Eylül 2014, Cilt 6, Sayı 3 - Kanuni Sultan Süleyman EAH
Transkript
Eylül 2014, Cilt 6, Sayı 3 - Kanuni Sultan Süleyman EAH
ISSN 2148 - 273X . Istanbul Kanuni Sultan Süleyman Tıp Dergisi (JOPP dergisinin devamıdır) Eylül 2014 Cilt: 6 Sayı: 3 SAHİBİ Necati TAŞKIN (Hastane Yöneticisi) EDİTÖRLER Sultan KAVUNCUOĞLU, Yavuz DEMİRARAN, Teoman AKÇAY EDİTÖR YARDIMCISI Kamuran ZİYARETLİ ŞANLI YAYIN KURULU Hasan ÖNAL Nuray AKTAY AYAZ Gonca YILDIRIM Müge GÖKÇE Merih ÇETİNKAYA Melike KORKMAZ TOKER İstanbul Kanuni Sultan Süleyman Tıp Dergisi Türkiye Atıf Dizini (Türkiye Citation Index) ve TÜBİTAK / ULAKBİM veri tabanlarında yer almaktadır. Kapak Tasarımı: Prof. Dr. Nurettin Heybeli tarafından yapılmıştır. www.kanunieah.gov.tr Sahibi: Necati Taşkın Yayın Türü: Yerel Süreli Yazı İşleri Müdürü: Kamuran Ziyaretli Şanlı Yayın Evi ve Baskı Yeri: LOGOS YAYINCILIK TİC. A.Ş. Yönetim Yeri / Yayıncı: S. B. Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi Turgut Özal Cad. No. 1 Halkalı/Küçükçekmece/İSTANBUL Tel: 0212 404 15 00 Yıldız Posta Cad. Sinan Apt. No. 36 D. 66/67 34349 Gayrettepe-İstanbul Tel: (0212) 288 05 41 - (0212) 288 50 22 Faks: (0212) 211 61 85 E-mail: [email protected] www.logos.com.tr S. B. Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi Süreli Yayınıdır. Ocak, Mayıs ve Eylül aylarında olmak üzere yılda 3 sayı olarak yayınlanır. Bu dergi Acid Free (Alkali) kağıda basılmaktadır. / This journal is printed on Acid-Free paper Önsöz Değerli Meslektaşlarım, İstanbul Kanuni Sultan Süleyman Tıp (IKSST) Dergis’nin 2014 yılı 3. sayısı ile tekrar sizlerle buluşmanın mutluluğu ve kıvancını taşımaktayım. Dergi olarak altıncı, İKSS Tıp Dergisi’nin birinci yılını tamamlamış bulunmaktayız. Yönetici olarak hedefimiz hastanemizi son teknolojik alt yapıya ulaştırarak bilimin ışığında kendini yenileyen ve geliştiren bir kadro ile milletimiz ve ülkemize faydalı olma gayreti göstermektir. Ayrıca, hastanemiz hedeflerine doğru hızlı adımlarla ilerlerken hekim arkadaşlarımızın ve diğer tüm çalışanlarımızın heyecanına tanık olmak, onların desteklerini arkamızda hissetmek, hastanemizi en tercih edilen hastane yapmak iddiamızda bize büyük güç vermektedir. Yönetim olarak tüm çalışanlarımıza her türlü desteği vererek onların hizmet etmedeki heyecan ve motivasyonlarını arttırmak hastanemizdeki kurum kültürünü geliştirmek, hastanemizin hedeflerine ulaşmasını sağlamaktır. Kanuni Sultan Süleyman Hastanesi olarak, “Kanuni Sultan Süleyman Çocuk Sağlığı Günleri” kapsamında “Teorikten Pratiğe Güncel Yaklaşımlar” konulu kongre planlanmıştır. 20-21 Şubat 2015 tarihinde sizlerin katılımıyla gerçekleştireceğimiz kongre için heyecan duymaktayım. Kongreler, çalışanların yeniliklerden haberdar olmasının yanı sıra kendi çalışmalarını poster veya sözlü bildiri şeklinde ortaya koydukları bilimsel bir arenadır. Bu sayede hem bilgi alışverişini yapar hem de ülkemizin çocuk sağlığı konusunda nereden nereye geldiğinin bir dökümünü çıkarmış oluruz. Kongrede birbirimizi daha yakından tanıyacak, öğrenecek, öğretecek, tartışacak, eğlenecek ve ülkemizin çocuk sağlığı konusunda bir adım daha ileri gitmesine katkı sağlamasını ummaktayız. Tüm pediatri uzmanlarının katılımını bekliyorum. Kongremizde görüşmek dileğiyle. Tıp dergimize katkıda bulunan ve gelecek sayılarımızda bizi destekleyecek olan değerli meslektaşlarımıza teşekkür eder saygı ve sevgilerimi sunarım Uzm. Dr. Necati Taşkın Hastane Yöneticisi Editör’den Değerli Meslektaşlarım, Yeni yayın döneminde, İstanbul Kanuni Sultan Süleyman Tıp Dergisi’ne (IKSSD) Editör olarak görevlendirildiğim için oldukça umutlu ve heyecanlıyım. IKSSD dergisini bugünlere getirilmesinde emeği olan herkese şükranlarımı sunuyorum. Ümit ediyorum ki, bundan sonra da destekleri ivmelenerek artmaya devam eder. Dergimiz tüm tıbbi branşlardan yayın kabul etmeye ve genel tıp dergisi olarak yayın hayatını sürdürmeye gayret edecektir. Bu konuda tüm bilim insanlarının (özellikle hastanemizde görev yapan) araştırmalarını, vaka sunumlarını, derlemelerini ve editöre mektup yazılarını dergimize bekliyoruz. Emekli olan değerli Editörümüz Jin. Op. Dr. Ali İsmet Tekirdağ’a dergimize, insan hayatına yapmış olduğu katkılar ve özverili çalışmalarından dolayı kendisine şükranlarımızı sunuyor, yeni hayatında sağlık, huzur ve mutluluklar diliyorum. Yeni yayın döneminde hep birlikte tüm bilim insanlarının dergimize katkılarını bekliyor ve yayınlanan dergimizin yeni sayısının hepimize hayırlı olmasını temenni ediyor, iyi günler diliyorum. Prof. Dr. Yavuz Demiraran DANIŞMA KURULU • AİLE HEKİMLİĞİ Dilek Toprak (İstanbul) • ANESTEZİ VE REANİMASYON ALGOLOJİ Mustafa Tayfun Aldemir (İstanbul) Pervin Bozkurt (İstanbul) • ÇOCUK GÖĞÜS HASTALIKLARI Nuray Aktay Ayaz (İstanbul) • ÇOCUK HASTALIKLARI Özgür Kasapçopur (İstanbul) Murat Elevli (İstanbul) • ÇOCUK HEMATOLOJİ-ONKOLOJİ Ali Fuat Erdem (Sakarya) Arzu Akçay (İstanbul) Onur Özlü (Düzce) Gönül Aydoğan (İstanbul) Leyla Saitoğlu (İstanbul) • BEYİN CERRAHİSİ Ali Osman Akdemir (İstanbul) Erhan Emel (İstanbul) Akın Gökçedağ (İstanbul) Feyza Karagöz Güzey (İstanbul) Bekir Tuğcu (İstanbul) Adem Yılmaz (İstanbul) • ÇOCUK ALLERJİ VE İMMÜNOLOJİ HASTALIKLARI Arzu Babayiğit Hocaoğlu (İstanbul) Haluk Çokuğraş (İstanbul) Ayça Vitrinel (İstanbul) Sema Anak (İstanbul) Gülyüz Öztürk (İstanbul) Zafer Şalcıoğlu (İstanbul) Bahattin Tunç (Ankara) Deniz Tuğcu (İstanbul) Emine Türkkan (İstanbul) Şule Ünal (Ankara) • ÇOCUK İNFEKSİYON HASTALIKLARI Emin Sami Arısoy (Kocaeli) Mehmet Eliçevik (İstanbul) Haluk Emir (İstanbul) Gökhan Gündoğdu (İstanbul) Serdar Sander (İstanbul) Gülay Aydın Tireli (İstanbul) Abdullah Yıldız (İstanbul) • ÇOCUK ENDOKRİNOLOJİ, BÜYÜME-GELİŞME Erdal Adal (İstanbul) Rüveyda Bundak (İstanbul) Feyza Darendeliler (İstanbul) • ÇOCUK GASTROENTEROLOJİSİ VE METABOLİZMA Figen Çokuğraş (İstanbul) Selim Gökçe (İstanbul) Tülay Erkan (İstanbul) Tufan Kutlu (İstanbul) Nafiye Urgancı (İstanbul) Müferret Ergüven (Kocaeli) Betül Sözeri (İzmir) • ÇOCUK RUH SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI Ebru Çengel Kültür (Ankara) • ÇOCUK VE ERGEN RUH SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI Fuat Kırcelli (İstanbul) • ÇOCUK YOĞUN BAKIM Demet Demirkol (İstanbul) Metin Karaböcüoğlu (İstanbul) • NEONATOLOJİ Melike Keser Emiroğlu (Konya) Mete Akisu (İzmir) Selim Öncel (Kocaeli) Melih Çetinkaya (İstanbul) Nevin Hatipoğlu (İstanbul) Saadet Arsan (Ankara) Rengin Şiraneci (İstanbul) Uğur Dilmen (Ankara) • ÇOCUK KARDİYOLOJİ • ÇOCUK CERRAHİSİ • ÇOCUK ROMATOLOJİ Zeynep Seda Uyan (Kocaeli) Ayşe Güler Eroğlu (İstanbul) Alper Güzeltaş (İstanbul) Ender Ödemiş (İstanbul) Funda Öztunç (İstanbul) Gül Sağın (İstanbul) • ÇOCUK KARDİYOVASKÜLER CERRAHİ Sertaç Aydın (İstanbul) • ÇOCUK NEFROLOJİSİ İpek Akil (İstanbul) Ayşe Balat (Gaziantep) Neşe Bıyıklı (İstanbul) Salim Çalışkan (İstanbul) Alev Yılmaz (İstanbul) • ÇOCUK NÖROLOJİSİ Mine Çalışkan (İstanbul) Kürşat Bora Çarman (Gaziantep) Burak Tatlı (İstanbul) Coşkun Yarar (Eskişehir) Ayla Günlemez (Kocaeli) Ayşe Engin Arısoy (Kocaeli) Nilgün Kültürsay (İstanbul) Yıldız Perk (İstanbul) Fahri Ovalı (İstanbul) Sibel Özbek (İstanbul) Münevver Türkmen (Aydın) Mehmet Vural (İstanbul) Mehmet Yalaz (İzmir) • ENDOKRİNOLOJİ Taner Bayraktaroğlu (Zonguldak) • FİZİKSEL TIP VE REHABİLİTASYON Selami Akkuş (Ankara) Fatma Nur Kesiktaş (İstanbul) Nurdan Paker (İstanbul) Figen Yılmaz (İstanbul) • GENEL CERRAHİ Gürhan Baş (İstanbul) Bülent Kaya (İstanbul) Hamdi Bülent Uçan (İstanbul) Suat Can Ulukent (İstanbul) Abdussamet Yalçın (Ankara) Mehmet Yaşar (İstanbul) • GÖĞÜS CERRAHİSİ Murat Kara (İstanbul) • HEMATOLOJİ İmdat Dilek (Ankara) Ali Kutlucan (Konya) • İÇ HASTALIKLARI İsmail Yaşar Avcı (Ankara) Mehmet Ali Çıkrıkçıoğlu (İstanbul) Mesut Abdulkerim Ünsal (Trabzon) Doğukan Yıldırım (İstanbul) Murat Berkanoğlu (Antalya) İsmail Çepni (İstanbul) Cem Demirel (İstanbul) Fatih Durmuşoğlu (İstanbul) Cem Fıçıcıoğlu (İstanbul) Erdal Kaya (İstanbul) Özay Oral (İstanbul) Cihat Ünlü (İstanbul) Gonca Yıldırım (İstanbul) • JİNEKOLOJİK ONKOLOJİ Ahmet Gülkılık (İstanbul) Tufan Tükek (İstanbul) Kadir Güzin (İstanbul) Kemal Güngördük (Mardin) Sezai Şahmay (İstanbul) • İNFEKSİYON HASTALIKLARI VE MİKROBİYOLOJİ • PERİNATOLOJİ Mehmet Akın Taşyaran (Ankara) Alev Atış (İstanbul) Kadriye Kart (İstanbul) Ali Gedikbaş (İstanbul) Ayşe İnce (İstanbul) Alper Şener (Çanakkale) Fehmi Tabak (İstanbul) Emel Yılmaz (İstanbul) • KADIN HASTALIKLARI VE Vedat Dayıcıoğlu (İstanbul) Ahmet Gül (İstanbul İbrahim Polat (İstanbul) Gökhan Yıldırım (İstanbul) • ÜROJİNEKOLOJİ DOĞUM Alpaslan Akyol (Elazığ) Murat Api (Adana) İbrahim Çelebi (İstanbul) Aysu Akça (İstanbul) Oğuz Arslan (İstanbul) Osman Aşçıoğlu (İstanbul) Melahat Dönmez (İstanbul) Haluk Erdal Malatyalıoğlu (Samsun) Şefik Eser Özyürek (Bursa) MİKROBİYOLOJİ Tuncay Özekinci (Diyarbakır) • İNFERTİLİTE, ENDOKRİNOLOJİ Mehmet Hurşitoğlu (İstanbul) Ömür Tabak (İstanbul) • MİKROBİYOLOJİ VE KLİNİK Cemal Ark (İstanbul) Ağahan Han (İstanbul) • KARDİYOLOJİ Atilla Rasih Yener (İstanbul) • NEFROLOJİ Taner Baştürk (İstanbul) Rümeysa Kazancıoğlu (İstanbul) • NÖROLOJİ Orhan Deniz (İstanbul) • ORTOPEDİ VE TRAVMATOLOJİ Tolga Atay (Isparta) Halil İbrahim Balcı (İstanbul) Kerem Birsel (İstanbul) Mehmet Erdil (İstanbul) Ali Erşen (İstanbul) Nuh Mehmet Elmadağ (İstanbul) Hasan Hilmi Muratlı (Edirne) Gazi Zorer (İstanbul) • PATOLOJİ Selver Özekinci (İstanbul) Fetin Rüştü Yıldız (İstanbul) • RADYOLOJİ A.Tan Cimilli (İstanbul) Ali Er (İstanbul) Mustafa Fatih İnecikli (İstanbul) • TIBBİ GENETİK Ahmet Aydın (İzmir) Zehra Ocak (İstanbul) Beyhan Tüysüz (İstanbul) Adnan Yüksel (İstanbul) . Istanbul Kanuni Sultan Süleyman Tıp Dergisi ISSN 2148 - 273X Eylül 2014 Cilt: 6 Sayı: 3 İçindekiler Derleme / Review • Vezikoüreteral Reflüde Güncel Eğilimler Current Trends in Vesicoureteral Reflux S. Yavuz ................................................................................................................................. 113-120 Klinik Araştırmalar / Clinical Investigations • Legg-Calve-Perthes Hastalığında Staheli Shelf Asetabuloplasti Uygulaması Staheli Shelf Acetabuloplasty Procedure in Legg-Calve-Perthes Disease E. Akpınar, G. Polat, M. Korkmaz, Ö. N. Ergin, Y. Sağlam, T. Akgül, M. Erdil ........................ 121-126 • Epilepsi Tanılı Gebelerde Obstetrik ve Perinatal Sonuçların Retrospektif Analizi Retrospective Analysis of Obstetric and Perinatal Outcomes in Pregnant Women with Epilepsy M. Bayrak, H. Bozdağ, C. Karadağ, T. Günay, G. Göynümer ................................................ 127-132 • Gelişimsel Kalça Displazisi İçin Yalpılan Ultrasonografik Tarama Sonuçları ve Risk Faktörlerinin Karşılaştırılması Comparisons Between Ultrasonographic Screening Results and Risk Factors of Developmental Dysplasia of the Hip E. Akpınar, G. Polat, T. Akgül, Ö. N. Ergin, M. Korkmaz, İ. Erdil, M. E. Erdil ......................... 133-136 • İnfantil Ürolitiyazis: Tek Merkez Deneyimi Infantil Urolithiasis: A Single Center Experience F. Demir, S. Yavuz, A. Kıyak, G. Aydoğan, O. Korkmaz, F. Sarı ............................................ 137-141 İçindekiler (devam) • Dev Nodüler Guatr Nedeni ile Opere Edilen Hastaların İncelenmesi IThe Analysis of Patients Who Were Operated With Giant Goiter H. Abuoğlu, M. K. Yıldız, M. Odabaşı, E. Günay, C. Eriş, E. Özkan, S. Atalay, B. Kaya, K. Meriç, T. Müftüoğlu ............................................................................................................. 142-146 Olgu Sunumları / Case Reports • Yenidoğan Döneminde Tespit Edilen Büyük Abdominal Kist Large Abdominal Cyst That was Identificated During Neonatal Period O. Işık, A. Günlemez, M. E. Eruyar, G. Ekingen, M. Karadoğan, M. Tan, F. Çorapcıoğlu ..... 147-151 • Nadir Görülen Letal İskelet Displazisi: Roberts-SC Fokomeli Sendromu A Rare Lethal Skeletal Dysplasia: Roberts-SC Phocomelia Syndrome S. Başaranoğlu, A. Özler, N. Y. Görük, S. Y. Tunç, E. Ağaçayak ........................................... 152-154 • Göğüs Ağrısı ile Başvuran Bir Çocukta Akut Koroner Sendrom Tanısında Miyoperikardit Myopericarditis in the Differential Diagnosis of Acute Coronary Syndrome in a Patient Presenting with Chest Pain M. Çiftel, İ. O. Şahin, O. Yılmaz ............................................................................................. 155-158 • İndeks .................................................................................................................................... 159 • Hakemlere Teşekkür ............................................................................................................. 161 Bilimsel Sekreterya Doç. Dr. Nuray Aktay Ayaz İstanbul Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği, Küçükçekmece / İstanbul Tel: 0212 404 15 00 - 1156 Faks: 0212 571 47 90 [email protected] Organizasyon Burkon Turizm ve Kongre Organizasyon Çekirge Cad. No:51/C 16050 Çekirge / Bursa Tel: 0224 233 40 00 Faks: 0224 233 80 00 [email protected] Derleme İKSST Derg 6(3):113-120, 2014 doi:10.5222/iksst.2014.113 Vezikoüreteral Reflüde Güncel Eğilimler Current Trends in Vesicoureteral Reflux Sevgi Yavuz Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Nefroloji Kliniği ÖZET SUMMARY Amaç: Vezikoüreteral reflü (VUR) çocuklarda sık görülen bir üriner sistem bozukluğudur. Erken tanı konulmadığı takdirde tekrarlayan piyelonefrit atakları ve renal skarlanma ile reflü nefropatisi, hipertansiyon ve kronik böbrek yetmezliği gibi ciddi komplikasyonlara neden olabilir. VUR yönetiminde öncelikle böbrek fonksiyonlarının korunması, riskli hastaların erken tespiti ve gerekirse müdahalesi hedeflenir. Literatürde son yıllarda reflünün tanı, tarama ve tedavi yöntemi konusundaki görüşler değişiklik göstermiş ve hâlen bazı sorular yanıtlanamamıştır. Bu derlemede VUR güncel kılavuzlar eşliğinde gözden geçirilmiştir. Vesicoureteral reflux (VUR) is a common urinary system abnormality seen in children. If untreated, it might lead to severe complications including reflux nephropathy, hypertension and chronic renal failure following recurrent pyelonephritis and renal scarring. The primary goal in the management of VUR is preservation of renal functions with early identification of patients and prompt intervention. Recently, literature data concerning the diagnosis, screening and management of VUR have been changed and some questions have not been properly answered yet. In this paper the issue of VUR is reviewed under current guidelines. Anahtar kelimeler: vezikoüreteral reflü, tanı, tedavi, pediyatri Key words: vesicoureteral reflux, diagnosis, treatment, pediatrics GİRİŞ EPİDEMİYOLOJİ Vezikoüreteral reflü (VUR), idrarın mesaneden üreterlere doğru geri kaçışı olarak tanımlanır (1-6). Üreterovezikal (UV) bileşkede özel bir sfinkter ya da kapak yapısı yoktur. Anti-reflü mekanizma üreterin mesane içine girdiği özel anatomik yerleşime ve mesane ile üreterdeki basınç dinamiklerine bağlıdır. VUR, erken tanı konulmadığı takdirde tekrarlayan piyelonefrit atakları ve renal skarlanma ile reflü nefropatisi, hipertansiyon ve kronik böbrek yetmezliği (KBY) gibi ciddi komplikasyonlara yol açabilir (2,3). Çocukların yaklaşık % 1-3’ünde, antenatal hidronefroz tanılı bebeklerin % 10’unda ve 5 yaş altında İYE geçiren çocukların % 30-40’ında görülür (6). Çocuklarda yaş büyüdükçe spontan rezolüsyona bağlı olarak VUR prevalansı azalır (2). Tüm dünyada son dönem böbrek yetmezliğinin % 7-17’si, Türkiye’de ise yaklaşık % 32’si VUR ile ilgilidir (6,7). VUR ve cinsiyet arasında yaşa göre farklılık gösteren bir ilişki bulunur. Antenatal hidronefroz ile VUR tanısı alan infantların çoğu erkek olup, bunlarda reflü derecesi, renal displazi insidansı ve erken gerileme oranı daha yüksektir (8-10). Daha ileri yaşlarda idrar yolu enfeksiyonu (İYE) sonrası VUR tespit edilenlerin ise çoğunluğunu kızlar oluşturur (4,9). Her iki cinsiyet arasında gözlenen bu farklılık alt üriner sistem, mesane çıkışı ve üretra fonksiyonlarında cinsiyete özgü bir farklılığa işaret eder (4). Vezikoureteral reflü çok eski yıllardan beri bilinen bir hastalıktır. Ancak VUR ile ilgili bilimsel literatür günümüzde hâlen sınırlıdır ve kanıt düzeyi genellikle düşüktür. Mevcut çalışmaların büyük kısmı retrospektiftir olup, heterojen hasta gruplarını içermektedir. Farklı türdeki çalışmaların verileri birleştirildiğinde yanıltıcı sonuçlara ulaşma riski vardır. Tanısal yöntem, tedavi şekli ve tedavi süresi gibi VUR yönetimi ile ilgili konular hakkındaki çelişkiler devam etmektedir. Vezikoüreteral reflü için özgün bir kalıtım şekli henüz belirlenmemiştir (1-5). İndeks olguların kardeş- Alındığı tarih: 03.06.2014 Kabul tarihi: 29.08.2014 Yazışma adresi: Uzm. Dr. Sevgi Yavuz, Kanuni Sultan Suleyman ve Araştırma Hastanesi, Altınşehir, Turgut Özal Cad. No: 1, 34303 Küçükçekmece / İstanbul e-posta: [email protected] 113 İKSST Derg 6(3):113-120, 2014 lerinde VUR prevalansı yaklaşık % 32’dir (11). Bu oran, dizigotik ikizlerde % 35-50, monozigotik ikizlerde ise % 80-100’e çıkabilir (12). Ebeveynlerinde VUR öyküsü varsa risk artar (13,14). Bu bulgular VUR’un ailesel bir modeli olduğunu işaret eder (14). VUR’a özgü genetik lokus bilinmemektedir (15). Üreter oluşumunda anahtar rol oynayan SLIT2 protein ve reseptörü ROBO2’yi kodlayan genlerin familyal VUR’da etkili olabileceği düşünülmüştür (16). Ancak Avrupa’da 320 ailede yapılan bir çalışmada, 6 aday gen (AGTR2, HNF1B, PAX2, RET, ROBO2 ve UPKA3) ile VUR arasında bir ilişkiye rastlanmamıştır (17). ETİYOLOJİ Primer reflü, üreterovezikal bileşkenin yapısında ve fonksiyonunda konjenital bir defekt sonucu oluşur. Mesanenin uygun düşük basınçta idrar depolamasına rağmen, reflü ortaya çıkar. İntravezikal tünel uzunluğu hemen daima kısadır (4). İYE olan çocuklarda yaygın olarak ya da kardeşlerinde tesadüfen tespit edilir (2). Sekonder reflü akkiz bir bozukluk olup, çocuklarda daha nadir olarak görülür. Genellikle üretral obstrüksiyon, nöromusküler hastalık veya disfonksiyonel işeme gibi mesane basıncının anormal arttığı durumlarda ortaya çıkar (2,3,6) (Tablo 1). KLİNİK Vezikoüreteral reflünün klinik olarak ortaya çıkış şekli yaşa göre değişir. USG’nin yaygın kullanımı sayesinde antenatal hidronefroz tanısı artmıştır (5). Yenidoğan döneminden sonra genellikle İYE sırasınTablo 1. Vezikoüreteteral reflünün etiyolojik sınıflandırması. Primer VUR Sekonder VUR Konjenital Mesane çıkış obstrüksiyonu • Posterior üretral valv • Mesane boynu obstrüksiyonu • Ciddi üretral darlık Nörojenik mesane • Spina bifida • Meningomiyelosel Kronik mesane inflamasyonu Travmatik • Mesane cerrahisi sonrası • Üreteral taş cerrahisi sonrası VUR: Vezikoüreteral reflü 114 da ya da aile taramalarında tesadüfen tespit edilir. İYE geçiren çocukların yaklaşık 1/3’inde VUR bulunur. Reflülü çocukların % 30-40’ında İYE yinelerler. VUR’u olan ve olmayan çocukların İYE sırasında klinik ayırımı zordur. Özellikle renal skar yönünden büyük risk taşıyan küçük çocuklarda ve bebeklerde klinik özgün değildir. Ateş, kusma, huzursuzluk, oral alım azlığı gibi semptomlar herhangi bir enfeksiyon ile kolaylıkla karışabilir (3). Hastaların bir kısmı büyüme geriliği, batında kitle, böbrek yetmezliği veya sepsis ile gelebilir (5). Daha büyük çocuklarda idrar yaparken yanma, sık idrara çıkma, acil idrar yapma isteği, noktürnal ve diurnal enürezis gibi VUR’a eşlik eden işeme bozukluğu yakınmaları görülebilir (4,5). Disfonksiyonel eleminasyon sendromu (DES) nörolojik açıdan normal çocuklarda sık idrara çıkma, idrar ve fekal retansiyon, fekal kirlenme, konstipasyon ve enkopresis ile karakterizedir (5). Bu durumun öğrenme güçlüğü ya da alışkanlıktan kaynaklandığı düşünülmektedir. Bu çocuklar tuvalet eğitimi alırken uzun bir süre mesane ve bağırsak hareketlerini yavaşlatır. İşeme veya defekasyon sırasında perineal sfinkter yeterince gevşeyemez. Sonuçta, kabız olur, mesaneyi tam boşaltamazlar. Mesane hacmi küçülür, işeme basıncı yükselir ve hiperrefleksik mesane ortaya çıkar (18). Uluslararası reflü çalışmasının Avrupa ayağında katılımcıların % 18’inde DES olduğu ve bunlarda İYE’nin çok daha sık ve reflünün daha dirençli olduğu gözlenmiştir (19). Ürodinamik çalışmalarda VUR’lu infantların % 76’ya yakınında işeme disfonksiyonu gösterilmiştir (20). Medikal tedavi altındayken yeni renal skar gelişen reflülü hastaların % 77’sinde disfonksiyonel işeme öyküsü kaydedilmiştir (21). DES, reflünün spontan rezolüsyon zamanını uzatır ve anti-reflü cerrahinin başarı şansını azaltır (22) . Bu nedenle VUR şüphesi olan tüm çocuklarda işeme anamnezi ayrıntılı olarak sorgulanmalıdır. TANI Voiding sistoüretrografi Tanı voiding sistoüretrografi (VCUG) veya radyonüklid sistografi (RNC) ile idrarın mesaneden üst üriner sisteme geri kaçışının gösterilmesi ile konur. Altın standart tanı yöntemi VCUG’dir. RNC’e kıyasla daha ayrıntılı anatomik bilgi verir. Ancak radyasyona maruziyet çok daha fazladır (1,3). Uluslararası S. Yavuz, Vezikoüreteral Reflüde Güncel Eğilimler Şekil 1. 1. Derece: Kontrast madde yalnızca üreteri doldurur. 2. Derece: Kontrast madde renal kalikslere kadar çıkar; üreter dilate değil. 3. Derece: Üreter ve renal pelvis hafif dilate, kaliksler küntleşmemiştir. 4. Derece: Üreterler hafif tortioze, renal pelvis dilate, kaliksler küntleşmiştir. 5. Derece: Üreterler belirgin tortioze, renal pelvis ve kaliksler oldukça dilatedir. Nat Clin Pract Nephrol 2007;3(10):551-563. Reflü Çalışma Grubu VCUG’de üreter ve üst toplayıcı sistemde kontrast maddenin görünümüne göre VUR’u 5 dereceye ayıran bir sınıflandırma sistemi geliştirmiştir (23) (Şekil 1). Reflü derecesi renal skar derecesi ve spontan rezolüsyon oranı ile bağlantılıdır (1,3,4). Günümüzde ateşli İYE takiben her hastaya rutin VCUG çekilmesi görüşü değişmiştir. Son dekatlarda tekrarlayan İYE ve akut piyelonefrit sonrasında renal skarlanmanın tahmin edilenden çok daha az oranda geliştiği, bu skarlardan bazılarının konjenital displazi olduğu anlaşılmıştır. İYE ve VUR’un altta konjenital bir nefropati ya da displazi yoksa KBY’ye ilerlemeyeceği düşünülmektedir (24). Bu nedenle VUR tanı ve tedavisi ile ilgili yeni algoritmalar geliştirilmiştir. İngiliz “National Institute for Health and Clinical Excellence” (NICE) rehberi tekrarlayan veya atipik İYE geçiren 6 ayın altındaki tüm çocuklara; ultrasonografi (USG)’de dilatasyon, kötü idrar akımı, E. coli dışı ajan ile enfeksiyon veya ailede VUR öyküsü olan 6 ay-3 yaş arası çocuklara VCUG çekilmesini önerirken 3 yaşın üzerindeki çocuklarda rutin VCUG önermemektedir (25). Ancak bu kılavuz kullanıldığında %80’e yakın VUR olgusunun ortaya çıkarılamadığı öne sürülmektedir (24). Amerikan Pediatri Akademisi (AAP) rehberinde ise 2 yaş altı bebeklerde ancak anormal USG (hidronefroz, skarlanma, obstrüksiyon bulguları) ya da tekrarlayan İYE varlığında VCUG çekilmesi önerilmektedir (26). Avrupa Uroloji Cemiyeti (EUA) 2 yaş altında ateşli İYE geçiren her çocuğun öncelikle VCUG ile değerlendirilmesi görüşünü savunmaktadır (27). Ancak bu rehberlerin her hastaya koşulsuz olarak uygulanması pek olası görünmemektedir. Her hasta için bireysel yaklaşım yapılabilir. Antenatal hidronefroz olgularında kültür ile kanıtlanmış ateşli İYE, alt üriner system obstrüksiyonu (çift taraflı hidronefroz, ilerleyen hidronefroz, ureter dilatasyonu, dilate ya da kalınlaşmış yatersiz boşalan mesane, dilate posterior üretral valv) varlığında VCUG ile inceleme önerilir. Kardeşlerinde VUR olan çocuklarda USG’de patoloji saptandığı ya da ateşli İYE geçirdikleri takdirde VCUG yapılması önerilmektedir (24). Takiplerde kontrol VCUG zamanlaması hâlen net değildir. Bazı yazarlar radyasyona maruziyeti azaltmak için ikinci VCUG çekiminin hafif reflülerde 2 yıla, ağır dereceli olanlarda 3 yıla ertelenebileceğini belirtmektedir (1). Ancak ülkemiz koşullarında bu süre hastaların takipten çıkmasına ve uzun dönemde daha 115 İKSST Derg 6(3):113-120, 2014 HAFİF Şekil 2. ORTA fazla zarar görmesine yol açabilir. Bu uygulama, hastanın kliniğine ve ailenin farkındalığına göre belirlenmelidir. Radyonüklid Sistografi Radyonüklid sistografideki radyasyon oranı VCUG’ye kıyasla 100 kat daha düşüktür. VCUG gibi üretral kateterizasyon gerektirir. Dezavantajları üretrayı gösterememesi ve anatomik rezolüsyonun daha kötü olmasıdır (5). VCUG’de olduğu şekilde evreleme yapamaz. Bu yöntem ile VUR hafif, orta ve ağır şeklinde derecelendirilir (Şekil 2). Genellikle VUR’un düzelip düzelmediğini ya da cerrahi müdahalenin başarısını göstermede kullanılır. Ayrıca ilk VCUG negatif olup sık İYE geçiren çocuklarda hafif dereceli reflüyü tespit etmek için kullanılabilir (1,5). İndirekt RNC ise kateterizasyon gerektirmez. Radyoaktif izotopla üst üriner sistem fonksiyonu ve drenajı hakkında bilgi sağlar. Ancak yalancı negatif sonuç verebilir (27). Ultrasonografi İYE ile başvuran hastalarda yapılan ilk testtir. Üst üriner sistemin ve mesanenin ayrıntılı değerlendirilmesini, eşlik eden yapısal bozuklukların (duplikasyon, üreterosel, üreteropelvik bileşke darlığı gibi) tespitini sağlar. Ancak tek başına VUR tanısı koydurtmaz. Normal USG, VUR tanısını da dışlamaz (1). 