed sometimes some violence actions between relatives or care givers of patients, society and even treatment settings. In this paper, a comprehensive Medline search based on the key words ‘violence in psychiatry’ was carried out. More than 6000 papers retrieved in English were examined considering the objectives of this review, and all of obtained informations were discussed. Violence in psychiatry, Assaultive behaviors, Mental disorders, Psychiatric units Özet “Psikiyatride şiddet” den söz etmek istediğimizde, genellikle ilk olarak aklımıza bir hastanın bizzat kendisine ve çevresine gösterdiği şiddet gelir. Oysa sadece hastanın değil, hasta yakınının ya da bakım verenin, toplumun ve hatta tedavi ekibinin arasında da zaman zaman bazı şiddet eylemleri gözlenebilir. Bu yazıda ‘psikiyatride şiddet’ anahtar sözcüğü temel alınarak ayrıntılı bir Medline araştırması yapılmış ve ulaşılan 6000’den fazla İngilizce makaleden, gözden geçirmenin amaçlarına uygun olanlar incelenerek elde edilen bilgiler tartışılmıştır. Anahtar Kelimeler Psikiyatride şiddet, Saldırgan davranışlar, Ruhsal bozukluklar, Psikiyatri tedavi ünitesi Giriş Şiddet, basit bir sözel saldırganlıktan başlayarak, fiziksel ya da ruhsal açıdan kalıcı zararlara, hatta yok edici davranışlara kadar varabilen karmaşık bir durumdur. “Psikiyatride şiddet” dendiğinde, hiç kuşkusuz ilk olarak aklımıza gelen, psikotik bir hastanın içinde bulunduğu ruhsal durum gereği gösterdiği şiddet eylemleri olacaktır. Oysa psikiyatrinin içinde barındırdığı şiddet, sadece hasta düşüncesinin bir ürünü ya da davranış biçiminden ibaret değildir. Şiddet yelpazesinde en masum ihtiyaç ya da istek gibi görünen “varlığını, canlılığını sürdürebilmek adına saldırma” davranışı, bir başka canlının “varlığını ve canlılığını sonlandırma” davranışı ile paralel gidebilmekteyse eğer, psikiyatrinin içinde neden bu davranış sadece hasta tekelinde olsun ki? Saldırı ve şiddet olayı günümüzde halk sağlığı, psikiyatri ve adli tıp açısından önemli bir konu- dur. Son 30 yıldır şiddet ve ruhsal bozuklukların ilişkisi üzerine çalışmalar yoğunlaşmış olup, bu çalışmalarda şiddet, derecesine ve oluşturduğu sonuçlarına göre geniş bir yelpaze içinde ele alınmıştır: 1-Sözel saldırı, 2-Fizik saldırı, 3Hem fizik hem sözel saldırı, 4-Belirgin yaralanma ya da sekel ile sonuçlanan saldırı, 5-Ölümle sonuçlanan saldırı (Turgut ve ark. 2006). “Psikiyatride şiddet” dendiğinde, sıklıkla ilk akla gelen, bir ruh hastasının genellikle hastalık belirtilerine bağlı olarak gösterdiği saldırgan davranışlar olacaktır. Bu eylemlerin biçimi veya derecesi, hastanın paranoid durumuna, varsanılarının içeriğine, düşünce bozukluğunun derecesine, madde kullanımı olup olmadığına ya da tedavi amaçlı kullanılan ilaçların yarattığı akatizi gibi durumlara bağlı olarak değişebildiği gibi, yine hastanın içinde bulunduğu sosyo-ekonomik ve kültürel şartlardan, ayrıca psikiyatrik * Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Psikiyatrideki Şiddet Hakkında Herşey: Bir Gözden Geçirme bakım veren kurumun veya sistemin şartlarından da etkilenir (Raja ve ark. 1997, Grassi ve ark. 2006). Şiddet davranışı için başta gelen risk faktörleri arasında en fazla genç yaş, psikotik belirtiler, aşırı hareketlilik (eksitasyon), akatizi ve kişilik bozuklukları sayılmaktadır (Morrison ve ark. 1998). Şiddete maruz kalma açısından en fazla risk altında olan grup, özellikle hastanın yakın çevresindekiler olup, ikincil olarak da acil ünitelerde ve psikiyatrik tedavi ünitelerinde çalışan hemşire, hasta bakıcı ve doktorlardan oluşan tedavi ekibidir (Raja ve ark. 1997, Grassi ve ark. 2006, Morrison ve ark.1998, Adaş ve Elbek 2008). Tedavi ekibi, hasta tarafından olduğu kadar, çoğu zaman hasta yakınları tarafından da sözel ve fiziksel tehdit ya da saldırıya uğrayabilmektedir. Zaten, şiddet olayları ruhsal hastalık tanısı almamış bireyler arasında da görülmekte, hatta şiddet suçları daha çok bu kişilerce işlenmektedir (Davis 1991, Pescosolido ve ark. 1999, Turgut ve ark. 2006). İstatistikler bu gerçeği göstermekteyse de, kamuya göre “bir akıl hastası potansiyel suçludur” ve zaten damgalama ve dolayısıyla dışlama da büyük ölçüde bu yanlış düşünceden kaynaklanmaktadır. Sırf diğerlerinden daha farklı düşünüp, daha başka konuşuyor veya davranıyor diye hastayı dışlarken ve damgalarken toplum; kendine kurduğu özel dünyadan zorla koparıp tedavi olmaya götürmek isteyen hasta yakını; tedaviye direndiği için suçlu olmadığı halde kelepçeleyerek zorla hastaneye götüren jandarma ya da polis memuru; hastanede zorla tespit gömleği giydiren hasta bakıcı, iğne yapan hemşire ve tedaviyi uygulatan hekimden her biri ayrı ayrı hastaya bir çeşit şiddet uygulamış olmuyor mu? Ama hemen hepsinin son derece masum, ortak bir gerekçesi var: “hastanın tedavi olmasını sağlayarak kendine ve çevresine zarar vermesini önlemek”; diğer bir deyişle “varlığını sağlıklı bir şekilde sürdürmesine katkıda bulunmak”. Olayın bu tarafından bakınca da “Şiddet psikiyatrinin neresinde?” sorusu kaçınılmaz oluyor. Hastanın, tedavi ekibine gösterdiği şiddet Sağlık çalışanlarının, özellikle de ruh sağlığı ile uğraşanların hastaları tarafından tehdite, tacize ya da ölümle de sonuçlanabilen fizik saldırıya maruz kalmaları, son yılların önemli problem22 RCHP 3:1-2 2009 lerinden biri haline gelmiştir. Örneğin, Morrison yazısında Amerikan İstatistik Bürosunun 1995-1996 verilerine değinerek, iş yeri kazaları dahil, ölümle sonuçlanan toplam 6100 yaralanma olayının %19’unun şiddete bağlı olduğunu, işyeri saldırıları ve şiddet eylemlerinin çoğunun da sağlık kurumlarında gerçekleştiğini özellikle vurgulamıştır. Aynı yazıda sözü edilen diğer önemli bir saptama da, işyerlerinde gerçekleşen 22000 şiddete maruz kalma olayının %70’inin sağlık kurumlarında ya da sosyal servislerde gerçekleştiği ve çoğunluğunun da hasta tarafından oluşturulduğudur (Morrison ve ark. 1998). Ülkemizde Kütahya ve Ankara çevresinde yapılmış olan bir araştırmaya göre son 1 yılda hastalar tarafından saldırıya uğrayan sağlık elemanı oranı % 50.8 olup, bunların çoğunluğunu acil servislerde çalışan pratisyen hekim ve hemşireler oluşturmuştur (Ayrancı ve ark. 2002). Diğer benzer araştırmalarda da (Madden ve ark. 1976, Bernstein 1981, Brizer ve ark. 1988, Yassi 1994, Goodmann ve ark. 1994, Williams 1996, Hunter 1997, Morrison 1998, Çam ve Pektaş 2005, Richter ve Berger 2006, Nachreiner ve ark. 2007, Adaş ve Elbek 2008) saldırıya uğrama riskinin en fazla sağlık çalışanları arasında olduğu, bunlar arasında da en fazla hemşirelerin risk altında oldukları belirlenmiştir. Hekimler arasında da en fazla psikiyatr olanlar risk altındadır. Psikiyatri uzmanlarının %40’ı yaşamlarının bir döneminde saldırıya uğramışlardır (Morrison ve ark.1998). Örneğin, Amerika’da yapılan bir araştırmada 1980-1990 arası 10 yıllık süre içinde 522 sağlık elemanının iş başında fizik saldırıya uğradığı, bunların 106’sının ölümle sonuçlandığı, ölenlerin 22’sinin de psikiyatr olduğu saptanmıştır (Goodman ve ark. 1994). Ayrıca diğer terapistler, acil servis hekim ve elemanları, eczacılar, sosyal çalışmacılar ve evde bakım hizmeti verenler de ciddi risk altındadır (Bernstein 1981, Goodman ve ark. 1994, Hunter 1997, Morrison ve ark. 1998). Bir yataklı psikiyatri servisindeki saldırganlık olaylarının sıklığı ve şiddetini araştırmak amacıyla Brizer ve arkadaşları (1988), psikiyatri servisi içine yerleştirdikleri kamerayla 2 ay boyunca servis içi şiddet olaylarını izlemişler ve kaydettikleri toplam 24 saldırıdan sadece 9’nun servis tedavi ekibi tarafından rapor edildiğini belirlemişlerdir. Buradan yola çıkarak servis içi Hariri şiddet olaylarının rapor edilmeme nedenlerini şöyle sıralamışlardır: 1. Hastanın gerçekleştirdiği saldırının rapor edilmesinin, “hasta haklarına aykırı olacağı” görüşü, 2. Hastanın bu saldırıyı doğrudan hastalığına bağlı olarak isteği ve kontrolü dışında gerçekleştirdiği ve bu nedenle “sorumlu tutulamayacağı” düşüncesi, 3. Hastanın diğer bir hasta ya da deneyimsiz personel tarafından “kışkırtılma” olasılığı, 4. Durumu, bu tür hastalarla uğraşmanın doğal bir sonucu olarak değerlendirme, yani “işi gereği” olarak düşünme eğilimi (Brizer ve ark. 1988). Bu nedenle klinisyenlere karşı yapılan saldırıların özelliklerini belirlemek ve yöntemsel olarak sınırlarını saptamak güçleşmekte ve gerçek bir istatistiğe de ulaşılamamaktadır (Brizer ve ark.1998, Harris 1989, Morrison ve ark.1998, Ayrancı ve ark. 2002, Rüesch ve ark. 2003, Çam ve Pektaş 2005). gittikçe tırmanması ya da herhangi bir konuda hastanın engellenmesi sonucu gerçekleşir (Rice ve Moore 1991, Feldman ve ark. 1997) ve önceden saldırı öyküsü olması da önemli bir belirleyicidir (Torrey 1994). Bazıları için şiddet, bir çeşit iletişim biçimi ya da sorun çözme yöntemidir. Böyle kişiler için hekim ya da hemşire, sorun yaşadığı herhangi biridir. Bu nedenle olağan bir tatminsizlik veya tedavi yönteminden hoşnutsuzluk saldırıya neden olabilir. Ayrıca, saldırının altında yatan neden topluma, kendisine ya da aileye olan öfkenin doğrudan hasta bakıcıya, hemşireye ya da hekime yansıtılması da olabilir. Çünkü genellikle hasta tarafından hekim, ailesi gibi kendisine tahakküm etmeye çalışan biri olarak algılanır. Aslında hekim, hem hastalığı hem de gücü temsil eder. Böylece hasta, istemediği ya da tartışamadığı tıbbi şartlara karşı koymanın “en emin ve etkili yolu” olarak şiddeti seçebilir (Steadman ve ark. 1998). Saldırma riski olan hasta grupları Tablo 1’de gösterilmiştir (Swanson ve ark. 1990, Wallace ve ark. 1998, Owen ve ark. 1998, Soliman ve Reza 2001, Haller ve ark. 2004, Krakowsky 2004, Krakowsky ve Czabor 2004 Chang ve Lee 2004, Turgut ve ark. 2006, Amore ve ark. 2008, Elbogen ve ark. 2008). Özellikle psikiyatrik ya da nöro-psikiyatrik durumlara herhangi bir madde bağımlılığının eşlik etmesi, şiddet gösterme riskini artırır (Torrey 1994, Tiihonen ve ark.1997, Steadman ve ark. 1998, Wallace ve ark. 1998, Haller ve ark. 2004). Çeşitli yazarlar (Rice ve Moore 1991, Feldman ve ark. 1997, Morrison ve ark. 1998, Elbogen ve ark. 2006), hasta saldırganlığında risk faktörlerini sıralarken, hastaya ait olanların yanı sıra, hasta yakınlarına, tedavi ekibine ve hatta devlet politikalarına ait olanları da belirlemişlerdir (Tablo 2). Psikiyatri tedavi ünitelerinde gözlenen hasta saldırganlığının en fazla yatış işlemi sırasında olduğu belirlenmiştir (James ve ark. 1990, Humphreys ve ark. 1992, Turgut 2006). Diğer saldırganlık olgularının %20-25’inin de serviste yatarken (James ve ark. 1990, Humphreys ve ark. 1992) ortaya çıktığı ve bunların %42’sinin şizofreni hastaları tarafından gerçekleştirildiği saptanmıştır (Karson ve Bigelow 1987). Ani ve beklenmedik bir saldırı genellikle nadirdir ve sıklıkla madde zehirlenmesi durumuna ya da işitsel varsanılara bağlıdır. Çoğu saldırı, hastanın ortam ve diğer faktörler nedeniyle algıladığı tehdit, bundan kaynaklanan geriliminin Klinisyenlere göre hasta saldırganlığı büyük ölçüde hastalıklarından kaynaklandığı için uygun tedavi seçimi ya da değişikliği ile halledilecek bir durumken, hastalar için bunun çözümü servis kurallarında esneklik ve hasta ile tedavi Tablo I: Psikiyatride saldırma riski olan hasta grupları Kişilik Bozuklukları B kümesi: Antisosyal ve borderline kişilik bozuklukları Alkol/Madde Bağımlılıkları Zehirlenme ve yoksunluk durumları Psikotik Bozukluklar Akut sanrılı ya da varsanılı eksitasyon/ajitasyon durumları ve akatizi Affektif Bozukluklar Şizomanik ve manik eksitasyon durumları ve akatizi Nöropsikiyatrik hastalıklar Zehirlenme, deliryum, demans durumları ve frontal lob sendromu RCHP 3:1-2 2009 23 Psikiyatrideki Şiddet Hakkında Herşey: Bir Gözden Geçirme Tablo II: Hasta saldırganlığını hazırlayan risk etkenleri Erkek cinsiyet Genç yaş Hastaya ait etkenler Etnik köken Düşük eğitim seviyesi Düşük sosyoekonomik düzey Bazı meslekler Damgalanma ve dışlanma nedeniyle ön yargı Deneyimsiz ve eğitimsiz personel Yetersiz danışman Tedavi ekibine etkenler İlgisiz denetleyici ya da yöneticiler Katı, ters, ilgisiz ya da kışkırtıcı tutumlar Yetersiz önlemler Tedavi yetersizlikleri Olumsuz ön yargı Hasta yakınına Yanlış beklentiler ait Kışkırtıcı tutumlar etkenler İşbirliğine direnç Devlete ait etkenler Yetersiz, uygunsuz, yanlış sağlık politikaları Önlem alınması için yetersiz bütçe ayrılması ekibi arasındaki ilişkinin olumlu gelişmesiyle düzelebilecek bir durum olarak görülmektedir. (Wittington ve Wykes 1996, Ilkiw-Lavalle ve Grenyer 2003, Frueh ve ark. 2005). Öte yandan, genellikle saldıran ve intihar eden hastalara karşı klinisyenler çok fazla olumsuz duyguya kapılmazlar. Çünkü bu tür durumları “işimin gereği” şeklinde nitelendirme eğilimi, daha çok kabul görmektedir (Ayrancı ve ark. 2002, Rossberg ve Friis 2003). Üstelik hasta saldırısına uğrayan hekimlerdeki travma sonrası stres bozukluğu semptomatolojisi (ort. %17) üzerine araştırma da halen oldukça yetersiz sayıdadır (Caldwell 1992, Wittington ve Wykes 1996, Richter ve Berger 2006). Hastanın, yakın çevresine ve topluma gösterdiği şiddet Psikiyatrik hastaların topluma karşı gösterdikleri şiddeti incelerken en çok araştırılan grup tutuklular olmuştur. Tutuklular arasında ruhsal bozukluk oranı %9 ile %36 arasında değişmektedir (Coid 1984, Taylor ve Gunn 1984, Fido 24 RCHP 3:1-2 2009 ve ark. 1992). Mahkûmların %25’inde önceden bir psikiyatrik başvuru öyküsü saptanmış olup, bunun da çoğunluğu madde ve kişilik sorunları ile ilgili bulunmuştur (Wallace ve ark. 1998). Cinayet işleyen erkek suçlular arasında en çok saptanan mental bozukluk alkolizm (%39.2) iken, kadınlar arasında en fazla antisosyal kişilik bozukluğu (%35.7) belirlenmiştir. Şiddet suçu işleme oranına göre psikotik hastalıklar ise, her iki cinsiyette de 4. sırada (%6.4-6) yer almaktadır (Eronen ve ark. 1996). Daha doğru bir değerlendirme ile madde bağımlılığı hariç tutulduğunda, şiddet suçları açısından psikiyatrik bozukluklar normal topluma göre sanıldığından daha az risk oluşturmaktadır (Lindqvist ve Allebeck 1990, Torrey 1994, Wallace ve ark. 1998). Ülkemizde yapılmış olan bir araştırmada, psikiyatrik hastaların %51’inin çocuklarına fizik şiddette bulundukları bildirilmiştir (Vahip ve Doğanavşargil 2006). Elde edilen sonuçlardan yola çıkarak, çocukluk çağında aileleri ve diğer yakınları tarafından özellikle tacize maruz kalmanın, ileri yaşamda psikiyatrik hastalıklara ve kişilik bozukluklarına neden olduğu gibi, bu kişilerin de sonradan çevresine ve özellikle yakınlarına şiddet gösterme eğiliminde oldukları ileri sürülmektedir (Doğanavşargil ve Sertöz 2007, Ayan 2007, Catani ve ark. 2008). Kendisini tedavi, bakım ve yönlendirme konularında ikna etmeye çalışan yakınına direnirken, alkol ya da madde temini için maddi yardım vermeyi reddeden yakınını ikna etmeye çalışırken ya da psikotik düşünce veya algı bozukluğu nedeniyle gelişen düşmanca duyguların en yakın hedefi olarak, hastanın kendi yakınına yönelttiği şiddet eylemleri oldukça sıktır. Hasta yakınının tedavi ekibine gösterdiği şiddet Lavoie ve ark. 1988’de 170 acil servisini incelemişler ve hekimlerin %32’sinin her gün hasta yakını tarafından sözel saldırıya, %18’inin en az ayda 1 kez silahla tehdit edildiklerini belirlemişlerdir. Bir diğer çalışmada ise yazarların sorguladıkları 63 psikiyatri uzmanının %41’i hasta yakını tarafından sözel ve fiziksel saldırıya uğradığını, %16’sı da bizzat darp edildiklerini bildirmişlerdir (Paola ve ark. 1994). Bir yıllık geriye dönüşlü bir izlem çalışmasında klinisyenlere yönelik saldırıların 1/4’ünün, hasta yakını, Hariri bakıcısı ya da diğer ilgili kişilerce gerçekleştirildiği saptanmıştır (Pane ve ark. 1991). Ülkemizde de, Gaziantep ve Kilis’te hekimlere yönelik şiddet olgusu üzerine yürütülen saha çalışmasının verilerine göre, her dört hekimden üçü en az bir kez olmak üzere şiddete maruz kaldıklarını ve %58,5’i de bu şiddeti doğrudan hasta yakınlarından gördüklerini bildirmişlerdir. Ayrıca bu çalışmada hekimlerin %68’i son 1 yıl içinde şiddete tanık olduklarını belirtmişlerdir. Hastalardan hekimlere yönelik gelen şiddet ise %6,3’tür. Hekimlere şiddet uygulayan kişilerin şiddete başvurma nedenleri sorulduğunda, tedaviden memnuniyetsizlik ve ihmal edilme düşüncesnin en önemli nedenler arasında olduğu da aynı çalışmada saptanmıştır( Adaş ve Elbek 2008). Hasta yakınlarının arasında edinilmiş olan yanlış bir kanı varsa, o da başta psikiyatr olmak üzere tüm tedavi ekibinin, zarar verici davranışları olan psikiyatrik hastalardan toplumu korumakla yükümlü olduğudur. Oysa tedavi ekibinden hiç biri saldırgan hastaların gardiyanı değildir. Bu yanlış kanı nedeniyle hasta yakını ve toplumun tedavi ekibinden beklentisi farklı biçimde ve yüksek düzeydedir. Böylece beklentisi istediği şekilde ve oranda karşılanamadığında, çaresizlik ve öfke duygularını yönelteceği kişiler de, yine tedavi ekibi olmaktadır (James ve ark. 1990, Davis 1991, Torrey 1994, Pescosolido ve ark. 1999, Çam ve Pektaş 2005, Turgut ve ark. 2006, Adaş ve Elbek 2008). Tablo III: Hastanın “şiddet kurbanı” olmasını hazırlayan risk etkenleri Erkek cinsiyet <40 yaş Göçebe yaşam ya da evsizlik Bekar olma ve/veya tek başına yaşıma Şiddet suçu işlemiş olma Şiddete maruz kalmış olma Hastalığın erken başlaması Pozitif belirtilerinin fazla olması Bakıma daha fazla muhtaç olma Eşlik eden kişilik bozukluğunun olması Eşlik eden alkol/madde kullanımının olması Özellikle kronik psikiyatrik hastaların yakınları, hastalarının saldırganlığı ya da tedavi ve bakım güçlükleri gibi konular ile ilgili olarak sıklıkla yüklenmiş, yıpranmış, bıkmış ya da ruhsal açıdan örselenmiş olabilirler. Bu tür hasta yakınlarının, özellikle hastasını hastaneye yatırmak istemeyen veya erken taburcu etmek isteyen hekime veya hastasına istediği gibi davranmadığını düşündüğü ya da kötü muamele yaptığından şüphelendiği ve hatta olumsuz davranışlarına tanık olduğu tedavi ekibine öfke duyması kaçınılmazdır. Ayrıca yaşadığı sıkıntıların sorumlularını ararken veya hastasına karşı geliştirdiği öfkesini yansıtabileceği en kolay ve en yakın hedef olarak karşılaştığı kişiler de yine tedavi ekibidir (Turgut ve ark. 2006). Damgalama ve dışlama psikolojik travma yaratabilir ve dolayısıyla kişiler tarafından bir çeşit “şiddete maruz kalma” olarak algılanabilir. Damgalanmaya sadece hastalar değil, onlarla beraber yaşamak durumunda olan yakınları da zaman zaman maruz kalabilmekte ve toplum tarafından dışlanmaktadırlar. Bu durum kişide anlık ve sürekli kaygıya neden olabildiği gibi, bastırılmış öfkenin açığa çıkmasına ve bunun da saldırgan eğilimlere dönüşmesine zemin hazırlayabilir (Doğanavşargil ve Sertöz 2007). Toplumun, hasta yakınının ve tedavi ekibinin, ayrı ayrı hastalara gösterdikleri şiddet Fizik şiddet olmasa da damgalanma ve dışlanmanın örseleyici etkileri göz ardı edilemez. Ancak hasta, toplum tarafından tehdit edilme, sözel, cinsel ve fizik tacize uğrama, darp edilme ve hatta öldürülme gibi diğer ciddi şiddet olaylarına da maruz kalabilmektedir. Bir psikiyatrik hastanın yukarıda sözü edildiği şekilde toplum içinde yaşarken “şiddet kurbanı” olma riskleri tablo 3’de sıralanmıştır. Özellikle eşlik den bir madde kullanımının, hastaların şiddete maruz kalma riskini 2.5-4 kat artırdığı saptanmıştır (Lehman ve Linn 1984, Walsh ve ark. 2001, 2003, Brekke ve ark. 2001, Hiday ve ark. 1999, 2002). Walsh ve ark. 1994-1996 arasında yaptıkları bir araştırmada 708 psikiyatrik hastanın, %40’ ının çevreden tehdit algıladığını ve %16’sının da son 1 yıl içinde doğrudan saldırıya uğradığıRCHP 3:1-2 2009 25 Psikiyatrideki Şiddet Hakkında Herşey: Bir Gözden Geçirme nı saptamışlardır. Bu bulgulardan yola çıkarak aktif belirtilerinin hastanın kendini tehlikede hissetmesine neden olduğu, bu nedenle ortaya çıkan korkusunu çevreye yansıttığı, bunun da “korkan saldırır” şeklindeki inanış nedeniyle çevre tarafından tehdit olarak algılanmasına yol açabileceği ve dolayısıyla hastaya yönelik şiddet davranışını tetikleyebileceği ileri sürülmüştür. Böylece saldırı eylemi ile bu eylemin bizzat kurbanı olmak bir nevi ortak yol oluşturmaktadır: Yani “akıl hastası saldırırsa, kendisi kurban olur” (Walsh ve ark. 2003). Özellikle yatarak tedavi gören ağır psikotik hastaların arasında tedavi ekibi ya da diğer hastalarca saldırıya uğrama (%51-98) ve travma sonrası stres bozukluğu oranının (%8-42) yüksek olduğunu bildiren çalışmalar bulunmaktadır (Brewin ve ark. 2003, Cusack ve ark. 2003,2004, Frueh ve ark. 2005, Robins ve ark. 2005). Yapılan araştırmalarda yatarak tedavi gördükleri ünitelerde diğer hastalar ya da personel tarafından hastaların %8-10’unun cinsel, %31’inin fiziksel saldırıya maruz kaldıkları, %63’ ünün saldırıya tanık oldukları ve %54’ünün de saldırgan hastalar arasında oldukları için tehdit altında kaldıkları saptanmıştır (Cusack ve ark. 2004, Robins ve ark. 2005, Frueh ve ark. 2005). Ayrıca doğrudan şiddet eylemi olmasa da %65’inin bir başka üniteye nakledilirken kelepçelenme, %34-60’ ının bağlanma veya yatağa tespit edilme, %3459’ünün tecrit edilme gibi tutumlarla karşılaştığı, hatta %29’nun da bu tür girişimler sırasında belirgin olarak tartaklandığı belirlenmiştir (Frueh ve ark. 2005, Robins ve ark.2005). Tespit ve tecrit edilme hastanın kendisine ve çevresine zarar vermesini önlemek, yani hastayı korumak amaçlı olmasına rağmen, bu tür yaklaşımlar hasta tarafından cezalandırma olarak algılanır. Ceza olgusu ise, kişide aşağılandığı ve zarar gördüğü hissini uyandırır (Outlaw ve Lowery 1994). Bir araştırmaya göre hastaların %36’sının fizik şiddet olmasa da tespit, tecrit gibi yaklaşımları utandırıcı, rahatsız edici, do- 26 RCHP 3:1-2 2009 layısıyla da insanlık dışı olarak nitelendirerek, bunların yerine ek tedavi yapılmasını yeğledikleri gösterilmiştir (Sheline ve Nelson 1993). Üstelik tedavi ekibinin %98’ine göre bu tür yaklaşımlar hasta için çok gerekliyken, hastaların sadece %35’i bunun gerçek önemini anlayabilmektedirler (Outlaw ve Lowery 1994). Ayrıca tedavi ekibinin duyarsız, ilgisiz, taciz ya da tehdit edici davranışları, otoriter tutumları, hatta hastayı korkmuş, sinmiş, utanmış ve çaresiz görme isteği ve güven kaybı oluşturan tutumları da hastada travma oluşturmaktadır (Whittington ve Wykes 1996, Robins ve ark. 2005). Bu tür travma yaşantısı da hastada öz güven kaybı ve depresyona, işlevsel gerileme ve yeti yitimine, tedavi ekibine güvenin ve tedaviye uyumun bozulmasına, psikiyatrik bakımın etkinliğinde azalmaya ve özellikle de tedavide direnç gelişimine neden olabilmektedir (Frueh ve ark. 2005). Diğer yandan tecrit ve tespit gibi davranışlar, hastanın önceki travma yaşantılarını hatırlatarak travma sonrası stres bozukluğunun tekrarlamasına veya bulgularının artmasına, hatta diğer psikiyatrik semptomlarda da alevlenmeye neden olabilmektedir (Frueh ve ark. 2005). Sonuç Sonuç olarak, önlem alınması gereken durumların tespiti ve sorunların düzeltilmesi için “psikiyatride şiddet” olayını her yönüyle ele alarak değerlendirmeye özen göstermeli ve suçlu-suçsuz diye nitelendirirken zaman zaman çuvaldızı kendimize de batırmayı bilmeliyiz. Dolayısıyla hastaya yönelik saldırgan tutum açısından da hem psikiyatri servislerinde görev alacak elemanların bu konuda özel eğitimden geçmiş olmalarının sağlanması hem de toplumda psikiyatri hastalarına yönelik ön yargının ve damgalamanın ortadan kaldırılması için çaba gösterilmesi şarttır. Ayrıca hasta yakınlarının yüklenme düzeyinin azaltılabilmesi için destek programlarının da geliştirilmesi gerekmektedir. Hariri KAYNAKLAR Adaş E, Elbek O. (2008) Hekimlere yönelik şiddet üzerine bir değerlendirme. Toplum ve Hekim 23(2):147-160 Amore M, menchetti M, Tonti C ve ark. (2008) Predictors of violent behavior among acute psychiatric patients: clinical study. Psychiatry Clin Neurosci, 62(3):247-255 Ayan S. (2007) Aile içinde şiddete uğrayan çocukların saldırganlık eğilimleri. Anadolu Psikiyatri Dergisi, 8: 206-214 Ayrancı Ü, Yenilmez Ç, Günay Y ve ark. (2002) Çeşitli sağlık kurumlarında ve sağlık meslek gruplarında şiddete uğrama sıklığı. Anadolu Psikiyatri Dergisi 2002; 3:147-154 Bernstein HA. (1981) Survey of threats and assaults directed toward psychotherapists. Am J Psychother, 35(4):542-549 Brekke JS, Prindle C, Bae SW ve ark. (2001) Risks for individuals with schizophrenia who are living in the community. Psychiatr Serv, 52(10):13581366 Brewin CR, Andrews B, Rose S (2003). Daignostic overlap between acute stres disorder and PTSD in victims of violent crime. Am J Psychiatry, Apr, 160(4): 783-785 Brizer DA, Crowner ML, Convit A ve ark. (1988) Videotape recording of inpatient assaults: a pilot study. Am J Psychiatry, 145(6):751-752 Caldwell MF. (1992) Incidence of PTSD among staff victims of patient violence. Hosp Community Psychiatry, 43(8):838-839 Catani C, Jacob N, Schauer E ve ark. (2008) Familiy violence, war, and naturel disasters: A study of the effect of extreme stres on children’s mental health in Sri Lanka. BMC Psychiatry 8:33 Cusack KJ, Frueh BC,Hiers T ve ark. (2003)Trauma within the psychiatric setting: a preliminary empirical report. Adm Policy Ment Health, 30(5):453-460 Cusack KJ, Frueh BC, Brady KT. (2004) Trauma history screening in a community mental health center. Psychiatr Serv, 55(2):157-162 Çam O, Pektaş İ. (2005) Şiddetin hemşireliğe yansıması. Adli Psikiyatri dergisi 2(3):3-8 Davis S (1991) Violence by psychiatric inpatients: a review. Hosp Comm Psychiatry 42:585-590 Doğanavşargil Ö, Sertöz ÖÖ. (2007) Aile içi şiddet ve somatizasyon: İki kuşağın geriye dönük incelenmesi. Türkiyede Psikiyatri Dregisi, 9(2): 84-90 Elbogen EB, Beckham JC, Butterfield MI ve ark.