4. bölüm - İktisadi Araştırmalar Vakfı
Transkript
PANEL OTURUMU Banka Birleşmelerinde ve Satın Almalarda Ana Strateji Ne Olmalı? Başkan : Y. Temel ENDEROĞLU İ.A.V. Y.K. Üyesi ve Genel Sekreter Üyeler (*) : Prof. Dr. Niyazi BERK Bahçeşehir Üniversitesi İşletme Fakültesi Öğretim Üyesi : Cemal KÜÇÜKSÖZEN S.P.K Ortaklıklar Finansmanı Daire Başkanı : Prof. Dr. M. Şükrü TEKBAŞ İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi Dekanı : Aziz TURHAN B.D.D.K. Bankacılık Uzmanı : Can YEŞİLADA Şekerbank Yönetim Kurulu Üyesi (*) Üyeler Soyadlarına göre alfabetik sıra ile 161 162 BAŞKAN: Y. TEMEL ENDEROĞLU Değerli Konuklar, seminerimizin Panel bölümünü açıyorum. Hepinizi saygılarımla selâmlıyorum. Öncelikle, değerli panelistleri takdim etmek isterim soyadlarına göre alfebetik sıra ile, Sayın Prof. Dr. Niyazi Berk, Bahçeşehir Üniversitesi İşletme Fakültesi Öğretim Üyesi Sayın Cemal Küçüksözen, SPK Ortaklıklar Finansmanı Daire Başkanı. Sayın Prof. Dr. M. Şükrü Tekbaş, İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi Dekanı. Sayın Aziz Turhan, BDDK Bankacılık Uzmanı. Sayın Can Yeşilada, Şekerbank Yönetim Kurulu Üyesi. Ve ben Y. Temel Enderoğlu, İ.A.V. Y.K. Üyesi ve Genel Sekreter. Paneli yönetmeye çalışacağım. Bu tanıtımdan sonra isterseniz, panel tekniği hakkında da bilgi vereyim. Üç bölümden oluşacak. Birinci bölümde sayın panelistlerin 15’er dakikalık bir sunuşları olacak. İkinci bölümde sorular varsa onları alacağız. Üçüncü bölümde soruların cevaplanması, yada birinci bölümde söyleyemedikleri konu varsa onlara devam etmek. Evet ben şimdi sözü Panelistlere bırakıyorum. Yine alfabetik sıra ile olacak. Sayın Niyazi Berk Buyurun. 163 164 PROF. DR.NİYAZİ BERK Bahçeşehir Üniversitesi İşletme Fak. Öğretim Üyesi BANKACILIKTA BİRLEŞME & SATINALMA STRATEJİLERİ GİRİŞ Ekonomide sağlanan iyileşmenin yanısıra AB ile üyelik görüşmelerinin başlamasının yol açtığı olumlu bekleyişlerin de etkisiyle yabancı sermayenin Türk bankacılık sektörüne olan ilgisi, 2005 yılında ciddi boyutlarda artış göstermiştir. 2005 yılında sözleşmeleri imzalanarak toplam 4,9 milyar dolar tutarında hisse devri gerçekleştirilmiştir. Birleşme (merger), bir firmanın kendi tüzel hukuki yapısını değiştirerek, bir başkasıyla tek bir yönetim altında biraraya gelmesi olarak ifade edilebilir. 1980'li yılların başından itibaren, gerek Avrupa'da gerekse ABD'de makroekonomik gelişmelere ve düzenlemelere dayalı nedenlerle birleşmelerin sayısı artış göstermiştir. Bu gelişme en çok etkilenen sektörlerin başında bankacılık ve finans sektörü gelmektedir. İncelenmesi gereken temel nokta, birleşme sonrasında bankaların yeterli performans artışını sağlayıp sağlayamadığı veya hangi tür birleşmelerin etkinlik ve karlılığı olumlu etkilediğidir.1 Ülkemize gelen yabancı bankaların pek çoğu, Türk bankacılık sektörü toplamından daha fazla aktif büyüklüğüne sahiptirler. Önümüzdeki dönemde, yabancı bankaların da katkısıyla sektördeki rekabet ve kalitenin daha da artacağı öngörülmektedir. Türk bankacılık sektöründe birleşme ve satın almaları için belirgin strateji izlenmemiş faaliyetleri başarı ile devam eden bankaların arasında herhangi bir füzyon gerçekleşmemiştir. 1980 öncesi dönem hariç tutulduğunda son yirmi beş yıldır bankacılıkta birleşme ve satın almalar, devir yöntemi ile gerçekleşmiştir. Söz konusu devirde iki temel yöntem izlenmiştir: • Kamu bankalarına devir ve • Tasarruf Mevduat Sigorta Fonu'na devir. Özellikle 1999 ve 2001 yıllarındaki ekonomik kriz sonrası önem kazanan 1 Tbb banka birleşmeleri ve satın almaları, Lüizet Palombo, 1999 165 bankacılıkta yapısal değişim; Demirbank'ın İngiliz sermayeli HSBC tarafından satın alınması ile başlayan, İtalyan UniCredito - Koçbank, BNP Paribas - TEB, Fortis - Dışbank, UniCredito/Koç - YKBile devam eden banka birleşmeleri veya devralmalar Türk bankacılığında yabancı sermaye ekonomik gündemin en önemli maddesi haline gelmiştir. Türk bankacılık sektöründe yabancı sermaye önemini kavrayabilmek için konuyu dünya ekonomisi içinde değerlendirmek gerekir. 1944 yılında yeniden yapılanan dünya para sistemi Bretton Woods Konferansı'nda belirlendi. Bu sistem zaman zaman karşılaşılan sorunlara rağmen 1970'lerin başına kadar devam etti. 1971 yılında Amerikan dolarının altına konvertibilitesine son verilmesinin açıklanması ile pazarlar açısından yeni bir dönem başlamıştır. Ayrıca 1970'li yıllardaki petrol şoklarının ardından yaşanan ekonomik krizlerle birlikte İkinci Dünya Savaşını izleyen çeyrek asırdaki ekonomik büyüme ve refah artışı, yerini durgunluk ve stagflasyona bırakmıştır. Böylece risk yönetimi finansal sistemde önem kazandı. Ekonomik aktörlerin geçmişe göre daha riskli koşullara uyum için yeni stratejiler geliştirmeye zorlandıkları bir dönem başladı.2 Bu dönemde politik karar otoriteleri 'serbestleştirici', politikaları benimsediler. Ayrıca, iletişim ve bilgi işlem teknolojilerindeki gelişmeler de ekonomik faaliyetin yapısını eskisi ile karşılaştıralamayacak düzeyde değişikliğe uğratmış ve artırmıştır. Bu, bir bakıma 'küreselleşme' olarak adlandırılan sürecin bir parçasıdır. Bu şartlar altında dışa açık ekonomilerde bankacılık sektörünün karşılaştığı durum kısaca özetlenebilir: Pazara giriş ve faaliyet koşulları büyük ölçüde serbestleştirilmiştir. Geleneksel anlamda banka olmayan fakat finansal hizmetler sunmaya başlayan firmalarla, pazara yurt dışından girişler ve doğrudan giriş biçiminde değerlendirilemese bile yurt dışındaki finansal kurumların sınır-ötesi faaliyetleri finansal piyasalardaki rekabetçi baskıları artırmış; dolayısıyla pazar doygunlaşmış, kâr marjları düşmüştür. Böylece finansal kurumlar 'en azından' rekabet yeteneklerini sürdürebilmek için finansal yenilikler geliştirmek zorunda kaldılar. Finansal yenilikler yeni ürünler, yeni süreçler ya da yeni pazarlar şeklinde gerçekleşmiştir. Yenilik kapsamında düşünülebilecek ürün, süreç ve pazar birlikte değerlendirilmelidir; zira her biri diğerlerini daha anlamlı kılabilecek şekilde etkilemektedir.3 Öte yandan tarihsel süreç içinde bankacılık alanında önemli büyük dış yatırım dalgası ön plana çıkmaktadır: İlki 1830'lu yıllarda başlayan ve İngiliz bankalarıyla Hollanda bankaları tarafından, yine bu ülkelerin sömürgelerinde yapılan dış yatırımlardır. 2 3 LEE PETER (1996), "Eat or be Eaten", Euromoney, Ağustos sayısı s.28-42 BARADWAJ B, FRASER D. ve FURTADO E.(1990) "Hostile Bank Takeover Offers", Journal of Banking and Finance, Sayı14, s.1229-1242 166 İkincisi ise 1960'lı yıllarda Amerikan ve Japon bankalarının gelişmiş ülkelerden gelişmiş ülkelere yönelik sermaye akımıdır. Her iki dalga da bankalar ülkelerinin çokuluslu firmalarını izlemek için dış yatırıma yönelmişlerdir. Üçüncü dalga ise 1990'larda sanayileşmiş Avrupa ülkelerinin bankaları tarafından başlatılmıştır. Öncekilerden farklı olarak bu defa; dış yatırımın gerisindeki temel motivasyon özellikle, perakendeci bankacılık olarak ifade edilen doğrudan yerel finansal hizmetler talebinin karşılanmasıdır. Dış yatırımların yönü de sanayileşmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere doğrudur ve belirgin şekilde dış yatırım çeken ülkeler Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri ile Latin Amerika ülkeleridir. Zira sözkonusu avantajlar, yatırımcı firmanın kendi ülkesindeki pazarda, dış pazardaki ölçüde üstünlük sağlamıyor olabilir. Bu şartlar altında, herhangi bir dış yatırımcı firmanın dış yatırım kararında 'pazar arayışı', 'stratejik varlık arayışı', 'doğal kaynak arayışı' ya da 'etkinlik arayışı' belirleyicidir. Öte yandan Stratejik Rekabet Yaklaşımı'na göre firmalar dış yatırım kararı verme sürecinde rakiplerini izleyerek rekabet yeteneklerini nispeten zayıflatmayacak yönde davranma eğilimindedirler. Böylece piyasadaki herhangi bir rakibin alacağı pozisyon diğerininki ile yakından ilgilidir. Uluslararası bankalar genellikle gelişmiş ülkelerde kurulmuş büyük firmalar olup kendi ülkelerinden daha az etkin finansal sektörleri olan ülkelere yönelmektedirler. Sözkonusu bankalar güçlü sermaye ve gelişmiş yönetim yapıları sayesinde rekabetçi üstünlüğe sahiplerdir. Ayrıca ölçek ve kapsam ekonomilerini de belirtmek gerekir. Ticari bankalar; ölçek ve kapsam ekonomilerinin (scale-and scope economies) üstünlüklerinden en iyi şekilde yararlanırlar. Dolayısıyla dış yatırımı mümkün kılabilecek avantajlara sahip olan söz konusu bankalar özellikle pazar ve stratejik aktif arayışı içinde, etkin olmayan dış pazarlara yönelmeyi tercih etmekte ve aynı özellikteki rakiplerinin davranışlarını yakından izlerler. Aktörlerden herhangi birinin bir dış yatırım hareketine diğerleri tarafından en kısa zamanda tepki gösterilmektedir. Zira bu bankalar nisbî rekabet güçlerini coğrafî pazar konumlarını yitirmeyi istemezler. Uluslararası bankalar açısından büyüme ve ekonomik istikrar potansiyeli beklenen getiri oranları yüksek olan ekonomiler önem kazanmaktadır. Pazara giriş yöntemi olarak 'yeni yatırım' ve 'organik büyüme' yerine 'satın almalar' tercih ediliyor. Zira banka satın almak kurmaktan daha düşük risklidir. Ülkemizde bunun tipik örnekleri gerçekleşmektedir. Başlangıçta 'stratejik işbirliği' ya da 'iştirak' şeklinde görülebilecek dış yatırım hareketlerinde bile uzun dönemde 'kontrol' gücünün ele geçirilmesi amaçlı hareketler sıkça görülmektedir. 167 Banka Birleşmelerinin Nedenleri Banka birleşmelerinin altında yatan nedenler incelendiğinde; makroekonomik konjonktürün, ülkelerin birleşme, vergi ve diğer yasal konulardaki düzenlemelerinin ve sektörel etkenlerin önemli olduğu görülmektedir. Banka birleşmelerinin temel amacı, hisse sahiplerinin getirilerini arttırmaktır. Ayrıca, bankaların büyüme isteği, sinerji yoluyla elde edilecek ölçek ekonomisi, yönetsel kazançlar ve vergi kazançları gibi nedenler de bankaları birleşmeye yöneltmektedir. Konu, bankaları ölçeklerine göre ayırarak ele alındığında; büyük bankalar farklı coğrafi bölgede faaliyet gösteren küçük bankalarla birleşerek şube dağılım alanlarını genişletip, mevduat artışı sağlamaktadırlar. Banka birleşmelerinin nedenlerini ve amaçlarını açıklamakta kullanılan dört hipotez bulunmaktadır: i) Sinerji Hipotezi'ne göre, birleşen bankalar ölçek ekonomisi sağlayarak sinerji yaratabilirler. Bu sayede hem hisselerin fiyatları hem de bankaların karının artması bekleniyor. ii) Çeşitendirme Hipotezi'ne göre, banka birleşmeleri ürün ve hizmet yelpazesini çeşitlendirerek, faaliyetlerini, daha geniş bir coğrafi alana yayarak riski azaltır. Risk azaltıcı çeşitlendirme, banka satın almada alıcı banka ve hedef bankanın hisse fiyatlarının artmasını sağlar. iii) Pazar Payı Hipotezi'ne göre, bankalar piyasadaki rakiplerinden biriyle birleşirse piyasadaki fiyat rekabeti azalır böylece birleşenlerin pazar payı artar. Ürün fiyatı artarken, gözetim maliyetleri azalacağından iki bankanın da hisse fiyatlarının artması beklenir. iv) Yönetici Fayda Maksimizasyonu Hipotezi'ne göre, bir banka yöneticisi banka birleşmesini yalnızca hisse sahiplerinin karlarının artması için değil; kendi iş güvenliğini sağlamak ve faydasını maksimize etmek amacıyla da isteyebilmektedir. Bu durumda toplumsal refahta artış yoktur. Bu arada, finansal hizmetlerde küresel gelişmeler gelişmiş ülkelerdeki bankalar için özellikle sermaye piyasalarından ve banka dışı kesimlerden gelen çok ciddi bir rekabet baskısı yaratmıştır. Gelişmiş ülkeler açısından finansal hizmetler sektörüne yönelik gelişmeler;4 • • Banka dışı sektörlerden gelen baskı, • Sınır ötesi faaliyetlerin cazip hale gelmesi, • 4 Küresel rekabet, Geleneksel hizmetlerin kar marjlarının düşmesi, TBB; Bankacılar Dergisi,Sayı 52, 2005, s:3 168 • Operasyon giderlerinin düşürülmesi amacıyla ölçek ekonomisi arayışı olmuştur. Yabancı sermayeli bankaların sektör payları incelendiğinde; AB'nin gelişmekte olan ülkelerinde yabancı bankaların sektör toplam sermayesi içindeki payının yüzde 50'lerin üzerine çıktığı görülmektedir. Çek Cumhuriyeti'nde sektörde yabancı bankaların payı yüzde 80'nin, Macaristan'da yüzde 70'in, Polonya'da yüzde 60'ın üzerindedir. Bu oran Latin Amerika ülkelerinden Arjantin'te yüzde 50'ye, Brezilya'da ise yüzde 30'a yakındır. İşbank Total Assets Total Ions Deposits BV BV No.of No.of (bin YTL) (bin YTL) (bin YTL) (bin YTL) (bin YTL) branches employees 70.1 28.0 42.0 8.3 5.3 Akbank 56.2 27.7 35.6 6.2 4.0 Vakıf Bank 33.8 22.6 3.8 2.5 Ziraat Bank Garanti Bank 67.6 46.7 Halk Bank 32.6 Market share (%) 7.2% Raking in Turkish banking system 6 14.1 25.2 16.1 57.4 27.0 4.5 3.9 9 26.2 2.9 4.5% 9.0% 5.8% 8 5 7 Operasyonların Etkinliği-Ölçek Ekonomisi 880 17.866 67 11.648 2.9 1.146 2.5 459 1.9 590 11.202 9.1% 8.1% 311 4 21.210 11.165 7.396 4 Bankacılık sektöründe ulusal operasyonların toplam operasyonlar içinAKTİF BÜYÜKLÜĞÜ deki payının yüksekliği, ölçek ekonomisi arayışları ve ulusal piyasalara yabancı bankaların girişi açısından oluşturulan Milyon USD 2000 2001 2002 2003dirençten 2004 kaynaklanmaktadır. 2005 2006 Ancak, 1989-1995 dönemine göre (yüzde 78) ulusal operasyonların sektörHaziran deki payı azalmaktadır. Sektörler Toplam 155.237 117.550 130.116 178.925 228.337 295.585 284.012 Finansal hizmet sektöründeki birleşme ve satınalma operasyonlarında Mevduat son yıllardaki hızlı artışın nedenleri; finansal serbestleşme (financial dereBankaları 148.335uluslararası 119.969 124.342 171.571 219.898 286.004 274.771 gulation), piyasaların birleşmesi (international integration), ka- Kamufazlalığı/finansal 53.151 bozulma, 37.596 41.500 59.559 79.653 piyasaya 92.692 giren 83.572 pasite demografik gelişmeler, yeni Özel katılımcılar, Euro'ya ve teknolojik ilerleme şeklinde sınırlandırılabi73.588 geçiş 66.75 73.093 101.925 131.091 176.503 173.435 lir.Fon Sözkonusu faktörler bir şekilde 13.192 global 3.982 finansal 5.696 alanların 5.113 hızlı 1.444 1.384değişimine 666 veYabancı sonuçta rekabet baskısını yoğunlaştırarak birleşme ve devralma operas8.403 3.616 4.053 4.974 7.709 15.425 17.098 yonlarının artmasına neden olmaktadır. Sözkonusu faktörler arasındaki baKalkınma ğımlılık nedeniyle6.902 birbirlerini karşılıklı ve Yatırım 5.581 5.774etkilemektedirler. 