- Aile Hekimliği Portalı
Transkript
- Aile Hekimliği Portalı
1 Yenİ Çıkan İlaç ve Takvİye Edİcİ Gıdalar Kurkum Zerdeçal Ekstresi İçeren Sıvı Takviye Edici Gıda Etken Madde: Her 5 ml’sinde, 10 mg Zerdeçal Ekstresi Özelliği: Çocuklarda takviye edici gıda olarak zerdeçal, antiinflamatuar, antioksidan, antiviral ve antibakteriyel özelliklere sahiptir. P.S.F.: 19,90 TL Firma: BERKO VENT-O-SAL 100 mcg İNHALER Etken Madde: SALBUTAMOL Valsartan 160 mg Amlodipin besilat 6.94 mg (5 mg amlodipin baza eşdeğer içerir) Özelliği: Astım belirtilerini gidermek için kısa etkili hava yollarını açıcı ilaç… P.S.F.: (5,63 TL) Firma: BİLİM İLAÇ GERALGINE-HOT tek kullanımlık granül içeren 12 poşet { Gripin } ilaç prospektüsü Etken Madde: Parasetamol + Klorfeniramin Maleat + Psodoefedrinin Tuzlari Özelliği: Geralgine-Hot Granül; soğuk algınlığı, gribal ve diğer üst solunum yolu enfeksiyonlarında, semptomların giderilmesinde kullanılır. Kırıklık, baş ağrısı, vücut ağrıları, ateş, burun akıntısı, burun tıkanıklığı gibi belirtileri yok ederek rahatlamayı sağlar P.S.F.: 7,12 TL Firma: MÜNİR SAHİN LANSOTER 30 mg 28 mikropellet kapsül Firma: TERRA 2 Etken Madde: Lansorprazol Özelliği: Duodenal ülser ve gastrik ülser, reflü özofajit tedavisi ve profilaksisi, Helicobacter pylori (H. pylori)’nin neden olduğu Ülserlerin tedavisi için uygun antibiyotik ile birlikte H.pylori eradikasyonu, sürekli NSAI ilaç tedavisi gereken hastalardaki NSAI ilaç ile ilişkili duodenal ve benign gastrik ülser tedavisi ve profilaksisi, semptomatik gastroözofageal reflü hastalığı, Zollinger-Ellison sendromunun da dahil olduğu patolojik hipersekresyon durumları. LANSOTER 30 mg 28 mikropellet kapsül P.S.F.: (23,18 TL) 3 İÇİNDEKİLER 36 28 ‘Kervan yolda dİzİlİr’ mantığı var! 20 26 34 40 56 KÜRŞAT BAŞAR DR. HAKAN UZUN DR. ŞİNASİ GÖNENÇ UZM. DR. MİTHAT TOSUN DR. HATİCE BOLATCAN Dr. Hacı Yusuf ERYAZGAN 54 MERCEDES C200 BLUETECH 8 MEGAPİKSEL 12 BÜYÜK FİKİR ENTEŞ Murat M 46 14 KİTAP KULÜBÜ 23 Daha kaç sağlık çalışanı ölecek? SAĞLIKTA ŞİDDETE SON VERİLMELİ 30 BASMANE DR. HASAN KOCA 42 ÖZGÜN VE FARKLI! Reha ÖZKAYA 52 TEKNOLOJİ 4 5 EDİTÖR kalemleri bu ay NE YAZDI? KÜNYE Dr. Tolga SUCU İMTİYAZ SAHİBİ VE GENEL YAYIN YÖNETMENİ MUHAMMET SIDDIK AKDOĞAN YAYIN EDİTÖRÜ MURAT KAAN YURTTÜRK YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ MUHAMMET SIDDIK AKDOĞAN REDAKTÖR CEYDA AKDOĞAN HUKUK DANIŞMANI Av. Fahrettin CANPOLAT KURUMSAL İLETİŞİM TM Bilgisayar Tel: (0 362) 237 22 56 Kazımkarabekir Mah. Siteler Bulvarı No:3Demetkent Sitesi A Blok Daire 8 İlkadım/SAMSUN www.ailehekimleri.net [email protected] [email protected] GRAFİK TASARIM UĞUR OFSET www.ugurofset.com.tr REKLAM REZERVASYON GSM: 0 505 637 00 69 BASKI YERİ UĞUR OFSET MATBAACILIK Pazar Mahallesi Mukayyitzade Sk. No:48 İlkadım/SAMSUN Tel: 0362 431 52 55 – 432 09 90 Baskı Tarihi: 5 HAZİRAN 2015 6 Sağlıkta şiddet SON bulacak mı? Çok değerli meslektaşımız Op. Dr. Kamil Furtun, münferit bir saldırıyla aramızdan ayrıldı. Samsun Göğüs Hastalıkları Hastanesi’nde görev yapan ve çok zorlu ameliyatların üstesinden başarıyla gelerek, binlerce hastasının hayır duasını alan Op. Dr. Kamil Furtun’u gözyaşları içinde uğurladık. Evet, sonrasında bu zamana kadar yitirdiğimiz çok sayıda sağlık çalışanı gibi, bu alçak saldırıyı yine protesto ettik. Sadece yetkililere bir aile hekimi olarak sormak istiyorum. Sağlık çalışanlarını hedef olarak gösteren yaklaşım ne zaman son bulacak ve sağlıkta şiddet ne zaman sonlandırılacaktır? Bu sayımızda ilgiyle okuyacağınız ‘Sağlıkta Şiddet’ dosyasındaki veriler, umarım yetkilileri bir an önce harekete geçirmeye yeterli olur. Yine bu sayıda ülke genelinde başlattığımız ve lokal bazda aile hekimlerinin sorunlarına değindiğimiz Aile Hekimleri Dernekleri Başkanlarıyla röportajımıza devam ettik ve bu defa Şanlıurfa’ya uzandık. ŞUAHED Başkanı Dr. Hacı Yusuf Eryazgan, Urfa’da yaşanan sorunlardan bizleri haberdar etti. AHEF Sosyal İlişkiler ve Organizasyon Komisyonu üyesi Uzm. Dr. Erkut Coşkun ile aile hekimliği uygulamasını masaya yatırdık. Uygulamada yaşanan sorunları ve sahanın kritiğini yapan Uzm. Dr. Coşkun, ilginç tespitlerde ve hatta önerilerde bulundu. Samsun Kitap Fuarı’ndan kimler haberdar oldu ya da olmadı pek bilinmez ama eşide aile hekimi olan Murat Menteş ile harika bir söyleşi gerçekleştirdik. Her sayımızda olduğu gibi bu sayımızda da teknolojiden otomobile, seyahatten geziye kadar dolu dolu olan sayfalarımızla sizleri başbaşa bırakıyoruz. Sağlıcakla kalın! 7 TUTULMA ANINDA AKSİYON İskoç bisikletçi Danny MacAskill, her tür zeminde ve tüm zorlu koşullarda iki tekerlek üzerinde sergilediği muhteşem performanslarıyla tüm dünyada büyük bir üne kavuştu. Bisikletçi, 20 Mart’ta gerçekleşen güneş tutulması anında, doğum yeri olan Skye Adası’nda bu büyüleyici fotoğrafın çekilmesi için özel bir gösteri gerçekleştirdi. 8 9 İnsan saçının çapından biraz daha uzun olan dişleri, deniz salyangozlarının kayalardan besin kazımasını sağlıyor. KAFANIZI KURCALAYAN KEŞFET AFRODİZYAKLAR GERÇEK Mİ? Kısa yanıt:Her kültürün kendi afrodizyakları var. EĞER C BiR SORU MU VAR ? [email protected] Adresine yollayın cevaplayalım doğal afrodizyak arıyorsanız seçenekleriniz bol. 2011 tarihli bir araştırma raporu laboratuvar hayvanlarında azdırıcı etkisi olan 34 bitki türü saptamış. Fakat doğal afrodizyak diye pazarlanan ürünlerin büyük kısmının Batı standartlarına göre bilimsel olarak ispatlanması gerekiyor. Erkeklerde cinsel işlevselliği tedavi etmeye çalışan araştırmacılar bir dizi bitki ve hayvanın afrodizyak etkisi üzerine başlangıç niteliğinde (ama sonuca varamayan) araştırmalar yürüttüler. Bunlar arasında ‘dugu dugu’ diye bilinen Malezya deniz sülüğü, Bufo kurbağasının cildinden elde edilen kimyasal madde, sarıakreplerden ve Brezilya’nın ‘kollu’ örümceklerinden alınan priyapik zehir, İspermeçet balinalarının esmer amberi ve hamsterların vajinal salgılarında bulunan bir protein de bulunuyor. Yani her kültürün kendine ait bir afrodizyakı bulunuyor. Kuzey Amerika’da ise halk istiridyenin afrodizyak etkisi olduğuna inanıyor. 2014 yılında hayvanlar üzerinde yapılan bir araştırma kamuoyuyla paylaşılsa da insanlar üzerinde etkisinin ne olduğuna dair henüz bir araştırma yapılmış değil. Fakat, bilim dünyasında Kore kırmızı ginsenginin büyük bir afrodizyak etkisine sahip olduğu kanıtlandı. Sentetik ilaçlar, örneğin beyinde dopamin salgılanmasını etkileyenler (genelde veriliyor) Parkinson hastalarına hiperseksüel davranışa yol açabiliyor. Bu yan etki hastaların sadece yüzde 2 ile 3’ünde görülüyor ama varlığı kesin. Bu da cinsel güdüyü geliştiren başka ilaçların da olabileceğinin kanıtı oluyor. Belki de bu ilaçlar bir kase kaplan çorbasından daha etkilidir. ANTARKTİKA BUZULU NE KADAR KALIN? Kısa yanıt:Bunun cevabını bulmak pek de kolay değil. Örümcek ipliği uzun süre doğanın en sağlam materyali olarak bilindi. Fakat kısa süre önce deniz salyangozu dişlerinin (mineral nanofiberden oluşuyor) beş kat daha kuvvetli olduğu keşfedildi. İngiltere’de Portsmounth Üniversitesi’nde yapılan araştırmada, deniz salyangozlarının dişlerini koparmak için ne kadar çekme kuvveti gerektiği hesaplandı ve değerlerin insan yapımı karbon fiberinkine neredeyse denk olduğu ve dişlerin daha esnek olduğu görüldü. Üniversite şimdilerde doğada görülen bu keşfi laboratuvara taşıyarak, uçaklar ve otomobiller için daha iyi tasarımlar yapmaya çalışıyor. Tabii ki devletin yüksek teşviğiyle. Kaan YURTTÜRK 10 C ANTARKTİKA’DAKİ buzulun kalınlığını, ölçmek pek de kolay değil. Çünkü hem üst katmanı dondurucu bir soğuğa sahip hem de dibine ulaşmak imkansız. Alt bölümün en ince yerlerde bile, yüzeyden 200 metre derinliğe kadar uzandığı biliniyor. Ancak buzun nispeten ince olduğu yerleri kazmak daha zor. Her şeyden önce bunun büyük bir titizlikle ve dikkatlice yapılması gerek. Sonuçta aşağıya doğru dümdüz inecek şekilde yapılamıyor. Bu nedenle buzun kalınlığının en az on katı kadar bir mesafenin dolambaçlı olarak kazılması gerekiyor. Bilim insanları bu buzun sadece kar yağışıyla kalınlaştığını düşünmekteydiler. Fakat modern araştırmalar, buzulun dipteki suyu da dondurarak her iki yöne doğru genişleyebildiğini gösterdi. 11 12 13 Benzersiz yıldız biçimi sayesinde Edison Kulesi’nin merkezi tıpkı bir güneş enerjisi kulesi gibi, sıcak havanın yukarıya doğru akışıyla dahili türbinleri çeviriyor. Fotovoltaik sistemle birlikte bu, bina için güç üretiyor. POZİTİF ENERJİ Bina neredeyse 2,6 kilometrekare alana yayılmış. YAYGIN TABAN Tüm bu ekstra alan, parklar gibi yaratıcı iç mekan tasarımlarına izin veriyor. İÇERİDEKİ DIŞ MEKAN Yolcu asansörlerinin 150 yıl kadar önce kullanıma girmesiyle şehirler sonsuza dek değişti. Merdivenlerin boyunduruğundan kurtulan mimarlar artık binaları istedikleri kadar yüksek yapabiliyordu. Ta ki başka engele toslayana kadar: Çelik kabloların ağırlığı. Alman Thyssen Krupp firmasının yeni asansör tasarımı, kablo yerine manyetik levitasyon (ya da maglev) kullanan raylarla bu sorunu çözebilir. Doğrusal makara sistemlerinin kısıtlamalarından etkilenmeyen asansörler (önümüzdeki yıl Almanya’da denenecek) daha yükseğe ve yeni yönlere, hatta yana ve çapraz doğrultuda bile hareket edebilecek. Adına ‘Multi’ denen sistem, hala konsept aşamasındaki Edison Kulesi gibi eşi benzeri görülmemiş binaları ve enerji tasarrufunu mümkün kılacak. Thyssen Krupp Kuzey Amerika’nın CEO’su yakın zamanda Türk medyasında da habere konu olan açıklamasında, güç üreten süper yüksek gökdelenlerin hızla artan kentsel nüfusu ağırlayabileceğini düşünüyor. Yazı/Araştırma: Kaan YURTTÜRK Görsel: DNC Mimarlık/İSTANBUL Şehir manzarasına biçim verecek asansör Konseptler & Prototipler BÜYÜK FİKİR Herhangi bir yüksek binanın %20’yi bulan kısmı asansöre ayrılmak zorunda. Tyssen Krupp; Multi’nin gelecekte asansörün kapladığı yeri %50 oranında küçültebileceğini tahmin ediyor. Maglev, Multi’nin hedefine doğru ‘yüzmesine’ izin veriyor. Kabindeki mıknatıslar ray boyunca dizili diğer mıknatısları iterek kabinin havada durmasını sağlıyor. Ray boyunca dizilmiş ikinci bir bobin seti ise kabini istenen hedefe doğru itiyor ve çekiyor. MANYETİK ÇEKİŞ Standart bir asansörün kabloları, 600 metreden sonra hem asansör kabinini hem kendi ağırlığını taşımıyor. O yüzden yolcuların yeni bir asansöre geçmesi gerekiyor. REKOR KIRIYOR GELİŞMEYE AÇIK Multi, makaralı sistemlere göre çok daha esnek. Rayın asansörü taşıyan kısmı dönerek hareketli manyetik alanın yönünü değiştirebiliyor. HAREKET KAPSAMI Alman geliştirici Franj Jendrusch’un hayalini kurduğu Edison Kulesi neredeyse 1.300 metre yükseklikte olacak. Amaç, konutların, ofislerin, alışveriş ve eğlence merkezlerinin tek bir çatı altında toplanması. Jendrusch kuleyi 2030’a kadar inşa etmeyi planlıyor. YÜKSEK TASARIM KİTAP KULÜBÜ HANGİ TÜRÜ TERCİH EDERSİNİZ Hazırlayan: Kaan YURTTÜRK ? KIŞKIRTICI BİR YAZAR MURAT MENTEŞ Dublörün Dilemması İletişim Murat Menteş, okumacı, tartışmacı, kavgacı, yani kışkırtıcı bir yazar arkadaşım. Onunla çekişirken çiçek açarsınız. Yazarlık macerasını ben de merakla izliyorum. Peşinen söyleyeyim, fiktif, tümden hayal ürünü metinler sevmem, fakat Murat Menteş’in birbiri peşi sıra kurduğu cümlelerin gücü, benim kendimce şikayetimi kuruntuya dönüştürdü. Dergimizin bu sayısında da kendisiyle röportaj yaptım ve sonrası mı yaşamdan ölüme, aşklardan sevdayı yürekte tutabilmeye kadar giden çok derin konulara geçiş yaptık. Ben kendi yazılarımda kelimelerle kasap gibi boğuşuyorum; Murat aksine, kelimeleri kırbaçlayıp cümleler içinde düzene sokuyor ve bunu pek mahirce başarıyor. Bu yüzden Dublörün Dilemması çok canlı, renkli, inceden felsefi çığlıklarla bezeli bir kitap. Bende imzaladığı bu kitap, kütüphanemde diğer yazarların arasındaki saygın mertebesine çoktan erdi bile. Böyledir, edebiyat kavgayla başlar huzurla sona erer derler; gerçi ben görmedim, hayırlısı Murat için olsun! ALBERT EİNSTEİN’IN PEŞİNDEN GİTMEK İSTEYENE Tanrı Formülü / Jose Rodrıgues Dos Santos / Pegasus Albert Ainstein’ın atomu parçalamakla başlayan ve Tanrı’nın varlığını denklemlerle ispatlamaya çalışan bu roman, sizi İngiltere’den alıp nükler bir tehdit oluşturan İran’a kadar götürüyor. Tanrı’nın formülü peşinde yolculuk Tibet rahipleriyle başlayıp, eski el yazmaları üzerinden antik Yunan’a kadar giden bir yolculukla son buluyor. MOZART’IN AŞKI VE KADINLARINI MERAK EDENE Viyana’da Vals / Vıvıen Shotwell/Nemesis Otuz yaşındaki Wolfgang Mozart, genç, İngiliz soprano Anna Storace ile, hayatta kendini en mutlu hissettiği yerde, sahnede tanışır. En kıymetli hazinesini, notalarını onunla paylaşır. Aralarında engellenemez bir şekilde büyüyen ve Mozart’ın müziğinde yankılanan aşkın yaşanması ise yasaktır. Çünkü ikisi de başka insanlarla evlidirler. 14 EDEBİYAT ALEMLERİNDE KONUŞULAN 3 MEVZU 1 2 Hasan Ali Toptaş’ın cümlelerine rastladım birkaç gün önce; ‘Orhan Veli’nin aşk mektupları yayımlanmış; Peki, bu ne kadar etiktir? Mesela Peyami Safa’nın Sevim Burak’a yazdığı aşk mektupları varmış, cevval bir akademisyen bunu ortaya çıkarmış. Mahremiyete nasıl böyle hoyratça el uzatılabiliyor? Şimdiki tartışma bu. 3 Sinem Sal, her yazar ve yazma yetisi olanlar gibi hep bir arayışta. Tasavvufla ilgilenmeye başlayan yazar, insanın dünyada olma nedeninin, kalbini keşfetmek olduğuna inanıyormuş. Açıkçası onunla tanışıp, ona bu arayışın hiç bitmeyecek bir yolculuk olduğunu söylemek isterdim. 2004 yılından beri anteniyle yaşayan Neil Harbisson’un anteni duşta ve uyurken bile kafasında. Dünyanın ilk sayborg hakları savunucusunun, anteniyle başı derde girmiyor da değil. Barselona polisi gittiği bir sanat gösterisinde, kayıt yapmaması için onu uyarmış, durumunu polislere anlatamayınca, eve, çekiştirilmekten biraz daha aşağı inmiş bir antenle dönmek zorunda kalmış. GERİLİM YÜKLÜ ROMAN SEVENLERE Gölge Ritüeli / Eric Gıacomettı & Jacques Ravenne / Pegasus Roma, Mayıs 2005… Büyük Doğu Locası’nın arşivcisi, Fransız Konsolosluğu’ndaki bir davette masonluğun efsanevi kurucusu Hiram’ın katledildiği ritüelle öldürülür. Kudüs’te, üzerinde gizemli bir metnin yazılı olduğu eski bir taşı inceleyen arkeolog da aynı şekilde öldürülmüştür. Mason Komiser Antoine Marcas ve konsolosluğun güvenlik şefi, bu cinayetleri çözebilecek midir? SARSICI BİR ROMAN OKUMAK İSTEYENE Köpeğimi Alıp Erkenden / Kate Atkinson / YKY Kate Atkinson’ın müthiş bir incelikle kurguladığı bu girift hikâyede anlatılan kişiler ne birer kahraman ne de cani. Köpeğimi Alıp Erkenden, suçlular ile sıradan insanları karşı karşıya değil yan yana getiren, sarsıcı bir ahlaki sorgulamanın romanı. Geçmişin asla geride bırakılamayacağına dair ürpertici bir hatırlatma… Suç Dosyaları, Çarkıfelek ve Güzel Haber Ne Zaman Gelir? romanlarından tanıdığımız dedektif Jackson Brodie’yle yeni bir buluşma. 