65.sayıya ulaşmak için tıklayınız
Transkript
65.sayıya ulaşmak için tıklayınız
www.kurtulusyolu.org ISS 1305-8975 YIL: 7 • SAYI: 65 14 MAYIS 2013 15 GÜNLÜK SİYASİ GAZETE 1 Mayıs Alanı Taksim’dir! Taksim Vatandır! 1 Mayıs 2013’te Vatan için, Devrim için savaştık! Kurtuluş Partililer Şişli’de Haberi sayfa 8-9’da Kurtuluş Partililer Galata Köprüsü’nde Hatay/Reyhanlı’daki katliamın sorumlusu AB-D Emperyalistleri ve Tayyipgiller İktidarıdır Y ine kan, yine acı, yine gözyaşı… Bu kelimeleri nerede görürsek görelim, hemen ardından dünya halklarının başbelası AB-D Emperyalistlerinin ve onlara kulca emir erliği yapan satılmış iktidarların sebep olduğu bir katliam haberiyle irkiliyoruz. Doğası gereği yağmacı, talancı, zalim, kan dökücü olan emperyalistlerin dünyamız üzerindeki katliamları aralıksız devam ediyor. AB-D Emperyalistlerinin ve yerli işbirlikçilerinin en son katliamı Hatay/Reyhanlı’da meydana geldi. Reyhanlı’nın en işlek caddelerinden biri olan Atatürk Caddesi üzerinde resmi bilgilere göre 2, bölge halkından alınan bilgilere göre ise 4 ayrı patlama meydana geldi. Bomba yüklü araçların patlatılmasıyla gerçekleşen katliamda şu ana ka- O Üç Fidan’ı Ankara’da Eylemlerle Andık Devamı sayfa 7’de nlar, kendilerini Türkiye Halklarının kurtuluş kavgasına adamışlardı. Daha ömürlerinin baharında seve seve göğüslediler ölümü. Uğrunda canlarını adadıkları mücadele, bugün yalnızca Halkın Kurtuluş Partisi’nin mücadelesinde karşılık bul- Devamı sayfa 7’de Hugo Chavez Frias Yoldaş’ın yarım bırakmak zorunda kaldığını Nicolas Maduro Yoldaş tamamlayacak Basın Açıklaması sayfa 11’de FİYATI: 50 Kr Tayyipgiller Savaş Kışkırtıcılığı Suçu İşliyorlar! H KP, avukatları aracılığıyla; desi karşısında Savaş Suçu sayılması Türkiye’yi Suriye ile FİİLİ gereken bu eylemleri işleyenlerin doSAVAŞ durumuna getiren, kunulmazlık zırhından yararlanamagerici teröristleri (ÖSO) kollayıp güç- ması gerektiğini ifade ettiler. Daha sonra görevli Cumhuriyet lendiren, savaşı aktif hale getirmenin ve Suriye’ye asker gönderebilmenin Savcılığı’na hazırladıkları suç duyuspekülatif yollarını arayan ve bu ne- rusu dilekçesini veren yoldaşlarımızdan öğrendiğimize göre, önemli denlerle Reyhanlı saldırısını habir medya kuruluşu yukazırlayan Tayyip başta Halkın rıdan bu suç duyurusu olmak üzere AKP ve basın açıklamaönde gelenleri hakKurtuluş Partisi sının haberini yapkında “SAVAŞ K I Ş K I R T I C I - Reyhanlı Katliamı için m a m a l a r ı n ı tembihlemiş muhaLIĞI” suçundan Suç Duyurusunda birlerine. İşte Tay(TCK 304, 306 vd.), bulundu yipgillerin halet-i ölüme ve yaralanmaya ruhiyesi budur. Boşa hevessebebiyet verme suçlarından (TCK 83, TCK 88/2), bu saldırıyı ger- lenmesinler, güneş balçıkla sıvanamaçekleştiren asıl teröristleri gizlemek ve yacaktır. Reyhanlı’da katliamının suçlularla ilgili işlem yapmamak hesabını er-geç vereceklerdir. (TCK 279, 281) suçlarından suç duSuç duyurusu dilekçesini okumak yurusunda bulundu. için bakınız: http://www.kurtuluspar13 Mayıs 2013 tarihinde, Ankara tisi.org/15-mansetler/260-halkinAdliyesi önüne gelen Partili Avukat kurtulus-partisi-nden-reyhanli-katliam yoldaşlarımız Av. Metin BAYYAR, i-icin-suc-duyurusu.html Av. Sait KIRAN ve Av. Doğan ERKAN, basın mensuplarına konuyla Ankara’dan ilgili bilgi vererek, şüphelilerin sahip Kurtuluş Partililer oldukları sıfatların yargılanmaya engel olmadığını, zira Anayasa’nın 14. mad- Başyazı Biz hep kazanırız, yenilmeyiz biz! Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanı urullah Ankut: H alkın Kurtuluş Partisi 2013 1 Mayısı’nda yine bir ilke imza attı: Şişli’de değişik alanlarda verdiği mücadeleye ek olarak bu 1 Mayıs’ı, kitlesiyle Galata Köprüsü’nün üzerinde coşkuyla kutladı. Amaç Dolm a b a h ç e ’ ye , oradan da Taksim’e yani 1 Mayıs Alanı’na çıkmaktı. Fakat Tayyipgiller 43 yıl sonra Galata ve Unkapanı (Atatürk) Köprülerini açarak Kurtuluş Partililerin geçişini engellediler. Bunun üzerine tarihsel bir olay yaşandı: 1 Mayıs, Kurtuluş Partililerce Galata Köprüsü üzerinde kutlandı. Bu kutlamada Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanı Nurullah Ankut basına bir konuşma yaptı. Doğan Haber Ajansı ve İHA orada bulunmalarına, bu konuşmayı kayda almış olmalarına rağmen birkaç gazetede yalnızca Kurtuluş Partisi’nin adının geçmesinin dışında yazılı ve görsel basında ne bu eylem yer almıştır ne de Genel Başkan’ın konuşması. Yani Parababaları medyası cephesinde yeni bir şey yoktu. Bu sayımızda “Başyazı” olarak Nurullah Ankut Yoldaş’ın bu konuşmasını ve eylem sonrası İstanbul İl Örgütü’nde yaptığı değerlendirmeyi yayımlıyoruz. Devamı sayfa 10’da 2 Yıl: 7 • Sayı: 65 / 14 Mayıs 2013 Kurtuluş Partisi’nden Haçlı İttifakı=AB-D Emperyalistleri+Bekçi Köpeği İsrail+Müslüman(!)Tayyipgiller+Suudiler Suriye Halkı ve Önderleri Esad Genişletilmiş Haçlı İttifakına Karşı Direniyor A B-D Emperyalistlerinin Ortadoğu’da kulübesini kurup, içine yerleştirdiği Bekçi Köpeği İsrail, Suriye Halkına bir kez daha saldırı düzenledi. AB-D Emperyalistlerinin Arap Halkının bağrına sapladığı bir kama olan İsrail, füze saldırılarında Suriye Cumhuriyet Muhafızlarının Cemraya, Kudsiya ve Hame bölgelerindeki 14. ve 105. Tümenlerini hedef aldı. Saldırıyla ilgili haberler dünya kamuoyuna daha yansımadan, Bekçi Köpeğinin zincirlerini şu an için tutmakla görevli Barack Obama, İsrail’in, gelişmiş silahların Hizbullah’a transferine karşı kendini koruma hakkı olduğunu bildiriyor. Birkaç saat sonra da bombalar iniyor Suriye Halkının başına. Suriye Halkına ve Önderliğine yönelik bu saldırının AB-D Emperyalistlerinin izni ve onayıyla yapıldığının itirafıdır, Obama’nın bu söylemi. Bu saldırı, Suriye Halkına karşı katliamlar düzenleyen, çoluk çocuk dinlemeden katleden, Suriye’nin tarihi ve kültürel varlıklarını yakan yıkan, Alevi katliamı yapacağız diyerek ağızlarından köpükler saçan “Özgür” Suriye Ordusunun toplama katillerini rahatlatmak için düzenlenen bir saldırıdır. Genişletilmiş Haçlı ittifakına karşı direnen Suriye Halkını ve Önderliğini İsrail tarafından da sıkıştırmaya yöneliktir. Bu saldırıda ölen ve yaralanan Suriyelilerin olduğu söyleniyor yerel kaynaklarca. AB-D Emperyalistleri ve bekçi köpeği İsrail açısından hiç ama hiç önemli değil onlarca, yüzlerce, binlerce insanın ölmesi. Onlar yeter ki bin ülkeli bir dünya amaçlarına ulaşabilsinler. Onlar yeter ki halkların yarattığı tüm değerleri kendi kasalarına aktarabilsinler. AB-D Emperyalistlerinin, besleyip, büyütüp canileştirdikleri, insanlıktan çıkardıkları, Türkiye’den Tayyipgiller aracılığıyla Suriye’ye yolladıkları çapulcular sürüsünün insanlık dışı yüzünü BM’nin Suriye Araştırma İ Komisyonu Başkanı Carla Del Ponte açıklıyor. “Suriye’deki çatışmanın kurbanların verdiği ifadelerin, Suriyeli muhaliflerin sinir gazı kullandığını akla getirdiğini” açıklıyor Carla Del Ponte. BM Soruşturma Komisyonu’nu “şu ana kadar Suriye’de Beşşar Esad hükümetine bağlı güçlerin kimyasal silah kullandığına ilişkin kanıt görmediğini” de açıklıyor bu arada. Ve Suriye Halkına yönelik bu aşağılık saldırının olduğu bugünlerde Tayyipgiller’in sahte “one minute”çüsü, Suriye Halkını ve Önderi Essad’ı AB-D Emperyalistlerine gerizden süpürülmemek için satan kişi, Kızılcahamam’dan bağırıyor: “Başkalarına göstermediğin cesareti ağzında emzik olan kundaktaki bebeğe göstermenin bedelini çok ama çok ağır ödeyeceksin”, “Allah izin verirse bu caninin, bu katilin dünyada hesaba çekildiğini görecek ve bundan dolayı hamd edeceğiz.” İnsanda utanma arlanma olur. ABD Emperyalistleri dünyayı kan gölüne döndürecek, Dünya Halklarını katledecek, aşağılık saldırılarına karşı direnen Yurtseverleri işkenceden geçirecek, onları yok edecek, sadece Irak’ta 500 bin çocuğun ölümüne neden olacak, Irak’ta, Libya’da Müslüman Kadınların ırzına geçecek, sen onları görmeyeceksin. AB-D Emperyalistlerinin Bekçi Köpeği İsrail, Filistin’de her gün düzenlediği saldırılarla kadın, EMEP bir Devrimcinin daha kanına girdi hem de 1 Mayıs kutlanırken0 zmir’de 1 Mayıs kutlamasına katılan “Halkın Kurtuluşu Gazetesi” okurlarının oluşturduğu korteje demir çubuklarla, kalaslarla saldıran EMEP’liler İbrahim Kutluay’ı katletmiş, Zeki Irmak’ı ve il dışından gelen bir arkadaşlarını da yaralamışlardır. “Halkın Kurtuluşu Gazetesi”, medyadan öğrenildiği ve isminden de anlaşılacağı gibi kendilerini THKO, TDKP geleneğinin devamcıları olarak görüyorlar, bu geleneğin EMEP’leşmesini doğru bulmayarak 12 Eylül Faşizmi öncesindeki yayınları olan “Halkın Kurtuluşu Gazetesi”nin ismiyle siyasete devam etmek isteyen bir yapılanma. EMEP’lileşmeyi kabul etmeyip önceli yapılaşmayı devam ettirmek istiyor diye 50 yaşını aşan insanların öldürülmesi mi gerekiyor? Her ideolojik ayrışmayla katlederek mi hesaplaşılmalı? Bunun Devrimcilikle, Solculukla, Demokratlıkla, İnsanlıkla zerre kadar ilgisi var mı? Ama bizdeki adı “parti” olmuş olmamış küçükburjuva-burjuva solcu grupçuklarımızın ezici çoğunluğu tam bir POL POT karikatürü. Kendilerinden güçlünün karşısında ezik, sümsük, korkak, yalakadır bu Pol Pot karikatürleri. Kendilerinden güçsüzün karşısında ise ejderha kesilirler. Bir de kalkmış utanmadan “biz yapmadık” diyorlar. EMEP İzmir İl Örgütü “Halkın Kurtuluşu isimli bir grupla, aynı yerde toplanmış ya da oradan geçmekte olan başka bir grup arasında yaşanan gerginlikle partimizin hiçbir ilgisi yoktur” diyor, yaptığı yazılı açıklamada. Herkesi aptal sanıyorlar galiba. Böylesine de inanılmaz yalanlar sallayabiliyorlar bir çırpıda bu zavallılar. Sonra bir de Amerikan mafya usulü “başsağlığı diliyor”lar aynı açıklamanın sonunda kurbanları için. İbrahim Kutluay Devrimci mert olur, yiğit olur, dürüst olur, cesur olur. Yaptığının da cesurca arkasında durur. Onlarda bu insanî erdemlerin zerresi yoktur. Bakın biz hiçbir zaman saldıran taraf olmadık. Fakat bize saldırı olduğunda ise; elimiz armut toplamaz her saldırıya da devrimci prensipler çerçe- çoluk çocuk demeden Filistin Halkına Soykırım uygulayacak sen ses etmeyeceksin. Sonra, içinde sizlerin de yer aldığı Haçlı İttifakına karşı yiğitçe direnen Suriye Önderliğine Kızılcahamam’dan çamurlar fırlatacaksın. Üstelik emperyalist bir örgüte dönüşen BM’nin bile senin koynunda beslediğin çapulcular ordusunun insanlık dışı yüzünü belgelemiş olmasına rağmen. İnsanın ar damarı çatlamaya görsün. Öyle bir hale getirdiler ki Tayyipgiller güzelim ülkemizi, yapmadıkları bir muhabbet tellallığı kalmıştı bu da yapılmış oldu: “Al Akhbar” Gazetesi’ne verilen bilgiye göre; Türk İstihbarat subayları Ankara ve İstanbul’daki gece kulüplerinden zorla 80 hayat kadınını topladılar. Kadınlara, Suriye’ye gitmeleri durumunda Türkiye’de kazandıklarından çok daha yüksek ücret ödeneceği vaatleri yapıldı. Ancak cihatçıları memnun etmeleri koşuluyla bu ödemenin yapılacağı bildirildi. Kadınlara ciddi koruma sağlanacağı ve can güvenlikleri konusunda taahhüt verildi.” (Yurt Gazetesi 05.05.2013) Ne diyelim… Tayyipgiller 6 bin yıllık Tefeci-Bezirgânlıktan gelen deneyimiyle diyor ki AB-D Emperyalistlerine: “Hizmette sınır yok.” Dünya Halklarına Yol Gösteren Devrimciler de diyor ki AB-D Emperyalistlerine ve onların yerli ortaklarına; bizlerin kininde ve hıncında da sınır yok. Bir gün gelecek hıncımız volkan olup patlayacak, lav ateşlerimiz yakacak sizlerin vurgun düzenini, savuracağız küllerini sömürü çarkınızın. O yok olacağınız, Devrim ateşinde yanacağınız, Halklarımızın bayram yapacağı günler mutlaka gelecek. Bundan kaçamayacaksınız. 07.05.2013 Halkın Kurtuluş Partisi Genel Merkezi vesinde cevap veririz. Veriyoruz. Yaptığımızın da arkasında duruyoruz yiğitçe. İşte sizlerle aramızda böylesine büyük bir insan kalitesi farkı var. Hatırlanacağı gibi 1000 civarında Ambar işçisinin TÜMTİS’ten istifa ederek Nakliyat-İş’e geçmesini hazmedemeyerek, 2002 yılı Kasım ayında masum üç ambar işçisini kalleşçe, alçakça katlettiklerinde de aynı inkâra başvurmuş ve o zaman yönetiminde oldukları TÜMTİS marifetiyle bir de başsağlığı mesajı yayınlatmışlardı o zamanki “Gündem” gazetesinde. Gündem gazetesi Nakliyat-İş’in katliamı kınayan ilanını ise yayımlamamıştı. O zaman kendine “sol”um, “devrimciyim” diyen hiçbir grup kalkıp bu güruhu kınamamıştı. Oluşturdukları “Sol İçi Şiddete Karşı Platform” üç maymunu oynamıştı bu işçi katliamı karşısında. Hatta ESP gibi bazıları, bu güruhun daha sonra da İzmir ve Konya’da Nakliyat-İş üyelerine yönelik saldırıları karşısında “Nakliyat-İş öfkemizi kabartıyor” türünden ürümüşlerdi. İşte EMEP’liler, İzmir 1 Mayısı’ndaki bu saldırılarında, biraz da kendi benzerleri Pol Pot karikatürlerinin üç ambar işçisinin katli karşısında sergiledikleri hoşgörülerinden cesaret almışlardır. Devrimci kanına giren, 1 Mayıs Alanlarını kirleten siz ve sizin gibi Pol Pot karikatürleri çakallar er veya geç, bir gün bu yaptıklarınızın hesabını bir bir vereceksiniz! Bundan zerrece kuşkumuz yoktur! 04.05.2013 Halkın Kurtuluş Partisi Genel Merkezi Katliamcı emperyalistlerin temsilcisi, işbirlikçileri İnsanlık dışı planları için yine ülkemizde! H alkların başdüşmanı, ABD Emperyalistlerinin temsilcisi, Dışişleri Bakanı John Kerry, bugün yine ülkemizde. Türkiye, ABD, İngiltere, Fransa, İtalya, Almanya, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Ürdün ve Suudi Arabistan’dan katılımcıların oluşturduğu “Suriye Çekirdek Grubu” toplantısına katılmak üzere yine ülkemize geldi Kerry. Kerry’nin, bir buçuk ayda bu üçüncü ziyareti. Bu “çatkapı” ziyaretlerinin nedeni ne? Ortadoğu kaynıyor. Yeni bir gelişmenin olmadığı, bombaların patlamadığı gün nerdeyse yok. Bu coğrafya halklar için cehenneme çevrilmiş durumda. Dünyayı babalarının çiftliği gibi gören, halkları ve ülke liderlerinin de kendisine kul olması ve emirlerini tereddütsüzce yerine getirmesi gerektiğini düşünen emperyalistler, kendilerine karşı çıkan herkesi “diktatör”, “terörist” ilan etmektedir. “Diktatör”ün ülkesini de “demokrasi”nin götürülmesi gereken yerler olarak tanımlamaktadırlar. Defalarca bu oyun sahneye kondu. Son iki yıldır da dünyanın bir numaralı diktatörü olarak Beşşar Esad’ı, demokrasiye muhtaç ülke olarak ise Suriye’yi hedef tahtasına oturtmuşlardır. İşte ellerinde milyonlarca insanın kanı olan emperyalistlerin temsilcisi Kerry, özelde Suriye genelde ise Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) için ülkemizde. Her geldiğinde yerli işbirlikçilerine direktiflerini veriyor ve ülkemizden ayrılıyor. Elini ateşe sokmadan, “ateşten kestaneyi alma” görevini maşaları aracılığıyla gerçekleştiriyor emperyalistler. Savaşın sonunda “ganimet”i toplamak için ise tekelleriyle girecektir bölgeye. Ve niyetlerini hiç saklamıyorlar: Kerry, 7 Nisan’da geldiğinde Dışişleri Bakanı Davutoğlu’yla da görüşmüş ve Suriye’de Beşşar Esad’ın gidişinin hızlandırılması, sonrasında “demokratik” Suriye’nin oluşturulması ve ülke içinde insanî yardım koridorları açılmasını sağlamak için “Suriye Çekirdek Grubu” kurulması kararlaştırılmıştı. Ve grup kuruldu, toplantısı da bugün düzenleniyor. Bu toplantıda, konuşulanlara ve yazılanlara göre, “Suriye’nin Dostları” adlı grubun, ABD öncülüğünde İstanbul’da Suriye’ye dönük insanî yardım koridoru adı altında “tampon bölge” oluşturulması ve Suriye Devlet Başkanı Esad’ın gidişinin hızlandırılması görüşülecek. Suriye; iki yıldır AB-D ve yerli işbirlikçileri Tayyipgiller ve benzerleri tarafından desteklenen, örgütlenen “Özgür Suriye Ordusu” adı verilen katliamcı, dinci-gerici, çapulcular tarafından kanatılmaktadır. Bu zaman sürecinde 100 bini aşkın masum insan hayatını kaybetmiş, Suriye’nin onlaca şehri-kasabası yerle bir edilmiştir. Ve topraklarımız, bu insanlık dışı savaşın, katliamların planlanmasının karargâhı olmuştur maalesef. Topraklarımız da katillerin, CIA ajanlarının cirit attığı, konuşlandırıldığı yer olmuştur. AB-D’nin nihai hedefi ne? AB-D Emperyalistleri, 1000 devletli bir dünya istiyorlar, ana amaçları bu. Küçük şehir devletçikleri kurmak istiyorlar ve o 1000 devletli dünyanın da jandarması olmak istiyorlar. Bunu da açıklıkla yazıyorlar. Esad’ı devirip Suriye’nin sahip olduğu tüm zenginlikleri bir an önce sömürmek, BOP adı altında Ortadoğu’nun haritasını yeniden çizmek ve bu amaca ulaşmanın önünde engel oluşturan, ABD’ye karşı duran hangi ülke ya da iktidar varsa bunların sesini kesmeyi amaçlıyorlar . Emperyalistler Suriye’de de Irak’taki başarılarını tekrarlarlarsa, sonrasında duraksamadan İran’a yöneleceklerdir. İran’da da benzer ayrışmayı, parçalanmayı var etmeye çalışacaklardır. Devlet Başkanı Esad, Bağımsızlık Bayramı’nda halka seslendiğinde durumu şöyle özetlemiştir: “Suriye’yi yeniden sömürgeleştirmek istiyorlar, bu defa geleneksel taktikleri bırakıp, yeni taktikler deniyorlar. Suriye’ye dışarıdan farklı uyruklu savaşçılar gönderiyorlar. Buna ‘modern sömürgeleştirme’ diyoruz, en sonuncusunu Irak ve Afganistan’da yaşadık. Suriye’de yaşanan, güvenliği tehdit eden olaylar değil, kelimenin tam anlamıyla bir savaştır. Amerika’nın başkanlığındaki Batı güçleri, Avrupa’da bile bazı devletlerin bağımsız olmasına izin vermiyor, üçüncü dünya ülkelerinin ise boyun eğmesini ve kendi menfaatleri doğrultusunda davranmasını istiyor.” Ama Suriye Halkı direniyor, sömürgeleştirilmeye hayır, diyor. Biz de emperyalizme karşı direnen Suriye Halkını ve Liderini destekliyoruz. Suriye’nin geleceğini belirlemesi gereken halkıdır, emperyalistler ve yerli işbirlikçileri değildir. Direndiği, mücadele ettiği sürece Zafer Halklarındır, emperyalistlerin değil! 20.04.2013 Halkın Kurtuluş Partisi İstanbul İl Örgütü Selam Olsun Bizden Önce Geçene! Selam Olsun Savaşırken Düşene! Mehmet Taşdemir 1953-4.5.1978 Yol ver ölüm Çök yıkıl ey mezar Bak Devrim dev gibi dimdik İnsan ateştir, yanarken yakar Bomba patlarsa açılır gedik ISSN 1305-8975 Yayın Türü: Yaygın Süreli internet: www.kurtulusyolu.org Sahibi ve Yazıişleri Müdürü: Kubilay Akçay Yönetim Yeri: İnebey Mah. İnBasıldığı Yer: Gün Matbaacılık/Telsizler Mevkii Beşyol Mah. kılap Cad. Otohan No: 43/129 Fatih-İSTANBUL Telefaks: (0212) 512 43 95 Akasya Sok. No: 23/A K. Çekmece/ İstanbul. Tel: (0212) 426 63 30 e-posta: [email protected] 3 Yıl: 7 • Sayı: 65 / 14 Mayıs 2013 Sosyal kurtuluşla taçlandırılmayan bir mücadele heba olur HKP Başkanlık Kurulu Üyesi Gürdal Çıngı Yoldaş: G Tacettin Çolak Yoldaş’ın açış konuşması: ündemimiz, 94 yıl önceden başlayıp o zamanki mücadelelerin kısa bir özetini yaptıktan sonra, günümüzdeki 2. Kurtuluş Savaşı mücadelesindeki görevlerimiz. Fakat gerçekten son süreçte de yaşadıklarımızı çok hızlı bir şekilde gözden geçirince belki 3-4 ay önce saptamış olduğumuz, TÜYAP yetkililerine ilettiğimiz bu başlığın ne kadar da isabetli olduğunu görmüş olduk. Hatırlanacağı gibi 94 yıl önce bu topraklarda İngiliz ve Amerikan Emperyalizmi Yunan maskesiyle işgali başlattığında Aydın Cephesinde Kuvayimilliyeciler ilk kurşunu o zamanki Ortaçağcılara yani yine o zamanki emperyalistlerle işbirliği içinde olan Ortaçağcılara karşı sıkmışlardır. Aslında Hasan Tahsin’in İzmir’de sıktığı söylenir ama Aydın’da Ortaçağcılara karşı sıkılmıştır ilk kurşun. Tabiî bu Hasan Tahsin’in kahramanlığını, Hasan Tahsin’in gözü karalığını gölgelemez. Biz onun da o mücadelesine sahip çıkıyoruz. Günümüzde aynı o zamanki Ortaçağcıların torunları da şimdi yine benzer emperyalistlerle işbirliği içerisinde; ülkemizin soyup soğana çevrilmesinin, ekonomik anlamda, stratejik anlamda da bölünüp parçalanmasının planlarını yapmaktadırlar. Yakın geçmişte bu Kutlu Doğum Haftası vesilesiyle Diyarbakır’da büyük bir gerici gösteri yaşandı, hepimiz televizyonlarda izlemişizdir. Aynı o gerici gösterideki söylemlerin tamamında Hz. Muhammed vurgusu olmasına karşın yanı başlarındaki Müslüman halkın Avrupa Birliği ve Amerikan Emperyalizmi tarafından Irak’ta, Suriye’de, Libya’da katledilmesi karşısında tek bir kelime dahi söylemiyorlar. Neden? Onlar da işte 94 yıl önceki dedelerinin, atalarının devamcıları oldukları için emperyalizmle özünde hiçbir çelişkileri yok. İşte bu vurgu ve bir de bunun içinde tabiî kendine sol, sosyalist diyen kesimlerin de özellikle Sosyalist Kamp’ın çökmesiyle birlikte emperyalizmin Yeni Dünya Düzeni içerisinde bir yedek güç rolü oynamaya başladıklarını da ekleyince, gerçekten bu gündemin önemi daha bir artıyor. Halkın Kurtuluş Partisi Başkanlık Kurulu Üyemiz Sayın Gürdal Çıngı Yoldaş’ımıza sözü vermeden önce, bugün Yılmaz Özdil’in bir yazısı tam da bu gündemi ifade ettiği için hızlı bir şekilde okumak istiyorum: “23 !isan “29 Ekim, yasak. Bayrakla yürüyeni polis dövüyor. “19 Mayıs, yasak. “Statta üşürsünüz diyorlar. “9 Eylül, yasak. “Yunan işgali yok diyen bile var. “30 Ağustos, zaten fuzuli. “Hasan Tahsin’i anmak ayıp. “Kubilay’ı hatırlamak günah. “TC kaldırılıyor.” Evet, bu sözler tam da bu konuyu, gündemi ifade ediyor. Bu noktada ben sözü Gürdal Yoldaş’ımıza veriyorum. Saygılar sunuyorum. Gürdal Çıngı Yoldaş: Sevgi ve saygıdeğer konuklar, Mustafa Kemal’in, Emperyalist İşgalden Kurtuluşu ve Ulusal Bağımsızlığı sağlamak amacıyla çıktığı Samsun’dan, 19 Mayıs 1919’dan bu yana, 94 yıl geçti. 1912’de başlayıp 1913’te sonlanan Balkan Savaşları’ndan bu yana da tamı tamına 100 yıl geçti. Osmanlı İmparatorluğu, 1912’den itibaren 1918’de imzalanan Mondoros Ateşkes Antlaşması’na kadar 6 yıl süren kesintisiz bir savaş içerisinde kaldı. 1919’dan itibaren de Birinci Kuvayimilliyeci atalarımızın gerçekleştirdiği ve 4 yıl süren bir Ulusal Kurtuluş Savaşı’yla birlikte Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyet toplamda 10 yıl kesintisiz savaş içerisinde kaldı. Bu tarih diliminde dünyada aşağı yukarı hiçbir ulus, hiçbir devlet kesintisiz 10 yıl savaş içerisinde kalmıyor. Ki o savaşlar, ekonomisi güçlü, ordusu güçlü bir ulusun başka ulusları, başka ulusların topraklarını, yeraltı ve yerüstü zenginliklerini ele geçirmek amacıyla yapılmış savaşlar da değil. Aksine varlığını koruma, Batılı Emperyalistlerin bölüp parçalama çabalarına karşı, varlığını koruma savaşlarıdır Osmanlı’nın ve Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar geçen süredeki savaşlar. Dolayısıyla yokluklar ve yoksulluklar içinde emperya- listlere karşı direniş savaşlarıdır aynı zamanda. İşte Balkan Savaşları’ndan itibaren geçen 100 yıldan sonra, 1919’da Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışıyla birlikte bağımsızlığın meşalesinin, kıvılcımının çakılmasının arkasından yine 23 Nisan 1920’de Ulusal Egemenliğin ilan edilmesi, Büyük Millet Meclisi’nin açılması ve arkasından süren Kurtuluş Savaşı, 1922’de 9 Eylül’de İzmir’in kurtuluşuyla savaşın bir aşamasının sonuçlandığı bir süreçten bu yana da aşağı yukarı 93-94 yıl geçti. İnsan ömrü bakımından uzun bir süre ama Tarih bakımından baktığımızda bir göz kırpımı kadar bir süre. İnsanlık bildiğimiz gibi 1 milyon 700 bin yıldır bu evrende varlığını sürdürüyor. O yüzden 1 milyon 700 binle kıyaslandığımızda 100 yıl gerçekten bir göz kırpımı kadar bir süreyi kapsıyor. Ama biz içinde yaşayanlar ve bizden önce yaşayan atalarımız bakımından baktığımızda acılar, kan, gözyaşı, yitirilen topraklar, yitirilen bağımsızlıklar ve o bağımsızlığın tekrar kazanılması uğruna fedakârca, yiğitçe, yokluk ve yoksulluklar içinde verilen savaşlar ve bir zafer var: Cumhuriyet… Sadece şeklen bağımsız bir ülkeyiz Ama ne yazık ki aradan geçen süre içinde 100 yıl neredeyse hiç olmamışa döndü, tekrar aynı şartlara geldik, değerli konuklar. Çok acı, kabul etmek çok zor, insan bir türlü içine sindiremiyor. Yedi düvele karşı savaşmış Birinci Kuvayimilliyeciler, Cumhuriyet’le birlikte zafere eriyorlar, Ulusal Kurtuluş ve Bağımsızlık kazanılıyor. Ama ne yazık ki aradan geçen onca yıldan sonra o cumhuriyeti tekrar yitirdik. Açık konuşalım, yitiriyoruz değil, ne yazık ki yitirdik. Şeklen bağımsızız, şeklen devletimiz var ama gazete haberleri de acımasız. Sadece dünkü, 22 Nisan tarihli Milliyet Gazetesi’nin iki haberi, geldiğimiz noktayı açıkça, somutça gösteriyor. Birincisi: “ABD DIŞİŞLERİ BAKA!I KERRY’DE! ORTADOĞU SÜRECİ İÇİ! ‘KRİTİK DÖ!EM’ UYARISI “Erdoğan Gazze’ye gidişini ertelemeli’ “(…) “ Bir soru üzerine Erdoğan’ın önümüzdeki ay gerçekleştireceğini duyurduğu Gazze ziyaretiyle ilgili konuşan Kerry, “Bunun ertelenmesi ve geciktirilmesi iyi olur, dedik” şeklinde konuştu. Erdoğan’ın istediği yere istediği zaman gitmekte serbest olduğunu söyleyen Kerry, “Bunun zamanı kritiktir, barış sürecini başlatmak için taraflar mümkün olduğu kadar dışarının müdahalesi olmadan bu işi yapmaya çalışıyorlar, hassas hareket ediyorlar. Potansiyel Gazze ziyaretiyle ilgili olarak da biz Başbakan Erdoğan’a, bunun ertelenmesinin daha iyi olacağını ve bazı nedenlerle bu ziyaretin şu anda gerçekleşmemesi gerektiğini düşündüğümüzü ifade ettik. “Başbakanın tabiî ki ne yapacağına veya yapmayacağına karar verme hakkı var ama bizim düşüncemiz şu ki bu ziyaretin zamanlaması, yoluna sokmaya çalıştığımız barış süreci için kritik. Tarafların dikkatinin dışarıdan mümkün olduğunca az dağıtılmasını istiyoruz. Dolayısıyla bu ziyaret için doğru koşulların beklenmesinin daha yararlı olacağını düşünüyoruz. Başbakan, bizi hüsnükabulle dinledi. Bu konuda çok düşünceli ve hassas olduğunu düşünüyorum. “(…) “Gerekirse Washington’a geldiğinde de bu konuda ayrıca görüşülebilir.” Netçe böyle söylüyor Kerry. Daha nasıl net söylesin? Yani Başbakanın nereye, ne zaman gideceğine ABD karar veriyor. Yine aynı haberde Kerry şöyle söylüyor: “(…)ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, dün Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ve Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile görüştükten sonra bir basın toplantısı düzenledi. İki liderle de baş başa bir görüşme gerçekleştiren Kerry’nin gündem maddesi Ortadoğu barışı ve Suriye’deki iç savaştı. “(…) “Kerry, İsrail Başbakanı Binyamin !etenyahu ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ilişkilerin geliştirilmesi ko- nusunda çok kararlı olduklarına değindi. İsrail’den Ankara’ya gelecek heyet ile Türk yetkililer arasında yarın gerçekleşecek toplantıda iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin en kısa sürede normalleşmesinin konuşulacağını dile getirdi. “Suriye için beraber çalışın’ “İki ülkenin de terörizme karşı savaşmak ve Suriye’deki savaşın olumsuz etkisinden kurtulmak için beraber çalışmasının önemine değinen Kerry, bölge barışı için İsrail ve Türkiye’nin kararlılıkla diplomatik ilişkileri yeniden kurması gerektiğini söyledi.” Anlaşıldı mı Vehbi’nin kerrakesi? Kiminle beraber çalışmalıymış Türkiye? İsrail’le. Niçin? Suriye için! Ne yapmalılarmış? Suriye’deki “terörizme karşı savaş”malılarmış “ve Suriye’deki savaşın olumsuz etkilerinden kurtul”malılarmış Biz, ABD Emperyalistlerinin jargonundaki “terörizme karşı savaş”ın ne olduğunu Irak’tan, Afganistan’dan, Libya’dan çok iyi biliyoruz! Aynı gazeteden bir diğer haber: “Akıncı Üssü karşılığında füze sistemi teklifi “İran’a karşı işbirliği teklifi iddiası Teklifin sahibi kim? İsrail. Okuyalım: “İngiliz Sunday Times gazetesi, İsrail’in İran’ın nükleer programına karşı Ankara’dan Akıncı Hava Üssü’nün kullanımını isteyeceğini iddia etti “The Sunday Times gazetesinin haberine göre, (…) İsrail Ulusal Güvenlik Konseyi Başkanı Yaakov Amidror (…) Akıncı Hava Üssü ve eğitim tesislerinin kullanımının yanı sıra Türk hava sahasının İsrail uçaklarına açılmasını da talep edecek, İsrail karşılığında Ankara’ya gelişmiş füze ve istihbarat teknolojisi sitemi vermeyi teklif edecek. (…) “İsrail’in Akıncı Hava Üssü hakkındaki talebini, 1996 yılında yapılan bir anlaşmanın tekrar yürürlüğe konulması çerçevesinde yapacağı belirtiliyor. Türkiye ile İsrail arasında 1996’da yapılan sözkonusu anlaşma, İsrail hava kuvvetlerinin Türk hava sahası içerisinde eğitim alabilmesine ve Akıncı Hava Üssü’nü kullanabilmesine izin veriyordu. Karşılığında Türk pilotları da İsrail’in !egev çölündeki tesislerinde eğitim almışlardı. ‘İran’a baskıyı artır’ Gazeteye konuşan bir İsrailli savunma yetkilisi, Türkiye ve İsrail’in İran’ın nükleer programı ve Suriye’deki iç savaş konusunda ortak endişeleri paylaştığını belirterek, bir uzlaşma sağlanabileceğini söyledi. Gazete, Akıncı Üssü’nde konuşlanmasının “İsrail’e bölgedeki stratejik varlığını ve İran’a baskıyı artırma fırsatı vereceği” yorumunda bulundu.” Yani şu gazete haberleri bile geçen 93 yıldan sonra nereye geldiğimizin açık göstergesi. Oysa bakın, o zamanlar Mustafa Kemal ne söylüyor: “Dünyada ezenler ve ezilenler çoktur. Yalnız ezilmelerine izin verenler ve vermeyenler vardır. Türkler ezilmelerine izin vermeyenlerdendir. Başkaları da Türkler gibi hareket etse dünya daha iyi duruma gelir.” Ama ne yazık ki şimdi başımızda bulunan, özellikle de 1950’den sonra iktidara gelmiş (daha doğrusu AB-D Emperyalistleri tarafından getirilmiş) olanlar, ne yazık ki kendi akıllarıyla, kendi iradeleriyle düşünüp davranamıyorlar. Aynen şu gazete haberinde de yazıldığı gibi artık AB-D Emperyalistleri ne derlerse onu yapıyorlar. Yani bir Mustafa Kemal’in söylediğine bakın bir de şu haberde yazılanlara ve ifadelere bakın. Ve bu alçak emperyalist tabiî ancak bu kadar açık konuşuyor. Diplomatça konuşuyor, eldivenli konuşuyor. Suriye için beraber çalışın, diyor. Bu ne anlama geliyor? Emir verme anlamına geliyor. Yani Suriye için İsrail’le beraber çalışacaksınız. Suriye’de ne için çalışacaklar? Parçalamak için çalışacaklar. Bu düzenin yöneticileri kişisel çıkar için insanı yük hayvanı yerine koymaktadır Gerçekten Parti olarak çok acı içindeyiz; çok üzülüyoruz, içtenlikle bunu söylüyoruz. Partimizin bir anlayışını söyleyeyim size. Şu günlerde Hayyam çok gündemde biliyorsunuz. Ünlü bestecimiz Fazıl Say’a, Hayyam’ın bir şiirinden ötürü ceza verdiler. Hayyam’ı biz de çok seviyoruz. Okuyoruz, aktarmalar yapıyoruz. Bir dörtlüğünü de ben aktarmak istiyorum, ki Partimizin de anlayışını ifade eden bir dörtlüktür bu: Dünya yıldıramazsın beni ne yapsan Ölümden de korkmam, er geç ölür insan Ölmemek elimizde değil ki bizim İyi yaşamamak, beni tek korkutan İşte biz Hayyam’ın bu anlayışının savunucusuyuz. Ölümden korkmuyoruz. Ölmemek elimizde değil bunu biliyoruz ama bizi tek korkutan, insanlığımızın hakkını verememek. İnsanız, beynimiz var düşünüyoruz, sorular soruyoruz ve o sorular karşısında da ne yazık ki kimi insanların insanlığının hakkını veremediklerini görüyoruz. Biz Parti olarak iyi yaşamanın yani insanlık davasının hakkını vermeye çalışıyoruz. İnsan olmaya, insanlığa hizmet etmeye çalışıyoruz. Ama ne yazık ki yine Hayyam’ın söylediği gibi: !iceleri geldi neler istediler Sonunda dünyayı bırakıp gittiler Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi? O gidenler de hep senin gibiydiler… dediği insanlar da var. İşte bakın bugünkü yöneticilerimiz de sanki hiç gitmeyecek gibi yaşıyorlar. Bir elleri yağda, bir elleri balda yaşıyorlar. Saraylarda, konaklarda, köşklerde, havuzlu villalarda yaşıyorlar. Uçaklarla, helikopterlerle seyahatler yapıyorlar. Şurası senin burası benim dünyanın nimetlerinden, ülkemizin, cennet ülkemizin nimetlerinden faydalanıyorlar ama neyin karşılığında? İşte bunu da bize yine Hayyam söylesin: Girme şu alçakların hizmetine Konma sinek gibi pislik üstüne. İki günde bir somun ye, ne olur! Yüreğinin kanını iç de boyun eğme. Tayyipgiller, sırf kendi çıkarları için, bu dünyada cennet yaşantısını sürdürmek için Parababalarının hizmetine giriyorlar. Yerliyabancı Parababalarının emirlerini yerine getiriyorlar. AB-D Emperyalistlerinin emrine girmekten, onların çıkarı için halkımızın soyulmasına, savaşlara sürüklenmesine aracılık etmekten hiç utanç duymuyorlar. Bir Kuvayimilliyecilerin kahramanlıklarına, fedakârlıklarına, yiğitliklerine bakın, korkmadan yedi düvele karşı savaş açmala- rına bakın, bir de bugünkü yöneticilere bakın. Aradaki insan kalitesi farkına bakın anlayış farkına bakın... Aradaki farkı hepimiz çok netçe, çok somutça görüyoruz, değil mi? Bildiğimiz gibi toplumsal olaylar toplumsal kanunlarla hareket eder. Yani nasıl fiziğin, kimyanın, biyolojinin kanunları varsa, doğanın da, toplumun da kanunları var ve toplumlar da biz farkında olsak da olmasak da o kanunlar çerçevesinde hareket ederler. Ve o kanunlara uyarlar. İnsanlık bir yerden geliyor bir yere gidiyor. Ve sürekli bir gelişim içerisinde gidiyor. Bildiğimiz gibi insanlık Altın Çağ diyor geçmiş sınıfsız toplum çağlarına. Bilimin kesince ispatladığı gibi, içinde yaşadığımız toplum Sınıflı Toplum. Ezenin ve ezilenin, sömüren ve sömürülenlerin olduğu sınıflı toplumların ortaya çıkışı 7 bin yıl öncesine dayanıyor. Ondan önceki Sınıfsız Toplum, İlkel Komünal Toplum 1 milyon 700 bin yıl varlığını sürdürüyor. Ve o toplumda insanlar eşit, özgür, kardeşçe yaşıyorlardı ama ne zaman ki insanlığın gelişmesinin belli bir aşamasında insanlar arasında eşitsizlikler, adaletsizlikler, sınıf farklılıkları başlıyor ondan sonra korku, yalan, hile, dümen ortaya çıkıyor. Ve Parababaları, insanlığı kendi aşağılık çıkarları için (ki bunu bir hakaret olsun diye söylemiyoruz çünkü onlar hep bana, hep bana, diyorlar) dünyanın bütün yeraltı ve yerüstü servetlerini gasp ediyorlar, kasalarına götürüyorlar. Ama yetinmiyorlar, hep daha fazlasını istiyorlar hep daha fazlasını istiyorlar... O bakımdan bu toplumsal düzen gerçekten insana zulüm eden, insanı aşağılayan, hayvan yerine koyan bir toplumsal düzen. Bu toplumun yöneticileri, sınıflı toplumun yöneticileri bu sömürü ve zulmü gerçekleştiriyorlar Biz bunlara aşağılık derken de bu yüzden bu bakımdan, bu nedenden söylüyoruz. Bu sınıfın temsilcileri böyle insanlardır derken bu anlamda söylüyoruz; yoksa tek tek kişi olarak Rockfeller’miş, Bill Gates’miş. Soros’muş, Sabancı’ymış, Koç’muş bilmem kimmiş… Kişi olarak isimlerinin bir önemi yok. Ama bir sınıf, azınlık bir zümre olarak, yerine getirdikleri görev bakımından insanlığı hep ezmek ve sömürmek üzerine kurulmuş bir düzenden hareket ediyorlar İşte Ulusal Kurtuluş Savaşı’mız buna bir ket vurdu. Batılı Emperyalistlerin, o zaman yedi düvel denilen emperyalistlerin sömürüsüne ve zulmüne ket vurdu. İşte İzmir’deyiz. İzmir Yunan İşgaline girdi. İşte şu az ilerimizde denizin kenarında Amerikan, İngiliz, Fransız gemileri, zırhlıları duruyordu ve onların koruyuculuğu altında küçücük Yunanistan, yani neredeyse kendi nüfusu kadar olan İzmir’i işgal etti. Neymiş? Ana topraklarıymış, ata topraklarıymış Megalo İdea’yı gerçekleştireceklermiş Dolayısıyla İzmir’le kalmayacakmış, şimdi İstanbul denen Constantinapol de zaten 1453’den beri işgal altındaymış, o işgale son verilmesi gerekiyormuş. Constantinapol tekrar Constantinapol olarak adlandırılmalıymış, İstanbul değil. Ayasofya’da çanlar çalmalıymış ve 1453 yılı öncesine geri dönmeliymişiz. Peki burada yaşayan Türk halkından ve diğer halklardan olan insanlar ne olmalıymış? Onlar da Orta Asya’ya, geldikleri yere gitmeliymiş. Batılı devletlerin, 1453’den bu yana vazgeçmedikleri ana amaçları bu İstediğimiz kadar kabul etmemeye çalışalım, dinler arasında bir savaş yok diyelim ama ne yazık ki Hıristiyan din adamları misyonerler, siyasetçiler için bu vazgeçilmez bir amaç. Hangi Tarih kitabını okursanız okuyun Batılıların yaklaşımının tamamı bu anlama geliyor. Bildiğimiz gibi Avrupa Birliği denilen emperyalist birliğin liderleri de kimi zaman ağızlarından kaçırıyorlar ki, bu birlik bir Hıristiyan Birliği’dir Ve Türkleri, Türkiye Cumhuriyeti’ni almayacağız çünkü Avrupa Birliği özünde Hıristiyan Birliği’dir, diyorlar. O yüzden Türklerin aramızda işi yok, diyorlar. 