Komşu Kültürler
Transkript
Komşu Kültürler
Bu proje AB tarafından desteklenmektedir. Komşu Kültürler ve Diyalog B A L K A N L A R , B U L G A R İ S TA N V E T Ü R K İ Y E “Diyalog için Halk Bilimi” Projesi, “Türkiye & AB Sivil Toplum Diyaloğu II – Kültür ve Sanat Hibe Programı” kapsamında AB tarafından finanse edilmiştir. ‘’Bu kitap Avrupa Birliği finansal desteğiyle hazırlanmıştır. Kitabın içeriğinden yalnızca ODTÜ MEZUNLARI DERNEĞİ sorumlu olup, herhangi bir şekilde Avrupa Birliğinin görüşlerini yansıttığı şeklinde yorumlanamaz.’’ Kitap Yayın Kurulu Dr. Gülin Onat Bayır Yrd. Doç. Dr. Birten Çelik Doç. Dr. Nikolay Nenov Türkçeden İngilizceye İngilizceden Türkçeye Çeviri Eylem Doğan Emek Ön Rüya Kalıntaş Bulgarcadan Türkçeye Çeviri Fahrie Mehmedova Nevin Hebibova, Baskı & Tasarım AYRINTI BASIMEVİ İvedik Organize San. 1420. Cad. 2284. Sok. No:105 İvedik-Ostim-ANKARA T. 0.312. 394 55 90 • F. 0.312. 394 55 94 www.ayrintibasimevi.com.tr• [email protected] Baskı Yılı : Ekim / 2012 ISBN: 1 2 İÇİNDEKİLER 1) Diyalog İçin Halk Bilimi Projesi 2) Projenin Açılış ve Bitiş Töreni ve Konuşmalar 3) 6 10 2.1. Projenin Açılış Töreni ve Konuşmalar 10 2.2. Proje Kapanış Töreni ve Konuşmalar 18 Proje Etkinlikleri Tanıtımı 32 3.1. Proje Çerçevesinde Ankara’da Yapılan Etkinlikler 3.1.1. “Fevziye” Köyü Alan Ziyareti, Gölay Şakiroğulları 34 3.1.2. “Balkanlar ve Türkiye’de Halk Kültürü” Konferansı, Birten Çelik ve Gülin Onat Bayır 40 3.1.3. “Sandığımda Balkanlar” Sergisi, Münevver Eminoğlu 50 3.1.4. “Halk Çalgıları ve Ezgileri” Atölye Çalışması, Cenk Güray 52 3.1.5. “Halk Oyunları” Atölye Çalışması, Ümit Serkan Sarıoğlu ve Burak Keser 54 3.1.6. “Komşu Danslar ve Ezgiler” Gösterisi, Burak Keser 56 3.2. Proje Çerçevesinde Rusçuk’ta Yapılan Etkinlikler, 4) Gülin Onat Bayır ve F. Nesrin Ergin 60 3.2.1.“Ivanovo” Köyü Alan Ziyareti 61 3.2.2. “Balkanlar ve Türkiye’de Halk Kültürü” Konferansı 66 3.2.3. “Komşu Danslar” Gösterisi ve Konser 74 “Balkanlar ve Türkiye’de Halk Kültürü” Konferanslarında (Ankara-Rusçuk) Sunulan Bildiri Metinleri 4.1. Ankara’da Düzenlenen “Balkanlar ve Türkiye’de Halk Kültürü” Konferansı ve Bildiriler 76 4.1.1. “Yunanistan’da ve Türkiye’de Aşk Hikâyeleri (Romans) Üzerinde Mukayeseli Bir Araştırma”, İlhan Başgöz 4.1.2. “Umudun Efendisi Hızır ve Hıdrellez”, M.Muhtar Kutlu 78 91 4.1.3. “St. George Kültü- Halk Paradigmaları, Uygarlık Sembolü, Kentsel Tatil”, Nikolay Nenov 4.1.4. “Balkanlarda El Sanatları ve Giyim”, Aysen Soysaldı 96 108 3 4.1.5. “Balkanlarda Halk Oyunları ve Giysiler”, Abdurrahim Karademir ve Şahin Ünal 123 4.1.6. “Geleneksel Bulgar Kültüründe Boncuklar: İşlev ve Anlamlar”, Desislava Ivanova (Dimitrova) Tiholova 125 4.1.7. “Ege Üniversitesi Etnoğrafya Müzesi – Balkanlarda Çalışmalar”, Cenk Aydın 135 4.1.8. “Geleneksel Bulgar Müziğine ve Türk Müziği ile İlişkisine Genel bir Bakış”, Muammer Ketencoğlu 145 4.1.9. “Hıdrellezdeki Oyunlara Türkiye’den Bir Örnek”, Solmaz Karabaşa 147 4.2. Rusçuk’ta Düzenlenen “Balkanlar ve Türkiye’de Halk Kültürü” Konferansı ve Bildiriler 154 4.2.1. “Balkan Ülkelerinde Somut Olmayan Kültürel Miras Unsurları Üzerine Bazı Gözlemler”, Mila Santova 4.2.2. “Bahar Bayramı Nevruz”, İlhan Başgöz 154 165 4.2.3. “Anadolu’dan Balkanlar’a Halk Dini’nin Senkretik Motifleri”, Tayfun Atay 176 4.2.4. “Balkanlarda Göçmenlerin Geleneksel Müzik Kültürü”, Natalia Rashkova 4 188 4.2.5. “Ruse Bölgesi’nin Yaşayan İnsan Hazineleri”, Nikolay Nenov 203 4.2.6. “Anadolu’da Geleneksel Kutlamalar Bağlamında Hıdrellez Geleneği ve Fevziye Köyü Örneği”, ODTÜ – Türk Halk Bilimi Topluluğu, Kuramsal Grubu, 210 4.2.7. “Yaşayan Bellek: Hasat Türküleri”, Desislava Ivanova Tiholova 217 5) “Balkanlarda ve Türkiye’de Halk Kültürü Konferansı: Geleneksel Müzik Odaklı Bir Değerlendirme”, Cenk Güray 225 6) Diyalog İçin Halk Bilimi Projesi’ne Katkı Sunanların Listesi 228 7) Ekler 237 Basında Proje 237 Proje Yayınları 240 Muammer Ketençoğlu ve Konuk Sanatçı Yıldız İbrahimova Proje Kapanış Konserinden 241 Avrupa Günü Etkinlikleri Proje Fuarı’nda, “Diyalog için Halk Bilimi” Projesi 242 Projede Görünürlük 243 Proje Etkinliklerine Katılım 244 5 diyalog için 6 halk bilimi projesi 7 Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mezunları Derneği (ODTÜ-MD) tarafından, Rusçuk (Bulgaristan)’dan Rusçuk Open Society Club (OSCRuse) isimli sivil toplum kuruluşunun ortaklığı, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Ankara Kulübü Derneği’nin iştiraki ile yürütülen “Diyalog için Halk Bilimi” projesinin finanse edilmesi Avrupa Birliği (AB) Bakanlığı’nca kabul edilmiş ve 26 Nisan 2011 tarihinde Merkezi Finans ve İhale Kurumu ile sözleşme imzalanmıştır. Söz konusu proje, Avrupa Birliği Bakanlığı’nın uygulamasını yürüttüğü “Türkiye ve AB Sivil Toplum Diyaloğu II – Kültür ve Sanat 8 Hibe Programı” kapsamında AB tarafından finanse edilmiştir. Projenin hedefi, Türk ve Bulgar sivil toplum örgütleri arasında gençleri ve halk bilimi ile ilgili çevreleri de dâhil ederek Balkan Halk Bilimi alanında işbirliğini geliştirmek, kurulacak sosyal ve teknolojik ağlarla işbirliğinin sürdürülebilirliğini sağlamaktır. Bu projenin hedef kitlesi, Folklor konusunda faaliyet gösteren Sivil Toplum Örgütleri, Yerel Örgütler (Şehir Dernekleri, vb.), Üniversite Mezunları Dernekleri, Üniversite kulüpleri ve Halk Bilimi ile ilgili çevredir. 9 2) PROJE AÇILIŞ VE KAPANIŞ TÖRENİ VE KONUŞMALAR 2.1. Projenin Açılış Töreni ve Konuşmalar “Diyalog için Halkbilimi” projesi, 18 Haziran 2011 tarihinde ODTÜ Mezunları Derneği Vişnelik Salonu’nda düzenlenen “Açılış Töreni” ile uygulamaya konulmuştur. “Açılış Töreni”, salonun görünürlük kuralları çerçevesinde hazırlanması, katılımcıların imzalarının alınması, törenin sunuş konuşmaları ile başlamıştır. Tören, iştirakçimiz Orta Doğu Teknik Üniversitesi Türk Halk Bilimi Topluluğu (ODTÜ –THBT) öğrencilerinin sunduğu Kırklareli Halk Oyunları gösterisi ile sona ermiştir. “Açılış Töreni”nde sırayla; Proje iştirakçisi T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü adına Genel Müdür Ömer Bozoğlu, 10 Proje ortağı Bulgaristan’dan Open Society Club Ruse (OSC) adına Lora Sarkisyan, Proje iştirakçisi Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) adına Tarih Bölümü Öğretim üyesi ve projede üniversite temsilcisi olarak görev yapan Yrd. Doç. Dr. Birten Çelik, Proje iştirakçisi Ankara Kulübü Derneği adına Başkan Dr. Metin Özaslan, Proje yürütücüsü ODTÜ Mezunları Derneği adına Dernek Yönetim Kurulu Başkanı Himmet Şahin, Proje yöneticisi Hikmet Savaş Ektirici konuşmalarını, Proje Teknik Koordinatörü Burak Keser de projeyi tanıtan bir sunum yapmıştır. Bulgaristan Konsolosu Yavor Klisurski ve Kültür Ataşesi Petar Arabadziev de açılış etkinliklerine katılmışlardır. 2011 yılında kuruluşunun 50.Yılı’nı kutlayan ODTÜ Türk Halk Bilimi Topluluğu’nun (THBT) mezun üyeleri ve öğrencileri, yoğun geçen 2011 yılı etkinlik çalışmaları yanında iştirakçimiz ODTÜ adına bu projenin hazırlanması aşamasında etkin görev almışlardır. Açılış törenine katkı veren ODTÜ Mezunlar Derneği üyesi de olan THBT’li mezunlar ve THBT’li öğrenciler projenin uygulama aşamasında da bu desteklerini çeşitli etkinliklerde yer alarak sürdürmüşlerdir. 11 Ömer Bozoğlu T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Güzel Sanatlar Genel Müdürü “ODTÜ Mezunları Derneğinin yürütücülüğünde, Bulgaristan’dan “Open Society Club’ın” ortaklığıyla, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü, ODTÜ ve Ankara Kulübünün iştirakleriyle tasarlanan “Diyalog için Halkbilimi” adlı proje, Bulgaristan ve Türkiye arasındaki kadim kültür ortaklığının araştırılması ve yarınlara güçlü bir şekilde taşınabilmesi için büyük bir görev üstlenmektedir. Günümüzün gittikçe tek tipleşen ve ayrıntılarını kaybeden kültür hayatında, geçmişe dair bilgilerin önemi daha da artmaktadır. Halkların ortak hafızalarında yer alan günlük yaşama dair böylesi bilgileri içeren halkbilimi kaynakları, ortak kültürel değerlerin ve yaşam biçimlerinin algılanabilmesi adına çok önemli bir işlev üstlenmektedir. Böylesi bir birikimin, bu projede olduğu gibi sözlü ve yazılı olarak halkla ve özellikle genç nesille paylaşılması ise bu kültür ortaklığının devamlılığını da garanti altına almaktadır. Dünyanın kültürel açıdan en zengin bölgelerinden olan Balkanların bu zenginliğinin kardeş Bulgaristan ve Türkiye halkları nezdinde korunabilmesi, insanlık kültürü adına da çok önemli bir hizmettir. Bu vesileyle projede emeği geçenleri kutlar, saygılarımı sunarım.” 12 Lora Sarkisyan Rusçuk Açık Toplum Kulübü (Open Society Club Rousse -Proje Ortağı) “Bayanlar, Baylar ve Proje Ortaklarımız, Sizinle “Diyalog için Halk Bilimi” projesinin açılış töreninde bulunmaktan memnuniyet duyuyorum. Ruse Open Society Club adına, bu değerli projenin ortağı olarak şereflendirilmemizin mutluluğunu yaşıyoruz. ODTÜ Mezunları Derneği, örgütümüzü bu projeyi ortak çabayla gerçekleştirmeye ve sonuçları vasıtasıyla ülkelerimiz arasında görünmez köprüler inşa etmeye davet etmiştir. “Diyalog için Halk Bilimi” projemiz, Türk ve Bulgar sivil toplumları arasında kültürel değerler ve özellikle halk sanatları (müziği, dansları ve el sanatları) yoluyla sürdürülebilir bağlar kurmayı amaçlamaktadır. Biz, halk bilimini, hiçbir tercüme olmadan düşünceleri ve duyguları ileten ve bu yolla karşılıklı anlayışı ilerleten bir dil olarak görüyoruz. Biz, halk bilimini, farklı çevrelerden ve farklı yaşlardan insanları birleştirdiği için tercih ediyoruz. Ve son olarak biz, halk bilimini, insanların düşünce biçimlerinin köklerini bize sunduğu için tercih ediyoruz. Yürekten inancımıza göre bu projeye katılan herkes, projenin sonunda daha da zengin olacaktır. Resmi okullarda edinilemeyecek bilgiler kazanacaklardır. Bunlar, hoşgörü ve karşılıklı saygı dersleridir. Bunlar, kültürlerarası etkileşim dersleridir. Bu proje, insanlara eşsiz bir konuyu, nasıl farklı ama beraber olunacağını, öğretecektir. Bu projenin sonunda Bulgaristan’dan ve Türkiye’den daha fazla kişi “öteki”lerin nasıl 13 yaşadıklarını ve nelere değer verdiklerini anlamış olacaktır. Bu eşi bulunmaz bilgi hazinesi insanları daha zengin ve daha mutlu kılar. Ana ortak ODTÜ Mezunlar Derneği ve biz, Ruse Open Society Club olarak, inanıyoruz ki bizimki gibi projeler Türkiye’nin ve Bulgaristan’ın sivil toplumlarını yakınlaştıracak önemli diplomasi unsurlarıdır. Ve tabii ki Ankara gibi büyük bir şehirde olmak ve onun modern ve ilerici ruhunu tatmak da bizim için büyük bir onurdur. Bu istisnai güzelliğe sahip, yeşil ve dost şehir diyaloğa başlamak ve ortak değerleri bulmak için en iyi yerdir. Son olarak, Türkiye’de, uygarlıkların ülkesinde olduğumuza göre size ünlü Yunanlı Fablcı Ezop’la ilgili bir öykü anlatmak istiyorum. Bir gün Ezop Atina’yı terk ettiğinde Argo’lu biri gelip kendisine Atinalıların nasıl insanlar olduğunu sorar. Ve Ezop der ki: “Öncelikle bana Argo’luların nasıl insanlar olduğunu söylemelisin.”. Adam: “Sinir bozucu, saldırgan ve iğrenç insanlardır” der. Bunun üzerine Ezop “Ne yazık ki Atinalılar da aynen öyle insanlardır” diye cevap verir. Daha sonra Ezop yine kendisine aynı soruyu soran bir Argo’lu ile karşılaşır ve tekrar aynı cevabı verir: “Öncelikle bana Argo’luların nasıl insanlar olduğunu söylemelisin” Adam gülümser: “Çok iyi, sıcakkanlılardır ve iyi komşulardır” ve Ezop cevap verir: “Çok şanslısınız, Atina’da aynen öyle insanlar bulacaksınız”. Bu kısa öykü bize insanlığın en temel gerçeğini anlatıyor: Nereye giderseniz gidin, kendinizi bulacaksınız; nereye bakarsanız bakın, kendinizi görecesiniz. Dünya sadece bizim diğerlerine nasıl davrandığımızın bir aynasıdır. İlginiz için teşekkürler.” 14 Himmet Şahin ODTÜ Mezunları Derneği, Yönetim Kurulu Başkanı “Sayın Konuklar, Bulgaristan Elçiliği Temsilcileri, Balkan Ülkelerinden Elçilik Temsilcileri, Bulgaristan’dan ortağımız Open Society Club Temsilcileri, Kültür ve Turizm Bakanlığı Sayın Genel Müdürü, AB Komisyonu ve Kamu Kuruluşlarının Temsilcileri, Sayın Konuklar, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mezunlar Derneği olarak, bugün, burada sizlerle birlikte olmaktan büyük mutluluk duyuyoruz. Derneğimizin yürüteceği ilk AB destekli projemizin açılışına hoş geldiniz! Bilindiği üzere, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Türkiye’nin en prestijli teknik üniversitelerinden birisidir. Ancak ODTÜ öğrencileri ve Derneğimiz aracılığıyla da mezunları sosyo kültürel alanda da etkin faaliyetler yürütmektedir. Üniversitenin en büyük topluluğu olan THBT bünyesinde öğrenciler, Derneğimiz bünyesinde ise THBT mezunları Türk Halk Bilimi alanında önemli çalışmalar yapmaktadırlar. İşte “Diyalog İçin Halk Bilimi”, projesi uluslararası boyutuyla, THBT’nin kuruluşunun 50. Yılında, bu alandaki en önemli etkinliklerden birisi olacaktır. Komşumuz Bulgaristan öğrencileri ile öğrencilerimiz bir araya geleceklerdir. Proje Ortağımız, Derneğimiz ve iştirakçilerimiz arasında da diyalog kurulacaktır. Ancak geleceği düşündüğümüzde, gençler arsında kurulacak iletişimin çok daha önemli olacağı bir gerçektir. Halk Bilimi; toplumlar arası barış ve sevgiyi sağlayan en önemli iletişim unsurlarından birsidir. 15 Dernek olarak, bu projeyi gerçekleştirmemizde destek veren, katkılarıyla projemizi zenginleştiren, Bulgaristan’dan ortağımız, Open Society Club’a ve Proje iştirakçilerimiz; T.C. Kültür Bankalığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğüne, Orta Doğu Teknik Üniversitesi – Türk Halk Bilimi Topluluğu’na ile Ankara Kulübü Derneğine teşekkür ediyorum. Ayrıca, Projemizin alan uygulamalarında bize katkı sunan Fevziye ve Ivanova Köylerine de teşekkürlerimi sunuyorum. Sözlerime son vermeden evvel, projede emeği geçen arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.” Savaş Ektirici Proje Yöneticisi “Sayın Konuklar, Bulgaristan Elçiliği Temsilcileri, Balkan Ülkelerinden Elçilik Temsilcileri, Bulgaristan’dan ortağımız Open Society Club Temsilcileri, Kültür ve Turizm Bakanlığı Sayın Genel Müdürü, AB Komisyonu ve Kamu Kuruluşlarının Temsilcileri, Sayın Konuklar, “Diyalog için Halk Bilimi” projesini birlikte yürüteceğimiz siz değerli dostlarımız, açılış toplantımıza hoş geldiniz. Üniversite öğrencilik yıllarımızda ilgi alanımıza giren ve sonra da meslek alanlarımızın yanında sürekli yaşamımızda olan Halk Bilimi çalışmalarımızı, sizlerin de katkıları ile “Diyalog için Halk Bilimi” projesi ile taçlandırdık. Yıllardır topluluğumuza üye olan öğrenci kardeşlerimizle büyüyen bir topluluk olarak bu birlikteliğimizi halkbilimsel değerlerle güçlendiriyoruz. Hoşgörüyle, 16 usta–çırak ilişkisi ile kültürel değerlerimizi birbirimize aktarırken, halkbilimsel kültürel değerlerin bir kilim dokur gibi kuşaklar, toplumlar ve ülkeler arasında ilmikler attığını gördük. Bizler bu ilmiklere sevdalandık. Kendi coğrafyamızı bu ilmiklerle daha iyi tanıdık. Ege’nin iki yakasında, Tuna, Arda, Meriç boylarında bu kilimlerin üzerinde baharı karşılama kutlamalarımızı yaptık, yumurtalarımızı boyadık. Birçok komşu halk bu kilimlere yeni ilmikler atarak iç içe yaşadı uzun yıllar. Birbirlerinin dillerini, sözcüklerini, müziklerini, oyunlarını, masallarını vb. birçok kültürel değerlerini paylaştılar. Belki de bilmeden de birbirlerine aktardılar. Birbirlerine “komşu” dediler. Tarihsel göç yolları üzerinde halkbilimin güçlü yanı ile kilimler daha da renklendi, motifler daha da çeşitlendi. Saygıdeğer konuklar, Genel anlamda ortak ama kendi içinde çeşitliliğe sahip kültürel değer ağlarıyla örülü olan Balkan Coğrafyasında Türk ve Bulgar sivil toplum örgütleri olarak bizler, ODTÜ – THBT ve Ruse Üniversitesi öğrencilerimizi bir araya getiriyor ve gençlerimizin de kilimlerdeki ilmikleri keşfetmelerini istiyoruz. Gençlerimizle birlikte gerçekleştireceğimiz etkinliklerle geniş bir çevreye ulaşmak, kültürel ilmiklerimizi, ağlarımızı pekiştirmek ve kalıcı kılmak istiyoruz. Sözlerime son verirken, projemizin bu önemli gününde, açılışında bizleri yalnız bırakmayıp onurlandırdığınız için hepinize teşekkür ediyor, saygılarımı sunuyorum.” 17 2.2. Proje Kapanış Töreni ve Konuşmalar “Diyalog için Halk Bilimi Projesi” Kapanış Töreni 29 Eylül 2012 tarihinde ODTÜ Mezunları Derneği Vişnelik Salonunda 14:00 – 17:00 saatleri arasında gerçekleştirilmiştir. Ayrıca Kapanış Töreni çerçevesinde ODTÜ Mezunları Derneği Çim Amfi’de 18:30 – 21:00 saatleri arasında bir konser düzenlenmiştir. Kapanış Etkinliğinde ODTÜ Türk Halk Bilimi Topluluğu öğrencileri, TÜFEM Halk Oyunları Derneği ve ODTÜ Balkan Topluluğu halk oyunları ekipleri gösterilerini sunmuşlar ve konuk sanatçılarımız Yıldız İbrahimova ve Muammer Ketencoğlu birer konser vermişlerdir. Konuk sanatçı olarak etkinliğe katılan ve yaşayan en iyi doğaçlama yeteneğine sahip kadın caz sanatçılarından biri olan caz sanatçımız Yıldız İbrahimova, “Balkanatolia” albümünden eserler sunmuştur. Türkiye’deki çağdaş sanatçılar arasında Rembetiko, Batı Anadolu Folkloru ve Balkan müziğinde tanınmış isimlerinden biri olan akordeon ustası Muammer Ketencoğlu ve ekibi, Balkan Ülkelerinden seçtikleri güzel şarkılarla izleyenlere keyifli anlar yaşatmışlardır. Projenin kapanış konserinde bu coğrafyada hala yaşayan halk bilimsel değerler ile Balkan ülkeleri arasında diyaloğun gelişebileceği ve sürdürülebileceği, Balkanlarda müziğin ve müzik insanlarının bu konuda çok yol aldığı, bu iletişimin gençler arasında da sağlanması gerekliliği, proje kapsamında halk çalgıları, ezgileri ve oyunları üzerine gerçekleştirilen atölye çalışmalarında kurulan iletişimin sürdürülmesi, bu konuda farkındalığın arttırılması gerekliliği proje amacının güçlülüğünü ifade edecek şekilde vurgulanmıştır. 18 SONUÇ “Diyalog için Halk Bilimi Projesi” ile Türkiye’de ve Bulgaristan’da yürütücü ve iştirakçi olan kurum ve üniversiteler dışında birçok kurum, üniversite, dernek, yerel örgütler, sanat çevresi ve kişilerle iletişime geçilmiş, Ankara ve Rusçuk Etkinlik Haftalarındaki alan ziyareti, konferans, atölye çalışmaları ve gösteriler tüm bu çevrelerin katkıları ile düzenlenmiştir. Etkinliklerle ulaşılan izleyici kitlenin dışında etkinlikleri hazırlama aşamasında ulusal ve uluslararası tüm bu çevrelerle ortak çalışılmış, kısaca işin mutfağında da bu kez Halk Bilimi adına etkinlikler için geniş bir diyalog kurulmuştur. Sonuç olarak,“Diyalog için Halk Bilimi” projesi yürütücülüğünü üstlenerek Halk Bilimi aracılığıyla diyalog kurmak için yola çıktık, yıllardır bir arada yaşayan ve komşu kavramına daha derin anlamlar katan bu coğrafyada komşu danslar ve ezgileri tanımanın, severek dinlemenin, halk kültür değerlerini anlayarak birbiriyle kaynaşabilmenin izlerini bulduk, diyaloğumuzu geliştirdik ve sürdüreceğiz. Diyalog için Halk Bilimi Projesi’nde katkısı olan kitabımızın sonunda yer alan listede adları geçen Türkiye ve Bulgaristan’dan tüm kurum, üniversite, dernek, yerel örgütler, sanat çevresi ve kişilere teşekkür ediyoruz. ODTÜ MEZUNLARI DERNEĞİ Proje web sayfası adresi: http://www.folkloricdialogue.metu.edu.tr 19 Prof.Dr. Ahmet Acar ODTÜ Rektörü ODTÜ Mezunları Derneği tarafından; Bulgaristan’dan Rusçuk Açık Toplum Kulübü (Open Society Club-Ruse) isimli sivil toplum kuruluşunun ortaklığı, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü, Ankara Kulübü Derneği’nin iştiraki ile yürütülen “Diyalog için Halk Bilimi” projesi başarıyla yürütülerek tamamlanma aşamasına gelinmiştir. Yaklaşık 1,5 yıl içine sığdırılan proje, Türk ve Bulgar sivil toplum örgütleri arasında, gençleri ve halk bilimcilerini de dahil ederek, Balkan Halk Bilimi alanında işbirliğini geliştirmeye ve sosyal-teknolojik ağ kurarak işbirliğinin sürdürülebilirliğini sağlamak konusunda çok değerli adımlar atmıştır. Ülkemizde ve Bulgaristan’da yürütülen yoğun programlar içinde köy ziyaretleri yapılmış, halk oyunları oynanmış, halk ezgileri seslendirilmiş ve konferans, atölye ve sergiler düzenlenmiştir. Folklor konusunda faaliyet gösteren Sivil Toplum Örgütlerinin, yerel yönetim birimlerinin, üniversitelerin, üniversite öğrenci ve topluluklarının, üniversite mezun derneklerinin ve özellikle Balkan halk kültürü ve Halk Bilimi ile ilgili çevrelerin katılımı sağlanmıştır. Bu değerli birlikteliklere olanak sağlayan, Halk Bilimine ve folklorumuza sahip çıkan projenin gerçekleşmesinde emeği geçen ODTÜ Mezunları Derneğini, Üniversitemiz mensuplarını, THBT üyelerini, proje ortağı Rusçuk Açık Toplum Kulübü’nü ve tüm proje iştirakçileri ile diğer kişi ve kuruluşları candan kutlarım. Bu proje ile temelleri güçlendirilen işbirliklerinin zenginleşerek sürmesini dilerim. İyi dilek ve saygılarımla. 20 Prof Dr. Nevzat ÖZGÜVEN Orta Doğu Teknik Üniversitesi Rektör Yardımcısı Değerli Konuklar, “Diyalog için Halk Bilimi Projesi”ni yürüten ODTÜ Mezunlar Derneği ve Rusçuk Açık Toplum Kulübü (Ruse Open Society Club) Temsilcileri ve Projenin iştirakçi kuruluşlarının değerli temsilcileri, Proje iştirakçilerinden biri olan Orta Doğu Teknik Üniversitesi’ni temsilen burada bulunmaktan dolayı büyük mutluluk duyuyorum. Hepiniz Kapanış Toplantısı’na hoşgeldiniz. Üniversitemiz, her zaman önemli bir bilim merkezi olmanın yanında gerek öğrenci topluluklarımızın gerekse de çeşitli kültür ve sanat gruplarının etkinliklerine ev sahipliği yaparak, bu alanda da önemli bir yere sahip olmuştur. Üniversitemiz öğrencilerinin, kültür ve sanat etkinlikleri sadece öğrencilik dönemleriyle sınırlı kalmamış mezun olduktan sonra da ODTÜ Türk Halk Bilimi Topluluğu(THBT)’nun mezun üyeleri ve Mezunlar Derneğimizin ortakları ve iştirakçileriyle beraber gerçekleştirdikleri bu proje örneğinde de olduğu gibi devam etmiştir. Mezunlarımız, ODTÜ Mezunları Derneği liderliğinde etkinlikleriyle her geçen gün çok daha iyi sosyal sorumluluk projelerinde yer almaktadırlar. ODTÜ Mezunlar Derneği’nin, 1961’de kurulan Türk Halk Bilimi Topluluğu’nun mezun üyelerinin topluluğun kuruluşunun 50.yılını kutlamak amacıyla önerdikleri bu projeyi yine THBT’lilerin önderliği 21 ve eşliğinde Bulgaristan’dan Rusçuk Açık Toplum Kulübü ile ortak gerçekleştirdiği ve üniversitemiz, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü ve Ankara Kulübü Derneğinin iştirakçi kuruluş olarak katkı sunduğu “Diyalog için Halk Bilimi” Avrupa Birliği projesi de bunun en önemli göstergesidir. Bu proje ile mezunlarımız etkinliklerini sadece Türkiye ile sınırlamayıp sınırlar dışında da aktif olabileceklerini ve de bunu Bulgaristan örneğinde olduğu gibi ortak kültürel değerleri keşfetmek ve yaşatmak gibi önemli bir projeyi 2011 yılından itibaren hayata geçirerek de göstermişlerdir. Mezunlarımız, “Diyalog için Halk Bilimi” Projesi çerçevesinde Haziran ve Ekim 2011’de Türkiye’de Ankara’da, 22-24 Nisan 2012 tihleri arasında ise Bulgaristan’ın Rusçuk şehri ile Ivanovo Köyü’nde yaptıkları etkinlik ve çalışmalarla hedefledikleri çok kültürlü /çok milliyetli /çok dinli’ yapısı ile zengin olan Balkanlar ile aynı zenginliğe sahip Türkiye arasında kuşaklar boyu göçlerle birbirlerine aktarılan ortak kültür öğelerini ele alarak, bunu Halk biliminin öncülüğünde işlemek ve böylece ortak 22 kültürler üzerinden ülkeler ve coğrafyalar arası bir diyaloğu gerçekleştirmişlerdir. Bu çalışmaları sırasında hem Türkiye’deki sivil ve resmi kuruluşlar ve halkımızdan hem de Bulgaristan’da sivil ve resmi kuruluşlar ve Bulgar halkından çok büyük destek görmüşlerdir. Bu destekle her iki ülkeden sivil toplum örgütleri, gençleri ve halk bilimi ile ilgili çevreleri de dâhil ederek Balkan Halk Bilimi alanında işbirliğini geliştirecek ve kurdukları sosyal ve teknolojik ağlarla işbirliğinin sürdürülmesini sağlayacak önemli çalışmalar yapmışlardır. Özellikle Türkiye’den Fevziye Köyü halkı ile Bulgaristan’dan Rusçuk Angel Kanchev Üniversitesi mensupları ve Halk Dansları Topluluğu, Rusçuk Bölge Tarihi Müzesi Müdürlüğü ve Ivanovo köylülerin Rusçuk Açık Toplum Kulübü önderliğinde projede yer almaları, “Balkanlar ve Türkiye’de Halk Kültürü” konferansında Türkiye ve Bulgaristan’dan Halk Bilimi alanında çalışan akademisyenler ve uzmanlar ile Muammer Ketencoglu gibi bir değerli sanatçımız tarafından Balkanlar ve Türkiye’de var 23 olan kültür değerlerinin altını bir kez daha çizen ve seslendiren bildirilerin sunulması ve kitaplaştırılması, DVD’ye aktarılması ve ODTÜ Bilgisiyar Ağı üzerinden bir WEB sayfasında sunulması Halk bilimi üzerinden diyalog kurulması hedefini gerçekleştirmede önemli bir aşama ve sonraki kuşaklara aktarmada önemli bir adım olmuştur. Tüm bunlar bu projenin önemi ve hedefine ulaştığı konusunda önemli verilerdir ve bu anlamda daha nice projelere ilham olacak bundan sonraki birçok projeye öncülük etmekle kalmayacak, ülkeler arasındaki dostlukları da sağlam bir şekilde geliştirecektir. Üniversitemiz mezunlarının bu başarısından üniversite yönetimi olarak gurur duyuyoruz. Saygıdeğer Konuklarımız, ODTÜ Mezunlar Derneği ve ortakları Ruse Open Society Club ile hazırladıkları, üniversitem,T.C Kültür ve Turizm Bakanlığı, Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü ve Ankara Kulübü Derneği ile birlikte yürütülen bu projede, başlangıcından şimdi gerçekleştirdiğimiz Kapanış Toplantısı’na kadar destek verdiğiniz ve bizleri yalnız bırakmadığınız için üniversitem adına teşekkür ediyorum. Proje önerisini yapan ve uygulamada büyük emek veren başta THBT’li öğrenci ve mezun üyeleri olmak üzere onlara destek veren ODTÜ Mezunları Derneği’ni, Rusçuk Açık Toplum Kulübü ve tüm proje iştirakçi kuruluşlarını kutluyor, Bulgaristan ve Türkiye arasında yapılacak nice ortak çalışmaların devamını diliyorum. 24 LORA SARKISYAN Açık Toplum Kulübü – Rusçuk Proje Ortağı “Bayanlar ve Baylar, Değerli meslektaşlarım ve arkadaşlarım, Bugün yapmak istediğim tıpkı geçen seneki gibi başlamak: Bu değerli girişime, yani “Diyalog için Halk Bilimi” projesine ortak olma onurunu yaşadığımız için projenin ana ortağı ODTÜ Mezunlar Derneği’ne Open Society Club’ın teşekkürlerini lütfen kabul ediniz. Bu kapanış toplantısında aranızda olmak benim ve çalışma arkadaşlarım için büyük bir zevk, sizleri proje ortağı Open Society Club Ruse adına selamlıyorum. Ortak projemize bir yıldan daha uzun bir süre önce başladık. Her iki ortak – ODTÜ Mezunları Derneği ve Open Society Club – Türk ve Bulgar sivil toplumları arasında ebedi kültürel değerler -müzik, dans, el sanatları gibi halk sanatları- aracılığıyla bağlar kurmayı amaçladı. Halk bilimini, fikir ve duyguları aktararak bizleri karşılıklı anlayışa götüren ve çeviriye ihtiyacı olmayan bir dil olarak seçtik. Bugün, “Diyalog için Halk Bilimi” projesinin amaçlarına kesin olarak ulaştığına inanıyoruz. Öncelikle, projenin genç katılımcıları hiçbir eğitim programının sağlayamayacağı bilgiler edindiler. Bunlar tolerans ve karşılıklı saygı, kültürler arası etkileşim dersleriydi. İkinci olarak, iki ülkeden araştırmacılar birbirleriyle bilgi ve fikir alışverişinde bulunma şansı yakaladılar. Bunlar, bilimsel gelişme dersleriydi. Son olarak, bizler, iki ortak kurumdan uzmanlar, zor ama verimli olan bu projeyi birlikte yapma şansını bularak, kendi profesyonel kapasitemizi zenginleştirdik. Bunlar da ortaklık ve dostluk dersleriydi. 25 Uzun bir yolu birlikte yürüdük ve birbirimizden çok şey öğrendik. Yolumuz engelsiz değildi. Birçok zorlukla karşılaştık. Bugün geri dönüldüğünde, tüm problemler unutuldu fakat tüm mutlu anlar kalplere kazındı. Bu nedenle, bu ortaklığın derinleşerek devam edeceğine eminim. Bu, bana konuşmamın sonunda anlatmak istediğim bir Arap hikâyesini hatırlattı: “İki arkadaş çölde yürüyorlarmış. Onlara Birinci ve İkinci diyelim. Yola devam ederken, bir kavga patlak vermiş ve Birinci İkinciye bir tokat atmış. İkinci, tek bir kelime bile söylemeden oturmuş ve kumlara “Bugün en iyi arkadaşım bana vurdu!” diye yazmış. Yürümeye devam etmişler ve okyanusa ulaşmışlar. İki arkadaş yüzmeye karar vermiş. İkinci, az kalsın boğuluyormuş; fakat Birinci, arkadaşını kurtarmış. İkinci kendine geldiğinde bir kayaya “Bugün en iyi arkadaşım hayatımı kurtardı!” diye yazmış. Birinci, arkadaşının davranışına şaşırınca, İkinci açıklamaya koyulmuş: “İyi bir dost sana vurduğu zaman bunu kumlara yaz ki affetmenin rüzgârları bu suçu silsin. Bir dost sana büyük ve harika bir şey yaptığı zaman bunu kayalara kazı ki hiçbir rüzgâr bu iyiliğin anısını silemesin”. İlginiz için teşekkür ederim.” 26 Himmet Şahin ODTÜ Mezunları Derneği, Yönetim Kurulu Başkanı “ODTÜ Mezunları Derneği tarafından, Bulgaristan’dan Ruse Open Society Club isimli sivil toplum kuruluşunun ortaklığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü, Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) , Ankara Kulübü Derneği’nin iştiraki ile yürütülen “Diyalog için Halk Bilimi” projesi, kapsamındaki emek yoğun tüm etkinlikleri tamamlayarak bugün kapanış toplantısını düzenlemektedir. Söz konusu proje, Avrupa Birliği Bakanlığının uygulamasını yürüttüğü “Türkiye ve AB Sivil Toplum Diyaloğu II – Kültür ve Sanat Hibe Programı” kapsamında AB tarafından finanse edilmektedir. Projenin hedefi, Türk ve Bulgar sivil toplum örgütleri arasında gençleri ve halk bilimi ile ilgili çevreleri de dâhil ederek Balkan Halk Bilimi alanında işbirliğini geliştirmek, kurulacak sosyal ve teknolojik ağlarla işbirliğinin sürdürülebilirliğini sağlamaktır. Bu projenin hedef kitlesi Folklor konusunda faaliyet gösteren Sivil Toplum Örgütleri, Yerel Örgütler, Üniversite Mezunları Dernekleri, Üniversite kulüpleri ve Halk Bilimi ile ilgili çevredir. Proje kapsamında Ankara ve Rusçuk’ta; • “Balkanlar ve Türkiye’de Halk Kültürü” Konferansı • “Komşu Danslar ve Ezgiler” Gösterisi • “Ankara – Fevziye Göçmen Köyü” ve “Rusçuk Ivanovo”da alan ziyareti 27 Ankara’da • “Sandığımda Balkanlar” Sergisi • “Halk Müziği ve Çalgıları” ile “Halk Oyunları” Atölye Çalışması gerçekleştirilmiştir. Konu hem “Halk Bilimi” hem de “Diyalog” olunca projede uygulama etkinlikleri geniş bir hedef kitleyi kapsamıştır. Halkların çağlar boyu oluşturduğu kültürel birikim, günümüzün modern dünyasında yeniden bir arada çağcıl ölçülerde yaşamak için yeni diyaloglar kurabilmek için kaynak oluşturabilmiştir. “Yaşayan İnsan Hazineleri”nden, Fevziye Köyünün Deve Oyunu – Ivanova’da sergilenen Cemal ritüeli Balkan Coğrafyasında yaşayan halkların kültürel birikimleri, karşılıklı olarak Türkiye ve Bulgaristan’dan folklor ile ilgili ODTÜ Türk Halk Bilimi Topluluğu ve Rusçuk Angel Kanchev Üniversitesi öğrencileri tarafından ilgi ile izlenmiştir. Öğrencilerimiz oynadıkları halk oyunlarının ve söyledikleri ezgilerin kökenleri konusunda canlı örnekler izlemişler ve birbirlerinin kültürlerini tanımışlardır. Çağlar boyu yazılı olmadan aktarılan ve kuşaktan kuşağa geçirilen bu kültürel birikim ne kadar güçlüdür ki bugünlere ulaşabilmiştir. İnsanlığın oluşturduğu ve belki de insanlığı oluşturan bu kültürel bikrimler sınır tanımamaktadır. Halk Bilimi öğelerindeki güçlülük buradan gelmektedir. Bu projede Türkiye’den ve Bulgaristan’dan folklor ile ilgili gençlerimiz birbirlerini, birbirlerinin halk kültürünü, bu alanda çalışan bilim insanlarını, alan ziyaretleri ile kültürün yaşayan izlerini tanımışlardır. Kurulan bu iletişim projenin web sayfası üzerinde, sosyal paylaşım sitelerinde ve iki ülkeden Üniversitelerimizin daha sonra kurmayı planladıkları işbirlikleriyle devam edecektir. Halk Bilimi’nin Balkanlarda kaynaştırıcı gücü her dönem festivallerle yaşatılmıştır. Türkiye’den bir örnek vermek istiyoruz. 1935 yılının Eylül ayında Atatürk’ün huzurunda da İstanbul’da “Beylerbeyi Balkan Festivali” yapılmıştır. Bu festival Türkiye’de düzenlenen ilk uluslararası halk oyunları festivalidir. Bu festivale yurdun dört bir 28 yanından gelen halk oyunları toplulukları ile Balkan ülkelerinden gelen Arnavutluk, Bulgaristan, Romanya ve Yunanistan halk oyunları toplulukları katılmıştır. Yıl 2012 ve bizler Türkiye ve Bulgaristan olarak “Balkan Halk Kültür” temelinde bir AB Projesinde bir arada geldik, ortaklaşa birçok etkinliği birlikte gerçekleştirdik. Kalıcı ve sürdürülebilir bir diyalog kurduk diyebiliyoruz. Bu projeye samimiyetle katkı sunan başta ortağımız Ruse Open Society Club olmak üzere iştirakçilerimize, üniversitelerimize, ilgili kurumlara, öğrenci topluluklarımıza, Fevziye Köyü ve Ivanovo Halkına teşekkür ediyoruz.” H. Savaş EKTİRİCİ Proje Yöneticisi (Proje Gönüllü Çalışma Grubu adına) “Sayın Konuklar, Diyalog için Halk Bilimi” projesini birlikte yürüttüğümüz siz değerli dostlarımız ve toplantıya katılarak bizleri onurlandıran siz değerli konuklarımız kapanış toplantımıza hoş geldiniz. Bizler için ilk deneyim olan bu projede Türkiye ve Bulgaristan Resmi Kurumlarının, Üniversite ve Akademik çevreden değerli Bilim adamlarının, Sanatçıların, köylülerin, halkın, Sivil Toplum Örgütlerinin ve Gençlerin desteğini aldık ve onlarla birlikte yola çıkarak Balkan Halk kültürü mozaiğinde diyaloğu vurgulayarak gerçekleştirdiğimiz etkinliklerle proje sürecini sonlandırdık. Öğrenci kardeşlerimizin bundan sonraki bu ve benzeri projelerde aktif görev alarak, sorumluluklarının bilincinde ve üstlendikleri görevleri severek, omuzlayarak, öğrendiklerini uygulama şansı yakalayacaklarına ve deneyimlerini bizlerle paylaşacaklarına inanıyoruz. 29 Karşılaştığımız Teknik sorunlarda AB Bakanlık yetkilileri ve Teknik Destek Ekibinin her dönemde katkılarını ve yardımlarını gördük. Genci, yaşlısı o kadar çok arkadaşımızın, gönüllü çalışanımızın emeği geçti ki, sadece Fevziye köyünden isim yazdıklarımızın sayısı 50 kadardı. Rusçuk – Ivanovo köyündeki etkinliklere katkı sunanların sayısı da Fevziye Köyündeki katılıma yakındı. Şunu belirtebiliriz ki proje etkinliklerinin hazırlanmasında mutfakta çalışanlar izleyici sayısına yakındı. Üretirken daha çok kaynaştık. “Diyalog için Halk Bilimi” projesinde etkinlikleri emek yoğun ve büyük katılımlarla hazırladık. Projenin her bir aşamasında da diyalogu gerçekleştirdik. 17 ay önce başladığımız “Diyalog için Halk Bilimi” projesini birlikte yürüttüğümüz Bulgaristan’dan proje ortağımız Open Society Club, Projemizin Türkiye’den iştirakçileri olan Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, 30 Ankara Kulübü Derneği’nin değerli temsilcileri, her süreç de bizlere pozitif katkı sağlayan Dernek yönetimimiz, çalışanları, proje gönüllü çalışanları Alan çalışmalarımıza destek veren Türkiye’den FEVZİYE ve Bulgaristan’dan IVANOVO köyleri yetkilileri, Konferanslara bildirileri ile katılan Türkiye’den ODTÜ, Gazi, Ankara, Ege Üniversiteleri öğretim üyeleri ile Bulgaristan’dan katılan Rusçuk Tarih Müzesi Müdürü ve Uzmanlarına, Bulgaristan Bilim Akademisi öğretim üyeleri ile Rusçuk Angel Kanchev Üniversitesi Rektörlüğü’ne, sahne etkinlikleri ile atölye çalışmalarında görev alan Angel Kanchev Üniversitesi Halk Dansları Topluluğu ile proje yürütülmesi aşamasında bildiri sunumu da dâhil olmak üzere her konuda görev alan Orta Doğu Teknik Üniversitesi Türk Halk Bilimi Topluluğu Öğrencileri ve Mezunları ile Balkan Topluluğu’ndan öğrencilerimiz ve bizleri sabırla izleyen siz değerli dostlarımıza tekrar teşekkür ediyor, sizleri saygıyla selamlıyoruz. 31 3) PROJE ETKİNLİKLERİ TANITIMI Proje kapsamında Ankara Etkinlik Haftası, 23-27 Ekim 2011 tarihinde gerçekleştirilmiştir. Proje iştirakçilerimiz T.C. Kültür Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü, ODTÜ ve ODTÜ Türk Halk Bilimi Topluluğu ile Ankara Kulübü Derneği proje etkinliklerinin gerçekleştirilmesinde etkin görevler üstlenmiştir. Ayrıca proje ortağımız Open Society Club (OSC) aracılığı ile Ankara’ya gelen Rusçuk Angel Kanchev Üniversitesi, Halk Dansları Topluluğu etkinlik haftasına katılmış ve gösteriler sunmuştur. Rusçuk Tarih 32 Müzesi Müdürü ve Müzeden bir uzman ile ODTÜ, Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi, Gazi Üniversitesi, Ege Üniversitesi öğretim üyesi ve görevlileri proje çerçevesinde gerçekleştirilen konferansa bildirileri ile katılmışlardır. Ayrıca proje kapsamında düzenlenen sergiye Ege Üniversitesi Etnografya Müzesi, Fidan, Mutlu ve Değirmendereli Aileleri ile ODTÜ THBT eser vererek katkıda bulunmuşlardır. Atölye çalışmaları ise Ankara Kulübü Derneği’nin tarihi binası Abidin Paşa Köşkü ile THBT Barakasında düzenlenmiştir. 33 3.1. Proje Çerçevesinde Ankara’da Yapılan Etkinlikler 3.1.1. Fevziye Köyü Alan Çalışması Gezisi Gölay ŞAKİROĞULLARI Türk ve Balkan kültüründe folklora dayalı ortak değerlerle karşılıklı olarak diyaloğu geliştirme ve farkındalığı arttırma amacını taşıyan “Diyalog için Halkbilimi” projesi kapsamında Ankara’daki ilk etkinlik, 23 Ekim 2011 tarihinde bir Balkan göçmen köyü olan Fevziye Köyü’nde yapılan alan çalışması ile başlamış ve bu çerçevede bu köye bir gezi düzenlenmiştir. Göçle birlikte taşıdıkları halk oyunları figürleri, giysiler, çalgılar, seyirlik oyunlar, türküler, ezgiler, maniler ve yemek yapma teknikleri gibi kültürel öğelerin yerinde görülmesi, yerleştikleri bölgede kültürel çeşitliliğe katkılarının incelenmesi ve zaman içindeki değişimin gözlemlenmesi amacını taşıyacak olan çalışmamız için Ankara’ya bağlı Fevziye Köyü’ne bizi yönlendiren, THBT Mezunu Anıl Öztürk’ün, o bölgede veterinerlik yapan babası Habip Öztürk olmuştur. Fevziye Köyü, 1877-1878 yılları arası yaşanan Osmanlı-Rus Harbi sonrası yapılan 1878 Berlin Antlaşması ile Bosna, Hersek, Krajina, Sancak ve Karadağ bölgelerinden Osmanlı coğrafyasına göç eden Boşnaklar tarafından kurulan birçok Boşnak köyünden birisidir. Fevziye köyü yanında Bosna’dan gelen göçmenlerle Ankara civarında 20 kadar Boşnak köyü kurulmuş, 34 ancak bazı kaynaklara göre bu köylerden 2 tanesi salgın hastalıklardan dolayı tamamen yok olmuştur. İdari olarak 2 yıl önce Yenimahalle Belediyesi’ne bağlanan, 2000’e varan nüfusu ve 250 hanesi ile Ankara ilindeki bu köylerin en büyüğü olan Fevziye Köyü, Ankara’ya 40 km. uzaklıktadır. Fevziye köylüleri, Türkiye Bosna-Hersek Kültür Dernekleri Federasyonu’na bağlı olarak Fevziye Köyü Kültür Yardımlaşma Derneği’ni kurmuştur. Bu dernek Fevziye Köyünde her yıl Haziran ya da Temmuz ayında Uluslararası PİTA (Boşnak Pidesi) Şenliği’ni düzenlemektedir. İlişkilerin sürdürülmesi, kültürel değerlerin yaşatılması ve gençlere aktarılması amacıyla düzenlen ve bir gün süren bu şenlikte Türkiye’nin dört bir yanından Boşnaklar bir araya gelmekte, şenliğe ismini veren ünlü Boşnak böreği Pitalar yapılmakta ve Boşnak oyunları oynanmaktadır. 2011’de düzenlenen Pita Şenliği öncesinde AB Projesi hazırlama aşamasında temasa geçtiğimiz Fevziye Köyü Muhtarı Hüseyin Demirel’i ziyaret ederek projemizin amacını ve neden Fevziye ziye köyünü seçtiğimizi görüşmüştük. Projemiz çerçevesinde Pita Şenliği’ne katılacak, Ortağımız OSC aracılığı ile Bulgar gençleri ile THBT’li öğrencilerin in şenlikte görev almasını sağlayacak k ve köyde halk bilimi alan araştırması rması çalışmalarımızı sürdürecektik. ktik. Bu çerçevede Dernek Başkanı Necmi Ocak ve Yönetim Kurulu üyesi esi Nur Banu Öztaş proje yazım aşamasında masında ve sonrasında düzenlediğimiz ğimiz toplantılarımıza sürekli katılmışlardır. tılmışlardır. 35 35 Türkiye ve AB Sivil Toplum Diyaloğu-II programı kapsamında sunulan projelerden kabul edilenlerin Aralık 2010 tarihinde açıklanacağı bilgisi çerçevesinde projemizdeki etkinlikler planlanmış ve projemizi sunarken etkinlik tarihlerini bu tarihi esas alarak belirlemiştik. Ancak projemizin kabul tarihi Nisan 2011 olunca etkinlik tarihlerimizin de kaydırılması gerekmiştir. Bu nedenle her yıl geleneksel olarak Temmuz ayında düzenlenen Fevziye Köyü Pita Şenliği, Projemizin Ankara Etkinlik Haftası içinde yer alamamıştır. Ancak Fevziye Köyü Muhtarı Hüseyin Demirel ve Dernek Başkanı Necmi Ocak projemiz için Ankara Etkinlik Haftası içinde tekrar bir Pita şenliği düzenleyebileceklerini belirtmişlerdir. Şenliği düzenleyebilmek için Muhtar Hüseyin Demirel’in çağrısıyla toplanan köy halkı ile iki kez toplantı yapılmıştır. Bu toplantılarda şenlik için gerekli malzemeler belirlenmiş, köy alanının nasıl düzenleneceği konuşulmuş, yemek servisinin bir kısmının yer sofralarında yapılmasına karar verilmiş ve köy meydanına kurulacak protokol 36 çadırının Yenimahalle Belediyesinden temini muhtarımız tarafından sağlanmıştır. Şenlik için ODTÜ Mezunları Derneğinden masalar, sandalyeler ve protokol koltukları şenlik günü sabahı Fevziye Köyüne götürülmüştür. 23 Ekim 2011’de Fevziye köylüleri, sabah 06:30’da köyün merasına tencerelerini, kazanlarını getirerek, genci yaşlısı, kadını erkeği ile öğlene kadar meşhur helvalarını, et yemeklerini, pilavlarını ve Pita böreklerini yaparak ODTÜ’lü, THBT’li ve Bulgar konuklarını gün boyunca tüm konukseverlikleriyle ağırlamışlardır. Fevziye Köyü etkinliğine Karadağ Büyükelçisi Ramo Bralic ve eşi de katılmıştır. Büyükelçinin samimi yaklaşımı “diyalog” adına yürütülen projemizin canlı bir örneğini oluşturmuştur. ODTÜ-THBT’li gençlerimiz, Rusçuk Angel Kanchev Üniversitesi Öğrenci Halk Dansları Topluluğu, İştirakçimiz Ankara Kulübü Derneği’nin Seymen ekibi ve Köyün gençlerinin sergilediği 37 ‘Deve’ seyirlik köylü oyunu ile şenliğimiz gün boyunca devam etmiştir. Ayrıca Proje iştirakçimiz Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’nün görevlendirdiği Balkan Müziği ses sanatçısı Ayşe Aslanca ve saz ekibi türküleri ile programımızı zenginleştirmiştir. Alan gezimizde görev alan, katılan tüm Fevziye halkına ve etkinlik hazırlık aşamasından itibaren hep yanımızda olan Necmi Ocak, Nur Banu Öztaş, Ali Tabak ve Muhtarımız Hüseyin Demirel’e teşekkürlerimizi iletiyoruz. 38 39 3.1.2. “Balkanlar ve Türkiye’de Halk Kültürü” Konferansı Birten Çelik - Gülin ONAT BAYIR Balkan coğrafyası tarihi göç yollarının izlerini hala üzerinde taşımaktadır. Bu coğrafyada göç eden ve yerleşik halkların bir arada yaşama sürecinde birbirlerine kültürel birikimlerini aktarmaları nedeniyle ortaya çıkan ortak halk kültürel değerlerini günümüzde tanıtmak ve bu konuda da farkındalık yaratmak projemizin amaçları arasındadır. Bu çerçevede “Diyalog için Halk Bilimi” Projesi kapsamında 24-25 Ekim 2011 tarihlerinde gerçekleştirilen “Balkanlar ve Türkiye’de Halk Kültürü” konulu konferansımızda Balkan halkları arasındaki ortak kültür değerlerinin vurgulaması hedeflenmiştir. Bu nedenle konferansımızda başta “Hızır ve Aziz George Kültü” olmak üzere halk giysileri, el sanatları, müzik ve oyunları vb. Balkan ortak halk kültür değerlerini oluşturan konularda 9 bildiri sunulmuştur. Konferansın açılış konuşmaları, Avrupa Birliği Bakanlığı adına Avrupa Birliği Bakanlığı Proje Uygulama Başkanı Sayın Bülent Özcan, Projenin iştirakçisi ODTÜ adına Rektör Danışmanı Prof. Dr. Bilgehan Ögel, Proje ortağı Bulgaristan Rusçuk Open Society Club (OSC) adına Mikeala Zdravkova ve Proje yürütücüsü olarak ODTÜ Mezunları Derneği adına Başkan Himmet Şahin tarafından yapılmıştır. Konuşmaları ise sırasıyla şöyledir; 40 Bülent Özcan Avrupa Birliği Bakanlığı, Proje Uygulama Başkanı “Değerli Hocalarım, ODTÜ Mezunları Derneği Temsilcileri, Çok değerli Bulgaristan’dan gelen yolcularımız, hepinizi Avrupa Birliği Bakanlığı adına saygıyla selamlıyorum. Avrupa Birliği üyelik sürecinde kamu kesiminin yapmış olduğu teknik çalışmaların yanında müzakere süreci çerçevesinde sivil toplum kuruluşlarının yürütmüş olduğu çalışmalar da çok önemli bir yer teşkil ediyor. Bu anlamda bakıldığında sivil toplum kuruluşları Avrupa Birliği üyelik sürecinde özellikle Avrupa Birliği üyesi ülkelerdeki muadilleriyle kurmuş oldukları temaslarda hem Türkiye’nin Avrupa Birliği üyesi ülkelerde doğru olarak anlatılması ve tanıtılması için bir zemin oluşturuyorlar hem de aynı zamanda AB üyelik sürecinin temasta oldukları ülkelere ne gibi etkileri olur, olumlu veya olumsuz, bunların öğrenilmesi ve bu bilginin ve birikimin ülkemize taşınması açısından önemli rol oynuyor. Biz bu sürece aslında teknik adıyla Sivil Toplum Diyaloğu diyoruz. “Sivil Toplum Diyaloğu”nun AB ile yürüttüğümüz müzakere sürecinde en temel taşlardan birisini oluşturduğunu söylüyoruz. Bu anlamda da Bakanlık olarak geçtiğimiz dönemlerden bu güne kadar sivil toplum diyalogu anlamında birçok proje geliştirerek ülkemizdeki kuruluşlarla Avrupa Birliği üyesi ülkelerdeki kuruluşlar arasında işbirliğini artırmayı hedefleyen çalışmalar yürütüyoruz. Bu projenin birçoğunu Avrupa Birliğinin ülkemize sağlamış olduğu katılım öncesi Avrupa Birliği mali destekleri kapsamında yürütüyoruz. 