(2008) Assessing risk of violent behavior among veterans with severe mental illness .J Traumatic Stress, 21( 1): 113–117 Elbogen E, Van Dorn RA, Swanson JW ve ark. (2006) Treatment engagement and violence risk in mental disorders. BJ Psychiatry, 189: 354-360 Eronen M, Tiihonen J, Hakola P. (1996) Schizophrenia and homicidal behavior. Schizophr Bull, 22(1):83-89 Feldman TB, Holt J, Hellard S. (1997) Violence in medical facilities: a review of 40 incidents. Ky Med Assoc J, 95:183-189 Fido AA, Razik MA, Mirza I ve ark. (1992) Psychiatric disorders in prisoners referred for assessment: a preliminary study. Can J Psychiatry, 37(2):100-103 Frueh BC, Knapp RG, Cusack KJ ve ark. (2005) Patients’ reports of traumatic or harmful experiences within the psychiatric setting. Psychiatric Services, Sep, 56(9): 1123-1133 Chang JC, Lee CS. (2004) Risk factors for aggressive behavior among psychiatric inpatients. Psychiatric Services, Nov, 55(11): 1305-1307 Goodman RA, Jenkins EL, Mercy JA. (1994) Workplace-related homicide among health care workers in the United States, 1980 through 1990. JAMA Dec 7;272(21):1686-1688 Coid j. (1984) How many psyc hiatric patiens in prison? Br J Psychiatry, 145:78-86 Grasi L, BiancosinoB, Marmai L ve ark. (2006) Violence in psychiatric units: A7-year Italien study RCHP 3:1-2 2009 27 Psikiyatrideki Şiddet Hakkında Herşey: Bir Gözden Geçirme of persistently assaultive patients. Soc Psychiatry Psychiatr Epidemiol, 41: 698-703 Haller R, Dittrich I, Kocsis E. (2004) Wie gefährlich sind Patienten mit psychischen Störungen? Wien Med Wochenschr, 154/15-16:356-365 Harris A. (1989)Violence in general practice. BMJ, 298:63-64. Hiday VA, Swartz MS, Swanson JW ve ark. (1999) Criminal victimization of persons with severe mental illness. Psychiatry Services, Jan, 50(1): 64-66 Hiday VA, Swartz MS, Swanson JW ve ark. (2002) Impact of outpatient commitment on victimization of people with severe mental illness. Am J Psychiatry, Aug, 159(8): 1403-1411 Humphreys MS, Johnstone EC, MacMillan JF ve ark. (1992) Dangerous behaviour preceding first admissions for schizophrenia. Br J Psychiatry, 161:501-505 Hunter E. (1997) Violence. Prevention in the home health setting. Home HealthcNurse 15(6).403409 Ilkiw-Lavalle O, Grenyer BF. (2003) Differences between patient and staff perceptions of aggression in mental health units. Psychiatr Serv, 54(3):389393 James DV, Fineberg NA, Shah AK ve ark. (1990) An increase in violence on an acute psychiatric ward. A study of associated factors. Br J Psychiatry, 156:846-852 Karson C, Bigelow LB. (1987) Violent behavior in schizophrenic inpatients. J Nerv Ment Dis, 175(3):161-164 Krakowsky M. (2004) Gender differences in violent behaviors: Relationship to clinical symptoms and pychosocial factors. Am j Psychiatry, Mar, 161(3): 459-465 Krakowsky M, Czobar P. (2004) Psychological risk factors associated with suicide attempts and violence among psychiatric inpatients. Psychiatric services, Dec, 55(12): 1414-1419 Lavoie FW, Carter GL, Danzl DF ve ark. (1988) Emergency department violence in United States teaching hospitals. Ann Emerg Med, 17(11):1227-1233 28 RCHP 3:1-2 2009 Lehman AF, Linn LS. (1984) Crimes against discharged mental patients in board-and-care homes. Am J Psychiatry, 141(2):271-274 Lindqvist P, Allebeck P. (1990) Schizophrenia and assaultive behaviour: the role of alcohol and drug abuse. Acta Psychiatr Scand, 82(3):191-195 Madden DJ,L ion JR, Penna MW. (1976) Assaults on psychiatrists by patients. Am J Psychiatry, 133: 422-425 Morrison LJ, Lantos JD, Levinson W. (1998) Aggression and violence directed toward physicians. J Gen Intern Med, 13: 556-561 Nachreiner NM, Gerberich SG, Ryan AD ve ark. (2007) Minnesota Nurses’ Study: Perception of violence and the work environment. Industrial Health, 45: 672-678 Outlaw FH, Lowery BJ. (1994) An attributional study of seclusion and restraint of psychiatric patients. Arch Psychiatr Nurs,8(2):69-77 Owen C, Tarantello C, Jones M ve ark. (1998) Violence and aggression in psychiatric units. Psychiatric Services, Nov, 49(11): 1452-1457 Pane GA, Winiarski AM, Salness KA. (1991) Aggression directed toward emergency department staff at a university teaching hospital. Ann Emerg Med,20:283-286 Paola F, Malik T, Qureshi A. (1994) Violence against physicians. J Gen Intern Med, 9(9):503-506 Pescosolido BA, Monahan J, Link BG ve ark. (1999) The public’s view of the competence, dangerousness, and need for legal coercion of persons with mental health problems. Am J Public Health 89:1339-1345 Raja M, Azzoni A, Lubich L. (1997) Aggressive and violent behavior in a population of psychiatric inpatients. Soc Psychiatry Psychiatr Epidemiol, 32: 428-434 Rice MM, Moore GP. (1991) Management of the violent patient. Therapeutic and legal considerations. Emerg Med Clin North Am, 9(1):13-30 Richter D, Berger K, (2006) Post-traumatic stres disorder following patient assaults among staff Hariri members of mental health hospitals: A prospective longitudinal study. BMC Psychiatry 6(15): 1-4 Robins C, Sauvageot JA, Cusack KJ ve ark. (2005) Consumers’ perceptions of negative experiences and “Sanctuary Harm” in psychiatric setting. Psychiatric Services, Sep, 56(9):1134-1138 Rossberg JI, Friis S. (2003) Staff members’ emotional reactions to aggressive and suicidal behavior of inpatients. Psychiatric Services, Oct, 54(10): 1388-1394 Rüesch P, Miserez B, Hall D. (2003) Gibts es ein Taeterprofil des aggressiven Psychiatrie- Patients? Nervenartz, 74: 259-265 Sheline Y, Nelson T. (1993) Patient choice: deciding between psychotropic medication and physical restrains in an emergency. Bull Am Acad Psychiatry Law, 21(3):321-329 Soliman AE, Reza H. (2001) Risk factors and correlates of violence among acutely ill adult pychiatric inpatients. Psychiatry Services, Jan, 52(1): 75-80 Steadman H, Mulvey E, Monahan J ve ark. (1998) Violence by people discharged from acute psychiatric inpatient facilities and by other in the same neighborhoods. Arch Gen psychiatry. 55:393-401 Swanson JW, Holzer CE, Ganju VK ve ark. (1990) Violence and psychiatric disorder in the community ; evidence from the Epidemiologic Catchment Area surveys. Hosp Community Psychiatry 41:761-770 Taylor PJ, Gunn J. (1984) Violence and psychosis. II—Effect of psychiatric diagnosis on conviction and sentencing of offenders. Br Med J (Clin Res Ed), 7;289(6436):9-12 Tiihonen J, Isohanni M, Rasanen P. (1997) Specific major mental disorders and criminality: A 26 year prospective study of the 1966 Northern Finland Birth Cohort. Am J Psychiatry, Jun, 154(6): 840-845 Torrey EF. (1994) Violent behavior by individuals with serious mental illness. Hosp Community Psychiatry, 45(7):653-662 Turgut T, Lagace D, İzmir M ve ark. (2006) Psikiyatri kliniklerinde şiddet ve agresyonun değerlendirilmesi: Tanısal yaklaşımlar (Assesment of violence and aggression in psychiatric settings: Descriptive Approaches). Klinik Psikofarmakoloji Bülteni, 16: 179-194 Vahip I, Doğanavşargil Ö. (2006) Aile içi fiziksel şiddet ve kadın hastalarımız. Türk Psikiyatri Dergisi, 17(2): 107-114 Wallace C, Mullen P, Burgess P ve ark. (1998) Serious criminal offending and mental disorder. Case linkage study. Br J Psychiatry, 172:477-484 Walsh E, Gilvarry C, Samele C ve ark. (2001) Reducing violence in severe mental illness: randomised controlled trial of intensive case management compared with standard care. BMJ, 323(7321):1093-1096 Walsh E, Moran P, Scott C ve ark. (2003) Prevalence of violent victimization in severe mental illness. BJ Psychiatry, 183: 233-238 Whittington R, Wykes T. (1996) Aversive stimulation by staff and violence by psychiatric patients. Br J Clin Psychol, 35(Pt 1):11-20 Williams MF. (1996) Violence and sexual harassment. AAOHN J, 44:73–77 Yassi A. 1994. Assault anda buse of health care workers in a large teaching hospital. Can Med Assoc J, 155(9):1273-1279 RCHP 3:1-2 2009 29 Stresle Başa Çıkma Tutumlarının Şizofrenide İçgörüye Etkisi Fulya ALGIN* - Fatih ÖNCÜ** - Solmaz TÜRKCAN** - Doğan YEŞİLBURSA** Abstract Objective: In this review it is aimed to compile the relationship between attitudes of coping with stress, insight and schizophrenia, which regain importance recently. Method: A number of articles on the attitudes of coping with stress and insight in schizophrenia have been compiled and reviewed. Results: Coping strategies have an important role in adaptation to distressing situations. Coping is defined as the individual’s resistance against the events and factors which produce stress and all the cognitive, emotional and behavioral reactions to with stand to these stress producing situations. The failure to fulfill about the expected psychological, physical and social functions from individual’s own, results developing of some coping strategies. Attitudes of coping with illness include the specific cognitive, emotional and behavioral efforts. Poor insight has again been hypothesized to reflect the use of a psychological defense mechanism in the form of denial of illness. Implicit in all of these models is the concept that, denial serves to protect the individual from the distress which acknowledging the presence of illness would cause. Conclusion: To know the relationship between insight and coping styles that schizophrenic patients used under stress situations, will aid us about the determining of treatment targets and monitoring therapeutic effectiveness. Keywords Coping style, Insight, Schizophrenia Özet Amaç: Bu gözden geçirme çalışmasında son zamanlarda yeniden önem kazanan stresle başa çıkma tutumları, şizofreni ve içgörü ilişkisinin derlenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Stresle başa çıkma tutumları, şizofrenide içgörü üzerine yazılan makaleler derlenerek gözden geçirilmiştir. Bulgular: Başa çıkma tutumları zorlayıcı durumlara uyum sağlamada önemli bir role sahiptir. “Başa çıkma”, bireyin kendisi için stres oluşturan olay ya da etkenlere karşı direnmesi ve bu durumlara karşı dayanma amacıyla gösterdiği bilişsel, duygusal ve davranışsal tepkilerin tümü olarak tanımlanmaktadır. Bireyin kendisinden beklenen psikolojik, fiziksel ve sosyal işlevlerini yerine getirememesi, kişinin bir takım başa çıkma tutumlarını geliştirmesi ile sonuçlanır. Hastalık ile başa çıkma tutumları belirli bilişsel, duygusal ve davranışsal çabaları içerir. Şizofrenide zayıf içgörünün başa çıkma tutumu olarak yadsımanın kullanılmasıyla bağlantılı olabileceği öne sürülmektedir. Bu modellerin tümünde yadsımanın kişiyi hastalığının varlığını kabullenmenin yaratacağı sıkıntıdan korumaya yaradığı kavramı yer almaktadır. Sonuç: Şizofreni hastalarının stres yaratan bir durum karşısında kullandığı başa çıkma tutumlarını ve bunların içgörü ile ilişkisini bilmek, tedavi hedeflerinin belirlenmesinde ve terapötik etkinliğin izlenmesinde yardımcı olacaktır. Giriş Stres, kişinin baş etme yeteneğini aşan ya da zorlayan bir durum algılandığında ortaya çıkan otomatik tepkidir. Fizik biliminde; “maddenin kendi üzerine uygulanan güce gösterdiği tepki” anlamında kullanılan stres terimi; son 20 yılda fizyoloji, sosyoloji, psikoloji, psikiyatri ile diğer tıp alanlarında ve gündelik yaşamda kullanılan popüler kavramlardan biri haline gelmiştir. Söz- * Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi ** Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Anahtar Kelimeler Başa çıkma tutumu, İçgörü, Şizofreni Stresle Başa Çıkma Tutumlarının Şizofrenide İçgörüye Etkisi lük anlamı olarak; 14. yüzyılda güçlük, sıkıntı, kötü talih anlamlarında; 17. yüzyılda felaket, bela, dert, keder gibi anlamlarda kullanılmıştır. 18. ve 19. yüzyıllarda kavrama yüklenen anlam değişmiş; durum ve objelere bağlı, kişiye, organa veya ruhsal yapıya yönelik zorlamalar olarak kullanılmıştır. Walter Cannon, 20. yüzyılın başlarında stresi bir acil durum tepkisi olarak tanımlanmış ve temelinde “biyolojik varoluş ve uyum” ihtiyacı olduğunu öne sürmüştür. Ona göre stres, organizmanın kendi yaşamını ve çevreye uyumunu tehdit eden bir uyarıcıya gösterdiği “savaş ya da kaç” tepkisidir. Stres, organizmanın fonksiyonunu etkileyen bir baskı, zorlama ve engellenmedir (Folkman ve ark. 1986). ile ilişkili olduğu hatta zayıf içgörünün bir tür hastalıkla baş etme tutumu olduğu öne sürüldüğünden, bu yazıda stresle başa çıkma tutumları, şizofreni ve içgörü ilişkisinin tartışılması amaçlanmıştır. Bu nedenle Pubmed ve Türk psikiyatri dizininde “başa çıkma tutumu, şizofreni, psikoz ve içgörü” anahtar kelimeleri yazılarak taranmış konu ile ilgili yayınlar ve temel psikiyatri kaynaklarında şizofreni ve içgörü ile ilgili bölümler gözden geçirilmiştir. Başa çıkma tutumları Stres verici olaylar ya da etkenlerin olumsuz etkilerini en aza indirmek ya da tümüyle ortadan kaldırmak için bazı başa çıkma tutumlarını kullanmak evrensel bir tutumdur. “Başa çıkma”, bireyin kendisi için stres oluşturan olay ya da etkenlere karşı direnmesi ve bu durumlara karşı dayanma amacıyla gösterdiği bilişsel, duygusal ve davranışsal tepkilerin tümü olarak tanımlanabilir. Söz konusu durumlara karşı kişinin kullandığı başa çıkma tutumları yaş, cinsiyet, kültür ve hastalık gibi çok çeşitli etkenlere bağlı olarak değişebilir ve bireye özgü bir nitelik taşır( Folkman 1984, Holahan ve Moos 1987). Psikolojik anlamda stres, bireysel bütünlüğü zorlayıcı ve bozucu bir etkendir. İnsanı, yakın duygusal ilişkilerden uzaklaştırır, verimliliğini düşürür ve en önemlisi hayattan aldığı zevki azaltır. Stres bir süreç olarak ele alındığında, olayları değerlendirme şeklinden düşüncelere, duygulardan davranışlara kadar pek çok boyuttan oluşur. Stresi oluşturan, çevresel etkileri bireyin nasıl algıladığıdır. Kişi karşılaştığı olayları pek çok faktör ışığında değerlendirir ve yaşadığı olaylara bir anlam yükler, yaptığı bu değerlendirmeler sonucunda stres yaşar ya da yaşamaz. (Folkman ve ark. 1986a, Folkman ve Lazarus 1980) Folkman ve Lazarus, stres ve başa çıkma arasındaki ilişkinin sürekli olduğunu ve stresin başa çıkmaya neden olduğunu belirtmektedir. Folkman tarafından başa çıkma; stresli etkileşim yoluyla yaratılan içsel dışsal istekleri kontrol etmek ya da azaltmak için yapılan bilişsel ya da davranışsal çabalar olarak tanımlanmaktadır. Stresle başa çıkma çabaları, bireyin davranışları ile çevresel talepler arasında bir aracıdır ve strese karşı onun etkilerini en aza indirmede bir tampon görevi yapar. Başa çıkma stratejileri ya durum üzerinde doğrudan etki gösterir (problem odaklı başa çıkma) ya da duygusal tepkileri yönetir (duygusal odaklı başa çıkma). Ancak probleme yönelik baş etme stratejilerinin daha uyumlu, kişiyi daha çok geliştirici; duygula- Araştırmacılar, stresi ortaya çıkaran koşulları belirlemeye ve bazı yaşam olaylarının kültürden kültüre değişen stres yüklerini sıralamaya çalışmışlardır. Ayrıca stresli koşulların, tehlikeli ya da tehdit edici olarak algılanmasında kişilik özelliklerinin ve baş etme yeteneklerinin önemli olduğunu da belirtmişlerdir (Folkman ve ark. 1986b). Son yıllarda yeniden önem kazanan stresle baş etme tutumlarının, psikotik hastalarda içgörü Tablo I:Başa çıkma tutumlarının sınıflandırılması Sorun çözmeye yönelik (problem odaklı) başa çıkma tutumları 1. 2. 3. 4. 5. 32 aktif başa çıkma, planlama, rekabet aktivitesinin baskılanması, kendini sınırlayarak başa çıkma, yardımcı sosyal destek arama RCHP 3:1-2 2009 Duygusal odaklı başa çıkma tutumları 1. 2. 3. 4. 5. 6. duygusal sosyal destek arama, olumlu yorumlama, kabullenme, yadsıma (inkar), dine yönelim, mizah Algın - Öncü - Türkcan - Yeşilbursa ra yönelik stratejilerin ise uyumsuz, savunucu ve gelişimi engelleyici olduğuna ilişkin yaygın bir görüş bulunmaktadır (Lazarus ve Folkman 1984, Lazarus ve Folkman 1987, Ağargün ve Beşiroğlu 2005). Genel olarak başa çıkma tutumlarını sorun çözmeye yönelik (problem odaklı) olanlar ve duygusal odaklı olanlar şeklinde ikiye ayırmak olasıdır. Bunlardan ilki sorunun ana kaynağına ilişkin başa çıkma tutumlarını (aktif başa çıkma, planlama, rekabet aktivitesinin baskılanması, kendini sınırlayarak başa çıkma, yardımcı sosyal destek arama), ikincisi ise ana kaynağın yol açtığı duygusal etkiyle başa çıkma tutumlarını (duygusal sosyal destek arama, olumlu yorumlama, kabullenme, inkar, dine yönelim, mizah) içerir (Tablo-1). Genel olarak araştırmacılar problem-odaklı başa çıkma dışındaki faktörleri, duygusal-odaklı başa çıkmanın varyasyonları (duygulara odaklanma ve onları dışavurma, davranışsal olarak ilgisini kesme, zihinsel olarak ilgisini kesme) olarak değerlendirirler. Bir başka şekilde, başa çıkma tutumları aktif ve pasif olan tutumlar şeklinde tanımlanmaktadır. Aktif olanlar stresörün kendisinin değiştirilmesini ya da ortadan kaldırılmasını hedefleyen davranışsal ya da psikolojik yanıtları, pasif olanlar ise stresörlerden uzaklaştıran davranışları içerir. Bu açıdan başa çıkma tutumlarını uyuma yönelik olanlar ve olmayanlar şeklinde tanımlamak da mümkündür. Uyuma yönelik olmayan (maladaptif) başa çıkma tutumları, stres oluşturan etkenler ya da yaşam olayları ile psikiyatrik bozukluklar arasındaki ilişkinin anlaşılmasında merkezi bir rol oynamaktadır. Uyuma yönelik ya da aktif başa çıkma tutumlarından çok, duygusal gerilimi azaltmaya yönelik başa çıkma tutumlarının kullanılması ile psikopatolojik belirtilerin ortaya çıkmasında ve sürmesinde anlamlı bir ilişki olduğu gösterilmiştir. Bu bağlamda kişinin stres yaratan bir durum karşısında kullandığı başa çıkma tutumlarını bilmek; tedavi hedeflerinin belirlenmesinde ve terapötik etkinliğin izlenmesinde yardımcı olacaktır (Rohde ve ark. 1990, Wegner ve ark. 1987, Carver ve ark. 1989). Duygular, motivasyon durumu ve bilişsel değerlendirmelerle karşılıklı olarak etkileşimli bir süreç içinde şekillenmektedirler. Baş etme biçimi, yaşam olayları karşısında kişilerin yap- tıkları değerlendirmelerde aracı rol oynayarak, duygusal tepkilerin ortaya çıkmasında önemli bir etken olmaktadır. Pek çok araştırmacı baş etme stratejileri konusunda sorunla yüzleşmeyi içeren aktif baş etme veya problemle karşı karşıya gelmekten kaçınmayı içeren kaçınmacı baş etme stratejileri arasında ayrım yapmaktadır. Duygusal veya aktif problem odaklı baş etme stratejileri, negatif duygusal içerikle ilişkili stresi düzenleyerek veya alternatif çözümlerin üretilmesine katkıda bulunarak stresin olumsuz etkilerini engelleyebilmektedir. Bununla beraber, kaçıngan baş etme biçimleri stresin olumsuz etkilerini artırarak durumu daha da katlanılmaz bir hale dönüştürebilmektedirler (Ağargün ve Beşiroğlu 2005, Derogatis 1992). Bu anlamda, baş etme stratejileri arasında işlevsel olan ve olmayan ayrımı yapılabilir. İşlevsel baş etme stratejileri problemle aktif olarak baş edebilmek için destek aramak, somut çözüme yönelik davranışlarda bulunmak veya olası çözümleri araştırmak biçiminde olabilir. Stresli durumun görmezden gelinmesi ve konuya ilişkin olası çözümlerin araştırılmaması ise işlevsel olamayan stratejiler arasındadır (Rohde ve ark. 1990). Araştırmalar stresli durumlarda aktif baş etme stratejilerinin olumlu sonuçlar vermesine karşın, kaçınmacı baş etme stratejilerinin uyumu bozucu bir şekilde işlev gördüğüne ve olumsuz psikolojik sonuçları olduğuna işaret etmektedir. Araştırmalar stresli yaşam olayları karşısında kişiler tarafından benimsenen pasif baş etme stratejilerinin, istenen üretkenliği olumsuz yönde etkilediğini göstermektedir. Yine pasif baş etme stratejilerinin benlik saygısında düşme, sigara ve alkol kullanımı ve kendine zarar verme davranışıyla ilişkili olduğu görülmektedir (Derogatis 1992, Holahan ve ark. 2005, Compasve ark. 2001). “Dini olarak başetme” duygusal bir başa çıkma tutumu olarak tanımlanmaktadır. Bir kişi stres altındayken dine çok çeşitli nedenlerle yönelebilir. Din; bir duygusal destek kaynağı olarak görülebilir, olumlu yeniden yorumlama ve gelişme için bir araç olarak kullanılabilir veya stresle aktif başa çıkmak için bir yöntem olarak değerlendirilebilir (Cooke ve Peters 2005). Zihinsel boşverme; davranışsal olarak boşvermenin bir varyasyonu olarak konumun davraRCHP 3:1-2 2009 33 Stresle Başa Çıkma Tutumlarının Şizofrenide İçgörüye Etkisi nışsal ilgi kesmeyi önlediği durumlarda ortaya çıktığı kabul edilir. Zihinsel boşverme; stresörün karıştığı davranışsal boyutla veya amaçla ilgili düşünceden kaçınma amacıyla çeşitli aktiviteler biçiminde ortaya çıkabilir. Zihinsel boşvermeyi yansıtan taktikler kişinin zihnini problemden uzak tutmaya yarayan alternatif aktiviteleri içerir. Madde kullanımı ise davranışsal ve zihinsel boşvermenin bir bütün oluşturduğu diğer bir başa çıkma yoludur. “Davranışsal olarak boşverme”, “Zihinsel boşverme” ve “Madde kullanımı” olumsuz başa çıkma tutumları olarak tanımlanmaktadır (Cooke ve Peters 2007). “Aktif başa çıkma” stresörü ortadan kaldırmak, stresörün kendisinden veya etkilerinden kurtulmak için çaba sarfetme anlamında aktif rol alma sürecidir. Aktif başa çıkma doğrudan harekete geçmeyi, çabayı arttırmayı ve bir başa çıkma girişimini yavaş yavaş uygulamayı içerir. Bekleneceği gibi; problem odaklı bir başa çıkma tutumu olan “Aktif başa çıkma” ile umutsuzluk ve intihar düşüncesi arasında negatif bağıntı saptanmıştır (Lysaker ve ark. 2002a, Lysaker ve ark. 2002b). “Pozitif Yeniden Yorumlama ve Gelişme” bir çeşit duygusal odaklı başa çıkma olarak kabul edilmektedir. Buradaki başa çıkma, problemle başa çıkmaktan ziyade stresi kontrol etmede rol oynamaktadır. Yani stresli bir yaşam olayını pozitif terimlerle, bakış açısıyla yapılandırmak kişiye aktif problem odaklı başa çıkmaya devam etmesinde yardımcı olabilir. Olağandışı mental deneyimlerin pozitif olarak yeniden yapılandırılması, kişilerin semptomlarında tıbbi model dışında, örneğin, deneyimlerine spiritüel bir yorum katarak anlam bulabilmelerini sağlayabilir (Lysaker ve ark. 2002b, Cooke ve Peters 2007). “Geri durma” uygun bir fırsat bulduğunda harekete geçmek için kendini geri planda tutmak ve prematür davranmamak demektir. Kişinin davranışını stresörle etkin olarak başa çıkmak için odaklaması anlamında aktif bir mekanizmadır. Bu başa çıkma tutumunun kullanımı ile içgörünün artışı, ya da içgörüsü fazla olan hastalarda bu aktif başa çıkma tutumunun kullanımının fazla olduğu bildirilmiştir (Lysaker ve ark. 2002b, Cooke ve Peters 2007, Lysaker ve ark. 2005). 34 RCHP 3:1-2 2009 Şizofreni, başa çıkma tutumu ve içgörü ilişkisi Şizofreni; davranışın bilişsel, emosyonel, algısal ve diğer yönlerini kapsayan, değişkenlik gösteren, derinlemesine yıkıcı psikopatolojik etkileri olan bir klinik sendromdur. Şizofreni’nin en belirgin ve genel özelliği kişiliği oluşturan öğelerde ve kişiliğin bütününde varolan düzensizlik, dağınıklık ve parçalanmadır. Hastanın duygularını ifadesinde, davranışlarında, düşünce ve konuşmasında, jest ve mimiklerinde, yürüyüşünde, toplum ile ilişkilerinde düzensizlik, tuhaflık ve dağınıklık vardır (Dinçmen 1980, Buchanan ve Carpenter 2007). İçgörü; şizofreni hastalığında mevcut olan psikolojik, psikopatolojik, nörobilişsel mekanizmaları ve kişilerarası ilişkileri de içine alan çok yönlü bir terimdir. Birçok çalışmada içgörü düzeyinin düşüklüğü şizofreni hastasının ve hastalığının çeşitli özellikleriyle ilişkilendirilmiştir. Bunlar kadın olma, zayıf işlevsellik, premorbid öykü, hastalık süresinin uzunluğu, depresif belirti sayısının azlığı ya da çokluğudur. Bunların dışında içgörü düzeyi şizofreninin klinik belirtilerinin şiddetinden de etkilenmektedir. İçgörü, tipik olarak sırasıyla hastalığın farkında olma, semptomların farkında olma ve tedavi gereğini kabul etmeyi kapsar. Zayıf içgörünün, bazen bozukluğun sadece başka bir semptom ya da belirtisi olduğu düşünülür. Ancak, başka bir görüşe göre zayıf içgörü kişinin şizofreni tanısına yanıtını oluşturur (Cuesta ve Peralta 1997, David 1990). Şizofreni hastalarında zayıf içgörünün nedenlerine ilişkin araştırmalar birkaç temel yaklaşımla belirlidir. Birincisi, oldukça fazla sayıda yayında hastalığın farkında olmamanın bilişsel bozukluklardan kaynaklanıp kaynaklanamayacağı araştırılmıştır. Özellikle, çeşitli araştırmacılar, anosognoziye (nörolojik bozukluklarda kusurların farkında olmama) paralel olarak, şizofreni hastalarının yürütme işlevindeki kusurlar nedeniyle hastalıklarının farkında olmayabileceğini ileri sürmüştür. Bu modele göre şizofreni hastalarında bilgiyi kendi durumlarını tümüyle kavrayabilmelerini sağlayacak şekilde işlemden geçiremedikleri için hasta olmadıklarını söyleyebilirler. Bu görüşü destekleyen ampirik çalışmalar, içgörünün nörobilişsel bir formu olan yürütme işlevinin eşzamanlı ve prospektif de- Algın - Öncü - Türkcan - Yeşilbursa ğerlendirmeleriyle korelasyon içinde olduğuna ve yürütme işlevindeki bozuklukların şiddetinin, farkındalıktaki kusurların süregenliği açısından haberci olduğuna ilişkin bildirimleri içerir (Marks ve ark. 2000, Lysaker ve ark. 2002a, Lysaker ve ark. 2002b). Ancak, ikinci bir teoriye göre zayıf içgörü genel başa çıkma stilinin sonucu da olabilir. Burada kişinin hasta olmadığı yönündeki algının bilişsel kusurların sonucu olmayabileceği, hastalık ve ilişkili stres faktörleriyle nasıl başa çıktığıyla ilişkili olabileceği ileri sürülmektedir. Başka bir deyişle, insanlar hasta olmadıklarını söylerler, çünkü hastalığı kabullenmek fazlasıyla acı verir. Bu insanların hastalıklarını anlayabilecekleri, ama yol açacağı acı nedeniyle anlamadıkları ileri sürülür. İçgörüyü azaltabilecek hastalıkla başa çıkma yolları yadsıma, aktif kaçınma ya da stres faktörlerinin pozitif olaylar olarak yorumlanmasıdır. Bu teoriyle uyumlu olarak Warner hastalığın farkında olmamanın toplumda stigma yaratıcı olarak belgelenmiş olan “şizofren” rolünden kaçınmak için adaptif bir yol bile olabileceğini öne sürmüştür. Bu görüşü destekleyen kanıtlardan bazıları, semptomların daha fazla farkında olmamanın başa çıkma stratejisi olarak pozitif yeniden değerlendirmeyi daha fazla tercih etmeyle bağlantılı olduğu ve kendisinin “mental hasta” olduğuna inanmanın daha inatçı psikososyal kusurlar paterniyle bağlantılı olduğu bulgularıdır. Bu teorik görüşü dolaylı olarak destekleyen bulgular ise içgörüde artışın disforide artış ile bağlantılı olması ve başka çalışmalarda içgörü ve yürütme işlevi arasında bir bağlantı bulunamamış olmasıdır (Bassman 2000, Taylor ve Perkins 1991). Şizofreni hastalarında zayıf içgörü için öne sürülen bu teoriler arasındaki belirgin çelişki için bir çözüm Startup (1996) tarafından önerilmiştir. Startup, zayıf içgörüye giden iki bağımsız yol olabileceğini ileri sürmüştür. Birinci yolda insan nörobilişsel bozukluklar nedeniyle şizofreninin karmaşıklığını kavraması güçleştiği için hasta olduğunun farkında değildir. Bu kişiler hastalıkları hakkında yalnızca bazı gerçekleri kavrayabilirler ve bu nedenle içgörü bozukluğu orta derecededir. Bunun tersine, diğer yolda, nörobilişsel işlevleri yerinde olan kişiler için hastalığı yadsımak içerdiği her şeyi kabullenmekten daha az acı verici olduğundan hasta olduklarını red- dederler. Bu grupta içgörünün ilk gruptakinden daha da kötü olduğu düşünülür, çünkü bu gruptaki kişiler hastalıklarını her açıdan reddederler. Ancak bugüne kadar Startup’ın modelini daha fazla inceleyen ya da içgörüye ve nörobilişsel işlevlere dayanarak şizofreni hastalarında farklı grupların ayırt edilip edilemeyeceğini belirleyen bir çalışma bilinmemektedir. Bu durumda, zayıf içgörü ve ortalama nörobilişsel işlevi olan hasta grubunun ayırt edilip edilemeyeceği ve edilebiliyorsa, bu grubun diğer şizofreni hastalarına göre yadsıma ya da kaçınmacı başa çıkmanın başka formlarını kullanmaya daha eğilimli olup olmadığı bilinmemektedir (Startup 1996). Şizofreni ileri derecede stigma yaratıcı bir bozukluktur. Şizofreni tanısı konan pek çok kişi sonuç olarak kendini değersiz ve ayrımcılığa uğramış hisseder. Toplumda genel olarak kişinin pek düzelme şansının olmadığı, kronik ve yeti yitimi yaratan bir tablo olduğu görüşü hakimdir. Bu görüş tanı konan kişiler için tehdit edici ve sıkıntı yaratıcı olabilir ve büyük olasılıkla pek çok şizofreni hastasında görülen yüksek düzeyde depresyona katkıda bulunur. Bireyin kendisinden beklenen psikolojik, fiziksel ve sosyal işlevlerini yerine getirememesi, kişinin bir takım başa çıkma tutumları geliştirmesi ile sonuçlanır. Hastalık ile başa çıkma tutumları belirli bilişsel, duygusal ve davranışsal çabaları içerir (Cooke ve Peters 2007). Kişilerin bu durumla başa çıkmasının bir yolu olan yadsıma, zayıf içgörüye yol açar. MayerGross (1920) şizofreni hastalarının benimsediği ilk stratejilerden birinin “psikotik deneyimin yadsınması” olduğunu, yani tipik olarak hastalıklarının semptomlarının farkında olmadıklarını (içgörüleri olmadığını) belirleyerek, başa çıkma mekanizması olarak yadsıma ile zayıf içgörü arasında bir bağlantı olduğunu ortaya koymuştur. Amador (1991) tarafından yapılan araştırmada, şizofrenide zayıf içgörü için potansiyel bir etyolojik model olarak psikolojik başa çıkma mekanizmaları yoluyla hastalığın yadsınması vurgulanmıştır. Daha yakın geçmişte Moore ve ark. (1999) zayıf içgörünün yine hastalığın yadsınması şeklinde bir psikolojik savunma mekanizmasının kullanımını yansıttığını ve bunun baş etme tutumlarından sadece biri olduğunu ileri sürmüştür. Bu modellerin tümünde, yadsımanın, kişiyi hastalığının varlığını kabullenRCHP 3:1-2 2009 35 Stresle Başa Çıkma Tutumlarının Şizofrenide İçgörüye Etkisi menin yaratacağı sıkıntıdan korumaya yaradığı vurgulanmaktadır (Cooke ve Peters 2007, Moore ve ark. 1999). Daha sonra yapılan birçok çalışmada da şizofrenide zayıf içgörünün, başa çıkma yöntemi olarak yadsımanın kullanılmasıyla bağlantılı olabileceğini belirtilmektedir. Bu değerlendirmeler genellikle COPE (Başa Çıkma Tutumlarını Değerlendirme Ölçeği) ile ölçülen geniş bir başa çıkma yöntemleri yelpazesinden ziyade yalnız yadsımayı ölçen farklı başa çıkma stili skalalarının kullanıldığı önceki çalışmaların bulgularına dayanmaktadır (Moore ve ark. 1999, Lysaker ve ark. 2005, Young ve ark. 1998). Ancak, içgörü ve yadsımanın ötesinde başa çıkma stilleri ve içgörü arasındaki ilişki pek araştırılmamıştır (Lysaker ve ark. 2003). Psikolojik yadsıma modeli, başa çıkma stratejisi olarak yadsımayı kullananlarda içgörünün daha zayıf olacağını, ancak sıkıntının da daha az olacağını öngörür. Gerçekten de, çeşitli çapraz kesitli çalışmalarda ileri düzeyde içgörü ile depresyon, umutsuzluk ve intihar dahil olmak üzere, daha fazla sıkıntı arasında bir ilişki olduğu desteklenmektedir. Uzunlamasına çalışmalar da, içgörü arttıkça hem depresyon hem de intihar fikirlerinin kötüleştiğini göstermiştir. Bu çalışmalar Schwartz’ın (2001) içgörü ile moral bozukluğu, depresyon ve intihar arasında bir nedensellik zinciri olduğunu ileri sürmesine yol açmıştır (Schwartz ve Smith 2004). İçgörü ile sıkıntı arasındaki bu ilişkiler psikolojik yadsıma modeliyle uyumlu olsa da, modeli net olarak sınamamaktadır. Yadsıma kullanımının doğrudan zayıf içgörü ile ilişkili olduğu hipotezini sınamak için başa çıkma stillerini (yadsıma dahil) doğrudan ölçmek gereklidir. Çeşitli çalışmalarda bu soru ele alınmış ve şizofrenide başa çıkma stilleri ile içgörü arasında bağlantılar bulunmuştur. “Kendini kandırmacı pozitiflik”in (kendi kendine dürüst ama pozitif yanlı bildirimler yapmak) daha fazla oluşu hastalığın daha farkında olma ile bağlantılı bulunmuş, buna karşılık “izlenim yönetimi”nin (kendini dinleyenlere kendisini kasıtlı olarak pozitif sunma) daha fazla oluşu geçmişteki hastalık, sosyal sonuçları ve ilacın etkilerinin daha az farkında olma ile bağlantılı bulunmuştur. 