Sayı 13 - TüvTürk
Transkript
Sayı 13 - TüvTürk
GEZİ KIŞIN KEYFI DAĞDA ÇIKAR 01 02 03 2015 Kariyer Etkili olmanın yedi altın kuralı Tarihten Fareli Köyün kavalcısı ve çocukları Söyleşi Araf’ta kalmış rollerin usta canlandırıcısı: Serdar Orçin SOSYAL MEDYA BİLGİSAYAR OYUNLARI KİTAP-SİNEMA MAGAZİN Dalgaların çobanları: Deniz Fenerleri English Summary of Contents 6552 sayılı kanun düzenlemesiyle araç muayene gecikme bedellerine gelen tarihi indirim fırsatı uzatıldı! Bu tarihi fırsatı kaçırmayın, gecikmiş muayenenizi hemen yaptırın! Ayrıntılı bilgi için; tuvturk.com.tr * GEÇ KALMAYIN Aslolan insandır… Yeryüzündeki en önemli şey, insan hayatıdır kuşkusuz. Yaşamın bize sunulmuş bir armağan olduğunu bilmek ve bu armağana iyi bakmak bizlerin ellerinde. O nedenle de attığımız her adımda, gerçekleştirdiğimiz her faaliyette, hem kendimizin hem de çevremizdekilerin yaşam hakkını korumayı önceliklerimiz arasına almamız gerekiyor. TÜVTÜRK olarak bizler de yaşamın ve insanın kutsal olduğuna inanıyoruz. Gerek kurumsal, gerekse bireysel kimliğimizle tek bir hedefle yol alıyor; insan hayatını korumak amacıyla gayret sarf ediyoruz. Tüm iş planlarımızı, tüm yatırımlarımızı, etkinliklerimizi bu hedef doğrultusunda seferber ediyoruz. Biz insanı temel alarak oluşturduğumuz stratejiler doğrultusunda ilerlerken, yaşanan birtakım gelişmelerse yaptıklarımızın doğruluğuna olan inancımızı pekiştiriyor. Gelen her yeni yılın, insanın umutlarının tazelenmesine vesile olduğu bir gerçek. Temelleri geride bıraktığımız yıl içinde atılan kimi adımlar, 2015 yılında, araç muayenelerine yönelik toplumsal duyarlılığın ve farkındalığın artacağına dair umutlarımızı yüceltiyor. Bu uygulamalardan ilki, ikinci el satışlarda araç muayenesinin yapılmış olması şartıydı. Buradan da anlaşılacağı gibi, ikinci el satışı yapılacak araçların, yasal olarak öncelikle geçerli bir muayenesinin olması gerekiyor ki, bu durum teknik eksiği ya da kusuru bulunan araçların trafiğe çıkamayacağını gösteriyor. İkinci ve bir diğer önemli uygulamaysa araç muayenesine ilişkin gecikme cezalarının yapılandırılması, diğer bir ifadeyle araç sahiplerine kaçırmamaları gereken bir imkân sunulmasıydı. Gerekçeleri ne olursa olsun, bugüne kadar araçlarının muayenelerini yaptırmayanlara tanınan bu hak sayesinde, trafik güvenliğinde bir adım atılmış; daha da önemlisi, araçlardaki herhangi bir kusur nedeniyle meydana gelebilecek kazaların önüne geçilmiş oldu. Sözünü ettiğimiz her iki uygulamanın, bizleri, insan hayatını kutsal sayan ve trafikteki can kayıplarını en aza indirme hedefimize biraz daha yaklaştıracağına kuşku yok. Faaliyete başladığımız günden bu yana, üzerinde hassasiyetle durduğumuz ve bundan sonraki yıllarda da durmaya devam edeceğimiz bu hususta, en önemli rolü çalışma arkadaşlarımızın üstlendiğinin bilincindeyiz. Eğitimli, donanımlı, işiyle ilgili gelişmeleri takip eden, kaliteli hizmet sunmayı öncelikleri arasında değerlendiren tüm çalışma arkadaşlarımın, bugüne kadar gösterdikleri özveriyi bundan sonra da göstereceğine inancım tam. GEREK KURUMSAL, GEREKSE BIREYSEL KIMLIĞIMIZLE TEK BIR HEDEFLE YOL ALIYOR; INSAN HAYATINI KORUMAK AMACIYLA GAYRET SARF EDIYORUZ. TÜM IŞ PLANLARIMIZI, TÜM YATIRIMLARIMIZI, ETKINLIKLERIMIZI BU HEDEF DOĞRULTUSUNDA SEFERBER EDIYORUZ. TÜVTÜRK olarak bizler, bugün olduğu gibi yarın da yüksek kalitedeki muayenelerle, trafik güvenliğine en yüksek oranda katkıda bulunarak, müşteri yoğunluğunu yönetebileceğimiz doğru yatırımları doğru zamanda yaparak, insan hayatına verdiğimiz önemi bizzat çalışmalarımızla gözler önüne sermeye devam edeceğiz. Çünkü bizler için insan hayatı her şeyin üstündedir. Bu vesileyle, 2015 yılının tüm insanlık için iyi bir yıl olmasını umuyor, kazasız günler diliyorum… Saygılarımla… KEMAL ÖREN TÜVTÜRK Genel Müdürü * Muayene süresi 11 Eylül 2014'ten önce dolan araçlar indirimden faydalanabilecektir. TÜVTÜRK Araç Muayene ‹stasyonları TÜVTÜRK, bir TÜV SÜD - DOĞUŞ - BRIDGEPOINT ortaklığıdır. www.tuvturk.com.tr /TUVTURK /TUVTURK İSTASYON 3 46 Sağlık 24 Söyleşi 18 Tarihten İçindekiler OCAK-ŞUBAT-MART 2015 06 HABERLER Dünyada ve Türkiye’de öne çıkan haberler... 10 HAYAT Deniz fenercileri, yol gösteren kulelerinden birer birer ayrılıyor. Dalgaların, yolcuların ve rüzgârların bilgeliğini taşıyan fenerlerse yavaş yavaş kitapla, felsefeyle, sanatla doluyor. 18 TARİHTEN Kapak fotoğrafı: Mustafa Seven 4 İSTASYON Çocukluğumuzun en önemli masallarından Fareli Köyün Kavalcısı, gerçekten yaşamış ve çocukları götürmüş olabilir mi? 10 Hayat 24 SÖYLEŞİ Yakın bir tarihte başlayacak Beş Kardeş dizisiyle evlerimize konuk olacak Serdar Orçin, hem kariyerini hem de özel hayatını anlattı. 28 KARİYER Stephen R. Covey’in “Etkili İnsanların Yedi Alışkanlığı” adlı kitabı, iş dünyası içinde olan herkes için rehber olabilecek nitelikte. 32 OTOMOBİL Hafif metallerin kullanımından silindirlerin yarısını devre dışı bırakan sisteme kadar birçok yeni teknoloji hayatımızı kolaylaştırıyor. 34 Gezi 34 GEZİ Gerek yurtiçinde, gerekse Avrupa’da kaliteli pistleri, spor sonrası yorgun bedeninizi şımartan aktivite seçenekleri, lüks yeme-içme ve konaklama mekânlarıyla pek çok kayak merkezi sizi bekliyor. bölgesinde ve aort damarında gözlemlenen; tedavi edilmediği takdirde ölümcül sonuçlara yol açan anevrizmayla ilgili bilinmesi gerekenler. 48 UZMAN GÖZÜYLE Otobüslerin muayenesiyle ilgili merak edilen tüm ayrıntılar… 40 YEMEK Bu kış küçük ve leziz bir değişiklik yapalım: Konuklarımıza çay, kahve yerine geleneksel kış içeceklerimizden boza ve salep ikram edelim… 46 SAĞLIK Vücudun daha ziyade beyin 52 OYUN Konsol ve mobil oyunlar… 58 TÜVTÜRK TÜVTÜRK’ten haberler. 62 ENGLISH SUMMARY OF CONTENTS İmtiyaz Sahibi TÜVTURK Kuzey Taşıt Muayene İstasyonları Yapım ve İşletim A.Ş. Adına Kemal Ören Yönetim Yeri Büyükdere Caddesi, No: 255 Kat: 17-18 Maslak-Şişli-İSTANBUL Yayın Yönetmeni Sema Uludağ Yayın Koordinatörü M. Koray Özcan (Sorumlu Müdür) Görsel Yönetmen Erhan Teksöz Yapım Yeri Doğuş Grubu İletişim Yayıncılık ve Ticaret A.Ş. Doğuş Power Center Ahi Evran Polaris Caddesi No: 4 Maslak 34398 İstanbul Tel: 0212 304 00 00 (Santral) Baskı yeri Ömür Matbaacılık A.Ş. Beysan Sanayi Sitesi Birlik Cad. No: 20 Haramidere-Beylikdüzüİstanbul Tel: 0212 422 76 00 Yayın Türü Üç aylık yaygın süreli yayın, TÜVTÜRK Araç Muayene İstasyonları kurumsal yayınıdır, parayla satılmaz. [email protected] İSTASYON 5 HABERLER PEYNIRE BIR DE BU GÖZLE BAKIN! İçinden yükselen sese kulak ver! Aslında megalomanlığın simgesi n Hemen hepimize olmuştur: Sabah yataktan kalktığımız andan itibaren ya da gün içinde zihnimizde bir şarkı dolanır durur. Bazen günler, bazen de haftalarca aynı şarkıyı mırıldanırız. Neden ve nasıl dilimize takıldığını da bilmeyiz üstelik. İşte biliminsanları bu sorunun peşine düştü. Ve ne buldular dersiniz? Böylesi bir durumun beynimizin bir bölümünün kontrolümüz dışına çıktığının göstergesi olduğunu... BBC’nin haberine göre, Londra’daki Goldmiths Üniversitesi’nde bu konu n Günümüzde birçok organizasyonun vazgeçilmez objesidir kırmızı halı. Objektifler, üzerinde yürüyenleri görüntülemek için birbiriyle yarışırken, onun üzerinden arz-ı endam etme şansına nail olanlar peri masalının başrolünde kendileri varmış, bu dünya dönüyorsa eğer onlar sayesinde dönüyormuş havasına bürünürler. Kırmızı halı seremonisinin tarihçesiyse bambaşka bir gerçeği ortaya çıkartıyor. Halı geleneğine ilişkin ilk yazılı kayıt, MÖ 5’inci yüzyılda Aiskhylos’un (Eshilos) yazdığı Agamemnon trajedisinde kendini gösteriyor. Söz konusu eserin en önemli karakterlerinden Clytemnestra, kocası Kral Agamemnon’u karşılamak için tanrıların kullandığı bir yönteme başvurarak yoluna bir halı serer. Agamemnon, önce bu halıda yürümeye çekinir; çünkü kendini Geçtiğimiz günlerde BBC Future dergisinde yayınlanan bir haber, kahvaltı sofralarımızın bir numaralı oyuncusu peynire yönelik tutkumuzu değilse bile, bakış açımızı değiştirecek nitelikte... n Kısa sürede bozulan sütün ömrünü uzatmaya çalışanlar tarafından keşfedilen peynir, günümüzde onlarca çeşidiyle masalarımızı süslüyor. Altın tozu serpilmiş Stilton’dan Sardinya Adası’na özgü kurtlusuna kadar birçok çeşidi bulunan peynirle