Dinamik gazete 67. sayısını görüntülemek ve kaydetmek için tıklayınız.
Transkript
Ekim 2012 Yıl: 24 Sayı: 67 Gidenlerin ardından... gazete 09 Boğaziçi Üniversitesi İşletme ve Ekonomi Kulübü süreli yayınıdır. Ücretsizdir. ” i d m i ş “ i ç i z ? r Boğa o y ı l a k a t k a y a l nası kı payı” leri t a k i c n e r i artık “öğ rencilerinin tepk r e l i c n e r ğ ğ okuyan ö e ikinci öğretim ö ündemde.” e d m i t e r öğ nlarla g u kez d u b r r o a “Birinci s l ç k r i a cek, h konom ödemeye teleri bekleyen eberi sayfa 4’te ha rsi ĞLU’nun ve ünive MENCİO KIVILCIM DEĞİR Dünkü dost Kampüste Tarım: Tarla Taban Boğaziçi’nde Tarla Taban isimli bir inisiyatif tarafından geleneksel yöntemlerle tarım yapılmakta. İki ülkenin liderlerinin sık sık bir araya geldiği ve dostça pozlar verdiği günler sadece birkaç yıl öncesine aitken gerginliğin en üst seviyede olduğu ilişkilerin geleceğini kestirmek bir hayli güç.” KIVILCIM DEĞİRMENCİOĞLU ve DUYGU SÖYLER’in haberi sayfa 11’de DUYGU SÖYLER’in haberi sayfa 3’te KİTAP MÜZİK SİNEMA ETKİNLİKLER Şehre lası sanat mo Yeni çıkanlar Çıplak Deniz Çıplak Ada Yaşar Kemal Yapı Kredi Yayınları Karga Zarif Murat Yalçın Can Yayınları Cem Sultan, Rönesans a Avrupası’nd Tutsak Bir Şehzade, John Freely Everest Yayınları 08 kültür sanat i Çalıyor Evde gır Bangır Ferd Güz Kitapları da devrik cümlelerle timleyerek, biraz anlatıyor. var benim için. karşınıza geçmiş farklı insanolumsuz bir özelliği için kitaplar, Yazar her öyküsünde bu öykülerin hiçbirini Bazı insanlar Olumlu yanı, işlemesine rağmen isteyip bir olacağı düşüncesiyle aynı lar farklı hayatlar sürekli okumak bir gün kitap üslubu nedeniyle bitmesin ve içinde hiç yazar çok iyi oturan yandan da hiç yazmamıştım insanların hayatlaise kitap diğerleri uz. Olumsuz yanı hikayedeki farklı istedikleri ve sahteliği yok. gibi hissediyorsun m için hiç Mahir rını okuyormuş toplu olarak ikiye ayrılır. olacağını hiç düşünmediği bir sayfadan diğerine ölçüp biçip, derli İletişim Bunun yanında Ünsal Eriş’in yazar kafasıyla fazla duygu değişimihem ortaya. Bu yüzden n çıkan bu geçerken çok Yayınları’nda bir şey koymadım iz. Çünkü hikayeler çıkıp “sen de yazar yaşayabilirsin kitabı da ilk kategoriye birinin karşıma hem bizim hikayedemesinden çok Zaten az olan komik, hem buruk,gibi de. Hiç alakası mı oldun canım…” olmadım. Ben bir değil i girenlerden sayılabilir. Çünkü miz gibi ama sürükleyiciliğ bir cümlesine korkuyorum. dönüştüler, sayfa sayısı kitabın saatte biten bir bir hikayenin kitaba bir olmayan diyebiliyorsuşeyler anlattım, ile birleşince birkaç Bu yüzden kitap hiçbir şey anlatamatam da beni anlatıyor belki de bir daha bir ayrıntıyla. mi kitap ortaya çıkıyor. okurken gerçekten nuz çok küçük hikayeler yüzünden yacağım.” Kitabı uz. Öyle edebi, bulundurup dinbittikten sonra Kitaplığınızda mi hüzünleniçin için hissediyorsun geçirmek bittiği bunu vakit yoksa çabuk kurmaya çalışmamış, lenmek ve güzel veremeyebilirsiniz. biri. Belki de bir afili cümleler her hikadiğinize karar gibi anlatmış okunası kitaplardan eşliğinde… :) öyküden oluşuyor. içinden geldiği Kitap 14 kısa arkadaşınız başından Ferdi Tayfur şarkısı bir röportajında beyeyi. Sanki bir “... Mahir Ünsal Eriş ufak ayrıntılarla şunları söylemiş: hem geçen bir olayı kitap hakkında anda hem olumlu bu kitabın aynı Güz Kitapları Yedinci Gün kıymeti bilinememiş tünden geçtiği bir betimlemiş Anar. dünyaya hayırlı ise bir parça olarak okuyan gençten başka eleştirisi üzere yatak odasında Anar’ın Ses getiren bir ve İhsan Oktay evlat getirmek hakkında. Burada Gün, her şeyi gören Sarıkamış olayı son kitabı Yedinci olan çifte kadar ancak 50 yıl sonra kendi azametinden son ölen askerlerin ülkenin kendisi ağustos ayının bilen padişahın bu çağırmasını andefnedilmesi, haftasıyla raflardaki ve korkup muhafızları köpek muamelesi başlıyor. bir metaforla uğruna ölenlere yerini aldı. Osmanlıca latan çarpıcı Sait ve yorumlanmış. hakimiızın adı İhsan yapması olarak Yedinci Türkçe’ye olan Kahramanım rin bir kısmı ve Hayalet isimli Eleştirmenle şimdiye yetini, dil işçiliğindeki kitap Baba, Oğul sayfalaOktay Anar’ın has oluşuyor. İlk Gün’ü İhsan tanımustalığını, kendine daha üç bölümden kitabı olarak kez bildiğimiz olaylara kadarki en iyi hikayelerin ana başarısını bir rından itibaren üslubundaki bir kısmı da alt ayrıntıları ekleyip z yazar bu sefer larken koyan bilmediğimi olduğunu ve ortaya küçük alt hikayeyle tarihe götürübirbirinden kopuk aynı hikayeyi birçok bizi yakın bir olduğunu söylüyor. den yazar . Kitapta dilinin kusurlu anlar birlikte veriyor İncil ve Tevrat ile yor. Yaptığı göndermeler id yakıştıramay verII.Abdulham Kitabı Anar’a zamanda Kuran, dünyasının başise kendi adını sezildiği üzere yıllar araJosé Saramago - Körlük dahi var. Yazar edebiyat ve felsefe göndermeler var. kitabını bitirirken, dönemi ile 1930’lu devlete, sık diği kahraman midir Frederic Beigbeder - Romantik Egoist yapıtlarına sık sında geçen kitapta gördüğünden konuşulan kısmı topluma dair eleştirileri ön Kitabın en çok Yunus Emre - Divan bürokrasiye ve şu sözleri söyletiyor: üzerine. Öyle bilinmez, ona var. Zaman da ise hürriyet meselesi kusurları , rastlaHenry Miller - Yengeç Dönencesi ince eleştiriler hakkında yazıp olan mizah diye “Bu kitabındaki ki Yedinci Gün zaman dile hakim alışkın tatmin olsunlar bir yazar Nevzat Çelik- Bağışlanmış Hüzün yınca sevinip verdi.” bu kısıma değinmemiş İngiltere’de ve Anar okurlarınınoyunları sadaka olarak Louis-Ferdinand Celine - Gecenin Sonuna Hürriyeti, onlara zor. kelime mütevazi; “Als bulmak olduğu zeki Yolculuk bakire bir kız İmzası ise oldukça için başlı başına el üstünde tutulan farksız’ kitabı okumak Yalçın Tosun - Peruk Gibi Hüzünlü ikh kan!”:). iken bizim ‘kerhaneden sürekli üsbir neden. arasıe birilerinin Edip Cansever - Kirli Ağustos romanın bir meclisimizd Kitap, ihtilal belgesini Cesar Pavese - Güzel Yaz na sıkıştırdığı Yengeç Adımlarıyla Umberto Eco Doğan Kitap Düşen Şeylerin Gürültüsü Juan Gabriel Vasquez Everest Yayınları Hâlâ okuduklarımız İsmet Özel - Bir Yusuf Masalı DİNAMİK GAZETE YENİ YAZARLARINI ARIYOR Ban Kültür-Sanat eki içindedir Patent Meselesi 05 BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ İŞLETME VE EKONOMİ KULÜBÜ 02 siyaset AKIN TOKSAN [email protected] Devir Teslim Bu sene aylık çıkacak olan Dinamik Gazete’nin 5. sayısı, yeni ekibi, yeni sayfa sayısı, yeni dönem heyecanı ve Boğaziçi’nden haberleri ile karşınızda! Henüz ilk yılını yeni doldurmasına rağmen, Dinamik Gazete; sağduyulu, yenilikçi, öncü ve tarafsız duruşu ile, Boğaziçi Üniversitesi’ni Boğaziçi Üniversitesi yapan değerler arasındaki yerini aldı. Bu konuda harcadıkları emek için, başta Gökhan Er ve 2011-2012 Yönetim Kurulu olmak üzere, geçen sene gazetenin yayımlanmasında emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. Gazeteyi geçtiğimiz seneki ekip- ten devralırken, karşımıza muhafaza etmemiz, değiştirmemiz ya da geliştirmemiz gereken şeylerin çıkacağını elbette biliyorduk. Konuları belirlerken yaptığımız uzun tartışmalar ve uykusuz kaldığımız gecelerin sonunda anladık ki, muhafaza edilmesi gereken en önemli şey kampüs ve öğrenci gazetesi olma anlayışıydı. İşte bu yüzden, elinizde tuttuğunuz 5. sayı, az önce bahsettiğim tarafsız duruşu koruyarak, öğrenci gözünden ve öğrenciyi bilgilendirme amacı ile hazırlanmıştır. Sahibi Bunu desteklemek amacı Boğaziçi Üniversitesi İşletme ve ile hazırladığımız haberlerEkonomi Kulübü Adına de olabildiğince çok öğrenTolgacan Ceylan ci ve hoca görüşü almaya, Sorumlu Yazı İşleri Müdürü anket yapmaya ve haberde Tolgacan Ceylan adı geçen kişi ve kuruluşGenel Yayın Yönetmeni larla yüz yüze görüşmeye Akın Toksan özen gösterdik. Editör Yazının başında da Cemre Akdemir belirttiğim gibi, geçtiğimiz Yazı ve Reklam İşleri Sorumluları sene 2 ayda bir çıkan gaAlper Sezer, Duygu Söyler, zetemiz artık ayda bir çıkıKıvılcım Değirmencioğlu, Serap Çelik yor. Haberleri daha güncel Yazı Kurulu tutabilmek ve öğrencileri Akın Toksan, Cemre Akdemir, Alper Sezer, daha fazla konuda bilgilenDuygu Söyler, Kıvılcım Değirmencioğlu, Serap Çelik direbilmek için aldığımız Görsel Danışman bu kararın sonucunda 24 Sertaç Bala sayfanın, aylık olarak çıkan Matbaa bir gazete için zorlayıcı Müka Matbaacılık Reklamcılık Yayıncılık San. Ve Tic. Ltd. Şti. Tel : 0212 54968 24 www.muka.com.tr olabileceğine karar verdik. Gazetenin sayfa sayısını Yayın Kurulu Ekin Akın, Kadir Aydın, Bilge Eralp, 16’ya düşürme kararımızın Akın Toksan, Berkant Aşar, İlkgül Özçamur, ne kadar doğru olduğunu Mehmet Sarıgül. ilerleyen günlerde hep Bu gazete süreli yerel yayındır. birlikte görüyor olacağız. Artık bilginin bile kolayca ulaşılıp anında tüketildiği bir çağda, neden hala basılı bir yayınla öğrencilere ulaşmaya çalıştığımızı merak ediyor olabilirsiniz. Bu gazeteyi çıkarırkenki amacımız, bir yandan öğrencileri, kendilerini ilgilendiren meselelerden haberdar etmek; diğer yandan ise gazeteye bir arşiv niteliği kazandırmaktır. İnternet gibi, bireylerin aslında tamamen yalnız olduğu ve bilgi kirliliğinin bu derece yüksek, yanlış bilgilendirme sonucunda alınması gereken sorumluluğun bu derece düşük olduğu bir ortamda, tüm öğrencilere ulaşarak gazeteyi Boğaziçi Üniversitesi’ne mâl etmek biraz daha zor gibi görünüyor. Teknoloji ne kadar ilerlese de, elle tutulur/somut bir kaynak bana her zaman daha güvenilir geliyor. Buna rağmen, tabii ki en kısa zamanda sanal ortama da taşınacak olan Dinamik Gazete, umarım, Boğaziçili öğrencilerin yıllar sonra bile inceleyip kendilerinden bir şeyler bulabileceği, Boğaziçi’nin köklü geçmişine ışık tutan bir kaynak olabilir. Dinamik Gazete yazarlarını arıyor! Bu doğrultuda, sonraki sayımızda bize yardımcı olmak isteyen tüm Boğaziçilileri ekibimizde görmekten mutluluk duyarız. Dinamik Online Aylık olarak çıkan bir gazetenin güncelliğini ne kadar koruyabi- leceğine gelirsek de, maalesef bu pek mümkün olmuyor. Bu ihtiyacı karşılayabilmek amacı ile birinci dönemin sonlarına doğru online olarak da çalışmalarımıza başlamayı düşünüyoruz. Günlük haber gireceğimiz, gazetede yer veremediklerimizi inceleyeceğimiz, tüm Boğaziçililerin yazılarını paylaşabileceği bir blog sayfasının da yer aldığı ve video anketlerle desteklenecek interaktif bir Dinamik Online’ı sizlerle buluşturmayı planlıyoruz. Web sitemiz de en az elinizde tuttuğunuz sayı kadar özenle hazırlanıyor olacak. Bu sayıda neler var? 5.sayımızda, harçların kaldırılması ile birlikte üniversitelerdeki son durum, uzun zamandır gündemden düşmeyen Suriye meselesi, kulüplerin yaklaşan etkinlikleri, Tarla Taban inisiyatifi, organik tarım, Metin Erksan’lı Kültür-Sanat eki , Apple - Samsung davasıyla tekrar gündeme gelen patent sorunu ve çok daha fazlası sizleri bekliyor. Son olarak, editörüm Cemre Akdemir’e, yazı ve reklam işleri sorumlularım Alper Sezer, Duygu Söyler, Kıvılcım Değirmencioğlu ve Serap Çelik’e yaz tatillerinden fedakârlıkta bulunarak 2 aylık süreçte gazetenin hazırlanmasında harcadıkları emekleri, 2012-2013 Yönetim Kurulu Üyelerine her zaman yanımda oldukları için çok teşekkür ederim. siyaset 03 Dünkü dost, evvelki düşman: Suriye Süreç nasıl gelişti? minde Mitt Romney’in birkaç puan önünde olması Suriye’ye yapılacak bir askeri operasyon olasılığını düşürmekte. Zira, Suriye ile girilecek bir savaşta yaşanacak olası kayıpları Obama ve Erdoğan kendi kamuoylarına açıklamakta zorluk çekeceklerdir. Diğer yandan, artan terör saldırıları nedeniyle hükümete yöneltilen eleştiriler ikinci bir cephe açılması durumunda kontrol edilemez bir boyut kazanabilir. Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin bunu göze alabileceğini sanmıyorum. İki ülkenin liderlerinin sık sık bir araya geldiği ve dostça pozlar verdiği günler sadece birkaç yıl öncesine aitken bugün Suriye ile savaş olasılığından bahsediliyor. Gerginliğin en üst seviyede olduğu ilişkilerin geleceğini kestirmek ise bir hayli güç. DUYGU SÖYLER [email protected] Hatay meselesinden bu yana birçok konuda sıklıkla anlaşmazlığa düştüğümüz sınır komşumuz Suriye’nin PKK’ya verdiği destek nedeniyle gerilen ilişkiler 90’lı yıllarda iki ülkeyi askeri bir çatışmanın eşiğine kadar götürmüş, ancak Türkiye’nin baskıları sonucu geri adım atan Suriye 1998 yılında Öcalan’ı sınır dışı ettiğini duyurunca 12 yıl kadar sürecek ılımlı bir dönem başlamıştı. Özellikle ABD’nin Irak’ı işgalinden sonra burada güçlenen Kürt hareketini ortak bir tehtid olarak gören ülkeler arasındaki diplomatik ilişkiler hızla gelişmiş, iki komşu 2009 yılında askeri işbirliğine kadar gitmişti. Ülke liderlerinin çizdiği dostluk tablosu, Arap Baharı işin rengini değiştirmeye başlayana kadar dünya basınında da ilgi odağıydı. Arap Baharı ve Soğuk Rüzgarlar Suriye’de 2011 yılıyla birlikte başlayan ve gittikçe genişleyen rejim karşıtı eylemler, Esad güçleri tarafından artan bir şiddetle bastırılmaya çalışıyor ve çatışmalar hemen her gün büyüyordu. 2011 yılının haziran ayında Esad güçlerinin düzenlediği kanlı bir operasyondan kaçan 3000 kadar Suriyeli Türkiye’ye sığınmış, Tayyip Erdoğan’ın “vahşet” olarak nitelendirdiği bu olayların ardından Suriye ile olan ticari ilişkilerimiz askıya alınmıştı. Bu günden sonra Türkiye hükümetinin Esad rejimine yönelik sert eleştirileri sürerken Beşşar Esad terörist olarak adlandırdığı muhaliflerle mücadelesinden vazgeçmeyeceğini ısrarla dile getirdi. Suriye hükümeti Türkiye’yi yasa dışı silahlı örgütlere destek vermekle suçluyordu. İstanbul’da da düzenlenen Suriye’nin Dostları toplantılarından sürekli Esad karşıtı kararlar çıkması, İstanbul’da muhalif bir koalisyondan oluşan Suriye Ulusal Konseyi’nin kurulması ve Ankara’da Suriye için sıkça rejim değişikliğinin gündeme getirilmesi Suriye’nin de Türkiye’ye karşı olumsuz tavrını sürdürmesine neden oldu. Mart ayında diplomatik ilişkiler bütünüyle askıya alındı. Geçtiğimiz haziran ayında Türk jetinin Suriye tarafından düşürülmesi üzerine ise gerginlik en üst düzeye tırmandı. Gözler Hatay’da Türkiye’nin muhaliflere yardım ettiği iddiaları yalnızca Esad hükümetine ait değil. BBC’nin haberine göre Suriyeli militanlar Türk hükümetinin onlara askeri destek ve haberleşme olanakları sunduğunu ifade ediyor. Türkiye içerisinde ise bu tür iddiaların odağında Hatay’daki kamplar var.Sayıları 90 000’i bulan mülteciler arasında gündüz Suriye’de savaşıp gece sınırı geçerek kampta konaklayanların olduğu, ambulanslarla muhaliflere silah taşındığı, militanların Türk askerleri tarafından eğitildiği iddialardan yalnızca birkaçı. Yetkililerse net bir dille yalanlıyor. Mültecileri kabul etmenin ve Suriyelilere yapılan yardımın insani bir gereklilik olduğu genellikle kabul görse de, Hatay halkının kampların dışında mahallelere yerleşen muhaliflerden rahatsız olduğunu ve bölgede ciddi bir güvenlik sorunu yaşandığını ifade edenler de mevcut. Kapıda Top Sesleri Güvenlik problemi Hatay ile sınırlı değil. Geçtiğimiz günlerde Suriye tarafından gelen bir top mermisiyle Akçakale’de vatandaşlarımızın hayatını kaybetmesi ve Türkiye sınırından Suriye’ye bir karşı atış başlatılması, sorunu farklı bir boyuta taşıdı. Çok kısa bir süre içerisinde hazırlanan teskere meclisten geçerken çeşitli illerde savaş karşıtı eylemler yapılmaya başlandı. Son dönemlerde Dünya ve Türkiye basınında sıklıkla yer edinen “Türkiye’nin Suriye meselesinde diplomatik bir yalnızlık içinde olduğu” görüşü, Ahmet Davutoğlu’nun komşu ülke ile aramızda tampon bir bölge kurulması yönündeki talebinin uluslararası alanda kabul görmemesiyle güçlenmişti. Geçtiğimiz günlerde Suriye tarafından gerçekleştirilen saldırı ise birçok devlet ve uluslararası kuruluş tarafından şiddetle kınandı. Gerginliğin sürmesi halinde takınacakları tutum şimdilik belirsiz. Evvelki günlerdeki düşmanlığımızı unutup dün dost edinmeyi başardığımız Suriye ile bir savaşa girip girmeyeceğimizin tartışıldığı şu günlerde, görünüşe göre , komşumuz için yarın hangi sıfatı kullanacağımız bir süre daha netleşmeyecek. * *09.10.12 itibariyle son durum. G RÜŞLER Yakın dönem Türkiye Suriye ilişkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Ülber Onur AKIN - ElektrikElektronik Mühendisliği Yakın gelecekte Türkiye - Suriye ilişkilerinde şiddetlenme beklemiyorum. Gerek Başbakan Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı seçimlerine dair hesapları, gerek Obama’nın ABD başkanlık seçi- Nazlı AZERGÜN – Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Şu ana kadar Suriye’nin durumu iyi yönlendirdiği söylenemez. Olayların başlangıcında Esad olağanüstü hâl yasasını kaldırarak sembolik de olsa muhaliflerin isteklerini karşılamaya çalışmıştı fakat bu olay lafta kaldı, silahlı çatışmalar başlayınca da reform hayalleri suya düştü. Türkiye’nin bu konudaki tavrı doğru ama çelişkili. Suriye’deki etnik ayaklanmaların şiddetle bastırılmasını kınayan Türkiye’nin kendi etnik çeşitliliğine karşı duyarsızlığı da kafa karıştırıcı. Şimdi Akçakale’ye top mermisi isabet etmesi söz konusu oldu, Türkiye - Suriye ilişkilerinin geleceği aslında Türkiye’nin iç gündemine bağlı, daha enteresan bir gündem çıkarsa Suriye unutulur fakat aksi halde bu durum gerçek bir çatışmayla sonuçlanabilir. Oğuzhan MAİLMAİL - Ekonomi Suriye ile ilişkiler son dört yılda o kadar değişti ve dönüştü ki takip etmek bile zorlaştı. Bu değişimin iki önemli nedeni var: 1- Arap Baharı 2- Türkiye’nin dışarıdan fazla güçlü görünmeye başlaması. Bölge değişiyor, Türkiye ise kimi zaman istekli bir şekilde, kimi zaman da yapısı dolayısıyla doğal olarak, değişimin merkezinde bulunuyor. Bu da Türkiye’yi çözümün bir parçası olmaya zorluyor. Karşı tarafa baktığımızda ise iktidarını kaybetmek istemeyen bir adam ve yapı var. Çözüm zor, ortam gergin. Yakın zamanda ilişkileri pek parlak görmezken uzun vadede kalıcı ve sağlam bir Türkiye - Suriye ilişkisi olacağı kanaatindeyim. 04 ekonomi Harçta mutlu sona gelindi mi? Her dönem protestolara sebep olan harçlar, bu kez de ikinci öğretim öğrencilerinin tepkileri ve üniversiteleri bekleyen ekonomik sorunlarla gündemde. yer aldığımız düşünüldüğünde, harç gelirlerinin doğrudan devlet bütçesinden üniversitelere [email protected] aktarılması oldukça zor görünüyor. Bu durumda üniversiteleri bekleyen ne olacak? Gelirleri azalan ve kaynak sıkıntısına giren üniversitelerin, “zarar Türkiye’de ilk üniversite mevzuatı çıktığından ediyor” gibi gerekçelerle özelleştirilmesinin önüberi alınan ve kamuoyunda “harç” olarak bilinen nün açılması korkutucu da olsa öngörülebilir. öğrenci katkı payına ilişkin Bakanlar Kurulu kaBoğaziçi Üniversitesi Şimdi Nasıl Ayakta rarı pek çok aile ve öğrencinin yüzünü güldürdü. Kalacak? Bakanlar Kurulu’nun aldığı karara göre, 2012Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği (BÜ2013 eğitim-öğretim yılında öğrenimine devam MED), 25 yıldan beri üniversitemize doğrudan 7 eden veya yeni kayıt yaptıracak toplam 3,5 milyon milyon $, vakfa yönlendirdiği bağışlarla da 10-12 birinci öğretim ve açık öğretim öğrencisinden milyon $’lık gelir sağlamış bir kurum. Derneğin harç alınmayacak. İkinci öğretim öğrencileri, yurt Genel Sekreteri Mustafa Uyal ile harçların kaldıdışından gelen öğrenciler ve okudukları progrılması ve Boğaziçi’ndeki ramdan belirlenen süre durum ile ilgili konuşsonunda mezun olamatuk. Görüşleri şöyle: yan öğrenciler ise harç “Harçların kaldırılödemeye devam edecekması yıllardır öğrencileler. İkinci öğretimliler, rin talebiydi fakat bugün bu durumun anayasal popülizm yapılıyor diye eşitliğe aykırı olduğunu düşünmekten kendimi savunurken bazı gençlik alamıyorum. Bu değiörgütleri ve sendikalar da şiklikle, üniversitelere harçların kaldırılmasının devlet desteği öngörülübaşbakanın “lütfu”ymuş yor fakat yabancı dilde gibi gösterilmesine tepeğitim veren üniversikili. Bu sonuca, “parasız telerin de bu destekten eğitim” isteyen gençlerin aynı şekilde yararlandımücadelesi sonucunda rılacağına ilişkin madde gelindiği vurgulanırken, bizi şaşırttı. Verilen halen tutukluluk halleri destek bu miktarın en az süren 200’ü aşkın öğren1,5-2 katı olmalı çünkü cinin durumu yüzünden; biz öğrencilerimize hükümet, samimi olmamakla eleştiriliyor. 1 yıl fazla eğitim veriyoruz. Aksi takdirde, siz benim global eğitim verme fırsatımı, dezavantaja Parasız Eğitim Söylemi çevirmiş olursunuz ki bu iş olmaz. Öğretim üyesi Parasız eğitim; başta eğitim, barınma, ulaşım, alımında ise harçların kaldırılmasını tek sorun yemek olmak üzere öğrencilerin tüm giderlerinin olarak görmemek lazım. Yurt dışından iyi bir devlet tarafından karşılanmasını anlatıyor. Bu hocayı getirmek çok büyük paketler istiyor. Ödedurumda harçların kaldırılmasını parasız eğitimle neklerin durumu, lojmanların yetersizliği yıllardır bir tutmak fazlasıyla iyimser bir yanılsama. bize ket vuruyordu, harçlar sadece sorunun küçük bir kısmı. Madalyonun Öteki Yüzü Gelinen noktada, BÜMED’ e büyük iş düşHarçlar üniversitelerin Spor, Sağlık, Kültür tüğünü düşünüyorum. 15 bin üyemiz var fakat Dairesi’nde birikiyordu. Genellikle yemek ücretlebağışçı sayımız 350-400. Okul ve dernek olarak rinin düşürülmesinde, ring servislerinde, asistan bağışçıları onurlandırmalı, onları bu işi yapmaköğrenci maaşlarının ödenmetan keyif alır hale getirmeliyiz. sinde, öğrencilerin yurtdışı ANKET SONUÇLARI Bu bir takım çalışması, her şeyi sempozyum, yarışma harcayalnız devletten, üniversitemaları ve çeşitli aktiviteler için Sizce, harç gelirlerinin doğrudan devlet den, vakıftan ya da öğrenciden eliyle üniversitelere aktarılması, hükümetin kullanılıyordu. bekleyemeyiz. 