ANKARA ÇİĞDEMİ
Transkript
ANKARA ÇİĞDEMİ
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:9, Temmuz 2010) Bu Sayı 32 Sayfayız ANKARA ÇĐĞDEMĐ ANKARALI GEZGĐNLER BÜLTENĐ Sayı: 9, Temmuz 2010 Hannover Bir Tutam Muş Bitlis’te Beş MiĐnare Nallıhan’da Renkleri Solumak Başkentte Dört Mevsim; 3- Yaz Ankara Keçisi Güney Afrika’ya Nasıl Götürüldü? ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:9, Temmuz 2010) Đçindekiler ______________________________________________ _______________________ 3- ÖNSÖZ “Timur Özkan” 4- KISA/KISA; Ankara’dan ve Grubumuzdan Haberler 10- ÜYELERĐMĐZ “Mehmet Fatih Koca” 12- OBJEKTĐF “Rüştü Hatipoğlu” 14- TADI DAMAĞIMDA “Erdem Engin” 15- GEZ/DĐNLE ”Bekıs Ceyla Çetinsoy” 16- DÜNYADAN; CeBIT Gezginleri Đçin Hannover Tavsiyeleri “Levent Boz” 19- GEZ /OKU - GEZ/YAZ “Timur Özkan” 20- TÜRKĐYE’DEN; Bir Tutam Muş “Sümer Özvatan” 23- TÜRKĐYE’DEN; Bitlis’te Beş Minarenin Đzinde “Filiz Serhadlioğlu” 25- GEZGĐNCE “Timur Özkan” 26- ANKARA’DAN; Nallıhan’da Renkleri Solumak “Erdem Engin” 27- BAŞKENTTE DÖRT MEVSĐM; 3- YAZ 30- ANKARA DERGĐLERĐ 31- ANKARA/ANKARA; ÇIKRIKLAR DURUNCA “Turhan Demirbaş” 32- DĐZELERDEN… “Ali Cengizkan” Ön Kapak: Uçaktan Ankara’nın Tarihi Kent Merkezi (Fotoğraf: T. Özkan) Arka Kapak: Hacıbayram Camii ve Augustus Tapınağı (Fotoğraf: T. Özkan) . ANKARA ÇĐĞDEMĐ ANKARALI GEZGĐNLER BÜLTENĐ Ankaralı Gezginler elektronik iletişim grubu tarafından yayınlanır. Ücretsizdir. Burada yayınlanan yazı, haber, fotoğraf, resim vb kaynak gösterilerek ve sahiplerinden izin alınarak kullanılabilir. Editör: Timur Özkan http://groups.yahoo.com/group/ankaraligezginler [email protected] ANKARA ÇĐĞDEMĐ hakkındaki her türlü görüş, eleştiri ve önerilerinizi, bültenimizde yayımlanmasını istediğiniz etkinlik haberlerinizi ve de Ankara’dan, Türkiye’den Dünya’dan gezi yazılarınızı [email protected] adresine bekliyoruz. ◙ ANKARA ÇĐĞDEMĐ 'nin önceki sayılarını; grubumuzun ana sayfasındaki Files'dan E-dergi "Ankara Çiğdemi" klasörünü veya http://groups.yahoo.com/group/ankaraligezginler/files/%20E-Dergi%20%20%22Ankara%20Cigdemi%22/ adresinden ilgilendiğiniz sayıyı tıklayarak okuyabilirsiniz. Eğer açılmıyorsa dosya adı üzerinde sağ klikle Yeni Pencerede Aç yapabilir, bilgisayarınıza indirmek için aynı şekilde sağ klikle Hedefi Farklı Kaydet, yazdırmak için ise Hedefi Yazdır fonksiyonlarını kullanabilirsiniz. ◙ Bültenlerimiz dergi formatında tasarlandığından booklet olarak print alırsanız, 24 sayfalık bir dergi olarak okuyabilirsiniz. ◙ Ankara Çiğdemi’nin tüm sayılarını, medya destekçimiz www.fotogezgin.com sitesinden de takip edebilirsiniz… ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:9, Temmuz 2010) Önsöz Ankaralı Gezginler Beş Yaşında... Timur ÖZKAN [email protected] Kıtadan” adlı kitaplarını da eklersek grubumuz üyelerine ait olup bu dönemde yayınlanan kitap sayısının “10”u bulduğunu görüyoruz. Bu dönemde burada sayamayacağım kadar çok sayıda üyemizin gazete ve dergilerde çıkan birbirinden güzel gezi yazılarını da okuduk. Bunun yanısıra tamamen grup üyelerimizin yazılarından oluşan dergiler de yaptık ve yapmaya devam ediyoruz. Üyelerimizden Dr. Meral Dinçer’in yayınladığı Seyir Defteri dergisinin Ankaralı Gezginler Özel Sayısı tamamen grup üyelerimiz tarafından hazırlanırken Milli Eğitim Bakanlığı Ankara Đl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün yayımlamakta olduğu Ankara dergisinin Ankara Özel Sayısı da büyük ölçüde üyelerimizin yazılarıyla oluştu. 6 Haziran 2005 günü bir grup Ankaralı gezgin tarafından kurulan grubumuz zaman içinde büyüyerek beşinci yıldönümünü geride bıraktığımız kutladığımız bugünlerde; üye sayısı 500’e yaklaşan bir büyüklüğe ulaşırken daha önemlisi örnek alınan ve takdir edilen bir topluluk oldu. Bu vesileyle şöyle bir geriye baktığımızda, beş yıl boyunca hep beraber övünebileceğimiz pek çok etkinlik gerçekleştirdiğimizi görüyoruz. Bir dernek, vakıf vb bir yapılanmaya gerek duymadan gerçekleştirdiğimiz bu etkinlikler hem grubumuzun daha çok tanınmasını ve yeni isimlerin aramıza katılmasını sağladı. Hem de grup üyelerinin daha çok kaynaşmasını ve aramızdaki iletişimin giderek artmasını sağladı. Grubumuz etkinlikleri içinde daha bir ön plana çıkan kitap çalışmalarımız çeşitlenerek devam ediyor. Her an yeni bir üyemizin kitap haberiyle mutlu oluyoruz. Bu beş yılda; çoğunluğunu grup üyelerimizin oluşturduğu birçok gezin-yazarın ortak eseri “6” gezi kitabıyla birlikte grup üyelerimizin kendilerine ait “10” kitabın doğumuna tanık olduk. “Ankaralı Gezginler” serisinden yayınladığımız “Dünyadan, Türkiye’den ve Ankara’dan Gezi Yazılar” adlı kitaplarımızı “Gezgin Gözüyle” serisinden yayınladığımız “Rusya ve Kafkasya”, “Mısır ve Ortadoğu” ile “Çin ve Uzak Asya” adlı kitaplarımız izledi. Bu dönemde üyelerimizden Zafer Bozkaya, “Hindistan Gezi Rehberi”nin dördüncü baskısını yaparken “Đran Gezi Rehberi”nin ikinci baskısına hazırlanıyor. Eser Saka’nın konularında birer ilk olan; “Uygur Mutfak Kültürü ve Yemekleri” ile “Düşten Gerçeğe Yolculuk Doğu Türkistan” adlı kitapları raflardaki yerini aldıktan sonra bu defa Rüştü Hatipoğlu, Everest Ana Kamp yürüyüşüne ait notlarını “Defterimle Sohbetler” adıyla yayınladı. Bu dönemde bir diğer üyemiz Murat Özsoy da çok özgün bir kitapla karşımıza çıktı. Özsoy’un son kitabı “Yazarların Ankara’sı” el yazılarıyla 50’den fazla yazarın Ankara hakkındaki anı ve gözlemlerini bir araya getiriyordu. Bunlara Timur Özkan’ın” Gezmek Yaşamaktır, “Gezgince” “4 Kıtadan” ve “5 Sergilere gelince; Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde düzenlediğimiz Gezgin Gözüyle Fotoğraf Sergileri geleneksel hale dönüştü. Her yıl bir kez düzenlediğimiz ve çok sayıda üyemizin katıldığı bu sergilerin yanı sıra Timur Tuğanoğlu ve Eser Saka gibi üyelerimizin kişisel fotoğraf sergilerini de zevkle gezdik. Bunların haricinde neredeyse gün geçmiyor ki yeni bir fotosunum haberi almayalım. Her hafta demek belki biraz abartılı olabilir ama hemen her ay bir, bazen iki üyemizin foto-sunumunu izliyoruz. Kendi aramızdaki tanışma toplantıları da benzer foto-sunumlara sahne olurken bu toplantılarımız değişik ülke mutfaklarına yönelik olarak çeşitlenerek devam ediyor. Her zaman söylediğimiz gibi biz bir iletişim grubuyuz ama bu kadar gezginin bir arada olduğu bir grup sadece iletişim boyutuyla yetinmiyor ve zaman zaman tematik Ankara gezileri de gündeme geliyor. Bu geziler sayesinde bugün en azından grubumuzda Ankara’da bir Yahudi Mahallesi olduğunu bilmeyen kalmadı. Veya artık herkes Roma Hamamı’nın antik bir sit alanı olduğunu biliyor ve sanıyorum ikinci yılımızdaydı, bir üyemizin sorduğu gibi “Neden Roma Hamamı’nda yıkanmaya gitmiyoruz” şeklinde –bugün gülümseyerek hatırladığımız- sorular ortaya atılmıyor. Ankara Çiğdemi konulu fotoğraf yarışmasının katılımın çok az olması nedeniyle gerçekleştiremedik ama artık grubumuzda herkes Ankara’nın adını uluslararası botanik diline taşıyan endemik bir çiçeğimiz olduğunu biliyor. (Ankara Çiğdemi bu açıdan tek değil, ilerde Ankara Karanfilini ve diğerlerini de hep beraber tanıyacağız.) Bir diğer ortak etkinliğimiz olan ANKARA ÇĐĞDEMĐ adlı e-bültenimiz her üç ayda bir ilginç gezi ve Ankara yazılarıyla sizlere ulaşmaya devam ediyor. Son olarak, beşi bitirip altı yaşımıza girdiğimiz bugünlerde eski yeni tüm üyelerimizi sevgiyle kucaklıyor, dünyanın farklı coğrafyalarında hep birlikte sürdürdüğümüz bu ortak yolculuğumuzun hiç bitmemesini diliyorum. ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:9, Temmuz 2010) Kısa/Kısa _____________________________________________ Ankaralı gezginlerden bir günde üç etkinlik birden; Yeni kitaplarımızı tanıttık, sergi açtık, yaş günümüzü kutladık… Çoğunluğu grubumuz üyesi birçok gezgin yazarın ortak eseri “Gezgin Gözüyle Mısır ve Ortadoğu” ile “Gezgin Gözüyle Çin ve Uzak Asya” adlı kitaplarımız ile Timur Özkan’ın 4 Kıtadan ve 5 Kıtadan adlı iki yeni gezi kitabının tanıtım kokteyli 1 Mayıs 2010 tarihinde Ankara Kulübü’nün merkezi, tarihi Abidinpaşa Köşkü’nde gerçekleştirildi. Çok sayıda, yazar, konuk ve üyemizin katıldığı toplantı esnasında grubumuzun 5. yaşgününü de kutladık. Yaşgünü pastamızı konuklar arasında bulunan ANKAMER Müdürü Prof. Dr. Aliye Öztan ile bu toplantı için Đzmir’den gelen genç yazarlarımızdan ve kardeş grubumuz Đzmirli Gezginler üyesi Eylül Başak Tuncel birlikte kestiler. Bu vesileyle Abidinpaşa Köşkü’ne gelenler hem restore edilerek kültür merkezi olarak kullanılan geleneksel bir Ankara evini gezme hem de çok özel iki sergiyi izleme fırsatı buldular. “Gezginin Çantasından” adını verdiğimiz ilk sergi grubumuz üyelerinin dünyanın farklı coğrafyalarından topladığı birbirinden ilginç anı objelerinden oluştu. Koordinatörlüğünü Necati Ekmekçioğlu’nun yaptığı sergiye Belkıs Ceyla Çetinsoy, Emel Aşkın, Eser Saka, Fatma Akcengiz, Güneş Demirbaş, Murat Özsoy, Necati Ekmekçioğlu, Nihani Bayındır, Turhan Demirbaş ve Z. Eser Deniz Oğuz katıldılar. Sergilenen objeler arasında yer alan Gülsüm Özkan’a ait dünya bebekleri koleksiyonu aynı salonda düzenlenen ve grubumuz üyelerinden Sema Şentürk’ün organize ettiği “Türkiye’nin Bebeği Elif” sergisiyle anlamlı bir bütünlük oluşturdu. Böylece Milli Eğitim Bakanlığı’nın bir projesi kapsamında Olgunlaşma Enstitüleri tarafından geliştirilen Türk model bebekleri dünya bebekleriyle buluşmuş oldu. Etkinliğimiz, aralarında Hürriyet Ankara’nın da bulunduğu birçok gazetede haber olurken Ankara ThreeS dergisinin Haziran sayısında da geniş bir şekilde yer aldı. ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:9, Temmuz 2010) Eskişehirli Gezginlere Konuk Olduk… Eskişehirli gezgin dostlarımızın davetiyle günübirlik bir Eskişehir gezisi gerçekleştirdik. 16 Mayıs 2010 tarihinde gerçekleştirdiğimiz ve 22 üyemizin katıldığı gezi kapsamında; hem kentin tarihi ve turistik yerlerini gezdik hem de Türkiye’nin ilk ve tek gezgin kafelerinde ağırlandık… Bu geziye katılan grubumuz üyelerinden, gezgin dostumuz Anastasios Zimbrikakis’ın Eskişehir izlenimleri şöyle; Ankaralı gezginler grubu ile ilk kez tarihi Ankara gezisinde tanışmıştım. Đkinci gezinin Eskişehir'e yapılacağını duyduğumda, birinci gezi gibi güzel olacağı önsezisini hissettim. Gerçekten de Eskişehir'e yapılan ikinci gezideki izlenimlerim, ilk kez Eskişehir'e giden biri olarak, mükemmel oldu. Ankara'dan 16 Mayıs Pazar günü sabah saat 9 hızlı treni ile gardan hareket ettik. Birbuçuk saatlik yolculuktan sonra Eskişehir'e vardık. Bizi Eskişehir gezginler grubundan Candaş ve Murat, Porsuk çayı yaya yolunda yürüdükten sonra alıp gezi bitene kadar bize rehberlik edip, saatler boyunca sürecek gezimize refakat ettiler. Kahvaltı etmeye Varuna Gezgin Kafe’ye gittik, sunulan zengin kahvaltı sonunda Eskişehir'i keşfe çıktık. Merkeze kadar yürüdükten sonra, tarihi eski evlerin, onarılmış Kervansarayın, Osmanlı dönemi camisinin bulunduğu, Osmanlı döneminin Eskişehir yerleşimi olan Odunpazar'ına gittik. Mimari doku o kadar iyi bir şekilde yaşatılmıştı ki, başka bir devirde yaşıyormuşuz izlenimi vardı. Lületaşı Müzesini ve atölyesini gezdik. Lületaşı Eskişehir'in ürünü olmasına rağmen, artık ustalar ve duyulan ilgi azalmış. Ardından Cam Müzesini ziyaret ettik. Odunpazarı evleri ve Kurşunlu Camii ve Külliyesi bir bütün olarak, Osmanlıdan günümüze kalan tarihi mirası teşkil ediyor. Bazı evler yeni restore ediliyor, bazıları ise restore edilmesini bekliyor. Şimdiye kadar yapılan çalışma çok takdir edici. Odunpazarı'ndan inip, çağdaş şehir anlayışına kavuşmak için, şehirden geçen tramvaya bindik. Đndiğimiz yer Kentpark'tı. Park olarak kurulmuş, plaj tesisi de yapılan ve Eskişehir'de deniz varmış imajını yaratmak isteyen bir proje. Taksilere binerek, şimdi alışveriş dükkanları ve restoranları olan eski hanı ziyaret ettik. Yürüyerek merkeze vardık ve bir restoranın terasında Eskişehir'in meşhur çiğ böreğini yedik. Soğuk bira eşliğinde harikaydı. Porsuk çayı etrafında gezinirken, çay turu yapan gondollara veya gemiye binmek istememiz, rock festivali çerçevesinde Porsuk çayı üzerinde kurulmuş olan platformda çalan müzik gruplarından dolayı suya düştü. Barlar sokağını gezip bara biraz takıldıktan sonra tekrar gezmeye koyulduk. Bir kısmımız Porsuk çayı etrafında güneşin battığı anı fotoğraflarıyla yakalamaya çalıştı ve müzik konserini dinledi. Saatin ne kadar çabuk geçtiğini bile fark etmeden ayrılma zamanı geldiğinde, son hızlı trene yetişmek için gara hareket ettik. Saat 22de hareket eden tren, bizi dolu dolu bir gün yaşadığımız Eskişehir'den hızlı bir şekilde uzaklaştırıyordu. O kadar yorgunduk ki tren hızlı olmasına rağmen bize yavaş geldi. Ankara'ya saat 23.30’da vardığımızda, güzel bir gezinin anıları ve bol fotoğraf çekimleri ardından, önümüzdeki gezinin ne zaman olacağı düşünceleriyle birbirimizden ayrıldık. ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:9, Temmuz 2010) 5 Mayıs’ta Gezginler Kulübü’ndeydik… Gezginler Kulübü Derneği’nin her ayın ilk Çarşamba günü Armada Otel’de gerçekleştirdiği aylık toplantılarda Đstanbullu gezginler bir araya geliyor. Gezi ve sanat dünyasından konukların da katıldığı bu toplantılarda ayrıca gezi içerikli foto-sunumlar, mini konserler ve dans gösterileri de düzenleniyor. Yazarlarımızdan Şeref Pınarcı; Hamza Kapot ve Emre Özdemir’in da katıldığı Gezginler Kulübü’nün Mayıs ayı toplantısında yeni kitaplarımızın tanıtımı da yapıldı. Ankaralı Gezginler Fotoğraf Sergisi Ankara Kalesi’nde tekrarlandı ANKAMER’in Ayaş Çalıştayı Her ayın ikinci cumartesi saat 2’de toplu açılış yapmayı bir gelenek haline getiren Ankara Kalesi Galerileri grubuyla düzenlediğimiz bir ortak etkinlik çerçevesinde; fotoğraflarımızı Atpazarı sokağın tarihi atmosferinde bir kez daha sergiledik. Kısa süren bir yaz yağmuruna da yakalandığımız sokak sergimiz çok sayıda üyemizle birlikte turistler ve kaleyi gezmekte olan Ankaralılar tarafında ilgiyle izlendi. Ankara Üniversitesi Ankara Çalışmaları ve Araştırmaları Uygulama Merkezi ile Ayaş Belediyesi tarafından düzenlenen “Ayaş’ın Yarını Đçin Dünü ve Bugünü Çalıştayı” 12 Haziran 2010 Cumartesi günü Ayaş’ta gerçekleştirildi. Çalıştayda aralarında grubumuz üyelerinden Dr. Metin Özaslan’ın da bulunduğu çok sayıda bilim adamı görüşlerini açıkladıktan sonra konuklar için Ayaş gezisi düzenledi. Seçkin Gezginin “Defteriyle Sohbetler”i yayınlandı… Grubumuz üyelerinden A. Rüştü Hatipoğlu’nun geçen yıl gerçekleştirdiği Everest Ana Kamp Yürüyüşü esnasında yaşadıklarını yazdığı ve “Everest Ana Kamp Defterimle Sohbetler” adını verdiği kitabı Alter Yayıncılık’tan çıktı. Seçkin gezgin dostumuzu kutluyor ve 65’ine varmadan hayalini kurduğu zirveyi de yapmasını diliyoruz. 4. Ankara Kalesi Festivali Altındağ Belediyesi ve Ankara Kalesi Derneği tarafından 4-6 Haziran tarihleri arasında düzenlenen 4. Ankara Kalesi Festivali kapsamında çeşitli etkinlikler gerçekleştirildi.. 1. Ödül, Taner Kıral (Bolu) Çiğdemim Derneği Fotoğraf Yarışması sonuçlandı Talat Halman’a nezaket ziyareti Çiğdemim Derneği’nin düzenlediği “Doğada Çiğdem Çiçeği” konulu fotoğraf yarışması sonuçlandı. Sekiz fotoğrafçının katıldığı ve ilk üç dereceyi Taner Kral, Zeynep Kavalcı ve Ali Gökçe’nin paylaştığı yarışmada; grubumuz üyelerinden Rüştü Hatipoğlu Eğerli Kuzgunköy’de çektiği çiğdem fotoğrafıyla dördüncü oldu. Cumhuriyet Ankara eki yazarlarından ve Bilkent Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Talat Halman’ı ziyaret ettik. ANKARA ÇĐĞDEMĐ’nin editörlerinden Belkıs Ceyla Çetinsoy ile 11 Haziran Cuma günü gerçekleştirdiğimiz ziyaret esnasında; Ankara Çiğdemini sık sık köşesinde gündeme getiren değerli hocamıza teşekkür ettik. ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı: 9, Temmuz 2010) “Parkta; Oyuncağım, Oyun Çağım” TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi tarafından yürütülen “Parkta; Oyuncağım, Oyun Çağım” adlı proje kapsamında 60 Ankaralı çocuk tarafından tasarlanan çocuk parkı oyuncakları Ankara’da sergilendi. Cankurtaran’da doğa yürüyüşü… 28 Mart 2010 tarihinde düzenlediğimiz ve 15 kadar üyemizin katıldığı doğa yürüyüşü esnasında hem güzel bir gün geçirdik hem de sezonun son Ankara Çiğdemi’ fotoğraflarını çekme olanağı bulduk. Bir sonraki hafta sonu için Kızılcahamam Sey Hamamı bölgesine planladığımız geziyi ise yeteri kadar katılım olmadığı için gerçekleştirmedik… Ankara’nın yeni logosu tartışılıyor… Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin tartışmalı ambleminden mahkeme kararıyla vazgeçmesinin ardından belediye encümeninde kabul edilen yeni logo beraberinde yeni tartışmalar ve eleştiriler getirdi. Grafiker Ramazan Türkmen tarafından hazırlanan ve Ankara kedisinden uyarlanan logonun ünlü Cats müzikalinin logosuyla benzerliği eleştirilerin başında geliyor. Olcay Özgen’in fotoğrafı Cumhuriyet’in Ankara ekinde Son gelişmelerle artık 60 ülkeye vizesiz girebiliyoruz… Suriye, Pakistan, Arnavutluk, Libya, Ürdün, Lübnan ve son olarak Rusya’nın da eklenmesiyle Türkiye’ye vize uygulamayan ülkelerin sayısı 60’a yükselecek. Bu ülkeler şunlar; “AntiguaBarbuda, Arjantin, Arnavutluk, Bahamalar, Barbados, Belize, Bolivya, Bosna-Hersek, Brezilya, Ekvador, El Salvador, Fas, Fiji, Filipinler, Guatemala, Güney Afrika Cumhuriyeti, Gürcistan, Haiti, Hırvatistan, Honduras, Hong Kong, Đran, Jamaika, Japonya, Karadağ, Kazakistan, Kenya, Kırgızistan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Kolombiya, Kore Cumhuriyeti (Güney Kore), Kosova, Kosta Rika, Libya, Lübnan, Makau, Makedonya, Maldivler, Malezya, Mauritus, Nikaragua, Pakistan, Palau Cumhuriyeti, Paraguay, Rusya, St. VincentGrenadines, Singapur, Solomon Adaları, Sri Lanka, Suriye, Svaziland, Şili, Tanzanya, Tayland, TrinidadTobago, Tunus, Tuvalu, Uruguay, Ürdün, Venezuela.” Kaynak: www.gezginler.org.tr Cumhuriyet gazetesinin 2 Temmuz 2010 tarihli haftalık Ankara ekindeki “AFSAD’dan Kareler” köşesinde grubumuz üyelerinden Olcay Özgen’in ….’dan bir fotoğrafı yayımlandı. Aynı köşede daha önce de üyelerimizden Arzu Özgen, Zeynep Şişman ve Özcan Şişman’ın da fotoğrafları yer almıştı. 2011 Evliya Çelebi Yılı UNESCO, Evliya Çelebi'nin doğumunun 400. yılına denk gelen 2011’i, "Evliya Çelebi Yılı" olarak kabul etti. Gezginlerin ve gezi yazarlarının piri, tüm dünyada UNESCO tarafından düzenlenecek çeşitli etkinliklerle tanıtılacak. Öte yandan Avrupa Konseyi de Evliya Çelebi’yi “21. Yüzyılda Đnsanlığa Yön Veren En Önemli 20 Kişi”den biri ilan etti. ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı: 9, Temmuz 2010) “Çocuk Gözüyle Ankara” Resim Yarışması Sonuçlandı… Hamamönü ve Ankara Kalesi’ni gezdik… 18 Nisan Pazar günü yapılan ve 24 üyemizin ve yakının katıldığı gezimiz Hamamönü’nde başladı. Önce burada restore edilen Mehmet Akif, Fırın, Sarıkadın sokaklar gezildi. Daha sonra Yahudi Mahallesi, Şengül Hamamı, Anafartalar Caddesi, Çıkırıkçılar Yokuşu yoluyla geldiğimiz Çengel Han’da bir dinlenme molası verdik. Gezimiz Ankara Kalesi ve buradaki Alaeddin ve Musafir Fakıh camileriyle devam etti. Bu defa kalenin burçlarından başka tarihi Saat Kulesi’nde de çıktık. Yemek molasından sonra giderek galeriler sokağına dönüşmekte olan tarihi Atapazarı Sokaktaki galerileri, bir Ankara Kalesi gönüllüsü ve Galeri Z’nin sahibi Fatma Tuna’nın rehberliğinde dolaştıktan sonra son olarak Ahi Şerafettin Camii’ni gezerek turumuzu tamamladık. anıtların yapıldıkları tarihlerdeki fotoğraflarıyla birlikte belgeleyen Büyük Kolej öğrencileri, çalışmalarının ikinci aşaması olarak Cumhuriyet Dönemi anıtlarını 15 Mayıs 2010 tarihinde Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde sergilediler. Eser Saka’nın Doğu Türkistan foto-sunumu… Grubumuz üyelerinden Eser Saka, 24 Nisan günü, Türkistan Kültür ve Dayanışma Derneği'nde "Doğu TürkistanSincan Uygur Özerk Bölge" seyahatine dair anılarını ve gözlemlerini içeren bir konuşma yaptı ve fotoğraflarını sundu. Turizm Haftası’nda 27 Aralık Lions Đlkokulu’ndaydık… Büyük Kolej’den “Cumhuriyet Anıtları” Sergisi Koordinatörlüğünü grubumuz üyelerinden Alper Güngör’ün yaptığı bir öğrenci projesi çerçevesinde Ankara’nın anıtlarını fotoğraflayan ve bu Özel Nesibe Aydın Anaokulu ve Görsel Sanat Eğitimi Derneği işbirliğiyle düzenlenen ve Ankara’daki anaokullarında okuyan öğrencilerin katıldığı “Benim Şehrim- Çocuk Gözüyle Ankara” konulu resim yarışması sonuçlandı. Yarışmaya gönderilen 350 resim arasında; birinciliği Mamak Ali Kuşçu Đlköğretim Okulu’ndan Gazi Ataol Coşkun’un, ikinciliği Sincan ĐMKB Đlköğretim Okulu anasınıfından Buse Yağmur’un, üçüncülüğü Sincan Hayriye Andican Anaokulu’ndan Gülsu Ürkmez’in kazandığı yarışmada 15 öğrencinin resmi de mansiyonla ödüllendirildi. Turizm haftası etkinlikleri çerçevesinde 16 Nisan günü katıldığımız toplantıda Dikmen Lions 27 Aralık Đlkokulu’nun 100 civarında öğrencisiyle buluştuk. Çin, Tayland ve Güney Afrika fotoğraflarını sunan Timur Özkan daha sonra geleceğin gezginlerinin sorularını yanıtladı… Ödüller, 17 Nisan Cumartesi günü Gölbaşı’ndaki okul yerleşkesinde düzenlenen ve çok sayıda öğrenci velisiyle birlikte, okulun kurucusu Nesibe Aydın ile grubumuz üyelerinden ve Anaokulu Müdürü Selma Yıldırım’ın da katıldığı törende dağıtıldı. Aynı gün açılan ve yarışmaya katılan tüm resimlerin yer aldığı sergideki resimlerin altyazıları arasında; miniklerin çevre duyarlılığı ve yeşil özlemi dikkat çekti... Ankara’nın Kardeş Kentleri Yazı dizisi devam ediyor… Ankara ThreeS dergisinde, Aralık 2009 tarihinden itibaren devam eden ve Timur Özkan tarafından hazırlanan “Ankara’nın Kardeş Kentleri” yazı dizisinin Temmuz 2010 tarihli 8. sayısının konusu Bişkek üyelerimizden Ali Adnan Akgündüz’ün fotoğraflarıyla yayınlandı. ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı: 9, Temmuz 2010) Savaş Sönmez’in de bulunduğu çok sayıda değerli Ankara araştırmacısı da ilginç yazılarla yer aldılar. “Ankara” dergisinin “Ankara” Özel sayısı çıktı… Ankara Đl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün yayınladığı ve tamamen Ankara yazılarına ayrılan “Ankara” dergisinin Mayıs-Haziran 2010 tarihli 67. sayısında çok sayıda üyemiz yazı ve fotoğraflarıyla Ankara’mızın çeşitli yönlerini anlattılar. Üyelerimizden Haluk Sargın (2), Meral Dinçer, Turhan Demirbaş (2), Hakan Kildokum, Ömer Türkoğlu, Murat Özsoy, Timur Özkan, Necati Ekmekçioğlu, Levent Boz, Mehmet Fatih Koca, Necati Kazancı, Ruhan Betül Özkan, Belkıs Ceyla Çetinsoy, Metin Özaslan, Füsun Uzunoğlu, Eser Saka, Yalçın Ergir, Selma Yıldırım ve Bilge Dilmen’in yazılarıyla, Hande Akçakoca, Esra Akçasu, Nihani Bayındır, Zeynep Şişman, Özcan Şişman, Ayşe Belgin Samurkaşoğlu, Rüştü Hatipoğlu ve Timur Tuğanoğlu’nun fotoğraflarıyla katıldığı “Ankara” dergisinin “Ankara” özel sayısında ayrıca aralarında H. Đbrahim Uçak, Haldun Cezayirlioğlu, Serkan Akgündüz, Önder Şenyapılı ve Böylece tarihinden sanat ve kültürüne, gezilecek görülecek yerlerinden mutfağına kadar kapsamlı bir dergi ortaya çıktı ve Ankara’dan Gezi Yazıları adıyla yayımladığımız üçüncü kitabımızdan sonra grubumuz üyelerinin geniş katılımıyla hazırlanan Ankara dergisi de hepimizin kütüphanesinde bulunması gereken bir yayın oldu. Ankara dergisi, Beşevler’deki Đl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün Basın Yayın Bölümü’nden ücretsiz olarak alınabilir. Moderasyon’da Görev Değişimi Bilindiği gibi grubumuzda her yönetici en çok iki yıl görev yaparken bir öncekilerle kademeli olarak değişmekte, böylece her yeni dönemde bir önceki dönemden devam eden yöneticiler deneyimlerini yeni arkadaşlarla paylaşmaktadırlar. Hep eleştirdiğimiz parti veya sendika başkanları gibi sürekli yönetimde kalmak yerine en başarılı olunduğu anda bile görevi yeni arkadaşlara devretmek grubumuzun yazılı olmayan bir kuralı olarak işlemektedir. Olcay Özgen’in sırt çantasındaki coğrafyalar… Grubumuz üyelerinden Olcay Özgen 28 Mayıs Cuma günü AFSAD’da Brezilya, Mısır, Laos, Kamboçya, Vietnam, Tayland, Arnavutluk ve Makedonya’dan derlediği fotoğraflarını gezi ve fotoğraf dostlarıyla paylaştı. Özgen’in “Sırtçantamdan Coğrafyalar” adını verdiği foto-sunum kalabalık bir grup tarafından ilgiyle izlendi. Đşte bu özgün yönetim modelinin gereği olarak iki yıllık görev süresini dolduran yöneticimiz Hasan Berk