41 İlk çalışmamız 2008 yılında uygulamaya geçmiştir. Üniversiteler, meslek örgütleri, gençlik kuruluşları ve yerel yönetimleri kapsayan bir programdır. Yaklaşık 120 kuruluşa 20,000,000 Euro civarı bir kaynak aktararak Türkiye’deki 120 farklı kuruluşun Avrupa Birliği üyesi ülkelerindeki muadilleri ile işbirliği yapmasına çevreden doğa korumaya enerji verimliliğinden tarih sürecindeki yanlışların gençler arasında tartışılmasına kadar birçok alanda farklı projelerin hayata geçirilmesine destek olmuştur. O projenin bir devamı olarak “Sivil Toplum Diyalogu-II” projemizi de geçtiğimiz yılın daha doğrusu bu yılın başında uygulamaya geçirdik. Bu çerçevede bu sefer iki tane tematik alanımız vardı. Bir tanesi Tarım ve Balıkçılık, bir tanesi de Kültür ve Sanat. ODTÜ Mezunları Derneği kültür ve sanat alanında yaklaşık 400 proje başvurusu arasından finansman almaya hak kazanan 18 proje arasına girdi. Bu anlamda az önce oturumu yapan arkadaşımız bu projede 50 yakın kişinin emeği var demişti. Biz o 50 kişiye çok teşekkür ediyoruz. Tabi 50 kişi adına da aynı zamanda dernek başkanı ve yönetimine de teşekkürlerimizi, bakanlık adına sunuyoruz. Yarışmacı bir ortamda 18 proje arasına girmek gerçekten kolay bir iş değil. Bu çerçevede ODTÜ Mezunları Derneği, “Diyalog için Halk Bilimi Projesi” adıyla Bulgaristan’daki dostlarımızla kültür ve folklor alanında özellikle Balkanlardaki ortak değerlerimizi ortaya çıkarabilecek çalışmalar yürütmeye başladılar. Bunun çok güzel örneklerini dün ve hatta bugün içerisinde birkaç çalışmayla da sergilediler. Bugünkü konferansla bugün ve yarın devam edecek konferans ve perşembe günü akşamı yapılacak olan gösteri de bu çalışmaların bir parçası. Bu anlamda bugün, yarın ve perşembe günü yapılacak çalışmalarda herkese kolaylıklar diliyoruz, başarılar diliyoruz. Umarım keyifli, verimli sonuçlar elde ederiz. Ve bu proje kapsamında Türkiye’de Avrupa Birliği üyesi ülkeler arasında özelikle de Bulgar dostlarımızla da diyalog oluşturabilecek güzel altyapılar oluştururuz. Bakanlık adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.” 42 Prof.Dr. Bilgehan Ögel Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Rektör Yardımcısı “Değerli Hocalarım, Değerli Meslektaşlarım, Saygıdeğer Konuklar, Konferansın bugünkü oturumuna hoş geldiniz. Rektörümüz Prof. Dr. Ahmet Acar adına hoş geldiniz demek istiyorum. Orta Doğu Teknik Üniversitesi folklor, halk bilim konusunu kurulduğu 1956 yılından bu yana daima geleneksel olarak desteklemiştir. Bunun bir sonucu olarak Türk Halk Bilimi Topluluğu bugün ODTÜ’nün en köklü, en yaygın kurumudur. Ayrıca Orta Doğu Teknik Üniversitesi folklorun, halk kültürünün toplumlar arasında yakınlaşmanın en önemli anahtarı olduğunun bilincindedir. Sizleri burada ağırlamaktan, bu etkinliklerin Üniversitemiz bünyesinde yapılmasından çok büyük mutluluk duyuyoruz. Konferansın verimli geçmesini ve olumlu sonuçlar elde etmesini diliyorum. Hepinize başarılır diliyorum. Saygılar.” 43 Michaela Zdravkova (Bulgaristan Ülke Koordinatörü, Açık Toplum Kulübü – Rusçuk) “Değerli Konuklar, Değerli Katılımcılar, Bayanlar ve Baylar, “Balkanlar ve Türkiye’de Halk Kültürü” başlıklı Konferansın açılış töreninde sizlerle birlikte olmaktan büyük bir mutluluk ve onur duyuyorum. ODTÜ Mezunları Derneği tarafından düzenlenen konferans, Diyalog İçin Halk Bilimi projesi çerçevesinde Türk ve Bulgar sivil toplum örgütlerini Balkan folkloru alanında geliştirmeyi amaçlamaktadır. Bu çerçevede Projenin faaliyetleri de gençleri, folklor ile ilgili çevreleri ve folklor alanındaki araştırmacıları bir araya getirmiş oluyor. Balkan ülkeleri arasındaki etkileşim ve benzerlikler, folklor, müzik, mutfak kültürü ve sosyal yaşam alanında göze çarpıyor. Bayanlar ve Baylar, sadece bir başkent değil aynı zamanda Türkiye’nin modern, ilerici ve kültürel açıdan zengin bu güzel Ankara şehrinde olmak bizim için büyük bir onurdur. Bu özellikleriyle de Ankara, Konferansın hedeflerinin başarılı bir şekilde sonuçlanması için de ideal koşulları sağlamaktadır. 44 Umarım ki bu konferans, çok değerli konuşmacıların Balkanlar ve Türkiye’deki el sanatları ve giyim konusunda; Halk müziği ve müzik aletleri, halk dansları ve kostümleri; St. George ya da Hıdırellez kutlamaları; oyunlar ve süslemeler; Bizans’ın Balkan gelenekleri üzerindeki etkisi konusunda verecekleri bilgiler ile bu alanlardaki var olan bilgilere katkı sağlamaları için değerli bir fırsat olur. Katılımcılar arasındaki bilgi değişimleri ve tartışmaların Balkan halk kültürünün geliştirilmesi ve tanıtımına katkı sağlayacağına eminim. Konferansın sonunda tüm katılımcıların birbirleri ile daha derin bir anlayış ve işbirliğine dayalı ilişkiler kazanmış olacağını umuyoruz. Bizi ağırlayan ev sahiplerimize ve ODTÜ Mezunlar Derneği’nden meslektaşlarıma Konferans için yapılan mükemmel düzenlemeler için teşekkür ediyorum. Bayanlar ve Baylar, meslektaşlarım, son olarak projenin ortağı olan kuruluş olarak Rusçuk Açık Toplum Kulübü adına, tüm katılımcılara keyifli ve verimli bir çalışma diliyorum. Teşekkürler.” 45 Açılış Konuşmalarının ardından “Balkanlar ve Türkiye’de Halk Kültürü” konulu konferans, açılış bildirisi ve üç oturum olarak gerçekleştirilmiştir. Konferansın açılış bildirisini ODTÜ Tarih Bölümünde PartTime olarak ders veren, Indiana Üniversitesi emekli öğretim üyesi ve Halk Bilimi alanında önemli çalışmalara imza atmış Prof. Dr. İlhan Başgöz vermiştir. “Yunanistan ve Türkiye’de Romans (aşk hikâyesi) Üzerinde Bir Mukayeseli Araştırma” başlıklı bildirisinde Prof. Dr. Başgöz, Türk ve Yunan aşk hikâyeleri arasında başta konu olmak üzere, hikâyelerdeki çift ad, yani kadın ve erkek adlarının hikâye ismi olması ve iki hikâye geleneğinde de idealize edilen romantik ve ilahi (divine) aşk gibi ortak benzerliklerin olduğunu belirtmiştir. Başgöz, aşk hikâyelerini tek tek incelemek ve onları milli veya coğrafi bir kökene bağlamak yerine sadece Türk ve Yunan aşk hikâyeleri değil, bütün Orta Doğu ve Kafkas aşk hikâyelerinin karşılaştırılmasını ve bunların karşılıklı etkileşimlerinin incelenmesini gereğini vurgulamıştır 24 Ekim 2011 günü yapılan Konferansın birinci oturumunda başkanlığı ODTÜ Mimarlık Fakültesi Dekan Yardımcısı Prof. Dr. Ali Uzay Peker yapmıştır. Birinci oturumdaki ilk bildiriyi Ankara Üniversitesi, Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Halkbilim Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. M. Muhtar Kutlu sunmuştur. Prof. Dr. Kutlu “Umudun Efendisi Hızır ve Hıdrellez” konulu bildirisinde günümüzde Balkanlarda 46 “Aziz George Festivali”, “Herdeljez”, “Ederles/ Ederlezi” adları altında farklı topluluklarca yapılan Hıdrellez kutlamalarının, bu topluluklar arasındaki kültürel diyaloğun, etkileşimin ve alışverişin inanç boyutundaki sonuçlarını bünyesinde taşıyan bir pratik olduğunu vurgulamıştır. Gazi Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Aysen Soysaldı “Balkanlarda El Sanatları ve Giyim” konulu bildirisinde oldukça zengin etnik ve kültürel yapıya sahip olan Balkan etnografya çeşitliliğine vurgu yapmıştır. Doç.Dr. Soysaldı Boşnak, Türk, Bulgar vb. Balkan halklarına ait halı, kilim, çerge ve benzeri yaygılarındaki ortak motif alış-verişlerini görsellerle örneklemiştir. Ege Üniversitesi Devlet Türk Musikisi Konservatuarı, Türk Halk Oyunları Bölümü öğretim görevlileri Abdurrahim Karademir ve Şahin Ünal “Balkanlarda Halk Oyunları ve Giysiler” konulu bildirilerinde, Türkiye Cumhuriyeti Devlet Planlama Teşkilatı’nın desteklediği “Anadolu ve Balkanlarda Halk Çalgıları, Halk Oyunları, Geleneksel Giyim Kuşam ve Halk Müziği Müze ve Arşiv Oluşturulması Projesi” çerçevesinde Balkan ülkelerinde yapılan alan araştırmalarına dayalı olarak yaptıkları çalışmayı tanıtmışlardır. Birinci oturumdaki son konuşmacı, Rusçuk Tarih Müzesi Müdürü Doç.Dr. Nikolay Nenov “St.(Aziz) George Kültü- Halk 47 Paradigmaları, Uygarlık Sembolü, Kentsel Tatil” başlıklı bir bildiri sunmuştur. Nenov, bildirisinde bugünkü Bulgaristan’daki Rusçuk ile Romanya’daki Giurgiu şehirlerinin eski isimlerinin, aralarında St. George’un da olduğu azizlerin isimlerini taşıdığı ve bu azizlerin bu şehirlerdeki gençlik gruplarının koruyucuları olarak kabul edildiğini belirtmiştir. Doç.Dr. Nenov Rusçuk bölgesinde bu azizin tüm inanç ve etnik gruplarca kutsal kabul edilmesinin de bir ölçüde Balkan manevi ortak yaşamının (simbiyoz) bir göstergesi olduğunun altını çizmiştir. 25 Ekim 2011 günü yapılan İkinci Oturum, Ankara Kulübü Derneği Başkanı Dr. Metin Özaslan başkanlığında yapılmıştır. Bu oturumdaki ilk konuşmacı, “Geleneksel Bulgar Kültüründe Boncuklar: İşlev ve Anlamlar” başlıklı bir bildiri sunan Rusçuk Tarih Müzesi Uzmanı Desislava Ivanova Dimitrova olmuştur. Dimitrova bildirisinde boncukların halk kültüründe önemli bir yere sahip olduğunu ve boncukların aynı zamanda kozmik düzeni anlatmak amaçlı da kullanıldığını belirtmiştir. İkinci oturumun son konuşmacısı, Ege Üniversitesi Devlet Türk Müziği Konservatuarı, Türk Halk Oyunları Bölümü Öğretim Görevlisi Dr. Emir Cenk Aydın ise Ege Üniversitesi Etnografya Müzesinin oluşturulması hakkında bilgi vermiş ve müzeyi tanıtmıştır. 48 25 Ekim günü yapılan Üçüncü ve son oturum ODTÜ Tarih Bölümü öğretim üyelerinden Yrd. Doç. Dr. Birten Çelik başkanlığında yapılmıştır. Üçüncü oturumda ilk konuşmacı olan T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü uzmanı Solmaz Karabaşa olmuştur. Karabaşa bildirisinde Sivas iline bağlı Hafik ilçesinde Hıdırellez’in Eğrilce adıyla kutlandığını ve bu günde nişanlı çiftlerden kızların erkek evinde misafir edildiğini, kadın ve erkeklerin ayrı ayrı yerlerde halaylarla bu günü kutladığı bilgisini vermiştir. Konferansın son oturumunda Türkiye’den katılan son konuşmacımız da Müzisyen- Halk müziği araştırmacısı Muammer Ketencoğlu olmuştur. “Geleneksel Bulgar Müziğine ve Türk Müziğiyle İlişkisine Genel Bir Bakış” adlı bildirisinde Ketencoğlu, coğrafi yakınlığa ve tarihsel nedenlere karşın Türk ve Bulgar geleneksel müzikleri arasındaki etkileşimin sınırlı olduğunu anlatmıştır. Ancak buna rağmen Trakya, Kuzey Bulgaristan ve Pirin’de Hicaz, Istranca’da ise Saba makamında halk şarkılarının yaygın olduğuna dikkat çeken Ketencoğlu Trakya çaprazı (Trakiiski caprazi) oyununda olduğu gibi adını Türkçe’den alan birçok parçanın da var olabileceğine işaret etmiştir. Konuşmacılardan Rusçuk Tarih Müzesi Müdürü Doç. Dr. Nikolay Nenov, Ketencoğlu’nun altını çizdiği benzerliklerin geçmişte de olduğunu belirterek Bulgar askeri müziğindeki Türk müziği etkisinin buna örnek olarak gösterilebileceğini bildirmiştir. Konuşmaların tamamlanmasının ardından Yrd. Doç. Dr. Birten Çelik Balkanlardaki ortak halk kültür değerleri, bu değerlerin araştırılması ve özellikle gençler arasındaki iletişimde bu değerlerin öne çıkarılmasına vurgu yapmış ve ardından da sonuç bildirisini okumuştur. Konuşmacılara plaketleri verilerek konferans bitirilmiştir. 49 3.1.3. “Sandığımda Balkanlar” Balkan Halk Kültüründe Geleneksel El Sanatları Sergisi Münevver EMİNOĞLU Proje kapsamında proje yürütücüsü ODTÜ Mezunları Derneği ve Bulgaristan’dan ortağımız Open Society Club Russe (OSC) tarafından “Sandığımda Balkanlar” başlığı altında iki ayrı sergi hazırlanmış ve aynı yer ve zamanda sunulmuştur. Sergimize Bulgaristan’dan ortağımız OSC, Bulgar halk kültüründe nazar olgusunu irdeleyen “May Evil Sleep under the Stone: Apotropes [Yılan Taşın Altında Kalsın: Nazarlıklar]” adlı sergiyle projeye katılmıştır. “Sandığımda Balkanlar” sergimize İzmir’den Ege Üniversitesi Etnografya Müzesi, Yalova’dan Fidan Ailesi, Ankara’dan Bulgaristan göçmeni Mutlu Ailesi, Edirne’den Değirmendereli Ailesi ve ODTÜ THBT eser vererek katkıda bulunmuşlardır. “Diyalog için Halkbilimi” Projesi kapsamında gerçekleştirilen sergi, Balkanların “kavşak coğrafya” özelliğinden kaynaklanan ‘çok kültürlü/ çok milliyetli/çok dinli’ yapısının geleneksel el sanatlarındaki izdüşümünü izlemeyi hedeflemiştir. Proje iki ana kaynaktan beslenmiştir. Birincisi, Balkanlardan çeşitli göç dalgalarıyla farklı zamanlarda Türkiye’ye gelen ailelerin, dolayısıyla Balkanlardaki Müslüman topluluklarının sandıklarında getirdiği el sanatları örnekleridir. Diğeri ise Ege Üniversitesi’nin “Anadolu ve Balkanlar’da Halk Çalgıları, Halk Oyunları, 50 Geleneksel Giyim Kuşam ve Halk Müziği Müze ve Arşivi Oluşturulması Projesi” kapsamında, Makedonya’dan Slovakya’ya çok geniş Balkan coğrafyası içinden derlediği el sanatları ürünlerinden genellikle Hıristiyan topluluklarına ait olan örneklerdir. Sergi ile farklı toplulukların geleneksel el sanatlarının farklı türlerinin “bir arada” sunulması gerçekleştirilmiştir. Sergide 120 adet özgün eser ile 15 adet reprodüksiyon fotoğraf yer almıştır. Bu eserlerin ait oldukları koleksiyona göre dağılımı ise şöyledir; “Ege Üniversitesi Etnografya Müzesi: 41 parça (Bütün Balkanlar’dan) Fidan Ailesi Koleksiyonu: 40 parça (Bulgaristan’dan) Mutlu Ailesi Koleksiyonu: 22 parça (Bulgaristan’dan) Değirmendereli Ailesi Koleksiyonu: 14 parça (Makedonya’dan) ODTÜ THBT Koleksiyonu: 4 parça (Karışık)” Sergi, 24 Ekim 2011 günü saat 14:00’de ODTÜ Kültür Kongre Merkezi Sergi Salonu’nda, ODTÜ Mezunları Derneği, Open Society Club ve Ege Üniversitesi Etnografya Müzesi yöneticilerinin katılımlarıyla açılmıştır. Açılışta projeyi temsilen ODTÜ Mezunları Derneği Başkanı Himmet Şahin ile koleksiyonerleri temsilen Ege Üniversitesi Etnografya Müzesi Müdürü Cengiz Aydın birer konuşma yapmışlardır. Sergi 25 Ekim 2012 saat 16:00ya kadar açık kalmış ve eserler ilgi ile izlenmiştir. 51 3.1.4. “Halk Müziği ve Çalgıları Atölye Çalışması” Yrd. Doç. Dr. Cenk GÜRAY “Diyalog için Halkbilimi” Projesi kapsamında 26 Ekim 2011 tarihinde Ankara Kulübü Derneği’nin bulunduğu tarihi Abidin Paşa Köşkünde “Halk Müziği ve Çalgıları” konu başlığı altında bir atölye çalışması gerçekleştirilmiştir. Atölye çalışması, 10.00-13.00 saatleri arasında “teorik” çalışma ile başlamıştır. Bu bölümde Geleneksel Anadolu Müziği Tarihi, Geleneksel Anadolu Müziği Kuramı, Geleneksel Anadolu Müziği’nde Kentli ve Kırsal Üsluplar, Geleneksel Anadolu Müziğinde dönemler ve formlar, yöresel üslup ve repertuar özellikleri, çalgılar ve kavramlar ile ilgili bilgiler verilmiştir. Özellikle Anadolu’daki halk müziği yapıları üzerinde yoğunlaşan atölye çalışmasında Anadolu’da yerleşik olarak bulunan değişik kültürlerden müzik örnekleri dinletilmiş ve katılımcıların soruları cevaplanmıştır. Atölye çalışmasının bu bölümüne çoğunluğunu Bulgaristan’dan gelen katılımcılarının oluşturduğu 25 kişi katılmıştır. Atölye çalışmasının öğleden sonraki bölümü ise icra ağırlıklı gerçekleşmiştir. Çalgı icrası ile ilgili tecrübenin gerekli olduğu bu bölüme Bulgaristan’dan ve Türkiye’den 3’er öğrenci katılmıştır. Çalgılara ve icra üsluplarına yönelik karşılıklı bir tanıtım çalışmasının ardından ortak bir repertuar üzerinde çalışılmaya başlanmıştır. Bu ortak repertuarda Türkiye ve Yunanistan’dan 3 eser yer alırken, Bulgaristan’dan da aynı sayıda eser 52 üzerinde çalışmalar yapılmıştır. Türkiye ve Yunanistan’dan seçilen eserlerde tüm Balkanlar’da ortak olan ritmik ve ezgisel yapılar seçilmiş, Nihavend ve Hicaz makamlarındaki Kasap Havaları ve karşılamalar öncelikle çalışılmıştır. Türkiye ve Yunanistan’dan seçilen 3 adet eser, icracıların nota okuma hızlarının yüksek olması dolayısıyla hızlı bir şekilde öğrenilip, yöresel icra ayrıntıları ile de ilgili kapsamlı çalışmalar yürütülmüştür. Bulgaristan’dan seçilen eserler ise ortak bir müzik kültürüne sahip olmanın getirdiği güce dayalı olan “hafıza” temelli bir çalışma ile öğrenilmiştir. Toplam 2 saat süren bu çalışma oldukça verimli geçmiş, 6 kişilik bu topluluk 6 adet eseri birlikte icra edecek bir seviyeye gelmiştir. Gerçekleştirilen Atölye Çalışması ve konserin en önemli sonucu, Balkanlardaki ortak müzik kültürünün her türlü dinin, dilin, etnik kökenin ve politik ayrımın üzerindeki bir birlikteliği insanlara hatırlatıyor olmasıdır. Ortak kültür temeline dayanan bu birliktelik ise ayrılıkların yerine birlikteliklerin altının çizilmesi gerekliliğinin en önemli sebebidir. 53 3.1.5. “Halk Oyunları Atölye Çalışması” Ümit Serkan SARIOĞLU - Burak KESER Proje kapsamında gerçekleştirilen atölye çalışmalarının ikincisi “Halk Oyunları” başlığı altında 27 Ekim 2011 tarihinde, ODTÜ Türk Halk Bilimi Topluluğu barakasında gerçekleştirilmiştir. Bu Atölye çalışmasında, teorik ve pratik yönlerini ele alacak şekilde, Anadolu ve Balkanlardaki halk dansları üzerine yoğunlaşılmıştır. Teorik ve pratik çalışmalar paralel yürütülmüş, örneklemeler Balkan ve Anadolu dans kültüründeki karşılıklı etkileşime odaklanmıştır. Atölye, ODTÜ Türk Halk Bilimi Topluluğu üyeleri ve Rusçuk Angel Kanchev Üniversitesi Öğrenci Halk Dansları Topluluğu üyelerinin katılımıyla gerçekleştirilmiş, Atölye’nin yürütücülüğünü, ODTÜ mezunu THBT mezun üyesi Ümit Serkan Sarıoğlu üstlenmiştir. Çalışma sabah 09:30-12:30 saatleri arasında gerçekleştirilmiştir. 54 Atölye’nin teorik çalışma kısmında, öncelikle dans ve halk danslarının tarifi üzerinde durulmuştur. Daha sonra, konularına ve dans karakteristiklerine göre Anadolu’daki halk dansları tanıtılmış, bunların Anadolu coğrafyası üzerindeki dağılımları gösterilmiştir. Anlatılan dans karakteristiklerinin özellikleri incelenmiş, örnekler verilerek dans kültürlerindeki ortak noktalar araştırılmıştır. Teorik çalışma kısmında son olarak, otantik ve stilize performanslardan derlenmiş görüntüler gösterilmiş ve anlatımlar bu görüntüler üzerinden değerlendirilmiştir. Çalışmanın pratik bölümünde ise tüm katılımcılar daha önceden belirlenmiş olan üç halk dansını birlikte çalışmıştır. Çalışılan iki oyun ODTÜ THBT’li katılımcılar tarafından, bir oyun ise Rusçuk Angel Kanchev Üniversitesi Öğrenci Halk Dansları Topluluğu üyeleri tarafından gösterilmiştir. Oyunlara karşılıklı olarak hızlı bir şekilde adapte olunması ve birlikte uzun yıllardır çalışılıyormuş gibi başarılı bir performans sergilenmesi, ortak kültürün birikimlerine bağlanabilir; aynı zamanda dansın evrensel ortak bir dil olduğunu göstermektedir. Bu atölye çalışmasıyla, projeye katılan iki grubun kaynaşması sağlanmış; projenin, gruplar arası iletişim ağının kurulması ve folklorik çalışmalarda kazanılan becerilerin paylaşılması amaçlarına eğlenceli bir çalışma ve öğrenme ortamıyla katkı sağlanmıştır. 55 3.1.6. “Komşu Danslar ve Ezgiler Gösterisi” Burak KESER Proje kapsamında, 27 Ekim 2011 tarihinde, ODTÜ Koleji Kültür ve Kongre Merkezi’nde “Komşu Danslar ve Ezgiler” gösterisi gerçekleştirilmiştir. Gösteri hazırlıkları, proje ekibi ve ODTÜ Türk Halk Bilimi Topluluğu üyeleri tarafından erken saatlerde başlayan çalışmalarla tamamlanmış, gösteri salonu, provalara ve gösteriye uygun hale getirilmiştir. Teknik düzenlemelerin tamamlanması ve gösteri yapacak grupların provalarının ardından, gösteri planlanan saati olan 20:00’de başlamıştır. Gösteri boyunca tüm anonslar Türkçe ve Bulgarca yapılmıştır. Gösteri, 23 Ekim 2011 tarihinde meydana gelen Van Depremi’nde hayatını kaybedenler için bir dakikalık saygı duruşuyla başlamıştır. Ardından, ODTÜ Türk Halk Bilimi Topluluğu üyelerinden oluşan Halk Müziği grubu, Anadolu ve Trakya’nın farklı bölgelerinden seçtikleri ezgileri, kendilerine özgü düzenlemelerle sunmuştur. Müzisyenlerin birbirleriyle olan uyumları ve icra başarıları izleyenlerin beğenisini kazanırken, halk müziğinin farklı formlarında seçilen eserlerle renkli bir örneklem sergilenmiştir. 56 Halk müziği dinletisinin ardından, Rusçuk Angel Kanchev Üniversitesi Öğrenci Halk Dansları Topluluğu sahne almış, gerek hareketli dansları gerekse de seslendirdikleri halk türküleriyle salonda bir Balkan havası estirmişlerdir. Topluluğun gösterisinde sahne performansı ve koreografi öne çıkmış, yaklaşık 45 dakika süren gösterinin farklı bölümlerinde Bulgaristan’ın farklı bölgelerinden seçilen kostümler ile danslar sergilenmiştir. Topluluğun müzik grubu gösteri sırasındaki tüm müzikleri canlı olarak icra etmiş, otantik icraları ve enstrüman hâkimiyetleriyle tüm katılanların beğenilerini toplamışlardır. Rusçuk Angel Kanchev Üniversitesi Öğrenci Halk Dansları Topluluğu’nun gösterisinin ardından, ODTÜ Türk Halk Bilimi Topluluğu üyelerinden oluşan Hakkâri Halk Oyunları ekibi sahne almıştır. Hakkâri bölgesinin karakteristik halk oyunlarını, kendilerine özgü müzik ve sahne düzenlemeleriyle başarıyla sunan ekibin ardından gösterinin ilk bölümünün sonuna gelinmiş ve on dakikalık bir ara verilmiştir. Gösterinin ikinci bölümü, proje kapsamında gerçekleştirilen ve yürütücülüğünü Dr. Cenk Güray’ın yaptığı “Halk Müziği ve Çalgıları” başlıklı atölye çalışmasının sunumu ile başlamıştır. ODTÜ Türk Halk 57 Bilimi Topluluğu ve Rusçuk Angel Kanchev Üniversitesi Öğrenci Halk Dansları Topluluğu müzisyenlerinden oluşan grup, bir gün öncesinde “Halk Müziği ve Çalgılar Atölye Çalışması” sırasında birlikte çalışarak ortaya çıkarttıkları ürünleri yani ortak ezgileri, üzerinde yoğunlaştıkları repertuarı, doğaçlamalarla destekledikleri bir müzik anlayışı ile başarılı bir şekilde icra etmişlerdir. “Halk Müziği ve Çalgıları” atölyesinin sunumunun ardından, ODTÜ Türk Halk Bilimi Topluluğu Kırklareli halk oyunları ekibi sahne almış, ekip başarılı dans performansları ve özgün koreografileriyle izleyenlerin ilgi ve beğenilerini toplamıştır. Gecenin son gösterisinde yürütücülüğünü Ümit Serkan Sarıoğlu’nun yaptığı “Halk Oyunları Atölyesi” katılımcıları sahne almış, atölye çalışmaları sırasında çalışılan danslar toplu olarak sergilenmiştir. Dans müziklerini canlı olarak icra eden grup, yine ODTÜ Türk Halk Bilimi Topluluğu müzisyenleri ve Rusçuk Angel Kanchev Üniversitesi, Öğrenci Halk Dansları Topluluğu müzisyenlerinden karma olarak oluşturulmuştur. Sahnedeki uyum, kostümlerin renkliliği ve çeşitliliği, iki grubun oluşturduğu sinerji ile proje amacına uygun bir final yapılmış, izleyicilerin alkışları ile gösteri bölümü bitmiş, katılımcılara verilen plaket ve armağanlarla gecenin sonuna gelinmiştir. 58 59 3.2. Proje Çerçevesinde Rusçuk’ta Yapılan Etkinlikler Gülin ONAT BAYIR - F. Nesrin ERGİN Proje çerçevesinde 2011 Ekim ayında gerçekleştirilen “Ankara Etkinlik Haftası”ndan sonra 22-24 Nisan 2012 tarihleri arasında da Bulgaristan’ın Rusçuk şehrinde “Rusçuk Etkinlik Haftası” düzenlenmiştir. Türk ve Balkan kültüründe folklora dayalı ortak değerlerle karşılıklı olarak diyaloğu geliştirme ve farkındalığı arttırma amacını taşıyan “Diyalog için Halkbilimi” projesi kapsamında Rusçuk’taki ilk etkinlik, 22 Nisan 2012 tarihinde Rusçuk şehrinin Ivanovo köyünde yapılan alan çalışması ile başlamış ve bu çerçevede bu köye bir gezi düzenlenmiştir. Ardından 23 -24 Nisan 2012 tarihlerinde “Balkanlar ve Türkiye’de Halk Kültürü” konulu bir konferans düzenlenmiştir. Konferans Rusçuk Vali Yardımcısı ve Angel Kanchev Üniversitesi Rektör Yardımcısı, konuşma yapmışlardır. Konferansa Bulgaristan’dan 4 Türkiye’den 3 bildiri ile katılım olmuştur. 60 Rusçuk Etkinlik Haftasında her iki ülkenin genç öğrencilerinin ortak gösterileri, birbirleri ile iletişimleri, Ivanovo Belediyesi’ne bağlı köylerde yaşayanların düzenlediği etkinlikler ve sundukları yöresel yemeklerdeki ortak yanlar, konferansta halk müziğinden, halk inanıcına bu coğrafyada yaşayan halkların birbirlerine aktardıkları kültürel değerlere yapılan vurgular, Balkanlarda halk bilimsel değerler ile ülkeler arasında diyaloğun gelişebileceği ve sürdürülebileceği proje amacının güçlülüğünü ifade edecek şekilde somutlanmıştır. 3.2.1. Ivanovo Köyü Alan Çalışması Gezisi 22 Nisan 2012’de Ivanovo’da düzenlenen etkinlik, yine Rusçuk şehrine bağlı Koşov Köyünün, Aziz John Günü’nde düzenledikleri 61 töresel ve dinsel “Camal” oyunu yani ritüeli düzenlenerek başlatılmıştır. Köylü erkeklerin maskeleriyle yer aldığı “Camal” oyununda hayvan şeklinde ‘Tatuncho’ adlı kukla oynatılmıştır. Camal oyununda maskeli köylü erkekler, “Aziz John Günü’nde köylülerin evlerini ziyaret eder, birbirlerine vurmak ve değişik sesler çıkartmak amacıyla kullandıkları tahta kılıçlarla dans ederler. Zaman içinde bu maske oyunu güçlü eğlence fonksiyonlarını korumuş olsa da yavaş yavaş ritüel yapısını kaybetmiştir. Burada belirtmek gerekir ki “Camal” ritüelinin farklı varyantları Trakya’da da görülmektedir. Ankara etkinlikleri kapsamında Fevziye 62 Köyü’nde sergilenen deve oyununda da oyunu düzenleyen köy erkekleri bu oyunu eğlence için yaptıklarını vurgulamışlardı ve oyunun ritüel yapısı hakkında da bilgi sahibi değillerdi. Fevziye Köyünde sergilenen “Deve Oyunu” da sadece erkekler tarafından oynanır. Oyundaki iki kadını da erkekler oynar. Deve kişiler tarafından canlandırılır. Köyün evleri ziyaret edilir, evlerden yiyecek toplanır, toplanan yiyecekler köyün gençlerine hediye edilir. Tüm bu benzerlikler, kültürel etkileşimi ve ortak değerlerin paylaşımın da bir göstergesi olarak yorumlanabilir. Ivanovo’daki etkinlik, Kadınlar Korosu ile genç kızların ve çocukların gösterileri ile devam etmiştir. Kadınlar Korosu Bulgaristan yöresel müziğinin en güzel örneklerini sunmuştur. Yöresel giysiler içindeki koristler gülümseyen ve sıcak davranışları ile bizlerle yakın iletişim kurmuşlardır. Ivanovo ve çevre köylerden katılımın yoğun olduğu etkinliğe ODTÜ – THBT Denizli Yöresi halkoyunları ile katılmıştır. Gösteriye başlamadan önce yöre ve oyunlar üzerine kısa bilgiler verilmiştir, böylece Bulgar halkının izleyecekleri dansların geçmişi hakkında fikir sahibi olmaları sağlanmıştır. Denizli Yöresi halkoyunları ilgiyle izlenmiş ve yoğun alkış almıştır. Sahne etkinliği süresince izleyicilerin Proje ve Ankara Etkinlikleri Haftası hakkında bilgilendirilmesi için sunum materyali sahnenin yanında projeksiyondan gösterilmiştir. Ivanovo Belediye Başkanı etkinliğin açılışını yapmış ayrıca Türkiye’den gelen proje ve iştirakçi temsilcileri ile görüşmelerde bulunmuştur. 63 Georgi Milanov Ivanovo Belediye Başkanı “Değerli konuklar, Ivanovo belediyesi yöneticileri adına eşsiz doğa güzellikler ve zengin tarih eserleri bir arada bulunduran bu güzel Bulgaristan bölgesine hoş geldiniz diyoruz! Çok seyrek rastlanan hayvan ve bitki zenginliğinden dolayı, Milli Doğa Parkı ilan edilen Rusenski Lom nehrinin vadisinde bulunmaktayız. Belediye sınırlarında Tuna nehri vadisinin en güzel ve mükemmel bölümleri bulunmaktadır. Tarihi bakış açısından, bu yöre için ilk bilgiler Millattan önce 12. yüzyılda Trakların buralara yerleşmesiyle başlamaktadır. Yüzyıllar boyunca burada müstahkem şehirler, kaleler, kuleler ve manastırlar var oldu. Buradan birkaç kilometre uzaklıkta UNESCO tarafından arkeolojik açıdan değerli anıt olarak koruma altına alınan Ivanovo Kaya Kiliseleri vardır. 64 Biz, İvanovo’nun çağdaş halkı bu doğa ve tarihi zenginliğinin mirasçısı olduğumuzdan çok mutluyuz. Bu adet ve gelenekleri korumak ve kendilerine yeni bir hayat aşılamak bizim görevimizdir. Folklor da Bölgemizin eşsiz avantajlarından biridir ve bunu kendiniz de görme imkânınız olacaktır. Tüm bunları uzaktan ve yakından yanımıza gelen dostlarımızla paylaşmak bizi çok mutlu etmektedir. Eminiz ki, farklı kültürlerle temas kurarak, bayramlarımızı beraber kutlayarak, hepimiz daha zengin olmaktayız. Bu kültür bayramımızı paylaşmak için, İvanovo belediyesini seçtikleri için, Ankara Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mezunları Derneği’ne ve Ruse Açık Toplum Kulübü’ne candan teşekkür ediyoruz. Konferansa ve Diyalog için Halk Bilimi proje temsilcilerine başarılar diliyorum. Hoş geldiniz değerli konuklar.” 65 3.2.2. “Balkanlar ve Türkiye’de Halk Kültürü” Konferansı 23 -24 Nisan 2012 tarihlerinde düzenlenen “Balkanlar ve Türkiye’de Halk Kültürü” konulu konferansın açılış töreninde Rusçuk Vali Yardımcısı ve Angel Kanchev Üniversitesi Rektör Yardımcısı konuşma yapmışlardır. Konferans açılış konuşmaları ise sırasıyla şöyledir; 66 Stefko Burciev Bulgaristan Cumhuriyeti, Ruse Vali Yardımcısı “Sayın Baylar ve Bayanlar, İlk önce, Ruse İli’nin iki ilçesinde gerçekleşen “Diyalog için Halk Bilimi Projesi”nin etkinliklerine katılma davetinizden dolayı, teşekkür etmek istiyorum. Bulgaristan ile Türkiye halkları arasında ilişkiler farklı dönüm noktalarının damgasını, izlerini taşıyor ve çok katmanlıdır. Buna rağmen, bu karmaşık yaşam mozaiğin çok önemli noktası olan bir unsuru da Halk Bilimidir. Yıllardır bir arada yaşamakla birlikte iki topluluk birbirinden de etkilenmiştir. Bu da kaçınılmaz bir şekilde, farklı bayram kutlamalarında yansıması görülen, kültürlerin değişimine yol açmaktadır. Dinlerin farklı olmasına rağmen, Bulgarlar ile Türklerin ortak ya da benzer töre ve gelenekleri tesadüf değildir. Karşılıklı bir kültürel bilinç oluşturmak, toplumların yakınlaşma ve önyargı ile klişelerden kaçınma yollarından biridir. Bu anlamda, bu etkinlikleri gerçekleştirdiğinizden, bir birimiz hakkında daha bilinçli olmak imkânını sağladığınızdan dolayı, sizleri tebrik eder, memnuniyetimizi bildirmek isteriz. Bugün bilim için sınırlar yoktur, bundan faydalanmalıyız! Saygılarımla”. 67 Himmet Şahin ODTÜ Mezunları Derneği, Yönetim Kurulu Başkanı “Sayın Vali, Sayın Rektör Yardımcısı, Bulgaristan ve Türkiye’den Konferansımızda sunum yapacak sayın konuşmacılarımız, Proje ortağımız Open Society Club’ın Saygıdeğer Temsilcileri, Sayın Konuklar, “Diyalog için Halk Bilimi Projesi”ne büyük katkı sunan siz değerli dostlarımız ile Ankara Etkinlik Haftası’nın devamı olarak Rusçuk Etkinlik Haftası kapsamında “Türkiye ve Balkanlar’da Halk Kültürü” başlıklı konferansımızı gerçekleştiriyor olmaktan büyük mutluluk duyuyoruz. Birçok ortak kültürel değere sahip Balkan ülkelerinde, Halk Bilimi alanındaki çalışmalara etkin katılan gençler ve halk bilimi ile ilgili çevreler arasındaki etkileşim ve yakınlaşmayı, karşılıklı anlayış ve hoşgörüyü arttırmak ve kültürel etkileşimi geliştirmek amacıyla için Halk yürütülmekte Bilimi” projesi olan “Diyalog kapsamındaki konferanslarımız ile projemizin kuramsal alt yapısı güçlenmektedir. Sayın Konuklar, Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Mezunları Derneği olarak, Üniversitemiz ve Üniversitemizin bir öğrenci kulübü olan Türk Halk 68 Bilimi Topluluğu’nun (THBT) mezun ve öğrencilerinin özverili çabaları ile “Diyalog için Halk Bilimi” projesini yürütmekteyiz. ODTÜ-THBT’li mezunlarımız kendi aralarındaki birlikteliklerini bugün THBT üyesi öğrencilerden güç alarak pekiştirmektedirler. Üniversitemizin ilk topluluklarından olan THBT geçen yıl 50.yılını kutladı. Halkbilimi alanındaki 50 yıllık birikimi ile “Diyalog için Halk Bilimi” projesini hazırladı. Bu proje ile ODTÜ –THBT halkbilimi alanında, halk oyunlarından halk müziğine, halk el sanatlarından alan araştırmalarına değin yürüttüğü çalışmalarını uluslararası bir düzeye taşıdı. Gençlerimiz, el ele oynadığı oyunların, seslendirdiği ezgilerin, kilimlerdeki motiflerin, giysilerdeki işlemelerin, boncukların, mendildeki oyaların insanlığın kültürel mirası olduğu bilincindedirler. Kültürel miras, toplumların uzun yıllar içinde bir arada yaşayarak kendi kültürel renklerini katarak oluşturdukları bir birikimdir. Bu birikimde hoşgörü vardır, bu birikimde halkların sevinci ve hüznü vardır, bu birikimde atasözleri, maniler vardır, bu birikimde halkların birbirleri ile anlaşabileceği ortak motifler ve dil varır. THBT’li gençlerimiz bu birikimin peşine düştüler, projemizin Ankara Etkinlikleri Haftasında, Halk Oyunları, 69 Halk Müziği ve Çalgıları Atölye çalışmalarında Rusçuk Angle Kanchev üniversitesinden arkadaşları ile bir arada dans ettiler, ezgilerini paylaştılar. Rusçuk’a da konferansımızın yanında bir arada türkü söylemeye ve dans etmeye geldik. Bizler Derneğimiz, Üniversitemiz, öğrencilerimiz ve saygıdeğer ortağımız ve iştirakçilerimiz ile bir arada bu projeyi yürütüyoruz. Sayın Konuklar Anadolu’muzda bir deyim vardır “bir elin nesi var iki elin sesi var”. Projemizin yürütülmesinde, Ankara Etkinlik Haftasında ve Rusçuk Etkinlik Haftasında bu deyimi hayata geçirdik. Konferans, sergi, atölye çalışmaları, gösteri ve alan gezisi uygulamaları birçok kişi ve kurumun katkısıyla gerçekleşti ve gerçekleşiyor. Bulgaristan’dan ve Türkiye’den birçok kişi ve kurumun bu projeye katkısı oldu. “İki elin sesi” bu katkılarla daha da güçlü çıkmakta. Türkiye ve Bulgaristan’dan, Üniversiteler, Bilim İnsanları, Üniversite öğrencileri, kurumlar, sivil toplum kuruluşları, alan gezisi gerçekleştirdiğimiz Fevziye ve Ivanovo köylüleri çok değerli katkılarını sundular. “İki elin sesi” bu nedenle çok güçlü oldu /olacak. Konferansımızda, Saygıdeğer konuşmacılarımız, Balkanlar ve Türkiye’nin halk kültür değerlerini bir kez daha sizlere Balkanlardaki somut olmayan kültürel mirasımızdan Balkanlardaki göçmen müziğine, Nevruz ve Hıdırellez kutlamalarından halk dininin senkretik motiflerine çeşitli konulardan oluşan bildirileri ile bizleri bilgilendirecektir. 2 gün sürecek olan konferansımız yarın akşam konser ve halk oyunları gösterisi ile bir kez daha bizleri projemizin adı olan Diyalog için Halk Biliminde buluşturacaktır. Saygıdeğer konuklar, tekrar hoş geldiniz ve katkılarınız için teşekkür ediyoruz. Saygılarımla,” 70 Yapılan açılış konuşmalarının ardından Rusçuk’ta düzenlenen Konferansa Bulgaristan’dan 4, Türkiye’den 3 bildiri ile katılım olmuştur. Rusçuk Tarih Müzesi Müdürü Doç. Dr. Nikolay Nenov “ Rusçuk Bölgesinde Yaşayan İnsan Hazineleri” adlı bildirisinde, UNESCO’nun ‘Yaşayan İnsan Hazineleri’ programında Bulgaristan adına UNESCO’nun Dünya kültür listesine kayıt olacak beş aday arasından üç tanesini, *Ruse’ye bağlı Koşov köyünün maskeli geleneği ’Camal’ ritüelini, *Razgrad ilinin Yuper Köyü’nün ‘Buentsi’ler, ‘Lazaruvane’ kızlar geleneğinin – henüz ergenlik çağına girmiş kızların sosyalleşme şeklini gösteren ritüelini, *Belli bir grup ya da belli bir yerel gelenek üzerinde durmadan “erkekler grubunun söylediği Noel şarkıları”nın temel bileşenlerini ve zaman içinde korunmuş olmasını ve bu konularda yapılan araştırmalara değinmiştir. Diğer bir konuşmacı Rusçuk Tarih Müzesi Uzmanı Desislava Tiholova da “Hasat Türküleri – Yaşayan Bellek” adlı bildirisinde, hasat türkülerinin Hıristiyanlık öncesi dönemden kalan bir canlı bellek 71 olduklarını vurgulamıştır. Bu türkülerin tarımsal üretim ve güneş kültü ile ilişkili oldukları, içerik ve şekilleri ile tüm coğrafyada tanınabilir oldukları, melodik ve ritmik yapılarının olması, türkülerin gün–gece çerçevesinde farklı zaman kesitinde söylenmesi ile ayin türkülerine yaklaştıklarını örneklerle belirtmiştir. Bulgaristan Bilim Akademisi, Folklor ve Etnoloji Enstitüsü’nden Prof. Mila Santova “Balkan Ülkelerinde Somut Olmayan Kültür Mirası” konulu bildirisinde UNESCO dünya listelerinde yer alan Balkan Ülkeleri, Somut Olmayan Kültür Mirası unsurları üzerindeki görüşlerini aktarmıştır. Bulgaristan Bilim Akademisi, Folklor ve Etnoloji Enstitüsü’nden Doç.Dr. Nataliya Rashkova da, “Balkan Göçmenlerinin Geleneksel Müzik Kültürü” konulu bildirisi ile 19.yy sonu ve 20.yy başında tarihi olaylar ve savaşlar sırasında Bulgaristan’a göç etmiş, göçmen ve mültecilerin (Anadolu ve Trakya Bulgarları adıyla geçmektedirler) yaşadıkları köy ve şehirler ile son yıllarda Bulgaristan’dan Türkiye’de Doğu Trakya ve özellikle Edirne’ye göç eden göçmenler arasında Balkanların yerel müzik kültürü, müzik kimliği ve göçmenlik süreçleri özelinde yapılmış araştırmaları sunmuştur. 72 ODTÜ – THBT kurumsal grubu öğrencileri konferans için “Anadolu’da Geleneksel Bahar Kutlamaları bağlamında Hıdrellez Geleneği ve Fevziye Köyü Örneği” konulu bildiriyi Fevziye Köyünde alan araştırması yaparak hazırlamış ve sunmuşlardır. Indiana Üniversitesi emekli öğretim üyesi Prof. Dr. İlhan Başgöz “Dünya’da ve Bulgaristan’da Nevruz Kutlamaları” konulu bildirisinde Nevruz kutlamalarını Dünya, Bulgaristan ve Türkiye’deki pratiklerden yola çıkarak örneklemiş ve tanıtmıştır. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Tayfun Atay da “Anadolu’dan Balkanlar’a Halk Dini’nin Senkretik Motifleri” konulu bildirisinde Anadolu ve Balkanlar’da farklı halkların inanç üzerinden düşmanca ayrışmasını değil, dostça sarmaşmasını sağlayan ‘senkretizm’in mantığı ve halen süregelen işleyiş dinamiğini tartışmaya açmıştır. Konferans etkinliği sonrasında Proje grubu ve iştirakçi temsilcileri Angel Kanchev Üniversitesi Rektörlüğü’nün daveti üzerine Üniversiteyi ziyaret etmiştir. Proje çerçevesinde kurulan öğrenciler arası diyaloğun sürekliliği üzerinde görüş birliğine varılmıştır. 73 3.2.3. “Komşu Danslar” Gösterisi ve Konser “Komşu Danslar ve Ezgiler Gösterisi” Rusçuk’ta Ruse Military Club’da yapılmıştır. Angel Kanchev Üniversitesi Halk Dansları grubu, Bulgaristan ve Balkan ezgileri eşliğinde bir gösteri sunmuşlardır. ODTÜ Türk Halk Bilimi Topluluğu Müzik Grubu, Anadolu ve Balkan türkülerinden örneklerle Karadeniz ve Denizli yöresi halk oyunlarını sergilemişlerdir. Ayrıca Angel Kanchev Üniversitesi’ne Türkiye’den giden ve halk oyunları çalışan öğrencilerden küçük bir grup Karadeniz yöresi halk oyunlarını sunmuşlardır. 74 75 76 ankara ve rusçuk balkanlar ve türkiye’de halk kültürü konferansı bildirileri 77 4.1. ANKARA’DA DÜZENLENEN “BALKANLAR VE TÜRKİYE’DE HALK KÜLTÜRÜ” KONFERANSINDA SUNULAN BİLDİRİLER 4.1.1. YUNANİSTANDA VE TÜRKİYE’DE AŞK HİKÂYELERİ (ROMANS) ÜZERİNDE MUKAYESELİ BİR ARAŞTIRMA Prof. Dr. İlhan BAŞGÖZ Emekli, Indiana University Avrupa, Orta Doğu, Türkiye ve Yunanistan, Kafkasya ve Orta Asya gibi ülkelerde ortak bir aşk hikâyesi (romans) geleneği vardır. Fransızlar, Chant Fable, İspanyollar Cante Fable, İngilizler Romance veya Romantic Epic, Yunanlılar Roman D’amour, İranlılar ve Araplar Mesnevi, biz Türkler de Hikâye veya Aşk hikâyesi diyoruz. Bu aşk hikâyelerinin ortak özelliği genç bir kadınla bir erkeğin aşklarını ve maceralarını anlatmasıdır. Destan çağında nasıl bir kahramanın bencil olmayan savaşları idealize edilmiş ve bu kahramana adeta tapınılmışsa, romans çağı diyebileceğimiz bu çağda da idealize edilen bir kadına tapınılmış ve onun aşkı uğruna sayısız tehlikelere girilmiştir. Batı’da romans türü 11.yüzyılda kahramanlık destanları kaybolduktan sonra ortaya çıkmıştır ve bunların çoğu manzum olan aşk hikâyeleridir. Romansın yazarı genellikle bilinen bir insandır, çok defa bir Troubadour. Ancak, Fransız aşk hikâyesi “Aucassin et Nicolette” gibi bazılarının yazarı bilinmez. Hatta bir romansın iki yazarı olduğu bile görülür. Fransız aşk hikâyesi Roman de la Rose böyle bir hikâyedir. Guillaume de Lorris, bu hikâyenin 4058 dizesini yazdıktan sonra ölmüş, eseri Jean de Meun tamamlamıştır. Ortaçağ aşk hikâyeleri,Avrupa’da birbiri ile yakından ilişkili iki biçimle ortaya çıkmıştır: Yazılı ve sözlü. Sözlü hikâyeler kayda geçmemiş olduğu için elbet yaşamamıştır. Ancak, yazılı romanslarda öyle ifadeler ve sözlü formüller var ki, bunlar türün daha evvel sözlü anlatıldığını açıkça göstermektedir. 13, yüzyılın başlarında yazılan, bizim hikâyeler gibi n azım ve nesir karışımı olan Aucassin et Nicolette, okuyucuya şöyle taktim edilir : “Onlar şöyle söylerler ve şöyle anlatırlar ki” 78 Bu giriş formülündeki “onlar”ın kim olduğu Avrupalı bilginler arasında ciddi tartışmalara neden olmuştur. Hâlbuki Türk ve Iran hikâyeleri bilinseydi, bu ifadenin hikâyeyi daha evvel anlatanlara işaret olduğu kolayca anlaşılacaktı. Bizim hikâyelerimizin bir kısmı şöyle başlar: “Raviler şöyle rivayet ve böyle hikâye ederler ki.” Yani hikâyeyi daha evvel anlatanlar şöyle söyler, şöyle anlatırlar ki! Bu ifade kesinlikle sözlü anlatıma işarettir. Romansın, yazıya geçmeden evvel sözlü anlatıldığına başka bir işareti Havelock adlı hikâyede buluruz. Bu hikâye de seyirciye şöyle bir hitapla başlıyor: “Dinleyin iyi insanlar, hanımlar, genç kızlar! Ben size hiçbir zaman at sırtına binmeye gerek duymayan dünyanın en güçlü adamı Havelock’un hikâyesini söyleyeceğim Ama evvela benim kadehimi doldurun, işte hikâyemiz başlıyor, İsa Babamız bizi cehennemin ateşinden korusun. Benedicamus Domino.”(Loomis and Hibbard, 1957:288.) Bu giriş kuşkusuz sözlü anlatımdan kalmadır. Romans türünün uluslararası bir yaygınlığı vardır. Gerçi, Batı’daki Ortaçağ bilginleri arasında fazla bir ilgi uyandırmamıştır, ama Romans, aşk hikâyesi türü Ortadoğu’da Araplar, Türkler, İranlılar, Kafkasya’da Gürcüler, Asya’da Çinliler, Afganlar, Hindistan Moğolları arasında bilinir. Romans İran’da, Avrupa’dan çok önce, 7 inci yüzyılda ortaya çıkmış, ondan sonra başka ülkeler de Romans türünü tanımıştır. Ortadoğu’ da köylü feodal topluğu daha uzun ömürlü olduğu için romans türü Batı’ya göre daha uzun yaşamış ancak 19. yüzyılın ikinci yarısında Batı tipi roman bu bölgede tanınınca aşk hikâyeleri geleneği de son bulmuştur. Türkiye’de ise 1982’lere kadar âşıklar, özellikle Doğu Anadolu kahvehanelerinde bu hikâyeleri anlatmaya devam etmişlerdir. Özellikle televizyonun kahvelere ve evlere girmesinden sonra halk hikâyeleri artık anlatılmaz olmuştur. Romans türünün Avrupa’da ortaya çıkmasında ve yayılıp tutunmasında Troubadour lirik şiirinin, Celt mitolojisinin, Arap ve Roman edebiyatının rolü etraflıca tartışılmıştır. Romans türüne dış 79 etkiler nereden ve nasıl gelirse gelsin, türün ortaya çıkması ve yaşaması için hayati önem taşıyan yaratıcı sanatçı ve dinleyici dışardan ithal edilemez. O vakit romans, Vinaver’in ileri sürdüğü gibi 12.yüzyılda Avrupa’da, hem din adamlarının, hem aydınların dünyasını derinden etkileyen sosyal değişimin eseri olmalıdır (Vinaver). Avrupa’daki bu büyük sosyal değişmede Doğu’da seyahat, Arap ve Türk dünyası ile ticaret ve savaşlar gibi tarihsel nedenlerin rolü de inkâr edilemez. Avrupa’da romansı yaratan Troubadour’ların İberik yarımadası yolu ile Fransa’ya geçen, Arap lirik şiirlerinin etkisinde kaldıkları, haklı olarak ileri sürülmüştür. Hatta Hint-Avrupa dillerinin hiçbirinde karşılığı veya benzeri bulunmayan “Troubadour” adının bile Arapça Taraba, türkü söylemek eyleminden türediği belirtilmiştir (Menocal 1987: IX-XV). Ben bu konuşmamda, bu geniş romans coğrafyasından sadece Yunan ve Türk aşk hikâyeleri üzerinde mukayeseli bir araştırma sunacağım. Bütün Ortadoğu’yu kapsamadığı için bu, eksik bir karşılaştırma olacaktır. Ancak, bütün Ortadoğu memleketlerini ve Yunanistan’ı da içine alan böyle bir çalışmayı daha evvel yayınladığım için ilgililer “Orta Doğu ve Yunanistan’da Romans Geleneği” başlığını taşıyan bu çalışmayı Folklor/Edebiyat Dergisi’nin 2004’te yayınlanan 39. sayısında bulabilirler. Yunan Ortaçağı beş aşk hikâyesi (Roman d’amour) tanımıştır. Bunlar Kalimachos and Chrysorrhoe, Belthandros and Chrysantza, Livistros and Rhodamne, Florios and Platziaflora, and Imberios and Margarona adlı aşk hikâyeleridir. Bu hikâyeler 13. ve 15.yüzyıllar arasında, Doğu Anadolu’da Türklerin elinde bulunan bölgelere yakın bir yerde yaratılmış ve yazıya aktarılmıştır. Dilleri halk dilidir, Bizans kültüründe verse politik denen 15 heceli bir vezinle yazılmıştır, ama yazarları bilinmemektedir. Bu aşk hikâyeleri bize, bir prensin (Kral 80 oğlunun) aşk maceralarını anlatır. Prensimiz şahane bir kalede gördüğü bir güzele sevdalanana kadar, âşık olmamış, aşk tanrıçası Eros’u tanımamıştır. Prens aşka düşer ama sevgilisine hemen kavuşamaz. Uzun ve tehlikeli maceralar, sevdalı çiftleri birbirinden ayırır. Ayrılık ne kadar uzun olursa olsun âşıklar, birbirine sadık kalır, ne erkek daha güzel bir kadına gönlünü kaptırır, ne kız daha güçlü bir prense teslim olur. Bu aşk hikâyelerinin hepsi mutlu bir sonla biter, sevdalılar kavuşur ve prens babasının tahtına oturur. Özellikle Yunan bilim adamları bu aşk romanlarının kökeni hakkında biraz farklı da olsa, benzer görüşler ileri sürmüştür. Agapidos’a göre “Bizans aydınları arasında artan din dışı bir kültür arama eğilimleri (secularization) ve Malazgirt savaşından sonra ortaya çıkan yeni bir kişilik arayışı bu aşk romanlarının doğuşundaki etkenlerden biridir” (Agapidos 1992). Manoussakas’a göre: “Bütün Yunan aşk hikâyeleri Frank istilaları ve Haçlı seferlerinin neticesinde, Batı kültürü ile Şövalye ruhunun birleştiği Yunan topraklarında doğmuştur (Manoussakas: 70). Gidel bu Batı kültürü etkisini daha ileri götürerek diyor ki: “Bütün Yunan aşk hikâyeleri eğer Fransız orijinallerinin tercümesi değilse, onların taklitleridir (Gidel:195-196). Yunan Halk masalları ve efsaneleri (Manoussakas:8), Rodos ve Girit halk türküleri (Lambros:LXIII- LXXXVII) nihayet Bin Bir Gece Masalları gibi doğu etkileri de (Manoussakas:81-82) bu aşk hikâyelerinin kaynakları arasında gösterilmiştir. Bizans aşk romanlarının kökeni üzerinde yapılan araştırmalar metinlerde bulunan motif ve epizot benzerliklerine dayanıyor. Araştırıcılar bu romansların belli bir tarihte, belli bir biçimsel yapıda, belli çerçevesi olan bir tür olarak incelemiyor. Folklor araştırmaları göstermiştir ki, bir motifin, bir epizotun 81 bir eylemin tarihte ve coğrafyada kökenini bulmak olanaksızdır. Bu folklor elemanları eğer uluslararası folklorda yoksa bile ki çok defa vardır, bütün Ortadoğu kültürlerinde de bulunur. Bundan başka, hangi sebepten olursa olsun araştırıcılar, hemen hemen aynı tarihlerde Anadolu’da ve İran’da anlatılan benzer aşk hikâyeleri üzerinde durmamıştır. Türk halk hikâyelerinin doğuşu, Âşık dediğimiz sanatçı tipinin hayatı ve şiiri ile sıkı sıkıya bağlıdır. Çünkü bu hikâyeleri yaratanlar, bu yaratma işine kendileri tasnif etmek diyorlar, gösterime getirenler ve yaşatanlar âşıklardır. Bu hikâyelerdeki şiirler âşıkların yarattığı şiirlerdir. Bundan başka hikâyelerimizin kahramanları da bir âşıktır. Hikâyenin konusu ise çok defa bir aşığın gerçek veya efsaneleşmiş hayatı üzerine kurulmuştur. Çok defa diyorum, çünkü bunlar arasında tarih olaylarını, hayattan alınan bir cinayeti veya felaketi konu alan hikâyeler de vardır. Saz çalıp şiir söylemeyi âşıklığın en önemli göstergesi sayarsak hikâyenin kadın ve erkek kahramanlarının hepsi, doğaçlama şiir söyleme yeteneği olan, saz çalıp türkü de söyleyen insanlardır. Bu yetenek bütün kahramanlar için o kadar önemlidir ki, at üstünde yanında sazı olmayan kahraman erkekse eline bir değnek alarak onu saz gibi kullanır, kadınsa 12 örük saçını sinesine basar saz eyler. Bunun için hikâyelerimizin doğuşu ve yayılması âşık dediğimiz sanatçı tipini incelemeden anlaşılmaz. Kültür tarihimizde Âşık ve onun eseri olan hikâyenin ortaya çıkması, 15.yüzyıldan sonra Anadolu’da kahramanlık destanlarının kaybolmasıyla meydana gelmiştir. Göçebe Türk toplumunun edebiyat türü olan Destan, çoğu göçebe olan Türkler 11. yüzyılda Anadolu’ya gelip yerleşik köylü toplumuna evrilince yaşamamıştır. Çünkü göçebe toplumunda savaş sadece bir korunma vasıtası değildir. Göçebe toplumunda savaş bir hayat gereğidir. Ekonomisi büyük ölçüde savaşlarla elde edilen ganimete dayanan göçebelik, savaşın kazançları olmazsa zor yaşar. Göçebelikte toprak özel mülkiyetin malı değil bütün aşiretin malıdır. Ve servet beslenen hayvan sayısı ile ölçülür. 