Mart 2015 - bümed meç okulları
Transkript
Mart 2015 - bümed meç okulları
B BÜMED BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ MEZUNLAR DERNEĞİ AYLIK YAYINI MART 2015 SAYI 204 OĞAZİÇİ BÜMED üyelerine özel fiyat avantajlarıyla Odağın da hayat, çevresinde şehir var. Yatay mimarisiyle KÖY, size Zekeriyaköy’de hem doğal hem sosyal bir yaşam sunacak. KÖY, Kilyos Sahili’nin ve Belgrad Ormanı’nın yanıbaşında, 467.000 m2 alan üzerinde her aile tipine uygun 5 farklı konut tipinden oluşuyor. Çocuklarınız doğayla iç içe büyürken siz de çocukluğunuzun mahalle hayatını, komşuluk ilişkilerini tekrar yaşayacaksınız. Doğal park alanları, meyve bahçeleri, bisiklet yolları, orman içindeki koşu parkuru ve yüzme havuzları ile sağlıklı yaşam bir ayrıcalık değil rutininiz olacak. T ecrübenin lüksle buluştuğu yerde… 5 yıldızlı bir dünya, olağanüstü bir kent yaşamı... The Address Residence İstanbul’da. İstanbul’un merkezinde Emaar tecrübesiyle seçkin bir yaşam başlıyor... Emaar Square’de, The Address Residence’ın göz alıcı dünyasına sizi de bekliyoruz. Emaar Square İstanbul Satış Ofisi: Ayazma Cad. No: 78 Çamlıca Tel: 0216 547 17 17 emaarsquare.com.tr | emaar.com.tr NEREDEYİZ? -Üniversitemizin dünya üniversiteleri arasındaki konumu nedir? -Yurtdışına gerek lisansüstü/ doktora çalışmaları için gitmiş gerekse farklı ülkelerde akademisyen olarak görev almış mezunlarımız Boğaziçi’nin en çok hangi özelliğinin diğer üniversiteler arasında öne çıktığını düşünüyorlar? -Farklı coğrafyalarda üniversite sistemi nasıl işliyor? B 6 Bu sayımızda dünya üniversitelerini ele almaya çalıştık. Yukarıdaki sorular, izlediğimiz yolda bize yardımcı oldu. Böylelikle, dünya üniversiteleri arasında nerede olduğumuzu bulmaya, mezunlar olarak neredeyiz sorusunun yanıtına biraz olsun yaklaşmaya çalıştık. ÖNLEME KÜLTÜRÜNÜN ÖNEMİ Yukarıda bahsedilen sorular üzerinde çalıştığımız esnada, ülkemizdeki acı gerçeklerden biri ile yine karşı karşıya geldik ve bir kez daha şu başlığın önemini anladık: Önleme kültürü. Bu başlığın önemi teslim edilmedikçe ve buna göre davranılmadıkça, yaptığımız çalışmaların ne yazık ki hiçbir değeri kalmıyor. Önleyebilmek, gerekli tedbirlerin önceden alınması, insanca yaşamanın altyapısının yaşamın tüm yönlerinin ele alınarak oluşturulması, olaylar vuku bulduktan sonra alınacak tedbirlerden çok daha değerli. Haziran 2014 sayımızda önleme kültürünün önemine Soma faciasının ardından değinmiştik. Ne yazık ki tekrar tekrar aynı gerçeği farklı olaylarla deneyimlemek durumunda kalıyoruz. Bugün de Özgecan Aslan’ın yaşamını yitirdiği facianın ardından bu gerçek ile baş başayız. Her şeyden önce insan olma, şiddete karşı durma, insanca hırslarla, egolarla mücadele etme, başka hayatlara, insanlara, kadınlara, tüm canlılara saygı gösterme gibi aslında temel konularda yolun başında dahi olmadığımızı görmekteyiz. Gündemimiz bunu açıkça ortaya koyuyor. Üniversite gibi bilgi üreten, toplumu dönüştürme gücüne sahip, eleştirel düşünce yetisi gelişmiş bireyleri topluma kazandırması beklenen yapıların barışa, bilgiye, değerlere, insan hayatına, tüm canlılara saygılı bir toplum yaratma konusundaki fonksiyonu şüphesiz çok önemli. Bu değerlerin en aktif şekilde işlenmesi ve hayata en hızlı ve etkin şekilde geçirilmesi noktasında üniversitelerin ve tüm eğitim kurumlarının önemi çok büyük. Bu yapıların yetiştirdiği bireylerin mezun statüsü ile bu değerleri nasıl taşıdıkları da bir o kadar mühim. Eninde sonunda eğitimle ve eğitimin kazandırması gereken değerlerle baş başa kalıyoruz. Yine zihnimizde pek çok soru, bireysel çalışmalarımızın, uğraşlarımızın bir noktada anlamsızlaştığı bir ruh hali, bizleri doğal olarak umutsuzluğa sevk eden birçok duygu ile bu sayıyı kapatıyoruz. Aylin Buran ’02 52 62 BOĞAZİÇİ DÜNYA YÜKSEKÖĞRETİM ALANINDA BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ GERÇEK BİR MÜCEVHERDİR! Dünya üniversitelerindeki Boğaziçilileri konuk ettiğimiz bu sayımızda, Boğaziçi Üniversitesi’nin dünyadaki konumu hakkında daha detaylı bilgi almak üzere Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Öğretim Üyesi Prof. Dr. Taner Bilgiç’e sorularımızı yönelttik. Okulumuzu ziyaret eden değişim öğrencilerinin profilleri, Boğaziçi Üniversitesi’nin öne çıkan özellikleri, ele aldığımız başlıklardı. 46 40 HÜRRİYET İCRA KURULU'NDAKİ ÜÇ BOĞAZİÇİLİ'NİN GÖZÜNDEN MEDYAYA BAKIŞ Medyayı diğer sahalardan ayıran en önemli özellik, günceli takip etmesi. Bu hızlı tempoda ülke ve dünya gündemini izleyen üç Boğaziçili, Mart 2015 sayısındaki konuklarımız: Hürriyet İcra Kurulu Başkanı Ahmet Özer '92, Pazarlama Direktörü ve İcra Kurulu Üyesi Birim Gönülşen Özyürekli ’01, İnsan Kaynakları Direktörü ve İcra Kurulu Üyesi Tuba Köseoğlu Okçu '94. Medya sektöründeki Boğaziçili bakış açısını hissedebileceğiniz röportajımızı zevkle okumanızı diliyoruz. BOĞAZİÇİ'NDE SCIENCE KÜLTÜRÜ DERSİ Science 101 dersi, bu yıl 115 civarında sosyal bilim öğrencisinin aldığı çok önemli bir ders. Şu an bu dersi yalnızca İngiliz Dili ve Edebiyatı, Felsefe Bölümü öğrencileri zorunlu, diğerleri seçmeli olarak alıyorlar. Bu fen bilimleri dersini, Fizik Bölümü Öğretim Üyesi Sayın Prof. Dr. Alpar Sevgen bizler için anlattı. Röportajımız kapsamında değerli asistanların ve dersi alan başarılı öğrencilerin de görüşlerini sizinle paylaşmaktan mutluluk duyuyoruz. ÖNE ÇIKAN BİR COĞRAFYA, ÖNE ÇIKAN BİR SAHA: ASYA Tarih Bölümü öğretim üyelerinden, aynı zamanda Asya Çalışmaları Yüksek Lisans Programı Koordinatörü Sayın Prof. Dr. Selçuk Esenbel’e dünya üniversiteleri temalı sayımız için sorular yönelttik. Asya Çalışmaları Yüksek Lisans Programı’nın okulumuzdaki konumu, öğrencilerin bu programa olan yaklaşımı, Asya’daki üniversitelerin eğitim felsefeleri ve Asya üniversiteleri ile Boğaziçi Üniversitesi arasındaki işbirlikler üzerine aldığımız yanıtları sizlerle paylaşıyoruz. 56 HAYALİMDEKİ OKULDA OKUDUM, HAYALİMDEKİ ŞİRKETTE ÇALIŞIYORUM Samsung Electronics Türkiye Tüketici Elektroniği Direktörü Hüseyin Erel '98 bu sayıdaki konuğumuz. Boğaziçi yıllarından kariyer öyküsüne, Samsung’daki çalışmalarından Samsung’un ve Boğaziçi Üniversitesi’nin yapısal benzerliklerine kadar pek çok konu başlığı altında kendisi ile sohbet ettik. BOĞAZİÇİ DERGİSİ, BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ MEZUNLAR DERNEĞİ (BÜMED) TARAFINDAN YAYIMLANAN AYLIK, ÜCRETSİZ BİR YAYINDIR. MART 2015 SAYI 204 YÖNETİM KURULU ADINA SAHİBİ: HAKAN ZİHNİOĞLU-BÜMED YÖNETİM KURULU BAŞKANI YAYIN YÖNETMENİ VE SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ: AYLİN BURAN [email protected] YAYIN KURULU: TUNÇEL GÜLSOY, MURAT ÖNGÖR, MUSTAFA UYAL, SAVAŞ YAŞAR IÇERIK HAZIRLIK: PS MEDYA YAYINCILIK VE PAZARLAMA SERVISLERİ LTD. ŞTİ. EDİTÖRLER: DUYGU CANKILIÇ, ŞENAY ÇINAR, YASEMİN DUT YAZI KURULU: GÜNEŞ BAŞAT, CÜNEYT BAYRAKTAR, METİN BİTİK, DUYGU CANKILIÇ, YASEMİN DUT, AYŞEGÜL GÜNDÜZ, EMRE KAZANCIOĞLU, ECE KAVLAK, TANSU OSKAY, SEMİH TEKTEN, PINAR TÜREN KATKIDA BULUNANLAR: ANIL ALTAŞ, YELDA BALER, ESRA BAL, YEŞİM ÇAYLAKLI, MELİS ERTÜRK, MURAT GÜLSOY, EVİN İLYASOĞLU, BARIŞ MÜSTECAPLIOĞLU, HANDE ORTAÇ, SEVGİN AKIŞ RONEY, GÖNENÇ TARAKÇIOĞLU, NALAN YENİGÜN, BURCU ÜNLÜTABAK, OKANER ERTUĞRUL FOTOĞRAFLAR: YAŞAR ARİF KARAGÜLLE, AHMET KIRAN, FATIH ÖZTÜRK TEŞEKKÜR EDERİZ: ÖNDER BAHAR, SEFA COŞKUN, HÜSEYİN ÇETİN, BAHADIR OTMANLI, NAZ VARDAR, EYLEM TAŞDEMIR, ÖZLEM GERÇEK, TUĞBA KARA TASARIM: EMRE SENAN TASARIM VE DANIŞMANLIK [email protected] REKLAM SATIŞ VE SPONSORLUK: TUĞBA ALARSLAN [email protected] 0212 359 58 16 YÖNETİM YERİ: BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ, LOJMAN KAPI YANI 34342 BEBEK-İSTANBUL TEL: (0212) 359 58 00 FAKS: (0212) 257 35 68 BASKI: MAS MATBAACILIK SAN. VE TİC. A.Ş. KAĞITHANE BİNASI, HAMİDİYE MAHALLESİ, SOĞUKSU CAD. NO:3 KAĞITHANE-İSTANBUL TEL: 0212 294 10 00 FAKS: 0212 294 90 80 SERTİFİKA NO: 12055 www.masmat.com.tr B 7 yönetim kurulundan ’91 kanı n i o ğ l u Ku ru l u B a ş h i Z n et i m Haka em Yön n ö D . 14 Amerika’da Harvard, Dünyada Boğaziçi B 8 Bu sözün telifi mezunlarımızdan birisine ait. Ama mezunumuzun müsaadesiyle, dünya üniversiteleri temalı bu sayımızda Boğaziçi, Boğaziçi, Boğaziçi diyeceğim. Dünyada Boğaziçi gibi birçok saygın eğitim kurumu var. Son senelerde uluslararası kuruluşlarca hazırlanan listelerle de tescillenen bir saygınlığa sahip bir üniversitenin mezunlarıyız. Bence dünyada en iyisi Boğaziçi dediğimde birçok sebebim var. Boğaz'da ve eşsiz bir lokasyonda olmamız büyük bir şans iken şans olmayan ve Boğaziçi kültürünün yarattığı birçok değer var. Son iki sene içinde BÜMED olarak dünya üzerinde farklı coğrafyalardan üniversite mezun dernekleri ile iletişime geçtik. Amacımız bizim ne yaptığımızı kıyaslayabilecek örnekler ile tanışmak, daha iyileri araştırmak, kendimizi geliştirecek alanlara önem vermekti. Ülkemizde Boğaziçi’nin ve BÜMED’in yaptığı ilkler ortada. Ancak ilkleri yapmak değil, bunları bir kültür olarak nesiller boyu sürdürmek lazım. Nesiller boyu Robert Kolej ya da Boğaziçi’nden mezun binlerce kişinin ortak noktalarına bakarsak göreceğiz ki, birçoğunun sıra dışı hayat hikâyesi var. Birçoğunun “idealleri”, doğruları için “tutkuları” var. Bunlar için fedakârlıklar yapan, ilkelerini bozmayan birçok Boğaziçili var. Bunun tesadüf olmadığını, Boğaziçi geleneklerinin ve yıllar boyu sahip çıkılan bir kültürün sonucu olduğuna inanıyorum. Bugüne kadar ülke içinde ve dışında birçok toplantıda bulundum, sunumlar yaptım, tartışma ortamlarında oldum. Aldığım eğitim sayesinde hepsinde toplantı paydaşları ile son derece doğru iletişimler kurdum, fikirlerimi savundum, kendimi ifade edebildim. Defalarca tebrikle sonuçlanan süreçlerin içinde bulunum. Bunlar bana Boğaziçi’nin bir hediyesi diye düşünüyorum. Dünya vizyonunda ve donanımında bir mezun veriyoruz. Gururlanıyorum. Dünyadaki çeşitli mezun dernekleri ile yaptığımız görüşmelerde, gerek üniversitemizin, gerekse derneğimizin dünya ölçeğinde son derece başarılı ve doğru adımlar attığını söyleyebilirim. Yaptıklarımızı anlatmak, onların faaliyetlerini dinlemek üzere ziyaret ettiğimiz, Harvard Business School Mezunlar Birliği ile yaptığımız temaslarda, derneğimiz adına son derece pozitif övgüler almamız da buna bir örnek olsa gerek. Bu temaslarda gördük ki, bizce çok yeterli olmasa da, bugüne kadar BÜMED olarak, mezunları organize etmek ve üniversitemize katkıda bulunmak için yaptıklarımız dünya ölçeğinde de kıyaslanabilir ölçüde başarılı. Bu çerçevede, 2014 yılı Kasım ayında, Yale Üniversitesi’nde bugüne kadar yürüttüğümüz çalışmalardan bir tanesini “Best Practice” kapsamında sunduk. 2015 yılında düzenlenecek forum için yeni bir sunum yapmak üzere davet aldık. Bu tip etkinlikler ile keşfedemediğimiz bazı faaliyetleri öğreniyor, yaptığımız çalışmaları geliştiriyor, bazılarını da bizim örnek çalışmamız olarak sunma şansı buluyoruz. Bu vizyon ile, yapmak istediklerimizi, dünya liginde bir oyuncu olmak şeklinde tarif ediyoruz. 2015 yılı içinde bazı üniversitelerin Avrupa kıtasındaki dernek toplantılarını BÜMED'in ev sahipliğinde yapacağız, ortak çalıştaylar düzenleyeceğiz. BÜMED olarak, mezunlarımızın birbirleri ile olan iletişimlerini üst düzeyde tutmak için gösterdiğimiz çabalarımıza ek olarak, üyelerimizin ilgi alanlarına giren birçok konunun bir arada olduğu (sosyal ilgi alanları diye tarif edilen) platform olmayı hedefliyoruz. Mezunlarımız, bir konu etrafında kendi aralarında organize olarak çalışmak istediklerinde BÜMED’in tesisleri, toplantı odaları ve duyuru imkânları ile yanlarında olmaya çalışıyoruz. Özgür, özgürlükçü ve demokrat Boğaziçi kültürümüzle birçok ilke daha imza atacak faaliyetlerde bir arada olmayı istiyoruz. Biz birçok üniversite ve mezun organizasyonu tanıdık, yine üniversiteli olsak, hepsi arasında Boğaziçi diyeceğimiz kesin. Amerika’da Harvard, dünyada Boğaziçi. Sizce? Bu ışık, tünelin ucundaki ışık olsun... SUSMA ARTIK SUSMA ARTIK SUSMAK SUÇ ORTAĞI OLMAK DEMEK ŞİDDETE, TACİZE, ÖN YARGIYA SESSİZ KALMA, GÖZÜNÜ KAPATMA, KULAĞINI TIKAMA KADINA, ÇOCUĞA, HAYVANA, YAŞLIYA, DOĞAYA YAPILAN HAKSIZLIKLARA KARŞI DUR! İNSAN OLMAYI SEÇ camiadan haberler İFAKAT’IN ARDINDAN SIRA DIŞI İNSANLAR B 10 Sosyoloji Bölümü mezunumuz Nurdan Tümbek Tekeoğlu ’88, İfakat ve Öyle Sevdim ki Seni çalışmalarının ardından Yönetmen Orhan Tekelioğlu ile birlikte Sıra Dışı İnsanlar belgeselinin yapımına adım attı. Kitlesel fonlama FONGOGO aracılığıyla Karadeniz'de doğanın çetin şartlarına karşı icatlarıyla mücadele eden insanların öykülerinin anlatılacağı film bir sosyal sorumluluk projesi. Projenin detaylarına www.fongogo.com adresinden ulaşabilirsiniz. Eğer projeye destek verirseniz: · Belgeselin post prodüksiyon maliyetleri karşılanacak. · Uluslararası festivallerde Türkiye’yi temsil edecek. · Belgeselin galası yapılacak. · Karadeniz insanı dünyaya tanıtılacak. · Destekçiler belgesel ile birlikte anılacak ve yapılan katkı karşılığında armağanlar sunulacak. LUCCA, 2 MART-1 NİSAN ARASINDA AYLİN YLD’NİN "İSTANBULMACA" ADLI KİŞİSEL SERGİSİNE EV SAHİPLİĞİ YAPIYOR Sanatçı, ilk kez sunulacak çalışmalarında hayatı ve insanı derinlemesine sorgulamaya olan düşkünlüğünü kendine özgü çizgileriyle anlatıyor. Kişilerin kendilerini arayış yolculuklarında kesişen yollarını, desenlerini iç içe geçirerek ifade eden sanatçı, tuvallerinde adeta bulmaca gibi hikâyeler yaratıyor. "Istanbulmacalarım" adını verdiği eserlerine gizlediği bu hikâyelerle, izleyenleri düşündürerek kendilerine farklı açılardan bakmalarına aracılık ediyor. birlikte ele alınmasının gerekli olduğunu belirtiyor. Aynı zamanda, gazetecilik ve haber etiğinin demokrasi bilinci oluşturmada önemli roller üstlendiğini savunan Dedeoğlu, bu değerlerin işlevlerini gerçekleştirememesi durumunda demokratik toplum yapısının zarar göreceğinin de altını çiziyor. Başkalarını anlayabilmemizin tek yolunun kendimizi anlamamızdan geçtiğine ve aradığımız tüm cevapların kendi içimizde saklı olduğuna inanan sanatçı, “Önce kaybolsunlar çizgilerimde ki sonra kendilerini bulsunlar,” diyor ve farkındalıklar arttıkça dünyanın daha yaşanır bir yer olacağını ümit ediyor. DEMOKRASİ BASIN VE HABER ETİĞİ İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü mezunumuz Sayın Gözde Dedeoğlu’nun (’82), Demokrasi Basın ve Haber Etiği adlı kitabı Sentez Yayınları tarafından basıldı. Kitabında inceleme yöntemi olarak “Eleştirel Söylem Çözümlemesi” yaklaşımını seçen Dedeoğlu, haber üretiminin belirli tarihsel arka plan, ekonomik ve politik yapıyla bağlantısı dolayısıyla bu konudaki incelemelerin ilgili alanlarla TEBRİKLER Tarih Bölümü mezunlarımızdan İrem Sezer ’12, İstanbul Teknik Üniversitesi tarafından, Ludwig Maximillians Universitaet Muenchen’de sanat tarihi alanında araştırmalarını sürdürmek üzere görevlendirilmiştir. Sayın Sezer’i tebrik ediyor, başarılarının devamını diliyoruz. camiadan haberler Ayten ‘06, Experian Bilgi Hizmetleri Ltd. Şti.'ye Ortadoğu Bölgesi Sorumlu Satış Danışmanı olarak atanmıştır. GIO ÖDÜLLERİ 2015 B 12 Mezunumuz Barış Müstecaplıoğlu’nun (’99) kurucu üyeler arasında yer aldığı Fantazya ve Bilimkurgu Sanatları Derneği’nin (FABİSAD) Giovanni Scognamillo onuruna her sene verdiği Gio Ödülleri, 2015’te “Roman”, “Yayımlanmamış Öykü”, “Yayımlanmamış İllüstrasyon” ve “Çizgi Roman” dallarında verilecek. “Yayımlanmamış Öykü” ve “Yayımlanmamış İllüstrasyon” dalları için son başvuru tarihi 31 Mayıs 2015. Yazar ve çizerlerin eserlerini bu tarihe kadar gioodulleri@fabisad. com adresine göndermeleri gerekiyor. Detaylı bilgiye www.fabisad.com adresinden ulaşabilirsiniz. KAKTÜS ÇİÇEĞİNİN SÜRGÜNÜ, HALEP-İSTANBUL Kaktüs Çiçeğinin Sürgünü Halepİstanbul, tarihçi yazar İsmail Keskin’in (’08) ikinci romanı. Keskin, yanı başımızdaki kirli savaşta yitip giden mülteci çocukların hikâyelerine omuz veriyor. Halep’ten Antep’e, oradan İstanbul’a, oradan da Edirne ve Meriç’in öte kıyısındaki Evros’a uzanan bu roman, son üç yılda mülteciler ve insan hakları ihlalleri üzerine yazılmış raporlardan yola çıkarak kurgulanmış. Yazarın 2011 yılında ilk romanı Hediye Evdoksia, 2012 yılındaysa, Anadolu’da konuşulan tüm dillerin Türkiye’de ilk kez bir tema çerçevesinde bir araya getirildiği Aşk Sevda Süveyda (Anadilde Aşk Defteri) eseri de Hayykitap tarafından yayımlanmıştı. Boğaziçi Üniversitesi Elektrik ve Elektronik Mühendisliği Bölümü, mezunumuz Mehmethan Şişik ‘91, Hosting İnternet Hizmetleri San. ve Tic. A.Ş.' ye Türkiye Genel Müdürü olarak atanmıştır. Boğaziçi Üniversitesi İktisat Bölümü mezunumuz Yeşim Gökpınar ‘95, Hyundai Assan Otomotiv San. ve Tic. A.Ş.' ye Pazarlama Genel Müdür Yardımcısı olarak atanmıştır. Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü mezunumuz, İsmail Bütün ‘96, Nestlé Türkiye Gıda Sanayi A.Ş.' ye İçecekler Grubu Genel Müdürü olarak atanmıştır. ATAMALAR VEFAT Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü, mezunlarımızdan Orkun Gül ‘03, Avon Kozmetik Ürünleri San. ve Tic. A.Ş.' ye Türkiye Satış Direktörü olarak atanmıştır. Dergimizin yazı kurulu üyelerinden Sayın Mehpare Sözener’in (’88) ağabeyi, İşletme Bölümü mezunlarımızdan değerli Talat Sözener’in (’80) yaşamını yitirdiği haberini büyük bir üzüntü ile öğrendik. Merhuma Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyoruz. Boğaziçi Üniversitesi İktisat Bölümü mezunlarından Burçin Baysak ‘03, Pronet Güvenlik ve Danışmanlık Hizmetleri A.Ş.' ye Pazarlama Direktörü olarak atanmıştır. Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunumuz Adem Duman ‘94, Vakıf Emeklilik A.Ş.' ye Finanstan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı olarak atanmıştır. Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü mezunu Kemal VEFAT Mezunumuz Arcan Bülent Güner ’89, Ankara'da geçirdiği bir trafik kazası sonucu hayatını kaybetti. Değerli mezunumuza Allah’tan rahmet, eşi Şeyda Güner başta olmak üzere, tüm yakınlarına sabır diliyoruz. B 13 863 34 BU 1 MENTORLUK PROGRAMI ARA DEĞERLENDIRME BULUŞMASI B 14 Boğaziçi Network departmanı tarafından faaliyetlerine devam eden Mentorluk Projesi kapsamında eşleştirilen mentor ve mentee’ler, geçen zamanda nelerin yapıldığını tartışmak üzere bir araya geldiler. 12 Şubat Perşembe günü Albert Long Hall’da buluşan mentor ve mentee’ler birbirleri ile kurdukları iletişimi pek çok farklı açıdan değerlendirerek, programın daha verimli ilerlemesi için paylaşımda bulundular. Keyifli sohbetlerin yapıldığı samimi bir kokteyl ile son bulan etkinlik hakkında kapsamlı bir dosyayı Nisan sayımızda sizlerle paylaşıyor olacağız. AVUSTRALYA'DA NİTELİKLİ GÖÇMENLİK İlkini Kanada üzerine gerçekleştirdiğimiz nitelikli göçmenlik konulu seminerlerimizin ikincisi, en yaşanılır ilk beş ülke sıralamalarında her zaman yer bulan Avustralya üzerine gerçekleşti. 15 Şubat Pazar günü, BÜMED Mustafa Kemal Atatürk Seminer Salonu'nda düzenlediğimiz, Avustralya’da Nitelikli Göçmenlik başlıklı seminerimiz üye ve mezunlarımızdan büyük ilgi gördü. Sunduğu yüksek hayat standartları ve elverişli iklimi ile dünyada en yaşanılır ilk beş ülke arasında her zaman yer bulan Avustralya’da yaşama ve çalışma hakkına nasıl sahip olunduğu, nitelikli göçmen olmak için aranan şartlar, başvuru süreci, oturma ve çalışma iznine kadar merak edilen pek çok farklı konu başlığı konuşuldu. Türkiye’de ikamet ederek “Resmi Göçmen” danışmanlığı yapan mezunumuz Ebru Betül Yıldırım’ın (’97) sunumu ile gerçekleşen etkinlikte, Avustralya’nın göçmenlik için uyguladığı puan sistemi, bu puanlara ulaşmak için gerekli nitelikler, vatandaşlık başvuruları için atılması gereken adımlar, eğitim imkânları ve hayat standartları gibi konular üzerinde detaylı değerlendirmeler yapıldı. olarak bir araya geldiler. Saat 21.00 itibari ile sadece Boğaziçililerin giriş yaptığı mekânda özel buluşmalar gerçekleşti; uzun zamandır birbirini görmeyen mezunlarımız birlikte keyifli bir gece geçirdiler. SociaLINK buluşmaları hakkında bilgi almak için sadece Boğaziçi mezunlarına özel Facebook grubuna (www.facebook. com/groups/bumedsocialink) üye olabilir ya da [email protected] adresine mail gönderebilirsiniz. ABIM DENIZ Can Dündar ve Hamdi Gezmiş’in birlikte hazırladıkları Abim Deniz kitabının söyleşisi için Sayın Hamdi Gezmiş’i BÜMED’de konuk ediyoruz. Söyleşi 12 Mart Perşembe günü saat 20.00'de BÜMED Mustafa Kemal Atatürk Salonu’nda gerçekleşiyor. Bilgi ve rezervasyon için: [email protected] BOĞAZIÇI DERGISI'NDE GÖREV DEVIR TESLIMI SociaLINK VOL. 22 Boğaziçililer 20 Şubat Cuma akşamı Billionaire Club’ın özel misafirleri 2011 Eylül ayından bu yana dergimizde görev alan editörümüz Duygu Cankılıç ‘11, akademik çalışmaları nedeni ile görevini, yine bir Boğaziçili olan mezunumuz ve Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde doktora çalışmalarını sürdüren Şenay Çınar’a (‘10) devrediyor. B 15 BÜMED Ankara 863 06 BU 1 2014-2015 DÖNEMİNDE DÜNYA ÜNİVERSİTELERİ ARAŞTIRMASI VE BU BAĞLAMDA BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ Yunus Bayraktar RC ‘69 İngiliz Times Higher Education (THE) ile Thomson Reuters’in birlikte yaptığı araştırmanın sonucuna göre Boğaziçi Üniversitesi büyük başarı göstererek sıralamaya 139. olarak girdi. Times Higher Education (THE) değerlendirmesini, beş ana başlık altında oluşturduğu ve aşağıda yüzdeleri verilen kriterlere göre gerçekleştirdi: l Eğitim (%30), l Bilimsel yayınlara yapılan atıflar (30%), l Araştırma (%30), l Uluslararası görünüm (%7.5) l Sanayi gelirleri (%2.5) B 16 Dünya üniversiteleri arasında ilk dört sıraya hangileri girdi? 