116 ŞİDDETLİ DMSA Sintigrafi Renal skar tespitinde ve akut piyelonefrit tanısında en iyi yöntem Teknesyum 99 dimerkaptosüksinik asit (DMSA) sintigrafisidir. Renal parankim fonksiyonu hakkında bilgi verir. Akut ve kronik hasarı ayırt edemez. Kalıcı hasar en az 6 ay sonra çekilden DMSA’da saptanabilir (1,6). Renal skar ve displazi varlığı sonraki dönemde böbreğin yetersizliğe ulaşacağının en önemli işaretlerinden biridir. VUR, akut piyelonefrit sonrası renal skar gelişme riskini üç kat artırmaktadır. “Yukarıdan aşağı” tetkik yapma ekolünde öncelikle DMSA sintigrafisi çekilerek renal hasarın ortaya çıkartılması ve hasarın ilerlemsinin önlenmesi amaçlanmaktadır. EAU ise “aşağıdan yukarı”, yani öncelikle VUR’un VCUG ile ortaya çıkarılması gerektiğini savunmaktadır (27). Magnetik Rezonans Görüntüleme Magnetik rezonans görüntülemenin güvenirlilik derecesi VCUG’ye yakındır. Ancak üriner kateterizasyon gerektirir. Ayrıca küçük çocuklarda sedasyon hatta anestezi gereksinimi olabilir. Sınırlı merkezde yapılmaktadır (1). Videoürodinami Özellikle sekonder reflü şüphesi olan hastalarda önem kazanır. Alt üriner sistem disfonksiyonunda mesane dinamiklerinin değerlendirilmesine yardımcı olur (27). S. Yavuz, Vezikoüreteral Reflüde Güncel Eğilimler Voiding Ürosonografi VUR tanısında son dekatta kullanılan yeni bir yöntem voiding ürosonografidir. İntravezikal kontrast maddenin USG ile incelenmesi esasına dayanır. Duyarlılığı yüksektir, radyasyon içermez. Üst üriner sistem eşzamanlı değerlendirilebilir. Ancak mesane ve üretra morfolojisini yeterince gösteremez. Maliyeti yüksek, işlem süresi uzun ve yapan kişiye bağımlıdır (28,29) . DOĞAL SEYİR Reflünün spontan düzelmeye doğal bir yatkınlığı vardır. Büyümeyle birlikte submukozal üreterin boyu uzar, UV bileşke yeniden şekillenip anti-reflü mekanizma sağlamlaşır ve mesane dinamikleri düzelir. Tüm bu anatomik gelişimin tamamlandığı 5 yaş rezolüsyon için klasik gözlem süresi olarak kabul edilir. Reflünün tespit edildiği yaş ve derecesi spontan rezolüsyonu etkiler. Yenidoğan ve süt çocuklarında bu eğilim daha fazla, rezolüsyon süresi daha kısadır (4). Yine düşük dereceli ve tek taraflı VUR’larda rezolüsyon şansı daha fazladır (1,4,5). Bir çalışmada evre I VUR’da % 82, evre II VUR’da % 80, evre III VUR’da % 46’ya varan spontan rezolüsyon oranları bildirilmiştir (30). Medikal tedavi ile izlenen VUR hastalarında benzer oranlar bulunmuştur (31). Yüksek dereceli reflülerde yıllık spontan düzelme oranı % 8 iken (27), tanı konulduktan sonraki 5 yıl içinde evre IV ve evre V’de sırasıyla % 30 ve % 11’dir (32). TEDAVİ Reflü tedavisinin temeli renal skar oluşumuna ve böbrek fonksiyon bozukluğuna neden olabilecek olası İYE ataklarını önlemeye dayanır. Spontan rezolüsyon şansı tedavi şeklini cerrahiden çok medikal izleme kaydırmıştır (4,5,29). Tedavi şekli hastanın yaşı, cinsiyeti, reflü derecesi, tek ya da çift taraflı oluşu, böbrek fonksiyonu, renal skar, eşlik eden mesane ve/ veya bağırsak sorunu, hasta uyumu ve tercihi gibi bireysel özelliklere göre belirlenir (33,34). Tedavi şekli aile ile birlikte değerlendirilmelidir. Konservatif Tedavi Konservatif yaklaşım gözlem (yalnızca İYE geçirdiğinde İYE tedavisi), intermittan ya da devamlı antibi- yotik profilaksisini (DAP) ve alt üriner sistem disfonksiyonu olanlarda mesane rehabilitasyonunu içeririr. Konstipasyon diyeti, hidrasyon, zamanlı defekasyon ve düzenli işeme ile İYE sıklığı azalır; reflünün düzelmesine yardımcı olur (5). Antibiyotik profilaksisi VUR’lu hastalarda önceleri ilk tedavi seçeneği olarak kabul edilirken son çalışmalar bu tedavinin etkinliği konusunda şüphe doğurmuştur. DAP ile İYE rekürrensinin ve yeni skar oluşumunun önlenemediği gösterilmiştir (35-39). NICE ve AAP kılavuzlarında VUR’lu hastalarda artık rutin antibiyotik kullanımı önerilmemektedir (25,26). Ancak EAU tuvalet eğitimi kazanana kadar reflülü tüm çocuklara DAP verilmesini savunmaktadır (27). İsveç reflü çalışmasında rekürren İYE ve renal skar gelişim riski açısından kız ve erkek cinsiyetler arasındaki farka dikkat çekilmiştir. Bir-2 yaş arası II- IV derece reflülü 203 çocuğun katıldığı bu çalışmada DAP, endoskopik enjeksiyon ve yalnızca gözlemin etkinliği karşılaştırılmıştır. DAP grubundaki 43 kız hastanın 8’inde (% 19), enjeksiyon yapılan 43 kız hastanın 10’unda (% 23) ve gözlem grubundaki 42 kız hastanın 24’ünde (% 57) ateşli İYE gözlenmiştir. DAP grubundaki kızlarda hiç yeni skar oluşumu görülmezken, endoskopi grubundaki 5 hastada ve gözlem grubundaki 8 hastada yeni skar tespit edilmiştir. Erkeklerde ise İYE tekrarı veya renal hasar açısından bir farklılık bulunmamıştır (40). Çok merkezli RIVUR çalışmasında I-IV derece VUR’u olan 2-71 aylık 607 çocuğun yaklaşık yarısı trimetoprim sülfametaksazol ile antibiyotik profilaksisine alınırken kalanlarına placebo verilmiştir. İki yılın sonunda DAP alan grupta almayanlara göre çok daha az oranda İYE atağı gözlenmiş, ancak DAP yeni skar oluşumunu etkilememiştir. DAP, özellikle ateşli ve mesane/bağırsak disfonksiyonu olanlarda etkin bulunmuştur. Yüzde 63 oranında antibiyotik direnci ile karşılaşılmıştır (41). RIVUR ve diğer çalışmaların sonucunda İYE riski yüksek olduğu için kız çocuklarında, spontan rezolüsyon oranı düşük olan yüksek dereceli ve büyük çocuklardaki reflülerde renal hasar ilerleyebileceği için renal skarı olan VUR’lu çocuklarda DAP tercih edilebilir. Tablo 2’de DAP için ilaç seçenekleri ve dozları verilmiştir. Devamlı antibiyotik profilaksisinin ne zaman kesileceği konusu literatürde net olarak tanımlanmamıştır. Azalmış ilaç uyumu ve antibiyotik direnci ile birlikte, 117 İKSST Derg 6(3):113-120, 2014 antibiyotik profilaksisi etkinliğinin % 40 civarında olduğu tahmin edilmektedir (33). Bu nedenle VUR yalnızca radyolojik bir görüntü olup, böbreklere zarar vermediği zaman DAP kesilebilir. Spontan rezoüsyon, İYE öyküsü ve tuvalet eğitimi profilaksi kesme zamanını belirleyebilir (24). Tablo 2. Devamlı antibiyotik profilaksisinde kullanılan ilaçlar ve dozları. İlaç Trimeoprim-sülfometaksazol Nitrofurantoin Sefaleksin Ampisillin Amoksisillin Doz (mg/kg/gün) 1-2 1-2 2-3 20 10 Cerrahi Tedavi Antibiyotik profilaksisine rağmen, sık İYE geçiren, renal skar gelişen hastalarda, evre IV, V VUR veya prepubertal yaş gibi spontan rezolüsyon şansı düşük olanlarda (özellikle kızlarda), UV bileşkenin anatomik bozukluklarında cerrahi tedavi tercih edilir (5,6). Endoskopik, laparoskopik ya da açık cerrahi yapılabilir. Amaç yeterli uzunlukta bir submukozal tünel oluşturmaktır (6). Endoskopik teknikte subüreterik hacim arttırıcı madde enjekte edilerek üreteral orifiste direncin arttırılmasına çalışılır. 1980’lerde ilk politetrafloroetilen (Polytef) kullanılmıştır. Ancak, bu maddenin migrasyon riski nedeniyle son dekatta dextranomer/hyaluronidaz (deflux) enjeksiyonuna geçilmiştir (5,6). Başarı oranları evre I VUR’da % 94, evre II’de % 85, evre III’de % 78, evre IV’de % 71 olarak bulunmuştur (42). İlk enjeksiyon sonrası başarı oranı % 67.1’dir. İkinci ve üçüncü işlemlerde bu oran giderek azalır (sırasıyla % 54.4 ve % 33.9) (43). Reflüde öncelikli olarak tercih edilse de kür oranları klasik açık cerrahideki kadar yüksek değildir (44). Açık cerrahide intravezikal (Cohen) ve ekstravezikal (Lich-Gregoir) çeşitli teknikler mevcuttur. Ameliyatların başarı oranı % 95’lere ulaşır. Ancak renal skar insidansını azaltmaz (5). SONUÇ Sonuç olarak, VUR çocuklarda yaygın görülen anatomik bir bozukluk olup, tekrarlayan İYE ve renal skar oluşumunun önlenmesinde antibiyotik profilak118 sisinin rolü hâlen netlik kazanmamıştır. Literatürde VUR’un görüntüleme, tarama ve tedavi konusundaki görüşler son yıllarda değişiklik göstermiştir ve hâlen bazı sorular yanıtlanmamıştır. Farklı tedavi modaliteleri, minimal invaziv tanısal araçlarının yararlarının değerlendirildiği çok merkezli çalışmalar ileride bu konuya ışık tutacaktır. KAYNAKLAR 1. Mathews R, Mattoo TK. Vesicouretheral reflux In: Geary DF, Schaefer F, Eds. Comprehensive Pediatric Nephrology, Philedelphia: Mosby Elsevier Co, 2007: 549-59. 2. Jantausch B, Kher K. Urinary tract infection. In: Kher KK, Schnaper HW, Makker SP, Eds. Clinical Pediatric Nephrology 2nd Ed, London: Informa Co, 2006:55374. 3. Rushton Jr HG. Vesicouretheral reflux and renal scarring. In: Avner E, Harmon W, Niaudet P, Eds. Pediatric Nephrology, 5th Ed, Philedelphia: Lippincott, Williams & Wilkins Co, 2004:1027-48. 4. Khoury A, Bäglı DJ. Reflux and megaureter In: Kavoussi LR, Novick AC, Partin AW, Peters CA, Eds. Campbell-Walsh Urology 9th Ed, Philedelphia: Saunders Elsevier Co, 2007:3423-81. 5. Gargollo PC, Diamond DA. Therapy Insight: what nephrologists need to know about primary vesicoureteral reflux. Nat Clin Pract Nephrol 2007;3(10):551-63. http://dx.doi.org/10.1038/ncpneph0610 6. Cooper CS. Diagnosis and management of vesicoureteral reflux in children. Nat Rev Urol 2009;6:481-489. http://dx.doi.org/10.1038/nrurol.2009.150 7. Şirin A, Emre S, Alpay H, Nayır A, Bilge I, Tanman F. Etiology of chronic renal failure in Turkish children. Pediatr Nephrol 1995;9:549-52. http://dx.doi.org/10.1007/BF00860926 8. Penido Silva JM, Oliveria EA, Diniz JS, Bouzada MC, Vergara RM, Souza BC. Clinical course of prenatally detected primary vesicoureteral reflux. Pediatr Nephrol 2006;21(1):86-91. http://dx.doi.org/10.1007/s00467-005-2058-7 9. Ring E, Petrisch P, Riccabona M, Haim-Kuttnig M, Vilits P, Rauchenwald M, Fueger G. Primary vesicoureteral reflux in infants with a dilated fetal urinary tract. Eur J Pediatr 1993;152(6):523-5. http://dx.doi.org/10.1007/BF01955065 10.Arena F, Romeo C, Cruccetti A, Centonze A, Basile M, Arena S, Romeo G. Fetal vesicoureteral reflux: neonatal findings and follow-up study. Pediatr Med Chir 2001;23(1):31-4. 11. Hollowel JG, Greenfield SP. Screening siblings for vesicoureteral reflux. J Urol 2002;168(24):2138-41. http://dx.doi.org/10.1016/S0022-5347(05)64337-6 12.Kaefer M, Curan M, Treves ST, Bauer S, Hendren WH, Peters CA, et al. Sibling vesicoureteral reflux in multiple gestation births. Pediatrics 2000;105(4): 500-4. http://dx.doi.org/10.1542/peds.105.4.800 13.Chertin B, Puri P. Familial vesicoureteral reflux. J Urol 2003;169(5):1804-8. S. Yavuz, Vezikoüreteral Reflüde Güncel Eğilimler http://dx.doi.org/10.1097/01.ju.0000058428.00284.d5 14.Noe HN, Wyatt RJ, Peeden JN Jr, Rivas ML. The transmission of vesicoureteral reflux from parent to child. J Urol 1992;148:1869-71. 15.Carvas F, Silva A, Nguyen HT. The genetics of primary, nonsyndromic vesicoureteral reflux. Curr Opin Urol 2010;20(4):336-42. http://dx.doi.org/10.1097/MOU.0b013e328339b739 16.Zu S, Bartik Z, Zhao S, Sillen U, Nordenskjöld A. Mutations in the ROBO2 and SLIT2 genes are rare causes of familial vesico-ureteral reflux. Pediatr Nephrol 2009;24(8):1501. http://dx.doi.org/10.1007/s00467-009-1179-9 17.Cordell HJ, Darlay R, Charoen P, Stewart A, Gulet AM, Lambert HJ, et al. Whole-genome linkage and association scan in primary, nonsyndromic vasicoureteric reflux. J Am Soc Nephrol 2010;21(1):113-23. http://dx.doi.org/10.1681/ASN.2009060624 18.Chesney RW, Carpenter MA, Moxey-Mims M, Nyberg L, Greenfield SP, Hoberman A, et al; members of RIVUR Steering Committee. Randomized Intervention for Children with Vesicoureteral Reflux (RIVUR): background commentary of RIVUR investigators. Pediatrics 2008;122(5):233-9. http://dx.doi.org/10.1542/peds.2008-1285c 19.van Gool JD, Hjälmas K, Tamminen-Möbius T, Olbing H. Historical clues to the complex of dysfunctional voiding, urinary tract infection and vesicoureteral reflux. The International Reflux Study in Children. J Urol 1992;148(5):1699-702. 20.Chandra M, Maddix H. Urodynamic dysfunction in infants with vesicoureteral reflux. J Pediatr 2000; 136(6):754-59. http://dx.doi.org/10.1016/S0022-3476(00)64048-9 21.Naseer SR, Steinhardt GF. New renal scars in children with urinary tract infections, vesicoureteral reflux and voiding dysfunction: a prospective evaluation. J Urol 1997;158(2):566-8. http://dx.doi.org/10.1016/S0022-5347(01)64552-X 22.Halachmi S, Farhat WA. Interactions of constipation, dysfunctional elimination syndrome and vesicoureteral reflux. Adv Urol 2008:828275. 23.Lebowitz RL, Olbing H, Parkkulainen KV, Smellie JM, Tamminen-Möbius TE. International system of radiographic grading of vesicoureteral reflux, International Reflux Study in Children. Pediatr Radiol 1985; 15(2):105-9. http://dx.doi.org/10.1007/BF02388714 24.Springer A, Subramaniam R. Relevance of current guidelines in the management of VUR. Eur J Ped 2014;173:835-43. http://dx.doi.org/10.1007/s00431-013-2253-7 25.NICE NlfHaCE (2007) Urinary tract infection in children: diagnosis, treatment and long-term management (Clinical Guideline 54). 26.Roberts KB. Urinary tract infection: clinical practice guideline for the diagnosis and management of the initial UTI in febrile infants and children 2 to 24 months. Pediatrics 2011;128:595-610. http://dx.doi.org/10.1542/peds.2011-1330 27.Tekgül S, Riedmiller H, Hoebeke P, Kočvara R, Nijman RJ, Radmayr C, et al; European Association of Urology. EAU guidelines on vesicoureteral reflux in children. Eur Urol 2012;62:534-42. http://dx.doi.org/10.1016/j.eururo.2012.05.059 28.Dave S, Khoury AE. Diagnostic approach to reflux in 2007. Adv Urol 2008:367320. 29.Darge K. Voiding urosonography with ultrasound contrast agents for the diagnosis of vesicoureteric reflux in children. I procedure. Pediatr Radiol 2008; 38(1):40-53. http://dx.doi.org/10.1007/s00247-007-0529-7 30.Elder JS, Peters CA, Arant BS Jr, Ewalt DH, Hawtrey CE, Hurwitz RS, et al. Pediatric Vesicoureteral Reflux Guidelines Panel suumary report on the management of primary vesicoureteral reflux in children. J Urol 1997;157(5):1846-51. http://dx.doi.org/10.1016/S0022-5347(01)64882-1 31.Huang FY, Tsai TC. Resolution of vesicoureteral reflux during medical management in children. Pediatr Nephrol 1995;9(6):715-7. http://dx.doi.org/10.1007/BF00868720 32.McLorie GA, McKenna PH, Jumper BM, Churchill BM, Gilmour RF, Khoury AE. High grade vesicoureteral reflux: analyses of observational therapy. J Urol 1990;144:537-40. 33.Routh JC, Bogaert GA, Kaefer M, Manzoni G, Park JM, Retik AB, et al. Vesicoureteral reflux: current trends in diagnosis, screening and treatment. Eur Urol 2012;61:773-82. http://dx.doi.org/10.1016/j.eururo.2012.01.002 34.Peters CA, Skoog SJ, Arant BS Jr, Copp HL, Elder JS, Hudson RG, et al. Summary of the AUA guideline on management of primary vesicoureteral reflux in children. J Urol 2010;184:1134-44. http://dx.doi.org/10.1016/j.juro.2010.05.065 35.Garin EH, Olavarria F, Garcia Nieto V, Valenciano B, Campos AH, Young L. Clinical significance of primary vesicoureteral reflux and urinary antibiotic prophylaxis after acute pyelonephritis. Pediatrics 2006;117:626-32. http://dx.doi.org/10.1542/peds.2005-1362 36.Montini G, Rigon L, Zucchetta P ve ark. Prophylaxis after first febrile urinary tract infection in children. Pediatrics 2008;122:1064-71. http://dx.doi.org/10.1542/peds.2007-3770 37.Pennesi M, Travan L, Peratoner L. Is antibiotic prophylaxis in children with vesicoureteral reflux effective in preventing pyelonephritis and renal scars? A randomized, controlled trial. Pediatrics 2008;121: 1489-94. http://dx.doi.org/10.1542/peds.2007-2652 38.Roussey-Kesler G, Gadios V, Idres N. Antibiotic prophylaxis for the prevention of recurrent urinary tract infection in children with low grade vesicoureteral reflux: results from a prospective randomized study. J Urol 2008;179:674-9. http://dx.doi.org/10.1016/j.juro.2007.09.090 39.Mathews R, Carpenter M, Chesney R, Hoberman A, Keren R, Mattoo T, et al. Controversies in the management of vesicoureteral reflux: the rationale for the RIVUR study. J Pediatr Urol 2009;5(5):336-41. http://dx.doi.org/10.1016/j.jpurol.2009.05.010 40.Brandström P, Esbjörner E, Herthelius M, Swerkersson S, Jodal U, Hansson S. The Swedish reflux trial in children: III. Urinary tract infection pattern. J Urol 2010;184:286-91. http://dx.doi.org/10.1016/j.juro.2010.01.061 119 İKSST Derg 6(3):113-120, 2014 41.RIVUR Trial Investigators, Hoberman A, Greenfield SP, Mattoo TK, Keren R, Mathews R, et al. Antimicrobial prophylaxis for children with vesicoureteral reflux. N Engl J Med 2014;370:2367-76. http://dx.doi.org/10.1056/NEJMoa1401811 42.Kirsch AJ, Perez-Brayfield M, Smith EA, Scherz HC. The modified sting procedure to correct vesicoureteral reflux: improved results with submucosal implantation within the intramural ureter. J Urol 2004; 171:2413-16. http://dx.doi.org/10.1097/01.ju.0000127754.79866.7f 120 43.Elder JS, Diaz M, Caldamone AA, Cendron M, Greenfield S, Hurwitz R, et al. Endoscopic therapy for vesicoureteral reflux: a meta-analyses. I. Reflux resolution and urinary tract infection. J Urol 2006; 175(2):716-22. http://dx.doi.org/10.1016/S0022-5347(05)00210-7 44.Keating MA. Role of periureteral injections in children with vesicoureteral reflux. Curr Opin Urol 2005; 15(6):369-73. http://dx.doi.org/10.1097/01.mou.0000186846.25259.61 Araştırma İKSST Derg 6(3):121-126, 2014 doi:10.5222/iksst.2014.121 Legg-Calve-Perthes Hastalığında Staheli Shelf Asetabuloplasti Uygulaması Staheli Shelf Acetabuloplasty Procedure in Legg-Calve-Perthes Disease Evren AKPINAR *, Gökhan POLAT **, Murat KORKMAZ ***, Ömer Naci ERGİN **, Yavuz SAĞLAM ****, Turgut AKGÜL **, Mehmet ERDİL ***** * Baltalimanı Kemik Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, ** İ. Ü. İstanbul Tıp Fakültesi, Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı, *** Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Kliniği, **** Bahçelievler Devlet Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Kliniği, ***** İstanbul Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı ÖZET SUMMARY Amaç: Legg-Calve-Perthes hastalığının başlangıç ve fragmantasyon dönemlerinde uyguladığımız Staheli Shelf Asetabuloplasti yönteminin lateral kolon tip B/C ve C hastalardaki kısa dönem sonuçlarını incelemeyi ve literatür ışığında tartışmayı amaçladık. Objective: We aimed to evaluate short- term results of Staheli shelf acetabuloplasty procedure which we performed at initial and fragmentation stages of Legg-Calve-Perthes disease for lateral pillar type B/C and C patients and to discuss the results in the light of literature. Gereç ve Yöntem: Şubat 2004 ile Mart 2009 tarihleri arasında Staheli Shelf Asetabuloplasti ile tedavi edilen lateral kolon tip B/C ve tip C hastaları retrospektif olarak incelendi. Hastaların ameliyat öncesi klinik ve radyolojik verileri son kontrol muayenesindeki verileri ile karşılaştırıldı. Hastaların kalça eklem hareket açıklıkları, artikülotrokanterik mesafe (ATM), merkez kenar açısı (MKA), femur başı büyüklüğü oranı (FBB), asetabüler örtünme miktarı (AÖM) ve medial eklem aralığı mesafesi (MEAM) karşılaştırmalı olarak değerlendirildi. Lateral kolon tip B/C ve tip C hastaların cerrahi tedavi sonrası klinik ve radyolojik bulguları değişim miktarları karşılaştırıldı. Material and Methods: Between February 2004 and March 2009, lateral pillar type B/C and type C patients treated by Staheli shelf acetabuloplasty were evaluated retrospectively. Preoperative clinical and radiological data of patients were compared with the data at final follow- up examination. Hip range of motions, articulotrochanteric distance (ATD), center edge angle (CEA), femoral head size ratio (FHS), acetabular coverage amount (ACA) and medial joint space distance (MJSD) of patients were compared. Changes in measure of clinical and radiological findings of lateral pillar type B/C and C patients were also compared postoperatively. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 16 erkek hastanın ameliyat sırasındaki ortalama yaşı 9.1±1.7 yıldı. Tüm hastalar başlangıç ve fragmantasyon evresindeydi. Lateral kolon sınıflamasına göre 6 hasta tip B/C, 9 hasta tip C olarak değerlendirildi. Hastaların son kontrollerindeki kalça hareket açıklıkları ameliyat öncesine göre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksekti (p<0.001). ATM (p=0.085) ile FBB (p=0.725) parametrelerindeki azalmanın istatistiksel olarak anlamlı değildi. MKA (p<0.001), AÖM (p<0.001) parametrelerindeki artış ile MEAM (p=0.01) parametrelerindeki azalma istatistiksel olarak anlamlı değildi. Lateral kolon B/C hastalardaki kalça fleksiyon derecesi değişim miktarı, tip C hastalardaki değişim miktarından istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksekti (p=0.007). Ancak diğer parametrelerdeki değişim miktarları ise istatistiksel olarak anlamlı değildi (p>0.05). Results: The mean age of 16 male patients who were included in the study was 9,1 years at the time of surgery. All of the patients were in initial and fragmentation stages. According to lateral pillar classification, 6 patients were evaluated as type B/C and 9 patients were evaluated as type C. The hip range of motions of the patients at final follow up were statistically higher than preoperative measurements (p<0.001). Decrease of ATD (p=0.085) and FHSR (p=0.725) parameters were not statistically significant. Increases in CEA (p<0.001), ACA (p<0.001) parameters and decrease of MJSD (p=0.01) parameters were not statistically significant. Changes of hip flexion degrees in lateral pillar B/C patients were statistically higher than in type C patients (p=0.007). But changes of other parameters were not statistically significant (p>0.05). Sonuç: Staheli Shelf Asetabuloplasti ameliyatının komplikasyonunun az, klinik ve radyolojik sonuçlarının başarılı olması nedeni ile Perthes hastalığı cerrahi tedavisinde akılda tutulmasını önermekteyiz. Ancak, henüz uzun dönem takipleri ile ilgili sonuçlarının olmaması nedeni ile kontrol grubu olan ileri çalışmaların yapılması gerektiğini düşünmekteyiz. Conclusion: We recommend that Staheli shelf acetabuloplasty procedure should be kept in mind for the surgical treatment of Perthes disease in that these procedure has lower complication rates and successful clinical and radiological outcomes. Since its longer follow- up results are not available, further controlled researches should be done. Anahtar kelimeler: Legg-Calve-Perthes hastalığı, Staheli Shelf Asetabuloplastisi, slotlu asetabüler ogmentasyon Key words: Legg-Calve-Perthes disease, Staheli Acetabuloplasty, slotted acetabular augmentation Shelf Alındığı tarih: 27.07.2014 Kabul tarihi: 04.08.2014 Yazışma adresi: Uzm. Dr. Evren Akpınar, Rumeli Hisarı Cad. No:62, 34470 Baltalimanı / İstanbul e-posta: [email protected] 121 İKSST Derg 6(3):121-126, 2014 GİRİŞ Legg-Calve-Perthes (Perthes) hastalığı pediatrik ortopedinin temel sorunlarından biridir. Hastalık, değişen düzeylerde kalıcı sakatlığa neden olma olasılığı nedeniyle önem taşımaktadır. Hâlen bu hastalığı önleyecek ve tam olarak tedavi edecek bir yöntem tanımlanmamıştır. Tedavi yöntemleri, hastalığın doğal seyrini değiştiren yöntemler ya da sekel döneminde kurtarıcı işlemler olarak iki ana başlıkta incelenebilir. Sekel döneminde uygulanan kurtarıcı girişimlerden biri olan Staheli’nin tarif ettiği slotlu asetabuler augmentasyon (shelf) ameliyatı ile akut asetabular geometri değişikliğine neden olmadan yeterli miktarda asetabular örtünme elde edilebilmektedir. Shelf ameliyatının Perthes hastalığının erken dönemlerinde doğal seyrini değiştirecek şekilde uygulanması ise nispeten daha yeni bir tedavi yöntemidir. Çalışmamızda Staheli’nin tarif ettiği shelf ameliyatının lateral kolon sınıflamasına göre tip B/C ve C kalçaya sahip erken dönem perthes hastalarındaki kısa dönem sonuçlarını incelemeyi ve literatür ışığında tartışmayı amaçladık. GEREÇ ve YÖNTEM Şubat 2004 ile Mart 2009 tarihleri arasında perthes hastalığı tanısı olan ve shelf ameliyatı ile tedavi edilen hastalar retrospektif olarak incelendi. Bilateral tutulumu olan hastalar, daha önce kalça cerrahisi öyküsü olan hastalar, takipler sırasında kaybolan hastalar ve geç dönemde shelf ameliyatı uygulanan hastalar çalışma dışı bırakıldı. Hastalar, ameliyat öncesi ve sonrası klinik ve radyolojik verileri ile retrospektif olarak değerlendirildi. Çalışmaya dâhil edilen hasta ailelerinin tamamından cerrahi tedavi öncesinde yazılı onam formu alındı. Son kontrollerinde hasta ve aileleri çalışma hakkında bilgilendirildi ve onamları alındı. Hastalığın kronolojik durumuna, femur başı epifizinin tutulum derecesine ve risk faktörleri değerlendirilmesine göre hastalar için cerrahi tedavi kararı verildi. Shelf ameliyatı, klasik uygulamadan farklı olarak sekel tedavisinden çok hastalığın doğal seyrini değiştirmek amacıyla başlangıç ve fragmantasyon 122 safhalarında uygulandı. Hastaların femur başı epifizi tutulum derecesini belirlemede modifiye lateral pillar sınıflaması ve kötü prognozu öngörmede Catterall’ın “risk altındaki baş” kriterleri kullanıldı (1-4). Buna göre başlangıç ya da fragmantasyon döneminde, kötü prognostik risk faktörü taşıyan, lateral kolon sınıflamasına göre B/C ve C grubu hastalara femur başı sferisitesini korumak amacı ile shelf ameliyatı uygulandı (5,6). Ameliyat sonrası kooperasyonu iyi hastalara yalnızca yatak istirahati verilirken, kooperasyonu kötü hastalara pelvipedal alçı ile tespit yapıldı. Altıncı hafta yatak istirahati ve alçı uygulamaları sonlandırıldı. Sonraki altı hafta boyunca hastaların koltuk değneği ve taban teması ile yük vermeden yürümelerine izin verildi. Ameliyat sonrası üçüncü ay itibariyle değnek kullanımı sonlandırıldı. Ameliyat sonrası altıncı aydan sonra herhangi bir aktivite kısıtlaması uygulanmadı. Tüm hastalarda ameliyat öncesi ve son kontrollerinde her iki kalça hareket açıklıkları ve menteşeli abduksiyon varlığı değerlendirildi. Hastaların klinik fonksiyonlarını değerlendirmeye yönelik klinik fotografları çekilerek arşivlendi. Yapılan son kontrollerde ağrı miktarlarını hafif, orta, ağır şiddete olacak şekilde derecelendirmeleri istenen hastaların analjezik gereksinimleri ile ağrılarının sıklığı sorgulandı. Radyografik değerlendirmeler her iki kalça anteriorposterior ve Lauenstein grafileri ile yapıldı. Hastaların radyolojik değerlendirilmesinde Hilgenreiner hattı gözyaşı figürlerinden çizildi. Radyografilerde artikülotrokanterik mesafe oranı (ATM), Wiberg’in merkez kenar açısı (MKA), femur başı büyüklüğü oranı (FBB), asetabuler örtünme miktarı (AÖM), medial eklem aralığı mesafesi oranı (MEAM) parametreleri ölçüldü (7,8). Cerrahi öncesi ve sonrası verilerin istatistiksel analizi SPSS 15.0 versiyon (SPSS Inc., Chicago, Illinois) programı ile yapıldı. Normal dağılıma uyan veriler student t testi ile, normal dağılıma uymayan veriler ise Wilcoxon testi ile analiz edildi. p<0.05 olan değerler istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. BULGULAR Çalışmaya kriterleri sağlayan 16 erkek hasta dâhil edildi. Shelf ameliyatı uygulanan hastaların cerrahi E. Akpınar ve ark., Legg-Calve-Perthes Hastalığında Staheli Shelf Asetabuloplasti Uygulaması tedavisi ortalama 9.1±1.7 (min. 5.3 - max. 13.1) yaşta yapılmıştı. Hastaların yakınmaları ortalama 7.7±2.2 (min. 2.9 - max. 13,1) yaşta başlamış, tanıları ise ortalama 7.7±2.3 (min. 3.3 - max. 13.1) yaşında konulmuştu. Hastaların takip süresi ortalama 3.5±1.8 (min. 0.9 - max. 8.2) yıldı. Modifiye lateral kolon sınıflamasına göre 7 (% 43.75) hasta tip B/C, 9 (% 56.25) hasta ise tip C olarak değerlendirildi. Catterall’ın “risk altında baş” kriterlerinin sayısı değerlendirildi. Buna göre 2 risk faktörü taşıyan 10 (% 62,5) hasta, 3 risk faktörü taşıyan 4 (% 25) hasta ve 4 risk faktörü taşıyan 2 (% 12,5) hasta mevcuttu. Hastaların yapılan son kontrollerinde 1 (% 6.25) hastada kalça rotasyonları ile ağrı yakınması hafif şiddette iken, 15’inde (% 93,75) ağrı yakınması yoktu. Ağrısı olan bu bir hastanın ağrılarının fiziksel aktivitelerini engellemediği ve analjezik kullanımını gerektirmediği öğrenildi. Hastaların son kontrollerinde klinik ve radyolojik bulguları ameliyat öncesi dönem ile karşılaştırmalı olarak değerlendirildi. Buna göre hastaların kalça fleksiyon, iç rotasyon, dış rotasyon, abduksiyon, ATM, MKA, FBB, AÖM, MEAM değerlerinin normal dağılıma uyduğu görüldü. Bu nedenle bu verilerin istatistiksel analizi student t test kullanılarak yapıldı. Hastaların kalça adduksiyon ve fleksiyon kontraktürü değerlerinin ise normal dağılıma uymadığı görüldü. Bu nedenle bu verilerin istatistiksel analizi Wilcoxon testi kullanılarak yapıldı. Buna göre son kontrollerinde yapılan fizik muayenede kalça hareket açıklıklarının ameliyat öncesine göre anlamlı olarak daha yüksek olduğu görülürken, hastaların hiçbirinde ameliyat öncesi ve sonrasında menteşeli abduksiyon tespit edilmedi (p<0.05) (Tablo 1). Radyografik değerlendirmede ATM ve FBB oranlarındaki azalmanın istatistiksel olarak anlamlı olmadığı, MKA ve AÖM’deki artış ile MEAM’deki azalmanın istatiksel olarak anlamlı olduğu görüldü (p<0.05) (Tablo 1). Şekilde Shelf ameliyatı ile tedavisi yapılan bir hastanın klinik ve radyolojik görünümüne örnek gösterilmiştir (Şekil 1, 2). Shelf ameliyatı sonrası lateral kolon tip B/C ile tip C hastalarının klinik ve radyolojik parametrelerindeki değişim miktarları değerlendirildi. Bu parametrelerin normal dağılıma uyması nedeniyle istatistiksel analiz student t test kullanılarak yapıldı. Buna göre tip B/C hastalarının kalça fleksiyon miktarındaki artışın, tip C hastalarının kalça fleksiyon miktarındaki artışa oranla istatistiksel olarak anlamlı derecede fazla olduğu görüldü. Her iki grup arasındaki diğer parametrelerdeki değişim miktarlarında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (Tablo 2). On dört hastaya pelvipedal alçı ile tespit yapıldı. İki hasta ise alçı yapılmadan yatak istirahati ile takip edildi. TARTIŞMA Perthes hastalığının en önemli prognostik faktörü iskelet olgunlaşması sırasında femur başının sferisite miktarıdır (10). Femur başı sferisitesi ise hastalığın başlangıç yaşı ve epifizer tutulum miktarı ile ilişkilidir. Catterall sınıflamasına göre evre 3-4 ve lateral kolon tip C hastalarında her durumda kötü sonuç ile karşılaşılmaktadır (2,3,9). Geç başlangıçlı hastalarda, iskelet matüritesini tamamlamak üzere olan ve remodelasyon kapasiteleri sınırlı hastalarda ise sekel riski yüksektir (10). Çalışmamızda kötü prognoz kriterlerine sahip, lateral kolon sınıflamasına göre tip B/C ve tip C perthes hastalarına erken dönemde uygulanan shelf ameliyatının fonksiyonel ve radyolojik sonuçlarını inceledik. Yoo ve ark.’nın (1) asetabulumu tomografik olarak değerlendirdikleri çalışmada, shelf ameliyatından ortalama yedi yıl sonra asetabuler gelişimin uyarıldı ğını bildirilmiştir. Bu durum, kötü seyirli hastalarda Tablo 1. Shelf ameliyatı yapılan hastaların ameliyat öncesi ve sonrası fizik muayene bulguları ve radyolojik parametrelerinin istatistiksel değerlendirmesi. Fleksiyon İç rotasyon Dış rotasyon Abduksiyon Adduksiyon Fleksiyon kontraktürü ATM MKA FBB AÖM MEAM Preop Postop p 107°±12 15°±5 26°±5 25°±7 19°±8 15°±11 % 84±15 26°±5 1.134±0.1 % 80±12 1.90±0.5 123°±7 33°±8 41°±5 47°±7 35°±8 2°±5 % 77±21 64°±12 1.128±0,1 % 113±9 1.56±0.4 p<0.001 p<0.001 p<0.001 p<0.001 p<0.001 p=0.01 p=0.085 p<0.001 p=0.725 p<0.001 p=0.01 ATM: Artikülotrokanterik mesafe oranı, MKA: Merkez kenar açısı, FBB: Femur başı büyüklük oranı, AÖM: Asetabuler örtünme miktarı, MEAM: Medial eklem aralığı mesafesi. 