Baysal bayrağı bir başka deneyimli gezgin üyemiz Eser Saka’ya devrederken diğer yöneticilerimiz Necati Ekmekçioğlu ve Acar Şensoy görevlerine devam ediyorlar. Hasan Berk Baysal’a bu güne kadarki katkılarından dolayı bir kez daha teşekkür ederken Eser Saka’ya hoş geldin diyor ve başarılar diliyoruz. Đnternette Ankaralı Gezginler; http://sozluk.sourtimes.org 1 2 Ankara’da su kesintisi yaşanmasın diye Đ.Melih Gökcek'in aklına uyup tatile çıkan, akabinde hazır kurtulmuşuz ne diye geri dönelim diye düşünüp gezgin olan tayfa. (arzach, 30.01.2008 09:57) Pelikan yayınlarından çıkan bir gezi kitabı, tam adı "Ankaralı Gezginler - Gezi Yazıları Seçkisi" şeklindedir. Đçinde birçok gezginin yazıları yer alıyor. Yazarlar arasında Can Dündar, Tayfun Taliboğlu, Ufuk Özdemir, Mustafa Balbay, Zafer Bozkaya gibi isimler de var. (leleg cobani, 30.01.2008 10:15) ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı: 9, Temmuz 2010) Üyelerimiz Mehmet Fatih KOCA [email protected] Ben de Zaten Norveçli Değilim… LATĐN AMERĐKA’DA 100 GÜN… Önce Mehmet Fatih Koca'yı tanıyalım… Ne is yapar, neden gezer, gezmekten ne anlar? Latin Amerika gezisi gibi uzun bir yolculuk nasıl planlandı, ne amaçlandı? Bilgisayar mühendisiyim. Bilkent Üniversitesi’nden mezuniyetimin ardından iki sene Türkiye’de, 2.5 seneye yakın da Hollanda’da yazılım mühendisi olarak çalıştım. Güney Amerika gezimi tamamladıktan sonra bir ay Türkiye’de kalıp Ağustos ayında ABD Maryland Üniversitesi’nde Đş Yönetimi Yüksek Lisansı (MBA) eğitimime başlayacağım. Aslında fazla planlanamadı. Gezi öncesinde iş ve özel hayatımdaki yoğunluk nedeniyle sadece kaba hatlarıyla bir rota çizebildim. Rotayı çizerken de daha önce bölgede bulunmuş gezginlerin, çoğunlukla Ankaralı Gezginlerin, tecrübelerine başvurdum. Gezginlik bence kronik bir hastalık. Đnsanoğlunun yakalanabileceği en güzel hastalık. Tedavisi yok. Gezmeden hafiflemiyor. Gezdikçe hastalık daha da ilerliyor. Böylesine kısır bir döngü. Gezginlik hastalığını taşıyıp da bir kere yollara düşen bir insanın ömür boyu bir daha yola çıkmayı düşünmemesi imkansız. Ben de bu hastalığa yakalandığımı ilk Đstanbul’da fark ettim. Altı hafta Đstanbul’u köşe bucak gezdim. Ardından da uzun yolculuklara başladım. Đlk gezim trenle Doğu Anadolu idi. O günden beri de kendimi yola çıkmaktan alıkoyamadım. Arabayla Güney Anadolu, Avrupa ve şimdi de Güney Amerika. Gezmekten anladığım hayatı bir sırt çantasının içine sığdırıp yola çıkmak. Benim için asıl önemli olan bu. Gördüğüm yeni yerler, tanıştığım ilginç insanlar, tattığım değişik yemekler, beynime enjekte ettiğim farklı kültürler de cabası. Asıl hedefim Güney Amerika yerli kültürünün ağırlıkta olduğu Bolivya, Peru ve Ekvator’du. Bu ülkelerdeki yerli kültürleri gözlemleyip yerel insanlarla iletişim kurmayı düşündüm. Đspanyolca öğrenmek de gezimin amaçlarından biriydi. Fakat kursa gitmeyi sürekli erteleyip de kendi kendime öğrenmeye çalışınca bu hedefimde amaçladığım noktaya ne yazık ki ulaşamadım. Gezi izlenimlerine geçmeden rotanı ve takvimi özetler misin, ne zaman yola çıktın, bugüne kadar nereleri gezdin, sırada nereler var ve bu geziyi ne zaman nerede bitirmeyi planlıyorsun? 28 Mart’ta Buenos Aires’e ulaştım. Kısa bir Uruguay gezisinin ardından kuzeye çıktım. Iguazu Şelaleleri ve Rio de Janerio. Ardından Paraguay’ın başkenti Asuncion’a uğrayıp, kuzey Arjantin’deki Salta üzerinden Şili’nin kuzeyindeki Atacama Çölü’ne ulaştım. Bolivya’ya ulaşana kadar geçen bu kısım bir ay sürdü. Ardından dört haftaya yakın Bolivya’da, 2.5 hafta da Peru’da kaldım. Bolivya’da Altiplano, ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı: 9, Temmuz 2010) Uyuni Tuz Gölü, Potosi, Sucre, La Paz, Amazonlar ve Titicaca Gölü’nü; Peru’da Cuzco, Machu Picchu, Arequipa, Kolka Kanyonu ve Lima’yı gezdim. Peru’dan, otobüsle Ekvator’a geçecektim. Nasıl gideyim hangi şehirlerde durayım diye düşünürken Arequpa’da tanıştığım Almanyalı Murat aklıma Kolombiya’yı soktu. Murattan önce de tanıştığım birçok gezgin Kolombiya hakkında oldukça güzel yorumlarda bulunmuştu. Bu nedenle bir günde plan değişikliği yapıp Ekvator’a gitmek yerine Kolombiya’ya biletimi aldım. Kolombiya’daki ilk durağım Cartegena’ya ulaştığımda yanlış bir karar vermediğimi anladım. Çünkü Cartegena Buenos Aires ile birlikte gezi boyunca gördüğüm en güzel ve en eğlenceli şehirdi. Şu an Kolombiya’nın kuzeyindeki Santa Marta şehrindeyim. Önümüzdeki iki hafta boyunca Medellin, Bogota ve Kolombiya’nın kahve tarlalarını gezmeyi planlıyorum. Gezimin son 10 gününü ise Ekvator’da geçireceğim. 5 Temmuz’da Quito’dan Ankara’ya döneceğim. herhalde diye endişeyle düşünürken gülerek benden bozulan bilgisayarlarını tamir etmemi istedi. Mesleğim dolayısıyla birçok kez benzer isteklerle karşılaştım fakat bir sınır kapısında böyle bir şeyin başıma gelebileceğini düşünmemiştim. Rio'daki adrenalin dolu günlerden sonra, gezinin tansiyonu nasıl oldu? Latin Amerika’ya gitmek isteyenler açısından ne gibi tavsiyelerin olabilir? Başından geçen ilginç olaylardan bazılarını ANKARA ÇĐĞDEMĐ okurlarıyla paylaşır mısın? Başıma gelen en ilginç olay Tifo’ya yakalanmış olduğumu öğrenmek oldu. Günlerce Bolivya’nın yüksek rakımından rahatsız olduğumu düşünmüştüm. Meğerki, pis yemeklerinden tifo olmuşum. Tifo’nun ismi kulağa korkutucu geliyor fakat neyse ki yolculuğuma ufak bir engel olsa da beni yoldan tamamen alıkoymadı. Güney Amerika’ya biraz romantik duygularla gelmiştim. Yerel kıyafetleriyle yüzlerce yıllık kültürlerini devam ettiren yerlilerle sohbet edip kültürlerini içime çekeceğimi hayal etmiştim. Đnkaların torunlarının topraklarına bağlı, beyaz adamın para hırsından uzak bir yaşayış sürdüklerini düşünmüştüm. Fakat kendi fotoğraflarını ya da lamalarının fotoğraflarını çekmek istediğim köylülerin benden para istemesine tanık olmak, 500 yıl önce inşa edilen Đnka terasları bomboş dururken gittiğim her turistik yerde neredeyse sinek avlayan onlarca hediyelik eşya satıcısı köylüye rastlamak da benim için ilginç, ilginç olduğu kadar da hayal kırıcı oldu. Đlginç bir olay da Paraguay sınır kapısında başıma geldi. Brezilya’dan Paraguay’a geçerken pasaportumu elinde tutan sınır görevlisi ve arkadaşları beni içeri çağırdı. Ben bir sorun çıktı Rio’daki yüksek tansiyona neyse ki bir daha tanık olmadım. Rio istatistiklerde dünyanın en tehlikeli 10 şehri arasında çıkıyor. Bu unvanını fazlasıyla hak ettiğini de görmüş oldum. Güney Amerika’da seyahat dünyanın birçok diğer bölgesinde seyahat etmekten daha tehlikeli değil. Elbette belli tehlikeleri var. Sonuçta burası Norveç değil. Ama ben de zaten Norveçli değilim. Güney Amerika’da gezmek, belli istisnalar dışında, Đstanbul’da yaşamaktan çok da tehlikeli değil. Đstisnalar, büyük şehirler. Genelde küçük şehirlerde fazla güvenlik sorunu yaşanmıyor ama nüfusu milyonları bulan büyük şehirlerde dikkat edilmesi gerekiyor. Bir kaç şehirde ise dikkat de yetmiyor, her şeye hazırlıklı olup dışarıya çıkarken fazla değerli eşya bulundurmamak lazım. Rio, Caracas, Bogota bu şehirlerin önde gelenlerinden. Buralarda güvenlik zafiyeti çok fazla, gaspçılar silahlı soygun yapmaya cesaret edebiliyorlar. Diğer yerlerde ise yankesicilere ve kapkaççılara dikkat edildiği sürece herhangi bir sorun söz konusu değil. Tabii her şey ne kadar yabancı göründüğünüze bağlı. Sarı saçlı uzun boylu metrelerce öteden turist olduğu belli olan bir “gringo”nun soyguna ya da kapkaça uğrama olasılığı Latin Amerikalıya benzeyen birinden oldukça fazla. Yani sokaklarda dolaşırken hal ve hareketlerle ve kıyafetlerle ben turistim diye bağırmamak lazım. Bu kadar geniş bir birikimi yansıttığın ve fotogezgin.com’da zevkle izlediğimiz yazılarını kitap olarak da görebilecek miyiz? Gezim bittikten sonra, daha önce kitap yayınlamış değerli gezginlerin yorumlarını alıp bu konuda çalışmalara başlayacağım. Umarım yazılarımı benden sonra benzer gezilere çıkacak gezginlere kaynak olacak bir kitap haline getirebilirim. ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı: 9, Temmuz 2010) Objektif Rüştü HATĐPOĞLU arustu1206 @yahoo.co.uk Kruger Ulusal Parkı, Güney Afrika Cumhuriyeti (2009) ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı: 9, Temmuz 2010) Ereğli Kuzgunköy (2010) Kızılcahamam, Yumrutepe Çukurca Köyü (2008) ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı: 9, Temmuz 2010) Tadı Damağımda Erdem Engin [email protected] “Bir tat…” “Bir Mekan…” Midyeyi Bir De Böyle Deneyin… Benimle Bir Kahve Đçer misiniz? Henüz çeliğin yapılarda kullanılmaya başlanmadığı dönemlerde, henüz büyük geniş kafeler inşa edilemiyorken, Victor Horta henüz doğmamışken, henüz “cafe” kelimesi bile yokken ve dolayısıyla pek meşhur bulvar kafeleri henüz mevcut değilken varmış “estaminet”ler… Kelime anlamı için Fransızca sözlüğe bakacak olursanız, karşısında “eski Fransızcada, özellikle kuzey Fransa ve Brüksel’de popüler küçük kafe” yazar, yani isimleri bile neredeyse tedavülden kalkmıştır bu küçük sımsıcak kafelerin. Brüksel’in en bilinen tatlarındandır midye. Kime sorsanız biradan sonra “Moules&Frites” der Belçika için. Grand Place’ın arka sokaklarında dolaşırken, restoranlar sokağında deniz ürünlerinin bolluğunu görürsünüz, denizden çıkan her türlü ürün sergidedir. Bizim yediğimizden çok farklı şekilde tüketirler midyeyi. Siyah tencere içinde sunulan haşlanmış midye spesiyaliteleridir. Bizim midye tavanın bir benzerini sadece “Chez Leon”da bulabilirsiniz. 1893’te “Friture Leon” olarak açılan küçük dükkan bugün fazlasıyla büyümüş ve menüsünü zenginleştirmiş olarak hizmet vermekte. Midyenin her türlüsü yapılır Chez Leon’da, çok da lezizdir, zaten ünü ülke sınırlarının dışına taşmış, pek çok ülkede şubeleri vardır. Şarap soslusu, domates soslusu, kremalısı, çeşit çeşit sosta pişmiş bir tencere midyeyi afiyetle yiyip, suyunu da kaşık kaşık içerler. Đlk midyenin kabukları maşa yapılıp diğerleri bununla yenir. Bana fazla gelse de bir tenceresi, suyunu içemesem de, aslında sevdim bu tadı, özellikle fırınlanmış olanını, “midye gratin”i. Yapımı da çok kolaydır, buralarda büyük marketlerde bulunur mu bilmiyorum kabuklu midye ama bulursanız kaçırmayın. Midyeler güzelce yıkanır, büyük bir tencerede kaynayan tuzlu suya küçük küçük doğranmış soğan, havuç, maydanoz ve kereviz saplarıyla atılır, biraz tereyağı ilave edilir. Kereviz muhakkak olmalı, hoş bir tat veriyor. Đsterseniz suyu azaltıp, beyaz şarap da ilave edebilirsiniz. Beş dakika sonra midyeler açılmaya başladığında yemeye hazır demektir. Gratin için ise midyenin bir kabuğunu çıkartıp, diğer kabuğun üzerindeki midyeyi bir fırın kabına dizip, üzerine küçük parça tereyağı koyup tercihe göre domates, fesleğen, sarımsaklı sosla fırınlamanız gerekiyor. Benim tercihim bir parça tereyağ ve rokfor peynirle fırınlamak. Yiyenler Leon’ dakinden güzel olduğunu söyledi. Oralardan gelirken marketten bir paket alıp, Leon’un asırlık tadını buralara taşımaya ve dostlarla yemeye değer bence… Paris-Amsterdam arası, gezginlerin şöyle bir uğradığı yerdir Brüksel. O koşturmada kimseler görmez tarihe meydan okuyan, zamanın en ateşli tartışmalarının yapıldığı bu mekanları. Genelde küçük bir çıkmaz sokağın ucunda olsalar da artistik tabelaları aslında yolumuzun üstündedir. Kafamızı uzatsak o koku içeri çekecektir bizi ama işte Grand Place’daki kafeden yeni kalkmışızdır ve buraya ayıracak fazla zamanımız da yoktur, hızlı adım yürür geçeriz fark etmeden. Bol ahşap kaplamalı, küçük pencereli, duvarlarına, masalarına tarih sinmiş bu küçük, samimi eski kafeler koruma altına alınmış kültür varlıklarındandır Brüksel’in. 1600’lu yıllara tarihli “Au Bon Vieux Temps” iki adım ötesindedir Grand Place’ın. “La Fleur en Papier Dore”, Sablon’dan eski şehir merkezine inerken yolunuza çıkar. Biraz dikkat ederseniz daha onlarcası karşınıza çıkacaktır. Siz de çok turistik mekânlardan kaçanlardan, böyle yerlerdeki garsonların kabalıklarından bıkanlardansanız, Fransa ve etkisindeki toplumların, sosyal hayatlarının en önemli bölümünü işgal eden kafe kültürünün köklerini merak ediyorsanız bir kahvekonyak içimi uğramalısınız bu tarihi kafelere. ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı: 9, Temmuz 2010) “Bir içki…” Şişede Bir Vedett Lütfen!!! Gez/Dinle Gez/Dinle Belkıs Ceyla ÇETĐNSOY [email protected] “Une Vedett dans le bouteille svp” yani “Şişede bir Vedett lütfen” : Brüksel’de en bayıldığım şeylerden biriydi Bizon Bar’da bar taburesine oturup şişede bir Vedett istemek ve eğer günlerden pazartesiyse blues dinlemek, doğaçlama yapılan müziğin tadına varmak, geniş müşteri profilini seyretmek… Siparişi böyle vermem, şişeden bira içmekten daha çok keyif aldığımdan ya da özgür kız imajları değil, başka bambaşka bir şey… Vedett yüzlerce çeşit Brüksel birasından sadece birisi. 1951 doğumlu. Kendisini bir parça farklı duruşla tanımlıyor, çok ciddi olmayan ama hayatın tadını önemseyen, retroyla moderni birleştiren… Pilsener grubundan, alkol derecesi 5, zindeleştirici, hafif, açık sarı, 33lük şişelerde sunuluyor, sadece doğal içerikli, buğday, arpa, kişniş, portakal kabuğu karışımı. Đki tipi var, “extra blonde” ve “extra white”. Benim tercihim “extra blonde”, yani süper sarışın. E buraya kadar tamam, her biranın kendini tanımlayışı farklı, tamam ben biranın sarışınını severim, alkol derecesi de uygun. Đyi ama bu özelliklerde yüzlerce bira var piyasada. Aslında yıl boyu her gün farklı bir bira içebileceğim bu ülkede beni Vedett aşığı yapan başka bambaşka bir şey… Belki bira severler dalga geçecek, belki komik ama beni şişede Vedett içmeye çeken tek sebep etiketi, her şişedeki farklı insan yüzleri!!! Fotoğrafınızı seçip gönderiyorsunuz, Vedett etiketine basıyor. Gülümseyen suratlar, bazen yalnız, bazen dostlarla, bazen şaşırmış, bazen üzgün, genellikle mutlu insan yüzleri. Onların enerjisi biraya yansımış sanki… Vedett bunu “herkes 15 dakikalığına meşhur olabilir” diyerek yapıyor ama benim şanla şöhretle işim yok. Bir şişeyi bitiriyorum, sonrakini deli gibi merak ediyorum, acaba kim var, nasıl bir foto diye… Sevgili eşim şaşıyor hızıma, onunla yarıştığımı sanıyor ama hiç ilgisi yok, ben sadece bir sonraki birayı kiminle, hangi öyküyle içeceğimi merak ediyorum. Bu da güzel değil mi? “Her biranın farklı bir öyküsü var”... Belki de aradığım tanıdık bir yüz, saçma biliyorum, benim dostlarım bizim ülkemizde pazarlanmadığı için eminim henüz Vedett’le tanışmamıştır. Ama olsun ben şişede tüm dostlarımı hayal ediyorum, tek tek yapıştırıyorum şişeye, avucumun içine alıyorum herkesi. Belki de yollarım Vedett’e, bizim de dostluk fotoğraflarımız bir Vedett şişesini süsler, biz de eşlik ederiz bir bira severe, dokunuveririz yalnızlığına, ne dersiniz? BOSNIAN ETHNO MUSIC Kaval ve orkestra eşliğinde icra edilen Bosna Hersek etno-enstrümantal müziği Balkanlarda akordeon, gitar, gayda ve flüt yaygın olmakla birlikte, kaval Boşnak müziğinde kendine özel bir yer bulmuş. Besteci aranjör Faruk H. Yajiç ile kaval sanatçısı Ömer Kuliç; aralarında Prag Senfoni Orkestra’sının yaylı çalgıları olmak üzere bir grup sanatçıyla bir albüm çıkartmışlar. Sevdalinka gibi Boşnak halk müziğinin anonim eserleri yanında, sanatçıların kendi besteleri de mevcut. Aşkın dalgalı duygularını oryantal ezgiler eşliğinde dile getiren hüzün dolu ve kentli bir şarkı türü olan sevdalinkalar, ancak dağların melankolik yanık sesli kavalı eşliğinde kendini bu kadar güzel ifade edebilirdi. Slav, Osmanlı ve Musevi müziğinin ortak ezgilerini içeren sevdah şarkıları, Bosna müziğinin olmazsa olmazı. Tanıttığım albümde vokal yok, enstrümantal müzik ziyafeti sunuluyor. Ömer Kuliç, halk müziğine olan katkılarının yanında pilot olup savaş yıllarında THY ortaklığında kurulan Air Bosna’nın kurucu direktörü imiş. Faruk H. Yajiç ise müzisyenliğinin yanında bir diplomat. Savaş yıllarında ilk yurtsever şarkıları besteleyen sanatçı olmuş. Dinleyince kulağımıza tanıdık gelen ezgiler de var. Mesela Anadolka, bizim katibim şarkısının Boşnak versiyonu. http://www.bosnaton.com/indexb.htm ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı: 9, Temmuz 2010) Dünyadan Levent BOZ [email protected] CeBIT Gezginleri Đçin Hannover Tavsiyeleri Avrupa’nın en büyük bilişim hadisesi olan CeBIT ziyareti ile görevlendirilmenin kafamdaki Almanya önyargısını parçalamak için mükemmel bir fırsat olduğunun farkındaydım. Kısa bir hazırlık ve kısa bir uçuşun ardından hemen havaalanının altındaki istasyondan kalkan 5 numaralı S-Bahn ile Hannover Hauptbahnhof’a doğru yol almaya başladım. Hauptbahnhof’a (yani merkez istasyona) ulaştığımda Hannover’in eski krallarından Ernst August’un heykeli beni sevecen bir ifadeyle karşıladı. Kısa bir yürüyüş sonrasında bir tanıdık yardımıyla rezerve ettiğim yurt odasına yerleştim. Fuar zamanı Hannover’de kalacak yer bulmanın neredeyse imkânsız olduğunu, evlerdeki kanepelerden yurt odalarına, depolardan çadırlara kadar uyunabilecek her türlü yerin kiraya verildiğini, buna rağmen hala açıkta kalanlar olduğunu bilmek ne kadar şanslı olduğumu fark etmemi sağladı. Böyle bir ziyaret niyetiniz varsa, çok önceden kalacak yer aramaya başlamakta fayda var. Peki, şehri gezmeye nereden başlamalı? Hannover’in 13.-17. yüzyıllar arasında Kuzey Avrupa şehirleri arasında oluşturulan Hanseatic Ticaret Đttifakı’nın üyesi olduğunu bilmek –benim için– oldukça heyecan verici. Böylesi bir durumda yapılacak en güzel şey görünen en yüksek ve en eski kilise kulesini takip ederek eski şehir merkezine ulaşmak olacaktır. Ve işte karşınızda Hannover’in eski şehir merkezi: 90 metrelik kulesiyle (ve kulesindeki ters pentagramla!) geçmişin izlerini gururla taşıyan Market Kilisesi, hemen yanındaki Eski Belediye Binası, Leibniz ve Nolte evleri, Beguine Kulesi, Leine Sarayı, Kreuz Kilisesi, hayranlık uyandırıcı dar sokaklar ve benim kadar şanssızsanız insafsız bir yağmur... Geçmişle günümüzün keyif verici bir harmanı olarak yorumladığım bu güzel şehirdeki yürüyüşünüz sırasında savaş mağduru, çatısız, ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:9, Temmuz 2010) dolayısıyla havadar bir kilise olan Aegidienkirche ile karşılaşabilir, devamında Marstall Geçidi’nden geçip Leine Nehri’ne ulaşabilirsiniz. Ayrıca Marstall Geçidi yakınındaki ufak köprünün üzerinde hala “Seni Seviyorum Pınar” yazıp yazmadığı ayrı bir araştırma konusu olabilir. Kısa bir süre sonra göreceğiniz şaha kalkmış at heykeli, Hannover Üniversitesi’ne geldiğinizin işareti. Beyaz kireç sıvalı betonarme binaların içinde okumak zorunda kalan bizler için ne kadar üzücü bir an değil mi? Bu ruh halinden hemen karşıdaki Wilhelm-Busch Karikatür Müzesi’ni ve çevresindeki yeşillikleri dolaşarak kurtulabilirsiniz. Bu noktadan sonra ister 3 km kadar güneydoğu yönüne (pusula ne güzel bir icat...) yürüyebilir, ister tramvayla önce Kröpcke sonra da aktarma yaparak Markthalle durağına ulaşmayı deneyebilirsiniz. Bu yoğun çabanın sonunda sizi büyük bir ödül bekliyor: Hannover’in simgesi durumundaki Neues Rathaus yani Yeni Belediye Binası. Đzmir Saat Kulesi gibi tarihi bir randevu noktası olan ve yakın geçmişte yaşamış bir şef garson olan Kröpcke’nin adını taşıyan Kröpcke Saat Kulesi çevresindeki dükkânları dolaştıktan sonra hemen sol taraftaki Hannover Opera Binası’nı ziyaret edebilir ve akşam hoş bir dinletiye katılmak adına bir bilet alabilirsiniz. Ama henüz akşam eğlenceleri hakkında konuşmak için biraz erken değil mi? Fakat benim gibi bir müze bağımlısıysanız belediyenin yan tarafındaki Kestner Müzesi önceliği ele geçirip sizi kendisine çekebilir. Benim ziyaretim sırasında Asur, Babil, Mısır ve Roma medeniyetlerine ait göz doyurucu arkeolojik eserlerden oluşan bir sergi vardı. Kim bilir siz ne kadar özel bir sergiyle karşılaşacaksınız... Saat kulesinin altındaki Kröpcke durağından Garbsen yönüne giden 4 numaralı tramvaya binip Herrenhäuser Gärten istasyonunda inerek yeni maceranıza başlayabilirsiniz. Đlk ziyaret noktamız, durağın adından da anlaşılacağı üzere Herrenhäusen Kraliyet Bahçeleri. Bu bahçelerin Prenses Sophia’nın Versailles Sarayı’nın Barok üsluptaki bahçelerinden etkilenmesi sonucu oluşturulduğunu bilmek bana bir sanat tarihi sınavında kanaat notu olarak dönmüştü, bence sizin de aklınızda bulunsun. Herrenhäusen’in hemen karşısında yer alan ve “Şehir içindeki gizli cennetler” olarak adlandırılabilecek, Berggarten ve Georgengarten, -eğer benim gibi çiçek/böcek alerjiniz yoksa- mutlaka ziyaret edilmesi gereken huzur ve oksijen merkezleri. Berggarten, doğal güzelliği ile olduğu kadar, soylularının ebedi istirahat mekânı olması açısından da önemli. Örneğin: Şehre girdiğinizde sizi karşılayan Ernst August’un mezarı tam da burada... Az önce bahsettiğim meşhur bahçelerin hemen sağ tarafında, Hannover’in ünlü (ama girişi biraz pahalı) akvaryumu Sea Life Center, aslında biraz geride kalmış olmasına rağmenhoş mimari dokusuyla Herrenhäuser Kilisesi ve çevresindeki sivil yapılar gezintiniz sırasında sol kanat boyunca size eşlik edecek. “Sıra sonunda Rathaus’a geldi” demek isterdim ama bu sefer de aralardan görünen Şehir Müzesi’nin muhteşem binasının büyüsüne kapılıp gidiyoruz... Bu müzede Avrupa sanatının 11. yüzyıldan 20. yüzyıla uzanan resim ağırlıklı panoramik bir özetini ve tarih öncesi döneme ait objeleri, doğa tarihi bölümünde ilgi çekici fosilleri ve müzede çocuk eğitimi kavramının bir yansıması olan renkli, hareketli faaliyetleri gözlemleyebilir ve hatta iştirak edebilirsiniz. Müzeden çıkınca görkemli ama küskün görüntüsüyle Rathaus “Sonunda sıra bana geldi!” dercesine karşınıza dikilecek. Đçeride, Hannover’in Ortaçağ, 2. Dünya Savaşı öncesi ve sonrası hallerini tasvir eden maketler sayesinde bilgi ve görgünüzü arttırdıktan sonra ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:9, Temmuz 2010) hemen arka taraftaki asansör yardımıyla kubbeye çıkıp şehri kucaklayan harika panoramik manzaraya ulaşmayı ihmal etmeyin. Dikkatinizi çekmiştir: Hannover’de yer gök orman, şehir yemyeşil. Đnsanın bir bisiklet bulup ağaçların arasında huzur turu atası geliyor... Rathaus’un arkasındaki gölün (ve ördeklerin) boyutları sizi tatmin etmediyse, Sprengel Modern Sanatlar Müzesi’nin ve 78 hektarlık yapay Masch Gölü’nün yürüyerek 10 dakika mesafede olduğunu hatırlatmama izin verin. Benim tavsiyem mi? Açıkçası içimden bir ses buralara tekrar geleceğimi, daha uzun vakit geçireceğimi söylediği için sadece etraflarından dolaşmayı tercih ettim. Sonuçta, koskoca adamın içindeki ses yalan söyleyecek değildi ya! Ayrıca modern sanattan pek hoşlanmam ve doğal gölleri tercih ederim. Peki, Hannover’de ne yenir ne içilir? Gezintiniz sırasında hemen her on dükkândan birinin dönerci olduğunu fark etmişsinizdir. Ekmek arası dönerin üzerine koyu kıvamlı bir yoğurt dökmeye çalışmaları dışında herhangi bir olumsuzlukları yok. Bunun dışında sağlıksız Amerikan tarzı hamburger merkezlerinden ve kuzey tarzı -daha sağlıklı- deniz ürünleri büfelerine, dünyanın yedi köşesinden yetmiş iki milletin yerel lezzetlerini sunduğu birbirinden farklı restoranlara rastlayabilirsiniz. Yerelliği ve gezginliği kutsamak adına gözünüze en “Alman” görünen restorana girip ne olduğunu bilmediğiniz bir tabak (mesela: Rinderroulade) ve yanında Herrenhäuser Premium Pilsener söylemek bana kalırsa en güzeli. Ama siz yine de söylediğiniz ürünün muhteviyatını iyice araştırın, sonra aramız bozulmasın. Ayrıca merkez çarşıda, saat kulesinin yanında inanılmaz lezzetli çikolatalar keşfettiğimi de meraklısı için eklemek istiyorum. Bunların dışında, bol miktarda gece kulübü ve internet kahvehanesi dikkatinizi çekmiştir. Türkiye’yi aramak konusunda bu internet noktalarının uygun fiyatlar sunması güzel bir ayrıntı. Fakat gece kulüpleri konusunda dikkatli olmakta, elimizi verip kolumuzu kaptırmamakta fayda var. (Bahreyn’de başıma gelenleri okumuş muydunuz?) (*) Başta da belirttiğim gibi, Hannover tam bir messe /fuar kenti; “Hem ziyaret hem ticaret” düşüncesine sahip gezginler için bulunmaz bir fırsat. Son derece dakik olan hafif raylı sistemi ile şehir içinde ve ondan daha dakik olan tren hattıyla şehir dışında keyifle istediğiniz yere ulaşabilirsiniz: Bremen 1, Berlin 1.5, Frankfurt 2.5 saat mesafede. O halde, haydi messe’ye, Hannover’in