7.354 8.440Sözgelimi; 9.580 teknolo9.241 jikBankaları değişiklikler finansal globalleşmeyi hızlandırarak, mevduat ve krediye yönelik teknolojik yenilikler finansal serbestleşmeyi özendirmiştir. Bilgisayar 169 Cze Kom Erst Ave Hun OTP Aera Isra Hap Leum Ave Pola PKO Pek BPH Ban Ave Rus Şek Ave LAT Ban Ban Ban Gru Gru ve iletişim alanındaki gelişmeler, işlem maliyetlerini düşürmektedir. Böylece yeni enstrümanlar geliştirilmiş, hizmetler arasında bölünmeye neden olan engeller ortadan kalkmıştır. Ayrıca müşteri davranışlarındaki değişim, yöneticilerin, teknolojik gelişimlerin avantajından yararlanarak daha düşük maliyetle, daha geniş bir müşteri kitlesine ulaşmasını böylece ölçek ekonomilerinden yararlanmalarını sağlamıştır. Performansı düşük işletmeler, birleşmeye yönelme ya da operasyonlarını azaltma yönünde baskı altına girmişlerdir. Bu süreçte finansal hizmet sunan kuruluşlar aşağıdaki gibi bölümlenebilir: • Belirli bir coğrafi alanda faaliyet gösteren finansal kuruluşlar • Ölçek ekonomisi ve globalleşme gerektiren ürünler (örneğin nakit yönetimi, yatırım bankacılığı, saklama vb hizmetler sunabilen toptan ticari ve yatırım bankaları • Belirgin bir ürün ya da hizmette özel bankacılık, perakende işlemler vb alanda uzmanlaşmış finansal kurumlar Bazı alanlarda rekabetin yoğunlaşması ve kar marjlarının daralması nedeniyle bankacılık, menkul kıymet ve sigortacılık sektörlerinde çok sayıda firma, varlık yönetimini (asset management) potansiyel genişleme alanı olarak görmektedirler. Bazı kurumlar da, sosyal güvenlik fonlarının beklenen artışlarından yararlanacak şekilde pozisyon alarak, portföy yönetim hizmetlerini kurumsal yatırımcılara kollektif yatırım ürünlerini (mutual funds, pension funds vb) sunmaktadırlar. Bankacılık ve sigortacılık kaynaşması gerektiğinden, ürün ve hizmetlerin sınır ötesi satılabilmesi her zaman karlılığı garanti etmeyebilir. Sözkonusu sistem Avrupa'da ING, Fortis, Amev, Credit Suisse gibi gruplarda başarılı bir şekilde uygulanmaktadır. ABD'de söz konusu sistem ile amaçlanan, Avrupa bankaları ile rekabet ve iç talebi karşılanmasıdır. Bankanın; ele geçirmelere (outright takeovers) ek olarak bazı finansal kuruluşlar diğer kurumların önemli miktarda hisselerini satın almışlardır. Sözgelimi ING; Netherlands BHF; Germany'de önemli miktarda hisse satın alırken, KBC's: Belgium da Credit Commerciale de France'da hisse satın almıştır. Bazı finansal kuruluşlar ise küçük miktarda hisse swapları (equity swaps) yaparak uluslararası işbirlikleri oluşturmuşlardır. Bu işlemlerin çoğu bankacılık organizasyonları, sigorta firmaları ve yatırım bankalarının katılımı ile sınırları aşmaktadır. Son yıllarda bankalar tek durak bankacılığı "onestop shopping" yapmak üzere yatırım bankalarını satın alma yoluna gitmektedirler. 170 Altın Paraşüt Altın Paraşüt (Golden parachutes); firma kontrölü el değiştirdikten sonra firma çalışanlarının işsizlik sorunun azaltılması ve çalışanların çıkarlarında yarattığı zarar karşısında doğacak olan tepkilerin azaltılmasına yardımcı olmak amacına yönelik olarak geliştirilmiştir. 1998'de yayınlanan bir başka çalışmaya göre, birleşme ve satınalma faaliyetlerini izleyen iki yıllık dönem içerisinde, üst düzey yöneticilerin ortalama devir hızı %55' aşmaktadır. Diğer çalışanların durumları da üst düzey yöneticilerin durumları ile benzerlik göstermektedir. Yöntemde özetle; bu faaliyetler sonucu işten çıkarılanlara belirli bir ödemenin yapılacağı taahhüt edilmektedir. Bu şekilde yapılacak olan ödemelerin, (hedef) firmayı elde etme maliyetini arttıracağından faaliyetlerin net karını azaltacağı ve bu durumun da alıcı firma için caydırıcılık yaratacağı düşünülmektedir. Paraşüt yönteminde düzenlemeler üç farklı seviyeden oluşmaktadır. İlki; tepe yöneticileri için düzenlenen "altın paraşüt", ikincisi orta kademe yöneticiler için oluşturulan "gümüş paraşüt" sonuncusu daha alt düzey çalışanlar için olan "teneke paraşüt" olarak düzenlendiği görülmektedir. Zehir Hapları Zehir Hapları, firma pay sahiplerine ek paylara sahip olmalarını sağlamaya yönelik haklar vermek ve istenmeyen taleplerin önüne geçmek için kullanılan bir yöntemdir. Hedef firma yönetiminin, dostça olmayan satın almalara karşı korunabilmek amacı ile kullandıkları bu yöntemde, pay sahiplerinin de haklarının korunmasına yönelik planlamalar yol gösterici olarak alınmaktadır. Ancak yöntemin etkinliği hakkında bir kesinlik bulunmamaktadır. Ana sözleşme değişiklikleri Diğer bir yöntem, firmanın ana sözleşmesinde değişikliklere gidilmesidir. Satınalınma olasılığını en aza indirebilmek için, örneğin yönetim kurulu üyelerinin üyelik süreleri ve değişimlerine ait kurallar oluşturulmaya çalışılmaktadır. Fakat ortak sayısının oldukça yüksek ve kurul üyelerinin ortaklık oranlarının tam tersi olması durumunda ise yöntemin etkin olduğu söylenememektedir. Yeşil mektup Yeşil mektup; (greenmail) ile hedef firma tarafından, dostça olmayan satın almaya son vermek amacı ile, oldukça büyük blok halinde hisse senetlerinin, belirli pay sahiplerinden yüksek fiyat ödenerek satınalınması söz konusudur. Hisse senetlerini satınalınacağı grup, genellikle hedef firma içerisindeki payını arttırma eğiliminde olan kişi ya da kişilerden oluşmaktadır. 171 Yeşil mektup, piyasadan hisse senetlerini toplayarak şirketteki sahiplik oranını arttırmak isteyen bir ortağa, elinde bulundurduğu hisseler için daha yüksek bir fiyattan alma teklifinde bulunulmasıdır. Böylece ortağın, şirketteki payını artırmasının önüne geçilmesi mümkündür.5 Banka Birleşme ve Satınalmalarında Devlet Politikaları Politik karar otoriteleri, operasyonları sınırlayarak ya da özendirerek finansal sistemin yapısının belirlenmesinde rol oynar. Bazı durumlarda da bankaların mülkiyetinin kamuya ait olması veya bankaların devlet tarafından direkt kontrolü yolu ile bankacılık sisteminin söz konusu yeniden yapılanmasını etkilemektedirler. Politik karar otoriteleri ve düzenleyici otoriteler birleşme ve satınalma operasyonlarını dolaylı olarak belirler. Sözgelimi; esnek olmayan çalışma pazarı yasaları nedeniyle çalışan sayısını, maliyeti azaltarak veya rekabeti azaltıcı operasyonların gerçekleştirilmesine izin verilmeyebilir. Diğer önemli bir konu ise finansal sektördeki sistemik istikrardır. (systemic stability) Özellikle büyük ölçek birleşme ve satın almalar operasyonlarının gerçekleştirildiği Hollanda ve İsviçre gibi küçük ülkelerde büyük bir bankanın ödeme güçlüğüne düşmesi veya kurtarılması (bail-out) çok yüksek maliyetlere yol açmaktadır. 5 Başak Turan; yayınlanmamış doktora tezi; "Şirket Birleşmeleri" 172 Bölgesel Birleşme ve Devralmalar Bazı bölgelerde banka gözetim otoriteleri birleşmeleri, bu yönde özendirmektedir. Özellikle Japonya'da finansal bozulmalar sonucu gerçekleşen birleşme ve devralmalar operasyonlarının bir süre daha devam etmesi beklenmektedir. Asya'da finans sektöründeki konsolidasyonlar, ABD ve Avrupa ülkelerindeki konsolidasyonlardan daha yavaş gelişmekte ve genel olarak etkinlik arayışından çok, finansal yapısı bozulmuş finansal kuruluşlara kaynak bulma amacıyla yapılmaktadır. 1980'lerin sonundaki "bubble" ekonomi sonucu oluşan donuk kredilerin (bad loan) tasfiyesi tamamen gerçekleşmediğinden Japon bankalarının birleşmesi; ek birleşme operasyonları, zayıf performanslı kuruluşların satılması ya da tasfiyeye zorlanması şeklinde devam etmesi beklenmektedir. Japonya'da üç yıldır uygulanan "big-bang" reformları çerçevesinde başta komisyon ücreti olmak üzere bazı alanlardaki finansal serbestleşmenin gerçekleşmesi, yabancıların daha liberal finansal hizmet sektörüne ilgisini artırabilecektir. Kore'de yabancı bankaların iç piyasaya girişini engelleyen düzenlemeler, yaşanan kriz nedeni ile ortadan kalkmış ve Koreli bankacılık yetkilileri, mali yapısı bozulmuş olan finansal kuruluşların yeniden yapılandırılması ve sermaye sağlanması için sadece yabancı kuruluşları finansal kaynakları, 173 risk yönetim metodları yönünden stratejik yatırımcı grubu olarak görmüşlerdir. Bu nedenle krize karşı alınan kararların bir parçası olarak yetkililer banka yönetimini güçlendirmeyi ve yabancı yatırımcıların ulusal kuruluşların yüzde yüze varan stratejik hisselerini ele geçirmelerine izin vermektedir. Finansal yapısı bozulmuş kuruluşları yeniden yapılandırırken, sınır ötesi bağlantıların temel rol oynadığı başka ülke uygulamaları da bulunmaktadır. Meksika ve diğer Latin Amerika ülkelerindeki bankacılık sisteminde ve Güneydoğu Asya'daki gelişmekte olan ülkelerin çoğunda son beş yılda yaşanan sistemik krizler ve sonucunda finansal kuruluşlarının sermayesinin uluslararası standartlara göre düşük kalmıştır. Söz konusu ülkelerdeki finansal kuruluşların aktif kalitesini ve sermayesini artırma konusunda menkul kıymetleşme (securitisation), varlıkların direkt satışı ve mali yapısı zayıf kurumların mali yapısı güçlü ulusal ya da yabancı kurumlarla birleşmesi kamu fonlarının önemli ölçüde genişlemesine yol açmıştır. Mali yapısı zayıf kurumların bu yapılarının güçlendirilmesi süreci yabancı kurumlar için yeni fırsatları ortaya çıkarmaktadır. Böylece OECD ülkelerindeki finansal kuruluşlar Latin Amerika ve Asya'daki bankaları satın almaya çalışmaktadır.6 ABD'de eyaletler arası (nationwide) operasyonlar devam ederken, AB'de sınır ötesi operasyonlar ve büyük uluslararası bankaların finansal kuruluşlarla birleşmesi beklenmektedir. Asya ve diğer bölgelerde ise diğer ülkelerin bankaları tarafından ele geçirmeler yapısal sorunların çözüm yolu olarak görülmektedir. Asya bölgesinde finansal hizmet sektöründeki konsolidasyonlar, ABD ve Avrupa ülkelerindeki konsolidasyonlardan daha yavaş gelişmektedir ve genel olarak etkinlik arayışından ziyade, mali yapısı bozulmuş finansal kuruluşlara fon oluşturulması amaçlanmaktadır. Amerika'da finansal serbestleşme (deregulation) sonucu gerçekleştirilen konsolidasyonlar, eyaletler arasında şube ağının genişlemesi ile bölge ekonomilerindeki performansın artırılmasına, portföy farklılaştırılmasına ve ödemeler sisteminin etkinliğine neden olmaktadır. Konsolidasyon faaliyetlerin çeşitlendirilmesi karlılıktaki riski düşürerek kuruluşun başarısızlık riskini minimum kılmaktadır. Birleşme ve satın almalar açısından ABD ve Avrupa benzer özellik taşımakla birlikte serbestleşme sonucu özellikle eyaletler arası genişleme ABD'de bankacılık konsolidasyonlarında lokomotif rolü oynarken, Avrupa'da bankacılık BASEL kriterleri ile getirilen serbestleşme, ulusal çıkarların korunması mekanizmasına dönüşmüştür. Böylece Avrupa Birliği bankaları (pan-European Banks) henüz Euro Bölgesinin temel bir özelliği olamamıştır. Bu konuda Avrupa'daki yaygın kanı finansal kuruluşların yabancıla6 VENNET V. RUDI (1996), "The effect of mergers and acquisitions on the efficiency and profitability of EC credit institutions", Journal of Banking and Finance, Sayı 20, s.15311558 174 rın kontrolüne karşı korunmasıdır. Böylece Avrupa sınır ötesi bankacılığında (operasyonlar) karşı Basel direktifleri kullanılmaktadır. Kara Avrupa'sında, bankacılık sektöründeki konsolidasyonlar aynı zamanda bölgedeki bankaların tek merkezden gözetimi konusundaki tartışmaları da gündeme getirmiştir. Maastricht Antlaşması çerçevesinde Avrupa Merkez Bankasına bankaları denetim açısından tek yetkili merci olma görevi verilmemiştir. Euro Bölgesinde bankacılık sektöründe istikrarın sağlanması açısından "lender of last resort" ve Eurosisteminin bankaların gözetimindeki rolü ile ilgili tartışmalar Kıta Avrupasındaki birleşme ve satınalmalar operasyonlarının yoğunlaşmasına yol açar. 175 .098 666 .435 .572 .771 .012 06 iran 1% 4 02 96 65 48 10 66 of yees 176 Czech Republic Komeroni Erste Average Hungary OTP Aerage Israel Hapoalim Leumi Average Poland PKO Pekao BPH PHK Bank Zachodhi Average Russia Şekerbank Average LATAM Banco Do Banco Bradesco 18.289 31.709 42.463 12.185 10.910 7.587 4.620 5.797 5.189 9.120 5.842 18.591 10.7 14.0 26.4 26.4 22.7 23.0 23.9 29.0 24.6 8.9 10.9 9.9 11.5 11.5 16.6 21.0 18.3 MCap (US$ mn) 2005 8.1 11.3 21.0 21.0 19.5 20.1 20.1 23.2 20.7 5.7 5.8 6.3 10.3 10.3 14.0 16.6 15.3 8.3 9.9 19.0 19.0 17.9 18.2 18.2 20.3 18.6 8.8 9.9 9.4 9.5 9.5 12.8 12.9 12.8 P/E 2006E 2007E 2.5 3.8 12.0 12.0 4.5 4.2 3.8 4.4 4.2 1.6 1.6 1.5 3.6 3.6 2.8 2.4 2.6 P/BV 2005 2.0 6.2 4.5 4.5 4.0 3.9 3.5 4.1 3.9 1.4 1.3 1.3 2.7 2.7 2.2 2.0 2.1 2006E 1.7 5.1 3.7 3.7 3.7 3.6 3.3 3.8 3.6 1.3 1.2 1.3 2.3 2.3 2.5 1.7 2.1 2007E 17% 15% 15% 15% 15% 14% 11% 12% 13% 13% 12% 12% 26% 26% 17% 8% 13% 2005 13% 16% 10% 10% 14% 14% 11% 11% 12% 12% 11% 12% 22% 22% 15% 8% 11% 11% 19% 6% 6% 13% 13% 10% 10% 11% 11% 10% 11% 18% 18% 14% 6% 10% 6.5 3.9 1.2 1.2 3.2 3.4 2.9 2.7 3.0 8.0 8.0 8.0 7.4 7.4 6.1 3.4 4.7 6.3 2.5 2.3 2.3 3.6 3.5 3.0 2.7 3.2 8.6 8.5 8.6 8.1 8.1 6.6 3.9 5.2 6.1 3.6 1.7 1.7 3.5 3.5 3.0 2.7 3.2 8.4 8.2 8.2 7.7 7.7 5.7 3.7 4.7 RONE (%) ROAE/P/PV (%) 2006E 2007E 2005 2006E 2007E 666 241 098 177 10.0 18.3 14.2 12.5 8.6 9.3 12.6 11.2 10.0 11.2 11.3 10.9 11.7 12.4 16.1 15.1 13.8 12.0 18.4 19.1 20.1 13.1 8.1 15.7 8.7 8.7 9.2 9.2 7.7 15.5 11.3 10.1 7.0 9.1 10.6 10.1 8.6 9.3 9.9 9.5 7.6 7.6 8.7 8.7 P/E 2006E 2007E 14.0 10.3 14.9 12.9 13.5 15.7 12.3 11.4 10.0 10.0 12.1 12.1 2005 14.7 12.4 18.3 14.0 Source: Bloomberg,ISE, RJ estimates MCap (US$ mn) Banco Itau Brazil 31.794 Grupo Fin. Banorte 6.515 Grupo Fin. Inbursa 4.882 Average South Korea Kookmin Bank 26.525 Average South Africa ABSA Group Ltd. 8.806 Average Turkey Large-Caps Akbank 12.525 Garanti 6.558 İşbank 11.478 Vakif 6.017 Average Mid-caps Bank Asya 851 Denizbank 3.103 Finansbank 4.986 Fortis 1.210 TEB 767 TSKB 601 Average 3.8 3.8 4.8 1.5 2.2 1.5 2.9 2.6 2.3 1.6 1.9 2.3 2.3 2.3 2.2 2.2 P/BV 2005 4.5 3.2 1.6 3.1 2.1 3.5 3.9 1.5 1.9 1.6 2.4 2.8 2.1 1.8 2.0 2.2 2.1 2.1 1.8 1.8 2006E 6.4 3.0 1.5 3.8 1.7 3.1 3.2 1.4 1.7 1.5 2.1 2.5 1.9 1.7 1.8 2.0 1.8 1.8 1.5 1.5 3.6 2007E 5.2 2.5 42% 23% 29% 8% 18% 21% 24% 23% 20% 11% 17% 18% 25% 25% 21% 21% 2005 20% 13% 15% 16% 27% 20% 30% 12% 