1. California Institute of Technology 2. Harvard University 3. University of Oxford 4. Stanford University Türkiye’den hangi üniversiteler ilk 200 arasında? Türkiye’den Boğaziçi Üniversitesi ile birlikte ODTÜ, İTÜ ve Sabancı Üniversitesi dünyanın en iyi 200 üniversitesi arasında yer aldı. Sıralamalar şöyle: 85. ODTÜ 139.Boğaziçi Üniversitesi 165. İstanbul Teknik Üniversitesi 182. Sabancı Üniversitesi Başta mezunu olmaktan gurur duyduğum Boğaziçi Üniversitesi olmak üzere, ilk 200 sıraya giren diğer Türk üniversitelerini de içtenlikle kutluyor, başarılarının artarak devam etmesini diliyorum. Kaynak: http://www. timeshighereducation.co.uk Bir Boğaziçili’den Steinbeis Yorumu SANAYI ILE İÇ IÇE BIR YÜKSEK ÖĞRENIM MODELI: STEINBEIS ÜNIVERSITESI Melih Aral ’84 Almanya’da dual eğitimin babası olarak bilinen Ferdinand von Steinbeis adına kurulan Steinbeis Vakfı’na ait olan Steinbeis Üniversitesi, Steinbeis’ın iş ve eğitim felsefesine uygun olarak bir yandan öğrencilerin sanayi kuruluşlarında çalışmasına imkân verirken bir yandan da yüksek lisans ya da doktora yapmalarını sağlamaktadır. Sadece bir projede çalışan ya da çalışmak isteyen öğrencilerin kabul edildiği üniversitede öğrenciler üniversite ücreti ödemek yerine bir sanayi kuruluşunda çalışmakta böylece bir yandan eğitimlerini sürdürürken bir yandan da iş dünyasına adım atmış olmaktadır. Öğrencilerin programlara başvurusu çalıştıkları şirket tarafından üniversiteye öneri yapılması şeklinde olduğu gibi sanayi kuruluşları tarafından belirtilen çalışma konularında yer almaya niyetli öğrencilerin seçilmesi ile de olabilmektedir. Sanayi kuruluşları tarafından talep edilen profile göre seçilen adaylar yine talep edilen profillere uygun tasarlanan programlara kabul edilmektedirler. Üniversitede yapılan araştırmaların tamamı bir sanayi kuruluşunda uygulanmak zorundadır. Bu nedenle öğrenciler zamanlarının önemli bir kısmını çalıştıkları şirkette geçirmektedirler. Almanya’da giderek artan nitelikli işgücü açığı nedeniyle Steinbeis Üniversitesi’nin yüksek lisans ve doktora programlarına Almanya dışından giderek artan sayıda öğrenci kabul edilmektedir. Proje yürütülen şirketlerin çoğu çok uluslu olduğundan Almanca bilmek bir ön koşul değildir. Daha fazla bilgi için: http://www.steinbeis.de/en/experts/steinbeis-university-berlin-shb.html İrtibat: Melih Aral - 0312 440 01 13 BÜMED İzmir 863 35 BU 1 VİSKİ TADIM VE EĞİTİMİ B 18 15 Ocak 2015 Perşembe akşamı Swissotel Büyük Efes İzmir’de Johnie Walker Mentoru Ertan Engin konuğumuz oldu. Kendisi viskiyi yeniden keşfetmemizi sağladı. Viski tadım ve eğitimi etkinliğimize ilgi düşündüğümüzden daha fazlaydı. Üyelerimiz dışında birçok misafirimiz de bize katıldı. Yer kısıtlaması sebebiyle katılamayan arkadaşlarımız için aynı etkinliği ikinci kez 23 Şubat 2015 tarihinde tekrarlıyoruz. Viski tadım salonuna geçmeden önce viskiye lezzetle eşlik eden ikramlar bizi bekliyordu. Birçok peynir çeşidi ve sıcak minik ikramlar dışında meyve çubukları ve çeşit çeşit çikolatalar harikaydı. Salona geçtiğimizde bizler için hazırlanan yedi adet viski çeşidi kadehlere doldurulmuştu. Mentorumuz Ertan Engin bizlere 521 yıllık viski tarihini anlattı. İskoç iklimi ve coğrafyasının viski üretimine çok uygun olduğunu belirtti. İçtiğimiz viskide bazen dağların mis gibi çam kokusunu bazen de deniz kokusunu duyduk. Engin, viskinin nerede üretildiğinin önemine değindi. Meşe fıçılarda yıllandırılan içkinin %2’sinin buharlaşıp havaya karıştığını ve buna da “Meleklerin Payı” dendiğini öğrendik. 23 Şubat 2015’teki tadıma dair notlarımızı paylaşacağız. üniversiteden haberler ALH SAHNESINDE 2015’IN İLK KONSERLERI BOĞAZIÇI'NDE GERI DÖNÜŞÜME DESTEK! B 20 Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinden oluşan BountoGreen takımı Türkiye’de ilk defa düzenlenen ‘’Kampuslararası Çevre Yarışması’’ StudentsGoGreen’de ödüle değer bulundu. BountoGreen’in projesi sayesinde Boğaziçi Üniversitesi’nde 3 ayda 1 ton 650 kg e-atık toplanarak geri dönüşüme kazandırıldı. Sizler de bu harekete destek olabilir, e-atıklarınızın belirli alanlarda toplanıp geri dönüştürülmesine yardımcı olabilirsiniz. BOĞAZIÇI ÜNIVERSITESI’NDEN BILGI TEKNOLOJİLERİNDE PATENT BAŞARISI Doç. Dr. Arda Yurdakul, Doç. Dr. Alper Şen ve Doğan Fennibay’dan oluşan araştırma ekibinin hazırladığı proje, ‘’Gömülü Sistemler’’ kullanılarak telekomünikasyondan otomotiv sanayine pek çok sektörde sanal ve gerçek sistemlerin entegrasyonunu hedefliyor. Boğaziçi Üniversitesi’nde geliştirilen bu sistem, yazılım ve donanım alanlarında aynı anda entegrasyonu hedefleyen içeriğiyle Türkiye’de bu alanda patent alan ilk proje oldu. BOĞAZIÇI ÜNIVERSITESI MEZUNLAR OFISI’NDE BULUŞMA Okulun mezunlar ile etkileşimini güçlendirmeye yönelik faaliyet ve etkinlikleriyle çalışmalarını sürdüren Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Ofisi 5 Şubat günü mini bir kokteyl düzenledi. Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği’nin de tüm birimleri ile yer aldığı etkinliğe, farklı departmanlardan da temsilciler katıldı. Boğaziçi Üniversitesi Albert Long Hall İlkbahar Dönemi, "Romantizm Dorukta" temasıyla 18 Şubat 2015’te “Piyano ve Üfleme Çalgılar” konseriyle başladı. 18 Şubat 2015, Çarşamba akşamı 19:30’da başlayan Beş ÇalgıBeş Coşku başlıklı konserle Mozart ve Beethoven’ın beşlilerinin yanı sıra, neşeli sürprizlerle keyifli bir mevsim açılışı yaşandı. Sebastian Manz (klarnet), Ramon Ortega Quero (obua), Marc Trenel (fagot), David Fernandez Alonso (korno), Gülru Ensari’nin (piyano) oluşturduğu topluluk, obua, klarnet, fagot ve korno gibi üfleme çalgılar ve piyanoyu içeriyor. ALH Sahnesi'nde Şubat ayının ikinci konseri ise 25 Şubat akşamı gerçekleşti. Efsane Aileler başlıklı konserde müzik tarihinde efsane olmuş kemancı Yehudi Menuhin’in piyanist oğlu Jeremy Menuhin ve orkestra şefi olarak efsane olmuş Gennady Rozhdetsvensky’nin kemancı oğlu Sasha Rozhdetsvensky konuk oldu. Jeremy Menuhin bu dinletide eşi Mookie Lee Menuhin ile birlikte 4-el piyano için yazılmış romantik Schubert yapıtları da sundu. *Üniversiteden Haberler bölümünde yer alan haberlerin derlenme aşamasında okulumuzun sosyal medya kanallarından destek alınmaktadır. Başarıyla yetişen nesiller 45 yıldır Eyüboğlu’nda Eyüboğlu Tanıtım Günü ve Düzey Belirleme Sınavı: 14 Mart 2015 Atatürk ilkeleri doğrultusunda, uluslararası programlarla desteklenen eğitim sistemimizle 45 yıldır, akademik kariyerleri ve sosyal becerileriyle geleceğe güvenle bakan, başarılarıyla hayatta öne geçen bireyler yetiştiriyoruz. 14 Mart 2015, Cumartesi günü 4., 5., 6. ya da 7. sınıfa başlayacak olan çocuğunuz Düzey Belirleme Sınavı’na girerken sizi de anaokulu ve ilkokul düzeyindeki çocuğunuzla birlikte Çamlıca veya Kemerburgaz kampüslerimizde keyifli ve öğretici bir tanıtıma davet ediyoruz. Düzey Belirleme Sınavı için son başvuru tarihi: 11 Mart 2015, Çarşamba Okullarımızdan veya web sitemizden bilgi ve randevu alın, Eyüboğlu Eğitim Kurumları ile neden gurur duyduğumuzu yerinde anlatalım. Çocuklarımızı sınava, velilerimizi onların parlak geleceği için eğitime adını veren okulumuzu keşfetmeye bekleriz. Eğitim: Eyüboğlu eyuboglu.k12.tr 0216 522 12 12 BÜMED'İN HARVARD VE MIT ZİYARETLERİ @ BOSTON, MA Emre Kazancıoğlu '95 BÜMED Üye Mezun İlişkileri & İş Geliştirme Yöneticisi B 22 2014 yılı BÜMED açısından, başta dünyanın önde gelen üniversiteleri ve mezun dernekleri ile olan temaslar olmak üzere, uluslararası çalışmalar açısından çok etkin ve verimli bir yıl olarak geçti. Geçtiğimiz yılın Nisan ayında New York’ta gerçekleşen Boğaziçi Üniversitesi 150. Yıl Gala Yemeği ile başlayan temaslar, sonrasında Amerika’nın önde gelen üniversiteleri ve mezun dernekleri ile karşılıklı görüşme ve ziyaretlerle devam etti. Balonun hemen ertesinde, New York Üniversitesi ve mezun derneği temsilcileri, Yale Üniversitesi ve mezun derneği AYA’nın yetkilileri ve son olarak da Columbia Üniversitesi’nde Columbia Alumni Center ile gerçekleştirilen görüşmeler, BÜMED’in bu kuruluşlar ile yapmış olduğu ilk temaslar oldu. Çok verimli geçen bu ilk temasların sonrası, Yale Üniversitesi tarafından, 12-15 Kasım 2014 tarihleri arasında New Haven’da AYA tarafından düzenlenen Yale Global Alumni Leadership Forum 2014’e davet edildik. Geçtiğimiz aylardaki sayılarımızda, Amerika’nın saygın üniversiteleri ve bu üniversitelerin mezun dernekleri ile devam ettirilen çalışmaları sizlerle detaylı olarak paylaşmıştık. Bu ayki yazımda da, Amerika ziyaretlerimizin en son durağı olan Boston ve burada yaptığımız görüşmeleri paylaşmak istiyorum. 12-15 Kasım tarihleri arasında katıldığımız Yale Global Alumni Leadership Forum 2014’ü fırsat bilerek, forumun ikinci gününün gecesinde, New Haven’a trenle yaklaşık iki saatlik uzaklıktaki Boston’a geçtik. 13 Kasım Perşembe akşamı trenle geldiğimiz Boston’da, hızlıca konaklayacağımız Irving House’a yerleştikten sonra, geç saatlerde de olsa Cambridge ve Harvard kampuslarında kısa bir keşif yürüyüşü gerçekleştirdik. eski ve en varlıklı şehirlerinden birisi. 17. yüzyılın başlarında Amerika'nın yerlileri tarafından kurulmuş olan Boston, ülkenin Avrupa'dan göç alan ilk şehirlerinden olmuş. Bu tarihi şehir adını, bölgeye ilk yerleşen Püriten mezhebine bağlı İngilizler sayesinde, İngiltere'deki Boston kasabasının adı gibi St. Botolph's Town kelimesinin kısaltılmasından almış. Boston, aynı zamanda ABD'nin en önemli eğitim merkezlerinden birisi. Ev sahipliği yaptığı, Amerika’nın en prestijli okulları arasında yer alan Harvard, MIT ve Boston Üniversiteleri ile tam anlamıyla bir üniversiteler şehri. Aynı Tuna tarafından Buda ve Peşte diye ayrılan Budapeşte, Boğaziçi ile Anadolu ve Avrupa yakaları diye ayrılan İstanbul benzeri, Boston da, şehrin tam ortasından geçen Charles Nehri ile Boston ve Cambridge olarak ikiye ayrılıyor. Boston, New England Bölgesi'ndeki Massachusetts eyaletinde yer alan, ABD'nin en Ertesi sabah erken saatlerdeki ilk durağımız, tekrar Harvard kampusu ve Soldiers Field’daki B 23 Mezunlar Derneği Direktörü Stephanie Goff Governali’nin ofisi oldu. Harvard Üniversitesi, eğitim verdiği birçok alanda, dünyanın en önde gelen üniversitelerinden biri olarak kabul ediliyor. 1636 yılında kurulan ve Ivy League üyesi olan Harvard, aynı zamanda ABD'de halen eğitim vermekte olan en eski yükseköğretim kurumu. 13 Mart 1639’da, ilk yöneticisi John Harvard’ın ölümünün ardından adı Harvard Koleji olarak değişen okulun resmi olarak üniversite olarak anılması 1780li yıllara rastlıyor. John Harvard’ın vasiyetinde bıraktığı 400 kitapla temelleri atılmış olan Harvard Kütüphanesi bugün, raflarında sıralanan 15 milyondan fazla kitap ile hem dünyanın en büyük akademik kütüphanesi hem de tüm kütüphaneler arasında ilk beşte yer almakta. Kampusundan birçok devlet adamı ve başkan çıkartan Harvard’ın bu alandaki en son mezunu da, 2008 yılında ABD Başkanı seçilen, Harvard Hukuk Fakültesi mezunu Barack Obama olmuş. Soldiers Field’daki ofiste çok sıcak bir ortamda gerçekleşen toplantıda karşılıklı bilgi paylaşımları sonrası, ileriye dönük çalışma dilekleriyle mezunlar derneğinden ayrılıyoruz. Bir sonraki randevumuzun olduğu MIT’ye yetişmeden önce, Harvard Kampusu ve özellikle de Harvard Business School’un içinde bulunduğu Soldiers Field’daki birçok akademik bina, konferans salonu ve kütüphaneyi ziyaret etme şansı yakalıyoruz. Tarihi ve modern binaları iç içe ve birbiriyle müthiş B 24 uyumlu bir şekilde barındıran Harvard kampusundan oldukça etkilenmiş bir şekilde ayrılıyoruz. Massachusetts Teknoloji Enstitüsü ya da bilinen adıyla MIT, bilim, mühendislik ve ekonomi konularındaki başarılarıyla tanınan teknik ağırlıklı bir üniversite ve teknoloji ve mühendislik alanlarında da, açık ara dünyanın en iyi üniversitesi olarak kabul edilmekte. MIT'nin öğretim ve araştırma üyeleri, öğrenci ve mezunları arasından Nobel alanların sayısı 72'ye ulaşmış durumda. Üniversite ile ilgili ilginç başka bir not olarak şunu da paylaşabiliriz: 1861 yılında kurulmuş olan üniversitenin, 1900 yılında hemen bitişiğindeki Harvard Üniversitesi'yle birleşmesi gündeme geliyor, ancak bu öneri MIT mezunlarından gelen şiddetli tepki ve muhalefet üzerine hayata geçmiyor. MIT Alumni Association, MIT kampusu içerisindeki W98 isimli(!) bir binada yer almakta. MIT’de ilk dikkatimizi çeken ve bize enteresan gelen de zaten bu oluyor. Harvard ve Yale kampuslarında binalara, Rose Alumni, Dwight Hall, Kirkland House ya da Mifflin Place gibi, hep tarihi karakterlerin ya da öğelerin isimleri verilmiş. MIT kampusunda ise, adeta farkını ve kimliğini vurgulamak istercesine, oldukça mekanik bir sistemle, kampusun Charles Nehri boyunca doğu batı yönündeki yerleşimi göz önünde bulundurularak, E (Doğu) ve W (Batı) kodlarıyla numara ve isimler verilmiş. Kampusun en doğusunda EE koduyla başlayan binalar, batıya ilerledikçe önce B 25 E, sonra W ve kampusun batı ucunda da WW kodunu alıyorlar. Memorial Drive üzerindeki W98 binasında yer alan mezun derneğinin girişinde karşılanıyor ve görüşmemizi yapacağımız ofise çıkıyoruz. Buradaki görüşmemizi MIT Mezunlar Derneği Mezun İlişkileri Direktörü Allison Dolan Wilson ve Fon Yönetimi Direktörü Steve McAlister ile gerçekleştiriyoruz. Görüşme sırasında, MIT ile ilgili bazı bilgiler ve rakamlar oldukça ilgimizi çekiyor. Bu ziyaretlerimizin hemen hepsinde duyduğumuz ortak ve çarpıcı gerçeklerden biri de, özellikle Ivy League okullarının hemen hepsinin bütçelerinin 10 milyar dolar seviyelerinde olması. Harvard Üniversitesi, Yale Üniversitesi ve MIT'nin mezunlarından topladığı yıllık bağış miktarı, okul başına ortalama 4 milyar dolar civarında. Elbette ki böyle bütçelere sahip okulların dünya çapındaki şöhret ve başarılarını devam ettirmeleri de ona göre daha imkânlı hale geliyor. Geçtiğimiz yıl başlattığımız bu temasları, BÜMED’in kuruluşunun 30. yıldönümünü kutladığımız 2015 senesi boyunca da yoğunluğunu ve çeşitliliğini artırarak devam ettirmeyi planlıyoruz. Bütün bu çalışmaları yaparken tek motivasyon kaynağımız, sadece sizlerin varlığı ve destekleri ile devam edecek olan BÜMED çatısı altında, okulumuz ve mezunlarımız adına en iyiyi arıyor olmanın verdiği haz ve mutluluktur. Boğaziçi Üniversitesi ve BÜMED’in adının, Ivy League gibi prestijli okullarla aynı platformlarda yer alması ve bu okullarla birlikte anılıyor olması, Boğaziçi’nin marka değerinin Türkiye’de olduğu kadar uluslararası platformlarda da biliniyor ve anılıyor olması, bizlerle birlikte tüm camiamız için bir mutluluk ve gurur kaynağı olacaktır diye düşünüyoruz. SECTORS TOGETHER, 2015’İN İLK ETKİNLİĞİNİ GERÇEKLEŞTİRDİ B 26 Sectors Together, Eylül ayında tanıtımı yapılan BÜMED Network çatısı altında gerçekleşen en önemli etkinlik dizilerinden birisi. Farklı sektörlerin önde gelen, başarılı isimlerini Boğaziçililer ile bir araya getirmeyi hedefleyen etkinliğin ilki 15 Ocak Perşembe günü Akbank Sponsorluğu’nda ve finans sektörü kapsamında BÜMED Mustafa Kemal Atatürk Salonu’nda yapıldı. Sectors Together’ın ilk etkinliği kurumsal finansörlerin ve özellikle banka sektöründe kariyerini sürdüren Boğaziçililerin büyük katılımı ile gerçekleşti. Finans sektöründeki başarıları ve getirdiği yenilikler ile duayen olarak kabul edilen Burhan Karaçam ’72 ve AKBANK Ödeme Sistemleri ve Kurumsal İletişim Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Sindel’in (’92 )konuşmacı olarak katıldıkları etkinliğin ilk haberine geçtiğimiz ay kısaca yer vermiştik. Bu sayıda da hem Sayın Karaçam ve Sayın Sindel’in katılımcılar ile paylaştıklarının altını çizmek hem de Sectors Together’ın önemini ve işleyişini belirginleştirmek adına, ilk etkinlikten edindiğimiz notları sizlerle paylaşmak istiyoruz. Etkinliğin ilk konuşmacısı finans sektörünün en deneyimli isimlerinden Burhan Karaçam idi. Kendisinin Türkiye ekonomisine yön veren engin başarı ve tecrübelere sahip olmasından dolayı, herkes konuşmayı büyük bir ilgi ile dinledi. Karaçam, bir saatlik konuşmasında geçmiş deneyimlerinden yola çıkarak, Türkiye ekonomisinin ve bankacılık sektörünün geleceği üzerine detaylı bir tablo çizdi. Konuşmasının en dikkat çeken noktalarından birisi, bankacılık sektörünün dönüşümü ve Boğaziçi Üniversitesi’nin bu dönüşümdeki rolü üzerine gerçekleştirdiği tespitlerdi. Sektörün tarihçesini kırılma noktaları ile birlikte ele alan Karaçam, 1980’den bu yana gelen adımların seyrine dair görüşlerini paylaştı. 24 Ocak B 27 Kararları’na, 1994 krizine, bunları takip eden süreçte özel bankaların sayısındaki artışa ve bankacılık sektörünün geçirdiği değişimlere dikkat çekti. 2001 krizi ile yabancı bankaların ülkemizdeki artışının altını çizen Karaçam, kamu bankalarının geçirmiş olduğu değişimi gösterdi. 1980 ile günümüzün karşılaştırmasını sayısal veriler üzerinden ele alan Karaçam, 1980’de özel banka sayısının 24, kamu bankası sayısının 12, yurtdışı yerleşik banka sayısının ise dört olduğunu belirtti. Bugün ise 18 yurtdışı yerleşik bankanın, 11 özel bankanın ve üç kamu bankasının ülkemizde Sectors Together faaliyette bulunduğunu Construction 19 Mart, ifade etti. Mevduat payları, mevduat dışı Perşembe günü BÜMED’de… kaynaklar, sermaye yeterliliği, kârBÜMED, sektör profesyonellerini bir araya getirmeye zarar, ticari devam ediyor! ve bireysel Gayrimenkul ve yapı sektörünün liderleri ve yöneticileri bir kredilerin, ülkemizdeki araya geliyor. bankacılık Etkinlik, Boğaziçi Üniversitesi mezunu ya da misafirine, sektöründeki sektör ile ilgilenen herkese açıktır. geçmişi ve Katılım sınırlı olduğu için lütfen acele ediniz. geleceğine Rezervasyon için: Ad/soyad/telefon numaranızı yönelik [email protected] adresine, izlenimlerini Boğaziçililer ile 0 212 359 58 57 numaralı telefondan Burcu paylaştı. Büyükgünay’a iletmeniz gerekmektedir. İlk Sectors Together etkinliğinin ikinci konuşmacısı Sayın B 28 Mehmet Sindel idi. Kendisi, konuşmasını “Bankacılık Sektöründeki Yenilikler” başlığı adı altında gerçekleştirdi. Sayısal verilerden çok finans sektöründe çalışan bireyler, sektörün bu kişiler üzerindeki etkisi, bireylerin hedefleri, başarı istekleri ve yerine göre tesadüflerin sektörü, dolayısıyla kişinin kendi yaşamını nasıl şekillendirdiğinden bahsetti. Sindel’in sektöre ve bununla ilişkili olarak bu sektörde çalışan bireyler olarak yaşamın kendisine dair tespitleri katılımcılar tarafından not alınarak kayda geçirildi. “Bankacılık, özünde zengin olma hayaline sahip insanlara yoldaşlık yaparak, zengin olma becerisidir,” ifadesi üzerine tartışıldı. Sindel konuşmasının diğer bölümlerinde dijital bankacılık, “self service kiosk”lar, küçük şubeler, kullanım değeri, değişim değeri, paylaşım değeri gibi bankacılığın dönüşümünü tanımlayan tabirlere vurgu yaptı. Sindel, FMCG’den başlayan çalışma hayatının bankacılığa doğru ilerlediği dönemleri bankacılık sektöründeki değişimlerle beraber ele alarak sektöre dair profesyonel bilgiler aktardı. İnsan yaşamının yapılan iş ile nasıl anlam kazandığına yönelik tespitleri ve bunu yönlendiren güçlere, dinamiklere dair yaptığı vurgular çok önemliydi. Konuşmaların ardından etkinliğin soru-cevap bölümüne geçildi. Tüm merak edilenlerin yanıtlarının alındığı diyaloglar, katılımcılarımızı son derece memnun etti. Etkinliğin ardından finans çalışanlarının network ağlarını güçlendirdikleri bir kokteyl gerçekleşti. Finans sektörünün seçkin iş adamları ve yöneticileri bu etkinlik sayesinde buluşarak, deneyimlerini birbirleri ile paylaşma fırsatı buldular. Böylece, Sectors Together etkinliği hem belli bir alanda ilerlemek isteyen öğrencilerimizi sektördeki deneyimli ve seçkin isimlerle buluşturmuş oldu hem de aynı/ benzer sektörde görev alan Boğaziçililer için camia olma duygusunu pekiştirdi. Sectors Together etkinlikleri kapsamında siz de kurum olarak yer almak isterseniz, [email protected] adresinden bize ulaşabilirsiniz. SECTORS TOGETHER CONSTRUCTION Gayrimenkul ve yapı sektörünün liderleri bir araya geliyor. Farklı firmalardan alanında uzman konuşmacıların katılacağı bu etkinlikte liderlerin deneyimlerini ve tavsiyelerini dinleme şansını kaçırmayın. 19 Mart’ta gerçekleşecek bu buluşmada siz de yerinizi alın. KONUŞMACILAR • Emre AYKAR Yapı Merkezi İnşaat Yönetim Kurulu Üyesi ve Türkiye Müteahhitler Birliği (TMB) Başkanı • Serdar iNAN İnanlar İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Rezervasyon için: 0212 359 5857 - [email protected] Tarih: 19 Mart 2015, Perşembe Saat: 19:30 Yer: BÜMED, Mustafa Kemal Atatürk Salonu KARŞI KIYIDAKİ BİZ, SELANİK... Emre Kazancıoğlu '95 BÜMED Üye Mezun İlişkileri & İş Geliştirme Yöneticisi B 30 Selanik adını her duyduğumda, zihnimde hep uçsuz bucaksız sarı buğday tarlaları, ortalarında bir yerlerde, altında gölgesiyle koskoca bir ağaç ve elindeki sopayla kargaları kovalayan güzel bir çocuk canlanır. Hepimizin bildiği gibi Selanik, modern Türkiye’nin kurucusu Büyük Önder Atatürk’ün doğduğu, çocukluğunu geçirdiği şehirdir. Bilmeyenler için ise, aynı zamanda Büyük İskender, babası Kral Filip ve şair Nazım Hikmet Ran’ın da memleketidir bu güzel sahil şehri. “Thermaikos Körfezi'nin Gelini” olarak da tarif edilen, Osmanlı döneminde İstanbul’dan sonra imparatorluğun ikinci büyük kenti olan Selanik, bugün Yunanistan’ın başkenti Atina’dan sonra ikinci büyük, Yunanistan Makedonyası’nın ise en büyük şehri olma özelliğine sahip. Birçok ziyaretçisinin gördükten sonra hemfikir oldukları gibi, İzmir'in yıllar öncesinde Ege'nin öteki yakasında bıraktığı küçük kardeşi sayılabilir. BÜMED’in 30. Kuruluş Yıldönümü’nü kutladığımız 2015 yılı ile beraber, yurtdışı faaliyetlerine ağırlık veren BUgezi, 23 Nisan tatilini fırsat bilerek, gurme ve kültür gezilerine yönelik harika bir Toscana gezisi ile birlikte, derneğimiz bünyesinde son bir senedir oldukça ilgi gören “Sirtaki” kursumuz müdavimlerinden aldığı geri dönüş ve talepler doğrultusunda, sirtakinin anavatanı Yunanistan’a minik bir “Sirtaki Workshop” kaçamağı yapmayı kararlaştırdı. İki gecelik bu küçük ama lezzetli kaçamakta, sadece sizlere özel, başka hiçbir yerde bulunamayacak bir program hazırlamaya çalıştık. İki gün boyunca, Atatürk’ün doğduğu ev, Beyaz Kule, Bizans Kiliseleri, Agios Dimitrios gibi Selanik’in olmazsa olmazlarını ziyaret ederken, diğer yandan, bu geziyi çok özel kılan “Sirtaki Workshop”umuza katılma şansına sahip olacaksınız. İki gün süresince, günde 2.5 saat olmak üzere toplam beş saatlik bu workshop ile, dinlemekten ve izlemekten zevk aldığımız sirtakinin en temel ve basit figürlerini yapabilir hale geleceksiniz. İki gün süresince katılımcılar, akşamüstleri gerçekleşecek çalışmaların hemen B 31 ardından, burada öğrendiklerini, ilk gece Imbros, ikinci gece ise Odos Oniron isimli tavernalarda pratiğe dönüştürme şansına sahip olacaklar. Elbette ki boş zamanlarımızı geçirmek ve alışveriş yapmak isteyenler için de, Selanik’in popüler Tsimiski ve Mitropoleos caddelerinde bol bol vaktimiz olacak. BÜMED’in 30. Kuruluş Yıldönümü’nü kutladığımız 2015 yılı içerisinde, BUgezi faaliyetlerimizle ilgili yepyeni ve birbirinden renkli programları sizlerle paylaşmaya devam edeceğiz. Ayrıca, sizlerden gelen talepler doğrultusunda oluşturduğumuz BUgezi 2015-2016 Kitapçığı’nı da, en kısa zamanda sizlerle paylaşıyor olacağız. B 32 Birbirinden renkli ve oldukça ses getireceğine inandığımız bu programla ilgili çalışmalarımız büyük bir heyecanla sürüyor. Çok kısa bir zamanda sonuçlarını sizlerle paylaşıyor olacağız. Hepinizi 30. Kuruluş Yıldönümü’nde, tüm amacı Boğaziçi markasını daha da yukarılara taşımak olan BÜMED’e ve faaliyetlerine katılmaya davet ediyoruz. Son olarak, her zaman olduğu gibi, hâlâ tanışmadıysanız sizleri, BUgezi faaliyetlerimizi yakından takip etmeye ve eğlenceli gezilerimize katılmaya çağırıyoruz. Gezi faaliyetlerimizle ilgili olarak, ayrıntılı bilgi ve ön rezervasyonlar için: 0212 359 58 13 Tuba Taşyürek [email protected] Osmanlı’nın İstanbul’dan sonraki en büyük şehri... Atatürk’ün, Nazım’ın memleketi...Öteki taraftaki İzmir... Sirtaki Adımlarıyla SELANiK BUgezi ile, anavatanında harika bir ‘ Sirtaki Workshop’ u! BU gezi & işbirliği ile Tarih: 23 - 26 Nisan 2015 2 Gece / 3 Gün • Atatürk’ün Evi • Agios Dimitrios Kilisesi • Yukarı Şehir • Zincirli Kule • Beyaz Kule • Fuar alanı ve Döner Kule • Bizans Kiliseleri • 15.