10 bin koyunu olan Hanlar görülmüştür. Göçebe savaşı kaybederse at beline gelir, o dağ olmaz bu dağ olsun göçer. Bunun için savaş türküleri, yani destan sevilir. Hâlbuki yerleşik köylü toplumunda savaş bir felakettir. Tarımcı 82 köylü toprağa bağlıdır, Ev ve tarlasını sırtına sarıp başka topraklara göç edemez. Bu nedenle savaş teması bu toplumda yerini aşka ve aşk hikâyesine terk etmiş ve destan söyleyicisi Ozanın yerini de 15. yüzyılın ortalarından sonra Âşık dediğimiz yeni bir sanatçı tipi almıştır. Âşık’ın yarattığı edebiyat şiir ve şiir-nesir karışımı olan halk hikâyesinden oluşur. Hikâyeyi anlatan âşık yeri geldikçe sazını omuzundan indirir ve türküyü çalar, çağırır. Biz bu hikâyelerden 40 kadarını yazı ve ses şeridi ile kayda geçirebildik. Bizim halk hikâyelerimizin konusu tıpkı Yunan aşk hikâyelerine benzer. Ergenlik çağına gelen bir genç rüyasında bir güzel görür, bir Veli, Hızır Peygamber, Kırkların Piri veya bir başka din ulusu bu gence bir aşk badesi (love potion) sunar. Bu badeyi içen genç her iki anlamda da âşık olmuştur. O, artık doğaçlama şiir söyleme ve şiirini türkü olarak bir sazın eşliğinde çalıp, çağırma yeteneği olan bir sanatçı olur. Bu âşık olma motifi bazı hikâyelerimizde kızı veya fotoğrafını görerek âşık olma şeklinde de karşımıza çıkar. Kahraman bütün hayatını rüyada âşık olduğu güzeli aramak ve bulmak için harcayacaktır. Bu sevda yolunda sayısız maceralar yaşayacak, tehlikeler atlatacak sonunda sevgilisine kavuşacak, evlenecektir. Ancak birkaç hikâyemiz mutlu bir sonla bitmez ya kahramanlardan biri veya ikisi de ölür. Hikâye öyle biter. Türk ve Yunan aşk hikâyeleri arasındaki yakınlık sadece konu benzerliği değildir. Her iki gelenekte de benzer bir aşk anlayışı vardır. Bu romantik ve tutkulu aşk her iki gelenekte ilahi bir güç tarafından sunulur. Yunan hikâyelerinde Aşk Tanrıçası Eros, Türk hikâyelerinde Hızır veya başka bir Veli’dir. Ancak bu aşk badesi Türk ve Yunan hikâyelerinde biraz farklı sonuçlar verir. Halk hikâyelerimizde aşk badesini içen genç hem sevdalı olur, hem de saz çalıp şiir söyleyebilen bir sanat eri. Yunan geleneğinde genç sadece âşık olur, sanatçı olmaz. 83 Bundan başka romansı anlatan ve bir müzik aleti ile çalıp söyleyen sanatçılar da, yalnız Türkler ve Yunanlılar arasında değil, bütün Ortadoğu’da hattaAvrupa’da ortak yanları olan anlatıcılardır. BunlaraAvrupa’da Troubadour, Yunanlarda Rapsod, bizde Âşık, Ermeniler’de Aşug, Araplarda şair ve Âşık, İranlılarda Gosan, Gürcülerde bundan alma Magozani, Kürtlerde Dengbej adı verilir. Burada konudan kısaca ayrılacağım. Bizim destan söyleyicisine verilen Ozan adının bu Gosan’dan türediği kanısındayım. Gosan, İran Part İmparatorluğu’nda (MS. 4.-7. yüzyıllar) türkü söyleyen, dans eden, sihirbazlık yapan halk sanatçılarına verilen isimdir. Bu kaynaktan Ermeni’lere, Türklere ve Gürcülere geçmiştir (İlhan Başgöz, “From Gosan to Ozan”, Turcica, 38: 2001, 329-35). Bunların hepsi bir müzik aletinin eşliği ile hikâyeyi çalar ve anlatır. Benzerlikler bununla da bitmez. Türkiye’de Yunanistan’da bütün Ortadoğu ve Avrasya’da aşk hikâyesi iki kahramanın, yani kadın ve erkeğin adı ile anılır. Fransızlarda Aucassin et Nicolette, Araplarda Leyla ile Mecnun, bizde Âşık Garip ile Şah Senem, Tutarganla Abbas ile Güleri, İranlılarda Viz ile Ramin, Kürtlerde Memo ile Zino, Yunanlılarda Imperios ile Margarona gibi. Destanların yalnız erkek kahramanın adı ile anıldığı düşünülürse, Dede Korkut Destanı gibi, Manas destanı gibi, hikâyelerin idealize edilen güzeli erkekle eşit bir düzeye çıkardığı söylenebilir. Elbet bu, gerçek hayatta böyle değildir, Sade edebiyatta böyledir, uğruna ölümler göze alınan kadın elbet erkekle eşit olarak hayallenecektir. Yunan ve Türk aşk hikâyelerinde aynı masal motiflerine de rastlanır. Suyolunu tıkayan Dev yahut ejderha (Thompson Index no B.11.7.1) Kraliçenin bir dev tarafından kaçırılması (R. 11.1), kraliçenin devin elinden kurtarılması (R. 111. 1.3), olağanüstü kılıç (F.833), ejderhanın öldürülmesi (F .531.6.12.6) gibi motiflerin hepsi Türk halk hikâyelerinde, diyelim Ahmet Han hikâyesinde de bulunur. Bunlardan başka iki romans geleneğinde şaşılacak kadar birbirine benzeyen eylemler görülür. Türk hikâyelerinden Ahmet Han, Ahmet ile Mehmet, Asüman ile Zeycan da gördüğümüz çocuğu olmayan aile ve olağanüstü bir yardımla çocuk sahibi olma Yunan aşk hikâyesi Imperios’da 84 da karşımıza çıkar. Kahramanın bir düşman tarafından hapse atılması, hapisten kaçırılması, düşman kralın veya Şahın adamları tarafından takip edilmesi gibi olaylar zinciri Imberios’ta, Veltandros’da, Floriios’ta ve Türk halk hikâyelerinden Emrah ile Selvi’de, Tufarganlı Abbas’ta, Tahir ile Zühre’de aynen bulunur. Kadın kahramanın başka birisi ile evlenmeyi geciktirmek için zaman istemesi ve sevgilisini beklemesi Yunan ve Türk aşk hikâyelerinde aynen vardır. Livistros, rakip kralla evlenmeyi dört sene, Selvi ise yedi sene geciktirir. Kadın kahramanın âşık olmadan ve kahramanla tanışmadan evvel başka birisi ile nişanlanmış olması, bu eski nişanlının kızı kaçırması Türk ve Yunan aşk hikâyelerinde bulunan başka bir benzerliktir. Bu benzerlik Yunan hikâyesi Livistros’ta ve Türk hikâyeleri Âşık Garip, Battal Yusuf, Ahmet Han ve Emrah ile Selvi’de görülür. Bunlardan başka âşıkların sadakat sembolü olarak yüzük alıp, yüzük vermeleri Kalimachos’ta ve Âşık Garip hikâyesinde bulunur. Burada bir başka Yunan romantik destanında, Digenis Akritas’da karşımıza çıkan çok enteresan bir motife değinmek istiyorum. Digenis Akritas’da Anadolu’da ortaya çıkan bir romantik destandır. Digenis Akritas’da birbirlerini ilk defa gören sevgililer düşer bayılır. Bu, gerçek bir aşkın işaretidir (Mavrogordato 1956:61). Türk halk hikâyeleri Emrah ile Selvi ve Mahiri ile Mahitaban’da sevgililer ilk defa karşılaşınca üç defa ayılıp, bayılırlar. Türk ve Yunan halk hikâyeleri arasındaki benzerliklerin bence en önemlisi biçimsel yapıda (Morphological structure) görülür. Rus folklorcusu Wiladimir Propp’un geliştirdiği biçimsel yapı analizi, 100 Rus masalının incelenmesine dayanır. Propp’a göre masalı tarif etmek için motifler, masal tipleri, masal kahramanları gibi elemanların analizi yeterli değildir. Masalda en önemli tarif edici unsur, kahramanların eylemleridir. Propp buna fonksiyon diyor ama bu bizim, bildiğimiz işlev anlamında kullanılmıyor. Önemli konu eylemi (plot action) anlamında kullanılıyor. Bir masalda kahraman, kartalın kanadında veya bir kayıkla bir yerden bir yere gidiyorsa bunları uçma veya kayıkla seyahat gibi motifler olarak görmek yanlıştır. Bunlar bir yerden bir yere gitme 85 (transportation) eylemidir. Propp’a göre masalda böyle eylemlerin sayısı 31 ile sınırlıdır. Propp’un analiz metoduna yöneltilen eleştirileri göz önünde tutarak ben halk hikâyelerimizi 6 konu eylemi ile tarif ettim. Bu eylemler şunlardır; 1. Kahramanın ailesinde bir krizin ortaya çıkması. Buna kriz adı verdim. 2. Bir kıza âşık olmak yolu ile kahramanın bir âşık-sanatkâra dönüşmesi. Buna değişim dedim. 3. Kadın kahramanı aramak için aileden kopup yollara düşme. Buna arama adı verdim. 4. Kavuşmayı önleyen engeller. Buna engeller adı verdim. 5. Engellerin ortadan kaldırılması. 6. Sonuç: evlenme veya ölüm (Başgöz 1976:11-23). Bu morfolojik yapının Ortadoğu’da başka romanlarda da bulunduğunu zannediyorum. Yayınlanmamış bir araştırma Kürt halk hikâyesi Memo ile Zino’nun aynı yapı özelliğine sahip olduğu göstermiştir (Chyet, 1991: 96). Ben İran halk hikâyesi Vis ile Ramin’de de aynı morfolojik yapıyı buldum. Halk hikâyelerimizde görülen bu eylemlerin hepsi Yunan aşk hikâyelerinde de bulunur. Hikâyelerimizdeki 1. eylem yani ailede kriz Florios ile Platzia’da kahramanın babasının katledilmesi ve her iki gencin de annelerinin ölmesi şeklinde görülür. Margarona’da kriz çocuksuzluktur, uzun evlilik yıllarına rağmen ailenin çocuğu olmaz. Livistros ile Rodamne’de kahraman ailesini terk eder, Kalimachos’ta ailenin üç oğlu baba sarayından ayrılır. İkinci eylem âşık olmak suretiyle değişme Yunan aşk hikâyelerinde gayet açık görülür. Florios ile Platzia’da kahraman, bir kızla beraber büyürken ona âşık olur. Livistros, Velthandros ve Kalimachos’ta kahramanlar Eros’un sarayına girerek aşka tutulurlar. Yunan aşk hikâyelerinde öteki konu eylemleri de bulunur. Livistros’ta kahraman âşık olduktan sonra kız kaybolur. Livistros 86 yanında 100 askerle kızı arar ve bulur (Engel ve arama). Mısır kıralı kızla daha evvel nişanlanmıştır. Kızı almaya gelir ama erkek kahraman kıralı bir savaşta yener (Engellerin ortadan kalkması). Kız ve erkek kahraman evlenirler (Sonuç). Imberios’ta erkek kahraman ve kız baba sarayından kaçarlar (kriz). Kahraman esir edilir ve Mısır kralına satılır (Engel) Kahraman Mısır’dan kaçar, memleketine döner (Engellerinin aşılması). Sevgililer kavuşur (Sonuç). Kalimachos’un hikâyesinin romanstan farklı bir yapısı vardır. Bu hikâye bir masalla başlar (Thompson-Aarne type 300). Romansın biçimsel yapısı kahramanın ejderhayı öldürüp kızı kurtarması ile başlar. Değişim, engeller, engellerin aşılması gibi eylemlerden sonra hikâye kavuşma ile biter. Burada başka bir benzerliğe işaret etmek gerekecektir. Bir aşk hikâyesinin bir masalla başlaması Türk halk hikâyelerinin de kullandığı bir anlatım tekniğidir. Âşık Sabit Müdami’den derlediğim Ahmet ve Mehmet hikâyesi bir masalla başlar (Thompson-Aarne type 506.1). Masal bittikten sonra hikâye gelişmeye başlar. Türk ve Yunan aşk hikâyelerindeki benzeşmeleri anlamak için bunları besleyen sosyal yapıyı ve tarih gerçeklerini de incelemek gerekir. Uzun yüzyıllar Türkler ve Yunanlılar ya komşu olmuş, ya aynı topraklarda yaşamıştır. Bu bölgede ulusal hudutlar ve halkın şu veya bu politika otoritesine bağlılığı sık sık değişmiştir. Bu nedenle çeşitli uluslar ve etnik guruplar arasına süreli bir kültür alışverişi olmuştur. Bu kültür alışverişi, daha güçlü olarak aynı şehirde, hatta aynı mahallelerde yan yana yaşayan etnik ve din gurupları arasında daha kuvvetle var olmuştur. Konuşmamın başında belirttiğim gibi sadece Türk ve Yunan aşk hikâyeleri arasında bir karşılaştırma eksik olacaktır. Çünkü aşk hikâyelerinin konusu, anlatıcıları önemli motifleri ve morfolojik yapısı bakımından benzerlikler ve ciddi karşılıklı etkileşimler vardır. Profesör Helmut Ritter, İran aşk hikâyesi Vamık ile Azra, da bulduğu kişi ve yer adlarını inceledikten sonra bu Mesnevi’nin Yunanca’dan tercüme edildiği 87 sonucuna varmıştır (Ritter 1948: 135). Fransız araştırmacı René Basset, Yunan aşk hikâyesi Floris ile Platzia’ ya kaynaklık eden Fransız romansı Floire et Blanchefleur’un Arapça’dan tercüme edilmiş olması ihtimalini ileri sürüyor (Basset 1915). Prof. Ahmet Ateş’e göre İran Mesnevisi Varaka ile Gülşah, aslında Arap halk hikâyesi Urvah ile Afrah’ın Farsçaya tercümesinden başka bir şey değildir. İranlı şair Ayyuki (11.yüzyıl) bu Arap hikâyesini manzum olarak yazmıştır. 1368’de ise Türk şairi Meddah Yusuf bu Farsça mesneviyi Türkçeye tercüme etmiştir, Türk halk hikâyesi Hurşit ile Mahmihri’nin iki başlangıç epizotu aynen, kahramanın isimleri dâhil, İran hikâyesi Samak-ı Ayyar’dan tercümedir. İran hikâyesinde, Arak Hanın kızı ile evlenen Marzeban Kralın çocuğu olmaz. Bir vezirin falına uyarak çocuk sahibi olur. Çocuğun adını Hurşit Şah korlar. Hurşit Şah dünyaya kapalı özel bir sarayda eğitilir. Bütün bilimlerde ve at binip kılıç kullanmada usta olur. Hurşit Şah avda bir yabani eşeği kovalarken yolu Çin padişahının kızı Mahmihri’nin çadırına uğrar. Kızın elinden bir aşk badesi içerek ona âşık olur. Türk halk hikâyesinde Baba Nurullah Han’ın çocuğu olmaz. Bir dervişin verdiği elmayı yiyerek çocuk sahibi olur, çocuğun adını Hurşit Bey korlar. Çocuk dünyaya kapalı özel bir sarayda eğitim görür. Genç ve yakışıklı bir delikanlı olur. Hurşit Bey, avda bir geyiği kovalarken, yolu Çin Padişahı Mahmihri’nin çadırına uğrar. Kızın elinden aşk badesi içen Hurşit Bey Mahmihri’ye âşık olur (Özel arşivimde Nahsen Şanlı tarafından anlatılan hikâye). Samak’ı Ayyar, Sultan Murat’ın (1574-96) emri ile Farsça’dan Türkçeye tercüme edilmiştir. Türk halk hikâyesi Hurşit ile Mahmihri bu tercümeden alınmış olmalıdır. Bin Bir Gece Arap masallarındaki Bedreddin Hasan ve Hudadad bölümlerini inceleyen Pertev Boratav, bu masallardaki bazı epizotların ve motiflerin Türk halk hikâyesi Kirmanşah’ta bulunduğu ve her iki kaynağa da daha eski bir masaldan indiği kanısındadır (Boratav 1961: 63-73). 88 Bu karşılıklı ilişkilerin dahası da var. Türk Halk hikâyesi Âşık Garip ile Şah Senem’in konusu nerdeyse tümden Arap halk hikâyesi Murakkış ile Esma’dan alınmıştır. Âşık Garip’in konusu kısaca şöyle: Zengin bir bezirgânın oğlu Âşık Garip babası öldükten sonra miras kalan malı ve parayı içki ve kadınlara harcayarak har vurup harman savurur. Yoksul düşüp hiç bir zanaatta tutunamayınca bir gece rüyada Şah Senem’in dolusunu içerek âşık olur. Tebriz’den Tiflis’e kızı bulmaya gider. Kızın babası zengindir. Bu fukara aşığa kızını vermek istemez. Ondan büyük bir başlık parası ister. Âşık Garip arkadaşı Şah Velet’le Halep’e gitmek için yola çıkar. Şah Velet arkadaşına ihanet ederek Âşık Garip’in ölüm haberini getirir ve Şah Senem’le evlenmek ister. Âşık Garip Halep’te yedi sene çalışarak başlık parasını biriktirir. Şah Velet’le sevgilisi Senem’ in tam düğünleri tutulurken döner ve düğünde söylediği bir türkü ile kendini tanıtır. Şah Senem’le evlenir. Arap halk hikâyesindeki isimler farklıdır ama konu tamamen aynıdır (Otto Spies 1929: 18). Zhirmusnki’nin dönüş epizotu adını verdiği bu bölüm pek az farklarla Türk destanı Bamsı Beyrek ve Yunan destanı Odiseus’te de bulunur ( Bu konu için bak: Zhimunski 1967). Yunan destanının kahramanı Odiseus, Truva savaşları biteli 10 yıl olduğu halde memleketine dönmez. Yunan zenginleri Onun sarayına doluşur, malını ve servetini yer ve karısı Penelope ile evlenmek isterler. Penelope sevgili eşinin ölmediğine inanmakta ve Onu beklemektedir. Odiseus esir tutulduğu yerden kaçar, uzun maceralardan sonra Ithaka’ya bir dilenci kılığında döner, bir domuz çobanına sığınır. Odiseus Karısının talipleri ile savaşarak onları öldürür ve Penelope’ye kavuşur. Bamsı Beyrek 7 yıl Parasar’ın Bayburt kalesinde esir kalır. Esirlikten kaçıp kurtulur, nişanlısı Banu Çiçek’in bir başkası ile düğünü yapılırken döner. Bir çobanla elbisesini değişir. Düğünde söyledikleri ile kendini tanıtır ve sevgilisi ile evlenir. 89 Bu izahlar gösteriyor ki, Yunan, Türk ve öteki Ortadoğu memleketlerinde görülen aşk hikâyelerinde bulunan motiflerin, epizotların, eylemlerin hatta konuların coğrafi ve ulusal kökenlerini tartışırken çok dikkatli olmamız gerekir. Bunları bir coğrafyanın veya ulusun sınırları içine hapsetmek tehlikeli bir yaklaşımdır. Bunun yerine Yunanistan ve Türkiye dâhil bölgedeki romans gelenekleri arasındaki karşılıklı etkilenmeyi incelemek daha sağlıklı daha bilimsel bir yoldur. Fransız folklorcusu Paul Saintive, ki asıl adı Emil Nouri’dir, folklorun bir kardeşlik doktrini olduğunu ileri sürer. Yazık ki folklor her yerde ı: lar ç u on g bu kardeşlik fonksiyonunu gerçekleştiremiyor, çoğu yerlerde öteki komşuya, öteki ulusa, öteki etnik veya din gurubuna bir düşmanlık doktrini haline getiriliyor. Orta Doğu Yunanistan ve Türkiye’de aşk hikâyeleri araştırmalarına benim önerdiğim yaklaşımı benimsersek ki bilimsel olan da budur, o vakit folklor bilimi, yüzyıllardır, uluslar ve dinler arasında kanlı boğuşmalar yaşayan bu bölgede, dostluğa ve kardeşliğe küçük de olsa bir katkı verecektir. Bunu umalım. i tes rsi ağı e lık niv işim ında Ü ı rk eb ar se let rül zmal e Ru da i da fa lıklı ü ı v ın ürd ani BT aras lanın karş H • S mek T i a a TÜ iler nat ard t) OD renc e sa şmal ler ği • öğ v ı eri roo iler irli l s r b a s ç ec ltü ra işk ve iş Kü lorik ış b ın (g uş il • log lk l m g Fo zanı yay urulm diya • ka a k an erle sında b a Ta tl • örgü ke ar l ü İki • je S iyalo o r P ilir d 90 4.1.2. UMUDUN EFENDİSİ HIZIR VE HIDRELLEZ Prof. Dr. Muhtar KUTLU Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Hıdrellez, Anadolu’da Hızır ve İlyas’ın bir araya geldiği gün inancıyla kışın sona erip yaz mevsiminin başlangıcına işaret eden bahar bayramı olarak kutlanmaktadır. Geleneksel bayramlar içinde kutlama zamanını genel bir takvim geleneğinin belirlediği, mevsimlik bayramlar içinde yer alan bahar bayramlarından biridir. Bir geçiş dönemi olarak kutlanan Hıdrellez, bu yönüyle mevsimlik-takvimsel olarak uygulanan verimlilik ritleriyle ilişkilendirilebilir. Tüm bahar bayramları, verimlilik ritlerinin bugüne uzanan kalıntılarıdır. Bu tür kutlamalar, topluluğun (ve doğanın) bir durumdan diğerine geçişine eşlik eden ve edinilen yeni durum ve kimliği belirleyen tanımlayan bir süreçte, tam eşikte (geçiş anında) gerçekleşmektedir. Hıdrellez kutlamalarının temelinde de eskiden uzaklaşmak, yeniyi karşılamak, kutlamak, kutsamak, yeniden ve yeni durumdan bolluk-bereket ve sağlık dilemek, insanın çeşitli umarsızlıklarını gidermek, kötülüklere karşı korumak gibi beklenti ve tasarımlar yatmakta ve bunlara bağlı çeşitli inanç ve pratikler gerçekleştirilmektedir. Hıdrellez uygulamalarının hemen hepsinde bu özellikler açıkça görülür. Hıdrellez; çevresinde kümelenmiş çeşitli inanç ve pratiklerle örülü özgün bir halk inancından kaynaklanan ve Anadolu’da kutlama ve şenliklerle gündeme gelen geleneksel bahar bayramıdır. Hıdırellez’e doğuş veren halk inancının temelinde yer alan Hızır-İlyas kültü ve Hıdrellez, folklorik yanı kadar, teolojinin, tasavvufun ve edebiyatın da zengin bir konusudur. İlk bakışta İslam’dan beslenen bu kültik inanışın Balkanlardan Ortadoğu’ya geniş bir coğrafyada İslamiyet öncesi inançlarla ve Hıristiyanlıktaki benzer bir halk inanışıyla iç içe geçmiş olduğu anlaşılmaktadır. Özellikle Anadolu’da İslam öncesi dönemde Hıristiyan ahali tarafından takdis edilmiş bir aziz olan Ayios Yeoryios (Aya Yorgi-Hagios Georgios) ile Anadolu’nun İslamlaşmasından sonra bir kült şahsiyete dönüşen “Hızır” özdeşliği, Hıristiyan-Müslüman buluşmasına ilişkin çarpıcı bir örnektir. 91 Hıdrellez’in adı, Anadolu insanı arasında aksi görüşler bulunmakla birlikte karaların, bazı söylencelerde denizlerin, hâkimi olduğu kabul edilen Hızır ile denizlerin, bazı söylencelerde karaların hâkimi olduğu kabul edilen İlyas adlı iki peygamberin adlarının, Hıdrellez olarak birleştirilmesine dayandırılmaktadır. Söylencelerde hem Hızır hem de İlyas “ab-ı hayat” içerek ölümsüzleşmişlerdir. Kimi anlatılarda Hızır ile İlyas kardeştir. Kimilerinde, Hızır ve Ellez adlı kara sevdalı iki âşık. Kimi anlatılarda ise İlyas gerçektir, Hıdır veya Hızır onun lakabıdır. Anlatılara göre; Hızır ve İlyas, her yıl 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gece, bir su kaynağı yakınında yüksekçe bir tepede (hıdırlık) buluşurlar ve göğün en yüce katına seyahat ederler. Bu mitolojik buluşma/rastlantı sırasında ve sonrasında iyi şeyler gerçekleşir: doğa yenilenir, yiyecek, içecek ve benzeri ürünlerde bolluk görülür, hastalık ve sakatlık gibi rahatsızlıklar savuşturulur. Bu buluşma gününde beklenen Hızır’dır. Hızır’dan sağlık dağıtması, uğur, bereket getirmesi, kısmet ve talihi açması, mal ve servet kazandırması dilenir. Bunun için Hıdrellez’de gerçekleştirilenlerin hepsi, sonuçta dilek ve isteklerin yerine gelmesi için izlenen stratejinin bir ürünüdür. Hızır’la İlyas’ın buluşması tıpkı mitolojilerde tanrıların buluşmasını ve kutsal evliliklerini (hieros gamos) gerçekleştirdikleri günleri anımsatmaktadır. Yılın belli zamanlarında -kışın- yok olan ya da ölen tanrılar, onun yasını tutan, arayan tanrıça sevgilileriyle böylesi günlerde buluşarak, birleşerek baharı, toprağın yeşermesini, kabarmasını, hayvanların yavrulamasını, üremeyi, yeniden doğuşu sağlıyorlardı. (Örneğin, Sümer’de İnana/Dumuzi; Babil’de İşhtar/Tammuz; Yunan’da Aphrodit/Adonis; Mısır’da İssis/Osiris; Hitit’de Hannahannas/Telipinu adlı tanrıların buluşması gibi). Hıdrellez günü, eski takvimle (Rumi-Jülyen) 23 Nisan, günümüz takviminde ( Miladi- Gregoryen) 6 Mayıs günüdür. Halk takviminin geleneksel uygulamaları içinde yılı ikiye bölen, 6 Mayıs’la başlayan 8 Kasım’a kadar 186 gün süren Hızır günleri (Ruz-ı Hızır) yaz mevsimini; 9 Kasım’la başlayan 6 Mayıs’a kadar süren 179 gün ise Kasım günleri (Ruz-ı Kasım) yani kış mevsimini oluşturan bir takvim kullanılmaktadır. Söz konusu 92 takvimde yaz dönemi 6 Mayıs’ta başlamaktadır. 6 Mayıs güneşin Ülker burcuna girdiği, yılı ikiye bölen dönemin başı ve en eski takvimlere göre baharın başlangıcıdır. Hıdrellezin baharın başlangıcı kabulüyle bir takvim bilgisi olduğu kadar, yeni yıl mitlerindeki mitolojik anlamlarıyla hayatın yani yaratılışın ve yeni yılın da başlangıcıdır. Hıdrellez günü ve 6 Mayıs ilişkisi birçok yönden dikkate değerdir. Bu tarih, Hıdrellez kutlamalarının Aya Yorgi ve Hızır kültü özdeşliğine dayanarak Hıristiyanlıkla ilişkisine işaret eder. Aya Yorgi kültü kutlamaları Yunanistan’da, Balkanlar’da ve diğer bazı Doğu Avrupa ülkelerinde 6 Mayıs’ta kutlanmaktadır. Öte yandan bu tarihin astronomik bilgiler, iklim ve doğa koşullarıyla bağlantılı olduğu da görülmektedir. Nitekim 6 Mayıs tarihi söz konusu coğrafyadaki mevsim değişikliği ile açıklanmaktadır: Bu tarih güneşin Ülker burcuna girdiği bir zaman dilimidir. 6 Mayıstan itibaren (Hızır günleri) 8 Kasım’a kadar 93 Ülker yıldızını (astronomideki adıyla “pleyades”)1∗ güneşin batışından sonra görmek mümkün değildir. Bu tarihten sonra ise (8 Kasım) Hıdrelleze kadar güneş battıktan kısa bir süre görülür. Bu tarihlerin, yılı astronomik ve doğaya uygun bir şekilde kış ve yaz olarak iki ana mevsime böldüğü görülmektedir. Ülker’in batışı, görünmez oluşu Hıdrellez ve yazın başlangıcı için görsel bir işaret olarak alınmaktadır. Yılın bölümlenmesini yıldızlarla ilişkilendiren ve Ülker yıldızına dair bu tür gözlemler, Türk halk takvim geleneği içinde bugün de yaşamaktadır. Ülker burcuna dayalı bu sistemin Türk ve Moğol kültür ortamında da bulunduğu kaydedilmektedir. Hızır, sözlü ve yazılı hemen bütün betimlemelerde iki karakterli bir doğaüstü güç olarak tanımlanmıştır. Bir karakterinde o dara düşene el vermenin, iyilikseverliğin, uğur ve şans getirmenin, bolluk ve bereketin, üremenin sembolü haline gelmiş bir veli ya da peygamberdir. İkinci karakterinde ölümsüzlüğün ya da ölüp yeniden dirilmenin, uyuyup-uyanmanın, yeşilinyeşermenin yani baharın sembolüdür. Hızır her iki karakteriyle, özellikle Mısır, Mezopotamya ve Anadolu üçgeninde yaşamış çeşitli kültürlerdeki bazı doğaüstü güçlerle örtüşmektedir. Halk inançları içinde bu senkretik olgunun aktörü olan Hızır, zor durumlarda yardımı istenen, bu yardımın gerçekleşmesi için belli pratiklere başvurulan doğaüstü bir güç haline gelmiş (kimi zaman bir nebi, ya da bir veli, kimi zaman bir melek olarak) ve tam anlamıyla bir külte dönüşmüştür. Hızır, özellikle umudun tükendiği, çarelerin sona erdiği durumlarda yardıma çağrılan, çağrıldığında mutlaka geleceğine inanılan bir kültikefsanevi kişilik ve kurtarıcıdır. Hızır güçlü kuvvetli, nur yüzlü, aksakallı bir ∗ 1 Süreyya, Pervin ve yedi kız kardeş adlarıyla da bilinen Ülker (pleyades) yıldızı astronomik olduğu kadar mitolojik bir yıldızdır. Dünyaya yakınlığı nedeniyle çıplak gözle izlenebilen güzel görünümlü, üzüm salkımı gibi ışıklı küçük bir yıldız kümesidir. Kutsal kabul edilen, denizcilere yol gösteren bir yıldızdır. Mehmet Akif Ersoy’un Çanakkale Şehitleri adlı şiirindeki “Yedi kandilli Süreyya’yı uzatsam oradan” dizelerinde atıfta bulunduğu bu yıldızdır. 94 kişi olmasına karşılık, çoğunlukla kimlik değiştirerek zavallı bir fakir, dilenci gibi dolaşır ve böylelikle insanları sınar. Hızır’ı tanımanın yollarından biri parmaklarından birinin kemiksiz olması, şahadet parmağı ile orta parmağının aynı boyda olmasıdır. Kimi zaman yaya, kimi zaman atlıdır. Anadolu’da Hıdrellez kutlamaları bu günde Hızır’ın kendilerini ve evlerini ziyaret edeceği düşüncesiyle, “Hızır hakkı” için tabir edilen hazırlıklarla başlar. Hıdrellez, Anadolu’nun kimi yörelerinde doğa ile iç içe olma anlamında ağaçlık-yeşillik yerlerde ve bir suyun kıyısında, kimilerinde mezar ziyaretlerini de içine alarak, “Hıdırlık” olarak anılan kutsallık atfedilmiş yerlerde kutlanır. Kutlamalarda Hızır’dan sağlık dağıtması, uğur, bereket getirmesi, kısmet ve talihi açması, mal ve servet kazandırması beklenir. Anadolu genelinde, olumlu anlamdaki hemen her konunun hallinde yardımın gelebileceği beklentisi, Hızır inancı ile birleştirilmiş bir görünüm sergilemektedir. Yardım, özellikle maddi dünyaya yönelik olup bolluk, bereket, zenginlik, uğur, şans, başarı ve kısmetin açılması; mal, mülk, çocuk gibi beklenti ve istekleri kapsamaktadır. Söz konusu beklenti ve isteklerin sağlanmasında Hızır en büyük yardımcıdır. Günümüzde Balkanlarda “Aziz George (Aya Yorgi) Festivali/Günü”, “Herdeljez”, “Ederles/Ederlezi” adları altında farklı topluluklarca kutlanan Hıdrellez, bir kültik şahsiyetin çevresinde oluşmuş ortak inançları bünyesinde taşıyan bir pratik olarak değerlendirilebilir. Bu ortaklığın bir başka ifadesi, bu gün, bu geniş coğrafyada umudun günüdür. Hızır ise, insanımızın zihninde ve gönlünde umudun efendisidir. 95 4.1.3. ST. GEORGE KÜLTÜ- HALK PARADİGMALARI, UYGARLIK SEMBOLÜ, KENTSEL TATİL Doç. Dr. Nikolay Nenov Müdür, Rusçuk Bölgesel Tarih Müzesi Bulgar ve yabancı yazarlar Aya Yorgi (St. George) kültüne o kadar çok dikkat çekmişlerdir ki, artık bu konuda gözden kaçmış bir başlık bulmak zordur.1 Aya Yorgi’nin Avrupa etnokültürel çevresi tarafından himaye edilişini sorgulayarak, böylesi bir iltimasa sebep olan öncülleri de belirleyebiliriz. Meydana gelişi söz konusu olduğunda, iki yön mevcuttur Aziz Kültü ve Avrupa etno-kültürel çevresinin oluşumu. İkisinin de, benzer bir Aziz figürünü bulmanın zor olduğu Avrupa uluslarının kavramlarında yansıyan karşılıklı ilişkilere sebep olmuş uzun ve karmaşık bir gelişim ve etkileşimi vardır. Avrupa, başlangıcı Antik döneme kadar uzanan tarihi bir oluşumdur. Coğrafi olarak Avrupa’nın güney bölümleri, Kuzey Afrika ve Batı Asya’yı – Akdeniz bölgesini kapsar. Avrupa coğrafyası 8. yüzyılda Kuzey Afrika’daki Arap işgalinden beri değişmiş ve yalnızca Doğu sınırı uzunca bir süre belirsiz kalsa da bugünkü görünümüne kavuşmaya başlamıştır. Coğrafya dışında etno-kültürel çerçevenin oluşmasındaki faktörlerden biri de dindir. Hrıstiyanlık Avrupalıların düşünce yapısını biçimlendirmiştir; basit bir bayram takvimi ve özdeş yaşam biçimleri kurmuştur. Yani 9. ve 10. yüzyıllarda etno-kültürel çerçevenin sınırları, çerçeveye Slavların din aracılığıyla katılımıyla yavaş yavaş bugünkü gibi bir karakter kazanmıştır. Slavlar doğu sınırı boyunca Avrupa’yı ve Avrupa kimliğini koruyan halk olarak ortaya çıkmıştır. Yakın dönemde ortak kültürel mirasın fark edilişi ve Hint-Avrupa dil 1 96 Bu konu ile ilgili çalışmalar için bkz., Koleva 1981, Chaika 1988, Мифы 1908: 273, Benovska-Sabkova 1995: 197-230. grubuna ait dillerin birbirine yakınlığı, Avrupalıların düşünce sisteminde Avrupa medeniyeti kavramını biçimlendiren yeni nitel değişimlere yol açmıştır. Fransız Devrimi, Napolyon savaşları ve Avrupa uluslarının oluşması için ideolojik öncüllerin ortaya çıkışından sonraki bir buçuk asırlık süre boyunca, antik çağları temel alan bir Avrupa kültürel kimliğinin fark ediliş süreci gerçekleşmiştir. Avrupalılar biz ve yabancı karşıtlığında yalnızca kendilerini medenileşmiş olarak tanımlarlar. Kültürel kimliğin düşünceye dayattığı sınırlar, 1940’lara kadar “Avrupa Savaşı” olarak anılan Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Oswald Spengler, Arnold Toynbee ve diğerlerinin Avrupa merkezciliğin üstesinden gelmeleriyle ve dünya tarihinde birden fazla medeniyetin varlığını tanımalarıyla çökmüştür. Avrupa kimliğinin inşası ve gerçekleşmesine paralel olarak, Savaşçı Aziz Yorgi kültü oluşur ve yayılır. 4. Yüzyılın ortasından itibaren, başlarda imparatorluğun Doğu bölgelerinde, ancak daha sonra batıda da ilk kiliselerin inşası başladı. Bu Aziz’in aynı zamanda Bizans İmparatorluğu’nun koruyucusu olduğu da kabul edildi. Bazı araştırmacıların Aziz yazınında (Hacıyografya) İmparator başlığını giderek baskın hale gelen savaşçı karakteriyle ilişkilendirmesi bir tesadüften ibaret değildir.2 Büyük Konstantin sarayın girişinde bir ejderhaya mızrak saplayan savaşçı olarak resmedilmiştir. Azizlerin daha sonraki anlatılarında ejderha dövüşü Paganizme karşı bir zafer olarak rasyonalize edilmiştir, çünkü canavardan kurtarılmış insanlar bu kahramanca hareketin karşılığında 2 V. N. Lazarev – alıntı, Benovska-Sabkova 1995: 200. 97 zorunlu olarak Hristiyanlığı kabul etmiştir. Belki de Hristiyanlığı devletin resmi dini yapan kişi olduğu için İmparator Konstantin’in ejderha dövüş sahnesinde resmediliş biçiminde belirgin bir vurgu vardır. Aslında, ejderha öldürme motifi 12. yüzyıl öncesi edebiyatında ve sanatında mevcut değildir (Myth 1980: 275). Bu bağımsız ve özgün bir ortaçağ fenomenidir. Bu azizejderha-savaşçısı karakteri mitolojik karakterler yerine geçmez; Hristiyanlığın Paganizmle savaşının ve zaferinin sembolleri, folklorda benzerleri görülen ancak içerik ve boyutu farklı olan dizimsel düzenin bir parçasıdır.3 Ejderha savaşçısı Aziz kültü tüm Avrupa’ya oldukça geç bir dönemde Haçlı seferleriyle birlikte yayılmıştır ve 1222’den bu yana İngiltere kraliyet ailesinin koruyucu azizidir.4 Bu durum, ejderha savaşı sahnesinin ortaya çıktığı ve perçinlendiği yerin aslında Avrupa’nın Güneydoğu bölgeleri olduğunu gösterir. Bazı araştırmacılar ortaya çıkış yeri olarak Bulgar bölgelerini gösterirken, diğerleri Gürcistan’ı önerir (Benovska-Sabkova 1995: 201).5 Ortaya çıkışının kesin coğrafi yerinden bağımsız olarak, sahnenin yayılmasının 3 Benovska-Sabkova 1995: 199-204 -”Bu aziz ve farklı halkların folklörlerindeki sayısız kahramanlar arasındaki yakınlık “Yorgi” efsanesinin popülerliği, yaygınlığı ve üretkenliğini belirler”. 4 1996’da İngiltere’de yapılan Avrupa Futbol Şampiyonası’nın Wembley’deki açılış törenindeki gösterilerden biri de, Aya Yorgi’nin ejderhayı öldürüşüdür. Krallığın ve savaşçıların mertliğinin sembolü olarak kabul edilen aziz-ejderha-savaşçısının adada milli bir sembol haline gelmek için daha da yaygınlaşması gerekmiştir. 5 “Bulgarlar Hrıstiyanlığı kabul ettiğinde, Balkanlar’da 9. yüzyıl boyunca Ortodoks takviminde Aya Yorgi gününün Ülker takımyıldızının (N.N.) akşam dizilişine yakınlığı, aziz kültünü önemli ölçüde değiştirmiştir. Bir ya da iki yüzyıl boyunca yazın ve resimlerinde ejderha dövüş olayını işlemişlerdir. (Gökbilimsel olarak gün batımının Ülker takım yıldızını “öldürüşü” azizin ejderhayı öldürüşü olarak düşünülmüştür.” (Kaloyanov 1995: 112). 98 sebeplerinden en önemlisi yabancı, Hristiyan olmayan medeniyetlerle süre giden çatışmalardır. Avrupa bölgesi, Avrupa’nın etanol kültürel çerçevesinin sınırları, kazanılmış alanın Hristiyan kimliğini silahıyla savunan bir savaşçı azizin korumasında oluşmuş görünmektedir (Nenov 2002). Bu güçlü Aya Yorgi kültünü yabancı medeniyetlerle ilişki halindeki halklar için önceden belirler. 10. yüzyıla ait bir Eski Bulgarca metin olan “Bulgar Yorgi Mucizesi” memleketinde tanınmaktadır ve Pagan Macarlarla yapılan savaşta Aya Yorgi’nin Bulgar ordusunun koruyucusu olduğunu açıkça ortaya koyar. Aynı zamanda Ruse (Türkçesi Rusçuk) isimli kent de Aya Yorgi’yi koruyucusu olarak kabul etmiştir. Kentin Hristiyanlık öncesi dönemdeki adı folklorda “Rusa bakiresi” ya da “Rusa ninesi” imgesiyle korunmuş olan Rusa ismindeki bir karakterle bağlantılıdır. Tuna nehri kıyısındaki kalelerin kuruluşunu açıklayan ve birbirini sürekli tekrar eden çeşitli efsanelerde, dişi bir karakter kale inşa eder. Vidin kalesini inşa eden popüler “Büyükanne Vida” efsanesiyle, Ruse ile bağlantılı Rusa bakiresi folklor imgeleri birbirlerini destekler. Bakire Rusa’nın Giurgiovgrad’ı savunduğu anlatı Kuzeydoğu Bulgaristan’da oldukça yaygındır. Bakire Rusa (veya G. Rakovski tarafından “Tuna Kuğusu” gazetesinde yayınlanan efsaneye göre Büyükanne Rusa) diğer folklor karakterlerine benzer biçimde savaşçıların (gençliğin) koruyucusunun işlevlerine sahiptir. Konu, Ortaçağın erken dönemlerindeki sınırların 99 durumu tarafından koşullanan inisiyasyon pratikleriyle ilgilidir (Dragova 1991) –Tuna nehri ve Eflak bölgesi, “öte” olarak anlaşılır (Kaloyanov 1989). Koruyucular kentlerin isimlerine ve mevcudiyetlerine dair izler bırakmıştır. “Ruse”nin ismi bu yerleşimin Hristiyanlık öncesi koruyucusu, “Giurgevo”nun ismi ise bu koruyucunun Hristiyan halefi ile bağlantılıdır (Nenov 2001). İkinci Bulgar Krallığı döneminde 14. yüzyıla kadar, Giurgevo (Giurgevgrad) kenti Tuna nehrinin her iki tarafında konumlanmıştı, 15. yüzyıldan sonra ise kentin iki tarafı farklı isimlerle, Ruse and Giurgevo olarak anılmaya başlanmıştır ve günümüze kadar da böyle gelmiştir. Zamanla oluşan değişimlere rağmen şehrin asıl bayramı tüm Ruse halkı tarafından kutlanan Aya Yorgi günü olarak kalmıştır. Levant Times Gazetesi’nde (25 Mayıs 1874) bir rapor yayınlanmış: “Bu günde (Aya Yorgi Günü) Hristiyan ve ayrıca Türk kızları ve bakireleri yüz renkten oluşan alacalı (rengârenk, yazarın notu) kıyafetleriyle bir sürü çiçek gibi Tuna kenarını renklendiriyordu; bazıları sadece elini ve yüzünü yıkadı, diğerleri ise daha ileri gitti… ve bu yıl boyu sağlık ve başarı dileğiyle yapıldı. Tuna’nın suları bu nedenle dileklerin sayısını ve neler olduğunu bilir.” (Iz bulgarskia 1992: 162). N. Popov’un 19. yüzyıldaki “Rusçuk” anlatılarından bize, Hıdrellez/ Aya Yorgi gününde “Saray” mahallesindeki Hızır Baba Tekke’sinde yapılan ayinler hakkında bir hikâye kalmıştır. “Çok sayıda farklı milletlerden erkek, kadın, çocuk oradaydı. Kadınlar ve çocuklar bahçeye giriyor, bütün günü ağaç gölgelerinin altında şarkılar ve eğlencelerle geçiriyorlardı. Erkekler ise günü bahçenin dışında etraftaki kafe ve barlarda geçirdi. Çevre farklı müzik aletlerinin ve davulların ritimleriyle sağır oldu… bölgedeki insanlar o gün, tekkenin çeşmesinden su alıyordu.” (Popov 1928: 23-25). Ruse vakıf sicilindeki6 1822 tarihli bir kayda göre Saray mahallesindeki Hızır Baba Tekkesi’nde bir mescid, bir dua salonu, bir çeşme ve Seyid Hızır 6 99-b. 100 Ruse Bölgesel Tarih Müzesi “Bulgaristan Tarihi” 15-19 Yüzyılları bölümü, inv. No 2922, Baba’nın mezarı vardır.7 Tekke Ruse’de Lom nehrinin Tuna nehrine karıştığı yerde kurulmuştur. Baba’nın adlandırılışı da Aziz Hızır’a işaret eder. Aziz Hızır’ın bayramı tekkede kasabanın tüm etnik grupları tarafından kutlanır. Hızır Baba Tekkesi, savaş sırasında Rus topları tarafından tamamen yok edildiği 1877 yazına kadar ayaktaydı. 1879’dan sonra Bulgaristan’da Aya Yorgi günü “Cesaret ve Bulgar Ordusu Günü” adıyla resmi tatil olmuştur. Bu tatil şehir ortamında bir geçit töreni ve savaş bayraklarının takdis edildiği dinsel bir seremoni ile kutlanır. Zorunlu formalitelerin dışında, Ruse’de yaşayanlar Aya Yorgi gününü eve Tuna nehrinden su ve yeşil leylak veya söğüt dalları getirerek kutlar (Sirakova 1998: 82). Gençler öğlen olmadan mahallelerde toplanmaya başlar, bazıları tartıda ağırlıklarını ölçerken diğerleri salıncaklar kurar. Tatil menüsünde kızarmış kuzu ve plastik “tavuklar” la süslenmiş geleneksel Aya Yorgi ekmeği vardır (Tabakova 1998: 87). Kuzu bir aile ortamında, açık havada yenir “Obraztsov Çiftlik” in çayırlarında, Lipnik ormanı Tekke’sinde, üzüm bağları sayfiyelerinde, “Haberman” Biracılık’ın bahçesinde, “Lelyac” ve “Matey” adaları boyunca (Русе 2000: 130). Tatilin kutlanış biçimi 7 Hızır Baba Bektaşi Tekkesi’nin tarihi 16. yüzyılın başına kadar uzanır (Bakardzhieva 2001:460-502). Tekkenin kurucusu ve ilk manevi lideri olan Tay Hızır, Bektaşi tarikatının liderlerinden biridir. Bölgede bilinen müslüman azizlerden Demir Baba’nın Vilayetname’sine göre, Bektaşi tarikatının bütün önemli isimlerinin davet edildiği Hacı Dede’nin (Demir Baba’nın babası) evlenme merasimine, Tay Hızır damadın babası olarak katılmıştır – Bu onun tarikat düzenindeki yüksek konumunun kanıtıdır. Yıllar sonra, Demir Baba manevi bağlılık yaşına erişince en ünlü Bektaşi tekkelerini ziyaret etmiş, Ruse’de Ali Bey Tay Hızır’ın misafiri olmuştur (Gramatikova 1998:400-432). 101 20. yüzyılın ortalarına kadar böyle olmuştur. Sosyalizm döneminde tatili beraber kutlama alışkanlığı kaybolmuştur. Bayramın “Besici Günü” olarak tekrar adlandırılmış hali Ruse’de pek de popüler değildir. Aya Yorgi günü 1992’den beri Cesaret Günü olarak tekrar kutlanmaktadır. 2001’de Belediye konseyi tarafından Aya Yorgi Günü’nün Ruse kentinin bayramı olması için karar alınmıştır. Bu anlamda Ruse’nin Baş Piskoposu Neofit, Vatikan’dan Aya Yorgi’nin kutsal emanetlerinden bir kısmını talep etti ve bunlar Ruse Başpiskoposluğuna verildi. Emanetlerin bir kısmı Aya Yorgi Kilisesi’nde korunmakta, kasabanın Aya Yorgi Günü bayram kutlamaları için ortaya çıkarılmaktadır. Sosyalistlerin bayram-ritüel sistemiyle ilişkili kısıtlamaları ve talimatlarına rağmen (Bulgarskite 1985), Ruse bölgesindeki köylerde düzenli Aya Yorgi günü kutlamaları örnekleri Hristiyan ve Müslümanlar tarafından korunmuştur. Ruse bölgesinde Batin köyünde, “Besici Günü” nün bir benzeri olarak Aya Yorgi Günü/Hıdrellez günü yapılan, bayram yiyeceklerinin yoğurt ve banitsa olduğu Yoğurt Bayramı’na (Süt Günü) işaret edeceğiz. Botrov köyünde anneler kuzuların rüyalarını çalmasınlar diye çocukların uyuyakalmasına izin vermezler (Bakardzhieva 2007). Aya Yorgi Günü/Hıdrellez bayramı besicilerin tarım takvimine bağlıdır ve ailelerine daha iyi bir gelecek, tarla ve sürülerine bolluk için falcılığa odaklanılır. Bulgar köylerinde Aya Yorgi (St. George) Günü Georgi adındakilerin isim günüdür. Evlerin kapılarını yeşilliklerle süslemek ve kuzu yemekleri pişirmek gibi miras alınmış geleneksel uygulamalar korunmuştur. Türkler, Tatarlar ve Alevilerin yaşadıkları köylerde bu geleneksel uygulamalar daha da fazla korunmuştur. Aşağıda açıklanan uygulamaların çoğu, bazıları bugünlerde tekrar canlandırılan, 1980’lerin son zamanlarından anılardır. Geleneksel uygulamaların sahnede canlandırılması, “geleneği” gelecek kuşaklara “öğreten” kendine özgü bir canlandırma gibi görünmektedir. 1999’da Ruse bölgesindeki Semerdjievo köyündeki yerli kadınlar bize kendi gençliklerinde kızların Hıdırellez’den önceki gece “Nişan” geleneği için bir araya geldiklerini anlatmıştı: “Su dolu bir kovaya tanınmak için “nişan”ı yani 102 bir şey koyarlar; bir bilezik, yüzük, küpe, gerdanlık vb. Kova “çember” ile örtülür ve geceyi yıldızların altında geçirmesi için bir gül ağacının altına konur. Sabahleyin toplanır ve “nişan”ı çıkarması başı “çember” ile örtülü, annesinin en küçük kızı olan bir kız seçerler. Bekâr kızlar aşk manileri söyler. Örneğin “Sarasin secemen, guzelsin icimem, sem benden getcin, ben senden icemem” (Standart Türkiye Türkçesi’nde, “Sarışınsın seçemem, güzelsin içemem, sen benden geçtin, ben senden geçemem”(Çevirenin Notu). İsimlendirmeler farklı olabilir. Yalnızca kızlar “nişan” yapabilir. Hıdrellezden önceki akşam bahçe çiçeklerinden 41 yaprak su dolu bir kovada toplanır, kova geceyi yıldızların altında geçirmek için bir gül ağacının altına konur. Sabah bekâr kızlar bu suyla banyo yapar ve “nişan”ı almaya giderler. Gün boyunca salıncak kurar, teflerle şarkılar söyler, eğlenirler. Tatarlar o gün komşulara sağlık için dağıtılan “yala turta” – tuzlanmış ve yumurta sarısı sürülmüş küçük ekmek somunları – yaparlar. Türkler mısır haşlar – dağıtır ve kendileri de şeker ve tuzla yerler. Bu hep beraber yenir.” (Inf. Siulibe Mehmedova Ibryamova, 1939’da Semerdjievo köyünde doğan, Bir Tatarla evlenmiş Türk kadını, 7. Derece. Inf. Vasvie Muharemova Kerimova, 1930’da Yastrebovo köyünde doğmuş. Kayıt: I. Sirakova, N. Nenov, 28.09.1999, Semerdjievo köyü, Ruse bölgesi). Razgrad bölgesi Bisertsi köyünde Hıdrellez Aleviler arasında birçok yasağa dikkat edilerek kutlanır. “Nişan” ritüeli bu gün kutlanır ve gelecekteki evlilikler ve sağlık konularında fal bakılır (Biserova 1991: 70). 