Laiklik ve Şeriatçılık Üzerine
Transkript
Laiklik ve Şeriatçılık Üzerine
KURTULUÞ CEPHESÝ KURTULUÞ CEPHESÝ LAÝKLÝK VE ÞERÝATÇILIK ÜZERÝNE ERÝÞ YAYINLARI Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 1 BÝRÝNCÝ BASKI LAÝKLÝK VE ÞERÝATÇILIK ÜZERÝNE [KURTULUÞ CEPHESÝ DERGÝSÝ] Bu derlemedeki yazýlar, Anti-Emperyalist ve Anti-Oligarþik Mücadelede Kurtuluþ Cephesi dergisinin 1993-2003 tarihleri arasýnda yayýnlanmýþ olan 9-76. sayýlarýndan alýnmýþtýr. Eriþ Yayýnlarý tarafýndan düzenlenmiþtir. 2004. [email protected] http://www.kurtuluscephesi.com http://www.kurtuluscephesi.org http://www.kurtuluscephesi.net ÝÇÝNDEKÝLER 9 Proletarya Partisinin Din Konusundaki Tutumu, V. Ý. Lenin Proletary, Sayý: 45, 13 (28) Mayýs 1909 18 Ýslamcý Radikalizm: Þeriatçýlýk 26 Paranýn Dini 32 Refah Partisi Dolgusu 41 Proletarya ve Laik-Demokratik Cumhuriyet 49 Küçük-Burjuva Aydýnlarýnýn Demokrasi Çýkmazý 53 Oligarþinin Yeni Adam Satýn Alma Aracý: Alevicilik 57 Alevilik, Din vb. Üzerine Bir Kez Daha 67 Sömürücü Sýnýflar Ýçindeki Bölünmeler ve Siyasal Yansýlarý 76 RP-DYP Hükümeti Üzerine 83 Refah Partisi ve Kullanýlmýþ Oto Ýthali 87 Mevcut Durum ve Refahyol Hükümeti 96 Legalleþmenin Yeni Adý: Anayasacýlýk 108 Süleyman Çelebinin Vesilet-ün Necâtý (Kurtuluþ Yolu): Mevlit KURTULUÞ CEPHESÝ, Sayý: 12, Mart 1993 CEPHE, Sayý: 1991/1 KURTULUÞ CEPHESÝ, Sayý: 19, Mayýs-Haziran 1994 KURTULUÞ CEPHESÝ, Sayý: 20, Temmuz-Aðustos 1994 KURTULUÞ CEPHESÝ, Sayý: 20, Temmuz-Aðustos 1994 KURTULUÞ CEPHESÝ, Sayý: 20, Temmuz-Aðustos 1994 KURTULUÞ CEPHESÝ, Sayý: 28, Kasým-Aralýk 1995 KURTULUÞ CEPHESÝ, Sayý: 27, Eylül-Ekim 1995 KURTULUÞ CEPHESÝ, Sayý: 32, Temmuz-Aðustos 1996 KURTULUÞ CEPHESÝ, Sayý: 33, Eyül-Ekim 1996 KURTULUÞ CEPHESÝ, Sayý: 37, Mayýs-Haziran 1997 KURTULUÞ CEPHESÝ, Sayý: 37, Mayýs-Haziran 1997 KURTULUÞ CEPHESÝ, Sayý: 38, Temmuz-Aðustos 1997 122 Ara Rejim, Muhtýra Tartýþmalarý, Sömürücü Sýnýflarýn Çýkar Çatýþmasýdýr 145 ... Ve Genelkurmay Devreye Girer (II. Perde) 149 Mevcut Durum ve Gerçekler 165 ... Ve Genelkurmay Devreye Girer (Üçüncü Perde) 170 Yargýtay Baþkaný Sami Selçuk ve Laiklik, Laikçilik, Burjuva Demokratik Devrim 182 Yargýtay Baþkaný Sami Selçuk'un Alýþýlan Konuþmasý 185 Durum Tahlilleri, Komplolar ve Senaryo Yazmak 198 ... Ve Genelkurmay Devreye Girer: Postmodern Darbe 205 Postmodern Darbenin Programý 213 Bu ülkede, sosyal patlama da olmaz, devrim de olmaz! 222 AKP Hükümeti ya da Merak etmeyin Ordu var... 234 Ýslâm Ýnkýlâbýnýn Gerçek ve Üstün Münevverler Aristokrasyasý KURTULUÞ CEPHESÝ, Sayý: 42, Mart-Nisan 1998 KURTULUÞ CEPHESÝ, Sayý: 44, Temmuz-Aðustos 1998 KURTULUÞ CEPHESÝ, Sayý: 46, Kasým-Aralýk 1998 KURTULUÞ CEPHESÝ, Sayý: 48, Mart-Nisan 1999 KURTULUÞ CEPHESÝ, Sayý: 51, Eylül-Ekim 1999 KURTULUÞ CEPHESÝ, Sayý: 57, Eylül-Ekim 2000 KURTULUÞ CEPHESÝ, Sayý: 54, Mart-Nisan 2000 KURTULUÞ CEPHESÝ, Sayý: 59, Ocak-Þubat 2001 KURTULUÞ CEPHESÝ, Sayý: 59, Ocak-Þubat 2001 KURTULUÞ CEPHESÝ, Sayý: 65, Ocak-Þubat 2002 KURTULUÞ CEPHESÝ, Sayý: 70, Kasým-Aralýk 2002 KURTULUÞ CEPHESÝ, Sayý: 70, Kasým-Aralýk 2002 239 Baþörtü Radikalleri Türban Liberalleri [Eþarp, Sýkmabaþ ve Türban] 251 Bir Kez Daha Laiklik Üzerine 258 Spekülasyon ve Manipülasyon Ekonomisinden Þeriat Ekonomisine mi? KURTULUÞ CEPHESÝ, Sayý: 76, Kasým-Aralýk 2003 KURTULUÞ CEPHESÝ, Sayý: 70, Kasým-Aralýk 2002 KURTULUÞ CEPHESÝ, Sayý: 70, Kasým-Aralýk 2002 273 Stratejik Ortaklýk 279 Necip Fazýlýn Büyük Doðusundan ABDnin Büyük Ortadoðusuna 286 Sosyalizm ve Din, V. Ý. Lenin 291 Adlar ve Kavramlar Dizini KURTULUÞ CEPHESÝ, Sayý: 73, Kasým-Aralýk 2002 KURTULUÞ CEPHESÝ, Sayý: 77, Ocak-Þubat 2004 Novaya Zihn, Sayý: 28, 3 Aralýk 1905 LAÝKLÝK VE ÞERÝATÇILIK ÜZERÝNE KURTULUÞ CEPHESÝ Proletarya Partisinin Din Konusundaki Tutumu V. Ý. Lenin Proletary, Sayý: 45, 13 (28) Mayýs 1909 Dumada Synod bütçesi görüþülürken Milletvekili Surkovun yaptýðý konuþma ve bu konuþmanýn taslaðý görüþülürken Duma grubumuzda yapýlan tartýþma, özellikle þu anda son derece önemli ve ivedi bir sorun ortaya çýkarttý. Bugün toplumun geniþ çevrelerinde dinle ilgili herþey kuþkusuz büyük ilgi toplamakta ve bu konular iþçi sýnýfý hareketine yakýn aydýnlar ve belirli iþçi çevrelelerine de sýzmaktadýr. Bu nedenle Sosyal-Demokratlara* düþen kesin görev din konusundaki tutumlarýný kamuya açýklamaktýr. Sosyal Demokrasi dünya görüþünü bilimsel sosyalizm, yani Marksizm temeline dayar. Marks ve Engelsin çeþitli kereler tekrarladýklarý gibi Marksizmin felsefi temeli, Fransadaki 18. Yüzyýl maddeciliðinin ve Almanyadaki Feuerbach (19. Yüzyýlýn ilk yarýsý) maddeciliðinin tarihsel geleneklerini benimsemiþ olan, tamamen ateist ve dine karþý tavýrdaki diyalektik maddeciliktir. Unutmayalým ki, Marksýn * Leninin yazýlarýnda geçen Sosyal Demokrat ya da Sosyal Demokrat Parti 1918 yýlýna kadar tüm Avrupada Marksistlerin ve Marksist Partilerin tanýmlanmasýnda kullanýlan bir ifadedir. Bu nedenle Rusya daki Marksist Partinin adý da Rusya Sosyal Demokrat Partisidir. II. Enternasyonalin Marksizmi terk etmesi üzerine, Marksistler ile oportünistler arasýnda kesin bir çizgi konulmasýyla birlikte dünya çapýnda Marksist Partiler Sosyal-Demokrat tanýmýný kaldýrmýþlardýr. Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 9 KURTULUÞ CEPHESÝ taslak halindeyken okuduðu Engelsin Anti-Dühringinin tamamý, maddeci ve ateist olan Dühringi tutarlý bir maddeci olmamak ve din ile din felsefesine açýk kapý býrakmakla suçlar. Yine unutmayalým ki, Engels, Ludwig Feuerbach ile ilgili yapýtýnda, dini ortadan kaldýrmak için deðil de, yeniden canlandýrmak, yeni, yüceltilmiþ bir din kurmak için savaþ açtý diye Feuerbacha çatar. Din halký uyutmak için kullanýlan afyondur.* Marksýn bu sözü din konusundaki Marksist görüþün temel taþýdýr. Marksizm bütün modern dinleri, kiliseleri ve her türlü dinsel örgütü, iþçi sýnýfýnýn sömürülmesini ve ezilmesini savunmaya hizmet edecek birer burjuva gericiliðinin aracý olarak görür. Engels ayný zamanda, Sosyal Demokratlardan daha sol ya da daha devrimci olmak isteyenlerin dine savaþ açarcasýna iþçi partisinin programýna ateist olduklarýnýn konulmasý yolundaki çabalarýný da sýk sýk suçlamýþtýr. Engels 1874de Londrada sürgünde yaþayan Blanquist geçici Komünarlarýn ünlü manifestosundan söz ederken, onlarýn dine savaþ açmalarýný budalalýk olarak nitelemiþ ve böylesi bir savaþ açmanýn dine karþý yeniden ilgi duyulmasýný saðlamak ve dinin gerçekten ortadan kalkmasýný engellemek için en iyi yol olduðunu belirtmiþtir. Engels, Blanquistleri ezilen kitleleri din boyunduruðundan ancak emekçi kitlelerin mücadelesinin kurtaracaðýný, proletaryayý en yaygýn biçimde bilinçli ve devrimci uygulamaya sokarak kurtaracaðýný kavramamakla suçlamýþ ve dine savaþ açýlmasýný iþçi partisinin siyasal görevi olarak yorumlamanýn anarþist safsatadan baþka birþey olmayacaðýný belirlemiþtir. 1877de Anti-Dühringinde de, düþünür Dühringin ülkücülük ve dine karþý verdiði en ufak ödünlere karþý çýkan Engels, Dühringin sosyalist toplumda dinin yasaklanmasý yolundaki sözde devrimci görüþünü de yerer. Engels dine karþý böylesi savaþ açmanýn Bismarcký geride býrakacak ölçüde Bismarckcýlýk yani Bismarckýn dine (ünlü Kültür Savaþý-Kulturkampf, 1870lerde Alman Katolik Partisine, Merkez partiye karþý polis kovuþturmasýyla) karþý giriþtiði mücadeleyi boþuna tekrarlamaktan baþka bir þey olmadýðýný tekrarlamýþtýr. Bismarck bu mücadeleyle katoliklerin militan dinciliðini uyarmaktan ve gerçek kültür çalýþmalarýný zedelemekten öte bir yarar saðlamamýþtýr. Çünkü, siyasal bölünmelerden çok dinsel bölünmelere önem vermiþ, iþçi sýnýfýnýn ve öteki demokratik unsurlarýn dikkatini sýnýfsal ve devrimci mücadelenin ivedi görevlerinden çekerek, en yapay, en düzmece burjuva din karþýtlýðýna yöneltmiþtir. Engels, sözüm ona ultra-devrimci Dühringi Bismarckýn saçmalýðýný bir baþka biçimde tekrarlamak istediði için suçlarken, iþçi partinin proletaryayý örgütlemekte ve eðitmekte sabýrlý davranabileceðini, böylelikle dine karþý savaþ açmak gibi siyasal bir kumara gi* Marks, Hegelin Sað Felsefesinin Eleþtirisine Katký, Giriþ. 10 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ riþmeksizin dinin giderek ortadan kalkmasýný saðlayabileceðini belirtmiþtir. Bu görüþ, örneðin Cizvitlere özgürlük verilmesini, Almanyaya girmelerine izin çýkarýlmasýný, herhangi bir dine karþý polis yöntemleri uygulanmasýna son verilmesini savunan Alman Sosyal-Demokrasinin özünü oluþturan ögelerden biri olmuþtur. Erfurt Programýndaki (1891) ünlü Din kiþisel bir sorundur maddesi, Sosyal-Demokratlarýn bu siyasal taktiklerinin özetidir. Bu taktikler artýk gündelik bir olay durumuna gelmiþ, Marksizmin ters yönde saptýrýlmasýna, oportünizm yönünde saptýrýlmasýna yol açmýþtýr. Erfurt Programýndaki bu madde, biz Sosyal-Demokratlar için, parti olarak hepimiz için din kiþisel bir sorundur biçiminde yorumlanmýþtýr. 1890larda Engels bu oportünist görüþü doðrudan doðruya karþýsýna almaksýzýn, buna polemikle deðil somut verilerle karþý çýkýlmasý gerektiðini ileri sürmüþtür. Örneðin kendisi bu karþý çýkýþý, özellikle vurguladýðý bir sözle, Sosyal-Demokratlarýn dini devlet iþleri açýsýndan kiþisel bir sorun olarak aldýklarýný, herhalde kendileri açýsýndan, Marksizm açýsýndan ve iþçi partisi açýsýndan soruna böyle bakmadýklarýný söyleyerek belirlemiþtir. Marks ve Engelsin din konusundaki sözlerinin görünürdeki tarihçesi budur. Marksizme savruk yaklaþýmý olanlar, düþünemeyen ve düþünmeyecek olanlar için, bu tarihçe Marksist çeliþkiler ve bocalamalar niteliðinde, tutarlý ateizm ile dinin aðzýna sunulan hazýr lokmalarýn bir karýþýmý, tanrýya karþý açýlmýþ devrimci savaþ ile dindar iþçilerin gözünü boyamaya yönelen korkakça bir tavýr, iþçileri ürkütmekten çekinen bir tutum arasýnda bocalama niteliðinde bir anlamsýzlýk örneðidir. Anarþist þamatacýlarýn yazýlarý Marksizme bu yönde yapýlmýþ çeþitli saldýrýlarla doludur. Oysa Marksizme ciddi olarak yaklaþabilen, Marksizmin felsefi ilkeler ve uluslararasý Sosyal-Demokrasi deneyi üzerinde düþünebilen herkes, din konusundaki Marksist taktiklerin kesinlikle tutarlý olduðunu, Marks ve Engels tarafýndan özenle düþünülmüþ bulunduðunu, birtakým cahillerin bocalama diye tanýmladýklarý tutumun gerçekte diyalektik maddeciliðin mutlak ve kaçýnýlmaz bir sonucu olduðunu hemen görecektir. Din konusunda Marksizmin görünüþteki ýlýmlýlýðýnýn kimseyi ürkütmemek vb. endiþesinden doðduðunu düþünmek çok yanlýþ olur. Tam tersine bu konuda da Marksizmin siyasal çizgisi, felsefe ilkeleriyle sýký sýkýya baðlantýlýdýr. Marksizm maddeciliktir. Böyle olduðu için de, konusunda en azýndan 18. yüzyýl Ansiklopedistlerinin maddeciliði ya da Feuerbachýn maddeciliði oranýnda kesin bir karþýtlýðý vardýr. Bu hiç kuþku götürmez. Ne var ki Marks ve Engelsin diyalaktik maddeciliði, ansiklopedistlerin ve Feuerbachýn maddeciliðini aþar, çünkü maddeci felsefeyi tarih alanýnda, toplum bilimleri alanýnda da uygular. Dinle savaþmalýyýz bu, her türlü maddeciliðin ve doðal olarak Marksizmin ABCsidir. Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 11 KURTULUÞ CEPHESÝ Ancak Marksizm, ABCde donmuþ kalmýþ maddecilik deðildir. Marksizm daha ileri giderek þöyle der: Dinle nasýl savaþacaðýmýzý bilmeliyiz, bunu yapabilmek için de inancýn ve dinin kökenini kitlelere maddeci bir biçimde açýklamalýyýz. Dinle savaþ, soyut ideolojik öðütler çerçevesinde kalamaz, bu tür sýnýrlý öðütlere indirgenmemelidir. Dinle savaþ, dinin toplumsal kökenini ortadan kaldýrmayý amaçlayan sýnýf hareketinin somut uygulamasýyla baðlanmalýdýr. Din etkisini neden en çok geri kalmýþ þehir proletaryasý, yarý-proletarya ve köylü kitlesi üzerinde göstermektedir? Burjuva ilerici aydýnlarý, radikaller ve burjuva maddecileri bu soruya cahil olduklarý için diye cevap verirler. O zaman da kahrolsun din, yaþasýn dinsizlik! Ateist görüþleri yaymak baþlýca görevimizdir diye haykýrmaya baþlarlar. Marksistler ise, bunun doðru olmadýðýný, aldatýcý bir görüþ olduðunu, dar görüþlü burjuvalarýn fikri olduðunu söylerler. Bu görüþ dinin kökenini yeterince açýklamaz, açýklar da, maddeci biçimde deðil, ülkücü biçimde açýklar. Modern kapitalist ülkelerde bu kökler genellikle toplumsaldýr. Bugün dinin en derine uzanan kolu, emekçi kitlelerin toplumsal ezikliði ve hergün her saat emekçilere en dayanýlmaz acýlarý, savaþ, deprem vb. doðal afetlerden çok daha beter kahýrlarý çektiren kapitalizmin karanlýk güçleri karþýsýndaki çaresizliðidir. Tanrýlarý korku yarattý. Sermayenin kör halk kitleleri tarafýndan önceden sezilemediði için kör gücünün korkusu yani proletaryanýn küçük-esnafýn yaþamýnýn her adýmýnda ansýzýn, beklenmedik ve rastlantýsal bir yýkýntý, yok olma, yoksulluk, fahiþelik, açlýktan ölmek gibi tehlikeler yaratan gücün korkusu, modern dinin kökenidir. Maddeciler anaokulu düzeyinde kalmak istemiyorlarsa, öncelikle bunu hatýrdan çýkarmamalýdýrlar. Kapitalist düzenin aðýr iþi altýnda ezilen ve kapitalizmin kör, yýkýcý güçlerinin insafýna baðlý olarak yaþamýný sürdüren kitleler, dinin bu kökenine karþý savaþmayý, sermaye egemenliðinin her türlüsüne karþý birlikte, örgütlü, planlý ve bilinçli bir savaþ vermeyi kendi kendilerine öðrenmedikleri sürece, hiçbir eðitici kitap bu kitlelerin kafasýndaki din inancýný çürütemez. Bu, dine karþý olan eðitici kitaplarýn zararlý veya gereksiz olmasý mý demektir? Hayýr hiç de deðil. Bu demektir ki Sosyal-Demokrasinin ateist propagandasý, temel ödevine yani sömürülen kitlelerin sömürücülere karþý sýnýf mücadelesini geliþtirmek ödevine baðlanmalýdýr. Diyalektik maddecilik ilkelerini, yani Marks ve Engelsin felsefesini yeterince incelememiþ olanlar bu öneriyi anlayamazlar: (ya da en azýndan ilk bakýþta kavrayamazlar). Nasýl olur bu derler. Binlerce yýldýr süregelen kültür ve ilerlemenin bu düþmanýna (dine) karþý yürütülecek ideolojik propaganda, belirli görüþlerin öðretisi ve verilecek mücadele, sýnýf mücadelesine, yani ekonomik ve siyasal alanda belirli amaçlara yönelik bir mücadeleye mi baðýmlanacak? derler. 12 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ Bu tür sözler, Marksist diyalektiðin kavranmamýþ olduðunu kesin kanýtlayan karþý çýkýþlardýr. Bu tür çýkýþlarý yapanlarý þaþýrtan çeliþki, gerçek yaþamdaki gerçek bir çeliþkidir. Yani uydurulmuþ deðil de, diyalektik olan çeliþkidir. Kuramsal ateizm propagandasý, yani proletaryanýn belirli kesimlerindeki dinsel inancýn yýkýlmasý ile bu kesimlerin sýnýf mücadelesinin baþarýsý, ilerlemesi ve koþullarý oranýnda kesin bir ayrým yapmak demek, diyalektiðe aykýrý düþünmek, göreceli ve deðiþken bir sýnýrý kesin bir sýnýra dönüþtürmek, gerçek yaþamda çözülmez biçimde baðlantýlý olan birþeyi zorla birbirinden koparmak demektir. Bir örnek verelim. Diyelim ki, belirli bir bölgede ve belirli bir endüstri kesiminde bulunan proletarya, biri sýnýf bilinci oldukça geliþmiþ ve kuþkusuz ateist olan Sosyal-Demokratlar, ikincisi köyle ve köylülükle iliþkilerini henüz koparmamýþ olan, tanrýya inanan, kiliseye giden, hatta bir Hýristiyan sendikasý örgütlemekte olan yerel papazýn etkisindeki geri kalmýþ iþçiler olmak üzere ikiye bölünmüþ olsun. Yine diyelim ki, bu bölgedeki ekonomik mücadele bir grev sonucunu doðurmuþ olsun. Bu durumda bir Marksiste düþen görev, grevin baþarýya ulaþmasýný herþeyin üzerinde tutmak, bu mücadelede iþçilerin ateistler ve Hýristiyanlar olarak ikiye bölünmesine kesinlikle karþý çýkmak, bu tür herhangi bir bölünmeye engel olmaktýr. Proletaryanýn geri kalmýþ kesimlerini ürkütmek, seçimlerde sandalye kaybetmek vb. endiþelerden deðil, modern kapitalist toplum koþullarýnda Hýristiyan iþçilerin Sosyal Demokrasiye ve ateizme dönmelerinde ateist propagandadan yüz kat daha etkili olacak durumlarda ateist propaganda gereksiz ve zararlý olabilir. Böyle bir anda ve böyle bir ortamda ateist propaganda yapmak, iþçilerin grevdeki tavýrlarýna göre deðil de, dinsel inançlarýna göre bölünmelerini isteyen papazlarýn ekmeðine yað sürmek demektir. Ne olursa olsun tanrýya savaþ açýlmasýný isteyen bir anarþist, gerçekte papazlara ve burjuvaziye yardým ediyor demektir (ki anarþistler uygulamada her zaman burjuvaziye yardým ederler). Bir Marksistin materyalist olmasý, yani dine karþý olmasý gerekir; ancak, bir diyalektik materyalistin dine karþý mücadeleyi soyut, kuramsal, deðiþmez bir biçimde deðil de, uygulamada sürmekte olan ve kitleleri herþeyden iyi eðiten sýnýf mücadelesinin somut temeline dayanarak yürütmesi gereklidir. Bir Marksist, somut durumu bir bütün olarak gözlemlemeli, anarþizm ile oportünizm arasýndaki (göreceli, deðiþken olan ama mutlak varolan) sýnýrý ayýrt edebilmelidir. Bir Marksist hiçbir zaman ne anarþistlerin soyut, sözde kalan, gerçekte ise boþ devrimciliðine, ne de dinle mücadeleye sýrt çeviren, bunun görev olduðunu unutan, Tanrýya inanmayý kabullenen, davranýþlarýný belirlerken sýnýf mücadelesini deðil de kimseyi kýrmamak incitmemek beni sokmayan yýlan bin yaþasýn kuralýný bozmamak endiþesiyle davranan küçük-burjuva ya da liberal aydýnlarýn oportünizmine aldanmamalýdýr. Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 13 KURTULUÞ CEPHESÝ Sosyal Demokratlarýn din konusundaki tutumlarýyla ilgili bütün sorunlar bu açýdan ele alýnmalýdýr. Örneðin bir papazýn Sosyal Demokrat Partiye üye olup olamayacaðý sorusu sýk sýk ortaya atýlýr ve bu soruya da genellikle Avrupa Sosyal Demokrat Partilerinin deneyi kanýt getirilerek belirsiz, kesinlikten uzak olumlu cevap verilir. Oysa Avrupadaki deney, sadece iþçi hareketine Marksist doktrin uygulanmasýnýn deðil, ayný zamanda Rusyada bulunmayan özel tarihsel koþullarýn (bu koþullardan daha sonra ayrýntýlý olarak söz edeceðiz) sonucu olmuþtur. Bu nedenle, bu soruya kesinlikten uzak bir olumlu cevap vermek yanlýþ olur. Papazlarýn Sosyal Demokrat Partiye üye olamayacaklarý da, olabilecekleri de kesinlikle söylenemez. Bir papaz gelip de, ortak siyasal çalýþmamýza katýlmak ister, parti görevlerini dürüstçe yapar ve Parti programýna karþý çýkmazsa Sosyal Demokratlarýn safýna katýlmasý olumludur. Çünkü bu dinsel inançlarý arasýndaki çeliþki sadece kendisini ilgilendiren bir olay, kiþisel çeliþkisi olacaktýr. Üstelik bir siyasal örgüt, üye alýrken onlarýn görüþleri ile kendi programý arasýnda bir uzlaþmazlýk olup olmadýðýný araþtýrma durumunda deðildir. Aslýnda böyle bir durum Rusyada kesinlikle olanaksýz olmasý yaný sýra, Batý Avrupada bile ender görülen, olaðanüstü bir olaydýr. Ama diyelim ki, bir papaz Sosyal Demokrat Partiye üye oldu da, sonra Parti içinde din propagandasý yapmaya kalkýþtý, iþte o zaman Parti onu kesinlikle ihraç edecektir. Bize düþen, sadece Tanrýya inancýný sürdüren iþçileri Sosyal Demokrat Partiye almak deðil, özellikle bunlarý partiye kaydetmeye çalýþmaktýr. Onlarýn dinsel inançlarýna karþý çýkmamalýyýz, ama onlarý kendi programýmýzýn ruhuna uygun olarak eðitmek için, programýmýza karþý etkin bir mücadeleye yol açmamak için bu tür iþçileri saflarýmýza kaydetmeliyiz. Parti içinde düþünce özgürlüðüne hak tanýrýz. Ancak bu özgürlük, gruplaþma özgürlüðüyle belirlenen sýnýrlý bir özgürlüktür. Yoksa Parti çoðunluðunun karþýt olduðu görüþleri yaymaya çalýþanlara el verecek deðiliz. Bir baþka örnek daha alalým. Sosyal Demokrat Partinin bütün üyeleri, hiçbir ayrým gözetmeksizin, sosyalizm benim dinimdir dedikleri için ve bu söze uygun görüþleri yaymaya çalýþtýklarý için eleþtirilip kýsýtlanmalý mýdýr? Hayýr! Bu durumda Marksizmden (bunun doðal sonucu olarak sosyalizmden) bir sapma olduðu tartýþma götürmez, ne var ki bu sapmanýn anlamý, göreceli önemli durumlara göre deðiþir. Ýþçilerle konuþan birinin, sözlerini daha iyi anlatmak, konuya daha kolay girmek, görüþlerini geri kalmýþ kitlelerin alýþýk olduklarý çerçeve içinde aktarabilmek amacýyla bu tarzda konuþmasý bir olaydýr. Bir yazarýn Tanrý yaratmaktan ya da tanrý yaratan sosyalizmden (Lunacharski ve arkadaþlarý örneði) sözetmsi çok daha baþka bir olaydýr. Birinci örnekte herhangi bir kýsýtlama, konuþmacýnýn özgürlüðünü, pedagojik yöntemlerini seçme özgürlüðünü baltalayýcý bir tutum 14 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ olduðu halde, ikinci örnekteki parti kýsýtlamasý gerekli bir davranýþ olur. Kimileri için sosyalizm bir dindir sözü, dinden sosyalizme geçiþin bir biçimidir, kimileri için de sosyalizmden dine bir dönüþümdür. Þimdi de Batýda din kiþisel bir sorundur savýnýn oportünist yorumuna yol açan koþullarý ele alalým. Kuþkusuz buna yol açan koþullar bir bütün içinde, iþçi sýnýfý hareketinin çýkarlarýný geçici çýkarlar adýna feda etmek gibi oportünist davranýþlarýn tümüne yol açmýþ olan koþullardýr. Proletaryanýn partisi devletin dini kiþisel bir sorun olarak belirlemesini ister, ancak halkýn afyonu niteliðindeki dini, dinsel batýl inançlara karþý savaþý kiþisel sorun olarak görmez. Oysa oportünistler sorunu saptýrarak, Sosyal Demokrat Partinin dini kiþisel bir sorun gibi yorumladýðý izlenimini uyandýrmaya çalýþýrlar. Din konusundaki konuþmayý tartýþýrken Dumadaki grubumuz tarafýndan açýklýða kavuþturulmamýþ olan bir baþka durum da, oportünist saptýrmalara ek olarak, Avrupa Sosyal Demokratlarýnýn din konusundaki bugünkü aþýrý kayýtsýzlýklarýna yol açan özel tarihsel koþullarýn da varlýðýdýr. Bu koþullar iki yönlüdür. Birincisi, dinle savaþmak görevi, tarihsel açýdan devrimci burjuvazinin görevidir ve Batýda burjuva demokrasisi, feodalizme ve orta çað düzenine karþý giriþtiði kendi devrimleri döneminde bu görevi büyük ölçüde yerine getirmiþ (ya da engellemiþtir). Gerek Fransa da, gerek Almanyada burjuvazinin dinle savaþma geleneði vardýr ve bu sosyalizmden (Ansiklopedistlerden ve Feuerbachtan) çok önce baþlamýþtýr. Rusyada ise, burjuva demokratik devrimimizin kendine özgü koþullarý nedeniyle, bu görev de hemen hemen tümüyle iþçi sýnýfýnýn omuzlarýna yüklenmiþtir. Ülkemizdeki küçük-burjuva demokrasisi (Narodnikler) bu konuda (Vekhide yazan Kara Yüz Kadetler veya Kadet Kara Yüzlerin sandýðý gibi) gereðinden fazlasýný deðil, Avrupada yapýlmýþ olanla karþýlaþtýrýldýðýnda yeterinden çok daha azýný yapmýþtýr. Öte yandan, burjuvazinin dinle savaþma geleneði, Avrupada bu savaþýn anarþistler (burjuvaziye þiddetle saldýrmalarýna karþýn, aslýnda burjuva dünya görüþünün yanýnda yer aldýklarý, Marksistler tarafýndan defalarca belirtilen anarþistler) tarafýndan saptýrýlmasýna yol açmýþtýr. 1880lerde Latin ülkelerinde anarþistler ve Blanqusitler, Almanyada (Dühringin öðrencisi olan) Most ve onu izleyenler, Avusturyada anarþistler, dine karþý savaþta devrimci söylevleri aþýrýlýða götürmüþlerdir. Þimdi ise Avrupalý Sosyal Demokratlarýn, anarþistlerle karþýlaþtýrýldýklarýnda, iþi öteki uca çekmelerine þaþmamak gerekir. Bunun nedeni anlaþýlabilir ve belirli ölçüde hoþ görülebilir. Fakat Rusyadaki Sosyal Demokratlarýn Batýnýn kendine özgü tarihsel koþullarýný akýldan çýkarmalarý doðru olmaz. Ýki yönlü olduðunu belirttiðimiz koþullarýn ikinci yönü de þudur: Batýda, ulusal burjuva devrimleri sona erdikten sonra, az çok dinsel Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 15 KURTULUÞ CEPHESÝ özgürlük saðlandýktan sonra, dine karþý demokratik savaþ yürütme sorunu, burjuva demokrasisinin sosyalizmle mücadelesi sýrasýnda öylesine geri plana itilmiþtir ki, burjuva hükümetleri kasýtlý olarak dine karþý sözüm ona liberal bir saldýrý örgütleyerek kitlelerin dikkatini sosyalizmden uzaða çekmeye çalýþmýþlardýr. Almanyadaki Kulturkampfýn ve Fransada burjuva cumhuriyetçilerin dine karþý mücadelesi bu tür olaylardýr. Burjuvazinin, iþçi sýnýfý kitlelerinin dikkatini sosyalizmden uzaklaþtýrmak amacýyla dine karþý giriþtiði mücadele, bugün Batýlý Sosyal Demokratlarýn din savaþýna kayýtsýz duruma gelmelerine yol açmýþtýr. Bu da kolayca açýklanýr ve anlaþýlýr bir olaydýr, çünkü Sosyal Demokratlar burjuva din karþýtlýðý ile Bismarckcý tutumun karþýsýnda din savaþýný sosyalizm mücadelesine baðýmlý kýlmak zorunda kalmýþlardýr. Rusyada ise koþullar oldukça baþkadýr. Proletarya bizim burjuva demokratik devrimimizin öncüsüdür. Bu nedenle, orta çaðýn tüm kalýntýlarýna ve bu arada eski resmi dine ve bunu canlandýrma, yeniden biçimlendirme yolundaki tüm giriþimlere karþý yürütülecek mücadeledeki ideolojik öncü de proletaryanýn partisi olmalýdýr. Bu yüzden, Engels dinin kiþisel bir sorun olduðunu devletin belirlemesi yerine, Sosyal Demokratlarýn ve partilerinin bu beyanda bulunmalarýndaki oportünizme çatarken oldukça ýlýmlý olmasýna karþýn, bu sapmanýn Rus oportünistleri tarafýndan ithaline yüz kat daha sert karþý çýkardý. Duma grubumuz, Duma kürsüsünden dinin halkýn afyonu olduðunu açýklamak ve böylelikle Rus Sosyal Demokratlarýnýn din konusundaki bütün sözlerine temel saðlamakla doðru davrandýlar. Ýþi daha ileri götürüp, ateizm tartýþmasýnýn ayrýntýlarýna inmeleri gerekir miydi? Gerektiði kanýsýnda deðiliz. Böyle bir tutum, proletaryanýn partisini din mücadelesini abartýyor durumuna düþürebilir, din konusunda burjuvazinin mücadelesi ile sosyalist mücadele arasýndaki ayrýmý gözden silebilirdi. Kara Yüz Dumasýndaki Sosyal Demokrat grubun ilk görevi baþarýyla yerine getirilmiþtir. Sosyal Demokratlarýn ikinci ve belki de onlar için en önemli görevi, yani kilisenin ve din adamlarýnýn iþçi sýnýfýna karþý açýlan savaþta Kara Yüz hükümetini ve burjuvaziyi destekleyerek aldýklarý sýnýfsal tavrý kitlelere açýklamak görevi de baþarýyla gerçekleþtirilmiþtir. Kuþkusuz bu konuda daha pek çok þey söylenebilir. Sosyal Demokratlar da bundan sonraki konuþmalarýnda yoldaþ Surkovun dediklerini nasýl geliþtireceklerini de bileceklerdir. Surkovun konuþmasý þimdiki haliyle de kusursuzdur ve bu konuþmayý bütün parti örgütlerinin yaymasý Partimizin kesin görevidir. Üçüncü görev, Alman oportünistlerinin sýk sýk saptýrdýklarý din kiþisel bir sorundur önerisinin doðru anlamýný ayrýntýlarýyla açýklamaktý. Ne yazýk ki, Yoldaþ Surkov bunu yapmadý. Bu konuda Duma gru- 16 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ bumuzun daha önceki çalýþmalarýnda yoldaþ Belousov tarafýndan bir yanlýþ yapýlmýþ ve bu yanlýþ o zaman Proletaryada yansýtýlmýþ olduðu için yoldaþ Surkovun bu konuya deðinmemiþ olmasý üzücüdür. Duma grubundaki konuþmalar göstermektedir ki, ateizm tartýþmasý, dinin kiþisel sorun olmasý isteðinin doðru yorumlanmasý zorunluluðunu ortaya çýkarmýþtýr. Bütün Duma grubunun yanlýþý için sadece yoldaþ Surkovu suçlayacak deðiliz. Üstelik, bu noktada sorunu yeterince açýklýða kavuþturmadýðýmýz ve Alman oportünistleri karþýsýnda Engelsin tutumunu Sosyal Demokratlara yeterince anlatamadýðýmýz için bütün Partinin suçlu olduðunu da itiraf etmek zorundayýz. Duma grubunda tartýþma göstermektedir ki, bu sorun üzerinde Marksýn öðretilerini hiçe saymak gibi bir tutum deðil, tamamen bir yanlýþ anlama söz konusudur ve bu yanlýþýn grubun bundan sonraki konuþmalarýnda düzeltileceðine inanýyoruz. Yoldaþ Surkovun konuþmasýnýn bütünüyle kusursuz olduðunu ve bütün örgütler tarafýndan yayýlmasý gerektiðini bir kere daha tekrarlýyoruz. Duma gurubu bu konuþmayý tartýþýrken Sosyal Demokrat olarak görevini yerine getirdiðini göstermiþtir. Grupla Partiyi daha yakýnlaþtýrmak, grubun zor koþullarda çalýþmalarýný Partiye aktarmak ve Parti ile Duma grubunun çalýþmalarý arasýnda ideolojik bütünlük saðlamak amacýyla, Duma grubundaki tartýþmalarýn parti yayýn organlarýna daha çok yansýtýlmasý dileðimizdir. V. Ý. Lenin Proletary, Sayý: 45 13 (26) Mayýs 1909 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 17 KURTULUÞ CEPHESÝ Ýslamcý Radikalizm: Þeriatçýlýk KURTULUÞ CEPHESÝ Sayý: 12, Mart 1993 Muammer Aksoy ve Bahriye Üçokun öldürülmelerinden iki yýl sonra, 24 Ocak 1993 günü Uður Mumcunun öldürülmesi, radikal islamcýlarý bir kez daha gündeme getirmiþtir. Müslüman bir ülkede salyangoz satýcýsýna benzeyen ve oligarþinin bir dizi operasyonlarýyla açýk ya da gizli örgütlülüklerini yitiren küçük-burjuva milliyetçi-devrimcilerinin bireysel aydýn düzeyinde kalmýþ son birkaç bireyinden bu üçünün öldürülmeleri, kaçýnýlmaz olarak islamiyet üzerine vaazlar vermekten çok, þeriatçýlýk üzerinde daha dikkatle durulmasýný gerektirmektedir. Turan Dursunun (faailleri þimdilik bulunmuþ olsa da) ayný þeriatçý kesimler tarafýndan öldürülmüþ olmasý, sorunun sadece milliyetçi-devrimci kesimin laiklik temelinde (kemalist-laikçiler) þeriatçýlarla girdikleri bireysel mücadelenin ürünü olmadýðýný göstermiþtir. Uzun yýllar önce, 1969da Ýmren Öktemin cenaze töreninden baþlayan þeriatçýlarýn küçük-burjuva aydýnlarýna yönelik saldýrýlarý, 22 Þubat 1970deki Kanlý Pazar olayý ile kitleselleþmesi ve ayný yýlýn sonunda devrimci Battal Mehetoðlunun Cuma namazýndan çýkan þeriatçýlar tarafýndan öldürülmesiyle geniþlemesi, 1975lerden itibaren MHP li faþist milislerin saldýrýlarýnýn yoðunlaþmasýyla uzun süre ülkemiz 18 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ solunun gündeminden çýkmýþtýr. 1980 sonrasýnda 12 Eylül generallerinin anti-komünist güç olarak þeriatçýlarý özel olarak güçlendirmesi, solda fazlaca önemsenmezken, kimi çevrelerin kemalist-laikçilerin islamcýlarla çatýþmasý olarak konuyu küçümsemesi de eklenince yýllar solda tam bir tarafsýzlýk yaratmýþtýr. Bu tarafsýzlýk, ulusal harekette din silahýnýn kullanýlmasý gerektiði þeklindeki pragmatik anlayýþla birleþerek ve de Ýran devriminin anti-empreyalizmi ile beslenerek yalýn bir taraflýlýk görünümü bile vermeye yönelmiþtir. Böylece herþey birbirine karýþmýþ, kimin ne yapacaðýnýn bilinmediði, dolayýsýyla her kafadan bir sesin çýktýðý bir politik-ideolojik belirsizlik solda egemen olmuþtur. Muammer Aksoy, Bahriye Üçok ve son olarak da Uður Mumcunun þeriatçýlar tarafýndan öldürülmesi karþýsýnda, doðrudan sol örgütlerin açýk unsurlarýný ya da kendine Marksist diyen küçükburjuva aydýnlarýný hedeflemediði için sessiz kalýnmasý, þeriatçýlýðýn devrim mücadelesinde ve devrimci iktidar koþullarýnda bir sorun olmayacaðý kanýsýnýn yeni yetiþen devrimci kuþakta yaygýnlaþmasýna neden olacaðý ve hatta olduðu bile düþünülmez oldu. Oysa gerek 12 Eylül öncesi faþist milis saldýrýlar, gerekse 196570 arasýndaki þeriatçý saldýrýlar bu tür sol-Marksist bireylere kolay kolay yönelememiþtir. Bedrettin Çömert, Prof. Bedri Karafakioðlu, Prof. Cavit Orhan Tütengil, Orhan Yavuz gibi bireylere yönelebilen, CHP milletvekili öldürebilen, Abdi Ýpekçiyi MÝT iþbirliði ile vuran faþist milisler soldaki örgütlerin unsurlarýna ayný saldýrýyý yöneltememiþlerdir. Çünkü buralara yönelik saldýrýlar, hem teknik olarak olanaksýzdý, hem de istenilen amaca ulaþmaya hizmet etmeyecekti. Bu durumda bir bütün olarak sol, bu cinayetler karþýsýnda belli bir ortak tavýr geliþtirememiþtir. Her zaman bu bireylerin devrimci mücadeleyle olan iliþkisi, devrimci örgütlerle olan yakýnlýðý gözetilmiþtir. Ama hiçbir zaman devrimin demokratik niteliði hesaba katýlmamýþtýr. Gene de her koþulda bu cinayetler toplumu her yönden etkilemiþtir. 12 Eylül sonrasýnda, bu tarihsel zemin üzerinde baþlayan antikemalist moda, Ýranýn Amerikan emperyalizmi ile olan çatýþmasýnýn etkisiyle birleþerek hoþgörü havasýnýn yayýlmasýna neden olmuþtur. Oysa, ülkemiz solunda, gerek ülkemiz devriminin demokratik niteliði, gerekse Ýranýn anti-Amerikancý tutumunun feodalite ile olan iliþkisi yer yer ortaya konulmuþtur. Devrimimizin demokratik niteliði, ayný zamanda devrimci iktidarýn laik olmasýný zorunlu kýlar. Öte yandan Marksist-Leninistler için, din, egemen sýnýflarýn halk kitlelerini uyutmak için kullandýðý bir afyon olduðu tartýþma götürmez gerçeklerdir. Ama ülkemiz solunda bunlar sadece laftýr! Nüfusunun %99u müslüman olan bir ülkede diye baþlayan Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 19 KURTULUÞ CEPHESÝ konuþmalar, devrimci propagandada din konusunun tali kýlýnmasýný gerektirdiði, kitleye tanrý yoktur, din afyondur diye gitmenin çocukluk olduðu, kitleleri devrimcilerden uzaklaþtýrdýðý vb. sözlerle yýllar boyu devam etmiþtir. Sonunda birilerinin Latin-Amerikanýn gerilla papazlarýna özenerek gerilla imamlar için özel örgütler kurmaya ve bunun için özel teoriler geliþtirmeye yönelmesi hiç de þaþýrtýcý olmamaktadýr.* Bugün ülkemizdeki þeriatçýlar açýkça laikliðe karþýdýrlar ve bunu her fýrsatta açýklamaktadýrlar. Üstelik laiklik konusunda kemalist olan ya da olmayan ayrýmý yapmamaktadýrlar. Laikliðin, Avrupada burjuva devrimleriyle birlikte, feodal toplumun temel iktidar odaklarýndan birisi olan kiliseyi iktidardan uzaklaþtýrma mücadelesinde ortaya çýkmýþ bir belirleme olmasý gerçeði, ayný zamanda dinsel örgütlenmelerin (ister þeriatçý müslümanlar olsun, isterse klaerist hiristiyanlar olsun) anti-laissizmin iktidar olma amacýný ifade ettiði tarihsel temelde ortaya koymaktadýr. Dinsel bir ideoloji olarak þeriatçýlýk, ülkemizde oligarþinin biçimsel laikliði koþullarýnda gerçek karþýtýný Marksizm-Leninizmde bulmasý son derece doðaldýr. Bu yüzden her Marksist, er ya da geç þeriatçýlarla bir mücadeleye girmeksizin iktidarýn ele geçirilemeyeceðini ya da geçirildiði koþullarda bu mücadelenin kaçýnýlmaz olacaðýný hesaba katmak zorundadýr. (Tabi sözümüz Marksist-Leninistleredir. Kendini solcu zannedip, radikal müslümanlarla solun ittifak kurmasýný saðlamaya çalýþmýþ M. Belge, Ýskender Savaþýr gibilerine deðil.) Gene de bunlar tek baþýna ülkemizdeki þeriatçýlýðýn bütün boyutlarýný ortaya koymaya yeterli deðildir. Anadolu hareketi ile hilafetin ortadan kaldýrýlmasýndan 1979 yýlýna kadar þeriatçýlýk kendisini kýsmi ayaklanmalarla ortaya koymakla birlikte ki en önemlisi Suriyedeki Hama ayaklanmasýdýr hiçbir dönemde iktidarý ele geçirememiþtir. Ýranda mollalarýn iktidara gelmeleri bu nedenle þeriatçý kesimler açýsýndan bir dönüm noktasý olarak ortaya çýkmýþtýr.Radikal müslümanlar ya da radikal islamcýlar olarak Batý basýn-yayýn organlarýnca tanýmlanan Ýrandaki molla rejimi bugüne kadar düzenin gözeneklerinde yaþayan ve egemen sýnýflar ile emperyalizmin icazetiyle faaliyet gösteren þeriatçýlara * Bunlar içinde en ilginci, müslümanlarý kazanmak amacýyla olsa gerek, Türklerin Orta-Asyadan Anadoluya gelmelerinden sonra ilerici islamiyetin Türkler tarafýndan nasýl gericileþtirildiði üzerine yapýlan teoridir. Türklere yönelik milliyetçi-ulusal bir hareketin Türk düþmanlýðý yapmasý son derece doðaldýr. Son Bosna-Hersek olayýnda Sýrplar hemen hemen benzer gerekçeler ileri sürmektedir, tek farkla, bu kez düþman müslümanlardýr. Ama bunu sol adýna ileri sürmek ve Ýslam radikalizmi adý altýnda þeriatçýlýðýn kendi devletine sahip olarak faaliyet yürüttüðü bir dönemde özel bir teori haline getirmek çok daha tehlikelidir. Bu konuda III. Enternasyonalin tartýþma ve kararlarý yeterince bilgi vericidir. 20 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ hem bir itme vermiþ, hem de bölünmelere neden olmuþtur. Yukarda ifade ettiðimiz gibi, düzenin gözenekleri arasýnda yaþamasýna izin verilen þeriatçýlar, ayný zamanda anti-komünist faaliyetlerdeki deðerli katkýlarýndan dolayý düzen tarafýndan sürekli kollanýrken, günümüzde baþlý baþýna bir iktidar alternatifi durumuna yönelmiþlerdir. Özellikle geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde halkýn düzene karþý tepkilerinin pasifize edilmesinde ek fonksiyonlar üstlenmiþ þeriatçýlýðýn iktidara yönelik hareketinin ortaya çýkmasý, ayný zamanda devrimci hareketin bir alternatifi olarak faaliyet göstermesini getirmiþtir. Düne kadar düzen içinde, düzenin devrimlere karþý korunmasýnýn ek gücü olan bu kesimlerin bu yeni yönelimi, ister istemez eski tarzda faaliyetlerinin deðiþmesini getirmiþtir. Son dönemde baþta Refah Partisi olmak üzere tüm þeriatçý kesimlerin radikal söylem içine girmeleri ve çokluk devrimci hareketin düzene yönelik eleþtirilerini seslendirmeleri bu yönelimin ürünüdür. Kitlelerin devrimci mücadelelerde giderek yýprandýðý, askeri darbelerle kesintiye uðratýldýðý ve iþkencelere maruz kaldýðý ülkelerde düzen tarafýndan kollanan bir radikal muhalefetin etkisini geniþletmesi kaçýnýlmaz olmaktadýr. Burada ister radikal olsun, isterse ýlýmlý olsun þeriatçý hareketin üç özelliðinin altý çizilmek zorundadýr. Birinci özelliði, bu hareketin demokratik ve sosyalist devrime karþý olmasýdýr. Bu, þeriatçýlýðýn kendi öznel ideolojik yaratýmý deðil, hareketin kendi sýnýfsal niteliðinden kaynaklanan bir niteliktir. Ýrandaki molla rejiminin sýnýfsal niteliðinin net biçimde ortaya koyduðu gibi, bu hareket, müslümanlýðýn varolduðu ülkelerde biçimlenmiþ feodal tüccar kesimlerin iktidar hareketidir. Bu kesimler, tarihsel olarak kapitalizm tarafýndan tasfiye edilmek durumundadýr. Ancak emperyalist aþamada, gerek burjuvazinin devrimci niteliðini yitirmesi, gerekse emperyalizmin sömürge ve yarý-sömürge ülkelere ilk giriþinde yerli egemen sýnýflarýn tümüyle ittifak kurmasý sonucu devrimci tarzda tasfiye edilememiþtir. Bu ülkelerde burjuvazi kendi devrimini yapacak durumda deðildir ve bu görev proletaryanýn öncülüðünde gerçekleþtirilecek demokratik halk devriminin kapsamýna girmiþtir. Ýkinci özelliði, temsil ettiði sýnýfýn karakteri gereðince, her zaman burjuvazi ile uzlaþabilmesidir. Günümüz baðlamýnda söylersek, þeriatçý hareket sýnýfsal niteliði gereði, emperyalizm ve oligarþi ile uzlaþma özelliðine sahiptir. Bu kesimlerin uyum-çatýþma diyalektiði içindeki hareketi, ayný zamanda onlarýn emperyalizm ve oligarþinin çýkarlarýyla olan baðýmlýlýðýna dayanýr. Dolayýsýyla oligarþinin tüm siyasal iliþkileri içinde yer alabilme durumundadýr. Son dönemde Hizbullah olarak faaliyet gösteren þeriatçý kesimin kontra-gerilla ile sözel baðlantýsý ne kadar muðlaksa, temsil edilen sýnýfýn oligarþi ile uyumu o denli nesneldir. Üçüncü özelliði, ümmet temelinde her türden sýnýfsal ve Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 21 KURTULUÞ CEPHESÝ ulusal farklýlýðý yadsýmasý ve bu farklýlýk temelinde yürütülen faaliyetlere karþý olmasýdýr. Hizbullah hareketi, radikal islamcýlarýn, yani her çeþidinden þeriatçýlarýn emperyalizm ve oligarþi ile uzlaþma ve onlarla birlikte hareket etme özelliklerini açýk biçimde Kürt ulusal hareketi baðlamýnda göstermektedirler. Hizbullahçýlarýn Kürt ulusal sorununda ortaya çýkýþý tek boyutlu deðildir. Hizbullahçýlarýn karþý hareketi, yukarda belirttiðimiz gibi, sýnýfsal niteliði gereði oligarþik devlet güçlerinin hareketi ile uyum içindedir. Bu nedenle bunlarýn doðrudan oligarþi tarafýndan, onun gizli örgütleri aracýlýðýyla örgütlenmesi gerekmemiþtir. Ayrýca yýllar boyu devletin özel kollamasý altýnda yaþamlarýný sürdürmüþ þeriatçý kesimlerin devletle iþbirliði yapmalarý yeni deðildir. Baþta da belirttiðimiz gibi 1970 yýlýnda bu kesimlerin devrimci kitleye ve devrimcilere yönelik saldýrýlarý en üst boyutlara ulaþabilmiþtir. Tüm bu saldýrýlarda polisin nasýl açýktan onlara destek verdiði herkes tarafýndan bilinmektedir. Ama gene ayný dönemde, ayný þeriatçý kesimler kendilerini devletle özdeþleþtiren küçük-burjuva aydýn kesime de saldýrmaktan geri durmamýþlardýr. Anayasa Mahkemesi Baþkaný Ýmren Öktemin cenaze töreninde meydana gelen olay, günümüzdeki silahlý saldýrýlarýn bir parçasý durumundadýr. Bu yüzden Hizbullahçýlarýn özellikle PKKlýlara yönelik eylemleri, bu kesimin sýnýfsal niteliði ve tarihsel evrimi bir yana býrakýlarak tanýmlanamaz. Ayný þekilde Hizbullahçýlarýn devletle iliþkisini, devletin bir iþi, becerisi gibi göstererek ifade etmek, bu hareketin amaçlarýný küçümsemek, hatta görmezlikten gelmek demektir. Hizbullah hareketi, genel olarak dinsel ideolojiyi kendisine dayanak yapan feodal tüccar-esnaf kesiminin Kürdistanda oligarþinin olasý bir otorite boþluðu koþullarýnda kendi iktidarlarýný kurmalarý yönündeki tutumunun bir yansýmasýdýr. Ayrýca 1987-89 yýllarýnda Mardin, Cizre, Þýrnak, Batman vb. yerlerde gerçekleþtirilen kepenk kapatma eylemlerinde, ayný kesimlerin PKK ile birlikte hareket ettikleri unutulmamalýdýr.* Sözün özü, Hizbullah hareketinin ülkemizde kendini dýþa vurduðu gibi, þeriatçýlýk mevcut düzenin olduðu gibi korunmasýndan yana bir geri sýnýf hareketidir; dolayýsýyla emperyalizmin her dönem* Olayýn ilginç boyutlarýndan birisi de Hizbullahçýlarýn kendilerini kitlelere maðdur gibi göstermeye özel önem vermiþ olmalarýdýr. 1990 yýlýnda Hizbullahçý birinin PKK tarafýndan öldürülmesi üzerine yayýnladýklarý bildiride, PKKdan kardeþ olarak söz etmeye özen gösterirken, PKKnýn kendilerine yönelik saldýrýlarý durdurmasýný, aksi halde karþýlýk verecekleri tehdidinde bulunmuþlardýr. Dergilerinde bu bildiriyi yayýnlarken, ayný zamanda sola iþbirliði çaðrýlarý yapýyorlardý ve buna tek yanýt veren Ý. Savaþýr, M. Belge gibi hikmeti kendinden menkul kiþiler olmuþtur. Tabi PKKnin yurtsever din adamlarý örgütü kurmaya yönelmesi bir yanýt olarak ele alýnmazsa. 22 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ de devrimci mücadeleye karþý kullanabileceði ve kullandýðý bir güçtür. 12 Eylül öncesinde açýkça görüldüðü gibi, MHPli faþist milislerin devletle iliþkisi ile Hizbullahçýlarýn devletle iliþkisi bir ve aynýdýr. Hizbullahçýlar açýsýndan da olsa, bu kesimlerin devletle iliþkilerini irdelediðimizde karþýmýza her zaman çýkan temel olgu, ister siyasal partiler aracýlýðýyla olsun, isterse doðrudan devlet aygýtýnýn kendi iç mekanizmalarý aracýlýðýyla olsun, mevcut düzenin korunmasýdýr. Sadece Hizbullahýn Batman bölgesinde örgütlenmesinin onlarca yýllýk bir faaliyetin ürünü olduðu bilinmektedir. 1978 Aralýk ayýnda meydana gelen Maraþ Katliamý arifesine kadar Maraþ Vali vekili olan Abdülkadir Aksunun, ayný zamanda Özal Hükümetinde Ýçiþleri Bakaný olmasý sýradan bir olay deðildir. Keza Abdülkadir Aksunun Batmanlý olmasý da sadece tesadüf olarak açýklanamaz. Öte yandan I. ve II. MC iktidarlarýnda MSPnin Ýçiþleri Bakanlýðýný üstlenmiþ olmasý da raslantý ya da koalisyon pazarlýðýnýn bir sonucu deðildir. Ve gene tüm bu süreçte þeriatçýlar ile faþistlerin sürekli iþbirliði yapmalarý da diðer önemli bir olgudur. 1991 Ekim seçimlerinde RP ile MÇPnin Kutsal Ýttifak olarak seçime katýlmalarý bu kesimler arasýndaki iliþkilerin bir sonucudur. 1970lerde þeriatçý kesimlerin tabanýndan MHPye yönelik kaymalar, 1980 sonrasýnda ters yönde geliþmiþtir. Bu da iki kesimin iliþkilerinin sadece ortak hareket etme ile sýnýrlý olmayýp, ayný zamanda kadrosal açýdan da birbirlerine yakýn olduðunu gösterir. Görüldüðü gibi, olaylarýn geliþimi uzun bir döneme yayýlmakta ve bir bütün olarak þeriatçýlýk faaliyetleri olarak birleþmektedir. Bunlarýn kendi içinde deðiþik guruplara ayrýlmalarý ve deðiþik tarikatlar ya da örgütler olarak farklýlaþmalarý, olayýn bütünsel bir þeriatçýlýk olayý olmasýný ortadan kaldýrmamaktadýr. Bu yüzden þeriatçýlýðý sadece Hizbullah olarak deðerlendirmek, dinsel ideolojinin sýnýfsal niteliðini (feodal) ve Ýslami tarikatlarýn çeþitliliðini unutmak demektir. Ýster adý tarikat olsun, isterse hizip (parti) olsun, tüm dinsel hareket örgütlenmeleri siyasal niteliktedir. Bu siyasal nitelik þeriatçýlýðýn özünü oluþturan din devleti olmasýndan gelmektedir. Dinin devletini kurma hareketi olarak günümüzde faaliyet gösteren deðiþik þeriatçý güçleri, tarihsel olarak Ýslamiyetin kuruluþundan beri var olan iç iktidar savaþlarýnýn bir özetidir. Sünnilere karþý Þiilerin hareketi ve tersi, sonal olarak iktidar mücadelesinden baþka birþey deðildir. Yeri gelmiþken belirtelim, sünni-alevi çatýþmasý kimilerinin savladýðý gibi, köken olarak ezen ile ezilen ya da zenginler ile yoksullarýn tarihsel mücadelesi deðildir. Þiilerin devlet iktidarlarýndan uzaklaþtýrýlmýþ olmalarý, devletin tüm ekonomik, toplumsal ve kültürel yaþamý belirlediði bir toplumda, tarihsel olarak bu kesimlerin her türlü zenginlikten dýþlanmalarý sonucunu getirmiþtir. Dolayý- Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 23 KURTULUÞ CEPHESÝ sýyla zaman içinde Þii hareketi mevcut toplumsal yapýnýn en altýnda yer alan topluluðun hareketi haline dönüþmüþtür. Salt bu dönüþüme bakarak Þiiliðin ilericiliðine atýf yapmak dinsel ideolojilerin gerici niteliðini görmemekten öte, tasfiye olan sömürücü sýnýflarýn çýkarlarýna alet olmak demektir. Bugün ülkemizde Þii hareketini artan oranda devlet denetimine ve icazetine baðlama çabalarýnýn yoðunlaþmýþ olmasý, bu hareketin kendi sýnýfsal temeline oturtulmasýndan baþka bir þey deðildir. Bir hareketin kitle gücünün sýnýfsal niteliðine bakarak, hareketin temsil ettiði sýnýfsal çýkarý belirlemek diyalektik materyalizme aykýrý olduðu her türlü tartýþmanýn dýþýndadýr. Diyebiliz ki, ülkemiz gerçekliðinde, þeriatçý hareketin tarihsel zeminini ve uzun yýllar süren faaliyetlerini bir yana býrakarak ve bu hareketin siyasal niteliðini gözardý edilerek yapýlacak her deðerlendirme ve tavýr, devrimci kitle hareketini þeriatçýlýða karþý silahsýzlandýrmakla eþ deðerdedir. Son Batman olaylarýnýn ve Hizbullahýn PKK kitlesine yönelik katliamlarýn gösterdiði gerçek, bu hareketlerin düzen içinde ve düzen tarafýndan desteklenerek düzene karþý her türden harekete ve kitleye yönelik bir güç olduðudur. Bu gücün karþýsýna dinsel deðerlere sahiplenerek çýkmanýn, devrimci mücadeleyi din silahýný kullanmayý becerememekle itham etmenin sözde söylendiði kadar kolay olmadýðýný günümüzde somut yaþam açýkça göstermektedir. Ama þeriatçýlýða karþý takýnýlacak tutum, hiçbir biçimde 1970lerin MHPli faþist milislere takýnýlanla karýþtýrýlmamalýdýr. Her ne kadar MHP de faaliyetlerinde dinsel motifleri, özellikle de devrimcilerin dinsizliðini kullanmýþsa da, temeldeki ýrkçý-milliyetçilik belirleyicidir ve sýnýfsal olarak tekelleþememiþ burjuvazinin çýkarlarýna hizmet etmektedir. Þeriatçýlar ise, asýl olarak kapitalizmin yukardan aþaðýya doðru geliþtirilmesiyle tasfiye olan ve mülksüzleþen feodal-sömürücü sýnýflarýn çýkarlarýna hizmet etmektedir. Ancak kitlesel olarak emperyalist üretim iliþkilerinin geliþmesine paralel olarak yoksullaþan ve giderek de proleterleþmek durumunda bulunan köylülüðe dayanmaktadýr. MHP ile ortak bir kitle olmakla birlikte, bu kesimlerin eski günlerine duyduklarý özlemi ancak þeriatçýlar karþýlayabilmektedir. Ýrandaki molla iktidarýnýn gösterdiði gibi, eski düzenin yýkýlmaya yöneldiði koþullarda, yeniyi temsil eden devrimci güçlerin ister etkisizleþtirilmelerinden olsun, isterse kitlelerin devrim mücadelesinde yýpranmýþ olmalarýndan olsun yeniyi yaratamadýklarý ya da kitlelerin bu umudu yitirdikleri koþullarda, eskinin yeni biçimde ortaya konulmasý þeriatçý kesimleri iktidar alternatifi haline getirebilmektedir. Bu durum 12 Eylül sonrasýnda sol kitle içinde dinsel eðilimlerin bir süre için olsa bile geliþmiþ olmasýyla belirginlik kazanmýþtýr. 12 Eylül öncesinin pek çok Kürt örgütü yönetici ve kadrosunun, 12 Eylül sonrasýnda çeþitli tarikatlara yönelmeleri de diðer bir olgudur. 24 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ Bugün, bir bütün olarak devrimci mücadele þeriatçýlýk sorunuyla yüzyüzedir. Bu sorun karþýsýnda takýnýlacak tavýr kesinkes sýnýfsal olmak zorundadýr. Diðer yandan þeriatçýlýðýn geliþiminde yeniyi temsil eden güçlerin, kitlelerin yýpranmýþlýðý koþullarýný, daha tam deyiþle, kitlelerin yeninin yaratýlmasý sürecindeki dayanýklýlýðýnýn sýnýrlarý aþýldýðý yeri gözden kaçýrmamalýdýr. Bu yer ne denli psikolojik olursa, o denli kolay aþýlabilir. Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 25 KURTULUÞ CEPHESÝ Paranýn Dini CEPHE Sayý: 1991/1 1980 yýlýnýn 24 Ocak günü ilan edilen yeni ekonomik kararlar sonrasýnda gerçekleþen 12 Eylül askeri darbesiyle, zenginlerin daha da zenginleþtiði yeni bir dönem baþlamýþtýr. Bu dönemde, iþbirlikçitekelci burjuvazinin önde gelen isimlerinden Sabancýlar'ýn, Koç'larýn kârlarýný birkaç misline çýkardýklarý, artýk bir sýr deðildir. Bu durum, günlük gazetelerde sýk sýk yer almaktadýr. Ancak ayný yerlerde pek adýndan bahsedilmeyen, kimi zaman sadece piyasadaki ürünlerinin adýyla tanýnan pek çok þirket sahibi de kârlarýný birkaç misline çýkarmýþlardýr. 24 Ocak Kararlarýyla, ülkemizde sömürüyü yoðunlaþtýran ve sömürücü sýnýflar arasýnda belli bir düzenlemeye giden emperyalizm, bu giriþimleri sýrasýnda, kimi orta sermaye sahiplerini iflaslarla karþý karþýya býrakmýþtýr. Özellikle büyük tekelci þirketlerin faaliyette bulunduðu alanlarda küçük ve orta ölçekli iþletmelerin iflaslarý, istenilen bir durum olarak 24 Ocak Kararlarý'nda öngörülmüþtür. Ancak, emperyalist tekellerin ve onlarýn yerli iþbirlikçilerinin faaliyette bulunmadýðý ya da sýnýrlý oranda faaliyet gösterdikleri alanlarda farklý geliþmeler olmuþtur. Bankalarý denetimlerinde tutan iþbirlikçi-tekelci burjuvazi, bu yolla, kimi sermeye sahiplerini kendi disiplini altýnda tutarken, kimi- 26 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ lerini tasfiye edebilmektedir. Ama 1980 dünya kapitalist ekonomisinin buhraný koþullarýnda, kimi burjuvalarýn kendi finansmanlarýný kendilerinin bulmalarý teþvik edilmiþ, yer yer bu giriþimler karþýsýnda sessiz kalmayý yeðlemiþler ve hatta zaman zaman bunlarý el altýndan desteklemiþlerdir. Ülkemizde emperyalizme baðýmlý, çarpýk bir kapitalizmin egemen olmasý karþýsýnda sürekli olarak gerileyen ve giderek mülksüzleþen küçük ve orta-sermaye sahiplerinin bir kýsmý, tekelci burjuvazinin sýradan bir acentasý, daðýtýcýsý ya da bayisi haline gelirken; diðer bir kýsmý, faaliyette bulunduklarý alanlarýn tekelci burjuvazinin faaliyet alaný olmamasýndan yararlanarak, kendilerini bu alanda tekelleþtirmeye çalýþmýþlardýr. Bunlarýn iþbirlikçi-tekelci burjuvaziyle olan çeliþkileri, son tahlilde, tekelleþememelerinden kaynaklanmaktadýr ve dolayýsýyla siyasal iktidar üzerindeki etkinliklerinin azalmasýyla keskinleþmektedir. 1980 öncesinin tekelleþememiþ sermaye çevreleri, emperyalizme baðýmlý olarak geliþen tekelci burjuvazi karþýsýnda, güçlerini korumak için, politik alanda etkinlik kurmaya çalýþýyorlardý. Özellikle Milli Selamet Partisi (MSP) çevresinde yürütülen siyasal faaliyetler, koalisyon hükümetlerinde yer alarak, bu kesimlerin belli oranda devlet olanaklarýndan yararlanmalarýný saðlamýþtýr. MSP'nin, MC hükümetlerinde yer almasý ve bu hükümetlerde, özellikle Sanayi ve Teknoloji Bakanlýðýný elinde bulundurmasý, bu kesimlerin çýkarlarýnýn bir ifadesidir. Erbakan'ýn sürekli olarak sözünü ettiði milli sanayi demagojisinin arkasýnda yatan temel çýkar, bu tekelleþememiþ sermayenin çýkarýdýr. Milli Selamet Partisi, 12 Mart 1971 dönemi sonrasýnda tekelci burjuvazinin siyasal alandaki egemenliðine bir tepki olarak kurulmuþtur. Anti-tekelci ve anti-faizci tutumu, aslýnda, tekellere ve faize karþý olduðundan deðil, temsil ettiði orta-sermaye kesimlerinin iþbirlikçitekelci burjuvaziye mali yönden baðýmlý olmasýndan dolayýdýr. Parasal kaynaklarý elinde tutan tekelci burjuvazinin, istediði kesimleri yüksek faizlerle iflas ettirebilme gücüne sahip olmasý, ayný zamanda, MSP'nin aðzýndan anti-faizci bir slogan ortaya atýlmasýný getirmektedir. Bu orta-sermaye kesimleri, güçlenebilmek için düþük faizli kredilere gereksinme duymaktadýr. Politik bir silah olarak din ile birlikte, köylülüðün geliþen emperyalist-kapitalist üretim iliþkileri karþýsýnda yoksullaþmalarýnýn getirdiði tepkileri, tekelleþememiþ burjuvazinin çýkarlarýnýn gerçekleþtirilmesi için kitlesel bir güç olarak kullanmaktadýr. Bu durum sadece ülkemize özgü deðildir. Tüm geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde, yukardan aþaðýya geliþen kapitalizm, hemen hemen benzer durumlar ortaya çýkarmaktadýr. Emperyalizmin ülkelere ilk girdigi sýrada, egemen sýnýf olan toprak aðalarý ve tefeci tüccar ke- Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 27 KURTULUÞ CEPHESÝ simleri, zaman içinde iþbirlikçi-burjuvazinin geliþmesine ve güçlenmesine paralel olarak zayýflamakta ve siyasal iktidarý yitirmektedir. Kapitalizmin geliþmesi, bir yandan bu kesimleri ekonomik ve siyasal olarak zayýflatýrken, diðer yandan köylüleri hýzla yoksullaþtýrmaktadýr. Ýlk dönemde, yukardan aþaðýya geliþen kapýtalizmin yeni tüketim mallarý karþýsýnda eski egemen sýnýflardan kopan köylülük, tekelci burjuvazinin etkinliðine girmektedir. Ülkemizde 1950-60 döneminde DP'nin yükseliþinin arkasýnda bu durum yatmaktadýr. Ancak geliþen çarpýk kapitalizm, kentlerde ve kýrlarda, küçükburjuvaziyi mülksüzleþtirirken, diðer yandan orta ve küçük tüccar kesimlerini de iflaslarla tasfiye etmektedir. Bunun sonucunda, kitlelerin, emperyalizme ve iþbirlikçi burjuvaziye karþý tepkileri yoðunlaþmaktadýr. Bu partiler, düzen içi partiler yoluyla iþbirlikçi-burjuvaziye yedeklendikleri sürece, tepkiler pasifize edilebilmektedir. Ülkemizde küçük-burjuvazinin siyasal alanda kendisini sosyal-demokrat bir parti ile ifade edebildiði koþullarda, bu tepkiler yön deðiþtirebilmektedir. Yýllar içinde, emperyalizme baðýmlý olarak kapitalizmin geliþmesiyle sürekli olarak mülksüzleþen kesimlere, orta ve küçük-sermaye kesimlerinin de eklenmesiyle, iþbirlikçi-burjuvaziye karþý olan tepkiler yoðunlaþmaktadýr. Ýþte bu son kesimler, din aracýný kullanarak sürekli eski konumlarýný yitiren kitleleri kendi çýkarlarý etrafýnda siyasallaþtýrmak peþindedirler. Eski günlerin çaðrýþtýrýcýsý olan din, böylece siyasal bir güç saðlamanýn bir aracý olmaktadýr. Özellikle sürekli olarak yoksullaþan köylüler, burada hedef kitle durumundadýr. 12 Eylül askeri yönetimi koþullarýnda, tekelci burjuvazinin yeni tasfiyelere yönelmesi ve giderek oligarþi içinde tekliðe doðru bir politika izlemesi karþýsýnda, bir dönem için politik iliþkileri kullanarak kendisini koruyabilen tekelleþememiþ burjuva kesimlerin tepkileri yeniden yoðunlaþmýþtýr. Ancak, ülkemizde sürdürülen devrimci mücadele karþýsýnda, iþbirlikçi-tekelci burjuvaziyle birlikte ayný kaderi paylaþmak durumunda olan bu kesimler, belli oranda oligarþiyle uzlaþmaya varmýþlardýr. (Bu uzlaþmanýn ilk ürünü, Korkut Özal'ýn cezaevinden çýkartýlmasý olmuþtur.) Komünizme karþý din sloganýyla kendisini devlet politikasý olarak dýþa vuran bu uzlaþma, 12 Eylül sonrasýnda her düzeyde dinsel faaliyetin, özellikle tarikat faaliyetlerinin artmasýnýn temel nedeni olmuþtur. Bu uzlaþma, ayný zamanda, bu kesimlerin yeni finans kaynaklarý bulmak için gerekli yasalarýn, askeri cunta tarafýndan çýkartýlmasýný da getirmiþtir. Ýþte bu yasalarýn en önemlisi, Suudi Arabistan sermayesinin, ülkede kendine özgü bir bankacýlýk sistemi kurmasýný saðlayan yasalar olmuþtur. Kendini faizsiz banka olarak tanýtan Finans Faysal bunun ilk somut örneði olmuþtur. 28 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ Özellikle Nakþibent tarikatý mensubu olan sermaye çevrelerinin 1980 sonrasýndaki geliþmeleri, bu bakýmdan özel bir yere sahiptir. K. Özal'ýn þahsýnda güncelleþen iliþkiler, oldukça geniþ bir að oluþturmaktadýr. Bu konuda tekelleþememiþ sermaye çevreleri için ve rilebilecek en tipik örnek ÜLKER ÞÝRKETLER GRUBU'dur. Kýrým göçmeni olan baba Ülker, gerçek adýyla Ýslam Berksan, küçük çapta baþladýðý iþlerini giderek geliþtirmiþ, ancak hiçbir zaman orta boy iþletme olmaktan öteye geçememiþtir. Hacýbey olarak iþ piyasasýnda tanýnan baba Ýslam'ýn ölümünden sonra soyadlarýný mahkeme kararýyla deðiþtiren oðullarý Asým ve Sabri Ülker'ler, kurduklarý deðiþik iliþkilerle þirketlerini geliþtirmiþlerdir. Ülker Gýda Sanayi'nin baþýnda bulunan Sabri Ülker, bisküvi alanýndaki faaliyetlerini, 24 Ocak Kararlarý'ndan sonra ihracata yönelterek elde ettiði teþviklerle geliþtirmiþ; özellikle Libya ve Kuveyt'e yönelen dýþ satýþlar ve alýnan vergi iadeleriyle bir dizi yeni þirket kurmuþtur. Sabri Ülker'in yönetiminde, Birlik Pazarlama, Ülker Beynelmilel Nakliyat, Formamak Ambalaj Maddeleri, Topkapý Makine, Polinas Plastik Sanayi, Bomsaþ Mukavva ve Ýstanbul Dýþ Ticaret Þirketleriyle bir topluluk, yani bir holding haline gelmiþtir. Görüldüðü gibi, Ülker'lerin faaliyetlerini geniþlettikleri alanlar, Tümüyle ana þirket olan Ülker Gýda Sanayi'yle ilgilidir. Oluþturulan pazarlama þirketi ile ülke içinde kendi daðýtýmýný yapabilmektedir. Bu yolla, çeþitli aracý kuruluþlarý, ya ortadan kaldýrmakta, ya da kendine baðlamaktadýr. Dýþ ticaret þirketi aracýlýðýyla, tekelci-ticaret burjuvazisine olan baðýmlýlýðýný azaltmaya çalýþýlýrken, nakliyat þirketi aracýlýðýyla iç ticarat burjuvazisi karþýsýnda da ayný konumu elde etmektedir. Topkapý Makine þirketiyle, bisküvi fabrikalarýnýn gereksindiði makineleri ithal etmekte ve kýsmen de kendisi üretmektedir. (Bu gibi durumlarda, çeþitli devlet teþviklerinden yararlanmaktadýrlar ve öte yandan imalat sanayinde tekel oluþturan iþbirlikçi-burjuvazi karþýsýnda görece avantaj saðlamaktadýrlar.) Bisküvi ve diðer ürünlerin paketlenmesinde kullanýlan plastik torbalar, Polisan Plastik Sanayi aracýlýðýyla saðlamak amaçlanýrken, ürünlerin büyük ambalajlamasýnda kullanýlan mukavva kutular, Bomsaþ Mukavva þirketiyle saðlanmaktadýr. Tüm bu faaliyetleriyle Ülker'ler, toplam 5.000 iþçi çalýþtýran bir gýda tekeli olmaya yönelmiþtir. Buna benzer tarzda, asýl olarak, iþbirlikçi-tekelci burjuvazinin 1971 yýlýndan itibaren sistemli olarak uyguladýðý, kendi daðýtým þebekesini kurmasý ve kendi aramallarýný kendisinin ithal etmesi þeklinde Anadolu tüccarlarýna karþý hareketi söz konusu olmuþtur. Demirel'in þahsýnda DYP ile baðlantý içinde bulunmalarýnýn, ama öte yandan RP'ye (eski MSP'ye) karþý olmalarýnýn nedeni de bu geliþmelerdir. Ülker'lerin, Özellikle Sabri Ülker'in böyle bir geliþmeyi saðlaya- Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 29 KURTULUÞ CEPHESÝ bilmesi için gerekli finansmaný (parayý) nereden bulduklarý sorusu ise, tümüyle din ile sermaye ve politika iliþkisinin nasýl bir bileþime sahip olduðunu gösterecek niteliðe sahiptir. Nakþibent tarikatý üyesi olan Sabri Ülker'in en önemli parasal kaynaðý ve destekçisi Suudi Arabistan kraliyet ailesi olan Faysallar'dýr. Bunun ülkemizdeki temsilcisi Finans Faysal'dýr. Sabri Ülker, Finans Faysal'ýn yöneticisi ve hissedarýdýr. Bu iliþkileriyle ucuza kredi bulabilmektedir. Suudi Arabistan kraliyet ailesi ise, doðrudan Amerikan emperyalizminin denetimi altýndadýr ve iktidarlarýnýn güvencesi, koruyucusu Amerika'dýr. Ünlü petrol þirketi ARAMCO, bir ABD-Faysal ortaklýðýdýr. Ýþte, müslüman sanayicilerin parasal kaynaklarý böylesine açýk bir biçimde ABD emperyalizmine baðlýdýr. Bu iliþki, ayný zamanda, ünlü RABITA iliþkisinin arkasýnda kimlerin bulunduðunu göstermektedir. Amerikalýlar'ýn Ýran'daki þeriat devletini göstererek, ülkemizde islamcý çevrelere daha geniþ siyasal olanak tanýnmasýný istemelerinin nedeni de budur. Laiklikte fazla katý olunmamasýný öneren Amerikan emperyalizmi, asýl olarak Suudi Arabistan aracýlýðýyla Orta-Doðu'daki dini hareketi denetlemeyi planlamaktadýr. Bu nedenle kendisinin en gözde müttefiki olan iþbirlikçi-tekelci burjuvazi yanýnda, Ülker'ler gibi burjuvalar aracýlýðýyla sünni islamcýlarý yönlendirmektedir. Öte yandan, Bu müslüman kapitalistler ile tekelci-burjuvazi arasýndaki çeliþki ile uyum arasýndaki iliþkide, emekçi kitlelerin mücadelesi belirleyici konumdadýr. Ýþçi sýnýfý hareketine karþýtlýðýný en aktif bir biçimde sergileyen Ülker'lerden Sabri Ülker, Aydýnlar Ocaðý, Ýlim Yayma Cemiyeti, Milli kültür Vakfý gibi karþý-devrimci kuruluþlarýn üyesi olup, bunlarýn çalýþmalarýna aktif olarak katýlmakta ve parasal olarak desteklemektedir. Bu tür karþý-devrimci kuruluþlarýn katýlýmcýsý ve finansörü olan bu kiþilerin iþçi sýnýfýna karþý tutumlarýný daha fazla anlatmaya gerek yoktur. Son Ülker grevi bu konuda yeterince açýktýr. Tüm bunlar, paranýn dini olduðunu gösterdiði gibi, bu kesimlerin, ne kadar milli olduklarýný ve ne kadar demokrat olabileceklerini de göstermektedir. Para ile dinin iliþkisi, sadece bunlarla sýnýrlý deðildir. Suudi sermayesi ile kendilerine belli bir uluslararasý destek saðlayan bu yeni müslüman burjuvalar, ayný zamanda, ülkemizdeki þeriatçý akýmlarýn geliþmesinin önemli kaynaklarýndan birisidir. Özellikle iþsizliðin yaygýn olduðu günümüzde, tarikatlara mürit saðlamada kullanýlan paralar bu kesimlerden gelmektedir. Kimi zaman doðrudan parasal desteðin yanýnda, iþ vererek, iþsiz kitlenin bir kýsmýný tarikatlara yöneltebilmektedirler. Öte yandan, fabrikalarýnýn ya da iþlerinin gerektirdiði eðitilmiþ personel sorununu da, üniversitelerden tarikatlara yeni müminler bularak çözmeye çalýþmaktadýrlar. Ülkemizde 30 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ son yýllarda üniversitelerde türbanlý öðrencilerin sayýsýndaki artýþýn ekonomik temeli burada yatmaktadýr. Baþta iþçi sýnýfý olmak üzere, tüm halk kitlelerinin, bu müslüman kapitalistlerin kendilerini gizlemeleri karþýsýnda duyarlý olmalarý gerekmektedir. Bilinçli proletaryanýn bir görevi de, bu yeni burjuvalarýn dini duygularý nasýl istismar ettiklerini, faizsiz gelir adý altýnda, halkýn elindeki paralarý nasýl kendilerine sermaye yaptýklarýný, kitlelere anlatmaktýr. Öte yandan, küçük-burjuva entellektüellerinin, bu kesimleri anti-emperyalist ve anti-oligarþik bir tabakaymýþçasýna sunmalarý karþýsýnda da duyarlý olunmalýdýr. Bu tekelleþememiþ burjuvalarýn yeni finans kaynaklarýyla tekelleþmeye yönelmesini görmeyenler, bu kesimlerle taktik ittifak kurma hayalleri içinde olanlar, gelecekte laiklik ortadan kalktýðýnda fazla þaþýrmamalýdýrlar. Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 31 KURTULUÞ CEPHESÝ Refah Partisi Dolgusu KURTULUÞ CEPHESÝ Sayý: 19, Mayýs-Haziran 1994 27 Mart günü yapýlan yerel seçimlerde Refah Partisinin Ýstanbul ve Ankarada Büyükkent Belediye Baþkanlýklarýný kazanmasý ve Ýl Genel Meclisi seçimlerinde %20 oy almasý ülkemizin siyasal ortamýnda tam bir deprem etkisi yaptý. Hemen ardýndan, 10 Nisan günü, Bosnada kimyasal silah kullanýldýðý haberleriyle Taksim Meydanýna çýkan binlerce þeriatçý ve faþistin yaptýðý gövde gösterisi ve ayný saatlerde Ankara caddelerinde attýðý sloganlar, pekçok kesimde büyük bir korku yarattý. Bu deprem ve korku ortamýnda RP ve þeriatçýlýk üzerine yüzlerce sayfalýk yazýlar basýnda yer alýrken, televizyon ekranlarýnda kimin ne dediði belli olmayan tartýþmalar boy gösterdi. Her tartýþmada þeriatçý kesimin sözcüsü olarak çýkanlarýn genel görünümleri ve sorulara verdikleri cevaplar, yýllar boyu halk kitlelerinin kafasýna yerleþmiþ yobaz, sofu, nurcu imajlarýna uymadýðý görüldüðünde, kendilerini laik olarak tanýmlayan pekçok küçük-burjuva aydýnýný þaþýrttý. Ýyi eðitilmiþ, iyi görüntü veren RPli sözcüler arasýnda sol söylem kullanan ve felsefik açýklamalar yapanlardan (Dilipak), son modaya göre giyinmiþ gençlere kadar toplumun her kesimine yakýn gelen insan tipleri boy gösterdi. Kullandýklarý sol söylem ve soldan alýnma emperyalizm tahlilleriyle kitlelerin karþýsýna çýkan RPlilerin radika- 32 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ lizmi, anti-emperyalizmi karþýsýnda küçük-burjuva aydýnlarýnýn sergilediði þaþkýnlýk günlük görüntüler haline geldi. Bu ortam içinde, RP ve Türkiyede Ýslamcýlýk üzerine yapýlan her program, 4 Nisan olaylarý ile korkuya kapýlan laik kesimlerin yatýþtýrýlmasýna yöneldi. Bu geliþmeler karþýsýnda solun büyük bir kesimi sessiz kalýrken, 12 Eylül sonrasýnýn bireyselleþmiþ bireyleri (M. Belge ve þürekâsý) ektiklerini biçmenin rahatlýðý içinde ortalýkta görünmez olmuþlardýr. 12 Eylül sonrasýnda þeriatçý kesimlerin görüntüsel antiemperyalist ve anti-kapitalist söylemlerini devrimci güçlerle yapýlmasý gereken bir ittifakýn temeline oturtmaya çalýþan bu kesimlerin eðittiði Dilipak gibilerinin, radikal-sol söylemle kitlelerin karþýsýnda boy gösterirken ortalýkta gözükmemeleri þaþýrtýcý olmamakla birlikte, sol söyleme alýþ mýþ kesimlerde tam bir þaþkýnlýk yarattýðý da kesindir. Oysa gerek Refah Partisinde ifadesini bulan ýlýmlý þeriatçýlýðýn, gerekse de Ýran Molla yönetiminin desteðinde palazlanan radikal þeriatçýlýðýn belli bir sýnýfsal temeli olduðu sürekli gözden kaçýrýlmýþtýr. Sýnýflý bir toplumda, hiçbir siyasal hareket, belli bir sýnýfýn çýkarlarýna tabi olmaksýzýn uzun süre yaþayamaz ve yaþam süresi temsil ettiði sýnýflarýn yaþam süresiyle sýnýrlýdýr. Refah Partisi, 1960larýn sonlarýnda DPT (Devlet Planlama Teþkilatý) içinde ortaya çýkan ve adýna takunyacýlar denilen kesimin Erbakanýn etrafýnda Milli Nizam Partisini kurmalarýyla baþlayan bir siyasal hareketin günümüzdeki uzantýsýdýr. 12 Mart 1971de MNPnin kapatýlmasýndan sonra Milli Selamet Partisi adýyla ortaya çýkan bu kesim, ülkemizde geliþen emperyalist üretim iliþkilerinin ortaya çýkardýðý bir siyasal hareketin sözcüsü olmuþlardýr. Refah Partisi, sýnýfsal olarak, orta ve küçük sermaye kesimlerine dayanan bir politik hareket olarak, Anadolu esnaf-zanaatkâr sermayesi ile tüccar-tefeci sermayenin desteðini de almýþtýr. Bu kesimlerin ortak özelliði, emperyalizmin yeni-sömürgecilik uygulamalarýyla, yukardan aþaðýya geliþtirilen kapitalizm tarafýndan sürekli bir erime ve tasfiye süreci içinde olmalarýdýr. Burjuvazinin, aþaðýdan yukarý demokratik devrimini yapamadýðý ülkemizde (ki devrimci niteliðini yitirmiþtir) devrimci tarzda tasfiye edilemeyen bu kesimlerin, yeni-sömürgecilik uygulamalarýyla tasfiyeleri, kaçýnýlmaz olarak sorunu sürece yaymýþtýr. Osmanlý Ýmparatorluðunun siyasal iliþkileri içinde ve feodalizm sürecinde kendileri için belli bir pazar bulan bu kesimlerin, Cumhuriyetin ilan edilmesiyle birlikte baþlatýlan devlet eliyle kapitalizmin geliþtirilmesinden büyük ölçüde etkilenmiþlerdir. T. C.ye ve dolayýsýyla Kemalizme karþý oluþlarýnýn temeli de burada aranmalýdýr. Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 33 KURTULUÞ CEPHESÝ II. yeniden paylaþým savaþýndan sonra uygulamaya sokulan yeni-sömürgeciliðin ilk yýllarýnda emperyalizm, feodal kesimlerle (toprak aðalarý, Anadolu esnaf-zanaatkar sermayesi ile tüccar-tefeci sermaye kesimleriyle) ittifak kurmuþtur. Bu yýllarda emperyalist üretim iliþkilerini sürdürecek iþbirlikçi-tekelci burjuvazi henüz oluþum halinde olduðu için, emperyalizmin temel dayanaðý feodal sýnýflardý. Böylece 1950de iktidara gelen Demokrat Parti, bir bütün olarak tüm sömürücü sýnýflarýn içinde yer aldýklarý bir siyasal hareket haline gelmiþti. 1970lere kadar emperyalizmle uyum içinde hareket eden bu kesimler, eski (geleneksel) feodal iliþkiler içinde hareket ettikleri için, her zaman Cumhuriyet karþýsýnda þeriatçýlýðýn sözcüleri olmuþlardýr. Emperyalizmle kurduklarý ittifak bu kesimleri, 1969da 6. Filo yu Kabe kabul ederek namaz kýlmaya kadar götürmüþ ve 1969 Þubatýnda ise, 6. Filonun koruyucusu olarak Kanlý Pazarýn yaratýcýsý yapmýþtýr. Ancak 1970lere gelindiðinde emperyalist üretim iliþkileri ülkenin her yanýna yayýlmýþ ve iþbirlikçi-tekelci burjuvazi emperyalist sömürüyü tek baþýna sürdürecek ve koruyacak güce ulaþmýþtýr. Bunun sonucunda emperyalizm bu feodal kesimlerle kurduðu ittifaký bozmuþtur. 12 Mart Muhtýrasý bu boyutu ile iþbirlikçi-tekelci burjuvazinin ülkede egemenliðini tek baþýna ilan etme hareketi olmuþtur. Ýþte, ilkin MNP olarak ortaya çýkan bu kesimler, sürekli olarak emperyalizmle ittifak kurduklarý günleri aramaktadýrlar. Bir baþka deyiþle, Refah Partisinin temsil ettiði sýnýflar emperyalizmle yeni bir ittifak peþinde olmuþlardýr. Bu ittifaka emperyalizmi (ve dolayýsýyla iþbirlikçi-tekelci burjuvaziyi) zorlayabilmek için, kurduklarý siyasal partiler aracýlýðýyla etraflarýna topladýklarý kitleyi bir koz olarak kullanmaktadýrlar. Bu nedenle onlarýn anti-emperyalist söylemleri, emperyalizme karþý olduklarýndan deðil, emperyalizmi köþeye sýkýþtýrma ve bu yolla yeniden ittifak kurma amacýndan kaynaklanmaktadýr. Yukardan aþaðýya geliþtirilen kapitalizmin egemen olmasýna paralel iþbirlikçi-tekelci burjuvazinin devlete egemen olmasý, devlet kaynaklarýnýn tümüyle bu kesimlere yöneltilmesini saðlamýþtýr. Bu da orta ve küçük sermaye kesimlerinin giderek zayýflamasýný getirdiði gibi, önemli bir kesiminin mülksüzleþmesini getirmiþtir. Banka kredilerinin tekelci burjuvaziye kaymasýyla çok daha yüksek faizlerle kredi bulmaya zorlanmalarý, diðer bir açmaz olarak bu kesimlerin karþýsýna çýkmýþtýr. Ekonomik buhranýn þiddetlendiði dönemlerde yükselen faiz oranlarý, bu sermaye kesimlerini iflas noktasýna getirdiðinden, onlarýn siyasal sözcülerinin de anti-faizci bir programla ortaya çýkmalarýný getirmiþtir. Ýstedikleri faizlerin ortadan kalkmasý deðil, tekelci burjuvaziye saðlanan kolaylýklarýn kendilerine de saðlanmasýdýr. 34 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ Emperyalizmin yeni-sömürgecilik uygulamalarý sonucunda geliþen ve güçlenen iþbirlikçi-tekelci burjuvazinin kendi daðýtým þebekesini kurmasý, ilk planda Anadolu esnaf ve tüccar kesimlerini etkilemiþtir. Emperyalizmle ittifak kurduklarý dönemde, gerek emperyalist metalarýn, gerekse iþbirlikçi-tekeci burjuvazinin metalarýnýn daðýtýmýný yapan bu kesimlerin kârlarýndaki artýþ, bu geliþmeyle birlikte son bulmuþtur. Bu koþullarda ayakta kalabilenleri ise, geleneksel pazarda geleneksel metalar satarak kendilerini kurtarmaya çalýþmýþlardýr. Ancak kapalý ekonomik birimlerin hýzla yýkýlarak pazar için üretimin yayýlmasýna paralel olarak bu geleneksel metalara olan talep sürekli düþmüþ ve son kesimlerin de tasfiyesini hýzlandýrmýþtýr. Ýþte bu dönemde, MSP aracýlýðýyla girdikleri koalisyonlar sayesinde kendilerine yeni olanaklar saðlayabilenler, yeniden güçlenmiþler ve giderek kendilerine yeni pazarlar saðlamaya yönelmiþlerdir. Orta sermaye kesimleri, MSPye baðlý olan Sanayi ve Teknoloji Bakanlýðý sayesinde bu koalisyonlar döneminden çok kârlý çýkmýþtýr. Ama 1980 dünya ekonomik buhraný koþullarýnda uygulanan ekonomi politikalar, bir kez daha bu kesimlerin zarara uðramasýný getirmiþtir. Ancak Ýrandaki molla iktidarýnýn yarattýðý politik ortamda, emperyalizmin, bir yandan komünizme karþý bu kesimleri bir güç olarak çýkarma politikasý izlemesi, diðer yandan radikal islamcýlýðý sýnýrlamak istemesi bu kesimlerle yeni bir iliþki geliþtirmesini getirmiþtir. Dünya Bankasýnýn küçük üreticiliði destekleme politikasý paralelinde birbiri ardýna kurulan organize sanayi bölgeleri ve Suudi Arabistan yoluyla kredi verilmesi emperyalizmin yeni iliþkisinin biçimleri olmuþtur. Böylece görece geliþme koþullarý içinde olan orta ve küçük sermaye (ve Anadolu esnaf-zanaatkârlarý ve tüccar) yeniden uyum koþullarý içine girmiþtir.ANAPýn 1983de saðladýðý seçim zaferi bu uyumun bir ifadesi olmuþtur. T. Özalýn dört eðilimi de birleþtirdik böbürlenmesi, iþte bu uzlaþmanýn ürünüdür. ANAP döneminde, ülkemizin emperyalist metalarýn açýk pazarý haline getirilmesiyle birlikte iç ticaret hacminde meydana gelen geliþme, bu kesimlerin de kârlarýný artýrmýþ ve geliþtirmiþtir. Ancak bu geliþmenin emperyalizm tarafýndan saðlandýðýný ve bitirilmesinin de emperyalizmin elinde olduðunu bilen bu kesimler, ellerindeki siyasal olanaðý güçlendirmek için çabalarýný daha da yoðunlaþtýrmýþlardýr. 12 Eylül koþullarýnda devrimci mücadeleyi durdurmak amacýyla oligarþinin kendilerine saðladýðý olanaklarý en iyi biçimde kullanan bu kesimler, kendi etraflarýnda topladýðý kitleyi daha örgütlü ve hazýrlýklý hale getirmiþtir. 1990lara doðru sürekli artan enflasyon koþullarýnda halk kitlelerinin durumunun daha da aðýrlaþmasý, orta ve küçük sermaye kesimlerinin politik gücüne yeni olanaklar açmýþtýr. Özellikle ANAP hükümetlerinin uygulamaya soktuðu tüketici kredileri, yükselen faiz Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 35 KURTULUÞ CEPHESÝ oranlarýyla birlikte kullanýcýsýna büyük yükler getirmeye baþlamýþtýr. Özellikle memur kesiminde yaygýn olarak kullanýlan bu kredilerin faiz yükü, bu kesimlerin Refah Partisinin anti-faizci söyleminden etkilenmelerini saðlamýþtýr. Büyük kentlerde çok yaygýn biçimde görülen bu olgu, ayný zamanda son yerel seçimlerde RPnin baþarýsýnda etkili olmuþtur. Ayný biçimde politik ifadesini Ýslamcýlýkda ve Osmanlýlýkta bulan bu kesimlerin ümmetcilik söylemi de, Kürtler arasýnda etkili olmuþtur. Böylece, temsil ettiði sýnýflarýn çýkarýna ters bir kitle desteði saðlayan Refah Partisi, her yönüyle çeliþkiler bütünüdür. Tekelleþememiþ sermayenin sözcüsü olarak, anti-tekelciliði savunurken, kendi sýnýfýnýn tekelleþmesini amaçlamaktadýr; ayný kesimlerin yüksek faiz uygulamalarýnýn kendi kesimine getirdiði yükü azaltmak için anti-faizci söylem kullanýrken, kendi sýnýfýnýn daha düþük oranla daha fazla kredi almasýný hedeflemektedir; tekelci kapitalizm (emperyalizm) koþullarýnda kendi iç pazarýný yitirdiði için anti-emperyalist ve anti-kapitalist sloganlar atarken, kendisinin temsil ettiði kapitalist kesimin denetiminde kapitalizmin geliþmesini planlamaktadýr; kendisinin temsil ettiði kesimlerin Anadoludaki müþterileri olan Kürtlerin yanýnda yer aldýðýný söylerken, uluslarý reddeden Ýslamiyetin ümmetini savunmaktadýr. Refah Partisinde ifadesini bulan bu sömürücü sýnýflarýn diðer bir açmazý da demokrasi konusudur. Gerek emperyalizmle yeniden uzlaþabilmek için, gerekse iþbirlikçi-tekelci burjuvaziyle siyasal iktidarý paylaþabilmek için bir güç olarak seçimleri ve parlamentoyu kullanmasý Refah Partisinin demokratikliðini belirlemektedir. Biçimsel de olsa temsili demokrasinin varlýðý, bu kesimlerin neredeyse var oluþ nedeni olmuþtur. Ama gerek temsil ettiði sermayenin niteliði, gerekse politik bir silah olarak kullandýðý þeriatçýlýðýn biçimsel demokrasiyle bir arada var olmasý olanaksýzdýr. Daha 27 Mart yerel seçimlerinden önce kullandýðý demokratik söylemin, seçim kazandýklarý her yerde bir yana atýlmasý bu açmazýn en açýk örneðidir. Feodalizm, devrimci tarzda, yani aþaðýdan yukarýya tasfiye edilmediðinden, feodal iliþkilerin (özellikle üst-yapýda) varlýðýný sürdürmeye devam etmesi, bu kesimlerin politik gücünün görece uzun sürmesini getirmiþtir. Ayný nedenle emperyalizmin, feodalleri ve feodal iliþkiler içinde geliþen orta ve küçük sermaye ile tefeci-tüccar sermayesini kendine tabi kýlarak tasfiye etmeye yönelmesi, bu kesimlerin bütün olarak mülksüzleþtirilmelerini engellemiþtir. Doðal olarak bütün olarak mülksüzleþtirilerek tasfiye edilmemeleri, bu kesimlerin emperyalist üretim iliþkilerinin parçasý haline getirilmelerini saðlamýþtýr. Hemen hemen bu sermaye kesimlerinin önemli bir bölümü 36 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ küçük sanayi bölgelerinde iþbirlikçi-tekelci burjuvaziye baðlý kollarda faaliyet yürütmektedirler. Tekelleþememiþ burjuvazi (orta burjuvazi) ise, iþbirlikçi-tekelci burjuvazinin boþ býraktýklarý alanlarda faaliyet göstererek varlýklarýný sürdürebildiklerinden, sistemin bütün olarak iþleyiþinin bir parçasý haline getirilmiþtir. Gýda ve ambalaj sektöründe belirgin bir egemenlik sahibi olmalarýnýn nedeni de budur. Ancak bu sektörde faaliyet göstermeleri, ayný zamanda geleneksel iliþkilerle olan baðlarýnýn bir sonucudur. Anadolu esnaf ve zanaatkâr kesimleri ile tefeci-tüccar kesimleriyle olan çýkar ortaklýklarý da buna dayanmaktadýr. Buna örnek olarak bu orta-sermaye kesiminin en eskilerinden olan bir Ülker þirketler gurubu ve Ýhlas Holding verilebilir. Ülker bisküvileri Anadoluda pekçok bakkalýn en çok sattýðý ürünlerden birisidir. Doðal olarak esnaf kesimiyle kurduklarý bu ticari iliþkiler (çýkar iliþkisi), onlarý ayný çýkarlarda birleþtirmektedir. Ayný þekilde 1980 ortalarýndan itibaren ithalatýn liberalizasyonu ile ülkemize her türlü mamül gýda ürününün ithal edilmesi bu kesimlerde büyük bir tepkiye neden olmuþtur. Çünkü ithal ürünler, geleneksel mahalle bakkalýnda deðil, marketlerde satýlmaktadýr. Kitlelerin, özellikle büyük kentlerde düþük kur politikalarýyla ithal edilen ürünlere yönlendirilmeleriyle en çok müþteri kaybeden de bu kesimler olmuþtur. (Tabi burada oligarþinin T. Özal aracýlýðýyla uyguladýðý bazý politikalar da bir kenara býrakýlamaz. Dayanýksýz tüketim mallarý ithalatýnda özel bazý genç iþadamlarýna ayrýcalýk tanýnmasý ve böylece hiçbir sermaye birikimine sahip olmayan iþsiz-güçsüz kesimlerin palazlandýrýlmasý oligarþinin bu dönemde uyguladýðý politikalarýn baþýnda gelmektedir. Tipik örneði Ahmet Özal olan bu kesimler arabesk bir yaþam tarzýnýn da yaygýnlaþtýrýlmasýna hizmet etmiþlerdir. Ahlâk bozukluðu çerçevesinde RPnin bu kesimleri öne çýkartan propagandasý da, temsil ettiði kesimlerin çýkarlarýnýn zarar görmesinden dolayýdýr.) Özetlersek: Refah Partisi, sýnýfsal olarak, orta ve küçük sermaye kesimlerine dayanýr. Anadolu esnaf zanaatkâr sermayesi ile tüccar-tefeci sermayenin desteðini almýþtýr. Emperyalist-kapitalist üretim iliþkilerinin 12 Mart sonrasý hükümetler dönemindeki hýzlý ve hakimiyet saðlayýcý geliþmesine bir tepki olarak (daha önce ayný gerekçelerle ortaya çýkan ve 12 Mart döneminde kapatýlan MNPnin yerine) ortaya çýkmýþ ve APnin politik geri çekiliþi ile birlikte, bir güç olmuþtur. Anti-tekelci, anti-faizci tutumu aslýnda, tekellere ve faize karþý oluþundan deðil, temsil ettiði orta sermaye kesimlerinin ekonomik olarak geliþmesini ve tekelleþmesini saðlamak için kendi politikasýný sürdürmek istemesindendir. RP aslýnda, ülkemizin iç dinamiði gereði ortaya çýkan ve ülkemizdeki emperyalist-kapitalist üretim iliþkileri ile filizlenen ka- Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 37 KURTULUÞ CEPHESÝ pitalist unsurlarýn tepkilerini bünyesinde toplamýþ bir partidir. Bu tepkiler, özünde oligarþiye karþý olan tepkilerdir. Ve politik bir silah olarak kullanýlan din ile birlikte, köylülüðün de sýnýfsal desteðini almýþtýr. RPnin demokratikliði, gerek oligarþiye karþý muhalefet eden orta ve küçük sermaye kesimlerine politik sözcülük saðlamak, gerekse dini politik bir alet olarak kullanmak istemesindendir. Programýna dikkat edilecek olursa, üretici güçleri hýzlý bir þekilde geliþtirmek istediði görülür. Ne var ki, mevcut üretim iliþkilerine olan tabiyeti gereði, program, kâðýt üzerinde kalmaya mahkumdur. RPyi destekleyen sýnýflar, çatýþma yerine uyumu yeðlediklerinde, AP ya da ANAP a kanalize olmuþlardýr. Emekçi yýðýnlarýn tepkilerine ve sýnýfsal hareketlerine karþýdýr. Ve oligarþik yönetimden yanadýr. Bu sýnýfsal niteliði ile RP, mevcut düzene karþý radikal bir karþý çýkýþýn ifadesi olamayacaðý açýktýr. Ancak emperyalizm ve oligarþi ile yeni bir biçim altýnda uyum aradýklarý için, mevcut duruma karþýdýrlar. Bu karþý oluþlarýný, kitle desteði ile birleþtirmek zorunda olmalarý, kaçýnýlmaz olarak kendi söylemlerini belirlemiþtir. Uzun yýllar nerdeyse deðiþmeyen bir politik kadro ile faaliyet yürütmenin getirdiði avantajlarý, biçimsel propaganda yöntemleriyle birleþtirerek kullanmasý, RPnin popüler bir siyasal parti haline gelmesini getirmiþtir. Halk kitlelerinin içinde bulunduklarý ekonomik ve sosyal sorunlara karþý duyduklarý tepkiyi, diðer düzen partilerinin iç yapýlarýndaki kargaþa ortamýnda kendisine kanalize etmeyi baþarmýþtýr. Özellikle 12 Eylül sonrasýnda oligarþinin uyguladýðý adam satýn alma politikalarýyla ülke çapýnda yaygýnlaþan yolsuzluk, suistimal ve rüþvet ortamýnýn kitlelerde yarattýðý hoþnutsuzluðu adil düzen, dürüst yönetim sloganlarý ile kendisine kanalize ederken, nur yüzlü din adamý imajýndan yararlanmýþtýr. Ayný þekildi, küçük-burjuva aydýnlarýnýn yýllar boyu cahil gerici yobazlar olarak iþledikleri þeriatçý imajýný, Ýmam-Hatip Liselerinde kurduklarý bilgisayar merkezleriyle iþlevsiz kýlarken, ayný küçük-burjuva aydýnýnýn bilgisayar konusundaki bilgisizliði ile kendi lehine çevirebilmiþtir. Günlük iliþkilerinde ellerinden düþürmedikleri bilgisayar disketleri ile kitle içinde boy gösterirlerken, diðer düzen partilerinin medya aracýlýðýyla kitlelerin karþýsýna çýkmalarýný kolayca etkisizleþtirmiþlerdir de. Sýkma baþ görüntülerin yanýna üniversite diplomalarýný yerleþtirerek, cahil gerici yobaz imajýný tersine çevirirken, kitleler yýllar boyu kendilerine tanýtýlandan farklý bir görüntüyle karþý karþýya kalmalarýnýn þaþkýnlýðýný yaþamýþtýr. Bu þaþkýnlýk öylesi boyutlara ulaþmýþtýr ki, 1993 Temmuz ayýnda 37 ilerici, yurtsever ve demokratýn Sivas da bu kesimler tarafýndan yakýlarak katledilmeleri bile unutulmuþtur. Oysa tüm bu görüntüler, RPnin temsil ettiði sýnýflarýn niteliði ile baðlantýlýdýr. Özellikle orta sermaye kesimlerinin 1980 sonrasý eko- 38 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ nomik iliþkiler aðý içinde yeni tip personale gereksinmesi vardý. Bu yeni personel, uluslararasý ticari iliþkileri yürütebilecek ve günümüzdeki teknolojiyi kullanabilecek bir niteliðe sahip olmasý gerekiyordu. Faks, bilgisayar vb. araçlarýn yaygýn kullanýmý, devletin mali iþlemlerde bilgisayar uygulamalarýna geçmesi, orta ve küçük sermaye kesimleri için bu personeli bulmayý kaçýnýlmaz hale getirmiþti. Oligarþinin kendisi için de gerekli bu insan gücünü, kendi denetimindeki üniversitelerden saðladýðý koþullarda, orta ve küçük sermaye kesimlerinin fazla bir seçeneði de bulunmuyordu. Üstelik buralarda eðitilmiþ bu personele ödenen yüksek ücretler, bu kesimler için daha yüksek bir maliyet anlamýna geliyordu. Ýþte böyle bir ortamda bulduklarý çözüm, kendi siyasal kadrolarý aracýlýðýyla kendisine uygun personel yetiþtirmek ve bunlarý olabilen en düþük ücretle istihdam etmek olmuþtur. Bunun için denetimlerinde tuttuklarý Ýmam-Hatip okullarýnýn Liseye dönüþtürülmesi ve daha sonra da Ýmam-Hatip Lisesi mezunlarýnýn normal lise mezunlarý ile eþitlenmesi saðlanarak kendisi için gerekli personeli üniversitelere sokma olanaðý bulmuþlardýr. Daha ilkokul yýllarýndan itibaren Vakýf yurtlarý aracýlýðýyla kendi denetimlerine aldýklarý yoksul köylü çocuklarýný, bu yurtlardaki dini kurallarla koþullandýrmakta ve yönlendirmektedirler. 12 Eylül askeri yönetimi aracýlýðýyla oligarþinin bu kesimlere tanýdýðý bu geliþme koþullarýnda, gittikçe palazlanan orta sermaye kesimlerinin Suudi kaynaklarýndan saðlanan kredilerle beslenmesi, oligarþinin politik amaçlarýyla da çakýþmaktaydý. Bu konuda Ýhlas Holding faaliyetleri yeterince açýktýr. Bilindiði gibi, orta sermaye kesiminin tekelleþme eðiliminin en tipik temsilcisi olan Ýhlas Holding, basýn alanýnda Türkiye gazetesi ile kendisine politik bir temel oluþturmaya çalýþmýþtýr. Türkiye gazetesinin 1980 sonlarýnda elde ettiði 1,5 milyonluk tiraj, doðrudan bu kesimin þeriaçý örgütlenmeyle olan baðlarýyla gerçekleþtirilmiþtir. T. Özal sayesinde tekelleþmeye, holdingleþmeye giden Ýhlas gurubu TGRT adýyla televizyon yayýnýndan, tencere-tava pazarlamaya kadar her alanda faaliyet göstermektedir. Ancak Ýhlas Pazarlamanýn pazarlamasýný yaptýðý ürünlerin hemen hemen tamamý, Anadolu küçük ve orta sermayesinin ürünleridir. Ýhlas Holdingin faaliyetlerinden sadece televizyon yayýncýlýðý ele alýnacak olursa, nasýl bir personele gereksinmesi olduðu kolayca anlaþýlýr. Ýþte bu gereksinmeleri, yukarda ifade ettiðimiz biçimde kendi sýnýf çýkarlarýna uygun politika yürüten kesimlerin desteðinde saðlanmaktadýr. Ulaþmak istedikleri amaç, emperyalizmle yeni koþullarda yeni bir ittifak oluþturmak ve bu yolla tekelleþmektir. Bunun siyasal plandaki sözcüsü Refah Partisi dir. Baþta da belirttiðimiz gibi, ister ýlýmlý þeriatçýlar olsun, ister radikal þeriatçýlar olsun, belli bir sýnýfýn çýkarlarýnýn sözcüsü olmak durumundadýrlar. Kendi þeriatçýlýklarýnýn dayandýðý devlet iktidarýna sahip olma özelliði ve þeriat devletinin küçük ve orta sermaye ile Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 39 KURTULUÞ CEPHESÝ tüccar kesimini koruyucu hadislere sahip olmasý, bu kesimlerle tekelleþememiþ burjuvazinin çýkarlarýyla paralellik saðlanabilmesinin temelini oluþturmakadýr. Bu bir açýdan finans-kapitalin faþist ideoloji ile paralellik kurabilmesiyle benzerliklere sahiptir. Sorun, temsil edilen sýnýfýn çýkarlarýný ve amaçlarýný gerçekleþtirebilmek için kitle desteði saðlamaktýr. Onlar için, þeriatçýlýk kendi amaçlarýna ulaþmanýn bir aracýdýr. Ancak þeriatçýlýðýn bizatihi kendisinin siyasal iktidarý (devlet) kapsayan bütünselliði gözden kaçýrýlmamalýdýr. Sonuç olarak özetlersek, Refah Partisi, sýnýfsal olarak, orta ve küçük sermaye kesimlerinin çýkarlarýný savunan siyasal bir harekettir. Bu hareketinde RP, temsil ettiði sýnýflarýn pazar iliþkileriyle baðlantý içinde olduðu Anadolu esnaf-zanaatkâr sermayesi ile tüccar- tefeci sermayenin de desteðini almýþtýr. Dini ve þeriatçýlýðý siyasal bir silah olarak kullanarak kitleselleþmek durumundadýr. Böylece emperyalist üretim iliþkilerinin ülkede geliþmesinin ürünü olarak ortaya çýkan tepkileri bünyesinde toplayabilmektedir. Tüm anti-emperyalist söyleminin temelinde bu kitleselleþme amacý yatmaktadýr. Gerek temsil ettiði sýnýflarýn niteliði gereði, gerekse dinin poliik bir silah olarak kullanýlmasý (þeriatçýlýk) onun anti-komünist yanýný ortaya çýkarýr ve devrime karþýdýr. Bu nedenle, her zaman ve her yerde devrim güçlerinin karþýsýnda yer almýþlardýr ve oligarþinin devrimci mücadeleye karþý delinen siperlerinin onarýldýðý bir dolgu malzemesidir. Bu, RPnin ve þeriatçýlýðýn temsil ettiði mülk sahibi sýnýflarla baðlantýsýndan gelen sýnýfsal bir durumdur. 40 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ Proletarya ve Laik-Demokratik Cumhuriyet KURTULUÞ CEPHESÝ Sayý: 20, Temmuz-Aðustos 1994 Burjuvazinin yükseliþ döneminde ortaya çýkan laiklik kavramý, temelde burjuvazinin feodalizme karþý mücadelesinin ürünüdür. Ve ayný zamanda burjuvazinin egemenliðinin saðlanmasýnýn bir ifadesidir. En kýsa tanýmýyla laiklik, dini kurumlarýn devlet iþleyiþinin dýþýna çýkartýlmasýdýr. Bir baþka deyiþle, dini kurumlar ile devlet kurumlarý arasýndaki iliþkinin yeniden düzenlenmesi ve dini kurumlarýn devlet düzeninin dýþýnda faaliyet göstermesi laiklik fikrinin temelidir. Dini kurumlar ile devletin birbirinden ayrýlmasý olarak laiklik, ayný zamanda, bütün dinsel topluluklarýn, istisnasýz olarak devlet tarafýndan özel topluluklar olarak nitelendirilmesi demektir. Bu baðlamda, dini kurumlarýn devlet hazinesinden aldýklarý her türlü mali desteðin kaldýrýlmasý laikliðin bir gereðidir. Bilindiði gibi, feodal dönemde feodal beyler ile din arasýnda doðrudan bir iktidar ortaklýðý bulunmaktadýr. Bu iktidar ortaklýðý, kimi durumda feodal beyin ayný zamanda dini önder olmasý þeklinde görüldüðü gibi (Osmanlý Ýmparatorluðunda padiþahýn ayný zamanda halife olmasý; Ýngilterede Kral VIII. Henrynin Angalikan Kilisesini kurarak kilisenin baþýna geçmesi gibi), kimi durumlarda feodal beyin yanýnda yönetimi paylaþan din adamlarý bulunmaktadýr. Ýspanya Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 41 KURTULUÞ CEPHESÝ feodal döneminde en tipik durumuyla görüldüðü gibi, bazý durumlarda feodal krallýk toplumsal ve siyasal yönetimi tümüyle dini kurumlara (kilise) býrakmýþlardýr. Bunun sonucu olarak, dini kurumlar (kilise) toplumun tüm faaliyetlerini belirleyen, yöneten ve yönlendiren güç haline gelmiþtir. Feodal kilise hiyerarþisi, aristokratik sýnýfý oluþturuyordu: Piskoposlar ve baþpiskoposlar, manastýr baþpapazlarý, manastýr baþkanlarý ve öbür yüksek aþamalý papazlar. Bu yüksek kilise görevlileri, ya imparatorluk prensleri, ya da baþka prenslerin metbuluðu altýnda, birçok serfler ve angaryalýlar ile birlikte, geniþ topraklarý egemenlikleri altýnda tutan feodal beylerdiler.* Feodal beylerin zaman içinde güçten düþmesine paralel olarak dini kurumlarýn (kilise) gücü artmýþ ve feodal egemen sýnýflar adýna toplumun yöneticisi haline gelmiþtir. Bir çeþit feodal bey olarak dini kurumlar, kendi hiyerarþisine sahip oluþumlar olarak kendi egemenliklerini garantiye aldýklarý geniþ ekonomik olanaklara sahip olmuþlardýr. Hemen hemen en güçlü feodal bey kadar geniþ topraklar üzerinde egemen olan dini kurumlar (kilise), bazý durumlarda çeþitli feodal beyler arasýndaki çýkar çatýþmasýnda uzlaþtýrýcý bir güç olmuþlardýr. Feodalizmin son dönemlerine gelinirken yerel mahalli otorite durumunda olan feodal beylere karþý krallýðýn mücadelesinde dini kurumlar (kilise), yerel mahalli feodal beylerin yanýnda tavýr almýþtýr. Ama Engelsin ortaya koyduðu gibi, bu dönemde merkezi feodal devletin oluþumu olarak krallýðýn bu hareketinin dayandýðý temel unsurlardan birisi de devrimci burjuvazi olmuþtur. Bu genel karýþýklýk içinde, krallýðýn, ilerleme öðesi olduðu açýktýr. Krallýk, düzensizlik içinde düzeni, düþman devletler biçimindeki ufalanma karþýsýnda oluþma durumundaki ulusu temsil ediyordu. Feoadalitenin yüzeyinde oluþan tüm devrimci ögeler, bundan ötürü, krallýk ne denli onlara dayanmak zorunda idiyse, o denli krallýða dayanmak zorunda idiler.