-16. Yüzyıl Osmanlı Eserleri • Bedesten • Hamam Üye Fiyatı: İki Kişilik Odada Kişi Başı: 375 Euro Tek Yatak Farkı: 50 Euro Misafir Fiyatı: İki Kişilik Odada Kişi Başı: 450 Euro Tek Yatak Farkı:75 Euro Bilgi ve Kayıt için: 212 - 359 5813 / [email protected] /bumedofficial /bumedofficial www.bumed.org.tr /bumed BUGEZİ KÜBA’NIN ARDINDAN... Emre Kazancıoğlu '95 BÜMED Üye Mezun İlişkileri & İş Geliştirme Yöneticisi B 34 2013 yılı sonlarında başlattığımız, 2014 yılı itibariyle hızlandırdığımız ve BÜMED’in 30. Kuruluş Yıldönümü’nü kutladığımız 2015 ile birlikte artık ses getiren organizasyonlar yapmaya başladığımız BUgezi faaliyetlerimizi, şimdiden üzerinde çalıştığımız 2016 programıyla birlikte bambaşka bir seviyeye taşıyacağız. BUgezi organizasyonlarımızın ilk yurtdışı noktası olarak, artık BÜMED’in sayfalarında yerini alan KÜBA gezimiz, katılımcılarımızdan, beklentilerimizin de üzerinde beğeni ve övgüler alarak hem bizleri sevindirdi hem de önümüzdeki günler için cesaret ve enerji verdi. “Castro ölmeden Küba’yı mutlaka görmek gerek!” sloganıyla yola çıkarak, “BUgezi ile KÜBA, Tek başına bir ada…” ismini verdiğimiz gezimize katılan 33 Boğaziçili, geçirdikleri birbirinden güzel günlerin ardından, dönüşlerinde bu mutluluklarını bizlerle paylaştılar. Bizler de Boğaziçi Dergimizin sayfalarında, onların bu güzel yorumlarını ve BUgezi’nin bu ilk seyahatinden akılda kalan kareleri sizlerle paylaşmak istedik. Sizleri de, 30. Kuruluş Yıldönümü’nü kutladığımız 2015 yılında, tüm amacı Boğaziçi markasını daha da yukarılara taşımak olan BÜMED’e ve faaliyetlerine katılmaya, eğer hâlâ tanışmadıysanız, BUgezi faaliyetlerimizi yakından takip etmeye ve eğlenceli gezilerimize katılmaya çağırıyoruz. Gezi faaliyetlerimiz, ayrıntılı bilgi ve ön rezervasyonlar için: 0212 359 58 13 Tuba Taşyürek [email protected] “Mağaradan botla genç kızların kenarında şarkı söylediği küçük göle çıktığımızda, herhalde cennet bu olmalı dedim. Varadero'da turkuaz denizle bütünleşmek gezinin bonuslarındandı. Hâlâ devrim ruhunu yaşayan ve kahramanlarına sonsuz saygı duyan insanların arasında olmak biraz buruk; ama heyecan vericiydi. Rahmetli babamın '58 Chevrolet'sini ve diğer eski Amerikan arabalarını mükemmel kromajları ve tropik kuşlardan esinlenmiş renkleriyle görmek gerçek bir şölendi. Trinidad'daki barda Sibel Hanım'ın muhteşem dansını ve hepimizi coşturmasını unutmayalım. Her ne kadar puro ve mojitonun yanından geçmesem de sizi mutlu etmesi beni de etti. Her köşebaşında nasıl bu kadar mükemmel müzik yapıldığına akıl erdiremedim.” Gül Bayram “Tüm grup arkadaşlarımızla aramızdaki uyum da zamanı çok keyifli geçirmemizi sağladı. Birlikte daha nice keyifli seyahatler gerçekleştirmeyi diliyorum.” Hale Aksuna “Olağanüstü keyifli bir gezi; çok değerli dostluklar ve harika anılara dönüştü. Bizi bundan sonraki organizasyonlarınızda da vaktimiz oldukça göreceksiniz. Değerli arkadaşlarımız, bu vesile ile başladığımız dostluklarımız, umarım önümüzdeki günlerde de perçinlenir.” Asuman Özcengiz '88 “Gezinin tüm heyecanı yüreğimde pır pır ederken tekrar sizlere ses verebilmek çok keyifli. Sevgili Işıl ve ekibi ile şahane bir gezinin parçası olduk. Sizleri tanımak da bu geziyi taçlandırdı. Tekrar birlikte olabileceğimiz günlere… Kendim, Berke ve Sinan adına çok teşekkürler.” B. Funda Süzer “Sevgili Işıl'ın rehberliğinde yaşadığımız güzel günlere katkınızdan dolayı hepinize ayrı ayrı ve teker teker teşekkür ediyoruz. Başka seyahatlerde de sizlerle olmaktan keyif alacağımızı bilmenizi isteriz.” Oktay Baker Gürpınar & Mine Eser '86 “Hayal ettiğimizin bile çok ötesinde güzel ve etkileyici geçen Küba gezisi için hepinize tek tek ailece teşekkür ediyoruz. Bizim için inanılmaz bir deneyim oldu. Darısı sonraki gezilere. Sevgili Işıl, gezi boyunca yapıcı ve güleryüzlü yaklaşımınla hepimize gerçek manada rehber oldun, ben en çok Santa Clara yolunda sergilediğin derin ve bir o kadar da dokunaklı performansından etkilendim. O her köşesi Che kokan Küba atmosferinde o yüreğimize dokunan şiirleri ve son mektupları nasıl boğazın düğümlenmeden okuyabildin, hayran kaldım doğrusu. Tebrikler ve teşekkürler! İlk (ve son) puro deneyimimin sonuçlarına sizleri de katlanmak durumunda bıraktığım için hepinizden tekrar özür diliyorum.” Alişan Günseli '92 “Bu unutulmaz anılarla dolu gezi için hepinize teşekkür eder, daha birçok seyahatte birlikte olmayı dilerim!” Aliye Taner '82 “Işıl Göktürk’ün rehberliğinde, tadı damaklarda, sesi kulaklarda ve şahane manzaraları hafızalarda kalan çok güzel bir seyahat yaptık. Açıkçası beklentilerimin üzerinde bir deneyim oldu. Bu seyahatte birlikte olduğumuz ve uyum içerisinde güzel anılar paylaştığımız için hepinize teşekkür ederim Yeni gezilerde birlikte olma dileğiyle!” Leyla Spencer '92 B 35 “Gerçekten, bir hafta boyunca süren keyifli beraberliğin tadını hatırlatan güzel yorumlar ve hatıralar paylaşılmış. Gerçekten her biri çok keyifli anlardı; ama benim için sevgili Sibel'in Trinidad'da dansa başlamasıyla Gruppo Turco'nun adeta pistin yerini değiştirerek köşesinden bir anda ayağa fırlaması unutulmazdı. Işılcığım, senin turuna katılarak sadece mükemmel bir rehber tanımadık, aynı zamanda fark ettirmeden yöneten bir yöneticiyi, sorun yaratmayan bir sorun çözücüyü, gönül kırmayan bir gönül alıcıyı, hayır demeden reddedebilen bir zamanlama ustasını, deneyimli ve paylaşımcı bir gezgini ve her şeyden öte mükemmel bir insanı tanıdık. Çıtayı o kadar yükselttin ki, bundan sonra farklı bir rehberin turunda (eğer katılırsak) epey zorluk çekeceğiz. Esra & Atilla Öztuna'89 "MERAK EDEN ÇOCUK"UN PENCERESİNDEN ÖĞRETMENİN VASIFLARI ÜZERİNE Doç. Dr. Zeynep Kızıltepe B.Ü. Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü Öğretim Üyesi BÜMED MEÇ Okulları Akademik Danışmanı B 36 Eğitim fakülteleri ilk kurulduğundan beri, Türkiye’de gerek vakıf gerekse devlet üniversitelerindeki eğitim fakültelerinde öğretmenlik formasyon dersleri başta olmak üzere, programlarda yer alan dersler, kuramsal ve uygulamalı ders yükleri, Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK) tarafından belirlenmiş ve uygulanmak üzere eğitim fakültelerine iletilmiştir. Eğitim fakülteleri bazı değişikliklerle, gönderilen bu şablona uymaktadırlar. Eğitim fakültelerinde verilen dersler çoğunlukla meslek dersleri olup, genel kültür dersleri azdır. Çok az sayıda fakülte kendi iradesini kullanıp özellikle dört yıllık programının ilk yıllarında öğrencilerine diğer fakültelerden sosyal bilgiler içeren dersleri zorunlu ya da seçmeli olarak almalarını sağlamakta, öğrencilerinin girdikleri programların dışında da bilgi sahibi olmalarına fırsat vermektedir. Genel kültür olarak verilen derslerin dışında bir de öğretmenlik mesleğinin temel taşlarını teşkil eden dersler vardır ki onlar da artık ne yazık ki eğitim fakültelerinin programlarından çıkarılmıştır. Örneğin, eğitim sosyolojisi ve eğitim felsefesi. Üniversitemizin eğitim fakültesi, bu dersleri programlarına dahil etmekte her zaman ısrarlı ve titiz olmuştur. Son zamanlarda, tüm dünyada yüksek öğretim kurumlarının amaçlarını, hedeflerini irdeleyen ve bu kurumlarda öğrencilere verilen bilgileri sorgulayan çalışmalar yapılmaktadır. Bu çalışmaların vardığı ortak nokta şudur: Yüksek öğretim kurumları işlevlerini klasik anlamda B 37 yitirmiş; işe yararlılık öne geçmiş; müfredatlar öğrencileri birer ‘kültürlü’ veya ‘entelektüel’ insan yapmaktan ziyade onlara sadece bir meslek edindirme görevini yüklenmiş ve zamanla işin doğası sanki buymuş gibi bir durum ortaya çıkmıştır. Bunun sonucu olarak, ne yazık ki öğretmenlerle öğrenciler arasındaki ilişki de değişmiş, öğretmen hizmetli ve öğrenci de müşteri olmuştur. Dolayısıyla bugün - diğer fakültelerin yanı sıra - bir eğitim fakültesi mezunundan bahsederken, üniversitesine göre onun iyi bir meslek bilgisi edinerek mezun olduğundan bahsedebiliriz ama eğitiminin sonucu olarak bir yaşam boyu öğrenme kültürü, bir uzak görüşlülük, bir açık fikirlilik, bir dünya vatandaşlığı ya da sorumlu vatandaşlık kültürü, insanlık değerleri edindiğini söylememiz o kadar da mümkün olmayabilir. Bu değişimin en önemli nedenlerinden biri, son yüzyılda gerçekleşen bilgi devriminin, dikkatleri sadece bilgi üreten mesleklere çevirmesidir. Bu durum, yüksek öğretim kurumlarının daha çok bireysel fayda ya da bireysel çıkar sağlama durumunu ön plana çıkarmış, kişilerin öncelikli kaygısını “Milli gelirden en fazla payı nasıl kapabilirim?” haline getirmiştir. Küreselleşme ve bilgi teknolojilerinde olan gelişmeler, eğitim sektörünü şekil ve içerik olarak da değiştirmiştir. Sadece malını pazarlamaya yönlenme; öğrencileri memleket, dünya ya da toplum meselelerine karşı duygusuz, ilgisiz, kayıtsız, üreticilikten ziyade tüketici, pragmatik ve iş merkezli yapmıştır. Netice olarak, şöyle demek acaba çok mu abartılı olur? Öğrenciler, daima ileriye gitmek isteyen, yaşam boyu öğrenime gereksinim ya da ilgi duyan, kendilerinin yanında başkalarına da fayda sağlayan kişiler olmaktan çıkmışlar; geleceğin işçileri haline gelmişlerdir. Öğretmenlik sadece bir meslek midir? Sadece işini yapıp, para kazanmak mıdır? Sadece ‘Ne nasıl öğretilir’, ‘Sınıf yönetimi nasıl yapılır’, ‘Öğrenci psikolojisi nedir’, ‘Nasıl sınav B 38 yapılır’ı mı bilmektir? Yoksa bu konuların yanı sıra; eğitim felsefesi, eğitim ahlakı, sosyal bilinç, toplum ahlakı ve anlayışı, kamu yararı, vatandaşlık görevleri gibi son derece önemli konuları da mı içselleştirmektir? Eğitim fakültelerinin amacı, öğrencilerini ileride öğretmenlik yaptıkları zaman kendi öğrencilerine rehber olacak ve onların yollarına ışık tutacak şekilde bilgilendirmek; onların hayat tarzlarını, düşünce ve yaşam stillerini aynı amaçla biçimlendirmektir. Bu kurumlarda yurttaşlık, vatandaşlık bilgileri elde edilmeli; ‘Sorumlu davranış nasıl olmalıdır’ öğretilmeli; aldıkları genel kültür dersleriyle bakış açıları genişletilmeli; öğrencilerin, sadece mesleki bilgilerle yetinmeyip; yaşam, toplum, dünya vatandaşlığı ve sorumlu vatandaşlık gibi konularda da enine boyuna düşünmelerine fırsat tanınmalıdır. Bu kurumlarda geleceğin liderleri yetiştirilmelidir; bu liderler iş hayatının liderleri olmayabilirler; ama toplumun liderleri, ailelerin liderleri olmaları mümkündür. Kısacası, eğitim fakültelerinin asıl amacı meslek edindirmenin yanı sıra, yarının öğretmenlerine mesleklerinin temelini teşkil eden bu felsefeyi de benimsetmektir. Eğitim fakültelerinde ve tabii ki diğer fakültelerde de okuyan öğrencilerimizi; çok iyi okumuş, başarılı olmuş ama insan olmamış, sadece âtıl bir bilgi deposu olmuş kişiler olarak yetiştirmemeliyiz. Onları, bilgisini kendi yararının yanı sıra başkalarının yararı için de kullanan kişiler olarak yetiştirmeliyiz. Kendini kolladığı kadar çevresindekileri de kollayan kişiler olmalarını istemeliyiz. Tüm canlılara saygılı; bildiği ve gördüğü haksızlıkları dile getiren; faydalı, hayırlı ve barışa yönelik işler yapan kişiler olmaları için çalışmalıyız. Onları, iyi birer vatandaş olmanın sorumluluğunu taşıyan kişiler olarak yetiştirmeliyiz. Öğretmenlik kısa bir süre için yapılacak bir ‘iş’ değildir. O bir yaşam felsefesi, bir gönül işi, bir toplum rehberliğidir. Kaynakçalar Akerlind, G. S. A new dimension to understanding university teaching, Teaching in Higher Education, 9(3), 364375, 2009. Bleiklie, I. & Byrkjeflot, H. Changing knowledge regimes: Universities in a new research environment, Higher Education, 44, 519-532, 2002. Gültekin, N., Çelik, A. & Nas, Z. Üniversitelerin kuruldukları kente katkıları,Electronic Journal of Social Sciences, 7(24), 264-269, 2008. Kızıltepe, Z. Motivation and demotivation of university teachers, Teachers and Teaching: Theory and practice, 14(5-6), 515-530, 2008. Kızıltepe, Z. Purposes and identities of higher education institutions, and relatedly the role of the faculty, Eurasian Journal of Educational Research, 40, 1731, 2010. Okçabol, R. Öğretmen yetiştirme sistemimiz. İstanbul: Ütopya Yayınları, 2005. Rowland, S. Teaching for democracy in higher education, Higher Education CloseUp Konferansında sunulan bildiri, Lancaster Üniversitesi, 16-18 Temmuz, 2001. Prof. Dr. Taner Bilgiç DÜNYA YÜKSEKÖĞRETIM ALANINDA BOĞAZIÇI ÜNIVERSITESI GERÇEK BIR MÜCEVHERDIR! Aylin Buran '02 Boğaziçi Üniversitesi gerek akademik altyapısı, gerek geleneklerine bağlı anlayışı, gerek kampusunun özel konumu nedeniyle hem Türkiye’de hem dünyada özel bir yere ve saygınlığa sahip. Dünya üniversitelerindeki Boğaziçilileri konuk ettiğimiz bu sayımızda, Boğaziçi Üniversitesi’nin dünyadaki konumu hakkında daha detaylı bilgi almak üzere Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi ve 2009 yılından beri üniversitemizin Uluslararası İlişkilerden Sorumlu Akademik Koordinatörü olarak görev yapan Prof. Dr. Taner Bilgiç’e sorularımızı yönelttik. Üniversitemizin değişim programları, okulumuzu ziyaret eden değişim öğrencilerinin profilleri, Boğaziçi Üniversitesi’nin öne çıkan özellikleri, ele aldığımız başlıklardı. ve dünyanın geri kalanı ile olan ilişkilerimiz de gelişti. Bugün üniversitemize her yıl 600 kadar öğrenci, değişim/ Erasmus öğrencisi ve özel öğrenci olarak geliyor. Biz de yaklaşık 500 öğrencimizi 33 ülkedeki akademik ortaklarımıza gönderiyoruz. Değişim programlarına katılım genellikle üçüncü sınıfta oluyor. Böylece öğrenim hayatları boyunca dört öğrencimizden birini değişim programına yolluyoruz. Bazı bölümlerimizde bu oran %50’yi buluyor. Hedefimiz tüm üniversitede %50 oranını yakalamak. Değişim programlarında öğrenciler karşı kurumlara öğrenim ücreti ödemiyorlar ama diğer masraflarını (yol, kalacak yer, sağlık sigortası, yeme-içme vb.) kendileri karşılıyorlar. Erasmus Programı kapsamındaki anlaşmalarda öğrenciler bu masrafları için ayda 300-500 Avro arasında değişen kısmi bir destek alıyorlar. Boğaziçi Üniversitesi’nde öğrenci değişim programının şu an geldiği noktadan bahseder misiniz? En yüksek değişim kapasitemiz olan ülke Almanya. Almanya’dan 130 kadar öğrenci geliyor. Ardından ABD’den 100 kadar öğrenci geliyor. Bunu Fransa, Hollanda ve İtalya 25-35 öğrenci ile izliyor. Gelen öğrenciler ağırlıklı olarak lisans öğrencileri; ikinci ya da üçüncü sınıfta oluyorlar. Sosyal ve beşeri bilimler okuyanlar ağırlıklı ama son yıllarda artan sayılarda doğal bilimler ve mühendislik öğrencileri de gelmeye başladılar. Boğaziçi Üniversitesi’nin Robert Kolej’den devraldığı geçmişi ve geleneğinden dolayı Kuzey Amerika üniversiteleri ile çok güçlü ilişkileri var. Üniversitemizde öğrenci değişim programlarının büyümesi ise 2004 yılında Erasmus Programı'nın bir parçası olmamızın ardından gözlediğimiz bir olay. Bu sayede Avrupa üniversiteleri ile gelen gidenimiz çok arttı ve bunun getirdiği öğrenci değişim altyapısı ve görünürlük ile ABD Üniversitemize çoğunlukla hangi ülkelerden hangi profilde öğrenciler geliyor? Gelenlerin en yoğun tercih ettikleri ilk üç bölüm Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler, İşletme ve Tarih. Sadece bu üç bölüme gelen öğrenci sayısı tüm gelenlerin üçte birine karşılık geliyor. Gelenlerin en yoğun almak istedikleri dersler ise “Turkish for Foreigners.” Bu derslerin kapasitesi çok zorlanıyor. Bunu siyaset dersleri izliyor. Yıllar içinde gelen öğrenci profilinin daha iyiye doğru evrildiğini gözlüyoruz. Üniversitemiz hangi kurumlarla anlaşma imzalayacağı konusunda çok titiz ve seçici davranıyor. Türkiye’ye sadece sosyal/ kültürel deneyim için gelen bir grup öğrenci var. Bunlar giderek İstanbul’daki başka üniversiteleri tercih etmeye başladılar. Bize hem akademik hem de sosyal/ kültürel deneyim için gelenlerin oranı artıyor. Kendi kendini düzelten bir sistem olarak gelişti bu. Boğaziçili öğrenciler yurtdışındaki hangi okulları tercih ediyorlar? 1.200 öğrencimizi 33 ülkeye yollayacak kapasitemiz var. Programlara her yıl 1.000 öğrencimiz başvuruyor; 750’sini bir programa yerleştiriyoruz. Yerleşenlerden 500’ü programa katılıyor. Her yıl değişim programları ile yurtdışına giden 500 kadar öğrencimizin 120-130’u Kuzey Amerika üniversitelerine gitmeyi tercih ediyor. Tahmin edeceğiniz gibi New York, Boston, Kaliforniya en çok tercih edilen şehirler ve bölgeler. University of California sistemi ile yüksek sayıda karşılıklı kapasitemizin olduğu bir anlaşmamız var. 2011 yılında imzaladık. En popüler anlaşmalarımızdan biri oldu. Avrupa’ya gidenlerin ilk tercihleri Hollanda, Fransa, İngiltere, İspanya, İtalya şeklinde sıralanıyor. Bu tercihlerde, gidilen üniversitelerde İngilizce ders bulabilmek en önemli etkenlerden biri. Boğaziçi B 41 B 42 Üniversitesi gidilen ülkenin dilinde en az dört dönem ders alınmamışsa o programa öğrenci yollamıyor. Öğrencilerimizin akademik başarısı için bunu önemsiyoruz. Öte yandan, Uzakdoğu'ya ilginin arttığını gözlüyoruz. Japonya, Hong Kong, Singapur, Kore, Çin, Hindistan giderek daha fazla öğrenci yolladığımız bölgeler. Portekizce öğretmediğimiz için Portekiz ve Brezilya üniversiteleri ile öğrenci değişim ilişkimiz yoktu. Gelecek yıldan itibaren üniversitemizde Portekizce de öğretmeye başlıyoruz. Bu bölgeler ile ilişkimizi güçlendirecek bir adım olacak bu. Yurtdışındaki okullar ile Boğaziçi Üniversitesi arasındaki benzerlikler ve farklılıklar hakkında gözlemleriniz nelerdir? ABD üniversiteleri ile ilişkilerimiz çok kolay yürüyor. Sistemlerimiz birbirine çok yakın. Dersler bizdeki gibi işleniyor, derslerin ara sınavları, ödevleri, projeleri, finalleri var. Dönemler bizdeki gibi 12-13 hafta. Kredi transferleri görece çok kolay. Amerikan eğitim sisteminin mirasçısı olmamızın büyük avantajı var. Öte yandan Avrupa’nın yükseköğretim sistemleri çok çeşitli ve karmaşık. Derslerin işleniş biçimleri çok farklı. Öğrenciye daha çok sorumluluk yükleyen ve sadece dönem sonunda sınavlar ile ölçüm yapan sistemler var. İngiltere’de çoğu üniversite sadece yıl sonunda sınav yapıyor. Bu da bizim tek dönem İngiltere’ye giden öğrencimizi çok zorluyor. Fransa’da sözlü sınavlar var. Güney Avrupa sistemleri çok kalabalık öğrenci kitlelerini üniversiteye alıp çoğunu ilk sene sonunda eliyor. Hollanda’da sınav performansı bazında öğrenci seçip üniversiteye almak yasal değil! Son yıllarda Avrupa ülkeleri, Bologna Süreci ile birbirilerine daha uyumlu bir yükseköğretim sistemi oluşturmaya çalışıyor. Fakat bunu yaparken öyle bir bürokrasi yaratıyorlar ki sonu nereye varacak emin değilim. Her şeye rağmen öğrencilerimizin bu değişik sistemlerde birer dönem geçirmesi müthiş bir tecrübe. Erasmus Programı tartışmasız olarak Avrupa Birliği’nin en başarılı projesi. Avrupa’yı birleştirme ve nesilleri kaynaştırma işlevlerinde büyük katkısı oluyor. Öğrencilerimizin bu projenin içinde olmasından ve sadece Türkiye’nin değil, Avrupa’nın da geleceğini şekillendirecek nesiller içinde yer almasından çok memnunuz. Uzakdoğu üniversiteleri atılım içindeler. Kore, Hong Kong ve Singapur yükseköğretime çok büyük kaynak aktardılar. Çin üniversiteleri de büyük atılım içinde. Hindistan biraz geriden gelmekle birlikte çok dinamik. Bu gelişen ekonomilerin ve sistemlerin içinde olmak da öğrencilerimiz için farklı bir deneyim. Öğrencilerin yaklaşımlarını nasıl gözlemliyorsunuz? Mini Şampiyonlar Final Yolunda! Bu zamana kadar siz onun elini tuttunuz. Şimdi dünya yıldızları onun elini tutacak. 3 şanslı Mini Şampiyon Berlin'de oynanacak UEFA Champions League finalinde futbolcularla el ele sahaya çıkacak. Aileleri bu Paha Biçilemez heyecanı MasterCard’ın özel davetlisi olarak tribünde yaşayacak. Hadi siz de çocuğunuzun fotoğraflarıyla MasterCard Facebook sayfasındaki Mini Şampiyonlar yarışmasına katılın, Paha Biçilemez bir deneyim yaşayın. /MasterCard Boğaziçi Üniversitesi çoğunlukla kendi karşılıklı değişim programı anlaşmaları ve özel öğrenci programı sayesinde bağımsız başvuru yoluyla öğrenci aldığı için bize daha “özgür ruhlu ve maceracı” öğrenciler geliyor. Yoksa dünyada bu işi yapan üçüncü parti kurumlar var. Bunlar sizi alıp bir başka ülkeye götürüyor, her türlü ihtiyacınız ile ilgileniyor, kalacak yerinizi ayarlıyorlar. Bize de özel öğrenci getiren birkaç kurum var ama az sayıda öğrenci getiriyorlar. Boğaziçi’ne gelenlerin çoğu (sırt) çantalarını alıp geliyorlar! B 44 Gelen Amerikalı öğrencilerin hemen hepsi Superdorm’da kalıyorlar. Avrupalı öğrencilerin ise hemen hepsi şehrin çeşitli bölgelerinde ortak ev kiralıyorlar. Çoğunun Türkiye ile ilgili iyi kötü fikirleri ve önyargıları oluyor. Bunlar, burada geçirdikleri zaman içinde dönüşüyor. Çoğu, derslerimizi ve sınavlarımızı zor, notlarımızı kıt, öğrencilerimizi İngilizce konuşmakta tutuk buluyorlar. Ama Uluslararası İlişkiler Ofisi’nin her dönem düzenli olarak yaptığı anketlerde “Boğaziçi’nde geçirdiğim dönem beklentilerimi tümüyle karşıladı,” cümlesine %45 oranında “Kesinlikle Evet”, %40 oranında “Evet,” diye yanıt veriyorlar. Aynı şekilde giden öğrencilerimiz de deneyimlerinden çok hoşnutlar. Yarısından fazlasının ilk yurtdışı deneyimi oluyor. Mezun olduktan sonra lisansüstü programlara katılmak isteyenler ve yurtdışında çalışmak isteyenler için daha yararlı bir deneyim olduğunu söyleyebiliriz. Daha çok öğrencimizi gönderecek kapasitemiz var ancak maddi imkansızlık, daha fazla sayıda öğrencimizin programlara katılımını engelliyor. Öğrenim ücreti ödememelerine rağmen ABD’deki programlara katıldıklarında öğrencilerimiz 5.000-10.000 Dolar arasında bir masraf yapmak zorunda kalıyorlar. Mezunlarımızın katkısı ile Boğaziçi Üniversitesi Vakfı bünyesinde oluşturduğumuz bir Değişim Öğrenci Bursu programımız var. Burs Ofisi aracılığı ile ihtiyacı olanlara dağıtıyoruz. Bu burs programına olan ilginin artması öğrencilerimiz için çok yararlı olacaktır. Üniversitelerin uluslararası ortaklıklarının önemini nasıl yorumluyorsunuz? Çok yüksek nitelikli üniversitelerden oluşan bir ortak portföyümüz var. Dünyanın en saygın yüksek öğrenim kurumları ortaklarımız arasında. Örneğin “Ivy League” üniversiteleri hemen hiç değişim programı yapmazken bizim ikisi ile (Columbia ve Brown) değişim anlaşmamız var. Princeton’un Woodrow Wilson Okulu’nun Türkiye programını ve NYU Stern School of Business’in “Doing Business in Turkey” programına biz ev sahipliği yapıyoruz. İşletme Kulübü, Harvard College in Asia programını başarı ile yürütüyor. Yükseköğretim sistemleri tüm dünyada değişim içinde. Hem küresel ölçekte rekabet hem de bilgiye farklı biçimlerde erişim daha önce hiç olmadığı oranda arttı. Tüm kurumlar buna ayak uyduracak stratejiler geliştirmeye çalışıyorlar. Boğaziçi Üniversitesi olarak öğrenci değişim programlarından çok memnunuz. Ancak “Daha farklı neler yapabiliriz, öğrencimize, öğretim üyemize ve ortaklarımıza katma değeri yüksek yeni modeller oluşturabilir miyiz?” sorularını sürekli gündemimizde tutuyoruz. Araştırma odaklı ortaklıklar hem öğrencimizin hem de öğretim üyelerimizin profillerine daha uygun. Doktora öğrencilerimize çalışmaları süresince ve mezun olduklarında araştırma olanakları sunan ortaklıkları önemsiyoruz. Lisansüstü seviyede ortak ve çift diploma programlarında çok seçici davranarak bu programları destekliyoruz. Dünya üniversiteleri içerisinde Boğaziçi Üniversitesi'ni nerede konumlandırıyorsunuz? Görevim nedeniyle katıldığım toplantılarda bu soru bana çok soruluyor. Bu soruya hep verdiğim yanıtın en kolay derginizin okurları, üniversitemizin mezunları tarafından anlaşılacağını sanıyorum. Dünya yükseköğretim alanında Boğaziçi Üniversitesi gerçek bir mücevherdir! Olağanüstü güzel kampusuyla, akademik ve sosyal gelenekleri ile, müthiş öğrencileri ve akademik kadrosu ile, işlerini seven personeli ile yakalamış olduğu ahenkli üniversite yaşamının eşi benzeri çok az bulunur. Günümüzde dünya üniversitelerini çeşitli kriterlere göre sıralayan birçok kurum ortaya çıktı. Bunlar basında ve sosyal medyada da çokça haber oluyorlar. Üniversitenin çok yönlü faaliyetlerini