123 İKSST Derg 6(3):121-126, 2014 Şekil 1. Shelf ameliyatı yapılan bir hastanın ameliyat öncesi ve sonrası grafileri. Şekil 2. Shelf ameliyatı yapılan bir hastanın ameliyat öncesi ve sonrası klinik durumu. asetabuler derinliğini arttırarak ileri bir dönemde gerekebilecek total protez uygulamasına uygun zemin hazırlayabilir. Tablo 2. Shelf ameliyatı yapılan tip B/C ve C hastalarının ameliyat öncesi ve sonrası fizik muayene bulguları ve radyolojik parametrelerinin istatistiksel değerlendirmesi. Çalışmamızda yaptığımız radyolojik ölçümlere göre, MKA ve AÖM değerleri hastalarımızın asetabuler örtünmesinin yeterli miktarda sağlandığını göstermiştir. Böylece, shelf ameliyatı sonrasında femur başının lateral subluksasyon ve ekstrüzyonu gibi koronal plan deformasyonlarının sınırlanmasının sağlanabileceği düşünülebilir. Perthes hastalığı tedavisinin temelinde yer alan örtünme prensibi proksimal femur varizasyon osteotomisi (PFVO) veya periasetabular osteotomiler (PAO) ile sağlanabilir (11-15). PFVO ile tedavisi yapılan hastalarda zaten kısa olan ekstremitenin daha da kısalması, potansiyel kaynama sorunları ve implant gereksinimi; PAO ile tedavisi yapılan hastalarda da asetabular yüzeyde avasküler nekroz, siyatik sinir arazı ve yeterli örtünmenin sağlanamaması gibi dezavantajlar shelf ameliyatında rastlanmamaktadır (16, 17). Fleksiyon İç rotasyon Dış rotasyon Abduksiyon Adduksiyon Fleksiyon kontraktürü ATM MKA FBB AÖM MEAM Hastalarımızın son kontrolünde fleksiyon, iç rotasyon, abduksiyon ve adduksiyon derecelerinde anlamlı artma; fleksiyon kontraktürü ve aksamada anlamlı azalma olmasını klinik iyileşmenin göstergesi olarak değerlendirdik. 124 Grup B/C Grup C p 9°±7 21°±9 16°±4 21°±5 15°±6 11°±4 % 9±12 38°±14 0.09±0.06 % 31±13 0.44±0.3 24°±6 15°±4 13°±4 24°±5 14°±6 14°±11 % 7±20 39°±11 0.03±0.06 % 34±8 0.28±0.4 p=0.007 p=0.106 p=0.081 p=0.253 p=0.604 p=0.356 p=0.666 p=0.883 p=0.639 p=0.452 p=0.430 ATM: Artikülotrokanterik mesafe oranı, MKA: Merkez kenar açısı, FBB: Femur başı büyüklük oranı, AÖM: Asetabuler örtünme miktarı, MEAM: Medial eklem aralığı mesafesi. Üçlü pelvik osteotomi ve shelf sonuçlarının karşılaştırdığı bir çalışmada perthes hastalarında sferik başa sahip olma oranının shelf ameliyatı ile tedavisi yapılanlarda daha fazla olduğu bildirilmiştir (18). Benzer olarak yaptığımız çalışmada FBB oranındaki değişmenin istatistiksel olarak anlamlı olmadığı, yani femur başının anlamlı olarak büyümediği söylenebilir. Chang ve ark.’nın (19) yaptığı çalışma shelf ameliyatı ile tedavisi yapılan kötü olarak etkilenmiş perthes E. Akpınar ve ark., Legg-Calve-Perthes Hastalığında Staheli Shelf Asetabuloplasti Uygulaması hastalarının son kontrollerinde lateral ekstrüzyon olmadan iyi bir örtünme sağlandığını göstermiştir. Hastalığın erken dönemlerinde menteşeli abduksiyonu ve lateral ekstruzyonu olmayan 44 hastalık seride uygulanan shelf ameliyatının sonuçları bildirilmiştir. Buna göre hastaların % 84.4’ünün Stulberg tip 3 ve daha iyi kalçalara sahip olduğu gösterilmiş ve shelf ameliyatının hastalığın erken dönemlerinde yapılması önerilmiştir (20). Ciddi epifizer deplasmanı olan 23 perthes hastasına uygulanan shelf ameliyatının retrospektif sonuçlarının değerlendirildiği bir çalışmada, shelf ameliyatının femur başı örtünmesini arttırdığı ve femur başı remodelasyonuna katkı sağladığı düşünülmüştür (21). Çalışmamızda AÖM değerlerinin istatistiksel anlamlı artışı, oluşturulan “Shelf”in başı tamamen örttüğünü göstermiştir. Ayrıca hiçbir hastamızda lateral subluksasyonun ve ekstrüzyonun görülmemesi shelf ameliyatının bu durumların gelişimine engelleyici etkiye sahip olduğunu düşündürmektedir. Buradan yola çıkarak femur başının asetabulum içerisinde tutulabildiği ve asetabulum kenar basısına bağlı baş deformasyonları ile menteşeli abduksiyon gibi instabil hareketlerin engellenebileceği düşünülebilir. Hastaların cerrahi tedavi sonrası fizik muayene ve radyolojik parametrelerdeki değişimler lateral kolon sınıflamasına göre değerlendirildiğinde yalnızca kalça fleksiyon artışındaki değişim miktarının farklı olduğu, diğer değişim miktarlarının benzer olduğu gözlendi. Buradan yola çıkarak shelf ameliyatının serimizdeki etkinliğinin, hastalığın lateral kolon sınıflamasından bağımsız olduğu yorumu yapılabilir. 2012 yılında yapılan meta-analizde shelf ameliyatının hastalığın erken döneminde yapılması hâlinde klinik ve radyolojik olarak % 85 iyi sonuç alınırken, geç dönemlerinde yapılması ile bu oranın % 69’a gerilediği gösterilmiştir (22). Benzer olarak bizim çalışmamızda da shelf ameliyatının risk faktörü taşıyan ve doğal seyrinin kötü sonuçlanması beklenen hastalarda erken dönemde uygulanması durumunda prognozu iyi yönde etkileyebileceğine dair sonuçlar aldık. Shelf ameliyatı ile tedavisi yapılan geç başlangıçlı 24 perthes hastasının retrospektif değerlendirmesinde medial eklem aralığı mesafesinin azaldığı, asetabuler örtümün arttığı gösterilmiştir (23). Hastalarımızda da benzer şekilde medial eklem aralığı mesafesi azalmış ve asetabuler örtüm artmıştı. Bu bulgular shelf ameliyatının yeterli ve güvenli bir örtünme sağladığının göstergesi olarak düşünülebilir. Karşılaştırma grubumuzun olmaması, sonuçlarımızın kısa döneme ait olması çalışmamızın ana limitasyonlarını oluşturmaktadır. Hastaların son kontrolleri iskelet matüritesi tamamlamadan yapılmak zorunda kalınmış olduğundan ileri çalışmaların yapılması gerektiği düşüncesindeyiz. Sonuç olarak shelf ameliyatının komplikasyonunun az, klinik ve radyolojik sonuçlarının başarılı olması nedeni ile perthes hastalığı cerrahi tedavisinde akılda tutulmasını önermekteyiz. Ancak henüz uzun dönem takipleri ile ilgili sonuçlarının olmaması nedeni ile kontrol grubu olan çalışmaların yapılması gerektiğini düşünmekteyiz. KAYNAKLAR 1. Catterall A. The natural history of Perthes’ disease. J Bone Joint Surg Br 1971;53(1):37-53. 2. Herring JA, Kim HT, Browne R. Legg-Calve-Perthes disease. Part I: Classification of radiographs with use of the modified lateral pillar and Stulberg classifications. J Bone Joint Surg Am 2004;86-A(10):2103-20. 3. Herring JA, Kim HT, Browne R. Legg-Calve-Perthes disease. Part II: Prospective multicenter study of the effect of treatment on outcome. J Bone Joint Surg Am 2004;86-A(10):2121-34. 4. Tachdjian’s JH. Pediatric orthopaedics from the texas scottish rite hospital for children, ed. H. J. 2013. 5. Staheli LT. Slotted acetabular augmentation. J Pediatr Orthop 1981;1(3):321-7. http://dx.doi.org/10.1097/01241398-198111000-00014 6. Staheli LT, Chew DE. Slotted acetabular augmentation in childhood and adolescence. J Pediatr Orthop 1992;12(5):569-80. http://dx.doi.org/10.1097/01241398-199209000-00002 7. Freeman RT, et al. The outcome of patients with hinge abduction in severe Perthes disease treated by shelf acetabuloplasty. J Pediatr Orthop 2008;28(6):619-25. http://dx.doi.org/10.1097/BPO.0b013e3181804be0 8. Wiig O, Terjesen T, and Svenningsen S. Inter-observer reliability of radiographic classifications and measurements in the assessment of Perthes’ disease. Acta Orthop Scand 2002;73(5):523-30. http://dx.doi.org/10.1080/000164702321022794 9. Stulberg SD, Cooperman DR, and Wallensten R. The natural history of Legg-Calve-Perthes disease. J Bone Joint Surg Am 1981;63(7):1095-108. 10.Staheli L. Pediatrik ortopedi, in Pediatrik ortopedi, Yalçın S, Editor. 2005, Avrupa Tıp Kitapçılık Ltd. Şti; p.146-51. 11. Yoo WJ, et al. Does shelf acetabuloplasty influence 125 İKSST Derg 6(3):121-126, 2014 acetabular growth and remodeling? Clin Orthop Relat Res 2012;470(9):2411-20. http://dx.doi.org/10.1007/s11999-011-2163-9 12.Axer A. Subtrochanteric osteotomy in the treatment of Perthes’ disease: A preliminary report. J Bone Joint Surg Br 1965;47:489-99. 13.Salter R. Legg-Perthes’ disease. Treatment by innominate osteotomy. in AAOS Ins. Course Lec. 1973. 14.Vukasinovic Z, et al. Combined salter innominate osteotomy with femoral shortening versus other methods of treatment for Legg-Calve-Perthes disease. J Pediatr Orthop B 2000;9(1):28-33. http://dx.doi.org/10.1097/01202412-200001000-00006 15.Kumar D, Bache CE, O’Hara JN. Interlocking triple pelvic osteotomy in severe Legg-Calve-Perthes disease. J Pediatr Orthop 2002;22(4):464-70. http://dx.doi.org/10.1097/01241398-200207000-00010 16.Evans IK, Deluca PA, Gage JR. A comparative study of ambulation-abduction bracing and varus derotation osteotomy in the treatment of severe Legg-CalvePerthes disease in children over 6 years of age. J Pediatr Orthop 1988;8(6):676-82. http://dx.doi.org/10.1097/01241398-198811000-00009 17.Coleman SKD. An evaluation of Perthes’ disease: comparison of non-surgical and surgcal means in AAOS. 1981. Las Vegas. 18.Huang MJ, Huang SC. Surgical treatment of severe perthes disease: comparison of triple osteotomy and 126 shelf augmentation. J Formos Med Assoc 1999;98(3): 183-9. 19.Chang JH, Kuo KN, Huang SC. Outcomes in advanced Legg-Calve-Perthes disease treated with the staheli procedure. J Surg Res 2011;168(2):237-42. http://dx.doi.org/10.1016/j.jss.2009.09.056 20. Carsi B, Judd J, Clarke NM. Shelf acetabuloplasty for containment in the early stages of Legg-CalvePerthes Disease. J Pediatr Orthop 2014 May 19 (Epub ahead of print). http://dx.doi.org/10.1097/BPO.0000000000000220 21. Grzegorzewski A, Synder M, Kmiec K, Krajewski K, Polquj M, Sibinski M. Shelf acetabuloplasty in the treatment of severe Legg-Calvé-Perthes disease: good outcomes at midterm follow-up. Biomed Res Int 2013:859-483. http://dx.doi.org/10.1155/2013/859483 22.Kadhim M, Holmes Jr. L, Bowen JR. The role of shelf acetabuloplasty in early and late stages of perthes disease: a meta-analysis of observational studies. J Child Orthop 2012;6(5):379-90. http://dx.doi.org/10.1007/s11832-012-0436-9 23.Wright DM, Perry DC, Bruce CE. Shelf acetabuloplasty for perthes disease in patients older than eight years of age: an observational cohort study. J Pediatr Orthop B 2013;22(2):96-100. http://dx.doi.org/10.1097/BPB.0b013e32835b5726 Araştırma İKSST Derg 6(3):127-132, 2014 doi:10.5222/iksst.2014.127 Epilepsi Tanılı Gebelerde Obstetrik ve Perinatal Sonuçların Retrospektif Analizi Retrospective Analysis of Obstetric and Perinatal Outcomes in Pregnant Women with Epilepsy Mehmet Bayrak, Halenur Bozdağ, Cihan Karadağ, Taner Günay, Gökhan Göynümer İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği ÖZET SUMMARY Amaç: Bu çalışmada, gebeliğe eşlik edebilen nörolojik bir hastalık olan epilepsinin gebelik ve perinatal sonuçlar üzerindeki etkisinin değerlendirilmesi amaçlandı. Objective: The study was undertaken to assess the obstetric and perinatal outcomes of pregnancies complicated by epilepsy which is a common neurologic disorder of pregnancy. Gereç ve Yöntem: Ocak 2009 ve Aralık 2013 tarihleri arasında kliniğimizde doğum yapmış 42 epilepsi tanısı olan gebe çalışmaya dahil edildi. Çalışma kapsamına dahil edilen gebelere ait demografik, obstetrik ve perinatal sonuçlarla ilişkili bilgiler, hastanemize ait arşivden ve elektronik kayıtlardan elde edildi. Material and Methods: Forty-two pregnant women with a diagnosis of epileptic disorder who delivered at our clinic between January 2009 and December 2013 were included in this study. Data including demographic, obstetric and perinatal outcomes of all the pregnant women in this study were obtained from the archives of the hospital and electronic records. Bulgular: Çalışma grubunda gebelerin yaş ortalaması 28,5±5,1 yıldı. Gebelik haftası ve yenidoğan doğum ağırlığı ortalamaları sırayla 39±1,6 hafta ve 3218±477 g’dı. Dört olgu (% 9,5) erken doğum yaptı. Preeklampsi, gebelikte vajinal kanama ve postpartum aşırı kanama gibi kötü obstetrik sonuçlar izlenmedi. Sezaryen doğum oranı % 52,6 idi. Prekonsepsiyonel danışma alan olgu oranı % 28,6’ydı ve gebelikte en sık kullanılan antiepileptik ilaç karbamazepindi. On dört (% 33,3) olgu gebelik sürecinde epileptik nöbet geçirdi ve nöbetler en sık ilk trimesterde görüldü (% 52,6). Dört yenidoğan bebekte düşük 5. dk. Apgar skoru izlendi. Major konjenital malformasyon 2 (% 4,8) yenidoğanda izlendi. Sonuç: Epilepsili gebeler hem hastalıktan hem de ilaç tedavisinden kaynaklı bazı risklere sahiptirler. Epilepsili gebelerin, epilepsi kaynaklı potansiyel risklerden korunması için gebelikten önce bilgilendirilmeleri ve tedavide gerekli değişikliklerin prekonsepsiyonel dönemde yapılması ile daha iyi sonuçlar elde edilmesi olasıdır. Results: The mean maternal age was 28,5±5,1 years. The mean gestational age and fetal weight was 39±1,6 weeks and 3218±477 gr at the time of birth, respectively. Four pregnants (9.5 %) were born before 37. gestational weeks. There were no adverse obstetric outcomes such as preeclampsia, bleeding in pregnancy and excessive postpartum bleeding. Caesarean section rate was 52.8 % in the study group. The preconception counseling rate was 28.6 % in the study group. The most commonly used drug was carbamazepine (30 %). Fourteen (33.3 %) pregnants with epilepsy had a seizure during pregnancy. The most frequent seizures happened during the first trimester (52.6 %). Four (9.5 %) newborns had low 5th minute Apgar score at birth. Major congenital malformations were present in 2 (4.8 %) newborns. Conclusion: Epileptic pregnants carry some risks secondary to the disease and its medical therapy. They should be informed for the potential risks of epilepsy before becoming pregnant and the necessary changes in treatment should be made during preconceptional period. Anahtar kelimeler: gebelik, epilepsi, nöbet, komplikasyonlar Key words: pregnancy, epilepsy, seizure, complications GİRİŞ gın nörolojik hastalıktır (1). Geniş ölçekli çalışmalar gebelikte epilepsi prevelansının % 0.3-0.7 aralığında olduğunu göstermektedir (2). Epilepsi tanı ve tedavi- Epilepsi gebelikte ilaç kullanımını gerektiren en yay- Alındığı tarih: 30.05.2014 Kabul tarihi: 08.07.2014 Yazışma adresi: Uzm. Dr. Mehmet Bayrak, Bayar Cad. No: 69 A Blok D: 8, Kozyatağı, Kadıköy 34736 İstanbul e-posta: [email protected] 127 İKSST Derg 6(3):127-132, 2014 sinde gelişmeler sayesinde günümüzde daha fazla epilepsi hastalığı olan kadın gebe kalabilmektedir. Öte taraftan tedavide kullanılan anti epileptik ilaçların (AEİ) fetal konjenital malformasyonlarla ilişkili olduğunu bildiren çalışmalar mevcuttur (3). Bu yüzden, AEİ’lerin potansiyel teratojenik etkileri ile epileptik nöbetlerin yaratacağı risklerin iyi dengelenmesi gerekmektedir (4). Gebelikte epileptik nöbetlerin sıklığında artışla birlikte, epilepsinin gebelik ve doğum sürecinde artmış komplikasyonlarla da ilişkili olduğu bildirilmektedir. Epilepsili gebelerde preeklampsi, peripartum hemoraji, müdahaleli doğum, sezaryen doğum gibi maternal komplikasyonlar ve preterm doğum, düşük doğum ağırlığı, düşük apgar skoru gibi kötü neonatal sonuçların artmış olduğunu gösteren çalışmalar literatürde mevcuttur (1,2,4). Yalnızca epilepsi hastalığı değil ayrıca AEİ kullanımı da gebelik seyrini, perinatal sonuçları ve yenidoğan sağlığını etkileyebilmektedir. AEİ’ler plasentadan geçmekte ve ilaç toksisitesi veya ilaç çekilmesi sonucu neonatal dönemde bazı komplikasyonlara yol açabilmektedir. Nihai olarak bu artmış komplikasyonların tek başına epilepsiye mi bağlı veya tek başına AEİ kullanımına mı bağlı ya da her ikisinin ortak sonucu olarak mı ortaya çıktığı tartışmalıdır (4,5). Gelişmiş ülkelerde gebelik ve hastalık kayıtlarının sistematik olarak tutulması sonucunda epilepsili gebelerin doğum ve yenidoğan sonuçları ayrıntılı olarak değerlendirilip, ulusal boyutta analizler yapılabilmektedir. Ancak, maalesef ülkemizde hasta kayıt ve takip sistemi halen yetersizdir. Bu nedenle çalışmamızda, hastanemizdeki takip ettiğimiz epilepsili gebelerin obstetrik ve perinatal sonuçlarını sunmayı ve ayrıca epilepsili hastaların gebelik yönetiminde tartışmalı konuları güncel veriler ile birlikte sunmayı hedefledik. GEREÇ ve YÖNTEM Medeniyet Üniversitesi Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği’nde Ocak 2009 ile Aralık 2013 tarihleri arasında gebelik takipleri yapılan, epilepsi tanısı olan 42 gebe çalışmaya dâhil edildi. Hastalara ait veriler hastane arşivinde yer alan hasta dosyalarından ve elektronik kayıtlardan sağlandı. Uzman nörolog tarafından epilepsi tanısı konulmuş ve herhangi bir dönemde AEİ kullanım öyküsü olan gebeler çalışmaya dâhil edildi. 128 Şüpheli epilepsi öyküsü olduğu kaydedilen olgular çalışma dışı bırakıldı. Ayrıca epilepsi dışında gebeliği komplike eden sistemik hastalık öyküsü olan gebeler çalışmaya dâhil edilmedi. Gebelerin yaş, gravida, parite gibi demografik özelliklerinin yanı sıra kaç yıldır epilepsi hastası oldukları, gebelik öncesi en son nöbetlerinin zamanı, gebelik süresince görülen nöbetlerin zamanı ve sıklığı, gebelikten önce kullandıkları AEİ ve gebelik sürecinde kullandıkları AEİ’ler değerlendirildi. Olguların doğum şekli, doğum haftaları, doğum kiloları ve 5. dk. Apgar skorları değerlendirmeye alındı. Obstetrik komplikasyonlar, erken doğum, fetal malformasyonlar, intrauterin gelişme geriliği, intrauterin ölüm ve erken neonatal sorunlar değerlendirildi. Erken doğum, 37. haftadan önceki doğum ve intrauterin gelişme geriliği ise doğum haftasına göre % 10 persantilin altındaki doğum olarak tanımlandı. BULGULAR Çalışma süresince 51 epilepsi tanısı olan gebenin hastanemizde doğum yaptığı tespit edildi. Üç hastada epilepsi dışında sistemik hastalık tanısı olması ve 6 hastada dosya kayıtlarında eksik bilgiler olması nedeniyle toplam 9 hasta çalışma dışında tutuldu. Çalışma grubunun demografik ve klinik özellikleri Tablo 1’de gösterildi. Çalışma grubumuzu oluşturan 42 hastanın ortalama yaşı 28.5±5.1 yıldı. Çalışmamızdaki olguların % 38.1’i nullipar, % 61.9’u ise multipar hastaydı. Ortalama doğum haftası 39±1.6 hafta, ortalama doğum kilosu 3218±477 g olarak saptandı. Olguların % 52.4’ünde (n:22) doğum sezaryen ile gerçekleştirildi. Sezaryen endikasyonlarını en sık eski uterin skar (n:10), ikinci sıklıkta sefalopelvik uyumsuzluk (n:4), üçüncü sıklıkta ise gebelikte epilepsi atağı+düzensiz AEİ ilaç kullanımı (n:3) oluşturdu. Olguların hiçbirinde gestasyonel hipertansiyon, preeklampsi ve geç 3. trimester vajinal kanama gibi obstetrik komplikasyonlar tespit edilmedi. İntrauterin gelişme geriliği bir hastada saptandı ve erken doğum oranı % 9,5 olarak tespit edildi. Yenidoğanların % 9,5’inde 5. dk. Apgar skorlarının 7’nin altında olduğu saptandı. İki yenidoğanda majör anomali saptandı. Karbamazepin kullanan bir olguda fetuste hidrosefali ve Karbamazepin+Sodyum Valproat politerapisi kullanan bir olguda yenidoğanda kardiyak anomali saptandı ve hipoplastik sol kalp sendromu saptanan olgu erken neonatal dönemde kaybedildi. M. Bayrak ve ark., Epilepsi Tanılı Gebelerde Obstetrik ve Perinatal Sonuçların Retrospektif Analizi Tablo 1. Olguların demografik ve klinik özellikleri (n=42). Yaş (ort±SD) Gravida (ort±SD) Parite (ort±SD) Gebelik haftası (ort±SD) Sezaryen ile doğum (n, %) Doğum üğırlığı (g, ort±SD) Erken doğum (n, %) IUGR (n, %) Apgar 5. dk. <7 (n, %) Perinatal mortalite (n, %) 28.5±5.1 2.6±1.5 1.2±1.2 39±1.6 22 (% 52.4) 3218±477 4 (% 9.5) 1 (% 2.4) 4 (% 9.5) 1 (% 2.4) Tablo 2. Gebelikte kullanılan antiepileptik ilaçların dağılımı (n=40). İlaç n % Karbamazepin Levetirasetam Sodyum Valproat Okskarbazepin Lamotrijin Sodyum Valproat+Okskarbazepin Karbamazepin+Sodyum Valproat Karbamazepin+Levetirasetam Sodyum Valproat+Lamotrijin 12 5 4 4 2 4 6 2 1 30 12.5 10 10 5 10 15 5 2.5 Olguların yalnızca % 28.6’sının prekonsepsiyonel danışma ve folik asit tedavisi aldıkları belirlendi. Gebelikleri süresince AEİ tedavisi alanların kullandıkları ilaçlar Tablo 2’de gösterildi. Olguların % 67,5’de (27/40) monoterapi, % 32,5’inde (13/40) politerapi uygulandığı saptandı. Olguların %21.4’ünün (n:9) gebe kaldıktan sonra aldıkları AEİ tedavisini kendi kendilerine sonlandırdıkları saptandı. Bu 9 olgudan 7’sinin, gebelikte epileptik nöbet geçirdiklerinden, tekrar başlanan AEİ tedavisine düzenli devam ettiği, iki olguda ise gebelik takiplerinde yapılan nöroloji konsültasyonlarında AEİ tedavisi önerilmesine rağmen, tedaviye devam etmedikleri belirlendi. Gebe kalmadan önceki en son epileptik nöbetin, olguların % 38.1’inde gebelik öncesi son 1 yıl içerisinde, % 45.2’sinde 1 ile 5 yıl arasında ve % 16.7’sinde 5 yıl ve daha uzun süre öncesinde meydana geldiği belirlendi. Olguların % 33.3’ünün (14/42) gebeliklerinde epileptik nöbet geçirdiği, AEİ tedavisini gebelikleri süresince düzenli kullananların % 21.2’sinde (7/33), AEİ tedavisini bırakanların ise % 77.8’inde (7/9) gebeliklerinde epileptik nöbet geçirdiği saptandı. Gebelikleri süresince epileptik nöbet geçiren olguların özellikleri ve AEİ tedavisi altında epileptik nöbet geçiren olguların kullandıkları ilaçlar Tablo 3’te gösterildi. Epileptik nöbetlerin, gebelik süresince en sık 1. trimesterde ortaya çıktığı saptandı. Erken Tablo 3. Gebelikleri süresince nöbet geçiren hastaların özellikleri (n=14). Nöbet sıklığı 1 kez 2 kez 3 ve üzeri Nöbet geçirilen gebelik dönemi 1.Trimester 2.Trimester 3.Trimester Erken postpartum Kullandıkları ilaçlar Karbamazepin Okskarbazepin Lamotrijin Sodyum Valproat+Okskarbazepin 10 3 1 10 2 5 2 3 2 1 1 postpartum dönemde nöbet geçiren her iki olgunun aynı zamanda gebelik süresince de epileptik nöbet geçirmiş olduğu tespit edildi. TARTIŞMA Epileptik gebeliklerin büyük çoğunluğu sorunsuz bir gebelik süreci geçirip, sağlıklı bir bebekle evlerine dönmektedirler. Gebelikte AEİ kullanımı hem anneyi hem de fetüsü trajik olabilecek nöbet sonuçlarından korumaktadır. AEİ kullanılmaması ya da düzensiz kullanımı ciddi sonuçlara yol açabilmektedir. 20062008 arasında İngiltere’de 14 gebe kadın epilepsi nöbeti nedeniyle kaybedilmiştir (6). Öte taraftan AEİ tedavisi fetal gelişim üzerine uzun süreli toksik etki potansiyeli taşımaktadır. AEİ kullanımına bağlı konjenital malformasyonlarla ilişkili ilk raporlar 1960’larda yayınlanmıştır (7). Literatürdeki epilepsi tedavisi ile ilgili çalışmaların çoğunluğu, karbamazepin, fenitoin, fenobarbital ve sodyum valproat gibi eski jenerasyon AEİ kullanımı ile ilişkili riskleri içermektedir. Son dekatta yaygın olarak kullanılmaya başlanan lamotrijin, levetiracetam, okskarbazepin, topiramat, gabapentin, vigabatrin, zonisamide gibi yeni jenerasyon AEİ gebelikte kullanımıyla ilgili veriler ise şimdilik yetersizdir. Çalışmamızda karbamazepin kullanan bir olguda fetuste hidrosefali ve karbamazepin+sodyum valproat politerapisi kullanan bir olguda yenidoğanda hipoplastik sol kalp sendromu gözlendi. Majör konjenital malformasyon (MKM) oranı AEİ kullanan grupta % 5 olarak tespit edildi. Sodyum valproatın en teratojen AEİ olduğu kabul edilmektedir (8). Bir çalışmada gebelikte sodyum valproat kullananlarda, bebeklerinde % 6.2 MCM oranı bildirilmiştir (9). Bir başka çalışmada, kontrol 129 İKSST Derg 6(3):127-132, 2014 grubunda % 4, sodyum valproat kullanan grupta ise % 14 MKM oranı bildirilmiştir (10). Sodyum valproatın ilk trimesterde kullanımıyla ilişkili en sık bildirilen malformasyonlar nöral tüp defektleri, dudakdamak yarığı, kardiyak defektler, hipospadias ve iskelet anomalileridir (9). Bu olumsuz bildirimler sonucunda, Avustralya’da yapılan bir çalışmada gebelerde sodyum valproat reçete edilmesinin son yıllarda düşüş trendine girdiği bildirilmektedir (11). Çalışmamızda gebelerin kullandıkları AEİ içerisinde tek başına sodyum valproat oranını % 10 olarak saptadık. Ülkemizde 2004 yılında yayınlanan bir çalışmada, sodyum valproat oranı % 22.7 olarak bildirilmiştir (12). Litaratürde bildirilen düşüş trendi ile uyumlu olarak ülkemizde de gebelerde sodyum valproatın daha az reçete edildiği gözlenmektedir. Karbamazepinin MKM ile ilişkisi ise tartışmalıdır. Bazı çalışmalar karbamazepin alan gebelerin bebeklerinde MKM riskinin artmadığını bildirirken [n=900; rr, 0,63; % 95 CI 0,28-1,41] (9), başka çalışmalar risk artışı olduğunu bildirmektedirler (3). Fakat çalışmaların çoğunluğu gebelerde karbamazepin kullanımının sodyum valproat kullanıma göre daha düşük MKM riski oluşturduğu konusunda hemfikirdirler (9,13). Karbamazepine benzer molekül olan okskarbazepinin daha güvenilir olduğu bildirilmektedir. MKM görülme sıklığındaki bu çelişkili sonuçların, çalışmalardaki örneklem ve yöntem farklılıklardan kaynaklandıkları öngörülebilir. Hastane bazlı veriler, daha ağır hastaların takip edilmesi, hasta seçiminde bias nedenli tartışmalı sonuçlar verirken, ulusal bazlı popülasyon çalışmalarında ise epilepsi tipinin belirtilememesi ve kullanılan ilaçların sıklığı ve süresinin eksik bildirilmesi nedeniyle eleştirilen veriler bildirilmektedir. Vajda ve ark.’nın (11) yeni jenerasyon AEİ teratojenitesi riski üzerine Avusturalya gebelik kayıtlarından 1317 epileptik gebenin bilgilerinden derledikleri ve 2012 yılında yayınladıkları çalışmada ilk trimesterde levetirasetam kullanan 22 gebenin hiçbirinde bebeklerinde majör konjenital malformasyon saptamadıklarını bildirmişlerdir. Aynı çalışmada ilk trimester Lamotirijin kullanan gebelerde MCM oranı % 5.2 saptanmışken, eski jenerasyon olan sodyum valproat, karbamazepin ve fenitoin kullanımında MCM oranı sırayla % 16.3, % 6.3 ve % 2.9 olarak bildirilmiştir. Yeni jenerasyon olan topiramat ve gabapentin ise gebelik kategorisi C olarak reçete edilmektedir. 