15 Aİle sağlığı merkezlerİne renk gelİyor! bu ay neler oldu? Aİle Hekİmleİğİ Ödeme ve Sözleşme Yönetmelİğİ değİştİ Sağlık Bakanlığı, kırsal bölgelerdeki mahalle ve köylerdeki vatandaşların yararlandığı gezici sağlık hizmetini ilgilendiren önemli bir değişikliğe gitti. Bakanlık 81 ile gönderdiği ‘Gezici Sağlık Hizmeti’ genelgesi ile kırsaldaki vatandaşlara verilen sağlık hizmeti uygulamasında yeni düzenlemeler yaptı. Eskiden sadece nüfus başı verilen ücret için yeni bir hesaplama metodu getirildi. Artık masrafların hesaplanmasında hem kat edilen mesafe hem de hizmet verilen nüfus kıstas olarak alınacak. Düzenlemenin gezici hizmet kalitesi ve miktarında azalmalara neden olacağını dile getiren AHEF Genel Sekreteri Lütfi Tiyekli, “Düzenleme ile gezici hizmete verilen ödeme azaltılıyor. Hekim bir köydeki vatandaşımıza ayda 4 defa da gitse bile 1 defa gitmiş kabul edilecek. Bu nedenle artık aile hekimleri köylere ayda 1 kez gidecek. Köylere aile hekimleri eskiye nazaran daha az gideceği için şikayetler de artacak.” dedi. Onu Tanıyan Herkes Ağladı Türk Tabipler Birliği, Dr. Kamil Furtun’un öldürülmesi üzerine bir açıklama yaparak, 1 Haziran Pazartesi günü iş bıraktı. Yaklaşık 5 bin kişinin yürüdüğü eyleme, çevre illerden çok sayıda hekimin yanı sıra eş zamanlı olarak Tokat, Kayseri ve Malatya dahil ülke genelindeki hastanelerde 15’er dakikalık eylem yapıldı. Furtun’un arkadaşları üzerinde Furtun’un fotoğrafının olduğu tişörtleri giydi. Eylemde bir açıklama yapan Samsun Sağlık İl Müdürü Yusuf Köksal, Türkiye’de güçlü yarınlara daha sağlıklı bir toplum temelinde ulaşılabilmesi adına hekiminden, hemşiresinden eczacısına, teknisyeninden memuruna kadar yaklaşık 700 bin kişilik bir ailenin mensubu olduklarını söyledi. Son günlerde şiddetin manidar bir şekilde gündem oluşturduğunu belirten Köksal, “Maalesef değerli meslektaşımız Op. Dr. Kamil Furtun’un görevi başında vahşice katledilmesiyle farklı bir boyut Berko İlaç, Genç Eczacılarla Buluşmaya Devam Edİyor Berko İlaç, 30 yıldır olduğu gibi yine eczacının yanında ve eczacılara yönelik projelerine devam ediyor. Lansmanı Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesinde gerçekleşen “Eczacının Kariyer Yolu” etkinliği, bu kez Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi ve Anadolu Üniversitesi Eczacılık Fakültesi öğrencileriyle buluştu. 16 kazanan saldırılardan, ‘sağlık ve şiddet’ kelimelerinin sıkça yan yana anılıyor olmasından derin bir endişe duymaktayız. Şifa sunan ellerin sahipleri, her gün yastığa başını koyarken sağlımız için aldığı kararları şöyle bir gözden geçirip, vicdanını rahatlatmadan gözlerini kapamıyor, bundan emin olunuz. Ne var ki üst üste yaşanan olaylar sizlerin evlatları olan sağlık çalışanlarımızın moral ve motivasyonunu neredeyse tüketme noktasına getirmiş durumdadır” dedi. Sağlık Bakanlığı, ASM’leri daha modern bir görünüme kavuşturmak ve soğuk birer mekân olmaktan çıkarmak amacıyla kolları sıvadı. Bu kapsamda yeni inşa edilecek olan binaları çeşitli renklere boyayacak. Bu renklerin belirlenmesi için Bakanlık, aralarında kırmızı, yeşil, sarı ve mavi gibi renklerin bulunduğu 12 ayrı rengin yer aldığı bir anket düzenlendi. Tüm vatandaşların oylamasına açık olan anket sonucunda çıkacak renge göre yeni yapılacak aile hekimlikleri boyanacak. 2 BİN 500 BİNA YAPILACAK Diğer taraftan birçoğu binaların giriş katlarında hizmet veren aile hekimliklerini bu durumuna son vermek isteyen Bakanlık, 7 ayrı bölgeye özgü olarak tasarlanan aile hekimlikleri binalarına hastane görünümü kazandıracak. Bu kapsamda Türkiye genelinde 500-700 metrekare arası büyüklükte 2 bin 500 bina yapılacak. İlk etapta il ve ilçelerin bilinen merkezlerine yapılması planlanan binaların her birinin maliyeti 300 bin lirayı bulacak. Aile hekimlerine nihayet sigorta desteği Ketem, Dünyaca Tescİllİ Bİr Merkez Aile hekimleri de Tıbbi Kötü Uygulamaya İlişkin Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası primine yapılacak kurum katkısının kapsamına alındı. Sözleşmeli aile hekimlerinin de Tıbbi Kötü Uygulamaya İlişkin Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası primine yapılacak kurum katkısından yararlanabilecekleri bildirildi. Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren prim uygulaması gereğince kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan tabipler, diş tabipleri ve tıpta uzmanlık mevzuatına göre uzman olanlar ile sözleşmeli aile hekimleri, yaptıracakları sigorta sözleşmesinin primlerini sigortacıya veya sigorta acentesine ödedikten sonra, ödedikleri prim tutarının yarısını döner sermayesi bulunan kurumlarda döner sermayeden, döner sermayesi bulunmayan kurumlarda kurum bütçesinden geri alacak. Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Kanser Daire Başkanı Doç. Dr. Murat Gültekin, verilerin tamlığı ve kanser istatistiklerinin doğruluğu açısından KETEM’lerin dünyada tescilli bir merkez olduğunu söyledi. Türkiye’nin kanser verilerini tanımlama ve kanser istatistiklerini toplama açısından dünyaya örnek teşkil ettiğini belirten Doç. Dr. Murat Gültekin, “Türkiye’de 2002 yılında sadece iki ilde kanser kayıt merkezi varken, bu sayı hızla artırıldı. Samsun ve Trabzon’a da Kanser Kayıt Merkezleri kuruldu. 2012 yılında Türkiye genelinde yaklaşık 13 ilde Kanser Kayıt Merkezi vardı ve Samsun ile Trabzon Karadeniz Bölgesi’nin kanser verilerini topluyordu. Karadeniz Bölgesi’nde kanserin artış gösterdiği söylenemez” dedi. 17 Türkİye’nİn İlk Acİl Müdahale Gemİsİ hİzmete gİrdİ 24 Ekim 2014 tarihinde Yalova Altınova’da bulunan Sefine Tersanesi’nde törenle denize indirilen ve yüzer Acil Müdahale Gemisi anlamında Türkiye’deki ilk gemi özelliğini taşıyan Nene Hatun Acil Müdahale Gemisinin, Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı tarafından Sağlık Bakanlığı’na devri düzenlenen protokol töreni ile gerçekleştirildi. Protokol törenine Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr. Eyüp Gümüş, Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı Kıyı Emniyeti Genel Müdürü Yaşar Duran Aytaş, Sağlık Bakanlığı Acil Hizmetler Genel Müdürü Osman Nacar, Sağlık Bakanlığı Türkiye Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürü Hüsam Hatipoğlu, Yalova Valisi Selim Cebiroğlu ile çok sayıda davetli de katıldı. Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr. Eyüp Gümüş , 20 yataklı olarak hizmet veren geminin 40 yatağa çıkartılabileceğini söyledi. Geminin içerisinde ameliyathanenin de oluşturulacağını vurgulayan Prof. Dr. Gümüş, “Helikopter de bu gemiye inebiliyor. Hiperborik Oksijen ünitesi var. Bu da çok kıymetli bir birim. Sonuçta Dizayn edilmiş çok güzel bir laboratuarı var. Biz bu gemi ile büyük çapta bir çok operasyonda sağlık hizmeti verebilmek durumundayız” şeklinde konuştu. “Başarımızı anlamakta zorlanıyorlar” Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, Dünya Sağlık Örgütü’nün Türkiye’nin sağlık alanındaki başarısını anlamakta zorlandığını ifade etti. Dünya Ebeler ve Hemşireler Günü etkinlikleri kapsamında konuşan Müezzinoğlu, sağlık alanında yaşanan şiddetten, sağlık çalışanlarının özlük haklarına kadar pek çok konuda açıklamalarda bulundu. Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü’nün (OECD) ortalamasının yarısı kadar hekim ve yine ortalamanın altında ebe ile hemşire çalışanı olmasına rağmen, bazı verilerde ciddi başarılar yakalandığının altını çizen Müezzinoğlu, bebek ölüm hızının yüzde 30’lardan binde 7’lere düştüğünü söyledi. Dünya Sağlık Örgütü’nün Avrupa Bölge Başkanı ile gerçekleştirilen bir yemekte kendisinin bu verilere bakarak, bu başarının nedenlerini merak ettiğini dile getiren Müezzinoğlu, şunları söyledi; “Sağlıkta hastaneleri birleştirdik, yönetimle ilgili ciddi kararlar aldık. Fakirin fukaranın önünden engelleri kaldırdık. Sağlık sigortasını getirdik. Poliklinik sayılarını çoğalttık.” 18 19 Kürşat BAŞAR YAZAR ‘KADININ ADI YOK’ DİYELİ KAÇ YIL GEÇTİ? SEVGİLİ DUYGU ASENA, ‘KADININ ADI YOK’U YAZALI NE ÇOK ZAMAN GEÇMİŞ. BU ÜLKEDE KIZ ÇOCUKLARI YILLARCA SAYILMADI, ADLARI ANILMADI. ‘Kaç çocuğun var?’ denildiğinde babalar yalnızca oğlanların sayısını söyledi. Daha 16 yaşındaki oğlan çocukları ‘ailenin namusu’ diyerek olur olmaz sebeplerle kız kardeşlerini öldürmeye devam ediyor töre cinayeti adıyla. Duygu, o günlerde yazdıkları yüzünden epeyce fırça da yemişti ama şimdi dönüp bakıyorum da aradan geçen bunca yılda kadınlar en azından teoride edindikleri hakları bile kaybetmiş gibi görünüyor bana. Feminizmle alay ederken aslında feminizmin getirdiği kazanımları kaybetmişler gibi geliyor. Ne zaman ki, anneleri gibi giyinip annelerinin gittiği kulüplere gitmeye başlayan kızları gördüm, o zaman bir şeylerin değiştiğini düşündüm. Benim ilk gençlik yıllarımda hiçbirimiz annelerimizin, babalarımızın gittiği yere gitmez, hiçbirimiz onlara benzemek istemezdik. Tam tersine onların giydiklerini eleştirir, yaptıklarına burun bükerdik. Doğru muydu yanlış mıydı önemli değil, genç olmanın özelliği bu. 16 yaşındaki kız annesinin aldığı çantayı, ayakkabıyı almaya çalışıyorsa bunda bir gariplik vardır çünkü. 17 yaşındaki çocuk, babasının arabasına binip onun gittiği yerlerde hava atmaya çalışıyorsa bunda da bir gariplik vardır. Aynı biçimde annesi, anneannesi gibi davranmaya çalışan bir başka gençlik var. Babaları, dedeleri gibi geleneksel hayatı sürdüren erkek çocukları.. 20 Bütün bunları niye yazıyorum bir nisan ayında? Çünkü geçen ay yaşanan bir tecavüz ve cinayet olayı bana yeniden nereden nereye geldiğimizi düşündürmeye başladı. ‘Biz ne zaman böyle bir toplum haline geldik?’ diye bir yazı yazmıştım yıllar önce. İkiyüzlülüğümüzün aileden, çevreden, okuldan başladığını anlatan bir yazıydı. Türkiye’de kabul görmek için çocukların yapması gerekenler belli. Anne-babaları gibi olacaklar. Büyüklerinin dediklerini dinleyecekler. Kız çocuğuysa önce babasının dediklerini yapacak, ağabeylerinin dediklerini yapacak sonra da kocasının... Geleneklere, adetlere, örflere, törelere karşı çıkmayacaklar. O zaman ilerliyorlar, o zaman çatışma yaşamıyorlar, o zaman işleri yolunda gidiyor. Ama kendileri olamıyorlar. Türkiye’de en zor şey ‘kendin olmak’. Hele ki bir kadın olarak. Bir erkek olarak Türkiye’de bir kadının neler yaşadığını anlamak o kadar kolay değil. İstanbul’da, büyük kentlerde bile bu sıkıntı hiç bitmez ama bir de kenar semtlerde, kasabalarda, köylerde yaşayanları düşünün. Daha erkeklere sıra gelmeden her yaptığınıza onlar adına bekçilik edecek anneler, teyzeler, anneanneler, babaanneler var. Neden böyle yapıyorlar? Kendileri bilmediği için değil. Başka çare bulamadıkları için. Başkaldırırsanız neler çekeceğinizi çok iyi bildikleri için. Kadınlara önerilen roller ortada. Ya evlenip çocuklarını büyüten ev kadını olacaksın ve kocan öküz de olsa katlanacaksın ya da ‘bu tarz benim’ türünden garip bir oğullarını bağladılar telefona... Askerlik çağındaki oğluna yazdığı şiiri ağlayarak okuyan başörtülü anneler, annesiyle telefonda konuşurken asker ocağından ağlayan oğlanlar... Hepimiz bilmiyor muyuz? Benim kız kardeşim yok. Ama gayet iyi biliyorum ki olsaydı, bütün gençliğinde ona karışıp hayatı zehir edecektim. Peki aynı ailenin iki ferdi olarak bu hakkı nereden buluyorum? Annem, babam izin vermese bulabilir miyim? Neye sürüklüyoruz bu çocukları? Yalan söylemeye, ikiyüzlü olmaya, kendilerini gerçekleştirebilmek için her şeyi gizli saklı yapmaya ya da kesinlikle itaat etmeye... mahluk olarak ortada dolaşacaksın. En iyi eğitimi de alsan, en modern biçimde de yetiştirilsen, iş güç, kariyer sahibi de olsan, nasıl oluyorsa gerizekalının birine katlanacaksın. Üstelik kimse kusura bakmasın bu katlanma durumu yalnızca erkeklerin suçu değil. Kadınların da çoğu buna hazır. Birlikte olduğu adam maç seviyor diye hayatında ilgisi olmayan futbol maçlarında bağırıp çağıran, nefret ettiği müzikleri dinleyen, bütün öğrendiklerini unutup kocası, sevgilisi ne istiyorsa onu yapmaya çalışan o kadar çok kız tanıyorum ki... Çünkü burası aslında bütün dünyada olduğu gibi ama biraz daha fazla ataerkil bir ülke. Bizim erkeklerimiz kadınlarını yanlarında görmekten bile hoşlanmaz. Hayatı onlarla değil erkek arkadaşlarıyla paylaşmayı tercih eder. Kadın onların ancak hayatının bir bölümünü, ev ve çocuklar bölümünü paylaşabilir. Ne giydiği meseledir. Ne söylediği meseledir. Nasıl davrandığı meseledir. Nereye baktığı meseledir. En modern görünen adam için bile bu böyledir. Ama biz yaptığımız her şeyi kendimize hak görürüz. İstediğimizi giyeriz, istediğimizi yaparız, istediğimize bakarız. Peki ama başka bir soru sormanın zamanı değil mi? Bu manyakları, bu sapıkları, bu ruh hastası adamları yetiştiren kim? Babaları mı? Hiç sanmam. Mersin’deki minübüs şoförü veya İstanbul’un zengin ailelerinden birinde en iyi okullarda okutulmuş ve sevgilisini kesip bavula koyan oğlanın farkı var mı? Milyonlarca insanın içinde birkaç ruh hastası, psikopat çıkabilir mi diyelim? Hayır demeyelim. Çünkü, küçük kızlara aylarca topluca tecavüz eden devlet memurları da gördük. Kendi kızlarına yıllarca tecavüz eden babalar da... Peki ama bu oğlanlara deli gibi düşkün anneler nerede? Birkaç yıl önce bir televizyon programında seyircilerin askerdeki Bu ülkede sevgilisini öldürüp aslanlar gibi teslim olan ve ‘namusum için öldürdüm’ diyen bir sürü manyak yok mu? Aşk cinayeti diye bir zırvalık yok mu? Tecavüz haberlerini yapan gazeteler olayı ayrıntılarıyla ballandıra ballandıra anlatmaya, hele ki kız güzelse oldukça büyük görmeye meraklı değiller mi? Bütün dünyada böyleymiş. Hayır, öyle değil. Bütün dünyada manyaklar var. En gelişmiş ülkelerde psikopatlar var. Kendi kızlarını hamile bırakan babaların en çok olduğu ülkelerden biri İngiltere örneğin. Ama bu ülkelerde komşunuz, ‘adam karısını dövüyor’ diye polisi ararsa kadın, ‘hayır, tartışıyoruz’ dese bile kelepçeleri takıp adamı karakola götürüyorlar. Karakoldaki polisler de, ‘kocana iyi davransaydın’ demiyor. Birtakım adamlar çıkıp ‘dinimizde bunlar var’ veya kadın da kendine dikkat etsin diye abuklamıyor. Abuklarsa onun da canına okunuyor. Ne yazık ki bir biçimde rol model olmuş birtakım ünlü kadınlar çıkıp ‘kocamdır döver’ gibi açıklamalar yapmıyor. Oynadıkları dizi filmlerde her şeye boyun eğen, ‘istenen’ kadın tipini canlandırıp sonra da Twitter’da aslan kesilmiyorlar. Ve tabii bir de, kız çocuklar da erkek çocuklar da ‘sen benimsin, yoksa toprağınsın’ mantığıyla yetiştirilmiyor... 21 HABER Daha kaç sağlık çalışanı ölecek? Samsun Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Hastanesi’nde görev yapan Op. Dr. Kamil Furtun silahlı saldırı sonucu yaşamını yitirdi. Şifa veren ellere kurşun sıkıldı. Sağlık Bakanlığı’nın ‘Şifa veren ele vefa organizasyonu’ kapsamında Samsun Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Hastanesi’nde 15 dakika boyunca hasta bakımına aciller dışında ara verildi. Tüm ülke genelinde sağlık çalışanları sokağa dökülerek Op. Dr. Son 6 ay içerisinde 5 bin sağlık çalışanı saldırıya uğradı. Araştırmalar, Kamil Furtun’un öldürülmesini protesto hekimlerin yüzde 78’inin şiddete maruz kaldığını ve her gün en az 30 etti. Peki, bundan sonrası ne olur? şiddet vakasının yaşandığını gösteriyor. ‘Sağlık’ ve ‘Şiddet’ kelimelerinin İşte bu sorunun cevabını maalesef yan yana anıldığı zor bir süreçten geçiyoruz. Peki bu duruma nasıl veremiyoruz. Fakat Op. Dr. Kamil Furtun’un Samsun’un en çok ameliyat gelindi? Sağlıkta şiddet son bulacak mı? yapan göğüs cerrahı olduğunu, en riskli ameliyatları başarıyla neticelendirerek binlerce hastasını iyileştirdiğini biliyoruz. SAĞLIKTA ŞİDDETE SON VERİLMELİ Yetkililer hastanelerde güvenlik önlemlerinin artırılacağını ve güvenlik limitinin en üst seviyeye çıkartılacağını söylüyor. Merak ettik ve sağlıkta şiddet nasıl bir ivme kazanmış, bir çok sağlık çalışanı sürekli olarak kendilerine verilen bu sözler karşısında neler hissetmekte, sağlık neden riskli bir çalışma alanı haline dönüştü?... daha buna benzer pek çok sorunun cevaplarını aradık. EKSİK İSTİHDAMLA HİZMET VERİYOR İstanbul Tabip Odası tarafından 2014 yılında gerçekleştirilen araştırmaya göre, sağlık iş kolu en fazla eksik istihdamla hizmet veren iş kolu. Sağlıkta dönüşüm sürecinin, ağırlıklı olarak hasta memnuniyeti üzerine kurgulandığı da gözönünde bulundurulursa, yetersiz sağlık personeliyle hasta memnuniyetinin sağlanması sürecinde yaşananlar şiddete neden oluyor. Zira Sağlık Bakanlığı tarafından 2012 yılında gerçekleştirilen araştırmanın sonucuna göre hastanelerde şiddet uygulayanların yüzde 91’i hasta yakınlarından oluşuyor. Samsun Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Hastanesi’nde görev yapan Op. Dr. Kamil Furtun silahlı saldırı sonucu yaşamını yitirdi. Şifa veren ellere kurşun sıkıldı. Araştırmalar, hekimlerin yüzde 78’inin şiddete maruz kaldığını gösteriyor. 