pdf olarak indirmek için tıklayınız
Transkript
Ahmet SAN Röportajlar Kerem GÖRSEV Ferman AKGÜL Söz: Şenol Göka Beste - Solist: Kerem Demircioğlu Düzenleme: Murat Tunalı Tulum: Volkan Arslan Supervisor: Amber Türkmen Şenol GÖKA TRT Genel Müdürü KÜLTÜR VE SANAT KÖPRÜLERİ: FESTİVALLER Festival genel tanımı itibariyle; yerel topluluklar tarafından geleneksel hale getirilmiş gün ve tarihlerde kutlanan, yapıldığı yörenin imgesi hâline gelmiş etkinlikler bütünüdür. İnsanlık tarihinin en eski etkinlikleri kapsamında yer alan festivaller, toplumların kültürel değerlerinin bir sunumu olarak da ifade edilebilir. Festivaller, düzenlendiği topluma sosyal ve kültürel açıdan fevkalade yararlar sağlamaktadır. Hatta günümüzde farklı bir nitelik daha kazanmış ve birçok ülkenin turizm planları içerisine dâhil edilmiştir. İnsanların farklı kültürleri tanıma ve kültürel etkinliklerde bulunma arzusu, bunun yanı sıra, vaktini en güzel biçimde özgürce, renkli ve eğlenceli faaliyetlerle geçirme isteklerini karşılama potansiyeli bakımından öne çıkan festivaller, günümüz turizm faaliyetlerinin önemli bir kolunu teşkil etmektedir. Ülkelere ekonomik bakımdan çok önemli etkileri bulunan festivaller, turizmi hem dönemsel hem de bölgesel olarak genişletmeye yardımcı olarak, mevsimler ya da belli hedef sınırları içerisinde sıkışmış ülkelerin turizminin geliştirilmesine katkı sağlar. Ayrıca festivaller sayesinde yöre ve ülkenin sahip olduğu kültürel değerler sergilenerek ev sahibi ülke, kentler ve hatta en küçük yerleşimlerin dahi dünya kamuoyuna tanıtımı etkili biçimde yapılabilir. Yüzyıllardır süregelen festival olgusu, gerçekleştirildiği dönemlerdeki tüm gelişmelere ayak uydurarak sürekli bir devinim göstermiştir. Özellikle teknolojinin ilerlemesiyle birlikte festivaller; daha çok tanıtım imkânına sahip olmuş ve daha geniş kitlelere yayılarak, kültür alışverişlerinin hızla yürütüldüğü bir unsur haline gelmiştir. Dünyada ve ülkemizde birçok kültür ve sanat festivalleri organize edilmekle birlikte, müzik festivallerine olan ilginin daha yoğun olduğu söylenebilir. Burada müziğin evrensel niteliği ehemmiyet kazanıyor elbette, bir de muazzam birleştirici özelliği. Müzik festivalleri bu yönüyle; farklı müzik türlerini, çeşitli ülkelerden gelen müzisyenlerin yaptığı müzikleri merak eden ve tanımak isteyen müzikseverlerin buluşma noktası haline geliyor. Ülkemizde de ulusal ve uluslararası anlamda değer taşıyan, hepsi de birbirinden farklı tür ve temalarda, birçok müzik festivali düzenlenmekte ve müziğin her rengi bu festivallerde yer almaktadır. Hatırı sayılır katılımcıları da bulunan festivallerin büyük bir kısmının, kurumsallaşmış vakıflar bünyesinde, çeşitli toplumsal, kültürel ve sanatsal kaygılar gözetilerek sağlıklı bir şekilde yürütüldüğü söylenebilir. Bu kadar geniş bir coğrafya ve her coğrafyada ayrı bir kültürün yaşandığı ülkemizin, tüm kültür ve sanat etkinliklerini kucaklamaya devam edeceği, sanat dolu günler temenni ederim. BİR DÜNYA KONU TÜRKİYE’DE BİR 12 “ŞÖHRET FABRİKASI”… Michael Jackson‘dan Luciano Pavarotti‘ye, Madonna‘dan Tina Turner‘a, Elton John ve Rolling Stones‘dan Ricky Martin‘e kadar birçok ünlüyü Türkiye’ye getiren ve neredeyse bir “şöhret Fabrikası” na dönüşen Ahmet San’la unutulmaz bir söyleşi… TÜRKİYE RADYO TELEVİZYON KURUMU ADINA SAHİBİ ve GENEL YAYIN YÖNETMENİ Amber TÜRKMEN SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Birsen YÜKSEL TAYMAZ EDİTÖRLER Figen GÖKTAŞ Ümit DİRİCAN Nesri BÜYÜKTURAN GRAFİK TASARIM Birsen YÜKSEL TAYMAZ YÖNETİM YERİ TRT MÜZİK DAİRESİ BAŞKANLIĞI TRT SİTESİ A BLOK KAT 9 Tel: (312)463 32 48 ISSN 2149-7982 SAYI 9 / NİSAN 2016 YAYIN TÜRÜ Yaygın/Süreli YAYIN TARİHİ 1 NİSAN 2016 YAYIN YERİ www.trtmuzikdairesibaskanligi.com TRT Bir Dünya Müzik @birdunyamuzik [email protected] 2 YAŞAMDAN MAVİ NOTALARA… 16 Türkiye’de caz müzik denildiğinde ilk akla gelen isimlerden biri… Kerem Görsev’le, müzik kariyeri, katıldığı festival ve konserler üzerine keyifli bir sohbet… FESTİVALLERİN “LOKOMOTİFİ” İKSV 24 Bugün festival deyince akla gelen ilk kurumlardan İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı İstanbul Caz Festivali direktörü sevgili Pelin Opçin’le Hem İKSV’yi hem yöneticisi olduğu festivali konuştuk. O BİR BESTECİ, SÖZ YAZARI, ŞARKICI, OYUNCU… 26 Manga ’nın solisti olarak kulağımızda ve kalbimizde yer edinen İbrahim Ferman Akgül’le yeni single çalışmasını, Manga’yı ve müziğe dair pek çok şeyi konuştuk… GENEL YAYIN YÖNETMENİ’NDEN Bir Dünya Selam, BAŞKENT’TE 28 KÜLTÜR KÖPRÜSÜ Ankara’nın önemli vakıflarından biri olan Sevda Cenap And Müzik Vakfı’nın Genel Sekreter’i Pınar Alpay Yüksel’le vakfın tüm etkinliklerini ve “Uluslararası Ankara Müzik Festivali” üzerine… SEVDA - CENAP AND “ORGANİZASYON MÜZİK VAKFI BİR SANATTIR” 34 Türkiye’nin popüler radyo ve müzik web portalı muzikonair.com’un Genel Koordinatörü, birçok ulusal markanın reklam, sosyal medya projelerinde imzası bulunan Can Demiral’la keyifli bir söyleşi. ”HOTEL CALIFORNIA” 38 Rahmi Mert Özcan’dan; 1970’lerin ABD’li efsane Rock grubu Eagles’ın tüyleri diken diken eden, klasikleşmiş muhteşem parçası Hotel California efsanesi üzerine güzel bir yazı… BİR DÜNYA İNSAN “KURT COBAİN” 44 Bu dünyadaki konukluğu yalnızca 27 yıl süren Kurt Cobain’in dünyayla, hayatın adaletsizliğiyle, hatta kendi kendisiyle olan meselesi ve o kısacık zaman içinde ürettiklerinin hikâyesi… Murat Örem’in kaleminden… Müziğin tüm ritimlerini yakalamaya çalıştığımız dergimizde, bu ay yine, müziği yelkenlimize rüzgâr yapıp yol aldık. Yine güzel konular, yine güzel konuklar bu heyecana ortak oldu. Her sayımızın ardından gelen olumlu geri dönüşlerinizle şevkimiz bir kat daha artıyor. Tüm okurlarımıza yürekten teşekkürler. Ankara Radyosu spikerlerinin canıgönülden seslendirdiği, teknik personelinin de gönüllü katkılarıyla hazırlanan sesli dergi CD’miz bu ay tekrar görme engelli okurlarımızla buluştu. Bu sayı ele aldığımız kapak konumuz: Festivaller… Türkiye’de düzenlenen müzik festivallerinin günümüze dek nasıl bir süreç izlediğini araştırdık. Festivaller neden olmalı? Bir ülkeye sağladığı faydalar nelerdir? Kültürel alışverişlerde nasıl bir unsur olarak yer almaktadır? Bu gibi sorulara ve daha fazlasına cevaplar aradık. Ünlü ve başarılı isimlerin tecrübeleri ve birikimleri yolumuza ışık tuttu. Türkiye’de festival ve büyük konser organizasyonları söz konusu olduğunda, akla gelen ilk isim Ahmet San ve hayatı mavi notalara dönüştüren, Türkiye’de Caz müziğin ve caz festivallerin vazgeçilmez ismi Kerem Görsev’le Ümit Dirican keyifli söyleşiler gerçekleştirdi. İKSV İstanbul Caz Festivali Direktörü Pelin Opçin, İKSV’nin duruşunu ve tüm festival organizasyonlarını Feridun Ertaşkan’a anlattı. Kurulduğu ilk günden itibaren geniş bir dinleyici kitlesi oluşturan Manga grubundan Ferman Akgül, kişisel olarak yaptığı en yeni single çalışmasını, konser ve festivallerle ilgili tecrübelerini, Ankara’nın en köklü kültür sanat vakfı olan Sevda Cenap And Vakfı ise vakfa ait çalışmalarını ve tüm etkinliklerini Figen Göktaş’la güzel bir sohbette paylaştı. Konser ve festival organizasyonlarının genç hem de başarılı temsilcilerinden Can Demiral, bir “sanat” olarak nitelendirdiği organizasyon çalışmalarının detaylarını Ümit Dirican’a aktarırken, dergimizin sürekli yazarlarından da festival gibi metinler geldi. Pelin Akan yaklaşan Guns’n Roses konseriyle de heyecanla beklenen Coachella Festivali için geri sayımı başlattı. Aslıhan Şahin Güven keyifli anlatımlarıyla “Konser salonuna dönüşen oyunları” sunarken, Sesli Kütüphane Radyo-3’ün bu ay ki konuğu “Misafirimiz Var” ekibiyle birlikte Arpanatolia’ydı. Müzik Kutusu’nda Rahmi Mert Özcan “Hotel California” efsanesine yer verirken, Reşit Saraçoğlu “Mandıra ya da Bir Küçük Festival Hikâyesi” yazısıyla bizi Woodstock’a doğru tebessüm dolu bir yolculuğa çıkardı. Murat Örem etkili anlatımıyla Rock Dünyasının çok erken kaybettiği ismi Kurt Cobain ‘in hüzünlü hikâyesini kaleme aldı. Murat Ekşi Klasik Albümler ve Albüm Ekşisi ‘nde yine farklı tarzını hissettirirken, Kubilay Dökmetaş “Gel Zaman Git Zaman” köşesinde yine hikâyeler, anılar paylaştı… Cahit Cesur’la müzik tarihine yolculuk, haberler, konserler, kitaplar dergimizin sayfalarında sizleri bekliyor. Mayıs sayımızda tekrar görüşmek dileğiyle. Müzikle kalın… Amber TÜRKMEN 3 “Yüzüklerin Efendisi” İstanbul’da. Yüzüklerin Efendisi serisinden “Yüzük Kardeşliği” bölümüne ait müziklerden oluşan muhteşem bir konser, dev orkestra ve perdede yansıyan film eşliğinde, İstanbul’da sevenleriyle bir araya geliyor. Akademi ve Grammy ödüllü müziğiyle besteci Howard Shore Yüzüklerin Efendisi: Yüzük Kardeşliği’nde J.R.R Tolkien’in edebi hayal gücüne hayat vermiştir. Shore’un müziği, Peter Jackson’ın filmini, yüzyılların stilistik eğilimlerinden gelen eşsiz ifade etmektedir. Lord of the Rings in Concert - The Fellowship of the Ring bir şekilde geliştirilmiş bir vizyon, 2 ve 3 Nisan’da Zorlu Performans Sanatları Merkezi Ana Tiyatro’da tüm “yümükemmel bir senfonik eser olarak zükseverleri” bekliyor. Enrico Macias yeniden İstanbul’da “Zingarella“, “La Guitare“ , “Aie Aie Aie“ , “Solenzara“ ve “Le Femme De Mon Ami“ gibi unutulmaz şarkılarıyla tüm dünyada gönülleri fetheden Enrico Macias, Türkçe yorumlanan 80’e yakın şarkısı ve konserleriyle Türkiye’de de fırtınalar estirmişti. Etkileyici sesi ve yorumlarıyla tüm dünyada kalabalık bir hayran kitlesi bulunan Macias, 50 yılı aşkın müzikal kariyeriyle dünyaca sevilen bir müzik efsanesi olmayı sürdürüyor. Geçtiğimiz yıl gerçekleştirdiği konserin ardından yoğun istek üzerine tekrar İstanbul’a geliyor. Bu muhteşem konseri izlemek isteyenler için 14 Nisan’da Zorlu Performans Sanatları Merkezi Ana Tiyatro’da gerçekleşeceğini söyleyebiliriz. 4 BİR DÜNYA HABER Oscar ödülleri dağıtıldı… Los Angeles’ta düzenlenen törenle bu yıl da Oscar ödülleri sahiplerini buldu. Gecede ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın sunumuyla sahneye davet edilen Lady Gaga da “En Özgün Şarkı” dalında aday gösterilen şarkısını söylerken izleyicileri ağlattı ve performansıyla da ayakta alkışlandı. “En İyi Film Müziği” dalında ödülü “The Hateful Eight” filmiyle besteci Ennio Morricone alırken, “En İyi Özgün Şarkı” dalındaki ödülü ise “Spectre” filmine ait “Writing’s on the Wall” şarkısıyla Jimmy Napes ve Sam Smith aldı. 23. İzmir Avrupa Caz Festivali’nde final... 23. İzmir Avrupa Caz Festivali’nin beklenen “Açık Caz Orkestrası Atölyesi Final Konseri” gerçekleştirildi. İzmir İtalya Konsolosluğu işbirliği ile düzenlenen ve Luca Costantini (gitar), Andrea Biondi (vibrafon), Jacopo Ferrazza ( kontrbas), Valerio Vantaggio (davul) yönetiminde yapılan Açık Caz Atölyesine katılan genç caz sanatçıları, dinleyenlerine unutulmaz bir konser yaşattı. Luca Costantini Quartet üyeleriyle birlikte çalan gençler, caz standartlarının yanı sıra, Dörtlü’nün bestelerinden örnekler de sundu. Katılımcılar katılım belgelerini konser sonunda İzmir İtalya Konsolosu Luigi Iannuzzi ve Grup üyelerinin elinden aldı. 23. İzmir Avrupa Caz Festivali, 19 Mart’ta Polonya Cumhuriyeti İstanbul Başkonsolosluğu ve Polonya Cumhuriyeti İzmir Fahri Konsolosluğu işbirliği ile yapılan Piotr Baron Quintet konseri ile sona erdi. 5 BİR DÜNYA HABER Caz müziğin duayen ismi Selçuk Sun hayatını kaybetti. Türkiye’nin en önemli müzisyenlerinden biri olan Selçuk Sun 82 yaşında hayata veda etti. Sanatçının ölüm haberini Onur Akay, “Caz müziğin duayen ismi Selçuk Sun’u kaybettik. Dünya çapındaki büyük müzisyenin mekânı cennet olsun.” paylaşımı ile duyurdu. Türkiye’nin önemli caz sanatçılarından biri olan Sun, 1979 Eurovision Türkiye Ulusal Finalinde yarışan “Evren ve Biz” ve 1984 Eurovision Türkiye Ulusal Finalinde yarışan “Olmaz Olsun” eserlerinin de bestecisiydi. John Lennon’un pul koleksiyonu sergiye çıkıyor... Dünya çapında ünlü müzik gurubu Beatles’ın efsane üyesi John Lennon’un, gençlik döneminde yaptığı “Pul Koleksiyonu” New York’ta sergilenecek. Kuzeni Stanley Parkes’ın kendisine hediye ettiği albümden sonra pul biriktirmeye merak saldığı bilinen John Lennon’un koleksiyonu, New York’ta “Dünya Pul Şovu” kapsamında sergilenecek. Sanatçının koleksiyonunu; Amerika, Yeni Zelanda, Güney Afrika, Hindistan ve Jamaika’dan gelen pullarla doldurduğu albümün kapağına da skeçler çizdiği biliniyor. Lennon’ın pul koleksiyonundaki parçaların nadir bulunan ya da değeri yüksek olan parçalar olmadığı, ancak kendisinin 20. yüzyılın en ünlü isimlerinden biri olmasının albümün değerini yükselttiği söyleniyor. Kayahan doğum gününde şarkılarıyla anıldı… İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Daire Başkanlığı’na bağlı Kültürel Etkinlikler Müdürlüğü, Türk kültür sanat dünyasına, eserleriyle katkıda bulunmuş değerli yazar, şair ve müzisyenler için, doğum ve ölüm yıl dönümlerine özel programlar hazırlamaya devam ediyor. Geçtiğimiz yıl vefat eden Türk pop müziğinin güçlü seslerinden Kayahan’ın doğum günü için, Nilüfer ve İpek Açar’ın seslendirdiği şarkılarla anıldığı, özel bir program düzenledi. “İyi ki Doğdun Kayahan” adlı anma etkinliğinde, Nilüfer ve İpek Açar’ın yanı sıra sürpriz sanatçılar da Kayahan şarkılarını seslendirdi. Müjde Uzman’ın sunuculuğunu üstlendiği gecede sanatçılar; “Esmer Günler”, “Bir Aşk Hikâyesi”, “Emrin Olur”, “ Mor Menekşe”, “Gönül Sayfam”, “Odalarda Işıksızım” ve “Yemin Ettim” gibi Türk pop müziğine damgasını vuran özel bir repertuvarla, Kayahan hayranlarına duygulu anlar yaşattı. 6 BİR DÜNYA HABER Guns’n Roses Amerika’nın en ünlü festivallerinden Coachella’da hayranlarıyla buluşacağının müjdesini verdi. Konserde Axl Rose’a, grup ile yolları ayrılan eski üyelerden Slash ve McKagan da eşlik edecek. GUNS’N ROSES EFSANESİ YENİDEN… Rock müziğin en ünlü gruplarından Guns’n Roses Amerika’nın en ünlü festivallerinden Coachella’da hayranlarıyla buluşacağının müjdesini verdi. Tüm zamanların en iyi rock grupları arasında gösterilen Guns’n Roses, uzun bir aradan sonra 16 ve 23 Nisan tarihlerinde Coachella Müzik ve Sanat Festivali’nde iki konserle müziğe yeniden adım atıyor. ‘Welcome to the Jungle’, ‘Sweet Child o’Mine’, ‘You Could be Mine’, ‘November Rain’, ‘Don’t Cry’, ‘Knockin’ on Heaven’s Door’ ve daha birçok single’la billboardları altüst edip altı stüdyo, bir konser ve bir de derleme olmak üzere toplam sekiz albümle tüm dünyada yüz milyonun üzerinde albüm satışı gerçekleştiren efsanevi grubun, ilk albümleri ‘Appetite for Destruction’ da ABD’de bir gruba ya da bir sanatçıya ait en çok satan ilk albüm ünvanının sahibi. Festivale kaç kişi ile katılacağı tam olarak bilinmemekle beraber, festivalin basın işleri, Axl Rose’a grup ile yolları ayrılan eski üyelerden Slash ve McKagan’ın da eşlik edeceğini duyurdu. ‘Yeniden birleşen’ grup ise ilk konserini Coachella Festivali’nden önce, Las Vegas’ta, inşası yakında tamamlanacak olan 20 bin kişi kapasiteli T-Mobile Arena’da 8 ve 9 Nisan tarihlerinde gerçekleştirecek. Birçok önemli ödüle sahip grup, en son turnesini 2011 yılında yapmış, en son albümünü de 2008 yılında çıkarmıştı. Grup, yeni albüm bekleyen hayranlarına henüz müjdeli haberi vermemekle birlikte Guns’n Roses hayranları, konser yeni bir single’a ev sahipliği yapar mı, yeni single ‘Sweet Child o’Mine’ın başarısını yakalar mı sorularını sormaya başladı bile. Önceki yıllarda AC/DC’den David Guetta’ya, Madonna’dan Rihanna’ya, Justin Bieber’dan Gorillaz’a pek çok ünlü sanatçıyı ağırlayan Coachella Müzik ve Sanat Festivali için ise geri sayım başladı. 1999 yılında Paul Tollett tarafından başlatılan ve her yıl düzenli olarak Nisan ayında Indio, California’da gerçekleştirilen festival; rock, hip hop, indie, elektronik, dans dahil birçok müziğe ve sanatsal etkinliklere ev sahipliği yapıyor. ABD’nin en önemli festivallerinden biri olan Coachella’nın biletleri her zaman olduğu gibi bu sene de satışa sunulmasının ardından kısa bir süre içinde tükendi. Geçen yılki veriler ise Coachella’nın, Belçika’da düzenlenen Tomorrowland Elektronik Müzik Festivali’nden sonra, biletleri en çok rağbet gören ikinci festival olduğunu gösterdi. 15-17 ve 22-24 Nisan tarihlerinde gerçekleşecek bu seneki festivalin Guns’n Roses dışındaki diğer konukları arasında ise Calvin Harris, LCD Soundsystem, Miami Horror, Ice Cube, Justin Martin, AC Slater, Disclosure, Savages, The Black Madonna, Pete Yorn, Zedd gibi birçok sanatçı bulunuyor. Leonardo DiCaprio, Katy Perry, Paris Hilton gibi göseri dünyasının ünlü simalarının da akın ettiği Coachella Müzik ve Sanat Festivali, çok yakında müziksevelere bir sürpriz de yapabilir. Festivali organize eden şirket, dinleyici talebini tam anlamıyla karşılayabilmek için ilkbahara ilaveten sonbaharda da etkinliği gerçekleştirmeyi planlıyor. 