130 Doğumun yönetiminde gelişebilecek komplikasyoların belirsizliği epileptik gebelerde sezaryen oranlarını arttırmaktadır. Birçok çalışmada epileptik gebelerde sezaryen doğum oranının artmış olduğu bildirilmektedir (1,4). Türkiye’den bir çalışmada Özdemir ve ark. (14) % 66.2 gibi yüksek sezaryen oranı bildirmişlerdir. Çalışmamızda da olguların % 52.4’ünde doğum sezaryen ile gerçekleştirildi. Bazı çalışmalar da sezaryen oranının artmış olmasından epileptik gebeliklerde eşlik eden artmış obstetrik komplikasyonlar (fetal anomaliler, erken doğum, preeklampsi, IUGR) GEREKÇE olarak gösterilmiştir (8). Büyük çoğunluğu aktif doğum sürecinde epileptik nöbet geçirmeyecekse de, doğum sürecinde düzenli AEİ kullanım takviminin kesintiye uğraması, uykusuzluk, açlık ve ağrı gibi faktörler nedeniyle görece risk artışı ortaya çıkmaktadır. Doğum sürecinde proflaktik kullanım amacıyla bazı AEİ’ler intravenöz olarak kullanılabilse de (Levetirasetam, Sodyum valproat) çoğunlukla yalnızca oral olarak kullanılabilmektedir. Çalışma grubumuzda eşlik eden obstetrik komplikasyonlar sık olmamasına rağmen, sezaryen oranın yüksek olmasında ülkemizdeki yüksek sezaryen oranı nedeniyle eski uterin skar sıklığının fazla olması ve epileptik gebelerin bir kısmının gebelik sürecinde AEİ tedavilerini düzensiz kullanmaları, epileptik nöbet geçirmiş olmaları ve bunun aktif doğum eylemi sürecinde tekrarlanmasından duyulan kaygının temel etkenler olduğunu düşünmekteyiz. ACOG (The American College of Obstetricians and Gynecologists), AAN (American Academy of Neurology) ve NICE (The United Kingdom’s National Institute for Clinical Excellence) gibi kurumların kılavuzları epileptik gebelerde vajinal doğumu önermektedirler (13,15,16). Doğumun ikinci evresinde epileptik nöbet geçirilmesi veya sedasyon nedeniyle hastayla kooperasyon sağlanamaması durumları dışında epilepsi tek başına sezaryen endikasyonu oluşturmamaktadır. Gebeliğin epileptik nöbet frekansında değişikliğe neden olup olmadığı konusunda literatürde bir görüş birliği yoktur. Literatürde gebe ve gebe olmayan kadınların nöbet sıklığındaki değişiklikleri karşılaştıran çalışma bulunmamaktadır. Aynı hastaların gebelik öncesi ve gebelik sürecindeki nöbet sıklığını karşılaştıran çalışmalarda ise gebelerin % 14 ile % 32’sinin nöbet sıklığında artış olduğu bildirilmektedir (17). Çalışmamızda, olgularımızın % 33.3’ü gebeliklerinde epileptik nöbet geçirdiler ve nöbetlerin % 52.6’sı M. Bayrak ve ark., Epilepsi Tanılı Gebelerde Obstetrik ve Perinatal Sonuçların Retrospektif Analizi ilk trimesterde ortaya çıktı. Madazlı ve ark. (12) yaptığı çalışmada benzer olarak epileptik nöbetler % 58.3 ile en sık ilk trimesterde ortaya çıkmıştır. Nöbet sıklığında artışta, gebelikteki fizyolojik ve hormonal değişikliklerin ilaç klirensinde yarattığı değişikliklerin yanı sıra anne adayının, teratojenite kaygısıyla ilk trimesterde AEİ almaması gibi faktörlerin rol oynadığı düşünülmektedir. Epileptik nöbet geçirilmesinde en iyi prediktör ise gebelik öncesinde son bir yıllık nöbet aktivitesidir. Gebelikten 9 ay öncesine kadar nöbet geçirilmemiş olması % 84-92 olasılıkla nöbet geçirmeyeceğini öngörmektedir. Parsiyel tipte epilepsi, politerapik AEİ kullanımı, tedaviye uyumsuzluk ve konsepsiyon öncesi son 1 ayda nöbet öyküsü ise gebelikte epileptik nöbet geçirme riskini artıran faktörlerdir (17). Epilepsinin eşlik ettiği gebeliklerde obstetrik komplikasyonların artışı netliğe kavuşturulamamış başka bir tartışma konusudur. Bazı çalışmalar epilepsi hastalığı olan gebelerde herhangi bir komplikasyon artışı bildirmezken (18,19), başka çalışmalar gestasyonel hipertansiyon, preeklampsi, vajinal kanama ve erken doğum riskinde artış bildirmişlerdir (1,2,5,20). Bu çelişkili sonuçlar, kullanılan AEİ farklı olması veya çalışma grubunun seçiminden kaynaklı olabilir. Borthen ve ark.’nın (4) çalışmalarında obstetrik komplikasyonlar AEİ kullanmayan grupta artış göstermezken, AEİ kullanan grupta preeklampsi, 34. gebelik haftasından önce erken doğum ve vajinal kanama komplikasyonlarının artmış olduğunu göstermişlerdir. Ayrıca preeklampsi ile vajinal kanama risklerinde artışın özellikle lamotrijin kullanımı ile ilişkili olduğunu bildirmişlerdir. Artama ve ark.’nın (5) Finlandiya ulusal sağlık sistemi kayıtlarını tarayarak derledikleri ve yakın tarihte yayınladıkları çalışma, gebelikte epilepsinin perinatal kötü sonuçlarda hafif bir atışa yol açtığını, AEİ kullanan grubun ise belirgin risk artışı ile ilişkili olduğunu bildirmiştir. Doğum ağırlığının; Karbamazepin, levetiracetam ve klonazepam daha belirgin olmak üzere bütün AEİ kullanan gebelerin bebeklerinde daha düşük olduğunu tespit etmişlerdir. Aynı zamanda sodyum valproat kullanımının, düşük 5. dk. apgar skoru riskinde 3 kat artış, erken yenidoğan solunum komplikasyonlarında ise 3 kattan fazla risk artışı ile ilişkili olduğunu bildirmişlerdir. Perinatal mortalitede ise sınırda hafif artış fakat karbamazapin tek başına değerlendirildiğinde ise majör konjenital anomalili bebekler hariç düzeltme yapıldığında bile 2 kattan fazla bir artış bildirmişlerdir. Çalışmamızın da literatürle uyumlu olarak gösterdiği gibi majör konjenital malformasyon ve kötü neonatal sonuçlarla belirgin ilişkisi gösterilmiş olan sodyum valproatun reçete edilmesinde düşüş trendi mevcuttur. Fakat sık reçete edilen lamotrijin ve karbamazepin kullanımının da obstetrik komplikasyonlarda artışa yol açtığı bildirilmektedir. Bu yüzden herhangi bir AEİ kullanan kadınların, gebelikleri boyunca yakın takip edilmesi gerekmektedir. Sonuç olarak, yaptığımız çalışma ve incelenen literatür sonucunda, epilepsi hastalığı olan gebelerde belirleyici olan basamağın gebelik öncesi dönem olduğu sonucuna vardık. Epilepsi hastalığı olan kadınlarda etkili ve ayrıntılı prekonsepiyonel danışma verilmesi ve etkili olan en az sayıda ilaç tedavisinin gebelikten önce düzenlenmesi ile obstetrik ve perinatal sonuçları iyileştirmenin olası olduğunu düşünmekteyiz. KAYNAKLAR 1. Veiby G, Daltveit AK, Engelsen BA, Gilhus NE. Pregnancy, delivery, and outcome for the child in maternal epilepsy. Epilepsia 2009;50:2130‑9. http://dx.doi.org/10.1111/j.1528-1167.2009.02147.x 2. Borthen I, Eide MG, Veiby G, et al. Complications during pregnancy in women with epilepsy: populationbased cohort study. BJOG 2009;116:1736-42 http://dx.doi.org/10.1111/j.1471-0528.2009.02354.x 3. Tomson T, Battino D. Pregnancy and epilepsy: what should we tell our patients? J Neurol 2009;256:85662. http://dx.doi.org/10.1007/s00415-009-5062-1 4. Borthen I, Gilhus NE. Pregnancy complications in patients with epilepsy. Curr Opin Obstet Gynecol 2012;24:78-83. http://dx.doi.org/10.1097/GCO.0b013e32834feb6a 5. Artama M, Gissler M, Malm H, Ritvanen A. Effects of maternal epilepsy and antiepileptic drug use during pregnancy on perinatal health in offspring: Nationwide, Retrospective Cohort Study in Finland. Drug Safety 2013;36:359-69. http://dx.doi.org/10.1007/s40264-013-0052-8 6. Cantwell R, Clutton-Brock T, Cooper G, et al. Saving mothers’ lives: reviewing maternal deaths to make motherhood safer-the eighth report of the confidential enquiries into maternal deaths in the United Kingdom. BJOG 2011;118:1-203. 7. Meadow SR. Anticonvulsant drugs and congenital abnormalities. Lancet 1968;2:1296. http://dx.doi.org/10.1016/S0140-6736(68)91781-9 8.Kamyar M, Varner M. Epilepsy in pregnancy. Clinical Obstestrics and Gynecology 2013;56:330-41. http://dx.doi.org/10.1097/GRF.0b013e31828f2436 9. Morrow J, Russell A, Guthrie E, et al. Malformations 131 İKSST Derg 6(3):127-132, 2014 risks of antiepileptic drugs in pregnancy: a prospective study from the UK Epilepsy and Pregnancy Register. J Neurol Neurosurg Psychiatry 2006;77:193-8. http://dx.doi.org/10.1136/jnnp.2005.074203 10.Adab N, Kini U, Vinten J, et al. The longer term outcome of children born to mothers with epilepsy. J Neurol Neurosurg Psychiatry 2004;75:1575-83. http://dx.doi.org/10.1136/jnnp.2003.029132 11. Vajda FJ, Hollingworth S, Graham J, Hitchcock AA, O’Brien TJ, Lander CM, et al. Changing patterns of antiepileptic drug use in pregnant Australian women. Acta Neurol Scand 2010;121:89‑93. http://dx.doi.org/10.1111/j.1600-0404.2009.01260.x 12.Madazlı R, Öncül M, Albayrak M, Uludağ S, Eşkazan E, Ocak V. Gebelik ve epilepsi: 44 olgunun değerlendirilmesi. Cerrahpaşa Tıp Dergisi 2004; 35: 126-30. 13. Harden CL, Meador KJ, Pennell PB, et al. Practice parameter update: management issues for women with epilepsy-focus on pregnancy (an evidence-based review): II. Teratogenesis and perinatal outcomes: report of the Quality Standards Subcommittee and Therapeutics and Technology Assessment Subcommittee of the American Academy of Neurology and American Epilepsy Society. Neurology 2009;73:133-41. http://dx.doi.org/10.1212/WNL.0b013e3181a6b312 14.Özdemir S, Balcı O, Tazegül A. Epileptik gebeliklerde maternal ve perinatalsonuçların değerlendirilmesi. Perinatoloji Dergisi 2010;1:8-13. 15.American College of Obstetricians and Gynecologists. 132 Seizure Disorders in Pregnancy. ACOG Educational Bulletin #241.Washington, DC, 1996. 16.National Institute for Clinical Excellence. Epilepsies, the diagnosis andmanagement of the epilepsies in adults and children in primary and secondary care. Clinical Guideline; Vol 20. London: National Institute for Clinical Excellence; 2004;20:19-20. 17.Harden CL, Hopp J, Ting TY, Pennell PB, French JA, Hauser WA, et al. Practice parameter update: Management issues for women with epilepsy-Focus on pregnancy (an evidence‑based review): Obstetrical complications and change in seizure frequency: Report of the Quality Standards Subcommittee and Therapeutics and Technology Assessment Subcommittee of the American Academy of Neurology and American Epilepsy Society. Neurology 2009;73:126‑32. http://dx.doi.org/10.1212/WNL.0b013e3181a6b2f8 18.Viinikainen K, Heinonen S, Eriksson K, Kalviainen R. Communitybased, prospective, controlled study of obstetric and neonatal outcome of 179 pregnancies in women with epilepsy. Epilepsia 2006;47:186-92. http://dx.doi.org/10.1111/j.1528-1167.2006.00386.x 19.Lin HL, Chen YH, Lin HC, Lin HC. No increase in adverse pregnancy outcomes for women receiving antiepileptic drugs. J Neurol 2009;256:1742-49. http://dx.doi.org/10.1007/s00415-009-5222-3 20.Mawer G, Briggs M, Baker GA, et al. Pregnancy with epilepsy: Obstetric and neonatal outcome of a controlled study. Seizure 2010;19:112-9. http://dx.doi.org/10.1016/j.seizure.2009.11.008 Araştırma İKSST Derg 6(3):133-136, 2014 doi:10.5222/iksst.2014.133 Gelişimsel Kalça Displazisi İçin Yapılan Ultrasonografik Tarama Sonuçları ve Risk Faktörlerinin Karşılaştırılması Comparisons Between Ultrasonographic Screening Results and Risk Factors of Developmental Dysplasia of The Hip Evren AKPINAR *, Gökhan POLAT **, Turgut AKGÜL **, Ömer Naci ERGİN **, Murat KORKMAZ ***, İrem ERDİL ****, Mehmet Emin ERDİL ***** * Metin Sabancı Baltalimanı Kemik Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ortopedi ve Travmatoloji Kliniği, ** İ. Ü. İstanbul Tıp Fakültesi, Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı, *** Hamidiye Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı, **** Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyoloji Kliniği, ***** İstanbul Medipol Üniversitesi, Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı ÖZET SUMMARY Amaç: Çalışmamızın amacı ultrasonografik taramanın seçilmiş hastalarda mı (risk faktörleri ya da muayene bulguları olan) ya da genel popülasyon üzerinde mi yapılması gerektiğini değerlendirmektir. Objective: The aim of the study is to evaluate the efficacy of ultrasonographic screening in general population and selected patients (who had risk factors or clinical findings) for developmental dysplasia of the hip (DDH). Gereç ve Yöntem: Kliniğimize 2010-2012 gelişimsel kalça displazisi (GKD) taraması amacıyla başvuran 634 bebek çalışmaya dâhil edildi. Risk faktörleri olarak aile öyküsü, makat gelişi, tortikollis, ilk gebelik, oligohidramniyos, çarpık ayak, kız cinsiyet olarak belirlendi. Graf metodu ile yenidoğan kalçaları taranarak, hastalardaki risk faktörleri ve klinik muayene bulguları istatistiksel olarak duyarlılık ve özgüllük açısından karşılaştırıldı. Material and Methods: 634 babies who had been admittted to our clinic between 2010 and 2012 were included in the study. Family history, breech presentation, torticollis, first child, oligohydramnios, club foot, and female gender were accepted as risk factors. The newborns patients were evaluated with Graf method. Risk factors and clinical findings of the patients were compared with these results for sensitivity and specificity. Bulgular: Çalışmaya alınan 634 bebeğin 403’ü kız, 231’i erkekti. Hastaların ortalama yaşı 87,45±49,6 gündü. Ortalama anne yaşı 29,6±5,4 yıldı. Ultrasonografik tarama sonucunda 66 bebeğin 71 kalçası displazik bulundu. Bu kalçalardan 30’u Tip 2b, 8 kalça Tip 2c, 3 kalça Tip d, 23 kalça Tip 3, 7 kalça Tip 4 olarak tespit edildi. Results: 403 patients were female and 231 patients were male. The mean age of the patients were 87.45±49.6 days and the mean maternal age was 29.6±5.4 years. In the screeening of the patients 66 babies with 71 hips were dysplasic (30 hips Type 2b, 8 hips Type 2c, 3 hips Type d, 23 hips Type 3, and 7 hips Type 4). Sonuç: Çalışmamızda klinik bulguların GKD taraması açısından yeterli olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Bu nedenle de özellikle ülkemiz gibi GKD prevelansının sık görüldüğü ülkelerde seçilmiş hastalara ultrasonografik tarama yapmaktansa tüm popülasyonun ultrasonografik taramasının yapılması gerektiği düşüncesindeyiz. Conclusion: According to our study, clinical examination of the patients is not sufficient for the screening of the babies for DDH. We think that the ultrasonographic screening of the babies for DDH is recommended for general population of high risk countries like Turkey. Anahtar kelimeler: gelişimsel kalça displazisi, klinik bulgular, risk faktörleri, ultrasonografik tarama Key words: developmental dysplasia of the hip, clinical findings, risk factors, ultrasonographic screening Alındığı tarih: 27.07.2014 Kabul tarihi: 04.08.2014 Yazışma adresi: Uzm. Dr. Gökhan Polat, İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı, Fatih / İstanbul e-posta: [email protected] 133 İKSST Derg 6(3):133-136, 2014 GİRİŞ Gelişimsel kalça displazisi (GKD) femur başı ile asetabulum arasındaki normal ilişkinin bozulduğu asetabuler displaziden, eklem ilişkisinin tamamen kaybolduğu desantralize kalçaya kadar değişik bir yelpazede görülen klinik durumdur (1,2). Sıklığının 1000 yenidoğanda 0.7 ile 20 arasında bildirilmiştir (2-7). Tedavide erken tanının önemi ispatlanmış ve bu açıdan günümüzde ultrasonografi (US) standart bir yöntem olarak önerilen bir yöntem hâline gelmiştir (4-6). Erken tanı ve çeşitli ortezler (Pavlik bandajı, Mittel-Meier-Graf ortezi, frejka yastığı, abdüksiyon ortezleri...) ile oldukça başarılı tedavi sonuçları bildirilmiştir (4-6,8). GKD tanısında ultrasonografi ülkemizde risk faktörleri (aile öyküsü, makat geliş, tortikollis, ilk gebelik, oligohidramnios, çarpık ayak, kız cinsiyet...) olan ya da birinci basamak sağlık hizmeti sırasında hastanın fizik muayene bulguları ile şüphelenilen hastalarda standart olarak uygulanmaktadır (6,7). Bununla birlikte ultrasonografik tarama ülkemiz sağlık hizmeti ulaşımındaki değişikliklere ve ultrasonografiye ulaşımdaki kolaylıklara paralel olarak giderek artarak uygulanmaktadır. Çalışmamızın amacı ultrasonografik taramanın seçilmiş hastalarda mı (risk faktörleri yada muayene bulguları olan) ya da genel popülasyon üzerinde mi yapılması gerektiğini değerlendirmektir. GEREÇ ve YÖNTEM Kliniğimize 2010-2012 GKD taraması amacıyla başvuran 634 bebek çalışmaya dâhil edildi. Ultrasonografi uygulanmadan önce tüm ailelerden ayrıntılı anamnez alındı ve risk faktörleri sorgulandı. Risk faktörleri olarak aile öyküsü, makat geliş, tortikollis, ilk gebelik, oligohidramnios, çarpık ayak, kız cinsiyet olarak belirlendi. Tüm hastalar aynı ekip tarafından muaye- ne edildi ve GKD açısından anlamlı olabilecek Ortolani-Barlow testi pozitifliği, pili asimetrisi, abdüksiyon kısıtlılığı gibi fizik muayene bulguları aynı forma eklendi. Hastaların kalça US incelemeleri lateral dekubitis pozisyonunda Graf yöntemiyle gerçekleştirildi (1). US incelemede 8-12 MHz multifrekans lineer prob kullanıldı. Elde edilen görüntüler Graf’ın ultrasonografik sınıflama sistemine göre değerlendirildi (1). Displazik hastalarda, displazi Graf sınıflandırmasına göre sınıflanarak abdüksiyon ortezleri ve pavlik bandajı ile tedavi başlanmıştır. Başarısız olunan hastalarda anestezi altında kapalı redüksiyon ya da medial açık redüksiyon ve pelvipedal alçılama uygulanmıştır. BULGULAR Çalışmaya alınan 634 bebeğin 403’ü kız, 231’i erkekti. Hastaların ortalama yaşı 87.45±49.6 gündü. Ortalama anne yaşı 29.6±5.4 yıldı. Ultrasonografik tarama sonucunda 66 bebeğin 71’inin kalçası displazik bulundu. Bu kalçalardan 30’u Tip 2b, 8 kalça Tip 2c, 3 kalça Tip d, 23 kalça Tip 3, 7 kalça Tip 4 olarak tespit edildi. Diplazik olarak tespit edilen hastalardaki risk faktörleri ve fizik muayene bulguları Tablo 1’de özetlenmiştir. Ultrasonografik değerlendirme altın standart olarak kabul edilerek, testlerin ve risk faktörlerinin duyarlılık ve özgüllükleri istatistiksel olarak analiz edildi. Sonuç olarak, fizik muayene bulgularının duyarlılığı % 51, özgüllüğü % 73, Ortolani-Barlow testlerinin duyarlılığı % 9, özgüllüğü % 99, ilk kız çocuk risk faktörü duyarlılığı % 37, özgüllüğü % 63 olarak tespit edildi. Diğer risk faktörleri ve fizik muayene bulguları duyarlıklıkları ve özgüllükleri Tablo 2’de özetlenmiştir. Tablo 1. Dizplazik olarak tespit edilen hastaların fizik muayene ve risk faktörleri. tip 2b tip 2c tip d tip 3 tip 4 tip 1 134 1. Normal 2. Abd. kısıtlılığı 19 2 1 412 5 2 2 19 4 29 3. Pili asimetrisi 4. Abd. kısıt. + Pili asim 8 4 3 15 6 59 2 2 8 4 19 5. Ortolani barlow 6. Aile öyküsü 7. Makat geliş 8. Torticollis 9. Çarpık ayak 1 7 4 - 1 2 1 6 59 3 6 63 1 1 2 1 1 13 E. Akpınar ve ark., Gelişimsel Kalça Displazisi İçin Yapılan Ultrasonogrfik Tarama Sonuçları ve Risk Faktörlerinin Karşılaştırılması Tablo 2. Risk faktörleri ve fizik muayene bulgularının duyarlılığı ve özgüllüğü. 1. Fizik muayene 2. Pili asimetrisi 3. Abdüksiyon kısıtlılığı 4. Pili asimetrisi ve abdüksiyon mısıtlılığı 5. Ortolani-Barlow 6. Makat geliş 7. Makat geliş ve kız bebek 8. Aile öyküsü 9. İlk kız bebek Duyarlılık Özgüllük Doğruluk PPV NPV 51-75 (% 95 CI) 35-60 (% 95 CI) 29-54 (% 95 CI) 16-38 (% 95 CI) 9-28 (% 95 CI) 5-22 (% 95 CI) 8-26 (% 95 CI) 8-26 (% 95 CI) 37-63 (% 95 CI) 73-80 (% 95 CI) 82-88 (% 95 CI) 92-96 (% 95 CI) 95-98 (% 95 CI) 99-100 (% 95 CI) 86-91 (% 95 CI) 92-96 (% 95 CI) 87-92 (% 95 CI) 63-71 (% 95 CI) 72-78 (% 95 CI) 78-84 (% 95 CI) 86-91 (% 95 CI) 86-91 (% 95 CI) 89-93 (% 95 CI) 78-84 (% 95 CI) 79-85 (% 95 CI) 79-85 (% 95 CI) 61-69 (% 95 CI) 18-31 (% 95 CI) 19-36 (% 95 CI) 32-58 (% 95 CI) 29-63 (% 95 CI) 72-100 (% 95 CI) 5-21 (% 95 CI) 12-39 (% 95 CI) 7-25 (% 95 CI) 11-20 (% 95 CI) 92-97 (% 95 CI) 91-95 (% 95 CI) 91-95 (% 95 CI) 89-94 (% 95 CI) 89-93 (% 95 CI) 87-92 (% 95 CI) 88-93 (% 95 CI) 87-92 (% 95 CI) 89-94 (% 95 CI) TARTIŞMA Gelişimsel kalça displazisinde genetik faktörler, makat geliş, kız cinsiyet, aile öyküsü, ilk bebek, çarpık ayak, oligohidroamnios ve kundak benzeri uygulamalar risk faktörlerini oluşturmaktadır. (3,4,7,9,10). Erken tanı GKD tedavisi başarısını etkileyen birincil faktörlerden birisidir ve ilk 3 ay içerisinde tedaviye başlanması önerilmektedir (4,11-13). Ultrasonografi, GKD tanısında femur başının sekonder ossifikasyon merkezinin gelişimi (ortalama 4-6 ay) olmayan hastalarda basit, güvenilir ve noninvaziv bir inceleme yöntemidir. Erken tanı ve tedavide ultrasonografinin etkinliğini gösteren literatürde birçok çalışma mevcuttur ve güvenilirliğinin % 90’ın üzerinde olduğu bildirilmektedir (14). GKD hastalarında, yaşla ile değişmekle birlikte pili asimetrisi, Ortolani-Barlow testi, abdüksiyon kısıtlılığı, Galleazzi belirtisi gibi klinik bulgular görülebilmektedir (6). Bu klinik bulguların etkinliğini araştıran az sayıda yayın mevcuttur (15). Arti ve ark.’nın (15) 2014 yılında yapmış oldukları çalışmada GKD taraması için deneyimli bir ortopedistin yapacağı klinik muayenenin yeterli olduğu, ancak klinik bulgu varlığında ultrasonografik taramanın yapılması gerektiği rapor edilmiştir. Çalışmamızda klinik bulguların ultrasonografik sonuçlarla uyumlu olmadığı görüldü. Genel olarak GKD fizik muayene bulgularının duyarlılığının % 51, özgüllüğünün ise % 73 olduğunu gördük. Brachen ve ark.’nın (16) 2012 yılında yaptıkları çalışmada değişik ultrasonografik metotlara rağmen, GKD taramasında ultrasonografinin kullanılması önerilmektedir. Buna rağmen, ultrasonografiye ve bu konuda tecrübeli radyologlara ulaşımdaki sorunlar, maliyet artışı gibi nedenlerle değişik ülkelerde hastalığın prevelansına bağlı olarak değişik uygulamalar bulunmaktadır. Atalar ve ark.’nın (17) düz grafi ve ultrasonun etkinliğini karşılaştırdıkları çalışmalarında, sonuç olarak 2 görüntüleme metoduyla da benzer sonuçlar elde edildiği, fakat düz grafi ile düşük evredeki displazilerin atlanabileceği bildirilmiştir. Literatürde risk faktörleri açısından yapılan bir metaanaliz çalışmasında GKD riskinin makat geliş ile 5.7 kat, dişi cinsiyet ile 3.8 kat ve pozitif aile öyküsü ile 4.8 kat arttığı bildirilmiştir. Bu açıdan bu risk faktörlerinin tespit edildiği hastalarda tarama konusunda titiz davranılması önerilmiştir (18). Biz de çalışmamızda risk faktörleri açısından yaptığımız değerlendirmede pili asimetrisi ve abdüksiyon kısıtlılığı birlikteliğinde, Ortolani-Barlow testleri pozitifliğinde, makat geliş ve kız cinsiyet birlikteliğinin hastalık tanısında özgüllüğünün % 90’ın üzerinde olduğu sonucuna vardık. Avusturya ve Almanya gibi bazı ülkelerde bu açıdan tüm popülasyon taransa da, dünyada tüm popülasyonun GKD açısından ultrasonografik taranması hakkında üniversal bir fikir birliği yoktur (19). Her ne kadar tanıda altın standart olsa da tüm popülasyonun taranmasının klinik sonuçları iyileştirdiği yönünde klinik kanıt bulunmamaktadır. Bunun bir nedeni olarak hafif displazili hastaların birçoğunun spontan olarak düzelmesi gösterilmektedir (19). Sonuçta çalışmamızda klinik bulguların tecrübeli ellerde bile GKD taraması açısından yeterli olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Bu nedenle de özellikle ülkemiz gibi GKD prevelansının sık görüldüğü ülkelerde seçilmiş hastalara ultrasonografik tarama yapmaktansa tüm popülasyonun ultrasonografik taramasının yapılması gerektiği düşüncesindeyiz. 135 İKSST Derg 6(3):133-136, 2014 KAYNAKLAR 1. Wientroub S, Grill F. Ultrasonography in developmental dysplasia of the hip. J Bone Joint Surg Am 2000;82:1004-18. 2. Lowry CA, Donoghue VB, Murphy JF. Auditing hip ultrasound screening of infants at increased risk of developmental dysplasia of the hip. Arch Dis Child 2005;90:579-81. http://dx.doi.org/10.1136/adc.2003.033597 3. Bialik V, Bialik GM, Blazer S, Sujov P, Wiener F, Berant M. Developmental dysplasia of the hip: a new approach to incidence. Pediatrics 1999;103(1):93-9. http://dx.doi.org/10.1542/peds.103.1.93 4. Storer SK, Skaggs DL. Developmental Dysplasia of the Hip. Am Fam Physician 2006;74(8):1310-6. 5. Patel H. Canadian hask force on preventive health C. Preventive health care, 2001 update: screening and management of developmental dysplasia of the hip in newborns. CMAJ 2001;164:1669-77. 6. Temelli Y, Göksan SB. Gelişimsel kalça displazisi. Türk Ortopedi ve Travmatoloji Derneği Yayınları 2007. 7. Omeroglu H, Koparal S. The role of clinical examination and risk factors in the diagnosis of developmental dysplasia of the hip: a prospective study in 188 referred young infants. Arch Orthop Trauma Surg 2001;121:711. http://dx.doi.org/10.1007/s004020000186 8. Kose N, Omeroglu H, Ozyurt B, Akcar N, Ozcel A, Inan U, Seber S. Our three-year experience with an ultrasonographic hip screening program conducted in infants at 3 to 4 weeks of age. Acta Orthop Traumatol Turc 2006;40(4):285-90. 9. Wilkinson JA. A post-natal survey for congenital displacement of the hip. J Bone Joint Surg Br 1972;54: 40-9. 10.Chan A, McCaul KA, Cundy PJ, et al. Perinatal risk factors for developmental dysplasia of the hip. Arch Dis Child Fetal Neonatal Ed 1997;76:94-100. 136 http://dx.doi.org/10.1136/fn.76.2.F94 11. Terjesen T, Holen KJ, Tegnander A. Hip abnormalities detected by ultrasound in clinically normal newborn infants. J Bone Joint Surg 1996;78:636-40. 12.Shipman SA, Helfand M, Moyer VA, Yawn BP. Review for the US preventive services task force screening for developmental dysplasia of the Hip: A Systematic Literature. Pediatrics 2006;117:557-76. http://dx.doi.org/10.1542/peds.2005-1597 13.Engensaeter LB, Wilson DJ, Nag D, Benson MKD. Ultrasound and congenital dislocation of the hip (The importance of dynamic assessment). J Bone Joint Surg 1990;72:197-201. 