24% 16% 22% 24% 22% 15% 17% 20% 22% 22% 16% 16% 24% 21% 31% 15% 26% 17% 22% 26% 23% 19% 19% 22% 20% 20% 13% 13% 11.0 6.0 6.0 5.2 8.3 14.7 8.5 8.7 8.9 6.9 9.0 8.4 11.1 11.1 9.6 9.6 12.9 5.7 5.7 8.1 12.4 10.3 9.5 8.7 10.3 8.3 8.6 9.0 10.4 10.4 9.1 9.1 14.3 6.8 9.7 10.1 15.4 11.4 11.3 10.4 12.5 11.1 10.7 11.2 10.9 109 8.9 8.9 RONE (%) ROAE/P/PV (%) 2006E 2007E 2005 2006E 2007E 21% 23% 4.5 3.3 4.5 11% 10% 4.1 3.7 3.9 15% 9.2 10.2 15% 16% 5.7 5.2 4.5 Base lII Kriterleri 2007 yılında uygulanmaya başlanacak olan Basel II kriterleri ile birlikte gelişmekte olan ülke bankaları, en azından başlangıçta uzunca bir süre, kredi riski için Standart Yöntemi kullanırken, G-10 ve AB'deki bankalar kredi riski için İçsel Yöntemlerin kullanımına daha öncelikle geçebileceklerdir. Bu durum, sermaye yeterliliği konusunda karşılaştırılmalı üstünlüğe sahip olacak gelişmiş ülke bankalarının, gelişmekte olan ülkelerdeki bankalarla birleşmeleri, onları satın almaları şeklinde yaşanacak bir konsolidasyon sürecini başlatabilecektir. Yabancı sermayeli bankaların Türkiye piyasasında hitap ettikleri alanları ve ürün portföylerini genişletmeleri sektördeki rekabet yapısını etkileyen iklimini değiştirecek bir gelişmedir. Yabancı sermayeli bankaların başlıca avantajlarının sermaye güçleri ve uluslararası piyasalardan daha düşük maliyetli fon temin etme imkânları olacağı düşünülmektedir. Yabancı sermayenin bilgi ve teknolojik yenileşme başta olmak üzere ülkeye çok şey kazandırır. Ancak yaşanan son finansal krizler karşısında yabancı menşeili bankaların verdiği tepki de dikkate alınmalıdır. Yabancı bankaların bankacılık sektörü içindeki payları %40'ı aşmadığı sürece sektör açısından önemli bir tehlike oluşturmaz. • • • • 178 Üç ülkede de bankacılık birleşme ve devralmaları sistemi krizden çıkış döneminde hızlandırıcı etki yaratmıştır. Her ülke birleşme ve devralmalar konusunda değişik standartlar oluşturmuştur. Eylül 1998'de Endonezya'da dört kamu bankası "Bank Mandiri" adı altınada tek bir bankada toplanmıştır. Bu bankaların kötü aktifleri, yapılandırma kurulu IBRA'ya aktarılmıştır. Takipteki alacakların büyük kısmının Bank Mandiri'ye kalması kararlaştırılmıştır. Bununla birlikte bankanın uluslararası şirketlerin danışmanlığından faydalanmaları tavsiye edilmiştir. Endonezya'da krizden sonra yabancı bankaların devralmalarına olumlu bakılmış, yapılan hukuki değişikliklerle yabancıların banka sahibi olmalarına izin verilmiştir. Tayland'ta da yabancı bankaların banka devralmalarına olumlu olarak bakılmış ve bu yönde hukuki düzenlemeler yapılmıştır. Yabancı bankaların ulusal bankaların hisselerinin büyük çoğunluğunu bulundurma imkânı verilmesine rağmen bu 10 yıllık bir süre ile kısıtlanmıştır. Malezya'da Eylül 1999 itibariyle bankaların ve mali kuruluşların altı büyük grup içinde birleşmeleri öngörülmüştür. Ayrıca yabancı bankaların ulusal bankalardaki hisse payı en fazla %30 ile sınırlandırılmıştır. ABD'deki rekabeti korumaya yönelik yasaların tarihçesi oldukça eskidir.. İlk kez 1890'da uygulanan Sherman Yasasına göre tekelleşmeye yönelik firma birleşmeleri, ülke içinde veya dışında suç sayılıyordu. 1914 yılında yapılan Clayton Yasası ise, fiyat ayrımcılığı (price discrimination) ve iki firmanın birleşmesi gibi konuları ele alarak rekabeti engelleyici davranışlara sınırlama getirmiştir. Sonraki yıllarda bu iki yasa değişen şartlara göre yeniden düzenlenmiştir. Şu anda 1960 ve 1966 Banka Birleşmeleri Yasalarıyla birlikte yürürlükte olan Clayton Yasasının 7.bölümü rekabete potansiyel tehdit oluşturan birleşmeleri iptal etme gücüne sahiptir. Yasanın uygulayıcısı olan komisyon sunulan birleşme taslağının rekabeti olumsuz etkileyip etkilemeyeceğine 30 gün içinde karar vermektedir. Bu uygulama genelde küçük bankaların birbirleriyle yaptıkları yatay birleşmeleri onaylarken; fiyatlar üzerinde olumsuz etkileri olacağı düşüncesiyle büyük bankaların yatay birleşmelerine onay vermemektedir.(Bunun bir istisnası, 1991 yılındaki, Chemical Bank ve Manufacturers Hannover birleşmesidir.) Sherman Yasasının 2.bölümü ise AB Yasasının 86.maddesiyle benzemektedir. Yine de 86. madde tekelci gücün nasıl elde edildiğiyle değil, mevcut durumda nasıl kullanıldığıyla ilgilenmesi yönüyle Sherman Yasasından ayrılmaktadır. ABD Antitröst yasaları, AB Yatay Birleşmeler Talimatı'na göre daha ağır yaptırımlar getirdiği için uygulamada daha etkilidir. Birleşme ve Satın Almalarının Banka Performansına Etkisi Birleşme öncesi ve sonrası banka performansının karşılaştırılmasında banka karlılığı ve faaliyet etkinliği önem kazanır. Böylece, elde edilen kazançların gelir veya maliyet kaynaklı olduğuna karar verilebilir. Birleşmelerle ilgili yapılan çalışmalarda gözlenen kazançlar genelde yalnızca gelir kalemlerinde yer almaktadır. Aynı büyüklükte iki küçük bankanın birleşmesi sonrasında sinerji etkisi pazar payı artışı yoluyla brüt gelir artışında sağlanır. Büyük bankalar ise birleşme sonrası brüt gelir artışını, piyasadaki hakim pozisyonlarından yararlanarak yarattıkları fiyat artışı ile sağlayabilmektedirler. Kısaca; maliyetler açısından etkinlik sağlanması her zaman gerçekleşmeyebilir. (A.N.Berger,1993). Öte yandan, toplam maliyetin düşmesi ile etkinlik artışı arasındaki fark da belirlenmelidir. Maliyet azalışı, personel sayısı azaltarak gerekse ekonomik olmayan şubeleri kapatarak elde edilen maliyet küçülmesidir. Oysa bir etkinlik artışı olup olmadığını gözlemek için, toplam maliyetlerde anahtar bir rol oynayan işgücü maliyet oranının (personel ücretlerinin toplam aktiflere oranı) ve faaliyet giderleri oranının (toplam faaliyet giderlerinin toplam aktiflere oranı) birleşme öncesi ve sonrası değerlerini karşılaştırmak gerekmektedir. Performans değişimini saptamanın bir yolu da, öz kaynak getirisi (ROE), aktif getirisi (ROA) gibi karlılık oranlarını incelemektir. 179 Milyon USD Sektörler Toplam Mevduat Bankaları Kamu Özel Fon Yabancı Kalkınma ve Yatırım Bankaları SONUÇ 2000 AKTİF BÜYÜKLÜĞÜ 2001 2002 2003 2004 2005 2006 Haziran 155.237 117.550 130.116 178.925 228.337 295.585 284.012 148.335 119.969 124.342 171.571 219.898 286.004 274.771 53.151 37.596 41.500 59.559 79.653 92.692 83.572 13.192 3.982 5.696 5.113 1.444 1.384 666 73.588 8.403 6.902 66.75 3.616 5.581 73.093 101.925 131.091 176.503 173.435 4.053 5.774 4.974 7.354 7.709 8.440 15.425 9.580 17.098 9.241 1990'lı yıllardan itibaren birçok ülkede uygulanan serbestleşme politikaları ile yabancı bankaların şube açmalarına ve banka kurmalarına izin veren düzenlemeler, gelişmekte olan ülkelerde yaşanan bankacılık krizleri, uluslararası sermaye akımları, teknolojik yenilikler özellikle gelişmekte olan ülkelerde yabancı bankaların sektördeki payının önemli ölçüde artmasına yol açmıştır. Bu gelişmelere bağlı olarak, yakın dönemde birçok gelişmekte olan ülkede yapısal değişiklikler yaşanmıştır ve yaşanmaktadır. 180 Pola PKO Peka BPH Bank Aver Rus Şeke Aver LATA Banc Banc Ban Grup Grup Ave Sou Koo Ave Sou ABS Ave Turk Larg Akb Gara İşba Vaki Ave MidBan Den Fina Fort TEB TSK Ave Sour İstikrar, sağlanmasının ardından Avrupa Birliği'nden görüşme tarihi alınmasıyla birlikte yabancı bankaların Türkiye'ye ilgisi artırmıştır. Özkaynak ve rekabet konusunda sıkıntı yaşayan Türk bankaları yabancı kaynak transferi ile kârlılıklarını artıracak ve rekabet kalitesi artacaktır. Yabancı bankalar, ölçek ekonomilerinden, çeşitlendirme ile ve riski yayma özelliklerinden ve uluslararası finansman merkezleriyle doğrudan bağlantılarından dolayı, en son kredi araçlarını ve teknolojisini hızla transfer ederek ve rekabeti artırmaktadır. Artışı, teorik olarak marjinal bankaların piyasadan çekilmesine aynı zamanda daha kaliteli hizmet sunumuna katkı sağlar. Bankacılık otoriteleri yabancı bankaların pazar paylarının artmasını bir anlamda ülkede istikrar ve güven ortamının oluşması şeklinde yorumlamaktadır. Uluslararası derecelendirme kuruluşu Fitch yabancı bankaların gelecek ve kârlılık gibi iki temel ögeye odaklandığına dikkat çekmektedir. Diğer taraftan yabancıların gelmesi yetersiz mali piyasalarının derinleşmesine ve krizlere daha dayanıklı hâle gelmesine katkı sağlar. Böylece faizlerin düşen kredi piyasasını canlandırır, kurumsal yönetimin gelişmesini özendirir. Halen Türkiye'de %24 olan yabancı banka payı liberalleşme ve Avrupa Birliği'ne katılma yolunda olan benzer gelişmekte olan ülkelerin pazarları ile karşılaştırıldığında düşük olduğu görülmektedir. Yabancı bankalar birleşme ve satınalma durumunda ülkeye döviz girişi sağlayacakları için ödemeler dengesi ve cari açığın azalmasına önemli katkı sağlar. Ayrıca uluslar arası rekabet yoluyla büyüme ve gelişme yolunda olan Türkiye'nin banka dışı sermayeyi davet ederken bankaların sermaye girişini sınırlandırma getirmesi de anlamlı olmaz. Türkiye'nin büyük ticaret bankalarını uluslar arası rekabete de açmayı da özendirmesi gerekir. Bu açıdan bir kamu ve özel bankanın dünyanın her tarafında temsilini özendirerek ekonominin ihtiyacı olan bilgi birikimi ve ticaretin geliştirilmesi konusuna katkı sağlayacaktır. Buna teşvik sağlayacağı gibi kamu bankalarının uluslararasılaştırılması özendirilmesi yoluyla da gerçekleştirilebilir. KAYNAKLAR • • • Background Note on Mergers and Acquisitions in the Financial Services Sector, OECD, Directorate for Financial, Fiscal and Enterprise Affairs Committee on Financial Markets, 6 October 1999 The Economics of Bank Mergers in the European Union: A rewiew of Public Policy Issues, OECD, Directorate for Financial, Fiscal and Enterprise Affairs Committee on Financial Markets, 15 September 1999 Mergers and Acquisitions, European Commission Directorate-General for Economic and Financial Affairs, Supplement A, No:2, February 1999 181 • Financial Times, Friday, October 15 1999 • AB DANIŞMANLIK (1996), AT Birleşme Yönetmeliğinin Bankacılık ve Finans Sektörüne Uygulanması , AB Danı_manlık, 27.12.1996 sayısı • BARADWAJ B, FRASER D.ve FURTADO E.(1990) "Hostile Bank Takeover Offers", Journal of Banking and Finance, Sayı14, s.1229-1242 • • • • • • • • • Journal of Banking and Finance, February 1999 ANIK GÜLGÜN (1994), "Joint Ventures with a dominant position under EC Competition Law", METU Studies in development, Sayı 21(3), s.295321 BERGER A.N.(1993), "The efficiency of financial institutions", Journal of Banking and Finance, Sayı 17, s.232-238 BRÖKER G.(1989), "Competition in Banking", OECD LEE PETER (1996), "Eat or be Eaten", Euromoney, Ağustos sayısı s.2842 MOLYNEUX P., ALTUNBAŞ Y. ve GARDENER E.(1994), Efficiency in European Banking-8.ci bölüm, New York,Wiley& Sons Press RHOADES S.A (1993), "Efficiency effects of horizontal (in-market) bank mergers", Journal of Banking and Finance, Sayı 17, s.411-422 SIEMS THOMAS (1996), Bank Mergers and Shareholder Wealth, FED of Dallas, s.1-12 VENNET V. RUDI (1996), "The effect of mergers and acquisitions on the efficiency and profitability of EC credit institutions", Journal of Banking and Finance, Sayı 20, s.1531-1558 • Başak Turan; “Şirket Birleşmeleri", yayınlanmamış doktora tezi; İstanbul, 2006 • TBB; "Banka birleşmeleri ve satınlamaları" Bankacılar Dergisi, Mart, 1997 • Aydın Öztunalı; Rekabet Kurumu Uzmanlık Tezleri Serisi 2005 • • TBB; Bankacılar Dergisi, Sayı 52, 2005, TBB; "Banka birleşmeleri ve devralmaları sorunları, önlemler ve öneriler" Bankacılar Dergisi, Mart, 1997 • Bankacılar Dergisi Sayı, 42, Tuba Ayan Yakıcı, Fikret Çankaya • www.finanskulüp.com • • 182 Ekonomik Araştırmalar Birliği, Hayrettin Demircan; "Dünya'da Ve Türkiye'de Yabancı Sermaye Stratejileri", 2002 www.ekonomistler.com CEMAL KÜÇÜKSÖZEN SPK Ortaklıklar Finansmanı Daire Başkanı Öncelikle, böyle güzel bir toplantıyı düzenleyip, izleyici sayısının fazla olup olmaması durumu değiştirmiyor aslında. İktisadi Araştırmalar Vakfı yönetimine, başta sayın başkanı Orhan hocam olmak üzere teşekkür ediyorum ve siz sayın izleyicilerime ve panelistlere de beni dinlemek zahmetine katlanacağınız içinde teşekkür ediyorum. Banka birleşmeleri konusuna bende biraz sermaye piyasası açısından bakacağım. Ve öncelikle sunumumu öngörülen 15 dakikalık süre içerisinde tamamlamak üzere. Türkiye’de gerçekleşen banka birleşmeleri ve devralmalarını, burada ortaya çıkan ve yabancı sermaye ağırlıklı yabancılaşmaya yönelik bazı tartışmaları sermaye piyasası kurulu olarak bu işin hangi boyutunda yer aldığımızı ve en son olarakta beklentileri kısaca özetlemeye çalışacağım. Tabloda gördüğünüz üzere, 2000 yılından sonra bir şekilde yabancı sermaye tarafından devralınmış veya hakim ortak olunmuş bankaların, üçü hariç diğerleri sermaye piyasasında hisse senetleri işlem gören, halka açık bankalar. Demirbank’ta halka açık oran yok çünkü o daha önce halka açık banka idi, TMSF’ye devrinden sonra tamamı HSBC Banka satıldı. C Bank, Tekfenbank ve MNG’de zaten aktif büyüklüğü olarak, pay olarak oldukça düşük paya sahip bankalar. Dolayısıyla 2000’li yıllardan sonra yoğun bir şekilde, yabancıların Türkiye’de banka satın almaları veya bir şekilde ortak olmaları söz konusu. Birde yabancılara satışı söz konusu olan bankalar var. Akbank, Oyakbank, Alternatifbank, Tekstilbank. Anadolubank, Oyakbank konuşuluyor, Akbank’ın ki de gerçekleşmek üzere. Şimdi T.M.S.F. tarafından yürütülen birleşmeler var, onu da hepimiz biliyoruz. Birde gönüllü olarak gerçekleşen birleşmelerde ben iki tane örnek biliyorum. Bir, doğuş gurubunun Körfezbank, Osmanlı Bankası ve Garanti Bankasını birleştirmesi var 2001 krizinden sonraki süreçte. Birde, en son olarak Koç gurubunun satın aldığı Yapı Krediyi, İtalyan ortağıyla satın aldığı Yapı Krediyi Koç Bankla birleştirmesidir. O da yeni tekemmül etti bildiğiniz gibi. Dolayısıyla diğerleri aslında T.M.S.F.’nin bünyesinde olan bankaların, birleşmesinde şeklinde olmuş veya yabancılar tarafından satın alınmış, ele geçirilme şeklinde gerçekleşmiş. 