ilgili bir haber hazırlayan BBC Future dergisi, makalesinde bu besinle ilgili hayli ilginç bilgiler veriyor. Peynirin aslında, bakteri ve mantarların inşa ettiği bir mikroorganizmalar kalesi olduğu cümlesi ise makalenin özünü oluşturuyor. Ayrıntılara gelince… Her şey, asitik hale getirebilmek için süte laktobasil veya streptokok katılmasıyla başlıyor. Daha sonra eklenen bir enzim, süt proteinlerini parçalıyor; parçalanan proteinlerse yanına sütteki yağı da alarak topak haline geliyor. Peynir yapmak için bu topaklar toplanıyor ve süzülmesi için üzerine bir ağırlık konarak beklemeye bırakılıyor. İşte bu bekleme sırasında diğer mikroplar, kendi özelliklerini peynire aşılamaya başlıyor. Örneğin ünlü Rokfor peynirine camgöbeği renkli küflü dokuları kazandıran şey, Fransa’daki mağaralarda bulunan ve Penicillium roqueforti adı verilen bir mantar. Bu peynir, küflenmesi için mağaralarda bekletilebildiği gibi, aynı mantarın sonradan eklenmesiyle de üretilebiliyor. Tam bir küf ürünü olan tutkalımsı peynirlere verilecek en iyi örneklerden Kamembert’teyse, peynirin üst tabakasını üs edinen Penicillium camemberti adlı mantar, ürettiği enzimlerin peynirin içine kadar gitmesini sağlıyor. Sütteki laktik asit tuzunu sindirerek peynirin dışını içinden daha asidik hale 6 İSTASYON getirip kalsiyum fosfat iyonlarını yüzeye doğru çıkarıyor. Bu iyon hareketi, peynirin içini yumuşatırken dışında daha fazla protein sindirimi amonyak üretilmesine neden oluyor. Bu da Kamembert peynirine kendine özgü kokuyu veriyor. Epoisses ya da Limburger gibi olgunlaşma sürecinde birçok kez tuzlu suyla yıkanan kabuklu peynirlerse, Brevibakteri linen bakterilerine ev sahipliği yapıyor. Bunların yaydığı butrik asit ve izovalerik asit gibi moleküller, peynire farklı bir koku veriyor. Bir tür kaşar peyniri olan çedar ise bekleme sürecinin başında eklenen laktobasil bakterisiyle özgün tadını ve kokusunu kazanıyor. Tüm bunlardan anlaşılacağı üzere, biliminsanları peynirin olgunlaşma sürecinde rol alan mikropları ve becerilerini anlamaya çalışıyor. Ve elde edilen her bilgi peynire duyulan hayranlığı daha da artırıyor. üzerine araştırma yapan ekip, en çok dile dolanan 5 bin şarkıyı tespit etti. Şarkıların ortak özelliği, nakaratlarının basit sözlerden oluşması… Beynin müziğe karşı hassasiyet göstermesi, müziğinse tekrar içermesi, dile dolanan şarkılardan neden kolay kurtulamadığımızın yanıtlardan biri. Hafızayla ilgili yapılan araştırmalar, hafızamızda “köle sistemleri” olarak adlandırılan olgular bulunduğuna dikkat çekiyor. Görsel bilgileri toplayan “zihin gözü” veya telefon numaralarını aklımızda tutmamızı sağlayan “içkulak” köle sistemlerden sadece ikisi... Dile dolanan şarkıların etkilediği kısım da “içkulak”ın ta kendisi. Gün içindeki planlarımızı, yapılacak işler listesini veya başıboş düşünceleri tekrarlamak yerine, içkulağımız bir şarkının birkaç notasına veya sözlerine takılır. Peki, bu durumdan nasıl kurtulabiliriz. Yanıt çok açık: Başka bir şeyle ilgilenerek... Kontrolümüz altında olmayan bu alana istediğimiz kadar “kes sesini” diyelim, işe yaramayacaktır. Yapılacak en iyi şey, onu başka bir işle görevlendirmek.. BU KORKUNUN ALTINDA DA GENLER VAR! n Birçok çocuğun yanı sıra bazı yetişkinlerin de korkulu rüyasıdır matematik. Rakamlardan oluşan karmaşık yapının içinden çıkmak, tabiri caizse deveyi hendekten atlatmaktan daha zordur onlar için. Özellikle ebeveynler, çocuklarının matematikle olan ilişkisini “ilgisi yok” ya da “üzerine eğilmiyor, o nedenle de anlamıyor” sözleriyle açıklaya dursun, yapılan araştırmalar işin içine bir de genlerin girdiğini gösteriyor. www.sciencedaily.com sitesinin söz konusu araştırmalardan yola çıkarak hazırladığı habere göre, 216 tek ve aynı cinsiyete sahip 298 çift yumurta ikizinin denek olduğu bu çalışmada, matematik korkusuna yol açan ve genetik farklılıklarla açıklanabilecek iki faktör ortaya çıktı. Bu faktörlerden biri, matematiksel kognitif (zihinsel) performansı, diğeri ise anksiyete (kaygı duyma hali) yatkınlığı. Araştırmada çocuk denekler, anaokulu veya birinci sınıftan itibaren takip edilmeye başlandı ve takip süreci 9 ila 15 yaşlarına kadar sürdürüldü. Araştırmaya, kişinin öğrenme kapasitesi ve problem çözme yeteneği üzerinde büyük etkisi olabildiği için anksiyeteye yönelik bulgular da dâhil edildi. Ardından tüm çocuklar, matematik anksiyetesi, genel anksiyete, matematiksel problem çözme ve idrak yeteneklerini test edecek değerlendirmelere tabi tutuldu ve istatistiki veriler oluşturuldu. Tüm değerlendirmelerin sonucunda, matematik korkusunun, kişinin genetik faktörlerinden ileri gelen matematik yeteneği yoksunluğu ve anksiyete eğilimiyle ilgili olabileceği sonucuna varıldı. Bağış yapın, DNA’nız Ay’a gitsin n Başta sivil toplum kuruluşları olmak üzere birçok kurum, gerçekleştireceği faaliyetlerin finansal kaynağını sağlayabilmek amacıyla bağış kampanyaları düzenliyor ve çağrılarına kulak veren bağışçıları ödüllendiriyor. Bunun son örneği, İngiltere’den geldi. İngiliz mühendislerin liderliğindeki ekip, “Lunar Mission One” adını verdikleri proje kapsamında, 10 yıl sürecek çalışma sonucunda Ay’a bir modül göndermeyi planlıyor. Buraya kadar her şey olağan… Ancak sıra dışı olan yönü, proje için gereken 780 milyon Dolar’ın büyük kısmının, bağışlarla karşılanması ve belli bir rakamın üzerinde bağış yapanların kendilerinden bir parçanın Ay’a gönderilmesi. İnternet üzerinden faaliyet gösteren proje finansmanı sitesi Kickstartet ile işbirliği yapan ve böylelikle 1 milyon Dolar toplamaya çalışan proje ekibi, 80 Dolar ve üzerinde bağış yapanlara istedikleri fotoğrafları, mektupları ya da DNA örneklerini “zaman kapsülüne” koyup Ay’ın yüzeyine gömmeyi vadediyor. Proje ekibi ayrıca, insanlık tarihini anlatan büyük bir arşivi de Ay’ın zeminine gömmeyi planlıyor. tanrı yerine koyacaktır. Ama karısı ısrar edince, kendini beğenmiş Agamemnon halının üzerinde yürür. Böylece Clytemnestra, kocasının nasıl bir megaloman olduğunu kanıtlar… Halı sadece Batı değil, Doğu toplumlarında da önemli bir obje. Asya’da bir hükümdar, bir çadırın önüne oturduğunda, yere halı serilmesi ya da Topkapı Sarayı’nın kapılarından Babüssade önünde bayramlaşma, tahta çıkış törenleri yapılırken kapının önüne halı koyulup tahtın bunun üzerine kurulması, bu duruma verilebilecek örneklerden. Sinema endüstrisinde kırmızı halı geleneğinin 18 Ekim 1922’de başladığı söylenir. O gün, Hollywood’da Mısır Sineması açılmış ve Douglas Fairbanks’ın başrolünü oynadığı Robin Hood gösterilmiştir. Bu olay, sonraki etkinliklerin de ilham kaynağı olur . İSTASYON 7 HABERLER HAZIRLAYAN: MÜFİT YILMAZ GÖKMEN PAHALI AMA FARKLI BIR KAMERA 2015’in ilk günlerinden itibaren, firmalar birbiri ardına yeni ürünlerini tüketiciyle buluşturuyor. Lytro’nun Illum adını verdiği fotoğraf makinesi de yeniler arasında ve bu ürün dikkatleri üzerine çekmekte zorlanmıyor. Microsoft da Bitcoin’e kapılarını açtı n Amazon, Dell, Virgin Galactic ve Tesla Motors gibi büyük firmaların ardından, Microsoft da sanal para birimi Bitcoin ile ödeme kabul etmeye başladı. Microsoft, sanal para birimiyle Windows, Windows Phone ve Xbox ürünlerinin satın alınabileceğini açıkladı. İlk olarak ABD’de hayata geçen uygulamanın, 2015 boyunca birçok ülkeye yayılması bekleniyor. Microsoft’un açtığı kapı sayesinde Bitcoin, ilk kez konsol dünyasına adım atarken, masaüstü ve mobil piyasadaki konumunu güçlendirecek. En aktifi Instagram n Fotoğrafların Tweet’lerden daha ilgi çekici olduğu, sonunda resmiyet kazandı. Facebook tarafından Nisan 2012’de satın alınmasının ardından mobil dünyada hızlı yükselişini sürdüren Instagram, 300 milyon kullanıcıya ulaştığını açıkladı. Henüz dört yaşında olan fotoğraf ve video paylaşım platformu, böylece aktif kullanıcı sayısı 284 milyon olan Twitter’ı, geride bıraktı. Amatör ve profesyonel fotoğrafçıların yanı sıra sayısız kurum ve markanın boy gösterdiği Instagram’da her gün paylaşılan fotoğraf sayısıysa 70 milyon. Dört yıllık arşivindeki fotoğraf sayısını 30 milyara çıkaran Instagram, Tumblr, Snapchat ve Pinterest ile birlikte en hızlı büyüyen sosyal ağlardan biri. 8 İSTASYON GÖRSEL IKIZINIZI YARATABILECEKSINIZ n Yakın gelecekte