14.Gardiner HM, Dunn PM. Controlled trial of immediate splinting versus ultrasnographic surveillance in congenitally dislocatable hips. Lancet 1990;336: 1553-6. http://dx.doi.org/10.1016/0140-6736(90)93318-J 15.Hamidreza A, Mehdinasab SA, Arti S. Comparing results of clinical versus ultrasonographic examination in developmental dysplasia of hip. J Res Med Sci Dec 2013;18(12):1051-5. 16.Brachen J, Ditchfield M. Ultrasonography in developmental dysplasia of the hip: what have we learned? Pediatr Radiol 2012;42:1418-31. http://dx.doi.org/10.1007/s00247-012-2429-8 17.Atalar H, Dogruel H, Selek H, Tasbas BA, Bicimoglu A, Gunay C. A comparison of ultrasonography and radiography in the management of infants with suspected developmental dysplasia of the hip. Acta Orthop Belg 2013;79(5):524-9. 18.Hundt M, Vlemmix F, Bais JM et al. Risk factors for developmental dysplasia of the hip: a meta-analysis. European Journal of Obstetrics & Gynecology and Reproductive Biology 2012;165:8-17. http://dx.doi.org/10.1016/j.ejogrb.2012.06.030 19.Fitch R. Ultrasound for screening and management of developmental dysplasia of the Hip. N C Med J 2014; 75(2):142-5. Araştırma İKSST Derg 6(3):137-141, 2014 doi:10.5222/iksst.2014.137 İnfantil Ürolitiyazis: Tek Merkez Deneyimi Infantil Urolithiasis: A Single Center Experience Ferhat DEMİR *, Sevgi YAVUZ *, Aysel KIYAK *, Gönül AYDOĞAN *, Orhan KORKMAZ **, Ferhat SARI * Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi, * Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ve ** Radyoloji Klinikleri ÖZET SUMMARY Amaç: İnfantlarda ürolitiyazisin (UL) etiyolojik ve klinik özelliklerini değerlendirildi. Objective: The etiological and clinical features of urolithiasis (UL) in infants were evaluated. Gereç ve Yöntem: Bir yaş altında UL tanısı alan 150 hasta çalışmaya alındı. Hastaların demografik, radyolojik ve laboratuvar bilgileri retrospektif olarak kaydedildi. Material and Methods: The study included 150 infants who were diagnosed as UL before 1 year of age. Demographic, radiological and laboratory data of the patients were retrospectively recorded. Bulgular: Hastaların % 43.3’ünde taş boyutu 3 mm ve altında, % 56.7’sinde 3 mm’nin üzerindeydi. En sık başvuru yakınması karın ağrısı ve huzursuzluktu (% 36). Hastaların % 14.7’sinde prematürite, % 46.7’sinde ailede taş öyküsü saptandı. Ek üriner sistem anomalisi % 13, idrar yolu enfeksiyonu (İYE) % 15, metabolik bozukluk % 51.3 oranında görüldü. En sık metabolik neden hiperkalsiüri idi. Hastaların yaklaşık yarısında D vitamini kullanımı ve % 10’unda serum vitamin D düzeyi yüksekliği mevcuttu. Hastaların % 62.7’sinde taşlar tamamen kaybolurken, % 34’ünde taş boyutlarında azalma, % 3.3’ünde ise artma gözlendi. Sonuç: Üriner sistem taş hastalığı saptanan bebekler altta yatabilecek metabolik, enfeksiyöz nedenler ya da ek üriner anomali yönünden dikkatli değerlendirilmelidir. Süt çocuklarında rutin D vitamini önerirken taşa yatkınlık riski de göz önünde bulundurulabilir. Results: The dimensions of the stones were below 3 mm in 43.3 % and over 3 mm in 56.7 % of the patients. The main symptoms were abdominal pain and disturbance (36 %). The prematurity was recorded in 14.7 %, family history in 46.7 % of the patients. while 13 % of them had additional urinary abnormalities. Besides, 15 % of them had urinary tract infections (UTIs), and 51.3 % had an underlying metabolic abnormality. The most common metabolic disturbance was hypercalciuria. Almost half of the patients used vitamin D and 10 % of them had high vitamin D levels. The stones were completely resolved in 62.7 % of the patients. The dimensions of the stones decreased in 34 %, whereas increased in 3.3 % of the participants. Conclusion: Infants should be carefully examined for the probable underlying metabolic, infectious or additional urinary abnormalities. The susceptibility to UL in infants. might be considered while recommending the usage of vitamin D. Anahtar kelimeler: ürolitiyazis, infant, metabolik bozukluk, vitamin D Key words: urolithiasis, infancy, metabolic abnormality, vitamin D GİRİŞ olabilir (1). Erişkinlerde daha sık görülmekle birlikte, tüm yaşlardaki prevalansı yaklaşık % 3-5’tir (2). Bir yaş altı UL hastaları ise pediatrik olguların % 9-23’ünü oluşturmaktadır (3-5). Son yıllarda pediatrik UL olgularında hızlı bir artış olduğu kaydedilmiştir (6). Ürolitiyazis (UL) ülkemizdeki en yaygın pediyatrik ürolojik sorunlardan biridir. Metabolik, anatomik ve enfeksiyöz faktörlerin etkilediği karmaşık bir süreç sonucunda meydana gelir. İlerleyici böbrek hasarı oluşturarak kronik böbrek yetmezliğine (KBY) neden Büyük çocuklarda üriner sistem taşları hareketli ve Alındığı tarih: 13.06.2014 Kabul tarihi: 11.07.2014 Yazışma adresi: Uzm. Dr. Sevgi Yavuz, Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği, 34303 Küçükçekmece / İstanbul e-posta: [email protected] 137 İKSST Derg 6(3):137-141, 2014 daha çok üreteral yerleşimli olup, daha gürültülü bir klinik tablo sergileyebilir. Süt çocuklarında ise taşlar kalkül tarzında ve daha hareketsiz olmalarından dolayı tipik belirtiler vermez. Hematüri, ateş veya huzursuzluk gibi özgün olmayan yakınmalarla başvurabilirler (7). Literatürde süt çocuklarında UL hakkında veriler sınırlıdır. Bu çalışmada 1 yaş altı UL hastalarının etiyolojik ve klinik özelliklerini değerlendirmek amaçlanmıştır. GEREÇ ve YÖNTEM TC. Sağlık Bakanlığı Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Nefroloji Polikliniği’ne 2010-2013 yılları arasında başvuran ve tetkiklerinde üriner sistem taşı saptanan 1 yaş altındaki 150 hasta çalışmaya alındı. Çalışma öncesinde hastanemiz Etik Kurulu’ndan onay alındı. Hastaların tanı anındaki yaşı, cinsiyeti, başvuru yakınması, ilaç kullanımı, 1. derece veya 2. derece akrabalarında taş öyküsü, taş boyutu ve lokalizasyonu, fizik muayene, laboratuvar ve radyolojik bulguları ile idrar metabolik incelemeleri kaydedildi. Taşın boyutuna göre 3 mm ve altındakiler mikrolitiazis; 3 mm’nin üzerindekiler ise makrolitiazis olarak kabul edildi (8). Hastalar 1-3 aylık sürelerle UL tanısının doğrulanması ve takibi amacıyla seri ultrasonografi (USG) görüntülemeleriyle değerlendirildi. Mükerrer USG’de taş görünümünün kaybolması rezolüsyon olarak kabul edildi. İdrar yolu enfeksiyonu (İYE) tanısı pyüri (idrar mikroskopisinde ≥5 lökosit) ve transüretral kateterizasyon ile alınan idrar kültür örneğinde mikroorganizmanın (≥103 koloni) üremesi ile konuldu. İdrar metabolik incelemeleri için ardışık iki spot veya 24 saatlik idrar örnekleri alındı. İdrarda kalsiyum atılımı >4 mg/kg/gün ve/veya kalsiyum/kreatinin oranı >0.8 olması hiperkalsiüri, oksalat atılımı >45 mg/m2/gün olması hiperoksalüri, ürik asit miktarının >815 mg/ m2/gün olması hiperürikozüri, sitrat miktarının <180 mg/g kreatinin olması hipositratüri, sistin atılımının >60 mg/1.73 m2/gün olması veya sodyum nitropurissit test pozitifliği sistinüri olarak kabul edildi (9). Hastalara altta yatan metabolik bozukluğa göre sıvı alımı, sodyum kısıtlı diyet, hidroklorotiazid, potasyum sitrat veya sodyum sitrat-potasyum sitrat karışımı önerildi. Obstrüktif ya da infektif UL olan hastalara cerrahi önerildi. Spontan ya da müdahale sonrası düşen taşlar kimyasal analize gönderildi. 138 İstatiksel değerlendirme için NCSS 2007 programı kullanıldı. Hastaların cinsiyeti, taş boyutu, lokalizasyonu, semptomları, ek anomalileri ve ilaçları için sayı ve yüzdeler belirlendi. Taş boyutuna göre rezolüsyon sonuçları karşılaştırıldı ve p<0.05 değeri anlamlı kabul edildi. BULGULAR Yaş ortalaması 7.2±3.31 ay olan 59’u kız (% 39.3), 91’i erkek (% 60.7) toplam 150 hasta çalışmaya alındı. Erkek/kız oranı 1.54 idi. Hastalar 20±2.3 ay süre ile takip edildi. Tablo 1’de hastaların klinik ve demografik verileri özetlenmiştir. Taş boyutu 65 (% 43.3) hastada 3 mm ve altında, 85 (% 56.7) hastada ise 3 mm’nin üzerindeydi. Hastaların 58’inde (% 38.6) taşlar pelviste, 50’sinde (% 33.3) kalikste, 3’ünde (% 2) üreterde, 2’sinde (% 1.3) mesanede lokalizeydi. Otuz sekiz (% 25.3) hastada ise çoklu yerleşim gösteriyordu. Başvuru yakınması olarak hastaların 54’ünde (% 36) ailelerin belirttiği huzursuzluk ve/veya karın ağrısı, 15’inde (% 10) makroskopik hematüri, 14’ünde (% 9.3) ateş, 14’ünde (% 9.3) kusma, 10’unda (% 6.7) taş düşürme kaydedildi. Yirmi dokuz (% 19.3) hasta asemptomatikti. Yetmiş (% 46.7) hastada ailede taş düşürme, 22 (% 14.7) hastada ise prematüre doğum öyküsü mevcuttu. Hastaların yaklaşık yarısının (% 49.3) D vitamini kullandığı tespit edildi. Ek üriner sistem anomalisi olan 20 hastanın 14’ünde vezikoüreteral reflü, 2’sinde çift toplayıcı sistem, 2’sinde üreteropelvik bileşke darlığı, 1’inde atnalı böbrek ve 1’inde renal agenezi saptandı. Yirmi üç (% 15.3) hastada eşzamanlı İYE gözlendi. Etken mikroorganizmalar E.coli (% 69.7), Klebsiella pneumoniae (% 21.7), Morganella morgagni (% 4.3) ve E. fecalis (% 4.3) idi. Direkt grafi çekilen 44 hastanın büyük kısmında (% 95.4) taşlar non-opaktı. Hastalar metabolik açıdan değerlendirildiğinde % 51.3’ünde en az bir metabolik bozukluk tespit edildi. Sırasıyla % 26 oranında hiperkalsiüri, % 16 hipositratüri, % 6.7 hiperürikozüri, % 5.3 hiperokzalüri ve % 5.3 sistinüri saptandı. Hastaların % 42’sinde ise altta metabolik bir neden gösterilemedi (Tablo 2). Taş analizi yapılabilen 13 hastanın 8’inde kalsiyum okzalat, 2’sinde amonyum ürat, 2’sinde sistin ve 1’inde kalsiyum fosfat taşı tespit edildi. Tüm hastala- F. Demir ve ark. İnfantil Ürolitiyazis: Tek Merkez Deneyimi Tablo 1. Hastaların klinik ve demografik özellikleri. Parametre Sayı (%) Taş boyutu ≤ 3 mm > 3 mm Taş lokalizasyonu Pelvis Kaliks Üreter Mesane Çoklu yerleşim Başvuru şikayeti Huzursuzluk ve/veya karın ağrısı Rastlantı sonucu Hematüri Ateş Kusma Taş düşürme Aile öyküsü Prematürite D vitamini kullanımı Ek sistemik hastalık Ek üriner anomali İYE Müdahale ESWL PNL Rezolüsyon Mikrokalkül Makrokalkül larda rezolüsyon oranı makrolitiazislilere göre istatiksel açıdan anlamlı derecede yüksek bulundu (p= 0.01). 65 (43.3) 85 (56.7) TARTIŞMA 58 (38.6) 50 (33.3) 3 (2) 2 (1.3) 38 (25.3) Çocuklarda üriner sistem taşlarının içeriği, görülme sıklığı ve klinik özellikleri ülkeden ülkeye ve zamana göre değişiklik gösterir. İklim ve sosyoekonomik koşulların yanında refah seviyesinin artması ve beslenme alışkanlıklarında değişme çocuklarda UL sıklığında artışa, etiyolojik faktörlerde, taş lokalizasyonunda ve taşın kimyasal kompozisyonunda değişikliklere yol açmıştır (10). Gelişmekte olan ülkelerde halen endemik olup, yenidoğan ve sütçocuklarında UL hakkında çok az veri bulunmaktadır. Bu yaş grubunda böbreğin fizyolojisi, fosfokalsik ve asidobazik metabolizması büyük çocuklardan farklılık göstermektedir (11). Bir yaş altı 150 UL olgusunun değerlendirildiği bu çalışmada da infantlarda epidemiyolojik ve etiyolojik nedenlerin farklılığı ortaya konulmuştur. Epidemiyolojik çalışmalarda pediyatrik UL’de 1.2:1 ile 4:1 oranında değişen erkek baskınlığı gözlenmiştir (1,12,13). Bu çalışmada literatürle uyumlu olarak erkek/kız oranı 1,5 olarak bulundu. Prematürite UL açısından önemli bir risk faktörüdür. Prematürelerin yaklaşık % 16’sında nefrokalsinozis veya UL gelişebilir. Ağır prematürite, respiratuvar distress ve gentamisin, vankomisin veya furosemid gibi ilaçların kullanımının UL’e yol açtığı düşünülmektedir (14). Benzer şekilde UL olgularımızın % 14.7’sinde prematüre öyküsü kaydedildi. Aile üyelerinde UL varlığı taş oluşumu için rölatif riski gösterebilir. Çocukluk çağı UL serilerinde % 3.15-78.7 oranında ailede taş öyküsü bildirilmiştir (1,5,9,15). Ülkemizde 1 yaş altı bebeklerde yapılan yeni bir çalışmada hastaların yaklaşık yarısında aile öyküsü tespit edilmiştir (15). Çalışmamızda da benzer şekilde bu oran % 46 bulundu. Her ne kadar bu sonuçlar altta genetik bir nedeni akla getirse de çevresel faktörler ve beslenme alışkanlıkları ailesel yatkınlığa katkıda bulunabileceği akılda tutulmalıdır. 54 (36) 29 (19.3) 15 (10) 14 (9.3) 14 (9.3) 10 (6.7) 70 (46.7) 22 (14.7) 74 (49.3) 6 (4) 20 (13) 23 (28) 39 (26) 1 (0.7) 94 (62.7) 46 (70.7) 48 (56.4) ESWL: ekstrakorporeal şok dalga litotripsi PNL: perkütan nefrolitotomi Tablo 2. Hastaların idrar metabolik incelemesi. Metabolik değerlendirme Sayı (%) Hiperkalsiüri Hipositratüri Hiperürikozüri Hiperokzalüri Sistinüri Normal 39 (26) 24 (16) 10 (6.7) 8 (5.3) 8 (5.3) 73 (48.7) ra birinci basamak sağlık hizmetlerinde fizyolojik dozda D vitamini kullanımının önerildiği, bunlardan 74’ünün (% 49.3) D vitamini kullandığı kaydedildi. Elli dokuz (% 39) hastanın fizyolojik dozda D vitamini aldığı öğrenildi. Önerilen dozun üzerinde D vitamini kullanan 15 (% 10) hastanın serum vitamin D düzeyi yüksek bulundu. Bu hastalardan 14’ünde hiperkalsiüri tespit edildi. Hastaların çoğunluğuna medikal izlem yapıldı. Otuz dokuz hastaya ekstrakorporeal şok dalga litotripsi (ESWL), 1 hastaya perkütan nefrolitotomi (PNL) uygulandı. Hastaların % 62.7’sinde taşlar tamamen kaybolurken % 34’ünde taş boyutlarında azalma, % 3.3’ünde ise artma gözlendi. Mikrolitiazisli hasta- Üriner sistem taş hastalığının klinik bulguları çocuklarda erişkinlere göre daha silik olabilir. Karın ağrısı en sık semptomdur. Bebeklerde ağrı infantil koliği taklit edebilir. Bu çalışmada hastalardaki en sık baş139 İKSST Derg 6(3):137-141, 2014 vuru yakınması karın ağrısı ve huzursuzluktu. Hastaların yaklaşık 1/3’inde ise taşın rastlantı sonucu saptandığı görüldü. Hematüri, ateş ve kusma yakınmaları % 10, taş düşürme ise % 7 oranında tespit edildi. Alpay ve ark.’nın (16) 1 yaş altı bebeklerde yaptığı çalışmada hastaların benzer şekilde % 26’sı rastlantı sonucu saptanırken % 27.5’inin İYE, % 16’sının huzursuzluk, % 13’ünün ise hematüri ile başvurduğu belirtildi. Aynı grubun bir diğer çalışmasında 5 yaş altındaki çocukların % 43’ünün; 12-16 yaş arasındakilerin ise % 15’inin İYE ve rastlantı sonucu radyolojik bulgularla tanı aldığı tespit edilmiştir (17). Literatürde UL’de İYE insidansı % 8-70 olarak rapor edilmiştir (18,19). Strüvit taşlarında mikroorganizmalar primer etkenken, diğer taş formlarında altta yatan metabolik bozukluğu şiddetlendirebilir (5). Bu çalışmada hastaların % 28’inde İYE tespit edildi. Bu oran nispeten çok yüksek olmasa da 1 yaş altı UL olgularının İYE yönünden taranması gerektiğine işaret etmektedir. İdrar yollarının anatomik bozukluklarının kristal oluşumunu hızlandırarak üriner sistem taşlarına yatkınlığa neden olduğu bilinmektedir. UL’li çocukların % 10-19’unda altta yatan bir anatomik neden bildirilmiştir (19). Bu çalışmada ise % 12’lik bir hasta grubunda ek üriner sistem patolojisi saptanmış ve bunların % 9’unun VUR olduğu görülmüştür. Diğer yandan hastaların yalnızca % 4’ünde ek sistemik hastalık gözlenmiştir. Bunların hemen hepsinde UL primer hastalıkların tetkiki sırasında tesadüfen saptanmıştır. Gelişmiş ülkelerde büyük oranda böbrek yerleşimli taşlar görülürken Güneydoğu Asya ve Hindistan gibi tahıla dayalı ve proteinden fakir beslenen ülkelerde mesane yerleşimli taşlar daha sık rastlanır. Son yıllarda beslenme tarzının değişmesi ile Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde mesane taşları azalmış; UL alt üriner sistemden üst üriner sisteme kaymıştır (13,20). Bu çalışmada hastaların % 96.7’sinde taşlar üst üriner sistem yerleşimliyken, yalnızca 2 hastada mesane taşı görüldü. Bu durum hastaların sosyoekonomik düzeyinin yüksekliği ile ilişki olabileceği gibi bu yaş grubunun özelliklerini de yansıtabilir. Sonuç olarak, süt çocuklarında yapılan benzer bir çalışmada taşların hemen hepsinin üst üriner sisteme lokalize olduğu gözlenmiştir (16). 140 Üriner sistem taş hastalığı olan çocukların % 15-90’ında metabolik bozukluk bildirilmiştir. Bu varyasyonun çocuklarda, özellikle de bebeklerde üriner biyolojinin değeri üzerinde görüş birliği olmamasından kaynaklandığı düşünülmektedir (11). Bu çalışmada hastaların % 51.3’ünde en az bir metabolik bozukluk tespit edildi. Bunlardan en sık olanı hiperkalsiüri (% 26) iken, daha az oranda da sırasıyla hipositratüri (% 16), hiperürikozüri (% 6.7), hiperokzalüri (% 5.3) ve sistinüri (% 5.3) bulundu. Taş analizinde ise en sık kalsiyum okzalat taşı saptandı. Ayrıca hastaların yaklaşık yarısının D vitamini kullandığı, bunların da yaklaşık 1/5’inin vitamin D düzeyinin yüksek olduğu ve hemen hepsinde hiperkalsiüri geliştiği görüldü. Bu sonuçlar süt çocukluğu döneminde rutin D vitamini kullanımının yaygın olduğu ülkemizde D vitamin intoksikasyonu ve UL yönünden dikkat edilmesi gerektiğine işaret etmektedir. Diğer yandan UL hastalarında altta yatan bir metabolik bozukluğu olanlarda olmayanlara göre yüksek taş rekürrensi riski göz önünde bulundurulduğunda (21) UL’de metabolik inceleme ve kimyasal taş analizinin önemi daha iyi anlaşılmaktadır. Mikrolitiazisin kalkül oluşumunda ilk basamak olduğu düşünülmektedir. Mikrolitiazisli olguların 1/3’inde taşların büyüdüğü bildirilmiştir (22). Çalışmamızda hastaların % 43.3’ünde taş boyutunun 3 mm’nin altında olduğu ve takipte bunların % 70’inde taşların kaybolduğu gözlendi. Mikrolitiaziste rezolüsyon oranının makrolitiazise göre anlamlı derecede yüksek olduğu saptandı. Çalışma genelindeki toplam rezolüsyon oranı ise % 60 civarındaydı. Alpay ve ark.’nın (17) yaptığı infantil UL çalışmasında rezolüsyon oranı % 3016, aynı grubun büyük çocuk UL serilerindeki oranı ise % 13 civarındaydı. Bu sonuçlar bebeklerde UL’in kaybolma eğiliminin fazla olabileceği, etkin ve erken müdahale ile tedavi başarısının artabileceği şeklinde yorumlanabilir. Sonuç olarak, bebeklerde üriner sistem taş hastalığı pek çok yönüyle diğer yaş gruplarından farklılık göstermektedir. Olguların en az yarısında altta yatan metabolik bir bozukluk bulunabilmektedir. İYE ve ek üriner sistem anomalisi sık olup, bunlarda spontan rezolüsyon oranı yüksektir. Süt çocuklarında rutin D vitamini önerirken taşa yatkınlık riski de akılda tutulmalıdır. F. Demir ve ark. İnfantil Ürolitiyazis: Tek Merkez Deneyimi KAYNAKLAR 1. Spivacow FR, Negri AL, del Valle EE et al. Metabolic risk factors in children with kidney stone disease. Pediatr Nephrol 2008;23:1129-33. http://dx.doi.org/10.1007/s00467-008-0769-2 2. Stamatelou KK, Francis ME, Jones CA. Time trends in reported prevalence of kidney stones in the United States: 1976-1994. Kidney Int 2003;63:1817-23. http://dx.doi.org/10.1046/j.1523-1755.2003.00917.x 3. Ali SH, Rifat UN. Etiological and clinical patterns of childhood urolithiasis in Iraq. Pediatr Nephrol 2005; 20:1453-7. http://dx.doi.org/10.1007/s00467-005-1971-0 4. Coward RJ, Peters CJ, Duffy PG, Corry D, Kellett MJ, Choong S, van’t Hoff WG. Epidemiology of paediatric renal Stone disease in UK. Arch Dis Child 2003;88:962-5. http://dx.doi.org/10.1136/adc.88.11.962 5. Dursun I, Poyrazoglu HM, Dusunsel R, Gunduz Z, Gurgoze MK, Demirci D, Kucukaydin M. Pediatric urolithiasis: an 8-year experience of single centre. Int Urol Nephrol 2008;40:3-9. http://dx.doi.org/10.1007/s11255-007-9234-6 6. VanDervoort K, Wiesen J, Frank R et al. Urolithiasis in pediatric patients: a single center study of incidence, clinical presentation and outcome. J Urol 2007;177: 2300-5. http://dx.doi.org/10.1016/j.juro.2007.02.002 7. Lopez M, Hoppe B. History, epidemiology and regional diversities of urolithiasis. Pediatr Nephrol 2010;25: 49-59. http://dx.doi.org/10.1007/s00467-008-0960-5 8. Polito C, Cioce F, La Manna A, Maiello R, Di Toro R. Renal calyceal microlithiasis: clinical presentation may precede sonographic evidence. Clin Pediatr (Phila) 1999;38:521-4. http://dx.doi.org/10.1177/000992289903800904 9. Alon US, Srivastava T. Urolithiasis. In: Kher KK, Schnaper HW, Makker SP (eds). Clinical Pediatric Nephrology, 2nd Ed. Informa UK Ltd 2007;539-51. 10.Gillespie RS, Stapleton FB. Nephrolithiasis in children. Pediatr Rev 2004;25:131-9. http://dx.doi.org/10.1542/pir.25-4-131 11. Mohamed J, Riadh M, Abdellatif N. Urolithiasis in infants. Pediatr Surg Int 2007;23:295-9. http://dx.doi.org/10.1007/s00383-007-1889-7 12.Alon US, Zimmerman H, Alon M. Evaluation and treatment of pediatric idiopathicurolithiasis-revisited. Pediatr Nephrol 2004;19:516-20. http://dx.doi.org/10.1007/s00467-004-1422-3 13.Ozokutan BH, Küçükaydın M, Gündüz Z, Kabaklıoğlu M, Okur H, Turan C. Urolihiasis in childhood. Pediatr Surg Int 2000;16:60-3. http://dx.doi.org/10.1007/s003830050016 14.Narendra A, White PM, Rolton AH, Alloub ZI, Wilkinson G, McColl JH, Beattie J. Nephrocalcinosis in preterm babies. Arch Dis Fetal Neonatal 2001;85: 207-13. http://dx.doi.org/10.1136/fn.85.3.F207 15.Edvardsson V, Elidottir H, Indridason OS, Palsson R. High incidence of kidney stones in Icelandic children. Pediatr Nephrol 2005;20:940-4. http://dx.doi.org/10.1007/s00467-005-1861-5 16.Alpay H, Gokce I, Özen A, Bıyıklı N. Urinary Stone disease in the first year of life: is it dangerous? Pediatr Surg Int 2013;29:311-6. http://dx.doi.org/10.1007/s00383-012-3235-y 17.Alpay H, Ozen S, Gokce I, Biyikli N. Clinical and metabolic features of urolithiasis and microlithiasis in children. Pediatr Nephrol 2009;24:2203-9 http://dx.doi.org/10.1007/s00467-009-1231-9 18.Erbagcı A, Erbagcı AB, Yılmaz M, Yagci F, Tarakcioglu M, Yurtseven C, Koyluoglu O, et al. Pediatric urolithiasis. Evaluation of risk factors in 95 children. Scand J Urol Nephrol 2003;37:129-33. http://dx.doi.org/10.1080/00365590310008866 19.Sternberg K, Greenfield SP, Williot P, Wan J. Pediatric Stone disease: an evolving experience. J Urol 2005;174:1711-4. http://dx.doi.org/10.1097/01.ju.0000179537.36472.59 20.Rizvi SA, Naqvi SA, Hussain Z, Hashmi A, Hussain M, Zafar MN, Sultan S, et al. Pediatric urolithiasis: developing nation perspectives. J Urol 2002;168: 1522-5. http://dx.doi.org/10.1016/S0022-5347(05)64509-0 21.Pietrpw PK, Pope JC 4th, Adams MC, Shyr Y, Brock JW 3rd. Clinical outcome of pediatric Stone disease. J Urol 2002;167:670-3. http://dx.doi.org/10.1016/S0022-5347(01)69121-3 22.La Manna A, Polito C, Cioce F, Maria G, Capacchione A, Rocco CE, Papale MR, et al. Calyceal microlithiasis in children. Pediatr Nephrol 1998;12:214-7. http://dx.doi.org/10.1007/s004670050440 141 Araştırma İKSST Derg 6(3):142-146, 2014 doi:10.5222/iksst.2014.142 Dev Nodüler Guatr Nedeni ile Opere Edilen Hastaların İncelenmesi The Analysis of Patients Who Were Operated With Giant Goiter Hasan AbuoĞlu*, Mehmet Kamil Yıldız*, Mehmet Odabaşı*, Emre GÜnay*, Cengiz Eriş*, Erkan Özkan*, Süleyman Atalay*, Bülent Kaya**, Kaan Meriç***, Tolga Müftüoğlu* *Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Genel Cerrahi Kliniği, *** Radyoloji Kliniği **Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Genel Cerrahi Kliniği ÖZET SUMMARY Amaç: Bu çalışmada ender olarak görülen 6 cm ve üzerindeki tiroid nodüllerinin neden olabileceği klinik bulgular ile bu nodüllerin ince iğne aspirasyon biyopsi (İİAB) sonrası sitopatolojik inceleme ve postoperatif tiroidektomi materyallerinin histopatoloji inceleme sonuçlarının karşılaştırılması amaçlandı. Objective: In this study, the clinical features of thyroid nodules above 6 cm which is a rare pathology was examined. Preoperative cytologic results of Fine Niddle Aspiration Biopsi (FNAB) material and postoperative histopatological results of thyroidectomy material were compared. Gereç ve Yöntem: Çalışma 2004-2012 yılları arasında nodüler guatr nedeniyle opere edilen 541 hasta içinden nodül boyutları 6 cm ve üzeri olan 27 hasta üzerinde yapılmıştır. Hastaların demografik bilgileri kaydedilmiştir. Hastaların tamamında bilgisayarlı tomografi çekilmiştir. Preoperatif İİAB ve sitopatoloji sonuçlarıyla, postoperatif histopatoloji sonuçları karşılaştırılmıştır. Material and Method: A total of 541 patients who were operated due to nodular goiter in between 2004-2012 were examined. The 27 patients with goiter above 6 cm was included to the study. All demographic findings were collected. All patients were evaluated with preoperative computed tomography. Preoperative FNAB results and postoperative histopatological results were compared. Bulgular: Tiroid nodül boyutu 6 cm ve üzeri olan 27 hasta incelendi. Yirmiyedi hastadan 10’unda (% 37.1) bilgisayarlı boyun tomografisi ile hava yolu obstruksiyon bulguları izlenirken preoperatif İİAB’si yapılan 1 (% 3.7) hastanın sitopatolojik incelemesi sonucu malignite saptanmıştır. Postoperatif 2 (% 7.4) hastanın patolojik inceleme sonucu malign olarak değerlendirilmiştir. Hastaların tamamında kalıcı komplikasyon izlenmezken, 3 hastada (% 11.1) geçici komplikasyonlar görülmüştür. Result: The 27 patients with goiter above 6 cm were examined. In 10 patients there was airway obstruction in computed tomography. The thyroid malignancy was detected in 1 patients in FNAB. There were 2 (7.4%) malignancy after histopathological examination of thyroidectomy material. There were no permanent complication. There were transient complication in 3 (11.1 %) patients. Sonuç: Tiroid bezinde 6 cm ve üzeri tiroid nodüllerine nadir olarak rastlanmaktadır. Altı cm ve üzeri tiroid nodülü bulunan hastalarda hava yolu obstrüksiyonu ve malignite nedeniyle cerrahi girişim uygun bir yaklaşımdır. Bu çalışmada preoperatif İİAB sonrası sitolojik değerlendirmelerin malignite tanısında yüksek oranda duyarlılığa sahip olduğu görülmüştür. Anahtar kelimeler: guatr, dev guatr, hava yolu obstrüksiyonu Conclusion: Thyroid nodule above 6 cm is a rare pathology. Patients with nodul above 6 cm usually need surgery due to airway obstruction or suspicion of malignancy. Cytological examination of FNAB material has high sensitivity for diagnosing malignancy. Key words: goiter, giant goiter, airway obstruction Alındığı tarih: 24.02.2014 Kabul tarihi: 11.06.2014 Yazışma adresi: Uzm. Dr. Hasan Abuoğlu, Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Genel Cerrahi Kliniği, Kadıköy / İstanbul e-posta: [email protected] 142 H. Abuoğlu ve ark., Dev Nodüler Guatr Nedeni ile Opere Edilen Hastaların İncelenmesi GİRİŞ Tiroid nodülleri toplumda sık görülen patolojilerdir. Sadece palpasyonla tespit edilen nodül sıklığı % 4-7 arasında değişmekteyken, ultrasonografi ile bu oran % 20-76’ya kadar çıkabilmektedir (1-5). Tiroid nodülleri kozmetik sorunlar, bası semptomları, hipertiroidi ile ilişkili olabileceği gibi tiroid kanseri riskini de içerir. Tiroid nodüllerinin 4 cm üzerinde oluşu malignite riskini arttırır. Tiroid bezinde 6 cm üzerinde tespit edilen nodüller varlığında dev nodüler guatrdan bahsedilmektedir. Bu hasta grubu kendine özel sorunlar göstermektedir. Ciddi basıya bağlı ses kısıklığı, trakeomalazi, larinks ödemi ciddi problemlerdir. Ayrıca bu hastalarda tiroid bezinin mediastene uzanması eksplorasyon sorunları ile birlikte intra-operatif kanama sorununu gündeme getirmektedir. Bu çalışmamızda kliniğimizde dev nodüler guatr nedeni ile opere ettiğimiz 27 hastayı retrospektif olarak inceledik. Bu konudaki tecrübemizi sunmayı amaçladık. GEREÇ ve YÖNTEM Bütün hastaların serbest T3, serbest T4 ve TSH ölçümleri preoperative olarak yapıldı. Hastaların tamamı ultrasonografi (USG) ve bilgisayarlı tomografi (BT) ile değerlendirildi. Tiroid bezinin boyutu, nodüllerin sayısı, boyutları, lokalizasyonları, yoğunluğu, bası belirtilerinin olup olmadığı incelendi. Tüm hastalarda preoperative laringoskopik muayene rutin olarak yapıldı. Hastaların tamamına preoperatif ince iğne aspirasyon biyopsisi (İİAB) deneyimli tek bir radyoloji uzmanı tarafından uygulandı. Sitolojik incelemeler yine deneyimli bir tek patolog tarafından yapıldı. SONUÇLAR Çalışmamızda incelenen toplam 27 hastanın 22’si (% 81.5) kadın, 5’i (% 18.5) erkekti.Hastaların ortalama yaşı 51.07±16.9 (29-85 arası) idi. Hastaların demografik bilgileri tespit edildi (Tablo 1). Hastaların tiroid nodülleri 6-10 cm arasında değişen boyutlardaydı. BT görüntülemelerinde 10 hastada trakeaya bası bulguları mevcuttu (Resim 1, 2). Yirmi iki hastada 6-8 cm arasında nodül mevcutken, 5 hastada nodül Bu klinik çalışmada, 2004-2012 yılları arasında Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Genel Cerrahi Kliniği’nde nodüler guatr nedeni ile opere edilen 541 hasta içerisinden dev nodüler guatr tanısı alan 27 hasta retrospektif olarak incelendi. Dev nodüler guatr, preoperatif görüntüleme ve patoloji raporu sonucu 6 cm üzerindeki nodül olarak tanımlandı. Tablo 1. Demografik özelliklerin dağılımları. Yaş Nodül boyutu (cm) Cinsiyet Kadın Erkek Boyut 6-8 cm arası 9-10 cm arası BT bası bulguları Yok Var Patoloji Benign Malign İİAB Benign Malign Post-op komplikasyon Yok Kanama Hipokalsemi Geçici ses kısıklığı 51.07±16.96 6.94±1.35 (29-85 arası) 6.0-10.0 22 5 % 81,5 % 18,5 22 5 % 81,5 % 18,5 17 10 % 62,9 % 37,1 25 2 % 92,6 % 7,4 26 1 % 96,3 % 3,7 24 1 1 1 88,9 3,7 3,7 3,7 Resim 1, 2. Dev nodüler guatr: Trakeaya basısı ve trakea deviasyonu. 