183 Peki neden birleşme ve satın almalar son dönemde arttı; Metin Beyde, Niyazi hocamda buna kısmen değindiler. Esas itibariyle tabii bir ülkede bir pazara gireceğiniz zaman, herhangi bir sektöre gireceğiniz zaman, orada bir hukuk güvenliğini, kural hakimiyetini ararsınız. Birde kamuya açıklanan elde edilebilir, ulaşılabilir bilgilerin güvenirliliğine bakarsınız. O anlamda hisse senetleri borsada işlem gören, dolayısıyla kamuya periyodik olarak bilgilendirme yapan bankaların talep görmesi ve onların yabancılarla birleşme veya devralmaya konu olması da zaten bu durumu net olarak kanıtlıyor. 2001’de yaşadığımız krizden sonra B.D.D.K. tarafından yapılan düzenlemeler, birazda zoraki belki dozu konusunda çok tartışmalar var çok, insan haklarına aykırı olduğu dahi tartışılan düzenlemeler var. O bir kere bankaların daha şeffaf, daha saydam olmasına imkan verdi. Tabi daha önce söylenildiği üzere ürün ve hizmet yelpazesini geliştirme, daha geniş coğrafi alana yayılma suretiyle risklerin azaltılması ve Pazar payının artırılması isteği de var. Yabancı ilgisini de ayrıca değerlendireceğim. Birleşmenin sahiplerini geçeceğim, çünkü o ayrıntılı olarak zaten anlatıldı Metin Bey tarafından. Satın almaların yurtiçi, yurtdışı ayağı ağırlık olarak Türkiye’de yurtdışı satın almalar görülüyor. Bankacılık sektörüne yabancıların ilgisine baktığımız zaman, 2001’den sonra çok artmış görüyoruz. Oran konusunda B.D.D.K.’nın verileriyle, Metin Beyin verileri biraz farklı. Ben orada % 25’e yakın, % 20’nin üzerinde bir rakam görüyorum. % 35’ten bahsedildi, halka açık bankalarda. Borsada yabancı fonların veya yatırımcıların sahip olduğu paylar dışında tutulduğu zaman % 24 gibi bir pay B.D.D.K.’nın ve Merkez Bankası’nın verilerine göre Haziran itibariyle öyle. Şimdi burada, hisse senetleri borsada işlem gören şirketlerde biliyorsunuz yabancı hakimiyeti aşağı yukarı % 65-70 arasında dalgalanıyor. Şuan 65’in biraz altına düştü. Bankalar içinde bu geçerli, çünkü bankaların çoğunluğu İ.M.K.B. 30 dediğimiz yabancıların daha çok ilgi gösterdiği endekse yer alan hisse senetleri. Dolayısıyla onlarda yabancı fonların ve yatırımcıların ağırlığının daha fazla olması beklenir ama bu tabi yönetim hakimiyetini sağlar mı onu ayrıca bir araştırmak lazım. Yapılan çalışmalara baktığımızda ki, bu süreci aslında Metin Bey söyledi, çok kısaca bir cümleyle söylemek gerekirse, önce yabancılar bir şube olarak açıyorlar, daha sonra ortak oluyorlar. En son 2000’den sonraki süreçte ise, bankaları hakim ortak olarak satın alma şeklinde görüyoruz. Bazı ülkelerde yabancı bankaların sayısı da ulusal bankaların sayısını geçiyor. Bu konuda kısaca verilere bakarsak, çok ilginç bir şey var. Avrupa Birliğinin yeni katılan ülkelerinde Çek Cumhuriyeti, Macaristan’da % 70’in 80’in üzerinde Polonya’da % 60’ın üzerinde, Latin Amerika ülkelerinde % 50, Arjantin ve Brezilya’da % 30’luk bir yabancı payını görüyoruz. Gelişmiş Avrupa Birliği ülkelerinde, Avrupa Birliği ortalaması % 20. Almanya’da % 5, Fransa bi184 raz tutucu olmasına rağmen % 19, Danimarka % 17, Yunanistan’da % 20, Hollanda’da ve İtalya’da % 11 ve % 8. burada şunu görüyoruz ki, bu tabi teorik olarak yapılan, hocalarımın ve Metin Beyinde yaptığı açıklama çerçevesinde teoriye de uygun bir gelişme. Gelişmiş ülkelerde güçlü yerli bankalar var. Onlarla rekabet etmek mümkün değil. Birde zaten o ekonomilerde bankacılık sektörü, çok gelişme potansiyeli de görmüyor haklı olarak. Çünkü kişi başına tüketici kredisi, paylar başlığına baktığımızda, doyum noktasına ulaşmış oluyorlar. Gelişmekte olan ülkelerde bu konuda tam bir açlık var. Bunu zaten Türkiye’de görebiliyoruz. Türkiye’ye niye yabancılar çok ilgi gösteriyor, 72 milyonluk bir ülke, büyük bir Pazar. Avrupa birliğiyle müzakere süreci bizim aslında kural hakimiyetinin bankacılık sektöründe de sağlanması gibi olumlu bir gelişmeyi sağlıyor. Artış trendi de gayri safi milli hasıla makro ekonomik göstergelerde 2000’lerden sonra yaşanan hızlı iyileşmeler var. Kişi başına borçlu kredi seviyesi düşük, yani potansiyel çok fazla. Birde eskiden kıt kanaat geçinen Türk halkı şimdi tüketiyor. Faiz oranlarının düşmesiyle birlikte artan tüketim, esas itibariyle işte otomobil gibi tüketim mallarına ve gayrimenkul edinme eğilimleri yüksek bir kredi talebi yaratmış durumda. Tabi Mayıs ayından sonra yaratılan dalgalanma, biraz hızını kesti ama daha sonra tekrar istikrara yönelik risklerin azaldığı dönemde bu tekrar artacaktır diye düşünüyoruz. Birde benim açımdan çok önemli, sermaye piyasaları açısından çok önemli olan, üzerinde durulması gereken banka bilançolarında görülen iyileşme ve şeffaflık. Bu da tabi Avrupa Birliği süreciyle beraber, esas itibariyle B.D.D.K.’nın bankaların denetimi konusunda 2001 krizini özellikle İmarbank olayından aldığı dersle yapmış olduğu, daha sıkı düzenlemeler bankaların finansal bilgilerinin kredibilitesini arttırmış bulunuyor. Buda tabi yabancıların bunlara olan ilgisini artırıyor. Birde ilginç bir şey var. Türk halkı aslında reel sektörde şirketlerin yabancılar tarafından alınmasına çok büyük tepki gösterirken, bankalar konusunda böyle bir tepki yok. Burada ulusalcılık yok, burada bir muhafazar yaklaşım yok, neden yok diye baktığımız zaman, bankalara nasıl bakılıyor diye baktığınız zaman, acaba banka iki kasa bir masamı, Türk halkının gözünde. Banka reel sektör gibi iş yaratan, veyahut somut olarak üretim yapan, reel sektörde olduğu gibi bir yer değil mi, o mu var. Bir diğer husus, yerli bankacılar, sermayedarlar genelde sektörü düzenleyenler, bir bankadan daha kurtulduk mu diyorlar. Buda tabi tartışılabilecek konulardan bir tanesi. Birde, B.D.D.K düzenlemeleri, biraz önce söyledim, çok sert olduğu söyleniyor, banka sahipleri geçmişte yaşanan el koymaların tekrarından mı korkuyor, bir riski bertaraf etmek için yabancı bir ortak mı alıyor, yabancı orta185 ğın olduğu veya yabancı hakimiyetinde bankalara el konulamaz mı diye düşünülüyor ki, bu aslında şeyde de var. Bir diğer yabancı etkisi mevduat sigortasında olacaktır, onu Metin Bey bahsetti. Bunu kaldırmak gerekir mi diye düşünmek lazım diye düşünüyorum. Belli bir oran altında. Çünkü, mevduat sigortası 20 bin Euro Avrupa Birliğinde, bizde 50 bin YTL, şu anda Euro’ya yakınlaştı ama yine 20 bin Euro’nun üstünde. Birde tabi çok önemli riskler olduğunu İmar Bankası olayında biliyoruz. Bir gün önce sınır kaldırıldığı için çok vahim bir yük altına girilmek durumunda kalındı. Orada öngörülen 750 trilyon iken daha sonra 8.5 katrilyonluk bir şey çıktı. Tabi o da işin diğer tarafı. Yabancıların gelmesi halinde olacak şeylerden bir tanesi, yabancılar genellikle tüketimi finanse eder görüşü hakim. Buna ilişkin ampirik çalışmalarda bunu söylüyor ve reel sektörü finanse etmekten kaçınır. Çünkü orada büyük risk var. Tüketimde ise risk düşük, faiz oranları vs. gelir daha yüksek. Birde tabi Türkiye’de reel sektör bankaların şeffaf ve doğru finansal tablo gereksinimleri karşılamayı başarabilecek mi. Tabu bu şu demek, yerli bankaların kredi verme politikasında esas itibariyle aile fotoğrafı önemli, ilişkiler önemli. Finansal bilgilere yeteri kadar önem verilmediği düşünülüyor. Yabancılarda ise bu kural hakimiyeti ve sıkı sıkıya finansal bilgilerin bağımsız eğitimi yapılarak onlara güvenilecek. Bu konuda şeffaflaşma, Türk reel sektörü için bankalardan kredi talep edenler açısından gerekli olacak. Dolayısıyla bu açıdan baktığınızda, Türkiye’de uluslar arası standartların bankacılık sektöründe yükselmesine katkı yapacaktır yabancılar. Dolayısıyla bir diğer tartışılan konuda yabancılar. İşte Metin Beyle de arada konuştum, farklı bir şey söyledi. En ufak bir krizde en çok gidenlerdir diye düşünülüyor, böyle bir kanaat var ama ampirik çalışmalar aksini söylüyormuş. Birde kendileri kaynaklarını, kararlarını yurtdışına, merkezlerine götürecek, ana ülkelerine götürecekler. Ama Türkiye’de yerli bankalarda ise bu Türkiye’de kalacak. Tabii bir diğer tartışma konusu da, yabancı payına sınırlama getirilmelimi, piyasa ekonomisini benimsemişsek, böyle bir şeyin zecri olarak yapılması söz konusu değil diye düşünüyorum. Sermaye piyasalarının mantığına da zaten aykırı bir şey, piyasa mantığının hakim olması dolayısıyla. Ancak ekonomik olarak, işte Avrupa birliğinde gelişen ülkelerde olduğu gibi, güçlü yerel banka sermayedarları olursa, bankalar olursa, zaten yabancılar rekabet nedeniyle girmekten kaçınacaklardır diye düşünüyorum. Sermaye piyasası açısından olaya baktığımız zaman Metin Bey her ne kadar bankaları birleşme, devralmalarını ilgilendiren mevzuat içersine sermaye piyasasını düzenlemesini saymadıysa da, halka açık bankalar açısından taraflardan birisi halka açık bankaysa, sermaye piyasası kurulunun birleşmeye iliş186 kin düzenlemesi var. Hem kanunda, hem de o kanunda seri 1, no 31 sayılı tebliğimiz var. Bu tebliğle ne yapıyoruz, birleşme konusu bankalardan bir tanesi veya ele geçirilen bankalardan bir tanesi ele geçirilende olabilir. Birleşme oranının tespiti bizim açımızdan çok önemli. Örneğin son Koçbank-Yapı Kredi birleşmesinde de bu konu çok üzerinde durduğumuz, hassasiyetle durduğumuz konu oluyor. Biz esas itibariyle duyuru metniyle birleşen bankalar hakkında, birleşen bankaların ortaklarına bilgi veriyoruz. Bu bilgilerin şeffaf, doğru ve güvenilir bilgiler olmasını sağlamaya çalışıyoruz ve bunun, bilgilerin duyuru metninin birleşmeye ilişkin genel kuruldan 30 gün önce ortaklara açıklanması gerekiyor. Pay sahiplerinin bu şekilde bilgilendirilmesi gerekiyor. Bir diğer husus ise, çağrıda bulunma yükümlülüğü. Hakim ortaklık yapısının değişmesi halinde, yönetiminin değişmesi halinde, devre konu bankaların yeni sahibi eski ortaklara çağrıda bulunmak zorunda. Onlara yönetimin değişmesi nedeniyle şirketten çıkma hakkı vermek zorunda, öyle birde düzenlememiz var. Buna tabi olan bankalarımızda geçmişte oldu. Şimdi bizim sermaye piyasasının banka birleşmelerine, yada bankacılık sisteminin birleşmelerine .................... ayrı şirketin yapısı bize hakim biliyorsunuz. Bu şeffaflıkla sermaye piyasasına gelmekle daha şeffaf bir yapıya oluşuyor. Dolayısıyla kurumsal yönetim ilkeleri önemli bir hal alıyor. Zaten İ.M.K.B.’de işlem gören bankaların yabancılar tarafından ilgi görmesi de bunun açık bir kanıtı. Kurumsal yönetim bizim sermaye piyasası kurulunun düzenlemesi B.D.D.K.’da bu konu üzerinde çalışıyor ama mevcut durum itibariyle S.P.K.’nın düzenlemesi bankalar açısından da bir rehber, yol gösterici. Birde, 2003’te yapılan bir araştırmaya göre, ülkede hissedarları, özellikle küçük hissedarları koruyan düzenlemeler ne kadar etkinleşirse, bankaların değeri de o kadar artıyor. Buda sermaye piyasalarının bankaların birleşme ve devralmaları konusuna olan katkısı veyahut onların kalitelerini artırma yönünden. Birde kurumsal yönetim ilkelerinin halka açık bankalarda, diğerlerine göre daha iyi şekilde uygulandığını görüyoruz. Tabi mevcut durum itibariyle, bizim yapımız nedeni iki tane handikap var. halka açıklık oranı düşük, piyasanın da küçük olması aslında birleşme işlemlerinin, satın almaların maliyetini de olumsuz etkileyebiliyor. Beklentiler nedir diye baktığımızda yani aşağı yukarı kamu oyunda da paylaşılan şeyler var. Yabancıların sektöre olan ilgisi devam edecek gibi bekleniyor. Ayrıca sektörde birleşmelerin artması da bence rekabet nedeniyle muhtemel banka sayısında, herhalde şu anda 47 bu sayı, 25’ide yabancı sermayeli veya yabancı ortaklı bankalar. Tabi esas bankacılık faaliyetleriyle sağlanan gelirlerin artmasını beklemek lazım. Çünkü geçmişte hakikaten diğer gelirler daha yoğundu. Esas itibariyle kamunun vermiş olduğu 187 yüksek reel faizler, burada belirleyici rol oynuyordu. Sektörde rekabet şartlarının ağırlaşmasını, daha yoğun bir rekabet ortamının olmasını bekliyoruz. Tabi yabancı bankaların hakimiyeti artarsa, bireysel kredi alımında bir büyüme beklemek lazım. Birde kredi kartlarına yönelik olarak, mesela sorunlu kredi kartı oranı yada kredi kartıyla yapılan harcama oranı, 2006 Haziran ayı itibariyle % 8. Bu aslında önemli bir oran. Kobilerin, yabancıların hakim olduğu bir sektörden kredi alabilmek için aslında uyum sağlayabilecekler mi veya onları biraz zorlama söz konusu olacak. Sektörde karlılık ve risk rekabet işte kobilerin uyum sağlama sorunlarını dikkate aldığımızda nasıl etkilenecek ona bir bakmak lazım. Bir diğer husus B.D.D.K.’nın denetim alanı ne olacak, kamu bankalarını denetleyemiyorsunuz, yabancı bankalara Avrupa Birliğinde tek pasaport ilkesi çerçevesinde denetleyemeyeceksiniz. 40 yerine 25-22 kaldı. Onun üçü kamu bankası, kaldı 19, beş yıl sonra acaba B.D.D.K.’nın denetleyeceği banka kalacak mı, oda bir diğer konu. Son olarak tekrar vurgulamak gerekirse, yabancı ortaklığı sahipliği sınırlandırmak gerekir mi, piyasa ekonomisini benimsemişseniz, zaten Avrupa Birliğine giriş sürecinde bunu sınırlamak yasal önlemlerle mümkün değil. Ekonomik olarak rekabet, ben şunu çok şey görmüyorum, yerli sermaye dayanağımızın bir bankadan daha kurtulduk, paramızı da aldık, cebimize koyduk. Böyle bir fırsattı aslında. Yani 2001’den sonra, BDDK’ya kızıyorlar ama onların yaptığı düzenlemelerin sonucunda bankaları para eder hale geldi. Hatırlarsanız ilk Dışbank satılmıştır. Yalçın beyle bir yemek toplantısında, biz ucuza mı sattık diye düşündü, 6 ay sonra hakikaten 1 milyar dolara sattı ama işte kendi hükmündeki diğer Denizbank 2.5 milyar dolara satıldı. Dolayısıyla aslında düzenlemelerin sıkılığı tartışılabilir, insan haklarına aykırı olduğu bu hususta tartışılabilir. Belki bir kurumun temsilcisi olarak konuşuyorum ama onunda bankalara, bankaların değerine katkı sağladığını, ne kadar şeffaf davranırsanız, kural hakimiyetine ne kadar uyarsanız, küçük yatırımcıları ne kadar çok korursanız değeriniz o kadar artıyor. Ben daha sonra katkı bölümünde de tekrar fikirlerimi ifade etmek üzere, sunumuma burada son veriyorum. Herhalde süreye de uydum. Beni dinlediğiniz için teşekkür ediyorum. Saygılar sunuyorum. 188 PROF. DR. M. ŞÜKRÜ TEKBAŞ İ.