birçok amaç için kendinizi 3D olarak dijital ortama aktarabilir, bu sayede yaşam standardınızın önemli ölçüde artmasını sağlayabilirsiniz. New York merkezli Body Lab firmasının geliştirdiği teknoloji, vücudunuzu tarayarak görsel ikizinizi yaratıyor. Body Lab, insan vücudunu 3D bir görsele çevirerek üretimden tasarıma, alışverişten hizmet sektörüne kadar, birçok alanda fayda sunulabileceğine inanıyor. Örneğin yeni arabanı- zın sürücü koltuğunu vücudunuza göre tasarlatabilecek, vücut ölçülerinize en uygun kıyafeti diktirebileceksiniz. Hatta yeni nesil oyunlarda kendi dijital karakterinizi yönetebileceksiniz. Body Lab, insan vücudunu dijital bir platforma dönüştürerek iş dünyası ve tüketiciler arasındaki arayüzü tamamen değiştirmeyi amaçlıyor. Dijital dünyaya aktarılmak, şüphesiz dijital hayata adaptasyonun en ilginç adımlarından biri olacak. EN GIZLI UYGULAMA PLATFORMU GELIYOR n Telefon görüşmelerinden atılan SMS’lere ve e-mail yazışmalarına kadar, tüm işlemleri şifreleyen Blackphone, Ocak 2015’te uygulama platformunu da hizmete sunacak. Geliştiriciler için yeteneklerini sınayabilecekleri yeni bir fırsat olarak belirecek Blackphone uygulama platformuna, sadece belirli güvenlik testlerinden geçirilen yazılımlar kabul edilecek. Donanım geliştiricisi Geeksphone ve şifreli iletişim teknolojileri sunan Silent Circle tarafından geliştirilen Blackphone, içeriğinde Spaces yazılımıyla sunulacak. Spaces, Blackphone’da iki ayrı kullanıcı hesabı oluşturulmasına imkân verecek. Uygulamaları ve diğer tüm içerikleri kendilerine özgü olacak hesaplardan biri iş, diğeri sosyal amaçlı kullanılabilecek. n İlk kamerasını 2012’de sunan Lytro, en yeni modeli Illum ile 2015’te fazlasıyla dikkat çekebilir. Son derece hareketli LCD ekranının öne çıktığı farklı bir tasarıma sahip olan Illum, 2012’de sunduğu aydınlık alan görüntüleme teknolojisini de geliştirdi. Illum’un kamera sensörü, alan derinliğindeki tek bir odak düzlemine odaklanmak yerine, birçok odak düzleminden gelen ışığı topluyor. Böylece fotoğrafı çektikten sonra odak, perspektif ve alan derinliği üzerinde düzenleme gerçekleştirilebiliyor. 30-250 mm f/2.0 lens, 8x yakın çekim yapabiliyor. Qualcomm tarafından üretilen Snapdragon 800 işlemcisi kullanan kameranın 480x800 çözünürlüklü LCD ekranı, 80 derece kadar görüş açısı sunuyor. Illum’um tüm özellikleriyle fiziksel olarak tanışmak isteyenler, 1599 Dolar ödemek zorunda. Dünyanın en ince telefonu Bir akıllı telefonun tüm fonksiyonlarını şifreleyerek yerine getiren Blackphone, politikacılar ve iş dünyasının yanı sıra gizliliğe önem veren tüketicilerin 2015’teki tercihi olmaya aday gibi görünüyor. n Akıllı telefonlar için “çok ince” tanımını yeniden belirleyen bir ürün: Vivo X5Max. Gionee’nin 5,1 mm’lik Elife S5.1 ve Oppo’nun 4.85 mm’lik R5’ini geride bırakmayı başaran X5Max, sadece 4,75 mm kalınlığında. Kısaca, LG G3 ve Google Nexus 5’in yarısı diyebiliriz. Aşırı inceliğine rağmen, Çinli üretici Vivo, telefona birçok özellik sığdırmayı başarmış. Bunlar arasında 5.5 inç 1080p Super AMOLED ekran, 1,7 mm kalınlığında mantıksal çevrim kartı, 5 MP f/2.4 ön kamera da yer alıyor. Telefonun arka panelindeki ana kamera ise f/2.0 diyafram açıklığına sahip ve 13 MP. Maalesef, iPhone 6’da olduğu gibi kamera telefondan uzanan 2 mm’lik bir çıkıntıya neden oluyor. Sonuç olarak gerçekten ince, ama Çinliler mucizeyi gerçekleştiremedi. 365 bin Dolar’lık Apple n Apple’ın efsane CEO’su Steve Jobs tarafından satılan ilk bilgisayardan biri, New York’taki Christie’s açık artırma evinde 365 bin Dolar’a alıcı buldu. Halen sorunsuz bir şekilde çalışan Apple 1, kendisi gibi geride kalan 50’den az bilgisayardan biri olma özelliğine sahip. Bir diğer çalışan Apple 1, Ekim ayında 905 bin Dolar’a yeni sahibine tes- lim edilmişti. Mühendisliği, Steve Jobs ile Apple’ı kuran Steve Wozniak’a ait olan Apple 1, bizzat Steve Jobs tarafından müşterilere pazarlanmıştı. Jobs, 1970’lerde geliştirdikleri bu bilgisayar için, elindeki en önemli varlığı VW marka kamyonetini, Wozniak ise hesap makinesini satmıştı. İkili, Apple 1’i 666,66 Dolar’dan satışa sunmuştu. NINTENDO, AMIIBO ILE PARA BASIYOR n PlayStation 4 ve Xbox One’ın fazlasıyla geride kalması nedeniyle 2014’ü hezimetle kapatacağı düşünülen Wii U, Amiibo sayesinde yeniden yükselişe geçti. Yeni nesil Nintendo 3DS ve Wii U konsollarıyla kullanılan Amiibo figürleri, NFC (yakın alan iletişimi) teknolojisiyle oyuncuları temsil eden karakterleri oyun içine dâhil etmek veya çıkarmak için kullanılıyor. Kısa zamanda üçüncü parti oyunlara da sıçrayan Amiibo, Super Smash Bros.’un başını çektiği oyunlar sayesinde 2014’te 700 binden fazla satmayı başardı. One Piece: Super Grand Battle! X’in de verdiği destekle Wii U konsoluna aradığı enerjiyi geri getiren Amiibo, Wii U’nun Kasım 2012’den bu yana en yüksek satış oranına ulaşmasını sağladı. Wii U satışları, Kasım 2014’te bir önceki yıla oranla yüzde 90 arttı. Nintendo için 2015’e daha iyi bir ön hazırlık olamazdı. İSTASYON 9 HAYAT Dalgaların Çobanları Deniz fenercileri, yol gösteren kulelerinden birer birer ayrılıyor. Dalgaların, yolcuların ve rüzgârların bilgeliğini taşıyan fenerlerse yavaş yavaş kitapla, felsefeyle, sanatla doluyor. Antalya Kumluca’daki Taşlık Burnu’nda, 227 metre yükseklikten ışık veren Gelidonya Feneri, kayalıkların ardından ufku izliyor. Fenerde doğup büyüyen Mustafa Demir, ışığı güneş enerjisiyle yanan fenere artık sadece üç ayda bir, kontrol için geliyor. 10 İSTASYON İSTASYON 11 HAYAT 1857’de Fransızlar tarafından yapılan Ahırkapı Feneri İstanbul’un simgelerinden biri... Fenerin son fenercisi Ahmet Sarpbaş, emekli olmadan önce, 29 metre yüksekliğindeki kulenin merdivenlerine bıkmaksızın yıllarca tırmandı. Sinop’ta Boztepe Burnu’nun doğu ucundaki küçük fener, gelip geçen dev balık sürülerinin sudaki gölgesini seyrediyor (üstte sağda). Mehmetçik Feneri’nin eski fenercisi Osman Yarış’ın anıları, evinin duvarına astığı fotoğraflarda yaşıyor (üstte solda). Yazı ve Fotoğraflar: AKGÜN AKOVA “ 12 İSTASYON F enerciğimi gördüm yine! Ah! Bir daha göremeyeceğimi sanmıştım!” diye söyleniyor Adile Erdoğan. 86 yaşındaki “Fenerci Nine” gözyaşlarını akıtarak Sivrice Feneri’nin içinde dolaşıyor. Midilli Adası’na bakan pencerenin önünde durup, “İşte buradan bakardım teknelere,” diyor. Sonra diğerinin önüne gidip, “Kapkara sığırcık alayları inerdi ördeklerle, şuracıktaki göle,” diye mırıldanarak gökyüzüne kuşları arar gibi bakıyor. Bir zamanlar yağmurlarla göle dönen yerde, bugün lunaparklardaki roller coaster raylarını andıran dev bir radar var. O kadar büyük ki, feneri gölgede bırakıyor. Adile Nine, iki katarakt ameliyatından sonra gözünün ferini epey yitirmiş, ama “fenerciği”nin içinde gezinirken her şeyi anımsıyor. Henüz 13 yaşındayken, yaşını üç yıl büyütüp bir fenerciyle evlendirmişler onu. Yıllar sonra, Seddülbahir’deki fenerci ölünce Adile Nine’yi eşinin yanından alıp, fenercinin dul kalan karısının yanına yollamışlar. İki kadın, iki buçuk yıl feneri birlikte yakıp söndürmüş. Birisi kocasız, diğeri kocasından uzakta... “Gittin mi Seddülbahir’e de?” diye soruyor bana Adile Nine. Sonra birden geçmişe dair bir ışık yanıyor aklanmış gözbebeklerinde... “Korkuluk yapmışlar mı merdivenlere? Ödüm patlardı, çıkarken düşeceğim diye!” Fenerci Adile Erdoğan, işi bıraktığı 1986 yılından beri, Sivrice Feneri’nin bulunduğu Çanakkale’nin Ayvacık ilçesinin Bektaş Köyü’nde, tek katlı küçük evinde oturuyor. Yazar Akgün Akova, uzun bir süredir fenerlerin ve fenerci ailelerinin öykülerini topluyor. Ondan fenerciliği devralan oğlu Kemal Bey de çoktan emekli olmuş; köye gittiğim gün zeytin toplamaya gitmişti. Adile Nine’nin torunu, Sivrice Feneri’nin son fenercisi Ergün Erdoğan ise aynı gün Seddülbahir kılavuzluk mendireğinde bir feneri tamir ediyordu sert rüzgârlara karşı. Ama işi bittiğinde Sivrice Feneri’ne değil, evine dönecekti. Çünkü artık Sivrice’de bir fenerciye ihtiyaç yok. Zonguldak Feneri’nde de. Kerempe Feneri’nde de. Bodrum Hüseyin Burnu Feneri’nde de... Her şey gibi, deniz fenerleri de teknolojik gelişmelerden nasibini aldı. Dev mercekli anıt fenerler bile ışıklarını otomatik sistemlerle yakıp söndürüyor. Lambalarının yanıp yanmadığı, ne kadar akülerinin kaldığı İstanbul’daki Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü’ndeki ekrandan kontrol ediliyor. Geceleri fenerin düzeneğini kurmak için iki buçuk saatte bir merdivenleri tırmanan, “Ha fener söndürmüşsün, ha adam öldürmüşsün; aynı şey,” diyen, fenerlerine çocuğuymuşçasına tutkun fenerciler teker teker “yuva” bildikleri fenerlerden ayrılmak zorunda kalmışlar. Ya emekli olmuşlar ya da onların deyimiyle “lojman”larından, Kıyı Emniyeti Müdürlüğü’ne göreyse “gardiyan binaları”ndan ayrılıp başka işlerde görevlendirilmişler. Bazıları atölyelerde çalışmayı ya da fenerlerde bakım yapmayı kendisine yapılmış bir vefasızlık olarak değerlendirmiş. Çalışmaktan yüksündükleri için değil, kuşaklardır yuva bildikleri fenerlerinden koparılmayı haksızlık olarak gördükleri için kırılıp köşelerine çekilmişler. Kıyılarımızda irili ufaklı yaklaşık 1200 fener bulunuyor. Bunların 566 tanesi Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü’ne bağlı. Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü’ne bağlı olanların artık sadece 7’sinden fenerci aileleri ya da İSTASYON 13 HAYAT Rumeli Feneri’nin merdivenlerinin başında, Anadolu ve Rumeli’nin fethi sırasında savaşlara katılan ve yaşarken kahraman haline gelen Sarı Saltuk’un türbesi var. Çok sayıda ziyaretçisi olan Sarı Saltuk’un, Rumeli Feneri’nin manevi koruyucusu olduğuna inanılıyor (üstte). 1931 yılında inşa edilen Datça, Knidos Deveboynu Feneri’nin denizden yüksekliği 109 metre. Ulusal miras olarak koruma altındaki fenerde artık güneş enerjisi ile çalışan bir lamba kullanılıyor (altta). Türkiye kıyılarında mendirek, balıkçı barınağı ve şamandıralarda da çok sayıda fener bulunuyor. Bu küçük fenerlerin bakımı için Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü’ne bağlı ekipler görev yapıyor. fener bekçileri sorumlu. Hâlâ eski çalışma sistemine bağlı olsalar da, kendilerinden sonra bu işi kimsenin devam ettirmeyeceğini biliyorlar. Onlardan biri de Yelkenkaya Feneri’ndeki Gül Ailesi. Dededen fenerci Ahmet Gül emekli olunca yerine fenerci alınmayacak. Fener de belki kiraya verilecek. Çanakkale’de, şehitliklere yakın duran Mehmetçik Feneri, Boğaz’ın en önemli noktalarından birinde. Mehmetçik Feneri’nin son fener bekçisi Burhan Yarış’ın babası, Osman Yarış’ın adı fenerciler arasında saygıyla anılıyor. 30 yıl fener bekçiliği yaptıktan sonra 2003’te emekli olmuş. “Bana ‘Fenerciler için kooperatif kuralım, sen başına geç’ dediler. ‘Ben köyümde kalacağım’ dedim. Traktörü alır almaz gidip Ezine’den 550 zeytin fidanı aldım. Babadan kalan araziye diktim,” diye anlatıyor. Osman Yarış, feneri anlatırken bir parçasından söz ediyor gibi: “Fener ikiz kardeşim gibiydi. Bayram falan görmedik biz fenerde çalışırken, söner diye ayrılamazdık ki... Fener de deniz gibi insanın kanına işliyor, rüyalarına giriyor. Emekli olduktan sonra geceleri aniden yataktan fırlayıp fenerin yanıp yanmadığı telaşına kapılıyordum. Köydeki evimize çok yakın olmadığı halde gidip fenere baktığım çok oldu...” O yıllardan hatırladığı şeylerden biri, Çanakkale Boğazı’ndaki batıklar... “Çok batık var, örneğin fenerden kuzeye doğru Majestic’in batığı; sinarit yuvası. Harita gibi 14 İSTASYON bilirim ben o gemiyi,” diyor. Torunu fenerciliği sürdüremese de denizden kopmamış. O da Gelibolu’da Denizcilik Lisesi’ni bitirmiş. Yarış’ın eşi, 1975’te köye elektrik geldiğinde fenere getirilip takılan ilk lambayı anı olarak saklamış. Torunları “Dedemiz ne yapardı?” diye sorduğunda o lambayı çıkarıp gösteriyor. Osman Yarış torunlarına “miras” olarak bir fener bırakamamış, ama zeytin tarlası bırakacak. Fenerci ailelerin birer birer ayrılmasından sonra “gardiyan odalı” fenerlerden 16’sı ihale yoluyla, 10’ar yıllık sürelerle kiraya verilmiş. Kiracılar fener kulesini kullanamıyor, ama gardiyan binalarını ve bahçeyi kullanabiliyorlar. Kıyı Emniyeti Seyir Yardımcıları Dairesi Başkanı Celalettin Uysal, kiralamadaki amacın fenerleri halka açmak ve bakımlarını sağlamak olduğunu söylüyor. Kiralayanların, feneri ve çevresini koruma görevini üstlendiğini de ekliyor. Ancak “fenerleri halka açmak” düşüncesi, kiralayanların bazıları tarafından “restoran ya da çay bahçesi açmak” olarak algılanmış. Kiraladıkları fenerleri yalnızca ticari gelir kaynağı olarak gören bu kiracıların fenerlerin varoluş nedenine herhangi bir katkı sağlayamayacağı ortada. Kiralanan iki fenerin ise “deniz feneri” sözcüğünün ruhuna saygı duyan kiracıları var. Bunlardan biri, göğüs hastalıkları doktoru Levent Safalı. Safalı, bir felsefe tutİSTASYON 15 HAYAT Yelkenkaya Feneri’nin eski fenercisi Sacide Gül, torunu Yiğitcan ile fenerin bahçesinde güneşleniyor. Yiğitcan, Çayırova Şişe Cam Kürek Takımı’nda yarışmış ve madalyalar kazanmış (üstte). Adile Erdoğan’ın 72 yıl önce kapısından ilk kez girdiği ve defalarca ışığını yaktığı Sivrice Feneri, 2009’dan bu yana kütüphane olarak hizmet veriyor. Adile Erdoğan “fenerciğim” dediği kuleden ayrılalı 29 yıl olmuş, ama anıları hâlâ canlı (altta). Şile Feneri, 1859’dan beri Karadeniz’deki denizcilere yol gösteriyor. Günümüzde fener binasında, bir zamanlar burada kullanılmış ve artık antika değerinde eşyalarla, gaz lambaları ve teknik cihazlar sergileniyor. kunu. Özgür Üniversite’de felsefe dersleri veriyor. Deniz fenerleriyle yolu, arkadaşlarıyla felsefe tartışmaları yapabilecekleri, felsefenin ruhuna uygun mekânlar ararken kesişmiş. “Önceleri eski bir hamam, terk edilmiş bir kömür madeni gibi yerler olabilir diye düşünmüştük,” diyor Safalı, ama bir Fransa seyahatinde, gençlerin deniz fenerlerini sosyal alan olarak kullandıklarını öğrenince Türkiye’deki deniz fenerlerini araştırma yoluna gitmiş. Fenerlerin kiralanabileceğini öğrenmiş. Önce İğneada Feneri’nin ihalesine girmiş; ama kaybetmiş. 2010’da Bozburun’daki Armutlu Feneri’nin kiralama ihalesinde, şans eseri kendisinden başka kimse yokmuş! Kıyı Emniyeti yetkililerinden büyük yardım gördüğünü söylüyor. Bir Poseidon Tapınağı’nın temeli üzerine yapıldığını söylediği Armutlu Feneri’nde felsefe kampları düzenliyor. Kış aylarında bile, ayda bir gün fenerde meraklılarıyla felsefe tartışıyor. Fenerin bir bölümü toplantılara katılanların konaklaması için kullanılıyor. Bir zamanlar deniz feneri olarak kullanılan Armutlu Feneri artık “Poseidon Felsefe Feneri” olarak da anılıyor. Adile Nine’nin feneri Sivrice ise artık bir deniz feneri kütüphanesi olarak hizmet veriyor. Eski İstanbul Barosu 16 İSTASYON Başkanı Yücel Sayman ve eşi Hacer Hanım, kiraladıkları feneri dünyanın dört bir yanından topladıkları deniz feneri kitapları, pulları, çizimleri ve haritaları ile doldurmuşlar. Kütüphane fikrini ilk olarak Fransız dostları ortaya atmış; “Biraz kısa boylu olsa da, vakur duruşuyla etkileyici, dingin ve dirençli şu yapıya bir kütüphane çok da yakışmaz mıydı?” demiş. Sayman çifti bu düşü gerçekleştirirken diğer dostları bunu “keyifli bir çılgınlık” olarak değerlendirmiş. Önce deniz kitaplarıyla dolu bir kütüphane hayali kurmuş Yücel Sayman. Ama dünyada denizle ilgili 100 binden fazla kitap olduğunu öğrenince vazgeçmiş. Yalnızca deniz fenerlerini anlatanlarda karar kılmış. Sivrice Deniz Feneri Kütüphanesi, sadece okurlar için değil, tüm fenerciler ve kıyı emniyeti görevlileri için parmakla gösterilecek bir örnek olmuş. Celalettin Uysal bu kütüphanenin dünyadaki tek örnek olduğunu ve feneri efsaneleştirdiğini söylüyor. Dalgaların çobanları olarak tanımladığım fenerlerin yoldaşı olan fenerci ailelerinin kuşaktan kuşağa geçen öyküleri birer birer sona eriyor. Fenercilerin anılarının kuşaktan kuşağa anlatılacak öykülere dönüşmesi ise, ancak onlara kulak vermekle mümkün. Bu konu National Geographic Türkiye dergisinden özetlenerek alınmıştır, NG Türkiye abone hattı: 444 18 59 veya 0 850 222 18 59 İSTASYON 17 TARİHTEN 730 YILLIK MASALIN ARDINDAKİ GERÇEKLER Fareli Köyün Kavalcısı kimdi ve çocuklar nereye gİttİ? Bütün zamanların “en güzel çocuk masalları” arasında yer alan Fareli Köyün Kavalcısı'nda şehir farelerden kurtulur ama, çocuklarını kaybeder. Kavalcının müziğine dayanamayan fareler gibi, çocuklar da onun peşinden gitmiştir. Efsaneyle gerçeğin karıştığı noktada, pek mutlu