46 bin mezunu üniversiteler üzerindeki gücünü artırır mı? Açıklanan rakamlara göre olan bir camia olarak kendibir yılda üniversite öğrencimize özeleştiri getirmeliyiz. % 9 lerinden 1,1 milyar katkı payı Maddi katkı gerekli fakat daha Fikrim Yok (harç) alınıyor. Eğitime ayrılan önemlisi mentorluk yaparak, % 61 bütçede, OECD (Ekonomik burs vererek, bir şekilde okulla Evet % 30 Kalkınma ve İşbirliği Örgütü) bağınızı koparmayarak borç Hayır ülkeleri arasında son sırada ödemek olmalıdır.” KIVILCIM DEĞİRMENCİOĞLU CEMRE AKDEMİR [email protected] Bu zamlar hepimizin Yurtta en azından bir sene kalmış hemen hemen her öğrenci eve çıkmaya bir heves eder. Ev arkadaşları ayarlanır, şartlar konuşulur, ev aranır, ev bulunur, yerleşilir. Başta evin daha kârlı olacağına ikna edilseniz de işin içine girince öyle olmadığını anlarsınız. Eksikleri tamamlayıp eve yerleşince en zor kısmı atlattınız sanıp rahatlarsınız. Ama daha durun! Faturalar gelecek, kira, aidat ödenecek, buzdolabı doldurulacak… Ailenizle yaşarken doğalgaz zammını çok umursamazken daha kış gelmeden hesap kitap yapmaya başlarsınız kendi evinizde. Yurtta elektriği bol bol kullanırken birden kendinizi evdeki lüzumsuz ışıkları kapatma çabası içinde bulursunuz. Mesela, bütçedeki beklenmeyen açığın ekim ayından sonra faturalarımıza yansıyacağını daha iyi anlarsınız. Hükümetin “yeni vergi düzenlemeleri” adı altında yaptığı zamlar, gündemden bir başlık olmakla kalmaz hayatınızda. Bir gün akaryakıta gelen zammı ve otomobil vergisindeki artışı duyarsınız. Eğer zaten arabanız yoksa ve almaya niyetli değilseniz sizi ilgilendirmez. Üstüne alkol zamlanır, tabii bu da sizin tercihiniz. Yine etkilenmeyebilirsiniz durumdan. Ama bir hafta sonra hükümet elektrik ve doğalgaz zammını açıklar. İşte o zaman ne olduğunuzu şaşırırsınız. Hele bir de meteoroloji bu kış çok sert geçecek dedi mi “şimdi ne yapacağız?” kaygıları sarar dört bir yanı. Diyelim ki eve çıkmadınız, hala yurtta veya ailenizin yanında faturalardan habersiz yaşıyorsunuz. Sanmayın ki bu zam furyası sizi vurmayacak. Şöyle ki; önce enerji fiyatları zamlanıyor, sonra üretim maliyeti artıyor. Bu da yediğiniz ekmekten içtiğiniz süte kadar her şeye zam gelecek demek oluyor. Yani durum arkadaşlarınız arasında tartıştığınız, eleştirdiğiniz herhangi bir hükümet icraatı olmaktan çıkıyor. Direkt bütçenizi, cebinizi etkiliyor. Hadi varsayım yapmayı bırakalım da zamların hepimizi nasıl etkilediğini bir değerlendirelim. Geçtiğimiz haftalarda gerek yazılı gerek görsel medyada art arda zam haberlerini gördük. Önce akaryakıta, alkole, tütüne, tapu harçlarına; daha sonra elektrik ve doğalgaza %5-15 arası zam yapıldı. Belki de bunlar bir kulağımızdan girdi, öbüründen çıktı. Aslında bu da pek mümkün değildi. Neredeyse 2 hafta boyunca gündemi en çok meşgul eden konu bu zam dalgasıydı. Daha bunları sindirememişken yeni zamlar konuşulmaya başlandı. İş temel besin maddelerine gelince durum herkesi daha da etkiler bir hal aldı tabii. Anlaşıldı ki ekmek, süt ve ete yapılması düşünülen %15 civarında zamlar seni, beni, onu değil; hepimizi etkileyecek. İşin ucu kendimize dokunana kadar bazı şeylere tepki göstermeye bile eriniyoruz. Benzine gelen zammın memur maaşlarına yapılandan daha çok olmasını değerlendirirken sonunda bizim bütçemizin nasıl etkileneceğini pek de düşünmüyoruz. Eğer hala “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın.” diye düşünenimiz varsa da öyle görünüyor ki bu zam dalgalarıyla önümüzdeki kış o yılan hepimize dokunacak. bilim / teknoloji 05 Patent mi, etik mi? Patent, bir yandan yeni buluşları ve sahiplerini korurken, bir yandan da teknolojinin ve insanlığın önündeki en büyük engel olmaya devam ediyor. ma yapmak isteyen bir araştırmacı veya kurum, bu bakteriyi veya geni keşfedenden izin almak veya patent bedeli ödemek zorunda. Yani bir bakterinin patentini alan, o konuyla ilgili çalışmaların tek sahibi oluyor. İlaç sektöründe de bazı maddelerin kullanımı patent yoluyla engelleniyor veya bu yolla ciddi gelirler elde ediliyor. Böylece para uğruna, hastalıkların araştırılmasına ve iyileştirilmesine dahi karşı çıkılıyor. Tüm bu olumsuzlukların yanında patentsiz bir dünyada mucitlerin haklarının durumu da ayrı bir problem yaratıyor. Buluş sahiplerinin hakları ile gelişimin önündeki engel çelişkisi, patentin ve sınırlarının uzun yıllarca tartışılacak çözümsüz bir konu olacağını gösteriyor. ALPER SEZER [email protected] Son yıllarda bilişim dünyasında artan rekabet, beraberinde patent sorununu da gündeme getirdi. Apple ile Samsung, HTC gibi firmalar arasındaki patent ihlali davaları, patent kavramının ve koruduğu hakların sınırlarının tekrar sorgulanmasına neden oldu. Patentin ne kadar etik olduğu tartışılırken, teknolojiyi tekelleştirdiği ve gelişimini önlediği de iddia ediliyor. Apple, dava dosyasında, ihlal olmaması için Samsung’a açıkça “Kenarları yuvarlak, dikdörtgen şeklinde tablet veya telefon yapmayın. Telefona ortalanmamış, dikdörtgen olmayan ekranlar kullanın. İnce olmayan tabletler yapın ve cihazların görünüşünü karmaşık hale getirin.” gibi tavsiyelerde bulunuyor ve bunların sahibi olarak kendisini görüyor. Yani geometrik şekillerin mülkiyeti dahi tartışılıyor. Bu ve benzeri davalar, ilerleyen zamanlarda sadece Apple’ın izin verdiği ve patent bedeline parası yeten firmaların bu tarz ürünler üretmesine neden olabilir. Bu da son tüketiciye tekelleşmeyle birlikte daha az çeşit ve daha pahalı ürün olarak yansıyabilir. Bazı çevrelerce “Ford’un 4 tekerlekli her üründe hak talep etmesi kadar saçma” olarak değerlendirilen konu, bir yandan da “buluşu yaparken kullanılan tüm bilimlerin patenti nasıl ödenecek?” şeklinde eleştiriliyor. Bilimin, insanlığın birikimi olduğu ve mülk edinilemeyeceği savunuluyor. En basitinden, herhangi bir alanda matematikten faydalanırken, “sıfır”ı bulan Harezmi’ye ve daha nice bilim adamına olan “patent borcumuz” hatırlatılıyor. Patent konusunu gelir kapısına dönüştürenler de bulunmakta. Örneğin her açtığımız meşrubat kutusu, kapak sistemini patentleyen birilerine para kazandırıyor. Konunun çok daha vahim bir boyutu da sağlık sektöründe yaşanıyor. Çünkü teknik işlemle ortaya çıkan doğal bileşenler de patentlenebiliyor. Yani doğaya/insana ait bir şeyin patentini almak mümkün. Örneğin bir DNA veya bakteri üzerinde araştır- ANKET SONUÇLARI Patent kavramının teknolojiyi tekelleştirdiğini ve gelişimini engellediğini düşünüyor musunuz? %64 % 11 Fikrim Yok % 42 Evet % 47 Hayır Bakire misin Devlet Hatun? Devletimizin hemen her koaçısından ‘sakıncalı’ sayan nuda benimsediği çoğunbu yaklaşımın cinsellik ve lukçu anlayış kendisini cinsiyetçilik meseleleiktidarın medya üzerindeki yansıması da rindeki baskısında oldukça rahatsız edici. da gösteriyor. Kendi Geçtiğimiz aylarda bir çıkarlarını korumak televizyon kanalında adına basına açıkça diz üstü etek giyen verdikleri direktiflekadının bacaklarının rin dışında, sansürün buzlanarak sansürbir de çoğunluğu temsil lendiğine şahit oldum. eden kesimin doğrularıKadın cinselliğini reyting nı genel geçer kılmak amacıyla malzeme etiçin kullanılması söz meye bayılan televizyon DUYGU SÖYLER konusu. “Genel ahlakı [email protected] kanallarının çoğunluğu, korumak” amacıyla besözkonusu TV kanalı kalirlenmiş sıkı kurallar bir yana, bazı tedar ‘hassas’ olmasa da, sevişme sahnelevizyon kanallarının açıkça uyguladığı lerine ceza yağdırıp kafayı Bir Erkek Bir yersiz kısıtlamalar var. TRT spikerinin Kadın dizisindeki Ozan ve Zeynep’in Jonh Lennon’un şarkısındaki “dinler de evli olmamasına takacak kadar ‘duyok” kısmını çevirmekten kaçındığını yarlı’ olan RTÜK onları yola getirmeyi hatırlarsınız, ATV’nin gay sözcüğünü biliyor. Bir yandan cinsellik tabulaştısansürlediğini de. Bir kesimin değerlerılıyor, öteki yandan kadının uzuvları rine dayanarak bir dine mensup olmamüstehcen birer öğe gibi gösteriliyor. mayı ya da eşcinsel olmayı ahlakımız Bu tür uygulamalar sokakta, otobüste tacize uğrayan kadının mağduriyeti yerine etek boyunu konuşup suçluyu haklı çıkaranlara da alenen destek veriyor. 2012 Türkiye’sinde bile kadının üzerindeki baskı o kadar fazla ki, tecavüze uğrayan bir kadın ‘namus’ meselesinde mahalleliye kendini kanıtlamak için tecavüzcüsünün kafasını kesip meydana atabiliyor. Biliyor çünkü yaşayacaklarını. Gebelik testi yaptırdığında dahi sonuç için erkeğin muhatap alındığı bir memleket burası, öyle ‘düşünceli’ yetkililer. Gerek direkt uygulamalarla, gerekse medya aracılığıyla devlet toplumu ahlakçılaştırmaya çalıştıkça, bu bir ironi midir yoksa neden-sonuç ilişkisi mi bilemiyorum, ülkemizde her geçen gün faillerinin nasıl bu kadar ahlaksız olabildiğini anlayamadığımız skandallar ortaya çıkıyor. Tecavüze uğrayan hayvanlardan öz ağabeyi tarafından yıllarca istismar edilen küçücük kadınlara, gazeteler kanımızı donduran haberlerle dolu. Ahlak söylemiyle korunan ve hatta güçlendirilen bu tabuların kadınların hayatlarına mal olduğunu biliyoruz. Bunun belki de cinayetler kadar üzerinde durulmayan bir diğer örneği ise son dönemde medyaya yansıyan 34, 26, 19 sanıklı davalar. Kadın bir kez mağdur olunca onu “kirli” gören hastalıklı bakış, sanık sayılarının bu kadar kalabalık olmasına neden oluyor. Tek standart kabul edilen o eşik biri tarafından geçilince avını savunmasız yakalayan hayvanlar gibi üşüşüyorlar aynı kadının üzerine. Hatta yargı bile aynı eşiğe takılıyor. Down sendromlu kızına tecavüz eden babaya “zar yırtılmamış” gerekçesiyle verilen komik cezayı hatırlarsınız. Kadının cinselliği üzerinde toplumsal baskı hep vardı, bu elbette ki günümüze has bir mevzu değil. Ancak kabul edilemez olan devletin bugün çeşitli kurumları aracılığıyla bu baskıyı meşrulaştırıyor olması. Devletlularımızın malum konuya bu denli dahil olmaları, sanıyorum ki bu yazının başlığı kadar absürd. 