7 Mayıs’ta maskeli oyunlar – bekar kızların savaşçı, binici, asker, Arap, çingene gibi giyindiği “besikli” oyunu –oynanır (Biserova 1991: 70). Oyunların büyük ölçüde sosyalleştirme işlevi vardır ve bu nedenle evlilik öncesi konularla alakalıdır. Alaylar ve bezirgan gibi oyunlarda gençlerin çiftler biçiminde eşleştiği ve bir tünelden geçtiği veya “karı”sı olmasını istedikleriyle söz düellosuna girdiği görülür. Razgrad bölgesindeki Bisertsi ve Madrevo köylerindeki Aleviler arasındaki geleneksel uygulamalar bölgedeki nüfusun geri kalanının 103 ritüelleriyle geniş ölçüde çakışır, çünkü modern öncesi dönemde ataerkil tarım dünyası büyük ölçüde insan ve doğa arasındaki ilişki etkinliğine tabidir (Hristov 1991: 148). İşte bu nedenle bayram günlerinde çalışma yasakları, hayvanlara koşum takma yasağı, tarlalara gidişleri, yeşil süslemeleri gözlemliyoruz. Ruse bölgesinde Pomen köyündeki Aleviler Hıdrellez ritüellerine bayramdan bir önceki perşembe gününde odaklanır ve bu güne “Büyük Perşembe” derler (Bakardzhieva 2005:47). Daha sonra bitkilerden ve otlardan elde edilen sularla banyo yapar, yıl boyu şans getirmesi için nişanları dışarı çıkarır, salıncaklar kurarlar. Sonraki gün olan “Büyük Cuma” günü, köyün üç kurucusunun – Sinan Dede, Mahsul Dede ve Veli Dede’nin mezarları ziyaret edilir. Bütün akrabaların mezarları ziyaret edilir ve dualar okunur. Aya Yorgi Günü/Hıdrellez bayramı kuzeydoğu Bulgaristan’ın geleneksel kültürünün bir parçasıdır, ancak uzmanların son kronolojik incelemeleri eski kabul edilen folklorik ritüellerin aşıldığını gösterir. Ruse müzesinde Osmanlı uzmanı olan T. Bakardjieva’ya göre, maalesef birçok yerleşim alanında Hıdırellez’in sadece hatıraları korunmaktadır, bayramın kutlandığı yerlerde ise insanlar yapılan ritüellerin ne anlama geldiğinin farkında değildir. Sadece biçimsellik kalmıştır ve katılımcılar ritüellerin “alet takımını” iyi bilmez (Bakardzhieva 2007). Elbette yukarıdaki açıklamalar, ritüellerde, rituel etkinliklerinde ve sıkıca takip edilen dinsel gruplar arasında empati gerektiren modern öncesi beraber yaşam biçimlerinin var olamayacağı toplum modernleşmesi doğal sürecinin bir sonucu gibi görünmektedir. Eğitimin ve medyanın etkisi, yeni bir iletişim kültür türünün ortaya çıkışı, yoğunlaşan hareketlilik, bunlar ve diğer faktörler geleneksel törenselliği etkilemiş ve geleneksel törenselliğin ortadan kalkmasına neden olmuştur. Avrupa uluslarının sayısız folklor örnekleri (Kalendernye 1978), temelinde Hıristiyanlığın olduğu ve bin yıl boyunca bir medeniyete model oluşturmuş bu etno-kültürel çerçevedeki ülkelerde Aya Yorgi kültünün yaygın mevcudiyetini gösterir. Her kültürün kendi dünya algısı vardır. Avrupa etno-kültür çerçevesi de birçok (etnik) dünya modeline sahiptir ve bunların 104 birleşimi kimliğinin temelinde koruyucu olarak Savaşçı-Aya Yorgi’nin yattığı Avrupa imgesini oluşturur. Bir kültürler ve etkiler kesişimi olarak Balkanlar da, kendinde Avrupa etno-kültürel çerçevesini hatırlatan bir karakter ve bunun farklı ifade çeşitlerini barındırır. Aya Yorgi Günü biçim ve içeriğini değiştirerek törenselliğinden çok şey kaybetmiş, aile ve arkadaş çevresi sınırlarına çekilmiştir. Son on yıl boyunca Ruse kentinin bayramı seçilmesi dolayısıyla temsili işlevlerini yeniden kazanmıştır. Bayram ideoloji ve devletçilikle ilgili farklı boyutları kent kimliği ve aile değerleriyle bağdaştırmayı sağlamaktadır. Zamanla, devletçilikle olan mesafenin büyümesi esnasında, bayramın resmi olmayan boyutlarında Balkan ulusları için özdeş uygulamalar ortaya çıkmış, onları ortak olan köklerine geri götürmüştür. KAYNAKÇA Бакърджиева (Bacardzhieva) 2001- Бакърджиева, Т., Ислямски култови сгради на територията на Русе. Историко-типологична характеристика, В: История на мюсюлманската култура по българските земи. Изследвания, София. Бакърджиева (Bacardzhieva) 2005 - Бакърджиева, Т., Живот в два свята (с.Помен – традиция и култура), Русе. Бакърджиева (Bacardzhieva) 2007 - Бакърджиева, Т., Празникът Хъдрелез – история, митология и ритуални практики (по материали от Русе и Русенско), В: Известия на Регионален исторически музей – Русе, т. ХІ, Русе. Беновска-Събкова (Benovska-Sabkova) 1995 - Беновска-Събкова, М., Мотивът “Свети Георги убива ламята” в българския фолклор, В: Епос, Етнос, Етос, София. Бисерова (Biserova) 1991- Бисерова, С., Етнографски материали за село Бисерци, В: Българските алиани, съст. И. Георгиева, София, с.34-104. Българските (Bulgarskite)1985 - Българските празнично-обредни традиции извор на родолюбие, творчество и красота, Видин. Граматикова (Gramatikova) 1998 - Граматикова, Н., Житието на Демир Баба и създаването на ръкописи от мююлманите от хетеродоксните течения на 105 исляма в Североизточна България (Извор за културната им и религиозна история), В: Мюсюлманската култура по българските земи. Изследвания, София. (Dragova 1991) Драгова 1991 - Драгова, Н., Старобългарско воинско сказание от IX в. // Проблеми на българския фолклор, № 8, София, 156-167. Из българския (Iz bulgarskia)1992 - Из българския възрожденски печат, Издателство на БАН, София Календарные 1978 - Календарные обычаи и обряды в странах зарубежной Европы, Москва. Калоянов (Kaloyanov) 1989 – Калоянов, А., Етничното усвояване на пространството, отразено в българския фолклор (Влашка земя и Богданска). // Етнографски проблеми на народната култура [Т. 1.]. София, 75-96. Калоянов (Кaloyanov) 1995 - Калоянов, А., Българското шаманство, ИИК „РОД”, София. Колева (Кoleva) 1981: Колева, Т., Гергьовден у южните славяни, София. Мифы 1980 - Мифы народов мира, т.1, Москва. Мифы 1982 - Мифынародов мира, т. 2, Москва. Ненов (Nenov) 2002 – Ненов, Н., Свети Георги - покровител на Европейския етнокултурен кръг, В: Етър – етноложки проучвания, т.4, Габрово 2002, с.235-238. Ненов (Nenov ) 2001 – Ненов, Н., Названията на град Русе. Фолклорни модели на именуването. // Арнаудов сборник, т. 2, Русе. Попов (Popov ) 1928 - Попов, Н., Описание на Русчук за времето от 1860-1879 г. Русе. Русе (Rousse) 2000 - Русе – портрет на века, съст. Н. Ненов, ИИК „РОД”, София. Сиракова (Sirakova) 1998 – Сиракова, И., Култът към Свети Георги в Русе, В: Известия на Исторически музей – Русе, т. 5, Русе, с.81-85. Табакова (Tabakova) 1998 – Табакова, Е., Обредни хлябове от Русенско, В: Известия на Исторически музей – Русе, т. 5, Русе, 86-90. Христов (Hristov) 1991 – Христов, Хр., Етнографски материали за село Мъдрево, В: Българските алиани, съст. И. Георгиева, София, с.105-182. Чайка (Tcayka) 1988 – Чайка , Х., Свети Георги в българския и полския фолклор, сп.Български фолклор, кн.1, София. İngilizce’den Türkçe’ye çeviri : Rüya KALINTAŞ 106 i ilim B a l k d a ; ğuH n çin akkı Diyalo se i g H ı ” an alo esi Toplugmraman fin y i j D ro ivil e Pro fınd e S P da ib arın den “ ib ara h e i H t e j v l i j t tçe 0 c ro Pro na AB bü n 30 19 p Bu r Sa ında ir. o • ü l t ü a m ted vr ra en ro n aaşvul edil K a p s ek av ro o 0 y l m y u b k dil 9.5 av mi na ab 8a e : 1 5,59 9.55 2.2ramınde k r. 5 • rog içi ştu : 1 0,03 4 p roje lmu :1 p iri o esi r i b Sü tçes tarı • Bü e tu • Hib • 107 4.1.4. BALKANLARA EL SANATLARI VE GİYİM Doç. Dr. Aysen SOYSALDI Gazi Üniversitesi, Mesleki Eğitim Fakültesi, El Sanatları Eğitimi Bölümü Öğretim Üyesi Balkanlar oldukça zengin etnik ve kültürel yapıya sahiptir. Bu sebeple Balkan kültürü muhteşem güzellikleri bir araya getiren bir mozaik kompozisyonudur. Balkanlarda 500 yıl hanlar, hamamlar, cami, bedesten ve köprülerle donatılan şehirlerin merkez dokularını Osmanlı eserleri oluşturmuş ve böylece el sanatlarının en yoğun, somut ve kalıcı örnekleri Osmanlı dönemi dini ve sivil mimari eserlerinde ortaya çıkmıştır. Balkanlardaki dini ve sivil mimarinin iç ve dış mekân süslemeleri ve cami hazireleri el sanatı örnekleriyle doludur. Bu mekânlardaki çini, hüsn-ü hat, kalem işi duvar süslemeleri, mezar taşları, kündekârî ve oyma süslemeli, ahşap kapı kanatları, metal kapı tokmakları ve kilitleri, aşı boyalı konaklar ve döşemesinde kullanılan halı, kilim vb. Balkan el sanatlarının yüksek estetik boyutunu en güzel şekilde temsil etmektedir. Dolayısıyla Osmanlı yapısı mimari eserler Balkan ülkelerinin siyasi ve kültür tarihine şahitlik eden ortak dünya mirasıdır (Fotoğraf 1.2.3). Mimari eserler yanında el sanatları ve giyim kültürü de Balkan etnografyasının önemli bir bölümünü oluşturmuştur. El Sanatları kapsamında üretilen ürünler, 19.yüzyıl sonuna kadar insanların hayat tarzını devam ettirmeleri için gerekli olan giyim-kuşam, barınma ortamlarını oluşturan, süsleyen, insanların geçiş dönemlerindeki ritüellerde ve günlük hayatta kullanılan, toplumun kültürel kimliğini sembolize eden eşyalar olmuştur. Türklerin Balkanlarda iz bıraktığı el sanatları, özellikle 14. 15. ve 16. yüzyıllarda Balkanlara Anadolu’dan göç eden Yörüklerin kurduğu yerleşim merkezlerinde tarım ve hayvancılığın yanında geliştirdiği çeşitli zanaatlar sayesinde olmuştur. Naldöken, Tanrıdağı, Ofcabolu, Vize, Kocacık Türkmenlerinin ve Tatar Türklerinin kurduğu, Tarihi belgelerde kayıtlı birçok yerleşim merkezi vardır. Zagra, Filibe, Tatarpazarcık, İzladi, Çirmen, 108 Yanbolu, Şumnu, Varna, Pravadi, Hirsova, Tekfurgölü, Silistre, Aydos, Çernava, Tırnova, Niğbolu, Hasköy, Çırpan, Kazanlık, Edirne, Drama, Kavala, Demirhisar, Üsküp, İştip, Kosova, Manastır, Dobruca, Şehirköy(Şarköy), Sofya gibi şehirler ile bu şehirlerin çevre köyleri Yörük(Türkmen)lerin kurduğu yerleşim merkezleridir. Türkler, özellikle koyun-keçi yetiştirip her gittikleri bölgede bu hayvanların deri ve yünlerinden eşyalar üreterek ihtiyaçlarını karşılamışlardır. Bu eşyalardan deri (ayakkabı-yemeni-sandalet ve hediyelik eşya), dokuma (halı, kilim, yambol-tülü, dastar), örme (oya, dantel, çorap), işleme (sim-sırma) gibi zanaatlarda az da olsa üretim halen sürdürülmektedir. Bu köylerde tarım ve hayvancılığın yanı sıra halı-kilim, çerge, aba, şayak gibi yünlü dokumacılık gelişmiştir. Ayrıca Yanbolu, Tatarların yaşadığı pamuklu dokuma merkezi, Hasköy (haskova) ise ipek böcekçiliği ve ipekli dokuma merkezi olmuştur. Büyük tüccar kervanlarının sadece Selanik ve İstanbul’dan değil Halep, Şam, Bağdat, Mısır ve diğer Ortadoğu şehirlerinden Üsküp, Manastır ve diğer Balkan şehirlerine gelip mal a1ış-verişi yaptıkları bilinmektedir (Yücel, 1985: 73-75; Tufan, 1992: 957; Acaroğlu, 1998; Soysaldı, 2000: 627-628). Türk-İslam hayat tarzının gereği olarak ev döşeme geleneğinde sedir örtüsü, minder, yastık, yer yaygıları veya namaz kılmak için seccade halı-kilimler vb. dokumalar kullanılmıştır. Yaygın ve köklü bir dokuma geleneğine sahip olan Balkanlarda 20. yüzyıl ortalarına kadar hemen her evde bir mutaf veya düzen denilen dört gücülü, mekikli çulhalık dokuma tezgâhı bulunmaktaydı. Mutaf tezgâhında (tefeye takılan tarak değiştirilerek) ince çamaşırlık pamuklu ve ipekli dokumalar veya aba(paltoluk), dastar (battaniye), çerge, kilim-yaygı, yanbol (kaba kalite düğümlü sedir halısı) ve tülü gibi yünlü dokumalar yapılmıştır. Bu dokumalar aynı zamanda çarşı zanaatları idi. Osmanlı arşivlerinde abacılar için yazılmış fermanlara rastlanmıştır. 2000 yılında Bulgaristan’ın Şumnu şehrinde “Balkanlarda Kültürel Etkileşim ve Türk Mimarisi Uluslararası sempozyumu” 109 sırasında Bulgaristan’da yaptığım bireysel araştırmalar ve 2005 yılında Makedonya’da araştırmacı olarak katıldığım “Üsküp ve Çevresi Etnografik Dökümantasyon projesi” araştırmaları sırasında taş (mezar taşları), ahşap, metal (takı), işleme, dokuma, örgü ve bazı giyim örnekleri tespit edilmiştir. Ayrıca saraçlık, yemenicilik gibi deri zanaatları ve sepetçilik örneklerine de rastlanmıştır. Fotoğraf 1. Bulgaristan-Şumnu Tombul (Şerif Halil Paşa) camii haziresi. Fotoğraf 3. Kalem işi, İshak Bey camiiManastır (Bitola). 110 Fotoğraf 2. Kündekârî kapı kanadı, İshak Bey camii- Manastır-Bitola. Camilere yaygı bağışlama bir Türk-İslam geleneğidir. Ölümlük olarak dokunup hazır bekletilen halı veya kilim vb. önce cenaze salına örtülür, kabristan dönüşü de cenaze namazı kılınan camiye serilerek, bağışlanır. Seccade vb. yaygılar üzerinde yapılan ibadetlerden bağış sahibine de sevap yazılacağına inanılır. Bu inancın gereği ve geleneğin kanıtı olarak Üsküp’te Sultan Murat, İsabey ve Alaca camilerinde, Şumnu’daki Tombul (Şerif Halil Paşa) camiinde serili bulunan büyüklü-küçüklü, rengârenk, farklı teknik ve desen özelliklerine sahip yaygılar bulunmaktadır. Bu camilerdeki halı, kilim, yanbol, çerge ve benzeri yaygılar aynı zamanda Balkanların dokuma sanatlarındaki zengin çeşitliliğini göstermektedir. Bu yaygılar aynı zamanda Boşnak, Türk, Arnavut, Bulgar ve diğer farklı etnik kökene sahip halkların (halı ve kilimlerindeki ortak motiflerinde gözlenen) kültür alış-verişlerini, yansıtmaktadır. Balkanlarda halı, kilim ve dastar dokuma olarak bilinen, büyük ebatlı ve seccade tipi cami yaygılarının yanında oturma odaları için orta büyüklükte yaygılara da rastlanmıştır. Bu yaygılar çerge, halı (tülüyambol), Şarköy kilimleri, Boşnak kilimleri ve desenli şayak (dastar) battaniye dokumalar olarak beş grupta toplanabilir. Yöredeki yaygılarda zemin rengi olarak kırmızı hâkimdir. Kırmızı Türk dokuma geleneğinde kullanılan ana renktir. Ayrıca Üsküp’de rastlanan halı örneklerinin çözgü ve atkılarında sarı renkli yün iplik kullanımı dikkate değer bir konudur. 20. yüzyıl örneklerinde ise parlak ara renkler de kullanılmıştır. Çerge; atkı yüzlü çubuklu yolluk tipinde, basit kilim dokuma yaygılardır, Balkanlarda önemli bir dokuma grubu tülü ve halılardır. Balkan tülü ve halılarına yanbol-yambol denir. Bu yaygılar oda kenarlarındaki sedir ya da minder üzerine serilen dar, uzun yolluk tipindedir. Teknik açıdan iki grupta ele alınabilir. Birinci grup yanbol tülü tekniklidir. Balkan tülülerinin iki tipi vardır. Bir grubu diğerine göre daha kaba, desensiz, atkı yüzlü zemin dokuma arasına, çok katlı iplikle atılan bukle ilmeli, havlı yüzeylidir. 111 Diğeri ise desenli ve zemin atkıları arasına çok katlı iplikle atılan, simetrik Türk düğümlü halıdır. Bu tülü tipi yanbol dokumalar post tipi yaygılar olup eski Üsküp çarşısında hala satılmaktadır (Fotoğraf 4 ve 5). İkinci grup yanbol halı tekniklidir. Bu halılar ince, zarif ve yumuşak yapılıdır. Bu halı örneklerine günümüzde Üsküp’te Alaca camiinde ve 20. yüzyıl başında çekilmiş, bir Türk aile fotoğrafının duvar fonunda rastlanmıştır. Halılar 100x300 cm. boyutlarındadır. Bu halıların çözgü ve atkıları sarı renkli, ince bükümlüdür. Ara atkı sayısı fazla olan halılar Türk düğümü ile dokunmuştur. Zemin rengi genellikle kırmızı olan halılarda çoğunlukla açık ve koyu mavi, yeşil, beyaz, siyah, sarı renkler kullanılmıştır. Halı kompozisyonlarında dörtkenarı çevreleyen bordürler içinde tek veya çift mihrap yer almaktadır(Fotoğraf 5). Halı motiflerinde geometrik biçimlerden; zikzak, testere dişi, mihrap, eşkenar dörtgen(göz), sekiz köşeli yıldız, üsluplaşmış biçimlerden; sekiz yapraklı rozet çiçekler, tığlar, birbiri içinden geçen “S” kıvrımlı dal üzerinde rumiler dikkat çekmektedir. Fotoğraf 4. Halı(yambol), kilim dükkânı, Üsküp. 112 Fotoğraf 5. Halı seccadeler, Alaca cami, Üsküp. 2000 yılındaki araştırma sırasında, Bulgaristan’ın Şumnu kentinde halı-Kilim ve etnografik eşya alış-verişi yapan mağaza sahibi ile yöredeki kilim dokumacılığı hakkında bilgi edinmiştim. Bu sohbet sırasında kendisinden Bulgaristan’ın kuzeybatı sınırına yakın bölgede ve Sırbistan sınırları içinde olan Pirot şehri (Osmanlı şehri ŞarköyŞehirköy) ve çevresinde, sosyalizm döneminde devlet tarafından işletilen kilim dokuma atölyelerinin var olduğunu, bu atölyelerde o dönemde çoğunlukla Türklerin çalıştığını, günümüzde ise Bulgarların çalıştığını ifade etmiştir (Soysaldı, 2000:628). Bu atölyelerde siparişe göre veya tek tip, büyük ebatlı kilimlerin dokunduğu bilinmektedir. Nitekim Üsküp Mustafa Paşa Camiinde zemindeki halının altında kalmış, tahta döşemeye çakılı büyük ebatlı tek tip Şarköy kilimlerine rastlanmıştır. Şarkoy (Pirot), şehir merkezi ve çevresi kilim dokumaların kaynağı olarak ün yapan bir Türk yerleşim merkezidir. Bazen Trak şehri olarak yanlış ifade edilir (Stone, 1997: 197). Şarkoy kilimleri ve Balkan halı-kilim ve el sanatları konusunda yapılan araştırmalar ve bu konudaki yayınlardan da anlaşılmıştır ki Anadolu’daki dokuma kültürü hemen her bakımdan benzer özelliklerle Balkanlarda da karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca Balkanlardaki dokuma kültürünün hemen hemen bütün terimleri Türkçe kökenlidir. Profesör Vakarelski’nin “Bulgaristan Etnografyası” adlı kitabında yer alan halk terimleri dizininde; Türkçe kökenli dokuma terimleri arasında Aba, alaca, arış-eriş, Boyacı-ya, germe, kilim, kolan, kırkım, mekiksa, mindil(mendil), peştamal, saçak, sincir (zincir), tezga (tezgâh), çekrık (çıkrık), çıbuk, çuval, çul, şal, Şayak gibi çiftçilik, hayvancılık, işlemecilik ve giyim kuşamla ilgili daha birçok terim mevcuttur (Vakarelski. 1977). 19 ve 20. Yüzyıllarda da oldukça ünlü olan Şarköy kilimleri, ilikli ve eğri atkı tekniğinde dokunmuştur. Bu kilimler oldukça büyük tezgâhlarda ve boyutlarda olabildiği gibi seccade olarak küçük ebatlı olanları da çoğunluktadır. Şarköy kilimlerinin karakteristik renkleri 113 zeminde; şarabi kırmızı, bezemede; lacivert, mavi, yeşil, sarı ve boyasız beyaz, kahverengidir. Bezemelerde; seccadelerde mihrap nişinde, diğer kilimlerde; zeminde dallarında kuşlu yuva veya nar, üzüm gibi cennet meyvelerinin olduğu hayat ağacı, eli belinde (korkuluk-karakacki), stilize açılmış gül, tomurcuklu yapraklı dal vb. bitki motifleri, guguk ve tavus kuşları, tavşan, geyik vb. hayvan figürleri, el (Fatıma ana eli), ayna, ibrik, kandil gibi İslami semboller ile aşık kıvrımı (ying-yang), koç boynuzu, yıldız ve göz (nazar) gibi kadim inançlara has sembolik motifler de görülmektedir. Bu motiflerin kökeni Orta Asya Türk dini ve mitolojisi ile İslami inançların sentezidir (Fotoğraf 6 ve 7), (Soysaldı, 2000:628. Bibina, 2000: 145, Hasanova, 2000: 365, Soysaldı, 2001. Çokay, 2000). Fotoğraf 6. Şarköy kilimi, Adil Karahasan evi, Üsküp. Fotoğraf 7. Şarköy kilim seccade, Üsküp müzesi. Şarköy kilimlerinde Boşnak kilimlerinin natüralist biçimdeki bitkisel motifleri ile Anadolu Türk kilimlerinin karakteristiği olan antinatüralist biçimlerde üsluplaşmış motifler birlikte uygulanmıştır. Geometrik motiflerin natüralist bitki motifleri ile birlikte kullanılması, oldukça özgün ve Şarköy’e has kilim tarzları meydana getirmiştir. 114 Balkanların önemli bir kilim üslubunu Boşnak kilimi olarak bilinen bitkisel desenli kilimler oluşturmaktadır. Boşnak kilimlerine Üsküp ve Ohri’de rastlanmıştır. Bu kilimlerin Genellikle odanın ortasına serilen kareye yakın dikdörtgen şeklinde (ortalama 250x350 cm. ebadında) olanlarına, orta kilimi de denir. Ancak yolluk ve seccade tipinde olanları da vardır. Boşnak kilimlerinin zemin renklerinde kırmızı ve siyah, desen renklerinde ise çoğunlukla yeşil, mavi, sarı ve pembe kullanılmıştır. Kilimlerde bir geniş, bir dar bordürün çerçevelediği zemin kompozisyonları genellikle orta kilimlerinde ¼, seccadelerde ½ raporludur. Desenlerinde bazen tamamen natüralist çiçek buketleri, özellikle de gül buketleri yer almakta, bazen çengel kıvrımlı bordürler, koç boynuzu ve eli belinde motiflerinin iç içe kullanıldığı orta madalyonlar da görülmektedir. Boşnak kilimleri Türkiye’nin Bardız kilimleri ile teknik desen ve renk özellikleri bakımından çok yakın benzerlikler göstermektedir (Fotoğraf 8 ve 9). Fotoğraf 8. Boşnak kilimi, Alaca Camii, Üsküp. Fotoğraf 9. Boşnak kilimi, İsabey Cami, Üsküp. Balkanlarda aba ve yörede dastar olarak bilinen battaniye tarzı yünlü şayak(dimi) dokumalar oldukça yaygındır. Aba dokumalar palto vb. dış giyim olarak kullanılır. Bu dokumalar için yörede mutaf denilen, dört gücülü, mekikli dokuma tezgâhı kullanılmıştır. Dastar dokumaların örnekleri Üsküp Alaca Camiinde yaygı olarak tespit 115 edilmiştir. Bu yaygılar ⅓ bağlamalı, şayak (dimi) dokuma örgüsüne sahiptir. Desenleri şayak dokuma örgüsü içinde, farklı renkte ekstra atkı ilavesi ile biçimlendirilmiştir. Yörede, şayak dokuma yaygı örneklerinde üsluplaşmış, geometrik biçimli Şarköy kilim motifleri ve renklerinin hâkim olduğu söylenebilir. Bu nedenle bu yaygıların Şarköy civarından gelmiş olabileceği söylenebilir (Fotoğraf 10 ve 11). Desenli şayak dokuma tekniğinin, mutaf ve dastar gibi dokuma terimlerinin Batı, Marmara ve Kuzey Anadolu’da benzer anlamlarda kullanılıyor olması Balkanlardaki dokuma kültüründe Türk izlerini göstermektedir (Soysaldı, 2011). Fotoğraf 10. Fotoğraf 11. Desenli şayak(dastar-battaniye) dokuma, Alaca camii, Üsküp. Balkanlardaki işlemelerin bir grubu, Türk ve hesap işi olarak bilinen kumaş üzerine çizilerek ve sayılarak işlenen iğne tekniklerindedir. Bu işlemeler genellikle kadın başörtüsü olan çevre, misafir için el havlusu olarak kullanılan peşkir ve giysileri tamamlayan bele bağlanan uçkur kenarlarına yapılmıştır. Bu işlemelerde altın ve gümüş bükümlü sim ve renkli ipek iplikler kullanılmıştır. Tespit edilen 19. yüzyıl sonu örneklerinde canlı renkler kullanılmıştır (Fotoğraf 12 ve 13). Ayrıca önemli bir işleme grubunu dival işi(sim-sırma) ve kaytan (kordon) işi oluşturmaktadır. Bu sim-sırma 116 işleri kadın ve erkek dış giyimlerinde, sedir örtüsü, perde, bohça vb. ev mefruşatı ürünlerinde uygulanmıştır. Fotoğraf 12 Fotoğraf 13. El işlemesi çevre ve peşkir detayı, Adil Karahasan evi, Üsküp. El Sanatları ürünlerinin üzerindeki yangış-bezek-motiflerde ortak bazı sembolik anlamların olduğu söylenebilir. Kötü nazar ve kötülüklerden korunma; göz ve muska (nuska) motifleri, bolluk ve bereket umutları; koç boynuzu ve eli belinde motifleri, sevgi, aşk ifadesi; aşık kıvrımı, iyi-kötü, denge (Ying-yang) motifi, insan ruhu; kuş ve ayna motifi, hayatın devamlılığı; hayat ağacı ve selvi motifleri, Hz. Muhammed (SAV)’in remzi; gül ve gül buketi ile Hz. Fatıma ve ehli-beyt sevgisi; el motifi, namaz; ibrik ve mihrap motifleri ile ifade edilmiştir. Bu motiflerde Türk-İslam felsefesinin, Orta Asya kültüründen gelen tek tanrılı Türk dininin ve Türk mitolojisinin etkilerini görmek mümkündür (Soysaldı, 2000: 632, Karamağaralı 1998:178). Geleneksel giyim tarzları farklı etnik gruplarda çeşitlilik göstermekte birlikte karşılıklı etkileşim olduğu söylenebilir. Örneğin; Pomak erkek kıyafetinde; kol ve yakası kanaviçe işlemeli beyaz gömlek, yünlü kumaştan yelek, potur (pantolon) giyilir. Bele, yün kuşak üzerine kösele kemer veya kolan bağlanır. Ayağa yün çorap, bilek üzerine tozluk, sahtiyan ayakkabı giyilir. Yelek, potur ve tozluk 117 kaytan (kordon) işlemelidir (Fotoğraf 14). Pomak kadın kıyafetinde; yaka çevresi kanaviçe işlemeli beyaz göynek üzerine simli vb. işlemeli kadife yelek, Rodop eteği, paçaları işlemeli ve uçları dantelli don, yan kenarları kilim motifli, el dokuması peştamal (önlük), ayağa el örgüsü çiçek desenli beyaz çorap ve yemeni giyilir(Fotoğraf 15). Diğer Balkan toplumlarında da giyim kültürü birbirine benzer özellikler gösterir. Örneğin Bulgarlarda ve Arnavutlarda da yaka ve kol üzeri kanaviçe işlemeli gömlek ve kaytan işlemeli potur ve yelek giyilir. Arnavut çorapları da Türk çorapları gibi tamamen desenli ve çok renklidir. Fotoğraf 14. Rodoplu (pomak) halkoyun ekibi. Fotoğraf 15. Kız giyimi, paça, çorap ve peştamal detayı. Türk erkek kıyafetinde gömlek işlemeli değildir. Ancak potur ve yelekler işlemelidir. Başa keçe külah veya fes giyilir, baş çevresine yemeni veya ince bez dolanır. Ayağa yün çorap ve çizme giyilir. Türk kadın kıyafetinde yaka ve kol kenarları oyalı, bürümcük pamuklu veya ipek gömlek-göynek, üstüne atlas, sevai veya kadife kumaştan, sırma işlemeli yelek-şalvar veya bindallı entari giyilir (Fotoğraf 16). Başa iğne oyalı yazma üzerine kefiye denilen ipek örtü alınır. Ayaklara desenli yün çorap ve kundura giyildiği bilinmektedir. Yaşlı kadın ve erkeklerde şayak dokuma kuşak ve el örgüsü çoraplar önemli giyim parçalarıdır (Fotoğraf 17). 118 Pamuklu dokumalar da 20. yüzyıl ortasına kadar Balkanlarda Tatarpazarcık, Yanbolu ve Tırnova gibi şehir merkezlerinin önemli geçim kaynağını oluşturmaktaydı. İç giyim ve ev mefruşatının önemli bir grubunu meydana getiren Göynek, don, hamam havlusu, peşkir (el havlusu), sofra bezi, yatak çarşafı ve yastık kılıfları pamuklu dokumadan yapılırdı. Fotoğraf 16. Sırma İşlemeli (şalvar-yelek) Fotoğraf 17. Üsküp pazarında yün kuşak ve el örgüsü çoraplar. Türk genç kız giyimi Deliorman. Ayrıca Balkanlarda Hasköy’de üretilen ipeklerle dokunan iğne oyalı yakası açılmamış ipek göynekler ve ipek çarşaflar, ipek ibrişimden, iğne veya tığ örgüsü para, saat ve tütün keseleri de varlıklı ailelerin kız çeyizlerinde vazgeçilmez eşyalardandı. Örgü işlerinden çeyizlerde bolca bulunan, hediyelik çok renkli desenli çorap ve eldivenler, ev dekorasyonunda çok kullanılan dantelli perdeler ve yatak takımları, işlemeli giysiler, peşkir, uçkur, başörtüsü çevre veya yazmaları süsleyen ipek iğne oyaları, Balkan kadınlarının ince sanat zevkini yansıtır. Ayrıca halk sanatlarının önemli örnekleri olan; Üsküp’te rastladığımız sepet örücülüğü (Fotoğraf 18) ve Deliorman’daki Demir Baba Tekkesinin duvar taşı kabartması (Fotoğraf 19), naif ama bir hayli gelişmiş zanaat ürünleridir. Bu eserler geleneğin ve inanca saygının sembolleridir. 119 Fotoğraf 18. Sepet örnekleri, Üsküp. Fotoğraf 19. Duvar taşı, Demir Baba Tekkesi, Üsküp. Deliorman. Sonuç olarak; Endüstrileşmeden önce, 20. yüzyıla kadar Balkanlarda el sanatları ve giyim ürünleri çarşı işi olarak zanaatkâr esnaf tarafından da üretilir ve satılırdı. Özellikle kumaş, iplik, kaytan vb. malzemeler bu esnaflardan alınır ve kendi geleneklerine uygun giyim veya kullanım eşyası üretilirdi. Bazı ürünler tamamen hazır olarak da alınabilirdi. Her etnik gruptan müşterileri olan bu esnafın ortak kültür ürünlerinin meydana gelmesinde büyük rolü olmuştur. Örneğin İstanbul’da üretilen gelin kıyafeti (bindallı vb.) kutu içi entari olarak Anadolu’nun ve Balkanlar’ın her yerine satılmıştır. Maddi kültür unsurları olan el sanatları ürünlerinin teknik, kullanım ve bezeme özellikleri her etnik grupta bazı farklılıklar göstermektedir. Ancak bu farklılıkların yanında kültürel etkileşim yoluyla birbirlerinin hayat tarzlarında, dil, süsleme sanatları ve tabii ki el sanatlarında alış-veriş yoluyla benzerlikler de ortaya çıkmıştır. KAYNAKÇA Acaroğlu, M. Türker, (1998) Bulgaristan’da Türkçe Yer Adları Kılavuzu, Kültür ve Turizm Bakanlığı MFAD Yay. Ankara. Bibina, Yordanka, (2000) “Sembollerin Dili: Türk Geleneği ve Balkan Halı-Kilimleri”, Balkanlarda Kültürel Etkileşim ve Türk Mimarisi Uluslararası Sempozyumu Bildirileri, 120 17-19 Mayıs 2000, Şumnu-Bulgaristan, Cilt 2, AKDTYK. Atatürk Kültür Merkezi Yay. Ankara. Çokay, M. Önder, (2000), “Şarköy Kilimleri”, Mobilya Tekstil Dergisi, Sayı:10, Kış. İstanbul. Hasanova, Nazmiye, (2000) “Bulgaristan’ın Eskicuma İli Kırtıllı Mahalleleri El Dokumalarından Örnekler”, Balkanlarda Kültürel Etkileşim ve Türk Mimarisi Uluslararası Sempozyumu Bildirileri, 17-19 Mayıs 2000, Şumnu-Bulgaristan, Cilt 2, AKDTYK. Atatürk Kültür Merkezi Yay. Ankara. Karamağaralı, Beyhan, (1998) “Halı Sanatı Üzerine”, Türk Soylu Halkların Halı Kilim Cicim Sanatı Uluslararası Bilgi Şöleni Bildirileri, 1996, Kayseri, AKDTYK. Atatürk Kültür Merkezi Yay. Ankara. Soysaldı, Aysen, (2000) “Şarköy Kilimlerinin Teknik, Renk ve Bezeme Özellikleri”, Balkanlarda Kültürel Etkileşim ve Türk Mimarisi Uluslar arası Sempozyumu Bildirileri, 17-19 Mayıs 2000, Şumnu-Bulgaristan, Cilt 2, AKDTYK. Atatürk Kültür Merkezi Yay. Ankara. Soysaldı, Aysen, (2001) “Bulgaristan Türklerinde Kilim Dokumacılığı”, II. Uluslararası Bulgaristan Türk Halk Kültürü Sempozyumu Bildirileri, Bulgaristan Türk Folkloru, Folklor Araştırmaları Kurumu Yayınları 29, Ankara. Soysaldı, Aysen, (2011) “Üsküp’te Tespit Edilen Yünlü Şayak Dokuma Yaygılar ve Türkiye’deki Benzer Örnekler”, Uluslararası Geleneksel Türk Sanatları Kongresi, Selçuk Üniversitesi, Selçuklu Araştırmaları Merkezi. Konya. Stone, Peter F. (1997) The Oriental Rug Lexicon, Thomas and Hudson Ltd. London. Tufan, Muzaffer, (1992) “Göç Hareketleri ve Yugoslavya Türkleri”, Erdem Dergisi, Cilt;5, Sayı;15, AKDTYK. Atatürk Kültür Merkezi Yay. Ankara. Yücel, Yaşar, (1985) “Balkanlarda Türk Yerleşmesi ve Sonuçları”, Bulgaristan’da Türk Varlığı Bildirileri, AKDTYK. Türk Tarih Kurumu Yay. VII. Dizi, Sayı;87, Ankara. Vakarelski, Hristo, (1977) Etnografya Nasılgariya Nauka i. İzleustuo, 2. Baskı, Sofya. 121 122 4.1.5 BALKANLARDA HALK OYUNLARI VE GİYSİLER (Bildiri Özeti) Öğr. Gör. Abdurrahim KARADEMİR Öğr. Gör. Şahin ÜNAL Ege Üniversitesi Devlet Türk Musikisi Konservatuarı Türk Halk Oyunları Bölümü Dansın tarihi insanlık tarihi kadar eskidir. Büyü amaçlı, inanca dayalı, ritüelistik ve sosyal amaçlı pek çok dans üretilmiştir. Bunlardan bazıları işlevselliğini kaybederek yok olurken, bazıları güncellenerek günümüzde halen etkinliğini sürdürmektedir. 19. yüzyılın son çeyreğinde bilimsel bir kimlik kazanması tesadüf olmayan halk dansları bunun en somut örneğidir. Bu geleneksel nitelikli etkinlik, tarım toplumundan sanayi toplumuna geçiş ve ulus devletlerin oluşum sürecinde etkili olarak kullanılmıştır. Halk dansları, bu süreçte sanatsal katkılarla desteklenerek uluslararası festival ve benzeri etkinliklerde kültürel kimliklerin öne çıkarılması olarak değerlendirilirken, ulusal etkinliklerde toplumu birbirine kaynaştırıcı, birleştirici olarak kullanılmıştır. Günümüz modern toplumlarında, her türlü sanatsal katkılardan yararlanarak sanatçı topluluklarıyla yapılan çalışmalardaki asıl amaç yine değişmemiştir. Teknolojik çağın sunduğu sahne teknikleri olanaklarıyla birlikte yapılan şovlarla, sahip olunan kültürel kimlikler sergilenerek bu anlamda izleyenleri etkileme çabaları artmıştır. 123 Toplumları bu derece etkileyen halk oyunları ve giysilerin ortaya çıkışları, gelenekleri, taşıdığı mesajları ve farklı kültürlerdeki benzerlikleri önem kazanmaktadır. Bu amaca dayalı olarak Türkiye Cumhuriyeti Devlet Planlama Teşlikatı’nın desteklediği “Anadolu ve Balkanlarda Halk Çalgıları, Halk Oyunları, Geleneksel Giyim Kuşam ve Halk Müziği Müze ve Arşiv Oluşturulması Projesi” çerçevesinde Balkan ülkelerinde yaptığımız saha araştırmalarına dayalı olarak Balkanlarda halk oyunları ve giysileri, görsel dokümanlarla, işlevleri de göz önünde bulundurularak anlatılmaya çalışılacaktır. 124 4.1.6. GELENEKSEL BULGAR KÜLTÜRÜNDE BONCUKLAR: İŞLEV VE ANLAMLAR Desislava (Dimitrova) TIHOLOVA “Etnografya” Bölümü Rusçuk Bölgesel Tarih Müzesi Geleneksel kültüre dair mevcut araştırmaların birçoğunda boncukların kullanımı faydacı ve kötülüğe karşı koruyucu olarak betimlenir. Faydacı kullanım, boncukları, geleneksel bayram ve törenlerin kostümleri ile gündelik kıyafetleri tamamlayan “süslemeler” -giysilerdeki nakışlar veya çoğu kez süs olarak görülen takılar– bağlamında değerlendirir. Boncukların gündelik kıyafetlerdeki kullanımı sosyal aidiyetin bir işaretidir – boncuktan yapılmış takılar evli olmayan bir kadını evli olandan ayırt eder; boncuktan yapılmış eşyalara sahip olmak veya bunlarla bezenmiş olmak evli olmayan erkeğin nişanlı olduğuna dair bir işarettir.1 Boncukların kötülükten koruyan bir gereç olarak anlamlandırılması ve kullanılması geleneksel kültürde bir diğer araştırma konusudur. İncelemelerde, “geçiş dönemleri” olarak anlamlandırılan veya bunlarla bağlantılı olan ve çoğunlukla toplumsal düzeyde gerçekleşen durumlardaki kullanımlar temel alınır. “Bondjuk, sinets, margarit, baerche” diye de anılan boncuk, koruyucu işlevleri olan ve tören karakterleri ile olumsuz etkilerin potansiyel hedefleri olarak görülen toplum üyeleri – doğuran kadın, bebek, çocuk, genç kız, genç erkek, gelin – için tasarlanmış, evrensel bir nazarlık olarak tanımlanır. Mavi boncuk – tek başına ya da bileşik modellerde – yeni doğmuş veya soylu hayvanlar için nazarlık olarak kullanılır Ansiklopedi 1999:264). 1 Konuyla ilgili kaynak olarak kullanılan araştırmaların yayımlandığı eserler:Dobrudja. Etnografya, Folklor ve Dil Genolojisi, Sofya, 1974; Pirin Bölgesi, Etnografya, Folklor ve Dil Genolojisi, Sofiya, 1980; Kapantsi, Kuzeydoğu Blagraiya Eski Yerli Halkı, Sofya, 1985 Carrion,On Dokuzuncu ve Yirminci Yüzyılın Başlarında Etnik ve Kültürel ve Ev Özellikleri, Sofya, 1989; Plovdiv Bölgesi, Sofya. 1993; Rodop, Etnografya, Folklor ve Dil Genolojisi,Sofiya, 1994; Istranca, Sofia, 1996, Lovech Bölgesi, Malzeme ve Manevi Kültür, Sofya. 1999; Sakar, Etnografik, Folklor ve Dilbilimsel Araştırmalar, Sofya 2002. 125 Boncuğun tek seferlik kullanımı yeni evlenmiş çiftler üzerinde sihirli bir gereç olarak belirlenir (Rodopi 1944:180). Konuyu ilginç kılan unsurlardan biri de birden fazla boncuğun geleneksel kıyafetlerde bileşik halde faydacı kullanımlarının çoğunlukla törenlerde tanımlanıyor olmasıdır – boncuktan imal edilen “süslemeler” Noel, Peynir Haftası [Shrovetide], Aziz Lazarus Günü gibi takvim de yer alan başlıca törenlerin ve halk düğünlerinin alamet-i farikasıdır. Boncukların kullanımı genellikle nişan ve düğün süslemelerinin yapımında söz konusudur. Boncuğun geleneksel törenlerde ve giyim kuşamda kullanılması Bulgar etnik sınırları dahilinde yaygındır. Tören kıyafetlerinin bir unsuru, tören malzemesi ve kötülükten koruyan bir gereç olarak görülmesi ona, özellikle sosyal ve takvimsel geçiş dönemleriyle bağlantısı olan alışılmamış bir simge-anlam yükler. 126 Bu metin, boncukların, takvim geçişleri ve sosyal geçiş anlarını belirleyen tören metinlerindeki “sözel kullanımını” resmetmeyi amaçlamaktadır. Metinlerde betimlenen kozmogonik veya törensel (düğünler) durumlar, boncukları altının, gümüşün ve paha biçilmez taşların – kutsallığı tanımlamada kullanılan tartışılmaz metaforlar – resimsel ve semantik işlevlerine göre kıyaslar. Bu kullanım boncukların faydacı amacına yeni bir anlam kazandırır – “dekorasyon” tanımı aynı zamanda “nesnenin simge-anlamını derinleştirmenin bir diğer yolu” olarak değerlendirilebilir (Marazov 1992:31), ayrıca, boncukların kullanımı mitik-poetik düşünüşün cisimleşmesi olarak da incelenebilir. Naiden Gerov, Bulgar Dili’nin Sözlüğü’nde “boncuk” maddesinin karşısına “bir tür delinmiş, dizili tanecik” (Gerov 1977:49) yazmıştır. Aynı anlam daha kapsamlı biçimde Bulgar Dili’nin Yorum Sözlüğü’nde “tespihte veya süslemede kullanılmak üzere delinmiş renkli cam, kehribar vs. taneciği; sintsi” (Yorumlama 1963:426) olarak verilir. Bulgarca’nın Etimolojik Sözlüğü’ne göre proto-Slavca “manista” sözcüğü Hint-Avrupa dillerinde “boyun” anlamına gelen “moni” sözcüğünden türemiştir. Sözcüğün birtakım eski, Bulgarca belgelerde “gerdanlık, sikke” gibi anlamlar taşıyan değişik formları, ayrıca Slav Dillerinde “boncuk, sinets, inci, gerdanlık, mercan” anlamına gelen formları tespit edilmiştir (Etimolojik 1986: 652). Törensel metinlerde birbiri ardına açılan sözcükbirimlerin [lexeme] çeşitliliği motiflerin folklorik değişkenliklerinin tipik bir göstergesi olarak incelenebilir. Anlamlar “boncuklar ve sintsi”, “inci ve margarit” ve mercan anlamına gelen “merdjan” biçiminde sıralanır. Kanıt olarak kullanılan törensel metinler sözü edilen kelimelerin “altins, altın sikkeler, paha biçilmez taşlar” ile karşılandığı birçok durumu anlatır, bu kullanımlar kutsal geçiş dönemlerini veya Göklerin Hükümdarlarının giysilerini tasvir eden törensel metinlerde yer alır. “Boncuk” sözcüğünün ‘camdan veya başka malzemeden yapılan, 127 delinmiş ve dizili tanecik’ biçimindeki kolektif tanımını kabul edersek, törenleri ve kozmolojik karakterleri tanımlayan sözcük birimlerdeki değişim tümüyle doğal olur. Ayrı bir konu olarak, Codex Suprasliensis (X. Yüzyılın ortaları) adlı eserde ve 1397 yılından bir diplomada geçen ve “inci, değerli taş” anlamlarında kullanılan “inci” sözcüğünün etimolojik kökeni üzerine ortaya atılan bir tezi serimlemek istiyorum. Jivko Voinikov, Proto-Bulgarca’nın ve Eski Rusça’nın etimolojisi üzerine makalesinde inci sözcüğünün kökeninin izlerini Hint-İran Dillerindeki “parlak” anlamına gelen köke kadar sürer. “Sinets” sözcüğünün etimolojisi, buna bağlı olarak, “lif, iplik ve ince” (Voinikov, 2010: 9, 99) anlamlarına gelen antik köklerle ilintilidir. Kutsallaştırılmış olayların tanımlanmasında bir kod olan boncukların semantiğine dair ileri sürülen tezlerin kanıtları için, aynı zamanda sözü edilen etimolojik tezleri desteklemek üzere törensel folklorik metinlere – Noel, Aziz Lazarus Günü, düğün, nakaratlar – bakabiliriz. Noel ilahilerinde sıklıkla rastlanan metinlerden biri, kendisine Bakire Meryem tarafından mucizevi bir gömlek – göğsünde berrak bir güneşin resmedildiği, omuzlarında berrak bir ay ve eteğinde küçük yıldızlar bulunan, “üzerine boncuklar dizilmiş, ince, ipekten bir gömlek” (SIB, 1973:36) – hediye edilen bir genç kız için olanıdır. Kozmik düzenin benzer bir tanımı uzayın ve zamanın yeni takvim yılında beklenen bir düzeni olarak da izah edilir. Noel tatili ile belirlenen takvim yılı geçişlerinde Kozmos’un yapısı onun görünür unsurlarıyla – Güneş, Ay, yıldızlar – tarif edilir. Bu düzenin merkezinde Yaşam Ağacı’nı temsilen genç kız – sık rastlanan bir imge – yer almaktadır; Güneş’in, Ay’ın ve yıldızların dizilişleri Güneş, Ay ve Ülker [Süreyya] Takvimlerinin bellekteki bir kalıntısı olarak incelenebilir (Kaloyanov,1995:113). Düğün gömleğinin tasviri bizi, sosyal düzlemde düğün törenlerine götürür. Geleneksel kültürde gömlek, kadının ve müstakbel gelinin zengin süslemelerini ifade eden ana semboldür. Bu gömlek aracılığıyla kızın cinsel saflığı belirtilir, gömlek kızın ölümüne dek muhafaza edilir, çünkü “düğün gömleği ile 128 kocalar, eşlerini Dış Dünya’da bulurlar” (Vakarelski, 1990: 62). Diğer bir deyişle, “mucizevi gömlek” Kozmos için bir model oluşturmanın dışında, düğün törenini meydana getiren unsurlara gönderme yapar. Bir “düğün hediyesi” olması niteliği ile toplumsal ilişkilerin özel bir “dinamiğine” işaret eder (Marazov 1992:40). Dünya’nın mitik-poetik kodlu bir resmini “Mucize Ağacı” motifinde de görürüz. Tanrı’nın annesinin veya Azize Nedelya’nın rüyasında bir “Mucize Ağacı” görünür, gümüşten kökleri, altından gövdesi, bakırdan dalları ve inciden çiçekleri ya da yaprakları olan “bir mucize ağacı” büyümüştür. Rüyanın yorumu Hristiyan Panteonu’nu düzenler: Ağaç “Tanrı’nın kendisini”, dallar azizleri, yapraklar ölü ruhları temsil eder; kozmogonik simgeselliğin değişik versiyonlarında ağacın tepesi ve yapraklar sırasıyla “Ayı ve yıldızları” simgeler (SIB, 1973: 66-68; SIB, 1962:206). Adı geçen metinlerde “inci” sözcükbirimi “azizler, yıldızlar ve ölü ruhlar” için semantik bir koddur. Kuzey-Doğu Bulgaristan’da Aziz Lazarus Günü için söylenen türkülerde bir genç kız, genç bir erkeğin ona “beyaz topuklarına” ya da “alacalı eteğine kadar sintsi ile süslenmiş bir kaban” alıp almayacağını öğrenmek ister. Bu türkülerin birinde gözler önüne serilen resim o bölge için tipik olan düğün kıyafetini tasvir eder. Bu bağlamda, boncuklarla süslenen kaban düğün törenlerinin semantik bir kodu olarak ele alınabilir. Düğün törenlerinin özelliklerinin ya da unsurlarının tasvirine dair bir diğer örnek ise, yine Aziz Lazarus Günü için bir türküde yer alır; bu türküde iki genç kız küçük bir atın peşine düşerler, at Tuna’ya atlar; iki kızın nehirden çekip aldıkları “küçük bir sandığın” içinden “küçük bir gelin” çıkar, şapkasına “bir sikke ve küçük bir sinets” dikilidir (SIB 1973:183). İçindeki düğün kıyafetiyle küçük sandık, içinde gelinin hediyelerinin bulunduğu düğün sandığının poetik bir imgesidir. “Küçük sinets’in” gelin şapkasının tepesinde görünmesi geleneksel kültürde boncukların törensel ve simgesel kullanımının bir diğer kanıtıdır. 129 Bir arı türküsünde ise genç kız kopan gerdanlığı için ağlar ve genç adam onu yatıştırır: “Ben ipi bağlayacağım, sen sintsi’yi dizeceksin” (SIB 1973: 425). İlk bakışta sıradan bir durumu anlatır gibi görünen bu dizeler bizi geleneksel düğün öncesi ritüellerine ve düğün simgeselliğine götürür. Bunların yanı sıra, Güney Bulgaristan’dan törensel-olmayan, semantik açıdan düğün döngülerine göndermede bulunan bir türkü vardır. Bir anne oğlunu aramaktadır, onu bulur ve paşanın “vergi” toplamak için görevlendirmek üzere onu aradığını söyler. Oğul, paşanın, kellesini almak ve bununla “kahramanların başlarından bir kale” yapmak için aradığını söyler ve paşanın kızıyla bir çeşmede buluşur, onun “üç dal merdjan’ını” koparır, kopanları toplamaya başlarlar, ancak, “ne sintsi toplanır, ne de sözler biter, nişan için söylenen sözler” – (nişan – Yazarın notu) (SIB 1962:73). Aktarılan hikâye, evlenmek için verilen ve kahramanı ölüm tehlikesiyle – “kellesini uçurma” – sınayan sınavın tüm özelliklerini gösterir, ödül ise “paşanın kızıdır”, bir de yeni bir hükümdar koltuğu. “Boncuk” için öne sürülen tezin desteklenmesinde “merdjan” ile “sintsi”nin eşanlamlı kullanımlarına, “sintsi’nin toplanması”nın imkansızlığı ile “nişan için verilen sözlerin bitmesi”nin semantik denkliğine başvurulabilir. Folklorik metinlerin birçoğunda, “inci” sözcükbirimiyle – “dizilmiş bir inci ifadesindeki inci olarak” – bağlantılı şekilde, sözcüklerin birbirinin yerine kullanılması sürekliliğini korur; bir peri masalı motifi olarak “gülüş-gül, gözyaşı-margarit” ve benzer biçimde “gözyaşı-inci, sözcükler-margarit” oldukça yaygın şekilde kullanılır (Katalog 1994:140-141). 130 “Gözyaşı - inci” metaforu belli sayıda balad’da da ortaya çıkar, bir çobanın gördüğü rüyada “Rüya – bir ölüm alameti” motifi gözlemlenir; çoban bu rüyada ilk sevdiğinin gerdanlığının ayrıldığını, sintsi’nin çatladığını, sikkelerin kırıldığını, ipin koptuğunu görür. Çobanın annesi bu rüyayı yorumlarken “ağlama ve kırılma”yı “yollar ve günler”in kesintisine, sintsi’yi de “gözyaşları”na benzetir (SIB, 1962:365366). Bir başka metinde genç bir kızın rüyasında “beyaz bir margarit” ektiğini ve “karabiber” biçtiğini gördüğünden söz edilir – bu rüyanın yorumu ise ölüm ritüeline ilişkindir: “kara kölelik, beyaz gözyaşları”. Dış Dünya’ya verilen mesajlar olarak anlamlandırılan “ölüm alametleri”nin (Dimitrova, 2002:32) özellikleri, kullanılan simgeselliğin kendine özgü veya Dış Dünya için geçerli olan mefhumlarla semantik açıdan denk biçimde ele alınmasının nedenlerindendir. Bu anlamda, metaforik olarak kullanılan “sintsi” ve “margarit” imgeleri mitik-poetik bilince göre aracı olarak değerlendirilebilir, altına benzer şekilde, hem insani hem ilahi dünyaya eşit derecede içkin olarak görülürler (Marazov 1992:38). Noel ve Aziz Lazarus Günü için söylenen türkülerde yaygın olarak, bir erkek çocuk doğuran ve ona bir gömlek ve şapka – müstakbel hükümdarın kıyafetinin temel öğeleri – ören kraliçe motifine rastlanır. Bu öğeler iki veya üç sıra halinde “altın sikke, behlitsi, groshes, margarit” ile süslenir (SIB, 1962:141, 146, 147, 148) – bu da yukarıda sözü edilen aracılık işlevlerinin bir diğer kanıtıdır. Boncukların simge özüne ilişkin tez ve insani dünya ile ilahi dünya arasında bir aracı olarak görülmelerine bir diğer kanıt olarak, geleneksel kıyafetlerin yapımında kullanıldıkları coğrafya gösterilebilir. Yukarıda değinildiği üzere, boncuk süslemelerinin birçok tasviri tören karakterlerinin giyim kuşamıyla ve çoğu kez gelinin düğün kıyafetiyle ilişkilidir. Burada boncukların aracı işlevleri için gösterge olan kullanım formlarından yalnızca birkaçına dikkat çekmek istiyorum. 131 Dış dünyadan gelen ve daimi olarak maruz kaldığı saldırılara karşı giyim kuşamla, takılarla, törensel davranışlarla korunan insan bedenini bir merkezle çevreden oluşan bir sistem olarak gören folklorik kavrayışı, fazlaca ayrıntıya girmeden hatırlatmak istiyorum. Bu bakış bu tür giyim kuşam ve takı modellerini, ‘çevre’ bölgelere – eller, bacaklar, bel, göğüs, baş – en üst düzeyde koruma sağladığını varsayar. Boncukların nakışlarla birlikte kötülükten koruyucu kullanımı, bedenin sınır bölgelerine ve en çok tehlike altında olduğu düşünülen bu kısımlarına odaklanır; bu, etnik sınırlar dahilindeki tüm bölgelerde tipik bir kullanımdır. Boncukların, kötülükten koruyucu işlevleriyle kullanıldığı durumlardaki en belirgin özellikleri “mavi” renkte olmalarıdır, boncuktan takıların tasvirinde ise “rengârenk” sıfatı kullanılır. Folklorik düşünüş sadece kırmızı rengini ateşle, kanla ve sağlıkla özdeş şekilde kavrar. Neredeyse diğer tüm renkler yeraltına ait karakterlerin tasvirinde kullanılır, bu kullanımlar bir birey olarak insanın sınırlayan konumunu yansıtır; “sinirden masmavi kesildi, solgun (beyaz), sapsarı oldu, mavi-yeşil” (Kaloyanov, 2003:86). Anılan renklerle – mavi, sarı, yeşil, beyaz – Dış Dünya’daki karakterleri ve onların hayvan formundaki temsillerini – vampir, cin, yılan, çayır yılanı, ejder, yeraltı ateşi, hazine avı – halk, hayalinde canlandırır. Bu bağlamda mavi boncuğun genel kullanımı onun taklit yoluyla gerçekleştirilen sihir amaçlı eylemine bağlıdır – bir şey ona benzeyen başka bir şeyle nötrleştirilir, diğer bir deyişle, mavi boncuk istenmeyen etkileri uzaklaştırır çünkü tam olarak taklit etmektedir, bu, yeraltına ait bir unsurdur. “Alacalı” ve “rengârenk” tasvirlerinin özdeş bir anlamlandırması vardır. Balkan Dillerindeki “alacalı-düzenbaz” semantik geçişi üzerine yazdıkları makalede, yazarlar Petrova ve Ganeva (Petrova, Ganeva, 2004) “alacalı”nın karakterlere içkin olan özelliğine işaret ederler – kutsallık, sınır ve yeraltı gibi kavramları yüklenen aracılar. Bunlara “alacalı” ve “rengarenk” sözcüklerinin bir nesneyi işaretlerle yazmak, çizmek, ayırt etmek gibi anlamlara gelen kökleri olduğunu da ekleyebiliriz. 