olmayan sonlar, gizemli finaller var. 1284’e, olayın geçtiği Almanya’nın Hameln şehrine dönüyoruz. A yapıldığı sanılmaktadır. Söylencelmanya’nın Aşağı Saksonya nin en önemli ögelerinden farelerse bölgesinin başkenti Havitrayda yer almamaktadır; çünkü meln ya da İngilizce yazılıonların hikâyeye dâhil oluşu ancak şıyla Hamelin/Hamlin şeh1559’dadır. ri, doğal güzelliklerinin yanı Willy Krogmann’un, Fareli Kösıra dünyaca ünlü bir efsane/masala yün Kavalcısı: Efsanenin Oluşumu da ev sahipliği yapmaktadır. Türkçe’ye Üzerine Bir İnceleme adlı eserinde “Fareli Köyün Kavalcısı” olarak çevrilbelirttiğine göre, 14’üncü yüzyılda miş “Hameln’in Sıçan Avcısı” adlı bu şehirde yaşamış Lude isimli bir din ünlü efsane/masal, günümüz anlatımadamının elinde, içinde kilise şarlarında mutlu sonla bitse de, gerçekte kıları bulunan bir kitap vardı. BüHameln şehrini yüzyıllar boyunca derin yükannesi tarafından kitabın içine bir travmayla yaşamak zorunda bırakan olayın tanığı olduğuna dair bir dize karanlık bir sona sahiptir. yazılmıştı. Fakat bu kitabın 17’nci Söylence 1284 tarihinde Hameln yüzyıldan bu yana izine rastlanmaşehrine gelen rengârenk elbiseli ve kamış, dolayısıyla bu tanıklığın izini val çalan bir adamın, bir sebeple 130 sürmek mümkün olmamıştır. çocuğu şehirden götürmesiyle ilgilidir. Masalı İngiliz şair ve yazar Robert Browning şiir olarak yorumlamış, kitap 1888’de Londra’da yayımlanmıştı. Elimizdeki ilk Almanca yazılı kayıt Konuyla ilgili en eski yazılı belge, şehir Eserdeki resimlerse çocuk kitapları yazarı ve çizeri ise 1440-1450 arasına tarihlenen Lukroniklerinde (olayların birbiri ardınCatherine Greenaway’e ait (yanda ve üstte). eneburg Yazması’dır. Burada olay kısa ca, sırayla yazıldığı tarih) yer alan 1384 bir şiirle anlatılmaktadır: tarihli Latince kayıttır: “Çocuklarımız “1284 yılında Aziz John ve Aziz Paul günü ayrılalı on yıl oldu.” Bu kaydın anlamı üzerine çok değişik 26 Haziran’da Hameln’de doğmuş 130 çocuk alındı tezler üretilmiş, ama kesin bir sonuca ulaşılması bugüne kaRengârenk elbiseler içinde bir kavalcı tarafından ve dar mümkün olmamıştır. Kayboldular tepenin yakınında bir yerlerde.” Olayın yaşandığına dair en eski kanıt ise 1300’lü yılların Günümüzde Lueneburg Yazması temel alınarak kobaşında yapılan bir vitraydır. Şehrin kilisesinde bulundunuyu açıklamaya yönelik pek çok tez ortaya atılmıştır. ğu bilinen bu vitray, yine kayıtlardan öğrendiğimize göre, Araştırmacı-yazar David Wallechinsky’ye göre, 1212 1660 yılında parçalanmıştır. Tarihçi Hans Dobbertin yılında gerçekleşen ve başlarında Nicholas isimtarafından kayıtlardaki açıklamalar esas alınarak li bir Alman gencinin bulunduğu 20 bin kişilik yeniden yapılan vitrayda, kaval çalan adam renkli, “Çocuk Haçlı Seferi” için Hameln’den de 130 çoçocuklar ise beyaz kıyafetler içerisinde betimlencuk alınmış olabilir. Kaval çalan kişinin ise bir mektedir. Bu vitrayın, şehrin tarihindeki trajik asker toplama görevlisi olabileceğini dübir olayın anısını canlı tutmak amacıyla 18 İSTASYON İSTASYON 19 TARİHTEN GRİMM KARDEŞLER'İN MASALI Sadece iki çocuk Kavalcı’dan kurtulabilmişti 19’uncu yüzyılın başlarında, Alman coğrafyasında dolaşan Jacob ve Wilhelm Grimm adlı iki kardeş; Alman halk öykülerini ve efsanelerini derleyerek, bugün dünyanın dört bir yanında anlatılan ünlü masalları yazmışlardı. “Fareli Köyün Kavalcısı”nda anlattıkları da, özetle şöyleydi: “Hameln, bir gün farelerin istilasına uğrar. Her yer farelerle doludur ve kasaba halkı bu durum karşısında çaresiz kalır. Sonunda rengârenk kıyafeti içinde bir kavalcı çıkagelir ve Hameln’i farelerden kurtarabileceğini söyler. Bu hizmetinin karşılığında da 1000 florin ister. Kasabanın valisi bu ücreti ödemeyi kabul eder. O gecenin sabahında yabancı, kavalından çıkan nağmelerle fareleri peşine takarak hepsini kasabanın hemen dışındaki Weser Nehri’ne götürüp orada boğar. Böylece kasaba farelerden temizlenmiş olur. Halk sevinç içindedir. Kavalcı öncelikle kendisine söz verilen paranın ödenmesini ister, ama vali bu defa paranın çok fazla olduğunu söyleyerek, daha az bir miktar teklif eder. Anlaşamazlar ve Kavalcı kızgınlıkla kasabayı terk eder. Ertesi gece Kavalcı kasabanın sokaklarında dolaşarak kavalını yeniden çalmaya başlar. Ama bu sefer peşinden sürüklediği çocuklardır. Kasabanın hemen dışındaki tepelerden birine giderler. Tepenin yamacında açılan bir yarıktan içeri girerek gözden kaybolurlar. Sadece iki çocuk, o da biri sağır olduğundan duyamadığı, diğeri de topal olduğu için diğerlerine yetişemediğinden geride kalıp kurtulurlar. Sabah kasabaya dönen iki çocuk her şeyi kasaba sakinlerine anlatır. Bütün çabalara rağmen ne tepede açılan yarık ne de giden çocuklar bulunabilir. Ve bu olay acı bir hâtıra olarak kuşaktan kuşağa anlatılır.” Grimm Kardeşler’in aktardığına göre, “bu olaydan sonra Hameln’de bir sokağa ‘Bungelosse Gasse’ ismi verilir. Yani davul çalmanın yasak olduğu sokak. Kaybolan çocukların anısına bu sokakta uzun yıllar gürültü yapmak, şarkı söylemek ya da dans etmek yasaklanmıştı. Hameln’in hemen dışında çocukların kaybolduğu yere ise Poppenberg ismi verilmiştir. Burada haç şeklinde taştan iki anıt dikilidir. Çocuklar ve kavalcı açılan yarıktan bir tünele girmişler Hameln’de Marktkirche kilisesve Transilvanya’ya kadar indeki vitray resim. yürümüşlerdir. 20 İSTASYON şünmektedir. Nitekim Ortaçağ’da kasaba kasaba dolaşıp asker toplayan görevlilerin kaval benzeri bir enstrüman çaldıkları bilinmektedir. Bir diğer iddia ise Amerikalı tarihçi William Manchester tarafından Sadece Ateşle Aydınlanan Bir Dünya isimli kitapta dile getirilir. Manchester’e göre söylencedeki kavalcı aslında psikopat bir sapıkManchester’ın Sadece Ateşle Aydınlanan tır. 20 Haziran 1484’de Bir Dünya kitabına göre, Kavalcı Hameln’den 130 çocupsikopat bir sapık. ğu renkli kıyafeti ve kavalıyla kandırarak kaçırmış ve “ağza alınmayacak şeyler” yaptıktan sonra bir kısmını öldürmüş, bir kısmını ağaçlara asmış; öldürmediklerini ise kendilerini bilmez şekilde ormanın içinde bırakıp gitmiştir. Ancak Manchester’in iddiasını destekleyecek hiçbir yazılı kanıt yoktur. Kimilerine göre ise çocuklar “doğal bir sebeple” ölmüş olabilirler. Kavalcı ise gerçek bir kişi değil, Ölüm’ün kişileştirilmiş halidir. Ortaçağda Ölüm’ün sıklıkla aksak ya da alacalı veya benekli bir kıyafet giymiş kişi olarak betimlenmesi bu iddia sahiplerinin en büyük dayanağıdır. Jobus Fincelius, 1556 tarihli Zamanının Harikaları Üzerine isimli eserinde, Kavalcı’yı Şeytan’la özdeşleştirir. Aynı şekilde Robert Burton da 1621 tarihli Melankoli’nin Anatomisi isimli eserinde, Şeytan’ın 20 Haziran 1484’de, Kavalcı kılığına girerek Saksonya şehri Hameln’den 130 çocuğu alıp götürdüğünü ve onlardan bir daha haber alınamadığını yazarak, olayı doğaüstü güçlerle ilişkilendirir. William Ramesey ise 1668’de Kurtlar isimli kitabında, tarihi 22 Temmuz 1376 olarak verirken, olayı da “Tanrı’nın Şeytan’a verdiği muhteşem bir ödül” olarak nitelendirir. Alman efsanelerinin bazı versiyonlarında da Kavalcı aslında Germanik Tanrı Odin (Wotan) olarak betimlenmektedir. Bir kısım kilise mensubu tarafından doğru kabul edilen bu iddiaya göre, pagan inancın simgesi Odin, Hıristiyan çocukları kandırmış; karşılığında ceza olarak öldürülmüştür. Simgesel olarak pagan inancının ve tanrılarının Hıristiyanlık karşısında yenilgiye uğramaları, bu anlatımın temel özelliğidir. Kont Froben Cristoph Zimmern, kesin olmamakla beraber, 1559-1565 yılları arasında yayınladığı Zimmern Kronikleri’nde söylenceye yer vermişti. Ama o güne kadar diğer anlatımlarda görülmeyen bir şey yapmış ve hikâyeye farelerle onların sebep olduğu bir salgın hastalığı da eklemiştir. Zimmern ne yazık ki, kesin bir tarih vermemiş, olaydan “birkaç yüz yıl önce” diye bahsetmiştir. Sır ve günah Hameln kasabasında, yüzyıllardır muammasını koruyan olayla ilgili her sene geleneksel bir festival düzenleniyor. Geçtiğiz yıllarda düzinlinin festivallerden birinin başlığı ise “725 yıllık sır ve günah”tı. En eski İngilizce kayıt ise Richard Rowland Verstegan (1548-1636) tarafından 1605’de yazılan Hasar Görmüş Zekânın Yeniden Yapılandırılması’yla karşımıza çıkar. Verstegan da söylenceye fareleri