7 BİR DÜNYA KONSER İSTANBUL NİSAN KONSERLERİ Sahnelerden... Cem Adrian, 2 Nisan’da Jolly Joker İstanbul’da… MFÖ 5 Nisan’da Zorlu Performans Sanatları Merkezi-Ana Tiyatro’da nostaljik anlar yaşatıyor. Anadolu müziğini batı enstrümanlarıyla birlikte kullanan Ahmet Aslan, 9 Nisan’da Şişli Belediyesi Kent Kültür Merkezi’nde olacak. İlhan Şeşen ve Vedat Sakman 12 Nisan’da Profilo Kültür Merkezi’nde akustik müzik ziyafeti veriyor. Türk rock müziğinin güçlü sesi Kıraç 16 Nisan’da Beyrut Performance sahnesinde müzikseverleri bekliyor. Athena, ikinci konseri ile 29 Nisan’da Garajistanbul Sahnesi’nde… “İstanbul Resitalleri” İzlanda’nın sevilen ve dünyaca ünlü dahi piyanisti Vikingur Olafsson, etkinlik kapsamında 7 Nisan’da Sakıp Sabancı Müzesi “the Seed” de olacak. Garanti Caz Yeşili Konserleri Fransız şanson geleneğiyle klasik Amerikan caz repertuvarını kendi yorumuyla birleştirerek günümüzün en önemli caz şarkıcılarından biri olan Stacey Kent 21 Nisan’da konserler kapsamında Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nde sahne alacak. James Gaffigan şefliğindeki Luzern Senfoni Orkestrası 22 Nisan’da İş Sanat Kültür Merkezi’nde sahne 8 alırken, Dubstep’in yenilikçi ismi Flux Pavilion, 22 Nisan’da hareketli bir gece için ilk defa Babylon’da... Grammy ödülü sahibi Michael Rose 22 Nisan’da Küçük Çiftlik Park’ta hayranlarıyla ilk kez bir araya geliyor. Balkan dünyasının ünlü ismi Dino Merlin, 23 Nisan’da Ora Arena’da sahne alacak. Trompetin usta ismi Ibrahim Maalouf 23 Nisan’da Volkswagen Arena’da izlenebilir. Grammy ödüllü caz davulcusu Jack DeJohnette, 28 Nisan’da İş Sanat Kültür Merkezi’nde sahne alıyor. BİFO’dan… Geçtiğimiz sezon Beethoven sonatları ile İstanbullu müzikseverleri büyüleyen Rudolf Buchbinder, 6 ve 7 Nisan’da bu kez BİFO’nun konuğu oluyor. Buchbinder, orkestrayı yönetirken aynı anda Beethoven piyano konçertoları gibi estetik ve düşünsel boyutu derin yapıtları seslendirebilen nadir müzisyenlerden…21 Nisan’da “Yaşayan en büyük besteci” ödülü de dahil pek çok ödülün sahibi, çağdaş müziğin zirvesindeki isim Krzysztof Penderecki, şef kürsüsünde olacak. Devlet Opera ve Balesi’nden… Çocukların bayram haftasında, 24 Nisan’da “Kuklacı” adlı çocuk müzikali sahneye konuyor. BİR DÜNYA KONSER ANKARA 33. Uluslararası Ankara Müzik Festivali Festival Ankara Gençlik Senfoni Orkestrası’nın konseriyle 4 Nisan’da başlıyor. Festival programında yer alan diğer konserler: Duo Max Mausen- Jason Anderson-Trio Koch 5 Nisan, Giuliano Carmignola ve Darmstadt Barok Solistleri 6 Nisan, Aniello Desiderio’s Quartetto Furioso 7 Nisan, Kafig Dance Ensemble & Debussy Quartet 12 Nisan, Hacettepe Senfoni Orkestrası 13 Nisan, Steven Isserlis, (Çello) Connie Shih (Piyano) 16 Nisan, Camerata Orphica 19 Nisan, New York Gypsy All Stars 21 Nisan, Union Tanguera 22 Nisan, Jin Myung Vurmalılar Topluluğu 23 Nisan, Yurodny Ensemble 25 Nisan, CSO Çello Quartet 26 Nisan, Sierra Ensemble 27 Nisan, Azerbaycan Devlet Senfoni Orkestrası ise 30 Nisan’da festival kapsamında MEB Şura Salonu’nda muhteşem konserlerle sizlerle olacak,, Ankara Piyano Festivali kapsamında… Duo Carmesí Resitali- Astor Piazzolla- İki Piyano için 01 Nisan’da, “Yaşayan En İyi Beethoven Yorumcusu” olarak kabul edilen Avusturyalı piyanist Rudolf Buchbinder ilk kez 2 Nisan’da festival kapsamında CSO Konser Salonu’nda izlenebilir. ODTÜ Sanat 17 etkinlikleri… Michael Prins, etkinlik kapsamında 4 Nisan’da, Hava Kuvvetleri Bandosu ve Cazın Kartalları Orkestrası’nın; Yıldız İbrahimova, Peter Körner, Julian Lupu ve Noriyoshi Murakami ile birlikte seslendireceği konser ise 8 Nisan’da ODTÜ Kültür ve Kongre Merkezi’nde müzikseverleri bekliyor. İZMİR Sahnelerden.. Erkin Koray 1 Nisan’da Event Hall Sahnesi’nde nostaljik anlar yaşatıyor. Ceza, yılın ilk İzmir konserinde 1 Nisan’da Container Hall’de sevenleriyle buluşacak. “Saygıyla Pink Floyd Çalmak” amacıyla bir araya gelen Pink Floyd tribute grubu “7 Pink Floydlar ve 2 Prenses” 2 Nisan’da Volume İzmir Sahnesi’nde izlenebilir. Yıldız Tilbe 2 Nisan’da, Balkanların sevilen ismi Azis 15 Nisan, Emre Aydın 22 Nisan, Hakan Altun 29 Nisan, Levent Yüksel 30 Nisan’da Ooze Venue’de sahne alıyor. Devlet Senfoni Orkestrası Konserleri… 1 Nisan konserinde, keman soloda Monriko Padovanni’yi şef Wojciech Rodek yönetiminde dinleyeceksiniz. 8 Nisan’da ise orkestrayı Adrian Prabava yönetiyor. 15 Nisan’da Emil Tabakov şefliğinde, kemanist Fedor Rudin sahnede olacak. 29 Nisan’da Klarinetiyle Ege Banaz, şef Neslihan Erten yönetiminde sahne alacak. 22-23 Nisan’daki Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı Özel Konserinde de Neslihan Erten şef kürsüsünde olacak. Konsere Işıkkent Eğitim Kampüsü Çocuk korosu eşlik edecek. Bütün bu konserleri A.A.S.S.M.’de izleyebilirsiniz. ŞEHİR ŞEHİR Sahnelerden BSO Konserlerinden… Gürer Aykal yönetimindeki Bilkent Senfoni Orkestrası 3 Nisan Pazar günü ”İhsan Doğramacı 101 yaşında” temalı konserde Gülsin Onay’a ve 9 Nisan’daki konserde Ufuk, Bahar Dördüncü’ye eşlik ediyor. 23 Nisan’da ise çocuklara özel muhteşem bir konser var. Sahnedeki sempatik tavırlarıyla yönettiği bütün eserleri renkli kılmayı başaran şef Howard Griffiths’in yöneteceği “Cadı ve Maestro”, çocukları sihirli bir masalın içinde yolculuğa çıkaracak. Mozart’ın yapıtlarına dinamik yorumlarıyla tanınan Alman kemancı Frank Peter Zimmermann, 29 Nisan’da bu kez B. Bartok ve L. Van Beethoven seçkileriyle sahnede olacak. Funk ve caz müziği elektronik altyapılarla zenginleştiren Electro Deluxe 3 Mart’ta Eskişehir Dedepark Otel’de izlenebilir. Zakkum, 4 Mart’ta Hayal Kahvesi Bursa sahnesinde. Cem Adrian konseri 11 Mart Tudors Arena Antalya’da ve 18 Mart’ta Retto Trabzon’da, Hakan Altun 11 Mart, Gökhan Tepe 12 Mart, Cenk Eren 18 Mart, Yaşar ise 26 Mart’ta Jolly Joker Antalya Sahnesi’nde... Alpaslan Ertüngealp şefliğindeki Antalya Devlet Senfoni Orkestrası, “Çanakkale Zaferi” konseriyle 18 Mart’ta Antalya Kültür Merkezi Aspendos Salonu’nda sahne alıyor. Ferhat Göçer 11 Mart’ta Hayal Kahvesi Gaziantep’te sevenleriyle buluşuyor. 9 FESTİVALLER FESTIVAL I N A M ZA 10 Festival, Latince “festivus” (şenlik, eğlence) kelimesinden Batı dillerine ve oradan da Türkçe’ye geçmiş bir kavram olarak karşımıza çıkıyor. İçeriğine baktığımızda ise belirli dönem ve yerlerde yapılan müzik, sinema, tiyatro, dans gibi kültürel etkinlikleri içeren toplu gösterilere verilen bir isim. Tarihsel süreci içerisinde, II. Dünya Savaşı’ndan sonra festivallerin giderek yaygınlaştığını görüyoruz. Festivallerin düzenlenmesinde, bölgesel ekonominin gelişmesi amaçlanmakla birlikte festivaller, sanat dallarının gelişmesinde de önemli bir etken oluyor. Bu küçük dipnotun ardından gelelim asıl konumuza “Müzik Festivalleri”… Yaptığımız araştırmalarda Türkiye’de her yıl 100’den fazla festivalin düzenlendiğini görüyoruz. Ülkenin hemen hemen her kentinde yerel, ulusal festivaller, İstanbul, Ankara, İzmir ve Antalya gibi büyük kentlerde ise uluslararası kültür-sanat festivalleri kapsamında, müzik festivalleri gerçekleştirilmektedir. Uluslararası festivaller daha geniş kitlelere yayılan, yerel festivallere göre daha zengin içerikli festivaller oluyor. “Uluslararası” niteliği taşıyan festivaller, en az 5 yıldan fazla gerçekleştirilerek, geleneksel hale gelmiş ve bir “marka kültürü” kazanmış festivaller. Bu anlamda düzenlenen festivaller, küresel toplumla kaynaşmayı sağlıyor ve ülkeler arasında ortak kültür değerlerini öne çıkararak, dünyada yaygınlaşmasında rol oynuyor. Ülkemizde düzenlenen uluslararası festivallerin sayısı her geçen gün artmakla beraber bu festivaller içinde, tüm müzik türlerine yer veren ve ciddi vakıfların öncülüğün- de yürütülen, varlığını ve niteliğini geçmişten günümüze dek hala korumakta olanlar da var. İstanbul’da İKSV’nin yürüttüğü tüm müzik festivalleri, İzmir’de İKSEV’in düzenlediği birçok festival-müzik etkinlikleri ve Ankara’da Sevda Cenap And Vakfı’nın organize ettiği festival etkinlikleri bu vakıf organizasyonlarına örnek olarak verilebilir. Son yıllarda müzikte kaydedilen aşamalar, teknoloji ve sosyal medya araçlarının yaygınlaşmasıyla, müzikseverlerin yurtdışındaki müziklere daha kolay ulaşması ve yavaş yavaş oturan müzik kültürü akabinde festivaller ülkemizde daha farklı bir boyut kazanmaya başladı. Bu durumun kültür ve sanat adına ne kadar mutluluk verici olduğunu söylemeye gerek yok. Bu kadar söz yeter diyorsanız, son olarak, ülkemizde festival kültürünün daha da yaygınlaşacağı festival gibi yarınlar diliyoruz ve sizi festivallerin asıl kahramanları ile baş başa bırakıyoruz. Türkiye’de 90’ların ilk yarısıydı ve çok büyük ses getiren stadyum konserleri vardı; Michael Jackson, Bryan Adams, Madonna, Guns’n Roses, Metallica, The Rolling Stones, Scorpions, Bon Jovi… gibi dünya starlarının verdikleri ve binlerce insanı bir araya toplayan konserler. Ülkemiz için ilk kez böyle büyük organizasyonlar düzenleniyordu. Tüm bu organizasyonların başında ise bir isim vardı ki neredeyse tüm şöhretleri Türkiye ile tanıştırdı diyebiliriz. Bu isim elbette Ahmet SAN’dan başkası değil. Bizi tüm zarafetiyle ofisinde ağırlayan Ahmet San’la, gerçekleştirdiği tüm bu organizasyonları ve festivallerin dünü ve bugününü konuştuk… 11 FESTİVALLER Türkiye’de bir “şöhret fabrikası”… İlklerin marka ismi Ahmet San… Röportaj: Ümit DİRİCAN Henüz 20’li yaşlarında “Hey” dergisinin Paris muhabiri olarak çalışmaya başlayan Ahmet San, her hafta ünlü bir isimle röportaj yapıyor ve her röportajı olay yaratıyordu. Ardından röportaj yaptığı sanatçıların konserlerini organize etmeye başlayarak, başarı basamaklarını hızla tırmanıyordu. Ülkeye döndükten sonra da durmadan çalışıyor; festivaller, konserler ve çeşitli organizasyonlar düzenliyordu ki bunlardan en çok ses getireni Uluslararası Çeşme Müzik Festivali’ydi. Onunla birlikte Türkiye’ye neredeyse “star yağmaya” başlamıştı. Michael Jackson‘dan Luciano Pavarotti‘ye, 12 Bazı olmazsa olmazları vardır bu işin, onları yaptım. Bir kere bir tema seçtik. Bir müzik yarışması olsun dedim, o zaman Eurovision şarkı yarışmaları çok revaçtaydı. Bizim de bir mini şarkı yarışmamız olsun istedim. Madonna‘dan Tina Turner‘a, Elton John ve Rolling Stones‘dan Ricky Martin‘e kadar birçok ünlüyü Türkiye’ye getirdi. Ayrıca Kevin Costner, Hilary Swank, Jean Claude Van Damme, Jan Rouven, Ursula Andress, Bo Derek, Brigitte Nielson, Elizabeth Taylor gibi dünya çapında yıldızları ile de birçok uluslararası etkinliğe katıldı… Biz de tüm çalışmalarıyla neredeyse bir “şöhret” fabrikasına dönüşen Ahmet San’la keyifli bir söyleşi yaptık. Festivaller ve konserler denildiğinde Türkiye’de ilk akla gelen isimlerden birisiniz. Özellikle 90’lı yıllarda yaptığınız büyük organizasyon- AHMET SAN larla, Türkiye’de bir çığır açtığınızı söyleyebilir miyiz? Esasında ben ilk festivali 1982 yılında başlattım. Daha önce de bölük pörçük ilçeler festivaller yapıyordu. Hatta İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) İstanbul’da 1974 yılında başladı herhalde. Ben konser organizasyonuna 1973’te başladım, çünkü hatırlıyorum o yıllarda 1974-1975 gibi İstanbul Kültür Sanat Vakfı “İstanbul Festivali” adı altında organizasyonlara başlamıştı ama daha sonra bütün dünyada olduğu gibi ilçeler, yerleşim merkezleri, iller üstlendiği için ben de Çeşme’de başlattım. TRT’yle yol aldık uzun se- neler, 7-8 yıl kadar. İlk kez Televizyon Daire Başkanı Mehmet Turan Akköprülüler’le başladık. Yücel Yener Ankara Televizyon Müdürü’ydü. Kahramanlar, Erşan Başbuğ, İzzet Öz’lerin çalıştığı dönemlerdeydi. İlk yönetmenimiz de yanılmıyorsam Bülent Osma’ydı. Bu dönemler sizin gazetecilik daha doğrusu gazete muhabirliği de yaptığınız dönemler mi aynı zamanda? Hayır. Esasında gazeteci diyemezdim. Paris’te talebeyken üniversite okurken hem yabancı sanatçı getirmeye başladım hem de o dönemler gençlik dergisi “Hey” vardı, haftalık 150.000’e dayanan tirajlarımız… Orada her hafta röportaj yapıyordum. Önce Fransız sanatçılarıyla başladım sonra frankofonlara falan geçtim. İtalyanlar, İngilizler derken 4-5 sene Hey Paris Muhabiri olmam sıfatıyla aşağı yukarı her yıl her hafta bir röportajım yayınlanıyordu. Ondan sonra ülkeye geri döndüm ve üniversite bitince, askerlik sonrası Çeşme’de bu işe niyetlendim. Ne kadar da iyi yapmışsınız gerçekten bir markasınız Türkiye’de Ahmet San olarak bir markaya dönüştünüz. Teşekkürler, evet organizasyon olarak öyle. Kesinlikle öyle hatta Türkiye’deki en büyük konser organizasyonlarını siz düzenlediniz. Michael Jackson, Madonna, Ricky Martin... Türkiye’de ilk stat konserini 86’da İzmir’de yaptım. Büyükşehir Belediye Başkanı Burhan Özfatura’ydı o zaman ve Afrika’da “Live At” konserleri oluyordu. Bob Geldof’un Londra’da Afrika’daki kıtlığa gelir sağlamak ve gündemi yakalamak için yaptığı konserler gibi, o dönem ben de 9 Eylül’de İzmir’in “Kurtuluş Günü” için ilk büyük stat konserini o zaman yaptım. 105 bin biletli, 40 küsur tırlık bir prodüksiyonla; 7, 8 yabancı ve 3, 4 Türk sanatçıyla ilk büyük stat konseri o zamandı. Sonra 1993’ten itibaren İstanbul’da stat konserlerini yapmaya devam ettim gerçek anlamda. Festivaller neden önemli bir değerlendirme yapacak olursanız? Aslında festivallerin hep bir amacı olması lazım. Ben niye festival yaptım. 13 BİR DÜNYA SOHBET Niçin Çeşme’de yaptım? Esasında 1973 yılında başladım yabancı sanatçı konseri organizatörlüğüne. İzmirli olmam nedeniyle, Çeşme’de eğlence mekânları yatırımına girdim. 80’li yıllarda ihtilalin hemen akabinde, o dönemdeki kulüp ve disko işleri, böyle karanlık insanların elindeydi. “Ya ben onlar değilim ben farklı biriyim” demek için Çeşme’de ticaret hayatıma paralel, içimi rahatlatması açısından Çeşme’yi seçtim ve bir festival icat ettim. Festivali icat ederken de uzun süreli yaşasın diye kurumsal olsun istedim. Bazı olmazsa olmazları vardır bu işin, onları yaptım. Neydi bunlar? Bir kere bir tema seçtik. Bir müzik yarışması olsun dedim. Ülkeler katılsın o zaman Eurovision şarkı yarışmaları çok revaçtaydı. Bizim de bir mini farklı şarkı yarışmamız olsun istedim. Uluslararası Çeşme Festivali esasında akşamları bir uluslararası müzik yarışması ve konserlerden meydana geliyordu, gündüz de bunu halka yayalım dedik. Bunun için temayı seçtim ve 14 Festivalde ayrıca Ornella Mutti, Bo Derek, Antonie Delon, Pol Belmondo, Bridget Nilsen gibi o dönemin Hollywood starları gelip festivali sunuyorlardı. Performansta da o dönemin yine en büyük starları Kim Wilde, Nick Camon, Hulio İglesias, Sandra Kim, Kyle Minoque, La Toya Jackson, Janet Jackson… kurumsal bir yapı oluşturayım dedim. Dönemin Güney Deniz Saha Komutanı’na gittim. Çeşme’de bir festival planlıyorum dedim. Gündüz deniz aktiviteleri ile biz hem denizimizi satalım, hem de ülkemizi müziğin yanı sıra deniziyle bütünleştirelim. Güney Deniz Saha komutanlığı olarak büyük lojistik güçleri olduğu için, ben de denize sahneler kurmak istiyorum onun için sizin gücünüzden faydalanalım dedim. Bu vakfın başında siz olun. Sağolsun kabul etti. Sonra Hürriyet ve Yeni Asır gazetelerinin Ege ekleri tanıtım için bizimleydi. Çeşme Kültür Sanat Vakfı bünyesinde sonra Dokuz Eylül ve Ege Üniversitesi rektörlerine gittim. İşte böyle bir organizasyon var, üniversiteler olarak siz de katılın. Sonra Çeşme’deki en büyük Turizm yatırımcısı Selçuk Yaşar’ı, Çeşme Belediye Başkanı’nı ve Kaymakam’ı da dâhil ederek bir Kültür Sanat Vakfı kurup sağlıklı bir mekanizma oluşturdum. Dolayısıyla bu vakıf hem deniz eğlenceleri, hem spor aktiviteleri, hem AHMET SAN de müzik dolayısıyla denizi ve müziği kullanarak Çeşme’nin ve Türkiye’nin tanıtımına yönelik Çeşme Kültür Sanat Vakfının yaptığı bir Uluslararası Müzik Yarışması ve Deniz Şenlikleri Festivali adı altında 1982 yılında start verdi. Kendimi de vakfın genel sekreteri seçtim. Diğer isimler zaten resmi isimlerdi. 1 yıl sonra seçimler oldu. Çok zeki bir Belediye Başkanı geldi Nuri Ertan, biz onunla kafa kafaya verip İzmir’in ilçesi olan Çeşme’yi bir turistik merkez gibi dünya kamuoyuna sunduk. Festival vasıtasıyla ve başta İsveç olmak üzere Alman, Fransız, İngiliz turistlere yönelik bir tatil beldesi haline geldi Çeşme, festivalin ilk 5 yılı içerisinde. Bu yarışmalara katılan ülkeleri de hep bu ülkenin televizyonları seçiyordu. Dolayısıyla 20-22 ülkenin yarıştığı bu Çeşme Festivali her yıl en az 14-15 ülke tarafından naklen yayınlanıyordu. Bütün çekimi de zaten TRT yapıyordu. Sinyali veriyordu o katılan ülkeler naklen yayınlıyordu. Ayrıca o dönemin en önemli sanatçıları gerek yurtdışı gerekse yurt içinden gelip orada konserler veriyordu. Festivalde ayrıca Ornella Mutti, Franceska De Lara, Bo Derek, Antonie Delon, Paul Belmondo, Bridget Nilsen gibi o dönemin Hollywood starları gelip festivali sunuyorlardı. Performansta da o dönemin yine en büyük starları Kim Wilde, Nick Camon, Hulio İglesias, Sandra Kim, Kyle Minoque, La Toya Jackson, Janet Jackson… Ayrıca dönemin televizyon starları da geliyordu. Türkiye’de ilk stat konserini 1986’da İzmir’de yaptım. O zamanlar Afrika’da “Live At” konserleri oluyordu. Bob Geldof’un Afrika’daki kıtlığa gelir sağlamak ve gündemi yakalamak için yaptığı konserler gibi, o dönem ben de 9 Eylül’de İzmir’in “Kurtuluş Günü” için ilk büyük stat konserini yaptım. Örneğin Hayat Ağacı diye bir dizi vardı oradan Kelly Rutherford geldiğinde kaldığı otelin kapısında 20.000 kişi falan vardı. Yine Eduardo Capatilla diye bir çocuk vardı Süper Star dizisinden. TRT’nin dizileriydi zaten. Bu özellikleriyle de hala birçok festivalin yapabildiğini sanmıyorum. Bu Festival kaç sene devam etti? Ben 1993 yılına kadar Çeşme’de faaliyete devam ettim. 12 yıl kaldım ben kaldığım müddetçe bu festival 12 yıl devam etti. Ben ayrıldım İstanbul’da yaşamama rağmen İzmir Çeşme’de o festivali yapıyordum. Oradaki kulüp ve restoranlarımın faaliyetine son verince, vakfın da maalesef başına gelen bir albay emeklisi ve belediye başkanı tarafından kurban edildi bu festival. 1993’ten sonra 1, 2 sefer aralıklı yapıldı sonra kendi kendini yitirdi. Biz tabii ona başlayınca; Kuşadası’nda Ali Rıza Türker, Antalya’da Atilla Özdemiroğlu, Marmaris’te de rahmetli Egemen Bostancı ile devam ettik ve Türkiye bir anda bir yaz sezonu 4 festivali olan bir konuma geldi. Merak ediyorum günümüzle kıyaslayacak olursanız siz Michael Jackson, Madonna gibi hep çok ünlü isimleri getirdiniz o dönem için çok büyük organizasyonlardı. Bu başarınızı neye bağlıyorsunuz? Bir de günümüzdeki festival organizasyonlarını nasıl buluyorsunuz? Şimdi her şey zamanında güzel. Ben bu işi çok ciddi ele aldım. 1973’ten 15 BİR DÜNYA SOHBET Dolayısıyla 20-22 ülkenin yarıştığı bu Çeşme Festivali her yıl en az 14-15 ülke tarafından naklen yayınlanıyordu. Bütün çekimi de TRT yapıyordu. Sinyali veriyordu o katılan ülkeler naklen yayınlıyordu. 