143 İKSST Derg 6(3):142-146, 2014 8 cm üzerindeydi. Altı hastada soliter nodüler oluşum vardı. Görüntüleme yöntemlerinde 2 hastada kaba kalsifikasyon, 2 hastada ise mikrokalsifikasyon mevcuttu. Preoperatif sitolojik değerlendirmede yalnızca 1 hastada papiller tiroid karsinom tanısı konuldu. Postoperatif patolojik değerlendirme sonucunda 25 hasta benign nodüler hastalık, 1 hasta papiller tiroid karsinomu, 1 hasta ise foliküler tiroid karsinomu tanısı aldı. Postoperatif patoloji sonuçlarıyla preoperative sitolojik inceleme sonuçları karşılaştırıldığında iki yöntem arasında anlamlı farklılık olmadığı görülmektedir (p>0.05). Postoperatif patolojik incelemede olguların % 7.4’ünde malignite görülürken; preoperatif sitolojik incelemede olguların % 3.7’sinde malignite mevcuttu. Postoperatif patoloji incelemede malign tanısı konulan 2 (% 7.4) olgunun preoperatif sitolojik incelemede 1 (% 3.7) tanesi aynı şekilde malign tanısı aldı; diğer 1 (% 3.7) olgu İİAB’de benign olarak saptanmış olduğundan testin duyarlılığı % 50 olarak bulundu. İİAB tanı sonuçları özetlendi (Tablo 2). Bası semptomu Resim 3, 4, 5. Dev guatr’ın preoperatif ve intraoperatif görünümü. 144 Tablo 2. Preoperatif İİAB sonrası sitopatolojik inceleme ile postoperatif tiroidektomi materyallerinin histopatolojik incelemelerin karşılaştırılması. Postoperatif Patolojik İnceleme Preoperatif İİAB patolojik inceleme Malign Benign Toplam Sensitivite (%) Spesifisite (%) Pozitif prediktif değer Negatif prediktif değer Doğruluk (%) Mc Nemar Test Malign Benign Toplam n % n % n 1 3.7 1 3.7 2 7.4 0 0.0 25 92.6 25 92.6 1 3.7 26 96.3 27 100.0 % p 1,000 50,00 100,00 100,00 96,15 96,30 olan 5 hastaya bilateral total tiroidektomi, soliter nodulü bulunan 6 hastaya unilateral tiroidektomi, İİAB sitoloji sonucu papiller tiroid karsinom gelen hastaya ise bilateral total tiroidektomi ve lenf nodu metastazı nedeni ile santral boyun lenf nodu diseksiyonu uygulandı. Diğer hastalarda nodülün büyük H. Abuoğlu ve ark., Dev Nodüler Guatr Nedeni ile Opere Edilen Hastaların İncelenmesi olduğu tarafa total, karşı tiroid lobuna ise subtotal tiroidektomi yapıldı. Hastalarımızın preop ve intraoperatif görüntüleri alındı (Resim 3, 4, 5). Hemostaz amacıyla elektrokoter ve vicryl bağlama kullanıldı ve bütün hastalarımıza hemovak dren uygulandı. Hastalarımızda postoperative kısa dönemde ciddi bir komplikasyon (dispne, trakeomalazi vb.) gözlenmedi. Hastalarımızdan birinde ameliyat sonrası hemovak drene 2 gün boyunca azalarak 200 cc ve 100cc hemoraji oldu. Drenaj takibi yapılan hastada kanama azalarak kesildi ve dren 5. günde çekildi. Bir hastada geçici ses kısıklığı ortaya çıktı, laringoskop ile muayenede tek taraflı vokal kort paralizisi görüldü, steroid tedavisiyle (metilprednizolon sodium süksinat 80 mg/gün) postoperatif 1. ayda ses kısıklığı düzeldi. Hastalarımızdan 1’inde geçici hipokalsemi gelişti. Postoperative 1 ay süresince destek tedavi uygulandı. Bilateral total tiroidektomi yapılan hastalara (papiller tiroid karsinomlu hasta dışında) taburculukları sonrasında tiroid hormon replasmanı başlandı. TARTIŞMA Tiroid nodülleri çok yaygındır ve 50 yaşın üzerindeki nüfusun yaklaşık yarısında tespit edilir. Tiroid nodüllerinin çoğu benign olmakla beraber % 5-10’u maligndir (6). Çalışmamızda ≥6 cm tiroid nodülleri sıklıkla 50 yaş üzeri ve bayan hastalarda görülmüştür. Malignite oranı post-operatif histopatolojik incelemeyle % 7 olarak saptanmıştır. Bu sonuçlar ≥6 cm tiroid nodüllerinin malignite riskinin 6 cm ve altında tiroid nodüllerindeki malignite riskinden yüksek olmadığını ve nodül büyüklüğünün artmasının malignite riskini artırmadığını düşündürmektedir. Benign ile malign tiroid nodüllerinin ayırımında USG yol gösterici olabilir. Büyük nodüllerde BT veya manyetik rezonans görüntüleme önerilmektedir. Ses kısıklığı olan veya daha önce tiroid ya da paratiroid cerrahisi geçirmiş olan hastalarda fiberoptik laringoskopla vokal kord fonksiyonları tam olarak araştırılmalıdır. Hemoptizi veya disfajisi olan hastalarda ise özofagus invazyonu açısından endoskopi yapılması yararlıdır (7). Çalışmamızda dev tiroid nodülü bulunan tüm hastalara BT ile görüntüleme yapılmış, trakea veya özofagusa bası yönünden değerlendirilmiştir. Sekiz hastada trakeaya hafif düzeyde bası saptanmıştır. İki hastada ise ileri derece bası belirtisi görülmüştür. Multinodüler guatr tedavi stratejisinde cerrahi müdahele büyük yer tutmaktadır. Cerrahi endikasyonlar içinde, dev nodüler guatrlar ve bunların supin pozisyonda trakea basısına bağlı ortaya çıkan dispne yer alır (8). Çalışmamızda ≥6 cm tiroid nodülü bulunan hastaların %37.1’inde trakea basısı nedeniyle cerrahi tedavi seçilmiştir. Tiroid İİAB, nodüler guatrlı hastaların değerlendirilmesinde tek başına çok değerli, ekonomik açıdan uygun bir metoddur. Birçok merkez bu prosedürü kullanarak nodüler guatr nedeniyle cerrahi gerektiren hasta sayısında % 35-75 azalma sağlarken, malignite nedeniyle tiroidektomi yapılan hasta sayılarını 2 veya 3 kat artırmışlardır (9-11). Tiroid İİAB yönteminin güvenilirliği, tanı doğruluğu; duyarlılık ve özgüllük oranları ile belirlenir. Yöntemin duyarlılık oranı % 43-100, özgüllük oranı ise % 47-100 olarak bildirilmektedir (12-14). Yalancı negatiflik oranı % 1-11 (ortalama % 5) olup (12,15) en sık nedenleri; nodülün yetersiz örneklenmesi, yayma kalitesinin kötü olması, patolojik yorumlama farklılıkları ya da eş zamanlı iki ayrı patolojinin varlığıdır. Ayrıca; kistik tümörler, okkült lezyonlar ve tümör boyutunun küçük olması da yalancı negatifliğe yol açan diğer nedenlerdir (12, 16,17). Yalancı pozitiflik oranı ise % 1-7 arasındadır (14, 16-19). Bu olguların hemen tamamı, yorum farklılıklarından kaynaklanır. Sıklıkla hiperplastik nodül ve Hurthle hücreli lezyonların yanlış yorumlanarak papiller ya da foliküler tiroid karsinomu tanısı alması sonucu ortaya çıkar. Preoperatif İİAB yapılan büyük tiroid nodüllerinde sitolojik incelemeler önemli derecede yanlış sonuçlar vermektedir (20-22). Bu gruptaki tiroid nodüllerinin yüksek oranda malignite ile ilişkili olduğu düşünülmektedir. Pinchot bir çalışmasında gerçek negatif sonuçlar ve yalancı negatif sonuçlarla ilişkili faktörlerin, klinik faktörlerle ilişkili olduğunu göstermiştir (23). Carrillo ve ark. (24) önceki çalışmalara benzer şekilde preoperatif biyopsilerin büyük sıklıkla % 10-20 arasında yanlış negatif sonuç verdiğini göstermişlerdir. McCoy ve ark (20) bu önemli konuyla ilgili 223 hastadan oluşan büyük sayılı bir retrospektif çalışmada İİAB yanlış negatif sonuç oranlarını yaklaşık %16 olarak vermişlerdir. Bu kesin verilere rağmen büyük tiroid nodüllü hastaların en iyi şekilde nasıl yönetileceği konusunda endokrinologlar ve cerrahlar arasında genel bir fikir birliği yoktur. 145 İKSST Derg 6(3):142-146, 2014 Çalışmamızda preoperatif İİAB sitopatoloji sonuçları ile postoperatif histopatolojik sonuçlar karşılaştırıldığında iki yöntem arasında anlamlı farklılık olmadığı görülmektedir (p>0.05). Postoperatif histopatolojide olguların % 7.4’ünde malignite görülürken; preoperatif İİAB’de ise olguların % 3.7’sinde malignite görülmüştür. Postoperatif histopatolojide malign tanısı konulan 2 (% 7.4) olgunun preoperatif İİAB’de 1 (% 3.7) tanesi aynı şekilde malign tanısı almış; diğer 1 (% 3.7) olgu preoperatif İİAB’de benign olarak saptanmış olduğundan testin duyarlılığı % 50 olarak; özgüllüğü % 100 olarak; doğruluğu % 96.30 olarak saptanmıştır. Pozitif tahmin değeri % 100, negatif tahmin değeri ise % 96 olarak görülmektedir. Bu da ≥6 cm tiroid nodüllerine yapılan pre-operatif İİAB’nin güvenilir olduğunu göstermektedir. Sonuç olarak ≥6 cm, tiroid nodülleri cerrahi pratiğinde nadir olarak görülmektedir. Bu lezyonların preoperatif ayrıntılı değerlendirilmesi sonucu yapılan cerrahiler komplikasyon oranlarını düşürecektir. Bu çalışmada dev nodüllerde malignite gelişiminin normal nodüllerden daha fazla olmadığı görülmüştür. Preoperatif USG eşliğinde İİAB ve sitopatolojik değerlendirmenin, ≥6 cm tiroid nodülü olan hastalarda yüksek duyarlılığa sahip olduğu görülmüştür. KAYNAKLAR 1. Singer PA, Cooper DS, Daniels GH, et al. Treatment guidelines for patients with thyroid nodules and well-differentiated thyroid cancer. American Thyroid Association. Arch Intern Med 1996;156:2165-72. http://dx.doi.org/10.1001/archinte.1996.00440180017002 2. Mazzaferri EL. Management of a solitary thyroid nodule. N Engl J Med 1993;328:553-9. http://dx.doi.org/10.1056/NEJM199302253280807 3. Ezzat S, Sarti DA, Cain DR, et al. Thyroid incidentalomas. Prevalence by palpation and ultrasonography. Arch Intern Med 1994;154:1838-40. http://dx.doi.org/10.1001/archinte.1994.00420160075010 4.Tan GH, Gharib H. Thyroid incidentalomas: management approaches to non-palpable nodules discovered incidentally on thyroid imaging. Ann Intern Med 1997; 126:226-31. http://dx.doi.org/10.7326/0003-4819-126-3-199702010-00009 5. Guth S, Theune U, Aberle J, et al. Very high prevalence of thyroid nodules detected by high frequency (13 MHz) ultrasound examination. Eur J Clin Invest 2009;39:699-706. http://dx.doi.org/10.1111/j.1365-2362.2009.02162.x 6.Iyer NG, Shaha AR. Management of thyroid nodules and surgery for differentiated thyroid cancer. Clin Oncol (R Coll Radiol) 2010;22:405-12. http://dx.doi.org/10.1016/j.clon.2010.03.009 7. Guerrero MA, Clark OH. Tiroid Karsinomları: Genel Bakış. In: İşgör A, Uludağ M. Tiroit. İstanbul, Nobel Tıp Kitabevleri Tic. Ltd. Şti, 2013; 415. 8. Gao B, Tian W, Jiang Y, Zhang X, Zhao J, Zhang S, Chen J, Luo D. Peri-operative treatment of giant nodular goiter. Int 146 J Med Sci 2012;9:778-85. 9. Werk Jr EE, Vernon BM, Gonzalez JJ, Ungaro PC, McCoy RC. Cancer in thyroid nodules: a community hospital survey. Arch In-Tern Med 1984;144:474-6. http://dx.doi.org/10.1001/archinte.1984.00350150058018 10. Asp AA, Georgitis W, Waldron EJ, Sims JE, Kidd 2nd GS. Fine needle aspiration of the thyroid: use in an average health care facility. Am J Med 1987;83:489-93. http://dx.doi.org/10.1016/0002-9343(87)90759-5 11. Hamburger JI. Consistency of sequential needle biopsy findings for thyroid nodules: management implications. Arch Intern Med 1987;147:97-9. http://dx.doi.org/10.1001/archinte.1987.00370010097023 12. Academy of Clinical Thyroidologists. Poasition paper on FNA for nonpalpabl thyroid nodules. Available at: http://www. Thyroidologists.Com/papers.html.accessed September 20, 2010. 13.Frates MC, Benson CB, Charboneau JW et al. Management of thyroid nodules detected at US: Society of Radiologists in Ultrasound consensus conference statement. 2005;237:794800. 14. Gharib H, Papini E, Paschke R et al. American Association of Clinical Endocrinologists, Associazione Medicie Endocrinologi and European Thyroid Association medical guidelines for clinical practice for the diagnosis and management of thyroid nodules: executive summary of recommendations. Endocr Pract 2010;16:1-43. http://dx.doi.org/10.4158/10024.GL 15. Wang HH. Reporting thyroid fine- needle aspiration: literatıre review and a proposal. Diagn Cytopathol 2006;34:67-76. http://dx.doi.org/10.1002/dc.20400 16.Layfield LJ, Cibas ES, Gharib H, Mandel SJ. Thyroid aspiration cytology: current status. CA Cancer J Clin 2009;59: 99-110. http://dx.doi.org/10.3322/caac.20014 17. Cibas ES, Alexander EK, Benson CB, et al. Indications for thyroid FNA and pre-FNA requirements: a synopsis of the National Cancer Institute Thyroid Fine-Needle Aspiration State of the Science Conference. Diagn Cytopathol 2008;36:390-9. http://dx.doi.org/10.1002/dc.20827 18. Gharib H, Papini E. Thyroid nodules: clinical importance, assessment, and treatment. Endocrinol Metab Clin North Am 2007;36:707-35. http://dx.doi.org/10.1016/j.ecl.2007.04.009 19.Ogilvie JB, Piatigorsky EJ, Clark OH. Current status of fine needle aspiration for thyroid nodules. Adv Surg 2006;40:223-38. http://dx.doi.org/10.1016/j.yasu.2006.06.003 20. McCoy KL, Jabbour N, Ogilvie JB, Ohori NP, Carty SE, Yim JH. The incidence of cancer and rate of false-negative cytology in thyroid nodules greater than or equal to 4 cm in size. Surgery Dec 2007;142: 837-44. http://dx.doi.org/10.1016/j.surg.2007.08.012 21. Gharib H, Goellner J. Fine-needle aspiration biopsy of the thyroid: an appraisal. Ann Intern Med 1993; 118:282-9. http://dx.doi.org/10.7326/0003-4819-118-4-199302150-00007 22. Meko J, Norton J. Large cystic/solid thyroid nodules: a potential false-negative fine-needle aspiration. Surg 1995;118:996-1003. http://dx.doi.org/10.1016/S0039-6060(05)80105-9 23. Pinchot SN, Al-Wagih H, Schaefer S, Sippel R, and Chen H. Accuracy of fine-needle aspiration biopsy for predicting neoplasm or carcinoma in thyroid nodules 4 cm or larger. Arch Surg 2009;144:649-55. http://dx.doi.org/10.1001/archsurg.2009.116 24. Carrillo JF, Frias-Mendivil M, Ochoa-Carrillo FJ, Ibarra M. Accuracy of fine-needle aspiration biopsy of the thyroid combined with an evaluation of clinical and radiologic factors. Otolaryngol Head Neck Surg 2000;122:917-21. http://dx.doi.org/10.1016/S0194-5998(00)70025-8 Olgu Sunumu İKSST Derg 6(3):147-151, 2014 doi:10.5222/iksst.2014.147 Yenidoğan Döneminde Tespit Edilen Büyük Abdominal Kist Large Abdominal Cyst That was Identificated During Neonatal Period Olcay Işık *, Ayla Günlemez *, Mine Esin Eruyar **, Gülşen Ekingen ***, Meriban Karadoğan ****, Mücahit Tan ***, Funda Çorapcıoğlu **** * Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatri Anabilim Dalı, Neonatoloji Bilim Dalı ** Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatri Anabilim Dalı *** Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı **** Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatri Anabilim Dalı, Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı ÖZET SUMMARY Prenatal ya da yenidoğan döneminde saptanan intraabdominal kitlelerin solid, semisolid, kistik özelliklerinin yanında hangi sisteme ait olduklarının saptanması da önemlidir. Over kistleri, kız fetüslerde ve yenidoğanlarda en sık rastlanan intraabdominal kitlelerdir. Over kistleri genel olarak fonksiyoneldir ve küçük kistler kendiliğinden herhangi bir tedavi gerektirmeden rezorbe olur. Yenidoğan bebekte over kisti 2 cm’den büyük ise patolojik olarak kabul edilir. Bu makalede, bilateral büyük over kistli bir yenidoğan sunularak neonatal over kistlerinde ayırıcı tanı, takip ve tedavisinin tartışılması amaçlanmıştır. During prenatal or neonatal period, detection of solid, semisolid, cystic characteristics of the intraabdominal masses, as well as identification of their related organ systems are very important. Ovarian cysts are the most frequently encountered intraabdominal masses in female fetuses and newborns. Ovarian cysts are usually functional and small cysts show spontaneous regression without any treatment. It is generally accepted that in the newborn, the term “pathological cyst’’ refers to one with a diameter over 2 cm. In this article a newborn with bilateral large ovarian cysts will be presented so as to discuss the differential diagnosis, follow-up and treatment of neonatal ovarian cysts. Anahtar kelimeler: prenatal intraabdominal kitleler, neonatal, over kistleri, yaklaşım ve tedavi Key words: prenatal intraabdominal masses, neonatal, ovarian cysts, approach, and treatment GİRİŞ Fetal abdomenin üst yarısında izlenen ekojenik, solid, semisolid patolojilerin unilateral veya bilateral oluşu, organlarla ilişkisi ve diğer iç organ anatomik yapılarının ultrasonografik olarak normal görülebilmesi önemlidir. Üst batın lokalizasyonlu solid, kistik veya kompleks yapıdaki patolojilerde karaciğere ait kitleler de dikkate alınmalıdır. Hemanjiom, hemanjioendotelioma, hepatoma, mezenşimal hamartom, adenom ve nöroblastom metastazları gibi patolojiler ayırıcı tanıda düşünülmelidir (3). Prenatal ultrasonografinin yaygın kullanımı ile beraber fetal intraabdominal kitlelerin görülme sıklığı artmıştır. Prenatal dönemde saptanan intraabdominal kitlelerin solid, semisolid, kistik özelliklerinin yanında hangi sisteme ait olduklarının saptanması da önemlidir. Fetal intraabdominal kitleler gastrointestinal sistem, ürogenital sistem, genital sisteme ait olabileceği gibi retroperitoneal dokulardan ve vasküler sistemden de köken alabilir (1). Dişi bir fetüste kistik abdominal kitle saptandığında, intestinal duplikasyon, hidronefroz, mesane distansiyonu, mekonyum peritoniti, intestinal obstrüksiyon, hidrometrokolpos, duodenal atrezi, lenfanjioma ve renal, mezenterik, urakal, omental, koledok ve over kistleriyle ayırıcı tanı yapılmalıdır (2) (Tablo). Ultrasonografik (USG) inceleme sırasında saptanan fetal intraabdominal patolojinin boyutu, yerleşimi ve kökeni yanında diğer organlarla ilişkisi ayırıcı tanının yapılabilmesinde önemlidir. Fetal intraabdominal patolojiler içinde en sık görüleni over kistleridir (4). İlk neonatal over kistleri 1889 yılında preterm bebekteki bir otopsi esnasında rapor edilmiştir (5). Son yıl- Alındığı tarih: 27.08.2013 Kabul tarihi: 24.04.2014 Yazışma adresi: Uzm. Dr. Olcay Işık, Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatri Anabilim Dalı, Kocaeli e-posta: [email protected] 147 İKSST Derg 6(3):147-151, 2014 Tablo. Fetal intraabdominal patolojilerde ayırıcı tanıda düşünülmesi gereken kitleler. ren kompleks ise olasılıkla overian-vasküler disgenesi ya da neoplazmdır (8,17,18). OVERYEN LOKALİZASYONLU KİTLELER Urakus kisti Mesane çıkış obstrüksiyonları Posterior uretral valv Uretra atrezisi Kaudal regresyon sendromu Matür follikül kistlerinin over kistlerinden ayrımı kistin büyüklüğüne göre yapılır (16,20). Yenidoğan bebekte 2 cm’nin üzerindeki over kistleri patolojik kist olarak tanımlanmaktadır (16,21). KARACİĞER LOKALİZASYONLU KİTLELER Hemanjiom Hemanjioendotelioma Hepatoma Mezenkimal hamartom Mezenkimal adenoma Nöroblastom metastazları GASTROİNTESTİNAL LOKALİZASYONLU KİTLELER Koledok kisti Mezenkimal hamartom Soliter non-parazitik kist Dalak kistleri Böbrek kistleri RENAL LOKALİZASYONLU KİTLELER Wilm’s tümörü Mezoblastik nefroma larda, radyolojik tekniklerin ve özellikle de USG’nin yaygın kullanımıyla prenatal periyottan itibaren over kistlerinin saptanması kolaylaşmıştır (4,10). Fetal over kistinin ultrasonografik kriterleri; alt abdomen yerleşimli ve iç ekosunun homojen, heterojen veya septalı karakterde olması, fetüsün kız olması, mesane ile böbreklerin normal olarak izlenmesi ve peristaltik hareketlerin olmamasıdır. Birçok olguda gebeliğin 3. trimestrında tanınmaktadır. Kistler, USG bulgularıyla basit ve kompleks olarak klasifiye edilmektedir (11,12). Basit kistlerin primer yapısı fonksiyoneldir ve foliküler kist olarak isimlendirilir (8,13,14,15). Bunlar daima unilokülerdir ve mikroskobik olarak granülosa epitelyum hücrelerinden kaynaklı görünmektedir (4,16). Kompleks kistler ise debris ya da kan içeren ince duvarlı septalı kistlerdir. Küçük kistler genellikle asemptomatiktir ve doğumdan sonraki birkaç ay içinde spontan regresyon gösterir (4,8,17). Büyüklüklerine ve pedikül uzunluğuna bağlı olarak nadiren komplike olabilirler (8,9,13,19). Basit kistlerin korkulan ve en sık görülen komplikasyonu over torsiyonudur (% 13). Diğer komplikasyonlar, intrakistik kanama, rüptür, doğum boyunca distosi, yakınındaki damarlara, uterusa, intestinal ve üriner sistem gibi yapılara bası, kist rüptürü ve peritonittir (6-9,14,15,17-19) . Kompleks kistler genellikle büyük kistlerin komplikasyonlarını gösterir. Eğer bir kist başlangıçtan itiba148 Dört cm altındaki küçük over kistlerinin (follikül kistleri) yaşamın ilk 28 gününde sıklığı % 90, 4 cm’den büyük kistlerin sıklığı ise % 20-34 olarak rapor edilmiştir (10,13,22). Ancak, kistin büyüklüğüne ilaveten semptomlar ve USG bulguları; prognoz ve tedavinin yönetiminin belirlenmesinde yol gösterir. Over kistlerinin tedavisi, özellikle büyük basit kistlerin tedavisi tartışmalıdır. Eğer kist torsiyone ya da komplike ise tedavi cerrahidir ve etkilenmiş overin kaybıyla sonuçlanır. OLGU SUNUMU Yirmi yedi yaşındaki sağlıklı annenin ilk gebeliğinden 3710 g ağırlığında sezaryenle, 36 gebelik haftasında doğan kız bebek, antenatal olarak belirlenmiş abdominal kistik yapı nedeniyle doğum salonunda değerlendirildi. Gebeliğin 34. haftasında yapılan fetal USG’sinde overden köken alan bilateral böbrek ve karaciğer komşuluğuna uzanan yaklaşık 8 cm çaplı birkaç adet anekoik olduğu düşünülen kistik yapıda lezyon saptandığı öğrenildi. Gebeliğin son döneminde yapılan USG takiplerinde kistik yapının gerilemediği bildirildi. Doğum salonunda değerlendirilen bebeğin fizik muayenesinde abdomende bilateral ele gelen kitle dışında patolojik bulguya rastlanmadı. Hasta tetkik ve tedavi için yenidoğan yoğun bakım ünitesine yatırıldı. Hastanın laboratuvar sonuçları değerlendirildiğinde tam kan parametreleri, karaciğer fonksiyon testleri, böbrek fonksiyon testleri ve serum elektrolitleri (Na, K, Ca) normaldi. Abdominal USG’de pelvisten böbrek ve karaciğer komşuluğuna uzanan yaklaşık 7-8 cm boyutlarında birkaç adet anekoik, batında tüm yapıları itmiş masif kistik lezyon olduğu rapor edildi. Hastanın batın magnetik rezonansı (MRI) çekildi. MRI’da bilateral overlerden orijin aldığı düşünülen kistik lezyonlar; maternal hormonlara bağlı fizyolojik olarak beklenen kistlere göre belirgin olarak daha büyük olmaları nedeni ile, öncelikle monodermal teratom olarak rapor edildi (Resim 1, 2). Kist boyutlarının çok büyük olması, çevre dokulara bası yapması ve hastanın klinik izleminde kusmaların olması O. Işık ve ark., Yenidoğan Döneminde Tespit Edilen Büyük Abdominal Kist Resim 1. Over kist MR görüntüsü. Resim 2. Over kist MR görüntüsü. Resim 3. Sol over kistinin operasyon esnasındaki görünümü. Resim 4. Sıvısı boşalmış, sağ over kistinin operasyon esnasındaki görünümü. nedeniyle Çocuk Cerrahisi ve Çocuk Onkolojisi birimlerimizin ortak kararıyla cerrahi girişim yapılması planlandı. Hastaya eksploratris laparotomi işlemi yapıldı, over dokusu korunarak kist dokusu eksizyonu uygulandı (Resim 3, 4). Hastamızın takiplerinde komplikasyon gelişmedi. sol overde 8x10 cm’lik kist izlendi. Kist duvarı koterle açılarak, eksize edildi. Eksizyon sonrası kistler patlatılmadan önce sağ, sonra sol overe sıvı aspirasyonu işlemi uygulandı. Her 2 over aspirasyon sıvısı histopatolojik incelemeye gönderildi. Cerrahi operasyon raporu: Eksplorasyonda sağ ve Patoloji raporu: Her iki over dokusunda kistik folliküler yapılar olarak rapor edildi. 149 İKSST Derg 6(3):147-151, 2014 TARTIŞMA Antenatal dönemde ultrasonografik olarak tespit edilen fetal intraabdominal patolojilerin tanısını koymak, takibini belirlemek ve postpartum sonuçlarını izlemek önemlidir. Obstetrik USG’nin yaygın kullanılması ile fetal malformasyonlara prenatal tanı koyabilme sıklığı artmıştır (23,24). Ancak tespit edilen fetal intraabdominal patolojinin her zaman hangi organa ait olduğunu saptamak olası olmasa da yaşamla bağdaşmayan gebelikleri sonlandırmak, postpartum dönemde yenidoğanda bir komplikasyon gelişmeden müdahale etmek olasıdır. Fetal intraabdominal patolojiler içinde en sık görülen over kistleri olduğu için diğer patolojilerden ayırıcı tanısı son derece önemlidir (23,24,25). Over kistinin özellikle alt abdominal yerleşimli diğer patolojiler (mesane çıkış obstrüksiyonu, ürogenital anomaliler, urakus kisti, mezenter kisti veya intestinal obstrüksiyonlar) ile ayırıcı tanısı yapılmalıdır. Over kist insidansı; 28 gestasyon haftası içinde ölü doğumla sonuçlanan fetüsler de dâhil edildiğinde yüksek bir değere ulaştığı bildirilmektedir (25). Over kistleri benign fonksiyonel over kistlerinden, hayli agresif malign neoplazmlara kadar çok geniş patolojik spektruma sahiptir (23). Birçok over kistinin, fetal overlerin plasental hCG hormonunun aşırı salgılanması veya plasentanın hCG’ye olan aşırı duyarlılığı sonucunda oluştuğu düşünülmektedir. Maternal diyabet, preeklamsi, Rh uyuşmazlığı gibi nedenlerle plasental hCG salgılanmasının artması yenidoğan overlerinde büyüme ve kist oluşma riskini arttırmaktadır (23). Bu teoriye dayanak olarak doğum sonrasında bu kistlerin gerilemesi gösterilir. Bir başka hipoteze göre ise; internal teka hücrelerinde enzimatik bir bozukluğa ya da artmış sekresyona bağlı olarak anormal hCG artışı ya da 20.