eklemiştir ve tarihi 1376 olarak belirtir. Ortaçağ tarihçisi Stanley Aronsen’e göre Avrupa’da 1300’lerin ortalarına kadar, fareler yiyecek için tarla ve kilerlere dadanan, ahşap eşyaları kemiren ve kimi zaman da uyuyan çocuklara saldıran, rahatsızlık verici bir hayvandan başka bir şey değildi. O dönemde ölü fare başına para ödeyen şehir ve kasabaların olduğu da bilinen bir gerçektir. Hatta dönemin şapkalarında fare kuyruğu biçiminde bir aksesuar da moda olmuştu. Ama asıl problem, 1347’de Asya’dan gelen ticaret gemilerinin Sicilya’ya getirdiği kara farelerin Avrupa’ya yayılmasıyla başgösterdi. Bu fareler salgın hastalıklar getirmişlerdi ve bu sonradan “Kara Ölüm” ya da veba olarak adlandırılacaktı. Büyük bir ihtimalle söylenceye farelerin eklenmesi, Avrupa’da yıkıcı etkileri görülen veba salgınının yarattığı korkudan olsa gerektir. Kesin bir kanıt olmamakla beraber, Hameln şehrinin de bu salgından etkilendiği düşünülmüş ve bu iki acı olay birleştirilerek tek bir söylence haline getirilmiş olabilir. Gezgin fare avcılarının benzer hikâyelerine Avusturya, Fransa, Polonya, Danimarka, İrlanda ve İngiltere’de de rastlanır. Johann Wolfgang Goethe, 1813’de söylenceyi Almanca olarak şiirleştirmiş, hemen ardından bu şiir, Hugo Wolf tarafından bestelenmiştir. 1816’da ise Grimm Kardeşler, Alman söylencelerini topladıkları ünlü eserleri Alman Efsaneleri, bu olaya “Hameln’in Çocukları” adıyla yer vermişlerdir. 1842 yılında ise İngiliz şair Robert Browning, söylencenin belki de Anglo-Sakson dünyada Almanya’dakinden çok daha fazla sevilmesini sağlayan uzun şiiri “Hamelin’de Fareli Köyün Kavalcısı”nı yayınlamıştır. Browning’in şiirinde, tarih 22 Temmuz 1376 olarak verilmiştir. Browning’in şiirinde Kavalcı’nın kıyafeti sarı ve kırmızıdır. Şiirin sonunda, Grimm Kardeşler’in anlatısında Kavalcı’nın heykeli bugün Hameln şehir meydanında. MÜNCHEN İSTASYON 21 TARİHTEN olduğu gibi, çocukların açılan yarıktan geçerek Transilvanya’ya gittiklerini ve oraya yerleştiklerini söyler. Elbette Browning’in şiiri görece mutlu sonla bitmektedir, çünkü o bu şiiri yakın dostu aktör William Mcready’nin hasta çocuğu Willy’nin hoşça vakit geçirebilmesi için yazmıştır. Ve şiir bugün de kullanılan ve İngilizce’ye yerleşmiş bir öğütle biter: Öyle ya da böyle; verdiğimiz sözü tutmalı ve Kavalcı’ya parasını ödemeliyiz! Efsanenin açıklanmasına yönelik olarak ortaya atılanlar içinde, Hameln şehri sakinlerinin de hemfikir olduğu, Doğu Avrupa kolonizasyon hareketini temel alan tez ön plana çıkmaktadır. Bu teze göre Hameln şehrinin çocukları, kendilerine yeni bir yerleşim yeri kurmak için yurtlarını terk etmişlerdir. Pek çok Avrupa şehrinin, söylencenin geçtiği dönemde kurulduğu düşünülürse, çocukların yeni yerleşimciler olabileceği fikri anlamlı hale gelmektedir. Hameln’in etrafındaki “Querhameln” (değirmen kasabası Hameln) gibi bazı yerleşimlerin isimleri de bu iddiayı destekler gözükmektedir. Kavalcı’nın bura- Doğu’daki efsane İbn-i Sina, Kavalcı’nın yerini alınca Aynı temayı küçük farklarla işleyen benzer efsaneler var. Bunlar arasında en ilginç olanlarından biri Kavalcı’nın yerini İbn-i Sina’nın aldığı Suriye kaynaklı masal: “Evvel zaman içinde Halep’te bir sultan yaşardı. Bir gün İbn-i Sina ile sohbet ederken önlerinden geçen fareyi gösterip ‘bu fareler de her tarafı sardı, bir şeyler yapmalı’ der. Bunun üzerine İbn-i Sina, şehri farelerden temizleyebileceğini, ama sultanın ne görürse görsün gülmemesi gerektiğini söyler. İbn-i Sina yanında küçük bir tabutla şehir meydanına gelir. Tılsımlı bazı sözler söyler. Bir tek fare çıkagelir. İbn-i Sina fareyi öldürüp tabuta koyar. Tekrar tılsımlı sözler söyler. Bu sefer dört fare gelir ve tabutu sırtlarlar. İbn-i Sina son bir defa tılsımlı sözler söyler ve binlerce fare meydana toplanır. Başta tabutu taşıyan dört fare olmak üzere şehrin dışına doğru giden bir cenaze korteji oluştururlar. Şehir kapısından çıkmaya başladıklarında sultan durumun komikliğine dayanamayıp gülmeye başlar. Kapının dışına çıkmış bütün fareler ölürken, henüz çıkmamış olanlar hızla şehrin içine dağılırlar. Sultanın gülmesi tılsımı bozmuş farelerin bir kısmı kurtulmuştur.” 22 İSTASYON daki rolü ise yerleşimcilere yol gösteren bir lider olabilir. Hameln şehrinin resmi web sitesine göre, akla en yatkın olarak kabul edilen yorum şöyledir: “Hameln çocukları o günlerde Batı Prusya, Pomerania, Töton Bölgesi ve Moravia’ya yerleşebilmek için toprak sahipleri tarafından kayıt altına alınan göçe istekli Almanlardan sadece birkaçıydı. Geçmiş dönemlerde de aynen bugün olduğu gibi bir şehrin sakinlerine “o şehrin çocukları” denmesinin adetten olduğu gerçeği göz önüne alınırsa, Hameln çocuklarının da bildiğimiz anlamda çocuk değil, en azından bir yerleşim birimi kuracak güçte ve yaşta gençler ya da yetişkinler oldukları anlaşılır. Çocukların Hameln’den ayrılışı daha sonra Avrupa’nın ortak belası haline gelen fare istilası ile birleştirilip tek bir efsaneye dönüşmüş olmalıdır.” Bu açıklama üzerine akıllara şu sorunun gelmesi normaldir: O halde neden böylesi bir göçün hiçbir yazılı kaydı bulunmamaktadır? Bu soruya verilen cevap, göçmen toplamak ya da seçmekle görevli kişinin Hameln’de bir çeşit usülsüzlük yaptığı ya da rüşvete bulaşmış olabileceğidir. Ama Hameln’de bazı eski evlerin duvarlarında, bahsettiğimiz göç teorisini destekleyen yazılar bulunmuştur. Bunlara göre 26 Temmuz 1284 tarihinde, Olmütz Başpiskoposu Bruno von Schaumburg’un görevlendirmiş olduğu bir yetkili (Kavalcı), Hameln kasabasına gelmiş ve 130 çocuğu beraberinde götürmüştür. Schaumburg o sıralarda Bohemya Kralı II. Ottokar’ın emrinde, bugünkü Çek Cumhuriyeti sınırları içerisinde kalan Moravia’nın bir bölümünü iskan etmekle meşguldü. Öte yandan o tarihlerde Avrupa’nın bu bölgesinde bir evin bütün malları evin büyük oğluna kalır, diğer kardeşleri hiçbir hak iddia edemezlerdi. Bu durum da göç teorisinin gerçek olma ihtimaline kuvvet kazandırmaktadır. Sonuçta yaşadığı yerde hiçbir gelecek kuramayacak olan birçok gencin, kendilerine fırsat ve toprak kazandıracak bir göçe istekli olacağı düşünülebilir. Tarihçi Ursula Santter ise dilbilimci Jurgen Udolph’un “Doğu Avrupa’da Soyadlar” üzerine yaptığı araştırmaları baz alarak şu tezi ileri sürmektedir: “Dan’ların 1227 Bornhoved savaşında yenilmeleri üzerine Baltık Deniz’nin güney bölgeleri Almanlar tarafından kolonileştirilmeye elverişli hale gelmişti. Pomeranya, Brandenburg, Uckermark ve Prignitz başpiskopos ve dükleri, asker toplama görevlileri ve ‘lokator’ diye adlandırılan iskâna uygun yer bulmakla görevli kişiler vasıtasıyla, yeni bölgelere yerleşmeyi kabul edenlere büyük imkânlar sundular. Aşağı Saksonya ve Vestfalya’dan pek çok genç bu çağrıya TARİH BOYUNCA FARELER VE İNSANLAR Eski Çağ’da Ortaçağ’da Dost, hatta kutsal Düşman, hatta şeytan • Fare ve sıçanların davranışları dikkatle takip ediliyor; iyi veya kötü olayların alametleri olarak yorumlanıyordu. • Mısır hiyerogliflerini açıklamak amacıyla yazılmış ve günümüze ulaşmış tek antik kaynak olan Horapollon metninde, fareler yıkıcı güç sembolü olarak gösterilmektedir. Mısırlılar bu olumsuz özelliğine rağmen fareye saygı duyarlardı, çünkü o her zaman pek çok dilim içinden en iyisini seçmeyi başarırdı. • Efsaneye göre Teucri’ler kendilerine yeni bir yurt kurmak üzere Girit’ten ayrılırken bir kâhin tarafından “şehrinizi size yerlilerinin saldırdığı bir yerde kurun” sözleriyle uğurlanırlar. Troya’da farelerin saldırısına uğramaları üzerine bunu kâhinin sözlerinin doğruluğuna yorar ve şehirlerini orada kurarlar. Akabinde Apollo Smintheus adına (Apollo Farelerin Efendisi) bir tapınak dikerler. Denildiğine göre Troya’da fareler kutsal kabul edilirdi. • Grek yazar Heraklides, farelerin Chrysa’da (Çanakkale açıklarında bir ada) kutsal kabul edildiklerini yazar. Bu şehir de Apollon tapınağı ile ünlüdür. Bugünkü Çanakkale- Gülpınar’ın güneybatısında yer aldığına inanılan Hamaxitus şehrinde fareler kamusal alanlarda halk tarafından beslenirlerdi. kayıtsız kalamadı. Buna kanıt olarak Vestfalya’da pek çok yerleşim ismi gösterilebilir. Örneğin Vestfalya’dan Pomeranya’ya kadar düz bir hat üzerinde Hindenburg isminde beş, Spiegelberg