36 RCHP 3:1-2 2009 Araştırmacılar bu sonuçları yorumlarken klinik içgörünün en azından kısmen yadsımanın bir fonksiyonu olduğunu ileri sürmüşlerdir. Ancak, yadsıma insanların sorunlarla başa çıkma yollarından yalnız birisidir ve tüm bu çalışmalarda başka başa çıkma stilleri araştırılmamıştır. Yakın geçmişte Lysaker ve ark. (2005, 2007) şizofrenide içgörünün spesifik boyutları ile belirli başa çıkma stillerini tercih etme arasındaki ilişkileri araştırmışlardır. Başa çıkma stili olarak “kaçma – kaçınma” kullanımının tercih edilmesi hastalığın sonuçlarının daha az farkında olmayla ilişkili bulunmuş, buna karşılık, “pozitif yeniden değerlendirme”nin daha fazla tercih edilmesiyle semptomların daha az farkında olma arasında korelasyon olduğu belirlenmiştir (Cooke ve Peters 2007, Lysaker ve ark. 2005, Lysaker ve ark. 2007). Sonuç Başa çıkma tutumları yaş, cinsiyet, kültür ve hastalıklara bağlı olarak değişmektedir. Kişilerin kullandıkları stresle başa çıkma tutumları pek çok psikolojik değişkenle belirlenen bir unsurdur. Kişinin stres oluşturan bir etken karşısında problemi çözme biçimi; biliş, duygulanım ve davranışın birbiri ile karmaşık bir biçimde ilişkili olduğu bir süreçten geçtikten sonra şekillenir. Başlangıçtaki başa çıkma tutumları hastalığın kişi üzerinde oluşturacağı stresin olağan seyrini etkileyerek sorunun çözümünü daha da karmaşık hale getirebilir. Şizofreni hastaları, hastalığın doğası gereği içsel ve dışsal stresle baş etmeye çalıştıklarından kliniğe yansıyan depresyon, umutsuzluk, sıkıntı ve içgörü düzeyi oldukça önemlidir. Birçok çalışma şizofrenide zayıf içgörünün başa çıkma stili olarak yadsımanın kullanılmasıyla bağlantılı olabileceğini belirtmektedir. Bu modellerin tümünde yadsımanın kişiyi hastalığının varlığını kabullenmenin yaratacağı sıkıntıdan korumaya yaradığı vurgulanmaktadır. Bu bağlamda hastanın stres yaratan bir durum karşısında kullandığı başa çıkma tutumlarını bilmek; tedavi hedeflerinin belirlenmesinde ve terapötik etkinliğin izlenmesinde yardımcı olacaktır (Ağargün ve Beşiroğlu 2005, Lysaker ve ark. 2002b, Taylor ve Perkins 1991, Cooke ve Peters 2007). Algın - Öncü - Türkcan - Yeşilbursa KAYNAKLAR Ağargün, M.Y., Beşiroğlu L. ve ark. COPE (Başa Çıkma Tutumlarını Değerlendirme Ölçeği): Psikometrik özelliklere ilişkin bir ön çalışma Anadolu Psikiyatri Dergisi 2005; 6:221-226 Bassman R: Agent, not objects: Our fight to be. J Clin Psychol 2000, 56:1395–1411. Buchanan RW, Carpenter WT.: Şizofreni ve diğer psikotik bozukluklar, Edt: Sadock B, Sadock W, Kaplan & Sadock’s Comprehensive Textbook of Psychiatry 8.baskı Çeviri Editörleri: Aydın H, Bozkurt A. Güneş Yayınevi 2007 Cilt 2: 1329-1331 Carver, C. S., Scheier, M.F., Weintraub, J.K. Assessing coping strategies: A theoretically based approach. J Pers Soc Psychol 1989, 56, 267–283 Compas, B.E., Connor-Smith, J.K., Saltzman, H., Thomsen, A.H., & Wadsworth, M.E. Coping with stress during childhood and adolescence: Problems, progress, and potential in theory and research. Psychol Bull., 2001, 127(1), 87-127. Cooke M., Peters E. et al. Insight, distress and coping styles in schizophrenia. Sch. Research 2007, 94:12-22 Cuesta, M.J., Peralta, V., Lack of insight in schizophrenia. Schizophr. Bull. 1994, 20, 359–366. Cunningham Owens, D.G., Carroll, A., Fattah, S., Clyde, Z., Coffey, I., Johnstone, E.C., A randomized, controlled trial of a brief interventional package for schizophrenic out-patients. Acta Psychiatr. Scand. 2001,103, 362–369. David, A.S., Insight and psychosis. Br. J. Pschiatry 1990, 156, 798–808. Derogatis, L.R. The Brief Symptom Inventory (BSI): Administration scoring and procedures manual. II. Clinical Psychiatric Research Inc. 1992 Dinçmen K.: Deskriptiv ve Dinamik Psikiyatri, Ar Yayın Dağıtım, İstanbul, 1981; 70-95 Folkman S. Personal control and stress and coping processes: a theoretical analysis. J Pers Soc Psychol 1984; 46:839-852 Folkman, S., Lazarus, R. S. An analysis of coping in a middle-aged community sample. Journal of Health and Social Behavior, 1980, 21, 219-239. Folkman, S., Lazarus, R. S., Dunkel-Schetter, C., DeLongis, A., & Gruen, R. J. Dynamics of a stressful encounter: Cognitive appraisal, coping, and encounter outcomes. Journal of Personality and Social Psychology, 1986a, 50, 992-1003. Folkman, S., Lazarus, R., Gruen, R., & DeLongis, A. Appraisal coping, health status, and psychological symptoms. Journal of Personality and Social Psychology, 1986b, 50, 571–579. Holahan C, Moos RH. Personal and contextual determinants of ccoping strategies. J Pers Soc Psychol 1987; 52:946-955 Holahan C. J., Moos, R. H., Holahan, C. K., Brennan P. L., & Schutte, K. K. Stress generation, avoidance coping, and depressive symptoms: A 10year model. Journal of Consulting and Clinical Psychology 2005, 73(4), 658–666 Lazarus, R. S., Folkman, S.: Coping as a mediator of emotion. Journal of Personality and Social Psychology, 1988, 54(3), 466–475. Lazarus, R. S., Folkman, S.: Stress, appraisal, and coping. New York: Springer, 1984 Lysaker P.H., Bryson G.J. et al.: Insight in schizophrenia: associations with exucutive function and coping style.Schizophr. Res. .2002a, 59, 41-47 Lysaker PH, Bryson GJ, Bell MD.: Insight and work function in schizophrenia. J Nerv Ment Dis 2002b, 190:142–146. Lysaker, P.H., Campbell, K., Johannesen, J.K.: Hope, awareness of illness, and coping in schizophrenia spectrum disorders: evidence of an interaction. J. Nerv. Ment. Dis. 2005, 193, 287–292. Lysaker, P.H., Lancaster, R.S., Davis, L.W., Clements, C.A.:Patterns of neurocognitive deficits and unawareness of illness in schizophrenia. J. Nerv. Ment. Dis. 2003, 191, 38–44. Lysaker, P.H., Roe, D., Yanos, P.T.:Toward understanding the insight paradox: internalized stigma moderates the association between insight and social functioning, hope, and self-esteem among people with schizophrenia spectrum disorders. Schizophr. Bull. 2007, 33 (1), 192–199 RCHP 3:1-2 2009 37 Stresle Başa Çıkma Tutumlarının Şizofrenide İçgörüye Etkisi Marks KA, Fastenau PS, Lysaker PH, Bond GR.: Selfappraisal of illness questionnaire: Relationship to researcherrated insight and neuropsychological validation. Schizophr Res 2000, 45:203–211 Moore, O., Cassidy, E., Carr, A., O’Callaghan, E.: Unawareness of illness and its relationship with depression and self-deception in schizophrenia. Eur. Psychiatry 1999,14, 264–269 Rohde P, Lewinshon TM, Tilson M, Seeley J.: Dimensionality of coping and its relation to depression. J Pers Soc Psychol 1990; 58:499- 511. Schwartz, R.C., Smith, S.D: Suicidality and psychosis: the predictive potential of symptomatology and insight into illness. J. Psychiatr. Res. 2004,38, 185–191. 38 RCHP 3:1-2 2009 Startup M.E.: Insight and cognitive deficits in schizophrenia: Evidence for a curvilinear relationship. Psychol Med .1996, 26:1277–1281. Taylor KT, Perkins RE: Identity and coping with mental illness in long-stay psychiatric rehabilitation. Br J Clin Psychol 1991, 30:73–85 Wegner DM, Schneider DJ, Carter SR: White TL. Paradoxical effects of thought suppression. J Pers Soc Psychol 1987; 53:5-13. Young, D.A., Zakzanis, K.K., Bailey, C., Davila, R., Griese, J., Sartory, G., Thom, A.: Further parameters of insight and neuropsychological deficit in schizophrenia and other chronic mental disease. J. Nerv. Ment. Dis. 1998, 186, 44–50. Şizofrenide İntihar Zeynep TEKİN* - Çiçek HOCAOĞLU** Keywords Abstract Suicidal behaviour, causing important psychological, social and economic problems for societies, is frequently seen in schizophrenia as in the other psychiatric disorders. Being aware of risk factors causing suicidal behaviour in schizophrenia can help to develop prevention strategies in this subject. Evaluating the history of suicide attempts, depression, reasons for living and hopelessness in patients with schizophrenia are thought to be important to prevent suicidal behaviour in schizophrenia. There is need for further studies to disclose the relationship between negative symptoms and suicidal behaviour and multi-dimensional nature of suicidal behaviour in schizophrenia. The aim of this paper is to review and evaluate the factors on suicidal ideation of the patients with schizophrenia from the view of some sociodemographic and clinical features. Schizophrenia, Suicide, Risk factors, Positive and Negative Symptoms, Depression, Hopelessness Özet Toplumlar için büyük psikolojik, sosyal ve ekonomik güçlüklere neden olan intihar davranışı, diğer ruhsal hastalıklarda olduğu gibi şizofrenide de sık görülmektedir. Şizofrenide intihar davranışına yol açan risk etmenlerinin bilinmesi, bu konuda önleyici yaklaşımların geliştirilmesini sağlayabilir. Şizofrenili hastalarda intihar girişimi öyküsünün, depresyonun, yaşamı sürdürme nedenlerinin ve umutsuzluk düşüncelerinin değerlendirilmesinin intihar davranışını önlemede önemli olduğu düşünülmektedir. Negatif belirtilerin intihar davranışı ile ilişkisinin ve şizofrenide intihar davranışının çok yönlü doğasının açığa çıkarılmasında yeni çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Bu gözden geçirme yazısının amacı, şizofreni hastalarında intihar düşüncesini ve yordayıcı faktörleri, bazı sosyodemografik ve klinik özellikler yönünden değerlendirmektir. Giriş Toplumlar için büyük manevi, sosyal ve ekonomik güçlüklere neden olan intihar davranışı; kişinin intiharı düşünmesi, planlaması, intihar girişiminde bulunması, gerçekleştirmesi veya gerçekleştirememesi gibi birçok düşünce ve eylemi kapsayan bir süreçtir. İntiharı düşünen veya önceden intihar girişiminde bulunmuş kişi yeni bir intihar girişimi için en riskli adaylar arasındadır. İntiharla psikiyatrik bozukluklar arasındaki ilişki uzun zamanlardan beri bilinmektedir. Psikiyatrik hastalığı olanlarda intihar riskinin psikiyatrik hastalığı olmayanlara göre 312 kat arttığı bilinmektedir. İntiharı gerçekleştirmiş ya da intihara girişen hastaların yaklaşık %95’i bir ruhsal bozukluk tanısı almıştır (Walsh ve ark. 2001, Müller ve ark. 2005, Hawton et al. 2005). Bu alanda yapılan çalışmalar çoğu zaman öncelikli olarak depresyon ve intihar üzerinde yoğunlaşmıştır ve buna bağlı olarak sağlık çalışanları da depresif hastalarla çalışırken intihar düşüncesi ve girişimlerinin sorgulanmasına dikkat ederler. Ancak çoğu çalışma şizofreni hastalarında da intiharın duygudurum bozukluklarına yaklaşır oranlarda olduğunu göstermiştir. Şizofrenide intihar ve intihar girişimi genel popülasyona göre 30-40 kat daha yüksek olup (Goldsmith 2002, Pompili ve ark. 2004), intiharı gerçekleştirme oranı %10-13, intihar girişimi oranı ise %20-40 civarındadır (Amador ve ark.1996). Şizofrenide görülen yüksek intihar oranları duygudurum bozukluklarında olduğu kadar şizofreni hastalarında da intihar düşüncesi ve girişimlerinin sorgulanması ve intihar riski taşıyan şizofreni hastalarının belirlenmesinin gereğini göstermektedir. Ancak şizofreninin klinik görünümü, başlangıcı, seyri ve sonlanımı açısından heterojen bir görünümde oluşu ve intiharın çok yönlü doğası gereği bu hasta grubunda intihar * Aile Danışma Merkezi, SHÇEK, Rize ** Karadeniz Teknik Üniversitesi, Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı, Trabzon Anahtar Kelimeler Şizofreni, İntihar, Risk etmenleri, Pozitif ve Negatif Belirtiler, Depresyon, Umutsuzluk. Şizofrenide İntihar riskinin belirlenmesi zor olmaktadır. Şizofrenide intihar ve intihar düşüncesinin araştırıldığı birçok araştırmada yaş, cinsiyet, medeni durum gibi bazı sosyodemografik faktörlerin etkisini ve kişinin hastalık öncesi uyumu, umutsuzluğu, önceki intihar girişimi ve düşüncesi, hastalık içgörüsü ve hastalığının başlayış ve seyri incelenerek, bu risk faktörleri belirlenmeye çalışılmıştır (Müller ve ark. 2005, Acosta ve ark. 2006, Mc Girr ve ark. 2006). Şizofreni hastalarında intihar riskini yordayıcı çeşitli etmenler ileri sürülmüştür. Şizofrenide intihar ve intihar düşüncesinin araştırıldığı birçok araştırma yaş, cinsiyet, medeni durum gibi bazı sosyodemografik faktörlerin etkisini ve kişinin hastalık öncesi uyumu, umutsuzluğu, önceki intihar girişimi ve düşüncesi, hastalık içgörüsü ve hastalığının başlayış ve seyrini inceleyerek, bu risk etmenleri belirlemeye çalışmıştır (Walsh ve ark. 2001, Müller ve ark. 2005). Şizofrenide İntiharın Sosyodemografik Faktörlerle İlişkisi Genel nüfustaki intihar oranları erkeklerin kadınlardan daha fazla tamamlanmış intiharlar gerçekleştirdiği, kadınların ise intihar girişimlerinin erkeklerden daha fazla olduğu yönündedir. Şizofreni hastalarında da tamamlanmış intihar açısından erkeklerin kadınlara göre oranı yüksektir (Özsan ve Tuğcu 1999, Walsh ve ark.2001, Fenton 2000, Raymont 2001, Harkavy-Friedman 2006). Ancak bu cinsiyet farklılığı şizofreni hastaları için genel nüfusa oranla daha azdır (Harkavy-Friedmann ve ark.2004). İntihar girişimi açısından ise şizofreni hastalarında kadın ve erkekler arasında anlamlı bir farklılık gözlenmemiştir (Walsh ve ark.2001). Şizofrenide intihar riskinin büyüklüğünün orta yaşlardan önce en üst düzeyine yükselip daha sonra düştüğü bildirilmiştir (Kırpınar ve Aydın 2001 ). Genç olmanın şizofreni intiharlarında riski arttırdığı birçok araştırmada belirtilmiştir (Müller ve ark 2005, Camphell ve Fahy 2005). 45 yaşın altındaki şizofreni hastalarında daha fazla intihar davranışı gözlemlenmiştir (Harkavy-Friedman ve Nelson 1997). Ancak yaşla ilgili bu bulgular şizofrenide görülen intiharların hastalığın başlangıcından sonraki on yıl içerisinde en yüksek oranlarda olduğu gerçeği ile değerlendirildiğinde farklı yorumlanabilir. Diğer değişkenlerin kontrol edildiği bir araştır40 RCHP 3:1-2 2009 mada asıl ayırt edici olanın yaş değil, hastalığın süresi olduğu bulunmuştur (Camphell ve Fahy 2005). Buna bağlı olarak şizofreninin erken yaşlarda başladığı göz önüne alınırsa, hastalığın başlangıcına yakın yaşlarda olmanın intihar riskiyle ilişkili olduğu değerlendirmesi yapılmaktadır (Harkavy-Friedman ve Nelson 1997). Genel olarak bakıldığında ise, intihar şizofreni hastalarının yaşamlarının herhangi bir noktasında, herhangi bir yaşta görülebilir. Bazı araştırmalarda bekar ve işsiz olmanın şizofrenide intihar riskini arttırdığı belirtilmiş olsa da, çoğu hastada işsizlik ve bekarlığın hastalığın belirtileri ve yarattığı işlevsellik kaybına bağlı olduğu göz önüne alınırsa, bu bulguların intihar riskini belirlemede çok önemli rolü olmadığı görülür (Harkavy-Friedmann ve ark 2003). Kadınlarda, özellikle 2 yaşından küçük çocuk sahibi olmanın intihar riskini azalttığı bulunmuştur. Erkeklerde ise bekar ve işsiz olma gibi sosyoekonomik faktörlerin intiharla ilişkisi kadınlara göre daha yüksektir (Müller ve ark.2005). Etnik farklılıklar açısından çelişkili sonuçlar vardır. Bazı araştırmalar beyaz ırktan olmanın intihar riskini arttırdığını ifade ederken (Nangle ve ark.2006), bazı araştırmalarda etnik köken açısından anlamlı farka rastlanmamıştır (Harkavy- Friedman ve ark 2003). Şizofrenide intihar için en riskli dönemin hastanede yatış veya taburculuktan sonraki ilk 6 ay olduğu bildirilmiştir (HarkavyFriedmann ve ark.2004). İntihar girişimi veya tamamlanmış intiharı olan şizofreni hastalarının büyük çoğunluğu psikiyatrik sağaltım altında iken intihara kalkışmışlardır. İntihar girişimi öyküsü bulunan şizofreni hastaları hastaneye yatış sıklıkları açısından diğer şizofreni hastalarına göre anlamlı farklılık gösterirler (Harkavy-Friedmann ve ark.2004). Hastaneye yatış ve taburculuktan hemen sonraki dönemin intihar için en riskli dönem olduğu bilgisine dayanarak bu hasta gruplarında yatış sırasında intihar riskinin saptanması ve taburculuktan sonra da önleyici ve uyarıcı çalışmaların yapılması yaşamsal önem taşır. Şizofrenide İntiharın Hastalık Öncesi İşlevsellik ile İlişkisi Hastalık öncesi işlevsellik ile intihar arasındaki ilişkiye bakıldığında ise, iki grup şizofreni has- Tekin - Hocaoğlu tası risk altında görünmektedir. İlk grup hastalık öncesi işlevsellikleri yüksek olan kişilerdir. Bu kişilerin hastalığa bağlı gerçekçi kayıplarla ilgili daha dazla farkındalığa sahip olmalarının intihar riskini arttırdığı düşünülmektedir. Hastalık öncesi işlevselliği düşük olan grupta ise intihar riskinin yine yüksek olduğu ve bunun da baş etme becerilerinin düşük olması, sosyal becerilerinin ve sosyal desteğin yetersiz olması ve dürtüselliklerinin yüksek olması ile bağlantılı olabileceği bildirilmiştir (Raymont 2001). Bazı araştırmacılar hastalık öncesi işlevselliğin düşük olmasının intiharla daha fazla ilişkili olduğunu, diğer araştırmacılar ise yüksek işlevselliğin daha fazla intiharla ilgili riskle ilişkili olduğunu ya da hastalık öncesi işlevsellikle intihar arasında ilişki bulunmadığını belirtmişlerdir (HarkavyFriedmann ve ark.2003). Bu farklı bulgulara karşın yüksek işlevselliği olan hastalarda daha fazla kayıp ve umutsuzluk hissinin olabileceği düşünülebilir; ancak hastalıkla baş etme becerileri açısından düşük işlevsellikteki kişilerden daha başarılıdırlar. Şizofrenide İntiharın Daha Önceki İntihar Davranışı ile İlişkisi Daha önceden intihar girişimlerinin olması intihar için risk etmeni olarak değerlendirilmektedir. Potkin ve ark.’nın (2003) 980 şizofreni hastası üzerinde yaptıkları 2 yıl süreli izlem çalışmada, yaşam boyu intihar girişimi sayısının intihar riskiyle anlamlı ilişkisi olduğu saptanmıştır. İntihar etmiş olan şizofreni hastalarının %50’sinden fazlası daha önceden en az bir kez intihar girişiminde bulunmuştur (Harkavy-Friedman ve Nelson 1997). Önceki intihar girişimleri ileride olabilecek intihar girişimleri ve tamamlanmış intiharlar için en önemli risk göstergelerindendir. İntihar girişimleri olan şizofreni hastalarının intihar girişimleri, şizofreni olmayan kişilerin intihar girişimleri ile kıyaslandığında daha ciddidir ve daha çok tıbbi yardım gerektirir. İntihar niyeti ise şizofreni hastalarında güçlüdür ve genel nüfustaki intihar yöntemlerine göre daha öldürücüdür (Pompili ve ark.2004). Çok sayıda intihar girişimi olanların yöntemleri girişimler arttıkça daha öldürücü hale gelmektedir. İntihar düşüncesi de önceki intihar girişimleri gibi intihar riskini tahmin etmede önem taşır. Şizofreni hastalarında intihar düşüncesinin incelendiği bir araştırmada, intihar düşüncesinin sık görüldüğü ve bu düşüncelerin depresyon, suçluluk, patolojik suçluluk ve kendini değersiz hissetme ile yakından ilişkili olduğu saptanmıştır (Kontaxakis ve ark.2004). Bu yüzden intihar düşüncesinin sorgulanmasında kişinin sadece kendini öldürme ile ilgili fikirlerinin ve planlarının değil, depresyonunun, kendini değersiz hissedip hissetmediğinin ve suçlulukla ilgili düşüncelerinin de incelenmesi gereklidir. Özcüler (2004) araştırmasında intihar düşünceleri olan şizofreni hastalarında intihar düşüncesi olmayanlara göre intihar girişimi öyküsü açısından anlamlı farklılık olduğunu bildirmiştir. Kelly ve arkadaşlarının (2004) yaptığı çalışmada ise, ölüm düşüncelerinin, intihar ederek ölmüş olan şizofreni hastalarında intihar etmemiş olanlara göre 3 kat fazla olduğu görülmüştür. Halen intihar düşüncesi olan hastalarda daha önce intihar girişiminde bulunma oranının daha yüksek olduğu bildirilmiştir (Evren ve ark.2004). Bu bulgular değerlendirildiğinde kişinin önceki intihar girişimlerinin yanı sıra, şu anki intihar düşüncesinin varlığının sorgulanması da büyük önem arz eder. Sağlık çalışanları, şizofren hastalarda intihar konusunu konuşmanın intihar düşüncesini akla getireceği gibi bir endişeyle bundan kaçınabilirler. Ancak intiharı konuşmanın hastalarda böyle bir düşünceyi tetikleyebileceğine dair bulgular yoktur ve güvenilir bir ortamda bu tip düşüncelerin konuşulması çoğu hastada rahatlama sağlayabilir. İntihar düşüncesini değerlendirirken hastanın bu düşüncesinin yoğunluğu, sürekliliği, kararlılığı, uygulanabilir planların yapılmış olup olmadığı göz önüne alınmalıdır. Şizofrenide İntiharın Pozitif ve Negatif Belirtiler ile İlişkisi Pozitif ve negatif belirtilerin intihar ve intihar davranışı ile ilişkisi tartışmalıdır. Bazı araştırmalarda, hastaların büyük bir çoğunluğunun hastalıklarının aktif psikotik döneminde intihar ettikleri bildirilmiştir (Harkavy-Friedmann ve ark.2004). Bu aktif dönemle ilişkili olarak pozitif belirtilerdeki artışın intihar riskini arttırdığını belirten araştırmalar da bulunmaktadır (Bhatia ve ark 2006). İntihar girişimi esnasında şizofreni hastalarının %80’inde sanrı ve varsanıların olduğu belirtilmiştir (Turner ve ark. 1998). 