** Böylece burjuvazi, feodal egemen sýnýflarla iktidar mücadelesi yürütürken dini kurumlar feodallerin yanýnda yer alarak burjuvazinin karþýsýna çýkmýþlardýr. Bu nedenle burjuvazi kendi iktidarýný kurabilmek için, yani feodaliteyi tasfiye edebilmek için dini kurumlarýn etkisini ve gücünü kýrmak zorundaydý. Bu kýrma eylemi dinin ideolojik niteliðine baðlý olarak yeni bir ideolojik eylemle olanaklýydý. Ýþte tüm burjuva ideologlarýnýn üzerinde durduðu temel konulardan birisi de, din ve dini kurumlarýn durumuydu. * Engels, Köylülüler Savaþý, s. 36. ** Engels, Anti-Dühring, s. 602. 42 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ Engels, bu durumu þöyle ifade eder: Ortaçað, yola en ilk öðelerden çýkmýþtý. Herþeye yeni baþtan baþlamak için, eski uygarlýk, eski felsefe, eski siyasa, eski hukuk biliminden herþeyi silip süpürmüþtü. Yitip giden eski dünyadan, hýristiyanlýk ile, tüm uygarlýklardan yoksunlaþmýþ, yarý yarýya yýkýk birkaç kentten baþka birþey kalmamýþtý. Sonuç þu oldu ki, geliþmenin tüm ilkel evrelerindeki gibi, rahipler, entellektüel kültür tekelini ellerine aldýlar, ve kültürün kendisi de herþeyden önce dinbilimsel bir nitelik kazandý. Rahiplerin elleri arasýnda, siyasa ve hukuk bilimi, tüm öbür bilimler gibi, yalýnç tanrýbilim kollarý olarak kaldýlar, ve tanrýbilimde yürürlükte olan ilkelere göre incelendiler. Kilise dogmalarý, ayný zamanda, siyasal belitler idiler, ve Kutsal Kitap tümceleri de, tüm mahkemelerde yasa gücüne sahipti. Hatta baðýmsýz bir hukukçular sýnýfý oluþtuktan sonra bile, hukuk bilimi daha uzun süre tanrýbilim egemenliði altýnda kaldý. Ve tüm entellektüel çalýþma alanýnda tanrýbilimin bu egemenliði, ayný zamanda, feodal egemenliðin en genel bireþimi ve onaylamasý olan kilisenin durumunun da zorunlu sonucu idi. Buna göre, genellikle feodalizme karþý yöneltilen tüm saldýrýlarýn, her þeyden önce kiliseye karþý saldýrýlar olacaklarý, toplumsal ve siyasal tüm devrimci öðretilerin, ayný zamanda ve her þeyden önce, tanrýbilimsel sapkýnlýklar olacaklarý açýktýr. Varolan toplumsal koþullara dokunabilmek için onlarýn kutsal niteliklerini kaldýrmak gerekiyordu.* Feodal dönemde kilisenin kendi ekonomik kaynaklarý ve kendi eðitim kurumlarýyla devlet içinde devlet olma özelliði ve de dinin kendi içinde dünyevi iliþkilerin düzenlenmesine yönelen ana özelliði, burjuvaziyi iki yönlü bir eyleme itmiþtir. Bir yandan kilisenin elindeki ekonomik deðerleri (toprak) alarak onun gücünü sýnýrlandýrmak, öte yandan dinsel dogmalarý kendi iktidarýna uygun hale getirmek. Bunlardan ilki, burjuvazinin topraðýn millileþtirilmesi istemi ile çakýþýrken; ikincisi dini reform hareketiyle çakýþýr. Ancak dinin reforme edilmediði durumlarda, kilisenin devlet iktidarý üzerindeki etkisinin doðrudan kýrýlmasý gerekmiþtir. Her iki durumda da, kilisenin devlet iktidarýna müdahalesinin önlenmesi esas olmaktadýr. Ýþte kilisenin siyasal iktidardan uzaklaþtýrýlmasý ve iktidarýn bir parçasý olmaktan çýkartýlmasýnýn ideolojik ifadesi laiklik olmuþtur. Feodal bir iktidar gücü haline gelmiþ olan dini kurumlarýn, burjuvazinin iktidarýnýn önünde engel teþkil etmesiyle ortaya çýkan * Engels, Köylüler Savaþý, s. 46. Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 43 KURTULUÞ CEPHESÝ laiklik fikri, burjuvaziyle birlikte oraya çýkmýþ ve demokratik cumhuriyetin ayrýlmaz bir unsuru olmuþtur. Ancak, týpký güçler ayrýmý doktrini (yasama, yürütme ve yargýnýn birbirinden ayrýlmasý) gibi, laiklik de burjuvazinin feodalizme karþý mücadelesinin bir ifadesidir ve sonal olarak bir uzlaþmayý içerir. Fransada tüm yönleriyle uzlaþmaz bir biçimde ortaya çýkmýþ olan laiklik mücadelesi sonucu, kilisenin elindeki mülklerin bir bölümü devlet mülkü haline getirilmiþ, ancak kiliseye kendisi için gerekli egemenlik alanlarý býrakýlmýþtýr. Bunun sonucu olarak, kiliseler kendilerine ait mülklerle kendi faaliyetlerini sürdürmek durumunda olmuþlardýr. Bu faaliyetin en önemli iki unsuru ise, eðitim ve yardým faaliyetleridir. Birincisi kilise eðitimi olarak ortaya çýkarken, ikincisi Kýzýlhaç faaliyetleri olarak ortaya çýkmýþtýr. Bu geliþme sonucunda laiklik sorunu, hemen her zaman eðitim sorunu olarak varlýðýný sürdüre gelmiþtir. Fransa örneðinde olduðu gibi laik eðitim ile dini eðitim birbiriyle sürekli çatýþma durumunda olmuþtur. Ancak politik iktidar tartýþmasýz bir biçimde burjuvazinin eline geçtiði için, kilise daha önceki yüzyýllarda kanlý savaþlarla geriletildiði için, kilisenin yeniden politik iktidara yönelmesi hemen hemen olanaksýz hale getirilmiþtir. Bu nedenle burjuvazinin kendi devrimini tamamladýðý ülkelerde, laik eðitim üzerine ortaya çýkan kimi çatýþmalar dýþýnda, burjuvazinin iktidarý için laiklik özel bir sorun deðildir. Bu andan itibaren burjuvazi, her konuda olduðu gibi bu konuda da, kitleleri aldatmýþtýr. 19. yüzyýla kadar kesin bir kilise karþýtý tutum içinde bulunan burjuvazi, iktidarýný pekiþtirir pekiþtirmez, dini, kitlelerin uyutulmasý için bir araç olarak kullanmaya baþlamýþtýr. Avrupada görülen Hýristiyan Demokrat partiler burjuvazinin bu iki yüzlü tutumunun görüngüleridir. Ancak burjuvazinin iktidarýnýn kurulduðu bu ülkelerde en temel olgu, kilisenin siyasal iktidar mücadelesi yapmaktan uzaklaþtýrýlmýþ olmasýdýr. Bu ülkelerdeki toplumsal denge bu temelde kurulmuþ ve sürdürülmüþtür. Bu açýdan herhangi bir Hýristiyan Demokrat partisinin iktidara gelmesi, kilisenin iktidarý olmak durumunda deðildir. Bu partilerin temel özelliði burjuvazinin sýnýf partisi olmasýdýr. Onlarýn dini kurumlarla ve dinle iliþkileri kitlelerin uyutulmasý baðlamýndadýr. Engelsin belirttiði gibi, din, egemen sýnýflarýn alttaki sýnýflarýn dizginlerini elde tutmak için kullandýðý basit bir yönetim aracýdýr ve deðiþik (egemen) sýnýflarýn her biri kendine uygun gelen dini kullanýr. Görüldüðü gibi, feodalizme karþý devrimci burjuvazi dinle mücadele etmeyi kendi iktidarý için yürüttüðü mücadelenin bir parçasý haline getirmiþ ve burjuva demokrasisinin bir parçasý yapmýþtýr. Bu baðlamda, bu mücadelenin ifadesi olan laiklik, burjuva demokrasisinin temel unsurlarýndan birisidir. Bu durum, burjuvazinin kendi iktidarýný kurar kurmaz dini kendi iktidarýnýn sürdürülmesinin bir aracý 44 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ haline getirmesiyle birlikte olmuþtur. Reformdan geçmiþ bir Hýristiyanlýk, bu nedenle burjuvazinin yeni aracý durumundadýr. Din konusundaki konuþmayý tartýþýrken Dumadaki grubumuz tarafýndan açýklýða kavuþturulmamýþ olan bir baþka durum da, oportünist saptýrmalara ek olarak, Avrupa Sosyal Demokratlarýnýn din konusundaki bugünkü aþýrý kayýtsýzlýklarýna yol açan özel tarihsel koþullarýn da varlýðýdýr. Bu koþullar iki yönlüdür. Birincisi, dinle savaþmak görevi, tarihsel açýdan devrimci burjuvazinin görevidir ve Batýda burjuva demokrasisi, feodalizme ve orta çað düzenine karþý giriþtiði kendi devrimleri döneminde bu görevi büyük ölçüde yerine getirmiþ (ya da engellemiþtir). Gerek Fransa da, gerek Almanyada burjuvazinin dinle savaþma geleneði vardýr ve bu sosyalizmden (Ansiklopedistlerden ve Feuerbach tan) çok önce baþlamýþtýr. Rusyada ise, burjuva demokratik devrimimizin kendine özgü koþullarý nedeniyle, bu görev de hemen hemen tümüyle iþçi sýnýfýnýn omuzlarýna yüklenmiþtir.* Burjuvazinin devrimci niteliðini yitirdiði emperyalist aþamada, demokratik devrimin tamamlanmadýðý ülkelerde dinle mücadele görevinin proletaryanýn omuzlarýna kalmasý, ayný zamanda proletaryanýn bu ülkelerde demokratik devrimi tamamlama göreviyle çakýþýr. Ama proletaryanýn, dinle olan mücadelesi salt bununla baðlantýlý deðildir. O, ayný zamanda, demokratik cumhuriyet kurulmasý yönündeki tarihsel eylemi ile dinin kiþisel bir sorun olarak kalmasý gereði açýsýndan da bu mücadeleyi yürütmek zorundadýr. Laikliðin Avrupadaki burjuva devrimleri döneminde ortaya çýkmýþ olmasý ve buradaki dine, yani Hýristiyanlýðýn feodal dogmalarýna karþý bir mücadelenin ürünü olmasý, Leninin de belirttiði gibi mücadelenin bittiði anlamýna gelmemektedir. Özellikle Ýslamiyet gibi kendisini tarihsel geliþmeye uydurmamýþ, burjuvazi tarafýndan reformize edilmemiþ bir din karþýsýnda proletarya ve partisinin görevleri çok daha fazla özelliklere sahip olacaktýr. Bugün Avrupadaki pekçok ilerici ve demokrat kesimlerde fundamentalizm olarak radikal islamcýlýk þeklinde ele alýnan sorun, bizatihi Ýslamiyetin bir bütün olarak kapitalist toplumsal geliþme evresine ulaþmamýþlýðýný dýþlar. Ýslamiyet, bir yandan kendisinde bulunan orta-çað dogmalarýndan arýnmamýþtýr. Diðer yandan, Hýristiyanlýk gibi, toplumsal, siyasal ve ekonomik düzeni düzenleme özellikleri ile bunlara dayalý siyasal iktidara yönelik eylemleri kesin bir yenilgiye uðratýlmamýþtýr. Ýslamiyetin egemen olduðu ülkelerin emperyalist sö* Lenin, Proletarya Partisinin Din Konusundaki Tutumu, Kurtuluþ Cephesi, Sayý: 18, s. 24. Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 45 KURTULUÞ CEPHESÝ mürgeler haline getirilmesi, bu ülkelerin kendi iktisadi evrimlerini yaþamalarýný engellemiþtir. Dolayýsýyla tüm bunlar bu ülkelerdeki demokratik devrim sorununun parçasý haline gelmiþtir. Bu ülkelerde, proletarya ve partisinin görevi, ne Avrupadaki gibidir, ne de Çarlýk Rusyasýndaki gibidir. Burjuvazinin din karþýsýndaki en basit karþý duruþu bile proletaryanýn omuzlarýna kalmýþtýr. Bu görev, ayný zamanda, burjuvazinin dini kendi çýkarlarý için, devrimci mücadeleye karþý kullanma yönündeki faaliyetleriyle de yüz yüzedir. Bundan öte, kitlelerin dikkatini devrim mücadelesinden uzaklaþtýrmak amacýyla yapacaðý ve yaptýðý dine karþý kasýtlý savaþ ilanlarýyla da yüz yüzedir. Ýþte böylesine zorlu koþullar altýnda Türkiyede yürütülen demokratik halk devrimi mücadelesi din karþýsýnda çok duyarlý olmak durumundadýr. Ama her koþulda, bu mücadele, halk demokrasisi ve sosyalizm mücadelesinin gerekleri olarak ele alýnmak durumundadýr ve her durumda halk iktidarýnýn ve sosyalist devletin laik bir cumhuriyet olacaðý açýkça ilan edilmek durumundadýr. Ancak bizim gibi demokratik devrimin tamamlanmadýðý ve üstelik dini reformdan geçmemiþ bir Ýslamiyetin egemen olduðu bir ülkede laiklik ve din bu belirlemelerle sýnýrlandýrýlamaz. Konu çok açýk biçimlerde ortaya konulmalýdýr. Hele ki, þeriatçýlýðýn artan güçlenmesi ve oligarþinin dini anti-komünist propagandanýn odaðýna yerleþtirmesi, konunun önemini daha da artýrmaktadýr. Bundan öte, oligarþinin dini bir araç olarak kullanmasý karþýsýnda, ayný aracý oligarþiye karþý kullanma tutumlarý, Alevilik üzerinde oynanan oyunlar düþünülecek olursa, konunun ne denli geniþ kapsamlý olduðu daha iyi anlaþýlacaktýr. Tüm Marksist-Leninistler için, Din, devlet karþýsýnda özel bir sorundan baþka birþey deðildir; ancak kendileri açýsýndan, Marksizm açýsýndan ve proletarya partisi açýsýndan sorun, kiþisel bir sorun, özel bir sorun deðildir. Bu öylesine bir ilkedir ki, Paris Komününün ilk aldýðý kararlardan birisi, kilise ile devletin ayrýlmasý ve din iþleri bütçesinin kaldýrýlmasý, bütün kilise mallarýnýn ulusal mülkiyete dönüþtürülmesi þeklinde olmuþtur. Ancak Komün bununla da yetinmemiþ, 8 Nisan 1871 günü aldýðý kararla bütün dinsel simge, imge, dua ve dogmalarýn, kýsacasý herkesin bireysel vicdaný ile ilgili herþeyin okullardan uzaklaþtýrýlmasýný saðlamaya yönelmiþtir.* Görüldüðü gibi, proletarya ve partisi, din ile devlet iþlerinin birbirinden ayrýlmasýný ve dinin kiþisel bir sorun olarak kalmasýný isterler. Ama ayný zamanda, dinsel dogmalara ve dine karþý mücadele ederler. Bu mücadele, dinle nasýl savaþýlacaðýný bilmekle olanaklý* Marks-Engels, Seçme Yapýtlar, C: II, s. 219. 46 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ dýr. Bu da, dinsel inançlarýn ve dinin kökenlerinin materyalist bir biçimde kitlelere anlatýlmasý demektir. Marksist-Leninistler bunu yaparken, din sorununun birincil bir sorun haline getirilmesine izin vermemek durumundadýrlar. Bu tutum, ayný zamanda, din sorununu birincil hale getirmek, kitleleri dinsel inançlarýna göre bölmek isteyenlere karþý mücadele demektir. Bunlarýn ülkemizin somut koþullarýnda ne denli önemli olduðunu hemen herkes kolayca görecektir. Legal planda RP ile yükselen þeriatçýlýk, hemen her yerde kitleleri dini inançlara göre bölmeye çalýþmaktadýr. RP söylemindeki inananlar belirlemesi bu bölme eyleminin en tipik ifadesidir. Öte yandan, oligarþinin Alevileri yeni bir güç olarak kullanma çabalarýyla belirlenen faaliyetleri de yoðunlaþmýþtýr. Böyle bir ortamda, dinin kiþisel bir sorun olduðunu, tanrý ile kul arasýnda bulunduðunu her zaman belirtmek gerekmektedir. Ancak devletin dayandýðý temeller arasýnda sayýlan laiklik ilkesinin, ülkemizde küçük-burjuva aydýnlarýnca kullanýlmýþ olmasýnýn getirdiði sorunlar ve buna karþý þeriatçý kesimlerin geliþtirdiði propagandalar da unutulmamalýdýr. Burjuva demokratik devrimin tamamlandýðý ülkelerden aktarýlan laiklik uygulamasýnýn 70 yýllýk evrimi dikkatle incelenmelidir. Aksi halde küçük-burjuva aydýnlarýnýn tutarsýz ve uzlaþýcý laiklik söyleminin karþýsýnda geliþtirilen þeriatçý propagandaya karþý etkin bir mücadele yürütülemez. Tüm bunlar yapýlýrken, Marksist-Leninistler, dinin þu ya da bu nedenle devrimci mücadelede kullanýlabilecek bir araç olarak kullanýlmasý eðilimlerine karþý mücadele etmelidirler. Çünkü dinin iþe yararlýlýðý bilinci bile dini önyargýlarýn pekiþmesine hizmet eder. Yapýlabilecek en önemli hatalardan birisi de, ekonomik, toplumsal ve siyasal sorunlarýn açýklanmasýnda ve çözümünde dini belirlemeleri kullanmaktýr.* * Bu baðlamda son dönemde Kürt ulusal hareketi içinde geliþen dini örgütlenmelerin etkinliðine dikkat edilmelidir. Ulusal kuruluþu bir tanrý buyruðu olarak sunan bu kesimler, son olarak PKKnin ateþ-kes istemine yönelik fetva vermiþlerdir. Kendilerine Kürdistan Ýslam Hareketi diyen bir kesimin Almanyada 9-10 Temmuz 1994de düzenlediði Kürt Sorunu ve Ýslami Çözüm Konferansý Sonuç Bildirgesinde þöyle denilmektedir: Savaþýn iki tarafýný da Hücurat Suresi 9. ayetine uygun bir temelde Kuranýn hakemliðine ve barýþa çaðýrýyoruz. Bu çaðrýya olumlu cevap vermeyen zalim ve mütecaviz olur. Dinimiz tüm inananlarýn zalime karþý tavýr almasýný, zulüm ve tecavüzden vazgeçene kadar onunla savaþýlmasýný emreder. (Özgür Ülke, 13 Temmuz 1994) Ve ayný bildirgenin sonunda þöyle denilmekdedir: Bizler, bu amaçlarý reddeden ve çözümler için gösterilen çaba ile yapýlan çaðrýlar önünde engel teþkil eden her unsuru Kuran ile Kürdistan ve Türkiye halklarýnýn düþmaný ilan ediyor ve teþhir ediyoruz. Görüldüðü gibi, tümüyle Kuraný yücelten bir bildirge söz konusudur. Ve altýnda ERNK Temsilcisi M. Karasunun imzasý da bulunmaktadýr. Burada adý geçen Hücurat Suresi, Kuranýn 49. suresi olup, 9. ayetinde þöyle denilmektedir: Eðer iman edenlerden iki hizip birbirleriyle çekiþirse, hemen aralarýný bulup Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 47 KURTULUÞ CEPHESÝ Marksist-Leninistler, her zaman bu gerçeklerin ýþýðýnda hareket etmiþlerdir. Dinsel hareketler ve dinsel dogmalara karþý mücadele, ayný zamanda, materyalizmin bir gereðidir. Materyalist bir dünya görüþüne sahip olanlarýn din karþýsýnda tavýrsýz ve tarafsýz kalmalarý olanaksýzdýr. Ayrýca demokratik devrimin tamamlanmadýðý ülkelerde dine karþý yürütülen mücadele, dini ideolojilerin bertaraf edilmesi demektir ve proletaryanýn demokratik devrimdeki ideolojik öncülüðünün saðlanmasýnýn temel unsurlarýndandýr. Bu nedenle Leninin þu belirlemesi her zaman geçerli olacaktýr: Proletarya bizim burjuva demokratik devrimimizin öncüsüdür. Bu nedenle, orta çaðýn tüm kalýntýlarýna ve bu arada eski resmi dine ve bunu canlandýrma, yeniden biçimlendirme yolundaki tüm giriþimlere karþý yürütülecek mücadeledeki ideolojik öncü de proletaryanýn partisi olmalýdýr.* barýþtýrýn. Eðer onlardan biri diðerine saldýrýrsa siz saldýran hizbe karþý o, Allahýn emrine dönünceye kadar savaþýn. Dönünce artýk adaletle aralarýný bulup barýþtýrýn. Onlara adil davranýn. Allah adil davrananlarý sever. Görüleceði gibi, Hücurat Suresi Allahýn emrinin yerine getirilmesine iliþkindir. Bunun altýna hiçbir Marksist imza atamaz. * Lenin, Proletarya Partisinin Din Konusundaki Tutumu, Kurtuluþ Cephesi, Sayý: 18, s. 24-25 48 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ Küçük-Burjuva Aydýnlarýnýn Demokrasi Çýkmazý KURTULUÞ CEPHESÝ Sayý: 20, Temmuz-Aðustos 1994 12 Eylül 1980 öncesinde olduðu gibi, bugün de ülkemizde en çok tartýþýlan konularýn baþýnda demokrasi konusu gelmektedir. Hemen hemen hergün gazetelerde ya da televizyonlarda demokrasi konusunda yazýlar çýkmakta, tartýþmalar yapýlmaktadýr. Özellikle 27 Mart Yerel Seçimlerinde RPnin %20 oy almasýyla birlikte laiklik sorunuyla birlikte ele alýnan demokrasi tartýþmasý, 5 Nisan Kararlarýyla birlikte hükümet tarafýndan gündeme getirilen demokrasi paketiyle birlikte daha da hýzlandý. Birbiri ardýna yapýlan darbe tartýþmalarý, þeriatçýlýðýn demokrasi yoluyla iktidara gelmesi korkularýyla birlikte, demokrasinin geliþtirilmesi tartýþmalarý haline dönüþtü. Bütün bunlara DEPin Anayasa Mahkemesi kararý ile kapatýlmasý eklenince ortaya tam bir kavram keþmekeþi çýktý. Hemen herkesin bir fikir ileri sürdüðü tüm tartýþmalarda ortaya çýkan tek gerçek, demokrasinin ne olduðunun bilinmemesiydi. Kürt sorunundan laikliðe, ekonomik buhrandan banka ifaslarýna kadar, hemen herþey demokrasi çerçevesinde ele alýnýrken bu tartýþmalarda var olmayan tek þey, demokrasinin sýnýfsal niteliðiydi. Soyut demokrasi kurallarý öylesine yoðun bir biçimde ortaya konuldu ki, pekçok insan böyle bir demokrasinin sadece RPnin iþine Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 49 KURTULUÞ CEPHESÝ geleceðini düþünmeye baþladý. Bunun sonucu ise, laik cumhuriyetin tek koruyucusu ordunun yüceltilmesi oldu. Zaten Kürt ulusal hareketi karþýsýnda sürekli yýpranan ordunun böylesine bir kurtarýcý olarak gösterilmeye ihtiyacý vardý. Ve küçük-burjuva demokrat aydýnlarý sayesinde bu da gerçekleþmeye yöneldi. Týpký demokrasi tartýþmalarý gibi, laiklik tartýþmalarý da kavram keþmekeþi içersinde sürdürüldü. Hemen hergün medyada boy gösteren küçük-burjuva demokratlarý, kitleleri laiklik konusunda bilinçlendirme adýna laiklik ile Ýslamiyeti uyumlulandýrmaya çalýþtýlar. Hazýrlýklý gelen þeriatçýlar karþýsýnda hazýrlýksýz olmalarýný gerekçe gösterirken, konunun en temel kavramlarda yattýðýný ve bunlarýn netleþtirilmesiyle baðlantýlý olduðunu birkaç kiþi dýþýnda hiç kimse görmek istemedi. Soyut bir demokrasi kavramý çerçevesinde küçük-burjuva aydýnlarýnýn þeriat korkusu, soyut bir inanç sorunu ile bütünleþtirildi. En basit deyiþle, þeriatçýlarýn demokratik yollarý izleyerek demokrasiyi ortadan kaldýracaklarý korkusunun inançla ilintilendirilmesi, RPnin yumuþak üslubu ile birlikte ortaya çýkmasý mevcut karmaþayý artýrmakan öte bir iþe yaramadý. Birkaç aydýnýn demokrasinin de kendini koruma mekanizmalarý olmalýdýr türünden sözleri ise, bu kargaþa içinde kayboldu. Soyut demokrasi kavrayýþýnýn küçük-burjuva aydýnlarýnda yarattýðý kargaþa ortamýnda, þeriatçýlýða karþý ordu müdahelesi doðrudan ifade edilmese de, laikliðin temel koruyucusu ordu kavrayýþýna da deðinen pek olmadý. Tabi bütün bunlarýn zemininde ordunun gerçekleþtirdiði darbelerde küçük-burjuva aydýnlarýnýn da zarar görmüþ olmasý ve Cezayirde yönetimin askerileþtirilmesinin pek iþe yaramadýðýnýn görülmesi yatýyordu. Ama içten içe yönetimin askerileþtirilmesinin bir çözüm olabileceði düþüncesinin bu kesimlerde varlýðýný sürdürdüðü açýktý. Bugün ekonomik buhranýn aðýrlaþtýðý koþullarda demokrasi tartýþmasýnýn karýn doyurmadýðý demagojisi yapýlýrken, yukarda ortaya koyduðumuz olgular yok sayýlmaktadýr. Demokrasi ile ekonomi arasýndaki iliþkinin, küçük-burjuva aydýnlarýnýn soyut demokrasi kavrayýþlarýyla belirsizleþtiði de açýktýr. Siyasal iktidar sorunu olarak demokrasi, ayný zamanda ekonomik ve toplumsal iliþkilerin düzenlenmesi demek olduðu yeterince ortaya konulamadýðý koþullarda bu demagoji elbette etkili olacaktýr. Sorun net biçimde ifade edilmelidir: Soyut bir demokrasi yoktur ve demokrasi siyasal bir sorundur, sýnýfsal niteliðe sahiptir. Küçük-burjuva aydýnlarý, bir yandan dinsel fanatizm karþýsýnda geleneksel tutumlarýný sürdüremezken, diðer yandan Özal döneminde yedeklendikleri oligarþiden ayrýlmaktadýrlar. Ancak bu kararsýzlýk 50 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ ve kopuþ, kendi alternatifini bulamadýðýndan etkili bir sonuç da yaratamamaktadýr. 1970lerin sonlarýna doðru devrimci kesimlerden kopan ve 1980 ortalarýnda Özal politikalarýyla oligarþiye yedeklenen küçük-burjuva aydýnlarýnýn tek müttefikinin proletarya olduðu, tüm bunlara raðmen bir kez daha ortaya çýkmýþtýr. Bu geliþmeler karþýsýnda soldaki hava ise, tam bir boþ vermiþlik olarak ortaya çýktý. Genellikle kendilerini legalleþtirme ile legal mücadeleyi birbirine karýþtýranlar kendi dünyalarýnda olaylarý izlemekle yetinirken, diðer kesimler genel birkaç deyinmenin ötesinde pek birþey söylememeyi yeðlediler. Özellikle konu laiklik olduðunda sessiz kalýnmasý en önemli açmaz olarak ortaya çýktý. Kurtuluþ Cephesi olarak uzun süredir yaptýðýmýz tüm uyarýlara raðmen sessizlik, bir tavýrsýzlýk ve pasifizm olarak soldaki oportünizmle birleþti. Kitlelerin içine girerek, kitlelerin acil gereksinmeleri etrafýnda, kitleleri örgüleyip, eyleme sokma ve kitlelere siyasi bilinç götürüp örgütleme, yani emekçi kitlelerin ekonomik ve demokratik hak ve istemleri etrafýnda kitleleri örgütleyip, siyasi hedefe yönlendirme legalizmin yeni biçimiyle bir kez daha egemen oldu. 5 Nisan Kararlarý çerçevesinde ekonomik buhranýn aðýrlaþtýðýný gören bazý sol yapýlarýn ekonomik mücadeleyi politik mücadeleye dönüþtürme çabalarý salt istem boyutunda kalýrken, tüm faaliyetleri herhangi bir sendikanýn yerine getirmesi gereken iþlevlerle sýnýrlýydý. DSnin Alevi-Sünni, laik-dinci çatýþmasý deðil, sömürüye karþý ekmek kavgasý sloganýnda olduðu gibi, yalýn bir ekonomizme gömülündü. Oysa, Demokratik hak ve özgürlüklerin kullanýlamadýðý rafa kaldýrýldýðý daha doðru bir deyiþle oligarþi tarafýndan kullanýlmasýna izin verilmediði, ordusu, polisi ve diðer güçleri ile emekçi kitlelere tam bir tenkil politikasýnýn izlendiði bütün geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde, bu tip klâsik kitle çalýþmasý ile ekonomik ve demokratik mücadeleyi, politik mücadeleye dönüþtürmek isteyen örgütler, düþmanýn askeri üstünlüðü ve baskýsý karþýsýnda, güçsüzlüðe düþecekler, giderek de iyice saða kayacaklardýr. Bu yol oligarþik diktatörlük ile halktan gelen baský arasýnda kurulmuþ olan suni dengeyi bozacak yerde onu devam ettirecektir(Che) Evet, devam ettirecektir. Elbette bu yoldan gidildiðinde de görünüþte bazý ilerlemeler olacaktýr. Ancak bu yolun savunucularý, giderek baþlangýçta savaþçý niteliklere sahip olsalar bile, bu niteliklerini kaybedecek, yozlaþacak ve giderek bürokratlaþacaklardýr. Yitirilen devrimci öz ve de pasifize edilmiþ beþ-on emekçi; iþte bu görüþün yolu basit- Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 51 KURTULUÞ CEPHESÝ leþtirilince budur.* Görüldüðü gibi, küçük-burjuva aydýnlarýnýn sýnýfsal ve politik iktidar sorunundan soyutlanmýþ demokrasiyi öne çýkarttýklarý bir dönemde, bazý sol hareketler ekonomik mücadeleyi öne çýkarmýþlardýr. Böylece birbiriyle ilintisi açýk olan iki konu, iki ayrý alanda, birbirine karþý bir biçimde ifade edilir olmaktadýr. Son dönemdeki pekçok ekonomik mücadele alanýnda görüldüðü gibi, devrimciler sýradan bir sendika görevlisinin yapabileceði iþleri yapmýþ ve bunlarý devrimci bir görevmiþcesine kitlelere sunabilmiþlerdir. Bugün sorun demokratik halk devrimi sorunudur ve siyasal özgürlüklerin elde edilmesi olarak kendisini somutlaþtýrýr. Bir RPnin bile, ekonomik ve toplumsal sorunlarý iktidar sorunuyla baðlantýlý sunmasý, bu gerçeklerin kitleler tarafýndan ne denli anlaþýlabilir olduðunu göstermektedir. Küçük-burjuva aydýnlarýnýn soyut demokrasi kavrayýþýyla içine düþtükleri açmaz ile kitlelerin yüz yüze olduklarý aðýr ekonomik yaþam koþullarý proletaryanýn öncülüðündeki demokratik halk devrimi mücadelesinde kendi gerçekliðini bulabilecektir. Bu baðlamda, devrimciler, her yerde ve her zaman demokratik halk devrimi programý ile mücadeleyi yükseltmelidirler. Yoksa ne küçükburjuva aydýnlarýný dýþlayarak, ne de kitlelerin ekonomik talep uðruna yürüttükleri mücadeleyi devrim mücadelesiymiþ gibi göstererek bir yere varmak olanaksýzdýr. * Mahir Çayan, Kesintisiz Devrim II-III. 52 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ Oligarþinin Yeni Adam Satýn Alma Aracý: Alevicilik KURTULUÞ CEPHESÝ Sayý: 20, Temmuz-Aðustos 1994 ... tekelci burjuvazinin ekonomik gücünün, her alanda adam satýn almaya, yani rüþvete dayalý bir politika için kullanýlmasýdýr. Bu, özellikle ekonomik ve siyasal düzeyde, tekelci burjuvazi için engel oluþturan güçlerin ya da fraksiyonlarýn sözcüsü ya da yetkili kiþilerinin parayla satýn alýnmasý ve böylece bu güçlerin daðýtýlmasý demektir. (Bir çeþit böl ve yönet politikasý.)* T. Özalýn aðzýndan, hemen her gün duyduðumuz transformasyon sözcüðü, onun ölümünden beri hemen hemen hiç duyulmaz olmuþtur. Oligarþinin adam satýn alma politikasýnýn bir ifadesi olan transformasyon, egemen sýnýflarýn yüzyýllar boyu kendilerinden olmayan kesimlerden, özellikle ezilen ve sömürülen kesimlerden kadro transfer etmesidir. Özellikle sömürülen sýnýflarýn en iyi beyinlerinin egemen sýnýflarýn hizmetine devþirilmesi olarak transfor* Kurtuluþ Cephesi, Sayý: 15, s. 11. Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 53 KURTULUÞ CEPHESÝ masyon, bir yandan egemen sýnýflara yeni kadrolar saðlarken, diðer yandan sömürülen sýnýflarý kendi yetiþmiþ insan gücünden mahrum býrakýr. Böylece iki yönlü sonuçlar doðurur. Tarihte açýkça görüldüðü gibi, sömürücü egemen sýnýflar, kendilerine yönelik muhalefeti bir yandan devlet zoruyla (siyasal zor) sindirip, baský altýna alýrken; diðer yandan bu toplumsal muhalefet hareketini bölüp parçalamaya çalýþýrlar. Ýþe bu bölme ve parçalama eylemlerinin en temel unsuru olan transformasyon, adam satýn almanýn diðer bir ifadesidir. Ancak egemen sýnýflarýn egemenliklerini sürdürebilmek için yaptýklarý bununla sýnýrlý deðildir. Genel olarak böl ve yönet politikasý olarak bilinen politikalar, bireysel bazda olduðu kadar, kitlesel bazda da kullanýlýr. Balkanlaþtýrma olarak adlandýrýlan devletler ve topluluklarýn küçük parçalara bölünerek yönetilmesi, yine egemen sýnýflarýn kendi iktidarlarýný koruma çabalarýndan baþka birþey deðildir. Balkanlaþtýrma politikasýnda olduðu gibi, bir bölge halklarýnýn küçük devletçiklere bölünerek ve birbirlerine düþman edilerek ya da birbirlerini tehlike ve tehdit olarak görerek emperyalist politikalara uygun hale getirilmesi, belirli bir devlet sýnýrlarý içinde de kolayca uygulanabilmektedir. Özellikle sýnýfsal ayrýþmaya denk düþmeyen, tersine sýnýfsal ayrýþmayý bozan ve sýnýfsal faaliyetleri bölen her türlü bölme faaliyeti egemen sýnýflarýn temel politikalarýndandýr. Bu politikalarý Machiavelli Prens kitabýnda þöyle ifade etmiþir: Üstünde durulmasý gereken þudur: Ýnsanlar ya elde edilmeli ya da kökü kazýnmalýdýr; hafif baskýlara karþý intikam almaya kalkarlar, fakat aðýr baskýlara karþý direnemezler. Bir insana baský yapýlmasý gerektiði zaman öyle davranmalý ki, intikam almaya fýrsat bulamasýn.* Ülkemiz tarihinde görülen pekçok siyasal olayda egemen sýnýflarýn bu politikalarýný görmek olanaklýdýr. Osmanlý Ýmparatorluðu döneminde oluþturulan Hamidiye Alaylarý, Ýdris Bitlisi olayý vb. tümüyle egemen sýnýflarýn siyasal iktidarýný sürdürme faaliyetlerinin parça sýdýr. Ülkemizde her dönemde halk kitlelerinin mevcut siyasal iktidara karþý mücadelesi olmuþ ve ayný zamanda bu mücadeleyi zorla bastýrma giriþimleri oraya çýkmýþýr. Ayný süreçte kitlelerin mücadelesini bölmek ve birleþik mücadele etmelerini engellemek için her olay kullanýlmýþtýr. Osmanlýdan bu yana gelen Moskof düþmanlýðý, devrimci mücadeleye karþý anti-komünist propagandanýn temeline yerleþtirildiði ülkemizde, þeriatçýlar dinsizlere karþý bir güç olarak çýkartýlmýþtýr. Ýþte bu ve benzeri durumlarýn en son örneði ise, Alevilik üzerinde verilmektedir. Ýslamiyet içindeki iktidar mücadelelerinin bir ürünü olarak orta* Machiavelli, Hükümdar, s. 21. 54 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ ya çýkan deðiþik mezhep ve tarikatlarýn varlýðý, her dönemde egemen sýnýflar için kullanýlabilir bir araç olmuþtur. Devlet, kimi zaman bu kesimlerden birisini özel korumaya alarak diðerine karþý kullanmýþ, bir baþka dönem ise tersini yapmýþtýr. Ancak 12 Eylül sonrasýnda uygulamaya sokulan adam satýn alma politikalarý, Cumhuriyet tarihinin en geniþ uygulama alaný bulan politikalarýndan birisidir. Ýlkin sola uygulanan bu politika, hemen sünni tarikatlar arasýnda uygulanmaya baþlanmýþtýr. Bu uygulamanýn gözle görülür en büyük sonucu ise Ýhlas Holdingtir. Özal Hükümetlerinin ilk döneminde Türkiye gazetesine verilen büyük krediler, bu gazetenin satýþlarýný 2 milyona yaklaþtýrmýþtýr. Böylece, bir yandan Iþýkçýlar tarikatý güç haline getirilirken, yaratýlan istihdamla da önemli bir dinci kesim iþe sokulmuþtur. Yine ayný þekilde faþist milislere yönelik uygulanan bu politika etkili sonuçlar vermiþtir. Ýþte þimdi sýrada Aleviler bulunmaktadýr. Ancak hemen belirelim ki, oligarþinin Özal aracýlýðýyla yürüttüðü bu politika, Özalýn ölümünden sonra ayný biçimde sürdürülmek durumunda deðildir. Ama baþlatýlmýþ olan uygulamalarýn da hemen sona ermesi de beklenemez. Görülen, bu politikalarýn eskisi kadar hýzlý ve yaygýn kullanýlmasýnýn bir süre için söz konusu olamayacaðýdýr. Zaten C. Boynerin parti giriþimi de bunu göstermektedir. (C. Boyner þürekasý, Özalýn soldan devþirmeye yöneldiði, ama henüz tamamlayamadýðý uygulamanýn unsurlarýný içermektedir.) Alevilik üzerinde oligarþinin politik hesabý tümüyle devrimci mücadeleye karþý olmakla ilintilidir. Aleviliðin içerdiði kimi dinsel tutumlarýn toplumsal içeriði, özellikle de tarihsel olarak sürekli bir muhalefet hareketi olmasýnýn getirdiði unsurlar, her dönemde egemen sýnýflara yönelik politik mücadelelere katýlmalarýný getirmiþtir. 1980 öncesinde devrimci mücadelenin en yoðun kitlesel destek bulduðu bazý bölgelerde Alevilerin yoðunlaþmýþ bulunmasý bu gerçeði göstermektedir. Ýþte oligarþinin Alevilik üzerindeki politikasý, bu devrimci potansiyeli yok etmek üzerine kurulmuþtur. Oysa bu devrimci potansiyel, bu bölgelerde Aleviliðin olmasýndan deðil, bu bölgelerin sýnýfsal ayrýþmayý yaþayan ve sýnýf çeliþkilerinin keskinleþtiði yerler olmasýndan kaynaklanmakadýr. Ama bunlar oligarþi için önemli deðildir. Onun bütün amacý, Alevi kesimleri kendi dini sorunlarýyla uðraþýr kýlmak ve buna paralel olarak kendilerini bir ümmet ya da cemaat haline getirmektir. Bu yöndeki giriþiminde Alevicilik baþlý baþýna bir araç olmak durumundadýr. 1980lere kadar devrimci mücadelenin ekisiyle önemli ölçüde güç kaybeden kimi çevreleri (özellikle dedelik kurumunu) yeniden güçlendirmek oligarþinin ilk hedeflerinden birisidir. Bu faaliyette gerekli giderler dolaylý biçimde devlet tarafýndan karþýlandýðýndan, eski Alevi egemenlerinin faaliyetlerinde büyük artýþ olmuþtur. Ancak hedef olarak konulan Alevi cemaati Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 55 KURTULUÞ CEPHESÝ oluþturmada ana parasal kaynak Diyanet Ýþleri bütçesi gösterilmektedir. Alevicilik yolunda ilerleyen kesimlerin ifade ettiði gibi, 8 trilyon 400 milyar liralýk Diyanet bütçesinin en az dörtte biri böyle bir geliþmenin ödülü olarak sunulabilmektedir. Özellikle yoksul emekçi kesimlerden oluþan bir kesim için bunun nasýl bir etki yapacaðý üzerinde politikalar yürütülmektedir. Oligarþinin Aleviciliði destekleyerek sürdürdüðü politikasýndan kýsa vadede beklediði, Alevi kesimlerinin her türlü toplumsal mücadeleden uzak tutulmasýdýr. Sivas Katliamýndan sonra görüldüðü gibi, katledilen devrimci, demokrat ve yurtsever insanlar, el çabukluðuyla can olmuþlardýr. Oysa þeriatçý ve faþist kesimlerin katliama giriþirkenki temel gerekçeleri dinsizler ve Pir Sultan Abdalýn ülkemiz devrimci mücadelesinde þekillenen simgesi olmuþtur. Sivas Katliamý, týpký Maraþ, Çorum katliamlarý gibi, devrimci mücadeleye yönelik bir gözdaðý ve imha hareketidir. Sivas Katliamý sonrasýnda yapýlan yoðun propagandayla (ki baþýný Aleviciliðe soyunanlar çekmektedir) Alevi kesimler kendi içlerine döndürülmek istenmektedir. Bir yandan katliam tehdidi sürekli kýlýnarak kendilerini savunmaya yöneltilirken, diðer yandan açýlan kanallarla savunmanýn silahlý devrimci mücadelede deðil, devletle uzlaþmada yattýðý gösterilmeye çalýþýlmaktadýr. Bugün sorun, Alevilerin, kitle olarak oligarþinin mi, yoksa devrimcilerin mi yanýnda yer alacaklarý sorunu deðildir. Sorunu böyle ele almak, oligarþinin belirlediði koþullara boyun eðmek ve destek vermek demektir. Bugün sorun, devrimci mücadelenin kendi sýnýfsal temelleriyle ve sýnýf güçleriyle yürütülmesi sorunudur. Dinsel ya da ulusal farklýlýklarý esas alarak ve bunu bir kitlesel nitelik olarak belirleyerek devrimci mücadeleinin sürdürülmesi olanaksýzdýr. Sorun, Alevi kitlesinin, Aleviler olarak nasýl bir politik tutum takýnacaklarý deðildir. Sorun, Alevi kesimlerinin Alevi kitlesi ya da Alevi cemaati haline getirilmesine boyun eðmek deðil, bu kitlenin sýnýfsal boyutlarýný esas almak ve buna göre devrimci mücadeleyi, propagandayý ve örgütlenmeyi sürdürmektir. 56 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ Alevilik, Din vb. Üzerine Bir Kez Daha KURTULUÞ CEPHESÝ Sayý: 28, Kasým-Aralýk 1995 Din, kiþinin özel sorunu olarak kabul edilmelidir. Sosyalistler, din konusundaki tavýrlarýný genellikle bu sözlerle belirtirler. Oysa herhangi bir yanlýþ anlamaya yol açmamak için bu sözlerin anlamý kesinlikle açýklanmalýdýr. Devlet açýsýndan ele alýndýðý sürece, din kiþisel bir sorun olarak kalmasýný isteriz. Ancak, Partimiz açýsýndan dini kiþisel sorun olarak göremeyiz. Dinin devletle iliþkisi olmamasý, dinsel kurumlarýn hükümete deðin yetkileri bulunmamasý gerekir. Herkes istediði dini izlemek ya da dinsiz, yani kural olarak bütün sosyalistler gibi, ateist olmakta tamamen özgür olmalýdýr. Vatandaþlar arasýnda dinsel inançlarý nedeniyle ayrým yapýlmasýna kesinlikle göz yumulamaz. Resmi belgelerde bir vatandaþýn dininden söz edilmesine de son verilmelidir. Kiliseye ve dinsel kurumlara hiçbir devlet yardýmý yapýlmamalýdýr, hiçbir ödenek verilmemelidir. Bunlar devletten tamamen baðýmsýz, ayný düþüncedeki kiþilerin oluþturduðu kurumlar niteliðinde olmalýdýr. (Lenin, Novaya Zihn, Sayý: 28, 3 Aralýk 1905.) Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 57 KURTULUÞ CEPHESÝ Dini inançlarýn tarih boyunca sadece egemen güçlere hizmet etmedi. Belirleyici yönü bu olsa da egemenlere karþý halk isyanlarýnda da birleþtirici, ideolojik iþlevler gördü. (DHKC-Avrupa Örgütünün yayýnladýðý Alevilik üzerine bir broþür)* Ýþte Alevilik üzerine hazýrlanmýþ bir broþür böyle baþlamaktadýr. Bu sözlerin içinde yer alan devrimci sözcükler (egemen güçler, halk isyanlarý gibi),kaçýnýlmaz olarak, böyle bir belirlemenin üzerinde durulmasýný gerektirmektedir. Eðer ki, yukarda sözü edilen belirleme, yani dini inançlarýn tarih boyunca ... egemenlere karþý halk isyanlarýn da birleþtirici, ideolojik iþlevler gördüðü belirlemesi doðru ise, herhangi bir tarihsel dönemdeki herhangi bir dinsel hareketin ya da dinsel teorinin devrimci bir içeriði olmasý kaçýnýlmazdýr. Böyle oluncu da, tarihte hangi dinsel hareketin ve hangi dinsel teorinin devrimci bir içeriðe sahip olduðu ortaya konulmaz zorundadýr. Sözü geçen broþürde, bu konuya iliþkin olarak, sadece, Baba Ýshak, Þeyh Bedreddin, Pir Sultandan söz edilmektedir. Ancak tarih, ne Anadoluyla sýnýrlýdýr, ne de dini hareketler, salt islamiyete iliþkindir. Hatta diyebiliriz ki, tarihte en büyük ve en uzun dinsel hareketler Avrupada ortaya çýkmýþtýr. Bu açýdan, tarihe bir bütün olarak bakmak gerekmektedir. Burada, ilkel topluluklarda, yani ilkel komünal toplumda dinin nasýl ortaya çýktýðý, nasýl geliþtiði üzerinde durmayacaðý. Ancak hemen her Marksistin bildiði bir gerçek, tanrýnýn, toplumsal duygularý uyaran ve örgütleyen bir kavram olmayýp, herþeyden önce, insanýn bir yandan doða öte yandan sýnýf boyunduruðuna sokulmasýnýn yarattýðý fikirlerin yani bu baðýmlýlýðý pekiþtiren, sýnýf mücadelesini uyutmayý amaçlayan kavramlarýn bir bileþimi (Lenin) olduðudur. Tarihte, bu tür kavrama ve kökene raðmen demokrasi mücadelesi ve proletarya savaþýnýn, bir dinsel görüþün bir baþka dinsel görüþle çarpýþmasý biçimini aldýðý bir dönem olmuþtur. Ancak, Leninin açýk biçimde belirttiði gibi, o dönem de çok gerilerde kalmýþtýr. Böyle oluncu, eski dönemlerde, þu ya da bu dönemde ortaya çýkan isyanlarýn kendilerini belli bir dinsel teoriye dayandýrmalarý ya da dinsel bir görüþün bir baþka dinsel görüþle çarpýþmasý olarak ortaya çýkmasý, sadece sonuç olarak, ya da tarihe iliþkin bir hüküm olarak ortaya konulamaz. Marksizm, her zaman, tarihin sýnýf mücadelelerinin tarihi olduðunu ortaya koyar. Bu nedenle de, her hangi bir halk isyanýný, sadece bu isyanda sözü edilen ideolojik kavramlar ya da sözlerle deðil, bu isyaný ortaya çýkaran ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel tüm koþullarla baðlantýlý olarak ele alýr ve tanýmlar. * Adý geçen broþür Mücadele-Yurtdýþýda Haziran 1995de aynen yayýnlanmýþtýr. 58 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ Engelsin 1517 Luther hareketini (reform hareketi) ve 1525 Thomas Münzer hareketini tahlil ediþi buna örnek olarak verilebilir. Engels, bu hareketlerin ortaya çýktýðý tarihsel dönemdeki sýnýf iliþkilerini ve bu sýnýf iliþkileri içersindeki çýkarlarý dinle baðlantýlý olarak þöyle ortaya koymaktaýr: Ulusun bölünmüþ bulunduðu üç büyük kamptan birincisi, tutucu-katolik kamp, kurulu düzenin sürdürülmesinde çýkarý bulunan tüm öðeleri: Ýmparatorluk iktidarý, papaz sýnýfý ve laik prenslerin bir bölümünü, zengin soyluluðu, büyük din görevlileri ve kentler ayrýcalýklýlarýný bir araya getirirken, lüterci ýlýman burjuva reform partisi, varlýklý muhalefet öðelerini, küçük soyluluk yýðýnýný, burjuvaziyi ve hatta, laik preslerin, kilise mallarýnýn zoralýmý ile zenginleþmeyi uman ve imparatorluk karþýsýnda daha büyük bir baðýmsýzlýk kazanmak için fýrsattan yararlanmak isteyen bir bölümünü bir araya getiriyordu. Son olarak, köylüler ve halktan kimseler de, istemleri ve öðretileri en açýk bir biçimde Thomas Münzer tarafýndan dile getirilen devrimci bir parti oluþturuyorlardý.* Demek ki, dini inançlarýn tarih boyunca halk isyanlarýnda birleþtirici, ideolojik iþlev görmesinden söz etmek, sanýldýðý kadar kolay deðildir. Bilimsel ideoloji olarak Marksizmin ortaya çýkmadýðý çaðlarda, halk kitlelerinin þu ya da bu ideolojinin ya da teorinin kendisinde, kendi çýkarlarýnýn ifadesini bulabilmiþ olmalarý, sadece o tarihsel dönemin iliþki ve çeliþkileri ile açýklanabilecek bir durumdur. Martin Lutherin, Thomas Münzerin birer din adamý olduklarý, Þeyh Bedrettin ve Pir Sultanýn ayný þekilde din adamý olduklarý unutulmazsa, o tarihsel dönemdeki halk isyanlarýnýn kendilerini neden dinsel bir görüþte ifade ettikleri anlaþýlabilir. Gerçek gerçeklikte, yani tarihte ortaya çýktýðý gibi, her din ve dinsel teori, belirli bir sýnýfýn ya da sýnýf kesimlerinin çýkarlarýnýn ifadesi olmuþtur. Ve yine tarihte görüldüðü gibi, her zaman egemen sýnýflara karþý ezilen ve egemenlik altýnda olan sýnýflarýn hareketi, kendilerini bu konumda tutmaya hizmet eden, sömürüyü kutsayan dinlere ve dinsel görüþlere karþý bir hareket de olmuþtur. Bir baþka deyiþle, ister dinsel olsun, ister felsefik, her zaman egemen sýnýfýn ideolojisi, egemen ideolojidir ve egemenliði ele geçirmeyi amaçlayan her sýnýf ya da halk hareketi, kaçýnýlmaz olarak bu ideolojiyle savaþmak zorundadýr. Bu savaþ da, herkesin bilebileceði gibi, egemen ideolojiye karþý bir ideoloji oluþturmakla olanaklýdýr. Ýþte, herhangi bir tarihsel dönemde, egemen dinsel ideolojiye karþý ortaya çýkan diðer bir dinsel ideoloji, böyle bir mücadelenin üst-yapýsal * Engels, Köylüler Savaþý, s. 50. Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 59 KURTULUÞ CEPHESÝ ifadesi olmuþtur. Yukarda da belirttiðimiz gibi, bilimsel bir ideolojinin (Marksizmin) ortaya çýkmadýðý, ortaya çýkmasýnýn koþullarý mevcut bulunmadýðý, ilk ve orta çaðýn karanlýk dönemlerinde, hemen her mücadele din temelinde geliþmiþ ve dini ideolojilerin doðmasýna ve karþýlýklý savaþýna sahne olmuþtur. 1515de Luther hareketi, o dönemde egemen olan katolik kilisesine karþý olmuþ ve katolik inançlarýn reforma tabi tutulmasýný talep etmiþtir. Bunun sonucu ise, katolik kilisesinin bölünmesi ve protestan kilisesinin ortaya çýkmasýdýr. Kimi din felsefecilerinin zihniyet devrimi olarak tanýmladýklarý bu geliþme, ayný zamanda kapitalizmin geliþmesinin üstyapýsal yansýsýdýr. (Calvinizm, protestanlýk gibi kimi dinsel görüþlerin kapitalizmle iliþkisi üzerine sayýsýz araþtýrma olduðunu da burada belirtelim.) Ýslamiyete ya da islamiyet içersinde ortaya çýkan deðiþik dinsel teorilere ya da görüþlere bakacak olursak, öncelikle bunlarýn ortaya çýktýðý tarihsel ve toplumsal koþullar ortaya konulmak zorundadýr. Kapitalist geliþmenin ortaya çýkmadýðý bir dönemde Arap topluluklarý içindeki sýnýfsal ayrýþmalar ve karþýtlýklar el alýnmadan, Halifelik düzeni ve bu düzen içersindeki çatýþmalar açýklanamayacaðý ortadadýr. Ancak bugün, kolayca reddedilemeyecek bir gerçek, Ali hareketinin, o dönemde ortaya çýkan bir iktidar mücadelesi olduðudur. Bu hareketin temsil ettiði ekonomik iliþkiler ve çýkarlar, o dönemdeki Arap toplumunun az geliþmiþliði ile belirlenmiþtir. Dolayýsýyla, çýkarlar ve iliþkiler, keskin bir sýnýf karþýtlýðýndan çok, bir sýnýf içindeki alt kesimlerin çýkarlarý ve iliþkisi olarak ortaya çýkmýþtýr. Bunlar içinde, hangi kesimin, bedevilere, hangisinin fellahlara, hangisinin tacirlere, hangisinin de deðiþik meta ticareti yapan tacirlere denk düþtüðünü elbette bir tarih araþtýrmasýyla ortaya koymak olanaklýdýr. Ancak, genel çerçevede, bu farklý ekonomik iliþkilerin farklý çýkarlara denk düþtüðünü ve bu farklý çýkarlarýn da zaman zaman çatýþma içine girdiði bilinmeyen bir þey deðildir. Alevilik baðlamýnda ele alacak olursak, tarihsel hareket içinde deðiþik çatýþmalarýn ortaya çýktýðýný hemen herkes bilmektedir. Bu çatýþmalar içersinde, Þiiliðin Ýrandaki egemenliði, Anadoluda Aleviliðin yayýlmasý vb. olaylar ortaya çýkmýþtýr. Baba Ýshak, Pir Sultan, Þeyh Bedreddin olaylarýnda ortaya çýkan hareketin yoksul köylü hareketi olmasý, kaçýnýlmaz olarak onlarýn öncülerinin niteliðine ve görüþlerine yansýmak durumundadýr. Ancak bunlarýn dinsel bir görüþ çerçevesinde toplumsal ve siyasal bir görüþ bütünlüðüne sahip olmasý bir olgu olmakla birlikte, hareketin demokratik niteliðini belirleyen unsur durumunda deðildir. Bu hareketlerin demokratik niteliðini belirleyen yoksul köylü hareketi olmasýdýr. Yoksa, Anadoluda deðiþik dönemlerde, mevcut yönetime karþý deðiþik isyanlar ve hareketler ortaya çýkmýþtýr. Ve bu hareketlerin büyük bir bölümü, her zaman kendi amaçlarýný dinsel olarak tanýmlamýþlardýr. Ancak hareketin sý- 60 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ nýfsal yapýsý ve temsil ettiði sýnýf çýkarlarý açýsýndan pek çoðu gerici özelliklere sahiptir. Bunlarýn yanýnda, çeþitli etnik ve göçer topluluklarýn isyanlarý da söz konusudur. Fakat bunlar, doðrudan kendilerinin konumuna yönelik merkezi devlet otoritesinin baskýsýna karþý hareketler olduklarý ve azýnlýðý oluþturduklarý için, dinsel bir görüþ ya da ideoloji ortaya çýkaramamýþlardýr. Bu, bu hareketlerin gerici özelliklere sahip olduðu anlamýna gelmediði gibi, dini bir görüþe sahip olmadýklarý anlamýna da gelmemektedir. Sadece kendilerine yönelik baskýnýn egemen dinsel ideoloji ile biçimlendirilmemiþ olmasý sözkonusudur. (Avþarlarýn isyanlarý gibi.) Yine ayný þekilde, 1925 Þeyh Sait isyaný, aðýrlýklý olarak dinsel görüþlere kendisini dayandýrmýþ ve Cumhuriyetin ilaný ile birlikte hilafetin kaldýrýlmasýný kendi hareketine bir dayanak olarak almýþtýr. Bu isyana katýlanlarýn yoksul Kürt köylüleri olmasý, hareketin yöneticilerinin niteliðinde ve dinsel görüþlerinde yansýsýný bulmamýþtýr. Bu da, bu hareketin demokratik içeriðini tartýþmalý hale getirmiþtir. Ýþte bu ve benzeri tarihsel gerçeklerden yola çýkýldýðýnda, herhangi bir dönemde ortaya çýkan halk hareketlerinin ya da isyanlarýnýn belli bir dinsel görüþü oluþturmasý ya da temsil etmesi, tarihsel hareketin açýklanmasýnda ve tarih bilincinin oluþmasýnda özel bir yere sahip deðildir. Bu nedenle, dini inançlarýn ... egemenlere karþý halk isyanlarýnda da birleþtirici, ideolojik iþlevler görmesi sadece bir olgudur. Bu olgunun, tarihin materyalist kavranýþýyla bütünleþtirilmeden ve yalýn olarak ortaya konulmasý, belki belli dinsel görüþlere yakýn olmaya vesile teþkil edebilirse de, kitlelerin bilincini bulanýklaþtýracaðý için yanlýþtýr. Sözünü etmiþ olduðumuz broþürün, ortaya koyduðu yanlýþlýklar bunlarla sýnýrlý deðildir. Ve hatta kimileri, yukarda ele aldýðýmýz belirleme kadar geniþ bir tarihsel araþtýrma ve bilgiye gereksinme duymayacak kadar açýk olgular üzerinedir. Ýþte bunlardan biri: Faþizm din, mezhep, milliyet farklýlýklarýný emekçi sýnýflar arasýnda güç bulabilmek, halký bölmek, parçalamak, güçten düþürmek ve birbirine kýrdýrmak için araç olarak kullanýr. Bu sadece faþizmin deðil tüm egemen sýnýflarýn yaklaþým þeklidir. Esasen onlarýn milliyetleri olmadýðý gibi ne dinleri ne imanlarý vardýr.* (abç) Evet, faþizme karþý söylenilmiþ bu sözlerin içerdiði anti-faþist nitelik açýktýr. Ancak, ayný sözlerin içerdiði anti-komünist görüþ de ayný þekilde açýktýr. Bakýn Marks ne diyor: * DHKC adýna yayýnlanan adý geçen broþür. Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 61 KURTULUÞ CEPHESÝ Proleterler, bütün ülkelerde bir ve ayný menfaatin; bir tek ve ayný düþmanýn, bir tek ve ayný savaþýn karþýsýndadýrlar; proleterlerin çoðu daha þimdiden tabi olarak milli peþin hükümlerden sýyrýlmýþlardýr; onlarýn bütün hareketleri, temel bakýmýndan insancýl ve milliyet karþýtýdýr. Milliyeti yalnýz proleterler ortadan kaldýracaktýr.* Bir de buna Komünist Manifestonun Ýþçilerin vataný yoktur ünlü sözünü eklersek sanýrýz, söylenenlerin sonuçlarýnýn ne olacaðýný kestirmek zor olmayacaktýr. Þüphesiz, komünistler, milliyet karþýsýnda enternasyonalisttirler; din karþýsýnda ise dinsiz. Ve her zaman devrimciler, komünistler, dinleri ve imanlarý olmadýðýný söylerler ve bunu gizlemeye asla tenezül etmezler. Bu bilinirken ve hatta kendilerini Marksist-Leninist bir parti olarak kabul edip, onun önderliðinde savaþan cepheden söz ederken, sadece ajitasyon uðruna bu sözlerin söylenmesi kolayca açýklanabilir deðildir. Gelelelim faþizme. Yukardaki deðerlendirme (ya da ajitasyon sözleri) bir kez daha okunduðunda görülecektir ki, tüm egemen sýnýflarýn yaklaþýmý tikel, faþizmin yaklaþýmý tümel olarak ele alýnmaktadýr. Bunun oluþturacaðý kavram kargaþasý oldukça önemlidir. Þüphesiz yazýmýzýn konusu bu olmadýðýndan üzerinde durmayacaðýz. Ancak küçük bir broþür bile olsa, ortaya çýkartacaðý bilinç ve mantýk çarpýlmalarýnýn ürünlerinin devrimci mücadeleye yansýyacaðýný, devrimciler asla unutmamalýdýrlar. Tarihte açýkça görüldüðü gibi, sömürücü egemen sýnýflar, kendilerine yönelik muhalefeti bir yandan devlet zoruyla (siyasal zor) sindirip, baský altýna alýrken; diðer yandan bu toplumsal muhalefet hareketini bölüp parçalamaya çalýþýrlar. Ýþe bu bölme ve parçalama eylemlerinin en temel unsuru olan transformasyon, adam satýn almanýn diðer bir ifadesidir. Ancak egemen sýnýflarýn egemenliklerini sürdürebilmek için yaptýklarý bununla sýnýrlý deðildir. Genel olarak böl ve yönet politikasý olarak bilinen politikalar, bireysel bazda olduðu kadar, kitlesel bazda da kullanýlýr. Balkanlaþtýrma olarak adlandýrýlan devletler ve topluluklarýn küçük parçalara bölünerek yönetilmesi, yine egemen sýnýflarýn kendi iktidarlarýný koruma çabalarýndan baþka birþey deðildir. Balkanlaþtýrma politikasýnda olduðu gibi, bir bölge halklarýnýn küçük devletçiklere bölünerek ve birbirlerine düþman edilerek ya da birbirlerini tehlike ve tehdit olarak görerek emperyalist politikalara uygun hale getirilmesi, belirli bir devlet sýnýrlarý içinde de kolayca uygulanabilmektedir. Özellikle * Akt. Mahir Çayan, Kesintisiz Devrim-I. 62 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ sýnýfsal ayrýþmaya denk düþmeyen, tersine sýnýfsal ayrýþmayý bozan ve sýnýfsal faaliyetleri bölen her türlü bölme faaliyeti egemen sýnýflarýn temel politikalarýndandýr. Egemen sýnýflarýn tüm tarihte görülen bu tutumlarý ile faþizmin tek ulus, tek devlet, tek þef sloganýnda ifade edilen birleþtiricilik birbirine karýþtýrýlamaz. Ýkincisine bakarak, faþizmin bölmeden çok birleþtirici olduðunu iddia etmek olanaklýdýr. Ama bu tümüyle, faþizmin birlik ögesinin, kendi egemenliðini kabul eden sýnýf ve tabakalar karþýsýnda gösterilen bir tutum olduðu gerçeðinin ifadesidir. Bu açýdan, böl ve yönet politikalarý, egemen sýnýflarýn kendi egemenliklerine karþý sýnýflara ve hareketlere karþý uygulanan bir politika olduðunun altý da çizilmek zorundadýr. Bu durumu Stalin þu þekilde ortaya koymaktadýr: Ulusal birlik adýna ulusun içinde sýnýflar arasý barýþ, yabancý uluslarýn topraklarýný fethetme yoluyla kendi ulusunun topraðýný geniþletme, baþka uluslara karþý güvensizlik ve düþmanlýk, ulusal azýnlýklarýn ezilmesi, emperyalizm ile ortak cephe iþte bu uluslarýn toplumsal, siyasal, ideolojik bagajýnýn içeriði bunlardýr.* Salt faþizmden söz edecek olursak, faþizmin, bir yandan tüm ulusu kendi etrafýnda birleþtirirken, diðer taraftan kendisine karþý güçleri bölmeye ve parçalamaya çalýþtýðýný görürüz. (Faþizme karþý birleþik cephe, ayný zamanda faþistlerin bu politikalarýnýn etkisizleþtirilmesi demektir.) Bu nedenlerden dolayýdýr ki, sorunun sadece bir yanýný ortaya koyarak (böl ve yönet politikasýýn sonuçlarýný), diðer yanýný (egemen sýnýflarýn ve faþistlerin ulusal birlik vb. sözleriyle ifade edilen birleþtirici öge) býrakmak, kitlelerde yanlýþ bilinç oluþturmasý yanýnda, gerçekliðin doðru bir biçimde ortaya konulmamasý demektir. Tüm bunlarlarla birlikte, ülkemizdeki faþizmin, sömürge tipi faþizm olduðu ve bunun klâsik faþizmden farký da ifade edilmelidir. Yine ayný broþürde, Osmanlýlarýn ilk dönemlerinden baþlayarak Maraþ, Sivas, Çorum olaylarýna kadar Alevilere yönelik katliamlara deðinildikten sonra þöyle denilmektedir: Faþizmin din-mezhep farklýlýklarýna yaklaþýmý ve tarihsel süreç içersindeki uygulamalarý öz olarak budur.** Oysa ki, hemen herkes, faþizmin, finans-kapitalin, en gerici, en þövenist, en emperyalist kesimlerinin açýk terörist diktatörlüðü olduðunu söyler. Ama DHKC broþüründen faþizmin Osmanlýnýn ilk dönemlerinden günümüze kadar var olduðunu öðreniyoruz. Ýþte yukarda ifade ettiðimiz gibi, tikel-tümel iliþkisindeki mantýksal * Stalin, Marksizm ve Ulusal Sorun ve Sömürge Sorunu, s. 316-317. ** DHKC adýna yayýnlanan adý geçen broþür. Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 63 KURTULUÞ CEPHESÝ hata, kaçýnýlmaz olarak böylesine bir sonucu ortaya çýkartan ifadelere dönüþmüþtür. Geçelim Ýran devrimi ve Hizbullah vb. þeriatçýlar üzerine yapýlan deðerlendirmeye. Sadece alevilik deðil, sünniliðin, bir bütün olarak islami ideolojinin emperyalizme karþý anti-emperyalist savaþlara ve örgütlenmelere kaynaklýk yaptýðý unutulmamalýdýr. Ýran önemli bir örnektir. Bugün Ortadoðuda anti-emperyalist savaþýn önderliðini bu örgütler yapmaktadýr.* Evet, bu bir deðerlendirmedir. Herkesin kendisine göre bir belirlemesi, deðerlendirmesi elbette olacaktýr. Ancak kendisine Marksist-Leninist diyen bir partinin emir ve komutasýnda faaliyet gösterdiði ileri sürülen bir cephenin deðerlendirmesi de Hizbullahçýlardan farklý olmasýný beklemek de herkesin hakkýdýr. Sanýrýz tüm bu belirlemelerden sonra broþürün son deðerlendirmesi okunmaya deðecektir: Halkýmýzýn büyük kesimi emperyalizm tarafýndan ezilmeye tepki olarak dini ve milli duygularýna sýðýnmýþtýr. Bunlara uygun politikalarla yaklaþýlmadýðý için faþist ve gerici örgütlerin bu durumdan yararlanmasý ve büyük bir güç olmasý engellenememiþtir... DHKCde halklarýmýzýn birliðini saðlamak için her türlü olanaða sahibiz. Bunun için gerektiðinde cami önlerine gitmekten çekinmemeliyiz.** Tüm bunlardan sonra, bize, bu broþürü hazýrlayan ve yayýnlayanlarýn kendi görüþlerini bir kez daha gözden geçirmelerini söylemekten baþka birþey kalmýyor. Ama yine de, Kurtuluþ Cephesinin Temmuz-Aðustos 1994 tarihli 20. sayýsýnda oligarþinin Alevilik üzerindeki hesaplarýný ortaya koyan yazýnýn son bölümünü anýmsatalým: Alevilik üzerinde oligarþinin politik hesabý tümüyle devrimci mücadeleye karþý olmakla ilintilidir. Aleviliðin içerdiði kimi dinsel tutumlarýn toplumsal içeriði, özellikle de tarihsel olarak sürekli bir muhalefet hareketi olmasýnýn getirdiði unsurlar, her dönemde egemen sýnýflara yönelik politik mücadelelere katýlmalarýný getirmiþtir. 1980 öncesinde devrimci mücadelenin en yoðun kitlesel destek bulduðu bazý bölgelerde Alevilerin yoðunlaþmýþ bulunmasý bu gerçeði göstermektedir. Ýþte oligarþinin Alevilik üzerindeki politikasý, bu devrimci potansiyeli yok etmek üzerine kurulmuþtur. Oysa bu devrimci potansiyel, bu bölgelerde Aleviliðin olmasýndan * DHKC adýna yayýnlanan adý geçen broþür. ** DHKC adýna yayýnlanan adý geçen broþür. 64 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ deðil, bu bölgelerin sýnýfsal ayrýþmayý yaþayan ve sýnýf çeliþkilerinin keskinleþtiði yerler olmasýndan kaynaklanmakadýr. Ama bunlar oligarþi için önemli deðildir. Onun bütün amacý, Alevi kesimleri kendi dini sorunlarýyla uðraþýr kýlmak ve buna paralel olarak kendilerini bir ümmet ya da cemaat haline getirmektir. Bu yöndeki giriþiminde Alevicilik baþlý baþýna bir araç olmak durumundadýr. 1980lere kadar devrimci mücadelenin ekisiyle önemli ölçüde güç kaybeden kimi çevreleri (özellikle dedelik kurumunu) yeniden güçlendirmek oligarþinin ilk hedeflerinden birisidir. Bu faaliyette gerekli giderler dolaylý biçimde devlet tarafýndan karþýlandýðýndan, eski Alevi egemenlerinin faaliyetlerinde büyük artýþ olmuþtur. Ancak hedef olarak konulan Alevi cemaati oluþturmada ana parasal kaynak Diyanet Ýþleri bütçesi gösterilmektedir. Alevicilik yolunda ilerleyen kesimlerin ifade ettiði gibi, 8 trilyon 400 milyar liralýk Diyanet bütçesinin en az dörtte biri böyle bir geliþmenin ödülü olarak sunulabilmektedir. Özellikle yoksul emekçi kesimlerden oluþan bir kesim için bunun nasýl bir etki yapacaðý üzerinde politikalar yürütülmektedir. Oligarþinin Aleviciliði destekleyerek sürdürdüðü politikasýndan kýsa vadede beklediði, Alevi kesimlerinin her türlü toplumsal mücadeleden uzak tutulmasýdýr. Sivas Katliamýndan sonra görüldüðü gibi, katledilen devrimci, demokrat ve yurtsever insanlar, el çabukluðuyla can olmuþlardýr. Oysa þeriatçý ve faþist kesimlerin katliama giriþirkenki temel gerekçeleri dinsizler ve Pir Sultan Abdalýn ülkemiz devrimci mücadelesinde þekillenen simgesi olmuþtur. Sivas Katliamý, týpký Maraþ, Çorum katliamlarý gibi, devrimci mücadeleye yönelik bir gözdaðý ve imha hareketidir. Sivas Katliamý sonrasýnda yapýlan yoðun propagandayla (ki baþýný Aleviciliðe soyunanlar çekmektedir) Alevi kesimler kendi içlerine döndürülmek istenmektedir. Bir yandan katliam tehdidi sürekli kýlýnarak kendilerini savunmaya yöneltilirken, diðer yandan açýlan kanallarla savunmanýn silahlý devrimci mücadelede deðil, devletle uzlaþmada yattýðý gösterilmeye çalýþýlmaktadýr. Bugün sorun, Alevilerin, kitle olarak oligarþinin mi, yoksa devrimcilerin mi yanýnda yer alacaklarý sorunu deðildir. Sorunu böyle ele almak, oligarþinin belirlediði koþullara boyun eðmek ve destek vermek demektir. Bugün sorun, devrimci mücadelenin kendi sýnýfsal temelleriyle ve sýnýf güçleriyle yürütülmesi sorunudur. Dinsel ya da ulusal farklýlýklarý esas alarak ve bunu bir kitlesel Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 65 KURTULUÞ CEPHESÝ nitelik olarak belirleyerek devrimci mücadeleinin sürdürülmesi olanaksýzdýr. Sorun, Alevi kitlesinin, Aleviler olarak nasýl bir politik tutum takýnacaklarý deðildir. Sorun, Alevi kesimlerinin Alevi kitlesi ya da Alevi cemaati haline getirilmesine boyun eðmek deðil, bu kitlenin sýnýfsal boyutlarýný esas almak ve buna göre devrimci mücadeleyi, propagandayý ve örgütlenmeyi sürdürmektir. Sosyalist proletaryanýn partisi açýsýndan, din kiþisel bir konu deðildir. Partimiz, iþçi sýnýfýnýn kurtuluþu adýna bir araya gelmiþ sýnýf bilinçli, ileri savaþçýlarýn toplandýklarý bir yerdir. Böylesi bir birlik dinsel inanç biçiminde ortaya sürülen sýnýf bilinci yoksunluðuna, bilgisizliðe ve geri kafalýlýða kayýtýz kalamaz ve kalmamalýdýr. Din diye tanýmlanan ve halkýn üzerine indirilen koyu sisle, sözlerimizi ve yazýlarýmýzý kullanarak tamamen ideolojik silahlarla savaþabilmek için kilisenin kaldýrýlmasýný istiyoruz. RSDÝP'ni, iþçilerin her türlü dinsel uyutmacadan kurtulmasý adýna mücadele etmek için kurduk. Bizim için ideolojik mücadele kiþisel bir sorun deðil, bütün Partinin, bütün proletaryanýn sorunudur." (Lenin, Novaya Zihn, Sayý: 28, 3 Aralýk 1905) 66 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ Sömürücü Sýnýflar Ýçindeki Bölünmeler ve Siyasal Yansýlarý KURTULUÞ CEPHESÝ Sayý: 27, Eylül-Ekim 1995 20 Eylül günü CHPnin koalisyon hükümetinden çekilmesiyle birlikte meydana gelen olaylar, hükümet oluþturulmasýna iliþkin görüþmelerdeki tartýþmalar, kavgalar son günlerin en çok izlenen televizyon dizilerine dönüþmüþtür. TÜSÝADýn, bizzat Vehbi Koçun aðzýndan ifade ettiði ANAP-DYP koalisyonunu tercihinin, T. Çiller ile Mesut Yýlmaz arasýndaki görüþmelerin nasýl gerçekleþtirilemez hale getirdiði, kamuoyunun gözünün önünde yapýlmýþtýr. Bu geliþmeler, her zaman olduðu gibi, karþýlýklý kiþisel suçlamalarla birlikte devam etmiþtir. Ortaya çýkan bu bölünmeler, TBMMde 12ye varan parti daðýlýmý, giderek Tansu Çillerin azýnlýk hükümeti kurup kuramayacaðý tartýþmalarý na dönüþmüþtür. Ancak tüm bu geliþmeler içersinde gözden kaçýrýlan en önemli nokta, her siyasal tavrýn, þu ya da bu kiþinin kiþisel isteklerine göre biçimlenemeyeceðidir. Bir baþka deyiþle, geliþen tüm siyasal olaylar, ayný zamanda, toplumsal ve ekonomik iliþkilerin bir yansýsý ve devamý durumundadýr. Toplumun sýnýflardan oluþtuðu gerçeðini dýþlayan her yaklaþýmýn, geliþen olaylarý açýklayamayacaðý da ortadadýr. Bugün hükümet krizi olarak ortaya çýkan geliþmeler, doðrudan doðruya oligarþinin mevcut düzeni yönetememe krizi durumundadýr ve sömürücü sýnýf ve tabakalar arasýndaki çatýþmanýn dýþavurumlarýdýr. Türkiye ekonomisinin yýllardýr süren bunalýmlarý, 1994 Ocak ayýnda ortaya çýkan parasal krizle birlikte, bir kez daha tüm ekono- Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 67 KURTULUÞ CEPHESÝ mik, toplumsal ve siyasal iliþki ve dengeleri altüst etmiþtir. Açýktýr ki emperyalizmin (baþta ABD emperyalizminin) hegemonyasý altýnda bulunan ülkemizdeki çarpýk kapitalizmin ürettiði bunalýmlarýn derinleþmesi, her zaman bir bütün olarak sömürücü sýnýflar arasýndaki çýkar çatýþmasýný keskinleþtirir. Derinleþen ekonomik buhranýn yükünü (ya da bedelini) halk kitlelerine yüklemekte hemfikir olan (consensus) bu sýnýflar ve fraksiyonlarý, gene de bunalýmýn etkisinden kendilerini kurtaramazlar. Bu durumda, bu etkinin hangi kesimlere ve ne kadar yansýtýlacaðý sorunu, büyük bir iç mücadeleye yol açar. Bugünkü hükümet krizinde ortaya çýkan olaylar, partilerin ortaya koyduklarý koþullar vb. bu çatýþmanýn ve mücadelenin ürünüdür. 1995 Türkiyesinde oligarþinin karþý karþýya bulunduðu sorunlar, hemen her dönemde karþýsýnda olan sorunlarla bir ve aynýdýr. Ancak 12 Eylül koþullarýnda sömürücü sýnýflar arasýnda gerçekleþtirdiði ve temel olarak kendisinin hegemonyasýna dayanan uzlaþma, 1994 yýlýndaki geliþmelerle, hemen hemen daðýlmýþtýr. Ve siyasal planda karþý karþýya olduðu somut sorun da bu olmaktadýr. Ama geçmiþ dönemden farklý olarak, sömürücü sýnýf ve tabakalar, kendi içlerinde parçalanmýþ durumdadýr ve oligarþinin (özellikle de tekelci sanayi burjuvazisinin) etrafýnda yeni bir uzlaþmaya yönelmeleri çok daha zordur. Türkiyenin yakýn tarihinde bu tür hükümet bunalýmlarý sýk sýk ortaya çýkmýþtýr. Bu açýdan, oligarþinin bu tür bunalýmlara karþý oldukça geniþ bir deneyimi olduðu da ortadadýr. Yukarda ifade ettiðimiz gibi, bugün, sömürücü sýnýflar, kendi içlerinde alabildiðince küçük gruplara bölünmüþlerdir ve bunlarýn birleþtirilmesi, herþeyden önce oligarþinin bir dizi tavizi vermesini gerektirmektedir. Bu durum karþýsýnda, iþbirlikçi-tekelci burjuvazinin ilk giriþimi, kendi içinde daha birleþik olduðunu varsaydýðý ANAP ile DYP çatýsý altýnda bulunan kesimlerle bir uzlaþma aramak olmuþtur. Herkesin de gördüðü gibi, bu uzlaþma, varsayýlanýn ötesinde bir bölünmüþlüðe denk düþtüðü için gerçekleþememiþtir. Sözün özü, bugün oligarþinin karþý karþýya olduðu sorun, sömürücü sýnýflar arasýndaki 12 Eylül uzlaþmasýnýn sona ermiþ olmasýdýr. Ancak yeni bir uzlaþma, ayný zamanda, bu sýnýflarýn kendi içlerindeki parçalanma ve bölünmelerin boyutlarý nedeniyle kolayca kurulabilir nitelikte deðildir. Bu bölünmenin en yoðun bulunduðu kesim ise, oligarþi dýþýndaki sömürücü sýnýflardýr ve özellikle tekelleþememiþ sanayi burjuvazisi içindeki parçalanma ve içsel ittifak giriþimleridir. Ýþte bu parçalanma ve giriþimler, günümüzdeki tüm düzen sýnýrlarý içindeki siyasal iliþkilerin temelini oluþturmaktadýr. Bu parçalanma ve içsel ittifak giriþimleri tam olarak tahlil edilmeden, olaylarýn kavranýlabilinmesi olanaksýzdýr. Tekelleþememiþ sanayi burjuvazisi, bilindiði gibi, baþlangýcý 68 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ 1980 yýlýnda Demirelin azýnlýk hükümeti kurmasý ve 24 Ocak Kararlarýnýn alýnmasý ile baþlayan bir süreç içersinde iþbirlikçi-tekelci burjuvazi ile uzlaþmaya varmýþtýr. Bu uzlaþma, 12 Eylülle birlikte, sömürcü sýnýflarýn bir bütün olarak uzlaþmaya girmelerini getirmiþtir. Bu uzlaþma, sömürücü sýnýflarýn kendi içlerindeki çýkar çatýþmasýnýn ikincil kalmasý ile ortaya çýkan bir zorunlu uzlaþma niteliðinde olmasý, kaçýnýlmaz olarak uzun dönemli çatýþma dinamiklerini içinde barýndýrýyordu. Bir baþka deyiþle, bu dönemde özellikle tekelleþememiþ sanayi burjuvazisi ile oligarþinin uzlaþmasýnda, ekonomik buhran karþýsýnda yükü kimin üstleneceðinde bir anlaþmaya deðil, devrimci mücadelenin yükselmesi ve düzeni temelinden tehdit eder duruma gelmesi yatmaktadýr. Bunun sonucu olarak, tüm sömürücü sýnýflar, kendi düzenlerinin varoluþu konusunda bir uzlaþmaya gitmiþlerdir. Bu uzlaþma, ayný zamanda, 12 Eylül faþist yönetiminin üzerinde yükseldiði sýnýfsal temeli oluþturmuþtur. Günümüzdeki hükümet kriziyle birlikte, ülkenin karþý karþýya bulunduðu büyük iç ve dýþ sorunlarýn sürekli dile getirilmesi, ayný zamanda oligarþinin, diðer sömürücü sýnýflarý, benzer türden bir uzlaþmaya yöneltmek istemesinin ifadeleridir. Ancak görüldüðü gibi, bu da fazlaca etkili olmamaktadýr. Oligarþinin, sömürücü sýnýflar içindeki parçalanma ve içsel ittifaklara göre ve bunlarýn her biri ile yapýlacak anlaþmalarla yeni bir sürece girmek istemediði de ortadadýr. Bunun nedeni, diðer kesimlerdeki geçmiþle kýyaslanamayacak ölçüde ortaya çýkmýþ olan bölünme ve parçalanmalardýr. Ýþte ülkenin son yýllarda karþý karþýya kaldýðý pekçok çeliþik ekonomik, toplumsal ve siyasal tutumlarýn temelinde de bu yatmaktadýr. Bunun tarihsel kökleri ise, 1950lere dayanmaktadýr. 1950lerden itibaren uygulanan yeni-sömürgecilik yöntemlerinin ortaya çýkardýðý kapitalist geliþme bir dizi yeni yatýrým alanlarý ortaya çýkarmýþtýr. Ancak geliþen kapitalizmin kendi iç dinamiði ile deðil de, dýþ dinamikle, yani emperyalizme baðýmlý olarak geliþtiðinden, ortaya çýkan yeni yatýrým alanlarý da, sürekli olarak emperyalizme baðýmlý olmuþtur. Emperyalizm, özellikle Amerikan emperyalizmi, ilk dönemde, bir yandan kendisi ile baþkan bütünleþmiþ iþbirlikçitekelci burjuvaziyi geliþtirip güçlendirirken, diðer sömürücü sýnýf ve tabakalarla olan ittifakýný sürdüregelmiþtir. 1960 sonrasýnda emperyalizmin, o güne kadar ittifak içinde olduðu çeþitli sömürücü sýnýf ve tabakalarla iliþkisi, 1965 Genel Seçimlerine yansýmýþ ve Demirelin yönetimindeki AP tek baþýna iktidar olabilecek bir çoðunluk saðlamasýna neden olmuþtur. Bugün tartýþmalarda sýk sýk yer aldýðý gibi, o dönemde nispi temsil sistemine göre ve milli bakiye uygulamasýna dayanan bir seçim sistemi olmasýna raðmen AP tek baþýna iktidara gelecek çoðunluðu saðlamýþtýr. Ýþte bu seçim sonucunun temelinde, Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 69 KURTULUÞ CEPHESÝ emperyalizmin tüm sömürücü sýnýf ve tabakalarla kurduðu ittifak yatmaktadýr. Ancak 1965 Genel Seçimlerinden sonra, iþbirlikçi-tekelci burjuvazinin geliþmesi sürmüþ ve emperyalizmin temel müttefiki konumuna gelmiþtir. Bunun sonucu ise, emperyalizmin, o güne kadar ittifak içinde olduðu Anadolu tüccar kesimi ile feodal kalýntýlarla ittifakýný bozmasý olmuþtur. Bunun siyasal sonucu ise, Erbakanýn baþkanlýðýnda MNPnin kurulmasýdýr. Bu dönemde, yeni yeni geliþmeye baþlayan küçük ve orta sermaye kesimleri, tüccar sermayesinin yatýrýmlarý ile ortaya çýkmýþtýr. Bu nedenle, emperyalizmin bu kesimlerle ittifaký bozmasý, kaçýnýlmaz olarak, bu sermaye kesimlerinin önemli zarara uðramasýna neden olmuþtur. Yine ayný süreçte, emperyalizmin toprak aðalarýnýn bir kýsmýný oligarþinin dýþýna çýkarmasý, APden Bozbeyli baþkanlýðýnda bir grubun ayrýlýp DPyi kurmalarý sonucunu doðurmuþtur. Emperyalizmin, iþbirlikçi-tekelci burjuvazinin oligarþiyi tek baþýna oluþturmasý yönündeki giriþimleri, ayný zamanda, yeni-sömürgecilik yöntemleriyle ortaya çýkmýþ olan dýþa baðýmlý sanayilerin ortaya çýkardýðý yan sanayileri kullanarak, kendisine baðýmlý bir kesimin ortaya çýkmasýna yönelmiþtir. Küçük ve orta sermaye yatýrýmlarý olarak ortaya çýkan bu yan sanayiler, ayný zamanda 1960 sonlarýnda palazlanmaya baþlayan yeni bir kesimin ortaya çýkmasýný getirmiþtir. Bu kesim, giderek kendini diðer küçük ve orta sermaye kesimlerinden ayýrmýþ ve baþlý baþýna tekelleþememiþ sanayi burjuvazisi haline gelmiþtir. Ýþte 12 Mart koþullarýnda, henüz geliþim halinde olan bu tekelleþememiþ sanayi burjuvazisi siyasal alanda hiçbir giriþimde bulunmamýþ, oligarþinin kendi politikalarýnýn uslu bir izleyicisi olmuþtur. 1980 yýlýna gelindiðinde, AP, iþbirlikçi-tekelci burjuvazi ile büyük toprak sahiplerinin siyasal temsilcisi olarak belirginleþirken, MSP, orta ve küçük sermaye kesimleri ile Anadolu esnaf-zanaatkar sermayesi ve tüccar-tefeci sermayesinin siyasal temsilcisi olarak ortaya çýkmýþtýr. Bu durum, ayný zamanda, MC hükümetlerinin kuruluþundaki anlaþma ve uzlaþmalarýn, hangi kesimler arasýnda ve nasýl yapýldýðýný da ortaya çýkarmaktadýr. (Burada MHP, örgütlediði faþist milis gücüyle oligarþinin siyasal temsilciliðine soyunmuþ bir parti olarak, her zaman oligarþinin gösterdiði yönde hareket etmiþtir. Günümüzde de bu özelliðini sürdürmektedir.) 1980 sonrasýnda uygulanan ekonomi-politikalar ve ülkenin emperyalist metalarýn açýk pazarý haline getirilmesi, kaçýnýlmaz olarak, oligarþi dýþýnda yeni çýkar gruplarýnýn ve sömürücü kesimlerin ortaya çýkmasýna neden olmuþtur. Özellikle Özal döneminde uygulanan politikalar, kendi içinde tekelleþememiþ burjuvaziyi deðiþik bölümlere ayýrmýþtýr. Yine 1980 dünya ekonomik buhranýnýn bir ürünü olarak deðiþik emperyalist ülkelerin ülkedeki yatýrýmlarýnýn art- 70 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ masý, bu kesimlerin iliþkilerini daha da çeþitlendirmiþtir. Tüm bu geliþmeler, artýk oligarþinin denetleyemediði bir daðýlým olarak 1990lara doðru hýzlanarak devam etmiþtir. Böylece oligarþi için, eskisi gibi belli birkaç kesimle sýnýrlý olmayan deðiþik sömürücü kesimler ortaya çýkmýþtýr. 1990 yýlýndan itibaren, emperyalist metalarýn yoðun olarak ülke içi pazara girmesi ve deðiþik emperyalist ülkelerin ülke içinde yatýrýma yönelmeleri daha da belirginleþmiþtir. Bu da, meydana gelen geliþmeyi hýzlandýrýcý sonuçlar doðurmuþtur. Bugün bir kýsmý kendilerini siyasal partiler düzeyinde ifade etmemekle birlikte, oligarþi dýþýndaki sömürücü sýnýflar kendi içlerinde önemli çatýþma içinde bulunan onlarca fraksiyona bölünmüþtür. (Biz burada, aðýrlýklý olarak kendilerini siyasal partiler düzeyinde ifade eden kesimleri ele alacaðýz.) Meydana gelen bölünmüþlüðün somut ifadesi bugün TBMMde kendilerine yer bulan irili ufaklý siyasal partilerde bulmaktadýr. Tekelleþememiþ burjuvazi içindeki bölünmüþlük, geliþen yeni orta sermaye kesimlerinin ortaya çýkmasýna kýyasla daha önemli sonuçlara sahiptir. MNPden MSPye ve günümüzde RPye dönüþerek varlýðýný sürdüren en önemli tekelleþememiþ burjuva kesim, 12 Eylül sonrasýnda saðladýðý devlet desteði ve Suudi sermayesi ile kendisini güçlendirmiþtir. Özellikle 12 Eylül sonrasýnda ihracatý teþvik primlerinin artýrýlmasý sonucu Ýslam ülkelerine yönelik ihracatla geliþen sermaye kesimleri, kendi içlerindeki çýkar çatýþmasýný uzun süre ikincil kýlabilmiþlerdir. Ancak Islahatçý Demokrasi Partisi (IDP) ki günümüzde Millet Partisi olarak Mecliste iki milletvekiline sahiptir ile ilk önemli bölünmeyi yaþamýþtýr. Bunun yanýnda deðiþik tarikatlar düzeyinde artan bir bölünme yaþanmýþ ve yaþanmaya devam etmektedir. Fethullahçýlar ile Ýhlas Holding bünyesinde toplanan kesimler, bugün için siyasal partiler düzeyinde ayrý bir örgütlenmeye yönelmemiþlerse de, diðer kesimlerle önemli bir çatýþma içine girmiþlerdir. Fethullahçýlar, siyasal olarak DYP ile iliþkilerini geliþtirirken, ayný zamanda oligarþinin Türki Cumhuriyetlere yönelik faaliyetlerinde önemli iþlev görmektedirler. Ýhlas Holding çevresi ise, geleneksel olarak RP ile olan siyasal iliþkilerini kesmemiþ olmakla birlikte, tekelleþememiþ sanayi burjuvazisi içinde ve kendi önderliðinde bir blok oluþturmaya yönelmiþtir. Ýhlas Holdingin hemen her alanda yatýrýmlarýný artýrdýðý görünümü altýnda yatan bu blok oluþturma giriþimi bulunmaktadýr. Þüphesiz tekelleþememiþ burjuvazi içindeki en önemli bölünme, siyasal planda ANAP-DYP farklýlaþmasý olarak ortaya çýkmýþtýr. 12 Eylül koþullarýnda oligarþinin oluþturduðu uzlaþmanýn ürünü olan ANAP, giderek kendi bünyesinde tekelleþememiþ burjuvazinin güç- Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 71 KURTULUÞ CEPHESÝ lendiði bir parti haline gelmiþtir. ANAP üzerinde oligarþinin etkisi varlýðýný sürdürmekle birlikte, tekelleþememiþ burjuvazinin bir kesiminin etkinliðini artýrmasý, ayný zamanda bunlarýn çýkarlarýnýn sözcüsü haline gelmesini getirmiþtir. ANAP, giderek 12 Eylülün ürünü olan holdinglerin temsilcilerinin aðýr bastýðý bir parti görünümü kazanmýþtýr. Ancak, týpký 12 Mart holdingleri gibi, bu holdinglerin oligarþi ile olan çýkar ortaklýðý, ilk planda önemli bir çatýþma ortamý yokmuþ görünümü vermektedir. Örneðin, bir zamanlarýn ünlü ENKAsý, TEKFENi, DOÐUÞ Holding i, hemen hemen her düzeyde emperyalizme baðýmlý bir sermaye alanýnda faaliyet göstermektedirler. DOÐUÞ grubunun almýþ olduðu zýrhlý araçlar ihalesi, ayný zamanda Amerikan FMC grubu ile bir ortaklýk durumunda olmasý, ister istemez oligarþi ile açýk bir çatýþmaya girmesini engellemektedir. Ama siyasal alanda dayandýklarý Özal ve onun ANAPýný yitirmeleri, kaçýnýlmaz olarak pekçok zarara uðramalarýna neden olmaktadýr. Bu da, hükümet krizinde ortaya çýkan ANAP-DYP uzlaþmazlýðýnýn arka planýný oluþturmaktadýr. (Hemen ekleyelim, 1994de oligarþinin yolsuzluk olaylarýnýn üzerine gidilmesi konusunda yaktýðý yeþil ýþýk, asýl olarak bu kesimleri etkisizleþtirmeyi hedeflemiþtir.) Ancak kendilerini halen ANAP içinde siyasal olarak ifade eden tekelleþememiþ sanayi burjuvazisi de kendi içinde, emperyalizmle olan iliþkilerinin boyutlarýna göre deðiþen ölçülerde bölünmüþ durumdadýr. Bu da, kendisini çeþitli sayýlarda milletvekili olarak ortaya koymaktadýr. Ayný þekilde tekelleþememiþ burjuvazinin kendi içinde bölünmüþlüðünün ortaya çýktýðý bir diðer parti de DYP olmaktadýr. ANAP içinde olduðu gibi, DYP içinde de deðiþik kesimlerin doðrudan kendilerine baðlý milletvekilleri bulunmaktadýr. Bu da, DYP içindeki bölünmüþlüðün temelini oluþturmaktadýr. Ancak DYPnin hükümet olmasýnýn getirdiði avantajlar, bu kesimlerin açýk bir çatýþma ortamýna girmelerini engellemektedir. Cavit Çaðlarýn Çillere yönelik olarak deðiþik zamanlarda sergilediði farklý tutumlarýn temelinde hükümet olmanýn getirdiði avantajlar yattýðýný bilmeyen yok gibidir. Diðer bir kesim ise, Özal döneminde ortaya çýkmýþ ve giderek kendilerini güçlendirmiþ olan yeni orta sermaye kesimleridir. Özal döneminin iþbitirici kesimleri olarak belli bir sermayeye sahip olmuþ bu kesimler, liberal ekonominin ayný zamanda ideolojik savunucularý olarak ortaya çýkmýþlardýr. Çað atlamanýn temsilcileri olan bu kesimler, emperyalist metalarýn ülkenin iç pazarýna yoðun bir biçimde sokulmasýnýn ve kitlelerin artan bir tüketime yöneltilmelerinin ürünüdürler. Önemli bir kesimi turizm alanýnda faaliyet gösterirken, bir diðer kesimi emperyalist metalarýn ithalatçýsý durumundadýrlar. Ancak ortak özellikleri, doðrudan doðruya tüketime iliþkin alanlarda faaliyet göstermeleridir. Bu yanlarýyla kendi içlerinde hazýr giyim ala- 72 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ nýnda (konfeksiyon) faaliyet gösteren kesimleri de kapsamaktadýr. Bir dönem hýzlý birer Özalcý olan bu kesim, Özalýn siyasal etkinliðini yitirmesi ve ardýndan da ölmesiyle kendilerine yeni kimlik bulmaya yönelmiþlerdir. Bugün için YDH bünyesinde ve Cem Boynerin çevresinde toplanma eðilimi içindedirler. Bunlarýn yanýnda, önemli bir sermayeye dayanmayan, ancak kimi özel çýkar iliþkileri ile birbirine baðlanmýþ kesimler de bulunmaktadýr. Kendisini en açýk biçimde Ahmet Özalda biçimlendiren bu kesimler, Özal döneminin ekonominin gözenekleri arasýnda varedilmiþ talancý bir sermaye sahipleridir. Bugün için önemli ölçüde etkisizleþtirilmiþ bu kesimler, Yusuf Özalýn YPsinde kümelenmiþ birkaç milletvekili ile kendilerini yaþatmaya çalýþmaktadýrlar. Oligarþi için önemli bir sorun olmamakla birlikte, hükümet krizi gibi durumlarda bugün için bir araç durumunda olan diðer bir bölünme de MHP bünyesinde ortaya çýkmýþtýr. Bu bölünme, temel bir ekonomik iliþkiye dayanmaktan çok, oligarþinin MHPye biçtiði yeni misyon ve görünümle birlikte ortaya çýkmýþtýr. MHPye biçilen yeni görünüm ve misyon, öncelikle kendisini 1980 öncesinin eli kanlý faþisti olmaktan çýkarmasýný gerektirmektedir. Bu da, 12 Eylül öncesinde MHPnin silahlý kadrolarýný oluþturan ve pekçok çinayetin planlayýcý ve uygulayýcýsý olan kesimlerin ön plandan çekilmesini gerektirmiþtir. Ancak bunu kendilerine karþý bir tasfiye hareketi olarak kabul eden bir grup faþist, BBP olarak örgütlenmiþlerdir. Daha çok çek-senet iþleri ile uðraþan faþist kesimlerden aldýðý parasal destekle ayakta duran BBP, bugün için basit bir araç olmaktan öte bir iþleve sahip deðildir. (Ancak BBPnin oligarþi açýsýndan böyle olmasý, somutta böyle olduðu ya da olacaðý anlamýna gelmemektedir. Bu kesimler, siyasal alanda etkinliklerini sürdürebilmek için MHPyle rekabet içinde olmak zorundadýrlar. Bu da, oligarþinin MHPye biçtiði görevleri öncelikli olarak yerine getirme eðilimi yaratabilecektir. Bunun sonucu olarak BBPli faþistler, ilerici ve devrimci kitlelere yönelik saldýrýlarý mevzi durumlarda yönetmeye talip olmak durumundadýrlar. Kimi durumda münferit hareketler içine girerek faþist propagandadan etkilenmiþ kesimler üzerinde etkilerini yaymak isteyeceklerdir. Bu da, oligarþi için bir baþka çatýþma durumu yaratacaðýndan, ister istemez hesaba katýlmasýný gerektirmektedir.) Ve diðer bir bölünme de CHP bünyesinde ortaya çýkan ve kendisini CHP-DSP ayrýþmasý olarak ifade eden bölünmedir. Bu bölünmenin temelinde, kendisine liberal burjuvazi de diyebileceðimiz orta sermaye kesimleri ile 12 Eylül sonrasýnda farklýlaþan küçük-burjuvazi içindeki ayrým yatmaktadýr. Özal döneminde en geniþ ölçekte üretilen yeni bir þehir küçük-burjuva tipi, ilk dönemde göze çarpmamakla birlikte, M. Karayalçýn ve çevresinin siyasal iliþkilere girmesiyle belirginleþen bir geliþimi ortaya çýkmýþtýr. Genellikle belli bir Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 73 KURTULUÞ CEPHESÝ sermaye sahibi olmayan bu yeni tip küçük-burjuva unsurlar, bir yandan SHP-CHP ayrýþmasýný ortaya çýkarmýþlar, diðer yandan da DSPnin tümüyle ayrý kalmasýný saðlamýþlardýr. Ancak bu ayrýþmada asýl belirleyici olan eski dönemin CHPsinde kendisini ifade eden liberal burjuvazinin kendi içindeki bölünmüþlüðüdür. Bu bölünmüþlük, kendi içinde deðiþik sermaye kesimlerini içermekle birlikte, günlük dilde mütahitler denilen kesimin SHP bünyesinde toplanmasýyla belirginleþmiþtir. Genellikle eski dönemin CHPsinin belediyelerinin ihaleleriyle varolan bu kesimler hýzlý birer Özalcý olmakla birlikte, ekonomik varoluþlarýnýn parti olduðunu bildiklerinden kendilerini ayýrmýþlardýr. Ecevitin emperyalist-kapitalist iliþkileri geliþtirme yanlýsý politikalarý bu kesimleri her dönem rahatsýz etmiþtir. Yine ayný þekilde, CHP bünyesinde yer alan kimi toprak sahiplerinin Özal döneminde uygulanan ekonomi-politikalarýn ürünü olarak zenginleþme-leri, bölünmeyi artýrmýþtýr. Daha çok küçük gruplarýn farklýlaþmasý olarak ortaya çýkan bu bölünme, þehir küçük-burjuvazisindeki geliþme ve farklýlaþmalarla beslendiði için varlýðýný sürdürme eðilimindedir. Ecevitin, giderek milliyetçi söylemi öne çýkarmasý, kendisinin dayanmak istediði küçükburjuva kesimlerin kýrsal niteliðinden kaynaklanmaktadýr. Ancak her ikisi de, oligarþi açýsýndan kitlelerin pasifize edilmesi için gerekli birer politik parti durumunda bulunmaktadýr. Bu nedenle, her zaman olduðu gibi, iktidar oluþlarý da, iktidarda kalýþ-larý da oligarþinin elindedir. Tüm bu bölünmüþlüðün dýþýnda, irili ufaklý pek çok parti giriþimi ile kendilerini ifade etmeye çalýþan deðiþik kesimler bulunmaktadýr. Ancak bunlar, dönem dönem kamuoyuna yansýmakla birlikte, küçük çýkar gruplarý olarak siyasal alan dýþý durumundadýrlar. Örneðin, bir dönemlerin bazý CHPli unsurlarýnýn, zaman içinde girdikleri ticari iliþkiler (TIR taþýmacýlýðý ya da tarýmsal ürün ihracatçýlýðý gibi) sonucu olarak siyasal iktidarla olan iliþkileri için yaptýklarý siyasal giriþimler bunlar arasýnda sayýlabilir. Bunun dýþýnda, henüz çýkarlarý, diðer kesimlerden baðýmsýzlaþmamýþ sermaye kesimleri bulunmaktadýr. Bu kesimler, zaman içersinde ortaya çýkmýþ olan parçalanmalarý büyüteceklerdir. Örnek olarak bugün turizm alanýnda faaliyet gösteren pekçok sermaye kesimleri verilebilir. Ayrýca, düne kadar Özal himayesinde bulunan, bugün bir kýsmý Yusuf Özalýn YPsinde toplanmýþsa da, önemli bir kýsmý tümüyle siyasal partiler alanýnýn dýþýnda bulunan Özal tipi sermaye kesimleri bulunmaktadýr. En tipik örneði Uzanlar olan bu kesimler, partiler düzeyinde bir birlik oluþturmak durumunda deðillerdir. Neredeyse, her biri kendi çýkarlarýnýn sözcüsü ve takipçisi olan iþbitiriciler durumundadýr. Bir kýsmý Mehmet Barlasýn düzenlediði ev toplantýlarýnda buluþmaktadýrlar. Tüm bunlarýn yanýnda, Kürt ulusal hareketinin geliþimi ile dev- 74 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ let terörünün yoðunlaþmasý sonucu ekonomik iliþkiler içersinden bir süre için çýkartýlmýþ sermaye kesimleri bulunmaktadýr. Bu kesimler, uzun bir süredir kendilerini HEP, DEP, HADEP içersinde ifade etmeye çalýþmýþlardýr. Ancak devletin yoðun baskýsý karþýsýnda, kendi içlerinde parçalanmýþlar ve deðiþik siyasal oluþumlara doðru savrulmuþlardýr. Bu kesimlerin, ayný zamanda toprak aðalýðý ile olan doðal iliþkileri, genel seçimler açýsýndan önemli bir güç oluþturmalarýný saðlamaktadýr. Oligarþinin bu kesimleri yedeklemek ve kendi siyasal sistemine dahil etmek için yaptýðý ve yapacaðý pekçok giriþim bulunmaktadýr. Son TOB Raporu ve ÝSOnun yanlarýna Sabancýyý da alarak Diyarbakýra gitmeleri, bu giriþimlerin seçimlere doðru hýzlanarak süreceðini göstermektedir. Ýþte bu iliþki ve çeliþkiler içersinde bulunan oligarþi dýþýndaki sömürücü sýnýflar, ayný zamanda günümüzde düzenin her türlü siyasal bunalým ve çözümünün belirleyicisi durumundadýr. 1980 yýlýndan itibaren sürdürülen ekonomi-politikanýn denetim dýþýna çýkmasýnýn ürünü olan bu bölünmeler, ayný zamanda ekonominin bir düzene ve denetime alýnmasýnýn gerekliliðini ifade etmektedir. Oligarþinin bugün en temel sorunlarýndan birisi, eski dönemlerle kýyaslanmayacak ölçüde sömürünün disipline edilmesi sorunudur. Bu sorunun siyasal planda çözümlenebilmesi için belirli bir siyasal gücün ortaya çýkarýlmasý gerekmektedir. Oligarþinin istediði türden bir disiplini saðlayacak bir siyasal oluþum bugün için mevcut deðildir. Ama öte yandan ekonomik geliþmeler, bu denetimin en kýsa sürede alýnmasýný gerektirmektedir. Normal koþullarda oligarþi için çözücü eylem yönetimin askerileþtirilmesi olmak durumundadýr. Fakat mevcut koþullar oligarþinin bu yöndeki eylemini frenlemektedir. Oligarþinin yeniden yükselttiði güçlü iktidar söyleminde ifadesini bulan, kendi içinde deðiþik fraksiyonlara bölünmüþ tekelleþememiþ burjuvaziyi disipline edecek ve buna paralel olarak rayýndan çýkmýþ ekonomiyi düzeltecek bir dönemdir. Seçilme kaygýsý olmaksýzýn bu iþleri yapacak bir siyasal kadro oligarþi için yönetimi askerileþtirmeden baþvuracaðý araçlardan birisi durumundadýr. Ancak 12 Eylül döneminde saðladýðýný sandýðý bu durum, Mesut Yýlmaz, Tansu Çiller gibi kadrolarýnýn kendi partilerinde baþkanlýða getirilmiþ olmasýna raðmen iþlememesi ile boþa çýkmýþtýr. Yine de oligarþinin bu kadrolarýný kendi istediði doðrultuda hareket ettirmeye zorlayacak olanaklara sahip olduðu da açýktýr. Özellikle TÜSÝADýn hazýrlayýp sunduðu yeni seçim yasasý önerisi, ayný zamanda bu zorlamanýn demokratik biçimi olmaktadýr. Seçimlere kadar geçecek süreç, oligarþinin tüm bu koþullarda yönetimi askerileþtirmeden yeni bir uzlaþma dönemini saðlama giriþimleri ile geçecektir. Bu da, seçimlerden önce yapýlamasa bile, seçim sonrasýnda kaçýnýlmaz olarak yapýlmak zorunda kalýnacak bir dizi ekonomik uygulama ile ortaya çýkacaktýr. Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 75 KURTULUÞ CEPHESÝ RP-DYP Hükümeti Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ Sayý: 32, Temmuz-Aðustos 1996 ANAP ile DYPnin kurduðu koalisyon hükümetinin çeþitli ayak oyunlarýyla bozulmasýyla birlikte RP-DYP koalisyon hükümeti Erbakanýn baþkanlýðýnda kurulmasý, bir dizi görüþün ortaya atýlmasýný getirdi. Kimileri, RPnin sistem içi bir parti olduðunu ilan ederek, kurulan hükümetin meþru olduðunu söylerken; kimileri RPnin þeriatçýlýðýný gündeme getirerek laiklikin zarar göreceðini söyleyerek karþý çýkmýþtýr. Ancak hükümetin kuruluþunda DYPnin yer almasý pek çok çevre için bir süpriz olmuþtur. Yazýlý ve görüntülü basýn, Çillere iliþkin yolsuzluk dosyalarýnýn bu koalisyonun kurulmasýnda belirleyici olduðunu sürekli iþleyerek, RP-DYP koalisyonunun oluþturulmasýnýn sýnýfsal temellerini gizlemekte özel bir çaba göster-miþtir. Benzer deðerlendirmeler çeþitli sol örgütler tarafýndan da yapýlmýþtýr. Öyle ki, RPnin diðer burjuva partilerinden hiç bir farký olmadýðýndan tutun da, RPnin ne kadar dindar olduðuna yahut RPnin ne denli düzen savunucusu olduðuna kadar bir dizi deðerlendirme yayýnlanmýþtýr. Oysa ülkemizdeki sýnýflarýn konumunu ve siyasal yönelimlerini aç çok bilen herkes için, RP-DYP koalisyon hükümetinin kurulmasýnýn hiç de þaþýrtýcý deðildir. MSP olarak Erbakan, 1980 öncesinde devrimci mücadelenin geliþmesine paralel olarak kurulan I. ve II. MC hükümetlerinde 76 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ baþbakan yardýmcýsý olarak yer almýþtýr. O günün MSPsinin sýnýfsal niteliði ile bugünkü RPnin sýnýfsal niteliði hiç deðiþmediði gibi, kadrolarý da hiç deðiþmemiþtir. Salt bu olgu bile, RP-DYP koalisyon hükümetinin yeni bir þey olmadýðýný ortaya koymaktadýr. Bugünkü adýyla Refah Partisinin sýnýfsal niteliðini (o dönemdeki adýyla MSPnin) I. MC döneminde þöyle ortaya koymuþtuk: MSP (Milli Selamet Partisi): Sýnýfsal olarak, CHPnin dayandýðý sýnýfsal tabana, yani orta ve küçük sermaye kesimlerine dayanýr. Anadolu esnaf zanaatkar sermayesi ile tüccar-tefeci sermayenin desteðini almýþtýr. Emperyalistkapitalist üretim iliþkilerinin 12 Mart sonrasý hükümetler dönemindeki hýzlý ve hakimiyet saðlayýcý geliþmesine bir tepki olarak (daha önce ayný gerekçelerle ortaya çýkan ve 12 Mart döneminde kapatýlan MNPnin yerine) ortaya çýkmýþ ve APnin politik geri çekiliþi ile birlikte, bir güç olmuþtur. Anti-tekelci, anti-faizci tutumu aslýnda, tekellere ve faize karþý oluþundan deðil, temsil ettiði orta sermaye kesimlerinin ekonomik olarak geliþmesini ve tekelleþmesini saðlamak için kendi politikasýný sürdürmek istemesindendir. MSP aslýnda, ülkemizin iç dinamiði gereði ortaya çýkan ve ülkemizdeki emperyalist-kapitalist üretim iliþkileri ile filizlenen kapitalist unsurlarýn tepkilerini bünyesinde toplamýþ bir partidir. Bu tepkiler, özünde oligarþiye karþý olan tepkilerdir. Ve politik bir silah olarak kullanýlan din ile birlikte, köylülüðün de sýnýfsal desteðini almýþtýr. MSPnin demokratikliði, gerek oligarþiye karþý muhalefet eden orta ve küçük sermaye kesimlerine politik sözcülük saðlamak, gerekse dini politik bir alet olarak kullanmak istemesindendir. Programýna dikkat edilecek olursa, üretici güçleri hýzlý bir þekilde geliþtirmek istediði görülür. Ne var ki, mevcut üretim iliþkilerine olan tabiyeti gereði, program, kaðýt üzerinde kalmaya mahkumdur. Ve giderek AP içinde erimek zorundadýr. Oligarþiye olan tepkileri, engelleyici bir noktaya ulaþtýðý zaman, laikliðe karþý olmaktan dolayý, her an politika dýþý býrakýlabilir. 12 Ekim seçimlerinde gerileyiþi, misyonunu APye kaptýrmýþ olmasýndandýr. MSP, oligarþiye tepki olarak doðmasýna karþýlýk, bunu politika olarak sürdürememesi sonucu, APnin liberalizmi içinde erimiþ, MSPyi destekleyen sýnýflar, çatýþma yerine uyumu yeðlediklerinden, APye kanalize olmuþlardýr. MSP, politik etkinliðini kaybetme durumuna gelmiþtir, ancak, orta ve küçük sermaye kesimlerinin oligarþiye olan tepkileri ortadan kalkmýþ deðildir. MSP, bu durumu kullanarak tekrar politik etkinlik saðlamak için, AP ile uzlaþmazlýk ko- Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 77 KURTULUÞ CEPHESÝ nularýný öne çýkarmak zorundadýr. MSP, oligarþiye karþý olan tepkilerde ve demokratik ortam üzerinde CHP ile ortaklýða girerek, koalisyona katýlmýþ, ancak, CHP ile gerek misyon üzerinde, gerekse AET üzerinde kesin uzlaþmazlýklar içine sapmýþtýr. Emekçi yýðýnlarýn tepkilerine ve sýnýfsal hareketlerine karþýdýr. Ve oligarþik yönetimden yanadýr.* Görüldügü gibi, RP, sýnýfsal olarak, orta ve küçük sermaye kesimlerine dayanan bir partidir ve Anadolu esnaf-zanaatkar sermayesi ile tüccar-tefeci sermayesinin desteðine sahiptir. Bugünkü RPDYP koalisyon hükümetinin açýk bir biçimde kendisinin bu sýnýf ve kesimlerin hükümeti olduðunu ilan etmesi, sadece gerçeðin kendileri tarafýndan açýklanmasýndan baþka birþey deðildir. Hükümet içinde eski TOBB Baþkaný Yalým Erezin yer almasý ve Tansu Çiller in baþ danýþmaný olarak hareket etmesi, RP ile DYPnin hükümet kurmasýnýn hangi sýnýflar arasýnda yapýlan bir uzlaþmaya dayandýðýný da açýk biçimde ortaya koymaktadýr. RP-DYP hükümetinin kurulmasýyla birlikte ortaya çýkan en önemli geliþme, RPnin sistem içine çekilmesi manevralarý deðil, DYPnin iþbirlikçi-tekelci burjuvaziyle olan iliþkilerinin farklýlaþmasýdýr. ANAP-DYP hükümeti döneminde kamuoyuna yansýyan farklýlaþma, Koç Holding ile DYPnin birbirlerini karþýlýklý olarak suçlamalarýyla belirginleþmiþtir. Gümrük Birliði ni iliþkin anlaþmanýn istenildiði gibi yapýlmamasýyla baþlayan bu farklýlaþma ve çatýþma, giderek artmýþ ve eski APli kadrolarýn DYPden tasfiye edilmesiyle yeni bir boyut kazanmýþtýr. Ýþbirlikçi-tekelci burjuvazi, T. Özalýn dört eðilimi birleþtiren ANAPýnýn iþlevsiz kalmasýyla birlikte siyasal temsil alanýnda yeni sorunlarla karþý karþýya kalmýþtýr. Geleneksel olarak iþbirlikçi-tekelci burjuvazi ile Anadolu sermayesinin çýkarlarýnýn temsilcisi olan DYPnin (eski adýyla APnin), 1991 Genel Seçimlerinde baþarýlý olmasýna karþýn, tam olarak eski iþlevine sahip olmadýðý görülmüþtür. Gerek iþbirlikçitekelci burjuvazi içinde Batý-Avrupanýn emperyalist ülkeleriyle olan iliþkilerde ortaya çýkan çýkar çatýþmasý, gerekse siyasal kadrolarýnýn ANAP ile DYP arasýnda daðýlmasý, yeniden hükümet bunalýmlarýnýn baþlangýcý olmuþtur. Diðer yandan, 1980 dünya ekonomik buhraný koþullarýnda, 12 Eylül askeri cuntasýnýn varlýðýyla oluþturulmuþ olan sömürücü sýnýflar arasýndaki consensus 1990larda bozulmuþtur. Sanayi teþviklerinin daðýlýmý, ihracata uygulanan vergi iadesinin kullanýmý, ilkin orta sermaye kesimleri arasýnda farklýlaþma yaratmýþ ve giderek bir kýsým orta sermaye kesimleri iþbirlikçi-tekelci burjuvaziden uzaklaþmaya * Ýlker Akman, Mevcut Durum ve Devrimci Taktiðimiz. 