2013’e yani 40 yıl yaptım. Dünya normlarında yaptım, olması gerektiği gibi yaptım. Ama ben yoruldum ve başka dallara yönelmek istediğim için, yapabileceğim maksimum şeyleri yaptığıma inandığım için de ayrıldım. Bu sektörde yani müzik, konser, festivalde fazla boy göstermemeye gayret ediyorum. Benim başarımın tek nedeni bence bütün organizasyonun her etabını kontrol edebilme gücüm vardı. Eğer bu güç olmasaydı, birilerinin ağzına baktığınız takdirde bu işleri başarılı götürmek mümkün değil. Hâkim değilsen o uçlara, çözme gücün yoksa, saçma bir rekabet varsa yapmamak daha iyi. Ben de bunlarda devrimi tamamladığıma inandım ve yapmamaya karar verdim. Ülkemizde dediğim gibi 1974 veya 1975’te başlayan İKSV gibi muhteşem bir vakfın muhteşem festivalleri var. Film festivali müzik festivali, Antalya Film’de Altın Portakalı devam ettiriyor. Adana ite kaka Altın Koza ‘yı yapıyor ama müzikte gerçek anlamda bir İKSV var. İzmir’de yine İzmir Kültür Sanat Vakfı başında Filiz Eczacıbaşı’nın olduğu bir vakıf var, bir de Ankara’da Sevda Cenap And Vakfı’nın yaptığı. Bence 3 festival kalıcı devam etti. Yerel Antalya Şarkı Yarışması, Marmaris, Kuşadası ve 16 Çeşme yaratıcılarının devam etmek istememesi ve yerel güçlerin de bunu sahiplenmemesi nedeniyle atıl kaldı. Bu da çok önemli o zaman yerel güçlerin desteklemesi ve devamlılığın sağlanabilmesi yüzlerce festival var sonuçta değil mi? Tabii zaten çoğu “mış gibi” festivaller, yapılmasa daha iyi bence. Müziğin haricinde, mesela Büyükçekmece’de Kültür Sanat Festivali var. Bu yıl 17. senesi oldu. İki sefer Festivaller Birliği tarafından “Dünyanın en iyi festivali” seçildi. Bu festival, folklor ve kültür ağırlıklı. Burada 60’ın üstünde ülke yarışmacıları geliyor, organizasyonlar, yarışmalar yapılıyor. Türk ve yabancı sanatçılardan müzik konserleri oluyor. Kültür ağırlıklı olarak var Büyükçekmece gibi 2-3 festival. Ama müzik anlamında kanımca İKSV, İzmir Kültür Sanat bir de Sevda Cenap And Vakfı’nın yaptığı 3 büyük şehirdeki müzik ağırlıklı. Bunların hepsi popüler kültürden uzak festivaller. Popüler kültür aktiviteleri de festival gibi değil ama kendi içerisinde adına festival denilen, adına mini festival denilen, konser denilen çeşitli etkinliklerle yapılıyor. Merak ediyorum ülkemize getirdiğiniz ünlü isimlerle hala görüşüyor musunuz? Ben genelde hiçbir ilişkimi ortada bırakmam. Birlikte çalıştığım dünya starlarının üçte ikisiyle ilişkimi hep götürüyorum. Götürmeye gayret ediyorum. Peki, hala çalışmalarınız oluyor mu? Yok, olmuyor çünkü bu tip organizasyonlar yapmamaya gayret ediyorum ama Amerika’ya gittiğimde oradaysa Miami’de bir adada evi var örneğin Hulio İglesias’ta kalırım hala. İşte Albano var, Yunan sanatçısı arkadaşlarımla çok sık görüşüyorum. Madonna mesela zaten kendi içerisinde bile kapalı kutu. Dolayısıyla bazı uç isimlerle temasım olmadı ama Madonna’nın menajeriyle her Los Angeles’a gittiğimde buluşurum. Son dönemlerde başka bir projedeyim sinemayla ilgili. Şu an daha çok Hollywood starlarıyla temas halindeyim. Ne güzel, bir sinema yapımcılığı mı yoksa? Hayır, sinema sektöründe farklı bir proje bu. Her türlü işbirlikçilerimle beraber anons edeceğim bir proje olduğu için, şimdi öyle üstü kapalı geçiyorum ama dünya çapında sinema sektörüyle ilgili bir proje olacak. Son 3 yıldır bununla uğraşıyorum. Önümüzdeki yıl da uygulamaya geçecek. FESTİVALLER “Jazz gibi” ama en çok da Kerem Görsev gibi... Yaşamdan mavi notalara akan sihirli dokunuşlar… Röportaj: Ümit DİRİCAN Türkiye’de caz müzik denildiğinde ilk akla gelen isimlerden biri o. Büyük bir aşkla ve eşsiz bir sadakatle bağlandığı piyanosunun tuşlarına dokunduğu anda, sizi çok başka yerlere alır götürür. Caz müziği “Bir hayal kurdurma mekanizması” olarak adlandıran Kerem Görsev’ i dinlerken, güzel hayallere dalmamak ne mümkün… Küçük yaşta başlayan müzik yolculuğuna; 16 albüm, sayısız konser ve festival sığdırmayı başarmış, dünyaca ünlü birçok caz sanatçısıyla birlikte çalmış ve aynı zamanda Türkiye’de caz müziğin daha çok tanınmasını ve sevilmesini sağlamış yegâne isimlerdendir. Müthiş enerjisiyle, yüreğimize bir kuş tüyü gibi dokunan müzikleriyle ve tüm bunların yanı sıra mütevazı duruşuyla da gönülleri fetheden Kerem Görsev’le; müzik kariyerini, katıldığı festival ve konserleri keyifli bir sohbette konuştuk. Türkiye’de caz müzik ve caz festivalleri denildiğinde akla ilk gelen isimlerden biri sizsiniz. Müziğe adım atışınız ve cazla tanışmanız nasıl oldu? Bu serüven nasıl başladı? Şimdi ben, annemin karnındayken derler ya… Evde hep Rahmaninov, Prokofyev, Shostakovich gibi ağır Rus eserleri dinlemişim, babamın sayısı 5000’i geçen bir arşivi vardı. Onlarla doğmuşum ve onları dinleyerek büyüdüm. 1960’larda dayım akademi mezunu bir ressamdı ve keman çalardı, yine amcam da çok iyi piyano çalardı. Teyzem de 1960’larda Fransız filolojisinde okurdu ve aynı zamanda Johnny Hallyday’lerin Suzi Quatro’ların, Beatles’ın çıktığı dönemlerdi o dönem. Onların parçalarının sözlerini 18 yazar, mandolinle çalar ve şarkı söylerdi. Böyle bir klasik müzik, işte o tarz müziklerin içinde evde, ben bu ritimleri duyarak, ritimlere göre kendimi sallayarak, şarkıları da mırıldanınca demişler ki bu çocuğun kulağı duyuyor, o zaman, ne yapalım ne edelim düşüncesiyle, 1967 yılında İstanbul Belediye Konservatuvarına girdim ve rahmetli Rana Erksan’ın talebesi oldum. Yine o sene ilk oyuncağım bir duvar piyanosuydu. Üsküdar’da bir Ermeni ailenin konağında, 1867 yapımı bir Alman piyanosu, böyle şamdanlı bir duvar piyanosu vardı. İşte babam da çok zor şartlarda onu taksitle falan almış ve eve getirmişlerdi. Böyle başladı konservatuvar hayatı. Peki, cazla tanışma nasıl oldu konservatuvardan sonra? 1967’de girdiğim Belediye Konservatuvarı bitince, 1972’de İstanbul Devlet Konservatuvarı açılmıştı oraya girdim. Bu arada abim Ahmet Görsev de Güzel Sanatlar Akademisi’n- KEREM GÖRSEV de göreve başlamıştı. Resim bölümündeydi, onun da ressam, heykeltıraş arkadaşları vardı ve bunlar caz dinlerdi. Onların içinden bir tanesi fotoğrafçı Ali Arif Ersen 1970’lerin ortasında bana ilk caz albümümü plaktan kasetli teybe çekti. O zamanlar disk playler yoktu kasetli teypler vardı, orada dinlerdim. Bana çektiği ilk albüm Bill Evans’ın “Since We Met” albümüydü, tabi ondan sonra Antônio Carlos Jobim’ler, Frank Sinatra’lar, Nat King Cole’ler, Ella’lar, Ed Garland…Aklınıza ne gelirse yığılmaya başladı o kasetler. Bir okyanusun içine girdik hala da dibini bulamadım. 8000’i aşan arşivim var. Eric Rewis ve Can Kozlu’yla birlikte çalışmaya başladığınız dönemde albüm, konser, festivaller zinciri mi demeli adına? Birbiri ardına çok güzel çalışmalar yapmıştınız. Nasıl bir süreçti? Doğru 1994-1995’li yıllarda, benim ilk albümüm zaten 1994’te çıkmıştı “Hands and Lips”, Eric ve Can’la birlikte yaptığımız çalışmalar, kulüp çalışmaları, işte Amerikalılar gelmeye başladı. Onlar benim evimde kalıyordu beraber çalıyorduk. Bir eğitim gibiydi. Akşamları konserler oluyordu, gündüzleri bütün gün müzik dinleniyor evde; piyano, kontrbas, practice yapıyoruz. Hayat öyle gitti o zamanlar çok güzeldi. Onlarla Türkiye’de dolaşmaya başladık. Büyük şehirlerde konserler vermeye başladık ve “Trio”nun temelleri de o dönemlerde atıldı, sonra “Quartet” olduk, “Quintet” olduk… Böyle böyle o festivallere bir adım mı atılmış oldu? Sadece yurt içi ayağı mıydı yoksa yurt dışı da var mıydı? Yurt içi, yurt dışı hepsi art arda geldi. Benim ilk çaldığım Uluslararası Festival Henzen Lips albümünden sonra 1994’te “Uluslararası İstanbul Caz Festivali’dir. Ondan sonra “Akbank Caz Festivali” derken hepsinde de onlarca kere çaldım. Tabii ki Uluslararası İstanbul Caz Festivali Türkiye’nin amiral gemisidir. İstanbul Caz Festivali Türkiye’nin bütün dünyada tanınmasını sağladı, dünyada aklınıza kim geliyorsa, yaşıyor olan veya aramızda olmayan en büyük efsaneler gelip çaldılar. O zamanlar açık havada oluyordu ve on binler geliyordu o festivallere. O festival ilk ne zaman başladı? İstanbul Caz Festivali ilk 1994’te başladı ama onun öncesi var. Allah rahmet eylesin Nejat Eczacıbaşı’nın kurduğu sanat vakfı tekti. Şimdi İstanbul Kültür Sanat Vakfı 5’e bölündü. İKSV Uluslararası Klasik Müzik Festivali, Caz Festivali, bienal, tiyatro, sinema gibi ama hepsi de yapılıyordu. Me- ‘‘Uluslararası İstanbul Caz Festivali Türkiye’nin amiral gemisidir. İstanbul Caz Festivali Türkiye’nin bütün dünyada tanınmasını sağladı, dünyada aklınıza kim geliyorsa, yaşıyor olan veya aramızda olmayan en büyük efsaneler gelip çaldılar. O zamanlar açık havada oluyordu ve on binler geliyordu o festivallere.’’ 19 BİR DÜNYA SOHBET sela 1986 yılıydı galiba Oscar Peterson geldi spor sergi sarayına Uluslararası Caz Festivali değildi o zaman adı ama Uluslararası İstanbul Festivali kapsamı altındaydı. Sonra 1994’ten itibaren Caz Festivali diye ayrılınca demek ki 21-22 sene geçmiş o da artık özerk bir dünya festivali. Daha sonra çıkan festivaller Akbank Caz Festivali, İstanbul Caz festivalinden doğan Ankara Caz festivali var ki 15. veya 20. senesi şu an. O festivalin de ilk açılış konserini ben yapmıştım 1995’te. Ankara Caz Derneği kuruluyordu hadi Kerem gel konser ver dediler, gittik buradan çaldık TÜBİTAK salonunda olmuştu. Hem de işte Ankara Caz Festivalinin ilk konseriydi. Öyle gitti Ankara. İzmir var, Antalya Piyano Günleri var, Alanya 20 Caz Festivali var... Yani bu festival nasıl bir şey biliyor musunuz? Festival yani adından belli, ne ekerseniz onu biçiyorsunuz. Festivalde insanlar hayatında yaşamadığı zevki senede 10-15 gün içinde yaşıyor, gidiyor orada dünya müzisyenlerini seyrediyor. Öteki şehre gidiyor, oradan başka bir şehre, bu kültürün yayılması için çok önemli bir şey. Bu sırf cazda değil, klasik müzikte de böyle olması lazım, operada, balede de festivaller yapılıyor onların da olması lazım. Ben egoist bir şekilde sadece caz diyemem. Kültür ve sanat bir çınar ağacının kökleri gibi her şeyde yayılacak. Bienal de olacak, resim heykel de olacak. Bunların hepsi olduğu zaman zaten Türkiye’de bomba falan da olmaz. O halde festivallerin, yapıldığı kente ve ülkeye sadece kültür sanat olarak değil, bunun yanında daha farklı kazanımları olduğunu da söyleyebiliriz bu durumda. Tabii ki. Dünya müzisyenleri buraya geliyor onlarla birlikte paylaşıyorsunuz, paslaşıyorsunuz. O kültürü de öğrenmeye başlıyorsunuz. Onlardan bir şeyler kapıyorsunuz, benim hayatım öyle geçti işte. Siz de farklı ülkelere gittiğinizde orada kültürünüzü, kendi yaptığınız müziği de tanıtma şansı buluyorsunuz bu anlamda öyle değil mi? O konular çok tehlikeli konular. Şöyle bir şey... Şimdi Türkiye’den Amerika’ya gidip de Amerikan cazını çalarsanız olmaz. Amerika’dan saz öğrenen meraklı biri Anadolu’ya gitsin Âşık Veysel’in bir parçasını çalmaya çalışsın “a derler adama bak aferin ne güzel, şirin” derler. Sizinki şirin de olmaz alay konusu olursunuz. Peki, sizin gibi başarılı bir sanatçı olursa durum nasıl olur? Ben onların müziğini çalmıyorum ama. Ben Amerikan armoni sitemini, Amerikan ritm sistemini hazmettikten sonra yaşadığım ülkedeki ve dünyadaki olayları izleyerek bir müzik yazıyorum ve onlarla birleşip bir müzik çıkmaya çalışıyor ortaya. O halde siz kendi müziğinizi nasıl tanımlayabilirsiniz? Ben onu tanımlandıramıyorum ama bana yaptığım müziğin ismini soracak olursanız. Akustik caz ve yaşanmışlıklarımın müziğe alınmış hali derim buna, Türkçesi bunun bu. Yani akustik caz çalıyorum ben. Kendi kompozisyonlarımı çalıyorum. Akustik caz tınıları altında bir şey, büyük orkestralarla yaptığım şeyler de büyük orkestra, filarmoni eşliğinde akustik müzik diyebiliriz buna, akustik caz diyebiliriz. Şimdi bu tanımlamalar çok tehlikeli, çok dikkatli konuşmak lazım. Özellikle caz müzikte bu ayırım ve hassasiyet daha çok sanırım. Farklı başlıklar altında değerlendirildiği için. KEREM GÖRSEV ‘‘Yurt içi, yurt dışı hepsi art arda geldi. Benim ilk çaldığım Uluslararası Festival Henzen Lips albümünden sonra 1994’te “Uluslararası İstanbul Caz Festivali’’dir. Ondan sonra “Akbank Caz Festivali” derken hepsinde de onlarca kere çaldım.’’ Siyasette de öyle değil mi? Çok dikkatli konuşmamız lazım değil mi? Yani bir yemek tarifinde bile dikkatli konuşmak lazım. Yani esasında hayat ne biliyor musunuz? Haddimizi bileceğiz. Bunun tek açılımı bu, haddimizi bilerek konuşacağız. İnsanlara anlayabileceği şekilde anlatacaksın müziği, insanlar o zaman cazı da anlarlar. Caz nedir “bir hayal kurdurma mekanizmasıdır”. İnsanlara güzel müzikle hayal kurdurursanız her şey çok farklı olur. Sizin bir takipçiniz olarak bunu çok güzel bir şekilde başardığınızı söyleyebilirim. Müziğinizi dinlerken, sizi alıp başka yerlere, farklı bir hayal dünyasına götürüyor. Teşekkürler sağ olun çok mutlu oldum bunu hissettirdiğime. Sormadan geçemeyeceğim bir konu var size. Sizin hayatınızda çok önemli bir yeri olan Bill Evans’a olan ilginiz nasıl başladı? Sizi takip edenler çok iyi bilirler Bill Evans’a olan hayranlığınızı. Ben evlenirken Bill Evans dinleyerek karar verdim… Sizin için o derece mühim yani… Harika… Hatta anneme bile yıllar önce demiştim ki: “Ya sen niye babamla evlendin de Bill Evans ‘la evlenmedin?” İşin şakası tabii ki... Evet, Bill Evans benim dünyadaki varoluş nedenim. Yani olur da kimi İbrahim Tatlıses dinler ona hayrandır, kimi Rahmaninov dinler. Ben ayrıca Rahmaninov da dinlerim çok severim. Ara sıra paylaşırım ama Bill Evans’ın anlattığı masallar, besteleri, yorumları benim kalbime ve beyin hücrelerime çok güzel girdi, kaldı öyle de. Onu taklit etmiyorum, onu dinleyerek kendime yeni bir yol bulmaya çalışıyorum. Birini taklit derseniz kötü bir imitasyon olursunuz. Benim bir prensibim var orkestradaki arkadaşlar çok iyi bilir. Ben sahnede hiçbir Bill Evans parçası çalmam. Dinlerim sadece çünkü o öyle bir çalmış ki bestelerini ben niye çalayım, olmaz. Bill Evans benim bambaşka bir şeyim... 2017’de sunacağınız albüm çalışmanızdan da bahsedebilir misiniz? Bugüne kadar 16 tane albümüm yayınlandı. Son albümüm de zaten “Four Days” Ernie Watts’la birlikte yaptık, 2015 Aralık’ta çıktı. Emirgan’dan sonra çıkan albümüm. Şimdiki albümüm ise size oradan bir parça çalayım, Amerika’dan yeni geldi kayıtları…(Eşi Pınar Hanım için bestelediği Spring Water’ı dinledik) Bu albüm 2017 ‘de çıkacak işte… Ne büyük mutluluk, kendimi çok şanslı hissediyorum. Daha çıkmamış albümünüzden parçalar dinlediğim için... Bu 3-4 gün evvel geldi daha, kaydını yaptık, mixi bitti, sonra mastering için Londra’ya yolladım. Dünyanın en iyi adamlardan biri Gerald Williams yapıyor bunun masteringini. Kaydı United Stüdyoları’nda yaptık. United Stüdyoları’na bir gidiyorsunuz duvarlarda Frank Sinatra’lar, Duke Ellington’lar... Bütün dünyanın en efsane isimleri Count Basie orkestrası, Sammy Davis Jr, Dean Martin orada kayıt yapmış. Orada yaptık biz de o stüdyoda yaptık. Bill Shiny diye bir adam o stüdyonun sahibi 80’li yaşlarında ve recordinglerden 20 Grammy kazanmış bugüne kadar. İşte bunlarla hayalim var bu albümüm çıkacak. 2018’de tekrar gidip bir şeyler yapmak istiyorum. Ona başladım şimdi çalışmaya 2018 projemi çalışmaya başladım. Son nefesimize kadar çalacağız üretmeye çalışacağız. Günün birinde zaten sütten kesiliyorsunuz, yazamıyorsunuz, fiziksel olarak yaşlanıyorsunuz ve çalamıyorsunuz, beyin işlevlerini yitiriyor. Şimdi iyiyken yapmak istediğim kadar yapıyorum. Ama yapmak için de yapmıyorum. Bir tane daha olsun diye değil. O duygular geldiği zaman sanırım yapmak diyorsunuz? Evet, bravo tam da öyle geldiği zaman müzik yaparsanız o zaman samimi oluyor işte. 21 FESTİVALLER Feridun ERTAŞKAN Cazkolik.com PELİN OPÇİN 22 PELİN OPÇİN Bu ayki sayımızın kapak konusu “Festivaller”… Adını duyduğunuz anda dahi heyecan verici çağrışımlar yapan, adeta insanoğlu dünya üzerinde kültürel topluluklar halinde yaşamaya başladığından beri var olan bir kavram. Festival insanları bir araya getirirken, ürettiklerini, biriktirdiklerini başkalarıyla paylaşmasını, kültürünün diğer kültürlerle kaynaşıp zenginleşmesini ve devamlılığını sağlıyor. Antik Yunan’da da böyleydi, Osmanlı’da da. Yani, insanın olduğu her yerde ‘festivaller’ hep vardı ama yaşadığı çağa, döneme ve topluluklara göre kendini şekillendirdi ve günümüze kadar yenilenerek gelmeyi başardı. Festivaller, tarih boyunca önemini ve renkliliğini hiç kaybetmedi. Bahar aylarındayız, önümüz yaz. Bir anlamda, festivaller mevsimi geliyor. Okul bahçelerinden büyük konser salonlarına, kasaba meydanlarından metropollere kadar büyüklü küçüklü birçok festivale, her tür müzikten sayısız konsere tanık olacağız. Bu nedenle, “Bir Dünya Müzik” dergisi olarak bu sayıda size hem festivallerin süreç içindeki gelişimini anlatan özel bir yazı hazırladık hem de bugün ‘festival’ deyince akla gelen ilk kurumlardan İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı İstanbul Caz Festivali direktörü sevgili Pelin Opçin’le buluşup konuştuk. Festivaller her ne kadar rengârenk etkinlikler olsa da arka planda dünyanın her yanından sayısız insanın bir arada çalıştığı devasa birer organizasyon. Bu nedenle sevgili Pelin Opçin’le festivallerin hem görünen renkli ön yüzünü, hem arka planını sorduk. Hem ‘İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nı, hem yöneticisi olduğu festivali konuştuk. Yani, okuyucularımızın mümkün olduğu kadar ‘festival’ kavramının her yönüne ilişkin ayrıntıları yakından tanımalarını sağlamaya çalıştık. Bu nedenle, Pelin Opçin’e konuğumuz olduğu için teşekkür ediyoruz. “Festivaller belirli sürede gerçekleşen ama içerik ve erişim açısından büyük operasyonlardır.”… şimi ile kültürel faaliyetlerin hayata geçirilmesi ve bunun sürdürülebilirliği yönüyle dünyadaki nadir kurumlardan. Özellikle, kapsadığı farklı sanat dalları ve kaynak yapısı tüm dünyada parmakla gösterilen bir başarıya sahip. Çok hızlı bir gelişime ayak uydurduğumuz Cumhuriyet’in kuruluş döneminde devlet eliyle Türkiye’de sanat icrası kurumsallaşmış. O dönemde buna ihtiyaç varmış ve iyi ki de böyle olmuş. Bu yapı festivallere, uluslararası sanatın sahnelenmesine yönelik ortamı hazırlamış ve doğru bir zamanlama ile ilk İstanbul Festivali doğmuş. Kendi alanındaki birçok festivale göre oldukça genç ama Türkiye Cumhuriyeti tarihinin neredeyse yarısını kapsayan bir süre. Daha gidilecek çok yol var. “Kültürel bir köprü olarak festivaller”… Peki, bugünden bakarsak eğer, müzik festivalleri on yıllar boyu ülkelerin müziklerini birbirine yaklaştırarak kültürel köprü işlevi gördü, sizce, iki binli yılların anlık iletişim çağında festivallerin bu işlevi değişime uğradı mı? Küreselleşme ve bilgi çağı sayesinde, kültürler arası iletişim ve etkileşim için sonsuz gereç var artık. Ancak, festivallerde paylaşılan deneyimlerin, sanatçıların bir arada olmasıyla ortaya çıkan yaratıcılığın, izleyicinin tanıklık ettiği üretimlerin verdiği haz ve bıraktığı izin yeri bambaşkadır. Festivaller köprülerden biri olma görevini sürdürüyor. İKSV’nin hem klasik, hem caz festivali yılda bir gerçekleşen faaliyetler. Yıl boyu süren hazırlığın ardından yaklaşık on günde olup bitiyor ve sonra yenisi için çalışmaya başlıyorsunuz. Bu bir yıl boyunca arka planda nasıl bir çalışma var? İKSV’nin tüm festivalleri, sundukları içerikle, yıl boyunca bir kültürel sezonda görülebilecek sayıda etkinliği bir solukta izleyiciye sunuyor. Bu içerik festivallerin kısıtlı sürelerine yoğunlaşıyor. Festivaller 15-20 günde gerçekleşip bitse de, her biri içerik ve erişim açısından büyük operasyonlar. Sevgili Pelin Hanım sizinle festival hakkında bir sohbete başlarken elbette önce İKSV üzerine konuşmamız lazım. Hepimizin malumu, Türkiye’de müzik festivalleri denince kuşkusuz ilk akla gelen, bağımsız ve kâr amacı gütmeyen bir kurum olan İstanbul Kültür Sanat Vakfı oluyor. 