genellikle tek bir skora dönüştürerek ölçmeye çalışan bu sıralama yöntemlerini eleştirenler de yok değil. Boğaziçi Üniversitesi bu lig tablolarında son yıllarda yükselen bir performans ile yer bulmaya başladı. Bu yıl Times Higher Education sıralamasında 139. sırada yer aldık. Bunun başlıca nedenleri gittikçe artan yüksek etkili araştırma performansımız ve artan uluslararası görünürlüğümüz. Fakat unutmamak gerekir ki bu sıralamalarda kullanılan ölçme yöntemleri yüksek salınımlar üretmeye çok açık ve araştırma performansına çok ağırlık veriyor. Bir yıl ilk yüzde yer alırken bir başka yıl ilk iki yüz arasına girememek işten bile değil. Bu salınım genellikle ilk 25-50 üniversite için çok azalıyor. O bölgedeki üniversitelere bakarsanız Boğaziçi Üniversitesi’nin dünyadaki akranlarını da görürsünüz. HÜRRİYET İCRA KURULU'NDAKİ ÜÇ BOĞAZİÇİLİ'NİN GÖZÜNDEN MEDYAYA BAKIŞ Hakan Zihnioğlu ’91, Tamer Atabarut '88 B 46 Basın ve medya sektörünü diğerlerinden ayıran en önemli özellik, günceli takip etmesi. Bu hızlı tempoda ülke ve dünya gündemini izleyen üç Boğaziçili Mart sayısındaki konuklarımız: Hürriyet İcra Kurulu Başkanı Ahmet Özer' 92, Pazarlama Direktörü ve İcra Kurulu Üyesi Birim Gönülşen Özyürekli ’01, İnsan Kaynakları Direktörü ve İcra Kurulu Üyesi Tuba Köseoğlu Okçu '94. Medya dünyasındaki Boğaziçili bakış açısını hissedebileceğiniz röportajımızı zevkle okumanızı diliyoruz. olduğunu da söylemeliyim. Öte yandan, sadece medyanın değil, dünyanın temposu böyle. İşinizin temposu yüksek olunca, siz de otomatikman güncel, taze ve hep ileriye bakarak yaşıyorsunuz. Bu tempoya iş nedeniyle alışmak, dünyaya da adapte olmak konusunda, bir fark yaratma şansı veriyor. Basın ve medya sektörünü diğerlerinden ayıran en önemli özellik, günceli takip etmesi. Bu noktada nasıl bir tempoda çalışıyorsunuz ve bunu nasıl yönetiyorsunuz? ettiğiniz durumu zorunluluk olarak değil, fırsat olarak görüyorum. Bu çatı altında çalışmak, çok fazla kişisel gelişim fırsatı veriyor, kurumun da hızlı ilerlemesi için toplamda bir enerji yaratıyor. Birim Gönülşen Özyürekli: Çılgın bir tempo olduğu kesin. Ancak keyif alanların yapabileceği bir şey Her gün ilgi çekecek bir şeyler bulmak zorundasınız, yani her gün adeta şapkadan tavşan çıkarmak durumundasınız. Reyting ve tiraj kaygısı ciddi bir stres olmuyor mu? Birim Gönülşen Özyürekli: Tarif Tuba Köseoğlu Okçu: Birim’in dediği gibi, bu bir fırsat. Açıkça söyleyebilirim ki, yirmi küsur senedir çalışıyorum; ama Hürriyet’teki kadar kendimi sürekli bir şey öğrenerek ve geliştirerek, taze tutma hissiyatını başka bir yerde hissetmemiştim. Gerçekten hızlı bir tempo var ve bu hızlı tempo, artık günlük rutin tempoya dönüşmüş durumda. Burada en heyecan verici olan şu: Her şeyinizi planlıyorsunuz; ama öyle bir olay gelişiyor ki bütün planınızı bir kenara bırakıp, yepyeni bir gündem hazırlamak zorunda kalıyorsunuz. Gerçekten çoğu sektörde görülmemiş bir adaptasyon, kriz yönetimi refleksi var burada. Bunların hepsini Hürriyet’te elde edebiliyorsunuz. Birçok profesyonelin böyle bir tempoya girip, kendini “crash” teste tabi tutması lazım; ayakta kalıyor mu, kalmıyor mu? Çünkü Birim’in dediği gibi, severseniz müptelası olacağınız bir şey; fakat sevmeyenler için de, bence dayanması çok zor. Birim Gönülşen Özyürekli: Benim FMCG (Fast Moving Consumer Goods) deneyimim var. Bence FMCG’nin “fast” tanımıyla, Hürriyet dünyasının “fast” tanımı arasında bir uçurum var. Aynı “fast”ten bahsetmiyoruz. Onu burada çalışınca anlıyor insan. Ahmet Özer: Katılıyorum. Hepimiz işimiz gereği çok yüksek bir adrenalinle çalışıyoruz. Çünkü haber çok hızlı tüketilen bir şey. Günümüz dünyasına dijitalin de girmesiyle, artık her şey çok hızlı eskiyor. Geçen gün gündemdeki çok önemli bir haberi web sitemizde göremedik. Öğrendik ki birkaç saat yayında tuttuktan sonra okunma istatistikleri azalınca kaldırmışlar. İnanılmaz bir hız... Sadece yayın değil, reklam teknolojileri de takip ettiğimiz KPI’lar da çok hızlı değişiyor, bir sene Ahmet Özer İcra Kurulu Başkanı 1972 doğumlu olan Ahmet Özer lisans eğitimini Boğaziçi Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde tamamlamış, iki yıl çeşitli firmalarda proje geliştirme rollerinde görev yaptıktan sonra 1997 yılında Doğan Holding bünyesine katılmıştır. 2005 yılına kadar Doğan Holding bünyesinde İş Geliştirme Müdürlüğü pozisyonunu üstlenen Özer, 2005 yılında Strateji ve Yatırımcı İlişkileri Koordinatörü olarak Hürriyet’e geçmiş, 2009 yılı itibariyle de İcra Kurulu üyesi olarak Hürriyet İnternet Grup Başkanı pozisyonuna atanmıştır. Hürriyet’in yurtdışı iştiraki olan Trader Media East’in satın alınma sürecinin başarıyla yürütülmesinde ve tamamlanmasında önemli katkılarda bulunan Özer, Temmuz 2010 itibariyle bu şirketin yedi ayrı ülkedeki tüm birimlerinin yönetim sorumluluğunu da üstlenerek, TME İcra Kurulu Başkanlığı (CEO) görevine getirilmiş ve 2014 yılına kadar Moskova’daki merkez ofiste bu görevini sürdürmüştür. Ahmet Özer, Haziran 2014 itibariyle Hürriyet Dünyası İcra Kurulu Başkanı (CEO) olarak atanmıştır. Özer, evli ve 2 çocuk babasıdır. Birim Gönülşen Özyürekli Pazarlama Direktörü İcra Kurulu Üyesi Tuba Köseoğlu Okçu İnsan Kaynakları Direktörü İcra Kurulu Üyesi 1979 yılında İzmir’de doğan Birim Gönülşen Özyürekli, Karşıyaka Anadolu Lisesi’ni bitirdikten sonra Boğaziçi Üniversitesi’nde siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler eğitimi almıştır. Profesyonel hayata 2001 yılında, Management Trainee olarak CocaCola A.Ş.’ de başlayan Birim Gönülşen Özyürekli aynı kurumda hem yurt içinde hem de yurtdışında birçok görev üstlenerek çalışma hayatına devam etmiştir. Coca Cola A.Ş.’ de; Schweppes & Burn Marka Müdür Yardımcılığı ile başladığı pazarlama kariyerinde ilerleyerek Orta ve Doğu Avrupa CocaCola Pazarlama Müdürlüğü, Avrasya ve Afrika Grubu İş Geliştirme Müdürlüğü ve son olarak da Türkiye Meyve Suyu Kategorisi Pazarlama Müdürlüğü görevlerini başarıyla sürdürmüştür. Birim Gönülşen Özyürekli, 20 Mayıs 2013 tarihi itibariyle Pazarlama Direktörü ve İcra Kurulu üyesi olarak Hürriyet ailesine katılmıştır. 1971 yılında İstanbul’da doğan Tuba Köseoğlu Okçu, Notre Dame de Sion Fransız Lisesi’ni takiben,1994 yılında Boğaziçi Üniversitesi MütercimTercümanlık Bölümü’nden mezun oldu. Köseoğlu Okçu, çalışma hayatına 1994 yılında Simültane Konferans Tercümanı olarak başladı ve Tercüme Konseyi’nde görev aldı. Boğaziçi Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışan Köseoğlu Okçu, 19972008 yılları arasında Doğuş Grubu bünyesinde görev yaptı ve sırasıyla Garanti Bankası Eğitim Müdürlüğü’nde Performans Danışmanı, Humanitas Doğuş İnsangücü Yönetimi’nde Üst Düzey Yönetici Geliştirme Müdürü, Doğuş Holding’de İnsan Kaynakları Bölüm Başkanı ve Doğuş Otomotiv’de İnsan Kaynakları Koordinatörü olarak görev aldı. Köseoğlu Okçu,15 Mart 2012 tarihinde başladığı Hürriyet bünyesindeki İnsan Kaynakları Direktörü ve İcra Kurulu Üyeliği pozisyonundan önce, 2008-2012 arası Eastpharma Deva Holding İnsan Kaynakları Organizasyonel Gelişim Direktörlüğü görevini yürütmekteydi. Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi olan Köseoğlu Okçu’nun ayrıca seyahat yazıları yazdığı paullende.blogspot.com ve kitap tanıtımları yazdığı paullendereads. blogspot.com isimli blogları bulunmaktadır. B 47 kullandığınız KPI’a bakıyorsunuz sonraki sene bizim için önemini yitirmiş. Bütün bu hız, dijitalin hayatımıza girmesiyle başladı. Dolayısıyla, tabii çok keyifli. Daha önce geleneksel bir medya düzeni vardı. O geleneksel medya düzeninden dijitale hızlı bir geçiş var; ama buna bağlı olarak gazetelerin, gazetecilerin ve buradaki personelin alıştığı ortamlar çok farklı. Bunu nasıl yönetebiliyorsunuz? Çok hızlı bir değişim var sizin de dediğiniz gibi. Bu değişim iç dinamiklere nasıl yansıyor? Nelerde zorlanıyorsunuz? Tuba Köseoğlu Okçu: Benim 2012’de Hürriyet’e gelişim, o değişimin dijital transformasyon sürecinin artık yapısal bir şekilde başlamasının kararıyla ortaya çıkmıştı. 2012’de geldiğimde birçok proje aynı anda gidiyordu. Şimdi unutmamak gerekiyor ki, evet medya çok hızlı, günü yakalayan bir sektör olmakla beraber, bu tür yapısal değişiklikleri çok yaşamış bir sektör değil, daha geleneksel. Özellikle Hürriyet’in çalışanlarıyla farklı bir bağı var. Kişiler çok uzun yıllardır ve aynı pozisyonlarda çalışıyorlar. 50. sene kıdem ödülü verdiğimiz çalışanlarımız oldu. İşlerini belli bir şekle sokmuş ve yıllardır yapan kişilerin dönüşümünü sağlamak en zor süreçlerden biriydi ve çok hızlı yapabildiğimiz bir şey olmadı. Teknolojiyi satın alabiliyorsunuz, süreçleri gidip başka şirketlerden “benchmark” edebiliyorsunuz. Basın işinde Türkiye’ye uygun bir “benchmark” da olmadığı için, yolunuzu kendiniz bulmanız gerekiyor. O anlamda, insan kaynağı boyutu, burada da en büyük fark yaratan boyut. Mesela transformasyon başladığında, iş zekâsı uzmanı, kullanıcı deneyimi uzmanı gibi pozisyonlar için adaylar aramaya başladık. “Hürriyet İnsan Kaynakları’ndan arıyorum” diyorsunuz, “Ben gazeteci değilim ki, beni niye arıyorsunuz,” diyor aranan kişi. Hem içeride bir algı yönetimi yaparken, hem de dışarıda Hürriyet’in yalnızca bir gazete olmadığını, dijital anlamda da, çok ciddi atılımlar yapan bir mecra olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Tabii ki, çeşitli eğitimler oldu; değişim yönetimi ile ilgili destekler oldu. Çok uzun yıllardır bu mesleği yapıp, çok kısa sürede buna adapte olup, bunu benimseyenler olduğu gibi, çok kısa süredir bu meslekte olup da bu değişime direnç gösterenler de oldu. O anlamda da, birçok teknik destek verdik. Dünyada bu konular artık çok konuşuluyor, çok çeşitli konferanslar var. Önceleri sadece takipçi olarak katıldığımız konferanslarda 2014’te biz bir şeyler anlatır hale geldik, konuşmacı olarak gitmeye başladık. O anlamda, çok hızlı bir mesafe katedildi. Aslında ben, “Hürriyet’in DNA’sı değişiyor,” diyorum. Rakiplerimiz de değişiyor. Artık sadece gazetelerle değil dünya devleri ve dijital, çevik kurumlarla rekabet ediyoruz. İşte o DNA değişim süreci hâlâ devam ediyor. Hem yöneten insanlar için, hem de çalışanlar için kolay değil. Yaptığınız mevcut işte başarılısınız, en iyisiniz; ama ona rağmen değişmeniz gerekiyor. Değişimi kavramak ve kabul etmek, biraz vizyonu açmakla mümkün. Belirtmem lazım ki, Yönetim Kurulu Başkanımızdan, İcra Kurulu Başkanı'na, bütün yayındaki yöneticilere kadar, herkesin elini taşın altına koyduğu bir süreç oldu bu. bu kadar aşabiliyor olması, artık bu markanın daha önce hiç olmadığı başka alanları kapsayabilecek duruma gelmesi, gerçekten çok büyük bir başarı hikâyesi. Bunun içinde olanlar da, bunu hissettikçe, yoluna devam etmek için daha fazla motive oluyor. Ben kendi ekibimde bunu çok net görüyorum, başkalarıyla çalışırken de, bu bakış açısının aktarıldığını hissediyorum. Ahmet Özer: Bu sadece insan Hürriyet’in dijitalde rakipleri karşısında konumu nedir? kaynaklarındaki organizasyonel değişimle ilgili değil, tam bir “kafa yapısı, anlayış” dönüşümü. O yüzden, bir yandan çok sancılı, bir yandan da, heyecanlı olduğunu düşünüyorum. Öyle pat diye olan bir şey de değil. Bir yandan gündemimiz; gazeteden dijitale dönüşüm, bir yandan da, kendi içimizde bilgisayardan mobile dönüş yaşıyoruz. Anlayacağınız, bizde dönüşümün sonu yok. Birim Gönülşen Özyürekli: Konuşmanın başında “Bunu nasıl yönetiyorsunuz?” diye başlamıştık ya, bunun bir parçası olmak, herkese bunun bir parçası olduğunu hissettirmek, en kilit nokta oluyor. Kurumun içerisinde o his yayıldıkça, yöneticilerin de ekipleriyle çalışmaları çok kolaylaşıyor. Bu hissin bana nasıl geçtiğini söyleyeyim. Çok enteresan bir geçiş hikâyesi oldu. Pazartesi günü işe başladım, Salı günü bir ekiple, ABD’ye Silikon Vadisi’ne gittim. Daha önce 12 yıl uluslararası bir şirkette çalışmıştım. Bu şirketin merkezi Amerika’ydı ve bu süre zarfınca ABD'ye ziyaret sayım sınırlıydı. Burada hayat çok hızlı ve fark etmeden dönüşümün ya parçasısınız, ya da dışarıdasınız. Bunu bu şekilde başlatıp, büyük harflerle arkasında durduğunuzu hissettirdiğiniz ve işlere de bunu yansıtmaya başladığınız zaman, herkes dönüşümün bir parçası olmak için daha istekli oluyor. Bu demek değildir ki, yüzde yüz kabulleniş oluyor. Önemli bir kısım için de, motivasyon kaynağı oluyor. Çünkü insanlar şirketin baktığı o geniş vizyondan etkileniyorlar. 67 yıllık bir gazete markasının, kendini Ahmet Özer: Basında olduğu gibi dijitalde de en büyük yayıncı biziz. Ancak bu bize yetmiyor, insanların bizim platformlarımızda geçirdiği vakti artırmak istiyoruz. Gelip orada kalmasını, haberlerle angaje olmasını, yorum yapmasını, tanıdıklarına göndermesini istiyoruz. Diğer sosyal medyanın KPI’larıyla yarışıyoruz. Yapacak çok işimiz var, düz haber sitesi olarak görmüyoruz kendimizi. Birim Gönülşen Özyürekli: 2013- 2014’te en çok paylaşılan haber sitesi olduk, bu çok önemli. Bütün bunlara ek olarak da, www.hurriyet. com.tr aslında bir referans kaynağı. Bu da, bizi diğer mecralardan ayırıyor. Okuyucuya, kullanıcıya internet sitesinde de sorduğumuzda “www.hurriyet.com.tr’ ye bakmadan emin olamıyorum, www.hurriyet. com.tr’den bakıyorum ve tamam doğrudur diyorum,” diyor. Boğaziçi’ni üç kelimeyle tarif et deseler ben, “Özgürlüğü öğreten yer” derim. Siz Hürriyet’i ve şimdiki pozisyonlarınızı üniversitedeki kadar özgür buluyor musunuz? Boğaziçi’nin verdiği özgür düşünme yeteneği, öğretisi burada sonuna kadar işliyor mu? Ahmet Özer: Boğaziçi özgürlük dışında kendine güven de verir; bir yaşam formatı verir. Burada 1.700 kişi çalışıyor. Bizim markamızda en çok gördüğümüz şey, köklü olması, güvenilir olması, gazetecilik ilkelerinin çok güçlü olması ve bu ilkelere sadık olması. Bu değerleri, dijitale de taşıyabiliyoruz. Aynı zamanda Hürriyet’te geleneği de, yeniliği de, özgürlük ve kendine güven içerisinde yaşatabiliyoruz. B 49 O anlamda çalıştığım kurumu üniversiteme benzetiyorum. Birim Gönülşen Özyürekli: Şu anki Birim Gönülşen Özyürekli: Boğaziçi benim için özgürlük kadar, her şeyi yapabilirim hissini de çağrıştırıyor. Boğaziçi’ne ilk geldiğimde, onun heyecanını hissederek gelmiştim. Bir İzmirli olarak, o ruhu da, geldiğim ilk gün fark ettim. Her şeyi yapabilirim hissi, çok değerli bir his. Dünyayı değiştirebilirim, diyerek geçirdim Boğaziçi yıllarımı. Değiştirip değiştirmemeniz önemli değil; ama bence 18 yaşında bir insanın kafasından öyle şeyler geçebilmesi Boğaziçi’nin öğrencilerine hediyesidir. Buraya geldiğimde de, bu hissi aldım ve içimde bugün de devam ettirebiliyorum. Bu çok değerli. Ben ikisini bu anlamda çok örtüştürüyorum. Tuba Köseoğlu Okçu: Ben Notre B 50 Dame de Sion mezunuyum. Boğaziçi’ne geldiğimde kültür şoku geçirdim. Lisede kurallar vardı ve kural sorgulanmaz, uygulanırdı. Boğaziçi onu hakikaten çok iyi tamamladı. Boğaziçi’nde çok zorlanmama rağmen, bakış açımı genişlettim. Hürriyet’e gelinceye kadar, büyük, kurumsal firmalarda çalıştım; bu şirketler kuralların, standartların ve çerçevelerin belli olduğu yerlerdi. Hürriyet’e ilk geldiğimde, şunu hissettim; her türlü öneriyi getirebilirim. Hatta ilk zamanlarda “niye o önerileri ben getirmeden başkası getiriyor”u sorgulamaya başlamıştım. O anlamda Boğaziçi’ndeki “farklı düşün, farklı şeyleri ifade et” kültürünü, Hürriyet’te kendi yaptığım işte birebir yaşıyorum. Her şeyi ifade edebiliyorum. Her seferinde uygulanmaya alınmasa bile fikirlerimi özgürce ifade etmeyi çok değerli buluyorum. Ekibimdeki arkadaşlarıma “Hürriyet’te çalışmanın en güzel tarafı ne?” diye sorduğumda, “Burada çok özgürüm,” diyorlar. Gençlerin bakış açısından da o hürriyetin devam ettiğini görüyoruz. Boğaziçi Üniversitesi’nin 150. yılını yakın zaman önce kutladık. Tabii bu 150 yıllık süreç içinde toplum yapısında birçok değişiklik oldu. İlk başlardaki öğrenci profiliyle, şimdiki öğrenci profili arasında çok büyük farklar var. Hatta 15-20 yıl önceki öğrencilerle, şimdiki öğrenciler arasında bile bu farkı görüyorsunuz. Bu bağlamda, 30-40 yıl önceki okuyucuların beklentileriyle şu andakiler çok farklılaşıyor. Toplumsal ve teknolojik değişim sürerken, Hürriyet’e bağlılığı devam ettirmek nasıl bağdaşacak? Çoğu insan gazeteye bile bakmadan, sitelere ve sosyal medyaya bakarak gününü geçirebiliyor. Hürriyet, okuyucularının aidiyet duygusunu sürdürebilecek mi? genel yayın yönetmenimiz, Sedat Bey’in Hürriyet Çocuk Kulübü üyelik kartı varmış. Hürriyet o kadar çok hikâyesi olan, o kadar duygusal bağları kurulmuş bir marka ki... Bu sadece Hürriyet’in değil, insanla ilişki kurma ve insanla yeniden bir bağ kurma sorunu, bütün markalar için geçerli. Bugünün dünyasında, sosyal medya, ya da diğer bütün hayatı bölen şeyler için de, her marka için de geçerli. Benim pazarlama işinde 14. yılım. Bir ürünün lansmanını yaptığınızda televizyona koyardınız, “outdoor”a çıkardınız, radyoda da olursa güzeldi ve emin olurdunuz. Sokaktaki insanın yüzde şu kadarı bunu bilecek diye, gönül rahatlığıyla o lansmanı yapardınız. Şimdi öyle bir şansınız yok. Daha çok mücadele etmeniz gerekiyor. Daha çok hikâye anlatmanız gerekiyor. Daha çok duygulara hitap etmeniz ve böyle bir ilişki kurmanız gerekiyor. Hürriyet diğer markalar gibi, bu zorluğu yaşasa da, işi 7/24 hikâye anlatmak olduğu için, biraz daha şanslı. Ahmet Özer: Bazı insanlar, gazeteye bakmadan gününü geçirebilir. Benim de böyle yaşayabilen arkadaşlarım var. Geçenlerde Sultanahmet’te bir bombalama olayı oldu. İntihar bombacısı kadın için, ilk gün bir isim verildi. Yayındaki arkadaşlarımız, bu ismi teyit edemediği için, ne web'de ne de gazetede ismi yayınlamadılar. Bizim için zor bir karardı, herkes isim vererek olayı anlatıyor, biz ise sessiz kalıyorduk. Bir gün sonra saat 10.00’da, emniyet bu isim doğru değil, diye açıklama yaptı. Hepimizi o gün görmeliydiniz. Emin değilsek, inanmıyorsak onu söylemeyiz. İşte, Hürriyet böyle bir marka. Bir yandan geleneksel, köklerine bağlı, sağlamcı; öte yandan atak, risk alan ve yeniliklere açık. Sizce bu kadar dijital yayın varken basılı yayın neden hâlâ satılıyor? Birim Gönülşen Özyürekli: Dokunduğunuz hiçbir şey, öyle çok kolay vazgeçilebilir bir kategoride olamaz. Trendler değişiyor, biz de takip ediyoruz, bir kısım insan basılı gazeteden vazgeçti. Bu işimizin barışık olduğumuz bir gerçeği. Biz de bakıyoruz, gazeteler nereye gidecek diye. Öte yandan sorduğumuz insanlar için, dokundukları, paylaştıkları, sayfasını çevirdikleri bir şey diğerinden çok farklı yerde. Pazar sabahı tablet açıp okumakla, gazetenin kahvaltıyla beraber etrafa dağılarak okunması arasında yaşanan deneyim olarak fark var. “Ne kadar devam edecek?” sorusunu bütün dünya tartışıyor. Biz de yaşayıp göreceğiz. Tuba Köseoğlu Okçu: İskandinav ülkeleri dijital transformasyonu gazeteler konusunda en yüksek oranda gerçekleştirmiş ülkeler neredeyse. Fakat oralarda bile hafta içi sadece dijital olan, basılmayan gazetelerin, hafta sonu basıldığını görüyoruz. O alışkanlık, o kullanıcı deneyimi, hafta sonu gazete karıştırmak devam ettiriliyor. Çünkü o bir seremoni. Sonuç itibariyle bütün fütüristik öngörülerde gazetenin var olacağı ifade ediliyor. Hep beraber göreceğiz; ama şu anda var ve o alışkanlıklar hâlâ çok güçlü. Ahmet Özer: Şu anda yapmaya çalıştığımız her platformda olmak. Tuba’nın dediği gibi her platformda farklı okuyucu tecrübesi var. Çünkü okuyucu gazetenin sayfalarını çevirirken, başka bir ihtiyacı var ve o ihtiyacı gideriyor. Ama ofisinde huriyet.com.tr’ye girdiğinde başka bir beklentisi var. Başka bir tür haber tüketim alışkanlığı var. Arabasında, otobüste giderken yine başka bir tüketim formatı var. Yarın öbür gün muhtemelen gözüne “google glass” taktığında, orada da Hürriyet’i başka bir tecrübeyle tüketmek isteyecek. Dolayısıyla biz her platformda, o platformun gerektirdiği format ve frekansta içeriği sunacağız. Hepsinin tecrübeleri değişik olacak, hepsinin favori platformları olacak. Hepsini anlıyoruz ve biri diğerinden daha değerli değil bizim için. Boğaziçi Üniversitesi 152. yılında oldukça olgun, diğer yandan her sene yenilenen gençlerle çok genç kalan bir kurum. Yani 150’yi devirmiş durumda ama hep 18-20li yaşlarda. O yüzden müthiş bir dinamizm var. Hürriyet de köklü bir kurum, pekiyi burası nasıl genç kalıyor? Birim Gönülşen Özyürekli: hurriyet.com.tr 18. yılını bitirdi. Boğaziçi’nde hayat çok net, içeriye her yıl taptaze yeni kanlar, öğrenciler geliyor. Hürriyet ise, genç olan her şeyin içine giriyor. Hürriyet, genç olan bütün mecralarda var. Bu şekilde, genç kalmayı garanti altına almış oluyoruz. Çok eleştirilen bir markayız, eleştirilmek güzel bir şey. Bir gün bizimle ilgili hiçbir eleştiri olmazsa, biz o zaman kendimizi sorgulamalıyız. Bunları alt alta koyduğunuzda zaten genç kalıyorsunuz. Tuba Köseoğlu Okçu: İnsan Kaynakları olarak, hedef kitlemiz olan 18-25 yaş arasına, çok ciddi bir şekilde ‘’Hürriyet’’i işveren markası olarak anlatmaya çalışıyoruz. Burada çok hızlı mesafe katetmiş durumdayız. Üniversitelerle çok sayıda projemiz var. Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü ile, öğrencilerin aldıkları kredilerin bir kısmının burada yapacakları projelerle beslendiği bir işbirliğimiz var. Ahmet Özer: Hürriyet için kafa yoran kişilerin de profili değişiyor. Profiller değiştikçe bizim sunduğumuz şeyler de değişiyor ve oraya yansıyor mutlaka. Ekibimizde dinamizmi sağlayan yeni Hürriyetliler hep oluyor. Bu sayede genç kalabiliyorsunuz. Bizim de bir projemiz var. Amerika’da böyle bir kurgu var: Üniversite programına siz marka olarak partner oluyorsunuz ya da onun bir parçası oluyorsunuz. Aslında kurumunuzdaki bazı kurguları ya da çözemediklerinizi ortaya atıyorsunuz. Öğrenciler de size bu problemleri çözüyorlar. Aslında tamamen çerçeve dışında düşünen bir program. Tuba Köseoğlu Okçu: Harvard Business School’un bir programı var: FIELD Global Immersion Program. MBA sınıfında birinci sınıfta olan öğrenciler, dönem başladığı anda bir şirketin bir projesini alıyorlar. Biz iki senedir bu programda yer alıyoruz. Halihazırda üzerinde çalıştığımız projeleri gönderiyoruz. Onlar daha ziyade müşteriye dokunan projeleri tercih ediyorlar ve birer tane projeyi seçiyorlar. Hem geçen sene, hem de bu sene, hurriyet. com.tr ile ilgili önemli projelerimizi verdik Harvard öğrencilerine. Grup, proje üzerine ekim ayından aralık ayına kadar çalışıyor. Bu süre boyunca biz onlara belgeler yolluyoruz, Skype üzerinden toplantılar yapıyoruz. Sonra ocak ayında geliyorlar, bir hafta Türkiye’de kalıyorlar. O bir hafta boyunca, bizim yöneticilerimizle bir araya geliyorlar, odak grup çalışmaları yapıyorlar. Ondan sonra bize “recommended” bir ürün sunuyorlar. Geçen sene de, bu sene de, sunulanlar içerisinde hayata geçirilebilecek öneriler gördük. Bizim için de faydalı oluyor; çünkü farklı bir bakış açısı getiriyor. B 51 BOĞAZİÇİ’NDE SCIENCE KÜLTÜRÜ DERSİ Yasemin Dut ’10 B 52 Science 101, bu yıl 115 civarında sosyal bilimler öğrencisinin aldığı çok önemli bir ders. Şu an bu dersi yalnızca İngiliz Dili ve Edebiyatı, Felsefe Bölümü öğrencileri zorunlu, diğerleri seçmeli olarak alıyor. Bu fen bilimleri dersini, “Science 101 dersinin öğrencilerin sağlam bir hayat felsefesi ve olaylara eleştirel yaklaşım geliştirmelerine de katkısı olduğunu düşünüyorum,” diyen Fizik Bölümü Öğretim Üyesi Sayın Prof. Dr. Alpar Sevgen bizler için anlattı. Ayrıca değişik senelerde görev yapan değerli asistanların ve dersi alan başarılı öğrencilerin de görüşlerini sizinle paylaşıyoruz. Neden sosyal bilimler öğrencileri için Science dersi düşünüldü? Bugün bırakın Boğaziçi gibi seçkin bir üniversitenin mezunlarını, artık her aydın yurttaşın hem hümaniter konularda örneğin adalet, ifade özgürlüğü, eşitlik, edebiyat, güzel sanatlar gibi hem de fen bilimleri ve teknoloji hakkında bir fikre ve temele sahip olması lazım. Bu konularda sağlam bir temel anlayış için konunun uzmanı olmak gerekmiyor. Her iki alan da çağdaş toplumun çağdaş bireyinin kültürünün ayrılmaz parçaları. Bir anlamda Science dersini belki de Boğaziçi’ni tanımlayan Humanities dersinin içerisinde veya tamamlayıcısı olarak düşünmek lazım. Science.101 fizik (evrenin evrimi dâhil), Science.102 ise kimya ve biyoloji (biyolojik evrim dâhil) ağırlıklı. Science 101 ve 102 esas olarak iki yarıyıllık fen kültürü dersi. Science 101 dersinizin içeriğinden kısaca bahseder misiniz? Science 101 dersi özetle içinde bulunduğumuz evren nasıl bir şey, başlangıçtan bugüne nasıl evrildi ve nasıl sonlanacak soruları ile bu evrenin fiziksel kuralları nelerdir, bildiğimiz maddenin (Bir de bilmediğimiz kara madde var) yapı taşları (atom ve çekirdeği, moleküller, temel parçacıklar…) nelerdir sorularının cevaplarını vermeye çalışıyor. Tabii öğrenciler dünyada geçerli olan fizik kurallarının görülebilir evrenin şu anda her yerinde, üstelik zamanın başlangıcından beri geçerli olmasına biraz da hayret ediyorlar. Bu ders ayrıca bilimsel yaklaşımın şaşmaz kurallarını da vurguluyor: • “Nullius in Verba” yani “kimsenin sözü ve baskısıyla değil”, bilim insanının kendi aklının yatması lazım o bulguya ve sonuca. (“Nullius in Verba” İngiliz Bilimler akademisinin 1662’den beri “motto”sudur.) • “Sınama ve deneme” yöntemi. Onun özelliklerini anlamak için doğaya bakmak lazım. Yoksa ölçüm yapmadan ve kendi önyargınızla “Benim felsefeme göre doğa böyledir,” yaklaşımı olmaz tabii. Bunu bizzat tecrübe etmeleri için Science 101’de öğrencilere basit deneyler yaptırıyoruz ve rapor yazdırıyoruz. • Doğruluğu belirlenmiş “veri”ler bilim adamının kutsalı ve namusu. İşinize gelen verileri alıp, gelmeyenleri almamak ve böylece başkalarını bilerek yanıltmak bilimde en büyük etik dışı davranış. Dersin formatı nedir? Derste “lecture”ların yanısıra yoğun biçimde multimedya kullanıyorum. Ders saatlerinin yanı sıra asistanların girdiği “Sorular ve Problemler” şubeleri var. Science 101 örneğin bu dönem 12 asistanla çalıştı. Öğrenciler 10’ar kişilik gruplar halinde asistanlarla o haftanın konuları üzerine sorulan soru ve problemleri tartışıyorlar. Hep süper asistanlarla çalıştım. Geçen dönemlerin asistanları şimdi Harvard, MIT, CalTech, Berkeley, Columbia gibi üniversitelerde doktora yapıyorlar. Umarım bu ilgi ve tempoyu devam ettirmek mümkün olur. Sosyal bilimler ile fen bilimleri arasındaki ilişkiyi -üniversite eğitimi çerçevesinde- nasıl yorumluyorsunuz? Her iki alanda eğitim almak bireyin, yaşama ve eleştirel düşünceye yaklaşımını sizce nasıl etkiler? Üniversite eğitiminin bazı dengeleri gözetmesi gerekir. Öğrenciler bir taraftan bölümün verdiği meslek derslerini alırken, diğer taraftan yaşadığımız dünya hakkında geçerli fikirler edinmeli. Dolayısıyla, örneğin fen ve mühendislik alanlarındaki öğrenciler beşeri ve sosyal bilimlerden dersler alırken, beşeri/sosyal bilim öğrencilerinin de kendilerine uygun hazırlanmış derslerle fen kültürü alabilmeleri lazım. Aksi takdirde eğitim bir beceri kursları kümesine dönüşür. Bugün örneğin enerji yatırımlarında sosyal etki incelenmesi isteniyor, ülkelerin dış politikalarında bilim ve teknolojiye ulaşmak da önemli rol oynuyor. Pek çok beşeri/sosyal bölüm mezunu yoğun teknoloji kullanan veya üreten şirketlerin üst yönetim kademelerinde. Fen kültürüne de sahip olan sosyal bilimler bölümleri mezunlarına duyulan ihtiyacın önemi çok açık değil mi? Aynı şekilde beşeri ve sosyal bilimler eğitimi almış mühendislerin doğaya, tarihe, ALP SİPAHİGİL FALL '09 EE, Phys CAP Harvard Üniversitesi Fizik Bölümü’nde Deneysel Yoğun Madde Alanında Doktora Prof. Dr. Alpar Sevgen topluma saygısının ve sorumluluk bilincinin başka türlü olacağı aşikâr. Fen ve beşeri bilimler dengesi gözeten eğitime dışarıda “Liberal Arts Education” diyorlar ki ABD’nin en önde gelen üniversitelerinin eğitim modeli böyledir. Şunu ilave etmeliyim. Robert Kolej 1960lı yıllardan başlayarak provost Profesör Howard Hall zamanında mükemmel bir Liberal Arts eğitimi verebiliyordu. 1970’lerin sonlarından itibaren ve YÖK düzeninde Boğaziçi, meslek derslerinin sayı ve kalitesinin artmasına karşın, Liberal Arts yaklaşımından uzaklaştı; çünkü bu tarz, üniversite çapında yaygın ve kaliteli eğitim verebilmek hiç de kolay değil. Ama son yıllarda bu konu üzerinde düşünmeye ve düşünülmeye başlanması sevindirici. Dünya üniversitelerinde Science 101 gibi derslerin uygulamalarını nasıl gözlemliyorsunuz? Bu bağlamda Boğaziçi Üniversitesi'ni nerede konumlandırırsınız? Önde gelen ABD üniversitelerinin hepsinde programlardan, bölümlerden bağımsız olarak, bir genel kültür (fen ve beşeri/ sosyal) veriliyor. Onların hepsinde (Harvard, Yale, MIT) Liberal Arts eğitim felsefesi hâkim ve “general university requirements” mevcut. Öğrenci öncelikli olarak bölümün değil, üniversitenin öğrencisi. Columbia Üniversitesi “Frontiers in Science” dersini bölümlerinden bağımsız olarak bütün Columbia Üniversitesi öğrencilerine zorunlu kılıyor. Bu dersten sonra öğrencilerin ayrıca seçimli olarak iki science dersi daha almaları gerekiyor. Science 101, içeriği ve uygulanışı açısından özel bir ders. Bu ders ile Boğaziçi öğrencileri kuantum mekaniğinden evren bilimine doğa bilimlerindeki heyecan verici gelişmeler ve kavramlar ile tanışmış oluyor. İçerik açısından benzer bir ders Harvard'da da beşeri ve sosyal bilim öğrencilerinin çekirdek programının şu an bir parçası. Science 101'in işlenişinde diğer asistanlarla birlikte öğrencilerle ufak gruplar halinde buluşup teknik detaylar yerine kavramlara odaklanan haftalık tartışmalar yürüttük. Ufak gruplar öğrencilerin, daha kalabalık gruplarda sormaktan kaçınabilecekleri, görünürde saf ama oldukça temel soruları çekinmeden sormalarına ve bilimsel sorgulama yeteneklerinin gelişmesine fırsat tanıdı. Bu ufak grup tartışmalarından öğrencilerle karşılıklı zevk aldığımızı düşünüyorum. Benzer bir deneyimi daha fazla insanla paylaşabilmek için de Boston'da iki biyolog arkadaşımla, Bilim Kazanı adlı bir popüler bilim cep yayınında güncel bilimsel gelişmeleri sade bir dille ele almaya devam ediyoruz. B 53 AYSUN KAN FALL' 09 Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı (BA- 2012), Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Edebiyatı (MA 2013- ) B 54 2009 yılında Science 101 dersinin ilk öğrencilerinden biriydim. Bu kapsamlı ders fizik biliminin farklı alanlarında öğrencilere temel bir anlama ve fikir beyan edecek gücü vermekte olan muhteşem bir ders. Nihayetinde Boğaziçi’nin akademik vizyonunun en önemli noktalarından biri, öğrencilerinin kendi konularında uzman bireyler olmasının yanı sıra farklı konularda da bilgi sahibi bireyler olmaları. Aslında Science 101 dersi bir nevi çoğumuzun aldığı Humanities derslerinin ve vizyonunun Temel Bilimler ve Sosyal Bilimler öğrencileri için olan versiyonu. Sonuç olarak bu ders vasıtasıyla bir İngiliz Dili ve Edebiyatı öğrencisi olarak kuantum, rölativite gibi kavramlar hakkında ufak da olsa, diğer arkadaşlarım gibi, kelam etme yetisi kazanıyor insan. Bu ders ayrıca konuşma serisi ve etüt üzerine kurulan yapısı itibariyle insanı normal şartlarda tanıma imkânı olamayacağı insanlarla da bir araya getiriyor. Kendi alanlarında yetkin John Freely gibi efsanelerden kısa süreliğine de olsa şahsen ders dinleme, geleceğin efsaneleri olabilecek şu an Harvard, MIT, Carnegie Mellon gibi yerlerde eğitim ve çalışmalarına devam eden asistanlarla tanışma fırsatı edindim. Bu dersin açılmasında ve yürütülmesinde emeği geçenlere teşekkür etmekten başka bir şey gelmiyor insanın elinden. SINAN CAN, (EE, Phys CAP) FALL '10, '11 Berkeley Fizik Bölümü’nde Biyofizik Doktora Science dersinin, bir fizik dersi olmaktan ziyade, etrafımızda olup biten olaylara farklı bir bakış açısı verebilmesi sebebiyle bir genelkültür dersi olarak değerlendirilmesi gerektiğine inanıyorum. Sosyal bilimler alanında okuyan öğrencilere hitap eden bu ders, Newton mekaniğinden başlayıp kuantum mekaniğine, Einstein’ın Genel ve Özel Rölativite teorilerine değinerek bir bakıma insanlığın geçirdiği bilimsel ve teknolojik ilerlemeyi neden ve nasıllarını göstererek anlattığından bir bilim tarihi dersi olarak da düşünülebilir. Etrafımızdaki dünyayı ampirik yöntemler kullanarak inceleyen sayısal bilimlerin olaylara bakış açısının çalışma ve düşünme tarzını gösterdiği için, sosyal ve beşeri bilimlerde okuyan öğrencilerin düşünce ufuklarını genişletmekle beraber, günlük meselelerde de yardımcı olacağına inandığım bir ders. Bu tarz dersler dünyanın önde gelen üniversitelerinde de okutuluyor ve ilgiyle takip ediliyor. PhD yaptığım University of California Berkeley’de de fizik ve biyoloji alanında Science dersiyle paralel içerikli ve oldukça popüler dersler var. “Physics for Future Presidents” ve “Biology for Voters” ismiyle verilen derslerde, Boğaziçi Üniversitesi'nde verilen Science dersine yakın bir içerik işlenerek, sayısal ve sözel bilimler arasında bir köprü kurulmaya çalışılmaktadır. Alanında derin bir anlayışa ve bilgiye sahip insanların, başka bir konu hakkında konuşmakta yetersiz kalabildiği günümüzde, Science dersi bu boşluğu doldurmak adına önemli bir yer teşkil ediyor. Şimdi bizde de son zamanlarda rektörümüz ve Senato bir “core program” komitesi kurdu. Değerli arkadaşlarımız çalışıyorlar ve ümitle bekliyoruz bu çabanın sonuçlarını. Umarım iyi sonuçlar alınabilir ve o zaman güzel haberleri derginizde Boğaziçi camiasına duyurabilirsiniz. Sınav odaklı bir lise öğretim döneminden gelen öğrencilerin, yıllardır uzak kaldıkları fen bilimleri konularına yaklaşımları nasıl oluyor? Yıllardır uzak kalmış olmayı bırakın, örneğin İngiliz Dili ve Edebiyatı öğrencileri lisede neredeyse hiç fizik, matematik dersleri almamış olabiliyorlar. Dolayısıyla Science 101 dersi toplama, çıkarma, çarpma ve bölme dışında bir matematik bilgisi beklemiyor. Hele fizik bilgisi hiç beklemiyor. Başlangıç noktası bu. Ama dersin sonunda kuantum mekaniği, atomlar, genel relativite, kozmoloji konuları hakkında epey fikirleri oluyor. Dersi tamamladıktan sonra bazılarından “Önce çekindik; ama neticede ufkumuzu açtı,” şeklinde mesajlar alıyorum. Beşeri ve sosyal bilimlerdeki öğrencilerimizin çok değerli olduğunu ve kendileri için belki de yepyeni olan konulardaki başarılarını görmekten mutlu oluyorum. Şunu da belirtmek isterim, örneğin İngiliz dili ve Edebiyatı öğrencilerinin Humanities dersindeki başarı oranı ile Science 101 dersindeki başarı oranı senelerdir neredeyse tıpatıp aynı. Bu da "Bizler sosyal bilimciyiz, science dersinde başarılı olmamız nasıl beklenir!" yakınmalarını toptan geçersiz kılıyor. Yani düzgün çalışan öğrenci Humanities ve Science'ta aynı şekilde başarılı oluyor. Science 101 dersi öğrencilere özetle ne kazandırmış oluyor? Sanırım öncelikle beşeri/sosyal bilim öğrencilerinin fen konuları hakkındaki “Biz ne anlarız ki!” psikolojik bariyeri kırılıyor. Konuları anlayabildiklerini hissedince daha da meraklı ve ilgili oluyorlar. Bu bariyerin kırılmasında “Sorular ve Problemler” şubelerini yöneten çok değerli asistanlarımızın gayretlerinin önemini de vurgulamak isterim. Bir diğer önemli husus olayları anlayabilmek için kendi aklını kullanmak, deneme sınama yöntemiyle düzgün data almak ve bu datayı izah edebilen, üstelik “öngörü” sağlayabilen bir model geliştirmek. Eleştiriye her zaman açık olmak ve modeli gerektiğinde daha iyiye götürebilmek. “Veriler”le desteklenmeyen teorilerden vazgeçebilmek. Bunlar sadece fizik için geçerli olan değil, hayatta size yol gösterecek anahtar yöntemler. Dolayısıyla Science 101 dersinin öğrencilerin hiç olmazsa önemli bir kısmının sağlam bir hayat felsefesi ve olaylara eleştirel yaklaşım geliştirmelerine de katkısı olduğunu düşünüyorum. DENIZ LEFKELI FALL' 11 Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü TÜLAY PINAR TAŞDEMIR FALL' 13 Batı Dilleri ve Edebiyatları Bir Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü öğrencisi olarak, Science 101 dersinin bölümümüz öğrencileri için en yararlı derslerden biri olduğunu düşünmekteyim. Sosyal bilimler öğrencileri için tasarlanmış bir fizik dersi olduğundan, tamamıyla matematiksel işlemler ve formüle dayalı anlatım içermemesi sayesinde her öğrencinin anlayabileceği seviyede bir dersti. Kozmolojiden başlayıp kuantum fiziğine uzanan konular oldukça kapsamlı olmakla beraber, Science 101 dersi temelinde bir genel kültür dersi olduğu için, oldukça zevkli bir ders deneyimiydi. Bir edebiyat öğrencisi olarak ikinci sınıfta aldığım Science 101 dersi, benim için yeni bir dünyanın kapılarını açtı. Bizi tek yönlü yetiştiren eğitim sisteminden sonra üniversitede edebiyat okurken bilim dersi almak, fiziğin farklı alanlarının temelini öğrenmek, benim dünya görüşümü geliştirdi. Bu alanda daha önce hiçbir ders almamamıza rağmen, bizimle ilgilenen hocalarımız ve dersin asistanları sayesinde kozmolojiyi, evrenimizi, yaşadığımız dünyanın fizik kurallarını öğrenerek kendimizi geliştirdik. Geriye baktığımda beni en çok geliştiren derslerden biri olarak Science 101’i görüyorum. Bu dersi alarak bilim dünyasıyla bir bağ kurduğum için çok mutluyum. MÜGE GEDIK FALL '14 Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü Batı Dilleri ve Edebiyatları lisans programında yer alan Science 101 dersi, fen bilimlerinden uzak kalan biz edebiyat öğrencilerine evren bilimiyle başlayan ve Newton'ın hareket kanunları, termodinamik, görelilik kuramlarından kuantum fiziğine kadar uzanan farklı bir deneyim sunuyor. Derslerin anlayabileceğimiz düzeyde işlenmesi ve ders asistanlarının yardımcı olduğu ek derslerle bu konulara uyanan merak ve ilgi canlı tutuluyor. Konu çeşitliliği tek bir döneme sıkıştırılmış olsa da derslere düzenli katılım ve düzgün bir sınav çalışmasıyla başarısız olmanın neredeyse imkânsız olduğu bir ders. Sözel derslerle çevrili bir öğrenci olarak bu konulara ayıracağım vakit pek de sağlayamadığım kişisel disiplinime bağlıydı. Science 101, daha önce araştırmaya vakit bulamadığım evrenin oluşumu ve bilinmesi gereken fizik konuları hakkında bilgi edinmemi sağladı. Bu dersin bu kadar ilgimi çekeceğini asla düşünmemiştim. Dersin temposuna alışan ben -ders bitmiş olsa daaklımda beliren soru işaretleriyle kozmoloji videoları izlemeye başlıyorum. Dersin mottosu, üzerine düşünmeden hiç kimsenin bilgisini kabul etmememizi öneren "Nullius in Verba", hayatımızın her alanında uygulayabileceğimiz bir bakış açısı aşılıyor bizlere. B 55 ÖNE ÇIKAN BİR COĞRAFYA, ÖNE ÇIKAN BİR SAHA: ASYA Şenay Çınar ‘10 B 56 Tarih Bölümü öğretim üyelerinden, aynı zamanda Asya Çalışmaları Yüksek Lisans Programı Koordinatörü Sayın Prof. Dr. Selçuk Esenbel’e dünya üniversiteleri temalı sayımız için sorular yönelttik. Asya Çalışmaları Yüksek Lisans Programı’nın okulumuzdaki konumu, öğrencilerin bu programa olan yaklaşımı, Asya’daki üniversitelerin eğitim felsefeleri ve Asya üniversiteleri ile Boğaziçi Üniversitesi arasındaki işbirlikler üzerine aldığımız yanıtları sizlerle paylaşıyoruz. Asya'daki üniversitelerin temel bileşenlerinden bahseder misiniz? Nasıl bir eğitim anlayışları/felsefeleri var? Asya üniversiteleri dünyanın başka yerindekiler gibi çeşitli kalite ve düzeylerdedir. Eğitim anlayışı olarak seviyesine göre küresel standartlara uygun olanlar, daha mütevazı olanlar gibi farklılıkların dışında, özel bir eğitim anlayışları olduğunu söylememiz doğru değil. Genelinde başarılı Asya üniversiteleri Batı modelini temel alan laik ve bilimsel anlayışa göre kurulmuş köklü kurumlardır. Dünya sıralamalarına bakarsak aralarında Türkiye’deki eğitim kurumlarının çok üstünde olup, üst sıralarda çıkanlar olduğunu görebiliriz. Örneğin devlet üniversitesi olan Tokyo Üniversitesi, bugün bilimsel araştırma ve yayında dünyanın başı çeken üniversitelerden. Çoğu Asya üniversitesi Türkiye’deki gibi kıta Avrupa modelini takip etmiş olup daha yakın tarihlerde de Amerikan modelinin etkisini göstermektedirler. Kimisinin çok eski bir geçmişi var. Örneğin, önce 18. yüzyıldan itibaren köklü bir geçmişi olan Shogunların “samurai”lar için kurduğu yüksekokullarının mevcut eğitim birimlerini temel alan Tokyo Üniversitesi, 1877 yılında Avrupa üniversitelerini model almıştı. Araştırma üniversitesi olarak dünya çapındadır. Çin’in en ünlü Peking Üniversitesi ise eski imparatorluk eğitim kurumunun yerine, 1898 yılında kurulmuştur. Gene araştırma üniversitesi olarak dünya çapındadır. Şüphesiz bazı Asya üniversitelerinin kökeni, ya 19. yüzyıl misyoner okullarına dayalı olduğu için ya da Anglosakson eğitimi ve İngilizce eğitimine önem verdikleri için İngiliz ve Amerikan üniversite geleneğini güçlü bir şekilde temsil etmektedirler. Örneğin, Chinese University of Hong Kong, Kyoto’daki Doshisha Üniversitesi, köken olarak Robert Kolej’i kuran Protestan kilise camiasının kurduğu okullar olup bugün ise misyonerlik dönemi kapanmış, dünyaya açılan çağdaş üniversiteler olarak gelişmişlerdir. Öte yandan, Japonya’da devlet üniversiteleri kadar güçlü olan özel üniversite geleneğini başlatmış olan Keio Üniversitesi, kurulduğu 1863 yılından itibaren Anglosakson dünyası ile yakın etkileşim içinde olan laik eğitimi ile ünlüdür. Asya üniversitelerinin bir özelliği de Hindistan, Malezya gibi geçmişte İngiliz kolonisi olmuş olan ülkelerde güçlü İngilizce eğitim yapan ve İngiltere yükseköğrenimi ile entegre önemli üniversitelerin varlığıdır. Burada, University of Delhi (İki Nobel ödülü kazanan mezun ve hocası var.) örnek gösterilebilir. Asya’da üniversite sayılarına bakıldığı zaman, nüfus yoğunluğunun getirdiği ihtiyaçlar ayrıca da eğitimin genelinde Asya toplumlarında Ortadoğu’ya nazaran eskiden beri daha ileri ve 20. yüzyılda hızla daha da modern yüksek eğitime yatırım yapılıyor olmasından dolayı rakamlar çok fazla gözükecektir. Örneğin, Japonya’da 89’u ulusal devlet üniversitesi, 95’i il bazındaki üniversiteler olmak üzere toplam 181 devlet üniversitesinin yanı sıra tam 597 özel üniversite vardır. Şüphesiz bunların arasında kalite, eğitim çeşitliliği, gibi konularda çok farklı standartlar da mevcuttur. Yılda bir kere yapılan üniversite giriş sınavı, artı her üniversitenin ayrıca uyguladığı kendi giriş sınavlarında, öğrencilerin en sıkı rekabet içinde girmek için yarıştıkları bu yüksek sayının içindeki ilk 10-15 üniversitedir diyebilirim. Ancak, 125 milyon nüfusunun neredeyse hepsi lise mezunu olan Japon halkının lise mezunlarının %50’ye yakını bir şekilde bir üniversiteden mezun olabilmektedir. Geri kalanlar içinde binlerce meslek okulu, teknoloji yüksekokulları mevcuttur. Asya’nın geneline baktığımızda, Japonya ve Çin’i örnek alırsak, yakın zamana kadar İngilizce eğitim Ortadoğu’daki gibi (Türkiye’de ODTÜ, Robert Kolej/Boğaziçi ile başlayan gelenek. Lübnan’da American University of Beirut gibi) popüler olmamıştır. Bunda başından itibaren Japonların özellikle bilim dilini yoğun çeviriler yoluyla geliştirmiş olmalarının etkisi olmuş olsa gerek. Ancak son 20 yıldır Japonya’da da dünya gelişmelerine ayak uydurarak birçok üniversitede İngilizce eğitim yapan programlar, özellikle yabancı öğrencileri davet etmek B 57 Prof. Dr. Selçuk Esenbel için kurulmaktadır. Bunun nedeni olarak, nüfusun yaşlanmasıyla, artık bu üniversite programlarını ayakta tutacak genç öğrenci sayısının yetersiz kalmasının yarattığı ihtiyacı gösterebiliriz. Tokyo Üniversitesi’nin Uluslararası İlişkiler/ Ekonomi doktora programı, Waseda Üniversitesi’nin keza İngilizce master programları, Japonya’nın kaliteli üniversitelerinden International University of Japan, benim okuduğum Japonca ve İngilizce iki dilli eğitim yapan International Christian University, İngilizce başarılı eğitim ve öğretimi sürdürmektedirler. Asya’da okumak isteyen gençlerin, bu çok sayıda üniversite içinde dikkatli seçim yaparak çok kaliteli ve uluslararası ün salmış üniversitelere yönelmelerini öneririm. Bugün bazı konularda (tıp, elektronik, mimari, mühendislik, Asya ekonomisi) parlak bir Asya üniversitesinde okumak genç yaşta önemli bir uluslararası deneyim zenginliği verecektir. Boğaziçi Üniversitesi ile Asya'daki üniversiteler arasında nasıl işbirlikleri geliştiriliyor? Boğaziçi Üniversitesi, 1988 yılında kurulan Japonca dil programı, lisans öğrencilerine yönelik B 58 Japonca sertifikası, Japon tarihi ve Çin tarihinde verdiği lisansüstü eğitimi mezunları, 2002 yılında kurulan Çince, 2008 yılında kurulan Konfüçyüs Enstitüsü’nün katkıları, son yıllarda ilgi toplayan Kore dili eğitimiyle Asya konusunda Türkiye’de birinci kulvara yerleşmiş öncü bir konumdadır. Bugün sekiz Japon Üniversitesi (Keio, Waseda, Tokyo Foreign Studies University, Kansai Foreign Studies University, Hiroshima University, Shizuoka Pref. University, Shimonoseki City University, International University of Japan vesaire), Üç Çin üniversitesi (Shanghai, Fudan, Peking), uygulamaya yeni başlayan Kore üniversiteleri ile her yıl öğrenci değişimi antlaşmalarını yürütmektedir. Ayrıca, Japan Foundation, Korean Foundation gibi önemli vakıflardan kütüphane bağışı, doktora öğrencilerine burs, misafir öğretim elemanı katkıları sağlamaktadırlar. Uzun yıllardır Kandilli Rasathanesi, Tokyo Üniversitesi ile Mitsubishi şirketinin de yardımıyla, deprem çalışmaları sürdürmektedir. Asya dillerinde son derecede başarılı 10’ar öğrenci toplam 30-40 kişi mezun olmaktadır. Bu öğrencilerin çoğu kendi bölüm eğitimlerinde gösterdikleri başarının yanı sıra Asya dillerinde de üstün başarıyı sağladıklarından, İstanbul’daki birçok Japon şirketinde iş bulmaktadırlar. Bu eğilimin daha sonra başlamış olan Korece ve Çince için de gerçekleştiğini görmekteyiz. Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin Asya çalışmalarına yaklaşımları ne yönde? Buradan mezun olan öğrencilerin, profesyonel olarak, yükselen Asya dünyasıyla ilgili yurtiçi ve yurtdışı iş olanaklarını değerlendirmeleri veya Asya ile ilgili doktora programlarına devam etmeleri mümkün olacaktır. Şimdiden yeni mezunlarımızın Çin ve Japonya ile ilgili çalışma dünyasına ve akademik dünyaya girdiklerini gözlemleyebiliriz. Öğrencilerimiz Asya dilleri ve konularına son yıllarda (35 yıldır bu konuda tecrübem olduğu için gözlemleyebiliyorum) büyük ilgi göstermektedirler. Japonca dili programında okuyan Mühendislik, Fen-Edebiyat, İdari Bilimler, UBYO, Eğitim Fakülteleri’nin öğrencileri dengeli bir dağılım göstermektedir. Bugün Japonca, Çince, Korece okuyan toplam öğrenci sayımız sırasıyla 200, 150, 100 olarak neredeyse yakında 500’e varacaktır. Şüphesiz bu öğrencilerin hepsi dört yıllık dil eğitimini bitirmemekteler; ancak seçmeli ders konumunda olan bu zor Bazı öğrenciler ise üniversitemizde Sosyal Bilimler Enstitüsü’ne bağlı Tarih Bölümü’nün ikinci master programı olarak kurulan Asya Çalışmaları II. Eğitim Tezli ve Tezsiz Lisansüstü Programı, 2012 yılında hayata geçtiğinden beri gerek Boğaziçi Üniversitesi’nde birikim elde etmiş öğrencilere gerekse yurtiçi ve yurtdışından Asya Çalışmaları üzerinde master yapmak isteyen öğrencilerine, yetkin kadrosuyla eğitim veren öncü bir konumdadır. Şu anda 2013 yılında YÖK tarafından yapılan yeni bir uygulama ile Asya Çalışmaları II. Eğitim Tezli Lisansüstü Programı, konusundaki tek programdır. ABD veya Avrupa üniversitelerinin eskiden beri devam eden güçlü Asya Çalışmaları geleneğine nazaran, Türkiye’deki bu gelişim henüz ilk aşamalarında görülebilir. Ancak bugün Ortadoğu politikası ve Avrupa ekonomisinde doğrudan aktör olan Asya ülkelerinin iş ve finans kuruluşları, düşünce araştırma merkezlerinin yakınlığı göz önünde bulundurulursa, Boğaziçi Üniversitesi’nden Asian Studies birikimi alan bir genç insanın küresel platformda avantajlı bir konumda olacağı da söylenebilir. Ayrıca, kişisel bir gözlemim olarak şunu söyleyebilirim ki bugün genç kadın ve erkeklerimizin dünyaya üstün bilgili, yüksek bilimsel ve dil becerileriyle donatılmış bir düzeyde açılmaları her zamankinden daha da önem kazanmaktadır. Gençlerimiz, yakın çevremizdeki rasyonalitesi zayıf sonuçsuz gündelik tartışmaların ve coğrafyamızda patlak veren tehlikeli çatışmaların içinde hapsolmayıp, hızla küreselleşen dünyada başat bir yer tutan Asya toplumlarına Batılılar gibi eş zamanlı bir şekilde kendi birikimleriyle entegre olmayı sağlarlarsa, Asya odaklı eğitim ve birikim, ülkemizin yakın gelecekte, küresel platforma, “katma değeri” yüksek insan gücü ile entegre olmasına olanak sağlayan açık bir kapı olacaktır. SAN DIEGO STATE ÜNİVERSİTESİ - BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ: BİR KARŞILAŞTIRMA Yasemin Dut ’10 B 60 Boğaziçi Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü mezunu olan ve şu anda San Diego State Üniversitesi’nde görev yapan Prof. Dr. Halil Güven'78, dünya üniversitelerindeki Boğaziçililere sorularımızı yönelttiğimiz bu sayımızda merak ettiğimiz noktalara ışık tuttu. Boğaziçi’nin değerlerini ve özelliklerini San Diego State Üniversitesi’ne dair özellikler ile kıyas ederken hem okulumuzun sunduğu üniversite deneyimine hem de dünyadaki üniversite anlayışına dair önemli ipuçları verdi. Şu an görev yapmakta olduğunuz üniversitenin en çok hangi geleneksel değerinin/ değerlerinin sürdürüldüğünü düşünüyorsunuz? Boğaziçi ile kıyas ederek neler söyleyebilirsiniz? Görev yaptığım üniversite Güney Kaliforniya'daki San Diego State Üniversitesi. Birçok Amerikan üniversitesinde olduğu gibi, benim üniversitemin de etrafında toplandığı ana değer, okulun maskotu olan AZTEC sembolü. Bütün üniversite spor takımlarının (basketbol, Amerikan futbolu, beyzbol, voleybol, vb.) ve okulla alakalı bütün ürünlerde kullandığı semboller ve renkler (siyah ve bordo) AZTEC ile bağlantılı. Biz AZTECLİYİZ demek ana unsur. Hatta mezun olduktan sonra da mezunlar derneği "AZTEC FOR LIFE" diye bir kültürü lanse etmeye devam ediyor. Boğaziçi Üniversitesi’nin her ne kadar benim bildiğim belirgin bir maskotu olmasa da, öğrencilerini ve mezunlarını birbirine bağlayan bir "Boğaziçili ruhu" ve özgürlükçü bir geleneği olduğu kesin. Şu an görev yapmakta olduğunuz üniversitenizi diğer dünya üniversitelerinden ayıran en temel özelliğin hangisi olduğunu düşünüyorsunuz? Boğaziçi'ni -yurtiçinde ve yurtdışındadiğer üniversitelerden ayıran özellikleri var mı? Varsa hangileri? San Diego State Üniversitesi’ni diğer dünya üniversitelerinden ayıran en temel özelliği, yumuşak iklimden de kaynaklanan çok "rahat" bir eğitim öğretim ortamına sahip olması. Yıl boyu ortalama 22 derece olan ısı, öğrencilerin derslere sandalet ve şortlarla girmesine olanak veriyor ve bu, öğrencilerin genel tarz ve davranışlarına yansıyor. Boğaziçi’ni, yurtiçinde ve yurtdışında, diğer üniversitelerden ayıran temel bir özelliği bence, kendine güven duygusu ve girişimcilik anlamında daha yetkin bir mezun profili verebilen "gizli bir formüle" sahip olması. Üniversitenizin dünyada gelişen politik ve toplumsal olaylara karşı tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Dünya kamuoyunda üniversitenizin açıklamalarının yönlendirici güçte olduğunu düşünüyor musunuz? Her ne kadar üniversite yönetimi ve öğrenci topluluğu, gazetesi ve diğer sosyal medya olanakları ile dünyada gelişen politik ve toplumsal olaylara karşı duyarlı ve bu doğrultuda haberler yapma, bildiri yayınlama ve üniversiteye konuşmacı çağırmada aktif olsalar da bunların fazla etkili ve yönlendirici güçte olduğunu sanmıyorum. Boğaziçi Üniversitesi'ni bu yönde ne şekilde değerlendiriyorsunuz? Boğaziçi Üniversitesi’nin de bu konularda fazla aktif olduğunu ve yönlendirici rol üstlendiğini düşünmüyorum; fakat olmasını, olabilmesini arzuluyorum. Bunun için "düşünce kulübü" ve benzer sosyal bir güç odağı oluşturabilmesi çok sevindirici olur. Üniversitenizin gelişen teknoloji ile uyum içerisinde bir eğitim pratiği gösterdiğini düşünüyor musunuz? Evet. Birçok Amerikan üniversitesinde olduğu gibi San Diego State Üniversitesi’nde de teknoloji yakından takip ediliyor ve eğitim pratiğine gecikmeden yansıtılıyor. Üniversitenizdeki sınav sistemini Türkiye'deki sınav sitemleri ile kıyas ettiğinizde en çok hangi farkların öne çıktığını düşünüyorsunuz? Sınav sistemlerinin Türkiye’den pek farklı olduğunu düşünmüyorum. Üniversitenizdeki öğrenci ve akademik personel arasındaki iletişimi Boğaziçi’ndeki ilişkiler ile birlikte düşündüğünüzde neler söylemek istersiniz? Amerika’daki öğrenciler hocaları ile çok daha rahat ilişki kurabiliyorlar ve çok rahatlar. Fakat aynı zamanda öğrencilerin eğitim sorumluluk bilincinin çok daha yüksek olduğunu ve üniversite için ödediği paranın karşılığını almak için ciddi uğraş verdiğini görmek mümkün. Üniversitenizdeki kampus yaşamının öğrencilerin gelişiminde rol üstelenecek kapasitede olduğunu düşünüyor musunuz? Bu soruyu Boğaziçi'nin kampus hayatı ile kıyaslayarak yanıtlayabilir miydiniz lütfen? Üniversite kampus yaşamının öğrencilerin gelişiminde, sosyalleşmesinde çok büyük rol oynadığı kesin. San Diego State Üniversitesi’nde kampus yaşamı bunu fazlası ile sağlıyor. Benzer şekilde Boğaziçi Üniversitesi'nin kampusu, öğrenci kulüpleri ve diğer tesisleri ile bunu her zaman hakkaniyeti ile yerine getiren ve bu konuda da Türkiye’de örnek gösterilebilecek bir kampus olmuştur. B 61 Üniversitenizde akademik çalışmalara sağlanan katkıları Türkiye ile karşılaştırdığınızda neler söylemek istersiniz? Amerikan kampuslarında çok daha fazla akademik çalışma yapma olanağı olduğu bir gerçek. Boğaziçi Üniversitesi’nin bu konuda biraz daha gayret sarf etmesi doğru olur diye düşünüyorum. Bulunduğunuz üniversitede disiplinlerarası çalışmalara yaklaşımı nasıl değerlendiriyorsunuz? Disiplinlerarası çalışmanın günümüzde artık bir lüks değil bir zaruriyet olduğu ortada. San Diego State Üniversitesi’nin birçok Amerikan üniversitesine göre bu konuda öncü olduğunu söyleyebilirim. Prof. Dr. Halil Güven “HAYALIMDEKI OKULDA OKUDUM, HAYALIMDEKI ŞIRKETTE ÇALIŞIYORUM ’’ Hakan Zihnioğlu ’91 Samsung Electronics Türkiye Tüketici Elektroniği Direktörü Hüseyin Erel '98 bu sayıdaki konuğumuz. Boğaziçi yıllarından kariyer öyküsüne, Samsung’daki çalışmalarından Samsung’un ve Boğaziçi Üniversitesi’nin yapısal benzerliklerine kadar pek çok konu başlığı altında kendisi ile sohbet ettik. Röportajımızı keyifle okumanızı diliyoruz. B 62 Boğaziçi Üniversitesi hikâyeniz nasıl başladı? Boğaziçi benim için bir rüyaydı her zaman. Gerçek bir rüyaydı. Neden rüyaydı size anlatayım, eminim ilginç gelecektir. Samsun Anadolu Lisesi yıllığımda da hep “üniversite hayali Boğaziçi" diye yazar. Tercihlerimi sadece Boğaziçi olacak şekilde yapmıştım, Boğaziçi’ne girmek için üniversite sınavlarına hazırlandım, tamamen hedefim buydu. Boğaziçi haricinde başka bir tercih yok muydu? Boğaziçi, Boğaziçi, Boğaziçi... Tercihlerim, Boğaziçi İktisat, İşletme ve Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümleri idi. Son tercihime girdim. Esas ilginç olan ise lise ikinci sınıftayken, çok çok başarılı olan Işıl ismindeki kuzenimle Rotary Bursu ile İngiltere’de kısa dönem değişim programına kabul edildiğimiz yaz, Boğaziçi’ne gelmiştik ve orada birbirimize söz vermiştik bu okula geleceğimize dair. Ne olursa olsun tüm zor şartlara rağmen Boğaziçi’ne gelecektik. Biz hiç özel ders almadan, tamamen burslu olarak devam ettiğimiz dershanelerde aldığımız eğitimle Anadolu’da doğmuş büyümüş insanlar olarak bu hedefi belirlemiştik. Hayalinizdeki üniversitede okuduğunuzu belirttiniz. Samsung hayalinizdeki şirketlerden birisi olarak tarif edilebilir mi? Samsung tabii ki hayalimdeki şirketlerden birisi; fakat Samsung dönemine gelmeden, öncesinden biraz bahsetmek isterim. Üniversite yıllarımızda firmalar okulumuza tanıtım günlerine gelirlerdi. Boğaziçili olmanın en büyük avantajı da buydu bence. Boğaziçili olduğunuzu o zaman çok net hissedebiliyorsunuz; o etiket geçerli bir etiket ve sizin için bir giriş kartı, size her kapıyı açan bir maymuncuk ya da şehrin altın anahtarı. Procter & Gamble (P&G) Boğaziçi’ne gelmişti, görüşmelerimiz oldu, iş teklifi geldi. Okul ve askerlik sonrası 11 sene kadar Procter & Gamble’da çalıştım. Çok mutlu olarak çalıştığım şirketlerden biridir. Boğaziçili olmanın avantajını o şirkette yaşadım çünkü yöneticilerinin tamamı, şu anki Genel Müdür Tankut Bey de dâhil Boğaziçilidir. P&G’de beni de “Campus Camp” dedikleri Boğaziçi Üniversitesi işe alımı ile görevlendirdiler. P&G adına mülakat yapan kişi bendim. Akmerkez’de sadece Boğaziçililerle mülakat yapıyordum. Mümkün olduğunca çok Boğaziçiliyi şirkete almaya çalışıyordum. O dönemde işe aldığım ve şu anda yönetici olan birçok Boğaziçili kardeşim var. Boğaziçi Üniversitesi çok verimli bir eğitim kurumu diyebilir miyiz? Evet, farklı şirketlerde çalışınca da Boğaziçi’nin gerçekten çok verimli olduğunu gözlemledim. P&G’den sonra L’oréal’de çalışmaya başladım, L’oréal’den sonra sektör değiştirmeye karar verdim. Elektronik alanına geçtim ve Telpa’nın sahibi Sebahattin Bey’le beraber çalışmaya başladım. Çok güzel işler gerçekleştirip, Samsung akıllı telefonlarını önemli pazar paylarına ulaştırdık. Sanırım burada Samsung Genel Müdürü Mr. Hong’un dikkatini çektim ve Mr. Hong'un kariyerimi Samsung’da devam ettirmemi istemesi, Telpa ile el sıkışıp buraya gelmemi sağladı. Yaklaşık 1,5 senedir, dünyanın en büyük şirketlerinden birinde, Samsung’da görev yapıyorum. Samsung Electronics 1983’ten bu yana Türkiye’de faaliyet göstermektedir. Bununla birlikte, Samsung’un Türkiye’deki varlığının 2000’in başından beri güçlendiğini söyleyebiliriz. İrtibat bürosu olarak faaliyet gösterdikten sonra, 2010’dan itibaren de bir satış ofisi olarak, Türkiye’de yerleşik bir şirkete ‘’Samsung Electronics Türkiye’’ye dönüşmüştür. Türkiye’deki faaliyetin ve iş alanlarının genişlemesi ile beraber topluma katkıyı öncelikli hale getirmek de önem kazanmıştır. Geçen yıl birçok toplumsal projeyi desteklemiş, çevresine duyarlı bir markadan bahsediyoruz. Telpa’daki Samsung kariyeri ile birlikte önemli bir kariyer değişikliği yapmış oluyorsunuz. 2012’den 2015’e kadar tamamen Samsung odaklı çalıştım; Telpa’da işimin %90’ı Samsung’du. Samsung, elektronik sektörünü hedefleyen B 63 HÜSEYIN EREL KIMDIR? her kişinin hayallerinden bir tanesi. Çok hızlı büyümüş, politikaları çok hızlı değişebilen ve her duruma bukalemun gibi ayak uydurabilen bir şirket. Zorluklar içinden gelmiş bir neslin yarattığı bir şirket. Bu, farklı bir değerlendirme gerektiriyor. 1955’te Türkiye’de Demokrat Parti’nin, Adnan Menderes’in olduğu dönem; Kore, savaşını yeni bitirmiş dünyada Angola ile beraber 130 $ milli geliri olan bir ülke, bugün ise dünyanın en büyük ekonomilerinden biri haline gelmiş durumda. Sadece Samsung, 225 milyar $ ile Türkiye’nin gayrisafi milli hasılasının neredeyse dörtte birini, Güney Kore ekonomisinin %20-25’ini oluşturuyor. 60 yılda gelinen bu nokta şapka çıkarılacak bir başarı öyküsü. Samsung’dan ve Kore’den, ülke olarak kendimize bazı dersler çıkarmamız lazım. O dönem gönderilen tugayımızın Türkiye, Güney Kore ilişkilerinde büyük katkısı var. O gün barışın tesis edilmesinde Türklerin büyük emeği var. Türkiye son dönem, sosyal olarak da çok önemli yardımlarda bulundu, Kore’de Ankara Okulu’nu açtı. Güney Korelilerin çok yoğun çalışmak, hedef koyup, onu gerçekleştirmek üzerine kurulu bir mantıkları var. Biz, hedefi koyuyoruz olmazsa boynumuzu büküyoruz. Burada kesinlikle böyle bir şey yok, o hedef mutlaka olacak. Her hedefin, altını doldurmak üzerine kurulu bir politikaları var. Güney Kore’de hedef kesinlikle yerine getirilmek üzere belirlenir. Asya kültürlerinin geleneğinde böyle bir anlayış var, hedefi koyuyorlar ve bunu mutlaka yapmaya çalışıyorlar. Toplumsal olarak buna kanalize oluyorlar. Güney Kore hiçbir Hüseyin Erel, 1975 yılında Samsun’da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu olan Hüseyin Erel, profesyonel yaşamına 1999 yılında Procter & Gamble'da Satış Temsilcisi olarak başladı. 2010 yılına kadar çeşitli bölümlerde yöneticilik görevlerinde bulundu ve 2010 yılında Gillette-BraunDuracell Ticari Pazarlama Grup Müdürü pozisyonundan ayrıldı. 2012 yılına kadar L'Oréal'de Tüketici Ürünleri Bölümü Satış Direktörü olarak kariyerine devam ettikten sonra 2012–2013 yılları arasında Telpa Telekomünikasyon'da Satış ve Pazarlama'dan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı olarak çalıştı. Eylül 2013’ten bu yana Samsung Electronics Türkiye'de Tüketici Elektroniği Satış ve Pazarlama Direktörü olarak çalışmakta ve 85 kişilik bir ekip yönetmektedir. Evli ve iki çocuk babasıdır. SAMSUNG ELECTRONICS HAKKINDA l 2013’te 225 milyar dolarlık B 64 doğal rezervi olmayan bir ülke, o nedenle para kazanamazlarsa işgale uğrayacaklarını düşünüyorlar. Diğer ülkelerin Kore Yarımadası’nı yıllar boyunca işgal ettiği gibi, tekrar işgal edileceklerini düşünüyorlar ve bu nedenle sürekli çalışıyorlar. Bu durumda, çalışmanın kültür haline gelmiş olduğunu söyleyebilirim. Burada çalışan Koreli arkadaşlarımı görüyorum, gerçekten cumartesi, pazar demeden sürekli çalışıyorlar. Müthiş bir çalışma tempoları var. Çalışmak, çalışmak, çalışmak... Biraz tempomuz düşünce onlardan büyük bir enerji alıyoruz. İyi bir Boğaziçili çevresine tamamen açık olur, Samsung da tamamen çevresine açık. Boğaziçili’nin en büyük farkı bence içe dönük değil, dışa dönük insan olmasıdır. Samsung da tamamen dış pazarlara odaklanan bir şirket. En önemli benzerliklerden birisi bu. de mensubu olduğum Samsung Electronics şirketi 1969’da kuruluyor. Benim orada hayran olduğum durum şu: 1. 10 yıl, 2. 10 yıl şeklinde 10 yıllık planlamalar halinde gidiyor. Ben de hayatımı öyle görmeye çalışıyorum. Şimdi 2015’te 40’ıncı yaşımı kutlayacağım. Ben de şöyle düşünüyorum. 10x10’un dördüncüsünü kutluyorum, hedefimi koydum. Ben 100 yıl yaşamak istiyorum, 100 yeterli benim için şu anda. Allah ne kadar ömür verir bilmiyorum; ama 100 yıl yaşamak istiyorum. Samsung bu 10’ar yıllık planları içerisinde dünyanın en büyük yarı iletken üreticisi şirket haline geliyor ve dünyayı domine ediyor. 2000’lerde Samsung Led TV isimli bir televizyon çıkarıyor ve dünya pazarında satılan 155 milyon televizyonun 55 milyonunu Samsung satıyor. Bu çok önemlidir. Ben de kendimi planlamak, başarıya odaklamak, gurur duyacağımız işlere imza atmak istiyorum. Her 10 yılımı Samsung gibi planlamak başarının anahtarı diye düşünüyorum. Boğaziçili dışa dönük olmanın haricinde, son derece de sosyaldir. İnsanın temel ihtiyaçlarını anlar. Bu Samsung’da da tamamen böyle, ihtiyaçları anlayarak ürünler geliştiriyor ve geliştirdikleri ürünleri dünya lideri haline getiriyorlar. Şöyle örneklerle gitmek istiyorum: Benim Gerçekten çok büyük başarılardan bahsediyoruz. Teknoloji ve ürünler nereye gidiyor? Tüketici artık markaların peşinde mi? Yoksa markalar halen tüketicilerini mi takip ediyorlar? Samsung ile Boğaziçi Üniversitesi arasında nasıl bir benzerlik görüyorsunuz? satış rakamıyla 30 milyar dolar kâr elde etmiştir. l 2014 Interbrand verilerine göre, dünyanın en değerli yedinci markasıdır. l 2014 Interbrand verilerine göre, dünyanın en çevreci 11’inci markasıdır. l Dünyada en çok patent alan firmalar arasında 2006 yılından bu yana ikinci sıradadır. l 2013 yılında ABD’de, 4.676 ödüllü patentin sahibi olmuştur. l Dünya çapında altı tasarım merkezine sahiptir. l Dünya çapında 36 üretim tesisine sahiptir. Üretiminin %90’ını kendi tesislerinde yapmaktadır. Şu anda TV’de yüzde 30’un üzerinde dünya pazar payı var. Dokuz yıldır televizyon alanında, Samsung bir numara. Çıtasını sürekli olarak yükseltmek isteyen Samsung, daha iyi nasıl yapabilirim sorusunun ardından ilerliyor. Bütün mühendisler bu anlayış ile çalışıyor. Hedef olarak telefon ve tabletlerin olduğu mobil alana yöneldiler. Sonrasında da ev yaşamını kolaylaştıracak, birbiri ile iletişim kurabilen tüm ev aletlerinin geliştirilmesi gelecek. Markalar geleceğin hayatının şekillendirilmesinde eskiye göre daha fazla söz sahibi durumdalar. Güney Kore’ye sıklıkla gidiyorum, gördüğüm yenilikler, gerçekten inanılmaz mutlu ediyor, çok şaşırıyorum; hayal dünyamın üzerinde şeyler var. Örneğin hepimiz sabah kalkmak için cep telefonlarımızın alarmlarını kullanıyoruz, uyandığınız andan itibaren hava durumunu öğrenerek ona göre kıyafet seçimi yapmak, randevularınızı kontrol etmek gibi işlemler için oldukça büyük bir zaman harcıyoruz. Halbuki yaşamı Boğaziçili içe değil dışa dönüktür, dünya vatandaşıdır. Samsung da dış pazarlara açılmış olan bir marka. Dünya markası! kolaylaştıracak bir teknoloji ile sabah uyandığınız anda, sizin için televizyonu açıp, günaydın modu ile sevdiğiniz şarkıyı çalarak güne başlamanızı sağlayan, kendi kendine açılan tv ekranında hava durumunu bildiren ve hızlıca randevularınızı size gösteren, su ısıtıcısını çalıştırıp, vakit kaybettiğiniz birçok işi üstlenen teknolojiyi hayal etmek ve bunun için çalışmak çok güzel. Bir sene önce “Akıllı Şeyler”, Smart Things şirketini satın aldık. Başkanımız B.K. Yoon da hem IFA’da hem de CES’te bununla ilgili açıklamalar yaptı. Entegre evler yaratmaya çalışıyoruz. Teknolojiyi sizin hayatınızı zorlaştıran değil, tam tersine kolaylaştıran bir formda geliştirmeye gayret ediyoruz. Samsung olarak vizyonumuz, insanların ihtiyaçlarını algılayarak onlara hayatlarını en kolay şekilde geçirebilecekleri çözümleri sunabilmek. Sağlık alanını da kendimize odaklanacağımız alanlardan biri olarak görüyoruz. Sağlıkta da yeni ultrason cihazları, MR cihazlarımız ile devreye giriyoruz. Geçenlerde Turkcell zirvesi için gelen Kaku, “Her şey küçülerek devam edecek,” dedi. Vücudumuzdaki hastalıkların saptanması için şimdilik hastanelere gidiyoruz, uzun dönemde belki de sadece bir cep telefonu ile bütün vücudunuzu taramanız mümkün olacak. SAMSUNG ELECTRONICS HAKKINDA l Fortune Global 500 listesinde 13’üncü sırada yer almaktadır. l Dünya çapında 307.000 çalışana sahiptir. l 2014 ilk çeyrek verilerine göre, son 9 yıldır %31’lik global pazar payıyla, TV segmentindeki liderliğini korumaktadır. Aynı dönem verilerine göre buzdolabı pazarında da pazar lideridir. l Boston Consulting Group verilerine göre, tüm dünyada, inovasyon alanında 3’üncü sırada yer almaktadır. l 17 ülkede 36 Ar-Ge merkezi ve bu alanda çalışan 71.000 personele sahiptir. Markanın iş gücünün %23’ü Ar-Ge’ye ayrılmıştır. Samsung her gün Ar-Ge için 40 milyon dolarlık yatırım yapmaktadır. B 65 “EVİM” OLAN ÜNİVERSİTELER: BOĞAZİÇİ’NDEN LEHIGH’A Burcu Ünlütabak ’08 B 66 Boğaziçi Üniversitesi ile yolları kesişen herkes eminim hem akademik hem de sosyal ortamın güzelliğinden etkilenmiş ve üniversitede geçirdiği yıllar hiç bitmesin istemiştir. Benim hikâyem de aslında biraz böyle başladı. Üniversite sınavları açıklandığında ve Boğaziçi Üniversitesi’ni kazandığımı duyduğumda, hayatımın büyük ölçüde değişeceğini tahmin edebiliyordum; ama bir okulun bakış açımı böylesine değiştirmesini beklemiyordum. Üniversiteye başlayan “ben” ile mezun olan “ben” arasında çok fark vardı. Daha kültürlü, insanları daha yakından tanıyan, daha çok okuyan, düşünen, farklı fikirleri sonuna kadar dinleyen, yeri geldiğinde eleştiren bir insan olarak yetiştim Boğaziçi’nde ve bana kattığı bu bakış açısının değerini başka hiçbir şeyle karşılaştıramam. Boğaziçi aynı zamanda, İstanbul gibi büyük bir şehirde, güzel bir ortamda ömür boyu sürecek dostluklar kurmamı, belki de başka hiçbir yerde tanıyamayacağım insanlarla tanışmamı ve farklı etkinliklerde yer almamı sağladı. Boğaziçi’nin hem akademik hem de sosyal açıdan bu kadar doyurucu bir ortam sağlaması mezun olduktan hemen sonra yine Boğaziçi’nde yüksek lisansa devam etmek istememin ardındaki en büyük motivasyondur. Kim bu kadar güzel bir ortamdan ayrılmak ister ki? Yıllar sonra yüksek lisansı da bitirip Boğaziçi’nden ayrılma vaktim geldiğinde, gideceğim hiçbir yerin daha güzel olmayacağını az çok biliyordum. Yüksek lisans sonrası Amerika’da birçok üniversiteye doktora programları için başvuruda bulundum. Önümde birkaç seçenek vardı ve birlikte çalışacağım profesörün çalışmalarının benim ilgili olduğum ve çalıştığım konularla yakın olması beni Lehigh Üniversitesi’ni seçmeye itti. 2004 yılından beri neredeyse “evim” olan Boğaziçi Üniversitesi’nden bu vesileyle ayrıldım. Lehigh Üniversitesi akademik yapısı ve kampusu açısından Boğaziçi Üniversitesi’ne benzese de öncelikle İstanbul gibi büyük bir metropolde değil; Bethlehem şehrinde, yani aslında küçük bir Amerikan kasabasında yer alıyor. Büyük bir şehirde uzun yıllar yaşadıktan sonra toplu taşımanın bile olmadığı küçük bir kasabaya yerleşmenin ilk başta çok farklı geldiğini itiraf etmeliyim. Şu an çok daha az kalabalık ve hemen hemen herkesin birbirini tanıdığı bir ortamdayım. Tabii böyle bir ortamda olmanın kendine göre avantajları da var. Bir kere daha az stresli olabiliyor (doktora öğrencisi olmanın stresini saymazsak!), şehir hayatının getirdiği trafik, kalabalık, sinirlilik, kargaşa vb. şeylere daha az maruz kalabiliyorsunuz, daha sağlıklı yiyeceklere yöneliyorsunuz (Bahçeniz varsa tez yazmadığınız zamanlarda kendi domatesinizi kendiniz bile yetiştirebilirsiniz) daha fazla doğa sporlarına yöneliyorsunuz. Kısaca, daha planlı bir hayatınız olabiliyor. Ama ben şehir insanıyım diyorsanız, bir yandan çok da sıkılabiliyorsunuz. Ben kendimi hiçbir zaman bir şehir insanı olarak düşünmemiştim. Daha doğrusu bu konu üzerine hiç kafa yormamıştım. Ancak burada geçirdiğim ilk yılın sonunda arabam olduğunda yaşadığım özgürlük hissini anlatamam. Artık büyük şehirleri özlediğim zaman yaklaşık bir ya da bir buçuk saat uzaklıkta Philadelphia'ya ya da New York’a gidebiliyorum. Kasabanın küçüklüğü bir yana Boğaziçi ve Lehigh Üniversitesi'ni birbirleriyle kıyaslayacak olursam, Lehigh Üniversitesi’nin de oldukça aktif bir akademik ve sosyal hayatı olduğunu söyleyebilirim. Akademik olarak, kendi