Ü. İşletme Fakültesi Dekanı Teşekkür ederim sayın başkan. İktisadi Araştırmalar Vakfı’nı bu güzel sempozyumu düzenlediği için kutluyorum. Benden önceki konuşmacıların temas ettikleri konulara değinmemeye çalışarak ve vaktinden öncede bitireceğimi ümit ederek görüşlerimi arz etmek istiyorum. Konuştuğumuz konu, banka birleşmeleri ve satın almalar. Demek ki, ele aldığımız sektör bankacılık. Genelde bankacılık sektörüne önce bakacağım, daha sonra bu sektördeki birleşmeler ve satın almalarla ilgili kısaca görüşlerimi belirteceğim. Bankacılık sektörü finansal sistemin bir parçası Türkiye’de. Finansal sistem ekonomisi aynı gelişmişlik düzeyindeki diğer ekonomilerle karşılaştırıldığında, onlara oranla daha az gelişmiş. Biraz önce Metin beyde buna benzer oranlar verdi. Genellikle sektördeki banka sayısına, sektördeki finansal kurum sayısına bakarız. Buradaki işlemlere bakarız, buradaki aktif büyüklüklerine veya mevduat veya finansal araç çeşitliliğine bakabiliriz ve bunları da sonuçta gayri safi milli hasılaya veya gayri safi yurtiçi hasılaya oranlarız. Bu şekilde bakıldığında Türkiye’de finansal sektör, gayri safi yurtiçi hasılanın % 150’si büyüklüğünde bir yapı gösteriyor. Bu bizim düzeyimizde gelişmişlik, az gelişmiş ülkelerde güneydoğu Asya’da veya güney Amerika’da çok daha yüksek. Bankalarımızın toplam aktif büyüklüğü 470 milyar lira ve bankaların toplam içindeki payı % 87. Demek ki, finansal sisteme zaten bankalar hakim. Bankacılık dışında finansal sektörde, sigortacılık başta olmak üzere diğer faktoring, leasıng buna benzer şirketlerin önemleri çok daha az. Menkul kıymet stoklarına baktığımız zaman, yani finansal varlıkların bileşimine. Burada bankacılık kesiminin araçları % 43, menkul kıymet stokları da % 57. Sistemde bankaların bu şekilde bir payı var. Ancak menkul kıymet stoku olarak baktığımızda zaten bunun % 90’a yakın bir kısmı hatta üzerinde kamunun geliyor. O nedenle özel kesim finansal araçları zaten çok küçük. Özel kesimin fon bulması özellikle ve büyük ölçüde bankacılık kesimine dayanıyor. Bunları şunun için söylüyorum. Hangi sektörde birleşme ve devirleri ko- 189 nu alıyoruz, bu sektörün özel yapıları nelerdir, bunları bilmekte yarar var. Bu çerçevede sektörde banka sayısı 47 artı 5 özel bankayla toplam 52. Bu 52 banka, gerek Avrupa birliği ülkeleriyle karşılaştırıldığında ve gerek dünyadaki diğer ülkelerle karşılaştırıldığında son derece düşük bir oran ve buda yoğunlaşmanın çok yüksek olduğunu ve bunu ölçende bir endeks var. Herfindal-Hirschman Endeksi, buna baktığımızda Türkiye’de bu yapının tamamen bir oligopol piyasası veya oligopol, az düzeyde bir oligopol piyasası olduğu mesajını da veriyor. Bu endeksin maksimum değeri 10 bin, minimum değeri sıfır. Türkiye’deki endeks değeri en son itibariyle yaklaşık 950 düzeyinde. Avrupa’da Almanya çok iyi bir dağılım gösteriyor ve en düşük orana Almanya sahip, sıfırla 199 arasında kalan bir ülke. Sekiz ülke, İsveç, İspanya, Fransa, İrlanda, İtalya, Lüksembourg, Avusturya ve Birleşik Krallık Almanya’nın biraz gerisinde. Daha sonra Danimarka, Yunanistan, Hollanda, Portekiz ve en kuvvetli iki ülkede Finlandiya ve Belçika bizimde üzerimizde. Avrupa Birliği ortalaması yaklaşık 540, bizim çok altımızda. Böyle bir sektörde yoğunlaşmanın giderek arttığı bir sektörde, banka birleşmeleri ve devir almaları ile trendin ne yöne gittiğini kestirmek zor olmasa gerek. Onlar Gurubu’nun yaptığı bir çalışma var. Bu çalışmada 12 ülke ki bunlara Avustralya ve İspanya’da dahil bazı bulgular var. Bunu diğer ülkeler içinde genişletmek mümkün. O bulguları çok kısaca özetlemeye çalışacağım. Bu birleşmeler neden kaynaklanıyor. Biraz önceki konuşmacılarda buna temas ettiler. Özellikle maliyetlerin azaltılması başlıca bir motif. Enformasyon teknolojisinin gelişmesi ve finansal derügülasyon da burada önemli bir rol oynuyor. Bunlara ek olarak Avrupa bölgesinde Euro’nun tek para birimi olması da, özellikle Avrupa’daki banka birleşmeleri ve satın almaları hızlandırdı. Bu motiflerin Türkiye içinde geçerli olduğunu söylemek mümkün. Banka birleşmelerinin sonucunda neler ortaya çıkıyor. Genellikle orta ölçek işletmeleri bizim kobi tabiri kullandığımız sektöre fon akışında bir azalma var. Tüketici kredilerinde bir artma var. Bu birleşmeler ve devralmalar sonucunda ortaya çıkan bankacılık yapısında kobiler en fazla zarar gören kesim. Tüketiciler buradan kendilerine daha fazla pay bulabiliyorlar ve buda sektöre girişteki engellerin kaldırılması ve derügülasyonda gene finansal pazarların globalleşmesinde çok önemli bir rol oynuyor. Türkiye’deki trendimiz nedir. Türkiye’de bu 2001 krizi ile gündeme geliyor. 2001 krizi ile bazı bankaların zor duruma düşmesi ile banka isimlerini, yılları söyleyemeye gerek kalmadan fona devredilen bir bankalar görüyoruz. TMSF’ye devredilen bankalar. Bu bankaların daha sonra Sümerbank çatısı altında birleştirilerek Oyak gurubuna satılması ile başlayan bir trend var ve bu trend ile 2001’den itibaren, Türkiye’de hem banka sayısında bir azalma var, hem de banka birleşmeleri dönemi Türkiye’de başlamış oluyor. Daha sonra istikrarlı bir ortama girilmesiyle birlikte ve Türkiye’nin Avrupa 190 Birliği’ne katılımının su yüzüne çıkmasıyla birlikte, Türkiye’ye yabancı sermayenin bankacılık kesimine ilgisi artıyor. Burada şu nedenler akla gelebilir, yabancı sermaye girişinin kolaylaştırılması, AB üyelik müzakereleri, enflasyon oranlarının azalması ve istikrarlı bir döneme girilmesi, kurumsal yönetimde sağlanan iyileşmeler, dalgalı kur rejimi, bankacılık sektöründe düzenleme ve denetleme, ülke ekonomisinin büyüklüğü ve doğal olarakta nüfus yapımız burada yabancı sermayenin Türkiye’ye olan ilgisini çekiyor. Birçok Türk firması değişik sektörlerden, sanayi kesiminden de yabancıların ilgi odağı haline geliyor. Bu çerçevede Türk bankacılık sistemi de, yabancıların özellikle ilgi gösterdiği bir sektör oluyor. Gerek banka sayısının azalması, gerek yoğunlaşma ve bu yoğunlaşma sonucunda da beş büyük bankanın sektör içindeki payının giderek büyümesi ciddi bir rekabet yaratıyor bu kesimde. Ve bunun sonucunda kar marjlarında bir düşme ve ekonomide olumlu algılanabilecek gelişmeleri yaşamak burada mümkün oluyor. Ancak bu konuda, şu aşamada, bazı rakamlar verme sebep-sonuç bağlantısı açısından sakıncalı olabilir. Sektördeki bu yapı, ekonomik düzelmeden, istikrardan mı kaynaklanıyor, yoksa banka sayısındaki azalmadan mı kaynaklanıyor. Onun için belki biraz daha zamanın geçmesini beklemek veya bu konuda daha ciddi araştırmalar yapmak gerekiyor. Bu arada hemen bir parantez açayım. Bu söylediğimiz sadece bankacılık sektörü içinde değil, buna paralel olarak sigortacılık kesiminde, aracı kurumlarda ve finansal kesimin diğer bölümlerinde de yabancıların Türk pazarlarına olan ilgisinde bir artma görüyoruz. Tekrarlardan mümkün olduğu ölçüde kaçınmak istiyorum. Belki sonuç olarak şunu söyleyebiliriz. Önümüzdeki dönemlerde banka sayısında, belki bir ciddi azalma olmayacak. Sadece bankaların el değiştirmesi gerekecek. Çünkü sektöre girişin son yıllarda kolay olmadığını biliyoruz. Sütten ağzı yanan, yoğurdu üfleyerek yer misali, belki biraz politik nedenlerle kamu bankalarının çok kolay el değiştirmeleri bugün sektöre girişte bir takım zorlukları beraberinde getirdi. Bu trend sonucunda maliyetlerin düşmesini, verimliliğin artmasını ve ölçeklerin büyümesini bekliyoruz. Türk ekonomisinin büyümesiyle birlikte, bankalarında ölçeklerinin daha da büyüyeceğini söyleyebiliriz. Ben teşekkür ediyorum ve burada nokta koyuyorum. 191 192 AZİZ TURHAN B.D.D.K. Bankacılık Uzmanı Bende sayın başkanı ve katılımcıları saygıyla selamlıyorum. Süremizin tartışma için ayrılan kısmının az kalıyor olması hasebiyle, oldukça kısa tutmaya çalışacağım. Çok net olarak söylemek istersem, kişisel kanaatimi konuya ilişkin olarak, Türkiye’de ölçek ekonomisi argümanı, birleşmeler için temel gerekçe olarak gösteriliyor. Bunun abartılı dereceye ulaştığını ve meselenin alternatif maliyeti üzerinde yeterince tartışılmadan, konu yeterince analiz edilmeden bu birleşmeler hakkında, birleşmelerin sağlayacağı faydalar hakkında, yorumlar yapıldığı kanaatindeyim. Bunu Türkiye ekonomisinin genel görünümü açısından, genel görünümünü hepimiz biliyoruz. Niye böyle düşündüğümü kısaca izah etmeye çalışacağım. Hocam benden önce finansal sektörün büyüklüğüyle ilgili rakamlar söyledi. Yalnız benim elimdeki rakamlar finansal sektörün toplam büyüklüğü milli gelirin % 150’si değil, yaklaşık olarak milli gelirin % 95’i civarında veyahut % 100’üne yaklaştı. Çünkü toplam finansal sektör aktiflerin toplamı 530 milyar YTL olarak benim en son elimdeki rakam. Şimdi bu rakamları oranladığımız zaman, bankacılık sektörü Türkiye’de finansal sektör toplamının % 90’ına tekabül ediyor ki, bu çok takdir edersiniz ki yüksek bir rakam. Amerika’da % 25’in altına gerilediğini hepimiz biliyoruz. Bankacılık sektörünün yine önümüzdeki yıllarda, en azından 10 yılda % 8 büyüme potansiyeline sahip olduğu herkesin genel kanaati. Bankacılık sektörü ile ilgili belki bir rakam yine vermem gerekirse, bu Avrupa Birliği ülkeleriyle Türkiye’yi karşılaştırma açısından, 2004 yılı rakamlarıdır yalnız söyleyeceğim rakamlar. Kişi başına aktif toplamı, Avrupa Birliğinde 25 ülke olarak aldığımız zaman 63000 Euro’ya, Türkiye’de ise yaklaşık 2300 Euro’ya tekabül ettiğini görüyoruz. Bu Amerika Birleşik Devletlerinde de yanılmıyorsam 23.000 Euro civarında. Avrupa’ya göre biraz daha düşük. Çünkü Avrupa’ya göre Amerika’da bankacılık sektörünün payı daha düşük. Yine Türkiye’deki toplam banka sayısıyla ilgili, hocam yanılmıyorsam biraz daha önceki rakamlara baktı. Katılım bankası 4 tane şu anda. Toplam banka sayımız 51 oluyor. 47 + 4 şu anda banka sayımız 51. Yine bankacılık sektörümüz için önemli olduğunu düşündüğüm, son yıllara ilişkin Avrupa Birliği ülkeleri ile karlılık karşılaştırması yaptığımız za193 man, Türkiye bankacılık sektörünün aktif karlılığı açısından Avrupa Birliği’nin ortalamasının karlılığının üzerinde. Öz kaynak karlılığında Avrupa’nın biraz altında olduğunu görüyoruz. Daha fazla rakam vermeden bankacılık sektörü ile ilgili genel çerçeve bu. Bu çerçeveye baktığımız zaman, önümüzdeki dönemde birleşme beklentilerinin veyahut taleplerin artacağı yönünde genel bir kanaat mevcut. Şimdi birleşme olsun veyahut böyle bekliyoruz diyoruz. Ama bu birleşmenin muhtemel etkileri var. Bu bizim için çok önemli olan bankacılık sektörü üzerindeki muhtemel etkiler, ekonomimizin genelini etkileyeceği tartışılmaz. Malum en son yaşadığımız krizlerde de bunu hepimiz gördük. Toplumsal olarak bir maliyet ödedik. Böyle bir maliyeti Türkiye vatandaşlarının, veyahut Türkiye’nin tekrar ödeyip ödeyemeyeceği de önemli bir tartışma konusu. O bakımdan atılan adımların, her şeyin alternatif maliyetini en ince ayrıntısına kadar hesap edilmesi kanaatindeyim. Birleşmelerin üç temel etkisi olduğu tartışılıyor genelde literatürde, akademi yada siyasi çevrelerde. Verimlilik, rekabet ve finansal etkisi üzerine etkisi. Verimlilik üzerine etkisini konuşmamın başında da ifade etmeye çalıştım. Ölçek ekonomisi argümanının abartıldığını düşünüyorum Türkiye’de. Bu gerçek manada, sürekli aktif büyüklüğüne bağlı bir maliyet azalışı veyahut verimlilik artışı vardır dersek, bunun doğal tekel boyutuna gideceği sonucuna varırız. Bankacılık sektöründe artan verimliliğin olduğunu, veyahut doğal tekel dediğimiz yapıya sahip olup olmadığı, tartışma konusu ve doğal tekel yapısının şartlarının mevcut olduğu kanaatinde değilim. Verimlilikle ilgili yapılmış ampirik çalışmalar var. Mesela Gazi Üniversitesinden Ömer Çolak beyin yanılmıyorsam, bankaların verimliliğiyle ilgili bir, ölçeğe göre artan getiri var mıdır, yok mudur diye bir araştırması olduğunu ben hatırlıyorum. Onun çalışmalarında yanılmıyorsam iki tane çalışması var, ölçek çalışması. Ölçeğe göre artan getiri olmadığını, bilakis azalan getiri olduğunu ortaya çıkarıyor. Ömer Çolak bey yanılmıyorsam bir arkadaşı ile yazıyordu, şuanda ismini hatırlayamadığım. Yani genel olarak baktığımız zaman, birleşmelerin verimlilik aratışı getireceği şuanda kesin değil. Yani getireceği yönünde ampirik sonuçlarda var. Getiremediği yönünde de ampirik çalışmalar var.O bakımdan, Türkiye için bunun çok iyi olacağını söylemek, o sonuçlara bakarak yine sakıncalı olarak görüyorum. Rekabet etkisine baktığımız zaman, bunu yoğunlaşma olarakta belki ifade edebiliriz. Hocam endeksten bahsetti. Ben değişik bir endeks rakamları söyleyeyim. Bu beş büyük bankanın toplam aktifinin, bankacılık sektörünün toplam aktifi oranına baktığımız zaman, Türkiye’de yoğunlaşmanın Avrupa Birliği yoğunlaşmasının üzerinde olduğunu görüyoruz. 