22 İŞ YÜKÜNDE YAŞANAN ARTIŞ Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 2013 yılı verilerine göre yılda kişi başına hekime başvuru sayısı son 10 yıl içerisinde 2’den 8’e çıktı. Hekimlerin bazen günde 70 ile 80 arasında hasta bakmak durumunda kalması, özellikle eğitim hastanelerinde sık ve yoğun geçen nöbetlerin ertesinde hekimlerin çalışmaya devam etmeleri, bir de üstüne üstlük iş 23 artışına oranla personel sayısında bir artışın olmaması acaba şiddeti tetikler mi? Yapılan araştırmalara göre aşırı iş yükü altında çalışan hekimler stres, kronik yorgunluk, yıpranma ve tükenmişlik duyguları yaşıyor. Performans baskısı altında sürekli iş üretmesi istenen hekimler izin ve rapor kullanmaktan kaçınıyor. Açıkcası şiddet ‘Ben geliyorum’ diye bağıyor. BEDELİNİ SAĞLIK ÇALIŞANLARI ÖDÜYOR Bugün ödenen bir ilacın, yarın geri ödemeden çekilmesi, hasta sevk ve kabul usullerinin değişmesi gibi sağlık alanında sık sık değişen uygulamalar hastaları ve hasta yakınlarını isyana sevk ederken, bu sorunların bedelini bu kararları alanların değil de hasta karşısında duran sağlık çalışanlarının ödemesi de şiddete neden oluyor. YÜKSEK BEKLENTİLER ŞİDDETİ TETİKLİYOR Hasta ve hasta yakınlarının yüksek beklentiler içerisine girerek doktoru mutlak belirleyici olarak görmesi, hekime uygulanan şiddette ilk sırada yer alıyor. Hastaların ve özellikle hasta yakınlarının sanki doktorun elinde sihirli bir değnek varmış gibi bir algıya kapılarak, hekimin istediği her hastayı iyileştirme gücünün olduğuna inanması, şiddetin başlıca sebepleri arasında yer alıyor. DEĞERSİZLEŞTİRME POLİTİKASI ŞİDDETİ ARTIRACAK Son yıllarda hasta ve hasta yakınlarının doktorlara ve sağlık çalışanlarına karşı negatif duygularla dolu olduklarını görüyoruz. Peki bunun nedeni nedir? Bunda medyanın büyük etkisi olduğunu görüyoruz. Hergün hastanelere ya da aile hekimine giderek sağlığına kavuşan ve memnuniyet besleyen hastaların görmezden gelinerek, sadece kötü ve olumsuz örneklerin medyada geniş yer alması, toplum üzerinde ‘Doktora güvenilmemeli’ algısını oluşturuyor. Politikacıların ve yöneticilerin sağlık çalışanlarını suçlayan, küçümseyen ve hatta aşağılayan ifadeleri de bu algının pekişmesine katkı sağlıyor. GÜVENLİK PLANI UYGULANABİLİR DEĞİL Bugün güvenliğin olmadığı tek bir hastane yok. Peki, neden güvenlik önlemleri alınmasına rağmen şiddete mani olunamıyor? Yine yapılan bir araştırmada hastanelerde alınan 24 güvenlik önlemlerinin gerçekçi ve uygulanabilir olmadığı sonucu ortaya çıkmış. Bu sonuca pek de şaşırmadık. Zira yakın zamanda Samsun Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Hastanesi’nde görev yapan Op. Dr. Kamil Furtun silahlı saldırı sonucu yaşamını yitirmesi bu gerçeğin altını birkez daha çizdi. Güvenlik görevlilerine ihtiyaç duyulduğunda olay yerinde olmamaları, saldırganı etkisizleştirme konusunda yetersiz kalmasının sağlık çalışanları tarafından da gözlemlenmesi gergin bir çalışma ortamına neden oluyor. Hastanelere silahlı olarak girilmesinin önlenmesi ve hastanede dolaşma özgürlüğünün (ziyaret kısıtlamaları, sadece personele ait alanlar, eğitim mekanları gibi) kısıtlanması gerekiyor. Sonuç olarak hastanelerde ya da ASM’lerde güvenlik sadece güvenlik görevlilerinden değil, idari önlemler, mühendislik önlemleri ve kişisel koruyucu önlemlere kadar bir dizi birliktelik gerektiriyor. Sağlıkta yaşanan şiddet olaylarının gerçekleştirilme zamanlarını gösteren araştırma sonuçlarına bakıldığında, daha çok mesai sonrası ve gece saatlerinde yoğunlaştığı ortaya çıkıyor. Alkol almış, psikolojik sorunları olduğu gözlenen, saldırganlık yönelimleri olan hasta ve hasta yakınlarının teşhis ve tedavi süreçlerinin özel önlemler eşliğinde yapılmaması da şiddetin engellenememesinin bir nedeni olarak görülüyor. Şiddetin azaltılmasına yönelik yapılacak olan eğitim çalışmalarının ancak uzun vadede sonuçlar getirebileceğini biliyoruz. Kısa sürede çözüm arayışları bağlamında fiziksel önlemlerin alınması, bariyerler, çift kapılı muayene odaları, metal detektörler, iyi aydınlatma, etkin güvenlik planlarıyla birlikte yeterli ve eğitimli güvenlik elemanlarının anında olaya müdahale etmelerinin sağlanması sağlık çalışanlarına yönelik şiddette caydırıcı olabilir. MEYDANLARDA HEKİMLER NE DEDİ? Samsun Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Hastanesi’nde görev yapan Op. Dr. Kamil Furtun silahlı saldırı sonucu yaşamını yitirmesinin ardından olayın yaşandığı Samsun’da, Türkiye’nin bir çok ilinden gelen hekimlerin katıldığı bir yürüyüş gerçekleşti. 5 bine yakın hekim sokaklara döküldü ve yaşanan bu üzücü olayı protesto ederken, çok sayıda vatandaş doktorların yürüyüşüne alkışlarla destek verdi. Bizlerde hekimlerimizin yanındaydık ve bu menfur saldırı hakkında hekimlerimizin görüşlerini aldık. herşeyi çok biliyormuş gibi müdahil olmalarına artık dur demek gerekir. İdarecileri, meclisi, hepsini göreve davet ediyoruz” diyor. SAĞLIKTA ŞİDDET YASASI ÇIKARTILMALI Samsun Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Hastanesi’nde görev yapan Op. Dr. Kamil Furtun silahlı saldırı sonucu yaşamını yitirmesi tüm ülkede büyük bir üzüntü yarattı ve hekimler sokağa döküldü. Samsun’da yaklaşık 5 bin kişinin katıldığı eylemde görüşlerini aldığımız İstanbul Aile Hekimleri Derneği (İSTAHED) 2. Başkanı Dr. Gürsel ÖZER, sağlık çalışanlarının maruz kaldığı şiddete son verilmesi açısından ‘Sağlıkta Şiddet Yasası’nın bir an önce TBMM’den geçirilmesi gerektiğini söylüyor. Medyanın da bu olayların yaşanmasında büyük bir rol oynadığı görüşüne katılan Dr.Gürsel, “ Sağlık Bkanlığı’nın sosyal medyada komplikasyon olan olayların doktor hatası şeklinde gösterilmesine de müdahil olmasını kesinlikle ve kesinlikle istiyoruz. İtibarımızı ve saygınlığımızı istiyoruz. Bu olayların tekrar ve tekrar yaşanmaması için artık kalıcı çözümler üretilmesi gerekiyor. Hemşire hanımlara işlerini yaparken müdahil olma, hastaların “TOPLUMSAL DENİLİP GEÇİLİYOR” Toplumun şiddete meyilli olduğunu belirtiyor Samsun Aile Hekimleri Derneği Başkanı Dr. Derya TUNA. Fakat, “Şiddet toplumumuzun bir parçasıdır” denilerek geçiştirilmesinden son derece rahatsızlık duyduğunu ifade ediyor. Dr. Derya TUNA “Aile hekimliğinin bir kanunu yok. Bu kanunu çıkarmak için her hangi bir istek de yok. Artık sözel ya da fiziki şiddete maruz kalışımız o kadar çok arttı ki, buna son verecek kalıcı çözümlerin bulunmasını istiyoruz. Sağlık camiasını birilerine meydan okuma yeri olarak gördüler ve maalesef popülist politikalar buna sebep oldu” diyor. UYGULANAN POLİTİKA TEK TARAFLI AHEF Yönetim Kurulu Üyesi ve Çorum Aile Hekimleri Derneği Başkanı Dr. Ali Yılmaz, sağlık politikasında eksik yönlerin olduğunun altını çiziyor. Sadece doktorun sorumlu tutulduğunu ifade eden Dr. Yılmaz, şunları söylüyor; “Gözlerimizden maalesef kanlı yaşlar akıyor. Maalesef hep acı içerisinde kalbimiz çırpınıyor. Bunu defalarca kez anlattık. Bu politikada eksik yönler var. Tek taraflı bir sorumluluk, diğer tarafta hiçbir sorumluluk yok. Bu şekilde sağlık personeli hizmeti nereye kadar götürecek. İllaki bir yerde kopukluk olacak. Bize angarya işler yüklenmemesini istedik, altından kalkamayacağımız işlerin bize verilmemesini söyledik. Bir gecede birçok torba yasaları geçirdiler. İstedikleri tüm yasaları tek tek geçirirken, biz sağlık çalışanlarının haklarını gözetecek, koruyacak yasaları bir türlü çıkaramadılar. Varılan nokta neresi? Canice, hunharca ve psikopatça öldürüldü şeklinde sağlık yöneticilerimiz tarafından açıklamalar geliyor. Bu psikopat nasıl hunharca içeriye silahla girebildi? Bunun hesabını versinler. Sen, bu insanların önünü açıyorsun ve asıl sen bu insanlara fırsat veriyorsun. Sağlık Bakanı’nın ben bir sağlık personelimin canını koruyamadım deyip istifa etmesi gerekir ve bu cesareti göstermesi gerekir. Sağlıksız bir toplumla güçlü bir ülke oluşturamazsınız. Bunun tek yolunu sen sağlık çalışanlarına sahip çıkarak yapabilirsin, başka türlü yapamazsın.” 25 Hakan UZUN - TRABZON YAZAR GEZİCİ SAĞLIK HİZMETLERİ Türkiye Halk Sağlığı Kurumu’nun 18.05.2015 tarihli resmi yazısı ile gezici sağlık hizmetlerine yeni düzenlemeler getirilmiştir. Yapılan bu düzenlemenin bazı maddeleri Aile Hekimliği 26 Kanun ve Yönetmeliklerine aykırılık teşkil etmektedir. Aile Hekimliğinde Gezici Sağlık Hizmetleri, Aile Hekimliği Kanunu’ nun 2. maddesinde yer alan aile hekiminin tanımında yer almaktadır. “Aile hekimi; kişiye yönelik koruyucu sağlık hizmetleri ile birinci basamak teşhis, tedavi ve rehabilite edici sağlık hizmetlerini yaş, cinsiyet ve hastalık ayrımı yapmaksızın her kişiye kapsamlı ve devamlı olarak belli bir mekânda vermekle yükümlü, gerektiği ölçüde gezici sağlık hizmeti veren ve tam gün esasına göre çalışan aile hekimliği uzmanı veya Sağlık Bakanlığının öngördüğü eğitimleri alan uzman tabip veya tabiptir. Aynı Kanunun 3. maddesinin 7. paragrafında gezici sağlık hizmetleri hakkında ” Sosyoekonomik gelişmişlik düzeyi ücreti, aile sağlığı merkezi giderleri ve gezici sağlık hizmetleri ödemelerinden Damga Vergisi hariç herhangi bir kesinti yapılmaz.” Hükmü yer almaktadır. Aile Hekimliği Uygulama Yönetmeliğinin 6. maddesinin 3. fıkrasında. “Aile hekimlerinin gezici sağlık hizmeti sunacakları bölgelerdeki yerleşim birimlerine bir plan dâhilinde periyodik aralıklarla ulaşmaları ve hizmet vermeleri esastır. Gezici sağlık hizmetine ilişkin planlama; coğrafi durum, iklim ve ulaşım şartları ile kendisine bağlı yerleşim birimlerinin sayısı dikkate alınarak ve gezici sağlık hizmeti sunulacak yerleşim yerine ulaşmak amacıyla yolda geçen süreler hariç olmak üzere her 100 kişi için ayda iki saatten az olmamak kaydıyla o yerleşim yerinde aile hekimi tarafından yapılır. Nüfusu 250 kişiye kadar olan yerleşim yerlerine en az ayda bir kez, 250 ile 500 kişi arasında olan yerleşim yerleri için en az ayda iki kez, nüfusu 500 ve üzeri olan yerleşim yerlerine ise en az haftada bir kez gezici sağlık hizmeti verilir. Gezici sağlık hizmeti bölgesinde Bakanlığa ait sağlık tesisi var ise bu tesisler hizmet için kullanılabilir.” Hükmü yer almaktadır. Aile Hekimliği Ödeme ve Sözleşme Yönetmeliği’nin 16. Maddesinin ç) bendinde “ Gezici Sağlık Hizmeti Giderleri: Sözleşmeyle çalıştırılan aile hekimine, gezici sağlık hizmeti giderleri için; asgari kat edilmesi gereken her bir kilometre için tavan ücretin on binde 5’i ve gezici hizmet bölgesindeki kendisine kayıtlı her kişi için tavan ücretin yüz binde 7,5’i kadar ödeme yapılır. Kat edilecek mesafenin hesabına yönelik usul ve esaslar Bakanlıkça belirlenir. Gezici sağlık hizmetinin yürütülmesinde, müdürlüğe ait gezici sağlık araçları aile hekimlerine kullandırılabilir. İklim ve ulaşım şartları gibi nedenlerle gezici sağlık hizmetinin normal araçlarla verilemediği durumlarda, müdürlük aile hekimine kar paletli araç, 4x4 çekerli arazi tipi araç ve vasıtalarla ulaşım imkânı sağlayabilir. Araç tahsisi yapılan durumlarda gidilen yer veya yerlere ait bu bentte yer alan esasa göre yapılacak gezici sağlık hizmeti giderleri aile hekimi yerine müdürlüğün döner sermayesine aktarılır.” Hükmü yer almaktadır. Tüm bu Kanun ve Yönetmelikleri ışığında, THSK tarafından yayınlanan resmi yazının, A. Kapsama Alma, Kapsamdan Çıkarma ve Bağlantı Değişikliği İşlemleri’ nin 2. maddesinde “ Güzergah planlaması, aynı güzergahta bulunabilecek gezici sağlık hizmeti sunulan yerleşim yerlerine aynı günde ve mevzuatta belirtilen gün ve saatlere uygun gidilmesine dikkat edilmek suretiyle yapılacaktır “ hükmü yer almaktadır. Bu hüküm Aile Hekimliği Uygulama Yönetmeliğindeki, gezici sağlık hizmetlerinin planlanmasının aile hekimi tarafından yapılmasına karar verilmişken, resmi yazıda yönetmelikte olmayan “aynı güzergahta bulunabilecek, aynı günde “ planlama yapılması hükmü Kanun ve Yönetmeliklere aykırılık teşkil etmektedir. Aynı resmi yazının B. Gezici Sağlık Hizmeti Giderinin Hesaplanması kısmının 1. Aylık Hizmet Sunulan Kişi Sayısı ( gerçekleşen ) şeklinde olması, Ödeme Sözleşme Yönetmeliğinde “ kendisine kayıtlı her kişi için “ ödeme yapılacağı hükmüne rağmen, resmi yazıda hizmet sunulmayan kişi sayısı ödemeye dahil edilmeyecek olmasının yazılması, Ödeme ve Sözleşme Yönetmeliğine aykırıdır. Aynı şekilde Aylık Kat edilen Mesafe ( Gerçekleşen) gerçekleşen mesafe hesaplanarak kat edilen mesafe kadar ödeme yapılacağının yazılması, Halk Sağlığı Müdürlüğünden mobil hizmete çıkan her aile hekimine bir müfettiş görevlendirilerek kaç KM yol yaptığının tespitini gerektirecektir ki bu maddenin de uygulana bilirliği yoktur. Kanun ve Yönetmeliklere aykırı olarak yayınlanan gezici sağlık hizmet yazısı bundan sonra vatandaşlarımızın kaliteli gezici sağlık hizmeti almasını engelleyecektir. Aile Hekimlerinin hizmetini sınırlandıran tüm uygulamalar vatandaşlarımızın aldığı sağlık hizmetinin kalitesini azaltacaktır. Sağlıkta şiddet son günlerde artarak devam etmektedir. En son olarak Samsun’ da göğüs cerrahi uzmanı Dr. Kamil FURTUN bir hasta yakını tarafında şehit edilmiştir. Meslektaşımıza Allah’tan rahmet, yakınlarına baş sağlığı dileklerimi ileterek, herkese şiddetten uzak günler dilerim. 27 RÖPORTAJ URFA’DA AİLE HEKİMİ OLMAK ‘ZORUN DA ZORUNU’ BAŞARMAK! Urfa, aile hekimliği uygulamasında en çok sıkıntının yaşandığı iller arasında İstanbul’dan sonra ikinci sırada geliyor. belirlenmesini sağlıyor. Sağlık Bakanlığı, Dünya Sağlık Örgütü’nün İş Yüküne Dayalı Personel İhtiyacını Belirleme Yöntemi ile 81 ilde aile hekimi ve sağlık elemanı açıklarını belirliyor. Sonuç? İş yükü oranlarına göre aile hekimi fazla olan illerde ilk sırada 117 hekimle Şanlıurfa, 77 hekimle Ağrı ve 76 hekim fazlasıyla Erzurum geliyor. Aile sağlığı elemanı ihtiyacında bin 329’la eksikle İstanbul yine ilk sırada. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD) 2014 yılı sağlık raporuna göre Türkiye, üye ülkeler arasında doğurganlık oranında ilk, sağlık harcamalarının Gayri Safi Milli Hasılaya oranında son sırada yer alıyor. Sadece TÜİK’in 2014 yılı doğurganlık verilerine bakıldığında ve Suriyeli göçmenlerin toplandığı 4 büyük kamp alanın da Urfa’da olduğu gözönüne alındığında, diğer illerde görev yapan aile hekimleri hemen anlayacaktır ki, Urfa’da aile hekimi olmak tabiri yerindeyse ‘Zorunda zorunu başarmak’ ile eşdeğer. Bu sayımızda madem böyle bir çalışma yapıldı ve böylesi net sonuçlar ortaya konuldu, aile hekimliği hizmetlerinin kullanımı açısından iller arasında farklılıkların nedenlerini öğrenmek ve özellikle uygulamada büyük sıkıntıların yaşandığı Urfa’da son durumun ne olduğunu sizlere aktarmak istedik. ŞUAHED Başkanı Dr. Hacı Yusuf Eryazgan ile Urfa’da görev yapan aile hekimlerimizin sorunlarını ve genel hatlarıyla yaşanan sıkıntıları konuştuk. ZGAN Dr. Hacı Yusuf ERYA Aile hekimliği uygulamasında yaşanan sorunlar her bölgenin kendine özgü sosyal yapısından dolayı farklılıklar gösteriyor. Fakat şu bir gerçek ki Şanlıurfa, aile hekimliği uygulamasında en büyük sorunların yaşandığı iller arasında İstanbul’dan sonra ikinci sırada yer alıyor. Peki, Şanlıurfa aile hekimliği uygulamasında neden sorunlu iller arasında? Öncelikle Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından 2014 yılında gerçekleştirilen illere göre doğurganlık oranlarına bakmak da fayfa var. 2014 yılında toplam doğurganlık oranının en fazla olduğu il, 4,52 çocuk ile Şanlıurfa oldu. Peki bu oran, Urfa’da görev yapan aile hekimleri açısından masaya yatırıldığında bir sorun teşkil ediyor mu? Bu sorunun cevabını 2014 yılında Sağlık Bakanlığı Sağlık Araştırmaları Genel Müdürlüğü tarafından gerçekleştirilmiş olan araştırma sonuçlarında görmek pekala mümkün. Fakat bu araştırmaya değinmeden önce İşyüküne Dayalı Personel İhtiyacı Belirleme Yöntemi hakkında biraz bilgi verelim. Bu yöntem, Dünya Sağlık Örgütü tarafından kurumların personel ihtiyaçlarının işyüküne bağlı olarak 28 Şanlıurfa’da Aile Hekimi olarak görev yapan meslektaşlarınızla birlikte ne gibi zorluklar yaşadığınızı öğrenmek istiyorum. Bu ilimizde görev yapmanın zorlukları nelerdir? Türkiye’de en zor koşullarda aile hekimi olarak görev yapan iller arasındayız diyebilirim. Çünkü burada nüfus değişimi çok fazla. Bir o kadar da doğum oranının yüksek olduğunu belirtmekte fayda var. Ülkenin en fazla bebek, gebe ve çocuk sayısı bizde. Buna bir de son zamanlarda daha da artan Suriyeli göçmen sayısını eklersek, sorunun boyutunu bir de siz düşünün derim. 3 yıldır Halk Sağlığı Müdürümüzün tuhaf uygulamaları sayesinde, yani gerek aile hekimliği uygulamasının tuhaf yanlarını ve ödeme yönetmeliğindeki tüm muğlak ifadeleri üzerimizde bizzat deniyor olmaları nedeniyle ciddi sıkıntılar yaşıyoruz. Peki, tüm bu tuhaflıklara karşı ŞUAHED olarak neler yapıldı? ŞUAHED olarak iki kurum başkanına ve kurum başkan yardımcılarına 3 adet rapor sunduk. Fakat dikkate alınmadı. Artık iş çığırından çıkıp, 17 kişiye, 250 ve hatta 300 ceza puanları verilince Sağlık Bakanlığı Müfettişi geldi. Sonrasında neler oldu? Bakın, sahamızdaki en büyük sorunlardan biri de, ebe hemşire açığının olmasıdır. Yaklaşık 2 yıldır bu sorunu çeşitli makamlara ilettik. Ancak halen 60 aile sağlığı elemanı, hemşire ve ebe açığı devam ediyor. Buradaki temel sorun, Urfa’nın sağlık istihdamı açısından diğer illere oranla daha kötü bir halde olmasıdır. Gaziantep ve Diyarbakır ile Urfa karşılaştırıldığında, her iki ildeki istihdam da Urfa’nın iki katıdır. Sonuç olarak Urfa, kendi başına 1,5 milyon nüfusu, doğum oranlarının fazlalığı, 4 büyük mülteci kampı ve bebek sayısının fazlalığıyla her alanda Sağlık Bakanlığı’ndan özel bir ilgi görmesi gereken bölgedir ama şu ana kadar böyle bir ilgi, bu kadar soruna rağmen gösterilmiş değil. Peki, ASM kiraları nasıl? ASM kiraları oldukça yüksek. Bu il genelinde en büyük sıkıntı. Bu sorun ancak yeni ASM’ler açılırsa çözülebilir. ASM’nizde görev yaparken tedirgin oluyor musunuz? Halkın okur yazar oranının çok düşük olması, büyük bir sıkıntı yarattığı gibi beraberinde tedirginliğe de neden oluyor. Özellikle eczane kalfalarının doktorculuk yapıp ilaç dağıtması, özellerde yaşanan şiddet, yine özelde yapılması gereken laboratuar işleminin ve raporun sizi hedef göstererek yönlendirmesi ciddi proplemlere neden oluyor. Bütün bunların yanında mevsimsel işçilerin takibinde yaşanan sıkıntı ve zorlukda söz konusu. Özellikle köylerdeki ASM’lerde görev yapan meslektaşlarım daha da tedirgin bir halde çalışmak zorunda kalıyor. Köylerde hekime uygulanan baskı daha da fazla. Yerel yönetimler sizlere yardımcı olmuyor mu? Yerel yönetimlerle daha çok defin raporu konusunda ciddi sıkıntılar yaşamaktayız. Büyükşehir Belediyesi bu konuda bir çalışma yapacağını söylese de maliyeti fazla olacağı gerekçesiyle, bu çalışmadan vazgeçti. Daha sonra farklı bir projeyle kapılarını çaldık ama o projemiz de reddedildi. Bizlerde yerinde ölü muayenelerine katılmama kararı aldık. Kahramanmaraş da Danıştay tarafından alınan karar bizler için bu konuda örnek teşkil etti. Peki, AHEF’in çalışmalarını nasıl buluyorsunuz? AHEF yönetimine hem muhalefetten hem de yönetimdeki gruptan girenler oldu. Bana göre eski yönetimin devamı niteliğinde bir dağılım söz konusu oldu. Bizler bunun etkilerini 1,5 yıldır yaşıyoruz. AHEF’in aldığı eylem kararlarına muhalefetteki arkadaşların büyük etkisi oldu. Ortak akılla çözülmesi gereken konularda, AHEF’in aldığı kararlara sahada da uyulması gerekirken, saha AHEF’i sürüklemeye başladı. Dava açmayı eylem olarak gören bir anlayış ile her grubu bunlar ideolojik diyerek dışlayan bir anlayış birleştirici olamaz. En son tarihi bir fırsat kaçtı. Ödeme sözleşme yönetmeliği bizleri ilgilendiren bir konuyken, 2. Ve 3. Basamak çalışanları eyleme katılmadı ve eylem kararı alınmadı. Bir federasyon “Ben 25 günde çok çok önemli bir konuda, 33 ilimden tek bir bilgi alamadım” diyorsa istifa etmeli. Tarihi bir fırsatı federasyonumuz sayesinde kaçırdık. Bizler sahada çalışanlar olarak, neden böylesine çok sıkıntı içerisinde olduğumuzu biliyoruz. Bu işler bahane bularak ya da geri çekilerek çözülmüyor. Sağlıkta şiddet konusunda, bizim aracılığımızla yetkililere ne söylemek isterdiniz? Sağlıkta şiddete neden olan, temelde iki önemli faktör olduğunu düşünüyorum. Popülist yaklaşımlarla sağlık çalışanlarına karşı halkın kışkırtılması ve medyanın da buna çanak tutmasıdır. Çünkü bu iki etmen bir araya geldiğinde inanılmaz bir algı oluşuyor. Sağlıkta şiddetin CMUK içine sokulmaması, hakim ve savcıların tolerans göstermeleri, özellikle sağlık yöneticilerinin bu konuları es geçmesi şiddeti tırmandırdı. Korkuyla yaptığımız bir meslek oldu. Tüm bu şartların gözden geçirilmesi ve çözümler bulunması gerekiyor. Son olarak söylemek istedikleriniz nelerdir? Son iki yıldır çıkan kanunlardan, yönetmeliklerden, şiddetten çok yorulduk ve yıpratıldık. AHEF ve TTB’ye sesleniyorum. Bizler hekim olarak aynı sorunları yaşıyoruz. Bir masa etrafında toplanıp, artık bitme noktasına gelmiş olan aile hekimliğine yönelik çözümler bulmalıyız. 29 BASMANE MEŞELİK’TEKİ BİR GECEKONDUDAN KORTEJO’YA Yaklaşık 25 yıl önce, Eskişehir’de Tıp Fakültesi’nin yanında, çoğunluğunun doğu illerinden göçtüğü Meşelik Mahallesindeki evinde kitaplardan, sanattan, çoğunlukla da müzikten konuştuğumuz Savaş Solak’la, bu kez İzmir’deki evinde konuşuyorduk. Belki o zamanlar üzerine çok da konuşmadığımız bir konu daha vardı aramızda ortak olan; fotoğraf. Bayraklı 15 Nolu İsmet Akman Aile Sağlığı Merkezi’nde görev yapan bu eskimeyen dostumla 20 yıl sonra bir araya gelmiştim. Kendisinin Çizgelikedi Görsel Kültür Merkezi’nde yaptığı çalışmalarını ve çektiği fotoğraflarını uzun zamandır sosyal medya aracılığı ile takip etmekteydim zaten. Savaş’tan en çok öğrenmeyi istediğim hikaye Kortejo Evlerinin hikayeleriydi. Hikayemiz 1492 yılının Mart ayında başlar. İspanya’nın Katolik kralları İsabel ile Aragon’lu Ferdinand Katolik bir İspanya yaratmaya karar verirler. Dinlerini değiştirmeyi ret eden bütün Müslüman ve Yahudilerin İspanya’yı terk etmesi istenir. 30 Bazı tarihçilere göre sayıları 200.000’i bulan İspanyol Yahudileri Avrupa’nın kuzeyine ve bütün Akdeniz bölgesine yayılırlar. Yine bazı tarihçilere göre bunların 93.000 kadarı Osmanlı İmparatorluğu’na gelirler ve zamanın sultanı II. Bayazıd tarafından kabul edilirler. 16. yüzyılın sonuna kadar göç etmeye devam eden bu toplum adını İbranice’de “İspanya” anlamına gelen “Sefarad” kelimesinden alarak kendilerine “Sefaradlar” adını takarlar. BİROL ÜZMEZ’İN İZİNDE Kortejolar dendiği zaman Zonguldak’ta doğup büyümüş ve yıllar sonra İzmir’e yerleşmiş Fotoğraf Sanatçısı ve Belgesel Fotoğraf Ustası Birol Üzmez ve eşi Tülin Üzmez’in yaptığı çalışmaları hayranlıkla ve defalarca incelemiştim. Onların fotoğraflarından tanıdığım bu evleri, burada yaşayan insanları görmek için can attığımı gizleyemem. Savaş’a İzmir’e fotoğraf çekmek için geldiğimi fakat önce Birol Ağabey’i Kemeraltı’ndaki meşhur 45lik Plak Evi’nde ziyaret etmeyi istediğimi söyledim. Sabah erkenden yola koyulduk. Birol Üzmez’i ziyaretimizden sonra Basmane sokaklarına doğru yola koyulduk. DAYANIŞMA İÇİNDEKİ YAŞAM Kortejo aslında sözlük olarak “avlu” anlamındadır. Tek bir kapıdan girilen, avluda ortak bir çeşmesi bulunan, alt üst birer odası olan bir tür “komün” yaşam evidir. Giriş kapısı kapandığında, buradaki aileler kendi başlarınadır. Dış dünya ile temasları tamamen kesilmiştir. Hem korunaklı, hem de dayanışma içindedirler. Yahudiler buradaki daracık odalarda uzun yıllar yaşadılar. Mutfak, banyo, tuvalet gibi mekanların ortak kullanıldığı Kortejolarda yaşam kolay değildi… Soğuk kış günleri Kortejo mutfaklarının sıcaklığından faydalanan aileler, ocak ve maltızlarda Sefarad yemekleri pişirip, Sefarad şarkıları söyleyerek geleneklerini devam ettirdiler… Kortijolar, bugün İzmir’in yemek kültürü ile harmanlanmış olan ve İzmir’in simgelerinden birine dönüşen “boyoz”un ve “subiya”nın da (kavun çekirdeğinden yapılan şerbetimsi bir içecek) İzmir halkı ile buluşma noktası olmuştur. TARİHİ MİRASTAN, UCUZ PANSİYONLARA Savaş’la gezmeye başladığımızda, benim çok uzak olduğumu bildiğim bir tarihe tanıklık ediyorduk. Ancak binalar bakımsızlıktan bozulmuş, çoğu, kırsal kesimden gelenlerin yaşam mücadelesi verdiği ve ayakta kalmaya çalıştıkları birer viraneye 1492 yılında İspanya’da başlayan zorunlu göçün sonucunda Anadolu’ya geçen Sefarad Yahudilerinin bazıları İzmir’e yerleşmişti. Yahudiler İkiçeşmelik, Agora, Tilkilik, Basmane semtlerinde oturmaktaydılar. Bu yoksul Yahudi ailelerinin çoğu, bugün aile evi de denilen, İzmirlilerin Yavuthane, Sefarad Yahudilerinin ise “Kortejo” dedikleri evlerde yaşıyorlardı. 31 dönmüşlerdi. Kortejolarda yaşanılan aşklar, dostluklar, komşuluklar, söylenilen şarkılar, birlikte yenilen yemekler yoktu artık. Birçoğu Afrika kökenli insanların kaldığı ucuz pansiyonlara dönüşmüştü. O kendine özgü mimarisi olan, avluda yemeklerin pişirildiği, şarkıların söylendiği, Şabatların kutlandığı evlerde pislik, yıkıntı, ağır bir koku hakimdi. Yahudi kültüründen geriye çok fazla bir şey kalmamıştı. BİR AVLU BİR KENT Canan Altınbulak’ın 2010 yılında yaptığı belgesel kısa filminden bahsediyor Savaş. Filmin çekildiği otele giriyoruz. Her şey fotoğraf kadrajında yerli yerine oturtulmuş gibi bir mekan. Önce gözlerimle çekiyorum fotoğrafları. Acımakla imrenmek arasında gidip geliyorum burada kalanların hayatlarının içine daldıkça. Elbette ki yalnızlıklarına ve yoksulluklarına değil özenmem, tüm bu çaresizlikleri ve sefil hayatlarına rağmen birbirlerine tutunmalarına imreniyorum. 1948 yılında İsrail Devleti’nin kurulmasıyla büyük bir göç başlamış oldu. Ancak bu göçü tetikleyen olayları da unutmamak gerekir. Sözgelimi, 1942 – 1943 yılında çıkarılan Varlık Vergisi sonucu Aşkale sürgünleri, 1934’teki Trakya olayları, 6 – 7 Eylül 1955’te İstanbul’da azınlıklara yapılan saldırılar… Yakın tarihimizde yaşanılan bu türden siyasi olaylar ve saldırılar nedeniyle İzmir’den ve birçok şehirden Yahudiler ayrıldı. Geriye çok az bir nüfus kaldı. Onlar da İzmir’in merkezi semtlerine geçtiler. İşte bu göç sonrasında “kortejolar” boşaldı, kimsesiz kaldı. 1950’lilerin sonundan itibaren İzmir’e kırsal kesimden gelenler kortejoları doldurdu. Bu otel de buradan göç eden Yahudilerden satın alınmış, yıllardır o eski haliyle 3. 32 sınıf bir otel olarak kuşaktan kuşağa devredilmiş. Şimdi hala kimsesizlere bir barınak olmayı sürdürmekte. PAŞAYAKOV KORTEJOSU 45 haneli olan Paşayakov Kortejosu kalın duvarlar arasında, iki kapılı, ikişer katlı odalardan oluşan bir yer. Kapılardan birinden girince girişte büfeye benzer bir bölmede duran, kortejonun şu anki sahibi Dr. Cevahiri Bey’in haftalık kiraları toplamak için görevlendirdiği bir kadın gözümüze ilişiyor. Burada eskiden sadece Yahudiler oturmaktaymış. Tuvalet, banyo ortak olduğu için alt katlar yemek odası, mutfak, oturma odası, üst katlar yatak odası olarak kullanılırmış yani altlı üstlü kiralanırmış. Burada yaşayanlar aylık kirayı toplu olarak veremedikleri için haftalık kira alınırmış. Şimdi işe kıt kanaat geçinmeye çalışan çoğu tekstil işiyle uğraşan küçük esnafların kalanların çoğunluğunu oluşturduğunu söylemek mümkün. Çoğu yalnız yaşayan ve tek göz bu odalarda hem işlerini sürdürmeye çalışan, hem de burada yaşayan insanlar. Kiralarsa hala haftalık toplanmaya devam ediyor. YUKARILARA ÇIKTIKÇA KÜLTÜR DEĞİŞİYOR Basmane’nin sokaklarında gezmeye devam ediyoruz. Savaş ve bana eşimde refakat ediyor. Dar sokaklar, tarihi evler, Anadolu’nun yaşam tarzını çok da değiştirmeden devam etmiş duru insanları ile konuşurken, çoğu zaman yanımızda bir kadın olmasının avantajlarını da yaşıyoruz. Benim yaşımdakilerin çocukken oynadığı oyunları, şimdi bizim nesil çocuklarının bilmediğimden yakınmışımdır bir çok zaman. Ama Basmane Çocuklarının oynadığı oyunlar bana çok eskilerden tanıdık geliyor. Birçok sokak arasında yerde tebeşirle çizili seksek oyunu çizgilerini görmek beni çocukluğuma götürüyor. Hele de bizim “sıcancık” dediğimiz şeytan uçurtmalarını uçuran, hala körebe, saklambaç, hatta taso oynayan çocuklar görmek, bana burada teknolojinin bizi tutsak almaya çabalamasına karşın “hala bir ümit var” duygusunu hissettiriyor. Çoğu Güneydoğu’dan göç etmiş bu insanlar, bir Metropol’e karşı dim dik ayakta durabiliyor. Son yıllardaki Suriyeli göçü nedeniyle, Basmane’nin hemen her sokağında bir ya da birkaç Suriyeli aile yaşamakta. Tıpkı yıllar önce yaşadıkları ülkeden bir nedenle sürülen ya da göç etmek zorunda kalan Sefarad Yahudilerini o zamanki yerel halk nasıl arasına kabul etmişse, bugün de Basmane’nin sonradan Anadolu’dan göçle gelip birçok İzmirlinin ikincileştirdiği yeni Basmane halkı tarafından, ülkelerinden bir nedenle göç etmek zorunda kalan yeni misafirleri de öyle kabul görmüşe benziyor. Belki bir gün İzmir deyince aklımıza Humus, Lahmacun ya da Falafel gelir, ne dersiniz 33 Dr. Şinasi GÖNENÇ YAZAR ÇOCUKLAR ÖLDÜRÜLMESİN Çalıyorum kapınızı, Teyze, amca bir imza ver. Çocuklar öldürülmesin, Şeker de yiyebllsinler. Nazım Hikmet Büyük vatan şairimiz Nazım Hikmet’ in duyarlı yüreklere bir ok gibi saplanan dizeleri 58 yıl önce yazılmış. Nazım’ın şiiri İkinci Dünya Savaşı esnasında yaşanan çocuk ölümlerini çok açık ve çarpıcı biçimde ortaya koyuyor. Şiirde anlatılan, Japonya’ nın Hiroşima şehrine atılan atom bombası