45 yıldır Türkiye’de müzik adına atılmış her adımda katkısı olan bir kurumsunuz. Müzik festivallerinin 20. yüzyılın ikinci yarısına ait bir kavram olduğunu düşünürsek, Türkiye’nin İKSV ile festivaller çağına yetmişli yıllarda gecikmeden ayak uydurduğunu söyleyebilir miyiz, ne dersiniz? Evet, bildiğiniz gibi İKSV sivil toplum giri- 23 BİR DÜNYA SOHBET Festivallerde paylaşılan deneyimlerin, sanatçıların bir arada olmasıyla ortaya çıkan yaratıcılığın, izleyicinin tanıklık ettiği üretimlerin verdiği haz ve bıraktığı izin yeri bambaşkadır. Bu operasyonun hem hazırlığı hem de yürütmesi haliyle bir yılı aşan bir sürece yayılıyor. Sürenin kısa olması ise içerikle ilgili hazırlıkların daha az vakit alması anlamına gelmiyor. Tam tersi bu denli yoğun bir programı belirli bir zaman dilimi içinde gerçekleştirmenin kendine özgü bir temposu var. Çoğu zaman, daha mevcut festival bitmeden bir sonraki festivalin programlaması ile ilgili ilk fikirler gelişir. Uluslararası müzik gündemini takip ettiğimiz toplantılar, etkinlikler, çeşitli müzik ve festival birlikleri ile ortak çalışmalar ve danışma kurullarımızdan edindiğimiz görüşlerle programlama sürecimizi besliyoruz. Programlamamızı, İKSV’nin vizyonuna paralel belirlediği önceliklere göre şekillendirirken, festivallerin finansal ve operasyonel yapısını da belirliyoruz. Festivallerin en büyük finansal dayanağı sponsorluk olduğu için eş zamanlı olarak kaynak arayışı sürüyor. İletişim planları ve uygulamaları da önemli bir yer tutuyor. Festivale katılacak sanatçıların teknik ve lojistik gereksinimleri, mekân seçimleri ve saha yönetimi gibi unsurlarla açıkçası bir yıl bile yetmiyor, zamanla yarışıyoruz. Festival yöneticilerimiz ve ekiplerimiz bir yandan da İKSV’nin farklı faaliyetlerinde görev alıyor. Proje ve iş geliştirmede, uzun vadeli planlamalarda aktif rol oynayarak kurumun gelişimi ve erişimine de katkı sağlıyor. “Festivaller ait olduğu şehirlerin ruhunu yansıtan etkinliklerdir”… Bu son söyledikleriniz aslında bir müzik festivalinin omurgası niteliğinde tanımlamalar. Peki, bir müzik festivali konserlerden, görsel ve müzikal şovlardan oluşsa da bu etkinliklerin yer aldığı mekânlar da konserler kadar önemli, bu konuya konserlere yoğunlaştığınız kadar kafa yorduğunuza eminim, konser ve mekân ilişkisini belirleyen ölçütler neler? İstanbul Caz Festivali en başından beri mekân – içerik ilişkisinin önemini vurguluyor. İzleyicinin gündelik rutininde ayak basmadığı mekânları festival sırasında rotasına alması, mekânın kendine özgü dokusu, estetiği ile müzik deneyimini pekiştirmesi en çok arzu ettiğimiz şey. Park- 24 lar, sokaklar, İstanbul Boğazı, kentimizin eşsiz tarihi, aynı zamanda güncel kent kültürü Festivalimize benzersiz bir arka plan oluyor. Mekân seçimlerine gelince; öncelikle müziğin ve mekânın ruhunun eşleşmesi, mekânın fiziki ve teknik özelliklerinin orada sunulacak konsere uygun olması gerekir. İstanbul’un kültürel mirasına en çok özen gösteren kurumlardan biri olarak bu zenginliği gözler önüne serebilmek de görevlerimizden biri. Bunu yaparken tabii ki tarihi dokusu ile çok hassas olan mekânlarda yüksek seslendirme veya ağır teknik malzeme gerektiren konserleri düzenlemiyor, mekânın kimliğine uygun dinletileri tercih ediyoruz. Festival konserlerinde sık yer alan bir izleyici olarak söylediklerinizin yakından tanığıyım. İşin bir başka yanı ise şu, festivalde yer alacak konserlere karar vermek için dünya müziğini takip etmek tek başına yeterli olmasa gerek, kuşkusuz o konserler için para verip bilet alacak insanların beğenilerini de takip etmeniz gerekir, bu çift yönlü ilişki hiç kolay bir iş değil, Türk müzikseverin hangi konseri seveceğini nasıl öngörüyorsunuz? Yani, sihirli formülümüzü soruyorsunuz… Dünyada müzik ve sanat alanındaki gelişmeleri çok sıkı takip etmek, hatta bunun bir parçası olmak ile yola çıkıyoruz. Kulaklarımız sadece müzik için değil, eğilimler, sohbetler, fısıltılar ve öne- PELİN OPÇİN riler için de açık. İzleyicimiz ve Lale Üyelerimizle etkileşime çok açık bir ilişkimiz var. Sosyal medya, basın, radyolar, plak şirketleri derken yüklü bir iletişim ağımız var. Ancak izleyicimiz sadece kendi beğenisini görmek beklentisinde değil. Festivallerimizin önerdiklerini, öncü olduğumuz alanlardaki yenilikleri de keşfetmek istiyor. “Festivaller sanat alanındaki yeniliklerin takipçisidir”… Bu son cümle bence ayrıca çok önemli. Festivalde yer alan müzisyenlerin yerli & yabancı dengesi nedir? Öncelik her zaman dünyaca ünlü isimlere mi verilir? Biliyorsunuz, İKSV, uluslararası sanatın en seçkin ve öncü örneklerini izleyiciye sunmak ve bu sayede Türkiye’deki sanat gelişimine katkıda bulunmak misyonuyla kurulmuş bir kültür kurumu ancak sanat alanında yenilikler, gelişmeler bitmiyor ve hiç bitmeyecek. Bu yaklaşımla elbette uluslararası prodüksiyonlar, sanatçılar ağırlıklı yer alıyor. Çünkü hala festivallerin bu yapımları sunmak ile ilgili önemli misyonları üstlendiğini düşünüyoruz. Festivaller, yerli sanatçılar ve yapımlara, yıl boyunca gerçekleşen projelerinden farklı, festivale özgü üretim ve icralarla yer almaları açısından önemli bir platform sağlıyor. Elbette festivaller canlı birer sanat organizması ama aynı zamanda ciddi bir ekonomik faaliyet. Peki, bir festival bütçesi hangi masraf kalemlerinden oluşur? Örneğin, muhasebe müdürü o konserin bütçesini karşılayamayız diye işinize karışabilir mi? Sanatçı kaşelerinden, konaklama ve ulaşım ihtiyaçlarına, teknik giderlerinden mekân düzenlemelerine, tanıtım maliyetlerine uzanan dev bir liste. Yarattığı ekonomik hacim ise sadece festivalleri değil, festivalin etki çevresini de kapsıyor. Elbette festivallerimizin bütçesi piyasa gerçekleri ve kaynak geliştirme kapasitemiz doğrultusunda ayakları yere basan bütçeler olmalı. Bu finansal yapıyı oluşturduktan sonra rehberimiz bütçemiz oluyor ve bu kapsamda sanatsal içeriğimiz konusunda tamamen özgür hareket ediyoruz. İKSV’yi İKSV yapan da bu. Evet, bildiğiniz gibi İKSV sivil toplum girişimi ile kültürel faaliyetlerin hayata geçirilmesi ve bunun sürdürülebilirliği yönüyle dünyadaki nadir kurumlardan. Özellikle, kapsadığı farklı sanat dalları ve kaynak yapısı tüm dünyada parmakla gösterilen bir başarıya sahip. Biliyoruz ki festivaller dünya çapında bir network oluşturuyor, siz de bu ağın önemli bir üyesisiniz. Festivaller arasında nasıl bir işbirliği var? Uluslararası Caz Festivalleri Birliğinin (IJFO) üyesiyiz. Bir nevi uluslararası danışma kurulu gibi birbirimize destek oluyoruz. Hem dünyadaki trendleri takip etmek, hem deneyim ve bilgi paylaşımı, hem de ortak projeler ve turneler oluşturmak açısından çok işlevli bir yapı bu. “Festivaller için sponsorluğun önemi”… Kuşkusuz sponsorlar festivallerin çok önemli paydaşı. Günümüzde sadece bilet satarak bir festivalin gerçekleşmesi mümkün değil, sponsorluk nasıl bir mekanizma? Sadece ekonomik bir ilişki midir? Açıkçası sponsorluk ilişkisinin sürdürülebilir olması çok önemli. Sponsorluk kurgusuna sadece ekonomik fayda veya karşılıklı çıkar yönüyle bakarsanız bunu başaramazsınız. Sponsorların faaliyet alanlarından bağımsız alanlarda topluma fayda sağlamaları çok önemli bir olgu. Özellikle kamu kaynaklarının kısıtlı olduğu bir ortamda sponsorluk desteği çok çok önemli. Birçok kurum İKSV Festivalleri ile sahiplendikleri alanlardan yola çıkarak, kendilerine bayrak edindikleri bir sanat dalını seçti. Bu sayede İKSV dışı kültür operatörlerine ve etkinliklere de destek olur hale geldiler. Bu da ülke genelinde kültür sanatın gelişimi için çok önemli bir katkı. Festivaller genellikle yaz aylarında gerçekleşen birer açıkhava faaliyeti, İstanbul Caz Festivali de bu anlamda bir yaz festivali, hem yaz mevsiminin önemini sorsak hem de nüfusun büyük kesimi tatil planları içinde olduğuna göre bu detayların konser izleyicisine olumlu/olumsuz herhangi bir etkisi oluyor mu öğrensek? 23 yıldır bunun olumsuz etkisini görmedik. İzleyicimiz önce caz sonra yaz tatili yapıyor. Tatilini festivale göre ayarlıyor. Görmeyi arzu ettikleri sanatçıları yurt dışında bile takip eden bir kitle var. Neyse ki festivallerimiz dünyada olup biteni ayaklarına getiriyor. Tatil biraz daha bekleyebilir. Sevgili Pelin Hanım sohbetimizin son sorusuna geçmeden öncelikle teşekkürümü tekrarlıyım ve sorayım, festivallerin geleceğine dair konuşmazsak olmaz. Teknolojinin ve değişen yaşamın hızını düşünürsek festivalleri gelecekte nasıl bir değişim bekliyor? Bu konuda öngörüleriniz var mı? Teknoloji, erişim ve iletişim açısından büyük faydalar sağlıyor, sağlayacak. Etkinliklerin teknik altyapısı ve görselliğini geliştiren, festival deneyimi artırıcı unsurlar, erişimi kolaylaştırıcı yöntemler festivallerin lehine işler. Konseri sanal gerçeklik gözlüğü ile izleyip, en gelişmiş hi-fi kulaklıkla dinlersiniz ama hiçbir şey festivale katılan binlerce insanla o konserin duygusunu paylaşmanın yerini tutamaz. O yüzden festivaller hep oldu, hep olacak. 25 O BİR DÜNYA SOHBET , i c e t s be söz yazarı l şarkıcı, ü g k oyuncu… Ferman A bir Röportaj: Figen GÖKTAŞ Manga ’nın solisti olarak kulağımızda ve kalbimizde yer edinen İbrahim Ferman Akgül, bizi İstanbul’da stüdyosunda ağırladı. Kimdi bu yakışıklı ve yetenekli genç müzisyen…Ankara’da doğan Akgül, Gazi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’ni bitirir. Ferman Akgül’ün küçük yaşlarda piyano ve gitarla başlayan müzik hayatı, mimarlık okurken katıldığı ilk grubu Virgin Pulp ile şekillenir ve grubun solisti olur. Daha sonra farklı gruplarla da çalışır ve 2001 yılında MANGA olarak karşımıza çıkarlar. Bakmayın mütevazı duruşlarına, Ferman Akgül ve MANGA müzik kariyerlerine pek çok ödül sığdırdı... 2004 yılında piyasaya sürdükleri ilk albümleri, Türk rock tarihinin en başarılı ve en çok satan albümlerinden biri oldu. Bu albümle grup, Altın Plak da dahil olmak üzere çeşitli ödüller kazandı. MANGA, 2005 ve 2009 yılları arasında Türkiye ve Avrupa’da tura çıktı. 2006 yılında ‘Bir Kadın Çizeceksin şarkısı’ FIFA06 soundtrackinde kullanıldı. Şehr-i Hüzün’ü 2009 yılının Nisan ayında çıkardılar. Albümde, ney, piyano, darbuka, bendir, tambur ve bağlama gibi geleneksel enstrümanlar kullandılar. MTV Avrupa Müzik Ödülleri 2009’da Avrupa’nın En İyi Sanatçısı Ödülü’nü aldılar ve ardından 2010 Eurovision Şarkı Yarışması’na “We Could Be The Same” 26 FERMAN AKGÜL “Rock, zaten festivallerden çıkmış, sokakta büyümüş hep bir akışın içinde olmuş bir müzik. O yüzden bizim için çok değerli ama sadece rock için değil, diğer müzik türleri için de bir festival çok önemli.” adlı şarkılarıyla katılarak Türkiye’ye ikincilik getirdiler. Ferman Akgül, 2012 yılında grubuyla birlikte “e-akustik” ve 2014’te “Işıkları Söndürseler Bile” albümlerini çıkardı. Ferman Akgül müzik dışında sinemayla da çok yakından ilgileniyor. Hayalleri arasında oyunculuk da olan Akgül, MANGA ‘nın 2009 Nisan ayında çıkan albümünün yanında verilen MANGA belgeselinin yaratıcısı olmakla beraber Sagopa Kajmer, Delta gibi sanatçıların klip çekimlerinde Posthane team ile birlikte payı vardır. Sanatçı, Sagopa Kajmer ve Kolera’nın düet şarkısı olan “Monotonluk Maratonu” şarkısının klibini de çekti. Ferman Akgül, ilk kez 2014 yılında, “Sıra Bizde” isimli bir single çıkardı. Şarkıcı, 26 Şubat 2016’da ilk solo albümünün habercisi olan “İstemem Söz Sevmeni” parçasını, kendi kurduğu “06 Records” şirketi aracılığı ile sevenleriyle paylaştı. Yine sözü ve müziği kendisine ait, Buzuki tınılarıyla bezeli harika bir şarkı olmuş. İçinizi yakıp kavuracak, tutku dolu sözlerinden bahsetmiyorum bile. Şimdi sırada değerli sanatçımız Ferman Akgül ile gerçekleştirdiğimiz samimi bir sohbet var… “İstemem Söz Sevmeni” adlı single hayranlarınızla buluştu. Müzik hayatınıza bundan sonra tek başınıza mı devam edeceksiniz? Grup devam ediyor. Yazın da albüme girecek zaten Manga. Bu arada benim de uzun zamandır planladığım fikirlerim, şarkılarım vardı, onları yapmak istedim, single gibi plak şirketi kurmak gibi onlarla uğraştım. Bunun bir sonraki albüm için kendi adıma pozitif ve ilham verici olarak yansıyacağını hissettiğim için bunları paylaştım, bir iki ay içinde bir single daha paylaşacağım. Yazın belki başka bir proje sonra da yavaş yavaş Manga gelecek. Böyle böyle önümdeki birkaç seneyi planlamaya başladım. Kendi plak şirketinizi kurdunuz, “06 Records” adında. Bu şirketi kurarken hedeflediğiniz neydi? Aslında bugüne kadar bu isimde bir yapım şirketinin olmamasına çok şaşırdım. Bu şirketi kurarken amacım, yeni yetenekleri keşfetmek, onlara doğru şansı vermek, doğru yolu göstermek. Bize nasıl ilk Ankara’dan İstanbul’a geldiğimiz zaman yardımcı olduysa gruplar, yeni açılan prodüksiyon fir- maları… Bizim o zamanki menajerlik, prodüksiyon şirketimiz de bu hayallerle kurulmuştu. Şimdi onlardan bir bayrak devraldığımı düşünüyorum ve bunu devam ettirmek istiyorum. Yani plak şirketlerine, şirket sahiplerine “Abi bir grup var dinler misin? Demekten ziyade “Bak bu grubu ben yapıyorum. Gel bunu ortak yapalım.” diyorum. EMI Universal ile böyle bir bağ kurduk, ortaklık yaptık şimdi beraber projeler üreteceğiz. Ben onların avcısıyım, onlar da benim amiral gemim. Manga yurt içinde ve yurt dışında birçok festivale katıldı. Festivallerin yapıldığı kente, katılan sanatçılara, ülke kültürüne katkıları neler oluyor? Bizim için çok daha fazla önemli, çünkü biz bir rock grubuyuz. Rock, zaten festivallerden çıkmış, sokakta büyümüş oradan barlara taşınmış, hep bir akışın içinde olmuş bir müzik. O yüzden bizim için çok değerli ama sadece rock için değil, diğer müzik türleri için de bir festival çok önemli, çünkü insanlar orada bir bağ kuruyorlar. Mutlu da olsalar mutsuz da olsalar herhangi kötü bir şey bile olsa orası bir payla- 27 BİR DÜNYA SOHBET şım noktası. Yeni grupların yeni müzik türlerini keşfetme alanı ve o şehre ekonomi de getiriyor. Küçük bir şehir ise farkındalık getiriyor, mesela büyük bir grup küçük bir kasabanın festivaline katıldığı zaman, kasaba için o ay müthiş bir ekonomi doğuyor, müthiş bir haber oluyor. Örneğin Budapeşte’de Şoprom diye bir köy var her sene festival yapıyorlar. Oraya katıldığımızda çok büyük bir isim vardı, onun sayesinde 60, 70 bin kişi kasabaya akın etmişti. Onlar için çok önemli isimlerini duyuruyorlar. Türkiye’de yapılıyor ama çok daha fazla yapılması gerek. Biraz müzik, Rock festivalleri azaldı. Biz onun sıkıntısını çektik festivaller iptal oldu, ertelendi ama umarım seneye daha iyi olacaktır. Hep kamera arkasında bir öykü yazayım, bir gün film yöneteyim isteğim vardı, ama artık çok film izledikçe, aynı filmleri teknikleri irdelemek için defalarca izledikçe oyunculuğun da çok heyecanlı olabileceğini ve yapmak istediğimi fark ettim. “Küçük Prens” iyi bir tecrübe oldu. Orada Altan ağabeylerle, Demet Tuncer’ler ile Burak Kut ile öğreniyorum, onlar bana çok şey katıyorlar. Şimdi doğru bir proje, doğru bir teklifle artık ne yapabileceğimi göstermek istiyorum. Birçok ödülünüz var, hem yurt içinden hem de yurt dışından… Okuyuculara bu başarıların sırrından ve ödüllerden bahseder misiniz? İyi şeyler yaptık galiba…(Gülüyor) Aldığı her ödül insanı diğeri için heyecanlandırıyor, kamçılıyor. Farklı bir şey yaptık, bu da izleyicide değerini buldu ve bizi onurlandırdılar, ödüle layık gördüler biz de burada biriktiriyoruz. Ayıptır söylemesi bütün ödülleri aldık, vermeye devam etsinler gurur duyuyoruz, şımarıyoruz. TRT’ye “Kulaktan kulağa” adlı bir program yaptınız ve sunuculuğunu da üstlendiniz. Yakın zamanda “Küçük Prens” adlı müzikalde yer aldınız. Planladığınız başka projeler var mı? Evet “Küçük Prens” müzikalinde pilotu oynuyorum ve müzikalin uzun bir süre devam etmesi planlanıyor. Burak Kut ile değişmeli olarak oynuyoruz bu rolü. Mayıs’a kadar İstanbul’da sonra Eskişehir, Ankara, İzmir derken sürdürmek, sahnelemeye devam etmek istiyoruz. Müziğin yanında oyunculuk da yapmak istiyorum bundan sonra. Sinema yüksek lisansı okuduğum için senaryo yazımına aşinalığım var, yapmışlığım var bunu. 28 “Aldığı her ödül insanı diğeri için heyecanlandırıyor, kamçılıyor. Farklı bir şey yaptık, bu da izleyicide değerini buldu ve bizi onurlandırdılar.” Müzik Kitaplığı KİTAP Şarkılardan Fal Tuttum Metin Atamer Yeni İnsan Yayınevi - 2016 Görüntünün Müziği Müziğin Görüntüsü Cem Pekman Pan Yayıncılık – 2004 Türk Sanat Musikisi, güfte ve besteleri ile dillerden düşmeyen, unutulmayan ve unutulmayacak yüzlerce, binlerce eseri barındırır. Bu şarkıların yazılış hikâyelerini merak edenler için Metin Atamer, Şarkılardan Fal Tuttum isimli beşinci kitabını kaleme aldı. Bazı güfteler öyle ilginç olaylardan esinlenerek yazılır ki, ancak hikâyesini bilirseniz anlam kazanır. Bazı aşklar ise öyle şarkılara ilham kaynağı olur ki, okuyunca şaşırır, o aşka saygı duyarsınız. Bu derlemede, Sadi Konuralp'in anısı etrafında bir araya gelen araştırmacılar, film, televizyon ve video ile müzik ilişkilerine kuramsal ve tarihsel açılardan yaklaşırken, görselle işitselin etkileşimini somut örnekler üzerinden tartışıyor ve bu alanda yapılacak çalışmalara öncülük ediyorlar. Kültürel Müzikoloji Ayten Kaplan Bağlam Yayıncılık - 2005 Müzik nedir? Farklı müziklerin ortak noktası nedir? Müziğin herkesin anladığı ortak bir dil olduğunda direten insanlar yanılıyorlar mı? Bir insan olarak besteci, toplum içinde yaşar. Geleneği, kültürel değerleri; tüm kişisel ve toplumsal yaşantısını yaptığı müzikle aktarır.