isminde ise üç yerleşim birimi vardır. Güney Hameln’deki Beverungen ile Berlin’in kuzeydoğusundaki Beveringen ve günümüz Polonya’sındaki Beweringen yerleşim isimleri arasındaki benzerlik dikkat çekicidir.” Udolph’un Polonya telefon kayıtları üzerinde yaptığı araştırmada, “Hameln çocukları”nın, Hameln’deki atalarının soyadlarını muhafaza ederek bu bölgede yaşadıklarını ortaya koymuştur. Pek çok iddia yüzyıllardır araştırmacıların kafasını meşgul etmeye devam ediyor. Tüm dünyada bilinen Fareli Köyün Kavalcısı masal/efsanesi henüz tam anlamıyla açığa çıkarılamayan geçmişiyle her geçen gün daha fazla merak uyandıryor. Tabii günümüz Hameln şehri de her yıl düzenlediği festival ve ağırladığı binlerce turistle bu gizemin sağladığı faydalardan yararlanmaya devam ediyor. • Çok zalim bir adam olan Polonya Kralı Popiel II, 820’de tahta çıkar. Öyle çok eziyet eder ki halkına, sonunda Tanrı, ceza olarak kralın üstüne fareler gönderir. Kral ve ailesi bu intikamcıların şerrinden kurtulmak için Prusya sınırındaki Gopla Gölü’nde bir adaya sığınır. Ancak fareler burada da kralı bulurlar. Kaleyi ele geçirip ailesiyle beraber kralı öldürürler. • Mainz’ın zalim başpiskoposu II. Hatto, kıtlık zamanında depoları ürünle dolu olmasına rağmen halkını aç bırakır. Hiçbir yerde yiyecek bulamayan fareler nihayetinde başpiskoposun yiyecek dolu depolarına saldırırlar. Bu arada Hatto’yu da öldürmeye çalışırlar. Başpiskopos Rhein’da günümüzde “Fare Kulesi” olarak bilinen yapıya saklanır. Ama fareler burada da onu rahat bırakmaz ve kulenin duvarlarında kemirerek açtıkları deliklerden içeri girip zalim Hatto’yu öldürürler. • İngiltere’nin krallar tarihini anlatan A Chronicle of the The Kings of England kitabında bahsedildiğine göre Fatih William döneminde kralın lordlarından biri, kralın verdiği bir ziyafet esnasında farelerin saldırısına uğrar. Önce denize sonra tekrar karaya kaçmasına rağmen farelerin ısrarlı takibinden kurtulamaz ve en sonunda onlar tarafından öldürülür. Augustin von Moersperg’in 1592 tarihli suluboya resmi, Hameln’deki kilise vitrayından esinlenmiş. Bu konu NTV Tarih dergisinden özetlenerek alınmıştır. İSTASYON 23 SÖYLEŞİ Araf’taki rollerin usta yorumcusu “Ayıpladığımız, lanetlediğimiz her şey, hepimizin içinde var” diyor, oyunculuğuyla her daim takdir toplayan Serdar Orçin. Kendisini İstanbul Şehir Tiyatroları’nda sahnelenen 12 Öfkeli Adam oyununda ve yakın bir tarihte başlayacak Beş Kardeş dizisinde izlemek mümkün. RÖPORTAJ: MURAT PAK FOTOĞRAFLAR: MURAT YILMAZ Y ıllar yıllar önceydi, Zeki Demirkubuz’un yönettiği “Yazgı” filmdeki Musa karakteri, bizi altüst etmişti. Film, “Anayurt Oteli”ndeki Macit Koper’in canlandırdığı Zebercet’ten sonra ilk defa güçlü bir şekilde bizi insanın ruhundaki karanlık yönlere bakmaya çağırıyordu. Musa zor bir roldü ve Serdar Orçin de hakkıyla Musa’yı canlandırıyordu. Açıkçası Serdar Orçin’in o dingin ve derinlikli performansına hayran kalmıştık o yıllarda. Ama bu rol belki de belirleyici oldu onun hayatında. Sonrasında genelde depresif, sorunlu, iyi ve kötü arasında savrulup duran karakterleri oynadı Orçin. Ama benzer karakterleri oynasa da hepsini birbirinden farklı kılmayı başararak ne kadar iyi bir oyuncu olduğunu da gösterdi. 2007’de geçirdiği trafik kazasıyla ölümden döndü. Birkaç yıl süren bir nekahet dönemi geçirdi. Şükürler olsun ki iyileşti ve mesleğine dört elle yeniden sarıldı. “Eve Dönüş: Sarıkamış 1915”, “Can”, “Karnaval” ve “İtirazım Var” gibi filmlerde oynadı. Televizyonların fenomen dizisi “Behzat Ç.”de rol aldı. Şimdilerde İstanbul Şehir Tiyatroları’nda “12 Öfkeli Adam” oyununda ve Onur Ünlü’nün çektiği “Beş Kardeş” dizisinde kendisini gösteriyor. 24 İSTASYON Nerede Araf’ta kalmış, sorunlu, kimi zaman depresif karakter varsa, orada karşımıza çıkıyorsunuz. Bu tür rolleri seviyor musunuz, yoksa üzerinize mi yapıştı? Benim kaderim gibi bir şey galiba. Bunca yılın sonunda, durumu şu şekilde yorumluyorum: Sinemada, ama özellikle de televizyonda “olmuşu var” algısı yüzünden oluyor sanırım. Diyelim ki, bir dizide, bir karakteri iyi yorumladınız ve bu da seyirciden kabul gördü. Bir başka proje hayata geçirilirken, benzer bir rol olduğu zaman yapımcıların aklına hemen siz geliyorsunuz. O zaman Zeki Demirkubuz’un yönettiği Yazgı, sizin hem şansınız hem de şansızlığınız… Evet (Gülüyor). Benim yolumu açan filmdir, bu yönden şansım. Ama sorunlu, iyi ve kötü arasında sıkışmış karakter algısı da Yazgı ile başladı. Sonrasında benzer karakterler geldi. Bu anlamda beni şaşırtan Tomris Giritlioğlu oldu. “Gülbeyaz”da bana oldukça farklı bir rol teklif etti. Bir komedi dizisiydi. Ama bunun dışında durgun, sorunu olan bir karakter düşünülüyorsa, genelde aranırım. İSTASYON 25 SÖYLEŞİ Bu sorunlu adamları anlamaya çalışırken insanın içinde ne gördünüz? Şunu anladım; hiçbirimiz mükemmel değiliz. Konuşmaya gelince iyilikten güzellikten konuşuyoruz, ama içimizde çok şey var. Korktuğumuz, ayıpladığımız, lanetlediğimiz her şey hepimizin içinde var. Sadece duruma ve koşula göre ya dışarı çıkıyor ya da çıkmıyor. Bu gerçekle yüzleşmek, sizi nasıl etkiliyor? İnsanın karanlık tarafıyla bu kadar çok uğraşınca, geniş görülü, kendimle ve insanlarla barışık olmaya gayret ediyorum. İnsandan beklentimi, bazen azaltıyor, bazen de yükseltiyorum. Her şeye rağmen elimden geldiğince insan olmaya çalışıyorum. Yazgı, sizin için bir kırılma noktası. Sonrasında hangi filmleri kıymetle anarsınız? Yazgı, çok müstesna bir filmdi. Onun dışında Barda’yı severim. Oradaki 45 karakteri psikopattır, ama neden psikopat olduğunu da görürüz. Eve Dönüş: Sarıkamış 1915’teki Onbaşı Sami rolünü de çok severim. Bugüne kadar ne öğrendiysem onun içine koymaya çalıştım. Bana göre onun gibi bir karakterin sinemamızda pek bir örneği yok. Bu kadar kötücül karakter canlandırınca herhalde Erol Taş gibi taşlanmıyorsunuzdur? Artık o Erol Taş sendromu yaşanmıyor. Bu kırılmış durumda. Hatta tam tersi bir ilişki var seyirciyle aramda. “Çok seviyorum” ya da “şu filmi on kere izledim, çok iyiydin” diyenler var. Tepkiler, dizi ya da sinema filmi üzerinden tanımlamaya göre değişiyor. Fakat siz de bu tür karakterleri yaratma konusunda iyisiniz. Her karakteri, diğerine göre farklılaştırabiliyorsunuz... Elden geldiğince farklılaştırmaya çalışıyorum. Evet, sorunlu, depresif karakterlerin filmografimde ağırlığı var. Ama karakterlerle hep empati kurmaya, bir öncekinden farklı kılmaya çalışıyorum. İşimiz gereği insanla uğraşıyoruz. Nedenleri ve koşulları anlama üzerine bir mesleğimiz var. Oynadığım karakterleri yargılayamayacağıma, kötü ya da iğrenç diyemeyeceğime göre, bu adam neden böyle davranıyor diye sormak, nedenini bulmak zorundayım. Çünkü ancak böyle olunca karakteri insanların kabul edebileceği bir hale getirebiliyorsunuz. Ya da kabul edilemeyecek bir durum varsa ortada, onu gösteriyorsunuz. 26 İSTASYON Filmografinizde Can Kılcıoğlu’nun yönettiği Karnaval adlı bir film de var. Genel filmografinizdeki karakterlerden farklı bu... Benim oynadığım en sevimli karakterlerden biri. Özel bir filmdir benim için. Can, acayip vizyonu olan bir yönetmen. İlk uzun metraj filmiydi. İnsanlar, bu filmi nereye koyacağını çok kestiremediler. Bizde çok örneği olmayan bir janrı temsil edecek Can. Film, karakter üzerinden, sululuk yapmadan bir komedi yapmayı amaçlamıştı. Sonradan kıymete bineceğini düşünüyorum... Açıkçası, Can’dan umutluyum... Can filminde evini, eşini çocuğunu terk eden bir babayı canlandırdınız... Bu film Sundance Film Festivali’ne seçildi. Dünyayı dolaştı... Nasıl bir iz bıraktı sizde? Filmin yönetmeni Raşit Çelikezer ile bu karakter üzerine uzun uzun konuştuk. “Bu karakteri çok gerçekçi kılamam,” dedim. Ama Raşit Ağabey, “Bu bir Yeşilçam güzellemesi, o Yeşilçam hikâyeleri bugün çekilse ne olur, nasıl anlatılır, ben “OYNADIĞIM KARAKTERLERI YARGILAYAMAYACAĞIMA, KÖTÜ YA DA IĞRENÇ DIYEMEYECEĞIME GÖRE, BU ADAM NEDEN BÖYLE DAVRANIYOR DIYE SORMAK, NEDENINI BULMAK ZORUNDAYIM. ÇÜNKÜ ANCAK BÖYLE OLUNCA KARAKTERI INSANLARIN KABUL EDEBILECEĞI BIR HALE GETIREBILIYORSUNUZ.” onun peşindeyim,” dedi ve beni ikna etti. Son tahlilde elimden geldiğince bu karakteri inandırıcı kılmaya çalıştım. Filmin kaderi de