2004 rakamlarına göre, Avrupa Birliği 25 ülkenin toplam ortalaması, yani yoğunlaşması beş büyük bankanın aktifinin, toplam aktifinin içerisindeki payı % 40 iken, Türkiye’de % 60. Yine birkaç örnek ülke söylemek gerekir ise Almanya’da beş 194 büyük bankanın payı % 22, İspanya’da 42, Fransa’da 45. Mukayese ettiğimiz zaman, Türkiye’de şuandaki haliyle bile beş büyük bankanın yani yoğunlaşma endeksi olarak temel göstergemiz oldukça yüksek. Burada şöyle iyimser bir yorum yapılabilir, arkadaşların söylediğine muhalif gibi oldu benim söylediğim. Kamu bankalarının, büyük kamu bankalarının bu yoğunlaşma içerisindeki payı azaltılır ise, yani Ziraat Bankasının özelleştirilmesi gibi durumlarda çerçeve değişebilir. Fakat şuandaki haliyle baktığımızda, yoğunlaşma oranı yüksek sayılabilecek bir düzeyde. Buda önümüzdeki birleşmelerin, olabilecek muhtemel birleşmelerin rekabet etkisinin olumsuz olabileceği kanaatini doğuruyor bende. Finansal istikrar etkisi açısından baktığımız zaman, bu tabi Türkiye için belki en önemli konuda diyebiliriz. Yine son krize atıfta bulunacak olursak, malum bankaların işte temel fonksiyonları vardı, tarihsel sürece baktığımız zaman öncelikle hatta ilk zamanlarda tasarruf toplama ve kredilendirme fonksiyonu ayrı ayrı idi. Sonra bunlar birleşti, en sonunda da son yıllarda 20-30 yılda kriz yönetimi fonksiyonu bankacılık sektöründe önem kazandı. Bankacılığın böyle bir fonksiyon üstlenmesi finansal istikrarı direk olarak etkiler hale geldi. Malum yine Türkiye örneği, bunun belki yine en iyi örneklerinden, birleşmeler neticesinde bu finansal istikrarı direk etkileyebilecek belki en hassas konu. Bu bankalardaki likidite yönetimi. Bununda nasıl başarabileceği veyahut iyi yönetilip yönetilemeyeceği, Türkiye’nin bankacılık sektöründeki çok küçük sayılabilecek bir tecrübesi, çok sığ tecrübesiyle bu likidite yönetimini nasıl yapabileceği yine tartışmaya açık bir konu. Bunlardan hareketle, önümüzdeki dönemde hızlı verilecek birleşme kararlarının ve birleşme uygulamalarının toplam faydasının, ülke ekonomisi açısından negatif olma ihtimalinin var olduğunu ve bunun ciddi büyüklükte olduğunu düşünüyorum. Bunun belki ulusal bir strateji diyeceğim, ulusal strateji deyince, belki yani otoriter bir şey anlamında değil, yani bu sivil bir stratejide olabilir. Yani bu bankacılık sektöründeki aktörlerin katılımıyla, birleşmelerin muhtemel faydaları konusunda, yahut şekillenmesi konusunda daha yoğun çalışmalar yapılması gerektiği kanaatindeyim. Burada da temel yaklaşımın, stratejinin üzerine kurgulanması gerekirken, hususun kurumsallaşma olduğu kanaatindeyim. Kurumsallaşma kelimesiyle daha iyi ifade edebildiğimi düşünüyorum. Buradaki maksadımda şu, yine bankacılık sektörümüzün büyüklüğü, aslında bizim bankacılık konusundaki tecrübemizin bir anlamda da göstergesidir diyebiliriz. Türk insanının abartmazsak, bankalarla tanışıklığı aslında, belki son 15 yıla dayalı veyahut 20 yıla dayanır diyebiliriz. Yakın zamana kadar banka şubeleri insanlara vergi dairesi gibi muamele ediyordu. Böyle bir davranışın piyasa anlayışıyla uyuştuğunu söyleyemeyiz. Bu açıdan gerek kurumsallaşma yönündeki tecrübemizin eksikliği, gerekse bankacılık sektörünün ekonomimizin genelini etkilemedeki büyük potansiyeli, burada oluşacak regülasyon diyeceğimiz, veyahut düzenleme diyeceğimiz 195 hususu daha bir ön plana çıkarıyor. Bunu BDDK’dan olduğum için söylemiyorum. Kişisel kanaatim olarak ifade etmek istiyorum. Regülasyonun tabii yapılmasında olayın arz ve talep yönü var. Burada yine kamu ekonomisinin belki konusu, lobi faaliyetleri veyahut yine siyasetçinin kendi faydasını maksimum etme gayretlerinin bu işin içerisine karışacağını, bilgi manipülasyonu olacağını, birleşme iyidir diye veyahut kötüdür diye, yanlış bilgilendirmelerin kamuoyunu etkileyebileceğini göz ardı etmememiz gerekiyor. Bu hassas konunun, daha doğrusu sektörün regülasyonunda atılacak adımlar için daha böyle sivil ağırlıklı bir konsonsüs oluşturulup, regülasyon noktasında yapılacak hataların önüne geçilmesi gerektiğini düşünüyorum. Yine bir önemli husus, belki bu birleşmelerde çoğunlukla yabancı bankaların gelmesiyle ilgili. Globalleşme dediğimiz, zaman sürecinden sonra yabancı bankalar, yerli bankalarla aynı piyasada faaliyet gösterip, onlarla rekabet etme sürecine girdi. Buda bizim bu regülasyon dediğimiz düzenlemelerin daha farklı bir boyutta olması hususunu ortaya çıkardı. Bunların çok ciddi tartışmalar gerektirdiği konular olduğunu düşünüyorum. Yeterince ampirik çalışmanın olmadığını görüyoruz sektörde ve belki bu tür panel toplantılarıyla beraber, bu değerlendirmeler artınca sektöre yönelik farklı fikirler birleştirilince daha düzgün bir, daha doğru bir stratejinin ortaya çıkacağı kanaatindeyim. Nihayetinde son söylemek istediğim söz şu; toplumsal iyi diye bir şey yoktur. Bu tartışmalarda da farklı fikirler, biri iyi derken diğerinin tamamen kötü olur demesinin de abartılacak bir durum olmadığı kanaatindeyim. Yine biraz önce son söz demiştim ama bir eklemede bulunmak istiyorum. Bankacılık sektörü hassas bir sektör, bir tekstil sektörü gibi değil. Nihayetinde eğer tekstil gibi normal bir mal veya hizmet olduğunu düşünseydik, bu mal veya hizmeti en iyi kim üretiyorsa, Almanlar, Yunanlılar veyahut Amerikalılar biz onlardan bu hizmeti satın alabilirdik. Ama sektörün, biraz önce bahsetmeye çalıştım, hassasiyeti nedeniyle bu düzenlemenin, regülasyonun birleşme ve satın almalar açısından çok önemli bir adım olduğu kanaatindeyim. Teşekkür ediyorum. 196 CAN YEŞİLADA Şekerbank Y.K. Üyesi Türkiye de son yıllarda başlıyan birleşme ve satın almalar 1999 da çok ciddi büyüklüklere ulaşarak sadece USA da 3.1 trilyon dolar düzeylerine erişmiştir. 2000 yılı sonrasında dünya çapında çok büyük birleşmeler meydana gelmemiş, gerek Amerika'da gerekse de Avrupa'da birleşmeler azalmıştır. Özellikte 11 Eylül saldırısı ve bunun bütün dünyada yarattığı ortam, bu durumu daha da güçleştirmiştir. Birleşmeleri, çeşitleri açısından incelediğimizde de uygulamaların üç ana başlık altında toplulaştırılabildiğini görürüz: Yatay Birleşmeler: Birbirine bağlı ve benzer üretim aşamalarında, alanı derinleştirmeden yatay anlamda gerçekleştirilen birleşmeler. Dikey Bütünleşmeler: Mal ve hizmet üretiminde birbirini takip eden üretim aşamalarının tek bir yapı altında derinleşmesi ve birleşmesi, (ki bu tür birleşmede, hammadde temininden pazarlama aşamasına kadar tüm aşamalar bir üretim zinciri oluşturur.) Conglomerate: Farklı alanlarda mal ve hizmet üreten birimlerin tek bir portföy oluşturacak bir biçimde birleşmesi. Birleşmelerle; ölçek ekonomilerinden yararlanmak ve maliyet avantajını yakalamak, diğer bir deyişle de ayakta kalabilmek için belli bir ölçek üretimi yapmak hedeflenir. Bu noktada da, rekabet unsuru devreye girer ve uluslararası alanda faaliyette bulunabilmek için ölçeklerin büyütülmesi ise gereklilik arz eder. Paralel bir biçimde de verimlilik, ürün çeşitlemesi, pazar payı artırımı, yeni coğrafi pazarlara ve yeni müşterilere erişim imkanları gibi unsurlar etkili olur. Ayrıca, rekabete karşı korunma kavramları da bir bakıma “paradoksal” bir strateji getirir ki; iki kurumdan biri diğerini satın alarak ve daha büyük ve 197 daha zengin bir yapı yaratarak yeniden satın alınmayı beklemektedir. Bu tür bir "birleşme" süreci ise iki kurumun biraraya gelerek ortaklık yapması biçiminde değil, dünyadaki kullanımı ile “Mergers and Acquisitions” (Birleşme ve Devralmalar), kısaca “M&A” olarak ifade edilir. Banka birleşmelerinin temel nedenleri arasında, kurulan yeni banka ile operasyonel etkinliği ve aynı zamanda da piyasa payını artırmak, bankanın piyasa değerini (ki bu büyüklük, ekonomik sermayenin basit bir ifadesidir) ise yükseltmek gibi unsurlar yer alır. Ayrıca, teknolojik gelişmelere kolaylıkla uyum sağlamak, yasal düzenlemelerden doğan kısıtları bir ölçüde de aşmak, vergi teşviklerinden yararlanmak ve krizlere karşı korunma sağlamak amaçlanır. Öncelikle dünyada bankacılık sektörlerini ele aldığımızda; 80’li yıllardan sonra Amerika'daki ve Avrupa'daki makro ekonomik gelişmeler doğrultusunda birleşmelerin hız kazandığını görürüz. 90’ların başında da Hollanda, Danimarka, İsveç ve Finlandiya'da büyük bankaların oluşturulmasına yönelik birleşmeler gerçekleşir ve çok sayıda küçük bankanın yerini ise rekabet gücüne sahip ulusal / yerel bankalar alır. İngiltere, Almanya, İtalya ve İspanya gibi çok daha büyük ölçekli bankaların bulunduğu finans sistemlerinde de birleşmeler yaşanır. 90’ların sonlarında özellikle yerel bankaların birleşmesi ağırlık kazanır ve Avrupa genelinde de birleşmelerin yüzde 80’i Almanya, Fransa, Avusturya ve İtalya'da gerçekleşir. Bu alanda da öncü İngiliz bankacılık sistemi olur; 1992-2003 yılları arasında, banka sayısı yüzde 56 oranında azalır. Aynı rakam, Alman bankacılık sistemi için yüzde 40 oranındadır. Yunanistan bankacılık sistemindeki birleşmeler ise Avrupa Birliği içindeki en yoğun bankacılık sistemlerinden bir diğerini meydana getirir ve en büyük 5 bankacılık grubu sistemdeki toplam aktiflerin yüzde 80’ini temsil eder hale gelir. Bu ülkede son yıllarda Genellikle yerel bankalar arasında birleşmeler ve uluslararası düzeylerde de satın almalar tercih edilir hale gelmiştir. Gelişmekte olan ülke ekonomilerinden elde edilen deneyimler ise; uygulanan istikrar programlarına bağlı olarak yabancıların bankacılık sistemlerinde paylarını artırdıklarını ve ciddi boyutta rekabet ortamı yarattıklarını göstermektedir. Buna ilişkin bir örnek; 2001 yılında Citigroup'un Meksika'nın güçlü finans grubu Banamex’i bünyesine kalmasıdır. Böylelikle, Citigroup'un gelişmekte olan ülkelerdeki kazancı yüzde 198 21'den yüzde 25'e yükselmiş ve Meksika’daki ticari krediler, kredi kartları, mevduat ve menkul değerler alanlarında piyasa payı da yüzde 20'nin üzerine yükselmiştir. Günümüzde, Meksika ve Arjantin'deki finans sistemlerinin yüzde 50'sinden fazlası yabancı bankalar tarafından kontrol edilmektedir. Nitekim; özellikle ülkemiz gibi gelişmekte olan ekonomilere baktığımızda, bu ekonomilere yönelik doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının 90'’lı yıllar ile beraber yoğunlaştığını ve Latin Amerika, Orta ve Doğu Avrupa ve belli başlı Asya ülkelerinde de kamu kurum ve kuruluşlarının özelleştirilmesi süreçlerinin hızlanması ile başabaş yol aldığını görürüz. Yabancı sermaye açısından en öncelikli sorunlar ise bu tür Ülkelerdeki politik istikrarsızlıklar ve devam ettirilebilir bir büyüme düzeyinin yakalanamamasıdır, ki bu durumda da "en kötü durum* senaryolarını uygulama zorunluluğu oluşmaktadır. Özellikle bankacılık sistemleri açısından; yabancı bankaların mali bünyelerinin, ilk olarak yerel bankalara oldukça benzer nitelikler sergilemelerine rağmen 1. Kredi portföylerinde daha “kaliteli” bir büyüme elde edildiği, 2. Aktif kalitesindeki bozulmalara karşılık çok daha hassas hareket edildiği, 3. Zararların absorbe edilme kapasitesinin de daha “derin” olduğu değerlendirilmiş durumdadır. Gelişmekte olan ülkelerin bankacılık sistemlerinde belirgin yabancı bankaların varlığının; • Gözetim & Denetim yapıları, • Teknolojik Altyapı, • • • Muhasebe Standartları, Bilgi Birikimi, Kredi Riski Yönetimi gibi unsurların güçlendirilmesi suretiyle bankacılık sistemlerinin daha sağlıklı bir yapıya kavuşmalarında da önemli rol oynadıktan varsayılmaktadır. Temel tartışmalar ise özellikle şu noktalarda yoğunlaşmış durumdadır: Bir görüşe göre; yabancı bankaların gelişmekte olan ülke ekonomilerine giriş süreçlerinde öncelikte kurulu bulundukları gelişmiş ülkelerdeki (home 199 country) kendi müşterilerinin taleplerini “takip ettikleri” düşünüldüğünde, bu bankaların ağırlıklı olarak kurumsal ve/veya çok-uluslu şirketlere yöneldikleri ve giriş yaptıkları ülkelerdeki (host country) KOBİ’ler ile diğer yerel müşterilere ise hizmetlerini yeterince yöneltmedikleri gündeme getirilmektedir. Buna karşılık, sistemde yabancı bankaların varlığının, pek çok yabancı kuruluşu beraberinde ülkeye çekebileceği de gözardı edilmemelidir. Bu durumda da yerel bir bankanın potansiyel pazarını ve buna bağlı hareket alanını belirlemesi ve birleşme sürecini bu surette şekillendirmesi gerekmektedir. Yerel bankaların, kendi ülkelerindeki “riskli” müşteri portföyleri ile çalışmak durumunda kalmamak ve bu surette kredi risklerini artırmamak için etkin bir risk yönetimi uygulamaları gerekmektedir. Bu tür uygulamalar ise gerektirdiği teknolojik altyapı ve bilgi birikimi unsurları sebebiyle ya o bankanın bunu kendi kaynakları ile gerçekleştirmesini ya da birleşme sürecini tercih etmesini gerektirmektedir. Bilindiği gibi “risk yönetimi” kavramı, buna bağlı “fiyatlandırma” unsurunu gündeme getirmekte ve etkin bir risk yönetimi ise “riskli” kredi müşterilerine yüksek “spread”ler uygulanabileceğini ifade etmektedir. Nitekim; bankacılık sistemlerine belirgin düzeylerde yabancı bankanın girişi ile beraber (ki bu bankalar, yüksek faiz marjları ile çalışır ve aynı zamanda karlılıkları da yüksek düzeylerde kalır) yerel bankaların karlılıklarında azalma meydana geldiği bilinmektedir. Bu durumda da yabancı bankalar yerel bankaları dezavantajlı bir hale getirmektedir. Birleşme kararlarında bu veriler gözönüne alınabilmelidir. Orta Avrupa ve Latin Amerika örnekleri değerlendirildiğinde de yabancı bankaların özellikte performans göstergelerinin yerel bankalara oranla çok daha iyi olduğu ve bunların çok daha verimli bir biçimde faaliyette bulunduğu bilinmektedir. Asya ülkelerinde ise bunun tersi bir durum görülmekte ve bunun başlıca sebebi olarak, yabancı bankaların özellikle geçmiş dönemde de oldukça "kötü" yönetilmiş bankaları devralmış olmaları gösterilmektedir. Diğer bir konu ise yabancı bankaların kendi fonlama gereksinimleri için İnterbank piyasasına ağırlıklı olarak başvurmaları ve bu durumda yerel bankaların da bu piyasaya daha yoğun katılmaları ile kredi portföylerini gerektiği gibi artıramamaları olarak ortaya çıkmaktadır. Nihai bir biçimde de, bu durum, büyük ve kurumsal şirketlerin kre- 200 di olanaklarına (KOBİ’lere oranla) çok daha rahatlıkla ulaşmalarına uygun ortamı oluşturmaktadır (ki bu, bazı gelişmekte olan ülke ekonomilerinde rastlanır bir durumdur.) Yabancı bankalar ile yerel bankaların ağırlıklı olarak yöneldikleri sektörler, ülkelere göre değişiklik sergilemekle birlikte, (giderek artan rekabet koşulları içinde) Orta Avrupa ülkelerinde yabancı bankaların KOBİ'lere yöneldikleri gözlenmektedir. Benzer bir durumun, özellikle KOBİ'ler açısından ülkemizde de gerçekleşmekte olduğuna dikkat çekilebilir, KOBİ’lere yönelik hizmetlerini geliştirmek suretiyle burada pazar payını artırmak, ancak aynı zamanda da kredi portföyünün riskini kabul edilebilir düzeylerde tutmak isteyen yerel bir banka için bu konuda uzmanlaşmış yabancı bir banka ile birleşmek; yerel bankanın Türkiye piyasasına yönelik bilgi birikimini, yabancı bankanın teknolojik altyapı desteği ile birleştirmesi ve piyasaya etkin bir biçimde de girmesi şeklinde olacaktır. Öyle ki, yerel bir banka her ne kadar Türkiye piyasasına yönelik bilgi birikimini kullanmak istese de, bunu “geleneksel” bankacılık uygulamaları ile devam ettiremeyeceği açıktır. Bankacılık ürün ve hizmetlerinin sunumunda hız kazanmak, aynı zamanda da operasyonel maliyetleri de düşük tutmak, bunlara ek olarak yüksek bir getiriyi sabitlemek “geleneksel” bankacılık uygulamalarının olanaklarını aşmaktadır. Yerel bir banka, bu tür altyapı yatırımlarını ya kendi bütçesi ile karşılama yönünde adımlar atacak ya da birleşme yolunu kullanacaktır. Bu gibi bir durum, yeni piyasalara giriş süreçlerinde de özellikle sermaye yeterliliğinin kabul edilebilir düzeylerde tutulabilmesi açısından anlamlı olacaktır. Yine de, pek çok gelişmekte olan ülke ekonomilerinde de yabancı bankaların KOBİ ve benzeri işletmelere yönelmede oldukça temkinli hareket ettikleri de bilinmektedir. Bunun en temel nedeni ise yabancı bankaların yerel sanayi ile ilgili oldukça kısıtlı bilgiye sahip olmalarıdır denebilir. Latin Amerika'da sözgelimi; geçmiş tarihli kredi bilgilerinin (verilerinin) oldukça eksik ve yetersiz kalması ve mali tabloların da yeterince şeffaf olmaması, İspanya kökenli bankaların gerekli kredi analizlerini yapamadıklarından KOBİ ve benzeri işletmelere çok az kredi imkanı tanımalarına neden olmuştur. Yine de, yabancı bankaların gelişmekte olan ülkelerde kuruluşlarından bir süre sonra, hem o ülkenin kültürüne yaklaştıkları/yakınlaştıkları hem de alışageldikleri uygulamaların yanısıra o ülkenin bankacılık uygulamalarına adapte oldukları görülmektedir. Ülkemizde bankacılık sisteminde yerel bankalar arasında birleşmelere az rastlanmasının nedenleri arasında finans piyasalarının yeterince 201 derinliğinin olmaması, özel bankaların gruplara ait olması, teknik altyapı farklılıklarının maliyetleri ve karlılığı etkilemesi, birleşmelerin ölçek ekonomisi ile faaliyet ekonomisi sağlayıp sağlayamayacağı yönündeki belirsizlik ve endişeler, bankaların örgütsel yapılarının ve coğrafi dağılımlarının birbirini tamamlayıcı nitelikte olmaması gibi unsurlar sayılmaktadır. 