06 çevre / sağlık ığına m, insan sağl Organik tarı myasal gübre, İOĞLU zararlı hiçbir ki maEĞİRMENCik.net tem kullanıl KIVILCIM D bu mon ve yön @ tim or lu re h ü og t ci os en d m a ir , doğay kivilcim.deg bre dan yapılan gü l myasa eleşme ve ki in e ak em m d a n d ıl gü olarak 20.yüzy nlara çözüm lişmekte olan nımlanıyor. ta ru so ak ar an n ol i la ynak biçim lık ge milyar dolar lam tarımsal artışından ka kullanımının rım, bugün dünyada 50 top rı la an al ik ta nik üretim ga or i ık bilincinin li gelen organ ğl ak d sa en dünya çevre ve al n rı H . la n ör aha lezzet sa kt in se bir ik tarımın d az olsa da, an en rg d O dar in r. 1’ yo % rı tüketime ka alanların talebi artı a, üretimden cileri organik ik ürünlere d n ın ga n or ya ı as in artm keti etmesin ı olması da tü re uyguladığı rünler vaat ve sertifikal ve sağlıklı ü çile lü ft ol çi tr n an p ko ması üretim ya süreçlerin ik n n tü ga ü lu or rin yüksek ol la b o li n d ti ge i le iç en ev il ış D ed r. m e ız a d yo rünlere çeki ede etken. H rünlerden el rla tanışm Kimyasalla , kokulu çilekleri ara- üdestekleme politikaları ve üa teşvik ederek göçü önlemyatırımcıların da ay ası, domatesleri lı ve lezzetli ürünler köylüyü toprağında kalm gitgide artm ı ve talebin as k m lı ol ğ iör sa b kt e ra se v yanla oğayı büyüyen bir r. nik tarım, d sunan orga rumakta alternatiften dikkatini çekiyo o k . i m iğ n talep üzeri te il n tl bir yö yoçeşi m ışından gele lu d ru n u rt n d ru yu şa e o a la z ’d d u e n e k lı ço 250’y Türkiy 1986 yı Bugün sayısı ganik tarım nle başladı. paya sahip. rü Türkiye’de or k ü 8 yü ü b ak ar yönelik ol ihracatta en ta m ca zü u Güneydora ü ih on ve , e, r n olurken yısı, inci ge ka E ru ge 5-30 ku öl b en ğu ek oldu ürünlerd ın her yıl %2 ve nya pazarın rının en yüks tı ü ta D ca ik r. ra m yo ih li m k iz ti lı Üre geleri n dolar Anadolu Böl izin 40 milyo yakınlığı ve iklim em lk ü e, d ğu ve Doğu ör an yüdüğü sekt değil. Avrupa’ya ol oranında bü tatmin edici ar payı var. iç az h p rı iç la k lı m ar ka ol pazardaki racat ra 10 milyon d t artışı ise iç ındığında, ih ya al fi te ğı tı ka aç ik l d i çeşitliliğ masının yo çük ölçekli ol hale getiriyor. Üretimin kü r lı şı la izliğini an talep yeters amak zarlar şmasını sağl kolojik)Pa ir yoldan ula lama il (E ar n ik az ve p n i a gü n rg ri re R O le le PAZARLA de ürün n tüketici İK re ri N le A le ci G 100 n R ti rü O re “% İ ü ü K ri , ik A Organ keticile Nerede? azarlar” İSTANBUL’D Ne zaman? Parkı n “organik p Hayvancılık Bakanlığı tü an ürünler la şme Özgürlük ru içe ku lam la Se ıy lan ve amac Otoparkı Çarşamba Gıda, Tarım af” diye tanım i ve ürünlerde Airport Outlet Kadıköy atı sunuyor. öy ürünü, S in K rs es fı a i, m m ik il Cu ak ed H ih z, Feriköy Bakırköy ların terc ormonsu ar H , ri az al p Ye r oğ ik za Cumartesi D n Pa ü ga r. Beylikdüz Şişli uyarırken or ını vurguluyo Cumartesi konusunda su aranmas Topkapı go Beylikdüzü lo ik si ı n te an ar ga Al m et Cu mutlaka or Belediye Hizm inburnu Genetimğiiş e m l i r i t ş i ğ e d tarım Zeyt Maltepe Kartal Pazar Pazar yonu yakını Kartal Tren İstas Adını Kentsel Dönüşüm Koydum: Devletin Yolu O kadar ilginç bir ülkede bağlamda kentlerin tarih boyaşıyoruz ki, teoride desyunca dönüşümü hep bu teklediğimiz uygulamaşekilde olmuştur ve bu ları pratikte görünce da bize kentsel dönüşaşırmaktan başka şümlerin kaçınılmaz bir şey gelmiyor eliolduğunu gösterir. mizden. Yine öyle bir Yine de bu dönüşüm, uygulama şu sıralar yapısı gereği, orada zihinleri oldukça yaşayan insanların meşgul ediyor: Kentsosyal ve ekonomik sel dönüşüm. olarak şimdiki halini Peki, kentsel dönüşüetkiliyor ve geleceğini de mün tanımı nedir? Boetkileyecek. Bu yüzden zulmaya hatta çökmeye bu çalışmalar yapılırSERAP ÇELİK yüz tutmuş kentsel ken verim alınabilmesi [email protected] alanların, fiziksel ve için sadece mimarlar çevresel olarak detaylı ve kapsamlı bir ve mühendisler değil, ekonomistler ve şekilde iyileştirilmesi ve güzelleştirilsosyologlar da planın içinde bulundumesi adına uygulanan çalışmaların ruluyor. Buraya kadar teorik olarak her bütününe kentsel dönüşüm diyoruz. şey çok normal ve faydalı görünürken Her mekân; üretilen, tüketilen, bu çalışmalar pratiğe döndüğünde işler birikim sağlanan çok yönlü sosyal bir biraz değişiyor. yapı olduğu için zamanla değişmesi, Örnek vermek gerekirse pratiğe dönüşmesi, yenilenmesi şarttır. Bu gelince kentsel dönüşümün tanımı, kapitalizmin kendine yakışanı giymesine dönüşüyor. Özellikle İstanbul için düşünüldüğünde, yetkili kişiler kentsel dönüşümün beklenen büyük İstanbul depremi için gerekliliğini söylerken bu dönüşümlerden ne kadar rant sağlandığından pek tabii bahsedilmiyor. Bir de kentsel dönüşüm için kendi yerlerinden ayrılıp başka yerlere gitmek durumunda kalan insanların gözünden olaya bakarsak bu dönüşüm gerçekleşene kadar bazıları için düşük olsa da yoksul insanların yüksek bedeller ödeyecekleri aşikar. Mahallesinde yıllarca yaşamış, her anlamda oraya bağlı bir insanı rant için zorla evinden alıkoyup uyum sağlayamayacağı başka bir yere yerleştirmek toplumsal huzur açısından ne kadar mantıklı, o da tartışılır. Şu da akıllara gelmiyor değil tabii; eğer devlet gerçekten halkın iyiliğini istiyorsa bu insanları neden borca sokup zor durumda bırakıyor? Vatandaşın evini yık, aynı yere yenisini yapıp ver o zaman bu kadar insancılsan. Ama o zaman asıl hedefe ne kadar varılır, hatta varılır mı bunu düşünüp kendi çıkarını daha çok gözetiyor tabii devlet. Kentsel dönüşümle yeniden yapılan evlerdeki en büyük tehlikelerden biri de ihaleler. Her ne kadar olmadığı söylense de birçok ihalede usulsüzlükler oluyor ve bunlar insanların hayatlarına mal oluyor. Hangi inşaat şirketi daha az maliyetle yapıyorsa genellikle o şirket ihaleyi kazanıyor. Ancak ihalelerde bakılması gereken maliyetten çok şirketin kullandığı malzemelerin dayanıklılığı olmalı. Bir bina eğer gerçekten ucuza mal oluyorsa mutlaka orada yanlış giden bir şeyler vardır ve bu yanlışın önüne geçilmesi gerekir. Şimdilerde birçok yoksul vatandaş maddi durumlarının getirdiği çaresizlikle evini, kendini, ailesini devlete emanet ediyor. Birileri rant elde edecek diye bu çaresiz insanları harcamak nasıl bir vicdana sığar, bilinmez. KİTAP MÜZİK SİNEMA ETKİNLİKLER Şehre sanat molası 08 kültür sanat Yeni çıkanlar Çıplak Deniz Çıplak Ada Yaşar Kemal Yapı Kredi Yayınları Karga Zarif Murat Yalçın Can Yayınları Cem Sultan, Rönesans Avrupası’nda Tutsak Bir Şehzade, John Freely Everest Yayınları Güz Kitapları Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde Bazı insanlar için kitaplar, sürekli okumak isteyip bir yandan da hiç bitmesin istedikleri ve diğerleri olarak ikiye ayrılır. Mahir Ünsal Eriş’in İletişim Yayınları’ndan çıkan bu kitabı da ilk kategoriye girenlerden sayılabilir. Zaten az olan sayfa sayısı kitabın sürükleyiciliği ile birleşince birkaç saatte biten bir kitap ortaya çıkıyor. Bu yüzden kitap bittikten sonra hikayeler yüzünden mi yoksa çabuk bittiği için mi hüzünlendiğinize karar veremeyebilirsiniz. Kitap 14 kısa öyküden oluşuyor. Mahir Ünsal Eriş bir röportajında kitap hakkında şunları söylemiş: “... bu kitabın aynı anda hem olumlu hem olumsuz bir özelliği var benim için. Olumlu yanı, bu öykülerin hiçbirini bir gün kitap olacağı düşüncesiyle yazmamıştım ve içinde hiç yazar sahteliği yok. Olumsuz yanı ise kitap olacağını hiç düşünmediğim için hiç yazar kafasıyla ölçüp biçip, derli toplu bir şey koymadım ortaya. Bu yüzden birinin karşıma çıkıp “sen de yazar mı oldun canım…” demesinden çok korkuyorum. Çünkü olmadım. Ben bir şeyler anlattım, bir kitaba dönüştüler, belki de bir daha hiçbir şey anlatamayacağım.” Kitabı okurken gerçekten bunu hissediyorsunuz. Öyle edebi, afili cümleler kurmaya çalışmamış, içinden geldiği gibi anlatmış her hikayeyi. Sanki bir arkadaşınız başından geçen bir olayı ufak ayrıntılarla be- timleyerek, biraz da devrik cümlelerle karşınıza geçmiş anlatıyor. Yazar her öyküsünde farklı insanlar farklı hayatlar işlemesine rağmen çok iyi oturan üslubu nedeniyle aynı hikayedeki farklı insanların hayatlarını okuyormuş gibi hissediyorsunuz. Bunun yanında bir sayfadan diğerine geçerken çok fazla duygu değişimi yaşayabilirsiniz. Çünkü hikayeler hem komik, hem buruk, hem bizim hikayemiz gibi ama değil gibi de. Hiç alakası olmayan bir hikayenin bir cümlesine tam da beni anlatıyor diyebiliyorsunuz çok küçük bir ayrıntıyla. Kitaplığınızda bulundurup dinlenmek ve güzel vakit geçirmek için okunası kitaplardan biri. Belki de bir Ferdi Tayfur şarkısı eşliğinde… Güz Kitapları Yengeç Adımlarıyla Umberto Eco Doğan Kitap Düşen Şeylerin Gürültüsü Juan Gabriel Vasquez Everest Yayınları Hâlâ okud uklarımız José Saramag o - Körlük Frederic Beigb eder - Roman tik Egoist Yunus Emre Divan Henry Miller Yengeç Dönen cesi Nevzat ÇelikBağışlanmış H üz ün Louis-Ferd Yolculuk inand Celine - Gecenin Sonu na Yalçın Tosun Peruk Gibi Hüz ünlü Edip Canseve r - Kirli Ağustos Cesar Pavese - Güzel Yaz İsmet Özel - B ir Yusuf Masal ı Yedinci Gün İhsan Oktay Anar’ın son kitabı Yedinci Gün, ağustos ayının son haftasıyla raflardaki yerini aldı. Osmanlıca ve Türkçe’ye olan hakimiyetini, dil işçiliğindeki ustalığını, kendine has üslubundaki başarısını bir kez daha ortaya koyan yazar bu sefer bizi yakın bir tarihe götürüyor. Yaptığı göndermelerden sezildiği üzere II.Abdulhamid dönemi ile 1930’lu yıllar arasında geçen kitapta devlete, bürokrasiye ve topluma dair ince eleştiriler var. Zaman zaman dile hakim olan mizah ve Anar okurlarının alışkın olduğu zeki kelime oyunları kitabı okumak için başlı başına bir neden. Kitap, bir romanın arasına sıkıştırdığı ihtilal belgesini okuyan gençten dünyaya hayırlı bir evlat getirmek üzere yatak odasında olan çifte kadar her şeyi gören ve bilen padişahın kendi azametinden korkup muhafızları çağırmasını anlatan çarpıcı bir metaforla başlıyor. Kahramanımızın adı İhsan Sait ve kitap Baba, Oğul ve Hayalet isimli üç bölümden oluşuyor. İlk sayfalarından itibaren bildiğimiz olaylara bilmediğimiz ayrıntıları ekleyip ana hikayeyi birçok küçük alt hikayeyle birlikte veriyor yazar . Kitapta aynı zamanda Kuran, İncil ve Tevrat ile edebiyat ve felsefe dünyasının başyapıtlarına sık sık göndermeler var. Kitabın en çok konuşulan kısmı ise hürriyet meselesi üzerine. Öyle ki Yedinci Gün hakkında yazıp da bu kısıma değinmemiş bir yazar bulmak zor. Hürriyeti, İngiltere’de el üstünde tutulan bakire bir kız iken bizim ‘kerhaneden farksız’ meclisimizde birilerinin sürekli üs- tünden geçtiği kıymeti bilinememiş bir parça olarak betimlemiş Anar. Ses getiren bir başka eleştirisi ise Sarıkamış olayı hakkında. Burada ölen askerlerin ancak 50 yıl sonra defnedilmesi, bu ülkenin kendisi uğruna ölenlere köpek muamelesi yapması olarak yorumlanmış. Eleştirmenlerin bir kısmı Yedinci Gün’ü İhsan Oktay Anar’ın şimdiye kadarki en iyi kitabı olarak tanımlarken bir kısmı da alt hikayelerin birbirinden kopuk olduğunu ve dilinin kusurlu olduğunu söylüyor. Kitabı Anar’a yakıştıramayanlar dahi var. Yazar ise kendi adını verdiği kahraman kitabını bitirirken, eleştirileri ön gördüğünden midir bilinmez, ona şu sözleri söyletiyor: “Bu kitabındaki kusurları , rastlayınca sevinip tatmin olsunlar diye onlara sadaka olarak verdi.” İmzası ise oldukça mütevazi; “Als ikh kan!”. 08 müzik / tiyatro Şehre sanat molası İstanbul’da yapılacak bir şeyler her zaman vardır. Yürürken, durakta beklerken gözünüze çarpan bir afişle kendinizi konserde ya da tiyatro salonunda bulabilirsiniz. Sonbahar’ı yarıladığımız bu günlerde de, gözünüze takılacak pek çok etkinlik var. 21 Ekim’e kadar devam eden Akbank Caz Festivali kapsamında cazın usta isimlerinden Anthony Branxton 17 Ekim’de Sakıp Sabancı Müzesi’nde olacak. Tiyatroya gitmeyi özleyenlerdenseniz, Samuel Beckett’in “Oyun”unu ve Henrik İbsen’in “Hedda Gabler” ini bir yere not etmekte fayda var. Dünyanın en kapsamlı uzay sergisi olma özelliği taşıyan ve Nasa’ya ait 100’den fazla orijinal obje içeren Nasa: Human Adventure bu ayın sonuna kadar Marmara Forum Expo Center’da görülebilir. Bu yıl ilk kez düzenlenen ve 12 Aralık’a kadar devam edecek İstanbul Tasarım Bienali “kusurluluk/imperfection” temasıyla karşımıza çıkıyor. Kasım ayına ise iki büyük konser damga vuracak. Ünlü virtüöz gitarist ve besteci Steve Vai 7 yıl aradan sonra 2 Kasım’da Küçük Çiftlik Park’ta, Jennifer Lopez ise “Dance Again” turnesi kapsamında 16 ve 17 Kasım’da Ülker Sports arenada hayranlarıyla buluşacak. 