78 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ baþlamýþtýr. Emperyalist tekellerin çýkarlarýna uygun olarak gümrük tarifelerinde yapýlan indirimler sonucu emperyalist metalarýn ülkeye yoðun giriþi ve bunlarýn ticaretiyle uðraþan yeni bir kesimin ortaya çýkartýlmasý, Anadolu tüccarýný zor duruma sokmuþtur. Bu da, Anadolu tüccar kesiminin emperyalist tekellere ve dolayýsýyla iþbirlikçitekelci burjuvaziye tavýr olmasýný getirmiþtir. Emperyalist metalarýn ülkeye yoðun bir biçimde giriþi ve bunun ticaretinin ayrý bir kesimin elinde olmasýyla zor duruma düþen Anadolu esnaflarý, ister istemez geleneksel metalarýn satýcýsý olmakla sýnýrlý kalmýþlardýr. Bu da, Anadolu esnafý ile geleneksel meta üreticisi küçük ve orta sermaye kesimlerini daha fazla birlikte hareket etmeye yöneltmiþtir. Bu yönelimin siyasal yansýsý ise, geleneksel olarak DYPde toplanan kesimlerin RPye yönelmeleri olmuþtur. RPnin seçimlerde elde ettiði baþarýlarýn temelinde bu siyasal dönüþüm yatmaktadýr. Ancak 1980-90 arasýnda uygulanan ekonomi-politikalar, tüm toplumsal iliþkiler de olduðu gibi, sömürücü sýnýflar arasýnda da bir dizi ayrýþma ve parçalanma ortaya çýkarmýþtýr. T. Özalýn keyfi yönetimi olarak yorumlanan ekonomik uygulamalar, kimi zaman yeni bir zengin kesimi ortaya çýkarýrken, kimi zaman eski sömürücü kesimlerin kendi içlerinde farklýlaþmasýný saðlamýþtýr. Tümüyle küçük ve orta sermayenin emperyalist üretim iliþkilerine tabi kýlýnmasý, kýlýnamayanlarýn tasfiyesi ve yerlerine yenilerinin konulmasý olarak tanýmlanabilecek ekonomik uygulamalar sonucunda, küçük ve orta sermaye kesimleri bölünmüþtür. Bu bölünmüþlük, siyasal planda, birbirinden farklý partilerin ortaya çýkmasý ve milletvekili transferleriyle kendisini ortaya koymuþtur. Bu ortamda Refah Partisi, küçük ve orta sermaye kesimleri içindeki bölünmüþlüðü, belli bir ortak çýkar etrafýnda birleþtirme iþlevini üstlenmiþtir. Bunu yerine getirebildiði oranda siyasal olarak geliþeceðini varsayan RP, hükümet kuruluþunda görüldüðü gibi, hükümet olabilmek için her türlü tavizi vermiþtir. Refah Partisinin bugünkü oy gücünü koruyabilmesinin tek yolu, çýkarlarýný ortaklaþtýrmaya çalýþtýðý küçük ve orta sermaye kesimlerine yeni olanaklar saðlamaktan geçmektedir. Bu da, ancak hükümet olmakla olanaklýdýr. Devlet olanaklarýnýn artan oranda küçük ve orta sermayeye yöneltmek isteyen RP, mevcut koþullarýn kendilerine getirdiði engelleri düþünmeksizin hükümet kurmuþlardýr. Bu da, hayalci Erbakanýn ne denli baþarýlý olabileceðini belirlemektedir. Memur maaþlarýna yapýlan zamlarla birlikte ortaya çýkan kaynak tartýþmasý, RPnin umduðundan çok daha farklý bir durumla yüz yüze olduðunu göstermiþtir. Erbakan ve þurekasý, kendilerini 1970 lerin Türkiyesinde bulacaklarýný sanmýþlardýr. Gümrük Birliðine girilmesiyle birlikte Türkiyeye verilecek olan fonlarý kendi sýnýflarý için kullanabileceðini varsayan Erbakan, bu fonlarýn serbest býrakýlmasýnýn o denli kolay olmayacaðýný görmesi fazla uzun sürmemiþtir. Ýmza- Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 79 KURTULUÞ CEPHESÝ lanmýþ Gümrük Birliði anlaþmasýna göre 1.5 milyar dolar civarýnda tutan fonlarýn, kendi hükümetlerinin sýký pazarlýðý ile 30 milyar dolara çýkartabileceðini varsayan RP, pazarlýk etmek þöyle dursun, verileceði söylenen 1.5 milyar dolarýn bile serbest býrakýlmasýnýn çok kolay olmadýðýný birkaç hafta içinde öðrenmiþlerdir. I. MC döneminde Erbakanýn hayali temel atmalarý, bugünkü durumla büyük benzerlik taþýmaktadýr. Mevcut olmayan kaynaklarýn varlýðýna baðlý olarak, küçük ve orta sermayeye yeni yatýrým olanaklarý saðlayacaðýnýn propagandasýný yapmýþ olmasý, seçimlerde Erbakana pahalýya mal olmuþtur. Ancak Erbakanýn karþý karþýya olduðu sorunlar, sadece küçük ve orta sermayeye iliþkin deðildir. 1980 sonrasýnda bir devlet politikasý olarak gündeme getirilen kýrsal nüfusun azaltýlmasýna yönelik uygulamalarýn ortaya çýkardýðý sorunlar, Refah Partisinin tabaný açýsýndan büyük öneme sahiptir. Uygulanan tarým politikalarý ile kýrsal alanlarda sýnýfsal farklýlaþma giderek artmýþ ve mülksüzleþmeye paralel olarak kentlere göç hýzlanmýþtýr. Kürtlerin yaþadýðý bölgelerde, Kürt ulusal hareketine yönelik sürdürülen pasifikasyon ve tenkil politikalarý da bu yöndeki hareketi artýrmýþtýr. Genel olarak köylülük arasýnda sýnýfsal farklýlaþmanýn artmasý ve mülksüzleþme süreci, kýrsal alanlardaki nüfusun sürekli oransal olarak azalmasýný getirmektedir. Kentlere göç eden kýrsal nüfusun, ayný zamanda kentlerde iþ olanaklarýna sahip olamamasý, kaçýnýlmaz olarak iþsizler ordusunu sürekli artýrmýþtýr. Böylece, iki yönlü bir sorun ortaya çýkmýþtýr. Emperyalist üretim iliþkilerinin yaygýnlaþmasýnýn sonucu olan bu geliþme, ayný zamanda, emperyalist üretim iliþkilerinin gerektirdiði ekonomik uygulamalarýn sürdürülmesini zorunlu kýlmaktadýr. Emperyalist üretim iliþkilerinin hýzlý bir geliþimi, kaçýnýlmaz olarak, sorunlarý büyütmektedir. Kýrsal nüfusun azaltýlmasýna yönelik uygulamalar, kapalý üretim birimlerinin pazar ekonomisine açýlmasýnýn geldiði son aþamayý oluþturmaktadýr. Kýrsal nüfusun, pazar için üretim yapmasý, emperyalist üretim iliþkilerinin yeni gereksinmelerine (talep gereksinmelerine) yetmemektedir. Artýk, pazarda sadece üretici olarak deðil, ayný zamanda tüketici olarak da yer alan bir nüfusa ihtiyacý vardýr. Özellikle 1980 dünya ekonomik buhraný koþullarýnda, geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde üretilen her ürünün (sanayi ve tarým ürünleri olarak), emperyalist ülkelere ihraç edilmesi 1990lara gelindiðinde neredeyse sona ermiþ durumdadýr. 1990lara girilmesiyle birlikte, emperyalist ülkelerde ortaya çýkan ekonomik durgunluk, artan oranda yeni pazarlara gereksinme göstermektedir. Emperyalist ülkelerde üretilen metalarýn doðrudan satýþýný saðlayacak pazarlar, bugün için emperyalist ekonomilerin en önemli sorunu durumundadýr. Yeni-sömürgecilik yöntemlerinin uygulanmasýnda ortaya çýkan týkanmayla birlikte geliþen 1980 ekonomik buhranýnýn emperyalist 80 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ ülkelerde yeni teknolojinin üretime uygulanmasýyla kýsmen geçiþtirilmiþtir. Ýþte bu yeni teknolojiye dayalý üretim birimlerinin pazar gereksinmesi, günümüzde büyük bir önem taþýmaktadýr. 1990 baþlarýnda Ingiltere ve Fransada baþlayan durgunluk, tüketim mallarý sektöründeki aþýrý üretim ile belirlenmiþtir. Giderek Almanyayý içine almaya baþlayan bu süreç, kaçýnýlmaz olarak geri-býraktýrýlmýþ ülkelere emperyalist metalarýn ihracýný artýrmayý gerektirmektedir. Gümrük Birliði anlaþmasýnda açýk biçimde görüldüðü gibi, emperyalist ülkelerin içinde bulunduklarý ekonomik durgunluk ve aþýrý-üretim, geri-býraktýrýlmýþ ülkelerdeki iç pazarý önemli hale getirmektedir. Bu ise, geri-býraktýrýlmýþ ülkelerin iç pazarýna yönelik üretim yapan yerli küçük ve orta sermayenin büyük bir zarara uðramasý anlamýna gelmektedir. Küçük ve orta sermayenin mülksüzleþtirilmesi olarak da geliþecek olan bu süreç, ister istemez, bu ülkelerde üretimi artýrmaya yönelik her türlü ekonomi-politikanýn terk edilmesi anlamýna gelmektedir. IMF nin açýklamalarýnda görüleceði gibi, geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde tüketimi artýrýcý önlemler desteklenmekte, ancak üretime yönelik teþviklere karþý çýkýlmaktadýr. Ýþte Refah Partisinin bugün karþý karþýya olduðu ikilem burada ortaya çýkmaktadýr. Bir yandan, küçük ve orta sermaye kesimlerine yeni kredi olaraklarý saðlayarak, yatýrýmlarý hýzlandýrmak istenilirken; diðer yandan, bulunabilecek özel kredi olanaklarýnýn bu alanda kullanýlmasýyla meydana gelecek üretim artýþýnýn pazarlanmasý sorunu ortaya çýkmaktadýr. Bu durumda Refah Partisi, yerli küçük ve orta sermayeye ihracat yolunu göstermekden baþka bir çözüme sahip deðildir. Bütün umudu, bu ihracat için Ýran, Irak gibi müslüman ülkelerin belli bir kolaylýk göstermesine baðlanmýþtýr. Ancak böyle bir geliþme, yerli küçük ve orta sermaye ürünlerininin satýþyla varlýklarýný sürdürmek durumunda olan Anadolu esnafýný daha da zor duruma sokacaktýr. Ýç pazarýn, tümüyle emperyalist metalara terk edilerek, küçük ve orta iþletmelerin ürünlerinin müslüman ülkelere yöneltilmesinin ortaya çýkaracaðý bu geliþme, kaçýnýlmaz olarak Refah Partisinin önemli bir oy kaybýna neden olacaktýr. (Burada hemen belirtelim ki, bu yönüyle RP ile MHP ayný tabana sahiptir. Sadece MHP, Türki Cumhuriyetleri esas alýrken, RP müslüman ülkeleri esas almaktadýr. MHPnin yönelimi, DYP-CHP hükümetleri döneminde denenmiþ, ancak önemli bir sonuç getirmemiþtir. Bu da, MHPnin geliþen milliyetçilik dalgasýna raðmen, beklediði oranda oy alamamasýnýn nedeni olmuþtur.) Diyebiliriz ki, RP-DYP koalisyon hükümeti, aðýrlýklý olarak, küçük ve orta sermaye kesimlerinin çýkarlarýný realize etmek amacýyla kurulmuþtur. Emperyalist üretim iliþkilerinin geliþmesi sonucu, sürekli daralan küçük ve orta sermaye, RP-DYP koalisyon hükümeti- Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 81 KURTULUÞ CEPHESÝ yle bu sorunlarýnýn çözümleneceðini beklemektedir. Ancak emperyalist üretim iliþkilerinin ülke içindeki derinliði ve yaygýnlýðý böyle bir çözümü olanaksýz kýlmaktadýr. Emperyalist sistemin dýþýna çýkýlamadýðý sürece, hiç bir çözüm, bu kesimler için olanaklý deðildir. Bugün oligarþinin RP-DYP koalisyon hükümeti karþýsýnda fazla bir tepki göstermemesinin nedeni de, bu olanaksýzlýk koþullarýnda, küçük ve orta sermaye kesimlerinin tepkilerinin yumuþatýlmasýna (bir süre için de olsa) hizmet edeceði içindir. Bu koþullarda, Refah Partisinin hükümette fazla birþey yapabilmesi olanaksýzdýr. Tüm yapabileceði, birkaç demagojik uygulama ile sýnýrlý kalacaktýr. Bu yöneyle, Refah Partisinin hükümeti kurmuþ olmasý, kendi tabanýnda belli bir beklenti yaratarak, oligarþi için bir soluk alma olanaðý vermekten öte bir deðere sahip deðildir. Refah Partisinin devrimci mücadele karþýsýndaki konumunu ayrýca ortaya koymaya gerek yoktur. Onlar için, en büyük düþman dinsizlerdir, dolayýsýyla tüm söylemi anti-komünist demagojiyle doludur ve devrimci mücadelenin ezilmesi için her türlü zor aracýnýn kullanýlmasýna taraftardýr. Bu açýdan, devlet zorunun sürdürülüþünde hiçbir kesinti ortaya çýkmayacaktýr. 82 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ Refah Partisi ve Kullanýlmýþ Oto Ýthali KURTULUÞ CEPHESÝ Sayý: 33, Eyül-Ekim 1996 Refah Partisi-DYP koalisyon hükümetinin, ekonomik alandaki ilk icraatý, memurlara % 50 oranýnda zam yapmak olmuþtur. Doðrudan doðruya küçük ve orta sermaye kesimi ile Anadolu tüccar sermayesinin temsilcisi olarak Refah Partisi, böyle bir zam ile halkýn eline geçen para miktarýný artýrarak, temsilcisi olduðu sýnýflar için yeni bir talep yaratmýþtýr. Ancak yaratýlan talep, mali açýdan gerçek bir karþýlýða, yani kaynaða dayanmadýðý için, bir süre sonra enflasyonu artýrýcý etkide bulunacaðýndan, kaçýnýlmaz olarak daha büyük zararlar yaratacaktýr. Ýþte bu durumda, Refah Partisi, yeni kaynak yaratma ve bulma için büyük bir seferberlik içine girmiþtir. Erbakanýn sözleriyle, I. ve II. kaynak paketi birbiri ardýna açýlmýþtýr. Açýlan paketler somut ve hemen kullanýlabilir kaynaklar içermemektedir. Böylece hayalci Erbakan söylemi, kendi paketleriyle onaylanmýþ olmaktadýr! Oysa ki, Erbakan ve ekibi için, önemli olan temsil ettikleri sýnýflar için yeni olanaklar ve kaynaklar yaratmaktýr. Doðal olarak, bu kaynaklar, küçük ve orta sermaye kesimleri için yeni kredi olanaklarý ve yeni yatýrýmlar olarak ortaya çýkmaktadýr. Bu kesimlerin aðýrlýklý olarak isdedikleri, yeni yatýrýmlarý için daha elveriþli ve uzun vadeli kredi saðlanmasýdýr. Bir baþka deyiþle, uzun vadeli ve düþük faizli Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 83 KURTULUÞ CEPHESÝ kredi saðlanmasý, Erbakanýn anti-faizci söyleminin maddi temeli olmaktadýr. Ancak Erbakannýn kaynak paketlerinin bu yönü hemen hemen dikkatlerden kaçýrýlmýþtýr. Özellikle kullanýlmýþ oto ithalatý konusu ve bunun yerli üretimi baltalayacaðý yönü her þeyin önüne konulmuþtur. Öncelikle kullanýlmýþ oto ithalat serbestisinin Refah Partisinin temsil ettiði sömürücü sýnýflar ile parti kitlesinin istemlerine göre biçimlendirildiði bilinmelidir. 50.000 Mark tutarýnda bir paranýn belirlenmiþ devlet bankalarýna bir yýl vadeli olarak yatýrýlmasý koþuluyla 5 yaþýna kadar kullanýlmýþ oto ithal serbestliði saðlanmasý, doðrudan oligarþinin içinde belirleyici yere sahip olan iþbirlikçi sanayi burjuvazisinin pazarýndan pay alamayan Anadolu tüccar ve esnafýna yönelik bir uygulama olmak durumundadýr. Þöyle ki, iþbirlikçi sanayi burjuvazisi, Renault, Ford, Fiat, Mercedes üretimiyle, otomotiv sektöründe tekel durumundadýr. Bunun sonucu olarak ikincil sanayiler denilen, bu otomotiv sektörü için parça üreten kesimler, tümüyle bu tekellerin istemlerine ve üretim süreçlerine göre hareket etmektedirler. Tekelci sanayi burjuvazisi, 1970lerden itibaren, kendi otomobillerini kendi daðýtým þebekesi aracýlýðýyla pazarlamakta ve 1980 sonrasýnda kendine ait servis istasyonlarý ile bakýmlarýný yapmaktadýr. Bunun doðal sonucu olarak, küçük sanayi bölgelerinde bulunan otomobil bakým servisleri atýl kalmýþ ve giderek iþ bulamaz hale gelmiþtir. Yine tekelci sanayi burjuvazisinin kendi otomobillerini kendi þirketleri aracýlýðýyla pazarlamalarý Anadolu tüccarý için önemli bir kayýp ortaya çýkarmýþtýr. Oligarþi ile çatýþma durumuna gelen bu kesimler, Refah Partisi aracýlýðýyla siyasal planda etkin olmaya çalýþmýþlardýr. Ýþte Refah Partisinin kullanýlmýþ oto ithalat serbestliði konusundaki kararý, öncelikle bu kesimlerin çýkarýna gelmektedir. Bu yolla, gerek küçük sanayi bölgelerindeki iþletmeler, gerekse Anadolu tüccarlarý yeni kazanç olanaðý saðlayacaktýr. Birinciler, kullanýlmýþ otolarýn (ki çoðunluðunun ülkede servisi bulunmamaktadýr) bakým ve onarýmýný yaparak kendilerine yeni iþ olanaklarý saðlarken; ikincileri, bu kullanýlmýþ otolarýn ticaretiyle yeni kâr olanaklarýna sahip olacaklardýr. Konunun diðer yönü ise, emperyalist ülkelere iliþkindir. Kullanýlmýþ oto ithalatýnýn baþ destekcisi Alman emperyalizmidir. Alman otomotiv tekelleri, son yýlda içine girdikleri durgunluktan kurtulabilmek için yeni pazarlara gereksinme duymaktadýrlar. Bu nedenle, Türkiye uygun bir pazar olarak ortaya çýkmýþtýr. Gümrük Birliðine girilimesinin baþ destekcisi olan Alman emperyalizmi, anlaþma gereðince otomotiv sektörünün 5 yýllýk bir geçiþ dönemiyle gümrük indirimine sahip olmasý nedeniyle, kendisi için gerekli sonuçlarý kýsa vadede alamamýþtýr. Ayrýca yeni-sömürgecilik yöntemleriyle ülkeye yýllar önce girmiþ diðer emperyalist ülke tekellerinin pazar üstün- 84 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ lükleriyle rekabet edebilecek olanaklara da sahip deðildir. Bu koþullar altýnda, kendi iç pazarýndaki kullanýlmýþ arabalarý trafikten çekerek yeni otomobillerin satýþýna olanak tanýmak çok daha akýlcý olmaktadýr. Bu amaçla, Almanya, kendi ülke içindeki kullanýlmýþ otomobillerin yerine yenilerinin satýn alýnmasý için yeni teþvikler gündeme getirmiþtir. (Elbette, bunlar sadece teþvik olarak deðil, ayný zamanda yaþlý arabalarýn sigorta primlerini yükseltmek yönünde caydýrýcý önlemler de içermektedir.) Ýþte Almanyanýn bu yöndeki uygulamalarý ile Refah Partisinin hükümet olmasý zamandaþ bir durum yaratmýþtýr. Alman emperyalizmi, Refah Partisi ile yýllardýr sürdürdüðü gizli iliþkilerini kullanarak, kullanýlmýþ otomobil ithalatý konusunda kararlar alýnmasýný saðlamaya çalýþmýþtýr. Böylece Almanya iç piyasasýndan alýnacak kullanýlmýþ otolar ülkeye sokularak, hem Alman oto sektörü için yeni bir talep yaratýlmýþ olunacaktýr; hem de bu kullanýlmýþ otomobiller aracýlýðýyla Türkiyenin iç pazarýna girilecektir. (Ýlken, küçük sanayi bölgelerindeki tamirhaneler aracýlýðýyla kendi markalarýnýn servis olanaklarý yaratýlacaktýr.) Görüldüðü gibi, Alman emperyalizminin çýkarlarý ile ülkedeki küçük ve orta sermaye ile tüccar kesiminin çýkarlarý birleþmektedir. Ve doðal olarak, bu durum diðer emperyalist ülkeler ile (özellikle Fransa ve ABD) oligarþinin sanayi kesiminin çýkarlarý ile çeliþmektedir. Kullanýlmýþ oto ithalatý tartýþmalarýnýn tümünde egemen olan bu çýkar çeliþmesidir. Burada oligarþi içinde deðiþik tutumlarýn olduðu da unutulmamalýdýr. Oligarþinin bir kanadý, kullanýlmýþ oto ithalatý ile devletin orta vadeli ve düþük faizli bir kredi olanaðý saðlayabileceðini düþünerek, ortaya çýkabilecek kayýplarýn makul ölçülere indirilmesiyle sorunun çözümlenebileceðini düþünmektedir. Ancak sorun emperyalistler arasý çeliþkiyle belirlendiði için, bu yöndeki düþünceler etkili olamamaktadýr. Kullanýlmýþ otomobil ithalatýnýn serbest býrakýlmasýndan en büyük yararý Alman emperyalizminin saðlayacaðý görülmektedir. Almanya, bu yolla, kendi iç pazarýndan 100 bine yakýn bir kullanýlmýþ arabanýn satýlacaðýný varsaymaktadýr. Böylece Alman otomobil tekelleri kendi iç pazarýnda 100 bin arabalýk yeni bir talep saðlamýþ olacaklardýr. Bu da, 3 milyar marklýk bir satýþ anlamýna gelmektedir. Diðer taraftan, 100 bin kullanýlmýþ otomobilin Türkiye ithal edilmek üzere satýn alýnmasý, yaklaþýk 1 ila 2 milyar mark düzeyinde bir oto alým-satým cirosu ortaya çýkaracaktýr. Bunun mali piyasadaki yansýsý ise, Türkiyelilerin vadeli olarak yatýrmak durumunda kalacaklarý 50.000 markýn kredi olarak Alman bankalarýndan çekilmesiyle ortaya çýkmaktadýr. Ýþte bu nedenlerle Alman emperyalizmi Refah Partisini desteklemektedir. Üstelik, bunun yanýnda küçük sanayi bölgesi inþasý Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 85 KURTULUÞ CEPHESÝ için 300 milyon mark kredi saðlamýþtýr. Böylece bu sanayi bölgelerinde kendi otomobil firmalarý için gerekli servis olanaklarýný da saðlamýþ olacaktýr. Alman emperyalizminin ülke iç pazarýna meta ihracý kanalýyla girme giriþimi ve istemi, kaçýnýlmaz olarak yeni-sömürgecilik yöntemleri sonucu kurulmuþ olan yerli oto sanayi nin pazarlarýnýn daralmasý anlamýna gelecektir. Böylece emperyalistler arasýndaki çeliþkinin ülke içine yansýmasýnýn getirdiði çatýþmalar görülür olmaktadýr. Kullanýlmýþ oto ithalatýndan, Erbakanýn hayali kaynak paketlerine kadar herþeyin iþbirlikçi tekelci burjuvazi ile tekelleþememiþ sanayi burjuvazisi ve diðer sermaye kesimleri arasýndaki çeliþkinin dýþa vurumlarý olarak ortaya çýkmaktadýr. Ancak hepsinin içinde, faize ve Batý emperyalizmine karþý olduðunu sürekli olarak yineleyen Refah Partisinin Alman emperyalizmi ile nasýl bir iþbirliði içinde olduðu önemlidir. Bu, dinin nasýl istismar edildiðinin ve sömürü ve çýkar için nasýl kullanýldýðýnýn açýk göstergesi durumundadýr. Tabi, tüm bunlarýn arasýnda kullanýlmýþ arabalarý ülkeye getirmek için yýllarca çalýþarak birikitiren ve çalýþarak ödemeyi sürdürecek olan Almanyadaki iþçilerin kullanýlmasý ve kendileni kullandýrmalarý en olumsuz yan olarak ortaya çýkmaktadýr. 86 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ Mevcut Durum ve Refahyol Hükümeti KURTULUÞ CEPHESÝ Sayý: 37, Mayýs-Haziran 1997 Ülkemizde geliþen son olaylar, özellikle 28 Þubat günü yapýlan MGK toplantýsýyla birlikte görülmeye baþlayan geliþmeler, Refahyol hükümetinin bugün ya da yarýn düþürülmesine yönelik propaganda ve giriþimlerle sürüp gitmektedir. Son olarak Genelkurmay Baþkanlýðý nýn, önce savcýlar ve yargýçlara, daha sonra gazetecilere yönelik olarak düzenlediði þeriatçýlýk brifingi, Refahyol hükümetinin düþürülmesine yönelik faaliyetlere yeni bir boyut getirmiþtir. Çok açýk bir biçimde Genelkurmay Baþkanlýðýnýn þeriatçýlýk brifinginde ortaya konulduðu gibi, gerekirse silah kullanma kamuoyunun gündemine sokulmuþtur. Bugüne kadar 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinde cumhuriyeti ve anayasal düzeni koruma harekâtý düzenliyorum diye oligarþi adýna askeri darbe yapan ordu, bu kez yeni bir harekât hazýrlýðýna yöneldiðini ilan etmektedir. 28 Þubat tarihinde yapýlan MGK toplantýsýnda alýnan kararlar ve bu kararlara karþý Refah Partisinin karþý duruþu, neredeyse darbe sözcüðünü günlük bir ifade haline getirmiþti. 10-11 Haziran günü Genelkurmay Baþkanlýðý nýn düzenlediði þeriatçýlýk brifingi, ordunun hükümete el koymasý yönündeki beklentileri daha da hýzlandýrmýþtýr. Hemen hemen tüm gazetelerin manþetlerine yansýyan, ordunun, durumdan vazife çýkardýðý þeklindedir. Bunun anlamý, Ge- Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 87 KURTULUÞ CEPHESÝ nelkurmayýn her an Refah Partisine yönelik olarak bir askeri harekâta giriþebileceðidir. Ancak bunun doðrudan yönetime ordunun el koymasý ile deðil, sivil bir hükümetle birlikte gerçekleþtirilmesi gereði, bugün için ön planda tutulmaktadýr. Bu nedenle de, Refahyol hükümetinin TBMMde düþürülmesi gündemdeki birinci sýrasýný korumaktadýr. Geliþen olaylar içinde diðer bir önemli olgu ise, oligarþinin resmi zor güçlerinin (ordu) PKKye yönelik olarak Kuzey Irakda baþlattýðý askeri harekât olmuþtur. Neredeyse birkaç yýlda bir tekrarlanan, yani rutin bir iþ haline gelen Kuzey Irak harekâtlarýnýn bu sonuncusu, ülkede geliþen olaylarla birlikte ele alýndýðýnda çok daha farklý sonuçlara doðru geliþtiði gözlemlenebilmektedir. Olaylarý yakýndan izleyenlerin bildikleri gibi, bu geliþmeler birdenbire ortaya çýkmamýþtýr. Öyle ki, ne Refah Partisinin þeriatçýlýðý yeni bir geliþmedir, ne de Refahyol hükümeti yeni kurulmuþtur. Refahyol hükümetinin kuruluþunun üzerinden 11 ay geçtiði düþünülecek olursa, bu geliþmelerin tesadüf olmadýðý ya da salt Genelkurmayýn þeriatçýlýk konusunda duyarlýlýðýndan kaynaklanmadýðý görülecektir. 28 Þubatdan itibaren Genelkurmay ile Refah Partisi arasýnda baþlayan gerginlik, Sincanda tanklarýn gezintisi ile týrmandýrýlmýþ ve Mayýs sonunda yapýlan olaðanüstü YAÞ (Yüksek Askeri Þura) toplantýsýnda þeriatçý subaylarýn ordudan çýkartýlmasý ile yeni bir evreye girmiþtir. 28 Þubattan itibaren geliþen olaylara baktýðýmýzda, Genelkurmayýn kamuoyuna yönelik propagandasýndaki artýþa paralel olarak, laiklik konusunun giderek birinci plana çýktýðý ve buna baðlý olarak laiklerin kitlesel eylemlerinin baþladýðý görülmektedir. Özellikle CHPyle sürdürülen laik muhalefet hareketi, neredeyse Genelkurmay ile eþgüdümlü olarak hareket etmektedir. ÖD Partisinde toplaþan kimi eski solcu küçük-burjuva aydýnlar, CHP temelinde geliþtirilen laik muhalefetin yeni bir unsuru olarak devreye girmeleri de ayný günlere rastlamýþtýr. Özellikle Çillerin Sultanahmet mitinginden sonra ayný meydanda ÖD Partisinin miting düzenlemesi ve Ne Refahyol, Ne Hazýrol söylemini güncelleþtirmesi, ayný zamanda ÖD Partisinin iþlevini de ortaya koymaktadýr. Bugün kendisini ilerici, demokrat, yurtsever diyen hemen herkes, bu geliþmelerin nasýl evrileceðini büyük bir merak ve beklentiyle izlemektedirler. Ancak hiç kimse, bu geliþmelerin evrimi ve sonuçlarý hakkýnda açýk ve kabul edilebilir birþeyler ortaya koyabilecek durumda bulunmadýklarý için, herþey bir beklentinin pasifizmi içinde izlenmektedir. Zaman zaman yapýlan CHP ya da ÖD Partisi mitingleri, yahut Z. Livaneli konseri kitlelerin hareketlenmesi olarak sunulmuþsa da, bunlarýn oluþumu gözönüne alýndýðýnda, herþeyin açýk bir pasiflik içinde beklendiði olgusu belirginleþmektedir. 88 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ Ayný türden pasif bir beklenti ve olaylarý izleme anlayýþý ülkemiz solundaki hemen tüm örgütlerde egemen unsur durumundadýr. Ancak bu bekleyiþ ve izleme tutumu, örgütten örgüte deðiþen niteliklere sahipse de, genel olarak oligarþiye karþý bir güç olarak görülen þeriatçý kesimlere karþý izlenen müttefik kavrayýþýna paralel geliþmektedir. Özellikle müslüman halkýmýza yönelik açýklamalar, bildiriler yayýnlayan ve inananlarýn dini inançlarý hor görülüyor, karalanýyor veya istismar ediliyor diyerek propaganda yapan kimi sol örgütlenmeler, bu geliþmeler karþýsýnda sessiz kalmayý ya da gerçeklikle ilgisi olmayan yanlarý öne çýkartmakla yetinmeyi bir politika haline getirmiþlerdir. Kendi içinde politika yaptýðýný ya da mevcut durumu deðerlendirdiðini ileri süren kimi örgütlenmeler de, yaptýklarý tahlillerde, geliþen olaylar içindeki tekil olgularý ele almakla yetinmektedirler. Genellikle ajitasyona yönelik olarak yapýlan bu ele alýþ tarzý, ÖD Partisinde somutlaþtýðý gibi, hem Refahyola, hem de devlete karþý olmak þeklinde kendisini dýþa vurmaktadýr. Oysa ki, böyle bir tutum, olaylarýn nereye doðru evrileceðini bilmeyen kitleler açýsýndan, sadece mevcut statünün devam etmesi gerektiði þeklinde bir anlayýþ ortaya çýkarmaktadýr. Solda görülen diðer bir tutum ise, geliþen olaylarýn, özellikle Genelkurmayýn þeriatçýlýða yönelik hareketiyle ortaya çýkan olaylarýn, ülkemizdeki devrim durumunu geliþtirdiði þeklinde olmaktadýr. Bir baþka deyiþle, egemen sýnýflarýn kendi içlerinde çatýþmaya girmeleri, yani egemen sýnýflar arasýndaki çeliþkinin keskinleþmesi, yeni politikalar için uygun bir zemin hazýrladýðý düþünülmektedir. Çünkü geliþen bu çatýþma durumu, devlet otoritesini zaafa uðratacaktýr. Ýlk bakýþta çok mantýklý gelen bu yaklaþým, ülkemizdeki mevcut durumun diðer yanlarýný, özellikle de kitlelerin depolitizasyonu ve pasifikasyonunu görmezlikten geldiði için, sadece ajitatif bir söylemden öteye geçememektedir. Tüm bu geliþmeler içersinde belirleyici olan, mevcut durumun doðru bir tahlilini yapmak ve bu durum tahlili çerçevesinde sýnýf iliþkilerini ve çeliþkilerini doðru olarak belirlemektir. Bu yapýlabilindiði oranda, geliþen olaylar karþýsýnda tavýrsýz kalmamak, beklenmedik geliþmeler karþýsýnda tereddüte düþmemek ve daha da önemlisi kitleleri bilinçlendirmek olanaklý olacaktýr. Bu açýdan, mevcut durumdaki geliþmelerin ülkemizdeki ekonomik, sosyal ve siyasal iliþki ve çeliþkilerle olan baðlarý ortaya konulmalýdýr. Olaylara yakýndan bakýldýðýnda görülecektir ki, sorun, ne þeriatçýlýk sorunudur, ne de laiklik sorunudur. Tüm olaylarýn açýk biçimde ortaya koyduðu gerçek, sömürücü sýnýflarýn kendi içlerindeki çýkar çatýþmasýnýn düzenin mevcut iþleyiþ biçimiyle çözülemediðidir. Düzenin mevcut iþleyiþ biçimi, 12 Eylül döneminde oluþturulmuþ ve Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 89 KURTULUÞ CEPHESÝ hukuki yapýsý 82 Anayasasý ile þekillendirilmiþtir. Düzenin mevcut iþleyiþ biçimi askeri yönetim koþullarýnda oluþturulmuþ olduðundan, yeniden düzenlenmesi, kaçýnýlmaz olarak askeri yönetim koþullarýný gerektirebilmektedir. Genelkurmayýn 28 Þubattan itibaren yoðun olarak devreye giriþi, ayný zamanda, ordunun yeni düzenlemede bir taraf olarak ortaya çýkmasý zorunluluðunun bir ifadesidir. Oligarþik yönetimin mevcut iþleyiþ biçiminin sömürücü sýnýflar arasýndaki çeliþkileri çözemeyiþini Refahyol hükümetinin kuruluþuna iliþkin olarak yaptýðýmýz deðerlendirmede þöyle ortaya koymuþtuk: 1980 dünya ekonomik buhraný koþullarýnda, 12 Eylül askeri cuntasýnýn varlýðýyla oluþturulmuþ olan sömürücü sýnýflar arasýndaki consensus 1990larda bozulmuþtur. Sanayi teþviklerinin daðýlýmý, ihracata uygulanan vergi iadesinin kullanýmý, ilkin orta sermaye kesimleri arasýnda farklýlaþma yaratmýþ ve giderek bir kýsým orta sermaye kesimleri iþbirlikçi-tekelci burjuvaziden uzaklaþmaya baþlamýþtýr. Emperyalist tekellerin çýkarlarýna uygun olarak gümrük tarifelerinde yapýlan indirimler sonucu emperyalist metalarýn ülkeye yoðun giriþi ve bunlarýn ticaretiyle uðraþan yeni bir kesimin ortaya çýkartýlmasý, Anadolu tüccarýný zor duruma sokmuþtur. Bu da, Anadolu tüccar kesiminin emperyalist tekellere ve dolayýsýyla iþbirlikçi-tekelci burjuvaziye tavýr almasýný getirmiþtir. Emperyalist metalarýn ülkeye yoðun bir biçimde giriþi ve bunun ticaretinin ayrý bir kesimin elinde olmasýyla zor duruma düþen Anadolu esnaflarý, ister istemez geleneksel metalarýn satýcýsý olmakla sýnýrlý kalmýþlardýr. Bu da, Anadolu esnafý ile geleneksel meta üreticisi küçük ve orta sermaye kesimlerini daha fazla birlikte hareket etmeye yöneltmiþtir. Bu yönelimin siyasal yansýsý ise, geleneksel olarak DYPde toplanan kesimlerin RPye yönelmeleri olmuþtur. RPnin seçimlerde elde ettiði baþarýlarýn temelinde bu siyasal dönüþüm yatmaktadýr. Ancak 1980-90 arasýnda uygulanan ekonomi-politikalar, tüm toplumsal iliþkilerde olduðu gibi, sömürücü sýnýflar arasýnda da bir dizi ayrýþma ve parçalanma ortaya çýkarmýþtýr. T. Özalýn keyfi yönetimi olarak yorumlanan ekonomik uygulamalar, kimi zaman yeni bir zengin kesimi ortaya çýkarýrken, kimi zaman eski sömürücü kesimlerin kendi içlerinde farklýlaþmasýný saðlamýþtýr. Tümüyle küçük ve orta sermayenin emperyalist üretim iliþkilerine tabi kýlýnmasý, kýlýnamayanlarýn tasfiyesi ve yerlerine yenilerinin konulmasý olarak tanýmlanabilecek eko- 90 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ nomik uygulamalar sonucunda, küçük ve orta sermaye kesimleri bölünmüþtür. Bu bölünmüþlük, siyasal planda, birbirinden farklý partilerin ortaya çýkmasý ve milletvekili transferleriyle kendisini ortaya koymuþtur. Bu ortamda Refah Partisi, küçük ve orta sermaye kesimleri içindeki bölünmüþlüðü, belli bir ortak çýkar etrafýnda birleþtirme iþlevini üstlenmiþtir. Bunu yerine getirebildiði oranda siyasal olarak geliþeceðini varsayan RP, hükümet kuruluþunda görüldüðü gibi, hükümet olabilmek için her türlü tavizi vermiþtir. Refah Partisinin bugünkü oy gücünü koruyabilmesinin tek yolu, çýkarlarýný ortaklaþtýrmaya çalýþtýðý küçük ve orta sermaye kesimlerine yeni olanaklar saðlamaktan geçmektedir. Bu da, ancak hükümet olmakla olanaklýdýr. Devlet olanaklarýný artan oranda küçük ve orta sermayeye yöneltmek isteyen RP, mevcut koþullarýn kendilerine getirdiði engelleri düþünmeksizin hükümet kurmuþlardýr.* Aralýk ayýndan itibaren geliþen olaylar, bu deðerlendirmede ifade edilen sýnýf iliþkilerinin somut bir sonucu olarak ortaya çýkmýþtýr. DYP tarafýndan temsil edilen TOBB ile RP tarafýnan temsil edilen MÜSÝAD, neredeyse Refahyol hükümetinin iki kurucusu olmuþlardýr. Ýþbirlikçi-tekelci burjuvazinin bir kesimi olarak Sabancý lar tarafýndan desteklenen bu iliþki, oligarþinin diðer kesimlerini bir süre sessiz kalmaya yöneltmiþse de, bedelsiz otomobil ithalatý kararýnýn alýnmasýyla birlikte, bu sessizlik bozulmuþ ve Sabancýlar dýþýndaki iþbirlikçi-tekelci burjuvazi Refahyol hükümetine karþý açýk bir tutum içine girmiþtir. Koçlarýn baþýný çektiði bu tutum, Aralýk ayýndan itibaren giderek sertleþmeye ve hükümeti yýkmaya yönelik giriþimlere dönüþmüþtür. Ocak ayýnda TÜSÝAD tarafýndan açýklanan demokratikleþme paketi, oligarþinin Sabancýlar dýþýndaki tüm kesimlerinin Refahyol hükümetinin uygulamalarýyla kârlarýnýn önemli bir kesimini küçük ve orta sermaye kesimleriyle paylaþmak zorunda kalacaklarýný görmelerinin bir ürünü olmuþtur. Ancak oligarþi dýþýndaki sömürücü sýnýf ve tabakalar (ki kimisi DYP içinde, kimisi MHP ve BBP içinde, kimisi Refah Partisinde temsil edilmektedir) yeni hükümetin aldýðý kararlardan ve faaliyetlerden yeni beklentiler içine girdikleri için, oligarþi içindeki bu geliþmeler karþýsýnda umursamaz bir tutum takýnmýþlardýr. Özellikle TOBB ile MÜSÝAD bünyesinde toplanan (ve de ayrýþmýþ olan) küçük ve orta sermaye kesimleri, Refahyol hükümetinin saðlayacaðý yeni olanakla* Kurtuluþ Cephesi, RP-DYP Hükümeti Üzerine, Sayý: 32, s. 7, Temmuz-Aðustos 1996. Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 91 KURTULUÞ CEPHESÝ rýn ve tatlý kârlarýn rüyasý içinde günlerini geçirmeye baþlamýþlardýr. Refahyol hükümetinin bu kesimlere yönelik olarak aldýðý kararlar içersinde bedelsiz otomobil ithalatý ile müslüman ülkelerin pazarlarýna girmek için yapýlan diplomatik giriþimler özel bir yere sahip olmuþtur. Refahyol hükümetinin bu yöndeki faaliyetlerinin nedenlerini ve sonuçlarýný Kurtuluþ Cephesinde þöyle ortaya koyduk: Gümrük Birliði anlaþmasýnda açýk biçimde görüldüðü gibi, emperyalist ülkelerin içinde bulunduklarý ekonomik durgunluk ve aþýrý-üretim, geri-býraktýrýlmýþ ülkelerdeki iç pazarý önemli hale getirmektedir. Bu ise, geri-býraktýrýlmýþ ülkelerin iç pazarýna yönelik üretim yapan yerli küçük ve orta sermayenin büyük bir zarara uðramasý anlamýna gelmektedir. Küçük ve orta sermayenin mülksüzleþtirilmesi olarak da geliþecek olan bu süreç, ister istemez, bu ülkelerde üretimi artýrmaya yönelik her türlü ekonomi-politikanýn terk edilmesi anlamýna gelmektedir. IMFnin açýklamalarýnda görüleceði gibi, geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde tüketimi artýrýcý önlemler desteklenmekte, ancak üretime yönelik teþviklere karþý çýkýlmaktadýr. Ýþte Refah Partisinin bugün karþý karþýya olduðu ikilem burada ortaya çýkmaktadýr. Bir yandan, küçük ve orta sermaye kesimlerine yeni kredi olanaklarý saðlayarak, yatýrýmlarý hýzlandýrmak istenilirken; diðer yandan, bulunabilecek özel kredi olanaklarýnýn bu alanda kullanýlmasýyla meydana gelecek üretim artýþýnýn pazarlanmasý sorunu ortaya çýkmaktadýr. Bu durumda Refah Partisi, yerli küçük ve orta sermayeye ihracat yolunu göstermekden baþka bir çözüme sahip deðildir. Bütün umudu, bu ihracat için Ýran, Irak gibi müslüman ülkelerin belli bir kolaylýk göstermesine baðlanmýþtýr. Ancak böyle bir geliþme, yerli küçük ve orta sermaye ürünlerininin satýþýyla varlýklarýný sürdürmek durumunda olan Anadolu esnafýný daha da zor duruma sokacaktýr. Ýç pazarýn, tümüyle emperyalist metalara terk edilerek, küçük ve orta iþletmelerin ürünlerinin müslüman ülkelere yöneltilmesinin ortaya çýkaracaðý bu geliþme, kaçýnýlmaz olarak Refah Partisinin önemli bir oy kaybýna neden olacaktýr. (Burada hemen belirtelim ki, bu yönüyle RP ile MHP ayný tabana sahiptir. Sadece MHP, Türki Cumhuriyetleri esas alýrken, RP müslüman ülkeleri esas almaktadýr. MHPnin yönelimi, DYP-CHP hükümetleri döneminde denenmiþ, ancak önemli bir sonuç getirmemiþtir. Bu da, MHPnin geliþen 92 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ milliyetçilik dalgasýna raðmen, beklediði oranda oy alamamasýnýn nedeni olmuþtur.)* Ýþte Refahyol hükümeti tüm bu iliþkiler içerisinde çýkarlarýný savunduðu kesimlere yeni olanaklar saðlamak için uygulamalarýný sürdürürken, hem oligarþi içinden gelen karþý hareketle, hem de küçük ve orta sermaye kesimlerinin beklentilerini tam olarak karþýlayamamasýyla ortaya çýkan geliþmelerle yüzyüze kalmýþtýr. Birincisi, TÜSÝADýn demokratikleþme paketi ile belli bir ivme kazanýrken; ikincisi, eski TOBB baþkaný Yalým Erezin, Refahyol hükümetinin en baþka gelen destekcisi ve oluþturucusu olmasýna raðmen hükümetten ayrýlmasýný getirmiþtir. Mayýs ayýna girildiðinde TOBBun temsil ettiði küçük ve orta sermaye kesimleri oligarþi ile uzlaþmaya varýrken, Refahyol hükümetini destekleyen küçük ve orta sermaye kesimleri sadece MÜSÝAD düzeyinde kalmýþtýr. Refah Partisinin karþý karþýya kaldýðý bu durum, daha önceki dönemlerde katýldýðý hükümetlerde de ortaya çýkmýþtýr. Gerek 1974de kurulan CHP-MSP koalisyon hükümeti sýrasýnda, gerekse MC hükümetlerinde Refah Partisi kesimi, her zaman temsil ettikleri küçük ve orta sermaye kesimleri lehine kararlar alýnmasýný saðlamaya çalýþmýþ, ancak ülkenin ekonomik koþullarý nedeniyle bunlarý gerçekleþtirememiþtir. Ve sonuç, küçük ve orta sermaye kesimlerinin oligarþi ile uzlaþmalarý, yani uyumu tercih etmeleri olmuþtur. Bu da, MSPnin seçimlerde etkili olamamasýný getirmiþtir. Þüphesiz ülkemizdeki küçük ve orta sermaye kesimlerinin, geliþen emperyalist üretim iliþkilerine paralel olarak giderek güçsüzleþmeleri ve mülksüzleþmeleri, onlarýn mevcut düzene yönelik tepkilerini sürekli kýlmaktadýr. Dolayýsýyla, bu tepkileri bünyesinde barýndýran Refah Partisi, her dönemde kendisini TBMM de temsil edebilecek kadar bir oy oranýna sahip olmaktadýr. Bugünkü geliþmeler, Refah Partisinin çýkarlarýný savunduðu küçük ve orta sermaye kesimlerinin beklentilerini yeterince karþýlayamamasýnýn ve oligarþinin bu kesimlerle iliþkilerini en alt düzeye indirmesinin bir sonucudur. Bu geliþmelerin sýnýfsal niteliði, sömürücü sýnýflar içindeki parçalanmalarla belirlendiðinden, pekçok geliþmenin somutluðu kitlelerce açýk biçimde anlaþýlamamaktadýr. Sömürücü sýnýflar içindeki parçalanmalarýnýn boyutu, çok deðiþik partiler ve milletvekilleri düzeyine kadar ulaþtýðýndan, tek tek olaylar içinde yer alan kiþilerin ve partilerin deðiþen tutumlarýný izlemek zor olmaktadýr. Ancak açýk olan tek þey, tüm partiler ve milletvekillerinin, belli sýnýflarýn ve kesimlerin politik sözcüsü olarak hareket ettikleri ve sömürücü sýnýflar arasýndaki çatýþma-uyum iliþkilerine göre politik tutum takýndýklarýdýr. * Kurtuluþ Cephesi, RP-DYP Hükümeti Üzerine, Sayý: 32, s. 8-9, Temmuz-Aðustos 1996 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 93 KURTULUÞ CEPHESÝ Tüm bu geliþmeler içersinde en çok sözü edilen olaylardan birisi de, imam-hatip liselerinin durumu olmaktadýr. Özellikle Genelkurmay Baþkanlýðý tarafýndan birincil bir konu haline getirilen imamhatip liseleri konusu tümüyle sömürücü sýnýflar arasýndaki çýkar çatýþmasýnýn bir yansýsýdýr. ... tüm bu görüntüler, RPnin temsil ettiði sýnýflarýn niteliði ile baðlantýlýdýr. Özellikle orta sermaye kesimlerinin 1980 sonrasý ekonomik iliþkiler aðý içinde yeni tip personele gereksinmesi vardý. Bu yeni personelin, uluslararasý ticari iliþkileri yürütebilecek ve günümüzdeki teknolojiyi kullanabilecek bir niteliðe sahip olmasý gerekiyordu. Faks, bilgisayar vb. araçlarýn yaygýn kullanýmý, devletin mali iþlemlerde bilgisayar uygulamalarýna geçmesi, orta ve küçük sermaye kesimleri için bu personeli bulmayý kaçýnýlmaz hale getirmiþti. Oligarþinin kendisi için de gerekli bu insan gücünü, kendi denetimindeki üniversitelerden saðladýðý koþullarda, orta ve küçük sermaye kesimlerinin fazla bir seçeneði de bulunmuyordu. Üstelik buralarda eðitilmiþ bu personele ödenen yüksek ücretler, bu kesimler için daha yüksek bir maliyet anlamýna geliyordu. Ýþte böyle bir ortamda bulduklarý çözüm, kendi siyasal kadrolarý aracýlýðýyla kendisine uygun personel yetiþtirmek ve bunlarý olabilen en düþük ücretle istihdam etmek olmuþtur. Bunun için denetimlerinde tuttuklarý Ýmam-hatip okullarýnýn liseye dönüþtürülmesi ve daha sonra da imam-hatip lisesi mezunlarýnýn normal lise mezunlarý ile eþitlenmesi saðlanarak kendisi için gerekli personeli üniversitelere sokma olanaðý bulmuþlardýr. Daha ilkokul yýllarýndan itibaren Vakýf yurtlarý aracýlýðýyla kendi denetimlerine aldýklarý yoksul köylü çocuklarýný, bu yurtlardaki dini kurallarla koþullandýrmakta ve yönlendirmektedirler. 12 Eylül askeri yönetimi aracýlýðýyla oligarþinin bu kesimlere tanýdýðý bu geliþme koþullarýnda, gittikçe palazlanan orta sermaye kesimlerinin Suudi kaynaklarýndan saðlanan kredilerle beslenmesi, oligarþinin politik amaçlarýyla da çakýþmaktaydý.* Ýþte bugün Genelkurmayýn brifing üzerine brifing düzenlediði imam-hatipliler konusunun özü budur. Oligarþi, 12 Eylül koþullarýnda, gerek Arap ülkelerine yönelik ihracat için, gerekse devrimci mücadeleye karþý bir güç olarak þeriatçýlýðý kullanmýþtýr. Bu amaçla kendi eliyle desteklediði ve yaygýnlaþtýrdýðý imam-hatip okullarý, her yýl artan oranda mezun vermiþ ve giderek bunlarýn üniversitelere girmele* Kurtuluþ Cephesi, Refah Partisi Dolgusu, Sayý: 32, s. 13-14, Temmuz-Aðustos 1996 94 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ ri saðlanmýþtýr. Ancak zaman içersinde bu kiþiler oligarþinin istemleri doðrultusunda kurduklarý ticari iliþkileri kendi lehlerine çevirmiþlerdir. Özellikle orta sermayenin (tekelleþememiþ sanayi burjuvazisi baþta olmak üzere) kendisi için gerekli nitelikli iþgücünü imam-hatipler aracýlýðýyla çok ucuza saðlamasý, kaçýnýlmaz olarak tekelci sermaye ile yeni rekabet olanaðý kazandýrmýþtýr. Salt Ýhlas Holdingin yapýsýna ve faaliyet alanýna bakýldýðýnda görülecektir ki, tekelleþememiþ sanayi burjuvazisi, iþbirlikçi-tekelci burjuvazinin tüm yatýrým alanlarýnda faaliyet göstermekte ve giderek bunlarýn sayýsýný artýrmaktadýr. Burada orta sermaye kesimleri için maliyet düþürücü bir unsur olarak ortaya çýkan imam-hatip okullarýndan gelme iþgücüyle oligarþinin pazar olanaklarýný sýnýrlamasý, kaçýnýlmaz olarak bir çatýþma yaratmýþtýr. Oligarþi, bu çatýþmada, imam-hatip okullarýndan gelme ucuz iþgücünü durdurmak için Genelkurmayý devreye sokmakta tereddüt etmemiþtir. Görüldüðü gibi, Refahyol hükümetine yönelik tüm giriþimler ve geliþmeler, kamuoyuna sunuluþunun tersine, bir demokratik ilke sorunu olmayýp, oligarþi ile diðer sömürücü sýnýflar arasýndaki çeliþkinin ürünleri durumundadýr. Bu öylesine açýktýr ki, ister basýn-yayýn organlarýyla sürdürülen kampanyalar olsun, ister ANAP ve CHP çevrelerinin sürdürdüðü faaliyetler olsun, isterse Genelkurmayýn þeriatçýlýk karþýtý açýklamalarý olsun, her durumda bu çeliþkinin dýþa vurumlarýdýr. Dolayýsýyla da, bu çeliþkinin niteliðine uygun olarak, yani sömürücü sýnýflar arasýndaki çýkar çatýþmasý olma niteliðine uygun olarak, taraflar çatýþmanýn biçimini belirlemektedirler. Þubat ayýndan itibaren Refah Partisi ve hükümete yönelik olarak sürdürülen kampanyalar, açýk bir biçimde, hükümetin istifa ettirilmesine ve Refah Partisinin içindeki radikalleri tasfiye etmesine yönelik bir baský niteliði taþýmaktadýr. Bunun sýnýfsal anlamý, küçük ve orta sermaye kesimlerinin Refah Partisinde temsil edilenlerinin uyuma zorlanmasýdýr. Genelkurmayýn gerekirse silah kullanýrýz türünden açýklama yapmaya kadar uzanan bu baský, oligarþinin (en azýndan büyük bir kesiminin) tekelleþememiþ sanayi burjuvazisine karþý kesin bir sonuca ulaþmaya karar verdiðini göstermektedir. Tüm darbe söyleminin arkasýnda yatan, oligarþinin bu kesin kararlýlýk gösterisidir. Ancak sanýlmamalýdýr ki, oligarþi, tekelleþememiþ sanayi burjuvazisini tümüyle yok etmeyi hedeflemektedir. Tersine, burada söz konusu olan, 1980lerde askeri darbe koþullarýnda oluþturulmuþ olan consensusu, uzlaþmayý yeniden saðlamaktýr. Oligarþi, her yolu deneyerek, tekelleþememiþ sanayi burjuvazisini uyuma zorlamaktadýr ve bu konuda, bugün için, kararlý görünmektedir. Olaylarýn geliþimi, bu uyumun nasýl ve hangi temelde kurulacaðýna baðlýdýr. Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 95 KURTULUÞ CEPHESÝ Legalleþmenin Yeni Adý: Anayasacýlýk KURTULUÞ CEPHESÝ Sayý: 37, Mayýs-Haziran 1997 Son aylarda kendisini DHKP-C olarak örgütlediðini iki yýl önce ilan eden DSnin hemen hemen tüm faaliyetinde anayasa taslaðý özel bir yere sahip olmuþtur. Kurtuluþ Cephesinin geçen sayýsýnda yer alan Þimdi Nereye? baþlýklý yazýmýzda, kendilerinin büyük iddialarla hazýrlýðýna giriþtiklerini ilan ettikleri anayasa taslaðý kavrayýþlarýný deðerlendirmiþtik. Bu deðerlendirmemizde, DSnin anayasa taslaðý için ileri sürdüðü gerekçeyi ele almýþ ve halkýn yakýcý, somut sorunlarýný propagandamýzýn ve güncel siyasal faaliyetimizin odaðýna koymalýyýz. Ve halkýn karþýsýna somut taleplerle çýkmalýyýz. Bunun biçimlerinden biri, anayasa olabilir þeklinde ifade edilen gerekçeyi þöyle deðerlendirmiþtik: Bugün halkýn yakýcý, somut sorunlarý, tümüyle mevcut düzenden kaynaklandýðýný bilmeyen yok gibidir. Sadece bu düzenin devrimle yýkýlarak, yerine yeni bir düzenin almasý, yani demokratik halk iktidarýnýn gerçekleþtirilmesiyle bu sorunlarýn çözülebileceðini söyleyen ve bu yönde mücadele eden devrimciler ile bu düzenin demokratikleþtirilerek, yani reformlar yoluyla bu sorunlarýn çözülebileceðini iddia eden reformistler, revizyonistler, oportünistler arasýnda kesin bir çizgi vardýr. Bu kesin çizgi, devrimcilerin 96 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ demokratik bir halk iktidarýnýn ekonomik, sosyal, siyasi ve hukuki çerçevesini ifade eden devrim programý ile reformistlerin mevcut düzenin anti-demokratik anayasasýný deðiþikliðe uðratmak amacýyla hazýrladýklarý anayasa taslaklarý arasýnda da çizilmiþ bir çizgidir. Ýþte DHKP-Cnin karþý karþýya olduðu bu iki çizgi arasýnda kendi yerini belirlemek olmaktadýr. Aradan geçen süre içinde DS, bir örgütün devrim programý ile devrimci bir iktidarýn hukuki düzeni arasýndaki farký hiç gözetmeksizin, kendi kendine büyük önem atfettiði anayasa taslaðýný basýlý bir metin olarak yayýnlamýþtýr. Taslaklarý, neredeyse ülkedeki tüm sorunlarýn çözümüymüþcesine sunulmaktadýr. Ve bununla birlikte, anayasa taslaðý hazýrlamanýn ne denli önemli ve yararlý olduðu üzerine de bir dizi deðerlendirme yapmaktadýrlar. Oysa bilinen gerçek, ülkenin sorunlarýnýn, yani ülkemizdeki ekonomik, sosyal ve siyasal iliþki ve çeliþkilerin doðru bir tahlili ve bunun üzerinde yükselen devrim programý, gerçek devrimci örgütlenmelerin kitleler karþýsýndaki konumunu belirler. Anayasa ise, ekonomik, sosyal ve siyasal iliþki ve çeliþkilerin nasýl bir hukuki yapý içinde ele alýnacaðý sorununa iliþkindir. Bu yönüyle, devrim programý, devrimci halk iktidarýnýn mevcut ekonomik, sosyal ve siyasal iliþki ve çeliþkileri nasýl çözümleyeceðini ortaya koyarken; demokratik halk iktidarýnýn anayasasý, bu çözümdeki hukuki iliþkilerin temel kurallarýný ortaya koyar. Ýþte DS nin sýkýþtýðý ve içinden çýkamadýðý durum da buradan kaynaklanmaktadýr. Bununla birlikte DSnin anayasa taslaðý hazýrlama kavrayýþýnýn doðrudan PKKden kaynaklandýðýný ve PKKnin bu kavrayýþýnýn da oligarþi ve emperyalizmle uzlaþma arayýþýnýn bir ürünü olduðunu bilmek gerekmektedir. PKKnin Kürt ulusal sorununa çözüm yaklaþýmý, yani kendi deyiþleriyle siyasal çözüm anlayýþý, doðrudan emperyalist sistem içinde sorunun çözümlenmesine iliþkindir. Kaçýnýlmaz olarak, böyle bir emperyalist sistem içi çözüm, emperyalizm ve oligarþi ile ekonomik, sosyal ve siyasal her alanda anlaþma ve uzlaþma anlamýna gelmektedir. Amerikan emperyalizminin ünlü Wilson prensiplerine göre, böyle bir uzlaþma, sadece masa baþýnda anlaþarak gerçekleþemez. Yapýlan anlaþmanýn sürekli ve kalýcý olabilmesi için, belli bir hukuki statüye, kurala ve iliþkiye baðlanmasý gerekmektedir. Ýþte PKKnin anayasa ile iliþkisi, böyle bir hukuki statünün belirlenmesine yönelik hazýrlýk olarak ortaya çýkmaktadýr. DS, PKK ile yaptýðý ve yapar yapmaz iþlemez olan cephesinin protokolunda açýk bir biçimde yazýldýðý gibi, baðýmsýzlýk ve demokrasiyi hedefleyen bir anayasa taslaðý hazýrlayýp bunu halka maletme görevi ile HÖP (Halklar ve Özgürlükler Platformu) adýna ana- Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 97 KURTULUÞ CEPHESÝ yasa taslaðý hazýrlamaya giriþmiþtir. Propaganda alanýnda karþý karþýya kaldýklarý sýkýþýklýðý böyle bir taslak ile aþabileceðini uman DS, taslaký kullanarak kitlelere söyleyecek yeni sözler bulabileceklerini düþünmüþtür. Elbette bunu düþünürken, PKKnin bu konudaki yaklaþýmýnýn nedenlerini bir yana býrakmýþlardýr. Ancak DSnin tüm sorunu, kendilerini DHKP-C olarak örgütlediklerini ilan ettiklerinde DHKP Programý olarak sunduklarý programlarýnýn yüzeyselliði ve programýn ne anlama geldiðini kavrayamamalarýyla baþlamýþtýr. Gerçek bir demokratik halk devrimi programý bile olmaktan uzak ve yüzeysel bir metni kendilerinin parti programý gibi sunmalarý bir yana, böyle bir programýn devrimci ajitasyon ve propagandada ne anlama geldiðini ve ne iþe yarayacaðýný bilememeleri, program gibi tasarlanmýþ ve program olarak ilan ettikleri programlarýndan monte edilmiþ anayasa taslaðýný kendileri için büyük bir faaliyetmiþ gibi düþünmelerini getirmiþtir. Kendilerinin legalleþmelerinin bir kurumu gibi görünen HÖP adýna yayýnlanan anayasa taslaðý bu çerçevede ele alýndýðýnda görülecektir ki, programatik konular ile hukuki iliþkiler birbirine karýþtýrýlmýþtýr. Kendilerinin DHKP Programýnda ortaya çýkan eksiklikler, hatalar, neredeyse ayný biçimde anayasa taslaðýna da yansýmýþtýr. Tek farkla ki, anayasa taslaðý, DSnin legalleþmeye yönelik hareketine uygun olarak kendi DHKP Programýndaki kimi sivri yanlarýn törpülenmesiyle birlikte yapýlmýþtýr bu. Þöyle bir bakalým: DHKP Programý Mart 1995 HÖP Anayasa Taslaðý Nisan 1997 Madde 3- Emperyalizmle her türlü Emperyalizmle her türlü siyasi, ekonomik, askeri, kültürel baðýmlýlýk iliþ- siyasi, ekonomik, kültürel baðýmlýlýk iliþkisine son verilecek, ülkenin baðýmsýz- kisine son verilecek, ülkenin baðýmsýzlýðý herþeyin üstünde tutulacak, ulus- lýðý herþeyin üzerinde tutulacaktýr. lararasý planda baðýmsýz bir politika izlenecektir. Madde 4- Demokratik Halk Cumhuriyeti, uluslararasý iliþkiler ve dýþ poliDevrimci halk iktidarý, sosyalist ve tikada, halktan ve emekten yana, antianti-emperyalist yönetimlere sahip ül- emperyalist yönetimlere sahip ülkelerkelerle, ulusal kurtuluþ hareketleriyle ve le, ulusal kurtuluþ hareketleriyle ve kakapitalist ülkelerin ilerici proleter hare- pitalist ülkelerin ilerici halk hareketleriyle ketiyle geniþ bir dayanýþma içersinde geniþ bir dayanýþma içersinde hareket hareket edecek, halklarýn kardeþliði ilke- eder, halklarýn kardeþliði ilkesinin tavizsiz savunucusu olur. sinin tavizsiz savunucusu olacaktýr. Madde 8- Uluslararasý iliþkilerde Devrimci Halk iktidarý, baþta komþularý ile olmak üzere, tüm ülkelerle kar- saldýrgan, halklarý birbirine düþman þýlýklý olarak halklarýn çýkarlarýna say- eden, iç ve dýþ barýþý tehdit eden politigý ve dostluðu esas alarak, eþitlik te- kalar terkedilerek halklarýn kardeþliði, 98 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ melinde iliþki kuracaktýr. dostluðu ve dayanýþmasýný geliþtiren bir politika esas alýnacak; Devrimci Halk Ýktidarý, emperyaBaþta komþu ülkeler olmak üzere lizmin dünya halklarýna yönelik saldýrý- tüm ülkelerle karþýlýklý olarak ulusal çýlarýna karþý çýkacak, uluslararasý planda karlarý, saygý ve dostluðu esas alan, emperyalizmi ve dünya gericiliðini teþhir eþit temelde iliþkiler geliþtirilecektir. politikasý uygulayacaktýr. Nihai barýþýn emperyalizmin yeryüzünden bir sistem Madde 11- Demokratik Halk Cumolarak silinmesiyle gerçekleþeceðinin huriyeti, dünya halklarýnýn barýþýný tehbilincinde olarak, emperyalizme karþý dit eden saldýrgan amaçlý politikalara ezilen halklarýn baðýmsýzlýk mücadele- tavýr alarak, ülke halkýnýn iradesini yok sayan saldýrganlýklar karþýsýnda saldýsini aktif bir þekilde destekleyecektir. rýya uðrayan ülke halkýyla dayanýþma içinde olur. Görüldüðü gibi, DHKP Programý, birkaç kelime dýþýnda olduðu gibi taslaða aktarýlmýþtýr. Ama çýkartýlan ya da deðiþtirilen birkaç kelime, ideolojik bir tutumu ve yönelimi ifade etmektedir. Artýk DHKP, sosyalist ülkelerle ve kapitalist ülkelerin ilerici proleter hareketleriyle dayanýþmadan vazgeçmiþtir. Bunlarýn yerine halktan ve emekten yana olanlar ile kapitalist ülkelerin ilerici halk hareketleriyle dayanýþma gündeme getirilmektedir. Ýki ifade arasýndaki fark, açýk bir biçimde DHKPnin legalleþme isteðinde ne denli ciddi olduðunu gösterecek niteliktedir. HÖPün anayasa taslaðýný okumayý sürdürelim: DHKP Programý Mart 1995 HÖP Anayasa Taslaðý Nisan 1997 Ýnanç Özgürlüðü 1- Devrimci Halk Ýktidarý herkesin inanç özgürlüðünü güvence altýna alarak ibadet yerlerini koruyacaktýr. Devrimci Halk Ýktidarý'nda dini inanç kiþiyi ilgilendiren özel bir sorun olacaktýr. 2- Halkýn dini duygularýný istismar edip, teokratik gerici bir devlet için araç olarak kullanýlan tüm kurumlar kapatýlacak ve yeniden kurulmasýna izin verilmeyecektir. Dini inançlarý gereði ibadet yapmak isteyenlere yardýmcý olmak için gerekli sayýda din görevlisinin sosyal güvencesi saðlanacaktýr. Madde 29- Ýnanç Özgürlüðü a-) Dini inanç, kiþileri ilgilendiren özel bir konudur. Herkes istediði dini inanca sahip olabildiði gibi, inanmama özgürlüðüne de sahiptir. b-) Ýnanç özgürlüðünün güvencesi olarak ibadet yerleri korunur. Dini inançlarý gereði ibadet yapmak isteyenlere yardýmcý olmak için gerekli sayýda din görevlisinin sosyal güvencesi saðlanýr. c-) Hiç kimse dini inançlarý ya da inançsýzlýðý nedeniyle baský altýna alýnamaz, kýnanamaz. d-) Dini esaslara dayalý, gerici, sömürüyü esas alan bir devlet kurmak için halkýn dini duygularýnýn istismar edilip araç olarak kullanýlmasýna izin verilmez. Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 99 KURTULUÞ CEPHESÝ DSnin inanç özgürlüðü konusundaki programýný MayýsHaziran 1995 tarihli Kurtuluþ Cephesinin 25. sayýsýnda þöyle deðerlendirmiþtik: Ýþte, herþeyden önce laik olmasý gereken demokratik halk iktidarýnýn Marksist-Leninist dünya görüþünü benimsemiþ bir partinin programýnda bunlar yazmaktadýr. Bakýn Marksizmin kurucusu Marks, dünyanýn ilk proleter iktidarý olan Paris Komünü deðerlendirmesinde ne yazmaktadýr: Eski hükümetin maddi iktidar aletleri olan sürekli ordu ve polis bir kez kaldýrýldýktan sonra, Komün manevi baský aletini, rahiplerin iktidarýný kýrma iþine giriþti; varlýklý kurumlar olduklarý ölçüde, tüm kiliselerin daðýtýlmasý ve kamulaþtýrýlmasý buyrultusunu çýkardý. Rahipler, öncelleri olan havariler gibi, müminlerin sadakalarý ile yaþamak üzere, özel yaþamýn dünya iþlerinden dingin el çekmiþliðine gönderildi. Ýþte Marksist-Leninistlerden beklenilen budur. Bir baþka ifade ile, proletarya, her durumda laik olmak durumundadýr ve bunun anlamý da, dini inançlarýn kiþiyi ilgilendiren özel bir sorun olarak ele alýnmasýdýr. DS, bir yandan bu ifadeyi alýrken, diðer yandan din görevlilerine, yani imamlara, rahiplere, demokratik halk iktidarýnýn bütçesinden sosyal güvence verebilmektedir. Bu, açýk biçimde, mevcut Diyanet Ýþleri Baþkanlýðýna dokunulmayacaðý demektir. Sanýrýz, DSnin, bugün ülkemizde þeriatçýlýðýn geliþtiði bir dönemde, bunlara açýklýk getirmesi gerekmektedir. Bir baþka deyiþle, DS, kendilerinin parti program larýnda ifade ettikleri devrimci halk iktidarýnýn laik bir iktidar olup olmadýðý konusunda bir karar vermeleri gerekmektedir. Sanýrýz DS, kendisini bu kez HÖP olarak legalde örgütlerken bu konuda kararýný vermiþ görünmektedir. Artýk teokratik, gerici bir devlet kurmak için faaliyet gösteren tüm kurumlarýn kapatýlmasýna karþý deðillerdir. DS için gençlik ve eðitim konusunda da yeni geliþmeler sözkonusu olmuþtur: Devrimci Halk Ýktidarý, gençliðin gelecek demek olduðunun bilinciyle geleceðin toplumunun mimarý olacak gençler için tüm olanaklarýný seferber ederek, onlarýn saðlýklý, üretken, devrimci insanlar olarak yetiþtirilmesini hedefleyecektir. (DHKP Programý, Mart 1995) 100 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine Gençliðin gelecek demek olduðunun bilinciyle, geleceðin toplumunun mimarý olacak gençler için tüm imkanlar seferber edilerek, onlarýn saðlýklý, üretken, yurtsever insanlar olarak yetiþtirilmeleri için her türlü koþul saðlanýr. (HÖP Anayasa Taslaðý, Nisan 1997) KURTULUÞ CEPHESÝ Kendisini HÖP olarak legalde örgütleyen DSnin anayasa taslaðýnýn ekonomik ve sosyal alanlara iliþkin belirlemeleri ile DHKP Programý arasýndaki iliþki çok daha belirgin farklýlýklar taþýmaktadýr. Anayasa taslaðýnda saðlýk hizmetlerine iliþkin belirleme þöyledir: Madde 36 a-) Herkes doðuþtan baþlayarak saðlýklý ve güvenlikli bir yaþam hakkýna sahiptir. Devlet bu amaçla insan saðlýðýný her þeyin üzerinde tutarak her türden saðlýk hizmetlerini ücretsiz karþýlar. b-) Tüm hastane ve saðlýk kurumlarý merkezi olarak organize edilip yerel yönetimlerin denetiminde toplanacak; hastaneler personel ve cihaz bakýmýndan ülkenin her yerinde asgari standartlara sahip olacaklardýr. c-) Tüm saðlýk hizmetleri ticaret aracý olmaktan çýkartýlýr. Koruyucu saðlýk hizmetlerinin yaygýnlaþtýrýlmasý, ilaç sanayinin emperyalist tekellerin denetiminden kurtarýlmasý, týp eðitiminin halkýmýzýn ve ülkemizin koþullarýna göre yeniden biçimlendirilmesi, iþyeri hekimliðinin kurumlaþtýrýlmasý, tüm emekçi semtlerine saðlýk kurumlarý götürülmesi saðlýk politikasýnýn öncelikli hedefleridir. (HÖP Anayasa Taslaðý, Nisan 1997) DHKP Programýnda ise, saðlýk hizmetlerinin ücretsiz olacaðý ifade edildikten sonra þöyle denilmektedir: Tüm ilaç sanayii kamulaþtýrýlarak, hastalarýn ilaç ihtiyaçý ücretsiz karþýlanacaktýr. (DHKP Programý, Mart 1995) Ýþte emperyalist sömürünün en insani alaný olarak kabul edilen saðlýk alanýndaki yenilik, ilaç sanayinin kamulaþtýrýlmasýndan ve ilaçlarýn ücretsiz karþýlanmasýndan vazgeçilmesi olmaktadýr. Sanýrýz, DS, yavaþ yavaþ muhalefet anlayýþýndan uzaklaþarak iktidar sorumluluðuna uygun bir anlayýþa yönelmektedir. Ýþte bu yönelime uygun bir baþka belirleme: Ulaþým, halkýn ihtiyaçlarýný giderecek bir biçimde, halk yararýna düzenlenir. Ulaþýmýn organizasyonu ve geliþtirilmesinde temel ve öncelikli olan toplu taþýmacýlýktýr . Þehir içi ve þehirlerarasý ulaþýmda toplu taþýmacýlýk, öncelikle de demiryolu taþýmacýlýðý geliþtirilecek; ulaþýma yönelik yatýrýmlarýn ana gövdesi bu alana kaydýrýlacaktýr. Çeþitli otoban, köprü benzeri yerlerde paralý geçiþ uygulamasýna, bu alandaki özel þirketlerin varlýðýna son verilecek; bu alanlardaki bakým, onarým ve hizmet devlet tarafýndan üstlenilecektir. (HÖP Anayasa Taslaðý, Nisan 1997) Oysa kendi programlarýnda þöyle denilmekteydi: Kitle iletiþim araçlarý ve toplu taþýma þirketleri (kara, deniz, hava) kamulaþtýrýlacak, ulaþým halkýn yararýna yeniden organize edilecektir. (DHKP Programý, Mart 1995) Ýktidar olma havasýna kendini iyice kaptýran HÖPün ana- Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 101 KURTULUÞ CEPHESÝ yasa taslaðý mevcut düzenin kimi iliþkilerine dokunmaktan özel olarak kaçýnmaktadýr. Mart 1995den buyana geçen iki yýl zarfýnda ortaya çýkan geliþmelerden birisi de spora iliþkindir. DHKP Programý Mart 1995 1- Saðlýklý dinamik insanlar yetiþtirmek için kitle sporu yaygýnlaþtýrýlacaktýr. Spor meta olmaktan çýkarýlacak, beden ve ruh saðlýðýna, insanlarýn kardeþlik ve kollektif dayanýþma ruhuyla yetiþtirilmesine hizmet etmesi saðlanacaktýr. 2- Spor halka indirilecek, yaygýn spor üniteleri kurulacak, profesyonel ligler ve takýmlar kaldýrýlacak, amatör spor desteklenecektir. 3- Her üretim ünitesinde herkese spor yapma olanaklarý saðlanacaktýr. 4- Sporun, kitleleri uyutmanýn bir aracý olmamasý için yeni bir bilinç yaratýlarak gerekli önlemler alýnacaktýr. HÖP Anayasa Taslaðý Nisan 1997 Madde 39- Spor Demokratik Halk Cumhuriyeti, spor ve dinlenmenin doðal hak olduðu anlayýþýyla, halkýn spor, dinlenme, tatil ihtiyaçlarýný karþýlayacak tesisler kurar; bunun için gerekli yasal, idari düzenlemeleri yapar. Sporun, meta olmaktan çýkarýlarak beden ve ruh saðlýðýna, insanlarýn kardeþlik ve kollektif dayanýþma ruhuyla yetiþtirilmesine hizmet etmesi saðlanýr. Bu amaçla spor halkýn doðrudan katýlabileceði bir toplumsal faaliyet haline getirilerek, yaygýn spor üniteleri kurulur, kitlesel ve amatör spor desteklenir. Küçük bir azýnlýðýn deðil, geniþ halk kitlelerinin spor yapmasýnýn koþullarý oluþturulur. Eh, artýk iktidar olunacaðý için ve bunun için de legal faaliyet yürütüleceðinden, Fenerbahçe, Galatasaray, Beþiktaþ, Trabzonspor gibi profesyonel takýmlara dokunulmamalýdýr. Aksi halde bu futbol fanatiklerinden oy almak (destek almak) olanaksýz olacaktýr. O nedenle, çok iddialý DHKP Programýnýn bu konudaki belirlemelerini bir yana býrakmakta sakýnca yoktur. Tabi taslak ile program arasýndaki farklýlýklar sürekli törpülenme þeklinde ortaya çýkmamaktadýr. Bu konuda en iddialý olduklarý yer ise seçme ve seçilme hakkýdýr. Mart 1995de yayýnlanan DHKP Programý na göre seçme ve seçilme hakký þöyledir: 18 yaþýna gelen her genç seçme, 21 yaþýna gelen her genç seçilme hakkýna sahiptir. Ve HÖPün taslaðý daha ilericidir: Madde 65- Yurttaþlýk haklarýna sahip olan herkes seçme ve seçilme hakkýna sahiptir. Seçme yaþý 16, seçilme yaþý 21dir. Þüphesiz yaþam sürekli olarak geliþmekte ve ilerlemektedir. Bu açýdan iki yýl içinde DSnin seçme hakkýný 18den 16ya indirmeyi düþünmesinde þaþýlacak bir yan yoktur. Her ne kadar bunu kendilerinin devrimci mücadeleye girdikleri günden buyana geçen yýllar içinde düþünmemiþ olmalarý bir eksiklik ise de, taslak bu eksikliði 102 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ gidermiþtir. Ve gerekçesi de þöyledir: Seçmen Yaþý 16 olarak öngörülmüþtür; çünkü, bu yaþta gençlerimizin vatanlarý ve halklarý için ölümü göze alarak savaþtýklarý, Gazi gibi ayaklanmalarýn, ve örneðin dünya gerçeðinde Ýntifadalar gibi halk ayaklanmalarýnýn tarihinin adeta bu yaþtaki gençlerimizle yazýldýðý; ve öte yandan çaðýn teknolojik geliþimi içinde çocuklarýmýzýn, gençlerimizin pek çok gerçeðe erken yaþta vakýf olduðu görmezden gelinemeyecek bir geliþmedir. Halk iktidarý, seçmen ve seçilme yaþýný, gençliði burjuvazinin eðitim sisteminden koparýp, halkýna karþý sorumluluk duyan, bilgili bir gençlik haline dönüþtürdüðü ölçüde bu yaþ ölçülerini gözden geçirecektir. 24 Mayýs 1997 tarihli legal dergilerinde yorumun yorumunda ise þöyle denilmektedir: Seçme ve seçilme yaþýnýn 20-21 olarak tesbiti; bir, belki 50-60, belki daha fazla yýl öncesinin koþullarýna göre yapýlmýþtýr. Ýki, bu yaþlarýn, örneðin seçmen yaþý açýsýndan 18e bile indirilmemesi, burjuvazinin, oligarþinin gençlikten duyduðu korkunun sonucudur. Biz bu ölçülere, þartlandýrmalara göre hareket etmek durumunda deðiliz. Taslak taki gerekçede de belirtildiði gibi, 16 yaþýndaki gençlerin halk için kendilerini feda ettikleri, savaþtýklarý bir ülkede ölçüler de buna göre olmalýdýr. (Halk Ýçin Kurtuluþ, Sayý: 31, s. 26, 24 Mayýs 1997) Kendilerini DHKP-C olarak örgütlediklerini ilan ettikleri Kuruluþ Kongresinde yer alanlar burada durup düþünmelidirler. Ýki yýl gibi bir zaman diliminden deðil, belki 50-60, belki de daha da fazla yýl öncesinin koþullarýna göre seçme ve seçilme yaþýný belirledikleri söylenmektedir onlara. Ve daha da ileri giderek, biz bu ölçülere, þartlandýrmalara göre hareket etmek durumunda deðiliz diyerek, bir de isyan bayraðý çekmektedirler! Oysa bir "parti"de, en yetkili ve en üst yönetim ve karar organý "parti kongresi" olarak bilinir. DS, kendisini DHKP-C olarak örgütlerken bunu açýk bir biçimde ilan etmiþtir. Ama ne yazýk ki, kendi "kongre" kararlarý, legal bir örgüt birimi tarafýndan kolayca bir yana itilebilmektedir. (Þüphesiz biz böyle yazýyoruz, ama, belki bu aylarda DHKP "2." kongresini yaparak programýný deðiþtirmiþtir. Bu konuda elimizde herhangi bir bilgi bulunmadýðýndan, "kuruluþ kongresi"nin kararlarýnýn geçerli olduðunu düþünüyoruz.) HÖP'ün "anayasa taslaðý"nýn mevcut düzenle bir uzlaþma arayýþý içerdiðini, bir baþka deyiþle düzene alternatif bir parti olmaktan çok, alternatif düzen partisi olmaya yönelik olduðunu en açýk biçimde ekonomi üzerine düzenlenmiþ maddelerde görmek olanaklýdýr. Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 103 KURTULUÞ CEPHESÝ DHKP Programý Mart 1995 Yeni-sömürgeciliðin ekonomik kurumlarý olan IMF, Dünya Bankasý, OECD vb. emperyalist kuruluþlarla tüm iliþkiler kesilecektir. Baþta NATO olmak üzere, emperyalist saldýrgan paktlardan çýkýlacak, emperyalistlerle yapýlan saldýrgan amaçlý ikili anlaþmalar deþifre ve iptal edilecek, ABD ve NATO üslerine halk adýna el konulacak, baðýmlýlýk iliþkilerini güçlendiren askeri techizat ve kredi alýmýna son verilecektir... IMF, Dünya Bankasý, OECD gibi emperyalist sömürü örgütleriyle tüm iliþkiler kesilecek, Avrupa Topluluðu ile olan tüm baðlar kopartýlacak, emperyalist devletlere, þirketlere ve bankalara olan tüm borçlar tek taraflý olarak iptal edilecektir... Emperyalizmin ve oligarþinin fabrikalarýna, þirketlerine, bankalarýna, topraklarýna, santral, baraj vb. taþýnýr ve taþýnmaz tüm mallarýna, banka hesaplarýna el konulacak ve ulusallaþtýrýlacaktýr. Devrimci Halk Ýktidarýnýn el koyduðu tüm üretim ünitelerinde, üretim faaliyetinin denetimi proletaryanýn eline verilecektir. Üretim sosyalist bir bilinç ve heyecanla tüm halk için yapýlacaktýr... Bütün özel ve eski devlet bankalarý tek bir ulusal banka haline getirilecektir... Üretim, Devrimci Halk Ýktidarýnýn hazýrlayacaðý planlara göre yapýlacak, aðýr sanayi üretimine, bu alanda yeni fabrikalar açýlmasýna öncelik verilecek, ancak tüketim sanayii, halkýn ihtiyaçlarý gözönüne alýnarak ihmal edilmeyecektir. Yýllarca kapitalist kâr yasasýna göre yapýlan yatýrýmlara son verilerek, sosyal dönüþümü saðlayacak planlý bir ekonomiye göre yeniden düzenlenecektir... HÖP Anayasa Taslaðý Nisan 1997 Madde 6- IMF, Dünya Bankasý, OECD gibi emperyalist kuruluþlara üye ve baðýmlý olmaktan çýkýlacak; ülkemizi emperyalizme baðýmlý hale getirecek türde dýþ borçlanmalara son verilecektir. Madde 7- Baþta NATO olmak üzere saldýrgan amaçlý paktlardan çýkýlacak, saldýrgan amaçlý her türlü anlaþma iptal edilecek, ülke topraklarý üzerindeki emperyalist üsler kaldýrýlacaktýr. Madde 43- Emperyalizmin Ve Tekellerin Ekonomik Egemenliðine Ýzin Verilmez. Demokratik Halk Cumhuriyeti, üretici güçlerin geliþmesinin ve ülke kalkýnmasýnýn önünde engel olan emperyalizmin ve tekellerin ekonomik ve siyasi tahakkümünü kaldýracak politikalarý yürürlüðe koyar. Madde 44 - Ekonomi politikalarýnýn temeli, halkýn ihtiyaçlarý ve çýkarlarýdýr. Ekonomiyi bu temelde düzenleyebilmek için, oligarþik güçlere ait tekeller, onlarýn denetimindeki tüm üretim üniteleri kamulaþtýrýlacaktýr. Madde 46- Bankalar, deniz ve hava limanlarý, enerji santralleri, barajlar, ulaþým ve haberleþme, dýþ ticaret alanýndaki iþletmelerin mülkiyet ve denetimi devlete aittir. Madde 47- Üretim, ekonomik ve sosyal dönüþümü saðlayacak, ulusal geliri büyütüp, halkýn refahýný geliþtirecek tarzda planlý bir ekonomiye göre düzenlenir. Tekelleþmeye, kartelleþmeye izin verilmez. Ülke ekonomisini kendi kendisine yetecek bir iç bütünlüðe kavuþturmak için ekonomi aðýr sanayi temelinde geliþtirilir, tarým modernleþtirilerek sanayiye girdi olacak þekilde örgütlenir. Ekonominin planlanmasýnýn ve halBüyük toprak sahiplerinin mülkiyeti kýn geçim düzeyinin enflasyon, zam gibi altýnda bulunan tüm topraklar ve di- geliþmelerle bozulmamasý için gereken ðer üretim araçlarýna el konulacak önlemler alýnýr. Kapitalizmin plansýz eko- 104 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ nomiye dayanan özelliði enflasyonun esas kaynaðýdýr. Üretim ve tüketim arasýndaki dengesizlik ortadan kaldýrýlýp, ülke kaynaklarý rasyonel olarak kulTopraksýz ve az topraklý köylülere lanýldýðýnda, bölüþüm adaletli olarak yaihtiyaçlarýna göre toprak mülkiyetinin pýldýðýnda enflasyonun koþullarý ve zam ulusal niteliði kaldýrýlmadan toprak daðý- yapma gereði de ortadan kalkacaktýr. týlacak, geniþ bir toprak ve tarým reforMadde 50- Oligarþi içindeki toprak aðalarýnýn elindeki topraklar kamulaþtýrýmu uygulanacaktýr. larak, geniþ bir toprak ve tarým reformu Kapitalist tarým iþletme ve çift- uygulanacak, topraksýz ve az topraklý liklerine el konulacak, bunlar denetim köylülere ihtiyaçlarýna göre ve toprak altýnda tutulacak büyük tarýmsal ünite- mülkiyetinin ulusal niteliðini bozmadan ler olarak düzenlecektir. Kýr proletarya- toprak daðýtýlacaktýr. Daðýtýlan bu topsýnýn denetimi altýnda bulunan bu büyük raklar alýnýp satýlamaz, baþkalarýna devtarýmsal üniteler giderek sosyalist üre- redilemez. time yöneleceklerdir. Madde 51- Büyük tarýmsal üniteler olarak düzenlenen tarýmsal iþletme ve Planlý ekonomiye ve halkýn ihtiyaçla- çiftlikler, tarým iþçilerinin denetimi altýnrýna göre üretim yapan, iþçilerin azami da planlý ekonominin bir parçasý olarak çýkarlarýný gözeten ve karþý-devrimcile- üretime katýlýr. Demokratik Halk Cumhuriyeti'nde re yardým etmeyen küçük ve orta iþletplanlý ekonomiye ve halkýn ihtiyaçlarýna melere dokunulmayacaktýr... Hayvancýlýk alanýnda yetiþtiricilik ve göre üretim yapan küçük ve orta iþletüretim yapan küçük üreticiler yem, ot- melere yasal olarak izin verilir. lak ve damýzlýk konusunda destekleneMadde 52- Hayvancýlýk alanýnda cek, kollektif üniteler içinde örgütlenme- yetiþtiricilik ve üretim yapan küçük üreticilerin eski düzenden kalan tüm borçleri teþvik edilecektir. larý iptal edilerek bu kesimler desteklenir, kollektif üniteler içerisinde örgütlenmeleri teþvik edilir. (toprak büyüklüðü o günkü somut duruma göre belirlenecektir), feodal kalýntýlar tümden tasfiye edilecektir. Görüldüðü gibi, DSnin kendisini DHKP-C olarak örgütlerken yayýnladýðý programý ile HÖP olarak legal olarak örgütlerken yayýnladýðý anayasa taslaðý, birbirinden gittikçe uzaklaþmaktadýr. Devrimci Halk Ýktidarý, taslakda Demokratik Halk Cumhuriyetine dönüþürken, ayný zamanda, içerdiði kesintisiz devrim perspektifini tümüyle bir yana býrakmýþtýr. Bilindiði gibi, demokratik devrimin tamamlanmadýðý ülkelerde proletaryanýn devrim mücadelesi kesintisiz devrim perspektifiyle sürdürülür. Kesintisiz devrim, demokratik devrimin proletaryanýn öncülüðünde gerçekleþtirilerek, sosyalist devrime geçilmesi demektir. Bu nedenle, proletaryanýn öncülüðünde gerçekleþtirilen demokratik devrimi, burjuvazinin önderliðinde gerçekleþtirilen demokratik devrimden ayýrmak için demokratik halk devrimi denilir. Bizim gibi ülkelerde, anti-emperyalist ve anti-oligarþik devrimle kurulacak olan halk iktidarý, proletaryanýn, köylüðün ve þehir küçük-burjuvazisi- Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 105 KURTULUÞ CEPHESÝ nin devrimci-demokratik iktidarýdýr. Bu iktidar koþullarýnda gerçekleþtirilen tüm uygulamalar, bir yandan demokratik devrimin tamamlanmasýna yönelikken, diðer yandan sosyalist devrimin gerçekleþmesine yönelik olmak durumundadýr. Bu nedenle, proletaryanýn öncülüðünde gerçekleþtirilen demokratik halk devrimi ile kurulacak olan halk iktidarýnýn ekonomik-politikasý, kaçýnýlmaz olarak bu dönüþüme uygun olmak zorundadýr ve programatik olarak bu durum açýk ve net olarak ortaya konulmak durumundadýr. Bu durum, kendisini DHKP-C olarak örgütlerken DS tarafýndan þöyle ifade edilmiþtir: Devrimci Halk Ýktidarý... sömürüyü yok edecek, nihai kurtuluþu gerçekleþtirecek sosyalist ekonominin temellerini atar, koþullarýn uygun olduðu alanlarda sosyalist giriþimleri baþlatýr. Devrimci Halk Ýktidarý, proletaryanýn hegemonyasýnda olmasýna karþýn, tek baþýna proletaryanýn iktidarý olmadýðýndan, aldýðý ekonomik tedbirler bunun damgasýný taþýyacaktýr. Demokratik Halk Ýktidarý, genelde kapitalizmden sosyalizme geçiþin iktidarýdýr. (DHKP Programý, Mart 1995) Bu ifadelerdeki kimi eksik ve yanlýþlýklarý bir yana býrakýrsak, açýk biçimde demokratik halk iktidarýnýn sosyalizme geçiþin iktidarý olduðu belirtilmektedir. Oysa HÖP olarak ortaya koyduklarý anayasa taslaðý, hiçbir biçimde sosyalizmden söz etmediði gibi, böyle bir geçiþe iliþkin uygulamalarý da içermemektedir. Bu da, açýk biçimde DSnin, HÖP olarak yeni bir sürece evrildiðini göstermektedir. Bu yeni sürecin adý, anayasa taslaðý hazýrlayarak, emperyalizme ve oligarþiye ne denli az tehlike oluþturduklarýný gösterme çabasý olmaktadýr. Bir baþka deyiþle, DSnin legalleþme çabalarýnýn yeni adý anayasa taslaðýdýr. Tüm pratik faaliyetleriyle (örneðin cezaevlerinde Þubat-Mart aylarýnda sergilenen medyatik görüntülerle verilmeye çalýþýlan uslu devrimci tutsak görüntüleri; 1 Mayýsta çatýþmadan uzak duran örgüt görüntüsü; Susurluk için silahlý eylem yapmama kararý) ve anayasa taslaðýyla DS, düzen içinde, düzene deðil, düzen partilerine alternatif (özellikle de legal sol partilere alternatif) bir örgüt olmaya yönelmiþtir. Bu yönelimiyle birlikte ortaya koyduðu pratik ve teori, 12 Eylül sonrasýnda yetiþen yeni devrimci kuþaðýn ideolojisizleþtirildiði koþullar üzerine inþa edilmiþtir. Devrim perspektifi ve buna iliþkin devrim programý gibi konular, bir çýrpýda anayasa konusu haline getirilerek, yeni devrimci kuþaðýn az da olsa varolan bilinci bulanýklaþtýrýlmaya çalýþýlmaktadýr. Açýk bir oportünist tutum içine girilerek, bir yandan devrimci teori tahrif edilerek ya da unutturularak bilinç çarpýklýklarý yaratýlýrken; diðer yandan farklý bir legal mücadele verileceði söylemiyle legalizmin propagandasý yapýlmaktadýr. Elbette DS, böyle bir yönelim içinde en keskin görünmeyi de bir yana býrakmamýþtýr ve býrakmayacaktýr. 1978 de DYden ayrýlýrken ortaya koy- 106 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ maya çalýþtýklarý aktif DY görüntüsü, günümüzde aktif ÖDP görüntüsüne dönüþtürülmektedir. Bu baðlamda, DSnin kendisinin aktivitesini gösterebilmek amacýyla kimi legal olmayan eylemler gerçe leþtirmesine þaþmamak gerekecektir. Ama unutulmamasý gereken, DSnin bu yeni yönelimi, mevcut iliþkilerinin tüm devrimci bilincini çarpýtacaktýr. Böylesine çarpýtýlmýþ bir bilince sahip bir kitlenin, Marksist-Leninist bir partinin öncülüðünde yürütülen silahlý devrimci mücadeleye kanalize edilmesi de olanaksýz olacaktýr. Ýþte bu sonuç, bugüne kadar DSye yönelik deðerlendirme ve eleþtirilerimizin nedenini oluþturmaktadýr. Böyle bir sonucun ortaya çýkmamasýný saðlamanýn tek yolu, bu gerçeklerin yeni devrimci kuþaða net biçimde açýklamaktan ve kavratmaktan geçmektedir. Kendisine devrimciyim diyen hiç kimse, böyle bir sonucun etkilerinden kendisini kurtaramayacaktýr. 1980 öncesinde DY oportünizminin kitleleri nereye götürdüðü ve bugün ÖD Partisi olarak nereye vardýklarý unutulmamalýdýr. Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 107 KURTULUÞ CEPHESÝ Süleyman Çelebinin Vesilet-ün Necâtý (Kurtuluþ Yolu): Mevlit KURTULUÞ CEPHESÝ Sayý: 38, Temmuz-Aðustos 1997 Ülkemizdeki siyasal olaylarý izleyen hemen herkesin üzerinde birleþtikleri nokta, ülkede her alaný kapsayan bir kaosun, keþmekeþin, belirsizliðin ve tutarsýzlýðýn egemen olduðudur. Düzen çerçevesinde ortaya çýkan olgular ve olaylardan, düzene karþý olduðunu ilan eden kesimlerde görülen kavrayýþlar ve eylemlere kadar, her alanda egemen olan belirsizlikler, tutarsýzlýklar vb. kaçýnýlmaz bir biçimde kitlelerin olaylarýn birer izleyicisi konumunda kalmalarýna neden olmaktadýr. Ýster düzen içi politik partiler olsun, ister kendisine sol diyen legal ya da legaliþmeye yönelen örgütler ve çevreler olsun, kitlelerin bu pasifliðini kendi tutarsýzlýklarýný, belirsizliklerini vb. gizlemek için uygun bir zemin olarak kabul etmektedirler. Oligarþik yönetimin siyasal partilerinin iþlevi mevcut düzeni korumak olduðundan, kitlelerin eylemsizliði, memnuniyetsizliklerini dýþa vurmayýþlarý bu iþlevlerini yerine getirmeyi kolaylaþtýran bir unsur olmaktadýr. Zaten oligarþik yönetimin tüm faaliyetleri, mevcut düzenini koruyabilmek için, kitlelerin düzene karþý tepkilerini pasifize etmeye yönelik olduðundan, böyle bir durum, ister istemez kendi amaçlarýyla çakýþmaktadýr. Ancak kendilerini sol olarak tanýmlayan ya da devrimci olduðunu söyleyen örgütlerin ya da oluþumlarýn, kitlelerin mevcut 108 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ geliþmeleri kavrayamayýþlarýný, olaylarýn nasýl geliþtiðini ve neden oluþtuðunu anlayamamalarýný ve de bunun sonucu olarak olaylarýn izleyicisi olmakla yetinmelerini kendileri için uygun bir ortam olarak görmelerinin hiçbir mantýklý açýklamasý yoktur. Þöyle ülkemiz soluna baktýðýmýzda görülen, gerek kadrosal düzeyde, gerekse kitlesel düzeyde, birbiriyle çeliþen faaliyetlerin, birbirini dýþlayan ve yalanlayan belirlemelerin egemen olduðudur. Özellikle pratik olarak ifade edilen faaliyetlerin günlük geliþmelere ya da eðilimlere göre düzenlenmesi, soldaki tutarsýzlýðýn, belirsizliðin nedeni olarak ortaya çýkmaktadýr. Sol örgütlerin ya da oluþumlarýn birinin yaptýðý bir þeyin (ki bu kendi yayýnlarýnda kullandýðý bir sayfa biçimi bile olabilmektedir) kýsa bir sürede diðerleri tarafýndan hemen benimsenip yapýlmasý, bir yandan kimin ne olduðu konusundaki belirsizliði artýrýrken, diðer yandan yarýn ne olacaðýnýn ve nasýl olacaðýnýn bilinemediði bir ortam yaratmaktadýr. Pek çok sol örgütlenmenin ortaya koyduðu politik belirlemeler ya da ideolojik deðerlendirmelerin, kendi pratik faaliyetleri için bir ölçü olarak kullanýlamamakta oluþu, bu ortamý daha da içinden çýkýlmaz bir keþmekeþe dönüþtürmektedir. Soldaki bu durum, bir yandan da, örgütlenmelerin ya da oluþumlarýn birbirlerini, birbirlerinden birþeyleri çalmakla, taklit etmekle suçlamalarýna neden olmaktadýr. 1 Mayýs da maske kullanýlmasý olayýnda olduðu gibi, bu türden suçlamalarýn söylemi bile bozulmuþtur. Kimin neyi, neden yaptýðýnýn bilinemediði; kendi açýklamalarýndan öðrenilenin, bir sonraki açýklama tarafýndan yalanlandýðý; ideolojik-teorik belirlemelerin yerine günlük konuþma diline dayalý sohbetlerin geçirildiði; ideolojik-politik tartýþmalarýn birer meydan okumaya dönüþtürüldüðü ülkemiz solunda artýk kavram keþmekeþi deðerlendirmesini bile anlamsýzlaþtýracak bir bozulma giderek üst boyutlara týrmanmýþtýr. Bu konuda, kendisini DHKP-C olarak örgütlediðini ilan eden DSnin HÖP olarak legalizme yönelmesiyle birlikte sergilemeye baþladýðý düzen içi politik faaliyet biçimlerinden birisi olan (ki bu sol-popülizm olarak bile tanýmlanamaz) devrim þehitleri için mevlit okutma eylemini örnek olarak gösterebiliriz. Soldaki geliþmeleri az çok izleyenlerin bildiði gibi, DSnin HÖP oluþumu, Nisan ayýnda mevlit okutmuþ ve bununla ilgili haberler basýnda yayýnlanmýþtý. Kendisini devrimci olarak tanýmlayan, sýk sýk yayýnlarýnda Marksist-Leninist olduklarýný ilan eden bir sol örgütlenmenin böylesine bir dini vecibeyi yerine getirmeye yönelik faaliyette bulunmasý ve bunu gazete ilanlarý ile örgütlemesi, kaçýnýlmaz olarak eleþtiri konusu olmuþtur. (Elbette burada sözünü etmiþ olduðumuz, Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 109 KURTULUÞ CEPHESÝ adýna eleþtiri denilebilecek olanlardýr. Yoksa, DS nin mevlitine karþý gösterilen diðer tepkiler, yapýlan eleþtiriden çok daha fazla ve yaygýndýr.) Partizan Sesi dergisi, 1-16 Mayýs 1997 tarihli 59. sayýsýnda DS nin devrim þehitleri için mevlüt eylemini Halk ve Deðer Yargýlarý baþlýðýný taþýyan bir yazýyla eleþtirmiþtir. Dogmatizme ve þablonculuða düþmemek adý altýnda Marksist klâsiklerin fazlaca dikkate alýnmadýðý bir ortamda, onlara baþvurmanýn pek yararý olacaðý kanýsýnda deðiliz.* diyerek DSnin Mevlit organizasyonunu Gýlgamýþ Destanýndan alýntý yaparak eleþtirmeye baþlayan Partizan Sesi, Þeyh Bedrettinden Saygýdeðer amaçlara, saygýdeðer araçlarla ulaþýlýr alýntýsýný yaparak þöyle sürdürmektedir: ... Halkýn deðer yargýlarýna karþý tutum ne olmalýdýr. Marksistler açýsýndan gayet net olan bu konunun böylesine gündeme girmesine sebep olan þey, taktik adýna cemevlerinden baþlatýlan bir serüvenin camilere kadar uzanmýþ olmasýdýr... Dine karþý tutum ne olmalýdýr: Þunu tekrar etmekte yarar görüyoruz; Din halkýn afyonudur. Bu, bütün çýplaklýðýyla kendisini kabul ettirmiþ bir tezdir. Dolayýsýyla, dinin her fýrsatta, nasýl afyon olarak kullanýldýðýný kitlelere kavratmaya çalýþýrýz. Ama bunu yaparken yöntemlerimizi iyi seçeriz. Örneðin semah ve mevlid organizasyonlarý yaparak dinin afyon olduðunu kavratmaya çalýþmayýz. Çünkü bu, bir komedi olur. Ayrýca biz ateist olduðumuzu yani tarnýya inanmadýðýmýzý söyleriz. Fakat halkýn dini inanç öz* Partizan Sesi, Sayý: 59, s. 13, 1-16 Mayýs 1997. 110 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ gürlüðüne de saygý duyarýz... Ama hiçbir zaman inanç özgürlüðüne saygý duymaktan dinsel organizasyonlarý bizzat kendi ellerimizle gerçekleþtirmeyi algýlamayýz. Aksi takdirde bu, devlete baðlý Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý bulunan bir ucube laiklik olur. Kitlelerin geri yönleriyle uzlaþmak anlamýna gelen ve kitle çizgisi olarak uygulanan bu taktiklerin (!) tek bir adý vardýr: Kitle kuyrukçuluðu. Pragmatist yaklaþýmýn vardýrdýðý sonuçlardan birisidir. Amaçlarý ile uygunluðu kulak arkasý yaparak her yönteme pragmatist bir tarzda baþvurursak bu doðru olmaz. Ve her þeyi taktik yapýyoruz ile geçiþtiremeyiz. Devrimci hareket, taktik hevalým söylemleriyle katliamlara dahi vardýrýlan yöntemleri unutmamýþtýr... Bir yandan Gazi Mahallesi gibi ilerici bölgelerde devrimci partilerin pankartlarýnýn açýlmasýna karþý çýkan ve diðer yandan Mahirlerin ruhunu camilerde Þadeden bir kitle çizgisi devrimcilerin ve komünistlerin benimsemesi gereken kitle çizgisi deðildir.* Ýþte DSnin HÖP olarak düzenlediði (organize ettiði) mevlit olayýnýn Partizan Sesindeki eleþtirisi böyledir. Þimdi bu eleþtiri karþýsýnda DSnin Kurtuluþ unun 5 Temmuz 1997 tarihli 37. sayýsýnda yayýnlanan Halk Gerçeðimiz: Geleneklerden Neyi Alacaðýz? Neyi Eleyeceðiz? baþlýklý karþý eleþtirisini okuyalým: Sol kitabi olduðu için halkýn gelenekleri karþýsýnda sekter, tarihi karþýsýnda yoksayan bir durumdadýr. Ne var ki, sahiplenmede olmadýðý gibi, sekterliðinde bile tutarlý deðildir. Bir mevlüt olayý solun bu konudaki çarpýklýðýný olanca çýplaklýðýyla ortaya çýkarmýþtýr. Oportünisti, reformisti koro halinde mevlüt okutmayý eleþtirmeye soyunmuþtur. Ama teorideki tüm tersi iddialarýna, pratikteki keskinliklerine raðmen esasýnda bu geleneklerin bir biçimiyle de içindedirler. Mesela, þehitlerine mezar yapýyor herkes. Peki nereden gelmiþ bu gelenek? Þu dini gelenektir, bu islamcýlara prim vermek olur diyenler niye ölülerini yakmayý düþünmüyorlar mesela? Ya da mesela cenazelerini camiye, cemevine uðratmadan kaldýrsalar! Hatta bayram mý oldu, ne bayramý, bunlar yutturmacadýr diye ilan verseler! Bu konuda yazýlýp çizilenlere bakýlýnca aslýnda o mantýðýn doðal sonucu böyle davranmalarý gerekiyor. Ama böyle de davranamýyorlar. Þehitler verildiðinde çeþitli kurumlar düzeyinde baþ- sað* Partizan Sesi, Sayý: 59, s. 13, 1-16 Mayýs 1997. Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 111 KURTULUÞ CEPHESÝ lýðýna gidilmiyor mu? Baþsaðlýðý dileme nereden gelmiþ? Dahasý herkesin þöyle ya da böyle dilindeki þehitlik mertebesinin kökeni nedir acaba? Nereden çýkmýþtýr? Bunlarýn olduðu yerde mevlüdün tartýþýlmasý bir çarpýklýk deðil de nedir? Ve yine bir baþka çarpýklýk. Bu ülkede sol, yýllardýr þu ya da bu biçimde cemevlerine gitmiþtir. Cemevine gidince birþey yok. Camiye gidince sorun oluyor. Tutarlýlýk bunun neresinde? Marksist-Leninist teori bunun neresinde? Aslýnda bunlara böyle çok keskin karþý çýkanlara bakýldýðýnda çoðunun ne þehitlerle alakasý vardýr, ne halkla. Tüm keskinliðine raðmen bedel ödeyen bir mücadele hattýndan uzaktýr. Esasýnda ölmeye, öldürmeye karþýdýr. Þehitliðe karþýdýr. Mesela Ölüm Orucuna karþýdýr. Alevi geleneði diye kýzýl banta karþýdýr. O yüzden de söyledikleri halk gerçeðinden, mücadele gerçeðinden uzaktýr, daha çok kitabidir.* (abç) Ýþte kendisini HÖP olarak örgütlemeye baþlayan DSnin mevlit organizasyonu konusunda kendilerine yöneltilen eleþtirilere karþý yazdýklarý yazý böyle diyor. Görüleceði gibi, yazý, daha ilk cümlesinden itibaren olayý deðil, karþý tarafý sýkýþtýrmayý hedefleyen bir üslüpla baþlamaktadýr. Özellikle çeþitli sol örgütlenmelerin Gazi olaylarýndan sonra cenazelerini cemevinden kaldýrmalarý, DS için iyi bir vuruþ konusu olmaktadýr. Ýþte ülkemiz solundaki tutarsýzlýðýn ulaþtýðý boyut, bir baþka tutarsýzlýðýn eleþtirisinde böylesine ortaya konulabilmektedir. Diðer yandan, mevlit okutmaya yönelik eleþtirilere karþý açýk bir demagojiye baþvurulabilmesi de, yani belli bir bilince sahip olmayan kiþilerin doðal yaþam koþullarýndan edindikleri deðer ya da deðer yargýlarýný kýþkýrtmaya yönelik bir söylem kullanýlmasý, ayný zamanda soldaki geliþmelerin nereye doðru evrilebileceðine iliþkin ipuçlarý vermektedir. Öte yandan, çalakalem yazýlar yazma geleneðinin iyice yerleþtiði ülkemizde, hemen herkesin kendisini hiçbirþeye baðlý hissetmeksizin ve hiçbir bilimsel gerçekle düþündüklerini ve yazdýklarýný ölçmeksizin ölçüsüz sözler söylemesi, ayný zamanda ülkemiz solundaki tarih bilincinin ne denli eksik olduðunu açýkca göstermektedir. Öncelikle herkes bilmek zorundadýr ki, devrimcilerin cenazeleri dini vecibeler yerine getirilerek kaldýrýlýr diye birþey yoktur ve böyle bir gelenek de yoktur. DSnin kendisi de çoðu durumda kendi cenazelerini camilerde deðil, mezarlýklarda kaldýrmýþlardýr. Bugün kendileri hangi þehitlerini hangi camilerde dini vecibeleri yeri* Halk Ýçin Kurtuluþ, Sayý: 37, 5 Temmuz 1997. 