altını üstüne getirmeye... (*) Editörün Notu: Gezgin Gözüyle Mısır ve Ortadoğu (Pelikan Yayınları, 2010) Bloglarda Ankaralı Gezginler; http://ahmethaluk.blogspot.com, [email protected] Aşağıda sözü edilen "Ankaralı Gezginler"; yaşadıklarını objektifin göbeğinden paylaşanlar, Objektifleriyle paylaştıklarını aynı zamanda yaşayanlar. Kaç kişiler diye sorulursa; Haylice, hem de ummadığınız kadar. Hani; çocuğunuzun düğününe kendi akrabalarınızı çağırmasanız bile salon bulmakta zorlanacağınız ende. Peki kimdir bunlar denirse, kısaca; Đşlerini yapmaktan, gocunmadan koşturmaktan, daha iyisi için bıkmadan erinmeden araştırmaktan, okumaktan, dar aile bütçelerinden canlarını yakma pahasına pay ayırmaktan, günler boyu çalışmaktan, yorgunluktan,.. kaçmayan, yılmayan bu yurdun yürekli insanları. "Ankara çiğdemi"ni bilir misiniz?, ya da Bir "Ankara gezisi" en az kaç günü alır, ya da Đlk Ankara yağlıboya resminin hangisi olduğundan vazgeçip, şu an nerede bulunmaktadır? gibisinden sorulacak soruların yanıtlarını el uzaklığından tutabileceğiniz ancak gezgin olduklarından kolay kolay yakalayamayacağınız, ilkeleri ışığında yollarında yürüyen "alnında ışığı gören"ler ordusu. Đyisi mi; siz aşağıdaki sergiye bir uğrayın da benim sözcüklerime muhtaç olmayan, eli yüzü düzgün, hamuru akılla yoğrulmuş, her bir karesine bir kitap yazılabilecekleri bir görün... derim. Ahmet Haluk Başaklar ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:9, Temmuz 2010) Gez/Oku _________________________________________ GEZGĐN GÖZÜYLE ÇĐN VE UZAK ASYA Editör: Timur Özkan, 296 Sayfa, Pelikan Yayınları, 2010 37 gezgin yazarın ortak eseri “Gezgin Gözüyle Çin ve Uzak Asya” geçen yıl yayımlanan “Gezgin Gözüyle Rusya ve Kafkasya” adlı gezi yazıları seçkisinin devamı niteliğinde. Önsözünü deneyimli bir gezi rehberi ve yazarı olan Saffet Emre Tonguç’un yazdığı kitapta; Çin’den başka Tayland ve Japonya gibi hem Türk hem de dünya gezginleri tarafından çokça tercih edilen yerler başta olmak üzere Uzak Asya’nın 15 ülkesine ait 49 gezi yazısı yer alıyor. Bu ülkeler mutfaklarından, gezilecek görülecek yerlerine kadar çeşitli yönleriyle tanıtılırken yazarların başından geçen ilginç gezi anılarına da yer verilmiş… GEZGĐN GÖZÜYLE MISIR VE ORTADOĞU Editör: Timur Özkan, 264 Sayfa, Pelikan Yayınları, 2010 40 gezgin yazarın ortak eseri “Gezgin Gözüyle Mısır ve Ortadoğu” Türkiye’den en çok tur düzenlenen ülkelerden Mısır ile birlikte aralarında son zamanlarda popüler olan Suriye ve her zaman çok popüler Dubai gibi yerlerin de bulunduğu Ortadoğu’nun 15 ülkesine ait 44 gezi yazısından oluşuyor. Editörlüğünü daha önce “Rusya ve Kafkasya” ile “Çin ve Uzak Asya” konulu benzer kitapları hazırlayan Timur Özkan’ın yaptığı kitabın önsözünü Mısır konusunda uzman bir isim olan Turgay Tuna kaleme aldı. Kitapta; Đsrail, Ürdün, Beyrut, Yemen gibi nispeten tanınan ülkelerin yanı sıra Irak, Suudi Arabistan, Filistin ve Güney Kıbrıs gibi ülkeler ilk kez gezgin gözüyle anlatılıyor. Gez/Yaz _______________________________________ 4 KITADAN, Timur Özkan 248 Sayfa, Pelikan Yayınları, 2010 Timur Özkan’ın üçüncü gezi kitabı “4 Kıtadan”, Avrupa, Asya, Afrika ve Güney Amerika’dan gezi yazılarından oluşuyor. Kitapta ayrıca Türkiye’den gezi yazılarına da geniş bir bölüm ayrıldı. Bir kısmı daha önce bazı ve gazete ve dergilerde yayımlanan, bir kısmı ise ilk kez okuyucuya sunulan gezi yazıları arasında; Adriyatik ülkelerindeki Türk izleri, dünyanın en gözde tren rotalarından Trans Sibirya, Moğolistan’ın uzak bozkırlarındaki tarih hazinesi Orhun Yazıtları ve Orta Asya ülkelerinin ilginç başkentleri ilginç yönleriyle tanıtılıyor. Kitabın son bölümünde ise; Dünyada ve Türkiye’de tematik rotalar, klasik ve çağdaş seyahatnameler, vize, gezi fotoğrafçılığı vb konularda yapılmış radyo söyleşilerden seçmeler yar alıyor. 5 KITADAN, Timur Özkan 248 Sayfa, Pelikan Yayınları, 2010 Dünyadan, Türkiye’den ve Ankara’dan gezi yazıları başlıklı üç bölümden oluşan “5 Kıtadan” Timur Özkan’ın son gezi kitabı. Tayland ve Çin gibi Uzak Asya ülkeleriyle başlayan kitap Asya ve Avrupa’nın bazı kentleriyle devam ediyor. Daha sonra Kıbrıs ve Mısır üzerinden Afrika’ya uzanıyor ve Tanzanya’dan safari izlenimlerini okuyoruz. Güney Amerika’da Ekvator, Peru, Bolivya, kuzeyde baştanbaşa Trans Alaska yazılarıyla beş kıtayı tamamladıktan sonra Đzmir’den Mardin’e Türkiye’nin birçok yöresine yolculuk yapıyoruz. Kitabın son bölümünde yer alan Ankara ve çevresinden gezi yazıları arasında ise “Mehmetçik Yolu” adlı yeni bir tematik rota önerisi bulunuyor. ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:9, Temmuz 2010) Türkiye’den Sümer ÖZVATAN [email protected] Đnsanı, doğası, tarihi ve kültürü ile BĐR TUTAM MUŞ Fotoğraf Sanatı Kurumu (FSK) olarak gerçekleştirdiğimiz 2009 Nisan ayındaki konaklamalı fotoğraf gezimizi Türklere Anadolu’nun kapılarının açıldığı topraklara yaptık. Muş gezimize 15 üyemizin yanı sıra Merkez Valisi Sayın Lütfullah Bilgin ve ailesi de katıldı. Muş’un doğal güzelliklerini seyrettik, her yerde durmak zaman bakımından mümkün olmadığından makinemizle olmasa da gözlerimizle sürekli fotoğraf çekerek Muş’dan 60 km uzaklıktaki Merkez’e bağlı Yukarı Yongalı Köyü’ne vardık. Köye ulaştığımızda havanın kapalı –hatta bir ara yağmurlu- olması ve yaklaşık 1600 yıllık geçmişi olan kiliseden günümüze sadece birkaç duvar kalıntısının kalması moralimizi bozsa da köylülerin ve özellikle de çocukların yakın ilgisi bu olumsuzlukları ortadan kaldırdı. Fotoğraf: Necip Evlice Gezimizin toplanma ve başlangıç noktası Esenboğa Havaalanı oldu. Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın kutlandığı 23 Nisan 2010 Cuma günü saat 13:50’de, TK 7088 sefer sayılı Anadolu Jet uçağıyla Muş’a hareket ettik. Yaklaşık 1,5 saatlik keyifli bir yolculuğun ardından Muş Havaalanı’nda Muş Valisi Sayın Erdoğan BEKTAŞ tarafından karşılandık. Havaalanından Muş’a hareket ettikten çok kısa bir süre sonra önce havaalanı yakınlarında, ardından da TĐGEM arazisinde lale fotoğrafları çekerek Muş gezimize hızlı bir başlangıç yapmış olduk. Muş’un sembolü olan ve sadece o yörede doğal olarak yetişen laleleri fotoğrafladıktan sonra üç gün boyunca bize refakat edecek olan Kültür ve Turizm Đl Müdürü Sayın Hayrettin Çetin’in rehberliğinde Çengilli Kilisesi (Çanlı Surp Garabet) ve Tarihi Murat Köprüsü’nü fotoğraflamak için yola koyulduk. Yol boyunca Çengilli Köyünden dönerken, Muş’a 10 km uzaklıktaki Murat Suyu üzerinde bulunan ve bir Selçuklu yapısı olan Tarihi Murat Köprüsü’nü fotoğrafladık. Gezimizin ilk akşamında, iki gece konaklayacağımız Polisevi’nde Muş Valisi Sayın Erdoğan Bektaş’ın verdiği yemekte Muş, fotoğraf ve FSK üzerine sohbet ettik. ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:9, Temmuz 2010) ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:9, Temmuz 2010) Gezimizin ikinci gününe bir ara sokakta bulunan bir kahvehanenin önüne sıraladığımız küçük sehpalarda peynir, zeytin, kaymak, bal, ceviz ve lavaştan oluşan kahvaltıyla başladık. Kahvaltının ardından yola koyulduk ve Varto ilçe merkezinin doğusunda yer alan Hamurpet (Akdoğan) gölünün bulunduğu 2149 rakımdaki bölgeye gittik. Hamurpet gölünü ve bu yükseklikten bakıldığından muhteşem bir görüntü oluşturan Muş ovasını ve Alparslan Barajı’nı fotoğrafladıktan sonra öğle yemeği için Bulanık ilçesine bağlı Yoncalı Beldesine doğru harekete geçtik. Yoncalı yakınlarında Sayın Vali ve beraberindekilerin bulunduğu konvoya dahil olarak Yoncalı Belediye Başkanı Sayın Bedrettin Akdeniz’in bizler için hazırlattığı mangallarda pişen ızgaralarla karnımızı doyurup, çaylarımızı içtik. Yemeğin ardından Başkan Akdeniz, bizi kuş cenneti olarak düzenlenmesi planlanan sazlık alana götürdü. Burada kendisinden alan ve proje hakkında bilgi aldık, fotoğraflar çektik. Türkiye’nin en büyük kuş türü olan ve sadece bu bölgede yaşayan toy kuşlarından bir tane dahi görememek bizleri –özellikle de Mehmet Uçar’ı- üzdü. Yol üzerinde uzaktaki kazları toy kuşu sanarak heyecanla arabadan fırlayışımız ise bizi epey güldürdü. Akşam yemeğinde Sayın Muş Valisi Erdoğan Bektaş ile yaptığımız sohbette anıt bölgesiyle ilgili üzüntümüzü ve düşüncelerimizi kendilerine aktardık. Bizlere anıt alanıyla ilgili yapmayı düşündükleri düzenleme ve bakım projesinden bahsetti. Malazgirt Anıtı ve çevresinin temsil ettiği manevi anlama uygun hale getirilmesini ve yılın her günü ziyarete açık olmasının sağlanmasını umuyor ve diliyoruz. Malazgirt’in akşam ışığında kaleden fotoğraflar çektikten sonra yol boyunca Füsun, Turhan ve Duygu üçlüsünün seslendirdiği şarkı ve türkülerle yolculuk yaparak Muş’a döndük. Akşam yemeğinin sonunda gün içinde doğum günü olduğunu öğrendiğimiz Fikret için alınan pasta, yemek salonunun sönen ışıkları, maytaplar ve yapılan mini kutlama gezimize ayrı bir renk kattı. Güzel anlar ümit edilir, beklenir ve hızlıca yaşanıp tüketilir, geriye anılar kalır. Muş gezimizde de zaman hızla akıyordu ve gezimizin son gününe başlıyorduk. Pazar sabahı Muş pırıl pırıl bir ışıkla aydınlanıyordu, nefis bir bahar havası vardı ve biz kahvaltı için Muş Belediye Başkanı Sayın Necmettin Dede’nin davetlisiydik. Belediye Başkanlık Konağı’ndaki kahvaltı davetine gittiğimizde bizi gülen yüzleri ile Sayın Başkan ve saygıdeğer eşi karşıladı. Sıcak ve sohbet dolu bir ortamda geçen kahvaltıda bizim için hazırlanmış kahvaltılıkları afiyetle yedik, çaylarımızı içtik ve birlikte fotoğraf çektirdik. Hem o güzel ortamda yaşanan keyfin olabildiğince uzamasını hem de bir an önce fotoğraf çekmek için Muş’un bir başka köşesine gitmeyi istiyorduk. Çünkü zaman azalmıştı ve saat 16:00’da Ankara uçağımız hareket edecekti. Son günün ilk durağı Muş’da yaşayan ve yıllardır Muş’u fotoğraflayan Sayın Adem Sönmez’in rehberliğinde Korkut ilçesine bağlı Altınova kasabasıydı. Kasaba meydanına aracımızı park ettikten sonra FSK’lılar gruplar halinde mahallelere dağıldı. Bazılarımız çocuklar ve gençlerle kasaba sokaklarında dolaştı ve fotoğraf çekti, bazılarımız tandırda ekmek yapan kadınları fotoğrafladı, bazılarımız portre çalıştı. Daha sonra kasabanın yaklaşık 5 km uzağında ve daha yüksekte bulunan Çaksur Deresi mevkine gittik. Buradaki şelaleyi ve manzarayı fotoğrafladıktan sonra Yolgözler ve Yünören köylerini gezdik. Yünören köyündeki 850 yıllık cami ve Selçuklu mezarları ilgi alanımız oldu. Đki güne “bir tutam Muş’u” sığdırmaya çalışmış, bunun için Muş ve çevresinde 600 km yol yapmıştık. Artık dönüş yoluna çıkma vakti gelmişti. Muş’a geldiğimizde ilk fotoğrafları çektiğimiz ve havaalanının yakınındaki lalelerin yoğun olarak bulunduğu alanda öğle yemeğini piknik şeklinde yeme kararını yolda oy birliğiyle aldık. Mönüde sabah şehirde yaptığımız alış verişte aldığımız peynir, zeytin, helva ve meşrubat vardı. Melahat Hanımın öğle yemeği mönüsü ilgili “gurbetlikte berbatlık aranmaz” sözü bizi güldürdü. Lale bahçesinin kenarında yenilen her lokmanın tadı ise sadece o ana ve oraya özgüydü. Uçak ha kalktı ha kalkacak derken çekilen fotoğraflar, diğer yandan yenilen peynir-ekmeklerle bir FSK gezisi daha sonlanıyordu. ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:9, Temmuz 2010) Türkiye’den Filiz SERHADLĐOĞLU fserhatli96 @hotmail.com BĐTLĐS’TE BEŞ MĐNARENĐN ĐZĐNDE Tatvan'dayız. Sabahın erken bir saati, fakat gün içinde kavurucu bir yaz sıcağı yaşanacağı şimdiden belli. Bizi, Bitlis'e götürecek olan araba gelmiş bile. Bekletmemek için, yanımıza yolda yiyecek bir şeyler alıp fırlıyoruz evden. Bitlis-Tatvan arasındaki mesafe çok kısa. Yol güzel, keyifler terinde, trafik az. Şarkılı türkülü ilerliyoruz. Eh, Bitlis'e giderken de ne söylenir? ''Bitlis'te Beş Minare'' tabii ki. Niye beş minare, ne özellikleri var acaba diye konuşurken, bizi götüren bey girdi lafa. Aslında minarelerin özelliğinden ya da güzelliğinden söylenmemiş o söz. Birinci Dünya Savaşı'nda cepheden dönen bir baba oğul memlekete yaklaştıklarında ''oğul'' demiş baba, ''benim içim götürmeyecek, sen bir bak da söyle bana, şehir ne durumda?'' Dideban dağı yamaçlarından kente bakan oğul, ''baba'' demiş, ''beş minare var ayakta, gerisi yer ile yeksan olmuş.'' Đşte bunun üzerine baba, şimdi bizim türkü diye okuduğumuz bu ağıdı yakmış. ...''Yüreğim doldu yare, beri gel oğlan beri gel''... Geniş bir düzlük olan Rahova'dan geçerken karşımıza büyük, tarihi bir yapı çıkıyor. El-Aman Hanı. Bizim istememize kalmadan durduruyor arabayı Mesut Bey. Đnip geziyoruz. Aslında bir kervansaray burası. Ama kısaca ''han'' demeyi tercih etmişler belli ki. 16. yüzyıldan günümüze kalmış, her ihtiyaca cevap verecek şekilde planlanmış, kesme taşlarla yapılmış büyük bir yapı. Diyarbakır- MuşBitlis yol ayrımına çok yakın bir yerde. Anlaşılan bu yol eski çağlarda da kullanılıyormuş. Yolda kalan katırcılar, kervancılar ''el aman'' deyip burada mola veriyorlarmış demek ki. Restorasyonu tamamlanmış olan bu tarihi yapı Doğu Anadolu'nun en büyük kervansaraylarından olup, kültür bakanlığı yirmi yıllığına kullanımını Bitlis Eren Üniversitesine bırakmış. Kültür merkezi olarak değerlendirecekmiş burayı üniversite. Kente girdik. Dar, temiz sokaklar... Etrafı yüksek duvarlarla çevrili, bahçe içinde düz, toprak damlı evler... Damların düz olması soğuk bölgelere özgü bir durum. Kışın kar damda birikerek bir çeşit izolasyon oluşturuyor ve soğuğu geçirmiyor. Kışlar uzun ve sert geçtiği için her şey iklime göre düşünülerek yapılmış. Bahçelerini meyve ağaçlarının gölgelediği, taş avluları olan bu evler, dışarının sıcağına inat serin ve huzurlu; insanlar misafirperver, içten ve sakin yapılı. ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:9, Temmuz 2010) Bitlis'in tarihinde Urartular, Asurlar, Pers ve Medler, Makedonlar ve Roma, Bizans yer alsa da, bunların izlerini ve etkilerini görmek için konunun uzmanı olmak lazım. Fakat çarşının hemen yanıbaşında yükselen kale, Büyük Đskender tarafından komutanı Bedlis'e yaptırılmış. Şehir de adını ondan almış. Öyle bir kale yapmış ki Bedlis, Đskender seferden dönüşte tüm uğraşılarına karşın alamamış bu kaleyi ve kalenin anahtarı bizzat Bedlis tarafından verilmiş kendisine. Niye mi kale yaptırmış Đskender buraya? Buranın suyundan şifa bulmuş da ondan. Bugün hala ''Đskender Çeşmesi'' adını verdikleri bir çeşme var Bitlis yakınlarında. kendi buharıyla pişiriliyor. Yanında pilav ve yayık ayranıyla servis yapıyorlar. Ve üzüm... Of Tanrı'm, olur da bu kadar mı olur! Ayrıca yine Bitlis'e özgü, tandırda pişmiş etle yapılan bir çorbaları varmış: Avşor... Avcılık, atıcılık, silahşörlük gibi çağrışımlar yaptı ama yanılmışım. Avşor, tuzlu ve sulu demekmiş. Ağzın şor ola diye bir beddua olduğuna göre, 'şor' tuz demek oluyor herhalde. Avşor sabah erkenden tükenirmiş ve genelde sipariş üzerine yapılırmış. Bu nedenle onun tadını bilmiyorum. Çarşıdaki hareketlilik sıcak arttıkça azaldı. Öğlen uykusunda sanki şimdi. Ama ne ararsanız bulabilirsiniz. Biz yöresel ürünlerin peşindeyiz tabii. Balın tadına bakıyoruz. Nefis... Doğu Anadolu'nun kır çiçeklerinin rayihasını hissediyorsunuz damağınızda. Küplere basıp mayalandırdıkları bir peynirleri var. Harika... Kabuklu ya da kabuksuz fındık ve cevizleri gani... Đklim nedeniyle kabuklar biraz kalın. Ve tütün; Bitlis'e hayat veren, Bitlislinin ekmek kapısı dünyaca ünlü sanayi bitkisi. Ama ille de el dokuması, kök boya kilimler... Đşte bizim ince ve duygusal kadınımız... Şehirde dolaşırken adeta tarihe dokunuyor, onu yaşıyorsunuz. Şerefhanlılardan, Artukoğullarından, Selçuklulardan kalma eserler dimdik ayakta, sizi karşılıyorlar. Her yerde karşınıza çıkıveren tarih, heyecan uyandırıyor. Kenti gezerken aklımız beş minarede hala. Beşini de göremedik ama isimlerini öğrendik en azından. Gökmeydan Camii, Ulucami, Kale Camii, Şerefiye ve Meydan Camileri. Vilayet binasını geçince solda, Gökmeydan mahallesinde Đhlasiye Medresesi yer almakta. 1216 yılında Selçuklular yaptırmış. Kubbesiz, düz damlı, taş bir yapı. Dört köşesinde. silindirik kuleleri var. Giriş portalindeki taş işlemeler kusursuz. Bugün Kültür ve Turizm Đl Müdürlüğü olarak kullanılıyor. Bahçesinde Şerefhanoğullarından Veli, Şemseddin. Ziyaeddin Han ve 2. Şerefhan ile Üç Bacılar Türbeleri bulunmakta Şerefiye Camii, aslında bir külliyenin içinde yer alıyor. Camiden başka medrese, imarethane ve türbe var. 16. yüzyılda Şerefhanlılar tarafından yaptırılmış. Taş işlemeciliğiyle bezenmiş bir taç kapıyla girilen cami ibadete ve ziyarete açık. Ulucami ise oldukça mütevazi, kutu gibi dikdörtgen bir yapı. Etrafı dağlarla çevrili bir çanakta kurulmuş olan kentin en alçak noktasıymış bulunduğu yer. Bu da kesme taşlarla yapılmış olup, minaresi camiden bağımsız olarak inşa edilmiş. Kentin içinden geçen bir akarsu var. Nehir diyorlar ama bu ifade bana biraz abartılı geldi. Baharda suyu fazlalaştığı içindir belki. Bu ''nehir'' üzerine yaptıkları evler çok ilginç. Yatak, yoldan oldukça aşağıda. Buradan yukarıya duvarlar örülmüş. Tabii aralarda su giderlerini sağlayacak pencere gibi mazgallar var. Duvarın bitimine de evleri yapmışlar.Aşağıdan bakana gökdelen hissi verebilir. Demek ki sel tehlikesi yok; hiç de duymadık zaten bu güne kadar. Hava iyice yakıcı, biz de acıktık. Klimalı bir restoran paklar bizi ancak. Ve gelsin büryanlar. Büryan, Bitlis'e özgü bir yemek, bir lezzet. Keçi etinden yapılıyor. Erkeç diyorlar. Tandırda, Kentten ayrılmadan, son olarak kaleye çıktık. Kalenin içi zamanla toprak dolmuş. Burada yapılacak çok iş var daha. Burçlardan panoramik olarak şehre baktık. Çarşı hemen ayaklarımızın altında şimdi. Beş minareyi saymak istedik ama dördünü sayabildik. Beşinci yok; saklanmış her halde. Yeşil bahçeleriyle düz, toprak damlı evler; çinko çatılı yüksekçe yapılar ve nehir kıyısındaki yüksek izlenimi veren binalarla; tümüyle bir düş kenti sanki karşımızdaki. Hoşça kal sevgili Bitlis, bize sunduğun tüm güzelliklerin için teşekkürler sana. ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:9, Temmuz 2010) Gezgince Timur ÖZKAN [email protected] UNESCO’NUN DÜNYA MĐRASINDAN 9’U TÜRKĐYE’DE Dünyanın gezilecek görülecek yerleri arasında bir seçim yapmak kolay değil, zaman zaman “Dünyanın En Đlginç Köşeleri”, “En Büyük Şelaleler” veya “Türkiye’nin En Güzel Koyları” vb listelere rastlarız. Böyle listeler bazen de “Ölmeden Önce Dünyada Görülmesi Gereken 40 Yer” veya “101 Yeryüzü Cenneti” vb şekillerde karşımıza çıkar. Bunların bir kısmı ülkeler arasındaki turizm yarışından kaynaklanan bir anlamda ticari listeler olmakla birlikte bazıları gerçekten gezilecek yerlerin önemli özelliklerine dikkat çekmek açısından faydalı olmaktadır. Böyle listelerden farklı olarak; UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi daha evrensel bir öneme sahip olup bazı gezginler programlarını özellikle bu listelere göre yapmaktadır. (Örneğin Đzmirli NihalAtilla Ege çifti, bugüne kadar 132 ülkedeki 422 dünya mirasını görmüş.) Dünyanın çeşitli yerlerinde gezerken tabelalarını gördüğümüz veya gezi yazıları okurken sık sık karşılaştığımız UNESCO Dünya Mirası Listesi hem dünyanın doğal ve kültürel varlıklarını kapsamaktadır hem de UNESCO Birleşmiş Milletler Eğitimsel, Bilimsel ve Kültürel Organizasyonu (United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization) tarafından titizlikle yürütülen çalışmalar sonucunda oluşturulmaktadır. UNESCO bütün insanlığın ortak mirası kabul ettiği kültürel ve doğal sitleri tanıtmak ve toplumda bu mirasa sahip çıkacak bir bilinç oluşturmak amacıyla 1972’da aldığı bir kararla “Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme”yi kabul etmiş. Bu sözleşme Türkiye tarafından 1982’de yani tam 10 yıl sonra imzalanmış ve 1983’de Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmiş. 2009 yılı itibariyle 148 ülkeden; 689 kültürel, 176 doğal ve 25 kültürel/doğal olmak üzere toplam 890 adet kültürel ve doğal varlığın yer aldığı listeye çeşitli tarihlerde Türkiye’den 7’si kültürel ve 2’si doğal/kültürel olmak üzere 9 varlık dahil edilmiştir. (http://whc.unesco.org/en/list) UNESCO listesindeki en çok varlık Đtalya’ya ait, tam 44 doğal ve kültürel varlıkla listede yer alan Đspanya’yı 41 varlıkla Đspanya ve 38 varlıkla Çin izliyor. Dördüncülüğü paylaşan Almanya ve Fransa’nın listede 33’er varlıkları bulunuyor. 1985 yılında UNESCO Dünya Miras Listesine dahil edilen Đstanbul’un Tarihi Alanları, Göreme ve Kapadokya Milli Parkı (Nevşehir) ile Divriği Ulu Cami ve Hastanesi (Sivas) ülkemizin ilk dünya mirası yerleri oldular. 1986’da Hattuşaş’ın (Boğazköy/Çorum) katıldığı listeye, 1987’de Nemrut Dağı (Adıyaman), 1988’de ise XanthosLetoon Antik Kenti (Antalya) ve PamukkaleHierapolis (Denizli) dahil edildi. Son olarak ise 1998’de dünya mirası ilan edilen Safranbolu (Karabük) ve Truva Arkeolojik Kenti (Çanakkale) ile birlikte Türkiye’den Dünya Mirası Listesi’nde yer alan kültürel ve doğal varlıkların sayısı dokuz oldu. Bu varlıklardan Göreme ve Kapadokya ile Pamukkale-Hierapolis doğal ve kültürel kategoride, diğerleri doğal dünya mirası kategorisinde yer almaktadır. Öte yandan Türkiye’den 23 kültürel ve doğal varlık UNESCO’nun geçici (endikatif) listelerinde bulunuyor. Dünya Mirası ilan edilmesi için çalışmalar sürdürülen ve geçici listede bulunan yerler şunlar; Selimiye Camii ve Külliyesi (Edirne), Bursa ve Cumalıkızık Osmanlı Kentsel ve Kırsal Yerleşmeleri, Konya Selçuklu Başkenti, Alanya Kalesi ve Tersanesi (Antalya), Selçuklu Kervansarayları (Denizli-Doğubayazıt arasında bulunan 33 han, 2 kervansaray ve 1 cami), Đshak Paşa Sarayı (Doğubayazıt/Ağrı), Harran ve Şanlıurfa Yerleşmeleri, Diyarbakır Kalesi ve Surları, Mardin, Ahlat Eski Yerleşimi ve Mezar Taşları (Van Gölü kenarı, Bitlis), Sümela Manastırı (Trabzon), Alahan Manastırı (Mut/Mersin), St.Nicholos Kilisesi (Demre/Antalya), St.Paul Kilisesi, Kuyusu ve Çeşmesi (Tarsus), Kekova Adası (Antalya), Güllük Dağı ve Termessos Milli Parkı (Antalya), Karain Mağarası (Antalya) ve Efes Ören Yeri (Đzmir), Aphrodisias Antik Kenti (Aydın), Sagalassos Antik Kenti (Burdur), Çatalhöyük Neolitik Kenti (Konya), Perge Antik Kenti (Antalya) ve Antik Likya Uyarlığı Kentleri. Sonuç olarak bu ve benzeri listelerin, ülkemiz gibi çok zengin bir coğrafyada gezerken bazı önemli yerleri gözden kaçırmamak açısından hepimize faydalı olacağı açıktır. Kuşkusuz ülkemizde bunlar gibi daha pek çok kültür ve doğa mirası eser bulunmaktadır. Bu eserlerin tanınması, tanıtılması ve iyi korunması herkesten önce bize düşen bir görevdir. Böyle anlamlı bir göreve gönüllü olmak aynı zamanda dünyanın en ilgi çekici yerlerinden olan ülkemizi gezmek için de güzel bir vesile olacaktır. UNESCO listeleri, bir yerlerden başlangıç yapmak isteyenlere güzel bir rehber olabilir. ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:9, Temmuz 2010) Ankara’dan Erdem ENGĐN [email protected] NALLIHAN’DA RENKLERĐ SOLUMAK Bir kermeste iğne oyalı değişik tasarımlarından alıp broşürlerini görünce aklıma düştü gitmek, belli ki Beypazarı gibi turizmde atağa kalkmıştı. Kitaptan sarkan iğne oyası ayracı her gördüğümde kitabım çiçek açmışçasına gülümseyip, “Gitmeli” dedim kendi kendime. Sonra bir arkadaşım geldi hafta sonu için uzaklardan, meğer oralıymış, “Gidelim mi?” dedi, rehberi ayarladı, gittik. Kısa güne çok şeyler sığdırmaya kalktık, in bin in bin yorulduk ama değdi. Nallıhan’a gelmeden yol üzerinde Çayırhan'dan rehberimizi aldık. (Beypazarı'nda da aynı uygulama var, kaç kişi olduğunuzun önemi yok, arıyorsunuz, rehber istiyorsunuz, rehberle geziyorsunuz!) Đlk molayı birkaç kilometre ileride Kuş Cenneti'nde verdik. Gördük ve donup kaldık, insanı susturup ağlatacak kadar huzurlu, yalın, hem renkli hem dingin gerideki Kız Tepesi. Muhteşem bir jeolojik formasyon, tüm katmanlar rengârenk karşınızda... Yürüme yolları, kuş gözlem istasyonları yok henüz ama olsun görüntü harika. Kalsak saatlerce kalabiliriz burada ama rehberimizin daha çok görülecek var demesiyle hareketleniyoruz istemeden. Gözlerimize yapışıp kalmış Kız Tepesi’nin renkleri, ikinci durağımız Yunus Emre'nin hocası Tapduk Emre'nin türbesi… Tapduk Emre… Yunus Emre… Bacım Sultan… Hepsi de burnumuzun dibinde yaşamış meğer Ankara’nın dibinde, burada Nallıhan’da. Yol boyu kızıl renkli toprak bizi büyülemeye devam ediyor. Buralara bisikletle gelmeli, kokuları içine çekmeli, telefon direklerine yaslanıp daha çok daha çok fotoğraf çekmeli… Türbe bakımlı, temiz, merdiven boyu Yunus’un dörtlükleri bizi karşılıyor ve bir anda lise yıllarına gidiveriyoruz. Hikâyeler bol tabii türbelerde, her türbe gibi buranın da bir değil birkaç hikâyesi var. Hikayelere dalıp, biraz daha huzur depolayıp artık Nallıhan merkeze giriş yapalım diyoruz. Tarihi Đpek Yolu'ndan, Dokuz Dolambaç'tan Nallıhan'a iniyoruz. Nallıhan merkezde kısa bir tur, Nasuh Paşa Cami ve Kocahan ziyareti. Nasuh Paşa Cami 1595 yılında Nasuh Paşa tarafından yaptırılmış. Öndeki eklentisi pek uymasa da dokuya, en azından cami ayakta ve kullanımda. Kocahan da aynı yıllarda yapılmış, yenileme çalışmaları halen devam ediyor. Kapısında Nallıhan’ın sembolü nalı görebilirsiniz. Halk kahramanı Köroğlu buradan geçerken gece handa konaklamış, ertesi gün giderken bahçede atının nalı düşmüş. Hancı tarafından bulunan nal, hanın kapısına asılmış. Bu nal o nal mıdır bilinmez ama Nallıhan adını bu ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:9, Temmuz 2010) naldan almış. Sonrasında Nallıhanlı kadınların el emeği göz nuru iğne oyalarının satış noktasında alıyoruz soluğu. Hanımlar gerçekten çok özverili. Burası yedi gün açık, fiyatlar da çok uygun. Ardıç ağacından esinlenerek yapılmış bileklik ve küpeler gerçeğe çok uygun yapılmış, takınca ağacı koluma geçirmiş gibi mutlu oluyorum. yerleşirler, oraya bir köy kurarlar. Bacım Sultan evini gelene geçene açar, yedirir, içirir. Bu yüzden de o köyün adı Tekke Köyü olur. Sonra yemek noktamız Karacasu Köyü Dinlenme Yeri'ne gidiyoruz. Amacımız tepeye şelaleye çıkmak. Bugünün köyün pilav günü olduğunu öğrenip seviniyoruz. Hazirandan itibaren her hafta sonu bir köyün pilav günü olurmuş, meydana kazanlar kurulup, hep birlikte pişirilip, hep birlikte yenirmiş. Yağan yağmur ve zaman problemi nedeniyle programın şelale bölümünü iptal etmek zorunda kalıyoruz. Kır lokantamızda yemek hazırlanana kadar dut yemeye veriyoruz kendimizi köy yollarında. (Ah o tepedeki yalnız ağaç ne güzel. Daha geniş zamanda gelip oturmalı dibinde!) Menüde tarhana çorbasısarmakapama pilav (buraya özel etli pilav)baklava (80 kat) ve çay var. Yalnız önceden rezervasyon yaptırmanız şart. (ve yemek öncesi çok dut yemeyin lütfen.) Eski ilkokulu otel yapmışlar. Yanında da bizim yemek yediğimiz lokanta. Đsterseniz çoluk çocuk kalabilirsiniz burada. Turizm gönüllüleri gerçekten çok çalışmış Nallıhan'da. Dönüşte Hoşebe'de kahve molası, ardıçların arasında biraz dinlenme... Buradaki ardıç ormanı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğüne bağlı korunan alanlardan. Beş odalı bir konaklama tesisi de var ve bir de türbesi… Ve tekrar arabaya binip yola koyuluyoruz. Daha Tekke Köy’e uğrayacağız, arkadaşımın köyü. Tekke Köy… Burası Bacım Sultan’ın köyü… Tapduk Emre, Yunus Emre’nin hocası… Bacım Sultan, Tapduk Emre’nin kızı… Ben bayıldım hikayesine!!! “Yaşayacağım yeri kendim seçerim” diyebilen kadınlardan, hem de tam 13. yüzyılda… Yunus Emre’nin, Bacım Sultan’ı istediği gerçek mi orası bilinmez ama Hamza Sultan’ın oğlu Bacım Sultan’ı ister. Tapduk Emre de kızı verir. Gelin köyden yola çıkar, öğle namazını kılmak için mola verilir. Namazdan sonra bir de bakarlar ki gelin yok. Gelini ararlar ama bulamazlar, Tapduk Emre’ye haber verirler, “Gelin yerini buldu, orada arayın” der Tapduk Emre. Ararlar, tararlar ve sonunda bir tepede ardıç ağacına yaslanmış olarak bulurlar Bacım Sultan’ı. Gelmesi istendiğinde “Ben buraya kadar geldim, geri yolu da oğlunuz gelsin” cevabını alırlar. Sonunda damat gelir ve orada evlenip, Bacım Sultan, Tekke Köy’ünde o düğün alayını beklediği ardıç ağacının altında yatıyor şimdi. Köy, buğday ambarları, samanlıklarıyla çok resimsi... Biraz terk edilmiş durumda. Sadece 30 kişi kalmış yaşayan. Okulu kapanmış, çünkü köyde çocuk kalmamış. Üzerine yapışan terk edilmişlik biraz daha ilginç kılıyor belki burayı. Çevresi çam ağaçlarıyla dolu, insan karşı tepelere yürümek istiyor, tepenin ardını görmek, orada ufuk çizgisindeki ardıcın altında oturmak, bir sonraki ufuk çizgisine bakmak… Belki bir sonraki gün Bacım Sultan’ın türbesinde ağaçların altında o güzel bankta saatlerce oturup kitap okumak, çayını yudumlamak, kendilerini terk edilmiş hisseden ama aslında kanlı canlı karşınızda duran köyün yaşlılarıyla konuşmak, bahçeyi sulamak, otları biçmek… Köydeki eski ve boş evler restore edilse, burası yürüyüş - bisiklet turizmine açılsa, biz de gelsek kalsak diyoruz. Arkadaşım hayallerimi gerçekleştireceğine söz verdi. Anneannesinin evi var orada, terk edilmiş ama olsun bir hafta sonu orada toplanıp Bacım Sultan’ı anacağız. Belki Eylül’de, bayramdan sonra köyün pilav gününde belki daha önce… Ve akşam oluyor, dönmek gerek. Rehberimiz Nallıhan’ın daha yarısını bile görmediğimizi söylüyor. “Nallıhan Turizm Gönüllüleri Derneği”nin kitapçığına bakıyorum, gerçekten de görmediğimiz çok şey var. Maalesef asırlık ağaç, şelale turu, gölde tekne gezintisi ve diğerleri bir sonraki sefere kalıyor. Biz tekrar buralara gelip trekking yapmak, şehir merkezindeki 1944’den kalma halk evi-okul binasından otele çevrilmiş binada kalmak, turizm gönüllülerine destek olmak istiyoruz. Hafta sonunuzu geçirmek için tavsiye ederiz Nallıhan turunu. Gidin, türbeleri ziyaret edin, ipek yolundan geçin, yöresel yemeklerini tadın, kuşları seyredin, ardıç ağacını kolunuza takıp gözlerinizde Kız Tepesi’nin renkleriyle dönün… ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:9, Temmuz 2010) Başkentte Dört Mevsim; 3 – Yaz Başkentte Yaz Günleri Đçin Farklı Seçenekler... Ankara'da vatandaşların hafta sonları hoşça vakit geçirebilecekleri çok sayıda alternatif eğlence ve spor mekanı bulunuyor -''aquapark''larda serinleyebilir, şehrin gürültüsünden uzakta ata binebilir, go-cart, paintball ile stres atabilirsiniz Başkentte, tatile çıkamayanların hafta sonları hoşça vakit geçirebilecekleri yemyeşil ''beach''lerden masmavi ''aquapark''lara, eğlenceli ''paintball'' ve ''bowling'' salonlarından, buz pateni sarayı, tenis ve golf sahalarına kadar pek çok sosyal tesis bulunuyor. Yazı başkentte geçirenlerin deniz özlemini giderecek alternatif yerlerin başında havuzlar, aquaparklar ve beach clublar geliyor. Ankara'da, ünlü tatil beldelerindekileri aratmayan birçok aquapark ve beach bulunuyor. Aquaparklar, metrelerce yükseklikteki dev kaydıraklardan kayıp havuza dalarak eğlenme imkanı sunarken, yemyeşil beachlerde de yumuşacık yastıklara sarılıp müzik eşliğinde gün boyu güneşlenilebiliyor. Başkentin gözde havuz, aquapark ve beachlerinden bazıları şunlar: > Avenue: Beştepe'de bulunan tesis, müşterilerine havuz ve yeşil çimler üzerinde güneşlenme imkanı sunuyor. > My Garden: Gölbaşı bölgesinin en büyük havuzlarından birine sahip, Konya yolu 4'üncü kilometredeki tesiste tenis, basketbol, voleybol sahaları, paintball ve go-cart yapma imkanı da bulunuyor. > Dynamic Sport Center: Ümitköy'de hizmet veren Dynamic Sport Center, hem üyelik hem de günlük giriş sistemiyle çalışıyor. Açık ve kapalı tenis kortları, aquapark, salto trambolin, beach volley, jakuzi, sauna ve fitness center gibi pek çok aktivitenin yapılabildiği tesiste, saat 20.00'den sonra havuz başında yemek servisi başlıyor. > Club Mirador: Ahlatlıbel'de bulunan mekanda havuza girmek mümkün > Club Watercity Aquapark: Haymana yolu 6'ncı kilometrede yer alan ve birçok sporun yapılabildiği tesiste, büyükler ve küçükler için ayrı su eğlenceleri bulunuyor. > Aqua Apple Garden: Ankaralılara serin ve eğlenceli bir yaz dönemi geçirmeyi vadeden tesiste, çocuk ve yetişkin havuzları ile su kaydırağı yer alıyor. OTELLER Kavurucu yaz sıcaklarından bunalan başkentliler, başta Sheraton, Hilton, Bilkent, Dedeman, Büyük Anadolu, Büyükhanlı Park Otel olmak üzere birçok otelin havuzundan da yararlanabiliyor. Otellerde sadece havuz değil, fitness, sauna, jakuzi, hamam da bulunuyor. Ankara'daki bazı oteller ve sunduğu aktiviteler şöyle: > Ankara Hilton: Hilton Health Club, havuzun yanı sıra fitness, jakuzi, sauna, masaj gibi yan üniteleriyle de hizmet veriyor. Otelde hem açık hem de kapalı havuz bulunuyor. Hilton, sadece üye olanlara hizmet veriyor. > Sheraton Hotel: Otelde havuzun yanı sıra fitness, tenis kortu ve sauna hizmetlerinden de yararlanmak mümkün. > Bilkent Otel: Havuzdan faydalanmak için sezonluk veya aylık üye olmak gerekiyor. > Büyük Anadolu Oteli: Bünyesinde aquapark, yüzme havuzu, tenis kortu, voleybol sahası, çim futbol ve basketbol sahaları bulunan otel Esenboğa Havaalanı yolu 27'nci kilometrede. > Büyükhanlı Park Otel: Otelin teras bölümünde havuz, pool bar ve snack bar bulunuyor. Arzu edenler fitness ve jakuziden faydalanabiliyor. > Bilkent Sports International: Bilkent Center'da yer alan spor merkezinde biri açık, ikisi kapalı havuzların yanı sıra tenis kortları, basketbol sahaları, fitness ve squash imkanları bulunuyor. Sport International, üyelikle hizmet veriyor. > Dedeman Otel: Otelin havuzdan başka fitness, masaj ve sauna olanakları da bulunuyor. > Đçkale Otel: Otelde havuz, sauna, hamam ve jimnastik salonu bulunuyor. > Aktif Metropolitan Otel: Konya yolu üzerindeki otelde havuz, hamam, sauna, jakuzi ve fitness salonu bulunuyor. KENTĐN ORTASINDA HAVUZ KEYFĐ Ulus'taki 19 Mayıs Ziya Ozan Yüzme Havuzu, yaz aylarında gençlerin vazgeçemediği aktivite alanlarının başında geliyor. Đçinde olimpik standartlarda havuz ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:9, Temmuz 2010) bulunan tesis, hafta sonları oldukça kalabalık oluyor. Havuza, hafta içi tek başına girilebilirken, hafta sonları ise sadece çiftler alınıyor. Havuzlarda bone takma zorunluluğu bulunuyor. Başkentlilerin ulaşması en kolay havuzlardan bir diğeri de Anıttepe Yüzme Havuzu. Havuza, hafta içi 14.3018.00 saatleri arasında girilebiliyor. KEÇĐÖREN'DE AQUAPARK KEYFĐ Keçiören Belediyesince Kalaba Vadisi Projesi kapsamında yaptırılarak hizmete açılan aquapark, yaz sezonuyla birlikte yeniden faaliyete geçti. Keçiörenlilerin yoğun ilgi gösterdiği eğlence mekanı, açık ve kapalı havuzlar ile su kaydıraklarından oluşuyor. Aquaparktan dar gelirli aile çocukları ücretsiz yararlanabiliyor. Ayrıca, başta Kalaba Vadisi, Atatürk Parkı olmak üzere Keçiören'in birçok yerinde yaptırılan koşu ve yürüyüş parkurları, futbol, basketbol, voleybol ile tenis sahalarında vatandaşlar ücretsiz sportif faaliyette bulunabiliyorlar. REKREASYON ALANLARININ ALTERNATĐFLERĐ Başkentte, son 10 yıl içinde yaptırılan toplam 4 milyon 573 bin metre kare büyüklüğündeki rekreasyon alanlarında ailece hafta sonları hoşça vakit geçirilebilecek birçok alternatif eğlence mekanı bulunuyor. Ankara Büyükşehir Belediyesince Kayaş yakınlarında, Bayındır Barajı'nın rehabilite edilmesiyle oluşturulan Mavi Göl'de, deniz bisikletlerinden yelkenli teknelere, mini golf arabalarına, voleybol, basketbol, futbol sahalarından koşu parkurlarına kadar ailelerin çocuklarıyla birlikte spor yapıp eğelenebilecekleri çok sayıda alternatif bulunuyor. Đsteyenlerin balık tutabildiği rekreasyon alanında, kafe ve lokantalar yer alıyor. Sincan'da bulunan Yunus Göleti etrafında yapılan Harikalar Diyarı Rekreasyon Alanı da başkentlilerin alternatif eğlence arayışlarına cevap verebilecek yerler arasında bulunuyor. 