01.10.2012-31.10.2012..........NASA: A Human Adventure..................... Marmara Forum 09.10.2012-23.10.12................İDANS 06..............................................................Çeşitli Mekanlar 13.10.2012-12.12.12 . İstanbul Tasarım Bienali........................... Çeşitli Mekanlar 16.10.2012.....................................sOYUN...................................................................Garajistanbul 17.10.2012-21.10.12...............Oyun............................................................ Harbiye Muhsin Ertuğrul Sah. 17.10.2012.....................................Anthony Branxton...........................................Sakıp Sabancı Müzesi 19.10.2012...............................Tango Legends........................................... TİM Show Center 20.10.2012....................................Hasretinden Prangalar Eskittim.................Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu 21.10.2012...............................Cam.............................................................. Caddebostan K.M 23.10.2012....................................80 Dakikada Cümle Alem.............................Dada 23.10.2012...............................Toshiki Okada/chelfitsch......................... Garajistanbul 24.10.2012....................................Enrique Iglesias.................................................Küçük Çiftlik Park 25.10.2012...............................Jehan Barbur.............................................. Mask Live Music Club 26.10.2012....................................İntiharın Genel Provası...................................Kağıthane Sadabad Sahnesi 26.10.2012...............................Yaşar ne Yaşar ne Yaşamaz..................... Ümraniye Sahnesi 28.10.2012....................................CM101MMX-Cem YILMAZ...........................TİM Show Center 28.10.2012..............................Feridun Düzağaç........................................ Jolly Joker 28.10.2012....................................Hedda Gabler.....................................................Harbiye Muhsin Ertuğrul Sah. 28.10.2012..............................İsim Şehir Hayvan..................................... Profilo AVM 31.10.2012.....................................Bulutsuzluk Özlemi.........................................Beyoğlu Hayal Kahvesi Garanti Caz Yeşili: Hypnotic 31.10.2012 Brass Ensemble......................................... Babylon 02.11.2012.....................................Anadolu Ateşi.....................................................Bostancı Gösteri Merkezi 02.11.2012...............................Steva Vai..................................................... Küçük Çiftlik Park 03.11.2012.....................................Kerem Görsev&Fatih Erkoç.........................Caddebostan K.M 06.11.2012-06.12.12..............İstanbul Çocuk ve Gençlik Sanat Bienali.............................................. Çeşitli Mekanlar 16.11.2012,17.11.2012.................Jennifer Lopez...................................................Ülker Sports Arena KIVILCIM DEĞİRMENCİOĞLU [email protected] Oyunun Adı: Muhafazakâr Sanat Hafızalarımızı biraz zorlayacak olursak, İstanbul Şehir Tiyatroları’na belediye eliyle çekilen “bürokrasi ayarı”nı hatırlayacağız. Çok değil, nisan ayında yapılan yönetmelik değişikliği, sahnelenecek oyunları belirleme, oyuncu ve yönetmen seçimi gibi pek çok yetkinin, genel sanat yönetmeninden belediye genel sekreteri başkanlığında bir kurula devredilmesini içeriyordu. Bu durumdan kısa bir süre öncesinde de müstehcenlikle suçlanan iki oyunun sahneden kaldırılmaya zorlanması, planlı bir sansür ve baskı sürecini işaret ediyor. Tiyatroyla tamamen alâkasız bürokratların aldığı kararların günlük politik çıkarlara değil de sanata hizmet edebileceğini düşünmek, muhafazakârlaşma söylemlerinin, dindar nesil isteklerinin böylesine rahatlıkla telaffuz edilebildiği bir ortamda mümkün değil. Sanatçıların tepkileri ve istifalarıyla devam eden süreçte konu bir anda tiyatrodan bağımsızlaşarak farklı bir boyuta taşındı. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Mustafa İsen’in “muhafazakâr estetik ve sanat normları oluşturulmasının gerekliliği” sözü üzerine İskender Pala’nın “Muhafazakârın Sanat Manifestosu” başlıklı yazısı “Muhafazakâr sanat olur mu?” sorusunu tartışmaya açtı. Aslında tartışmalar öncelikle muhafazakârlık kavramı üzerinde tam bir uzlaşma olmadığını gösteriyor. Muhafazakârlık aile, gelenek, din gibi milli ve manevî değerlere bağlı olan ve onları devam ettirmek isteyen kişi olarak tanımlandığında, kavram geçmişle bağlarını koparmayan ve gelenekten beslenen sanat olarak algılanıyor ve burada gelenekten İslam medeniyeti kast ediliyor. Bu cumhuriyetten beri yüzünü batıya dönmüş sanatın eleştirisi gibi kabul edilebilir. Asıl tehlikeli olan ve sanatçıları tedirgin eden böyle bir muhafazakârlık anlayışı değil. Bir sanat eserini “ucube” diye niteleyip yıktırmış bir iktidarın sanata bakışı düşünüldüğünde, muhafazakârlaşma çok daha kaygı verici bir hal alıyor. O halde muhafazakârlaşma, hayal gücüne ve yaratıcı düşünceye sınırlar koyma, beğenilmeyen eserleri ortadan kaldırma, içerikleri “uygunsuz” diye sansürleme hakkı mı demek oluyor? Sanatın estetik olmaktan başka sınırı olabilir mi? Kendini özgür hissetmeyen, birilerine veya bir şeylere dokunmaktan korkan kişi sanatçı olabilir mi? İktidarların kendi ideolojilerini muhafaza etmeye çalıştıkları gibi, aynı misyonu sanatçılara da yüklemeleri sanatı ileriye taşıyabilir mi? Aslına bakacak olursak sadece bugün ve sadece Türkiye’de değil, iktidarlar her zaman sanatı kendi politikaları etrafında şekillendirmeye çalışmıştır. Sanatı siyasallaştırarak ondan sadece istedikleri şeyleri duymayı, görmeyi amaçlamışlardır. Bu nedenle de insanları bilinçlendirmeye çalışan, onlara güzeli gösteren, var olan yapıyı eleştirerek daha iyinin mümkün olabileceğini anlatan sanat her daim iktidarların baskısı altında var olmaya çalışmıştır. Bugün iktidar partisinin ideolojisi muhafazakârlık, yarın başka bir şey olabilir ama sanat en sonunda kendini bütün ideolojik sıfatlardan arındırıp sadece “özgür” olacaktır. sinema 09 Gidenlerin Ardından… Kültürümüzü inşa eden ustalar bir bir bu diyardan giderken, maalesef bizler de onların değerlerini geç anlamaya devam ediyoruz. ALPER SEZER [email protected] Sinemamızın usta yönetmeni, Türk Sinemasını yaratan isimlerden Metin Erksan’ı 4 Ağustos’ta kaybettik. 1929 yılında doğan Erksan, 1952’de başladığı ve 30 yıl boyunca devam ettiği yönetmenlik hayatına Susuz Yaz, Sevmek Zamanı, Kuyu, Acı Hayat gibi birçok kült film sığdırdı. Türkiye sinemasını uluslararası ödüller kavramıyla tanıştıran isim olan Erksan, yurtiçinde aldığı onlarca ödülün yanı sıra dünyanın en önemli üç festivalinden biri olan Berlin Film Festivali’nde Susuz Yaz filmiyle 1964’te En İyi Film ödülünü kazandı. Sinemamız için bir ilk olan bu ödül, o dönem yeni gelişmeye başlayan Türk sinema sektörü için çok büyük önem taşımaktaydı. Erksan, senaryosunu Necati Cumalı eserinden uyarlayarak yazdığı, iki kardeş arasındaki ilişkiyi ve “su mülkiyetini” sorgulayan Susuz Yaz’ı, “Mülkiyet meselesi çok ilgilendiriyor beni. Su üzerine yapayım dedim, çünkü garip bir mülkiyeti var suyun. Bir avuç su alın elinize, bu suyu ilânihaye tutamazsınız, ama toprağı tutabilir- Altın Düello Ülkemizin iki büyük festivali Antalya Altın Portakal ve Adana Altın Koza arasında yaşanan rekabet, festivallerin ve sinemanın önüne geçti. ALPER SEZER [email protected] Özellikle 1990 sonrası gelişen ve bir kimliğe oturan Yeni Türk Sineması akımı ile birlikte ülkemizde festivaller de daha sık gündeme gelmeye başladı. Birçok yeni yönetmenin sanatını duyurmasına olanak sağlayan bu festivaller, ödülleriyle ve kazandırdığı prestijle geleceğin usta sinemacılarını teşvik ediyor. 90’lı yılların sonlarında Türkiye’deki festivallere damgasını vuran isimler; bugünlerde dünyanın sayılı festivallerinden önemli ödüllerle dönüyor. siniz. Su gider muhakkak…” diyerek anlatıyordu. Film, Berlin jürisi tarafından “dünyanın en eski konularından birini, Habil-Kabil hikayesini çok çarpıcı ve modern bir şekilde anlatıyor” şeklinde değerlendirilerek ödüle layık görüldü. Erksan’ın “Türk Sineması iki döneme ayrılır; Susuz Yaz’dan önce, Susuz Yaz’dan sonra. Susuz Yaz gerek biçimsel, gerek içeriksel olarak bir dönemi bitirip yeni bir dönemi başlattı.” diyerek önemini belirttiği film, ülkede su mülkiyeti üzerine siyasi tartışmalar başlatırken, Türkiye’de gördüğü sansüre rağmen Avrupa’dan destek görmesi, devlet-sinema ilişkilerini ve sansürü de gündeme getirmişti. Hayatı boyunca sansürle mücadele eden Erksan, “Devlet sansürler, kayırır, tarihi baştan yazar. Sinema böyle bir kurumla nasıl ilişkiye girebilir?” diyerek bu durumu eleştiriyordu. Bir diğer çok konuşulan filmi Sevmek Zamanı ise Erksan’ın evindeki eşyaları satma pahasına tutkuyla çektiği, aşkın anatomisi olarak anılan bir filmdi. Bu topraklara ait modern bir Leyla ile Mecnun hikayesi anlatan film, aşkın tarifsiz ruhsal dünyasını ve bencilliğini sorguluyordu. Lütfi Akad ile birlikte sinema tarihimizin temel direği olan Erksan, Sonbaharın gelmesiyle ülkemizde tekrar başlayan festival heyecanı, Altın Koza ve Altın Portakal ile giderek artıyor.Ne var ki ülke sinemasına yön veren bu iki büyük festival, bu yıl aralarındaki rekabetle daha sık gündeme gelmeye başladı. Altın Koza Film Festivali İlk olarak 1969 yılında düzenlenen festival; adını, Çukurova’nın sembolü olan pamuktan almıştır. Festival, o tarihten bu yana; ekonomik imkânsızlıklar, siyasi baskılar ve depremler gibi çeşitli sebeplerle bazı dönemlerde yapılamadığı için bu yıl henüz 19.su düzenlenebildi. Tarihi de sık sık değişen festival, ilk yıllarında Eylül - Ekim döneminde yapılırken, 2004 - 2009 yılları arasında haziran ayında gerçekleştirildi. Geçtiğimiz 3 yılda ise tekrar eylül ayına alınan Altın Koza, Altın Portakal’ın tarihine yaklaştığı için bazı kesimlerin tepkisini çekti. Festival buna rağmen, yıllardır bozmadığı kaliteli çizgisi sayesinde sinemaseverler tarafından oldukça yakından takip ediliyor. Altın Portakal Film Festivali Bu yıl 6-12 Ekim tarihleri arasın- kendi döneminin ve imkânlarının çok ilerisinde filmlere imza atıyordu. “Türk sinemasının ilk auteur yönetmeni” olarak adlandırabileceğimiz Erksan’ın sanatı ve kendine özgü üslubu, çektiği tüm filmlere âdeta kazınmış durumda. Yönetmen sineması olarak çevrilebilecek bu sıfat, genelde filmlerinin senaryosunu kendi yazan ve filmin tüm aşamalarında özgünlüğünü hissettiren yönetmenler için kullanılıyor. Bu özelliğiyle Erksan, günümüz auteur yönetmenleri Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan gibi isimlerin ustası ve ilham kaynağı. Erksan, yönetmenliği