112 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ ne getirerek kaldýrdýðýný açýklayabilecek durumda deðildir. Devrim mücadelesinde þehit düþen devrimcilerin cenaze törenleri bu ülkede binlerce kez yapýlmýþtýr. Bu törenlerin hemen her zaman hastanelerden cenazenin alýnmasýyla baþladýðýný bilmeyen yok gibidir. Hatta çoðu durumda polisin cenazeyi kaçýrmasý ve sadece ailesine haber vererek gömdürmesi söz konusudur. Durum böyleyken, Gazi olaylarýndan sonra, polisin cenaze kaçýrmasýna karþýlýk devrim þehitlerine tören düzenleyebilmek için dini vecibeler yerine getirilecek denilerek bir gerekçe bulunmuþ olmasý, hiçbir biçimde gelenek vs. ile açýklanamaz. Ýkinci olarak, herkes bilmek zorundadýr ki, mevlit, doðum zamaný ve yeri anlamýna gelen Arapça bir sözcük olup, Ýslamiyette Hz. Muhammedin doðumunu ve hayatýný anlatan bir mesnevidir. Türkiyede okunan mevlit, 15. yüzyýlda Süleyman Çelebi tarafýndan yazýlmýþ olan Vesilet-ün Necât (Kurtuluþ Yolu) adýný taþýyan mesnevidir. Dolayýsýyla mevlit tümüyle Ýslamiyete iliþkin olup, onun peygamberine iliþkindir ve peygamberinin övgüsünü yapar. Böyle bir þeyin, adý üstünde insanlara Ýslamiyeti kurtuluþ olarak gösteren bir þiirin, devrim mücadelesinde yaþamlarýný yitirmiþ devrimciler için okutturulmasý, tümüyle onlarýn uðruna mücadele ettikleri düþünceleriyle, ideolojileriyle çeliþir. Bu gerçeði gizleyerek, devrimciler için halkýmýzýn geleneðidir diyerek mevlit okutturmayý savunmak, sözcüklerin en hafifiyle, onlara saygýsýzlýktan baþka bir þey deðildir. Tüm bunlar bir yana býrakýlarak, devrim mücadelesinde þehit düþmüþ devrimciler için mevlit organize etmeyi, Baþsaðlýðý dileme nereden gelmiþ? Dahasý herkesin þöyle ya da böyle dilindeki þehitlik mertebesinin kökeni nedir? Nereden çýkmýþtýr? sözleriyle savunmak, belki günümüz koþullarýnda birilerine hoþ ve ikna edici ve karþý eleþtirilere aðzýnýn payýný verici gelse de, tümüyle gerçeklerin çarpýtýlmasýndan baþka bir sonucu olmayacaktýr. Legal alanlarda devrimci çevrelerin birbirlerine baþsaðlýðý dilemeye gitmelerini böyle bir konuda malzeme yapmak, sadece bu tür davranýþlarýn nasýl çarpýk hale geldiðini göstermekten baþka bir anlama gelmemektedir. Çünkü devrim mücadelesinde þehit düþmüþ bir devrimcinin ardýndan, onun mücadelesine duyulan saygýyý ifade etmek ve onun þehit düþtüðü mücadelesinin paylaþýldýðýný ifade etmek amacýyla yapýlan en küçük bir davranýþ ya da beyan, DSnin mantýðýna göre dinsel bir kökene dayanmak zorundadýr. Oysa ki, legal alanlarda yapýlan bu tür davranýþlar, kökensel olarak sol içi dayanýþma ve saygý ifadesi olarak ortaya çýkmýþtýr. Ama görülmektedir ki, böyle bir davranýþ, günlük dilde baþsaðlýðý dilemeye dönüþtürülmüþ ve böyle algýlanýr olmuþtur. Buradan çýkartýlmasý gereken sonuç, devrimcilerin her türlü davranýþlarý ve sözlerinin dinsel bir kökene dayandýrýlma eðiliminin solda yaygýnlaþmaya baþladýðýdýr. Böylece ülkemiz solunun kendi Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 113 KURTULUÞ CEPHESÝ dili ve terminolojisini yitirdiði bir kez daha gözler önüne serilmektedir. DSnin mevlit olayýný savunurken ileri sürdüðü hasmý köþeye sýkýþtýrma konularýndan birisi de devrim mücadelesinde yaþamlarýný yitiren devrimcilerin devrim þehitleri olarak anýlmalarýdýr. Ve sýkýþtýrmaktadýrlar: Þehitlik mertebesinin kökeni nedir acaba? Evet, gerçekten þehitlik mertebesinin kökeni nedir? Devrimci mücadeleyle az çok tanýþýklýðý olan herkesin bildiði gibi, devrimciler hiçbir zaman devrim mücadelesinde yaþamlarýný yitirenler için þehitlik mertebesine ulaþtýklarýný söylememiþlerdir ve söylemezler. Devrim mücadelesinde þehit düþülür, ancak þehitlik mertebesine yükselinmez. Ýþte Ýslami söylemden gelen etki, DS nin savunmasýnda böylesine açýk durumdadýr. Týpký PKKnin kendi þehitleri için þehadet sözcüðünü kullanmasý gibi. Elbette þehitlik mertebesi, Ýslamiyette, Ýslami amaçlar için çalýþan ya da savaþan kiþilerin öldüklerinde ulaþtýklarý yerdir. Bu yer, Ýslamiyette, Allahýn yanýdýr, bu baðlamda Allahýn tanýklýðý mertebesine ulaþýlýr. Ancak herkesin açýkca bildiði ve kullandýðý gibi, devrim mücadelesinde yaþamlarýný yitirenler þehit deðil, devrim þehitidir. Bu nedenle, hiç kimse, devrim þehitleri ile dinsel anlamdaki þehitliði birbirine karýþtýrmamýþtýr ve karýþtýrmamaktadýr. Sözcüðün Arapça kökenli olmasý, hiç kimseye dini kökenli olduðu iddiasýný ileri sürmesine zemin hazýrlamaz. Çünkü Arapça, Ýslamiyetten çok daha eski bir tarihe sahiptir, dolayýsýyla Ýslamiyet Arapça þehit sözcüðünü alarak kendi ölüleri için bir kategorinin tanýmlanmasý için kullanmýþtýr. Ve hiç kimse, devrimcileri, kendi ulusal dillerinin eksikliði ya da yetersizliðinden dolayý yahutta kendi ulusal dillerinde farklý durumlarý tanýmlayan farklý sözcükler olmamasý nedeniyle kýnayamaz, eleþtiremez ve kendisine haklýlýk payesi çýkartamaz. Gelelim cemevlerine. Deniliyor ki, Bu ülkede sol, yýllardýr þu ya da bu biçimde cemevlerine gitmiþtir. Cemevine gidince birþey yok. Camiye gidince sorun oluyor. Bunun tarihsel olarak kesinkes yanlýþ olduðunu göstermek bile gereksizdir. Devrimciler ya da sol yýllardýr cemevlerine gitmemiþlerdir ve hatta cemevlerinin nerede olduðunu bile bilmezler. Bu öylesine açýk bir gerçektir ki, Alevilik üzerindeki yüzyýllardýr süren baský koþullarýnda cemevlerinin öyle herkese açýk yerler olmadýðý açýktýr. Öte yandan devrimciler, hiçbir zaman kiþilerin dinsel inançlarý doðrultusunda yaptýklarý ayinlere, devrimci olarak katýlmamýþlardýr. Cemevine gitme olayýnýn 1995 Gazi olaylarýndan sonra ortaya çýktýðýný bilmeyen de yoktur. Bir devrimcinin, Marksist-Leninistin, inanmadýðý bir dinsel törene gitmesini hayal etmek, hem o dini inançlara sahip olanlara saygýsýzlýktýr, hem de devrimcileri ikiyüzlülükle 114 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ suçlamaktýr. DSnin karþý yazýsýna bakýlacak olursa, kendilerinin mevlit eylemlerini eleþtirenlerin kendi cenazelerini yakmalarý gerekmektedir! Eðer bunu yapmýyorsanýz çok büyük tutarsýzlýk içinde olursunuz ya da kendilerine yönelttiðiniz eleþtiriler tutarsýz olur! Burada DSnin kullandýðý alaycý üslübun altý çizilmelidir. Onlara göre ölülerin yakýlmasý alay edilebilecek birþeydir. Öncelikle kendi anayasa taslaklarýnda inanç özgürlüðünden söz edenlerin, bunu sadece müslümanlar için olmadýðýný anýmsamalarý gerekir. Bugün hýristiyan dininde pekçok kiþi ölülerini yakmaktadýr. Onlarýn ölülerini yakýyor diye alay konusu yapýlmasýnýn, inançlara saygýyla çeliþeceði açýktýr. Ama bundan da önemlisi, kendisine Marksist-Leninist diyenler Marksýn mezarýnýn olmasýna karþýn Engelsin mezarýnýn neden olmadýðýný da bilmek zorundadýrlar. Ve Engels, cenazesinin yakýlmasýný istemiþtir ve külleri Atlas okyanusuna dökülmüþtür. Dahasý, bu ülkede devrim mücadelesinde idam edilmiþ ilk üç devrimci olan Deniz Gezmiþ, Yusuf Aslan ve Hüseyin Ýnan, idamdan önce dini telkini kabul etmemiþler ve hiçbir dini vecibe yerine getirilmeden gömülmüþlerdir. Ve bu bir sýr deðildir ve sýr olmadýðý gibi, daha sonraki tüm devrimciler için bir gelenek oluþturmuþtur: Ýdam edilecek devrimcinin, idam öncesinde dini telkini reddetmesi. Bunlar öylesine gerçeklerdir ki, ülkemiz tarihinde devrimciler ile dinciler-þeriatçýlar arasýnda amansýz ve uzlaþmaz bir mücadele onlarca yýldýr süregitmektedir. Kimi zaman devrim þehitlerinin ailelerinin cenazelere dini tören yapýlmasý istemleri, imamlar tarafýndan reddedilmiþ, kimi zaman devrimcilerin cenazelerine saldýrmýþlardýr. Bunlar bir yana býrakýlarak, günlük politika yapma uðruna, hasmý köþeye sýkýþtýrma adýna, devrimci deðerleri ve gelenekleri, halkýn dini gelenekleri ile aynýlaþtýrmak, belirsizliðin, tutarsýzlýðýn, ilkesizliðin egemen olduðu bir ülkede, devrim mücadelesine ne denli zarar vereceði bilinmek zorundadýr. Þimdi DSnin kendini HÖP olarak örgütlemesiyle birlikte ortaya çýkan mevlit olayýna iliþkin eleþtirilere verdiði yanýtý okumayý sürdürelim: Þunu herkes görmek zorundadýr: Marksizmi kendi kültürünle, geleneklerinle yoðuramazsan, kendi halkýnla Marksizmi buluþturamazsýn. Evet biz, mevlüt de yaparýz, kurban da keseriz. Biz halkýz. Eleþtirenler o kadar meraklýysa onlar da din afyondur toplantýlarý yapabilirler. Biz baþka türlü komünistleriz. Onlarýn komünistlikleri halkýn dýþýnda, bu ülkenin iþçi sýnýfýnýn da dýþýnda soyut bir komünistliktir. O kafayla halka gittiklerinde ya dýþtalanýrlar ya da dýþtalanmamak Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 115 KURTULUÞ CEPHESÝ için halkýn gelenekleri karþýsýnda doðru bulduðunu da, yanlýþ bulduðunu da söyleyemeyen bir oportünizme sýðýnýrlar. Ýki yüzlü davranýrlar. Aile, evlilik. Evet feodal kurumlardýr. Pekala böyle diye devrimciler bunlarý bir kalemde silip atabilirler mi? Bakirelik, evet bu da feodal bir gelenek, doðru. Ama bunun karþýsýna burjuvazinin birlikte yaþama adý altýnda meþrulaþtýrdýðý yoz, çarpýk iliþkileri mi koyacaðýz? Bu deðerlerde, geleneklerde ahlâký, namusu, çýkarsýz paylaþýmý, kolektivizmi içeren yanlar, bizim de deðerlerimizdir. Savunmak, sahiplenmek, bu kurum ve geleneklerin gerici yanlarýný böyle bir yaklaþým içinde deðiþtirmek durumundayýz.* (abç) Evet, DS, eleþtiriler karþýsýnda mevlit organizasyonlarýný savunmak uðruna bunlarý söylemektedir. Marksizm-Leninizmin din konusundaki tutumu ve proletarya partilerinin bu konudaki niteliklerini Lenin, Sosyalizm ve Din yazýsýnda hiçbir tartýþmaya yer býrakmayacak kadar açýk bir biçimde ortaya koymaktadýr. Elbette, Leninin bu belirlemelerini birilerinin benimsemesi ya da kabul etmesi zorunlu deðildir. Bu belirlemeler, kendisine Marksist-Leninist diyenler için özel bir yere ve öneme sahiptir. Yoksa kendisini Marksist-Leninist kabul etmeyenler için, ya da Marksizm-Leninizmi kendi oportünist amaçlarý için tahrif edenler için, yahutta revizyonistler için, Leninin bu belirlemeleri, ya tartýþma konusudur, ya da düpedüz görmezlikten gelinecek bir þeydir. Biz, burada, Marksizm-Leninizmin din konusundaki tutumunu tartýþýyoruz ve Marksist-Leninistlerin din karþýsýndaki tutumunun ne olmasý üzerine konuþuyoruz. Dolayýsýyla, bunun dýþýndaki din tartýþmalarý, burada ele alýnmamaktadýr. Ancak DSnin eleþtiriler karþýsýndaki tutumu, neredeyse, düzen sýnýrlarý içindeki herhangi bir kiþinin devrimcilerin din karþýsýndaki tutumuna yönelik bilisiz karþý çýkýþýyla benzerlikler göstermektedir. Böyle bir durumda, þüphesiz, din konusu, dinin gerçek niteliðinin, düzen içindeki iþlevinin sergilenmesine yönelik bir deðerlendirmeyi gerektirir. Ama öte yandan, DS, sürekli olarak kendisinin Marksist-Leninist olduðunu ileri sürmektedir. Böyle olunca da, istemeselerde Marksizm-Leninizmin din konusundaki belirlemelerini ve tutumunu bilmek, deðerlendirmek ve bunlarý kabul edip etmediklerini açýkca söylemek zorundadýrlar. Yoksa eleþtirenler o kadar meraklýysa onlar da din afyondur toplantýlarý yapabilir diyerek ve alay ederek, Marksizm-Leninizmin din karþýsýndaki tavrýný silikleþtiremezler ve kendilerini bundan vareste tutamazlar. Marksizm-Leninizmin evrensel belirlemeleri kendisini Marks* Halk Ýçin Kurtuluþ, Sayý: 37, 5 Temmuz 1997. 116 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ ist-Leninist ilan eden herkes için baðlayýcý niteliktedir. Sadece Marksizm-Leninizmi konjonktürel olarak ya da taktik adýna kullanmak isteyenler, her yolu deneyerek bu baðlardan kurtulmak isterler. Ülkemizde bunun en tipik temsilcisi PKK olmuþtur. Parti ismindeki Ýþçi ifadesine ve kuruluþ bildirgelerinde ilan ettikleri MarksistLeninistliklerine raðmen, bugün PKKnin gelmiþ olduðu yer hemen herkes için açýktýr. Marksist- Leninist partilerin en temel simgesi olan çekiç-oraðý uzlaþma uðruna kolayca bir yana býrakan PKK, hemen her söyleminde biz baþkayýzý öne çýkartmýþtýr. A. Öcalan, 28 Eylül 1993 tarihinde yaptýðý bir basýn toplantýsýnda kendisine sorulan Ýdeolojiniz komünizm mi? sorusuna verdiði yanýt, PKKnin evrimini açýklayacak niteliktedir: Yani o bildikleri komünistlerden deðilim. Toplumsallýktan yanayým. Doðanýn ve toplumun tahrip edilmesine karþýyým. Bana göre mevcut rejimler doðayý da toplumu da tahrip etmiþlerdir. Buna hangi ideoloji derseniz deyin, ben o ideolojidenim. Ýþte DS, dört yýl sonra ayný vurguyla Biz baþka türlü komünistleriz diyerek, kendi evrimini ilan etmektedir. Üstelik bunu yaparken, aile, evlilik vb. konularda da Marksizm-Leninizmle hiçbir alakasý olmayan sözleri birbiri peþi sýra sýralamakta ve çok tehlikeli bir demagojiye baþvurmaktadýr. Evet, din konusunda DSnin pragmatik eylemi mevlit olayý, DSnin yazýsýyla aile, evlilik, bakirelik gibi baþka alanlara doðru açýlan ve sonal olarak toplumsal iliþkiler alanýný içeren yeni bir boyut ortaya çýkarmýþtýr. DS, bir yandan aile ve evliliði feodal kurumlar olarak ve bakireliði feodal gelenek olarak ilan ederken, diðer yandan bu belirlemelerin mantýki sonuçlarý olarak sunulmuþ olan herþeyi ahlâksýzlýk vs. ile suçlamaktadýr. Marksizm-Leninizmle deðil, insani iliþkilerle ve toplumsal yapýyla az çok tanýþýklýðý olan herkesin kolayca bilebileceði gibi, aile, evlilik vb. kurumlar feodalizmle uzaktan yakýndan iliþkisi olmayan kurumlardýr. Elbette bu kurumlarýn feodalizmle bir iliþkisi, feodal toplumda bir yeri ve biçimleniþi vardýr. Ama ne yazýk ki, bunun ne olduðunu ortaya koymak yerine (ya da ne olduðunu öðrenmek yerine) çalakalem belirlemeler yapýlmaktadýr. Marksist-Leninist belirlemelerde, aile ve evlilik kurumlarýna iliþkin olarak bir feodal sýfatýnýn geçtiði yerler vardýr. Üstelik Marksizm-Leninizmin ilk temel belgesi olan Komünist Manifestoda. Kýsaca okuyalým: Burjuvazi tarihte son derece devrimci bir rol oynadý. Burjuvazi, üstünlüðü ele geçirdiði her yerde, bütün feodal, ataerkil, romantik iliþkilere son verdi. Ýnsaný doðal Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 117 KURTULUÞ CEPHESÝ efendilerine baðlayan çok çeþitli feodal baðlarý acýmasýzca kopardý, ve insan ile insan arasýnda, çýplak özçýkardan, katý nakit ödemeden baþka hiçbir bað býrakmadý. Dinsel tutkularýn, þövalyece coþkunun, darkafalý duygusallýðýn en ilahi vecde gelmelerini, bencil hesaplarýn buzlu sularýnda boðdu. Kiþisel deðeri, deðiþim-deðerine indirgedi, ve sayýsýz yokedilemez ayrýcalýklý özgürlüklerin yerine, o tek insafsýz özgürlüðü, ticaret özgürlüðünü koydu. Tek sözcükle, dinsel ve siyasal yanýlsamalarla perdelenmiþ sömürünün yerine, açýk, utanmaz, dolaysýz, kaba sömürüyü koydu. Burjuvazi, þimdiye dek saygý duyulan ve saygýlý bir korkuyla bakýlan bütün mesleklerin halelerini söküp attý. Doktoru, avukatý, rahibi, þairi, bilim adamýný kendi ücretli emekçisi durumuna getirdi. Burjuvazi, aile iliþkisindeki duygusal peçeyi yýrtýp attý ve bunu salt bir para iliþkisine indirgedi. Açýkca görüleceði gibi, kapitalizmle birlikte ortaya çýkan, ailenin feodal örgütlenmesinin (biçiminin) daðýlarak burjuva biçimine yerini býraktýðýdýr. Herkesin (ki bunun için Marksist-Leninist olmak bile gerekmez) bilebileceði gibi, aile, insan toplumunun tarihsel evriminin ilk zamanlarýndan beri varlýðýný sürdüren bir toplumsal iliþkidir. Toplumsal evrim sürecinin, ilkel komünal, köleci, feodal, kapitalist ve sosyalist aþamalarýna göre biçimlenen bir toplumsal iliþki olarak aile (ve de evlilik), sanýldýðý ya da sunulduðu gibi feodal bir kurum ya da feodal gelenek deðildir. DS, salt kulaktan dolma bilgilerle, ama bilinçsiz kitilelerin varlýðýný esas alarak yazdýðý yazýyla, sadece mevliti savunmak adýna din konusunda pekçok þeyin çarpýlmasýna neden olduðu gibi, aile, evlilik vb. konularda da ayný sonucu doðuran beyanlarda bulunmakta tereddüt etmemiþtir. Benzer türden bir baþka çarpýklýk da Marksizmi kendi kültürünle, geleneklerinle yoðuramazsan, kendi halkýnla Marksizmi buluþturamazsýn sözlerinde ortaya çýkmaktadýr. Marksizm-Leninizmin halkla deðil, proletarya ile olan sýnýfsal iliþkisinin açýk bir biçimde unutturulduðu bu sözlerin, belki de en tehlikeli yaný, Marksizm-Leninizm gibi, bilimsel bir ideolojinin, bilimin evrenselliðine dayalý niteliðini, yerel, ulusal kültür ve geleneklerle yoðrulmasý gerektiðinin beyan edilmesidir. Marksist-Leninistlerin sýk sýk kullandýklarý Marksizm-Leninizmin, her ülkenin somut tarihsel koþullarýna yaratýcý bir biçimde uygulanmasý sözlerinin kulakta býraktýðý izin günlük dille söyleniþi gibi duran kendi kültürünle, geleneklerinle yoðurma birbiriyle iliþkisiz iki farklý belirlemedir.Ve herkes bilmek durumundadýr ki, Marksizm-Leninizm, proletaryanýn bilimsel dünya görüþü olarak evrensel özelliktedir ve dolayýsýyla ulusal ya da yerel sýfatlar takýlarak yapýlacak her tanýmlama su katýlmamýþ 118 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ oportünizm olur. Görüldüðü gibi, kendisini þimdi de HÖP olarak örgütleyen DSnin halký örgütleme adýna izlediði çizgi sonucunda kendisine Marksist-Leninist ve de ateist diyerek Eyüp Sultan Camiisinde 30 Mart-17 Nisan þehitleri anma günü adýyla Süleyman Çelebinin Kurtuluþ Yolunu okutarak, bugüne kadar ülkenin gördüðü tüm siyasetçilere rahmet okutmuþtur. Bunun ne denli devrimci ahlâkla baðdaþýp baðdaþmayacaðý bir yana býrakýlýrsa bile, amaca varmak için her yolun mübah sayýlmasýndan baþka bir anlama gelmediði gün kadar açýktýr. Bunun felsefedeki adý, Makyavelizmdir. Makyavelizmin ne denli yanlýþ bir felsefik ve politik anlayýþ olduðunu göstermek için, Partizan Sesinin yaptýðý gibi, Þeyh Bedrettinden alýntý yapmak da gereksizdir. Bugün ülkemiz solundaki geliþmeler, Kürt ulusal hareketinin yaratmýþ olduðu havayla biçimlenmiþ ve Kürt ulusal hareketindeki egemen pragmatist anlayýþdan yararlanarak, emperyalizmin neo-liberalizm söylemiyle birlikte propagandasý yapýlan pragmatizmden beslenerek geliþmektedir. Böyle bir ortamda, Marksist-Leninist ideolojinin açýk ve net biçimde ortaya konulmasý her dönemdekinden çok daha gerekli olmaktadýr. Elbette bu yapýlýrken, ülkemizde emperyalizm tarafýndan her alanda yapýlan propagandayla uzun yýllardýr yerleþtirilmiþ olan pragmatik kavrayýþlar ve popülizm önemli bir sorun olarak ortaya çýkacaktýr. 12 Eylülden bugüne geçen 17 yýl boyunca, hayatýn her alanýnda ortaya çýkan yozlaþmalar, çürümeler, bozulmalar, belirsizlikler, ilkesizlikler ve günlük olarak düþünüp, günlük olarak yaþama alýþkanlýklarý, insanlarýn bilime ve bilimsel bilgiye karþý bir tutum içine girmelerini de getirmiþtir. Marksist-Leninist ideolojinin 1986lardan itibaren SBKP revizyonistlerinin eliyle deðerden düþürülmesi (Gorbaçov döneminin perestroyka ve glastnos politikalarý ile) ardýndan SSCBnin daðýtýlmasý kaçýnýlmaz bir biçimde tüm ilerici, demokrat ve devrimci çevreleri etkilemiþtir. Emperyalizmin ideolojiler öldü söylemiyle sürdürdüðü karþý propagandalarla yetiþen yeni kuþak, kendilerine sunulan burjuva ideolojilerini, sunuluþ biçimiyle içselleþtirmiþlerdir. Bunun en tipik sonucu ise, bilimsel bilgiye dayanmayan düþüncelerin önem kazanmasý ve bunlarýn sýradan sözcüklerle sunulmasý olmuþtur. SSCBnin daðýtýlmýþlýðý koþullarýnda SBKPnin baþýný çektiði modern revizyonizmin her türden örgütlenmesinin ortadan kalkmasý, ayný zamanda, revizyonizmin unutulmasýný getirmiþtir. Bunun sonucu ise, modern revizyonizmin her türden tezlerinin, oportünizm tarafýndan iþine geldiði yerde kolayca piyasaya sürülebilmesi olmuþtur. Ülkemizde modern revizyonizmin temsilcileri olan TKP, TÝP, TSÝP gibi örgütlerin etkinliklerini yitirmeleri ve kendilerini feshetmeleri, doðal olarak revizyonizme iliþkin her türlü karþý çýkýþý unutturmuþ Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 119 KURTULUÞ CEPHESÝ tur. Bugün ülkemiz solunda devrimcilik adýna, Marksizm-Leninizm adýna ortaya konulan pekçok þeyin, geçmiþte revizyonistler tarafýndan savunulduðunu bilmeyen yeni devrimci kuþak, bunlarýn oportünistlerce piyasaya sürülmesi karþýsýnda hiçbir þey yapamamaktadýrlar. Ayný þekilde, 12 Eylül sonrasýnda kendi fiziki varlýðýný önemli ölçüde tasfiye eden 1980 öncesinin oportünistlerinin aþkýn ve devrimin partisi diyerek kendilerini farklýlaþtýrmýþ olmalarý, devrimci örgütlerin geçmiþ yýllarda oportünizme karþý sürdürdükleri amansýz ideolojik mücadelenin yeni yetiþen devrimci kuþak tarafýndan kavranýlmasýný zorlaþtýrmýþtýr. Kendisini yenidenleþtiren oportünistlere bakarak, onlarýn geçmiþten bugüne gelen oportünist kimliklerini ve buna yönelik eleþtirileri kolayca günümüzde geçersizdir ilan edilebilmiþtir. Bu iki durum, ülkemiz solunda yeni oportünist politikalar için yeni bir umut yaratmýþtýr. Bu yeni tür oportünizm, eklektik bir anlayýþla, geçmiþte, gerek revizyonistlerin, gerekse oportünistlerin kullandýðý her yöntemi ve söylemi kullanarak kitleselleþme peþinde koþmaktadýr. Kendi kadrolarýný ve sempatizanlarýný, oportünizm ve revizyonizm konusunda bilinçlendirmek yerine, iyi neredeyse oradan alýrýz mantýðýný yerleþtirerek, kendi oportünizmlerini bir kavrayýþ haline dönüþtürmüþlerdir. Bu yeni oportünizmin en karakteristik özelliklerinden birisi, yeni devrimci kuþaðýn ülkemiz devrim tarihine iliþkin bilgilerinin yetersizliði ve 12 Eylül sonrasýndaki eski solcular ca çarptýrýlmýþ haliyle bilmelerine dayanarak, devrim mücadelesinin tarihini yeniden kurgulamalarýdýr. Ýkinci karakteristiði ise, bu tarihin yeniden kurgulanmasýna baðlý olarak, 12 Eylül sonrasýnda eski solcular eliyle yapýlan ideolojik propagandayla içleri boþaltýlmýþ ve anlamsýzlaþtýrýlmýþ tüm Marksist-Leninist kavramlarý kullanmaktýr. Bu iki yönüyle, ülkemiz solunda egemen olan yeni oportünist kavrayýþýn, ancak Marksist-Leninist kavramlarýn doðru bir biçimde kavranýlmasý ve kullanýlmasýyla ve devrim mücadelelerinin tarihinin doðru ve nesnel bilgisiyle teþhir ve tecrit olabileceðini herkes bilmek durumundadýr. Mahir Çayan yoldaþýn Ocak 1970 yýlýnda kaleme aldýðý SaðSapma, Devrimci Pratik ve Teori adlý yazýsýnda aktardýðý L. Althusserin þu sözlerini bir kez daha okuyalým: Felsefe pratiðin ana görevi tek sözle özetlenebilir: Doðru kavramlarla düzmece kavramlarý bir çizgiyle ayýrmak... Felsefe, kavgasýný neden kavramlarla yapar? Bilimsel ve felsefesel akýlyürütmelerde kavramlar, bilgi ileten araçlardýr. Ama, siyasal, ideolojik ve felsefik savaþta kavramlar hem silah, hem de uyuþturucu bir maddedir. Kimi 120 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ zaman tüm sýnýf çatýþmalarý bir kavramýn bir baþka kavramla savaþý olarak dilegetirilebilir. Belli kavramlar birbirleriyle gerçek düþmanlar gibi savaþýrlar. Daha baþka kavramlar da yarýnýn bilinmeyen savaþlarýný hazýrlamaktadýrlar. Felsefe, çok soyut konularda bile savaþýný kavramlarla sürdürür. Bu savaþ, belki de küçük anlayýþ ayrýlýklarý üstündedir. Ama her zaman, yalan söyleyen kavramlara karþý doðruyu bildiren kavramlar için yapýlýr. Lenin, Ne Yapmalý? adlý yapýtýnda, küçük görüþ ayrýlýklarý üstündeki tartýþmalarý kýnayanlarý uzak görüþlülükten yoksun bulunmakla suçlar, sosyal-demokrasinin alýnyazýsýnýn þimdi küçük görünen bu düþünce ayrýlýklarýnýn yýllarca sonra güçlenmelerine baðlý olabileceðine dikkati çeker. Kavramlarla yapýlan felsefik savaþ, siyasal savaþýn bir parçasýdýr. Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 121 KURTULUÞ CEPHESÝ Ara Rejim, Muhtýra Tartýþmalarý, Sömürücü Sýnýflarýn Çýkar Çatýþmasýdýr KURTULUÞ CEPHESÝ Sayý: 42, Mart-Nisan 1998 Ülkemizde þeriatçýlýk ve laiklik konusu etrafýnda son geliþen olaylar, 10 Mart günü D. Baykalýn ara rejim arayýþlarýna iliþkin olarak yaptýðý açýklamayla birlikte baþlamýþ ve 20 Mart günü Genelkurmayýn muhtýrasý ile ülkemizdeki politik gündemi belirlemiþtir. Hemen herkes, Genelkurmay ile ANASOL-D adý verilen M. Yýlmaz baþbakanlýðýndaki koalisyon hükümeti arasýndaki gerilimle belirlenmiþ bir iliþkiler zincirinin izleyicisi olmuþtur. Mevcut düzenin partileri, basýný ve sivil toplum örgütleri, bu iliþkilerin tozu dumaný içinde birbiri ardýna açýklamalar ve toplantýlar yaparak ara rejimi nasýl engelleriz tartýþmalarýna boðulmuþlardýr. Þeriatçý tehlikeye karþý ordunun hassasiyeti ile baþlayan sözler, giderek ordunun yönetime el koymasýnýn biçimlerinin tartýþýlmasýna yönelmiþtir. Hemen her açýklama, toplantý, temel olarak þeriatçý tehlike karþýsýnda ordunun hassasiyeti çevresinde odaklanmýþtýr. Böyle bir ortamda, kaçýnýlmaz olarak þeriatçýlýk ile laiklik karþýt iki kutup olarak ortaya çýkmýþtýr. Laiklikten yana olanlar ile olmayanlar, inananlar ile inançsýzlar, demokrasiden yana olanlar ile þeriatçýlýktan yana olanlar ya da müslümanlarýn demokratik haklarýný savunanlar ile savunmayanlar þeklinde kutupsal karþýtlýk içinde herkes bir þeyler söylemek durumunda kalmýþtýr. 122 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ Bu yapay kutupsal karþýtlýk, somutta RPnin aðýrlýklý bir yere sahip olduðu þeriatçýlar ile Genelkurmayýn baþýný çektiði laikler arasýnda bir karþýtlýk olarak kitlelere yansýmaktadýr. Doðal olarak her kutupsal karþýtlýkta olduðu gibi, birinden yana olan ötekine karþýt konuma düþmektedir ya da birine karþý olmayan ondan yana olmak durumunda kalmaktadýr. Bu ortamda, özellikle kendisini laik olarak tanýmlayan ya da sýkma baþa, çember sakallýya karþý olduðunu düþünen ilerici, demokrat ve sol kitle (ki aðýrlýklý olarak düzen içi sol partilerin seçmeni durumundadýrlar) tüm çatýþmalarýn odaðýnda yer almaktadýr. Daha tam deyiþle, kent küçük-burjuvazisinin sol ve orta kesimleri, bu süreçte oligarþi tarafýndan yedeklenmek istenmektedir. Dün olduðu gibi bugünde, tümüyle sola ve sol kitleye yönelik pasifikasyon ve baský uygulamalarýnýn temel gücü durumunda bulunan Genelkurmay, bu kesimlerin karþýsýna bir kurtarýcý güç olarak çýkartýlmaktadýr. Gerek 12 Mart döneminde, gerekse 12 Eylül döneminde askeri zorun tarihte görülebilecek en þiddetli ve en aðýrýna maruz kalmýþ olan bu kitlenin böylesi bir karþýtlýk içinde baþka bir çýkýþ bulamamasý, mevcut durumun en temel sorunlarýndan birisini oluþturmaktadýr. Böyle bir ortamda, bu kutupsal karþýtlýðýn yapaylýðýný ortaya koyabilecek ve geliþmeler karþýsýnda kitlelerin doðru bir bakýþ açýsýna sahip olmalarýný saðlayabilecek tek güç durumundaki sol örgütlerin pekçoðu ise, gerek mevcut durumun tahlilinde, gerekse buna baðlý izlenilmesi gereken politikalar konusunda tam bir tutarsýzlýk sergilemektedir. Biz baþka türlü komünistleriz diyerek müslüman halkýmýza baþlýklý bildiriler yayýnlayan, devrim þehitleri için mevlit okutan ve böyle bir ortamda þeriatçýlarla ittifak kurmaktan söz eden, onlarla ortak eylem düzenleyen ve bu baðlamda türban eylemlerine katýlan sol örgütler kadar, ara rejimin ABDnin isteði olduðunu ve amacýnýn temel olarak Kürt sorununu çözmek olacaðýný söyleyenler de çýkmýþtýr. Bunun yanýnda ülkemiz sol örgütlerinin önemli bir kesimi þeriatçýlýða karþý kesin bir tutum içinde olmak- la birlikte, geliþen siyasal olaylarýn ortaya çýkarmýþ olduðu kutupsal karþýtlýk karþýsýnda açýk bir tutum belirlemekten uzak kalmýþlardýr. Böyle bir durumda en bilinen söylem, her ikisine karþý olunduðunu ilan etmek þeklinde olmaktadýr. Bu da, þeriatçýlýk ile laiklik karþýtlýðýnýn kesin bir ikilem oluþturduðu düþünülen bir ortamda kitleler için somut birþey ifade etmemektedir. Benzer bir kutupsal karþýtlýk durumu Kürt ulusal hareketinin 1984 sonrasýndaki geliþimi içinde sýk sýk ortaya çýkmýþ ve sol örgütler bu durumlarda çoðu kez kesin bir tutum takýnmaktan uzak kalmýþlardýr. Anýmsanabileceði gibi, 1984 sonrasýnda PKKnin bazý silahlý eylemleri doðrudan kitleye yönelmiþ ve pekçok kiþi, içlerinde ço- Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 123 KURTULUÞ CEPHESÝ cuklar ve öðretmenler olmak üzere PKK tarafýndan öldürülmüþtür. Sol örgütler, bu eylemler karþýsýnda mevcut düzenin bu eylemleri öne çýkartarak yürüttüðü propaganda nedeniyle açýk bir tavýr belirlemekten kaçýnmýþlardýr. Bu ortamda solun karþý karþýya kaldýðý ikilem, PKK-ordu (günümüzde yaygýnlaþan ifadelerle genelkurmay) ikilemi olmuþtur. PKKnin bu türden silahlý eylemleri karþýsýnda alýnacak tutum, ya Genelkurmayýn söylemi ile çakýþacaktý ya da PKKnin bu yanlýþ eylemlerini onaylamak anlamýna gelecekti. Böylece PKK tarafýndan kemalist olmakla suçlanmak ile kamuoyunda sivil halka yönelik katliamý desteklemekle suçlanma arasýna sýkýþtýrýlan sol, böyle bir durum yokmuþ gibi davranarak, açýk bir tutum sergilemekten uzak kaldý. Ayný biçimde, PKKnin dini ideolojiler karþýsýndaki tutumunda ve emperyalist ülkelerle kurmaya çalýþtýðý diplomatik iliþkiler konusunda da solun karþý karþýya kaldýðý ikilemler, hemen her zaman açýk bir tavýr belirlenmeyen durumlar ortaya çýkartmýþtýr. Þüphesiz zaman geçmiþ ve pek çok olay kendi içinde önemini yitirmiþtir. Ancak 1980 sonrasýnda ülkemiz solundaki evrim, bu ikilemler içinde pragmatizmin ve oportünizmin geliþmesi yönünde olmuþtur. Bunun sonucu ise, yeni yetiþen devrimci kuþaðýn tüm bilincinin böyle bir ortamda þekillenmiþ olmasýdýr. Bu dönemde devrimci mücadeleye katýlanlarýn bir kýsmýnýn, zaman içinde sol örgütlerde yönetici konumuna gelmiþ olduklarý düþünüldüðünde, ortamýn oluþturduðu bilinç, ister istemez günümüzde kendisini somut bir olgu olarak ortaya koymak durumundadýr. Devrim ve karþý-devrim gibi gerçek bir kutupsal karþýtlýk durumundan bitaraf olan bertaraf olacaktýr sözlerini açýkça ifade edebilen bir devrimci kesimin, yapay kutupsal karþýtlýklar karþýsýnda tavýrsýz kalýþý, kimi kesimlerde pragmatist bir anlayýþla bir taraf belirlenmesi gerektiði düþüncesini oluþturmuþtur. Bugün solda ortaya çýkan çeþitli tutumlarýn ardýnda bunlar yatmaktadýr. Gerçek ise, ülkemizde geliþen tüm siyasal olaylarýn sýnýfsal temelleri olduðu ve buna baðlý olarak geliþtiðidir. Doðal olarak, sýnýfsal bir bakýþ açýsýyla olaylarý tahlil etmek ve tutum belirlemek gerekmektedir. Sýnýf bakýþ açýsýndan ve sýnýfsal tahlillerden uzaklaþtýrýlmýþ bir sol kitlenin böyle bir ortamda ikilemlerin içine sýkýþmasý ve bu baðlamda pek çok yanlýþlýk yapmasý kaçýnýlmaz olmaktadýr. Ülkemizde son geliþen olaylara sýnýfsal bakýþ açýsýyla bakýlacak olursa, tüm süreçte belirleyici olanýn sömürücü sýnýflarýn kendi aralarýndaki çeliþkilerinin keskinleþmesi olduðu görülecektir. Bir baþka deyiþle, 28 Þubat 1997 tarihli MGK kararlarýyla baþlayan, RP-DYP koalisyon hükümeti yerine M. Yýlmaz hükümetinin kurulmasýyla geliþen ve bu Mart ayýnda Genelkurmayýn 20 Mart muhtýrasý ile en üst boyutuna çýkan þeriatçýlýk-laiklik kutuplaþmasýnýn yaratmýþ olduðu ikilem, doðrudan doðruya ülkemizdeki sömürücü sýnýflar arasýndaki 124 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ çeliþkinin keskinleþmesinden baþka birþey deðildir. Böyle bir çýkar çatýþmasý ortamýnda, çatýþan kesimler, olabildiðince deðiþik kesimleri kendilerine yedeklemeye çalýþmaktadýrlar. Dinsel ideolojiyi kullanan kesimler, bu amaçla allahlý komünistlerle birlikte olabileceklerini ilan edebilmekte, diðer kesim ise (iþbirlikçi tekelci burjuvazi) allahsýz komünistlerle birlikte hareket edebileceklerini göstermektedirler. 1997 baþlarýnda gerçekleþtirilen 1 Dakika karanlýk eyleminde olduðu gibi, TÜSÝADdan TOBBa kadar pekçok kesim eylemi desteklemiþ ve subay lojmanlarý eyleme aktif olarak katýlmýþtýr. Ayný eylemler karþýsýnda RP mum söndü oynuyorlar diyerek tavýr alýrken, T. Çiller, eylemin arkasýnda DS var diyerek Genelkurmayýn teröristlerle birlikte hareket ettiði mesajýný vermiþtir. Adýna politika denilen tüm faaliyetler, böylesi bir geliþime sahne olurken, olaylarýn ardýndaki sýnýfsal gerçekler, her zaman olduðu gibi, kitlelerden özenle gizlenmeye çalýþýlmýþtýr. Oysa ki, çatýþan kesimler, kendi açýklamalarýnda bu gerçekleri açýk olarak ifade etmiþlerdir. Anýmsanabileceði gibi, Genelkurmayda oluþturulduðu söylenen ve görevi þeriatçýlarý izlemek olarak açýklanan Batý Çalýþma Grubu, deðiþik brifinglerde, þeriatçý kesimlerin ekonomik kaynaklarýnýn kurutulmasýna özel bir aðýrlýk vermiþtir. Kompassan ve Ýhlas Holding gibi deðiþik holdingler ve þirketler þeriatçý kesimin finans kaynaðý olarak bu brifinglerde ortaya konulmuþtur. Ve yine anýmsanabileceði gibi, Genelkurmayýn bu faaliyetleri, 1997 Ocak ayýnda TÜSÝADýn demokratikleþme paketiyle birlikte hýzlanmýþ ve açýk hale gelmiþtir. Bu durum, 1994 baþlarýnda ortaya çýkan mali bunalýmla baþlamýþtýr. T. Çillerin ilan ettiði 4 Nisan Kararlarý çerçevesinde baþlayan çatýþma günümüze kadar gelmiþtir. Ve hemen hemen tüm taraflar bu süreçte belirgin biçimde ortaya çýkmýþtýr. Bu, ülkemizin emperyalizme baðýmlý niteliðinin yaratmýþ olduðu bunalýmlarýn somutta þekilleniþinden baþka birþey deðildir. Bugünkü tüm siyasal iliþkiler ve çatýþmalar, emperyalizmin III. bunalým döneminin iliþki ve çeliþkileri içinde þekillenmekte ve geliþmektedir. (Ülkemiz solunda ortaya çýkan belirsizliklerin nedeni de, 1980 sonrasýnda neo-liberalizm propagandasýyla sýnýfsal tahlillerin ve 1990 sonrasýndaki globalizm söylemiyle emperyalizm tahlillerinin bir yana býrakýlmasý olmuþtur.) Ülkemizin yakýn tarihinde deðiþik dönemlerde ortaya çýkan siyasal bunalýmlar incelendiðinde görülebilecek en temel olgu, kapitalizmin yukardan aþaðýya, dýþ dinamikle, yani emperyalizmin istem ve çýkarlarýna uygun olarak geliþtirilmesi ve bunun yaratmýþ olduðu bunalýmlardýr. Emperyalizmin geri-býraktýrýlmýþ ülkelere giriþinden itibaren geliþen süreç, tümüyle bu ülkelerin karþý karþýya kaldýklarý sorunlarýn nedenini oluþturmaktadýr. Bilindiði gibi emperyalizm, I. ve II. bunalým döneminde feodal Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 125 KURTULUÞ CEPHESÝ ve yarý-feodal ülkeleri kendi hegemonyasý altýna alarak sömürmekteydi. Eski-sömürgecilik yöntemlerinin aðýrlýkta olduðu bu dönemde emperyalizmin ülke içindeki temel dayanaðý (müttefiki) feodal egemen sýnýflardý. Emperyalizmin dýþsal bir olgu olduðu bu dönemde emperyalizm kendisine baðýmlý bir komprador burjuvaziyi oluþturmuþ ve bunlar aracýlýðýyla ülke içindeki siyasal iliþkileri yönlendirmeye çalýþmýþtýr. Emperyalizmin II. yeniden paylaþým savaþýndan sonra uygulamaya baþladýðý yeni-sömürgecilik yöntemleriyle birlikte geribýraktýrýlmýþ ülkelerde, emperyalizme baðýmlý ve emperyalist tekellerin yan kuruluþlarý olarak orta ve hafif sanayi geliþtirilmiþtir. Orta ve hafif sanayinin geliþtirilmesine paralel olarak emperyalizmle baþtan bütünleþmiþ iþbirlikçi burjuvazi, emperyalizmin temel müttefiki olarak kendi sömürüsünü yürüten ve gözeten bir konumda olmuþtur. Ancak ilk yýllarda iþbirlikçi tekelci burjuvazi henüz palazlanma, geliþme döneminde bulunduðu için, emperyalizm diðer yerli sömürücü sýnýflarla, özellikle de feodal sýnýflarla kurmuþ olduðu eski ittifakýný sürdürmüþtür. Yeni-sömürgecilikle birlikte ülke içinde kapalý üretim birimleri yavaþ yavaþ yýkýlarak pazara tabi kýlýnmaya baþlanmýþtýr. Bu süreçte, iþbirlikçi tekelci burjuvazi, deðiþik kesimlerle kurduðu ittifak iliþkileri ile, bir yandan kendi etki alanýný geniþletirken, diðer yandan siyasal yönetim üzerinde etkili olmaya baþlamýþtýr. Ýþbirlikçi tekelci burjuvazi, bu dönemde oligarþiyi tek baþýna oluþturacak güçte olmadýðýndan, iktidarý diðer sömürücü kesimlerle paylaþmak durumunda kalmýþ ve bunun sonucu olarak emperyalist sömürüden aldýðý payýný paylaþmak zorunda kalmýþtýr. Yukardan aþaðýya geliþtirilen kapitalizm, kaçýnýlmaz olarak feodal üretim iliþkilerini tasfiye etmeye baþlamasýyla, iþbirlikçi tekelci burjuvazi ile feodal sömürücü sýnýflar (toprak aðalarý ve tefeci-tüccarlar) arasýndaki çeliþkiyi keskinleþtirmiþtir. Emperyalizm iþbirlikçi tekelci burjuvazi aracýlýðýyla feodal sýnýflarýn bir kesimini kendi metalarýnýn daðýtýcýsý haline getirerek kendisine baðlarken, diðer kesimlerini doðrudan tasfiye etmeye yönelmiþtir. Ýþte bu iliþkiler, bu dönemdeki tüm siyasal iliþkileri belirlemiþtir. Oluþturulan siyasal ittifaklar ya da siyasal partiler, bu iliþkilere göre biçimlenmiþtir. Bunun en açýk görüngüsü, iþbirlikçi tekelci burjuvazi ile bazý feodal kesimlerin ayný siyasal parti çatýsý altýnda toplanmasý olmuþtur. Ülkemizde 1950de iktidara gelen DP, bu birleþimin partisi olmuþtur. Baþlangýçta iþbirlikçi tekelci burjuvazinin daðýtým þebekesini oluþturan eski bazý feodal kesimler, bu sayede yeni zenginlik kaynaðýna sahip olmanýn vermiþ olduðu rehavet içinde, bu iliþkilerin sürekli ayný kalacaðýný düþünmüþlerdir. Ülkemiz somutunda ortaya çýktýðý gibi, geliþen kapitalizm, giderek iþbirlikçi tekelci burjuvazinin güçlenmesini saðlamýþ ve güçlenen iþbirlikçi tekelci burjuvazi kendi daðýtým þebekesini oluþturmaya yönelmiþtir. Özellikle Anadolu ticaret burjuvazisi ve buna baðlý olarak küçük esnaf, bu geliþmeden doðru- 126 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ dan etkilenmiþtir. Toprak aðalarýnýn tasfiyesinde çok büyük bir direniþle karþýlaþmayan emperyalizm ve iþbirlikçi tekelci burjuvazi, en büyük direniþi, bu ticaret burjuvazisinden görmüþtür. Bu çatýþma ortamýnda Anadolu ticaret burjuvazisi, ilk planda iþbirlikçi tekelci burjuvazinin ticaret kesimiyle çatýþmaya girmiþ ve bu çatýþma içinde geleneksel tefeci sermaye kesimleriyle olan ittifakýna dayanmýþtýr. Bu ittifak, bir yandan bu ticaret burjuvazisine ticaret alanýnda yeni mali olanaklar saðlarken, diðer yandan küçük ve orta ölçekli sanayi kurma yönündeki faaliyetini geliþtirmiþtir. Tefeci sermaye aracýlýðýyla kurulan bu küçük ve orta ölçekli sanayi kuruluþlarý, ilk anda doðrudan ticaret burjuvazisi için üretim yapmayý hedeflemiþse de, emperyalist üretim iliþkilerinin geliþmesi karþýsýnda iþbirlikçi tekelci burjuvazinin sanayi kuruluþlarý için üretim yapmaya yönelmiþtir. Bu ayný zamanda emperyalizm ve yerli iþbirlikçi burjuvazinin bu kesimlerle yeni bir uz- laþmaya girmesinin ifadesi olmuþtur. Bu uzlaþmanýn siyasal yansýsý ise, tüm sömürücü sýnýflarýn ve tabakalarýn AP çatýsý altýnda toplanmalarý ve 1965 seçimleriyle APnin tek baþýna iktidara gelmesi olmuþ-tur. 1970lere gelinirken, iþbirlikçi tekelci burjuvazi, o güne kadar oligarþi içinde ittifak içinde olduðu toprak burjuvazisi ve feodal kalýntýlarýn en irileriyle kesin bir hesaplaþmaya yönelmiþtir. Ýþbirlikçi tekelci burjuvazinin oligarþiyi tek baþýna oluþturma yönündeki bu hareketi, ayný zamanda Anadolu ticaret burjuvazisini de kapsadýðý için, küçükburjuvazinin aydýn kesiminin siyasal olarak yedeklenmesi en temel sorun haline gelmiþtir. Çünkü küçük-burjuvazinin sað kanadýný oluþturan kesimler (esnaf ve zanaatkarlar), ticari iliþkileriyle Anadolu ticaret burjuvazisine baðlýdýrlar. Bunlarýn etkisizleþtirilmesi ve karþýlarýna diðer bir küçük-burjuva kesiminin çýkartýlmasý için küçük-burjuva aydýnlarýnýn yedeklenmesi temel sorun olmaktadýr. Mahir Çayan yoldaþ, Kesintisiz Devrim II-IIIde bu dönemi ve geliþmeleri þöyle ortaya koymuþtur: Amerikan emperyalizminin krizinin had safhaya ulaþmasý, ülkemizdeki tekellerin aç gözlü sömürüsünün artmasý emperyalist üretim iliþkilerinin iyice kökleþmesini oluþturdu. Bu ise, ülkemizdeki sosyal, iktisadi ve siyasi krizi iyice derinleþtirdi. Paramýz devalüe edildi. Fiyatlar görülmedik bir seviyeye yükseldi. Emekçi halkýn yoksulluðu, sefaleti had safhaya ulaþtý. Amerika, Türkiyedeki Süleyman Demirel hükümetine iki tavsiyede bulundu. Ülkede kendi sömürüsünü artýracak bir dizi rasyonalizasyon tedbirleri (dolayýsýyla iþbirlikçitekelci burjuvazi lehine) almasýný (Bkz.OECD Raporlarý) ve orduyu yönetime katarak hýzla geliþen demokratik mücadeleyi bastýrmasýný tavsiye etti. Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 127 KURTULUÞ CEPHESÝ Süleyman Demirel yönetiminin bir ayaðý tekelleþememiþ vurguncu Anadolu burjuvazisine ve feodal kalýntýlara dayandýðýndan bu tedbirleri gereði gibi yerine getiremedi. Tekeller için huzuru saðlayamadý. Bunun üzerine alaþaðý edildi. Ve askeri diktatörlük kuruldu. Böylece bir yandan aç gözlü tekellerin istismarýný daha da artýracak, öteki egemen sýnýf ve zümrelerin aleyhine sömürüyü disipline edecek bir dizi reformlar yapýlmýþ olurken, öte yandan ordu ve bürokrasi içindeki devrimcimilliyetçiler geniþ ölçüde temizlenmiþ ve halkýmýzýn korkunç seviyede artan sefaletinin oluþturduðu tepkiler terörle engellenmiþ, tekellerin açgözlü sömürüleri için huzur saðlanmýþ olacaktý. Bu geliþme içinde emperyalizm ve yerli iþbirlikçi kesimlerin en temel politikasý küçük-burjuvaziyi kendi politikasýna tabi kýlmak ve böylece onu kendine yedeklemek yönünde olmuþtur. 12 Mart Muhtýrasý ile kurulan I. Erim hükümeti, ilerici, reformist, Atatürkçü sloganlarla iþbaþýna gelirken, küçük-burjuvazinin hemen hemen tamamýnýn desteðini almayý baþarmýþtýr. Ülkemizde nüfus olarak çoðunluðu oluþturan küçük-burjuvazinin emperyalizm ve yerli iþbirlikçi burjuvaziye yedeklenmesi, tümüyle ticaret ve toprak burjuvazisi ile feodal kalýntýlarýn kitlesel gücüne karþý bir güç oluþturmaya dayandýðýndan, temel olarak bu sömürücü sýnýflarýn politik tutumlarýna karþý bir politika ortaya koymayý zorunlu kýlmaktadýr. Özellikle 12 Mart öncesi dönemde faþist milislerle birlikte þeriatçý kesimlerin, ilerici, demokrat ve devrimci kitleye yönelik saldýrýlarýnýn yoðunlaþmasý, küçük-burjuvaziyi yedekleyebilmek için gerekli politikalarýn ve sloganlarýn oluþturulmasýný kolaylaþtýrmýþtýr. Kurucularý arasýnda Fettullah Gülenin de bulunduðu Komünizmle Mücadele Dernekleri þeriatçý kesimin kitlesel örgütlenmesi olurken, Erbakanýn kurduðu Milli Nizam Partisi siyasal örgütlenme olarak ortaya çýkmýþtýr. Pek çok kentte mini etek giyen kadýnlara yönelik saldýrýlar kent küçük-burjuvazisini büyük ölçüde tedirgin etmiþ ve Kanlý Pazar olayý ile bu tedirginlik yerini paniðe býrakmýþtýr. Böyle bir ortamda Atatürkçülük, laiklik temelinde bir çýkýþ olarak kent küçükburjuvazisi tarafýndan kolayca benimsenmiþtir. Ordu içindeki devrimci-milliyetçilerin ayný temeldeki tepkilerinin ortaya çýkmasý, 12 Martla birlikte I. Erim hükümetinin görünümünü belirlemiþtir. Ancak gerek THKOnin gerçekleþtirdiði silahlý eylemler, gerekse de THKP-Cnin yürüttüðü silahlý propaganda I. Erim hükümetinin gerçek niteliðini, yani emperyalizm ve iþbirlikçi tekelci burjuvazinin hükümeti olduðu gerçeðini ortaya çýkarmýþtýr. Böylece emperyalizmin kademeli planý bozulmuþ ve kent küçük-burjuvazisinin, özelliklede aydýn kesimin desteðini kaybetmiþtir. Mahir Çayan yoldaþýn 128 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ da belirttiði gibi, küçük-burjuvazinin aydýn kamuoyunun desteðini kaybeden emperyalizm-iþbirlikçi (tekelci) burjuvazi ikilisi, bu sefer zorunlu olarak, sömürüyü disipline etmeye yönelik bir dizi rasyonalleþtirme tedbirlerinden (sarý reformlardan) tavizler vererek, tekrar bu tedbirlerden zarar görecek olan öteki gerici sýnýf ve zümrelerle ortak müþterekler etrafýnda anlaþmýþlardýr. II. Erim hükümeti bu uzlaþmanýn hükümeti olarak kurulmuþtur. Ancak gerek emperyalizmin içinde bulunduðu ekonomik buhranlar, gerekse iþbirlikçi tekelci burjuvazinin kârýný diðer sömürücü kesimlerle paylaþmak zorunda kalýþýna dayanan bu uzlaþma uzun sürmemiþ ve 1973 Ekiminde seçimlere gidilmiþtir. Bugün ülkemizde ara rejim olarak adlandýrýlan bu dönem, 1973 genel seçimleriyle birlikte sona ermiþtir. (Bugün ara rejim tartýþmalarý içinde sýk sýk seçimlere gidilmesi yönünde görüþler beyan edilmesinin temelinde de bu sona eriþ biçimi yatmaktadýr.) Görüldüðü gibi, 12 Mart dönemi, küçük-burjuva kamuoyuna sunulduðu gibi, þeriatçý güçlerin geliþmesi ve saldýrganlaþmasýyla ilgili deðildir. Tüm dönemi belirleyen, emperyalizm ve yerli iþbirlikçi tekelci burjuvazinin tek baþýna oligarþiyi oluþturmak istemesi ve buna baðlý olarak o güne kadar ittifak kurduðu kesimleri tasfiyeye yönelmesidir. Bu ortamda her iki taraf da mümkün olabildiðince geniþ bir kitleyi kendisine yedeklemeye çalýþmýþtýr. Emperyalizm ve yerli iþbirlikçi tekelci burjuvazi küçük-burjuvaziyi yedeklemede irtica tehlikesini öne çýkararak laiklik temelinde Atatürkçü-milliyetçi bir görünümü kullanýrken, diðer kesim (Anadolu ticaret burjuvazisi, toprak aðalarý ve tefeci-sermaye) din elden gidiyor diyerek müslümanlýk temelinde milliyetçi-muhafazakar bir görünümü kullanmýþtýr. 1973 seçimlerinden 12 Eylül 1980 askeri darbesine kadar geçen süre içinde, devrimci mücadelenin geliþmesi, tüm bu iliþkileri etkilemiþ ve emperyalizm-iþbirlikçi tekelci burjuvazi ikilisinin diðer sömürücü sýnýflarla ittifakýný belirlemiþtir. Bunun ürünleri ise baþýný APnýn çektiði I. ve II. Milliyetçi Cephe hükümetleri olmuþtur. Demirelin baþbakanlýðýnda oluþturulan MCler, Erbakanýn MSPsi, Türkeþin MHP si ve Feyzioðlunun CGPsinin oluþturduðu koalisyon hükümeti olarak sömürücü sýnýflar arasýndaki uzlaþmanýn bir sonucu olmuþtur. MC hükümetleri devrimci mücadeleyi engellemekte baþarýlý olamamýþ ve bunun üzerine 1978 baþýnda CHP azýnlýk hükümeti oluþturulmuþtur. Ecevitin baþbakanlýðýnda kurulan CHP azýnlýk hükümeti, geliþen devrimci mücadele karþýsýnda iþbirlikçi tekelci burjuvazinin tekelleþememiþ sanayi ve ticaret burjuvazisiyle oluþturduðu yeni bir ittifakýn ürünü olmuþtur. Bu ittifakýn dýþýnda býrakýlan diðer sömürücü kesimler, devrimci mücadelenin geliþimi karþýsýnda içine düþtükleri panik içinde bu ittifakýn karþýsýna doðrudan çýkamamýþlardýr. Bu durumda, bazý küçük ve orta sanayi sermaye kesimleri Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 129 KURTULUÞ CEPHESÝ tarafýndan finanse edilmeye baþlayan MHP, bu ittifaka karþý tutumlarýn sözcülüðünü yapmaya baþlamýþtýr. Politik planda Gün Sazak (Yüksel Ýnþaat) ve Murat Sancak (Sancak Tül) tarafýndan açýkca dile getirilen bu karþý tutum, somutta faþist milislerin kitle katliamlarýna yönelmeleriyle tamamlanmýþtýr. Bu kesimler, faþist milis saldýrýlarla kendilerinin bir güç olduðunu ve ülkede huzur isteniyorsa kendilerinin hesaba katýlmasý gerektiðini göstermeyi amaçlamýþlardýr. Diðer bir deyiþle, iþbirlikçi tekelci burjuvazi ve emperyalizm ikilisini uzlaþmaya zorlamak istemiþlerdir. Emperyalizm ve iþbirlikçi tekelci burjuvazi devrimci mücadelenin pasifize edilebilinmesi için düzen içi son alternatif olarak gördüðü CHP hükümetini zorlayan bu faþist saldýrýlara kayýtsýz kalmýþ ve Ecevitin tüm çaðrýlarýna raðmen faþist milislerin eylemlerini durdurmaya yönelik giriþimlerde bulunmamýþlardýr. Çünkü onlar için, faþist milisler, belli kesimlerce kullanýlan siyasal bir araç olmaktan öte, kendilerinin yönlendirebildiði kitle pasifikasyonunun birer aracý durumundadýrlar. Bu nedenle, gerek Ecevitin çaðrýlarýný, gerekse faþist milisleri kendileriyle uzlaþma için kullanmak isteyen kesimleri görmezlikten gelmiþlerdir. Ecevitin azýnlýk hükümeti iþbirlikçi tekelci burjuvazi ile tekelleþememiþ sanayi ve ticaret burjuvazisinin gerek ekonomik alanda, gerekse devrimci mücadelenin pasifize edilmesi yönündeki beklentilerini karþýlayamamýþtýr. Meclisin sayýsal yapýsý Ecevit koalisyon hükümetini düþürmeye elveriþli olmadýðýndan, bu ittifak, hükümete karþý doðrudan harekete geçmiþtir. TÜSÝADýn gazetelere verdiði ilanlarla baþlayan bu karþý hareket, tekelleþememiþ sanayi ve ticaret burjuvazisinin üretimi ve daðýtýmý durdurmasýyla birleþtirilerek sürdürülmüþtür. 1979 ara seçimlerinde büyük oy kaybýna uðrayan Ecevit, baskýlara karþý duramamýþ ve istifa ederek yerini Demirelin baþbakanlýðýnda kurulan AP azýnlýk hükümetine býrakmýþtýr. Siyasal planda bu geliþmeler olurken, ülke içindeki ekonomik buhran derinleþmiþ ve emperyalist dünya ekonomisi genel bir buhrana girmiþtir. Emperyalizmin (baþta ABD emperyalizminin) hegemonyasý altýnda bulunan ülkemizdeki çarpýk kapitalizmin ürettiði bunalýmlarýn derinleþmesi, her zaman -bir bütün olaraksömürücü sýnýflar arasýnda çýkar çatýþmasýný keskinleþtirir. Derinleþen ekonomik buhranýn yükünü (ya da bedelini) halk kitlelerine yüklemekte hemfikir olan (consensus) bu sýnýflar ve zümreler, yine de bunalýmýn etkisinden kendilerini kurtaramazlar. Bu durumda, bu etkinin hangi kesimlere ve ne kadar yansýtýlacaðý sorunu, büyük bir iç mücadeleye yol açar. Ancak 80 Türkiyesinde derinleþen, ne salt ekonomik bunalýmdý, ne de ekonomik bunalým birincil sorundu. Temel ve ilk sorun halk kitlelerinin yükselen mücadelelerinin, mevcut düzeni temellerinden yýkacak boyuta ulaþmasýdýr. Yani, 80 Türkiyesinde sömürücü sýnýflar 130 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ için en önemli sorun, olgunlaþan milli kriz ve bozulmaya yönelmiþ suni dengedir. 80 Türkiyesinde ekonomik, toplumsal ve siyasal bunalým bir bütün olarak derinleþmiþtir. (Milli krizin olgunlaþmasý.) Emperyalizmin 1975 yýlýndan sonra karþýlaþtýðý stagflasyon olgusu, 1979 sonlarýnda aðýr bir ekonomik buhran halini almýþtýr. Bu da ülkedeki ekonomik ve toplumsal bunalýmýn þiddetini azaltmayý (istikrar önlemlerini) engellediði gibi, þiddetinin artmasýna da yol açmýþtýr. Siyasal bunalým ise, yükselen devrimci mücadele temelinde oligarþik devlet otoritesinin büyük ölçüde sarsýlmasýyla birlikte geliþmiþtir. Nesnel olarak mevcut düzeni yýkacak güçte olan halk hareketi, revizyonizmin ve pasifizmin kuyrukçu çalýþma tarzý yüzünden gerçek bir örgütlü güç deðildi. Ama yine de, sömürücü sýnýflar için bir varoluþ sorunu gündemdeydi. Bu sýnýflarýn, devrim tehlikesi karþýsýnda biraraya gelmeleri ve birleþik bir hareket oluþturmalarý, bu nedenle, öznel istemlerden öte, nesnel bir zorunluluktandý. Ýþte 80 Türkiyesinde bu zorunluluk, egemen sýnýflarýn yeni bir birleþimine yol açtý. Karþý-devrimci güçlerin birleþmesi, her yerde olduðu gibi, egemen sýnýflarýn çýkarlarýnýn bir bütün olarak korunmasýna dayanmaktadýr. Ancak her biri kendi özdeneyimleriyle böyle bir birliðin yönetiminin uzun dönemde nasýl özel avantajlar saðlayacaðýný çok iyi bilirler. Bu nedenle, kimin yönetiminde birlik sorunu, içinde bulunduklarý bunalýmdan nasýl çýkýlacaðý sorunu etrafýnda yoðun tartýþmalara yol açtý. Birden çok yolun ortaya konulduðu ve tartýþýldýðý bir zamanda, gerekli birlik saðlanmamýþ olduðundan yönetimin askerileþtirilmesi büyük sorunlar doðurabilirdi. (Ýþbirlikçi-tekelci burjuvazinin, bir askeri yönetim oluþturmaya gücü olmasýna raðmen, bunu 80 sonlarýna kadar ertelemesinin nedeni budur.) Bu dönemde tartýþmalar, tümüyle egemen sýnýflarýn ve fraksiyonlarýnýn kendi ideologlarý ve siyasetçileri aracýlýðýyla sürdürülmüþtür. Demirel yönetimindeki APnin ortaya attýðý anayasa deðiþikliði taslaðý, 12 Eylül öncesinde en etkin çözüm yolu olarak görünüyordu. Büyük ölçüde oligarþi dýþýnda kalan sömürücü sýnýflarca desteklenen bu yol, yönetimin askerileþtirilmesinde yeni bir biçim getirdiðinden, bir süre için iþbirlikçi-tekelci burjuvazi içinde de taraftar bulmuþtu. Bu yeni biçimin özü, sivil yönetim ile askeri güç arasýnda bir koalisyon oluþturmaktý. Yani, geniþletilmiþ sýkýyönetim yetkileriyle silahlý kuvvetler devrimci mücadeleye karþý hareket serbestliðine sahip olurken, ekonomik ve siyasal yönetim APye (sivil hükümete) ait olacaktý. Bu bir bakýma 12 Mart dönemindekine benzer bir yönetimdi. Ancak bu kez hükümetin baþýnda partisiz Erim deðil, partili ve de partisiyle birlikte Demirel bulunacaktý. Bu yönetim döneminde parlamento kapatýlmayacak, hatta genel seçimler bile ertelenmeyecekti. Nasýl ki 12 Mart döneminde Erim hükümeti, or- Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 131 KURTULUÞ CEPHESÝ dunun gücü ile anayasa deðiþikliklerini parlamentodan geçirebilmiþse, bu kez de ayný güç, Demirel tarafýndan kullanýlarak, hazýrlanan anayasa taslaðýna uygun deðiþiklikler kabul ettirilecekti. Üsttekilerin artýk eskisi gibi yönetemediklerinin en açýk ifadesi olan bu çözüm yolu, 1976 yýlýndan beri MHP tarafýndan seslendirilen sivil sýkýyönetim formülüyle benzeþlik taþýyordu. Ancak 1980e gelindiðinde Demirel hükümeti için, bir gecede gerçekleþtirilecek askeri harekât riski ortadan kalkmýþtý. Bu nedenle Demirelin 1976larda duraksadýðý ve sonuçta reddettiði çözüm uygulanabilirdi. Temel olarak küçük ve orta-sanayi burjuvazisi (tekelleþememiþ sanayi burjuvazisi) ile Anadolu tüccar ve büyük esnafýna dayanan ve onlarýn siyasal sözcülüðünü de üstlenen Demirel yönetimindeki APnin çözüm yolunun ikinci bölümü ekonomik istikrar tedbirlerini içeriyordu. 24 Ocak Kararlarý olarak bilinen bu tedbirler, ekonomik buhranýn tüm sömürücü sýnýflar için sýnýrlandýrýlmasý amacýna yönelikti. 1978-79 yýllarýnda CHP hükümetinden beklenen ekonomik buhranýn derinleþmesinin engellenmesi talebinden daha geniþ kapsamlý istikrar tedbirleriydi bunlar. 24 Ocak Kararlarý, ilk haliyle APnin dayandýðý sömürücü sýnýflarýn çýkarlarýna uygun düþüyordu. Ama tekelci-burjuvazi için, özellikle de tekelci sanayi burjuvazisi için 24 Ocak Kararlarý ilk haliyle sýnýrlýydý ve buhranýn yükünün bir bölümünü kendilerine yýkýyordu. Devrimci mücadelenin gelmiþ olduðu düzeyle birlikte bu durum tekelci-burjuvazinin çözüm yolu konu-sundaki tercihini de deðiþtirecek boyutta olmuþtur. Tekelci burjuvazi dýþýnda, bir kýsým orta-burjuva da, Demirelin baþýný çektiði çözüme, gerçekleþtirilen siyasal ittifaklar nedeniyle karþý çýkmýþtýr. MCli ya da MHP ve MSPnin dýþ desteðinde bir AP azýnlýk hükümetiyle yürütülecek ekonomik istikrar tedbirleri ve kitle pasifikasyonunun getireceði yeni tavizler nedeniyle, tekelci sanayi burjuvazisinin bir kesimi AP-CHP koalisyonunu gündeme getirdi. Bu yolla oligarþi dýþýna çýkartýlmýþ sömürücü sýnýflarýn disipline edilmesinin mümkün olabileceði hesaplanýyordu. Özellikle CHPnin tarým programý bu konuda özel bir yere sahipti ve bu program ülke solundan destek alabilirdi. Bu durumda oligarþi, Ecevitten parti içindeki aþýrý uçlarýn temizlenmesini ve CHPnin taþra teþkilatýnýn devrimci çevrelerle olan iliþkilerinin kesilmesini istedi. Bu isteklerinin yerine getirilmesini saðlamak amacýyla da askeri cunta tehdidini kullanmaktan da geri kalmadý. 1980 ortalarýna gelindiðinde Ecevit, bir AP-CHP koalisyonuna hazýr olduðunu ilan ettiðinde, bu, Demirel tarafýndan kabul edilmedi. Çünkü tekelci sanayi burjuvazisinin bu koalisyonla neyi amaçladýðý diðer kesimlerce biliniyordu. Özellikle tekelleþememiþ sanayi burjuvazisi böyle bir koalisyonu kabul edemezdi. Aksi halde MHP ve MSP ye daðýlmýþ gücü iyice etkisizleþecek ve pazarlýk gücünü (ya da di- 132 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ renme gücünü) yitirecekti. Bu durum, Demirelin CHP ile koalisyon kurulmasýna sonuna kadar karþý duruþunun nedeniydi. Böylece bu çözüm yolu da uygulanamaz hale gelmiþti. Geriye yönetimin askerileþtirilmesi formülünden baþka bir yol kalmýyordu. Bu da, kaçýnýlmaz olarak, tüm politikacýlarýn devre dýþý býrakýlarak, gerekli koþullarýn gizlice ve içte yürütülmesini gerektiriyordu. Yani egemen sýnýflarýn asgari müþterekleri (consensus), doðrudan bu sýnýf üyeleri tarafýndan (araçsýz olarak) saðlanacaktý. Böylece TÜSÝAD ortalýkta boy göstermeye ama kamuoyundan gizli baþladý. TÜSÝAD, çözüm ya da çýkýþ yolu için, öncelikle kendi bünyesinde ortak bir program hazýrlamaya yöneldi. 1996 ve 1997 yýllarýnda TOBB, Sabancý ve TÜSÝADýn birbiri ardýna kamuoyuna açýkladýklarý demokratikleþme paketi benzeri bir tarzda (ama kamuoyundan gizli olarak) yapýlan bu hazýrlýk, tam anlamýyla tekelci burjuvazi içindeki çeliþkilerin, bir süre için çatýþmadan uzak tutulmasýný saðlayacak bir protokol oluþturmaya yönelikti. Bu protokol, karþýlýklý olarak tekelci burjuvalarýn birbirlerinin nüfuz alanlarýna saygý temelinde, kendi dýþlarýndaki sýnýf ve tabakalara karþý bir ekonomik, toplumsal ve siyasal plana dayalý olacaktý. Bu planýn temel hedefi, hükümet deðiþiklikleriyle deðiþmeyecek tek bir politikanýn devlete egemen kýlýnmasýydý. Bu öz olarak, oligarþinin tekelci burjuvazi tarafýndan oluþturulmasý ve tüm devlet aygýtýna oligarþinin mutlak biçimde egemen olmasý demekti. Böylece I. Erim Hükümeti ile 1971de yapýlmak istenen, ama THKP-Cnin silahlý eylemleri sonucu baþarýlamayan amaçlar yeniden gündeme getiriliyordu. (12 Martta baþlayan sürecin 12 Eylül ile birlikte tamamlanmasý esprisi.) Ýþbirlikçi tekelci burjuvazinin hükümet deðiþiklikleriyle deðiþmeyecek tek bir politikanýn devlete egemen kýlýnmasý yönündeki giriþimi 12 Eylül askeri darbesiyle birlikte pratiðe geçirildi. 1980den günümüze kadar geliþen tüm siyasal olaylarý belirleyen de bu politika ve uygulamalarý olmuþtur. Emperyalizm ve iþbirlikçi tekelci burjuvazinin bu politikasý üç ana bölümden oluþmuþtur. Birinci olarak, geliþen ve geliþmesi olasý olan halkýn devrimci mücadelesini engelleyecek genel ve kalýcý bir pasifikasyon ve depolitizasyon uygulamasýnýn devletin temel politikasý olmasý, Ýkinci olarak, tekelci burjuvaziyi ve sanayiyi temel alan bir ekonomi-politikanýn devlet politikasý haline getirilmesi, Üçüncü olarak da, bu politikalarý uygulayacak ve deðiþtirilemeyecek bir devlet yapýsý kurulmasý, yani geleneksel bürokratlarýn yerine teknokratlara dayalý bir devlet görevlileri sisteminin oluþturulmasý. Bu üç temel üzerinde yükselen bu politikanýn, tüm sömürücü sýnýflarýn desteðini saðlamasý gerektiðinden, ilk planda devrimci mücadelenin engellenmesi öne çýkartýlarak gündeme getirildi. O güne Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 133 KURTULUÞ CEPHESÝ kadar komünizmle mücadele ya da anarþistlerle mücadele olarak sunulan karþý-devrimci zor uygulamalarý terörizmle mücadele çerçevesine oturtuldu. Bu yolla, küçük-burjuvazinin belli bir kesiminin desteðinin de alýnmasý hesaplandý ve etkili de oldu. Ýkinci planda, iþbirlikçi tekelci burjuvazinin etkinliðini ve gücünü açýkca belirleyecek olan uygulama baþlatýldý. Yine hükümet deðiþiklikleri ile deðiþmeyecek bir ekonomi-politikanýn devlete egemen kýlýnmasý, yani iþbirlikçi tekelci burjuvaziyi ve sanayiyi temel alan bir ekonomi-politikanýn uygulanmasý, devrim mücadelesi karþýsýnda zorunlu olarak bir araya gelmiþ olan sömürücü sýnýflarýn consensusunu daðýtacak özelliklere sahipti. Ýþbirlikçi tekelci burjuvazinin (ve her zaman olduðu gibi emperyalizmin) bu ekonomi-politikayý diðer sömürücü sýnýflara kabul ettirmede, bir yandan küçük-burjuva aydýnlarý aracýlýðýyla (ki çoðunluðu solcu olarak bilinen kiþilerdi) yoðun bir ideolojik propaganda sürdürürken, diðer yandan ekonomi-politikanýn sömürüyü disipline etme yönünden çok sömürü koþullarýný düzeltme yönünü öne çýkartmýþtýr. Bu baðlamda, ithal ikameci sanayileþme yerine ithalata yönelik sanayileþme sloganý gündeme getirildi. Oysa sözkonusu olan yeni-sömürgecilik yöntemlerinin ekonomik dilde ifadesinden baþka bir þey olmayan ithal ikameci sanayileþmenin deðiþtirilmesi deðildi. Ýhracata yönelik sanayileþme sloganý, doðrudan iþbirlikçi tekelci burjuvazinin yeni ekonomi-politikaya karþý diðer sömürücü sýnýflarýn tepkisini engellemeye ve zaman içinde bu sýnýflarýn güçsüzleþtirilmesine yönelik uygulamalarý gizlemeye hizmet ediyordu. O güne kadar iþbirlikçi tekelci sanayi burjuvazisinin elinde bulunan sanayi kuruluþlarýna parça üretimi yapan yan sanayi kuruluþlarý, yani küçük ve orta sermaye kesimleri, ekonomik buhran karþýsýnda kârdan daha fazla pay almak istiyorlardý. Tekelci burjuvazinin sanayi kuruluþlarý tümüyle bu yan sanayiye baðýmlý olduðundan bu kesimlerin karþý hareketini kýsa dönemde göze almasý olanaksýzdý. Ayný þekilde dünya ekonomik buhraný koþullarýnda bu kesimlere (kýsa vadeli de olsa) taviz vermesi de kendi yýkýmýna yol açabilirdi. T. Özal aracýlýðýyla baþlatýlan serbest pazar ekonomisi, liberalizasyon uygulamalarýyla, bir yandan ithalatý serbest býrakarak iþbirlikçi tekelci burjuvazinin ihtiyacý olan yan ürünlerin daha ucuza ve tavizsiz alýnmasýný saðlarken, diðer yandan küçük ve orta sermaye kesimlerini ihracata yönlendirerek ortaya çýkacak olumsuzluklarý aþmayý hedefliyordu. (Bu, ayný zamanda emperyalist metropollerde küçük ve orta ölçekli sanayinin yeni pazar gereksinmesine denk düþmektedir.) 1990lara kadar önemli bir sorunla karþýlaþmadan uygulanan bu ekonomi-politika, iþbirlikçi tekelci burjuvazinin, gerek yan sanayileri elinde tutan küçük ve orta sermayeye karþý, gerekse geçmiþ yýllara göre daha sýnýrlý da olsa kendi ürünlerinin daðýtýmýný yapan Anadolu 134 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ ticaret burjuvazisine karþý daha da güçlenmesini saðladý. 1990lara gelindiðinde uygulanan ekonomi-politikanýn diðer bir sonucu ise, emperyalist metalarýn ithalatýnýn serbest býrakýlmasýyla kitlelerin geleneksel metalara olan talebinin azalmasý ve ithal metalarýn ticaretiyle uðraþan yeni bir ticaret burjuvazisinin geliþmesi oldu. 1990lara kadar ihracata yönelik sanayileþme popülizmi içinde tam bir rehavete düþen küçük ve orta sanayi burjuvazisi ile Anadolu ticaret burjuvazisi (ki bunlar, aðýrlýklý olarak ihracat þirketleri kurarak, küçük ve orta sanayi mallarýný pazarlamaya yönelmiþlerdi), ihracatta baþlayan gerilemeyle birlikte, yeniden içeriye yöneldiðinde ise, elindeki pek çok pazarý yitirdiðini gördü. Ve bunun üzerine politik iliþkileri kullanarak kendi konumunu düzeltmeye yöneldi. Bunun ilk sonucu, 12 Eylül askeri yönetiminin koyduðu siyaset yasaklarýnýn kaldýrýlmasý yönündeki referandum oldu. Buna paralel olarak 12 Eylülle birlikte kapatýlan partilerin yeniden açýlmasýyla, ANAP içinden ayrýlan bu kesim, kendi çýkarlarýný temsil edeceðini düþündükleri eski partilere yöneldiler. Birbiri ardýna patlak veren hayali ihracat dosyalarý bu ortamda basýna yansýtýldý. Tekelleþememiþ sanayi ve ticaret burjuvazisinin öncülüðünde oligarþi dýþýndaki sanayi ve ticaret burjuvazisinin büyük bir bölümünün oluþturduðu blok, referandumlarda kazandýðý baþarýnýn güveniyle 1991 genel seçimlerine yönelmiþtir. 1980 öncesinde kendisinin çýkarlarýný temsil ettiðini bildiði S. Demirelin yeni partisi DYPnin kendilerinin çýkarlarýný daha iyi koruyacaðýný düþünerek, tüm güçlerini DYPye kanalize etmiþlerdir. 1980 sonrasýnda aðýrlýklý olarak ihracata yöneltilmiþ olan bu kesimler, 1980 öncesinde RP ve MHPye daðýl-mýþ kesimlerini de birleþtirdikleri DYP nin genel seçimlerden birinci parti olarak çýkmasýyla, pekçok þeyin düzeleceðini düþünüyorlardý. Seçim sonrasýnda kurulan DYP-SHP koalisyon hükümetinde ekonomiden sorumlu devlet bakanlýðýna T. Çillerin getirilmesi, bu kesimlerin umutlarýný daha da artýrmýþtý. T. Çiller, 1980 sonlarýnda kýsa bir süre TÜSÝADda uzman ekonomist olarak çalýþmýþsa da, hazýrladýðý raporlarda sürekli olarak küçük ve orta sermayenin korunmasý ve geliþtirilmesi yönünde tutum takýnmýþ ve bunun üzerine TÜSÝADla iliþkileri kesilmiþti. Bundan öte, T. Çillerin kocasý Özer Uçuran, 12 Eylül askeri darbesiyle birlikte orduyla yakýn iliþkiler içinde bulunan bazý orta sermaye kesimlerinin büyümesinde özel bir yere sahip olmuþtur. Bu kesimlerin ekonomik buhranla zor duruma düþmüþ pekçok þirketi satýn almasýnda Özer Çillerin baþýnda bulunduðu Ýstanbul Bankasý önemli bir finansman kaynaðý olmuþtur. Ancak dünya ekonomik buhraný koþullarýnda bu kesimlerin büyümeleri fazla uzun sürmemiþ ve 1982 bankerlik olaylarýndan sonra önemli bir kayýpla karþý karþýya gelmiþlerdir. 1983 yýlýnda T. Özalýn ekonomiden sorumlu devlet bakanlýðýndan uzaklaþ- Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 135 KURTULUÞ CEPHESÝ týrýlarak yerine Kafaoðlunun getirilmesi de bu kesimlerin durumunu düzeltememiþtir. Her ekonomik buhran döneminde olduðu gibi yeni sermaye ile eski sermaye (iþbirlikçi tekelci burjuvazi) arasýndaki çatýþma, yeni sermayenin deðersizleþtirilmesiyle son bulmuþtur. Bu dönemde Tansu ve Özer Çillerlerin yoðun iliþki içinde bulunduðu kesimlerin baþýnda Ýstanbul Bankasýnýn sahibi bulunan Haslar gelmektedir. Yine Kozanoðlu-Çavuþoðlu grubu, Bezmenler, Okumuþ Holding, Sapmazlar grubu bu kesimi oluþturan önde gelen kesimlerdi. Tamamý 1982 bankerlik olayýndan sonra tüm sermayelerini ve güçlerini kaybetmiþlerdir. Ýþbirlikçi tekelci burjuvaziye karþý bir güç olarak çýkan bu gruplarýn ekonomik ve mali alanlardaki kadrolarýndan olan Çillerler, bu geçmiþleriyle her zaman tekelleþememiþ burjuvazinin gözde temsilcileri olarak görünmüþlerdir. Ýþte bu iliþkileri içinde Demirelin baþbakanlýðýnda oluþturulan DYP-SHP koalisyon hükümetinde ekonomiden sorumlu devlet bakaný olan T. Çiller, Demirelin kiþiliðinde simgelenen oligarþi ile oligarþi dýþýndaki sömürücü sýnýflarýn uzlaþmasýnýn yeni bir ifadesi olmuþtur. 1991de Sovyetler Birliðinin daðýtýlmýþlýðýnýn resmileþmesiyle birlikte ortaya çýkan Türki cumhuriyetler pazarý, tekelleþememiþ sanayi ve ticaret burjuvazisi için yeni bir olanak olarak görülmüþtür. Demirel hükümeti devlet olanaklarýný kullanarak bu kesimlerin Türki cumhuriyetlere girmelerini kolaylaþtýrmýþtýr. Ýþbirlikçi tekelci burjuvazi ve emperyalizm tarafýndan açýktan desteklenen bu yönlendirme, kaçýnýlmaz olarak sömürücü sýnýflar arasýndaki çatýþmayý yumuþatmýþ ve uyumun öne geçmesini saðlamýþtýr. Bu çerçevede devlet olanaklarý seferber edilmiþtir. Bu iliþkiler içinde küçük ve orta sermaye kesimleri yeni pazarlardan daha fazla pay alabilmek amacýyla birbirleriyle kýyasýya bir rekabete giriþmiþlerdir. Her dönemde olduðu gibi, bu rekabet ortamýnda, siyasal iktidar üzerinde gücü olanlar diðerlerine göre daha avantajlý olmuþlardýr. Ve bu durum, birbirleriyle kýyasýya rekabete girmiþ olan küçük ve orta sermaye kesimleri arasýnda siyasal iliþkiler alanýnda yeni giriþimler yaratmýþtýr. Tek tek milletvekili satýn alma dan, siyasal partiler içinde gruplar oluþturmaya ve giderek ayrý siyasal partiler kurmaya yönelen bu giriþimler, düzen partileri içindeki sürekli çatýþma ve bölünmenin ana nedeni olmuþtur. ANAP ile DYP olarak iki ana bölüme ayrýlmýþ olan sömürücü sýnýflarýn siyasal kadrolarý, bu yeni bölünmeler ve çatýþma ortamýnda yeniden daðýlýma uðramýþtýr. 82 Anayasasýnýn milletvekillerinin parti deðiþtirmelerine iliþkin getirdiði yasaklar çerçevesinde bu çatýþma ve bölünmeler siyasal partiler içinde sürdürülmüþ ve yasaklarýn kaldýrýlmasýyla birlikte kamuoyuna yansýmýþtýr. 1995 Aralýk seçimlerine kadar tüm siyasal iliþkiler alaný sömürücü sýnýflar arasýndaki bölünme ve çatýþmalarýn siyasal partiler 136 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ içindeki ayrýþmalarý olarak geliþmiþtir. Birbiri ardýna kurulan deðiþik siyasal partiler, bu dönemde bölünmenin en açýk ifadeleri olmuþtur. Islahatçý Demokrasi Partisi, Yeni Parti, Yeni Demokrasi Hareketi, Büyük Birlik Partisi bu iliþkilerin sonucu olarak ortaya çýkmýþtýr. Ancak genel seçimlerin yaklaþmasýyla birlikte bu siyasal iliþkiler, seçim yasasý çerçevesinde birer pazarlýk konusu haline dönüþmüþtür. Sonuçta ise, bunlar içinden sadece BBP, ANAPla kurduðu seçim ittifaký ile meclise girebilmiþtir. 1995 Aralýk seçimlerinden en zararlý çýkan kesim, T. Özal döneminde ithalatýn serbest býrakýlmasýyla birlikte ortaya çýkan yeni ticaret burjuvazisi olmuþtur. Aðýrlýklý olarak C. Boynerin YDHsýyla siyasal gücünü artýrmak isteyen bu kesim, seçimlerde YDHnýn hiçbir varlýk gösterememesi üzerine geri çekilmek zorunda kalmýþtýr. Ancak bu siyasal giriþiminin baþarýsýzlýðýnýn faturasýný da aðýr bir biçimde ödemek durumunda olmuþlardýr. Genel seçimlerden sonra baþlatýlan yolsuzluk soruþturmalarý, aðýrlýklý olarak bu kesimlere yönelik olmuþtur. Ancak bu kesimler, geçmiþ dönemdeki tüm kredi vb. yolsuzluklarý içinde iliþki kurduklarý kesimleri iþin içine sokarak, soruþturmalarýn geniþlemesini saðlamýþlardýr. Bu çerçevede Çillerlere yönelik yolsuzluklar kamuoyuna yansýmýþtýr. Diðer yandan sömürücü sýnýflar arasýndaki bölünme ve çatýþma içinde RPsi yeni bir merkez olarak ortaya çýkmýþtýr. 1980 sonrasýnda uygulanan ekonomi-politikalar sonucunda en büyük zararý gören ve özellikle 1990 sonrasýnda ihracat olanaklarýný büyük ölçüde yitiren tekelleþememiþ sanayi ve ticaret burjuvazisi, kendi içinde deðiþik kliklere ayrýlmýþ olmakla birlikte, 1995 seçimlerine girilirken aðýrlýklý olarak RP çevresinde toplanmýþlardýr. Ancak DYP ve ANAPla olan baðlarýný tam olarak kopartmayan bu kesim, seçim sonrasýndaki RPli koalisyon giriþimlerinin baþýný çekmiþtir. 1995 Aralýk seçimleri öncesine göre sömürücü sýnýflar arasýndaki bölünmenin siyasal yansýlarýnýn etkisi ve þiddeti azalmýþtýr. Hemen hemen mevcut büyük siyasal partiler çerçevesinde belirgin ittifaklar oluþmaya baþlamýþtýr. Ýþte tam bu dönemde oligarþi, kendi içindeki çeliþkileri tam olarak gidermemiþ olsa da, etkin bir biçimde sürece müdahele etmeye baþlamýþtýr. RPli bir koalisyon hükümeti kurulmasýndan yana tutum takýnan Sabancýlarýn, DSnin Ocak 1996da gerçekleþtirdiði Özdemir Sabancý eylemiyle bir süre için etkisizleþmesinin bir sonucu olarak DYP-ANAP koalisyon hükümeti kurulmuþsa da, ANAPýn oligarþiyi temel alan politikalarý ile DYPnin tekelleþememiþ burjuvaziye tavizler veren politikalarý arasýndaki çatýþma ortamýnda fazla uzun sürmemiþtir. Ve RP-DYP koalisyon hükümeti böyle bir ortamda kurulmuþtur. RP-DYP koalisyon hükümeti iþbaþýnda kaldýðý bir yýllýk süre içindeki tüm faaliyetleriyle oligarþi dýþýndaki sömürücü sýnýflarýn çý- Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 137 KURTULUÞ CEPHESÝ karlarýna uygun bir politika izlemek yönünde olmuþsa da, oligarþinin deðiþik müdaheleleriyle (ki bunlar içinde basýn birinci sýrada yer almaktadýr) fazlaca baþarýlý olamamýþtýr. Bu dönemdeki geliþmeleri Kurtuluþ Cephesinin Eylül-Ekim 1997 tarihli 39. sayýsýnda þöyle ortaya koymuþtuk: Tümüyle küçük ve orta sermayenin emperyalist üretim iliþkilerine tabi kýlýnmasý, kýlýnamayanlarýn tasfiyesi ve yerlerine yenilerinin konulmasý olarak tanýmlanabilecek ekonomik uygulamalar sonucunda, küçük ve orta sermaye kesimleri bölünmüþtür. Bu bölünmüþlük, siyasal planda, birbirinden farklý partilerin ortaya çýkmasý ve milletvekili transferleriyle kendisini ortaya koymuþtur. Bu ortamda Refah Partisi, küçük ve orta sermaye kesimleri içindeki bölünmüþlüðü, belli bir ortak çýkar etrafýnda birleþtirme iþlevini üstlenmiþtir. Bunu yerine getirebildiði oranda siyasal olarak geliþeceðini varsayan RP, hükümet kuruluþunda görüldüðü gibi, hükümet olabilmek için her türlü tavizi vermiþtir. Refah Partisinin bugünkü oy gücünü koruyabilmesinin tek yolu, çýkarlarýný ortaklaþtýrmaya çalýþtýðý küçük ve orta sermaye kesimlerine yeni olanaklar saðlamaktan geçmektedir. Bu da, ancak hükümet olmakla olanaklýdýr. Devlet olanaklarýný artan oranda küçük ve orta sermayeye yöneltmek isteyen RP, mevcut koþullarýn kendilerine getirdiði engelleri düþünmeksizin hükümet kurmuþlardýr. Refahyol hükümetinin kuruluþu, oligarþi içindeki çýkar çeliþkilerinin keskinleþmesine baðlý olarak, oligarþinin bütünsel bir tavrý ile karþýlaþmadan gerçekleþtirilmiþtir. Ancak daha sonra Refahyolun uygulamaya baþladýðý ekonomi-politikalar ve devlet kurumlarýndaki kadrolaþma giriþimleri, oligarþinin tavýr koymasýna yol açmaya baþladý. Sabancýlarýn karþý çýkýþlarýna raðmen, oligarþi içindeki diðer kesimler 1997 baþýndaki TÜSÝADýn demokratikleþme paketi ile bu tavýrlarýný açýk biçimde ortaya koymaya baþladýlar. Görünüþte demokrasi savunusu altýnda ortaya konulan tavýr, temelde oligarþi dýþýndaki sömürücü sýnýflarýn, özellikle de tekelleþememiþ sanayi burjuvazisinin Refahyol hükümeti aracýlýðýyla kendisine yeni olanaklar saðlamasý ve gücünü artýrmaya yönelmesine yönelik olmuþtur. Sabancýlarýn tam olarak benimsemediði bu tavýr, demokratikleþme paketi ile ülkemizdeki küçük-burjuvazinin oligarþiye yedeklenmesi saðlanabilindiði oranda, oligarþinin gücünü göstermesine baðlý olarak geliþtirilecekti. Özellikle küçük-burjuva aydýnlarýn, bir yandan demokrasi söylemiy- 138 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ le, diðer yandan þeriatçýlýk tehlikesiyle oligarþiye yedeklenmesi yönündeki faaliyetler, 1997 yýlýnýn ilk altý ayýndaki geliþmelerin temelini oluþturmuþtur. Ancak oligarþi dýþýndaki sömürücü sýnýf ve tabakalar (ki kimisi DYP içinde, kimisi MHP ve BBP içinde, kimisi Refah Partisinde temsil edilmektedir) yeni hükümetin aldýðý kararlardan ve faaliyetlerden yeni beklentiler içine girdikleri için, oligarþi içindeki bu geliþmeler karþýsýnda umursamaz bir tutum takýnmýþlardýr. Özellikle TOBB ile MÜSÝAD bünyesinde toplanan (ve de ayrýþmýþ olan) küçük ve orta sermaye kesimleri, Refahyol hükümetinin saðlayacaðý yeni olanaklarýn ve tatlý kârlarýn rüyasý içinde günlerini geçirmeye baþlamýþlardýr. Oligarþi, bir yandan küçük-burjuvaziyi demokrasi ve laiklik söylemiyle kendisine yedeklerken, diðer yandan oligarþi dýþýndaki sömürücü sýnýflarýn Refah Partisi çevresinde oluþan birlikini daðýtmak için giriþimleri hýzlandýrmýþtýr. Bunun ilk sonucu Y. Erezin hükümetten ayrýlmasý ve böylece DYP aracýlýðýyla Refah Partisi etrafýnda oluþturulmuþ olan oligarþi dýþýndaki sömürücü sýnýflarýn birlikinden TOBBun koparýlmasý olmuþtur. Bu durumda oligarþi, gerek küçük-burjuvazinin ve küçük-burjuva aydýnlarýnýn desteðini almýþ olmasý, gerekse oligarþi dýþýndaki sömürücü sýnýflar arasýnda bölünmeyi saðlamasý karþýsýnda DÝSK, Türk-Ýþ, TÝSK ve TOBB arasýnda ortak bir eylem platformu oluþturmuþtur. Genelkurmay brifingleriyle desteklenen bu platform, gerçekleþtireceði eylem den çok, gerçekleþeni ifade ettiði baðlamda, tekelleþememiþ sanayi burjuvazisi içinde kopmalara yol açmýþtýr. Bu kopan kesimler, oligarþinin olasý yeni bir askeri darbesi koþullarýnda tüm olanaklarýný kaybetme korkusuna kapýlmýþlardýr. Bunun siyasal yansýmasý ise, DYPnin parçalanmasý olmuþtur. Sonuçta, basit bir hükümet deðiþikliði fýrsat bilinerek, Refahyol hükümeti müstefi durumuna düþürülmüþtür. Yeni kurulan ANAP, DSP ve DTP, oligarþinin yeni taviz politikalarýnýn ve buna baðlý uygulamalarýnýn hükümeti durumundadýr. Oligarþi, bu hükümet aracýlýðýyla, 1980 sonrasýnda saðladýðý egemenliðini yeniden kurmak istemektedir. Ancak mevcut siyasal iliþkiler ve oligarþi dýþýndaki sömürücü sýnýflar arasýndaki olaðanüstü parçalanmalar, bunu tam olarak gerçekleþtirmesini olanaksýz kýlmaktadýr. Bugün için, hükümet içinde ANAP aracýlýðýyla devlet bürokrasisi içinde yeni düzenlemelere giderek, geçmiþ dö- Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 139 KURTULUÞ CEPHESÝ nemdeki gibi olmasa da, teknokratlara dayalý devlet iþleyiþini kurmak istemektedir. Ama yaþanýlan süreçte ortaya çýkan geliþmeler gözönüne alýnarak biçimde bazý deðiþikliklere gidilmek istenmektedir. Küçük-burjuvazinin yedeklendiði gözönüne alýnarak yapýlan yeni düzenleme, daha esnek bir oluþumu ifade etmektedir. Bugün oligarþi içinde de tam bir bütünlük mevcut deðildir. Bugüne kadar gerçekleþtirilenler, küçük-burjuvazinin kitlesel desteði alýnarak, oligarþi dýþýndaki sömürücü sýnýflarýn belirli bir süre etkisizleþtirilmesinden ibarettir. Dolayýsýyla önümüzdeki süreç, oligarþinin gerek kendi içinde, gerekse oligarþi ile oligarþi dýþýndaki sömürücü sýnýflar arasýndaki (özellikle de tekelleþememiþ sanayi burjuvazisiyle) çatýþma tarafýndan belirlenecektir. Bu süreçte, hiç þüphesiz oligarþi için küçük-burjuvazinin kitlesel gücü birinci dereceden önemlidir. Bu güç, oligarþi tarafýndan deðiþik biçimlerde kullanýlmak durumundadýr. Son günlerde 1 dakika karanlýk eyleminin yeniden gündeme getirilmesi, oligarþinin bu gücü kolaylýkla kullanabileceðini göstermektedir. Bunda, kendisini farklý sol olarak sunan ve temelinde küçük-burjuvazinin mevcut düzene karþý memnuniyetsizlik ve tepkilerini oligarþiye yedeklemenin aracý olan küçük-burjuva örgütlenmelerin (özellikle ÖD Partisi) önemli bir iþlev sahibi olduðu kesindir. Bu yönleriyle ele alýndýðýnda, yaþanýlan sürecin kaba hatlarýyla 12 Mart muhtýrasý dönemiyle benzerlikleri ortaya çýkmaktadýr. Bu benzerlikler, özellikle oligarþinin uygulamalarýyla ve uygulamada kullandýðý güçler gözönüne alýnarak, yeni hükümet, yeni bir Erim hükümeti olarak tanýmlanabilmektedir. Ne varki, tarih bir tekerrür, basit tekrarlardan ibaret deðildir. Tarih, aþaðýdan yukarýya doðru yükselen, kökleri maddi üretime uzanan sýnýf mücadelelerinin politik olaylar dizisidir. Tüm bu süreçte ortaya çýkan benzerlikler, sadece ülkemizdeki yönetimin oligarþik niteliðinin ayný olmasýndan kaynaklanmaktadýr. Bugün, ülkemizdeki siyasal geliþmelerin en temel özelliði, oligarþinin kendi dýþýndaki sömürücü sýnýflarla olan çýkar çatýþmasýnda küçük-burjuvaziyi demokrasi ve laiklik görünümü altýnda yedekleyerek bir güç olarak kullanmasýdýr. Oligarþi, kendilerini sol olarak gösteren, özünde küçükburjuvazinin devrimci mücadele karþýsýnda duyduðu korkuyu ifade eden örgütlenmeleri kendi amaçlarý doðrultusunda kullanmak durumundadýr. Bu da, ülkemizde geliþen kitle hareketinin oligarþinin amaçlarý doðrultusunda 140 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ kanalize edilmesinden baþka bir þey deðildir. 12 Eylülün üzerinden geçen 17 yýl boyunca þu ya da bu oranda biriken kitlesel tepkiler, bu süreçte pasifize edilmek durumundadýr. Oligarþi, bu tepkileri, bir yandan kendi dýþýndaki diðer sömürücü sýnýflarý disipline etmek amacýyla kullanýrken, diðer yandan bunlarýn devrimci mücadeleye kanalize olmasýný engellemek istemektedir. Kürt ulusal hareketinin giderek uzlaþmaya yönelmesiyle birlikte, bu durum, ülkemizdeki tüm siyasal geliþmelerin odak noktasýný oluþturmaktadýr. 1998 yýlýna girildiðinde M. Yýlmaz baþbakanlýðýndaki ANAPDSP-DTP koalisyon hükümeti oligarþinin isteklerine uygun bazý giriþimlerde bulunmuþsa da, bu konuda fazla adým atamamýþtýr. Gerek ANAP-DTP içinde tekelleþememiþ sanayi ve ticaret burjuvazisinin bir kesiminin varlýðý, gerekse de bu partilerin il ve ilçe teþkilatlarýnda küçük tüccar ve esnafýn etkinliði oligarþinin istemlerini tam olarak yerine getirmelerini engelleyen en önemli neden durumundadýr. Gerek 1970 öncesinde, gerekse 1974-80 döneminde oligarþi dýþýndaki sömürücü sýnýflar arasýndaki bölünmeler ve çatýþmalar bu boyutta olmamasýna raðmen, o dönemde de AP, pek çok konuda tekelleþememiþ sanayi ve ticaret burjuvazisi öncülüðünde oluþturulmuþ oligarþi dýþýndaki sömürücü sýnýflarýn çýkarlarýný temsil etmek durumunda olduðundan, oligarþi ile çatýþma durumuna girmiþtir. Benzer durum, bugün M. Yýlmaz hükümetinin karþýsýna çýkmýþtýr. Mart ayý içinde ortaya çýkan geliþmeler, yani M. Yýlmaz ile Genelkurmay arasýndaki gerilim, temel olarak oligarþinin istemlerini karþýlayan politikalarýn uygulanmamasýndan kaynaklanmaktadýr. Bu gerilim içinde aðýrlýklý yeri islamcý sermayenin iþgal etmesi, çatýþmanýn niteliðini açýk biçimde sergilemektedir. Son günlerin popüler deyiþiyle, M. Yýlmaz hükümetine Genelkurmay aracýlýðýyla oligarþi haddini bildirmiþtir. Ve bunun ilk sonucu faizsiz bankacýlýða yasaklama getiren yasanýn hazýrlanarak TBMMye sunulmasý olmuþtur. Bilindiði gibi, faizsiz bankacýlýk olarak ifade edilen özel finans kuruluþlarý, 16 Aralýk 1993 tarihinde T. Özal tarafýndan çýkartýlan kararnameyle oluþturulmuþtur. Bu alanda faaliyet gösteren altý büyük þirket Al Baraka Türk, Faisal Finans, Kuveyt-Türk, Ýhlas Holding, Asya Finans ve Anadolu Finanstýr. Bunlar sözcüðün tam anlamýyla bankacýlýk yapmakla birlikte, özel finans kuruluþlarý kararnamesi çerçevesinde oluþturulduklarýndan, bankalarýn tabi olduðu hükümlere tabi deðillerdir. Özellikle bankalarýn mevduat karþýlýðýnda Merkez Bankasýna yatýrmak zorunda olduklarý disponibilite oranlarý ile özel finans kuruluþlarýnýn yatýrmak zorunda olduklarý oranlar arasýnda önemli farklýlýklar bulunmaktadýr. Bu yönüyle, bu özel finans kuruluþlarý, kâr-zarar ortaklýðý hesabýyla topladýklarý mevduatý, daha geniþ ölçü- Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 141 KURTULUÞ CEPHESÝ de kredi olarak kullanabilmekte ve daha düþük faiz isteyebilmektedir. Bu durum, orta ve küçük sermaye kesimlerinin 1980 öncesinde tekelci burjuvazinin denetimindeki bankalara olan baðýmlýlýðýný sýnýrlandýrdýðýndan, oligarþinin bunlar üzerindeki etkisi azalmýþtýr. Özellikle tekelleþememiþ sanayi ve ticaret burjuvazisi (orta sermaye kesimleri) buralardan aldýklarý düþük faizli kredilerle kâr oranlarýný yükseltebilmekte ve kimi durumlarda tekelci burjuvazinin pazarlarýna yönelik üretimde bulunabilmektedir. Buna iliþkin en somut geliþme, RP-DYP hükümeti döneminde çýkartýlan kullanýlmýþ oto ithalatý yasasý ile Ýhlas Holdingin Güney Kore malý KIA otomobilini ve Ülkerin yine Güney Kore malý Daewoo otomobilini iç pazara sürmesi olmuþtur. Faizsiz bankacýlýk sistemi ile kendisine baðladýðý belli bir alým gücüne sahip tüketici kitlesine sahip olan bu kesimler, bu yolla oligarþinin otomotiv sektöründeki pazarlarýna el atmýþ- lardýr. Ve belki de yaptýklarý en büyük hata da bu olmuþtur. Herkesin bildiði gibi, ülkemizdeki otomotiv sektörü, emperyalizmin yeni-sömürgecilik yöntemlerinin ilk uygulamalarý olarak oluþturulmuþ ve iþbirlikçi tekelci burjuvazinin en temel gücü olmuþtur. Koç Holdingin TOFAÞ-FÝAT otomobilleri ile OYAKýn RENAULT otomobilleri, 1990lara kadar ülke içi pazarýn rakipsiz otomobilleri olmuþtur. Doðal olarak islamcý sermayenin otomotiv sektörüne el atmasý ve ülkede alým gücüne sahip belli bir tüketici kitlesini baþtan kendisine baðlamýþ olmasýndan en fazla etkilenen kesimler de bu iki otomotiv þirketi olmuþtur. OYAKýn iþin içinde olmasý, yani Ordu Yardýmlaþma Kurumunun bundan birinci dereceden etkileniyor olmasý, kaçýnýlmaz olarak ordunun devreye girmesini getirmek durumundadýr. Ancak OYAKýn tek faaliyet alaný otomotiv sektörü de deðildir. OYAKýn sahip olduðu þirketler arasýnda Tam Gýda, Entaþ Tavukçuluk, Tukaþ konservecilik, Pýnar Et ortaklýðý, Kutlutaþ Holding (inþaat) bulunmaktadýr. (Tam Gýda, OYAKýn Ýslam Kalkýnma Bankasý ile ortak kurduðu bir þirkettir. Bu ortaklýk bile, son geliþmelerin gerçekte bir laiklik sorunu olmadýðýný açýk biçimde göstermektedir.) Ýslamcý sermaye denilen kesimin temel faaliyet alanlarýna bakýldýðýnda OYAK ile olan çatýþmasýnýn ne boyutlarda olduðunu görmek olanaklýdýr. Ancak bu çatýþma uzun süreden beri devam etmekle birlikte, çatýþmayý þiddetlendiren olaylardan birisi otomotiv alanýnda ortaya çýkmýþ, diðeri de gýda ürünleri alanýnda olmuþtur. RP-DYP koalisyon hükümeti döneminde Et-Balýk Kurumunun HakÝþe satýlmasý, bu alandaki geliþmeleri hýzlandýrmýþtýr. Görüldüðü gibi, son geliþen olaylar içinde ordunun doðrudan yer almasýna yol açan olaylar dizisi, generallerin en önemli gelir kaynaklarýndan olan OYAKýn islamcý sermayenin geliþmesinden birinci dereceden etkilenmesiyle baðlantýlýdýr. Generallerin holdingi 142 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ OYAK temelinde generaller devreye girmiþtir. Daha önce de belirttiðimiz gibi, tüm bu geliþmeler içinde oligarþinin tam bir birlik içinde olmadýðý da kesindir. Sabancý Holding bu geliþmeler karþýsýnda tarafsýz bir konumda kalmaya özen göstermektedir. Kullanýlmýþ otomobil ithali yasasý döneminde olduðu gibi Sabancý Holdingin bu tarafsýz konumu, gerek tekelleþememiþ sanayi ve ticaret burjuvazisiyle olan iliþkileri, gerekse ayný alanlarda yeni yatýrýmlara giriþmesinden kaynaklanmaktadýr. (Toyota-Sabancý ortaklýðý gibi) Sabancýlarýn RP hükümetine daha sýcak bakmasýnýn arkasýnda yatan neden de aynýdýr. Görüldüðü gibi, ülkemizdeki siyasal iliþkiler alanýnda görülen tüm geliþmeler, sömürücü sýnýflarýn kendi aralarýndaki çýkar çatýþmasýnýn ürünleri durumundadýr ve bu çatýþmanýn boyutlarýna göre biçimlenmiþtir. Bir baþka deyiþle, ülkemiz yakýn tarihinde görülen deðiþik olaylar, 1965 APsi ,1960 sonlarýnda N. Erbakanýn baþýný çektiði takunyalýlarýn APden ayrýlarak MNPyi kurmalarý, F. Bozbeylinin baþýný çektiði DPlilerin APden kopmalarý, I. ve II. Erim hükümetleri, I. ve II. MC hükümetleri, 1980 yýlýnda AP-CHP koalisyon hükümeti kurulmasý giriþimleri, 1984 ANAPý ve günümüze kadar oluþturulan ve bozulan koalisyon hükümetleri yeni-sömürgecilik yöntemlerinin ülkemizdeki evriminin ürünleri olmuþlardýr. Ve her dönem, egemen sýnýflarýn kendi aralarýndaki çeliþkilerinin keskinleþmesi, mevcut düzenin siyasal iliþkiler alanýnda bunalýmlar yaratmýþ ve her bunalým döneminde her kesim kendisine deðiþik sýnýflarý yedekleyebilmek için faaliyet yürütmüþtür. 1980 sonrasýnýn popüler söylemiyle söylersek, sömürücü sýnýflarýn kendi içlerinde oluþturduklarý consensus 1965de APyi ve 1984 de ANAPý ortaya çýkarmýþtýr. Ancak bu uzlaþmalar, ülkenin çarpýk ekonomik yapýsýnda uzun soluklu olamamýþ ve yerini çatýþmaya býrakmýþtýr. Zaman zaman oluþturulan deðiþik koalisyon hükümetleri, bu çatýþma ortamýnda gerçekleþtirilmiþ geçici uzlaþmalar olarak ortaya çýkmýþtýr. Sýnýfsal olarak oligarþi ile oligarþi dýþýndaki sömürücü sýnýflar arasýndaki çeliþkinin çatýþma-uyum diyalektiði içindeki sürecine göre þekillenen bu iliþkiler tüm açýklýðýna karþýn, solda egemen olan oportünist ve revizyonist kavrayýþlarla toplumsal muhalefet ya da mevcut düzene karþý bir süreç olarak deðerlendirilebilinmiþtir. Deðiþik zamanlarda kendisine devrimci diyen deðiþik sol örgütlerin yayýnladýklarý müslüman halkýmýza baþlýklý bildiriler, açýklamalar, tümüyle sýnýfsal perspektifin bir yana býrakýlmasýnýn ürünleri olmaktadýr. Mart ayýnda geliþen siyasal olaylar (üniversitelerde türban eylemleri ve Genelkurmayýn 20 Mart muhtýrasý vb.), dün olduðu gibi, bugün de devrimcilerin þeriatçýlýk ve laiklik konusunda da açýk ve Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 143 KURTULUÞ CEPHESÝ net bir belirlemeye sahip olmalarýný ve buna uygun bir pratik yürütmeleri gereðini açýk biçimde ortaya koymuþtur. Bu, ayný zamanda, yeni-sömürgecilik koþullarýnda bizim gibi ülkelerde ortaya çýkan tekelleþememiþ sanayi ve ticaret burjuvazisi karþýsýnda proletaryanýn sýnýfsal tutumunun belirlenmesi demektir. Bu konularda açýk ve net bir belirlemenin ortaya konulabilmesi için, þüphesiz ülkemizin doðru bir sýnýfsal tahlilinin yapýlmasý zorunludur. Sýnýfsal perspektifi bir yana býrakan her türden deðerlendirme ve tahliller, lafta ne söylerse söylesin, pratikte sýnýf mücadelesinin reddi demektir. Geliþen siyasal olaylar karþýsýnda þaþkýnlýða düþenler, her zaman sýnýf perspektifine sahip olmayanlar olmuþtur. Mevcut durumdaki geliþmelerin ülkemiz solu açýsýndan ortaya koyduðu en temel gerçek de budur. 144 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ ... Ve Genelkurmay Devreye Girer (II. Perde) KURTULUÞ CEPHESÝ Sayý: 44, Temmuz-Aðustos 1998 Mayýs-Haziran 1997 tarihli Kurtuluþ Cephesinin 37. sayýsýnda, DHKP-C ile PKK arasýnda imzalandýðý ilan edilen protokol sonrasýnda, A. Öcalanýn Sol eðer ittifak yapmayý bilmezse biz sorunlarýmýzý Genelkurmayla çözümleriz beyaný üzerine yaptýðýmýz deðerlendirmenin baþlýðý ... Ve Genelkurmay Devreye Girer idi. Harp Akademileri Komutanlýðý nýn Özelleþtirme ve Türk Silahlý Kuvvetleri baþlýklý raporu, 29 Temmuz 1998 günü gazetelerde yayýnlandý. Bu raporla birlikte, 28 Þubat 1997 tarihinden günümüze kadar geliþen olaylar içinde Genelkurmayýn nasýl devreye girdiði açýk biçimde gözler önüne serilmektedir. Ancak bu, A. Öcalanýn düþündüðünden farklý olarak, 28 Þubat 1997de þeriatçýlýk konusunda devreye giren Genelkurmayýn giriþiminin ikinci perdesini oluþturmaktadýr. Bilindiði gibi, oligarþi, herzaman karþý karþýya bulunduðu sorunlarý kendi siyasal kadrolarý aracýlýðýyla çözemediði her koþulda kendi silahlý güçlerini, yani orduyu devreye sokmuþtur. Bugüne kadar gerçekleþtirilen tüm askeri darbeler, oligarþinin kendi yönetimini ve sömürüsünü sürdürebilmek için, siyasal zoru alabildiðine kullandýðýnýn açýk olgularýdýr. Geçen yýldan bugüne kadar geliþen süreçte, oligarþi, kendi dýþýndaki sömürücü sýnýflarla olan çatýþmasýna karþý, sürekli olarak Genelkurmayý devreye sokmuþtur. Sömürüyü disipline etme Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 145 KURTULUÞ CEPHESÝ amacýyla askeri zor aygýtýnýn devreye bu sokuluþu gazetelerde yayýnlanan son raporla birlikte daha da belirginleþmiþ bulunmaktadýr. Ancak bu kez, Genelkurmay, anti-emperyalist ve anti-tekelci bir söylemle kamuoyunun karþýsýna çýkmaktadýr ve bu baðlamda ideolojik dayatmalardan sözetmektedir. (12 Mart 1971 muhtýrasý da ilerici, laik, Atatürkçü söylemle kaleme alýnmýþtýr.) Özelleþtirme konusunda, Harp Akademileri Komutaný Orgeneral Necati Özgen imzasýyla kamuoyuna sunulan rapor þunlarý söylemektedir: - Özelleþtirme Batýlý ülkeler veya bunlarýn etkin olduklarý uluslararasý sermaye tarafýndan geliþmekte olan ülkelere telkin edilmekte, hatta dayatýlmaktadýr. - Bu dayatmanýn nedeni, uluslararasý sermayenin bu ülkelere girmesi ve özellikle üretim ünitelerine girmelerinin koþullarýný yaratmaktadýr. - Özelleþtirme günümüzde özel kesime kaynak aktarma politikalarýna dönüþmüþtür. - Özelleþtirme ile kamu tekelinden çok daha vahim sonuçlar doðuracak olan özel tekeller yaratýlýr. Arjantin, Meksika ve Þili örneðinde görüldüðü gibi, ülke ekonomisi az sayýda holdinge teslim edilmiþ olur. - Özelleþtirme ve yabancýlaþtýrma ideolojik bir dayatmadýr. - Devletin küçültülmesi teziyle, sosyal devlet olgusu budanacak, bu da gelir daðýlýmýnýn daha da bozulmasýna ve çok ciddi sosyal patlamalara neden olacaktýr. 146 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ Görüldüðü gibi, oligarþinin ordusu, uluslararasý sermayeden sözetmekte ve bu sermayenin geri-býraktýrýlmýþ ülkelere yaptýðý dayatmalardan yakýnmaktadýr. Biraz sol yayýnlarý izleyen herhangi bir yurttaþýn bile kolayca görebileceði gibi, rapor tümüyle sol bir anti-emperyalist söylem içermektedir. Oligarþinin iþbirlikçi tekelci burjuvazinin aðýrlýkta olduðu bir avuç sömürücü azýnlýktan oluþtuðu ve bunlarýnda emperyalizmin ülke içindeki uzantýlarýndan baþka birþey olmadýðý gerçeði düþünüldüðünde, rapordaki anti-emperyalist söylemin ardýnda bir baþka þeylerin yattýðýný herkese düþündürtecektir. Kurtuluþ Cephesinin çeþitli yazýlarýnda ortaya koyduðumuz gibi, son yýllarda sömürücü sýnýflar arasýndaki çýkar çatýþmasý giderek keskinleþmiþtir. Bu keskinleþen çatýþma, bir yandan oligarþinin siyasal kadrolarý arasýnda ayrýþmaya neden olurken, diðer yandan oligarþi içinde çeþitli çatýþmalar ve uyumsuzluklar ortaya çýkarmýþtýr. Özellikle baþýný Koç Holding in çektiði bir kesim, AB konusundan özelleþtirmeye kadar pekçok konuda izlenen popülist politikalara karþý çýkmaktadýrlar. Sabancýlarýn muhalefetine raðmen, Genelkurmay, yönetimin askerileþtirilemediði koþullarda farklý bir biçimde devreye sokulmuþtur. Asya Krizinin patlak verdiði koþullarda oligarþinin askeri kadrolarý aracýlýðýyla bir kez daha devreye giriþi kaçýnýlmaz olmuþtur. Bilinebileceði gibi, Asya Kriziyle birlikte aþýrý-sermaye birikimi, Uzakdoðu Asya ülkelerinden baþka alanlarda kendisine yeni kaynaklar bulmak durumundadýr. Bu konuda, Latin-Amerika ve Türkiye önde gelen ülkeler konumundadýr. Özelleþtirme konusunda Latin-Amerika ülkelerine nazaran daha geriden gelen Türkiye, Asya Krizi ile açýða çýkan para-sermaye için kýsa ve orta vadeli önemli bir alan olarak ortaya çýkmaktadýr. Özelllikle bazý Japon tekelleri ile bankalarý ellerindeki para-sermayeyi bu yönde deðerlendirmek istemektedirler. Son haftalarda kamuoyuna yansýdýðý gibi, TOYOTA, parasermayesini Türkiye üzerinden Batý-Avrupaya yönlendirme kararý almýþ bulunmaktadýr. Bunun gibi, doðrudan kamuoyuna yansýmayan geliþmeler, Türkiyeye kýsa vadede önemli bir para-sermaye akýmýnýn ortaya çýkmasýna neden olabilecektir. Bunun gerçekliði ise, sanýlanýn tersine, borsa deðil, doðrudan doðruya ülkedeki sanayi kuruluþlarýdýr. Bu baðlamda, özelleþtirme, bu para-sermayenin ülkeye giriþinin önkoþulu durumundadýr. Son Petrol Ofisi özelleþtirmesinde de görüldüðü gibi, adý saný duyulmamýþ Türkiye vatandaþý, milyarlarca dolarlýk özelleþtirme ihalelerine girebilmektedir. Ýþte bu geliþmeler, Genelkurmayýn devreye giriþinin ikinci perdesi açýlmýþ oldu. Dünyadaki ve ülkemizdeki bu geliþmelere gözlerini kapayanlar (Y. Küçük vb.), bu durumlarý ordunun Kemalist geleneði olarak elbette yorumlayabileceklerdir. Þüphesiz yaþýyor olsaydý Doðan Avcýoðluna yeni kemalist devrim planlarý yaptýrtacak bu tür yorumlar, solun içinde bulunduðu ideolojisizlik ortamýnda etkili de olabilecek- Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 147 KURTULUÞ CEPHESÝ tir. Özellikle küçük-burjuva aydýnlarý, bu geliþmeler karþýsýnda ordu kýlýcýný ne zaman atacak beklentisiyle oligarþinin ve Amerikan emperyalizminin çýkarlarýnýn açýk sözcüsü durumuna gelmeleri de uzun sürmeyecektir. Ama, bu iliþki ve çeliþkiler içinde ilk iki perdesi oynanan oyunun üçüncü perdesinin nezaman oynanacaðýný fazla beklemek gerekmeyecektir. 