1 yıl süreli izlem çalışmalarının sonucu olarak RCHP 3:1-2 2009 41 Şizofrenide İntihar Nordentoft ve arkadaşları (2002) varsanıların intihar girişimini tahmin etmede en önemli belirteçlerden olduğunu saptamışlardır. Kelly ve arkadaşları (2004) intihar sonucu ve başka nedenlerle ölen şizofrenili hastaları karşılaştırmışlar ve intihar sonucu ölenlerin hayatları süresince özellikle fikir uçuşması, düşüncenin kontrolü ve çağrışımlarda zayıflıkla ilgili daha fazla pozitif belirtilere sahip olduklarını saptamışlardır. Şizofreninin paranoid alt tipi, pozitif belirtilerin sık görüldüğü, negatif belirtilerin ise çok ön planda olmadığı klinik görünümüyle yine bazı araştırmacılar tarafından intihar için en riskli alt tip olarak bildirilmiştir (Harkavy-Friedmann ve ark.2006). Fenton (1997) pozitif belirtilerden özellikle şüphecilik ve sanrıların tamamlanmış intiharlarda rol oynadığını, negatif belirtilerin ise intiharla ölen kişilerde daha az görüldüğünü; negatif belirtilerin ön planda olduğu deficit tip şizofreninin intihar için görece düşük risk taşıdığını belirtmiştir. Komut veren sesler şeklindeki varsanıların intihara yol açabileceği bildirilmiştir. İntihar davranışında bulunan şizofrenlerin %4’ü bunu komut veren seslere bağlı olarak yapmışlardır. Ancak Harkavy-Friedman ve arkadaşları (2004) yaptıkları çalışmada komut veren seslerin intihar riskini tahmin etmede anlamlı fark göstermediğini, intihara yatkınlığı olan kişilerde bu tip seslerin intihar riskini arttırabileceğini belirtmişlerdir. Bazı araştırmacılar ise pozitif belirtilerin yüksek olmasının intihar riskini belirlemede rolü olmadığına yönelik sonuçlar almışlardır. Grunebaum ve arkadaşları (2001) intihar öyküsü olan ve olmayanlar arasında sanrılar açısından farklılık olmadığını bildirmişlerdir. Pozitif belirtilerin şiddetinden çok, pozitif belirtilerin farkında olma ve bunlardan rahatsız olmanın kişiyi intihara yöneltebileceği konusunda bilgiler vardır. İntihar girişiminde bulunanların %10’unun neden olarak pozitif belirtilerden bunalma olduğunu söylemeleri bu görüşü destekler niteliktedir (Harkavy-Friedmann ve ark.2004). Pozitif belirtiler arttıkça intihar riskinin azaldığını belirten araştırmalar da vardır. Bu araştırmalarda sanrıların ve varsanıların azalmış intihar riskiyle ilişkisi olduğu bildirilmiştir (Aydemir ve ark.2002). Negatif belirtilerle intihar davranışı arasındaki ilişki ise yeni araştırma konularındandır. Fenton (1997) negatif belirtilerdeki artışın azalmış intihar riskiyle ilgili olabileceğini, ancak bu 42 RCHP 3:1-2 2009 riski tamamen ortadan kaldıracak etkisi bulunmadığını bildirmiştir. Eksikliği ( deficit) olmayan yani negatif belirtilerin görülmediği şizofreni grubunda, negatif belirtileri olan şizofren hastalara göre altı kat fazla intihar riski bildirilmiştir (Harkavy-Friedmann ve ark.2004). Bazı araştırmalar ise negatif belirtiler ve intihar arasında orta derecede anlamlı bir pozitif ilişki saptamışlardır (Fenton 1997). Güney ve Özden (1991) araştırmalarında negatif belirtileri yoğun olan şizofreni hastalarında depresyon görülme sıklığının daha fazla olduğunu saptamışlardır. Pozitif ve negatif belirtilerin intihar davranışı ile ilişkisi konusunda yapılan çalışmalardan pozitif belirtilerle ilgili olanları sayıca fazla olsa da, iki grup içinde çelişkili ve heterojen sonuçlar bildirilmektedir. Pozitif belirtilerdeki artış akut psikotik dönemdeki intiharlarla daha ilişkili gözükmektedir. Negatif belirtilerdeki artışın intihar davranışıyla pozitif ilişki içinde olduğu durumlar da olabilir. Hastalığın psikotik belirtilerinin yatıştığı, daha duragan ve işlevsellikte bozulmaların kalıcılaştığı bir dönemde görülen intiharların negatif belirtilerin artışı ile ilgili olduğu düşünülebilir. Şizofrenide İntiharın Depresyon ile İlişkisi Depresyonun intihar için en önemli risk etmenlerinden olduğu birçok araştırmada bildirilmektedir (Mann ve ark.1999, Kreyenbuhl ve ark.2002). Şizofren hastalarda depresyon belirtilerinin olduğu Kraepelin ve Bleuler zamanından beri bilinmekte olsa da, şizofrenide depresyonun nasıl ortaya çıktığı günümüzde halen çok tartışılan konulardan biridir. Bu konuda tanısal güçlükler devam etmektedir ve mevcut durumda post-psikotik depresyon dışında kesin tanısal ölçütleri olan başka bir tür depresyon tanımlanamamıştır. Ancak bu alanda çalışanlar depresyonun şizofreninin her aşamasında farklı şekillerde ve farklı tedavi gereksinimleriyle ortaya çıkabileceğini belirtmektedirler. Akut dönemdeki depresyon şizofreninin bir parçası ve psikotik dağılmaya öznel bir tepki şeklinde olabilirken, kronik dönemde hastanın hastalığıyla yüzleşmesi, yaşam sorunları ile baş edemeyeceğini ve iyileşemeyeceğini düşünmesi ve toplum dışına itilmesi gibi nedenlere bağlı olarak ortaya çıkabilir. Tekin - Hocaoğlu Şizofreni hastalarında depresyon görülme sıklığı Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre %19-81 arasındadır (Escamilla 2001). Araştırmalar da görülme sıklığı açısından farklı sonuçlar bildirmektedir. Bunun nedenlerinden birisi şizofrenide görülen depresif durumun duygulanım, belirti ve sendrom olarak farklı şekillerde ele alınması ve bu kavramların zaman zaman araştırmacılar tarafından birbirinin yerine kullanılabilmesindedir. Bir belirti olarak depresif duygudurum kişinin sıkıntıya yol açan üzgün bir duygudurum içinde olmasıdı;r ancak bir sendrom olacak kadar kalıcı ve kapsamlı özellikler göstermez. Sendrom olarak depresyon ise suçluluk, konsantrasyonda güçlük, özgüvende azalma, ilgi kaybı ve zevk alamama veya uykuda bozulmalar gibi bilişsel ve vejetatif belirtilerin bir arada görüldüğü daha kapsamlı bir yapıdır. Yapılan araştırmalar hem belirti hem de sendrom olarak depresif belirtiler görülmesinin şizofrenide intihar riskini arttırdığını belirtmektedir (Harkavy-Friedmann ve ark.2004). Şizofrenide depresif belirtiler üç önemli noktada sık görülür. Bunlardan ilki akut dönemde var olan şizofreni belirtileri ile ortaya çıkabilen ve bu belirtiler yatışsa dahi bir süre devam edebilen depresif durumdur. İkinci durumda hastanın psikozu ortadan kalkar ve çok kısa bir süre sonra depresif belirtiler başlayabilir. Depresyon giderek şiddetlenir, psikoz ortadan kalkar ve depresif tablonun hakimiyeti başlar. Üçüncü tabloda ise psikoz tamamen kaybolduktan ve taburculuktan uzun bir süre sonra, fakat aynı yılın içinde depresyon belirtileri ortaya çıkar. Bu aşama post-psikotik depresyon olarak da adlandırılır. İlk aşamada depresyon tanısının konulabilmesi psikotik belirtilerin ön planda olması ve depresyon belirtilerini gölgelemesi anlamında diğer aşamalara göre daha zor olabilir. İkinci ve üçüncü aşamalarda ise depresyon belirtileri negatif belirtiler ve antipsikotik ilaçların yan etkilerine bağlı olarak oluşan belirtilerle karışabilir. Psikotik belirtilerin yatışmasını geciktirebileceği için ilk aşamada antidepresan ilaç tedavisi kullanmak yerine etkin bir atipik antipsikotik ilaç tedavisiyle psikotik belirtilerle birlikte depresif belirtilerin de düzelebildiği görülür (Candido ve Romney 2002). Şizofrenide depresyon görülme sıklığı yüksek düzeylerde olsa da her depresyon öyküsü olan şizofreni hastası intihar girişiminde bulunmamaktadır. Bu nedenle depresyon dışındaki etmenlerin de araştırılması son derece önemlidir. Ancak depresyonun intihara yatkınlığı olan bireylerde önemli bir tetikleyici rolü bulunmaktadır. İntihar girişimi olan bireylerde yaşam boyu depresyon görülme sıklığı intihar girişimi olmayanlara göre daha fazladır. Paranoid şizofrenlerde depresyon yaşama konusunda paranoid olmayan şizofren hastalara göre depresyonun görülme sıklığının daha fazla olduğu bildirilmiştir (Candido ve Romney 2002). Depresyonun tedavi edilmesi şizofreni hastalarında intiharın ortaya çıkma riskini de azaltabilir. Şizofrenide İntiharın Umutsuzluk ile İlişkisi Umutsuzluk depresif düşünceye temel oluşturarak ve kişinin hiçbir sorunu çözemeyeceği ve bir daha düzelemeyeceği gibi olumsuz duyguları içinde barındırarak depresyon ve intihar arasında bir köprü vazifesi görebilir. Bir çok araştırmacı umutsuzluğun intihar davranışında bulunanlar ve bulunmayanları ayırt etmede depresif durumdan daha belirleyici olduğunu göstermektedir (Harkavy-Friedman ve Nelson 1997, Kelly ve ark. 2004).104 şizofrenili hasta üzerinde yapılan başka bir çalışmada devam eden depresif duygudurum ve özellikle umutsuzluk duygularının intiharla istatistiksel olarak anlamlı bir ilişkisi olduğu saptanmıştır (Meltzer 2001). Tedaviye dirençli, pozitif belirtileri yoğun ve sürekli olan şizofrenlerin umutsuzluk duyguları yaşayıp yaşamadığını araştıran başka bir araştırmada pozitif belirtileri kontrol etmenin umutsuzluğu ve buna bağlı intihar düşüncesini ortadan kaldırmadığı saptanmıştır. Umutsuzluk bu anlamda pozitif belirtilerin yarattığı sıkıntının dışında sosyal işlevsellikte bozulmalar gibi başka belirtilere bağlı olarak da ortaya çıkabilir. Tedavi emosyonel belirtileri azaltmıyor ve psikososyal becerileri arttıramıyorsa umutsuzluk oluşabilir. Demoralizasyon sendromu olarak adlandırılan durumda şizofrenili hastalar hastalıklarının ve sonuçlarının farkında oldukça eski iyi işlevsellikteki zamanlarıyla şu anki hallerini kıyaslarlar ve umutsuzluğa kapılırlar. Bunun sonucu olarak da depresyon ve intihar düşünceleri ortaya çıkabilir. RCHP 3:1-2 2009 43 Şizofrenide İntihar Hastalık iç görüsünün fazla olması bu anlamda kişileri intihar davranışlarına yöneltebilir. Zihinsel bütünlüğün dağılacağından korkma (fear of mental disintegration) da umutsuzluk duygularının oluşmasına yol açabilir. Lewine (2004) araştırmasında yüksek sosyoekonomik sınıftan gelen bireylerin daha düşük sosyoekonomik ortamlardan gelen şizofren hastalara göre iş beklentilerin yüksek olduğu ve bunun daha fazla işlevsellik kaybı olarak algılanması ve umutsuzluk düzeylerinin fazlalaşmasıyla sonuçlandığını bildirmiştir. Bourgeois ve arkadaşları (2004) hastalıkla ilgili farkındalığın fazla olmasının umutsuzluk duyguları ve artmış intihar riski ile ilişkisi olduğunu saptamışlardır. Kim ve arkadaşları (2003) yüksek bilişsel işleyiş düzeyi, madde kullanımı ve içgörü artışı ile umutsuzluğun intihar riskiyle ilişkili olduğunu, bunlar arasında umutsuzluğun intiharı tahmin etmede en önemli gösterge olduğunu bildirmişlerdir. Acosta ve arkadaşları (2006) depresif ve psikotik intiharlar olarak iki tür şizofrenik intihar tanımlamış ve bunlardan depresif intiharların daha çok umutsuzluk duyguları ile beraber ortaya çıktığını belirtmişlerdir. Şizofrenide İntiharın İçgörü ile İlişkisi Umutsuzluk gibi içgörü de intihar riski ile ilişkili bulunmuştur. Ancak içgörü genel anlamda birçok alanı içeren geniş bir yelpazeyi tanımlar. İçgörünün bütün bileşenleri değil, hastalığın kötü sonuçlarının farkında olma, yani hastalık içgörüsünün bu riski arttırdığı düşünülmektedir. Yen ve arkadaşları (2002) çalışmalarında sağaltım içgörüsünün fazla olmasının daha az hastaneye yatış ve sosyal uyumun daha yüksek olmasıyla ilişkili olduğunu, hastalık ve yaşanan psikotik süreçle ilgili içgörünün fazla olmasının ise intiharı tahmin etmede yeterli olmadığını bildirmişlerdir. Hastalık içgörüsünün fazla olmasının intihar düşüncelerine yol açabileceğ,i ancak, iyi bir tedavi yaklaşımı ile buna bağlı depresyon ve umutsuzluk duygularının azaltılmasıyla bu riskin ortadan kalkabileceği bildirilmiştir (Bourgeois ve ark.2004). Şizofrenide İntiharın Yaşamı Sürdürme Nedenleri ile İlişkisi Umutsuzluk, yetersiz problem çözme becerileri, katı düşünce tarzı gibi olumsuz bilişlerin inti44 RCHP 3:1-2 2009 har davranışı ile ilişkisini araştıran birçok araştırma bulunmaktadır. Söz konusu bu çalışmalar olumsuz bilişler üzerine odaklanırken yaşamı sürdürme nedenleri ile geliştirilen ölçekler ve bu konuyu ele alan çalışmalar kişileri intihardan koruyan olumlu bilişler üzerine odaklanmaktadır (Durak ve ark 1993). İntihar davranışın azaltabilecek, kişileri yaşama bağlayıcı birçok inanç ve beklenti vardır. Bu inanç ve beklentilerden yola çıkarak intihar etmeyen kişilerde onları yaşama bağlayan, yaşamlarını sürdürmelerini sağlayan etkenlerin bilinmesi intihar davranışını önlemede, en az intihara yol açan etkenlerin bilinmesi kadar önemlidir. Genel nüfusta yapılan çalışmalar, yaşamı sürdürme nedenlerinin hem ergenlerde hem de yaşlılarda görülen intihar davranışlarında önemli rol oynadığını saptamıştır (Durak 2005). Şizofren hasta gruplarında ise yaşamı sürdürme nedenleri ve intihar ile ilgili görece daha az çalışma yapılmıştır. Mann ve arkadaşları (1999) yaptıkları çalışmada intihar girişiminde bulunan şizofrenlerin intihar girişiminde bulunmayanlara göre daha az yaşamı sürdürme nedeni bildirdiklerini saptamışlardır. Başka bir araştırmada ise, umutsuzluk ve yaşamı sürdürme nedenlerinin intihar davranışında ayrı ayrı rol oynadığı bildirilmiştir (Harkavy-Friedman ve ark.2004). Normal popülasyonda yaşamı sürdürme nedenlerinin intihar riskini azaltıcı yönünün şizofreni hastaları için de geçerliliği vardır. Yaşamı sürdürme nedenlerinden hangilerinin daha kurtarıcı ve yaşama bağlayıcı olduğu yönünde yapılacak araştırmalar intiharı önlemede büyük yarar sağlayacaktır. Şizofrenide İntiharın Sigara, Alkol ve Madde Bağımlılığı ile İlişkisi Şizofrenide intihar ve madde bağımlılığı ile ilgili yapılan çalışmalar çelişkili sonuçlar vermektedir. Potkin ve arkadaşları (2003) araştırmalarında madde kullanımı öyküsünün olmasının ve sigara kullanımının şizofrenide intihar riskiyle ilişkili olduğunu saptamışlardır. Altamura ve arkadaşları (2003) intihar girişimi olan şizofrenlerde nikotin kötüye kullanımı ve bağımlılığının intihar girişimi olmayanlara göre anlamlı farklılık gösterdiğini bildirmişlerdir. Mann ve arkadaşları (1999) alkol ve madde kullanım öyküsünün ve sigara içiminin intihar girişimi olan- Tekin - Hocaoğlu ları olmayanlardan ayırt ettiğini bildirmişlerdir. Başka bir araştırmada ise madde kullanan şizofrenlerin dürtüsellik puanlarının yüksek olduğu ve daha çok intihar girişiminde bulundukları saptanmıştır (Gut-Fayand.ve ark. 2001). Dürtüselliğin intihar davranışı ile ilişkili olduğunu belirten bazı araştırmalar bu görüşü destekler niteliktedir (Mann ve ark.1999). Ancak dürtüselliğin intihar davranışını tahmin etmede geçerli rolü olmadığını belirten araştırmalar da vardır (Baca-Garcia ve ark. 2004). Araştırmalardaki farklı sonuçlar, şizofrenide sigara, alkol ve madde bağımlılığının intiharla ilişkisi konusunda daha fazla araştırmaya ihtiyaç duyulduğunu göstermektedir. Şizofrenide İntihar Konusunda Türkiye’de Yapılmış Çalışmalar Şizofreni hastalarından intihar düşüncesi ve davranışlarının incelenmesi konusunda Türkiye’de de bazı çalışmalar yapılmıştır. Ancak bu çalışmalar dünya literatürüne kıyasla az sayıdadır. Özcüler (2004) 200 şizofreni hastası üzerinde yaptığı çalışmada şizofrenik bozukluğu olan hastalarda intihar girişimi ve düşüncesinin sosyodemografik ve klinik özelliklerinin karşılaştırılmasını ve risk etmenlerinin tanımlanmasını amaçlamıştır. Çalışmasının sonuçları olarak intihar girişimi olan grupta hastalık başlangıç yaşı ve ilk hastaneye yatış yaşının anlamlı düzeyde düşük, ortalama hastaneye yatış sayısı, alkol veya madde kullanımının ise anlamlı düzeyde yüksek olduğunu, intihar düşüncesi olan hastalarda paranoid alt tip, intihar girişimi öyküsü, negatif belirtiler, sanrılar ve umutsuzluğun anlamlı olarak daha fazla, pozitif yapısal düşünce bozukluklarının ise anlamlı düzeyde daha az olduğunu saptamıştır. Evren ve arkadaşları.(2002) yatarak tedavi gören akut dönemdeki 30 hasta ile ayaktan izlenen stabil dönemdeki 30 hastayı karşılaştırdıkları çalışmalarında depresyonun intihar düşüncesi olanlarda daha fazla görüldüğünü, negatif belirtilerden ilişki kurmada güçlük puanlarının intihar düşüncesi olmayan grupta olanlara göre daha yüksek olduğunu saptamışlardır. Özsan ve Tuğcu (1997) şizofreni hastaları ve normal kontrol grubunda intihar düşüncesini çeşitli faktörlere göre incelemişler ve şizofren hastalarda umutsuzluk, intihar düşüncesi, kendini olumsuz değerlendirme, düşmanlık gibi özelliklerin normal gruba göre daha yüksek oranlarda bulunduğunu saptamışlardır. Şizofrenide depresif belirtilerle ilgili olarak Aydemir ve arkadaşlarının (2002) yaptıkları çalışmada ise, şizofrenide depresyonu olan ve olmayan hastaları ayırt etmede depresif duygudurum ve değersizlik duygusunun belirleyici olduğu bildirilmiştir. Uzun ve ark.’nın (2002) yaptıkları çalışmada depresif belirtilerle şizofreninin şiddeti ve pozitif belirtileri arasında pozitif bir korelasyon bulunduğu ve izleme döneminde antipsikotik ilaç tedavisi ile hem depresif hem psikotik belirtilerin şiddetinde eş zamanlı olarak düşme olduğu bildirilmiştir. Şizofrenide İntihar Düşüncesini Önlemenin Faydaları Şizofrenili hastalarda intihar, intihar düşüncesi ve intihar girişimleri sık görülmektedir. Şizofreninin heterojen klinik görünümü, intiharın da çok yönlü doğası gereği şizofreni hastalarında intihar davranışına yol açan etmenler çok çeşitli sebeplere bağlı olarak ortaya çıkabilir. İntihara eğilimli şizofreni hastaları, bazen psikotik belirtilerin ön planda olması ve bu psikotik tablonun intihar düşünceleriyle ilişkili olabilecek depresif tabloyu örtmesi sonucu intihar düşünceleri fark edilmeden taburcu edilebilir. Bazen de hastadaki intihar düşünceleri ve bunlarla beraber görülen umutsuzluk ve depresyon belirtileri negatif belirtiler veya antipsikotik ilaç tedavisinin yan etkilerine bağlı yavaşlamalar olarak algılanarak fark edilemeyebilir. Bu nedenlerle şizofreni hastalarında intihar düşüncesini tahmin edici ve intihar düşüncesi olmayan şizofreni hastalarından ayırt edici özgün özelliklerin saptanması önem taşır. İntihar girişimleri olan şizofrenlerin birçoğunun bu tip davranışları tekrarladıkları ve önceki intihar girişimi öyküsünün şizofreni hastalarında yeni intihar davranışları için büyük risk taşıdığı belirtilmiştir. Önceden intihar girişimi olan hastalarda önleyici çalışmaların yapılması bu nedenle büyük önem taşır. İntihar davranışları şizofreninin her döneminde ortaya çıkabilir. Bazı şizofreni hastaları psikotik belirtilerin yoğun olduğu akut dönemlerde intihar davranışında bulunabilirler. Akut alevlenmenin olmadığı ve kısmen iyileşmenin görüldüğü stabil dönemlerde de intihar davranışı olabilir. İntihar davranışına neden olan faktörlerin şizofreninin akut ve stabil dönemlerinde RCHP 3:1-2 2009 45 Şizofrenide İntihar farklı işleyişlerinin ve etkilerinin olup olmadığının araştırılması, her dönem için ayrı önleyici ve tedavi edici yaklaşımların geliştirilmesi açısından önem taşır. Sonuç olarak, şizofrenide intihar riskini saptamada bir etmenin tek başına tetikleyici rolü olması zordur. Çoğu zaman birçok etmen aynı 46 RCHP 3:1-2 2009 anda ortaya çıkar ve kişide zorlanmalara ve intihar düşüncesine yol açar. Bu anlamda şizofrenide intiharı tetikleyecek etmenlerin çok yönlü olarak araştırılması ve sağlık çalışanlarının bu risk etmenleri konusunda bilinçli ve duyarlı davranmaları şizofreni hastalarında intiharın önlenebilmesi açısından büyük önem taşır. Tekin - Hocaoğlu KAYNAKLAR Acosta FJ, Aguilar EJ, Cejas MR, et al. Are There Subtypes of Suicidal Schizophrenia? A Prospective Study. Schizophr Res., 2006; 86: 215-220. Escamilla M.A. Diagnosis and Treatment of Mood Disorders That Co-Occur With Schizophrenia. Psychiatric Services. 2001; 52: 911-919 Amador XF, Friedman JH, Kasapis C, et al. Suicidal behavior in Schizophrenia and its relationship to awareness of ilness. Am J. Psychiatry. 1996; 153: 1185-1188. Evren EC, Evren B, Erkıran M.Şizofrenili Hastalarda Özkıyım Düşüncesi: Pozitif, Negatif Belirtiler, Depresyon ve İçgörü ile İlişkisi. Turk Psikiyatri Derg., 2002; 13:255-264. Altamura AC, Bassetti R, Bignotti S, et al. Clinical Variables Related To Suicide Attempts in Schizophrenic Patients: A Retrospective Study. Schizophr Res., 2003; 60: 47-53. Fenton WS. Depression, Suicide and Suicide Prevention in Schizophrenia. Suicide and Life Threatening Behaviour, 2000; 30: 34-49. Aydemir Ö, Danacı Esen A , Pırıldar Ş. Şizofrenide Depresyonu Olan ve Olmayan Hastaların Belirti Yönünden Ayrımı.Turk Psikiyatri Derg. 2002; 13: 173-178. Baca-Garcia E, Perez-Rodriguez MM, Diaz SC, et al. Suicidal Behavior in Schizophrenia and Depression: A Comparison. Schizophr Res., 2004; 10: 1-5. Bhatia T, Thoman P, Semwal P et al. Differing Correlates for Suicide Attempts Among Patients With Schizophrenia or Schizoaffective Disorder in India and USA. Schizophr Res., 2006; 86: 208-214. Bourgeois M, Swendsen J, Young F, et al. Awareness of Disorder and Suicide Risk in The Treatment of Schizophrenia: Results of The International Suicide Prevention Trial. Am J. Psychiatry, 2004;161: 1494-1496. Goldsmith SK. Reducing Suicide: A National Imperative. Washington DC. USA: National Academies Press, p.77, 2002. Grunebaum MD, Oquendo MA, Harkavy-Friedman J.M. et al. Delusions and Suicidality. Am J Psychiatry, 2001;158: 742-747. Gut-Fayand A et al. Substance Abuse and Suicidality in Schizophrenia: A Common Risk Factor Linked To Impulsivity. Psychiatric Res., 2001; 102: 65-72 Güney M, Özden A.Şizofrenide Depresyon ve İntihar. Kriz Dergisi, 1991; 6: 37-41. Harkavy-Friedman JM, Nelson AE. Assesment and Intervention For The Suicidal Patient With Schizophrenia. Psychiatric Quarterly, 1997; 4; 361375. Harkavy-Friedman JM.Can Early Detection of Psychosis Prevent Suicidal Behaviour? Camphell C, Fahy T. Suicide and Schizophrenia. Psychiatry, 2005; 4: 65-67. Am J. Psychiatry, 2006;163: 768-770. Candido C,L., Romney D.M. Depression in Paranoid and Nonparanoid Schizophrenic Patients Compared With Major Depressive Disorder. J Affec Disord. 2002; 70: 261-271 Harkavy-Friedman JM, Nelson AE, Venarde DF. Suicidal Behavior in Schizophrenia and Schizoaffective Disorder: Examining The Role of Depression. Suicide and Life Threatening Behavior,2004; 34: 66-76. Durak A. Yasak. Y. Şahin N. H. İnsanları Yaşama Bağlayan Nedenler Nelerdir? Yaşamı Sürdürme Nedenleri Envanterinin Güvenirliği ve Geçerliği. Türk Psikoloji Dergisi, 1993; 8: 7-19. Harkavy- Friedman JM, Kimhy D, Nelson EA et al. Suicide Attempts in Schizophrenia: The Role of Command Auditory Hallucinations for Suicide. J Clin Psychiatry, 2003; 64 (8): 871-874. Durak A. İntihar Olasılığı: Yaşamı Sürdürme Nedenleri, Umutsuzluk ve Yalnızlık Açısından Bir İnceleme. Turk Psikiyatri Derg. 2005; 16: 29-39 Hawton K, Sutton L, Haw C et al. Schizophrenia and Suicide: Systematic Review of Risk Factors. Br J Psychiatry 2005; 187:9-20 RCHP 3:1-2 2009 47 Şizofrenide İntihar Kelly DL, Shim JC, Feldman SM, et al.Lifetime Psychiatric Symptoms in Persons With Schizophrenia Who Died By Suicide Compared Other Means of Death. J Psychiatric Res, 2004; 38: 531-536 Nordentoft M, Jeppesen P, Abel M et al. OPUS Study : Suicidal Behavior, Suicidal Ideation and Hopelesness Among Patients With First- Episode Psychosis. Br J. Psychiatry, 2002; 191: 98-106. Kırpınar İ, Aydın N. Şizofrenide İntihar. Anadolu Psikiyatri Dergisi, 2001; 2:47-52. Özcüler T. Şizofrenik Bozukluğu Olan Hastalarda Özkıyım Girişimi ve Düşüncelerinin Değerlendirilmesi. Uzmanlık Tezi ( Basılmamış), Çukurova Üniversitesi, 2004, Adana. Kim CH, Jayathilake K, Meltzer HY.Hopelesness, Neurocognitive Function and Insight in Schizophrenia: Relationship To Suicidal Behavior. Schizophr Res., 2003; 60: 71-80 Kontaxakis V, Havaki-Kontaxaki B, Margariti M et al.Suicidal Ideation In Inpatients With Acute Schizophrenia. Can J. Psychiatry, 2004; 49: 476-479. Kreyenbuhl JA, Kelly DL, Conley RR.Circumstances of Suicide Among Individuals With Schizophrenia. Schizophr Res., 2002; 58: 253-261. Lewine RJ.Social Class of Origin, Lost Potential and Hopelesness in Schizophrenia. Schizophr Res.,, 2005; 76: 329-335. Mann J.J et al.. Toward A Clinical Model of Suicidal Behavior in Psychiatric Patients. The Am J. Psychiatry. 1999; 156: 181-189. Mc Girr A, Tousignant M, Routhier D et al. Risk Factors for Completed Suicide in Schizophrenia and Other Chronic Psychotic Disorders: A Case Control Study. Schizophr Res., 2006; 84: 132143. Meltzer H.Y. Treatment of Suicidality in Schizophrenia. The Clinical Science of Suicide Prevention. 2001; 932:44-60. Müller DJ, Barkow K, Kovalenko S et al. Suicide Attempts in Schizophrenia and Affective Disorders With Relation To Some Specific Demographical and Clinical Characteristics. Eur Psychiatry, 2005; 20: 65-69. Nangle JM.Neurocognition and Suicidal Behaviour in An Irish Population With Major Psychotic Disorders. Schizophr Res., 2006; 85:196-200. 48 RCHP 3:1-2 2009 Özsan H, Tuğcu H. Şizofrenik Hastalarda İntihar Olasılığının Çeşitli Faktörlere Göre İncelenmesi. Kriz Dergisi, 1999; 6: 33-39. Pompili M, Ruberto A, Girardi P, Tatarelli R.Suicide In Schizophrenia: What We Are Going To Do About It?. Ann Ist Super Sanita, 2004; 40 : 463-473. Potkin SG, Alphs L, Hsu C et al. Predicting Suicidal Risk in Schizophrenic and Schizoaffective Patients in A Prospective Two-Year Trial. Soc. Biol. Psychiatry, 2003; 54: 444-452. Raymont V. Suicide in Schizophrenia- How Can Research Influence Training and Clinical Practice?. Psychiatric Bull., 2001; 25: 46-50. Turner R.M ve ark. Assesment of Suicide in Schizophrenia: Development of The Interview for Suicide in Schizophrenia. Cognitive and Behavioral Practice, 1998; 5: 139-169. Uzun Ö., Zincir N., Cansever A., Özşahin A. İlk Atak Şizofrenide Depresif Belirtiler: Altı Aylık İzlem Çalışması. Klinik Psikofarmakoloji Bülteni. 2002; 12: 64-67 Walsh E, Harvey K, White I et al. Suicidal Behaviour in Psychosis: Prevelance and Predictors From A Randomised Controlled Trial of Case Management. Br J. Psychiatry, 2001; 178: 255-260. Yen CF, Yeh ML Chen CS. Predictive Value of Insight for Suicide, Violence, Hospitilazation and Social Adjustment for Outpatients With Schizophrenia: A Prospective Study. Compr Psychiatry., 2002; 43: 443-447. Yeme Bozukluklarında Farkındalık Temelli Tedavi Yaklaşımları Fulya MANER Keywords Mindfulness based interventions Dialectical behavior therapy, Abstract Mindfulness Based Treatment Approaches in Eating Disorders Mindfulness is a kind of directing attention. It is originated in Eastern meditation traditions. It is increasingly being discussed and practiced in Western cultures. It is described as a way of focusing one’ s attention on the present experience in a nonjudgmental or acceptable manner. Mindfulness based interventions such as dialectical behavior therapy, mindfulness based cognitive therapy, acceptance and commitment therapy, mindfulness based eating awareness training are increasingly interested in the treatment of eating disorders. Mindfulness based cognitive therapy, Acceptance and commitment therapy, Eating disorders Özet Farkındalık bir tür dikkati yönlendirmedir. Doğu meditasyon geleneklerinden kaynağını almıştır. Batı kültüründe giderek daha fazla denenmekte ve tartışılmaktadır. Bireyin dikkatini o andaki bir deneyim üzerine yargılamaksızın ya da kabullenici bir şekilde odaklanması olarak tanımlanabilir. Diyalektik davranışçı terapi, farkındalık temelli bilişsel terapi, kabullenme ve sorumluluk tedavisi, farkındalık temelli yeme eğitimi gibi yaklaşımlar yeme bozuklukları tedavisinde giderek ilgi görmektedir. Anahtar Kelimeler Farkındalık temelli yaklaşımlar Diyalektik davranışçı terapi Farkındalık temelli bilişsel terapi Farkındalık (F) tanımında Kabat – Zinn (2003), farkında olunan dikkatin, o anda gözlenen deneyime karşı, ne kadar hoş ya da itici olursa olsun merhamet, ilgi, dostluk, açık yüreklilik içerdiğine dikkati çeker. Meditasyon yaparak farkındalık eğitimi (cultivation) özellikle Budizm gibi doğu ruhani geleneklerinde çok eski yıllara dayanır. Bu gelenekler farkındalık meditasyonunun, bireyin, acıyı hafifletmek ve uyanıklık, içgörü, akılcılık, şefkat gibi olumlu niteliklerinin gelişmesi için uygulanabileceğini ileri sürer. Herhangi bir dini inanç sisteminden bağımsız olarak geleneksel farkındalık meditasyonu egzersizleri, araştırmacı ve klinisyenler tarafından ruh sağlığı alanında ve tıbbi ortamlarda kullanılmaktadır. Farkındalık temelli (FT) yaklaşımlar şunlardır: • Farkındalık temelli stres azaltma (FTSA) (Kabat – Zinn 1982) • Farkındalık temelli bilişsel tedavi (FTBT) (Segal, Williams veTeasclale 2004) • Diyalektik davranışcı tedavi (DDT) (Linehan 1993) • Kabullenme ve sorumluluk tedavisi (KST) (Hayes, Strosahl, Wilson 1999) FT yaklaşımlar 2 şekilde olur: 1. Formal meditasyon egzersizleri- üyeler 45 dakika sürelerle, sessiz oturur ve dikkatini özel şekilde yönlendirir. Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kabullenme ve sorumluluk tedavisi Yeme bozuklukları Yeme Bozukluklarında Farkındalık Temelli Tedavi Yaklaşımlarır 2. İnformal egzersizler- daha kısa sürelidir ve günlük hayattaki farkındalığa odaklanır, üyeler yürüme, banyo yapma, yeme, araba sürme gibi rutin aktivitelere karşı farkındalık geliştirir. FTSA ve FTBT’ de formal meditasyon ve informal egzersizler, oysa DDT ve KST‘de daha sık, daha kısa süreli, daha az formal aktivite ve egzersizler bulunur. Üyelerden sıklıkla nefes alma, yürüme ya da yeme gibi bir etkinlik üzerine dikkatlerini odaklamaları ve bunu dikkatle incelemeleri istenir. Dikkatlerinin düşünceler, anılar ya da fanteziler arasında gezinebileceğine dikkat etmeleri söylenir. Bu olduğunda aklın gezintilerinin kısaca not edilmesi ve sonra dikkatlerin hedef gözlemlere yeniden yoğunlaştırılması istenir. Eğer bedensel duyumlar ve emosyonel haller ortaya çıkıyorsa, üyelerden bunları dikkatli bir şekilde gözlemlemeleri, nasıl hissettiklerini, bedenlerinin neresinde hissettiklerini ve zaman içinde değişip değişmediğini gözlemeleri istenir. Beden pozisyonunu değiştirme ya da bir yerini kaşıma gibi dürtü ya da arzular da dikkatle gözlenir, fakat yapılması gerekmez. Gözlenen deneyimi belirleyen “ağrıyor”, “üzüntü”, ‘‘düşünmeli” ya da “hareket isteği” gibi kelime veya kısa ifadeler kullanma önerilir. Bazı farkındalık egzersizlerinde kişiler ses, görüntü, koku gibi çevresel uyarıların gözlenmesine teşvik edilir. Üyeler gözlenen tüm olaylara karşı kabullenme, ilgi, dostça meraklılık ve yargılamadan onlara dikkat etme şeklinde bir tutum geliştirmeye özen göstertilir, diğer yandan da değerlendirme ve kendini eleştirme ya da gözlediklerini ayıklama veya değiştirme çabalarından vazgeçtirilir. Örneğin, düşüncelerin mantıklı ya da mantıksız olduğunun değerlendirilmesi, mantık dışı düşüncelerin değiştirilmesi, istenmeyen düşüncelerden kurtulunması veya hoş olmayan emosyon ya da duyumların azaltılması için hiçbir çaba sarf edilmez. Bunun yerine, bilişsel duyumlar ve emosyonlar ortaya çıktığında ve yok olduğunda basit olarak not alınır ve gözlenir. Farkındalık meditasyonu sıklıkla yoğunlaşmaya dayalı egzersizlerle başlar; üyeler özel bir uyarıya odaklanır (örn; nefes) ve dikkatlerinin serbest kaldığını fark edince bu uyarıya yeniden geri dönerler. Farkındalık yönergesi daha sonra 50 RCHP 3:1-2 2009 yargılayıcı olmayan gözlemleri içeren egzersizlere geçer. Düşünceler, hatıralar, emosyonlar ve dürtüler dahil olmak üzere zaman içinde doğal olarak ortaya çıkan tüm uyarılara dikkat edilir ve bunların düzeninin sürekli değiştiği fark edilir. Bu egzersizlerde zihnin serbest kalması bir başka olayın gözlenmesini basitleştirir. Üyeler bütün bu olaylara dikkat etmeyi, onların görece değerleri ya da önemleri hakkında yorum yapmaksızın, onlar ortaya çıktıklarında öğrenirler. Uyarılar ortaya çıktığında, onların sürekli değişen düzenini yargılayıcı olmayan bu gözleme durumu sıklıkla “çıplak dikkat” yada “tercihsiz farkındalık (choiceless awareness)” olarak isimlendirilir (Kabat – Zinn 1982). Yeme bozukluklarında tedavi araştırmaları çoğunlukla bilişsel davranışçı yaklaşımlarda ve Bulimiya Nervoza (BN) ve Tıkınırcasına Yeme Bozukluğu (TYB) üzerinde yapılmıştır. Anoreksiya Nervoza’da (AN) tedavi araştırmaları sayıca daha azdır. Çalışmaya katılmayı kabul eden ve çalışma süresini tamamlayan az sayıda hasta olması açısından AN hastaları ile araştırma yapmak zordur (Roth ve Fonagy 2005). BN’ da bilişsel davranışçı tedavi (BDT), hastaların yaklaşık %50’sinde tıkınırcasına yeme ve çıkarmanın kaybolmasını, birçok hastada azalmasını ve uygunsuz diyet yapma ve bozulmuş beden imgesinin de belirgin olarak düzelmesini sağlar. TYB’ de, BDT’nin etkili olduğu (Apple ve Agras 1997, Fairburn, Marcus ve Wilson 1993) ve BN ve TYB’ de ise kişilerarası tedavi kadar etkili bulunduğu bildirilmiştir. Bununla birlikte çoğu hastada tedaviye yanıtın tamamlanmamış olarak kaldığı görülmekte ve daha etkili yaklaşımları bulmak için ek çalışmaların yapılması gerektiği gözlenmektedir. Tıkınırcasına yeme biçiminden kurtulmuş bireylerin daha kolay kilo verdikleri ve kiloyu korudukları bildirilmiştir (Eldredge ve ark. 1997). Bu nedenle kilo verme aşamasına geçmeden önce yeme bozukluğu tedavisinin gerekliliği önerilmektedir. Farkındalık eğitimi ve kabullenmeyle ilişkili yaklaşımlar yeme bozuklukları tedavisinde giderek ilgi görmektedir. Diyalektik davranışçı terapi (DDT) (Linehan, 1993) TYB ve BN’ da; farkındalık temelli bilişsel terapi (FTBD) TYB’da, kabullenme ve sorumluluk tedavisi (KST) (Hayes, Strosahl ve Wilson 1999), AN da uygulan- Maner mıştır. Farkındalık temelli yeme eğitimi (FTYE) TYB için özel olarak geliştirilmiştir (Kristeller ve Hallett 1999). Farkındalık Temelli Stres Azaltma (FTSA) FTSA bozulmuş yeme davranışlarını değiştirmede tıkınma atağını, çıkarma davranışlarını geciktirmeye yardımcı olmakta ve bir süre sonra kaybolmasını sağlamaktadır. Farkındalık egzersizleri grup halinde yapıldığı gibi bireysel olarak da uygulanır. Farkındalık egzersizleri şunlardır: 1. Üzüm tanesi egzersizi 2. Beden analizi (scan) 3. Oturma meditasyonu 4. Hatha Yoga 5. Yürüyüş meditasyonu 6. Günlük yaşamda farkındalık Üzüm Tanesi Egzersizi FTSA’ da grup üyeleri kendilerini tanıttıktan sonra ilk oturumda üzüm tanesi egzersizi yapılır. Bu grubun farkındalığa dayalı ilk meditasyon aktivitesidir. Grup lideri herkese bir miktar üzüm verir ve üyelerden, onlara basitçe ve ilgi ve merakla, sanki bunları daha önce hiç görmemiş gibi bakmalarını ister. Sonra üyelerin üzüm tanelerinin bütün görünümlerini gözleme ve yemelerine (yavaş bir süreç halinde) rehberlik edilir. Önce, üyelerin her biri, tek bir üzüm tanesini görünümünün bütün özelliklerine dikkat ederek onu görsel olarak inceler, sonra üzüm tanesinin dokusuna, yapısına ve kokusuna ve parmaklar arasında nasıl hissedildiğine dikkat ederler. Daha sonra, her üye onu yavaşça ağzına alır ve bu arada bedeninin hareketlerine dikkat eder. Bunu takiben üzüm tanesini ağzında nasıl hissettiğine, onu ısırarak tad ve dokusuna odaklanır, çiğnerken ve yutarken boğaz ve ağız hareketlerini gözlemler. Bu egzersiz sırasında düşünceler ve emosyonlar ortaya çıkıyorsa, üyelerden bunlara yargılamaksızın dikkat etmeleri ve dikkatlerini tekrar üzüm tanesine döndürmeleri istenir. Üzüm tanesi egzersizi sıklıkla “otomatik pilot” ile veya farkında olmaksızın yapılan aktivitelerle farkında olarak uğraşmaya fırsat verir. Çoğu üye farkında olarak yeme deneyiminin, tipik yeme deneyimlerinden çok farklı olduğunu bildirmişlerdir. Tipik yeme deneyimlerinde, dikkat başka bir yere odaklanmakta ve gıdanın tadı gerçekten alınamamaktadır. Bu yorumlara göre normalde otomatik pilot halinde yapılan aktivitelere dikkat etmek ve dikkatini vermek, deneyimin doğasını belirgin olarak değiştirmektedir. Bir deneyimin farkındalığının artışı çeşitli durumlarda ne yapılacağına ilişkin seçimleri yapma özgürlüğünün artmasına yol açmaktadır. Beden Analizi (scan, inceden inceye gözden geçirme) Üyelerden gözler kapalı sırt üstü uzanmaları ya da koltukta rahat bir şekilde oturmaları ve bedenlerinin çeşitli kısımlarına, bir düzen içerisinde, sıklıkla bir ayağın parmaklarından başlayarak ve yavaş yavaş yukarıya bacağa doğru, sonra yavaş yavaş diğer bacak, gövde, kollar, boyun ve başa doğru dikkatlerini odaklamaları istenir. Bedenin her bir bölümüne, o sırada var olan duyumlarına, açıklık ve merak içinde fakat onları değiştirmeye çabalamadan dikkat etmeleri vurgulanır. Hiçbir duyum dikkati çekmiyorsa, sadece duyumların yokluğuna dikkat etmeleri istenir. Bu egzersiz geleneksel gevşeme egzersizlerinden farklıdır; burada üyelerden kaslarını gevşetmeye çalışmaları istenmez. Bedenin her hangi bir bölümü gergin ise, bunun sadece gergin olduğuna dikkat edilmelidir. Eğer bir acı ya da ağrı hissedilirse, bunun nitelikleri tüm bir dikkat vererek gözlemlenir. Zihinleri gezinmeye başladığında (ki bu kaçınılmaz olarak tanımlanır), buna mümkün olduğunca en iyi şekilde odaklanmaları ve yumuşak bir şekilde, kendilerini eleştirmeden ya da yargılamadan, dikkatlerini beden analizine geri çevirmeleri istenir. Beden analizi birkaç önemli farkındalık egzersizinin uygulanmasına olanak verir. (Dikkatin dağıldığı fark edildiğinde onu özel bir şekilde yöneltmek ve güncel an’a tekrar yumuşak bir şekilde geri döndürmek ve ne kadar hoş ya da nahoş olsa bile gözlenen deneyimi yargılamadan kabul etmek.) Burada beden analizinde başarı ya da başarısızlık gibi bir şey olmadığını, örneğin gevşemeye çalışma gibi herhangi bir özel sonucu başarma gibi bir hedef olmadığını vurgulamak önemlidir. Gevşeme olabilir, fakat eğer olmazsa, üye sadece kendisinin gergin olduğuna dikkat eder. Üyeler beden analizini tamamRCHP 3:1-2 2009 51 Yeme Bozukluklarında Farkındalık Temelli Tedavi Yaklaşımlarır lamak için bazı engeller de algılayabilir, örneğin uyku hali ya da huzursuzluk, zihnin konudan ayrılması, başıboş gezinmesi, ağrı ya da acı ya da emosyonel durumlar. Bu deneyimler egzersizin başarısız olduğunu göstermez. İşlem, bunlar var olduğunda yargılama yapmadan sadece dikkat etmektir. Kişiler kendilerine “ bu kötü ” ya da “ bu şekilde olmalıydı ” gibi sözler söylemek yerine, bu fenomenlerin varlığını (yargılayıcı düşünceler dahil) not etmeye, bunları ilgi ve merakla gözlemlemeye cesaretlendirilir ve beden analizine dikkat geri döndürülür. Oturma Meditasyonu Üyelere rahat bir pozisyonda, bir koltuğa ya da meditasyon minderine uyanık ve gevşek bir vaziyette oturmaları istenir. Genellikle sırt düz biçimde, baş ve boyun ile aynı hizaya getirilmiş olarak oturulur. Gözler kapalı olabilir ya da aşağıya doğru bakar. Üyeler önce dikkatlerini nefes alma hareketleri ve duyumuna yöneltirler. Çağrışımları serbest kaldığında (ki bu sıklıkla ortaya çıkar), dikkatlerin yumuşak bir şekilde nefes almaya döndürülmesi istenir. Birkaç dakika sonra dikkat odaklanması, bedendeki duyumlara kayabilir. Üyelerden bunları yargılamaksızın ve kabul ederek ve nahoş duyumlar olsa bile ilgi ve merakla izlemeleri istenir. Rahatsızlığı hafifletmek için bedeni hareket ettirme itkisi, başlangıçta yaptırılmaz. Bunun yerine, üyeler, bu rahatsızlığı kabullenici bir şekilde gözlemeye cesaretlendirilir. Hareket etmeye karar verdiklerinde, bunu zihinsel bir farkındalık içerisinde yapmaları ve hareket sonucunda değişen duyumlara dikkat etmeleri istenir. Oturma meditasyonunda çevredeki sesleri farkında olarak dinleme şeklinde bir dönem de olabilir. Üyeler seslerin tonu, niteliği, hacmi ve süresine, bunları yargılamadan ve analiz etmeden ve sesler arasındaki sessizlik dönemlerini gözleyerek dikkat etmeye yönlendirilir. Bundan sonra dikkat odaklanması düşüncelere kayabilir. Üyelerden bu düşüncelerin olaylar olarak farkındalık alanlarında gelip gittiklerini gözlemeleri ve düşünce içeriğini kısaca, onun içinde absorbe olmadan not etmeleri istenir. Benzer yaklaşım emosyonlar ortaya çıktığında da uygulanır. Üyeler bunları gözler ve yaşadıkları emosyonun tipini (öfke, üzüntü, arzu) kısaca not eder ve emosyonla bağlantılı olan düşünce ve duyumlarına dikkat ederler. Daha sonraki 52 RCHP 3:1-2 2009 oturumlarda farkındalık alanlarına giren herhangi bir şeye (bedensel duyumlar, düşünceler, emosyonlar, sesler, itkiler), bunlar doğal olarak ortaya çıktıklarında dikkat ettikleri seçimsiz farkındalık dönemi ile oturma meditasyonu sona erebilir. Oturma meditasyonu, 10-45 dakika sürer ve ev ödevi olarak verilir. Odiyo-teyplerle rehberli olarak da yapılabilir. Hatha Yoga Duruşları Hatha yoga hareket ederken, gerinirken (strech) ya da bir pozisyonda dururken bedenin farkındalığını eğiten bir yöntemdir. Duruşlar çok yumuşak ve yavaş yapılır, beden ve nefes almadaki duyumların farkındalığı an ve an hissedilir. Üyeler bedenlerini dikkatlice gözlemek, kendi sınırlarını fark etmek ve sınırlarının ötesinde kendilerini zorlamaktan kaçınmak ve ilerlemek ya da hedeflere ulaşmak için aşırı uğraşmaktan kaçınmaya; bunların yerine, bedenin ve nefes almanın anı anına farkındalığına yönlendirilir. Burada da görüldüğü gibi, yoga dayanıklılık ve esnekliği yavaş yavaş arttırmasına rağmen, fizik egzersizden ziyade bir meditasyon çeşidi olarak kabul edilir. Yoga duruşları bedenin yargılamaksızın gözlemi ve farkındalığını yaşamak ve bedeni olduğu gibi kabul etmek olanağını sağlar. Yoga pratikleri sırasında bedenin dikkatli bir şekilde gözlemi, bedenin sınırlarının zaman içerisinde değişebileceğini gösterir. Bazen üyeler yoga egzersizleri sırasında, gevşek bir uyanıklık durumunu sürdürmeyi, beden analizi ve oturma meditasyonuna (sıkıntı veya uykusuzluk hali ortaya çıkabilir) oranla daha iyi yaptıklarını belirtmişlerdir. Yoga odiyo-teyple de yaptırılabilir. Yürüme Meditasyonu Dikkat, yürüme sırasındaki beden duyumlarına kasten odaklanır. Bakışlar genellikle ayağa, aşağıya yerine ileri doğrudur. Yürümeyle ilişkili ayak ve bacak duyumlarına odaklanılır. Diğer meditasyon egzersizlerinde olduğu gibi, üyelerden, zihinlerinin konudan ayrıldığını fark ettiklerinde, dikkatlerini yürüme sırasındaki duyumlara geri çevirmeleri istenir. Yürüme meditasyonu sıklıkla çok yavaş uygulanır, ama orta ya da hızlı adımlarla da olabilir. Üyelere tipik hedefin olmadığı, bir yere yetişilmeyeceği vurgulanır. Hedef, sadece yürümeye dikkat etmek, yürümenin farkında olmaktır. İlk dönemlerde Maner ayak ve bacaklardaki duyumlara çekilen dikkat, daha sonra -yürüme sırasında- tüm bedendeki duyumlara dağıtılır. Bazı üyeler için oturma ya da hareketsiz durma (oturma meditasyonu ve beden analizinde istenilen), kaygı oluşturabilir ve tolere edilemez şekilde itici (aversive) hissedilebilir. Bu üyeler için yürüme meditasyonu egzersizlerine başlamak yararlı olabilir. Yürüme meditasyonu günlük yaşam içine de sokulabilir. Yürüme farkındalığı güncel anda beden ve zihnin daha sürekli bir şekilde farkındalığını sağlar. Günlük yaşamda farkındalık Üyeler bulaşık yıkama, ev temizleme, yeme, araba sürme, alışveriş gibi rutin aktivitelerde farkındalık egzersizlerini uygular. Farkındalık eğitiminin kendilik farkındalığını arttırdığı, sorunlu, zor durumlar ortaya çıktığında başa çıkma için uyumlu kararlar alabilme yeteneğini ve hoş anlardan zevk almayı arttırdığı düşünülür. Hoş anların farkındalığı eğitimine 2. haftada başlanır. Bir hafta süre ile her gün bir hoş olay ve bu olayla ilişkili düşünceler, emosyonlar, duyumlar takvime kaydedilir. Benzer egzersiz, sonraki hafta hoş olmayan olaylar için yapılır. Bir hafta süre ile her gün hoş olmayan bir olay ve beraberindeki düşünce, emosyon, duyumlar kaydedilir. Bu egzersizler hoş ve nahoş durumlara karşı geliştirilen alışkanlık haline gelmiş tepkileri, düşünceleri, emosyon ve duyumları ve bunlarla davranışlar arasındaki ilişkileri anlamayı kolaylaştırır. Üyeler günlük yaşamda, nefes almaya ve farkındalık geliştirmeye de yüreklendirilir. Bu egzersizler, oturma meditasyonunda eğitimi verilen formel meditatif farkındalıkla, günlük yaşamda yaşanan sürekli dalgalanma gösteren durumlara farkındalığın gelişmesini ve böylece bütünleşmeyi sağlar. Günün herhangi bir anında dikkatin nefese odaklanması kişinin kendisine farkındalığını arttırır, iç görüsünü geliştirir ve alışkanlık olmuş, otomatik, maladaptif davranışlarını azaltır. Farkındalık egzersizlerinin tartışılması Haftalık görüşmelerin çoğu bölümü farkındalık egzersizlerinin (görüşme içinde ve ev ödevi olarak yapılan) tartışmasına ayrılır. Grup liderleri öğüt verici tutumlardan ya da diğer davranış değiştirici stratejilerden kaçınırlar. Bunlar yerine farkındalık egzersizlerini yapan üyelerin deneyimlerinin ayrıntılı bir şekilde incelenmesine odaklanılır. Bu sırada da, üyelere ve kendilerinin deneyimlerine karşı, ne olursa olsun, meraklı, açık, yargılamadan ve kabullenici bir tutumla örnek teşkil ederler. Liderin bu tutumu üyelere deneyimlerini açıklamak ve merak edici ve keşfedici bir tutum geliştirmek için güvenli bir ortam oluşmasına yardımcı olur. Grup üyeleri işlenmekte olan farkındalık durumunun özelliklerini ortaya koymak için tartışmalardan faydalanır. Bu farkındalık durumunun temel özelliği, farkındalık egzersizi sırasında ne ortaya çıkarsa çıksın, bunun yargılamadan kabul edilmesidir. Emosyon ya da kognisyon nahoş olsa bile, (örneğin; tiksindirici bir duyum) üye bu deneyime karşı dostça bir merak ve kabullenme tutumu ortaya koyar. Bu genel durumun ifade edilmesine yardımcı olmak için metafor kullanılabilir. Diyalektik Davranışcı Terapide (DDT) Farkındalık Becerileri DDT, ilk, sınır kişilik bozukluğu için geliştirilmiştir. Denge, bütünleşme ya da karşıt fikirlerin sentezini vurgulayan diyalektik bakış açısına dayanır. DDT, görüşmecilerin düşüncelerini, emosyonlarını ve davranışlarını değiştirmek amacıyla çeşitli bilişsel davranışcı yöntemleri içerir. Bunlara ek olarak kabullenme ve değişimin sentezini kolaylaştırmak amacıyla farkındalık eğitimini de içerir. Linehan (1993) sınır kişilik bozukluğu olan hastaların FTSA ve FTBT’ deki uzun süreli meditasyon egzersizlerine katılmaya isteksiz olduklarını gözlemiştir. Bu nedenle DDT’ deki daha kısa, daha az formel farkındalık egzersizleri yararlı olur. Standart ayaktan DDT’de bir yıl süre ile tedaviye katılmak öngörülür. Görüşmeciler, haftada bir bireysel tedaviye ve beceri eğitimlerinin yapıldığı grup seanslarına katılırlar. Beceri eğitimi grupları 4 beceri modülünü içerir. • • • • Çekirdek farkındalık Kişiler arası etkinlik Emosyon düzenlenmesi Sıkıntı tolerans becerileri Görüşmeciler, bireysel terapistleri ile grupta öğrendikleri becerileri, günlük yaşamlarına uygulamaya çalışırlar. RCHP 3:1-2 2009 53 Yeme Bozukluklarında Farkındalık Temelli Tedavi Yaklaşımlarır DDT’de farkındalığa dayalı elemanlar şunlardır: Zihnin Durumları: cel emosyonlara farkındalık da öğretilir, çünkü bu, olumsuz emosyonlarla ilişkili acı çekmeyi azaltan bir yoldur. Burada emosyonlar ortaya çıktığı anda, yargılanmadan veya bastırmaya, değiştirmeye ya da bloke etmeye çabalamadan yaşanır. Olumsuz olayların kaçınılmazlığı yaşamın normal bir parçası olarak vurgulanır. Onları dikkatle gözlemek, ortaya çıktıkları anda kabul etmek, bir yüzleştirme (exposure) işlemi olarak işlev görür ve emosyonel deneyimlere karşı gelişen ikincil tepkileri azaltır. BN olan birey tıkınma atağının ardından olumsuz emosyon yaşamanın getirdiği suçluluk, utanç, panik ya da öfke gibi, başlangıçtaki emosyona sahip olmaya ilişkin ikincil tepkiler yaşar. Bu ikincil tepkiler sıklıkla başlangıçtaki emosyondan daha fazla sıkıntı çekilmesine neden olur. Bu nedenle başlangıç emosyonlarının yargısız kabul edilmesi, ikincil tepkileri azaltmada çok yararlıdır. 3 tane zihin durumu vardır. 3- Sıkıntı tolerans becerileri 1. Akılcı zihin: Gerçekleri bilir, plan yapar, sorun çözer. 2. Emosyonel zihin: Emosyonların kişinin düşünceleri ve davranışlarını kontrol ettiği durumdur. Emosyonel zihin durumunda mantıklı olmak zordur. Gerçeği algılama, devam etmekte olan emosyonel duruma uymak üzere çarpıtılır. Kahramanlık davranışlarını motive eder, yaratıcılık başarılarını kolaylaştırır. 3. Bilge zihin: Akılcı zihin ve emosyon zihnin bütünleşmesi olarak tanımlanır. Her ikisini de bütünleştirir ve dengeler. Böylece emosyon ve mantığa ilişkin diyalektiğin sentezi olarak görülebilir. DDT’de bilge zihin evrensel insan yeteneği olarak kavramsallaştırılabilir. Sıkıntı toleransı modülü acının, hayatın kaçınılmaz bir parçası olduğunu açıklar ve acıyı maharetli bir şekilde taşımayı öğrenmenin önemini vurgular. Yeme bozukluğu olan bireylerde tıkınma atakları ya da çıkarma, sıkıntı gibi duygularla oldukça ilişkili olduğu için sıkıntı toleransı becerileri ile bu davranışlarla başa çıkma kolaylaşır. Öğretilen becerilerin bazıları, çekirdek farkındalık becerilerinin doğrudan uzantılarıdır. Bu beceriler, hoş olmasa, istenmese bile gerçeğin kabul edilmesini ve her an hayatın içerisinde yaşanmasını arzulamayı vurgular. Radikal kabullenmede acı veren gerçekler bütünüyle doğrulanır, kabul edilir ve değişmeyeni değiştirmeye yönelik verimsiz çabalardan vazgeçilir. 2- Emosyon regulasyonu ve sıkıntı (distress) toleransında farkındalık becerileri Sıkıntı toleransı becerileri acı veren gerçeklerin ve duyguların en azından o an için değiştirilemediği durumlarda yararlıdır. Bu gibi durumların uyumsuz davranışlar sergilemeden yaşanmasına yardımcı olur. Çünkü uyumsuz davranışlar ek sorunlar yaratacak ve işleri daha kötüleştirecektir. Gerçeği kabullenme becerileri, çeşitlidir. Öncelikle, nefes almanın farkındalığını uygulamak önemlidir, örneğin; solukları sayma, nefes alma ve vermeye içinden “sessizce nefes alıyorum ve nefes veriyorum” diye düşünerek odaklanma, yürürken nefes almayı sayma ya da müzik dinlerken nefes almayı takip etme. Gerçeği kabullenmeye ilişkin diğer beceriler basit 1- Çekirdek farkındalık modülü: Çok önemli hedeflerden biri dikkati yoğunlaştırmaktır. Dikkati yönetememek bazı sorunlara yol açar, örn; geçmişi, geleceği ya da güncel zorlukları düşünmeyi durduramama, önemli işlemlere konsantre olamama gibi. DDT’de farkındalık becerilerinin hedefi, bilgelik ya da neyin doğru olduğunu görme ve akılcı hareket etme yeteneği geliştirmektir. Yararlı metafor, hantal mobilyalarla dolu geniş bir odada hareket etmeye benzer hayattır. Bunu gözü açık olduğunda yapmak daha kolaydır. Farkındalık geliştirmek orada gerçekte ne olduğunu görebilmek üzere gözlerimizi açmaya benzer. Emosyon regulasyonunda, emosyonların tanımlanması ve sınıflandırılması temeldir. Bunun için farkındalık becerilerinin, gözleme ve tanımlama becerilerinin uygulanması gerekir. Hastalara bir emosyonel tepkinin bir çok yönlerini gözleme ve tanımlama yöntemleri öğretilir. Bunlar; emosyonel tepkiyi çabuk ortaya çıkaran olaya farkındalık, olayın yorumlanması, emosyonun subjektif deneyimi (bedensel duyumlar dahil), hissedilen dürtüler, bununla ilişkili davranışlar ve emosyonun sonraki etkileridir. Gün54 RCHP 3:1-2 2009 Maner davranışlarla meşgul olmayı içerir, örneğin; yavaş ve tam bir farkındalık içerisinde, her bir ana dikkat ederek çay yapma ya da bulaşık yıkama gibi. BN ya da TYB’ da tıkınılarak yenme riski yüksek bir yiyeceğin normal ölçülerde yenmesi kolaylaşabilir. Bu egzersizler Hanh (1976) tarafından tanımlanan farkındalık meditasyonundan uyarlanmıştır. reyler üzüm tanesi egzersizi uygulayarak, yeme farkındalığını da denerler. Yeme bozukluklarında DDT, 20 hafta, haftada bir görüşmelerle, bireysel ya da grup formatında uygulanır (Safer, Telch ve Agras 2000, Telch, Agras ve Linehan 2001). Tedavinin rasyoneli tıkınırcasına yemedeki affekt düzenlenmesi modeline dayanır. Bu modele göre tıkınırcasına yeme, daha uyumlu emosyon düzenlenmesi becerilerinden yoksun olan bireylerin hoş olmayan emosyonel durumlarını azaltma işlevi görür (Wiser ve Telch 1999). Olumsuz emosyonlar birçok şekilde tetiklenebilir, örneğin; kişinin moda dergilerindeki görüntülerle kendi bedenini karşılaştırması, diğer kişilerle hoş olmayan etkileşimler, ya da diğer arzu edilmeyen koşullar yaşaması gibi. Olumsuz emosyon bir kez tetiklendiğinde, birey bunun daha da fazlalaşacağından korkar, azaltmak için yollar arar ve olumsuz affektten dikkatini uzaklaştıran tıkınırcasına yeme, geçici olarak bu rahatsızlığı hafifletir ve böylece olumsuz affekt pekiştirilmiş olur. Olumsuz affekt’i uyumlu bir şekilde yönetmek için, DDT deki şu üç modülün eğitimi verilir: Farkındalık durumundaki birey tıkınırcasına yeme yerine kullanılan emosyon düzenlenmesi ve sıkıntı toleransı becerisi ile uyumlu seçimler yapabilir. • farkındalık • emosyon düzenlenmesi • sıkıntı toleransı Bunlara ek olarak tıkınırcasına yeme nöbetlerine uygulanmak üzere davranışsal zincir analizi eğitimi de verilir. Farkındalık becerileri, emosyonel farkındalıktan sakınmak için tıkınmayı kullanma eğilimine karşı koymayı öğretir. Bu beceriler emosyonel durumların ortaya çıktıkları anlarda, davranışsal bir tepki vermeden, yargılamaksızın, sürekli bir farkındalık gereğini vurgular. Böylece bireyler emosyonlarının sanki gökyüzünde hareket eden bulutlar gibi olduğunu ve onları seyretmeyi öğrenir, değiştirmek için herhangi bir çaba göstermemeyi, bu deneyimlere sahip olduğu için kendini eleştirmemeyi öğrenir. Ayrıca bi- Farkındalık becerileri emosyon düzenlenmesi için temeldir ve sıkıntı toleransı becerileri de bireylerin otomatik, impulsif davranışlar göstermeden emosyonel durumlarını tanımalarını ve kabul etmelerini sağlar. Farkındalık Temelli Bilişsel Tedavi (FTBT) FTBT, FTSA ‘yı temel alır, FTSA’nın birçok yöntemini kullanır. Üzüm tanesi egzersizi, beden analizi, oturma meditasyonu, yoga, yürüme meditasyonu FTBT içinde yer alır. Ayrıca, günlük yaşamda informal farkındalık egzersizleri de (bulaşık yıkarken, diş fırçalarken, çöp atarken farkındalık gibi) FTBT içinde yer alır. FTBT de, hoş ve nahoş olaylar kaydedilir. FTSA’da olduğu gibi, FTBT de 8 hafta, haftada 2 saat, 12 üye ile uygulanır. Üç dakikalık nefes alma Mini meditasyon olarak da adlandırılır. Nefes alma üyelerin günün herhangi bir zamanında otomatik pilottan çıkmalarını ve o anın farkındalığının yeniden yaşanmasını sağlar. Her biri yaklaşık bir dakika yapılan 3 aşaması vardır: Birinci aşamada (İçsel deneyim) kişi o sıradaki içsel deneyimlerinin farkındalığına odaklandırılır. Var olan çeşitli bedensel duyumlar, düşünceler, ve/veya emosyonlarına dikkat etmesi istenir. Yargılamadan kabullenişe teşvik edilir. Böylece üye, deneyimlerini bastırmaya ya da uzaklaştırmaya çabalamayacaktır, aksine nahoş da olsa, istenmese bile bu deneyimlerini kabul edecek, tanıyacak, itiraf edecektir. İkinci aşamada (nefes alma) tüm dikkat nefes alma duyumlarına ve hareketlerine odaklanır, nefes alma ve nefes vermeye yöneltilir. Üçüncü aşamada (beden) ise farkındalık bir bütün olarak, yine kabullenerek ve yargılama olmaksızın, postür ve yüz ifadesi dahil tüm bedene yayılır, o sıradaki duyumlara dikkat edilir. RCHP 3:1-2 2009 55 Yeme Bozukluklarında Farkındalık Temelli Tedavi Yaklaşımlarır Oturma meditasyonunda kasıtlı olarak akla zorlukları getirme Sorun akla getirilir ve bununla ilişkili duyumların bedenin neresinde ortaya çıktığına dikkat edilir. Bu hisleri uzaklaştırma ya da direnme çabaları kaydedilir. Sonra üyeler bunları ne olursa olsun hissetmek üzere kendilerini kasıtlı olarak dostça, yumuşak bir farkındalığa bırakırlar. Oturma meditasyonunda kasıtlı olarak zorlukları akla getirirken nefes alma farkındalığını yapmak sıklıkla faydalı olur, çünkü üyeler nefes almayı ihmal edebilirler. Bu egzersizin amacı zor ve acı duygulardan sakınma çabalarını etkisizleştirmek, karşı koymaktır. Bu yaklaşım ile zorluğun adı konur, onunla yüzleşilir, çalışılır ve sakınmaya gerek kalmaz, ayrıca da sakınma maladaptif olabilir. Üyeler, olumsuz deneyimlere karşı tipik tutumlarının, sevecenlik, yumuşaklık yerine düşmanca olduğunun farkına varırlar. Sakınmaya çalışılan sorunlara, kasti olarak yaklaşma zor olabilir ve grup liderlerinden destek almak gerekebilir. Bilişsel Terapi Egzersizleri FTBT, klasik bilişsel tedavideki gibi, düşüncelerin değiştirilmesi (bilişsel çarpıtmaları tanımlamak, düşüncelere karşı ya da lehinde deliller toplamak) ya da daha mantıklı alternatif düşünceler geliştirmek gibi yöntemleri içermez. FTBT’de bilişsel terapinin elementlerine dayalı bazı egzersizler vardır, ancak bunlar içsel deneyimlere merkezileştirmeyen bir yaklaşımı vurgular. 