1 milyon 300 bin metre karelik alan üzerine kurulan Harikalar Diyarı'nda, çocuklar için yaptırılan ''Masal Adası''nın yanı sıra futbol, basketbol, voleybol, hentbol sahaları, özürlülerin de yararlanabileceği açık ve kapalı yüzme havuzları, kondisyon salonu, bisiklet yolları bulunuyor. Parkta ayrıca, go-cart yarışı ve kaykay yapmak, model araba, gemi ve uçaklarla eğlenmek mümkün. Yaklaşık 602 bin metre karelik alan üzerine kurulan Gölbaşı'ndaki Mogan Parkı'nda ise asma köprülerle ulaşılan marina adası, ahşap kıyı yolu, koşu ve yaya yolları, çocuk oyun alanları, özürlü çocuklar oyun alanı, istasyonlu koşu pisti, 3 tenis kortu, 2 mini futbol sahası ve basketbol sahaları yer alıyor. Ayrıca, park içerisinde binicilik merkezi, spor merkezi, kayıkhane, tenis kortu, kaykay pisti bulunuyor. Eryaman'daki, Susuz Göleti'nin yeniden düzenlenmesiyle oluşturulan Göksu Park'ta, 550 bin metre karelik alan içinde 127 bin metre kare büyüklüğünde göl bulunuyor. Göl etrafındaki ahşap platform iskeleler, seyir fenerleri, balık tutma iskelesi, su sporları tesislerinden yararlanılabiliyor. Vatandaşların gölde 45'er dakika dolaşmalarını sağlayacak bir ''Nehir Gemisi'' bulunan Göksu Park'ta, ray uzunluğu 550 metre olan Dağ Kızağı ve ray uzunluğu 2 kilometre olan ''Gezinti Treni'' de hizmet veriyor. Göl restoranlarının da yer aldığı Göksu Park'ta bisiklet ve yürüyüş yolları, basketbol, voleybol, mini futbol ve tenis sahaları gibi tesisler de vatandaşlara hizmet veriyor. Aydınlıkevler'de bulunan 640 bin metre karelik alana kurulu Altınpark da hafta sonları Ankaralıların en sık uğradığı yerlerden. Park alanında kapalı olimpik havuzun yanı sıra kapalı ve açık spor alanları, Türk, Đtalyan ve Çin lokantaları, gölet ve bahçeler, mini golf sahası ve at harası da vatandaşların faydalanabileceği yerler arasında bulunuyor. ÇANKAYA'NIN GÖZDE DĐNLENME TESĐSLERĐ Çankaya Belediyesinin Ahlatlıbel'deki tesisi, hafta sonu Ankaralıların yoğun ilgi gösterdiği bir başka önemli cazibe merkezi... Tesiste açık tenis kortları, halı sahalar, basketbol, voleybol alanları, koşu ve yürüyüş pisti, açık alan fitness parkı, çocuk parkı, go-cart alanları bulunuyor. Çankaya'nın Yıldız semtindeki Lozan Park'ta da açık tenis kortu, halı futbol sahası, basketbol ve voleybol sahası, koşu ve yürüyüş pisti, açık alan fitness parkı, kapalı fitness salonu mevcut. Son günlerde sıcakların bastırmasıyla birlikte Çankayalılar Đncek Yüzme Havuzu ve Dinlenme Tesisleri'ne de akın ediyor. Tesiste, havuz, kapalı fitness salonu, dama, dart, bilardo, satranç ve bezik oynanabilecek salonlar yer alıyor. DĐĞER SEÇENEKLER Başkent'te güneş ortalığı kavururken buz pateni sahasının serin pistinde kayarak hoşça vakit geçirmek isteyenler için Belpa Buz Pateni Sarayı önerilebilir. Paintball, hafta sonları evde canı sıkılanlar için alternatif bir eğlence olabilir. Türkiye'ye birkaç yıl önce giren ''Paintball'' mekanlarını Ankara'da da bulmak mümkün. Paintball'u merak edenler, Ankara-Eskişehir yolunun 28'inci kilometresinde bulunan MTG Paintball arenasında bu oyunu deneyebilirler. Đddialı mücadelelere sahne olan bowling ve dart salonları da hafta sonları gidilebilecek farklı alternatif eğlence mekanları arasında yer alıyor. Ankara'nın çeşitli yerlerinde konuşlanan bowling ve dart salonları arasında Bilkent Rollhouse, Dedeman Park Bowling, Atatürk Orman Çiftliği'ndeki Mars Bowling önerilebilir. Başkentte, biniciliğe düşkün olan, şehrin gürültüsünden uzaklaşıp atlarla gezintiye çıkmak isteyenler için de uygun mekanlar bulunuyor. Gölbaşı Ballıkpınar Köyü'ndeki Capital Country Clup ile Beşevler'deki Atlı Spor Kulübü tesisleri, hangi yaş ve seviyede olursa olsun ata ve biniciliğe ilgi duyanların vazgeçemeyecekleri spor kompleksleri arasında yer alıyor. Atatürk Orman Çiftliği de Ankara'nın alternatif mekanlarından... Yaban hayatının onlarca türünü bir arada barındıran hayvanat bahçesi, görülmesi gereken yerlerden biri… Gelecek Sayı: Başkentte Güz ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:9, Temmuz 2010) Ankara Dergileri Timur ÖZKAN [email protected] ANKARA ThreeS Sahibi: Ali Kemal Can Sorumlu Yazı Đşleri Müdürü: Alev Türker Aylık, Son Sayısı: 8 (Haziran 2010) 130 Sayfa, Tirajı: 5 000, Fiyatı: 8 TL Adres: Arjantin Cad. Halıcı Sok. 2/3 Kavaklıdere Tel: 428 22 30 Başlıca bölümleri: Spor, Siyaset, Sanat, Gezi, Sağlık, Cemiyet, Ankara Rehberi www.three-s.com.tr ARKADAŞ ANKARA KÜLTÜR SANAT ETKĐNLĐKLERĐ Sahibi: Arkadaş Yayıncılık ve Pazarlama Dış Tic. Ltd. Şti. Cumhur Özdemir Yayın Yönetmeni ve Sorumlu Yazı Đşleri Müdürü: Timur Zeren Aylık, Son Sayısı: 180 (Haziran 2010) 56 Sayfa, Tirajı: 20 000, Fiyatı: Ücretsiz Adres: Yuva Mahallesi, 3702. Sok 4 Yenimahalle Tel: 396 01 11 Başlıca Bölümleri: Kültür Sanat, Tiyatro, Sergi, Sinema, Kitaplık, Müzik Market, Rehber [email protected] www.arkadas.com.tr/sanatbulteni ANKARA EĞĐTĐM, KÜLTÜR VE SANAT DERGĐSĐ Ankara Đl Milli Eğitim Müdürlüğü Yayını Yazı Đşleri müdürü: Berrin Varol Genel Yayın Yönetmeni: Kazım Kızılsu Yayın Kurulu: Ulvi Kabakçı, Gülay Karakoç, Birten Đkizoğlu, Mahmut Yüceli 2 aylık, Son Sayısı: 67 (Mayıs/Haziran 2010) 128 Sayfa, Tirajı: 5 000, Fiyatı: Ücretsiz Adres: Milli Eğitim Müdürlüğü, Basın Yayın Bölümü Beşevler Tel: 212 15 91 Her sayıda farklı bir tema: Son temalar: Gezi Yazıları, Yazarlık, Ankara… ANKARA LIFE Đmtiyaz Sahibi: NKS Basın Yayın Ltd. Şti. adına Nüket Kantarcı Genel Yayın Yönetmeni: Sercan Kantarcı 2 Aylık, Son Sayısı: Haziran/Temmuz 2010 128 Sayfa, Tirajı: … Fiyatı: 6 TL Adres: Çetin Emeç Bulvarı, 1065. Cad. 34/9 Öveçler Tel: 473 97 02 Başlıca Bölümleri: Başkentin Hatıra Defteri, 15 Adımda Ankara, Gezi, Röportaj, Sağlık, Sanat www.ankaralife.com.tr ANKARA The Best Đmtiyaz Sahibi: L’ajans Mutluson Reklam ve Yayıncılık Ltd. Şti. adına Levent Kaptan Genel Yayın Yönetmeni: Aslı Kutlucan Kaptan 6 Aylık, Son Sayısı: 4 (Kış-Đlkbahar 2010) 360 Sayfa, Tirajı: 20 000, Fiyatı: 30 TL Türkçe/Đngilizce Adres: Cinnah Cad. Ahenk Sok. 7/7 Çankaya Tel: 442 75 10 Başlıca Bölümleri: Kent, Yakın Yerler, Geleneksel, Lezzet Mekanları, Sanat, Rehber www.ankarathebest.com ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:9, Temmuz 2010) Ankara/Ankara Turhan DEMĐRBAŞ [email protected] Ankara Keçisi Güney Afrika’ya Nasıl Götürüldü? ÇIKRIKLAR DURUNCA, Sadri Etem Ertem Güney Afrika’da, Karu yaylasının güney denizine bakan yamaçlarında, Anadolu’dan söz eden iki sarışın ihtiyar, sözlerini bir an için kestiler, Đhtiyarlardan biri uzun denizci dürbünü ile uzaktaki; Fundalar arasından koşan uzun tüylü, sayıları iki - üç bini aşan tiftik keçilerini hayranlıkla izlemeye başladı. Keçiler önleri çitle çevrili ağıllara giriyor, orada uzun güzel renkli kıvır kıvır saçlarını makas altında bırakıyorlardı. Manchester borsasına egemen olmaya aday, sekiz bin adet keçisi olan, tiftik kralı Stayvers arkadaşı Tomson’a şöyle dedi; Asya’dan bir damızlık aldım, Afrika’da ürettim. Tomson arkadaşına, şu tiftik öyküsünü anlatır mısın dedi; Koleji bitirdikten sonra misyoner amcamla Hint gezisine çıktık. Ben gezinin yarısında Hint ticaret şirketlerinden birine memur oldum ve gezimi Kaşmir’e dek uzattım. Orada ünlü Kaşmir yünlerinin işlendiği tezgahları gördüm. Dünya’nın altını, oluk gibi Kaşmir’e akıyordu. Bunun nedeni de şu gördüğün keçilerdi. Đngiltere’ye dönünce anlattım, güldüler. Rober Fulton icat ettiği vapuru Napolyon’a takdim ettiği zaman;” Alın bu herifi, atın bu dilenciyi, bir daha söz söyletmeyin.” demiş, bende ona benzemiştim. Nişanlım beni desteklemiş ve teşvik etmişti. O da belki güzel Kaşmir yünü elbiseler giyinebileceği içindi. Bilimden anlayanlara sorduğumda; Orta Asya, keçilerinin iklim itibari ile Britanya adasında yaşayamayacaklarını anlattılar. Bir gün yolum Doğu’ya düştü, Osmanlı Đmparatorluğu’nda bankalar açılıyor, demiryolu ayrıcalıkları alınıyordu, büyük bir ticaret şirketi beni incelemeyle görevlendirdi. Kendimi; Tüccar memuru olduğumu ve incelemelerde bulunan ilahiyat uzmanı olarak tanıttım. Đlahiyat uzmanı sözü ne güzel anahtarmış, bana başka dinde, fakat iyi kalpli, saf, içtenlikli birçok meslektaşların kalbini açtı. Bu dostlar müftü ve imam denen bir sürü adamdı, nereye gitsem onları buldum. Koskocaman sakalları var. Dünyayı bir mescit gibi görüyorlar. Tanrı misafirine ikramda bulunuyorlar ve dini konuşmalar başlıyor. Onlarla dost oldum, Türkiye benim dostlarımla dolu. Bir gün valinin verdiği yemekte, yıldızlardan söz ediliyordu. Avrupa’dan yeni gelmiş bir Türk mühendis dedi ki; Yıldızlar güneşin etrafında dönerler ve sayıları sınırlıdır. Vali çok kızdı, müftü cübbesini topladı. Bende söze karışıp şöyle dedim; Allah bilir, semayı semadakine, yeri yerdekilere bırakalım, diye bir söz attım. Bu söz onlara çok uygun gelmiş olmalı ki; vali elimi sıktı, müftü ise enfiyesinden bir tutam verdi. Gençlerden şikayetçi oldular. Dinlerimiz ayrıda olsa, dinsizliğe karşı aynı cephedeyiz dedim. Boynuma sarılıp beni öptüler, çok sıkı fıkı dost olduk. Đncelemelerimde bana kolaylık göstermeleri için validen bir de tavsiye mektubu aldım, işim işti. Doğruca Anadolu içlerine doğru geziye başladım, elimdeki kağıdı gösterince herkes selam durdu. Bana eşlik etmesi için vali bey kendi emir eri olan; zaptiye çavuşunu yanıma verdi. Çavuş valinin bir dostuna karşı azami saygıyı göstermek istiyordu. Çavuş ile dilimin döndüğü ölçüde ve Doğu Dilleri Okulu’nda öğrendiğim Türkçe ile konuşmaya çalışıyordum. Anadolu’nun içlerine doğru ilerledikçe mevsim değişiyor, ağaçlar bodurlaşıyordu. Orta Anadolu’da yer yer çekilmiş sulardan kalma tuzlu tortular gözüme ilişiyordu. Bu tuzlu topraklar, buharlaşıyordu. Bir öğlen vakti buhar içinde yürürken gözüme bir sürü ilişti. Orta Asya’daki gibi kıvır kıvır tüylü, parlak renkli keçiler önümüzden geçmeye başladılar. Para ile bir çift tiftik keçisi almak istediğimi zaptiye çavuşuna söyledim. Bana verdiği cevap ise; Ne demek çelebi, valinin dostuna para ile olmaz dedi ve keçi çobanından istedi, adam vermek zorunda kaldı. Ben iki adet keçi ile memleketime ve nişanlımın yanına döndüm. Bu hayvanları yaşatabilmek için Orta Anadolu’nun iklimine uyan bir yer lazımdı. Güney Afrika’nın Karu yaylasının iklimi Anadolu’nun ikliminin aynısıydı. Güney Afrika’ya gidenler altın ve elmas ile uğraşırlarken, ben ise yeni bir denemenin içinde idim, sonuç olumlu olmuştu. Ertesi yıl yeniden Anadolu gezisine çıktım. Türkiye’de parlamento sistemi olmadığından, tanıdığım valiler görevlerinin başındaydılar. Konuşmalarda, din konularında onlara hak veren tutumum işe yarıyordu. Hatta benim gizlice din değiştirdiğime inanıyorlardı. Mahmudiye altını olarak verdiğim hediyeler işe yarıyordu. Ziyafetlere çağrılıyordum. Yine geziye çıktım. Sıddık Çavuş yanımda idi. Ona da gerekli hediyeleri getirmiştim. Keçileri sordu, bende yine götürmek istediğimi söyledim. Bir sürü görünce, çobandan yedi teke ve yedi dişi keçi benim adıma istemiş oldu. Çoban gitti, bir türlü gelmedi. Bir süre sonra boş döndü. Sıddık Çavuş sorduğunda; Onun suçu olmadığını, kadınların uğursuzluk getirir diye vermeye karşı çıktıklarını söyledi. Gavur’a mal verilmez sözünü hatırlattı. Köye doğru devam ettik, bir yaşlı insan; Sıddık ağa, Çelebi’ye mal verilmez, bu atalardan kalmadır. Gözümüze dizimize durur. Bizim elimiz gitmez, var sen kendin al dedi. Tiftik keçilerini aldık, yola devam ettik. Akşam çamlar arasında bir handa misafir olduk. Ertesi gün yola devam ettik. Bir süre sonra dar ve sık ağaçların olduğu yerden, silah sesi duyuldu. Đki taraf karşılıklı ateşe başladı. Ağaçların arasından sesler geliyordu.” Hayvanları bırak, canını kurtar” diye. Nal sesleri ve silah sesleri birbirini kovaladı. Uyandığımda başka bir köy odasında idik. Hayvan’ların yünleri kesildi ve siyaha boyayıp öylece kurtulmayı başardık. Đskoçya’ya gittim, oradan da Güney Afrika’ya; Üzerinden 15 yıl geçti. Bu yıl, Dünya’da Güney Afrika yün piyasası Anadolu’ya yegane rakip. ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:9, Temmuz 2010) Dizelerden Dizelerden Ali Cengizkan III. KARAOĞLAN CADDESĐ, BALIK PAZARI “Ankara Ankara Güzel Ankara”dan (1987) … Ellerinde su düzeçleri, şaküller, malalar tutanlar yüz metre ötede Şehir Çarşısı’nda az yukarda, Hacı bayram’ın orda (ah orda, her şeyi yeşile boyamak isteyenlerin yanında) dururlar. Sanki balık görürler kaldırımda yürüyen her adamın yüzünde, balık kavağa çıkmaz. Bilirler. Ulus! Duvarları tekrar tekrar beyaza boyanan Ulus! Ulus bir beceriksizlikler semtidir. Ve asfaltın altında yatan Roma ve Bizans ve Selçuk ve Osmanlı sayılmazsa bu kent çok yeni sanılabilir”
Benzer belgeler
ankara çiğdem - Atılım Üniversitesi Ankara Digital Kent Arşivi
Ankaralı Gezginler elektronik iletişim grubu tarafından yayınlanır. Ücretsizdir.
Burada yayınlanan yazı, haber, fotoğraf, resim vb kaynak gösterilerek ve
sahiplerinden izin alınarak kullanılabilir....