148 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ Mevcut Durum ve Gerçekler KURTULUÞ CEPHESÝ Sayý: 46, Kasým-Aralýk 1998 Kasým ayýna girildiðinde, ülkemizin politik gündemi birbiri ardýna gelen olaylar dizisi ile þekillenmeye baþlamýþtýr. Bir yanda kaset savaþlarý olanca hýzýyla sürerken; diðer yanda türban eylemleri, YÖKün kuruluþundan bugüne kadar devrimci ve ilerici öðrencilerin protestolarýna sahne olan 6 Kasýmý þeriat gösterisine dönüþtürmüþtür. Tüm bunlarýn yanýnda A. Öcalanýn Ýtalyaya gidiþi, Türk milliyetçilerinin zafer ve savaþ nidalarýyla yeni bir gündem oluþturmuþtur. Her yeni geliþmenin, tekil ve belirli bir zaman süresini kapsayan bir olay olmaktan çýktýðý ve kendi içinde belirli bir zamanýn ötesine geçen süreçler ortaya çýkardýðý bir dönemde, bu olaylar dizisi, geniþ halk kitlelerine yönelik demagojik propagandalarýn yoðunlaþmasýný getirmiþtir. Böylece, geliþen olaylar dizisinin bizatihi kendisinden çok, bu olaylar dizisinin kitlelere sunuluþu ve bunun etkileri, geliþmeleri belirleyen özellikler kazanmasýný getirmektedir. Kaset savaþlarý, ne düzeyden ele alýnýrsa alýnsýn, oligarþi ile oligarþi dýþýndaki sömürücü sýnýflar arasýndaki çeliþkinin ve çatýþmanýn nihai hesaplaþma noktasýna geldiðini göstermektedir. Ayný þekilde, 28 Þubat 1997 tarihinden bu yana geliþen laiklik karþýtý hareketler olarak tanýmlanan olaylar dizisi, türban eylemleri ile ayný hesaplaþ- Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 149 KURTULUÞ CEPHESÝ manýn bir devamý niteliðindedir. Gerek kaset savaþlarý, gerekse türban eylemleri, belirgin ekonomik nitelikleriyle, siyasal yönetim ile ekonomik iliþkiler alaný arasýndaki gözle görülmeyen binlerce baðý ortaya sermektedir. Dünya ekonomik buhranýnýn geliþtiði bir evrede, oligarþinin (özellikle Koç Holding merkezli kesimi) tekelleþememiþ burjuvaziye yönelik çatýþmayý öne çýkarmasý, ayný zamanda, dünya ekonomik buhraný koþullarýnda nasýl bir geliþimin ortaya çýkacaðýný da göstermektedir. Kaset savaþlarýnýn açýk biçimde gösterdiði gibi, 12 Eylül döneminde ortaya çýkan ve palazlanan bir kýsým orta sermaye kesimlerinin, devlet olanaklarýný nasýl kullandýðý ve bu sayede nasýl geliþtiði daha açýk hale gelmiþtir. Öyle ki, 12 Eylül faþist askeri yönetimiyle kurulan iliþkiler sonucu, pekçok küçük ve orta sermaye kesimi devlet kredileri yoluyla kendilerine yeni yatýrým olanaklarý saðlamýþlardýr. Bunun temelinde, oligarþi ile bu kesimler arasýnda 1980 yýlýnda yükselen devrimci mücadeleye karþý varýlmýþ olan consensus yatmaktadýr. Öyle ki 1980 yýlýnda olduðu gibi TÜSÝAD devreye girmiþ ve doðrudan görüþmelerle yeni bir sömürücü sýnýflar birliði oluþturmaya yönelmiþti. Tekelci-burjuvazinin bu yeni giriþimi, temel olarak, kendi dýþýndaki sömürücü sýnýflarý fraksiyonlar ve bireyler düzeyinde birleþtirmeye dayanýyordu. Daha ucuza mal olacak bir taviz politikasý uygulanarak, karþý gücü bölmek en önemli hedefti. Son tahlilde tekelci burjuvazinin kendi ekonomik gücünü kullanarak (rüþvet yoluyla, daha tam deyiþle adam satýn alarak) bazý fraksiyonlarý ya da bireyleri kendi etrafýnda toplamasý demekti. Tarihsel olarak, burjuvazinin aristokrasiye karþý uyguladýðý bir politika olarak Ýngilterede oldukça baþarýlý olmuþtu. Olasý bir baþarýnýn olanaklarýndan yararlandýrma (devlet kredileri, teþvikler, ihaleler vb. olanaklar) ile tekelci-burjuvazinin sahip olduðu bankalardan kredi saðlama önceliði ve þirketlerin ihalelerinin verilmesi olarak sunulan bu rüþvet oldukça etkili oldu. Artan enflasyon ve yüksek kredi faizleriyle iflas eþiðine gelmiþ sanayi ve ticaret burjuvazisinin büyük bir kýsmý, bu yolla T. Özala baðlandý. Ve yine ihracat teþvikleri ve devlet ihalelerinden yararlanma önceliði vaadiyle büyük toprak sahipleri, büyük sürü sahipleri ve Anadolu tüccarlarý ittifaka sokuldu. (Zaten BTP nin kapatýlmasýyla bu kesimler politik planda etkili olamayacaklarýný görmüþlerdi.) Geriye kalan küçük sanayiciler ve büyük esnaf çevreleri, büyük ölçüde tekelciburjuvaziye baðlý olduklarýndan, yeni iþ olanaklarý vaadiyle kazanýldý.* 150 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ Bugün kaset savaþlarý, oligarþinin 12 Eylül döneminde oluþturmuþ olduðu sömürücü sýnýflar ittifakýnýn bozulmasýnýn ve bunun sonucu olarak her kesimin eski dönemdeki iliþkilerini kullanarak kendisine yeni olanaklar saðlamasýnýn bir sonucudur. T. Özal döneminde, bizzat T. Özalla kurulan iliþkilerle sürdürülen devlet olanaklarýndan yararlanma, T. Özalýn ölümünden sonra önemli bir kesintiye uðramýþtýr. 1991 Ekim seçimlerinden Demirelin baþkanlýðýndaki DYPnin birinci parti olarak çýkmasý ve E. Ýnönülü SHP ile koalisyon hükümeti kurmasý, bu kesintinin baþlangýcýný oluþturmakla birlikte, T. Özal, Cumhurbaþkaný yetkilerini kullanarak, devlet üzerinde etkili olabildiði için, kesin sonuçlarý T. Özalýn 1993 yýlýnda ölümüyle birlikte ortaya çýkmýþtýr. Bugüne kadar, T. Özal ve ANAP iliþkileri ile palazlanan küçük ve orta sermaye kesimleri ve de yeni zenginler (ki bunlarýn bir kýsmý 12 Eylül holdingleridir), 1993 sonrasýnda, gerek oligarþinin yeni uygulamalarýyla, gerekse Demirelli DYP çevresinde toplanan diðer küçük ve orta sermaye kesimlerinin etkili olmasýyla birlikte, eskisi gibi rahatça iþlerini yürütmeleri olanaksýz hale gelmiþtir. Bu durum, ilk planda, bu kesimler arasýnda bir iç hesaplaþma baþlatmýþtýr. Bunun en tipik örneði, Engin Civanýn Selim Edesin rüþveti geri almak için Alaattin Çakýcý tarafýndan vurdurulmasý olmuþtur. Tüm kamuoyunun çok iyi bildiði gibi, bu olayda Alaattin Çakýcý ile olan iliþkiler Ahmet Özal-Semra Özal tarafýndan kurulmuþtur. Emlak Bankasý na iliþkin yolsuzluklar ve rüþvetler, bu olayla açýk hale gelmiþtir. Ancak gerek oligarþi içindeki çeliþkiler, gerekse devlet bürokrasisinin teknokratlaþtýrýlmasý uygulamalarý sonucu, bu olaylar kendi içinde sýnýrlandýrýlmýþ ve üstü kapatýlmýþtýr. Ama olaylarý yakýndan izleyen herkesin açýk biçimde gördüðü gibi, bu dönemden itibaren, 12 Eylül döneminin holdingleri ve yeni zenginler, rüþvet, tehdit ve þantaj yolu ile kendi iþlerini sürdürmeye devam etmiþlerdir. O güne kadar adý saný duyulmamýþ pekçok iþadamýnýn, kaset savaþlarýyla birlikte sözü edilebilir bir zenginliðe sahip olduklarý kamuoyuna yansýmýþtýr. Trilyonlarca paranýn elden ele geçtiði, milyonlarca dolar rüþvetin daðýtýldýðý bir dönemde, en etkin silahýn rüþvet, tehdit, þantaj ve cinayet olduðu açýða çýkmýþtýr. Kendi sözcükleriyle söylersek, iþadamlarý ile devlet ve politikacýlarýn iliþkisi, 12 Eylül askeri yönetimiyle birlikte, tümüyle yasal görünüm altýnda yasadýþý bir iliþki aðý oluþturmuþtur. Bu, herþeyin herkese karþý kullanýlmasý demektir. T. Özalla birlikte baþlayan ve felsefik karþýlýðýný pragmatizmde bulan anlayýþ, böyle bir iliþkiler aðý içinde egemen bir dünya görüþü olarak ortaya çýkmýþtýr. Devletin, egemen sýnýfýn baský aygýtý olma özelliði ve parlamentoda bulunan sað partilerin egemen sýnýfýn siyasal temsilcileri olmasý gerçeði, * THKP-C/HDÖ, Politikleþmiþ Askeri Savaþ Stratejisi ve Devrimci Taktiðimiz Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 151 KURTULUÞ CEPHESÝ bu iliþkiler aðýnýn devrimci ve ilerici kesimler tarafýndan fazlaca yadýrganmamasýný getirmiþtir. Pragmatizm, günlük dille söylersek köþe dönmecilik, iþ bitiricilik toplumsal ölçekte üretilmiþ olduðundan, ayný yadýrganmama durumu geniþ kitleler açýsýndan da ortaya çýkmýþtýr. Son Korkmaz Yiðit-Mesut Yýlmaz iliþkisinde görüldüðü gibi, konu, beceriksizlik baðlamýnda deðerlendirilmiþ ve sonucu merakla beklenen bir macera filmi izleyen bir televizyon seyirciliðine dönüþmüþtür. Televizyonlarýn canlý yayýnlarý, sunucularýn heyecanlý ve hararetli haber aktarýþlarý, tümüyle bu merakýn birer yansýsý olarak ortaya çýkmýþtýr. Öyle ki, canlý yayýnlar, siyasal gerçeklerin teþhir edildiði ve tüm pisliklerin ortaya döküldüðü, dolayýsýyla izleyeni sürekli bir gerilim ve beklenti içinde tutan bir diziye dönüþmüþtür. Böyle bir ortamda, sol örgütler ve kesimler, iniþli çýkýþlý borsa haberleri izleyicileri gibi, olaylarýn gerilim dolu geliþimini izleyen ve biz demiþtikle sýnýrlandýrýlmýþ bir ajitasyonla yetinen bir görünüm içinde olmuþlardýr. Kitlelerin bilinçlendirilmesinin en temel unsuru durumunda olan siyasal gerçeklerin açýklanmasý eylemi, canlý yayýnlarla gerçekleþtirildiði varsayýldýðýndan, tümüyle bir yana býrakýlmýþtýr. Oligarþinin bu iliþkiler içinde devletin yeniden yapýlandýrýlmasý yönündeki planlarý ve bu yöndeki genelkurmay uygulamalarý, solda deðiþik tartýþmalarýn ve yaklaþýmlarýn da ortaya çýkmasýna yol açmýþtýr. PKKnin son ateþ-kes ilaný sýrasýnda yaptýðý açýklamada da görüldüðü gibi, devletin yeniden yapýlandýrýlmasý, ülkedeki pekçok sorunun çözüm platformu gibi algýlanmýþ ve benimsenmiþtir. Teorik olarak, tüm bunlarýn temel nedeninin, ülkemizdeki oligarþik yönetim ve bu baðlamda emperyalizme baðýmlýlýk, dolayýsýyla demokratik devrimin tamamlanmamýþ olduðu hemen herkes tarafýndan açýkça bilinmektedir. Ve ayný þekilde, sorunun çözümünün demokratik devrimde olduðu sonucu da kolayca çýkarýlabilmektedir. Ama bu açýk bilinmelere ve kavramalara karþýn, somutta hemen hemen hiçbir ilerleme olmamakta ve sorun demokrasi sorunu olduðu noktasýnda muðlaklaþtýrýlmaktadýr. Ýþte geliþen tüm olaylar içinde, olaylarýn bizzatihi kendisi dýþýnda, en temel sorun burada odaklanmaktadýr. 1970lerden itibaren küçük-burjuva radikallerinin, yani devrimci-milliyetçilerin, bürokrasi ve ordu içinden tasfiyesi ile birlikte baþlayan süreç, böyle bir ortamda küçük-burjuva radikal hareketlerinin ortadan kalkmasý sonucunu getirmiþtir. Dolayýsýyla, 1980 öncesinde pekçok geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde olduðu gibi, ülkemizde de görülen küçük-burjuva devrimci-milliyetçi hareketler ve örgütlenmeler, günümüzde mevcut deðildir. Böyle olunca, nüfusun çoðunluðunu oluþturan küçük-burjuva kitlelerin politize olmasý ve radikalleþmesi, geçmiþ dönemlerdekiyle kýsaylanmayacak boyutta azalmýþ ve önemini yitirmiþtir. Ancak, her siyasal hareketin ve tavrýn ekonomik bir temeli olduðu 152 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ gerçeði gözönüne alýndýðýnda, ortaya çýkan bu durumun, salt üstyapýsal, yani küçük-burjuva kitlelerin örgütlenme ve eylemlilikleriyle ilgili olduðu bir gerçektir. Dolayýsýyla, küçük-burjuvaziyi politize eden ve radikalleþtiren ekonomik temel, varlýðýný sürdürmekte, ancak bunun siyasal yansýlarý ortaya çýkamamaktadýr. Bu durumun gerçekliði ise, suni denge belirlemesi içinde ortaya çýkmaktadýr. Geliþen olaylar dizisi içinde, tüm halk kitlelerinin ve bunun bir parçasý olarak küçük-burjuvazinin mevcut düzene ve bu düzenin iþleyiþine karþý tepkileri her dönemdekinden çok daha fazladýr. Ancak, bu tepkiler açýk hale gelememekte ve saptýrýlmaktadýr. Bu tepkileri açýða çýkartacak ve örgütleyecek, ne maddi bir devrimci alternatif güç, ne de küçük-burjuva radikal örgütlenmesi bulunmamaktadýr. Mevcut düzene karþý alternatif devrimci bir gücün maddi bir güç haline getirilmesi, devrimci öncünün poltik-askeri eylemiyle olanaklýdýr. Ama ülkemizdeki iliþki ve çeliþkiler aðý, devrimci öncünün politik-askeri eylemini baþlatmasý ve sürdürmesini ne denli bir zorunluluk haline getiriyorsa, o denli önemli engeller ortaya çýkarmaktadýr. Devrimci öncünün maddi bir güç haline gelmesinin en temel engeli, kitlelerin tepkilerinin oligarþinin siyasal zoruyla pasifize edilmiþ olmasý deðildir. Çünkü, kitlelerin tepkilerinin oligarþinin siyasal zoru ile pasifize edilmiþ olmasý, bizzat devrimci öncünün politik-askeri eyleminin zorunluluðunun maddi temelini oluþturur. Yani, kitlelerin tepkilerinin oligarþinin siyasal zoru ile pasifize edilmiþ olmasý, devrimci öncünün politik-askeri eyleminin nedeni ve hedefi durumundadýr. Devrimci öncü, politik-askeri eylemi ile, halk kitlelerinin tepkileri ile oligarþi arasýnda kurulmuþ olan bu dengeyi, suni dengeyi bozmak durumundadýr. Öte yandan, devrimci öncünün politik-askeri eylemi, gerek hazýrlýk aþamasýnda, gerekse baþlangýç evrelerinde önemli sorunlarla yüzyüze kalmaktadýr. Bu sorunlar, geçmiþ dönemlerdeki hazýrlýk ve baþlangýç evresi sorunlarýndan çok daha derinleþmiþ sorunlar durumundadýr. Gerek Latin-Amerika genelinde, gerekse ülkemiz somutunda, 1980 öncesinde küçük-burjuvazinin politizasyonuyla birlikte devrimci mücadele, bu kesimlerin radikalleþmesine paralel bir geliþim göstermiþtir. Ýþçi sýnýfý ve köylülüðün, devrimci mücadelenin geliþimine paralel olarak, mücadelenin içinde yer almalarý, küçükburjuvazinin radikalleþmesini daha da ileriye götürmüþtür. Özellikle silahlý mücadelenin temel mücadele biçimi olarak tartýþmasýz bir üstünlüðe sahip olmasý, devrimci mücadelenin bu geliþimiyle birlikte ortaya çýkmýþtýr. Devrimci öncü, bu süreç içinde, doðru politikaskeri bir çizginin oluþturulmasý ve buna uygun bir örgütlenmenin gerçekleþtirilmesi yönündeki eylemi ile, politize olmuþ kitleler içinden artan oranda kadrolar çýkartarak, hazýrlýk aþamasý sorunlarýný Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 153 KURTULUÞ CEPHESÝ çözebilmiþ ve politik-askeri eylemlerine baþlamýþtýr. Özellikle, geribýraktýrýlmýþ ülkelerde uygulanmaya baþlanan yeni-sömürgecilik yöntemleri, kitlelerin, özellikle de küçük-burjuvazinin anti-emperyalist tepkilerini artýrdýðýndan, devrimci öncünün politik-askeri eylemleri, anti-emperyalist temelde büyük bir geliþim göstermiþtir. Ancak, her zaman ve her yerde olduðu gibi, küçük-burjuvazinin sýnýfsal niteliði, uzun soluklu bir devrimci mücadelenin sürdürülmesi için uygun deðildir. Dolayýsýyla, devrimci mücadelenin geliþimi ve silahlý mücadelenin sertleþmesi karþýsýnda, küçük-burjuvazinin önemli bir kesimi küçük ekonomik, sosyal ve siyasal tavizler karþýlýðýnda devrim saflarýný terketmiþler ve kalanlarý da oligarþi-emperyalizm ikilisinin siyasal zorunu askeri biçimde maddeleþtirmesiyle sindirilmiþlerdir. (Hemen her dönemde oligarþinin siyasal zorunun kitlesel ölçekte ilk hedefi bu küçük-burjuva kesimi olmuþtur. Özellikle faþist milis örgütlenmeler, bu kesimlere yönelik pasifikasyon için kullanýlmýþtýr.) 1980 dünya ekonomik buhraný ortamýnda, geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde kitlelerin (dolayýsýyla küçük-burjuvazinin) politize olmasý ve tepkilerini açýða vurabilmesi için koþullar olgun olmakla birlikte, yönetimin askerileþtirilmesiyle birlikte siyasal zorun geniþ ölçekte kullanýlmasý sözkonusu olmuþtur. Ülkemiz somutunda da açýk biçimde görüldüðü gibi, bu uygulamalar 1980lerin sonuna gelindiðinde etkisini önemli ölçüde yitirmiþtir. Ancak, buna paralel olarak uygulamaya sokulan demokratik açýlým programlarýyla, yani Amerikan emperyalizminin demokrasi projesiyle birlikte, küçük-burjuva aydýnlarý ve radikalleri satýn alýnmýþtýr. Kurtuluþ Cephesinin deðiþik sayýlarýnda ortaya koymaya çalýþtýðýmýz gibi, bu satýn almanýn boyutlarý, hiçbir dönemle kýyaslanmayacak kadar büyük ve geniþ olmuþtur. Özellikle küçük-burjuva aydýnlarý, geçmiþ dönemde proletaryanýn ideolojik hegemonyasý altýnda kendilerini sol olarak tanýmladýklarý için, bu satýn alma olayý solda önemli sonuçlar doðurmuþtur. Yeni yetiþen devrimci kuþak, bu solcu küçük-burjuva aydýnlarýnýn yeni dünya görüþünün etkisi altýnda kalmýþtýr. Bunun sonucu ise, silahlý propagandayý temel alan devrimci öncünün kadrolaþtýrmada önemli sorunlarla karþý karþýya kalmasý olmuþtur. Ayný sürecin diðer sonucu ise, küçük-burjuva kitlesinin kolay politize olmasýyla birlikte geliþen kitlesel eylemlilikler üzerinde olmuþtur. Özellikle legal alanda örgütlenen revizyonistler ve oportünistler ile ekonomik-demokratik kitle mücadelesi bu durumdan büyük ölçüde etkilenmiþlerdir. Revizyonistler ve oportünistlerin geçmiþ dönemlerde küçükburjuvazinin politizasyonuna dayanan kitleselleþme özellikleri, küçük-burjuva aydýnlarýnýn satýn alýnmýþlýðý koþullarýnda, bu kesimlerin görüþlerinin benimsenmesini getirmiþtir. Bu revizyonist ve oportü- 154 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ nistler, eski dönemdeki gibi kitleselleþebilmek için küçük-burjuvaziyi etkileyen ve yönlendiren bu aydýnlarýn dünya görüþlerini benimsemekte fazlaca tereddüt etmemiþlerdir. Çünkü onlar, geçmiþ dönemdeki kitleselleþmeleri olgusunun temelinde küçük-burjuvazinin politize olmasýnýn yattýðýný ve buna dayanarak ve bunlara yönelik politikalar izleyerek kitleselleþtiklerini çok iyi bilmektedirler. Ve bir kez daha, ayný politikalarla kitleselleþebilmeyi ummuþlardýr. Oysa ki, koþullar deðiþmiþ ve çeliþkiler farklýlaþmýþtýr. Dünün hýzla politize olan küçük-burjuvazisi, ayný hýzla radikalleþebilmekteyken, günümüzde adam satýn alma uygulamalarýyla ne politize olabilmekte, ne de radikalleþebilmektedir. Doðal olarak, geçmiþ dönemlerdeki gibi kitleselleþme peþinde koþan revizyonistler ve oportünistler, üzerinde rahatça politika yapabilecekleri bir kitlesel temele sahip deðildirler. Eski solcu, yeni demokrat küçük-burjuva aydýnlarý, emperyalizm ve oligarþinin politikalarýyla tam bir uyum içinde faaliyet yürütmektedir. Bu faaliyetin en temel unsuru, küçük-burjuva kitlelerin politize edilmemesidir. Ne zaman bir gerilim ortaya çýksa, kitlelerin politize olmalarý gündeme gelse, bu küçük-burjuva aydýnlarý, tüm basýn-yayýn olanaklarýný kullanarak kitleleri sakinleþtirmeye çalýþmaktadýrlar. Bu ortamda, revizyonistlerin ve oportünistlerin, geçmiþ dönemlerde olduðu gibi kitleselleþmeleri sözkonusu olmadýðý gibi, kitle eylemlilikleri içinde kendilerini bir siyasal güç olarak ortaya koyabilmeleri de sözkonusu olamamaktadýr. Yapabildikleri tek þey, küçük-burjuva aydýnlarýnýn emperyalizmin ve oligarþinin politikalarýna uygun faaliyetlerinin kuyruðuna takýlmaktýr. Örneðin, A. Öcalanýn Ýtalyada bulunuþuyla birlikte baþlayan ve baþýný MHPli faþistlerin çektiði þovenist gösteriler karþýsýnda oportünistlerin elinde bulunan KESK, daha önceden planladýðý tüm eylemleri iptal etmiþtir. Popüler dilden söylersek, KESK, bu yolla yükselen toplumsal gerilimi daha da týrmandýrmamak iþlevini üstlenmiþtir. Bunun politik dildeki karþýlýðý ise, KESKli oportünistlerin, geçmiþ dönemde kendilerini vareden radikalliði bir yana býrakmalarýdýr. Çünkü onlar kitlelerin politize olmasýndan korkmaktadýrlar. Böylece kendi varoluþ temellerini, kendi altlarýndan kendileri çekip almaktadýrlar. Elbette verdiðimiz bu örnek, geçmiþ dönemin DYsi, günümüzün ÖD Partisi çevresinde toplaþmýþ olan kitleselleþmiþ oportünistlere iliþkindir. Bunun yanýnda, bu geliþmeleri, iliþkileri ve dönüþümleri gözönüne almayarak, geçmiþ dönemin DYsini kendilerine kýlavuz edinen çevreler de vardýr. Bunlar, 1980 öncesinin DYli oportünistlerinin kitleselliðine duyduklarý özlemle radikal kitle eylemleri yanlýsý tutumlar sergilemektedirler. Bu baðlamda, her türlü þovenizme, emperyalizme, faþizme karþý olarak radikal küçük grup eylemleri gündeme getirmektedirler. Her seferinde nicelik olarak azalan katýlýmlarla sürdürülmeye çalýþýlan bu eylemlilik, yukarda ortaya koy- Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 155 KURTULUÞ CEPHESÝ duðumuz tarihsel geliþimi gözönünde bulundurmadýðý için kitleselleþme açýsýndan kýsýr bir döngü içinde kalmaktadýr. Tarihsel geliþimin diðer bir sonucu ise, ekonomik-demokratik kitle mücadelesi alanýnda ortaya çýkmýþtýr. Geçmiþ dönemde politize olmuþ küçük-burjuva kitlelerinin istem ve özlemlerine göre biçimlendirilmiþ ve buna paralel yürütülen ekonomik-demokratik mücadele (ki bu durumun en etkin unsuru oportünistler olmuþtur), günümüzde ayný biçim ve içerikte sürdürülemez durumdadýr. Tümüyle oportünist bir anlayýþla yürütülmüþ olan ekonomik-demokratik mücadele, günümüz koþullarýnda, emperyalizm ve oligarþinin demokratikleþme planlarý çerçevesine sýkýþmýþtýr. Bunun somut ifadesi ise, ekonomik-demokratik kitle örgütlerinin sivil toplum örgütleri olarak sunulmasýdýr. Böylece, ekonomik-demokratik mücadele ve kitle örgütlenmesi adý altýnda, tümüyle kitlelerin politize olmasýný engelleyen bir faaliyet ve örgütlülük gündeme getirilmiþtir. Tüm bunlarýn sonucu ise, gerek politik kitle mücadelesinin, gerekse ekonomik-demokratik kitle mücadelesinin, kitlesel ölçekte geniþleyememesi, pekçok kesimin çok sevdikleri sözcüklerle söylersek, kitleselleþememesi dir. Ýþte ülkemizde son geliþen olaylar (kaset savaþlarý, türban eylemleri ve Ýtalya sorunu), mevcut düzenin ne denli çürümüþ, yozlaþmýþ olduðunu göstermenin ötesinde, bu gerçeklerin açýða çýkmasýný da saðlamýþtýr. Özellikle devrimcilerin bu ortaya çýkan gerçekleri doðru deðerlendirmeleri ve buna paralel olarak doðru bir politik çizgi izlemeleri açýsýndan, olaylar fazlasýyla öðreticidir. Sorun, küçük-burjuva aydýnlarýnýn satýn alýnmýþlýðý ve bu satýn alýnmýþ küçük-burjuva aydýnlarýnýn kitleler üzerindeki hegemonyasýdýr. (Bu hegemonyanýn en temel unsuru, ülkemiz solunda egemen olan revizyonizm ve oportünizmdir. Bu hegemonya, bu egemenlik aracýlýðýyla saðlanmýþtýr.) Bu konuda son olaylar içinde ortaya çýkan birkaç gerçeði bir kez daha anýmsatalým: 1980 sonrasýndaki ortaya çýkan en temel olgulardan birisi de, küçük ve orta sermaye kesimlerinin kendi içindeki parçalanmýþlýklarýdýr. Bu kesimlerin bir kýsmý, islamcý sermaye olarak kendilerine yeni çýkarlar bulmaya çalýþýrken, bir diðer kýsmý, rüþvet, tehdit, þantaj ve cinayet yöntemleriyle kendi çýkarlarýný gerçekleþtirmeye yönelmiþlerdir. Üçüncü bir kesim ise, küçük-burjuva aydýnlarýnýn satýn alýnmasýyla ortaya çýkan yeni çýkar iliþkileri içinde yer almýþlardýr. Böylece, þeriatçýlar, iþbitiriciler-mafyacýlar ve demokratlar olarak üç ana çizgi son olaylarla belirginleþmiþtir. Her kesim kendi içinde alt bölümlere ayrýlmaktadýr. Örneðin demokratlar, kendi içlerinde 156 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ laik-kemalistler ve II. cumhuriyetçiler olarak bölünürken, iþbitiriciler-mafyacýlar, DYP ve ANAP olarak ayrýþmýþlar ve buna baðlý olarak faþistlerle farklý baðlantýlar içindedirler. Þeriatçýlar ise, radikaller ve uzlaþmacýlar olarak bölünmektedirler. Radikal þeriatçýlar, RP içindeki yenilikçiler (T. Erdoðan grubu), tarikatlar þeklinde alt bölümlere sahipken; uzlaþmacýlar, RP üst yönetimi, Kombassan holding, Ýhlas holding gibi bölümlere sahiptir. Tüm bu bölünmeler, küçük-burjuvazi ile orta-burjuvazinin siyasal yönelimini etkileyen ve belirleyen bölünmeler durumundadýr. Kitlelerin politize olmasý yönünden ele alýndýðýnda, bu bölümler içinde iki kesim ön plana geçmektedir: Demokratlar ve þeriatçýlar. Tarihsel süreç açýsýndan bu iki kesimden birincisi, yani demokratlar, küçük-burjuvazinin demokrat kesimlerini belirlediði için, devrimci mücadele açýsýndan kitlelerin politize olmasý yönünden temel öneme sahiptir. Yukarda ortaya koyduðumuz olgular ve geliþmeler, özellikle bu kesimin egemenliðine baðlý olarak ortaya çýkmaktadýr. Murat Belgeler, Ahmet Altanlar, Cem Boynerler, Cengiz Çandarlar gibi II. Cumhuriyetçilerin, tümüyle emperyalizmin yeni dünya düzeni içinde iþlevler yerine getirdikleri her açýdan nettir. Doðal olarak, bu kesimlerin kitlelerin depolitizasyonundaki iþlevleri ve bunu yerine getiriþ tarzlarý kadar, bu sürece nasýl angaje olduklarý, hemen her açýdan belirginleþmiþtir.* Daha geniþ kesimleri etkileyen, ancak II. cumhuriyetçiler kadar ön planda görünmeyen laik-kemalistler, aðýrlýklý olarak CHP içinde toplanmýþlardýr. Bu kesimlerin önde gelenleri, hemen hemen benzer bir tarzda satýn alýnmýþlardýr. Ýþte son kaset savaþlarýnýn ortaya çýkardýðý en önemli gerçeklerden birisi de budur. Kamuoyuna yansýdýðý gibi, kendilerini laik, demokrat, kemalist olarak sunan sosyal-demokratlar, emperyalizmin ve oligarþinin adam satýn alma politikasýnýn uygulama alaný durumundadýr. Pekçok eski solcu küçük-burjuva aydýnýyla birlikte, bu kesimlerin önde gelen politikacýlarý satýn alýnmýþlardýr. Doðal olarak, küçük ve orta sermaye kesimleri, bu iliþkileri kullanarak kendilerine yeni çýkarlar saðlamak durumunda olmuþlardýr. Kaset savaþlarýnýn iki kesimi, yani ANAP ile CHP, iki 12 Eylül holdinginin taraflarý durumundadýrlar. Bir yanda Korkmaz Yiðit, diðer tarafta ise Kamuran Çörtük bulunmaktadýr. Korkmaz Yiðit, henüz holdingleþmemiþ; Kamuran Çörtük ise Bayýndýr Holding olarak faaliyet yürütmektedir. Korkmaz Yiðitin ANAP ve Alaattin Çakýcý ile olan iliþkileri; Alaattin Çakýcýnýn M. Yýlmazla iliþkileri kamuoyuna ayrýntýlý olarak yansýmakla birlikte, Bayýndýr Holding ile CHP iliþkileri çok daha arka planda kalmýþtýr. * Bkz. Kurtuluþ Cephesi, 1980den Günümüze Kitle Pasifikasyonu ve Sonuçlarý, Mart-Nisan 1997, Sayý: 36. Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 157 KURTULUÞ CEPHESÝ Bugün kamuoyuna yansýdýðý gibi, 12 Eylül döneminde Erol Çevikçe, Bayýndýr Holdingin kurucularýndan birisidir. Ayný þekilde bir dönemlerin Barolar Birliði Baþkanlýðýný yapan CHP yöneticilerinden Önder Sav, Bayýndýr Holdingin hukuk müþavirliðini yapmýþtýr. Deniz Baykal ve Turan Güneþ, Shell petrol tekelinin Ataþ ortaklýðý döneminde avukatlýðýný üstlenmiþlerdir. Görüldüðü gibi, sosyal-demokratlar, týpký eski solcular gibi, 12 Eylül dönemi içinde satýn alýnmýþlardýr. Öte yandan dün DSPli, bugün CHPli olan ve Demirelin gözbebeði Bülent Tanla, 12 Eylül döneminde palazlanan anket þirketlerinin en önde gelenlerinden birisine sahiptir. Yanýnda yüzlerce ilerici, demokrat çalýþtýrmaktadýr. Ve herkesin bildiði gibi, bu anket þirketleri, kamuoyunun yönlendirilmesinde birinci dereceden rol oynadýklarý gibi, politik iliþkilerin yönlendirilmesinde de etkin durumdadýrlar. Özellikle siyasal parti baþkanlarýnýn yapýlan anket sonuçlarýna göre, imajlarýndan, söylemlerine kadar herþeyi deðiþtirdikleri bir dönemde, bu yönlendirmenin boyutlarý çok daha geniþ olmaktadýr. Son CHP kurultayýnda görüldüðü gibi, kitlelerin politize olmamasý için herþey yapýlmaktadýr. Bu amaçla, bir parti kurultayý konsere dönüþtürülebilmektedir. Ýþte tüm bu gerçeklerin gösterdiði en temel unsur, kitlelerin politize olmamasý için, bir yandan oligarþinin siyasal zoru her alanda sürdürülürken, diðer yandan kitlelerin pasifize edilebilmesi için her türlü ideolojik, siyasal, ekonomik ve sosyal saptýrma araçlarý kullanýlmaktadýr. Bu ikili uygulamanýn birincisine yönelik olarak devrimci öncünün net bir politik-stratejik çizgisi olmakla birlikte; ikincisine yönelik mücadelenin araçlarý yetersizdir. Bu ikinci yön, emperyalizmden oligarþiye, sosyal-demokratlardan revizyonist ve oportünistlere kadar geniþ bir kesimin etkin olduklarý bir alaný kapsadýðýndan, devrimci öncünün sýnýrlý politik-askeri gücü yetersiz kalabilmektedir. Aðýrlýklý olarak ideolojik alaný oluþturan bu yön, solda egemen olan legalizm ve oportünizmin katkýlarýyla, geçmiþ dönemle kýyaslanamayacak ölçüde büyük bir sorun durumundadýr. Bu sorunlarýn aðýrlýðý, çoðu durumda, sol örgütlerin ideolojik-politik çizgilerini terketmelerine neden olmaktadýr. Kimi durumda taktik gereði gibi sunulan bu terkediþ, özsel olarak stratejik düzeyde ideolojik-politik çizginin deðiþimini getirmektedir. Ancak yeni çizgi tanýmlanamadýðý için, söylemde eski ideolojik-politik çizgi sürdürülürken, somutta tam bir belirsizlik ve politikasýzlýk egemen olmaktadýr. (Bu yer de pragmatizm ve eklektizmle doldurulmaya çalýþýlmaktadýr.) Devrimci mücadelenin sürdürülüþü açýsýndan son dönemdeki geliþmelerin en açýk biçimde ortaya koyduðu gerçek, kitlelerin depolitizasyonu ve politize olmalarýnýn ekonomik, sosyal, siyasal ve ideolojik tüm saptýrma araçlarýnýn kullanýlmasýyla engellenilmesidir. 158 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ 1960lý ve 1970li yýllarda kitlelerin politizasyonunda önemli bir yere sahip olan ve devrimci-milliyetçi bir çizgide bulunan küçük-burjuva aydýnlarý (ki bu durum, bu kesimlerin anti-emperyalist bir tutum takýnmalarý ve yeni-sömürgecilik uygulamalarýna karþý çýkmalarý þeklinde kendisini somutlar), 12 Eylül askeri darbesiyle birlikte oligarþinin siyasal zoru ile sindirilmiþler ve adam satýn alma politikalarýyla, demokrasi projesiyle emperyalizmin ve oligarþinin yeni dünya düzeni söylemine kanalize edilmiþlerdir. Bu nedenden dolayý, bu kesimler, kitlelerin politizasyonu üzerinde olumsuz yönde bir etken durumuna gelmiþlerdir. Ayný durum, kendisini CHP ve DSPde ifade eden küçük-burjuva aydýnlarý için de geçerlidir. Bugün parlamentoda açýk biçimde görüldüðü gibi, tüm partiler, kitlelerin depolitizasyonunun devam etmesi yönünde ortak bir tutum sergilemektedirler. Ve buna karþýt olarak da, politikayla iliþkisi olmayan (apolitik) her türden marjinal konular, ayný kesimler tarafýndan özellikle desteklenilmekte ve kamuoyunun gündemine sokulmaktadýr. Böylece, 1960larýn ve 1970lerin politize olmuþ kitleleri karþýsýnda devrimcilerin ve devrimci örgütlerin mücadeleleri belli bir somut alternatif oluþturmak durumundayken, günümüzde bu durum soyut olarak varlýðýný sürdürmektedir. Böylece, Che Guevaranýn deyiþiyle, 1960larýn ve 1970lerin dünyasýnda þu ya da bu nedenle ve þu ya da bu kesim tarafýndan politize olmuþ kitlelerin katalizatörü olan gerilla, günümüzde bizzatihi bu koþullarýn oluþturulmasýnýn temel aracý olmak durumundadýr. Geçmiþ dönemlerde, politize olmuþ kitlelerin en ileri unsurlarýný örgütleyen devrimci öncü, günümüzde kitlelerin politize edilmesini, bunlar içinden ileri unsurlarýn çýkmasýný saðlamayý ve giderek de bu ileri unsurlarýn en ileri kesimlerini örgütlemeyi bir bütün olarak yerine getirmek göreviyle karþý karþýyadýr. Bu durum, MRTAnýn geçen yýl gerçekleþtirdiði Japonya büyükelçiliði eyleminin temel sloganýnda kendisini açýk bir biçimde ortaya koymuþtur: Sessizliði bozun! Bugün, tüm geri-býraktýrýlmýþ ülkelerdeki devrimci mücadelenin karþý karþýya olduðu sorun burada odaklanmaktadýr. Geçmiþ dönemlerdeki silahlý mücadelenin baþlatýlýþý ve sürdürülüþünün koþullarý deðiþmiþtir. Dolayýsýyla yeni koþullara uygun taktikler belirlenmesi gerekmektedir. Özellikle Öncü Savaþýnýn hazýrlýk ve baþlangýç aþamasýna iliþkin sorunlar, günümüzdeki durum tarafýndan belirlendiðinden, bu duruma uygun yeni yollar ve yöntemler bulunmasý gündeme gelmiþtir. Ýþte, tüm silahlý mücadeleyi benimsemiþ ve yürütmüþ olan örgütlerin karþý karþýya kaldýklarý bu durum, Latin-Amerikada açýk biçimde ortaya çýktýðý gibi, günümüzde gerilla savaþýnýn sürdürülmesinin koþullarý elveriþli deðildir vargýsýyla silahlý mücadelenin geleceðe ertelenmesini gündeme getirmiþtir. (Bu konuda Uruguayda Tupamarosun durumu en tipik örnektir.) Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 159 KURTULUÞ CEPHESÝ Diktatörlük sýrasýnda sadece otoritaryalizm, halk hareketinin ve devrimci örgütlerin parçalanmasý egemen deðildi, yeni bir kapitalist model de doðdu. Bu model, insan iþgücünün tam bir sömürüsüne, reel ücretlerdeki korkunç bir düþüþe, egemen sýnýfýn daha fazla varlýk biriktirmesine dayanýyor ve bu model þu ana kadar tam bir krize düþmedi. Halk hareketi bir yenilgi aldý ve henüz daha þu aþamada uygun cevaplar verebilmek için deðiþen koþullara adapte olamadý. Þu anda sýnýflar mücadelesi oldukça düþük bir seviyede yürütülüyor, sadece referandum mücadelesi insanlarý sokaklara döktü. Ýnsanlar sendikalar ve siyaset alanýnda kendilerine inandýrýcý gelen ve uðruna mücadele etmeyi deðerli bulduklarý hiç bir þey bulamýyorlar. Toplumsal, siyasal, sendikal, öðrenim alanlarý, evet hepsi bir kriz içersinde. Ve MLNde kulaklarýna kadar bu krize gömülü vaziyette. Yeni üyelerimiz olsa da ve toplantýlarýmýza bir çok insan gelse de veya yayýnlarýmýz oldukça baþarýlý olsa da, bütün bu insanlarý örgütleyecek konumda deðiliz. Bugüne kadar net yanýtlar veremedik. Ayrýca insanlara belli bir taban grubunda çalýþmalarýný, en azýndan haftada bir bu iþe üç-dört saat ayýrmalarýný ve bu þekilde belli görevler üstlenmelerini de anlatamýyorsun. Her gün aktif olmalarýný ise hiç mi hiç öneremiyorsun. Ýnsanlar bunu, yük taþýmayý istemiyorlar ki. Bir hafta boyunca veya bir günlüðüne bir þey yapmaya hazýrlar, ama MLN gibi bir örgütün bir üyesinin yapmak zorunda olduðu gibi sürekli bu þekilde yaþamak istemiyorlar.* (abç) Diktatörlüðü daha yeni gerisinde býrakmýþ bir ülkede yeni bir eylemci kuþaklarýnýn eðitimi bizim eski eðitimimize göre daha da alçak gönüllü olmak zorunda. Pratik olarak sýfýrdan baþlamak zorundasýn, yavaþ yavaþ, sakince, insanlarý baský altýna almadan. Korkunç bir miras devraldýk. Ve üyelerimizden büyük þeyler bekledik, içinde bulunduðumuz duruma kýyasla büyük þeyler. Herþey kendi vaktinde. Üyelerine nihai savaþa katýlmalarý için çaðrý yapmakla daha yeni yenilgiden çýkmýþ olmak, bütün bir halkýn daha yeni diktatörlükten kurtulmuþ olmasý çok farklý þeyler. Buna ek olarak zor ekonomik koþullarý da saymak gerekli, insanlar tencerelerinde birþeyler olsun diye bütün gün çalýþmak zorundalar. Böyle bir þeyi dikkate almak zorundasýn. Örgüt hiç bir zaman Che Guevaralardan oluþmayacak. Onlar o kadar az ki. Sonra ki* Akt. G. Weber, Gerilla Bilanço Çýkarýyor, s. 193. 160 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ þisel sorunlar da var. Bir insanýn MLNye girmesi geçmiþimizden dolayý büyük bir adým, bunu yapan yaþamýyla oynuyor, bu þaka ya da boþ laf deðil. Birçok insan Tupamaro taraftarý, yapabilecekleri her yerde bizi destekliyorlar, ama hiçbir zaman üye olarak bize gelmezler.* (abç) Ýþte Tupamarosun 1980 sonrasýndaki Uruguay toplumsal yapýsýný deðerlendirmesi ve bundan çýkardýklarý sonuçlar. Görüldüðü gibi ve Tupamarosun yaptýðý gibi, bugün tümüyle legal alanda faaliyet yürütmek durumundadýrlar ve silahlý mücadele bir baþka koþullara ertelenmiþ bir mücadele biçimi olarak bir yana býrakýlmaktadýr. Hemen hemen benzer kavrayýþlar ülkemiz somutunda da ortaya çýkmýþ ve sonuçlarý alýnmýþtýr. 1980 sonrasýnda uzun yýllar hiçbir þey yapmayan, ancak 1980 öncesinde gerilla savaþýný, öncü savaþý ný, suni dengeyi aðýzlarýndan ve yazýlarýndan hiç düþürmeyen DY oportünizmi, günümüzde ÖD Partisi olarak faaliyet gösterirken, kendisine Brezilya ÝPsini örnek olarak almaktadýr. Ayný þekilde, 1990 baþlarýnda M-18 gerilla þubesi kuran MLKP, her yönden tümüyle legal bir faaliyet içine girmiþ ve açýk biçimde yýllarca revizyonizm, oportünizm, karþý-devrimci olarak nitelediði þehir merkezli stratejiyi benimseyerek þehir ayaklanmalarýyla iktidarýn ele geçirilmesini savunur hale gelmiþtir. TÝKKO kesimi, kendi içindeki tüm özel sorunlara karþýn, özsel olarak ayný farklýlaþmanýn bir ürünü olarak iki ayrý kesime ayrýlmýþtýr. Ve kendisini DHKP-C olarak örgütleyen DS ise, son dönemlerde artan bir legalizasyon içinde yeni bir yön arayýþý içine girmiþtir. Ve herkesin çok iyi bildiði gibi, bir örgütün bir üyesinin yapmak zorunda olduðu gibi sürekli bu þekilde yaþamak, yani profesyonel ya da profesyonel olmaya hazýr bir kadro olarak faaliyet yürütmek, yeni yetiþen kuþak tarafýndan sistemli bir biçimde reddedilmektedir. Son dönemde ülkemizde ortaya çýkan geliþmeler, yani kaset savaþlarý, türban eylemleri ve Ýtalya krizi, bu gerçekleri bir kez daha açýða çýkartýrken, ayný zamanda bu yeni açýlým içindeki legal solun her yönden nasýl etkisiz kaldýðýný da ortaya çýkarmýþtýr. Özellikle Ýtalya kriziyle birlikte ülkenin her yanýnda baþlatýlan ve baþýný faþist milislerin çektiði þovenist eylemler ve bu eylemler sýrasýnda Kürtlere ve HADEPe yönelik saldýrýlar karþýsýnda tümüyle sessizliðe bürünülmesi ve neredeyse ortalýkta görünmeme taktiði yürütülmesi, özellikle 1980 öncesinin silahlý mücadele savunucusu olup da, günümüzde bunun geçersizliðini ilan edenlerin traji-komik durumlarýný sergilemiþtir. Faþistlerin örgütlediði ve oligarþik devlet aygýtýnýn tümüyle desteklediði þovenist eylemler ve saldýrýlar, nerereyse * Akt. G. Weber, Gerilla Bilanço Çýkarýyor, s. 141. Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 161 KURTULUÞ CEPHESÝ sadece futbol fanatikliði ve Galatasaray sevgisiyle durdurulabilinecek noktaya ulaþmýþtýr. Ýrandaki tarihsel olaylar bilinirken ve baþta Halkýn Fedaileri olmak üzere, tüm sol örgütler ve kitleler þeriatçýlar tarafýndan acýmasýzca katledilmiþken, ülkemiz solunda hala Ýslamcýlarla ittifak peþinde koþanlar ve onlarla ortak eylemler düzenleyenler varlýðýný sürdürmektedir. Komünist olduklarýný açýkça söyleyebilen, dolayýsýyla ateist olmalarý kaçýnýlmaz olan kiþilerin, camilere gitmeleri, dualar okumalarý, mevlit dinlemeleri ayný benzer traji-komik görünümlerden olmuþtur. Susurluk olayýnda bir dakika karanlýk eylemi yaparak kitlelere ulaþtýðýný ilan edenler, ne kaset savaþlarýnda, ne faþist milislerin yönetimindeki þovenist eylem ve saldýrýlarda ortalýkta görünmemelerinin, dünya deðiþti, biz de deðiþmeliyiz söyleminin kitleleri depolitize etmenin ve her türden savunma olanaklarýnýn ellerinden alýnmasýndan baþka bir anlama gelmediði de son olaylarla görülmüþtür. Sözün özü, mevcut durumdaki geliþmeler, 1980 sonrasýnda ortaya çýkan geliþmeleri salt olgusal düzeyde saptayarak, bundan silahlý mücadelenin geçersizliði sonucunu çýkaranlarýn içine düþtükleri açmazý ortaya çýkarmýþtýr. Nesnel koþullardaki farklýlýk, silahlý mücadelenin geçersizliðini deðil, silahlý mücadelenin hazýrlýk ve baþlangýç evrelerine iliþkin çalýþma tarzýnýn geliþtirilmesini gerektiren bir farklýlýktýr. Bir baþka deyiþle, Öncü Savaþýný sürdürebilmek için gerekli asgari örgütlenme, politize olmuþ kitlelerin içinden kadrolar çýkartýlmasýyla deðil, bizzatihi depolitize edilmiþ kitle içinde çalýþarak kadro çýkarmaya dayanmak durumundadýr. Dolayýsýyla, en ileri unsurlarýn örgütlenmesi çalýþmasý, bu unsurlarýn örgütsel çalýþmayla yaratýlmasýndan baþlamak zorundadýr. Önce kitleleri ekonomik ve demokratik hak ve istemler etrafýnda örgütleyelim ve bu mücadele içinde onlarý politize edelim, ondan sonra silahlý mücadele için örgütleniriz demek deðildir. Böyle bir kavrayýþ, dünya devrimci pratiðinin defalarca tanýtladýðý gibi, barýþçýl mücadele metodlarý temel alýnarak yapýlan örgütlenme asla savaþma aþamasýna geçemez. Ve 1980 öncesinin DY pratiði bunu ülkemiz somutunda bir kez daha tanýtlamýþtýr. Bu nedenle, devrimci öncünün örgütlenme çalýþmasý, 1980 sonrasýndaki geliþmeleri ve deðiþmeleri gözönünde bulundurarak, Öncü Savaþý için gerekli kadrolarý yaratmak ve eðitmeyi hedeflemek zorundadýr. Böyle bir faaliyet, kaçýnýlmaz olarak, samimi unsurlarýn, dünya çapýnda egemen bir anlayýþ ve kavrayýþ haline dönüþtürülmüþ olan emperyalizmin ideolojik saptýrmalarýnýn niteliklerini kavramalarýna ve bu ideolojik saptýrmalarýn üzerlerindeki etkilerini ortadan kaldýrmaya ilk anda aðýrlýk vermek durumunda kalacaktýr. Dolayýsýyla, bu faaliyette ideolojik eðitim ve propaganda, siyasal ajitasyondan önde gelmek durumundadýr. Bu da, mevcut durumun ve iliþkilerin 162 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ (ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel vb.) amansýz bir eleþtirisini gerektirdiði gibi, mevcut duruma karþý kesin ve uzlaþmaz bir tavýr alýnmasýný gerektirmektedir. Bu temellerde gerçekleþtirilecek kadrolarýn ideolojik-politik eðitimiyle, Öncü Savaþýnýn sürdürülmesi için gerekli asgari örgütlenmenin sürekliliði saðlanabilecektir. Doðal olarak böyle bir faaliyet, kadrolaþtýrma sürecinde etkin eðiticilerin varlýðýný öngerektirir. Bu nedenle, profesyonel kadrolarýn, tarihsel koþullarýn tam ve bütünsel bir kavrayýþýna sahip olarak çalýþmalarýný sürdürmeleri en belirleyici yön olmaktadýr. Kadrolarýn, politik-askeri niteliklerinin yanýnda ideolojik-politik nitelikleri de belirleyici bir önem kazanmýþtýr. Son dönemdeki olaylar, ister bütünsel olarak, ister tekil olarak ele alýnsýn, ortaya çýkardýðý olgular ve sonuçlarla, bunun önemini göstermektedir. Olaylarýn geliþimini izleyemeyen, olaylar arasýndaki iliþkiyi ve baðlantýyý kuramayan, olaylarýn bütünsel niteliðini göremeyen, ve sonuç olarak olaylarý birbirinden yalýtýk ve basýn-yayýn araçlarýnýn kendilerine sunduðu gibi algýlayan yeni bir kuþaðýn varlýðý, bugün belirleyici durumdadýr. Bunlarýn ideolojik içeriðini kavrayamadýklarý pragmatist bir anlayýþa sahip olmalarý, konunun ideolojik boyutunu açýk hale getirmektedir. Bundan öte, solda görülen ve tek tek bireylerde de ortaya çýkan ilkesizlik, tutarsýzlýk, kararsýzlýk, bezginlik, tüm bu çerçevenin somut görüngüleri durumundadýr. Örneðin, PKKnin dört yýl önce amblemindeki çekiç-oraðý kaldýrarak yerine meþaleyi koyma kararý bilgisi ile Ýtalyada yapýlan eylemlerde çekiç-oraklý PKK amblemlerinin kullanýlmasý görüntüsünü tümleyemeyen bir kuþak, kaçýnýlmaz olarak ilke, tutarlýlýk, kararlýlýk gibi kavramlarý anlayamayacak ve içselleþtiremeyecektir. Böyle bir durumda, devrimci öncü, bunlarýn kolayca kavranýlabilindiði ve anlaþýldýðý koþullardaki örgütlenme çalýþmasýnda kullandýðý programý, bu unsurlarýn bulunduðu bir ortamda bire bir yürütemeyecektir. Sonuç olarak, günümüzde geliþen olaylar devrimci öncünün örgütlenme konusunda karþý karþýya olduðu sorunlarý daha açýk ve net olarak kavrayabilmesi için yeterli örnekler ortaya koymuþtur. Ve bu sorunlarýn baþýnda, kitlelerin depolitizasyonu ve bunun devamý için oligarþi ve emperyalizmin yürüttüðü faaliyetler gelmektedir. Bu, suni dengenin sürdürülüþünde siyasal zor araçlarýnýn dýþýndaki araçlarýn daha etkin kullanýmýný ifade etmektedir. Devrimci öncü, silahlý propagandayý temel mücadele biçimi olarak ele alarak, bir yandan siyasi gerçeklerin açýklanmasý faaliyetini yürütürken, diðer yandan suni dengenin korunmasýný ve sürdürülmesini saðlayan araçlarýn etkisizleþtirilmesi yönünde eylemde bulunur. Suni dengenin sürdürülüþünde siyasal zor araçlarýnýn dýþýndaki araçlar (nispi refah, pasifikasyon araç ve yöntemleri vb.), bu faaliyetin dolaylý bir sonucu olarak etkisizleþir. Bu nedenle, Öncü Savaþýnýn sürdürülüþü, suni dengenin bozulmasýnda belirleyici niteliktedir. Günümüzde ortaya çýkan Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 163 KURTULUÞ CEPHESÝ sorun, Öncü Savaþýnýn südürülüþüne iliþkin olmayýp, sürdürülmesiyle ilgili öznel koþullarýn yaratýlmasý ve sürekliliðinin saðlanmasýyla ilintilidir. Dolayýsýyla, mevcut durumdaki geliþmeler, Öncü Savaþýnýn temel belirleyiciliðini hiçbir biçimde ortadan kaldýrmamaktadýr. Sorun, öznel koþullara iliþkin faaliyetin, kitlelerin depolitizasyonu koþullarýnda yürütülmesidir. Bu açýdan, günümüzdeki geliþmeler, Öncü Savaþýnýn her zamankinden daha çok gerekli olduðunu göstermektedir ve bu süreçte mevcut olmayan öncünün eylemidir. Doðal olarak, devrimci öncünün bu dönemde eylemsiz oluþu, geliþen olaylarýn oligarþinin ve emperyalizmin istediði yönde evrilmesini gündeme getirmektedir. Sürecin deðiþtirilmesinin tek yolu devrimci öncünün eyleminden ve bu eylemi için gerekli öznel koþullarýn yaratýlmasýndan geçmektedir. Ýþte, ülkemizdeki mevcut durumun ortaya koyduðu temel gerçek budur. 164 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ ... Ve Genelkurmay Devreye Girer (Üçüncü Perde) KURTULUÞ CEPHESÝ Sayý: 48, Mart-Nisan 1999 Mayýs-Haziran 1997 tarihli Kurtuluþ Cephesinin 37. sayýsýnda, DHKP-C ile PKK arasýnda imzalandýðý ilan edilen protokol sonrasýnda, A. Öcalanýn Sol eðer ittifak yapmayý bilmezse biz sorunlarýmýzý Genelkurmayla çözümleriz beyaný üzerine yaptýðýmýz deðerlendirmenin baþlýðý ... Ve Genelkurmay Devreye Girer idi. Harp Akademileri Komutanlýðýnýn Özelleþtirme ve Türk Silahlý Kuvvetleri baþlýklý ra- Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 165 KURTULUÞ CEPHESÝ poru, 29 Temmuz 1998 günü gazetelerde yayýnlandý. Bu raporla birlikte, 28 Þubat 1997 tarihinden günümüze kadar geliþen olaylar içinde Genelkurmayýn nasýl devreye girdiði açýk biçimde gözler önüne serilmektedir. Ancak bu, A. Öcalanýn düþündüðünden farklý olarak, 28 Þubat 1997de þeriatçýlýk konusunda devreye giren Genelkurmayýn giriþiminin ikinci perdesini oluþturmaktadýr. ... Dünyadaki ve ülkemizdeki bu geliþmelere gözlerini kapayanlar (Y. Küçük vb.), bu durumlarý ordunun Kemalist geleneði olarak elbette yorumlayabileceklerdir. Þüphesiz yaþýyor olsaydý Doðan Avcýoðluna yeni kemalist devrim planlarý yaptýrtacak bu tür yorumlar, solun içinde bulunduðu ideolojisizlik ortamýnda etkili de olabilecektir. Özellikle küçük-burjuva aydýnlarý, bu geliþmeler karþýsýnda ordu kýlýcýný ne zaman atacak beklentisiyle oligarþinin ve Amerikan emperyalizminin çýkarlarýnýn açýk sözcüsü durumuna gelmeleri de uzun sürmeyecektir. Ama, bu iliþki ve çeliþkiler içinde ilk iki perdesi oynanan oyunun üçüncü perdesinin ne zaman oynanacaðýný fazla beklemek gerekmeyecektir.* Ve Genelkurmayýn devreye giriþinin üçüncü perdesi, arada geçen birkaç sahneden sonra, 18 Nisan seçimlerinin ertelenmesi yönündeki giriþimler üzerine açýldý. Böylece, gerek oligarþinin TBMM içindeki partileri (baþta DSP olmak üzere), gerekse ülkemiz solunun legalistleri (baþta ÖD Partisi olmak üzere) derin bir soluk aldýlar. Düzen partilerinin TBMMde temsil edilen kesimlerinin seçimlerin ertelenmesi yönündeki giriþimler karþýsýnda içine düþtükleri çaresizlik ve bu çerçevede Fazilet Partisinin tehdit ve þantajlarý, kaçýnýlmaz olarak bir baþka gücün devreye girmesi için uygun bir zemin hazýrlamýþtýr. 12 Mart 1971de Genelkurmayýn vermiþ olduðu muhtýrayý, kendisine yönelik bir dayatma olarak deðerlendiren ve baskýyý, baský yapanlar deðil, baskýya boyun eðenler getirir diyerek CHP Genel Sekreterliðinden istifa eden B. Ecevit, bu kez, Genelkurmayýn muhtýrasýný demokratik bir davranýþ olarak deðerlendirebilmiþtir. Bu da, yýllar içinde köprülerin altýndan çok sularýn aktýðýný gösteren bir olgu durumundadýr. Ancak tüm bu geliþmeler karþýsýnda, ülkemiz solundaki sessizlik, ya da en büyük taktik, ortalýkta görünmeme taktiðidir anlayýþýyla görmedim, duymadým oyunu, ayný zamanda legalizmin ve oportünizmin içinde bulunduðu durumu gözler önüne sermektedir. (Bu partiler) biraz öðrenci ve iþçi sýnýfýnýn pek azý tarafýndan takip edilen þehirli entellektüellerden ibarettir, pro* Kurtuluþ Cephesi, 44. Sayý, Temmuz-Aðustos 1998. 166 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ fesyonel politikacýlar tarafýndan yönetilirler ki, onlar hizmetleri para karþýlýðýnda deðil, kapalý toplantýlar yapabilme, haber bülteni veya sanat gazetesi çýkarmak ve sendikalarda birkaç köþeyi tutma izni gibi küçük politik lütuflar karþýlýðýnda kiraya verirler. Bunlar para için her þeyi yapan insanlar deðildir. Onlarýn çürümüþlüðü daha gizlidir. Onlar para ile deðil, fakat sadece onlarýn ve takipçilerinin, proletaryanýn insanlýðýn kurtuluþu için verdiði mücadelede önder olabildiði hayalini yaþatacak asgari þartlar temin edilerek satýn alýnabilinirler.* Ýþte bu çürümüþlük içindeki legalistler ve oportünistler, seçimlerin zamanýnda yapýlmasý konusundaki Genelkurmay muhtýrasý karþýsýnda sessiz kalmayý yeðlemiþlerdir. Oysa ki, Genelkurmayýn, TCKnýn 312. maddesinin deðiþtirilmemesi konusundaki kesin tutumunun, ayný zamanda kendileri için bir tehdit anlamýna geldiðini bile görmezlikten gelmiþlerdir. Bilindiði gibi, TCKnýn 312. maddesi, Kanunun cürüm saydýðý bir fiili açýkça öven veya iyi gördüðünü söyleyen veya halký itaatsizliðe tahrik edenler ile halký; sýnýf, ýrk, din, mezhep veya bölge farklýlýðý gözeterek kin ve düþmanlýða açýkça tahrik edenleri cezalandýrmaktadýr. Daha düne kadar, Eþber Yaðmurdereli tasarýsýyla 312. maddenin deðiþtirilmesini destekleyenler, bugün, bunlarý unutmuþ görünmektedirler. Onlar inadýna seçim diyecek yere gelmiþlerdir. Yine de ülkemiz solundaki seçim taktikleri ya da kavrayýþlarý legalistlerle sýnýrlý deðildir. Kendilerinin silahlý mücadeleyi savunduðunu her ortamda söyleyenler ve silahlý eylemler gerçekleþtirenler bile, legalistlerin kavrayýþýndan çok fazla uzakta deðillerdir. Genellikle silahlý mücadeleyi savunan örgütler, hemen her durumda, seçimlerin boykot edilmesi yönünde tutum takýnmakla birlikte, bunun nedenleri konusunda öylesine gerekçeler sýralayabilmektedirler ki, sonal olarak legalistlerle ayný çizgiye düþmektedirler. Örneðin, Özgür Gelecek, seçimleri boykot gerekçelerini sýralarken, bu taktiði, kendi gerçek durumu, savaþýn henüz dar olmasý, kitleler üzerinde ideolojik-politik ve kurumlaþmýþ bir otorite haline gelmiþ olmamasýna baðlayabilmektedir.** Böyle bir gerekçe, doðal olarak, savaþýn, yani Halk Savaþýnýn geliþtiði, kitleler üzerinde ideolojik-politik ve kurumlaþmýþ bir otorite haline gelindiði bir evrede, seçimlerin boykot edilmeyeceði anlamýna gelmektedir. Bu kavrayýþýn, Latin-Amerikada 1980 sonrasýnda sýkça görülen ve en açýk biçimde El Salvadorda revizyonist Ko* R. Gott, Guerilla Movements in Latin-America, s. 21. ** Özgür Gelecek, Çetelerin parlamento seçimlerine hayýr, Halk Savaþýna Evet!, Sayý: 138, 19 Þubat-4 Mart 1999. Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 167 KURTULUÞ CEPHESÝ münist Partisinin savunduðu kavrayýþtan hiçbir farký bulunmamaktadýr. Herkesin kolaylýkla düþünebileceði gibi, Halk Savaþýnýn geliþtiði bir evrede, devrim güçleri, emperyalizm ve oligarþinin seçimleri gündeme getirerek kendilerinin askeri yenilgilerini engelleme manevralarýný kolayca engelleyebilecek bir güç durumunda olacaktýr. Böyle bir gücün, seçimlere katýlmaktan çok, seçimlerin yapýlmasýný engellemek yönündeki hareketi esastýr ve bunu gerçekleþtirebilecek durumdadýr. Halk Savaþýnýn geliþtiði bir evrede seçimlere katýlabileceðini ileri sürerek, bugün zayýf ve güçsüz olunmasý nedeniyle boykot taktiðini haklý göstermeye çalýþmak kendini aldatmaktan baþka bir þey deðildir. Bu gerçeklik, Özgür Gelecekin Boykot Tavrý Nasýl Ele Alýnmalý ve Nasýl Uygulanmalý konusundaki açýklamalarýnda da görülmektedir. Þöyle demektedirler: Seçimleri boykot etmek demek; seçimler sürecine, oluþan ortama müdahele etmeyeceðimiz, ortaya çýkan elveriþli durumdan yararlanmayacaðýmýz anlamýna gelmez... Bu anlamda seçimlere katýlmak deðil ama seçimlere karýþmalýyýz... Seçimlere karýþmak; kitleleri kazanma ve onlarý boykota katma ve örgütleme projesidir... - ÝMF, Dünya Bankasý, TÜSÝAD ve MGKnýn kitleleri aldatmak için ürettiði sahte politikalarý, yalanlarý boþa çýkarmak, uygulanmasýný engellemektir boykot, - Sistemi, devleti, parlamentoyu, partileri, liderleri, milletvekili adaylarýný teþhir ve tecrit etmektir boykot, - Faþist ve gerici partilerin propagandalarýný engellemek ve bunun yerine kitlelere gerçekleri anlatmaktýr boykot, - Faþist ve gerici partilerin adaylarýnýn meydanlarda, bölgelerde kitleleri kandýrmasýný uygun devrimci yöntemler kullanarak engellemektir boykot, (...) - Seçim bürolarý kurdurmamak, seçim araç-gereçlerini etkisizleþtirmek ve engellemektir boykot, - Radyo televizyon, video, kaset yoluyla propagandalarýn halka ulaþmasýný engellemektir boykot, - Sandýk yapýmýndan tutalým, sandýk kurdurmaya, taþýmaya, oy vermeye, oradan merkezlere oy pusulalarýný taþýmaya kadar tüm süreçleri engellemektir boykot...* (Ýtalikler bize ait) Görüldüðü gibi, Özgür Gelecek, bir boykot projesi** geliþtirmiþtir. Yani, bir boykot tasarýsý sunmaktadýr. Dolayýsýyla, tasarý niteliðinde olduðu için, ifade edilenlerin kesinliði bulunmamaktadýr. Ama * Özgür Gelecek, agy. ** Proje, Türkçe anlamýyla, tasarlanmýþ þey, tasarý anlamýna gelmektedir. 168 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ yine de, tasarý (proje) olarak ortaya konulsa da, bunlarýn bütünsel olarak seçimlerin yapýlmasýný engellemek amacý güttüðü açýktýr. Böyle bir amacýn ise, kaçýnýlmaz olarak, devrim güçlerinin, belirli bir güç olmasýný, kendi ifadeleriyle söylersek, kitleler üzerinde ideolojik-politik ve kurumlaþmýþ bir otorite haline gelmiþ olmasý gerektirdiði de ortadadýr. Tek baþýna Radyo televizyon, video, kaset yoluyla propagandalarýn halka ulaþmasýný engelleme amacý ele alýnsa bile, bunun önemli bir güç gerektirdiði açýktýr. Böylece bazen objektif durum çok elveriþli olduðu halde Partinin durumu (subjektif) buna elveriþli olmadýðý için* boykot taktiðine devam etmek durumunda kalýndýðý anlaþýlmaktadýr. Doðal olarak, bir baþkalarý da (legalistler örneðin), kendi subjektif durumlarýnýn buna elveriþli olduðunu ileri sürerek, seçimlere katýlmayý savunabileceklerdir. Subjektif koþullarý seçimlere katýlmaya elveriþli olmayanlarýn, yukarda ortaya koyduklarý projeyi nasýl hayata geçirebilecekleri ise, tümüyle anlaþýlamaz bir þeydir. Ýþte, düzen partileriyle, solun legalistleri ve oportünistleriyle Genelkurmayýn gözetimi ve denetimi altýndaki bir seçim ortamýnda genel görünüm budur. Bu görünüm, Genelkurmayla sorunlarýný çözmek isteyenler için ne denli öðretici ise, ayný oranda mevcut düzene karþý olan herkes için de öðreticidir. * Özgür Gelecek, agy. Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 169 KURTULUÞ CEPHESÝ Yargýtay Baþkaný Sami Selçuk ve Laiklik, Laikçilik, Burjuva Demokratik Devrim KURTULUÞ CEPHESÝ Sayý: 51, Eylül-Ekim 1999 Yargýtay Birinci Baþkaný Doç. Dr. Sami Selçukun yeni adli yýl açýþ konuþmasý ülkemizde geliþen olaylar içinde belli oranda ilgi görmüþtür. Gereðinden çok edebi sözler ve uyaklý dizelerle laiklik, demokrasi, devlet, hukuk vb. konularda görüþler ortaya koyan Sami Selçuk, ilk anda tüm dinleyenlerin katýldýklarýný beyan ettiði bir genel doðrular konuþmasý yapmýþtýr. Özellikle Fazilet Partisinin Sami Selçukun konuþmasýnýn altýna imzamýzý atarýz beyanýnda bulunmasý, ister istemez konuþmaya olan ilgiyi daha da artýrmýþtýr. Yargýtay baþkanýnýn bir adli yýl açýþ konuþmasýnda hukuk konusunda birþeyler söylemesi çok alýþýlan bir tutum olmakla birlikte, Sami Selçukun ülkemizdeki devlet, demokrasi, cumhuriyet ve laiklik konusunu kapsayan deðerlendirme ve eleþtirileri beklenilen bir tutum, temayüle uygun bir tutum olmadýðý için, içeriðinden daha çok ilgi konusu olmuþtur. Kimileri devletin en üst yöneticilerinden birisinin mevcut düzene karþý böylesine açýk eleþtiriler yöneltmesini, devletin yeniden-yapýlandýrýlmasýnýn bir parçasý olarak deðerlendirirken, kimileri Sami Selçukun popülist olduðunu, Fettullahçýlara gözkýrptýðýný ileri sürmüþlerdir. Yargýtay baþkaný Sami Selçuk, konuþmasýnýn en ilgi toplayan bölümünde þöyle demektedir: 170 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ Laiklikte din ve devlet karþýlýklý olarak baðýmsýzdýrlar. Baðýmsýzlýk esasýndan yola çýkan laiklikte din kurallarý devleti, devlet de din kurallarýný belirleyemez ve yönlendiremez. Devlet bütün inançlara, dinlere karþý ilgisiz ve eþit uzaklýktadýr... Laik devlette, devlet dinlere eþit uzaklýkta olduðundan hiçbir dini, inancý dýþlayamaz ya da kayýramaz; akçalý v.b. biçimlerde destekleyemez. Din okullarý açamaz. Ancak, topluluklarýn din okullarý açmasýný da önleyemez. Din derslerine engel olamaz; bunlarýn önünü açar. Ne var ki, bu dersler, beyin yýkayýcý olmayacak, çoðulcu, agnostik, kuþkucu esaslara göre olacak, birey dinler arasýnda seçimini özgürce yapacaktýr. Din dersleri zorunlu olmayacak, ancak her an ilgilinin buyruðuna hazýr bulunacaktýr. Devlet; bu okullarý; kamu düzeni, kamu güvenliði, kamu ahlaký, kamu saðlýðý açýsýndan denetleyecek, uyuþmazlýk çýkarsa sorunu baðýmsýz yargý çözecektir... Türkiye Cumhuriyetinde, iktidar halkýn seçimine dayanmaktadýr. Bu bakýmdan Türkiye Cumhuriyeti laiktir. Bu bir. Türkiye Cumhuriyetinde Halifelik kaldýrýlmýþtýr. Þeriye ve Evkaf Vekâleti ise görünüþte kaldýrýlmýþ, aslýnda Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý adýyla bir bakana baðlanarak devlet örgütü içine alýnmýþtýr. Örgütün dini Ýslam, mezhebi Sünnidir. Devlet, bu din ve mezhebin (resmi) okullarýný açmýþtýr. Örgüt ve okullarýn finansmaný devlete aittir. Resmi okullarda din dersi okutulmasý zorunludur. Bu koþullarda konuyu deðerlendirelim. Ontolojik olarak yaklaþtýðýmýzda, bir din ve mezhebin örgütünü devlet birimi içine alarak anayasal düzeyde güvenceye baðlayan (md. 136) ve laikliðin gerçekleþtirilmesini güçleþtiren (2820 sayýlý S. Partiler Yasasý, md. 89), din ve mezhebin okullarýný açan, finansmanýný saðlayan bir devletin dini ve mezhebi vardýr; bir dini ve mezhebi kayýrmýþ, örtülü olarak benimsemiþtir. Böyle bir devlet teokratiktir. Bu iki. Konuya teleolojik (amaçsal) olarak baktýðýmýzda ise durum çok farklýdýr. Devlet, böylelikle dinlerini bildirmeyenlere ya da uluslararasý hukukta benimsenen dinlerden birine inanan her insana nüfus cüzdaný vermemekte, devlet birimleri içine aldýðý Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý ve açtýðý din okullarý aracýlýðýyla dini denetlemekte ve yönlendirmektedir. Bunun adý ise laikçiliktir... Taný (teþhis) açýktýr: Türkiye Cumhuriyeti, egemenliðin Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 171 KURTULUÞ CEPHESÝ kaynaðý açýsýndan laik; devlet örgütlenmesi açýsýndan teokratik; dini yönlendirme açýsýndan laikçi bir devlettir... Yargýtay baþkanýnýn bu belirlemeleri, kullanýlan sözcüklerin kimi durumlarda dar ya da geniþ anlamda alýnmasýyla deðiþebilir sonuçlar ortaya çýkarmakla birlikte, dar anlamda proletaryanýn din konusundaki þu belirlemeleriyle belli bir yaklaþýklýk içersinde bulunmaktadýr: Din, kiþinin özel sorunu olarak kabul edilmelidir. Sosyalistler, din konusundaki tavýrlarýný genellikle bu sözlerle belirtirler. Oysa herhangi bir yanlýþ anlamaya yol açmamak için bu sözlerin anlamý kesinlikle açýklanmalýdýr. Devlet açýsýndan ele alýndýðý sürece, dinin kiþisel bir sorun olarak kalmasýný isteriz. Ancak, Partimiz açýsýndan dini kiþisel bir sorun olarak göremeyiz. Dinin devletle iliþkisi olmamasý, dinsel kurumlarýn hükümete deðin yetkileri bulunmamasý gerekir. Herkes istediði dini izlemek ya da dinsiz, yani kural olarak bütün sosyalistler gibi ateist olmakta tamamen özgür olmalýdýr. Vatandaþlar arasýnda dinsel inançlarý nedeniyle ayrým yapýlmasýna kesinlikle göz yumulamaz. Resmi belgelerde bir vatandaþýn dininden söz edilmesine de son verilmelidir. Kiliseye ve dinsel kurumlara hiçbir devlet yardýmý yapýlmamalý, hiçbir ödenek verilmemelidir. Bunlar, devletten tamamen baðýmsýz, ayný düþüncedeki kiþilerin oluþturduðu kurumlar niteliðinde olmalýdýr. Ancak bu isteklerin kesinlikle yerine gelmesi halinde, kilisenin devlete Rus vatandaþlarýn ise kiliseye feodal baðýmlýlýklarýnýn sürdüðü, (bugüne kadar ceza yasalarýmýzda ve hukuk kitaplarýmýzda yer alan) engizisyon yasalarýnýn var olduðu ve uygulandýðý, insanlarý inançlarý ya da inançsýzlýklarý nedeniyle cezalandýrdýðý, insanlarýn vicdan özgürlüðünü baltaladýðý ve kilisenin þu ya da bu afyonlamasýyla hükümetten gelir ya da mevki saðladýðý utanç verici geçmiþe son verilebilir. Sosyalist proletaryanýn modern devlet ve modern kiliseden istediði, kilise ile devletin birbirlerinden kesinlikle ayrýlmasýdýr.* Marksist-Leninistlerin din-devlet iliþkisinde benimsedikleri laikliðin bu belirlenimi Yargýtay baþkaný Sami Selçukun görüþleriyle önemli benzerlikler içermekle birlikte (dini inançlara göre ayrým yapýlmamasý, resmi belgelerde vatandaþýn dinine yer verilmemesi, dinsel kurumlara hiçbir devlet yardýmýnýn yapýlmamasý Sami Selçukun * Lenin, Sosyalizm ve Din. 172 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ sözleriyle akçalý olarak desteklenmemesi gibi), Yargýtay baþkanýnýn Türkiyede egemen olan anlayýþýn laiklik deðil, laikçilik olduðunu söylerken yaptýðý gerekçelendirme tümüyle yanlýþ bir temele oturtulmuþtur: Fransayý örnek alan Türkiye, din-devlet iliþkisi açýsýndan, Fransanýn yaþadýðý hastalýklardan bir türlü kurtulamamanýn sýkýntýsýný çekmekte, laiklik Türkiye Cumhuriyeti devletinin yumuþak karný olmayý sürdürmektedir. Devletin dinler karþýsýnda alacaðý tutumlar bellidir. Birincisinde, dinsel ve siyasal otoriteler, sýnýrlarý belirsiz biçimde iç içedirler. Eski ve ortaçað devletlerinde durum böyledir. Ýkincisinde, bütün özel ve kamusal yaþamý din belirler. Devlet, din merkezlidir (théocentrique), deðiþmez ve iliþilemez dogmalarla yönetilir. Devletin tek dini vardýr, öbürleri dýþlanmýþtýr. Bu rejimin adý teokrasidir ve her yerde eþitsizliklerin, ayrýcalýklarýn, çatýþmalarýn nedeni olmuþtur. Üçüncüsünde, devlet ve din ayýrýmý ilkesinden yola çýkýlýr. Ancak ayýrýmýn kapsam ve derecesini devlet belirlediðinden, devlet, dini çoðu kez toplumdan dýþlar ya da onu güdümler. Dini devletleþtiren bu sistemin adý, laiklik (laïcité) deðil, laikçiliktir (laïcisme, laisizm). Þovinizm nasýl ulusçuluðun yozlaþmýþ, hastalýklý biçimiyse, laikçilik de bir bakýma laikliðin yozlaþmýþ, hastalýklý biçimidir. Dinleri aþýndýrmaya yönelik laikçiliðin anayurdu Devrim Fransasýdýr. Gerçekten Jakobenlerin Fransa sýnda laiklik; ruhban sýnýfýna karþý, ruhban sýnýfýnýn yaþamdaki izlerini kazýmak için yapýlan kinci, tepkici bir devrimin ürünüdür. Din merkezci bir anlayýþ gitmiþ, salt akýlmerkezci militan bir anlayýþ gelmiþtir. Bu ise laiklik (laïcité) deðil, laikçiliktir (laïcisme). Katý bir ideolojidir. Descartesýn akýlcýlýðýyla A. Comteun bilimsel bir kilisenin temellerini atan pozitivizmi birleþmiþ, laikçilik ideolojisine ulaþýlmýþtýr. Laikçilik Fransýz okullarýnda konuþlanarak, tanrýlý din yerine tanrýsýz beþeriyet dini kurmayý amaçlamýþ, dini toplum dýþýna itmiþtir. Dine saygýsýzdýr, saldýrgandýr. Toplum mühendisliðine özenen misyoner Fransýz laikçileri, 1790 Anayasasýnda dini sivil otoriteye teslim etmiþ, akýlcý insan yetiþtirmek kaygýsýyla Katolik Fransada 1794e deðin dinsel etkinlikleri yasaklamýþlardýr. Bu ve Napoléon döneminde çýkarýlan bütün yasalarda Kilise hukukuna tepkinin izleri vardýr, bunlarýn bir bölümü bugün de sürmektedir. Jules Ferry Yasasýyla din ve devlet ayýrýmýna gelinmiþ, Ferrynin deyiþiyle tanrýsýz ve kralsýz bir dünya kurulmak istenmiþtir. Bugün Fransada Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 173 KURTULUÞ CEPHESÝ gittikçe yumuþayan bir laikçilik; yani din ve devlet iliþkisinde katý ve düþmanca bir ayýrým (séparation hostile) deðil, ýlýmlý ve dostça bir ayýrým (séparation bienveillante) söz konusudur... (abç) Görüldüðü gibi, Sami Selçuk, laiklik konusunda bazý genel doðrularý ortaya koyarken, ayný zamanda bunun farklý uygulamalarý olduðunu söyleyerek, bu farklýlýðýn en olumsuzunun Jakoben Fransasýnda olduðunu ileri sürmektedir. Sami Selçuk, Türkiye de Anglo-Sakson demokrasilerine göre deðil, ufuk daraltarak Fransýz Cumhuriyetine göredeðerlendirmeler yapýldýðýný söyleyerek, alýnacak modelin Anglo-Sakson model olmasýný istemektedir. 1980 sonrasýnda küçük-burjuva aydýn kesimin baþýný çektiði neo-liberal söylemin ayrýlmaz bir parçasý olan anti-Jakobenizm, böylece Yargýtay baþkanýnýn laiklik konuþmasýyla birkez daha gündeme getirilmiþ ve burjuvazinin Jakobenlere karþý duyduðu kin ve korku bir kez daha dile getirilmiþ bulunmaktadýr. Marks, Anglo-sakson demokrasilerinin kuruluþunu ifade eden 1648 Ýngiliz Devrimi ile Fransýz cumhuriyetinin kuruluþunu ifade eden 1789 Fransýz Devrimini deðerlendirirken þöyle söylemektedir: 1648de, burjuvazi, monarþiye karþý, feodal soyluluða karþý, ve resmi kiliseye karþý modern soylulukla baðdaþýklýk kurmuþtu. 1789da, burjuvazi, monarþiye, soyluluða ve resmi kiliseye karþý halk ile baðdaþýklýk kurmuþtu. 1789 Devrimi, model olarak (hiç deðilse Avrupada), yalnýzca 1648 Devrimine ve 1648 Devrimi de yalnýzca Felemenklerin Ýspanyaya karþý ayaklanmasýna sahipti. Her iki devrim de, yalnýzca zaman olarak deðil, içerik olarak da, modellerinin yüz yýl ötesindeydiler. Her iki devrimde de, hareketin gerçek öncüsünü oluþturan sýnýf burjuvaziydi. Proletarya ve kentlilerin burjuvaziye dahil olan katmanlarý ya henüz burjuvazininkinden ayrý çýkarlara sahip deðillerdi, ya da henüz baðýmsýz olarak geliþmiþ sýnýflar ya da sýnýflarýn alt-bölümlerini oluþturmuyorlardý. Bundan ötürü, örneðin Fransada, 1793ten 1794e kadar olduðu gibi, burjuvaziyle karþý karþýya geldiklerinde, burjuvaziye özgü bir biçimde olmasa bile, yalnýzca burjuvazinin çýkarlarýnýn gerçekleþmesi için savaþým verdiler. Tüm Fransýz terörizmi, burjuvazinin düþmanlarýyla, mutlakiyet ile, feodalizm ile ve darkafalýlýk ile avamca hesaplaþmaktan baþka birþey deðildi.* (abç) * Marks, Burjuvazi ve Karþý-Devrim, Seçme Yapýtlar, Cilt: I, s. 170-171. 174 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ Ýþte Yargýtay baþkanýnýn Jakoben Fransa olarak tanýmladýðý 1789 Fransýz Devrimi ile Anglo-Sakson 1648 Devrimi arasýndaki fark, burjuva demokratik devrimin farklý ittifaklar ve yöntemlerle gerçekleþtirilmesidir. 1789 Fransýz Devriminde Jakobenler, oluþturulan cumhuriyet meclisinin sol kanadý olarak, burjuva devriminin sonuna kadar götürülmesini savunurlarken; jirodenler, mecliste tutucu burjuvazinin temsilcileri olarak yer almýþlar ve devrimin biran önce sona erdirilmesi için çalýþmýþlardýr. 1789 Fransýz Devriminin ünlü terör dönemi, Robespierre yönetiminde feodal sýnýflarýn giyotinle idam edildikleri bir dönem olarak, feodalizmin kesin yýkýmýný getirmiþtir. Fransýz halkýnýn burjuvazinin feodalizmle mücadelesinde gittiði bu nokta, günümüze kadar burjuvazinin halk kitleleri karþýsýndaki korkusunun kaynaðý durumundadýr. Gazi mahallesi olaylarýndan sonra bazý iþbirlikçi burjuvalar tarafýndan söylenen birgün gelecekler yataklarýmýzda boðazlarýmýzý kesecekler sözünün tarihsel temeli de burada yatmaktadýr. Yargýtay baþkaný Sami Selçuk, Fransýz Devrimi ve Jakobenler karþýsýndaki konumuyla, laiklik konusunda ortaya koyduðu pekçok doðrulara karþýn, sýnýfsal olarak yerini burjuvazinin yaný olarak belirlemektedir. Sami Selçuk da, tüm burjuva ve küçük-burjuvalar gibi, devrimden ve devrimin teröründen açýkça korkmaktadýr. Bu korku, ayný zamanda, laiklik konusunda uyaklý sözler söylerken, içine düþtüðü çeliþkilerin de nedeni olmaktadýr. Benim için zaten iki Fransa var. Biri giyotinli, anayasasýný insan derisiyle kaplamýþ, Baudelairei cezalandýrmýþ, yargý öncesi insanlarý giyotine gönderen Savcý Foulquiéyi çýkarmýþ Jakoben Fransa. Ben bu Fransaya karþýyým. Ýþte Sami Selçuk, böylesine açýk bir biçimde, feodalizme karþý burjuva demokratik devrimini avamca sonuna kadar götüren Jakobenlere karþýdýr ve bu karþýtlýðýyla feodalizme karþý mücadelede ýlýmlý ve uzlaþýcý bir kimliðe bürünmektedir. Bu öylesine açýktýr ki, Sami Selçuk, laiklik konusunda Jakoben Fransasýna iliþkin deðerlendirmelerinin arasýna yerleþtirdiði Jules Ferry yasalarýna atýf yapabilmiþtir. Oysa ki, Jules Ferry, 1871 Paris Komünü öncesinde 4 Eylül 1870de ilan edilen yeni Fransýz cumhuriyetinin Thiers ve general Trochu ile birlikte mevki peþinde koþan bir entrikacý avukatlar topluluðunun içinde yer alan bir kiþidir. Bu kiþi, Marksýn, 4 Eylülden önce meteliksiz bir avukat olan Jules Ferry, kuþatma sýrasýnda Paris belediye baþkaný olarak dolandýrýcýlýk yolu ile kýtlýktan bir servet çýkarmayý baþardý. Kötü yönetiminin hesabýný vereceði gün, ayný zamanda mahkum edildiði gün de olacaktýr* dediði kiþidir. Öte yandan, 4 Eylül 1870de kurulan yeni cumhuriyet, Louis Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 175 KURTULUÞ CEPHESÝ Bonapartenin bir darbeyle iktidara geldiði ve kendisini imparator ilan ettiði bir dönemin sonu olup, ayný zamanda Paris Komününün kuruluþunun arifesidir. Louis Bonaparte döneminde 15 Mart 1850 yýlýnda çýkartýlan ve Falloux Yasasý olarak bilinen yasayla, tüm eðitim ve öðretimdeki laik okullar kapatýlmýþ ve eðitim iþleri tümüyle din adamlarýna verilmiþtir. Sami Selçukun aþýrý bulduðu Ferry yasasý iþte bu Falloux yasasýnýn kaldýrýlmasýna iliþkin bir yasa durumundadýr. Tüm eðitim ve öðretim iþlerini din adamlarýna ve kiliseye veren bir yasanýn varlýðýndan söz etmeksizin, bu yasanýn kaldýrýlmasýna iliþkin yasanýn aþýrýlýðýndan söz etmek, Sami Selçukun tüm akademik ünvanýyla baðdaþmamaktadýr. Ancak bunun nedeni, yukarda ortaya koyduðumuz gibi, kendisinin burjuva demokratik devrimden bile korkmasýdýr. Bu korkusu, onu zorunlu olarak feodalizmin ana unsurlarýndan olan dinsel kurumlar ve din adamlarý (ruhban sýnýfý) karþýsýn-da ýlýmlý ve uzlaþýcý bir konuma itmektedir. Sami Selçuk, Ben bu Fransaya karþýyým dediði Jakoben Fransasýndaki laikliði tanýmlarken, ruhban sýnýfýna karþý, ruhban sýnýfýnýn yaþamdaki izlerini kazýmak için yapýlan kinci, tepkici bir devrimin ürünü diyerek söz etmesi, ayný ruhban sýnýfýn, yüzyýllar boyunca feodalizmin ortaçað karanlýðý içinde iktidarda bulunduðunu ve devleti yönettiðini bir yana býrakmýþtýr. Fransýz Devrimi öncesinde baþlayan ve Fransýz Devrimi ile geliþen aydýnlanma döneminin, bu ruhban sýnýfýnýn ortaçaðdaki egemenliðine karþý olduðunu bir yana býrakan Sami Selçuk, ayný zamanda, Decartesýn, Montesquieunün, Voltairein, Balzacýn, Sartreýn, Camusnün, Foucaultnun, Lyotardýn, Lacanýn, Morinin, Baudrillardýn Fransasý. Benim sevdiðim bu ikinci Fransa dýr, 1968 olaylarýný yaþadýðým, kültüründen yararlandýðým Fransadýr diyebilmiþtir. Oysa ki, bu iki Fransa, yani ruhban sýnýflarýn yüzyýllarca egemen olduðu ve tüm toplumu ortaçaðýn karanlýðýna gömen feodal Fransa ile aydýnlanma çaðýnýn ve Devrimin Fransasý birbirine karþýttýr. Sami Selçukun iddia ettiði gibi, karþý karþýya olan iki Fransa, aydýnlanma döneminin Fransasý ile bu dönemin bir sonucu olan Fransýz Devriminin ve Jakoben Fransasý deðildir. Yargýtay baþkaný sýfatýyla Sami Selçuk, adli yýl açýþ konuþmasýnda ortaya koyduðu genel doðrularla birlikte, sergilediði bu sýnýfsal tercih ve feodalizme ve feodal ideolojilere karþý uzlaþýcý yaklaþýmýyla, ülkemiz somutunda demokratik devrimin tamamlanmamýþlýðý gözönüne alýndýðýnda, karþý-devrimci bir temele oturmaktadýr. Tarihsel gerçekler, Sami Selçukun kolayca genel doðrular için eklektizme yönelmesini getirmiþtir. Sami Selçukun konuþmasýnda bir yana býraktýðý tarihsel süreç ise þöyle bir geliþme izlemiþtir: * Marks, Fransada Ýç Savaþ, Seçme Yapýtlar, Cilt: II, s. 245 176 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ Feodal dönemde kilisenin kendi ekonomik kaynaklarý ve kendi eðitim kurumlarýyla devlet içinde devlet olma özelliði ve de dinin kendi içinde dünyevi iliþkilerin düzenlenmesine yönelen ana özelliði, burjuvaziyi iki yönlü bir eyleme itmiþtir. Bir yandan kilisenin elindeki ekonomik deðerleri (toprak) alarak onun gücünü sýnýrlandýrmak, öte yandan dinsel dogmalarý kendi iktidarýna uygun hale getirmek. Bunlardan ilki, burjuvazinin topraðýn millileþtirilmesi istemi ile çakýþýrken; ikincisi dini reform hareketiyle çakýþýr. Ancak dinin reforme edilmediði durumlarda, kilisenin devlet iktidarý üzerindeki etkisinin doðrudan kýrýlmasý gerekmiþtir. Her iki durumda da, kilisenin devlet iktidarýna müdahalesinin önlenmesi esas olmaktadýr. Ýþte kilisenin siyasal iktidardan uzaklaþtýrýlmasý ve iktidarýn bir parçasý olmaktan çýkartýlmasýnýn ideolojik ifadesi laiklik olmuþtur. Feodal bir iktidar gücü haline gelmiþ olan dini kurumlarýn, burjuvazinin iktidarýnýn önünde engel teþkil etmesiyle ortaya çýkan laiklik fikri, burjuvaziyle birlikte oraya çýkmýþ ve demokratik cumhuriyetin ayrýlmaz bir unsuru olmuþtur. Ancak, týpký güçler ayrýmý doktrini (yasama, yürütme ve yargýnýn birbirinden ayrýlmasý) gibi, laiklik de burjuvazinin feodalizme karþý mücadelesinin bir ifadesidir ve sonal olarak laikçilik olarak bir uzlaþmayý içerir. Fransada tüm yönleriyle uzlaþmaz bir biçimde ortaya çýkmýþ olan laiklik mücadelesi sonucu, kilisenin elindeki mülklerin bir bölümü devlet mülkü haline getirilmiþ, ancak kiliseye kendisi için gerekli egemenlik alanlarý býrakýlmýþtýr. Bunun sonucu olarak, kiliseler kendilerine ait mülklerle kendi faaliyetlerini sürdürmek durumunda olmuþlardýr. Bu faaliyetin en önemli iki unsuru ise, eðitim ve yardým faaliyetleridir. Birincisi kilise eðitimi olarak ortaya çýkarken, ikincisi Kýzýlhaç faaliyetleri olarak ortaya çýkmýþtýr. Bu geliþme sonucunda laiklik sorunu, hemen her zaman eðitim sorunu olarak varlýðýný sürdüregelmiþtir. Fransa örneðinde olduðu gibi laik eðitim ile dini eðitim birbiriyle sürekli çatýþma durumunda olmuþtur. Ancak politik iktidar tartýþmasýz bir biçimde burjuvazinin eline geçtiði için, kilise daha önceki yüzyýllarda kanlý savaþlarla geriletildiði için, kilisenin yeniden politik iktidara yönelmesi hemen hemen olanaksýz hale getirilmiþtir. Bu nedenle burjuvazinin kendi devrimini tamamladýðý ülkelerde, laik eðitim üzerine ortaya çýkan kimi çatýþmalar dýþýnda, burjuvazinin iktidarý için laiklik özel bir sorun deðildir. Bu andan itibaren burjuvazi, her konuda olduðu gibi bu konuda da, kitleleri aldatmýþtýr. 19. yüzyýla kadar kesin bir kilise karþýtý tutum içinde bulunan burjuvazi, iktidarýný pekiþtirir pekiþtirmez, dini, kitlelerin uyutulmasý için bir araç olarak kullanmaya baþlamýþtýr. Avrupada görülen Hýristiyan Demokrat partiler burjuvazinin bu iki yüzlü tutumunun görüngüleridir. Ancak burjuvazinin iktidarýnýn kurulduðu bu ülkelerde en temel olgu, kilisenin siyasal Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 177 KURTULUÞ CEPHESÝ iktidar mücadelesi yapmaktan uzaklaþtýrýlmýþ olmasýdýr. Bu ülkelerdeki toplumsal denge bu temelde kurulmuþ ve sürdürülmüþtür. Bu açýdan herhangi bir Hýristiyan Demokrat partisinin iktidara gelmesi, kilisenin iktidarý olmak durumunda deðildir. Bu partilerin temel özelliði burjuvazinin sýnýf partisi olmasýdýr. Onlarýn dini kurumlarla ve dinle iliþkileri kitlelerin uyutulmasý baðlamýndadýr. Engelsin belirttiði gibi, din, egemen sýnýflarýn alttaki sýnýflarýn dizginlerini elde tutmak için kullandýðý basit bir yönetim aracýdýr ve deðiþik (egemen) sýnýf-larýn her biri kendine uygun gelen dini kullanýr. Görüldüðü gibi, feodalizme karþý devrimci burjuvazi dinle mücadele etmeyi kendi iktidarý için yürüttüðü mücadelenin bir parçasý haline getirmiþ ve burjuva demokrasisinin bir parçasý yapmýþtýr. Bu baðlamda, bu mücadelenin ifadesi olan laiklik, burjuva demokrasisinin temel unsurlarýndan birisidir. Bu durum, burjuvazinin kendi iktidarýný kurar kurmaz dini kendi iktidarýnýn sürdürülmesinin bir aracý haline getirmesiyle birlikte olmuþtur. Reformdan geçmiþ bir Hýristiyanlýk, bu nedenle burjuvazinin yeni aracý durumundadýr. Din konusundaki konuþmayý tartýþýrken Dumadaki grubumuz tarafýndan açýklýða kavuþturulmamýþ olan bir baþka durum da, oportünist saptýrmalara ek olarak, Avrupa Sosyal Demokratlarýnýn din konusundaki bugünkü aþýrý kayýtsýzlýklarýna yol açan özel tarihsel koþullarýn da varlýðýdýr. Bu koþullar iki yönlüdür. Birincisi, dinle savaþmak görevi, tarihsel açýdan devrimci burjuvazinin görevidir ve Batýda burjuva demokrasisi, feodalizme ve orta çað düzenine karþý giriþtiði kendi devrimleri döneminde bu görevi büyük ölçüde yerine getirmiþ (ya da engellemiþtir). Gerek Fransa da, gerek Almanyada burjuvazinin dinle savaþma geleneði vardýr ve bu sosyalizmden (Ansiklopedistlerden ve Feuerbachtan) çok önce baþlamýþtýr. Rusyada ise, burjuva demokratik devrimimizin kendine özgü koþullarý nedeniyle, bu görev de hemen hemen tümüyle iþçi sýnýfýnýn omuzlarýna yüklenmiþtir.* Burjuvazinin devrimci niteliðini yitirdiði emperyalist aþamada, demokratik devrimin tamamlanmadýðý ülkelerde dinle mücadele görevinin proletaryanýn omuzlarýna kalmasý, ayný zamanda proletaryanýn bu ülkelerde demokratik devrimi tamamlama göreviyle çakýþýr. Ama proletaryanýn, dinle olan mücadelesi salt bununla baðlantýlý deðildir. O, ayný zamanda, demokratik cumhuriyet kurulmasý yönündeki tarihsel eylemi ile dinin kiþisel bir sorun olarak kalmasý gereði açýsýndan da bu mücadeleyi yürütmek zorundadýr. * Lenin, Proletarya Partisinin Din Konusundaki Tutumu, Kurtuluþ Cephesi, Sayý: 18, s. 24. 178 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ Laikliðin Avrupadaki burjuva devrimleri döneminde ortaya çýkmýþ olmasý ve buradaki dine, yani Hýristiyanlýðýn feodal dogmalarýna karþý bir mücadelenin ürünü olmasý, Leninin de belirttiði gibi mücadelenin bittiði anlamýna gelmemektedir. Özellikle Ýslamiyet gibi kendisini tarihsel geliþmeye uydurmamýþ, burjuvazi tarafýndan reformize edilmemiþ bir din karþýsýnda proletarya ve partisinin görevleri çok daha fazla özelliklere sahip olacaktýr. Bugün Avrupadaki pek çok ilerici ve demokrat kesimlerde fundamentalizm olarak radikal islamcýlýk þeklinde ele alýnan sorun, bizatihi Ýslamiyetin bir bütün olarak kapitalist toplumsal geliþme evresine ulaþmamýþlýðýný dýþlar. Ýslamiyet, bir yandan kendisinde bulunan ortaçað dogmalarýndan arýnmamýþtýr. Diðer yandan, Hýristiyanlýk gibi, toplumsal, siyasal ve ekonomik düzeni düzenleme özellikleri ile bunlara dayalý siyasal iktidara yönelik eylemleri kesin bir yenilgiye uðratýlmamýþtýr. Ýslamiyetin egemen olduðu ülkelerin emperyalist sömürgeler haline getirilmesi, bu ülkelerin kendi iktisadi evrimlerini yaþamalarýný engellemiþtir. Dolayýsýyla tüm bunlar bu ülkelerdeki demokratik devrim sorununun parçasý haline gelmiþtir. Bu ülkelerde, proletarya ve partisinin görevi, ne Avrupadaki gibidir, ne de Çarlýk Rusyasýndaki gibidir. Burjuvazinin din karþýsýndaki en basit karþý duruþu bile proletaryanýn omuzlarýna kalmýþtýr. Bu görev, ayný zamanda, burjuvazinin dini kendi çýkarlarý için, devrimci mücadeleye karþý kullanma yönündeki faaliyetleriyle de yüz yüzedir. Bundan öte, kitlelerin dikkatini devrim mücadelesinden uzaklaþtýrmak amacýyla yapacaðý ve yaptýðý dine karþý kasýtlý savaþ ilanlarýyla da yüz yüzedir. Ýþte böylesine zorlu koþullar altýnda Türkiyede yürütülen demokratik halk devrimi mücadelesi din karþýsýnda çok duyarlý olmak durumundadýr. Ama her koþulda, bu mücadele, halk demokrasisi ve sosyalizm mücadelesinin gerekleri olarak ele alýnmak durumundadýr ve her durumda halk iktidarýnýn ve sosyalist devletin laik bir cumhuriyet olacaðý açýkça ilan edilmek durumundadýr. Ancak bizim gibi demokratik devrimin tamamlanmadýðý ve üstelik dini reformdan geçmemiþ bir Ýslamiyetin egemen olduðu bir ülkede laiklik ve din bu belirlemelerle sýnýrlandýrýlamaz. Konu çok açýk biçimlerde ortaya konulmalýdýr. Hele ki, þeriatçýlýðýn artan güçlenmesi ve oligarþinin dini anti-komünist propagandanýn odaðýna yerleþtirmesi, konunun önemini daha da artýrmaktadýr. Bundan öte, oligarþinin dini bir araç olarak kullanmasý karþýsýnda, ayný aracý oligarþiye karþý kullanma tutumlarý, Alevilik üzerinde oynanan oyunlar düþünülecek olursa, konunun ne denli geniþ kapsamlý olduðu daha iyi anlaþýlacaktýr. Tüm Marksist-Leninistler için, Din, devlet karþýsýnda özel bir sorundan baþka bir þey deðildir; ancak kendileri açýsýndan, Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 179 KURTULUÞ CEPHESÝ Marksizm açýsýndan ve proletarya partisi açýsýndan sorun, kiþisel bir sorun, özel bir sorun deðildir. Bu öylesine bir ilkedir ki, Paris Komünü nün ilk aldýðý kararlardan birisi, kilise ile devletin ayrýlmasý ve din iþleri bütçesinin kaldýrýlmasý, bütün kilise mallarýnýn ulusal mülkiyete dönüþtürülmesi þeklinde olmuþtur. Ancak Komün bununla da yetinmemiþ, 8 Nisan 1871 günü aldýðý kararla bütün dinsel simge, imge, dua ve dogmalarýn, kýsacasý herkesin bireysel vicdaný ile ilgili herþeyin okullardan uzaklaþtýrýlmasýný saðlamaya yönelmiþtir. Görüldüðü gibi, proletarya ve partisi, din ile devlet iþlerinin birbirinden ayrýlmasýný ve dinin kiþisel bir sorun olarak kalmasýný isterler. Ama ayný zamanda, dinsel dogmalara ve dine karþý mücadele ederler. Bu mücadele, dinle nasýl savaþýlacaðýný bilmekle olanaklýdýr. Bu da, dinsel inançlarýn ve dinin kökenlerinin materyalist bir biçimde kitlelere anlatýlmasý demektir. Marksist-Leninistler bunu yaparken, din sorununun birincil bir sorun haline getirilmesine izin vermemek durumundadýrlar. Bu tutum, ayný zamanda, din sorununu birincil hale getirmek, kitleleri dinsel inançlarýna göre bölmek isteyenlere karþý mücadele demektir. Ýþte bu tarihsel belirlemeler ýþýðýnda, Yargýtay baþkaný Sami Selçukun laiklik ve laikçilik üzerine görüþleri deðerlendirilmelidir. Onun Jakoben Fransasý karþýsýnda duyduðu tepki ve korku, ülkemizdeki toplumsal ve siyasal sorunlarýn yaratmýþ olduðu çatýþma ortamý içinde þekillenmiþtir. Ortaya koyduðu genel doðrular yanýnda, yöneldiði popülizm, eklektizm ve uzlaþmacýlýk, sorunun feodalizme karþý mücadele sorunu olduðu gerçeðinin üstünü örtmektedir. Demokratik devrimin tamamlanmadýðý bizim gibi ülkelerde, toplumsal ve siyasal sorunlarýn kesin bir çatýþma ve hesaplaþmaya yönelmesi, þüphesiz küçük-burjuvaziyi her zaman korku ve kaygýya düþürmektedir. Ancak korkunun ecele faydasý yoktur. Yukarda da ortaya koyduðumuz gibi, islam dininin varolduðu ülkelerin hiçbirisinde burjuva anlamda demokratik devrim tamamlanmamýþ ve dolayýsýyla feodal bir ideoloji durumundaki dinle kesin ve nihai hesaplaþma gerçekleþmemiþtir. Hýristiyanlýðýn, katolik kilisesine karþý yürütülen protestan hareketiyle kendisini kapitalizme uyumlandýrmasý süreci, müslüman ülkelerde gerçekleþmediði gibi, bu uyumlandýrma süreci, demokratik devrimsiz gerçekleþemeyecektir. Bunlar bir yana býrakýlarak, birkaç islamcý aydýnýn (Hatemi kardeþler gibi) ileri görüþlü olmalarýna dayanarak, feodalizmle kesin bir hesaplaþmadan çok, feodalizmin geliþen çarpýk kapitalizm içinde evrimleþen kesimleriyle ittifak kurarak laiklik sorununu çözmeyi düþünmek, saf demokrasi kavrayýþý gibi, yalýn bir safdillik durumundadýr. Ülkemizde emperyalizme baðýmlý olarak geliþtirilen kapitaliz- 180 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ min, üstyapýsal olarak feodal ideolojileri koruyucu niteliði, ayný zamanda laikliðin laikçilik olarak sürdürülmesinin de maddi temelidir. Emperyalist aþamada ve geri-býraktýrýlmýþ ülkelerde burjuvazinin gerek milli, gerekse devrimci niteliðini yitirmesi, feodalizmin tasfiye sürecini uzatmaktadýr. Ortaya çýkan her türden gerici ve dinsel örgütlenmeler, ülkemizdeki toplumsal yapýnýn çarpýk niteliðinin ürünleri durumundadýr. Bu yüzden, feodalizmin tümüyle tasfiye edilmesinin tek yolu demokratik devrimin tamamlanmasýdýr. Demokratik devrim ise, proletaryanýn öncülüðünde gerçekleþtirilmek zorundadýr. Dolayýsýyla, burjuva nitelikteki demokratik devrim, öncünün niteliðine baðlý olarak daha geniþ bir kapsama sahip olacaktýr. Bu da, demokratik halk devrimi demektir. Sami Selçukun ülkemizdeki çeliþkilerin keskinliðini gözeterek ortaya koyduðu görüþler, olasý bir toplumsal çatýþma ortamýnda, olaylarýn hýzla bir devrim durumuna dönüþeceði korkusunu da taþýmaktadýr. Sami Selçukun bu korkusu, radikal islamcýlardan daha çok jakoben küçük-burjuva radikallerine yöneliktir. Ve tarihsel olarak gerçek olan ise, ülkemizde küçük-burjuva radikalleri (devrimci-milliyetçiler) uzun yýllar önce devlet aygýtýndan tasfiye edilmiþ ve tekil bireyler olarak örgütsüzleþtirilmiþtir. Baþkentteki küçük bir asker-sivil aydýn kesim arasýnda ortaya çýkan radikal konuþmalar, bu gerçeði deðiþtirmemektedir. Bu yönüyle de, Sami Selçukun konuþmasý, küçük-burjuva radikalleri ile islamcý aydýnlar ve II. cumhuriyetçiler arasýndaki sözlü çatýþma zeminine oturmaktadýr. Ancak hangi temelden ele alýnýrsa alýnsýn, Yargýtay baþkanýnýn konuþmasýnda ortaya çýkan tek gerçek, onun radikal deðiþikliklere karþý olduðudur. Bu karþýtlýk, kimi durumda demokratik devrime, kimi durumda küçükburjuva radikalizmine karþýtlýk olarak belirginleþmektedir. Bu açýdan Sami Selçuk, küçük-burjuvazinin kontrol kulesinde oturan orta kesiminin sözcüsü olmuþtur. Yargýtay baþkanýnýn konuþmasýnýn bu yönlerini dikkate almayarak, laiklik ve bunun ülkemizdeki çarpýk uygulanmasý konusunda söylediði genel doðrulara bakarak yapýlacak deðerlendirmeler yanlýþ olacaktýr. Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 181 KURTULUÞ CEPHESÝ Yargýtay Baþkaný Sami Selçuk'un Alýþýlan Konuþmasý KURTULUÞ CEPHESÝ Sayý: 57, Eylül-Ekim 2000 Geçen yýl adli yýl açýlýþ konuþmasý ile, Marmara depremiyle þaþkýna düþen Türkiyenin karþýsýna çýkan Yargýtay Baþkaný Sami Selçuk, edebi sözler ve uyaklý dizelerle laiklik, laisizm, demokrasi, cumhuriyet, devlet, hukuk vb. konularda görüþlerini ortaya koyduktan sonra bir süre ülke gündeminde baþ sýralara çýkmýþtý. Kimilerince demokrasi savaþçýsý ilan edilen Sami Selçuk, bir baþka kesim tarafýndan fettullahçý olmakla suçlanýrken, solda da birçok farklý deðerlendirmeye konu olmuþtur. Solda kimi siyasal oluþumlar için anti-Kemalist ilan edilen Sami Selçuk, baþka siyasal oluþumlar tarafýndan II. Cumhuriyetçi, sol reformizmin temsilcisi ya da þeriatçýlarla reformist sol arasýnda ittifak kurarak devrimci mücadeleyi tasfiye etmeyi amaçlayan devletin yeniden yapýlanmasý yanlýsý olarak deðerlendirilmiþtir. Tüm bu deðerlendirme bolluðu içinde Sami Selçukun ortaya koyduðu görüþlerin sýnýfsal temeli sürekli bir yana býrakýlmýþtýr. Sami Selçukun geçen yýl yaptýðý adli yýl açýþ konuþmasýnda ortaya koyduklarýnýn sýnýfsal içeriðini Kurtuluþ Cephesinin Eylül-Ekim 1999 tarihli 51. sayýsýnda ifade etmiþtik. (Bkz. Yargýtay Baþkaný Sami Selçuk ve Laiklik, Laikçilik, Burjuva Demokratik Devrim yazýsý.) Bir yýl önce, baskýcýlýða direnen bir kiþi olarak sunulan ve 182 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ geçen yýlki konuþmasý demokrasi manifestosu (Y. Doðan) olarak deðerlendirilen Yargýtay Baþkaný Sami Selçukun bu yýlki adli yýl açýþ konuþmasýnýn tam bir suskunluk fesatý ile yüzyüze gelmesinin nedeni de, kendisinin küçük-burjuvazinin kontrol kulesinde oturan orta kesimin sözcüsü olmasýndan kaynaklanmaktadýr. Bu yýlýn Haziran ayýndan itibaren küçük-burjuva aydýnlarý arasýnda baþgösteren ayrýþmada ifadesini bulan bu durum, küçük-burjuvazinin orta kanadýnýn sað kanatla ayný çizgide yýllar boyu sürdürdükleri dostluk iliþkisinin sonuna gelindiðini göstermektedir. Televoleci iktisatçýlar dan büyük gazetelerin genel yayýn yönetmenlerine kadar tümüyle küçük-burjuvazinin sað kanadýný temsil eden kesimlerin Sami Selçukun bu yýlki konuþmasý karþýsýnda sessiz kalýþlarý, sýnýf mücadelesiyle ve sýnýfsal perspektiflerle her türlü iliþkisini yýllar boyu kesmiþ olan küçük-burjuvazinin sol kanadýndaki küçük kýpýrdanmalara karþý bir tavýr olduðu kadar, orta kesimin sol kanatla yakýnlaþmasýna neden olabilecek sözlerden ve yorumlardan kaçýnma istediðinden de kaynaklanmýþtýr. Geçen yýldan bugüne gelindiðinde, ülkemiz somutunda, bir yandan Marmara depreminin küçük-burjuvazi üzerinde yaratmýþ olduðu þok önemli ölçüde ortadan kalkmýþ, diðer yandan þeriatçýlýk tehlikesi yapýlan hizbullah operasyonlarý ile yakýn ve somut bir tehdit olmaktan çýkartýlmýþtýr. Bu siyasal ve toplumsal geliþme, kaçýnýlmaz olarak, küçük-burjuva radikalleri ile islamcý aydýnlar ve II. Cumhuriyetçiler arasýndaki sözlü çatýþma ortamýnýn daðýlmasýna neden olmuþtur. Bu çatýþmalarýn maddi temelleri ortadan kalkmamýþ olmasýna karþýn aktüel olarak önemini yitirmesi, Sami Selçukun bu yýlki konuþmasýnýn sýradan bir adli açýlýþ konuþmasý olarak bakýlmasýna neden olmuþtur. Zaten Yargýtay Baþkanýndan daha üstte bulunan Anayasa Mahkemesi Baþkanýnýn cumhurbaþkaný seçildiði bir dönemde, hak ve hukuk konusunda Sami Selçukun soyut sözlerinin kamuoyunda daha az ilgiyle karþýlanmasý da kaçýnýlmazdýr. Ancak Sami Selçukun bu yýlki alýþýlan konuþmasýnda yer alan bazý belirlemeler, ayný zamanda kendisinin sözcülüðünü yaptýðý küçük-burjuva kesimlerinin içinde bulunduklarý durumu ve çýkmazý ortaya koymuþtur. Bu belirlemeler gazetelere þöyle yansýmýþtýr: Bütünleþme yolunda en tartýþmalý konunun Ulus-devlet sorunu olduðunu, ABde ulusal egemenlik ve eþitlik kavramlarýnýn gittikçe aþýndýðýný, uluslarüstülük kavramýnýn bütünleþmeyi saðlayacak bir boyuta ulaþtýðýný kaydeden Sami Selçuk, ABnin kriterlerinin, Atatürkçülüðün ve Türk halkýnýn yürüdüðü yolun ayný olduðunu söyledi. Üniter bir devlet ve bölünmez bir ülkede yaþamak isteyen Türk ulusunun önünde ABye girmek için kanýmca hiçbir Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 183 KURTULUÞ CEPHESÝ engel yoktur diyen Selçuk, Yeter ki, birliðin tam haklara sahip, özgür ve onurlu bir üyesi olalým dedi. Avrupa Ýnsan Haklarý Sözleþmesinin artýk bugün Avrupanýn Anayasasý olduðunu, Kopenhag Kriterlerinin o kadar vahim þartlar ileri sürmediðini belirten Sami Selçuk, Türkiyenin, Avrupa nýn kenar mahallesinde yer almamasý gerektiðini, Atatürk devrimlerinin uzantýsýnýn da bunu gerektirdiðini anlattý. Katý egemenlik anlayýþýnýn küreselleþme doðrultusunda yumuþatýlmasýnda sakýnca görmediðini, bunun teslim olma deðil, kimliðini koruyarak özgür iradeyle ekonomide, politikada, hukukta buluþma, ortaklýk olduðunu vurgulayan Selçuk, Avrupa Birliðinin düþ olmadýðýný, saydamlýk, halkýn katýldýðý iyi yönetim, devletle sivil toplum arasýnda eþgüdüm isteklerine Türk insanýnýn ne karþý ne de yabancý olduðunu kaydetti. Görüldüðü gibi, Yargýtay Baþkaný Sami Selçuk, aradan geçen bir yýl içinde açýk bir globalizm yandaþý olmuþtur. Bir yýl önce Jakoben Fransasýna karþý çýkan ve günümüz Fransasýnýn hâlâ bu geleneði sürdürdüðünü söyleyen Sami Selçuk, bir yýl sonra ayný Fransanýn belirleyici konumda bulunduðu Avrupa Birliði konusunda katý egemenlik anlayýþýnýn küreselleþme doðrultusunda yumuþatýlmasýnda sakýnca görmez hale gelmiþtir. Ve böylece tüm globalizm yandaþlarý gibi, Sami Selçuk da, ulus-devlete karþý çýkarak globalizmin uluslarüstü kavramýnýn savunucusu olmuþtur. Onun için artýk ulusal egemenlik ve eþitlik kavramlarý gittikçe aþýnmýþ kavramlardýr. Ýþte küçük-burjuvazinin sað kanadý ile bütünleþmiþ ve ayný çizgide buluþmuþ olan orta kanadýnýn tüm perspektifi böylesine yalýn haldedir. Sami Selçuk da, bu kesimin sözcüsü olarak iþlevlerini yerine getirmiþtir. Artýk onun yeri tarihin çöplüðü olmaktadýr. Onlarý buraya yönelten tek gerçek, devrim karþýsýnda duyduklarý korkudur. 