bıraktıktan sonra hayatını eğitime adamış, birçok yeni yönetmenin yetişmesini de sağlamıştı. O, ölümüyle tüm başyapıtlarını sinemamıza ve öğrencilerine bıraktı. Türkiye sinemasının başı sağ olsun. da 49.’su gerçekleştirilen festival, Türkiye’nin en eski ve en uzun soluklu festivali olma özelliğini taşıyor. Yeşilçam döneminde çizgisi değişen Altın Portakal, 90’lı yıllardan itibaren tekrar önem kazanmaya başladı. Son yıllarda popülist bir çizgiye kaymakla suçlanan Altın Portakal, bu yıl ise içeriğinden çok yarattığı tartışmalarla gündeme geldi. İlk olarak, Hülya Avşar’ın jüri başkanı seçilmesi, sinemaseverler tarafından tepkiyle karşılandı. Ardından festival, Montreal Film Festivali’nde En İyi Film ve FIPRESCI ödüllerini kazanan İsmail Güneş’in filmi Ateşin Düştüğü Yer’in geçtiğimiz yıl ön elemede elenip yarışma dışı kalmasıyla adından söz ettirdi. Ayrıca ulusal film yarışmasında yarışacak 11 filmin 9’unun yönetmenlerinin ilk filmleri olması, bir başka tartışma olan film kabul yönetmeliğini gündeme getirdi. Altın Portakal, sadece daha önce hiçbir ulusal festivalde yayınlanmamış filmleri kabul ediyor. Bu yıl Zeki Demirkubuz ve Reis Çelik filmlerini İstanbul Film Festivali’nde, Derviş Zaim, Yeşim Ustaoğlu ve İnan Temelkuran gibi isimler ise Altın Koza’da yayınladıkları için Altın Portakal’a katılmadılar. Belediye başkanlarının açıklamalarıyla daha da kızışan festivaller arasındaki rekabet, birçok eleştirmen tarafından Türkiye Sineması ve sektörü için oldukça zararlı bulunuyor. Sinemaseverlerin tek isteği, festivallerin rekabetle değil sanatla gündeme gelmesi ve bu süreçten sinemamızın zararsız çıkması. Hâlâ izlemediniz mi 1- Masumiyet - Zeki Demirkubuz 2- Muhsin Bey - Yavuz Turgul 3- Güneşe Yolculuk - Yeşim Ustaoğlu 4- Bizim Büyük Çaresizliğimiz - Seyfi Teoman 5- Tabutta Rovaşata - Derviş Zaim 6- Yazı Tura - Uğur Yücel 7- Güneşin Oğlu - Onur Ünlü 8- Vavien - Taylan Biraderler 9- Yol - Yılmaz Güney, Şerif Gören 10- Her Şey Çok Güzel Olacak - Ömer Vargı 10 kampüsten İB şantiyesi Boğaziçi Üniversitesi İİBF binasında yaz boyunca devam eden tadilatın okulların açılmasına rağmen bitmemesi hem öğrencileri hem de öğretmenleri düşündürüyor. SERAP ÇELİK [email protected] 23 Temmuz’da başlayan tadilatın 24 Eylül’de bitmesi düşünülürken hala devam etmesi birçok sorunu beraberinde getiriyor. Ofisleri tadilatta olan hocalar MBA binasına taşınmak zorunda kaldılar. Bu durum, öğrencilerin öğretim görevlilerine ve asistanlara ulaşabilmesini de zorlaştırıyor. Sınıflar ders işlenebilecek durumda olmasına rağmen inşaat gürültüsü nedeniyle çoğu zaman hocaların ve öğrencilerin dikkati dağı- lıyor, dersler bölünüyor. Kare Blok’un bir kısmının ve Mühendislik Binası’nın da aynı şekilde tadilatta olması benzer sorunları beraberinde getiriyor. Yaklaşık 100 yıllık binaların restorasyonunun bir çırpıda bitemeyeceği herkes tarafından kabul edilirken, bu durumun göz önünde bulundurulup tedbir alınmaması ve okulun bazı kısımlarındaki tadilatların da okul açıldıktan sonra başlaması organizasyon eksikliği olarak görülebilir. Tadilatın ne zaman biteceği kesin olarak bilinmemekle birlikte 20 Ekim’de bitmesi öngörülüyor. Tostumu yiyemedim, bekliyorum! Boğaziçi, kampüsün tüm olması, belge ücretlerinin güzelliklerine rağmen bir kalkması ve kayıt pakonuda öğrencilerin rasının kalkması gibi beklentilerine cevap olumlu değişimler veremiyor: Kantinyaşandı. Hareket, ler. Okulumuzun; asıl amaçlarından manzarasıyla, çimen azından birine leriyle Türkiye’nin de bu yılki yemeken güzel kampüslehane fiyat düşüşüyle rinden biri olduğu su ulaşmış oldu. Ana götürmez bir gerçek. haber bültenlerinde ve Fakat tüm bunlar, gazetelerde kendine yer kampüsün öğrenci ihbulan karşı işgal, hem tiyaçlarını karşılaması “apolitik Boğaziçi’li” alALPER SEZER için yeterli mi? gısını kırmasıyla, hem [email protected] Kantin problemi öğrencilerin yönetime geçtiğimiz yıl yaşanan Starbucks katılım imkanlarını sorgulatmasıyla, karşı işgaliyle bir kez daha gündeme hem de geç de olsa öğrenci lehine geldi. 80 gün süren işgal sürecinde, zaten olması gereken birçok kararı eski rektör Kadri Özçaldıran’la okualdırmasıyla önemli bir gelişmeydi. lun tüm sorunlarının konuşulduğu Mevcut durumdaki kantinle5 saatlik demokrasi dersi niteliğinde re baktığımızda; Teras Kantin ve bir toplantı da yapılmıştı. Yöntemi Çarşı’daki Wonderland’de yemek doğru veya yanlış tartışıladursun, yemenin bedeli içecekle birlikte 8-10 “temiz, kaliteli ve ucuz yemek” sloTL’yi bulmakta, bu da Türkiye şartganıyla yola çıkan hareketin ilk isteği larında bir öğrencinin bir öğünlük yemekhane fiyatlarının düşürülmesi yemek ihtiyacı için fazlasıyla pahalı. ve yemekhanede nitelikli yemek çıkaOrta Kantin ise tarzıyla daha çok rılmasıydı. Geçen yıl bu konuda bir “yemek sonrası”na hitap etmekte. sonuç alınamasa da; işgal hareketiyle Çarşı’ya bu yıl yeni açılan börekçi kısyükselen sesler ve ÖTK’nın girişimmen istenileni karşılasa da yetersiz leri sayesinde shuttle’ların ücretsiz kaldığı ortada. Satılan hazır ürünlere (çikolata vs.) bile normalin iki katı fiyat biçilen kantinlerimiz; risksiz, müşterisi hazır yerleriyle, düşük kiralarıyla (Özçaldıran Starbucks için yıllık 24 bin TL kira belirlendiğini açıkladı) anlamsız bir çelişki içindeler. Kısaca “çeşitlilik” adı altında okuldaki sayılı yemek yeme alanları okul yönetimi tarafından her kesime hitap etmeyecek şekilde düzenlenmiş durumda, işletmeciler de alternatifsiz olmanın rahatlığıyla fiyat ve ürün belirliyor. Bir üniversitenin öncelikli olarak sunması gereken, herkese hitap edecek öğrenci alanlarıdır, bir çeşitlilik olacaksa da; ilk koşuldan sonra sağlanmalıdır. Bu noktada Starbucks karşı işgali; uygun fiyata yemek yenme imkanı olmayan ve yer sıkıntısı yaşanan Güney Kampüs’te, açılan 4. kahve satan mekana karşı önemli bir isyandı. Bazı kesimler tarafından zaten 3 kahvecisi olan kampüste “kahve içme özgürlüğü de olmalı” bahanesiyle varlığı savunulsa da, öğrenciliğin gereği olan “kantine sahip olma özgürlüğü” hatırlatıldı ve isyanın sonuçları eleştirenler de dahil herkes için faydalı oldu. Kuzey Kampüs’te kantinlerin durumu nispeten daha iyi olmakla birlikte, okul genelinde nüfusun fazla olması sebebiyle ciddi bir yer sorunu yaşanmakta. Bu durum Güney Kampüs için de geçerli. İlkbahar ve yaz döneminde çimler tüm okula yetiyorken havaların soğuması veya yağmurların başlamasıyla birlikte işler değişiyor. Hem Güney’de hem Kuzey’de öğrenciler için ciddi bir yer krizi yaşanıyor. Okulda yaklaşık 12.000 kayıtlı öğrenci olmasına rağmen Güney’deki kantinlerin kapalı yer kapasitesi 150’yi, Kuzey’dekilerin ise 85’i geçmiyor. Bu da en doğal ihtiyaç olan “kampüste vakit geçirme”yi fazlasıyla zorlaştırmakta. Kantinde yer kapmak önce sabır, sonra çetin bir mücadele gerektiriyor. Kampüs, sahiplerine: “burada vakit geçirmeyin” diyor vesselam. Öğrencinin kantinde oturması kadar basit ve doğal bir süreç için dakikalarca beklemek veya pes etmek, kış aylarında tek çözüm olarak bizleri bekliyor. Kantin açılabilecek sayılı yerler berber, kitapevi ve 4. kahve satıcısına kiralanmışken; ürün fiyatları ve yemek yenilecek yer konularında yaşanan kriz, kampüsün nasıl yönetildiği, öğrencilerin en temel ihtiyaçlarının ticaret uğruna nasıl yok sayıldığı gibi konuları tekrar düşünmemize ve sorgulamamıza sebep olur umarım. kampüsten 11 Kampüste tarım: Tarla Taban kampüste farklı bir tüketim ve çevre bilinci oluşturma amacıyla yola çıkan bağımsız bir inisiyatif. KIVILCIM DEĞİRMENCİOĞLU DUYGU SÖYLER Mayıs ayından beri okulumuzda Tarla Taban isimli bir inisiyatif tarafından geleneksel yöntemlerle tarım yapılmakta. Geçtiğimiz aylarda da ilk ürünlerini aldılar. Ekipten isimlerle sürecin nasıl başladığını, ne zaman ve ne için bir araya geldiklerini, neler hedeflediklerini konuştuk. Çevre Kulübü (BÜÇEK) başkanı Mustafa Kaba, Tarla Taban üyelerinin fikirlerini dinledikten sonra sürece dahil olduklarını söylüyor. Tarla olarak kullanılan alanın okuldan alınması BÜÇEK aracılığıyla sağlanmış. Gerekli izinler alındıktan sonra okulun Parklar ve Bahçeler Müdürü Suat Yalçın alanın kullanılabilir hale gelmesi için yardımcı olmuş. Kaba, BÜÇEK olarak şu an inisiyatifi desteklediklerini ancak Tarla Taban’ın bir kulübe bağlı olmadığını belirtiyor. Tarla Taban inisiyatifi üyelerinden Çağrı Çevrim ise işe çok küçük bir ekiple başladıklarını, sayılarının zamanla arttığını söyleyerek başlıyor sözlerine. Fikir ortaya ilk çıktığında tarladan ziyade balkonda, teraslarda tarım yapmayı düşünmüşler, diğer bir ifadeyle şehir tarımı. Ancak çeşitli nedenlerle hayata geçirilememiş. Starbucks işgaliyle fikir yeniden dillenince BÜÇEK’in okuldan bir arazi talebi olduğunu öğrenmişler. Proje bu noktadan sonra şekillenmeye başlamış. Çevrim, kendisinin de Bükoop’tan olduğunu ve inisiyatif içerisinde birçok Bükooplu bulunduğunu söylüyor. “Yapılan işler paralel. Amaç kampüste tarımsal bir tüketim bilinci oluşturmak, tüketicilerin olayın üretim sürecine dair de bilgilenmelerini sağlamak” diyerek açıklıyor bu durumu. Yazın topladıkları domateslerden konserve yapmışlar, şimdi onların Bükoop’ta satışı gündemde. Okulda yemekhane dışında ucuz yemek sağlayan ve öğrencilerin toplanabileceği mekanların yokluğundan onlar da rahatsız. Tarla Taban olarak buna çözüm olamayacaklarını, olmak gibi bir hedeflerinin olmadığını söylüyor ancak ekliyor: “Okulda bu soruna çözüm üretebilecek bir öğrenci kooperatifi çalışması var. Aslında 3 ayaklı bir proje. Tarla Taban üretim yapıyor, Bükoop doğrudan üreticiden alıp satıyor, öğrenci kooperatifi ise öğrencilerin kontrol ettiği, Tarla taban ucuz ve kaliteli yemek sağlayabilecek bir fikir üzerinde çalışıyor. Okulda kendine yetebilen, sürdürülebilir bir sistem kurmak diyebiliriz. Tabii küçük adımlarla ilerliyor. Tarla Taban olarak soruna direkt çözüm olamayız ancak bu 3 ayaklı projenin bir aracı olabiliriz. Ürünlerimizin gidebileceği en iyi yer öğrenciler için ucuz yemek üreten bir yer olurdu.” Asıl hedefleri ise ‘bilge köylü tarımı’ denen, geleneksel yöntemlerle kimyasal kullanılmadan yapılan tarımın hala mümkün olduğunu göstermek, hem de şehrin ortasında. Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler öğretim görevlilerinden Yrd. Doç.Dr Zeynep Kadirbeyoğlu ise en başından beri işin içinde, öğrencilerin yanında. Kanada’da bir mutfakta ve o mutfağın üniversitede organize ettiği balkon bahçesi projesinde gönüllü olarak çalışmış. “İlgilenen arkadaşlarla deneyimlerimi paylaştım, nerede balkon bahçesi yapabili- riz derken böyle bir alanın olduğunu duyduk. Burası bağışlanmış bir alan, sadece öğrenci faaliyetleri için kullanılması gerekli ve bina inşa edilmemesi gerek. Bu iş için ideal fakat o zaman otlarla kaplı ve tarım yapılması düşünülemeyecek bir alandı. Bir süre harekete geçemedik. Geçen Aralık-Ocak ayında harekete geçip alanın temizliği için okulun yapı işleriyle görüştük, burası bizim de üzerinde çalışabileceğimiz bir alan haline geldi. Ondan sonra ilgilenen insanlarla Pazar günleri bir araya gelip toplantılar yaptık. Neler yapabileceğimizi konuştuk. Mayıs ayı gibi fidelerimizi ektik, yazın ürünleri aldık. Domateslerden konserve yaptık, bir kısım ürünleri Tarlabaşı’ndaki Göçmen Dayanışma Ağı’nın mutfağına gönderdik. Şimdi yeni dönem için hazırlıklara başlıyoruz, kış sebzelerini ekmeye başlayacağız. Alanı organize etme çalışmaları var. Geçen yıl yaptığımız gibi yemekhane ve ev- den getirilen atıklarla kompost gübre yapacağız.” diyor Kadirbeyoğlu. Pek çok insanın yaptıkları işten haberdar olduğunu, kampüste bu konuda bir farkındalık yarattıklarını düşünüyorlar. Bugüne kadar hep olumlu tepkiler almışlar. Yeni rektörümüz Gülay Barbarosoğlu’nun da olaya sıcak baktığını belirten değerli hocamız, en kısa zamanda Tarla Taban olarak rektörle görüşeceklerini ekleyerek sözlerini noktalıyor. 12 etkinlikler Case Days başlıyor! Boğaziçi’nde dans başkadır Boğaziçi Üniversitesi Dans Kulübü , 26 -28 Ekimde, Bulgaristan Brovets’de! Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan, Romanya, Kıbrıs ve Türkiye’den birçok dans okulunun katıldığı 6.Balkan Salsa Kongresi’ne katılan Büdans, bu yıl da Salsa, Cha cha cha, Bachata, Zumba gibi dünyanın en popüler dansları öğretmekte ve öğrencilerin sosyalleşerek eğlenebilecekleri aktiviteler sunmakta. Geçtiğimiz yıllarda okulun en kalabalık aktivitelerinden olan Salsa & Bachata kursları bu dönem de düzenlenmeye devam edecek. Bunun dışında salon danslarının öğretildiği Latin Kursları ve Tango ile Milonga’nın öğretildiği Tango kursları da gerçekleştirilecek. Dans kurslarının dışında, mezunların sahne almaya devam etmesi amacıyla Aralık ayında düzenlenen “Dancers of The Rain” gösterileri ile izleyicilere unutamayacakları görsel bir şölen sunulup, düzenli olarak yapılan dans geceleriyle de her seviyeden öğrencinin bu dans keyfine ortak olmaları sağlanıyor. Büdans, Türkiye’nin dört bir yanından gelen dansçıların konuk edildiği, ülkemizin ilk dans festivali olma özelliğini taşıyan ve bu yıl Mayıs ayında 14.sü düzenlenecek festival ile sezon finalini yapıyor. Bu dönem Salsa1 ve Salsa2 kurslarında 2008 Türkiye Salsa Şampiyonu Hande Hoca perşembe günleri Büdans ile olacak. 1. ve 2. kursları bitiren öğrenciler, gösteri gruplarına girip dans festivallerinde gösterileri ile üniversitemizi temsil etme fırsatını yakalarken, aynı zamanda Büdans’ta asistanlık ve eğitmenlik yapma imkânı buluyor. Pazarlamanın renkli dünyası Boğaziçi Üniversitesi İşletme ve Ekonomi Kulübü tarafından düzenlenen Market Code Pazarlama ve Satış Seminerleri’nin 5.si bu sene 12-16 Kasım tarihleri arasında düzenleniyor olacak. Bütün üniversite öğrencilerine açık olan ve yoğun ilgi gören renkli aktivite; çarpıcı konu başlıkları, başarılı firmaları, deneyimli konuşmacıları ile birlikte bu sene de ‘’Pazarlamanın ve Satışın Renkli Dünyası’’nı gözler önüne serecek. Etkinliğe başvurmak için www.buik.boun.edu.tr sitesini ziyaret edebilirsiniz. 10 yılı aşkın süredir devam eden CaseDays, Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin her yıl ilgiyle takip ettiği bir aktivitedir. Satış, pazarlama, denetim, danışmanlık, sigorta gibi birçok alanda ve birçok firmanın katılımıyla gerçekleştirilen etkinlik bu yıl 31 Ekim tarihi itibariyle başlayacaktır. 5 Kasım Anadolu Sigorta, 8 Kasım Unilever, 9 Kasım BAT ve 12 Kasım P&G case’leri hakkında ayrıntılı bilgi için buik.boun. edu.tr adresini ziyaret edebilirsiniz.” COMPEC yeni sezona Microsof Office eğitimleriyle başlıyor! Boğaziçi Üniversitesi Bilişim Kulübü (COMPEC) her yıl düzenlediği etkinliklerle Boğaziçi Üniversitesi’nde bilişim dünyasının nabzını tutmaya devam ediyor. Geçtiğimiz seneyi Google, Yandex, Nokia gibi firmaların temsilcilerinin katıldığı EXIT’12 Bilişim Fuarı ile kapatan COMPEC, Ekim ayında kulübün gelenekselleşmiş Microsoft Office ve Photoshop eğitim seminerleriyle geri dönüyor. Birçoğumuz Microsoft Office’i yeterince etkin kullandığımızı sanarız ve hatta CV’mizde bu alana “çok iyi derecede” şıkkını işaretlemekten çekinmeyiz. Fakat her sene alanında uzman bir bilişim eğitim firmasının verdiği MS Office eğitimi tamamen profesyonel nitelikte olup eğitim ve iş hayatınızda bu programı tam verimlilikle kullanmanızda katkıda bulunacaktır. Bu sene Başarısoft firmasının vereceği MS Office Word ve MS Office Excel eğitim seanslarının ilki Ekim ayının 3. haftası gerçekleşecek. Bunun yanı sıra önümüzdeki aylarda iş hayatında size avantaj kazandıracak diğer bir program olan Photoshop’un temel özelliklerini COMPEC eğitimlerinde öğrenip fotoğraflar üzerinde çalışmalar yapmaya bile başlayabilirsiniz. Geçen sene yoğun katılımla gerçekleşen Photoshop eğitimi “özellik-örnek” tarzında ilerleyerek bu kompleks yapılı programı herkes için anlaşılır ve öğrenmesi zevkli bir hale getirmişti. Hem MS Office eğitimi hem de yine Başarısoft tarafından verilecek 2 günlük Photoshop eğitimi sonrası tüm COMPEC üyesi katılımcılara sertifika verilecektir. Eğitimlerin dışında gelenekselleşme yolunda hızla ilerleyen Bilişen Sohbetler, 8 Ekim tarihinde Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin hayatını kolaylaştırmaya kaldığı yerden devam edecek. Bilişen Sohbetler özellikle IT ile ilgilenmeyen veya bu alanda çok bir bilgiye sahip olmayan öğrencilere hitap etmesiyle dikkat çekiyor. Bu etkinlikte yapılan şey ise çok basit: yeni uygulamalar, web siteleri, bilgisayar donanımları, tarayıcı eklentileri gibi geniş bir konu yelpazesinden her etkinlikte bir veya daha fazla bir konu seçiliyor ve kullanıcı gözünden artıları eksileri, kullanım şekli, en uygunu, en hesaplısı tartışılıyor. Her öğrencinin işine yarayabilecek, ona kolaylık sağlayacak, zaman kazandıracak birçok şey öğrenebileceği bu etkinliği sakın kaçırmayın. Cadılar Bayramı Gerçek Macera Oyunları Kulübü yeni bir maceraya hazırlanıyor! RadyoBoğaziçi ile beraber organize edilen, 31 Ekim 2012 Çarşamba gecesi, yani Cadılar Bayram’ında gerçekleşecek olan parti ile. Balkabakları ve mükemmel bir müzik eşliğinde onlarca değişik kostüm ve maskeli insan arasında “Halloween” kutlaması yapmak isteyen herkesi 31 Ekim gecesi saat 8 sularında Kırmızı Salon’a bekleriz. Bunun dışında “Oyun Kulübü”, akla gelen her türlü kutu, kart ve masaüstü oyunlarının oynandığı, fantastik dünyadan bilgisayar oyunlarına geniş bir yelpazeye yayılmış oyun ve anime kültürüyle iç içe bir kulüptür. Go, shogi ve rol yapma oyunlarıyla ilgili derslerin de verildiği, oynandığı, ayrıca anime gösterimlerinin yapıldığı kulüp , kulübe adını veren “Real Adventure Playing” denen kendi yarattığı bir oyuna sahiptir. Kulüp neredeyse her zaman açıktır, herkesin zevkine göre her türlü oyun da bulunur. Çeşitli oyunlar, aktiviteler, diğer üniversitelerle yapılan oyun günleri ve LAN partileri için 1. Erkek yurdunda yer alan kulüp odasına uğrayabilirsiniz. Bu sonbahar spora doyacaksınız Düzenlediği spor etkinlikleri ve organizasyonlarla Boğaziçi’de sporu canlı tutan Spor Kurulu, bu dönem de güzel bir programla karşımızda. Spor Kurulu, basketbol, voleybol, tenis ve masa tenisi sporlarında rekabet etmek isteyenleri kasım ayında sonbahar döneminin ilk spor organizasyonu Fall Games’e davet ediyor. Turnuvalar için kayıtlar Kuzey Kantin’in önünde açılacak masada alınacak. Sen de geç kalmadan takımını kur ve turnuvadaki yerini al! Spor Kurulu ayrıca kasım ayı sonunda tüm spor takımlarını bir araya getirmek ve sporcu kardeşliğini tüm Boğaziçili sporculara yaşatmak amacıyla Takım Takılmacaları’nı ve ardından tüm spor takımlarının tanıtıldığı Sporcu Kokteyli’ni düzenleyecek. Sen de bir spor takımında yer alıyorsan, diğer sporcularla tanışmak ve hep birlikte eğlenmek için bu fırsatı kaçırma! mekan 13 MEKAN CENNETİ CEMRE AKDEMİR [email protected] Günün 24 saati canlı olan bir yer Taksim. Meydanıyla, İstiklal Caddesi’yle, ara sokaklarıyla günde 2 milyon kişiye ev sahipliği yapıyor. Farklı konseptlere sahip çok sayıda bar, kafe ve restoranı da içinde barındırıyor aynı zamanda. Herkesin kendine uygun bir mekan bulabileceği bu çok seçenekli alanda yeni yerler keşfetmek de ayrı bir zevk tabii. Bu sayıda güzel vakit geçirebileceğinizi düşündüğümüz birkaç mekanı sizin için ele aldık. LİMONLU BAHÇE: Galatasaray Lisesi’nin sağından aşağı doğru inen uzun yokuşu takip ederken etrafınıza bakınsanız da kolayca göremeyeceğiniz bir mekan var: Limonlu Bahçe. Yaz kış vakit geçirmekten keyif alacağınız bir mekan burası. Taksim’in eski binaları arasında farklı atmosferiyle var olan Limonlu Bahçe, fiyatlarıyla öğrenci bütçesini birazcık zorlayacak olsa da arkadaş toplantıları, doğum günü kutlamaları veya bir akşamüstü kahvesi için çokça tercih ediliyor. TAKSİM BAHÇE CAFE: Güne güzel bir kahvaltıyla ve boğaz manzarasıyla başlamak için Taksim Bahçe Cafe biçilmiş kaftan. İstiklal Caddesi’nin kalabalığı ve gürültüsünden uzak bu kafe Sıraselviler Caddesi’nin başlarında, hemen sağda. Geniş bir mutfağa sahip olan Taksim Bahçe Cafe manzaraya karşı keyifle nargile içebileceğiniz bir yer aynı zamanda. Not: Şimdilerde kapalı gibi görünse de sadece resepsiyon kısmı tadilatta. Boğaz manzaralı üst katlarından hala faydalanabilirsiniz. J’ADORE CHOCOLATİER &CAFE: Her zaman gittiğiniz kafelerden sıkıldıysanız yeni yerler denemeye J’adore’dan başlayabilirsiniz. Küçük tahta masaları, güleryüzlü çalışanlarıyla adeta Fransız filmlerinden fırlamış bir kafe burası. Aslında ‘çikolatacı’ olarak tanımlayabileceğimiz bu mekan, çay, kahve ve hatta sıcak şarap servisiyle sıradan bir kafe veya çikolata dükkanı olmaktan çıkıyor. Koska Helvacısının yanındaki sokaktan girdiğinizde karşınıza çıkacak olan J’adore’a giderseniz Oh la la Beatrice isimli meşhur tatlısını mutlaka denemelisiniz. LİMONLU BAHÇE La FONTANA PİZZA: Hemen J’adore’un yanında sunduğu hizmet ve mutfağıyla sizi mest edecek bir mekan daha var: La Fontana Pizza. Uygun fiyata İtalyan yemekleri ve İtalyan şarabının tadına bakabilirsiniz bu restoranda. Özellikle risotto ve pizzalarıyla adından söz ettiren mekanda dünya mutfağından farklı yemekler yeme imkanınız da var. Yemekten sonra tatlıları da Jadore’dan geliyor La Fontana’ya. Bu yüzden bu iki küçük, sevimli mekan birlikte anılıyor artık. PENDOR CORNER: Küçük Beyoğlu’nun en sonunda, köşeye kurulmuş olan bar, sokağın geri kalanındaki mekanlardan biraz daha farklı. Pendor Corner hem arkadaşlarıyla sohbet etmek isteyenlerin hem de sokaktan geçerken shot atmak isteyenlerin uğrak mekanı. Shot barlara göre 1-2 TL daha pahalı olsa da içkilerin kalitesi su götürmez bir gerçek. Özellikle haftasonları sokağa taşan eğlenceli ortamı ve dilden dile dolaşan içkisi “Hönönö” ile Pendor Taksim’de gece gitmeyi tercih edebileceğiniz mekanlarda biri. J’ADORE TAKSİM BAHÇE CAFE La FONT ANA 14 gurbet* * ENNO MAESSEN [email protected] Boğaziçi Üniversitesi’ne, 2011 yılında, Tarih Bölümü yüksek lisans öğrencisi olarak geldim. Peki, İstanbul ve Boğaziçi’ndeki