132 Sonuç olarak birtakım çıkarımlarda bulunabiliriz: -Törensel kıyafetlerin süslenmesinde boncuk kullanımı tüm Bulgar etnik sınırları dahilinde genel bir olgudur; -“Boncuk” sözcükbirimi “cam, kehribar veya başka malzemelerden yapılmış parçacıklar”, inci-margarit ve mercan-merdjan sözcükleri için kullanılan ortak bir mefhumdur; -Törensel metinlerde boncuklar kozmogonik ve hiyerografik unsurlara gönderme yaparlar, -Folklorik metinlerdeki kullanımlarının semantik incelenmesi onların “aracı işlevleri”ni ortaya çıkarır, bu işlevleri onları, kutsallaştırılmış durumların evrensel kodları ve kötülükten koruyucu birer gereç yapar. KAYNAKÇA Вакарелски1(Vakarelski) 1990: погребални обичаи. София. Вакарелски. Х. Български Войников(Voinikov) 2010: Войников, Ж. „Етимология на старобългарски, староруски (староцърковнославянски думи с вероятен прабългарски произход вкл. и някои славянски думи с източен произход” http://www.bulgari-istoria-2010.com/booksBG/ ETIM STRBG_DUMI_PRBG-PROIZHOD.pdf. Геров, Н. (Gerov, N.) 1899: Речник на българския език. Т.3 Л-О, Пловдив. 133 Енциклопедия (Ansiklopedi)1999: Енциклопедия българска народна медицина, София. Етимологичен (Etimologichen) 1986: Български етимологичен речник, т. 3, София. Калоянов (Kaloyanov) 1995: Калоянов, А. Старобългарското шаманство, София. Калоянов (Kaloyanov) 2003: Калоянов, А. Старобългарските шамани. София. Каталог(Katalog) 1994: Български фолклорни приказки. Каталог. София. Маразов (Marazov) 1992: Маразов, И. Видимият мит. София. Петрова, Ганева (Petrova Ganeva) 2004: Петрова, А и Б. Ганева „Семантичния преход пъстър-лукав” в балканските езици. В: Сборник в чест на проф. д-р А. Давидов. Материали от Международна научна конференция, Велико Търново, 2004 г., 427 441). Родопи (Rodopi)1994: Родопи. Етнографски, фолклорни и езикови проучвания.София. СИБ (SIB) 1962: Народни песни от Североизточна България.т.І, София. СИБ (SIB) 1973: Народни песни от Североизточна България, т ІІ, София. Тълковен (Yorumlama) 1963: Български тълковен речник. София. İngilizce’den Türkçe’ye çeviri : Eylem DOĞAN “ Mİ İ BİL ar LK HA MACI Bulg alog N e y İÇİ N A rk v a di İ ü d G N LO JESİ da T asın İYA PRO anın ri ar 134 n ini ler e r v l “D i a tle i çe n im örgü im l l i i ğu b b lk lum lk ası rla yalo a a a l p i h • Hvil to ması n ve lanm ik ağ ve d ası si rul loj nin anm eri ağ ku ençl nin s eknoliliği sağl i t G k • birliğ al ve süre ğinin y in lirli iş s So in bi • birliğ rüle iş rdü sü 4.1.7. EGE ÜNİVERSİTESİ ETNOGRAFYA MÜZESİ HALK ÇALGILARI-HALK OYUNLARI-GELENEKSEL GİYİM KUŞAM VE HALK MÜZİĞİ MÜZE VE ARŞİVİ OLUŞTURULMASI PROJESİ Dr. Emir Cenk AYDIN Öğr. Gör. Ege Üniversitesi Devlet Türk Müziği Konservatuarı Türk Halk Oyunları Bölümü Günümüzde, halk bilimi ile ilgilenenlerin sıkça dile getirerek kaygılandığı konu, küreselleşme ve küreselleşmenin yerel kültürlere olumsuz etkileridir. Günümüzde hızla değişen iletişim ve teknoloji alışkanlıkları ile beraber, maddi ve manevi kültürel öğeler de değişim göstermekte, işlevini yitiren çoğu ise yok olmaktadır. Bu durum, günümüz halkbilimcilerini, bölgesel kültürel yapılarda, maddi manevi değer ve bilgi olarak ne varsa toplamaya ve arşivlemeye yöneltmektedir. Bir ulusun bireylerini birbiriyle kaynaştıran en önemli bağ, kendi ortak kültürel değerleridir. Bu zenginlik kuşaktan kuşağa kalıtım olarak geçmektedir. Maddi ve manevi kültürel değerleri korumak, kayıt altına almak ve daha sonraki nesiller için doğru ve kullanılır olmalarını sağlamak zorundayız. Bir arada yaşayan insanlar ortak kültürel tecrübe alanları dahilinde sahip oldukları maddi ve manevi her şeyi paylaşırlar. 135 Bu paylaşım, bölgedeki yerel iletişimsel ortamın canlılığı ve işlevselliği sayesinde gerçekleşir. Yerel iletişim kanallarının canlılığı ve işlevselliği, kültürün korunarak canlı tutulması ve sonraki nesillere aktarılması konusu kadar, ulusların birlik ve beraberlik içinde yaşaması bakımından da hayati önem taşımaktadır. “Türk halk kültürü, halkın dil, kültür, duygu, düşünce ve beğenisiyle oluşturup yaşatılan, geçmişten günümüze gelmiş, toplum, insan ve doğa gerçeğiyle şekillenmiştir. Kültür mirası, insanlığın ortak mirasıdır. Her millet hatta her uygarlık dil, kültür, tarih mirasıyla dünyada yerini alır. Bireylerin kökleşmesi ve toplumsallaşması, bu mirasın içinde gerçekleşir. Kültür mirasları geçmişin tanıklarıdır, bu yönleriyle geleceğin şekillenmesinde 136 etkendir. Halk kültürü ürünleri halk arasında mayalandığı için, halkın kültür yapısını ve dokusunu ortaya koyar. Halk kültürü toplumsal yaşamda birlikteliği pekiştirici, dayanışmayı arttırıcı özelliklerini sürdürerek bir işlev üstlenir, halkın kendi kültürüyle yabancılaşmasını önler. Halk kültürü ürünlerinin halkın ortak duygu ve düşüncelerini dile getirmeleri bakımından Türk kültürünün korunmasında, yaşatılmasında önemli işlevleri vardır. Halk kültürü, uygarlıkların yaratıcısı olan insanların kimlik ve kişiliğinin temel belirleyicisidir.” 12 Kısaca halkın kendini ifade biçimi olan halk kültürü, tıpkı bir dil gibi kendi iç sisteminde özel anlamları olan bazı ünitelerden meydana gelmiştir. Çok uzak toplumların bile birbirleri ile kültürlenme etkileşimi içinde olabildiği günümüzde yaşama biçimlerini ve özellikle geleneksel yaşama biçimlerini, endüstri devi ülkelerin pazarlama stratejilerinin bir parçası olan medya aracılığı ile maniple ettikleri ve istedikleri yönde değiştirdikleri ortadadır. Bu müdahaleler sonucu aynı şeyleri tüketen, tek tipleşmiş bir dünya kültürü, global kültür oluşmaktadır. Burada önemli bir nokta, halk kültürlerinde de gerçekleşen lokal değişimin masum ve doğal akışın gereği bir değişim sürecinden çok, yapay bir süreç olmasıdır. 1989’da eğitime başlayan Ege Üniversitesi Devlet Türk Müziği (E.Ü.D.T.M.) Konservatuarı, Türk Halk Oyunları Bölümü; 1992 İzmir ve ilçelerinde, 1994’de Ege Bölgesinde ve 1996’da ise Türkiye genelinde Halk oyunları, Halk giyim – kuşamı, Halk müziği ile Halk sazları konularında E.Ü. Araştırma Fonunun desteği ile araştırma yaparak sonuçlarını kitaplaştırdı. Söz konusu projeleri başlatan E.Ü.D.T.M. Konservatuarı Türk Halk Oyunları Bölümü kurucu başkanı Yrd. Doç. Dr. Cengiz Aydın, bu projelerde bölümün 20 kadrolu öğretim üye ve görevlileri ile çalışmıştır. 1 Prof.Dr. Erman Artun, “Küreselleşme Olgusu Karşısında Halk Kültürü”, Çukurova Üniversitesi Türkoloji Araştırmaları Merkezi, İnternet Makalesi, http://turkoloji.cu.edu.tr/HALKBILIM/10.php 137 2004 yılında “Anadolu ve Balkanlar’da Halk Çalgıları, Halk Oyunları, Geleneksel Giyim Kuşam ve Halk Müziği, Müze ve Arşivi Oluşturulması Projesi”, etnografik özellikler taşıyan halk giysilerinin ve çalgılarının evrimini, geçmişten günümüze kadar gelebilen örnekleriyle müzeleştirmek, maddi ve manevi kültürel değerleri korumak ve kayıt altına alarak arşivlemek amacıyla başlatılmıştır. Bu projenin konusu, uluslarda barış ve barış içinde yaşam anlayışını güçlendirmek ve özellikle Balkanlar’da ve Anadolu’da yaşayan çeşitli medeniyetlere ait etnografik ve folklorik öğeler taşıyan halk oyunlarının, çalgılarının ve giysilerinin tarihsel bir perspektifte kategorilendirilmesi idi. Projenin amaçlanan sosyal ve biçimsel faydaları ise; günümüze kadar yapılan alan araştırmaları sonucu oluşturdu- ğumuz arşivimizden yararlanarak ve tasarladığımız alan araştırmalarından edineceğimiz yeni birikimlerle ortaya çıkarmayı planladığımız etnografik ve folklorik özellikler taşıyan halk giysilerinin evrimini, geçmişten günümüze kadar gelen kazanımları tarihsel perspektif doğrultusunda müzeleştirmekti. Bununla birlikte Halk Kültürü Ana Bilim Dalı’nda düşünce ve eser üreten araştırmacı, bilim adamı, yazar ve öğrencilerin çalışmalarına katkıda bulunacağı ve geniş halk kitleleri için “ilgi odağı” olacağı yaklaşımı ile bu müzeyi oluşturan giysi, aksesuar, takı, halk çalgıları ve her türlü görsel malzemenin temini ve yazılı metinlerin derlenmesi de amaçlar arasında idi. Elde edilen verilerin Türkçe ve çeşitli yabancı dillerde yayınlanması da planlanan çalışmalar dahilindedir. Kimi bölgelerde üç, kimi bölgelerde yedi yüzyıla yakın bir süre Osmanlı ile iletişimde olan Balkanlar’da yaşayan halkların kültürlerini araştırmak ve bu kültürlerin izlerinin günümüzde nasıl 138 devam ettiğini tespit etmek amacıyla 2004-2008 yılları arasında 14 ülke araştırma kapsamı içine alınmış ve yerinde etnografik çalışmalar yapılmıştır. Araştırma Kapsamı içindeki ülkeler: MAKEDONYA 2004 yılında Üsküp, İştip, Ohrit, Veles, Radoviç illeri 2005 yılında Üsküp, Radoviç ili ve çevre köyleri 2007 yılında Ohrit, Kalkandelen, Manastır ili ve çevre köyleri 2008 yılında Ohrid, Üsküp, Struga ve Radoviçin çevre köyleri BULGARİSTAN 2004 yılında Kırcali ili, Smolen Sancağı, Razgrad ili ve çevre köyleri 2008 yılında Razgrad, Varna, Sofia illeri YUNANİSTAN 2004 yılında Batı Trakya, Gümilcine ve İskeçenin merkez ve çevre köyleri 2007 yılında Serres bölgesi, Volos ili ve Atina 2008 yılında Yunanistan Adalar, Rodos, Kos, Midilli, Girit Adaları BOSNA-HERSEK 2004 yılında Saray-Bosna ili, Zenica, Mostar, Travnik merkez ve çevre köyleri 2007 yılında Saray-Bosna ili, Mostar, Zenica ve Travnik merkez ve çevre köyleri KOSOVA 2004 yılında Prizren, Priştina merkez ve çevre köyleri 2005 yılında Zhur(jur) kasabası, Prizren, Priştina merkez ve çevre köyleri ROMANYA 2004 yılında Galat ili, Köstence ili- çevre köyleri ve Bükreş ili MOLDOVA 2005 yılında Kişinov merkez ve Gagavuz Özerk bölgesi, Komrat ili ve çevre köyleri UKRAYNA-KIRIM 2005 yılında Simferopol, Yalta merkez ve çevre köyleri, Kiev 139 KARADAĞ 2005 yılında Rojaya (rozaya) kasabası 2008 yılında Rojaya (rozaya), Podgorica, Cetinje ARNAVUTLUK 2007 yılında Tiran, Kruje (Kruye), İşkodra merkez ve çevre köyleri 2008 yılında Tiran, Kruje (Kruye), İşkodra merkez ve çevre köyleri SLOVENYA 2007 yılında Lubiana(Lubjana) ili, Jelinsinski kasabası ve çevre köyleri 2008 yılında Lubiana(Lubjana), İdrija merkez ve çevre köyleri HIRVATİSTAN 2007 yılında Zagreb, Velika Gorica bölgesi 2008 yılında Zagreb, Split, Velika Gorica bölgesi MACARİSTAN 2007 yılında Budapeste, Pecs (peç) illeri, Balaton Gölü çevresi AZERBAYCAN 2008 yılında Bakü ve çevre köyleri Yıllara Göre Toplanan Envanter 2004 Makedonya Bulgaristan Yunanistan Bosna-Hersek Kosova 2 takım geleneksel giysi 1 çarık, 1 önlük 1 zurna, 1 kemençe, 1 takım geleneksel giysi 1 iki saplı saz, 1 eski gusle, 4 takım geleneksel giysi 18 takım geleneksel giysi, 8 erkek kuşak, 20 çift çorap, 8 yelek 2005 Makedonya Kosova Moldova Sırbistan Karadağ 140 3 takım geleneksel giysi, 1 düdük, 1 gayda 8 takım geleneksel giysi, 13 parça etek, yelek, gömlek, şalvar, kuşak, başlık, önlük, arkalık 3 takım geleneksel giysi, 1 balalayka 60 adet giyim-kuşam parçası 2007 Yunanistan Arnavutluk Macaristan Makedonya Slovenya Hırvatistan 4 adet CD, 1 adet VCD, 1 adet DVD 1 adet öküz boynuzu düdük, 6 adet kostüm kitabı, 6 parça geleneksel giysi 1 adet yöresel kaval, 4 parça 19.yy’dan kalma giyim, 9 parça 1940 yılına ait giyim 8 parça Üsküp Raştak kadın giyimi, 6 parça Üsküp erkek giyimi, 8 parça Kalkandelen Tetova kadın giyimi, 11 parça geleneksel giyim 1 adet yan flüt ve 1 adet pan flüt 7 parça Hırvat bayan kostümü, 5 parça Hırvat erkek kostümü 2008 Slovenya Sırbistan Yunanistan Arnavutluk Bulgaristan Macaristan 6 parça Slovenya geleneksel erkek giyimi 7 parça Sırbistan Vronya kadın kostümü, 5 parça Sırbistan Vronya erkek kostümü, 7 parça Sırbistan Priyepolye kadın kostümü, 8 parça Sırbistan Şumadya kadın kostümü, 1 adet Sırp kadın dokuma önlük, 2 çift Sırbistan işlemeli çarık, 1 adet tekli düdük ve 1 adet çiftli düdük 1 adet uzun Midilli erkek cepkeni, 1 adet kitap ve 1 adet katalog 7 parça Kruje Bölgesi erkek kostümü 10 parça Loznitsa kadın kostümü, 7 parça Loznitsa kadın kostümü, 7 parça Loznitsa erkek kostümü, 1 adet tırnak kemençe 5 parça bayan geleneksel giyimi, 5 parça erkek geleneksel giyimi Araştırmalarda Balkanlar’ın genelinde oyun, giyim kuşam, müzik aletleri ve ezgi-ritim analizi yanında takıların, süslerin ve bazı giyim ayrıntılarının da tespiti yapılmıştır. Yrd. Doç. Dr. Cengiz Aydın tarafından başlatılan, Devlet Planlama Teşkilatı ve Ege Üniversitesi Rektörlüğü’nün destekleriyle yürütülen projenin araştırmaları sırasında, ülkemizde yapılan bilimsel araştırmalar dışında Balkan ülkelerinde, toplam 201 bilim insanı ve 909 kaynak kişi ile görüşmeler yapılmıştır. 141 Ayrıca toplam 20736 kare fotoğraf, 208 saat video çekimi yapılmıştır. Bunlardan yararlanılarak broşür, katalog ve 4 cilt kitap yayınlanmıştır. Uzmanlarca yapılan araştırmalarımızın her evresi, teknolojik ve bilimsel gelişmeler ışığında gerçekleştirilmiştir. Müze ve arşivimizden yararlanılarak uluslararası bilimsel toplantılarda sunumlar yapılmış; ayrıca müzemizin arşivi birçok yüksek lisans ve doktora öğrencisinin tez konusunu oluşturmuştur. Müzemizin fiziki şartları, envanter içeriği, kataloglanma ve teshir salonları birçok örnek müze incelenerek planlanmıştır. Bu araştırmalar sonucunda müzemizde, 2181 parça geleneksel giyim eşyası, 87 adet geleneksel halk çalgısı, 259 adet takı ve aksesuar, 24 adet silah, sandık ve dolaplardan oluşan toplam 2560 obje sergilenmektedir. Müzemizin, dünyadaki benzerleri arasında prestijli bir konumu olacağı umulmaktadır. Günümüze Sirkehane adıyla ulaşmış olan Müze binamız 19.yüzyıl sonlarında inşa edilmiştir. Son yirmi yıllık süreç içinde büyük bir bölümü yıkılmış olan binanın 2010 yılında restorasyonu tamamlanmış olup 22.06.2010 tarihinde “E.Ü. Balkanlar ve Anadolu Giysileri Müzesi’’ olarak faaliyete geçmiştir. Kültür Bakanlığı’na başvurulmuş ve Bakanlık denetimi sonucu özel müze olarak açılmasına karar verilmiş, 02.11.2010 tarihinde onaylanarak özel “Ege Üniversitesi Etnografya Müzesi’’ adını almıştır. İki ayrı binadan oluşan müzenin, taş ve ahşaptan inşa edilen ana binası iki katlı geniş galeri kısmı ve ona bağlı alt katta üç oda, bir hol ve bir depodan oluşmaktadır. Ayrıca müstakil girişli 5 odalı yönetim, atölye, arge, güvenlik denetim katımız mevcuttur. Yeni binada ise iki salon ve bir yönetici odası bulunmaktadır. Restore edilen müze binamıza İzmir Büyükşehir Belediyesince “Tarihe Saygı/Yerel Koruma Ödülleri-2010” kapsamında seçici kurulun yaptığı değerlendirme sonucu, “Özgün İşlevin Değiştirildiği Esaslı Onarım Ödülü’’ verilmiştir. 142 Müzemizin teşhir salonunun alt katında Anadolu ve Trakya’dan Hakkari yöresi (1 manken), Bitlis yöresi (1 manken), Kars yöresi (1 manken), Balıkesir yöresi (1 manken), Eskişehir yöresi (1 manken), Kemalpaşa yöresi (1 manken), Kilis yöresi (2 manken), Erzurum yöresi (2 manken), Çanakkale yöresi (4 manken), Tokat yöresi(3 manken), Ödemiş yöresi (2 manken), Ege Bölgesi (2 manken), İzmir yöresi (4 manken), Bursa yöresi (3 manken) ve Kütahya yöresi (3 manken) olmak üzere toplam 15 yöre geleneksel kıyafetleri tam takım halinde aksesuarlarıyla birlikte teşhirdedir. Üst katta ise Makedonya (5 manken), Moldova (1 manken), Bulgaristan (2 manken), Romanya (2 manken), Bosna-Hersek (2 manken), Yunanistan (2 manken) , Hırvatistan (1 manken), Karadağ (1 manken), Sırbistan (3 manken), Kuzey Arnavutluk (4 manken) ve Kosova (13 manken) olmak üzere toplam 11 Ülke geleneksel kıyafetleri tam takım halinde teşhirdedir. Alt kat galeriye bağlı bölümde ise geleneksel düğünlerimizde kız evi sahnesi yer alıyor. Ülkemizde düğün törenleri içinde yer alan geleneksel uygulamalardan biri olan “Kına Gecesi Töreni’’ diğer odada ise çeyiz yazımı sergilenmiştir. Ayrıca depomuzda dönüşümlü sergilenmek üzere birçok giyim kuşam objesi koruma altına alınmıştır. Alt kat da ayrıca geleneksel giysilerin, takıların, çorapların, keselerin, iğne oyalarının, değişik işlemeli örtü ve peşkirlerden oluşan geleneksel Türk el sanatlarının çeşitli örneklerinin bulunduğu “Çeyiz Sergisi” ve halkın günlük yaşamında kullandığı çeşitli ev eşyalarının olduğu “Mutfak” bulunmaktadır. 143 Masalarımızda silahlar, gümüş kemerler, kemer tokaları, alınlıklar, bileklikler, köstekler, muskalıklar, hamayıllar, kadın tepelikleri ve kadınerkek başlıkları sergilenmiştir. Bahçemizde yer alan yeni binanın ikinci katında ise Anadolu, Balkanlar ve Kafkas ülkelerinin geleneksel halk çalgılarından oluşan örnekler sergilenmiştir. Alt katta ziyaretçilere dinlenme olanağı sağlayacak kafeterya hizmet vermektedir. Bu projeye katkı sağlayan Devlet Planlama Teşkilatı’nı alanımız adına katkılarından ve ilgilerinden dolayı kutlar ve bu duyarlılığın devamını dileriz. “DİYALOG İÇİN HALK BİLİMİ” PROJESİ KAPSAMINDA YAPILAN ETKİNLİKLER 18 HAZİRAN 2011, ANKARA • Açılış Toplantısı 23-27 EKİM 2011, ANKARA • Fevziye Köyü Ziyareti ve Gösteriler • “Balkanlar ve Türkiye’de Halk Kültürü” Konferansı • “Sandığımda Balkanlar” Sergisi • Halk Müziği, Çalgıları ve Oyunları Atölye Çalışmaları • “Komşu Danslar ve Ezgiler” Gösterisi 22-24 NİSAN 2012, RUSÇUK • Ivanovo Ziyareti ve Gösteriler • “Balkanlar ve Türkiye’de Halk Kültürü” Konferansı • “Komşu Danslar ve Ezgiler” Gösterisi 29 EYLÜL 2012, ANKARA • Kapanış Toplantısı • Kapanış Konseri • Muammer Ketençoğlu Konseri • Konuk Sanatçı : Yıldız İbrahimova • Balkan Topluluğu, TUFEM ve THBT Halk Oyunları Ekibi Web Portal : www.folkloricdialogue.metu.edu.tr 144 4.1.8. GELENEKSEL BULGAR MÜZİĞİNE VE TÜRK MÜZİĞİYLE İLİŞKİSİNE GENEL BİR BAKIŞ (Bildiri Özet) Muammer KETENCOĞLU Müzisyen- Halk müziği araştırmacısı Bulgar geleneksel müziği, hem dünyada hem de Balkanlarda saflığıyla ve zenginliğiyle dikkat çeken yegane geleneklerden biridir. Hızlı dans ezgileri ve baladlarıyla Trakya ve Kuzey Bulgaristan, çakışan sesler ilkesine dayalı arkaik şarkılarıyla Şop ve Pirin bölgeleri, ağır, duygulu şarkılarıyla Istıranca bölgesi ve yine ağır uzun havaları ve pentatonik baladlarıyla Rodop bölgesi bu küçük ülkenin kendi içinde son derece çeşitli geleneğinin ana çizgilerini oluşturur. Ayrıca Filip Kutev’in temelini attığı halk müziğinden çağdaş çoksesliliğe uzanan Bulgar kadın koroları ve çalgılarının sınırlarını zorlayan büyük virtüözler bugünkü çağdaş Bulgar halk müziğinin temel ögeleridir. 145 Coğrafi yakınlığa ve tarihsel nedenlere karşın Türk ve Bulgar müzikleri arasındaki etkileşim, benzeri durumlarla karşılaştığında kanımca oldukça cılızdır. Kapalı toplumsal yaşam ve ekonomi ile bu durum bir dereceye kadar açıklanabilir. Bu gerçeğe karşın her iki gelenekte de yaygın olan birçok makamdan tabii ki söz edilebilir. Trakya, Kuzey Bulgaristan ve Pirin’de hicaz makamında sayısız halk şarkısı vardır. Istıranca’da ise saba makamına çok benzeyen bir dizi oldukça yaygındır. Rodop bölgesinde Pomak ve Bulgarların ortak pentatonik şarkılarıyla güney Ege’deki gurbet havalarını oldum olası yakın bulmuşumdur. Ayrıca adını Trakya çaprazı (Trakiiski caprazi) oyununda olduğu gibi Türkçe’den alan birçok parça olmalı. Türk ve Bulgar müziği arasına kurulabilecek köprünün en önemli dayanaklarından biri de yüzyıllardır Bulgaristan’da yaşayan Bulgar vatandaşı Türkler’dir. Gerek Deliorman’da gerekse Kırcali’de birlikte yaşayan Türk ve Bulgar’ların birbirlerinden etki almadığını düşünmek doğru olmaz. 1940’lardan başlayarak Bulgaristan’da Türk ya da Roman müzisyenlerin icra ettiği Türk müziği kayıtlarına artan oranda rastlamaktayız. 1990’dan sonra Türk ve Bulgar müziği arasındaki ilişki adım adım gelişmiş, iki ülkeden müzisyenlerin ortak projeleri her geçen yıl daha çok karşımıza çıkar olmuştur. 146 4.1.9. HIDRELLEZDEKİ OYUNLARA TÜRKİYE’DEN BİR ÖRNEK: SİVAS’IN HAFİK İLÇESİNDE EĞRİLCE VE KADIN OYUNLARI Solmaz KARABAŞA3∗ T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü Giriş İnsanın dünyanın her yerinde yaşamayı başarabilme sırrı, doğayı çok iyi takip etme, gözlemleme ve böylece oluşturduğu bilgi birikiminde saklıdır. Doğayı gözlemlerken, orada meydana gelen ve sırrına eremediği kimi değişiklikler onda hayat döngüsü ile ilgili bir tasavvura yol açmıştır. Mevsimsel geçişler bu doğa olaylarından biridir. İnsan, mevsimlerle birlikte doğada meydana gelen değişimi, baharda yaşanan canlanmayı bu hayat döngüsünün başlangıcı olarak algılamış ve o dönem kültürde özel bir yer etmiştir. Bütün bir yılın iyi geçmesini garantiye almak üzere yapılan inançsal pratikler ve bunlara eşlik eden kutlamalar işte böylece oluşmuştur. İnsanlığın bu ortak mirası mevsimlik bayramlar dünyada farklı farklı adlarla kutlanmaktadır. Türkiye’de yaygın olarak “Hıdrellez” adıyla kutlanır. Diğer bazı adlandırmalarına örnek olarak “çiğdem gezdirme, baca pilavı, kuzu günü, uçurtma bayramı, kiraz bayramı, çağırı bayramı, seyran, gezek alemi” verilebilir (And, 1964:85). Sivas’ın Hafik İlçesi’nde ise Hıdrellez, Eğrilce adı altında kutlanmaktadır. Gerek dünyada, gerekse de Türkiye’de gerçekleştirilen bu kutlamalardaki bir başka ortaklık da yöresel oyun ve müziktir. Oyun ve müzikle birlikte eğlence, Hıdrellezin esas unsurudur ve her türlü sevinç ve kutlama oyunların oynanmasına vesiledir. Ancak Hıdrellez, açık hava eğlencesi olmasıyla diğer oyun oynama vesilelerinden ayrılır. İşte tüm bu nedenlerle Hıdrellez kelimenin tam anlamıyla bir “bayram” havasında yaşanır. ∗ Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Halkbilim Bölümü Doktora Öğrencisi 147 Türkiye’de Halk Oyunları Türkiye’deki halkoyunları kültürü üzerine çalışmalarıyla tanınan Metin And (2007:89)’ın yaptığı değerlendirmeye göre Türkiye’de halk oyunlarının oluşmasına etki eden bazı faktörler vardır. Bunlardan ilkini Anadolu kültürleri ve bunların bolluk bereket törenleri, ikincisini Türklerin Orta Asya kökenli Şamanistik inanç pratikleri, üçüncüsünü İslamiyet, dördüncüsünü ise İmparatorluk Dönemi oluşturmaktadır. Bu sonuncusu sadece halk oyunları açısından değil, Balkan kültüründeki diğer pek çok ortaklığın da etkeni olmuştur. İşte bu ve benzeri etkenlerle şekillenen bugünkü Türk Halk Oyunları’nın temelini oluşturan geleneksel oyunlar, Türkiye’de oldukça çeşitlilik gösterir. Metin And köylü dansları adını verdiği ve bunların tespitine giriştiği çalışmasında bu oyunların sayısını binin üzerinde olarak verir (And, 1964:5). 148 Türkiye’de her bölge, kendi oyununa farklı bir ad vermiştir. Zeybek, halay, bar ve horon gibi. Bu nedenle halk oyuncular arasında bu oyunların yaygınlık gösterdiği bölgeleri bu yerel adlandırmalarla adlandırma alışkanlığı vardır. Örneğin İç Anadolu Bölgesi’nde halay ağırlıktadır ve bu nedenle İç Anadolu’ya “halay bölgesi” denir. Böyle sınıflandırmanın bazı kolaylıkları olmakla birlikte, halayların kendi içindeki çeşitliliği de göz önünde bulundurulduğunda genellemeler sakıncalı da olmaktadır. Gene de bu çalışmaya konu olan ilin bir “halay bölgesi”nde yer aldığını söyleyebiliriz. Sivas/Hafik/Düzyayla Köyü Sivas üç vadi arasında kurulmuştur. Kızılırmak, Yeşilırmak ve Fırat Havzası Yüzölçümü açısından Türkiye’nin ikinci büyük ilidir. İlin yeryüzü şekli ağırlıklı olarak platolardan oluşmaktadır. Hafik ilçesi, Sivas’ın yukarı Kızılırmak bölgesinde yer almaktadır. İl merkezine 37 Km. uzaklıktadır. İlçenin tarihi M.Ö. 200’lü yıllara dayanmaktadır. Birçok medeniyetin yaşadığı ilçe aynı zamanda gölleri ve ormanlık arazisiyle doğal bir zenginliğe sahiptir. Düzyayla Köyü, 150 hanedir. Tarımla uğraşır. Yaylacılık vardır. O yüzden Eğrilce’den hemen sonra yaylaya çıkılır. Eğrilce Hafik’te 6 Mayıs gününe “Eğrilce” denir. Türk Dil Kurumu’nun Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü’nde “Eğrilce” kelimesinin, Sivas’ta Hıdrellez anlamı dışında bir de “erik çağlalarının yağmur etkisiyle bozulması” anlamına geldiği belirtilmektedir. Buradan yola çıkarak “Eğrilce” kelimesinin, Hıdrellezdeki kaçınmaların sebebi olan “eğrilik”lerden gelmiş olacağı tahmini yürütülebilir. Çünkü o gün yaşlı kadınların, o yıl doğacak çocukların ve kuzuların sakat olmaması için “bize gelecek eğrilik, fasulyeye gitsin” diyerek fasulye diktiği söylenmektedir. 149 Eğrilce’deki pratikler, Anadolu’nun hemen her yerinde yaygınlık gösteren Hıdrellez pratikleri ile benzerlik gösterir. Eğrilce öncesinden temizlikler yapılır, yemekler (yağlı fırın kömbesi, Anşalı adı verilen çörekler, buğdaydan yapılan kavurga, evelik/labada dolması, 100’er adet haşlanmış yumurta) hazırlanır, 6 Mayıs günü de kırlara gidilip eğlenilir. Eğrilce eskiden Eğrilce Deresi adı verilen bir yerde ve birkaç köyün katılımıyla kutlanırmış. Bugün gene yeşillik bir yer tercih edilmekte ancak kötü hava koşullarında iç mekanda da kutlanmaktadır. Eğrilce kutlamalarını kadınlar organize etmektedir. Köyde kaç nişanlı çift varsa onların aileleri (yerel söyleyişle “gelinlik sahipleri”) hazırlıkları yapar. Ancak komşular yardım olsun diye yumurta ve süt getirirler. Köylü, nişanlı sahiplerinin mi- safirleri gibidir. Oğlan tarafı, “gelinlikleri”nin tarafını davet eder, onları ağırlar. Böylece iki tarafın kaynaşması ve yeni kurulmakta olan hısımlık ilişkilerinin pekişmesi sağlanır. 6 Mayıs gününde bunun dışında da başka hiçbir iş yapılmaz. Eğrilce’ye özgü, o gün iş yapanların başına kötü şeyler geleceği yönünde inanışlar herkesi o gün adeta eğlenceye mecbur eder. Bu nedenle Eğrilce tam bir bayram ve eğlence fırsatıdır. Eğrilcenin bayram olarak görülmesini ve önemini şuradan da anlamak mümkündür: Bilindiği gibi Anadolu’nun hemen her yerinde nişan ile düğün arasında geçen bayramlar önemlidir, bu bayramlarda oğlan evi, kız evine hediyeler gönderir. İşte Eğrilce’de Hafik’te dikkate alınan bayramlardan biri olarak kabul edilmekte, nişan ile düğün arasında eğer bir Eğrilce geçerse, oğlan tarafı kız tarafına bayramcalık sunmakta, nişanlı kızı ve yakınlarından birkaç kadını da alarak yaptıkları hazırlıklarla kırlara Eğrilce kutlamaya gitmektedirler. Bu sebeple Eğrilce’ye “gelinlik gezdirme” de denmektedir. 150 Eğrilce kutlaması için hava açık ise yeşillik bir yere gidilir. Kadınlar bu günü bir bayram olarak algıladıklarından özel gün kıyafetlerini giyer, süslenirler. Gelinlikler de nişanda giydikleri geleneksel kıyafetlerini giyerler. Kutlama yerinde köydeki bütün gelinlikler bir sıra halinde dizilir ve bir süre öylece dururlar. Buna “süzülmek” denir. Daha sonra oğlan tarafının hazırladığı “gelinlik sofraları” gelinlerin önüne konur ve Gelinlikler de yemeklerini yer. Bu esnada herkes yemek yer ve sonrasında da halk oyunu başlar. Eğrilce’de Halk Oyunları Köylerde her türlü sevinç ve kutlama halk oyunlarını sergileme vesilesidir. Bu nedenle Düzyayla Köyü’ndeki Eğrilce de halaya durmak için bir fırsattır. Eğrilce’de diğer eğlence zamanlarında hangi oyunlar oynanırsa onlar oynanır. Tabi buradaki oyunlar; profesyonel olmayan kişilerce, kendi eğlenmeleri için yapılan ve bu esnada büyük bir coşku duyulan oyunlardır. Sivas ilinin oyunları açısından “Halay Bölgesi”nde yer almakla birlikte Sivas ve özellikle ilçesi Hafik, halaylarının zenginliği ile bilinen yerleşimlerdir. Ancak kadın halaylarında bu çeşitlilik diğer yörelerin kadın oyunlarında da olduğu gibi pek göze çarpmamaktadır.14 Hafik’te kadın ve erkek birlikte oynamaz. Zaten Eğrilce de daha çok kadınlar tarafından kutlanan bir gündür. Dolayısıyla Eğrilce sadece kadın oyunları görülebilir. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın planlı araştırmaları çerçevesinde 4-7 Mayıs 2004 tarihinde Sivas ili Hafik ilçesi Düzyayla Köyü’nde gerçekleştirilen alan çalışmasında; Eğrilce’de iki tür kadın halayı tespiti yapılmıştır. Buna göre halayların genel özellikleri şu şekildedir: Oyunların genel karakteristiklerini önce yavaş başlayan, sonra hızlanan 1 Sivas’daki kadın ve erkek halaylarının tek farkı çeşitliliği değildir. Ancak konunun sınırlarını aşmamak için bu konunun üstünde durulmamıştır. Detaylı bilgi için bkz: Metin And (1964:45). 151 bölümlerinin olması oluşturmaktadır. Birbirine bağlı olarak oynanan oyunlardan olan halayın formu, Düzyayla’da daire biçimindedir ve ucu kapalıdır. Kadınlar kollarını birbirlerinin önünde, bir sonraki sırada bulunan kişiyle el ele tutuşarak çapraz bağlamaktadırlar. Oyunların hızlı bölümlerinde ellerin vurulduğu da görülmüştür. Oyunlardan birinde oyuncuların yönü halayın içine dönüktür, sol ayak önden sola bir adım atar, sağ ayak sola iki adım atar. İkinci oyunda ise oyuncuların yönü sağa dönüktür ve bir sağa bir sola sekilerek ilerlenir. Eğrilce günü kadınlar halaylarını birlikte icra ettikleri türküler eşliğinde yapmaktadırlar. Türküyü bir grup söyler, karşıdaki grup tekrar eder ve halay böyle sürüp gider. Halaya genç yaşlı her yaştan katılım mümkündür. Sonuç Özetleyecek olursak; Sivas Hafik Düzyayla köyünde Eğrilce adı verilen Hıdrellez eğlencesinde sadece kadınlar halay oynamaktadır. Fazla çeşitlilik göstermeyen Düzyayla Köyü Eğrilce kutlamalarındaki kadın halayları, diğer zamanlarda oynanan oyunların aynısıdır. Bunu Türkiye’nin geneli için söylemek hatta dünyadaki uygulamaların da böyle olduğu yönünde tahmin yürütmek mümkündür. Bütün toplumlarda yaşanan baharın gelişinin verdiği coşku, Orta Anadolu’nun bu bölgesinde de bütün canlılığı ile yaşanmaktadır. İnançsal pratiklerine belki geçmişteki kadar bel bağlanmıyordur, ancak eğlenceli ve toplumsallaştırıcı etkisi ile Eğrilce günümüzde de öne- mini korumaya devam etmektedir. Nitekim “gelinlik gezdirme” olarak da bilinen Eğrilce’nin birincil önemi yeni kurulmakta olan akrabalık ilişkisinin pekiştirilmesine katkı sağlamaktır. Halk oyunları dünyadaki bütün mevsimlik bayram kutlamalarının ortak aracıdır. Oyunun buradaki işlevi iyi vakit geçirmek ve eğlenmektir. Bir başka ifadeyle Hıdrellez, oyun ve eğlence için aranan ortamlardan biridir. 152 Türkiye’den, tesadüfen seçilmiş bu örnek bunu açıkça göstermektedir. Bununla birlikte oyunun işlevini eğlenceye indirgememek gerekir. Çünkü hele de diyalog aracı olarak oyundan bahsedeceksek; oyun sayesinde bir ülkenin, efsaneleri, inançları, törenleri, gelenekleri, müzik ve sanatını öğrenmek mümkün olacaktır. Bu nedenle gerek halk oyunları ve gerekse de içinde oyunun da yer aldığı Hıdrellez gibi ortak kültürel kodlar ülkelerin/halkların birbirlerini tanımaları, anlamaları ve iyi ilişkiler kurmaları için en iyi araçtır. KAYNAKÇA Arşiv Kaynakları: Kültür ve Turizm Bakanlığı, Araştırma ve Eğitim Genel Müdürlüğü, Halk Kültürü Bilgi ve Belge Merkezi Belgeleri: YB.2009.388 BVB.2004.0026 S.2004.1585 S.2004.1587 S.2004.1592 Basılmış Eserler: And, Metin. (2007) Oyun ve Bügü, İstanbul: YKY Yayınları And, Metin. (1964) Türk Köylü Dansları, İstanbul: İzlem Yayınları Türk Dil Kurumu, Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü (tdkterim.gov.tr) Kaya, İ. (2008), “Hafik’in Sosyal-Kültürel ve Dinsel Yapısı Üzerine Bir İnceleme” Cumhuriyet Üniversitesi, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi. Müjgan Üçar, “Sivas’ta Özel Gün Yemekleri”, Turkish Cousine, Turkish Cultural Foundation. 153 4.2. RUSÇUK’TA DÜZENLENEN “BALKANLAR VE TÜRKİYE’DE HALK KÜLTÜRÜ” KONFERANSI VE BİLDİRİLER 4.2.1. UNESCO DÜNYA LİSTELERİNDE YER ALAN BALKAN ÜLKELERİNDEKİ “SOMUT OLMAYAN KÜLTÜR MİRAS” UNSURLARI ÜZERİNE BAZI GÖZLEMLER Prof. Dr. Mila SANTOVA Bulgaristan Bilimler Akademisi, Ulusal Etnografya Müzesi, Folklor Çalışmaları ve Etnoloji Enstitüsü Günümüzde Somut Olmayan Kültür Miras sorunu ve bu konuda gittikçe artan karşılıklı görüşmeler, UNESCO listelerinde menşeği farklı ülkelerden olan “Somut Olmayan Kültür Mirası” kabul edilen unsurların yer almasına bağlanmaktadır. Böyle bir bağlantının temeli, unsurların listelere girmesi için (ve özellike Temsili Liste’ye yönelik olanlar), UNESCO Somut Olmayan Kültür Mirasları’nı Koruma Sözleşmesi(2003)’ne üye ülkelerden önerilmesi gerekmektedir. Bu ise, yapılan önerilerden önce tanıma, değerlendirme, “Somut Olmayan Kültür Miras” unsurlarını değerlendirme gibi prosedürlerin olması anlamına gelmektedir. 2003 Sözleşmesi’ne göre bazı ülkeler tarafından yapılan bu faaliyetler, genellikle bazı durumlarda gelecekte listelere kayıt yapma önerilerini sağlayacaktır. Bu faaliyetler, 2003 Sözleşmesi’nin ilgili maddeleri ile ve özellikle III Bölüm’de istenilen şartlarla -Somut Olmayan Kültür Mirası’nın milli düzeyde korunması- yakından ilgilidir. . Örneğin, Art.11 b maddesine göre, her ülkenin Somut Olmayan Kültür Mirası korumasında temel önlemler: topluluklar, gruplar ve ilgili sivil toplum kuruluşlarının katılımı ile kendi ülke sınırları içindeki mevcut 154 Somut Olmayan Kültür Mirası’nın farklı unsurlarını belirlemek ve tanımlamaktır. (2003 Sözleşmesi, Art. 11b). Kendi sınırları içinde mevcut Somut Olmayan Kültür Mirasları sicil kaydı ya da kayıtları yapmak (2003 Sözleşmesi, Art. 12b), çeşitli tedbirler dizisi ile kendi sınırları içinde mevcut Somut Olmayan Kültür Mirası’nın korunmasını, gelişmesi ve tanıtımını sağlamak (2003 Sözleşmesi, Art. 13b) v.b. Tarafların Listelere kayıt önerileri genellikle tam bu prosedürlerin sonucu olmaktadır. Sözleşme metinlerinin çeşitli yönleri, UNESCO’nun diğer çalışma belgelerinde de geliştirilip, ayrıntıları ile incelenmektedir. Bu durumda öncelikle ilgi çekici olan, UNESCO Hükümetlerarası Komite uzmanları tarafından hazırlanan İnsanlığın “Somut Olmayan Kültür Mirası, Temsili Listesi”ne kayıt yapma kriterleri olmaktadır (Criteria of inscription on the Representative List of the Intangible Cultural Heritage of Humanity=İnsanlığın Somut Olmayan Kültür Mirası Temsili Liste’si üzerindeki yazılı kriterler). Örneğin Kriter R.5’e göre: Sözleşmenin 11. ve 12. maddelerinde belirtildiği gibi bir unsur, öneren ülke(ler) toprağı(ları) üzerinde mevcut “Somut Olmayan Kültür Mirası Envanteri” içinde bulunmalıdır (R.5 The element is included in an inventory of the intangible cultural heritage present in the territory(ies) of the submitting State(s) Party(ies), as defined in Article 11 and Article 12 of the Convention) (Criteria R). Bu metin harfi harfine “Acil Korumaya İhtiyacı Olan Somut Olmayan Kültür Mirası (Acil liste) Listesi”nde de Kriter U.5 olarak tekrar edilmektedir. (Criteria of inscription on the List of Intangible Cultural Heritage in Need of Urgent Safeguarding) (Criteria U). 2003 Sözleşmesi ve uygulanması ile ilgili bir takım belgeler, sadece küresel korunacak miras listesini doldurmak için değil, üye devletlerin Sözleşmenin uygulanması için doğrudan yapacakları çeşitli yöntemleri göstermek içindir. Bir kural olarak bu yöntemler, değerlendirme anlamına gelen seçim aşamasındaki prosedürleri gösterir. Genellikle Sözleşmedeki üye ülkeler için geçerli olan bu kurallar, tabi ki aynı derecede Balkan Ülkeleri için de geçerlidir. Bali adasında (2229 Kasım 2011), (Bali 2011) Hükümetlerarası Komite’nin Altıncı 155 Oturumunda bu ülkelerden hiçbiri “En İyi Koruma Uygulamaları Sicili”ne (Register of Best Safeguarding Practices) (Register) giremediğinden dolayı, bu çalışmada bahsedilmeyecektir. Aşağıdaki paragraflarda Balkan ülkelerinden yapılan öneriler üzerine, listelere kaydedilecek unsurlar ile ilgili değerlendirmeler yapılacaktır. UNESCO Dünya Listelerinde var olan Balkan Ülkeleri kökenli unsurlar hakkında, genellikle farklı nicel verilere dayanarak, bölgede üye ülkelerin sahip oldukları “Somut Olmayan Kültür Mirası” hakkında öz değerlendirme ve kalite parametrelerini tahmin edilmeye çalışılacaktır. Hemen şunu eklemek gerekir ki, aşağıda görüleceği gibi, bölgeden ayrı ayrı üye ülkelerin kayıtları nicelik bakımdan düzensizdir. Bu durum nicelik bakımdan eşdeğerli olmayan verileri karşılaştırmaya neden olacak, bu da kendi tarafından çıkarılan sonuçların görelilik seviyesinde olmasına yol açacaktır. Çünkü eşdeğer başlangıç materyaline dayanmamaktadırlar. Listelere kaydedilen farklı sayıda unsurlar, kaydedilen ya da kaydedilmeyen unsurların kalite ölçüsü değil, sadece farklı ülkelerin farklı aktifliği sonucu olmaktadır. Bu ayrım, parametreler temelinde birçok açıdan koşullu olarak yapılanlarla aynıdır. Kayıtlar – Formal Parametreleri Her şeyden önce, tüm Balkan Ülkeleri ve ek olarak Moldovya 2003 Sözleşmesi’ni onaylamıştır. Zaman içinde onaylamalar şöyle yerleşmiştir: 2005 – Hırvatistan; 2006 – Arnavutluk, Bulgaristan, Makedonya, Romanya, Türkiye; 2007- Yunanistan; 2008 - Slovenya; 2009 – Bosna Hersek, Karadağ; 2010 – Sırbistan. Bu veriler, 2003 Sözleşmesi’nin bölgede Genel Konferans tarafından sonra kabul edilmesinden onaylanmasına kadar en kısa süre 2 yıl (Hırvatistan), en uzun süre ise 7 yıl olmaktadır (Sırbistan). En aktif şekilde Sözleşme 3 yıl sonra onaylanmaktadır (Arnavutluk, Bulgaristan, Kıbrıs (Güney), Makedonya, Moldovya, Romanya, Türkiye). Bölge ülkelerinin UNESCO Listelerinde toplam 29 kaydı vardır. Bunlardan 26’sı Temsili Liste’dedir; 1 tanesi Acil Koruma Listesi’nde, 2 tane 156 de çok uluslu (multi uluslu)’dur. Acil Listeye kayıt Hırvatistan’a aittir ve 2010 yılında yapılmıştır - Ojkanje Singing (Ojkanje 2010). Unsurun dosyasında sosyal ortamın değişmesinden ve köy kültüründen şehir kültürüne doğru aktif şekilde hareket etmesinden dolayı unsurun yok olma riski altında olduğu belirtilmektedir. Ek olarak Balkan Ülkelerinin katkısı ile yapılan her iki çok uluslu kaydın bölgeden ülkelerin ortaklaşa yapmadıklarını söyleyebiliriz. 2009 yılında Novruz, Nowrouz, Nooruz, Navruz, Nauroz, Nevruz kaydını Türkiye, Azerbaycan, Hindistan, İran, Kırgızıstan, Pakistan ve Uzbekistan’ın beraberliği ile yapmaktadır (Novruz 2009). 2010 yılında “The Mediterranean Diet” kaydını ise Yunanistan, İspanyol, İtalya ve Fas ile birlikte yapmaktadır (Diet 2010). Coğrafi ve nicelik bakımdan Temsili Listeye Balkan Ülkeleri tarafından yapılan kayıtlar son derece dengesiz dağıtılmıştır. Sırasına göre şu şekilde yerleşmektedirler: Arnavutluk – 1 (2008*); Bulgaristan – 2 (2008* ve 2009); Кıbrıs – 2 (2009 ve 2010); Hırvatistan – 11 (2009 – 7, 2010 – 2, 2011 – 2); Romanya – 2 (2008* ve 2009), Türkiye – 8 (2008* - 2, 2009 – 2, 2010 – 3, 2011 – 1). 2008 yılının yıldızla belirtilmesinin açıklanması biraz sonra yapılacaktır. Bu verilerden, bölgeden unsur dosyaları hazırlanmasında en aktif Hırvatistan (11) olmaktadır, ardından kayıt sayısına göre Türkiye gelmektedir – Türkiye’nin 8 milli adaylıklarına az önce söz ettiğimiz bir de çok uluslu (multi) adaylık da eklenmektedir. 2007 yılında 7 unsur birden kayıt yapan Hırvatistan’dan farklı olarak, Türkiye’nin kayıtları yıllar içinde sistemli ve dengeli olmaktadır – her yıl 1, 2, 3 unsur. Bu iki ülkenin ardından 2-er adaylık kaydı ile Bulgaristan, Kıbrıs ve Romanya gelmektedir ve Arnavutluk- 1. Bosna Hersek, Karadağ, Slovenya, Sırbistan ve Moldovya’nın hala kayıtları yoktur. 2008 yılında İstanbul’da düzenlenen Üçüncü Oturumu sırasında, Hükümetlerarası komite, 2003 Sözleşmesinin Art. 31.1, 2, 3 Sözlü 157 ve Somut olmayan kültür miraslar şaheserlerini Temsili Listeye kaydetme istemlerini yerine getirdi - (Convention 2003, Art. 31.1, 2, 3). Burada, 2003 Sözleşmesinin kabul edilmesinden önce, UNESCO Genel Müdürü tarafından 3 (2001, 2003, 2005), “İnsanlığın Sözlü ve Somut Olmayan Kültür Mirasları” tebliği yapıldığını belirtmemiz gerekmektedir. Tebliğleri takip eden prosedürlerde 90 “Sözlü ve Somut olmayan Kültür Mirasları” şaheseri seçildi ve tam onları belirli tartışmadan sonra Komite 2008 yılında İstanbul’daki oturumda Temsili Listesine kaydetti (İstanbul 2008: ITH/08/3. COM/CONF.203/1). Birkaç Balkan ülkesinin böyle şaheser kayıtları vardır ve günümüzde genel olarak 2008 yılı ile belirlenmektedir – Temsili Listeye kayıt zamanı. Daha önceden 2008 yılı yıldızla kaydedilmişti - bunun nedeni şaheserlerin Temsili Listeye kaydedilme yılını belirtmekti. Balkan ülkelerinden tebliğe göre şu ülkelerin şaheser kayıtları vardır: Arnavutluk – 2005, Bulgaristan – 2005, Romanya – 2005, Türkiye – 2003 ve 2005. Bunlar bölgeden 26 milli adaylıktan şu anda Temsili Listede yer alan toplam 5 kayıt olmaktadır. Tebliğ zamanlarına dönmek her şeyden önce bazı Balkan ülkelerin 2003 Sözleşmesi ile bağlı ve Sözleşmeyi takip eden prosedürlerde erken aktiflik göstermektedir. Belirtilen 4 ülkeden bu şekilde açıklanan verilere göre, 2003 ve 2005 yıllarında kayıtları ile şüphesiz bu dönemde en aktif Türkiye olmaktadır. Ardından 2005 yılında kayıtları ile Arnavutluk, Bulgaristan ve Romanya gelmektedir. 158 İçerik Projeksiyonlar UNESCO Listelerine üye ülkeler önerisi ile kaydedilen unsurların içerik parametrelerine yaklaşma amacı ile dikkatinizi Somut olmayan kültür mirasları terimine iş tanımı sunan 2003 Sözleşmesinin Art. 2’si üzerine odaklamak istemekteyiz. Bu durumda “Somut Olmayan Kültür Mirasları”nın görüldüğü alanları tespit eden Art.2.2.’de geniş çapta açıklanan tanım direk ilgi yaratmaktadır. Kongre metin parçası alıntısı: 2.2. The “intangible cultural heritage”, as defined in paragraph 1 above, is manifested inter alia in the following domains: (a) oral traditions and expressions, including language as a vehicle of the intangible cultural heritage; (b) performing arts; (c) social practices, rituals and festive events; (d) knowledge and practices concerning nature and the universe; (e) traditional craftsmanship. (Convention 2003, Art. 2.2) Bir unsurun belirli “Somut Olmayan Kültür Mirası”nın seyredilme alanlarında konumlanması, adaylık formunun doldurulmasında üye ülkeler için zorunlu şart olmaktadır. Bu konumlama içerik parametrelerini belirtmeye yol açmaktadır. Örneğin, önceki yıllarda sunulan formun güncelleşmiş varyantı olan 2012 yılı Temsili Liste formunun 1. Bölümüne ek açıklamalar yapılmıştır: “Identification and definition of the element” ek açıklama yapılmıştır: “For criterion R.1 the states shall demonstrate that “the element constitutes intangible cultural heritage as defined in Article 2 of the Convention” (List 2012, раздел 1). Ondan sonra 2003 Sözleşmesi’nin 2.2. maddesine göre alanlar sıralanmaktadır ve aday ülkenin belirlemesi gereken kareler eklenmiştir Birden fazla kare belirlenmesine de izin verilmektedir. Bu detayları ayrıntılarıyla açıklamaktayız, çünkü aslında tam onlar Listelere kaydedilen adaylıkların iç özelliklerini göstermektedir. Onlar kendi tarafından Dünya UNESCO listelerine unsur kayıt yapma amacıyla farklı üye ülkelerden yapılan seçimin önemli yönlerini (ve 159 seçilme nedenlerini) göstermektedir. Başka bir değişle üye ülkeler Somut olmayan kültür miraslarından hangisini yüksek değerde olarak gördüğünü belirtmektedir. Veriler, şu ana kadar listelere kaydedilen Balkan ülkeleri menşeli unsurlardan en fazla unsur – 22(26’dan) toplumsal uygulamalar, ritüeller ve festival etkinlikleri alanından olduğunu, ikinci yeri -18 unsur ile sahne sanatları aldığını göstermektedir. Bu 18 unsur bazı durumlarda, koşullu olarak müzik – 12 unsur ve danslar – 7 unsur olmasıyla 2 gruba ayrıldıklarını belirtmeliyiz. (Bazı durumlarda bu iki alt grup kesin olarak belirtilmektedir, bazı durumlarda ise bu iç ayrılma dosyada yapılmamıştır ya da yapılması güç olmaktadır); Ardından, 13 unsur içeren Somut olmayan kültür miraslarda sözlü gelenek ve deyimler alanı gelmektedir; bundan sonra 7 unsuru ile geleneksel ustalık; 6 unsuru ile doğa ve evren ile ilgili uygulamalar alanı gelmektedir. Ayrı ayrı alanlarda yer alan unsurların ve listelerde kayıtlı olan unsurların toplam sayısında fark, önceden de sözü geçtiği gibi, bir unsurun birden fazla alanda yer alabilmesine müsaade edilmesidir. En büyük aktiflik gösteren alanın parametrelerinde - toplumsal uygulamalar, ritüeller ve festival etkinlikleri, öncülük tekrar Hırvatistan ve Türkiye’nin olmaktadır – Temsili Listelerde 7-er milli unsur kayıtlı, bunlarla birlikte Hırvatistan’ın bir unsuru “Acil Liste”de de vardır, Türkiye’nin birçok uluslu adaylığı da vardır. İki ülkenin ardından bu alanda 2-er unsur kaydı ile Bulgaristan ve Kıbrıs gelmektedir. Bundan sonra – Yunanistan ve Romanya – 1-er unsur kaydı ile. Yunanistan’ın unsuru çok uluslu olmaktadır. Balkanların türküler söyleyen bölge olarak ün kazanmış olması göz önüne alındıktan sonra, sahne sanatları alanının 18 kaydedilmiş unsur grubunun daha çoğu – 12’s, müzik alanından olması beklenilen bir durumdur. Kaydedilmiş unsur sayısına göre – 6, öncülük Hırvatistan’ın olmaktadır. Bu rakama Hırvatistan tarafından “Acil Liste”ye kaydedilmiş unsur da eklenmektedir. Hırvatistan’ın ardından 2 kaydedilmiş unsur ile Türkiye, 1-er kaydedilmiş unsur ile Arnavutluk ve Bulgaristan ardından gelmektedir. Danslara gelince, orada manzara şöyledir: Hırvatistan – 5 unsur, Romanya ve Türkiye – 1-er unsur. 