2001 yılı Mayıs ayında uygulamaya konan “Bankacılık Sektörü Yeniden Yapılanma Programı” ile özellikle özel bankaların sermaye yapılarını güçlendirmeleri yönünde önemli adımlar atılmıştır. Bu surette, finans sisteminin bir bütün olarak (2000 ve 2001 krizleri sonrasında) güçlendirilmesi ve kamuoyunda da bankacılık sektörüne karşı kalıcı nitelikte bir “güven”in tesis edilmesi amaçlanmıştır. Bunun yanısıra, Avrupa Birliği süreçlerinin bir gereği olarak Basel II sermaye yeterliliği mevzuatının benimsenmesi ve bununla beraber kurumsal yönetişim, şeffaflık gibi unsurların bankacılık sistemi ile ilgili düzenlemelere giderek daha da yoğunluklu olarak girmesi ile sistem, uluslararası uygulamalara daha da yaklaşmıştır. Türk bankacılık sektöründe de özellikle yabancılarla birleşmelere yol açan etmenler ise; • Sermaye gereksinimleri, • Verimsiz bir biçimde işleyen işlemsel süreçler, • • Gelişmiş bankacılık uygulamalarına erişim talepleri, Piyasa değerinin, diğer bir deyişle "Franchise" değerinin yükseltilmesidir. Netice olarak birleşme veva satmalma niyeti içerisinde ki bankalar stratejilerini tesbit ederken hedefe göre şunları dikkate almalıdırlar düşüncesindeyim; Birleşme sürecine girmek isteyen yerel bir banka; • Öncelikle kısa ve uzun vadede stratejisini, ürün ve hizmet profilini ve bunlara bağlı "risk iştahını" net bir biçimde belirlemeli, • Teknolojik altyapı konusunda da yenilik ve atılımların, bunların operasyonel süreçlere getireceği verimlilik vb. avantajların bilinci ile hareket etmeli, • • 202 Sadece kredilendirme süreçlerini, kredi çeşitliliğini ve kredi riski yönetimi stratejilerini değil, mevduat ve mevduat dışı borçlanma stratejilerini de şekillendirmeli, Bu surette kendi “marka değerini” yaratarak bu değeri de “brand du- e diligence” çalışmalarını yürütmek suretiyle ekonomik bir varlık olarak pazarlayabilmeli, • Burada da "marka değeri" güvenilirlik, ürün ve hizmet kalitesi gibi unsurlar üzerinde inşa edilmeli, • Sinerji yaratacak olan finansal değerler arasında da aktif-pasif kompozisyonu, likidite, verimlilik ve aktif karlılığı yer almaktadır. • • Belirlediği bütün bu tercihleri ve hedeflediği “kurum kültürü” doğrultusunda da bunlara uygun bir “partner” arayışına girmeli, (zira; birleşme ile yaratılacak sinerji, her iki bankanın kendi bilgi birikimi ve de deneyimleri ile bunlara temel teşkil edecek organizasyonel altyapı ve insan kaynağı vasıtasıyla verimliliğin yükseltilmesi şeklinde olacaktır.) Birleşmelerde gerek stratejik gerekse ürün ve hizmet süreçleri ile ilgili benzerlikler ortak bir değer yaratırken, stratejik uyuşmazlıklar ise piyasa değerine ve hedeflenen "getiri" düzeylerine olumsuz yönde etki etmektedir. Varlığının 100% nü veya yakınını satacak olan banka doğal olarak yukarıda belirttiğimiz detayları düşünmeden maksimum değeri almaya çalışacaktır sadece. Tabiidir ki bu safhada seçici olmak düzenleyici kurum BDDK ya düşecektir herhalde. Bankacılık sektörünün son 2-3 yıldır performansına baktığımızda, piyasaya girmiş yabancı bankaların büyük farkla büyüme hızı yakaladıklarını görüyoruz, ancak bunu bu işi daha iyi yaptıklarının kanıtı olarak yorumlamamalıyız bu durumu. Aksine tüm Kurum ve kuruluşlarımız. Yerli bankalarımıza sahip çıkmalı sermaye/özkaynak artırma çabalarına destek olmalıyız inancındayım. (Türk bankacılık sektörünün toplam aktifleri 2005 yıl sonunda yıllık yüzde 30 oranında büyümüş, bu büyüme yabancı bankalarda yüzde 100 oranında olmuştur. Toplam nakit krediler portföyünde de bankacılık sektörü genelinde yüzde 49'luk bir büyümeye karşılık yabancı bankalar grubunda da yüzde 119’luk büyüme kaydedilmiştir. Türk bankacılık sektörünün mevduat hacmi yüzde 28 oranında, yabancı bankalar grubunun mevduat hacmi ise yüzde 98 oranında yükselmiştir. Kaldı ki, rakamlar sadece “yabancı banka” statüsünde olan bankaları içermektedir. Türk bankacılık sektöründe çoğu bankanın belirli oranlarda yabancılarla ortaklık içinde olmalarına rağmen statü olarak Türk bankası sayılmaları ise burada yabancı banka grubuna dahil olmamalarına ve dolayısıyla da bu gruba ait rakamlara yansımamalarına neden olmaktadır.) 203 204 PANEL İKİNCİ TUR BAŞKAN: Y.TEMEL ENDEROĞLU Biz teşekkür ederiz. Evet şimdi birinci tur bitti. Soru var mı, Metin bey siz bir cevap verecek misiniz. Selçuk bey siz hep soru sorardınız, sormuyor musunuz? MURTEZA ZENGİN Toplumsal olarak diyoruz ki, bütün küçük bankalar satılsa da Merkez Bankası bizim elimizdeyse, milli bankacılık anlamında sokağın düşüncesi bu. Bir sıkıntı yok ama Merkez Bankası da özelleşirse o zaman, o finansal güvencenin kalmayacağı noktasında bir kaygı var. Yoksa mevduatın ha yabancı bankalarda saklanması, ha Türk bankaları fark etmiyor. Geri alınabilmesi SELÇUK MARUFLU Peki sayın başkan, ben Can Beye bir şey soracağım. Eximbank’ta satılabilir mi veya başka bir bankayla birleşebilir mi. 205 206 PANEL ÜÇÜNCÜ TUR PROF. DR. NİYAZİ BERK Merkez Bankası konusunda Cemal bey görüşünü arz etti. Merkez bankaları bilindiği gibi, daha önceden bankaların bankası olarak algılanırken, şimdi fonksiyonları değişti. Özellikle özerkleşmesiyle birlikte makro ekonomik dengeleri sağlamada önemli rol üstlenmişler, piyasanın likiditesinin düzenlenmesi, piyasanın sermaye ihtiyacının karşılanması, diğer taraftan da özellikle politik karar otoritelerinin işlerinin kolaylaştırılması yani makro düzeyde yaptıkları araştırma, incelemelerle hükümete aynı zamanda bir müşavirlik rolü sunmaları ile görevleri sınırlandırılmış. Bu anlamda düşünüldüğünde, merkez bankaları pür bir ticaret bankası değildir. Tabi ki onlarında bilançosu var, onlarda kar zarar eder ama görevleri farklıdır. Avrupa’da da merkez bankaları devam ediyor, Amerika’da da yine eyalet bankalarının varlığı bizim Merkez Bankamızın da bu şekilde bağımsız rolünü sürdüreceği şeklinde düşünebiliriz. Banka birleşmeleri gerçekten Türkiye’de özellikle 80’li yıllardaki yapısal değişimin sonucu olarak bugüne geldi. Ve tarihte ilk defa Hollandalı bankalarla, İngiliz bankalarının birleşmesi şeklinde bir birleşme örneği görmekteyiz. Burada da bilindiği gibi, her iki ülkede Hollanda’da, İngiltere’de ticarette önemli üstünlükleri olan ülkeler. Bu ülkeler kendi ulusal alanları içerisinde ticaretin yetersiz kaldığını görünce diğer bölgelere, diğer ülkelere ancak güç birliği içerisinde ulaşmanın kolay olduğuna inanarak böylece yayılma stratejisi izlemeye başlamışlardır. İkinci planda Amerikan bankalarının birleşme ve yayılma stratejisi uyguladıklarını görüyoruz. Amerikan bankaları başlangıçta daha çok gelişmiş ülkeleri tercih etmiş. Gelişmiş ülkelerdeki bankaları satın alarak, onlarla birleşerek bir birleşme stratejisi izlemişlerdir. Japon bankaları kendi bankalarını kurarak, ama onlarda özellikle şubeleşme ve güç birliği söz konusu olduğunda onlarda gelişmiş ülkeleri tercih etmişlerdir. 207 Son dalga ise gelişmiş ülkelerin bankalarının, gelişmekte olan ülkelere yönelimi şeklinde ortaya çıkıyor. Yani daha önce bilindiği gibi, lokal olarak ortaya çıkan banka birleşmeleri, zaman içerisinde gelişmiş ülkelerden, gelişmiş ülkelere yayılan bir strateji ve son aşaması da şimdi yaşadığımız stratejide, gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelere sermaye ihracı şeklinde banka birleşmelerini görüyoruz. Bu tabi tamamen reel sektörün finansmanıyla yakından ilgili. Reel sektörü burada göz ardı etmek mümkün değil. Çünkü yabancı bankaların, burada belli potansiyel müşterileri de var. Sadece yerel piyasadaki potansiyelden yararlanmak için değil, aynı zamanda onlara da hizmet vermek isterler. O bakımdan, böyle bir yaklaşım içerisinde düşündüğümüzde artık bundan böyle birleşmelerin odak noktasını bu iki ayrı yapıdaki birleşmeler oluşturacaktır. Yani bir taraftan yüksek bilgiye sahip olan, teknolojiye sahip olan, sermayeye sahip olan ülkelerin bankaları, diğer taraftan sermaye ihtiyacının nispeten fazla olduğu ve sermaye birikiminin yetersiz olduğu ülkelerde birleşirse, bu şekilde verimin artacağı, yani iki birleşme arasında daha yüksek bir sinerjinin ortaya çıkacağı beklenir. O bakımdan Türkiye birleşmeler için uygun bir ortam oluşturuyor. Keşke Türk bankaları 80’li yıllarda birleşme stratejisini uygulasalardı. 80’li yıllarda Türk bankaları yabancı bankalarla coint-venture yapmış olsalardı, belki faaliyetleri daha etkin sonuçlanır ve bu kadarda ekonomiye yük olmazlardı. Bu durumun sebebi, yani bankalarımızın fona devirlerinde rol oynayan temel faktörlerden biri, ekonomik ortam ve şartların kötüleşmesi, kriz ortamının doğması ise yani dünya konjonktürüyle de ilgili olarak. Diğer taraftan yönetim başarısızlıkları, çok nitelikli insanlara yönetimi devrettiklerini biliyorum ama, her şeyden önce gelişmiş bankacılığın çok daha üstün yönetim tekniklerine de sahip olduğunu kabul etmek gerekir. O bakımdan, bu çerçevede düşünüldüğünde bu birleşmelerin yararlı bir faaliyet olduğu, ancak bunun sonuçlarının da abartılmaması gerekir. Yani birbirine çok benzeyen iki bankanın aynı pazarlama anı, aynı ürün gamını sunan iki bankanın, birleşmesinden çokta büyük bir sonuç beklememek gerekir. Çünkü burada kültürel çatışma süresi daha uzar. Oysa yabancı gelişmiş ülkelerden bir bankanın gelişmekte olan ülkeye yönelmesi halinde, burada egemen olan gelişmiş ülkenin bankası yani satın alan olduğu için diğerini kendi içerisinde sindirecektir. Dolayısıyla burada kültürel çatışma çok uzun süreli değildir. Ama iki gelişmiş ülkenin bankasının birleşmesi halinde, kültürel çatışma süresinin daha uzun olduğunu belirtmeliyiz. Buda birleşmenin verimini daha azaltır. Teşekkür ederim. CEMAL KÜÇÜKSÖZEN Ben aslında tabii, doğrudan bir soru olmadığı için Merkez bankasıyla ilgili Amerika örneğini Niyazi hocamda söyledi. Yani Avrupa birliği giriş sürecinde de olsak, zaten onun çizdiği genel çerçeve içerisinde Türkiye’de para 208 politikası açısından, para birimimiz Euro’da olsa, merkez Bankasının bir fonksiyonu icra edeceği açık diye düşünüyorum. Sonra tabii B.D.D.K kurulunca aslında Merkez Bankasının bankalar üzerindeki gözetimi falanda B.D.D.K’ya geçtiği için orada fazla bir sıkıntı yok. Bankacılık kesiminin düzenlenmesi, denetlenmesi artık Türkiye’de B.D.D.K tarafından yürütülüyor. Ben buradan hareketle aslında B.D.D.K, S.P.K birleşmesi konusunda Metin beyin söylediği bir konuyu biraz açmak istiyorum. Şimdi bu tabii Avrupa’da bir ara bir moda oldu. Özellikle İngiltere Financial Services Authortiy diye bir şey kurdu, bankalarla sermaye piyasası kurumlarını birleştiren. Bunlar 2001’de niye kurduk diye düşünmeye başladılar. Avrupa Birliğinde Almanya Bafin diye bir kurumu ikisini birleştirerek yaptı. Benzer sorun orada da var. Ben o açıdan, finansal piyasaların en gelişmiş olduğu ve piyasa mekanizmasının en iyi işlediğini düşündüğüm Amerika’yı bu konuda örnek almak daha doğru diye düşünüyorum. Amerika’da da zaten çünkü bankacılık sektörüyle sermaye piyasası arasında birbirinin rakibi sektörler. Türkiye’de B.D.D.K., S.P.K birleşmesi olursa yine sermaye piyasası ikinci planda kalacaktır. Şimdi herhalde en çok B.D.D.K veya bankacılık yasası çerçevesinde tartışılan, yada siyasetçilerin üzerinde durduğu konu banka aracı kurumlarının kimler tarafından denetleneceğidir. Şu anda sermaye piyasası kurulu denetliyor. Onların sermaye yeterliliğini izliyor. Biz biliyorsunuz, 1994’ten sonra S.P.K olarak aracılık piyasasında hiçbir sorun yaşamadık. Yani batma olayı falan yaşamadık. Ondan önce zaten düzenlemelerimiz yeterli değildi. O konuda bir musibet bize aslında bayağı bir şey oldu. Halbuki esas itibariyle, sermaye piyasası kanununda 81’de yaşadığımız musibetin sonucudur. Biraz tepki yasasıdır ama meşhur banker krizinin. Toplumlar tabi olaylarla gelişmeleri öğrendi. Birde dünyadaki değişim çok önemli. Yani birleşmelerin sonrada dünyadaki trendin bir sonucu, globalleşmenin bir sonucu ama Türkiye hakikaten dönüşüm yaşandı 1980’lerden bu güne kadar. İşte bankacılıkla ilgili sunumumda söylediğim, Türk toplumunun bankalara bakış açısı, Aziz beyde söyledi yani vergi dairesi gibi davranılan, bir banka şubesinden pazarlamanın çok ön palana çıktığı, mesajlarla telefonlarla taciz edildiğimiz safta, o aşamaya gelindi bankacılık sektöründeki pazarlama olayı. Kredi konusunda yani kural hakimiyeti bence orada çok önemli. Kural hakimiyetine kurumsal yönetime geleceğim. Dolayısıyla bankalarında bir kere buna uymaları gerekir. Basel II aslında o konuda onlara çok önemli görevler yüklüyor. O da onu sağlayacaktır. Dolayısıyla bankalarda birleşmenin, ele geçirmenin eğer kurumsal yönetim açısından