-30. gebelik haftaları arasında erken FSH artışı kist oluşumuna neden olmaktadır (13,25). Over kistlerinin % 80’inden fazlası prenatal ve postnatal dönemde spontan olarak geriler. Dört cm’den büyük kistlerin yaklaşık % 40’ında cerrahi girişim gerekmektedir (26,27). Nussbaum ve ark. (23), USG paternlerine göre over kistlerini basit ve kompleks olarak sınıflandırmışlardır. Basit over kistlerinin tedavisindeki genel konsensus; 5 cm, altındaki kistlerde USG ile takip “bekle ve 150 gör” yaklaşımı şeklindedir, çünkü kistler genellikle spontan olarak regrese olabilir (28). Ancak, 5 cm üzerindeki basit kistler ve kompleks kistlerde cerrahi girişim önerilmektedir (29). Dört cm’yi aşan over kistlerinde, kistik içeriği olanlarda kistin aspirasyonu bazı araştırmacılar tarafından önerilmektedir (30). Luzzato ve ark. (31), antenatal tanı alan 27 over kistini içeren bir seri bildirmişlerdir. Bu hastalardan 20’si konservatif olarak takip edilmiş, 2’si büyük boyutları nedeniyle aspire edilmiş, 5’ine cerrahi işlem uygulanmıştır. Bir yıl boyunca yapılan konservatif takip sırasında 7 adet basit kistin tamamı, 13 adet kompleks kistin 10 tanesinin gerilediği bildirilmiştir. Metaanalitik bir çalışmada antenatal tanı alan 420 over kisti olgusu incelenmiştir. Bu olgularda kist çapı 5 cm’den küçük olanların % 98’inin spontan gerilediği, çapı 5 cm’den büyük kistlerin % 93’ünde komplikasyonlar geliştiği gösterilmiştir (32). Prenatal over kistlerine yaklaşımda günümüzde standart bir protokol bulunmamaktadır (26,27). Bunun yaşamı tehdit eden bir durum olmaması nedeniyle teşhis ve tedavinin doğum sonrasına bırakılması en iyi yaklaşım şeklidir. Basit kistler, genellikle terme yakın ya da erken neonatal dönemde geriledikleri için, intrauterin tedaviye ya da akciğer matürasyonu tamamlanmadan doğum eyleminin başlatılmasına gerek yoktur. Böyle olgularda doğumu izleyen aylarda USG ile değerlendirme tutulacak en uygun yoldur. Büyük ve komplike kistlerde en iyi cerrahi yaklaşım, over dokusunun korunarak kistektomi şeklinde uygulanmasıdır (1,33,34). Bu yaklaşımla fonksiyonunu kaybetmiş gibi görünen overlerin bile fonksiyonunun geri dönebileceği belirtilmektedir. Ancak bazen Brandt ve ark.’nın (1) belirttiği gibi, over kistleri sıklıkla köken aldıkları over dokusuna yapışık olduklarından yapılan cerrahi girişim sıklıkla ooferektomiyle sonuçlanmaktadır. Yine de gerek peroperatif görüntülemelerde, gerekse makroskobik olarak sağlıklı over dokusu görmemiş olsak da gonadı korumak üzere tüm çabanın harcanması gerekir. Hastamızda, girişimsel radyoloji bölümümüzün yenidoğan bebekte transabdominal aspirasyon deneyiminin yeterli olmaması ve bilateral kist boyutunun da 8 cm olması dolayısıyla komplikasyon gelişme riski yüksek kabul edilmiş ve basıya bağlı kusmalarının da olması nedeniyle cerrahi tedavi girişimi uygulanmıştır. Sonuç olarak, abdominal kistik kitle ile doğan bir yenidoğanda bu kitlenin overe ait olabileceği, dikkatli ve O. Işık ve ark., Yenidoğan Döneminde Tespit Edilen Büyük Abdominal Kist yakın gözlem ile herhangi bir girişimde bulunmadan kist boyutlarında kendiliğinden küçülme olabileceği göz önüne alınmalıdır. Büyük over kistlerinin antenatal tespitinin ise, gebeliğin değerlendirilmesi, doğumun ve yenidoğan döneminde bebeğe yaklaşımın planlanmasında önemli olacağı da açıktır. KAYNAKLAR 1. Brandt ML, Luks FI, Filiatrault D, et al. Surgical indications in antenatally diagnosed ovarian cysts. J Pediatr Surg 1991;26:276-82. http://dx.doi.org/10.1016/0022-3468(91)90502-K 2. Sandler MA, Smith SJ, Pope SG, Madrazo BL. Prenatal diagnosis of septated ovarian cysts. J Clin Ultrasound 1985;13:55-7. http://dx.doi.org/10.1002/jcu.1870130115 3. Hirata GI, Matsunaga ML, Medearis AL, et al. Ultrasonographic diagnosis of a fetal abdominal mass: A case of a mesenchymal liver hamartoma and a review of the literature. Prenat Diagn 1990;10:507-12. http://dx.doi.org/10.1002/pd.1970100805 4. Hasiakos D, Papakonstantinou K, Bacanu AM, Argeitis J, Botsis D, Vitoratos N. Clinical experience of five fetal ovarian cysts: diagnosis and follow-up. Arch Gynecol Obstet 2008;277:575-8. http://dx.doi.org/10.1007/s00404-007-0508-0 5. Carlson DH, Griscom TN. Ovarian cysts in the newborn. Am J Roentgenol 1972;116:664-72. http://dx.doi.org/10.2214/ajr.116.3.664 6. Monnery-Noche ME, Auber F, Jouannic JM, Benifla JL, Carbonne B, Dommergues M, et al. Fetal and neonatal ovarian cysts: is surgery indicated? Prenatal Diagn 2008;28:15-20. http://dx.doi.org/10.1002/pd.1915 7. Galinier P, Carfagna L, Juricic M, Lemasson F, Moscovici J, Guitard J, et al. Fetal ovarian cysts management and ovarian prognosis: a report of 82 cases. J Pediatr Surg 2008;43:2004-9. http://dx.doi.org/10.1016/j.jpedsurg.2008.02.060 8.Zampieri N, Borruto F, Zamboni C, Camoglio FS. Fetal and neonatal ovarian cysts: a 5-year experience. Arch Gynecol Obstet 2008;277:303-6. http://dx.doi.org/10.1007/s00404-007-0483-5 9. Shimada T, Miura K, Gotoh H, Nakayama D, Masuzaki H. Management of prenatal ovarian cysts. Early Hum Develop 2008;84:417-20. http://dx.doi.org/10.1016/j.earlhumdev.2007.12.002 10. Prasad S, Chui CH. Laparoscopic-asisted transumblical ovarian cystectomy in a neonate. JSLS, J Soc Laparoendosc Surgeons 2007;11:138-41. 11. Nussbaum AR, Sanders RC, Benator RM, Haller JA Jr, Dudgeon DL. Spontaneous resolution of neonatal ovarian cysts. AJR Am J Roentgenol 1987;148:175-6. http://dx.doi.org/10.2214/ajr.148.1.175 12. Kuroiwa M, Hatakeyama S, Suzuki N, Murai H, Toki F, Tsuchida Y. Neonatal ovarian cysts: management with reference to magnetic resonance imaging. Asian J Surg 2004;27:43-8. http://dx.doi.org/10.1016/S1015-9584(09)60243-8 13. Kwak DW, Sohn YS, Kim SK, Kim IK, Park YW, Kim YH. Clinical experiences of fetal ovarian cyst: diagnosis and consequence. J Korean Med Sci 2006;21: 690-4. http://dx.doi.org/10.3346/jkms.2006.21.4.690 14. Gallagher TA, Lim-Dunham JE, Vade A, Smith S, Salhadar A, Ward KA. Sonographic appearance of ruptured ovarian cyst in the neonatal period. J Clin Ultrasound 2008;36:53-55. http://dx.doi.org/10.1002/jcu.20362 15. Kessler A, Nagar H, Graif M, Ben-Sira L, Miller E, Fisher D, et al. Percutaneous drainage as the treatment of choice for neonatal ovarian cysts. Pediatr Radiol 2006;36:954-8. http://dx.doi.org/10.1007/s00247-006-0240-0 16. Dobremez E, Moro A, Bondonny J-M, Vergnes P. Laparoscopic treatment of ovarian cyst in the newborn. A series of nine cases. Surg Endosc 2003;17:328-32. http://dx.doi.org/10.1007/s00464-001-9099-1 17. Vogtlander MF, Rijntjes-Jacobs EGJ, Van den Hoonaard TL, Versteegh FGA. Neonatal ovarian cysts. Acta Paediatr 2003;92:498-501. http://dx.doi.org/10.1111/j.1651-2227.2003.tb00585.x 18. Enriquez G, Duran C, Toran N, Piquera J, Gratacos E, Aso C, et al. Conservative versus surgical treatment for complex neonatal ovarian cysts: outcomes study. AJR Am J Roentgenol 2005;185:501-8. http://dx.doi.org/10.2214/ajr.185.2.01850501 19. Sanjay NO, Parelkar SV, Akhtar T, Pathak R, Vishwanath N, Satish KV, et al. Laparoscopic management of neonatal ovarian cyst. J Indian Assoc Pediatr Surg 2005;10:100-2. http://dx.doi.org/10.4103/0971-9261.16472 20. Lin JY, Lee ZF, Chang YT. Transumbilical management for neonatal ovarian cysts. J Pediatr Surg 2007; 42:2136-9. http://dx.doi.org/10.1016/j.jpedsurg.2007.08.009 21. Arena F, Romeo C, Castagnetti M, Scalfari GF, Cimador M, Impellizzeri P, et al. Is the stripping technique a tissue- sparing procedure in large simple ovarian cysts in children? J Pediatr Surg 2008;43: 1353-7. http://dx.doi.org/10.1016/j.jpedsurg.2007.11.014 22. Akın MA, Akın L, Özbek S, Tireli G, Kavuncuoğlu S, Sander S et al. Fetal-neonatal ovarian cysts-their monitoring and management: Retrospective evaluation of 20 cases and review of the literature. J Clin Res Ped Endo 2010;2(1):28-33. 23. Nussbaum AR, Sanders RC, Hartman DS, Dudgeon DL, Parmley TH. Neonatal ovarian cysts : Sonographic-pathologic correlation. Radiology 1988;168:817-21. http://dx.doi.org/10.1148/radiology.168.3.3043551 24. Giorlandino C, Rivosecchi M, Bilancioni E, et al. Succesful intrauterine theraphy of a large fetal ovarian cysts. Prenat Diagn 1990;10:473-5. http://dx.doi.org/10.1002/pd.1970100710 25. Meizner I, Levy A, Katz M, Maresh AJ, Glezerman M. Fetal ovarian cysts: Prenatal ultrasonographic detection and postnatal evaluation and treatment. Am J Obstet Gynecol 1991;164:874-8. http://dx.doi.org/10.1016/0002-9378(91)90532-V 26. Crombleholme TM, Craigo SD, Garmel S, Dalton ME. Fetal ovarian cyst decompression to prevent torsion. J Pediatr Surg 1997;32:1447-9. http://dx.doi.org/10.1016/S0022-3468(97)90558-3 27. Kurjak A, Zalud I, Jurkovic D, et al. Ultrasound diagnosis and evaluation of fetal tumors. J Perinat Med 1989;17:173-93. 28. Bagolon P, Giorlandino C, Nahom A, Bilancioni E, Trucchi A, Gatti C, et al. The management of fetal ovarian cysts. J Pediatr Surg 2002;37(1):25-30. http://dx.doi.org/10.1053/jpsu.2002.29421 29. Kennedy LA, Pinckney LE, Currarino G, Votteler TP. Amputated calcified ovaries in children. Radiology 1981;141(1):83-6. http://dx.doi.org/10.1148/radiology.141.1.7291547 30.Ushakov FB, Meirow D, Prus D, Libson E, Ben-Shushan A, Rojansky N. Parasitic ovarian dermoid tumor of the omentum. A review of the literature and report of two new cases. Eur J Obstet Gynecol Reprod Biol 1998;81(1):77-82. http://dx.doi.org/10.1016/S0301-2115(98)00144-4 31. Luzzato C, Midrio P, Toffolutti T, et al. Neonatal ovarian cysts: management and follow-up. Pediatr Surg Int 2000;16:56-9. http://dx.doi.org/10.1007/s003830050015 32. Slodki M, Respondek-Liberska M. Fetal ovarian cysts-420 cases from literature-metaanalysis 1984-2005. Ginecol Pol 2007;78(4):324-8. 33. Brandt ML, Helmrath MA. Ovarian cysts in infants and children. Semin Pediatr Surg 2005;14:78-85. http://dx.doi.org/10.1053/j.sempedsurg.2005.01.002 34. Preziosi P, Fariello G, Maiorana A, Malena S, Ferro F. Antenatal sonographic diagnosis of complicated ovarian cysts. J Clin Ultrasound 1986;14:196-8. http://dx.doi.org/10.1002/jcu.1870140307 151 Olgu Sunumu İKSST Derg 6(3):152-154, 2014 doi:10.5222/iksst.2014.152 Nadir Görülen Letal İskelet Displazisi: Roberts-SC Fokomeli Sendromu A Rare Lethal Skeletal Dysplasia: Roberts-SC Phocomelia Syndrome Serdar Başaranoğlu, Ali Özler, Neval Yaman Görük, Senem Yaman Tunç, Elif Ağaçayak Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı ÖZET SUMMARY Amaç: Postpartum dönemde yapılan fizik muayene bulguları ve görüntüleme yöntemleriyle Roberts-SC sendromu düşünülen bir olgunun sunumunu amaçladık. Objective: We aimed to present the case who was thought to have had Roberts-SC syndrome with postpartum physical examination and imaging findings. Olgu Sunumu: Yirmi sekiz yaşında, G5P2 olan gebe hasta dış merkezden polikliniğimize iskelet displazisi ön tanısıyla refere edildi. Yapılan ileri düzey ultrasonografik (USG) değerlendirmede fetusun ortalama 19 hafta ile uyumlu olduğu, her iki üst ve alt ekstremitelerin proksimal ve distalinde ileri derecede kısalık (şiddetli mikromeli), vertebral kemik yapılarda demiyelinizasyon, bilateral koroit pleksus kistleri ve toraks ön-arka çapının azaldığı izlendi. Mevcut bulgularla fetal letal iskelet displazisi düşünüldü. Anormal USG bulguları nedeniyle aileye fetal kromozom analizi önerildi, fakat kabul edilmedi ve gebeliğin devamı yönünde karar alındı. Mükerrer sezaryen endikasyonuyla 2700 g, 42 cm boyunda, 3-4 APGAR skorlu bir kız bebek sezaryenle doğurtuldu. Yenidoğan postpartum 24 saat içinde kaybedildi. Case: A 28-year-old pregnant patient with gravida-5, parity-2 was referred to our clinic with the diagnosis of skeletal dysplasia. At advanced ultrasonographic examination, fetal development was at 19 weeks. There was severe shortness (micromelia) in both the upper and the lower parts of both upper and lower extremities, demineralisation in vertebral bony structures, bilateral choroid plexus cysts and decreased anteroposterior chest diameter. Lethal skeletal dysplasia was considered with the present findings. Due to the abnormal USG findings, fetal chromosome analysis was recommended but the family didn’t accept the test and decided to continue with the pregnancy. Due to the previous cesarian sections, repeat cesarian section was indicated and a 2700 gr, 42 cm baby girl was born with an Apgar score of 3-4. The newborn died within 24 hours. Sonuç: Roberts-SC fokomeli sendromu değişik klinik bulguların bir arada bulunduğu nadir görülen otozomal resesif (OR) kalıtım gösteren bir hastalıktır. Prenatal ultrasonografik değerlendirme ve sitogenetik incelemelerde erken sentromer ayrılmasının bulunması diğer iskelet displazilerden ayrımını sağlayabilir. Hastalara sonraki gebeliklerinde fetal anomalinin erken tespiti ile genetik danışmanlık hizmetinin verilmesi önem göstermektedir. Conclusion: Roberts-SC phocomeia syndrome is a rare disorder with autosomal recessive inheritance and varying clinical findings. Early centromere separation on cytogenetic analysis and prenatal ultrasonography could help differentiate this entity from other skeletal dysplasias. Genetic counselling is important in order to be able to detect any possible fetal anomaly in future pregnancies. Anahtar kelimeler: Roberts sendromu, fokomeli, fetal anomali, prenatal tanı Key words: Roberts syndrome, phocomelia, fetal anomalies, prenatal diagnosis GİRİŞ larda bunlara ek olarak orta hat yüz defekti, mikrosefali, sindaktili, hidrosefali, ensefalosel, hipertelorizm eşlik edebilmektedir (1). Prenatal ve postnatal gelişme geriliğinin eşlik ettiği bu hastalarda yüksek perinatal mortalite (%70-80) görülmektedir (2). Yapılan in utero sitogenetik çalışmalarda sentromerlerin prematür Roberts-SC fokomeli sendromu, alt ve üst ekstremitelerde uzun kemiklerin gelişme geriliği veya yokluğunun ön planda olduğu otozamal resesif (OR) kalıtım gösteren bir malformasyondur. Etkilenen fetus- Alındığı tarih: 16.01.2014 Kabul tarihi: 10.06.2014 Yazışma adresi: Uzm. Dr. Serdar Başaranoğlu, Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı 21100 Diyarbakır e-posta: [email protected] 152 S. Başaranoğlu ve ark., Nadir Görülen Letal İskelet Displazisi: Roberts-SC Fokomeli Sendromu ayrılması olarak tanımlanan kromozom puffingfenomeni görülmektedir (3). Bu olgumuzda nadir görülmesi nedeniyle postnatal dönemde Roberts-SC fokomeli sendromunun çok sayıda bulgusunu gösteren bir olgunun sunumunu amaçladık. Ekstremitelerde tetrafokomeli, ayaklarda bilateral pes ekinovarus deformitesi gözlendi (Resim 1). Yenidoğan yoğun bakımında gözleme alınan bebeğin genel durumunun kötüleşmesi üzerine post-partum 24 saat içinde kaybedildi. Olgu Sunumu Tartışma Yirmi sekiz yaşında, G5P2Y2 olan gebe kadın, dış merkezden iskelet displazisi ön tanısıyla polikliniğimize refere ediliyor. Alınan anamnezde ikinci derece akraba evliliği olduğu, soygeçmişinde ise herhangi bir özellik olmadığı bilgisine ulaşıldı. Hastanın detaylı ultrasonografik (USG) değerlendirmede ortalama 19 hafta ile uyumlu gebeliği, her iki üst ve alt ekstremitelerin proksimal ve distalinde ileri derecede kısalık (şiddetli mikromeli), vertebral kemik yapılarda demyelinizasyon, bilateral koroid pleksus kistleri (CPC) ve toraks ön-arka çapının azaldığı izlendi. Hastada fetal lethal iskelet displazisi düşünüldü. Patolojik USG bulgular nedeniyle aileye öngörülen riskler anlatıldı ve fetal kromozom analizi önerildi, fakat kabul edilmedi ve gebeliğin devamı yönünde karar alındı. Antenatal takiplerini dış merkezde yaptıran gebe sancılarının olması, suyunun gitmesi nedeniyle doğumunu yapmak üzere yine kliniğimize refere edildi. Kontrol amaçlı bakılan USG’de ileri derecede hidrosefali ve azalmış beyin parankim dokusu mevcuttu, karın çevresi 38 hafta ile uyumlu, bilateral alt ve üst ekstremiteler yetersiz amniyon mayi nedeniyle net değerlendirilemedi. Mükerrer sezeryan endikasyonuyla 2700 g ağırlığında, 1.-5. dk. APGAR skorları 3-4 olan bir kız bebek doğurtuldu. Post-partum yapılan fizik muayenede makrosefali (>95. Percentil), yarık damak-dudak, midfasiyal hipoplazi, mikrognati, oküler hipertelorizm, displazik ve aşağı yerleşimli kulaklar mevcuttu. Roberts-SC fokomeli sendromu değişik klinik bulguların birarada bulunduğu, nadir görülen bir hastalıktır. Otozomal resesif kalıtım göstermektedir ve insidansı 4 milyonda birdir (4). Tetrafokomeli, fleksiyon kontraktürleri, yarık damakdudak, hypoplastik burun, belirgin gözler, hipertelorizm, fasiyal hemanjiom gibi bulgular bu anomaliler arasında sayılmaktadır. Olguların çoğu erken dönemde kaybedilmektedir (5). Roberts-SC fokomeli sendromu prenatal dönemde gerçekleştirilen USG ve sitogenetik incelemeler ile tanınabilmektedir (6,7). Literatürde, prenatal fokomeli tanısının transvajinal ultrasonografi ile en erken 12. haftada konulabileceği bildirilmiştir (8). Etiyolojisi multifaktöryeldir ve anomalilerin nedenleri arasında ilaç kullanımı özellikle talidomid maruziyeti, çevresel faktörler, genetik faktörler sayılabilir. Sedasyon amaçlı talidomid kullanımı sonrası fokomeli insidansında artış görülmüştür (9). Fokomeli, eşlik eden anomaliler ile birlikte bir sendromun parçası olabilir ya da sporadik olarak gözlenebilir. Robert-SC fokomeli sendromu, thrombocytopenia with radial aplasia (TAR), Fuhrmann sendromu ve Al-Awadi/Raas-Rothschild/Schinzel Phocomelia Sendromu bunlardan bazılarıdır (10). Gebemizde teratojenik ilaç kullanım öyküsünün, ailede benzer doğum öyküsünün olmaması sporadik fokomeli olabileceğini düşündürmektedir. Ancak, fetal yarık damak ve dudak, mikrognati, oküler hipertelorizm, displazik ve aşağı yerleşimli kulaklar, midfasiyal hipoplazi, ekstremitelerde tetrafokomeli, ayaklarda bilateral pes ekinovarus deformitesi mevcudiyeti Robert-SC fokomeli sendromunu akla getirmektedir. Resim 1. Ailenin amniyosentez ve fetal otopsiyi reddetmesi nedeniyle sitogenetik inceleme yapılmadı. 153 İKSST Derg 6(3):152-154, 2014 Roberts-SC fokomeli sendromlu olguların birçoğunda karekteristik olarak kromozom puffingfenomeni bulgusu izlenmekle birlikte, normal kromozom bulguları olan bazı olgular da bildirilmiştir. Prenatal tanıda patolojik USG ve sitogenetik bulgular çok önemlidir (11,12). Tanının postnatal olarak doğrulanması ailelere verilecek genetik danışma ve sonrasında izlenecek yol açısından önem göstermektedir. Sonuç Sonuç olarak, fokomeli, prenatal dönemde gebeliğin ilk trimesterinde USG ve genetik inceleme ile tanısı konulabilen nadir bir konjenital hastalıktır. Sporadik veya eşlik eden anomaliler olabilir. Hastalarda bu gibi ekstremite anomalilerinin erken dönemde saptanabilmesi ve gerekli danışmanlığın verilebilmesi için rutin antenatal takiplerine devam etmeleri önerilmelidir. Olguların erken dönemde saptanabilmesi ve gerekli genetik danışmanlığın verilebilmesi için gebelerin 1. trimesterde USG ile fetusun ayrıntılı şekilde incelenmesi büyük önem göstermektedir. Kaynaklar 1. Jones KL. Smith’s recognizable patterns of human malformation. 6th ed, Elsevier Saunders, Philadelphia, 2006: p. 334-335. 2. Van Den Berg DJ, Francke U. Roberts syndrome: a rewiev of 100 cases and new rating system for severity. Am J Med Genet 1993;47:1104-23. http://dx.doi.org/10.1002/ajmg.1320470735 3. Tomkins DJ, Sisken JE. Abnormalities in the cell- 154 division cycle in Roberts syndrome fibroblasts: a cellular basis for the phenotypic characteristics? Am J Med Genet 1984;36:1332-40. 4. Denton A, Cooly MD. The human body how it Works. Human developments 2009:85-86. 5. Maheshwari A, Kumar P, Dutta S, Narang A. Roberts-SC phocomelia syndrome. Indian J Pediatr 2001;68:557-9. http://dx.doi.org/10.1007/BF02723253 6. Sherer DM, Shah YG, Klionsky N, Woods JR. Prenatal sonografik features and management of a fetus with Roberts-SC phocomelia syndrome (Pseudothalidomide syndrome) and pulmonary hypoplasia. Am J Perinat 1991;8:259-62. http://dx.doi.org/10.1055/s-2007-999392 7. Stioui S, Privitera B, Brambatti B, Lalatta F, Simoni G. First trimester prenatal diagnosis of Roberts syndrome. Prenat Diagn 1992;12:145-9. http://dx.doi.org/10.1002/pd.1970120211 8.Olney RS, Hoyme HE, Roche F, Ferguson K, Hintz S, Madan A. Limb/pelvis hypoplasia/aplasia with skull defect (Schinzel phocomelia): distinctive features and prenatal detection. Am J Med Genet 2001;103:295301. http://dx.doi.org/10.1002/ajmg.1560 9. Lenz W. Thalidomide and congenital abnormalities. Lancet 1962;1:45. http://dx.doi.org/10.1016/S0140-6736(62)92665-X 10.Song SY, Chi JG. Tri-amelia and phocomelia with multiple malformations resembling Roberts syndrome in a fetus: is it a variant or a new syndrome? Clin Genet 1996;50:502-4. http://dx.doi.org/10.1111/j.1399-0004.1996.tb02722.x 11. Whitlow BJ, Chatzipapas IK, Lazanakis ML, Kadir RA, Economide DL. The value of sonography in early pregnancy for the detection of fetal abnormalities in an unselected population. Br J Obstet Gynaecol 1999; 106:929-36. http://dx.doi.org/10.1111/j.1471-0528.1999.tb08432.x 12.Gaffney G, Manning N, Boyd PA, Rai V, Gould S, Chamberlain P. Prenatal sonographic diagnosis of skeletal dysplasias: A report of the diagnostic and prognostic accuracy in 35 cases. Prenat Diagn 1998;18: 357-62. http://dx.doi.org/10.1002/(SICI)1097-0223 (199804)18:4<357::AID-PD276>3.0.CO;2-0 Olgu Sunumu İKSST Derg 6(3):155-158, 2014 doi:10.5222/iksst.2014.155 Göğüs Ağrısı ile Başvuran Bir Çocukta Akut Koroner Sendrom Ayırıcı Tanısında Miyoperikardit Myopericarditis in the Differential Diagnosis of Acute Coronary Syndrome in a Patient Presenting with Chest Pain Murat Çiftel *, İrfan Oğuz Şahin **, Osman Yılmaz * * Erzurum Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Pediatrik Kardiyoloji Kliniği ** Atatürk Üniversitesi Hastanesi, Pediatrik Kardiyoloji Kliniği ÖZET SUMMARY Göğüs ağrısı ile başvuran çocuk hastalarda kardiyak neden nadiren saptanır. Çocuklarda kardiyak kökenli (miyokardiyal hasar) nedenler arasında koroner arterlerde inflamasyon, sol koroner arterin pulmoner arterden çıkış anomalisi, koroner ostium stenozu sayılabilir. Bunlar ekokardiyografik veya anjiyografik yöntemlerle saptanabilir. Son zamanlarda daha fazla tanı konulan nispeten daha az bilinen miyoperikardit çocuklarda göğüs ağrısı ve miyokardiyal hasarın bir nedenidir. Miyoperikardit birincil olarak perikart hastalığıdır. Fakat beraberinde miyokardit oluşabilir. Miyokardiyal etkilenme miyokardiyal hasara ve kardiyak enzimlerin yükselmesi ile sonuçlanır. Göğüs ağrısı ile başvuran bir çocukta kardiyak enzimlerin yüksekliği (miyoglobin, troponin I, kreatinin kinaz-CK, CK-MB) varlığında ayırıcı tanıda miyoperikardit düşünülmelidir. Çocuklarda miyoperikardit idiyopatik, kardiyotropik virüsler, aşı veya ilaçlara bağlı olarak oluşabilir. Antienflamatuar ilaçlar ile semptomlar sıklıkla kontrol altına alınır. Nadiren ölüme neden olabilir. Bu makalede göğüs ağrısı ile başvuran kardiyak enzimlerinde yükseklik saptanan anjiyografi ile akut koroner sendrom dışlanan ve antienflamatuar tedaviye yanıt veren bir hasta sunulmuştur. In children presenting with chest pain cardiac etiological factors are rarely detected Cardiac etiologies (myocardial injury) of chest pain in pediatric cases include inflammation of the coronary arteries, anomalous origin of the left coronary artery stemming from pulmonary artery, and stenosis of coronary ostium. These conditions can be diagnosed through echocardiography or angiography. Myopericarditis, a relatively lesser known condition, which has been more commonly diagnosed in recent years, is a cause of chest pain and myocardial injury in pediatric patients. Myocarditis is primarily a disease of the pericardium; however, it can be accompanied by myocarditis. Myocardial involvement results in myocardial injury and elevation in cardiac enzymes. Detection of elevated cardiac enzymes (myoglobin, troponin I, creatinine kinase-CK, CK-MB) in a pediatric case presenting with chest pain should bring to mind myopericarditis in differential diagnosis. Myopericarditis in children can be idiopathic or caused by cardiotrophic viruses, vaccines, or drugs. Anti-inflammatory treatment usually controls the symptoms. Death rarely occurs. The current study reports a patient who presented with chest pain and elevated cardiac enzymes, and also responded to anti-inflammatory treatment after ruling out acute coronary syndrome through angiography. Anahtar kelimeler: çocuk, göğüs ağrısı, troponin I, miyoperikardit Key words: child, chest pain, troponin I, myopericarditis GİRİŞ Göğüs ağrısı ile başvuran çocuk hastalarda akut koroner sendrom ayırıcı tanısı yapılmaktadır. Çocuklarda koroner ateroskleroza bağlı miyokard infarktüsü nadirdir. Bu nedenle göğüs ağrısı ve kardiyak enzimlerde yükseklik olan çocuk hastalarda bu durumun sistemik bir hastalığın parçası olarak koroner arterlerde inflamasyon, koroner arter anomalisi (sol koro- Çocuk kardiyoloji ve genel pediyatri pratiğinde göğüs ağrısı sık karşılaşılan bir durumdur. Çocuklarda göğüs ağrısı sıklıkla kalp dışı nedenlere bağlıdır. Fakat kardiyak kökenli göğüs ağrısı, iskemi bulgusu olabileceğinden tanınması son derece önemlidir (1). Alındığı tarih: 29.11.2013 Kabul tarihi: 16.04.2014 Yazışma adresi: Uzm. Dr. Murat Çiftel, Erzurum Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Pediatrik Kardiyoloji Kliniği, Erzurum e-posta: [email protected] 155 İKSST Derg 6(3):155-158, 2014 ner arterin pulmoner arterden çıkış anomalisi ve koroner ostium stenozu) olabileceği düşünülür (2,3). Perikarditlerin seyri sırasında özellikle subepikardiyal miyokardiyumda inflamasyon olabilmektedir. Buna miyoperikardit denir. Miyoperikardit yoğun bakım ünitesinde yatan sepsisli çocuklarda, solunum yolu veya gastrointestinal sistem enfeksiyonu olan çocuklarda daha sıktır. Akut koroner sendrom ve miyoperikardit tedavisi farklı olduğundan miyoperikardit tanısının konulması son derece önemlidir. Göğüs ağrısı ile acil servise başvuran hastalarda kardiyak markerler sıklıkla bakılmaktadır. Bu nedenle son zamanlarda akut miyoperikardit tanısı daha sık konulmaktadır. Akut miyoperikarditli hastalarda kardiyak markerlerin yüksekliği dışında elektrokardiyografide (EKG) de değişiklikler olmaktadır. Çoğu derivasyonda 2 mm’nin üzerinde ST aralığında yükselme ve PR aralığında çökme saptanır (4). Resim 1. 