160 Sözlü gelenek ve deyimler alanında eşit sayıda kaydedilmiş unsur ile Hırvatistan ve Türkiye - 5 artı 1; Hırvatistan için bu unsur Acil Liste’de, Türkiye için ise çok uluslu adaylılık olmaktadır. İki ülkenin ardından Kıbrıs ve Yunanistan gelmektedir. Yunanistan için - çok uluslu adaylılık olmaktadır. Geleneksel ustalık alanında tekrar en çok kayıtlı unsur Hırvatistan’ındır – 5, ardından Kıbrıs ve Türkiye gelmektedir -1-er unsur. Türkiye için bu çok uluslu adaylılık olmaktadır. Açıklandığı gibi en az kaydedilmiş unsur doğa ve evren ile ilgili uygulamalar alanında vardır. Biri çok uluslu adaylılık olmakla, kaydedilmiş 3 unsurla burada Türkiye görülmektedir. Ardından 2 unsur ile Hırvatistan ve 1 çok uluslu adaylılık ile Yunanistan gelmektedir. Listeler kayıtlarının içerik parametrelerine, bölgeden ülkelerin unsurları “Somut Olmayan Kültür Mirasları”nın farklı alanlarında konumlarına göre değerli olarak kabul edilmesi bakış açısından, şu manzara görülebilinir: - Arnavutluk tarafından kaydedilen unsur sahne sanatları alanından olmaktadır ve daha fazla beste ile ilgilidir. - Bulgaristan’dan kaydedilen iki unsur da toplumsal uygulamalar, ritüeller ve festival etkinlikleri alanından olmaktadır. Bunlardan biri sahne sanatları – müzik alanından olduğu belirtilmiştir. - Aynı şekilde Kıbrıs’tan kaydedilen iki unsur da toplumsal uygulamalar, ritüeller ve festival etkinlikleri alanından olmaktadır, fakat burada biri geleneksel ustalık, diğeri ise sözlü gelenek ve deyimler alanından olmaktadır. - Hırvatistan en güçlü toplumsal uygulamalar, ritüeller ve festival etkinlikleri alanı (7, artı 1 unsur Acil Listede) ve sahne sanatları alanı (7, artı 1 unsur Acil Listede) sergilenmektedir. Bunlardan 6, artı 1 (Acil Listede) müzik, ve 5 – danslar. Diğer unsurlar sözlü gelenek ve deyimler alanından - 5 artı 1 (Acil Listede), geleneksel ustalık alanından - 5 161 unsur. Doğa ve evren ile ilgili uygulamalar alanı Temsili Listede 2 unsur ile yer almaktadır. - Yunanistan’ın katıldığı çok unsurlu adaylıktaki unsur, toplumsal uygulamalar, ritüeller ve festival etkinlikleri, Somut olmayan kültür miraslar sözlü gelenek ve deyimler alanlarını sergilemektedir. - Romanya’dan kaydedilen iki unsur da sahne sanatlarından (-müzik -1, dans- 1) olmaktadır. Unsurun biri toplumsal uygulamalar, ritüeller ve festival etkinlikleri alanından da olmaktadır. - Türkiye’den kaydedilen unsurlardan en fazla sayıda 7 artı 1, (çok uluslu) toplumsal uygulamalar, ritüeller ve festival etkinlikleri alanından olmaktadır; ardından sözlü gelenek ve deyimler – 5 artı 1 (çok uluslu) ve sahne sanatları gelmektedir – 5 artı 1(çok uluslu); ve sahne sanatları – 5 artı 1 (çok uluslu), bunlardan ikisi müzik ve danslarla ilgili olduğu görülmektedir. Geleneksel ustalık alanında Türkiye’nin katıldığı çok uluslu adaylık unsuru görülmektedir; doğa ve evren ile ilgili uygulamalar alanında ise -2 unsur ve onlara çok uluslu adaylık da eklenmektedir. Bu dağıtım Balkan ülkelerindeki varlıkların Temsili Listelerine kaydedilmekte içeriklik bakımından oldukça belirgin düzensizlik ifadesi olmaktadır. 162 Burada ileri sürülen kanıtlardan sonra genel sonuçlar ne olabilir? Her şeyden önce, bu sonuçlar unsurların Temsili Listelerde bulunması üzerine bir genel bakış olacağını belirtmeliyiz. Genel olarak Balkan ülkelerinden Temsili Listelerde mevcut olan unsurları incelediğimizde, bölgede ülkeler listelere unsurlar kaydedilmesinde, Somut olmayan kültür mirasların farklı alanlarında 2003 Sözleşmesinin 2.Maddesine göre, eşit şekilde dağıtılmış, ortak hedef amaçlayan kültür politikası takip etmedikleri görülmektedir. Görüldüğü gibi, ülkelerde Somut olmayan kültür mirasların alanlara göre eşit şekilde dağıtılmış unsur kaydedilmesinde sistemli planlama ve perspektifli politika gündemde değildir. Mevcut olan unsurlar bu sonuca destek olmaktadır. Şu ana kadar söylenenleri takip ederek, bazı daha özel sonuçlar sunmaktayız. 1. 2003 Sözleşmesinin UNESCO Genel Konferansında kabul edilmesinden 7 yıllık sürenin içinde bölgede tüm ülkeler tarafından onaylanması, bölgede Somut olmayan kültür miraslar alanında yüksek aktiflik ifadesi olmaktadır. 2. Kaydedilmede Balkan ülkelerinin ilgisi her şeyden önce “Somut Olmayan Kültür Mirasları Dünya Temsili Listeler”e yöneliktir. Bu durum, ayrı ayrı ülkelerin kendi Somut Olmayan Kültür Mirasları”nın öz değerlendirme tipini değil, büyük ihtimalde UNESCO Listelerinin sosyal işlevleri hakkına görüşleri belirtmektedir. 2012 yılının başında UNESCO Temsili ve Acil Listeleri üzerine bir anlık bakış bile benzeri durum sadece Balkan ülkeleri için değil, genellikle dünyanın tüm bölge ve ülkeleri için geçerlidir –Acil Liste, Temsili Listeden oldukça daha kısa olmaktadır. Balkanlar bölgesinde ülkeler şu ana kadar İyi Uygulamalar Listesine karşı ilgi göstermemektedir. Bu şekilde çizilen tablo büyük 163 ihtimalde UNESCO listelerine kaydetme anlayışı ile ilgilidir – genellikle çalışma değil, reprezentatif faaliyet olarak. Fakat böyle bir anlayış ardından kültür değerleri hakkında yerarşi düşüncesini sürüklemektedir. 3. Daha genel bir seyredilme sayesinde, bölgede Acil Listeye tek bir kez unsur kaydedilmesinde - geleneksel köy kültürünün yıkımı ve şehrin saldırganlığı burada tüm ülkeler için geçerli olduğu belirtilebilir. 4. Belirtildiği gibi, iki çok uluslu unsurun kaydedilmesi de, bölgeden ülkelerin katılması ile değil de bölge dışından ülkeler tarafından yapılmıştır. Balkanlar için bu sorun açık kalmaktadır. 5. Sıralanan verilere dayanarak, Temsili Listelere kayıtların dengesiz coğrafi dağıtımı ülkelerin Somut olmayan kültür mirasların kalitesine değil, bir ya da birden fazla ülkenin daha fazla aktifliği ile ilgili olmaktadır. 6. Temsili Listede en büyük ölçüde toplumsal uygulamalar, ritüeller ve festival etkinlikleri alanından unsurların bulunması, bu alanın ülke için oldukça önemli olmasının simgesi olmaktadır. Aynı zamanda, bu unsurların farklı Balkan ülkelerin hayatında belirli ağırlıkları olduğunun belirtisidir, bu durum üye ülkeler tarafından da değerlendirilmektedir. Buna, bu alandan unsurların daha atraktif olup genellikle grup olarak gerçekleşmesi eklenebilir, unsurun sergilenmesinde de genel olarak buna dayanılmaktadır. 7. Şu ana kadar (nicelik bakımından) kayıtlamada ikinci yerde olan sahne sanatları alanı – bunun içinde müzik yapma, bu anlam bağlamına yerleşebilir düşüncesindeyiz. Balkanlar genellikle türküleriyle ün kazanmış bölgedir. 8. Doğa ile evren ile ilgili uygulamalar alanında 6 kayıt (ikisi çok uluslu) sadece 2009 yılından olduğu dikkati çekmektedir. Bunun temel nedenlerinden biri, nispeten konunun daha yetersiz incelenmesi ile ilgili olduğu düşüncesindeyiz. Bulgarca’dan Türkçe’ye çeviri: Fahrie MEHMEDOVA ve Nevin HEBİPOVA 164 4.2.2. BAHAR BAYRAMI NEVRUZ Prof. Dr. İlhan BAŞGÖZ Emekli, Indiana University Güneşin veya ayın hareketlerine göre belirlenen takvimler ortaya çıkmadan evvel de baharın gelişi şenlikler ve bayramlarla kutlanmıştır. Afrika tropik ikliminde yaşayan ilkel toplumlarda yıl ikiye bölünürdü. Doğanın yeşillenip canlanması, soğuk zamandan sıcak zamana, rüzgârlı zamandan sakin zamana geçilmesi yeni yılın başlangıcı sayılıyordu. Geçimini avcılıkla ve doğadan gıda toplamakla sağlayan ilkel toplumlarda yeni yıl, yiyecek elde etmedeki zorlukların ve kuraklığın sona erdiği ve yağmur mevsiminin başladığı ay olurdu. Avustralya yerlilerinde bu zaman ekim ayıdır. Balıkçılıkla geçinen Kuzey Amerika yerlilerinde yeni yıl Bahar bayramı Nevruz dünyada farklı adlar ve farklı şekillerle kutlanır. Bulgaristan’da yaşayan Türkler bu günü ya Ateş Gecesi, Yumurta Günü, Mart 9u, Newriz veya Mavriz adı ile kutlarlar. Türkiye’de ise bu bayram genellikle Nevruz veya Sultan Nevruz adı ile kutlanır. Bu adları almadan evvel Bahar Bayramı tarihte ve dünya coğrafyasında uzun bir yolculuk yapmıştır. salmon balığının büyük sürüler halinde denizde göründüğü ve nehirlere girdiği zamandı. Hayvan yetiştirmekle geçinen Kuzey Avrasya göçebe toplumlarında, yani Samoyedler, Tunguzlar, Altay Tatarları, Yakutlar ve Moğollarda yeni yıl, kış bitip bahar başlayınca, hayvan beslemek için çok önemli olan otlar yeşermeye başlayınca gelmiş sayılırdı. Bu mevsim onlarda aynı zamanda hayvanların yavruladığı zamandı.1 Eski Hint kültüründe yıl 4 er aylık üç bölüme ayrılmıştı. Yeni yıl orada biri ilkbaharda, ikincisi yağmur mevsiminin başladığı Haziran ayında, üçüncüsü sonbaharda gelmiş sayılıyordu. Bu kültürde, Bahar 1 “Sacred Time”, The Encyclopedia of Religion, Eliade Mircea(Ed.), New York; Collier Macmillan, 1987, ss. 542-44). 165 kutlaması bütün tanrılara, Haziran kutlaması su tanrısına, sonbahar kutlaması ise ilk meyveyi getiren meyve tanrısına adanıyordu.2 Eski Mısırda ise yeni yıl Nil nehrinin yükselmeye başladığı zaman oluyordu. Görülüyor ki, yeni yıl, iklimle ve onunla doğrudan ilişkili olan ekonomik faaliyetlerle, yani yiyecek elde etmekle bağlantılıdır.3 Bu anlayış daha sonraları politik ve dinsel nedenlerde bazı yeni yorumlara uğruyor ve halk efsanelerine bağlanıyor: Hristiyanlık eski törenlerin her birini bir Azizin doğumuna veya ölümüne bağlayarak dinselleştiriyor. Aziz Patrik günü, Aziz John günü, Azize Mari günü, İsa’ın doğum günü, ölüm günü, İsa’nın yeniden dirildiği gün gibi.4 Alevi –Bektaşiler Ali’nin doğduğu veya halife olduğu veya Fatma ile evlendiği günü yeni yıl sayıyorlar. Kürtler yeni yılın başlangıcını Gave adlı demircinin baş kaldırıp Dahhak adlı zalimi yok etmesine bağlıyorlar. Bahar bayramını Nevruz adı ile ilk defa İranlılar Milattan evvel 2. yüzyılda, yani Zerdüştler, Ateşe tapanlar zamanında kutlamaya başlamıştır. Farsça’da Nevruz yeni yıl demektir. Bu ad onlardan bütün Orta Doğu’ya , Balkanlara ve Avrasya’ya yayılmış. Zerdüştler bahar bayramını şehre taşıyarak milli bir bayram haline getirmişler, onu kutsal saydıkları ateş yakmak ve ateşten atlamak gibi öğelerle zenginleştirmişlerdir. İran’ın krallık devrinde Nevruz altı gün sürermiş; ilk gününe nevruz-ı amme (Umumun Nevruzu) veya nevruz-ı kuçek (Küçük Nevruz) denmiş. Bu günü kıralı başlatır, halka adil davranacağına söz verirmiş. İkinci gün yüksek rütbeli memurlar ve saray erkânının törenlerine ayrılmış, üçüncü gün savaşçıların kutlamaları içinmiş, Nevruzı Buzurk, yani büyük Nevruz, yani asiller Nevruz’u 2 3 4 166 H. H. Wilson, Select Works II, London; 1862.Chapter IV. “Religious Festivals of the Hindus”. “Festivals and Fasts (Egyptian)” in Encyclopedia of Religions and Ethics, Chief Ed. James Hastings, Cilt.5, ss.853- 56. George A. Megas, “Autumn Festivals”; “Spring Festivals” ;”Summer Festivals”;.Greek Calendar Customs. Athens, 1958. “Autumn Festivals” s. 153, s.116, s.132. denen 6’ıncı gün kralın günü imiş. O gün kral sarayından çıkıp halka katılır, onları dinler ve adalet dağıtırmış, halk da krala hediyeler sunar, sokaklara dökülür, ateşler yakar, birbirlerine su serperek eğlenir ve tatlı yemekler yaparmış. Saray hekimleri ve eczacılar bir araya gelerek o gün için özel yiyecekler hazırlar, bunları yiyenlerin bütün yıl hastalık görmeyeceğine inanılırmış.5 Nevruz, Osmanlı İmparatorluğunda da kutlanan bir bahar bayramı olmuştur. Osmanlı saraylarında Nevruz vesilesiyle törenler tertiplenmiş, sultanlara Nevruziye adı altında değerli hediyeler (murassa atlar, mücevher süslü kılıçlar) sunulmuştur. Nevruz günü için hekimbaşı özel bir macun hazırlarmış, bu macun küçük ve süslü hokkalarla saray kadınlarına vezire ve vüzeraya dağıtılmıştır. Manisa’da bugün de yapılan Mesir Bayramı bu âdetin devamıdır. Eskiden bu macunu yiyenlerin bütün yıl hasta olmayacağına inanılırmış. Şimdi onu Kuvvet Macunu veya Türk viagrası olarak tanıtıyorlar. Türkler, daha Anadolu’ya gelmeden ve Nevruz adını kullanmadan evvel de yeni yılı kutluyorlardı. Yukardan beri anlatmaya çalıştığım sembolik olaylar yani ateş yakma, ateşten atlama, sembolik kavga ve oyunlar Türkler arasında Şamanlıktan evvel, onlar daha doğa ve ecdat ruhlarına taparken de biliniyordu. Şamanlık bunlara yeni inanış ve eylemler katarak sürdürdü. Bugün de bütün Orta Asya Türk uluslarında Nevruz, devlet bayramı olarak renkli törenlerle kutlanmaktadır. Türkiye’de de Nevruz gününde mezarlar ziyaret edilir(Tahtacılar). Batı Anadolu’da Hoş Ebe adı verilen bir kadının mezarı ziyaret edilir, orda yemekler yenir, damlarda ateş yakılır. Nevruz günü helvalar yapılır, çocuklara dağıtılır. Kutsal sayılan Çiğdem çiçekleri toplanır, genç kızlar bu Çiğdemlerden başlarına çelenkler takar, oyunlar oynarlar. Erkek çocuklar evlerden yağ ve bulgur gibi yiyecekler toplayarak bunlarla Çiğdem pilavı denen pilav pişirirler, oyunlar ve eğlencelerle bu pilavı yerler. Evlerde eski hasırlar yakılır, gençler bu ateşin üzerinden atlarlar. Yumurtalar soğan kabukları ile kırmızıya boyanır, gençler yumurta 5 M. Boyse, “Festival Zaroastrian”, Encyclopedia Iranica. 167 tokuşturur. Marmaris’te genç kızlar toprağın üstünde yuvarlanırlar. Kadınlar o gün çayda yıkanırlar. Evdeki eski elbiseler yıkanır, temizlenir veya çok eski ise yakılır. Ardıç dalları kırılır, üzerlerine su serpilerek duman çıkarılır, bu dumanın yağmur yağdıracağına inanılır.6 Bulgaristan’da yaşayan Türkler de Nevruz gününde benzer ritüeller yaparlar. Mesela, Kırcali’de Nevruz‘dan bir gün evvel evler temizlenir. Soğan kabuğu ile yumurtalar boyanır. Kuru ağaç dalları toplanıp meydana yığılır. Nevruz günü kadınlar ellerine iğne almaz, çamaşır yıkamaz, erkekler de iş yapmazlar. Çocuklar çimenler üstünde yatıp yuvarlanırlar. Meydanlarda ateş yakılır, gençler ateşin üzerinden atlar, hayvanlar da bu ateşin üzerinden geçirilir. Bulgaristan’da yaşayan Türkler, çift sürmeye Nevruz’dan sonra başlarlar. Bunun bir tekerlemesi de var. Şöyle ki; “Gün sayısı yüz sabanı düz Gün sayısı 110 tarlaya kon Gün sayısı 111 tarlada kumpir Gün sayısı 120 tarlayı değirmi.” Deliorman Nasreddin köyünde gençler hayvan kılığına girerek, köyü dolaşır ve yiyecek toplarlar. Bu adet Türkiye’de de var. Kış yarı törenlerinde yapılır. Gençler keçi derileri giyip, ellerine ucu topuzlu değnek alarak köyü dolaşıp, evlerden yiyecek toplarlar. Herkes yağda kızarmış Kolaç adı verilen ekmek yer. Bunlara benzeyen törenler nevruz gününde Bulgarlar arasında da yapılıyor. Onlar beyaz ve kırmızı yün ipliklerinden Martiniçka adı verilen bebekler yapıyor, birbirlerine hediye ediyorlar. O gün için yapılan tepsi ekmeklerinin içine kısmet parası koyuyorlar. Kimin ağzına gelirse onun kismetinin bol olacağına inanıyorlar. Ateş üstünden atlıyorlar. Genç kızlar birbirlerinin üzerine sular atarak ıslatıyorlar. 6 168 Pertev Naili Boratav, Yüz Soruda Türk Folkloru, İstanbul;Gerçek Yayınevi, 1964, ss.270-274. Martiniçka- Balkans Eski yılın bitmesi ve yeni yılın başlaması bütün dünya kültürlerinde törenler ve festivallarle kutlanmıştır. Bu eğlenceler ve törenler kültürden kültüre ve zaman içinde değişmeler gösterir. Ancak, hepsinin işlevi ve kutlayanların bu törenlerden neler beklediği hiç değişmemiş. Bu törenler bir yandan, yorulan, eskiyen, zayıflayan insanların gıda elde etmesini ve beslenmesini güçleştiren eski yılı yok etmeyi hedefliyor. Buna yok etme, ortadan kaldırma anlamına gelen (elimination) adı veriliyor. Yeni yıl eğlencelerinin ve törenlerinin bunu hedef alan bölümünde insanlar eski yılın kalıntılarından pisliklerinden temizlenmek için yıkanıyor, oruç tutuyor, eski elbiseleri, eski hasırları yakıyor, yanan ateşler kısa bir zaman için söndürülüyor. Kötü ruhları ve hastalıkları ürkütüp kaçırmak için gürültü ediliyor ve sembolik oyunlar oynanıyor. Yeni yıl törenlerinin ikinci ve önemli işlevi, yeni gelen sağlık, gıda ve hayat getiren yılı buyur etmek, onu karşılamaktır. Bu törenlerde insanlar bir araya gelir, yeni elbiseler giyilir, ateşler yakılır, bazan ateşin üzerinden atlanır; kuyulardan temiz su çekilir, yahut su başlarında insanlar birbirini su atarak ıslatır, (mantıfar) törene katılanlar yeşillikler takınır, bol yemek yenir, içki içilir, dans edilir. Bazı kültürlerde cinsel çılgınlıklar(orgy) yer alır. Bu hedefe yönelen tören ve oyunlara inauguration yani başlama, töreni açma veya buyur etme adı veriliyor. Yeni yıl kutlamalarının her iki hedefe de yönelen eylem, davranış, oyun ve sembolik hareketlerinden bazı örnekler vermek gerekir. Bu eğlencelerden biri töresel kavga, töresel ölme ve dirilmedir. 169 Töresel Kavga, Töresel Ölme ve Dirilme Eski Yunan, Mısır ve Mezopotamya mitolojileri, destan ve efsaneleri, bize bazı tanrıların ölüp dirilmesini ve kavgasını anlatır. Eski Mısır Doğa Tanrısı Osiris kardeşi Seth tarafından öldürülür veya bir suda boğulur. Osiris’in karısı İsis, ölen Tanrıdan gebe kalır ve bir oğlan doğurur, adı Horus. Horus, Seth ile savaşır ve onu öldürerek babasının intikamını alır. Bu efsaneyi, temsil eden törenlerde Osiris’in ölmesi ve yeniden dirilmesi canlandırılır. Yunan mitolojisinde Persefone’nin 6 ay yer altının karanlık dünyasında kaybolması ve Demeter’in onu arayıp bulması, Mezopotamya’da fırtına ve rüzgâr tanrısı Marduk’un kendilerine karşı gelen genç tanrıçalardan Tiamat’la kavgası, nihayet Sümer bolluk Tanrısı Tammuz’un yer altında kaybolduktan sonra Ishtar tarafından bulunması ve ilkbaharda her ikisinin ortaya çıkması bu mitolojik inanışların bazılarıdır. Bu ölüp dirilmeleri ve savaşları Frazer’in temsil ettiği Cambridge okulu, doğanın değişmeleri ile izah eder. Bu okula göre tanrıların kaybolup yeniden bulunması veya rakiplerle savaşı hep yağmurla-kuraklığın, bollukla-kıtlığın, yazla-kışın, kısaca hayatla ölümün birbirinin ardından ortaya çıkmasından doğan töresel bir çekişmeyi, ölüp ve dirilmeyi temsil eder. Bu töresel kavgalarda, bolluk ve güneşi temsil eden Tanrıların geceyi, karanlığı ve kötülüğü temsil eden Tanrılarla kavgası, her zaman bolluk tanrılarının zaferi ile biter. Yeni yıl kutlamalarında bu savaşlar sembolik olarak gösterilirdi. Yakutlarda yeni yılı veya baharı temsil eden insan kır bir ata binerdi, kışı veya eski yılı temsil eden doru bir ata binerek karşılaşır ve kavga ederlerdi. Almanya’da bunları temsil eden iki insandan biri samandan elbise giyer, öteki yeşil otlardan ve aralarında sembolik bir kavga yer alırdı. Günah Keçisi Bulmak Bahar şenliklerinde yer alan sembolik hareketlerden bir başkası Günah Keçisi Bulmak (Scape Goat)’tır. Yeni yıl eğlencelerinin enteresan bir gösterimi eski yılın kötülüklerini ve günahlarını yüklenip taşıdığı kabul edilen bir insan veya hayvan bularak, onu kovmak veya cezalandırmaktır. Bugün de günah keçisi adı ile andığımız bu gelenekle eski yılın kötülükleri temzilenmiş ve 170 hastalıkları önlenmiş oluyordu. Bu adet Mezopotamya’da, İsraillilerde, Eski Yunan’da Mayıs ayında yapılan ve Targelia denen törende yer alıyordu. Bazı kültürler günah keçisi olarak bir hayvanı veya insanı cezalandırmıyor, onun yerine bir yapma bebek gömülüyor veya suya atılıyordu. Romanya’da örneğin kilden yapılan bu bebeğe Kalojan diyorlar. Aynı adet Peru’da İnka kültüründe, Tayland’da ve Alaska Eskimolarında da var. Kralın Cezalandırılması ve Kutsal Evlenme (Sacred Marriage) Dünyadaki kralların gökteki tanrıları temsil ettiğine inanılan eski Orta Doğu ve Akdeniz uygarlıklarında yeni yıl kutlama törenlerine bu tanrıları temsil eden krallar da katılıyordu. Bu eğlencelerde Kral eski yılı, kötülüğü, kıtlığı temsil eden tanrının temsilcisi olarak tahttan indiriliyor, sembolik olarak öldürülüyor, yeniden diriliyor, yerine kısa bir zaman için yalandan bir kral seçiliyordu. Avrupa Kelt kültüründe bu yeni seçilen yalancı kral, bitki tanrısını temsil ettiği için ona Fasulye Kralı deniyordu. Yeni yıl kutlamalarında kralın başka biçimde cezalandırıldığı da oluyordu. Mezopotamya’nın yeni yıl festivali olan Akitu eğlencelerinde baş rahip kıralı üniformasından soyuyor, onu gözlerinden yaş gelene kadar bir güzel tokatlıyordu. Sonra kıralı tapınağa götürüp diz çöktürüyor, günahlarını itiraf ettiriyor ve onların affı için dua etmesini söylüyordu. Ancak bundan sonra kral yeniden tahta çıkarılıyordu. Kamboçya’da ise kral her sene Şubat ayında üç gün krallığından vazgeçmeye mecburdu. Tayland’da Nisan sonunda ve Mayıs başında kral sarayında hapsedilirdi. Cinsel Çılgınlık (Orgy) Bazı kültürlerde yeni yıl eğlencelerinde cinsel birleşmeye ya müsaade edilir veya teşvik edilirdi. Orta Amerika yerlilerinde ilk tohum tarlaya ekilince cinsel ilişkide bulunmakla tohumun çabuk büyüyeceğine ve mahsulün bol olacağına inanılırdı. Ukrayna’da 23 171 Nisan’da kullanılan Aziz John gününde cinsel ilişkide bulunmanın bol mahsul sağlayacağına inanılıyordu. Eski Yunanlılarda da Garos şehrinde yapılan yeni yıl kutlamalarında cinsel ilişkiye sadece müsaade edilmez, bu ilişki, bazen bir cinsel çılgınlığa dönüşür ve kutsal sayılırdı. Bu adet gök ve güneş tanrısının erkek, yer ve bolluk tanrısının dişi sayılması inancından kaynaklanıyordu. Doğu Trakya’da geçen yüzyılda Rumlar’dan yapılan derlemelere göre tarlaya çiftin ilk girdiği zaman karı koca tarlada çiftleşirlermiş. Bununla üründe bolluk sağlanacağına inanılırmış. Bu cinsel ilişki müsaadesi bazı kültürlerde Tanrı ile tanrıçanın, kutsal evlenmesi olarak töreleştirilmiş. Mezopotamya’da yeni yıl kutlamalarında, fırtına tanrısını temsil eden kral ile tanrıçayı temsil eden kraliçe kutsal evlenmeyi temsil ediyordu. Eski Mısır’dan kalan bir duvar kabartmasında erkek Tanrı Horus’la kadın tanrıça Hathor’un kutsal evlenmeleri temsil edilmektedir. Bu kabartmada, Firavun Tanrıyı ve kraliçe kutsal gelini temsil etmişler. Kuzey Yunanistan’da bu kutsal evlenmeden doğan yeni hayat, küçük bir beşik ve içinde bir bebekle temsil edilmekteydi. Batı’da Christmas kutlamalarında bugün bile beşik ve bebekli kartlar kullanılmaktadır.7 Ölülerin Geri Gelişi (Return of Dead) Balıkçılıkla geçinen halklar da, yeni yılda ölülerin evlerine döndüğüne ve onların ruhlarının dirilerle beraber birkaç gün yaşadığına inanılıyor ve onlar için yemekler ve içkiler sunuyordu. Bu âdete geçimini meyve ve otlar toplamakla sağlayan ilkeller insanlarda da rastlanıyor. Malonezya’da, İrlanda’da, Yeni Gine’de ve Salomon adalarında ölülerin meyvelerin yetiştiği yeni yılda toplu olarak dünyaya indiğine inanılıyor ve ilk meyveler onlara ikram ediliyordu. Bu adet İran’daki Nevruz kutlamalarında da var. 7 172 E. O. James, “Seasonal Festivals”, The Ancient God, New York; Capricorn Books, ss.134-167. İşin dikkate değer tarafı şu ki, Nevruz Türkiye’de kutlanan bahar bayramlarından sadece biridir. En tanınmışıdır. Baharın gelişini kutlayan başka törenlerimiz de vardır. Bu bayramlardan biri çocuk oyunu halini almıştır. Adına Çiğdem Töreni, Çiğdem Pilavı veya Baca Pilavı denir. Günü kesin belli değildir ama bahar açılıp da çiğdemler çıktığı vakit kutlanır. Çocuklar guruplar halinde kırlara çıkar çiğdem veya gözenek veya öksüz oğlan adı verilen soğanlı çiçeklerden toplar, demet yaparlar. Ben çocukluğumda bu törenlere katıldım. Kırlardan çiğdem toplar, komşu evleri ziyaret eder, kapılarında tekerlemeler söylerdik; “Mennecimin havası, badelerin tavası, yerden bereket, gökten ırahmet amin amin birer gılik.”8 Törenden bir gün evvel fırıncılar, Mennecim Giliği yapar satarlardı. Komşular bize ya bir Gılik veya bulgur, yağ gibi yiyecek verirlerdi. Biz de onlara topladığımız çiğdemlerden verirdik. Sonra topladığımız yiyecekle, bizim evin damına çıkar, pilav pişirir yerken de bağrışırdık “yağ damlıyor, bal damlıyor, pilavımızdan bereket damlıyor” veya “Kaşığımızdan yağ damlıyor aleehee!” diye bağrışırdık. Kars’ta Çiğdemin peygamberin göz yaşından olduğuna inanılır ve kadınlar ellerine alınca bu çiçeği üç defa öperlermiş. 8 Gilik, simit gibi fakat daha küçük ekmek halkalar. 173 Başka bir bahar bayramımız Bedlem adını taşır. Bu bahar bayramı, Hırıstiyanların Paskalya Yortusu olan Pazar gününe rastlar. Bazı yerlerde bu törene Hasır Küfrü (çünkü bugünde eski hasırlar yakılır ve genç kızlar ve oğlanlar bu ateşin üzerinden atlarlarmış), bazı yerlerde Gavur Küfrü adı veriliyor. Bu ateş, Batı Anadolu’nun bazı bölgelerinde ardıç dalları kesilip yakılarak yapılıyor. Bu dalları keserken mahalle çocukları arasında toplu kavgalar veya kavgaya benzeyen oyunlar olurmuş. Bedlem sabahı çocuklar söğüt dallarının kabuklarından çıkardıkları düdüklerle kapı kapı dolaşır, Ardıç ateşi üzerinden atlar ve şu tekerlemeyi söylermiş: “Hacat tepesi Kızlar küpesi Bire canım dost dost Ağrım sızım Gavura Gavuru Allah devire”.9 Son olarak şunları söylemek gerekir; Bahar Bayramı hiçbir ulusun, hiçbir etnik gurubun, hiçbir kültürün ve uygarlığın malı değildir. Ama insanlık tarihinde öyle zamanlar olmuştur ki bu evrensel bahar bayramı, bir etnik guruba, bir millete, bir uygarlığa mal edilmek istenmiş, bu yüzden gerginlikler, düşmanlıklar ve kavgalar yaratılmıştır. Türkiye’de bugün bile bir etnik gurup Nevruz gününde kavgalar çıkartmakta, insanları yaralamakta hatta öldürmektedir. Halbuki, bu güzel bahar bayramı, milletler ve etnik guruplar tarafından dostça, beraber, el ele de kutlanabilir, o vakit barış, kardeşlikler ve dostluklar yaratabilir. 9 174 Pertev Naili Boratav, “Hıdırellez”, İslam Ansiklopedisi. Bir Fransız Folklorcusu var, ismi Paul Saintive ama asıl adı Emil Nuri’dir. Belki Osmanlı İmparatorluğundan gitme. O diyor ki folklor bir kardeşlik bilimidir. Biz Türkiye’den komşumuz Bulgaristan’a gelirken, folklor bilimini bir kardeşlik doktrini olarak benimseyerek geldik. Sizler de Ankara’ya oyunlarınız, türkülerinizle geldiniz ve bize dostluk mesajları getirdiniz. Temennimiz ve niyetimiz o ki Nevruz kutlamaları ve başka kültür etkinlikleri bugün olduğu gibi gelecekte de Türkiye ile Bulgaristan arasında bir dostluk kutlaması olsun, geçen yılların gerginliklerini, eski hasırları yakar gibi yakalım. Bahar çiçekleri ile el ele Nevruz şarkıları söyleyelim. Son olarak sizlere “A be oflaz be oflaz” diyor ve sizlere sevgi ve saygılar sunuyorum. KAYNAKÇA Boratav, Pertev Naili, “Hıdırellez”, İslam Ansiklopedisi. Boratav, Pertev Naili, Yüz Soruda Türk Folkloru, İstanbul; Gerçek Yayınevi, 1964 Boyse, M., “Festival Zoroastrian”, Encyclopedia Iranica. “Festivals and Fasts (Egyptian)” in Encyclopedia of Religions and Ethics, Chief Ed. James Hastings, Cilt.5, ss.853- 56. James, E. O., “Seasonal Festivals”, The Ancient God, New York; Capricorn Books, ss.134-167. Megas, George A., “Autumn Festivals”; “Spring Festivals” ;”Summer Festivals”;. Greek Calendar Customs. Athens, 1958. “Autumn Festivals” s. 153, s.116, s.132. “Sacred Time”, The Encyclopedia of Religion, Eliade Mircea (Ed.), New York; Collier Macmillan, 1987, ss. 542-44. H. H. Wilson, Select Works II, London; 1862.Chapter IV. “Religious Festivals of the Hindus”. 175 4.2.3. ANADOLU’DA ‘HALK DİNİ’NİN SENKRETİK MOTİF VE MOTİVASYONLARI Prof. Dr. Tayfun ATAY Orta Doğu Teknik Üniversitesi İnsan toplulukları çok eski devirlerden günümüze kadar dünyanın her yerinde din ve inanç açısından muazzam bir çeşitlilik sergilemişlerdir. Bu çeşitliliğin insanların zihninde ve duygularında asırlar boyu harmanlanmasından ‘halk dini’ denilen ‘senkretik’ (bağdaştırmacı) bir inanç örüntüsü ortaya çıkar. Anadolu ve Balkanlar’da İslâmöncesi yaygın popüler-Hıristiyan inanç motiflerinin İslâm’la karşılaşması, oldukça özgün senkretizm örneklerine doğuş vermiştir. Bu bildiride böylesi bir senkretizmin hem söylem hem pratik olarak tarihsel tezahürlerine değinileceği gibi, onun zamanımızda hala süregelen işleyiş dinamiği, bir örnek olaydan hareketle sergilenmeye çalışılacaktır. Halk Dini ‘Halk dini’ olarak tanımlanan, özellikle de din antropolojisi alanındaki çalışmalarda oldukça merkezi bir yer tutan inanç motifleri ve pratiklerinin tezahürlerine dünyanın her yerinde rastlanır. Türkiye’nin de bu bakımdan hayli verimli/bereketli bir zemin olduğu rahatlıkla söylenebilir. İçeriği ve çerçevesi yaşam biçimine ve kültüre uyarlı olarak beliren bu dinsellik, hâlâ pek çok yerde varlığını hissettirmektedir. Ancak halk inançlarının hâlâ izlenebilen bu örneklerinin yanında, kitabî, püriten ve normatif nitelikli, din bilginleri (âlimler) tarafından temsil edilen bir anlayışın etkileri de gözlemlenmektedir. İlgili literatürde ‘Büyük GelenekKüçük Gelenek’ (Gulick 1983: 171-197) şeklinde kavramlaştırılan bu ikiliği biraz açmakta yarar olabilir. ‘Halk dini’ olarak nitelenen dinselliğin bünyesine giren inanç motiflerini ve pratiklerini ‘hurafe’, ‘boş inanç’ veya ‘bâtıl (uydurma) itikad’ şeklinde olumsuzlayan okullu/kitabî (scholarly/scriptural) din (Büyük Gelenek), aslolanın kutsal metinlerin, peygamberlerin pratiği olduğu savıyla hareket ederek dinsel davranış ve eylemi bunlarla sınırlar. Halk 176 dini bağdaştırmacı (syncretic) ve uyarlamacı (accommodationist) iken, ‘yüksek din’ püriten ve özcüdür. Yatır ziyaretleri, evliyalara meyletme, adak adama, ağaçlara çaput bağlama gibi pratikler püriten bir dinselliğin savunucuları ve temsilcileri açısından kabul edilemezdir. Dini aslına, yani ‘kitabına’ uygun yaşamak, aklîlik ve bireysel/aracısız din kavrayışıyla ‘Büyük Gelenek’in, modernliğin gerekleriyle de bağdaşarak, bir bakıma dinde modernleşmeye olanak sağlayacak fikri altyapıyı oluşturduğu söylenebilir. Buna bağlı olarak Türkiye coğrafyasında bugün hem halk dininin tezahürleri hem de ‘mektepli/kitabî din’ söyleminin unsurları birarada tespit edilebilmektedir. Hatta her iki dinsel örüntünün aynı zeminde bulunmasından kaynaklanan gerilimler mevcuttur ki bunu birazdan senkretik inanç pratiğine ilişkin bir örnek olay değerlendirmesinde izleme imkanı bulacağız. Ama bunun öncesinde ‘senkretizm’kavramı üzerinde biraz daha durmakta yarar görüyorum. Senkretizm Dinsel bağdaştırmacılık ya da ‘senkretizm’, farklı dinsel inanç sistemlerinin etkileşime girerek karışması sonucunda yeni inanç ögelerinin ya da örüntülerinin ortaya çıkmasıdır. Antropolojik perspektiften senkretizm, farklı insan topluluklarına ait kültürel özelliklerin alışverişine, sonuç olarak da kültür değişmesine yol açan ‘kültürleşme’ sürecinin ürünü olan ‘karışımlar’ şeklinde de kavramlaştırılabilir (Kottak 1997: 45; Güvenç 1974: 134-136). Bununla birlikte kavrama genellikle ‘otantik olmayan’, karışmış, yabancı 177 ögelerin ‘saf’ olana sızması gibi anlamlar yüklenmiştir (Shaw ve Stewart 1994: 1). Onu (Türk müslümanlığı örneğinde) yönetenler açısından iktidar tesisinde ve muhalefeti “evcilleştirme” yolunda başvurulan bir “proje” olarak değerlendiren çalışmalar da mevcuttur (Su 2000). Dinsel senkretizm olgusunun tezahürü başlıbaşına yeni biçimlenmiş bir din ya da kült (tapınç) şeklinde olabileceği gibi, mevcut dinsel geleneklere eklemlenmiş yenilikler şeklinde de olabilir. Birinci türden senkretizme örnek olarak Melanezya ve Papua-Yeni Gine’de Hıristiyan dokriniyle yerli inançların birbirine eklenmesiyle ortaya çıkan Kargo Kültlerini ve Küba’da Afrika temelli dinsel inaçları Katoliklikle birleştirmiş olan Santeria dinini verebiliriz (Kottak 1997: 454-455; Nanda ve Warms 2002: 358). İkinci türden senkretizme örnek olarak da Orta-Güney Amerika Katolikliğinde 16’ncı yüzyıldan itibaren belirmiş ‘Guadalupe Bakiresi’ kültünü gösterebiliriz. Yerli inançlarla Katolikliğin senkretizmi sonucu, Bakire Meryem’le Aztek toprak (yer) tanrıçası Coatlicue’nin özdeşleştirilmesiyle ortaya çıkan bir külttür bu (Bowie 2006: 255). Bu örneklerin evrenselliği rahatlıkla vurgulanabilir. Her yeni din kendisinden önceki dinsel inançlardan, pratiklerden ve efsanelerden pek çok unsuru bünyesinde barındırır. Bu açıdan ele alındığında tüm dinlerin senkretik olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Örneğin üç büyük tek tanrılı din olarak Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâm’ın İbrahim Peygamber’in temellerini attığı ilke ve pratikleri kendi ortaya çıktıkları yer ve zaman koşullarınının biçimleyici etkisiyle bünyelerine aldıklarını, ayrıca her birinin biçimlenmelerini alırken ortaya çıktıkları coğrafyada mevcut diğer pek çok eski dinsel gelenekten de etkilendikleri tespit edilebilir (Esinoğlu 1996). 178 İslâm’ın Anadolu coğrafyasına özgü bir biçimlenmesi olarak nitelenebilecek Türkiye müslümanlığında da senkretizmin izlerini dikkate değer ölçüde bulmak mümkündür. Bir kere Aleviliğin başlıbaşına bir senkretik gelenek olduğu söylenebilir (Ocak 1996: 210-211). İslâmdan Hıristiyanlığa, Orta Asya’nın atalar ve tabiat kültleriyle Şamanizm’inden, İran kökenli Zerdüştlük ve Maniheizme ve Anadolu’nun Hıristiyanlık öncesi paganizmine kadar uzanan inanç yelpazesinin ilkeleri, simgeleri ve pratikleri, Alevilik bünyesinde karşımıza çıkar; daha doğrusu bu bünyeye şekil verir. Ancak senkretizmin etkisi yalnızca Alevilik’le sınırlı olmayıp Sünni halk İslâm’ında da senkretik motiflere yoğun biçimde rastlanmaktadır. Tarih boyunca farklı kültür ve dinleri benimseyip taşıyıcılığını yapan pek çok kavimlerin gelip geçtiği Anadolu toprakları üzerinde İslâmlaşma süreci öncesinde yaygınlaşmış ve kökleşmiş inançlar ve ritüeller tamamen yok olmamış, yeni-hâkim din olarak İslâm içerisine nüfuz ederek ona kendi renklerini katmıştır. Bunlar arasında yaz gündönümünü işaret eden Hıdrellez kutlamaları ilk akla gelen, en çarpıcı örnek olarak kaydedilebilir. Bu kutlamaya doğuş veren halk inancı, Anadolu’da Hıristiyan-Müslüman buluşmasının seyrine ve sonucuna ilişkin çarpıcı bir örnektir. Bu, aynı zamanda bir halkın “öteki” halkta nasıl kendini bulabildiğine de iyi bir kanıt oluşturur. Aya Yorgi, Hızır-İlyas, Hıdrellez Kışın sona erip yaz mevsiminin başladığına işaret eden Hıdrellez kutlamalarının altyapısında, Hızır-İlyas kültü yer alır. Bu, ilk bakışta İslâm’dan beslenen bir halk inanışıdır, Ama derinlerine inildiğinde Hıristiyanlıktaki benzer bir halk inanışıyla iç içe geçmiş olduğu anlaşılır. Kısaca söylemek gerekirse, Hızır-İlyas kültü, tipik bir “senkretizm” örneğidir. Kökeni İslâm’da (Kuran’da) bulunan kutsi bir şahsiyet (peygamber) olan Hızır, Müslüman halk inançlarında, İslâm-öncesi halk inançlarıyla da “sarmaşık” vaziyette, insanüstü meziyetlere sahip 179 efsanevi bir kült şahsiyete dönüştürülmüştür (Ocak 1985: 22). Buna göre Anadolu’da İslâm-öncesi dönemde Hıristiyan ahali tarafından asırlar boyunca takdis edilmiş bir aziz olan Ayios Yeoryios (Aya Yorgi-Hagios Georgios) etrafında oluşmuş kültik inanış, Anadolu’nun İslâmlaşmasından sonra Hızırİlyas kültüyle Müslümanlığa “transfer” edilmiştir (Ocak 1985: 132). Ayios Yeoryios, “Hızır’la özdeştirilmiş ve “Suriye, Anadolu, Balkanlar ve Kırım gibi yerlerde Ayios Yeoryios’a ait makamlar, kilise ve manastırlar İslâmi dönemde Hızır veya Hızır-İlyas’a mal edilmiştir” (Ocak 1985:132-133). İslâm kaynaklarına bile “Circiş Nebi”, “Cerciş Aleyhisselam” adıyla bir peygamber olarak giren Ayios Yeoryios, kendisiyle ilgili anlatılarda, tıpkı daha sonra Hızır için olduğu gibi, uğradığı eve bolluk ve bereket saçan, kuru tahtaları yeşertip ulu ağaç haline getiren ve hastalıkları iyileştiren bir aziz olarak anlatılır (Ocak 1985: 132). Bugün Türkiye’de Hıdrellez’in kutlandığı 6 Mayıs tarihi dahi, etkinliğin Hıristiyanlıkla ilişkisine işaret eder. Çünkü, Ayios Yeoryios kültü Yunanistan’da, Balkanlar’da ve diğer bazı Doğu Avrupa ülkelerinde 6 Mayıs’ta kutlanmakta olup, Bizans Anadolu’sunda da bu tarihte kutlanmaktaydı (Ocak 1985:141). 1980’lerin başında, Kosova’daki Hıdrellez kutlamalarına Müslüman ve Hıristiyan halkın beraberce hazırlanıp katıldığı da Ayios Yeoryios ve Hızır-İlyas özdeşliğine ilişkin gözlemlenmiş bir diğer önemli örnektir (Ocak 1985: 144). Ancak durumu daha da çarpıcı kılan nokta, Ayios Yeoryios’un da aslında büyük olasılıkla Hıristiyanlık-öncesi Anadolu’nun efsaneleşmiş bir Hitit tanrısının Hıristiyanlaştırılmış formu olmasıdır (Ocak 1985: 132). Ayios Yeoryios’a ait efsanevi hayat hikayelerinin daha çok Orta Anadolu’daki yaygınlığı, bunların eski Hitit efsaneleriyle ilgisine işaret etmekte gibidir (Ocak 1985: 133). Tıpkı İslamiyetin Anadolu’ya yayılma sürecinde Hıristiyan inanç pratiklerini İslamileştirmesi gibi, Hıristiyanlık da Anadolu’da yayılırken burada daha önceden mevcut pagan/putperest kültleri gerçek ya da hayali azizlere maletmek suretiyle Hıristiyanlaştırmıştır (Ocak 1985: 141). Bilindiği gibi bu, Hıristiyanlığın yayılma sürecinde hemen her yerde rastlanan bir uygulamadır. Bunların içinde en başta geleni, şüphesiz Noel 180 (Christmas) kutlamasıdır. Nasıl Noel, Hıristiyanlık-öncesi Avrupa halklarının pagan “kış gündönümü” festivallerinin Aya Nikola (“Noel Baba”/Father Christmas) üzerinden Hıristiyanlaştırılmasıyla ortaya çıkan senkretik bir dinsel kutlama ise, aynı şekilde Anadolu’da “yaz gündönümü”ne işaret eden bir “pagan” kutlama da Ayios Yeoryios kültüyle bu coğrafyaya yayılan Hıristiyanlığa içsel kılınmıştır. Müslüman Türklerin hakimiyetine geçen Anadolu’da da Ayios Yeoryios, Hızır-İlyas’a dönüştürülüp İslamileştirilmiş, kutlama adeti de Hıdrellez adı altında halk Müslümanlığının önemli bir etkinliği haline gelmiştir. Bu şekilde, ardı ardına gelen “zincirleme” senkretizmlerin, Anadolu coğrafyasının önceki ve sonraki insan unsurları arasındaki yabancılığın bir ölçüde “kazasız-belasız” giderilmesine imkân açtığı söylenebilir. Söz konusu senkretik olgunun başka “aktör”leri de vardır. Bunlardan biri “Hıristiyan Anadolu”da Ayios Yeoryios’dan sonra yaşamış bir diğer aziz olan Ayios Theodoros olup, Orta Anadolu’da Ayios Yeoryios’un yerini o almış, ikisinin yapıp ettikleri, halkın zihin ve gönül dünyasında özdeştirilmiştir (Ocak 1985: 132-133). Bir diğeri de “Müslüman Anadolu’nun Sufi derviş geleneği içerisinde önde gelen bir şahsiyet olan Baba İlyas-i Horasani’dir. Hızır, Ayios Yeoryios ve Baba ilyas arasında bir özdeşim kurulduğunu gösteren pek çok efsanevi anlatı mevcuttur. Bu anlatılarda Baba İlyas’ın “İlyas”ı, Hızır-İlyas’ın “İlyas”ına dönüştürülmüştür (Ocak 1985: 134). Hıristiyanlıktan Müslümanlığa, Hızır-İlyas dolayımıyla, örtük biçimde gerçekleşen “aziz transferi”nin adeta sonu gelmemektedir! Doğu Anadolu’da Ermeni Hıristiyanlığının büyük kutsiyet atfettiği Ayios Sergios’un da özellikle Dersim (Tunceli) bölgesindeki KürtAlevi halk tarafından Hızır’la özdeştirildiği kaydedilmektedir (Ocak 1985: 134). Hızır-İlyas’a benzer türden, kökü Hıristiyanlık, hatta Hıristiyanlık-öncesi dönemlere giden yerel-yöresel aziz kültlerinin İslâm’la senkretizasyonuna ilişkin başka önemli örnekler de zikredilebilir. 181 Anadolu’da ve Balkanlar’da çok etkin bir tarikat olan Bektaşiliğn piri Hacı Bektaş Velî’nin 13’üncü yüzyılda Kırşehir havalisindeki Sulucakarahöyük’te kurduğu tekke, o bölgedeki Hıristiyanların Aziz Charalambus kültünü İslamileştirmiş, böylece Hacı Bektaş’ın Hıristiyan halk tarafından da benimsenmesi sağlanmıştır (Ocak 1992: 17). Bir de Balkanlar’dan bir örnek vererek bu bahsi kapatalım. Yine 13’üncü yüzyılda Dobruca’da bir MüslümanTürkmen topluluğun yerleşimini sağlayan Sufi-derviş Sarı Saltık’ın da o bölgede daha önce mevcut Aziz Nicholas kültüyle özdeşleştirildiğini de kaynaklardan öğrenmekteyiz (Ocak 1992: 17). Bu tarihî-majör örneklerin yanısıra bugüne ilişkin pek çok minör örnekte de senkretizmin halk inançlarında gerek söylemsel gerekse pratik tezahürleri tespit edilebilmektedir. 10 küsur yıl önce gerçekleştirdiğim bir etnografik çalışmada buna ilişkin çarpıcı bir örneği bizzat gözlemleme imkanı buldum. Üstelik bu örnek, günümüz Türkiye’sinde senkretik-geleneksel halk dini ile modern-püriten dinî-İslâmî anlayışı, bir diğer deyişle ‘antisenkretizm’i savunanlar arasında nasıl bir gerilim ve sürtüşme dinamiğinin mevcut olduğunu da gözler önüne sermekteydi. Senkretizm kavramıyla ifade edilen inançsal sentezlenmelere yönelik bir karşıtlık ve düşmanlığı ifade eden ‘anti-senkretizm’, dinsel inanç sınırlarının korunması noktasında bir hassasiyet ya da takıntıyla açıklanır ve sıklıkla otantiklik, saflık, ‘öz’lük ve eşsizlikle bağlantılandırılır (Bowie 2006: 253). Bu tanımı da yaptıktan sonra, senkretik 182 ve anti-senkretik dinsel dışavurumlar arasında mikro ölçekte, yani bir köy topluluğunun yaşantısında belirmiş sorunlu ve çatışmalı etkileşime dair tespitlerimi paylaşarak konuşmamı tamamlamak istiyorum. Geleneksel Senkretik Dinsellik, Püriten ‘Anti-Senkretizm’e Karşı Söz konusu örnek, 1999 yılnda Türkiye’de Akdeniz Bölgesi’nin batısında ve kıyıdan iç kısmında, irili-ufaklı 10’dan fazla gölün bulunduğu “Göller Bölgesi”ndeki Beyşehir Gölü’nün havzasında kalan yerleşmelerden birinde tespit edilmiştir (Atay 2005). Göl havzasındaki ekolojik sorunları anlamak ve çözüm önerileri getirmek üzere yürütülen bir proje kapsamında hem insan-kültür-çevre ilişkisinin boyutlarını tespit etmeyi, hem de yörenin kültürel-etnografik haritasını ortaya sermeyi hedefleyen bir çalışma yaptım; bu çerçevede Beyşehir Gölü’nü sınırları içerisine alan Konya ve Isparta illerine bağlı 69 yerleşmede araştırmayı yürüttüm (Atay 2005). Söz konusu senkretist dinsellik örneği, gölün kuzey kıyısına yakın bir yerde, Isparta ilinin Şarkikaraağaç ilçesine bağlı ‘Kıyakdede’ köyünde karşıma çıktı. Burası, tarihi çok eskilere uzanan ve SelçukluOsmanlı dönemi öncesinde bir Rum-Hıristiyan topluluğu tarafından da iskan edilmiş bir yerleşme. Burada yapılan çalışmada köye özgü ‘yerel’ 183 bir ibadet pratiğinin yakın zamanlarda bir toplumsal rahatsızlığa, köylüler arasında ihtilaf ve sürtüşmelere varacak ölçüde yol açtığı gözlemlenmiştir. Köyde bulunan ve köylülerin ‘Kıyakdede Tekkesi’olarak tanımladıkları bir mezar, gösterişli bir büyüklüğe sahip olup, çok eskiden beri insanların geleneksel olarak bireysel ya da topluca dua ettikleri, yakarıda bulundukları bir ziyaretgâhtır (yatır yeri). Ancak ilginç olan nokta, tümüyle İslâmî tarzda ibadet pratiklerinin gerçekleştirildiği bu mezar üzerinde gayrı-Müslim mezar taşlarının bulunmasıdır. Mezarın üstünde, kısmen toprağın içine de bir miktar gömülmüş izlenimi bırakarak iki uçta yer alan ve üstüste konulmuş mezar taşlarının Geç Roma dönemine ait olduğu bana arkeolog meslektaşlarım tarafından söylendi. Bu görüntü karşısında iki olasılık ortaya çıkmaktadır. Birincisi söz konusu mezarın gayrı-Müslim bir kökene sahip olmasıdır. Yani bu mezar Roma veya Bizans döneminden kalmadır. İkinci olasılık, mezarın bir Müslüman, belki gerçekten ‘Kıyak Dede’ denilen şahsa ait olmakla birlikte, çevrede bulunan bu Roma ve Bizans dönemine ait kalıntıların mezar taşı olarak kullanılmış olabileceğidir. Bu konuda kesin bir belirlemede bulunmak mümkün değilse de köylülerin arasında bize bu mezarın gayrı-Müslim bir kökene sahip olduğunu ve burada dua etmenin dinen makbul olmadığını söyleyenler çıkmıştır. Ayrıca ‘İslâm evliyası’ndan birine ait olduğu söylenen bir mezarın İslâmî olmayan mezar taşı bile başlıbaşına bir rahatsızlık kaynağı olmaya yeterlidir. Tüm bunlara rağmen söz konusu mezarın köylülerin yaşamında önemli ve merkezi bir yere sahip olmaya devam ettiği anlaşılmaktadır. İnsanların ‘tekke’ tabir ettikleri bu mezarın başına gelip dilekte bulundukları, dua ettikleri, dahası bir ritüel uğrak yeri olarak, özellikle İslâmi Ramazan ve Kurban bayramlarında topluluk halinde ziyaret gerçekleştirdikleri görülmektedir. Bayram namazı kılındıktan sonra camiden çıkanlar mezarın başına gelir ve toplu halde dua ederler. Bu açıdan mezarın söz konusu köy topluluğunun birliğine ve sürekliliğine ilişkin inancı ve güveni tazeleme açısından simgesel bir işlev yerine getirdiği ileri sürülebilir. Daha da ileri giderek, mezarı başında bir dinsel tören gerçekleştirilen şahsiyetin, köyün kökenini oluşturan, kurucu pozisyon atfedilen bir şahsiyet (Kıyak Dede) 184 olarak takdim edilmesi itibarıyla, bu etkinliğin İslâm bünyesinde bir tür ‘atalar kültü’ tezahürü olduğu da düşünülebilir ki bunu da bir başka senkretik pratik olarak değerlendirmek mümkündür. Ne şekilde yorumlanırsa yorumlansın, söz konusu mezar yeri Kıyakdede halkının dinsel yaşamının ayırt edici ve özgün bir karakteristiğidir. Bu on yıllardır böyle olmakla birlikte yakın zamanlarda köydeki bazı kişiler, özellikle eğitimli ve büyük şehir tecrübesine sahip genç ve yetişkin kuşaklar, köye özgü bu etkinliği sorgulamaya başlamış, mezarın Hıristiyanlıkla bir şekilde bağlantılı olmasına dikkat çekip burada İslâmî bir ibadette bulunmanın uygunsuz olduğunu ve bundan rahatsızlık duyduklarını belirterek bir karşı çıkış başlatmışlardır. Böylesi bir toplu ibadet için kendi yakınlarının gömülü olduğu ve zaman içinde köyün büyümesiyle artık giderek önemli bir yer işgal eden köy mezarlığının daha uygun olduğunu belirtmişler ve şu görüşü ileri sürmeye başlamışlardır: “Kâfir [abç] mezarında dua edilmez; biz kendi dedelerimizin, ceddimizin huzurunda bu duayı etmeliyiz. Artık bayram namazlarından sonra mezarlıkta toplanalım”. Ancak bu görüşe, ağırlığını köyün yaşlı ve orta yaşlılarının oluşturduğu hatırı sayılır bir kesim şiddetle itiraz ederek, oldukça çarpıcı ve altı çizilmesi gereken bir tepki göstermişleridir. Gençlere, “Sizin bu köyün geleneğini [abç] bozmaya hakkınız yok!” demişlerdir. Yukarıda aktarılanlar özellikle modernleşme sürecinin hızlanmasıyla ve etkilerinin daha hissedilir hale gelmesiyle birlikte İslâm dünyasında kitabîliği, püritenliği ve bireyselliği ön plana çıkaran İslâmî modernizm akımının, geleneğe ve senkretizme dayalı yerelyöresel inanç ve pratiklerle karşı karşıya gelme dinamiğine özgün bir örnek teşkil eder. Bu örnek, eğitimli ve dış dünyaya açık yeni kuşakların, kapalı bir toplum bünyesinde belki yüzyıllardır süren bir ‘senkretik’ geleneği yerinden etmeyi hedefleyen, dini yabancı ve özünü tahrip ettiği düşünülen ‘zararlı’ ögelerden arındırma girişiminin, ne kadar ‘melez’ olursa olsun bu geleneğe sahip çıkanlarla gerilimli ilişkisine işaret eder. Daha çarpıcı bir deyişle bu, “senkretik geleneğin modernist püritenizme direnişi”dir!.. 185 İslâm dünyasında, özellikle eğitim ve iletişim olanaklarının kitleselleşmesi, bunun yanısıra seyahat ve emek göçü gibi olanakların artmasıyla, dinsel geleneğin ve onu temsil eden (geleneksel) dinî otoritelerin giderek etkisizleştiği, buna paralel olarak da insanların ‘doğru’ İslâm’ı belirleme yolunda ‘kişisel’ arayışlara girdikleri, bilinen bir gerçektir (Eickelman ve Piscatori 1996: 37-45). Bu süreçte İslâmî olmadığı ileri sürülen, yukarıda aktardığımız türden ‘senkretik’ pratiklere karşı, dinin nasıl anlaşılıp yaşanması gerektiği üzerine modernist, akılcı ve bireyselliği öne çıkaran söylemler işlerliğe sokulmuştur. Ancak ‘püriten’lerin ‘İslâm-dışı’ addettikleri ‘senkretist’ pratikleri gerçekleştirenlerin de bu ‘gelenek’lerine sahip çıktıkları ve varolma çabası içinde kendi karşı söylemlerini üretebildikleri, Kıyakdede örneğinden hareketle açıklık kazanmaktadır. Burada üzerinde durulması gereken son ve önemli nokta, dinde modernleşmeyi savunanların antisenkretik tutumlarıyla ayrıştırıcı, sınırlar koyucu ve ötekileştirci olmalarına karşın senkretik ‘gelenekçiler’in farklı etno-dinsel köklere sahip halklar arasında ‘sarmaşma’ yaratmaya ve ‘öteki’ addedileni içselleştirmeye dönük çaba sergilemeleridir. Bu da gelenekçilik ve modernlik üzerine özellikle ‘modernist’ zihinlerde mevcut bazı ezberlerin bozulması açısından dikkatle üzerinde durulması gereken bir veridir. 