184 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ Durum Tahlilleri, Komplolar ve Senaryo Yazmak KURTULUÞ CEPHESÝ Sayý: 54, Mart-Nisan 2000 Marksizm-Leninizmde devrimci mücadelenin taktik ve stratejisinin belirlenmesinde somut durumlarýn tahlili belirleyici bir yere sahiptir. Leninin deyiþiyle, somut tarihsel durumun tahlili, devrimci mücadelenin stratejisinin temelini oluþtururken; mevcut durumun tahlili taktiklerin temelini oluþturur. Durum tahlillerine iliþkin bu temel bilgiler ülkemiz solunda bilinir olmakla birlikte, hemen her durumda, dönemin egemen bakýþ açýlarýndan yola çýkmak ve bu bakýþ açýsýna göre somut durumu açýklamak genel bir yaklaþým durumundadýr. Dünya çapýnda Amerikan emperyalizminin ideolojik propagandasýyla birlikte yerleþtirilen pragmatizm kavrayýþý, uzun dönemdir egemen bakýþ açýsý durumuna getirilmiþ ve dolayýsýyla ülkemiz solunda da mevcut geliþmelerin deðerlendirilmesinde temel yöntem halini almýþtýr. Pragmatizm, her durumda, yararlýlýk temelinde olaylarý ve olgularý deðerlendirdiðinden, olaylar ve olgular karþýsýndaki tutumu da bununla paralellik gösterir. Bu yanýyla pragmatizm, olaylarýn ve olgularýn tahlilinden çok, bunlarýn ortaya çýkarabileceði olasýlýklarýn hesaplanmasýný esas alýr. Böylece, ortaya çýkabilecek her türlü olasýlýða karþý bir plan yapýlmasýný öngörür. Sýkça duyulan A planý, B planý türünden sözler, Amerikan pragmatizminin bu niteliðinin dýþavurumlarýdýr. Bu baðlamda, pragmatistler için, ortaya çýkabilecek olasýlýklarý içiren senaryolar hazýrlamak ve geliþmeleri bu senaryolar Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 185 KURTULUÞ CEPHESÝ çerçevesinde deðerlendirmek belirleyici bir yere sahiptir. Pragmatizm, nesnel gerçekliði ve nesnel zorunluluðu dýþladýðý için, olaylarýn ve olgularýn geliþiminin önceden saptanamayacaðýný iddia eder. Böyle olunca, mantýki, yani insan zihninde tasarlanabilir her durum ve olasýlýk gözönünde tutulmalý ve bunlara uygun planlar yapýlmalý, politikalar hazýrlanmalýdýr. Bu nedenle, mantýki her olasýlýk gözönünde tutularak, her bir olasý geliþimde kullanýlacak plan yapmak gerekmektedir. Amerikan propagandasýnda sýkça dile getirilen senaryolar, mantýki her bir olasýlýðýn kendi içinde geliþiminin ve sonuçlarýnýn saptanmasýndan baþka birþey deðildir. Senaryonun gerçekliði ise, ortaya konulanlara uygun plan ve projelerin yapýlabilip yapýlamayacaðýna baðlýdýr. Bu boyutuyla, olasýlýklara göre çizilen her bir senaryo, uygun plan ve projelerin üretilmesine yararlý olabildiði sürece gerçektir. Felsefi kavramlarla ele alýnýp deðerlendirildiðinde, günlük olarak üretilip kullanýlan pragmatizmin kavranýlmasý ise oldukça zor olmaktadýr. Örneðin, pragmatizmin ekonomik, sosyal ve siyasal olaylarda somutlaþtýðý senaryo çiziminin uygun plan ve projelerin üretilmesine olanak saðladýðý oranda gerçek olmasý felsefik bir tanýmlamadýr. Günlük dilde bunun karþýlýðý senaryonun geçerliliði olarak ifade edilmektedir. Felsefi olarak tanýmlandýðýnda, senaryo üretiminin temelinde olay ve olgularýn olasý her türlü geliþiminden yola çýkýldýðý için, sonuçta üretilen senaryo nun gerçekliði gündeme gelmektedir. Günlük kullanýmda, senaryonun geçerliliðinden yola çýkýldýðý için, mantýki olarak olay ve olgularýn böyle bir olasýlýðý içerip içermediðine bakýlýr. Sonuçta, bir senaryonun geçerliliði, þu ya da bu olay/olguda aranýrken; gerçekliði þu ya da bu olay/olgunun gerçekliðinde tanýmlanýr. Böylece yalýn bir totoloji (yineleme) pragmatist yöntemin demagojik yönünü oluþturur. Bu yön, ortaya konulan her bir senaryo karþýsýnda yapýlacak eleþtirileri önsel olarak dýþlamayý olanaklý kýlar. Basit bir örnek olarak, henüz doðmamýþ bir çocuðun geleceðine iliþkin çizilebilecek senaryolar alýnabilir. Henüz cinsiyeti bile bilinemeyen bir çocuðun, gelecekte (örneðin 18 yaþýnda) nasýl biri olacaðý sorusunun pragmatist yanýtý, deðiþik olasýlýklara göre deðiþik senaryolar çizmek þeklindedir. Þayet erkek olursalý baþlayan, eðer okursalý devam eden, yoksalýya uygun yeni senaryo ortaya koyan pragmatist yanýt, akla gelebilecek her soruya mantýki yanýtlar getirdiði gibi, ne yapýlacaðýna iliþkin de sayýsýz senaryolar ortaya koyarak, bireylere seçme özgürlüðü tanýr. Uygun zamanda, uygun yerde olmayan ya da seçme özgürlüðünü yanlýþ kullanan yahut senaryonun gerçekleþebilmesi için gerekli araçlara sahip olamayan anne-babalar, kendi gerçekliklerinde yaþamak zorundadýrlar. Bu da onlarýn gerçeði olarak kalacaktýr. 186 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ Maddi olarak ticaret burjuvazisinin nesnel gerçekliðine uygun olan bu pragmatist yöntem, kredi sisteminin ve para ticaretinin geliþimine paralel olarak mali sermayenin pratik faaliyetini yönlendiren bir yöntem olmuþtur. Kapitalist pazarýn nesnel yasalarýna, arz-talep iliþkilerine baðýmlý olan ticaret burjuvazisi ve mali sermaye, tüm faaliyetlerini olasýlýklara göre hesaplamak ve düzenlemek zorundadýr. Burjuvaziyi, bu olasýlýklarýn nesnel nedenleri, yani kapitalizmin nesnel yasalarý hiçbir zaman ilgilendirmez. Onlar, kendileri için yanýlsama üretecek zamana sahip deðillerdir. Ayný þekilde, onlar, bir þeyin neden olduðuyla deðil, bugün ne olduðuyla ilgilenmek durumundadýrlar. Dolayýsýyla, pragmatizm, bunlar için en ideal dünya görüþü olarak ortaya çýkmaktadýr. Pragmatizme yönelik her türlü felsefi eleþtirinin etkisiz kalýþýnýn nedeni de burada yatmaktadýr. Diðer yandan pragmatizmin diyalektik yöntemi pekçok alanda kullanmasý da, eleþtirilerin boþlukta kalmasýnýn bir diðer nedeni olmaktadýr. Diyebiliriz ki, nesnel gerçekliðin bilgisi yerine, sadece mevcut olay ve olgulara dayanarak olasýlýk hesaplarýyla iþ gören pragmatizm, bilimsel bilgiyi öngerektirmeyen bir kavrayýþtýr. Doðal olarak, pragmatist deðerlendirmeler, senaryolar, en sýradan biri tarafýndan bile kolayca anlaþýlabilir olmaktadýr. Bu anlaþýlabilir niteliði ile senaryolar, kolayca geniþ kitleler arasýnda kabul görmekte ve yayýlmaktadýr. Bu senaryolarýn bilimsel olarak yanlýþlýðýnýn üstü ise, kitlesel onayla örtülmektedir. Bugün ülkemiz somutunda faiz, repo, hazine bonosu vb. gelirlerin azalmasýyla birlikte küçük yatýrýmcýlarýn borsaya yönelmeleri, nesnel olarak bu kesimlerin mülksüzleþtirilmesiyle sonuçlanacaktýr. Ancak borsaya yönelen bu yeni para kitlesi, ayný zamanda, borsaya yatýrýlan paranýn bir kýsmýnýn deðerlenmesini saðlamaktadýr. Borsaya giren her yeni para, daha önce yatýrýlmýþ paranýn prim yapmasýna neden olmaktadýr. Böylece borsaya para yatýranlar kazanýrken, yatýrmayanlar kaybetmektedir. Ta ki, borsa bir bütün olarak çökene kadar ya da büyük bir mali kriz patlak verene kadar. Bu koþullar altýnda, elinde belli bir miktar para bulunan küçük yatýrýmcýya ne önerilebilir? Günlük yazýlý ve görüntülü basýnda sýkça sorulan bu soruya verilen yanýtlar ise çok nettir: Mümkün olduðu kadar tüm paranýzý bir sepete koymayýnýz. En iyisi, parayý üçe bölerek, deðiþik sepetler oluþturmaktýr. Birinci sepet portföy yatýrýmýndan oluþmalýdýr; ikinci sepet deðiþik dövizlerden oluþmalýdýr ve üçüncü sepet ise devlet tahvili ve faizlerden oluþmalýdýr... Görüldüðü gibi, borsa uzmanlarýnýn ya da ekonomistlerin, akýllý küçük yatýrýmcýya verdikleri akýl, olasý geliþmelere göre eldeki paranýn tümünün kaybedilmemesiyle sýnýrlýdýr. Onlara göre, olasý Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 187 KURTULUÞ CEPHESÝ geliþim üç ayrý senaryoyu öngerektirmektedir ve akýllý küçük yatýrýmcý herþeyini yitirmemek için, yani mülksüzleþmemek için, bu senaryolara uygun yatýrýmlar yapmalýdýr. Buraya kadar anlattýklarýmýza iliþkin sayýsýz örnek vermek mümkündür. Verilecek örneklerle pragmatizmin ne denli oportünist bir anlayýþ olduðunu sergilemek olanaklýdýr. Ancak pragmatizmin en önemli sonucu, çizilen senaryolarýn bireyler ve kitleler tarafýndan benimsenmesi ve buna uygun olarak geliþmelerin deðerlendirilmesidir. Bu öylesine yaygýn bir durum yaratmýþtýr ki, hemen her ekonomik, sosyal ve siyasal geliþme birer senaryo konusu olmuþtur. Örneðin, A. Öcalanýn Kenyadan getirilmesi olayý, çizilen senaryoya uygun olarak deðerlendirilmekte ve geliþmeler de bu senaryoya uygun olarak izlenmektedir. PKKnin söyleminde Baþkan Apoya yönelik uluslararasý komplo olarak tanýmlanan senaryoya göre, Baþkan Apo, Türkiye, ABD, Ýsrail, Yunanistan, Almanya, Ýtalya, Rusya ilanihayet... gibi ülkelerin hazýrladýklarý bir komploya kurban gitmiþtir. Çizilen senaryoya göre, ABD, Suriye ile gizli görüþmeler yaparak ve Türkiyenin saldýracaðý tehdidinde bulunarak Hafýz Esadý kandýrmýþ ve bunun sonucunda Baþkan Apo Suriyeden çýkmak zorunda kalmýþtýr. Ancak senaryonun yazdýðýna göre, Baþkan Apo Suriyeden çýkmadan Yunanistandan güvence almýþtýr. Yunanistan ABDnin talimatýyla Baþkan Apoya bu güvenceyi vermiþtir. Ancak bu sözde güvencenin tek amacý, Baþkaný Suriyeden çýkartmak olduðundan, Yunanistan verdiði sözü tutmamýþtýr. Bunun üzerine Baþkan Apo, Avrupanýn üstünde uluslararasý komplocu güçlerle tek baþýna kalmýþtýr. Ve Kenyada senaryo sonuçlanmýþtýr. Görüldüðü gibi, herþey santranç tahtasýndaki taþlar gibi, belli kurallar içinde hareket etmiþ, hamleler zaman içinde yapýlmýþ ve sonuç alýnmýþtýr. Ancak belli bir güce sahip PKK örgütlenmesinin ne olduðu ise, bu senaryo içinde yer almamaktadýr. Kendi sözcükleriyle söylersek, Baþkan Apo Kürdistana gitmeyi düþünüyor iken, nasýl olup da Avrupanýn üstünde tek baþýna kaldýðý bilinmemektedir. (Burada bir neden olarak, deðiþik bireylerin bu komploda yer aldýklarý ve bunlarýn Baþkan Apoyu dolaylý yönlendirdikleri söylenmektedir. Bugüne kadar herkesi yönlendirdiði söylenen Baþkanýn, nasýl yönlendirilen konumuna geçtiði ise yine karanlýkta kalmaktadýr.) Oysa ki, tarihin materyalist kavranýþý, bu geliþmelerin, dünya çapýndaki geliþmelerin bir parçasý olduðunu, yerel ve uluslararasý sýnýf iliþkilerindeki deðiþmelerin bir yansýsý olduðunu açýkça ortaya koymaktadýr. Ama yine de, senaryolar ve komplo planlarý raðbet görmeye devam etmektedir. Ülkemiz somutunda benzer bir durum, genelkurmayýn dev- 188 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ letin yeniden yapýlandýrýlmasý söylemiyle birlikte ortaya çýkmýþtýr. Genelkurmay baþkanlýðý tarafýndan çeþitli gazetecilere verilen brifinglerde ortaya konulan senaryoya göre, devletin yeniden yapýlandýrýlmasý bir zorunluluktur. Genelkurmayýn yeniden yapýlandýrma planý, mevcut demokrasinin geniþletilmesini ve demokrasi karþýtlarýnýn tasfiye edilerek demokratik katýlýmýn yaygýnlaþtýrýlmasýný öngörmektedir. Çizilen senaryoya göre, devlet, yeniden yapýlandýrma çerçevesinde tehdit önceliðini deðiþtirmektedir. Düne kadar iç ve dýþ tehdit sýralamasýnda birinci sýrada yer alan bölücü ve yýkýcý terörizm in yerini demokrasi karþýtlarý ve þeriatçýlýk almýþtýr. Böylece yapay olarak þeriatçýlýk bir tehdit olarak öne çýkarýlarak, anti-þeriatçý cephe yaratýlmasý planlanmýþtýr. Bu senaryo gereðince, þeriatçýlýða karþý olan, ancak mevcut düzenden de hoþnut olmayan kesimler, yapay bir biçimde bu cephe içinde yer almaya zorlanacak ve böylece mevcut düzene karþý muhalefet etkisizleþtirilecektir. Doðal olarak, sol örgütlenmeler de, bu çerçeve içinde yerlerini almýþ olacaklardýr. Sonal amaç, devrimci mücadelenin tasfiye edilmesidir. Yapay bir þeriatçýlýk tehlikesi karþýsýnda solun, mevcut laik düzenin savunucusu haline getirilmesi amaçlanmaktadýr. vs. vs... Buna karþý, Amerikan emperyalizminin yeni dünya düzeninin bir parçasý olarak tanýmlanan ikinci bir senaryo ortalýða atýlmýþtýr. Bu ikinci senaryoya göre, Amerikan emperyalizmi, yeni dünya düzeni çerçevesinde ulusal devletleri ortadan kaldýrmak istemektedir. Bu amaçla, ülkemizde II. cumhuriyetçileri piyasaya sürmüþtür. Globalizmin savunucusu küçük-burjuva aydýnlarýnýn baþýný çektiði bu II. cumhuriyetçiler, ulus-devlete karþý ümmet-devleti savunan þeriatçýlarla ittifak kurarak, kemalist devleti ortadan kaldýrmak istemektedirler. Bu amaçlarýna ulaþabilmek için, kemalizm karþýtý her kesimle ittifak peþinde koþmaktadýrlar. Bu baðlamda Kürt ulusal hareketi ve solla ittifak kurmaya çalýþmaktadýrlar. Böylece, sol örgütler anti-kemalist bir temelde reformist ve þeriatçýlarla cephe oluþturarak, Amerikan emperyalizmine yedeklenecektir. Sonal amaç, devrimci mücadelenin tasfiyesidir. vs. vs... Böylece, dört taraflý bir senaryolar zinciri, mevcut geliþmelerin tahlili için veri haline gelmektedir. Taraflardan birincisi, yeni dünya düzeni ve globalizmin sahibi Amerikan emperyalizmidir. Ýkincisi, genelkurmay baþkanlýðý ve kemalist devlettir. Üçüncüsü, þeriatçýlar. Ve dördüncüsü, sol örgütler ve devrimci mücadeledir. Artýk bireyler için (hatta sol örgütler için) bu senaryolardan birisini (olmazsa bir üçüncüsünü yazabilirler) kabul etmek ve geliþmeleri bu çerçevede deðerlendirmekten baþka yapacak bir þey kalmamaktadýr. Örneðin Yargýtay Baþkaný Sami Selçukun konuþmasý, hangi Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 189 KURTULUÞ CEPHESÝ senaryonun seçildiðine ve hangi kesimde olunduðuna baðlý olarak deðerlendirilebilecektir. Sami Selçukun ne dediðinin deðil, niçin dediðinin önem kazanmasýnýn nedeni de budur. Sami Selçukun Jakobenizme karþý olduðunu söylemesinin amacý, devrimci mücadeleyi tasfiye etmektir; hedefi, demokrasi söylemi çerçevesinde sol örgütleri küçük-burjuva reformistleri ile þeriatçýlarýn kurduklarý demokrasi cephesine katmak ve bu yolla tasfiye etmektir. Böylece Sami Selçukun aslî görevi, Yargýtay Baþkaný olmaktan çýkmakta, bu cephenin oluþturulmasý haline gelmektedir. Karþýt senaryo sahiplerine göre ise, Sami Selçuk, Amerikan emperyalizmi tarafýndan satýn alýnmýþtýr. Amacý, Amerikan emperyalizminin yeni gözdesi Fettullah Gülenin ýlýmlý islamý çerçevesinde ulusal devleti tasfiye etmektir. Onun aslî görevi, anti-emperyalist, laik ve demokratik cepheyi daðýtmaktýr. Böylesine yalýnlaþtýrýlmýþ ve yalanlaþtýrýlmýþ senaryo ve komplolar ortamýnda, mevcut durumun bilimsel tahlili, kaçýnýlmaz olarak fazla felsefi kalmaktadýr. PKKnin içinde bulunduðu tasfiye süreci, ÖD Partisinin, DÝSKin ve diðer legal sol örgütlenmelerin reformist bir çizgiye oturmasý ve DSnin legalizme kayýþý gözönüne alýndýðýnda, sýnýfsal tahlillerden çok politik tahlillerin yapýlmasý gerektiði düþünülmektedir. Böylece sýnýfsal tahliller ile politik tahliller birbirine karþýt olarak kavranabilmektedir. Sürecin nedenleri deðil, nereye evrileceðine iliþkin her tahlil, yani senaryo revaç görmektedir. Ýþte 12 Eylülden günümüze kadar kitlesel ölçekte sürdürülen depolitizasyon ve buna paralel olarak ülkemiz solunda ortaya çýkan ideolojisizlik, her türlü bilimsel tahlil ve saptamanýn bir yana býrakýlmasýný, tarihsel süreçlerin sýnýfsal iliþkilerle deðil, birey ya da siyasal gruplarýn iliþki ve çeliþkileri ile açýklanmasý mantýðýný getirmiþtir. Bu öylesine bir mantýk oluþturmaktadýr ki, günümüz koþullarýnda geliþen dünya ekonomik buhranýnýn bir sonucu olan büyük tekeller arasýndaki birleþmeleri bile, deðiþik komplolarýn bir parçasý olarak deðerlendirebilmektedir. Büyük uluslararasý komplo teorisyenleri için, Alman otomotiv tekeli Daimler-Benz ile Amerikan otomotiv tekeli Chryslerin birleþmesi haberi, Japon emperyalizmine karþý bir komplonun bir parçasýdýr. Küçük otomobil üretiminde önemli bir yere sahip olan Fiat ile Amerikan General Motors firmasýnýn birleþmesi de, ayný þekilde Japon emperyalizmine yönelik kuþatmanýn yeni bir adýmý olacaktýr. Þüphesiz bu senaryo yazarlarý, yeni gelen haberlerle, örneðin, Daimler-Benz ile Chryslerin birleþmesiyle ortaya çýkan yeni þirket DaimlerCryslerin Japon otomobil þirketi Mitsubishiyi satýn almalarý haberiyle þaþkýnlýða uðratýlabilir. Ama onlarýn þaþkýnlýðý fazla sürmeyecektir ve diyeceklerdir ki, bu yeni geliþme Japon emperyaliz- 190 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ minin Alman ve Amerikan emperyalizmi tarafýndan köþeye sýkýþtýrýlmasý planýnýn bir parçasýdýr ve Mitsubishinin satýn alýnmasýyla Japon emperyalizmi içten çökertilmeye çalýþýlmaktadýr vs. vs... Ve yine sorulacaktýr, iki büyük Alman mali sermaye tekelini oluþturan Deutsche Bank ile Dresdner Bank neden deðil, hangi amaçla birleþmiþtir? Yanýt, hangi senaryoya sahip olunduðuna göre deðiþik biçimlerde gelecektir. Peki denilecektir AOL ile Time-Warner (CNN) birleþmesinin amacý nedir? Ve yanýt ayný þekilde senaryoya bakýlarak verilecektir. Oysa ekonomi-politikle az çok tanýþýklýðý olan ve kapitalist ekonominin buhranlarýna iliþkin biraz birþeyler bilen herkesin bildiði gibi, ekonomik buhran dönemlerinde sermayelerin deðersizleþmesi, yani deðer kaybetmesi gündemdedir. Büyüyen meta stoklarý, daralan taleple birleþerek pekçok kapitalistin iflasýna yol açarak, sermayenin deðer yitirme sürecini geliþtirir. Böyle bir ortamda, þirketlerin öz sermayelerini artýrmalarý bir zorunluluktur. Tekeller arasýnda ortaya çýkan birleþmeler, bu zorunluluðun sonuçlarýdýr. Ekonomik buhranýn geliþme seyri ve süresi, bu birleþmelerin ortaya çýkardýðý öz sermaye artýrýmlarýnýn ne denli yeterli olup olmayacaðýný belirleyecektir. Bütün bunlarýn ekonomi-politikteki karþýlýðý ise, her ekonomik buhran sonrasýnda sermayenin merkezileþip yoðunlaþmasýnýn artmasý, yani tekelleþmenin hýzlanmasýdýr. Bu bilimsel gerçekler, süreçlerin þu ya da bu kesimin yazdýðý ya da yazdýrttýðý senaryo ya göre geliþtiðini düþünen bir mantýk için pek bir þey ifade etmeyecektir. Bu mantýk çerçevesinde olaylara bakanlar, geliþmelerdeki nesnel koþullarý deðil, öznel istemleri belirleyici kabul edecektir. Ve diyeceklerdir ki, eðer bugün büyük tekeller kendi aralarýnda birleþiyorlarsa, bu onlarýn daha büyük bir tekel meydana getirme isteminin bir sonucudur. Bu mantýða göre, bu tekellerin akýllý yöneticileri, dünyada meydana gelen geliþmelerin olasý sonuçlarýný saptayarak, bugünden istemsel önlemler almak durumunda olduklarýndan, bu birleþmeler ortaya çýkmýþtýr. Ancak bu akýllý yöneticilerin, bugün deðil de, neden üç-beþ yýl önce ya da üç-beþ yýl sonra bu birleþmeyi istemedikleri ise açýklanmasý gerekmeyen sorular durumundadýr! Yeniden ülkemiz somutuna dönecek olursak, geliþen siyasal olaylarýn, ayný mantýk çerçevesinde öznel nedenlerle açýklandýðýný görüyoruz: Örneðimizde olduðu gibi, Genelkurmayýn istemsel olarak yaptýðý söylenen dýþ ve iç tehdit sýralamasýnýn deðiþtirilmesine paralel olarak baþlatýlan 28 Þubat süreciyle DYP-Refah Partisi hükümeti düþürülmüþ, Refah Partisi kapatýlmýþ, Erbakana siyasal yasak getirilmiþtir. Ancak Erbakanýn siyasal yasaðýndan en fazla yararlanacak olan kiþinin Tayyip Erdoðan olduðu görülünce, bu kez de T. Erdoðana Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 191 KURTULUÞ CEPHESÝ sudan nedenlerle dava açýlarak siyaset yasaðý getirilmiþtir. Böylece þeriatçý kesim içinde yenilikçilerin önü açýlmýþtýr. Ajan provakatör takipçisi mantýkla yazýlmýþ bir baþka senaryoya göre ise, bu geliþme, kemalist devletin Refah Partisi içindeki ajanlarýnýn önünü açmak amacýyla gerçekleþtirilmiþtir. Hiçbir bilimsel ve tarihsel bilgiyi gerektirmeyen, dolayýsýyla sýradan bir mantýk tarafýndan kolayca kavranabilir ve anlaþýlabilir olan bu saptamalar (tesbitler), kaçýnýlmaz olarak daha fazla raðbet görmektedir. Oysa ki, sürecin bilimsel tahlili açýkça göstermektedir ki, geliþen siyasal olaylar, geliþen dünya ekonomik buhraný koþullarýnda sömürücü sýnýflar arasýndaki çeliþkilerin keskinleþmesinin bir sonucudur. Çeliþkilerin giderek keskinleþmesi, kaçýnýlmaz olarak sömürücü sýnýflar arasýndaki deðiþik ayrýþmalarý ve ittifaklarý ortaya çýkarmaktadýr. 28 Þubat süreci, tümüyle iþbirlikçi-tekelci sanayi burjuvazisi ile tekelleþememiþ sanayi ve ticaret burjuvazisi arasýndaki çeliþkinin ortaya çýkardýðý çatýþmanýn bir sonucudur. Bunun en somut görüngüsü ise Refah-Yol hükümetinin bedelsiz otomobil ithalatý uygulamasý olmuþtur. Bu uygulama, bir yandan Almanyadan kullanýlmýþ otomobil ithalini gümrüksüz hale getirirken, diðer yandan Erbakanýn uzakdoðu Asya gezisiyle Endenozya ve Malezyadan otomobil ithalatý gündeme getirilmiþtir. Bu durumun yerli otomobil üreticilerinin (Renault ve Fiatýn) iç pazardaki gücünü azaltacaðý ve satýþlarýný düþüreceði açýktýr. Renault otomobillerinin üreticisi durumunda olan Ordu Yardýmlaþma Kurumu (OYAK) ve Fiat otomobillerinin üreticisi durumundaki Koç Holding, doðrudan Genelkurmayýn devreye girmesiyle, bu rakiplerinin devre dýþý býrakýlmasýný saðlamýþtýr. Her iki kesimin de, ellerindeki tüm siyasal güçleri kullanarak sürdürdükleri bu savaþýn ikinci aþamasýnda, iþbirlikçi-tekelci burjuvazinin, tekelleþememiþ sanayi ve ticaret burjuvazisinin kredi olanaklarýný kýsmasý gündeme gelmiþtir. Ýlk anda islamcý sermaye denilen kesimin buna karþý yanýtý, kâr payý esasýna dayalý yüksek faizli mevduat toplamayý geniþletmesi olmuþtur. Bunun üzerine, ülke dýþýndan yapýlan tüm para transferleri ve bu þirketlerin tüm parasal iþlemleri denetim altýna alýnmýþtýr. Ve tam bu evrede Asya krizi patlak vermiþ ve baþta Endenozya olmak üzere bir dizi Asya kaplaný büyük bir ekonomik çöküþle yüzyüze gelmiþtir. Bu geliþmeye paralel olarak islamcý sermayeye yönelik önlemler etkili olmaya baþlamýþ ve bu kesim içinde bölünmeler baþ göstermiþtir. Oligarþi dýþýndaki sömürücü sýnýflar arasýndaki bölünme ve ayrýþmanýn ilk somut sonucu, 18 Nisan seçimlerinde MHPnin oylarýndaki artýþla belirginleþmiþtir. Ardýndan aralarýnda MÜSÝAD baþkanýnýn bizzat kendi þirketi de dahil olmak üzere, pekçok islamcý sermayeye dayanan þirketlerin iflas etmesi ya da ödeme güçlüðü 192 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ içine girmesi, bu kesimdeki bölünme ve ayrýþmayý hýzlandýrmýþtýr. Bunun sonucu ise, Refah Partisi içinde yenilikçilerin giderek seslerini yükseltmeleri ve parti yönetimine aday olmalarý olmuþtur. Refah Partisi içindeki yenilikçilerin en temel özelliði, tekelleþememiþ sanayi ve ticaret burjuvazisi ile oligarþi arasýndaki iliþkilerde çatýþma yerine uyumu esas almalarýdýr. Bu, onlarýn basit bir tercihi, yani istemi deðil, iþbirlikçi-tekelci burjuvaziye karþý uzun yýllardýr sürdürülen mücadelenin baþarýsýzlýða uðramasýnýn bir sonucudur. Refah Partisi baþkanlýðýna yenilikçilerin adayý olarak ortaya çýkan Abdullah Gülün tüm söylemi, oligarþi ile yeni bir uyum sürecinin baþlatýlmasýna dayanmaktadýr. Þüphesiz geliþen siyasal olaylarýn bu tahlili karþýsýnda bir baþka senaryo yazýlmasý ve olaylarýn buna uygun olarak geliþtiðinin söylenmesi olanaklýdýr. Böyle bir mantýk için, 1976 baþlarýnda Ýlker Akman yoldaþ tarafýndan yazýlmýþ olan Mevcut Durum ve Devrimci Taktiðimiz yazýsýndan o dönemde Erbakanýn genel baþkaný olduðu MSP ile ilgili deðerlendirmesini aktaralým: Sýnýfsal olarak, CHPnin dayandýðý sýnýfsal tabana, yani orta ve küçük sermaye kesimlerine dayanýr. Anadolu esnaf zanaatkar sermayesi ile tüccar-tefeci sermayenin desteðini almýþtýr. Emperyalist-kapitalist üretim iliþkilerinin 12 Mart sonrasý hükümetler dönemindeki hýzlý ve hakimiyet saðlayýcý geliþmesine bir tepki olarak (daha önce ayný gerekçelerle ortaya çýkan ve 12 Mart döneminde kapatýlan MNPnin yerine) ortaya çýkmýþ ve APnin politik geri çekiliþi ile birlikte, bir güç olmuþtur. Anti-tekelci, anti-faizci tutumu aslýnda, tekellere ve faize karþý oluþundan deðil, temsil ettiði orta sermaye kesimlerinin ekonomik olarak geliþmesini ve tekelleþmesini saðlamak için kendi politikasýný sürdürmek istemesindendir. MSP aslýnda, ülkemizin iç dinamiði gereði ortaya çýkan ve ülkemizdeki emperyalist-kapitalist üretim iliþkileri ile filizlenen kapitalist unsurlarýn tepkilerini bünyesinde toplamýþ bir partidir. Bu tepkiler, özünde oligarþiye karþý olan tepkilerdir. Ve politik bir silah olarak kullanýlan din ile birlikte, köylülüðün de sýnýfsal desteðini almýþtýr. MSPnin demokratikliði, gerek oligarþiye karþý muhalefet eden orta ve küçük sermaye kesimlerine politik sözcülük saðlamak, gerekse dini politik bir alet olarak kullanmak istemesindendir. Programýna dikkat edilecek olursa, üretici güçleri hýzlý bir þekilde geliþtirmek istediði görülür. Ne var ki, mevcut üretim iliþkilerine olan tabiyeti gereði, program, kaðýt üzerinde kalmaya mahkumdur. Ve giderek AP içinde erimek zorundadýr. Oligarþiye olan tepkileri, engel- Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 193 KURTULUÞ CEPHESÝ leyici bir noktaya ulaþtýðý zaman, laikliðe karþý olmaktan dolayý, her an politika dýþý býrakýlabilir. 12 Ekim seçimlerinde gerileyiþi, misyonunu APye kaptýrmýþ olmasýndandýr. MSP, oligarþiye tepki olarak doðmasýna karþýlýk, bunu politika olarak sürdürememesi sonucu, APnin liberalizmi içinde erimiþ, MSPyi destekleyen sýnýflar, çatýþma yerine uyumu yeðlediklerinden, APye kanalize olmuþlardýr. MSP, politik etkinliðini kaybetme durumuna gelmiþtir, ancak, orta ve küçük sermaye kesimlerinin oligarþiye olan tepkileri ortadan kalkmýþ deðildir. MSP, bu durumu kullanarak tekrar politik etkinlik saðlamak için, AP ile uzlaþmazlýk konularýný öne çýkarmak zorundadýr. Bu saptamalarýn yapýldýðý tarihte oligarþinin en büyük siyasal temsilcisi S. Demirelin APsidir. Dolayýsýyla çatýþma yerine uyuma yönelen kesimlerin AP liberalizmi içine kayýþlarý gündemdedir. Bugün ise, 1960-80 döneminin APsi gibi bir siyasal oluþum bulunmamaktadýr. APyi oluþturan kesimler DYP, ANAP ve MHPye daðýlmýþ durumdadýrlar. Bunun sonucu olarak uyum yanlýsý yenilikçilerin liberalizmi bugün için herhangi bir kesime kanalize olmak durumunda deðillerdir. Refah Partisi içindeki mücadelenin sonucuna göre yenilikçilerin liberalizmi kendisine yeni bir yön çizecektir. Görüldüðü gibi, oraya çýkan siyasal geliþmelerin kökleri çok daha derinlerde yatmaktadýr ve uzun bir tarihsel dönemi kapsamaktadýr. Bu da, günümüzdeki senaryo yazarlýðýnýn ne denli yüzeysel olduðunu açýkça göstermektedir. Ancak senaryo kavrayýþýnýn yaygýnlýðý, solda ve küçük-burjuva aydýn kesimde baþka sonuçlar da ortaya çýkarmýþtýr. Olaylarýn ve olgularýn nedenlerini ortaya çýkarmaya yönelik bilimsel tahlillerin terkedilmesi ve geliþmelerin güncelliðine baðlý olarak deðiþen senaryolara itibar edilmesi, zaman içinde her türlü tahlil yapma kavrayýþýný da köreltmiþtir. Bu körelmenin sonucu ise, geliþen olaylarýn nedenlerinin ortaya konulmasý gerektiðinde açýkça görülür olmuþtur. Örneðin Avusturya da yapýlan seçimlerde aþýrý saðcý Heidlerin ÖVPsinin oylarýný artýrarak ikinci büyük parti haline gelmesi ve daha sonra hükümet ortaðý olmasý karþýsýnda küçük-burjuva aydýnlarýnýn yaptýðý tahlillerin yüzeyselliðinin nedeni, bu tahlil yapma kavrayýþýnýn körelmesinin sonucudur. Avusturyada aþýrý saðcý olarak tanýmlanan ýrkçý-milliyetçi bir partinin bu kadar yüksek oyu neden aldýðý tahlil edilmeye çalýþýldýðýnda, öncelikle Heidlerin partisinin faþist bir parti olup olmadýðý konusunda bir saptama yapýlamamaktadýr. Çünkü, bu tahlil yapma yeteneðini yitirmiþ kesimlere göre, faþist bir partinin Avrupa ülkelerinde etkili olabilmesi için, Hitler ve Mussolini örneðinde olduðu gibi, büyük bir ekonomik buhranýn sonucu olarak yüksek enflasyon, iþsizlik 194 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ ve yoksulluðun varolmasý gerekmektedir. Böylece faþist parti, böyle bir ortamda faþist demagojiyi kullanarak iþsiz kitleleri kendi etrafýnda toplar ve bunlarý vurucu güç olarak kullanarak iktidara gelir. Oysa, günümüz Avusturyasýnda böyle bir yoksulluk ve iþsizlik durumu olmadýðý gibi, enflasyon %2ler civarýnda seyretmektedir. Öyleyse, demektedir küçük-burjuva aydýnlarý, Heidlerin yükseliþinin nedenlerini baþka yerde aramak gerekir, örneðin Batý-Avrupa topluluklarýnýn monolotik kültürel yapýsýnda. Oysa ki, Avusturyadaki geliþmeler, hemen hemen tüm ülkelerde ortaya çýkan benzer geliþmelerden farklý deðildir. Sovyetler Birliðinin daðýtýlmýþlýðýyla birlikte ortaya çýkacaðý varsayýlan yeni pazarlar, dünya çapýnda burjuvazinin her kesiminde büyük bir bayram havasý estirmiþtir. Geniþleyen kapitalist dünya pazarýndan kendisine de pay düþeceðini düþünen her türlü sermaye kesimi, tüm yatýrýmlarýný ve üretimlerini bu geniþleyen pazara göre yönlendirmiþlerdir. Ancak geliþmeler, beklenen pazar geniþlemesinin somutta talep artýþý yaratmadýðýný göstermiþ ve bu alana yönelik yapýlmýþ yatýrýmlar durma noktasýna gelmiþtir. Bu ortamda baþ gösteren dünya ekonomik buhraný, çokuluslu tekeller ile ulusal pazara yönelik üretim yapan tekeller arasýndaki çeliþkiyi keskinleþtirmiþtir. Çokuluslu tekeller globalizm sloganý ile ekonomik buhranla baþlayan talep darlýðýný emperyalist ülkelerin iç pazarlarýna yönelerek telafi etmeye çalýþmýþlardýr. Bu durum, kapitalizmin iç dinamikle geliþtiði ülkelerdeki iç dengeleri sarsmýþ ve ulusal iç pazar için üretim yapan sermaye kesimleri ile GATT vb. anlaþmalarla bu pazarlara yönelen çokuluslu tekelci sermaye arasýndaki çeliþkiyi keskinleþtirmiþtir. Bu çeliþkinin politik sonucu ise, ulusal iç pazar için üretim yapan sermaye kesimlerinin artan oranda globalizme karþý milliyetçilik bayraðýna sarýlmalarý olmuþtur. Emperyalist ülkelerin iç pazarlarýnýn artan oranda çokuluslu tekellerin denetimi altýna girmesi karþýsýnda himayecilik söyleminin yeniden gündeme gelmesini saðlayan da bu siyasal geliþme olmuþtur. Bugün Avusturyada hükümet ortaðý durumuna gelen milliyetçi partinin güçlenmesinin nedeni de, Almanya da geliþen yabancý düþmanlýðýna dayanan milliyetçiliðin geliþme nedeni de bir ve aynýdýr. Dünyada ve ülkemizde geliþen ekonomik, toplumsal ve siyasal olaylar karþýsýnda pragmatizmin senaryo anlayýþýyla çizilen tüm tablolar, somutlukta teker teker etkinliðini yitirirken yeni senaryolarýn ortalýða sürülmesi rutin bir durum yaratmaktadýr. Bu durumun soldaki yansýsý, A. Öcalanýn Kenyada tutsak edilmesi olayýnda olduðu gibi, Susurluk vb. olaylarda da ortaya çýkmýþtýr. Örneðin, M. Aðarýn açýklayamayacaðýný belirterek ifade ettiði 1000 operasyon gerçekleþtirdik sözü, yeni bir senaryonun yazýlmasýný getirmiþtir. Artýk pek çok sol dergide, oligarþinin ve emperyalizmin 1000 operasyo- Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 195 KURTULUÞ CEPHESÝ nuna iliþkin yeni olgular ve olaylar ortaya konulmaya ve Amerikan emperyalizminin operasyonlarý sürüyor türünden diziler yayýnlanmaya baþlamýþtýr. Böylece tekil olaylar, büyük bir planýn parçasý olarak sunulmaya baþlanýlmýþtýr. Oysa, gerçeklikte 1.000 deðil, binlerce operasyon sözkonusudur ve tümü de tek bir sürecin parçalarýdýr: Devrimci mücadelenin engellenmesi. Bundan öte, þaþýrtýcý, bilinmeyen, büyük bir plan sözkonusu olmadýðý gibi, bu operasyonlarýn bu tarzda ifade ediliþi oligarþik devlet aygýtýnýn özünün gözlerden kaybolmasýna ve giderek belirli bir kesimin gizli operasyon aygýtý olarak algýlanmasýna neden olmaktadýr. Haber baþýna ücret alan gazetecilerin, süreçleri (haberleri de diyebiliriz) tekil parçalara ayýrarak ve her bir tekil parçayý ayrý bir haber konusu yaparak oluþturduklarý haberler, bu ortamda sol yayýnlarýn en temel malzemesi olduðundan, bu tekil haberleri birleþtirecek bir senaryo kolayca etkili olabilmiþtir. Böylece popülizm sol yayýnlarýn ayrýlmaz bir parçasý haline gelmiþtir. Bu etkileþimin bazý kesimler üzerindeki sonuçlarý çok daha çarpýcý olmuþtur. Örneðin, bugün Yaþadýðýmýz Vatan adýyla vatanseverlerin yayýný olduðunu ilan eden kesim, daha düne kadar halk sýnýfýna yerleþtirdiði bir kaç kiþi ile eðitim çalýþmasý yapan Selim abi popülizminden uzaklaþarak, ihtiyar ile delikanlýnýn sohbetleriyle bilgi ýþýðý saçmaya baþlamýþlardýr. Dün Selim abi, geliþen olaylarý sýð bir teorik çerçeve içinde senaryolaþtýrýrken, bugün ihtiyar tüm teorik zorunluluðundan sýyrýlarak delikanlýya yeni senaryolar sunmaktadýr. Soldaki legalizme kayýþlarý, popülizmi, tekil olaylarý senaryo çevresinde bütünleþtirme eðilimlerini ve de her türlü teorik temelden uzaklaþýlmasýný büyük bir keyifle izleyen küçük-burjuva reformist aydýnlarý ise, eski solcu olmanýn avantajlarýyla oluþturduklarý yeni mekanlarýnda yeni açýlýmlarýn senaryolarýný yazmaya baþlamýþlardýr. Her türlü bilimsel bilginin, teorik belirlemenin kolayca bir yana konulmasýyla etkinliðini artýran senaryoculuk, ortaya koyduklarýný kanýtlamak zorunda olmadýðý için ve sonal olarak bunlar onun düþüncesi olarak kabul edileceði için hemen her kesimde kendisine uygun insanlar bulmuþtur. Ýdeolojisizliðin, teorik bilgiden kaçýþýn övüldüðü, tersini savunanlarýn demagojik söylemlerle susturulmaya çalýþýldýðý bir dönemde, bu insanlar belirli bir süre iþlevlerini yerine getirmekte ve bir sonraki zaman içinde yerlerini bir baþka senaryo yazarýna terk etmektedirler. MÝT ajanlarýnýn, söylenenlerin kanýtý bir kaynak olarak gösterildiði bir dönem sonrasýnda solda ortaya çýkan manzara, sadece bir dergi ya da gazetenin sayfalarýnýn doldurulmasý olmuþtur. Birikim çevrelerinin çok sevdikleri deyimle ifade edersek, artýk söz bitmiþtir. 196 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ Sonuç olarak, ülkemiz solunda egemen olan pragmatizm, popülizm, legalizm vb., her türden sýradanlýðýn kendisine yer bulabildiði ve kiþilerin mevcut düzenden geldikleri gibi kaldýklarý, deðiþmelerinin ve deðiþtirilmelerinin düþünülmediði bir oluþum haline dönüþmüþtür. Söylediklerini, iddia ettiklerini herhangi bir ölçüyle ölçemeyen, dolayýsýyla Marksizm-Leninizmin evrensel belirlemelerinin bir ölçü olarak kabul edilmediði bu oluþumlar, yaþanýlan anýn egemen eðilimleriyle birlikte varolmaktadýrlar. Böylece egemen sýnýfýn ideolojisi, kültürü sol oluþumlarýn ideolojisi ve kültürü haline getirilmiþtir. Ve bu ortamda, bu oluþumlarýn içinden birileri, dün söyledikleri ile bugünkü arasýndaki farklýlýðý sorabilecek durumda olmadýklarý gibi, dün yeni bir senaryo ile yeniden yazýlabilir, düzeltilebilir olmuþtur. Vatanseverlerin ihtiyar ile delikanlýsýnýn diyaloglarýnda olduðu gibi, artýk yeni yetiþen devrimci kuþaða bilgi aktaracak fazla da kimse kalmamýþtýr. Çünkü bilgi öðrenilmez, sadece aktarýlýr! Böylece Marksizm-Leninizmin tüm teorik birikimi, bilgi hazinesi olduðu gibi dururken, yeni yetiþen kuþaða bilgi aktarmak için ihtiyar bulmaktan baþka yol da kalmamýþtýr. Selim abinin birkaç yýl içinde böylesine ihtiyarlamasý, solun nasýl eridiðinin traji-komik bir görüngüsüdür. Durum tahlillerinin yerini komplolar ve senaryolarýn aldýðý bir dönemde sol oluþumlarda görülen popülist-arabesk kültür eðilimleri çok daha etkili olmuþtur. Aþaðýda aktaracaðýmýz yazý, geçen ay birinci sayý ile yayýnlanmaya baþlayan Devrimci Demokrasi adlý dergiden alýnmýþtýr. Her türden sýradan ifadeler, deyimler, sözcüklerin yer aldýðý bu yazý, ayný zamanda gelinen noktanýn nasýl bir çürümeyi ifade ettiðini de göstermektedir: Ýbocunun derdinden ancak Ýbocu anlar. Ýbocu nev-i þahsýna münhasýrdýr. Çünkü Kaypakkaya geleneði siyasi sahnede bambaþka bir ekolü temsil eder. Kaypakkaya ekolünden gelenler, baþka siyasetlerde kendilerini ifade edemezler. Özkaynaktan kopsada, dili ve deðer yargýlarý Ýbocuyu belli eder. Meramýný anlatamaz. Çatlasa da patlasa da oraya bir türlü ayak uyduramaz... Enver Gökçe affetsin, Meþhur þiirinin dizelerini þimdi, deðiþtirip terennüm etmekte fayda var: Dost dost! Ýlle de Birlik! Fiyakalý olduðu için deðil, geleneðin tarihini yaz-boz tahtasýna çevirmek için deðil, þunun için Birlik...* Burada, daha fazla söylenecek þey yoktur, söz bitirilmiþtir! * Devrimci Demokrasi, Sayý: 1, 1-16 Þubat 2000. Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 197 KURTULUÞ CEPHESÝ ... Ve Genelkurmay Devreye Girer: Postmodern Darbe KURTULUÞ CEPHESÝ Sayý: 59, Ocak-Þubat 2001 2001 yýlýna girildiðinde Jandarma Genel Komutanlýðýna baðlý Kaçakçýlýk ve Organize Suçlar Dairesinin TEDAÞ operasyonuyla birlikte baþlayan düðmeye kim bastý tartýþmalarýnýn M. Yýlmaz ile Genelkurmay arasýnda yeni tartýþmalar baþlattýðý bir ortamda, 1997 yýlýnda Genelkurmay Genel Sekreterliði görevinde bulunan emekli Tümgeneral Erol Özkasnakýn 28 Þubat, günün koþullarýna uygun bir yöntemde gerçekleþtirildi. O günün dünya ve ülke koþullarýnda 12 Mart ve 12 Eylül gibi klâsik bir müdahale yapýlamazdý diyerek 28 Þubat postmodern bir darbedir beyanýyla ordunun ülke yönetimindeki yeri yeniden gündeme gelmiþtir. Tüm medya, 1997 yýlýnýn 28 Þubatýnda üstü örtülü bir askeri darbe olup olmadýðý üzerine yapýlan tartýþmalarla uðraþýrken, askerlerin ülke sorunlarý üzerine birbiri ardýna yaptýklarý açýklamalarla ilgilenen olmadý. Oysa ki, 11 Ocak 2001de Harp Akademileri Komutanlýðý tarafýndan düzenlenen Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliði, AB ve NATO Ýliþkilerinin Geleceði ve Türkiyeye Etkileri konulu sempozyumda, Harp Akademileri Komutaný Orgeneral Nahit Þenoðul ile Harp Akademileri Komutanlýðý Silahlý Kuvvetler Akademisi Komutaný Tuðg. Halil Þimþekin konuþmalarý, 28 Þubat 1997 sonrasýnda Genelkurmayýn ülkenin siyasal yönetimi üzerindeki denetimini bir kez daha 198 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ açýk biçimde ortaya koymuþtur. Harp Akademileri Komutanlýðýnýn düzenlediði sempozyum, tümüyle devletin orta ve uzun vadeli hedefleri konusunda Genelkurmayýn bakýþ açýsýnýn ortaya konulduðu bir brifing olmuþtur. Orgeneral Nahit Þenoðulun sempozyum açýþ konuþmasýnýn ana konusunu Avrupa Birliði oluþtururken, ortaya koyduklarý, Avrupa Birliði konusunda izlenecek politikalarý içermektedir. Hiyerarþik sýraya göre Orgeneral N. Þenoðuldan sonra konuþan Tuðgeneral Halil Þimþek, gerek AB konusunda, gerekse ekonomik ve siyasal geliþmeler konusunda bütünsel bir program ortaya koyarak, Genelkurmayýn tüm bakýþ açýsýný sergilemiþtir. Özellikle AB ile imzalanacak olan Katýlým Ortaklýðý Belgesinin Türkiyeyi böleceðinin altýnýn çizildiði konuþma tam bir AB karþýtlýðý oluþtururken, DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümetinin ABye katýlým konusundaki giriþimleri ad verilmeden açýk biçimde uygulanamaz olarak ilan edilmiþtir. Ancak Tuðgeneral H. Þimþekin konuþmasýnda en dikkat çeken yan, global seviyede tehdit nedenleri baþlýðý altýnda ortaya konulanlardýr: Süper güçlerin içersinde yeraldýðý, büyük ordularýn kullanýlarak toprak iþgali ve sýnýrlarý deðiþtirecek istilacý tehditler þimdilik ortadan kalkmýþtýr. Ancak geliþmiþ ülkelerin modern eðitimli ve iyi donatýlmýþ ordularý varlýðýný sürdürmektedir. Bu ordular öncelikle enerji kaynaklarý, hammadde ve tüketim pazarlarý ile ulaþým hatlarýnýn emniyetini saðlamak üzere kullanýlacaktýr. Bu nedenle, gelecekteki tehditlerin temel sorunlarýndan birisi, enerji ve hammadde kaynaklarýdýr. Görüldüðü gibi, Genelkurmayýn üzerinde durduðu temel konularýn baþýnda enerji, hammadde, ulaþým ve tüketim pazarlarý gelmektedir. Böylece Jandarma Genel Komutanlýðý tarafýndan yürütülen TEDAÞ operasyonunun nedenleri, IMFnin TELEKOMun, TEDAÞýn ve bor yataklarýnýn özelleþtirilmesine karþý çýkýþlar belli bir temele oturtulmuþ olmaktadýr. Diðer yandan, konuþmalarda, AB konusunda ortaya konulanlar, Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliði (AGSK) konusunda Ecevit hükümetinin tüm çabasýna karþýn Genelkurmayýn vetosu gözönüne alýndýðýnda, oligarþik yönetimin askeri kanadýnýn Balkan ve Kafkas ülkeleri pazarlarý ile ülke içi pazar konusunda Fransýz ve Alman emperyalizmi ile açýk bir karþýtlýk içinde olduðu ifade edilmiþtir. Böylece geliþen dünya ekonomik buhraný koþullarýnda enerji ve hammadde kaynaklarý ile pazarlarýn emperyalist ülkeler tarafýndan yeniden paylaþýmý konusundaki çatýþmanýn oligarþi içindeki çeliþkileri keskinleþtirdiði ve bunda Genelkurmayýn taraf olduðu bir kez daha ortaya konulmuþ olmaktadýr. Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 199 KURTULUÞ CEPHESÝ Türk Silahlý Kuvvetlerinin, gerek eðitim açýsýndan, gerek donaným açýsýndan tümüyle Amerikan emperyalizmine baðýmlý olduðu ve son askeri ihalelerin Amerikan silah tekellerine verilmesi gözönüne alýndýðýnda, mevcut çatýþmanýn temelinde ABD ile AB arasýndaki çeliþkinin yattýðý hemen görülmektedir. Bu, ayný zamanda, SSCBnin daðýtýlmýþlýðý koþullarýnda yeni pazarlarýn istikrara kavuþturulmasý konusunda ABD ile AB arasýndaki uzlaþmanýn sona erdiðinin de bir göstergesidir. ABDnin yeni baþkaný W. Bushun dýþ politikasýnýn da bu yönde olduðu ve içte askeri mallar üretimine aðýrlýk vereceði gözönüne alýndýðýnda, Genelkurmay kaynaklý tüm açýklamalarýn amacý daha belirgin hale gelmektedir. Gazetelere yansýdýðý gibi, ABnin güvenlik ve dýþ politika iþlerinden sorumlu yetkilisi Javier Solananýn W. Bush yönetimiyle yaptýðý son görüþmelerde anlaþma saðlanamamýþ ve Solan, Powell ile yaptýðý görüþme sonrasýnda AGSK konusunda ABDyle ciddi görüþ ayrýlýklarý bulunduðunu ve bu konuda ABDyi eðitmek gerektiðini açýklamýþtýr. Bu da, ABD ile AB arasýndaki çeliþkilerin keskinleþtiðini ve eski uzlaþma günlerinin sona erdiðini bir kez daha göstermiþtir. Ermeni soykýrýmý yasasý sonrasýnda Fransa nýn Türkiye nin stratejik konularda partneri olamayacaðý konusundaki açýklamalar da geliþimin boyutunu gösteren diðer bir olgu olmaktadýr. Ülkemizde devam eden depolitizasyon ve ideolojisizleþtirme süreci, ister istemez tüm bu gerçeklerin bir yana býrakýlmasýný ya da çarpýtýlmasýný gündeme getirmiþtir. Olaylarýn ve olgularýn kendi bütünselliðinden koparýlarak ele alýnmasý ve deðerlendirilmesinin baþlý baþýna bir yöntem haline geldiði bir ortamda, Amerikan emperyalizmi ile Genelkurmayýn bakýþ açýlarý arasýndaki özdeþlik kolayca bir yana itilebilmektedir. Þöyle ki: Yukarda ifade ettiðimiz gibi, oligarþik yönetimin askeri kanadý, açýk biçimde IMFnin olmaz-sa-olmaz koþul olarak ortaya koyduðu Telekom, TEDAÞ ve bor yataklarýnýn özelleþtirilmesi konusunda açýk bir karþýtlýk içindedir. Dolayýsýyla, Amerikan emperyalizminin kesin denetimi altýnda olduðu varsayýlan IMF ile Genelkurmay arasýndaki çeliþki, kolayca Amerikan emperyalizmi ile olan çeliþki olarak sunulabilmektedir. Gerçeklikte ise, IMF ile Genelkurmay arasýndaki çeliþki, IMF yönetiminde yer alan emperyalist ülkeler arasýndaki çeliþki ile çokuluslu þirketlerin kendi aralarýndaki çeliþkinin bir yansýsý durumundadýr. IMFnin tüm uygulamalarýnýn kesinkes Amerikan emperyalizminin çýkarlarýna denk düþtüðünden sözedilemeyeceði gibi, çokuluslu ABD tekelleri arasýnda çeliþki olmadýðýndan da sözedilemez. Ancak buradaki sorun IMF-Genelkurmay karþýtlýðý deðil, enerji ve hammadde kaynaklarý ile pazarlar konusunda emperyalist ülkeler arasýndaki çeliþkinin IMF düzeyinde ortaya çýkmasýdýr. 200 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ Örneðin, Kafkas bölgesinin paylaþýmýna iliþkin olarak emperyalist ülkeler arasýndaki rekabet ve mücadelenin en somut olgusu Ermenistan olmaktadýr. Ermeni soykýrýmý konusunda emperyalist ülke parlamentolarýnda alýnan kararlar, doðrudan Kafkas bölgesinin paylaþýmýna iliþkin çeliþkinin dýþavurumlarýdýr. Keza, Bakü-Ceyhan boru hattý ile Mavi Akým projeleri konusundaki çeliþkiler, ABD petrol tekelleri ile petrol dýþý yeni enerji kaynaklarý ihtiyacý içindeki AB tekelleri arasýndaki çeliþkinin yansýmalarýdýr. Ayný þekilde, Genelkurmayýn bazý çekincelerle özelleþtirilmesine karþý çýktýðý TELEKOMun satýþýnda alýcýnýn Alman Telekomu olmasý, çekincenin niteliðini ortaya koymaktadýr. Bor yataklarýnýn özelleþtirilmesi konusu da bundan farklý deðildir. Doðrudan devlet tarafýndan ABDye ihraç edilen bor madenlerinin özelleþtirilmesinin ABnin bu alana girebilmesine olanak saðlayacaðý açýktýr. Tüm bunlar, emperyalist ülkeler arasýndaki çeliþkinin ülke içine yansýmasýndan baþka birþey deðildir. Dolayýsýyla, emperyalist ülkeler arasýndaki çeliþkinin durumu, ülke içindeki siyasal geliþmeleri ve siyasal yönetimi belirlemektedir. Bu da, ülkemizdeki kapitalizmin iç dinamikle deðil de, emperyalizmin taleplerine uygun olarak yukardan aþaðýya (dýþ dinamikle) geliþtirilmesini, dolayýsýyla düzenin tüm dengelerinin içte deðil, dýþta dengesini bulduðunu göstermektedir. Kurtuluþ Cephesinin deðiþik sayýlarýnda ifade ettiðimiz gibi, geliþen ve süreklilik arzeden dünya ekonomik buhraný koþullarýnda, buhranýn þiddetle yansýdýðý bizim gibi ülkelerde yönetimin askerileþtirilmesinden baþka bir seçenek yoktur. Sadece IMF ile Aralýk 1999da imzalanan stand-by anlaþmasýnýn tam olarak uygulanmasý için bile otoriter bir yönetim gerektiði ortadadýr. Ýþte E. Özkasnakýn postmodern darbe tanýmlamasý, globalizm ve demokrasi söyleminin alabildiðine yaygýnlaþtýrýldýðý SSCBnin daðýtýlmýþlýðý koþullarýnda yönetimin askerileþtirilmesinin bir biçimi durumundadýr. Ülkemiz somutunda bu biçim deðiþikliði 1997 Þubatýnda baþlamýþtýr. Tüm orta ve uzun vadeli politikalarda Genelkurmayýn doðrudan ya da MGK aracýlýðýyla belirleyici konumda bulunduðu bu yeni yönetim biçimi, her zaman olduðu gibi, ilerici, Atatürkçü, halkçý ve laik bir söylem üzerine oturtulmuþtur. Anýmsanacaðý gibi, Genelkurmayýn 28 Þubat 1997 sonrasýnda özelleþtirme konusunda yaptýðý stratejik belirlemeler, iç ve dýþ tehdit belirlemeleriyle birlikte kamuoyuna sunulmuþtur. Bu geliþmeyi Kurtuluþ Cephesinin Temmuz-Aðustos 1998 tarihli 44. sayýsýnda þöyle ifade etmiþtik: Harp Akademileri Komutanlýðý nýn Özelleþtirme ve Türk Silahlý Kuvvetleri baþlýklý raporu, 29 Temmuz 1998 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 201 KURTULUÞ CEPHESÝ günü gazetelerde yayýnlandý. Bu raporla birlikte, 28 Þubat 1997 tarihinden günümüze kadar geliþen olaylar içinde Genelkurmayýn nasýl devreye girdiði açýk biçimde gözler önüne serilmektedir. Ancak bu, A. Öcalanýn düþündüðünden farklý olarak, 28 Þubat 1997de þeriatçýlýk konusunda devreye giren Genelkurmayýn giriþiminin ikinci perdesini oluþturmaktadýr. Bilindiði gibi, oligarþi, herzaman karþý karþýya bulunduðu sorunlarý kendi siyasal kadrolarý aracýlýðýyla çözemediði her koþulda kendi silahlý güçlerini, yani orduyu devreye sokmuþtur. Bugüne kadar gerçekleþtirilen tüm askeri darbeler, oligarþinin kendi yönetimini ve sömürüsünü sürdürebilmek için, siyasal zoru alabildiðine kullandýðýnýn açýk olgularýdýr. Geçen yýldan bugüne kadar geliþen süreçte, oligarþi, kendi dýþýndaki sömürücü sýnýflarla olan çatýþma-sýna karþý, sürekli olarak Genelkurmayý devreye sokmuþtur. Sömürüyü disipline etme amacýyla askeri zor aygýtýnýn devreye bu sokuluþu gazetelerde yayýnlanan son raporla birlikte daha da belirginleþmiþ bulunmaktadýr. Ancak bu kez, Genelkurmay, anti-emperyalist ve anti-tekelci bir söylemle kamuoyunun karþýsýna çýkmaktadýr ve bu baðlamda ideolojik dayatmalardan sözetmektedir. (12 Mart 1971 muhtýrasý da ilerici, laik, Atatürkçü söylemle kaleme alýnmýþtýr.) Özelleþtirme konusunda, Harp Akademileri Komutaný Orgeneral Necati Özgen imzasýyla kamuoyuna sunulan rapor þunlarý söylemektedir: - Özelleþtirme Batýlý ülkeler veya bunlarýn etkin olduklarý uluslararasý sermaye tarafýndan geliþmekte olan ülkelere telkin edilmekte, hatta dayatýlmaktadýr. - Bu dayatmanýn nedeni, uluslararasý sermayenin bu ülkelere girmesi ve özellikle üretim ünitelerine girmelerinin koþullarýný yaratmaktadýr. - Özelleþtirme günümüzde özel kesime kaynak aktarma politikalarýna dönüþmüþtür. - Özelleþtirme ile kamu tekelinden çok daha vahim sonuçlar doðuracak olan özel tekeller yaratýlýr. Arjantin, Meksika ve Þili örneðinde görüldüðü gibi, ülke ekonomisi az sayýda holdinge teslim edilmiþ olur. - Özelleþtirme ve yabancýlaþtýrma ideolojik bir dayatmadýr. - Devletin küçültülmesi teziyle, sosyal devlet olgusu budanacak, bu da gelir daðýlýmýnýn daha da bozulmasýna ve çok ciddi sosyal patlamalara neden olacaktýr. 202 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ Görüldüðü gibi, oligarþinin ordusu, uluslararasý sermayeden sözetmekte ve bu sermayenin geri-býraktýrýlmýþ ülkelere yaptýðý dayatmalardan yakýnmaktadýr. Biraz sol yayýnlarý izleyen herhangi bir yurttaþýn bile kolayca görebileceði gibi, rapor tümüyle sol bir anti-emperyalist söylem içermektedir. Oligarþinin iþbirlikçi tekelci burjuvazinin aðýrlýkta olduðu bir avuç sömürücü azýnlýktan oluþtuðu ve bunlarýnda emperyalizmin ülke içindeki uzantýlarýndan baþka birþey olmadýðý gerçeði düþünüldüðünde, rapordaki anti-emperyalist söylemin ardýnda bir baþka þeylerin yattýðýný herkese düþündürtecektir. Kurtuluþ Cephesinin çeþitli yazýlarýnda ortaya koyduðumuz gibi, son yýllarda sömürücü sýnýflar arasýndaki çýkar çatýþmasý giderek keskinleþmiþtir. Bu keskinleþen çatýþma, bir yandan oligarþinin siyasal kadrolarý arasýnda ayrýþmaya neden olurken, diðer yandan oligarþi içinde çeþitli çatýþmalar ve uyumsuzluklar ortaya çýkarmýþtýr. Özellikle baþýný Koç Holding in çektiði bir kesim, AB konusundan özelleþtirmeye kadar pekçok konuda izlenen popülist politikalara karþý çýkmaktadýrlar. Sabancýlarýn muhalefetine raðmen, Genelkurmay, yönetimin askerileþtirilemediði koþullarda farklý bir biçimde devreye sokulmuþtur. Asya Krizinin patlak verdiði koþullarda oligarþinin askeri kadrolarý aracýlýðýyla bir kez daha devreye giriþi kaçýnýlmaz olmuþtur. Bilinebileceði gibi, Asya Kriziyle birlikte aþýrý-sermaye birikimi, Uzakdoðu Asya ülkelerinden baþka alanlarda kendisine yeni kaynaklar bulmak durumundadýr. Bu konuda, Latin-Amerika ve Türkiye önde gelen ülkeler konumundadýr. Özelleþtirme konusunda Latin-Amerika ülkelerine nazaran daha geriden gelen Türkiye, Asya Krizi ile açýða çýkan para-sermaye için kýsa ve orta vadeli önemli bir alan olarak ortaya çýkmaktadýr. Özelllikle bazý Japon tekelleri ile bankalarý ellerindeki para-sermayeyi bu yönde deðerlendirmek istemektedirler. Son haftalarda kamuoyuna yansýdýðý gibi, TOYOTA, para-sermayesini Türkiye üzerinden Batý-Avrupaya yönlendirme kararý almýþ bulunmaktadýr. Bunun gibi, doðrudan kamuoyuna yansýmayan geliþmeler, Türkiyeye kýsa vadede önemli bir para-sermaye akýmýnýn ortaya çýkmasýna neden olabilecektir. Bunun gerçekliði ise, sanýlanýn tersine, borsa deðil, doðrudan doðruya ülkedeki sanayi kuruluþlarýdýr. Bu baðlamda, özelleþtirme, bu para-sermayenin ülkeye giriþinin önkoþulu durumundadýr. Son Petrol Ofisi özelleþtirmesinde de görüldüðü gibi, adý saný duyulmamýþ Türkiye vatandaþý, milyarlarca dolarlýk özelleþtir- Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 203 KURTULUÞ CEPHESÝ me ihalelerine girebilmektedir. Ýþte bu geliþmelerle, Genelkurmayýn devreye giriþinin ikinci perdesi açýlmýþ oldu.* 2000 yýlýnýn Kasým sonunda patlak veren finans krizi sonrasýnda IMFnin acil yardým paketiyle ekonomi yönetiminin doðrudan IMFye býrakýlmasý ile birlikte Genelkurmayýn devreye giriþi daha açýk ve görünür hale gelmiþtir. Özellikle W. Bushun ABDnin yeni baþkaný olduðunun kesinleþmesine paralel olarak Genelkurmayýn bu görünür ve açýk konumu daha da belirginleþmiþtir. Sessiz sedasýz TBMMden geçirilen Jandarma Genel Komutanlýðý yasasýnda yapýlan deðiþiklikle birlikte tüm polisiye iþlerin doðrudan askerler tarafýndan yerine getirilmesinin yasallaþtýrýlmasý sonrasýnda yapýlan cezaevleri ve TEDAÞ operasyonlarý, Genelkurmayýn baþlý baþýna bir icra (hükümet) gücü haline geldiðini kanýtlamýþtýr. Bu hükümet gücünün cezaevleri operasyonu sýrasýnda açýk hale geldiði gibi medya üzerindeki kesin ve tartýþmasýz denetimi, ayný zamanda, tüm propaganda ve desinformasyon faaliyetlerinin Genelkurmay tarafýndan planlanmasýný ve yürütülmesini de olanaklý kýlmýþtýr. Özellikle Genelkurmay bünyesinde oluþturulan Ekonomik ve Mali Ýzleme Merkezi (EMÝM) medya patronlarýnýn tüm kirli çamaþýrlarýnýn dosyalanmasýný saðladýðýndan, medya denetiminin salt zor ve tehditle deðil, ayný zamanda þantajla sürdürüldüðünü de göstermektedir. Tüm bu geliþmeler ve olgular karþýsýnda ülkemizdeki siyasal yönetimin bu dönüþümünü gözönüne almaksýzýn doðru bir siyasal tahlilin yapýlmasý olanaksýzdýr. Postmodern darbe, söyleminden çok bu içeriði ile ülkemizdeki mevcut durumun tüm geliþim dinamiklerini ortaya koymaktadýr. * Kurtuluþ Cephesi, ... Ve Genelkurmay Devreye Girer (Ýkinci Perde), Sayý: 44, Temmuz-Aðustos 1998 204 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ Postmodern Darbenin Programý [Harp Akademileri Komutanlýðý Silahlý Kuvvetler Akademisi Komutaný Tuðgeneral Halil Þimþekin 11 Ocak 2001 tarihli konuþmasý] KURTULUÞ CEPHESÝ Sayý: 59, Ocak-Þubat 2001 Sayýn Komutaným, Baþkaným, Saygýdeðer konuklar Konuya birbirinin karþýtý olan iki terimin anlamýný açýklamak suretiyle baþlayacaðým. Güvenlik; insanlarýn yaþama hakký, ülkelerinde benimsediði kurallarýn ve deðerlerin korunmasýdýr. Bunu tehlikeye düþüren tehdittir. Tehdit ise; korkutmak, tehlike meydana getirmektir. Tehdit için iki unsurun ortaya çýkmasý lazýmdýr. Bunlardan birisi kabiliyet, diðerisi de niyettir. Niyet ve kabiliyet birleþince tehdidin kriz safhasý baþlar. Halen, dünyanýn pek çok yerinde, barýþla savaþ arasýnda deðiþen þiddette tehdit, kriz ve çatýþmalar yaþanmaktadýr. Bu geliþmelere adil bir çözüm üretilememektedir. Global Seviyede Tehdit Nedenleri Süper güçlerin içerisinde yeraldýðý, büyük ordularýn kullanýlarak toprak iþgali ve sýnýrlarý deðiþtirecek istilacý tehditler þimdilik ortadan kalkmýþtýr. Ancak geliþmiþ ülkelerin modern eðitimli ve iyi donatýmlý ordularý varlýðýný sürdürmektedir. Bu ordular öncelikle enerji kaynaklarý, hammadde ve tüketim pazarlarý ile ulaþým hatlarýnýn emniyetini saðlamak üzere kullanýlacaktýr. Bu nedenle gelecekteki tehditlerin temel sorunlarýndan birisi Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 205 KURTULUÞ CEPHESÝ Sorun 1 - Enerji ve Hammadde Kaynaklarý Dünya nüfusu içindeki nüfus payý (%) : ABD: 4,5, AB: 6, Rusya: 2,5 Japonya: 2,1 Toplam: 15,1 Çin: 21 Dünya Petrol tüketimindeki payý (%): ABD: 25,5, AB: 19,7 Rusya: 5,2 Japonya: 8,5 Toplam: 58,9 Çin: 4,5 Dünya doðalgaz tüketimindeki payý (%): ABD: 24,3, AB: 14,5, Rusya: 18,75 Japonya: 3 Toplam: 73, 4 Çin: 8,1 Dünya petrol rezervleri içindeki payý (%): ABD: 4, AB: 1,6, Rusya: 4,8 Japonya: 0,05 Toplam: 10,85 Çin: 2,4 Dünya doðalgaz rezervleri içindeki payý (%): ABD: 3,4 AB: 3,9, Rusya: 34,4 Japonya: 0,05 Toplam: 10,85 Çin: 1,00 Dünya enerji üretim ve tüketimine ait deðerlere göre, dünya nüfusunun yaklaþýk %15ine sahip. Geliþmiþ ülkeler, dünya petrollerinin %59, doðal gazýn da %74ünü tüketmektedirler. Nüfusun %15ine sahip bu geliþmiþ ve güçlü ülkeler, tüketimde %70 oranýnda ortalama paya sahipken, rezervleri ise %11 civarýndadýr. Enerji açýklarý gittikçe artmaktadýr. Bu ülkelerin hayati çýkarlarý enerji kaynaklarýnda odaklanmaktadýr. Bu nedenle öncelikle dünya nüfusunun %75, dünya GSHMsinin %60, dünya enerji kaynaklarýnýn %75ine sahip Avrasya coðrafyasýndaki bir kýsým ülkeler ve bölgeler için klasik anlamdaki askeri tehdit devam edecektir demektir. Sorun 2 - Milliyetçilik Akýmlarý ve Devletlerin Bölünmesi Ticaretin liberalizasyonu, BMlerin self-determinasyon ilkeleri stratejik kaynaklarýn bulunduðu bölgelerdeki topluluklarý bölgesel azýnlýklar olarak ön plana çýkarmýþtýr. Geliþmiþ ülkeler, karþýlarýnda zayýf ülkeler görmek istedikleri için bu azýnlýklarý tahrik etmektedirler. Ýç dinamikleri kuvvetli olan Avrupa bölgesel azýnlýk dilleri Avrupa þartý ve Kopenhag kiterleri ile alt kimliklerin ortaya çýkmasýný teþvik etmektedir. Bu geliþmeler endiþe yaratmaktadýr. Çünkü BMin tarihine de bakacak olursak BMin nüvesi olan cemiyet-i akvam kurulduðunda; üye sayýsý 22 ülke iken, BMe dönüþtüðünde 52, 1997 yýlýnda 185, 2000 yýlýnda 189 ülke, BMe üyedir. 2005 yýlýnda BMe üye ülkelerin sayýsýnýn 195, 2025 yýlýnda da 245 ülkenin üye olmasý bekleniyor. Bu bir kehanet deðil, tespittir. Bu artýþýn bir çok sebebi vardýr, ancak temel sebep kuzeyin zengin ve geliþmiþ ülkeleri ile güneyin yoksul ve az geliþmiþ ülkeleri arasýndaki uçurum gittikçe büyümektedir. Küreselleþmenin bir sonucu olarak zayýflayan çok uluslu devletler bölünmelere mecbur kalmaktadýr. Bunun örneði, Sorun 3 - Sovyetler Birliðinin Daðýlmasýnda görülmüþtür Coðrafya itibariyle dünyanýn en büyük ve askeri yönden güçlü devleti olan Sovyetler Birliði, 1991 yýlýnda daðýlarak 15 ayrý cumhuriyete bölünmüþtür. Kontrolü altýnda tuttuðu topraklarda %30, nüfusta %59, ekonomide %50 küçülmüþtür. 206 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ Diðer taraftan Almanyanýn askeri ve ekonomik gücünün etki alanýndaki Yugoslavya 5, Çekoslovakya da ikiye ayrýlmýþtýr. Çünkü ülkeler arasýnda giderek artan siyasi ve ekonomik iþbirliði mal, hizmet, sermaye, insan ve bilginin serbest dolaþýmý küçük devletlerin de yaþamasýný kolaylaþtýrmýþtýr. Küçük devlet, uluslararasý sistemde güvenlik açýsýndan korunduðu gibi ekonomik açýdan da yaþamasý için gerekli himaye ve desteði bulabilmiþtir. Ekonomik gücü üstün olan devletlerin desteklediði bu yeni küreselleþme stratejisinde kuralsýz, kurumsuz ve yozlaþmýþ yönetimlerin egemen olduðu ülkelerde bölünme, bilim ve teknoloji ile desteklenen kurallý ve kurumlaþan ülkelerde de bütünleþmenin olacaðý anlaþýlýyor. Bu geliþmeler gelecekte çatýþma ve bölgesel savaþlara da neden olacaktýr. Sorun 4 - Kültür Çatýþmasýnýn Yarattýðý Tehlike ve Tehditler 1929 yýlýnda Dünya ekonomik buhraný yaþarken, devlet kavramýna pek uygun düþmeyen ve bir manga askeri gücü olan Avrupa Hýristiyan kültürünün merkezi Vatikan, 7 Haziran 1929da baðýmsýzlýðýný ilan etmiþtir. 1944 yýlýnda, 450 tümeni olan Stalinin Vatikanýn kaç tümeni var diye alaya aldýðý bu küçük devlet bugün varlýðýný sürdürmektedir. Halbuki Stalinin güce dayalý sistemi çökmüþtür. Bu bize tek baþýna askeri gücün, güvenliðin saðlanmasý için yeterli olmadýðýný, ekonomik güç ile iç yapýyý kuvvetlendiren kültürün önemini kanýtlamýþtýr. Avrupa Hýristiyan Kültürü dediðimiz zaman Hýristiyan inanç deðerlerinden beslenmiþ Vatikanýn gözetimindeki insanlarýn þekillendirdiði yaþam tarzý ve deðerler sistemidir. Bu kültürde, Türkiyeye yer yoktur yaklaþýmý aslýnda tarihin derinliklerinden gelen hýristiyan, müslüman çatýþmasýndaki ön yargýlarla beslenen bakýþ açýsýndan kaynaklanmaktadýr. Bu çatýþmayý en güzel ifade eden sözcükleri 1854 yýlýnda, Kardinal Newmann Türk Tarihi üzerine Liverpolda verdiði bir seri konferanslarda þöyle dile getirmiþtir: Vizigotlardan sarasenlere deðin, Hýristiyanlýk dini ile temasa geçen bütün ýrklar, kavimler er geç hýristiyanlýðý kabul etmiþlerdir. Bu genel kuralýn tek istisnasý Türklerdir. Türkler, hýristiyanlýðý kabul etmek þöyle dursun, hýristiyanlýðý ortadan kaldýrmaya çalýþmýþlardýr; tarih sahnesine çýktýklarý 1048 yýlýndan beri, hýristiyan düþmanlýðýnýn öncüsü, sözcüsü, simgesi olmuþlardýr. Bu yüzden Türkler, Katolik kilisesinin (Vatikan devleti) XI. Yüzyýldan itibaren en önemli sorunu, düþmaný olarak görülmüþtür. Hatta, papalýk devletinin son bin yýlý Türklerle savaþarak geçmiþtir de denebilir. Türklerin savaþ gücünü inkar etmiyorum ama iþte bu güç, onlarý, imanýn ve uygarlýðýn amansýz düþmaný yapýyor. Onun için Türklerle savaþmak, onlarý yok etmek zorundayýz. (Kardinal Newman 1854) Avrupalýlar için dinimizi deðiþtirmek mümkün olmadýðýna göre, geliþmiþ ülkelere göç eden insanlarýmýz çok kültürlülüðü savunan Avrupada benimsenecek mi? Yoksa her kültüre siyasal bir taným veren, ulusal azýnlýklar yerine halk gruplarý diyerek daha alt kimlikleri de ön plana çýkaran, temiz toplum, temiz ýrk yaklaþýmýyla kimlik çatýþmalarý teþvik Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 207 KURTULUÞ CEPHESÝ edilmeye devam mý edilecek? Bölgesel azýnlýk dilleri Avrupa þartýný kabul ederek bölünmeler teþvik edilirken, kültür farklýlýðýnýn neden olduðu çatýþmalar gelecekte de tehdit olarak devam edecektir. Sorun 5 - Büyük güçlerin üstünlük mücadelesinin yaratacaðý tehditler Günümüzde dünyayý ne tehdit ediyor? A- Rusya mý? B- Çin mi? C- ABDlerinin askeri ve ekonomik üstünlüðü mü? D- Japonyanýn ticari istilasý mý? Yoksa E- Batý Avrupanýn kendi bünyesindeki tarihsel kökenli iç huzursuzluklarý mý? Þüphesiz hiçbirisi deðil. Asýl olan büyük güçlerin yanlarýna bölgesel güçleri de alarak özellikle Avrasya coðrafyasýnda üstünlük yarýþýna çýktýklarýnda yeni ittifaklar doðacaktýr. Bu da yeni tehditler yaratacaktýr. Bu maksatla petrol, ticari ve askeri ambargolar, finansal hareketler, baský ve provokasyonlar yeni tehdit unsurlarý olarak kullanýlacaktýr. Rusya Federasyonunda Tehdit Algýlamasý Daðýlmadan sonra RFda; 6 farklý statüde toplam 89 birimden meydana gelmektedir. 17.1 milyon kilometrekare yüzölçümü ve 180 milyon nüfusu vardýr. Nüfusunun %81.5 Rus ve 15 ayrý etnik gruptan meydana gelir. Ülke dýþýnda 25 milyon Rus vardýr. ABDleri RFnun uluslararasý sisteme girmesini demokratik reformlarý yapmasýný, piyasa ekonomisine geçmesini, nükleer silahlarý sýnýrlandýrmasýný istemektedir. Bütün bunlar RFnun Bir koloni vesayeti altýna alýnmasý anlamýna geldiðinden, halkýna izahta güçlük çekmektedir. Baltýk denizinden Büyük Okyanusa kadar uzanan geniþ coðrafyasýný kontrol edebilmek ve etnik farklýlýklarý sistemde tutabilmek için RFnun nüfusu, ekonomik gücü ve teknolojisi yetersizdir. Bu nedenle RFnun bir toparlanma ve restorasyon sürecine ihtiyacý vardýr. 2015 yýlýna kadar bunu saðlayabileceði kabul edilmektedir. Þimdilik bütünlüðünü muhafaza öncelikli sorunudur. Bunu saðlamak için nükleer yetenekleri ve askeri gücünü caydýrýcý unsur olarak kullanmaya devam edecektir. Ayrýca 70 yýllýk beraberliðin neden olduðu etkilerden yararlanarak, eski müttefikleri üzerinde kontrolünü hissettirecek bir baðýmsýz devletler topluluðu kurmuþtur. Bunun geliþtirilmesi ve otorite tesisi için askeri gücünü tehdit unsuru olarak kullanmasý mümkündür. Bu nedenle eski Sovyet sisteminde olup ta baðýmsýzlýðýný kazanan ülkelere RFnun klasik askeri tehdidi devam edecektir. ABDnin Tehdit Algýlamasý Dünyanýn en büyük ekonomik, askeri ve teknolojik gücü olan ve dünya ticaretinin %30unu elinde bulunduran ABD, ciddi bir askeri dýþ 208 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ tehdit düþünmemektedir. Bu nedenle savunma harcamalarýnda kýsýntýya gitmekte, NATOnun Avrupalý üyelerinin katkýlarýný arttýrmasýný talep etmekte ve AGSKni desteklemektedir. Aslýnda ABDleri kurduðu yeni dünya düzenini devam ettirebilmek için insan haklarý, çevre ile ilgili konular, hastalýklarýn yayýlmasýnýn durdurulmasý, þiþmanlýðýn önlenmesi, uyuþturucu ile mücadele, terörizm, kitle imha silahlarýnýn denetlenmesi, teknoloji terörü gibi konularý tehdit olarak düþünmektedir. Ayrýca güç aktarýmlarý, enerji güvenliði gibi geleneksel stratejik ilgi alanlarýna karþý hassasiyeti devam etmektedir. ABD, kendisine yönelik tehditler meydana gelmeden kaynaðýnda çözüm esasýna dayanan esnek güvenlik ve ittifak stratejisinin baþarýya ulaþmasý için ekonomik yaptýrýmlarý, ambargolarý, askeri ve politik gücü araç olarak kullanmaya devam edecektir. Avrupada Güvenlik Anlayýþýndaki Dönüþüm Bu konuda benden önceki sayýn konuþmacý tarafýndan gerekli bilgilendirme yapýlmýþtýr. Ben sadece gelecekte 300 milyonluk bir Avrupanýn baðýmsýz bir askeri güce sahip olduðunda öncelikle Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoðuda kolayca çatýþma yaratabilecektir. Bu nedenle Türkiye için AGSK içinde yeralmasýnýn hayati bir konu olduðunu belirtmekle yetineceðim. Balkanlarda Güvenlik Sorunu Balkanlarda tehdit, Sýrbistan Karadað-Kosova-Sancak, Bosna Hersek ve Arnavutluk ekseninde devam etmektedir. Almanya-RF ile arasýnda Doðu Avrupada bir emniyet kuþaðý yaratýrken, Güneydoðu Avrupa ve Akdenize doðru da bir yeþil kuþak yaratýlmaya çalýþýlmaktadýr. ABD bu oluþumu NATO geniþlemesi ile kontrolü altýnda tutmayý düþünürken, AB ise, bunu AGSK yapýsý içerisinde merkezi ve Batý Avrupayý güvenlik açýsýndan bir kaleye dönüþtürmek üzere istemektedir. Bu kale salt savunma amaçlý olmayýp, muhtemelen saldýrý amaçlarý da olacaktýr. Ortadoðuda Güvenlik sorunu Ortadoðuda ihtilafa neden olan pek çok sorun olmakla beraber en öncelikleri Ýsrail-Filistin, Irak-ABD ihtilafý, terör faaliyetleri yaptýrýmlar komitesinin faaliyetleri ile, Ýranýn aþýrý silahlanmasý ve rejim ihracý ile Ýsrailin bölge ülkeleriyle iliþkileridir. 28 Eylül 2000de baþlayan Filistin-Ýsrail çatýþmasý da göstermiþtir ki bu coðrafyanýn güvenlik ihtiyaçlarýnda bir deðiþiklik yoktur. Bunu çözümleyecek yöntemlerde de bir deðiþiklik olmayacaðý anlaþýlýyor: politik mücadele, ekonomik baskýlar, petrolün baský aracý olarak kullanýlmasý dahil, askeri güçlerin kullanýlmasýna devam edilecektir. Eskisinden farklý olan husus bölgede Ýsrailin nükleer silaha sahip olmasý. Çok sýkýþýrsa kullanabileceðidir. Buna karþýlýk kimyasal ve biyolojik baþlýklý uzun menzilli füze tehditleri bölgenin güvenliðini bozmaya devam edecektir. Irakýn 3e bölünmüþlük ve Kuzey Irakta bir Kürt devleti kurma Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 209 KURTULUÞ CEPHESÝ tasarýlarý bölgedeki güvenlik dengelerini deðiþtirecek niteliktedir. Bu durum bölge ülkelerinin askeri güçlerini kullanmak suretiyle önlenebilecek bir tehdit niteliðindedir. Türkiyeye Yönelik Tehdit Nedir? Türkiyeye yönelik tehditleri, çevre ülkelerinden ve global güçlerden kaynaklanan dýþ tehditler ile cumhuriyete ve rejime yönelik iç tehditlerle ve kaynaðý belli olmayan ve sosyal hayatý etkileyen örtülü hareketler olarak tasnif edilir. Türkiye 2. Dünya Savaþýndan sonra ve soðuk savaþ döneminde SSCBden gelen dýþ tehdidi, NATOya girerek dengelemiþtir. Þimdi soðuk savaþ sonrasý dýþ tehdit olarak eski Sovyetler Birliði sisteminin mirasçýsý Rusya Federasyonunun sahip olduðu nükleer silah tehdidi devam etmektedir. Yunanistan ve Ermenistan ile aramýzdaki sorunlardan kaynaklanan dýþ tehditler, Ýran, Irak ve Suriye gibi komþularýn teröre saðladýklarý destek ve uzun menzilli füzelerden kaynaklanan dýþ tehditler vardýr. Ayrýca su kaynaklarýnýn kullanýlmasýnda ve sýnýr aþan sular konusunda bizim dýþýmýzda politikalar üretilerek hazýrlanan yeni oluþumlarýn neden olacaðý tehditler vardýr. Dýþ tehditlerdeki deðiþimin analizini yaparsak; Birinci Dünya Savaþý esnasýnda açýklanan Wilson prensiplerine göre Doðu Anadoluda 6 vilayetin (vilayeti sitte) ikisi Ermenilere, dördü de Kürtlere verilerek kurulacak olan ve Sevr anlaþmasýyla açýða çýkan Ermeni ve Kürt devletlerinin arasýndaki hudut, ABD Baþkaný Wilson tarafýndan çizilmesi ve bu iki devletin ABD himayesinde oluþmasý arzu edilen bir çözümdü. Özellikle Ýngilterenin desteklediði bu proje Mustafa Kemal ve arkadaþlarý tarafýndan boþa çýkarýlmýþtý. Lozan Antlaþmasýyla akamete uðratýlan bu teþebbüsten sonra, 1924 yýlýnda Hakkaride Nasturi, 1925 yýlýnda Bingölde, Ýngilizlerin desteklediði Þeyh Sait ayaklanmasý olmuþtur. Bu ayaklanmalar bastýrýldý ancak 6 Haziran 1926da Misak-ý Milli sýnýrlarýnýn içinde olan Musul bölgesini kaybettik. Bu geliþmelere baðlý olarak 18 Ocak 1927de Lozan Barýþ Antlaþmasýný ABD senatoda görüþmeye baþladý ve yapýlan oylamada Lozan Barýþ Anlaþmasý reddedildi. Bu durumun günümüze yansýmalarý þöyle geliþti: 1974 yýlýnda Kýbrýs Barýþ Harekatýnýn hemen sonrasýnda Rum, Yunan ve Ermeni iþbirliði sonucunda Ermeni terörü baþladý ve 1984 yýlýna kadar pek çok masum insanýmýzý kaybettik. 1984 yýlýnda Ermeni terörü geri çekildi. PKK terörü baþlatýldý. Bu terör hareketi ile de 30 bin insanýmýzý kaybettik. Devam eden Hizbullah ve PKK ile Marksist terör faaliyetlerine ilave olarak Ermeni terörü yeniden çaða uyarlanmýþ hukuki ve siyasi bir zeminde kullanýlmak üzere Avrupa Parlamentosunun himayesinde karþýmýza çýkarýlmaktadýr. Hatýrlanacaðý üzere 15 Kasým 2000 tarihinde Avrupa Parlamentosunda 234 oyla kabul edilen karara göre; Avrupa Parlamentosu Türk hükümetini ve TBMMni Türk toplumunun önemli bir kesimini oluþturan Ermeni azýnlýða desteði artýrmayý 210 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ ve bu çerçevede modern Türk devletinin kurulmasýndan önce Ermeni azýnlýðýn maruz kaldýðý soykýrýmý resmen tanýmaya davet eder demektedir. Ayrýca AB Katýlým Ortaklýðý Belgesinde de, bireysel hak ve özgürlükler kapsamýnda, bu devletin kurucusu ve asli unsuru olan Kürt orijinli vatandaþlarýmýz için kültürel haklar, anadilde yayým ve eðitim haklarý adý altýnda ülkemiz bölünmek istenmektedir. Ýçeriden ve dýþarýdan desteklenen bu geliþmeler milli birliðimizi ve toprak bütünlüðümüzü bozacak büyük bir tehdit niteliðini almýþtýr. Çünkü bu oluþumlarýn arkasýnda olan Avrupa, Ermeni kozu ile Kafkaslara, Ege sorunuyla Balkanlara, Kýbrýs ve Güneydoðu sorunlarýyla Ortadoðudaki politikalara müdahil olmanýn hukuki altyapýsýný hazýrlamaktadýr. Sayýn Baþkaným, 1950 yýlýndan itibaren her 10 senede bir Atatürk devrimlerinden birisine yönelik olarak baþlatýlan ve halen devam eden rejime yönelik iç ve dýþ destekli tehdidin seyri ise þöyle geliþmiþtir: Yýl Doðru Ýlke Yanlýþ Yorumlama 1950: Devletçilik Sosyalizm 1960: Halkçýlýk Sýnýfçýlýk, halklar 1960: Ýnkýlapçýlýk Ýhtilalcilik 1970: Milliyetçilik Faþizm 1980: Cumhuriyetçilik 1., 2. Cumhuriyet 1990: Laiklik Dinsizlik, anti-laik, Sünni-Alevi bölünmesi 2000: Demokrasi Bölücülük deðildir. Atatürk devrimleri bu toplumda bir kavga sebebi yapýlmamalýdýr. Çünkü her ilkenin ve her inkýlabýn bütünü oluþturmada ayný düzeyde önemi ve deðeri vardýr. Atatürkün en büyük eserimdir dediði; Türkiye Cumhuriyeti halkçýlýk esasýna dayanan demokrasinin, milliyetçilik ilkesi ile birleþmesinden ve laiklik harcý ile örülmesinden meydana gelmiþtir. Günümüzde demokratik haklarýn kullanýlmasý; çaðdaþ devlet ve çaðdaþ toplumun yaratýlmasý için çok önemlidir. Ancak, birey hak ve özgürlüklerini kullanýrken, devlete ve topluma karþý ödevlerini de unutmamak gerekir. Bireysel haklarýn kullanýlmasý, bireysel kültür, bireysel otonomi adý altýnda devletin varlýðýný ülkenin bütünlüðünü, bireyin özgürleþtirilmesi uðruna feda edemeyiz. Bu haklarýn kullanýlmasý Atatürk ilkeleri ve devrimlerini reddetme hakkýný da doðurmaz. Bu yanlýþlýklar ABne girme uðruna bir araç olarak da kullanýlamaz. Her zaman baþýmýza gelebilecek deprem, sel, kuraklýk, orman yangýný, çevrenin aþýrý kirlenmesi ile, toplumun deðer yargýlarýný bozan rüþvet, iltimas, nüfuz ticareti, görev suistimali, yolsuzluk, uyuþturucu ve örgütlü suçlar ile ekonomik krizlere karþý tedbirlerin alýnmasý önem arz etmektedir. Öncelikle 13 milyon insanýmýzýn yoksulluk sýnýrýnýn altýnda olduðu bu ülkede, sosyal adaletin saðlanarak, sosyal devletin gereklerinin yerine getirilmesi bir zarurettir. Bütün bunlar toplum geleceðini etkileyen çaðýmýzýn iç tehdidi niteliðini almýþtýr. Devlet sistemimizin iþleyiþindeki olumsuzluklar bu sorun- Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 211 KURTULUÞ CEPHESÝ larý aðýrlaþtýrmaktadýr. Peki bunlarýn çözümü nedir, dediðimiz zaman, Atatürkün 10 Mart 1930da Antalyada arkadaþý Hasan Rýza Soyaka söyledikleri kanýmca en doðru çözüm olacaktýr: ...Bütün bu dertlerin, bütün bu ihtiyaçlarýn giderilmesi herþeyden evvel, pek baþka þartlar altýnda yetiþmiþ bilgili, geniþ düþünceli, azim, feragat ve ihtisas sahibi adam meselesidir. Sonra da zaman ve imkan meselesidir. Bu itibarla evvela kafalarý ve vicdanlarý köhne, geri, uyuþturucu fikir ve inançlardan temizleyeceksin; iþlerinin ehli, idealist ve enerjili insanlardan mürekkep muntazam, her parçasý yerli yerinde modern bir devlet makinasý kuracaksýn; sonra bu makina halkýn baþýnda ve halkla beraber durmadan çalýþacak, maddi ve manevi her türlü istidat ve kaynaklarýmýzý faaliyete geçirecek, iþletecek; böylece memleket ileriye, refaha doðru yol alacak... Baþka çaremiz yoktur. Ýleri milletler seviyesine eriþmek iþini; bir yýlda, beþ yýlda, hatta bir nesilde tamamlamak da imkansýzdýr. Biz þimdi bu yol üzerindeyiz, kafileyi hedefe doðru yürütmek için, beþer takatinin üstünde gayret sarf ediyoruz. Baþka ne yapabiliriz ki? (M.Kemal Atatürk, 1930, Antalya) Sonuç olarak; 16 yýldýr süren terörle mücadele oldukça geniþ bir göç hareketine de yolaçmýþ olmasýna raðmen toplum içinde bir husumetin ortaya çýkmamasý ve toplumsal barýþýn bozulmamasý ülkenin hangi kökenden gelirse gelsin, insanlar arasýnda saðlam bir beraber yaþama iradesinin ve dayanýþmasýnýn mevcut olduðunu kanýtlamýþtýr. Bütün çabalar bunun muhafazasý istikametinde olmalýdýr. Sayýn Konuklar, beyanlarým, harp akademileri komutanlýðý ve dolayýsýyla TSKlerinin resmi görüþü deðildir, kiþisel tespitlerimdir. Beni sabýrla dinlediðiniz için þükranlarýmý sunarým. Saygýlarýmla. 212 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ Bu ülkede, sosyal patlama da olmaz, devrim de olmaz! KURTULUÞ CEPHESÝ Sayý: 65, Ocak-Þubat 2002 Biraz birþeyler bildiðini varsaydýðýnýz, toplumsal sorunlara duyarlý, kendi ölçeðinde ilerici olarak tanýmlanabilecek ya da eski devrimcilerden birisinin yanýna gidip, ne olacak bu memleketin hali diye sorma cesareti gösterirseniz, alacaðýnýz yanýt hep ayný olacaktýr: Ne yapacaksýn memleketin halini, sen kendi iþine bak! Eðer biraz ýsrarlý olur da, ülkenin içinde bulunduðu durumu söyler ve bu koþullarda tek çýkýþ yolunun devrimde olduðunu söyleyebilirseniz, ayný kiþilerden þöyle bir yanýt almanýz þaþýrtýcý olmayacaktýr: Evet, ülkenin durumu hiç de iyi deðil, devrimden baþka hiçbir þey de bu ülkeyi kurtarmaz, ama bu ülkede devrim mevrim olmaz!* Eðer yine ýsrarlý tutumunuzu sürdürür de, nedenlerini soracak olursanýz, solun geçmiþte yaptýklarý, bugün içinde bulunduðu durum ve globalleþen dünyada emperyalizmden baðýmsýz yaþamanýn olanaksýzlýðý üzerine uzun bir söylev dinlemeye hazýr olmalýsýnýz. Tüm bu soru-yanýtlar içinde .. ama emperyalizm, ... ama sömürü, ... ama devrimci mücadele vb. gibi sözler söylemeye çalýþýrsanýz, söylenebilecek en ters sözleri duyacaksýnýzdýr. Bir an karþý* Elbette bu soruyu globalleþen dünyanýn nimetlerinden yararlandýðýný düþünen, kendi çapýnda postmodernist, tabu yýkýcý, çevreci bir eski solcuya sorarsanýz, alacaðýnýz yanýt, bir dizi ukalalýk ve küfür olacaktýr. Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 213 KURTULUÞ CEPHESÝ nýzdaki kiþinin ilerici, solcu ya da eski devrimci olduðundan þüpheye düþecek, bu kiþinin nasýl olup da geçmiþte devrimci mücadele içinde yer aldýðýný düþüneceksinizdir. Buradan uzaklaþýp gazetelerden birini açtýðýnýzda, aþkýn ve biranýn partisinden (ÖD Partisi) aþkçýlar ile biracýlarýn ayrýþtýðýna iliþkin haberleri göreceksinizdir. Biracýlarýn, aþkçýlarý, sosyalizmden sol liberalizme doðru kayarak, Kürt hareketiyle arayý sürekli açarak, sosyalist hareketle iliþkileri kritik her dönemeçte biraz daha bozarak, muhalefeti iþlerine gelen yerde kah muhafazakarlýk, kah Truva atý, kah parti dýþý solun uzantýsý olarak suçlayarak, Biz bunlar gibi deðiliz diye, devlet-iktidar güçlerine göz kýrparak kitleselleþme ve güçlenme politikasý izlemekle eleþtirdiklerini, artýk ayný parti çatýsý altýnda daha fazla kalamayacaklarýný basýn toplantýsýyla duyurduklarýný okuyacaksýnýzdýr. Elbette, bu haberleri okuduðunuzda, 1965-71in ünlü gerillasý Yusuf Küpeliyi anýmsayýp, ÖD Partisi kurulduðundan bu yana geçen yýllarý hesaplayýp, bu haltlarý birlikte yememiþmiydiniz diye düþünebilirsiniz. Ve nasýl olup da, bugün sol liberalizme kayýldýðýný keþfederek ayrýlýk deklarasyonlarý yayýnlamaya baþladýklarýný da düþünebilirsiniz. Basit bir akýlyürütme ile, bunca yýl neo-liberalizmin açtýðý musluklardan beslenen ÖD Partisinin son ekonomik krizle birlikte kaynaklarýnda önemli bir azalma olduðu, dolayýsýyla azalan kaynaklarýn paylaþým savaþýnýn sertleþtiði ve sonuçta bir tarafýn bu savaþý kaybettiði vargýsýna da ulaþabilirsiniz. Elinizdeki gazeteyi býrakýp bir baþkasýný açtýðýnýzda karþýnýza sürmanþetten verilmiþ þu baþlýk çýkacaktýr: Sol geçmiþiyle hesaplaþýyor... Devrimci Yol liderlerinden Taner Akçam anlatýyor. Televizyon belgesellerinin unutulmaz yönetmeni Can Dündar imzalý bu haberi merak edip okumayý sürdürdüðünüzde, Devrimci Yol liderlerinden olan kiþinin sýkýlý yumruklu fotoðrafýyla birlikte, 68liler cinsel özgürlükçü, biz yasakçýydýk dediðini okuyacaksýnýzdýr. Nasýl bir rüya görüp hapisten kaçtýðý, Aponun ölüm listesine nasýl alýndýðý vs. türünden maceralarý geçip sadede geldiðinizde, üçüncü dünyacýlýkla bir yere gidilemeyeceðini, solun yüzünü batýya çevirmesi gerektiðini, Türkiyeyi globalleþme dönemine, dünya ailesi içinde hak ettiði yere ulaþtýrmak için solun þiddeti artýk gömmesi gerektiðini öðreneceksinizdir. 8 Ocak 2002 günü Milliyet gazetesinde yayýnlanmaya baþlayan yazý dizisinin son bölümü yayýnlandýðýnda Can Dündar imzalý köþe yazýsýnda bir baþka haber göreceksinizdir. Can Dündarýn 12 Ocak tarihli yazýsýnda, Koruma Altýnda Bir Katil baþlýðý altýnda 1986 yýlýnda DYli Kürþat Timuroðlu nun PKKli Ferit Aycan tarafýndan öldürülüþ 214 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ öyküsünü ve Ferit Aycanýn daha sonraki maceralarý uzun uzun anlatýlýrken, Nisan 1993te Alman polisine gönderilen bir ihbar mektubu ile kimliði ortaya çýkmýþ. Ýhbarcý, Aycanýn sadece karýþtýðý eylemleri deðil, Ýstanbul adresini, telefon numaralarýný da vermiþ Alman polisine... diye yazýldýðýný okuyacaksýnýzdýr. Ve Ferit Aycanýn 2 Ocak 2002 günü Almanyada müebbet hapis cezasýna çarptýrýldýðýný biliyorsanýz, yazý dizisinin neden bu zamanda yayýnlandýðýný düþünmeden edemeyeceksinizdir. Tabi tüm bu yazý dizisi içinde, Can Dündarýn bir zamanlar solcu olduðunu, DY davasýný izleyen gazeteciler içinde yer aldýðýný, 1980 öncesindeki þiddetten nasýl etkilendiðini, Türkiyenin temel probleminin þiddet zihniyeti ile hesaplaþmak olduðuna inandýðýný göreceksinizdir. Diðer yandan, ayný Can Dündarýn cezaevlerindeki ölüm oruçlarý üzerine insansever yazýlarýnýn sol yayýnlarca onurlu bir küçükburjuva aydýnýnýn tutumu olarak tanýmlandýðýný anýmsamasanýz da, onun tüm solcu görünümüne raðmen devlet televizyonuna nasýl hala diziler hazýrlayabildiðini, devletin gizli arþivlerine nasýl kolayca girebildiðini düþünmeden edemeyeceksinizdir. Ekonomik krizle birlikte eski solcu, yeni globalizm yandaþý pek çok gazetecinin iþine son verilmiþken, Can Dündarýn entelektüel, hümanist, solcu köþesini nasýl koruduðunu da merak edeceksinizdir. Türkiyenin temel probleminin þiddet zihniyeti ile hesaplaþmak olduðuna inanan Can Dündarýn tüm entelektüel, hümanist, solcu görüntüsünün ardýnda yatanýn yeni kuþaðýn silahlý devrimci mücadeleye yönelimini engellemek olduðu gerçeði ile karþýlaþacaksýnýzdýr. Tüm bunlardan sonra burjuva medyasý ný býrakýp sol medyayý okumaya karar verirseniz, gözünüze hemen Nazým Hikmet yazýlarý, þiirleri ve eczacýlarýn (daha tam deyiþle, eczane sahiplerinin) eylemleri çarpacaktýr. Hemen tümünde Nazým Hikmetin ne denli devrimci ve komünist olduðuna iliþkin bir dizi yazýyý okumaya baþladýðýnýzda, bu kadar yaygýn Nazým Hikmet yazýlarýnýn temelinde 2002 yýlýnýn UNESCO tarafýndan Nazým Hikmet Yýlý ilan edilmesinin yattýðýný göreceksinizdir. Genco Erkallý, Zülfü Livanelili, Can Dündarlý Nazým Hikmet Geceleriyle, Nazým Hikmetin devrimci özü, mücadele çaðrýlarý yüklü þiirleri bir yana býrakýlarak, onu aþk ve dil ustasý bir þair gibi gösterme gayretleri karþýsýnda sol yayýnlarda gösterilen tepkiler ne denli bildik ve sýradan gelirse gelsin, yine de bir tavýr, bir tutum, bir tepki ifade ettiði için yerinde olduðunu düþüneceksiniz. Ancak küçük-burjuva aydýnlarýnýn globalizm yandaþý haline geldiði, tümüyle saða kaydýklarý bir dönemde, onlarýn nasýl mücadeleci olduklarýný okuduðunuzda þaþýrmadan da edemeyeceksinizdir. Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 215 KURTULUÞ CEPHESÝ Eczacýlar, örgütlüydüler, birlik içinde hareket ettiler, direndiler, sonuç almak için eylem yaptýlar, tehditler karþýsýnda kararlý davrandýlar, kazandýlar! Uzun zamandýr, ilk kez, IMFnin, iktidarýn politikalarýna karþý bir direniþ, maddi bir kazanýmla sonuçlanmýþtýr. Bu nedenle, eczacýlarýn direniþi, tüm halk güçlerine hem moral verecek, hem dersler çýkarmasýný saðlayacak bir direniþ olmuþtur.* Evet, örgütlüydüler, çünkü 25.01.1956 tarihli 6643 sayýlý yasa ile tüzel kiþiliðe sahip kamu kurumu niteliðinde Türk Eczacýlarý Birliði ve buna baðlý odalara sahiptirler. Yasa ile oluþturulmuþ ve üye olunmasý zorunlu olan bir örgütlülük olarak eczacýlar odalarý, yasa gereðince protokol kurallarýna göre resmi törenlere katýlýr. Yani eczacýlar, devletin resmen örgütlediði ve tanýdýðý bir örgütlülüðe sahiptirler. Eczacýlar, odalarýnýn önderliðinde ilaç fiyatlarýndan aldýklarý kâr oranlarýný %10a düþüren MHPli Saðlýk Bakanýna karþý, MHP Genel Baþkaný Devlet Bahçelinin etkin desteði ile birlikte hareket etmiþler ve direnmiþlerdir. Tehditler karþýsýnda yýlmamýþlar, kararlý davranmýþlar ve kazanmýþlar dýr! Ancak eczacýlarýn bu örgütlü, birleþik, kararlý direniþi ilk deðildir. Ekim ayýnda, ayný eczacýlar, Ýþbankasý Genel Müdürlüðüne karþý ortak tepki örgütlemiþlerdir. Ortak tepki konusu Ýþbankasýnýn eczanelerde yapýlacak sözleþmelerde bugüne kadar geçerli olan %5 iskonto yerine, %10 iskonto talep etmesidir. Bir baþka ifadeyle, Ýþbankasý kendi personeli için sözleþme yapacaðý eczanelerden %5 yerine %10 indirim talep etmiþtir. Böylece kârlarýnýn düþeceðini gören eczane sahipleri Biz eczacýlar ekonomik krizle birlikte iyice daralan kârlýlýðýmýz zaten olaðanüstü boyutlarda azaldýðý bu ortamda, bankanýzýn bu talebini kabul etmiyoruz. Bankanýzla hiçbir þekilde %5 iskonto dýþýnda bir sözleþme yapmayacaðýmýz gibi, bizleri son derece kýran bu talebin devamý halinde, bankanýzla Kredi Kartý, Pos Makinasý, Vadeli-Vadesiz Mevduat Hesabý dahil tüm baðlarýmýzý, kendimiz ve ailemiz adýna keseceðimizi bildirir, bu haksýz talebin geri alýnmasýný saygýlarýmýzla arz ederiz diyerek ortak tepki örgütlemiþlerdir. Böylesine bir direniþin, uzun zamandýr ilk kez, IMFnin, iktidarýn politikalarýna karþý bir direniþ olmadýðýný öðrendiðinizde, eczacýlarýn direniþinin, tüm halk güçlerine hem moral verecek, hem dersler çýkarmasýný saðlayacak bir direniþ olmadýðýný da göreceksinizdir. Yine de sol medyayý okumaya devam ederseniz, göreceðiniz * Özgür Vatan, 21 Ocak 2002. 216 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ bir haber de, SÝP adlý partinin adýný TKP olarak deðiþtirdiði olacaktýr. Mevcut yasalarýn böyle bir adla parti kurulmasýna izin vermediðini, Anayasa Mahkemesinin bu konuda yapýlmýþ baþvurularý reddettiðini anýmsadýðýnýzda, SÝPin nasýl olup da TKP adýný almaya kalkýþtýðýný anlamayabileceksiniz. Eski TKPlilerin kendilerini TBKP yaparak fesh ettiklerini, dolayýsýyla TKP adýnýn ortada kaldýðýný düþündüðünüzde, SÝPin orta malýný üzerine almaktan baþka birþey yapmadýðýný anlayacaksýnýzdýr. Yine de SÝPin adýný TKP olarak deðiþtirmesi üzerine yapýlan sol deðerlendirmelere baktýðýnýzda, hemen herkesin bunun bir hýrsýzlýk olduðunu, sol etiðe uymadýðýný söylediklerini göreceksinizdir. Ayný konuda vatanseverlerin dergisini de okuyabilirsiniz: Kongreye çaðýrýyor (M. Belli kastediliyor), gündemi söylemiyor, resmen aldatýyor, kullanmaya kalkýyor... Hadi aldatarak da olsa çaðýrdýn, söz hakký ver, vermiyor. Hadi söz hakký vermedin, bari mesajýný doðru dürüst aktar, onu da sansürlüyor... Düþünün, Mihri Belli gibi birine bunlarý yapan kafa, sol içi iliþkilerde, halkla (eðer varsa) iliþkilerinde, aydýnlarla iliþkilerinde neler yapmaz, ne katakulliler atmaz!* (abç) Böylesine deðer verilen M. Belli kimdir diye düþüneceksinizdir. Onun eski tüfeklerden olduðunu, ülkemiz sol tarihinde oportünizmin, tahrifatçýlýðýn, icazetli sosyalizmin temsilcisi olduðunu, yazýyý yazanlarýn bile, her fýrsatta devrim kaçkýnlýðý yapan, düzenle uzlaþmayý seçen vb. biçimde deðerlendirdiðini öðrendiðinizde bu övgünün nedenlerini bir kez daha düþünmek zorunda kalacaksýnýzdýr. Kendilerini maoist olarak tanýmlayanlarýn, yýllar boyu ve bugün bile sýnýf tahlillerinde Che Guevarayý küçük-burjuva devrimcisi olarak tanýmladýklarý halde, her bulduklarý fýrsatta Che Guevaraya övgüler yaðdýrdýklarýna alýþkýnsanýz, SÝPin yaptýðýna da, Mihri Belliye soldan bile fazla deðer verilmesine de þaþýrmayacaksýnýzdýr. Yine de Özgür Vatanýn bu sevgisinin, Mihri Bellinin 1960 sonlarýnda yaptýðý sosyalistler koyu milliyetçilerdir deðerlendirmesiyle bir iliþkisi olup olmadýðýný düþüneceksinizdir.** * Özgür Vatan, 31 Aralýk 2001. ** Mahir Çayan yoldaþ bu konuda þöyle yazmaktadýr: Mihri Belli arkadaþa göre, devrimci milliyetçilikle proleter enternasyonalizmi çeliþmez. Ve dev-rimci milliyetçi olduðunu söyleyen Mihri Belli arkadaþa göre sosyalistler koyu milliyetçilerdir. Çünkü, milliyetçiliðin azý enternasyonalizmden kiþiyi uzaklaþtýrýr. Mihri Belli, sosyalistlerin milliyetçi deðil, yurtsever olduklarýný, nasyonalizm ile enternasyonalizmin birbirine tamamen zýt iki kavram olduðunu bilmiyor mu? Biliyor elbette. Fakat Mihri Bellinin küçük-burjuva radikalizmine bel baðlayan tutumu, proleter devrimcilikten tavize hatta, literatüre "proleter milliyetçiliði" katkýsýyla tahrife kadar uzanmaktadýr. (ASDye Açýk Mektup) Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 217 KURTULUÞ CEPHESÝ Bu yazýlarla birlikte gözünüze Arjantin haberleri ve yorumlarý iliþecektir. Bir sol gazetede 21. yüzyýl ayaklanmalarýn yüzyýlý olacaktýr baþlýðýný göreceksinizdir. Okumayý sürdürdüðünüzde þunlarý okuyacaksýnýzdýr: Seattleda baþlayan enternasyonal eylem rüzgarý, Cenova ve Brükselde yüz binlerle buluþtu. Ýkiz Kuleler, emperyalizmin baþýna yýkýldý. Filistinin taþ generalleri intifadayý sürdürdü. Pakistan halký, Afganistan iþgaline karþý ayaða kalktý. Ve Arjantin halký, emperyalizme karþý büyüyen isyana arka bahçeden merhaba dedi.* Arjantin, Seattle, Cenova, Brüksel, ikiz kuleler, Afganistan iþgaline karþý ayaða kalkan Pakistan halký arasýnda nasýl bir iliþki kurulduðunu yazý boyunca öðrenmeye çalýþmanýz pek bir iþe yaramasa da, 2001 yýlý boyunca gerçekleþtirilen sayýsýz eylem, sayýsýz direniþ, týpký Arjantinde olduðu gibi ayaklanmalar yüzyýlýnýn Anadoludan da selamlanacaðý günlerin uzaklarda olmadýðýný gösterdiðini, burjuvazi ne derse desin, biriken öfke er ya da geç bir volkan gibi patlayacaðýný** (týpký Arjantin gibi) öðreneceksinizdir. Ancak bir baþka sol gazeteyi açtýðýnýzda þunlarýn yazýldýðýný da göreceksinizdir: Devrim, kendiliðinden olamayacaðý gibi, birkaç devrimci müdahaleyle gerçekleþebilecek bir durum da deðildir. Devrim sabýrsýzlýðý sevmez. Zýt-pýt çýktýlarý, yanar-söner dalgalanmalarý da sevmez.*** Birincilerin iktidarýn ayaklanmayla ele geçirileceðini savunduðunu, ikincilerin ise uzun halk savaþý çizgisini izlediklerini düþündüðünüzde, iki Arjantin deðerlendirmesinin neden birbiriyle çeliþtiðini anlayacaksýnýzdýr. Diðer yandan okumayý sürdürdüðünüzde bir baþkalarýnýn Türkiyede halkýn neden Arjantin halký gibi patlamadýðýna iliþkin deðerlendirmesini göreceksinizdir: Elbette halkýn patlamasýný engelleyen, geciktiren bir çok sübaptan bahsedilebilir. Ülkemizdeki kara paranýn, gayrý-meþru iþler ve iliþkilerin yaygýnlýðý, köy-kent arasýndaki iliþki, bunlardan bazýlarýdýr. Örneðin Arjantin þehirleþmenin çok yüksek olduðu bir ülkedir, bizde ise, þehirleþme hem daha düþük, hem de þehirleþenlerin de kýrsal alanda bütün baðlarý kopmamýþtýr. Ama bunlarýn hiç biri nihai anlamda belirleyici deðildir. * Atýlým, 29 Aralýk 2001. ** Atýlým, 29 Aralýk 2001. *** Devrimci Demokrasi, 1-16 Ocak 2002. 218 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ Eðer kitleler patlamýyorsa, yakýp yýkmýyorsa, bunun tek nedeni devletin terörü ve bunun yarattýðý korkudur. Yine bu terörün yarattýðý örgütsüzlüktür.