günlerimi nasıl tanımlayabilirim? Hareketli ve mükemmel! Muhtemelen bu iki kelime, tarih boyunca İstanbul’a yolu düşen çoğu insan tarafından sıklıkla sarf edilmiştir. Bu yüzden anlatacaklarım biraz klişe olabilir; fakat klişe olmasının bir sebebi var. İlk zamanlarda pek çok Erasmus öğrencisi gibi, ben de eve yerleşme ve üniversite bürokrasisi gibi birkaç sorunla karşılaştım. Başta üstesinden gelemeyeceğimi düşünsem de, bu sorunlar, zamanla edindiğim arkadaşlıkların ve biriktirdiğim anıların gölgesinde kaldı diyebilirim. Şimdi bu anılardan birkaçını sizinle paylaşmak istiyorum. Ben Hollanda’da yaşıyorum. Hollanda’daki ortam, Türkiye ve İstanbul ile kıyaslandığında oldukça farklı. İstanbul’da birkaç kez “İstanbul: Bazıları karmaşa diyor, biz ev diyoruz.” konseptli posterler görmüştüm. Düzen konusunda, her ne kadar Almanlar kadar katı olmasak da, biz Hollandalılar, işleri kontrol altında tutmayı severiz. Türkiye’de (ya da ana referans noktam olduğu için İstanbul’da demeliyim) görünürde aynı düzen var; fakat bu düzen pratikte biraz farklı işliyor. Ve trafiği saymazsak, bu düzen hoşuma gidiyor. Hem de çok. Örnek vermek gerekirse: İstanbul’da 22.00’dan sonra yemeğe çıkmak oldukça normal bir şey. Sizin için normal. Hollanda’da 21.00’dan sonra herhangi bir restorana girmeyi denerseniz “mutfak saatler önce kapandı” cevabıyla karşılaşırsınız, çoğu zaman 21.05’te ya da 23.00’da gitmeniz hiç fark etmez. Yine (her Erasmus öğrencisi gittiği ülke hakkında bu yorumda bulunduğu için) size klişe gelecek ama nasıl eğlenilmesi gerektiğini biliyorsunuz. Beni en çok şaşırtan şeylerden biri, her partide (sesiniz güzel olsun ya da olmasın) karma dans hareketleriyle olabildiğince yüksek sesle şarkı söylemeyi bu kadar sevmeniz. Boğaziçi’nde okuduğunuz için ne kadar şanslı olduğunuzu söylemiş miydim? Exchange yazı dizisi Ne zaman dışarı çıkılsa, insanlar Duman’ın Bu Akşam’ı gibi şarkıları duyduklarında, anında şarkı söylemeye ve bağırmaya(?) başlıyorlar. En eğlenceli anlar da genellikle Boğaz manzarasında rakı, balık ve mezeyle yaşanıyor. İşte o zaman, siz Türkler, daha duygusal ve arabesk yönünüzü gösteriyorsunuz. 60 ve 70’lerin Türk film müzikleri dışında klasik Türk müzikleri de Boğaz’da yankılanıyor. Kabul ediyorum, romantik bir fantezi tasvir ediyormuş gibi oldum; ama siz de biliyorsunuz ki, bu sıklıkla karşılaşılan bir durum. Türkiye’de, İstanbul’da ve kesinlikle Boğaziçi’nde bulunmaktan büyük keyif aldım. Size bu okulda okuduğunuz için ne kadar şanslı olduğunuzu daha önce söyleyen olmuş muydu? Muhtemelen, iyi niyetle söylenmiş de olsa, bu sözlerden sıkıldınız; ama gerçekten çok şanslısınız! Güney Kampüs’e ilk kez inerken, yurt dışında olduğum gerçeğine henüz alışamamıştım ve aklım hala ülkemdeydi. Fakat peteklerde durup o manzaraya bakmak, şüphesiz ki, İstanbul’un kalbimde yer etmesinde oldukça etkili oldu. Derslerden çok keyif aldım, tüm hocalar anlayışlı ve iyi niyetliydi. Çoğunuzun da katılacağı gibi okuldaki bürokrasiden nefret ettim. Fakat bu neredeyse dünyadaki her üniversitede karşılaşılan bir durum. Neyse ki, hocalarım, danışmanım ve arkadaşlarım sayesinde sonunda her şey yoluna girdi. Bu arada, Boğaziçi’nde okuduğunuz için ne kadar şanslı olduğunuzu söylemiş miydim? İstanbul’da edindiğim arkadaşlarım, izlenimlerimi paylaştığım bu yazıda özel bir yeri hak ediyorlar. Bana aklınıza gelebilecek her konuda yardımcı oldular ve Erasmus deneyimimi gerçekten paha biçilemez kıldılar. İstanbul’da geçirdiğim en güzel anları onlara borçluyum. Erasmus sayesinde, nereye giderseniz gidin, hayatınız boyunca sürecek dostluklar kazanıyorsunuz. Türk arkadaşlarımla tanıştığım için çok şanslıyım. İnanıyorum ki, Erasmus sizin de hayatınızı olumlu yönde değiştirecektir. Bu yüzden, son olarak, yurt dışına çıkarak, Boğaziçili olmanın tadını daha fazla çıkarın. **İngilizce’den çevrilmiştir. sosyal Güney Meydan’da Boğaziçi Tweet düğün var! Her pozu klişeleşmiş stüdyo çekimi düğün fotoğraflarının yerini şimdilerde oldukça popüler olan an fotoğrafçılığı aldı. Boğaziçi Üniversitesi ise manzarası ve binalarının güzelliğiyle gelin, damat ve fotoğrafçıların uğrak yeri. SERAP ÇELİK [email protected] Düğün günleri, çoğu insanın hayatındaki en önemli ve mutlu günlerinden biridir. Böyle bir gün yeniden yaşanmaz ama herkes bu günü tekrar tekrar hatırlamak ister. Tabii evlendiği için pişman olanları, o günü yas günü ilan edenleri saymıyorum. Düğün öncesi bir sürü hazırlık yapılır ama düğün gecesinden sonra geriye sadece fotoğraflar kalır. Eskiden nasılmış peki bu fotoğraf işleri? Bir stüdyoya girilir, zaten düğünün stresiyle gergin olan gelin ve damada “damat sen gözünü ufka dik, gelin sen de damada melül melül bak”, “oraya bakma, buraya bak” gibisinden iyice geren komutlar verilir, klişenin dibine vurmuş fotoğraflarla dolu bir albüm oluşturulurmuş. Şimdilerde ise düğün fotoğrafı denince akla belgesel havasında bir albüm geliyor. Düğün günü, gelinin saçının yapımından akşam pasta kesilene kadar -takı merasimini unutmamak gerek tabii, “o bana ne takmış, ben de ona onu takayım”cılar için özellikle şart- fotoğrafçı, gelin ve damadın yanından ayrılmayıp doğal anlarını bir fotoromancı edasıyla yakalıyor. Boğaziçi Üniversitesi ise işin dış mekan kısmında değer kazanıyor. “Hiçbir şey yapamazsam düğün fotoğrafçısı olurum” mantığındaki fotoğrafçılar ya da bu işe gerçekten gönül verenler… Hiç fark etmez, hepsinin ortak yanı gelin veya damat Boğaziçi Üniversitesi’nden mezun olsun olmasın onları okulumuza yönlendirmesi. Havaların ısınmasıyla Güney Meydan’da katlanarak artan gelin-damat sayısını ancak böyle açıklayabiliriz çünkü. Bu sene görmediyseniz, gelecek ilkbahar Güney Meydan’da beyazlar içinde bir gelin belki aynı anda on bir gelin görebilirsiniz. Bu arada Boğaziçi Üniversitesi’nde gözlemlediğim kadarıyla “gelinliğimin altına kırmızı converse giycem ben” kızları hala bitmemiş :) Ta’zîm-i Maşruk ve Teftît-i Mağrib (Exaltation of Eastern and Condemnation of Western) SAFA AHMET GÜRBÜZ [email protected] Şarklılar aşkın en sisli sokaklarında volta atmayı bilenlerdir. şarklılar garbın en yabanî hayvanlarıyla türkü söyleyerek savaşırlar çünkü. çünkü şarklılar en duru hâlini yaşarlar insanlığın. ve tüm kâinata inat bir serzenişle ölümü koklarlar kınalı burunlarından içeri. Bir ölüm tınısı çalar hep boş kalan odalarında. kimse bilmezken mevtin ıssız ve sitemkâr hâlini, onlar umarsızca yaşarlar pervasız gecenin aydınlanmayan, aydınlanamayan fecrinde ölümün çaresizliğini. “ölüm kurtuluştur” diyip duran mağribe bir başkaldırıymışçasına gülümserler ölümün azılı azı dişlerinden dökülen salyalarına. Havfen yaşamazlar asla ama badbahtâne gü- 15 lümserler kaderlerine. hiç ummadıkları bir anda başlarına bombalar yağsa bile tek yapacakları şey kalanlarından ardından bir zılgıt çığırmaktır. kalanlar ise –sözde- kurtulmuşların ardından garplıların en nefret ettiği monotonluktaki tonajlarda ağıtlarını haykırırlar. bir rüya için terennüme gelen ağıtlar gibi soğuk ve puslu değildir onlarınki. onlar içten bir kabalıkla bağırırlar garbın suratına “ne öldük, ne de kurtulduk” diye diye ağıtlarını. Çünkü onlar bilirler ölümün her nefsin tadacağı, büryan kebabı acılığında bir illet olduğunu. ve onlar bilirler ki Rableri asla yalnız bırakmayacaktır onları, onlar sessiz ve sedasız bir makam tutturmuşken sevdiklerinin ardından. sevdiklerine söyleyemediklerini Rablerinin tamamlayacağını bilerek huzur içinde tadarlar o esrar-ı mağduriyetteki buhranı. ve bilirler ki ölüm asla son değil ancak bir kurbiyettir kesbedilen Allah’a. Selâmetle @tolgacanceylan Apple iphone 3GS’yi lansmanda hiç göstermemiş bile.. Ben daha taksitlerini bitirmemiştim. Hızlı gelişen teknoloji beni de vurdu. @luzumsuzmadam Anneme ne yemek var diyorum -abine köfte babana balık yapıcam (ikisinin de sevdiği yemek) sana da barbunya yaptım (hayatımda hiç yemedim) @buraakkll SİS ATMA CONSENT AT HOCAAA ! @anailbak İskoçya’da kızlar erkeklerin etek boyuna karışıyo mudur acaba? @memetcn Derste önümde oturan çocuk play store’dan risale-i nur indirdi ben temple run upgrade’i. Sırattan invisibility ile geçecek ben ağaca çarpcam @mrvbysll Ponponlu ev terliği almaya gittim adam “Abla bunlar Gezer’in son kreasyonu” diyor. Sanki bana Christian Louboutin sanki bana Birkenstock. @FKorhanD registrationa pasaport fotoğrafımı upload ettim. Hesap makinesiyle çekilmiş önceki fotoğrafı kaldırtmanın haklı gururunu yaşıyorum. @onurhunce Boğaziçi kedileri kaçınılmazsa zevk almaya bakmak lazım. @BurcuuAladag #bogazicinebirdahagirsem Her yılı en az 2 kere okurdum. Mezun olmak istemiyorum! @sedayurtan #bogazicinebirdahagirsem hatta #bogazicinebirdahagirsem o da yetmese #bogazicinebirdahagirsem oyle doyamiyorum @yldrmalcn #bogazicinebirdahagirsem güney meydana seyyar mangal koyup kokorec satardım Bizi takip edin: @DinamikGazete Foursquare Mayor’lar Boğaziçi Üniversitesi Güney Kampüsü - Uğur D. Güney Çimler - Uğur D. Manzara - Uğur D. Boğaziçi Üniversitesi Kuzey Kampüsü - Aysem P. Boğaziçi Üniversitesi Hisar Kampüsü - Çağrı A. Yadyok - Uğur D. Boğaziçi Üniversitesi Steps - Kerem S. Boğaziçi Üniversitesi Kütüphanesi - Seray Orta Kantin - Zeynep K. 1.Erkek Sesli Study - Servet U. Boğaziçi Üniversitesi Kuzey Yemekhane - İlkay E. Boğaziçi Üniversitesi Güney Yemekhane - Onur Ö. Garanti Kültür Merkezi - Mustafa Sezer S. bright future opportunities in ! Learn C M Y CM MY Act CY CMY K Experience Explore the new l curriculum. Business Schoo m o c l. o o h c s s s e in s www.pgbu Follow us on
Benzer belgeler
Dinamik gazete 74. sayısını görüntülemek ve kaydetmek için tıklayınız.
yer aldığımız düşünüldüğünde, harç gelirlerinin doğrudan devlet bütçesinden üniversitelere
[email protected]
aktarılması oldukça zor görünüyor. Bu durumda
üniversiteleri bekleyen ne ...
Dinamik gazete 71. sayısını görüntülemek ve kaydetmek için tıklayınız.
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Tolgacan Ceylan
Genel Yayın Yönetmeni
Akın Toksan
Editör
Cemre Akdemir
Yazı ve Reklam İşleri Sorumluları
Alper Sezer, Duygu Söyler, Kıvılcım
Değirmencioğlu, Serap Çelik
Y...
Dinamik gazete 63. sayısını görüntülemek ve kaydetmek için tıklayınız.
daha fazla konuda bilgilenDuygu Söyler, Kıvılcım Değirmencioğlu, Serap Çelik
direbilmek için aldığımız
Görsel Danışman
bu kararın sonucunda 24
Sertaç Bala
sayfanın, aylık olarak çıkan
Matbaa
bir ga...
Dinamik gazete 65. sayısını görüntülemek ve kaydetmek için tıklayınız.
bu konudaki çabalarımız da sürecek.
Geçtiğimiz yazın başından beri süren gazete çalışmalarımız
bu sıralar gazeteyi online ortama dökmek konusunda yoğunlaşmış durumda. İki ayda bir çıkmanın yaşattığ...
Dinamik gazete 64. sayısını görüntülemek ve kaydetmek için tıklayınız.
yor. Haberleri daha güncel
Yazı Kurulu
tutabilmek ve öğrencileri
Akın Toksan, Cemre Akdemir, Alper Sezer,
daha fazla konuda bilgilenDuygu Söyler, Kıvılcım Değirmencioğlu, Serap Çelik
direbilmek i...