1- Düşünceler ve hisler egzersizi Üyelerden gözlerini kapamaları, bir caddede yürümeleri ve karşı tarafta birisini görmeleri istenir. Üye, güler ve el sallar ama o kişi ilgilenmeden yürümeye devam eder. Üyelerden bu senaryoyu hayal ederken yaşadıkları düşünce, his ve duyumlarını tanımlamaları istenir. Bu şekilde ABC modeli gösterilir ve açıklanır. (A) durumu, (B) düşünme ya da yorumlamayı, (C) his ya da emosyonları ifade eder. A durumunu yorumlarken B’deki farklı düşünceler C’de farklı emosyonlara yol açar. Buradan önemli bir kavram olan “düşünceler, gerçekler değildir’’ e ulaşılır. Dahası B’de ortaya çıkan düşüncelerden bunların emosyonlar üzerinde güçlü etkileri olmalarına rağmen her zaman haberdar olunmayabilir. Düşünceler mizaç üzerinde güçlü etkiye sahip olduğu için, bunlar hakkında daha fazla 56 RCHP 3:1-2 2009 şeyler öğrenilmelidir. Farkındalık becerileri bu haberdarlığın gelişmesine yardımcı olur. 2- Otomatik düşüncelerin tartışılması Örnek “ben işe yaramazım.”, “hayatım tam bir kaos.” gibi otomatik düşünceleri ele alalım. Bu egzersizin amacı depresyonun tipik belirtileri olan düşüncelerin tiplerini tanımayı öğrenmelerini ve bunları ‘’kendileri hakkında gerçek olmayan, ancak depresyonun tipik belirtileri olan ifadeler’’ olarak görmelerini sağlamaktır. Grup liderleri bu düşüncelerin kişinin duygu durumu ile değişeceğine inanmalarını vurgular. Depresyon dönemi sırasında, bu düşüncelerin gerçek olduğuna inanılır. Düzelme döneminde ise çok daha az inanılır. Önemli olan düşüncelerin gerçeği yansıttığı değil, mental olaylar olarak görülmesidir. 3- Mizaç, düşünceler ve alternatif bakış açıları egzersizleri Üyelerden iki farklı senaryoyu hayal etmesi istenir. İlkinde, iş yerinde bir arkadaşı ile tartıştığı ve bundan dolayı üzüntü duyduğunu, sonra bir başka arkadaşının, konuşmaya vakti olmadığını söyleyerek hızla geçtiğini hayal etmesi istenir. Üyelerden, bu durumda ne düşüneceğini kaydetmeleri istenir. İkincisinde, işinde bir başarı dolayısıyla övgü aldığı için mutlu olduğunu ve sonra bir başka arkadaşının konuşmaya vakti olmadığını söyleyerek hızla geçtiğini hayal etmesi istenir. Üyelerden bu durumda ne düşüneceklerini kaydetmeleri istenir. Üyelerin yanıtları genellikle düşüncelerin duygu halinden etkilendiğini göstermektedir. İlk senaryoda kişi arkadaşının acele içinde olmasını ondan kaçındığı ya da onu reddettiği şeklinde düşünebilir; ikincisi senaryoda ise arkadaşının iyi olup olmadığından endişe duyabilir. Bu egzersiz ayrıca, düşüncelerin duygular üzerinde güçlü etkileri olabileceğini de göstermektedir. Düşünceler değişen koşullardan oldukça fazla etkilenmektedir ve gerçekçi olarak değerlendirilemeyebilirler. Bununla birlikte düşüncelere inanma eğilimi çok kuvvetlidir. Düşüncelerin farkındalığı egzersizleri, düşüncelerin gerçek olmadığını ve onların gelmesi ve gitmesine müsaade edilmesi gerektiğini hatırlamaya yardımcı olur. Maner 4- Hoşnut olma ve başarma aktiviteleri Üyelerden mizaçları düşük olduğu zamanlarda yapmak üzere hoşnutluk yaratan ve başarılan aktivitelerinin listesini yapmaları istenir. Bu listeler BN ve TYB’ da bozulmuş yeme davranışları ile başa çıkmada ve sıklıkla yeme bozukluklarında ek tanı olabilen depresyon için nüks önlemede yararlı olurlar. Hoşnutluk hissettiren aktiviteler olarak TV izleme, arkadaşı ile konuşma, tatlı yeme; başarma aktiviteleri olarak faturaları ödeme, market alışverişi yapma gibi etkinlikler sayılabilir. Heatherton ve Baumeister (1991) tıkınırcasına yemenin kendilik farkındalığından kaçış isteği tarafından motive edildiğini ileri sürerler. Yüksek kişisel standartlar koymak bu standartlar karşılanmadığında olumsuz düşünce ve nahoş emosyonlara yol açar. Bu aversiv içsel durumlar dikkatin daralmasına yol açar ve yemeye karşı baskıları azaltır. Leahy (2002) tarafından emosyonel şemalar önerilmiştir, buna göre, emosyonlarını patolojik olarak etiketleyen bireyler emosyonel durumlarının farkındalığını, madde kullanımı, dissosiasyon ya da tıkınırcasına yeme yoluyla azaltmak için çabalarlar. Dahası, Lowe (1993) ve Craighead ve Allen (1995) birçok kez tıkınırcasına yiyen bireylerin başarısız diyet yapma öyküleri ve kilo dalgalanmaları olduğunu ve bunların açlık ve doygunluk ipuçlarına karşı duyarlılığın bozulmasına yol açtığını ileri sürmüşlerdir. FTBT bedensel duyumlar, algılar, bilişimler ve emosyonların yargılamaksızın tepkisel olmayan gözlemi ve kabulünü sağlamak üzere planlanan çeşitli farkındalık egzersizlerini içerir. Bu şekilde FTBT kişileri, açlık ve doygunluk ipuçlarını gözleme yeteneğini arttırmaya ve tıkınırcasına yemeyi daha önceleri tetikleyen olumsuz affekti yaşamayı daha fazla arzulamaya, tıkınırcasına yemede sık olan olumsuz düşüncelere daha az inanmaya ve stresli koşullarda uyumlu davranışları seçme yeteneğini arttırmaya teşvik eder. Kabullenme ve Sorumluluk Tedavisi (KST) Kabullenme ve sorumluluk tedavisinde (KST) farkındalık ve ilişkili beceriler hem davranış de- ğişikliği hem de farkındalık kabullenme işlemlerini içerir. Değiştirme stratejileri, her hastanın ihtiyaçlarına göre belirlenir, bunlar psiko-eğitim, beceri eğitimi, sorun çözme, yüzleştirme ve diğer stratejilerdir. Farkındalık ve kabullenme becerileri danışanın, canlı ve anlamlı hissettiği bir hayatı yakalamak için gerekli davranış değişikliklerini elde etmesini sağlar. KST’ de temel kavram deneyimsel (experiential) kaçınmadır. Bu kaçınma olumsuz içsel fenomenleri (örneğin hisler, duyumlar, bilişimler veya dürtüler) yaşamaya isteksizlik ve bu deneyimleri yok etmek, kaçınmak, kaçmak için eyleme geçmek demektir. KST birçok psikopatolojinin olumsuz içsel deneyimlerden kaçınma için verimsiz çabalarla ilişkili olduğunu ve bu verimsiz çabaların madde kötüye kullanımı, dissosiasyon, tıkınırcasına yeme veya insanlardan, yerler ve durumlardan kaçınma (bu deneyimleri ortaya çıkaran) gibi davranışlarda bulunmasına yol açtığını ileri sürer. Deneyimsel kaçınma patoloji ile pozitif ilişkilidir ( Hayes, Wilson, Giffork, Follette ve Strosahl 1996). Bunlara ek olarak emosyon ve düşünce bastırılmasına ilişkin laboratuar incelemeleri, bireyin belli düşünce ve hislerden kaçınmaya ne kadar çok çabalarsa, onları o kadar çok yaşayacağını göstermiştir (Gross 2002). Deneyimsel kaçınma olan KST psikolojik esnekliği (fleksibilite) öğretir. Bu o andaki deneyimin olduğu gibi yaşanmasını arzulama ve bireyin seçtiği değerlerine uygun olarak hareket etmesidir. Psikolojik esnekliğin birçoğu farkındalık süreçlerini içeren çeşitli birbirleriyle bağlantılı bileşkeleri vardır. KST’ deki farkındalık egzersizleri çok çeşitlidir. Bunlardan başlıcaları şunlardır: 1. Kabullenme ve bilişsel defüzyon 2. Yaşanan anla temas ve kendisi bağlamında (self-as-context) 3. Değerler ve yapılan eylem (committed action) Kabullenme ve bilişsel defüzyon Kabullenme bilişimlere, emosyonlara ve duyumlara ortaya çıktıkları anda yargılamaksızın farkındalık ve açıklık geliştirilmesi demektir. Kabullenme isteyerek kontrol edilemeyen ya da onlardan kurtulmaya çalışıldıkça sıklığı ve şiddeti paradoks olarak artan deneyimleri kontrol RCHP 3:1-2 2009 57 Yeme Bozukluklarında Farkındalık Temelli Tedavi Yaklaşımlarır etme çabalarının bırakılmasıdır. Kabullenme önceden kaçınılan deneyimlerle yüzleşmeyi kolaylaştırır. Örneğin; anksiyete için uygulandığında, anksiyetenin her bir elemanına ardışık olarak tümden dikkat edilir, odaklanılır (örneğin; terli el ayaları, hızlı kalp ritmi) ve her bir duyumun özelliğine ve sakınmadan ya da zarar hissetmeden yaşanabileceği olasılığına dikkat edilir. Bilişsel defüzyonda danışanlara kendi düşüncelerini ve düşünme süreçlerini, düşüncelerin gerçek ya da önemli olduğunu varsaymadan ve onların içeriği ile uyumlu davranmadan gözleme öğretilir. Bilişsel defüzyon düşüncelerin davranışsal önemini azaltır, böylece bireyler düşüncelerini dikkat edilmesi gereken ama inanılması zorunlu olmayan olaylar olarak görmeye başlar. Düşünceler zararlı değildir ve içeriği ne kadar tiksindirici (aversive) olursa olsun dikkat edilebilir ve gelmesi ve gitmesine izin verilir. Gerçekte istenilmeyen düşünceleri kontrol etme ve yok etme çabaları olduğunda, daha fazla zarar ortaya çıkar. Bilişsel defüzyon, geleneksel bilişsel tedavi işlemleri ile uyumludur, yani burada da düşünceler kaydedilir, ortaya konur ve incelenecek varsayımlar olarak görülür. Bununla birlikte bilişsel defüzyon’da düşüncelerin içeriğinin analizi, tartışılması ve değiştirilmesi yoktur. Birçok defüzyon egzersizi vardır, bunların çoğunluğu farkındalık alıştırmaları gibidir. Örneğin; ‘’akıntıdaki yapraklar’’ egzersizinde, kişilerden gözlerini kapamaları ve bir akarsuda akıntıya kapılmış yüzen yaprakları hayal etmeleri istenir. Düşünceler ortaya çıktıkça, kişi her birini bir yaprağa yerleştirir ve akıntıyla yüzerek gitmesini seyreder. ‘’Geçit törenindeki askerler” egzersizi de benzerdir. Burada da geçit törenindeki askerler tarafından taşınan levhalara düşünceler yerleştirilir. Defüzyonun son amacı istenmeyen düşüncelerin varlığında olsa bile yapıcı davranış geliştirilmesidir. Defüzyon bireyin, düşüncenin ‘’sadece bir düşünce’’ olduğunu görmesini ve yapıcı davranışları uygularken, düşüncelerin gelip geçmesine olanak sağlar. Yaşanan anla temas ve kendisi bağlamında (self-as-context) KST, farkındalık egzersizlerini, içerde ve dışardaki çevrede var olan herhangi bir şeyi görmek, dikkat etmek, gözlemek ve bu deneyimlerin ne kadar hoşnutsuzluk hissettirmesine bakmaksı58 RCHP 3:1-2 2009 zın, aşırı değerlendirme ve yargılama yapmadan, tanımlayıcı etiketler uygulanmasına cesaretlendirmek için kullanır. Tiksinti (aversion) varsa, yargılama yapmadan gözlenir ve tanımlanır. Deneyimsel kaçınma ve bilişsel füzyon bu farkındalık durumuna birincil engel oluşturdukları için, KST bireyin kendisini (self) bilişimlerin, emosyonların ve duyumların ortaya çıktığı bir içerik olarak tanımaya teşvik eder ve bu deneyimlerle eş anlamlı olarak görmez. Örneğin; “Ben aptalım” düşüncesine sahip olan danışanlara, “Ben aptal olduğum düşüncesine sahibim” şeklinde kendi kendilerine konuşmaları öğretilir. Bu cümle kendisinin (self) düşüncelerin duygulardan ayrı olduğunu kabul etmesini, fark etmesini sağlar ve bu deneyimlerle onların füzyonunu (iç içe geçmesini) azaltır. Bu birçok içsel deneyimin potansiyel tehdit edici niteliğini büyük ölçüde azaltır. Kişi ona zararlı olmayan birçok düşünce ve duyguya geniş bir yelpaze halinde sahip olduğunu ve bu deneyimlerin geçici, önemsiz, değersiz olduğunu kabul eder. Gözleyici egzersiz bu farkındalığı arttırır, bireye gözlerini kapaması, içsel deneyimleri (hatıralar, beden, emosyonlar, düşünceler) gözlemesi ve gözlemeyi yapan (gözlemci – kendisi) kendisinin görünümüne (aspect) dikkat etmesi istenir. Çoğu gözlemci kendisinin, bütün yaşamı boyunca var olduğunu, oysa emosyonlar bilişimler, bedensel durumlar ve diğer içsel deneyimlerin sürekli gelip gittiğini görebilir. Değerler ve yapılan eylem (committed action) KST, danışanın en derindeki değerlerine, yaşam hedeflerine ve bunlara ulaşmak için gerekli olabilecek davranış değişikliklerine özel önem vermesiyle, diğer farkındalığa dayalı girişimlerden farklılık gösterir. KST’ de danışanın hedefleri, işi, özel ilişkileri, kişisel gelişmesi, sağlık gibi alanlardaki fikirleri hakkında tartışmalar ve egzersizler yapılır. Örneğin; danışana mezar taşına en çok ne yazılmasını istediği sorulur. Bu, hedeflerine (örn; daha çok sosyal ilişki yaşama, okula geri dönme, çocuklarıyla daha fazla zaman geçirme) ulaşmak için gerekli özel davranışlarla özdeşime yol açabilir. Danışan bu davranışları yapmayı kabul etmeye cesaretlendirilir. Bunları yapmasını engelleyen durumlar incelenir. Sıklıkla bunlar psikolojiktir; örneğin sıkıntı, üzüntü, başaramama ile ilişkili düşünceler gibi. Kabullenme, defüzyon, varolma, kendisi bağla- Maner mında (self-as-context), bu engellerin üstesinden gelmede danışana yardımcı araçlardır. Örneğin; özel bir alanda iş girişimleri yapacak bir danışan, başarısızlık korkusuyla gerekli eğitim almaktan kaçınmaktadır. Bu kişi, başarısızlıkla ilgili düşüncelerinden defüze olmaya, amaçları ile ilişkili önlenemeyen anksiyeteyi kabul etmeye, her anda ne ortaya çıkarsa çıksın var olmaya devam etmeye ve başarısız birisi olmadığını, fakat ‘’bazen başarısızlıkla ilgili düşünceleri olan bir kişi’’ olduğunu unutmamaya cesaretlendirilir. Sonuç olarak farkındalık becerileri, danışanın anlamlı bir hayata doğru ilerlemesini kolaylaştırır. Yeme bozukluklarında KST deneyimsel kaçınma modeline dayanır. Bu modelde birçok bozulmuş davranış biçimlerinin aversif içsel deneyimlerden (duyumlar, bilişimler, emosyonlar ve itkiler) kaçmak ya da sakınmak çabaları ile ilişkili olduğu düşünülür (Hayes ve ark. 1996). KST değer verilen hedeflere ve yaşam yönlerine doğru yönelmek üzere yapılan davranışları değiştirirken, düşünceler ve hislerin yargılanmaksızın kabulünü vurgular (Hayes ve ark. 1999). AN’ da KST uygulaması bir klinik olgu çalışmasında aktarılmıştır (Helfner, Sperry, Eifert ve Detweiler 2002) ve “self-help manual” olarak da yayınlanmıştır. Bu yaklaşımda şişmanlıkla ilgili düşünceler, imgeler ve korkulara karşı yöneltilmiş bazı farkındalık ve kabullenmeye dayalı stratejiler vardır. Örneğin, “düşünce geçit töreni” farkındalık egzersizinde anorektik birey, bir geçit töreninde yürüyüşçüler tarafından taşınan kartlar üzerine düşüncelerini yazdığını hayal eder. Bireyin görevi düşüncelerinin geçit törenini gözlemektir. Örneğin “ben bir balinayım” ve “mide çok geniş” gibi düşünceler gelip gider, onlar içeriye emilmez, inanılmaz ve onlara göre davranılmaz, sadece gözlenir. Bu egzersiz bu tür düşüncelere tepki olarak anorektik davranışlar geliştirmeksizin bilişimlerin yargılamadan kabullenilerek gözlenme yeteneğini arttırır. Benzer şekilde “otobüs şoförü” egzersizinde, bireye otobüs şoförü olduğunu hayal etmesi istenir. Otobüs, onun değer verdiği yaşam hedeflerine doğru hareketini temsil etmektedir. Şişmanlıkla ilgili düşünceleri, yönü değiştirmesini ve otobüsü “anoreksiya caddesine doğru” sürmesini talep eden otobüsteki yolcular olarak kavramlaştırılır (Heffner ve ark. 2002). Bu egzersiz olumsuz düşüncelerin onlarla bağlantılı hareket edilme- den var olmasını sağlar. Diğer taraftan değerli yönergelerde hareketlere devam edilir. Değerli yönergelerde hareket etmek için iyi beslenme genellikle gereklidir. Değerli yönergelere örnek olarak iyi bir arkadaş, aile üyesi, vatandaş ya da çalışan olmak verilebilir. Böylece, bu yaklaşımın önemli bir özelliği hastanın en değerli hedefleri ve yönergelerinin belirlenmesidir. Farkındalık Temelli Yeme Eğitimi (FTYE) Farkındalık temelli yeme eğitimi (FTYE) Kristeller ve Hallett (1999) tarafından geliştirilmiş olup FTSA ve BDT ile rehberli yeme meditasyonlarına dayanır. Programda geleneksel farkındalık meditasyonu teknikleri yanında rehberli meditasyon da uygulanır. Biçim, ağırlık, yemeyle ilişkili kendisinin düzenlediği süreçler (örneğin iştah ve hem gastrik hem de tat duyusuna ilişkin doygunluk) üzerinde çalışılır. Meditasyon süreci gıda arayışı (craving) ve yeme ile ilişkili günlük aktivitelerle bütünleştirilir. Gıda alımının düzenlenmesi (açlık ve doygunluk ipuçları, yeme biçimlerine özel dikkat etme) önemlidir. Farkındalık meditasyonu, bireylerin önce otomatik kalıpları (patern) fark etmelerine yardımcı olmayı ve sonra istenilmeyen tepkiyi çözmek için dikkat etmelerini eğitme yolu olarak düşünülebilir. Daha sağlıklı işlevsellik farkındalığını arttırma yolu olarak da düşünülebilir. Yani yeme bozukluklarında fizyolojiye dayanan açlık ve doygunluk ipuçlarının farkındalığını, davranış ve deneyimlere geçirmek önemlidir. FTYE programında her bir görüşmede meditasyon egzersizi vardır. Genel oturma meditasyonu FTSA ve FTDT de kullanılan egzersizlere benzer. Mini meditasyonlar da öğretilir, burada üyelere günlük aktiviteler sırasında özellikle öğün ve öğün aralarında kısa sürelerle düşüncelerinin ve hislerinin yargılamaksızın farkındalığını denemeleri öğretilir. Üyeler, açlık, doygunluk ve tıkınırcasına yemeyi tetikleyicilerle ilişkili emosyonlar, düşünceler, duyumlar üzerinde, yargılamaksızın dikkat etmeye odaklandıkları bazı yemeye rehberli meditasyonlar yapar. Birçok yemeyle ilgili meditasyonlar gıdayı kullanır; önce üzüm tanesi meditasyonu ile başlanır ve daha karmaşık ve zorlanılan (challenging) gıdaRCHP 3:1-2 2009 59 Yeme Bozukluklarında Farkındalık Temelli Tedavi Yaklaşımlarır lara geçilir, önce sadece iki gıda arasında seçim yapılır, sonra açık büfeden seçimler yapılır ve gıda seçerken farkındalık geliştirilir. Yine birkaç oturumda beden farkındalığı çalışılır, önce beden analizi yapılır sonra kendini sakinleştirici dokunuşlar ve sonra da yürüme farkındalığına geçilir. Daha sonra kendi bedeni ve kendiliğine ilişkin affetme meditasyonu ve bilgelik meditasyonu yapılır, burada daha iyi seçimler yapmak için bilgelik vurgulanır. FTYE oturumlarında yemeye farkındalık egzersizini takiben, araştırma dönemi başlar. Sorular sorularak, danışanların kendi içsel deneyimlerini keşfetmelerine yardımcı olunur. İçsel deneyimler düşünce, duygu ve duyumlar arasındaki bağlantıların gözlenmesiyle keşfedilir. Grup lideri şu soruları sorarak tartışmaya olanak sağlar. • Deneyim ne kadar süre devam etti? • Aynı kaldı mı yoksa değişiklik oldu mu? • Eşlik eden başka düşünce, duygu ya da bedensel duyumlar var mıydı? • Sonra ne oldu? Genellikle araştırma döneminde grup içinde ortaya çıkan bir deneyim üzerine odaklanılır, sonra haftalık ev ödevlerinin tartışılmasına geçilir. Disregulasyon modeli FTYE’nin kuramsal temelini oluşturur. Bu modele göre, kronik diyet yapma tıkınırcasına yemenin tetiklenmesine zemin hazırlar. Fizik uyaranları çarpıtılmış bilişler ve olumsuz affekt, tıkınırcasına yemeyi tetikleyicilerdir. Emosyonel olarak; diyet yapma olumsuz kendilik farkındalığına bağlı olarak disforiye neden olduğu gib, engellenme (frustrasyon) ya da yokluğa (deprivasyon) da yol açar. Diyet kuralı bir kere ihlal edilince (örneğin yasak bir 60 RCHP 3:1-2 2009 gıda yenilince ya da uygunsuz bir zamanda yenildiğinde), birey kontrolden bütünüyle vazgeçer, tıkınmaya başlar ve abstinence violation etkisi (AVE) ortaya çıkar (Marlatt ve Gordon 1985). Bu daha ilerde doygunluğun fizyolojik farkındalığının eksikliği ile şiddetlenerek, kişiyi tıkınırcasına yemeye daha yatkın hale getirir ki, burada artık yemeyi durdurmak için normal ipuçları görmezden gelinir ya da yaşanılmaz. Tıkınma bir miktar fizik ve emosyonel memnuniyet yaratabilir, fakat ardından fizik huzursuzluk ve suçluluk duygusu ortaya çıkar. Bu da daha sonra olumsuz kendilik değerlendirmesinin devamına ve diyet kısıtlamasının sürmesine yol açar. Tıkınma döngüsü kişiden kişiye değişir, bazı bireyler, bütün bu özelliklerin hepsini yaşamayabilir. FTYE’ de doygunluk ipuçlarının farkındalığının arttırılması ve açlık ipuçları farkındalığının geliştirilmesi önemlidir. TYB’ da sık yemenin başlamasından çok yemeyi durduramama daha önem kazanır. Bu nedenle doygunluk sinyallerine daha duyarlı olmak tıkınırcasına yemenin kontrolünde özellikle yararlı olabilir. Yeme sorunları olanlar açlık ve doygunluğun içsel ipuçlarından çok, gıda ve kalorilere ilişkin kuralları yerine getirerek diyet yapmaktadırlar. Gıdanın niceliği yerine niteliğinden doyum alma ve hoşnut olma farkındalığı, yeme farkındalığı egzersizlerinde önemlidir. Sonuç Farkındalık temelli yaklaşımlar kişilerin, yalnızca hislerini, davranışlarını ve deneyimlerini gözleme ve otomatik ve sıklıkla işlevselliği bozulmuş tepkilerden kurtulma yeteneklerini arttırmalarını sağlar. Kendilerinin yemeleri ve bedenleri ile daha bilgece ve dengeli ilişkiler geliştirmelerine ve bunlar üzerinde çalışmalarına olanak verir. Maner KAYNAKLAR Apple RA, Agras WS. Overcoming eating disorders: A cognitive-behavioral treatment for bulimia and binge-eating disorder. New York: Psychological Corporation. 1997. Craighead LW, Allen HN. (1995). Appetite awareness training: A cognitive behavioral intervention for binge eating. Cognitive and Behavioral Practice.1995; 2: 249-70. Kabat-Zinn J. An outpatient program in behavioral medicine for chronic pain patients based on the practice of mindfulness meditation: Theoretical considerations and preliminary results. General Hospital Psychiatry. 1982; 4: 33-47. Kabat-Zinn J. Mindfulness-based interventions in context: Past, present, and future. Clinical Psychology: Science and Practice. 2003; 10: 144-56. Eldredge KL, Agras WS, Arnow B, Telch CF, Bell S, Castonguay L., et al. The effects of extending cognitive-behavioral therapy for binge eating disorder among initial treatment nonresponders. International Journal of Eating Disorders. 1997; 21: 347-52. Kristeller JL, Hallet CB. An exploratory study of a meditation-based intervention for binge eating disorder. Journal of Health Psychology. 1999; 4: 357-63. Fairburn CG, Marcus MD, Wilson GT. Cognitivebehavioral therapy for binge eating and bulimia nervosa: A comprehensive treatment manual. In CG Fairburn and GT Wilson, editors. Binge eating: Nature, assessment, and treatment. New York: Guilford Press. 1993. Linehan MM. Cognitive-behavioral treatment of borderline personality disorder. New York: Guilford Press. 1993. Gross J J. Emotion regulation: Affective, cognitive, and social consequences. Psychophysiology. 2002; 39: 281-91. Leahy RL. A model of emotional schemas. Cognitive and Behavioral Practice. 2002; 9:177-90. Lowe MR. The effects of dieting on eating behavior: A three-factor model. Psychological Bulletin. 1993;114:100-21. Marlatt GA, Gordon J. Determinants of relapse: Implications fot the maintenance of behavior change. New York: Brunner Mazel. 1985. Hanh TN. The miracle of mindfulness. Boston: Beacon Press. 1976. In: Hayes SC, Strosahl K, Wilson KG. editors. Acceptance and commintment therapy. New York: Guilford Press;1999. Roth A, Fonagy P. What Works for whom? A critical review of psychotherapy research (2nd ed.), New York: Guilford Press. 2005. Hayes SC, Strosahl KD, Wilson KG. Acceptance and commitment therapy: An experiential approach to behavior change. New York: Guilford Press. 1999. Safer DL, Telch CF, Agras WS. Dialectical behavior therapy adapted for bulimia: A case report. International Journal of Eating Disorders. 2000;30: 101-6. Hayes SC, Wilson KG, Gifford EV, Follette VM, Strosahl KD. Emotional avoidance and behavioral disorders: a functional dimensional approach to diagnosis and treatment. Journal of Consulting and Clinical Psychology. 1996; 64: 1152-68. Segal ZV, Teasdale JD, Williams JMG. Mindfulness-based cognitive therapy: Theoretical rationale and empirical status. In Hayes SC, Follette VM, Linehan MM, editors. Mindfulness and acceptance: Expanding the cognitive-behavioral tradition. New York: Guilford Press. 2004. Heatherton TF, Baumeister RF. Binge eating as escape from self-awareness. Psychological Bulletin. 1991;110: 86-108. Heffner M, Sperry J, Eifert GH, Detweiler M. Acceptance and commitment therapy in the treatment of an adolescent female with anorexia nervosa: A case example. Cognitive and Behavioral Practice. 2002; 9: 232-6. Telch CF, Agras WS, Linehan MM. Dialectical behavior therapy for binge-eating disorder: Journal of Counsalting and Clinical Psychology. 2001; 69 (106): 1-5. Wiser S, Telch C F. Dialectical behavior therapy for binge eating disorder. Journal of Clinical Psychology. 1999; 55: 755-68. RCHP 3:1-2 2009 61 Bir Olgu Sunumu: Deliran Mani Mustafa TATLI*, Neslihan ERGEN*, M.Emin CEYLAN* Abstract Delirious mania is a rare but severe psychiatric clinical situation with an acute onset, mania characteristics as grandiosity, lack of sleep, delusions, emotional lability, euphoria and delirium characteristics as disorientation and consciousness disturbances. In this article a delirious mania is presented, which is rarely seen nowadays. The patient has nearly thirty years of psychiatric clinical history and his clinical mania attacks are always accompanied by disorientation and consciousness disturbances, so we diagnosed this patient as delirious mania. Delirious mania can be treated accurately if diagnosed correctly. ECT is more effective than pharmacological treatment. Lithium, valproic acid, clozapine, ketiapine and high doses of benzodiazepines can be used as pharmacological treatment but 4 weeks of time must be regarded for response to treatment. If signs of delirium is evident by patients with history of mania, delirious mania should be considered as differential diagnosis. Keywords Delirious mania, Confusion, Disorientation, Delirium, Mania Özet Deliran mani ani gelişen, manik özellikler gösteren, grandiyözite, emosyonel labilite, delüzyon, uykusuzluk ve öfori ile deliryum belirtilerinin gözlendiği, yönelim ve bilinç bozukluğunun birlikte görüldüğü, nadir rastlanılan ciddi bir psikiyatrik klinik tablodur. Bu yazıda, günümüzde seyrek görülen deliran mani olgusu sunulmuştur. Yaklaşık 30 yıllık hastalık öyküsü bulunan hastamızın atakları sırasında bilinç ve yönelim bozukluğu tablosunun manik duygudurum belirtilerine eşlik etmesi sebebiyle ‘deliran mani’ tanısı düşünülmüştür. Deliran mani doğru tanı konulduğu takdirde yeterli şekilde tedavi edilebilen bir durumdur. Tedavisinde EKT farmakolojik tedaviden daha etkilidir. Farmakolojik tedavide lityum, valproik asit, klozapin, ketiyapin ve yüksek doz benzodiazepin seçilebilecek ajanlar olarak dikkat çekmektedir, ancak yanıt alabilmek için 4 haftalık bir süre göz önüne alınmalıdır. Daha önceden geçirilmiş manik epizod öyküsü bulunan hastalarda deliryum tablosuyla karşılaşıldığında deliran mani ayırıcı tanıda düşünülmelidir. Giriş Konfüzyon, zaman yer ve kişi oryantasyon bozukluğu ile seyreden bilinç bozukluğu tablosudur (Sadock ve Sadock 2005). Akut konfüzyonel durum, yaygın bilinen adıyla deliryum ise bilinç, algı, düşünce ve uyku-uyanıklık döngüsü değişimlerinin eşlik ettiği, ani başlangıçlı ve dalgalı gidiş gösteren bir klinik sendromdur. Deliryum belirtileri, bilişsel işlevlerde yaygın bozulma, algı bozuklukları, sanrılar, düşünce sürecinde bozulma, konuşma bozukluğu, duygulanımda değişkenlik, uyku- uyanıklık döngüsünde bozulma, psikomotor etkinlikte değişim olarak geniş bir dağılım göstermekle birlikte klinik tablonun temelini bellek ve dikkat bozuk- luklarıyla seyreden bilinç bozukluğu oluşturur (Onur ve ark. 2007). Deliran mani tablosu ise ani gelişen, manik özellikler gösteren; grandiyözite, emosyonel labilite, hezeyanlar, uykusuzluk ve öfori ile deliryum karakteri gösteren; yönelim ve bilinç bozukluğunun birlikte görüldüğü, nadir rastlanılan ciddi bir psikiyatrik sendromdur (Fink 1999). Luther Bell 1849 yılında, ani gelişen, artmış hareketlilik, belirgin uykusuzluk, konuşma miktarında artış, sistematik olmayan hezeyanlar , varsanılar ve konfüzyonun eşlik ettiği psikiyatrik bir klinik tablo tanımlamıştır. Bell, hastalığın gelişiminin 3-6 hafta sürdüğünü ve hastaların * Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Anahtar Kelimeler Deliran mani, Konfüzyon, Yönelim bozukluğu, Deliryum, Mani Bir Olgu Sunumu: Deliran Mani büyük bir kısmının artmış hareketliliğe bağlı gelişen kardiyovasküler yetmezlik nedeniyle kaybedildiği notunu düşmüştür. Ayrıca, yaptığı klinik çalışmalarda tabloyu açıklayacak organik bir patoloji saptanmadığını belirtmiştir (Kraines 1934). Bell ‘ in 1849 yılında yaptığı tanıma uygun bir biçimde günümüz bilgisinde de deliran mani (daha önceden bilinen adıyla Bell Manisi) kontrol edilemeyen taşkın fiziksel aktivitenin eşlik ettiği, deliryum ve yönelim bozukluğu tablosu şeklinde görülen şiddetli bir mani türü olarak tanımlanmıştır. Günümüzde nadir olarak görülen bu tabloya hayatı tehdit eden acil bir tıbbi duruma neden olabileceği yönünde dikkat çekilmiştir (Sadock ve Sadock 2005). Karmacharya R, England ML, Ongür D ‘nin 2008 yılında yaptıkları bir çalışmada yukarıdaki tanıma uygun olarak seçilen, deliryum ve mani tablosu gösteren, 16 hasta değerlendirilmiş ve bu çalışmada deliryum ve mani tablosuyla başvuran hastalarda altta yatan herhangi bir tıbbi patoloji saptanmamıştır. Hastaların çoğunluğunun genç, kadın ve daha önceden bilinen bipolar bozukluk tanıları olduğu belirtilmiş; klinik tablonun ani geliştiği ve öne çıkan belirtilerin inkontinans, uygunsuz tuvalet yapma, çıplaklık olduğu tanımlanmıştır. Çalışmada hastalara uygulanan EKT tedavisiyle belirgin gelişme gözlendiği ve EKT uygulanmayan hastalarda yüksek doz benzodiazepin tedavisiyle yeterli yanıt alındığı belirtilmiştir. Olguların bir kısmında klozapin tedavisinin kullanıldığı ve klozapinle belirtilerin gerilemesinin tedavinin dördüncü haftasından sonra gerçekleştiği izlenmiştir. Atipik antipsikotikler, lityum ve valproik asitle yapılan tedavilerde, klinik yanıta tedavinin 3. haftasından sonra ulaşıldığı, tipik antipsikotik ve antikolinerjik tedavisinin klinik tablonun ağırlaşmasına neden olduğu bildirilmiştir. Bu çalışmanın sonuç kısmında ise yazarlar deliran mani tablosunu doğru tanı ile yeterli şekilde tedavi edilebilen ciddi bir psikiyatrik sendrom olarak değerlendirmiş ve kesin tedavi olarak EKT ‘ yi önermişlerdir. EKT kullanılamayan olgularda yüksek doz benzodiazepin kullanılması gerektiği vurgulanırken klozapin, ketiyapin, lityum ve valproik asit ilk sıra tedavi olarak düşünülmese de uzun dönem tedavide yanıt alındığı belirtilmiştir. Yukarıda adı geçen çalışmayla uyumlu olarak 1980 yılında Bond T.C.