* Denilmektedir ki, ülkemizde sosyal patlama olamamasýnýn bir nedeni, kara para cenneti olmasý, gayrý-meþru iliþkilerin yaygýnlýðý ve dolayýsýyla bu kara para yoluyla insanlar satýn alýnmasýdýr. Ýkinci olarak, þehirleþme, Arjantine kýyasla daha düþüktür, hem de þehirleþenlerin de kýrsal alanla bütün baðlarý kopmamýþtýr. Üçüncü olarak, nihai, ama tek neden, devletin terörü ve bunun yarattýðý korkudur. Öte yandan Arjantinle ilgili yazýlanlarýnda, kara paranýn Arjantinde hiç de az olmadýðýný, gerçekleþtirilen askeri darbeler sonrasýnda uygulanan devlet terörü sonucunda en az 30.000 kiþinin hâlâ kayýp olduðunu anýmsayacaksýnýzdýr. Latifundistlerin (büyük toprak sahipleri) Arjantindeki tarihsel konumlarýný, kýrsal nüfusun hiçbir zaman kent nüfusundan büyük olmadýðýný da öðrendiðinizde, ülkemizde neden patlama olmadýðýný bir kez daha düþünmek zorunda kalacaksýnýzdýr. Ve yeniden sol dergiyi okumayý sürdüreceksinizdir: Bir Halk Neden Patlar? Ýlk akla gelen mutlaka ekmekdir, sonra adalet. Bunlarýn olmadýðý yerde halk er geç patlar. Patlamanýn olduðu nokta ise, korku eþiðinin aþýldýðý nokta olacaktýr. Kimsenin kuþkusu olmasýn, Türkiyede o an da gelecektir. Kitleler halinde o eþik de aþýlacaktýr. Açlýk ve adaletsizlik, tüm eþikleri yýktýðý gibi, korkunun eþiklerini de yýktýracaktýr.* Böylece halkýn korku eþiðini aþtýðý noktada er ya da geç patlayacaðýný öðreneceksinizdir. Artýk yapýlacak çok iþ vardýr: bir an önce örgütlenmek, örgütlemek ve fýrsatlardan yararlanmak! Her ne kadar Devrimci Demokrasi, devrimin zýt-pýt çýktýlarý sevmediðini söylese de, patlamanýn er ya da geç olacaðýndan þüphe duymayacaksýnýzdýr. O gün geldiðinde, patlamanýn sonuç almasý için halkýn örgütlülüðünün yeteceðini de bileceksinizdir. Ama bu yolun kitlelerin kendiliðinden patlama ve isyanlarýný örgütlemek þeklinde bir çizgi oluþturduðunu, Marksist-Leninist yazýnda buna klâsik kitle çalýþmasý adý verildiðini, sonuç olarak sovyetik ayaklanma çizgisinin deðiþik bir versiyonu olduðunu da düþünebilirsiniz. Þüphesiz bu çizgi, evrim ve devrim aþamalarýný birbirinden kesin çizgilerle ayýran, evrim aþamasýný uzun, devrim aþamasýný ise kýsa bir an olarak düþünen bir anlayýþýn ürünüdür. Bu anlayýþ sahiple* Özgür Vatan, 31 Aralýk 2001. ** Özgür Vatan, 31 Aralýk 2001. Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 219 KURTULUÞ CEPHESÝ ri, patlama anýna (devrim aþamasý) kadar (evrim aþamasý) haftalýk olarak yayýnlanmasý ideal gibi gözüken bir siyasi gazete yayýnlamak, bu gazete çevresinde kitleleri bilinçlendirip örgütlemek ve patlamanýn sosyal ve psikolojik þartlarýný hazýrlamak þeklinde klasik kitle çalýþmasýný yürütmek durumundadýrlar. Ancak milli krizin kesikli deðil, sürekli olduðu, dolayýsýyla evrim ve devrim aþamalarýnýn birbirinden kesin çizgilerle ayrýlamadýðý ülkelerde (geri-býraktýrýlmýþ ülkeler) klasik kitle çalýþmasýný savunan ve yürüten örgütlenmelerin revizyonist KPler olduðunu anýmsarsanýz, Arjantin olaylarý sonrasýnda yapýlan patlama edebiyatýnýn solu nerelere savurduðunu da göreceksinizdir. Bu kadar okumayý þimdilik yeterli görüp, baþlangýçtaki konuþmanýza geri döndüðünüzde, o eski solcunun söylediklerine kýsmen hak verdiðinizi hissedeceksinizdir. Kendi kendinize soracaksýnýzdýr: Gerçekten bu ülkede sosyal patlama olur mu, bu solla devrim yapmak olanaklý mýdýr? Geçmiþte solda yapýldýðý söylenen hatalarý, bugün sol yayýnlarda okuduklarýnýzý, sol adýna yapýlanlarý, söylenenleri yeniden düþünmeye baþlayacaksýnýzdýr. Ýþte bu anda kendinizi iki seçenekle karþý karþýya bulacaksýnýzdýr: Ya yazýlanlara, söylenenlere, yapýlanlara lanet okuyacak, büyüklerin, eskilerin sözünü dinleyip kendi kabuðunuza çekilecek, kendi iþinize bakacaksýnýzdýr. Ya da devrim yapmanýn doðru bir yolunun olduðunu, olmasý gerektiðini düþünerek devrim için mücadele etmeye karar vereceksinizdir. Eðer kararýnýz birinci seçenekten yana olursa, tüm eskiler gibi, kendinize bir iþ bulmakla iþe baþlayacaksýnýz. Ekonomik kriz ortamýnda bulunabilinirse bir iþ bulacaksýnýz, yaþýnýz genç ise askerliðinizi yapýp evleneceðiniz günü bekleyeceksiniz. Günleriniz, ev ile iþ arasýnda gidip gelmekle, meyhanelerde geyik muhabbetleri yapmakla, televizyon karþýsýnda saatler geçirmekle ve arada bir eþ-dost toplantýlarýna katýlarak ne olacak bu memleketin hali konuþmalarý yaparak geçecektir. Tabi, her bulduðunuz fýrsatta borsa ve döviz haberlerini büyük bir merakla izleyecek, borsanýn her çýkýþý ile sevinecek, iniþi ile üzüleceksiniz. Kredi kartýnýzýn limitleriyle tüketecek, cep telefonunuzun faturasýyla bütçenizi düzenleyecek ve karþýnýza çýkacak fýrsatlardan yararlanmayý bekleyeceksinizdir. Eðer biraz entelektüel çevreye sahip iseniz, yaþamýnýz biraz daha renkli geçebilecektir. Belki arada bir konsere, tiyatroya, sinema günlerine gideceksinizdir. Sanat, edebiyat üzerine muhabbet edeceðiniz bir çevreniz olduðundan, dünya ekonomisindeki resesyon sinyallerinin ülkedeki bankalarýn sermaye rasyosu üzerindeki et- 220 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ kileri konusunda yapýlan konuþmalara kulak misafiri bile olabileceksinizdir. Entelektüel çevrelere özgü kredi kartý sahibi olarak seçkin bir yere sahip olduðunuzu hissedip, kredi kartý temerrüt faizlerini nasýl ödeyeceðinizin hesaplarýný da yapabileceksinizdir. Eðer ikinci yolu seçer de, devrimci mücadele girmeye karar verirseniz, sizi bir dizi sorunun beklediðini bilmeniz gerekir. Devrimci mücadelenin o bilinen, söylenen, anlatýlan ve gerçek olan zorluklarý yanýnda, kendinizi yapayalnýz da bulabileceksinizdir. Karar size kalmýþtýr. Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 221 KURTULUÞ CEPHESÝ AKP Hükümeti ya da Merak etmeyin Ordu var...* KURTULUÞ CEPHESÝ Sayý: 70, Kasým-Aralýk 2002 3 Kasým seçimlerinde AKPnin TBMM de büyük bir çoðunluða sahip olmasýndan sonra tüm medya aðýr birliði içinde merkez sað partilerin çöktüðünü, bu partilerin liderlerinin tasfiye edildiðini yazýp çizmeye baþlamýþtýr. Kimileri daha da hýzlý davranarak, DYP, ANAP ve kýsmen MHPden boþalan merkez saðýn AKP tarafýndan doldurulmasý gerektiðini söylemektedirler. Bugün AKPnin yükseliþinin de, ANAP ýn daðýlýþýnýn da, DYPnin barajýn altýnda kalýþýnýn da, MHPnin 1999 seçimlerinde gösterdiði baþarýyý gösterememesinin de ardýnda yatan temel neden, oligarþi dýþýndaki sömürücü sýnýflarýn içinde bulunduklarý durum ve siyasal olarak bölünmüþlükleridir. Popüler dilde, yani medya dilinden ifade edersek, AKPnýn 3 Kasým seçimlerinde, 1965 seçimlerinde AP nin, 1983 seçimlerinde ANAPýn zaferine benzer (hatta kimileri daha da öteye giderek 1950 seçimlerinde DPnin aldýðý sonucu da buna * Ertuðrul Özkök, 4 Kasým günü Bir þakanýn ardýndaki duygular baþlýklý yazýsýnda þöyle yazýyordu: Dün manþeti hazýrlarken, bir arkadaþým þöyle bir espiri yaptý: Önce Yarýn herkesin içinden geçen sözü manþet yapmamýzý ister misiniz? diye sordu. Biz evet deyince de esprili manþet önerisini patlattý: Merak etmeyin Ordu var.. 222 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ eklemektedirler) bir sonuç almasý, bu sömürücü sýnýflarýn son yirmi yýllýk durumuyla baðlantýlýdýr. Dolayýsýyla sömürücü sýnýflar arasýndaki iliþki ve çeliþkiler dikkate alýnmaksýzýn geliþen olaylarýn kavranýlmasý da olanaksýzdýr. Ýþbirlikçi tekelci burjuvazinin henüz yeterince güçlenmediði, palazlanma aþamasýnda olduðu bir dönemde, DPnin yerine oluþturulan APnin 1965 seçimlerinde %52,9 oyla 450 kiþilik mecliste 240 milletvekilliði kazanmasý, tüm sömürücü sýnýflarýn ittifakýnýn bir sonucu olmuþtur. Bu dönemde, bir yanda emperyalizmin yeni-sömürgecilik uygulamalarýyla geliþen ve güçlenen iþbirlikçi tekelci burjuvazinin, diðer yanda ise yarý-feodal üretim iliþkilerinin geleneksel sýnýflarýnýn (toprak aðalarý, tefeciler ve bezirganlar*) yer aldýðý egemen sýnýflar ittifaký birbirine zýt çýkarlarýn ifadesi olmuþtur. Küçük ve kapalý üretim birimlerine dayanan ve buralardan beslenen feodal egemen sýnýflarýn çýkarý ile bu kapalý üretim birimlerini yýkarak pazar için üretimi geliþtirmek ve yaygýnlaþtýrmak durumunda olan iþbirlikçi tekelci burjuvazinin çýkarý uzlaþmaz bir çeliþki oluþturmaktadýr. Dolayýsýyla bu ittifak, iþbirlikçi tekelci burjuvazinin güçlenmesine paralel olarak parçalanmýþtýr. Baþýný Necmettin Erbakanýn çektiði ve DPTde toplanan takunyalýlarýn içsel muhalefeti, sömürücü sýnýflar arasýndaki ittifakýn parçalanmasýnýn baþlangýcýný oluþturmuþtur. 1965-1969 yýllarý arasýnda TOBBda Sanayi Odasý Baþkanlýðý, Genel Sekreterlik ve Yönetim Kurulu Baþkanlýðý yapan Erbakanýn 25 Mayýs 1969da TOBB baþkaný seçilmesi ve Demirelin müdahalesi ile 8 Aðustos 1969da polis zoruyla TOBBdan çýkartýlmasý sömürücü sýnýflar ittifakýnýn sonunu getirmiþtir. Bu ayrýþma, 12 Ekim 1969 genel seçimlerinde Erbakanýn APden aday olmasýnýn engellenmesi, ardýndan Konyadan baðýmsýz milletvekili seçilmesi ve 26 Ocak 1970de Milli Nizam Partisini (MNP) kurmasýyla netleþmiþtir.** 18 Aralýk 1970de Demirel hükümetinin bütçesine red oyu veren ve baþýný Ferruh Bozbeylinin çektiði 41ler hareketi, sömürücü sýnýflar ittifakýnýn yeni bir parçalanmasý olmuþtur. Böylece 1971 yýlýna girildiðinde, sað kesim, MNP, DP ve AP olmak üzere üç parçaya ayrýþmýþtýr. Ve bu ortamda oligarþinin 12 Mart * Feodal ya da yarý-feodal üretim iliþkileri içinde yer alan tüccar kesimi. ** Bugün AKPde yer alan pek çok ünlünün milli görüþ serüvenleri bu dönemde baþlamýþtýr. Örneðin Bülent Arýnç 2000 yýlýndaki FP kongresinde þöyle konuþmuþtur: Ben 1967 yýlýnda hukuk fakültesi öðrencisi iken Necmettin Erbakaný TOBB mücadelesinde destek- lemiþtim, 1969 yýlýnda Konyadan aday olduðunda bütün ilçeleri gezen bendim. Benim Anadoluda ayak basmadýðým yer yok. Beni siz tanýmazsýnýz; ama babalarýnýz, analarýnýz tanýr. Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 223 KURTULUÞ CEPHESÝ darbesi gelmiþtir. Erbakanýn MNP, sýnýfsal olarak küçük ve orta sermaye kesimlerinin politik sözcüsü durumundadýr. Bir diðer deyiþle, Anadolu esnaf-zanaatkâr sermayesi ile tüccar-tefeci sermayesinin temsilcisi durumundadýr. Emperyalizmin yeni-sömürgecilik yöntemleriyle geliþen iþbirlikçi tekelci burjuvazinin gücü karþýsýnda sürekli gerileyen ve politik gücünü yitiren bu sermaye kesimlerinin temsilcisi olduðundan, ayný zamanda emperyalizmin yeni-sömürgeciliðine karþýdýr. Bu karþý oluþ, temsil ettiði orta sermaye kesiminin geliþememesi ve tekelleþememesinden kaynaklanmaktadýr. Bu durumun en büyük sorumlusu olarak, ekonomik ve politik olarak iþbirlikçi tekelci burjuvaziyi ve onun destekçisi durumunda olduðunu düþündüðü emperyalist tekelleri gördüðünden milli bir söylem geliþtirmiþtir (Milli Görüþ). Ancak MNPnin siyasal sözcülüðünü yaptýðý kesimler açýsýndan, yeni-sömürgecilik yöntemleriyle meydana gelen pazar geniþlemesi çeliþik bir durum ortaya çýkarmýþtýr. Geniþleyen pazar olanaklarý, özellikle orta sermaye kesimlerinin lehine sonuçlar ortaya çýkarýrken, diðer yandan Anadolu esnaf-zanaatkar sermayesi ile tefeci-tüccar sermayesinin diðer kesimleri için tasfiye tehlikesi ortaya çýkarmýþtýr. Orta sermaye kesimleri, kredi ve devlet olanaklarýnýn (KÝTler) iþbirlikçi tekelci burjuvazi tarafýndan kullanýlmasýna karþýdýr. Bu nedenle adil düzen yanlýsýdýrlar. Onlarýn adil düzenden istedikleri, kendilerinin geliþmesini ve tekelleþmesini engelleyen koþullarýn ortadan kaldýrýlmasýdýr. Bu nedenle, iþbirlikçi tekelci burjuvazinin varlýðýna karþý olmaktan daha çok, bu kesimin içine alýnmamýþ olmaktan dolayý tepki duymaktadýrlar. Bunun sorumlusu olarak da, ulusal ve uluslararasý yahudi sermayesini sorumlu görmektedirler. Bu yüzden, yahudi sermayesinin daha az etkin olduðunu düþündükleri emperyalist ülkelerle (özellikle Almanya ile) iliþkilerin geliþtirilmesinden yanadýrlar. Anadolu esnaf-zanaatkar sermayesi ile tefeci-tüccar sermayesi ise, bir yandan iç pazarýn geniþlemesiyle deðiþen tüketim alýþkanlýklarý, diðer yandan iþbirlikçi tekelci burjuvazinin kendi daðýtým aðýný kurmasý karþýsýnda içine girdikleri tasfiye sürecinin durdurulmasýný talep etmektedir. Bu yönüyle çarþý esnafý olarak, her türden yeni tüketim mallarýnýn ithalatýna ve üretimine karþýdýrlar. Özellikle konfeksiyon (hazýr giyim) ürünlerinin iç pazarda artan tüketimi karþýsýnda çaresiz kalan Anadolu kumaþ üretici ve tüccarlarý ile terziler, MNPnin dini söyleminin en baðnaz destekçileri olmuþlardýr. Diðer yandan, geleneksel tüketim mallarý satýcýsý durumunda olan çarþý esnafý, yeni tüketim mallarýnýn marketlerde satýþýyla ortaya çýkan yok olma tehlikesi altýna girmiþtir. Ýþbirlikçi tekelci burju- 224 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ vazinin ürettiði bu yeni tüketim mallarýnýn daðýtýmý ve ticaretinin ortaya çýkardýðý yeni tüccar ve marketçi iliþkisi dýþýnda kalmýþlardýr. Dolayýsýyla deterjandan televizyona kadar her türden yeni tüketim malýnýn üretimi ve satýþýna karþýdýrlar. Bu yönüyle modernizasyonun karþýsýnda bir konumda yer almýþlardýr. Ayný kesimlerin geliþen emperyalist üretim iliþkilerinin içinde yer almak (eklemlenmek) isteyen bölümü ise Ferruh Bozbeylinin DPsi etrafýndan toplanmýþtýr. Özellikle Anadolu ticaret burjuvazisi (orta ve büyük toptancý tüccarlar) iþbirlikçi tekelci burjuvazinin kendi daðýtým aðýný kurarak, kendileri dýþýnda yeni bir ticaret burjuvazisi yaratmasýna karþýdýrlar. Ýþbirlikçi tekelci burjuvaziden talep ettikleri, büyük kentler dýþýndaki ticaretin kendilerine býrakýlmasýdýr. Böylece, 12 Marta gelindiðinde, iþbirlikçi tekelci burjuvazi ve ona baðýmlý olan küçük ve orta sermaye kesimleri dýþýnda kalan tüm ticaret ve sanayi sermayesi, bir bütün olarak muhalefete geçmiþlerdir. Oligarþinin 12 Mart darbesi, bir yandan ülkede geliþen devrimci mücadeleyi durdurmayý, diðer yandan kapitalizm öncesi sýnýf ve zümrelerin denetim ve disiplin altýna alýnmasýný, yani sömürüyü disipline etmeyi amaçlamýþtýr. I. Erim hükümeti ile gündeme getirilen reformlar, aðýrlýklý olarak bu sömürücü sýnýf ve zümrelere yönelik olmuþtur. Bu açýdan 12 Mart darbesi, ilerici, Atatürkçü, reformist görünüm altýnda küçük-burjuva aydýnlarýnýn desteðini alarak bu sömürücü kesimleri denetim ve disiplin altýna almaya yönelmiþtir. Ancak, silahlý propaganda, I. Erim Hükümetinin gerçek yüzünü ve emellerini, oligarþinin en gerici, en azgýn ve terörist yönetimi olduðunu açýða çýkarmýþtýr. Böylece, Amerikan emperyalizminin ve iþbirlikçi yerli burjuvazinin oyununu alt üst ederek, maskesini alaþaðý etmiþ, kademeli planýný bozmuþtur. Ýlerici, reformist, Atatürkçü görünümü altýndaki açýk faþizmin erken doðum yapmasýný saðlayarak, küçük-burjuva aydýn çevreler de dahil olmak üzere kamuoyunun gözlerini açtý... Küçük-burjuva aydýn kamuoyunun desteðini kaybeden emperyalizm-iþbirlikçi (tekelci) burjuvazi ikilisi, bu sefer zorunlu olarak, sömürüyü disipline etmeye yönelik bir dizi rasyonelleþtirme tedbirlerinden (sarý reformlarýndan) tavizler vererek, tekrar bu tedbirlerinden zarar görecek olan öteki gerici sýnýf ve zümrelerle ortak müþterekler etrafýnda anlaþmýþlardýr.* Böylece oligarþi, 12 Mart darbesiyle yapmak istediklerini gerçekleþtirememiþtir. 12 Mart 1971 ile 12 Eylül 1980 arasýndaki dönemde oligarþi ile * Mahir Çayan, Kesintisiz Devrim II-III Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 225 KURTULUÞ CEPHESÝ dýþýndaki sömürücü sýnýflar arasýndaki iliþki, çatýþma-uyum arasýnda sürekli dalgalanan bir süreç izlemiþtir. 1974 Petrol krizi ile baþlayan dünya ekonomisindeki daralma ve ekonomik bunalým dinamikleri, ülke içinde sýnýf mücadelesinin yükseliþiyle birleþerek, oligarþi ve dýþýndaki sömürücü sýnýflar arasýnda belli bir uyum ortaya çýkarmýþtýr. I. ve II. MC hükümetleri bu uyumun hükümeti olmuþtur. Ancak I. ve II. MC hükümetleri, geliþen devrimci mücadeleye karþý faþist milislerin etkin bir biçimde kullanýlmasý açýsýndan oligarþi lehine sonuçlar ortaya çýkarmýþsa da, diðer sömürücü sýnýflarýn kendi çýkarlarý yönündeki siyasal müdahaleleri, 1977 sonunda Ecevitin azýnlýk hükümeti kurmasýna yol açmýþtýr. Oligarþinin Ecevit hükümetinden istediði, icazet altýndaki bir sol oluþumla geliþen devrimci mücadeleyi pasifize etmek ve bürokrasi içinde gerici ve þeriatçý kadrolaþmayý tasfiye etmek olmuþtur. Ama Ecevitin azýnlýk hükümeti, sadece, özellikle sanayi ve teknoloji bakanlýðýnda ve KÝTlerde etkili hale gelen MSPli kadrolarýn tasfiyesinde kýsmen baþarý saðlayabilmiþtir. Dolayýsýyla devrimci mücadelenin geliþimini durdurma görevini yerine getirememiþ ve tüm sömürücü sýnýflarýn varoluþunu tehdit eden durumun sürmesini engelleyememiþtir.* Bu dönemde devrimci mücadelenin tüm sömürücü sýnýflarý tehdit eder boyutlara ulaþmasý, oligarþi ile diðer sömürücü sýnýflar arasýnda yeni bir ittifakýn kurulmasýný zorunlu hale getirmiþtir. Bu ittifak çerçevesinde oligarþinin 12 Eylül darbesi büyük bir sevinç yarattý. Fakat geliþen dünya ekonomik bunalýmý ve uygulanan 24 Ocak Kararlarý, oligarþi dýþýndaki sýnýflarýn ekonomik tasfiyesini gündeme getirdi. 1982 yýlýndaki bankerler olayýyla birlikte baþlayan mülksüzleþtirme süreci, asýl olarak küçük ve orta sermaye kesimlerini kapsadýkça, oligarþiye karþý bu kesimlerin muhalefeti yükselmeye baþladý. 1982 Anayasasýnýn kabul edilmesiyle birlikte, muhalefet siyasal partiler düzeyinde görünür hale geldi. Oligarþinin askeri yönetim aracýlýðýyla uygulamaya soktuðu siyasal yasaklar, eski iliþkiler içinde kurulmuþ partilerin seçimlere katýlmasýný engelledi. Böylece 1983 yýlýnda yapýlan genel seçimlerde tüm sömürücü sýnýflarýn desteðini alan T. Özalýn ANAPý tek baþýna iktidara geldi. * Bu dönemde milliyetçi-muhafazakar Ilýcaklarýn Tercüman gazetesinde yazarlýk yapan Güneri Civaoðlu bu durumu þöyle anlatmaktadýr: 12 Eylülden önceki gecelerden biri. Rauf Tamerin evinde onun doðum günü... Ama herkeste bir yýlgýnlýk, bir bezginlik, dehþet ürpertileri. Suskunluk... Örgütlü þiddet eylemlerinin Türkiyeye bir kan bataklýðý görüntüsü verdiði günler. Bir þarkýyý mýrýldanýyoruz salondaki birkaç kiþi: havasýna suyuna, taþýna topraðýna. Bir baþkadýr benim memleketim. Gözler dolmuþ. Kelimeler dudaklarýmýzdan duygu yüklü çýkýyor. Bir çok tanýdýk ismin, tasý taraðý toplayýp, Türkiyeyi terkederek, Amerikaya, Ýngiltereye yerleþtiði günler... Niþantaþýn, Leventin apartman camlarý gazete kaðýtlarýyla kaplý. Ýçerde yaþam yok ki!... (Beyaz Türklerden Bugüne, Sabah, 10 Kasým 1988) 226 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ 1983den 1991 yýlýna kadar süren ANAP hükümetleri dönemi, günümüzdeki tüm siyasal, sosyal ve ekonomik geliþmelerin biçimlendiði dönem olmuþtur. Bu dönemin en temel özelliði, devrimci mücadelenin kitlesel boyutlarda yürütülen terörle durdurulmasý ve 1980 dünya ekonomik buhranýyla þekillendirilen transformasyon olmuþtur. Devrimci mücadeleye karþý sürdürülen terör ve pasifikasyon, sözcüðün tam anlamýyla, solda dejenerasyona yol açmýþtýr. Askerlik, iþ ve eþ koþuluna boyun eðdirtilen sol kitle, giderek düzenin sadýk bir destekçisi konumuna getirilmeye çalýþýlmýþtýr. Özellikle T. Özalýn modernizasyon söylemiyle baþlatýlan liberalizasyon uygulamalarýnýn destekçisi ve ithal mallarýnýn tüketicisi durumuna getirilen sol kitle, toplu konut fonunun kurulmasýyla birlikte yeni iþ olanaklarýna sahip olmuþtur. 1989 yerel seçimlerinde SHPnin gösterdiði baþarý, belediyelerde ve bunlarla baðlantýlý ticari iþlerde sol bir iþadamlarý zümresi yaratýlmasýný hýzlandýrmýþtýr. 1983-89 arasýnda promosyon alanýnda iþ alan sol kadrolar, reklamcýlýk, yayýncýlýk alanýndan inþaat alanýna sýçramýþlardýr. Üniversite diplomasý almayý becermiþ solcularýn baþýný çektiði yeni sol iþadamlarý, T. Özalýn vizyonu ve misyonu çerçevesinde geliþen liberalizasyonun yarattýðý tüm yeni ve marjinal sektörlerde boy göstermeye baþlamýþlardýr. Reklamcýlýk, yayýncýlýk alanlarýnda baþlayan iþ deneyimleri giderek kurumlaþmýþ ve þirketleþmiþtir. Sanayi ve geleneksel ticaret alanlarý dýþýndaki tüm alanlarda boy gösteren sol iþadamlarý liberalizasyondan beslendikleri için, her durumda aþýrý liberal hale gelmiþlerdir. Ýhracata yönelik sanayileþmeden, Türk Parasýný Koruma Yasasýnýn kaldýrýlmasýna, emperyalist ülkelerin tüketim mallarýnýn ithalatýndan özelleþtirmeye kadar her uygulamanýn baþ destekçisi ve propagandisti olurlarken, ayný zamanda bunlarýn kendilerine getirdiði yeni iþ olanaklarýnýn peþinden koþmuþlardýr. 12 Eylül sonrasýnda ilk iþ deneyimini kazandýklarý alan reklamcýlýk ve yayýncýlýk olduðundan, medya alanýndaki her türlü geliþmenin hararetli savunucusu olmuþlardýr. Beyaz eþya kullanýmýnýn ve renkli televizyon izlenmesinin bir modernlik, ülkenin kalkýnmasýnýn bir göstergesi olduðunu savunan bu sol kesim, giderek varlýðýný T. Özala ve onun politikalarýnýn sürdürülmesine baðlamýþtýr. Dolayýsýyla, sosyal-demokrat adý altýnda olsun olmasýn, kurulan ve oluþturulan tüm sol partiler bu politikanýn sürdürücüsü olmayý programlarýnýn baþýna koymuþlardýr. Unuttuklarý tek þey ise, mevcut düzen içinde politika yapabilmek için kadroya deðil, kitleye ihtiyaçlarý olduðudur. Doðal olarak, T. Özal döneminde uygulanan ekonomi politikalardan zarar gören ve sürekli yoksullaþan kesimlerle olan baðlarý kopmuþtur. Bu dönemdeki en önemli geliþme ise, emperyalist metropoll- Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 227 KURTULUÞ CEPHESÝ erde küçük ve orta sanayide ortaya çýkan yeni teknoloji uygulamalarýyla olmuþtur. 1980 dünya ekonomik buhraný koþullarýnda, emperyalist ülkelerde (özellikle ABD ve Ýngilterede) küçük ve orta sanayide baþlayan yeni teknolojilerin üretime uygulanmasýyla, eski teknolojiye dayanan makineler geri-býraktýrýlmýþ ülkelere aktarýlmýþtýr. Böylece, bir yandan metropollerde yeni teknolojiyle maliyetler düþürülerek kâr oranlarý yükselirken, diðer yandan geri-býraktýrýlmýþ ülkelere aktarýlan eski (ama mevcutlarýna göre yeni) makinelerin kullanýmýyla iç üretim artmýþtýr. Ülkemiz somutunda tekstil ve ambalaj sanayinde görülen yenileþme ve üretim artýþý, ihracata yönelik üretimi birincil hale getirirken, ithalatýn serbestleþtirilmesiyle emperyalist ülkelerin tüketim mallarý iç pazarda egemen hale gelmiþtir. Ýhracat ve marka tüketimi bu döneme damgasýný vurmuþtur. Tüm bu geliþme iç ve dýþ borçlarla finanse edilmiþtir. ANAPýn dört eðilimi birleþtirdik demagojisi, uygulamada fazlaca sorunla karþýlaþmadan 1990lara ulaþmýþtýr. Ancak 1993de Almanya, Japonya ve Fransada etkili olan ekonomik durgunluk ihracatta büyük bir düþüþe yol açmýþtýr. Yaþanýlan 1994 Þubat kriziyle birlikte varolan tüm iç iliþkiler ve dengeler bozulmuþtur. 1991 Körfez Savaþý ve 1993 durgunluðunun etkisiyle tüm ihracat alanlarýný kapsayan daralma, stoklarýn hýzla büyümesine yol açmýþtýr. Bunun pratikteki görünümü ise, ihraç mallarýnýn iç piyasaya sürülmesi olmuþtur. Bu geliþmeden en çok etkilenen kesim ise, emperyalist ülkelerden ithal edilen makinelerle üretim yapan küçük ve orta sanayi burjuvazisi olmuþtur. O güne kadar ihracata yönelik olarak üretim yapan, dolayýsýyla tüm ürünleri modern ve modaya uygun olan tekstil sektörü krize girmiþtir. Ýç pazarda emperyalist ülkelerden ithal edilen marka ürünlerin egemenliði karþýsýndaki çaresizlik, sorunun, Türki cumhuriyetler ya da islam ülkeleri pazarý yoluyla aþýlacaðý beklentisi yaratmýþtýr. Diðer yandan iç pazardaki emperyalist tüketim mallarýnýn egemenliði, süper ve hiper marketlerin ticari egemenliðini beraberinde getirmiþtir. Ýhracat yýllarý içinde geleneksel iç pazarýn ellerinden gittiðini gören küçük ve orta sermaye kesimleri yeniden iç politikada etkin olmanýn yollarýný aramaya baþlamýþlardýr. Ve her zaman olduðu gibi, geleneksel politik iliþkiler alanýnda büyük bir canlanma ortaya çýkmýþtýr. Bu geliþmenin ilk sonucu 1995 genel seçimlerinden Erbakanýn RPnin birinci parti olarak çýkmasý olmuþtur. 1996 yýlýnda Erbakanýn baþbakanlýðýnda kurulan RP-DYP koalisyon hükümeti, küçük ve orta sermaye kesimlerinin (T. Çillerin çok 228 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ sevdiði deyimle KOBÝlerin) içinde bulunduklarý pazar ve finansman sorunlarýna çözüm bulma iddiasýyla ortaya çýkmýþsa da, kendisini hiçbir þey yapamaz durumda bulmuþtur. Erbakanýn islam kardeþlerine olan güveni de iþe yaramamýþtýr. Bulabildikleri tek yeni pazar ise türban ve tesettür pazarý olmuþtur. Bir baþka deyiþle, aðýrlýklý olarak tekstil sektörünün pazar sorunu, içte türban ve tesettür modasýnýn geliþtirilmesiyle görüntüsel bir yenileþme içine girmiþtir. Neredeyse lokomotif iþlevi gören türban ve tesettür, beraberinde þeriata uygun mayodan çaydanlýða, Kristal koladan mobilyaya kadar deðiþik tüketim alaný oluþturmuþtur. Baþta Ýhlas Holdingin Türkiye gazetesiyle sattýðý mutfak araç ve gereçleriyle tamamlanan bu tüketim alaný, tesettürlü ve türbanlý aile tüketimi oluþturmuþtur. Yimpaþ, Çetinkaya maðazalarý ve islamcý gýda marketleri gelir düzeyi düþük halk kesimlerinin alýþ-veriþinde egemen hale gelmeye baþlamýþtýr. Böylece geleneksel Anadolu esnaf ve tüccar kesimi geleneðe uygun mallarýn ticaretinde yeniden etkin hale gelmiþtir. Bugün islamcý kesimin en büyük daðýtým aðý haline gelen Yimpaþýn maðaza açtýðý yerlere bakýldýðýnda bu durum daha açýk görülecektir: Ýstanbulda Maltepe, Ümraniye, Þirinevler, Eyüp, Güngören, Üsküdar; Ankarada Çankaya, Ergazi, Pursaklar, Sincan, Ulus; Yozgat, Adapazarý, Düzce, Edirne, Aksaray, Eskiþehir, Kayseri, Kýrýkkale, Kütahya, Nevþehir, Amasya, Çorum, Sivas, Tokat, Elazýð, Gaziantep, Maraþ, Adana, Malatya, Urfa. Erbakan ve þürekasýnýn göremediði ise, bu tekelleþememiþ sanayi ve ticaret burjuvazisinin tekelleþme amacýný bu yeni türban ve tesettür pazarýyla gerçekleþtiremeyeceði ve þeriatçý sermayenin kuþak deðiþtirmesidir. Bir zamanlarýn faþist MHPnin teorisyeni ve bugünün liberal faþisti Taha Akyol bu durumu þöyle anlatmaktadýr: ... sanayileþmenin ortaya çýkardýðý modernleþme faktörlerini gericilik sanabilirsiniz. Mesela türban bir modernleþme göstergesidir halbuki bizimkiler gericilik sanýyor. Ýrticai sermaye de bir laikleþme göstergesidir. Dikkat edin öbür dünya için deðil, bu dünyanýn nimetleri için çalýþýyorlar. Kendinizi Ýslamcý bir þirketin fanatik genel müdürünün yerine koyun. Halk ayaklanmasý olsun, ithalat ihracat dursun mu istersiniz? O vakit þirket batar! Tam tersine Ýslamcý denilen þirketler istikrar ve liberalleþme istiyor. Ýþte toplumsal laiklik (sekülerlik) budur; dünyevileþmedir, rasyonelleþmedir.* Taha Akyolun sözüyle ifade edersek, islamcý þirketin fanatik genel müdürü, Erbakanýn MNPsi yýllarýnýn Anadolu hacý esnafý ve * Milliyet Pazar, 24 Mart 1999. Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 229 KURTULUÞ CEPHESÝ tüccarý deðildir. Ýþte bu dönüþümü fark etmeyen Erbakan ve þürekasý hacý esnaf ve tüccarlar için de birþey yapamamýþtýr. Ama türban ve tesettürün yarattýðý pazarý geniþletmenin yolunun türban ve tesettürü yaygýnlaþtýrmaktan geçtiðini gördüklerinden, bu konuyu öne çýkarmýþlardýr. Sonuç ise, oligarþinin 28 Þubat post-modern darbesi olmuþtur. Ýþbirlikçi tekelci burjuvazinin oluþum ve palazlanma aþamasýnda Anadoluda traktör, gübre, lastik, beyaz eþya vb. acentalýðý yaparak belli bir dönüþüme uðrayan geleneksel Anadolu esnaf ve tüccarýnýn, iþbirlikçi tekelci burjuvazinin güçlenmesine paralel olarak kendi daðýtým aðýný kurmasý karþýsýnda, tasfiye olmaya baþlamasýyla ortaya çýkan þeriatçý partileþme süreci böylece yeni bir evreye girmiþtir. Diðer yandan, asýl olarak tarýmsal üretimle baðlantýlý olarak küçük torna tezgahlarýyla üretim yapan küçük sermaye kesimleri, bir yandan sanayi bölgelerine geçiþ yaparken, diðer yandan bir kýsmý iþbirlikçi tekelci burjuvazinin sanayi kuruluþlarýnýn yan sanayisi olarak dönüþüme uðramýþtýr. Renault ve Fiata parça yapan küçük sanayi için yerli otomobil üretimi büyük ölçüde eski cazibesini kaybetmiþtir. Bu açýdan Erbakan ýn aðýr sanayi hamlesi, sýnýrlý bir desteðe sahip olmuþtur. Bunun yerini, otomotiv sektöründe tekel durumunda olan Renault ve Fiatýn dýþýnda yabancý otomotiv þirketlerinin kuruluþu almýþtýr. Bu kesimlerin büyük bir kýsmý, Erbakanýn Malezya ile ortak kuracaðý uçak ve otomobil fabrikasýnýn iç ve dýþ pazarda yer bulamayacaðýný görmüþlerdir. Bu nedenle, örneðin bir KÝA otomobilinin ithalatý ya da üretiminin kendilerine daha çok iþ saðlayacaðýný hesaplamaktadýrlar. Yine de ithal edilen dayanýklý tüketim mallarýnýn bir kýsmýný taklit ederek üretme kapasitesine sahip olan küçük ve orta sermaye kesimleri bulunmaktadýr. Bunlar, diðerlerinin tersine, ithalatýn belli oranlarda sýnýrlandýrýlmasýndan yanadýrlar. Dolayýsýyla liberalleþmeye karþýdýrlar. Bunlarýn yanýnda küçük ve orta ölçekli tarýmsal üretime baðlý küçük sanayi kuruluþlarý varlýðýný sürdürmektedir. Çokluk yedek parça ve tamir iþleriyle uðraþan bu kesimler, uygulanan tarým politikalarý sonucu önemli bir pazar kaybýna uðramýþlardýr. (Ayný durum, köylülere yönelik geleneksel tüketim mallarý üreten ayakkabý, kara lastik vb. kesimler için de geçerlidir.) Bunlar, en tutucu kesimi oluþturmaktadýrlar. Ýþte tüm bu geliþim ve dönüþüm içinde bulunan küçük ve orta sermaye kesimlerinin içinde bulunduklarý durum, yukardan aþaðýya emperyalizmin çýkarlarýna uygun olarak geliþtirilen kapitalizme eklemlenme ya da tasfiye olma sorununu varetmeye devam etmektedir. 1995 seçimlerinde Erbakanla, 1999 seçimlerinde MHPyle ve 2002 seçimlerinde AKP ile bu sorundan kurtulacaklarýný ummuþlar 230 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ ve ummaktadýrlar. Bugün AKP, tüm geliþim ve dönüþümü içinde bu küçük ve orta sermaye kesimlerinin desteðini almýþtýr. Ancak içinde emperyalizme baðýmlý kapitalizmle eklemlenmenin tek çýkar yol olduðunu düþünen ve dolayýsýyla emperyalizmle iyi geçinmek gerektiðini savunan kesimlerden, er ya da geç emperyalist üretim iliþkileri varolduðu sürece kendilerinin kesin olarak tasfiye olacaklarýný düþünen ve bu nedenle emperyalizme karþý olan kesimlere kadar pek çok kesimi bünyesinde barýndýrmaktadýr. Eski tip hacý esnaf, zanatkaar ve tüccar kesimi her ne kadar Erbakana baðlýlýðýný sürdürüyorsa da, AKP onlar için de yeni bir umut durumundadýr. Bu yönüyle, bu kesimlerin bugüne kadar sürdürdükleri çatýþma-uyum iliþkisi, giderek eklemlenme-yok olma ikilemine dönüþmektedir. Eklemlenmeyi boyuneðme ve yokolma olarak görenlerin, þeriatçý söylemi ve pratiði artan oranda öne çýkartacaklarý kesindir. Tüm bu sorunlarýn temelinde yatan ise, ülkemizde kapitalizmin kendi iç dinamiði ile geliþememesi, dönüþümün devrimci bir tarzda gerçekleþmemesidir. Feodal ve yarý-feodal üretim iliþkilerinden arta kalan iliþkiler ve kesimler, gerek ekonomik, gerek sosyal ve siyasal olarak varlýklarýný sürdürmektedirler. Siyasal alanda laiklikþeriatçýlýk olarak ortaya çýkan bu varoluþ, siyasal iktidarlar aracýlýðýyla elde edilen çeþitli tavizlerle, uzlaþmalarla günümüze kadar gelmiþtir. Nicelik olarak nüfus içinde önemli bir yere sahip olduklarýndan, demokratik ortam onlarýn baþlýca güç kaynaðý durumundadýr. Oligarþinin askeri darbelerine karþý oluþlarýnýn nedeni de budur. Diðer yandan, demokratik ortamý kullanarak siyasal iktidarý ele geçirmek ve bu yolla oligarþinin askeri gücünü kýrmak istemektedirler. Kendi varlýklarýný sürekli tehdit eden bu askeri güce karþý oluþlarý, Türk ordusuna karþý oluþlarýndan deðil, oligarþi tarafýndan kullanýlýþýndandýr. Oligarþi, her dönemde, küçük-burjuva aydýnlarýný yanýna çekerek (laik, Atatürkçü söylemle) bu kesimlerin baský altýna alýnmasýný saðladýðýndan, küçük-burjuva aydýnlarý kendi hayat tarzlarýna yönelik þeriatçý tehlike karþýsýnda orduyu tek kurtarýcý olarak görmeye alýþmýþtýr. Bu nedenle, AKPnin ezici çoðunlukla seçimleri kazanmasý karþýsýnda duyduklarý tedirginlik ve korku, nasýl olsa ordu var mantýðýyla bir yana itilmeye çalýþýlmaktadýr. Bu da, onlarý, sorunlarýn kaynaðýný görmemeye, gerçek ve kalýcý çözüme karþý ilgisiz kalmaya itmektedir. Medyadaki sözcülerinin ifadesiyle, AKP nin merkez sað parti olmasý durumunda sorunun çözüleceðini düþünmektedirler. 1999 seçimlerinden sonra faþist MHPnin yükseliþi karþýsýnda duyduklarý korku ve tedirginlikle bulduklarý bu çözüm yolu, AKPnin (ya da MHPnin) oligarþinin siyasal temsilcisi olmasýndan baþka bir anlamý yoktur. Bir bakýma, onlar, AKPyi, 1950lerin Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 231 KURTULUÞ CEPHESÝ DPsi ya da 1965lerin APsi gibi görmek istemektedirler. (AKP, içinde sol unsurlarý barýndýrmadýðý için, T. Özalýn ANAPýyla fazlaca benzeþtirilmek istenmemektedir.) Bu küçük-burjuva çözüm yolunun tek sorunu, bunu oligarþinin ne kadar benimseyeceðidir. Yazýmýzýn baþýndan itibaren ortaya koymaya çalýþtýðýmýz gibi, DP ve AP, iþbirlikçi tekelci burjuvazinin oluþum ve geliþim aþamasýnda feodal ve yarý-feodal egemen sýnýflarla kurduðu ittifakýn siyasal ifadesidirler. Zaman içinde iþbirlikçi tekelci burjuvazi geliþmiþ ve oligarþiyi tek baþýna oluþturur hale gelmiþtir. Dolayýsýyla zorla elde ettiði bu egemenliðini gönüllü olarak paylaþmak durumunda deðildir. Diðer yandan þeriatçý kesimler, bu ittifaklardan her zaman zararla çýkmýþlardýr. Dolayýsýyla benzer bir ittifaka kendi istekleriyle (ki parlamentoda büyük bir çoðunluðu saðlamýþken) katýlmalarý beklenemez. Ekonomik açýdan ise, dýþa (emperyalizme) baðýmlý kapitalizm, egemen üretim iliþkisi haline gelmiþtir. Bu yönüyle, 1979 yýlýnda mollalarýn Ýranda iktidara gelmelerini saðlayan geçiþ koþullarý mevcut deðildir. Ýþte bu öznel ve nesnel nedenlerden dolayý, AKPnin tarihin gerisinde kalmýþ olan DP ve AP gibi bir siyasal parti olmasý olanaksýzdýr. Olabilir tek þey, 1970lerin MC hükümetleri benzeri bir içsel koalisyon yönetimidir. Bu ise, bugün için parlamento dýþýnda kalmýþ olsalar da, temel güçlerini koruyan MHP ve DYPnin varlýðý koþullarýnda olanaksýzdýr. AKP, kendisini tek baþýna iktidara taþýyan oligarþi dýþýndaki sömürücü sýnýflar arasýndaki ayrýþma ve bölünmenin son duraðýdýr. AKP, her ne kadar Necip Fazýl Kýsakürekin murat ettiði örnek þahsiyet kadrosuna, gerçek ve üstün münevverler aristokrasyasýna sahip olsa da, Ýslâm inkýlâbýný gerçekleþtiremezler. Bu münevverler aristokrasyasýnýn yapabileceði tek þey, demagojiye baþvurarak, oligarþi dýþýndaki sömürücü sýnýflar arasýndaki ayrýþma ve bölünmeyi bir süre için dengede tutmaktýr. Ancak dünya ekonomik buhranýnýn varlýðý ve Amerikan emperyalizminin Orta-Doðuda sürekli ve kalýcý hale gelme yönündeki giriþimleri ve planlarý, dengenin içte deðil, dýþta, Amerikan emperyalizmiyle aranmasýný beraberinde getirmektedir. Bu da, AKPnin münevverler aristokrasyasýnýn iþbirlikçi tekelci burjuvaziye karþý emperyalist ülkelerin siyasal iþbirlikçisi olarak etkili olmaya çalýþacaðý demektir. Amerikan emperyalizminin Iraka yönelik saldýrý hazýrlýklarýyla uygun bir zemin bulunduðu söylense de, AKPnin münevverler aristokrasyasýnýn emperyalizmin siyasal iþbirlikçisi olarak tekelleþememiþ sanayi ve ticaret burjuvazisinin ekonomik iþbirlikçiliðe terfi etmesi olanaksýzdýr. Yine de emperyalizmin siyasal iþbirlikçisi olarak elde edecekleri þey, islam ülkeleri paza- 232 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ rýnýn yeniden paylaþýmýndan kendilerine pay düþeceði umudu olacaktýr. Bu umut, Necip Fazýlýn MNPden MHPye geçiþi gibi, münevverler aristokrasyasýnýn Türk-Ýslam Sentezine sýçramasýndan baþka sonuç vermeyecektir. Kaybedilen ise, islam kardeþleri olacaktýr. Bu nedenlerden dolayý, AKPyi bekleyen ayrýþma ve parçalanmadýr. Bu süreçte, milli görüþçülerin (medyatik dilde radikallerin) iktidar olanaklarýný ne oranda býrakmayý kabul edeceklerine baðlý olarak ordu devreye girecektir. (Burada AKPnin münevverler aristokrasyasýnýn bir bölümünün ordu ya karþý referandum ya da tehdidi de sözkonusudur.) Her durumda varolan tek gerçek ise, ülkemizin emperyalizme baðýmlý olduðu ve bu baðýmlýlýk sona erdirilemediði sürece, gerçek ve kalýcý hiç bir þeyin yapýlamayacaðýdýr. Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 233 KURTULUÞ CEPHESÝ Ýslâm Ýnkýlâbýnýn Gerçek ve Üstün Münevverler Aristokrasyasý KURTULUÞ CEPHESÝ Sayý: 70, Kasým-Aralýk 2002 Abdullah Gülün baþbakan olarak atanmasýndan sonra basýnda yer alan övgüler içinde en sýkça görüleni, kendisinin ateþli bir Necip Fazýl hayraný olduðudur. Abdullah Gül, Yeni Þafak gazetesinde þöyle tanýtýlmaktadýr: Ateþli bir dindar olan Ahmet Hamdi Gülün evine Necip Fazýlýn yazdýðý dergiler, gazeteler giriyor. Fikri ve siyasi geliþmeleri takip eden baba Hamdi Bey, oðlu Abdullahýn da dînî ve millî terbiyesine titizlik gösterdi. Oðluna Kuran okumayý o öðretti. Abdullah Gül daha ortaokulda iken Necip Fazýlla tanýþýyor. Kayseri, Necip Fazýla en fazla sevgi duyulan bir kent. Büyük Doðu Fikir Kulübünün davetlisi olarak Necip Fazýl konferans vermek için Kayseriye geldiðinde onu hayranlýkla dinleyen delikanlýlar arasýnda Gül de vardý. Yakýn arkadaþý Mehmet Tekelioðlu ile birlikte gittiði konferans, Gülün düþünce hayatýnda dönüm noktasý oldu. Yýllar sonra Üstadýn en yakýnýndaki gençler arasýna katýldý. Kayseri Lisesini bitirdiði yýl iki arkadaþýyla birlikte hayran olduðu Necip Fazýl Kýsaküreke mektup yazýyor. Mehmet Tekelioðlu, Abdullah Gül, Ahmet Taþçý imzalý, 3.7.1969 234 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ tarihli, Necip Fazýl Kýsaküreke diye baþlayan satýrlar þöyle devam eder: Ýslam davasýnýn zerre tavizsiz müdafii Üstadýmýza Ýslam davasýnýn agora meydanlarýnda saðýrlarýn kulaðýný patlatacak gür seslilikte aksiyoneri Büyük Doðu Gençliðinin ruh gýdasý mecmuanýzý tekrar çýkarýþýnýzdan dolayý size minnettarlýklarýmýzý arzeder, hangi þartlar altýnda olursa olsun hal neyi icap ettirirse ettirsin yüzde yüz emrinizde olduðumuzu bildirir hürmetlerimizi sunarýz. Yarýn elbet bizim elbet bizimdir. Gün doðmuþ gün batmýþ ebet bizimdir.* Yine bir baþka Abdullah Gül biyografisinde fikriyatýnýn oluþmasýnda iki lider kiþiliðin büyük payý var: Necip Fazýl Kýsakürek ve Prof. Dr. Necmettin Erbakan denilmektedir. Böylece Abdullah Gülün politik yanýný Erbakan oluþtururken, ideolojik formasyonunu Necip Fazýl Kýsakürekin saðladýðý açýkça ilan edilmiþtir. Kendilerine göre, büyük ilim ve irfan sahibi, þairlerin sultaný olarak tanýmlanan Necip Fazýl Kýsakürek tüm þeriatçý ve faþistlerin sahip çýkmakta birbirleriyle yarýþtýðý bir kiþidir. Bunun arka planýnda Necip Fazýl Kýsakürekin 1963 yýlýnda tüm Anadolu þehirlerinde verdiði konferanslarýn yarattýðý etkiyi kendi yanlarýna çekme çabasý yatar. 1969 yýlýna kadar mutlu bir beraberlik sergileyen þeriatçýlar ve faþistler sömürücü sýnýflar arasýndaki ayrýþma ve bölünmelerin bir yansýsý olarak ayrýþmýþlardýr. Ayrýþmanýn ilk aylarýnda Erbakanýn MNPsi yanýnda yer alan Necip Fazýl Kýsakürek, bir süre sonra Tanrý daðý kadar Türk, Hira daðý kadar müslüman sloganýný öne çýkartan MHPye destek vermeye baþlamýþtýr. Ancak Necip Fazýl Kýsakürek, diðer yandan Büyük Doðu dergisi çevresinde kendi içsel faaliyetlerini yürütmeye devam etmiþtir. Bu fikri faaliyetleri, hem faþist Ülkü Ocaklarýnda, hem de þeriatçý Akýncýlar Derneðinde (AK-DER) yer alan genç nesle yönelik olmuþtur. (AK Partinin kurucularýnýn çoðunluðu bu Akýncýlar Derneðiden gelmedir. Ýsimdeki eþlik de bunun bir ifadesidir.) 1977 yýlýndan itibaren devrimci mücadelenin geliþmesine paralel olarak Necip Fazýl Kýsakürekin fikri faaliyeti þeriatçýlarla faþistler arasýnda bir anti-komünist cephe saðlamaya yönelmiþtir. Silahlý bir örgütlenme olarak bu anti-komünist cephenin fikriyatýný oluþturan Necip Fazýl Kýsakürek, þeriatçý (Akýncý) gençlerin faþist milislere katýlmasýný savunmuþtur. Bunun gerçekleþmediðini gördüðünde de, kendi fikriyatýný benimsemiþ þeriatçýlarýn Akýncýlar Derneðinden ve MSPden ayrýlmalarý çaðrýsý yapmýþtýr. * Yeni Þafak, 68li Baþbakan, 17 Kasým 2002 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 235 KURTULUÞ CEPHESÝ 3 Haziran 1980de Erbakanýn III. MCnin kurulmasý için ortaya koyduðu þartlara Necip Fazýl Kýsakürekin verdiði yanýt MSP ile olan tüm iliþkilerinin kesilmesi ile sonuçlanmýþtýr. Erbakanýn Bir daha zam yapýlmasýn, IMF ile varýlan anlaþmalar iptal edilsin, Ortak Pazara tam üye olma teþebbüsünden derhal vazgeçilsin, ilkokullar sekiz yýla çýkartýlsýn, Ýmam-Hatip Liselerinin orta kýsmýnýn kapatýlmasý giriþiminden vazgeçilsin gibi koþullarý içeren þartnamesine karþý Necip Fazýl Kýsakürek þunlarý yazmýþtýr: Necmeddin Erbakan ilimsiz, seviyesiz ve prensipsiz bir satýh adamý ve kelime yuvarlayýcýsýdýr; ve bu þartnâmesiyle birgün iktidara erecek olursa, memleketi nasýl idare edeceðini belli etmektedir. Onun doðrularý bile yanlýþtýr. Necip Fazýlýn bu siyasal davranýþlarýna raðmen þeriatçý kesim tarafýndan el üstünde tutulmasýnýn nedeni ise 1959 yýlýnda yayýnladýðý Ýdeolocya Örgüsü kitabýnda stratejisini, programýný ve taktiðini ortaya koyduðu islam inkýlâbý teorisidir. Ýslâm inkýlâbý, liberalizma ve kapitalizma, faþizma ve nazizma, sosyalizma ve komünizma gibi, bugüne kadar tatbik mevzuu olmuþ içtimaî ve iktisadi mezheplerin her birini, hiçbirine üstünlük vermeden masaya oturtur ve onlara þöyle mukabele eder: Herbirinizin, bütünü kucaklayamadan, ayrý ayrý ve parça parça bazý haklarýnýz ve hakikatleriniz vardýr; ve herbirinizin ayrý ayrý ve parça parça arayýp da bulamadýðýnýz hakikat, birer bütün halinde Ýslamiyettedir. Böylesine eklektik tarzda tanýmladýðý islam inkilâbýnýn düþman güçlerini ise þöyle tanýmlanýr: Ýslâma, iman dairesinin dýþýndan musallat, tam 100 senelik, dinsizler köksüzler, þahsiyetsiz mukallitler nesli ve bütün yardýmcýlarý... Bunlarýn fâal yardýmcýlarý, manevî sömürge ustasý Garplýlar, Yahudiler, Masonlar, dönmeler, melezler ve kozmopolitler. Necip Fazýl Kýsakürekin bu islam inkýlâbýnýn dayanaklarýný ise þöyledir: Tarih boyunca her inkýlâp bir sýnýfa dayanmýþtýr. Fransýz Büyük Ýnkýlâbý burjuvazya sýnýfýna; komünizma inkýlâbý iþçi sýnýfýna vesaire vesaire... Askerler, rahipler, derebeyleri gibi sýnýflar, tarihte bellibaþlý rejimlerin, bellibaþlý zamanlar ve mekânlar içinde, dayanaðý olmuþtur. Ýnkýlâp tarihleri, içtimaî sýnýflardan birine istinat etmiyen inkýlâplarý, dolayýsiyle devlet ve idare þekillerini, üzerinde tecelli edeceði maddeden mahrum bir ruh gibi mücerret ve havada muallâk farzeder. Sýnýflar, tarih boyunca, fikirlerin ve dâvalarýnýn manivelasý olmuþtur. 236 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ Gerçekten, içtimaî sýnýflar, zamanýn tecelli aynasý olan mekân gibi dâvalarýn müþahhas tezahür zeminleridir. Sýnýfsýz, ruh ve fikri kadrolaþtýrmanýn, zaptetmenin imkâný yoktur. Ýslâm inkýlâbýnda ise sýnýf, insan topluluklarýnýn þu veya bu menfaat, imtiyaz ve tasallut hýrsýna baðlý hizip teþekküllerine deðil, bütün insanlýðý kuþatan üstün insan vasýflarýnýn merkezinde toplanacaðý kitlelere dayanýr. Öyleyse, Ýslâm inkýlâbýnda sýnýf, bellibaþlý farikalarýn kendisini cemiyet içinde sýnýrladýðý zümreleri deðîl kitlelerin, bütün insanlýk çapýnda mayasýný tutturacak örnek þahsiyet kadrosunu murat eder. Bu kadronun da bellibaþlý bir sýnýf ismi vardýr: Gerçek ve üstün münevverler aristokrasyasý... Görüldüðü gibi, Necip Fazýl Kýsakürekin islam inkýlâbýnýn dayanaklarý, diðer bir deyiþle öncüleri, küçük-burjuva aydýnlarýdýr. Ancak bu aydýnlarýn en elit kesimi Necip Fazýl Kýsakürekin islam inkýlâbýný gerçekleþtirecektir (aristokrasya). Yani islam inkýlâbý aristokrat küçük-burjuva aydýnlarýnýn öncülüðünde gerçekleþtirilecektir. Ýslâm inkýlâbýnýn, tam mânasiyle toplu ve merkezî dýþ politikasýna gelince, bu incelerin incesi ve naziklerin naziði bir sanat iþidir. Bütün dâva, Garplýnýn ruhî butlanýndan hariç ve iyi taraflarýný lif lif ayýklayýp onu hikmet ve hakikat müminin kaybolmuþ malýdýr, nerede bulsa alýr! fermaniyle ve gerçek bir bünye aþýsiyle Doðuya zam ve bundan yepyeni bir terkip çýkarmak... Bu terkibin yýllar boyunca sýnýr içi, gizli ve acýk, tezgâhýný kurup iþletmek... Büyük Doðu mefkûresinden damlayan bu mayayý, þimþeklerini yedi bucak ve dört iklime saçmaya baþlýyacaðý âna kadar bir vatan sýrrý olarak muhafaza etmek ve devre devre bütün mahremlerin hududuna riayet etmeyi bilmek... Yoksa Batý dünyasý böyle bir oluþa imkân býrakmaz. Batýyý aldatýcý, incelerin incesi bir siyaset. Topyekûn Doðunun, maddî ve mânevi Garp emperyalizmasýna karsý kurtuluþ ve ihtilâlini, anbean beslemek ve günü gününe geliþtirmek... Bunun için. dünyasýný bütün tezattan ve buhranlarý içinde devam ettirici þartlara, muazzam bir casus ve sahte müttefik dehasiyle yardýmcý olmak... Nihayet ve kýsaca, rahimdeki çocuðu, doðuracaðý andan pehlivan yetiþtireceði ve mazlûm mânasiyle makhur maddesinin intikamýný alacaðý güne kadar yamyamlarýn çadýrýnda idare, ikâme ve idâme edebilmek... Bu iþ!!! Her ân deðiþik her ân zýt istikametlerde yol almaya mecbur, korkunç mikyasta girift ve derin keyfiyetle bu dâva, sýrf politika dehâsý bakýmýndan, cihanýn en sanatlý cehdine Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 237 KURTULUÞ CEPHESÝ ve en dakik plânýna muhtaçtýr. Belki 50 , belki 100, belki 300 senelik bu plânýn, ana ölçüsü de prensip bakýmýndan bu kadar. Ýþte böylesine eklektik bir islam inkýlâbý teorisinin pragmatik politikasý da böyle olmaktadýr. Bugün takýyecilik olarak tanýmlanan bu politika, Necip Fazýl Kýsakürekin tanýmladýðý gibi, intikamýný alacaðý güne kadar yamyamlarýn çadýrýnda idare, ikâme ve idâme edebilmektir. Ve bu ana kadar yapýlacaklarý bir vatan sýrrý olarak muhafaza etmek gerçek ve üstün münevverler aristokrasyasýnýn örgütlenme ilkesi olmaktadýr. Ýslam inkýlâbýnýn taktikleri ise þöyle anlatýlmaktadýr: Nasýl sosyalizma ve onun azmaný komünizma, gayet müþahhas örneklere dayanarak ortaya hakký çalýnan bir iþçi ýstýrabý çýkarmýþ ve bunu sistemleþtirmiþse, bizim dayandýðýmýz ve bütün insanlýk mikyasýnda hudutsuz ve þamil gördüðümüz zümre hakký da, fikir çilesinden ve idrak ýstýrabýndan doðar. Demek ki, bizim bu türlü münevverler sýnýfýndan anladýðýmýz bu asîl mefhumun orospulaþtýrýlmýþ delâletiyte baþtan baþa mankafa ve hiçbir ise yaramaz zoraki ve ukalâ aydýnlar kalabalýðý deðil, kargabüken zehrini almýþ gibi kývranýrcasýna fikir çilesi ve idrak ýstýrabý çekenler kadrosudur. Tayyip Erdoðanýn maðduriyetiyle, türban takan genç kýzlarýn çilesiyle, inandýðý gibi yaþayamayan müslümanlarýn ýstýrabý ile yürütülen bir faaliyettir söz konusu olan. Abdullah Gülün fikriyatýnýn oluþumunda belirleyici olduðu söylenen Necip Fazýl Kýsakürekin islam inkýlâbýnýn strateji ve taktikleri öz olarak böyledir. Bunlara takýyeciliðin fikriyatý demek yanlýþ olmayacaktýr. Batýyý aldatýcý, incelerin incesi bir siyaset. Ýþte islâm inkýlâbýnýn gerçek ve üstün münevverler aristokrasyasý bu siyasetin adamlarýdýr. 238 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ Baþörtü Radikalleri Türban Liberalleri [Eþarp, Sýkmabaþ ve Türban] KURTULUÞ CEPHESÝ Sayý: 76, Kasým-Aralýk 2003 Fransayý örnek alan Türkiye, din-devlet iliþkisi açýsýndan, Fransanýn yaþadýðý hastalýklardan bir türlü kurtulamamanýn sýkýntýsýný çekmekte, laiklik Türkiye Cumhuriyeti devletinin yumuþak karný olmayý sürdürmektedir... Dinleri aþýndýrmaya yönelik laikçiliðin anayurdu Devrim Fransasýdýr. Gerçekten Jakobenlerin Fransasýnda laiklik; ruhban sýnýfýna kar- þý, ruhban sýnýfýnýn yaþamdaki izlerini kazýmak için yapýlan kinci, tepkici bir devrimin ürünüdür. Din merkezci bir anlayýþ gitmiþ, salt akýlmerkezci militan bir anlayýþ gelmiþtir. Bu ise laiklik (laïcité) deðil, laikçiliktir (laïcisme). Katý bir ideolojidir. (Yargýtay eski baþkaný Sami Selçukun adli yýl açýþ konuþmasý, 1999.) T. Özalýn 1983 seçimlerini %45,1 oy oranýyla kazandýktan sonra, ANAPý oluþturduðunu iddia ettiði dört eðilimden biri için, yani islamcý, dindar ya da þeriatçý kesimlerin istemleri doðrultusunda üniversitelerde baþörtünün serbest býrakýlmasý gündeme gelmiþtir. Ancak Danýþtay kararý ve derin devletin muhalefetiyle birlikte baþörtüsü serbetliði yerini türbana býrakmýþtýr. YÖK kurucusu, yaratýcýsý ve baþkaný olan Ýhsan Doðrumacýnýn keþfi ile baþörtüsü sorunu türban sorununa dönüþtürülmüþ ve türbanýn modern giyim tarzý olduðu Vakkodan alýnan yazýyla onaylanmýþtýr. Ýhsan Doðramacýnýn bu türban keþfi fazla uzun yaþayamamýþ, 1989 yýlýnda Anayasa Mahkemesinin kararý ile yasaklanmýþtýr. Bu tarihten itibaren türban sorunu, þeriatçý kesimlerin her fýrsatta gündeme getirdikleri, her türden eylemin konusu yaptýklarý bir dönem baþlatmýþtýr. Ancak süreç, þeriatçýlarýn türban sorunu karþýsýndaki tutumlarýndan daha çok, medyada köþeleri kapmýþ olan Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 239 KURTULUÞ CEPHESÝ küçük-burjuvalarýn türban sorunu karþýsýndaki tutumlarýyla belirlenmiþtir. Bu nedenle, türban sorunu, týpký AB sorunu ya da Kýbrýs sorunu gibi, her koþulda bu küçük-burjuvalarýn medyanýn manþetlerine çýkarttýklarý oranda insanlarýn gündem maddesi olmuþtur. Medyanýn köþe tutmuþ yazarlarýnýn türban sorunu karþýsýndaki tutumlarý da, kendilerine akredite veren kesimlerin tutumunun medyatik yansýlarý durumundadýr. Artýk gerici Arap rejimlerinin kendisine pahalýya mal olduðunu düþünen ve bu nedenle deðiþikliðe ihtiyaç duyan Amerikan emperyalizminin bir propaganda ve manipülasyon aracý olarak kullandýðý Türkiye islam dünyasýnýn model ülkesidir þablonunun medyadaki uzantýlarý için türban sorunu mevcut deðildir. Onlara göre sorun, þeriatçýlýk sorunu deðil, baþörtüsü sorunudur ve kendi anneleri, büyükanneleri baþörtüsü taktýklarý için þeriatçý olamayacaklarýna göre, baþörtüsünün üniversitelerde serbest býrakýlmasýný isteyenler de þeriatçý olamaz, dolayýsýyla bu sorun ortadan kaldýrýlmalýdýr! (Bu imanla yazýlan yazýlarda büyük bir özenle türban yerine baþörtüsü sözcüðü kullanýlmaktadýr.) Bu medya uzantýlarý, türban sorunu karþýsýnda en radikal tutumu alan kesimdir. Onlar, sorunun özünün kemalist cumhuriyet olduðunu tespit etmiþler ve kemalist cumhuriyetin yumuþak karnýnýn da baþörtüsü sorunu olduðunu görmüþlerdir. Bu yumuþak karýndan yapýlacak bir huruç harekâtý ile kemalist cumhuriyet ten sonsuza kadar kurtulmak olanaklý olacaktýr. Amerikan emperyalizminden akreditasyon* almýþ bu köþe yazarlarý öylesine radikaldirler ki, hiçbir yazýlarýnda türban sözcüðüne yer vermezler. Bunun yerine, þeriatçýlarýn kullandýðý baþörtüsü sözcüðünü kullanýrlar. Böylece kendilerine, baþörtüsü nün günlük ve olaðan anlamý (tülbent, eþarp vb. ile baþý örtmek) ile þeriatçý anlamý (tesettür) arasýnda kolayca demagoji yapabilecekleri bir alan oluþtururlar. Bu radikal baþörtücülerin baþýnda M. Ali Birand, Cengiz Çandar, Ertuðrul Özkök gibi Amerikan emperyalizminin bildik medyatikleri yanýnda, Ýsmet Berkan gibi yeminli anti-kemalistler de yer almaktadýr. Liberal türbancýlar ise, medyatik ve politik her türden islamcýlar ya da þeriatçýlardýr. Bunlar takýyye alýþkanlýklarý nedeniyle olduðu kadar, amaca evrimci tarzda ulaþma politikalarý nedeniyle de liberal bir tutum sergilerler. Bunlar için baþörtüsü sorunu da, türban sorunu da bir ve aynýdýr, dolayýsýyla hangisinin kullanýldý* Akreditasyon, yetkili, resmen tanýnmýþ, herkes tarafýndan kabul edilen anlamýna gelmektedir. Türkçede bu sözcüðün normal karþýlýðý ruhsattýr. 240 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ ðýnýn çok fazla önemi yoktur. Onlar için, üniversitelerde (ve Anayasa Mahkemesi kararý ile kamusal alanlarda) ister baþörtüsü denilsin, ister türban denilsin, tesettürün serbest býrakýlmasý önemlidir. Bunlarýn liberalliðinin sýnýrýný ise radikal baþörtücüler çizmektedir. Radikal baþörtücüler önde gözüktükleri sürece onlar liberal görünmeye özen gösterirler. Aksi halde liberalizm yerini eylemli radikalizme býrakmaktadýr. Oysa sorun, þeriatçýlar için hiçbir biçimde baþörtüsü ya da türban sorunu deðildir. Sorun, islami yaþam tarzý sorunudur ve bunun bir parçasý olarak, adýna ister baþörtüsü denilsin, ister türban denilsin, her durumda tesettür (örtünme) sorunudur. Þeriatçý kesimlerin kendi söylemleri ile ifade edersek sorun, herkesin kendi inancýna göre yaþamasý ve buna baðlý olarak herkesin kendi istediði hukuku seçmesi sorunudur. Burada göze çarpan olgu ise, tüm þeriat istemlerinin çýkýþ noktasýnda kadýnýn ve kadýnla ilgili konularýn yer almasýdýr. Müslüman bir ülkede doðmuþ herkesin bildiði gerçek ise, islamiyetin tam uygulamasý iddiasýnda olan þeriat devletinde hiçbir hakka, hukuka sahip olmayan da kadýndýr. Böylesine açýk zýtlýða raðmen, tüm þeriat istemlerinin ilk halkasý yine de kadýn olmaktadýr. Þeriatçý kaynaklarýn da açýkça ifade ettiði gibi, baþörtüsü konusu Kurandaki iki ayetten kaynaklanýr. Kuranýn 59. ayetinde (Ahzab suresi) þöyle denilmektedir: Ey Peygamber eþlerine, kýzlarýna ve müminlerin kadýnlarýna dýþ örtülerini üstlerine almalarýný söyle, onlarýn tanýnmasý ve incitilmemesi için en elveriþli olan budur. Allah baðýþlayandýr esirgeyendir. Ýkincisi ise 31. ayet, yani Nur suresidir. Mümin kadýnlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) kaçýrsýnlar ýrzlarýný korusunlar. Görünen kýsýmlarý müstesna olmak üzere ziynetlerini teþhir etmesinler. Baþörtülerini yakalarýnýn üzerine koysunlar... Görüldüðü gibi, örtünme (tesettür) bir bütün olarak yüz, eller ve ayaklar dýþýnda bütün vücudun örtünmesidir. Þeriatçýlara göre, yüz, eller ve ayaklar dýþýnda bütün vücudun uygun elbiselerle örtünmesi farzdýr. Farz ise, bir keyfiyet, bir tercih konusu deðil, bir zorunluluktur. Bu zorunluluk (farz), insanlarýn gözleri ve elleri ile de zina yapabilecekleri varsayýmýna dayandýrýlmýþtýr. Buna göz ve el zinasý adý verilmektedir. Göz zinasý, cinsi arzu ile bakmak; el zinasý, cinsi arzu ile dokunmaktýr. Bu nedene baðlanarak, kadýnlarýn cinsi arzu oluþturan bölgelerinin örtülmesi (tesettür) ve ayný arzuya yol açabilecek her türlü temasýn kesilmesi zorunlu kabul edilmektedir. Bunu yapmayan kadýn, islamî namus ve iffetten yoksun de- Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 241 KURTULUÞ CEPHESÝ mektir, dolayýsýyla namussuz ve iffetsizdir! Bu açýk tanýmlamalarda görüleceði gibi, islamiyet, müslüman erkekin her türden zinaya açýk olduðunu önsel olarak kabul etmektedir. Ancak Adem ile Havvadan beri erkeki zinaya sevk eden kadýn olarak kabul edildiði için, zinaya karþý savaþ, kadýnýn tesettüre girmesiyle yürütülmektedir. Ýslamî namus ve iffet kadýna aittir ve bunu erkeklerden korumak kadýna farz olunmuþtur. Þüphesiz tüm bu þeriatçý namus ve iffetten yola çýkarak, günümüzde, iletiþim teknolojisinin gelmiþ olduðu seviye ve glo- balleþen dünya söylemleriyle bile söylenecek çok söz bulunabilir. Göz zinasýna iliþkin, ciddi ya da gayri-ciddi bir çok söz söylemek de olanaklýdýr. Hatta tesettür modasýnýn yaratmýþ olduðu yeni islami kadýnýn makyajýnýn nasýl bir namus ve iffet oluþturduðu konusunda da çok þey söylenebilir. Ancak tüm bunlarýn, þeriat düþüncesini zerre kadar etkilemeyeceði de açýktýr. Burada gözönünde bulundurulmasý gereken husus, Türkiye modeli ile diðer islam ülkeleri modeli arasýndaki farktýr. Diðer islam ülkelerindeki uygulamalarýn ne olduðu ve sonuçta kadýnýn ve toplumsal yaþamýn nasýl biçimlendirildiði ülkemizdeki þeriatçý düþüncenin etkilediði kesimler açýsýndan fazlaca öneme sahip deðildir. Onlar, asýl olarak Türkiye modelinin modasal tessettürüne bakmaktadýrlar. Ýþte Türkiyedeki þeriatçýlarýn oportünist ve revizyonist oluþlarý burada ortaya çýkmaktadýr. Doðal olarak radikal islamcýlar ile bu revizyonist-oportünist islamcýlar arasýnda kýyasýya bir savaþ sürüp gitmektedir. Türkiye modelinin sürdürücüleri olarak görünen Türkiye tipi þeriatçýlar, 1969 yýlýnda Erbakanýn Konyadan baðýmsýz milletvekili olarak seçilmesiyle baþlayan bir sürecin ürünüdürler. Ýzledikleri reformist ve evrimci çizgi nedeniyle, þeriat düzenine geçiþ süreci uzun bir zaman dilimine yayýlmýþtýr. Özellikle Erbakan çizgisinin mevcut düzenin kendi yasallýðý içinde (demokratik yollar denilen) iktidara gelmek ve bu iktidar aracýlýðýyla adým adým þeriat düzenine geçmek þeklinde özetlenebilecek stratejisi, giderek demokrasi gereði, þeriata uygun olmasa da bir çok þeyin yapýlmasýný beraberinde getirmiþtir. Bu konuda kendi içlerinde yürüttükleri ideolojik tartýþma, yapýlanlarýn yasal yolun gereði olduðu iddiasý ile þeriata uygunsuzluðu arasýndaki bir tartýþma olagelmiþtir. Bu tartýþmalar tarikatlar arasýnda yürütülmekle birlikte, islami düþünceye büyük katkýlarý olan üstadlar da bu tartýþmalarda yer alýr. Bugün AKPnin iki büyüðü, Tayyip Erdoðan ile Abdullah Gülün fikri dünyasýný en çok etkileyen kiþi olarak sunulan ve aralarýnda hoca-talebe iliþkisi bulunan Necip Fazýl Kýsakürek bunlardan birisidir.* 242 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ Necip Fazýl Kýsakürek, Büyük Doðu adýný verdiði tüm müslüman ülkeleri kapsayan islam devleti teorisini ve bunu gerçekleþtirmeyi hedefleyen islam inkýlâbýný þöyle açýklamaktadýr: Büyük Doðu, Ýslâm içinde ne yeni bir mezhep, ne de yeni bir içtihat kapýsý... Sadece Sünnet ve Cemaat Ehli tabirinin ifadelendirdiði mutlak ve pazarlýksýz çerçeve içinde, olanca saffet ve asliyetiyle Ýslâmiyete yol açma geçidi; ve çoktanberi kaybedilmiþ bulunan bu saffet ve asliyeti Yirmibirinci Asrýn eþiðinde eþya ve hadiselere tatbik etme iþi(dir).** Abdullah Gül ve Tayyip Erdoðanýn düþünce hayatýný etkileyen Necip Fazýl Kýsakürekin bu þeriatçý Büyük Doðusunda aile ve kadýn þöyle anlatýlmaktadýr. Ýslâm Ýnkýlâbýnda aile, týpký bir makinenin iyi iþleyip iþlemediðini muayene eden bir mühendis gibi, uzaktan ve devlet gözüyle murakabe edilmesinden ibaret, zat-ülharekeliðine kadar her ferdi ve her unsuriyle sýmsýký bir müdahale hedefidir... Bu müdahalenin esaslarýnda, cemiyetin protoplazmasý olan muazzez aile mefhumunu korumak; babayý, anneyi, evlâdý, zevci, zevceyi ve bütün yakýnlýk kademelerini birbirine karþý her türlü ahlâkî emirler ve yasaklarla vazifelendirmek ve bu hususlarýn yerine gelmesi için gereken aile ruhunu elifbesinden baþlýyarak fasýl fasýl tedvin etmek iþi vardýr. Ýslâm inkýlâbýnda, devlet tesisi olarak, müstakil bir aile zabýtasý ve mecburî aile kurslarý, tohumun aðacý ve aðacýn yemiþi elde edilinceye kadar muvakkat teþkilâtýn esas þubelerinden olacaktýr. * Abdullah Gülün Necip Fazýlla olan iliþkisi Yeni Þafak gazetesinde þöyle anlatýlmaktadýr: ... daha ortaokulda iken Necip Fazýlla tanýþýyor. Kayseri, Necip Fazýla en fazla sevgi duyulan bir kent. Büyük Doðu Fikir Kulübünün davetlisi olarak Necip Fazýl konferans vermek için Kayseriye geldiðinde onu hayranlýkla dinleyen delikanlýlar arasýnda Gül de vardý. Yakýn arkadaþý Mehmet Tekelioðlu ile birlikte gittiði konferans, Gülün düþünce hayatýnda dönüm noktasý oldu. Yýllar sonra Üstadýn en yakýnýndaki gençler arasýna katýldý. (Yeni Þafak, 68li Baþbakan, 17 Kasým 2002) Yeri gelmiþken belirtelim ki, Tayyip Erdoðanýn 1985 yýlýnda önünde diz çöktüðü ve Talibanýn kafir dediði Afgan mücahidi Gülbeddin Hikmetyar, Necip Fazýl Kýsakürek gibi þeriat oportünistlerindendir. Dolayýsýyla Necip Fazýl müridi Tayyip Erdoðan için sayýn Hikmetyarýn önünde diz çökmek, Necip Fazýlýn önünde diz çökmekle ayný þeydir. Þeriatçý kesimlere göre, Hikmetyarla Tayyip arasýnda hoca-talebe iliþkisi mevcut deðildir. Bu da aradaki tek fark gibi görünmektedir. ** Necip Fazýl Kýsakürek, Ýdeolocya Örgüsü. Necip Fazýl Kýsakürekin Büyük Doðu teorisi, ayný zamanda ÝBDA-Cnin isminde yer alan Büyük Doðudur. Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 243 KURTULUÞ CEPHESÝ Ýzdivaç müessesesi, en genç yaþlarda adetâ mecburiyet belirtecek þekilde devlet tarafýndan himaye edilecektir... Bu inkýlâbýn kadýnlarý, cihanýn en zarif ve en cazibeli kadýnlarý olacaktýr. Bu inkýlâbýn kadýnlarý, kutsî ölçünün örtmeðe mecbursun! dediði her noktalarýný örtecekler ve örtmeye mecbur deðilsin! dediði hiçbir noktalarýný örtmeye zorlanmayacaklardýr. Bu inkýlâbýn kadýnlarý, böylece ve anlayanlarca, kadýnlýk mefhumunun heykelleþtirdiði en derin ve esrarlý hicap ifadesi içinde cemiyet zeminini süsliyeceklerdir. Bu inkýlâbýn kadýnlarýnda vekâr, hayâ, iffet, mâna, þahsiyet, eda, öyle cömert bir ifade baðlýyacaktýr ki, dünyanýn en havaî erkeði bile yüzlerine bakarken ürperecek, onlara karþý hürmetten baþka bir þey duymýyacaktýr. Bu inkýlâbýn kadýnlarýndan, yüzde yüz Ýslâmî çerçeve içinde ve bilhassa kendi, cinsi üzerinde yetiþtiricilik vazifesiyle, muallim çýkacak, doktor çýkacak, hastabakýcý çýkacak, muharrir çýkacak, sanatkâr çýkacak, âlim çýkacak; ve bilhassa fahiþe çýkmýyacak, bar artisti çýkmýyacak, sarhoþ þarkýcý çýkmýyacak, göbek atýcý çýkmýyacak ve nihayet baþýboþ iþçi ve memur yaftasý altýnda cinsiyetini azmanlýða götürmüþ pislik ve yýrtýklýk nevilerinden hiçbirisi çýkmýyacaktýr. Ýslâm inkýlâbý, üreme ve türeme dâvasýnda, sistemli bir çalýþmayla, 40 milyonluk bir kalabalýðý çeyrek asýr içinde 80 milyonun üstüne çýkarmayý taahhüt ve tefekkül edici bir hamle ruhuna maliktir.* (abç) Ýþte Necip Fazýl hocanýn islam inkýlâbýyla kurulacak olan Büyük Doðu Ýslam Cumhuriyetinde aile ve kadýn böyle anlatýlmaktadýr. Görüleceði gibi, Necip Fazýl Kýsakürek, bir yandan ahlaki emirler ve yasaklarla aileyi biçimlendirirken, diðer yandan bu yasaklara uyulup uyulmadýðýný denetlemek için müstekil bir aile zabýtasý da oluþturmaktadýr. En genç yaþta adeta mecburiyetle evlilik oluþturulurken, kadýnlar cihanýn en zarif ve en cazibeli kadýnlarý olarak nüfusu ikiye katlamakla memurdur. Ýþte günümüzde AKP tarafýndan temsil edilen liberal türbancýlar Necip Fazýl Kýsakürekin bu aile ve kadýn teorisinin pratiðini yapmaktadýrlar. Modacý çizgiler taþýyan tesettürler içinde, zarif ve cazibeli kadýn portresi çizen AKP yöneticilerinin eþleri, kadýnýn * Necip Fazýl Kýsakürek, Ýdeolocya Örgüsü. 244 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ yükseliþi, toplumdaki gerçek yerini alýþýnýn örnekleri olarak sunulmaktadýr. En genç yaþta evlendirilen, üreyen ve türeyen islami kadýn, zarif ve cazibeli oluþuyla erkekleri ürperterek hürmet görecektir! Doðduðu andan itibaren sürekli horlanmýþ, iteklenmiþ, dövülmüþ, hizmetçi gibi kullanýlmýþ yoksul kadýnlarýn, böylesi bir hürmeti (cennet) vaad edenlere yönelmelerine de þaþýrmamak gerekir. Onlardan istenen tek þey, tesettüre girip, olabilecek en moda tesettür giysileri alarak, her türlü makyaj malzemesini kullanarak zarif ve cazibeli olmaya çalýþmaktýr. Gerisi þeriatçý topluluklarýn içine girmekten ibarettir. Bu topluluk içinde yeni hayat ve hayat tarzý (ve cennet) onlarý beklemektedir. Ýþte ÖD Partisinin insanlara yenisi gerekli dediði ütopya da böylece oluþmuþ bulunmaktadýr. Bu Necip Fazýl Kýsakürekin Büyük Doðu hikayesi, radikal baþörtücülerin baþörtüsü yasaðý da neymiþ dedikleri islam inkýlâbýnýn bir parçasýdýr. Bütünü ise, aileden kadýna, bireyden topluma her kesimin ve her alanýn doðrudan islami devlet tarafýndan müdahale edildiði, islami devletin toplum mühendisliðýni yaptýðý bir toplumsal düzendir. Globalizm yandaþý, ekonomide, toplumsa iliþkilerde ve politikada liberalizm taraftarý küçük-burjuva medyatiklerinin radikal biçimde destekledikleri baþörtüsünün gerçekliði budur. Onlar, Jakoben Fransasýndan gelen, katý bir ideoloji olarak tanýmladýklarý laikliðe karþý çýkarken, liberal türbancýlarý kendilerinin doðal müttefiki olarak düþünmektedirler. Bu doðal müttefikler, kaçýnýlmaz olarak katý ideolojinin kemalizm olduðunda birleþmektedirler. Böylece türban, baþörtüsü ya da tesettür sorunu, giderek kemalizm sorununa dönüþtürülmektedir. Bu dönüþtürmede en büyük araç ise, kemalizmin bir ideoloji olduðu, resmi ideoloji olduðu, devletin ideolojisi olduðu saptýrmasýdýr. Bu ideolojiden kurtulduklarýnda varýlacak yer ise muhteliftir: Büyük Doðunun kafasýnda, bir Mebuslar Meclisi deðil, bir Yüceler Kurultayý yaþamakta; ve bu Yüceler Kurultayýnýn kürsüsünde Hâkimiyet milletindir levhasý yerine Hâkimiyet hakkýndýr düsturu ýþýldamaktadýr.* Böylece mevcut devletin ideolojisi olarak ilan edilen kemalizmin yerine þeriatçýlýk bir alternatifken, radikal baþörtücüler için globalizm ve kozmopolitizm alternatif olarak sunulmaya çalýþýlmaktadýr. Her iki kesim de kendisinin akýllý olduðuna inanýr. Akýllý olduklarý için de, diðer tarafý kendi amaçlarý doðrultusunda kullan* Necip Fazýl Kýsakürek, Ýdeolocya Örgüsü. Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 245 KURTULUÞ CEPHESÝ dýklarýný düþünürler. Yaptýklarý ise, düþmanýmýn düþmaný dostumdur politikasýndan baþka birþey deðildir. Türban ya da globalist küçük-burjuvanýn baþörtüsü dediði sorunun kemalizm sorunu haline dönüþtürülmesi basit bir demagoji ya da saptýrma deðildir. Onlar, kemalizmi ideoloji olarak sunarken, gerçek hedefleri laikliktir, onlarýn deyiþiyle Jakoben laikliktir. Laiklik, dini kiþisel bir soruna indirgeyerek, devlet ve politika alanýnýn dýþýna çýkartmaktýr. Yüzlerce yýl hukuktan eðitime, sanattan edebiyata kadar toplumsal yaþamýn her alanýný etkilemiþ ve þekillendirmiþ olan dinin kamusal alandan uzaklaþtýrýlmasý, ayný zamanda bu alanlarýn yeniden biçimlenmesi demektir. Bu yönüyle laiklik, tüm toplumsal ve siyasal yaþamý deðiþtirici özelliðe sahiptir. Karþý olunan laiklik kendine özgü bir yaþam biçimi oluþturmaktadýr ve feodal, ataerkil iliþkilerin tasfiyesi demektir. Þeriatçýlarýn laikliðe karþý oluþlarý kolayca anlaþýlabilecek birþeydir. Ülkemizde en çok kafalarý karýþtýran ise, globalist, uygarlýk projesi AB yandaþý olduklarýný ilan eden radikal baþörtücü köþe yazarlarýnýn ve küçük-burjuva entelektüellerinin, laiklik karþýtý oluþlarýdýr. Bu öylesine bir karþýtlýktýr ki, AKPnin belli alanlarda baþörtüsü yasaðýnýn kaldýrýlmasý istemine karþý, tümüyle serbest býrakýlmasý istemini ortaya atabilecek büyüklüktedir. Þeriatçýlar gibi globalist küçük-burjuva entelektüelleri de amaçlarýna evrimci bir politika izleyerek ulaþmaya çalýþmaktadýrlar. Bu nedenle, daha geniþ bir kitleyi etkileyebileceklerini ve harekete geçirebileceklerini düþündükleri sorunlarý ve konularý öne çýkarýrlar. Bu alanlarda saðlanacak ilerlemelerle amaçlarýna daha kolay ve emin adýmlarla ilerleyeceklerini hesaplarlar. Ayný kesimler 1980lerde kemalist devletçilikin oluþturmuþ olduðu bürokratik ve hukuki yapýyý deðiþtirebilmek için, devletçiliði ithal ikameci sanayileþme olarak sunmuþlar ve yaþanan ekonomik bunalýmýn tüm sorumluluðunu bu sanayileþme modeline yüklemiþlerdir. Buna alternatif olarak ise ihracata yönelik sanayileþme modeli sunulmuþtur. Bu yolla gümrük tarifeleri liberalize edilmiþ, Türk Parasýný Koruma Kanunu iptal edilmiþ ve her türlü emperyalist ülke mallarýnýn ithalatý için koþullar hazýrlanmýþtýr. Bugün de benzer bir sol gösterip sað vurma yolu izlenmektedir. Radikal baþörtücü globalist küçük-burjuvalarýn amacý, eski ve gelenekselleþmiþ iþbirlikçi burjuvazi kastýný daðýtmak ve yerine dinamik, iþbitirici, çaðdaþ, global küçük-burjuvalarý yeni iþbirlikçi olarak geçirmektir. Amerikan emperyalizminin yeni-sömürgecilik yöntemleriyle geliþtirdiði iþbirlikçi burjuvazinin giderek pahalýya malolmasý karþýsýnda daha ucuz iþbirlikçi arayýþýnýn desteðini almaya çalýþan bu yeni iþbirlikçi adaylarý, hizmetler sektöründeki etkinlikleri- 246 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ ne eþdeðer siyasal güç peþine düþmüþlerdir. Cem Boynerin YDHsý ile ilk çýkýþýný yapan bu küçük-burjuvalar, olaðan yollarla, yani seçim yoluyla siyasal güce ulaþamayacaklarýný görmüþlerdir. Son bir çabayla, Kemal Derviþ cilasýyla oluþturmaya çalýþtýklarý Ýsmail Cemli rüya timi operasyonuna giriþmiþlerse de baþarýlý olamamýþlardýr. Böylece son ve tek çýkar yol olarak, devleti yöneten bürokrasiye (sivil ve askeri) kendi adamlarýný, daha tam ifadeyle kendilerini yerleþtirmeye yönelmiþlerdir. Bu ise, mevcut hukuki ve hiyerarþik yapý içinde gerçekleþtirilemeyecek niteliktedir. Bu yüzden, sivil ve askeri bürokratik hiyerarþiyi delmek için, onun üstünde yükseldiði hukuki yapýnýn deðiþtirilmesi gerekmektedir. Devlet bir kamu gücü olduðu için de, kamusal alan gündemin ilk sýrasýna yükselmektedir. Bu iþbirlikçi adayý küçük-burjuvalar, her durumda devletin küçültülmesi propagandasý yaparlar. Bilmektedirler ki, bu devletin ve onun bürokrasisinin (sivil ve askeri) yumuþak karný türbandýr. Türban sorunu karþýsýnda uzun süre dayanamayacaklarýný varsaydýklarýndan, hukuki yapýnýn deðiþtirilmesi için bu sorunu sürekli gündemde tutmaktadýrlar. Onlara göre, hukuki yapý (kemalist ideolojiye dayanan bir yapýdýr) deðiþimine karþý sivil ve askeri bürokrasiden gelen direniþ, tümüyle psikolojiktir. Eðer türban konusunda serbestlik saðlanýr ve dünya yýkýlmazsa, istedikleri düzenlemeleri daha kolay kabul ettireceklerine inanmýþlardýr. T. Özal mantýðýyla, anayasayý birkez delmekle birþey olmazý gösterebildikleri oranda ilerleme saðlayacaklarýný düþünmektedirler. Bu, onlarýn þeriatçýlýðý tehlike olarak görmedikleri anlamýna gelmemektedir. Onlarýn düþüncesine göre, türban konusunda yapýlacak yeni bir düzenleme, bürokrasinin kendini koruma içgüdüsü ile þeriatçýlýða karþý yeni önlemleri de beraberinde getirecektir. Ancak bunun fazlaca önemi yoktur. Ertuðrul Özkökün deyiþiyle, ne de olsa ordu var!. Ýçinde yer alacaklarýný varsaydýklarý devlet, o gün geldiðinde gereðini yapacaktýr! Bunlar uzun vadeli hesaplardýr. O zamana kadar da, baþörtüsü konusunda radikal tutum sergileyerek, küçük-büyük bir takým ticari avantajlar saðlamak peþindedirler. AKP dalkavukluðu bu kesimlerin kýsa vadeli ticari çýkar hesaplarýnýn ürünüdür.* %5ci E. Özkök bu çýkar hesaplarýnýn en tipik temsilcisidir. Murat Yetkinden Cengiz Çandara, Ertuðrul Özkökten M. Ali Biranda, Ýsmet Berkandan Cüneyt Ülsevere kadar uzanan bir zincir oluþturmuþlardýr. Aydýn Doðanýn medya holdingini oluþturan Hürriyet, Milliyet ve Radikal gazeteleri, yeni iþbirlikçi adayý küçük-burjuvalar ile bunlara da* Bu radikal baþörtücüler AKP konusunda da kendine özgü bir söyleme sahiptirler. Tüm yazýlarýnda AKP yerine AK Parti yazarak, AKPyi aklamaya, ak göstermeye çalýþmaktadýrlar. Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 247 KURTULUÞ CEPHESÝ yanarak büyümeye çalýþan patronlarýnýn savaþ araçlarýdýr. Cengiz Çandar yazýlý basýnda Nazlý Ilýcak saflarýnda bu savaþa katýlýrken, Yaðmur Atsýz gibi titreyerek soldan aslýna rücu edenler Türk-Ýslam sentezcisi gazetelerden savaþa katký yapmaktadýrlar. Bu savaþýn ekonomik temeli ise, yeni-sömürgecilik yöntemleriyle geliþtirilen iþbirlikçi-tekelci ticaret ve sanayi burjuvazisi karþýsýnda sürekli gerileyen ve yokolan Anadolu tüccar ve esnafý ile yeni iþbirlikçi adaylarýnýn kurmuþ olduklarý iliþkidir. Anadolu kaplanlarý vs. olarak adlandýrýlan küçük ve orta sermaye kesimleri, ithal ikameci sanayileþme döneminde büyük ölçüde ekonomik güçlerini yitirmiþlerdir. Emperyalizme baðýmlý sanayi kollarýnýn kurulduðu ilk dönemde, bu sanayilerin yan sanayileri olarak faaliyet gösteren bazý küçük ve orta sermaye kesimleri ile bu dýþa baðýmlý sanayilerin Anadolu daðýtýmcýsý olan tüccar ve esnaf 1970 sonrasýnda giderek bu iliþkilerden dýþlanmaya baþlamýþtýr. Özellikle otomotiv sanayindeki iþbirlikçi-tekelci burjuvazinin kendi daðýtým þebekesini kurmasýyla birlikte küçük ve orta sermaye kesimleri muhalefete geçmiþlerdir. Benzer bir durum tüketim mallarý sektöründe de ortaya çýkmýþtýr. Ýþbirlikçi-tekelci burjuvazinin tüketim mallarý üreten kesimleri giderek tüccar ve esnafýn kâr oranlarýný düþürürken, diðer yandan hangi ürünü satacaklarýna da karar vermeye baþlamýþtýr. 1980 sonrasýnda ithalatýn serbest býrakýlmasýyla birlikte süper marketler ve hiper marketlerin açýlmasý, Anadolu tüccar ve esnafýný iflasa yöneltmiþtir. 1990 sonrasýnda, özellikle DYP-RP koalisyon hükümeti döneminde holdingleþmeye ve süpermarketleþmeye yönelen Anadolu kaplanlarý, temel tüketim mallarý alanýnda güçlenmeye baþlamýþlardýr. Birbiri ardýna kurulan marketler ve maðazalar zinciri, islami sermaye kesimlerinin yeniden güçlenmesine yol açmýþtýr. Beyaz Türklerin alýþ-veriþ yaptýðý Galeria türü centerlarýn karþýsýnda YimPaþ, Çetinkaya türü maðazalar ve marketler zinciri öteki Türkiyenin tüketim mallarý daðýtým tekeli haline gelmiþlerdir. Ýhlas Holdingin koladan medya alanýna kadar deðiþik alanlarda yaptýðý yatýrým hamlesi, islami sermayenin ticaret alaný yanýnda sanayi ve medya alanýnda geliþmesini getirmiþtir. Öte yandan ithalatýn liberalizasyonu ile yeni iþ olanaklarýna sahip olan islami olmayan sermaye küçük ve orta sermaye kesimleri, aðýrlýklý olarak ithal mallarý ticaret ve daðýtýmýnda güçlenmeye baþlamýþlardýr. Bu kesimlerin ithal ettikleri mallarýn Anadolu daki daðýtýmý ise islami sermayenin de içinde yer aldýðý tüccar ve esnaf tarafýndan yapýlmaya baþlanmýþtýr. Ýthal mallarýnýn paketlenmesi, ambalajlanmasý da, islami kesimler tarafýndan yapýlmýþtýr. Bu yeni iliþki zinciri, laik sermaye ile islami sermayenin çýkarlarýnýn ortaklaþmasýný getirmiþtir. Bu iliþkiler, ayný zamanda Türk-Ýslam sentezi 248 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ çevresindeki toplaþmanýn da temeli olmuþtur. 1991 seçimlerinden itibaren Anadolu kaplanlarýnýn (sanayi ve ticaret sermayesi) sürekli parti deðiþtirmeleri de, bu ithalatýn liberalizasyonuyla ortaya çýkan ticaret alanýndaki geniþlemeye paralellik taþýmýþtýr. 1995 seçimlerinde Erbakanýn RPsine yönelen bu kesimler, 1999 seçimlerinde aðýrlýklý olarak MHPyi desteklemiþlerdir. 2003 seçimlerinde ise bu kesimlerin gözdesi AKP olmuþtur.(Anýmsanacaðý gibi, 1995 seçimlerinde RP %21,3; MHP %8,1 oy almýþken (toplam %29,4), 1999 seçimlerinde MHPnin oylarý %17,9, FPnin oylarý %15,4 olmuþtur (toplam % 33,3).) Aydýn Doðanýn POAÞý almasýyla birlikte medya alanýnda yeni bir süreç baþlamýþtýr. Anadoludaki akaryakýt istasyonlarýnýn artýk Aydýn Doðan Holdingin kapsama alanýna girmesi, Hürriyet ve diðer Doðan Holding yayýn organlarýný hýzlý birer baþörtüsü savunucusu ve AKP destekçisi haline getirmiþtir. Amaç, bir yandan POAÞýn devlete olan borçlarýný erteletmek, diðer yandan akaryakýt istasyonlarýný büyük ölçüde POAÞa baðlamaktýr. Böylece paranýn dini-imaný olmamasý gerçeði, terörün dini-imaný olmamasý demagojisiyle birleþtirilerek günümüze taþýnmýþtýr. Bu iliþkiler içinde bay %5 E. Özkök, yeni iþbirlikçi adayý küçük-burjuvalarýn yükselen deðerlerinin savunucusu olarak orkestrayý yönetirken, tetikçiler her olayý kullanarak baþörtüsü yasaðýna karþý en radikal teorileri ve demagojileri medya köþelerinde yapmaya baþlamýþlardýr. Laiklik ise, bu çýkar iliþkilerinin içinde sadece bir sözcükten ibarettir. Çýkarlar gerçekleþtirilebilindiði sürece, kedinin laik olup olmamasý önemli deðildir. Hâlâ kendilerini kemalist zanneden, bu yüzden laiklik konusunda hassas olan çevreler ise, geliþen ekonomik iliþkilerin gücü karþýsýnda çaresizlik içinde olaylarý izlemekten baþka birþey yapamaz olmuþlardýr. Ýdeoloji olarak sunulan kemalizme dayandýrýlan laiklik, solun bile savunmaya cesaret edemeyeceði saatli bombaya dönüþmüþtür. Radikal baþörtücüler ile liberal türbancýlarýn medyadaki güçleri karþýsýnda sürekli aþýndýrýlan ve anlamsýzlaþtýrýlan laiklik, sanki ideoloji olarak sunulan kemalizmin bir ürünüymüþcesine kabul edilmeye baþlanmýþtýr. Bugüne kadar defalarca belirttiðimiz gibi, Ýslamiyet, Hýristiyanlýðýn tersine, içerdiði feodal ve ortaçað dogmalarýndan kendisini arýndýrmamýþ ve toplumsal, siyasal ve ekonomik düzeni düzenlemeye yönelik siyasal iktidar olma çabalarý ve koþullarý kesin olarak yenilgiye uðratýlmamýþtýr. Demokratik devrimin tamamlanmadýðý, feodalizmin ve feodal ideolojilerin devrimci tarzda tasfiye edilmediði bizim gibi ülkelerde sorun, feodalizmden kapitalizme geçiþ sorunu olarak varlýðýný sürdürmektedir. Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 249 KURTULUÞ CEPHESÝ III. Enternasyonalin 1920 yýlýnda aldýðý kararlarda da ifade edildiði gibi, Avrupa ve Amerika emperyalizmine karþý kurtuluþ hareketini, hanlarýn, toprak sahiplerinin, mollalarýn, vb. gücünü artýrma çabasýyla birleþtirmeye çalýþan panislamcýlýkla savaþ* günümüzde de zorunlu bir savaþtýr. Bu savaþda, baþörtüsü ya da türban sorunu sadece olaylarý çarpýtmaya yarayan ve küçük ve orta sermaye kesimlerinin çýkarlarýný gizleyen bir demagojiden baþka birþey deðildir. * Lenin, Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluþ Savaþlarý, s. 336. 250 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ Bir Kez Daha Laiklik Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ Sayý: 70, Kasým-Aralýk 2002 Burjuvazinin yükseliþ döneminde ortaya çýkan laiklik kavramý, temelde burjuvazinin feodalizme karþý mücadelesinin ürünüdür. Ve ayný zamanda burjuvazinin egemenliðinin saðlanmasýnýn bir ifadesidir. En kýsa tanýmýyla laiklik, dini kurumlarýn, devlet iþleyiþinin dýþýna çýkartýlmasýdýr. Bir baþka deyiþle, dini kurumlar ile devlet kurumlarý arasýndaki iliþkinin yeniden düzenlenmesi ve dini kurumlarýn devlet düzeninin dýþýnda faaliyet göstermesi laiklikliðin temelidir. Dini kurumlar ile devletin birbirinden ayrýlmasý olarak laiklik, ayný zamanda, bütün dinsel topluluklarýn, istisnasýz olarak devlet tarafýndan özel topluluklar olarak nitelendirilmesi demektir. Bilindiði gibi, feodal dönemde feodal beyler ile din arasýnda doðrudan bir iktidar ortaklýðý bulunmaktadýr. Bu iktidar ortaklýðý, kimi durumda feodal beyin ayný zamanda dini önder olmasý þeklinde görüldüðü gibi (Osmanlý Ýmparatorluðunda padiþahýn ayný zamanda halife olmasý; Ýngilterede Kral VIII. Henrynin Angalikan Kilisesini kurarak kilisenin baþýna geçmesi gibi), kimi durumlarda feodal beyin yanýnda yönetimi paylaþan din adamlarý bulunmaktadýr. Ýspanya feodal döneminde en tipik durumuyla görüldüðü gibi, bazý durumlarda feodal krallýk toplumsal ve siyasal yönetimi tümüyle dini ku- Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 251 KURTULUÞ CEPHESÝ rumlara (kilise) býrakmýþtýr. Bunun sonucu olarak, dini kurumlar (kilise) toplumun tüm faaliyetlerini belirleyen, yöneten ve yönlendiren güç haline gelmiþtir. Feodal kilise hiyerarþisi, aristokratik sýnýfý oluþturuyordu: Piskoposlar ve baþpiskoposlar, manastýr baþpapazlarý, manastýr baþkanlarý ve öbür yüksek aþamalý papazlar. Bu yüksek kilise görevlileri, ya imparatorluk prensleri, ya da baþka prenslerin metbuluðu altýnda, birçok serfler ve angaryalýlar ile birlikte, geniþ topraklarý egemenlikleri altýnda tutan feodal beylerdiler.* Feodal beylerin zaman içinde güçlerini yitirmelerine baðlý olarak dini kurumlarýn gücü artmýþ ve feodal egemen sýnýflar adýna toplumun yöneticisi haline gelmiþtir. Böylece siyasal iktidar gücü haline gelen dini kurumlar, devletin yapýsýný kendi iç hiyerarþilerine uygun olarak düzenlemiþlerdir. Hemen hemen en güçlü feodal bey kadar geniþ topraklar üzerinde egemen olan dini kurumlar (kilise), bazý durumlarda çeþitli feodal beyler arasýndaki çýkar çatýþmasýnda uzlaþtýrýcý bir güç olmuþlardýr. Feodalizmin son dönemlerine gelinirken yerel mahalli otorite durumunda olan feodal beylere karþý krallýðýn mücadelesinde dini kurumlar (kilise), yerel mahalli feodal beylerin yanýnda tavýr almýþtýr. Bu dönemde merkezi devletin oluþumunu ifade eden krallýðýn yerel feodal güçlere karþý bu hareketi, ayný zamanda kiliseye karþý bir hareket olmuþtur. Böylece dini kurumlar feodallerin yanýnda yer alarak burjuvazinin karþýsýna çýkmýþlardýr. Bu nedenle burjuvazi kendi iktidarýný kurabilmek için, yani feodaliteyi tasfiye edebilmek için, dini kurumlarýn etkisini ve gücünü kýrmak zorundaydý. Bu kýrma eylemi, dinin ideolojik niteliðine baðlý olarak, yeni bir ideolojik eylemi de zorunlu kýlýyordu. Ýþte tüm burjuva ideologlarýnýn üzerinde durduðu temel konulardan birisi de, din ve dini kurumlarýn durumuydu. Rahiplerin elleri arasýnda, siyasa ve hukuk bilimi, tüm öbür bilimler gibi, yalýnç tanrýbilim kollarý olarak kaldýlar, ve tanrýbilimde yürürlükte olan ilkelere göre incelendiler. Kilise dogmalarý, ayný zamanda, siyasal belitler idiler, ve Kutsal Kitap tümceleri de, tüm mahkemelerde yasa gücüne sahipti. Hatta baðýmsýz bir hukukçular sýnýfý oluþtuktan sonra bile, hukuk bilimi daha uzun süre tanrýbilim egemenliði altýnda kaldý. Ve tüm entelektüel çalýþma alanýnda tanrýbilimin bu egemenliði, ayný zamanda, feodal egemenliðin en genel bireþimi ve onaylamasý olan kilisenin durumunun da zorunlu sonucu idi. * Engels, Köylülüler Savaþý, s. 36 252 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ Buna göre, genellikle feodalizme karþý yöneltilen tüm saldýrýlarýn, her þeyden önce kiliseye karþý saldýrýlar olacaklarý, toplumsal ve siyasal tüm devrimci öðretilerin, ayný zamanda ve her þeyden önce, tanrýbilimsel sapkýnlýklar olacaklarý açýktýr. Varolan toplumsal koþullara dokunabilmek için onlarýn kutsal niteliklerini kaldýrmak gerekiyordu.* Feodal dönemde kilisenin kendi ekonomik kaynaklarý ve kendi eðitim kurumlarýyla devlet içinde devlet olma özelliði ve de dinin özünde bulunan dünyevi iliþkilerin düzenlenmesine yönelen niteliði, burjuvaziyi iki yönlü bir eyleme itmiþtir. Bir yandan kilisenin elindeki ekonomik deðerleri (toprak) alarak onun gücünü sýnýrlandýrmak, öte yandan dinsel dogmalarý kendi iktidarýna uygun hale getirmek. Bunlardan birincisi, burjuvazinin topraðýn millileþtirilmesi istemi ile çakýþýrken; ikincisi dini reform hareketiyle çakýþýr. Ancak dinin reforme edilmediði durumlarda, kilisenin devlet iktidarý üzerindeki etkisinin doðrudan kýrýlmasý gerekmiþtir. Her iki durumda da, kilisenin devlet iktidarýna müdahalesinin önlenmesi esas olmuþtur. Ýþte kilisenin siyasal iktidardan uzaklaþtýrýlmasý ve iktidarýn bir parçasý olmaktan çýkartýlmasýnýn ideolojik ifadesi laikliktir. Feodal bir iktidar gücü haline gelmiþ olan dini kurumlarýn, burjuvazinin iktidarýnýn önünde engel teþkil etmesiyle ortaya çýkan laiklik fikri, burjuvaziyle birlikte oraya çýkmýþ ve demokratik cumhuriyetin ayrýlmaz bir unsuru olmuþtur. Fransada tüm yönleriyle uzlaþmaz bir biçimde ortaya çýkmýþ olan laiklik mücadelesinde, kilisenin elindeki mülklerin büyük bölümü devlet mülkü haline getirilmiþtir. Yine de kiliseye kendisi için gerekli egemenlik alanlarý býrakýlmýþtýr. Bunun sonucu olarak, kiliseler kendilerine ait mülklerle kendi faaliyetlerini sürdürmek durumunda olmuþlardýr. Bu faaliyetin en önemli iki unsuru ise, eðitim ve yardým faaliyetleridir. Birincisi kilise eðitimi olarak ortaya çýkarken, ikincisi Kýzýlhaç faaliyetleri olarak ortaya çýkmýþtýr. Bu geliþme sonucunda laiklik sorunu, hemen her zaman eðitim sorunu olarak varlýðýný sürdüre gelmiþtir. Fransa örneðinde olduðu gibi laik eðitim ile dini eðitim birbiriyle sürekli çatýþma durumunda olmuþtur. Ancak politik iktidar tartýþmasýz bir biçimde burjuvazinin eline geçtiði ve kilise daha önce kanlý savaþlarla geriletildiði için, kilisenin yeniden politik iktidara yönelmesi hemen hemen olanaksýz hale getirilmiþtir. Bu nedenle laik eðitim üzerine ortaya çýkan kimi çatýþmalar dýþýnda, burjuvazinin iktidarý için laiklik özel bir sorun olmaktan çýkmýþtýr. 19. yüzyýla kadar kesin bir kilise karþýtý tutum içinde bulunan * Engels, Köylülüler Savaþý, s. 46 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 253 KURTULUÞ CEPHESÝ burjuvazi, iktidarýný pekiþtirir pekiþtirmez, dini, kitlelerin uyutulmasýnýn bir aracý olarak kullanmaya baþlamýþtýr. Engelsin belirttiði gibi, din, egemen sýnýflarýn alttaki sýnýflarýn dizginlerini elde tutmak için kullandýðý basit bir yönetim aracýdýr ve deðiþik (egemen) sýnýflarýn her biri kendine uygun gelen dini kullanýr. Din konusundaki konuþmayý tartýþýrken Dumadaki grubumuz tarafýndan açýklýða kavuþturulmamýþ olan bir baþka durum da, oportünist saptýrmalara ek olarak, Avrupa Sosyal Demokratlarýnýn din konusundaki bugünkü aþýrý kayýtsýzlýklarýna yol açan özel tarihsel koþullarýn da varlýðýdýr. Bu koþullar iki yönlüdür. Birincisi, dinle savaþmak görevi, tarihsel açýdan devrimci burjuvazinin görevidir ve Batý da burjuva demokrasisi, feodalizme ve orta çað düze-nine karþý giriþtiði kendi devrimleri döneminde bu görevi büyük ölçüde yerine getirmiþ (ya da engellemiþtir). Gerek Fransada, gerek Almanyada burjuvazinin dinle savaþma geleneði vardýr ve bu sosyalizmden (Ansiklopedistlerden ve Feuerbachtan) çok önce baþlamýþtýr. Rusyada ise, burjuva demokratik devrimimizin kendine özgü koþullarý nedeniyle, bu görev de hemen hemen tümüyle iþçi sýnýfýnýn omuzlarýna yüklenmiþtir.* Burjuvazinin devrimci niteliðini yitirdiði emperyalist aþamada, demokratik devrimin tamamlanmadýðý ülkelerde, dinle mücadele görevinin proletaryanýn omuzlarýna kalmasý, ayný zamanda proletaryanýn bu ülkelerde demokratik devrimi tamamlama göreviyle çakýþýr. Ama proletaryanýn, dinle olan mücadelesi salt bununla baðlantýlý deðildir. O, ayný zamanda, demokratik cumhuriyet kurulmasý yönündeki tarihsel eylemi ile dinin kiþisel bir sorun olarak kalmasý gereði açýsýndan da bu mücadeleyi yürütmek zorundadýr. Ýslamiyet gibi kendisini tarihsel geliþmeye uydurmamýþ, burjuvazi tarafýndan reformize edilmemiþ bir din karþýsýnda proletarya ve partisinin görevleri çok daha fazla öneme sahip olmaktadýr. Ýslamiyet, Hýristiyanlýðýn tersine, içerdiði feodal ve ortaçað dogmalarýndan kendisini arýndýrmamýþ ve toplumsal, siyasal ve ekonomik düzeni düzenlemeye yönelik siyasal gücü ve siyasal iktidar olma koþullarý kesin yenilgiye uðratýlmamýþtýr. Diðer yandan, Ýslam ülkelerinin emperyalist sömürgeler haline getirilmesi ve emperyalizmin tüm feodal kesimlerle ittifak içinde bulunmasý, dini ideolojilerin özel olarak korunmasýný da beraberinde getirmiþtir. Dolayýsýyla bizim gibi demokratik devrimin tamamlanmadýðý ve reformdan geçmemiþ bir dinin egemen olduðu bir ülkede laiklik ve din konusu çok daha büyük öneme sahiptir. Özellikle son * Lenin, Proletarya Partisinin Din Konusundaki Tutumu 254 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ yýllarda dinin kiþisel bir sorun olduðu þeklinde yapýlan deðerlendirmeler ve propaganda gözönüne alýndýðýnda, laiklik konusunda açýk ve net bir tutum takýnmak çok daha önemli olmaktadýr. Bugün ülkemiz solunda ya da kendisini solda kabul eden pek çok kiþi, dinin kiþisel bir sorun olduðu tekerlemesini benimsemiþtir. 1891 tarihli Alman Sosyal-Demokrat Partisinin Erfurt Programýnda yer alan din kiþisel bir sorundur maddesine dayanan bu belirlemeyi Lenin þöyle deðerlendirmektedir: Bu taktikler artýk gündelik bir olay durumuna gelmiþ, Marksizmin ters yönde saptýrýlmasýna, oportünizm yönünde saptýrýlmasýna yol açmýþtýr. Erfurt Programýndaki bu madde, biz Sosyal-Demokratlar için, parti olarak hepimiz için din kiþisel bir sorundur biçiminde yorumlanmýþtýr. 1890larda Engels bu oportünist görüþü doðrudan doðruya karþýsýna almaksýzýn, buna polemikle deðil somut verilerle karþý çýkýlmasý gerektiðini ileri sürmüþtür. Örneðin kendisi bu karþý çýkýþý, özellikle vurguladýðý bir sözle, Sosyal-Demokratlarýn dini devlet iþleri açýsýndan kiþisel bir sorun olarak aldýklarýný, herhalde kendileri açýsýndan, Marksizm açýsýndan ve iþçi partisi açýsýndan soruna böyle bakmadýklarýný söyleyerek belirlemiþtir... Batýda din kiþisel bir sorundur savýnýn oportünist yorumuna yol açan koþullarý ele alalým. Kuþkusuz buna yol açan koþullar bir bütün içinde, iþçi sýnýfý hareketinin çýkarlarýný geçici çýkarlar adýna feda etmek gibi oportünist davranýþlarýn tümüne yol açmýþ olan koþullardýr. Proletaryanýn partisi devletin dini kiþisel bir sorun olarak belirlemesini ister, ancak halkýn afyonu niteliðindeki dini, dinsel batýl inançlara karþý savaþý kiþisel sorun olarak görmez. Oysa oportünistler sorunu saptýrarak, Sosyal Demokrat Partinin dini kiþisel bir sorun gibi yorumladýðý izlenimini uyandýrmaya çalýþýrlar.