“ Müzik – Duyumların Güzel Oyunu Semih Korucu Pan Yayıncılık - 2014 Semih Korucu, kitabına Batı kültürünün, yazı ve ses olarak iki ayrı düşünme ve biçimleme üzerinden okumasını yaparak başlar. Batı kültürünün ulaşıp geldiği avangard kuram ile yeşerip geldiği klasik olanı önce ayrı bölümler halinde ele alır. Son bölümdeyse ikisini bir arada… Alışılagelenin dışına taşarak, müziğe, ilk ağızdan atfedilmekte olan 'duygu' olarak değil, düşünme ve düşünmenin düşünülmesi üzerinden ulaşılan duygu olarak yönelir. Cümle ve temayı ve onların neden oldukları biçimi yeniden okumaya ve sorgulamaya girişir. Değişmezlik Miti Ernest G. McClain CBN Yayıncılık - 2014 Okuyucunun müzik ve matematik bilgisinin dışındaki mistik, mitsel, ezoterik ve geleneksel bilgi alanlarındaki arayışlarına sıradışı bir yaklaşımla cevaplar sunulmaktadır. Öyle ki; bu konulara dair var olan birikimini bu eserle buluşturan okuyucu bir anda kendisini notalar ve rakamlar evreninde görkemli bir yolculuğa çıkmış hissedecektir. 29 FESTİVALLER Sevda Cenap AndSEVDA Müzik- C Vakfı Röportaj: Figen GÖKTAŞ Konu müzik festivalleri olunca; Türkiye’nin evrensel müzik hareketlerinin başladığı, ilk müzik kurum ve okullarının kurulduğu ve tüm ülkeye yayıldığı kültür başkenti Ankara’nın önemli vakıflarından biri olan Sevda Cenap And Müzik Vakfı’ndan bahsetmemek olmaz elbette. Kuruluş öyküsü 1940’lara dayanan vakıf, günümüzdeki amaçlarına benzer hedeflerle, 1965 yılında Sevda-Cenap And Müzik Tesisi ve 1973 yılında Sevda-Cenap And Müzik Vakfı’na dönüştü. Vakfın temel amacı, ülkemizde evrensel çok sesli müziğin tanıtılmasına, benimsenmesine ve geliştirilmesine, her türlü olanakları ile hizmet etmek. “Başkentimizin müzikal kapasitesinin ‘Ankara’nın Festivalinde’ yansıtılması, şehrimiz ve sanatçılarının uluslararası arenada tanıtılması, eser siparişleri, ilk seslendirmeler, sanatseverleri uluslararası şöhretlerle buluşturmak, üniversite gençlerine 30 MÜZİK ve olanağı olmayan bölge okullarına, yaşam evlerine festival konserlerine 32 yıldır yaşanan ulaşım olanakları ile halkımıza eğitim her türlü değişim ve hizmetlerinin sağlanması, tarihî dobir katkı, Ankaralılık ve Vakfımız zorluğa rağmen aralıksız kuya adına bir görevdir.” diyen Vakfın Genel Sekreter’i Pınar Alpay Yüksel’le vakfın evrensel müzik ve tüm etkinliklerini ve “Uluslararası AnAnkaralılık adına azimle kara Müzik Festivali” ni konuştuk. Bu yıl 33’üncüsü düzenlenen Ulusve inatla lararası Ankara Müzik Festivali nasürdürülen ve yıllardır sıl başlamıştı? Kurucuları ve faaliyetleriyle Ankara’ya aynı kalite ve çizgisini mal olmuş Sevda-Cenap And Müzik Vakfı, 1940’ta Ses ve Tel Birliği olarak yepyeni içeriklerle ortaya çıkmış, 1965’te Sevda-Cenap zenginleştiren festival, And Müzik Tesisi olarak yeniden doğ1973’teyse “çoksesli müziği yaybinlerce değerli sanatçıya muş, gınlaştırmak, Türk bestecilerinin eser üretimini desteklemek, eserlerinin tave sanatsevere ev nıtımını yapmak” misyonuyla bugünsahipliği yaptı. kü oluşuma dönüşmüştür. O tarihten bu yana Vakıf, hizmet ala- SEVDA CENAP AND MÜZİK VAKFI nını sürekli genişleterek Türk bestecilerinin eserlerini yazdırıp, notalarını bastırıp, kayıtlarını gerçekleştirmekte; ulusal ve uluslararası işbirlikleriyle konserler, çoksesli müzikle ilgili kitap ve nota yayınları, CD’ler, gitar yarışmaları, Gitar Bienali, olanağı olmayan bölge çocukları ve amatörlere kurslar, atölye çalışmaları hazırlamakta; burs vermekte, yaz okulları, sosyal içerikli müzik projeleri, kadınlar ve çocuk korolarıyla çalışmalarını sürdürmekte. Vakfın en önemli iki etkinliği Vakıf tarihçesiyle bağlantılı özel anlamları ve anma nitelikleri olan tarihlerde düzenlenmektedir: Evrensel çoksesli müziği yaşamın bir parçası haline getirmeyi ve “Başkent’e yaraşır bir festival” olmayı hedefleyen 33 yıl önce Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın maddi ve manevi destekleri ile kurulan, Uluslararası Ankara Müzik Festivali, kurucusu olduğu vakıf eliyle, müzik alanında “sanat koruyuculuğu” misyonu sürdürülmekte olan Cenap And’a ithafen her yıl kendisinin aramızdan ayrıldığı 4 Nisan tarihinde başlamakta. Çoksesli müziğe önemli katkı sağlamış, icracı, besteci ve eğitimcilerin “Onur Ödülü Altın Madalyası” ile ödüllendirildiği törense 1989 yılından bu yana her yıl Cevza And’ın yaşama veda ettiği 6 Aralık tarihinde düzenlenmekte. Festivalin bugün, hedeflenen kitleye ulaştığını düşünüyor musunuz? 32 yıldır yaşanan her türlü değişim ve zorluğa rağmen aralıksız evrensel müzik ve Ankaralılık adına azimle ve inatla sürdürülen ve yıllardır aynı kalite ve çizgisini yepyeni içeriklerle zenginleştiren festival, binlerce değerli sanatçıya ve sanatsevere ev sahipliği yaptı. Festivali bugünlere taşıyan tüm destekleyicilere, Ankaralılık ruhunu festivale taşıyan her daim yanımızda olan başkentin müzikal ve eğitim kurumları ile izleyicilere de bir kez daha teşekkür etmemiz gerekir. Tabii ki sayılarının artması dileyerek… Burada Ankara’dan, yani Türkiye’nin CENAP AND K VAKFI ‘‘1993 yılında Avrupa Festivaller Birliği üyesi olan Başkent Ankara’nın ismini taşıyan festivalimizin programı üyesi olduğu Avrupa Festivaller Birliği üyesi 30 ülkeden 90 festivale ve Dünya Gençlik Birliği üyesi 59 ülkeye gönderilmektedir.’’ ilk evrensel müzik hareketinin başladığı, ilk müzik kurum ve okullarının kurulduğu, ilk adımların atıldığı ve tüm ülkeye yayıldığı önceliği olan bir kültür başkentinden bahsediyoruz. Bu başkentimizin müzikal kapasitesinin “Ankara’nın Festivalinde” yansıtılması, şehrimiz ve sanatçılarının uluslararası arenada tanıtılması, eser siparişleri, ilk seslendirmeler, sanatseverleri uluslarararası şöhretlerle buluşturmak, üniversite gençlerine ve olanağı olmayan bölge okullarına, yaşam evlerine festival konserlerine ulaşım olanakları ile halkımıza eğitim hizmetlerinin sağlanması, tarihî dokuya bir katkı, Ankaralılık ve Vakfımız adına bir görevdir. Kuruluş amaçlarını ve geleneklerini 31 FESTİVALLER ‘‘Evrensel çoksesli müziği yaşamın bir parçası haline getirmeyi ve ‘Başkent’e yaraşır bir festival’ olmayı hedefleyen Uluslararası Ankara Müzik Festivali, Cenap And’a ithafen her yıl kendisinin aramızdan ayrıldığı 4 Nisan tarihinde başlamakta.’’ sürdüren bir Festivalden bahsediyoruz. Vakıf faaliyetlerinin tamamının Vakfın özkaynakları ile sürdürüldüğünü ve sadece Festivalin desteklerle gerçekleştiğini de göz önüne alırsak sponsorluğun ne kadar önemli olduğunu görülür. Vakfımız tarafından sanatsever kişi ve kuruluşların katkılarıyla yenilerenek Ankara’nın o dönem en büyük salonu haline getirilen 1200 kişilik Meb Şura Salonu ile ulaşabileceğimiz seyirci kapasitesi artmıştır. Sanat ve eğitim alanındaki değişiklikler ile şehirlerimizin nüfus artışına eş oranlı bir kültür aktarımı yapılamaması bu alana ilginin azalması, nitelikli sanat eserlerinin beklenenden daha az ilgi görmesine yol açıyor. İlgili kitlelerin şehir veya bölge değişimleri, içinde bulunduğumuz genel ortam da destekçi sayımıza ve salonlarımıza yansıyor. Gönül sanatın eğitimde 32 yoğun olarak kullanılmasını, başkentimizin sanatsal hayatına daha fazla yatırım yapacak şirketler ve bu faaliyetlere daha uygun salonlar yapılmasını istiyor. Müzik festivalleri, düzenlendiği kente ve dahi ülkeye ne gibi katkılarda bulunur? Dünyadaki ilk festivallerin şehirlerini, kültürel ve sosyal kapasitelerini kullanarak tanıtmak, böylelikle çekici hale getirerek turist kazanmak ve şehrin ekonomisine canlılık katmak için oluşturulduğunu göz önüne alırsak festivallerin sadece kültürel değil farklı sektörler üzerinde dalga etkisi yaratan bir ekonomik fark yarattığını söyleyebiliriz. Bir Festivalin oluşması için bir araya gelen sanatçılar ve ajansları, konaklama, yeme içme, uluslararası ve ulusal taşımacılık, güvenlik, temizlik hizmetleri, halkla ilişkiler, basın, tasarım ve matbaa gibi sektörler ilk etapta bu yoğun sanatsal etkinliğin parçalarını oluşturuyor. Şehrin sanatsal hayatına bir başka renk ve zenginlik katar festivaller ve Uluslararası Ankara Müzik Festivali’ndeki gibi yaşamın hızlı temposu içinde arkadaşlar ve dostların keyifli bir buluşma noktası olur. Afişleriyle bile şehrin havasını değiştirebilir ve farklı noktalarını kullanma ve tanıtma olanağını da sağlar. Sanat yoluyla ülkenin ve şehrinin uluslararası tanıtımına katkı sağlayan uluslararası kabul gören etkinlikler yaratıldığında gerek uluslararası basın gerekse benzer örgütler aracılığı ile dış ülkelerden de seyirci çekme, sanat kurumları ve sanatçıları arasında tanınma ve sanatçılarımızı tanıtma, yeni bağlantılar ve değişim projeleri kurulması ile ülkemizin inanılmaz güzelliklerini ve zengin kültürünü tanıtma fırsatını da verir. Başkentin uluslararası müzik platformlarında etkin olarak anılmasını sağlayan Festivalimize katılan sanatçıların özgeçmişlerinde başta Ankara Müzik Festivali’nin ve de ülkemizin adı yer almaktadır. Festival’de Türk sanatçılarının yer aldığı ve bestecilerimizin eserlerinin seslendirildiği konserler ile besteci ve yorumcularımızın tanıtılması da sağlanmaktadır. 1993 yılında Avrupa Festivaller Birliği üyeliğine ka- SEVDA CENAP AND MÜZİK VAKFI bul edilen Uluslararası Ankara Müzik Festival i’nin bu misyonu da başarıyla yerine getirdiğini söyleyebiliriz. Vakfınızın düzenlediği diğer festivallerden ve festivallere kurumsal bakışından bahsedebilir misiniz? Vakfımızın gerek ulusal gerekse uluslararası çapta gerçekleştirdiği etkinlikler ve Festivalimiz, Ankara’nın kültür ve sanat hayatını değiştirmiş, geliştirmiş, ilkleri yaşatmış, başka festivallere de öncü bir etkinlik Sevda-Cenap And Müzik Vakfı olarak Uluslararası Ankara Müzik Festivali haricinde bir festivali düzenlememekle birlikte Türkiye Gitar Buluşması, Bilkent Keman Günleri, Kompozitörler Haftası, Türkiye Korolar Şenliği gibi alanlarında birer festival niteliğindeki etkinlikleri desteklemektedir. Avrupa kültür platformunda kendini doksanlı yıllarda kabul ettirerek, 1993 yılında Avrupa Festivaller Birliği üyesi olan Başkent Ankara’nın ismini taşıyan festivalimi- Başkentin uluslararası müzik platformlarında etkin olarak anılmasını sağlayan Festivalimize katılan sanatçıların özgeçmişlerinde başta Ankara Müzik Festivali’nin ve de ülkemizin adı yer almaktadır. Festival’de Türk sanatçılarının yer aldığı ve bestecilerimizin eserlerinin seslendirildiği konserler ile besteci ve yorumcularımızın tanıtılması da sağlanmaktadır. zin programı üyesi olduğu Avrupa Festivaller Birliği üyesi 30 ülkeden 90 festivale ve Dünya Gençlik Birliği üyesi 59 ülkeye gönderilmektedir. Vakfımız, bünyesinde yürüttüğümüz özellikle çocuk ve gençlere yönelik projeler, etkinlikler ve uluslararası birlikteliklerimiz ile 2004 yılında Dünya Gençlik Müzik Örgütü’ne (JMI) üye seçilmiştir. Bu örgütler ile ortaklaşa yürütülen Musma ve eğitim, değişim projeleri gibi ortak işbirlikleri ile ülkemizin ve festivalimizin uluslararası boyutta da bilinirliğini vurgulamakta, sanatçı ve bestecilerimize olanaklar yaratmaktadır. Ankara’daki uluslararası festivallerin başkentimize zenginlik kattığına inanan Vakfımız, yılın tamamının farklı dallarda yolculuk olanağı sağlayacak bir festival havasında yaşanması için takvimlerin ayarlanması, çakışmaması ve ülkemizdeki diğer festivallerimizin de işbirliği yapması gerektiğini düşünüyoruz. 33 FESTİVALLER “Organizasyon gözle görülmeyen mükemmel bir sanattır” Can Demiral Röportaj: Ümit DİRİCAN Profesyonel kariyerine bir tekstil markasının Türkiye distribütörü olarak başlayan Can Demiral yıllar içinde kendini organizasyonlar konusunda geliştirerek; reklam, prodüksiyon, online medya ile bütünleşik pazarlama iletişim stratejileriyle, markalara hizmetler vermeye başladı. Markaları kültür ve sanat etkinlikleriyle buluşturarak tanınmış sanatçıların konser ve etkinliklerine sponsorluk danışmanlığı da yapan Demiral, 2010 yılında Mega star Tarkan’la tanışarak çalışma fırsatı buldu ve klip, konser, etkinlik ve sponsorluk iletişim danışmanlığını yürüttü. Yerli ve yabancı birçok uluslararası organizasyonlara danışmanlık yaptı. TRT Avaz Kanalı’nda Türkiye’nin ilk festival programının medya koordinatörlüğünü yaparak prodüksiyon ve offline medya alanında ilk tecrübesini kazanmış oldu. Türkiye’nin popüler radyo ve müzik web portalı muzikonair. com‘un Genel Koordinatörü oldu. Aynı zamanda kendi web sitesinde müzik, etkinlik, iş dünyası ve sosyal medya ile ilgili wiki yazılar yazıyor. Birçok ulusal markanın reklam, sosyal medya projelerinde imzası bulunan Can Demiral’la keyifli bir söyleşi yaptık. Can Demiral kimdir? Kendinizden ve çalışmalarınızdan bahsedebilir misiniz? Öncelikle TRT Bir Dünya Müzik dergisine ve çalışanlarına bana bu sayıda yer verdiği için teşekkür ederim. Profesyonel iş hayatıma, Türkiye distribütörü olan bir tekstil markasının, mağazalarında satış temsilciliği yaparak atıldım. Kişisel gelişim, psikoloji, satış, pazarlama ve müzik ile ilgili yayınları okuyarak yıllarca araştırmalar yaptım. Sonra yabancı menşeili bir teknoloji şirketinde Satış ve Pazarlama Uzmanı olarak çalışmaya başladım. O yıllar benim hayatımın dönüm noktasıdır. Reklam ajansları ve marka yöneticileriyle iş birliği yaparak birçok proje içerisinde oldum. Türkiye’de Müziğin dijital hâkimiyetinin olgunlaşma- 34 CAN DEMİRAL dijital hâkimiyetinin olgunlaşmadığı yıllardı o yıllar. Mega star Tarkan’ın şirketinden teklif aldım. Hayatımın değişmeye başladığını gördüm. 4 Yıl açık hava konserleri, albüm öncesi ve sonrası reklam ve sponsorluk iletişim çalışmalarını yürüttüm. Tarkan ve ekibi bu sektörde benim önümü açtı. Organizasyon şirketlerinin düzenlediği seri konserlere sponsorluk danışmanlığı yaparak kariyerime devam ettim. Şuan konser, festival, defile organizasyonları, marka etkinliklerine kadar müşterilerimize anahtar teslim hizmetler veriyoruz. Aylık çıkan Gala dergisi ’nde “Sahne Arkası” sayfasında müzik dünyası ile ilgili yazılar yazıyorum. Türkiye’nin en çok ziyaret edilen müzik platformu muzikonair.com olmak üzere kendi bloğum candemiral. com‘da radyo ve müzik dünyası ile ilgili yazılar yazmaya devam ediyorum. Türkiye’de düzenlenen konser ve festival organizasyonlarını değerlendirebilir misiniz? Tüm organizasyonlar açısından diğer ülkelerle bizim aramızda ne gibi farklılıklar var? Festivaller, hem Türkiye’nin tanıtımında, hem de turizmin yol haritasında belirleyici bir faktör. Ülkemizde gerçekleştirilen konserleri değerlendirdiğimizde, mekân kiralarının rakamsal oranı bir hayli yüksek ve sponsorsuz bir konser düzenlemek neredeyse imkânsız hale geldi. Sanatçı, orkestra ekibi, saha çalışanları, mekân kirası, bilet satışları için ödediğiniz komisyonlar, reklam ve tanıtım giderleri, işletme vergileri zarar etme kaygısı oluşturuyor. Her sanatçının ayrı bir kitlesi var ancak en iyi gruplar da olsa alanı binlerce insanla doldursanız da bilet satışlı konserler hep bir risk taşıyor. Ülkemizde yaşanan üzücü olayların ve mücbir sebeplerinde etkisi var. Umutla, sabırla işimizin olumlu taraflarına bakmamız gerekiyor. İşimiz sanat, hedefimize ulaşmak için kullanacağımız malzemelerin kaliteli olması bizim Dünyanın en prestijli ödülleri arasından bir Oscar, iki Altın Küre ve üç Grammy’yi kazanmış, bir çok defa da Yaşam Boyu Başarı ödüllerine layık görülmüş bir beste fabrikası. ilk şartımız. Diğer ülkelerde yapılan festivaller daha zengin içerikli, burada bütçe devreye giriyor. Sponsor olmak için birbiriyle yarışan markalar var. Türkiye’de sponsorluk kavramı yıllardır havaya atılan bir bütçeymiş gibi geliyor. Aslında o kadar yanlış ki…Etkinliklerde yer almak doğru hedef kitleyi yakalamak için en iyi fırsattır. “Organizasyon gözle görülmeyen mükemmel bir sanattır” diyorsunuz. O zaman bir festival veya konser düzenlenirken neler dikkate alınmalıdır? Önemli olan unsurlar nelerdir? İnsanın kişiliğini yansıtan yaptığınız işin kalitesidir. İşimde çok titiz ve prensipliyim. Değişmeyen kurallarım var. Doğru yer, doğru zaman, doğru planlama, doğru ekip 4 madde eksiksiz uygulandığında kusursuz bir iş ortaya çıkıyor. Festivallerin, ülkelerin kültürlerinin tanıtımına ve gelişmesine olan katkıları konusunda neler söyleyebilirsiniz? Festivaller ülkelerin imajıdır. Siyasi, kültürel, sosyal aktivitelerle kazanım sağlayan önemli turizm faaliyetleridir. Toplumlararası iletişimi güçlendirerek ev sahipliği yapan ülkelerin tanıtımına ve pazarlanmasına katkı sağlar. Turizm literatüründe çeşitli destinasyonlar yaratır. Kültür ve sanat festivalleri düzenlendiği bölgenin kültürel etkinliğini ve kültürel imajını geliştirme, güçlendirme, koruma ve yaymada çok önemli rol oynar. Bir festivalin uluslararası bir nitelik kazanabilmesi için neler gereklidir? Festivallerin gerçek anlamda uluslararası nitelik taşıması için en az 5 yıl düzenli olarak gerçekleştirilmesi gerekir. Festivalin kültürel değerlerini, cazip gelen her şeyi öne çıkarması ve yabancı ülkelerden gelen konukların ülkemizde ağırlamak, basın ve medya kuruluşları aracılığı ile duyurulması gerekir. Böylelikle o şehirde düzenlenen festivallerde bir marka kimliği kazanıyor. Festival ve konser organizasyonları açısından sosyal medya araçlarının önemi var mıdır? Sosyal medya kitlesel araçlardan biri ve işimizin olmazsa olmazları arasında. Tüm sosyal mecralar organizasyonlarımıza katılımı artırmak için büyük avantajlar sağlıyor. Festivallerin ve konserlerin duyurularını, hedef kitleye yönelik stratejilerini, sosyal medya platformlarıyla daha da genişletebilirsiniz. Tarkan dahil olmak birçok ünlü isimle çalıştınız, aynı zamanda klip, konser, etkinlik ve sponsorluk iletişim danışmanlığı yürütüyorsunuz, yerli ve yabancı bir çok uluslararası organizasyonlara danışmanlık yapıyorsunuz bunlardan da söz edebilir misiniz? Tarkan’ın 2010 yılında çıkardığı albümü “Adımı Kalbine Yaz” pop müziğine hareket getirdi. 4 Yıl süren bir sponsorluk desteği verdim. “Öp” klibinin çekimlerinden bazı karelere ürün yerleştirme yaptık. Daha sonra konser serisi başladı. Cemil Topuzlu Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’nda otomotiv sektöründen hizmet sektörüne kadar birçok markayı bu konserlerde buluşturduk. Yaptığımız ölçümlemelerdeki datalar sayesinde araç satışı bile gerçekleşti. Ülkemize konser vermek için gelen yabancı sanatçıların konserlerine sponsorluk danışmanlığı yaptım. Joaquin Cortes, Madonna gibi. Aynı zamanda yurtdışından gelen gösteri gruplarıyla da çalıştım. Keyifli bir röportaj oldu. Sorularınız için sizlere ve tüm TRT ailesine teşekkür ediyorum. 35 BİR DÜNYA OYUN Aslıhan ŞAHİN GÜVEN [email protected] Öztürk Miraç SARAL [email protected] Hem göze hem kulağa… Günümüzde pek çok sanat dalını bir araya getirerek insanlara ulaşan büyük bir endüstri dijital oyun dünyası. 