neticesinde yedi yaşındayken ölen küçük bir kızın trajik hayatı. Aynı kaderi paylaşan binlerce Hiroşima’ lı ve Nagazaki’ li çocuktan sadece bir tanesinin içleri acıtan, aynı zamanda da mutlaka bilinmesi, bilinip de unutulmaması gereken hüzünlü hikayesi. Tarihi bir zaman dilimine sığmış bir insanlık utancının dile getirilişi. Ya da yaşanmış kötülüklerin ve acıların bütün dünyaya haykırılması mı demeliydim? Keşke Nazım’ ın dizelerinin anlattığı trajedi o günlerle sınırlı kalsaydı. Keşke insanlık bilinci böylesine kötü sonuçlara sebep olan gem vurulamaz manasız kin ve düşmanlıklara bir son verebilseydi. Ama maalesef öyle olmadı. Bugün bile hala küçük ya da orta ölçekli birçok savaş dünyanın çeşitli bölgelerindeki ülkelerde sürüyor. Tabii savaşlarla birlikte, ölümler, ayrılıklar, ters yüz olmuş hayatlar ve geriye kalmış binlerce sakat insan… Sanılanın aksine; savaşın kötü sonuçlarına en çok maruz kalanlar fiili olarak çarpışan militarist güçler değil. Sivil halk, savaşın belalarından ve acılarından militarist güçlere oranla çok daha fazla etkileniyor. Sivil halkın içinde en 34 çok etkilenen kesim ise yaşlılar, kadınlar ve özellikle çocuklardan oluşuyor. Savaşlar çocukları birçok bakımdan kötü etkiliyor. Ölüm belki de bunlardan en hafifi. Kendisi ölmeyen çocukları ise ailesinden bir ya da daha fazla bireyin ölmesi, kaybolması hatta anne babanın kaybedilmesi ihtimali bekliyor. Her halükarda çocuklar savaşın gerçek mağdurları olarak karşımıza çıkıyor. Tam da bu sebepten Nazım’ ın şiirinin vurguladığı anlam, ortaya koyduğu gerçeklik, çıplak hale getirdiği durum daha iyi anlaşılır oluyor. Çocukları ölmüş, sakat kalmış, bedensel ve ruhsal olarak travmaya uğramış bir toplumun geleceğini inşa etmesi de ayrı bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Böyle eksilmiş ve parçalanmış bir çocuk nüfusundan sağlıklı ve geleceğe güvenle bakacak bir gençlik nasıl oluşabilecektir ? Bu gençlik sağlıklı yetişkin bireylere nasıl dönüşebilecektir ? Ya da bunu sağlayabilmek nelere mal olacaktır ? Herhalde normal şartlarda bile gelişimini tamamlamakta zorlanan bizim gibi milletler – Allah korusun -böyle bir handikap karşısında son derece çaresiz kalacaktır. Ama günümüzde herkes tarafından fark edilemese de bir başka gerçeklik var. Çocukların öldürülmesi için çatışma, terör ya da savaş gibi kötü ortamlar mutlak gerekli değil. Çocuklar barış halindeyken de devlet, toplum, eğitim sistemi, geniş hatta çekirdek aile tarafından öldürülebiliyor. Bedensel bir ölüm değil söz konusu olan. Savaş mağduru çocuklarda olduğu gibi solmuş, yanmış ya da parçalanmış vücutlar yok ortada. Aksine karşımızda; kanlı canlı, güzel giyimli, teknolojik bir takım oyuncaklarla bezenmiş bir kitle var. O halde nasıl bir ölüm bu? Anladığınız gibi ruhların, düşüncelerin ve ideallerin ölümünden söz ediyorum. Kişiliklerin oluşamamasından, ufukların darlığından ve gönüllerin güdük kalmasından… Günümüzde çocukların öldürülmesi anlamına gelebilecek bir çok kötü uygulama var. Yanlış beslenme bunların en bilineni. Toplumun oldukça büyük bir kesimi tarafından yanlışlığı kabul ediliyor olmasına rağmen en ufak bir değişiklik olmadan sürdürülmesi ise herhalde bu konunun özel bir büyüsü olmasından kaynaklanıyor. İnsanlar, yanlış olduğu herkes tarafından kabul edilen beslenme tarzına çocuklarının devam etmesinde sakınca görmeme konusunda hemfikir görünüyor. Bu konuda “ Yanlış efendim yanlış” diye başlayan sözler edilmesi, insanların üzerine düşeni yaptıklarına inanmaları sonucunu doğuruyor olmalı. Yanlış beslenme; sözünü edeceğimiz kötü uygulamalar içinde belki de en masum olanı. İlerleyen yıllarda, ilk gençlik dönemlerinde nisbeten bilinçlenen çocuklar yanlış beslenme uygulamalarına sağlık ve estetik kaygılarıyla son verebiliyor. Ama kişiliklerde oluşan kötü etkiler hem farkına varılamayan hem de farkına varılsa bile artık düzeltilemeyecek olan arazlar bırakıyor. Ailesi tarafından “çocuğumuz üzülmesin, mutlu olsun” düşüncesiyle her istediği hemen yerine getirilen çocuklar böylece çaba sarf etmeden sahip olmaya alışıyor. Bu çocuklar sahip olduklarının kıymetini bilmeyi bir yana bırakın, giderek elde ettikleriyle yetinemeyen çocuklara dönüşüyor. Ailenin düşüncesi aynı kaldığı sürece de ortaya doyumsuz, istenilen ve beklenenin aksine mutsuz ve hep bir şeylerin eksikliğini çeken çocuklar çıkıyor. Zamanla beliren basit ruh sıkıntıları, okul hayatındaki başarısızlıklar, arkadaş ve aile çevresiyle yaşanan uyumsuzluklarda “her istediği yapılmış” bir çocuk olduğu aile tarafından vurgulanınca da bunalımı artan, ailesiyle ilişkileri de giderek bozulan çocuklarla karşılaşmak sıradan hale geliyor. Her istediğine kolayca sahip olmuş, her defasında biraz daha üstünü istemiş ve elde etmiş çocuklarda giderek heyecan azalması hatta kaybı da mümkün olabiliyor. Çok değil on- onbeş sene öncesine kadar hep ballandıra ballandıra anlattığımız, bayram öncesi alınan yeni ayakkabılarla yatma hadisesini bugün yaşayan kaç cocuk vardır sanıyorsunuz? “ İnsan hayal ettiği müddetce yaşar” sözü çok bilinen çok ca söylenen bir sözdür. Çocuklara hayal kurma imkanı ve süresi tanımayan yeni bir şeyler alma hızımız devam ettiği sürece hayalsiz ve böylece ufuksuz kalmış çocuklara sahip olacağımızı anlayamıyor muyuz ? Bu kadarının bile, sadece çocukların hayallerinin öldürülmesinin bile, onları öldürmek manasına geleceğini algılayamıyor muyuz? Çocuklarına iyi bir eğitim imkanı sağlayan, isteği doğrultusunda pahalı ve markalı ürünlerle giydiren, elektronik eşyalarını anında temin eden, diğer istediklerini de hızla yerine getiren ailelerin bazılarında bu davranışlarından kaynaklanan bir sendrom gelişiyor. “ Her istediği yapılıyor, o da bizim istediğimiz gibi olmalı” sendromu. Bu sendrom giderek ebeveynin çocuğu adına karar verme ve atacağı her adımı belirleme hakkına sahip olduğu zannına kapılmasına yol açıyor. Bu düşünce ise; bu baskıyı kabullenen kişiliksiz çocuklar ya da kabullenmeyen –aileye göre- uyumsuz çocuklar doğuruyor. Tam da bu yazdıklarım çerçevesinde “ Şimdiki çocuklar çok şanslı canım” sözü benim için hiçbir zaman bir tekerleme olmaktan daha fazla anlam taşımadı. Eskinin bir şey elde etmek için kısa – uzun bir süre bekleyen, yine elde etmek istediği şeye göre kişisel katkı sağlaması gereken çocuk modelinin hem bu anlattığım örneklerdeki çocuklardan daha şanslı hem de daha mutlu olduğuna inanıyorum. Ailesine bağlı olan ama bağımlı olmayan çocukların daha özgür, daha özgüven sahibi ve daha geniş ufuklara sahip olduğunu düşünüyorum. Kısacası daha “yaşıyor” ve daha “ öldürülmemiş” olduğunu kabul ediyorum. Çocuklar öldürülmesin. Çocuklar öldürülmesin ki ülkenin ve toplumun geleceğinin kilometre taşlarını oluştursun. Çocuklar öldürülmesin ki her ne kadar tecrübe sahibi olsalar da bir daha asla onların güçlerine, cesaretlerine ve kavrayışlarına sahip olamayacak eski nesillerin önünde ışıklı bir yol oluşturabilsin. Çocuklar öldürülmesin ki eskilerin yaşamına yeni renkler ve sesler katabilsin. Çocuklar öldürülmesin… 35 ‘Kervan yolda dİzİlİr’ mantığı var! Uzm. Dr. Erkut COŞKUN Aile hekimliği sistemi dünyanın birçok yerinde sağlık politikaları içerisinde başarıyla uygulanan bir sistem olma özelliğine sahip. Ülkemizde ise uygulamanın sağlık politikası olmasından ziyade bir hükümet politikası olmasından kaynaklanan hatalar bulunuyor. AHEF Sosyal İlişkiler Komisyonu üyesi ve NAHDER Kurucu Üyesi Uzm. Dr. Erkut Coşkun, aile hekimliği uygulamasına 2014 yılından itibaren çıkarılan yönetmelik ve genelgelerle yön verilmesinin temelinde ‘Kervan yolda dizilir’ mantığının yattığını söylüyor. Ülkemizde Birinci Basamak Sağlık Hizmetleri’nin önemi ve bu hizmeti sunan aile hekimlerinin görev ve sorumluluk alanları halen daha tartışıla dursun, Avrupa ülkelerinde en çok önem verilen sağlık hizmetinin Birinci Basamak olduğu tartışmasız bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor. Prof. Dr. Hasan Nusret Fişek’in deyimiyle Aile Hekimliği Sistemi iyi bir sistemdir ancak modern ülkelerde! Türkiye’de Temel Sağlık Hizmetleri her yurttaşa hakça ulaşılabilir değilken, yürürlüğe girmesi halen daha tartışmaların merkezinde yer alıyor. Türkiye’de 2010 Yılı İtibariyle tüm sağlık ocakları, Aile Hekimliği Birimine dünüştürülerek Aile Hekimliği Uygulamasına geçildi. Peki, uygulamada yaşanan sorunlar ne zaman ortaya çıkmaya başladı? Aslında sistemdeki eksiklikler 2011 yılı içerisinde baş gösterdi. Aile hekimlerine tutturulan ek nöbetler, verilmeyen izinler, kesilen ek ödemeler ve sözleşmeli çalışmanın iş güvenliği açısından sakıncaları sisteme ait soru işaretleri olarak kalmaya devam ediyor. Ayrıca aile hekimliğine geçilen illerdeki sağlık göstergelerine dair verilerle bilimsel araştırmaların yapılamıyor olması da başka bir sorunun ortaya çıkmasına neden oluyor. Bireye ve çevreye ait koruyucu sağlık önlemleri aile hekimleri tarafından uygulanmaya çalışılıyor. Ancak bir hekim ve bir yardımcı sağlık personelinin kendine bağlı tüm hastalara ulaşıp koruyucu sağlık önlemlerini sürekli ve sağlıklı bir şekilde 36 vermesinin beklenmesi de bugün sağlıkta yaşanan şiddetten tutunda daha pek çok sorunun kaynağını teşkil ediyor. Avrupa ülkelerinde aile hekimi, bir hastanın ilk başvurduğu sağlık kurumu olarak görülüyor. Özellikle sevk zincirinin sıkı biçimde denetlendiği sistemlerde bu böyle işliyor. Hasta gereği halinde aile hekimi tarafından 2. basamağa ya da daha üst kurumlara sevk ediliyor. Açıkcası aile hekimlerinin hizmet sunduğu nüfus yaşayan herkes. Kendisine kayıtlı olan bireyler ile bütün sağlık sistemi arasında aracılık yapar ve sağlık sorunlarında bu süreci koordine eder. Yani birçok Avrupa ülkesinde sistem bu mantıkla işlemekte. Dünya Sağlık Örgütünün verilerine göre aile hekimleri kendilerine yapılan başvuruların yüzde 80 hatta yüzde 90’ına sorunun niteliğinden bağımsız olarak kesin çözümler getirebiliyor. Bu başvuru sırasında hastalıklarının çok büyük kısmı tedavi ediliyor. Aile Hekimliği Uzmanlarının hizmet alanı aile üyelerinin tümünü içerecek tarzda geniş bir biyolojik perspektifi içermesinin yanı sıra hizmet verdiği bireylerin sosyal ve psikolojik durumlarını da kapsıyor. Tam da bu noktada AHEF Sosyal İlişkiler ve Organizasyon Komisyon üyeliği ile Nevşehir Aile Hekimleri Derneği (NAHDER) kurucu üyesi olan Uzm. Dr. Erkut Coşkun ile yaşanan sıkıntıları konuştuk. Aile hekimliği uygulamasında yapılan hataları ve bu hatalar neticesinde şimdi gelinen durumu değerlendirir misiniz? Türkiye’de aile hekimliğine geçiş süreci çok hızlı oldu. Ne yeterince alt yapı hazırlığı, ne de personel eğitim ve hazırlığı tam olarak oluşturuldu. Çünkü bu sistem sadece aile hekimleriyle değil, yol arkadaşlığı yaptığımız yardımcı sağlık personelleriyle beraber yürütülmektedir. İlk olarak Düzce’de başlanan uygulamada sistemin hep olumlu yönleri ön plana çıkarıldı. Çalışacak personelin mali hakları o zamanın şartlarına göre yüksek tutuldu. Şu an kangren olan cari giderler talep edilmemiş, aile sağlığı merkezleri sınıflandırılmamış ve sadece koruyucu sağlık hizmetleri vereceğimiz yönünde algı yaratılmıştı. tüm moral ve motivasyonu kayboldu. Sonuç nedir? Sonuç, iş güvencesi olmayan, her gün üzerine yüklenen angaryalardan tükenmişlik sendromu yaşayan ama aldığı eğitimin hakkını vermek için hayatları korumak ve kurtarmak adına da üzerine düşeni yapan bir meslek grubu haline getirilmiş bulunmaktayız. Aile hekimlerimizi temsil eden AHEF ve çalışmaları hakkında ne düşünmektesiniz? Malum AHEF’in olmazsa olmazı il dernekleri olup, illerin biraraya gelmesiyle oluşmuş AHEF bu sistemin tek çatı örgütüdür. Neden bu federasyona ihtiyaç duyulduğu ve hangi gerekçelerle kurulduğunu Şu an geldiğimiz noktada ise tamamen bir kaos söz konusu. Bu sistem amacından sapmıştır. Koruyucu sağlık hizmetleri geri planda kaldı. Tedavi edici hekimlikte tamamen hasta memnuniyeti odaklı uygulamalara yönlendirildi. Bunun sonucunda da sağlıkta şiddet giderek arttı. Yine gerek mali gerekse diğer özlük haklarımız birer birer aleyhimize olmaya başladı. Özellikle geçtiğimiz ay uygulamaya geçen yeni ‘Ücret ve Uygulama Yönetmeliği’ ile sahanın 37 düşünürsek AHEF’in önemi daha da ön plana çıkmaktadır. Daha öncede belirttiğim gibi sık yapılan uygulama değişiklikleri ve iller arasındaki uygulama farklılıklarından doğan sıkıntıların giderilmesi, örgütlü bir şekilde haklarımızın korunması, tek ve güçlü bir ses olmak adına AHEF vazgeçilmezdir. 2008 yılında 8 il derneğinin önderliğinde kurulan federasyonumuz ülke çapında örgütlenmiş ve bu örgütlenmeye de devam etmektedir. Federasyonumuz bu zamana kadar çok başarılı işlere imza attı. Bunca ili bir araya getirmek, il bazlı ya da genel sorunlar için hukuki girişimlerde bulunmak, yurtiçi eğitim toplantıları düzenlemek ve dünya ile entegre olarak aile hekimliği için emek vermek kolay işler değildir. Bu vesile ile geçmiş ve mevcut yönetime teşekkür etmek gerekir. AHEF’in son 2 yıldır yönetim kurulu düzeyinde bazı sıkıntılar yaşadığı aşikar. Bu süreç içinde çok daha güçlü olmak, birlik ve beraberlik içinde hareket etmek gerekir. Sahayla bütünleşmek ise en önemli davranış şekliydi. Ancak sahaya bu istenilen düzeyde yansıtılamadı. Ara ara yapılan çıkışlar, verilen mücadeleler süreklilik arz edemediğinden sınırlı ve yetersiz kaldı. AHEF maalesef geçen son birkaç yıla baktığımızda yönetmelik değişiklikleri ve yüklenen angaryalara karşı karar almada geç kalmış ve sahanın güvenini, inancını kaybetmeye başlamıştır. 