4 Ulusal Kurtuluş Sosyal Kurtuluşla taçlanmadığı için bağımsızlığımızı kaybettik Toplumların gelişimini, demin de söylediğim gibi sınıflara yani ekonomik altyapıya; üretim biçimine-ilişkilerine bağlamak zorundayız. Bu temelden hareket etmek zorundayız ama üstyapı dediğimiz durumlar da o gelişim içerisinde zaman zaman çok baskın durumlara çıkabiliyor. İşte az önce söylediğim noktadan devam edersem, 1922-1923’te kazandığımız ulusal bağımsızlığımızı ne yazık ki bugün tekrar kaybettik. Niye? Yani bu soru da aklıma geliyor doğal olarak. Sorular sormayı seviyoruz ve soruları cevaplamayı da seviyoruz. Peki niye kaybettik? Bugün, Cumhuriyet’in kuruluşundan 90 yıl sonra Mustafa Kemal’in koltuğunda bir şeriatçı oturuyor, İnönü’nün koltuğunda bir şeriatçı oturuyor ve bütün bakanlıklar bütün bürokrasi, bütün devlet daireleri şeriatçıların, Tayyipgiller’in hizmetine girmiş ve hep çıkar için bir arada bulunan, çıkar ortaklığı yapmış CIA İslamını, Amerikan İslamını benimsemiş, gerçek İslamla da asla ilgisi olmayan bir yönetici kademenin ve onun gerisindeki Tefeci-Bezirgân Sermaye kökenli ama yerli-yabancı Finans-Kapitalin hâkimiyetindeki bir zümre bugün Türkiye’yi yönetir konuma gelmiş. Neden? Ulusal Kurtuluşu Sosyal Kurtuluşla taçlandıramadığımız için ne yazık ki. Evet, Cumhuriyet bize çok şey verdi; öncelikle Ulusal Bağımsızlık bilincini verdi, Ulusal Bağımsızlığı verdi. Çok büyük bir şey… Evet, eksik gedik de olsa Laikliği getirdi. Evet, kadınlara seçme seçilme hakkını verdi vb. Ama ne yazık ki Sosyal Kurtuluşla taçlandırılamadığı için yani sınıflar ortadan kaldırılamadığı için, yerli Parababaları zümresi ortadan kaldırılamadığı için ve Parababaları kendi çıkarlarını ABD’nin, Avrupa Birliği’nin çıkarlarıyla birleştirdiği için işte vatanı bugün tekrar o emperyalistlere yem ettiler. Hangi gazeteyi açarsanız açın her gün bir kamu malının, bir yerli özel şirketin bir yabancı Parababaları şirketine ya da fonuna satıldığını görüyorsunuz. Acıbadem diye bir hastanemiz vardı biliyorsunuz, bir yabancı fon sahip oldu. Bugünkü haber: “Malezya-Japon ortaklığı imzayı attı, Acıbadem’e 1.3 milyar doları verdi “TOPLAM 14 hastane ve 8 tıp merkezinde bin 800’ün üzerinde yatak kapasitesi ile Türkiye’nin önde gelen özel sağlık şirketlerinden biri olan Acıbadem’in yüzde 75’i Malezya-Japon ortaklığına satıldı.” (http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/19532703.asp) Yine dünkü gazetelerden bir haber. Yerli bir şirketimizin büyük çoğunluğunu yabancı bir İngiliz şirketi satın almış geçmiş gitmiş… Yerli kamu malı kaldı mı? Telekom, SEK, Sümerbank, Tekel hepsi geçti gitti. Tarım ülkesiyiz, tarım coğrafyasındayız. Türkiye bir dönem, dünyada tarımsal bakımdan kendi kendine yetebilen yedi ülkeden bir tanesiydi. Şimdi ithal etmediğimiz ürün kaldı mı? Pirincinden, mercimeğine, buğdayına, samanına kadar ithal ediyoruz artık. Hangi birini sayalım… Üstelik de GDO’lu ürünler alıyoruz. Niçin böyle oluyor? Çünkü başımızdaki yöneticiler kaderlerini AB-D Emperyalistleriyle birleştirmiş durumdalar. Niçin? Cumhuriyet’ten öç almak için. O kaybettikleri saltanat ve hilafeti geri getirmek, Ortaçağ karanlıklarına toplumu geri götürmek ve kendi iktidarlarını sonuna kadar sürdürmek için Cumhuriyet’ten öç alıyorlar. Kemal Unakıtan Maliye Bakanıydı bir zamanlar, hatırlayacaksınız. Sümerbank’ın adını, izini tozunu tarihten sileceğiz, dedi. Böylesine kin duyuyordu Cumhuriyetin kurumlarına. İşte böyle kadrolar iktidarda. O bakımdan bu iktidar Türkiye Halkları için iyi hiçbir şey yapmaz. Bizzat kendilerinin söylemiydi; bölgemizde bütün kom- Yıl: 7 • Sayı: 65 / 14 Mayıs 2013 şularımızla dosttuk. Aramızdaki sorunları giderecek ve “Sıfır sorun”a varacaktık. Dış politikamızın ana ekseni bu olacaktı. Ama bakın şimdi hangi durumdayız? ABD çıkarları için tüm komşularımızla düşman durumuna getirildik İran’la düşmanız, Irak’la düşmanız, Suriye yönetimiyle düşmanız, Suriye Halkıyla düşmanız. Var mı dostumuz? İşte yine bir gazete haberi: “Gazze’ye gitmesin”. Hani okudum ya, ABD Dışişleri Bakanı Kerry, Erdoğan Gazze’ye gitmesin, diyor. İsrail de diyor ki; Tayyip Erdoğan gitmesin. Şimdi nerede kaldı Ortadoğu’ya şekil verecek, yön verecek güçlü ülke? Var mıymış Tayyipgiller yönetimindeki Türkiye’nin böyle bir gücü? E, yokmuş arkadaşlar. Emir eriymişiz. Git, diyorlar gidiyor. İsrail’e özür dile, diyor ABD. İsrail özür diliyor. Neyin karşılığında? İran’ı vurmanın karşılığında. Niye istiyormuş Akıncı Üssü’nü İsrail? Kendi uçakları İsrail’den kalktığında İran’ı vurabilecek menzile sahip olmadığı için uçaklarını Akıncı Üssü’nden kaldırmak istiyormuş. ABD İncirlik’ten, Pirinçlik’ten kaldıracak yani Adana ya da Diyarbakır’dan kaldıracak, İsrail de Ankara’dan kaldıracakmış. Eski adı Mürted Hava Üssü’ymüş şimdi Akıncı Hava Üssü olmuş. Yıllarca da ABD üssü olarak kullanılmış. Sonra İncirlik’e taşımış ABD. Ki nükleer silahlar varmış 20 tane Akıncı Üssü’nde, onları da Pirinçlik’e taşımış, Adana’ya taşımış. Ve nükleer silahların olduğu üs de Adana’daki Pirinçlik Üssü. ABD’nin dünyadaki nükleer silahlarının depolandığı, en çok bulunduğu ülke, ülkemiz, değerli arkadaşlar. Ve olası bir savaşta o üsler kaçınılmazca Rusya, Suriye, İran bakımından hedef durumuna geldiğinde, onun ceremesini kim çekecek? Biz Türkiye Halkları çekeceğiz. Bizim bilgimiz var mı, onayımız var mı, kontrolümüz var mı? Asla! Girmemiz bile yasak. Genelkurmay Başkanımız bile o üsse giremez bir noktadan sonra, ileriye gidemez. İşte ülkemizin 1950’den sonra düşürüldüğü durum ne yazık ki bu… Bu durumu bilmek zorundayız. Bu durumu kavramak zorundayız ve ona göre davranmak zorundayız. Gözlerimizi gerçeklere kapayamayız. Geçmişin zaferleriyle avunamayız. Geçmiş bizim tarihimiz. Atalarımızın tarihi. Sonuna kadar sahip çıkıyoruz. Biz, biz diye vurgu yapıyorum, şu bakımdan: az önce Tacettin Arkadaş’ın da söylediği gibi, ne yazık ki kendisini ilerici, devrimci, sosyalist diye adlandıran grupların, partilerin büyük bir kısmı, Osmanlı İmparatorluğu’na barbar, yağmacı, talancıydı diyor. Atalarımız için diyorlar bunu ve Kurtuluş Savaşı diye bir savaş da zaten ol- madı, diyorlar. Bir Yunan-Türk savaşıydı, o da zaten kısmiydi yani mevzi olarak cereyan etti, anlatılanların büyük bir kısmı da yalan. O savaşlar da; 1’inci İnönü, 2’nci İnönü, Dumlupınar Savaşları da yalan. Büyük bir aldatmacayla karşı karşıyayız ve Mustafa Kemal de zaten İngilizlerin ajanıydı, dolayısıyla da ortada bir zafer, bir cumhuriyet, bir bağımsızlık yoktur, diyorlar. Şimdi o yüzden biz vurgusunu yapıyorum. Partimiz dünyanın ilk başarılı Ulusal Kurtuluş Savaşı olarak adlandırıyor Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızı. Birçok ülkede bizden önce de bizden sonra da ulusal kurtuluş savaşları verildi ama dünyada ulusal kurtuluş savaşını zaferle sonuçlandıran ilk ülke olma onuru bizim ülkemize ait, bizim halklarımıza ait, değerli konuklar. Ve bizim atalarımız Çanakkale’den başlayarak yaptı bunu. Tarihin gördüğü en büyük donanmayı Çanakkale önüne yığan o emperyalistleri yenerek kaçıp gitmelerini sağlayarak kazandığı güvenle Birinci Kurtuluş Savaşı’nı, Ulusal Kurtuluşu başardı. Biz bu bakımdan bu Kurtuluş Savaşı’na sonuna kadar sahip çıkıyoruz; önderi Mustafa Kemal’in ve Kuvayimilliye kadrolarının, Türkiye Halkları- nın o şanlı mücadelesine sonuna kadar sahip çıkıyoruz. Bu zafer bizim zaferimiz, sonuna kadar da savunmaya devam edeceğiz. (Alkışlar…) Gerçek Müslüman din kardeşlerinin katilleriyle ortak olmaz Ve ne yazık ki o günden sonraki süreçte (Celal Bayar’ın 1932’de Ekonomi Bakanı, 1937’de Başbakan olmasıyla başlayan süreçte) ve dediğim gibi özellikle 1950’den sonra iktidara gelen-getirilen partiler ve başbakanlar, bürokratlar, bakanların hepsi emperyalistlerin hizmetine girmiştir. Onların bir dediklerini iki etmemiş ve bugün ülkemizi getirdikleri nokta da çok acı bir nokta, değerli konuklar. Şimdi hepiniz biliyorsunuz, Tayyip’in birkaç önemli sözü var. Bir tanesi: dedi ki ABD yöneticilerine, beni lağım deliğinden aşağı süpürmeyin, kullanın. Ve bu inkâr edilmedi. İngilizce olarak söylenen bu sözün aslı da yayımlandı medyada. Bu cümlenin ABD yöneticilerine aynen böyle dile getirildiği, söylendiği kayıtlıdır. Belgeli bir şekilde Tarihin sayfalarında yerini aldı. Şimdi ne yapıyor o zaman ABD Emperyalistleri? Talebin gereklerini yerine getiriyor, kullanıyor. Nasıl? Irak işgalinde kullandı mı topraklarımızı? Kullandı. Tayyip, ABD askerlerine açtı mı topraklarımızı, değerli konuklar? Açtı. ABD askerleri çekilirken bizim topraklarımızı da kullanarak çekildiler mi? Onlara lojistik destek sağladık mı? Çekildiler. Sağladık. İşgal edildi Irak ve meşru yönetimi katledildi, idam edildi. Ve Müslüman bir ülkeydi. Bizim yöneticiler de Müslüman olduklarını söylüyorlar. Din, Allah ağızlarından düşmüyor. Ama ABD’nin Müslüman Irak’ı işgal etmesine bırakalım seyirci kalmayı aktif destek verdiler. Ve hâlâ da hayıflanıyorlar ki neden tezkereyi geçirmedik. Geçirseydik bugün çok daha iyi bir noktadaydık, diyorlar. Arkasından yine hepimiz hatırlıyoruz: Suriye Lideri Beşşar Esad sık sık Türkiye’ye geliyordu. Tayyip sık sık Suriye’ye gidiyordu, ortak Bakanlar Kurulu toplantısı yapmışlardı ve Esad Tayyip için kardeşten de öteydi. Ama şimdi aynı Esad zalim oldu, diktatör oldu. Peki değişen kim? Esad aynı Esad. Halkının çıkarlarını savunan, emperyalizme teslim olmayan, direnen sonuna kadar. Eğer öleceksem ülkemde ölürüm, herhangi bir ülkeye gitmem, diyor. Emperyalistlerin isteklerini yerine getirmem, yeraltı, yerüstü servetlerimin işgal edilmesine izin vermem, diyor. Bunun için emperyalistlerin saldırısına uğruyor. Ve vatan toprakları, Suriye toprakları bölünüyor. Kimler tarafından? Bir avuç serseri, lümpen tarafından. Sapık, sarhoş, katil, cani, hırsız başka ülkelerden gelmiş ve paralı askerlik yapan şeriatçılar tarafından, şeriatçı olduğunu söyleyen insanlar tarafından. Peki, bu nedir şimdi? Burada insanlığın nesinden söz edebiliriz? Zerresinden söz edebilir miyiz? Müslümanlıktan söz edebilir miyiz? Biz Parti olarak hep söylüyoruz; Hz. Muhammed’in ve Dört Halife’nin devamcısıyız diyoruz. Ve bunu onların yaptığı gibi takiye olsun diye de yapmıyoruz. Yani halklarımızın dinî duygularını okşamak için yapmıyoruz, inandığımız için yapıyoruz. Nesine inanıyoruz ama biz? “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” anlayışına inandığımız için yapıyoruz. İnfak ve güzel ahlâktır İslam, Kur’an, din. Bu iki anlayışa sahip çıktığımız için, bu anlayışı benimsediğimiz için, biz de bunun hayata geçmesi için savaştığımız için o insanları anlıyoruz ve bu yüzden o insanları savunuyoruz. İnfak bildiğimiz gibi, kendisine ve ailesine yetecek kadarından fazlasını dağıtmak, demektir. İkincisi güzel ahlâk, diyor. Kur’an, İslam bu ikisine dayanır, diyor. İnfak ve güzel ahlâktır, diyor. Şimdi biz bu anlayışı savunmuyor muyuz? Evet, biz de aynı anlayışı savunuyoruz. Biz de diyoruz ki, bir gün (ki o gün er geç gelecek, buna inancımız tam) iktidara geldiğimizde devlet yöneticileri ortalama işçi ücreti alacak. Daha fazla ücret almayacak. Bu bizim Tüzüğümüzde yazıyor, Programımızda yazıyor ve bugün için de yönetiminde bulunduğumuz organlarda ha- yata geçiriyoruz. Yani bunu da açıklıkla söylüyorum, sadece bir anlayış olarak savunmuyoruz. Örneğin Nakliyat-İş Sendikası Genel Başkanı, Kurtuluş Partilidir. Ve kendi sendikasında ortalama işçi ücreti alıyor. Diğer yöneticiler daha fazla ücret alıyor ama Nakliyat-İş Sendikası Genel Başkanı, o işkolundaki ortalama işçi ücretini alıyor. Yani biz kendi anlayışımız açısından bulunduğumuz makamlar diyelim, mevkiler diyelim, ne dersek diyelim, organlar, kurumlar diyelim, orada da bu anlayışımızı şimdiden hayata geçiriyoruz. Dolayısıyla biz bu anlayışı savunduğumuz için Hz. Muhammed’in, Hz. Ali’nin, Hz. Ömer’in devamcısıyız, diyoruz. Güzel ahlâk. Nesi kötü? E, Fatih… Sahip çıkıyoruz biz. Niye sahip çıkmayalım? Ne yapmış? İstanbul’u fethetmiş, Fethin bir anlamı da nedir? Açmaktır. Neyi açmış? Bezirgân, çökkün Bizans İmparatorluğu’nu yıkmış. Bizans’ın tarumar ettiği topraklarda yaşayan köylüleri özgür bırakmış ve köylülere toprak dağıtmış. Onun için sahip çıkıyoruz. E, biz bugün gelsek iktidara aynı şeyi yapmayacak mıyız? Köylüyü topraklandırmayacak mıyız? başdüşmanı başzalim ABD’ye karşı dünya halklarının ve özel olarak da Latin Amerika Halklarının birliğini sağlamak durumundayız, bunun için mücadele ediyoruz, diyor. Biz burada ne için savaşıyoruz? Türk Halklarının birliği için savaşıyoruz. Partimizin önemle savunduğu tezlerden bir tanesi de şudur: Altı parçaya bölünmüş Türk ulusunu birleştirmek istiyoruz biz. Yani Orta Asya’dan Anadolu’ya Türk Halkının birliğini sağlamak istiyoruz. Bu ırkçılık falan da değil, asla böyle değerlendirmiyoruz. Böyle değerlendirmelere de asla katılmıyoruz. Bunları söyleyenler, tarihsel gerçeklikleri bilmeyen, emperyalizmin tuzağına düşmüş, oyununa gelmiş gafiller ya da hainler. Emperyalistler, bütün dünyayı, ulus devletleri ortadan kaldırıp küçük devletlere bölüp parçalamak için bin devletli dünya yaratmak için uğraşırken biz neyi savunmak zorundayız? Ulusların, halkların birliğini savunmak zorundayız. Emperyalistlere karşı mücadelenin önemli araçlarından bir tanesi de büyük ve güçlü devletlerdir. Emperyalistler zaten bin devletli bir dünya yaratmak istiyorlar. Eğer biz de bölünüp parçalanırsak, o zaman ister bilerek, ister bilmeyerek niyetlerimizden bağımsız olarak emperyalizmin çıkarlarına hizmet etmiş oluruz. İşte 10 bin, 20 bin, 30 bin dönüm toprağı olan insanlar var. 10 tane, 20 tane köyü olan toprak ağaları var, öyle değil mi? E, şimdi biz bu toprakları yoksul köylülüğün hizmetine vermek istiyoruz. Kooperatifler kurmak ve köylüyü topraklandırmak istiyoruz. Ayrıca Türkiye’nin her bölgesinde büyük toprak sahipleri, kodamanlar var bildiğimiz gibi. Adnan Menderes de büyük bir çiftlik sahibi değil miydi? Binlerce dönüm toprağı yok muydu? Ve şu anda da binlerce dönüm toprağa sahip olan toprak ağaları yok mu? Ve onların yanında maraba olarak çalışan, yarıcı olarak çalışan köylülerimiz yok mu? Boğaz tokluğuna, karın tokluğuna çalışan köylülerimiz? E, biz iktidara gelirsek bunu yapmayacak mıyız? O toprakları yoksul köylülüğün hizmetine vermeyecek miyiz? O zengin köylülerden almayacak mıyız? Alacağız, almak zorundayız. Çünkü bunlar kamu malı. O bakımdan biz Hz. Muhammed’in ve Dört Halife’nin devamcısıyız, Fatih’in devamcısıyız, Mustafa Kemal’lerin devamcısıyız. biz bu sınıfsal gerçeklikleri görmek, emperyalistlerin uzun vadeli planlarını görmek ve ona göre mücadele etmek, hat belirlemek zorundayız. Ekonomide ve siyasette tam bağımsızlığı savunuyoruz “Ya istiklal, ya ölüm!” diyor Mustafa Kemal. Bunu savunmayacak bir namuslu insan olur mu? Ve namuslu, yurtsever. halksever olan her insan bunu savunmak zorunda değil midir? “Bağımsızlık benim karakterimdir”, diyor. Bu anlayışı nasıl savunmayız, nasıl sahip çıkmayız? Bu anlayışa sahip çıkmayacaksak neye sahip çıkacağız biz? AB-D’nin bizi yönetmesine, bütün bakanlarımızın atanmasına, bürokratlarımızın atanmasına olur vermesine, IMF’nin, Dünya Bankası’nın olur vermesine mi katlanacağız? Ama başımızdaki yöneticilerimiz bunu yaptılar biliyorsunuz. İşte biz yani Partimiz bunun için mücadele veriyor. Şimdi biz dünyanın neresinde bir haksızlık varsa büyük devrimci Kahraman Gerilla Che’nin söylediği gibi, öfkeden tir tir titriyoruz. Haksızlığa karşı öfke doluyuz. Dünyanın neresinde olursa olsun bu haksızlıklara isyan ediyoruz. İnsanlığımız bunu gerektiriyor çünkü. O bakımdan bizimle aynı anlayışı savunuyor Che ile Mustafa Kemal. Che, Latin Amerika ülkelerinin, halklarının birliğini savunuyor. Kuzey Emperyalizmi diye adlandırdığı dünya halklarının BOP’a karşı ısrarla halkların kardeşliğini savunmalıyız AB-D Emperyalistlerinin, “Genişletilmiş Ortadoğu Projesi” ya da “Büyük Ortadoğu Projesi” diye bir projeleri var biliyorsunuz. Ve o projeyi hayata geçirmek için her gün yeni adımlar atıyorlar. Irak, Afganistan, Libya, Suriye, İran, Türkiye… Bunu bütün dünya biliyor. Yani bu gerçekliği bilmeyen hiç kimse yok. Herkes biliyor ki, Suriye düştüğü anda, düşürüldüğü anda sıra İran’a gelecek. İran’dan sonra nereye gelecek sıra? Türkiye’ye gelecek. Çok net, çok açık. Biz halkların kardeşliğini sonuna kadar savunuyoruz. Biz bu topraklarda var olan Kürt kardeşlerimizle 1071’den bu yana kader birliği yaptık. 1071’de biz Orta Asya’dan Anadolu topraklarına girdik. Geldiğimizde bu topraklarda Kürt kardeşlerimiz yaşıyorlardı. Onlarla birlikte ve 10 bin Ermeni savaşçıyla birlikte (o tarih itibari ile 1071 için söylüyorum) Bizans İmparatorluğu’na karşı savaştık ve yendik. Malazgirt Savaşı’yla birlikte ve o tarihten itibaren bu coğrafyayı ortak bir yurt yaptık. Çanakkale’de, Balkan Savaşları’nda tarihsel sırasıyla söyleyeyim en canlı örnekler bakımından. Balkan Savaşı’nda birlikte savaştık, Çanakkale Savaşı’nda birlikte savaştık, Kuvayimilliye’de birlikte savaştık. Etle tırnak gibi olduk, bölünmez bir bütün olduk. Ama ne yazık ki emperyalistler şimdi ne yapıyorlar? Kürt kardeşlerimizle de aramızı açmaya çalışıyorlar. Şimdi biz her şeyi açık söyleriz. Gizli diplomasi yapmayız, diplomasiyi de sevmeyiz. Başta da söylediğim gibi eldivenli de konuşmayız. Bu konuda da tutumuz çok net: biz nasıl ki Türk Ulusu’nun birliğini savunuyorsak, beş parçanın birliğini savunmaya çalışıyorsak, aynı şekilde emperyalistler tarafından bölünmüş Kürt Ulusu da kendi birliğini sağlamak zorundadır. Bunu kabul etmek zorundayız, bu tarihsel bir gerçekliktir. Buna karşı çıkarak, buna karşı durarak hiçbir sonuç elde etmemiz mümkün değildir. Sadece emperyalistlerin oyununa gelmiş oluruz niyetlerimizden bağımsız olarak. Biz Kürt kardeşlerimizle 1071’de nasıl birsek, Çanakkale’de nasıl bir olduysak, Kuvayimilliye’de nasıl bir olduysak, bugün de bir olmak zorundayız. Emperyalistlerin oyunlarını ancak böyle bozarız. Yoksa bir ulusu yok sayarak, 5 Yıl: 7 • Sayı: 65 / 14 Mayıs 2013 varlığını hiçe indirerek, kabul etmeyerek bir gerçekliği ortadan kaldıramayız. O bakımdan biz bu konuda da Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkını sonuna kadar tavizsiz savunmak ve hayata geçirmekle görevliyiz. Bugün için emperyalistlerin karşısında duracak biricik güç, Kürt ve Türk Halklarının kardeşçe dayanışmasından geçiyor. Bunu sağlayabilirsek eğer, emperyalistlerin planlarına set çekebiliriz. Örneğin şu ana kadar, daha 1 ay öncesine kadar Kürt Ulusu’nun Suriye’de kalan parçasında Kürtler, Esad’a karşı savaşmıyorken, Esad yönetimine karşı en azından tarafsız durumdayken, şimdi ne yapıyorlar? İşte burada gazete haberi var ( ayrıntısını okumayacağım): “Esad’a karşı savaşmaya başladılar” Niye? Yine soru, niye savaşmaya başladılar? İşte AB-D’nin getirdiği tezgâh, oyun bu. Yani Suriye’de yeni bir cephe açıyor. Ne yazık ki Kürt Halkıyla Arap Halkını, aynen Irak’ta olduğu gibi, şimdi de Suriye’de karşı karşıya getiriyor. Yarın Türkiye’de, İran’da karşı karşıya getirecek. Ve halklar arasına düşmanlıklar sokuyor. Şimdi iki kişi arasındaki düşmanlıklarda bile hani bir insanın kalbini kırarsanız, ne bileyim ilişkinin düzeyine göre, bazen onlarca yıl geçmesi gerekiyor. Kırılan kalp kolay tamir edilmiyor biliyorsunuz. Genel Başkan’ımızın bir özdeyişi: “Dikkat! İnsandır, kırılır!”, der. Partimizin bütün şubelerinde bu söz yazılıdır. İnsandır, kırılır! E halklar da çok kolay kırılıyor. O halkların arasına kan davası girerse eğer, kırgınlıklar girerse onu gidermek on yıllar belki yüz yıllar alacak şeylerdir. İşte o bakımdan, başta AB-D Emperyalistlerinin sonra Tayyipgiller’in bizi düşürmek istedikleri bu oyundan sakınmak zorundayız. Halklarla aramıza düşmanlıklar girmesine asla izin vermemeliyiz. Bunu başarmak zorundayız. Onların bütün çabalarına, bütün provokasyonlarına rağmen biz halklar arasındaki kardeşçe dayanışmayı sağlamak, Arap, Kürt, Türk, Çerkez kim varsa bu topraklarda, onlarla birlikte kardeşçe yaşamak zorundayız. Biz bunu başarabilirsek, birliğimizi sağlarsak, emperyalistlerin dünyayı bin devletli bir dünya haline getirme planlarına karşı durabilirsek, geçmişte atalarımızın yaptığı gibi, Che’nin yaptığı gibi, Küba Halkının, Vietnam Halkının yaptığı gibi yapar ve başarırsak, emperyalistleri bu coğrafyadan siler atarız. Geçmişte silip attık, şimdi de silip atarız, adımız gibi eminiz ve atacağız. Tereddüt taşımıyoruz. Ermeniler de Osmanlı’ya karşı savaşıyorlar ve yeniliyorlar. Osmanlı, o günkü tarihsel şartlar içerisinde 1912’den bu yana süren o savaşlardan dolayı zaten çökkün, bitkin, yenilmiş…1876’dan itibaren 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda, Rus Ordusu İstanbul’da Yeşilköy’e kadar gelmiş. Ayastefonas denilen Yeşilköy’e kadar gelmiş, konaklamış istese Topkapı’ya girecek Osmanlı’yı devirecek konumdayken, tarihsel nedenlerle yine, Ayestefonas Antlaşması diye Yeşilköy Antlaşması diye bir antlaşmayla geri dönüp gidiyor ama bir sürü kazançlarla geri dönüp gidiyor. Kazançlarından bir tanesi de ne Osmanlı toprakları içerisindeki Hıristiyan tebaanın koruyuculuğunu üstleniyor. Ve dolayısıyla o kışkırtmalar başlıyor. E, tarihsel süreç tabiî, bildiğimiz gibi, uluslaşma süreci dünyada 1789 Fransız Büyük Devrimi ile birlikte başlıyor. Dolayısıyla uluslaşma kaçınılmaz bir tarihsel süreç. Bu tarihsel sürecin önüne hiç kimsenin geçmesi mümkün değildir. Uluslar yani ırklar uluslaşacaklar, devletleşecekler ya birlikte ya bağımsız olarak varlıklarını sürdürmeye devam edecekler. Kimisi tarih sahnesinden siliniyor kimisi devletleşerek varlığını devam ettiriyor bugün itibari ile diyelim. O bakımdan Osmanlı’ya bağlı uluslar da kendi bağımsızlıklarını elde etmek istiyorlar. Yunanlar, Bulgarlar, Arnavutlar nihayetinde bugün devletleşmişlerdir. Ermeniler de istediklerini söylüyorlar ama ne yazık ki bütün tarihsel belgelerle sabit ki Osmanlı topraklarında yaşayan, o günkü Osmanlı topraklarında yaşayan Müslüman nüfusunun yüzde 86,5 oranına karşılık Ermenilerin oranı yüzde 13,5. Dolaysıyla bir azınlık durumundalar. Ama bu azınlık durumlarına bakmaksızın emperyalistlerin kışkırtmasıyla bağımsız bir devlet talebiyle ortaya çıkıyorlar. Bu haklı bir talep değil, haklı bir savaş değil, haklı bir istek değil. Siz azınlık olarak eğer çoğunluğu yönetmek istiyorsanız ne yapmanız gerekir? O çoğunluğu katletmeniz, sürmeniz, ortadan kaldırmanız, ne yapmanız gerekiyorsa onu yapmanız gerekir. Yani yoksa barışla bu iş olmaz. Bir tarafta yüzde 86,5 bir tarafta yüzde 13,5. Bu sabit. Dolayısıyla o savaşta yeniliyorlar. Bakın. “Biz Ermeniler ve Türkler” diye Şahan Natalie (Nemesis) adlı bir Ermeni yazarın kitabı. Yazarın kod adıymış “Nemesis”. Ermenice “intikam” demekmiş. 1915’teki sürgün kararını alan Enver, Talat, Cemal ve İttihat ve Terakki’nin diğer yöneticilerini de öldüren örgütün lideri bu kitabın yazarı, değerli konuklar. Onun anıları bu kitap. Türkçede ilk kez yayımlanı- “Ve biz dövüştük. “Bu kavgadan mağlup çıktığımızı da ifade edelim. “(…) “eden mağlup olduk? “Belgeler mağlubiyetimizde önemli rolü olan sebeplere dair daha fazla bilgi verecektir. “Ruslar bize ihanet etti. Onlar bir yandan bizi yüreklendirirken bir yandan da Türklere bizi boğazlatarak Ermeniler olmadan Akdeniz’e inen yolu egemenlikleri altına almak istediler ve bu planı yürürlüğe koydular. “İngilizler Doğu politikaları ve iktisadi çıkarları uğruna bizi sattılar. “Bizim silahlarımızla ve dökülen kanımızla Kilikya’yı işgal ettikten sonra Fransızlar, Türk boyunduruğu ile onların dostluğunu kazanmak için bizi silahsız olarak terk ettiler. “Smirna’nın (İzmir’in biliyorsunuz eski adı Smirna – G. Çıngı) kendilerine ait olduğunu düşünerek İtalyanlar Rumları sürgün etmek için silahlandırdılar ve bizi ateşe attılar. “Amerikalılar belagatleri ile bizi uyuttular ve davamızı birkaç petrol kuyusuna kurban ettiler.” (agy, s. 163) Bunlar ne kadar açık itiraflar değil mi? Bundan daha açık itiraf olur mu? Oysa Mustafa Kemal ve Birinci Kuvayimilliyeci atalarımız (Türk, Kürt, Çerkes, Arnavut vd. halklar) önce kendilerine ve halklarına inandılar ve güvendiler. Sonra da Uluslararası Proletarya Hareketiyle başta Lenin ve Bolşevik Partisi olmak üzere Sovyetler Birliği’yle ve diğer mazlum uluslarla samimi ve içten dostluk, kardeşlik bağları kurdular. Uluslararası Proletarya Hareketi, Batılı Emperyalistler gibi bizi satmadı. Sonuna kadar destekledi. Çünkü onların bizimle kurdukları ilişkide belirleyici olan kendi çıkarları değil, tam aksine emperyalistlere karşı birlik olma, güçleri birleştirmeydi. Batılı Emperyalistler o gün Ermenileri (mazlum Ermeni Halkını, ki sadece Ermeni Halkını değil, kandırıp, aldatıp bizimle savaşa soktukları Yunan Halkını da) kendi aşağılık çıkarları için nasıl sattılarsa, kullanıp bir köşeye attılarsa, halklar arasına kan davaları soktularsa bugün de aynı aşağılık işi yapmaya devam ediyorlar. Bölgemizde Türk, Kürt, Arap Halklarının arasına kan davaları sokuyorlar, Balkanlar’da aynı işi yapıyorlar, Kafkaslar’da aynı işi yapıyorlar. Geçmişte Birinci Emperyalist Evren Savaşı sonrasında da bu aşağılık işleri hep yaptılar. Vietnam Halkını, Kore Halkını yor. O anlatıyor Talat Paşa’yı, Enver Paşa’yı nasıl öldürdüklerini. Bizzat lideri yani bu örgütün, intikam örgütünün lideri anlatıyor. Kısa bir aktarma yapacağım: “Türkler her zaman kendilerine bağımlı olmuşken, Ermeniler kurtuluşu yabancılardan bekleyerek daima onlara dayanmayı tercih etmişlerdir. Ve doğal olarak yabancılar uygun olduğu zaman Ermenileri kullanıp daha sonra daima onlara ihanet etmişlerdir.” (Şahan Natalie (Nemesis), Biz Ermeniler ve Türkler, 2008, Peri Yayınları, s. 13) Bizzat intikamcı bir örgütün, intikam almak üzere kurulmuş bir örgütün, kod adı da “İntikam” olan lideri, Şahan Natalie bunları söylüyor. Oysa aynı konuda yani bağımsızlık ve ulusal onur konusunda yukarıda da aktarmıştım, Mustafa Kemal şöyle söylüyordu: “Dünyada ezenler ve ezilenler çoktur. Yalnız ezilmelerine izin verenler ve vermeyenler vardır. Türkler ezilmelerine izin vermeyenlerdendir. Başkaları da Türkler gibi hareket etse dünya daha iyi duruma gelir.” Mustafa Kemal başka ne söylüyordu: “Ya Bağımsızlık Ya Ölüm!”, “Bağımsızlık benim karakterimdir!” Bir yukarıdaki itirafa bakın bir de Mustafa Kemal’in söylediklerine bakın. Ve sonuçlarına bakın… “Ermeni-Türk savaşı kaçınılmazdı. “(…) ikiye böldüler. Birbirleriyle savaştırdılar. Kendilerine onlarca yıl, 40 yıl, 50 yıl hizmet eden uşak liderleri bir kalemde satıp geçip gittiler. İran’da, Vietnam’da, Endonezya’da, Nikaragua’da, Mısır’da vb. ülkelerde bu işi yaptılar. (Alkışlar…) Ermeni Meselesinin tarihi kökeni ve gelişimi Türkiye’de emperyalistlerin dayatmasıyla gündemler çok. Az önce Partimiz, belki bir kısmınız gördünüz, belki görmediniz, 23 Nisan dolayısıyla eylem yaptı. 23 Nisan’ı burada savunduğumuz anlayış doğrultusunda ortaya koyan bir eylem yaptı. İstanbul’da da, Ankara’da da, Konya’da da, Bursa’da da eylemler yapıyor şu anda Partimiz. Cumhuriyet’e sahip çıkıyoruz, 23 Nisan’a sahip çıkıyoruz. Ve bir şeye daha sahip çıkıyoruz biz. Yarın 24 Nisan. 24 Nisan ne? Onlar (AB-D Emperyalistleri, Ermeni burjuvaları, diasporası, şovenleri) bakımından sözde soykırımın 98’inci yılı. Osmanlı ve sonra da Cumhuriyet Ermenilere soykırım yapmıştır dolayısıyla da özür dilenmelidir. Ve Ermenilerin talepleri yerine getirilmelidir, diyorlar. Yani bu bizim soyut iddiamız değildir. Yazılı çizili basılı bütün kitaplarda, gazetelerle, televizyon haberleriyle her gün bunu tekrarlıyorlar. Dolayısıyla Partimiz yarın da 24 Nisan dolayısıyla yine Türkiye çapında eylemler yapacak. Ermeni planı, ABD planı diye bu plana karşı çıkacak. Şimdi yine tarihsel gerçekliklerden söz ediyorum. 1915 işte 98 yıl önce ne yazık ki Kürtlerle Türkler, Çerkezler kaderlerini birleştirmişken Ermeniler ve Rumlar kandırılmış, aldatılmış (burjuvaları tarafından aldatılmış) bunun da altını çizmek zorundayız. Halklar değil, mazlum halklar, Ermeni Halkı, Rum Halkı değil yani burjuvaları yönetici sınıfları tarafından aldatılmış kandırılmış kitleler, Birinci Kurtuluş Savaşı’nda bizimle birlikte, Kürtler ve Türklerle olmuyorlar hepimizin bildiği gibi. Ve bize karşı; Osmanlı’ya karşı, sonrasında da Kuvayimilliyecilere karşı bu topraklarda savaşıyorlar. O savaşın sonucunda da yeniliyorlar. Savaşta bir yenen olur bir de yenilen olur. Bunun nedenlerini tartışmak şu an için zamanımız elverişli değil. Emperyalistler ve işbirlikçileri Ermeni Halkının acısını siyasi amaçları için kullanmaktadır Mazlum Ermeni Halkını, Ermeni burjuvalarının sınıf çıkarlarının peşine takarak, Türklerle ve Kürtlerle savaştırdılar. Savaşın sonucunda yenilen Ermeniler oldu, bizzat Şahan Natlie’nin de dediği gibi. O savaş sırasında da çok büyük acılar yaşandı. Katliamlar gerçekleşti karşılıklı. Yüz binlerce masun insan canından oldu. Ama emperyalist bunlar. 7 bin yıllık Sınıflı Toplumun devamcıları. Akı kara, geceyi gündüz göstermekte maharetliler. Şimdi de, şimdi derken aşağı yukarı 100 yıldır, Ermeni Halkının uğradığı acıları sömürüyorlar, o acılar üzerinden Ermeni Halkını bir kez daha kullanmak istiyorlar. Ve “Ermeni Soykırımı” yalanını uyduruyorlar. Oysa Bizzat Şahan Natlie’nin dediği gibi Ermeni Halkını kullananlar kendileri. Satan, ortada bırakan kendileri ama şimdi “Soykırım” diyerek bir kez daha kullanmak istiyorlar. Halkları bir kez daha birbirine düşürmek, “Genişletilmiş Ortadoğu Projesi”, “Büyük Ortadoğu Projesi”ni hayata geçirmek istiyorlar. Evet, karşılıklı savaşılmıştır evet karşılıklı katliamlar olmuştur. Bir kişinin bile burnu kanasa yüreğimiz yanıyor bizim. Ki kansız devrimleri savunan insanlarız. Bize kanlı ihtilalciler derler ama örneğin 27 Mayısçılar kimsenin burnunu kanatmadı. Biz de iktidara gelsek kimsenin burnunu gidecek Türk ordusu. Emir eri olacak. Her ne derse ABD Emperyalistleri, onun emir eri olarak hizmetinde olacak ve ABD’ye hizmet edecek. Oysa bizim ordumuz onurlu bir orduydu. Emperyalistlere karşı savaşmış ve yenmiş bir orduydu bütün yokluklara rağmen. İşte o yüzden emperyalist- kanatmayacağız. Küba’da 60 yıldan bu yana bir tek kişiye bile işkence yapılmadı çünkü orada sosyalist iktidar var. Ve sosyalist iktidarların hiçbirisi işkence yapmaz çünkü işkence insanlık suçudur. Ama her savaşta kaçınılmazca karşılıklı katliamlar yaşanır ve savaşın büyük acılarını da mazlum insanlar çeker, kadınlar başta olmak üzere çocuklar ve yaşlılar çeker ne yazık ki. O karşılıklı savaşta da Ermeni Halkından da 100 binlerce insan ölmüş ve öldürülmüştür. Bunu asla unutamayız. Asla bağışlayamayız. Ama bağışlayamayacağımız kimdir burada? Halkların arasına kan davası sokan, halkları birbirine düşüren ve halkların yeraltı ve yerüstü servetlerini ele geçirmek için planlar yapan büyük devletler, Batılı devletler, bugün için adlandırırsak ABD ve AB Emperyalistleridir. Bizim düşmanlığımız onlara karşıdır ve onlardan mutlaka bu zalimliklerinin, halkları uğrattıkları zulümlerin, katliamların hesabını er geç soracağız. Bizim adaletimiz asla affedici olmayacak. Onlardan o yaptıklarının hesabını mutlaka soracağız. Halklara bunun hesabını mutlak verecekler. Bizde zaman aşımı yok. O bakımdan emperyalistler ve işbirlikçiler bunu asla unutmasın. ler Türk Ordusu’nun bu geleneğini; Mustafa Kemalci, ilerici, devrimci, bağımsızlıkçı-antiemperyalist, laik geleneğini affetmiyorlar. O bakımdan da CIA operasyonlarıyla Ergenekon, Balyoz vesaire adlarıyla, İzmir’de “Eskort Kızlar” davası adı altında namuslu, yurtsever askerleri, genç subaylarımızı zindanlara dolduruyorlar, onlarca yıl cezalar istiyorlar, müebbetler veriyorlar. Partimiz buna karşı da kararlıca mücadele ediyor. Ve bundan sonra da kararlıca mücadele etmeye devam edecek. (Alkışlar…) ABD ve Tayyipgiller’e karşı cepheden mücadele ediyoruz Halklarla aramızı açan her emperyaliste ve yerli işbirlikçisine karşı kararlılıkla savaşmaya devam edeceğiz. Ve atalarımız bu toprakları nasıl bundan 93 yıl önce kurtarmışlarsa emperyalist işgalden ve ulusal egemenliği sağlamışlarsa biz de Sosyal Kurtuluşumuzu mutlaka gerçekleştireceğiz. Partimizi bir kısmınız tanımıyorsunuz. Belki ilk kez adını duyuyorsunuz, ilk kez karşılaştınız düşünceleriyle. Genel Başkan’ımızın herhangi bir röportajını izlemediniz. Partimizin herhangi bir eylemini baştan sona görmediniz. Gazetelerde haber okumuyorsunuz Partimize ilişkin. Oysa biz elimizden geldiğince, gücümüz yettiğince mücadele ediyoruz Tayyipgiller’e ve Parababalarına karşı. Partimize karşı uygulanan ablukayı yarmaya çalışıyoruz. Partimiz en az 4-5 yıldır Çanakkale’de 400-500 kişiyle eylem yapıyor, Çanakkale Zaferi’ne sahip çıkıyor ama ne yazık ki hiçbir burjuva medya organında yer almıyoruz. Bizi duymuyorsunuz. Belki son dönemde televizyonlarda görmeye başladınız. İki kez son dönemde, bir Silivri’deki eylemlerde, bir de Ankara’daki 29 Ekim ve 10 Kasım eylemlerinde duydunuz belki. Şimdi işte dedim ya konu konuyu açıyor; bir CIA operasyonu var Balyoz, Ergenekon vesaire denilerek yapılan, Silivri’ye tıkılan namuslu, yurtsever bilim insanları, askerler var, değerli konuklar. Ve Partimiz 2008 yılında tutuklamalar ilk başladığı andan itibaren, gerçekten söylüyorum, ilk başladığı andan itibaren, bu bir CIA operasyonudur ve orduyu, Türk Ordusu’nu güçten düşürmek, direnç noktası olmaktan çıkarmak ve Tayyipgiller’in hizmetine sokmak için yapılmış, tezgâhlanmış bir provokasyondur, dedi. Ve Tayyipgiller’in yöneticilerinden Hüseyin Çelik idi sanıyorum, “site bekçisi konumuna” gelecek Türk Ordusu, dedi. Geleceği nokta, getirileceği nokta budur, dedi. Site bekçisi konumuna düşecek yani ABD’ye karşı direnç noktası olmayacak. Şimdiki Özel ve güzel Paşanın söylediği gibi, hükümet ne derse onun emirlerini yerine getirecek. Afganistan’a git, gidecek. Yugoslavya’ya git, gidecek. Suriye’ye git, Bu ülkenin yılmaz İkinci Kurtuluş Savaşçılarıyız Değerli Konuklar, Konumuzu toparlarsak... “23 Nisan’dan 19 Mayıs’a, 19 Mayıs’tan 9 Eylül’e Birinci Kurtuluş Savaşı’mız ve 9 Eylül’den Günümüze İkinci Kurtuluş Savaşı’mız”, konu başlığımız buydu biliyorsunuz. Birinci Kuvayimilliye’den kısaca da olsa bahsettim. İkinci Kurtuluş Savaşı’mız bölümüne gelirsem… Bizim Önderimiz, Türkiye Devrimi’nin Önderi Hikmet Kıvılcımlı, Birinci Kuvayimilliye’ye, Birinci Ulusal Kurtuluş Savaşı’na bu topraklarda, Ege Bölgesinde katıldı. Hem de 17 yaşında bir delikanlıyken. Yörük Ali Efe Çetesi’nde savaştı emperyalist işgalcilere ve işgalcilerle işbirliği yapan gericilere karşı. Savaşta gösterdiği başarından ötürü Köyceğiz Kuvayimilliye Komutanı olarak atandı. Sonrasında Sosyalizmle tanıştı ve son soluğuna dek bu uğurda savaştı. Bu davayı, insanlık davası olarak bildi ve Türkiye Halklarının kurtuluşunun ve dünya halklarının kurtuluşunun ancak sosyalizmle mümkün olacağına inandı. Ömrü boyunca birçok güçlüğü göze alarak da bu mücadelesini son soluğuna kadar sürdürdü. 69 yıllık ömrünün 22,5 yılında fiilen cezaevlerinde kaldı bu ülkenin. 