60’larda hayatımıza giren dijital oyunların bugün ulaştığı noktayı çeşitli rakamlar üzerinden okuduğumuzda sadece bir oyuncu olmak dışında müthiş bir pazar potansiyeli ile karşılaşıyoruz. Dünyada dijital oyun sektörünün kullanıcısı olan yaklaşık insan sayısının 1 milyar olduğu ve yıllık bütçelerin milyon dolarlarla ifade edildiğini belirtelim. Oyunlar pek çoğumuzun hayatına atari ile girdi. 80’lere tetris gibi oyunlar damga vurmuştu ve bilgisayar ve internetin kullanımının yayılması ile beraber dijital oyunlar pek çok platformda oynanabilir ve nihai tüketiciye ulaşabilir bir hale geldi. Bugün sektör öyle büyüdü ve rekabet öyle çetinleşti ki oyun geliştiriciler bir sinema filmi üretmekten pek de farklı bir iş yapmıyorlar ve hatta daha karlı bir iş kolu olduğunu söylüyorlar. Artık öyle büyük şirketler işin içine girdi ki bundan 30 yıl önce yalnızca monofonik sesler ile yapılan oyun 36 müzikleri bugün özlemli birer hatıra olarak hafızalarımızda yer alıyor. Zaman içinde teknolojideki önü alınamaz gelişmelerin işin içine girmesiyle, konsol ve bilgisayar tabanlı oyunların içeriği de gelişirken, ev kullanıcıları daha kaliteli donanımları kullanmaya itildi. Dolayısıyla kaliteli ses kartları ve ses sistemlerinden geçerek kulağımıza gelen müzikler de büyük orkestraların, büyük koroların, ünlü pop ve rock gruplarının bestelerine ve icralarına dönüştü. Atmosfer her şeydir! Eğer dünya çapında oldukça popüler bir video oyununu evde bilgisayarınızda oynamak isterseniz, yalnızca bir bilgisayarınızın olması asla yeterli değildir. İyi donanımlı bir bilgisayara sahip olmanız, alacağınız zevki artırmakla kalmayacak daha kaliteli grafikler ve daha kaliteli ses efektleri sayesinde oyunun karakteriyle özdeşleşmeniz de kolaylaşacak. Eskiden Fantasy Role Play denilen ve bilgisayarın masaüstünde değil gerçekten masanın üstünde oynandığı oyunlarda, karaktere girmek ve karakter- le özdeşleşmekteki başarı hayal dünyanızla alakalıydı ve çok da zor olmuyordu belki de. Fakat bilgisayarınızın başında bir ekrana bakarken ve bir başkasının hayalini yaşıyorken oyunda başarılı olmanızı sağlayabilecek tek şey o atmosfere girebilmeniz. Oyun geliştiriciler sizi atmosfere sokabilmek için masraftan kaçınmıyorlar ve dünyanın en ünlü, en üretken müzisyenleriyle çalışıyorlar. Oyunun amacına, ambiyansına ve hedef kitlesine göre; sahneleriyle ve karakterleriyle alakalı tematik müzikler besteleniyor. Ayrıca tıpkı film müziklerinde olduğu gibi soundtrackler albüm olarak da yayınlanıyor. İşte bu atmosferi başarıyla kotarabilen küçük bir derleme: Konser salonuna dönüşen oyunlar Tetris: Tetris oyununu bilmeyen yok. Tetris’in artık tema müziği ise aslında Korobeiniki ismindeki 19.yüzyıldan kalma bir Rus Halk Şarkısı. Şarkı bir şiirden alınma ve zarif köylü kızı Katya ile pazarcı bir delikanlının arasındaki hüzünlü bir aşk hikâyesini anlatıyor. Oyunlar pek çoğumuzun hayatına atari ile girdi. 80’lere tetris gibi oyunlar damga vurmuştu ve bilgisayar ve internetin kullanımının yayılması ile beraber dijital oyunlar pek çok platformda oynanabilir ve nihai tüketiciye ulaşabilir bir hale geldi. Journey: 30 yaşındaki Amerikalı müzisyen Austin Wintory’nin bestelediği ve Makedonya Radyo Orkestrası tarafından kaydedilen Journey(Yolculuk), Howard Shore (Hugo), Hans Zimmer (The Dark Knight Rises) and John Williams (Tintin) gibi isimlerle birlikte “En iyi görsel soundtrack” kategorisinde Grammy’e aday oldu. Bu video oyunlarının tarihinde ilk kez gerçekleşti. Assasin’s Creed: Türkçesi “Suikastçinin İtikadı…” Hasan Sabbah devrinde başlayan ve 21.yüzyılla bağlantıları olan destansı oyun serisinin müzikleri Danimarkalı Jesper Kyd’a ait. Jesper Kyd dışında oyunun tanıtım videolarında ise Lorde ve Woodkid gibi isimlere rastlamak mümkün. Crysis: Crytek, Almanya’da Cevat, Avni ve Faruk Yerli tarafından kurulmuş dünyanın en büyük oyun şirketlerinden bir tanesi. Firmanın amiral oyunu Crysis ise post-apokaliptik ama teknolojik bir dünyada geçen bir macera oyunu. Oyunun müzikleri ise Oscar ödüllü Hans Zimmer’a emanet. Skyrim: Ejderhaların Atası Alduin’le yapılan savaşların konu alındığı Skyrim’in de bol ödüllü, mistik bir soundtrack albümü var. Oyun Müziklerinin Mozart’ı sayılan Jeremy Soule’a ait olan Skyrim dışında, onlarca kült oyunun altında imzası var. Red Dead Redemption: Filmlerinde olduğu gibi western temalı oyunlar da müzikalite anlamında son derece tatlılar. İç içe geçmiş bir kovboy hesaplaşmasının yaşandığı Red Dead Redemption filmi ise hem orijinal soundtrack’i hem de ufukta Meksika sınırını görünürken Arjantinli müzisyen Jose Gonzalez’den çalmaya başlayan Far Away (Uzaklara) şarkısıyla unutulmaz anlar yaşatıyor. 37 SESLİ KÜTÜPHANE Misafirimiz Var 101.YIL VE DÜNYA DURDUKÇA DAİMA… Hazırlayan: ‘‘Misafirimiz Var’’ Ekibi TRT Radyo 3’ün geçtiğimiz yıl yayın hayatına başlayan genç programlarından biri “Misafirimiz Var”. Her hafta Perşembe günü saat 20.00-21.30 saatleri arası, ülkemizin muhtelif konser salonlarındaki konserleri evinize getirmeyi amaçlayan bir program bu. Klasik müzik 38 ağırlıklı olmak üzere, caz ve dünya müziğinin seçkin örneklerini, sanatçı ve dinleyici röportajlarıyla ulaştırıyor Radyo-3 dinleyicisine. Geçtiğimiz ay Misafirimiz Var, Ankara Radyosu Büyük Stüdyosu’nda gerçekleşen bir konsere ev sahipliği yaptı. “Türkiye Cumhuriyeti’nin önsözü olarak kabul edilen “Çanakkale Zaferi’nin 101. yıl kutlamaları için 31 Mart’ta Ankara Radyosu Büyük Stüdyosu’nda bir konser verdi ARPANATOLIA. Çağatay Akyol ve Ferhat Erdem’den oluşan ARPANATOLIA’ ya Ankara Filarmoni Orkestrası eşlik etti. Vurmalı Çalgılarda Suat Kuş vardı. Orkestra’ yı Kemal Günüç yönetti. Konser “ANADOLU’DAN ANZAKLARA“ başlığını taşıyordu ve Radyo-3’de “Misafirimiz Var” programında canlı olarak yayınlandı. “Anadolu’dan Anzaklara“ konserini; yaratıcılarından Ferhat Erdem “Oda orkestrası mantığıyla konser yaptık” diye nitelerken, Çağatay Akyol“ İki enstrümanlı konçerto gibi düşünün konseri “ diyor. 91 dakika süren Radyo konserinde görsellik hâkimdi. Özel kıyafetlerle sahneye çıktı sanatçılar. Hitit dönemi giysileriyle Anadolu’nun tarihi geçmişini simgeliyorlardı. Sahneye kurulan perdede Anadolu’nun üç bin yıllık geçmişini, acısını, sevincini, isyanını, yaşadıklarını kısacası kültürel birikimini yansıtan siyah beyaz görüntüler aktı. Radyo dinleyicisi görüntüleri görmese de Ferhat Erdem’in görüntülerle ilgili açıklamaları yansıdı mikrofona… Âşık Veysel’in bir ezgisiyle çınladı Ankara Radyosu Büyük Stüdyosu. Ardından… “Anadolu’muzun kuşkusuz en önemli ozanlarından biridir Âşık Veysel. Onun çiçeklerin diliyle seslendiği bir türküsünü batı Toroslar- RADYO-3 da yaşayan Yörüklerin yorumuyla, bir Yörük sazı olan üç telli bağlamayla sunduk size. Göçer toplumlar sadece kendi ürettiği, kendi yaşam biçimlerine uyan ezgileri, türküleri çalıp söylerler. Bunun istisnası Âşık Veysel’in “Çiğdem der ki ben elayım, Yiğit başına belayım, Hepisinden ben alayım, Benden ala çiçek var mı?” diye Yörüklerin Çiğdem havası olarak adlandırdıkları bu ezgidir. Bundan tam 101 yıl önce atalarımızın, Anadolu insanımızın Ata’mızın önderliğinde verdikleri olağanüstü mücadelenin, zaferin coşkusunu, mutluluğunu yaşıyoruz. Binlerce yıllık derin köklere sahip Anadolu kültürünün süzülerek günümüze kadar ulaşmış o güzel ezgilerinden oluşan “Anadolu’dan Anzaklara“ temalı konsere hoş geldiniz” dedi Ferhat Erdem ve konser başladı. Konserde söz görüntüleri, ezgiler sözü destekledi... Karadeniz’den Kayseri’ye, Antep’ten Yemen’e ezgi ezgi Anadolu’yu gezdik. Gezerken de öykülerini öğrendik. “Kahve deyince hepimizin aklına ilk gelen yerdir Yemen. Oysa Anadolu insanı için Yemen evlatlarının gidip de dönmediği diyarlardır…” diye Yemen Türküsü’nün öyküsünü anlatmaya başladı Ferhat Erdem: “Yemen yolu çukurdandır, karavanım bakırdandır Zenginimiz bedel verir askerimiz fakirdendir… Yemen bizim neyimize, şivan düştü evimize… Bak yavrular yetim kaldı güvenmeyin beyimize“ diyen Anadolu insanının sesi oldu. Acısını, hüznünü, mutsuzluğunu yansıttı… “Kahve deyince hepimizin aklına ilk gelen yerdir Yemen. Oysa Anadolu insanı için Yemen evlatlarının gidip de dönmediği diyarlardır…” Yemen’le ilgili görüntüler aktı perdede. Savaşan gençler, patlayan bombalar, yıkık dökük evler… Sonra başladı Arpanatolia’nın yorumuyla Yemen türküsü… Gaziantep’in ‘‘Evlerinde bir ipekten halı var’’ türküsü... “Antep’te Kurtuluş Savaşı yıllarında annesi, babası, akrabası öldürülen çocuklar hiçbir şey olma- mış gibi sokaklarda oynuyor. Düşman buna şaşırıyor… “ diye Ferhat Erdem anlatıyor, biz dinliyoruz. O dönem yaşanılanları anlattıktan sonra, önce bir barak seslendirdi Ferhat Erdem. Ardından da “evlerinde bir ipekten halı var“ ezgisini seslendirdi Arpanatolia ve Ankara Filarmoni Orkestrası. Antep’le ilgili, Kurtuluş Savaşı’yla ilgili görüntüler sahneye kurulan perdede akarken, türküler görsellerle, sözlerle anlatıldı önce sonra da Arpanatolia yorumuyla ezgi oldu… Elbette Ankara Filarmoni Orkestrası’nın katkıları unutulmaz. Konser boyunca bir eserde vokal vardı… Çanakkale Türküsü’nü Ferhat Erdem seslendirdi. 91 dakikalık konser bittiğinde Anadolu’nun zenginliğini yaşadık. Hüzünleri, mutsuzlukları hatırlayıp yine ezgi- lerde bulduk dayanma gücünü. Görselliği çok etkili, sözüyle ezgisiyle duygu yoğunluğu yaşanan bu konseri mutlaka izlemek gerekir. “Türkiye Cumhuriyeti’nin önsözü olarak kabul edilen“ Çanakkale Deniz Zaferi’nin 101. yılını kutluyor, “Çanakkale Ruhu”nu her zaman yaşatmayı diliyoruz. 39 KENT HİKAYELERİ Mandıra y a da Bir Küçük Festival Hikâyesi Reşit SARAÇOĞLU [email protected] ABD’nin New York eyaletinde bulunan küçük Bethel kasabasının önemli şahsiyetlerinden biriydi Max Yasgur. Bölgenin en büyük mandırasının sahibiydi. 650 ineği 240 hektarlık arazisinde özgürce geziniyor, Max Yasgur da ailesiyle birlikte 650 ineğin kendisine sağladığı rahat yaşamın tadını çıkartıyordu. Aslına bakarsanız, ne dünya müzik tarihine geçme isteği vardı Max Yasgur’un, ne de onu dünya müzik tarihine geçirecek bir özelliği. ABD’nin sıradan bir kasabasındaki sıradan bir çiftçiydi sadece. Sonra… Sonra bir şey oldu ve Max Yasgur, dünya müzik tarihine adını altın harflerle yazdırdı. 40 Herşey, arazisinde etkinlik düzenlemek istediklerini söyleyen ve arazinin bir kısmını birkaç günlüğüne kendilerine kiralamasını isteyen bazı gençlerin teklifini kabul etmesiyle başladı. Daha önce iki kasabadan red cevabı alan organizatör gençler 1969 senesi Ağustos ayında yapacakları müzik ve sanat festivali için yer bulma umutlarını yitirme noktasına gelmişlerdi ama 1919 doğumlu, hayatında rock müzik dinlememiş Max Yasgur tekliflerini kabul ederek onları şaşırttı. 650 ineğin otladığı 240 hektarlık arazinin bir bölümü geçici olarak festivale ayrıldı. Festivale en fazla 50.000 kişinin geleceğini hesaplayan gençler buna göre hazırlıklarına başladılar. Festival hazırlıkları sürerken Max Yasgur’un hemşerileri tepki göstermeye başladılar. Birtakım ne idüğü belirsiz gençlerin kendi kasabalarında festival yapmasını istemiyorlardı! Zaten yapılacak iş matah bir şey olsa diğer kasabalar festivali kabul ederdi! Uzun saçlar, garip kıyafetler, muhafazakar Amerikan yaşantısına aykırı davranışlar… Bunları kabul etmek mümkün değildi! Kasaba ahalisi görünüşte meseleyi görüşmek, aslında festivali engellemek için birtakım girişimlerde bulunmak üzere toplandığında Max Yasgur, arazisini kiraya veren sıradan bir çiftçiden fazlası olduğunu yaptığı konuşmayla gösterdi: FESTİVALLER birini yaratmayı başarmışlar ama başarıyı paraya çevirememiş, neredeyse iflas noktasına gelmişlerdi. Öte yandan, mutluydular. Mutluydular zira hazırlıkları 50.000 kişi için yapılan bir festivale gelen 400.000 kişi organizasyonu neredeyse bizzat üstlenmiş, yemekten temizliğe, sağlık hizmetlerinden güvenliğe kadar sıkıntısız bir festival geçirilmişti. Mutluydular zira isimleri dünya müzik tarihine altın harflerle kazınmıştı. Gene de en mutluları mandıra sahibi Max Yasgur’du. Ruhani derinliğin, yüreğin kapasitesinin, insani büyüklüğün iştigal edilen meslek dalıyla, alınan eğitimle ya da sahip olunan parayla ilgisi olmadığının açık delili Yasgur, tarihin “büyük” insanları yazdığı bir dünyada kimi zaman “sıradan” görünen insanların da tarih yazabileceğini anlatmıştı tüm insanlığa sergilediği tavırlar ve özellikle Woodstock’un kapanışında festival alanında yaptığı şu konuşmayla: “Ben bir çiftçiyim. Bırakın böyle bir kalabalığı, 20 kişilik bir topluluğa dahi nasıl hitap edileceğini bilmem. Ama bence sizler sadece Bethel kasabasına ya da Jimi Hendrix, Joan Baez, Sullivan ilçesine veya New York eyaleSantana, Janis Joplin, tine değil tüm dünyaya birşeyi ispatladınız. Karşımda duran, tek bir yerde The Who, festivale toplanmış en büyük insan topluluğu. Bu kadar kalabalık bir topluluk olacakatılan sanatçı ve ğına dair hiçbir fikrimiz yoktu ve bu yüzden su, yiyecek ve benzeri şeylerle gruplardan sadece ilgili sıkıntılar yaşadınız. Organizatörleribazılarıydı. niz ihtiyaçlarınızı gidermek için devasa çaba gösterdi ve bunun için alkışı Organizatörler hem bir hak ediyorlar. Fakat bundan da ötesi, şaşkın, hem mutluydu. sizler, yarım milyon çocuğun – size çocuk diyorum çünkü sizden daha büyük Şaşkındılar zira en fazla çocuklarım var – yarım milyon genç 50.000 kişinin gelmesi insanın müzik ve eğlence için üç gün boyunca biraraya gelebileceğini ve beklenirken festivale sadece müzik dinleyip eğlenebileceklerini tüm dünyaya gösterdiniz ve ben katılım inanılmaz bunun için sizlere müteşekkirim.” olmuş, 400.000 kişi Max İște böyle bașlamıș; Amerika’da varlığını günümüze dek sürdüren, dünyaca Yasgur’un arazisinde bir ünlü müzik insanlarını ve yüzbinlerce seyirciyi ağırlamaya devam eden Wooaraya gelmişti! dstock festivalinin hikayesi.. “Festivali engellemek için yasal birtakım değişiklikler yapmayı planladığınızı duyuyorum. Festival alanında çalışan çocukların görünüşünden hoşlanmadığınızı duyuyorum. Onların yaşam biçiminden hoşlanmadığınızı duyuyorum. Savaş karşıtı olmalarından ve bunu yüksek sesle dile getirmelerinden hoşlanmadığınızı duyuyorum. Ben de o çocukların bazılarının görünüşünden hoşlanmıyorum. Yaşam biçimlerine benim de özel bir hayranlığım yok. Özellikle de uyuşturucular ve serbest aşk hakkındaki fikirlerine. Ve bazılarının hükümet hakkındaki görüşlerinden de hazzetmiyorum. Ancak, Amerikan tarihi hakkında biraz bilgim varsa, onbinlerce üniformalı Amerikalı’nın tam da bu nedenle, bu çocuklar tam da şu anda yaptıkları şeyi yapabilme özgürlüğüne sahip olsunlar diye savaşta can verdiğini biliyorum. Bu ülkenin özü budur ve ben, sırf siz kıyafetlerinden ya da saçlarından veya yaşama biçimlerinden yahut inandıkları şeylerden hoşlanmıyorsunuz diye onları kasabanın dışına atmanıza izin vermeyeceğim. Burası Amerika ve onlar festivallerini yapacaklar.” Ve yaptılar. 15 Mayıs 1969 günü başladı resmi adıyla “Woodstock Müzik ve Sanat Festivali”. Hepsi hepsi üç gün süren Woodstock 17 Mayıs 1969’da sona erdiğinde müzik tarihi bambaşka bir şekilde yazılmaya başlanacaktı. Jimi Hendrix, Joan Baez, Santana, Janis Joplin, The Who, Jefferson’s Airplane festivale katılan sanatçı ve gruplardan sadece bazılarıydı. Organizatörler hem şaşkın, hem mutluydu. Şaşkındılar zira en fazla 50.000 kişinin gelmesini bekledikleri festivale katılım inanılmaz olmuş, 400.000 kişi Max Yasgur’un arazisinde bir araya gelmişti! Şaşkındılar zira bu büyük kalabalık etkinliğin yapısını tamamen değiştirmiş, girişin paralı olması düşüncesi 400.000 genç insanın festival alanını çeviren çitleri basitçe yıkıp geçmesiyle uçup gitmişti. Şaşkındılar zira tarihin en büyük festivallerinden 41 MÜZİK KUTUSU HOTEL CALIFORNIA Rahmi Mert ÖZCAN [email protected] “Karanlık bir çöl otoyolunda,serin rüzgar saçlarımda İleride parlak bir ışık... Ağırlaştı başım, bulanıklaştı görüşüm. Gece için durmalıydım.’’ 1970’lerin ABD’li efsane Rock grubu Eagles’ın tüyleri diken diken eden, ingilizce bilmeyeni dahi sadece müziği ile etkileyebilen ve tüm dünyada klasikleşmiş muhteşem parçası Hotel California. Yaklaşık iki ay önce kaybettiğimiz grubun gitaristi Gleen Frey ile vokali Don Hanley’nin 1976 yılında bestelediği, tüm dünyada yaklaşık 15 milyon satış rakamına ulaşmış Altın Plak ve Grammy gibi dev ödülleri kazanmış bu ölümsüz yapıt sadece ezgisi ile değil hikayesi ile de farklı duygulara, bambaşka hissiyatlara götürüyor bizleri. Şarkı bu kadar özel ve unutulmaz olunca hakkında da çok fazla senaryo çıkmış tabi. Bu şarkı neyi anlatıyor, kimi anlatıyor, yaşanılanlardan bir kesit mi yoksa hayal ürünü mü? Bir şizofreni hikayesi mi yoksa bir umut yolculuğu mu veya söylenenlerin ve konuşulanların aksine hiç birini ifade etmiyor mu? Bana kalırsa işin özeti şu; 5 yıldızlı sır gibi bir otel, farklı senaryolar ama hep aynı his. Eşittir Hotel California. 42 “Koridor boyunca sesler vardı Sanırım şöyle dediklerini duydum. California Otel’ine hoşgeldiniz. Ne kadar hoş bir yer,ne kadar hoş bir çehre.“ 60 ve 70’li dönemlerin müzikteki en vurucu niteliği kesinlikle hissiyat. Bu da tamamen anlatım ve doğallıktan geçiyor. Günümüzde parçaların hem teknik alt yapı hem de söz bütünlüğüne baktığımızda fazlasıyla dolaylandırıldığını ve karmakarışık bir hal aldığını görünce 60 ve 70’lerin lezzetini keşfetmek çok da zor olmuyor. Şarkı sözlerinde anlatılmak isteneni direkt olarak veren, bizimle konuşur gibi içini döken ve iç sesini ezgileriyle bütünleyen gerçek bir şarkı ve hissiyat formu olduğunu söylemek bence en yerinde söz olur. Hotel California parçasının hissiyatı da işte bu yukarıdaki cümlelerin her birinden ayrı ayrı geçiyor. Grup alıyor bizi karşısına ve bir hikaye anlatıyor. Öyle bir ruh veriyor ki, hepimizin içinden geçen, hepimizin bir çok noktasına değen... Sanki duygu eksikliklerimizi yakalayıp bizi tamamlamaya, bizi anlamaya, daha da önemlisi kendimize bizi anlatmaya çalışan bir hikaye gibi görünüyor. THE EAGLES “ Ne kadar güzel bir sürpriz, Getirir bahanelerinizi. Aynalar tavanda , buzlu bir içecek... Hepimiz burada kendi tutkularımızın, dürtülerimizin eseriyiz.