13 Aralıkta Ankara’da Cumhuriyet tarihimizin en büyük birinci basamak sağlık çalışanlarının 38 demokratik eylemi olmuştur. Bu eyleme biz sahadaki çalışanlar olarak elimizden gelen her katkıyı vermeye çalıştık. Bunun nedeni bizi temsil eden AHEF çatı örgütü kimliğini hissettirmiş olmasıdır. Bu eylem kamuoyunda ses getirdi ama eksik kaldı. Taleplerimizi bakanlığa ve halka anlatmanın ilk aşamasıydı. Bana göre ikinci aşamada yıl bitmeden iş bırakmalar yapılmalıydı. Bu yüzden etkimiz sınırlı kaldı. Sizce en uygun aile hekimliği modeli nasıl olmalı, bu konu ve mevcut sorunlara yönelik çözüm önerileriniz nelerdir? Aile hekimliği sisteminin şu haliyle bir çıkmaza sürüklendiği inkar edilemez bir gerçek. Çünkü bakanlığımız Türkiye modeli olarak nitelendirdiği bu modeli, sistemi uygulayan diğer ülkeleri örnek alarak ortaya koymuş ve sonuçta karmakarışık bir sistem ortaya çıkarmıştır. Tepeden inme bir tarzda etkinliği ve gerekliliği tam değerlendirilmeden yönetmelik ve genelgeler yayınlamakta bu hem hizmet kalitesini hem de saha da çalışan bizlerin motivasyonunu düşürmektedir. Aile hekimliği sisteminin uygulayıcısı olan bizlerin fikirleri dikkate alınmadan yapılmaya çalışılan hiçbir uygulama yeterli başarıya ulaşmayacaktır. Bu açıdan değerlendirildiğinde akılcı ve uygun olan aile hekimliği sistemi ki bu sistemin olmazsa olmazı sevk zinciri olup, sahanın da içinde yer aldığı karar mekanizmaları ile sistem sevk ve idare edilmeli yine sistem ile ilgili alınacak kararlar hasta bazlı olmaktan ziyade bilimsel kaynaklı olmalı ve sistemin tüm sorumluluğunu çalışanlardan alarak hizmet alan halkımıza da sorumluluk verilmelidir. Son olarak bu sistem bütüncül olmalı ve tüm basamaklar arasında koordinasyon sağlanmalıdır. Bu hususta ki şahsi fikrim ise; Bir aile hekimliği uzmanı olarak mevcut personel sayı ve dağılımını göz önüne aldığımızda her aile sağlığı merkezine direk atanan bir aile hekimliği uzmanı aracılığı ile 1. ve 2. basamak arasında özellikle kronik hastalıkları olan hastaların takibi bunların reçete ve ilaç raporlarının tanzimini sağlama ve de gerekli dal uzmanına yönlendirme konusunda köprü vazifesi görerek hem 1. basamak hem de 2. basamak hizmetlerde iş yükünü ve devlete olan maliyetleri azaltma noktasında daha etkili olacağını düşünmekteyim. Şunu belirtmek gerekir ki geldiğimiz bu noktada başta mesleki onurumuzu korumak adına AHEF’ in önderliğinde mücadeleye devam etmeliyiz. Burada sadece AHEF yönetim kurulu değil sahadan gelen birlik ve beraberlik çerçevesinde hareket edilmelidir. bunu başarabilmek içinde önümüzde ki dönem de AHEF te bir yapısal değişiklik ve atıl durumda kalmış olan komisyonların çalıştırılması gerekir. Yapısal değişiklikten kastım üye il derneklerinin birer delegesi ile oluşturulan bu yapının aile hekimliği sistemi ile ilgili projeler üretmesi ve buradan çıkacak ortak akıl ile de AHEF yönetim kurulunun alınan bu kararı uygulamaya koymak için gerekli çalışmaları yapması gerekir. Bu uygulama ile hem sahanın tüm süreçler içinde temsiliyetini sağlarken hem de motivasyonunu artıracağı kanaatindeyim. Son olarak söylemek istedikleriniz nelerdir? Yine AHEF’ in kurumsal yapısını güçlendirmek adına şeffaf , kararlı ve kurumsal ilişkileri kuvvetli olan bir yönetim biçimine kavuşması gerekir. Birinci basamağın en güçlü temsilcisi olduğunu ve ilerleyen zaman diliminde gelişebilecek olumsuzlukları ön gören bunlara karşı hızlı karar verebilen ve sonuç odaklı hareket edebilen aktivist yaklaşımlara ve arkadaşlara ihtiyacı vardır. Son olarak yaşadığımız bu süreçten gerekli dersleri alarak, gereksiz angaryaların, nöbetlerin ve mobbingin olmadığı, çalışma huzuru ve barışının olduğu bir aile hekimliği ümidiyle. 39 Uzm. Dr. Mithat TOSUN YAZAR Erkek beynİ Kadın beynİ Sadece beynin ağırlığı değil, yapısı da farklıdır kadında ve erkekte. Yetişkin bir kadının beyni ortalama 1245 gramdır. Yetişkin bir erkeğinki ise ortalama 1375 gram. Eşit kalıpta ve ağırlıkta bir erkekle bir kadının beyinleri karşılaştırılırsa erkek beyni 100 gram daha ağırdır. Peşin peşin söyleyelim, bu erkeklerin kadınlardan daha zeki oldukları anlamına gelmiyor. Bu değişik alanlardaki yetenek farklılıklarını gösterir. Biri, sözcükleri daha ustalıkla kullanırken, diğerinin aletleri daha mahir kullanması gibi. Sadece beynin ağırlığı değil, yapısı da farklıdır kadında ve erkekte. Testosteron ve östrojenler sinir hücrelerini de, sinir sisteminin yapısını da etkilemektedirler. Genç erkeklerde Hipotalamus’taki ‘regio preoptica’ genç kadınlara göre daha büyüktür. Kadınlarda iki beyin yarıküresini (Hemi-yarı /Spher- küre) birbirine bağlayan Corpus Callosum daha kalındır ve iki beyin yarıküresi arasında daha kapsamlı ve iyi bir koordinasyon (Eşgüdüm) sağlar. Kadın ve erkek beyni farklı çalışmaktadır. Bilim insanları bu farkların doğuştan mı yoksa daha sonra çevresel faktörlerle mi belirlendiği konusunda hala pek emin değiller. Genetik olarak belirlenmiş olan hardware üzerine daha sonra çocuklara verilen isimler, giydirilen kıyafetler, konuşma ve hitap şekilleri, beklentiler, çevredekileri taklit vb. gibi etkenlerle de uygun software in üzerine yüklendiği benzetmesini yapabiliriz. 40 Erkeler daha saldırgandırlar, daha kabadırlar, uzay ve mekân oryantasyonları daha iyidir. Geometrik ilişkileri bulmakta daha ustadırlar, üç boyutlu bir cisim döndürüldüğünde nasıl bir görünümde olacağını önceden daha iyi öngörürler. Geometrik ilişkiler gibi yönleri de daha iyi değerlendirdiklerinden gidecekleri yeri daha kolay bulur, rotalarını daha iyi saptayabilirler. Matematiksel düşünce biçimleri de daha iyidir. Taş atma, ok atma vs. gibi motor becerileri de daha yüksektir. Kadınların trafikte erkekler kadar uzamsal oryantasyona sahip olmadıklarını, çok daha iyi dilsel yetenekleri olduğunu ve empati yeteneklerinin daha yüksek olduğunu söyleyebiliriz.Algılama hızları daha yüksektir. Cisimler arasındaki fark ve benzerlikleri daha çabuk bulurlar. Sözcükleri daha etkin ve akıcı kullanırlar. Belirli bir sesle başlayan kelimeleri ve kelime içindeki sessiz harfleri bulma gibi testlerde daha başarılıdırlar. Erkekler matematiksel yol ve yöntem bulmakta daha başarılıyken, kadınlar matematiksel işlemleri yapmada daha güvenilirdirler. Erkekler yön duyguları ile daha kolay yol bulurlar ama, yol bir kez bulunduktan sonra kadınlar yolları, yol boyunca nirengi noktalarını ve işaretleri daha iyi hatırlarlar. Bir eşyanın nereye konulduğunu da kadınlar daha iyi hatırlarlar. Entellektüel sorunlara yaklaşımları ise her iki cinsin de kendine özgüdür diyebiliriz. Bu farklar nereden kaynaklanır? Bu farklar genetik midir ve cinslere özgü yetenekler doğuştan mı gelir? Yoksa çevresel etkiler mi kadın ve erkek beyinlerini farklı biçimlendirir? Bugün bebeklerin daha doğuştan çok farklı beyinlere sahip olduklarını söyleyebiliriz. Hipotalamus’taki Area Optica genç erkeklerde genç bayanlara göre yaklaşık iki misli daha büyüktür. Pozitron emisyon tomografisi (PET) ile yapılan araştırmalar erkeklerin zihinlerinde bir cismi evirip çevirmek için bir merkezi kullandıklarını ama kadınların aynı iş için beyinlerinde iki merkez kullandıklarını göstermiştir. Erkek beyni ortalamada yaklaşık %10 daha büyüktür. Ama asimetrik çalışır. Erkekler konuşurken sol beyinleri aktiftir. Kadınlarda ise sağ ve sol beyinler birlikte çalışır. Doğum öncesi dönemde herhangi bir nedenle androjenlere maruz kalan kız çocuklarının beyin gelişimleri erkeklerinkine benzer ve tabiri caizse Erkek Fatmalar gelişir. Bu dönemde androjenlere maruz kalma kalıcı izler bırakır beyinde, oysa daha ileriki dönemlerde aynı olay geri dönüşümlüdür büyük oranlarda. Döllenmeden 7 hafta sonra testislerde erkeklik hormonları üretilmeye başlar ve bu hormonlar tüm vücuda yayılarak tüm hücreleri etkilerler. Sinir hücreleri ve elbette beyinde bundan etkilenir ve bir erkek beyni gelişir. Beyin hücrelerinin çoğunda ‘Aromatase’ denen ve hücre içine testesteron girdiğinde hücre düzeyinde defiminizasyon (Dişiliği engelleme) işlemlerini başlatan bir enzim vardır. Yani cinsel farklılıklar sinir hücresi düzeyine kadar uzanır ve sinir hücrelerinin birbirleriyle yapacakları bağlar ve böylece oluşacak algı ve davranış farklılıklarına neden olacak sinirsel devre planları da temelden farklılaşmış olur. Androjen (Erkeklik hormonları) salınmazsa dişi bir beyin gelişir. Yani anarahmindeki fetus gelişirken, cinsel organları belirleyen hormonlar, beyinde gelişen devre planlarını da etkilerler ve bu aşamada oluşan tüm sinir sistemi, dolayısıyla beyin, artık bir ömür boyu belirlenmiş olur. Erkeklerde yaklaşık 6 yaşından itibaren beyin asimetrikleşiken, kadınlarda bu simetri bir ömür boyu korunur. Sözgelimi çocukluk çağında dil ile ilgi yeteneklerin bulunduğu sol beyin yarım küresi zedelenirse, sağ yarım küre aynı işlevleri yerine getirecek şekilde gelişir. Bu olay, yani yapının değişebilme özelliğine ‘Plastisite’ denir ve bu olay kız çocuklarında daha kolay ve hızlı olabilmektedir. Daha simetrik ve plastisite özelliğine sahip dişi beyni daha az ‘Disleksi’ (Okuma güçlüğü), ‘Afazi’ (Konuşma bozukluğu) ‘Otizm’ gibi hastalıklara maruz kalır. Bu aşamada androjen yetersizliği yaşayan erkekler, bir ömür boyu erkeklere özgü uzamsal düşünme yeteneklerinde kısıtlı kalırlar ve pubertete yapılacak testosteron takviyeleri artık beyindeki bu kısıtlılığı gidermez. Aynı şekilde genetik bir bozukluk sonucu testosterona maruz kalan kızlar ise ileride tipik erkek diyebileceğimiz düşünce tarzları sergilerler. Son yapılan araştırmalar hormon düzeylerindeki oynamaların beyni etkilediği ve biçimlendirebildiği yönünde bulgular vermişse de, tipik erkek ve dişi beyni bu aşamada gelişir. Corpus Amygdaloideum (Grekçe badem çekirdeği) orta temporal lobda limbik sistemin bir parçası olarak, üst beyin yapılarıyla da direk lifler vasıtasıyla bağlantıları olan 13 alt çekirdekçikten oluşur ve korku’ nun oluşmasında, duyguların değerlendirilmesinde ve durumun eski deneyimlerle hızla karşılaştırılarak yeniden tanımlanmasında ve olası tehlike analizlerinde rol alan bir bölgedir. Dışarıdan gelen verileri değerlendirip vegetatif tepkileri düzenler. Her iki amigdala’nın tahribi korkunun kaybolmasına ve yaşamsal değerlendirme ve tepkilerin verilememesine neden olur. Cinsel dürtüler de önemli derecede burada belirlenir. İğdiş edilen farelerde bu çekirdek dört hafta içinde dişi düzeyine kadar küçülmüş ve testosteron verilen dişilerde ise erkeklerdeki büyüklüğe ulaşıncaya değin büyümüştür. Uzamsal yetenek gerektiren problem çözme testlerinde kadınlar menses (Adet – dişilik hormonlarının en düşük olduğu dönem) sırasında kadınlar erkeklerle aynı puanları almış, yumurtlama döneminde (Luteal faz – dişilik hormonlarının en yoğun olduğu dönem) ise başarıları anlamlı derecede düşmüştü. Beyindeki sinir ağları ve sinaps yapıları hormonların etkisi altında değişmişti demek…. Biolojik olarak kadın ve erkek, yumurtanın döllenmesinden itibaren farklıdır artık, Bilgisayarın hadware’i gibi karşılaştırmak istersek… Bazı genler artık cinsiyet hormonlarının üretilmesi ile ilgilidir ve bu hormonlar sadece cinsel organların gelişimini değil, tüm sinir sisteminde, özellikle beyinde oluşacak ‘sinir devrelerinin de’ gelişimini temelden etkiler. Son zamanlarda “Neden erkekler dinlemez ve kadınlar arabalarını park edemez “ diye özetleyebileceğimiz bir mantığa indirgenmiş kitaplar iyi satmaktadır. Ama araştırma sonuçlarına dayanarak, cinsiyetlere göre her şey zaten genler ve hormonlar tarafından belirlenmiş diyerek kadınlara toplumun biçtiği rolleri savunmak elbette ki safsata olur. Asıl amaç fizyolojik farklılıklara göre potansiyellerimizi en yüksek düzeyde ve doğru yerde kullanmanın yollarını aramak olmalı. Bu farklılıkların geliştirilmesini, daha verimli ve doğru yerde kullanılmasını, cinsiyetlerin özelliklerine göre eğitim yöntemlerinin geliştirilmesini sağlayacak veriler elde etmek ve yöntemler geliştirmek önümüzdeki yılların bilimsel çabaları arasında olacaktır kuşkusuz. 41 yaşıyor ve kendimle başbaşa kaldığım zamanlarda çok daha yaratıcı, doğru kararlar verebilen ve hatta önümüzdeki günlerde tekrar motoruma kavuşabilirim hissiyle çok daha radikal kararlar alabilen birisi oluyorum. RÖPORTAJ ÖZGÜN VE FARKLI! Yani motor kullanmak bir bakıma sizde yenilenmeye vesile oluyor. Kesinlikle. Çünkü motor kullanmak, vücudun ayrı bir adrenalin salgılamasına da neden oluyor. Bu da beni yeniden yaratıyor. Ülkemizde motor kullanmak, diğer Avrupa ülkeleriyle kıyaslandığında risk taşımakta. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Türkiye’de motor sürücüsü olmak çok zor. Çünkü Türkiye’deki trafik kuralları ne yazık ki ihlal edilmek için yapılmış gibi bir görüntü veriyor. Bizim trafikte kaportamız bedenimiz. Kaskımız, eldivenimiz ve kalın deri ceketlerimiz ve korumalıklarımız var. Fakat herhangi bir kaza anında ölüm oranımız yüzde 50. O yüzden çok dikkatli seyahat ediyoruz. Karşı tarafın da hata yapabileceğini hesap ederek yola çıkıyor ve o derece dikkatli ve algılarımız açık bir halde motor kullanıyoruz. MEDİCANA SAĞLIK GRUBU Genel Koordinatörü olarak motora binmeniz nasıl karşılandı? Benim bir motor alışım hastane grubundaki birçok doktora da örnek oldu. Route 34 grubunun içerisinde hastane grubumuzdan çok sayıda doktor, işadamı ve hatta mühendis var. Benim gibi profesyonel anlamda yöneticilik yapanlarda var. Doktorlar çok zor eğitim koşullarından geçen ve açıkcası kendi çalışma ve eğitim süreçlerinden dolayı kazançlarını belli bir yaşın üzerine geldiklerinde sahip olabilen insanlardır. Route 34 Grubunun yarısından fazlası doktorlardan oluşuyor. Etkileyici, güçlü ve yenilikçi tarzıyla profesyonel yöneticilik dünyasına dinamizm getiren MEDİCANA SAĞLIK GRUBU Genel Koordinatörü Reha Özkaya ile Harley Davidson tutkusunu ve Route 34 Grubunu konuştuk. 23 YILDIR PROFESYONEL YÖNETİCİ OLARAK ADINDAN SÖZ ETTİREN VE TÜRKİYE’NİN EN BÜYÜK ÖZEL HASTANE GRUBU OLAN MEDİCANA SAĞLIK GRUBU’NUN GENEL KOORDİNATÖRÜ olarak bildiğimiz Reha Özkaya, sıkı bir Harley Davidson kullanıcısı. Harley Davidson motor kullanıcılarından oluşan Route 34 üyeleri, 19 Mayıs etkinlikleri kapsamında Samsun’a geldi. Medicana Sağlık Grubu sponsorluğunda İstanbul’dan yola çıkan 30 kişilik Route 34 üyesi, Kurtuluş mücadelesinde Atatürk’ün Samsun’a geldiği Bandırma Vapuru’nu gezdi. Harley tutkusuyla bayram coşkusu yaşamak üzere Samsun’a geldiklerini ifade eden Reha Özkaya ile Samsun Medicana Hastanesi’nin teras katında bir araya geldik. 42 Bu tür etkinliklere Route 34 olarak mı katılıyorsunuz? Evet. Mesela İstanbul trafiğinde motor kullanmaya ve kullanana da saygı duymaya yönelik çeşitli aktiviteler Motor tutkunuz sizde her hangi bir değişime sebep oldu mu? Motora bindiğim zaman sadece, motorumu, yolu ve yol şartlarını düşünüyorum. İşi düşünmediğim içinde beynim motorla yaptığım seyahatlerde tamamen bir arınma Belki klasik bir soru sormuş olacağım ama motora başlamanızın ve özellikle Harley Davidson kullanmanızın bir öyküsü olmalı. Nedir sizi motor kullanmaya sevk eden hikayeniz? Yöneticilik hayatımda sosyal olarak kendime ve aileme fazla zaman ayıramadığımı fark ettim ve tüm hayatımı işimin kapladığını gördüm. İşle ev arasında geçen yaşantım içerisinde, pek çok profesyonel yönetici gibi zamanla monotonlaştığımı ve hatta tükenmişlik sendromuna yol açacak derecede tükenmeye başladığımı gördüm. 6 yıl kadar önce bir motorsiklet mağazasının önüne gittim. Daha öncesi bir motorsiklete dahi binmiş değildim. Ben orta halli bir ailenin çocuğu olduğum için ailemin bana bir bisiklet alacak dahi imkanı yoktu. Bisiklete ve mobilete binmemişken önce bunun eğitimini alarak motora bindim. Peki, bu eğitimler ileri sürüş tekniklerini de içeriyor muydu? Tabii ki. Ehliyetimi aldıktan sonra bile 3 ay boyunca almış olduğum Harley Davidson’a binmedim ve özel hocalardan ileri sürüş teknikleri eğitimi aldım. 43 gerçekleştirdik. Diğer araç sürücülerinde motor kullanıcılarına karşı saygılı olmaları gerektiğine yönelik ve bu farkındalığı yaratmak adına sürüşler gerçekleştiriyoruz. Çünkü bazı araç kullanıcıları, halen daha motoru ya da bir bisikleti araç olarak görmüyor. Motor kullanıcılarının en sık şikayet ettiği konu bu. Ülkemizde maalesef motor kullanıcılarına yönelik bir saygı henüz gelişmiş değil. Hastanemizin Hollanda ile bağlantısı olduğundan, orada söylenen bir şeyi sizinle de paylaşmak isterim. Orada ‘Bir bisikletliye ya da motosikletliye çarpacağınıza yayaya çarpın’ derler. O derecede trafiğe motoruyla ya da bisikletiyle çıkanı korumak önemlidir. Her hangi bir motosikletliye ya da bisikletliye zarar vermek ehliyetinizi ve ondan sonraki sürecinizi ciddi şekilde etkiler. Peki, gençlerin motor tutkusu hakkında ne düşünüyorsunuz? Biz Anadolu’yu karış karış geziyoruz. Bize motor alacağını söyleyenlere önce eğitim almalarını söylüyoruz. Motosiklet alıp hemen yollara çıkılmamalı. 