1954 yılında İşçi Sınıfımızın ve halklarımızın hak ve çıkarlarını korumak için kurduğu Vatan Partisi’nin Genel Başkanı oldu. Vatan Partisi’nin birinci şiarı: İkinci Kuvayimilliyecilik, İkinci Kurtuluş Savaşı’ydı. 1923’le kazandığımız Ulusal Kurtuluş, Sosyal Kurtuluşla taçlanacaktı İkinci Kurtuluş Savaşı’yla. Yerli yabancı Finans-Kapitalistlerin, Antika TefeciBezirgân Sermayenin sınıf ve zümre tahakkümlerine son verilerek, İşçi Sınıfımız öncülüğünde Demokratik Halk İktidarı kurulacaktı. Ana amaç buydu. Bu savaş başta Kürt Halkıyla birlikte verilecekti ve sonuçta Türk Kürt Halk Cumhuriyeti kurulacaktı. İşte o amaç bugün bizim amacımızdır. Partimiz bunu hayata geçirmek için savaşıyor. Biz konuşmamın baş kısmında da söylediğim gibi; Birinci Kuvayimilliyecilerin, Mustafa Kemalcilerin mirasçısıyız, devamcısıyız. Biz Kahraman Gerilla Che’nin devamcısıyız. Biz; “İkinci Kurtuluş Savaşçılarıyız” diyen Denizler’in mirasçıyız, Biz, Gazi Mustafa Kemal’in “Ya İstiklal, Ya Ölüm” şiarını savunan Mahirler’in devamcısıyız. Sizden dileğimiz, sizden isteğimiz, biz az önce Hayyam’dan da okuduğum gibi, elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz, ama sizin de bu mücadelemizde birlikte olmanız. Birlikte olmak dileğiyle hepinizi saygıyla selamlıyoruz. İkinci Kurtuluş Savaşı’mızı mutlaka zafer ulaştıracağız! (Alkışlar… Sloganlar… Yeni Sevr’e Karşı Yaşasın İkinci Kurtuluş Savaşı’mız…) 6 Yıl: 7 • Sayı: 65 / 14 Mayıs 2013 Yeraltında, gizli, sağır, derinden derine işleyen güç! Yeriniz HKP saflarıdır S evgi ve saygıdeğer Kurtuluş Yolu Okurları, Sizlere bir insanı tanıtarak başlamak istiyoruz. * 1845 başlarında aniden bir gün, bir polis şefi evlerine gelerek, Prusya Hükümeti’nin talebi üzerine dönemin İçişleri Bakanı tarafından çıkartılmış sınır dışı edilme emrini getirir. Buna göre eşi, 24 saat içerisinde Paris’i terk etmek zorundadır. * Kendisine daha uzun bir süre tanırlar. Bu sürede masa, sandalye gibi bazı eşyalarla giyeceklerini satar ve karşılığında gülünç denecek kadar az para elde eder. Çocuğu ile yapacağı yolculuk için bu paraya gereksinimi vardır. * Londra’ya geçer ve burada eşini beklediği sürede üç çocuk ve karnında dördüncü çocuğuyla büyük sıkıntılar yaşar. Dostları Joseph Weydemeyer’e yazdığı mektupta durumunu ortaya koyar ve yardım ister. Mektubunda sütanne tutmanın oldukça pahalı olduğunu belirtir ve çocuğunu emzirirken yaşadığı sıkıntıyı anlatır. Buna göre emzirirken göğsü berelenir ve kan sızar. Titreyen dudaklarından çocuğun ağzına kan sızar. Bu yetmezmiş gibi evi kendilerine kiraya veren kadın gelip haksız yere ek para ister ve evdeki her şeyi haczettirir. Zavallı bebeğin beşiğini ve kızların oyuncaklarını dahi… * Soğuktan titreyen çocuklar ve sızlayan göğsü ile çıplak tabana-yere oturur. Dört çocukla ortada kalırlar. Haciz olayını duyan diğer alacaklılar da kapıya dayanır. Sonradan bir dost kendilerine yardım eder ve bir otelin iki küçük odasına yavrularıyla sığınır. * Sonradan kocasının çalışmaları için bilgi topladığı British Museum’a yakın Soho’da Dean Street’te bir evde yaşamaya başlarlar. Aile beş uzun yılı bu en üstteki tavan arasında geçirir. Bu arada daracık bu ev, Londra’ya gelen tüm sığınmacılara sığınak olur. Yine bu şehirdeyken 1850 Kasımı’nda oğlu Heinrich -Küçük Fawkes- bu evde zatürreeden kıvranarak ölür. İlk kaybettiği çocuğudur Heinrich. * 28 Mart 1851’de kızları Franzisco doğar. Yeni bebeği avuç içi kadar üç küçük odada ötekilerle büyütmelerinin olanaksızlığını görerek yuvaya verirler.1852 Paskalyası’nda bu kız çocuğu şiddetli bronşit olur. Tam üç gün yaşamla ölüm arasında gider, gelir yavrucak. Korkunç acı çeker. Gerisini yavrucağın anasından dinleyelim. “Öldüğünde o minik cansız vücudu arka odaya yatırdık ve biz ön odada yere yatak serip yattık. Henüz hayatta olan üç küçük çocuğumuzla yere uzandık, soğuk ve cansız vücudu bitişik odada öylece kalakalan minik meleğimiz için bütün gece gözyaşı döktük…” (s. 264) Bu küçücük masum yavruyu toprağa vermek için dahi bir sığınmacıdan borç almak zorunda kalır. Yine kendisini dinleyelim: “(…) Dünyaya geldiğinde beşik nedir görmediği gibi, şimdi de ödünç parayla alınmış bir tahta tabutta bu dünyadan ayrılıyordu… Bu müthiş acılar içerisinde onu toprağa teslim ettik.” (s. 264) * 1853’de eşi düzenli olarak bir Amerikan gazetesine makaleler yazar ve buradan gelen düzenli gelir ile bir ölçüde eski borçlarını kapatırlar. * 1855’de ailenin Küçük Edgar’ı babasının kucağında ölür. Babasının siyah olan saçları o gece bembeyaz olur. Annesi içinde oturdukları daracık ve sağlıksız yerden kurtulup çocuğu deniz kıyısında bir yere götürebilselerdi, belki de Edgar’ı kurtarabileceklerini acı acı dile getirmiştir. * 1857 Haziranı’nda ise yedinci çocukları doğar. Ama ne yazık ki onu da kısa bir süre sonra kardeşlerinin yanına teslim etmek zorunda kalırlar. * Sonraki yaşamında kendisi ve eşinin ailesinden kalan küçük miraslarla durumları biraz yoluna girer. Kendi deyimiyle ekmekçinin, kasabın, sütçünün, bakkalın, sebzecinin ve diğer “düşman kuvvetlerin” pençesinden kurtulmaya başlarlar. * 1860 sonunda çiçek hastalığına yakalanır. İyileşir iyileşmez yarı kör gözlerle eşinin yazdığı broşür üzerinde çalışmaya başlar. Unutmadan hatırlatalım ki kendisi aynı zamanda eşinin sekreterlik görevini üstlenmiştir. Evlerinin küçücük çalışma odasında, eşinin yazdığı kargacık, burgacık yazıları kopya ederdi. * Kendisi 2 Aralık 1881’de hayata veda eder. Sevgili dostları, eşinin dava arkadaşı onun için mezarı başında yaptığı konuşmada şöyle der: “(…) Eğer yeryüzünde kendisi için en büyük mutluluğun başkalarını mutlu etmek olduğuna inanan bir kadın varsa, işte o bu kadındır.” (s. 224) Yukarıda hayatından kesitler sunduğumuz, yiğit, fedakâr, bilimli, bilinçli kadını tanıyabildiniz mi? Bütün zorluklara, yoksulluğa, sürgünlere ve eşine uygulanan susuş kumkumalarına büyük bir metanetle direnen ve bir arkadaşına yazdığı gibi “ızdıraplar’ın kendisini ‘çelikleştir’diği, ‘bizim mücadelemiz, tek başına yürütülen mücadele değildir… ve ben, özellikle seçilmiş, mutlu ve kendisine iltimas yapılmış bir kimseyim; sevgili eşim, hayatımın büyük desteği, her an benim yanımdadır” diyen sevgili Jenny Marks’tır. (s.277) Çektiği acılar eminim çoğunuza tanıdık gelmiştir. Çünkü bizler de bu devrimci, cesur kadınla aynı kaderi paylaşmaktayız. İnsanlığın hayvanlık konağından kurtulup insanlık konağına ulaşması uğruna verilen mücadelede “gerçek insan” dostu, devrimci önderler de aynı kahırları çekmedi mi? Bu topraklardan Türkiye Devriminin önderi Hikmet Kıvılcımlı aynı makûs talihi yaşayarak geçmedi mi? Yine bugün HKP saflarında ABD Emperyalistleri ve onların yerli uşakları Tayyipgiller’in zulmüne karşı yiğitçe, cepheden mücadele eden yoldaşlarımız da aynı kaderi paylaşmadı mı? Ve hâlâ da halklarımızla aynı acıları paylaşmıyorlar mı? 1 Mayıs’tan yeni çıktık. Taksim’de ABD Emperyalistlerinin uşaklığını yapan Tayyipgiller’in kolluk güçlerine karşı gözünü kırpmadan mücadele eden HKP’liler ve sofralarındaki ekmeği biraz daha büyütmek için devrimci Nakliyat-İş Sendikası’nda örgütlendikleri için işten atılan ve aylardır direnişte olan Yurtiçi Kargo ve MNG Kargo İşçileri de aynı kaderi paylaşmıyor mu? Yazının başında Jenny Marks şahsında somutladığımız durumu milyonlarca kadınımız en acımasız biçimde yaşamıyor mu? Yaşadılar ve ne yazık ki hâlâ da yaşamaktalar. Kurtuluş Yolu okurları hatırlar. Özellikle 8 Mart’larda kadınlarımızın içinde bulundukları durumun nedenlerini ayrıntılıca irdeler ve kadınlarımızın kurtuluş yolunun İşçi Sınıfının kurtuluşundan bağımsız olmadığını vurgularız. Ülkemiz dünyada AB-D Emperyalistleri ve onların yerli uşaklarının en acımasız sömürü düzenlerini kurdukları ülkelerden biridir. Bir avuç Parababası milyonların emek gücünü son iliğine kadar sömürmektedir. Son on yılda dolar milyarderi sayısında % 25 artış yaşanırken milyonlarca insanımıza açlık, yoksulluk, kan ve gözyaşı düşmektedir. Sıcak bir aşın kursağına gitmediği nice insanımız vardır. Her sabah erkenden yola çıkıp çöpleri karıştırıp evine bir parça ekmek götürmeye çalışan nice kadınlarımız, analarımız, bacılarımız var. Lütfen her gün evden işe çıktığınızda şöyle bir etrafınıza bakın. Yine çocuklarına bir parça ekmek götürmek için bedenlerini satmak zorunda kalan ne çok kadınımız var. Yurdumuzun Ortaçağ karanlığına götürüldüğü Tayyipgiller döneminde kadın cinayetleri % 1400 artmadı mı? Yine bu Tayyipgiller döneminde çocukların mezar taşlarına ölüm nedeni açlıktır yazılmadı mı? Çocuklarına yiyecek bulamadığı için kendini ve çocuklarını öldüren kadınların dramına bu şeriatçı Tayyipgiller tayfasının döneminde tanık olmadık mı? Yine din alıp satan bu Tayyipgiller’in zamanında AB-D Emperyalistlerince Ortadoğu Halklarına binbir türlü acılar yaşatılmadı mı? Binlerce Müslüman kadının ırzına geçilip, çocuklar anasız babasız bıraktırılmadı mı? Ülkelerinin yeraltı ve yerüstü tüm zenginlikleri yağmalanmadı mı? Şimdi de aynı süreci Suriye’de halklara yaşatmıyorlar mı? Yine aynı şekilde ülkemizde Türk ve Kürt Halklarının arasını açacak projeleri kendi emperyalist çıkarları uğrunda dayatmıyorlar mı? Listeyi daha da uzatabiliriz. Biz halklara düşen hep yoksulluk, acı, gözyaşı ve kan… Parababalarının ve onların yerli işbirlikçilerinin bizlere dayattığı bu hayvanca sömürü, vurgun ve talan düzenine karşı koyabilmenin tek yolu domuz topu gibi örgütlü olan bu düşman cephesine karşı bizim de tepeden tırnağa örgütlü olmamızdır. Hayatın her alanında, nerede bulunursak bulunalım örgütlü olmalıyız. Hiç kimse ben ne yapabilirim ki, dememelidir. Bizlerin mücadele tarihi bunun nice örnekleri ile dolu. Özellikle yazımız kadınları ilgilendirdiği için bu konuda yoğunlaşalım. Bildiğiniz gibi halkımızı Ortaçağ karanlığına götüren “enstrümanlardan” biri de camiler, Kur’an kursları ve cemaat-tarikat evleridir. Bir örnek verelim; evimizin yakınında yeni bir cami açıldı. Bayanlar bölümü sabahın erken saatlerinden itibaren kadınlar tarafından ziyaret ediliyor. Yaşlıgenç fark etmeksizin kadınlar hep aynı saatte gidip geliyor. Yine aynı şekilde evlerde kadınlara yönelik dini sohbetler düzenleniyor. Buralarda kadınlarımızın gencecik beyinleri Ortaçağ ideolojisi olan şeriatçılıkla doktrine ediliyor. Din maskesi altında Tayyipgiller şürekâsı küplerini doldururken, yoksul insanlarımızın karnı ve beyni din ile doldurulur. Bizi takip edenler bilir ki, bunların İslamı Yezit-CIA İslamıdır; gerçek İslam değildir. Hz. Muhammed ölürken zırhı bir Yahudi tüccarda rehindedir. Ya şimdikiler? Biz boşuna demiyoruz “Tayyipgiller’in Tanrısı, Para Tanrısıdır” diye. Gericilik yoğun şekilde kadınlar ve çocuklar üzerinden gittiğinden bunun panzehiri olan bizim çalışmalarımız ve örgütlenmelerimiz de bu yönde yoğunlaşmalıdır. Birinci Antiemperyalist Kurtuluş Savaşı yıllarında ülkemiz yedi düvel tarafından işgal edildiğinde elde silah bulunduğu yörede kurulan Kuvayimilliye çetelerine nice isimsiz kadınlarımız katılmıştır. Yine aynı şekilde evlerde toplanan birçok kadın yurdun düşman işgalinden kurtarılması ve Mustafa Kemal önderliğinde başlatılan direniş ve kurtuluş hareketine destek olmak için kadınları aydınlatma çalışmaları yapmıştır. Konu ile ilgili mecmualar, dergiler, yazılar aracılığıyla kadınlar, kadınları bilinçlendirmeye çalışmış, Hilal-i Ahmer -şimdiki Kızılay- aracılığıyla cephe gerisinde yaralı askerleri iyileştirmek için kadınlara hemşirelik eğitimleri verilmiştir. Yine hatırlayınız... Kucağında yavrusu yağmur altında ıslanırken çocuğa değil de mermi ve topa kundağı sımsıkı sararak cepheye mermi ve top taşıyan yiğit kadınlarımızı, analarımızı, bacılarımızı… Demek ki biz kadınların yapabileceği çok şey var. Parababaları düzeninden kareler İ Savaştan çıkmış gibi; işçi cinayetleri hızla artıyor stanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi, isan 2013’te en az 57 işçinin iş kazaları sonucu hayatını kaybettiğini açıkladı İSİG Nisan ayı raporunda işçi ölümlerinin İstanbul, Kocaeli gibi sanayi kentlerinde yoğunlaştığına dikkat çekti. En fazla ölümler, inşaat ve metal sektörlerinde. Nisan ayında yarıdan fazlası düşme nedenli olmak üzere 21 inşaat işçisinin hayatını kaybettiği ve 2013 yılında ölümlerin hızla arttığı metal iş kolunda ise 7 işçinin hayatını kaybettiği belirtildi. Son dönemde gerçekleşen bu kadar işçi cinayetinin altında yatan neden nedir? Parababalarının işçileri, dizginsizce güvencesiz koşullarda çalıştırması. Bu acımasızlığının karşılığını anlaşılan fazlasıyla alıyorlar. Forbes’in “En zengin 100 Türk” listesinde, 2012’de toplam serveti 95 milyar dolar olan 35 milyarder yer alırken, bu yıl 44 dolar milyarderiyle ve 117,85 milyar dolarla bu dolar milyarderleri yedi yılın en yüksek toplam servetine ulaştılar. Ortaçağcılığın kadını getirdiği yer AKP’nin Fatih ve Eyüp belediyelerine danışmanlık yapan ve daha önce de çok eşliliği savunan açıklamalar yapan Sibel Üresin, İkra Dergisi’ne verdiği röportajda, kadına yönelik şiddeti savundu. Sibel Üresin, “bir erkek neden eşini öldürecek kadar canileşir? eden şiddet uygulama ihtiyacı hisseder?” sorusuna: “Kesinlikle kadınların dillerinin uzaması! Kadınlar çok para sahibi oldular ve o egoları çok yükseldi. Çok bilip çok konuşuyorlar ama kadına naif olmak kibar olmak yumuşak olmak yakışır. Bu dinimizde de böyledir. Evet kadın çok bilebilir ama bildiğini konuşmak değildir doğru olan, kadına sessiz kalmanın daha çok yakıştığını düşünüyorum. Hakikaten öyle gelinler öyle kadınlar tanıyorum ki ben sinir oluyorum ki kocasının deli olması çok normal. Sen bana durup dururken vurabilir misin? Ölen mi suçlu öldüren mi? Bir tahrik var yani ortada. Kadının en büyük silahı kinlenmek içine atmak ve tavırlarıyla belli etmektir ama erkek şiddete başvurur çünkü yaratılışı böyle. Ama kadın da ilk şiddeti çocuğuna uyguluyor. Kadın da şiddete meyilli. Şiddete karşı olan kadının çocuğunu dövmemesi gerekir ki kadınların % 90’ı çocuğuna vuruyor. Hem de mesela nasıl bir sebepten dolayı; çocuk yolda yürüyor ayağı taşa takılıyor yere düşüyor annesi bir tane de ona yapıştırıyor niye düştün diyerek. Kadının vurma sebebi bakın ne kadar basit. Erkekler neden vuruyor? Kadın car car car konuştuğu için, o yüzden ben böyle kadınların şiddeti hak ettiğini düşünüyorum. İstisnalar dışında tabii psikolojik hasta olan veya sarhoş olup karısını haksız yere şiddete maruz bırakanlar da var ama bunlar çok nadir görülüyor” şeklinde yanıt verdi. Üresin, kadın cinayetleriyle ilgili olarak da, “Kadın çileden çıkarıyor yani ne yapsın adam” diye konuştu. AKP döneminde kadın cinayetlerinin yüzde 1400 kat artmasının nedeni ortada değil mi? Şeriatçı fikirler, Ortaçağcı düşünceler, sadece sağlıklı bir şekilde düşünmeyi ortadan kaldırmıyor, vicdanları da böyle köreltiyor. Her gün hemcinsleri, vahşice katledilirken bu sözleri utanmadan söyletebiliyor… Sıra demiryollarında% Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Türkiye Demiryolu Ulaştırmasının Serbestleştirilmesi Hakkında Kanunu onayladı. Kanuna göre, TCDD, bundan sonra demiryolu altyapı işletmecisi olarak görev yapacak. Demiryollarında taşımacılık işlemleri ise özel sektöre açılacak. Bu yasanın ardından TCDD yeniden yapılanacak. Altyapı ile işletmecilik birbirinden ayrılacak. TCDD Taşımacılık AŞ diye bir şirket kurulacak. TCDD sadece altyapıyla ilgilenecek. Mevcut altyapıdan bütün 3’üncü şahıslar bedelini ödeyerek taşımacılık yapabilecekler. Yasayla birlikte, TCDD’nin çok uluslu şirketlerin eline geçmesini, taşımacılık fiyatlarının yükseleceğini ve işçilerin işini kaybetme riski taşıyacağını ya da taşeronlaşmanın artacağını tahmin etmek için kâhin olmaya gerek yok. Önümüzde maalesef bunun sayısız örnekleri bulunuyor. Demiryolu işçileri de buna karşı ayaktalar. Ve sahi, özelleştirilmeyen daha doğrusu ranta çevrilmeyen ne kaldı?.. Parababaları düzeni vahşi yüzünü Bangladeş’te gösterdi Günlerdir Bangladeş’ten görüntüler geliyor. Kendine insanım diyen herkesi kahreden, içini burkan, isyan ettiren görüntüler… Bangladeş’te 24 Nisan günü Rana Unutmayalım Türkiye Devrimi’nin Önderi Hikmet Kıvılcımlı ne diyordu: “Yarımız” olan kadınlar “bütün yasak edilmiş güçler gibi, yeraltında, gizli, sağır, derinden derine işleyen bir güçtür.” (Kadın Sosyal Sınıfımız) Bu güç Türkiye’de ancak HKP saflarında değerli bir madene dönüşür ve bu güç ancak HKP saflarında karşıdevrim cephesinin üzerine bir ateş topu gibi düşer. Bu inanç ve umutla son sözü yine Jenny Marks’a verelim: “Zor zamanlarda yiğit ve yürekli olmalıyız. Dünya kötülükler karşısında yılgınlık göstermeyenlere aittir.” (s. 289) Bursa’dan Bir Yoldaş Kaynak: Marks-Engels Anıları-Evrensel Basım Yayın Plaza isimli 8 katlı bir tekstil fabrikası çöktü. Binlerce işçinin çalıştığı bu fabrikada, en son gelen bilgiye göre, bin 21 işçi hayatını kaybetti, 2 bin 500 kişi de yaralandı. Sadece bir binada bu kadar insan hayatını kaybetti. Parababaları kendi eseriyle, bu rekoruyla ne kadar övünse az artık! Dile kolay, bin 21... Bin 21 hayat ortadan kalktı, binlerce eve ateş düştü, kimisi anne babalarını, kimisi eşlerini, kimisi de çocuklarını kaybetti. İşçiler, Mango, C&A,WalMart, Benetton, Primark ve KIK gibi dünyaca ünlü markalara üretim yapıyorlardı. Şirketler, işçi ölümleri sonrası önce sessizliğe gömüldü, iddialar karşısında inkâr etti gelen kanıtlar sonrası ölen işçilerin kendileri için üretim yaptığını kabul etmek zorunda kaldı. Katliamın göstere göstere geldiği de ortaya çıktı. Çünkü olaydan iki gün önce, fabrikanın duvarlarında çatlak tespit eden uzmanlar, işçilerin binaya alınmaması konusunda uyarmış ancak bina sahibi ve atölye sahipleri uyarılara kulak asmamıştı. Ayrıca tekstil işçileri çalışmadıkları bir güne karşılık 3 gün çalışmak zorundaydılar. Yıkılan binada çalışan yüzlerce kişinin geliri, ülkedeki asgari ücret olan 38 doların altında ve işçiler dört aydır maaşlarını alamadıkları söylemişler. Bangladeş yasalarında resmi çalışma saati günde 8 saat. Buna rağmen çalışma süreleri 15-16 saatin altına düşmediği gibi genellikle fazla mesai de ödenmiyor. 41 fabrikadan 1000 kadın işçiyle yapılan bir ankete göre, işçilerin yüzde 32’si ayda 140 saat fazla mesai yapıyor. Asgari ücret yani 38 dolar aldıkları zaman bile bu ücret, ürettikleri bir ürüne sadece bir kıyafete tekabül ediyor. İşçilerin emeği üzerinden kazandıklarını tahmin edebiliyor musunuz? Tekeller, çok uluslu şirketler, kendi ülkelerinde değil Bangla- deş, Endonezya, Hindistan, Pakistan gibi işgücünün çok ucuz olduğu ülkelerde üretimlerini yaptırarak kârlarına kâr katıyorlar. İnsanca bile değil neredeyse hayatta kalmak için bu koşullarda çalışmak zorunda kalıyordu, Bangladeş tekstil işçileri. İşçilerin emeği ve kanı üzerinden yükselen, ayakta duran bu düzene insancıl düzen, adil düzen diyebilir miyiz? Bu katliama sebep olan, susan ve kaçanlara insan diyebilir miyiz? İnsana bu acıları yaşatan düzenin yıkılması gerekmiyor mu? 7 Yıl: 7 • Sayı: 65 / 14 Mayıs 2013 Hatay/Reyhanlı’daki katliamın sorumlusu AB-D Emperyalistleri ve Tayyipgiller İktidarıdır Baştarafı sayfa 1’de dar 40 insanımız hayatını kaybetti, 100 insanımız ise yaralandı. Hatırlanacağı gibi, yine Hatay’ın Reyhanlı İlçesi Cilvegözü Sınır Kapısı’nda 11 Şubat’ta patlayıcı yüklü araçla gerçekleştirilen saldırıda 4’ü Türk, 14 kişi yaşamını yitirirken, 26 kişi de yaralanmıştı. Ayrıca bölgede Türklerle Suriyeliler arasında meydana gelen gerginlikler sık sık medyaya yansımaktadır. Emperyalist haydutlara bu amaçlarını hayata geçirmek için en büyük desteği ise onlar tarafından iktidara getirilmiş olan Tayyipgiller sağlıyor. Hepimizin bildiği gibi AB-D Emperyalistlerinin temsilcileri düzenli olarak Türkiye’ye geliyor; din, mezhep farklılıklarına rağmen uzun yıllar boyunca BAAS Partisi öncülüğünde kardeşçe bir arada yaşamış olan Suriye Halkını bölüp parçalama planları yapıyor; satılmış Tayyipgiller’e emirlerini yağdıra- Bölgeyi cehenneme çeviren, halklar arasına kin, nefret, düşmanlık tohumları eken AB-D Emperyalistleridir. Bildiğimiz gibi ABD Emperyalistleri Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) çerçevesinde bin ülkeli bir dünya yaratmak istiyor. Bu alçaklar sürüsü bu amaçlarını gerçekleştirmek, bölgedeki sömürüsünü katmerlendirmek için ülkeleri parça parça ediyor, halklara kan kusturuyor. Bu ölüm makinesi Irak’ta, Afganistan’da, Yugoslavya’da milyonlarca insanı katletti, doymadı. Libya’yı kana buladı, doymadı. Bekçi köpeği İsrail eliyle Filistin Halkını her gün kanatıyor, yine doymuyor. Şimdi ise hedefinde Suriye var bu alçakların. Bir süredir Beşşar Esad Önderliğindeki Suriye Halkını etnik ve mezhep temelinde bölmeye çalışıyor AB-D Emperyalistleri. Besledikleri yarı sapık, insan sefaleti karşıdevrimcilerden derleşik sözde Özgür Suriye Ordusu’nu her türlü araçlarla destekleyerek halkıyla bütünleşmiş, meşru bir iktidarı devirmeye çalışıyorlar. rak geri dönüyorlar. “Kardeşim” dediklerini bir kalemde satıp geçmeyi vazgeçilmez bir karakter olarak benimseyen bizim yerli satılmışlar da bu emirleri satırı satırına hayata geçirmek için canhıraş biçimde çalışıyor… İşte tüm bu alçakça girişimler sonucu Reyhanlı’daki gibi provokasyonlar meydana geliyor. Türkiye ve Suriye Halkları arasındaki bağlar teker teker kopartılıyor. Tarihi boyunca kardeşçe yaşamış bu iki halk birbirine düşman hale getiriliyor. Üstelik Parababaları medyası bu tür saldırıları, tek “günah”ı vatanının ve halkının bütünlüğü uğruna savaşmak olan Beşşar Esad’a mal ediyor. Hiçbir günahı olmayan, alınteriyle çalışıp geçimini sağlamaya çalışırken hayatını kaybeden insanlarımız üzerinden alçakça savaş propagandaları yapılıyor. Oysa asgari düzeyde de olsa insani ahlâka sahip olan herkes çok iyi biliyor ki AB-D Emperyalistleri ve yerli satılmışların bu alçakça planları olmasa, bölge halklarının birbirleriyle hiçbir alıp veremediği yoktur. Aksine tarihsel ve coğrafi koşullardan dolayı bu bölgede yaşayan halklar birbiriyle akrabalaşmış, kardeşleşmiştir. İşte emperyalistlerin ve yerli satılmışların asla katlanamadıkları, katlanamayacakları durum da budur. Onlar halkların kardeşliğini, bütünlüğünü istemezler. Çok iyi bilirler ki bütünleşen, ortak mücadele eden halklar eninde sonunda bu alçaklar sürüsünün bütün planlarını boşa çıkarırlar, onları hak ettikleri yere gönderirler. Ortadoğu’da var olan ulusal ve uluslararası sorunların çözümü yine Ortadoğu halkları tarafından çözülmelidir. Emperyalistlerin yaratacağı kan ve gözyaşı deryasında hiçbir sorun gerçek anlamda çözümlenemez. Suriye’de var olan demokrasi sorunu ve ulusal sorun (Kürt Sorunu) da yine Suriye Halkları tarafından çözülmesi gereken sorunlardır. Emperyalistler dünyanın hiçbir yanına barış ve demokrasi getirmemiştir. Getiremez. Onlar yalnızca halklar arasına düşmanlıklar eker; kan ve gözyaşı dökülmesine sebep olurlar. Onun için, Halklarımızın yaşadığı tüm felaketleri ortadan kaldırmanın biricik yolu, başhaydut ABD Emperyalizmine, yardakçısı AB Emperyalizmine ve yerli satılmışlara karşı örgütlü biçimde mücadele yürütmektir. İnsanlığın insanca bir yaşam sürdürebilmesinin temel koşulu bu alçakları tarih sahnesinden bir daha geri gelmemecesine silmektir. Halkın Kurtuluş Partisi olarak, ABD Emperyalistleri ve yerli satılmışların alçakça planlarına kurban giden masum insanlarımızın yakınlarına ve tüm halkımıza baş sağlığı diliyoruz. AB-D Emperyalistlerine ve yerli işbirlikçilerine karşı verdiğimiz mücadele er geç zafere ulaşacaktır. 11.05.2013 Kahrolsun AB-D Emperyalizmi Kahrolsun Yerli Satılmışlar Yaşasın Halkların Kardeşliği Halkın Kurtuluş Partisi Genel Merkezi Emperyalistlerin ve yerli işbirlikçilerinin Hatay/Reyhanlı’daki insanlık dışı saldırısını ve katliamını lanetliyoruz Ö ncelikle Reyhanlı’da hayatını kaybeden insanlarımızın yakınlarına ve halkımıza başsağlığı ve yaralılara da acil şifalar diliyoruz. Reyhanlı Katliamı, AKP ve AB-D Emperyalistlerinin eseri. Devletin resmi Tarihe… Bu bombalı saldırıları protesto etmek ve halkımıza faillerinin alçakça emelleri için AB-D Emperyalistleri ve işbirlikçisi AKP’nin gerçekleştirdiğini ve halkımızın yanında olduğumuzu açıklamalarına göre 49 vatandaşımız hayatını kaybetti. Ama hastanelerden gelen bilgiye göre 70, yabancı basına göre ise 100’ü aşkın insanımız hayatını kaybetti. Tayyipgiller bu insanlık dışı katliamdaki suçlarını örtbas etmek için sayıyı düşürmeye çalışmaktadırlar ama mızrak çuvala sığmıyor. Tayyipgiller, bu katliamdaki sorumluluklarından kaçamayacaklardır ve mutlaka hesabını vereceklerdir. Hem halklarımıza hem de göstermek için Hatay Antakya merkezde olayın ertesi günü, 12 Mayıs günü eylemimizi gerçekleştirdik. Basın açıklaması yapılacak alana kadar pankartlarımız, dövizlerimiz ve flamalarımızla sloganlar haykırılarak “Katil ABD Orta Doğudan Defol”, “Reyhanlı’nın Katili ABD-AB Emperyalizmi”, “Kahrolsun ABD-AB Emperyalizmi”, “Yaşasın Halkların Kardeşliği”, “Kahrolsun Emperya- lizm Yaşasın Sosyalizm”, “Gün Gelecek Devran Dönecek Tayipgiller Halka Hesap Verecek”, “Suriye Halkı Yalnız Değildir” sloganları atıldı. Attığımız sloganlara Halkımız alkışlarıyla destek verdi. Halkımıza Reyhanlı’daki saldırının failleri; Yugoslavya’ya, Irak’a, Afganistan’a, Libya’ya ve bugün Suriye’ye saldıran aynı güruhlardır yani AB-D Emperyalistleri ve onların yerli işbirlikçileridir, dedik. Bu saldırının faillerinin ve işbirlikçilerinin ülkemizde ne yapmak istediklerini AB-D Emperyalistlerinin gittikleri her ülkede kan, zulüm, açlık, yoksulluk getirdiklerini ve işbirlikçilerinin kendi ülke halklarını yok edecek zulümlerini kökenini ve sebeplerini ve halkımızın ne yapması gerektiğini açıklayarak halklarımızın yaşadığı tüm felaketleri ortadan kaldırmanın biricik yolunun, başhaydut ABD Emperyalizmine, yardakçısı AB Emperyalizmine ve yerli satılmışlara karşı örgütlü biçimde mücadele yürütmek olduğunu ve insanlığın insanca bir yaşam sürdürebilmesinin temel koşulunun bu alçakları tarih sahnesinden, bir daha geri gelmemecesine silmek olduğunu vurguladık. Basın açıklamamızı sloganlar ve alkışlarla bitirdik. Eylemimize halkımızın ilgisi büyüktü. Biz Kurtuluş Partililer diyoruz ki, insanlık mutlaka zulmü yenecek çünkü; halkız haklıyız yeneceğiz. Çukurova’dan Kurtuluş Partililer Üç Fidan’ı Ankara’da Eylemlerle Andık Baştarafı sayfa 1’de maktadır. Bu sebeple Halkın Kurtuluş Partisi olarak, Denizler’i, onlara yaraşır bir şekilde anmak boynumuzun borcuydu. 6 Mayıs günü, Parti Ankara İl Binamızda buluştuk, Ankaralı ve değişik şehirlerden gelen Kurtuluş Partililerle. Buradan Yüksel Caddesi İnsan Hakları Anıtı’na kadar yaptığımız yürüyüşümüz görkemliydi. En önde Deniz ve Mahir’in yan yana resimleri ve “İstiklali Tam Türkiye” parolalarının altında “Yeni Sevr’e Karşı Yaşasın İkinci Kurtuluş Savaşımız” sloganımızın bulunduğu parti pankartımızla, basın açıklamasını gerçekleştireceğimiz noktaya geldik. Basın açıklamasını Kurtuluş Partisi Gençliği adına Umutcan Bozgun Yoldaş yaptı. Eylem esnasında sık sık “Devrim Şehitleri Ölümsüzdür”, “Deniz, Yusuf, Hüseyin Ölümsüzdür”, “Faşizme Karşı Ya Birleşmek Ya Ölüm”, “Gün Gelecek, Devran Dönecek, Katiller Halka Hesap Verecek”, “Emperyalistler, İşbirlikçiler, Geldikleri Gibi Gidecekler”, “Yaşasın İkinci Kurtuluş Savaşımız”, “Davamız Halkın Kurtuluş Davasıdır” sloganlarını haykırdık. Kızılay’da yapılan basın açıklamasının ardından Üç Fidan’ın mezarları başında eylem ve anma etkinliği gerçekleştirmek üzere Karşıyaka Mezarlığı’na doğru otobüslerle yola koyulduk. Mezarlığa ulaştığımızda, İstanbul Haramidere’den Yurtiçi Kargo Direnişçisi işçi yoldaşlar da aramıza katıldılar. Üç Fidan’ın mezarları başına ulaşana kadar, bekleyen gruplar içerisinde sıraya girdik. Geçen sene olduğu gibi bu sene de “DenizMahir” pankartımız yoğun ilgi gördü. Yine aynı sloganlarımızın yanı sıra, hep bir ağızdan Dev-Genç Marşı’nı okuduk birkaç kez. Üç Fidan’ın mezarları başına ulaştığımızda, Kurtuluş Partisi Gençliği adına Umutcan Yoldaş’ımızın gerçekleştirdiği konuşmadan sonra, hep bir ağızdan Parti Andımızı içtik. Denizler’i anma etkinliğimizi sona erdirdikten sonra, 1 Eylül 1978’de PolBir’li faşist polislerce katledilen “Üç Şehitler”imiz, Mahmut-İbo-Sadi’nin mezarlarını ziyaret ettik. Üç Şehitlerimizin mezarı başında haykırdık “Devrim Şehitleri Ölümsüzdür” sloganımızı. Ankara İl Yöneticimiz Kubilay Akçay Yoldaş, Mahmut-İbo-Sadi’yi anlatan bir konuşma gerçekleştirdi. Denizler’in ve Üç Şehitler’in uğrunda can verdikleri mücadeleyi zafere ulaştırma kararlılığıyla 6 Mayıs etkinliklerimizi sonlandırdık ve Parti binamıza döndük. Aramızda Denizler için Manisa’nın köyünden kalkıp gelmiş, yerel kıyafetleri içindeki teyzelerimizle, Yurtiçi Kargo Direnişçileriyle, Denizler’in “Yaşasın İşçiler, Köylüler” haykırışının simgesel bir yinelenmesiydi HKP Korteji. Şuna adımız kadar eminiz: bu ülkede İşçileri, Köylülüğü, Gençliği örgütleyip devrime sürükleyebilecek Teorik-Pratik önderlik yalnızca HKP’de mevcuttur. Bunu başarana kadar durmak yok! Halkız, Haklıyız, Kazanacağız! 06.05.2013 Kurtuluş Partililer *** Üç Fidan’ı mücadelemizde yaşatmaya devam ediyoruz ve edeceğiz 68 Kuşağının gençlik liderleri ve sembol isimleri olan Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın 12 Mart Faşist Cuntası tarafından katledilişlerinin yıldönümünde; Kurtuluş Partisi Gençliği olarak Konya sokaklarındaydık. Ömürlerinin baharında, kendilerini Halklarımızın Kurtuluş Mücadelesine adayan bu insanlar; “Tam Bağımsız Türkiye” şiarıyla çıkmışlardı yollara… Parababaları ve onların yerli işbirlikçileri tarafından NATO üsleriyle Emperyalizme peşkeş çekilen vatan toprağını özgürleştirmek, Burjuvazinin sömürüsü altında inim inim inleyen İşçi Sınıfımızı ve mazlum Halkımızı iktidara taşıyarak; “insanın insana kulluğunu” ortadan kaldırmak, Tefeci–Bezirgân sermaye sınıfı tarafından din kisvesi altında kandırılarak, gericiliğin ağına düşürülen halkımızı bu Ortaçağ karanlığından kurtarmak, Ve ezilen, sömürülen tüm dünya halklarına umut olmak için atılmışlardı mücadeleye. Giriştikleri bu mücadelenin ancak başta İşçi Sınıfımız olmak üzere, ezilen, sömürülen tüm mazlum halklarımız ve kardeş Kürt Halkımızla omuz omuza emperyalizme ve yerli uşaklarına karşı verilecek ikinci bir Kurtuluş Savaşı ile mümkün olacağını görmüş ve dile getirmişlerdi. Bu nedenle de 12 Mart Faşist Cuntası tarafından 6 Mayıs 1972’de asılarak idam edildiler. Parababaları ve yerli uşakları bu Devrimci, Yiğit Üç Fidanı bedence aramızdan alarak öldürebileceklerini sandılar ama yanıldılar. Çünkü halkların kurtuluşu için mücadele edenler ölümsüzdürler. İşte biz; onlardan mücadele bayrağını devralan ve daha yukarı taşıyacak olan bizler, bugün “Üç Fidan’ın” gerçek devamcıları olan biz Kurtuluş Partisi Gençliği, katledilişlerinin yıldönümünde Denizler’i anmak, anlamak ve Halkımıza, özellikle akranlarımıza gerek dağıttığımız bildirilerle gerek sohbetlerimizle Denizler’i anlatmak için Konya sokaklarındaydık. Halkımızın yoğun ilgisiyle, gurur ve heyecanla, bugün gericiliğin en yoğun yaşandığı Konya sokaklarında tüm Devrimci heyecanımızla bir kez daha haykırdık… Devrim Şehitleri Ölümsüzdür! Yaşasın Gençliğin Devrimci Mücadelesi! Yaşasın Kurtuluş Partisi Gençliği! Halkız, Haklıyız, Kazanacağız! Konya’dan Kurtuluş Partisi Gençliği 8 1 Yıl: 7 • Sayı: 65 / 14 Mayıs 2013 1 Mayıs Alanı Taksim’dir! Taksim Vatandır! 1 Mayıs 2013’te Vatan için, Devrim için savaştık! 977 yılı 1 Mayısı’nda TAKSİM’de 36 şehit verdik. TAKSİM için daha ömrünün baharındaki MEHMET AKİF DALCI’yı şehit verdik 1989 1 Mayısı’nda. 1990 yılı 1 Mayısı’nda da TAKSİM için dövüşürken felç oldu GÜLAY BECEREN. TAKSİM 1 Mayıs’larda VATAN oldu artık bizler için… TAKSİM VATANIMIZIN yeniden SİM saldırılarımızdan çıkardığı derslerle geçmiş yılların iki-üç katı bir savunma hattı, gaz ve gazlı su cephanesi yığınağına, 15-16 Haziran’dan bu yana köprülerin ilk kez açılmasına rağmen. TAKSİM’de 1 Mayıs ısrarının bir “alan tartışması” olmadığının bilincinde olan güçler canını dişine taktı saldırdı o gün. Gaz demedi saldırdı… Gazlı su demedi saldırdı… Karşıdevrimin panzerlerle, TOMA’larla, gaz zaptı için onlarca yaralılar, yüzlerce gözaltılar, tutsaklar verdik yıllar boyu. VATAN TAKSİM’i geri almak için on yıllar boyu verdiğimiz mücadelemiz 2007 yılı 1 Mayısı’ndaki atakla şahlandı adeta. Ve TAKSİM VATAN’ına girildi nihayet az sayıda olsak da… Artık Parababalarının çakal sürülerinin 1 Mayıs’lardaki TAKSİM kuşatmasında bir gedik açılmıştı. Her yıl gediği biraz daha büyüttük. 2010 yılı 1 Mayısı’nda Taksim Meydanı’nı yani TAKSİM VATANIMIZI tamamen zapt ettik. 2010 yılı 1 Mayısı’nda TAKSİM VATANIMIZI yeniden ÖZGÜRLEŞTİRDİK. O gün sevinçten, coşkudan, heyecandan gözü sulanmayan, genzi yanmayan, burnunun direği sızlamayan, hançeresini yırtarca slogan haykırmayan bir tek DEVRİMCİ yoktu alanda. bombalarıyla, gazlı tazyikli sularla, coplarla karşı saldırısına yürekle, inançla, pankartla, bayrakla, sloganla kahramanca direndi saatler boyu İşçi Sınıfı ve Sol Güçler… Gaz yedi boğuldu ama gene dikildi panzerin, TOMA’nın karşısına bayrağı, sıkılı yumruğu ve “Taksim Kızıldır Kızıl Kalacak!”, “Yaşasın 1 Mayıs!”, “Taksim 1 Mayıs’a Kapatılamaz!” sloganıyla… Gazlı tazyikli suyla ıslandı ama gene çıktı TOMA’ların, copların karşısına bir değil beş değil, on değil onlarca kez. Bu kadar gaza, bunca tazyikli suya insan dayanamazdı. Bu insan değildi! Bu TAKSİM VATANI uğruna savaşan insanın devleşmiş haliydi! Partimiz de, çeşitli alanlardaki yoldaşlarımız da TAKSİM VATANININ YENİDEN ZAPTI için verilen bu mücadelede hep en önde oldu. Genç yol- Ve 2011, 2012 yılları 1 Mayısı’nda TAKSİM VATANIMIZA İNSANLAR SEL OLDU AKTI… Alana sığmaz olduk. Alan birkaç kez doldu boşaldı. Yerli-yabanca Parababaları (emperyalistler ve yerli ortakları) bu yenilgiyi hazmedemediler. İşçi Sınıfının, Sol Güçlerin bu zaferi karşısında kapıldıkları korku, endişe bir karabasana dönüştü onlar için. Sol Güçler böylesine dağınık, ideolojik olarak sağa sola savrulmuş; çoğu Yeni Sevrci rüzgârlara kapılmış (başta Nakliyat-İş gelmek üzere birkaç sendika dışında) İşçi Sınıfının yığın örgütleri böylesine dibe vurmuşken TAKSİM VATANINI zapt eden bu güç bir de ete kemiğe büründüğünde neler yapmazdı ki? Onlara göre ne pahasına olursa olsun İşçi Sınıfı TAKSİM’den püskürtülmeliydi tekrar. Öyle de oldu. Ama umdukları, bekledikleri kadar kolay olmadı. Güçler dengesinin kıyas edilemeyecek kadar orantısız olmasına, DİSK’in yönetiminde Nakliyat-İş Sendikası’nın yani Ali Rıza KÜÇÜKOSMANOĞLU’nun olmamasına, TAKSİM hedefinde toparlanan güçlerin fire vermesine ve karşıdevrim cephesinin geçmiş TAK- daşlarımızın bir kısmı geceden konuşlanarak, bir kısmı da sabah erkenden onlara dahil olarak DİSK önündeydiler. En önde DİSK, hemen arkasında Partimizin geceden DİSK önünde konuşlandırılan üyelerinin Parti pankartı ile bulunduğu, Şişli’den Taksim’e çıkmaya çalışan korteje, polisin gaz bombalarıyla defalarca ve yoğun gazla saldırmasıyla dağılan kitleyle birlikte Kurtuluş Partisi ekibi de ikiye bölündü. Bir ekip disk önünde mücadeleye devam ederken diğer ekibimiz ise dağılan kitleyi toparlamaya çalışarak ve DİSK’teki mücadeleden uzaklaşmamak için DİSK’e yakın bir cadde üzerinde aktif direniş sergiledi. Gazın etkisiyle telaşla kaçışan kimi kesimlerin aksine, ana arter üzerinde soğukkanlıca ve en sonra geri çekilen yoldaşlarımız, ara sokaklara çekilen gruplara polisin saldırısını geciktirmek, etkisini azaltabilmek amacıyla, bazı gruplarla beraber sokak girişlerine barikatlar kurdu. Yoldaşlarımız buralarda, polisin attığı gaz bombalarını kendilerine geri atarak iade etti. Yine ilk saldırıdan hemen sonra polise karşı sesli ajitasyon ve sloganlarla sol kitleye yeniden moral ve direnç kazandıran yoldaşlarımız oldu. Özellikle dar sokaklarda sıkışma riski yaşayan kitleyi, kavşaklara, ana caddelere çekerek daha büyük yaralanma ve fire ihtimalini azaltan buradaki Kurtuluş Partililerdi. Yerde bırakılan BDSP olta bayrağını polisin önünden alarak BDSP’lilere teslim eden, direnmeyi taş atıp kaçma zanneden soytarı ESP’lilerin ilk saldırıda yere attıkları pankartı, en sondan çekilirken, daha fazla gaz yeme pahasına yerden toplayan da işte buradaki yoldaşlarımızdı. Daha sonra Parti önderliğimizin “DİSK’in önüne gitmeye çalışın” talimatı üzerine, ara sokaklarda bir yerden sonra zıttına dönerek anlamsızlaşan, sonuç almaktan uzak çocukça narodnik “çatışma”ları terk ederek, meşru bir direnişin örgütlenebileceği, sürekli saldırı altında bulunan ve bir kısım yoldaşımızın direniş sergilediği DİSK Genel Merkez binasının önüne gitmenin yollarını aramaya başladı yoldaşlarımız. Ancak hangi sokağa girdilerse polis barikatı, hangi sokağa girdilerse gaz bombası ve tazyikli suyla karşılaştılar. Bir sokakta özel olarak bu grubumuza saldıran Çevik Kuvvet, Kurtuluş Partililerin kaçışmadığını, korkmadığını, kararlılıkla durduğunu görünce, kaçanı kovalama itçil psikolojisi, saldırıyı durdurmasını emretmiş ve Kurtuluş Partililerin geçişlerine izin vermek zorunda kalmıştır. Ancak ilk karşılaşma anında korkusundan, yalnızca birkaç metre mesafede olmalarına rağmen bir yoldaşımızın bacağına gaz bombası kapsülünü nişan alarak atan polis, bu yoldaşımızın yaralanmasına sebep oldu. Orantısız polis gücü karşısında DİSK’in önüne gitme imkânı bulamayan buradaki kolumuz, Şişli Camisinin arkasında bulunan ve dört bir tarafı polis barikatıyla tutulmuş alana çekilebildi. Burada bir süre bekledikten sonra, bayraklarımızı yeniden açarak ilk barikata kadar yürüme ve DİSK önüne gitme eyleminde ısrar ettiler. Bu durumu fark eden polis yaklaşık 150 metreden üzerlerine gaz bombası attı. Ancak arkadaşlarımızın bir adım bile geri gitmediğini gören polis, saldırısını durdurdu. Bu noktadan, kitlemizi temsilen bir yoldaşımız, polis amirlerine, DİSK’in önüne gitmek istediğimizi, buna izin verilmemesi halinde polisi teşhir eden bir basın açıklaması gerçekleştireceklerini bildirdi. DİSK’in önüne gidilmesine izin verilmeyeceği söylendiğinde ise grubumuz sloganlarıyla eyleme geçti. Burada Kurtuluş Partililer adına Ankara İl Sekreterimiz Av. Doğan ERKAN, AB-D Emperyalistlerini, AKP’yi ve AKP’nin polisini teşhir eden, 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamanın İşçi Sınıfının ve Devrimcilerin kazanılmış hakkı olduğunu ifade eden bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Açıklamasında, polis terörü sebebiyle yaralanan tüm devrimcilere ve evi, dükkânı, arabası polisin gaz bombası kapsülleri ve tazyikli suyu sebebiyle zarar gören tüm halkımıza geçmiş olsun dileklerini ileten yoldaşımızın konuşması, polisin saldırısından bunalmış halktan insanlardan, çevredeki binaların camlarına çıkan yurttaşlardan, arkadaşlarının yanına gidemeyen eylemcilerden büyük bir destek ve alkış aldı. Açıklamanın ardından eylemlerini sonlandırarak, barikatlar kalkana kadar alanda bekleyen Şişli’deki bu yoldaşlarımız, daha sonra önce DİSK’e, Haliç Köprüsü’nün açılmasıyla da Aksaray’da bulunan Parti binamıza gelerek burada yoldaşlarına katıldılar. Basının Partimize yönelik bilinen ambargosuna rağmen canlı yayınlarda, fotoğraflarda ve videolarda neredeyse tüm basına yansıdığı gibi Kurtuluş Partililer, TAKSİM VATANLARI için verilen mücadelenin de hep en önünde oldular. Ne mutlu Partimize, ne mutlu yoldaşlarımıza, ne mutlu o gün TAKSİM için devleşen tüm savaşçılara. Nakliyat-İş Genel Başkanı, Yöneticileri, Avukatı, Yurtiçi Kargo ve MNG Direnişçileri, TÜVTURK ve Ambarlar’da çalışan üyeleriyle daha akşam- dan DİSK’teydiler. İki gün önceki 1 Mayıs gündemli toplantıda Nakliyat-İş Örgütlenme Daire Başkanı’nın 30 Nisan Akşamı DİSK’te konuşlanma önerisinin kabul görmemesine rağmen Nakliyat-İş akşamdan oradaydı. 