“ Tema olarak bir dönemin California kültürüne ve hızlı yaşam tarzına değinen, müzik otoritelerinin ve hayranlarının, hatta sıradan dinleyicilerin bile kendilerine göre pek çok anlam çıkardığı bu ölümsüz eser için yapılmış en güzel yorumlardan birisi de mutlu olmak için sürekli olarak bedensel haz peşinde koşmanın felsefesi olan Hedonizm’in (hazcılık) bir yansıması şeklinde yorumlanmasıdır. Eagles grubu da verdikleri pek çok röportajda o sanat-ticaret dengesini belki de bozmamak adına şarkının hikayesine çok fazla girmemiş ama alt metninde şöhretler dünyasının acımasız gerçekleri üzerine gittiklerini pek çok kez vurgulamışlardır. Özellikle 60’ların ortalarından itibaren grupların popülerite sevdasıyla kurmuş oldukları pek çok hayal, kırıklıklar ile sona ermiştir. Herkesin ürettiği ama yetersizliği ve başarısızlığı kabul etmediği o dönemlerde pek çok grup kaybolup gitti Amerikan rüyası içerisinde. Şu an efsane dediklerimizin dahi hangi şartlarda bugünlere geldiğini araştırıp muhakkak anlamak gerek. “Bazı danslar hatırlanmak içindir, Unutmak için bazısı... Ve o izler çok uzaklardan çağırıyor hala, Uyandırır seni gecenin ortasında. Sonrasında da yaşarlar şaşaa içinde Hotel California’da. “ Hotel California için çok fazla senaryo olduğundan bahsetmiştim. Gerçekten de çok çok fazla. Hepsini anlatmaya kalksam bir dünya öykü çıkar burada ama yinede en akılda kalıcı ve en çok inanılmış bir kaç hikayeyi de anlatmadan geçemeyeceğim. Mesela Hotel California’nın bir otel olmadığını simgesel olarak onu kullanıp asıl altında yatanın eski bir kilise olduğunu vurgulayan pek çok kişi olmuştur. Diğer taraftansa bunu eleştirenler Hotel California için akıl hastanesi vurgusu yapıldığını dile getirmişlerdir. Çoğunluk ise sadece aşk sözcüğüne yönelmiş ve bu duyguyla yazıldığından bahsetmiştir. Tabi söz konusu aşk olunca aşk içinde de farklı farklı senaryolar çıkmışta çıkmıştır. Bunların arasında en dikkat çekenleri çok sevdiği kadını bırakıp Vietnam’da savaşmaya giden bir adamın hikayesi, zengin kız-fakir oğlan ilişkisi ve en çok kabul görmüş olan yanan otelde sevdiğini kaybeden çocuğun hikayesidir. Gördüğünüz gibi şarkı sözlerinin soyut yapısı sebebiyle şarkı için türlü hikayeler geliştirilmiş ve bu sayede de şehir efsanesi olmayı da başarmıştır. Hatta bu konu ile ilgili Türk bir oyuncu TV’de verdiği bir demeçte otelini yapsalar bu kadar para kazanamazlardı demişti. Gerçekten de öyle değil mi? Magazine bu kadar bulaşmış bir parça Hotel California ve her çaldığında hala duygu hissiyatını size fazlasıyla verebiliyor. Magazine bu sebeple bulaşmak yozlaşmış ma- gazin kültürünü de ayıklamak adına bence oldukça sevindirici. Radyoda Müzik Kutusu programımda bir dinleyicim “Geçmişin rüzgarıyla sarıp sarmalayan bir şarkı” demişti, Bir diğer dinleyicim de “Çok sıkıcı bulduğum bir ortamda 6.30 dakikamı huzurla geçirmemi sağladınız” deyip teşekkür etmişti. Tüm teşekkürler bizden Eagles’a gelsin. Yıllar sonra dahi herkeste farklı hisler, duygular yaratmayı başarmış bu efsanevi parçayı bizlere sundukları için. “ Rahatla dedi adam. Varmak için programlandık İstediğin zaman kontrol edebilirsin Ama ayrılamazsın asla. “ Hotel California’nın büyüsü ve sırrı yazmakla bitmez. 6.30 dakikalık rahatlama ve kendinizi dinleme terapisi olarak düşünebilirsiniz. Bence en kısa sürede, hatta hemen kendinizi bu efsanevi parçayı dinlemek için programlayınız. Kontrol sizde. O sizi bırakabilir ama siz ondan asla ayrılamazsınız. California Otel’ine hoş geldiniz. Ne kadar hoş bir yer ve ne kadar hoş bir çehre... 43 BİR DÜNYA İNSAN KURT COBAIN Murat ÖREM [email protected] Dünyayla, hayatın adaletsizliğiyle hatta kendi kendisiyle bile meselesi olan adamlardandı Kurt Cobain. Bazı insanlar öyledir… Onlar için kendi hayatlarındaki çok şeyin yolunda gitmesi bir mutluluk kaynağı olmaya yetmez. Bu insanlar için mutsuzluk kaynaklarının çokluğu çok daha önemli bir derttir. Kurt Cobain tam da bu insanlardandı. Belki dünyalı, büyük bir ihtimalle de uzaylıydı! Bir de 27’liklerdendi. Bu arada 27’lik kavramını bilenler bilmeyenlere anlatsın... Bu 27’lik konusunu ona buna sormaya cesaret edemeyenler veya araştırma yapmaya erinenler de bir sonraki yazıyı beklesin. Kurt Cobain’in 20 Şubat 1967’de başlayan ömür yolculuğu 44 sona erdiğinde, Türkiye’nin Kurt Cobain’in ölümünü hatta dünyayı görecek hali yoktu. Tarihe 5 Nisan 1994 kararları olarak geçen devalüasyon, enflasyon, işsizlik ve büyük ekonomik kriz zamanıydı çünkü Türkiye için. Geride kalan yıllarda koalisyonlar, iflaslar, küçük siyasi hesaplar, “ne verirlerse daha fazlası benden” masallarına bulanmış zehirli şekerler derken Türkiye ekonomik olarak sırat köprüsündeydi aslında taa 1990’ların başından beri... Çok eleştirilecek yanları bulunsa da ekonomik anlamda iyi kötü bir toparlanma süreci yaşayan dünyaya açılan ve on yıl bile sürmeyen bu dönem, Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın muammalı ölümüyle tak diye bitmişti. 17 Nisan KURT COBAIN 1993’te makas değiştirdiğini çok son- “ Mutluluk satın alınmıyor. Olanlar beni bir süre mutlu etti ama eski ben de mutluydu. ra öğrenecekti Türkiye. Olanlar beni bir süre mutlu Hatta kullanılmış eşyaları arayıp saTarih 5 Nisan 1994’ü gösterdiğinde tın alırken çok daha mutluydu. Türkiye bir kez daha zam dalgası, keetti ama eski ben de Şimdi sanki biraz karanlık var ve bu mer sıkma politikaları ve parasının mutluydu. durum beni korkarım içine çekeyüksek oranda değer kaybının yacek“ diyen. şandığı devalüasyon duvarına çarptı. Hatta kullanılmış eşyaları Bu dünyadaki konukluğu yalnızca Türkiye için bu tarih hafızalara eko27 yaşındayken biten Kurt Cobanomik kriz kavramıyla kazınacaktı. arayıp satın alırken in’in o kısacık zaman içinde ürettikAma dünya için Nirvana grubunun çok daha mutluydu. lerinin hatırasına olsun bu yazı da. alamet-i farikası olan 27’lik Kurt CoÖlümünün 22. yıldönümünde Kurt bain’in beklenmedik ölümü demekti Şimdi biraz karanlık var ve Cobain’i andığımız bu yazıyı onun 5 Nisan 1994. Müziğini sevseniz de sevmeseniz de bilenler bilir ki Kurt bu durum beni korkarım cümlesiyle bitirirken bir büyük bilge Mevlana’nın “Ya olduğun gibi Cobain dünya müziğinin kuyruklu yıliçine çekecek“ görün ya da göründüğün gibi ol” dızıydı. Kuyruklu yıldızıdır... cümlesinin evrenselliğini de hatırGeldi, parladı, latalım size… Karanlıklara dikkat çekti, “Olmadığım biri gibi görünüp sevilmektense olduğum Ve kocaman bir kara delik tarafından yutuldu. Merak edenler bugün de Kurt Cobain’le ilgili her şeye ula- biri gibi yaşayıp nefret edilmeyi tercih ederim.” şabilir. Onun hayatındaki uyuşturucu da dahil gelgitlerine, büyük hatalarına ve bugün bile kesin olarak bilinmeyen (Murat Örem/ büyük oğlum Umur Örsan Örem’in katkılarıyla…) haliyle ölümünün intihar mı yoksa aşırı dozdan mı olduğu sorularının farklı cevaplarına da tekrar tekrar bakabilir. Ama aynı Kurt Cobain’di, dünyanın vicdanını ve ahlakını kiraya verdiği Bosna mezalimi rezilliğinde, tecavüze uğrayan Bosnalı kadınlar için konser veren grubun beyni olan kişi… O Kurt Cobain’dir ki; “ Mutluluk satın alınmıyor. 45 BİR DÜNYA FESTİVAL Festivallerin ham maddesi Feridun ERTAŞKAN Cazkolik.com Türkiye, festivali eksik olmayan bir ülke. Yurt çapında bir yılda kaç festival gerçekleştiğini merak ettiniz mi hiç? Şöyle söyleyelim, -yerel belediyelerin mevsimlik etkinliklerini de sayarsak- belki de yüzlerce. Bu festivallerin yaklaşık elli kadarı ülke çapında bilinen kurumsallaşmış organizasyonlar. Ağırlıklı olarak turizm ve kültür & sanat ekseninde gerçekleşen festivaller başta büyük şehirler olmak üzere Anadolu sathına dağılmış durumda ama tabii başı İstanbul çekiyor. Yerel etkinlikleri ‘Türkiye’de Festivaller’ kapsamının haricinde tutarak genelleştirirsek büyük resmi daha iyi görebiliriz. Festivallerin ham maddesi müzik. Tüm dünyada festivaller çoğunlukla müzikle anılır. Geçmişten bugüne hangi döneme bakarsanız festivalin ham maddesinin müzik olduğunu görürsünüz. İnsanın, hayatı daha keyifli hale getirmek için elindeki en önemli malzemedir müzik. Eğlence, kültür alışverişi, 46 müzik sosyalleşme hepsi müziğin çevresinde şekillenir. Tarih boyunca da böyle olmuştur ama sinemadan tiyatroya, danstan modern sanatlara ve performans etkinliklerine hatta bienallere kadar sanatın tüm disiplinleri modernleşen hayatın içinde festivallerin ayrı birer sayfasını oluşturup kendini çoğaltmış, zenginleşmiştir. Türkiye’de ve dünyada festivaller. Bir Dünya Müzik Dergisi olarak titizlenip saydık, eledik ve yaklaşık özetini çıkardık. Şu an Türkiye çapında, yukarda kastettiğimiz anlamda ve nerdeyse tümü uluslararası çap, organizasyon ve kalitede kırktan fazla müzik ve kültür & sanat eksenli festivalimiz var. On kadar film, yedi ila on arası değişen sayıda tiyatro, beş kadar dans, esasen müzik eksenli olmakla birlikte farklı temaları da bünyesinde barındıran on-on iki kültür & sanat festivali ve on beş ve üstü sayıda klasikten caza, operadan pop, rock ve elektronik müziklere dağılan yelpazede müzik festivalleri. Türkiye festivalleri, dünyanın genelinde olduğu gibi mevsimseldir, güzel havaları bekler. Kasım-Nisan arası az sayıda festival gerçekleşirken Nisan-Kasım arası hepsi sıraya girer. Üstelik Nisan-Mayıs aylarında gerçekleşen üniversite festivallerini sıralamaya dâhil etmedik bile. Belki de ayrı bir yazıda ele almalı. Ülkemiz için çıkardığımız özetin benzer yansımasını diğer ülkeler için de düşünmek mümkün. Tabii, ülkelerin büyüklük, zenginlik, gelişmişlik ve refah seviyelerini göz önünde tutarak. Bir örnek verelim; sadece New York’ta kırktan fazla festival olduğunu düşünürsek Amerika çapında her yıl binlerce festivalin gerçekleştiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Ülkelerin kültürel mirasları festivallerin temalarını belirliyor. Avrupa, klasik müzik festivallerinin ana vatanıdır. Amerika pop, caz ve rock gibi müziklerin. Kıta Afrika’sı çok büyük bir coğrafya ama etnik temelli yerel müzikleri dünya ile buluşturmaya uğraşırken benzeri kaygılar Kuzey Afrika’dan başlayıp Pakistan’a kadar uzanan Müslüman coğrafyasında da görmek mümkündür. Dünyanın en farklı renkleri müzik festivallerinin rengârenk yelpazesinde ayrı duygularla buluşur. Hindistan ve Uzakdoğu çok farklı iken Güney Amerika ve Latin kuşağı bambaşka duyguları tetikler ama yine Afrika’ya uğrarsak eğer dünyanın tüm festivallerinde seslendirilen müziklerin çıkış noktası tıpkı insanoğlunun dünya üzerindeki dağılım rotasının başlangıç noktası olması gibi yine Afrika’dır. Bugünün modern festivalleri kuşkusuz Avrupa’nın eşsiz klasik müzik festivallerinden doğmuştur. Örneğin Celtic kökenli folk müzik festivallerinin geçmişi 5. yüzyıla kadar giderken günümüze kadar uzanan klasik müzik, oda müzikleri, koral ve opera festivallerinin geçmişi 17. yüzyıla kadar uzanmaktadır. Bugün anladığımız anlamda modern festivaller 20. yüzyılın kavramıdır. 20. yüzyıldan itibaren şekillenen bugünkü müzik festivalleri, geçmişi 1930’lara uzanan Blues ile 1940’lara uzanan caz festivalleridir. Bir diğer deyişle, günümüz modern müzik festivallerinin ataları ilk blues ve caz festivalleridir. İlk pop ve rock festivalleri ise 1950’li yıllar ve sonrası döneme aittir. Tarihçiler, ilk caz festivalinin 1954 yılında Amerikan sosyetesinin önde gelen isimlerinden Elaine Lorillard öncülüğünde Newport, Rhode Island’da başladığını yazar. Bir anlamda, festivaller de müziğin geçirdiği evrimi takip etmektedir. Aynı tarihçiler, pop & rock olarak ilk festivalin, aslında caz & blues müzisyenleri olan, Chuck Berry, Bo Didley, Fats Domino gibi müzisyenlerin çaldığı, Luisianalı gençlerin başını çektiği Swamp Pop Music Festival olduğunu da kaydeder. Altmışlar ve yetmişler en görkemli müzik festivallerinin tarihe kaydedildiği yıllardır. Altmışlı yılların inanılmaz zenginliği bir daha yaşanmadı desek yeridir. İlk free jazz festivali altmışlarda, ilk heavy metal festivali, ilk punk rock, ilk reggae, ilk elektro akustik, ilk etnik, ilk folk, ilk endüstriyel müzik festivalleri... Hepsi yetmişli yıllarda gerçekleşir. Bugünün en baskın müzik türü Hip Hop ilk festivaline seksenlerde kavuşur. Ellili yıllardan başlayarak müzik ve festivaller kendilerini geliştirerek önü alınmaz bir çeşitlilik ve zenginliğe kavuşur. Rakamlar, ışık hızını aşan boyutlara ulaşır. 1969 tarihli ünlü Woodstock Festival’i yaklaşık 500 bin kişiye seslenirken, otuz yıl sonra, 1999’da, Guinnes dünyanın en büyük müzik festivali olarak tam 800 bin ila 1 milyon arası kişiye seslendiği söylenen Wisconsin’de 60 hektar alana yayılı Summerfest’i kaydeder. Türkiye’de festivallerin gelişimi... Müzikteki değişim dünyada festivaller üzerinden dolaşıma sokulurken Türkiye bunun dışında kalacak değildi. Takvim yaprakları yetmişli yılların ilk yarısını gösterirken Dr. Nejat Eczacıbaşı öncülüğünde bir grup müziksever İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nı kurar ve ilk modern müzik festivalimize de kavuşmuş oluruz. Bu konuda belki tek eksik olarak söylemek gerekirse Türkiye’de festivaller hep Batı müziği üzerinden ilerlemiş ve çeşitlenmiştir ama gerek Halk müziği, gerek klasik Türk müziği bu açıdan maalesef aynı zenginlik ve çeşitliliğe ulaşamamıştır. Bugün, Türkiye’de opera, koral, oda, barok, caz her tür festivalimiz varken mesela, bir “Klasik Türk Müziği Festivali” hala hayata geçememiştir. 47 BİR DÜNYA ???? WOODSTOCK MUSIC FROM THE ORIGINAL SOUNDTRACK AND MORE Murat EKŞİ [email protected] 60’ların sonları ve atmosferi... Savaş, barış, hippiler ve müzik... 1969’da gerçekleştirilen Woodstock Festivali’nin de -ki tam ve resmi adı “Woodstock Music and Art Fair”dir- sloganının barış ve müzik olmasına şaşırmak elbette kolay değil. Hele ki o sıralarda süregelen bir Vietnam savaşı varken. Bu festival savaş ortamından ve beraberinde getirdiği sosyal ve psikolojik sorunlardan uzaklaşılacağı yer olarak planlanmıştır desek yanlış olmaz. Elbette bu unutma ya da uzaklaşma sadece 3 gün içindir ve aslında bu, hafızada savaşı biraz olsun geriye atma olayından çok o anda hapsolunduğu düşünülen kötü kavramların içinde güvenli ve barış dolu bir ortam yaratma çabasıdır. 48 “Woodstock: Music From The Original Soundtrack and More”; 3 albüm, 21 performans ve toplamda yaklaşık 165,5 dakika içeren bu kaydın her anında müthiş bir enerji hissetmeniz mümkündür. WOODSTOCK Bu noktada bir müzik festivalinden söz ediliyorsa ana fikir ne olursa olsun bunu iletme aracı da elbette müzik olacaktır. O günler için oluşan protest ortamın sesi, notası, vuruşu olabilecek önemli isimler bu festivalde yer alır. John Sebastian, Canned Heat, Richie Havens, Country & the Fish, Arlo Guthrie, Sha-Na-Na, Country Joe McDonald, Joan Baez, Crosby, Stills, Nash & Young, The Who, Joe Cocker, Santana, Ten Years After, Jefforson Airplane, Sly & the Family Stone, John Sebastian, Butterfield Blues Band ve Jimi Hendrix bu isimlerden bazılarıdır. 1960’ların karşı kültürlerini bir araya getiren festivale 500.000 kişi katıldı -ki bu planlanan rakamın kat be kat üzerindeydi. Festival önce Walkill’de yapılmak üzere planlamıştı. Ancak belediye meclisi festivale izin vermeyince Bethel kasabasında bir süt çiftliğinin arazisi kiralandı. Max Yasgur, karşı çıkan kasaba halkına rağmen arazisini kiralamasaydı, belki de bu efsanevi Festival olmayacaktı. Kasabanın duvarlarını “süt içmeyin, Max’ın hippi festivalini protesto edin” yazan afişler kaplamıştı. Ancak Max Yasgur bu baskılara rağmen arazisini festival için kiralamaktan vazgeçmedi ve tarih O’nun topraklarında yazıldı. 1969’un Ağustos’unda, üç buçuk gün ve gece boyunca, yüzbinlerce insanın, yağmura aldırış etmeden, müzikle yaşayacağı festival, Richie Havens’la başladı. Havens o anları şöyle anlatıyor: “Aslında Woodstock diye bir şey olamayacaktı, çünkü hiçbirimiz oraya gidemeyecektik. Alana yedi mil ötede bir otele yerleşmiştik. Yol tıkalıydı, karadan ulaşmamıza imkân yoktu. Organizatörler ortalıkta deli gibi koşuşturuyorlardı. Sonuçta bir helikopter kiraladılar. Bir renk denizinin üzerinden geçerek sahneye indik. Harikuladeydi. Gözüme ilk çarpan görüntü şuydu: Tim Hardin sahnenin altında oturmuş gitar çalıyordu. Organizatörler, bir saatten fazla onu sahneye çıkmaya ikna etmeye çalıştılar. Tim, nuh diyor, peygamber demiyordu. Bu sefer bana yalvarmaya başladılar, lütfen Richie, hadi Richie.. Ve kendimi sahnede buldum: İki saat kırk beş dakika kaldım. Çünkü sahneye çıkacak başka kimse yoktu. Tam altı sefer sahneden indim, altı seferinde de beni sahneye geri gönderdiler. Harika bir olaydı.” Bu noktada bu festivaldeki performansların seçkisinden oluşan söz konusu albümümüz devreye giriyor. 1970 yılında, 3 LP halinde piyasaya sürülen “Woodstock: Music From The Original Soundtrack and More”, bir yıl sonra çıkacak olan “Wodostock 2” seçkisine göre çok daha fazla ses getirmiş ve günümüzde hala en önemli festival kayıtlarından biri olarak gösterilmektedir. Bu çıkan 3 plaklık setin ilginç bir özelliği vardır. 1. plağın ilk yüzü 1. yüz olarak yer olamkata bunun arkasında ise 6. yüz bulunmaktadır. 2. yüzün arkasında 5. yüz ve 3. yüzün de arkasında 4. yüz yer alır. Plaklara, o zamanlar popüler olan ama günümüzde kullanılmayan bir alet olan “plak değiştiricisi” denen alete -ki bu da bir plakçalardıruyumlu olması için bu yöntem uygulanmıştır. 3 albüm, 21 performans ve toplamda yaklaşık 165,5 dakika içeren bu kayıdın her anında müthiş bir enerji hissetmeniz mümkündür. Bu enerji kaynağını iletişimden alır; seslerini ve sözlerini tüm samimiyetiyle ortaya koyan sanatçılar ve bunları koşulsuz bir kabulle benimseyen ve iliklerine kadar hisseden festivalciler. Grupların/ sanatçıların yaptıkları müzikler folk, rock, blues, country ve psikedeliktir ve fakat bunların bir önemi yoktur. Orada herkes barış için, müzik için ve birlikte bunları paylaşmak ve tüm gezegene haykırmak için vardır ve festival alanına yayılan tınılar ne olursa olsun, ilerleyen ses dalgası bu kavramları üzerinde taşıyarak herkese ulaştırır. Müzik, bu kavramları haykırmak için, sanatçısı olsun, dinleyicisi olsun herkes için bir araçtır. Ama bir yandan da amaçtır. Çünkü müziğin barış ve sevgiyi yayıcı bir güç olduğunun da herkes farkındadır, hissetmektedir. Bu dünyadaki herkes dilediğinde gerçekleşecek bir dilekle yazımızı bitirelim; Güzelliklerin, barışın, mutlak ve koşulsuz sevginin hakim olduğu ve buna rağmen böylesine anlamlı festivallerin yine de düzenlendiği bir gezegen dileklerimizle... 