156 Olgu SUNUMU Acil servise göğüs ağrısı yakınması ile başvuran 16 yaşındaki erkek hastanın göğüs ağrısının 30 dk.’dır aralıksız ve sıkıştırır tarzda devam ettiği öğrenildi. Öyküsünden daha önce sağlıklı olduğu öğrenilen hastanın ilaç ve sigara kullanımının olmadığı öğrenildi. Hastanın bilinci açıktı, oryante ve koopereydi. Vücut ısısı normaldi (aksiller: 36,5°C). Nabız: 75/dk., Tansiyon arteriyel: 100/70 mmHg olarak saptandı. Sistemik fizik muayenesi normal bulundu. Kardiyak muayenesinde kardiyak üfürüm veya frotman duyulmadı. Hastanın laboratuvar bulgularında hemogram, C-reaktif protein düzeyi ve eritrosit sedimantasyon hızı normal olarak bulundu. PA akciğer grafisi normal olarak değerlendirildi. Hastanın EKG’sinde DII, DIII, aVF, V5 ve V6 derivasyonlarında 2 mm’nin üzerinde ST yükselmesi V1’de ST çökmesi saptandı (Resim 1). Ekokardiyografi ile değerlendirilen hasta- M. Çiftel ve ark., Göğüs Ağrısı ile Başvuran Bir Çocukta Akut Koroner Sendrom Ayırıcı Tanısında Miyoperikardit nın miyokard fonksiyonları normal bulundu (ejeksiyon fraksiyonu: % 64). Bölgesel duvar hareket bozukluğu yoktu, perikardiyal efüzyon saptanmadı. Hastanın kardiyak enzimlerinden miyoglobin: 820 (normal değer: 0-110 ng/ml), troponin I: 20 (normal değer: 0,01-0,06 ng/ml), CK-kreatin kinaz: 770 (normal değer: 38-174 U/I), CK-MB: 260 (normal değer: 7-25 U/L) olarak bulundu. Altı saat sonra bakılan kardiyak enzimlerin yüksekliğinin devam etmesi üzerine hastaya anjiografi yapıldı. Anjiografide koroner arterler normal olarak değerlendirildi. Koroner arter anomalisi ve koroner yavaş akım saptanmadı. Tanı için viral serolojik ve bakteriyel çalışma yapıldı. Salmonella grup aglutinasyon testi, Brucella aglutinasyon testi, EBV-VCA IgM, Rubella IgM, CMV IgM, Kızamık IgM, Adenovirus tip 3 IgM, İnfluenza virus tip A (H1N1 ve H3N2) IgM, İnfluenza virus tip B IgM, Parainfluenza virus (Tip 1, 2, 3, 4) IgM, Mycoplasma pneumoniae IgM, Chlamydia pneumoniae IgM, RSV IgM, Coxiella burnetii IgM, Legionella pneumophila serotip 1, 2 IgM, Parvovirus B19 IgM, Batı nil virus antikorları negatif olarak saptandı. Viral serolojik ve bakteriyel çalışmada etken saptanmadı. Anjiografi ile akut koroner sendrom dışlandı. Klinik ve laboratuvar bulguları ile miyoperikardit düşünüldü. Hastaya semptomları azaltmak için aspirin (1000 mg/gün) verildi. Hastanın troponin I düzeyi takibinin 5. gününde normal olarak saptandı. Hastanın EKG’si ise takibinin 3. gününde normal bulundu. Takibinde kardiyak enzimlerde gerileme saptandı. Takibin 5. gününde kardiyak enzimler normal olarak bulundu. Hastaya 6 ay spor yapmasının sakıncalı olduğu vurgulanıp, sonrasında kontrole gelmesi önerilerek taburcu edildi. Tartışma Miyoperikardit; perikard ve altındaki miyokardiyal dokunun hücresel hasarı ve inflamasyonudur. Perimiyokardit ise daha çok miyokardiyal tutulumun olduğu durumlarda kullanılır. Etiyolojiyi idiyopatik, viral, bakteriyel, romatolojik hastalıklar, ilaçlar veya immün nedenler oluşturur. Klinik asemtomatik olabileceği gibi göğüs ağrısı, ateş, miyalji, gastrointestinal yakınmalar, gastroenterit, tonsilit, pönomoni tablosu şeklinde de olabilir (4-6). Viral miyoperikardit koksaki B, adenovirüs, sitomegalovirüs, Epstein-Barr virusü, influenza, hepatit A ve C, varicella zoster ve parvovirüs B19 virüslerine bağlı olarak oluşabilir. 2009 yılında influenza A (H1N1) pandemisi sırasında çok sayıda olgu bildirilmiştir (5,7,8). Olgumuzda viral ve bakteriyel etkenler araştırıldı, ancak etyolojik bir etken saptanmadı. Laboratuvar etiyolojiye göre değişir. Sistemik romatolojik bir hastalık veya sepsis varlığında beyaz küre sayısında, eritrosit sedimentasyon hızında ve serum C-reaktif protein düzeyinde artış saptanır. Ayrıca kan kültüründe üreme olabilir. EKG değişiklikleri miyoperikardit tanısında sıklıkla vardır. Tipik EKG bulgusu ST elevasyonu ve PR aralığında çökmedir. Sonrasında T dalgasında negatifleşme saptanabilir. Ek olarak EKG’de ritim bozukluğu saptanabilir. PA akciğer grafisi sıklıkla normaldir. Nadiren perikardiyal efüzyona bağlı olarak kardiyak silüette artış saptanır. Tanı için düşünülen etiyolojiye yönelik viral çalışma veya kan kültürü alınabilir. Perimiyokarditli hastalarda kardiyak enzimlerde artış saptanır. Ekokardiyografide miyoperikardit varlığında perikardiyal efüzyon perimiyokardit varlığında ise sol ventrikül fonksiyon bozukluğu ön plandadır. Kardiyovasküler manyetik rezonans inflamasyonu göstererek akut koroner sendrom, perikardit ve miyoperikarditin ayırıcı tanısında kullanılabilir (5-9). Miyoperikardit tedavisi etiyolojiye göre yapılır. Sıklıkla neden idiyopatik veya viral hastalıklara bağlı olduğundan non-steroidal antienflamatuar ilaçlar (aspirin, ibuprofen veya indometazin) kullanılabilir. İkinci seçenek olarak bazı olgularda prednizon 0.20.5 mg/gün başlanır ve 1 mg/kg/gün’e kadar artırılabilir. 1-2 hafta kadar hastanın yakınmaları azalıp, geçene kadar kullanılır. Daha sonra yavaş yavaş kesilir. Öneri olarak hasta dinlenmeli ve fiziksel aktiviteden kaçınmalıdır. Hastalığın başlangıcından 6. aya kadar spor yapması kontrendikedir. Bazı hastalarda spor sırasında ani kardiyak ölüm saptanmıştır (5,10). Hastamız gençti ve akut koroner sendrom için risk faktörü yoktu. Hastanın EKG’sinde çoğu derivasyonda (DII, DIII, aVF, V5, V6) ST elevasyonu saptandı. Kardiyak enzimleri yüksek olan hastaya akut koroner sendrom ayırıcı tanısı için anjiografi yapıldı. Koroner anjıografi normal saptandı. Koroner arter anomalisi, koroner yavaş akım veya koroner arterler de darlık saptanmadı. Çocuklarda koroner ateroskleroz için 157 İKSST Derg 6(3):155-158, 2014 risk faktörü yok ise akut koroner sendrom nadirdir. Bu nedenle çocuklarda göğüs ağrısı ve kardiyak enzimlerde yükseklik saptandığında ayırıcı tanıda miyoperikardit her zaman düşünülmelidir. Çünkü akut koroner sendrom ve miyoperikarditin tedavisi tamamen farklıdır. Akut koroner sendrom için trombolitik ve antikoagülan tedavi verilirken, miyoperikarditli olgulara trombolitik tedavi uygulanması kardiyovasküler komplikasyonlara neden olabilir. Bu nedenle bunları ayırt etmek tedavi ve takip planı için de önemlidir. Sonuç olarak, özellikle göğüs ağrısı yakınması olan ve kardiyak enzimlerde yükseklik saptanan hastalarda akut koroner sendrom ayırıcı tanısında akut miyoperikardit her zaman düşünülmelidir. Kaynaklar 1. Selbst SM, Ruddy RM, Clark BJ, Henretig FM, Santulli T Jr. Pediatric chest pain: a prospective study. Pediatrics 1988;82(3):319-23. 2. Angelini P. Coronary artery anomalies. Circulation 2007;115:1296-305. 3.Imazio M. Pericardial involvement in systemic inflammatory diseases. Heart 2011;97(22):1882-92. http://dx.doi.org/10.1136/heartjnl-2011-300054 158 4.Imazio M, Trinchero R. Myopericarditis: etiology, management, and prognosis. Int J Cardiol 2008; 127(1):17-26. http://dx.doi.org/10.1016/j.ijcard.2007.10.053 5.Imazio M, Cooper LT. Management of myopericarditis. Expert Rev Cardiovasc Ther 2013;11(2):193-201. http://dx.doi.org/10.1586/erc.12.184 6. Bayar N, Baş CY, Erkal Z, Arslan Ş. A case of myopericarditis following butane gas inhalation. Anadolu Kardiyol Derg 2013;13(5):505-6. 7. Roubille F, Gahide G, Moore-Morris T, et al. Epstein-Barr virus (EBV) and acute myopericarditis in an immunocompetent patient: first demonstrated case and discussion. Intern Med 2008;47(7):627-9. http://dx.doi.org/10.2169/internalmedicine.47.0691 8. Davoudi AR, Maleki AR, Beykmohammadi AR, Tayebi A. Fulminant myopericarditis in an immunocompetent adult due to pandemic 2009 (H1N1) influenza A virus infection. Scand J Infect Dis 2012;44(6), 470-2. http://dx.doi.org/10.3109/00365548.2011.631575 9.Ferreira ND, Bettencourt N, Rocha J, Leite D, Carvalho M, Teixeira M, Ribeiro VG. Diagnosis of acute myopericarditis by delayed-enhancement multidetector computed tomography. J Am Coll Cardiol 2012;60(9):868. http://dx.doi.org/10.1016/j.jacc.2012.01.079 10.Kobayashi D, Aggarwal S, Kheiwa A, Shah N. Myopericarditis in children: elevated troponin I level does not predict outcome. Pediatr Cardiol 2012;33(7): 1040-5. http://dx.doi.org/10.1007/s00246-012-0222-y KONU DİZİNİ A Abdominal hassasiyet, 20 Açık apendektomi, 37 ALCAPA, 109 Apandisit, 37 APGAR skoru, 65 Arteriyovenöz fistül, 109 Epilepsi, 127 B Büyümüş överler, 20 G Gebelik, 44,90,127 Geç prematüre bebek, 57 Gelişimsel kalça displazisi, 133 Girdap işareti, 20 Göğüs ağrısı, 155 Guatr, 142 C Cerrahi, 78 F Fetal anomali, 152 Fetal sonuçlar, 71 Fokomeli, 152 Fonksiyonel kabızlık, 101 Komplikasyonlar, 6,127 Konjenital, 78 Kornual gebelik, 49 Koroner arter anomalisi, 109 L Laparoskopi, 37 Legg-Calve-Perthes hastalığı, 121 Lösemi, 106 M Makrozomi, 65 Maternal sonuçlar, 71 Ç Metabolik bozukluk, 137 Çocuk, 37,101,155 Metotreksat, 49 Çok düşük doğum ağırlığı, 30 H Miyoperikardit, 155 Hava yolu obstrüksiyonu, 142 Morbidite, 23,30 D Hematolojik kanser, 106 Mortalite, 23 Dev guatr, 142 Herpes zoster, 106 Dilatasyon ve küretaj, 14 Histerektomi, 6,14 N Doğum komplikasyonları, 65 Neonatal, 147 Doğum şekli, 30,65 İ Nöbet, 127 İdrar retansiyonu, 101 E İn vitro fertilizasyon, 1 O Ektopik gebelik, 49 İnfant, 137 Obstetrik kolestaz, 71 Endometrial örnekleme, 14 İntrauterin inseminasyon, 1 Orta derece prematüre bebek, 57 Endometrial patoloji, 14 Over kistleri, 147 Endometriyal hiperplazi, 83 K Over torsiyonu, 20 Endometriyal kalınlık, 83 Klinik bulgular, 133 Ovulasyon indüksiyonu, 1 Ö Ölüm, 30 P Pediyatri, 113 Pnömoni, 44 Postmenopozal kanama, 97 Preeklampsi, 1 Premenopoz, 83 Prenatal intraabdominal kitleler, 147 Prenatal tanı, 152 Preterm, 23 R Rahim içi araç, 97 Risk faktörleri, 133 Roberts sendromu, 152 Rubella, 90 S Seroprevalans, 90 Sitomegalovirus, 90 Staheli Shelf Asetabuloplastisi, 121 Stotlu asetabüler ogmentasyon, 121 Suçiçeği, 44 SUBJECT INDEX A Abdominal tenderness, 20 Airway obstruction, 142 ALCAPA, 109 APGAR score, 65 Appendicitis, 37 Approach and treatment, 147 Arteriovenous fistula, 109 C Chest pain, 155 Chickenpox, 44 Child, 101,155 Children, 37 Clinical findings, 133 Complications, 6,127 Congenital, 78 Conjoined twins, 41 Cornual pregnancy, 49 Coronary artery anomalies, 109 Cytomegalovirus, 90 D Delivery complications, 65 Developmental dysplasia of the hip, 133 Diagnosis, 113 Dilatation and curettage, 14 Intrauterine insemination, 1 G Giant goiter, 142 Goiter, 142 L Laparoscopy, 37 Late preterm infant, 57 Legg-Calve-Perthes disease, 121 Leukemia, 106 E Ectopic pregnancy, 49 Endometrial hyperplasia, 83 Endometrial pathlogy, 14 Endometrial sampling, 14 Endometrial thicknes, 83 Enlargement of the ovaries, 20 Epilepsy, 127 F Fetal anomalies, 152 Fetal outcome, 71 Functional constipation, 101 H Herpes zoster, 106 Hysterectomy, 6,14 I In vitro fertiization, 1 Infancy, 137 Intrauterine device, 97 Cilt / Volume 6, 2014 T Tanı, 113 Tedavi, 113 Tetik parmak, 78 Toksoplazma, 90 Torakoomfalofagus, 41 Total laparoskopik histerektomi, 6 Transport, 23 Troponin I, 155 TV-USG, 97 U Ultrasonografik tarama, 133 Ü Ürolitiyazis, 137 V Varisella, 44 Vezikoüreteral reflü, 113 Vitamin D, 137 VZIG, 44 Y Yaklaşım ve tedavi, 147 Yapışık ikizlik, 41 Yenidoğan, 41 Cilt / Volume 6, 2014 Ovarian torsion, 20 Ovulation induction, 1 P Pediatrics, 113 Phocomelia, 152 Pneumonia, 44 Postmenopausal bleeding, 97 Preeclampsia, 1 Pregnancy, 44,90,127 Premenopause, 83 Prenatal diagnosis, 152 Prenatal intraabdominal masses, 147 Preterm, 23 M Macrosomia, 65 Malignancy, 106 Maternal outcome, 71 Metabolic abnormality, 137 Methotrexate, 49 Mode of delivery, 30,65 Moderately preterm infant, 57 Morbidity, 23,30 R Mortality, 23,30 Risk factors, 133 Myopericarditis, 155 Roberts syndrome, 152 Rubella, 90 N Neonatal, 147 S Newborn, 41 Seizure, 127 Seroprevalance, 90 O Slotted acetabular Obstetric cholestasis, 71 augmentation, 121 Open appendectomy, 37 Staheli Shelf Acetabuloplasty, Ovarian cysts, 147 121 Surgery, 78 T Thoraco omphalopagus, 41 Total laparoscopic hysterectomy, 6 Toxoplasma, 90 Transportation, 23 Treatment, 113 Trigger finger, 78 Troponin I, 155 TV-USG, 97 U Ultrasonographic screening, 133 Urinary retention, 101 Urolithiasis, 137 V Varicella, 44 Very low birth weight, 30 Vesicoureteral reflux, 113 Vitamin D, 137 VZIG, 44 W Whirlpool sign, 20 159 YAZAR DİZİNİ / AUTHORS INDEX Cilt / Volume 6, 2014 A Abuoğlu H, 142 Acar D, 71 Açmaz G, 83 Ağaçayak E, 152 Akbayram HT, 106 Akgül T, 78,121,133 Akpınar E, 121,133 Aksoy H, 83 Aksoy Ü, 83 Akyol A, 65 Alan S, 41 Albayrak E, 83 Aldemir EY, 23,57 Ark HC, 65 Arsan S, 41 Atalay C, 97 Atalay S, 142 Atasay B, 41 Aydoğan G, 137 B Başar M, 83 Başaranoğlu S, 152 Başpınar M, 20 Bayrak M, 127 Bayram N, 23 Benzer D, 30 Bozdağ H, 127 Ç Çakır U, 41 Çakmak E, 101 Çalık A, 6 Çatma T, 90 Çiftel M, 109,155 Ç Çorapcıoğlu F, 147 Dayan H, 14 Demir F, 137 Dikici F, 78 160 Dindar Ö, 71 Divarcı E, 37 E Efesoy O, 101 Ekingen G, 147 Ekiz A, 71 Erdem E, 101 Erdeve Ö, 41 Erdil İ, 133 Erdil ME, 121,133 Ergin ÖN, 121,133 Ergün Y, 44 Eriş C, 142 Erşen A, 78 Ertuğ H, 109 Eruyar ME, 147 G Garipardıç M, 106 Gedikbaşı A, 71 Gilanlıoğlu A, 44 Görük NY, 152 Göynümer G, 127 Gülaç B, 49 Günay E, 142 Günay T, 127 Günlemez A, 147 Gürsoy T, 30 H Han A, 49 I Işık O, 147 İ İlhan R, 20 İnan C, 1 K Kahvecioğlu D, 41 Kalkan D, 97 Kanğın M, 37 Karacan T, 6,14 Karadağ C, 127 Karadoğan M, 147 Karaman E, 1,49,65 Karaman K, 106 Karaman Y, 1,49 Karatekin G, 30 Kavak E, 20 Kavak SB, 20 Kavuncuoğlu S, 23,57 Kaya B, 142 Kılıç F, 37 Kıyak A, 137 Kiriş Satılmış Ö, 90 Korkmaz M, 121,133 Korkmaz O, 137 Kurkut B, 20 Küçük Z, 44 M Madendağ Y, 83 Meriç K, 142 Müderris İ, 83 Müftüoğlu T, 142 N Naki MM, 6,14 O Odabaşı M, 142 Okumuşoğlu Karaca S, 44 Okuyan E, 6 Ovalı F, 30 Ö Özbek AS, 23 Özdemir Ç, 65 Özdemir Ö, 97 Özdoğan T, 57 Özer A, 1 Özer Ö, 65 Özkan E, 142 Özkunt O, 78 Özler A, 152 Öztürk E, 23 Özyurt S, 83 P Polat G, 13,78,121 Polat İ, 71 S Sağlam Y, 121 Sarı F, 137 Sarı ME, 97 Sarıyılmaz K, 78 Savaş A, 101 Selimova V, 97 Serçe Ö, 30 Ş Şahin İO, 155 T Talay H, 1,65 Tan M, 147 Tezcan S, 71 Tosun A, 6 Tunç SY, 152 U Usta TA, 6,14 Uyan Hendem D, 49 Y Yapça D, 90 Yapça ÖE, 90 Yavuz S, 113,137 Yıldız D, 41 Yıldız MK, 142 Yılmaz O, 155 BİLİMSEL HAKEMLERE TEŞEKKÜR İstanbul Kanuni Sultan Süleyman Tıp Dergisi’ne gelen makaleleri, bilimsel hakem olarak inceleyen, zaman ve emek harcayarak yardımcı olan, adları aşağıda belirtilen değerli meslekdaşlarımıza sonsuz teşekkürlerimizi sunarız. İstanbul Kanuni Sultan Süleyman Tıp Dergisi Editörleri Kl. Şef. Uzm. Dr. Sultan Kavuncuoğlu Prof. Dr. Yavuz Demiraran Doç. Dr. Teoman Akçay Erdal Adal Aysu Akça Arzu Akçay Ali Osman Akdemir İpek Akil Mete Akisu Selami Akkuş Alpaslan Akyol Mustafa Tayfun Aldemir Sema Anak Murat Api Ayşe Engin Arısoy Emin Sami Arısoy Cemal Ark Saadet Arsan Oğuz Arslan Osman Aşçıoğlu Tolga Atay Alev Atış İsmail Yaşar Avcı Nuray Aktay Ayaz Ahmet Aydın Sertaç Aydın Gönül Aydoğan Ayşe Balat Halil İbrahim Balcı Gürhan Baş Taner Baştürk Taner Bayraktaroğlu Murat Berkanoğlu Neşe Bıyıklı Kerem Birsel Pervin Bozkurt Rüveyda Bundak A. Tan Cimilli Mine Çalışkan Salim Çalışkan Kürşat Bora Çarman İbrahim Çelebi İsmail Çepni Melih Çetinkaya Mehmet Ali Çıkrıkçıoğlu Figen Çokuğraş Haluk Çokuğraş Feyza Darendeliler Vedat Dayıcıoğlu Cem Demirel Demet Demirkol Orhan Deniz İmdat Dilek Uğur Dilmen Melahat Dönmez Fatih Durmuşoğlu Murat Elevli Mehmet Eliçevik Nuh Mehmet Elmadağ Erhan Emel Haluk Emir Melike Keser Emiroğlu Ali Er Ali Fuat Erdem Mehmet Erdil Müferret Ergüven Tülay Erkan Ayşe Güler Eroğlu Ali Erşen Cem Fıçıcıoğlu Ali Gedikbaş Akın Gökçedağ Ahmet Gül Ahmet Gülkılık Gökhan Gündoğdu Kemal Güngördük Ayla Günlemez Alper Güzeltaş Feyza Karagöz Güzey Kadir Güzin Ağahan Han Nevin Hatipoğlu Arzu Babayiğit Hocaoğlu Mehmet Hurşitoğlu Ayşe İnce Mustafa Fatih İnecikli Murat Kara Metin Karaböcüoğlu Kadriye Kart Özgür Kasapçopur Bülent Kaya Erdal Kaya Rümeysa Kazancıoğlu Fatma Nur Kesiktaş Fuat Kırcelli Tufan Kutlu Ali Kutlucan Ebru Çengel Kültür Nilgün Kültürsay Haluk Erdal Malatyalıoğlu Hasan Hilmi Muratlı Zehra Ocak Özay Oral Fahri Ovalı Ender Ödemiş Selim Öncel Sibel Özbek Selver Özekinci Tuncay Özekinci Funda Öztunç Gülyüz Öztürk Şefik Eser Özyürek Yıldız Perk İbrahim Polat Gül Sağın Leyla Saitoğlu Serdar Sander Betül Sözeri Sezai Şahmay Zafer Şalcıoğlu Alper Şener Rengin Şiraneci Fehmi Tabak Ömür Tabak Mehmet Akın Taşyaran Burak Tatlı Gülay Aydın Tireli Dilek Toprak Deniz Tuğcu Bahattin Tunç Tufan Tükek Emine Türkkan Münevver Türkmen Beyhan Tüysüz Hamdi Bülent Uçan Suat Can Ulukent Nafiye Urgancı Zeynep Seda Uyan Şule Ünal Cihat Ünlü Mesut Abdulkerim Ünsal Ayça Vitrinel Mehmet Vural Mehmet Yalaz Abdussamet Yalçın Coşkun Yarar Mehmet Yaşar Atilla Rasih Yener Doğukan Yıldırım Gonca Yıldırım Gökhan Yıldırım Abdullah Yıldız Fetih Rüştü Yıldız Adem Yılmaz Alev Yılmaz Emel Yılmaz Figen Yılmaz Adnan Yüksel Gazi Zorer 161 YAZARLARA BİLGİ İKSST Dergi Kuralları: “İstanbul Kanuni Sultan Süleyman Tıp Dergisi (İKSSTD)” Sağlık Bakanlığı Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin yılda 3 sayı yayınlanan süreli yayın organıdır. Dergide jinekoloji, obstetrik, pediatri, pediatrik cerrahi ve temel tıp bilimlerini içeren orijinal araştırma makaleleri, olgu sunumları, derlemeler ile panel ve kongre gibi etkinliklerin duyuruları da yayınlanır. Dergiye gönderilen yazıların başka bir dergide yayınlanmamış ve kabul edilmemiş olması gerekir. Daha önce kongre ve bilimsel toplantılarda bildirilmiş ve özet halinde yayımlanmış çalışmalar belirtilmesi kaydıyla kabul edilebilir. Gönderilen yazıların biçimsel uygunluğu sağlananlar, editör tarafından 2 hakemin değerlendirmesine gönderilir, gerek görüldüğü takdirde istenen değişiklikler yazarlarca yapıldıktan sonra yayınlanmak üzere sıraya alınır, yayınlanır. Yazarlar editöre hitaben yazdıkları kapak mektubunda tüm yazarların makaleye akademik-bilimsel olarak katkıda bulunduklarını, makalenin bilimsel ve etik sorumluluğunu paylaştıklarını belirtmelidirler. Sadece on-line olarak gönderilen yazılar değerlendirmeye alınır. www.journalagent. com/iksst sitesine kayıt olunarak yazı gönderilmesi ve takibi yapılabilir. Yayınlanmak üzere dergiye gönderildikten sonra yazarlardan hiçbiri, tüm yazarların yazılı izni olmadan yazar listesinden silinemez, ayrıca hiçbir yeni isim, yazar olarak eklenemez ve yazar sırası değiştirilemez Bilimsel sorumluluk Makalede adı geçen tüm yazarların yazıya doğrudan katkısı olmalıdır. Bu yazarlar makaledeki çalışmayı planlamalı, yapmalı, makaleyi yazmalı, revize etmeli, istatistiksel değerlendirmesini yapmalı veya son halini kabul edip gönderilmesine onay vermelidir. Araştırma makalelerinde hipotezlerin incelenmesi, verilerin istatistiksel değerlendirmesi ile olur. İstatistiksel Değerlendirmede yapılabilirse, bulguların miktarı belirtilmeli ve ölçüm hataları veya güven aralıkları uygun değerlerle gösterilmelidir. İstatistik kavramlar, kısaltmalar ve semboller tanımlanmalıdır. Makalelerin bilimsel kurallara uygunluğu yazarların sorumluluğundadır. Etik sorumluluk Yayınlamadan önce yazarlar www.logosyayincilik.com adresinde bulunan dergimize ait “Olur Belgesi”ni doldurup imzalayarak 0212 571 47 90’a faks yoluyla göndermelidir. Kurumların etik veya denetim kurulu onay ve desteği alındığını veya 1975’de kabul edilen Helsinki Anlaşmasında (http://www.wma.net/e/policy/b3.htm) belirlenen insan deneylerine ait ilkelere uyulduğunu ya da uyulmadığını, çalışmanın yapıldığı insanlardan bilgilendirildikten sonra rıza alındığı makalenin GEREÇ VE YÖNTEMLER bölümünde belirtilmelidir. Eğer çalışmada hayvanlar kullanılmış ise yazarlar aynı bölümde çalışmalarında hayvan haklarını koruduklarını ve kurumlarının etik kurullarından onay aldıklarını belirtmek zorundadırlar. Eğer makalede dolaylı veya dolaysız ticari bağlantı veya çalışma için maddi destek veren kurum/firma bulunuyorsa yazarlar; ön sayfada kullanılan ticari ürün, ilaç, firma ile ticari nasıl bir ilişkisinin olduğunu (konsültan, diğer anlaşmalar) bildirmek zorundadır. Makalelerin etik kurallara uygunluğu yazarların sorumluluğundadır. Yazım Dili Yönünden Değerlendirme Derginin yayın dili Türkçedir. Gönderilecek yazılarda Türk Dil Kurumu’nun Türkçe sözlüğü ile tıbbi terimler sözlükleri esas alınmalıdır. Yazılan metin yayın için kabul edildikten sonra dergiye ait kabul edilir ve telif hakkı yayımcı üzerine geçer. Editör, yayımcı tarafından kişilere veya mala gelebilecek herhangi bir hasar ya da yaralanmanın sorumluluğu kabul etmez. Yazının Hazırlanması Yazılar “Times New Roman” fontu ile 12 punto ile çift satır aralıklı, en az 25 mm kenar boşluğu bırakılacak şekilde yazılmalıdır. Gönderilen yazılarda şu sıraya uyulmalı ve her biri ayrı sayfaya yazılmalıdır: Sayfa 1, Başlık, Tam başlığı, onaylanmış finansal destek (ödenek) Sayfa 2, Özet ve Anahtar Kelimeler: Özet çalışmanın amacını, planlanışını, kurulumunu, hastaları, sonuçları ve tartışmayı içeren Amaç (Objective) Yöntem (Method) Bulgular (Results) Yorum (Conclusions) ana başlıklar altında ve 250 sözcüğü geçmeyecek şekilde yazılmalıdır. Özetin altına 3-10 anahtar kelime tanımlanmalıdır. Bilimsel makalelerdeki anahtar kelimeler, Türkiye Bilim Terimleri arasından seçilmeli bu kurala titizlikle uyulmalıdır. Bu amaçla http://www.bilimterimleri.com adresi kullanılmalıdır. Sayfa 3, İngilizce başlık özet ve anahtar kelimeler hazırlanacaktır. Bu sayfa 3. sayfanın özelliklerini içerecektir. Bu sayfa yabancı indeksler tarafından kullanılacaktır. Sayfa 4, Özetin sonrasında aşağıdaki kısımlar makaleye her biri ayrı sayfada olacak şekilde dahil edilmelidir. · Giriş · Gereç ve Yöntemler · Sonuçlar · Tartışma · Teşekkür Kaynakça: Kaynaklar metinde belirtildiği sırada numaralandırılmalıdır. Tablo ve figürlerde ilk kez belirtilen referanslar tablonun veya figürün açıklandığı metin içinde mutlaka belirtilmelidir. Kaynaklar parantez içinde arabik harflerle yazılmalıdır. Sunu, yayımlanmamış gözlemler, kişisel değerlendirmeler kaynak olarak kullanılmamalıdır. Sözlü olmayan yazılı referanslar (parantez içinde) yazılabilir. Kaynak olarak kabul edilmiş ancak yayımlanmamış makaleler için dergi belirtilmeli ve “yayımlanmakta” ifadesi eklenmelidir. Kaynaklar yazarların orijinal dokümanlarından doğrulanmalıdır. Dergilerin başlıkları Index Medicus’da belirtilen kısaltmalara göre yapılmalıdır. Makaledeki tüm yazarlar yazılmalı fakat sayı beşi geçerse altıncı olarak “et al” yazılmalıdır. Tablolar ve açıklamaları a) Tablolar: Ayrı sayfalara çift boşluklu yazılmalı ve rakamlara konuda geçen sırasına göre başlık verilmeli ve numaralandırma yapılmalı. Tablolar fotoğraf gibi sunulmamalı. Her sütuna kısa başlık verilmeli. Açıklayıcı bilgileri başlıkta değil dipnotlarda verilmeli. Dipnotlar için şu sırada belirtilmiş sembolleri kullanılmalı; a, b, c, d, e, f. b) Resimler: Şekiller özenle profesyonelce çizilmiş ve fotoğraflanmış olmalı, elle çizim veya kitap harfiyle basım kabul edilemez. Harfler veya belirleyici işaretler anlaşılır ve yazı boyutu her figür için sabit olmalıdır. Bir figürdeki tanımlamalar için büyük harfler kullanılmalı. Semboller, yazılar ve numaralar basım için küçültüldüğü takdirde dahi okunabilir olabilmeleri için belirgin biçimde anlaşılır olmalıdırlar. Başlıklar ve detaylandırılmış açıklamalar çizimin kendisinde değil resme ait yazıda olmalıdır. Resimler sisteme word dokümandan ayrı bir dosya olarak (.jpg formatında) yüklenmelidir. c) Kısaltmalar: Metin içinde kelimenin ilk geçtiği yerde parantez içinde verilir ve tüm metin boyunca o kısaltma kullanılır. Cümle ve paragraf başları kısaltma ve rakamla başlamaz. d) Açıklayıcı bilgiler: Ayrı bir sayfaya ardışık düzende çift aralıklı yazılır. e) İzinler: Diğer kaynaklardan temin edilmiş materyaller, dergiye izin veren telif hakkı sahibi tarafından yazılı bir ifade ile desteklenmiş olmalıdır. Teşekkür. Çalışmaya entelektüel olarak katılmış fakat yazarlık açısından katılım göstermemiş kişiler ve fonksiyonları buraya yazılabilir. Örnek, “bilimsel danışman”, “bioistatistik uzmanı”, “veri toplayıcısı” veya “klinisyen”. Bu kişilerden isimleri yazılması için izin alınmalıdır. Yazılı izinlerin alınmasından yazarlar sorumludur. Kaynak Örnekleri 1. Takihara H, Sakatoku J, Cockett ATK. The pathophysiology of varicocele in male infertility. Fertil Steril 1991;55:861-8. Kitaplar 2. Colson JH, Armour WJ. Sports injuries and their treatment. 2nd rev. ed. London: S. Paul, 1986. 3. Diener HC, Wilkinson M, eds. Drug-induced headache. New York: Springer-Verlag, 1988. 4. Weinstein L, Swartz MN. Pathologic properties of invading microorganisms. In: Sodeman WA Jr, Sodeman WA, eds. Pathologic physiology: mechanisms of disease. Vol. 1. Philadelphia: WB Saunders, 1974:457-72. Abstract 5. O’Hanley P, Sukri N, Intan N. Morbidity and mortality trends of typhoid fever due to Salmonella typhi at the Infectious Disease Hospital (IDH) in North Jakarta from 1984 to 1991 [abstract no. 945]. In: Program and abstracts of the 32nd Interscience Conference on Antimicrobial Agents and Chemotherapy. Washington, DC: American Society for Microbiology, 1992:268. Mektup 6. Kremer J. Yardsticks for successful donor insemination [mektup]. Fertil Steril 1991;55:1023-4. Yayımlanmakta 7. Lillywhite HB, Donald JA. Pulmonary blood flow regulation in an aquatic snake. Science. Baskıda. Orijinal makaleler 10 A4 sayfasını aşmayacak şekilde (özet, tablo, şekiller, kaynaklar dahil) hazırlanmalıdır. Olgu sunumları Olgu sunumları kısa ve öz, bilgilendirici nitelikli 5 sayfayı aşmayacak şekilde, bir tablo veya figürden oluşmalı; giriş, olgu sunumu, tartışma ve kaynaklar bölümlerini içermelidir. Derlemeler Derginin içeriğine ait konularda güncel, en son yenilikleri kapsayacak şekilde, 10 A4 sayfasını aşmayacak şekilde editörlerin uygun gördüğü kişiler tarafından ve en fazla 50 kaynak kullanarak yazılmalıdır. Editöre mektup Bu kısım dergide son zamanlarda yayınlanan makaleye yönelik eleştirileri içerir. Mektup kısa, özet (400 kelimeyi aşmamalı), çift boşluklu ve en fazla 5 kaynaktan oluşmalı. Mektup ve yanıtlar dergi formatına uygun olmalıdır. Yazışma ile birlikte detaylı adres, telefon ve faks numarası ve e-mail adresi bildirilmelidir. Editör, mektupları kısaltma ve dergi formatına uyumlu olması için diğer değişiklikleri yapma hakkına sahiptir. Düzeltmeler Düzeltmeler başka bir açıklama yapılmadığı takdirde sorumlu olan yazara yollanacaktır. Danışmanlar tarafından gerekli görülen düzeltmeler yapıldıktan sonra yazar yeniden düzenlenmiş yazısını, önerilen düzeltmeleri nerelerde yaptığını, eğer düzenleme yapmadıysa da gerekçesini içeren maddeler halinde “editöre cevap” mektubuyla birlikte en kısa sürede yeniden dergiye gönderilecektir. Yayın için kesin kabul edilen makaleler için sorumlu yazara bir mektup yollanacaktır. Düzeltme sırasında yapılan değişiklikler, yazım hataları dışında, yazarların sorumluluğundadır.
Benzer belgeler
Mayıs 2015, Cilt 7, Sayı 2 - Kanuni Sultan Süleyman EAH
• ÇOCUK RUH SAĞLIĞI VE
HASTALIKLARI
Ebru Çengel Kültür (Ankara)
• ÇOCUK VE ERGEN
RUH SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI
Fuat Kırcelli (İstanbul)
• ÇOCUK YOĞUN BAKIM
Demet Demirkol (İstanbul)
Ocak 2013, Cilt 5, Sayı 1 - Kanuni Sultan Süleyman EAH
EDİTÖR YARDIMCISI
Kamuran ZİYARETLİ ŞANLI