1 Mayıs sabahı TAKSİM’e doğru yürüyüşe geçildiğinde DİSK kortejinin yarısından çoğu Nakliyat-İş üyeleriydi bu yüzden. Ve bu yüzden Direnişin de, savunmanın da hep en önündeydi Nakliyat-İş’liler. Yeni DİSK yönetiminin bu öngörüsüzlüğü ya da gönülsüzlüğü nedeniyle 2008 yılındaki kitlenin 1/5’i bile yoktu o gün. Birkaç sendikadan başka ne sendika ne de yönetici vardı, o gün DİSK önünde. Bazı yoldaşlarımız da, karşıdevrim cephesinin ördüğü savunmanın zayıf noktalarını araştırmakla görevlendirilmişti Taksim civarında. Ve onlardan alınan bilgi, tramvayların Kabataş’a kadar çalıştığı yönündeydi. Bunun üzerine Parti’de toplanan yoldaşlarımız saat sekizde Aksaray’daki İl Binamız- dan Dolmabahçe’ye-Taksim’e doğru harekete geçti. Taksim’den önceki toplanma yeri olarak Dolmabahçe’yi belirlemiştik. Partiden tramvaya doğru yola çıktığımızın “görevliler” tarafından anons edilmesi üzerine önce tramvay seferlerine Eminönü’ne kadar izin veriliyor. Biz tramvayda iken de Karaköy’e geçişimizi engellemek için Galata Köprüsü açılıyor. (Bu bilginin kaynağı bizzat Eminönü’ndeki tramvay ve köprü görevlileridir. “Bize geceden valiliğin direktifi vardı: Bir durum oluştuğunda köprüyü açın, diye. Sizin tramvaya bindiğiniz anons edilince biz de köprüyü açtık”, dediler.) Tramvayda yoldaşlarımız 1 Mayıs Marşı, DevGenç Marşı gibi marşları söylemişler, sloganlarımızı haykırmışlardır. Eminönü’ne vardığımızda ise Galata Köprüsü’ne ek olarak Unkapanı (Atatürk) Köprüsü’nün de açıldığını görünce, mevcut kitleyi Dolmabahçe’ye ulaştırabilecek başka bir yol da kalmayınca biz de 1 Mayıs’ı burada, Galata Köprü- 9 Yıl: 7 • Sayı: 65 / 14 Mayıs 2013 sü’nün üzerinde kutladık. Çünkü Galata Köprüsü artık Taksim’di bizim için. Çünkü 1970 15-16 Haziran Şanlı İşçi Direnişinden tam 43 yıl sonra bir kez daha Parababalarını ecelleri gelmişçesine korkutmuş, Galata ve Unkapanı Köprüleri’ni açtırmıştık. 15-16 Haziran Direniş’inde de Genel Başkan’ımız aynen bugün olduğu gibi bu engeli yaşamıştı, işçilerle birlikte. Hangi fani böyle bir olayı ömründe iki kez yaşar ki?.. Bu onur da Genel Başkan’ımızın nezdinde Partimize aittir. Taksim’e varmayı deneyen ama varamayan birçok devrimci de, halkımızdan insanlar da Eminönü’nde bizi görünce alkışlarla gelip bize katıldı. Halkımızdan geniş bir kesim de, köprü girişini polis tuttuğu için, uzaktan bize alkışlarla destek sundular. Sonraki süreçte polise müdahale ederek bu kitle- den önemli bir kısmının da karşılıklı alkışlar eşliğinde bize katılmasını sağladık. Onlar da bizimle beraber 1 Mayıs coşkusunu yaşadılar. Aralarında “TKP”ye lanetler yağdıran “TKP”liler de vardı. Aynı güzergâhtan Taksim’e varmak isteyen “Antikapitalist Müslümanlar”ın bizle birleşmesini istemeyen polis onları engellemeye çalıştı. Ama içeriden bizim, dışarıdan onların zorlamasıyla polis barikatı yarıldı. Onlar da Galata Köprüsü’ne çıkmış oldular. Onlarla ortak bir programımız yoktu. Tamamen tesadüfî bir karşılaşmaydı. Köprü üzerinde kısa bir süre durup geri döndüler. Yanımızdan geçerken birbirimizi alkışlayarak karşılıklı dayanışma gösterdik. Bizim için 2013 yılının Taksim’i olan Galata Köprüsü üzerinde Doğan Haber Ajansı ve İhlas Haber Ajansı’na ve kitlemize hitaben Partimizin Genel Sekreter Yardımcısı Av. Tacettin Çolak Yoldaş’ın kısa bir konuşmasından sonra Genel Başkan’ımız bir konuşma yaptı. Genel Başkan’ımız urullah Ankut Yoldaş’ımız, coşku dolu konuşmasında; Taksim’in VATAN olduğunu, dökülen kanlarla, alın teriyle vatana dönüştüğünü anlattı. 43 yıl önce de (15-16 Haziran 1970’te) yine işçilerle Eyüp-Alibeyköy tarafından yürüyerek bu köprüye geldiklerini ve köprülerin açılmış olması nedeniyle karşıdaki işçi kardeşlerimizle buluşamadıklarını dile getirdi. Parababalarının İşçi Sınıfının gücünden dün de, bugün de böylesine, ecelini görmüşçe korktuğunu belirtti. Sözlerini “Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz”, diyerek bitirdi. Hem eylemimizin hem de Genel Başkan’ımızın bu konuşmasının medyada hiç yer almadığını, bize yönelik yeni bir abluka yaşadığımızı anlatmaya sanırız gerek yoktur. *** Eminönü’nde bulunan kitlemizi Taksim’e taşıyamayacağımızı görünce buradaki bir grup genç yoldaşımızı daha Şişli’ye, DİSK’e yolladık. Bazı yoldaşlarımız da Taksim’e ulaşım için yeni yollar aramayla görevlendirildi. Şişli/DİSK’teki Direnişin bitirildiğini öğrenince saat 13:30’da biz de Eminönü’ndeki yoldaşlarımız önce Andımızı içtiler, sonra Partimizin Genel Sekreter Yardımcısı Av. Tacettin Çolak bu eylemimizin değerlendirilmesini içeren kısa bir konuşma yaptı. Böylece bu seneki 1 Mayıs kutlamamızı Galata Köprüsü üzerinde bitirerek düzenli bir şekilde; yol boyunca pankartlarımızı ve bayraklarımızı dalgalandırarak, sloganlarımızı haykırarak Partimize döndük. Partimizde günü değerlendirme gündemli bir toplantı yaptık. Genel Başkan’ımız heyecanlı, özlü kısa bir değerlendirme yaptı. Genel Başkan’ımızın 1 Mayıs’larda Taksim’in sadece bir alan olmadığı, Devrimcilerin toprağını kanlarıyla suladığı bir VATAN olduğu vurgusu yoldaşlarımız ve konuklarımızın alkışlarıyla taçlandı. Genel Başkan’ımızın dediği gibi 1 Mayıs’larda TAKSİM, bizler için sadece bir alan değil, bir alanın çok ötesinde bir VATANDIR. Şehitlerimizin kanıyla suladığı bu Vatan topraklarını sa- Derleniş Yayınları’ndan Kocaeli Kitap Fuarı’nda 19 Mayıs Paneli D erleniş Yayınları bu sene 5’incisi düzenlen Kocaeli Kitap Fuarı’nda kızıl standıyla yine yerini aldı. Stant, Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı’nın posteri, Çanakkale ve diğer afişlerimiz, Che, Fidel, Denizler ve Mahir’in posterleriyle süslendi. Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı’nın, Genel Başkanımız Nurullah Ankut’un kitaplarıyla kızıllaşan standımızın bir benzeri daha yoktu fuarda. Gerici-Ortaçağcı yayınevlerinin çoğunlukta olduğu fuarda İkinci Kurtuluş Savaşı’mızı, Partimiz Halkın Kurtuluş Partisi’ni, Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı’yı, Bilimsel Sosyalizmi temsil etmek, onların bayrağını dalgalandırmak ve Kocaeli Halkının bir bölümüne de olsa bu değerleri ulaştırabilmek onurunu yaşıyoruz. 11-19 Mayıs tarihleri arasında sürecek olan Fuar, 10.30-21.00 saatleri arasında açılıyor. Derleniş Yayınları-Kurtuluş Yolu Gazetesi, Salon A 75 numaralı stantta yerini alıyor. Fuarda, 12 Mayıs Pazar günü her yıl olduğu gibi bu yıl da bir panel dü- zenledik. “19 Mayıs 1919’dan 19 Mayıs 2013’e Türkiye ve Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)” konulu panelde, HKP Kocaeli İl Başkanı Sema Olkun Kopal konuşmacıydı. Kopal, konuşmasına Hatay Reyhanlı’da yaşanan hain saldırıyı kınayarak başladı. Kurtuluş Savaşımızın ilk kıvılcı- mının çakıldığı 19 Mayıs 1919 öncesi, Osmanlı’nın nasıl bir durum içerisinde olduğunu anlatan Kopal, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının hangi koşullarda “Ya İstiklal! Ya Ölüm!” kararını verdiğine değindi. Osmanlı İmparatorluğu’nun Batılı Emperyalistler tarafından yarısömürgeleştirildiğini, “hasta adam” durumuna düşürüldüğünü belirtti. Bugün 19 Mayıs’ların halkımıza bağımsızlık savaşını hatırlattığı, emperyalistlere karşı mücadeleyi hatırlattığı için Tayyipgiller tarafından kutlanmadığını söyleyen Kopal, kitlesel kutlamaların da yasaklanarak bu önemli günlerin halkımızın bilincinden silinmek istendiğini ifade etti. Buradaki asıl amaçlarının da; AB-D Emperyalistlerinin Büyük Ortadoğu Projesi’ni, ülkemizi bölüp parçalamak, halkların birbirini boğazladığı bir cehenneme çevirmek planlarını, halkımızın tepki göstermeden kabullenmesini sağlamak olduğunu belirtti. Kopal, Türkiye halklarının bu oyunu bozacağını, İkinci Kurtuluş Savaşı vererek emperyalistleri ve işbirlikçilerini yeneceğini ve Demokratik Halk İktidarını kuracağını vurgulayarak konuşmasını sonlandırdı.13.05.2013 Kocaeli’den Kurtuluş Partililer vunmak bir Vatan Borcu, tüm görevlerimizin başında gelen bir DEVRİM Mücadelesidir. Yerli-yabancı Parababalarının (emperyalistler ve vatan satıcısı AKP+Cemaat+satılmışlar medyasından oluşan işbirlikçilerinin) bu Devrim Mücadelesini basit bir alan tartışmasına indirgemeleri bizleri VATANSIZ bırakmak ve DEVRİMDEN vazgeçirmek içindir. Kendine “sol”um diyen her kim oursa olsun Parababalarının bu demagojisiyle aynı jargonu kullanıp “1 Mayıs’ı alan tartışmasına dönüştürmemeli” türünden teraneler geveliyorsa o da bilerek veya bilmeyerek Vatan Hainliği yapıyor, DEVRİM diye bir derdi olmadığını ilan ediyor demektir. Nakliyat-İş Başkanı “anlamsız bir alan tartışması” yüzünden mi bacağından gaz bombası kapsülüyle yaralandı. Bursa’dan gelen bir Yoldaşımız aynı şekilde gözünden yaralandı. Bu Yoldaşımızın elmacık kemiğinde parçalı kırık oluşmuş, kulağı yaralanmıştır. Bursa’da Uludağ Üniversite Hastanesinde ameliyat edilmek üzere yatmaktadır. Kartal’dan bir Yoldaşımız bacağından, Ankara İl Başkan’ımız da ayağından, Ankara’dan bir başka Yoldaşımız ise göğsünden aynı şekilde kapsülle yaralanmıştır. Bazı arkadaşlarımız da daha önemsiz sıyrık yaraları almış, on beş dakikada bir gaz ve gazlı su yemiştir. Gene Nakliyat-İş üyelerinden gazdan bayılan, fenalaşanlar ve gözaltına alınanlar olmuştur. Bunlar sadece Şişli’de ve DİSK’in önünde olan ve HKP ile Nakliyat-İş üyeleriyle ilgili olanlardır. Bunun dışında aynı bölgede başka sendika ve siyasi yapılanmalardan da onlarca ağır ve hafif yaralılar ve gözaltılar olmuştur. T Ayrıca, Şişli’nin dışında başta Beşiktaş ve Mecidiyeköy olmak üzere İstanbul’un muhtelif yerlerinde, Taksim’e ulaşmaya çalışan çeşitli yapılardan onlarca insan yaralanmış ve gaz bombardımanlarına maruz kalmış ve gözaltına alınmışlar, yılmamış tüm gün boyunca kıran kırana kahramanca mücadele etmişlerdir. Tüm bu yaşananlara “anlamsız bir alan tartışması”, diyerek çamur atmaya çalışan Yeni Sahte TKP, ne kadar “komünist”likten, “sol”culuktan söz ederse etsin yaptığı vicdansızlığın, korkaklığın daniskasıdır. Vardığı tek yer ise yıllarca verilen mücadeleye, dökülen kanlara, harcanan alınterine ihanettir. İster Parababalarının karşıdevrim cephesi, ister kendine “sol”, hatta “komünist” diyen korkaklar cephesi olsun onlara inat TAKSİM VATANIMIZI her ne pahasına olursa olsun tekrar zapt edeceğiz. Ama 2014 yılında, ama 2015, 2016 yılı… Ama mutlaka ve mutlaka toprağı şehitlerimizin kanlarıyla sulanan VATANIMIZ TAKSİM’i işgalden kurtarıp 1 Mayıs Kutlamaları için özgürleştireceğiz tekrar. 02.05.2013 Yaşasın 1 Mayıs! Taksim Kızıldır Kızıl Kalacak! Taksim Vatandır! Vatan İçin, Devrim İçin Ölüm Hoş Geldi, Sefa Geldi! Halkız Haklıyız Kazanacağız! Halkın Kurtuluş Partisi Genel Merkezi “Casusluk Davası” CIA’nın oyunudur ayipgiller tarafından, Ordudaki genç, Mustafa Kemal’ci, Yurtsever subayların tasfiyesi için başlatılan ve CIA tarafından planlanan, “Ergenekon”, “Balyoz” davalarından sonraki en önemli ope- rasyon olan sözde “Askeri Casusluk” davası İzmir’de 16 Nisan’da başladı. Halkın Kurtuluş Partisi yöneticileri ve üyeleri olarak, bu davanın görüldüğü Bayraklı Adliyesi önündeydik. Bayraklarımız ve pankartlarımızla gittiğimiz adliye önünde sloganları- mızla Tayyipgiller tarafından yapılan bu saldırıları protesto ettik. Adliye önündeki eylemde sık sık “Casusluk Davası CIA’nın Oyunudur”, “Kahrolsun MİT-CIAKontrgerilla”, “Kahrolsun ABDAB Emperyalizmi”, “Gün Gelecek Devran Dönecek Tayipgiller Halka Hesap Verecek”, “Emperyalistler İşbirlikçiler Geldikleri Gibi Gidecekler”, “Yeni Sevr’e Karşı Yaşasın İkinci Kurtuluş Savaşımız” sloganlarını attık. Pankartlarımızı bizi engellemek için kurulan barikatlara astık. Halkın Kurtuluş Partisi olarak bu davaların düzmece davalar olduğunu bulunduğumuz her yerden halklarımıza anlatmaya devam edeceğiz. İzmir’den Kurtuluş Partililer Devrimcilerin Avukatı Gülçin Çaylıgil’i sonsuzluğa uğurladık 12 Mart Faşizminde Denizler’in, Mahirler’in, Harun Karadeniz ve Devrimcilerin avukatlığını yapan yurtsever Avukat Gülçin Çaylıgil’in Bodrum’daki cenaze törenine Kurtuluş Partililer olarak katıldık. Cenaze töreni Bodrum Adliye Sarayında yapıldı ve Adliye Camisinde kılınan cenaze namazından sonra Gümbet Karaburgaz Mezarlığı’nda toprağa verildi. Geçmişinde devrimcilerin savunmasını üstlenen Avukat Gülçin Çaylıgil’in cenazesine katılımın azlığı üzüntü vericiydi. 88 yaşında bedence aramızdan ayrılan Av.Gülçin Çaylıgil’i saygıyla anıyoruz. Ege Bölgesinden Kurtuluş Partililer 10 Yıl: 7 • Sayı: 65 / 14 Mayıs 2013 Başyazı Biz hep kazanırız, yenilmeyiz biz! Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanı urullah Ankut: Baştarafı sayfa 1’de HKP Merkez Komite Üyesi Tacettin Çolak Yoldaş’ın takdim konuşması: Kurtuluş Partililer, Yoldaşlar, 2013 1 Mayısı’nda da Parababaları İşçi Sınıfından korkuları yüzünden bir kez daha Galata Köprüsü’nü ve tabiî ona paralel olarak Unkapanı (Atatürk) Köprüsü’nü açmışlardır. Yani taşıt ve yaya geçişine kapatmışlardır. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez bundan 43 yıl önceki 15-16 Haziran Şanlı İşçi Direnişi’nde köprüler açılmıştı. 43 yıl sonra da aynı köprü şimdi Halkın Kurtuluş Partililere karşı açılmıştır, Devrimcilere karşı açılmıştır, Sosyalistlere karşı açılmıştır. İşçi Sınıfının Birlik, Mücadele ve Dayanışmasından korkan Tayyipgiller tarafından, Parababaları, ABD ve Avrupa Birliği Emperyalistleri tarafından açılmıştır. Burada bu köprü, bizim Taksim’e gidişimizi engellemek için açılmıştır. Fakat bizim için Galata Köprüsü’nün üzeri artık Taksim’dir, 1 Mayıs Alanı’dır. O yüzden biz bu 1 Mayıs’ı burada kutlamaktayız. Biz burada 1 Mayıs’ı şanına yaraşır biçimde kutlarken Taksim’de, Şişli’de, DİSK önünde de Kurtuluş Partililer mücadelesini sürdürüyor. Şu anda aramızda Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanı Sayın Nurullah Ankut var. Konuyla ilgili açıklama yapmak üzere Sayın Genel Başkan’ımıza sözü veriyoruz. (Alkışlar… Sloganlar… Halkız, Haklıyız, Kazanacağız…) *** Nurullah Ankut Yoldaş: Sevgi ve saygıdeğer Yoldaşlarım, saygıdeğer basın emekçileri, Ne yazık ki bu 1 Mayıs’ı da dünyada belki de benzeri görülmemiş bir şekilde yasaklarla, halka uygulanan zulümlerle kutluyoruz. Ama bir tek açıdan mutluyuz. 43 yıl önce üniversite öğrencisiydim. Yine o zaman da aynı şekilde İşçi Sınıfımızın sendikalaşma özgürlüğünü elinden almak için faşist yasalar çıkardılar. Demirel Hükümeti’ydi o zulmü yapan. Ve İşçi Sınıfımız ona karşı ayaklandı. Ve ben de Devrimci bir genç olarak, Eyüp’ten yürüyerek İşçi Sınıfımızla buraya geldim ve buraya geldiğimizde köprünün orta dubasının çekilerek buraya, sol tarafa konduğunu ve köprünün açıldığını gördük. O zaman da buradaydım ve ne yazık ki bugün de yine tüm dünyada Birlik, Mücadele ve Bayram olarak kutlanan İşçi Sınıfımızın bu kutsal gününü kutlamak için harekete geçtiğimizde yine aynı zulümle karşılaştım. Partiden tramvaya doğru yola çıktığımızın “görevliler” tarafından anons edilmesi üzerine önce tramvay seferlerine Eminönü’ne kadar izin veriliyor. Biz tramvayda iken de Karaköy’e geçişimizi engellemek için Galata Köprüsü açılıyor. (Bu bilginin kaynağı bizzat Eminönü’ndeki tramvay ve köprü görevlileridir. “Bize geceden valiliğin direktifi vardı: Bir durum oluştuğunda köprüyü açın, diye. Sizin tramvaya bindiğiniz anons edilince biz de köprüyü açtık”, dediler.) Yoldaşlar, Bildiğiniz gibi 1950’den bu yana bütün iktidarları getirip götüren Amerika’dır. Şu anda ise bu Amerikancı satılmış, vatan haini, halk düşmanı kadrolardan en aşağılık olan bir kesimi, bir zümresi iktidarda. Ve bugün, keyfi olarak 1 Mayıs kutlamasını İşçi Sınıfına yasakladı. Ve tüm İstanbul Halkını dolaşamaz, bu bayram gününü, bu tatil gününü gönlünce gezip eğlenemez hale getirdi. Parça parça vatanı sattılar. Kuvayimilliye yadigarı fabrikalarımızı sattılar. Şu anda da biliyorsunuz, Tayyip iki gün önceki açıklamasında Galataport’un ihalesini yapmak üzereyiz, diyor. Yani bu tarihi mekanımızı da satacaklar, arkadaşlar. Onlar satmaktan başka bir şey bilmez. Onlar hain! O yüzden bu halkın düşmanı onlar. (Alkışlar… Slogan: Gün Gelecek, Devran Dönecek, Tayyipgiller Halka Hesap Verecek…) Tayyipgiller bizden korktuğu için baskısını artırmaktadır Utanmadan söylüyor; biz Türkiye’de 21 milyon üyeye sahip bir partiyiz, en büyük partiyiz biz, diyor. O zaman ne diye korkuyorsun? Parti’mizden, Halkın Partisi’nden, halktan neden korkup bu köprüleri açıyorsun? Bak, bütün devlet kurumları; yargısından, askerinden, polisinden, TRT’sinden, Parababalarının satılmışlar medyasından tut her şey senin elinde; sana hizmet ediyor. Bizdeyse bunların hiçbiri yok. Yüreğimizdeki temiz inançtan ve beynimizdeki kararlı bilinçten, cesaretimizden, sevgimizden, fedakarlığımızdan başka hiçbir şeyimiz yok. Ama işin garibi bunların hiçbiri de zerre kadar olsun sende yok, değil mi?.. Biliyorsun bunu sen de. Korkun da işte bundan. Bütün devlet güçleri ve Parababalarının bütün olanak bulanakları senin elinde olmasına rağmen yenileceğini biliyorsun… Ama ünlü bir atasözünün dile getirdiği gibi, “Hain korkak olur”. O, namussuzluğunu ve hainliğini biliyor, o yüzden korkuyor. Sanıyor ki bu devran böyle sürecek. Hayır! Çoktan kaybetti Tayyipgiller. Onlar Tarihte hep lanetle anılacaklar. Geçmiş benzerlerinin, Vahdettin’lerin, Said Molla’ların yanına kaydolacaklar Tarihte. İbretle, yüzkarası olarak gelecek nesiller anacak onları. Onlar kaybettiler çoktan. Yoldaşlar, Bunların düzenini yıkmak çok kolay, yıkabiliriz. Ama bizi de içimize girerek, ajanlar sokarak kırk parçaya böldüler. Eğer devrimci güçler birlik olabilsek, İşçi Sınıfımızı harekete geçirebilsek, inanın bunlar bir yıl bile iktidarda kalamazlar. Ama parçalanmışlığımız yüzünden bize bu zulümleri uyguluyorlar. Ama bu böyle sürüp gitmeyecek. Muhakkak ki gitmeyecek. Belki biz yaşlardaki arkadaşlar bunların düzeninin devrildiğini görmeyecek, göremeyeceğiz biz. Ama sizler mutlaka göreceksiniz. Tarihin çarkı bazen böyle aynı paralelde döner, bazen bayıraşağı gidiyormuşuz gibi döner. Ama genel doğrultu hep iyiye, hep güzele, hep devrime doğrudur. Bu kaçınılmaz. Bunu sizler yaşayacaksınız. Yoldaşlar, Bugün de ne yazık ki bu kutlu günü burada kutlamış oluyoruz. Ama şundan emin olalım ki sonunda kazanan biz olacağız. Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz, Kazanacağız! (Alkışlar… Sloganlar: Halkız Haklıyız, Kazanacağız… Yaşasın 1 Mayıs, Yaşasın Sosyalizm…) *** Galata Köprüsü 43 yıl sonra aynı nedenle bir kez daha açıldı HKP Genel Sekreteri Ali Serdar Çıngı Yoldaş: Genel Başkan’ımız bir değerlendirme yapacak, sizlere hitap edecek. Şimdi sözü Genel Başkan’ımıza bırakıyorum. urullah Ankut Yoldaş: Sevgi ve saygıdeğer Yoldaşlarım, Hepimiz yorulduk, fazla tutmak istemiyorum, daha da yormak istemiyorum sizleri. Kısaca, birkaç cümleyle bir değerlendirme yapmak istiyorum. Bugün, Devrimci Kavga içinde akıp geçen yarım asra yakın yıllarımızın nasıl rüzgar gibi geçtiğine bir kez daha tanık oldum. 1970’te Demirel Hükümeti, 274-275 sayılı Sendikalar Kanununu değiştirerek İşçi Sınıfımızın örgütlenme hak ve özgürlüğünü elinden almak istedi. Ona karşı, Usta’mız, Önder’imiz Hikmet Kıvılcımlı’nın yönetimdeki İşsizlik ve Pahalılıkla Savaş Derneği (İPSD)’den sistemli bir propaganda ve mücadele yürüttük. DİSK de dahil olmak üzere 33 tane Devrimci kuruluşu bir araya getirip bir platform oluşturduk ve bu platform çevresinde Demirel Hükümeti’ne, bu faşist yasalara karşı mücadele başlattık. Tabiî İşçi Sınıfımızla çok sıcak, geniş bağlarımız yoktu. Ama dar olmakla birlikte önemli bağlarımız vardı. Ama bütün bunlara rağmen hareket emrini biz verdik demeyeceğim, asla böyle bir şey değil yani spontane olarak, kendiliğinden 15 Haziran’da işçilerimiz fabrikalarından çıkarak ayaklandı bu faşist yasalara karşı. 150 bin işçi ayaklandı; yarısı bu tarafta, yarısı Anadolu Yakası’nda. Biz o zaman fakülte 4’üncü sınıfa yeni geçmiştik, üçten dörde geçtiğimiz yıldı. Eyüp tarafında, bu tarafta yani Alibeyköy-Eyüp civarındaki Sungurlar Kazan Fabrikası’nın oralardaki eylemlerde ve fabrikalarda mücadeleye katıldık. Ve yürüyerek buraya geldik 16 Haziran günü. Galata Köprüsü’nün üzerine geldik. Aynen bizim geldiğimiz güzergâhtan. Yani Edirnekapı’dan yürüyerek bu güzergâhtan Galata Köprüsü’ne geldik. Ve geldiğimiz anda köprünün açıldığını gördük ve karşıya geçemedik. Zaten aynı bugün olduğu gibi vapur seferlerini de iptal etmişlerdi. Beyoğlu Yakasından gelen İşçi Sınıfımızla o tarafa geçip birleşecektik. Taksim Meydanı’nı dolduracaktık. Ama aynen bugün olduğu gibi vapur seferlerini iptal edip birleşmemizi engellediler. Şimdi, o günden bu yana, yani 43 yıl sonra aynı olayı bir kez daha yaşadık. Nitekim Halil Yoldaş’ımız da hatırlattı; tabiî dün böyle alçaklıklar yapacağını hesaplıyorduk bunların. O bakımdan 30 arkadaşımızı DİSK’e gönderdik geceden, akşamdan itibaren. Yine Taksim civarında belli bölgelere malzememizi sakladık. Ve DİSK’e gönderdiğimiz arkadaşlar hepimizin tanık olduğu gibi sabahtan kaça kadar? Aşağı yukarı 1’e kadar sürekli gaz ve su yediler. Yani bir arkadaşımız (Bursa’dan), şu anda tam bilmiyoruz ama bayağı ağır yaralı çünkü gaz bombası yüzünde patlamış arkadaşımızın. Yüz kemiklerinde kırıklar, kulağında, burnunda, gözünde hasar varmış. Şişli Etfal Hastanesinde yatıyor şu anda. Nakliyat-İş Genel Başkanı Yoldaşımız, Ankara İl Başkanı Sait Yoldaşımız ayaklarından ve genç bir arkadaşımız da plastik mermiyle bacağından yaralanmıştır. Bir diğer Yoldaşımız da (Ankara’dan) göğsünden yaralanmıştır. Haber olmayabilir bunlar. Üç yıl önce miydi Halil? Halil Arkadaş da yine plastik mermiyle yaralanmıştı, plastik mermi sağ yanağından girip çene kemiğine saplanmıştı, arkadaşlar izi hâlâ belli. Ama bizim dışımızda hiç kimse tek kelimeyle söz etmedi bundan. Yani biliyorsunuz bize karşı uygulanan ablukayı. Yani demek istediğim; demek ki 1950’den bu yana Türkiye’yi aynı ABD-AB uşağı ihanet zincirinin halkaları yönetmektedir. Mevcut Tayyipgiller İktidarı da o zincirin son halkasıdır. Birbirlerinden asla ayrılıkları gayrılıkları, farkları yoktur bunların. Şu anda biliyorsunuz Demirel’ler, Tayyipgiller’den farklıymış gibi oynuyorlar. Ayrıymış gibi oynuyorlar. Ama hep söylediğimiz gibi namuslu gençlere, inanın bugün Demirel’ler iktidara gelsin, Cindoruk’lar iktidara gelsin, Tayyip’in yaptığının birebir aynısını yaparlar. Çünkü Meclisteki tüm partilerin ortak paydaları aynıdır; ABD’ciliktir, AB’ciliktir; BDP de buna dahil yani. O bakımdan netçe, altını çizerek söyledik; şu andaki İmralı-Barış Süreci, ABD’nin yönetimindeki bir süreçtir. Tabiî biz bunu böyle netçe tespit etmekle birlikte Kürt Halkının sömürge statüsünde yaşadığını; özgürlük ve kurtuluş için haklı, meşru bir mücadele vermesi gerektiğini 1933’ten beri savunuyoruz. Usta’mızın o yıllarda söylediği gibi net çözümümüzü hep dile getiriyoruz, kararlı bir şekilde savunuyoruz. O zaman diyordu ki Usta’mız; AnadoluKürdistan Halk Cumhuriyeti. Biz de bugün diyoruz ki; Edirne’den Çin sınırına kadar uzanan büyük coğrafyada kurulacak Türk-Kürt Halk Cumhuriyeti... Devrimci, Sosyalist bir Cumhuriyet... (Alkışlar…) Ama şimdiki süreç ne? Hizbullah’la, Fethullah’la onyıllarca senenin kaşarlanmış gericileriyle, Ortaçağcılarıyla, Sorosçularla, AB’cilerle, ABD yetkilileriyle -ki ayakta alkışlıyoruz, diyor ABD Dışişleri biliyorsunuz- iç içe bir süreç. Yani bu süreç halklara kardeşlik de getirmez, özgürlük de getirmez, mutluluk da getirmez. Yani Kürt Sorunu’nun Devrimci ve Amerikancı çözümü akla kara gibi, geceyle gündüz gibi birbirinin zıttıdır. Biz Devrimciyiz. Ve 1933’ten bu yana Devrimci Çözümü savunuyoruz açıkça, netçe, kesince, hiçbir ikirciliğe yer bırakmayacak şekilde. Taksim, 1 Mayıs’ın hep Anavatanı olmuştur Bir diğer önemli nokta, arkadaşlar; Taksim’in 1 Mayıs’ın Anavatanı oluşu. Neden Anavatanıdır? Osmanlı’dan bu yana Taksim, mitinglerin, protestoların, gösterilerin Sultanahmet Meydanı’yla beraber- en önemli iki alanından, meydanından biridir. Ve şu anda da 54.000 m2’lik yüzölçümüyle İstanbul’un en büyük meydanıdır. Onun dışında en büyük meydan Sultanahmet Meydanı’dır, Aradaki farkı 13.000 m2’dir. kıyaslayın, arkadaşlar… O bakımdan biz gençliğimizde yapılan 1 Mayıs’larda, arkadaşlar hep Taksim’i zorladık. Ve özgürce birkaç yıl orada da İşçi Sınıfımızın Mücadele, Birlik Gününü ve aynı zamanda Bayramını kutladık. İki yönü var bildiğimiz gibi 1 Mayıs’ın: Birincisi İşçi Sınıfının Parababalarına karşı, emperyalizme karşı Mücadele günüdür, İkincisi de Bayramıdır. Yani diyalektiktir 1 Mayıs. Orada da Kanlı 1 Mayıs’ı bildiğimiz gibi Süper NATO, Gladyo, Kontrgerilla adı verilen gizli örgüt kana bulamıştır. Süper NATO’nun Türkiye uzantısı, bildiği gibi arkadaşlarımızın, başlangıçta Seferberlik Tetkik Kurulu’ydu, sonra Özel Harp Dairesi oldu, daha sonra da Özel Kuvvetler Komutanlığı adını almıştır. Onun Intercontinental Oteli’nin, şu andaki adıyla The Marmara Oteli’nin penceresinden ve karşısındaki Sular İdaresinden atılan, uzun namlulu silahlardan atılan mermilerle o yarım milyonluk Devrimci, İşçi ve Aydınlardan oluşan kalabalığın bir kısmı mermilerle katledildi, diğer bir kısmı da panikle, daha önceden önü kapatılmış olan Kazancı Yokuşu’na bildiğimiz gibi yönlendirilerek orada ezilmek suretiyle öldürüldü, canavarca, canice öldürüldü. Yani Parababaları o kadar alçaklar, o kadar vatan hainleri, o kadar halk düşmanları, o kadar emperyalizm uşakları ki, yani İşçi Sınıfımızın senede bir kez olsun bu bayramını kutlamasına izin vermiyorlar. O yüzden bir sene kutlandı, hemen kana buladılar 1 Mayıs’ı. Ve acıdır; o katliamın sorumluları olarak 1 Mayıs Alanı’nda bulunan mağdurlar yargılandı yıllarca. 11 Yıl: 7 • Sayı: 65 / 14 Mayıs 2013 Taksim mücadelesi sıradan bir mücadele değildir, devrimci onur için kararlılıktır Parababaları böyle işte, arkadaşlar. Onlarda insanlığın, namusun, vicdanın, acımanın zerresi bulunmaz. O bakımdan ben hep diyorum ki canlılar alemi dörde ayrılır. Biz hep üçe biliriz, değil mi, arkadaşlar; bitkiler, hayvanlar, insanlar... Bir de çok önemli dördüncü bölüm vardır, bunu da insan suretindeki yaratıklar oluşturur. İnsanlıkla hiç ilgisi olmayan yaratıklar oluşturur. İnsan doğmuş, ama bilerek ve isteyerek, iradi olarak insanlığı terketmiş yaratıklar oluştururur. İşte Parababaları ve onların her türden temsilcileri, siyasiler de, yazarçizerleri de bunlara dahil, bilim insanı görünenleri de bunlara dahil, bu kategoriye girerler. O bakımdan onlarda acıma, namus, hiçbir şey bulunmaz. Sözü uzatmayayım; biz de ısrarlı ve kararlı mücadelemizle Taksim’in özgürleştirilmesinde belirleyici rol oynadık. Bu şöyle oldu: Bildiğimiz gibi ki bu mücadelede görünen bayraktarlığı DİSK yaptı. DİSK’in de Parababalarının saldırıları karşısında geri adım atarak gerilemesini, yılgınlığa düşmesini Nakliyat-İş Sendikası engelledi. Tabiî bu kararlı duruşu da Hareketimizin 35 yıllık kıdemli Yoldaş’ı olan Nakliyat-İş Genel Başkanı Ali Başkan ve ekibini oluşturan genç yoldaşlarımız hayata geçirdi. Yani o zamanki DİSK yönetimlerinin, Parababalarının saldırıları karşısında geri adım atmalarını her seferinde engelledi. Onlara cesaret, güç verdi. Geri adım atılamaz, dedi. Yani DİSK terk etse bile Nakliyat-İş tek başına Taksim’de olacaktır, çünkü Taksim 1 Mayıs’ın ve İşçi Sınıfımızın Türkiye’deki Anavatanıdır, dedi arkadaşlar. O bakımdan orayı namusumuz gibi, insanlığımız gibi, devrimci değerlerimiz gibi savunmak boynumuzun borcudur bizim. Çünkü oranın her karış toprağını kanlarımızla suladık biz. Vatan yaptık orayı. Asla oradan başka bir yeri kabul edemeyiz. Hiç kimse kabul ettiremez bize. O yüzden bu mücadele en önemli devrimci mücadeledir. Devrimci onur için, namus için, kararlılık için verilen mücadeledir, arkadaşlar Taksim Mücadelesi. Öyle sıradan bir mücadele değildir. Tamam, Türkiye’nin her yerinde kutlanabilir 1 Mayıs. Ama birincil olarak Anavatan’da kutlanır, Taksim Meydanı’nda kutlanılır. İşte onu engellemek için, alçaklar orada her tarafı kazdılar. Kışla adı altında alışveriş merkezleri, katlı otoparklar inşa etmeyi planlıyorlar. Bu seneki gerekçeleri neydi? İnşaat var… Hayır! Dikkat ederseniz Tayyip’in dünkü konuşmasına, Yenikapı’ya sözüm ona miting alanı yapıyorlar, arkadaşlar. Diyorlar ki, üç milyon insana kadar alabilecek bir meydan. Altında da bilmem kaç yüz tane arabanın park edebileceği alan. İşte şöyle donanımlı alan yapıyoruz… Bütün mesele Taksim’i elimizden almak… Çünkü Devrimcilikle, İşçi Sınıfının Uluslararası Mücadelesiyle Taksim özdeşleşmiştir. Onu almak istiyorlar bizden. Yani anayı çocuğundan ayırır gibi, bizi Taksim’den ayırmak istiyorlar. Ve bunun için de alçakça yöntemler uyguluyorlar. Demiyorlar ki, siz Taksim’i kendinize Vatan yaptınız, biz de sizden vatanınızı alacağız. Böyle deseler, hiç değilse namussuzlukların- da namuslu olurlar. Ama bir de bu namussuzluklarını değişik yalanlarla, demagojilerle süsleyerek, maskeleyerek savundukları için namussuzluklarında da namussuzdur onlar. Yani iki kere namussuzdur, namussuz kere namussuzdur onlar, arkadaşlar. O bakımdan biz de ısrarla mücadelemizi sürdüreceğiz. İşte dün, söz etmiştim az önce, Halil Arkadaş yine hatırlattı. Tıpkı 15-16 Haziran’da olduğu gibi Galata Köprüsü’nü açabilirler, Unkapanı Köprüsü’nü açabilirler, geçmemize izin vermeyebilirler, diye bir değerlendirme yaptık. Onun üzerine önlemlerimizi almıştık. Başka önlemler almıştık. Biz hiç değilse burada yaparız. Birleşemesek de arkadaşlarımızla bayramımızı bu meydanda kutlarız. Ama arkadaşlarımız da başka meydanlarda ve Taksim’e en yakın noktalarda olurlar ve Taksim’e yüklenirler, demiştik. Öngörümüz de doğrulanmış oldu, arkadaşlar. Yani sizleri de daha fazla yormak istemiyorum. Bir kısım arkadaşlarımız da yoldan geldi, bu saate kadar ayakta durduk, sloganlar attık. Çoğu arkadaşı- mızın da benim gibi sesinin akordu bozuldu. O bakımdan daha fazla yormak istemiyorum. Ama mücadelemizin şu yönünü de belirtmeden geçmeyelim: Bu mücadeleyi biz bu yaşımıza kadar kararlıca yürüttük. Yeni tanıştığım (biraz önce) yoldaşım Felsefe öğrencisiymiş biraz ilerideki okulumuzda, Edebiyat Fakültesinde. Ben de bilim insanı olmak için oraya gelmiştim, Konya’dan bir genç olarak 1967’de. Ama orada Bilimcil Sosyalizmle tanışınca bu amacımızdan vazgeçtik. Dedik ki; insansak, insanlığın çektiği acılara sırtımızı dönemeyiz. Fildişi kuleye kapatıp ya da dünyanın herhangi bir yerinde maddi bir varlığı olmayan soyut bir toplumun değerleri üzerine düşünce spekülasyonları yapmakla ömrümüzü geçiremeyiz. O zaman insana yaraşan en temel görev, insanlığın bu acılarına son vermek için kavgaya girmektir. Bunu da İşçi Sınıfı Bilimi yani Marksizm-Leninizm göstermiş. O doğrultuda savaşmaktır insana yaraşan. Gerisi her türlü mücadele bundan daha aşağıdadır. En iyisi, en değerlisi varken ne diye daha azına razı olalım, dedik, bu kavgaya girdik. Yani bu yaşımıza kadar mutlulukla bu kavgayı sürdürdük. Tabiî bu şu anlama gelmez; sıkıntı çekmedik değil. Ama bu kavganın tadı vardır, mutluluğu vardır ki, o hiçbir şeyle kıyaslanmaz. İşkence odalarında bile seansa ara verildiği zaman yoldaşlarımızla yumruğu masaya vuruyorduk, buranın hâkimi biziz, diyorduk. (Alkışlar…) İnsanların çektiği acıları bilince çıkarınca bu acıları ortadan kaldırmak için mücadele etmekten başka bir tercihimiz olamazdı İşkencecilerin karşımızda çaresiz kalışının, bütün güçlerine rağmen yenilişlerinin insana verdiği mutluluğu hiçbir şey veremez. 15-16 Haziran’la ilgili bir anımı kısaca anlatmama izin verin. 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi sonrası da Devrimci olarak tutuklanan sadece dört kişiydik, arkadaşlar Maltepe Cezaevinde kalan. Hepsi de Kıvılcımlı’nın öğrencileri; İşsizlik ve Pahalılıkla Savaş Derneği’nin Genel Başkanı Latife Ha- nım, Genel Sekreteri Orhan Abi’miz, Orhan Müstecaplı Abi’miz ve bir genç yoldaşımla bendim. Yani diğer devrimci gruplardan hiç kimse yoktu çünkü örgütlü olarak bu hareketin içinde sadece biz vardık. Yani tek tük bazı arkadaşlar vardı eylem alanında bizim de gördüğümüz. Ama örgüt olarak biz vardık. Nitekim 1. Şubede de o zaman Zeki Akkaya (1. Şube Polis Şefi); “Aylardan beri Genel Direniş diye mücadele yürütüyorsunuz hükümete karşı, işin olacağı buydu”, dedi. Ki o zaman karşıda işçiler bir polisi öldürmüşlerdi. Orada bir işçi arkadaşımız da katledildi biliyorsunuz. Polisler onun paniği içindeydiler. Selimiye’de işkenceden geçiriyorlardı bizi. Orada, 1. Şubedeki gibi, işkence aleti olarak üretilmiş uzun bir sopanın ortasına açılmış iki deliğe bağlanmış urgan bacaklara dolanarak falaka atılmıyordu, arkadaşlar. Öyle bir alet yoktu. Onun yerine, M1 Amerikan tüfeğinin kayışını bacaklarımıza dolamışlardı. Tüfeğin namlusundan biri tutuyor, kabzasından biri tutuyor, öbürleri de sopayla vuruyordu ayağa: kaldırılmış tabanlarımıza. O arada işkenceyi yöneten bir subay: “Aman, dikkat edin, bu namussuz komünist tetiği çekebilir, namluda kurşun olabilir, bizi öldürebilir.”, dedi. Hemen boşalttılar ayağımı. Tüfeğin mekanizmasını çekip bıraktılar. Ben o zaman gülmeye başladım, o anda bile... “Manyak bu yahu”, dedi. onun üzerine. “Şu halde bile gülüyor, bu adamlarla uğraşılmaz.”, dedi değerli arkadaşlar. Yani onun o paniği bile, her türlü güç elinde olmasına rağmen. Öyle bir mutluluk veriyor ki yüksek sesle gülüyorsunuz. Ve hep derim, işkencede direnen beden değildir; ruhtur, inançtır, kararlılıktır. Bilinçtir direnen. Ondan yüzde yüz emin olduktan sonra işkencenin verdiği acıları yani ne diyelim, duyarsınız ama acemi bir hemşirenin damarınızdan kan alırken birkaç kez sapladığı iğne kadar (tek seferde bulamaz, öyle acemi hemşireler oluyor. Sağlıkçı arkadaşlarımız alınmaz tabiî.) yani o kadar bir acı duyarsınız. Onun da bir önemi yok yani. İşte Mustafa Yoldaş’ımız 12 Eylül sonrası 45 gün işkencede kaldı, arkadaşlar. Ve tek kelime konuşmadı. Niye? Bu kararlılıkta olduğu için. Hatta evini aramaya geldiklerinde bir kere, diyor ki... 90 gündü değil mi Mustafa? Mustafa Şahbaz Yoldaş: 45’e inmişti. urullah Ankut Yoldaş: 45’e inmişti. O kadar yoğun işkenceler yapıyorlar ki… Evini aramaya geldiklerinde bir ara fırsat buluyor, üçüncü kattan, pencereden atıp öldürebilirim kendimi, diyor. Yoldaşlarıma zarar verme ihtimalini sıfıra indirmek için. Sonra, yahu niye öldüreyim kendimi, diyor. Direndim. Sonuna kadar da direnirim. Kazanan ben olmalıyım, diyor. Kurtulabilirim ama mücadele etmem gerekir. Böyle bir ölüm bize yakışmaz, diyor ve vazgeçiyor. Götürüp tekrar devam ediyorlar işkenceye. Halil Arabulan Yoldaş: Doğru ve güzel bir karar olmuş. urullah Ankut Yoldaş: Evet, tabiî… (Alkışlar…) Bu öğretiden geçtiğimiz için işte Halil Arkadaş, 50 küsur kiloluk bedenine rağmen… Kaç gün işkenceden geçtin Halil? Halil Arabulan Yoldaş: 28 gün Hoca’m. urullah Ankut Yoldaş: 28 gün… Tek kelime yok, tek satır ifade yok, arkadaşlar. Ve savcı kanıt olarak ne öne sürüyor ve mahkeme de kabul ediyor, biliyor musunuz? “Poliste ifade vermemesi örgüt üyeliğine delildir”, diyor. Evet, doğru, bir kanıt bu! Savcı haklı bu konuda değil mi? Evet, haklı. (Alkışlar…) Yine, Gürdal Arkadaş’ımız. Bildiği- niz gibi bedensel engelli. Öldü diye bırakıp gidiyorlar. Elektrikten öldürdük, diyorlar; panik halinde bırakıp gidiyorlar. Bir süre sonra kendine geliyor. Yahu ölecek, başımıza bela olacak, bırakalım şu elektriği, diyorlar; ondan sonra bırakıyorlar. Aynen Halil Arkadaş’ta olduğu gibi, konuşmamış olmasını savcı ve mahkeme örgüt üyeliğine delil olarak kabul ediyor. Yani bu kararlılıkta olduktan sonra sizi çözmeleri mümkün değil, acı vermeleri de mümkün değil size, arkadaşlar. Yani demek istediğim, sözü yine uzattım bakın yoldaşlar, bağışlayın. Artık sonlandırayım. Yani Devrimci Kavga böyle bir şey… Acılar, sıkıntılar yaşarsınız ama o mücadelenin, o en yüce, insana en yaraşır ve insanı insanlığın doruklarına ulaştıran o mücadeleyi verdiğiniz için aynı oranda büyük, başka hiçbir şeyden alamayacağınız bir hazzı ve mutluluğu alırsınız karşılığında. O bakımdan biz hep kazanırız, arkadaşlar. Yenilmeyiz biz! Tabiî sonunda bu düzeni de yıkacağız, altüst edeceğiz. Ama biz şu anda da kazançtayız çünkü ömrümüzü insanca yaşadık. İnsan gibi yaşadık ve insanca sonlandıracağız. Kolay değil bir ömrü insanca yaşamak, insan gibi tamamlamak, değil mi bir şairimizin dediği gibi, arkadaşlar? O bakımdan, bugün de yaralanan arkadaşlarımız oldu, yorulan arkadaşlarımız oldu ama hepimiz böyle bir mücadeleyi verdiğimiz için de mutluyuz. Ki bu yorgunluğumuzun hepsini biraz oturduk mu alır, siler gider. Daha fazla uzatmayayım yoldaşlar. Halkız, Haklıyız Yeneceğiz! (Alkışlar…) Hugo Chavez Frias Yoldaş’ın yarım bırakmak zorunda kaldığını Nicolas Maduro Yoldaş tamamlayacak B ilimsel Sosyalizmin kurucuları Marks-Engels Yoldaşların da işleri yarım kalmıştı. Yapılması gerekenleri yetiştiremedikleri için üzülüyorlardı, ömürlerini dünyanın en kutsal davası olan insanlık davasına adamış olmalarına rağmen. Mirasları Bilimsel Sosyalizm, vasiyetleri yarım kalan işlerinin tamamlanmasıydı. Lenin Usta, Rusya’dan bir güneş gibi doğdu insanlığın üzerine. Marks-Engels Yoldaşların yarım bıraktıklarını tamamladı, Onların kurucusu olduğu insanlığın kurtuluş bilimini ete kemiğe büründürdü. Ama Lenin Usta da daha yapabileceği çok şey varken, çok genç denebilecek bir yaşta, 54 yaşında bedence aramızdan ayrıldı. O’nun işleri de yarım kalmıştı. Usta’nın mirası Sovyet Devrimi, Vasiyeti de Devrimlerin yayılması, Halkların kendi devrimlerine giden yolu bulmalarıydı. Marksizm-Leninizmin 20’nci Yüzyıldaki en büyük geliştiricisi Hikmet Kıvılcımlı, ne mutlu ki bize, bu topraklardan çıktı. Marks-Engels-Lenin Ustaların yetiştiremediklerini (sınıflı topluma geçişin yasalarını) tamamladı, bu topraklarda Devrime gidecek yolu, bu topraklardaki Halkların kullanımına sundu. Kıvılcımlı Usta’nın da işleri yarım kalmıştı. Mirası, Antika Toplumun üzerini örten örtüyü kaldırdığı, özellikle Doğulu Toplumların gelişim sınıf ilişki ve çelişkilerini aydınlığa çıkardığı Tarih Tezi, vasiyeti Türkiye Devrimi’nin gerçekleştirilmesiydi. Kendilerini halkların kurtuluşuna adayan önderler, Simon Bolivar, Miranda, Jose Marti, Mustafa Kemal, Camilo, Kahraman Gerilla Che, De- nizler, Mahirler’in de işleri hep yarım kaldı, yetiştiremediler yapacaklarını. Ne zaman ki insanlık sınıfsız, sömürüsüz, insanlığın tek bir sosyalist aile olacağı bir dünyaya ulaşacak, işte o zaman yarım kalan işler tamamlanmış olacak. Chavez Yoldaş’ımız da, daha yapacak çok şeyi varken, genç denebilecek bir yaşta bedence aramızdan ayrıldı. 