49 BİR DÜNYA ALBÜM Murat EKŞİ [email protected] TARKAN – Ahde Vefa Tarkan köklerine döndü! “Ahde Vefa”, Türk Sanat Müziği geçmişini ve bu türün kendi sanatsal gelişimindeki rolünün altını her zaman çizen sanatçının uzun zamandır beklenen yorum albümü. “Rindlerin Akşamı (Dönülmez Akşamın Ufkundayız)” ve “Olmaz İlaç Sine’i Sad Pareme” ile başlayan albüm “Nasıl Geçti Habersiz”, “Veda Busesi” ve “Akşam Oldu Hüzünlendim Ben Yine” gibi Türk Sanat Müziğine damga vurmuş eserlerle devam ediyor. Lafı çok uzatmadan söyleyelim; Türk Sanat Müziği ile alakanız kıyısından köşesinden olacak şekilde dahi varsa, Tarkan’ın türün büyük ustalarına yaklaşan yorum gücüyle dolu bu albümü es geçmemelisiniz. Yeni şarkılardan oluşmasa da, eski şarkıların yorumuyla kotarılan albümlerden olsa da yılın en iyi yerli albümlerinden biri ile karşı karşıyayız. EMEL – Emel İle Yeniden Bir toplama albüm de Emel Müftüoğlundan! “Emel İle Yeniden”, sanatçının son 25 senede çıkardığı albümlerden derlediği, popüler olmuş 11 şarkısından oluşan bir kayıt. Ayrıca bu albümün sanatçının 14 yıl aradan sonra çıkardığı ilk albüm olduğunu da belirtmekte fayda var. Albümde en dikkati çeken şarkı sanatçının en popüler işlerinden olan “Hovarda”. Geçmişe şöyle bir uzanmak ve anıları tazelemek dışında bir getirisi olmayan, müzikseverlere olumlu katkıda bulunamayan bir toplama albüm “Emel İle Yeniden”. İSTANBUL SES KAYIT – Burhan Bayar Şarkıları Arabeskin gölgede kalmış efsanesi Burhan Bayar’ın arabeskin geçmişine damga vuran şarkılarının İstanbul Ses Kayıt’ın yeniden yorumlamasıyla ortaya çıkan bir albüm bu. “ Yalnızım”, “Unutamadım”, “Yalan”, “Vur Gitsin”, “Yıkılmışım Ben”, “Mutlu Ol Yeter” gibi arabeske derin izler bırakmış şarkıları albümde bulabilirsiniz. Burhan Bayar, bağlama üstadı Ahmet Koç ve Erdinç 50 Şenyaylar’dan oluşan İstanbul Ses Kayıt’ın albümünde hakim olan tınının akustik ve vokale çok az yer veren bir yapıda olduğunu belirtmemiz lazım. Arabeski daha modern bir tını ile sunma çabasındaki albümün bu amaca uygun bir kayıt olduğunu da eklemek lazım. Albümde İbrahim Tatlıses’li “Vur Gitsin Beni”nin en dikkat çekici çalışma olduğunu da belirtelim. ALBÜM EKŞİSİ LUST FOR YOUTH Stardom Danimarkalı karanlık ve 80’ler hissiyatlı synth-pop’çuların yeni albümlerini merakla bekliyorduk. “Stardom”, yine karanlık synth’ler, soğuk akorlar ve donuk voklaller eşliğinde yürüyen 80’ler retrosu hissiyatlı besteler ile dolu bir albüm. Ama LFY’un bu sefer yapamadığı şey vurucu şarkı. Dinleyiciyi yakalayıcı anlar ve tekrar dinleme tuşuna bastıracak üretimler bu albümde az. Yine de kuzeyin doğasından kaynaklanan soğuk ve karanlığın gri bölgelerinde sizi dolaştıracak ve geceleri anlamlandıracak bir kayıt “Stardom”. “Ölüsü bile iş yapar” deyiminin canlı kanıtlarından LFY. Çok iyi olmayan albümü dahi çizginin üstüne çıkabiliyor. SHEER MAG – III EP Philadelphia’dan bir ateş topu müzik ortamlarına düştü! Punk, rock, garaj, rahat ve özgür vokaller, temiz olmayan bir kayıt, üst seviyeden bir enerji patlaması... Henüz uzun albümü olmayan Sheer Mag iki yıldır yayınladığı kısa albümlerine üçüncüsünü ekledi. “III” Ep bir yandan punk’vari bir akışa sahipken aynı anda groove’u bol bir eskimiş rock gibi de tınlamayı başarıyor. Basit ve basit olduğu kadar da güzel besteler ve doğal, çiğ bir müzikal sunuma sahip Sheer Mag ve bu da onları dinlerken samimi hissetmenize neden oluyor. Müziğin enerjisine ve özüne dair harika bir punk/garaj/rock kırması bir kısa albüm bu. Şaşırtıcılıkla göz boyamadan uzak, gitarlı müziğin ruhuna tam 12’den bir vuruş “III” EP. GWEN STEFANI – This Is What the Truth Fels Like No Doubt’ın solisti Gwen Stefani’nin 10 yıl ara ardından çıkan ilk solo ve toplamada da 3. albümü bu. Grubunun yaklaşık 30 yıllık bir geçmişe sahip olduğunu söylediğimizde de şaşıracak çok kimse vardır eminiz ki. Stefani bu albümünde solo albümlerinde alışa geldiğimiz rahat dinlenebilir, temiz synth tınılı, entelektüelitesi zayıf bir ticari pop yapmış yine. Evet, besteler elle tutulur pop besteleri, evet kayıt ve prodüksiyon kaliteli ve evet üzerinde çalışılınmış ama bunlar yeterli gelemiyor ne yazık ki. Biz en başta punk ve ska-rock temelinden gelen bir sanatçıdan -pop dahi yapsa- derinlik ve ince ince dokunmuş işler bekliyoruz, basitliği etiket edinmiş pop değil. 51 Türkülerde Doğru Bildiğimiz Yanlışlar Kubilay DÖKMETAŞ [email protected] (TRT Türk Halk Müziği Müdürü) Türkülerimiz de insanlar gibi canlıdır, doğar ve büyürler. Ancak bir fark vardır; insanlar günü gelir ölür, türküler ise dünya durdukça yaşar, gelişir. Zaman içerisinde yol alan ve başka diyarlara göç eden türküler; tıpkı akarsuyun, bir denize ya da göle dökülürken, topladığı alüvyonları deltaya taşıması gibi, konup göçtükleri diyarların kültürel birikimlerini ve müzikal özelliklerini bünyesinde taşıyıp yaşatır. Kimi zaman bünyesinden eksilttikleri olur, sözlerinde ve ezgilerinde bir takım erozyonlar oluşur. Kimi zaman da, tam aksine, bünyesine katarak zenginleşir ve yoluna devam eder. Bu yazıda, türkülerde doğru bildiğimiz yanlışlar başlığıyla, birkaç örnek vererek bu devinimi anlatmak isterim. “Yeşil Ördek Gibi Daldım Göllere” türküsü. Bu türküde olduğu gibi, maalesef olumsuz şekildeki bir değişim yüzünden; hem türküyü yakanın hem de ezgisini havalandıranın kemikleri ayrı bir sızlıyordur sanırım. Osman Özdekçi, Sabahattin Alparslan’dan derleyip notaya almış. Ancak türkünün gerçek hali bakın 1950’li yıllarda nasıl yayınlanmış? ‘‘Sevdiğim semanın güneşi, mahı Seni seven âşık çekmez mi ahı? Getir, el basayım kelamullahı Ne sen beni unut, ne de ben seni. Doğru bildiğimiz yanlışlar mevzunun bir diğer türküsü ise bir Diyarbakır 52 türküsü “Bahçada Yeşil Hıyar” Bütün sorun ilk dörtlükte… Orijinalinde “Bahçada yeşil hıyar” sözleriyle okuyan merhum Diyarbakırlı Celâl Güzelses’in türküsü “Bahçada yeşil çınar” olmuş. Celâl Güzelses türküyü “Bahçada yeşil hıyar” sözleriyle okumuş, Muzaffer Sarısözen derlemiş, Neriman Altındağ Tüfekçi notaya almış ve türküdeki sözler bir şekilde değişmiş. Hangi ara, ne zaman “Bahçada yeşil çınar” oldu bilen yok! Bahçada yeşil hıyar/Boyun boyuma uyar/Ben seni gizli sevdim/Bilmedim âlem duyar İşte bu sözler doğrusudur. TÜRKÜLERİ,MİZ Örnek vereceğim üçüncü türkü ise “Zeytin Yaprağı Yeşil” Bu türkünün çok eski bir taş plaktaki sözlerinde bağlantı bölümü ise oldukça farklı. ‘‘Aman bir yâr elinden/Yâr eli yâr elinden/As beni sallanayım da/Aman da bir yâr elinden/Zülüfünün telinden oy/ Nerelere gidem elinden’’ doğrusu olması gerekirken, notasında ‘oy seni sallamayımda zülüfünün telinde’ diyerek yanlış ifade edilmiştir. Verdiğimiz örneklerden Türkülerimiz de insanlar gibi canlıdır. İnsanlar gibi doğar, büyür… Ancak bir fark vardır. İnsanlar günü gelir ölür türküler ise Dünya durdukça yaşar, gelişir. Zaman içerisinde yol alan ve başka diyarlara göç eden türküler; tıpkı bir akarsuyun bir denize ya da göle dökülürken geçtiği yerlerden topladığı alüvyonları deltaya taşıması gibi türküler de konup göçtükleri diyarların kültürel birikimlerini, müzikal özelliklerini bünyesinde taşıyıp yaşatır. de anlaşılacağı gibi türkülerin sözleri zaman içerisinde olumlu ya da olumsuz değişebilir. Hepimizin bildiği üzere Anadolu insanının üç kutsal değeri vardır. At, avrat, silah. Ama ben diyorum ki bu üçlüye bir olgu daha eklemek gerekir. AT, AVRAT, SİLAH, TÜRKÜ! Çünkü Anadolu insanı kutsal değerlerini kıskanır hatta paylaşmaz. Fakat kültür mozaiği olan Anadolu insanımızın çektiği sıkıntıların veya sevinçlerin de çoğu kez benzer ya da aynı olması sebebiyle türküleri sahiplenişleri ve türküleri yaşayışları bize bu detayları sunuyor. İşte bu yüzden, bir yörenin sevilen bir türküsü başka yörelerce de benimsenebiliyor ve türkünün kendi yörelerine ait olduğunu iddia edebiliyorlar. Bu durum çok sık görülür. Bundan sonraki sayılarımızda yine çarpıcı bilgilerle sizlerle olacağız ve doğru bilinen türkülerimizin aslını, sizlerle paylaşmaya devam edeceğiz. 53 Cahit CESUR [email protected] 2 NİSAN 1948 Ankara Opera Binası Perdelerini Açtı 1946 yılında dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Maliye Bakanı Nurullah Esat Sümer’i arayarak Ahmed Adnan Saygun, Ulvi Cemal Erkin ve Cevat Memduh Altar’ın yeni bir opera binası istediklerini söylemiş ve bakanın bir çözüm bulmasını rica etmişti. Bakan Sümer bütçe sıkıntıları nedeniyle Sergievi’ni Opera Binasına dönüştürmeyi önermişti. 1931 yılında açılan uluslararası yarışma sonucunda inşa edilen Şevki Balmumcu’nun Sergievi binası gerçek anlamda uluslararası üslupta tasarlanmış, Türk mimarlığında önemli bir aşamayı ve gelişmeyi işaret eden bir yapıdaydı. Yarışmada mimar Balmumcu ve İtalyan mimar Paolo Vietti Violi’nin projeleri birinci liği paylaşmış seçici kurul, İtalyan mimara ait projenin, bu iş için ayrılan bütçe ile (250 lira) gerçekleştirilemeyeceği gerekçesiyle Balmumcu’ya ait projenin uygulanmasına karar vermişti. Sergievi, 1947-48 yıllarında Paul Bonatz tarafından Opera Binasına dönüştürüldü. II. Ulusal Mimarlık Döneminin özelliklerine uygun olarak tasarlanan binanın giriş, seyirci salonu ve sahne olmak üzere başlıca üç yapıdan oluşan ana yapı kütlesi; caddeye bakan cephesindeki revakla bütünlüğe kavuşturuldu. Temiz bir işçilik ve tamamen yerli malzeme ile gerçekleştirilen Opera Binasının içinde, çoğunlukla geleneksel Türk konut mimarisinin başarılı yorumları yer alır. Bunların başında, fuayenin asma katındaki alçı şebekeli, vitraylı pencereler ile fuayede ve seyirci salonundaki ahşaptan yapılmış duvar ve asma tavan gelir. Caddeye paralel olarak uzanan ve birbirini dik kesen iki 54 kütleden oluşan betonarme yapının ön cephesinde Ankara taşı renginde suni taş, diğer cephelerde fildişi renkli sıva kullanılmıştır. Sergievi’nin dış duvarlarının korunağı içinin yıkılarak değiştirilmesi kararlaştırıldı. Opera Binasına dönüştürülen Sergievi, yenisi için öngörülenin yarısından az bir bütçeyle bugünkü Ankara Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü’nün faaliyet gösterdiği Büyük Tiyatro (Opera Sahnesi), olarak 2 Nisan 1948’de, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün katıldığı bir törenle hizmete girdi. Açılış töreninde Türk Beşleri’nden Cemal Reşit Rey’in bestelediği Birinci Senfoni’nin, Ulvi Cemal Erkin’in Keman Konçertosu’nun ve Necil Kazım Akses’in bestelediği Ballad’ın ilk seslendirilişi yapıldı, ardından da Ahmet Adnan Saygun’un lirik dram olarak ifade edilen üç perdelik Kerem Operasının birinci perdesinin birinci sahnesinin dünya prömiyeri gerçekleştirildi. Kerem Operası “büyük opera” (grand opera) türünde yazılan ilk ulusal opera olarak dünya müzik tarihindeki yerini almıştır. Büyük ilgi gören ve başarıyla temsil edilen eserler, bestecilerin yönetimi altında Cumhurbaşkanlığı Filarmoni Orkestrası eşliğinde sunuldu. İmkansızlıkların yarattığı çare ile Ankara Opera Binası, opera, bale, tiyatro, sinema galası gösterimi olmak üzere aklımıza gelen her konuda hizmet vermiş ve aradan geçen uzun yıllara rağmen vermeye de devam etmektedir. ZAMAN TÜNELİ 18 Nisan 1936 İtalyan besteci Ottorino Respighi kalp yetmezliğinden hayata veda etti. Ses sanatçısı Hafız Burhan hayata gözlerini yumdu. Değişik ülkelerde konserler vermiş; şarkı, türkü, operet, kanto, tango ve film müzikleri gibi değişik tarzlarda eserleri başarıyla icra eden Hafız Burhan 1925-26 yılları arasında Kolombiya Plak firması için art arda yüz kadar plak doldurdu ve pek çok Türk filminin müziğini hazırladı. Bu plaklar arasında en beğenilen ve satan plağı Ninni’dir. Mareşal Fevzi Çakmak’ın kızının mevlidi için Ankara’ya çağrılmış, tiz perdelerde gezinerek kendini epeyce yorduğu mevlit sırasında kalp krizi geçirerek hayata gözlerini yumdu. Seslendirdiği parçalardan bazıları şunlardır: “Makber”, “Kuş Sesleri”, “Son Ninni”, “Yeşil Kurbağalar”, “Yine Kalbim Taşar Ağlar”, “Yüksek Eyvanlarda”. Yirminci yüzyılın ikinci on yılında icracı ve besteci olarak eserler veren Respighi, 1919 yılında ilk uluslararası şöhreti yakalamasına neden olan Fountains of Rome adlı eserini yayınladı. Bir Brezilya gezisi sırasında tanıştığı ünlü fizikçi Enrico Fermi’den etkilenerek fizik açısından müzik sanatını incelemeye çalıştı. Bu seyehatinde Brezilyadan İzlenimler (Brazilian Impressions) adlı eserini besteledi ve ilk performansını 1928 yılında Rio de Janeiro’da gerçekleştirdi. İtalyan müziğinin coşkulu bir sanatçısı olarak bilinen ve hemen hemen her türde yapıtlar ortaya koyan Respighi’nin önemli eserleri şunlardır: La Boutique fantasque (Bale), Le astuzie de Columbina (Bale), Belfagor (Opera), La fiamma (Opera), The Roman trilogy (Orkestra), Ancient Airs and Dances (Orkestra), Rossiniana (Orkestra), The Birds (Orkestra), Brazilya izlenimleri (Orkestra) 18 Nisan 1943 1 Nisan 1955 Türk Hafif Müziği sanatçısı İlhan İrem dünyaya geldi. Türk hafif müziğine besteci, söz yazarı ve yorumcu olarak unutulmaz eserler veren İlhan İrem, kitapları, şiirleri ve yazılarıyla da yaşayan en büyük sanatçılarımızdan biridir. 70’li yıllarda popüler romantik şarkılar üreten sanatçı, 80’li yıllarda popüler konulardan uzaklaşarak, toplumsal sorunlara yöneldi. 1986 yılında Norveç’te düzenlenen Eurovision Şarkı Yarışmasında ülkemizi temsil eden “Halley” adlı şarkının sözlerini yazan sanatçının diğer unutulmaz şarkıları şunlardır: “Birleşsin Bütün Eller“, “Bazen Neşe Bazen Keder”, “Yazık Oldu Yarınlara”, “Anlasana”, “Sensiz de Yaşanıyor (İşte Hayat)”, “Ayrılık Akşamı (Sazlıklardan Havalanan)”. 29 Nisan 1968 Hair Müzikali Broadway’de ilk kez sahnelendi. Manhattan’da yaşayan bir grup barışçı gencin hikâyesi çerçevesinde cinsellik ve uyuşturucunun, idealist gençliğe nasıl yön verdiğinin anlatıldığı müzikal, senaryosu ile kısa sürede Vietnam Savaşı’na karşı çıkanlarla “hippilerin” sembolü haline geldi. Yapılan bir araştırmaya göre müzikalde yer alan “Let the sunshine in”, “The age of Aquarius”, “I got life” adlı şarkılar halen en çok dinlenen şarkılar arasında yer almaktadır. 5 yıl Londra’da müzikal sahnelendikten sonra Çin ve Vietnam dışında birçok ülkede de izleyici ile buıuştu. Hair Engin Cezzar tarafından Türkçleştirilmiş haliyle ülkemizde müzikal oyun olarak ve 2006 yılında İstanbul Bilgi Üniversitesi öğrencilerinin kurduğu Tiyatro Candela tarafından da bir rock müzikali olarak sahnelendi. 55 12 Nisan 1969 İstanbul Kültür Sarayı, Aida Operası ve Çeşmebaşı Balesi ile açıldı. Türkiye’nin ilk opera binası olarak tasarlanan İstanbul Kültür Sarayı’nın temelleri 1946 yılında atıldı. İlk projesi Mimar Feridun Kip ile Mimar Rüknettin Güney tarafından çizildi. Maddi kay- nak yetersizliği nedeniyle proje Bayındırlık Bakanlığı’na devredildi. 1969’da tamamlanan yapı İstanbul Devlet Opera ve Balesi ile İstanbul Devlet Tiyatrosu müdürlüklerine devredildi ve İstanbul Kültür Sarayı adıyla açılışı yapıldı. Açılışta Ferit Tüzün’ün Çeşmebaşı Balesi ile Verdi’nin Aida Operası sahnelendi. Açılışa dönemin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, Başbakan Süleyman Demirel, Meclis ve Senato başkanları, milletvekilleri ve eşleri katıldı. 27 Kasım 1970’de Arthur Miller’ın Cadı Kazanı adlı oyunu sahnelenirken binada yangın çıktı. Can kaybı olmadı ancak binanın tüm sahne ve seyirci bölümleri büyük hasara uğradı. 27 Nisan 1997 17 Nisan 1981 Türk Müziği bestecisi Şekip Ayhan Özışık kansere yenik düştü. 1958-66 yılları arasında Ankara Radyosu’nda, 1966 yılından ölümüne kadar İstanbul Radyosunda görev yapan Şekip Ayhan Özışık, bir ud virtüözüdür. Ankara Radyosunda çalıştığı 50’li yıllarda başladığı besteciliği 70’li yıllarda zirveye ulaşmış, o dönemde bazı eserleri sinema filmlerinde fon müziği olarak kullanılmıştır. Eserlerinin çoğunun sözlerini de yazan sanatçı, Grafson plak şirketi tarafından verilen altın plak ödülünü Muhayyerkürdi makamındaki “İçin için yanıyor” adlı eseri ile kazanma başarısını göstermiş ilk sanatçıdır. Önemli eserlerinden bazıları da şunlardır: “Ufacık tefeciktin”, “Saçların târumar gözlerinde nem”, “Kalbimin sahibi sensin orda yalnız sen varsın”, “İçin için yanıyor yanıyor”, “Ellerim böyle boş boş mu kalacaktı”, “Bahar gelmiş neyleyim”. 1 Nisan 1984 ABD’li şarkıcı Marvin Gaye babası tarafından öldürüldü. ABD’li R&B ve soul sanatçısı olan Marvin Gaye, 1960’lar ve 1970’ler boyunca gösterdiği başarılı performansıyla unutulmaz albüm ve şarkıya imza attı. Sanat hayatı boyunca 2 kez Grammy Ödülünü Klasik Türk Müziği bestecisi Arif Sami Toker kalp yetmezliğinden öldü. 1950 yılında İstanbul Radyosu’nda amatör sanatçı olarak göreve başlayan Arif Sami Toker, 1954 yılında İzmir Radyosu Müzik Yayınları Şefliği görevine atandı. Sanat yaşamı boyunca sık sık Anadolu turnelerine çıktı ve 1952 yılından itibaren arka arkaya 30 turne yaparak alanında kırılması güç bir rekora imza attı. Türk müziğinde en çok bestesi bulunan sanatçılarımızdan biri olan Arif Sami Toker’in önemli eserlerinden bazıları da şunlardır: “Bir sevda geldi başıma”, “Bir kere sevdim diye bin pişman etme beni”, “Çek küreği güzelim uzanalım Göksu’ya”, “Talihin elinde oyuncak oldum”, “Geceler hiç bitmiyor”. kazanma başarısını gösterdi. İddialara göre, 45. Doğum gününü kutlamaya hazırlanırken babasına kanser olduğu için kendini vurmasını teklif etti ve babası tarafından vurularak öldürüldü. Sanatçının önemli albümleri: “The Soulful Moods of Marvin Gaye”, “How Sweet It Is To Be Loved By You”, “That’s the Way Love Is”, “What’s Going On”, “Trouble Man”, “Let’s Get It On”, “In Our Lifetime”.
Benzer belgeler
Caz Şubatı Basın Bülteni
York’ta sergilenecek. Kuzeni Stanley Parkes’ın kendisine hediye ettiği albümden sonra pul biriktirmeye merak saldığı bilinen John
Lennon’un koleksiyonu, New York’ta “Dünya Pul Şovu” kapsamında serg...
Türküler Öksüz İlahilerYetim - TRT Müzik Dairesi Başkanlığı
eden ve tanımak isteyen müzikseverlerin buluşma noktası haline geliyor.
Ülkemizde de ulusal ve uluslararası anlamda değer taşıyan, hepsi de birbirinden farklı tür
ve temalarda, birçok müzik festiva...
PDF ( 1 )
ve kültürel açıdan fevkalade yararlar sağlamaktadır. Hatta günümüzde farklı bir nitelik daha
kazanmış ve birçok ülkenin turizm planları içerisine dâhil edilmiştir. İnsanların farklı kültürleri
tanı...
Polonya-Türkiye diplomatik ilişkilerinin 600. yıldönümü projesi
Rihanna’ya, Justin Bieber’dan Gorillaz’a pek çok ünlü sanatçıyı ağırlayan Coachella Müzik ve Sanat Festivali için
ise geri sayım başladı. 1999 yılında Paul Tollett tarafından
başlatılan ve her yıl ...