186 KAYNAKÇA Bowie, F. 2006. The Anthropology of Religion – An Introduction. Oxford: Blackwell Publishing. Eickelman, D. F. Ve J. Piscatori. 1996. Muslim Politics. Princeton: Princeton University Press. Esinoğlu, B. 1996. Dinlerin Gizemi: Kurban-Yaratılış-Tufan Efsaneleri. İstanbul: Ceylan Yayıncılık. Gulick, J. 1983. The Middle East – An Anthropological Perspective. Lanham: University Press of America. Güvenç, B. 1974. İnsan ve Kültür. İstanbul: Remzi Kitabevi Yayınları. Kottak, C. P. 1997. Anthropology – Exploration of Human Diversity. New York: McGraw-Hill. Nanda, S. ve R. L. Warms. 2002. Cultural Anthropology. USA: Wadsworth. Ocak, A. Y. 1985. İslâm-Türk İnançlarında Hızır Yahut Hızır-İlyas Kültü. Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları. Ocak, A. Y. 1992. Kültür Tarihi Kaynağı Olarak Menâkıbnâmeler (Metodolojik Bir Yaklaşım). Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları. Ocak, A. Y. 1996. Türk Sufîliğine Bakışlar. İstanbul: İletişim Yayınları. Shaw, R. ve C. Stewart. 1994. Introduction: Problematizing Syncretism/AntiSyncretism. The Politics of Religious Synthesis içinde (der.) C. Stewart ve R. Shaw. Londra: Routledge. Su, S. 2009. Hurafeler ve Mitler: Halk İslâmında Senkretizm. İstanbul: İletişim Yayınları. e n v inin e d iş çin 0 0 k rı ile i t a r yu şık 3şmal i ar, i, ler akla çalı tir. l k n i y i n iş a nl liğ tki n’dan etk tirilm i uzm enç r, e j e t a d e eş ıla eg gil Pro aris g için çekl ile il ersit natç an lg er iv n sa ü ıy Bu iyalo g klor n ün aş e t l n r d e e e o ü ed , n f gilen ilgil kült n a h k lk il ile t a k , sapara Ba r ile r r, ği e i o d z e a o lkl mü eden köyl ürsü ler y ılar. k Fo kan d k g l öl de e m e e r a l n i Ba s a l b y er , y ikl rak arak l Kır n tki ci olar sun e e j y i r lle pro e s e r i t ü e v 187 4.2.4. BALKAN GÖÇMENLERİNİN GELENEKSEL MÜZİK KÜLTÜRÜ Doç.Dr. Natalia RASHKOVA Bulgaristan Bilimler Akademisi, Ulusal Etnografya Müzesi, Folklor Çalışmaları ve Etnoloji Enstitüsü Bu çalışmanın içeriği, yaklaşık 30 yıllık sürede yapmış olduğum araştırmaları ve bilimsel projeleri kapsayan birbiriyle bağlantılı birkaç alandan oluşmaktadır; bunlar kültür mirasının ayrılmaz bir parçası olarak folklor müziği, Balkanlarda yerel müzik kültürleri, müzik kimliği ve göç süreçleridir. Alan çalışması dahilinde yapılan ve bu çalışmada sunulacak olan gözlemler ve çıkarımlar Bulgaristan’a 19. Yüzyıl sonu ve 20. Yüzyıl başındaki tarihsel değişimler ve savaşlar sırasında gelmiş göçmenlerin ve mültecilerin (Anadolu ve Trakya Bulgarları olarak adlandırılırlar) yaşadıkları köylerde ve şehirlerde; son yıllarda ise Bulgaristan’dan Türkiye sınırları içindeki Doğu Trakya’ya ve özellikle Edirne’ye göç etmiş insanlar arasında yapılan çalışmalarla elde edilmiştir.1 Bu çalışma, göçmen topluluklarının kültürel kimliğini ifade etme yollarından birisi olan geleneksel müziğe odaklanacaktır. Göçmenlik çok yüzlü bir insan kaderidir, aynı zamanda dil, kültür ve din açısından bir zenginlik olarak değerlendirilir. Göçmenlik her zaman kendi kimliğini aramak ve savunmakla ilgilidir. Yıllar boyu Batıyı Doğuya 1 “Bulgar –Türk Sınırının İki Tarafındaki Göçmenler ve Mülteciler: Miras, Kimlik ve Kültürlerarası Etkileşim” (2009-2012) adlı araştırma projesi Bulgaristan Cumhuriyeti Eğitim, Gençlik ve Bilim Bakanlığı, Ulusal Bilim Fonu tarafından finanse edilmiştir. 188 bağlayan bir kavşak olan Balkanlarda, farklı etnik yapıların ve kültürlerin etkileri kesişmiş, üst üste gelmiş; böylelikle, halk müziği üzerine de izlerini bırakmıştır. Etnomüzikolojik araştırmaların sonucunda Balkan müzik kültürlerinin özgünlüklerini günümüze kadar koruduğu, bununla birlikte bazı karşılıklı etkileşimlere de açık olduğu tespit edilmiştir. Bu toprakların etnik ve yerel halk müziği tarzları farklılıklar gösterse de bazı ortak özellikleri vardır. Bunlardan günümüze kadar erişmiş ezgilerde ve ritimlerde, eski ve yeni müzik kültürlerinin bir yansımasını görebiliriz. Etnomüzikoloji uzun zamandır göçmenlik süreçlerine ve bunların sonuçlarına dikkat çekmektedir; ancak, bunların daha geniş anlamda göçmenlik araştırmalarına etkide bulunması yeni bir gelişmedir (Baily, Collier 2006). Etnomüzikolojik alan araştırmasının geleneksel yorumunda, yerel müzik geleneklerinin ve kültürlerinin keşfedilmesi anlamına gelen, antropolojinin ve etnografinin yerellik özelliği nosyonuna rastlanır. Bir ampirik malzemenin bu şekilde araştırmalarla biriktirilmesi yöntemi, bilimsel alanımızda yıllardır süren temel bir konu olmaktadır. Bu yöntem, müzikal özellikleri tanımlamaya yarayan bazı mekansal kategoriler belirler. Bununla birlikte, 1990’ların başından beri, kültürün belirli alanlar ve yerlerle ilgili olduğu yönündeki görüşler, yerini, kültürel formların hareketliliğine duyulan büyük ilgiye, bir diğer deyişle “gezici kültürler”e bırakmaktadır (Clifford 1992). Yerellik kavramı, belirli bir bölgedeki kültürel iklime işaret eden geleneksel anlamından farklı anlamlar kazanmıştır. Odak noktası artık yerler değil, göç yollarında kendileriyle birlikte kültürlerini de taşıyan insanlar olmaktadır.2 Bundan ayrı bir diğer önemli konu ise, göçmen kültürlerin zamanın içinde izlerini sürmek ve kendilerini koruma ya da değişime uğrama biçimlerini izlemektir. Bu sırada, göçmen toplulukları, göçmenlik sürecinden önce ya da sonra birlikte yaşadıkları, aralarında yerel etkilerden ya da etnik yapılardan kaynaklanan farklılıklar olan diğer toplulukların kültürlerine temas etmeyi ve onlarla etkileşim içine girmeyi bırakmamıştır. 2 Bulgar etnomüzikolojisinde bu araştırma alanına ilişkin daha fazla ayrıntı için bakınız: Rashkova 1999; Rashkova 2003; Peycheva & Dimov 2006; Rashkova 2012; Toncheva 2011. 189 Göçmenlik süreci sonucu oluşan her topluluk kendine özgü tarihsel niteliklere, farklı zamansal varoluş parametrelerine ve onları göç sürecine iten farklı neden ve motivasyonlara sahiptir. Aynı zamanda toplulukların sosyal yaşam stratejilerinde ortak yönler de vardır; onların modern koşullarda yaşamalarına yardım eden benzeri mekanizmalar ve araçlar söz konusudur. Bunlar arasında akrabalık bağları, komşuluk, ortak kökenlere sahip olma, kolektif bellek ve kültürel gelenekler gelmektedir. Geleneksel müzik kültürü hakkında bilgiler, göçmenlerin kolektif ve bireysel belleğinde korunup taşınmakta, yeni nesillere emanet edilmekte ve kendine özgü yerel müzik kimliklerinde çağdaş ifadesini bulmaktadır. Anadolu Bulgarları Anadolu Bulgarları, Kuzeybatı Anadolu’ya 18. ve 19 Yüzyıllarda ekonomik nedenlerle, daha güvenli ve rahat yaşayabilecekleri bir yer bulmak için göç etmiştir. 1914 yılına kadar, zor ulaşılabilen bir bölgede; Balya, Bandırma, Gönen (Balıkesir ili), Lapsa ve Boğaşehir (Çanakkale ili)’de yaklaşık 30 Bulgar köyü vardı. Bu bölgelerde yaşayanların kökeni genellikle Bulgaristan’ın Ortaköy ve Çırpan kentleridir. Tarihsel olaylar onların da göçmen kaderi yaşamalarına yol açmıştır. Bu Bulgarların bir kısmı, Berlin Sözleşmesinin ve 1878 yılında Yeni Bulgar Devletinin kurulmasının ardından anayurtlarına göç etmeye başlamıştır. Birçok engele rağmen 1914 yılında, kalan tüm Anadolu Bulgarları Bulgaristan’a dönmüş ve önemli bir bölümü tekrar atalarının kökenlerinin bulunduğu yerlere -Ortaköy ilçesine ve Kuzeydoğu Bulgaristan’da Yeni Pazar ilçesine- yerleşmiştir. Bu insanlar göç ve yerleşme süreçlerinde Bulgar kimliğini ve dilini, Ortodoks Hıristiyan dinini, geleneksel kültürlerini ve folklorunu korumuştur. Anadolu Bulgarlarının geleneksel müzik kültürüne ilişkin araştırmalar yerel yapıların, müzik alanında dışarıdan -farklı etnik yapılardan ya da farklı yerleşim bölgelerinden- gelen etkilere izin vermeyen kuvvetli bir direnç gösterdiğini gözler önüne serer. Küçük Asya’da yeni bölgelere göç etme ve yeni Bulgar köylerinin kurulması sürecinde bu insanlar kendi kökenlerinin geleneksel halk kültürünü korumuştur. Bu durum, farklı dil, inanç, ulusal 190 kimlik ve kültürdeki insanlarla çevrili yabancı bir ortamda etno-kültürel kimliklerini korumanın bir yolu olarak ortaya çıkmaktadır. Ortaköy’e dönen Anadolu Bulgarlarının müziğine ilişkin örnekler 1960’larda ayrıntılı bir biçimde akademik müzik arşivlerine kaydedilmiştir. Trakya bölgesinin tamamından türkülerin ve onların yerel varyantlarının büyük kısmını içeren karşılaştırmalı araştırmalar3, 1-2 yüzyıl süren göçmenliğin bu türkülere getirdiği değişimlerin oldukça az olduğunu göstermektedir. Aynı zamanda, Küçük Asya Bulgarları arasında göçten önce var olan, bu sırada Bulgaristan’da unutulmuş olan türkü varyantları da mevcuttur. Dolayısıyla göçmen topluluklarında müzik kültürünü koruma potansiyelinin çok daha büyük olduğu sonucu bu bulgularla ortaya çıkmaktadır. Anlaşılıyor ki göçmen topluluklar kendi müzik kültürlerini koruma gücünü göstermiştir. Anadolu’da her etnik ve yerel topluluğun kendi müzik kültürünü yaşatmakta olduğu ve yabancı unsurların girmesine izin vermediği açıkça görülmektedir. Birkaç nesil boyunca yabancı bir ortamda yaşamalarına rağmen eski yerel müzik repertuarları etkilenmemiştir. 1980’li yıllarda Güneydoğu Bulgaristan’ın köylerinde (Ortaköy bölgesinde) Anadolu’dan gelen göçmenlerle ilgili yaptığım kendi alan araştırmamda, Küçük Asya’da doğmuş, eski köylerinin repertuarını öğrenmiş ve Bulgaristan’a geri dönüş yapmış şarkıcı ve çalgıcılardan bilgi alma ve müzik gösterilerini kaydetme imkanım oldu. Küçük Asya’da birbirine uzak iki köyde yaşamış olup Sviraçi köyüne göçmüş toplulukların bir arada yaşayış biçimleri halk kültürünün muhafazakar yapısına ilginç bir örnek oluşturmaktadır. Bu topluluklar söz konusu köyün önceki ahalisinin terk ettiği iki mahalleye taşınmışlar, aralarındaki kültürel ve sosyopsikolojik farklılıkları koruma konusunda ısrarcı davranmışlar, gündelik yaşam, giyim tarzı, lehçe gibi alanlarda farklı olduklarını belirtmişlerdir. Bu durum ilk birkaç on yıl içinde iki Küçük Asya göçmen topluluğu arasında evliliğe izin vermemiş, onların birlikte tören ve bayram kutlamaları (koleduvane – Noel ilahisi 3 3Ayrıntılı bir inceleme için bakınız: Kaufman, 1974, Kaufman, 1980 191 söyleyenler, lazaruvane – Aziz Lazarus Günü, vs.) yapmalarını, dolayısıyla entegre olmalarını engellemiştir. Türkü ve ezgi repertuarları farklı olduğundan Pazar günü horaları da ayrı ayrı oynanmaktadır. Özellikle halk oyunlarının oynanması sırasında köy yaşamının bazı yönleri açığa çıkmaktadır. İlk önce kızlar iki ayrı yerde hora oynarlar ve diğer mahalleden bir gelen olduğunda tartışma çıkar. Ortak hora oyununda bir araya geldiklerinde ise her grup kendi türkülerini söyler, diğer grup de onlarla birlikte oynar. Karşılıklı ilişki ancak bir gruptan türkücülerin diğer grubun türkülerinden dörtlükler söylemeye başlamasıyla kurulur.4 Birbirleriyle olan ilişki süreçlerine rağmen, araştırmanın yapıldığı sırada -göçten 75 yıl sonra- bu iki Anadolu topluluğunun müzikal farklılıklarını hala korudukları tespit edilmiştir.5 Müzikte nostalji eski Anadolu tulumcularının torunları arasında da görülmektedir. Eski tulumcular, hem sesi hem de estetik süslemelerinden ötürü Küçük Asya’daki Bulgar tulum ustalarının yaptığı tulumlara büyük değer vermektedir. Edirne tulumları da pes ses çıkardıklarından, ayrıca daha kolay ve rahat çalınabildiklerinden tercih edilmektedir. Araştırma sırasında görüşülen müzisyenler, Anadolulu göçmenlerce taşınan, orada korunup geliştirildikten sonra Bulgar topraklarına geri taşınan eski tarz bir enstrüman performansında oldukça yeteneklidir. Gaydadjiyev’ler soyundan gelen bir müzisyenin Küçük Asya’da tulumcu olan dedesinin hatıraları Türkler ve Bulgarlar arasındaki ilişkileri özetler niteliktedir. Bu müzisyenin yine ünlü bir müzisyen olan ve tulum çalışı ile saygı uyandıran dedesi Türk düğünlerine davet edilmekteymiş. Türk düğünlerinde Türk müziği, Bulgar düğünlerinde de Bulgar müziği çalmaktaymış. Küçük Asya Bulgarlarının müziği ile Ortaköy bölgesindeki yerel Bulgar müzikleri karşılaştırıldığında tespit edilen benzerlikler ve yabancı etkilere karşı gösterilen direnç müzisyenlerce de onaylamaktadır. Geçen zaman içinde değişmeden kalan Anadolu Bulgar topluluklarının 4 4 Antifonik türkü söyleme biçimi, birçok Bulgar halk türküsünü söylemede özel bir grup performansıdır; bu söyleyiş tarzında grubun bir bölümü türkünün bir kıtasını söyler, diğer bölümü aynı metni ve melodiyi tekrar eder. 5 192 Daha fazla ayrıntı için bakınız: Rashkova, 1994. halk müziği bu toplulukların kültür mirası olarak aktarılmakta, arşivlenmekte ve çeşitli amatör grupların repertuarında yaşayan bir gelenek ve bir topluluk kimliği simgesi olarak tekrar uyanmaktadır. Trakya Bulgarları Batı ve Doğu Trakya’dan, bağımsız Bulgar Devleti topraklarına geri göçmek bu Bulgar toplulukları için sadece doğdukları yerleri terk etmek değil, aynı zamanda birtakım tarihsel gerçekler ve üzücü anılarla ilgili bir göçe zorlanmak anlamına gelir. Yeni topraklarda yerleşik hale geçebilmek, sıklıkla yeni göçlere neden olduğu ve ekonomik stabilizasyonun sağlanmasını güçleştirdiği için uzun bir süreçtir. Göçmenler Bulgaristan’ın farklı bölgelerine tekrar yerleştirilmiştir; fakat onların hayatta kalma stratejisi akraba ve köydeşleri ile birlikte yaşamak üzerine kuruludur. Böylece, topluluk kimliği için önemli olan kültürel sürekliliği sağlamayı başarırlar. Trakya Bulgarları, göçmenler olarak, doğdukları yerlerin maddi kültürel ifadelerine karşı özgün bir yaklaşım sergilemektedir. Evlerini aniden terk etmeye zorlandıkları olağanüstü koşullardan dolayı, gündelik yaşamlarının ve kültürlerinin maddi unsurlarını yanlarında götürememişler, bunun yerine onların hayalî temsillerini -doğdukları yerin hayalî ve yerel bilgiler bütünü- taşmışlardır. Yeni yerleştikleri yerlerde bu hayalleri maddi hale getirmektedirler, farklı kültür miras şekilleri ile soylarının geçmişine dönmektedirler. Bunların arasında müzik repertuarı yeni nesillere eski yaşamlardan değerli miras bir 193 olarak geçmektedir. Müzik kültürleri hakkındaki bilgileri, kolektif ve bireysel belleklerinde korunup aktarılmıştır. Bulgaristan’a yerleşmiş Doğu ve Batı Trakya göçmenlerinin yaşadığı farklı bölgelerdeki halk müziği örnekleri, 1926-1931 yılları arasında, binlerce halk türküsünü ve ezgisini koleksiyonunda bulunduran saygın Bulgar halk müziği uzmanı Vasil Stoin tarafından kaydedilmiştir. 1678 tane notaya alınmış eser ile 6 enstrümantal eseri içeren ve 1939 yılında Trakya Bilimsel Enstitüsü’nce basılmış olan bu kitap insanların belleğinde korunmuş ve taşınmış müzikal birikim hakkında değerli bir bilgi kaynağı durumundadır. Bu kitaptaki notalar, yaşadığı yerden koparılmış bu insanların belleğinde hala canlı olan repertuarı yeniden yapılandırmaktadır (Türkülerin kalıcılığına ilişkin önemli bir kanıt 1989 yılında Ortaköy’deki alan çalışması sırasında yaptığımız kayıttır; bu kitapta notalarıyla yer alan bir eser aynı zamanda kökleri Doğu Trakya’ya uzanan bir şarkıcının aile repertuarının bir parçasıdır). Türküler, melodik özelliklerin incelenmesi fırsatının yanında, lehçeler ve müzikal uygulamalar hakkında da bilgi vermektedir. Bunlar bütün Bulgaristan halk müziğindeki ortak temalar ve müzik becerileri ile bunların kültürel alandaki uygulamaları hakkında kalıcı bilgiler olarak değerlendirilebilir. Örneğin, türkü söylemek genelde kadınlar içinse de müzik aleti çalmak kadınlar için imkansızdır ve bu görev genelde erkeklere verilir. Bu, göz ardı edilemeyecek kültürel bir normdur. Türkülerin sözlerinde de yerel halk müziğine ait çalgılara rastlarız. İncelenen toplulukta bu bakımdan bölgesel farklılıklar görülmemektedir. Türkülerin sözlerine göre, çobanlar ve genç erkekler kaval ve sipsi çalarlar; tulum ve davul düğünlerde çalınır; hora oyunu kuvvetli tulum ve davul sesleri eşliğinde oynanır. Ayrıca, Anadolu Türklerince bağlama ya da saz olarak bilinen, tamburanın Bulgar varyantı sayılan ve bulgariya6 diye adlandırılan bir müzik aletinden söz edilir. Bu müzik aleti Türkler arasında yaygın olarak kullanılmasına rağmen onun Türkçe ismi Doğu Trakya’da Bulgarların dilindeki ismin yerini almamıştır. Müzik aletlerinin kullanımında etnik yapıyı ilgilendiren ve bazı türkülerde de geçen 6 Benzer bir isim (tanbur bulghâri) Avrupa müzik tarihinde 19. Yüzyılda kaydedilmiştir (Fétis 1869). 194 bir özelliğe göre tulum çalmak ve domuz çobanlığı yapmak Türkler için uygun değildir, Türklerin müzik aleti zurnadır. Bazı türkülerde, panayırlarda hora oyunu sırasında çalan zurnacı ve davulcuların Bulgar isimleri taşımaları ise ilginç bir durumdur. Hıristiyan Bulgarların dini pratiklerine göre zurna çalmak oldukça sıra dışıdır ve yerel Türk kültürünün istisnai bir etkisi olarak yorumlanır. Dini ve etnik yabancılaşma bağlamında da olsa, halk türkülerinin sözleri Türkler aracılığıyla müzikal iletişimin mevcut olduğunu göstermektedir. Bazı türkülerin sözleri Müslüman dinine zorla geçirilme denemelerine gönderme yapmaktadır. Örneğin karışık -Bulgar ve Türk- etnik yapıdaki köylerden söz edilen bir türküde, kızının komşu mahalleye gitmesine izin vermeyen; çünkü bulgariya ve kemençe çalan Anadolu Türklerinin onu aldatmasından ve Müslüman inancına geçmeye zorlamasından korkan bir annenin hikayesi anlatılır. Başka bir türküde ise Bulgar müzisyenlerinin bir Türk düğününe çağrıldığından söz edilir. Muhafazakar yaklaşımlara ve kültürel kimliği koruma arzusuna rağmen, özellikle kentlerdeki müzikal pratikler ve enstrümantal gösteriler Bulgar ve Türk müzisyenler arasında kültürel temasların var olduğunu göstermektedir. “Öteki”nin müziğine karşı duyulan ilgi, farklı etnik yapılı yerel kültürlerde diyaloğun koşullarını yaratmaktadır. Araştırma çalışmalarım beni 1980’li yıllarda, ahalisi Bulgar ve Türk olan karışık nüfus yapısına sahip bir köyün tulumcusu ile karşılaştırdı. Bu tulumcu, Osmanlı topraklarında, Edirne’nin Bulgar ve Türk mahallelerinden oluşan bir köyünde doğmuş. Müzik eğitimine Bulgar ve Türk müziklerinin eşit derecede etkili olduğu bir ortamda başlamış. Müzisyen, repertuarını oluşturduğu dönemde kendi köyünün halk geleneklerinden düğün ve hora ezgilerinin yanı sıra Edirne yöresinde yaygın olan enstrümantal Türk müziğini de öğrenmiş. Tulumcu, Bulgaristan topraklarına tekrar göç ettikten sonra (Cisri Mustafapaşa Bölgesi, Mihaliç köyü) düğünlerde ve bayramlarda müzik yaşamına devam etmiştir. Repertuarı yerel tulum ezgilerinden oluşmakta; ancak, birkaç Türk ezgisini de içermektedir. Türk müziğine karşı tavrı 195 olumludur, çünkü kendisi de bu müziği beğenmektedir; ayrıca, Bulgar ve Türk uzmanlar tarafından ilgi ile karşılanmaktadır. Her iki müzik geleneğine ilişkin birikimi olması, bir kişinin repertuarında yöresel ve yabancı ezgilerin bir arada bulunmasına karşı hoşgörülü bir tavrın oluşmasını sağlamaktadır. Genel olarak kültürel farklılıkların halk bilimi açısından olumsuz etkileri vardır; ancak, halk müziği sanatçıları için durum böyle değildir; müzik alışverişi sadece bölgesel değil etnik düzeyde de mümkündür. Edirne’de Türk müzisyenler ve müzik uzmanları ile yaptığım görüşmelerde bu kişiler, 30 yıl önce kaydettiğim, Trakya ve Anadolu’dan gelen göçmen Bulgar müzisyenlerinin tulum ezgilerini anlayıp çalmayı başardılar. Bu müziklerden biri “moabet” olarak tanınan şarkının üzerine yapılan bir doğaçlamaydı. Türkiye’deki köy düğünlerinde bu, tulum yerine zurna ya da klarnet ve davulla seslendirilir. Tulumcu tarafından ilave edilen başlangıcın, sürüyü otlatmaya götürürken çalınan bir çoban ezgisi olduğu tespit edildi. Kaydettiğimiz başka bir türkünün Edirne’de ve Trakya bölgesinde günümüzde dahi bilinen bir türkü olduğu belirlendi. Bu Türk ezgileri Bulgaristan’da yaygınlık kazanamamış; fakat, farklı kültürlerle temasın bir sonucu ve göçmen müzisyenlerin repertuarında kültürel çeşitliliğin bir izi olarak kalmıştır. Trakya’da dedelerinin doğum yerlerini (günümüzde Türkiye topraklarında yer alıyorlar) ziyaret turları sırasında Trakyalı mültecilerin torunları ile yapılan görüşmeler, yerel halk türkülerinin, göçmenlik sürecinde taşınmış kültürel değerlerin bir parçası olarak önemini ortaya koydu. Bu torunlar türkü söylerken, ya da türkülerin kaynağındaki olayları anlatıp yorumlarken çok heyecanlıydılar; bu türküler eski köylerindeki meydana gelen olaylarla ilgiliydi, adeta o köyün ahalisinin varlığına dair bir kanıt gibiydi. Köylerin birinde (Keşan ilçesindeki Yaylagöne köyü) gerçek bir olaydan yola çıkılarak yazılan türkü eşliğinde hora oynandı. Torunlardan birinin sözlerine göre: “biz bu bölgenin tarihini bilmiyoruz, günümüze kalan folklor yazılı olmayan tarihtir; bunlar mükemmel türküler, gelenekler ve bu maneviyat... bunlar neşeli türküler olabilir; ama, ninelerimizin ve dedelerimizin gözleri her zaman yaşla doluydu.” 196 Göçmenlerin geleneksel müzik kültür belleği, yaklaşık bir asırdır Trakyalılarca oluşturulan yerel türkü grupları aracılığıyla korunmaktadır. Folklor festivallerinin düzenlenmesi geleneğini desteklemek ve canlandırmak amacıyla bu festivallerde Doğu ve Batı Trakya’dan göçmenlerin müzik kültürleri özellikle ele alınmış ve bu kültürden eserler orijinal formlarında icra edilmiştir. Zamanla, V. Stoin’in türküleri topladığı kitap çok önemli ve sık kullanılan bir repertuar kaynağı haline gelmiştir. Nesillerin yenilenmesi ile eski türkü söyleme tarzı kademeli olarak kaybolmuştur; onun yerini, dedelerinin doğdukları yerlerden oldukça az sayıda orijinal türkü örnekleri içeren repertuarlarıyla Trakya’daki küçük müzik topluluklarının oluşturduğu korolar almıştır. Bu toplulukların faaliyetleri Trakyalıların düzenli şenlik hayatının bir yansıması olarak her yıl bölgede düzenlenen Trakya folklor festivallerince desteklenmektedir (Eski Zağra Kaplıcaları, Sülmeşli, Petrova Niva, Pomoriye, Aheloy ve Macarovo’daki Trakya türküleri müzik yarışmaları, Edirne’deki iki Bulgar kilisesindeki bayram ve kutlamalar vb.). Böylece, Doğu ve Batı Trakya mültecilerinin torunları geleneksel müzik kültürünü paylaşarak kökenlerine ilişkin belleklerini ve onların özgünlüklerini yaşatmaktadır. Edirne’de Göçmenlerin Müzik Kültürü Çağdaş şehir kültürü ve onun incelenmesi, özel müzik bilgisinin ve müzik kültürü süreçlerinin genişletilmesinde yeni hareketlenmelere yol açmaktadır. Edirne’de son üç yıl içinde müzik ve göçmenler üzerine yaptığım alan araştırmasındaki gözlemlerim şehir etnomüzikolojisinde ilginç problemleri ortaya koydu. Edirne müzik tarihi konusundaki uzmanlarına göre, Edirne’nin müzik tarihinde en fazla 50-60 yıl geriye gidilebilir; bir diğer deyişle, Edirne’de müziğin tarihi en fazla 50-60 yıl öncesine dek araştırılabilir. Hudut şehri olmasından dolayı nüfus yapısı defalarca değişmiştir. Şehir halkı Yunanistan, Makedonya, Bosna, Bulgaristan gibi ülkelerden 19.Yüzyıl sonundan günümüze kadar devam eden göçlerle gelen 197 insanlardan oluşmaktadır. Bazı kaynaklara göre, ayrı mahallelerde yaşayan Ermeni, Yunan ve Bulgar halklarından insanların yerine Balkan Türkleri, Çingeneler ve Pomaklar yerleştirilmiştir. Burada yaşayan Türk halkının açıkça görülen ayırt edici özelliği lehçe ve telaffuzdur. Fakat dil kademeli olarak değişmekte ve farklılıklar yok olmaktadır. “Gezici kültürler” kentin atmosferini değiştirmekte ve eski kültür yeni göçmenler arasında neredeyse kaybolmaktadır. Daha önce Edirne’de yaşamış olup şehirden göç etmiş olan etnik topluluklardan miras kalan unsurlar arasında Yahudi ve Ermenilerin yaptığı bademli şeker ve Yunan peyniri bulunur. Bulgarlardan kalan hatıra ise ekmek yapımında kullandıkları fırınlardır. Alan araştırmam ortaya koymuştur ki Türklerde tulum müzik aleti kullanılmadığı için Edirne’de yaşamış olan seçkin, Hıristiyan tulum ustalarının hatırası neredeyse tamamen silinmiştir. Günümüz yerel müziğinde Balkan Gaydası ve Pomak Gaydası gibi adlarla anılan dans ezgileri görülmektedir. Şehre Romanların ve Roman müzisyenlerin gelmesi ile zurna yaygınlık kazanıp yerleşmektedir. Edirne yerlisi bir müzisyenin oğlu, mimar Edip Soyanmaz konuyu “zurna buraya çingenelerle gelmiş; 50 yıl önce burada zurna vardı, ama 150 yıl önce yokmuş” diye özetlemektedir. Edirne’de Çingene müzisyenlerin varlığı müzik açısından bir fetih olarak değerlendirilmektedir. Hatta bu müzisyenler yerel yönetimler, gazeteciler ve ziyaretçiler tarafından kentin sembol müzisyenleri olarak kabul edilmektedir. Roman zurnacılar Edirne’de birçok halk oyunu ekibine eşlik etmektedir: Belediye çocuk halk oyunu ekibi, Trakya Üniversitesi öğrenci halk oyunu ekipleri, vb. müzisyenler, halk oyunun kökenine uygun Balkan ezgilerini seslendirirler. Ayrıca, zurna ve davul çalan Roman müzisyenlerin oluşturduğu orkestralar da vardır, bu orkestralar kentteki yürüyüş ve kutlamaların yanı sıra her yıl Kırkpınar’da düzenlenen sembolik yağlı güreşlere temel müzik eşlikçisi olarak katılırlar. Şehirdeki en iyi zurnacılardan biri olan, aileden müzisyen Fahrettin Zurnacı’ya göre yaptıkları müzik Rumeli müziği, yani Balkanların müziğidir. Zurnayla çalınan makamların Rumeli’ye ait olduğunu belirten Fahrettin Zurnacı ayrıca şu tespitte bulunur: “Anadolu’da bizim müzik dinlenmez.” 198 Kentte yerel ahali tarafından yaşatılan bazı eski yerel bayramlar varlığını hala sürdürmektedir. Bunlardan Kakava (5 Mayıs) adını taşıyan bayram ilgi çekicidir. 5 Mayıs 1361’de Osmanlı’nın, Edirne Şehrini Bizans İmparatorluğu’ndan alışı ve başkent ilan etmesi her yıl kutlanır. İstanbul, Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti olduktan sonra bu bayram anlamını yitirse de kutlanmaya devam etmiştir. Daha sonra insanlar bu kutlamaları Çingene bayramı (Hıdrellez) ile özdeşleştirmiş ve kutlamalar Kakava adını almıştır. Günümüzde ise Uluslararası Şenlik Festivali’ne dönüşmüştür. Bu örnek altı yüzyıldan fazla tarihi olan yerel bir bayramın yeniden anlam kazanması üzerine bizleri düşünmeye sevk eder: Çingene kutlamaları ile birlikte bayramın orijinal kutlanma biçimi yeniden canlanmış ve bayram bütün yerel müzik renkliliğinin sergilenmesiyle kentteki çağdaş kültür festivalleri arasında varlığını sürdürmeyi sağlamıştır. Edirne yöresindeki tipik yerel müzik aletleri saz, ud, kemençe, kanun, tarambuka, ney ve kavaldır. Günümüzde geleneksel müzik aletlerini çalan birçok amatör müzik grubu ve koro kentte halk müziği ve klasik Türk müziği yapmaktadır. Repertuarlarının büyük bir kısmının kaynağı TRT arşivleridir. Edirne’de müzik grupları, yörenin simgelerini taşıyan yerel Rumeli repertuarını tercih etmektedir. Şehirdeki halk dansları okullarında da repertuar olarak öncelikle Rumeli müzikleri ve dansları tercih edilmektedir. Böylece Balkan müzikleri ve dansları Edirne halkının yerel kültürü ile kaynaşmaktadır. Bu durumun en çağdaş ifadesi, her hafta ilginç ve modernleşmiş Balkan etkili yerel müzik örneklerini tanıtan, Edirne’de yayına yeni başlayan Göçmeniz adlı internet radyosudur. Edirne halkının geleneksel müzik kültürü çok katmanlı bir ağdır; bunun nedeni göçmenlik süreçleridir. Örneğin, araştırmalarım sırasında elde edilen bazı bilgilere göre, Bulgaristan’dan gelen Türk göçmenleri ve daha önceki göç dalgalarıyla gelenlerin torunları Bulgaristan’a ait yerel müzikal özellikleri korumaya devam etmektedirler. Edirnelilerin görüşlerine göre, Kuzeydoğu Bulgaristan’dan gelen göçmenler 199 geleneklerine diğer göçmen gruplara kıyasla daha sıkı bağlıdırlar. Bu göçmenler düğünlere geleneksel kıyafetleri ile giderler ve bayramlarda Bulgaristan’daki gibi hora oynarlar. Edirneli amatör şarkıcı Şeref Balkan, türkü repertuarının büyük kısmını, 20. yüzyılın başında Eski Cuma bölgesinin Zmeynovo köyünden göç eden babasından öğrenmiştir. Bu repertuardaki eserler göçlerle taşınmış tipik Rumeli türküleridir ve farklılıklarıyla bu göçmen topluluğu diğerlerinden ayırır. Edirne’deki alan araştırmalarında yapılan görüşmelerde birçok değerli bilgiye ulaşılmıştır; bu bilgiler Rumeli halk müziğinin ayırt edici özellikleri, Türkiye’nin bazı bölgeleri arasındaki müzikal farklılıklar, türkülerin söylendiği ortam ve durumlar, repertuar, Türk halk müziğinde epik türkü dönemleri, makam teorileri, Türk halk türküleri ve klasik Türk şarkıları hakkındadır. Bu geniş ve zengin bilgiler uzun yıllar süren müzikal temasların sonucudur. Türkücü, Rumeli müziğini tercih etmekte ve bu müziği Türkiye’nin Avrupa kıtasındaki bölümünde ve Balkanlarda yerel müzik olarak kabul etmektedir. Repertuarına başka göçmen gruplarından türküler de girmekte ve bunlar artık yerel Edirne müzik geleneğinin örnekleri olarak anılmaktadır: Vardar Ovası (Karacaova - Yunanistan), Edirne köprüsü, Dayler Dayler, Penceresi Yola Karşı (İskeçe, Yunanistan). Edirne ve yöresindeki göçmenlerin ortak belleğinde korunup taşınan türkülere bir örnek de Bulgarca sözlü olup göçmenlerin anayurtlarının (Rodop Dağları, Makedonya) yerel kültür özelliklerini taşıyan Pomak türküleridir. Bu türküler Edirne ve yöresinde bilinmekte ve Bulgaristan’dan gelen Pomakların yaşadığı Keşan ilçesinin Yaylagöne köyü gibi yerlerde de söylenmektedir. *** Balkanlardaki farklı göçmen grupların geleneksel müzik kültürlerine ilişkin sunulan bu örnekler yerel müzik özelliklerinin ve bunların mekan ve zamanda korunmasının yollarını göstermektedir. “Öteki”nin kültürel değerlerini ve çeşitliliğini tanıyan bir kültürler arası diyalog, yeni bir yerel gelenek bileşimi oluşturmak amacıyla gelenekler arasında bağ kurabilir. Müzik dünyası renkli, büyük, hareketli ve çok yüzlüdür. 200 KAYNAKÇA Baily, J., M. Collyer 2006. Introduction: Music and migration [Giriş: Müzik ve Göç], Journal of Ethnic and Migration Studies içinde. Sayı. 32, 2, 167–182. Clifford, J. 1992. Travelling cultures [Gezici Kültürler], Cultural Studies içinde, Editör: L. Grossberg et al. New York: Routledge, 96–116. Fétis, F. J. 1869: Histoire générale de la musique, tome deuxiéme [Genel Müzik Tarihi, ikinci cilt]. Paris. Kaufman, N. 1974: Narodnite pesni na maloaziyskite balgari ot Ivaylovgradsko [Ivaylovgrad’da Anadolu Bulgar Halk Türküleri], in Izvestiya na Instituta za muzika [Müzik Enstitüsü Bildirileri]. Sayı. 18, 47–156. Kaufman, N. 1980: Narodnite pesni na maloaziyskite balgari ot Ivaylovgradsko – 2 [Ivaylovgrad’da Anadolu Bulgar Halk Türküleri-2], Balgarsko muzikoznanie [Bulgar Müzikolojisi] içinde. Sayı. 4, 15–49. Peycheva, L. and V .Dimov 2006. Migratsii i gurbeti ot Bulgaria: muzikalni orbiti [Göç ve Misafir Bulgar İşçiler: Müzik Yörüngeleri], Gradivo za etnologiya na migratsiite [Göç Etnolojisi İçin Materyal toplamak] içinde, Editör: M Karamihova. Sofia: IEFSEM, 61–101. Rashkova, N. 1994: Whose Song Is the Best [Kimin Türküsü Daha Güzel] (Folk Music Tradition: An Inside View), Études Balkaniques içinde, Sayı. 1, 43–50. Rashkova, N. 1999. Muzikalno-tantsoviyat folklor v zhivota na balgarite v Ungariya [Macaristan’daki Bulgarların Yaşamında Müzik ve Halk Dansları], in Balgarite v Ungariya [Macaristan’daki Bulgarlar]. Budapest, 73–79. Rashkova, N. 2003. Muzikalno izrazyavane na identichnost v chuzhdoezichna sreda [Yabancı Dilli Bir Çevrede Kimliğin Müzikal İfadesi], Balgarsko muzikoznanie [Bulgar Müzikolojisi] içinde, Sayı. 4, 103–109. Rashkova, N. 2010. Migration Together with Music: Anatolian and Thracian Bulgarians [Müzikle Göç: Anadolu ve Trakya, Bulgarları] at the International conference The Ottoman Past in the Balkan Present: Music and Mediation. University of Athens. Athens, 2010. Shishmanov, D. 2001: Neobiknovenata istoria na maloaziyskite balgari [Anadolu Bulgarlarının Sıradışı Hikayesi], Sofia: Poni. 201 Stoin, V. 1939. Balgarski narodni pesni ot Iztochna i Zapadna Trakia. Trakiyski sbornik [Batı ve Doğu Trakya’dan Bulgar Halk Türküleri: Bir Trakya Koleksiyonu]. Sofia: Thracian Institute of Research. Toncheva, B. 2011. Balgarska narodna muzika v zhivota na razlichni pokoleniya balgarski emigranti vav Vienna [Viyana’daki Farklı Kuşak Bulgar Göçmenlerinin Yaşamında Bulgar Halk Müziği], in Balgarskata obshtnost v Avstria – istorichesko, lingvistichno i etnolozhko izsledvane [Avusturya’daki Bulgar Topluluğu: Tarih, Dil ve Etnoloji Araştırmaları]. Sayı. 1. Sofia: SASA, 85–92. Zelengora, G. Pomatsite v Turtsia [Türkiye’de Pomaklar],http://pomaknews.com/ bg/?cat=61&lang=bg (25.03.2012). Bulgarca’dan Türkçe’ye çeviri: Fahrie MEHMEDOVA ve Nevin HEBİPOVA 202 4.2.5. RUSE BÖLGESİ’NİN YAŞAYAN İNSAN HAZİNELERİ Doç. Dr. Nikolay NENOV Müdür, Rusçuk Bölgesel Tarih Müzesi Koprivshtitsa’da düzenlenen Ulusal Halk Festivali’nde (08.08.2010), ‘Yaşayan İnsan Hazineleri’ programından UNESCO’nun Dünya kültür listesine kayıt olacak yeniden beş aday vardı. En iyileri arasından biri, Ruse’ye bağlı Koşov köyünün maskeli geleneği Camal idi. Adaylığının en önemli özelliği, Koşov Köyü’nde nesiller boyu devam eden bu maskeli gösterinin korunması ve devam etmesinin garanti altına alınacağı idi. Koşov Köyü’nün Camal’i, Prof. Dr. Georg Kraev, Prof. Dr. Anço Kaloyanov ve bir çok çağdaş araştırmacılar, etnolog ve folklorcuların dikkatini çekmiştir. Camal, kışın bitip baharın gelişini kutlayan başta evli erkekler olmak üzere, erkekler tarafından oynanan maskeli bir oyundur. Bu oyunda, hayvan şeklinde ‘Tatuncho’ adlı kukla oynatılır. Maskeli köylü erkekler, Aziz John Günü’nde köylülerin evlerini ziyaret edip, birbirine vurup değişik ses çıkardıkları tahta kılıçlarla birbirlerini sırtlarından iter, dans ederler ve birlikte hayvan şeklindeki Tatuncho adlı kuklayı oynatırlar. Evin bahçesine girip oynamak için, ev sahibi gruptan evrak ister, grup başkanı Hacı Baba ise (Valşko) Eflak (Wallachia)’dan geldiklerini ispat eden ‘Pasaport’ gösterir. 203 Oyunun kompozisyonuna göre, ‘Tatuncho’nun görevi ev sahibinin ailesinden birinin tedavisini sağlamaktır. Dolayısıyla biraz sonra kuklanın kendisi hasta olup, yere düşer. Grup üyesi doktor rolünü alıp, önce kan verirmiş gibi şarap döker, fakat bu işe yaramayınca ‘Tatuncho’nun kuyruğunun altına ‘peri tozu’ üfler. Bundan sonra ‘Tatuncho’ ayağa kalkıp, yeniden oynamaya devam eder. Sonunda ev sahipleri maskelilere çörek ile havlu hediye eder, tüm erkekler ise küçük tüplerden şarap içerler. Camal maske oyunu eski yerel halkın folklorundan özel ritüel unsurlarını korumuştur. Bu oyunda bir yandan maskeliler ritüel sessizliğini korur ve maskesi olmayanlarla sözlü ilişkiye girmez, aynı zamanda maskeli grup, şarkı (cinsel ilişkiyi anlatan) söyler. Şarkı karakterleri, masallarda ve ritüel diyaloglarda olup, kutsallık çağrışımı taşımaktadır. Maskeli grubun oyunu, eski yılın sonunda ve geçen yoğun kış günlerinde yaşanan kaos sonrası dünyayı düzenlemek ve düzen yaratmayı hedefler. Ancak 204 zaman içinde maske oyunu güçlü eğlence fonksiyonlarını korumuş ve yavaş yavaş ritüel yapısını kaybetmiştir. İki dünya savaşı arasında dönemde gruptaki karakterler değişmiş, bazı maskelilere ‘bakan’ ismi verilmiştir. Sosyalizmin ilk yıllarında bu oyun yasaklanmış ancak şimdi yeniden ritüel, ulusal ve bölgesel Amatör Sanat Festivalleri’ne katılıp sahneleniyor. Camal oyununun festivallerde yer alması, yavaş yavaş bu oyuna prestij kazandırmış, birçok araştırmacı onun özelliğini ele almıştır. Günümüzde Koşov’un Camal’i festivallerde, yıl dönümlerinde, hatta özel partilerde bile görülmektedir. Miras Listesi’nde yer alması, bu geleneğin korunmasını sağlamış aynı zamanda, Ruse Bölgesi’ndeki Lom Nehri’nin amblemi olmuştur. Koşov köyü, UNESCO’nun Dünya Kültür Hazinesi listesinde olan İvanovo Kaya Kiliseleri bulunduğu İvanovo köyüne yakındır. İki köyün yakınlığı, bu iki tür kültürel miras arasında karmaşık, çok tabakalı bağlantılar kurmaktadır. Bu yakınlık aynı zamanda ülkedeki etnografik grubun özellikleriyle ölçülemez, dünya çapında tanınması hedefiyle birlikte özel yerel kimliğin oluşturulmasını sağlamaktadır. 2010 yılının Yaşayan İnsan Hazineleri’nin, beş adayı arasında Yuper Köyü’nün ‘Buyentsi’ geleneği de vardır. İdari olarak Yuper köyü Razgrad İl’inde bulunmaktadır, fakat köyde eski yerel Ruse halkı –Hırtsoi halkı yaşamaktadır. ‘Buyentsi’ler, ilkbahar ‘Lazaruvane’ kızlar geleneğinin – henüz ergenlik çağına girmiş kızların sosyalleşme şeklini gösteren ritüel karakterleridir. Ritüel, Dimitar Marinov tarafından daha 19.yüzyılda belgelenmiştir. D. Marinov ritüel ve ritüeldeki karakterler ile onların hareketlerini anlatmaktan başka, Rusçuk fotoğrafçısı Hristo Daşkov’un yardımı ile 1892 yılında Yuper Köyü’nden ‘Gelin ile Buyenets’ ritüelinin fotoğraflarını çekmiştir.1 Fotoğraflar ilk defa Bulgaristan’da 1 Daşkov Rusçuk Erkek Lisesi müdürü iken Dimitar Marinov’a boyama sanatçısı Ivan Mrkvicka ile birlikte Huppert’e gidip köylü kadınların festival kostümlerini resmetmelerini söyler. Böylece Huppert’den bir kadının portresi resmedilmiş olur. Bu resimde ilk kez Folklor Kolleksiyonu’nda 15. resim olarak yayınlanır. Bu resim sonraki yıllarda kartpostal olarak basılır. 205 Plovdiv Tarım ve Sanayi Fuarı’nda sergilenmiştir. Bu fotoğraflar şimdi ise Ruse Müzesi tarafından korunmakta olup, “Toma Kardzhiev Evi” Sergisi’nde görülebilirler. Bahsedilen fotoğraflar, Bulgaristan’da ilk etnografik albümün parçasıdırlar. Bu fotoğrafların özelliği gelenekleri in situ (yerinde) olarak sunmaktır ve tüm bu fotoğraflarda olayları yerinde ve zamanında çekilerek günümüze kazandırdığı için eşsizdirler. 19. Yüzyılın en büyük etnografı tarafından incelenmiş olan bu gelenek, günümüze kadar korunmuş olmasını Yerel Toplum Merkezi’ne borçludur, çünkü bu merkez sadece ‘Lazaruvane’ ile ilgili şarkı ve dans repertuarını korumakla kalmıyor, köy geleneğinde kızların katılmasını da sağlıyor. Yıllardır ‘Lazaruvane’ geleneği, halkbilimciler ve etnomüzisyenler (Nenova ve Tonçeva gibi) tarafından incelenmektedir. Sivil toplum kuruluşları ile işbirliği sayesinde, köyün Toplum Merkezi Kütüphanesi, ‘Lazaruvane’ şarkılarının ses kaydını yapmış ve bir kısmı da kütüphanenin web sitesinde yer almaktadır. Yerel “Yaşayan İnsan Hazineleri’nin belirlenmesi, yakından tanınan yerel kimlik, miras ve müze tasarım performansları ile bağlı bir süreçtir. Ruse Erkek Lisesi’nin müdürü olduğu zaman D. Marinov, İvan Mırkviçka’ya özellikle Yuper’e gitmesini, orada köylü kadınların bayram kıyafetlerinin 206 resmini çizmesini önermiştir. Böylece, Yuper’li kadının orijinal portresi kaydedilmiştir. Resim ilk kez Halk Atasözleri başlıklı kitabın 15. cildinde yayınlanmıştır. Daha sonraki dönemlerde bu resim kartpostal olarak basılmıştır. Bu sürecin değişik aşamalarında – seçim zamanında, aday olma gerekçesi ve bunu sağlayacak motivasyon oluşumuna, çoğu defa müze etnografları da katılmaktadır. Böylece düzenlenen yarışmalar için, şartlara uyan ve savunması mümkün olan değerli adaylıklar onaylanmaktadır. Kendi seçtiklerimizin sorumluluğu bilincinde, bölgeden bir sonraki “Yaşayan İnsan Hazinesi” adaylığına ilişkin vizyonumuzu paylaşmak isteriz. Bu Erkekler grubunun Noel şarkıları söylemesidir. Belli bir grup ya da belli bir yerel gelenek üzerinde durmayacağız. Burada önemli olan, Noel şarkılarının temel bileşenleri ve zaman içinde korunmuş Noel kutlamalarıdır. 