05 Mart 2013 tarihinde, 57 yaşında kaybettik Yoldaş’ımızı. Acısı daha çok taze. “Dünyada yoksulluğu ortadan kaldıracak biricik sistem Sosyalizmdir.” “Kapitalizm vahşiliktir. Her geçen gün bunu daha iyi görüyorum.”, diyordu Yoldaş’ımız. Halklara göstereceği, yaşatacağı güzel günler, AB-D Emperyalistleri ve yerli satılmışlara yaşatacağı kâbuslar vardı daha. Bu yıkılası kanser düzeninin benzeri kanser hastalığı Chavez Yoldaş’ımızı aramızdan aldı. Artık anılarıyla, mücadelesiyle kavgamızda yaşamaya devam edecek. Chavez Yoldaş’ın da işleri yarım kaldı. Mirası Bolivarcı Devrim, vasiyeti de bu Devrimin Tüm Latin Amerika’ya yayılarak Simon Bolivar’ın idealinin gerçekleşmesi. Chavez Yoldaş’ımızın Venezela Halkına bir diğer vasiyeti de halefi olarak belirlediği Nicolas Maduro Yoldaş’ın arkasından gitmeleriydi. Ve Venezuela Halkı Komutanlarının vasiyetini yerine getirdi. 14 Nisan’da yapılan seçimlerde icolas Maduro Yoldaş, AB-D Emperyalistlerinin ve yerli işbirlikçilerinin bütün çabalarına rağmen seçimlerden galip olarak çıktı. AB-D Emperyalistleri ve yerli işbirlikçiler açısından Chavez heyulası devam ediyor. Dünya Hakları açısından ise umut devam edecektir. Şan, şöhret, makam, mevki tutkunu AB-D Emperyalistleri ve yerli satılmışlar istedikleri kadar “üniversite eğitimi olmayan bir kamyon şoförü” diyerek küçümsesinler, Maduro Yoldaş, “Gençliğine rağmen muazzam tecrübeleri olan, büyük bir fedakârlık ve çalışma kapasitesiyle en zor durumların dahi üstesinden gelebilecek bir devrimci” olarak Chavez Yoldaş’ımızın yarım bıraktığı Devrimi tamamlayacaktır. Umudumuzdur; Maduro Yoldaş, Finans-Kapitalin ekonomik sistemini parçalayıp, devrimci anlayışla sömürücülere darbeyi vuracak, bir avuç Parababasını ortadan kaldıracak, halkçı ekonomi sistemi Sosyalist Ekonomiyi örgütleyecektir. İşte o zaman Chavez Yoldaş’ın başlattığı Devrim amacına ulaşacak, Yoldaş’ımızın yarım bıraktığı tamamlanmış olacaktır. Halkın Kurtuluş Partisi olarak, Chavez Yoldaş’ımızın en başından beri hep yanında olmuş, Komutanına büyük bir sadakatle bağlı kalmış Maduro Yoldaş’ımızın seçim zaferini kutluyoruz. Bu zaferin Venezüella Halkına ve Dünya Halklarına yeni heyecanlar, umutlar getireceğine ve dinmiş olan sol rüzgârları yeniden estireceğine olan inancımızla başarılar diliyoruz. 15.04.2013 Venceremos! Hasta La Victoria Siempre! Zafere Kadar Daima! Halkız! Haklıyız! Kazanacağız! Halkın Kurtuluş Partisi Genel Merkezi 12 Yıl: 7 • Sayı: 65 / 14 Mayıs 2013 Halkın Kurtuluş Partisi’nden HKP, Halkların Gerçek Kardeşliğinin Savunucusudur “Ermeni Soykırımı” Yalanı Emperyalistlerin Halkları Birbirine Boğazlatma Planıdır Baştarafı sayfa 20’de İzmir’de “Soykırım” yalanına karşı çıkan Partililerimize saldıranlar hak ettikleri cevabı almıştır B ildiğimiz gibi Batılı Emperyalistlerin dünyayı 1000 parçalı eyalet devletçiklere ayırma stratejisinin Ortadoğu’daki uygulamasını, Afganistan ve Irak’ın açık işgallerinde, Yugoslavya, Libya ve Suriye’ye karşı yapılan saldırılarda gördük, görüyoruz. Emperyalist çakallar, “Artık Ortadoğu’da sınırların yeniden çizilme zamanı gelmiştir.”, diyerek bu niyetlerini açıktan deklare etmişler ve Irak’ı üçe bölerek de bunun ilk adımlarını atmışlardır. İki yıldır da dışarıdan topladıkları hırsız, katil, ırz düşmanı, çapulcu sürüleriyle yürüttükleri saldırılarla Suriye’ye de aynı sonu yaşatmak istemekteler. Esad liderliğindeki Suriye’nin antiemperyalist yönetimi bu emperyalist uşağı çakal sürüsüne ve onlara silah, cephane ve lojistik destek sağlayan Batılı Emperyalistlere karşı iki yıldır onurluca direnmektedir. Aynı emperyalist plan, ülkemizde de Yeni Sevr’in hayata geçirilmesi ile uygulamaya konulacaktır. ABD ve AB Emperyalistleri, ülkemizde de projecilik, sivil toplumculuk vb. adlarla avrolara-dolarlara boğarak satın aldığı, ajanlaştırdığı hainler eliyle ülkemizi hızla Yeni Sevr bataklığına götürmekte. Yeni Sevr’in hayata geçirilmesi için de türlü yollara başvurmaktalar. Yüzyıllar önce bu topraklarda yaşanan acılar, trajediler ısıtılıp ısıtılıp gündeme getirilerek, halklar arasına yeniden kin ve düşmanlık tohumları ekmekteler. Son yıllarda bunu “Ermeni Soykırımı” yalanı üzerinden gündeme getirmeye başladılar. 1915’te Batılı Emperyalistlerin kışkırtmaları sonucu, Ermeni Burjuvalarının Osmanlı yönetimine isyan etmesiyle birlikte yaşanan karşılıklı çatışma ve katliamlar; (bizzat Ermeni aydınların kaleme aldığı kitaplardaki; “Yaşanan karşılıklı bir savaştı, bu savaşta Osmanlı yendi biz yenildik, Batılı devletler bize verdikleri sözleri tutmadılar” şeklindeki tespitlere karşın) bizdeki yerli satılmışlar cephesi tarafından ısrarla “Soykırım” olarak dillendirilmektedir. Tabiî bunu dillendirmekle de kalmıyorlar, son yıllarda olduğu gibi, çeşitli illerde yaptıkları eylemlerle halkın gündemine de sokmaya çalışıyorlar. İşin üzücü bir yönü de; bu hainlerin Yeni Sevr’e ulaşmak için bilinçli bir şekilde uygulamaya koydukları bu emperyalist savaş ve talan propagandasını “zahir demokratlık, solculuk böyle olur” düşüncesiyle savunan gafiller de hızla çoğalmaya başladı. Geçmişte yaşanan olayları tersyüz ederek bizzat Emperyalistlerin “Savaş Propaganda Büroları”nda hazırlanan çarpıtılmış bilgilerle, okumadan, araştırmadan kendi ülkesine, atalarına düşmanlık yapar hale gelen bu çoğunluğun aklını kullanması için uyarma görevimizi yapmak üzere 24 Nisan 2013 günü İzmir’de Basmane Meydanı’na gittik. “Ermeni Soykırımı” Yalanı AB-D Emperyalistleri ve Yerli Satılmışlar Cephesinin Yeni Sevr Planının Bir Parçasıdır” yazılı pankartımız ve bayraklarımızla yerimizi aldık. Esasen önceki yıllarda da aynı şekilde gidiyorduk ve kendi tezlerimizi halka anlatıyorduk. Bu yıl da aynı şekilde İl Başkanımız tarafından Genel Merkezimizce hazırlanan Basın Açıklamamız okundu. Başkanımızın hiçbir soyutluk taşımayan ve 100 yıl önceki olayların tarihsel gelişim seyri içinde konulduğu konuşması ve atılan sloganlar, “soykırım” yalanına inandırılan bazı gafillerin zoruna gitti. Tam metnini diğer sütunlarımızda göreceğiniz basın açıklamamızın içeriği ile ilgilenmek, “soykırım” tezini çürüten tespitlere karşı cevap vermek yerine, her zaman olduğu gibi yine saldırıyı tercih eden bu gafiller, ilkin sloganlarla sesimizi boğmaya ve yanlarında getirdikleri keser saplarını göstererek kendilerince Partililerimize gözdağı vermeye yeltendiler. Partililerimiz, sayıca bizden dört misli kalabalık olan bu gafiller karşısında yılmayıp daha gür sesleriyle sloganlarımızı atmayı sürdürdüler. İçlerinden biri, İl Başkanımız Basın Açıklamasını okurken, saflarımızın en ucundaki bir bayan arkadaşımıza tekme attı. Diğerleri de ellerindeki sopalarla kitlemize saldırıya geçti. Tabiî bu saldırı, anında Yoldaşlarımız tarafından karşılandı, saldırganların bir kısmındaki sopalar da ellerinden alındı ve etkisiz hale getirildiler. Bu arada şunu da belirtelim ki, aşama aşama saldırıya hazırlanan bu gafilleri seyreden ve kitlemize saldırmalarına göz yuman polis ise Yoldaşlarımız tarafından enterne edilen saldırganları bize müdahale ederek kurtarmış ve araya barikat kurmuştur. Kitlemize saldıranlar, Amerikan Büyükelçisi ve AB temsilcilerinin “sesimizi seslerine katıyoruz”, “demokrasi kahramanları” diye övdükleri, bizim Sevrci Sahte Sol diye adlandırdığımız zavallılardır. Bunlar kenar mahalle çakallarının davranışı ile sayıca üstünlüklerine ve önceden yaptıkları hazırlıklara güvenip saldırarak bizleri inandığımız davadan geri durduracaklarını sanıyorlarsa yanılıyorlar. Daha doğrusu bugüne kadar yanıldıklarını hâlâ anlamadılarsa ne zaman anlayacaklar? Olaydan hemen sonra bazı internet si- telerindeki yayınlarında bu sayıca üstünlüklerini o kadar trajikomik bir şekilde abartıyorlar ki, güya İzmir’deki “soykırım anmasına 2000 kişi katılmış ve bu kitleye HKP’li faşistler saldırmış”. Yine bazı sitelerde de “HKP’li faşistler yine saldırdı.” diyerek geçmişte yaptıkları gibi Nazi Propaganda Bakanı Faşist Goebbels’in taktiklerine başvurmaktalar. Yalanın bu kadarına ne denir? Bunu yazanlar aynaya nasıl bakıyor acaba? Bilindiği gibi Goebbels’in halkı kandırma taktiklerinden bazıları şunlardır: * Hatalı olduğunu veya yanlış yaptığını asla kabul etme. * Asla rakibinin üstün bir yanı olduğunu kabul etme. * Asla kendinden başka bir seçeneğe hareket alanı bırakma. * Asla kabahat üstlenme. * Halk büyük yalanlara, küçük yalanlara göre daha çabuk inanır. * Bir yalanı yeteri sıklıkla tekrarlarsan, halk eninde sonunda ona inanır. Bizim Sevr’ci Soytarı Sahte Solcularımız da aynen bu yalanlara başvurmaktadırlar. Bir başka anlatımla, yukarıda hiçbir ekleme çıkarma yapmadan önyargısızca anlattığımız aramızdaki olayı (aynen diğerlerinde de olduğu gibi) bir iki saat sonra tam tersine çevirerek internet sitelerinde kendilerini mazlum, bizleri saldırgan olarak göstererek anlatmaları Goebbels’i bile aratır niteliktedir. Ancak bu soytarıların atladıkları bir şey var: Goebbels, yukarıdaki propaganda araçlarını bundan 70 yıl önce uygulamaya koymuş ve başarılı olmuştur. Oysa şimdi 21. Yüzyıldayız ve iletişim alanındaki olağanüstü gelişme, bu yalancıların mumunun yatsıya kadar bile yanmasına izin vermez, vermiyor. Nitekim başka objektif habercilik yapan siteler incelendiğinde açıkça görüldüğü gibi, ne bunların sayısı 2000 ne de ilk saldıran biziz. Kaldı ki bu sitelerdeki resimlerin tamamında kapışmanın bizim kitlemizin içinde yaşandığı, onların kitlesinin ise en az 20-25 m. uzakta olduğu netçe görülmektedir. Dolayısıyla yukarıda da anlatıldığı gibi, bu Sevrci Soytarıların doğrudan kitlemiz içine yönelik bir saldırıları yaşanmıştır. Bu saldırganlar da hak ettikleri yanıtı almıştır. Olay budur… Hep söylediğimiz gibi, biz ideolojik bir mücadele yürütüyoruz. Karşımızdakilerin de bizimle ideolojik mücadele yürütmesini isteriz. Bu mücadelemizde de kimseye siyaset yapma yasağı getirmek, fiziki saldırıda bulunmak gibi bir anlayışımız bugüne kadar olmadığı gibi bundan sonra da olmayacaktır. Ancak bir yandan bize “faşist” deyip diğer yandan kendileri aynı faşizan yöntemlere başvuranlar karşısında da bizim elimiz armut toplamayacaktır. Dün olduğu gibi bugün de yarın da hak ettikleri cevabı aldılar, alacaklar ve almaya da devam edecekler. İzmir’den Kurtuluş Partililer *** Halkların Gerçek Kardeşliğinin Savunucusu HKP, Emperyalistlerin Halkları Birbirine Boğazlatma Planı “Ermeni Soykırımı” Yalanına Karşı Taksim’deydi! Bildiğimiz gibi; AB-D Emperyalistleri tarafından ülkemizin hızla sürüklendiği Yeni Sevr bataklığına doğru önemli bir basamak olan “Ermeni Soykırımı”nın tanınması için, son yıllarda “soykırımın” yıldönümü kabul edilen 24 Nisan’da ülkenin değişik illerinde anma etkinlikleri yapılıyor. Bu nedenle Kurtuluş Partisi de her yıl, aynı yerde bu planın Emperyalistlerin bir oyunu olduğunu ve halkları tekrar birbirine boğazlatma planı olduğunu haykırmak ve buna karşı Ermeni, Kürt ve Türk halklarını uyarmak için karşı eylemler düzenliyor. Onlar eylem saatlerini sözde soykırımın yıldönümü 1915’i çağrıştıran bir şekilde 19.15 olarak belirliyor; Kurtuluş Partisi ise I. Antiemperyalist Kurtuluş Savaşımızın ilk kıvılcımının çakıldığı 1919’a atıfla 19.19 olarak belirliyor. Bu yıl yine öyle oldu. Saat 19.00’dan itibaren toplanmaya başlayan “Soykırım” savunucularına karşı Kurtuluş Partisi “Kahrolsun Emperyalizm, Yaşasın Halkların Kardeşliği”, “Kahrolsun AB-D Emperyalizmi”, “Biji Bratiya Gelan”, “Yeni Sevr’e Karşı Yaşasın II. Kurtuluş Savaşımız”, “Soykırım Yalanı ABD’nin Planı” sloganlarıyla yerlerini aldılar. Basın açıklamasını HKP İstanbul İl Başkanı Av. Pınar Akbina yaptı. O dönem yaşanan karşılıklı katliamın “Ermeni Soykırımı” tezi olarak Emperyalistler tarafından ortaya atıldığının, bizzat Ermeni yönetici ve aydınlarının söz ve yazılarından alıntılarla kanıtlandığı açıklamada, Kurtuluş Partisi’nin amacının; Emperyalistler tarafından halkların yeniden birbirine düşürülmesine, o dönem yaşanan karşılıklı trajedinin yeniden yaşanmasına engel olmak için herkesi uyarmak olduğu belirtildi. Halkların gerçek kardeşliğinin de Emperyalizme ve Burjuva sınıflarına karşı Türk-KürtErmeni İşçi Sınıflarının mücadelesi ve zaferi ile sağlanacağı vurgulandı. Halkın yoğun ilgisi ile karşılanan eylem sonunda Kurtuluş Partililer alkışlandı ve tebrik edildi. Kurtuluş Partisi, özellikle Sevrci Soytarı Sahte Sol tarafından; mesele hakkında ne söylediğine, kanıtlarının neler olduğuna bakılmadan; savunduğu tezlere karşı en ufak bir kalem dahi oynatılmadan, demagojilerle, yalanlarla, sanki Ermeni Halkına düşmanmış gibi gösterilmeye çalışılmaktadır. Oysa bugün asıl soykırımcı Emperyalistlerle aynı tez olan “Ermeni Soykırımı” yalanını savunanlar, bilerek ya da bilmeyerek AB-D Emperyalistlerinin ekmeğine yağ sürmektedirler, halkların kardeşliğine dinamit koymaktadırlar. Bu tezi savunmak, halkların birbirine düşürülmesi demektir. Çünkü bu yalanın kabul edilmesi demek; “3 T Planı” çerçevesinde Tanımanın ardından Tazminat ve Toprak taleplerini de getirecektir. Bu da hem Türk ve Ermeni Halklarının, hem de Kürt ve Ermeni Halklarının birbirine düşmesi demektir. Bunun, demokratlıkla, halkların kardeşliğini savunmakla hele hele devrimcilikle hiçbir ilgisi yoktur! İşte tam da bu nedenlerle bu yalana ve planlara karşı çıkanlar, halkların gerçek kardeşliğini savunuyor demektir. Bunu şu an Türkiye’de savunan tek devrimci parti de Halkın Kurtuluş Partisi’dir. Ermeni Halkının da, Kürt Halkının da, Türk Halkının da gerçek dostudur Kurtuluş Partisi. e Ermeni Halkından ne de Türk-Kürt Halklarından tek bir insanın kılına dahi zarar gelmesin ister ve bunun için mücadele eder Kurtuluş Partisi. Onlar ne kadar farklı göstermeye çalışsalar da Halkın Kurtuluş Partisi gerçekleri savunmaktan ve ortaya çıkması için mücadele etmekten asla geri durmayacaktır. Çünkü gerçekler inatçıdır. Görmek isteseniz de istemeseniz de, kabul etseniz de etmeseniz de eninde sonunda ortaya çıkarlar… Kahrolsun AB-D Emperyalizmi! Yaşasın Türk-Kürt-Ermeni Halklarının Kardeşliği! İstanbul’dan Kurtuluş Partililer *** Geçmişine ihanet edenlerin gelecekte yerleri olamaz! Gafilce ya da haince vatanına ihanet edenlerin öldüklerinde yatacak toprakları da kalmaz! Halkın Kurtuluş Partisi, ülkemizi Sevr bataklığına götürmek isteyen emperyalistlerin aşağılık planlarından biri olan Ermeni Soykırımının gerçek olmadığını, emperyalist tarihçilerin kendi belgeleri ile teşhir etmiş; bilimsel, objektif gerçeklikle duruca insanlığın önüne sunmuştur. Gerçekleri apaçık ortaya çıkaran Halkın Kurtuluş Partisi’nin görevi, bu aşağılık kandırmaca ile halkları birbirine kırdırmaya çalışan Emperyalist tuzağın-planın tüm halklara duyurulmasıdır. Sözde Ermeni Soykırımını protesto etmek için, on yıllarca vatan bildikleri topraklarda kardeşçe yaşayanların arasına asla unutulmayacak kan davaları sokarak, vatanı parçalamaya çalışan emperyalistlerin yönlendirmesi ile Sevrci Sahte Solcular ve onların avanesi, birkaç yıldır her 24 Nisan’da “katliamın” yıldönümüne atıfla 19:15’te etkinlikler düzenliyorlar. Ve o etkinliğin hemen akabinde de dünyada emperyalizme karşı başarı kazanan ilk ulusal kurtuluş mücadelesinin başlangıç tarihine atıfla 19:19’da üzerlerine düşen tarihi sorumlulukları yerine getiren Kurtuluş Partililerle karşılaşıyorlar. Sevrci Sahte Solcular, Soykırım, di- yor; Kurtuluş Partililer, Soykırım Yalanı ABD’nin Planıdır, diyorlar; Sevrci Sahte Solcular, Hepimiz Ermeni’yiz, diyor; Kurtuluş Partililer, Yaşasın Halkların Kardeşliği, diye haykırıyor; Sevrci Sahte Solcular, Ermenistan için vatan toprağından toprak vermeye kalkıyor; Kurtuluş Partililer, Yeni Sevr’e Karşı Yaşasın İkinci Kurtuluş Savaş’ımız diye haykırıyorlar. 24 Nisan 2013’te Sevrci Sahte Sol’un önderliğinde kimi hain kimi gafilden derleşik kitle saat 19.15’te İstanbul Taksim ve Ankara Sakarya Meydanı’nda, saat 18.00’da ise İzmir Basmane Meydanı’nda anma gerçekleştireceklerini duyurdular. Kurtuluş Partisi de saat 19.19’da İstanbul ve Ankara’da, saat 18.00’da ise İzmir’de meydanlarda olacak ve her fırsatta olduğu gibi gerçekleri açıklayacak ve teşhir edecekti. Öyle de oldu. Kurtuluş Partililer, Ankara’da Parti Genel Merkezi’nden sloganlar eşliğinde Sakarya Meydanı’na ulaştıklarında saat 19.05’ti. Ancak 19.15’çiler “Tozduman”dı. Kurtuluş Partililer Ermeni Soykırım Yalanı’nı, bunun ABD’nin bir planı olduğunu Sakarya Meydanı’nda haykırdılar. Ancak Sevrci Sahte Solcular, İzmir’de Zeynep Tozduman’ın kışkırtıcılığına ve polisin Sevrcilerin saldırganlığına göz yummasına rağmen “tozduman” olmuşlardı. “Basmane Meydanı köşesinde”ki 30 civarındaki Kurtuluş Partililer ETHA’nın haberine göre “2000 kişilik kitleye saldır”ınca Ankara’da 19.15’i bile bekleyemeden duman olmuşlardı. Yazık… Kurtuluş Partisi Ankara İl Örgütü programını gerçekleştirdi. Partimiz MYK Üyesi ve Ankara İl Başkanı Av. Sait Kıran’ın gerçekleştirdiği Basın Açıklaması’na Ankaralılar ilgi gösterdi. Karamıkla buğday bir kez daha halkımız tarafından ayırt edildi. Açıklamamız sona erdiğinde yine sloganlarımızla Parti Genel Merkezimize döndük. Partimiz Genel Başkanı der ki; bizim iki vatanımız var; biri üzerinde yaşadığımız somut, vatan toprağı, diğeri de cesaret vatanı. Bunlarda ikisi de kalmamış. Neylersin? Biz hesapsız, çıkarsız tertemiz halklarımızla hemhal olmuşuz. Ne yatacak topraksız kalırız ne küllerimizi savuracak ummansız. Bizler Ararat’tan, Nemrut’tan Türk-Kürt-Ermeniler olarak güneşin doğuşunu da izleriz. Aynı kazanda aşureler kaynatır Sosyalizmi de kutlarız. Siz derdinize yanın… Soykırım Diyenler Ya Gafildir Ya Hain! Soykırım Yalanı Emperyalist Planı! Kahrolsun AB-D Emperyalizmi! Yaşasın Halkların Kardeşliği! Ankara’dan Kurtuluş Partililer ot: Ermeni Soykırımı iddiasının; halklarımıza geçmişte Sevr’i, bugünse Yeni Sevr’i dayatmak için emperyalistlerin ortaya koyduğu bir yalan olduğunu matematiksel kesinlikle ortaya koyan 301 sayfalık büyük boy “Sevrci Soytarı Sahte Sol ve Ermeni Sorunu” isimli kitabımıza http://www.derlenisyayinlari.org/index.php/kitaplarimiz/nurullah-ankutkitaplari/99-sevrci-soytari-sahte-sol-ve-ermeni-sorunu adresinden; bu konunun özeti diyebileceğimiz ve güncel bilgileri de içeren Basın Açıklamamıza ise http://www.kurtuluspartisi.org/component/content/article/8-basin-aciklamalari/51-ermeni-sorunu.html adresinden ulaşılabilinir. 13 Yıl: 7 • Sayı: 65 / 14 Mayıs 2013 S Dünya Süt Günü’nde süt tüketiminde ve sütçülükte ne durumdayız? üt içilmesini teşvik etmek amacıyla Uluslararası Sütçülük Federasyonu, 1956 yılında 21 Mayıs’ı, “Dünya Süt Günü” ilan etmiş. Federasyona üye olan tüm ülkelerde 21 Mayıs, Dünya Süt Günü olarak kutlanıyor. Türkiye de bu Federasyona üye olduğu için ülkemizde de kutlanmakta. Kutlanıyor dediysek, ne yapılıyor, bir bayram havası mı estiriliyor? Hayır. Yılda bir kez, süt içilmesini teşvik etmek adı altında panel ve söyleşiler düzenleniyor. TMMOB’ye bağlı ilgili Odalar da süt broşürü ve belli okullarda temsili süt dağıtımı etkinlikleri yapıyor bugünde… Yaklaşmakta olan 21 Mayıs Dünya Süt Günü’nü Türkiye’deki süt tüketimi ve üretimi açısından yine pek iç açıcı olmayan bir tabloyla karşılıyoruz. Süt, beslenmemizde özellikle hızlı büyümenin olduğu okul öncesi dönemi çocukları için önemli bir yere sahiptir. Okul öncesi dönemde kemiklerin gelişimi ve sağlıklı oluşumu için kalsiyum önemli bir mineral. Ayrıca yine büyümenin hızlı olduğu gençlik döneminde ve gebelik-emzirme dönemlerinde de kalsiyum önemli bir ihtiyaç oluyor. Çocuklarda yetersiz kalsiyum alımı büyümeyi olumsuz etkileyebiliyor, gelişme geriliği ortaya çıkabiliyor. Ağır yetersizlik durumunda yetişkinlikte erişebilecekleri azami boya ulaşamıyorlar. Yaşam boyunca, hafif yetersizlik durumlarında bile kemik yoğunluğu etkilenebiliyor, kemik kayıpları oluşabiliyor, osteoporoz (kemik erimesi) riski artabiliyor ve kolay kemik kırıklarının görüldüğü hastalıklar oluşabiliyor. Her öğünde almamız gereken dört temel besin grubundan biri süt ve süt ürünleri. Süt ve süt ürünleri vücudumuz için gerekli kalsiyum ve B2 vitamininin en iyi kaynağı. Diş ve kemik sağlığı için gerekli olan kalsiyum, süt ve süt ürünleri tüketilmeden sağlanamaz. Bu grup ayrıca protein, fosfor ile B2 ve B12 vitamini açısından da zengin. Başta yetişkin kadınlar, çocuklar ve gençler olmak üzere tüm yaş gruplarının süt grubu besinleri, her gün tüketmesi gerekiyor. Tüketilmesi önerilen miktar yetişkinler için günde 2 porsiyon, çocuk-gençgebe-emzikli ve menopoz sonrası kadınlar için ise günde 3-4 porsiyon. (Bir büyük su bardağı süt veya yoğurt, iki kibrit kutusu H büyüklükte peynir, bir küçük kâse muhallebi veya sütlaç bir porsiyon kabul ediliyor.) Süt proteini iyi kalite bir protein. Proteinler, büyüme için mutlaka gerekli. Vücudun tüm hücrelerinin büyük bir bölümü proteinlerden yapılmış ve bu hücreler sürekli olarak değişip yenileniyor. Vücut proteinlerinin oluşumu için kaynak, besinlerimizde bulunan proteinler. Süt proteinleri yüzde 78-80 oranında vücut proteinine dönüşebiliyor. Sindirilebilirlikleri ise yüzde 90’ın üzerinde. Kalsiyum için en iyi kaynak süt ve süt ürünleri. Yetmiş yaşındaki tüm kadınların yüzde 30-40’ı kemik erimesinden kaynaklanan en az bir kırığa sahip. Türkiye’de okul çağı çocukları arasında B2 vitamin yetersizliği çok yaygın. Marmara, İç Anadolu ve Doğu Anadolu Bölgelerinde yerleşim merkezi ayrımı olmaksızın, 7-17 yaş grubu kız ve erkek çocukları üzerinde yapılan bir araştırmada, üç bölge genelinde B2 vitamini yetersizlik oranı, yüzde 82,9 gibi çok yüksek bir oranda saptanıyor. İlgililer, araştırmaya alınan çocukların, B2 vitamini için en zengin kaynak olarak gösterilen süt ve süt ürünlerini tüketme sıklığının günlük bir porsiyonu geçmediğini gözlemliyorlar. Türkiye Et, Süt ve Gıda Üreticileri Derneği’nin (SET-BİR) araştırmasına göre, süt tüketimi ABD’de kişi başına yıllık ortalama 292, AB ülkelerinde ise 342,5 litre olurken, Türkiye’de 146 litrede kalıyor. Bunun da sadece 23 litrelik kısmı içme sütü, kalan kısmıysa süt ürünleri olarak tüketiliyor. Ülkemizde süt tüketimi açısından tabloyu gördüğümüzde, aklımıza şu soru geliyor, bizim halkımız-çocuklarımız süt içmeyi, peynir, yoğurt, sütlaç yemeyi sevmiyor mu? Niye tüketmiyoruz süt ve süt ürünlerini? Ülkemizde uzun ömürlü süt dediğimiz tam yağlı kutu sütün kilogram fiyatı 22,5 TL civarında. Günlük süt dediğimiz pastörize şişe sütün kilogram fiyatı 2,95 TL. Kaynağını bildiğiniz-tanıdığınız bir sütçüden açık çiğ süt almaya kalktığınızda da kilogram fiyatı 2 TL. Bunu yine siz kaynatacaksınız, sütün kilogram fiyatı aynı hesaba gelmiş olacak. Ülkemizde 30 Haziran’a kadar Asgari Ücret, Asgari Geçim İndirimi hariç net 699,61 TL. Açlık Sınırı, sendikaların yaptığı araştırmaya göre nisan ayı için 1012 TL, Yoksulluk Sınırı 3298 TL. İşçi Sınıfımızın büyük çoğunluğu ne yazık ki, yaşarken öldüren Asgari Ücretle çalışıyor. Ülkemiz yerli yabancı Parababaları için vurgunsömürü-soygun cenneti olmuşken, İşçi Sı- Bir hayatın, devrimciliğe bakışın değişimi$ alkın Kurtuluş Partisi… Bu Partinin ismini ilk duyduğumda evime çay içmeye gelen ilk görüşte sıcaklıkları ve sevecenlikleriyle dikkatimi çeken arkadaşlarıma nasıl baktığımı hâlâ anımsıyorum. Üniversiteden mezun olalı yaklaşık 6 sene oldu. Okul hayatım boyunca babam her öğüdünde siyaset, eylem, parti gibi şeylerden uzak durmam gerektiğini, bunların ne geçmişte ne şimdi kimseye fayda vermediğini söylerdi. Babamın ailemizi koruma çabalarından olacak ki, ev ve okul arasında koşturmaca ile geçti günlerim. Ta ki evlenip de eşim eve bir kaç Partili arkadaşı davet edene kadar. Onlar bana Partiden, ideolojilerinden, kurtuluşumuzun ancak örgütlü bir mücadele ile gerçekleşeceğinden her bahsettiklerinde, ben onlara babamın bana söylediklerinden, aileme zarar geleceğinden korktuğumdan bahsediyordum. Aksine eşim benim gibi düşünmüyor hatta onlara destek veriyordu. Bir gün öyle bir sinirlenmiş olacağım ki; “ya ben ya parti” diye şart koştum eşime, beni reddetmeyeceğini düşünerek. Onun tek cevabı; “Eğer bana böyle bir şart sunuyorsan ayrılalım, ben partiyi seçiyorum” oldu. O kadar hayal kırıklığına uğramış olmalıyım ki elimi hızla cama vurdum. Parmağım damarla birlikte kesilmişti. O gün hastanede parmağıma dikiş atılırken tek düşüncem, eşimin neden beni değil de Partiyi seçtiği olmuştu. Acaba bu Parti neden bu kadar önemli ve vazgeçilmezdi? Acaba ben mi üstüne gitmiştim?.. Bu merak ve düşüncelerle birkaç ey- lemlerine, basın açıklamalarına giderek Partiyi yakından tanıma fırsatı buldum. Hem basın açıklamalarını dinliyor hem de ne yaptıklarını inceliyordum. Bugüne kadar bize TV’lerden yalan yanlış bir biçimde gösterilen devrimcilikle hiçbir alakası yoktu. Onlar onuru, namusu, ekmeği için mücadele eden işçilerin hakkını savunuyorlardı. Son dönemde giderek şeriatın içine bizi çeken Tayipgiller’e karşı mücadele ediyorlardı ve en önemlisi hepsi bilinçli, ne yaptığını bilen insanlardı. Onlar, polise molotof, taş atarak, sağı solu yıkıp yakarak devrimci olduğunu sanan insanlardan farklıydı. Demek ki ben boşuna endişelenmiştim. Düşüncelerim tamamen değişmişti artık. Çalıştığım şirkette bazen siyasi tartışmalar olur. İster istemez kendimi Tayipgiller’i savunan, AKP zihniyetini taşıyan, şeriatın gelmesini savunan insanlarla tartışırken bulup, bir yerden sonra siyasi bilinç eksikliğinden dolayı tıkanıp kalırdım. Bundan sonra yapmam gerekenin Partiye daha sık gidip gelerek gündemi takip etmek, eğitimlere katılarak kendimi sürekli geliştirmeye çalışmak olduğunu düşünmeye başlamıştım. Şu anki geldiğimiz noktaya bakarak, kurtuluşumuzun yalnızca örgütlü mücadele ile olacağını düşünüyorum ve çocuğuma daha iyi bir gelecek sağlayacağıma inanıyorum. Partiye olan fikirlerimi değiştiren parmağım eskisi gibi işleyemediği için de o kadar üzülmüyorum... Sancaktepe’den Kurtuluş Partili Bir Kadın Yoldaş nıfımız ve emekçi halkımız içinse her gün yapılan zamlarla pahalılık cehennemine dönüşmüş durumda. Açlık Sınırı’nın bile altında olan bu ücretle, halkımızın, bırakın her gün süt içmeyi, süt ürünleri tüketmeyi, karnını nasıl doyurduğu, kirasını, faturalarını nasıl ödediği hayranlık uyandırmalı, araştırma konusu olmalıdır. İşte bu yüzden, bizim çocuklarımız ekmekle karnını doyurur. Süt ve süt ürünlerini tüketme sıklığı ortalaması günde bir porsiyonu geçmez. Çünkü bizde Parababaları iktidarda. Tayyipgiller iktidarda. Onlar ülkemizin zenginliklerine kendileri ve hizmetinde oldukları AB-D Emperyalistleri sahip olsun, bu zenginlikleri yağmalasın isterler. Bu ülkeye, bu halka hiçbir faydaları olmadığı gibi, her gün yaptıkları halk düşmanı-vatan düşmanı uygulamalarla tam tersine külliyen zarar verirler. Halk çocukları onlar için, karınca sürüsü gibidir. Hiçbir değeri yoktur. O kadar çokturlar ki, bırak birazı açlıktan, yoksulluktan kırılsın, sağlıksız, gelişimini tamamlayamadan büyüsün, umurlarında bile değildir. Fabrikalarda, tarlalarda çalışabilecek sayıda, belli bir süre onlara hizmet edebilecek güçte olsunlar yeter. Hepsi sağlıklı beslenip, sağlıklı vücut ve kafaya sahip olup ne yapacak… Yaptıkları işten, insanlık ve halk düşmanlıklarından apaçık bellidir bu anlayışta oldukları. O yüzden Canlılar dünyasını Genel Başkan’ımızın dediği gibi, artık üçe değil, dörde ayırmak gerekir. Bitkiler ve hayvanları hepimiz biliyoruz. İnsanları da biliyoruz tabîi. Dördüncü grup, insan suretinde olup da insan yüreği, insancıllık taşımayan, insanlıktan nasibini almamış olanlardır. İnsanlığa düşman, in- sancıl değerlere düşman, çocukların en doğal insan hakkı olan sağlıklı beslenme, süt içme hakkını elinden alan Tayyipgiller İktidarı da bu gruba girer. Tabiî aynı anlayışta olan bundan önceki iktidarlar ve onların ağababası-efendisi ABD-AB Emperyalistleri de bu gruba girer. Sosyalist Küba, çocuklarına 7 yaşına kadar günde 1 litre süt dağıtıyor (Sosya- B list Küba’ya ABD Emperyalizminin uyguladığı abluka sonucunda bu miktar geçici olarak yarım litreye düşmüş durumda). 0-7 yaş arası hızlı büyüme döneminde olan çocuklar, kemik ve diş gelişimi için mutlaka süt tüketmeli. Küba, çocukların bu dönemde süt tüketimini garantiye almak için onlara süt veriyor. Bu dağıtım işini tek tek evlere yapıyor. Halkın gerçek anlamda örgütlü olduğu, insana-çocuğuna-gelecek nesillere değer veren Küba Devleti, insanları kuyruklarda perişan etmiyor. Süt dağıtma işini bir gösteriye dönüştürmüyor. Küba için son derece doğal bir durum bu. Her gün sütler sessiz sedasız sahiplerine ulaştırılıyor. Küba, sütü sadece çocuklara değil, hamile kadınlara da aynı şekilde her gün dağıtıyor. Bizim ülkemizde de sözde çocuklar süt içsin diye, özünde yine Parababalarına kazandırmak için okullarda süt dağıtma kampanyası başlatıldı. “Okul Sütü Akıl Küpü” sloganıyla, büyük reklamlar yaparak, her zamanki gibi bir gösteri malzemesi olarak kullanarak dağıtılmaya başlandı, okullarda sütler. Fakat daha ilk günden süt dağıtma işi bir fiyaskoyla sonuçlandı. Ülkenin farklı illerinde aynı anda pek çok çocuk dağıtılan sütten zehirlendi. Çocukların hastanelerde acı çeken, yürek parçalayan görüntüleri televizyonlara ve gazetelere de yansıdı. Tabii, Tayyipgiller’in konuyla ilgili akilleri, bu kadar çocuğun süte alerjisi olduğunu iddia edip işin içinden sıyrılmaya çalıştılar. En son geçtiğimiz günlerde yine bir okul sütünden zehirlenme haberini televizyonlarda izledik. Tayyipgiller cephesinde değişen bir şey yok. Bir yandan halkımız, çocuklarımız bu güzel içecekten mahrum kalırken, içemezken, diğer yandan süt üreticileri de kan ağlıyor. Ülkemizde gerçek anlamda bir toprak reformu yapılamadığı için köylümüz kırk parçaya bölünmüş ve bölünmeye devam eden küçük küçük toprak parçalarında tarım, 34 tane inek ve bir miktar koyunkeçiyle hayvancılık yapmaya çalışıyor. Köylümüzün, kooperatif örgütlenmeleri yaygın değil. Bu yüzden süt sanayicilerine sütünü çok ucuza veriyor. İşlendikten sonra bize gelen sütleri biz çok pahalıya içiyoruz. Geçmişte, bütün kamu kurumlarımız özelleştirilmeden önce Süt Endüstrisi Kurumu (SEK) vardı. Hem köylüden süt alırken fiyatların köylüyü zarara uğratmayacak düzeyde kalmasını hem de tüketicilerin sütü daha ucuza alabilmelerini sağlıyordu. Pusulasız günlerde bilimsel sosyalistler yol gösteriyor aşkanlık Kurulu Üyemiz Gürdal Çıngı Yoldaş; İzmir TÜYAP Kitap Fuarı’ndaki Konferansında da AB-D Emperyalizminin teşhirini yaptı ve emekçi halkların yüreğinin tercümanı oldu. “Yüreğimize tercüman oldunuz, teşekkür ederiz”. Bu söz 23 Nisan 2013 günü İzmir TÜYAP Fuarı’ndaki Konferansımıza katılan bir bayan katılımcıya ait. Gerçekten de son günlerde Dünyada ve Ülkemizde baş döndürücü gelişmeler yaşanmakta. Elinde sınıf pusulası olmayanların yönünü şaşıracağı, dostunu düşman, düşmanını dost olarak görme körlüğüne düşeceği gelişmeler karşısındayız. Ya da Halkımızın cellâdına kurtarıcı olarak sarıldığı günlerden geçmekteyiz. AB-D Emperyalistlerinin, yerli satılmışlar eliyle ülkemiz üzerindeki kirli oyunları pusulasız insanlarımızı şaşkına çevirmektedir. Ancak Hikmet Kıvılcımlı gibi bir Önderin teorik ve pratik mirasına sahip olan, geçmişten günümüze tüm tarihsel olaylara Bilimsel Sosyalizm Teorisinin ışığını düşürerek tahlil eden Kurtuluş Partililer, bu olaylar karmaşasında hiçbir zaman yanılmadılar, yanıltmadılar. Tayyipgiller iktidarının Ulusal Kurtuluş Savaşı’mıza ve kazanımlarına savaş açtığı ve bu kazanımların birer birer yok edilmeye çalışıldığı günlerde Konferansı- mızın konusu daha bir anlamlı hale gelmişti. “19 Mayıs’tan 23 isan’a 23 isan’dan 9 Eylül’e Birinci Antiemperyalist Kurtuluş Savaş’ımız, 9 Eylül’den Günümüze İkinci Kurtuluş Savaşı’mız ve Görevlerimiz” başlıklı Konferans, HKP İzmir İl Başkanı Tacettin Çolak’ın yaptığı kısa açış konuşmasıyla başladı, Yoldaş’ımız sözü Gürdal Yoldaş’a bıraktı. Gürdal Yoldaş; her zamanki akıcı ve coşkulu üslubuyla ülkemizin Mütareke yıllarındaki durumu ile bugünkü durumunu karşılaştırmalı bir şekilde anlattı. Bugün mütareke yıllarından daha kötü olaylar yaşamakta olduğumuzu örnekleriyle gösterdi. Kuvayimilliyeciler tarafından yırtıp atılan Sevr’in nasıl yeniden dayatılmak istendiğini ve bunun “ırkçılığa karşı olmak, demokrasi¸ barış, eşitlik, özgürlük” vb. yaftalarla süslenerek yapıldığını vurguladı. Ancak saldırı ne denli büyük olursa olsun, emperyalistlerin ve yerli satılmışların tıpkı Birinci Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda olduğu gibi halkların örgütlü Süt fiyatlarını dengeliyordu, görevi buydu. Fakat artık bu kurum yok. Süt fiyatları tamamen Parababalarının-süt sanayicilerinin inisiyatifinde-insafında, insanlarımız onların kâr hırsının kurbanı olmuş durumda. Türkiye Ziraatçılar Derneği Başkanı İbrahim Yetkin’in açıklamasına göre, tarım ve hayvancılıkla uğraşan üreticiler, borç batağı içinde. Yetkin, çiftçinin kullandığı elektriğin kw/saatine 19,5 cent ödediğini, çiftçimizin elektriği Avrupalı çiftçinin ödediği fiyatın iki katından fazlasına satın aldığını söylüyor. Çiftçimizin dünyanın en pahalı mazotunu ve en pahalı gübresini de kullandığını ifade ediyor ve bu borç yükünün altında artık üretime devam edemez hale geldiklerini belirtiyor. Örneğin çiftçimizin Ziraat Bankası ve Tarım Kredi Kooperatiflerine olan borçları 2012 yılı itibariyle 22 milyar 300 milyon liraya yükselmiş, 10 yıl öncesine göre 42 kat artmış. Çiftçinin bankalara olan kredi borcu ise geçen yılsonu itibariyle 32 milyar TL’ye ulaşmış. Yapılan açıklamada, ödenmeyen elektrik borcu sonucu çiftçinin su ve elektrik kullanamadığı, borcunu geciktirdiğinde haciz işlemleriyle karşı karşıya kaldığı vurgulanıyor. Efendileri AB-D Emperyalistlerine hizmette kusur göstermeyen Tayyipgiller, çiftçimizi üretim yapamaz hale getiriyor. Eti, sebzeyi, meyveyi ithal ediyoruz. Hayvanlarımıza yedirdiğimiz samanı bile ithal eder olduk. Yakında sütü de ithal etmekten başka çare kalmadı, diye karşımıza çıkarlarsa hiç şaşmayalım. AB-D Emperyalistleri, siz üretmeyeceksiniz, benim pazarım olacaksınız, diyor. Tayyipgiller de Köylülüğümüzü üretimden alıkoyacak her türlü uygulamayı hayata geçiriyor. 21 Mayıs Dünya Süt Günü, süt içilmesini teşvik etmek amacıyla ilan edilmişti. Dünya çapında yoksul halkların yeterince süt içemediği en kör göze bile batmış olmalı. Süt içmeyi nasıl teşvik edersin? Öncelikle çocuklara, hamile ve emziren kadınlara sütü Sosyalist Küba gibi, günlük ihtiyaçları kadar ücretsiz sağlayarak. Toplumun geri kalan kesimlerinin de sağlıklı ve güvenli süte ucuz bir şekilde ulaşmasını sağlayarak. Sosyalist Küba, günlük süt ihtiyacının karşılanmasını bugün başarmış durumda. Sadece 21 Mayıs’ta değil, her gün, en çok ihtiyaç duyan kesimlere, en çok ihtiyaç duydukları süre boyunca süt dağıtarak, devletin asli ve doğal bir görevini başarmıştır. Üstelik emperyalistler tarafından uygulanan her türlü ablukaya rağmen. Bu ablukanın getirdiği imkânsızlıklara rağmen… O zaman, sağlıklı, güvenli, ucuz ve ihtiyacımız kadar, doya doya süt içebilmek için, çocuklarımızın beden ve kafa sağlığının tam anlamıyla gelişebilmesi için de Sosyalizm tek gerçek çözümdür. 