‘nin yaptığı bir çalışmada akut deliran mani tedavisinde lityum ve nöroleptiklerin etkili olduğu ancak yeni çalışmaların 64 RCHP 3:1-2 2009 EKT’nin hızlı, etkili ve daha güvenli bir tedavi yöntemi olduğunu gösterdiği belirtilmiştir. Karmacharya R, England ML, Ongür D‘ nin daha önce bahsettiğimiz çalışmasında hastaların başvuru anındaki belirtilerinin manik ağırlıklı olduğu ve hastaların çoğunluğunun genç ve kadın olduğu vurgulanmıştı . Weintraub D, Lippmann S‘ nin 2001 yılında yaptıkları bir çalışmada ise var olan deliryum tablosuna sonradan eklenen mani belirtileriyle seyreden ve öyküsünde daha önceden geçirilmiş manik epizodlar tanımlan 2 yaşlı hasta olgu olarak bildirilmiştir. Bu çalışmada konfüzyon, yönelim bozukluğu ve algı değişiklikleri ile başvuran yaşlı hastalarda özellikle daha önceden bipolar bozukluk hikayesi varsa deliran maninin ayırıcı tanıda düşünülmesi gerektiği vurgulanmıştır. Bu olgu sunumunda, yukarıda tanımladığımız ve günümüzde çok nadir görülen deliran mani tablosunu sunacağımız olguyu literatür bilgileri ışığında tartışmayı amaçladık. Olgu MA, erkek, 54 yaşında, evli ve 5 çocuk sahibi, ilkokul mezunu, 7 yıl önce SSK’ dan malülen emekli olmuş, İzmit’ te ailesiyle birlikte yaşıyor. Hastanemiz acil psikiyatri polikliniğine Şubat 2008 tarihinde yakınları tarafından uykusuzluk, sinirlilik, saldırganlık, eşyaya dönük şiddet, evden kaçma, çok gezme yakınmalarıyla istem dışı getirilen hastanın kendisi bir yakınma iletmiyordu. Daha önceden bilinen “Bipolar Bozukluk” tanısı olan hastada bu belirtiler son bir aydır bulunuyordu. Tedavisini karbamazepin 200 mg/gün, biperiden 2 mg/gün, haloperidol 10 mg/gün, ketiapin 200 mg/gün şeklinde düzenli olarak sürdürdüğü öğrenildi. Hastanın yatış sırasındaki psikiyatrik muayenesinde bilinci açık, özbakımı orta, psikomotor aktivitesi yüksek, duygulanımı yüksek, duygudurumu öforik, konuşma hız ve miktarı artmıştı ve amaca yönelemiyordu. Yer, zaman ve kişi yönelimi bozuktu. Düşünce içeriğinde “dayım bana gel tarlada çalış diyor” şeklinde tanımladığı işitsel varsanılarla, “Suudi Arabistan kralıyım, bütün Arabistan benim” şeklinde ifade ettiği büyüklük hezeyanları vardı. Yapılan hemogram, rutin biyokimya, tiroid fonksiyon testleri, sedimentasyon, vitamin B12- Tatlı - Ergen - Ceylan folik asit tetkikleri normal sınırlarda, kan karbamazepin düzeyi 8.08 ng / ml idi. Kendisine haloperidol 20 mg/gün amp. , biperiden 10 mg/ gün amp, karbamazepin 400 mg/gün po, ketiapin 200 mg/gün po şeklinde tedavi düzenlendi. Yaklaşık 30 yıllık hastalık öyküsü bulunan hastanın hastanemize ilk başvurusu hükümetin kendisini izlediği, herkesin kendisine düşman olduğu, bütün dünyayı düzeltmek istediği ve bu yüzden takip edildiği şikayetleri ile Nisan 1977 tarihinde gerçekleşmişti. O dönemdeki yatış dosyasından, kendisinin “Paranoid Şizofreni” tanısıyla izlendiği ve 1 ay süreyle hospitalize edilerek, haloperidol, biperiden ve klorpromazin şeklinde tedavi uygulandığı öğrenildi. İkinci yatışı şarkı söyleme, küfürlü konuşma belirtileriyle Mart 1983 tarihinde idi. İzlem notlarında sorulara “no no” diye cevap verdiği, konfüzyonda olduğu, sağ kol ve bacaklarında darba bağlı olduğu düşünülen ekimozlar saptandığı ve “deliryum” ön tanısıyla izlendiği belirtiliyordu. Yapılan tetkiklerde altta yatan organik bir neden saptanamamış ve 11 seans EKT uygulanmıştı. Üçüncü yatışının “Aşık Veysel’i görme, Aşık Veysel’ in kendisine saz çaldığını söyleme” şeklinde belirtilerle Ocak 1985 tarihinde gerçekleştiği, yine konfüzyonel bir tablo gösterdiği ve 11 seans EKT ile tedavi edildiği öğrenildi. Aralık 1987 tarihindeki dördüncü yatışında “Bipolar Bozukluk- Manik Hecme” tanısıyla 7 seans EKT uygulandığı ve haloperidol 20 mg/gün amp, biperiden 10 mg/ gün amp, lityum 1200 mg/gün po tedavisi ile izlendiği; 5. başvurusunun Ağustos 1993 tarihinde ‘içimde devamlı bir sıkıntı var’ şeklinde belirttiği yakınmalarıyla olduğu, “Bipolar Bozukluk- Mixt Epizod” tanısıyla izlendiği ve pimozid, fluvoksamin, lityum tedavisi uygulandığı eski yatış dosyalarının incelenmesiyle öğrenildi. Hastanemize en son Mayıs-2002 tarihinde başvuran hastanın “BTA Mizaç Bozukluğu” tanısıyla izlendiği ve o döneme ait izlem notunda yine konfüzyonda olduğu belirtilmişti. Yakınlarından alınan bilgiye göre, yukarıdaki yatışları dışında en son 2006 yılında olmak üzere iki kez Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi ve 20 yıl önce bir kez Elazığ Devlet Hastanesi’nde yatırılarak tedavi edildiği öğrenildi. Hastalık süreci boyunca intihar girişiminin olmadığı, psikoaktif madde kullanımının bulunmadığı, 25 yıldır günde bir paket sigara içtiği, mesleki işlevselliğinin 20 yıldır bulunmadığı, ondan önce inşaat işçisi ve makine operatörü olarak çalıştığı öğrenildi. Soy geçmişinde dayısında “Bipolar Bozukluk” düşündüren belirtiler tanımlandı, ancak dayısı psikiyatrik tedavi görmemişti. Hastanın servisteki izleminde dikişsiz konuşma, Allah’ın sesini duyma ve onunla konuşma şeklinde işitsel varsanılar, fikir uçuşmaları ve yönelim bozukluğu öne çıkan bulgulardı. “Bipolar Bozukluk- Psikotik Özellikli Manik Hecme” tanısıyla süren klinik izleminde hipertansiyon saptandı ve yapılan dahiliye konsültasyonu ile hipertansiyon kontrol altına alındı. Konfüzyonun devam etmesi üzerine yapılan nöroloji konsültasyonu sonucunda nöropatoloji saptanmadı. Psikomotor aktivitesindeki yükseklik tedavinin ilk haftasında azalmasına karşın, duygudurumundaki yükseklik devam ediyordu. Yatışının 14. gününde tedavisi valproik asit 600 mg/gün po, ketiapin 300 mg/gün po, haloperidol 20 mg/gün amp ve biperiden 5 mg/gün amp olarak düzenlendi. Bu dönemde servis içinde eşyalara karşı şiddet gösteren hastaya gün aşırı klopiksol aküfaz amp tedavisi üç kez uygulandı. Yatışının 25. gününde klozapin tedavisi 25 mg / gün olarak başlandı ve valproik asit 1000 mg/gün’e çıkılarak parenteral haloperidol 20 mg/gün amp ve biperiden 5 mg/gün amp tedavisi kesildi. Hastadaki konfüzyon halinin devam etmesi üzerine olası sifiliz açısından yapılan VDRL-rpr testi negatif olarak saptandı. Konfüzyon sürerken klozapin dozu 500 mg/gün’e kadar çıkıldı ve bu süreçte haftalık hemogram ve üç haftada bir yapılan kan valproik asit düzeyleri sorunsuz seyretti. Bu tedavi ile, yatışının kırkıncı gününden itibaren konfüzyonel tablonun düzelmeye başladığı gözlendi. Bu dönemde yapılan değerlendirilmelerde dikişsiz konuşma kaybolmuştu, çağrışımlar düzgündü, varsanı tanımlamıyordu, kişi ve zaman yönelimi yeterli, yer yönelimi kısmen yeterliydi. Hasta, yatışının 50. gününde klozapin 500 mg/gün po, ketiapin 400 mg/gün po, valproik asit 1000 mg/gün po tedavisiyle kısmi düzelme halinde hastaneden çıkarıldı. Hastanın 50 günlük hospitalizasyon süresinin 40. gününe kadar yönelim bozukluğu tablosunda klinik bir gerileme gözlenmeyişi ve yönelim bozukluğunu açıklayacak başka bir tıbbi RCHP 3:1-2 2009 65 Bir Olgu Sunumu: Deliran Mani duruma bağlı patoloji saptanmamış olmasının yanı sıra, daha önceki yatışlarında izlenen uzun hospitalizasyon süreleri (1983 yılındaki yatışında 2 ay ve 2002 yılındaki son başvurusunda 3 ay olmak üzere) ve konfüzyon dönemlerinin (1983, 1985 ve 2002 yıllarındaki başvurularında) bulunması, ayrıca bu atakların düzenli ilaç kullanımına karşın gelişmiş olmaları bu olguyu sunmak açısından değerli bulunmuştur. Tartışma Bu olguda, kişinin geçmiş ataklarında uzun süreli konfüzyon dönemlerinin bulunmasının yanı sıra, konfüzyonun gözlenmediği atakların da varlığı, hastanın deliran mani tablosu içinde olabileceğini baştan beri düşündürmesine karşın, klinik tablonun düzenli ilaç kullanımı varlığında gelişmiş olması ve hastanın yaşı göz önüne alınarak, psikiyatrik hastalığa eklenmiş diğer bir tıbbi patolojinin varlığını araştırmak gerekmiştir. Tedavide EKT’nin farmakolojik tedaviye göre daha etkin olduğu bilinmekle beraber, hastanın yaşı ve hipertansiyonun varlığı göz önüne alınarak ve daha önceki atakların EKT yapılmış olmasına karşın uzun sürdüğü bilindiğinden, ilaç tedavisine öncelik verilmiştir. Farmakolojik tedavide Li, valproik asit, ketiapin, klozapin ve yüksek doz benzodiazepin seçilebilecek ajanlar olarak dikkat çekmektedir, ancak her tür ilaç tedavisinde yanıt alabilmek için 4 haftalık süre göz önüne alınmalıdır. Bu olguda da yakın klinik izlemde manik belirtilerin yatıştığı gözlendiğinden, diğer tıbbi patolojilerin varlığı araştırılırken yönelim bozukluğunun devam etmesi beklenebilir bir durum olarak öngörülmüştür. Ancak yatışının 25. gününde yönelimde bir düzelme olmadığı için klozapin tedavisine geçiş uygun görülmüş ve 40. günde yönelimi düzelmeye başlamıştır. Bu gözlem, klozapin tedavisine daha erken geçilmesinin daha hızlı bir yanıt getireceği olasılığının düşünülmesi gerektiği yönünde bir veridir. Ancak bu olguda ailenin şehir dışında yaşaması nedeniyle, klozapin tedavisinin ve hemogram izlemlerinin ne kadar denetlenebileceği doğrultusunda yakın bir görüşme yapılamadığından, klozapine geçiş için acele edilmemiştir. Diğer bir eleştirel nokta, benzodiazepin kullanımının denenmemiş olmasıdır. Yine de hastanın daha önceki atakların 40-60 gün sürebildiği ve bu atakta 40. günde düzelme başladığı göz önüne alınarak, klozapin seçiminin doğru bir seçim olduğu düşünülebilir. Sonuç Bu yazıda sunulan olgu, yönelim ve bilinç bozukluğunun eşlik ettiği ağır bir mani tablosu olup, doğru tanı konulduğu takdirde yeterli şekilde tedavi edilebildiğine dair klinik gözlem ve ilgili literatür bilgisi paylaşılmıştır. Deliryum tablosuyla başvuran hastalarda ve daha önceden geçirilmiş manik epizod öyküsü bulunan hastalarda deliryum tablosuyla karşılaşıldığında deliryöz mani’nin ayırıcı tanıda mutlaka düşünülmesi gerektiğine vurgu yapılmıştır. Konfüzyonel dönemin uzun sürebileceği ve EKT’nin etkin bir tedavi yöntemi olduğu bilinmeli, EKT için uygun görülmeyen hastalarda klozapin tedavisine yanıtın haloperidole oranla daha hızlı gelişebileceğinin düşünülerek, tedavinin buna göre yönlendirilmesi gerektiğine, ayrıca sürdürüm tedavisinde klozapinin yanı sıra Li, valproik asit ve ketiapinin etkili olduğuna dair bilgiler göz önünde tutulmalıdır. KAYNAKLAR Bond T. C. Recognition of Acute Delirious Mania . Arch Gen Psychiatry . 1980; 37 : 553-554. Fınk M. Delirious Mania . Bipolar Disord. 1999 Sep ; 1(1) : 54-60. Karmacharya R. , England M.L. , Ongür D. Delirious Mania Clinical Features and Treatment . J. Affect. Disord. 2008 Aug ; 109(3) : 312-6. Epub 2008 Jan 11. Kraines S. H. , M.D. Bell ’s Mania . Am J. Psychiatry 1934 ; 91 : 29-40. 66 RCHP 3:1-2 2009 Onur E. , Cimilli C. Deliryum . Köroğlu E , Güleç C. Edit. Psikiyatri Temel Kitabı . Ankara : Hekimler Yayın Birliği 2007 . s : 115. Sadock B. J. , M.D. Signs and Symptoms in Pyschiatry.In : Sadock BJ , Sadock VA, editors. Comprehensive Textbook of Psychiatry Volume I. Philedelphia : Lippincott Williams&Wilkins 2005 . p : 851, 1622. Weintraub D. , Lippmann S. Delirious Mania in Elderly . Int. J. Geriatr Psychiatry . 2001 April ; 16(4) : 374-377. Editörün Yorumu M.Emin CEYLAN Şizofrenide Artmış Fötalite Ontojenik açıdan bakıldığında, insanın belirgin biçimde fötal karakter taşıdığı görülür. Gözlerin yüze göre, başın bedene göre büyüklüğü, ön ekstremitelerin kısalığı, bedenin genellikle tüysüz olması, fontanellerin kapanmasındaki gecikme, elmacık kemiklerinin çıkıklığı fötusa ait karakterlerin onda çocuk ve/veya erişkin dönemde de devam ettiğini gösterir. İnsanın bu özelliği onun embriyolojik hayatının kısa geçmesine ve bipedal yürümeye bağlı olarak (küçülen kalça eklemi ve daralan doğum kanalı) fötal gelişim tamamlanmadan ceninin dışarı çıkma zorunluluğuna yüklenir (neoteny). Hesaplamalara göre insanın intrauterin döneminin on sekiz aya kadar uzaması gerekmektedir. Bipedal yürümeye bağlı olarak daralan doğum kanalı sonucu gerçekleşen vaktinden erken doğum bebeği, dokuz aylık farkı dışarıda tamamlamak zorunda bırakır. Bu da bilindiği üzere, bebeğin uzun süre mutlak anne bakımına muhtaç hale gelmesine, anne-bebek arasındaki sembiyotik ilişkinin bir aile düzeni kurma zorunluluğu doğurmasına ve yine bu yakınlığın sonucu olarak çocukta ödipus/heraklit komplekslerinin oluşmasına neden olur. Bildiğim kadarıyla sonraki kuşaklarla önceki kuşaklar arasında bu denli uzamış bakımın olduğu başka canlı türü yoktur. Öte yandan şizofrenik hastalarda neotenöz karakterler, şizofren olmayanlara göre daha belirgindir. Örneğin pek çok şizofren hastanın ince kemik ve zayıf kas yapısı gösterdiği bilinmektedir (Sharma ve ark, Melo ve ark, Ceylan ve ark). Hennessy ve arkadaşları üç boyutlu laser ölçümleriyle bazı şizofren hastaların frontonazal bölgelerinde kemik yapıya ilişkin gelişimsel bir morfolojik bozukluk olduğunu tespit etmişlerdir. Yine Fatjó-Vilas ve arkadaşlarının bir çalışmasında da şizofren hastaların bir grubunun hem kendilerinde hem de akrabalarında dermatoglifik anormallikler olduğu saptanmıştır. Elbette ki bu ve benzeri bulguların tümü şizofren hastalardaki artmış fötal yapıya ait deliller değildir. Ama bir çoğu, hastalardaki fötus yapısının şizofren olmayanlara göre çok daha derin ve kalıcı olduğuna dair bulgulardır. Sanırım bu konudaki en dikkate değer kanıtlar şizofren hastaların prematür doğum gösterip göstermedikleriyle ilgili olarak yapılmış çalışmalardan gelişecektir. Çünkü prematür doğum demek, fötal karakterin kesin olarak uterus dışında sürdürülmesi demektir. Ichiki ve ark. 187 şizofren hastayı 500’ün üzerindeki kontrol grubundan deneklerle karşılaştırmışlar ve belirgin bir anlamlılıkla hastaların 36 hafta veya daha kısa süren bir gestasyonel dönem sonunda doğduklarını tespit etmişlerdir. Diğer taraftan Şizofren hastalarda klinik olarak da fötal yapıyı çağrıştıran dikkate değer bulgular mevcuttur. Örneğin hastalar ileri derecede regresyon gösterdiklerinde anne karnındaki pozisyonu alırlar. Doğumdan sonra fötal yapının korunması demek, elbette ki yetişkin yaşlarda da tamamen fötal yapının görünmesi demek değildir, kişi şizofren de olsa gelişmeye devam etmekte ve çocukluk devresinde görülen fötal karakterler, erişkinlik döneminde çocuksu karakterlerle yer değiştirmektedir. Bu nedenle, şizofreni hastalarındaki somut düşünme, affekt düzleşmesi, zaman ve mekandan bağımsız işleyen primer proçes düşüncesi, somatik edilgenlik ve otizm gibi kardinal bulguları bebeklik/çocukluk dönemine ait bulgular değil, fötal döneme ait bulgular olarak kabul etmek gereği vardır. Yine şizofreni hastalarının kullandığı savunma mekanizmaları, başta inkar olmak üzere en ilkel mekanizmalardır. En ilkel derken kastedilen, fötusa en yakın dönemlerde kullanılan, dolayısıyla fötal olan düzeneklerdir, çocukluk dönemi, psikodinamik olarak yeterince ilkel bir dönem değildir. Beynin matürasyonu açısından baktığımızda da şizofren hastaların önemli bir grubunda neuregulin-1 bozukluğu olduğu görülüyor (Peled ve ark.09). Neurogilin-1 beyin matürasyonunda rol alan önemli maddelerden birisidir. Yine bazı postmortem çalışmalarda, neokorteks oluşumunda görev alan altplak (subplate) yapısının içinde nöronal dizilimin bozukluk gösterdiği, hala embriyolojik devredeki göçe hazırlık dönemindeki nöronların konfigürasyonunu kaybetmediği ortaya çıkmıştır. Öte yandan şizofren hastaların beyninde glioziz görülmeksizin ventrikül büyümesi olması, beyindeki “küçüklüğün,” nörodejenerasyon sonucu gelişen bir atrofiye değil de, erişkinlik döneminde de devam eden fötal karaktere (büyümemişliğe) bağlanması makul bir saptama olacaktır. Ayrıca Luchin (1979) ile başlayıp asıl olarak Crow (1997) ile daha da kuvvetlenen ve şizofrenlerde serebral asimetrinin kaybolduğuna dönük olarak bağımsız araştırmacılarca sürekli desteklenen bulgunun da, hastalardaki fötal karaktere ısrarlı bir işaret olduğunu düşünmek gerekir. Çünkü hemisferik asimetri (frontooksipital tork) embriyonel dönemde yirminci haftadan itibaren gelişmekte (Weinberger 1982) ve intrauterin hayatta nöroblastların orta hatta eşit olarak ikiye ayrılmayıp bir tarafta daha fazla kalacak şekilde yer almalarının sonucunda ortaya çıkmaktadır. Nöroblastların daha fazla olduğu tarafta intrauterin hayatın muhtemelen son dönemlerinde ya da ilk bebeklik devresinde çevresel uyarıların etkisiyle nöropil gelişimin hızlanmasıyla asimetrik büyüme meydana gelmektedir. Şizofrenlerde ise muhtemelen, fötal dönemdeki nöroblast ayrışımı, ileriki hayatta asimetriyi gözetecek biçimde olmamakta ve normal bireylerde çevreyi daha iyi represante eden (betimleyen) asimetrik beyin yapısının gelişiminin önünü tıkamaktadır. Şizofreniyi, nörogelişimsel hipotezle açıklamaya çalışan kuramlar aslında hastalığın fötal karakterini öne çıkaran, fakat bunun adını koymayan bir yaklaşım taşırlar. İntrauterin hayatta maruz kalınan adı konmamış bir patolojinin kendini yirmi yıl saklayıp sonradan ortaya çıkması, altmış yetmiş yıllık ortalama ömrü olan biyolojik bir yapıda varlığı sürdürülebilen bir mekanizma olamaz. Onun için nörogelişim hipotezinin içini, “insanda zaten var olan fötal karakterin, hastalarda zaman geçtikçe hafiflemeden, izi silinmeden, derinliğine sürmesi şizofrenideki asıl patolojidir” diyerek doldurmak, adı geçen hipotezin eksenini doğrultmak olacaktır. Ceylan ME, Maner F, Gözden S, Ergen N. Paradoid schizophrenia and Congenital Myotonia: A Case Report. Yayında. Crow TJ Schizophrenia as failure of hemispheric dominance for language. Trends in Neurosciences 20: 339343 1997 Fatjó-Vilas M, Gourion D, Campanera S ve ark. “New evidences of gene and environment interactions affecting prenatal neurodevelopment in schizophrenia-spectrum disorders: A family dermatoglyphic study.” Schizophr Res. Jun 24. 2008 Hennessy RJ, Baldwin PA, Browne DJ, Kinsella A, Waddington JL. Three-dimensional laser surface imaging and geometric morphometrics resolve frontonasal dysmorphology in schizophrenia. Biol Psychiatry. May 15;61(10):1187-94. 2007 Ichiki M, Kunugi H, Takei N, Murray RM, Baba H, Arai H, Oshima I, Okagami K, Sato T, Hirose T, Nanko S. Intra-uterine physical growth in schizophrenia: evidence confirming excess of premature birth. Psychol Med. May;30(3):597-604. 2000 Jaaro-Peled H, Hayashi-Takagi A, Seshadri S, Kamiya A, Brandon NJ, Sawa A. Neurodevelopmental mechanisms of schizophrenia: understanding disturbed postnatal brain maturation through neuregulin-1-ErbB4 and DISC1.Trends Neurosci. Sep;32(9):485-95. Epub 2009 Aug 26.2009 Luchins DJ, Weinberger DR, Wyatt RJ Schizophrenia: evidence of a subgroup with reversed cerebral asymmetry. Arch. Gen. Psyc. 36: 1309-1311 1979 68 RCHP 3:1-2 2009 Melo M, Vieira AH, Passos-Bueno MR, Zaty M. Association of schizophrenia and Duchenne muscular dystrophy. Br J Psychiatry. May;162:711-2,1993 Sharma S, Namrata S.Association of schizophrenia and mental retardation with facio-scapulohumeral muscular dystrophy. Neurol India. Mar;52(1):104-5. 2004 Weinberger DR, Luchins DJ, Morihisa J ve ark. Asymmetrical volumes of the right and left frontal and occibital regions of the brain. Annals of The Neurol. 11:97-100 1982 RCHP 3:1-2 2009 69 Yazarlara Bilgi Tanımlama Dil Psikiyatride Derlemeler, Olgular ve Varsayımlar (RCHP), çift hakemli olarak ve yılda 4 sayı yayınlanacak ve hızlı yayın politikasını ilke edinmiş bir dergidir. Bu bağlamda dergiye gelen yazılar dört hafta içerisinde hakem değerlendirilmesinden geçirilerek üç ay içerisinde yayına kabul edilecek ya da reddedilecektir. Psikiyatride Derlemeler, Olgular ve Varsayımlar Dergisi’nde öncelikle psikofarmakoloji, biyolojik psikiyatri, davranış bilimleri ile çocuk ve ergen psikiyatrisi alanlarındaki deneysel, temel ve klinik bilimlere ait yazılara yer verilir. Psikiyatride Derlemeler, Olgular ve Varsayımlar Dergisi, ulusal ve uluslararası tüm tıbbi kurum ve kişilere ücretsiz olarak ulaşmayı hedefleyen bilimsel bir dergidir. Dergi iki formda çıkacaktır. Basılı form Türkçe; elektronik form Türkçe ve İngilizce olarak çıkacak olup; yazıların hem Türkçe hem İngilizce formları gönderilmelidir. İstendiğinde yazıların İngilizce’ye çevrilmesi editörce yapılacaktır. Psikiyatride Derlemeler, Olgular ve Varsayımlar Dergisi’nin dili Türkçe ve İngilizce’dir. Kapsadığı Alanlar Psikiyatride Derlemeler, Olgular ve Varsayımlar Dergisi psikiyatri, psikoloji, nöroloji, farmakoloji, moleküler biyoloji, genetik, nörokimya ve ilgili bilim alanlarında uzman olanlara ve bu alanlarda halen eğitilenlere hitap eder. Yayın Politikası Psikiyatride Derlemeler, Olgular ve Varsayımlar Dergisi, yayınlanmak üzere gönderilen yazıları aşağıdaki bölümlerde dikkate almaktadır: • • • • Olgu sunumları, Derlemeler, Orijinal araştırmalar, Editöre mektuplar. Genel İlkeler Daha önce yayınlanmamış olan ya da yayınlanmak üzere başka bir dergide halen değerlendirmede olmayan ve her bir yazar tarafından yayınlanması onaylanan makaleler Psikiyatride Derlemeler, Olgular ve Varsayımlar Dergisi’nde değerlendirilmek üzere kabul edilir. Yayın kurulu, yazarların iznini alarak yazıda değişiklikler yapabilir. Editör ve dil editörü dil, yazım ve kaynakların Index Medicus’ta geçtiği gibi yazılmasında ve benzer konularda tam yetkilidir. Eğer makalede daha önce yayınlanmış alıntı yazı, tablo, resim vs. mevcut ise makale yazarı, yayın hakkı sahibi ve yazarlarından yazılı izin almak ve bunu makalede belirtmek zorundadır. Gerekli izinlerin alınıp alınmadığından yazar(lar) sorumludur. Bilimsel toplantılarda sunulan özet bildiriler, makalede belirtilmesi koşulu ile kabul edilir. Editör, Psikiyatride Derlemeler, Olgular ve Varsayımlar Dergisi’ne gönderilen makale biçimsel esaslara uygun ise, gelen yazıyı yurtiçi ve/veya yurtdışı en az iki hakemin değerlendirmesinden geçirtir, hakemler gerek gördüğü takdirde yazıda istenen değişiklikler yazarlar tarafından yapıldıktan sonra yayınlanmasına onay verir. Makale yayınlanmak üzere dergiye gönderildikten sonra yazarlardan hiçbiri, tüm yazarların yazılı izni olmadan yazar listesinden silinemez, ayrıca yeni bir isim yazar olarak eklenemez ve yazar sırası değiştirilemez. Yayına kabul edilmeyen ve yayınlanmayan makale, resim ve fotoğraflar yazarlara geri gönderilmez. RCHP 3:1-2 2009 71 Etik Bilimsel sorumluluk Makalelerin bilimsel kurallara uygunluğu yazarların sorumluluğundadır. Tüm yazarların gönderilen makaleye akademik ve bilimsel açıdan doğrudan katkısı olmalıdır. Bu bağlamda “yazar” yayınlanan bir araştırmanın kavramsallaştırılmasına, dokusuna, verilerin elde edilmesine ve analizine ya da yorumlanmasına belirgin katkı yapan, yazının müsvettesinin yazılması ya da bunun içerik açısından eleştirel biçimde gözden geçirilmesinde görev yapan birisi olarak görülür. Fon sağlanması, veri toplanması ya da araştırma grubunun genel süpervizyonu tek başlarına yazarlık hakkı kazandırmaz. Yazar olarak gösterilen tüm bireyler sayılan tüm ölçütleri karşılamalıdır ve ancak yukarıdaki ölçütleri karşılayan her birey yazar olarak gösterilebilir. Çok merkezli çalışmalarda grubun tüm üyelerinin yukarıda belirtilen şartları karşılaması gereklidir. Yazarların isim sıralaması ortak verilen bir karar olmalıdır. Tüm yazarlar yazar sıralamasını telif hakkı devri formunda imzalı olarak belirtmek zorundadırlar. Yazarlık için yeterli ölçütleri karşılamayan ancak çalışmaya katkısı olan tüm bireyler “teşekkür/bilgiler” kısmında sıralanmalıdır. Bunlara örnek olarak ise sadece teknik destek sağlayan, yazıma yardımcı olan ya da sadece genel bir destek sağlayan kişiler verilebilir. Finansal ve maddi destekleri de belirtilmelidir. Yazıya materyal olarak destek veren ancak yazarlık için gerekli ölçütleri karşılamayan kişiler “klinik araştırıcılar” ya da “yardımcı araştırıcılar” gibi başlıklar altında toplanmalı ve bunların işlevleri ya da katılımları “bilimsel danışmanlık yaptı” “çalışma önerisini gözden geçirdi” “veri topladı” gibi belirtilmelidir. Teşekkür (acknowledgement) kısmında belirtilecek bu bireylerden de yazılı izin alınması gerekir. Etik sorumluluk Psikiyatride Derlemeler, Olgular ve Varsayımlar Dergisi, 1975 Helsinki Deklarasyonu’nun 2000 yılında revize edilen İnsan Deneyleri Komitesi’nin (http://www.wma.netle/policy/ b3.htm) etik kurallarına uymayı ilke edinmiş bir dergidir. Bu yüzden Psikiyatride Derlemeler, 72 RCHP 3:1-2 2009 Olgular ve Varsayımlar Dergisi’nde yayınlanmak üzere gönderilen klinik deneylere katılan insanlar/hastalarla ilgili olarak, bu komitenin etik kurallarına uyulduğunun mutlaka belirtilmesi ve deneyin türüne göre gerekli olan yerel veya ulusal etik komitelerden alınan onay yazılarının yazı ile birlikte gönderilmesi ve ayrıca deneye katılan kişi/hastalardan ve hastalar eğer temyiz kudretine sahip değilse vâsilerinden yazılı bilgilendirilmiş onam (informed consent) alındığını belirten bir yazı ve tüm yazarlar tarafından imzalanmış bir belgenin editöre gönderilmesi gerekir. Bu tip çalışmaların varlığında yazarlar, makalenin Yöntem ve Gereç bölümünde bu ilkelere uygun olarak çalışmayı yaptıklarını, kurumlarının etik kurullarından ve çalışmaya