44 Motor kullanmaya geç başladığınızı ifade ettiniz. Aileniz yani eşiniz motor alacağınızı söylediğinizde bir tepki vermedi mi? Ya da endişeye kapılmadılar mı? Motor almaya ailemle birlikte gittim. Eşim ve çocuklarımla bana motor baktık. Eşim, motorun üzerine deneme amaçlı oturduğumda gözlerinin ışıldadığını ve hatta ilk kez eşimi ailesinden istediğim günkü kadar heyecan duyduğunu söyledi. Çocuklarımda motora binmek isteye bilir ama motora alacakları zaman mutlaka iyi bir eğitim alacakları yere gidecekler. ya da üçüncü otomobili almaya kalktığınızda büyük oranlarda vergi ödemek zorunda kalıyorsunuz. Bizler gelişmekte olan bir ülkeyiz. Bilincimizi geliştirmek için daha fazla insana yatırım yapmaya ihtiyaç var. Bu zamana kadar çok sayıda etkinliğe ve sosyal projelere Route 34 olarak destek verdik ve projelere dikkat çektik. Bu güzel sohbet için teşekkür ederiz. Çok başarılı ve ihtiyaç duyulan bir dergide yer almak beni de mutlu etti. Başarılarınızın devamını dilerim. Peki, buraya gelirken de bir endişeye kapılmadılar mı? Buraya gelirken annemi babamı aradım. Bana biz şimdiden duamızı okumaya başladık dediler. Bizler inançlı insanlarız. Bende, ailemden biri motor kullanırsa endişelenirim ama iyi bir eğitim aldıklarında yaşayacakları kader olmayacaktır. Avrupa’da motor kullanmakı teşvik ediliyor değil mi? Bizim motorlar büyük hacimli motorlar. Avrupa’da küçük hacimli mootor kullanımı ve bisiklet üzerine büyük teşvikler var. Araç kullanımlarında da, mesela bir otomobiliniz varken ikinci 45 RÖPORTAJ Romancı Murat Menteş Roman kahramanları da hastalanır Eşi aile hekimi olan Murat Menteş, yazarlığın da doktorluğun da bilgelik gerektirdiğine inanıyor. Tıbbın edebiyat gibi hikayelerle örülü bir alan olduğunu ifade eden Menteş, Balzac, Kafka ve Bulgakov’un, adı “Köy Hekimi” olan kitapları olduğunu söylüyor. Son zamanlarda üzüldüğü en büyük şey ise sağlıkta yaşanan şiddet. Bu üzüntüsünü “Eskiden hastaya değer verilmezdi. Şimdi de doktora değer verilmiyor” sözleriyle ifade ediyor. 46 Samsun Kitap Fuarı’ndayız. Hava o kadar güzel, fuarın içi sevdiğimiz kitaplarla dolu ve o kadar baştan çıkarıcı ki… Kitaplara benim gibi heyecan duyarak bakan öğrenciler, genç pırıl pırıl insanlar… Memlekette neredeyse her şeyin ters gittiğine inanasım gelmiyor. OT Dergisi’nin standına yöneliyorum. Karşımda Murat Menteş. Murat Menteş, genç kuşağın en önemli romancılarından biri. Hemen söyleşiye başlamak istiyorum ve “Sendeki hayal gücü kimsede yok ağbi!” diyorum. Gülümsüyor, gülümsüyorum. Yanında bir misafirinin olması nedeniyle onların sohbetini bir müddet yanlarında izliyorum. Sonrasında göz göze geliyoruz ve recort başlıyor. Aile hekimlerimize ve özel hastanelerde çalışan doktorlarımıza yaptığımız ziyaretlerde en çok takip ettikleri yazarın siz olduğunu öğrendik. Doktorlar arasında sevilmenizin nedeni sizce de ne olabilir? Bunu bilmiyordum. Çok memnun oldum. Sanırım, yazarlık da, doktorluk da bir tür bilgelik gerektiriyor. Yani insan hasta olmasa da deva arar. “Sahih” kelimesiyle “sıhhat” kelimesi akraba. “Her işin başı sıhhat” deriz. Doğru. Fakat sıhhat, sadece “hasta olmama hali” değil. Bedenen sağlıklı olup, manasız, boş bir ömür geçirmeyi kazanç sayamayız. tedavi; tamirden farklı olsa gerek. Yunus Emre bize önemli üç bilgi sunar: 1- Hiçbirimiz Tanrı değiliz. 2- Hayatımızda, canımızdan daha değerli bir şey olmalı. 3- Tek tek hayatlarımız vardır, fakat bir de hepimizi kuşatan bir hayat var. Son iki maddeyi biraz açar mısınız? Hayatın manası, hayattan daha değerlidir. Vefat etmiş, yani sağlığını tümüyle yitirmiş, artık sağ olmayan birçok insanı saygıyla, rahmetle, sevgiyle anıyoruz. Neden? Çünkü o kişilerin bu dünyaya, bizim hayatımıza Bir keresinde “Yunus Emre okumamış bir cerrahın beni ameliyat etmesini istemem” demiştiniz. Neden? Çünkü bizler robot değiliz. Ameliyat, 47 kattığı değerler var. Artık sağ olmasak da, emeğimizin, eserimizin manası canlı kalabiliyor. Sadece bu da değil. Diyelim sevgilinize çiçek verdiniz. O çiçeklerin anlamı, çiçeklerden daha değerli değil mi? “Hepimizi kuşatan hayat” derken de benzer bir şeyi mi kastettiniz? Hepimiz öleceğiz. Fakat hayat devam ediyor. Böyle bir şey nasıl olabilir? Paradoksal bir durum değil mi? Sevgi, merhamet, cömertlik gibi duyguların tümü “yaşatmaya” yöneliktir. Birine güzel sözler söyler, moral verirsin. Mutlu olur. Mutluluk, bağışıklık sistemini güçlendirir. İyi insanların tümü, hayattan yanadır. Yaşatmaya bakarlar. Kıskançlık, nefret, öfke gibi duygular da ölümcül bir etki doğurur. Velhasıl, ömrün her anını ve giderek tüm hayatı “iyileştirmek” gerekiyor. Size daha ilginç bir şey söyleyeyim… Buyurun? İnsanlar, hayvanlar, bitkiler canlıdır. Ağaç dikmek, kediköpekleri beslemek, ne bileyim, çevremizdekilere elimizden gelen her konuda yardım etmek, insanları yüceltmek iyidir. Tamam. Bir de mesela harika bir bina yaptığınızı düşünün. Mesela… Süleymaniye, mesela La Sagrada Familia gibi bir yapı. Bu binalar canlı değildir. Gene de hayata anlam kadar. Bir şiir, bir şarkı, bir film, bir kazak… canlı olmasa da hayatın iyi, güzel, doğru bir nitelik kazanmasına hizmet eder. Gelgelelim, bir tek iyi bina yeterli değildir. Mimari uyum önemlidir. Yani, hayat hepimizin hayatı, ortak olduğu ölçüde yaşanmaya değer hale gelir. Tıptan biraz uzaklaştık sanki? Hiç sanmıyorum. Tıp da edebiyat gibi, hayatın kendisi gibi hikayelerle örülü bir alan değil mi? Bir de tıp hikayeleri var: House MD adlı diziyi çok severim. Sıra dışı bir doktorun maceralarını anlatır. Kimi doktorlar, Dr. House’un taktiklerini gayri ahlaki buluyor, gene de çok güçlü bir dizi. Patch Adams, Awakenings gibi filmler de iyidir. Edebiyatta da yüzlerce doktor hikayesi vardır. Anton Çehov, yazabilmek için hekimliği bırakmıştı. Balzac, Kafka ve Bulgakov’un, adı “Köy Hekimi” olan kitapları vardır. Harlan Coben’in “Başka Şansın Yok” adlı romanının kahramanı da doktordu. roman kahramanları da hastalanıyor, yaralanıyor, ruhsal sorunlar yaşıyor. Ben de onları doktora götürüyorum. Sizin gibi ünlü bir yazar sağlığına özen gösteriyor mu? Nelere dikkat edersiniz? Pek sayılmaz. Alkol kullanmıyorum. Kilo almamaya çalışıyorum. Dişleri düzenli fırçalıyorum. Hepsi bu. Sigarayı bıraksam iyi olacak. İyi beslenmeden anladığım, az yemek. Siyasetimizi kötü yapan ne? Türkiye’de siyaset bir kısır döngü içinde. Demokrasinin seyrelmesi, siyasetimizi bir ‘Emir verme ve emir alma’ kalıbına oturttu. Hatta, tapınmaya varan ifadelere şahit oluyoruz. Onurlu insanlar emir vermek de, emir almak da istemezler. Krala falan tapmazlar. Türkiye’nin sağlık politikalarını nasıl buluyorsunuz? Eskiden hastaya değer verilmezdi. Şimdi de doktora değer verilmiyor. İhbar hatları kuruluyor, hastalar doktorlara karşı kışkırtılıyor sanki. Politikacılar; tıp ahlakını ve hekim yeminini göz ardı ediyorlar. Bakanlık da hekimlere fazla sorumluluk yüklüyor; hekimlerin yetkilerini ve imkanlarını fazlasıyla kısıtlıyor. Aile hekimleri boykot yaptı. Bu çok düşündürücü bir durum. Hükümet sağlık alanında çok başarılı olduğunu iddia ediyor. Buna inanmak zor. Hele ki medeni bir düzey yakalandığını düşünmüyorum. Peki, sanatın siyaseti konu etmesi? Mesela siz, siyasi bir roman yazmayı düşünmez misiniz? Gerçekler romanlardan daha ilginç. Bugünün siyasetçileri, korku romanlarında bile yok. Bir aile hekiminiz var mı? Aile hekiminiz size yeterince ilgi gösteriyor mu? Aile hekimim var. Onunla evliyim. Hastalandığım zaman, genellikle “Öpeyim geçer” diyor. Romanlarınızda tıbbi konuları detaylı bir şekilde anlatıyorsunuz. Eşinizin doktor olması sayesinde mi? Eşime saçma sapan sorular soruyorum. O da bıktı. “Kurşun karın boşluğundan girip arkadan çıkarsa ne olur?”, “Lösemili bir çocuğun ameliyatı için kaç para gerekir?”, “Çok yaşlı bir adamın enikonu zindeleşmesi için hangi ilacı alması lazım?”, “Hamile bir kadın karate yapabilir mi?”… gibi onlarca soru. Aile çevresinde çok sayıda doktor bulunduğu için şanslıyım. Çünkü, 48 Bir yazınızda ‘Siyasi roman yazsam bugünün siyasetçileri kadar kötü adamlar yazamazdım’ dediniz. Birazda siyasi gündem hakkında konuşalım diyorum. Tatsız bir mevzu. Neden? Çünkü bir ülkede ne kadar çok siyaset konuşuluyorsa, o ülkede hayat o kadar kötü demektir. Sık sık kadın haklarına vurgu yapıyorsunuz. Kadın meselesi neden önemli? Uygarlığın düzeyi, kadının konumundan belli olur. Türkiye’de tüm iyi kadın yazarlar medyadan kovuldu. Yürürlükteki gaddar maçoluğun bedelini hepimiz ağır ödüyoruz. Şefkatli, nazik, yumuşak bir ses yok artık medyada. OT Dergisi’nde ‘Beyaz Bluzlu Kız’ başlıklı bir yazı yazmıştınız. Medyanın ötesinde genel bir kadın sorunundan söz ediyorsunuz… Türkiye, kadınların dehasından, enerjisinden, sezgi gücünden faydalanamıyor. Kadınlara “Başını ört, başını aç” dedik. Centilmen olamadık. Bülent Arınç “Kadınlar gülmesin” dedi. Yüz binlerce kadını diri diri gömdük aslında. İş yok, gelir yok, umut yok… 28 Şubat sürecinin de tek mağduru kadınlar oldu. İslamcı erkekler iktidara geldi, fakat kadınlar diplomasız, işsiz, yapayalnız kaldılar. Birazdan sizi dinlemek isteyenlerle sohbet edeceksiniz. Bize zaman ayırdığınız ve bu güzel sohbetiniz için teşekkür ederim. Derginiz elimde ve şunu söylemeliyim ki harika bir içerik sunuyorsunuz. Benim de eşim aile hekimi olduğundan biliyorum, böylesine bir dergiye sahip olmaktan o da mutlu olacaktır. Başarılar dilerim. 49 RÖPORTAJ Kişiye Özel Duvar Kağıdında Evinizin duvarlarının ya da çalışma alanlarınızın kendi tarzınızı yansıtmasını istemez misiniz? Kişiye özel duvar kağıdı ‘Altowall’ ile duvar kağıdında alışılagelmiş desenlerden kurtuluyorsunuz. Geniş bir ürün yelpazesine sahip Altowall’un sıra dışı desenleri ile kendi tarzınızı hayata geçirmeniz mümkün. Serkan KAYA Reklamcı ve Mimarların biraraya gelerek Samsun’da hayata geçirdikleri kişiye özel duvar kağıdı projesi ‘Altowall’, geniş ürün yelpazesi ile duvar kağıdında alışılmış olana son veriyor. Altowall markasının kurucularından olan Mimar Serkan Kaya ve Reklamcı Cemalettin Uzun, ürün çeşitliliklerini her zaman yenileyerek yeni desen ve modeller üretmeye de devam ediyor. SIRA DIŞI DESENLER DUVARLARA YANSISIN Duvar kağıdında alışılagelmiş olandan farklı ve hayal gücünüzü genişletebilecek, sıra dışı desenler ve panoramik çalışmalar sunuluyor. Size özel duvar kağıdı yaratan Altowall 13 farklı koleksiyondan oluşuyor. Bu koleksiyonun içerisinde el çizimi illüstrasyonlar da bulunuyor. Koleksiyona yeni eklenen ‘yaratıcı, urban, hayal ve kesit’ serilerini mutlaka görmelisiniz. KARARSIZ KALDIĞINIZDA PROFESYONEL DESTEK Duvar kağıdı kullanmakta belki de en fazla endişe duyulan nokta, duvar kağıdının da bir müddet sonra vücudunuza yaptırdığınız dövme gibi sıkıcı bir hal alması. İşte tam da bu noktada Mimar Sinan Kaya ve beraberindeki ekip, duvar kağıdını uygulamak istediğiniz alanda sizin tarzınıza uygun, sıkılmayacağınız hatta el çizimi illüstrasyonlar da yapılarak, profesyonel bir destek sunuyor. Duvar kağıdı sektöründe kısa sürede yükselişe geçen Altowall, vinil, yıkanabilir ve silinebilir duvar kağıtlarıyla kaliteden de ödün vermiyor. 50 Kişisel duvar kağıtları tasarımları için www.altowall.com’u ziyaret edebilirsiniz. 51 TEKNOLOJİ S6, 85 dakikada tam şarj oluyor. Kablosuz şarj özelliği ile de telefonunuzu kablo derdi olmadan şarj edebilirsiniz. Galaxy S6 ve S6 Edge, kablosuz şarj cihaz cihazlarının çoğuyla uyumlu. AKILLI TELEFONUN GELECEĞİ: GALAXY S6 VE S6 EDGE Yeni Samsung Galaxy S6 ve S6 Edge; fark yaratan tasarımları, yenilikçi kamera özellikleri, hızlı ve kablosuz şarj olanaklarıyla akıllı telefon teknolojisinin geleceğine şekil veriyor. Fütüristik tasarım Galaxy S6 Edge’in en önemli farkı, çift yan ekrana sahip olması. Kavisli yan ekranlar sayesinde sizi arayan bir video izleme deneyimi yaşabilirsiniz. Galaxy S6 Edge’in bir diğer benzersiz özelliği ise, cihaz yüzüstü konumdayken bile arka yüzdeki sensöre dokunarak çağrı reddetme işlevini kullanabilmeniz. Ayrıca yan ekrana koyabileceğiniz kısa yollarla mesaj uyarılarını görebilir; en sık kullandığınız beş kişiden biri size ulaşmak istediğinde, yan ekrandan her biri için ayrı renkte ışıklı bildirim alabilirsiniz. Yan ekranlardan saate, hava durumuna ve küçük uygulamalar ekleyerek birtakım içeriklere de erişebilirsiniz. Daha net fotoğraflar Galaxy S6’da Otomatik Nesne Takip Özelliği bulunuyor. Bu sayede fotoğraflamak istediğiniz nesne nereye hareket ederse etsin, net fotoğraflarını kolayca çekebilirsiniz. Hızlı Başlatma Özelliği ile sadece 0.7 saniyede kamera moduna geçerek hiçbir anı kaçırmamanızı sağlıyor. 16 MP arka kamerayı açmak için tek yapmanız gereken, ana ekran düğmesine çift tıklamak. Ayrıca daha fazla ışık sağlayan F1,9 diyafram değerine sahip ön ve arka kamera ile karanlık ortamlarda daha aydınlık fotoğraflar çekebilirsiniz. Metalin ve camın harika uyumu Yeni Galaxy S6 uçak yapımında kullanılan alüminyumdan üretilmiş. Galaxy S6’nın üzerinde bulunan 2.5D Gorilla Glass 4 cam da oldukça dayanıklı. Dinamik arka yüzey kaplaması ile, ışığı yansıtırken telefonun renk değiştiriyormuş gibi görünmesini sağlıyor. Galaxy S6’ya özel sunulan Clear View Kapaklı Kılıf, ayna olarak da kullanılabiliyor. Bu kılıf üzerinden bildirimlerinize erişebilir, hatta çağrılarınızı cevaplayabilirsiniz. Hızlı ve kaplosuz şarj olanakları Samsung Galaxy S6 sadece 10 dakika şarjda tutarak dört saat süreyle kullanabilirsiniz. Galaxy S5’ten yüzde 33 daha hızlı şarj edilebilen Galaxy 52 53 OTOMOBİL KONFOR, ZERAFET VE PRESTİJİN ADI MERCEDES C200 BLUETECH Mercedes. Abartıya kaçmayan çizgiler, sade ama seçkin bir ortam yaratıyor. Gösterge tablosu, sade ve anlaşılır yapısıyla beğeni kazanırken, orta konsolda havada asılı izlenimi veren multi medya ekranı araca ayrı bir hava katıyor. Koltukların yanal desteklerine kavis verilmiş ve daha aşağıya konumlandırılarak sportif karakterinin altı başarıyla çizilmiş. Bagaj hacmi ise oldukça geniş, öyle ki dört yetişkinin eşyalarını alabilecek kadar geniş. KONFOR VE YOL TUTUŞ Direksiyona dinamik ve spor bir görünüm verilmiş. Bu görüntüsü rüştünü de ispatlar nitelikte, yol tutuşunuzu daha rahat ve kararlı hale getiriyor. Yol tutuş kabiliyeti tartışmasız bir şekilde yüksek olan otomobil, spor modda kullandığınızda daha da belirginleşen sert süspansiyon sistemine rağmen beklentinin de üstünde bir konfor seviyesi sunuyor. Bu otomobil yalıtım konusunda diğer tüm otomobillere ders verecek nitelikte, öyle ki dizel motorunun sesini duyabilmek için iyice kulak kabartmanız gerekiyor. HAYATI KOLAYLAŞTIRAN FİKİR Varsayalım ki eliniz poşetlerle ya da çantalarla dolu. Hadi diyelim ki hava felaket derecede de yağışlı. Bagajı açmak için elinizdeki paketlerin çamur olmasına razı olmanız gerekecek. İşte Mercedes C 200 BlueTEC, hayatı kolahylaştıran çözümler sunuyor. Ayağınızı bagaj üstündeki logo hizasında oynattığınızda, aracınızın anahtarı cebinizde olsa dahi logo altındaki sensör kapıyı açıyor. Aynı şekilde yan kapıları da açmanız mümkün. Güvenlik mi? Şaka mı yapıyorsunuz? Bir Mercedes’in içindesiniz ve bu konuya değinmeye dahi gerek duymuyorum. Mercedes’in orta sınıftaki temsilcisi C serisi, yeni turbo beslemeli dizel motoru ve otomatik şanzımanıyla, konfor, verimlilik ve prestij arayanlara göz kırpıyor. Mercedes C 200 BlueTEC