06.05.2013 birleşik gücü karşısında yenilmeye mahkûm olduklarını ve İkinci Kurtuluş Savaşı’nın zaferiyle birlikte birincisinin mantıki sonucuna götürüleceğini, Demokratik Halk İktidarının kurulacağını belirtti. Salonun tamamını dolduran katılımcıların ilgi ile izlediği konuşma, TÜYAP tarafından belirlenen sınırlı zamanın çabucak doluvermesiyle bitirilmek zorunda kalındı. Konferans çıkışında sorusu olanlara yanıtlar verilerek etkinliğimiz tamamlanmış oldu. Sonuç olarak; her yıl olduğu gibi bu yıl da İzmir TÜYAP Kitap Fuarı’ndaki Konferanslarımıza İzmir Halkının yazımızın başında da belirtilen şekilde yakın ve sıcak ilgisini bir kez daha görmüş olduk. Bu yıl ki Fuar da yeni insanlarla tanışmamıza, düşüncelerimizi halkımıza ulaştırmamıza vesile oldu. Fuar esnasında standımıza uğrayan insanlarımız, Türkiye’nin bütün can yakıcı meselelerine ilişkin yayınlarımızı ilgiyle incelediler, sorular sordular, Partimizi daha yakından tanıma olanağını elde ettiler. Tanıştığımız birçok kişi, Tayyipgiller’in ilerici olan bütün unsurlara yönelik saldırılarının bertaraf edilmesi gerektiğini ifade etti. Biz de bu gerici gidişin ancak ve ancak örgütlenme ile bertaraf edileceğini, Kurtuluş Partisi’nin de bunun için var olduğunu ifade ettik. Kısacası bu seneki İzmir TÜYAP Kitap Fuarı, Partimizin doğru bir hatta ilerlediğini göstermesi açısından son derece olumlu geçti. İzmir’den Kurtuluş Partililer 14 Yıl: 7 • Sayı: 65 / 14 Mayıs 2013 1968 Devrimci Eğitim Şurası ve 1998-2004 Demokratik Eğitim Kurultaylarında Öğretmen Yetiştirme Raporlarına Sınıfsal Bakış (I) Eğitim-Sen 5. Demokratik Eğitim Kurultayı, Öğretmen Yetiştirme ve İstihdam Politikaları Mersin Şube Komisyonu’na ve Diğer İllerde İlgili Komisyonlara Sunulan Rapor: I. Giriş Eğitim sisteminin üç temel öğesi vardır: öğrenci, öğretmen ve eğitim programları. Bu üç temel öğeden biri olan öğretmen, sistemin ürünlerinin nitelikli ve istenilen biçimde olmasında çok önemli bir role sahiptir. Diğer bir deyişle öğretmen, hazırlanan eğitim programının tasarlandığı biçimiyle uygulanması ve eğitim programı ile hedeflenen insan tipinin ortaya çıkarılması, onun yetiştirilmesi ile yükümlüdür. Bu anlamda en genel tanımıyla nitelikli öğretmen, programı başarıyla uygulayabilen; programın hedeflerine ulaşmadaki eksikliklerini, yetersizliklerini uygulama sürecinde görüp programa geribildirim verebilen öğretmendir. Bilinen bir gerçekliktir ki, öğretmenlik mesleğinin ortaya çıkışı da diğer tüm meslekler gibi sınıflı toplumun ürünüdür. İnsanlığın sınıflı topluma geçişi ilk olarak 7000 yıl önce Mezopotamya’da Sümerler’le olmuştur. Bundan önce insanlık İlkel Komünal Toplumlar olarak yaşamıştır. İnsanlığın İlkel Komünal Toplum olarak yaşadığı süreçlerde toplumun yeni üyelerinin kendi soylarını sürdürebilmeleri, doğayla baş edebilmelerine (teknik üretici güç), üzerinde yaşadıkları coğrafyayı tanıyabilmelerine ve ondan yararlanabilmelerine (coğrafya üretici gücü), içinde yaşadıkları toplumu dünden bugüne tanıyabilmelerine (tarih üretici gücü ve gelenek-görenek) insan üretici güçlerinden olan kolektif aksiyonu (toplumsal bir varlık olan insanın birlikte düşünme ve davranma gücü) harekete geçirebilmelerine bağlıydı (Kıvılcımlı, 1974a; 2006). Bunun için topluma yeni doğan her çocuk, Kan olarak örgütlenmiş İlkel Komünal Toplumun ortak varlığı olarak kabul edilir ve Kan üyesi yetişkinler tarafından hayatın içinde, hayatın tüm problemleriyle birebir etkileşmesi sağlanarak eğitilirdi. Hayatın kendisi çocuk için bir okuldu. Ayrı bir okul ve bu okulda eğitmenlik yapmak üzere görevli kişiler yoktu. Her çocuk ayrım gözetilmeksizin bu süreçten payını alırdı. Okulun ilk ortaya çıkışı dolayısıyla meslek olarak öğretmenliğin ilk ortaya çıkışı da Medeniyete yani Sınıflı Topluma ilk geçiş olan Sümerlerle başlar. Sınıflı topluma geçişle birlikte eğitimin doğası da değişmiştir. Okul da, eğitim de egemen sınıfın çıkarlarına hizmet etmeye başlamıştır. Köleci toplum olan Sümer medeniyetinde topluma doğan her çocuk eğitim alamıyordu. Köleler insan bile sayılmıyorlardı ki! Okul, egemen sınıf olan efendilerin denetiminde ve hizmetinde idi. İnsanlık tarihi içinde yer alan diğer tüm sınıflı toplum biçimlerinde de (feodalizm, kapitalizm) bu durum geçerlidir. Burada amacımız eğitimi ve okulu tüm tarihsel gelişimi içinde irdelemek değildir. Ortaya koymaya çalıştığımız temel nokta, sınıflı toplumlarda eğitimin egemenlerin çıkarlarına hizmet ettiğidir. Çünkü eğitim bir üstyapı kurumudur ve temel belirleyeni de altyapıda üretim ilişkileridir. Üretim ilişkilerinde egemen olan sınıf, eğitim sürecini istediği gibi yönlendirebilmektedir. Bu anlamda günümüz kapitalist toplumlarında da eğitim, bir avuç Parababasının çıkarlarına hizmet edecek biçimde düzenlenir ve sürdürülür. Böylesi bir saptama tartışma konumuz için şu bakımdan önemlidir: Demek ki sınıflı bir toplumda sınıflarüstü bir eğitimden, dolayısıyla da sınıflarüstü bir eğitim programından ve sınıflarüstü bir öğretmen niteliğinden söz edebilmek mümkün değildir. Dolayısıyla çalışmamızın başında ortaya koyduğumuz en genel öğretmen niteliği “Kimlerin çıkarlarına hizmet eden ya da edecek olan öğretmen?” sorusuyla beraber değerlendirilmek durumundadır. Bu anlamda kapitalist toplumlarda öğretmen yetiştiren kurumların programlarının niteliğini temel olarak kapitalist düzenin sürmesine hizmet edecek nitelikte insan yetiştirecek olan öğretmen niteliklerini ortaya çıkaracak olan programlar olarak dile getirebiliriz. Dünyada kapitalizmin merkezleri olarak dile getirebileceğimiz Amerika, İngiltere, Almanya gibi ülkelerde, öğretmen yetiştirme politikaları açısından bir çelişki yoktur. Kapitalizmin beşiği olan bu gibi ülkelerde, kapitalist üretim yordamı tüm gelişim süreçlerini tamamlayarak yerleştiği için, bunun üzerine oturan eğitim sistemi, dolayısıyla öğretmen yetiştirme sistemi de kurumsallaşmıştır. Ancak kapitalizme geç gelmiş olan ve anavatan ülkelerdeki doğal gelişim süreçlerini bu geç gelişe bağlı ola- rak yaşayamayan ülkemizde, kapitalist üretim yordamının tasfiye etmesi gereken Antika sınıflar tasfiye edilememiştir. Bunun sonucu olarak ortaya ucube bir kapitalizm çıkmıştır. Dünyada kapitalizmin serbest rekabetçi aşamayı tamamladığı ve tekelci, emperyalist aşamaya geldiği bir süreçte, serbest rekabetçi bir kapitalizmin gelişebilmesi tabiî ki mümkün olamazdı. İşte bu nedenle bizim kapitalizmimiz daha doğarken asalaklaşan ve tekelleşen, içinden çıktığı Antika üretim yordamının egemen sınıfı olan Tefeci-Bezirgân Sermayeyi alt edemediği için onunla ittifak kurup kuzu sarması olan; bunların da üstüne, emperyalizme bağımlı yarısömürge konumuna düşen ölüm döşeğindeki kapitalizmdir (Kıvılcımlı,1974b;1974c). Türkiye’de eğitim sistemimizin dolayısıyla da öğretmen yetiştirme sistemimizin yaz-boz tahtasına dönmesi bu nedenlerle kaçınılmazdır. Nitekim Cumhuriyet tarihimiz boyunca bu Modern ve Antika kırması kapitalizmimiz dışa bağımlı ekonomik politikalarla nasıl ekonomimizi yaz-boz tahtasına çevirmişse, onun üstyapı kurumu olan eğitimin seyri de böyle olmuştur, öğretmen yetiştirmenin de. Örneğin, Cumhuriyet tarihinin en önemli ve kendi koşullarında en değerli öğretmen yetiştirme deneyimi olan Köy Enstitüleri, bu ucube kapitalizmin kurbanı olmuştur. Köy enstitülerinin mantığı köye modern kapitalizmi götürmektir yani modern tarımı. Modern tarım ise Tefeci-Bezirgân Sermayenin işine gelmemektedir. Ülke ekonomisini kendi başına yönetemeyecek durumda olan burjuvazi ise o dönemde Tefeci-Bezirgân Sermayenin baskılarına dayanamayarak köy enstitülerini kapatmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında devlet kapitalizmi fideliğinde palazlanan Finans-Kapitalizmimiz, 1946’dan başlayarak 1950 DP iktidarı ile birlikte ABD emperyalizmiyle tam bir göbek bağı kurmuş, ülkemizin kaderi yerli-yabancı uluslararası tekellere terk edilmiştir. Tüm bu süreçlerde köy enstitülerinin izlerini taşıyan öğretmen okulları ve eğitim enstitüleri programları da işlevsizleştirilmiş, en son 1980 Faşist Darbesinin ardından YÖK’ün kurulmasıyla beraber, öğretmen yetiştirme işi üniversitelere devredilmiştir. Avrupa ve ABD kapitalizmi doğuş ve serbest rekabetçi dönemi içerisinde, bilim ve teknolojinin gelişiminin önünü ister istemez açmıştır. Çünkü kendi devrimini gerçekleştirmiş olan burjuvazinin sınıf çıkarı o dönemde bilim ve tekniğin önünün açılmasından yanaydı. Basit yeniden üretimin yerini geniş yeniden üretim almış (Kıvılcımlı, 2011), bu üretim yordamı ise doğal olarak daha kısa sürede, daha ucuza mal üreterek pazarlamayı zorunlu kılmıştı. Bunu yapabilen kapitalist ayakta kalacak, yapamayan batacaktı. İşte tüm bu nedenlerle metropol kapitalist ülkelerde bilim ve teknoloji hızla gelişti. Laiklik ve bilimsellik eğitim sürecinin temellerini oluşturdu. Bu ülkelerdeki üniversiteler, bilim ve teknoloji ürettiler. Bu üretilenlerin kimlerin çıkarlarına hizmet ettiği aşikârdır ama onlar sonuçta buna sahiptirler. Ancak aynı ülkeler yine kendi emperyalist talanlarını sürdürebilmek için bizim gibi ülkelerin bilim ve teknolojiyi üretmelerini ve üretilenlerden yararlanmalarını engellemektedirler bugün de. Dışa bağımlı bir ekonomik politikada bu son derece kolay olmaktadır. Para kaynaklarınız başkalarının elindeyse, eğitim politikalarınız da onların elinde olur. AB-D Emperyalistleri zaten kapitalizmce geri olan İslam ülkelerini Ortaçağın karanlıklarına götürmek ve devrimci, ilerici, demokrat hareketlerin gelişimini engellemek amacıyla, gerçek İslam ile ilgisi olmayan Siyasal İslamı (CIA İslamı) formüle etti. Bunun için ülkemiz İmam Hatip Okullarıyla, Kur’an Kurslarıyla, Tarikatlarla donatıldı. Buralarda genç nesiller kafadan silahsızlandırıldılar, gerici Muaviye mezhebinin CIA İslamına uyarlanmış ideolojisiyle doktrine edildiler. Emperyalistlerce kurdurulan ve iktidara getirilen AKP ise “Ilımlı İslam” projesinin bugünkü Truva atıdır. Tüm ülkede Ortaçağcı-ümmetçi bir yeniden yapılanma, bir karşıdevrim sürecinin mihmandarı olan, Tefeci-Bezirgân Sınıfının siyasal temsilcisi AKP’nin uygulamaları ve kurumsallaştırmalarıyla gerici eğitimden geçirilen gençler giderek bilimsel düşüncenin ve doğa bilimlerinin düşmanı haline getirilmekte. Özetle, Siyasal-Ilımlı İslam projesinin hayat bulması, Eğitim Kurum ve Kuruluşlarının ele geçirilmesinden, Laik Eğitimin yok edilmesinden geçmekte. Bu çerçevede Tayyipgiller, bilim ve laiklik karşıtı politikalarına 4+4+4 Kesintili Eğitim Modeli ile bir yenisini daha eklediler. Bu modelin temeli bilime değil, Ortaçağcı ideolojiye dayanmaktadır. 4+4+4 “dindar ve kindar” bir nesil yetiştirmek üzere yürürlüğe konulmuştur. Asıl amaç İmam Hatiplerin orta kısmını yeniden açmaktır. Peki Tayyipgiller neden İmam Hatip Okullarını açmak isterler? Çünkü onlara bilimle tanışan, bilimsel düşünen, okumuş insan gerekmez. Tersine, Halkımızın bilimle tanışması demek; nesnel düşünebilmesi, sorgulaması, olanı biteni anlaması ve haksızlıklara karşı çıkma bilinciyle, örgütlenme bilincine ve dünyayı değiştirme gücüne (kolektif aksiyon gücüne) kavuşması demektir. İlk ve orta öğretimin başını 4+4+4 modeli ile bağlayan din tüccarı Ortaçağcı anlayış için, bu defa sıra tabiî ki Yükseköğretime gelmiştir. Bu nedenle Tay- yipgiller, Ilımlı İslam projesinde hızla yol aldıkları son süreçte YÖK’ün üzerinde önemle durmuştur. Bir yandan da üniversiteleri de özelleştirerek ticarethanelere, holdinglere dönüştürmek istiyorlar. Tıpkı diğer kamu kuruluşlarını yeyim ettikleri-ettirdikleri gibi. “Ülkesini pazarlamakla mükellef” olduklarını itiraf etmekten çekinmeyen bu anlayış, Bologna Süreci adı altında Üniversitelerimizi de AB-D Emperyalizminin emrine amade kılmak istiyor. İşte tüm bu nedenlerle sahte “ileri demokrasi” naraları atarak “12 Eylül’ün ürünü olan YÖK yasasını yeniden ele alıyoruz”, diyorlar. Tüm bu değişiklikler de “eğitimi çağdaşlaştırıyoruz, modernleştiriyoruz” çığırtkanlığıyla yapılmaktadır. Eğitim alanında yürürlüğe konan politikaların amacı; demokrasi, insan hakları, çağdaşlaşma, çok kültürlülük, özgür düşünce, çok dillilik, yaratıcılık naralarıyla, din bezirgânlığı yaparak meczuplaştırdıkları insanlarımızı kapitalizme uyumlu, sömürü düzenine karşı çıkmayan, içinde bulunduğu koşulları kabul eden bireyler yetiştirmektir. Şimdi de üniversitelere deniyor ki bu programı uygulayacak nitelikte öğretmen yetiştirin. Kimler? Ulusal ve uluslararası sermaye. Sendikamızın Türkiye’de öğretmen yetiştirmeye yönelik söyleyeceği her şeye bu genel saptamalar ışığında bakmak gerekiyor. II. Geçmişten Günümüze Öğretmen Örgütlülüklerinin Genelde Eğitime Özelde Öğretmen Eğitimine Bakışı ve Mücadelesi Bu başlık altında, TÖS tarafından 1968 yılında gerçekleştirilen Devrimci Eğitim Şurası ve Eğitim-Sen tarafından 1998 ve 2004 yıllarında gerçekleştirilen Demokratik Eğitim Kurultaylarının bildiri ve raporlarının kitaplaştırıldığı yayınların irdelenmesi sonucu varılan görüşler dile getirilmiştir. Bu kurultaylarda sunulan raporların irdelenmesinin temel nedeni, örgütlerin genelde ülke gündemine ve sorunlarına özelde ise yürütülen eğitim politikalarına ilişkin örgütsel yaklaşımlarını ve mücadele anlayışlarını somut olarak belgelendirme özelliklerinden dolayıdır. II.1. 1968 TÖS Devrimci Eğitim Şurası TÖS tarafından 1968 yılında düzenlenen Devrimci Eğitim Şurası’nın tüm metinleri incelendiğinde, sendikanın örgütlenme ve mücadele anlayışının şu üç temel ilke üzerinde yükseldiği görülecektir: Antiemperyalizm, Antifeodalizm ve Antişovenizm. Sendika Genel Başkanı Fakir Baykurt’un şura açış konuşmasından yapılan aşağıdaki alıntı bu saptamamızın bir kanıtıdır. “Çok Değerli Konuklar; “Ve Devrimci Eğitim Şûrasının Çok Değerli Üyeleri; “Türkiye Öğretmenler Sendikası’nın düzenlemiş olduğu “Devrimci Eğitim Şûrası”nı açıyorum. Bu şûra, resmî geçmişi 120 yılı aşan mesleğimizin, eğitim sorunlarını, ülke sorunlarının bütünü içinde inceleyen ve bugünkü çıkmaza bilimsel ve devrimci bir çıkar yol arayan ilk derli toplu girişimidir. Böyle bir görevi huzurunuzda yerine getirirken gerçekten heyecan duymaktayım. “Sayın Konuklar ve Üyeler; “Devrimci Eğitim Şûrası”na katıldığınız için sizlere en içten duygularla teşekkür eder, hepinizi saygıyla selâmlarım. “Türkiye Öğretmenler Sendikası, bu şûranın böyle güç koşullar altında toplanmasına pek çok zorlayıcı nedenlerden dolayı razı olmuştur. Çalışmalarımız, sizlere dar gelen bu salonda ve SBF’nin dersliklerinde beş gün sürecektir. “Şûra hazırlıkları için Sendikamız ancak iki aylık bir süreye sahipti. “Daha geniş bir hazırlık süresi, daha geniş bir salon bulunamaz mıydı? “Çalışmalar beş güne sıkıştırılacağına on güne çıkarılamaz mıydı? “Bir atasözünü hatırlatmama izinlerinizi rica edeceğim: “En iyi, iyi’nin düşmanıdır.” En yeterli süreyi ve en uygun salonu aramaya devam etseydik bu şûrayı, en azından, vaktiyle yapamazdık. Bazı görevleri, elverişsiz koşullarda yapmak zorundayız. “Beş gün önce bir kutlama görevi için TÖS ve TÖDMF’nin Sayın ikinci Başkanlarıyla birlikte Genel Kurmay Başkanlığına gitmiştik. Orada, odaların birinin duvarında asılı bir fotoğraf dikkatimi çekti: Bir yanıyla, yeryüzünün bütün ezilen uluslarına örnek ve önder olan Kurtuluş Savaşımızın kumandanları açık havada bir görüşme halinde bulunuyorlar. Kimisi birer iskemleye oturmuş, kimisi ayakta. Hepsinin oturmasına yetecek iskemle yok; ve var olan iskemlelerin biri ötekini tutmuyor. Ayrı ayrı… Kurtuluş Savaşı askerlerimizin, bu askerleri veren halkımızın ve kumandanlarımızın, gerektiği gibi hazırlanmaya, doyunmaya ve dinlenmeye yerleri ve zamanları olmadığını çok iyi hatırlıyoruz. Böyle olduğu halde, ordumuz, canını dişine takarak, 3 yıl, 3 ay ve 20 gün gibi bir sürede, bu ülkeyi, bizi yutmak isteyen emperyalizmin askerlerinden temizlemeyi başarmıştır. “(…) “Devrimci Eğitim Şûrası, iyi bir Şûra olacaktır; çıkmazda olan toplumun eğitimine diri, taze ve devrimci çıkar yollar ortaya koyacaktır. Buna içtenlikle inanmış bulunuyorum… “Çünkü sürüp giden Kurtuluş Savaşı günlerinin büyük yoklukları içinde bizi yetiştiren ve besleyen Türk toplumu, hepimizden, vaktinde yerine getirilmesi gereken görev ve hizmetler beklemektedir. Aslında bu görev ve hizmetlerin ödenmesi gereken zaman gelip geçeli çok olmuştur. Ezilen uluslara örnek ve önder olan Kurtuluş Savaşımızdan sonra, Kurtuluş savaşlarını bütünleyen temel yapı değişikliğini sağlayacak köklü reformları yapmalı; toprakta, maliyede, eğitimde ciddî tedbirler almalı ve ulusumuzu, içerde ileri, borçsuz, bayındır; dışarda “tam bağımsız” duruma getirmeliydik. Kurtuluş Savaşından sonra, büyük çoğunluğu tarlada, tezgâhta çalışan halkımızın tümünü İlköğretimden geçirmeli; ona Orta ve Yüksek Öğretim kurumlarının kapılarını açmalı; onu hiçbir bakımdan yad’a yabana muhtaç olmayan, çağdaş anlamda bilgi ve beceri sahibi, başı dik bir ulus haline getirebilmeliydik. “(…) “1922’de sömürgeci devlet askerlerini topraklarımızdan kovduğumuz zaman Düyun-u Umumiye’nin alacakları bitmemişti. Lozan’da yeni senetlere bağlanan borçların son taksiti 25 Mayıs 1964’te kapandı. Kurtuluş Savaşı günlerinde Amerika bize mandaterlik öneriyordu. Mustafa Kemalciler bunu reddettiler. 1947’de Truman Doktrini ve Marshall Plânı çerçevesi içersinde, dış yardım ve kredi olarak belki daha kötüsünün içine düştük. Alım satımda, askerlikte, eğitimde yeniden bağımlı koşullara girdik. “(…) “Yoksul köylü çocuklarının orta kolaylıkta girebileceği okullar imam Hatip okullarıdır. Yoksul köylü çocukları buralarda orta derecede meslekî öğretim görüyorlar. Yüksek öğrenime atlamaları ancak bu okullardan geçmekle mümkün oluyor. Sistem, bir teokratik eğitime girip çıkmadan yüksek öğrenime kavuşmanın yollarını yoksul çoğunluğun çocuklarına kapamıştır. “(…) “Herkesin okumasını savsaklamak gibi tutumun yanı sıra, okutulanların nasıl okutulduğuna da dikkatle bakmak zorundayız, özellikle, geri bırakılmış ülkelerde, sermayeci azınlık, uygun tedbirleri alarak, insanın daha kolay sömürülebileceği bir eğitim öngörüyor ve uyguluyor. “(…) “Devlet ve hükümet yetkilileri, öğretmen çoğunluğunu ve yüksek öğrenim gençliğini zararlı düşünceler içinde görmekte ve ülkenin geleceğini kendi ölçülerince sağlama bağlamak için, İmam-Hatip Okullarını çoğaltıp, hatta adlarını da değiştirerek, buradan çıkanlara yüksek öğrenim yaptırmak suretiyle, yönetimi gelecekte bunların eline vermeyi hayal etmektedirler. Lâik eğitimi, çağdaş pedagojiyi bir yana itip, tek yanlı karar ve tasarılarla eğitimi plânlamak ve çürütmek, bir demokratik ülkede olacak işlerden değildir. “(…) “Devletin ve Eğitimin yöneticileri, bizim tarafsız kalmamızı istiyorlar. Kurtla kuzunun adil olmayan mücadelesinde tarafsız kalmak, güçsüz kuzunun karşısındaki güçlü kurdu kendi gücümüz kadar güçlendirmek demektir… (…) Tarafsızlık, çağdaş aydının, çağdaş eğitimcinin şiarı olamaz. “(…) “Kılavuzu Amerika olan Türk eğitimi, gene Amerika’nın kılavuzluk ettiği bozuk ve zayıf bir ekonomik temel üzerinde, bir türlü belini doğrultamamakta ve çıkmazdan kurtulamamaktadır. 20 yıldır Amerikalıların Türk eğitimine sokup uyguladığı proje sayısı, program geliştirmeden Barış Gönüllüsüne ve öğretmen yetiştirmeye kadar 20’yi bulmuştur. Amerikalı uzmanlar AID Türkiye Misyonu yoluyla, eğitimin en nazik alanlarına kadar girmişler, hatta onun plânlamasına kadar sokulmuşlardır. Millî Eğitim Bütçe ve Plânlama Dairesi Başkanlığında her ne kadar bir Türk yetkili bulunmaktaysa da, aslında işlere yön veren dört tane Amerikalı uzman vardır. Bunların ikisi sürekli çalışmakta, ikisi belirli aralarla gelip gitmektedir. Bir eğitimin plânlamasına kadar yabancılar karışırsa, o eğitimin adının başındaki “millî” sözünü kaldırmak gerekir. Bu gerçek açıklandığı zaman sorumlular asabileşmekte; ve bunun yalan olduğunu söylemektedirler. Bugün dahi var olan ve devamlı çalışan iki uzmanın adlarını söylüyorum: Dr. Donald A. Bohnhorst; Dr. Philip Kenneth Ness… “Tarihimizin hiçbir döneminde, yabancı etkiler, ulusal kültür ve eğitimimiz üzerine bu kadar çullanmamıştır, yabancı etkilere kapılar bu kadar açılmamıştır. Kaynakları ulusal olmayan bir eğitim ulusal olamaz. Plânlaması, yönü, yöntemi yabancılar tarafından çizilen bir eğitim ulusal değildir. Türk eğitimine Mr. Simpson ya da Dr. Falan ile Filân yön veremezler. Türk eğitimine yön vermek herkesten önce Türk eğitimcilerinin, Türk aydınlarının görevidir, bu yetki onlarındır. Eğitimi; planında, programında ve finansmanında ulusal ölçülerle yürütmek, Türk öğretmenlerinde köklü bir bilinçtir. Devrimci Eğitim Şûrası ile ulusumuza bunu anlatacağız (TÖS, 1969: 15-27). Devam edecek 15 Yıl: 7 • Sayı: 65 / 14 Mayıs 2013 T KESK, Kürt Sorunu’nun Emperyalist Çözümünün “Enstrüman”ı mı oluyor? ürkiye’nin son günlerdeki ana gündemi Kürt Sorunu oldu. Başını ABD (ABD-AB) Emperyalistlerinin çektiği, İsrail’in de desteklediği emperyalistler Tayyipgiller’in “enstrüman”lığında Ortadoğu’ya yeni şekil verme operasyonuna hız verdi. Hatırlanacağı üzere eski ABD Dışişleri Bakanı Condelezza Rice’ın 07.08.2003 tarihli Washington Post Gazetesinde yayımlanan “Transforming The Middle East–Ortadoğu’yu Dönüştürmek” başlıklı yazısında Türkiye’nin de içinde bulunduğu Ortadoğu coğrafyasında, Fas’tan Basra Körfezi’ne kadar 22 devletin rejiminin ve sınırlarının değiştirileceğini yazmıştı. Yine hatırlanacağı gibi bu açıklama AB-D emperyalistlerinin Irak işgalinin hemen arkasından gelmişti. Bu proje, ayrıntıları daha sonra ortaya çıkan Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ya da Genişletilmiş Ortadoğu Projesi (GOP)’tur. Daha sonra bu projenin bir de haritası yayımlandı. Bu haritada Türkiye ilk aşamada üçe bölünüyor, Sivas’tan Trabzon’a kadar olan bölgenin doğusu “Free” (Özgür) Kürdistan olarak gösteriliyordu. Bu “özgür” Kürdistan’ın içine Suriye, Irak ve İran’dan bazı bölgeler de katılarak ikinci bir İsrail planlanıyor. Bu ikinci İsrail’in görevini ise büyük Devrimci Önder Fidel Castro şöyle açıklıyordu: “ABD ve AB destekli Türkiye’deki olayları yakından izliyorum. Umarım ve dilerim ki, sizin oradaki PKK öncülüğünde süren Kürt hareketi, Yankee (ABD)’nin petrol bekçisi olmaz.” (1994-Esenyurt Belediye Başkanı Gürbüz Çapan’ın Fidel Castro ile görüşmesi) O günlerden bugüne, Barzani ve Talabani Irak’ta kurulan “Free” Kürdistan’da bu görevi layıkıyla yerine getirmektedir. Süreçte bir “enstrüman” daha eksikti. Derken o “enstrüman” da plandaki yerini aldı. PKK liderlerinden Murat Karayılan, 24 Ekim 2006’da Barzani’nin yönetimindeki “Kürdistan TV”de şu açıklamayı yapmıştı: “ABD’nin müttefiki olabiliriz, düşmanlarımız aynı. ABD bizi hep düşmanlarımızın gözüyle gördü. Oysa biz, dost olarak algılanmak istiyoruz… Türklerin aksine, Kürtler fazlasıyla ABD sempatizanıdır. Eğilimleri Amerikancılık yönündedir… “ABD yönetimi, Kürtlerin yaşadığı tüm ülkeleri esas alan bir proje oluştursun…” M. Karayılan, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’ni kastediyor. Yani Barzani’yi, Talabani’yi bırak; beni al, ben daha “Amerikancı”yım demek istiyordu. Ortadoğu ile ilgili bu genel siyasi tespitleri yaptıktan sonra gelelim Türkiye’deki Kürt Sorunu’nun “çözüm” sürecine. “Sürecin ne olduğunu tam olarak görmek için bunun özneleri kimlerdir, yani bu süreci yaşayanlar ve yaşatanlar kimlerdir, onlara bakmak gerekir. Bu sürecin sahiplerini ya da yönetenlerini Beşir Atalay geçen günlerde netçe itiraf etti: “Ana hedef silahsızlaştırma. Bunun içinde çok enstrüman var. Bu enstrümanların her birinin sorunun çözümünde rolü ve değeri var. Hedef terörü bitirmek. Hükümet bu konuda son derece kararlı. Alınabilecek risklerin hepsini alıyoruz. Burada elinizde uygun enstrüman var da kullanmıyorsanız, bu da sorundur. Yani elinizde olan enstrümanları en iyi şekilde değerlendirmek. Ondan sonra uluslararası enstrümanlar var. Komşularınız var, başka ülkeler var; Kuzey Irak’tan Amerika’sına uzanan. İçeride siyasi boyutu var. Diyelim ki BDP. “(…) “İmralı’ya Güven: Göreceğiz “İmralı ile yaşanan süreçte güven sorunun ne durumda olduğuna ise Atalay, şimdiden bu anlamda bir şey ifade etmek istemediğini, kurumların görüşmelerinin devam ettiğini belirtti. Atalay, kendilerinin kararlı olduğunu ve belli bir stratejilerinin olduğunu da vurgulayarak, İmralı’ya güven noktasında ‘göreceğiz’ ifadesini kullandı.”(www.haberler.com) “Görüldüğü gibi Beşir Atalay, çok açık biçimde süreci yöneten güçleri itiraf ediyor. “Kimmiş bunlar? “Kuzey Irak’tan Amerika’sına uza- nan” güçlermiş… “Burada iki güç sayılıyor: “1) Amerika’ymış. “2) Kuzey Irak’mış. “Diğer güçler kimlermiş? “3) “BDP, İmralı”ymış. “4) Hükümet’miş, yani AKP İktidarıymış. “Tabiî Beşir Atalay yukarıdaki anlatımında bir demagojiye başvuruyor. Süreci yönetenin hükümet olduğunu, diğerlerinin ise sürece hizmet edecek “enstrümanlar” olduğunu iddia ediyor. Tabiî o öyle söylemeye mecbur. Bu işi biz götürüyoruz, demek zorunda. Oysa biz biliyoruz ki sürecin esas efendisi ya da öznesi ABD’dir. Diğer parçalarsa ABD’nin kullandığı Beşir Atalay’ın deyişiyle “enstrümanlar”dır.(Kurtuluş Yolu, Sayı 64, Başyazı.) Yukarıda bu sürecin arka planı ve “enstrümanlar”ını açıkladık. Tüm bu açıklamalardan sonra KESK Başkanı Lami Özgen’in bu sürecin bir parçası olan “akil adamlar” heyetinde yer alması KESK’i ve onun başkanını bir “enstrümana” dönüştürmüyor muydu? KESK Başkanı, “akil adam”lığa seçilmesini ve gerekçesini Vatan Gazetesinden Mustafa Mutlu’ya açıklamış, aktaralım: “-Lami Bey, merhaba. “Akil adam” olmuşsunuz, hayırlı olsun. “-Teşekkür ederim Mustafa Bey... “-Siz muhalif bir isim olarak biliniyorsunuz; davet nasıl gerçekleşti ve neden kabul ettiniz? “-Geçen pazar günü Devlet Bakanı Beşir Atalay aradı ve teklifi iletti. Doğrusu ben de şaşırdım ve bunu kendisine de söyledim. Ayrıca KCK Davası’nda yargılandığımı da hatırlattım. O ise KESK Başkanı olarak takındığım tavrın ve yargılandığım davanın, böyle bir görev için engel olmayacağını belirtti. “-İyi de onlar sizi ‘diyalog sürecinin başlamasını sağlamak’ için davet etmediler ki... Çünkü sözünü ettiğiniz diyaloğun yıllardır sürdüğü ortaya çıktı. !eyse; sonrası nasıl gelişti? “-Sonra Çarşamba günü arayıp toplantıya davet ettiler, Perşembe de Başbakan’la buluştuk. Ama hemen belirteyim; ben o listeye kurumsal kimliğimle değil, Lami Özgen olarak girdim. “-Öyle söyleseniz de isminizin başına her defasında KESK Genel Başkanı yazıyor. Yani ister istemez orada KESK’i yani 200 binin üzerindeki üyenizi temsil etmiş oluyorsunuz. “-Benim o komisyonda yapacağım çalışmalar sadece beni bağlar. “-Ben öyle düşünmüyorum. Peki; göreviniz ne? Başbakan, “akil adamlar” olarak size ne gibi bir görev verdi. “-Akan kanın durması için diyalog yöntemi önemli bir yöntemdir. Başbakan bize hiçbir şeyi dayatmayacağının garantisini verdi ve sadece bu barış ve diyalog sürecini toplumun bütün kesimlerine anlatmamızı ve toplumun önerilerini, eleştirilerini ve düşüncelerini raporlaştırmamızı istedi. “İçeriği bilmiyoruz! “-Peki; neyi anlatacaksınız? İmralı’da süren görüşmelerin... Hadi; daha açık söyleyeyim, yapılan pazarlıkların içeriği hakkında bilgi verildi mi size? “-Hayır. İçerik konusunda hiçbir bilgi verilmedi. Biz sadece halka gidip, akan kanın durmasını ve diyalog sürecinin başlamasının ne kadar gerekli olduğunu anlatacağız. “-Süren pazarlığın, karşılıklı olarak verilen ödünlerin detayını bilmeden yapacağınız bu iş, sizin sırtınıza da büyük bir sorumluluk yüklemiyor mu? Yani; yarın öbür gün asla savunamayacağınız ödünlerin verildiği ortaya çıkarsa, faturanın iktidar kadar size de kesileceğini biliyor musunuz? “-İçeriği bilmememiz büyük eksiklik tabii. Bunu ben de Başbakan’a söyledim. Ama bizden istenen, bu barış projesine genel bir destek sağlamak. “-Ya ne olduğunu bilmeden satacağınız mal ayıplı çıkarsa? Müşteri üreteni değil, satanı; yani sizi sorumlu tutmayacak mı? “-Ayıplı bir şey çıkarsa; ben de itiraz ederim zaten... İçeriği belli olmayan bu görüşmelerden kamuoyunun kabul edemeyeceği ödünler verildiği ortaya çıkarsa, elbette destek vermem... “-Ancak sizin işiniz iki ayda bitecek. Yani malı zaten satmış olacaksınız. Ondan sonra itiraz etmenizin kime ne faydası olacak? Ya da şöyle sorayım: Birileri bu uygulamada, sizin desteğinizi almış gibi görünüp, gerisini önemsemiyor olabilir mi? “-Orasını bilemem...”( Mustafa Mutlu, Vatan, 06.04.2013) “Akil” Lami Özgen Yukarıdaki açıklamada da görüleceği gibi KESK Başkanı, Yönetim Kurulu kararıyla katılmamış; birey olarak katıldığını söylüyor “Akil adamlar”a. Aradan yaklaşık 10 gün geçti, bugüne kadar KESK Yönetiminden Lami Özgen’in “akil adam” olması ile ilgili net bir açıklama gelmedi. Sadece, ABD Emperyalistlerinin BOP Projesi’nin bir devamı olan “barış süreci”ni övdüğü 17 Nisan tarihli açıklamasında; “KESK bu süreçte; Akil İnsanlar komisyonuna yönelik bütünlüklü bir değerlendirme yapamamıştır.” gibi tatmin edicilikten uzak bir açıklama yaptı. Biz de susuş ikrardan gelir, diye eleştirimizin merkezine KESK’i aldık. Bu konuyla ilgili doyurucu bir açıklama yapılana kadar da bu tavrımız devam edecektir. Aslında KESK, Türk Solunun büyük bir kısmının Sevrci Sahte ve Soytarı Solluğa geçtiği yıllardan beri benzer tavırlar gösteriyor. Yani gerçekte KESK’in tavrı yeni değil. 12 Eylül 2010’da yapılan Anayasa ile ilgili Referandumda KESK, güya üyelerini tarafsız bıraktığını açıklamıştı. Ancak Genel Başkanı “yetmez ama evet”çi olarak, DTP’liler ve Sevrci Sahte Sol ise Anayasa Referandumunu “boykot” ederek Tayyipgiller’e destek olmuşlardı. Yine bunların yönetimindeki KESK ve Eğitim-Sen, son olarak “serbest kıyafet uygulaması” adı altında 2012 Aralık ayında önce “eşofmanlarımızla geleceğiz” diye açıklama yapmışlar, bu “sulu” eyleme tabandan tepki geldiğinde ise çark ederek “sivil geleceğiz”, diye açıklama yaparak eylemi gerçekleştirmişlerdi. Daha sonra bunların açtığı kapıdan giren Şeriatçı Memur-Sen/Eğitim Bir-Sen Ocak 2013’de bir günlük serbest kıyafetlerle okula gelme eylemi yaptılar. Ardından mazlum milletlerin emperyalistlere karşı ilk zaferi kabul edilen Çanakkale Zaferi’nin yıldönümü olan 18 Mart tarihinden beri de Şeriatın simgesi olan Türban ile başta okullar olmak üzere tüm kamu kurumlarına gelmektedirler. Kontrgerilla’nın özel örgütü MHP uzantılı Türk Kamu-Sen de işyerlerine gönderdiği yazı ile türban eylemine desteğini açıklamıştı. Biz KESK’in “Yeni KESK”e dönüştürüldüğünü yıllardır söylüyoruz. KESK’in mücadele Tarihinden, Geleneklerinden ve İlkelerinden hızla uzaklaştığını defalarca yazdık. KESK Tarihini, Geleneklerini ve İlkelerini 1968’de yapılan Devrimci Eğitim Şurası’nda TÖS Başkanı Fakir Baykurt şöyle açıklıyordu: “(…) “Ezilen uluslara örnek ve önder olan Kurtuluş Savaşı’mızdan sonra, Kurtuluş savaşlarını bütünleyen temel yapı değişikliğini sağlayacak köklü reformları yapmalı; toprakta, maliyede, eğitimde ciddî tedbirler almalı ve ulusumuzu, içerde ileri, borçsuz, bayındır; dışarda ‘tam bağımsız’ duruma getirmeliydik. “(…) “1922’de sömürgeci devlet askerlerini topraklarımızdan kovduğumuz zaman Düyun-u Umumiye’nin alacakları bitmemişti. Lozan’da yeni senetlere bağlanan borçların son taksiti 25 Mayıs 1964’te kapandı. Kurtuluş Savaşı günlerinde Amerika bize mandaterlik öneriyordu. Mustafa Kemalciler bunu reddettiler. 1947’de Truman Doktrini ve Marshall Plânı çerçevesi içersinde, dış yardım ve kredi olarak belki daha kötüsünün içine düştük. Alım satımda, askerlikte, eğitimde yeniden bağımlı koşullara girdik. “(…) “Yoksul köylü çocuklarının orta kolaylıkta girebileceği okullar imam Hatip okullarıdır. Yoksul köylü çocukları buralarda orta derecede meslekî öğretim görüyorlar. Yüksek öğrenime atlamaları ancak bu okullardan geçmekle mümkün oluyor. Sistem, bir teokratik eğitime girip çıkmadan yüksek öğrenime kavuşmanın yollarını yoksul çoğunluğun çocuklarına kapamıştır. “(…) “Devletin ve Eğitimin yöneticileri, bizim tarafsız kalmamızı istiyorlar. Kurtla kuzunun adil olmayan mücadelesinde tarafsız kalmak, güçsüz kuzunun karşısındaki güçlü kurdu kendi gücümüz kadar güçlendirmek demektir. Tarafsızlık, çağdaş aydının, çağdaş eğitimcinin şiarı olamaz. “(…) “Kılavuzu Amerika olan Türk eğitimi, gene Amerika’nın kılavuzluk ettiği bozuk ve zayıf bir ekonomik temel üzerinde, bir türlü belini doğrultamamakta ve çıkmazdan kurtulamamaktadır. 20 yıldır Amerikalıların Türk eğitimine sokup uyguladığı proje sayısı, program geliştirmeden Barış Gönüllüsüne ve öğretmen yetiştirmeye kadar 20’yi bulmuştur. Amerikalı uzmanlar AID Türkiye Misyonu yoluyla, eğitimin en nazik alanlarına kadar girmişler, hatta onun plânlamasına kadar sokulmuşlardır.” (Fakir Baykurt, 1968 Devrimci Eğitim Şurası Açış Konuşması) Konuşma coşkulu ve çok uzun, bu yüzden kısaltarak belirli bölümlerine yer verebildik. Bu konuşmada da görüleceği gibi mücadele tarihimizde tarafsızlık yok, hele hele emperyalistlerin güdümündeki bir plan ve projede yer almak hiç yok. Bu tür davranışlar daha o zamandan ihanet olarak tanımlanıp mahkûm ediliyor. Bugünkü KESK’i bu konuşma temelinde, geçmişimizden günümüze ayna tutarak değerlendirdiğimizde KESK’in köklerinden, Tarihinden ve ilkelerinden koptuğunu çok net olarak ifade edebiliriz. Fakir Baykurt’un konuşması üç temel ilke etrafında şekilleniyor. Antiemperyalizm Antifeodalizm Antişovenizm KESK bugün üç ilkeden de tamamen uzaklaşmıştır. Kaldı ki KESK Genel Başkanı demokratik kitle örgütlerinde uygulanması gereken en temel ilke olan “demokratik merkeziyetçilik” ilkesini dahi uygulamayarak yok saymıştır. Dolayısıyla KESK Genel Başkanı Kürt Sorunu’nun “K emperyalist çözümünün bir “enstrümanı” olan “akil adam”lıktan hemen çekilmeli, üyelerinden ve halklarımızdan özür dilemeli, özeleştiri vermelidir. Ancak o zaman tarihiyle, kökleriyle ve ilkeleriyle bağ kurabilir. Son söz olarak bir kez daha hatırlatalım; Kürt Sorunun iki çözüm yolu vardır. 1-Emperyalist Çözüm 2-Devrimci Çözüm Üçüncü bir yol yoktur. Son günlerde siyasi gündemin en ön sırasında yer alan ve adına “çözüm”, “barış” denilen olay; emperyalist çözümdür. Emperyalistlerin güdümünde uydu bir Kürt Devleti kurmaktır amaçları. Çözüm diye yutturmaya çalıştıkları proje, başta Kürt Halkı olmak üzere Bölge Halklarına kandan ve gözyaşından başka bir şey getirmeyecektir. Bu emperyalist çözüm; bin yıldır kardeşçe yaşamış, etle tırnak gibi olmuş, beraber ağlamış beraber gülmüş, Alparslan’ın ordularında derebeyleşmiş Bizans’a karşı birlikte savaşmış, Fatih’in ordularında çağ açmış çağ kapamış, Antiemperyalist Birinci Kurtuluş Savaşı’mızda emperyalist yedi düveli bu topraklardan birlikte kovmuş iki halkın arasına kan davasını sokacaktır. Kısacası emperyalist çözüm, Yugoslavya’da, Irak’ta, Libya’da, Afganistan’da ve bugün Suriye’de olduğu gibi kan ve gözyaşından başka bir şey getirmeyecektir. Dolayısıyla tarihî bir sorumluluğun yükleri bizim omuzlarımızdadır. Ülkemizi içinde bulunduğumuz bu karanlık dönemden kurtarmak için; ABD ve AB Emperyalizmine karşı, Feodalizme, Ortaçağcı Şeriata karşı, Şovenizme karşı, tüm halk kesimlerini örgütlemeli ve mücadele etmeliyiz. Ancak bu ilkeler etrafında birleşirsek; alınteriyle geçim sağlayan, çalışan ve ezilen halklarımızı uyandırabilir ve örgütleyebiliriz. İşte o zaman tüm emekçi halklarımızla omuz omuza vererek ABD ve AB emperyalizmini bozguna uğratabiliriz. Türkiye o zaman hiçbir emperyalist gücün, özellikle AB-D’nin asla sarsamayacağı-etkileyemeyeceği sarp bir kale olacaktır. İşte o zaman bu topraklarda analar ağlamayacak, kuracağımız Türk Kürt Halk Cumhuriyeti’yle halklar gerçek barışa kavuşacak ve Türkiye bugünkü Türkiye’den bir milyon defa daha sağlam ve güçlü olacaktır. Kahrolsun Emperyalizm! Yaşasın Sosyalizm! Yaşasın Halkların Kardeşliği! Kurtuluş Partili Eğitim ve Bilim Emekçileri İstanbul Sancaktepe’de eğitim emekçisine soruşturma işiyi, nasıl bilirsiniz? Kendim gibi bilirim” der bir atasözümüz. Tayyipgiller ve bulundukları makamda onların bilinçlice kapıkulluğunu yapan sözde kamu görevlileri, bürokratlar tüm kamu kurumlarında olduğu gibi Milli Eğitim Bakanlığı ve bağlı kurumlarda da boş durmuyorlar. Tayyipgiller’in vatanımızı Ortaçağın karanlığına hızla sürüklemesine karşı onurluca tavır alan, vatanına, geleceğine sahip çıkan biz ilerici, devrimci, yurtsever tüm insanlara düşmandırlar onlar. Çünkü biz halkımıza bunların alçak, kirli oyunlarını anlatır, halkımızı yanımıza alır çoğalırsak heveslerinin o pis kursaklarında kalacağını adları gibi bilirler. Onlarca yıldır halkımızın saf, temiz inançlarını siyasete–ticarete alet ederek iktidara gelenler, iktidarda kalabilmek için de kendilerine sorgusuz sualsiz oy verecek insan tipini yaratmaya çalıştılar; kısmen de başarılı oldular. Gelelim soruşturma meselesine. Geçtiğimiz günlerde Sancaktepe İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü; gerici bir velinin 9 veliyi de kandırarak ilerici, devrimci, yurtsever bir öğretmeni şikâyet etmesi üzerine soruşturma başlatmıştır. Şikâyetin konusu; derste 4+4+4 Kesintili Eğitim modeline karşı olduğunu ifade etmek, cemaatler–tarikatlar ABD’ye bağlı demek, çocuklar ellerinde Kur’an’larla dolaşıyor demek, mezhep ayrımı yapmak, mezhebe göre not vermek gibi kimisi suç bile teşkil etmeyen deli saçması iddialar. Evet, vatansever, ilerici, devrimci bir öğretmen, 4+4+4 eğitim modeline karşı olmalıdır zaten. Bunu söylemek suç değildir, zira 4+4+4 eğitim sisteminin yarattığı kötü sonuçları öğrencilerimiz ve velilerimiz günbegün yaşamaktadırlar ve yaşayacakları sıkıntıların çoğu da daha geride. Şimdi gelelim mezhep ayrımı suçlamasına; evet başlıkta da değindik “kişiyi nasıl bilirsin? Kendim gibi bilirim”, der bir atasözümüz. Tayyipgiller’in atadığı milli eğitim yönetici kadroları kendileri gibi bilirler kişileri. Bildiğimiz gibi mezhep ayrımını gerçek anlamda uygulayan, Alevi vatandaşlarımızın hiçbir hakkını tanımayan, fırsatını bulsalar Türkiye’yi de Suriye’deki benzerleri olan “Müslüman Kardeşler”in hayalindeki gibi Alevi mezarlığına çevirecek olan Tayyipgiller’dir. Şimdi bu inceleme, soruşturma, ceza verme silsileleri ile biz ilerici, yurtsever, devrimci eğitim emekçilerini yıldırarak korkutarak, eksiğine gediğine rağmen şimdilik kısmen laik olan eğitim sistemini hızla Şeriatçı bir modele doğru götürmelerinin önündeki engelleri kaldıracaklarını sanırlar; kişiyi kendileri gibi bildikleri için burada da yanılırlar. Atalarımız yine ne güzel de söylemişler “Hain korkak olur”, diye. Hain olan biz değiliz ki korkalım; vız gelir ve de gelmelidir… Yaşasın Parasız, Bilimsel, Laik, Anadilde Eğitim Mücadelemiz! İstanbul’dan Kurtuluş Partili Eğitim Emekçileri 16 T Yıl: 7 • Sayı: 65 / 14 Mayıs 2013 Tarihi esere çanak çömlek diyenle müzeleri yağmalayan farklı mıdır? Çanak çömlekler ve yağmalanan tarihi değerlerimiz% ayyip Erdoğan, Nisan ayının sonunda Kızılcahamam’da kampta bulunan AKP il başkanları ve ilçe başkanlarına hitaben şöyle bir konuşma yaptı: “Bir çılgın projenin gerçekleşebilmesi için bize hendek atlattılar. 