bankaların daha şeffaf, daha böyle kar odaklı ama kural dışına da çıkmayan bir yönetim yapılanma içinde olmalarını sağlarsa, bu Türk ekonomisi açısından kazanç olur. Bu tabi şunu da getirecek, reel sektördeki şirketlerdeki kayıt dışı 209 faaliyetlerin azalması sonucunu getirecektir diye düşünüyorum. Türkiye açısından da en büyük şey o olacaktır. Çünkü eğer büyümek isteyen, kredi kaynağı olarak ya para piyasasında bankalara gidecektir, yada sermaye piyasasında halka açılmaya gidecektir. Sermaye piyasasına gelmeyi tercih etmiyorlar, benim yaşadığım bir iki örnek var. Biz, gelişen işletmeler piyasası İ.M.K.B. dışında bir borsa kurma çalışmaları için bu konuda çok talepte bulundular, Antep’e gittik. Antep Türkiye’nin kalbur üstü sanayileşmiş yörelerinden bir tanesi. Sanayi meclisindeki büyük sanayicilerin bana ilk söylediği şuydu; burada işlem görecek şirketler, bağımsız denetim yaptırmayacak dimi dediler bana. Niye dedim, yani denetim yaptırmayacaksa, nasıl şeffaf bir bilgilendirmeyi sağlayacağız. Çünkü sermaye piyasasında yatırımcılar açısından tek kaynak bilgi. Finansal bilgilerle temel kaynak. Bu bilgilere göre yatırım kararı veriyorsunuz, hisse senedi alıp satıyorsunuz, yada şirkete borç veriyorsunuz veya ortak oluyorsunuz. Dolayısıyla bu anlayışın, hem reel sektörde, hemde bankacılık sektöründe değişmesi aslında ekonomimizin dünyayla eklenmesi, yada uyumlaşması globalleşme sürecinde dahil olmasıyla alakalı bir şey. Bu zoraki olacaktır. Yani ekonomik nedenleriyle beraber olacaktır. Sonra dolayısıyla B.D.D.K, S.P.K birleşmesini ben aslında yani ütopik bir şey olduğunu düşünüyorum, Türkiye açısından. Yani kişisel görüşümdür bu. S.P.K tabi böyle düşünüyor diye diyemem. Ama dünyadaki gelişmelere baktığınız zaman birleşme zaten büyük yapılara daha hantal bir yapı yapacak. Çünkü S.P.K.’nın bir misyonu var, sermaye piyasasını geliştirmek. B.D.D.K’nın misyonu da para piyasası ayağını çok sağlıklı işler hale getirmek. Yani en azından bankalarda işte bir İmar bankası olayının yaşanmaması lazım, bu aslında çok vahim bir olaydır. Yani 750 trilyon olarak gördüğün şeyde, 8.5 katrilyonluk bir maliyet ortaya çıkıyor. Yani daha doğrusu kimin ne kadar para topladığını kontrol edemiyorsunuz. Hani bu tabi kayıt dışı ekonominin hakim olduğu bir sektörde mümkün veya onun için bir şey demek mümkün değil. Çünkü S.P.K.’ya tabi olan şirketlere de bakıyorsunuz, şunu söylüyor haklı olarak, ben aynı sektörde faaliyet gösteren diğer şirkete göre kayıta girdiğim zaman hem S.P.K denetimi var, birde bağımsız denetim var. Bütün işlemlerimi kayda almak zorundayım. Kayıt dışı belge düzenlemeden, 100 liralık fonu 70 liraya alabiliyorum ben, yada rakibim alıyor. Aynı şekilde enerji maliyetleri çok yüksek. Dolayısıyla kayıt dışılığı caydıracak bir gelir idaresi yönetimi olması lazım. Yani vergi idaresinin yapması gereken, Maliye Bakanlığının temel fonksiyonu, bunu yapması lazım. Bunu yapmadığınız zaman çok büyük risk var. Onun için halka açık bankalar daha çok cazip veya ilgi görüyor. Veya halka açık şirketler daha çok yabancılarla birlik yapıyor, ortaklık yapıyor. Diğer durumlarda yabancı geliyor, bakıyor, bir sektördeki şirketin tamamını alıyor ve çoğunda da, işte alın Türkiye’de Erdemir konusu var. Erdemir’de Oyak girdiğinde şunu söylediler. Biz210 de bilgi odası derler, işte bu süreçte önce bütün herkesi alırlar, şirkete ilişkin bilgi verirler. Erdemir’le ilgili bile verdiği fiyatın, aslında kendisinin gördüğü finansal verilere göre çok yüksek olduğunu düşünmüyor o zaman. Ama bir bakıyor ki, gerçek durum farklı. Halbuki Erdemir Türkiye’de çok şeffaf bir şirket görebildiğimiz kadarıyla. Her şeyi bilinen bir şirket. Dolayısıyla şirketler açısından da şeffaflık, kurumsal yönetim ve kamuya bilgi açıklama ve açıklanan bilgilerin doğruluğu daha doğrusu çok önemli. Bu finansal sistem açısından çok önemli. Bankalarda ona göre kredi verecekler. Şimdi bugün bir makalede gördüm. Bir yazarımız diyor ki, kobiler artık eskiden olduğu gibi bankalarla eş, dost, ahbap ilişkisi çerçevesinde değil, bilançolarına göre mali tablo düzenleyecek. Bu bilanço standartlarına uyabilecekler mi diyor, uymaları lazım. Yoksa gitsinler yani başka çaremiz yok. Dolayısıyla biz birleşmeler konusunda bir tek şey daha söyleyebilirim. Şimdi Türkiye’de borçlanma açısından hazinenin biliyorsunuz bir bankaları var, piyasa yapıcısı. 12 banka burada yabancı bankalar ağırlıkta yada yabancı bankaların hakim olduğu bankalar ağırlıkta. Bu aslında hazinenin çok rahat bankalarla pazarlık yaparak, bankalar arasında zorlayarak, daha düşük faizle borçlanması gibi bir imkanı ortadan kaldıracaktır. Buda tabii aslında ekonomi açısından doğru şey. Yani görünürdeki maliyetle, gerçek maliyet çoğu zaman Türkiye’de farklı olduğu için, kamu borçlanmasından alın her türlü olayda o zaman daha etkin daha verimli faaliyetler kredi bulabilecek. Ekonomik anlamda kaynak tahsisinde etkinlik sağlanacak diye düşünüyorum. Dolayısıyla bu birleşmelerin, devralmaların bu gibi dışsal etkilerinin olması, hem sermaye piyasasına namzet şirketleri de artıracağı için ekonomik gelişmeye katkıda bulunur diye düşünüyorum. Teşekkür ediyorum dinlediğiniz için. PROF. DR. M. ŞÜKRÜ TEKBAŞ Ben küçük bir anımı anlatmak istiyorum. Sermaye piyasası başkanlığı yaptığım yıllarda, Türkiye’de halka açık şirket sayısı azdı. Zaten başlangıç 40’tı. Şirket patronlarıyla bir araya geldiğimizde, şirketlerini halka açmalarını söylerdim, gülerlerdi, hoca veya başkan bize ne diyorsun, bu söylediğine inanıyor musun. Biz çocuğumuzu, kızımızı nasıl verelim diye. Aradan çok geçmedi, birkaç ay veya yıl geçti, bunu söyleyen şirket sahiplerinin hepsi, istisnasız borsaya açıldılar. Ve borsadan çok büyük rantlar elde ettiler. Şimdi bunun gerisindeki mesaj çok açık. Ekonomide, ekonomik kurallar geçerlidir. Yani başka kurallarla ekonomiyi yönetemezsiniz. Beş yıl önce bu şirketler, bu bankalar satılmazdı, birleşmeler olmazdı, yabancılar gelmezdi. Ama borsada bu değerlerin oluşması ve banka sahiplerinin kafalarından geçirdikleri rakamlar veya onların üzerindeki rakamların telaffuz edilmesiyle bunlar gerçekleşti. Eğer içerde, bir Türk iş adamı veya gurubu bu rakamları teklif etseydi, yabancılara değil, içerdekilere satılırdı. 211 Nitekim içerde de satışlar gerçekleşti. Yabancılar daha yüksek rakamlar verdi, yabancılara satıldı. Yani olayın temelinde ekonomik kuralların işlediğine bakmamız lazım. Bundan sonraki trendde hiç satılmayacağını düşündüğümüz Akbank bile, bile diyorum o para versin satılır. Bütün mesele değer meselesidir. Ekonominin temelinde o değer kavramı vardır. Değer bazen fiyata eşittir, eğer piyasa normal çalışıyorsa, eğer piyasa normal çalışmıyorsa değer fiyatı eşit değildir. Biz teorik olarak değerle fiyata eşit kabul ederiz ama, piyasaların normal çalışması kaydıyla. Benim söylemek istediğim kısaca buydu. Bu günlere geldik, bu Türkiye’de çok ciddi bir takım gelişmelerin olduğunu gösteriyor. bu trend devam ederse, her şeyimiz satılabilir. BAŞKAN: Y.TEMEL ENDEROĞLU İş Bankası hariç. PROF. DR. M. ŞÜKRÜ TEKBAŞ Yorum yapmıyorum, onu İş Bankası düşünsün, sırada Şekerbank var. Şekerbank’ı önce halledelim. AZİZ TURHAN Birkaç tane hususun belki altını çizmek istiyorum. Türkiye’de 1980 yılından itibaren genelde hep orası milat gibi düşünülür. Bir liberalleşme süreci var, hepimizin bildiği malum. Bu liberalleşme sürecinde, aslında hep finansal sektör ön plana çıktı. Finansal sektörde liberalleşme çalışmaları yahut reformları diğer alanlara göre daha fazlaydı. Halbuki biz liberalizmin veyahut liberteryenizm klasik tanımından hareket ettiğimiz zaman, normalde üç tane sacayağının olduğunu düşünürüz. İşte ekonomik haklarda, politik haklarda ve bireysel hak ve özgürlüklerde, Türkiye’de ekonomik haklarda genelde iyileşmeler olur iken, diğer tarafta politik haklarda ve bireysel hak ve özgürlüklerde pek o kadar bir iyileşme olduğunu söyleyemeyiz. Şimdi ekonomik haklarında belli bir kısmında çok kısıtlı miktarda iyileşmeler oldu. Bu finansal sektörde daha yoğunluklu oldu. Yani öncelikle bu kurumsallaşma süreci dediğimiz şey, yani kişilerin ekonomik hak ve özgürlüklerinin güvence altına alınması hala problemli bir şey. Bürokratik süreçler çok uzun. Haklarını mahkemelerden geriye alabilmesi süreci yine çok uzun. Bu tür problemler var. Bu liberalleşmenin aksak yürümesi aslında, finansal liberalizisyonun Türkiye’de başarısızlığına da sebep oldu diyebiliriz. Şu anda bir çok akademisyen, politikacı veyahut normal insan Türkiye’deki liberalleşme sürecini eleştirir başarısız oldu diye. Aslında bu başarısızlığın gerisinde, diğer iki seçenekteki yapılamayan iyileşmeler, reformlar var diye düşünüyorum. Onların büyük etkisi var diye düşünüyorum. Şimdi bu bakımdan diğer tarafın aksak kalmasına rağmen, finansal sektörlerin liberalleşme 212 çalışmalarının çok fazla bir iyileştirme getirmeyebileceği ihtimali, yine benim gözüme batıyor. Diğer bir husus birleşmelerin hararetle böyle savunulmasını yine ben ihtiyatla karşılamak istiyorum. Bu birleşme yerine halkımızda hala atıl bulunduğunu düşündüğümüz tasarrufların bir şekilde piyasaya, finansal piyasaya kazandırılmasının daha önemli olduğunu düşünüyorum. Daha doğrusu şöyle özetleyim, banka başına aktifin önemli olmadığını, kişi başına aktifin biraz önce o rakamları verdim Avrupa Birliğiyle, Avrupa Birliği’nde 63 bin Euro kişi başına aktif, Türkiye’de 2.300 Euro. Bunun artırılması gerektiğini, değilse banka başına aktifin ondan daha çok önemli olmadığını düşünüyorum. Bu halde yine, işte batmayacak kadar büyük banka tanımı var literatürde şu anda. Yani büyük bankalar batmayacak kadar büyük olmasının güvence verdiğinden falan bahsediliyor. Yani ekonomik istikrarı da destekleyeceği mesela iddia edilebiliyor. Halbuki böyle büyük bankaların Türkiye’de olduğunu düşünelim. Öyle bir ekonomimiz var ki, bir günde paranız % 20’de değer kaybedebiliyor. Yani bunu o bankanın bilançosunu nasıl etkileyeceğini bir düşünebiliriz çok rahatlıkla. Böyle bir kırılgan ekonominin olduğu ortamda, yani diğer yapısallarda iyileşme sağlanamadan ekonominin genel sağlığını belli bir düzeye çıkaramadan bizim böyle batmayacak kadar büyük bankalara sahip olmamızın ben ülke açısından, ülke ekonomisi açısından doğrusu çok riskli olduğunu düşünüyorum. Yani bu bir Amerika değil, Amerika’da Can bey yanılmıyorsam bahsetti bu süreçten. 15 bin olan banka sayısı 10 yılda 7,500’e mi ne iniyor. Ama takdir edersiniz ki, Amerikan ekonomisinin yapısallarıyla, Türkiye ekonomisinin genel sağlığı veyahut yapısalı dediğimiz şey, yani mukayese edilemez. 10 yılda çok iki büyük kriz yaşamışsınız. Yani hemen hemen her şey yerle bir olmuş. Böyle bir durumda yani geliriniz bir günde % 20 azalabildiği büyük bir ortamda yani batmayacak kadar büyük bankaların olmasının, çok büyük lüks ve tehlikeli olduğunu düşünüyorum. Teşekkür ediyorum. CAN YEŞİLADA Sayın dostum Selçuk bey bir sual sordu. Aslında bu sualin cevabını benden çok daha iyi bilir, kendiside bu konuda son derece tecrübeli. Eximbank birleşebilir mi, özelleşebilir mi dedi. Hayır, hakikaten Amerika’da bile tek örnek US Eximbank yine devlet kontrolünde. Bunun bir istisnası yanlış hatırlamıyorsam, İngiltere’de var galiba. Ama o da devlet kaynaklarını kullanıyor. Çünkü dış ticareti destekleyici bir görevi var bu bankaların. Genelde ihracatları destekliyorlar, buna istisnada Japon Eximbank’ının ithalatı desteklemesi gibi bir enteresan durum var orada. Şimdi ben arkadaşımın, dostumun söylediklerine hakikaten katılıyorum. Konuyu oraya çevirirsem, yani hakikaten demokrasiyi de tartışabiliriz. Yani 213 hat safhada demokrasi nereye kadar demokrasi. Kötü niyetlerin elinde demokrasi ne oluyor onu hepimiz şüpheyle karşılıyoruz. Oraya girmeyelim şimdi. Ama ekonomide de ekonomik kurallar daima geçerlidir. Onlar galebe çalar. Ama burada da kurumlar kendi varlıklarına piyasalarına bir yerde sahip çıkmalı, en azından destek vermeli diye düşünüyorum. Sermaye birikiminin önemine gerçekten inanıyorum. Bu finansal piyasalarda hakikaten kendini korumaya çalışan bankacılık camiasında kurumlarımız var. bunların sermaye güçlerini artırma yolundaki çabalarına, bir şekilde destek verilebilir diye düşünüyorum. Burada hem resmi kurumlarımıza hem sivil toplum kurumlarına, hem de vatandaşa çok büyük görev düştüğüne inanıyorum. Hakikaten endişe ediyorum, % 80’lere 90’lara varan bir oranda mali piyasalarımızın özellikle yoğunlaşarak, bir AB ülkelerinin bir Amerikan sermayesinin yoğunluğuna kayması beni rahatsız ediyor. Bu kadar senedir toplam çalışma hayatımın % 85’i yabancılarla geçti. Ben bunun rahatsızlığını gördüğüm örneklerden işte dedim, Arjantin, Brezilya, Şili buralarda gördüğü örnekler beni endişeye sevk ediyor. Size % 100 katılıyorum. Teşekkür ederim. BAŞKAN: Y. TEMEL ENDEROĞLU Teşekkür ederim. çok az sayıda katılımcıya sabırları için çok teşekkür ediyoruz. İkinci olarak sayın panelistlerin çok değerli sunuşları ve katkıları için İktisadi Araştırmalar Vakfı ve şahsım adına şükranlarımı sunuyorum. İnşallah kitabı okuyan fazla olur. İyi akşamlar. 214
Benzer belgeler
1. Hafta - Sosyal Bilimler Enstitüsü
olan söz konusu bankalar özellikle pazar ve stratejik aktif arayışı içinde, etkin olmayan dış pazarlara yönelmeyi tercih etmekte ve aynı özellikteki rakiplerinin davranışlarını yakından izlerler. A...
this PDF file
iv) Yönetici Fayda Maksimizasyonu Hipotezi'ne göre, bir banka yöneticisi banka birleşmesini yalnızca hisse sahiplerinin karlarının artması için
değil; kendi iş güvenliğini sağlamak ve faydasını mak...
mülkiyet yapısının finansal oranlar üzerindeki etkisi
Uluslararası bankalar genellikle gelişmiş ülkelerde kurulmuş büyük firmalar olup kendi ülkelerinden daha az etkin finansal sektörleri olan ülkelere yönelmektedirler. Sözkonusu bankalar güçlü sermay...
8 - Journal MUFAD
gündemin en önemli maddesi haline gelmiştir. Türk bankacılık sektöründe
yabancı sermaye önemini kavrayabilmek için konuyu dünya ekonomisi içinde değerlendirmek gerekir.
1944 yılında yeniden yapılan...