20.Yüzyılda erkekleri Noel kutlaması, evleri dolaşmak, şarkı söylemek, kutsayan ve bunun için hediye alan genç erkeklerin sosyalleşme yolu idi. Ama şimdi yerel bir ekip tarafından özel bir kuruma dönüşmektedir. Çar tarafından yönetilen evli ve genç erkekler, bağış toplar ve toplumun ihtiyaçlarına ve beklentilerine yanıt verirlerdi. Onların topladığı bağışlarla köprü, çeşme, pınar, şehit anıtları yapılır, kilise, toplum merkezi ve okul ihtiyaçları karşılanırdı (Ненов 1992). Erkek Noel gruplarının otoritesi, 1944 yılından sonra gelen değişikliklere rağmen hala önemini korumaktadır. Bu durum, gelenekle siyasi hesaplaşmaya fırsat olup, yasaklanmasına yol açmıştı. Bu da yöneticilerin atamaları dışında alternatif liderlik yapısı sağlamıştı. Antiphonal usulü içeren Noel şarkılarının söylenme şekli eskidir ve çok eski kökenli olduğunu göstermektedir. Şarkıların dar ton hacmi de onların eski çağlardan geldiğini göstermektedir. Noel şarkılarının içeriği ve kutsamaları etkileyicidir. Bu konu üzerine araştırmacılar fazla durmamaktadır (Живков 1974; Калоянов 1992; Джиджев 1998). Noel metinlerinin temelinde Bulgar mitolojisi vardır. Metinler, zamanı ile mekânı, protagonistleri ile antagonistleri, tanrıları, kahramanları ve makropatonimleri anlatırlar. Noel şarkıları tüm bilinen 207 mitologemleri içermektedir, başlangıç ve sonuç çizilmektedir, Bulgar dünya görüşü sergilenmektedir. Şarkılar, öznenin dini formunu vurgulayan eski dil yapısıyla şekillendirilmiştir. (Dobrev, Eski Slav Dilleri) (Добрев 1982). Ruse İlindeki Noel şarkıları, eskiden beri yaşayan yerel şarkı metinlerinin en eksiksiz özelliklerini içerir. Birçok köyde 10 ile 20 arasında, hatta sadece 2 köyün her birinde 40 Noel şarkıları kaydedilebilir. Bu sayılar, çok iyi korunmuş bir geleneği gösterir. Ancak bu geleneğin “Yaşayan İnsan Hazinesi”ne aday olması için desteğe ihtiyacı vardır. Burada, sadece köy geleneği olarak değil de, şehir hayatında da yer alan Kuzeydoğu Bulgaristan’da Noel kutlamalarının özel yerini belirtmeliyiz. Örneğimiz Ruse’dir ve bu şehir modernleşmeyi takip eden, günlük hayatında Avrupa’daki gelişmelere ayak uyduran bir şehirdir. Öğretmen G. Sokerov 19.yüzyılda Ruse’deki Noel geleneğini uygulayan gruptan Noel şarkılarını 19. kaydetmiştir. Bu şarkılar da Halk Atasözleri kitabının 13. cildinde yayınlanmıştır. Bu konunun daha net varlığı, 1861 yılında Dorostol-Cherven Piskoposluğu’nun piskopos yardımcısı ile şehir öğretmenleri arasındaki çatışma ile kanıtlanmaktadır. Ruse’nin ‘Sv. Troitsa’ Kilisesi’nde 1861 yılında kutlanan İgnajden’de, Piskopos Yardımcısı Nil İzvorov, Noel kutlamalarının putlara tapmak olduğunu söyler ve bu kutlamaları yasaklar. Bir kaç gün sonra, Noel’de, İsa’nın doğuşunda, kilisede bir öğrenci tarafından konuşma yapılır, son sözlerinde öğrenci, Noel geleneğinin putlara tapmak olmadığını, çünkü ezelden beri var olan bir gelenek olduğunu söyler. Öğrencinin sözleri, din adamlarını öfkelendirir – cemmat ile okunan duadan sonra papazlar 208 kiliseyi kapatır. Daha sonra papazlar, önde gelen yerli bir kişiye gidip, epatrahil (papaz kıyafeti) bırakırlar. Bundan sonra öğretmenlerin, bu kıyafeti papazlara geri verip, el öpmeleri ve af dilemeleri gerekirken bunların hiç biri olmaz, ertesi gün papazlar kiliseyi açar. Bu olayda en önemli olan – yerel geleneğin miras olduğunu anlamak, çünkü bu ezelden beri var olan bir gelenektir. Sadece yerel şehir topluluğundan değil, yeniden canlanan milletin aydın liderleri tarafından da gerekli olduğu kabul edilmiş grup şeklindeki Noel kutlamaları, yerel kimliğin yapısında rol oynayan, kültürel değerin özel formu olarak belirtilmiş ve onanmıştır. KAYNAKÇA Джиджев (Dzhidzhev), Т. (1998) - Българската коледна песен в теоретичен и сравнителен план, АИ «Проф. Марин Дринов”, София. Добрев (Dobrev), И. (1982) Произход и значение на праславянското консонантно и дифтонгично склонение, София. Живков (Zhivkov), Т. Ив. (1974) - Българската коледарска благословия. - ИЕИМ , №15, София, 55-83. Калоянов (Kaloyanov), А. (1992) – Славите ли Млада Бога? В. Търново. Ненов (Nenov), Н. (1992) - Произход, характер и социални функции на войнишките паметници в Русенско, Български фолклор, София, кн. № 1, с. 9097. Ненов (Nenov), Н. (2005) – По Коледа в Русе, Сп. Пристан, бр. 25, Дунав прес, Русе, http://www.dunavpress.com/cgi-bin/store.cgi?session=467066649LyUYzsmc1 256361230&username=&lang=bg&act=article&id=59. Bulgarca’dan Türkçe’ye çeviri: Fahrie MEHMEDOVA ve Nevin HEBİPOVA 209 4.2.6. ANADOLU’DA GELENEKSEL KUTLAMALAR, HIDIRELLEZ GELENEĞİ VE FEVZİYE KÖYÜ ÖRNEĞİ Orta Doğu Teknik Üniversitesi Türk Halk Bilimi Topluluğu Kuramsal Grubu Hıdırellez, bütün kültürlerde baharın gelişini müjdeleyen, bolluk ve bereketin habercisi kabul edilen, geleneksel motifler içeren bir kutlamadır. Yaygın olarak Mayıs ayının 5.gününü 6’sına bağlayan gece ve onu takip eden gün içinde kutlanan Hıdırellez, Mezopotamya, Anadolu, Balkanlar, İran ve Doğu Akdeniz ülkelerini de içeren geniş bir coğrafyada kendine yaşam alanı bulmaktadır. Hıdırellez’in temelini oluşturan Hızır ve İlyas kültü, Hristiyan Ortodoks kültüründe de St. Georges (Aya Yorgi) kültüyle özdeşleştirilmiştir. Ayrıca St. George günü kutlamaları ile Hızır İlyas’ın buluştukları gün olan Hıdırellez günü ve kutlamaları aynı tarihte yapılmaktadır. Dolayısıyla, 210 geçmişten bugüne ve kültürden kültüre geçen bu kutlamalar, hem biçim değiştirmiş hem de temel figürler açısından değişkenlikler göstermiştir. Anadolu’da da Hıdırellez her yörede farklı şekillerde kutlanagelmiştir. Bu farklılıklarda özellikle hem çeşitli dönemlerde göç edip Anadolu’ya yerleşen halkların kendileriyle birlikte getirdikleri kültürleri hem de yerleştikleri bölgedeki kültürden esinlenmeleri etkili olmuştur. Bu bildiride bu anlamda bazı farklılıklara örnek oluşturabilecek bir Boşnak göçmen köyü olan Fevziye Köyü’ndeki Hıdırellez kutlamaları ele alınmıştır. Ayrıca geldikleri topraklarda başka dini inanışa sahip topluluklar ve kültürlerde baharı karşılama kutlamalarının nasıl yapıldığı konusunda bilgilerinin olup olmadığı da sorgulanmıştır. Bu bildiride, Fevziye köyündeki Hıdırellez kutlamaları, özellikle uygulama biçimleri ve bu uygulamalara temel oluşturan inanışlar ekseninde ele alınmıştır. Sunulmakta olan veriler ve çıkarımlar, bu köydeki alan araştırması sonucunda elde edilmiş bilgilere dayanmaktadır. Özetle yaklaşık 100 yıl önce Balkanlardan göç ederek Ankara yakınlarına yerleşen Fevziye Köyü halkının Hıdrellez kutlama gelenekleri nelerdir sorununa yanıt aranmaya çalışılacaktır. Hıdırellez kutlamaları, Anadolu’nun büyük bir bölümünde olduğu gibi Fevziye köyünde de, Miladi Takvime göre 6 Mayıs’ta yapılmaktadır. Havanın o dönemde kötü olması durumunda ise kutlamalar birkaç gün ertelenebilmektedir, ancak 6 Mayıs’tan önce kutlama yapılmamaktadır. Baharın gelmesi ve havaların ısınması ile birlikte kışın soğuk ve zor günlerinden kurtulan, bir anlamda özgürlüğüne kavuşan köy halkı, bu durumu Hıdırellez günü kutlar. Ancak son dönemde Hıdırellez kutlamalarının eski canlılığını kaybettiği anlaşılmaktadır. Önceleri her yıl yapılan kutlamalar, daha seyrek olarak ve sadece bayanlar arasında kutlanmaya devam etmektedir. Dolayısıyla kutlamaya yönelik gelenekler de kaybolmaya başlamıştır. 211 Bu kutlamalarda kadınlar düzenleyici olmakta ve Hıdırellez günü yapılan yemekler bütün köy halkınca paylaşılmaktadır. Düzenlenen Salıncak Eğlencesi Anadolu’nun birçok yerinde olmayan bir gelenektir. Bu nedenle Salıncak Eğlencesi, Bosna’dan göç etmiş Fevziye köylülerin kendileriyle birlikte taşıdıkları bir gelenek olarak görünmektedir. Bu özelliği ile Hıdırellez, Fevziye Köyü’nde günümüzde her yıl düzenli olarak kutlanmamakla birlikte gelecek kuşaklara aktarılmaya çalışılan bir gelenektir. Hıdırellez kutlamaları gibi çeşitli baharı karşılama ritüelleri, Balkan coğrafyasında bir arada yaşayan halkların geçmişten getirdikleri ve birbirlerine aktardıkları inanç ve kültürel birikimler olarak günümüzde de diyaloğu geliştirme ve sürdürmede önemli bir işlev ve örnek oluşturabilir. Hıdırellez kutlamalarına halkın inanışları penceresinden bakıldığında, Hıdırellez ile ilgili en yaygın inanışın, baharın gelişinin kutlanması olduğu görülmektedir. Eski Hıdırellez kutlamalarındaki Hızır ve İlyas inancı ve diğer özelliklerine ilişkin bilgilere, daha çok eski kuşaklarla yapılan söyleşilerde karşılaşılmış ama baharın gelişini kutlamak özellikle genç kuşaklar arasında ortak inanç olarak görülmektedir. Bu konuda SK (27)’nin Hızır-İlyas inanışı ile ilgili bir şey biliyor musunuz sorusuna verdiği yanıt dikkat çekicidir; “Yo, yok, yok. O konuda bir bilgimiz yok, biz sadece baharın gelişini kutluyoruz. Artık kışın kasvetinden kurtulduk. Yani insanlar, kardan yani hareket edememezlikten, o bunaltıdan çıktığı için onu kutlarız yani. Yok yani Hızır ve İlyas diye bir şey. ;Yok benim bildiğim yok.” Özellikle Hızır ve İlyas inanışının nereden geldiğini, köyün yaşlıları 212 dışında hemen hemen kimsenin bilmediği görülürken, inanışların ya da Hıdırellez’de uygulanan pratiklerin neden şu anki şekliyle yapıldığı köy halkına sorulduğunda; eskiden beri öyle yapıldığı, dedelerinin ve ninelerinin böyle yaptığı gibi cevaplara rastlanmıştır. SK (27)’nin bu duruma getirdiği açıklama durumu özetlemektedir, “Hiçbir şey akli yolla değil hepsi nakli yolla olur”. Fevziye Köyü’nde eskisi kadar görülmemekle birlikte bereket ve bolluk getiren uygulamaların çokluğu dikkati çekmektedir. Hıdırellez günü ekilen bitkilerin bereketli olacağına ve bütün sene boyunca iyi ürün vereceğine inanılır. Bu konuda NÖ (62)’nün şu sözleri, bakış açısını ve bu inanışın Hızır (a.s.) ile nasıl ilişkilendirildiğini açıkça göstermektedir; Bir ilahisi var, o ilahisini hem söylerim, hem ekerim bahçeme, arkada. Helali hoş olsun, gelirler, giderler. Artar, yine ekerim yine artar. Yine de Allah…Çünkü Hızır a.s. geliyor, uğruyormuş. Hıdırellez günü ekeceksin, öğlen sonu. Ne olursa, iki patates ek, iki şey ek, fasulye, iki, ne ekersen. Evine bir şey al, ne alırsan evinde de bereketli olur. O günde bereketin gitmez, hiç bitmedi.” Yine yalnızca Hıdırellez günü yapılan Hıdırellez Çöreği’nin evde bulunan ürünlerle yapılmasının bereketi arttıracağına dair bir inanış da varlığını sürdürmektedir. Bununla birlikte Fevziye Köyü’nde, olası kötü olaylardan ve beddualardan korunmak için yapılan uygulamalara da rastlanmıştır. Örneğin köyde Hıdırellez günü yakılan iki ateş arasından geçirilen hayvanları yılan sokmayacağına, Allah’ın onları kem gözlerden koruyacağına, bolluk 213 vereceğine dair bir inanışla karşılaşılmıştır. Hıdırellez sabahı erkenden, seher vakti kalkıp namaz kılmak; evde bulunan güzel, temiz ve yeni eşyaları dışarıdaki tele asmak, köy halkının evlerine bereket gelmesi için yaptıkları eylemlerdir. Bu uygulamaların özellikle Hıdırellez sabahı yapılması gerektiği vurgulanmıştır. Bunun yanında Hıdırellez günü eve mutlaka yeni bir şey alınması gerektiği, bunun da eve bereket getirdiğine inanıldığı söylenmiştir. Sağlık getireceğine inanılan etkinliklerde, bereket ve bolluk konusu gibi yoğun olarak gözlemlenmektedir. Hemen hemen her Hıdırellez’de kurulan büyük salıncak, Fevziye Köyü’nde Hıdırellez kutlamalarının bir anlamda merkezinde bulunmaktadır ve bu salıncakta sallananların sağlıklı olacaklarına inanılır. Bunun yanında görülüyor ki, Hıdırellez günü insanları erkenden ısırgan otu ile vurarak uyandırma da yine otla vurulanların o sene sağlıklı olacaklarına olan inançtan gelmektedir. Ayrıca Nisan ayında toplanan yağmur suları ve değirmenlerden getirilen sular, toplanan çiçeklerle kaynatılır ve bu su ile yıkanılır ve böylece sağlıklı kalınacağına inanılır. 214 Çalışkanlık konusu da yine erken kalkma eyleminin inanç alt yapısını oluşturan parçalardan birisidir. Hıdırellez günü erken kalkan birinin bütün sene boyunca erken kalkıp çok çalışacağına inanılır. Bu görüşün tam tersi de ifade edilmiştir. Yani, Hıdırellez günü geç kalkanın bütün sene tembel olacağı düşünülmektedir. Öte yandan, Hıdırellez günü çocuklara ince, yaş bir çubukla vurulur ve çocukların bu çubuk gibi hep taze kalacağı, yaşlanmayacağına inanılır. Bu konuda NÖ (62)’nün şu sözleri eylemi ve ardındaki inanışı göstermektedir; “Birde çubukla vuruyorsun çocuğuna. İnce çubuk şey olacak, yaş olacak hiçbir zaman yaşlanmasın güzel olsun güzelleşsin Hıdırellez günü bunu yaparız. Çubukla vururuz.” Yine Fevziye Köyü’nde çok karşılaşılan bir uygulama da gül ağacı altında dilek dilemektir. Bu işlem için istenilen bir şey mesela, ev veya araba gibi, bir kâğıda çizilir ve bu kâğıt gül ağacının altına gömülür. Böylece bu isteğin o sene ya da ondan sonraki sene gerçekleşeceğine inanılır. 215 Toplanan yağmur sularının ve değirmenden getirilen suları içenlerin zeki olacaklarına dair bir görüşe de rastlanılmıştır. Fakat bu inanışın yaygın olduğundan bahsedilemez. Hıdırellez kutlamalarının gençlerin birbiri ile tanışmasına bir vesile olduğu görüşüne de rastlanmıştır. Yine özellikle genç kuşaklar arasında görülen bir görüş de bu kutlamaların tamamen eğlenmek için yapıldığıdır. Bunlara ek olarak köy halkı ile yapılan söyleşilerde konuyu bir inanışa dayandırmayanların da olduğu görülmüştür. Mesela RÇ (50)’nin Hıdırellez ile ilgili inanışların sorulduğu bir soruya cevabı, bu görüşü örneklendirmektedir; “Yok inanışla bi alakası yok. Bazı yerlerde olabilir ona karışmam bişey diyemem saygı da duyarım doğru değil mi?” Ankara’ya bağlı Fevziye köyünde yapılan Hıdırellez konulu alan araştırması, inanışlar anlamında eski kuşaktan yeni kuşağa bilgi aktarımı olmadığı, yeni kuşaklar ve hatta orta yaştakilerin çoğunluğunun geleneksel kutlamalar hakkında bilgilerinin çok az olduğu tespit edilmiştir. Hatta yeni kuşağın geleneksel kutlamaların anlamlarını bilme- diği tespit edilmiştir. Sonuç olarak Fevziye Köyü’nde toplanan veriler geleneklerin iyi korunamadığı ve Hıdırellez günü yapılan etkinliklerin azaldığını göstermektedir. Özellikle genç kuşaklar, Hıdırellez günü yapılan etkinliklere eğlence gözü ile bakmaktadır. KAYNAKÇA TÜRK, Hüseyin (2010), “Hatay’da Müslüman-Hıristiyan Etkileşimi: St. Georges ya da Hızır Kültü”, Milli Folklor Dergisi, Sayı 85. TURAN, Fatma Ahsen (2008), “Anadolu’daki Hıdırellez Kutlamalarına Dair İnanmalar, Ritüeller, Yasaklar ve Yaptırımlar”, Gazi Türkiyat Türklük Bilimi Araştırmaları Dergisi, Sayı 2. YÜCEL, Ayşe (2002), “Türk Dünyasında Hıdırellez Kutlamaları ve İşlevleri”, Milli Folklor, Sayı 54, ss. 35-38. KASIMOĞLU, Seval , “Cumhuriyet Döneminde Geleneksel Kutlamalar Bağlamında Hıdırellez Geleneği”, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, T.C. Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Halk Bilimi Ana Bilim Dalı, 2007 216 4.2.7. YAŞAYAN BELLEK: HASAT TÜRKÜLERİ Desislava TIHOLOVA “Etnografya” Bölümü Rusçuk Bölgesel Tarih Müzesi Hasat türküleri ya da kırsal müzik Bulgar halk kültüründe özel bir yere sahiptir ve sık sık çeşitli araştırmalara konu olmuştur. Bu türküler toplu olarak kitaplarda basılmıştır. Ancak bu türküler toplu olarak basılmış olsa da onları özelliklerine göre sınıflandırmak gerekir. Dikkatli bir inceleme ile bu türkülerin ayrı bir fonksiyonel şarkı döngüsüne sahip olduğu görülür.( Живков,1977:110). Bu döngü türkülerin “emek ve istihdam mesleki türküleri”1 olarak sınıflandırılması gerektiği ve sadece fonksiyonel bir simge olsa bile hasadın Bulgar folklorunda çok özel bir yer olduğunu gösterir bu nedenle de çok anlamlıdırlar. 19. ve 20. yüzyıllarda derlenmiş türkülerin toplu olarak yer aldığı kitaplarda bu türküler özelliklerine göre sınıflandırılmış ve ”efsanevi türküler”, “balad”, “emek ve mesleki istihdam türküleri” olarak adlandırılmıştır. Bu sınıflandırma, türkülerinin oluşumu için sistematik ve maddi nedenlere bakmamız gerektiği, hasat türküleri olarak genelleştirilmiş olsa da onların sistemli ve anlamlı işlevsel özelliğine bakmamız gerektiğini gösterir. Hasat fonksiyonel özelliği ile sadece bu döngünün birçok efsane motifleri içeren tipikliğinin göstergesi değil, bu sabitliği atalarımızdan kalan önemli bir canlı bellek olduğunu keşfeden rönesans bilginlerimizin sezgisinin göstergesidir. 1 Виж Българско народно творчество. 1962, под редакцията на Ат. Примовски, С., с.12-16. 217 Hasat, Bulgar emek ve mesleki istihdam kültüründe karmaşık ve bir tür ayin gibi anlam yüklü olan bir süreç olarak, o kutsal zaman için bir bilgi koruma modeli de sunar. Hristo Vakarelski hasadı, tarımda ritüel ve ayinlerinin zirve noktası olarak belirtir (Вакарелски, 1985:218) ve bu sürecin engelsiz sona ermesine yönelik zengin ayin faaliyetleri döngüsü ise hasada atfedilen kutsallığın öneminin simgesidir. Hasat dönemi koşullu olarak Enövden (Şifalı Bitkiler Günü) (24 Haziran) ve Ilinden (St. Ilias Günü (20 Temmuz) bayramları arasındadır ve bu iki bayramın ayinleri ve “düzen” benzerliği göz önüne alınırsa, çizilen sürecin Enövden ve İlinden ayinleri ile semantik bağları olduğu görülebilir (Калоянов, 2000:43). “Jetva –hasat” ve “jertva -kurban” kelimelerinin arasında fonetik benzerlik, bununla birlikte ekin başaklarının kesilmesi ile ilgili eylemler, hasat sonunda tanrı sakalını ve kırmızı horoz kurban etme ritüelleri (Вакарелски 1985:220) hep Hristiyanlık öncesi döneminden ölme ve dirilmelerle ilgili uygulamalar ve motiflerdir. Ruse ili, Basarbovo ve Bojiçen köylerinde hasat başı türküsünde kurban konusu metafor ve negatif karşılaştırmalar ile gerçekleşmektedir ve sözü geçen konular çeşitli türkülerden alıntılarla desteklenir. Hasat türküsü olmasına rağmen, türkü düğün öncesi annesi tarafından düğüne hazırlanan kızı anlatır, gelinin düğün sırasında ölmesi teması ile bağlanır ve gelinin eski halinde ölüp yeni sosyal durumda canlandığı betimlenir (СИБ 1962: № 575, 576, 577). Hasat türküleri kayıtlarında kademeli ve sabit olarak sadece hasat kelimesi değil, bu türkülerin söylenme zamanı da belirtilir- günün çerçevesinde olduğu gibi, sürecin semantik çerçevesinde de – sabah, öğen, öğleden sonra, akşam gün batışında, yolda, tarladan dönüşte, hasat başlarken vb.2 Bu “düzen” hasat türkülerini ayin türkülerine benzetmеktedir, hasat başında ve tanrı sakalı kesilmesinde söylenen sözler ise tamamen ayin türküsü olarak kabul edilebilinir (Калоянов 2000;43). Böylece hasat türküleri ayrı türkü döngüsü olarak, tipik özellikleri yanında dini bir kutsallık atfedilen özelliğe de sahiptir. 2 Виж Народни песни от СИБ, т.1, С., 1962, с. 285-344, Народни песни от СИБ, т. 2, С.1973, с.277-416. 218 Dünya hakkında putperest görüşler içeren efsanevi gelenekler, birkaç temel konu üzerine odaklanır; -Cennet krallığı hükümdarı (tanrı, kahraman, güneş, kız) ve zoomorfik ile derinliklerin tanrılar arasındaki maçın miti (ejderha, bülbül, erguvan) için ibadet, - İnsanların yaptıklarına tanık olan Baştanrı Güneş için ibadet, - Ölen ve dirilen bitkilerin Tanrısı yani tarım için yapılan ibadet, - Ölmüş ve tanrılaşmış (Apotheosis) atalar için yapılan ibadet. Bu sıraya savaş ve şaman becerileri uygulamaları ile ilgili ritüel ve faliyetleri anlatan türküleri de eklemeliyiz. Bu temel konularla kendi zaman ve alan modelleri, başka bir değişle, etnik toprakların sınırları ve takvim çizilir. Bu sınırların sabitliğini belirten gösterge, bu motiflerin dağıtılma frekansıdır. Örneğin, Cennet Krallığı Güneş tanrısı için yapılan ibadet, en çok efsanevi ve şairsel öyküler üretir ve “bölüm”, “bahis” ve “yarışma” gibi konular da geliştirilir. Bu semantik birimler sayesinde hasat zamanında söylenen ve gelecek doğurganlığın uğruna kurban konusu ile ilgili türkülerin birçok çeşitleri vardır. “Güneş ve kardeş bölümü” ve “tarlada 219 çocuğunu unutan gelin”3 motifleri güneşin tanrısal aslına ve göklerin hükümdarına, kurbanın sunulmasına tanık ve yargıç olarak görülmesi inancının farklı yönleridir (Българска митология 1994:33). Hıristiyanlık öncesi düşünme usulünün kronotop modeli olmasından başka çizilen öyküler efsane ve ayin sembiyozunu sergilemektedir – ayin efsaneyi güncelleştirir, efsane ise ayinlere anlam kazandırır (Калоянов 2000:61). Bitki Tanrısı için yapılan ibadette ise ”Eşini çifteye koşan adam”4 motifinde de görülür – kayın validesi tarafından üstüne iftira atılan gelin, tarladaki kocasına yemek götürür ve oraya vardığında kocası öküzün birini söküp yerine gelini koşar. Bazı motiflerde gelin yeni doğum yapmış kadındır bitkilerin dişi tanrısı (mitopoetichen) görüntüsünde göğsünden damlayan süt ile toprak kaynar ve bitkiler çıkar. Bitki tanrısı adına kurban verilmesi de”Çıkımcı kız yüzünden karısını öldüren adam” türküsünde görülür - baladik nüans kazanmış olsa da, güzel kadınla eşini aldatmış olan adam eşini öldürür – semantik bakımdan buğdayın kesilmesi, tanrı sakalının kesilmesine eşittir. Size dünyanın eksenine (ağaç, nehir) yolculuk yapmaya yardımcı olacak olan Şaman, ona yardımcı olacak ruhlar ve ekstatik durumlar, mitopoetichnata motifleri içeren “Ruhun serbest kalması için mesh etmek”,5 “hasta Kalinka-şifacı annesi” ve “Hizmetçi Ermenliya Orağı ve Delia” türkülerinde kodlanmıştır. İdeal sevgili motifinde de genç kız, kendisine benzeyen bir sevgili aramasında, tanrıya kendisine Sava, Morava ve Ak Tuna nehirlerinin üstünde uçacak ya da İbır nehrine kadar su almaya gidecek kadar güçlü kanatlara sahip, şarap ve konyak içmeyen, kaplumbağa gibi ayaklarının üstünde duran ve padişah askerlerinden olan bir sevgili bulma dileğinde de sergilenir. Şamanlara has gökyüzünde hareket etme ve ilerlemeden başka, kızın görüntüsü ”yabancı” sıfatı ve kuşların kodu – kuğu yüzlü, şahin gözlü, tavuskuşu kanatlı gibi sözlerle de tamamlanır. Bulunan eş, kendisine su Виж Моллов, Т. Български фолклорни мотиви. http://liternet.bg/folklor/motivi/bratia/content.htm. http://liternet.bg/folklor/motivi-2/nevesta-zhetvarka/content.htm. 4 Виж Моллов, Т. Български фолклорни мотиви http://liternet.bg/folklor/motivi/vpregnal_jena_si/content.htm. 5 Виж Моллов, Т. Български фолклорни мотиви. http://liternet.bg/folklor/motivi-2/momin-ideal-libe/content.htm. 3 220 samuru, kaplumbağa gibi yeraltı karakterleri ile gökyüzü eksenine doğru yolculuğu sembolize eden ciriti sağlayacak tanrı yardımcısıdır (Калоянов 1995:34). Sözü geçen “Boğazı Ağrıyan Kalina”6 türküsünde sadece hastalığa odaklanmaz, şamanın hastalığı iyileştirmek için genç kızın “bilinmeyen acı otlar” diye tanımladığı otların hazırlandığı zaman ve ktonik karakterler “yeşil kertenkele bacakları, acı yılan başı, engerek yılın yüreği”dir. Şamanın yaşam sonrasına yolculuğunu sağlayacak halüsyona yol açan otlar (zehirli mantardan oluşan) eşliğinde yapılan geleneksel şaman dansıdır. Çizilen öyküdeki “hasta boğaz”, anne ve içme formundaki koruyucu ruhla desteklenen transferin gerçekleşmesine yardımcı olan yücelmenin açık bir işaretidir. “Orakçı Ermenliya Delia7 adlı geçen türküde şamanın tipik görüntü kodu verilmekle beraber gelişme tanrısına karşı kült ile bağları da görülür - kendisini durmadan çalıştırmaya mecbur eden kadın eşini öldürür ve ölümüne şahit olan doğada birçok hayvan da onun için yas tutar. Fantastik tablo, şaman, hayvanlar görüntüsünde koruyucu ruhların desteği ile öbür dünyaya doğru yaptığı geçici ölüm durumuna tanık olur.8 Kullanılan başka, yabancı anlamında kelimeler ritüel durumda şamanın özel tür olduğunun göstergesidir. Öldürme, geçici ölme anlamındadır ve yardımcı ruhların yardımı ile öbür dünyaya yolculuk anlamına gelir. Tanrı görüntüsünde atalara karşı kült Bulgar etnik toplumunda sözü geçen – Kurban olarak gömülen “gelin”9 motifinde yaygınlık kazanmıştır. Manuil, Manol ya da Pavel adını taşıyan usta şehre kale kurmaya gelir, fakat kurulan kale geceleri yıkılır. Ustalar arasında anlaşmaya göre, hangisinin eşi birinci yemek getirirse, kalenin temellerine kurban olarak o gömülecektir. Hepsi eşlerini uyarır, 6 7 8 9 Виж Моллов, Т. Български фолклорни мотиви. http://liternet.bg/folklor/motivi/kalina-garlo-bolialo/content.htm Виж Моллов, Т. Български фолклорни мотиви. h p://liternet.bg/folklor/mo vi/ermenlia/content.htm. Ерменки, ерменлийки” – злосторни демонични същества, които произлизат от душите на починали родилки и некръстени малки деца. В: Българска митология. Съст. А. Стойнев, С.1994, с.224. Виж Моллов, Т. Български фолклорни мотиви. http://liternet.bg/folklor/motivi-2/vgradena-nevesta/content.htm. 221 sadece en genç usta Pavel yani Manuil eşini uyarmaz. Böylece sadece onun eşi gelir ve evlilik yüzüğünü bulma bahanesi ile yapının temeline kurban edilmek amacıyla gömülür. Gömülmeden önce tek isteği bebeğini görmek ve emzirmektir. Mihail Arnaudov ve Lübomira Parapulova’nın eserlerinde benzeri ayin uygulamaları prototipi ile beraber - halkın Hıristiyanlığı düşünmesi için önemli olan dini değerler –mitolojik değerlerinin Ortaçağlarda adapte edilme süreçleri de analiz edilmiştir.10 Hasat türkülerinde – bakirenin rakı ve şarap döktüğü yerde çıkan, dalları yere kadar, boyu gökyüzüne kadar, meyveleri kara kuruş gibi” Mucize ağaç”11 motifi de görülür. Türkünün başka bir çeşidinde ağaç pınar dibinde yetişmiştir, yanında ise ayin kıyafetinde – duvak, taç, bilezik ve terlik gibi aksesuarlarla süslü gelin görülür. “Mucize ağaç” motifi neofit karakterlerin kozmik kronotop merkezinde testlerden geçen geçiş anlarını kodlamaktadır. Hasat türkülerinin canlı bellek olarak belirlenmesinde önemli simge onların melodik ve ritmik yanıdır. Türkü sözleri solo ya da ikişer ikişer söylenir fakat her zaman antifonal olmaları ile bu türküler melodiksel öyküye dönüşmüştür. N. Kaufmana göre bu türkü türünün en önemli eskilik kanıtı hasat sesidir - bir yerleşme yerinden tüm hasat türkülerinin aynı melödik ve ritmik modeli üzerine söylenmesi. Göçmenlik süreçlerinin gelişmesi ile hasat türkülerinin karışımı da görülür, fakat genel olarak bu türküler dış entonasyon etkilerine karşı muhafazakardırlar. Hasat türkülerinin tüm ülkede kendine has müziksel şekli (tanınabilir olmaktadırlar) ve birçok ortak özellikleri vardır –yavaş, nispeten ornate ve sonunda, bazen ortasında da bağrışlar vardır. Müzikal dörtlükler 2, Batı Bulgaristan’da ise bir melodiksel sıradan oluşmaktadır. Ton hacmi dardır – terza, kvarta, kvinta, genellikle diatonik, bazen kromatiktir. Hasat türkülerinin çoğu temperasyonlu değildir – eskiliğin önemli bir simgesi - temperasyonlu 10 11 222 Виж Арнаудов, М. Студии върху българските обреди и легенди, Т. II. С., 1972 (Четвърта част: Вградена невеста). С. 221-460; Парпулова, Л., Баладата “Вградена невеста” (Кратки бележки относно структурата и семантиката й). ¬ Български фолклор, 1983, N. 2; с. 20-33; Парапулова, Л. Към реконструкцията на отношенията между фолклор и религия на Балканите през средните векове (Въз основа на баладата “Вградена невеста”). - Българска етнография, 1990, N. 3-4. с. 28-38. Виж Моллов, Т. Български фолклорни мотиви. h p://liternet.bg/folklor/mo vi-2/razliala-vino-izraslo-darvo/content.htm. müzik 16.yüzyılda ortaya çıkmıştır, fakat bizim topraklarda ancak 19.yüzyılda yaygınlık kazanmıştır – buna rağmen bu türküler bugüne kadar özel şekillerini korumuştur.12 Hasat türküleri melodilerinin tipik simgesi ladın 3. ve 4. derecesinde uzun duraklamadır. Bu tonların melodik sırasının daha başında bulunması sıkça görülen durumdur, melodi bu tonlar etrafına sarılmaktadır, sonra aşağı yönelik hareket eder, ikinci sırada kendilerine erişilir ve bu tonların melodide destek fonksiyonudur.13 Türkülerin başında bağrışlar da açıkça tanınır – en sık kvinta aralıklı, balad müziğine has dikkati konsentre eden dinleyicilere karşı sabit hitap özelliği taşır. Eskilik özelliğine ek simge olarak Kaufman, Doğu ve Güney Slavlarda görülen türkülerle benzerliklerini belirtir. Виж Уикипедия, Темпериран строй http://bg.wikipedia.org/wiki/%D0%A2%D0%B5%D0%BC%D0%BF%D0%B5%D1%8 0%D0%B8%D1%80%D0%B0%D0%BD_%D1%81%D1%82%D1%80%D0%BE%D0 %B9 13 По темата виж Кауфман, Н. Български народни песни на полски труд, С. 2003, АИ “Проф. М. Дринов; Кауфман, Н. Някои общи черти между народната песен на българите и източните славяни, С., 1968. 12 223 Son olarak, hasat türkülerinin eski kökenli ve canlı bellek oldukları hipotezini kanıtlayacak şu sonuçları belirtebiliriz: - Hasat ile bağlıdırlar ve böylece, güneş ve gelişme tanrılarına karşı kültlerle ilgili güneş takviminin belirli bölümüne yerleşmiştirler. - Ayrı bir fonksiyonel türkü devridirler, şekil ve içerikleri ise tüm etnik topraklarda kendilerini tanınır kılmaktadır. - Devir sınırlarında, türkülerin gün –gece çerçevesinde farklı zaman kesidinde söylenmesini tespit eden özel ayin protokolü görülebilir ve böylece bu türküler ayin türkülerine yaklaşır. - Belirli kronotip modele bağlı olmakla sadece tanrısal karakterlere karşı kült değil, efsane dili aracılığı ile geçiş ve adama olaylarını da gerçekleştiren motifler üretmektedirler. KAYNAKÇA Арнаудов 1972 Арнаудов, М., Студии върху българските обреди и легенди, Т. II. С., 1972 (Четвърта част: Вградена невеста). Българска митология 1994: Българска митология. Съст. Анани Стойнев, С. Вакарелски 1985: Вакарелски, Х. Етнография на България, т.3, С. Живков 1977: Живков, Т. Ив. Народ и песен. С. Калоянов 2000: Калоянов, А. Старобългарското езичество. Мит, религия и фолклор в картината са свят у българите. В. Търново Кауфман, 1968: Кауфман, Н. Някои общи черти между народната песен на българите и източните славяни, С., 1968 Кауфман, 2003: Кауфман, Н. Български народни песни на полски труд, С. 2003, АИ “Проф. М. Дринов; Парапулова 1983: Парпулова, Л., Баладата “Вградена невеста” (Кратки бележки относно структурата и семантиката й). ¬ Български фолклор, N. 2; Парапулова 1990: Парапулова, Л. Към реконструкцията на отношенията между фолклор и религия на Балканите през средните векове (Въз основа на баладата “Вградена невеста”). - Българска етнография, N. 3-4. СИБ, 1962: Народни песни от Североизточна България. Т.1, С. Bulgarca’dan Türkçe’ye çeviri: Fahrie MEHMEDOVA ve Nevin HEBİPOVA 224 5.) BALKANLAR VE TÜRKİYE’DE HALK KÜLTÜRÜ KONFERANSI: GELENEKSEL MÜZİK ODAKLI BİR DEĞERLENDİRME Yrd.Doç.Dr.Cenk GÜRAY Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuarı T.C.Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü Genel Sanat Koord.Y. Müzik hafızasının aktarımı, bir toplumun müzik geleneğinin oluşumundaki temel etmendir. Her müzik kültürü dayandığı kökler ile bağlarını kuran ve kendi gibi olma özelliğini korumasını sağlayan kalıplar ile aktarılır. Bu kalıplar belli bir kültürdeki müziksel ortaklıkları ya da daha genel anlamıyla bir geleneksel müziği hatırlayabilmek ve aktarabilmek için ihtiyaç duyulan tüm yapı, işaret, formül ve şifreleri içerir (Güray, 2012:8). Jeffrey bu kalıpların müzik kültürüne ilişkin üç temel işlevi üstlendiklerini söylemiştir (Jeffrey, 1992): “Bir müzik kültürü esas olarak kavrama yetisine sahip bir yapıdır, yani bir müzik kültürü ancak insanların kendi kültürleri için kabul edilebilir müzik ürünlerini algılamak, icra etmek ve yaratabilmek için bilmeleri gereken şeyler olarak tanımlanabilir.” Bu tarifin de işaret ettiği üzere geleneksel müzik kültürünü oluşturan ezgisel ve ritmik organizasyon yapıları, bir kültürel kimliği paylaşan insanlar için müziğin ortak işlevlerini özetlemektedir. Bu işlevler temel olarak müzik ürünlerinin bir insan grubu için algılanabilir, icra edilebilir ve aktarılabilir olmasını garanti altına almaktadır. Çok doğaldır ki ezgisel, sözel ve ritmik varyasyonlara dayalı olan bu işlevler, ortak bir kültür geçmişine sahip ve yakın coğrafyalarda yerleşik bulunan toplumlar için ciddi oranda benzerlikler içerebilmekte ve bu benzerlikler söz konusu toplumların “dini, etnik ve milli” yapılarından bağımsız hareket edebilme güçlerini de içlerinde taşıyabilmektedir. Bu durum, böylesi toplumların müzik geleneklerindeki benzerlik ve farlılıkların tespiti için önemli kolaylıklar 225 sağlayabilirken, müzik araştırmalarını bu toplumların ortak geçmişlerinde yaşadıkları sosyal çelişkilerin etkisine açık hale getirmesiyle bazı zorlukları da gündeme getirebilmektedir. Stokes, etnik yapıların kültürel sınırlar arasındaki boşlukların dolması için gereken sosyal esaslardan ziyade, bu sınırların oluşumu, korunması ve müzakeresi için gereken şartlar olarak algılandığını ifade etmektedir (Stone, 2008 : 152). Dolayısıyla, bir topluma ait milli, etnik ve dini özelliklerin bir kültürü diğerinden ayıran sınırların vazgeçilmez unsurları olarak kullanılması, bu toplumun diğer toplumlarla kurduğu müzikal ilişkileri işleyen müzikolojik çalışmaların objektifliğini zedeleyebilmektedir. Osmanlı Kültür Çevresi içinde asırlarca ortak bir yaşam sürmüş, yoğun göçlerle ortaklığı pekişmiş, sonrasında kendi milli devlet süreçlerini (Güray, 2006) yaşamış olan Türkiye ve Bulgaristan’ın müzik miraslarının araştırılması da böylesi “objektif” temelli müzikoloji çalışmalarına ihtiyaç duymaktadır. Sevindiricidir ki, hem UNESCO’nun önünü açtığı “Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması” çalışmaları hem de her iki ülkenin de yaşadığı Avrupa Birliği süreci böylesi bilimsel temelli çalışmaların önünü açmaktadır. Böylesi kapsamlı çalışmaların ilkini 2010 yılında UNESCO Türkiye ve Bulgaristan Milli Komisyonlarının önderliğinde hazırlanan “TürkiyeBulgaristan Sınırlarındaki Halkların Yaşayan Müzik Formları ve Geleneksel Kültürleri” adlı çalıştayın bildirilerini kapsayan kitap oluşturmaktadır. Bu kitap kapsamında, Mila Santova, Selcan Gürçayır, Ruzha Neykova, Neslihan Demirkol Sönmez, Meltem Ağır, Miglena Ivanova ve Burak Sönmez’den oluşan araştırmacılar müzikoloji ve halkbilim disiplinlerinin bilimsel temelini taşıyan bir araştırma külliyatını ortaya koymuşlardır (2010). Bu kitap çalışmasıyla sonuçlanmış olan “Diyalog için Halkbilimi” projesi de böylesi bilimsel ve birleştirici çalışmaların temellerini atmıştır. Muammer Ketencoğlu Ankara’daki toplantıda sunduğu “Geleneksel Bulgar Müziğine ve Türk Müziğiyle İlişkisine Genel Bir Bakış” adlı bildiride bu iki müzik kültürünün temel etkileşim alanlarını irdelemiş, sınırlı sayıda da olsa tespit ettiği ortaklıkların sosyal sebeplerini sorgulamıştır. Doç.Dr.Natalia 226 Raskhova’nın Rusçuk’daki oturumda sunduğu “Balkan Göçmenlerinin Geleneksel Müzik Kültürü” adlı bildiri, özellikle göçün Türkiye ve Bulgaristan’daki müzik geleneklerine etkisi ile ilgili ufuk açıcı bilgileri içermektedir. Doç.Dr.Nikolay Nenov’un “Ruse Bölgesi’nin Yaşayan İnsan Hazineleri” başlıklı bildirisi müziğin ve dansın sosyal hayat içindeki işlevleri ile ilgili çok değerli bilgiler sunarken; Desislava Tiholova’nın “Yaşayan Bellek: Hasat Türküleri” adlı bildirisi ise geleneksel müziğin inanç sistemlerine dair sakladığı şifreleri tartışmaktadır. Dolayısıyla kitabı oluşturan tüm geleneksel müzik odaklı bildiriler birlikte değerlendirildiği zaman, ortaya çıkan eserin Türkiye ve Bulgaristan arasındaki kültürel ilişkinin müzikal boyutuna dair değişik alan ve yaklaşımlardaki fikirleri birleştirerek bütüncül bir bakış açısını ortaya çıkarma yolunda önemli mesafeler kaydedebildiği hissedilebilmektedir. Şüphesiz ki bu özel projedeki çalışmaların yansıtıldığı bu eser, Türkiye ve Bulgaristan arasındaki kültürel “ortaklıkların” altını çizerek, Balkanlardaki binlerce yıllık kültürel birlikteliğin sürekliliğini sağlayacak ve zenginliğini arttıracak çalışmalara önemli bir destek verecektir. KAYNAKÇA Güray C., Bin Yılın Mirası- Makamı Var Eden Döngü: Edvar Geleneği, Pan Yayıncılık, 2012. Güray C., “Anadolu’daki Geleneksel Müzikler ve AB Süreci”, Müzik Sanatımız ve AB Süreci Sempozyumu, SCA Müzik Vakfı, 2006. Jeffrey, P., Re-Envisioning Past Musical Cultures Ethnomusicology in the Study of Gregorian Chant, University of Chigago press, US, 1992. Proceedings of the Existing Musical Forms and Traditional Cultures of the Peoples of the Border Regions of Turkey and Bulgaria, Workshop Proceedings, UNESCO Turkish National Commission-UNESCO Bulgaria National Commission, Ankara, Turkey, 2010. Stone R.M., Theory For Ethnomusicology, Pearson, Prentice Hall, 2008. 227 6) Diyalog İçin Halk Bilimi Projesi’ne Katkı Sunanların Listesi Aşağıda isimleri geçen kişi ve kurumlara projemize olan katkıları için teşekkür ederiz. T.C. Avrupa Birliği Bakanlığı Proje Uygulama Başkanlığı CSDII Programı Teknik Destek Ekibi Hazine Müsteşarlığı Merkezi Finans ve İhale Birimi Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu T.C. Sofya Büyükelçiliği • T.C. Burgas Konsolosluğu Bulgaristan Büyükelçiliği -Ankara Proje Yürütücüsü: ODTÜ Mezunları Derneği Himmet Şahin Melda Tanrıkulu • Taylan Ulaş Evcimen Erdem Tüzün • Baki Arslan Kamil Kancoğlu •Burcu Dikmen Proje Ortağımız Açık Toplum Örgütü Lora Sarkisyan Mikaela Nikolaeva Zdravkova • Daniela StebayananovaYaneva İştirakçi Kurumlarımız Kültür Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü Genel Müdürlük ve Bağlı Birimler Orta Doğu Teknik Universitesi Prof. Dr. Ahmet ACAR Prof. Dr. Bilgehan OGEL Prof. Dr.Irem DIKMEN TOKER Doç. Dr. Lale OZGENEL Neşe ELALDI Üniversite Yönetimi ve Bağlı Birimler THBT Akademik Danışmanı Prof. Dr. Kahraman ALBAYRAK Ankara Kulübü Derneği Kulüp Yöneticileri ve Çalısanları 228 Proje Ekibi Proje Yürütücüsü: ODTÜ Mezunları Derneği Proje Yöneticisi: H.Savaş Ektirici Proje Teknik Koordinatörü: Burak Keser Proje Web Sayfası: Yrd. Doç. Dr. Cengiz S. Aşkun Muhasebe: Şenay Yenilmez Proje Asistanı: F. Nesrin Ergin, Gölay Şakiroğulları Open Society Club – Rusçuk - Bulgaristan Proje Sorumlusu: Lora Sarkisyan & Mikaela Zdravkova Proje Çalışma Grupları: Balkanlar ve Türkiye’de Halk Kültürü Konferansı Hazırlama Grubu Yrd. Doç. Dr. Birten Çelik, ODTÜ adına yetkili Dr. Gülin Onat Bayır, ODTÜ – THBT Mezun Dr. Cenk Güray, T.C. Kültür Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü adına yetkili Yasin Berhan Uludağ, ODTÜ – THBT Emine Çağıran, ODTÜ – THBT Sandığımda Balkanlar Sergisi Hazırlama Grubu Münevver Eminoğlu, ODTÜ – THBT Mezun Halk Müziği ve Çalgıları Atölye Çalışma Grubu Cenk Güray, T.C. Kültür Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü adına yetkili Serhat Bilyaz, ODTÜ – THBT Halk Oyunları Atölyesi Çalışma Grubu Burak Keser, ODTÜ – THBT Mezun Ümit Serkan Sarıoğlu, ODTÜ – THBT Mezun Gülay Oskay, ODTÜ – THBT Utku Ay, ODTÜ – THBT Sezil Solta, ODTÜ – THBT 229 Fevziye Köyü Alan Gezisi Çalışma Grubu Anıl Öztürk ODTÜ – THBT Mezun Savaş Ektirici ODTÜ – THBT Mezun Gölay Şakiroğulları ODTÜ – THBT Mezun Dr. Gülin Onat Bayır ODTÜ – THBT Mezun Hüseyin Demir, Fevziye Köyü Muhtarı Necmi Ocak, Fevziye Bosna Hersek Türkleri Derneği Başkanı Banu Öztaş, Fevziye Bosna Hersek Türkleri Derneği Yön. Kurulu Üyesi Komşu Danslar Gösterisi Çalışma Grubu Burak Keser, ODTÜ – THBT Mezun Ümit Serkan Sarıoğlu, ODTÜ – THBT Mezun Gülay Oskay, ODTÜ – THBT Utku Ay, ODTÜ – THBT Sezil Solta, ODTÜ – THBT Yasin Berhan Uludağ, ODTÜ – THBT Kitap, Broşür, Davetiye, Afiş, Pankart Tasarım İşleri Münevver Eminoğlu, ODTÜ – THBT Mezun Ayça Çini, ODTÜ – THBT Mezun Şule Aydın, ODTÜ Mezunları Derneği Ayrıntı Basımevi Medya Basın Yayın Bülent Kurtaran ODTÜ Mezunları Derneği Görünürlük Kurallarını Sağlama Grubu ve Sunumlar Gölay Şakiroğulları Hazel Öztürk, ODTÜ - THBT Sezil Solta, ODTÜ - THBT Bülent Darçın, ODTÜ – THBT Mustafa Uğur Güllüoğlu, ODTÜ - THBT Ogün Işık, ODTÜ - THBT Hakan Kocaman, ODTÜ - THBT Aysenur İnegöl, ODTÜ - THBT Okan Arslan, ODTÜ - THBT 230 Akademisyen ve Uzmanlar Prof. İlhan Başgöz Prof. Muhtar Kutlu Prof. Mila Santova Prof. Ali Uzay Peker Prof. Tayfun Atay Doç.Dr.Nikolay Nenov Doç. Dr. Natalia Rashkova Doç.Dr. Aysen Soysaldı Öğretim Görevlisi Abdülrahim Karademir Öğretim Görevlisi Şahin Ünal Dr. E. Cenk Aydın, Muammer Ketencoğlu Solmaz Karabaşa Desislava Ivanova Tiholova Üniversiteler Ankara Üniveristesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Ege Üniversitesi Gazi Üniveristesi Orta Doğu Teknik Üniversitesi Rusçuk Angel Kanchev Üniveristesi Ankara Etkinlikleri Bulgar Ekibi Nikolay Ivanov Nenov Desislava Ivanova Dimitrova Veselina Dimitrova Моnova Svetla Minkova Velikova Mihaela Yordanova Gadzheva Hristina Milkova Marinova Marchela Ivova Pomakova Evelina Yordanova Hristova Milena Simeonova Moneva Plamena Svilenova Stoyanova MonikaVentsislavova Milanova Velislava Petrova Nikolova KaloianAtanasov Kolev Ivan IvelinovKovachev Bayartin GoshevAngelov DibayitarAtanasov Atanasov IvanHristov Beloev IliyanStoyanov Stoyanov PetyoTodorov Hristov Stela Ventsislavova Viktorio Veselinov Todorov Bozhidar Svetoslavov Baltadzhiev 231 ODTÜ Türk Halk Bilimi Topluluğu Mezunları Melahat Kutlu Gülay Karaca Mehtap Suna Leyla Özel Derya Sevinç Mustafa Atalay Metin Özaslan Kemal Değirmendereli Şebnem Çetinkaya Özgür Topaç Gökay Şakiroğulları İzzettin Bayır Semra Cengiz Özgür Kara Sezer Göktan Demet Akay Hüseyin Karagöz Buket Atalay Nazan Titrek Yeşim Altun Ahmet Titrek Mustafa Göçer Özgür Kara Özgür Madenli Korkut Yüksel Canan Ergin Günseli - Şükrü Ünlütürk Ayça Kini Veysel Sever Ayşegül Ergun ODTÜ Mezunları Derneği Bülent Kurtaran Şenay Yenilmez Şule Çalış Hasan Dumanlı Ersan Yavuz Derya Eken Aysun Büyükcengiz Gürkan Önal İsmail Özbaş Ertan Kellecioğlu Hüseyin Sarıtaş Hasan Çetintaş İsmail Kuzucu Ziya Oranlı Mustafa Urkan 232 ODTÜ Türk Halk Bilimi Topluluğu Ali Varol Alper Çelik Anıl Öztürk Aslan Meç Ayşe Yazgın Bengi Topçu Bülent Darçın Can Değerli Cem İlhan Sevda Yıldırım Demet İslambay Derya Demir Duygu Pamukçu Ecesu Eşmen Eda Karabacak Elif Aydın Elif Bürümlü Emine Çağıran Enes Ünal Erman Turgut Ersin Yorgun Ferhat Bulut Güldem Savaş Hayriye Yıldız Hazel Öztürk Hilmi Bayraktaroğlu İsa Kavas Merve Taner Nail Doğan Nesibe Nur Zeybek Neslihan Karvar Nilay Can Özge Güven Özge Şahin Pınar Şimşek Selma Ağbaba Sercan Güloğlu Serhat Bilyaz Sezil Solta Sıla Aygün Sinan Şimşek Şafak Yüce Şeniz Mayalı Tayfun Şentürk Utku Ay Yasemin Yorgun Yasin Berhan Uludağ Yıldız Gözde Sağlam Meltem Haykır Koray Köse Mustafa Zorbaz Damla Ferahi Ali Can Şafak Serpil Yalçınalp 233 Fevziye Köyü Hüseyin Demirel Necmi Ocak Nur Banu Öztaş Yasin Ocak Metehan Özcan Mert Ocak Cengizhan Özcan Mustafa Kubat Mustafa Adanur(60) Mehmet Özdemir(58) Murat Adanur(75) Ali İhsan Ocak (71) Şakir Adanur(74) Ramazan Ocak (78) Ömer Adanur(68) Hacı Ömer Özbay (71) Hasan Ocak Nevzat Ocak Mehmet Mergen Erol Özbay Zeynep Özcan Emine Adanur Abide Özbay Nesrin Özbay Hatice Ocak Remziye Kale Kübra Özbay Meryem Ocak Elmas Nur Kale Ramazan Ocak Dursun Özcan Hayriye Özcan Bahar Özcan Bayram Ocak Nesrin Özsoy Özgür Ocak Mükerrem Demirel Ceren Adanur Erol Özbay Furkan Tabak Hasan Ocak Hatice Ocak Hediye Ocak Mürşide Tabak Salih Tabak İlyas Uslu Özgür Ocak Samet Tabak Yasin Tabak Sabri Uslu Fazıl Kale Niyazi Çelik Ankara Kulübü Derneği Bekir Cihan Daloğlu Uğur Okman Kadir Soydan Ahmet Özkök Barış Nur Baki Erkanat Alpaslan Özaslan Ali Yılmaz İsmail Yılmaz Kerem Şahin Abdullah Şahin İsmail Günaydın 234 Zübeyir Koçak Ercan Karagöz Ömer Ziya Güler Gülay Karaca Asuman Pusat Füsun Çelik Remiye Ezgi Şahin Esra Şahin Esma Erkanat Gamze Erkanat Zübeyde Kara Ege Üniversitesi Etnoğrafya Müzesi Cengiz Aydın • Ayhan Topçu Rusçuk Bulgaristan Etkinlikleri Rusçuk İdaresi Vesko Marinov • Yuliana Popova Stefko Burdjiev Rusçuk Bölgesel Tarih Müzesi Doç. Dr. Nikolay Nenov Ivanovo Belediyesi Georgi Milanov (Belediye Başkanı) Dobrin Danev • Radka Daneva Dans Eğitmenleri Latinka Trifonova • Dilyana Radeva Violeta Dimitrova • Dimiter Penchev Aşçılar Tonka Dyankova • Radka Yordanova Vutska Hristova • Vaska Stoyanova ODTÜ Türk Halk Bilimi Topluluğu Grubu Emre ÇUBUKÇU Galip YİYEN Hakan KOCAMAN Ogün IŞIK Mustafa Uğur GÜLLÜOĞLU Süleyman KURAN Utku CİVELEK Okan ARSLAN Cansu AKYOL Ceylan NALÇA Duygu ÇELİK Merve SAĞLAM Fatma Nesrin ERGİN Pırıl ALDEMİR Sinem ODABAŞ Suna KIYAK Serhat BİLYAZ Tayfun ŞENTÜRK İsa KAVAS Bülent DARÇIN Görkem AYGÜN Hayriye YILDIZ Abdullah Enes ÜNAL Mustafa ZORBAZ 235 ODTÜ THBT Fevziye Yöre Araştırma Grubu Ali Varol Hayriye Yıldız Ogün Işık Gamze Özakşehir İlker Comart Özge Şahin Rüya Yılmaz Tuğba Aydın Selay Atışlı Ozan Öğüt Süleymen Kuran Suna Kıyak Hande Yiğit Sinem Odabaş Diğer Faaliyetler Çeviri Eylem Doğan • Emek Ön Rüya Kalıntaş Fahrie Mehmedova • Nevin Hebibova Video Kurgu Davut Kanmaz • Erkal Tülek Bora Balcı Destekleyenler Yıldız İbrahimova Yenimahalle Belediyesi Kültür İşleri Müdürlüğü Rusçuk Bölgesel Tarih Müzesi Fidan Ailesi Gülbün ve Özcan Mutlu Ailesi Değirmendereli Ailesi Yrd. Doç.Dr. Cengiz Aşkun (ODTÜ - METU) TÜFEM ODTÜ Balkan Topluluğu Yavor Klisurski - Bulgaristan Konsolosu Petar Arabadziev – Bulgaristan Kültür Ateşesi Evrim Yarımağan Ümran Akdağcık 236 Bas Milliyet Ankara 19-06-2011 ında “PR OJE ” Hürriyet Ankara 19-06-2011 Hürriyet Ankara 05-05-2012 237 Bulgaristan Basın 23-04-2012 Bulgaristan Basın 23-04-2012 Hürriyet Ankara 22-10-2012 Bulgaristan Basın 23-04-2012 Bulgaristan Basın 23-04-2012 238 Bulgaristan Basını•Kapanış etkinlik ve konseri Hürriyet Ankara 06-06-2012 Radikal 28-09-2012 239 Kitap, Broşür, Afiş, Davetiye 240 Muammer Ketencoğlu ve Konuk Sanatçı Yıldız İbrahimova Proje Kapanış Konserinden 241 Avrupa Günü Etkinlikleri Proje Fuarı’nda “Diyalog için Halk Bilimi” Projesi 9 Mayıs 2012 tarihinde Avrupa Günü etkinlikleri çerçevesinde proje kapsamında Ankara ilinde uygulanmış veya uygulanmakta olan AB tarafından finanse edilen başarılı proje örneklerinin yer aldığı bir “Proje Fuarı” düzenlenmiştir. Bu fuara “Diyalog için Halk Bilimi” projemizle katıldık. 242 Proje Kapsamında Görünürlük 243 Proje Etkinliklerine Katılım 244 245 246 247 Proje Toplantıları 248
Benzer belgeler
PROJEMİZİN ÖZÜ
Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mezunlar Derneği olarak,
bugün, burada sizlerle birlikte olmaktan büyük mutluluk
duyuyoruz. Derneğimizin yürüteceği ilk AB destekli projemizin
açılışına hoş geldiniz!
...
ten - İstanbul ODTÜ Mezunları Derneği
Farklı aktiviteler denemeyi seven Güngör’ün ilgi alanlarına; karateden, halk
oyunlarına, latin danslarından fotoğrafçılığa; pek çok değişik konu girmiştir. Bir
seyahat tutkunu olarak yeni yerleri, ...