3-4 sene bir projeyi gecikmeli olarak çıkarıyoruz. iye? Önümüzde çok ciddi engeller var. Örneğin Marmaray projemiz var, basit çanak çömlek hikâyesi bize dört sene kaybettirdi. 3-4 sene önce Marmaray açılacaktı. Bak şimdi bu 29 Ekim’e yetiştirmeye çalışıyoruz. Yazık değil mi, günah değil mi?” Bu açıklamaları yeni değil, 1-2 yıl önce de benzer açıklamalar yapmıştı: “Marmaray gecikmeyebilirdi, ama sürekli ‘yok arkeolojik şey çıktı, yok çömlek çıktı, şu çıktı, bu çıktı’ diye önümüze engeller koydular. Yok kuruluydu, yok yargısıydı, bunlara takılıp kaldık. Bundan sonra engel tanımayacağız; bedeli ne olursa olsun.” Tayyip’in “çanak çömlek” dediği, küçümsediği, dalga geçtiği hatta aşağıladığı neydi? Gazetelerde yer alan haberleri derlememiz sonucu, şu döküm karşımıza çıkıyor: * 2004 yılında başlayan Yenikapı arkeolojik kazı çalışmalarında bugüne kadar 35 batık, 38 bin envanterlik (müzelik) eser bulundu. Dünyanın en eski neolitik dönem ahşap kullanım aletleri gün yüzüne çıkarıldı. * Her şeyden önemlisi Avrupa medeniyetinin temellerinin İstanbul üzerinden geçiş yaptığı ve şehir tarihinin 8500 yıl geriye gittiği belirlendi. * Antik tarihin en büyük limanı olan Theodosius Limanı gün ışığına çıkarıldı. Çanakla çömleği karıştırırken... Marmaray kazı alanında 13, metro kazı alanında 22 olmak üzere değişik ölçü ve tipte 5-11’inci Yüzyıllara tarihlendirilen 35 batık tekne bulundu. Kadırga tipi batık, Ortaçağ için dünyada bir ilkti. Bu kadar çok batığın bir arada bulunduğu ve toprak tarafından korunan başka bir arkeolojik alan da dünyada yok. Bilim insanları ve arkeologlar, Theodosius Limanı’nın, Antik kentin 4 ile 7’nci Yüzyılın başlarındaki en büyük ticari ulaşım merkezi olduğunu belirtiyorlar. “Bu gemiler sayesinde, İstanbul’un dünya ticaret sistemi içindeki yerini, ticareti yapılan nesneleri bilme şansımız oluyor” deniliyor. * Theodosius Limanı’nın altında devam eden kazılar sırasında, günümüz deniz seviyesinin yaklaşık 6.30 metre altında neolitik döneme rastlandı. Urne tipi bir mezar, alandaki arkeologları heyecanlandırdı. Dünyanın gözü Yenikapı’ya çevrildi. Neolitik dönem yaşam izi, çamurun içinde belirmişti. Ardından kano küreği, bir başka urne tipi mezar derken 8500 yıllık ilk insan mezarı bulundu. İstanbul tarihiyle ilgili ezber bozuldu. İstanbul’daki yaşam izleri 4500 yıl geriye gitti. Kalıntıların çevresinde büzülmüş pozisyonda gömüler arkeoloji dünyasını ayağa kaldırdı. * 2011 başlarında Yenikapı Metro kazı alanı içinde neolitik dönem mezar mimarisi içinde nadir görülen ahşap kullanımı ile karşılaşıldı. Ok, yay, kano küreği gibi buluntular, dünyanın en eski ahşap eserleriydi. * 9 yıldır süren kazılarda neolitik dönemden başlayıp kesintisiz olarak günümüze kadar ulaşan ve kent tarihine ışık tutan 38 bin envanterlik eser belgelendi. 40 bin kasa da ‘çanak çömlek’ var. Çalışmalarda ayrıca Antik kent Theodosius Liman kalıntıları ile neolitik kültür katı arasında tabakalaşmış deniz dolguları, Marmara’nın son 10 bin yıl içinde geçirdiği değişimlerin anlaşılması açısından çok önemli bulgular sundu. * Kazılarda neolitik dönem İstanbul’unun ilk yerlilerine ait ayak izi tespit edildi. Neolitik döneme ait insan ayak izlerinin sayısı 390’ı buldu. Ayak izlerinde en büyük ayak ölçüsü 42 numara. 35 numaradan başlayarak 42’ye kadar her numaradan ayak izi bulunuyor. Diğer yandan ayak izlerinin birbirinin üzerinde olmaması da ar- keologların yorumuna göre ‘törensel bir toplanma yeri duygusu’ veriyor. Ayaklarında sandalet ya da deriden yapılma ayakkabı olduğu tahmin ediliyor. Dünyada bu kadar eski ve bu kadar çoğu bir arada bulunan başka ayak izi yok. eolitik Çağ’ın, endüstri devrimine kadar olan dönemde yaşam biçimlerini belirleyici nitelikte olduğunu ve bu döneme ait buluntuların tarihi anlamak için önemli olduğunu vurguluyor ve Avrupa tarihi açısından da Anadolu’dan kültür aktarımını anlamaya yardımcı olacağını söylüyor, bilim insanları. Başbakanın çanak çömlek olarak nitelendirdikleri bunlar. Dünya tarihini değiştiren bu eserlerin Tayyip’e göre bir kıymeti yok. Geçen gün gazetelerde yer alan habere göre, İstanbul’un tarihini 8500 yıl geriye götüren arkeoloji kazıları “bütçe bitti’’ denilerek durduruldu. Ulaştırma Bakanlığı Devlet Limanları ve Hava Meydanları (DLH) tarafından maddi destekle sürdürülen Yenikapı kazılarından çıkan 40 bin eser depolara kapatılarak üzeri mühürlendi. Şu anda bu eserlere ne olduğu, ne durumda olduğu da gazetelere yansıyanlara göre bilinmiyor. Dünya tarihini değiştiren tarihi eserlerimizin gördüğü muamele bu… Ve ayrıca arkeolojik kazıların Marmaray hattının yapılmasını geciktirdiği de doğru değil. Yenikapı’daki hattın inşaatı arkeologlar tarafından 2009 yılında teslim edildi. 4 yıldır banliyo hattının inşaatı buna rağmen bitirilemedi. Ancak fatura arkeolojik kazılara çıkarıldı. Daha önce de Kars’taki heykel için “ucube” diyen Tayyip’in bu ülke topraklarının eserlerini bu şekilde aşağılaması, değersizleştirmesi aslında şaşırtıcı değil. Cehalet de değil. Siyasi kökenleriyle ilgili, her şeyi parayla ölçmesi, tek değerin para olması… Üretim, kültürel değerler, sanat çok bir şey ifade etmez Tayyipgiller için. Küpüne doldurmaya yarayacaksa, bu değerler büyük meblağlarda paraya çevrilecekse değerli olur gözlerinde… Yaşadığımız topraklar, sayısız medeniyete, halka ev sahipliği yapmıştır. Medeniyetlerden kalan tarihi eserler, kültürel varlıklar bize mirastır. Ama iktidarlar, ilgili kurumlar bugüne kadar gerektiği gibi tarihi eserlerimize sahip çıkmamışlardır. Emperyalistler tarafından resmen yağmalanmıştır. Bugün Anadolu Medeniyetlerine ait tarih ve kültür varlıklarının önemli bir kısmı emperyalist devletlerin müzelerinde ya da koleksiyonerlerindedir. Çünkü onlar için; tarihi eserler, atalarımızın ve bu toprakların yaşayan halkların, medeniyetlerin mirası, ortak değerimiz olarak değil de sadece çanak çömlek ya da maddi bir kazanç kapısı. Ülkemizdeki kimi Parababası için Koleksiyonerlik yani tarihi eserleri mülkiyetlerine geçirmek bir hobi, kişisel tatmin aracı ve gösteriş aracı olmaktadır. Tayyipgiller iktidarıyla birlikte bu yağma, bu saldırı daha da artmıştır. Kendi kültürlerini yansıtan kimi eserlerin dışında kalan tüm değerlere karşı düşmanca bir tutum sergilemektedirler. Ülkemiz açısından tarihin yok edilmesinin, ranta dönüştürülmesinin bir ayağı tarihi eserlerin korunmaması, halkımızın bilincinde değersizleştirilmesi ve yurtdışına çıkılmasına göz yumulması. İkinci ayağı ise kentsel dönüşüm, özelleştirme bahanesiyle Tarihi binalarımızın, meydanlarımızın, kültür merkezlerimizin, sinemalarımızın, sokaklarımızın yok edilmesi, peşkeş çekilmesi. Taksim Meydanı, AKM, Haydarpaşa, Emek Sineması bunun en somut örnekleridir. Amaç, bunların yerine lüks oteller, konutlar, AVM’ler yapmaktır. Bu tarihî değerler insanlığın ortak miraslarıdır. Yerine yenisinin konulması mümkün değildir. Bu nedenle korunması ve saygı duyulması gerekmektedir. Ama para ve kâr Tanrısına tapan tekeller, Parababaları ve Tayyipgiller Hükümetinden bunu beklemek ölü gözünden yaş ummaya benzer. Çünkü Tayyipgiller’e göre onlar sadece taş yığını ya da çanak çömlektir. Tayyip ve şürekâsının bu zihniyeti; Afganistan’da Buda heykellerini yıkan Taliban’la, Irak’ı, Afganistan’ı, Suriye’yi, Libya’yı işgal ederek buralarda eserleri yağmalayan, yakıp yıkan, ülkelerine kaçıran emperyalistler ve onların çapulcularıyla birebir aynıdır. Irak, Libya, Afganistan’dan sonra ve şimdi de Suriye’de tarihi değerler yağmalanıyor. Sadece halkı değil geçmişini de öldürüyorlar. Irak, Libya ve Suriye saldırıları sonucu insanlık tarihinin hangi değerleri yağmalanmıştı? * Irak’ta ayaklar altına alınan sadece bir ülkenin kültürü değil, dünya mirasıydı. Mezopotamya’nın kalbini taşıyan bugünkü Irak, binlerce arkeolojik bölgeye sahip bir ülke. Bunlardan bazılarının üzerine 2003’te ABD ve İngiliz uçakları bombalar yağdırdı. Irak’ın işgalinin ardından bizzat ABD askerleri tarafından yağmalanmıştı, başta Irak Ulusal Müzesi (Bağdat Müzesi) olmak üzere. Bağdat Müzesi’nde Mezopotamya’nın 5 bin yıllık tarihine dair sayısız eserler sergileniyordu. Müze yetkililerine göre yağmacılar müzedeki en görkemli eserlere gözlerini dikmişler ve bunları çalmışlardı. 5 bin yıldan eski Sümer vazosu olan Varka, yine en az 5 bin yaşındaki Akadlardan kalma Uruk heykeli yağmalanmıştı. Yağmalanan en önemli eserlerden bir tanesi olan 4.400 yıllık Sümer kralı Entemena’nın başsız heykeli ise daha sonra ABD’de ele geçirilmişti. Müze, Irak Başbakanı Nuri El Maliki tarafından 23 Şubat 2009 tarihinde yeniden açıldığında bünyesindeki eserlerin yarısından fazlasının çalınmış olduğu ortaya çıkmıştı. * Libya’da muhaliflerin Trablus’u ele geçirmesinin ardından Trablus’taki Ulusal Cumhuriyet Müzesi’ndeki eserler yağmalanmış. Rus gazeteci yazar Nikolay Sologubovskiy daha önce yaptığı açıklamalarda, Libya’da tarihi eserlerin muazzam bir kaçakçılıkla ve yıkımla yüz yüze olduğunu, deniz yoluyla Avrupa’ya gönderildiğini söyledi. Libya Ulusal Müzesi, neolitik dönemden, Berberiler, Fenikeliler, Garamantlar, Yunanlar, Romalılar ve Bizanslılar dönem- lerinden kalma çok değerli eserlere ev sahipliği yapıyordu. Eserler, Akakus Dağları’nda bulunan mağara çizimleri gibi 14 bin sene öncesine kadar uzanıyordu. Ve Rus gazetecinin iddiasına göre, bu gibi eserler dahi çalınıyor. Sologubovskiy, “Özel bir kimyasal emdirilmiş ipek kumaşı kayalardaki fresklere bastırıyorlar, böylece boya kumaşa yapışıyor ve duvardan çıkıyor” dedi. UNESCO’nun Dünya Mirası listesinde yer alan bazı muhteşem mimari alanları NATO güçlerinin yok ettiğini belirten Sologubovskiy, “NATO uçakları Leptis Magna ve Sabratha’yı vurdu” diye konuştu. Yanı başımızda şimdi gerçekleşen bir yağma, talan… Emperyalistlerin örgütlediği katillerin ülkeyi içine sürüklediği durum, katliamlar ve hayatını kaybeden insanlar… Bunun yanında Suriye’de müzeler yağmalanıyor, tarihi eserler kaçırılıp satılıyor, Roma, Ortaçağ ve daha nice uygarlığa ait arkeolojik alanlar tehdit altında. Birçok uygarlığa ev sahipliği yapan Suriye, hem Doğu Akdeniz hem de Mezopotamya medeniyetlerinin mirasçısı. Gelen bilgilere göre şu anda ülkedeki 12 müze yağmalanmış durumda. Hürriyet internet sitesinde yer alan habere göre; Suriye’de silahlı isyancılar (çapucular) ülkenin onlarca tarihi eserini çalıp YÖK’ten karar: AB-D’ye hizmet eden Suriyeli gericilere üniversitelerimizin kapıları ardına kadar açık Her yıl üniversiteye yerleşmek adına milyonlarca gencimiz sınavlara girmekte. Üniversiteye giriş sınavları öyle bir duruma geldi ki; sınavlarda emek hırsızlığı yapılmakta, tarikatlar sistematik şekilde kopya çekmekte, skandallar devlet eliyle kapatılmaktadır. Bunlar olurken, diğer tarafta sınavı kazanamayan öğrenciler hayatlarına son vermektedir. Eşitsiz koşullar nedeniyle içlerinden bazıları okumayı dahi öğrenmemiş kalabalıklar üniversiteye giriş sınavları için yerini almakta ve nereye koşacaklarını bilmeden, başlangıç çizgisinde yarış atı gibi silah sesini beklemektedir. Dert, sıkıntı çok... Saymakla bitmez. Milyonlarca gencimiz bu çıkmazlarla boğuşurken, Dışişleri Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın emriyle karar alan Yüksek Öğretim Kurulu, Çukurova Bölgesi ve çevresinde bulunan yedi üniversiteye aşağıda bazı maddelerini verdiğimiz “özel öğrenci” konu başlıklı karar örneğini göndermiştir. Karar örneğinde aynen şunlar yazmaktadır; “29.08.2012 ve 13/09/2012 tarihli Yükseköğretim Genel Kurul toplantılarında, Suriye’de son dönemde tırmanışa geçen şiddet olayları ve derinleşmekte olan insani krize paralel olarak ülkemize sığınan Suriye vatandaşları ile Suriye’de eğitim görmekte iken ön lisans, lisans ve lisansüstü eğitim programlarında (Tıpta Uzmanlık ve Diş Hekimliğinde Uzmanlık programları hariç) eğitimlerine ara vermek zorunda kalan Türk vatandaşı öğrencilere uygun görülecek bir statüde üniversitelerimizde ders alma imkânı yaratılmasının yararlı olacağına ilişkin Dışişleri Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın yazıları incelenmiş ve Suriye’deki durum ve gelişmeler dikkate alınarak, 2012-2013 eğitim öğretim yılına mahsus olmak üzere; “a) Söz konusu öğrencilerin Gaziantep, Kilis 7 Aralık, Harran (Şanlıurfa), Mustafa Kemal (Hatay), Osmaniye Korkut Ata, Çukurova, Mersin Üniversitelerinde özel öğrenci olarak ders alabilmelerine, b) Öğrencilerin durumlarını belir- ten belgeleri olmaları halinde bu belgelerin incelenerek, belgelerinin olmaması halinde ise beyanları dikkate alınarak özel öğrenci olarak ders almalarının sağlanmasına, c) Özel öğrenci olarak alınan derslere ilişkin, kredisinin ve öğrencinin başarı durumunu belirten bir belgenin düzenlenmesine, karar verilmiştir.” Bu kararda “söz konusu öğrenciler” diye bahsedilenler esas olarak AB-D Emperyalizminin tetikçiliğini yapan Suriyeli çapulculardan başkası değildir. “Türk vatandaşı öğrenciler” ibaresi ise, bu kararı meşrulaştırmak için kullanılmaktadır. Kararda da belirtildiği gibi, hiçbir belge gerekmeksizin, sadece kendi beyanları ile bu kişiler Üniversitelerimizden faydalanabilecektir. Harvard, C çok cüz’i para karşılığında satıp silah almakla ülkenin kültürel mirasını yok ediyorlar. Bu arada Dünya Bülteni internet sitesinde çıkan bir diğer haberde, Halep’teki Kapalıçarşı’nın ve 1000 yılı aşkın geçmişe sahip olan tarihi Emevi Camisi’nin hasar gördüğü belirtiliyor. Yapılan son araştırmalara göre; şimdiye kadar 2 milyon dolar değerinde tarihi ve kültürel eser ülkeden çalınmış. Daha önce Humus’ta tarihi Kapalıçarşı ve Halep’in eski pazarı kundaklanmıştı. Bu örnekler çoğaltılabilir. Savaş döneminde tarihin yağmalanması en üst düzeyde yaşanıyor. Son işgallerde de ortaya çıktığı gibi… Dünyanın neresinde olursa olsun, Para Tanrısına tapan, kendinden olmayan her kültüre, Tarihe düşman olanın ortak özelliğidir, bu tutum. Onlarla aramızdaki en önemli farklardan biridir bu. Biz sosyalistler; insanın ürettiği insana ait olan hiçbir şeye yabancı değiliz. Ama onların biricik gayeleri kârına kâr katmak, küpünü doldurmaktadır. İnsana, vatana, tarihe, doğaya düşmandırlar. Bu yüzden onlara karşı mücadele etmek sadece geleceğimize değil geçmişimize de sahip çıkmaktır. Oxford gibi, emperyalist ülkelerde bulunan ünlü üniversitelerden gelenlerden bile belge talep edilirken; YÖK’ün kararında hepimizin gördüğü gibi, bu halk düşmanı işbirlikçilerin sözleri özel öğrenci olmak için yetmektedir. Onları özel kılan nedir? AB-D Emperyalistlerine itaat etmekte sınır tanımayan Tayyipgiller iktidarı kendi halkından çok, kendileri gibi AB-D Emperyalizmine uşaklık edenleri “yakın”, bir başka deyişle “özel” bulmaktadır. İşte onları “özel” kılan bu çirkin ortaklıktır. Biz; gerçek vatanseverler, bu kararlarıyla bile hainlikleri bir kez daha görünmüş bu iktidara, onların ağababaları AB-D emperyalistlerine karşı İkinci Kurtuluş Savaşını vererek, bu çirkin çarkı kıracağız. Halk için dönen çarkı da yine bizler inşa edeceğiz. Gaziantep’ten Kurtuluş Partisi Gençliği Adaletin bu AKP% umhuriyet Gazetesi’nin 8 Mayıs tarihli sayısının Ekonomi sayfası haberlerinden bir demet. Önce Finans-Kapitalistlere ilişkin olanı okuyalım: “İş Bankası’ndan 1 milyar 24 milyon TL kâr “Yapı Kredi, 2013’ün ilk çeyreğinde 544 milyon TL konsolide net kâr açıkladı. Bir önceki yılın aynı dönemine göre kârını yüzde 31 artıran Yapı Kredi’nin (…)” Şimdi İşçi Sınıfımıza ilişkin haberi okuyalım: “İşten atılan işçi dava açamayacak “Adalet ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik bakanlıklarının hazırladığı taslağa göre; iş akdi feshedilen işçi mahkemede dava açamayacak. Bunun yerine “hakem heyeti”ne başvuracak.” Şimdi de Köylümüze ilişkin olanı okuyalım: “1.23 lira olarak açıklanan yaş çay fiyatı beklentilerin altında kaldı “Çay üreticisi memnun değil “Bakan Eker’in 1.35 lira olarak açıkladığı yaş çay fiyatı, yaş çay üreticilerini memnun etmedi. Üreticiler fiyatın üretim maliyetini karşılamadığını belirterek 1.50 TL fiyat istedi.” En son olarak halkımızın tümünü ilgilendiren bir haber: “ÖİB’nin (Özelleştirme İdaresi Başkanlığının) hazırladığı dosyada şirketlere sağlanan ‘kıyaklar’ sıralanıyor. Elektrikte fatura halka çıkıyor “Yük yurttaşın sırtına “İşte halkın bihaber olduğu kıyaklar: Yatırımcı kayıp kaçağı indirirse ortaya çıkan ek geliri alacak. Daha uygun fiyatla elektrik bulursa fark kâr olacak. Verimlilik artarsa kâr da artacak. Bunların hiçbiri vatandaşa yansıtılmayacak.” (Cumhuriyet, 8 Mayıs 2013) Okuduğumuz gibi, bir günlük gazete haberleri bile içinde bulunduğumuz gerçekliği açıkça ortaya koyuyor. Parababaları kârlarına kâr katmaya devam ederken, İşçi Sınıfımız, köylülüğümüz ve bir bütün olarak halkımız her gün yeni hak kayıplarına uğruyor. Üstelik başımızda da adı “Adalet ve Kalkınma” olan bir parti varken… 17 Yıl: 7 • Sayı: 65 / 14 Mayıs 2013 Halkın Davası Üst aramasının şartları nelerdir? ise ADLİ ARAMA’dır. Önleme aramasında da 2007 yılında değişiklik yapıldı. Buna göre, bazı yerlerde “aranılacak kişi”nin kim olduğu belirtilmeden, ya da bir suç şüphesi olmadan da arama yapılabilir. Bu yüzden de adı önleme araması. Burada henüz bir suç ya da suç şüphesi yok. Dolayısıyla somut bir şüpheli de yok. Yine öncelikle mahkeme kararı ya da gecikmesinde sakınca bulunan hallerde mülki amirin yazılı emri (valilik ya da kaymakamlık gibi) gerekiyor. Kanunda örnek yerler tanımlanmış: - 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu kapsamına giren toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yapıldığı yerde veya yakın çevresinde (miting girişlerindeki aramanın yasal dayanağı bu). - Özel hukuk tüzel kişileri ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları veya sendikaların genel kurul toplantılarının yapıldığı yerin yakın çevresinde (şirket genel kurulu, sendika genel kurulu, tabipler odası Sorularınız için mail adresimiz: genel kurulu gibi). [email protected] - Halkın topluca bulunduğu veya toplanabileceği yerlerde (cami-pazar Bu sayıdaki hukuk köşemizi vb.). günlük hayatta çok sık karşılaştığı- Eğitim ve öğretim özgürlüğünün mız Ceza Usul Hukuku alanına gi- sağlanması için her derecede eğitim ren üst aramalarına ayırdık. Her ve öğretim kurumlarının idarecilerian bir köşe başında, otobüs dura- nin talebiyle ve 20. maddenin ikinci ğında, tramvay durağında polisin fıkrasının (A) bendindeki koşula (rekinsanları durdurduğunu, kimlik so- tör ya da dekanın çağrısı) uygun olarup üst araması yaptığına şahit olu- rak girilecek yüksek öğretim kurumyoruz. Peki bu yasal mı? Yolda yü- larının içinde, bunların yakın çevrelerürken polis yurttaşı durdurup üst ri ile giriş ve çıkışlarında, (İdari amiaraması yapabilir mi? Arama sıra- rin -okul müdürü, dekan, rektör gibi sında bulduğu eşyalara el koyabilir bir yetkilinin- istemi olmaksızın yapımi? lamaz. Özellikle üniversite öğrencisi Kural olarak HAYIR! Ceza Mu- arkadaşlar buna itiraz edebilir.) hakemesi Kanununun 119. Maddesin- Umumî veya umuma açık yerlerde 2005 yılında yapılan değişiklikten de, her türlü toplu taşıma araçlarında, sonra, Hâkim kararı üzerine veya ge- seyreden taşıtlarda. cikmesinde sakınca bulunan hâllerde Bunlara örnek olarak da kanun Cumhuriyet savcısının, Cumhuriyet “Spor karşılaşması, miting, konser, Savcısına ulaşılamadığı hallerde ise festival, toplantı ve gösteri yürüyüşükolluk amirinin yazılı emri ile kolluk nün düzenlendiği veya aniden toplugörevlileri arama yapabilirler. Ancak, lukların oluştuğu haller”i saymış ve konutta, işyerinde ve kamuya açık ol- buralarda “gecikmesinde sakınca bumayan kapalı alanlarda (evimizde, iş- lunan hal” olabilir demiş. Yani burayerimizde, dükkânımızda vb.) arama, larda valilik kararıyla arama yapılabihâkim kararı veya gecikmesinde sa- lir. kınca bulunan hallerde Cumhuriyet ÖZETLE, yukarıda sayılan yerler Savcısının yazılı emri ile yapılabilir. için arama kararında ya da emrinde Özetle; kural, polisin mahkeme isim geçmesi gerekmiyor. Herkes için kararı ile aramasıdır. Bunun istisnası genel arama kararı çıkartılabiliyor. Cumhuriyet Savcısının yazılı kararıy- Suç şüphesine de gerek yok, “ben la aramadır (gecikmesinde sakınca neyle suçlanıyorum” sorusu gereksiz. bulunan halde), ya da savcıya ulaşılaANCAK YAZILI BİR KARARIN mıyorsa polis amiri yazılı emir vere- OLMASI HER HALÜKARDA GEbilir. Ancak gecikmesinde sakınca bu- REKİYOR. (Bu iki kanunun ortak lunan hal gene olacak. özelliği). Önleme aramasında da KUCeza Muhakemesi Kanununda RAL: Mahkeme kararı olması. Ya da “gecikmesinde sakınca bulunan en azından valilik/kaymakamlık karahal” muğlâklığı pek çok yerde var. rı olması. Bu halin ne olduğunun somut olayda Aranılan suça ilişkin olmayan bir polis tarafından açıklanması istenme- şeye el koymak ise yasaklanmıştır. lidir. “Ben herhangi bir suçun şüphe- Buna da dikkat etmek gerekir. lisi miyim? Neden mahkeme kararı Unutmayalım, evimiz, işyerimiz olmadan aramak istiyorsunuz? Sakın- vb. ancak hâkim ya da savcı kararıyla ca nedir?” gibi hukuka uygun itiraz- aranabilir. Bunun istisnası yok. (Vali lar-sorular ileri sürülebilir, zira polis ya da emniyet amirinin yazılı emriyle bu yetkiyi keyfi kullanmakta. aranamaz). Demek ki, kapımıza gelen Ancak her halükarda bir YAZILI polis “evinizi aramak istiyorum” diye DÜZENLEME ŞART (mahkeme ka- sorarsa mahkeme ya da savcılık karararı, savcılık emri, ya da amir emri). rını göstermesini isteyeceğiz. Bunu göstermeden polis arama yapaSavcılık tarafından “gecikmesinde maz. sakınca bulunan hal”e özgü çıkarılKanuna göre, bu şekildeki bir ara- mış arama kararı ise, 24 saat içinde ma karar veya emrinde; mahkeme tarafından onaylanmak zoa) Aramanın nedenini oluşturan fi- runda. Mahkeme bunu onaylamazsa, il (şüphe) el konulan her şey iade edilir ve suçb) Aranılacak kişi, aramanın yapı- lamaya delil olamaz. lacağı konut veya diğer yerin adresi Son olarak, polisin her iki aramada ya da eşya, da (adli arama ya da önleme araması) c) Karar veya emrin geçerli olaca- “HAKKINDA ARAMA İŞLEMİ ğı zaman süresi UYGULANAN KİMSENİN BELGE açık ve net olarak belirtilmek zorun- VEYA KÂĞITLARINI İNCELEME da. YETKİSİ, CUMHURİYET SAVCISI Dolayısıyla, yurttaş ancak kendisi- VE HÂKİME AİTTİR.” Yani, polis nin adının geçtiği bir kararla ve makul belge veya kâğıtları inceleyemez, anbir şüphe gösterilerek aranabilir. Bu cak el koyabilir. Bu tüm yurttaşlar karar da sınırsız, süresiz olamaz. Tari- için geçerli çok önemli bir kural. Akhi geçmiş bir kararla arama yapamaz si duruma itiraz etmek gerekir. (Ne örneğin polis. Ancak uygulamada ya- yazık ki Ergenekon, Balyoz, Kafes şanabiliyor. Buna itiraz edilmeli. vb. soruşturmalarında aksi çokça yaKonuyla ilgili bir de Polis Vazife şanmış, polisler onlarca belge-kitapve Selahiyet Kanunu var. Burada yu- doküman incelemiş ve delil uydurkarıdaki aramadan farklı olarak ÖN- muştur. Oysa kanun açıkça yasaklaLEME ARAMASI düzenlenmiştir. mış.) Ceza Muhakemesi Kanununda geçen İstanbul/Sancaktepe Kadın-Çocuk Komitesi’nden Seminer: Çocuklarımızı Parababaları düzenine teslim etmeyeceğiz! H alkın Kurtuluş Partisi Sancaktepe İlçe Örgütü’müz Akpınar Mahallesi’nde “Çocuk ve Ergenin Gelişiminde Ailenin Rolü ve Önemi” konulu seminer gerçekleştirdi. Kurtuluş Partisi İstanbul Kadın-Çocuk Komitesi tarafından alınan karar çerçevesinde gerçekleşen seminerin açılış konuşması, Sancaktepe KadınÇocuk Komitesi’nden Derya Yoldaş’ımız tarafından yapıldı. Yoldaş’ımız neden böyle bir seminere ihtiyaç duyulduğunu, Halkın Kurtuluş Partisi’nin konu hakkındaki düşüncelerini ve Parababalarının temsilcilerinin konuya bakış açılarını açıklayarak sözü Pedagog ihal Küçükosmanoğlu’na bıraktı. Küçükosmanoğlu konuşmasında; sağlıklı bir nesil için doğru evliliklerin yapılmasından başlayarak, hamileliğin sağlıklı geçmesi için beslenmenin önemini, ilk beş yaşın önemli olduğunu vurgulayarak anne baba olarak çocuklarımızı sevgi, saygı ortamında, kendi yaşlarına göre görevler vererek, özgüvenleri oluşmuş, topluma olan sorumlulukları gelişmiş birer birey olarak yetiştirmemiz gerektiğini ve en önemlisi de toplumcu bir insanı olarak yetiştirmemiz gerektiğinin altını çizdi. Kendisinin de aynı zamanda eğitim emekçisi olduğunu, eğitim sistemimizin geriliğinden bahsederken veli olarak haklarımızı bilmemizi ve onları istememiz gerektiğini vurguladı. Televizyonun, internetin, cep telefonlarının çocuklarımızı nasıl olumsuz etkilediğini, paylaşımdan uzak, sosyal yaşamdan kopuk nesiller geliştiğini örneklerle anlatarak; çocuklarımızı arkadaşlarıyla birlikte sokaklarda, uygun parklarda oyunla büyütmemiz gerektiğini anlattı. Özellikle babaların da çocukların gelişiminde işin içinde olması gerektiğini vurgulayarak anlatımlarını günlük hayattan örneklerle sundu. Konusunda uzman Küçükosmanoğlu’nun sunumu, dinleyicilerin de katılımıyla soru cevap şeklinde devam etti. Daha sonra söz alan Partimiz MYK Üyesi Safiye Arslan Yoldaş da birçok sorunun temel kaynağının yaşadığımız Parababaları sistemi olduğunu, sorunun bireysel çözülemeyeceğini, örgütlü bir şekilde Halkın Kurtuluş Partisi çatısı altında mücadele edilerek çözü- K urtuluş Partisi, faaliyetlerini engelleyen Gaziantep Valiliğine dava açtı Baştarafı sayfa 20’de Yetkili Mahkeme), afişler hakkında bir hukuk skandalına imza atarak “el koyma kararı” verdi. Çünkü gerekçe; afişlerde bulunan Büyük Ortadoğu Haritasındaki “Free Kurdistan” ibaresi nedeniyle PKK/KCK propagandası yapmaktı. Partili Hukukçularımızın itirazı üzerine bu karar yine aynı hâkimlik tarafından kaldırıldı. Bunun üzerine ülkenin birçok ilinde afişler yaygın şekilde yapıldı ve yapılmaya devam ediliyor. Ancak Gaziantep Valiliği başvuruyu günlerce bekletmiş; afişteki AKP ampulü kafalı kişinin Başbakan olduğuna atıfla, AB-D Emperyalistlerinin BOP haritasındaki “Free Kurdistan ifadesinin halkta korku ve paniğe neden olacağı ve kamu düzenini boz”acağı gerekçesiyle afişle- rin yapılmasını yasakladı. Bu ilk değildi... Son dönemde Gaziantep emniyeti sürekli para cezaları yazarak, bildiri dağıtımımıza müdahale ederek Partimizin faaliyetlerine engel olmaya çalışmaktadır. Dava konusu afiş ise hem AB-D Emperyalistlerini hem de Tayyipgiller’i doğrudan eleştirdiği için çok rahatsız olmuşlar ve Gaziantep Emniyeti ve Valiliği yasaklama kararını çıkartmıştır. Bu nedenle 12 Nisan tarihinde Kurtuluş Partili Hukukçular tarafından Gaziantep Valiliğine karşı; afişlerin yapıştırılması kararının yürütmesinin durdurulması ve kararın kaldırılması için Mahkemenin önünde eylem yapılarak İdari Dava açıldı. Halkın Kurtuluş Partisi, emperyalistlerin kirli oyunlarına ve yerli uşak- leceğini dile getirdi. Etkinliğimiz Kadın-Çocuk Komitemizin yapmış olduğu ikramla sona erdi. Seminere, çalışması kısa süre içerisinde yapılmasına rağmen yoğun bir katılım olmuştur. Seminer sonrası halkımızdan gelen teşekkürler, daha önceden bildiğimiz söylediğimiz gibi halkımızın can alıcı sorunlarını bulup onlara çözüm üretirsek halkımızın yanımızda yer almaması için hiçbir neden olmadığını gösterdi. Halkımızla birlikte sorunlarımıza bir taraftan çözüm üretirken diğer taraftan da bizlere bu sorunları yaşatan bu sistemi değiştireceğiz ve insanın insanca yaşayacağı bir sistem olan Sosyalizmin bayrağını Türkiye topraklarında dalgalandıracağız… Sancaktepe’den Kurtuluş Partililer ların bu oyunlardaki rollerini halklarımıza teşhir etmeye devam edecektir. Çünkü Suriye Meselesi dolaysızca ve kaçınılmazca Türkiye meselesidir. Özellikle Gaziantep’in de içinde olduğu bu bölgede Suriye ve Türkiye Halkları aynı şehrin, aynı köyün, mahallenin insanları gibi birbirine yakındır. İşte bu nedenle bu haksız ve kirli savaşa karşı halklarımızı bilinçlendirme-uyarma-örgütleme çalışmalarımız daha da önem kazanmaktadır. Çalışmalarımız hızla devam etmektedir ve edecektir. Buna hiçbir güç engel olamayacaktır! Kahrolsun AB-D Emperyalizmi! Yaşasın Suriye ve Türkiye Halklarının Kardeşliği! Gaziantep’ten Kurtuluş Partililer Koç Holding’e bağlı Migros İşvereninin Sendikamıza karşı açmış olduğu Maddi-Manevi Tazminat Davaları reddedildi Baştarafı sayfa 20’de A-LOJİSTİK’in ihalesi feshedilmişti. 25 Temmuz 2006 tarihinden itibaren de İzmir Pınarbaşı’ndaki işyerine MİGROS’tan getirilen işçiler sokularak üyelerimizin yerine çalıştırılmak istenmişti. Daha doğrusu KOÇ HOLDİNG, kanuna karşı hile yöntemleri ile sendikamızın TANSAŞ işyerinde örgütlenmesini engellemek istemişti. Oysa aynı KOÇ HOLDİNG o tarihlerde gazetelere verdiği ilanlarla bir yandan Birleşmiş Milletler KÜRESEL İLKELER SÖZLEŞMESİNİN; - “İşletmeler, deklare edilmiş insan haklarını desteklemeli ve bu haklara saygı duymalıdır.” - “İşletmeler, işçilerin toplu sözleşme ve derneklerden yararlanma haklarına izin vermeli ve bu kararı desteklemelidir.” Maddelerini kabul ettiğini kamuoyuna duyururken, diğer yandan işçilerin örgütlü/sendikalı olmasına tahammül gösteremiyordu. O tarihlerde yaptığı açıklamalarla üyelerimizin “kendi işçileri olmadığını, taşeron firmanın işçisi olduğunu, sorunun kendilerini ilgilendirmediğini” iddia ediyorlardı. Bu yaklaşım doğru değildi. Zira üyelerimiz yıllardır, zaman zaman taşeronlar değişse de hep TANSAŞ’ın işini yapmışlardı. TANSAŞ’ı da MİGROS bünyesine kattıklarından asıl işveren kendileriydi. Bir başka anlatımla, İş Yasasına göre gerek MİGROS gerekse A-LOJİSTİK işverenleri arasında ALT-ÜST İŞVEREN İLİŞKİSİ vardır. Bu nedenle her iki işverenin de üyelerimizin hak ve alacakla- rından dolayı sorumlulukları vardı. Ama KOÇ HOLDİNG bütün bu yasal yükümlülüklerinin hiçbirisine uymuyordu. Hal böyle olunca, üyelerimiz ve sendikamızın DİRENME HAKKINI KULLANMAKTAN BAŞKA ÇARESİ KALMAMIŞTI. Öyle de oldu. 2006 yılı yaz aylarında İzmir’in tüm yolları, caddeleri, sokakları, TANSAŞ ve MİGROS’un tüm şubeleri DİRENİŞ ALANINA çevrildi. Bu haklı ve onurlu mücadelemiz nedeniyle başta sendika Genel Başkanımız Ali Rıza KÜÇÜKOSMANOĞLU olmak üzere tüm üyelerimiz ve yöneticilerimiz coplandık, gazlandık, gözaltına alındık. Ama yılmadık. Üyelerimizin hak ve çıkarlarının korunması için her türlü mücadele yöntemini kullandık. MİGROS VE TANSAŞ Satış Mağazalarında haklı, meşru ve demokratik eylemler yaptık. KOÇ HOLDİNG, bu eylemlerimiz nedeniyle sözde “şirketin ticari itibarını zedelediğimiz, şirket mallarına zarar verdiğimiz” gerekçesiyle hakkımızda şikayetlerde bulundu, davalar açtı. İlkin İzmir 16. Asliye Ceza Mahkemesinde görülen ceza davasında Genel Başkanımız ile birlikte üyelerimiz ve diğer yöneticilerimiz BERAAT etti. Ardından da sendikamız aleyhine 100.000,00 TL. (yüzbin) Manevi Tazminat ve 54.000,00 TL. (ellidört) Maddi Tazminat davaları açtılar. Bu davalar İzmir 5. İş Mahkemesinde görüldü ve her iki dava da reddedildi. Bu davalarda yapılan yargılamada, “işverenin iddialarını kanıtlayamadığı, sendikanın depo işçilerini örgütlemesi- nin şirketin ticari itibarını zedeleyemeyeceği ve toplumda yanlış intiba oluşturmasının mümkün olamayacağı, mala zarar vermek suçundan açılan davada sendika yöneticilerinin ve işçilerin beraat ettikleri, kaldı ki, işçilerin eylemleri nedeniyle sendika tüzel kişiliğinin sorumlu tutulamayacağı” gerekçeleriyle her iki davanın da REDDİNE KARAR VERİLMİŞTİR.Yerel mahkemenin bu kararı Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 16/04/2013 tarih, 2013/4908 E., 2013/8066 K. sayılı ilamı ONANARAK KESİNLEŞMİŞTİR. Böylelikle sendikamız KOÇ HOLDİNG’e karşı yeni bir HUKUK ZAFERİ daha kazanmıştır. KOÇ HOLDİNG, İzmir’de MİGROSTANSAŞ işyerinde başvurduğu bu kanuna karşı hile yöntemlerinin benzerlerini ARÇELİK işyerinde de uygulamıştı. Burada da KOÇ HOLDİNG’e karşı yürüttüğümüz haklı, meşru ve demokratik hak mücadelemiz zaferle sonuçlanmıştı. Sendikamız, dün olduğu gibi bugün de; örgütlenen, hak mücadelesi veren, direnen tüm İşçi Sınıfımızın dostu, ilk başvuracağı evi olmaya devam edecektir. Basına ve kamuoyuna saygıyla duyurulur. 