doktora tecrübem özelinde konuşacak olursam, derslerin içeriği ve sınavlar açısından kendimi dezavantajlı hissettiğim bir durum olmadı. Boğaziçi’nde bize verilen kaliteli eğitimin meyvelerini topladım diyebilirim. Öte yandan yüksek lisans tecrübelerimi karşılaştıracak olursam, burada özellikle yüksek lisans ögrencilerinin avantajlı olduğu bir konu, her öğretim üyesinin kendine ait bir laboratuvarının olması diyebilirim. Bu şekilde öğretim üyeleri kendi laboratuvarında hem yüksek lisans öğrencileriyle hem de lisans okuyan ve araştırma yapmak isteyen öğrencilerle istedikleri araştırmaları yürütebiliyorlar. Ayrıca tüm yüksek lisans öğrencilerinin paylaştıkları ofisler var. Tüm yüksek lisans öğrencileri ya araştırma ya da öğretim görevlisi olarak eğitimleri sırasında akademisyen olmak ile ilgili gerçekten kapsamlı tecrübe kazanıyorlar. Sosyal hayat açısından Lehigh özellikle lisans eğitimini burada görenler için çok hareketli bir okul. Oldukça kökleşmiş bir “Greek Life” var. Benim de buraya gelince öğrendiğime göre Greek Life “fraternity” (erkek öğrenci grupları) ve “sorority” (kız öğrenci grupları) olmak üzere ikiye ayırabileceğimiz öğrenci cemiyetlerini oluşturuyorlar. Özellikle cuma ya da cumartesi akşamları kampusta dolaşırken öğrenci yurtlarının önünden geçerseniz bu grupların düzenledikleri birbirinden ilginç partilere denk gelebilirsiniz. Bunun dışında yüksek lisans öğrencileri de unutulmuş değil. Doktora öğrencileri ve özellikle uluslararası öğrencilerle tanışıp bir araya gelebilsinler diye yıl boyunca kahvaltı, piknik, gezi gibi birçok etkinlik düzenleniyor. Boğaziçi’ndeyken özellikle BTS’de düzenlenen klasik müzik konserlerine gitmeyi bir alışkanlık haline getirmiştim. Lehigh’da da aynı şekilde BTS gibi büyük ve görkemli bir binada perşembe ya da cuma akşamları konserler oluyor. Burada her konsere gittiğimde Boğaziçi’ni hatırlıyorum. Uzun sözün kısası, Boğaziçi Üniversitesi’nde okuyan herkes gibi ben de kendimi tanımlarken bir yerlerde Boğaziçi’nden bahsetmeye çalışıyorum ve belki de hayatımın en dolu dolu geçirdiğim yıllarını bana veren üniversitemi çok özlüyorum. Bir yandan da şu anda Lehigh’ın bana sundugu akademik ve sosyal ortamdan oldukça memnunum. Bu yıl Lehigh’da üçüncü senemi geçiriyorum ve biliyorum ki mezun olurken buradan ayrılmak da zor olacak. Burcu Ünlütabak kimdir? Lisans eğitimini Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı, yüksek lisans eğitimini ise Psikoloji Bölümü'nde tamamlayan Ünlütabak, dergimizde de editör olarak görev almıştı. Şu anda doktora çalışmalarını Lehigh Üniversitesi’nde sürdürmektedir. B 67 BIR BOĞAZIÇILI'NIN OXFORD DENEYIMI Duygu Cankılıç ‘11 Okulumuz Tarih Bölümü mezunlarından Şeyma Afacan’a (’03), 2010 yılından bu yana doktora çalışmalarını sürdürdüğü Oxford Üniversitesi deneyimlerini sorduk. Boğaziçi ve Oxford arasındaki farklılık ve benzerlikler, eğitim sistemi ve iki üniversitenin geleneksel değerleri konu başlıklarımızdan bazılarıydı. B 68 Bulunduğunuz üniversitenin en çok hangi geleneksel değerinin/değerlerinin sürdürüldüğünü düşünüyorsunuz? Boğaziçi ile kıyas ederek neler söyleyebilirsiniz? Özel olarak, bir değerden bahsetmeden önce Oxford’u Oxford yapan unsurun -bunu İngiltere geneli için de söylemek mümküngeleneksel değer yaratmak ve onu sürdürme azmini göstermek olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye’de eğitim tarihimizde böyle bir özen ve birbirinin devamı niteliğinde binalar bulmak çok zor. Bu anlamda Boğaziçi, Robert Kolej geleneğine sahip çıkarak Türkiye’deki diğer üniversitelerden farklılık gösteriyor. Ben de tarihine sahip çıkan, köklü geleneği olan bir okuldan geldiğim için gururluyum. Her iki okul için de ortak bir değer olarak global vatandaşlık kavramından bahsedebilirim. Tüm kültürel farklara, ayrışmalara rağmen insan haklarına, düşünce özgürlüğüne saygılı bir akademi yaratma çabası Oxford’da da Boğaziçi’nde de bence her şeyin üzerinde. Bu anlamda Oxford’daki ilk günlerimde ortama uyum sağlamakta Boğaziçili bir sosyal bilimci olarak hiç sorun yaşamadım ve okulumu her fırsatta saygıyla andım. Boğaziçi’nde yüksek akademik başarı gösterin ya da göstermeyin, tüm farklılıklara rağmen saygı çerçevesinde temel hak ve özgürlükler üzerinden konuşarak yapıcı olma araçları kesinlikle sunulur. Bu araçlar ile hayatınızın devamında belli bir seviyede pozitif ve sosyal bilim alanlarında çalışabilir, onun da ötesinde bulunduğunuz ortamı dünyada ortaklaşmış değerler ile dönüştürebilirsiniz. Bu da oldukça kapsayıcı ve dönüştürücü bir değer. Üniversitenizin (yurtdışındaki) dünyada gelişen politik ve toplumsal olaylara karşı tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz; dünya kamuoyunda üniversitenizin açıklamalarını yönlendirici güçte olduğunu düşünüyor musunuz? Boğaziçi Üniversitesi'ni bu yönde ne şekilde değerlendiriyorsunuz? Boğaziçi’ndeki akademi ile gurur duymamın en temel sebepleri arasında üniversitenin siyasi etiği ve dönüştürücü gücü geliyor. Bu anlamda hızlı bir şekilde koordine olup, belli bir konuda ortak ses yaratılabiliyor. Önemli B 69 Şeyma Afacan konularda mutlaka öğrenci ile birlikte çalışacak ve akademi içinde örgütlenme sağlayacak çok değerli hocalarımız var. Demokrasi adına öğrenciye verdikleri desteğin ülke siyasetinde şekillendirici rolü olduğunu düşünüyorum. Aynı şeyi Oxford için söyleyemem. Oxford akademisinin ortak bir tutum içine girmesinin çok daha nadir yaşandığını düşünüyorum. Alanında çok başarılı ve etkili isimler elbette var. Ancak çoğu zaman ivedilikle ortak bir aktivizm içine giremiyorlar. Çok daha geniş bir kitle oldukları ve İngiltere siyasi yaşamının daha seviyeli bir yapısı olduğu için olabilir. Bazen hiç beklemediğiniz yönde Oxford değerlerine uymayan istisnai açıklamalar duyabiliyorsunuz. Boğaziçi bu anlamda şaşırtmıyor ve öğrenciye büyük bir güven veriyor. Üniversitenizdeki sınav sistemini Türkiye'deki sınav sistemleri ile kıyas ettiğinizde en çok hangi farkların öne çıktığını düşünüyorsunuz? Bizdeki üniversite giriş sistemi elbette yanlışlarla dolu. Öğrenciyi standart bir sınav ile bölümlere ayırmadan sınava tabi tutmak oldukça anlamsız. Örneğin, kendi bölümüm olan tarih departmanında Oxford’un, öğrencilerin tarihe olan ilgisini ölçen bir sınav sistemine sahip olduğunu söyleyebilirim. Bu ise elbette herkese uygulanan standart bir sınavın çok daha ötesinde. Mülakat sistemini, konuya özel sorular soran, öğrencinin ilgi ve becerisini bölüm ve okul bazlı test eden sınav sistemini daha başarılı buluyorum. TEMEL İMMÜNOLOJI ARAŞTIRMALARINDAN ASC ZERRECIK AŞI Yasemin Dut ’10 B 70 Okulumuz Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü mezunlarından Doç. Dr. Nesrin Özören '95 ile oda sıcaklığında 30 gün dayanabilen aşı taşıma teknolojisini geliştirme süreci üzerine konuştuk. Özeren, projeyi birlikte yürüttüğü öğrencileriyle nasıl bir çalışma sürdürdüklerini detayları ile bizlerle paylaştı. tanınmasında görevli NOD-benzeri (NLR) proteinleri üzerine çalışmalara başladım. Bağışıklık sistemi, hücre ölüm mekanizmaları ve çeşitli kanser modellerinde kontrol dışına çıkan yolaklar üzerine yoğunlaştım. Bu çalışmalardan Nature, Nature Immunology, Cancer Research gibi dergilerde toplam 10 yayınım oldu ve şu anda 2.000 üzerinde atıf almış bulunuyorum. İlk olarak sizi tanımak isteriz, kendinizden ve çalışmalarınızdan bahseder misiniz? 2005 yılında Boğaziçi Üniversitesi’nden teklif alınca, mezun olduğum kuruma geri dönmeye karar verdim. Çalışma grubumu ve laboratuvarımı kurabilmek için proje başvuruları yapmaya başladım. 2006-2007 yılları arasında TÜBİTAK Kariyer Projesi, TÜBA Üstün Başarılı Genç Bilim İnsanı Ödülü'nü, ilk kez verilen Avrupa Moleküler Biyoloji -SDIG (EMBO Stratejik Yerleştirme Ödülü’nü) kazandım ve 800.000 TL gibi beş yıllık bir fon temin ederek laboratuvarımı oluşturdum. Adını da Apoptoz ve Kanser İmmünolojisi Laboratuvarı (AKiL) koydum. Yeni laboratuvarımızda bağışıklık sistemi üzerine yoğunlaştık. Özellikle henüz hiç çalışılmamış veya az yayın bulunan NLR ailesi üyelerinden NLRP3, NLRC3, NLRP7, NLRP9 ve NLRP13 üzerine yoğunlaşıyoruz. Bu proteinler (NLRP3) aracı ASC proteini ve kesici bir enzim olan kaspaz 1 ile “enflamazom” adını verdiğimiz çoklu bileşkeler oluşturuyorlar. Projelerimizin bir tanesi ASC’nin NLR’lerle beraber zerrecik yapıları oluşturma kapasitesi ve mekanizması üzerindeydi. Patentli buluşumuz bu çalışmadan çıktı. 2007- 2014 yılları arasında toplam dokuz yüksek lisans ve bir doktora 1990 yılında Boğaziçi Üniversitesi Biyoloji Bölümü'ne girip 1995 yılında Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü’nden bölüm ikincisi olarak mezun oldum, böylece bu lisansa sahip ilk mezun oldum. Buradaki kaliteli eğitim,1989 yılında Bulgaristan’dan göç etmiş bir genç kız için son derece önemli bir kariyer basamağı oldu. 1996 yılında ABD’nin “Ivy League”inde yer alan University of Pennsylvania (UPENN- Philadelphia) Biyoloji Bölümü’nün doktora programına tam burslu olarak kabul edildim ve 2002 yılında mezun oldum. 20022005 yılları arasında University of Michigan - Ann Arbor’da doktora sonrası araştırmalarımı tamamladım. Doktora ve postdoktora çalışmalarımda hücre ölüm mekanizmaları üzerine çalıştım. Kanser gibi hastalıklarda hücre ölüm mekanizmalarında çeşitli sorunlar görebiliyoruz. Doktora sonrası çalışmalarımın ikinci yarısında doğal bağışıklık sistemi üzerine yoğunlaştım. Dışarıdan gelen patojenlere bağlı ajanların öğrencisi mezun ettik. Şu anda üç doktora, üç de yüksek lisans öğrencim çalışmalara devam ediyor. Yaptığımız çalışmalardan kaliteli tezler dışında etki değeri iyi olan hakemli dergilerde 5 adet uluslararası yayın, bir de patent ürettik. Şu anda devam eden TÜBİTAK 1001 projemiz ise NLRP 7 proteini üzerinedir. Bu protein özellikle “immün ayrıcalık” bölgelerinde ifade olmaktadır. Anne rahmi, plasenta, göz ve beyin gibi ödemin oluşmaması gereken bölgelerde görev aldığını düşünüyoruz. Genel tema olarak bağışıklık sisteminin patojenler tarafından uyarılması, bu uyarılmanın durdurulması ve denetim mekanizmaları üzerine çalışıyoruz. Tümörler de vücutta bir çeşit “immün tolerans” indüklediği için, immün ayrıcalık ve immün tolerans mekanizmaları arasında örtüşmelerin olabileceğini düşünüyoruz. Patente giden yol hakkında bilgi verebilir misiniz? Patent çalışmaları olağanüstü zeki ve çalışkan eski yüksek lisans öğrencimiz Ali Can Sahillioğlu’nun tez konusuydu. Ali Can’ın çalışması ASC zerrecik yapılarının nasıl oluştuğuna dair bir mekanizma araştırmasıydı. Bu çalışmanın sonuçları 6 Kasım 2014’te Structure (Cell) isimli dergide yayımlandı. Küresel ASC zerreciklerinin hücrede kendiliğinden nasıl oluştuğunu çalışırken, üzerlerine başka molekülleri (mesela, yeşil flüoresan protein) yükleyebileceğimizi gördük. “Bu zerreler nasıl oluşuyor?” sorusuna yanıt ararken, baktık Ali Can Sahillioğlu, Doç. Dr. Nesrin Özören B 71 ki üzerlerine mikroplara has “antijen” dediğimiz bağışıklık sistemini tetikleyen parçacıkları da yükleyebiliyoruz. Saflaştırdıktan sonra, antijen yüklü zerrecikleri akyuvarlardan olan makrofaj hücrelerine besleyebiliyoruz. Zerrecikleri endositoz yoluyla yutan makrofajlar bunları sindirmeye başlıyorlar. Bu da yine ASC teknolojisinin en önemli parçalarından birisidir. Yani mikrobun ve akyuvarların buluşmasını ve mikrobun yutulmasını ve sindirilmesini modellemiş olduk. Gördük ki saflaştırdığımız zerrecikler çok uzun süre oda sıcaklığında ya da ısının yükseltilip düşmesi döngülerine tabi tutulduklarında de bozulmadan, sağlam yapılar olarak kalıyorlar. Bu yüzden de aşıların daha uzun süre yaşaması için elverişli bir taşıyıcı sistem olarak bunu geliştirerek patent aldık. Pekiyi şu an gelinen nokta nedir? Şu anda, ASC zerre taşıyıcı sistemin üzerine grip virüsünün (H5N1) etkin ajanını (H5 proteinini veya parçasını) yüklemek istiyoruz ve bununla B 72 farelerde grip aşısının etkinliğini test etmek istiyoruz. Bir set öncü hayvan deneyi yaptık. Zerrecikleri deri altına verdiğimiz zaman yedi gün kadar o bölgede kalabildiklerini gördük. Bu önemli bir süreç, çünkü etkin bağışıklama için mikrobiyel/ viral ajanların birkaç gün boyunca alıcının immün sistemini uyarması daha güçlü bir koruma sağlıyor. Bu proje Boğaziçi Üniversitesi İleri Teknoloji Uygulama Projesi desteğini aldı ve şu anda yatırımcılarla görüşmekteyiz. Boğaziçi Üniversitesi Teknoloji Transfer Ofisi, fikri mülkiyeti ilk kez üniversitemize devir olan patentimizin, lisanslanması veya satılması sürecine aracılık ediyor. Bu teknoloji kullanılarak var olan aşılara da seçenek geliştirilebilir veya henüz düzgün çalışmayan grip aşısı, bazı hepatit aşıları gibi aşılara yeni seçenekler üretilebilir. Bu projeniz dünyada bir ilk olarak gösteriliyor. Dolayısıyla maddi destek alınması gerekli olan bir durum. Pekiyi, günümüze kadar Türkiye’de bu alanda nasıl çalışmalar yapıldı? 1980’lere kadar, Refik Saydam Hıfz-ı Sıhha Araştırma Merkezi’nde aşılar üretilmekteymiş. Kuduz aşısı, tetanoz, verem aşısı gibi yirmiye yakın aşı üretilmiş ve II. Dünya Savaşı sırasında Alman askerlerine bu aşılardan gönderilmiş, yani aşı ihraç etmişiz. Ama 70’lerin ve 80’lerin politik ortamında bu alana yatırım durdurulmuş ve merkez bir sonraki nesil araştırmacıların yetiştirilmesi/ gelmesi yerine, bürokratik bir yer haline dönüştürülmüş. 1970-80’lerde yine Türkiye’de üretilen kuduz aşılarından birkaç çocuğun hastalık kapmasına yönelik haberler çıkmış. Bundan sonra Türkiye’de aşı yapımı durdurulmuş ve ülkeye dışarıdan aşı alımı başlamış. Maalesef ki, şu anda bütün aşılarımız dışarıdan alınmaktadır. Her çeşit aşıya bebekliğimizden itibaren bağlıyız. Benzer bir durum piliç ve diğer hayvan üreticiliğinde de geçerlidir. Son yıllarda TÜBİTAK ve Kalkınma Bakanlığı özellikle aşı konusunda çağrılı projeler başlatmıştır ve yerel sektörde hayvan aşıları üretilmeye başlanmıştır. Bu adımlar çok sevindiricidir. Yakın zamanda insan aşılarının da üretilmesi beklenmektedir. Umarım bunlar başarılı olur, fakat toplum olarak dışarıya kendi araştırmacımızdan daha çok güveniyoruz. “Türk aşısı bozuk!” diye bir söylenti çıksa bu aşının uygulanması çok zor olur. Oysa serinkanlı olmak ve uzun vadeli düşünmek zorundayız. Uluslararası şirketler dünyaya ilaç satıyor, biz de onların kalitesinde ilaç veya aşı üretmek zorundayız. Bütün bu yerel çalışmaların lekelenmemesi için Sağlık Bakanlığı’nın öncülüğü ve katkısı elzemdir. Öncelikle hayvan deneylerinin tüm testlerde düzgün çıkması gerekiyor. Ondan sonra insanlarda Faz 1, Faz 2, en sonunda da Faz 3 ve 4 çalışmaları gerekiyor. Bu süreçler için tıp doktorları, farmakoloji ve aşı uzmanları ve bizlerden oluşacak büyük ekiplere ihtiyaç vardır. Bu tür insan denemelerini Boğaziçi’nde baştan sona götürmemiz mümkün değildir. Biz işin temel bilimini ortaya koyduk ve hayvanlarda “proof of principle” deneylerini tamamlayacağız. Bizim teknolojimiz hayvan deneylerinde olumlu sonuç verirse ve insanda uygulamaya geçilirse, dışarıdaki sıcaklık 40 °C olsa bile aşı işlevsel olabilecek. Yeni nesil aşılarımız üzerine istediğiniz herhangi bir parazitin, virüsün, mikrobun ajanı yüklenebilir ve Afrika’ya gönderilebilir. Hayalimizdeki en ideal aşı ise, iğne ile değil de ağızdan verilecek acısız aşıların geliştirilmesidir. Boğaziçi Üniversitesi’nde sizin alanınızdaki çalışmalarla, yurtdışındaki üniversitelerde yapılan çalışmaları karşılaştırdığınızda, nasıl değerlendirmeler yapıyorsunuz? Bu alandaki çalışmalar ne derece yeterli ya da neler yapılması gerekiyor? Çalışmalarımız temel bağışıklık sistemlerini ve mekanizmalarını anlamak üzerine kuruludur. Ucu tamamen açık temel bilim yaparken ASC zerre teknolojisini keşfettik. Bunun aşılara uygulanabilen bir taşıma yöntemi sağladığını ortaya koyduk. Bunu ilk biz bulduk ve 2012 yılında patentine başvurduk. Yaptığımız çalışmaların benzerleri bilimsel yayınlarda 2014 yılında çıkmaya başladı, hepsi bizim buluşlarımızı destekler niteliktedir. Ancak, önermiş olduğumuz ASC zerre taşıma yöntemi üzerine başka bir patent yok ve dünyadaki ASC zerre araştırmalarının en az iki yıl önündeyiz. Patent hakkımızı Boğaziçi Üniversitesi’ne devrettik ve böylece üniversitemiz ilk kez bir patente ortak olmuş oldu. Bu ortaklık sayesinde patentimizi daha sağlıklı bir şekilde koruyabileceğimizi ve geliştirebileceğimizi ümit ediyoruz. Türkiye Patent Enstitüsü’nden alınan 20 yıllık korumanın dünya çapına erişebilmesi için Avrupa, Amerika, Çin ve Japonya’ya da patent başvuruları yapılmıştır. B 73 YAYINLAR: 1.“Structural and Dynamics Aspects of ASC Speck Assembly.” Sahillioglu AC, Sumbul F, Ozoren N, Haliloglu T. Structure. 2014 Dec 2;22(12):1722-34. doi: 10.1016/j.str.2014.09.011. Epub 2014 Nov 6. B 74 2.”Whole genome sequencing of Turkish genomes reveals functional private alleles and impact of genetic interactions with Europe, Asia and Africa.” Alkan C, Kavak P, Somel M, Gokcumen O, Ugurlu S, Saygi C, Dal E, Bugra K, Güngör T, Sahinalp SC, Özören N, Bekpen C. BMC Genomics. 2014 Nov 7;15:963. doi: 10.1186/1471-2164-15-963. 3.”Overexpressed NLRC3 Acts as an Anti-Inflammatory Cytosolic Protein.” Gültekin Y, Eren E, Ozören N. J Innate Immun. 2015;7(1):25-36. doi: 10.1159/000363602. Epub 2014 Sep 27. 4. “Immune regulation by intralymphatic immunotherapy with modular allergen translocation MAT vaccine.” Zaleska A, Eiwegger T, Soyer O, van de Veen W, Rhyner C, Soyka MB, Bekpen C, Demiröz D, Treis A, Söllner S, Palomares O, Kwok WW, Rose H, Senti G, Kündig TM, Ozoren N, Jutel M, Akdis CA, Crameri R, Akdis M. Allergy. 2014 Sep;69(9):1162-70. doi: 10. 1111/all.12461. Epub 2014 Jul 12. 5. “Novel NLRP3/cryopyrin mutations and pro-inflammatory cytokine profiles in Behçet's syndrome patients.” Yüksel Ş, Eren E, Hatemi G, Sahillioğlu AC, Gültekin Y, Demiröz D, Akdiş C, Fresko İ, Özören N. Int Immunol. 2014 Feb;26(2):71-81. doi: 10.1093/intimm/dxt046. Epub 2013 Oct 17. İncelemeli Patent: 1.“Bir antijen gönderim yöntemi” Sahillioglu AC, Ozoren N., TPE TR 20212 04773 B MEKÂN SORUNU PROJE VE FONLAR SORUNU Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü'nde 2007 yılında kurulan laboratuvarım için 35 m2 koridor kapatılmıştı. Yedi yıl geçti ancak maalesef halen 35 m2 alanda çalışıyoruz ve genişleme imkânımız olamadı. Grubumuzun bir sonraki aşamada 10, 15 kişiye ulaşmasını tercih ederim; doktora sonrası araştırmacıları ve daha kıdemli insanları da dâhil etmek isterim, ancak bunun için 70 m2 ve üzeri yere ihtiyacımız var. Yaşam Bilimleri ve Teknolojileri UYGAR Merkezi için Kandilli Yerleşkesi'nde planlanan yeni ortak çalışma alanını dört gözle beklemekteyiz. İki yıl önce yapılması gereken ihale sürekli olarak ertelenmektedir. Şu anda devam eden TÜBİTAK 1001 ve Boğaziçi Üniversitesi BAP-TUG projelerimiz olsa da şirketlere gene borçlu kalıyoruz; çünkü yapmaya çalıştığımız deneyler için bütçelerimiz yetersiz kalıyor. Her yeni proje için bağımsız olarak başvuruyoruz, bazen ilk seferde fonlanıyor, bazen dördüncü seferde. Bu tür sorunlar çalışmalarımızın hızını kesiyor maalesef. Az önce bahsettiğim patent konusunda da, geçen sene aşı konulu 1003 projemiz elendiği için, bu sene yeniden başvuru yapıyoruz. Birinci aşamayı geçtik, ikinci aşama başvurumuz ise Ocak 2015. Başvurumuzun ardından üç-dört ay sonra sonuçlar açıklanacak. Sonuç olumlu olursa paranın gelmesi Eylül 2015'i bulacak. Ne yazık ki bir yıllık gecikme ile başlamış olacağız. Binnur Görer NAO’YLA EGZERSIZ Emine Çavak Bilgisayar Mühendisliği Bölümü mezunlarımızdan Sayın Binnur Görer '11 ile insansı robot olarak tanımlayabileceğimiz, NAO isimli robotun egzersiz eğitmeni olarak çalışmasını sağlayan projesi üzerine görüştük. NAO’nun amacı, geliştirilme süreci ve toplum tarafından algılanışı konu başlıklarımızdan bazılarıydı. Sizi kısaca tanıyabilir miyiz? Ben Binnur Görer. 1988 Karabük doğumluyum. 2011 yılında Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü’nden lisans derecemi aldım. 2013 yılında aynı bölümde yüksek lisans eğitimimi tamamladım. Şu an yine aynı üniversite ve bölümde doktora eğitimime devam ediyorum. Aynı zamanda araştırma görevlisi olarak çalışıyorum. Temel araştırma alanlarım içerisinde sosyal robotlar ve insan robot etkileşimi konuları yer almakta. Çalışma zamanlarım dışında mümkün olduğunca spor yapmaya çalışıyorum. Bunun yanı sıra seyahat etmeyi ve fotoğraf çekmeyi seviyorum. Yeni yerler görmenin heyecanı benim için çok değerli. NAO fikrinin ortaya çıkışından, yapılış sürecinden ve amacından bahseder misiniz? Öncelikli olarak şunu belirtmek istiyorum. Prof. Dr. Levent Akın’ın danışmanlığında geliştirmiş olduğum egzersiz eğitmeni robotu projesi bir yazılım projesi. Çalışmada kullandığımız robotun adı NAO. Aldebaran şirketi tarafından üretilen küçük bir insansı robot. Biz bu robota donanımsal olarak herhangi bir değişiklikte bulunmadan onun bir egzersiz eğitmeni olarak kullanılabilmesi için gerekli olan yazılımı geliştirdik. Egzersiz eğitmeni robot yaşlılara günlük egzersiz hareketlerinde yardımcı olabilmesi için geliştirilmiş bir robot. Amerika, Japonya gibi hızla yaşlanan ülkelerde sağlıklı yaşlanma konsepti çerçevesinde yaşlı kişilerin kendi evlerinde bir sağlık personeli ya da bakıcı yardımı olmadan yaşamlarını sürdürebilmeleri amaçlanıyor. Teknolojinin bu alanda kullanımı ile hem daha ucuza hem de daha çok kişiye hizmet verebilmek mümkün. Yaşlı kişiye hizmet edebilecek otonom bir robot sistemi bu açıdan oldukça değerli. Egzersiz eğitmeni robotu bahsedilen bu sistemin ufak bir parçası. Egzersiz aktiviteleri yaşlı kişilerin gerek mental gerek fiziksel sağlıkları için oldukça önemli ve gerekli. Bu sebeple yaşlı kişinin düzenli olarak doğru bir şekilde egzersiz yapmasına yardımcı olacak bir robotik sistemin kişilerin sağlıklı yaşlanma süreçlerine katkısının oldukça büyük olduğuna inanıyoruz. Bu proje bu tür ihtiyaçlara çözüm getirebilme motivasyonu ile ortaya çıktı. Yüksek lisans tezim kapsamında yaklaşık iki yıl süren bir çalışmanın sonucu olarak geliştirildi. NAO'yu temel olarak diğer çalışmalardan ayıran özellik nedir? Projenin benzerlerinden ayrılan iki önemli yönü var: Robotun egzersiz seansı sırasında yaşlı kişiye gösterdiği egzersiz hareketleri, statik olarak kodlanarak robota yüklenen hareketler değil. Robot bu hareketleri bir insan eğitmenden öğreniyor. Derinlik algılayıcı bir kamera sayesinde insan eğitmenin yaptığı hareketleri izleyerek analiz ediyor ve tekrarlıyor. Bu şekilde hareketleri nasıl yapması gerektiğini öğreniyor. Bu yöntem ile fiziksel kısıtları izin verdiği sürece robota çok çeşitli egzersiz hareketlerini öğretmek mümkün. Bir diğer nokta ise robotun analiz yeteneği ile ilgili. Projenin ikinci kısmı olarak gerçekleştirilen bu tarafta, robot öğrendiği hareketleri yaparak yaşlı kişiye gösteriyor ve sesli olarak da açıklamasını yapıyor. Yaşlı kişi robotla birlikte hareketleri yapmaya çalışıyor. Eğer yanlış yaptığı kısımlar olursa robot bunları anlıyor ve kişiye hareketini düzeltmesi için sesli olarak geri bildirimde bulunuyor. Seans sonunda ise verdiği geri bildirimlerin toplamına göre kişinin genel performansı hakkında bir puan veriyor. Egzersiz eğitmeni olarak geliştirilen robot NAO'nun yaşlılar tarafından nasıl karşılanacağını düşünüyorsunuz? Şimdiye kadarki deneylerimize dayanarak söyleyebilirim ki yaşlılar egzersiz eğitmeni robotunu oldukça olumlu karşıladılar. Bir huzurevinde ve bir bakımevinde ayrı ayrı deneyler yaptık. Yaşlı kişiler robotla birlikte egzersiz yaptılar ve biz de sonrasında kişilerle görüşüp proje hakkındaki düşüncelerini öğrendik. Aynı zamanda robotun fonksiyonalitesini ölçmek için yaşlı kişilerin hareketleri ne kadar iyi takip edebildiği, ne kadar doğru yapabildiği gibi metriklerle veri analizleri yaptık. Sistemin geliştirilmesi gereken yönleri B 77 olduğu gibi mevcut durumuyla da oldukça kullanışlı ve faydalı olduğu sonucuna vardık. Gelişen teknolojiyle birlikte insan emeğinin yerini makinelerin ve robotların aldığını gözlemliyoruz. Robot çalışmalarının bir zirve noktası var mı? Sizce bu ilerlemeler insan yaşamına olumlu/olumsuz ne gibi değişiklikler getiriyor? B 78 Robot çalışmalarının zirve noktası yapay zekânın insan zekâsı seviyesine gelebilmesi ile tanımlanabilir bana göre. Mevcut duruma bakarsak şu an bu zirvenin oldukça gerisindeyiz. Fakat hızlı bir gelişim var ve yakın gelecekte ne olacağını kestirmek çok da kolay değil. Teknolojinin insan hayatını iyileştirme amacı ile kullanıldığı takdirde herhangi bir zararı olduğunu düşünmüyorum. Evinizi sizin için temizleyen bir robot sizin daha az hareket etmenize değil, zamanınızı dilediğiniz gibi geçirmenize yardımcı olur ya da ameliyat robotları sayesinde daha risksiz bir operasyon geçirmek herkes için olumlu bir şeydir. Ama bunun yanı sıra işsizlik ve teknolojinin savaş gibi durumlarda kötüye kullanılması konuları da var. Belki robotlar bir işçinin duvar boyama gibi bir görevini elinden alabilir ama bu işçiye robot bakımı ve tamiri gibi yeni bir iş alanı da doğurabilir. Bir savaş robotu ise işin en karanlık; ama maalesef günümüz dünyasının kaçınılmaz tarafı. Kısacası teknolojideki bu ilerlemeler hayatımıza olumlu olduğu kadar olumsuz değişiklikler de getirebilir. YENI MEZUN BIR BOĞAZIÇILI’NIN GÖZÜNDEN Duygu Cankılıç '11 Mezunlarımızdan Gülin Bülbüloğlu ‘14 ile Global Yurtdışı Eğitim’de üstlendiği danışmanlık tecrübelerinden ve öğrencilik yıllarındaki deneyimlerinden yola çıkarak, üniversitemizin dünya üniversiteleri arasında nasıl bir yeri olduğunu konuştuk. Genç mezunlarımızdan olan Bülbüloğlu, eski ve yeni kuşak Boğaziçililerin okulumuzun dünya üniversiteleri içindeki rolü hakkında farklı bakış açısını görmemizi sağladı. B 80 okulunun tartışma ya da Model Birleşmiş Milletler Kulüpleri’nde aktif olarak yer almış olmasını tercih ediyor. Ayrıca, özellikle İngiltere'deki eğitim sisteminde, üniversiteye hazırlanan öğrenci 16 yaşından sonra yalnızca üç ya da dört ders alarak, istediği bölüme hazırlanabiliyor. Türkiye'de ise aynı yaştaki öğrencilerin almak zorunda olduğu ders sayısı çok daha fazla. Bu yüzden, Türkiye'de okuyan öğrencinin üniversiteye kadar sınavların merkezde olduğu bir hayatı oluyor maalesef. Sizi kısaca tanıyabilir miyiz? Boğaziçi Üniversitesi Çeviribilim Bölümü 2014 mezunuyum. İlk kez 2009 yılında, Amerikan Konsolosluğu'nun düzenlediği Genç Liderler Programı ile Amerika'ya gitme fırsatı yakaladım. 