AMG, dinamik tasarımıyla dikkat çekiyor. Tamponlarda kullanılan siyah eklentiler ve AMG jantlar araca daha da sportif bir görünüm kazandırıyor. Uzun yol yarışları için hazırlanmış bir görünüme sahip olan Mercedes C 200 BlueTEC AMG, gaz verildiğinde asfalta tırnaklarını geçiriyor ve yoldaki dalgalar tarafından zıplatılmak yerine yolun durumuna uyum sağlıyor. Virajlarda dışa doğru savrulmak yerine bariz bir şekilde viraj içine doğru aracın yöneldiğini görüyorsunuz. İÇ MEKAN İç mekana ilk geçildiğinde dikkat çeken unsur, artan genişlik oluyor. Zira ön bölümde geniş bir yaşam alanı sunulurken, arka bölümde diz mesafesinin hissedilir derecede artırıldığı görülüyor. Baş mesafesi arkada uzun boylular için sıkıntı yaratabilir ama iç mekan klasik bir 54 Mercedes C200 Bluetech’de motor kapatıldığında el freni otomatik olarak devreye giriyor. Vites seçildiğinde ise el freni otomatik devreden çıkıyor 55 YAZAR Dr. Hatice BOLATCAN hikayesi, gizemi insan ruhuna yolculuk yaptıran etkisi olduğunu hissettim. Her biri sanki uzun bir filmdi… Sergiyi gezdiğim saatler içinde dış dünyadan çekilip alınmıştım. İnsan ruhuna yapılan terapi gibi… YENİ NESLİN TANIMADIĞI DAHİ Düşünün ki, 1951’li yıllar ve Adana’nın Osmaniye ilçesi’nde bir köy. Bu köyde sekiz çocuklu bir ailede gözlerini açan bir çocuk. Adana’nın bir köyünde hayata başlamak o yıllarda oldukça çetrefilli bir durum. Elinizde çorak topraklar ve bakmakla mükellef olduğunuz geniş bir aile var. Şahin Kaygun… Böyle bir ailede dünyaya gözlerini açan ve zamanın gelmiş geçmiş en iyi fotoğrafçısı olarak tanınan bu dahi adam, İstanbul’da gerçekleştirilen bir sergide karşıma çıktı. Yer İstanbul Modern Sergisi. Asıl ününü çektiği sanatsal fotoğraflarla sağlamış olsa da bu dahinin Türk sinemasına kazandırdıkları öyle hiç de yabana atılacak gibi değil. Şahin Kaygun’un sergisini gezerken edindiğim bilgiler arasındaydı; “Ben fotoğraf çekmem, yaparım” dediği. Düşünün bir fotoğraf sanatçısı, gördüğünü çekmiyor yani objektifini bir nesneye doğrultup deklanşöre basmıyor. Nesneleri, insanları ve çevresindeki herşeyi öylesine kurguluyor ki, adeta usta bir resim sanatçısının tabloları gibi çektiği herşey ama herşey sizleri büyülüyor. Kısa sürede Kaygun’un fotoğrafları sizi etkisi altına alıyor. Fotoğraflarının bazılarında sanatçı sadece kendi okuyabileceği şekilde notlar yazmış. Kaygun’un çektiği fotoğraflar üzerine bir nevi kendine mektup, günlük yazdığı hissine kapıldım. Yazılar fotoğrafı görenler için mesaj içeriyor mu yoksa sanatçı fotopentürü yaratırken yaşadığı duygu durumunu mu işlemiştir? Bilinmez… İnsanda fotoğrafın içine girme, sanatçının gizemli yolculuğunda O’na eşlik etme isteği uyandırıyor. Sergi son derece çarpıcı, gizemli, olağanüstüydü. Sergiyi gezerken her fotoğrafın bir 56 Lise yıllarında resim yaparak hayatını kazanmaya başlayan Şahin Kaygun 1969 yılında Güzel sanatlar eğitimini fotoğraf ve grafik dallarında yaptı. Grafik ve fotoğraf birbirini besleyen iki sanat dalıdır. ‘’Belgeselci tavırdan çok olayı yaratmaktan yanayım. Sanatçının çağını belgelemesi yerine yaratması gerekir’’ görüşüne sahiptir Kaygun. 1970ler siyahbeyaz fotografik dönemdir. Fotoğraf üzerine yaptığı deneysel çalışmalarla polaroid film kavramını Türkiye’ye kazandıran bir değerdir Kaygun. 1984 yılında Türkiye’deki ilk polaroid sergisini açtı. Daha doğuş anında fotoğrafa yaptığı müdahalelerle rastlantısallığa yer bırakmamıştır. Çizimlerle fotoğraflarına olağanüstü bir şekil verir.’’Ben fotoğraf çekmem, yaparım’’ diyen sanatçı çizimler yaparak, yazarak, işleyerek fotoğraftaki istemediği detayları ortadan kaldırarak ”fotopentür” denen fotoğraf-resim arası eserler oluşturdu. Fotoğraftan resim, resimden fotoğraf yapılabileceğini gösterdi. Aslında fotoğraf malzemelerini araç olarak kullanıp, kendi kurduğu dünyaları açığa çıkarır Kaygun. 1984’teki polaroid sergisinin ardından Ankara Sanat Kurumu ödülünü alan ilk fotoğraf sanatçısı oldu. O’nun sanat dallarını bir araya getirme çabası hep vardı. Sanatçının Uluslararası Polaroid Koleksiyonunda yer alan eserleri, koleksiyonu 2011 yılında satın Alan Viyana’daki West Licht Müzesi’ndedir. Fotopentürlerde simgesel anlatımlar, kolajlar, fantastik kurgular yer alır. Masada oturan çıplak kadının önünde bir bebek başı yer alan fotoğrafı, fantastik kurguya örnektir. Kadın bedeni, oyuncak bebekler, deniz kabukları, ölü kuş gibi tekrar eden figürlerde düş ve gerçeklik bir aradadır. Devrimler yalnız kan dökerek, siyasal ve sosyal coğrafyaları değiştirerek yapılmaz. Şahin Kaygun bir sanat devrimcisidir. Fotoğraf ve sinema arasındaki sınırı giderek yakınlaştırıp, fotoğraf ve sinema sanatına yepyeni bir bakış açısı kazandırmış, kuralları yeniden yapılandırmıştır. Her devrimci gibi O, zamanın önünden gitmiştir. Şahin Kaygun yakınındaki insanları çok kereler fotoğrafladığı halde,”Sanat İnsanları”nı çoğunlukla bir kez fotoğraflamıştır. Bir sanat insanını bir kez fotoğrafladıktan sonra bir anlamda unutmuştur. Bellekte iz bırakan ‘’anıtsal’’ nitelikte tekil fotoğraflar kalmıştır geride. Sanat insanlarını kendi yorum merceğinden yansıtır. Bu seri uzun sürede oluşsa da rastlantısal olarak bir araya gelmemiştir. Kaygun’un ışık oyunlarına değer veren yanı sanat insanları serisinde, plastik değerlerine önem veren yanı siyah-beyaz fotoğraflarında ortaya çıkmıştır. Hiçbir akım ve ekole bağlı kalmayan sanatçı çıplağın yüzünü bir nesne ile kapatır ya da onu erotik bir halüsinasyon girdabı içinde gösterir. Kaygun’a göre fotoğraf bir sanatçı üretiminin merkezinde yer alan etkinliktir. Portre Kaygun’un gözünde her zaman en önemli fotoğraf türü olmuştur. Fotoğraf alanında deneyselciliği, girişimciliği ön planda tutsa da ‘’klasik’’ portreye hep ilgili kaldı. Fotoğrafa müdahale ederek resime yakın fotoğraf elde ettiği son yıllarda bile portreler çekmekten uzaklaşmadı. Fotoğraflara kendi benliğinden bir şeyler yansıttığı için hep kendi portresidir Kaygun’un gerçekleştirdiği. ‘’Eski Zaman Denizleri’’ Britis Museum’da çektiği heykellerin fotoğraflarından oluşur. Kaygun’a göre sinema sanatların buluştuğu noktadır. Kişiselliğini en yoğun sinemada yansıttığını söyler. Bu sebeplerden ötürü sinemaya ‘’vurgun’’dur Kaygun. 1987’de Afife Jale, 1988’de Dolunay Filmlerinin yönetmenliğini yaptı. Dolunay Filmi başta Cannes olmak üzere birçok uluslararası film şenliklerinde boy göstermiştir. Atıf Yılmaz’ın yönetmenliğini yaptığı Dul Bir Kadın, Adı Vasfiye ve Ah Belinda filmlerinin sanat yönetmenidir. Ömer Kavur’un Anayurt Oteli Filmi ve İmpulse Deodorant reklam filminin de sanat yönetmenidir Şahin Kaygun. Kaygun’un Kültür Bakanlığı tarafından oluşturulan Yüksek(!) Sinemacılar Masasında reddedilen senaryosunun kötü bir öyküsü vardır maalesef. Şahin Kaygun’un senaryosu üyelerin tamamı tarafından geri çevrilmiş. Bir senaryo beğenilir beğenilmez buna sözümüz yok. Ancak Şahin Kaygun senaryoyu geri istediğinde Sayın(!) Memduh Ün Şahin Kaygun’a ‘’kardeşim ben o senaryoyu yaktım. Sobaya atıp yaktım’’ karşılığını vermiş. Memduh Ün’ün bu sözü Türk Sinema tarihine kara bir leke olarak geçecektir. Toplumun üstünde kabul edilen bir yönetmen sanatçı kendi meslektaşının eserini yakarsa bu primitif mantıkla o toplumda heykeller kırılır,kitaplar yakılır,resimler yırtılır,filmler yakılır.. Bazı çevreler de sanat ve sanatçı düşmanlığı yapacaktır. Siyaset te kirli yapılacaktır… Şahin Kaygun’un arkadaşı Ali Raşit Karakılıç 2004 yılında Adana Büyükşehir Belediyesi 75. yıl sanat galerisinde kendi yaptığı fotopentürlerle bir sergi açtı. Bu sergiyi Şahin Kaygun’a ithaf etmiştir. Kanımca bir sanat dahisi olan Şahin Kaygun’un filmleri başta Adana Altın Koza Film Festivali olmak üzere Türkiye’deki film festivallerinde gösterilmeli, yeni neslin O’nu tanıması için fırsat yaratmalıyız. 7 Aralık 1992’de kırkbir yaşında ölümü bir yıldızın erken kaymasına benzer. Kısa ömrüne uzun bir ömre sığacak işler sığdırmıştır. Yeni neslin ilham alabileceği sanatçı yaptığı işlerle belki de bizlerden uzun yaşayacaktır… Türkiye’de sanata ve sanatçıya gereken önemin verilmesi dileğimle!.. Sanat dolu bir yaşam dilerim. 57 GEZİ Dİnlenmek İçİn harİka bir Akdenİz durağı MARSİLYA 58 Marsilya’ya uzaydan baksaydık, bir konteynır karmaşasıyla başımız dönebilirdi. Malum; burası Akdeniz’in en büyük liman kentlerinden biri. Ama şehrin içine girdiğinizde sıcak, huzurlu, bir o kadar da dost bir mahalleye düşmüş gibi oluyorsunuz. Marsilya, şaşırtıcı ölçüde temiz bir deniz ile 2 bin 500 yıllık iyi korunmuş tarih ve kültür mirasını bir arada bulabileceğiniz bir yer. Sokaklarında özgürce aylaklık yapabileceğiniz kısa bir bahar tatili için cazip bir seçenek! 59 Marsilyada çok sayıda balık çorbacısı var Marsilya’nın üç –dört temel özelliği var. Başta denizciliği geliyor. Avrupa’nın ilk dört limanından biri olan Marsilya’da denizciliğin tarihi 2 bin 600 yıl önceki kuruluşuna gidiyor. Şehirleri istila edilen bugünkü Foça halkı gemilerine binip kıyı kıyı dolaşıyor, bu tarih ve deniz kokulu kentte de yerleşimi başlatıyorlar. Yani bu kenti bize sempatik kılan bir Anadolu kökeni var. İkinci özelliği şehri Fransa için farklı kılan bir ayrıntı. 1789 devriminden 3 yıl sonra, Marsilya’dan 6 bin gönüllü, Fransız Devrimi’ne katılmak üzere Paris’e yürürler. Bu zorlu yürüyüş sırasında ağızlarından düşürmedikleri marş kısa süre sonra ‘La Marseillaise’ yani Fransa milli marşı olarak kabul edilir. Anlayacağınız Akdeniz’in bu asi denizcileri, Fransa’nın kalbinde de vazgeçilmez bir yere sahip. Marsilya’nın en izbe sokaklarında bile YANKESİCİLİK, HIRSIZLIK PEK GÖRÜLMEZ Üç; Marsilya bir yaşayan tarih. Eski limanın çevresinden tıpkı bir ağacın yaş halkaları gibi çember çember yayılan kent dokusu, bugün Avrupa’nın olduğu gibi korunan en geniş eski yerleşim birimlerinden birini teşkil ediyor. Çok lüks olmasa da, bu kent örgüsü içinde seyahat bir zaman tüneli hissi yaratıyor. Eşsiz. Dört, Marsilya’da istisnasız bir restoranın kapısında göreceğiniz gerçek balık çorbası levhaları aslında şehrin alçak gönüllü ve bir o kadar da asil, paylaşmaya dayalı yemek kültürünün yansıması. Balık çorbası, yoksul balıkçı kent halkının yaşamını idame ettirmek için denizden çıkan- ticari değeri olmayan- balık ve kabuklularla dev kazanlarda kaynatılan ve mahalledeki herkesin paylaştığı 60 halk çorbasından üretilmiş bir lezzet arayışı. Aslında ucuz balıklarla üretilen çorba, lezzet ile piyasa değerinin doğru orantılı olmadığının en önemli kanıtlarından biri. Marsilya, 2 bin 600 yıllık tarihi boyunca, denizciliğe dayalı ekonomisine paralel olarak Güney Avrupa’nın çok kültürlülük merkezlerinden biri olmuş. Bu özelliği bugünkü 2 milyona yakın nüfusunun yarısından fazlasını oluşturan Kuzey Afrikalı ve göçmen azınlıklarla sürüyor. Bu kozmopolit nüfus, barış ve huzur içinde birarada yaşama yeteneği göstermesiyle ünlü. Marsilya’nın en izbe sokaklarında bile yankesicilik, hırsızlık pek görülmez. Marsilyalılar genellikle mutlu ve huzurlu insanlar. ŞEHİRDE KISA BİR TUR Mümkünse bir araba kiralayın ve yürüyerek görebileceğiniz Marsilya’nın biraz ötesini kolayca keşfedin. Zaten iki öenmli rota var: Birincisi kuzeyde, liman mahallesinin kıyısında bir gezinti ve eğer sabah erken kalktıysanız kentin kuzey batı ucundaki köy. Bu balıkçı köyü, Marsilya’nın Mistral rüzgarıyla parlayan büyülü güneş ışığına aşık olup hayatlarının bir bölümünü burada geçirmiş ünlü ressam ve Zola gibi düşün insanlarına ev sahipliği yapmış. İkinci rota ise limanın güneydoğusundaki yamaçlar. Notre Dame de la Garde Katedrali. Marsilya ve limana hakim, eski günlerin inziva tepesinde kurulmuş bu kilisenin 40 metrelik çan kulesi ve tepesindeki altın yaldızla kaplanmış Meryem Ana büstünü yakından görmek son derece etkileyici. Sonra şehirden çıkalım artık. Marsilya’da altınızda bir araba da varsa yapabileceğiniz en güzel öğleden sonra gezisi, yarım saat mesafedeki Cassis balıkçı köyüne gitmek olacaktır. İHTİŞAMLI LES CALANQUES Calanque, kireçtaşı kayalar arasında denizin derinlemesine açtığı ince, uzun koylar demek. Bunun dünyadaki en muhteşem örnekleri de Marsilya ile Cassis arasındaki 24 kilometrelik sahilde. Zaman zaman kıyı yarlarının yükseklikleri 400 metrelere kadar ulaşan bu dar ve uzun koyların dibinde, kristal gibi bir kum tabakası, mercanlar ve eşsiz bir denizaltı yaşamı var. 2012 yılında bu sahil şeridi Fransa tarafından milli park olarak tescillendi. Çoğunluğunda otomobile giriş yasaklandı ya da kısıtlandı. Bu koylar, özellikle yazın yat turizmi ve Marsilya’dan günde birkaç kez hareket eden günübirlik teknelerle ulaşabilen harika deniz durakları. Kışın ise birkaçındaki güzel balıkçı restoranları eşsiz tatlar sunuyor. Çevredeki kayalıklardan, kapasitelerinin izin verdiği az sayıdaki müşteriye yerel ve taze, hatta günlük lezzetler hazırlayabiliyorlar. Bölgeyi ziyaret etmek isterseniz gidebileceğiniz 27 tescilli koy var. Bunlardan en derin yarlarla süslü olan koylar, en fazla yerleşime sahip koylara kadar otomobille ulaşım var. Dik bir yamaçtan, tek şeritlik bir yoldan 10 dakika aşağıya inmeyi göze alıyorsanız, şahane bir deneyim. Sadece, milli park statüsü olduğu için koylara arabanızı park etmek için 5 euro ödemeniz gerek. Deniz ve yüzme açısından en muhteşemleri olan Port Pin ve En Vau koylarına ise artık arabayla gitmek yasak. Ya birkaç saatlik 300 metrelik irtifa farklı bir yürüyüş yapacaksınız ya da Marsilya ve Cassis’den hareket eden teknelerle gideceksiniz. Fakat bu tür koylara denizden girmek her zaman için muhteşemdir. 61 ÖD Ü ÇENGEL BULMACA Yukarıdan Aşağı Soldan Sağa 1. En meşhur dexketoprofen preparatı 2. Afrika’da salgın yapan ölümcül bir viral hastalık 3. latince kalp 4. Prestijli bir araba markası 5. Karaelmas 8. uyluk kemiği 9. Çorum aile hekimleri derneği başkanı (Resim 2) 11. Kenelerin neden olduğu hastalık kısaca 14. Alman müzik topluluğu (Resim 3) 15. Çek Cumhuriyeti’nin başkenti 16. Ünlü bir müslüman tıp bilgini 18. Mektupların üzerine yapıştırılır 19. Mesleki sorumluluk sigortası kısaca 21. Mustafa Kemal Atatürk’ün yazdığı kitap 22. akut romatizmal ateş 23. Bir betabloker 29. Nimesulid içeren bir jel 24. Kaşıklı bir demir preparatı 30. karaciğer yetmezliğinde oluşan durum 27. Bir proton pompa inhibitörü 33. bir bağlaç 28. Resimdeki sanatçı (Resim 4) 37. Kısaca “Halk Sağlığı Müdürlüğü “ 6. basur hastalığı 7. Hababam sınıfının yazarı 10. Rusya’nın başkenti 12. Uzunluk ölçüsü birimi 13. Milyonlarca donmuş göktaşından oluşan göktaşları kuşağı 17. kıl kurdu hastalığının bizim dilimizdeki adı 20. dalak büyümesi 25. Kansızlık hastalığı 26. Osmanlıda bir devre ismini veren çiçek 28. Latince göz 31. Bir insülin preparatı 32. Testislerin iltihabı 34. ZAHED başkanı (Resim 1) 35. Telefon sözü 36. Geçtiğimiz ay öldürülen meslektaşımız. 37. Karaciğer iltihabı 38. Göz tansiyonu Mayıs Ayı Talihlisi Dr. Yalçın AKTENER (Üsküdar/İSTANBUL) 62 LLÜ 30 HAZİRAN’da Anahtar Kodunu aşağıdaki E-mail adresine gönderen ilk Aile Hekimine 32 GB Flash Memori HEDİYE! e-mail: [email protected] Not: Mail adresine gelen cevapların gönderiş saatlerine bakılacaktır. 63 64
Benzer belgeler
- Aile Hekimliği Portalı
DR. HAKAN UZUN
DR. ŞİNASİ GÖNENÇ
UZM. DR. MİTHAT TOSUN
DR. HATİCE BOLATCAN
Dr. Hacı Yusuf ERYAZGAN