katılmış insanlardan “bilgilendirilmiş onam” (informed consent) aldıklarını belirtmek zorundadırlar. Çalışmada “hayvan” kullanılmış ise yazarlar, makalenin Yöntem ve Gereç bölümünde “Guide for the Care and Use of Laboratory Animals” (www.nap.edu/catalog/5140.html) ilkeleri doğrultusunda çalışmalarında hayvan haklarını koruduklarını ve kurumlarının etik kurullarından onay aldıklarını belirtmek zorundadırlar. Hayvan deneyleri rapor edilirken yazarlar laboratuvar hayvanlarının bakımı ve kullanımı ile ilgili kurumsal ve ulusal rehberlere uyup uymadıklarını yazılı olarak bildirmek zorundadırlar. Olgu sunumlarında da hastanın kimliğinin ortaya çıkıp çıkmamasına bakılmaksızın hastalardan “bilgilendirilmiş onam” (informed consent) alınmalıdır. Makalelerin etik kurallara uygunluğu yazarların sorumluluğundadır. Psikiyatride Derlemeler, Olgular ve Varsayımlar Dergisi, yayınladığı makalelerin konu ile ilgili en iyi etik ve bilimsel standartlarda olmasını, buna karşılık ticari kaygılara dayanmaması koşulunu gözetmektedir. Editör ve yayıncı, reklam amacı ile dergide yayınlanan ticari ürünlerin özellikleri ve açıklamaları konusunda hiçbir garanti vermemekte ve sorumluluk kabul etmemektedir. Eğer makalede doğrudan veya dolaylı ticari bağlantı veya çalışma için maddi destek veren kurum bulunuyorsa yazarlar; kaynak sayfasında kullanılan ticari ürün, ilaç, ilaç firması v.b. ile ticari hiçbir ilişkisinin olmadığını veya varsa nasıl bir ilişki- sinin olduğunu (konsültan, diğer anlaşmalar) bildirmek zorundadırlar. Yazıların alınmasının ardından yazarlara makalenin alındığı bildirilecektir. Hastalar ve çalışmaya katılanların gizlilik ve mahremiyeti Makaleler sayfanın her bir kenarından 2.5 cm kenar boşluğu bırakılarak ve çift satır aralıklı yazılmalıdır. Makalelerde aşağıdaki sıra takip edilmelidir ve her bölüm yeni bir sayfa ile başlamalıdır: 1) başlık sayfası, 2) özet, 3) metin, 4) teşekkür/acknowledgement 5) kaynaklar ve 6) tablo ve/veya şekiller. Tüm sayfalar sırayla numaralandırılmalıdır. Hastalardan izin alınmadan mahremiyet bozulamaz. Hastaların ismi, isimlerinin baş harfleri ya da hastane numaraları gibi tanımlayıcı bilgiler, fotoğraflar ve soyağacı bilgileri v.b. bilimsel amaçlar açısından çok gerekli olmadıkça ve hasta (ya da anne-baba ya da vasi) yazılı aydınlatılmış onam vermedikçe basılmazlar. Özellikle olgu bildirimlerinde, çok gerekli olmadıkça hasta ile ilgili tanımlayıcı ayrıntılar çıkarılmalıdır. Örneğin, fotoğraflarda göz bölgesinin maskelenmesi kimliğin gizlenmesi için yeterli değildir. Eğer veriler kimliğin gizlenmesi için değiştirildiyse yazarlar bu değişikliklerin bilimsel anlamı etkilemediği konusunda güvence vermelidirler. Bilgilendirilmiş onam alındığı da makalede belirtilmelidir. Editör, yazar(lar) ve hakemlerle ilişkiler Editör makalelerle ilgili bilgileri (makalenin alınması, içeriği, gözden geçirme sürecinin durumu, hakemlerin eleştirileri ya da varılan sonuç) yazarlar ya da hakemler dışında kimseyle paylaşmaz. Editör hakemlere gözden geçirme için gönderilen makalelerin, yazarların özel mülkü olduğunu ve bunun imtiyazlı bir iletişim olduğunu açıkça belirtir. Hakemler gözden geçirmelerini bitirdikten sonra makalenin kopyalarını yok eder. Dergi editörü de reddedilen ya da geri verilen makalelerin kopyalarını imha eder. Hakemlerin kimliğinin gizli kalmasına özen gösterilir. Yazıların Hazırlanması Aksi belirtilmedikçe gönderilen yazılarla ilgili tüm yazışmalar ilk yazarla yapılır. Gönderilen yazılar, yazının yayınlanmak üzere gönderildiğini ve Psikiyatride Derlemeler, Olgular ve Varsayımlar Dergisi’nin hangi bölümü (orijinal araştırma, gözden geçirme, ya da olgu bildirimi gibi) için başvurulduğunu belirten bir mektup, yazının elektronik formunu içeren Microsoft Word 2000 ve üzerindeki versiyonları ile yazılmış disketi ile tüm yazarların imzaladığı ‘Telif Hakkı Devri Formu’ eklenerek gönderilmelidir. Başlık Başlık sayfasında, yazarların adları, akademik unvanları ve yazışılacak yazarın tam adres, telefon ve faks numaraları ve e-mail adresi bulunmalıdır. Özet ve anahtar kelimeler Özet (Türkçe ve İngilizce; Türkçe yazıların İngilizce özetlerinde mutlaka İngilizce başlık da yer almalıdır). İki yüz elli kelimeden daha uzun olmamalı ve aşağıdaki gibi yapılandırılmalıdır: Amaç/Objective: yazının birincil ve asıl amacı; Yöntem(ler)/Method(s): veri kaynakları, çalışmanın iskeleti, hastalar ya da çalışmaya katılanlar, görüşme/değerlendirmeler ve temel ölçümler; Bulgular/Results, Sonuçlar/Conclusion(s) Özet çalışmanın temeliyle ilgili bilgi vermeli ve çalışmanın amacını, temel süreçleri (olguların ya da laboratuar hayvanlarının seçimi, gözlemsel ve analitik yöntemler), ana bulguları (mümkünse özgül etki büyüklüklerini ve istatistiksel anlamlılıklarını vererek) ve temel çıkarımları içermelidir. Çalışmanın ya da gözlemlerin yeni ve önemli yönleri belirtilmelidir. Özetler bir makalenin bir çok elektronik veritabanında yer alan en belirgin kısmı olduğundan, yazarlar özetin makalenin içeriğini doğru olarak yansıttığından emin olmalıdır. Anahtar sözcükler, her türlü yazıda Türkçe ve İngilizce özetlerin altındaki sayfada 3-10 adet verilmelidir. Anahtar sözcük olarak Index Medicus’un Tıbbi Konu başlıklarında yer alan terimler kullanılmalıdır. Giriş Giriş bölümünde konunun önemi, tarihçe ve bugüne kadar yapılmış çalışmalar, varsayım ve çalışmanın amacından söz edilmelidir. Girişte çalışmanın temeli ya da bağlamı (örneğin, sorunun doğası ve önemi) ve özgül amaçlar ya da RCHP 3:1-2 2009 73 çalışmada test edilen varsayımlar belirtilmelidir. Hem ana hem de ikincil amaçlar açıkça belirtilmelidir ve tüm önceden belirlenmiş altgrup analizleri açıklanmalıdır. Sadece gerçekten ilişkili kaynaklar gösterilmeli ve çalışmaya ait veri ya da sonuçlardan söz edilmemelidir. Yöntem ve Gereç Yöntem ve Gereç bölümünde, veri kaynakları, çalışmanın hipotezi, hastalar ya da çalışmaya katılanlar, ölçekler, görüşme/değerlendirmeler ve temel ölçümler, yapılan işlemler ve istatistiksel yöntemler yer almalıdır. Yöntem bölümü, sadece çalışmanın planı ya da protokolü yazılırken bilinen bilgileri içermelidir; çalışma sırasında elde edilen tüm bilgiler bulgular kısmında verilmelidir. Olguların seçimi ve tanımlanması Gözlemsel ya da deneysel çalışmaya katılanların seçimi, çalışmaya alınma ve çalışmadan dışlanma ölçütleri açıkça tanımlanmalıdır. Yaş ve cinsiyet gibi değişkenlerin çalışmanın amacıyla olan ilişkisi her zaman açık olmadığından; örneğin yazarlar niçin sadece belli bir yaş grubunun alındığını ya da neden bir cinsin çalışma dışında bırakıldığını açıklamalıdır. Teknik bilgi Diğer çalışmacıların sonuçları yineleyebilmesi için yöntemi ve kullanılan araçlar (üretici firma ve adres paragraf içinde belirtilerek) ayrıntılı olarak belirtilmelidir. İyi bilinmeyen bir yöntem için kaynak verilmeli ve yöntem açıklanmalı, yeni yöntemler varsa tanımlanmalı ve kullanılma nedenleri belirtilip kısıtlılıkları değerlendirilmelidir. Kullanılan tüm ilaç ve kimyasallar doğru olarak tanımlanıp jenerik isimleri, dozları ve kullanım biçimleri belirtilmelidir. Gözden geçirme yazısı gönderen yazarlar veriyi bulma, seçme, ayırma ve sentezleme yöntemlerini belirtmelidir. Bu yöntemler aynı zamanda özette de yer almalıdır. İstatistik İstatistiksel yöntem, orijinal veriye erişebilecek bilgili bir okuyucunun rapor edilen sonuçları onaylayabileceği bir ayrıntıda belirtilmelidir. Mümkünse, bulgular niceliksel hale getirilmeli ve hata ölçümleri verilmelidir. İstatistiksel terimler, kısaltmalar ve sembollerin çoğu tanımlanmalıdır. Kullanılan bilgisayar programı belirtilmelidir. 74 RCHP 3:1-2 2009 Bulgular Ana bulgular istatistiksel verilerle desteklenmiş olarak eksiksiz verilmeli ve bu bulgular uygun tablo, grafik ve şekillerle görsel olarak da belirtilmelidir. Bulgular yazıda, tablolarda ve şekillerde mantıklı bir sırayla, en önemli sonuçlar başta olacak şekilde verilmelidir. Tablo ve şekillerdeki tüm veri yazıda verilmemeli, sadece önemli noktalar vurgulanmalıdır. Ekstra materyal ve teknik bilgi ek kısımda verilerek yazının akışının bozulmaması sağlanmalı, alternatif olarak bunlar sadece elektronik versiyonda yer almalıdır. Veriler sonuçlar bölümünde özetlenirken sayısal sonuçlar sadece türevler (örneğin yüzde) şeklinde değil mutlak şekilde de verilmeli ve kullanılan analiz yöntemi belirtilmelidir. Sadece makaledeki fikri destekleyen şekil ve tablolar konmalıdır. Çok büyük tablolar yerine grafikleri kullanmayı denemeli, grafik ve tablolarda aynı veri tekrarlanmamalıdır. Tartışma Tartışma bölümünde çalışmadan elde edilen veriler, kurulan hipotez doğrultusunda hipotezi destekleyen ve desteklemeyen bulgular ve sonuçlar irdelenmeli ve bu bulgu ve sonuçlar literatürde bulunan benzeri çalışmalarla kıyaslanmalı, farklılıklar varsa açıklanmalıdır. Çalışmanın yeni ve önemli yanları ve bunlardan çıkan sonuçlar vurgulanmalıdır. Giriş ya da sonuçlar kısmında verilen bilgi ve veriler tekrarlanmamalıdır. Deneysel çalışmalar için tartışmaya sonuçları kısaca özetleyerek başlamak, daha sonra olası mekanizmaları ya da açıklamaları incelemek ve bulguları önceki çalışmalarla karşılaştırmak, çalışmanın kısıtlılıklarını özetlemek, gelecekteki çalışmalar ve klinik pratikteki uygulamalarını belirtmek faydalıdır. Varılan sonuçlar çalışmanın amacıyla karşılaştırılmalı, ancak elde edilen bulgular tarafından yeterince desteklenmeyen çıkarımlardan kaçınılmalıdır. Tablo Grafik ve Şekiller Yazı içindeki grafik, şekil ve tablolar Romen rakamıyla numaralandırılmalıdır. Şekillerin metin içindeki yerleri belirtilmelidir. Tablolar Tablolar bilgileri etkin bir şekilde gösterir, bilginin ayrıntılı olarak verilmesini sağlar. Bilgileri metin yerine tablolarda vermek genelde metnin uzunluğunu kısaltır. Her tablo ayrı bir sayfaya çift aralıklı olarak basılmalıdır. Tabloları metindeki sıralarına göre numaralayıp, her birine kısa bir başlık verilmelidir. MS Word 2000 ve üstü versiyonlarında otomatik tablo seçeneğinde “tablo klasik 1” ya da “tablo basit 1” seçeneklerine göre tablolar hazırlanmalıdır. Başlık satırı ve tablo alt üst satırları dışında tablonun içinde başka dikey ve yatay çizgiler kullanılmamalıdır. Her sütuna bir başlık verilmelidir. Açıklamalar başlıkta değil, dipnotlarda yapılmalıdır. Dipnotlarda standart olmayan tüm kısaltmalar açıklanmalıdır. Varyasyonun standart sapma ya da standart hata gibi istatistiksel ölçümleri belirtilmelidir. Metin içinde her tabloya atıfta bulunulduğuna emin olunmalıdır. Eğer yayınlanmış ya da yayınlanmamış herhangi başka bir kaynaktan veri kullanılıyorsa izin alınmalı ve kaynak sahibi tam olarak bilgilendirilmelidir. Çok fazla veri içeren tablolar çok yer kaplar ve sadece elektronik yayınlar için uygun olabilir. Şekiller Şekiller ya profesyonel olarak çizilmeli ve fotoğraflanmalı ya da fotoğraf kalitesinde dijital olarak gönderilmelidir. Şekillerin basıma uygun versiyonlarının yanı sıra JPEG ya da GIF gibi elektronik versiyonlarda yüksek çözünürlükte görüntü oluşturacak biçimlerde elektronik dosyaları gönderilmeli ve bu dosyaların görüntü kaliteleri bilgisayar ekranında kontrol edilmelidir. Röntgen, CT, MRI filmleri ve diğer tanısal görüntülemeler ve patolojik fotomikrografik preparatlar ve örnekler genelde 127-173 mm boyutlarında yüksek kalitede basılmış olarak gönderilmelidir. Bu nedenle şekillerin üzerindeki harfler, sayılar ve semboller açık ve tüm makalede eşit ve yayın için küçültüldüklerinde okunabilecek boyutlarda olmalıdır. Şekiller mümkün olduğunca tek başlarına anlaşılabilir olmalıdır. Eğer insan fotoğrafları kullanılacaksa, ya bu kişiler fotoğraftan tanınmamalıdır ya da yazılı izin alınmalıdır (etik bölümüne bakınız). Şekiller metinde geçiş sıralarına göre numaralandırılmalıdır. Önceden yayınlanmış bir şekil kullanılacaksa, yayın hakkını elinde bulundurandan izin alınmalıdır. Kaynaklar Kaynaklarla ilgili genel konular Gözden geçirme yazıları okuyucular için bir konudaki kaynaklara ulaşmayı kolaylaştıran bir araç olsa da, her zaman orijinal çalışmayı doğru olarak yansıtmaz. Bu yüzden mümkün olduğunca yazarlar orijinal çalışmaları kaynak göstermelidir. Öte yandan, bir konuda çok fazla sayıda orijinal çalışmanın kaynak gösterilmesi yer israfına neden olabilir. Birkaç anahtar orijinal çalışmanın kaynak gösterilmesi genelde uzun listelerle aynı işi görür. Özetler kaynak olarak gösterilmemelidir. Kabul edilmiş ancak yayınlanmamış makalelere atıflar “basımda” ya da “çıkacak” şeklinde verilmelidir; yazarlar bu makaleleri kaynak gösterebilmek için yazılı izin almalıdır ve makalelerin basımda olduğunu ispat edebilmelidir. Gönderilmiş ancak yayına kabul edilmemiş makaleler, “yayınlanmamış gözlemler” olarak gösterilmeli ve kaynak yazılı izinle kullanılmalıdır. Tektip kurallar esas olarak Amerikan Ulusal Tıp Kütüphanesi (National Library of Medicine, NLM) tarafından uyarlanmış olan bir ANSI standart stilini kabul etmiştir. Kaynak atıfta bulunma örnekleri için yazar(lar) http:// www. nlm.nih.gov/bsd/uniform_requirements.html sitesine başvurulabilir. Dergi isimleri Index Medicus’taki şekilleriyle kısaltılmalıdır. Liste http://www.nlm.nih.gov sitesinden de elde edilebilir. Kaynaklar yazının sonunda (Kaynaklar/References) başlığı altında alfabetik soyadı sırasına göre numaralandırılıp dizilmelidir. Metin içinde ise parantez içinde yazar soy ismi ve yıl belirtilmelidir. Kaynakların doğruluğundan yazar(lar) sorumludur. Tüm kaynaklar metinde belirtilmelidir. Kaynaklar aşağıdaki örneklerdeki gibi gösterilmelidir. Tüm yazarlar belirtilmeli, “ve ark.” ibaresi kullanılmamalıdır. Kaynak dergi adlarının kısaltılması Index Medicus’a uygun olmalıdır. Index Medicus’ta indekslenmeyen bir dergi kısaltılmadan yazılmalıdır. Kaynaklar için örnekler aşağıda belirtilmiştir. 1.Dergi makaleleri: • Standard dergi makalesi: Halpern SD, Ubel PA, Caplan AL. Solid-organ transplantation in HIV-infected patients. N Engl J Med. 2002 Jul 25;347(4):284-7. RCHP 3:1-2 2009 75 • Medline’da yer almayan ve kısaltması olmayan dergilerin makaleleri için: Üçok A, Tükel R, Özgen G, Saylan M, Nuray K, Calikusu C, Keser V. Şizofreni hastalarında obsesif kompülsif belirtilerin ve bozukluğun sıklığı. 3P (Psikiyatri,Psikoloji,Psikofarmakoloji) Dergisi 1998; 6(2) 107-110 • Yazar bir kuruluş ise: Diabetes Prevention Program Research Group. Hypertension, insulin, and proinsulin in participants with impaired glucose tolerance. Hypertension. 2002;40(5):679-86. • Yazar ismi verilmemişse: 21st century heart solution may have a sting in the tail. BMJ. 2002;325 (7357):184. • Yazar hem kişi hem de bir kuruluş ise: Vallancien G, Emberton M, Harving N, van Moorselaar RJ; Alf-One Study Group. Sexual dysfunction in 1,274 European men suffering from lower urinary tract symptoms. J Urol. 2003;169(6):2257-61. • Yazı dergi ekinde çıkmışsa: Geraud G, Spierings EL, Keywood C. Tolerability and safety of frovatriptan with short- and long-term use for treatment of migraine and in comparison with sumatriptan. Headache. 2002;42 Suppl 2:S93-9. • Yazı dergi eki içeren bir sayıda çıkmışsa: Glauser TA. Integrating clinical trial data into clinical practice. Neurology. 2002;58(12 Suppl 7):S6-12. • Yazı bölümlü ciltte çıkmışsa: Abend SM, Kulish N. The psychoanalytic method from an epistemological viewpoint. Int J Psychoanal. 2002;83(Pt 2):491-5. • Yazı bölümlü sayıda çıkmışsa: Ahrar K, Madoff DC, Gupta S, Wallace MJ, Price RE, Wright KC. Development of a large animal model for lung tumors. J Vasc Interv Radiol. 2002;13(9 Pt 1):923-8. • Yazı cilt numarası olmayan sayıda çıkmışsa: Banit DM, Kaufer H, Hartford JM. Intraoperative frozen section analysis in revision total joint arthroplasty. Clin Orthop. 2002;(401):230-8. • Yazıda sayı ve cilt numarası yoksa: Outreach: bringing HIV-positive individuals into care. HRSA Careaction. 2002 Jun:1-6. • Basılı şeklinden önce elektronik yayınlanan yazı: Yu WM, Hawley TS, Hawley RG, Qu CK. Immortalization of yolk sac-derived precur76 RCHP 3:1-2 2009 sor cells. Blood. 2002 Nov 15;100(10):382831. Epub 2002 Jul 5. • Gerekiyorsa makale cinsinin bildirilmesi: Kline MD. Fluoxetine and anorgasmi (letter). Am J Psychiatry 1989; 146:804-5. 2. Kitap ve Diğerleri: • Sadece yazar : Murray PR, Rosenthal KS, Kobayashi GS, Pfaller MA. Medical microbiology. 4th ed. St. Louis: Mosby; 2002 • Editör(ler)in yazar olması: Gilstrap LC 3rd, Cunningham FG, VanDorsten JP, editors. Operative obstetrics. 2nd ed. New York: McGraw-Hill; 2002. • Bir kuruluşun yazar ve basımcı olması: Royal Adelaide Hospital; University of Adelaide, Department of Clinical Nursing. Compendium of nursing research and practice development, 1999-2000. Adelaide (Australia): Adelaide University; 2001. • Kitap bölümü: Meltzer PS, Kallioniemi A, Trent JM. Chromosome alterations in human solid tumors. In: Vogelstein B, Kinzler KW, editors. The genetic basis of human cancer. New York: McGraw-Hill; 2002. p. 93-113. • Konferans tebliğleri: Harnden P, Joffe JK, Jones WG, editors. Germ cell tumours V. Proceedings of the 5th Germ Cell Tumour Conference; 2001 Sep 13-15; Leeds, UK. New York: Springer; 2002. • Konferans makalesi: Christensen S, Oppacher F. An analysis of Koza’s computational effort statistic for genetic programming. In: Foster JA, Lutton E, Miller J, Ryan C, Tettamanzi AG, editors. Genetic programming. EuroGP 2002: Proceedings of the 5th European Conference on Genetic Programming; 2002 Apr 3-5; Kinsdale, Ireland. Berlin: Springer; 2002. p. 182-91. • Bilimsel ve teknik rapor: Yen GG (Oklahoma State University, School of Electrical and Computer Engineering, Stillwater, OK). Health monitoring on vibration signatures. Final report. Arlington (VA): Air Force Office of Scientific Research (US), Air Force Research Laboratory; 2002 Feb. Report No.: AFRLSRBLTR020123. Contract No.: F496209810049. • Patent:Pagedas AC, inventor; Ancel Surgical R&D Inc., assignee. Flexible endoscopic grasping and cutting device and positio- ning tool assembly. United States patent US 20020103498. 2002 Aug 1. • Sözlük ve benzer kaynaklar:Dorland’s illustrated medical dictionary. 29th ed. Philadelphia: W.B. Saunders; 2000. Filamin; p. 675. • Yayınlanmamış kaynak: Tian D, Araki H, Stahl E, Bergelson J, Kreitman M. Signature of balancing selection in Arabidopsis. Proc Natl Acad Sci U S A. In press 2002. 3. Elektronik Kaynaklar: • CD-ROM: Anderson SC, Poulsen KB. Anderson’s electronic atlas of hematology [CD-ROM]. Philadelphia: Lippincott Williams & Wilkins; 2002. • İnternette dergi makaleleri:Abood S. Quality improvement initiative in nursing homes:the ANA acts in an advisory role. Am J Nurs [serial on the Internet]. 2002 Jun [cited 2002 Aug12];102(6):[about3p.]. Available from: http://www.nursingworld.org/AJN/2002/ june/wawatch.htm • İnternette monograflar: Foley KM, Gelband H, editors. Improving palliative care for cancer [monograph on the Internet]. Washington: National Academy Press; 2001 [cited 2002 Jul 9]. Available from: http://www.nap. edu/books/0309074029/ html/ • Web sayfası:Cancer-Pain.org [homepage on the Internet]. New York: Association of Cancer Online Resources, Inc.; c2000-01 [updated 2002 May 16; cited 2002 Jul 9]. Available from: http://www.cancer-pain.org/ • Web sayfasının bir bölümü: American Medical Association [homepage on the Internet]. Chicago: The Association; c1995-2002 [updated 2001 Aug 23; cited 2002 Aug 12]. AMA Office of Group Practice Liaison; [about 2 screens]. Available from: http://www.amaassn.org/ama/pub/category/1736.html • İnternet veri bankası:Who’s Certified [database on the Internet]. Evanston (IL): The American Board of Medical Specialists. c2000 - [cited 2001 Mar 8]. Available from: http:// www.abms.org/newsearch.asp Olgu sunumları için bilgilendirme Klinisyenin sıkça karşılaştığı genel zorluklarına değerli çözüm önerileri getirebileceğini ve anlamlı tartışmalarla önemli klinik çalışmaları tetikleyebileceğini ve/veya öğretici değeri olduğunu düşündüğünüz olgu örneklerinin yayınlanmasına öncelik verilecektir. Olgu Sunumu; bir özellik, durum, komplikasyon veya girişim ile ilgili bilgiyi tıp dünyasıyla medikal dergi yoluyla paylaşmayı sağlar. Olgu sunumlarının bir amacı da klinisyenleri hastanın olağan olmayan klinik özellikleri, değerlendirilmesi ve/veya sağaltımı ile ilgili olarak eğitmektir. Klinisyenler tarafından bildirilen gözlemler, olgu sunumlarıyla yeni araştırma projelerini destekleyen hipotezler de yaratabilir. Giriş Klinik sorunun öneminin ve sıklığının açıklanması, olgu sunum amacının belirtilmesi beklenmektedir. Eğer bu olgudan yola çıkılarak bir hipotez ortaya konulacaksa, açıkça bu bölümde belirtilmeli ve olgu sunumunun okuyucu için taşıdığı önem vurgulanmalıdır. Olgu sunumu Olgu ile ilişkili verilerin özetlendiği bölümdür. Olumlu ve olumsuz önemli tüm bulgular, olgunun durumu için anlamlı olabilecek kısa öykü, demografik veriler (olgunun kimliğinin gizliliğine azami önem verilmelidir), sağaltımlar, hastalığın gidişi ve sonlanımı anlatılmalıdır. Önemsiz detay bilgilerden kaçınılmaya gayret edilmelidir. Gerektiğinde yeni uygulanan, az bilinen bir sağaltımın veya değerlendirme yönteminin detayları açıklanabilir. Bu bölümün okuyucu için en önemli ve dikkat çekmesi gereken bölüm olduğu unutulmamalıdır. Yazıda önerilen düzen ilk bölümde olgunun öyküsü, yapılan değerlendirmeler, kullanılan yöntemler ve diğer bölümde sağaltımlar ile sonuçları şeklindedir. Tartışma Olguyla ilgili bilimsel düşüncenin ön plana çıkarıldığı ve eldeki bilimsel veriler ışığında tartışıldığı bölümdür. İlk paragraf, olgu ile ilgili soruyu ve/veya amacı hatırlatıp olası yanıtları verebilir. Bulguların varılan sonucu ve yanıtları nasıl desteklediği açıklanmalıdır. Bu sonuçlar var olan bilgilerle ne kadar uyumludur; daha önce aynı durumla ilgili neler yazılmıştır? Literatürden örRCHP 3:1-2 2009 77 nekler verirken cömert olunmalı ancak önemsiz detaylardan kaçınılmalıdır. Bu olguda eksik olan veriler, yapılmamış olanlar ve daha iyi anlaşılması için neler yapılması gerektiği belirtilmelidir. Yazıda en önemli aşama vermek istenen mesajın doğrulanmaya çalışıldığı bölümdür. Hakemler ve okuyucular mesajın bilimsel açıklaması için kanıtları isteyeceklerdir. Varılan sonuç açık olarak belirtilmelidir. Olgunun önemi belirtilmelidir; bu sunumdan çıkan öneriler, sonuçlar, diğerlerinden farklılıkları, ortaya çıkan kuramlar nelerdir? Öğrenilmesi gereken dersler var mıdır? Sonuç Mesaj bir iki cümleyle özetlenmelidir. Kısa ve özlü olunmalıdır. Olgu sunumlarıyla ilgili ayrıntılı bilgi için: McCarthy LH, Reilly KE. How to write a case report. Fam Med. 2000 Mar; 32(3): 190-5. Rahij Anwar et al. How to write a case report. Student BMJ Volume 12 60-61. Makalenin dergiye gönderilmesi Gönderilen yazılar, hem 3 nüsha halinde yazıcı çıktısı olarak ve hem de diskette ve/veya e-mail uzantısı olarak elektronik makale gönderisi şeklinde kabul edilecektir. Elektronik gönderi hem zaman kazandırıp posta ücretinden kurtardığından, hem de yazının değerlendirilmesi sırasında (örneğin hakem değerlendirmeleri ve yazarlarla yazışma sırasında) makalenin elektronik biçimi kolaylık sağladığından yeğlenmektedir. Bu nedenle makalenin elektronik biçimi de gönderilmelidir. Yazışma Adresi Dr. Mehmet Can Ger Zübeyde Hanım Cad. D3 Blok Daire 4 Ataköy 1. Kısım Bakırköy-İstanbul Tel : +90 (212) 560 52 58-59 Faks : +90 (212) 570 67 17 e-posta: [email protected] 78 RCHP 3:1-2 2009 Son kontrol listesi • Editöre sunum sayfası - Makalenin kategorisi - Başka bir dergiye gönderilmemiş olduğu - Sponsor veya ticari bir firma ile ilişkisi (varsa) - İstatistik kontrolünün yapıldığı (araştırma makaleleri için). - İngilizce yönünden kontrolünün yapıldığı - Telif hakları devri formu, • Daha önce basılmış materyal (yazı-resim-tablo) kullanılmış ise izin belgesi, • İnsan öğesi bulunan çalışmalarda Yöntem ve Gereç bölümünde Helsinki Deklarasyonu ilkelerine uygunluk, kendi kurumlarından alınan etik kurul onayının ve hastalardan “bilgilendirilmiş olur” (informed consent) alındığının belirtilmesi, • Hayvan öğesi kullanılmış ise Yöntem ve Gereç bölümünde “Guide for the Care and Use of Laboratory Animals” ilkelerine uygunluğunun belirtilmesi, • Kapak sayfası - Makalenin Türkçe ve İngilizce başlığı (Tercihen birer satır) - Yazarlar ve kurumlan - Tüm yazarların yazışma adresi, iş telefonu, GSM, e-posta adresleri (Bu bilgiler yalnızca makalenin orijinal nüshasında olmalı, diğer 3 kopyada bulunmamalıdır). • Özetler (maksimum 250 kelime) (Türkçe ve İngilizce) • Anahtar Kelimeler: 3-10 arası (Türkçe ve İngilizce) - Teşekkür • Kaynaklar - Tablolar, resimler, şekiller RCHP, Psikiyatride Derlemeler, Olgular ve Varsayımlar Dergisi Telif Hakkı Devir Formu Biz aşağıda imzaları bulunan: [Yazar(lar)ın Adı]: tarafından yazılmış, (Makale Adı): başlıklı makale konusunda, RCHP, Psikiyatride Derlemeler, Olgular ve Varsayımlar Dergisi’nin yazı kendisine ulaşıncaya kadar hiç bir sorumluluk taşımadığını kabul ederiz. Aşağıda imzaları bulunan yazar(lar) olarak, sunduğum(uz) makalenin etik kurallara uygun bir çalışma dizaynıyla yapıldığını, orjinal olduğunu, herhangi bir başka dergiye yayınlanmak üzere verilmediğini; daha önce yayınlanmadığını (eğer tümüyle ya da bir bölümü yayınlandı ise yukarıda adı geçen dergide yayınlanabilmesi için gerekli her türlü iznin alındığını) ve orjinal telif hakkı formu ile birlikte RCHP, Psikiyatride Derlemeler, Olgular ve Varsayımlar Dergisi’ne gönderildiğinin garanti edildiğini ve yayınlanacak yazı(lar)da düzeltme yapma hakkının RCHP, Psikiyatride Derlemeler, Olgular ve Varsayımlar Dergisi yayın kuruluna devredildiğini ve makalenin yazar(lar)ı olarak: telif hakkı dışında kalan patent ve benzeri bütün tescil haklarını; yazar(lar)ın gelecekteki kitaplar ve dersler gibi çalışmalarında; makalenin tümü ya da bir bölümünü ücret ödemeksizin kullanma hakkını ve makaleyi satmamak koşulu ile kendi amaçları için çoğaltma hakkını RCHP, Psikiyatride Derlemeler, Olgular ve Varsayımlar Dergisi’ne devredildiğini tasdik eder(ler). [Yazar(lar) tarafından imzalanmak üzere]: Adı, Soyadı: Adı, Soyadı: Adı, Soyadı: imza: imza: imza: tarih:......../......../........... tarih:......../......../........... tarih:......../......../........... Yazışma Adresi: Tel: Faks: E-mail: NOT: Lütfen formu eksiksiz doldurunuz, imzalayınız ve aşağıdaki adrese metinle birlikte gönderiniz. Dr. Mehmet Can Ger, Zübeyde Hanım Cad. D3 Blok Daire 4 Ataköy 1. Kısım Bakırköy-İstanbul Tel : +90 (212) 560 52 58-59 Faks : +90 (212) 570 67 17 e-posta: [email protected] RCHP 3:1-2 2009 79
Benzer belgeler
Tianeptin Serotonin Geri Alımını Artırıcı Bir İlaç mıdır? Yeni
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü / Managing Editor
Can GER
Editör / Editor
M. Emin CEYLAN
Editör Yardımcısı / Associate Editor
Can GER
Türkçe Editörü / Turkish Editor
Neslihan ERGEN
Danışma Kurulu / Advi...