13/05/2013 Yaşasın A-Lojistik Direnişimiz! İşçilerin Birliği Sermayeyi Yenecek! NAKLİYAT-İŞ SENDİKASI GENEL YÖNETİM KURULU 18 Yıl: 7 • Sayı: 65 / 14 Mayıs 2013 Obama’dan Tayyip’e: “Saldır Tayyip!” Baştarafı sayfa 20’de Brookings Enstitüsü bir CIA kuruluşudur. Diğer “düşünce kuruluşları”nın da CIA bağlantılı olduğunu düşünmek yanlış olmaz. Nitekim bu toplantıyı yöneten de Ortadoğu’daki üstün hizmetleri nedeniyle iki kez ödüllendirilen Kenneth M. Pollack adlı CIA ajanıdır. Özetle demek istediğimiz emperyalizmin kanlı planının yürütülüyor oluşudur. Psikolojik Savaş Devam Ediyor Günümüzde politik psikoloji o kadar önemli ki, emperyalizm bunu askeri rehberlerinde vurguluyor. Amerikan Ordusunun Saha Elkitabı’nda psikolojik harekat (operasyon), “Dış hedef kitlenin duygularını, dürtülerini, objektif muhakeme yeteneğini ve sonuçta yabancı hükümetlerin, örgütlerin, grupların ve bireylerin davranışını etkilemeyi amaçlayan, seçme bilgi ve işaretler taşıyan planlı operasyonlardır. Tüm psikolojik operasyonların amacı tarafsız, dost ya da düşman yabancı gruplarda ABD’nin ulusal hedeflerini ve askeri görevini destekleyecek duygu, tutum veya beklenen davranışları oluşturmaktır” olarak tanımlanır [Saha Elkitabı FM 3-05.301 (FM 33-1-1) MCRP 3-40.6A. Psychological Operations: Tactics, Techniques, and Procedures, Aralık 2003, sayfa 1-1]. Psikolojik Operasyonlar üzerine 1989’da yazılan bir rehber kitapta ise günümüzde psikolojik savaşın rolü “Bu süper güç çağında Clausewitz’in ‘Savaş politikanın başka araçlarla devamıdır’ özdeyişini baş aşağı getirmek yersiz olmaz. Bugünkü modern dünyamızda uluslararası politika, savaşın başka araçlarla devamıdır… Şimdi bizler bir politik savaş ve psikolojik operasyonlar çağında yaşıyoruz” denerek vurgulanır (C. Lord, F. R. Barnett, Political Warfare and Psychological Operations, National Defense University Press, Washington 1989, s. 3-6) Emperyalizm bu rehberlerde vurguladığı psikolojik savaş ve politik psikolojiyi TayyipGül’ün de desteğiyle uyguluyor. Gerek çapulcularca sarin gazı kullanımı, gerekse Reyhanlı bombalaması aynı zamanda halkımıza karşı yürütülen psikolojik harbin bir unsurudur. Psikolojik harbin bir unsuru da Politik Psikolojidir. “Politik Psikolojinin Duayeni” (Yandaş basın böyle anıyor) CIA Ajanı Kenneth M. Pollack Vamık Volkan ise 2009 başından beri aralıksız ülkemizde. Daha önce gelip gidiyor, politikacılarla görüşüyor, yönlendirmeler yapıyordu. Yaklaşık beş yıldır burada... Halkımızı emperyalist planına, Kürt Sorunu’nun em peryalist çözümüne hazırlıyor. Vamık Volkan, her gittiği yerde emperyalizmin çıkarları doğrultusunda politik psikoloji teknikleri kullanarak ayrışma, bölünme çalışmaları yürüten veya emperyalistlerin planlarının uygulanması için ortam yaratan bir emperyalist uşağı. Estonya, Yugoslavya, Rusya, Gürcistan (Kafkaslar), Filistin, Arnavutluk, Kuveyt, Kıbrıs’da yaptığı gibi... Vamık Volkan, 2009’dan önce Türkiye’de Ekopolitik adlı (Ekonomi ve Sosyal Araştırmalar Derneği, http://www.ekopolitik.org) bir derneğin kurulmasını sağlar (2006). Türkiye’ye yerleştikten sonra hızla çalışmalara başlar. “Türkiye’nin Büyük Çatısı” başlıklı çalıştaylar zincirini başlatır. Bu çalışmalarını kendileri şöyle aktarıyorlar: “Ekopolitik, farklı kesimlerden isimleri ülkemiz meselelerini konuşmak ve çözüm önerilerinin paylaşımını sağlamak amacıyla 2009 yılı Ocak ayında düzenlediği “Türkiye’nin Büyük Çatısı: Ortak Aidiyet” çalıştayı ile başlattığı TBÇ toplantılarını bugüne kadar gerçekleştirdiği 20’yi aşkın toplantı ile devam ettirmiştir. Bu toplantıların bir sürece dönüşmesi amacıyla Ekopolitik, toplantı katılımcılarının arasından “Ülkesel Çekirdek Ekip” adını verdiği bir grup oluşturarak bu grup ile periyodik olarak bir araya gelmiştir. Bu çalışmalar, Politik Psikoloji disiplininin ilkeleri çerçevesinde ve bu alanda dünya çapında bir isim olan Prof. Vamık Volkan’ın danışmanlığında Ekopolitik yöneticileri ve Ekopolitik genç ekibinin katkılarıyla sürdürülmüştür.” (http://www.ekopolitik.org) Vamık Volkan’ın Ağaç Modeli Ekopolitik kendisini “Bağımsız ve kâr amacı gütmeyen bir organizasyon” olarak tanımlıyorsa da, akıldanesinin Vamık Volkan oluşu bağımsız olmadığının, gelirlerinin ise CIA tarafından karşılandığının göstergesi. Çalışmalarında da hep Volkan var. Mart 2011’de Ekopolitik çatısı altında Politik Psikloloji Masası’nı kuruyorlar. Tabiî ki danışmanı Vamık Volkan. Uyguladığı politika ise Vamık Volkan’ın önerdiği “Ağaç Modeli”. Ağaç Modeli’ni Volkan şöyle tanımlıyor bir söyleşide: “Bilmeyen okuyucular için Türkiye’de de uygulamaya çalıştığınız “ağaç modeli”ni kabaca anlatalım. Önce Türkiye’nin farklı kesimlerini temsil eden kişilerin toplum psikolojisi üzerinde çalışmış olan psikanalistler eşliğinde konuşması ve bu kesimlerin birbirlerine dair öngördüğü “psişik gerçekler”den arınarak gerçekliğe yönelmeleri sağlanıyordu. Aralarında Kürt milliyetçilerin de, Türk dindarların da olduğu bu kişiler, güvenleri arttıkça çözüm üzerine tarifler çıkarmaya başlıyordu. Zamanla, bu toplantıları aldığınız mekânları diğer kritik şehirlere kaydırarak süreci biraz daha somutlaştırıyor ve siyasilere de sürecin gelişimine dair bilgi aktarımında bulunuyordunuz. Dantel gibi işlenerek büyütülen bu paralel çalışmalar yavaş yavaş ve sindirilerek ilerliyordu.” (http://t24.com.tr/haber/prof-vamikvolkan-gelecekte-islam-bagi-hayal-kurtlerkurt-turkler-turk-sef-alacak/227289) Bunu Güneri Civaoğlu’nun 23 Mart 2013 tarihli Milliyet’te “Bakın Kimler Yanyana” başlığıyla yazdıklarında somutlaştığını görüyoruz: “ÖCALA"’ın “silahları bırakmak ve silahsız siyaset yapmak zamanıdır” söylemine kadar uzanan psikolojik zemine bir örnek vereyim. “Dünyanın çeşitli ülkelerinde iç çatışmalara çözüm üretmek amaçlı faaliyetlere danışmanlık yapan bir simge isimdir Prof. Vamık Volkan. “Kıbrıs Türk’üdür. “Tıp eğitimini Türkiye’de yapmış, sonrasında ABD’ye gitmiş psikiyatr kariyerini “Psikopolitik” alanda derinleştirmiştir. “Onun yönetimindeki bir toplantıda çok ilginç bulduğum bir sahne yaşandı. Sizin de hayretle okuyacağınızı düşünüyorum ve yansıtıyorum. “Toplantıda 3 kişi yan yana. “1- Seydi Fırat. “1962 Türkiye doğumlu bir Kürt. “Kürt siyaseti hareketinde aktivist. “1980’de Türkiye’yi terk etmiş. Almanya, Hollanda ve Fransa’da yaşamış. “Daha sonra Ortadoğu’ya dönmüş ve PKK’nın Bekaa Vadisi’nde, Kandil dağlarındaki PKK eğitim kamplarında kalmış. “PKK siyasi eylemlerinde yer almış. “1999’da PKK’nın Türk yetkililerine teslim olmak üzere gönderdiği 7 PKK’lıdan biri. “Türkiye’de 5 yıl cezaevinde kalmış. “Türkiye’de Kürt sorununun aktif sözcülerinden biri olarak yaşamını sürdürmüş. “Bunlar bilinen biyografik bilgiler. “Bilinmeyenine gelince. “İşte ilginç olan da bu. “MİT üst yöneticilerinden Cevat Öneş. “1942’de doğmuş Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra MİT Müsteşar Yardımcılığı görevinden 2005 yılında emekliye ayrılmış. “Cevat Öneş, hedef isimlerden biri olarak görülen Seydi Fırat’ın “öldürülmesi planının” arkasındaki isim. “Ve... “İkisi aynı toplantıdalar. “Toplantıya katılanlar bu planı orada öğreniyorlar. “Ve de... “Mete Yarar ... “1967’de dünyaya gelmiş. “Özel kuvvetlerdeki askeri yetkili pozisyonundan emekliye ayrılmadan önce Türkiye’nin Güneydoğu’sunda görev yapmış. “10 yıldan fazla bir süre PKK ile mücadele etmiş. “Hiçbir zaman gerçekleşmemiş olsa da Seydi Fırat’ı öldürme planını uygulayacak kişilerden biri. “...................... “Seydi Fırat ve Mete Yarar, kendilerinden yaşça büyük olan Cevat 22 Aralık 2010) Bu Mersin toplantısında bazı kararlar alınıyor ve bu kararlar daha sonra belli merkezlere dağıtılıyor. Basında, A. Gül’e verilen 71 öneri olarak duyulmuştu. Bizce hükümete, tüm üst düzey devlet görevlilerine, partilere ulaştırıldı. Kararlarda neler olduğu bugün yaşadıklarımıza ışık tutuyor. Bazılarını verelim: * Barış sürecinin, çatışmasızlık sürecinin devam edebilmesi için hâlâ devam eden sınır ötesi operasyon ve bombalamaların durdurulması. * Hükümetin, Kürt halkının siyasi partilerini, sivil toplum kuruluşlarını ve kanaat önderlerini muhatap alarak açılım konusunda cesaretli davranması. * Türklük kavramı yerine Türkiyeli kavramının kullanılması. * Özerlik sisteminin de artık tartışılır hâle getirilmesi. * Ana dilde eğitim yapılması için demokratik sınırlar içinde düzenlemelerin yapılması. * Silahsızlanma konusunda devletin son derece önemli adımlar atarak PKK’yı dağdan indirme çalış- Öneş’e “ağabey” diye hitap ediyor. “Hep birlikte “kanın durması, demokratik sivil çözüm” için yol haritası çizme çabasındalar. “Ortak akla katkı sunuyorlar. “..................... “Diyarbakır’daki "evruz görüntüleri işte bu tür psikolojik zemin katkılarıyla aşama-aşama inşa edildi. (Milliyet, 23 Mart 2013). malarında realiteye uygun çözümler geliştirmesi. * Anayasanın özellikle ilk üç maddesinin değişmesi. * Özellikle anayasamızda, kanunlarımızda ve diğer mevzuatta Türklüğü ön plana çıkaran, üst kimlik olarak vurgulayan hükümlerin ivedi olarak düzeltilmesi, çıkartılması ve daha kapsayıcı hâle getirilmesi. * YAŞ kararı ile terfi ettirilemeyen askerlerin yanında, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da suça karışmış asker ve polislerin de görevden alınması. * Hakikatleri araştırma komisyonunun kurulması. * Dağlara, taşlara yazılan “"e mutlu Türk’üm!” yazısının ayrışmalara yol açtığı için silinmesi. * Andımızın kaldırılması. * Sonradan değiştirilen coğrafya isimlerinin iade edilmesi. * Cem evlerinin yasal statüye kavuşması için Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması Yasası ve bunun paralelindeki yasaların yeniden gözden geçirilmesi. * Kılık ve kıyafetten dolayı insanların eğitimlerinin ellerinden alınması ilkelliğine son verilmesi ve başörtüsünün bütün eğitim kurumlarında serbest hâle gelmesi. Bu raporun hazırlanma ve dağıtılma tarihi Aralık 2010. Bu geçen yaklaşık 2.5 yılda pek çoğunun hayata geçirildiğini görüyoruz. Volkan’ın deyişiyle “Süreç” yürüyor. İşte Açılım Süreci Programı “Dantel gibi” yürütülecek çalışmaları biraz daha açalım. Ekopolitik’in Türkiye’nin Büyük Çatısı adı altında yapılan toplantılar zincirinin ilkinde (Mersin, Ocak 2009, Türkiye’nin Büyük Çatısı: Demokratikleşmeye Doğru Türkiye’nin Ağacı), Kürt Sorununa yaklaşım tartışılıyor. Ve yetkiyle gidiyor Volkan, önü açılıyor. “Mesela ben Ekopolitik’te çalışırken bir defa Mersin’e gittik. Vali, belediye başkanı, emniyet müdürü, milletvekilleri... Hepsiyle konuştuk, bir araya getirdik.” diyor, Milliyet’ten Zeynep Miraç ile yaptığı söyleşide. (http://gundem.milliyet.com.tr/farkinda-olmadigimiz-bir-yasi-tutuyoruz-/gundem/gundemyazardetay/08.04.2013/1690614/default.htm, 8 Nisan 2013) Hazal Özvarış ile yapılan başka bir söyleşide bu toplantıya “Halk Partisi başkanı (bu Kılıçdaroğlu olsa gerek – Kurtuluş Yolu), CHP ve AKP milletvekilleri, polis şeflerinin katıldığını” da vurguluyor. (http://t24.com.tr/haber/prof-vamik-volkan-gelecekte-islam-bagihayal-kurtler-kurt-turkler-turk-sefalacak/227289, 8 Nisan 2013) Bir büyük kentte valiyi, belediye başkanını, emniyet müdürünü, parti başkanlarını, milletvekillerini hangi güç ve yetkiyle bir araya getirebiliyor? Tabiî ki ABD ve uşağı TayyipGül sayesinde... Bu toplantıya şu kişilerin de katıldığını belirtelim: Tarık Çelenk, Murat Sofuoğlu, Avrupa Türk İslam Birliği Kurucu Başkanı ve eski ülkücü Musa Serdar Çelebi, Murat Belge, Eski MİT Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş, Muhsin Kızılkaya, Yavuz Arslan Argun, Turan Sarıtemur, Eski Özel Harp Dairesi Subayı Mete Yarar, Ümit Fırat, Altan Tan, Türk Ocakları İstanbul Şubesi Başkanı Cezmi Bayram, Deniz Ülke Arıboğan, Bekir Berkay Türkay, İdris Ağacanoğlu, Halit Yalçın, Tahirhan Taş, Zeynep Besi, Mehmet Alaca, M. Duran Özkan, Metin Aktaş, Yasmina Lokmanoğlu, Yaşar Erdem ve Erdoğan Günal. (http://www.odatv.com, Akillerin Akilleri, Yas, Kadınlar ve Öcalan TayyipGül yakın zamanda emperyalist açılım politikasını halka yutturmak için “Akil İnsanlar” seçti ve görevlendirdi. Bu da Volkan’ın önerdiği bir işti. Gene A. Gül’e raporu sunarken “Siyasetin ve siyasetçilerin ön planda olmadığı 20 – 30 kişilik özgün bir grup oluşturularak çalışmaların yürütülmesi” önerisinde bulunuyor, Volkan. TayyipGül’ün atadığı bu 63 kişi (Volkan’ın önerdiğinden yaklaşık iki kat fazla) içinde sınanmış satılmışlar var: Baskın Oran, Oral Çalışlar, Can Paker, Tarhan Erdem, Etyen Mahçupyan, Fuat Keyman, Fehmi Koru, Abdurrahman Dilipak, Kürşat Bumin, Ahmet Taşgetiren, Doğu Ergil, Erol Göka, Ali Bayramoğlu gibi... Ancak bir de Volkan’ın Ekopolitik’ten has adamları var: Tarık Çelenk (Ekopolitik Başkanı), Murat Belge, Muhsin Kızılkaya, Deniz Ülke Arıboğan, Avni Özgürel gibi... Bu sonrakilere ise Akillerin Akilleri Satılıklar diyebiliriz. Volkan’ın yazılarında veya söyleşilerinde üzerinde çok durduğu, sürekli vurguladığı önemli bir nokta da “Yas” ve “Kadın”. Yukarıda değindiğimiz Zeynep Miraç ile söyleşisinden aktaralım: “*Bir yanda siyaset var, bir yanda örgüt. Bir de biz varız. Barış süreci içinde hayatına devam etmeye çalışanlar. Bize ne oluyor? “- 40 bin kişi öldü. 40 bin anne var, 40 bin baba var. Kardeşler, akrabalar, arkadaşlar, oldu iki milyon. Devamlı yas tutan bir millet. Ama farkında değiliz. Yasın içinde öfke vardır. Seni öldürene öfke duyar ve ona bir şey yapamazsam içimde hınç kalır. Bunun yanında daha derinden, daha bilinmeyen bir öfke var. Diyelim ki seninle ben çok yakınız. Sen ansızın ölüyorsun. “"e yaptın bana” diye sana öfkelenirim. Ve doğal olarak bu öfkeyi ifade edemez insanlar. Ancak öfke noter gibidir. “* "asıl noter? “- Kaybettiğini öfkeyle anlarsın. Tasdik eder. Öfke olduğu zaman yas normalleşir. Ama bu öfke hınçla karışırsa karman çorman oluyor ve çözemiyoruz. Bu nedenle de öfkeli bir dünyanın devam etmesi için bilmeden elimizden geleni yapıyoruz. Halkın çoğu, bilmeden 30 seneden beri bu öfkeyi devam ettiriyor. Bu nedenle de bir açılım oluyor, duruyor, tekrar öfke ortaya çıkıyor. “* Yasımızı eksiksiz tutamadığımız için mi? “- Evet. Ama bunun için süreçler gerekir. Onu doktor gibi teşhis edeceksin.” (Milliyet, 8 Nisan 2013). Ya kadın? Volkan kadını da sürekli ön planda tutuyor. Yukarıda değindiğimiz Hazal Özvarış ile yapılan söyleşide “Kadın hakları ile Kürt mselesini birleştiriyorum”, diyor (8 Nisan 2013). Aynı söyleşide, başka bir anda ise “Kürt çocukları da, Türk çocukları da yetiştirenler annelerdir. Kadınları içine almadan olmuyor bu işler. Bazı süreçler geliştireceksek kadınları konuşturmak, anneleri konuşturmak lazım”, diyor. Bu doğru sözler için ne var bunda, denebilir. Ama işte TayyipGül’ün “Analar Ağlamasın” sloganı da bu söylenenlere dayanıyor. Dolayısıyla toplumda gerçekten etkili olan “Analar Ağlamasın” sloganının mucidi de Volkan’dır diyebiliriz. “Süreç”te Apo’nun dedikleri de bizce önemliydi ve büyük ölçüde Emperyalist Açılım Programını çizen güçlerce eline tutuşturuluyordu. Volkan bunu da ima ediyor. Zeynep Miraç ile söyleşisinde şöyle bir pasaj yer alıyor: “Öcalan da 21 Mart konuşmasında din kardeşliğinin altını çizdi. Bu, barış sürecinde bir yöntem olabilir mi sizce? “- Öcalan’ın aklından ne geçtiğini bilmiyorum. Bence 90 yıl geriye gitmiş değildir. Bugün Türkiye’yi idare edenlerle fikir birliği yaptı. Sanki ona güzel bir fikir vermiş birisi var. Bildiğiniz gibi Türkiye’de bir kimlik değişimi oluyor.” Durum içler acısı, ne yazık ki... Sonuç: Halklar Direnecektir! Bugün Suriye’de yaşananlar ile ülkemizde yürütülen Emperyalist Açılım Politikası birbirine bağlıdır. Emperyalistlerin Kürt Sorununu kanlı çözümünün bir parçasıdır Suriye’de yaşananlar. Dolayısıyla aslında çözüm değildir. Kandır, gözyaşıdır, yıkımdır, imhadır. Analar asıl emperyalist politika başarıyla uygulanabilirse ağlayacaktır. Tayyip “Saldır Tayyip” gazıyla hem Suriye’ye, hem halkımıza saldırıyor. Emperyalist politikaları gözü kapalı, insafsızca uyguluyor. Çapulculara silahları kim veriyor, kim ulaştırıyor? Kimyasal silahı çapulcular nereden ele geçirdi? Bunların bilinmeyeceğini mi sanıyor? Yukarıda gördük, Kürt Açılımı neredeyse bire bir emperyalistlerin çizdiği yoldan yürütülüyor. Emperyalizm nerede ulusal soruna çözüm getirmiş ki, bu topraklarda getirsin? Kürt ve Türk halkının bu gerçeği görüp oyunu tez çözmesi gerek. Gerçek çözüm vatan satıcılarının, emperyalist uşaklarının saf dışı edilmesi ile mümkün olacaktır. Kürt ve Türk halkı, hatta Arap halkı da eninde sonunda gerçekleri görüp emperyalist oyunlarını bozacaktır. 19 Yıl: 7 • Sayı: 65 / 14 Mayıs 2013 “Yılmadık Yılmayız, Kazanacağız!” Baştarafı sayfa 20’de larına ve düşük ücretlere “Yeter Artık!” demek için Nakliyat-İş Sendikası’nda örgütlenmeye başladılar ve üye oldular. Yapılan örgütlenme çalışmaları sonucunda özellikle Yurtiçi Kargo’da çalışan işçiler sendikaya önemli sayıda üye oldu. İstanbul, Ankara ve Konya’da bazı Yurtiçi Kargo Acenteleri’nde toplusözleşme yetkisi için gerekli çoğunluk sağlandı. Çalışma Bakanlığına yetki için başvurular yapıldı. Ancak, Yurtiçi Kargo işvereni, işçilerin anayasal hakkı olan sendikalaşma hakkına saygı göstermeyerek, Konya, Ankara ve İstanbul’da sendika üyesi 125 işçiyi, sendikaya üye oldukları için işten çıkardı. İşten çıkarılan işçilere “iş daralması, performans düşüklüğü” gibi gerekçeler söylense de çıkarılma nedeni sendika üyeliğidir. İşten çıkartılan işçiler Konya, Ankara ve İstanbul’da işten çıkartıldıkları işyerlerinin önünde Nakliyat-iş Sendikası öncülüğünde Direnişlere başladılar. Konya’da, Yurtiçi Kargo Aktarma Merkezi önünde 129 gündür, Ankara’da, Yurtiçi Kargo Opera, Ataç ve Meşrutiyet şubeleri önünde 108 gündür, Gebze’de, Yurtiçi Kargo Çayırova Aktarma Merkezi önünde 101 gündür, İstanbul’da Yurtiçi Kargo Kadıköy Şubesi önünde 111 gündür, Yurtiçi Kargo Haramidere Aktarma Merkezi önünde 108 gündür Direnişler devam ediyor. Direnişte bulunan işçilere işverenler tarafından, davalarını satmaları için rüşvetler, ajanlıklar teklif edildi. Ama işçiler bu onursuzluğu ellerinin tersiyle ittiler. Direnişçilere çok sayıda dava açıldı; suç duyurularında bulundular. Gözaltılar oldu. Her gün ifade için karakola gidip geldiler. Ama işçiler kararlı duruşlarını bozmadı, geri adım atmadı. Mücadelelerine ilk günkü kararlılıkla devam ediyorlar. Kararlıklarını Fransız Konsolosluğunu işgal ederek, Yurtiçi Kargo Aktarma Merkezi’ne girerek, MNG Kargo’da yine sendikalaştıkları için işten atılan işçilerle Sınıf Dayanışmasında bulunarak gösterdiler. Ve Yurtiçi Kargo İşçileri; işsizliğe, yoksulluğa, açlığa, sömürüye, baskıya, işçi kıyımlarına, taşeronlaştırmaya, kölece çalıştırılmaya, kıdem tazminatımızın gasp edilmesine, emperyalizme, AKP’nin işçi-sendika düşmanı politikalarına, şovenist kışkırtmalarına karşı direnmek, örgütlenmek, mücadele etmek için “milyonlar aç, milyonlar işsiz işte sizin kapitalist düzeniniz” demek için 1 Mayıs’ta Taksim Meydanı’nı zorlayanlar arasında en öndeydi. “İşçi ve Sendika düşmanlığı yapan Yurtiçi Kargo ile çalışmıyoruz. Yurtiçi Kargo’yu Boykot Ediyoruz” adlı imza kampanyası çerçevesinde; Konya’da, Gebze’de Ankara’da, İstanbul’da stantlar açıldı, binlerce imza toplandı. Açılan bu stantlar sonucunda Yurtiçi Kargo’nun iş hacminde düşüşler oldu. Yurtiçi Kargo Direnişi’ne birçok siyasi parti, sendika ve halk örgütü destek vererek, yazılı ve sözlü olarak Yurtiçi Kargo ile çalışmayacaklarını bildirdiler. Direnişe uluslararası destekler ve ziyaretler gerçekleşti. Direnişi ziyaret eden ve mücadeleye destek verenler arasında Fransa İşçi Sendikaları Konfederasyonu Genel Başkan Yardımcısı Pierre Coutaz, Fransa Öğretmenler Sendikasından (FO) Marjorie Alexandre ve İTUC Asya Koordinatörü Jeff Vogt vardı. Bu ziyaretlerin özellikle Fransa’dan gelen sendikacılar tarafından yapılmış olması ayrı bir önem arz etmektedir. Çünkü Yurtiçi Kargo’nun yüzde 25’i Avrupa’nın önde gelen paket taşıma işi yapan gruplarından Fransız La Poste’a bağlı GeoPost firmasınındır. Ziyaretçiler, Yurtiçi Kargo/Geopost Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü Genel Direktöründen Fidel’e Mektup Baştarafı sayfa 20’de korumak istemezse, bunu nasıl yapacağını bilmezse ya da bu konuda yeterince akıllı davranmazsa, bugün açlıktan ölen insanlar için çalan ziller yarın tüm insanlık için çalacaktır”, diyerek tamamlamıştınız. Bahsettiğim o zirveden sonra yapılan bir basın toplantısında, hedef başarılsa bile hâlâ insanların açlık felaketinden kurtulamamış olan diğer yarısı için ne söyleneceğini bilmediğinizi ifade etmiştiniz. Bunlar bugün de tüm önemini ve değerini koruyan düşüncelerdir. O zamandan bu zamana 17 yıl geçti ve büyük bir memnuniyetle size şunu bildiriyorum; tarihinde ilk kez üye ülkelerin kararı gereğince, önümüzdeki Haziran ayında Roma’da gerçekleşecek olan FAO Konferansında açlığı tamamen yok etme hedefi örgütümüzün bir numaralı amacı olarak kabul edilecektir. Bu toplantıda Küba ve açlığı yok etme konusunda en fazla başarı gösteren 15 ülke onurlandırılacaktır. Bu ülkelerin hepsine zirve hedefini zamanından önce gerçekleştirdiklerine dair birer sertifika verilecektir. Küba’ya eşlik eden ülkeler Ermenistan, Azerbaycan, Şili, Fiji, Gürcistan, Gana, Guyana, Nikaragua, Peru, Samoa, Demokratik Sao Tome ve Principe Cumhuriyeti, Tayland, Uruguay, Venezuela ve Vietnam’dır. Ülkeniz tarafından ulaşılan önemli başarıdan dolayı tebriklerimi yineleyerek iyi olmanızı arzular, size ve tüm Küba Halkına başarılar dilerim. En derin saygı ve takdirlerimi sunarım. Direnişinin zaferle sonuçlanmasının tüm İşçi Sınıfının başarısı olacağını belirterek “Siz kazanırsanız biz de kazanmış olacağız” dediler. Dünya Sendikalar Federasyonu (WFTU)’da Yurtiçi/ GeoPost Direnişçi İşçilerinin mücadelesinin yanında olduğunu bildirdi. Biz Kurtuluş Partililer, Yurtiçi Kargo İşçilerinin bu onurlu, haklı mücadelesinde her zaman yanlarındayız. İstanbul İl Örgütü olarak en son; 11 Mayıs günü, 108 gündür Haramidere Aktarma Merkezi önünde direnişte olan işçileri ziyaret ettik. Sık sık “Kargo İşçisi Köle Değildir”, “Yurtiçi Kargo’ya Sendika Girecek Başka Yolu Yok”, “Yılmadık Yılmayız, Kazanacağız”, “Yaşasın Yurtiçi Kargo Direnişimiz” sloganlarını attık. Kurduğumuz sofrada yaptığımız samimi sohbetlerimizle devam etti, ziyaretimiz. Sohbette; toplumlarda sınıf mücadelelerinin olduğu ve işçilerin bu mücadelenin en onurlu savaşçıları olduğu vurgulandı. Direniş Çadırını hiç boş bırakmıyor, Yurtiçi Kargo İşçisi. Kendi gelemeyenin yerine eşi ve çocuğu geliyor her gün çadıra. Yurtiçi Kargo İşçisi, Direnişi etiyle, kemiğiyle sahiplenmiş durumda. Gelecek hafta düğünü olacak; Direnişçi İşçilerden birinin düğününün bir kısmı bile Direniş Çadırının önünde yapılacak. Ne sıcak, ne soğuk, ne polis, ne zabıta onlara bir an geri adım attıramadı. Onlar kendi güçlerinin farkındalar. Üyesi oldukları Nakliyat-İş Sendikası’na ve Önderliğine sonsuz bir güven duyuyorlar ve zafere inançları tam. Biz de Yurtiçi Kargo İşçilerinin bu onurlu Direnişini bir kez daha selamlıyoruz. Yurtiçi Kargo işçisinin, bu haklı ve onurlu mücadelesi DİSK Nakliyat-İş Sendikası öncülüğünde zaferle taçlanacaktır. İstanbul’dan Kurtuluş Partililer Baştarafı sayfa 20’de İlçe Yöneticisi Özgür Gülsoy Yoldaş okudu. Açıklamada Mustafa Kemal’in ve Birinci Kuvayimilliyecilerin Antiemperyalist, Antifeodal tutumuna vurgu yapıldı, bugün bu kazanımların tümünün emperyalistler ve Tayyipgiller tarafından yok edilmek istendiği ortaya konuldu. 23 Nisan’ın ayrıca Çocuk Bayramı olarak kutlandığı hatırlatılırken, günümüz iktidarının çocukların geleceklerine de düşman olduğunun, 4+4+4 Roma, 29 Nisan 2013 Jose Graziano da Silva mücadele haklarınıkullanarak 17 Nisan’da PTT Düzce Başmüdürlüğü önünde Direniş başlatmışlardı. En son 6 Mayıs Pazartesi günü ise işveren bir işçiyi daha “iş daralması” bahanesi ile işten atmıştır. İşverenin bu işçi-sendika düşmanı tutumunu protesto etmek için Nakliyatİş Sendikası 9 Mayıs Perşembe günü PTT Düzce Başmüdürlüğü önünde bir basın açıklaması yaptı. Basın açıklamasına sendika üyelerinin yanı sıra bölgede bulunan işyeri temsilcileri, Birleşik Metal-İş Sendikası Düzce Temsilcisi Talat Çelik ve KESK’e bağlı sendikaların yönetici ve üyeleri katıldılar. Basın açıklaması sendikamız Örgütlenme Daire Başkanı Erdal Kopal tarafından yapıldı. Erdal Kopal yaptığı konuşmada, işverenin işçilerin en doğal hakkı olan sendikaya üye olma hakkına saygı göstermediğini, bu nedenle de Anayasal suç işlediğini ifade etti. Ayrıca işverenin üyelerini asılsız gerekçelerle işten attığını ve yasal haklarını da vermediğini belirtti. Sendika olarak üyelerimizin yasal haklarının verilmesi için bu konuda mücadele edileceğini ve üyelerinin sendikalı toplu iş sözleşmeli olarak işlerine geri dönünceye kadar her türlü meşru ve haklı mücadele yöntemlerinin kullanılacağını söyledi. Taşeron sistemini de eleştiren Erdal Kopal, taşeron yöntemi ile işçilerin kıdem tazminatlarının gasp edildiğini, düşük ücretlerle işçilerin köleden beter çalışma koşullarında çalıştırıldığını, bu taşeron cehennemine müsaade etmeyeceklerini belirterek, basın açıklamasını bitirdi. Basın açıklamasında sık sık “Taşeron İşçisi Köle Değildir”, “Atılan İşçiler Geri Alınsın”, “Yaşasın DİSK Yaşasın akliyat-İş”, “İşçiyiz Haklıyız Kazanacağız”, “İşçi Kıyımına Son”, “Yaşasın Düzce PTT Direnişimiz” sloganları atıldı. Baştarafı sayfa 20’de Sendikamız Gebze Şubesi, işyerinin örgütlenmesinden, direnişe, işgal eylemine kadar Birleşik Metal-İş sendikası ile işçilerle dayanışma içerisinde olmuştu. İşçilerin, Birleşik Metal-İş Sendikası Gebze Şube Başkanı Necmettin Aydın’la vinçlere çıkarak yapmış olduğu işgal eylemi sırasında dayanışma amacıyla orada bulunan DİSK, Nakliyat-İş ve Birleşik Metal-İş yöneticilerine, işçilere Gebze Emniyet Müdür Yardımcısı Süleyman Kaçmaz’ın talimatı ile biber gazı-coplu saldırısı olmuştu. Bu sırada sendikamız Örgütlenme Daire Başkanı Erdal Kopal ona yakın polisin saldırısı ile yaka-paça gözaltına alınmış, biber gazı, cebir, şiddetle darp edilmiştir. Kitlenin tepkisi sonucu belirli bir süre sonra serbest bırakılmıştı. Başta o dönem Gebze Emniyet Müdür Yardımcısı olan şu an Darıca Emniyet Müdürü olan Süleyman Kaçmaz’ın şikâyeti üzerine Gebze 5. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından Erdal Kopal hakkında Güvenlik Görevlilerine (polise) hakaret, direnmek, görev yaptırmamaktan dava açılmıştı. Erdal Kopal’ın şikâyetine ise hastaneden darp edildiğine ilişkin rapor almasına karşın Gebze Cumhuriyet Savcılığı takipsizlik kararı vermiştir. Yapılan yargılama sonucu Gebze 5. Asliye Ceza Mahkemesi, MUTAŞ İşvereni ve Gebze Emniyet Müdürü’nün (şu an Darıca Emniyet Müdürü) istemleri, beklentileri ve yönlendirmeleri doğrultusunda karar ver- miştir. Sendikamız Örgütlenme Daire Başkanı Erdal Kopal’a, Gebze 5. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından 17 Nisan 2013 tarihinde yapılan duruşma sonucunda Kamu Görevlilerine karşı görevinden dolayı hakaret suçundan sonuç olarak 1 yıl 15 gün hapis cezası, verilen bu cezanın ertelenmesi ve TCK 51/3’e göre 2 yıl denetim süresi belirlenmiştir. Polis memuruna karşı görevi yaptırmamak için direnme suçundan da 5 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına bunun da para cezasına çevrilmesine karar verilmiştir. Gebze 5. Asliye Ceza Mahkemesi’nin vermiş olduğu ceza kararları mücadeleci İşçi Sınıfı Sendikacılığına, sınıf dayanışmasına verilen haksız, adaletsiz, işçi-sendika düşmanı bir karadır. Sendikamıza, yöneticilerimize, temsilci ve üyelerimize yönelik baskılar, gözaltılar, tutuklamalar, hapis cezaları, cezaevleri bizleri, sendikamızı yıldıramaz. Sendikamız DİSK’in, devrimci sendikal mücadelesinin ilkeleri, gelenekleri ile mücadelesine devam edecektir. 18.04.2013 Nakliyat-İş Sendikası Genel Yönetim Kurulu AB-D Emperyalistlerine ve Yerli Uşaklarına Karşı Ulusal Egemenlik Parolasıyla Savaşma Günü olan 23 Nisan’ı alanlarda Kutladık Düzce PTT’de İşçi Kıyımına Son! Baştarafı sayfa 20’de Nakliyat-İş Sendikası Örgütlenme Daire Başkanı’na hapis cezası Kesintili Eğitim Sistemi ile çocukların geleceklerinin daha da karartıldığının altı çizildi. Basın açıklaması sırasında sık sık “Kahrolsun AB-D Emperyalizmi”, “Gün gelecek devran dönecek, Tayyipgiller halka hesap verecek”, “Yaşasın Demokratik, Laik, Tam Bağımsız Türkiye” sloganları atıldı. İstanbul’dan Kurtuluş Partililer *** İzmir Bilindiği gibi, 94 yıl önce Batılı Emperyalistler kutsal vatan topraklarımızı işgal etmişler ve güzel yurdumuzu yakıp yıkarak Halkımızı teslim almak istemişlerdi. Ancak Mustafa Kemal önderliğinde silaha sarılan Türkiye Halkları Birinci Antiemperyalist Ulusal Kurtuluş Savaş’ımızı başlatmış, ilkin emperyalistler karşısında dağınık haldeki güçlerin birleştirilmesi için toplantılar yaparak, yayımladıkları bildirilerle, genelgelerle milletin kendi kaderini eline alması gerektiği vurgulanmıştı. Emperyalist işgale karşı tam bağımsızlık şiarı ile dernekler kurulmuştu. Bütün bu girişimler 23 Nisan 1920’de Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kuruluşu ile taçlanmıştı. Batılı Emperyalistlere karşı yürütülen Bağımsızlık Savaşı’nın komuta merkezi olan TBMM, savaşın kazanılmasında önemli bir işlev üstlendi. Dört yıl süren zorlu bir savaşın sonucunda da emperyalistler ülkemiz topraklarından kovuldu. O zamanlar yenilgiye uğratılan sadece Batılı Emperyalistler değildi. Halkımızı bu emperyalistlere teslim olmaya çağıran ve onlarla işbirliği yapan Hilafet ve Saltanat savunucuları da hak ettikleri dersi almışlardı. Ancak aradan geçen 94 yıldan bu yana Birinci Ulusal Kurtuluş Savaş’ımızın kazanımları birer birer aşındırıldı. Bu kazanımlar son 11 yılda da Ortaçağcı Tayyipgiller tarafından tırpanlanmakta ve halkımız Birinci Ulusal Kurtuluş Savaş’ımızın değerlerine hızla yabancılaştırılmaktadır. Son yıllarda olduğu gibi bu yıl da Cumhuriyetin Meclisinde görev yapan ve yönetim koltuklarını işgal eden Ortaçağcılar, 23 Nisan’ın içini boşaltmaktadırlar. Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık makamını işgal eden bu Ortaçağcılar artık kutlama törenlerine dahi katılmaz oldular. İşte bu nedenle Ulusal Egemenliğimizin simgelerinden olan 23 Nisan’a sahip çıkmak bu yıl da- ha da bir önem arz etmektedir. Bunun için HKP İzmir İl Örgütü olarak 23 Nisan 2013 günü İzmir Fuarı’ndaki TÜYAP Kitap Fuarı’nın girişinde bir kutlama etkinliği gerçekleştirdik. Genel Merkezimiz tarafından hazırlanan açıklama metni genç bir arkadaşımız tarafından okundu. Halkın yoğun ilgi gösterdiği etkinliğimizde sık sık; “Emperyalistler, İşbirlikçiler Geldikleri Gibi Gidecekler”, “Kahrolsun AB-D Emperyalizmi”, “Yaşasın İkinci Kurtuluş Savaşımız” gibi sloganlar atıldı. İzmir’den Kurtuluş Partililer *** Ankara Bu toprakların İkinci Kurtuluş Savaşçıları, Birinci Antiemperyalist Kurtuluş Savaş’ımızda Yörük Ali Efe Çetesi’nde elde silah Emperyalist Yedi Düvele karşı mücadele eden Hikmet Kıvılcımlı’nın öğrencileri olan biz Kurtuluş Partililer, Birinci Kurtuluş Savaşçılarının Kumanda Merkezi TBMM’nin kuruluş yıldönümü olan 23 Nisan’da Ankara’da Kızılay Meydanı’nda Halkımıza 23 Nisan Bildirilerimizi ulaştırdık. İşçi Sınıfının Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü olan 1 Mayıs nedeniyle Karanfil Sokak’ta açmış olduğumuz standımızda da 23 Nisan Bildirilerimizi yoğun şekilde dağıttık. 23 Nisan’ları, 19 Mayıs’ları, 29 Ekim’leri ortadan kaldırmak, Antiemperyalist Kurtuluş Savaşı’mızın Önderi Mustafa Kemal’i unutturmak isteyen AB-D Emperyalistlerine ve yerli satılmış Tayyipgiller’e inat, her 23 Nisan’da, 19 Mayıs’ta, 29 Ekim’de, 10 Kasım’da alanlarda olmaya devam edeceğiz. Ankara’dan Kurtuluş Partililer D Yurtiçi Kargo, Direnişçilere geri adım attıramadı! “Yılmadık Yılmayız, Kazanacağız!” İSK Nakliyat-İş Sendikası, eylül ayından bu yana kargo ve lojistik işletmelerinde “İnsanca Yaşayabilecek Bir Ücret ve İnsanca Çalışma Koşulları İçin Sendikalı Ol! akliyat-İş’e Üye Ol!” kampanyası yürütüyor. Bu çerçevede yapılan yoğun örgütlenme faaliyeti sonucunda, kargolarda çalışan işçiler, çalışma saatlerinin uzun olmasına, ağır iş koşulDevamı sayfa 19’da K urtuluş Partisi, faaliyetlerini engelleyen Gaziantep Valiliğine dava açtı G eçtiğimiz günlerde Halkın Kurtuluş Partisi tarafından; tüm dünyanın gündeminde olan, AB-D Emperyalistlerinin Suriye’de çıkarttıkları savaş, Tayyipgillerin bu savaşta aldıkları rol ve topraklarımıza patriot füzeleri yerleştirilerek tarafı olmadığımız bir savaşa sürük- lenmemizi eleştiren, “Ey Amerika, Sen de, ATO’n da, Uşakların da Yıkılacaksınız! Lanetle Anılacaksınız!” sloganın bulunduğu afişler hazırlanıp basılmıştı. Ancak afişler basılır basılmaz İstanbul 1 No’lu Hâkimliği (Özel Devamı sayfa 17’de HKP, Halkların Gerçek Kardeşliğinin Savunucusudur “Ermeni Soykırımı” Yalanı Emperyalistlerin Halkları Birbirine Boğazlatma Planıdır Nakliyat-İş Sendikası’ndan Koç Holding’e bağlı Migros İşvereninin Sendikamıza karşı açmış olduğu Maddi-Manevi Tazminat Davaları reddedildi S endikamız, İzmir’de faaliyet gösteren ve daha sonra MİGROS bünyesine alınan TANSAŞ’ın alt işvereni A-LOJİSTİK A.Ş işyerinde çalışan 300 civarındaki işçiyi 30 Haziran 2006 tarihinden itibaren üye yapmaya başlamış ve 5 Temmuz 2006 tarihi itibariyle de çoğunluğu sağlayarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na yetki başvurusu yapmıştı. Bu tarih itibariyle de işyerinde TİS yapma yetkisini almıştı. Ancak sendikamızın işye- rinde örgütlendiğini öğrenen işveren, 6 ve 7 Temmuz 2006 tarihlerinde işçilerle toplantılar yaparak ve işyerine noter getirerek sendikadan istifa etmeleri için baskı yapmıştı. Bunda başarılı olamayınca da ilk etapta 10, ardından da 25 üyemizi işten çıkartmıştı. Daha sonra da yeni bir hile yöntemine başvurarak, “TANSAŞ’ın MİGROS’a iltihak ettiği” gerekçesiyle Taşeron firma İSK Nakliyat-İş Sendikası yaptığı açıklamada Örgütlenme Daire Başkanı Erdal Kopal’a Sendikal Mücadele- 2010 yılında Konfederasyonumuz üyesi Birleşik Metal-İş Sendikası, Gebze’de bulunan MUTAŞ işyerinde örgütlenmiş ve toplu iş söz- D Nakliyat-İş Sendikası Örgütlenme Daire Başkanı’na hapis cezası den-Dayanışmadan dolayı Gebze 5. Asliye Ceza Mahkemesinin Kamu Görevlilerine (Polise) Karşı Hakaret, Direnme, Görevini Yaptırmamadan verilen hapis cezasını protesto ettiğini açıkladı. Yapılan basın açıklamasını yayımlıyoruz: H İstanbul alklarımızın haklı ve meşru Direnişi olan Birinci Kuvayimilliye Savaş’ımızın kumanda merkezi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışı ve Türkiye Halklarının kendi kaderini eline alışının cisimleştiği 23 Nisan’ın 93. yıldönümünde, Kurtuluş Partililer olarak Bakırköy’de bir basın açıklaması düzenledik. Açıklamayı Halkın Kurtuluş Partisi Bakırköy Devamı sayfa 19’da leşmesi için yetki almıştı. İşveren, işçi-sendika düşmanlığı yaparak işçileri işten çıkarmıştı. Birleşik Metal-İş üyesi işçiler de direnişe başlamış ve vinçlere çıkarak işgal eylemi yapmışlardı. Devamı sayfa 19’da Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü Genel Direktöründen Fidel’e Mektup Sevgili Yoldaş: Size Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO)’nun Genel Direktörü sıfatıyla seslenmenin onurunu yaşıyorum. Sizi ve tüm Küba Halkını, 1996 yılında Roma’da gerçekleştirilen Dünya Gıda Zirvesi’nde alınan “her bir ülkedeki yetersiz beslenen insan sayısını 2015 yılına kadar yarı yarıya azaltma” hedefini vaktinden önce hayata geçirdi-ğiniz için tüm Haberi sayfa 12’de AB-D Emperyalistlerine ve Yerli Uşaklarına Karşı Ulusal Egemenlik Parolasıyla Savaşma Günü olan 23 Nisan’ı alanlarda Kutladık Devamı sayfa 17’de A Obama’dan Tayyip’e: “Saldır Tayyip!” BD Emperyalizmi “Saldır tan ekibi oldu. Ve aralarında PentaTayyip” dedikçe, gazı yiyen gon, ABD Dışişleri Bakanlığı ve Uşak Tayyip, hem Suriye’de CIA’de çalışmış Ortadoğu uzmanEsad Rejimine höykürüyor, hem de larının yer aldığı ekipler, senaryo coşkuyla Türkiye’yi parçalamak için uyarınca temsil ettikleri ülkeler adıdavranıyor. Biz biliyoruz ki bu ikisi za- na kararlar aldı. Ve bir gün süren ten birbirinden ayrılmaz. Türkiye’nin simülasyonun ardından da ABD ve parçalanış süreci Suriye’nin parçalanış bölgedeki iki yakın müttefiği Türkiye ile Suudi Arabistan’ın 2013 sürecinden ayrı değildir. Önce sözde “Muhalif” çapulcuların isanı’nda hangi durumda olacakkimyasal silah (sarin gazı) kullanması, ları tahmin edilmeye çalışıldı. “Simülasyonun en kilit ülkesi bundan hemen sonra Reyhanlı’daki provokasyon, yeni bir “Saldır Tayyip” Türkiye’ydi. Çünkü hem ABD, hem gaz verişidir Tayyip’e. Nitekim Yandaş Suudi Arabistan ekipleri, oyun Basın ağız birliği edip hızla bu CIA boyunca atacakları adımlarda önce provokasyonlarını hemen Esad’a ya- Türkiye’yi gözledi, Türkiye’den lidmamaya çalışmıştır. Oysa durum açık- erlik beklendi. Türkiye ise hiçbir tır. Geçen yıl bu CIA operasyonu, Hür- aşamada tek başına hareket etme ve riyet’te Tolga Tanış’ın haberi ile basına olaylara tek başına müdahale etme olmadı. Son derece sızmıştı. Tolga Tanış’ın “O Bomba yanlısı ABD’de Oynanmış” başlığı ve “AB- muhafazakâr bir politika izleyen D’nin en önemli 3 düşünce kuruluşu Türkiye ekibi, özellikle ABD ve A27 Haziran 2012 tarihinde liberal- TO’nun bir askeri müdahale durulerin kalesi olarak bilinen Brook- munda yanında olması ve uluslararası meşruiyet ings’te bir araya şartı aradı. Senarygelerek Suriye onun en kritik kıskriziyle ilgili savaş mını da bu denge oyunu oynadı” alt oluşturdu. Türkiye başlığıyla verilen oyunun sonuna haberinde şu önemli kadar Suriye’ye tek bilgiler veriliyordu: başına müdahale “ABD’nin en etmekten önemli düşünce kukaçındı. ABD ve ruluşlarının 27 Suudi Arabistan Haziran’da Washise ington‘da çok AB-D Emperyalistlerinin Reyhanlı ekipleri Türkiye’yi buna çarpıcı bir “savaş Provokasyonu zorladı. oyunu” oynadıkları “Önce Suriye’deki olaylarda ortaya çıktı. Düşünce kuruluşlarının Suriye’ye ilişkin senaryosu dikkate ölenlerin sayısının artması meselesi alındığında, son günlerde Türkiye’de gündeme geldi. Türkiye yine müdayaşanan gelişmelerin iki ay önceden haleden uzak durdu. Bu kez öngörüldüğü anlaşılıyor. Hürriyet’in Suriye’den kaçan mültecilerin sayısı edindiği bilgiye göre, simülasyonda, arttı. Bu da Türkiye’nin müdahaleAğustos 2012’den isan 2013’e sine yetmedi. Senaryonun ilerleyen kadar bölgede yaşanacaklar kısımlarında ne zaman ki Türkiye’de bombalama olayları başladı. Tüm tartışıldı. “Washington’daki düşünce kuru- dengeler değişti. Ve sonunda luşları tarafından çok sık tekrar- Türkiye, Suriye’ye tek başına lanan simülasyonlardan biri olan girmek zorunda kaldı. Böylece çalışma, pek alışılmadık bir biçimde ABD ve Suudi Arabistan ekiplerinin liberallerin kalesi Brookings ve istediği oldu, Türkiye Suriye’ye bir Cumhuriyetçilerin toplandığı Ameri- askeri müdahaleye başladı.” (Hürcan Enterprise ile Savaş Çalışmaları riyet, 24 Ağustos 2012) Senaryo Nisan 2013’e kadar olaEnstitüleri tarafından ortaklaşa yürütüldü. Brookings Enstitüsü, cakları koyuyordu. Önce Gaziantep’te, simülasyonun sonuçlarını önceki sonra Cilvegözü’nde bombalamalar hafta 11 sayfalık bir memoya oldu. Bu arada Suriye’den kaçış teşvik dönüştürüp üyelerine de dağıttı. An- edildi. Ve en son 11 Mayıs’ta kanlı cak kural gereği, bir gün süren savaş Reyhanlı provokasyonu uygulandı. Bir oyununa katılanların ismini ve üz- ay kadar bir gecikmeyle aynen erinde konuşulan senaryoyu açıkla- yürütüldüğünü görüyoruz senaryonun. Amaç, halkın gözünü boyayarak madı. “Hürriyet’e bilgi veren kay- Türkiye Kamuoyunu Esad Yönetimi’ne naklar, savaş oyununun üç grup karşı yürütülecek haksız saldırılara hazırlamaktır. halinde oynandığını anlattılar. Bu senaryonun oluşturulduğu Buna göre bir grup ABD, bir grup Türkiye, bir grup da Suudi ArabisDevamı sayfa 18’de samimiyetimle kutlarım. Mutlaka hatırlayacağınız gibi, o zirvede varlığınızla bizi onurlandırmış ve kısa fakat etkili bir konuşma gerçekleştirmiştiniz ki bu konuşmanız örgütümüzün kollektif belleğinde hâlâ canlıdır. Sözlerinizi, “Eğer insanlık kendini Devamı sayfa 19’da D Düzce PTT’de İşçi Kıyımına Son! Kurtuluş Yolu İSK/Nakliyat-İş Sendikası’nın örgütlenme çalışmaları sonucunda PTT Düzce Başmüdürlüğünde taşeron olarak çalışan işçiler sendikaya üye olmuş, bunu duyan işveren de 9 işçiyi işten atmıştı. Atılan işçiler en meşru Devamı sayfa 19’da Ç I K I R O Y
Benzer belgeler
55.sayıya ulaşmak için tıklayınız
Bizde zaman aşımı yoktur!
Bizde insanlığa karşı işlenmiş suçların
affı yoktur!
Bilin ve unutmayın!