* Din, devletle iliþkisi olmamasý, dinsel kurumlarýn siyasal iktidar yetkilerine sahip bulunmamasý temelinde kiþisel bir sorundur. Burada unutulmamasý gereken yan, dinlerin ekonomik, toplumsal ve siyasal alanlarý içeren dogmalara sahip olduðudur. Dolayýsýyla dinsel ideolojilerin kitleler üzerinde saðlayacaðý her etki, ayný zamanda bu dogmalarýn var edilmesi için bir çabayý da beraberinde getirecektir. Bu nedenle, dinsel ideolojilere ve dogmalara karþý mücadele zorunludur. Ülkemiz tarihinde de görüldüðü gibi, dinin kiþisel bir sorun olarak ilan edilmesi ya da din ile devletin birbirinden ayrýlmasý tek * Lenin, Proletarya Partisinin Din Konusundaki Tutumu Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 255 KURTULUÞ CEPHESÝ baþýna yeterli olmamaktadýr. Demokratik devrimin tamamlanmadýðý, feodalizmin ve feodal ideolojilerin devrimci tarzda tasfiye edilmediði bizim gibi ülkelerde, sorun, feodalizmden kapitalizme geçiþ sorunu olarak varlýðýný sürdürmektedir. Varolan kapitalizmin kendi iç dinamiði ile geliþmemiþ olmasý, baþtan emperyalizme baðýmlý olarak yukardan aþaðýya geliþtirilmesi, feodal iliþkilerin ve özellikle de feodal ideolojilerin varlýðýný sürdürmesine neden olmuþtur. Feodal iliþkilerin içinde yer alan tüccar ve zanaatçýlarýn geliþtirilen çarpýk kapitalizme eklemlenmeleri ya da tasfiye olmalarý süreci tamamlanmamýþtýr. Bunlar, dýþa baðýmlý kapitalizm karþýsýnda sürekli gerilemiþler ve yavaþ yavaþ tasfiye olmaya baþlamýþlardýr. Bu da, zamana yayýlan bir geçmiþe dönüþ umudunu sürekli var etmiþtir. Bu kesimler, kesinkes mülksüzleþtirilmediði ya da tasfiye edilmediði sürece, dinin kiþisel bir sorun olarak ele alýnmasý, yani dinsel topluluklarýn kendi iþlerini kendileri görmesine olanak saðlanmasý, onlarýn güçlenmesinden baþka bir sonuç vermemektedir. Ülkenin en küçük yerleþim yerlerinde bile kurulmuþ olan Kuran kurslarý, Ýmam-Hatip okullarý ve yurtlarý bunun somut ifadesidir. Diðer yandan, ülkemizde din kiþisel bir sorun olmaktan öte, toplumsal bir sorun ve iliþki olarak vardýr. Özellikle tarikatlar düzeyinde yürütülen dinsel faaliyetler, gizli örgütlenmeler olarak vardýr. Tarikatlarýn kendi iç hiyerarþileri, tarikat üyeleri arasýnda bir birlik oluþturur. Dolayýsýyla, tarikat düzeyinde, din, hiç bir biçimde kiþisel bir sorun durumunda deðildir. Bugün AKP tarafýndan sýkça yinelenen din kiþisel bir sorundur tekerlemesi, tarikat iliþkilerinde hiç bir geçerliliðe sahip deðildir. Üniversitelerde yapýlan türban eylemlerinde görüldüðü gibi, baþörtüsü sorunu bir örgütlenme ve buna baðlý eylemlilik durumundadýr. Bu örgütlenme ve eylemlilik, herkesin kendi inancýna göre yaþamasýndan öte, kendi istediði hukuku seçmesi amacýna yöneliktir. Örneðin imam nikahý, kiþisel bir sorun gibi gösterilmekle birlikte, bir hukuk sorunudur, evlilik hukuku sorunudur. Ýmam nikahý sýrasýnda akt edilen mehir bunun en tipik örneðidir.* Bu akit, evliliðin sona ermesi durumunda uygulanabilmesi için bir karar merciinin varlýðý ile bu kararýn uygulanmasýný denetleyen ve gerektiðinde saðlayan bir zor gücünü gerekli kýlar. Bu da, herkesin bildiði gibi, mahkemeler ve polis gücüdür. * Bu akit, boþanma durumunda, mevcut medeni yasaya göre, kadýna büyük avantajlar saðlamaktadýr. Son yapýlan yeni medeni kanunda yer alan evlilik sözleþmesinin karþýlýðýdýr. Ancak evlilik sözleþmesinden farklý olarak bürokratik iþlem gerektirmemektedir. Dolayýsýyla çok daha fazla tercih konusu haline gelmiþtir. Tek farkla ki, kadýnýn deðil, erkeðin boþanma durumunda uygulanýr. Zaten islamiyette kadýnýn çok özel koþullar dýþýnda boþanma hakký yoktur. Öte yandan, mehir, kadýnýn baþýný örtmesini þart koþar. Baþýna bir þey örtmeden halk arasýnda yürüyen kadýný, müslüman erkek, mehir ödemeden boþayabilir. 256 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ Diðer yandan imam nikahý mükerrer evliliklerin olmamasý için merkezi bir kayýt sistemini gerektirir. Bu da, imamlara baðlý bir nüfus kayýt merkezinin kurulmasýný zorunlu kýlar. Bugün ülkemizde bu ve benzeri þeriat kurumlarýný vakýflar temsil etmektedir. Bu vakýflar, devletleþememiþ þeriatýn sivil toplum örgütleridir. Görüldüðü gibi sorun, kiþisel bir sorun deðil, siyasal üst yapý sorunudur ve siyasal üst yapýnýn dini esaslara göre biçimlendirilmesini gerektirir. Bunlar dikkate alýnmaksýzýn din kiþisel bir sorundur tekerlemesinin ardýna takýlmak, þeriatçýlýðý güçlendirmekten ve meþrulaþtýrmaktan baþka bir anlama gelmemektedir. Proletarya bizim burjuva demokratik devrimimizin öncüsüdür. Bu nedenle, orta çaðýn tüm kalýntýlarýna ve bu arada eski resmi dine ve bunu canlandýrma, yeniden biçimlendirme yolundaki tüm giriþimlere karþý yürütülecek mücadeledeki ideolojik öncü de proletaryanýn partisi olmalýdýr.* * Lenin, Proletarya Partisinin Din Konusundaki Tutumu Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 257 KURTULUÞ CEPHESÝ Spekülasyon ve Manipülasyon Ekonomisinden Þeriat Ekonomisine mi? KURTULUÞ CEPHESÝ Sayý: 70, Kasým-Aralýk 2002 20 Kasým günü Hürriyet gazetesinin ekonomi sayfasýnda verilen bu haber þöyle devam etmektedir: 3 Kasým seçimlerinden tek baþýna iktidar çýkacaðý beklentisi ile seçimden önce olumlu sinyal vermeye baþlayan seçimden sonra da hýzla düzelen faiz, kur ve borsa verileri gibi imalat sanayi üretimi de canlanma iþareti verdi. Ýmalat sanayi kapasite kullanýmý oraný Ekim ayýnda yüzde 80.6 ya yükseldi. En son Ekim 2000 de yüzde 81.3 olan kapasite kullanýmý 23 aydýr yüzde 80in altýnda seyrediyordu. Böylece bir anlamda fabrika çarklarý, Kasým 2000 krizini de geride býrakmýþ oldu. Benzer haberler tüm medyada manþetlere taþýnýrken, eko- 258 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ nominin düzlüðe çýktýðý ya da en azýndan çýkmaya baþladýðý yönündeki yorumlar birbiri ardýna gelmeye baþladý. DÝEnin 19 Kasým günü açýkladýðý kapasite kullaným oranlarý verilerinden yola çýkarak yapýlan haber-yorumlarda, bir yandan krizin aþýldýðý deðerlendirmeleri yapýlýrken, diðer yandan tam kapasite çalýþmaya yakýnda geçileceði beklentisi yayýlmaya çalýþýlýyordu. Hürriyet gazetesinin yazdýðý gibi, seçim öncesi olumlu sinyaller veren ekonomi, seçimden sonra hýzla düzelen faiz, kur ve borsa verileri ile canlanma iþaretleri vermiþ olduðundan, kapasite kullaným oranlarý verilerinin açýklamasý iþaretlerin gerçekliði olarak sunulmaktadýr. Seçim öncesinde Bülent Ecevitin ekonominin olumlu sinyaller verdiði, büyümeye geçildiði ve böylece IMF politikalarýnýn olumlu sonuçlarýnýn alýnmaya baþlandýðý yönündeki açýklamalarý medya da fazlaca yer almazken, ayný sözler AKP hükümeti için meKapasite Kullaným Oraný* Ýmalat Sanayi - Üretim Deðeri Aðýrlýklý (Yýllýk %) (Üçüncü çeyrek.%) Devlet Özel Toplam Devlet Özel Toplam 1978 70.6 1979 67.7 1980 59.6 1981 60.6 1982 67.2 1983 67.5 1984 79.3 1985 73.8 1986 72.5 1987 80.7 1988** 77.5 1989 72.4 1990 74.1 1991 76.8 1992 77.8 1993 79.2 1994 78.3 1995 80.5 1996 82.1 1997 81.3 1998 81.0 1999 78.9 2000 79.8 2001 82.0 2002 2002 Ekim 60.2 56.0 54.3 55.7 58.0 59.3 73.3 69.3 69.1 76.8 73.5 72.8 75.7 72.6 75.7 79.8 70.8 77.9 76.5 78.7 74.5 69.8 74.4 66.9 61.6 56.9 55.2 56.7 59.4 60.3 74.3 70.3 70.0 78.2 74.8 72.8 75.2 74.0 76.4 79.6 72.9 78.6 78.0 79.4 76.5 72.3 75.9 71.1 82.2 76.4 69.8 72.2 79.0 81.0 80.4 80.8 81.4 80.4 81.9 84.5 75.9 77.3 80.3 85.6 87.5 76.7 72.2 73.2 75.6 72.4 75.6 81.1 69.9 79.2 77.1 80.5 74.4 69.8 76.3 67.4 73.5 76.1 78.7 73.6 72.0 74.5 74.8 77.5 80.9 73.0 79.8 78.1 80.9 77.3 71.6 76.6 71.1 77.5 80.6 * Kaynak: DÝE ** 1988den sonra yeni seri kullanýlmýþtýr. Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 259 KURTULUÞ CEPHESÝ Tam kapasite ile çalýþamama nedenleri (%) 2002 Ýç pazarda talep yetersizliði Dýþ pazarda talep yetersizliði Mali imkansýzlýðý Yerli mallarda hammadde yetersizliði Ýþçilerle ilgili meseleler Ýthal mallarda hammadde yetersizliði Tem. 49.6 18.6 2.8 4.2 2.1 1.2 Aðus. 47.9 21.3 2.5 5.2 1.8 1.1 Eylül 59,0 10,0 2,1 3,1 2,5 1,0 Ekim 59,5 11,3 2,2 2,7 2,4 1,3 dya tarafýndan söylenmeye baþlanmýþtýr. Burada, medyanýn AKPnin mecliste büyük bir çoðunluk elde ederek tek baþýna iktidar olmasý karþýsýnda gösterdiði dalkavukluk fazlaca etkili olmasa da, dalkavukluðun ekonomik verilerle desteklenmesi birþeylerin düzeleceði umutlarýný yaratmaya baþlamýþtýr. Öyle ki, pek çok kiþi, bu yayýnlar karþýsýnda, AKP iktidarýnýn (en hafif deyimle) iþleri düzelteceðini düþünür olmuþtur. Herkesin bildiði ve kent küçük-burjuvazinin nefes nefese izlediði gibi, seçim sonrasýnda AKPnin tek baþýna iktidar olmasýyla birlikte, borsa endeksi þahlanmýþ ve coþmuþtur. 10.000lerde seyreden ÝMKB-100 endeksi 15 Kasým itibariyle 13.597lere yükselmiþtir. (%14). Öte yandan faiz oranlarý iniþe geçmiþ ve AKP iktidarý (Tayyip Erdoðan) bir gecede 100 milyon dolar kazandýrmýþtýr! Kur (dolar) da, benzer biçimde iniþe geçmiþ ve 15 Kasým günü 1.612.000 TL. olmuþtur. Ýþte kapasite kullaným oranlarýnýn açýklanmasý, tüm bu olumlu sinyallere inanmayanlarý inandýrmaya yetmiþtir. Tüm bunlarýn gösterdiði gerçek ise, ekonominin tümüyle spekülasyon ve manipülasyona dayandýrýlmýþ olduðudur. Her türden spekülasyon ve manipülasyon yapýlabilinmesi için kamu kuruluþlarý ellerinden geleni yapmayý sürdürmüþlerdir. Bunun sonucu ise, kapasite kullaným oranlarýnda görüleceði gibi, ülke, dünya ve ekonomi gerçekleri ile hiçbir iliþkisi olmayan veriler ortalýkta uçuþmaya baþlamýþtýr.* DÝEnin verilerine göre, 1987 yýlýnýn üçüncü çeyreðinde kapa* Daha önceki bir yazýmýzda ülkemizdeki istatistik verilerin durumunu þöyle ortaya koymuþtuk: IMF bile Türkiyedeki istatistik sistemini zayýf bulduðunu açýklamýþtýr. IMF tarafýndan hazýrlanan Türkiyede Veri Toplama ve Yayýmlama Sistemlerinin Ýyileþtirilmesine Yönelik Raporda, özellikle milli gelir hesaplamasýnda 1987 yerine 1996 yýlýnýn baz alýnmasýný isteyen IMF, enflasyon rakamlarý konusunda sadece hane halký tüketimine iliþkin verilerin daha ayrýntýlý olarak saptanmasýný istemiþtir. IMF, enflasyon hesaplamasýndaki mevcut durumdan fazlaca rahatsýz görünmemektedir. Bunun nedeni de, bu hesaplama yöntemiyle istenildiðinde istenilen seviyede bir enflasyon rakamýnýn ellerinin altýnda bulunmasýdýr. Bu yolla, halký kandýrmanýn daha kolay olduðunu düþünmektedirler. (Kurtuluþ Cephesi, Sayý: 67, Mayýs-Haziran 2002) 260 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ site kullaným oraný %78,7 iken, 1994 krizi döneminde %73 ve 2001 krizinde %71,1 olmuþtur. Ayný verilerde kamu kesimindeki kapasite kullaným oranýnýn en düþük olduðu yýllar 1988-1990 ve 1999-2000 yýlý gözükmektedir. 1987-2002 arasýnda özel sektörün kapasite kullaným oranýnýn %70 lerin altýna 1994 ve 2001 yýlýnda düþtüðü görülmektedir. Ancak 1978-1988 yýllarý arasýndaki kapasite kullaným oranlarýna bakýldýðýnda 1984 ve 1987 dýþýnda %70lerin üstüne çýkýlmamýþtýr. 1988 yýlýnda DÝEnin yeni seriye geçiþiyle birlikte kapasite kullanýmýnýn %70lerin altýna düþmediði görünmektedir. Ýþte spekülasyon ve manipülasyon ekonomisinin baþlangýç noktasý da burada ortaya çýkmaktadýr. 18 Aðustos 1998 tarihli Hürriyet gazetesinde þu haber yer almýþtýr: Kapasite kullanýmý yükseliyor Ýmalat sanayiinin, kapasite kullaným oraný yeniden yükselmeye baþladý. DÝE Temmuz ayý imalat sanayi eðilim anketi sonuçlarýný açýkladý. Buna göre, Haziran ayýnda yüzde 78.4e gerileyen kapasite kullaným oraný, Temmuzda yeniden yükselerek yüzde 80.9 düzeyine çýktý. Kapasite kullanýmý geçen yýlýn Temmuz ayýnda da yüzde 80.8 düzeyinde gerçekleþmiþti. Ýmalat sanayi iþyerlerinin tam kapasite ile çalýþamama nedenleri içinde iç pazarda talep yetersizliðinin payý yükseldi. Geçen yýl yüzde 53.3 olan iç pazardaki talep yetersizliðinin tam kapasite ile çalýþamama nedenleri içindeki payý bu yýl yüzde 55.7ye çýktý. Dýþ pazardaki talep yetersizliðinin payý ise yüzde 17.8den yüzde 15.4e düþtü. 19 Kasým 2002 tarihli Milliyet gazetesinin haberi ise þöyledir: Kapasite kullanýmý 23 ay sonra yeniden yüzde 80in üstüne çýktý En son Kasým 2000de yüzde 81.6 ile yüzde 80in üstünü gören kapasite kullaným oraný, 23 ay aradan sonra, ekimde yeniden yüzde 80i geçerek yüzde 80.6ya çýktý Ýmalat sanayinde kapasite kullaným oraný 23 ay aradan sonra ilk kez bu yýl ekim ayýnda yüzde 80in üzerine çýkarak, yüzde 80.6 olarak gerçekleþti. Ekimde ortalama kapasite kullanýmý kamu sektöründe yüzde 87.5e kadar çýkarken, özelde yüzde 76.1de kaldý. Tam kapasite ile çalýþamama nedenlerinin baþýnda yüzde 59.5le iç talepteki yetersizlik geldi. 19 Kasým 2002 tarihli DÝE açýklamasýnda tam kapasite çalýþamama nedenleri ise þöyle sýralanmýþtýr: Ýç pazarda talep yetersizliði %59,5; dýþ pazarda talep yetersizliði %11,3; mali imkansýzlýðý %2,2; Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 261 KURTULUÞ CEPHESÝ yerli mallarda hammadde yetersizliði %2,7; iþçilerle ilgili meseleler %2,4; ithal mallarda hammadde yetersizliði %1,3. Görüleceði gibi, 1998 yýlýnýn Temmuz ayýnda tam kapasite çalýþamama nedeni olarak gösterilen iç pazarda talep yetersizliði %55,7 iken, Ekim 2002de %59,5 olmuþtur. Dýþ pazarda talep yetersizliði ise, sýrasýyla %17,8 ve %11,3 olmaktadýr. Bunlarýn somut anlamý ise, gerek 1998 Temmuz ayýnda, gerekse Ekim 2002de iþverenlerin DÝEnin düzenlediði iktisadi yönelim anketine verdikleri yanýtlarýn bir ve ayný olduðudur. Arada görülen küçük yüzde farklýlýklarý bu gerçeði deðiþtirmemektedir. Diðer yandan 1998 yýlýnda ekonomik krizle ilgili hiçbir uyarý ya da haberin yer almadýðý da gözönüne alýnýrsa, ortaya çýkan sonuç, DÝEnin iktisadi yönelim anketlerine göre yayýnlanan verilerin hiçbir deðere sahip olmadýðýdýr. Zaten DÝEnin iktisadi yönelim anketi sýnýrlý sayýda iþverenle yapýlmakta ve çoðu durumda iþyerindeki herhangi bir kiþi tarafýndan yanýtlanmaktadýr. (DÝEnin 19 Kasým tarihinde açýkladýðý Ekim 2002ye iliþkin veriler 835 iþyerinden derlenmiþken, 20 Kasým tarihinde açýkladýðý üç aylýk veriler 2199 iþyerine iliþkindir.) DÝEnin açýkladýðý kapasite kullanýmýna iliþkin verilerdeki çeliþkiler bunlarla sýnýrlý deðildir. Yukarda ifade ettiðimiz gibi, DÝEnin iktisadi yönelim anketinde yer alan tam kapasite ile çalýþamama ne-denlerine verilen yanýtlarda da açýk bir farklýlýk bulunmaktadýr. 19 Kasým 2002 günü açýklanan Ekim ayý verilerinde tam kapasite ile çalýþamama nedenlerinin baþýnda gelen iç pazarda talep yetersizliði %59,5 iken, bir gün sonra açýklanan üç aylýk kapasite kullaným oranlarý verisinde bu oran %46,8 görünmektedir. Ayný þekilde dýþ pazarda talep yetersizliði Ekim ayý için %11,3 olarak açýklanýrken, üç aylýk verilerde %21,8 olarak açýklanmýþtýr. Bunlarýn ekonomik anlamý ise, Temmuz-Aðustos aylarýnda iç pazarda önemli bir talep ortaya çýktýðý, ancak Eylül ayýnda bu talebin büyük ölçüde düþtüðüdür. Diðer yandan, Temmuz-Aðustos döneminde ihracatta önemli bir sýkýntý görülürken, Eylül ayýnda bunlarýn ortadan kalktýðý, bir baþka deyiþle, dýþ pazarlarda önemli bir geliþme olduðu görülmektedir. Diðer yandan, üretimde ve ihracatta önemli artýþlar olduðuna iliþkin istatistik veriler birbiri ardýna yayýnlanmaktadýr. Ve elbette bu verilerden çýkartýlan sonuç ise, ekonominin düzlüðe çýkmaya baþladýðý þeklinde olmaktadýr. Oysa ki, DÝEnin yayýnlamýþ olduðu iktisadi yönelim anketine dayanýlarak düzenlenen yeni serim kapasite kullaným verileri bile, ekonominin hiç de düzlüðe çýkmadýðýný göstermektedir. Eðer bir ülkede, iþverenlerin %59,5lik bir kesimi iç talep yetersizliðinden, dolayýsýyla mallarýný satamamaktan söz ediyorsa, varolan gerçek, halkýn alým gücünün artmadýðýdýr. Bu durumda, üre- 262 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ timde meydana geldiði söylenen artýþlar, ya ihracata ya da stoklara yönelik olmak zorundadýr. Ýlk sekiz aylýk verilere bakýldýðýnda bir önceki yýlýn ayný dönemine göre ihracattaki artýþ miktarý 1,364 milyar dolar (%6,7) olmuþtur. 2001 yýlýna göre ihracatta meydana gelen bu artýþ da aðýrlýklý olarak Temmuz ayýnda gerçekleþmiþtir. Ayný dönemde ithalattaki artýþ miktarý ise 2,710 milyar dolardýr (%9,8). Ve Mart ayýndan itibaren ithalat ise sürekli büyümüþtür. Nisan ayýnda %32,3 olan ithalat artýþý, Aðustos ayýnda %19,4 olmuþtur. Sayýlarla ne kadar oynanýrsa oynansýn, ortada olan gerçek, iç talepteki daralmanýn devam ettiði ve dolarýn deðerinin düþmesine baðlý olarak ithalatýn yeniden arttýðýdýr. Bütün bunlar, ülke ekonomisinin bir önceki yýldan (2001) çok farklý durumda olmadýðýný göstermektedir. Medyanýn AKPnin tek baþýna iktidara gelmesi karþýsýnda gösterdiði dalkavukluk ve yaðcýlýk kullanýlabilir her türlü haberin öne çýkartýlmasýyla birlikte görülmektedir. Ýþte DÝEnin açýkladýðý kapasite kullaným oranlarý, böyle bir ortamda, bu amaçlarla öne çýkartýlmýþtýr. Yýllardýr benzer biçimde derlenen ve yayýnlanan verilerin birbirine benzer sonuçlarýyla fazlaca ilgilenilmemiþken, birden ortaya çýkan bu yoðun ilginin arka planýnda bu medyatik tutum bulunmaktadýr. Elbette medyanýn bu tutumu ne ilktir, ne de yenidir. Ancak kitlelerin yönlendirilmesinde her zaman etkin bir araç olan medyanýn bu yöntemi yine de alýcý bulmaktadýr. Günümüz koþullarýnda alýcý kitle, ayný zamanda yeni AKP iktidarýna baðlanma eðilimi içine sokulmuþtur. Ýþin en tehlikeli yaný da burada ortaya çýkmaktadýr. Dün IMF programlarýnýn baþarýsý için kullanýlan veriler, bugün AKP için kullanýlmaktadýr. Birincisi ülkemizin daha fazla emperyalizme baðýmlý ve yoksullaþan bir ülke haline getirilmesine ne kadar hizmet etmiþ ise, ikincisi de tüketimin þeriat esaslarýna göre denetim altýna alýnmasýna ve þeriatçýlýðýn sosyal yaþamda etkin hale gelmesine o kadar hizmet edecektir. Klasik burjuva ekonomi-politiðinin talep enflasyonuna karþý iç talebin kýsýlmasý yöntemi ile tüketimin þeriat esaslarýna göre denetlenmesi bir ve ayný þeydir. Ýç talebin kýsýlmasý karþýsýnda, ara mallarý ithalatýndaki artýþa paralel olarak üretim canlandýrýlacak ve ihracata yönelik üretim (her zamanki gibi) yeniden gündemin birinci maddesi haline gelecektir. Bu ise, bir dönem TLnin aþýrý deðerlenmesine dayanarak ara mallarý ithalatýnýn artmasý demektir. Ve her zaman olduðu gibi, ihracatýn artýrýlabilinmesi için TLnin deðer yitirmesi peþinden gelecektir. Buraya kadar, IMF programý ile AKP uygulamasý arasýnda bir çatýþký ortaya çýkmayacaktýr. Çatýþký, tekelleþememiþ sanayi ve ticaret bur- Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 263 KURTULUÞ CEPHESÝ juvazisinin yeterli ihracat yapamadýðý ve ara mallarý ithalatý yanýnda tüketim mallarý ithalatýnýn da artmasý karþýsýnda kendisi için gerekli iç talebin artýrýlmasý için devlet harcamalarýnýn artýrýlmasý noktasýnda ortaya çýkacaktýr. Medyanýn kapasite kullaným oranlarý üzerinden yaptýðý çýðýrtkanlýðýn üstünü örtmeye çalýþtýðý gerçeklerdir bunlar. Bugün için AKPnin açýk ve belirgin bir ekonomi politikasý ortalýkta bulunmamaktadýr. Bilinebilen ve görülebilen ise, sýnýfsal çýkarlarýnýn temsilcisi olduðu küçük ve orta sermaye kesimlerinin içinde bulunduklarý kriz koþullarýna göre hareket edecek olduklarýdýr. Ekonomide henüz hiçbir iyileþme ve geliþme mevcut deðilken yapýlan çýðýrtkanlýklara bakýldýðýnda, AKPnin ilk bir yýllýk acil hedefler uygulamasý sonucunda %100 lük ve daha da üstünde kapasite kullaným oranlarýyla karþýlaþmak fazlaca þaþýrtýcý olmayacaktýr. Tayyip Erdoðanýn Avrupa seferine bakarak, AB ülkelerine yeni ihracat olanaklarý saðlanacaðýný bekleyenlerin de umduklarýný bulamayacaklarýný bugünden söylemek kahinlik olmayacaktýr. Dünya ekonomik bunalýmýnýn varlýðýný sürdürdüðü ve giderek deflasyon ve durgunluðun birlikte görülür hale geldiði bir dönemde, AB ülkelerine yönelik ihracatýn artýrýlmasý olanaksýzdýr. Tersine bu ülkelerden yapýlan ithalatta büyük bir artýþ ortaya çýkmasý daha büyük olasýlýktýr. Ýþte Tayyip Erdoðan ve þürekasýnýn Erbakandan öðrendikleri de burada ortaya çýkmaktadýr. Erbakan, 28 Þubat post-modern darbesiyle sona eren kýsa baþbakanlýðý döneminde ilk yurtdýþý gezilerini islam ülkelerine yapmýþken, Tayyip Erdoðan batýya yapmýþtýr. Ve anýmsanacaðý gibi, Erbakanýn Endonezyadan Libyaya kadar yaptýðý bu yurtdýþý gezisi büyük bir talihsizlik olmuþ ve kanlý ya da kansýz þeriatçýlýðýn ilk adýmlarý olarak kamuoyuna yansýmýþtýr. Oysa ki, Erbakanýn bu davranýþýnýn temelinde, küçük ve orta sermaye kesimleri için yeni pazar ve kaynak bulma amacý bulunuyordu. Erbakan, bu pazar ve kaynaklarý AB ülkelerinden bulmanýn olanaksýz olduðunu bildiðinden, doðrudan bulacaðýný sandýðý islam kardeþlerine gitmiþti. Tayyip Erdoðan ise, re-export bir ekonomi için, batý ile doðu arasýnda köprü olma söylemiyle batýya yönelirken, hem Erbakan gibi þeriatçýlýðýn ilk adýmlarý görünümünden kurtulmayý, hem de üretim kapasitesi düþmüþ küçük ve orta sermaye için kaynak bulmayý amaçlamýþtýr. Bu yolla, özellikle medyada köþe baþlarýný tutmuþ olan küçük-burjuvalarý da (bir süre için) kendisine yedeklemiþ olmaktadýr. Üreten bir ekonomi için (kapasite kullaným oranlarý bu anlamda kullanýlarak) pazar bulmak amacýyla Tayyip Erdoðanýn ikinci büyük yurtdýþý seferinin kardeþ islam ülkelerine olacaðý ise kesindir. Bunun da Erbakanýn islam ortak pazarý söylemiyle gerçekleþ- 264 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ tirileceði ise her türlü kuþkudan uzaktýr. Bu kez, Erbakandan farklý olarak Tayyip Erdoðanýn elinde batýdan istedik vermediler kozu da bulunacaðýndan, kardeþ islam ülkeleri sefe-rinin daha büyük bir medyatik destekle gerçekleþme olasýlýðý bulunmaktadýr. Gerek dünya ekonomik buhraný, gerekse islam ülkelerinin emperyalizme baðýmlýlýðý, milli görüþün her türlü versiyonunun gerçekleþmesini olanaksýz kýlmaktadýr. Dolayýsýyla Tayyip Erdoðan ve þürekasý da, her zaman olduðu gibi, içe, iç pazara dönmek zorundadýr. Bir baþka deyiþle, küçük ve orta sermaye kesimleri için gerekli kaynaklar ve talep, iç pazardan karþýlanmak zorundadýr. Bu, adil düzenin ilk adýmý olarak, kredi kaynaklarýnýn küçük ve özellikle orta sermaye kesimlerine yönlendirilmesi demektir. Ama ortada üretken yatýrýmlar için gerekli para-sermaye bulunmamaktadýr. Ülkedeki kullanýlabilir tüm para-sermaye kaynaðý ise, devlet iç borçlanma senetleri ve vergiler yoluyla elde edilecek devlet gelirleri olarak vardýr. Devlet iç borçlanma yoluyla küçük ve orta burjuvaziye ek bir kaynak, yani reel faiz olanaðý saðlamak AKPnin acil hedefleri arasýnda olacaktýr. Bugüne kadar piyasa yapýcý bankalar aracýlýðýyla gerçekleþtirilen iç borçlanma, daha farklý araçlar kullanýlarak küçük ve orta sermaye kesimlerinin yararlanacaðý bir biçimde deðiþikliðe uðratýlacaktýr. Bu konuda bilinen yöntem ise, T. Özalýn Emlak Bankasý aracýlýðýyla gerçekleþtirdiði karþýlýksýz kredi verme yöntemidir. Diðer bir deyiþle, kamu bankalarýnýn görev zararlarý bir kez daha büyük miktarlara ulaþacaktýr. Vergi yoluyla yeni kaynak ise, laik kesimlerin vergilendirilmesini öne çýkartacaktýr. Özellikle kent küçük-burjuvazisinin T. Özal döneminde baþlayan ithal mallara dayanan yeni tüketim alýþkanlýklarý AKP hükümetinin vergi uygulamalarýnýn odak noktasýný oluþturacaktýr. IMF ve Kemal Derviþin üstün gayretleri ile çýkartýlan ÖTV bu konuda yasal bir zemin oluþturmaktadýr. Diyebiliriz ki, Tayyip Erdoðanýn AKP hükümeti, 1987-89 T. Özal uygulamalarýnýn ikinci versiyonu olarak ortaya çýkmaktadýr. Fak-FukFonun yeniden canlandýrýlmasý da bu versiyonun birincisinin birebir taklidi olacaðýný göstermektedir. Nitekim AKPnin ilan ettiði acil eylem planýnda yeralan 15.000 kmlik duble yol yapým çalýþmalarýna ilk altý ayda baþlanacak, Boðaz Demiryolu-Tüp Geçiþi ve Gebze-Halkalý banliyö hattý projeleri gibi yeni projeler devreye sokulacak, 6 ay içinde konut seferberliði baþlatýlacak sözleri de bu durumu yansýtmaktadýr. (Anýmsanacaðý gibi, T. Özalýn üç büyük misyonu ve vizyonu olmuþtur: Boðaz Köprüsünün satýþý ve 3. köprünün yapýlmasý; TEM otoyol inþaatý ve toplu konut.) Doðal olarak T. Özalýn bu ikinci versiyonu, birincisi için medyada hiç sözü edilmeyen kaynak sorunuyla karþý karþýyadýr. Elbet- Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 265 KURTULUÞ CEPHESÝ te ilk anda Özal vizyonu ile yap-iþlet yöntemi kullanýlacaðý ilan edilecek ve bu iþler için gerekli finansmanýn ihaleyi alan þirketler tarafýndan bulunacaðý ilan edilecektir. Ama vermeden almak Allaha mahsus olduðundan, ekonomide herþeyin bir karþýlýðý bulunmak zorundadýr. Bu da, dýþ ve iç borçlanmanýn artýrýlmasýndan baþka bir þey deðildir. Ancak T. Özalýn ikinci versiyonu olmak Tayyip Erdoðan ve þürekasý için fazlaca önemli deðildir. Onlarýn düþüncesine göre, Menderes, Demirel ve Özalýn yaptýklarýnýn kitleler tarafýndan nasýl algýlandýðý önemlidir. Menderes iktidarýnýn nispi refahý artýrýcý uygulamalarýnýn 1957 kriziyle, Demirelin tek baþýna iktidarýnýn 1970 devalüasyonu ile ve T. Özalýn 200 milyar dolarý aþan iç ve dýþ borçla sonuçlanmýþ olmasýndan çok, seçmenlerin gözünde görünüþleri önem taþýmaktadýr. Bu nedenle, bu uygulamalarla 10 yýllýk bir iktidar dönemini garantiye alacaklarýný ummaktadýrlar. Doðal olarak, böylesine garantilenecek on yýllýk bir AKP iktidarýnda, þerî esaslara uygun yasal düzenlemeler yapmanýn, devlet bürokrasisini þeriata uygun hale getirmenin ve sivil toplumu þeriata uygun bir yapýya dönüþtürmenin olanaklý olacaðý varsayýlmaktadýr. Bu nedenle, bu yönde atýlacak adýmlarýn aceleye getirilmemesi, yumuþak davranýþlar sergilenmesi ve tepkilerin tebessümle geçiþtirilmesi gündeme gelmektedir. Bu durumda þu sorular ortaya çýkmaktadýr: Cumhuriyet Türki- yesinde böylesine yumuþak geçiþli ya da Erbakanýn deyiþiyle, kansýz bir biçimde þeriatçýlýða geçiþ olanaklý mýdýr? T. Özalýn ikinci versiyonunu ekonomik olarak sergilemenin koþullarý var mýdýr? Ülke ekonomisi buna dayanabilir mi? Bu uygulamalar karþýsýnda oligarþinin ve emperyalizmin tavrý ne olacaktýr? Öncelikle unutulmamasý gereken, Kemal Derviþin iddiasýnýn ak- sine, ekonomi ile politika birbirinden ayrýlmaz bir bütün oluþtururlar. Ekonomi-politika ya da politik ekonomi, devlete ve devlet çerçevesi içinde yaþayan tüm ulusa ait bir kavramdýr. Bu nedenle, AKP olayýnýn politik (þeriatçý) yaný ile ekonomik yaný bir bütün oluþturmaktadýr. Küçük ve orta sermaye kesimlerinin temsilcisi olarak atacaðý her adým, küçük ve orta burjuvazinin AKPye verdiði desteðin sürmesine hizmet edecektir. Parlamentoda bir baþka sað partinin mevcut bulunmayýþý, ister istemez küçük ve orta burjuvazinin parçalan- mýþlýðýnýn ikinci plana itileceði bir siyasal durum yaratmýþtýr. Bir dönem için, küçük ve orta sermaye kesimlerinin bölünmüþlüðünden beslenen siyasal engeller AKPnin karþýsýna çýkmayacaktýr. Ama en büyük sorun da burada yatmaktadýr. Küçük ve orta sermaye kesimleri (özellikle tekelleþememiþ sa- nayi ve ticaret sermayesi) homojen bir bütün oluþturmadýklarý için, deðiþik sektörlerde deðiþik iliþkiler içindedirler. Her kesimin üretim alaný, ayný zamanda ihtiyaç duyduklarý talebi belirlemektedir. 266 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ Örneðin konfeksiyon sektöründe büyük bir alým gücüne sahip olan kent küçük-burjuvazisine yönelik üretim yapan kesimlerin çýkarlarý ile gelir düzeyi düþük kesimlere yönelik üretim yapan kesimlerin çýkarlarý belli bir yerden sonra birbiriyle çatýþmak durumundadýr. Türbanla baþlayan tesettür ile biçimlenen þeriatçý konfeksiyon üretimi ile çaðdaþ, batý modasýna uygun konfeksiyon üretimi uzun bir süre bir arada varolamaz. Her sermaye gibi, bu kesimlerde faaliyet gösteren sermaye de sürekli büyümek eðilimindedir. Bu ise pazarýn geniþlemesi demektir. Birinin pazarýndaki geniþleme (þeriat esaslarýna uygun tüketim mallarý üretimi), diðerinin pazarýnýn (batý tarzý) daralmasý pahasýna gerçekleþtirilebilir. Böylece þeriatçý-laikçi ayrýþmasý, küçük ve orta sermaye kesimlerinin ayrýþmasýný da beraberinde getirir. Diðer yandan yapýmýna hýzla baþlayacaklarýný ilan ettikleri 15.000 kilometrelik duble yol, TEMin dýþýnda kalan illere yönelik olacak ve bu illeri daha fazla iç pazara açacaktýr. Kütahyadan Erzuruma, Samsundan Rizeye uzanan duble yol, buradaki geleneksel mallar üreten kesimlerin iç pazardan daha fazla pay almalarýna neden olurken, ayný pazarda faaliyet gösteren bir baþkasýnýn pazar yitirmesine neden olacaktýr. Öyle ki, bugün için belli oranda iç pazarda yer bulan Konya ve Kayseri küçük ve orta sermayesi bu geliþmeden en fazla zarar görecek kesimi oluþturmaktadýr. Laik kent küçükburjuvazisine yönelik üretim yapan kesimlerin devreden çýkartýlmasýyla ortaya çýkacaðý düþünülebilecek pazarýn her kesime de yeterli olacaðý varsayýlsa bile, laik kent küçük-burjuvazisinin bu kesimlerin ürünlerine talepte bulunup bulunmayacaðý belirsizdir. Dolayýsýyla belirsiz ve muðlak bir pazar için yatýrým yapacak bir sermaye bulmak da, o derece hayalidir. Doðal olarak, her sermaye gibi, bu sermaye kesimleri de fiilen varolan pazar için ve bu pazardaki talebe uygun olarak yatýrým ve üretim yapmak durumundadýr. Bu nedenle, bir yandan pazarda aþýrý-üretim ortaya çýkacak, diðer yandan ise kendi aralarýnda rekabet savaþý baþ gösterecektir. Bugüne kadar, oligarþinin ve emperyalist ülkelerin tüketim mallarýnýn rekabeti ile yüzyüze olan bu kesimler, geliþmeye baðlý olarak kendi içlerinde çatýþmaya girmek durumunda kalacaklardýr. Kitlelerin tüketimi asgariye indirilemediði ve belli bir düzeyde sürekli ve sabit hale getirilemediði sürece, bu rekabet AKPnin parçalanmasýyla eþ sonuçlar üretecektir. Tekelleþememiþ ya da son kriz nedeniyle iflas etmiþ yahut iflas eþiðine gelmiþ sanayi ve ticaret sermayesi ise, geleneksel mallar üreten küçük ve orta sermaye kesimlerinden farklý olarak, iþbirlikçi tekelci burjuvazinin üretim alanlarýna el atmaksýzýn varolamayacaktýr. Otomotivden beyaz eþyaya kadar, aðýrlýklý olarak kent küçük-burjuvazisinin tükettiði mallar üretimindeki tekelleþme çabalarý, bir yandan siyasal iktidarýn desteðini gerekli kýlarken, diðer yandan kent küçük-burjuvazisinin tüketim gücünün varlýðýný ve sürekliliðini gerekli Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 267 KURTULUÞ CEPHESÝ kýlar. Dolayýsýyla kent küçük-burjuvazisinin tüketimini þeriat esaslarýna uygun hale getirecek her uygulama, bu tekelleþememiþ burjuvazinin çýkarlarýna ters düþecektir. Bugün tekelci burjuvazinin içinde yer alan, ancak son ekonomik krizle iflas etme noktasýna gelmiþ olan Karamehmetin (Çukurova Holding) AKPye verdiði medyatik destek ile Turkcellin tüketicisi kitle arasýnda açýk bir çeliþki bulunmaktadýr. Bunun anlamý ise, Karamehmetin AKP iktidarýnýn acil eylem planý çerçevesinde yapacaklarýyla elde etmeyi umduklarý, onlarýn medyatik desteðinin sýnýrýný belirlemektedir. (Bu da, bilineceði gibi, Pamukbanka el konulmasýyla ilgilidir.) Þeriatçý ya da islamcý olarak adlandýrýlan tekelleþememiþ sermaye kesimlerinin bir simgesi durumunda bulunan Ülker grubunun AKPye verdikleri açýk destek gözönüne alýnýrsa, bu dönemde Ülkerin tekelleþme hayallerinin gerçekleþeceðinden söz etmek olanaklýdýr. Þüphesiz Ülkerin tekelleþmesi, ayný sektörde faaliyet gösteren tekellerin güç kaybetmesi ve hatta piyasadan çekilmesi anlamýna gelecektir. Bu açýdan, Ülkerin tekelleþmesi, somutta Nestleden Milkaya kadar çokuluslu tekellerin pazar yitirmesi demektir. Nestlenin Ýsviçre, Milka nýn Alman tekeli olduklarý gözönüne alýndýðýnda, çatýþmanýn ulusal ölçekte deðil, uluslararasý ölçekte sonuçlar ortaya çýkartacaðý hemen görülecektir.* Diðer yandan ise, Ülkerin bu sektörde tekel haline gelebilmesinin yolu, Nestlenin ürettiði tüm ürünlerde pazarý ele geçirmesine baðlýdýr. Bu da, Nestcafenin Ülkercafe lehine piyasadan çekilmesini öngerektirir. Bu iliþki ve çeliþkiler içinde oligarþi dýþýndaki sömürücü sýnýflar arasýndaki ayrýþma ve bölünmelerin 3 Kasým seçimlerinde AKP etra- fýnda birleþme yönündeki geliþiminin sürdürülebilinirliði de oldukça zordur. Özellikle tekelleþememiþ sanayi ve ticaret burjuvazisinin þeriatçýlýk temelinde sürdürdükleri siyasal iliþkileri, hem ekonomik, hem ideolojik açýdan hýzlý bir ayrýþma dinamiðine sahiptir. Al Baraka Türk, Faisal Finans ve Asya Finans gibi faizsiz bankacýlýk adý altýnda baþlatýlan bankacýlýk iliþkilerinin baþlangýçta yarattýðý birlik, 2001 kriziyle birlikte ayrýþmaya yerini býrakmýþtýr. Yasal olarak özel finans kurumu olarak tanýmlanan, faizsiz bankacýlýk yaptýklarýný söyleyen þeriatçý kesimlerin finans kuruluþlarý, Albaraka Türk Özel Finans Kurumu A.Þ. (1985), Faisal Finans Kurumu A.Þ. (1985), Kuveyt Türk Evkaf Finans Kurumu A.Þ. (1989), Anadolu Finans Kurumu A.Þ. (1991), Ýhlas Finans Kurumu A.Þ. (1995) ve Asya Finans Kurumu A.Þ.dir (1996). Kamuoyu tarafýndan çok fazla bilinmeyen bu ayrýþma, Faisal Finansýn 1998 yýlýnda Kombassan Holdinge dolaylý olarak satýþý * Bu konuda Nestle ile Ülker arasýnda baþlayan benim çikolatamda daha fazla süt var üzerinde yükselen reklam savaþý ilk haberci durumundadýr. 268 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ ile baþlamýþtýr. Kombassan Holdingin yasal nedenlerle bankacýlýk yapamayacaðý açýða çýktýktan sonra Faisal Finans hisseleri Sabri Ülkere ait Ýsviçredeki Olfo SA aracýlýðýyla satýn alýnmýþ ve adý Family Finans olarak deðiþtirilmiþtir. Bu iþlemler BDDKya yanlýþ bilgi verilerek AKP nin Maliye Bakaný Kemal Unakýtan tarafýndan gerçekleþtirilmiþtir.* Özel finans kuruluþlarýndan bir diðeri olan Asya Finans 1996 yýlýnda kurulmuþtur. Yönetim kurulu baþkaný Ýhsan Kalkavan olmakla birlikte, asýl sahipleri Fettullah Gülen ve Selçuk ve Faruk Berksandýr. Berksan kardeþler Asým Ülkerin çocuklarýdýr. Asým Ülker, kardeþi Sabri Ülkerle birlikte Ülker þirketinin kurucusudur. Soyadýný 1953 yýlýnda Berksan olarak deðiþtirmiþtir. Ülker kardeþlerin yollarý 1987 yýlýnda ayrýlmýþ ve Asým Ülker Berksan Kar Þirketler Grubunu kur-muþtur.** Asya Finansýn diðer kurucularý ise, M. Emin Hasýrcýlar (ÝGSnin kurucusu, Hasýrcýlar Tekstil), Mustafa Kavurmacý (Aydýnlý Giyim), O. Gürbüz Özkara (Ýzmir, Türki cumhuriyetlere ihracat yapar), Tahsin Tekoðlu (tekstilci, Türkmenistanda fabrikasý var), A. Rýza Tanrýseven (sinemacý), Beyhan Nakipoðlu (Beca Holding), Turgut Aydýn (Aydýn Örme), Hüseyin Döðme (Londra Camping ve TIR þirketi sahibi), Sadýk Piþen (plastik sanayi), Naci Altýnbükendir (sarraf). Yerli malý þeriatçý finans kuruluþlarýnýn en çok bilineni ise Ýhlas Holdigne aittir (Ýhlas Finans). Bu üç yerli malý þeriatçý finans kuruluþunun da içinde yer aldýðý özel finans kuruluþlarýnýn ellerinde tuttuklarý mevduat miktarý 550.000 hesapta 2 milyar dolar civarýndadýr. Asli iþlevleri islamcý sermaye olarak medyada tanýmlanan kesimlere düþük faizli kredi temin etmektir. Üç yerli malý finans kuruluþunun kendilerine ait medyalarý bulunmaktadýr. Ülker grubunun denetimindeki Faisal Finans (Family Finans) Kanal 7 ve Yeni Þafak, Ýhlas TGRT ve Türkiye gazetesi, Asya Finans Samanyolu Tv ve Zaman gazetesi yoluyla ken* Tüm çaðdaþ (kravatlý, takým elbiseli) görünümlerine raðmen, yaptýklarý iþin niteliðini çok iyi bilmektedirler. 14 Nisan 2002 günlü Yeni Þafak gazetesinde Family Finans Genel Müdürü Can Akýn Çaðlar, meslek dýþýnda yapmak isteyip de yapamadýðýnýz þeyler var mý? þeklindeki soruyu þöyle yanýtlamaktadýr: Ýstediðim iki þey vardý. Birincisi Boðazda içkisiz bir balýk lokantasý. Ben yapamadým ama þu anda bir sürü var. Ýkincisi muhafazakar eðilimli insanlarýn bütün gününü orada geçirebileceði, içerisinde spor tesisi, yüzme havuzlarý, eðlence merkezleri falan olan, üyelikleri olan ve sadece üyelerin girebileceði bir kompleks, büyük bir klüp kurmak. Enka gibi böyle tesisler var ama muhafazakar kesime hitap eden bir yer yok. ** Asým Ülker Berksanýn Kar Þirketler Grubu bünyesinde þu þirketler bulunmaktadýr: Kar Yatýrým, Arcon, Kar Gýda, Kafeda, Bolpat, Kar Et, Kar Gene, Fatih, Kar Tarým, Kar Yapý, Umde, Çamlýca Ýnþaat, Novaplast, Sing Mavi Boru, Altair, Topair, Top Service, Hezarfen, Kar Metal, Karberk, Kar Paket, Kar Poligon, Force, Atlas Air, Mavi Ay, Karlink, Mavi Boru, SBF, Bisco, Karimpex, Kar Sing, Çamlýca Vakfý. Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 269 KURTULUÞ CEPHESÝ di medyalarýna sahiptirler. Bu yönüyle, bu üç finans kuruluþu (islamcý banka) tekelleþememiþ sanayi ve ticaret burjuvazisinin kendi içlerindeki alt birlikleri ifade etmektedirler. Ancak gerek finansman için kullandýklarý yöntem (faizsiz bankacýlýk), gerek finanse ettikleri þirketlerin faaliyet alanlarý ortak ve ayný olduðundan, oligarþi ile olan çeliþkileri yanýnda kendi iç çeliþkileri de aðýr basmaktadýr. Kendi iç çeliþkileri, bir yandan tarikat ayrýlýklarý olarak ideolojik niteliklere sahip iken, diðer yandan benzer üretim alanlarýnda faaliyet yürütmelerinden doðan ekonomik niteliklere sahiptir. Örneðin, bugün için birlikte hareket eden Ülker ile Saray grubu gýda sektöründe, aðýrlýklý olarak da bisküvi vb. alanlarýnda faaliyet yürütmektedirler. Öte yandan birisi Nakþibent tarikatýndan iken, diðeri Nurcudur. Tekelleþememiþ ve tekelleþmenin yolunu MNPden AKPye kadar uzanan þeriatçý siyasal güç ile saðlayacaklarýný düþünen sanayi ve ticaret burjuvazisinin iç çeliþkileri MÜSÝAD içindeki çatýþmalarda da görünür hale gelmiþtir. MÜSÝAD içinde yaþanan çatýþmalar yanýnda TOBB içinde zaman zaman ortaya çýkan farklýlýklar, uzun yýllar iþbirlikçi tekelci burjuvazinin bu kesimlerle yaþadýklarýndan farklý deðildir. Aradaki fark, geçmiþte feodal ve yarý-feodal kesimlerle ittifak kuran iþbirlikçi tekelci burjuvazinin yerini tekelleþememiþ sanayi ve ticaret burjuvazisinin almýþ olmasýdýr. Ama iþbirlikçi tekelci burjuvazi, baþtan emperyalizmle bütünleþmiþ olarak doðduðundan, bu ittifakta kendi içinde belli bir homojenlik oluþturabilmiþken, ayný durum diðerleri için mevcut deðildir. Dolayýsýyla birarada tutulmasý ve yönetilmesi neredeyse olanaksýz olan bir iliþki ve çeliþki sözkonusudur. Tekelleþememiþ sanayi ve ticaret burjuvazisinin oligarþi dýþýndaki sömürücü sýnýf ve tabakalarýn öncülüðünü yapabilmesi ve kendi önderliði altýnda bir milli burjuva bloku oluþturabilmesi, iç dinamiðin ürünü olarak açýklanabilse bile, bu kesim milli burjuva özelliklerine sahip deðildir. Ülkedeki mevcut kapitalist iliþkiler ve burjuvazi, emperyalist-kapitalist iliþkilerle karþýlaþtýktan ve ona tarihi bir süreç içinde tabi olduktan sonra, ilerici niteliðini yitirmiþ ve üretici güçleri engeller bir niteliðe bürünerek, iç dinamiðin hareketine karþý olmaya baþlamýþtýr.* Dolayýsýyla, ülkemizde iç dinamiðin taþýyýcýsý ve sürdürücüsü sýnýf proletaryadýr. Bu yüzden, tekelleþememiþ burjuvazinin her giriþimi, kendisini tekelleþtirmek ve bu amaç için emperyalizmin iþbirlikçisi olmak yönündeki hareketinden baþka bir anlama gelmemektedir. Bugün tekelleþememiþ sanayi ve ticaret burjuvazisi için fazlaca seçenek bulunmamaktadýr. Ya mevcut iþbirlikçi tekelci burjuva kesimleri bir yana iterek onlarýn yerine geçecektir, ya da onlarýn * Ýlker Akman, Mevcut Durum ve Devrimci Taktiðimiz. 270 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ yönetimi altýnda dýþ pazarlara açýlacaktýr. Birinci seçenek, mevcut iþbirlikçi tekelci burjuvazinin önemli bir bölümünün tasfiyesine neden olacak büyük bir ekonomik kriz ortaya çýkmadýðý sürece olanaksýzdýr. Ki böyle bir ekonomik kriz koþulla- rýnda tekelleþememiþ burjuvazinin ayakta kalabilmesi ise hiç mümkün deðildir. Ýkinci seçenek ise, 1995de RPye ve 1999da MHPye baðlanan umutlarýn aynýsýdýr. RPnin islam ülkelerine yönelik ihracatý artýracaðý beklentisi ile 1999 seçimlerinde MHPnin Türki cumhuriyetlerin iç pazarlarýný ele geçirmeyi saðlayacaðý beklentisi dýþ pazarlara açýlmadan baþka bir yolun kalmadýðýný göstermiþtir. Ancak emper-yalist ülkelerde ortaya çýkan aþýrý-üretim buhraný ve buna baðlý olarak dünya ticaretindeki büyük düþüþ, dýþ pazarlarda yer bulmanýn sanýldýðý kadar kolay olmadýðýný göstermektedir. Diðer yandan, emperyalist ülkelerin eski teknoloji ürünleriyle yapýlan üretim maliyetleri, iþgücünün görece ucuzluðuna raðmen, yeterli rekabet olanaðý yaratmamaktadýr. Bu yüzden, þeriat ekonomisi, kaçýnýlmaz olarak bir re-export ekonomi olmaz durumundadýr. 1990 sonrasýnda Anadoluda baþ gösteren serbest bölge olma giriþimleri ve istekleri, Anadolu kaplanlarýnýn Güney Kore modeli bir yol izlenmesi talebini ifade etmektedir. Küçük ve organize sanayi bölgelerinde faaliyet yürüttükleri için serbest bölge ilan edilmesiyle herþeyin düzeleceðini beklemektedirler. Vergisiz ve sendikasýz serbest bölgeler den yapýlacak ihracat, ayný zamanda iç pazardaki tekelci burjuvazinin egemenliðine zarar vermeyeceði için daha uyumlu bir çözüm olarak ortaya çýkmaktadýr. Tayyip Erdoðanýn Avrupa seferi böylesi bir re-export ekonomi için bir arayýþ olarak da görünmektedir. Türkiyenin stratejik ve coðrafi konumu, Avrupa ile Asya arasýnda köprü oluþu konusunda bitmez tükenmez demeçlerin gerçekliði de burada bulunmaktadýr. Bu kesimlerin göremedikleri ve anlamak istemedikleri ise, dünya pazarlarýnýn emperyalist ülkeler tarafýndan paylaþýlmýþ olduðudur. Aþýrý-üretim buhraný koþullarýnda bu pazarlarda yer bulmak ise tümüyle olanaksýzdýr. Bu nedenle, re-export ekonomi arayýþý, emperyalist ülkelerin yenilenmesi zorunlu hale gelmiþ olan makinelerinin alýcýsý (ithalatçýsý) olmaktan öteye geçmeyecektir. Bu kesimler için AKP hükümetinin yapacaðý tek þey, faaliyet dýþý kârlarýný artýrýcý yollar bulmaktan ibarettir. Genel olarak, devlet kredisinin oynaklýðý, devlet sýrlarýný bilmek, bankacýlara olduðu gibi onlarýn meclislerdeki ve tahttaki yandaþlarýna da, devlet tahvillerinin geçerli fiyatýnda görülmemiþ ve ani dalgalanmalar yaratma olanaðýný* verir. AKPnin kullanabileceði * Marks, Fransada Sýnýf Savaþýmlarý (1848-50), Seçme Yapýtlar, Cilt: I, s. 251. Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 271 KURTULUÞ CEPHESÝ tek kaynak da budur. Ve her zaman olduðu gibi, bu dalgalanmalarýn deðiþmez, sürekli sonucu, ancak bir küçük sermayedarlar yýðýnýnýn yýkýmý ve büyük spekülatörlerin akýl almaz bir hýzla zenginleþmesidir. 272 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ Stratejik Ortaklýk KURTULUÞ CEPHESÝ Sayý: 73, Kasým-Aralýk 2002 Gazetelerde de okuduðunuz gibi ABD Irak için bizden asker istiyor. Bu bir tek þeyi gösteriyor: Türkiyede yönetim gayet iyi durumdadýr. Türkiye, Amerika ile stratejik ortaklýðýný gayet ileri götürmektedir. Öfkeyle kalkýp zararla oturulmamýþtýr. (Tayyip Erdoðan, Baþbakan) ABD-Türkiye stratejik ortaklýðý konusu, Amerikan emperyalizminin Irak saldýrýsý öncesinde baþlayan, 1 Mart günü tezkerenin TBMMde kabul edilmemesiyle ön plana geçen ve yeniden Iraka Türk askeri gönderilmesi tartýþmalarýyla bir kez daha gündeme getirilmiþtir. Özellikle dýþiþleri bakaný Abdullah Gülün son ABD ziyareti öncesinde baþlatýlan ABD Irakta zor durumda, bizden asker istiyor propagandasýyla birlikte stratejik ortaklýk sürüyor ve gayet ileri götürülmektedir söylemleri medyada sürekli iþlenir olmuþtur. ABD Savunma Bakaný Donald Rumsfeldin Tayyip Erdoðana gönderdiði mektubun açýklanan metninde Kore Savaþýnýn zor günlerinden bu yana, yarým asýrdýr, bizimle omuz omuza duran Türk Ordusunun cesaret ve onurundan sözettikten sonra, Türkiye ile ABD arasýndaki stratejik ortaklýk, bu olayla ortadan kalkmayacak kadar saðlýklý ve çok önemlidir. Aramýzdaki baðlarýn güçlendirilmesini istiyorum. Biliyorum ki, ittifak ve büyük uluslarýmýz daha uzun yýllar bunun meyvelerini toplayacak. diye yazýlý olmasý, Amerikan emperyalizmiyle stratejik ortak olunmasýnýn ve bu stratejik ortaklýðýn gereklerinin yapýlmasýnýn savunucularýný sevindirmiþtir. Sözcüðün tam anlamýyla stratejik ortaklýk, Amerikan emperyalizminin iþbirlikçiliðinin yeni bir söylemi ve iþbirlikçiliði gizleme- Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 273 KURTULUÞ CEPHESÝ nin yeni adýdýr. Tarihsel olarak bilinen, deðiþik olaylarda kullanýlmýþ ve olaylarý anlamayý saðlayan kavramlarýn içeriklerinin boþaltýlmasý ve yerlerine içeriði olmayan, boþ sözcüklerin geçirilmesi yoluyla, insanlarýn geliþen olaylarýn gerçek niteliðini kavramalarýný engellemeyi amaçlayan propaganda yöntemi burada bir kez daha karþýmýza çýkmaktadýr. Daha düne kadar hiç duyulmamýþ, kullanýlmamýþ ve süreç içinde ne anlama geldiði bilinmeyen stratejik ortaklýk gibi bir kavramýn ortalýða atýlmasýyla saðlanmak istenen, insanlarýn ne olduðunu bilemedikleri, tarihsel süreçte sonuçlarýný görmedikleri bir geliþme ya da olay karþýsýnda olduklarý kanýsýný oluþturmaktýr. Doðal olarak böyle bir kaný sahibi olan insanlarýn önemli bir bölümünün olayýn yeni olduðunu, dolayýsýyla sonuçlarýnýn bilinemeyeceði düþüncesine ulaþacaklarý hesaplanmýþtýr. Emperyalizmin iþbirlikçisi olmanýn ne anlama geldiðini yaþayarak öðrenmiþ kitlelerin, yeni ve içeriksiz stratejik ortaklýk söylemi karþýsýnda þaþkýnlýða düþmeleri çok doðaldýr. Ancak burada stratejik ortaklýk söyleminden en çok etkilenen ve perspektif yitimine uðrayan kesim ise, küçük-burjuva aydýnlarýnýn eski sol kanadýdýr. Özellikle Marksist-Leninist yazýndan öðrendikleri birkaç bilgi kýrýntýsýyla strateji ve taktik konusunda belli bir bilgiye ve bakýþ açýsýna sahip olduðunu sanan bu kesim þaþkýn durumdadýr. Türkiyenin stratejik öneminden stratejik bombardýman uçaðýna (B-52) kadar her konuda bilgi ve bakýþ açýsý sahibi olduðunu sanan bu sol kanat küçük-burjuva aydýnlarý, stratejik ortaklýkýn Amerikan emperyalizminin askeri saldýrganlýðýnýn bir parçasý olmak anlamýna geldiðini hissetmektedirler. Ve hatta bazýlarý bunu açýkça da ifade etmektedirler. Ancak T. Özalla birlikte edindikleri ticaret ve pazarlama þirketi bakýþ açýsýyla, ülkenin stratejik öneminin nasýl kullanýlacaðý konusunda bir fikre sahip deðillerdir. Bu nedenle, stratejik ortaklýk söylemine karþý yaptýklarý en temel itiraz, ABDTürkiye iliþkilerinin böylesi bir ortaklýkýn gerektirdiði eþit ve adil bir iliþkiye dayanmadýðýdýr. Bu düþünce, Erbakanýn çoluk-çocuk dediði AKP kurucu ve yönetici kesimi tarafýndan da paylaþýlmaktadýr. 1 Mart tezkere krizi sonrasýnda ABD ile Türkiye arasýndaki bozulan iliþkilerin yeniden düzeltilmesi gerekliliði söyleminin yaygýnlaþmasýnýn ardýnda yatan da bu düþüncedir. Ancak küçük bir pürüz varlýðýný sürdürmektedir: Bir taraf stratejik ortaklýktan söz ederken, diðer taraf bu sözcükleri aðzýna bile almamaktadýr. Öyle ki, medyanýn sevdiði tanýmlamayla, Stratejik ve Uluslararasý Etütler Merkezi (CSIS) Türkiye projesi direktörü Bülent Aliriza, Amerikan 274 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ yönetiminin üst düzey bir yetkilisinin kendisine, Þu anda Türkiye ile ABD arasýnda stratejik ortaklýk yoktur dediði söyleyerek, bu durumu teyid etmiþtir. Bu haberlere karþýn, Abdullah Gül ve Tayyip Erdoðan, bulduklarý her fýrsatta, Türkiyenin ABDnin stratejik ortaðý olduðunu söyleyerek, kamuoyunda oluþan karamsar havayý daðýtmaya çalýþýrlarken, amaçlarýný Türkiyenin stratejik önemine uygun bir stratejik ortaklýk elde etmek olarak sunmaktadýrlar. Ýþte bu dönemde Amerikan emperyalizminin yeni asker talebi, eski Amerikan büyükelçisi Robert Pearsonun ifadesiyle, Irak taki istikrarsýz bölgede iþgal gücü olarak görev yapacak asker talebiyle birlikte Amerika ile iliþkilerin geliþtiðinin kanýtý olarak da bu stratejik ortaklýkýn ABD yetkilileri tarafýndan telâffuz edilmesi gösterilmeye baþlanmýþtýr. Bir gazete haberinde þöyle söylenmektedir: Stratejik ortaklýk sadece bir jest Dýþiþleri Müsteþarý Uður Ziyalin Washington ziyaretinde kendisine gösterilen ilgi ve Türkiye için uzun süredir ilk kez stratejik müttefik ve stratejik ortak ifadelerinin kullanýlmasý, Bush hükümetinin Türkiyeye kýzgýnlýðýnýn ve güvensizliðinin geçtiðini mi gösteriyor? Çoðu gözlemcinin bu soruya verdiði cevap, hayýr. Yönetime yakýn kaynaklara göre, stratejik ittifak ve ortaklýk laflarý Türkiye de hayli yüksek beklentiler bulunan bir geziden Ziyali eli boþ göndermemek için yapýlmýþ bir diplomatik jest. Ve Abdullah Gülün kendisini davet ettirdiði son ABD ziyaretinde ayný diplomatik jestler devam etmiþtir. Görüldüðü gibi, ortalýkta dolaþtýrýlan stratejik ortaklýk sözünden, herkes bir baþka þey anlamaktadýr. Ancak bilinen tek þey, Amerikan emperyalizminin stratejik ortaklýk kavramýna sýcak bakmadýðýdýr. Kurtuluþ Cephesinin geçen sayýsýnda* belirtildiði gibi, Amerikan emperyalizmi stratejik ittifak konseptini çok uzun zaman önce terk etmiþtir. NATOnun geniþlemesi görünümü altýnda eski yapýsýnýn ortadan kaldýrýlmasý, Amerikan emperyalizminin ittifak iliþkilerini bir yana býrakmasýnýn en açýk örneðidir. Bugün Amerikan emperyalizminin benimsediði konsepti ABD Army War Collegein eski komutanlarýndan Robert H. Scales þöyle ifade etmektedir: Ýttifaklar, çoðu zaman uluslar arasýndaki kültürel bað ve karþýlýklý çýkarlar üzerine kurulu resmi mutabakatlardýr * Kurtuluþ Cephesi, Amerikan Emperyalizminin Sopalarý ve Sopacýlarý, Sayý: 73, s. 25, Mayýs-Haziran 2003. Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 275 KURTULUÞ CEPHESÝ ve uzun vadeli bir tehdide karþý ve kapsamlý bir savunma mekanizmasý saðlamak için yaratýlmýþlardýr. Buna karþýn, koalisyonlar geçicidir, belirli tehditlere karþý ortaya çýkarlar ve koalisyonun maksadý tahakkuk edince daðýlýrlar. Koalisyonlar karakter itibariyle politik olarak zayýftýrlar ve ihtiyaç dýþýnda geliþirler, düzenli iliþkilerin yaþandýðý tarihi iliþkiler olmaksýzýn da milletleri birleþtirirler. Yeni ve geliþmiþ teknoloji teknikleri her ne kadar koalisyon ortaklarý ve 21. yy komutanlarý arasýndaki iletiþimi tam anlamýyla saðlasa da, koalisyon çabalarý, teknik yetersizlikler, yabancý dil zorluklarý, kültürel asimetriler, tarihi ve jeopolitik konularýn önemsenmemesi yüzünden baþarýsýzlýða uðrayabilmektedir. Baþarýlý koalisyonun ilacý teknoloji deðil, koalisyon ortaklarý arasýnda kurulan iletiþim ve saðlanan güvendir... Gelecek koalisyonlar, Amerikan liderlerinin baþarýya ulaþmada, süregelen stratejik sonuçlara ulaþma gibi deðerlerini benimseyeceklerdir. Birçok örnekte görüldüðü gibi, askeri koalisyonlara duyulan ihtiyaç her zamankinden daha çok olacaktýr. Çünkü koalisyon harbi, uzun vadeli ve stratejik çözümlerin tek yoludur.* (abç) Bu konsept, Sovyetler Birliðinin daðýtýlmýþlýðýnýn, emperyalizme karþý sosyalist sistemin sürekli bir tehdit unsuru olmaktan çýkartýlmasýnýn, yani komünist tehditin uzun süreli ittifaklarýn ortak paydasý olmaktan çýkartýlmasýnýn bir sonucudur. Ancak, tüm söylemlerde görmezlikten gelinen en temel nokta ise, stratejik ortaklýk ya da stratejik ittifak kavramlarýnýn tümüyle askeri nitelikte olduðudur. Bugün ülkemizde yaratýlan kargaþanýn ve belirsizliðin temel nedeni de, stratejik ortaklýkýn bu askeri niteliðidir. Bugün Genelkurmaydan Dýþiþlerine kadar tüm oligarþik yönetimin devlet kurumlarýnýn bildiði gerçek, stratejik ortaklýkýn askeri nitelikte olduðudur. Ancak ittifakýn taraflarý bugün için ortak bir askeri hedef sahibi deðillerdir. Sorun da buradan çýkmaktadýr. Düne kadar komünist tehdit ya da Sovyetler Birliði, taraflarýn ortak askeri hedefi olarak var iken, bugün bu mevcut deðildir. Amerikan emperyalizminin askeri saldýrýlarýnda ifadesini bulan askeri hedeflerle oligarþik yönetimin askeri hedefleri çakýþmamaktadýr. Bunun doðal sonucu olarak, Amerikan emperyalizminin askeri hedeflerine yönelik bir koalisyon gücü olunmasý için baþka nedenler gerekli hale gelmiþtir. Ve herkesin bildiði gibi, bu baþka nedenler parasaldýr, ekonomiktir. Amerikan emperyalizmi ile yapýlan tüm görüþ* Robert H. Scales, Future Warfare, s. 191-203. 276 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ melerin ve pazarlýklarýn ticaret, kredi, ihale vb. ile baþlamasýnýn gerçekliði de buradadýr. Bu da, Amerikanýn paralý askeri olma çabasýný ifade etmektedir. Tüm bunlar, Amerikan emperyalizmi ile iþbirlikçi burjuvazinin kendi iç sorunlarýdýr. Ýþbirlikçi burjuvazi, gerek Sovyetler Birliðinin varolduðu, gerekse daðýtýlmýþlýðý koþullarýnda baþlayan globalizm propagandasý döneminde, kendi konumunu ve iþbirlikçiliðinin sýnýrlarýný bilecek durumdayken, bugün bu durumda deðildir. Bunun sonucu olarak, oligarþik yönetim (sivil ve asker devlet aygýtý) tam bir belirsizlik içine girmiþtir. Medya nýn politikasýzlýk, vizyonsuzluk olarak ifade ettiði bu durum, Amerikan emperyalizminin dünya çapýnda saldýrganlýðýný artýrmasýyla birlikte büyümüþtür. TÜSÝAD baþkaný Tuncay Özilhan 26 Mart günü Ceylan Otelde yaptýðý konuþmada bu belirsizliði þöyle ifade etmiþtir: Türkiyenin yerleþik siyasi yönetim anlayýþý, zaman zaman kapalý bir toplumun siyaset, ekonomi ve dýþ politika anlayýþýnýn etkisi altýna girmektedir. Bu anlayýþ, yüzyýlýmýzýn gereklerine uygun bir ulusal çýkar tarifi yapmak yerine, geçen yüzyýlýn anýlarýyla beslenen bir ulusçuluðu rehber edinebilmektedir. Tarihsel nedenlerle iç tehditlere odaklanan bir ulusal güvenlik anlayýþý yüzünden, uluslararasý krizleri okumakta zorluk çekebilmektedir. Ülke içi iktidar dengelerine, dünya dengelerinden daha fazla konsantre olduðundan, uluslar arasý iliþkilerde gerçekçi çözümler üretmekten uzaklaþabilmektedir. Bu durumda, Sakýp Sabancýnýn Talih kuþu omuzumuza kondu, biz burada baðýrdýk haykýrdýk, kýþ kýþ kýþ, kuþu uçurttuk sözlerinde ifade edilen ekonomik yardým paketi karþýlýðý Amerikanýn hizmetine asker verme konsepti geliþtirilmiþtir. Bu konsept, kendi ifadeleriyle, ekonomik yardým karþýlýðý diye sunulan paralý askerlikten ibarettir. Bu paralý askerlik konseptinin en temel sorunu, hiçbir askeri tehdit ve düþmanlýk sözkonusu deðilken, askerlerin ülke dýþýna gönderilmesinin ve Amerikan emperyalizminin hizmetine verilmesinin halka nasýl kabul ettirileceðidir. Oligarþinin bir kanadý Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmaktan korkmaktadýr. Ýþte burada küçük-burjuva aydýnlarý yeniden silah baþý yapmak durumundadýrlar. Bu kesim içinde özellikle eski dönemin sol küçük-burjuva aydýnlarýnýn geçen yüzyýlýn anýlarýndan kurtarýlmasý önem taþýmaktadýr. Bu kurtarma iþinde Cengiz Çandar ve M. Ali Birand iki silahþör olarak ön cephede savaþýrken fazlaca inandýrýcý olamamaktadýrlar. Bu nedenle cepheye yeni ve taze güç sürülmesi gerekmektedir. Ancak ellerinde yeni ve taze, yýpranmamýþ bir güç de bulunmamaktadýr. Dolayýsýyla az kullanýlmýþ, az yýpranmýþ Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 277 KURTULUÞ CEPHESÝ güçlerle yetinmek zorundadýrlar. Ama ellerinde fazlaca aday da yoktur. Bu durumda AKPnin iktidar özlemiþ ve büyümek isteyen sermaye kesimleri (küçük ve orta sermaye) devreye sokulmak zorundadýr. Cüneyt Zapsuda simgeleþen bu yeni islamcý kesim, ABDden alýnacak paranýn bir kýsmý ile satýn alýnmaya hazýrdýrlar. Bu kesimler içindeki, 1 Martta II. tezkerenin reddedilmesiyle daha fazla deðer kazandýklarýný düþünenler ile bu kadarý yeter diyenler arasýndaki çeliþki ise fazlaca önemli deðildir. Ya eski sol kanat küçük-burjuva aydýnlarý ne durumda? Onlar direnme kararý almýþ görünmektedirler. Sýnýfsal özellikleri nedeniyle bu direniþi uzun süre sürdürebilme kararlýlýðýna da sahip deðillerdir. Bu nedenle, emperyalizme karþý yapýlan her silahlý eylemle kendi direnme tutumlarýný sürdürmeye çalýþmaktadýrlar. Ancak hiçbir biçimde örgütlü ve zafere doðru ilerleyen bir antiemperyalist devrimci mücadelenin geliþmesini istememektedirler. Onlarýn tek isteði, kendi tezlerini destekleyecek kadar silahlý eylem yapýlmasýdýr. Böylece biz demiþtik diyebilmeyi ummaktadýrlar. Bu süreçte, savaþanlar ve savaþtýranlar, her zaman olduðu gibi, tüm medyatik olanaklarý kullanarak, her türlü demagojinin, dezinformasyonun kol gezdiði bir savaþ alaný oluþturacaklardýr. Ne yaparlarsa yapsýnlar, askeri niteliðinden ayrýlmýþ stratejik ortaklýk gibi içeriksiz ve boþ sözlerle insanlarý ne denli kandýrmaya çalýþýrlarsa çalýþsýnlar, Amerikan emperyalizminin paralý askeri olunacaðý gerçeðinin üstünü örtemeyeceklerdir. 278 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ Necip Fazýlýn Büyük Doðusundan ABDnin Büyük Ortadoðusuna [Tayyip Erdoðan ve Mehteran Takýmýnýn Amerika Seferi] KURTULUÞ CEPHESÝ Sayý: 77, Ocak-Þubat 2004 Tayyip Erdoðanýn 8,5 milyar dolarlýk Baðdat seferi baþarýsýzlýða uðradýktan sonra çýktýðý ABD seyyahati, Pentagonun resmi ajaný, Wolfowitzin kiþisel uþaðý ve AKPnin yaðdanlýkçýsý Cengiz Çandarýn* deyiþiyle, on ikiden olmasa da, on ikiye yakýn bir yerlerden vurarak, büyük baþarýyla tamamlanmýþtýr. Tayyip Erdoðanýn W. Bushun karþýsýnda bacak bacak üstü* Murat Yetkin, Radikalde yayýnlanan Irak krizinin perde arkasý... adlý yazý dizisinde Cengiz Çandarla ilgili olarak þöyle yazmaktadýr: Erdoðan konuþmasýný bitirince Alirýza onu bürosuna davet etti. Erdoðan, Zapsu, Dýþiþleri Bakaný Yakýþ ile milletvekilleri Egemen Baðýþ ve Ömer Çelik birlikte davete icabet ettiler. On beþ dakika sonra Fairmont Oteline geçtiler. Onlar Alirýzanýn yanýndayken Wolfowitz çýkýþa yöneldi. Makam otosuna binerken CSISde karþýlaþtýðý bir Türk gazeteciyi de yanýna davet etti; Wolfowitz, binadan Cengiz Çandarla ayrýldý. Çandar, Wolfowitze 3 Aralýk yemeðinden aradýklarýný bulup bulmadýklarýný sordu. Çünkü Wolfowitzin ertesi gün Ankaradan ayrýlýrken yaptýðý iyimser açýklamalara karþýn, ayný sýrada Dýþiþleri Bakanlýðý görüþmelerde üs modernizasyonuna dair bir anlaþma olmadýðýný ilan ediyordu. Çandar, þoför ve korumalarý da dikkate alarak, yýllardýr tanýþtýðý güçlü þahine savaþýn ne zaman baþlayacaðýný þifreli bir þekilde sordu: Kokteyl parti ne zaman baþlýyor? Wolfowitz ciddiyetle cevap verdi: Ona baþkan karar verir. Çandar üsteledi: Tamam da, yine de yaklaþýk bir tarih vardýr. Yok, diye kestirip attý Wolfowitz. Kararý baþkan verecek. Zaten birkaç blok ötedeki Fairmont Oteline gelmeden önce bir kýrmýzý ýþýkta Çandar araçtan atladý. Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 279 KURTULUÞ CEPHESÝ ne atýþý, W. Bushun ceketinin önü ilikliyken ceketinin önünü açmasý, beyazlar içindeki türbanlý karýsýnýn W. Bushun karýsýna Mevlana þiirleri hediye etmesi, W. Bushun alýþýlmadýk biçimde ve kendi evinde davetsiz misafir olma pahasýna bayanlarý ziyaret etmesi, Amerika seferinin medya-magazin servislerinin en güzide konularý olarak iþlenirken yeni bir diplomasi türü icat edildi. AKPnin finansatörlerinden Albayraklarýn Yeni Þafak gazetesinin ilan ettiði bu yeni diplomasi, vücut dili diplomasisi olarak tarihe geçti.* Bu magazin haberleri içinde Tayyip Erdoðanýn Ýstanbulda gerçekleþtirilen intihar eylemleri sonrasýnda büyük uðraþýlarla bulduðu ve medya tarafýndan alkýþlanan dinci terör tanýmýnýn W. Bush tarafýndan, Hayýr, dinci terör olmaz. Dindar insanlar terörist hareketlere giriþmezler diyerek tekzip edilmesi de fazlaca önemsenmedi. Tayyip Erdoðanýn, W. Bushun son ulusa sesleniþ konuþmasýnda kullandýðý Büyük Ortadoðunun coðrafi bir sýnýrlamadan çýkartýlarak, Kafkaslar ve Orta Asya ülkelerini de içine alan daha geniþ çerçeveye oturtulmasý gerektiðini söylemesi de üzerinde fazlaca durulmayan bir laf olarak kaldý. Oysa Tayyip Erdoðan ve Abdullah Gülün üstadý Necip Fazýl Kýsakürekin Büyük Doðusunu bilenler, Amerikan emperyalizminin Büyük Ortadoðu planlarý karþýsýnda AKP mehteran takýmýnýn nasýl heyecanlandýðýný kolayca anlayacaklardýr. Amerikan emperyalizminin Büyük Ortadoðu planý, en açýk biçimde, W. Bushun ulusal güvenlik danýþmaný Condoleeza Rice tarafýndan 2003 yýlýnýn Aðustos baþýnda Washington Post gazetesine yazdýðý bir makalede yer almýþtýr. Condoleeza Rice Ortadoðuyu Deðiþtirmek baþlýklý yazýsýnda, 22 devletten oluþan ve 300 milyon nüfusa sahip olan bölgede deðiþimin gerçekleþtirilmesinde Irak iþgalinin kilit öneme sahip olduðunu belirterek þöyle demektedir: Irakýn özgürleþtirilmesi, bölgeye Ýkinci Dünya Savaþý sonrasý Avrupada yaþananlarla kýyaslanabilecek bir deðiþim yaþatacak. Büyük çatýþmalarýn bitiminden yaklaþýk 100 gün sonra Ýsrail ile Filistin arasýnda barýþ adýmý atýldýðýný görebiliyoruz. Deðiþmiþ Irak, nefret duygularýnýn filizlenemeyeceði bir Ortadoðu için anahtar ülke olabilir. Yazýsýnda, bölgede daha uzun kalacaklarýný belirten Rice, * Tayyip Erdoðanýn ABD seferiyle ilgili olarak þöylesine abuk-subuk þeyler yazýlmýþtýr: Her iki liderin þöminenin önünde otururken el sýkýþmalarý da hafýzalara kazýndý. Koyu renk takým giyen Bush ve Erdoðanýn ceketlerinde ülke bayraklarýnýn armasý vardý. El sýkýþma esnasýnda Erdoðanýn pek yerinden kýpýrdamadýðý, Bushun ise kolunu daha fazla uzattýðý görüldü. (Yeni Þafak, 30 Ocak 2004.) 280 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ Fastan Basra körfezine kadar olan tüm Ortadoðu ülkelerinde siyasi ve ekonomik deðiþimler yaþanacaðýný, Saddam Hüseyin rejiminin son bulmasýnýn, bölgedeki deðiþimi kuvvetlendirdiðini, Arap aydýnlarýnýn, Arap hükümetlerinden eksik olan özgürlük anlayýþýný tanýmlamalarýný istediklerini, yeni bir Arap manifestosundan bahseden bölgesel liderlerin, Arap ülkelerinde iç reformlara, daha fazla siyasal paylaþýma ve ekonomik açýklýða destek verdiklerini yazýyordu. Ýþte bu þekilde ifade edilen Amerikan emperyalizminin enerji ve su kaynaklarýnýn güvenliðini garanti altýna almak olarak özetlenebilecek stratejisinin yeni adý Büyük Ortadoðu olmaktadýr. Tayyip Erdoðan ve mehteran takýmý, Necip Fazýldan aldýklarý Büyük Doðu hayaline, Amerikan emperyalizminin Büyük Ortadoðu planlarýyla daha fazla yaklaþtýklarýný düþünerek bu planýn asli öðesi olmaya soyunmuþlardýr. Onlarýn sanýsýna göre, Amerikan emperyalizminin Ortadoðuyu yeniden þekillendirebilmesi için, laiklik ile islamiyeti en iyi biçimde kaynaþtýrmýþ Türkiye bir model ülke olarak alýnacaksa, ýlýmlý islam yönetimi daha iyi bir model olabilecektir. Onlara göre, kendilerinin temsil ettiði ýlýmlý islam, Büyük Ortadoðunun ideolojik temeli iþlevini görmelidir. Ancak onlar Büyük Ortadoðunun coðrafi sýnýrlamadan çýkartýlarak, Kafkaslar ve Orta-Asya ülkelerini de içine alarak geniþ bir çerçeveye, yani Necip Fazýl üstadlarýnýn Büyük Doðu çerçevesine oturtulmasýnýn daha doðru olacaðýný düþünmektedirler. Böylece Türkiyede iktidarý ele geçirecek olan Büyük Doðucularýn ÝBDA kýtalarýyla doðunun fethi teorisinden, Amerikan emperyalizminin kýtalarýyla büyük doðunun kendi önlerine serilmesi beklentisine geçmiþlerdir. Bunun için tek yapmalarý gereken ýlýmlý islamcý portresi çizmekten ibarettir. Bu amaçla, yýllardýr Türkiyede tedrisatýný yaptýklarý takiyyeyi uluslararasý planda sürdürmek yeterli olacaktýr. Amerikan emperyalizminin her dediðini yerine getirerek ona þirin gözükmek, dalkavukluk yapmak, amaca ulaþmanýn basit araçlarýdýr.* Amerikan emperyalizminin, baþta Irak olmak üzere, tüm Arap ülkelerindeki anti-amerikancý hareketleri ve direniþleri pasifize edebilmek için kullandýðý þiddet ve terör yanýnda, ideolojik bir araç olarak gördüðü ýlýmlý islam söylemi karþýsýnda, AKP þeriatçýlarýnýn ýlýmlý islam görüntüsüyle Amerikan emperyalizmini kendi amaçlarýnýn ara* Þeriatçý kesim için takiyye, ihtiyat, korku ve gizlenmek mânâsýna olup, mecburiyet veya zarar tehdidi karþýsýnda dinin icaplarýndan muafiyet demektir. Yani Bir müminin ölüm ve iþkenceden kurtulmak için, olduðundan baþka türlü görünmesi ve davranmasýna takiyye denir. Tefsir-i Kurtubîde, Ýmam Hasan el-Basrî,: Müslümanlar için takiyye ruhsatýný kullanmak kýyamete kadar câizdir. Ancak bu ruhsatýn kâfirlere müdahane (dalkavukluk) ve þirin görünmek için kullanýlmasý haram olur demektedir. Ama bunlar tefsirdir, kuldan kula deðiþir. Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 281 KURTULUÞ CEPHESÝ cý haline getirme çabasý, Tayyip Erdoðan ve mehteran takýmýnýn tek hedefi durumuna gelmiþtir. Yýllardýr Ortadoðunun en büyük ve en güçlü ülkesi ninnileriyle büyümüþ, Tanrý daðý kadar Türk, Hira daðý kadar müslüman þeriatçý kuþaklarýn son temsilcileri, þeriat amaçlarýnýn Amerikan emperyalizminin stratejik amaçlarýyla böylesine çakýþtýðýný gördüklerinde sevinçten ne yapacaklarýný þaþýrmýþlardýr. Amerikan emperyalizminin müslüman bir halkýn laik, demokratik sistemi baþarýyla uygulayabileceði savýyla desteklenen Türkiye modelinin AKP þeriatçýlarý tarafýndan revize (ýlýmlý islam modeli olarak) edilirken, aradaki özsel farký görecek halde bile deðillerdir. AKPnin ýlýmlý islam profili çizen takiyye uzmaný þeriatçýlarýna göre, Amerikan emperyalizminin Büyük Ortadoðu planýnýn üç ayaðý bulunmaktadýr: Demokrasi (Filipin tipi demokrasi), serbest piyasa (özelleþtirme) ve terörle mücadele, yani radikal islamcýlarýn örgütlenmesinin önlenmesi. (Bkz. Yeni Þafak, 1 Þubat 2004.) Amerikanýn kendileri gibi düþündüðünü söyleyen, ama kendilerinin Amerikanýn istediði gibi düþündüklerini göremeyen, önlerine açýlacak olan Büyük Doðu pazarlarýndan elde edilecek kârlarla gözleri kamaþan ve tüm yapmalarý gerekenin biraz takiyye, biraz muhafazakar demokrat profili çizmekten ibaret olduðunu sanan bu þeriatçý takýmý, Amerikan emperyalizminin Ortadoðudaki saldýrganlýðýnýn ve hegemonyasýnýn yeni iþbirlikçileri haline gelmiþlerdir. Bu iþbirlikçiliðin ilk adýmlarýný Yeni Þafak gazetesi þöyle yazmaktadýr: ABDnin bu çerçevede Türkiye den imam, vaaz, müftü gibi yetiþmiþ din görevlililerini baþta Arabistan Yarýmadasý olmak üzere, Ortadoðuya göndermesini istediði ortaya çýktý. Türk din görevlilerinin büyük kýsmýnýn ilahiyat fakültelerinden yetiþtiðine dikkat çekilirken, ülkeler arasýnda yapýlacak anlaþmalarla ABD, Türk ilahiyatçýlarýn, Pakistan, Afganistan, Arap Yarýmadasý ve Ortadoðuya gitmesini istiyor. ABDli bir diplomat, Türkiye nin, demokratik yapýsýnýn Müslüman toplumlara model olabileceðini belirterek, özellikle Suudi Arabistanda Vahhabilikin yaygýn olduðunu, oysa Ýslam dünyasýndaki farklý anlayýþlarýn dini terör kavramýnýn da önüne geçeceðini öne sürdü.* Böylece, Amerikan emperyalizminin isteði doðrultusunda Ortadoðu ülkelerine gönderilecek olan imam, vaaz, müftüler, bir yandan Ýmam-Hatip liselerinin atýl kapasitesine istihdam olanaðý saðlayacak, diðer yandan ýlýmlý islam yayýcýsý misyonu ile Amerikan emperyalizminin ajanlarý olarak görev yapacaklardýr. Hýristiyan misyo* Yeni Þafak, Türkiye merkezli Büyük Ortadoðu, 1 Þubat 2004. 282 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ nerlerinin yüzlerce yýl müslüman ülkelerde yapamadýklarýný, AKPnin imamlarý yapmaya adaydýrlar. 1960larda Ýstanbula gelen 6. Filonun gemilerini kýble yaparak namaz kýlan bu þeriatçýlarýn dillerinden düþürmedikleri anti-Amerikancýlýðýn, basit bir takiyye olduðu böylece görünür hale gelmektedir. Paranýn dini, imaný olmaz diyebilen Tayyip Erdoðan ve mehteran takýmý, hangi kaynaktan ve hangi amaçla verilecek olursa olsun, her türlü parayý almaya hazýr olduklarýný da ilan etmiþlerdir. Onlarýn inanmýþlýðý, paranýn sýnýrýnda bitmektedir. Bill Clintonun Cidde formunda söylediði þu sözler inananlarý hiç rencide etmemiþ görünmektedir: Eðer 1400 yýl önce otomobil olsaydý, Muhammet Peygamber, hanýmýnýn araba sürmesine izin verirdi; Suudi Arabistaný dünyadaki ilk otomobil üreten ülke yapar, eþini de bu sektörün baþýna getirirdi. Amerikan emperyalizminin iþbirlikçiliðine soyunmuþ þeriatçýlarýn son geldiði nokta, paranýn, imanýn önüne geçmiþ olmasýdýr. Onlar, AKP ve mehteran takýmýyla birlikte, imanlarýný her verene parayla satabilecek, leasing yoluyla kiralayabilecek haldedirler. Dünya dev bir köye dönüþüyor. Bu köyde kapýlarýný açarak birbiriyle daha yakýn ekonomik-siyasi iliþkiler kurmak suretiyle birlikte kazanan veya kapýlarýný kapatarak endiþe içinde kendini izole edenler ayrýmý baþladý. Dünya deðiþime katýlanlar ve deðiþimi seyredenler olarak ikiye ayrýldý. Bu çerçevede Türkiye, deðiþimi kucaklayan ve kazananlar arasýna katýlan ülke olma yolunda inançlý çabasýný baþlatmýþtýr. (Tayyip Erdoðan, inananlarýn baþbakaný.) Bill Clintonun, küçük-burjuva ideologlarýn çok sevdiði eðer yaþasaydýyla baþlayan demagojileriyle, Hz. Muhammeti holding sahibi ve karýsýný da (Bill Clinton, Hz. Muhammetin bir elin parmaklarýndan daha çok olan eþlerinden hangisinin olacaðýný söylemeyi unutmuþtur) þirketin baþýna getireceðinden sözederken, kendileri kazananlardan yana olacaklarýný açýkça ilan etmiþlerdir. Onlar, ülkemizde emperyalizm ve oligarþi tarafýndan üstyapýsal bir güç olarak yaþatýlan feodal ideolojinin temsilcisi olarak bugüne kadar yerine getirdikleri görevi icra etmeye devam edeceklerini ilan ederken, dün üstü örtük biçimde sürdürdükleri iþbirlikçiliði, bugün aleniyete dökmüþlerdir. Bu geliþmelerin karþýsýnda, hiç kimse þeriatçýlarýn mevcut düzene ve emperyalist sisteme karþý olduklarý düþüncesiyle kendisini aldatmamalýdýr. Þeriatçýlar, demokratik devrimin tamamlanmadýðý, kapitalizmin yukardan aþaðýya, dýþ dinamikle (emperyalizme baðýmlý) geliþtirildiði bir ülkede, feodal kalýntýlarla kurulan ittifakýn ürünleridirler. Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 283 KURTULUÞ CEPHESÝ Uyum-çatýþma diyalektiði içinde süren bu ittifakta, þeriatçýlarýn daha fazla taviz almak, kendilerini daha güçlü hale getirmek için, oligarþi ile olan uzlaþmazlýk konularýný öne çýkartarak çatýþmayý gündeme getirdikleri dönemlerde sergiledikleri muhalif konuma ve bu dönemdeki radikal söylemlerine bakarak, anti-emperyalist ve antioligarþik mücadelenin bir müttefiki olabileceklerini düþünmek, eðer oportünizm deðilse, su katýlmamýþ aptallýk olacaktýr. Bugün Tayyip Erdoðan ve Abdullah Gül yönetimindeki AKP (içinde barýndýrdýðý birkaç radikal þeriatçý unsur dýþýnda), tümüyle emperyalist sisteme entegre olmayý tek hedef haline getirmiþlerdir. Onlar, ülkedeki nispi demokratik ortamýn olanaklarýyla saðladýklarý oy gücüne dayanarak Amerikan emperyalizminin Ortadoðu ve Asyadaki saldýrganlýðýnýn baþ destekçisi olma peþindedirler. Onlarýn, Amerikan emperyalizminin çýkarlarýna uygun geldiði ölçüde ve sürece, bir islam cumhuriyeti kurma çabalarýnýn yanýnda, Ortadoðu ve Asyada, anti-emperyalist ya da anti-Amerikancý her hareketi ve silahlý direniþi ezmeye aday olduklarý görülmelidir. AKPnin Akýncýlar dönemi kesin olarak sona ermiþtir. Ve Amerikan emperyalizminin Büyük Ortadoðu planýnýn mücevheri olan Kýbrýs, ýlýmlý islamcý portresi çizen AKP þeriatçý takýmý tarafýndan altýn tepside sunulmaktadýr. Aylarca Kýbrýs adasýnýn hiçbir stratejik öneme sahip olmadýðý, onun stratejik deðerinin 19. yüzyýlda kaldýðý yönünde propaganda yapan ver-kurtulcu globalist iþbirlikçiler, Amerikan emperyalizminin Büyük Ortadoðuyu tek baþýna kurmaya giriþmeyeceðini bile görememiþlerdir (Ayný durum ýlýmlý-þeriatçýlar ve sol kesim için de geçerlidir). Amerikan emperyalizmi Büyük Ortadoðuyu, NATO þemsiyesi altýnda gerçekleþtirmeyi planlamaktadýr. Bu nedenle, Kýbrýs adasýnýn Ortadoðudaki stratejik konumu, gerek Amerikan emperyalizmi için, gerekse NATO þemsiyesi altýnda birlikte hareket edeceði diðer (AB) emperyalist ülkeler için büyük öneme sahiptir. Kýbrýs adasýnýn stratejik önemini Ocak ayý ortalarýnda AB Ortak Savunma ve Dýþ Politika Yüksek Temsilcisi Javier Solana þöyle ortaya koymuþtur: Kýbrýs adasý, AB için stratejik öneme sahiptir. Kýbrýs, Avrupanýn siyasi güvenliði konusunda rol oynayabilecek bir konuma sahiptir. ABye girmek uðruna herþeye ver-kurtul mantýðýndan bakan küçük-burjuvalar da, ýlýmlý islamcý oyununa kendisini kaptýrmýþ AKP þeriatçýlarý da, ellerindeki tek kozu, üstelik jeo-politik olmaktan öte, jeo-stratejik ve askeri öneme sahip Kýbrýs adasýný altýn tepside emperyalistlere peþkeþ çekmekten baþka þey düþünemez hale gelmiþlerdir. 284 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ Emperyalistlerin NATO þemsiyesi altýnda kurmayý planladýklarý Büyük Ortadoðunun Necip Fazýl Kýsakürekin Büyük Doðusuyla hiçbir ilgisi olmasa da, Kýbrýsýn bu planýn harekât merkezi olmasý kesindir. Herþeyi, eþini-dostunu, ailesini, kamu kuruluþlarýný ve ülkesini satarak paraya çevirme meraklýsý küçük-burjuvalarýn ve onlarýn Kýbrýstaki metreslerinin*, Kýbrýs adasýnýn emperyalizmin stratejik harekât üssü olduðunu gördüklerinde hayýflanmalarý da beþ para etmeyecektir. * Türkiye, Anadolunun ücra bir köþesinden daha çok yardým yapmýyor mu Kýbrýsa? Metresi iþte. Kendi çocuðuna yapmýyor, metresine yapýyor. (Kuzey Kýbrýsýn yeni baþbakaný M. Ali Talat, Kýbrýs Türki-yenin Metresi Gibi, Vatan, 10 Aralýk 2003.) Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 285 KURTULUÞ CEPHESÝ Sosyalizm ve Din V. Ý. Lenin Novaya Zihn, Sayý: 28, 3 Aralýk 1905 Bugünkü toplum, tamamen geniþ emekçi kitlelerin nüfusunun ufak bir azýnlýðý; yani toprak sahipleri ve kapitalistler sýnýfý tarafýndan sömürülmesi esasý üzerine kurulmuþtur. Bütün yaþamlarý boyunca kapitalistler hesabýna çalýþan özgür iþçilere sadece kazanç saðlayan kölelerin yaþamýný sürdürmeye, kapitalist köleliðin güvenini ve sürekliliðini saðlamaya yetecek oranda geçim olanaðý tanýndýðýndan, bu toplum bir köle toplumudur. Ýþçilerin ekonomik baský altýnda olmalarý, kaçýnýlmaz biçimde her türlü siyasal baskýya, toplumsal aþaðýlanmaya, kitlelerin ruhsal ve moral çöküntüsünün artmasýna yol açar. Ýþçiler ekonomik kurtuluþlarý adýna az ya da çok ölçüde siyasal özgürlük elde etmek için savaþabilirler. Ne var ki, kapital gücü yönetimden yok edilmedikçe ne oranda olursa olsun elde edilecek siyasal özgürlük, iþçileri yoksulluktan, iþsizlikten ve baskýdan kurtaramayacaktýr. Baþkalarý hesabýna çalýþmaktan, yerine getirilmeyen isteklerden ve yalnýz býrakýlmýþlýktan yýlmýþ halk kitleleri üzerine her yerde büyük aðýrlýkla yüklenen ruhsal baský biçimlerinden biri dindir. Doðaya yenik düþen ilk insanlarýn tanrýlara, þeytanlara, mucizelere ve benzeri þeylere inanmasýna yol açýþý gibi, sömürülen sýnýflarýn sömürenlere karþý mücadeledeki yetersizliði de kaçýnýlmaz olarak ölümden sonra 286 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ daha iyi bir yaþamýn varlýðýna inanmalarýna yol açar. Din, bütün yaþamý boyunca çalýþan ve yokluk çekenlere, bu dünyada azla yetinmeyi, kýsmete boyun eðmeyi, sabýrlý olmayý ve öteki dünyada bir cennet umudunu sürdürmeyi öðretir. Oysa yine din, baþkalarýnýn emeðinin sýrtýndan geçinenlere bu dünyada hayýrseverlik yapmayý öðreterek, sömürücü varlýklarýnýn ceremesini pek ucuza ödemek kolaylýðýný gösterir ve cenette de rahat yaþamalarý için ehven fiyatlý bilet satmaya bakar. Böylelikle din, halký uyutmak için afyon niteliðindedir. Din, sermaye kölelerinin insancýl düþlerini, insana daha yaraþan bir yaþam isteklerini içinde boðduklarý bir çeþit ruhsal içkidir. Ne var ki, köleliðinin bilincine varmýþ ve kurtuluþu için mücadeleye baþlamýþ köle, kölelikten yarý yarýya çýkmýþ demektir. Fabrika endüstrisinin yetiþtirdiði ve kent yaþamýnýn aydýnlattýðý modern, sýnýf bilinçli iþçi, dinsel önyargýlarý bir yana atar, cenneti papazlara ve burjuva baðnazlarýna býrakýr ve bu dünyada kendisi için daha iyi bir yaþam elde etmeye çalýþýr. Bugünün proletaryasý, din bulutuna karþý savaþta bilimden yararlanan ve iþçileri bu dünyada daha iyi bir yaþam adýna kavga vermek için birleþtirerek öteki dünya inancýndan kurtaran sosyalizmin yanýnda yer alýr. Din, kiþinin özel sorunu olarak kabul edilmelidir. Sosyalistler, din konusundaki tavýrlarýný genellikle bu sözlerle belirtirler. Oysa herhangi bir yanlýþ anlamaya yol açmamak için bu sözlerin anlamý kesinlikle açýklanmalýdýr. Devlet açýsýndan ele alýndýðý sürece, dinin kiþisel bir sorun olarak kalmasýný isteriz. Ancak, Partimiz açýsýndan dini kiþisel bir sorun olarak göremeyiz. Dinin devletle iliþkisi olmamasý, dinsel kurumlarýn hükümete deðin yetkileri bulunmamasý gerekir. Herkes istediði dini izlemek ya da dinsiz, yani kural olarak bütün sosyalistler gibi ateist olmakta tamamen özgür olmalýdýr. Vatandaþlar arasýnda dinsel inançlarý nedeniyle ayrým yapýlmasýna kesinlikle göz yumulamaz. Resmi belgelerde bir vatandaþýn dininden söz edilmesine de son verilmelidir. Kiliseye ve dinsel kurumlara hiçbir devlet yardýmý yapýlmamalý, hiçbir ödenek verilmemelidir. Bunlar, devletten tamamen baðýmsýz, ayný düþüncedeki kiþilerin oluþturduðu kurumlar niteliðinde olmalýdýr. Ancak bu isteklerin kesinlikle yerine gelmesi halinde, kilisenin devlete Rus vatandaþlarýn ise kiliseye feodal baðýmlýlýklarýnýn sürdüðü, (bügüne kadar ceza yasalarýmýzda ve hukuk kitaplarýmýzda yer alan) engizisyon yasalarýnýn var olduðu ve uygulandýðý, insanlarý inançlarý ya da inançsýzlýklarý nedeniyle cezalandýrdýðý, insanlarýn vicdan özgürlüðünü baltaladýðý ve kilisenin þu ya da bu afyonlamasýyla hükümetten gelir ya da mevki saðladýðý utanç verici geçmiþe son verilebilir. Sosyalist proletaryanýn modern devlet ve modern kiliseden istediði, kilise ile devletin bir- Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 287 KURTULUÞ CEPHESÝ birlerinden kesinlikle ayrýlmasýdýr. Rus devrimi, bu isteði siyasal özgürlüðün bir gereði olarak gerçekleþtirmelidir. Polis yönetimli feodal otokrasiye baðlý memurlarýn baþkaldýrýsý, kilise evresinde bile huzursuzluk, tedirginlik ve öfke yarrattýðý için din ve devleti ayýrma isteðini gerçekleþtirmek konusunda Rus devrimi özellikle elveriþli bir ortamdadýr. Rus Ortodoks din adamlarý her ne kadar cahilseler de, onlar bile Rusyadaki eski, ortaçaða uygun düzenin yýkýlmasýyla patlayan gümbürtüden uyandýlar. Onlar bile özgürlük isteðinde birleþiyor, onlar bile bürokratik uygulamalara ve memur zihniyetine, Tanrýnýn hizmetkârlarýný zorla polise casusluk ettirmek isteyenlere karþý çýkýyorlar. Biz sosyalistler, bu hareketi desteklemeli, kilisenin dürüst ve içten üyelerine doðru sonuca ulaþmalarý konusunda yardýmcý olmalý, onlarýn özgürlük isteklerini sürdürmelerini saðlamalý ve kilise ile polis arasýndaki iliþkiyi koparmalarýný onlardan istemeliyiz. Ya içtenlikli ve dürüstsünüzdür, ki o zaman kilise ile devletin ve kilise ile okulun kesinlikle birbirlerinden ayrýlmasýndan, dinin tamamen kiþisel bir sorun olarak kabul edilmesinden yana olursunuz. Ya da özgürlük konusunda bu tutarlý istekleri benimsemezsiniz, ki o zaman da engizisyon geleneklerinin hâlâ tutsaðý demeksinizdir; rahat memuriyetlerinize ve hükümet kaynaklý gelirlerinize baðlýsýnýz demektir; silahýnýzýn ruhsal gücüne inanmýyorsunuz ve devletten rüþvet almayý sürdürüyorsunuz demektir. O takdirde de bütün Rusyadaki sýnýf bilinçli iþçiler size amansýz bir savaþ açacaklardýr. Sosyalist proletaryanýn partisi açýsýndan, din kiþisel bir konu deðildir. Partimiz, iþçi sýnýfýnýn kurtuluþu adýna bir araya gelmiþ sýnýf bilinçli, ileri savaþçýlarýn toplandýklarý bir yerdir. Böylesi bir birlik dinsel inanç biçiminde ortaya sürülen sýnýf bilinci yoksunluðuna, bilgisizliðe ve geri kafalýlýða kayýtsýz kalamaz ve kalmamalýdýr. Din diye tanýmlanan ve halkýn üzerine indirilen koyu sisle, sözlerimizi ve yazýlarýmýzý kullanarak tamamen ideolojik silahlarla savaþabilmek için kilisenin kaldýrýlmasýný istiyoruz. Rus Sosyal Demokrat Ýþçi Partisini, iþçilerin her türlü dinsel uyutmacadan kurtulmasý adýna mücadele etmek için kurduk. Bizim için ideolojik mücadele kiþisel bir sorun deðil, bütün Partinin, bütün proletaryanýn sorunudur. Madem ki durum böyledir, o halde Programýmýzda ateist olduðumuzu neden açýklamýyoruz? Hýristiyanlarýn ve öteki dinlere inananlarýn partimize girmesini neden yasaklamýyoruz? Bu soruya verilecek cevap, din sorununun burjuva demokratlarý tarafýndan ortaya konuluþu ile Sosyal Demokratlar (Marksistlerb.n.) tarafýndan ortaya konuluþu arasýndaki ayrýmý belirleyecektir. Bizim Programýmýz tamamen bilimsel, dahasý materyalist dünya görüþü temeli üzerindedir. Bu nedenle Programýmýzýn açýklanma- 288 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine KURTULUÞ CEPHESÝ sý demek, din sisinin gerçek tarihsel ve ekonomik kökenlerinin açýklanmasýný da zorunlu kýlacak demektir. Propagandamýz kaçýnýlmaz olarak ateizm propagandasýný, gerekli bilimsel yayýmlarýn yapýlmasýný, otokrat feodal hükümetin bugüne kadar yasakladýðý ve kovuþturduðu yazýlarýn Parti çalýþmalarýmýzýn bir dalý haline getirilmesini de içermektedir. Bir zamanlar Engelsin Alman sosyalistlerine verdiði öðüdü þimdi bizim izlememiz gerekebilir: Onsekizinci yüzyýl Fransýz Aydýnlanma dönemi düþünür ve ateistlerinin yazýlarý çevirilmeli ve geniþ ölçüde yayýlmalýdýr. Ancak, hiçbir koþulda din sorununu burjuva radikal demokratlarýnýn sýk sýk yaptýðý gibi, soyut, ülkücü bir biçimde, sýnýf mücadelesinden kopuk entellektüel bir sorun olarak ortaya koymak yanlýþýna düþmememiz gerekir. Aþýrý baský temeline oturan ve iþçilerin eðitilmediði bir toplumda, dinsel önyargýlarýn sadece propaganda yöntemleriyle yok edilebileceðini sanmak budalalýk olur. Ýnsanlýðýn üzerindeki din boyunduruðunun, toplumdaki ekonomik boyunduruðun bir sonucu ve yansýmasý olduðunu akýldan çýkarmak burjuva dar görüþlülüðünden baþka birþey deðildir. Proletarya kapitalizmin karanlýk güçlerine karþý kendi mücadelesiyle aydýnlanmadýkça, ne kadar bildiri daðýtýlýrsa daðýtýlsýn, ne kadar söz söylenirse söylensin proletaryayý aydýnlatmak olanaksýzdýr. Bizim açýmýzdan ezilen sýnýfýn bu dünyada bir cennet yaratmak adýna gerçek devrimci mücadelede birleþmesi, öteki dünya cenneti konusunda proletaryanýn görüþ birliðine gelmesinden daha önemlidir. Ýþte bu nedenle Programýmýzda ateist olduðumuzu belirtmiyoruz ve böyle davranmak zorundayýz. Ýþte bu nedenle, eski önyargýlarýný henüz sürdüren proleterlerin Partimize katýlmalarýný engellemiyoruz ve engellememek zorundayýz. Biz her zaman bilimsel dünya görüþünü öðütleyeceðiz ve çeþitli Hýristiyanlarýn tutarsýzlýklarýyla savaþacaðýz. Fakat bu hiçbir zaman, yeri olmadýðý halde din sorununun birinci plana alýnmasý demek deðildir. Yine bu hiçbir zaman, gerçekten devrimci ekonomik ve siyasal mücadele güçlerinin üçüncü sýnýf görüþler ya da anlamsýz fikirler nedeniyle birbirlerinden kopmasýna, siyasal önemlerini kaybetmesine, ekonomik geliþim karþýsýnda bir yana itilivermesine göz yummamýz da demek deðildir. Her yerde ve þimdilerde de Rusyada reaksiyoner burjuvazi, gerçekten önemli, temel ekonomik ve siyasal sorunlardan, yani Rus proletaryasýnýn devrimci mücadelede birleþmesiyle bugünlerde çözümlenmeye baþlanmýþ olan sorunlardan kitlelerin dikkatini uzaklaþtýrmak amacýyla din adýna mücadeleyi kendine uðraþ edinmiþtir. Bugün kendini Kara Yüzler kýyýmlarýnda gösteren ve devrimci mücadeleyi bölmeyi amaçlayan bu reaksiyoner tutum, yarýn çok baþka ve çok ustalýklý biçimler alabilir. Biz, durum ne olursa olsun, bu reaksiyoner tutum karþýsýnda serinkanlý, dirençli olacaðýz ve temelde ol- Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 289 KURTULUÞ CEPHESÝ mayan ayrýmlarýn etkilemeyeceði bir öðretiyi, bilimsel dünya görüþünü ve proleter dayanýþmasýný öðreteceðiz. Dinin devletten ayrýlmasý açýsýndan, devrimci proletarya dini gerçekten kiþisel bir sorun durumuna getirmeyi baþaracaktýr. Ve ortaçað kalýntýsý küflenmiþ görüþlerden arýnmýþ, bu siyasal düzende, proletarya, din aldatmacasýnýn gerçek kaynaðý olan ekonomik köleliðin kalkmasý için açýk ve yaygýn mücadele verecektir. V. Ý. Lenin Novaya Zihn Sayý: 28, 3 Aralýk 1905 290 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine ADLAR VE KAVRAMLAR DÝZÝNÝ KURTULUÞ CEPHESÝ ADLAR VE KAVRAMLAR DÝZÝNÝ 12 Eylül askeri darbesi 33, 69, 89, 94, 133, 135, 150, 157, 159 12 Mart Muhtýrasý 34, 70, 128, 129, 133, 166, 223 1648 Ýngiliz Devrimi 174 1789 Fransýz Devrimi 174 24 Ocak Kararlarý 69, 132 28 Þubat süreci 87, 88, 90, 124, 145, 149, 166, 191, 192, 198, 201, 202, 230, 264 82 Anayasasý 90, 136, 226 A A. Öcalan 117, 145, 149, 155, 166, 188, 195, 202 Abdullah Gül 193, 234, 238, 242, 243, 273, 275, 280, 284 Adil düzen 224 AKP 222, 223, 230, 231, 232, 242, 244, 246, 247, 249, 256, 260, 263, 264, 265, 266 AKP dalkavukluðu 247 Anadolu ticaret burjuvazisi 126, 127, 129, 135, 225 Anadolu tüccar ve esnafý 90, 248 ANAP-DSP-DTP koalisyon hükümeti 141 ANAP-DYP koalisyonu 67 Anti-Dühring 10 Ara rejim 122, 123, 129 Asya Finans 269 Ateist 9, 10, 13, 57, 110, 162, 172, 287, 288, 289 Ateizm 11, 13, 16, 17, 289 B Baþörtüsü sorunu 240, 256 Burjuva ilerici aydýnlarý 12 Büyük-Doðu 245, 280, 282 Büyük Doðu dergisi 235 Büyük Doðu Ýslam Cumhuriyeti 244 Büyük Ortadoðu 280, 281 C C. Boyner 55, 137 Can Dündar 214, 215 Cengiz Çandar 157, 240, 247, 277, 279 CHP-MSP koalisyon hükümeti 93 Condoleeza Rice 280 Cüneyt Ülsever 247 D Depolitizasyon 89, 133, 157, 158, 159, 163, 190, 200 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 293 KURTULUÞ CEPHESÝ Devletin yeniden yapýlandýrýlmasý 152 Din, halkýn afyonudur 110 Donald Rumsfeld 273 DYP-ANAP koalisyon hükümeti 137 DYP-Refah Partisi koalisyon hükümeti 191, 248 DYP-SHP koalisyon hükümeti 135, 136 E Ekonomik ve Mali Ýzleme Merkezi 204 Emperyalist üretim iliþkileri 24, 33, 34, 36, 40, 79, 80, 82, 90, 93, 127, 138, 225, 231 Engels 9, 10, 11, 12, 17, 42, 43, 44, 59, 115, 178, 252, 253, 254, 255, 289 Erbakan 84, 228 Erfurt Programý 11 Ertuðrul Özkök 240, 247 F Faisal Finans 28, 30, 269 Faizsiz bankacýlýk 270 Fazilet Partisi 166, 170 feodal sýnýflar 126 Fethullahçýlar 71, 170 Fettullah Gülen 190 G Genelkurmay 87, 88, 90, 94, 95, 123, 125, 139, 141, 145, 146, 147, 166, 169, 189, 198, 200, 203, 204 Globalist küçük-burjuvalar 246 Globalizm 125, 184, 189, 195, 201, 215, 245, 277 H Halk Savaþý 167, 168, 218 Harp Akademileri Ko mutanlýðý 165 Ý Ýhlas 37, 39, 55, 71, 95, 125, 141, 142, 229, 248, 268, 269 Ýhlas holding 157 Ilýmlý islam 190, 281, 282, 284 Ýmam-Hatip liseleri 39, 236, 256, 282 294 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine Ýsmet Berkan 240, 247 Ýhracata yönelik sanayileþme 134 Ýþbirlikçi-tekelci burjuvazi 26, 27, 28, 34, 35, 68, 69, 70, 78, 79, 86, 90, 95, 125, 126, 127, 130, 131, 142, 192, 193, 203, 223, 224, 232, 248, 267, 270 Ýdeolojisizleþtirme 200 II. Cumhuriyetçiler 157, 181, 183, 189 II. MC hükümeti 23, 129 II. yeniden paylaþým savaþý 126 Ýslam inkýlâbý 244 Ýslamcý þirket 229 Ýslamcý aydýnlar 181 Ýslamcý sermaye 141, 142, 156, 192, 248, 269 Ýthal ikameci sanayileþme 134 J Jakoben Fransa 174, 175, 176, 245 Jakoben laiklik 246 Jakobenler 175 K Kemal Derviþ 247, 266 Kemalist devlet 18, 189, 192, 240, 246 Kemalizm 33, 189, 245, 246 Kombassan holding 157 Komünist Manifesto 62, 117 Komünizme karþý din 28 Komünizmle Mücadele Dernekleri 128 Kozmopolitizm 245 Küçük ve orta sermaye 90 Küçük ve orta sermayenin mülksüzleþtirilmesi 81 Küçük-burjuva aydýnlarý 18, 19, 33, 38, 47, 50, 51, 52, 127, 134, 138, 139, 148, 154, 155, 156, 159, 166, 183, 189, 194, 195, 215, 225, 231, 237, 246, 274, 277, 278 Küçük-burjuvazi 28, 74, 105, 123, 127, 128, 129, 134, 139, 140, 153, 154, 155, KURTULUÞ CEPHESÝ 180, 181, 183, 260, 265, 267, 268 Küçük-burjuvazinin iþbirlikçiburjuvaziye yedeklen 28, 129 Küçük-burjuvazinin sað kanadý 184 Kullanýlmýþ oto ithalatý 84, 86 Kürt ulusal hareketi 80 L Laik kent küçük-burjuvazisi 267 Laiklik 18, 20, 31, 41, 43, 44, 46, 47, 49, 50, 51, 76, 89, 111, 122 Liberal türbancýlar 240, 244, 245 M M. Ali Birand 277, 240 M. Belge 20, 33 Marks 9, 10, 11, 46, 61, 100, 174, 176 Marksizm 9, 11, 20, 46, 58, 63, 116, 117, 118, 180, 185, 197, 255 MC hükümetleri 232 Mehir 256 Menderes 266 Milli burjuva 270 Milli Görüþ 223, 233, 265 Milliyetçi-muhafazakar 129 MNP (Milli Nizam Partisi) 33, 34, 70, 223, 224, 229, 233, 235, 270 MSP (Milli Selamet Partisi) 23, 27, 35, 70, 71, 76, 77, 93, 129, 132, 193, 226, 235 Murat Belge 157 Murat Yetkin 247 MÜSÝAD 91, 139, 192, 270 N Necip Fazýl Kýsakürek 232, 233, 234, 235, 236, 238, 242, 243, 244, 245, 280, 281, 285 Nispi refah 163 O Oligarþi 149, 150, 151, 153, 154 Oligarþinin siyasal zoru 153, 154, 158 Orta sermayeye 92, 138 OYAK 142, 192 Ö ÖD Partisi 88, 89, 155, 166, 214 Öncü Savaþý 159, 161, 162, 163, 164 Özal vizyonu 266 P Pasifikasyon 80, 89, 123, 130, 132, 133, 154, 157, 163, 227 Post-modern darbe 230, 264 Post-modern darbenin Programý 205 R Radikal þeriatçýlar 157 Radikal baþörtücüler 245 Radikal islamcýlar 18, 20, 22, 181, 242, 282 Re-export bir ekonomi 264 RP (Refah Partisi) 34, 80, 81, 92, 93, 138, 139 Refahyol hükümeti 81, 82, 87, 88, 90, 91, 92, 93, 95, 124, 137, 138, 139, 228 S Sami Selçuk 170, 172, 174, 175, 176, 181, 182, 183, 184, 189, 190, 239 Siyasal zor 54, 62, 154, 159, 163, 202 Sol kanat küçük-burjuva aydýnlarý 274 Stratejik ittifak 275 stratejik ortaklýk 274, 275 Stratejik ve Uluslararasý Etütler Merkezi (CSIS) 274 Suni denge 51, 131, 153, 161 Sünniler 23 Þ Þeyh Sait isyaný 61 Þii hareketi 24 Þeriatçý konfeksiyon 267 Þeriatçýlýk 18, 20, 22, 23, 25, 32, 39, 40, 47, 87, 122, 123, 139, 143, 145, 166, 183, 189, 202, 231, 240, Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine 295 KURTULUÞ CEPHESÝ 245, 268 Þeriatçýlýk-laiklik kutuplaþmasý 124 T Turgut Özal 79, 227 T. Özalýn ikinci versiyonu 266 Taha Akyol 229 Tanrý daðý kadar Türk, Hira daðý kadar müslüman 235 Tansu Çiller 75, 135, 228 Tayyip Erdoðan 191, 238, 242, 243, 260, 264, 266, 271, 273, 275, 279, 280, 282, 283, 284 Tekel-leþememiþ sanayi ve ticaret burjuvazisi 130 Tekelleþememiþ sanayi ve ticaret burjuvazisi 24, 27, 29, 31, 36, 37, 40, 68, 70, 71, 72, 75, 86, 95, 129, 130, 132, 135, 137, 143, 144, 150, 192, 229 Televoleci iktisatçýlar 183 Tesettür 229, 240, 241, 242, 245, 267 Tesettür modasý 242 Tesettür pazarý 229 Thomas Münzer 59 TOBB 91, 93, 125, 139, 223 296 Laiklik ve Þeriatçýlýk Üzerine Toprak aðalarý ve tefecisermaye 129, 224 Tuncay Özilhan 277 Türban 31, 229, 238, 239, 241, 247 Türban eylemleri 123, 149, 156, 161, 256 Türban sorunu 239, 240, 247 Türk-Ýslam Sentezi 233, 248 Türki Cumhuriyetler 71, 81, 92, 136, 228, 269, 271 TÜSÝAD 67, 75, 91, 125, 130, 133, 135, 138, 150, 168, 277 U Ülker þirketler gurubu 29, 37, 142, 268, 269 Ulus-devlet 183, 184, 189, 190 W Wolfowitz 279 Y Yalým Erez 139 Yeni Þafak gazetesi 234, 235, 243, 269, 280, 282 Yeni-sömürgecilik 33, 34, 84, 86, 126, 134, 143, 154, 159, 223, 224, 246, 248 Yenilikçiler 157, 192, 193, 194