2010 yılında Walt Disney World Company, Florida'da Guest Relations üzerine staj yaptım. Üniversite eğitimim sırasında ise, Boğaziçi Üniversitesi'nin Exchange programı kapsamında bir akademik dönem boyunca Arizona State University'de eğitim gördüm. Şu anda, yurtdışı eğitim alanında Türkiye'nin en köklü şirketlerinden biri olan Global Yurtdışı Eğitim Danışmanlığı bünyesinde, Amerika, Kanada ve İngiltere'de eğitim konusunda danışmanlık hizmeti veriyorum. Yurtdışı danışmanlık hizmeti veriyorsunuz. Gözlemlerinize dayanarak, ülkemizdeki ve yurtdışındaki eğitim sistemini karşılaştırmalı olarak nasıl değerlendirirsiniz? Türkiye'deki eğitim sistemini yurtdışındaki eğitim sistemi ile Bir Boğaziçili olarak, üniversitemizi dünya standartları içerisinde nasıl konumlandırırsınız? Okulumuzun diğer dünya üniversiteleri ile birlikte hangi ortak/evrensel değerleri paylaştığını düşünüyorsunuz? karşılaştırdığımız zaman göze ilk çarpan farklılık üniversiteye giriş kriterleridir. Bilindiği gibi Türkiye'de üniversiteye girişte çoktan seçmeli sınav yöntemi uygulanıyor. Ancak İngiltere, Amerika ve Kanada'da öğrencinin sınav başarısının yanında; yer aldığı projeler, katıldığı aktiviteler, seminerler, uzun süredir devam ettirdiği hobiler, gönüllü olarak katkıda bulunduğu projeler ve iş deneyimi üniversite kabulünde büyük rol oynuyor. Örneğin tıp okumak isteyen bir öğrencinin seçmeli ders olarak el becerilerini geliştirdiği seramik eğitimi almış olması, üniversiteler tarafından tercih ediliyor. Aynı şekilde, dünyanın en iyi üniversiteleri, siyasal bilimler okumak isteyen bir öğrencinin tüm sınavlardan en yüksek notları almış olmasındansa, İdeal olarak üniversiteler, yalnızca akademik bilginin öğretildiği kurumlar olmanın ötesinde, her türlü düşünce ve fikrin özgürce dile getirildiği, tartışıldığı ve eleştirildiği yerler olmalıdır. Bu konuda, Boğaziçi Üniversitesi'nin Türkiye standartları içerisinde özgün, dünya standartları içerisinde ise en iyi örneklerden biri olduğunu düşünüyorum. Dünyanın en iyi üniversitelerinin büyük önem verdiği "yeşil" bir kampus olma konusunda da Boğaziçi Üniversitesi'nin sürdürülebilirlik konusundaki çalışmalarını başarılı buluyorum. Ayrıca, Boğaziçi Üniversitesi'nin bilim, sanat ve kültür alanındaki etkinlikleri ile de dünya standartlarını yakaladığını düşünüyorum. Boğaziçi Üniversitesi, yurtdışındaki üniversitelere en çok öğrenci gönderen okullardan birisi. Bu eğilimin üniversitemize ne gibi katkıları olduğunu düşünüyorsunuz? Boğaziçi Üniversitesi'nin çok iyi çalışan bir Uluslararası Ofisi var. Düzenlenen Erasmus ve Exchange programları sayesinde birçok Boğaziçili yurtdışındaki üniversitelerde eğitim görme şansını yakalıyor. Farklı bir ülkede yaşamak, farklı millet ve kültürlerden insanlarla bir arada eğitim görmek, kişinin uluslararası iletişim becerilerini geliştirmesine katkıda bulunuyor. Kişisel deneyimin yanında, profesyonel anlamda da yurtdışında eğitim görmenin kişiye büyük avantaj sağladığını düşünüyorum. Tüm dünyada olduğu gibi, artık Türkiye'de de şirketlerin kadrosunda birçok farklı kültürden çalışan bulunuyor. Bu nedenle, özellikle uluslararası şirketler için yurtdışı deneyimi çok önemli. İşe alım sırasında, yurtdışında eğitim görmüş kişi bir adım öne çıkıyor. Ayrıca Boğaziçi Üniversitesi'nin yurtdışındaki üniversitelere gönderdiği öğrenci sayısı ile dünyanın birçok farklı ülkesinden Boğaziçi'nde eğitim görmeye gelen öğrenci sayısı arasında bir bağlantı olduğunu düşünüyorum. Yurtdışından gelen öğrencilerin Boğaziçi Üniversite'sinin uluslararası üniversite kimliğine katkısı oldukça önemli. B 81 Gülin Bülbüloğlu BÜMED BUSINESS ANGELS (BUBA) ENTREPRENEURSHIP 2.0 Cem Ener '13 Geçtiğimiz ay itibariyle başladığımız BÜMED Business Angels girişimcileriyle buluşmalarımıza devam ediyoruz. Bu ay, Whispto isimli girişimden Sayın Oğuzhan Urulu ve Sayın Ayhan Dorman ile buluştuk. Kendileri, Whispto uygulamasının gelişim sürecini, kullanım kapsamını, özelliklerini ve hedeflerini anlattılar. B 82 Whispto girişimine başlamadan önce bir dijital ajansınız vardı. Ajans işinizden vazgeçip, Facebook, Instagram ve Twitter gibi global platformların hâkim olduğu sosyal medya alanında yeni bir proje geliştirme kararını nasıl aldınız? Birçok girişimcilik zirvesinde Türkiye’den dünya çapında bir başarı hikâyesinin neden çıkmadığı konuşulur ve her konuşmacı bir şekilde Türkiye merkezli bir sosyal ağın dünya geneline yayılamayacağını, bu girişimcilerin destek bulmakta zorlanacağını anlatırdı. Neredeyse imkânsız olarak nitelenen bu hedef, bizim için doğru ekip ile doğru adımlar atıldığı takdirde mutlaka ulaşılacak bir noktaydı. Bu çerçevede yaklaşık 1.5 yıl önce var olan işlerimizin hepsini bir kenara bırakıp tamamen projemiz ile ilgilenmeye başladık. Bu süreç zorlu olduğu kadar keyifli de oldu. Whispto fikri nasıl doğdu ve kısaca projenin tarihçesi nedir? Yaşadığımız dünyada birçok teknolojik gelişmeye rağmen hâlâ duygu ve düşüncelerimizi Oğuzhan Urulu, Ayhan Dorman kolay hızlı ve etkili şekilde paylaşamıyoruz. Bunun nasıl daha kolay hale geleceği, insanların mobil cihazlardan nasıl sadece birkaç tuşa basarak duygu ve düşüncelerini etkili bir şekilde paylaşacağı problemi Whispto fikrini doğurdu. Altı ay önce Whispto’nun kapalı Beta sürümünü 400 kişiyle test ettik. Uygulamamızın kolay kullanımlı, keyifli, alışkanlık yaratan ve bir ihtiyaca cevap veren nitelikte olduğuna dair geri bildirimler aldık. Bu bizim için önemli bir motivasyon kaynağı oldu ve aldığımız geri bildirimler ışığında uygulamamızı daha da geliştirerek 27 Kasım 2014’te resmi lansmanımızı yaptık. Her gün yeni kullanıcılar edinmeye devam ediyoruz. IOS ve Android platformlarının yanı sıra web sitemiz aracılığıyla da kayda değer istatistiklere ulaştık. Whispto’yu rakip sosyal medya platformlarından farklı kılan özellikler nelerdir? Whispto ile sosyal mecra kullanan, fotoğraf paylaşan, tweet atan kullanıcılar tek bir platform üzerinde kendi sesleriyle duygu ve düşüncelerini çok kolay bir şekilde ifade etme imkânı buluyorlar. Sevdiğimiz ve takip etmek istediğimiz insanların seslerini duymanın, sadece yazdıklarını okuyabilmekten daha kıymetli olduğu inancıyla geliştirilen Whispto, aynı zamanda fotoğraf paylaşımına da imkân vererek “an”ı yakalamayı amaçlıyor. Henüz dünya çapında fotoğraf ve ses paylaşımını birlikte yapma imkânı sağlayan bir platform bulunmadığından, insan sesinin dinleyicide yarattığı etkiyi ve bu içeriğin kıymetini çok yakın zamanda herkesin daha da iyi anlayacağını düşünüyoruz. Türkiye’de sosyal ağların gelişimi hakkında ne düşünüyorsunuz? Sosyal ağ kullanım oranları özellikle son beş yıl içerisinde katlanarak arttı; fakat aktif kullanıcı sayıları ise dünya ortalamalarının altında seyrediyor. Bu alanda sosyal ağlar ve kullanıcıları için en büyük sorun, nitelikli içerik ile niteliksiz içeriğin birbirinden ayrılmasının gittikçe zorlaşmasıdır. Sosyal platformların anonim kimlik altında içerik paylaşımına imkân vermesi, içeriklerin kaynaklarının güvenilir olup olmadığı hakkında kuşku yaratıyor. Sadece kişisel kullanımda değil kurumsal iletişim açısından da giderek önemini hissettiren sosyal ağlar aracığıyla firmalar, müşteri ilişkilerinden pazarlama çalışmalarına birçok alanda bu mecraları en iyi kullanan yapılar olarak öne çıkıyor. Bu bağlamda giderek büyüyen bu platformda Whispto’nun da kendine önemli bir yer bulacağına inanıyoruz. Kitlesel iletişimde kullanılabilecek yeni bir mecra yaratıyorsunuz. Whispto’nun daha çok kişiye ulaşması için neler yapacaksınız? Hedefimiz, içerik üretimi daha kolay, duygu ve düşünce iletimi açısından daha hızlı ve sesin karakteristik bir özellik olması sebebiyle daha etkili olan bir sosyal platform oluşturmaktı. Şu andaki aktif kullanıcı sayımız ve yeni kullanıcı edinme oranımız hedeflerimizle örtüşüyor ve gelecek adına da olumlu bir tablo çiziyor. Türkiye’de 200 bin kullanıcıya ulaştıktan sonra uygulamamızı Avrupa dillerine entegre edip Londra merkezli olmak üzere Avrupa’nın tamamına yaymayı ve sonrasında ABD’de yaygın olarak kullanılan sosyal mecralardan biri olmayı planlıyoruz. Whispto girişimini büyütmek için BÜMED Business Angels (BUBA) ile işbirliği yapıyorsunuz. Bu işbirliği hakkında ne söylemek istersiniz? Bütün süreç boyunca şunu çok iyi anladık: Girişimcinin en büyük ihtiyacı, projesine ve ekibine inanan, gerektiğinde yol gösteren, gerektiğinde ihtiyaçların karşılanması noktasında elinden geleni yapan bir birlikteliktir. BUBA ile birlikteliğimizle, daha öncesinde görmediğimiz kadar motivasyon, network, teknik ve pazarlama desteğine ulaşmış olduk. BUBA Haberleri l BUBA, stratejik ortağı Garanti Bankası ile birlikte Türkiye’deki girişimleri hızlandırmayı amaçlayan Garanti Partners girişim hızlandırma programını faaliyete geçirdi. Program tüm sektörlerden ve her ölçekten girişime hizmet veriyor. Başvurmak ve detaylı bilgi almak için: www.garantipartners.com l BUBA, T.C. Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı tarafından Bireysel Katılım Yatırımcısı (BKY) Ağı olarak akredite edildi. BKY lisansı alıp, yatırımlarında vergi teşviklerinden yararlanmak isteyenler BUBA üzerinden lisans başvurularını yapabilirler. Detaylı bilgi için: [email protected] B 83 ÇEVRE DOSYASI İSTANBUL BOĞAZI DARBOĞAZI Prof. Dr. Selmin Burak İ.Ü. Deniz Bilimleri ve İşletmeciliği Enstitüsü B 84 İstanbul Boğazı hem niceliksel hem de niteliksel açıdan her anlamdaki darboğaz unsurlarını taşımaktadır. Dünyada mevcut olan 260 boğazdan hiçbiri ne morfolojik özellikler ne de deniz trafiği ve kıyı nüfusu açısından İstanbul Boğazı’na benzemektedir. Yani İstanbul Boğazı kendine has, hem oşinografik hem de çevresel açıdan çok farklı özellikler sunan bir suyoludur. Yaklaşık 31 km uzunluğunda olan İstanbul Boğazı’nın genişliği 698 m ila 1500 m arasında değişmekte olup, seyir açısından 12 noktada 80 derecelik keskin dönüşler gerektirmektedir. En dar yeri Bebek-Kandilli geçişi olup aynı zamanda da keskin dönüşlerden birini oluşturmaktadır. Yaklaşık 15 milyon nüfuslu İstanbul metropolünün en gözde yerleşim ve rekreasyon alanlarını da barındıran bu bölgede çocuk parkları ve park/ bahçelerden yaklaşık 50 m ötede groston mertebesinde petrol veya yük taşıyan tanker veya şilepler seyretmektedir. Ayrıca İstanbul Boğazı’ndaki oşinografik ve meteorolojik koşullara da kısaca değinirsek, bu suyolunun gerçekten ne denli farklı ve potansiyel tehlikeler arz eden bir yapıya sahip olduğunu anlayabiliriz. Seyir açısından en büyük riski oluşturan özelliklerin başında kuvvetli alt ve üst akıntılar ve “orkoz” olarak tanımlanan ve önceden tahmin edilemeyen “ters akıntı”lar tehlikeli oşinografik ve çevresel koşullara neden olmaktadır. Bilindiği gibi daha yoğun olan Akdeniz suyu Akdeniz’den Karadeniz’e doğru akan dip akıntıyı, yoğunluğu daha az Karadeniz akıntısı ise ters yönden akan yüzey akıntısını oluşturmaktadır. Bazen yedi ila sekiz knot akış hızına ulaşan bu akıntılar Bebek – Kandilli gibi keskin dönüş noktalarında çok şiddetli türbülansa neden olmaktadır. Buna bir de görüşü neredeyse sıfıra düşüren sis veya yağmurdan kara dönen yağışlar gibi ve ani oluşan meteorolojik koşulları eklersek, darboğazları daha iyi algılayıp durumun güçlüğünü anlamak mümkün olabilir. Belki de İstanbul Boğazı’nın jeopolitik özelliklerinin yanı sıra sahip olduğu oşinografik ve çevresel özellikleri bu suyolunu hem estetik anlamda hem de ekosistem anlamında eşsiz kılmaktadır. Ne yazık ki UNESCO mirası olan kentlerden biri olan İstanbul Akdeniz Fokuhttp://www. bilgiustam.com/ akdeniz-foku/ B 86 Tuzla tersaneler bölgesi-“Denizcilik Faaliyetlerinin Çevreye ve Biyolojik Çeşitliliğe Etkileri”, T.C. Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı, www.ubak.gov.tr/BLSM.../20130226_142454_66968_1_67502.docx kıyılarında mevcut olan deniz biyoçeşitliliği, çok önemli ölçüde insan kökenli olumsuz etkilerden zarar görmüştür. Bunlar, karakökenli (yayılı kaynak kirliliği ve atıksu kirliliği, deniz çöpü gibi), deniz trafiğine bağlı (sintine suyu deşarjı, çöp atıkları gibi) ve çarpışmaların neden olduğu kazalar sonucu oluşan kirlilik (tanker ve yük gemilerinin karıştığı petrol kirliliği ve organik madde kirliliğine neden olan kazalar) şeklinde sayılabilir. Kıyı ekosisteminin barınağı olan deniz canlılarının yumurta bıraktığı ve üreme yerleri olan kıyı alanlarının doldurulması sonucunda türlerde de hem nitelik hem de nicelik anlamında çok önemli ölçüde azalmalar olduğu bilinen bir gerçektir. 1970li yıllara kadar dünyanın en zengin deniz alanlarından biri olan Türk Boğazlar sistemi (İstanbul Boğazı, Marmara Denizi, Çanakkale Boğazı) ne yazık ki bu yıllardan sonra yukarıda sayılan nedenlerle tahribata uğramıştır. 1940’lara kadar Marmara Denizi’nin bireyi olan Akdeniz foku (Monachus monachus) İstanbul sularını terk etmiştir. Başlıca ıstakoz ve böcek gibi kabuklu deniz canlıları yok olmuş, uskumru, kılıç, lüfer gibi balıklarda da önemli azalmalar gözlenmiştir. İstanbul kıyılarında sıkça görülen ve seyreden gemilerle yarışan yunusların da artık görülmediği bir gerçektir. Ancak tüm bu doğal zenginliklerin yerine kıyı alanlarında yer alan ve hatta Pavli Adası gibi hem karasal hem de deniz biyoçeşitliliği açısından çok zengin olan adaların karaya bağlanarak tersanelerin yaratıldığını yakın geçmişte deneyimledik. Tüm Marmara kıyısı ve İstanbul Boğazı’nda bölgesel dolguların yapıldığını da gözlemlemekteyiz. Ancak artan nüfus ve talep edilen konfor ve dolaylı rant sağlamak için sürekli tahrip edilen kıyılar (daha rahat karayolu ulaşımı için yapılan ring yolları, daha rahat deniz yolu ulaşımı için yapılan tersaneler ve marinalar gibi) geriye dönüşü mümkün olmayacak şekilde hem çevresel/ estetik hem de ekosistem verimliliği açısından zarara uğratılmış olup halen bu duyarsızlığın ne yazık ki sürdürülmekte olduğu görülmektedir. Artan nüfusa alan yaratmak için sürekli denizden yer kazanmanın uzun soluklu bir planlama şekli olmadığı açıktır. Çünkü sürekli artan nüfusun ihtiyacına cevap vermek mümkün olmayacaktır. Mevcut alanın doğal sınırlarına göre akılcı bir planlamayla çözüm üretmek başta İstanbul’un göz bebeği olan Boğaz için zorunludur. Tersini yapmak geriye dönüşü olmayacak kalıcı hasarlara neden olabilir. Geçmişteki deneyimler bunu gösteriyor. Dolgu, kazıklı yol, marina, tersane faaliyetleri dün Arnavutköy, Yeniköy civarındaydı, bugünlerde ise Bebek civarında, yarın nerede olacak acaba? Nereye kadar sürebilir? Tek kalan boş alan kıyı ve deniz olduğu için dolduralım mı denizi? Tercih meselesi! Ancak bu tercih herkesin tercihi değil, gelecek kuşakların tercihi hiç değil! Kartvizitiniz bizde var mıydı? Kartvizitinizi http://www.bogazicinetwork.com/kartvizit.html adresine yükleyin, binlerce Boğaziçili ile etkileşime girin. /BogaziciNetwork /BogaziciNetwork /bumed www.bogazicinetwork.com KLASİKLEŞEN KAMPUS STİLLERİ Ezgi Kırmızı ‘13 Hayatımın en güzel ve en özgür yılları üniversite yıllarımdı benim. Mezun olmuş olmamın üzerinden henüz bir sene bile geçmemiş olsa bile sanırım bütün bir ömür üniversite yıllarımı özleyeceğimi anlayacak kadar iç çektim son aylarda. Tabii bu özlemimin en büyük sebebi Boğaziçili olmak ve öğrencilik hayatımı sonsuz özgürlük ve güvenle geçirmiş olmaktan kaynaklanıyor. B 88 Öyle bir özgürlüğü ve güveni Boğaziçi’nden başka bir de evimde hissediyorum sadece. Şahsen bir yerde bu kadar özgür hissetmem için olması gereken en önemli etken dilediğim gibi giyinebiliyor olmamdı. Nasıl evde kafama göre, rahat ya da absürt ya da ekstra şık giyinip şekilden şekile giriyorsam; okulda da hep öyleydim aslında. Ama bazı dönemlerde ben de diğer herkes gibi üniforma addedebileceğim kıyafetlere tutundum. O dönemlerdeki gözlemlerim sonucu da yalnızca benim değil, herkesin neredeyse bütün üniversitelerde aynı tarz giyindiğini fark ettim. Kampus İçi Aslında bu kategoride stiller biraz farklılık gösterse de herkesin ortak teması rahat olabilmek. Rahatlığın da en vazgeçilmez unsuru jean'ler. Tüm üniversitelerde, hatta her yerde en çok gördüğümüz kilit parça jean'ler kampusları da işgal etmiş durumda. Bazen şık bir gömlekle, bazen kazakla, bazen hırkayla kombinlenen jean'lerle spor ayakkabısını tamamlayan pek çok insana rastlayabilirsiniz kampusta. Özellikle son yıllarda her kıyafetin sneaker'larla tamamlanabilir hale gelmesine gözümüzün alışmasıyla da kampuslarda da Converse’lerden sonra Airmax devri başladı. B 89 Final Dönemi Makyajın yok olduğu, uykusuz gözlerin hüküm sürdüğü, kampusun biz zombi suretlerle çevrildiği en sıkıcı dönem... Genel olarak rahat kıyafetlerin, tayt üstü sweat’lerin, yazsa flip flop’ların, kışsa en rahat botların hâkimiyetini kampusta hemen hissedebilirsiniz. Az uykuyla bir de giyeceği kıyafete zaman ayırmayı düşünmek istemeyen öğrenci yurttaki/ evindeki haliyle study’de beliriverir. B 90 Kampus Civarı Sunum Zamanı Son olarak da en eğlenceli senaryoların vücut bulduğu, üniversite hayatının en güzel hatırlanan anlarına ev sahipliği yapan kampus ve civarındaki kafe ve barlara giderken yaratılan stiller... Yine kampus civarından çok uzaklaşmamış olmanın verdiği bir rahatlık olsa da hafif makyajla, daha bakımlı ve özenli stillere bürünüldüğünü söyleyebiliriz. Okulun verdiği rahatlık; bir yandan da bir aktivite yapıyor olmanın verdiği ihtimamın beraber söz konusu olduğu, üniversite hayatının en özlenilen tek hâli ve stil kategorisi olarak hafızalarda yer ediyor. Bir öğrencinin sıra dışı durumlar hariç kampusta kısmen resmi göründüğü tek durum… Ciddi bir sunum, bir kulüp aktivitesi, şirket sunumu gibi durumlar varken senede birkaç kere giyilip unutulan takım elbiseler, partiden partiye giyilen yüksek topuklular, siyah elbiseler çıkıyor dolaptan genellikle. Aslında hiç de fena olmuyor; arada yaşam alanında stil değişikliğinin herkese iyi geldiğini düşünmüşümdür. Instagram: @esgilim BÜMED'IN OBJEKTIFINDEN Bu ayki BÜMED’in Objektifinden dosyamızda, derneğimize ve civarına dair birbirinden güzel kareleri görüyoruz. Sizler de önümüzdeki sayılarda BÜMED’e ya da okulumuza ait çektiğiniz fotoğrafların dergide yer almasını istiyorsanız, bizimle iletişime geçebilirsiniz. İletişim: [email protected] B 92 Rönesans’ın ve şarabın vatanı, doğa ile iç içe geçmiş bir açık hava müzesi TOSCANA BU gezi & işbirliği ile Tarih: 22 Nisan - 26 Nisan 2015 4 Gece / 5 Gün İstanbul / Bologna / İstanbul THY ekonomi sınıfı uçak bileti Özel otobüs ile ulaşım Müze giriş ücretleri İki adet degüstasyon Üye Fiyatı: İki Kişilik Odada Kişi Başı: 1250 Euro / Tek Yatak Farkı:180 Euro Misafir Fiyatı: İki Kişilik Odada Kişi Başı: 1400 Euro / Tek Yatak Farkı: 220 Euro Bilgi ve Kayıt için: 212 - 359 5813 / [email protected] /bumedofficial /bumedofficial www.bumed.org.tr /bumed Elegance is an attitude Simon Baker Conquest Classic Moonphase İstanbul – Akasya Avm Konyalı Saat – Akbatı Avm Konyalı Saat – Atatürk Havalimanı – Atabey Saat Sirkeci – Bağdat Caddesi Özgür Saat Carrefour Kozyatağı Avm Konyalı Saat – Cevahir Avm Özgür Saat – Özdilek Avm Konyalı Saat – Tepe Nautilus Avm Özgür Saat Kanyon Avm Tevfik Aydın Saat – Sirkeci Tevfik Aydın Saat – Eminönü Zindan Han – Metrocity Avm Erol Saat Ankara – Ankamall Avm Bos Saat – Armada Avm Sinan Saat – Kentpark Avm Sinan Saat – Taurus Avm Konyalı Saat İzmir – Pier Avm Külahçıoğlu -Alsancak Günkut Saat – Forum Bornova Avm Karaorman – Adana – Times Optik – Swiss Optik Saat Antalya – Antalya Havalimanı – Argos Jewel Art – Violla Center –Mersin – Forum Avm Konyalı Saat – Fethiye – Telmessos Gold Center Kemer – Viking Center – Gaziantep – Prime Mall Avm Antik Saat Kayseri – Park Avm Yenza Saat – KKTC – Reşat Optik Diyarbakır – Ninova Park Avm Saat Dünyası – Ceylan Park Avm Aykaç 1971
Benzer belgeler
Dinamik gazete 65. sayısını görüntülemek ve kaydetmek için tıklayınız.
takip ettiği bu işgalden sonra elimizde bir sonuç olmadığını
söylemek haksızlık olacaktır. İşgal sürecinin elbette birçok
getirisi oldu, ancak bu getirileri ulaşılmak istenen ana sonuçlardan ayırt ...