farklı oldu. Sundance Film Festivali’ne seçildi. Orada jüri başkanı filme özel ilgi gösterdi. Dünyanın pek çok yerinde gösterildi. Ukrayna ve Çin’deki gösterimler sonrasında yaşadıklarımı hiç unutamıyorum. İnsanlar sorularını gözyaşları içinde sordular. Ölümden döndüğünüz bir kaza yaşadınız. Kazadan önce nasıl bir hayatınız vardı? Şehir Tiyatrosu’nda iki büyük, bir çocuk oyununda, bir de dizide oynuyordum. Ayrıca kendi kurduğumuz tiyatrodaki bir oyunda rol alıyordum. Her şey çok iyi gidiyordu. Fakat kendimi böylesine hor kullandığımın farkında değildim. Vücudum bana birkaç sinyal vermişti, ama ben bunları çok iyi kavrayamamıştım. İleriye dönük birçok hayalim vardı; daha çok iş yapmak istiyordum. O dönemde beni kaygılandıran tek şey, askerlik sorunumdu. Artık sınıra gelmiştim, ama her şeyi bırakıp askere gidemiyordum. Tüm bu telaş içinde kendime zaman ayıramıyordum ve içten içe kuruduğumu hissediyordum. Hayatın bizi soktuğu o büyük yarışın içinde koşturup duruyordum. Sonra kazayla birlikte her şey bir anda durdu... Evet, ölümden döndüm! Çok ciddi bir beyin ameliyatı geçirdim. Doktorlar ailemi çağırıp imza almışlar, her şey olabilir diye. Ameliyat başarılı geçti ve altı ay evden hiç çıkmadım. Toplam iki sene her şeyden uzak kaldım. O süreç, çok zorlu geçti. Kendime dönüp baktım, kendimi sorguladım. Kitaplar okudum, filmler izledim. Birkaç defa yurtdışına çıktım, biraz oralarda yaşadım. Sonra garip gelecek ama bu sürecin bana iyi geldiğini fark ettim ve “Bir daha kendime bu kadar kötü davranmayacağım. Kendime zaman ayıracağım, yaptığım işi çok iyi yapmak için uğraşacağım ve iyi bir insan olacağım,” diye bir karar aldım. Sıkıntılı günleri nasıl aştınız? Kolay bir süreç değildi. İlaçlardan dolayı ciddi kilo aldım; 94 kilo oldum. Bir daha hiç oyunculuk yapamam, unutulur giderim kaygısı yaşadım. Bir maraz kalır mı diye kaygılandım. Yani zor bir dönemdi. Ama eşim, ailem, arkadaşlarım, dostlarım ve tanımadığım ama beni seven insanlar sayesinde aşabildim bunları. Gerçekten çok sevgi gördüm. Herkesin tek bir istediği vardı; o da benim iyileşmem... Şehir Tiyatroları bir aile gibi beni pamuklara sardı. Yolumun hiç düşmedi- ği şehirlerdeki tiyatro oyuncuları, bana geçmiş olsun dileklerini gönderdi. Bir kere Türkiye’nin birçok yerinde aynı anda, iyileşmem için R2 koridoru kurulmuş. Beni arayıp “Serdar, biz senin iyileşmen için evrene mesaj göndermek istiyoruz, onaylıyor musun?” dediler. Çok büyük moral verdi insanlar bana. Benim iyileşme sürecime doktorlar bile çok şaşırdı. Ben de “Herhalde beni bu insanların duaları iyileştirdi,” diyorum. İki yıl aradan sonra oyunculuğa dönünce neler hissettiniz? İki yılın sonunda bir oyunda yer almanın bana iyi geleceğini gördüm. Artık oynamak istiyordum. İlk olarak Şehir Tiyatroları’nın sahnelediği “Maskeliler”le başladım. Gerçekten iyi geldi o oyun. Provalara hevesle gittim. Yılın en iyi oyunlarından biri oldu. 1,5 yıllık zaman diliminde; Can, İz, Bu Son Olsun, Eve Dönüş: Sarıkamış 1915 ve Karnaval’da oynadım. Behzat Ç.’de de rol aldım. Ama bunları yaparken, setten sete koşarak telaş içinde hareket etmiyordum. Bunun da sonuçlarını görüyorum. İşime daha iyi konsantre oluyorum. Artık “insan Serdar Orçin”i de unutmadan yaşıyorum. Bugünlerde, hem 12 Öfkeli Adam oyunundasınız hem de Beş Kardeş dizisiyle ekranda... Bereketli bir dönem! Evet, bereketli bir dönem. Arka arkaya geldi; iyi de oldu. 12 Öfkeli Adam, Arif Akkaya’nın yönettiği bir oyun. Oyunun ismini duyunca çok heyecanlandım. Meğer heyecanlanan bir tek ben değilmişim, bütün ekip heyecanlıydı. Herkes filmi biliyormuş ve meselesi herkesi ilgilendiriyormuş. Arif, metnin orijinaline sadık kaldı. Oyun sonrası kuliste insan seli oluyor. Son haftalarda bizi izleyen hukuk öğrencisi sayısı 200’ü geçmiştir. Sidney Lumet’nin 12 Öfkeli Adam filmi ve sizde nasıl karşılık bulmuştu? Yıllar önce izlemiştim filmi ve çok etkilenmiştim. 2007’de yine bu metinden yola çıkarak Nikita Mikhalkov’un çektiği “12” filmini izleyip bayılmıştım. Mikhalkov metni günümüz Rusya’sına göre adapte edip daha siyasi bir film çıkarmıştı. Onun Rusya’ya dair eleştirisinden çok etkilenmiştim. Sonra Lumen’nin filmini tekrar izledim ve film gerçekten bir başyapıt. Adalet nedir, ne değildir çok iyi anlatıyor. Önyargının nasıl fikirlerimizi etkilediğini anlatması açısından da mükemmel bir metin… Bir de insanları herhangi bir konuda ikna etme sürecini en iyi anlatan metinlerden biri. Sanırım adalet kavramı tartışıldıkça, önyargılar sorunu var oldukça bu metin de güncelliğini yitirmeyecek. Ya Beş Kardeş? Onur Ünlü ile ilk olarak “İtirazım Var” filminde çalışmıştınız. Galiba kan uyuştu ve şimdi de birliktesiniz… Malum Onur Ünlü kafası diye bir durum var artık ve ben bu kafayı çok seviyorum. “İtirazım Var” filminde küçük bir rolüm vardı, şimdi iş büyüdü. Adından da anlaşılacağı üzere beş kardeşin hikâyesi... Bütün kardeşlerin arkasını toplayan büyük ağabey günün birinde âşık oluyor ve evleneceğini açıklıyor. Diğerleri öylece kalıyor… Hikâye böyle başlıyor. Rüya gibi bir kadrosu var dizinin: Serkan Keskin, Fatih Arıtman, Osman Sonat, Tansu Biçer, Nadir Sarıbacak, Melisa Sözen, Nihal Yalçın, Ece Dizdar, Ayşen Gruda, Köksal Engür… İSTASYON 27 KARİYER Etkili olmanın YEDI ALTIN KURALI Uluslararası liderlik otoritesi olarak kabul edilen, eğitmen ve kurumsal danışman Stephen R. Covey'in, “7 Habits of Highly Effective People” adlı kitabı, Türkçeye “Etkili İnsanların Yedi Alışkanlığı” adıyla kazandırıldı. Aradan geçen yıllar, dünyadaki birçok şeyi değiştirse bile, etkili insanların yedi alışkanlığı üzerinde fazla ‘etkili’ olamadı. Biz de iş yaşamında olduğu kadar, özel hayatta da fayda sağlayabilecek kuralları bir kez daha hatırlatmak istedik ve kitabın özetini çıkardık. A merikalı Stephen R. Covey, tüm dünyanın önünde saygıyla eğildiği uluslararası bir liderlik otoritesi. Eğitmen ve kurumsal danışman olan Covey, bundan yaklaşık 25 yıl önce yazdığı “7 Habits of Highly Effective People” kitabıyla çok konuşulmuştu. Dilimize, yayınlandıktan neredeyse 10 yıl sonra, “Etkili İnsanların Yedi Alışkanlığı” adıyla kazandırılan bu kitap, değişen dinamiklere rağmen adından hâlâ söz ettirmeyi başarıyor. İsmiyle müsemma bu kitapta, etkili kişilerin ortak yedi alışkanlığıyla ilgili detaylı bilgi sunuluyor. Yazar, kendi eserinden yaklaşık 50 yıl önce (kitabın yayın tarihinin 1989 olduğu göz önünde bulundurulduğunda 1930’ların sonu) yazılan başarı kitaplarının temelinin, Karakter Etiği olarak adlandırılan dürüstlük, alçakgönüllülük, sadakat, ölçülü olmak, cesaret, adalet, sabır, çalışkanlık, yalınlık ve herkese iyilik etmek üzerine kurulduğuna dikkat çekerek başlıyor metinlerine. II. Dünya Savaşı’ndan hemen sonraysa Karakter Etiği’nden Kişilik Etiği’ne doğru kayış olduğuna; dolayısıyla başarının da daha ziyade kişiliğin, toplumsal imajın, tutum ve davranışların, insanlararası etkileşim süreçlerini kolaylaştıran beceri ve tekniklerin yarattığı bir şey olarak görülmeye başlandığına vurgu yapıyor. Kitabın giriş bölümünde, alışkanlıkların önemine şu sözlerle dikkat çekiyor Stephan R. Covey: “Karakterimiz, temelde alışkanlıklarımızdan oluşur. ‘Düşünce ek, eylem biç; eylem ek, alışkanlık biç; alışkanlık ek, karakter biç; karakter ek, kader biç,’ der bir özdeyiş. Alışkanlıklar yaşamımızdaki güçlü etkenlerdir. Alışkanlık; bilgi, beceri ve arzunun kesişmesi olarak tanımlanabilir. Bilgi kuramsal paradigmadır, yani yapılması gereken şey ve nedeni; beceriyse nasıl yapılacağıdır. Arzu ise motivasyondur, yani yapma isteği. Bir şeyi yaşantımızda alışkanlık haline getirmek istiyorsak, üçüne de sahip olmamız gerekir.” 1 PROAKTİF OL Böylesi bir girişin ardından etkili insanların yedi alışkanlığıyla ilgili detayları anlatmaya başlayan ve ilk sıraya Proaktif Olmayı yerleştiren Covey, bu bölümde özet olarak şunları söylüyor: “Proaktivite sözcüğüne iş yönetimi literatüründe oldukça sık rastlanır, ama çoğu sözlükte yer almaz. İnisiyatif almaktan çok öte bir anlamı vardır. İnsan olarak, kendi yaşamımızdan sorumlu olduğumuz anlamına gelir. Davranışlarımız, koşullarımızın değil, kararlarımızın bir işlevidir. Değerlerimizi, duygularımızdan üstün tutabiliriz. Bazı şeylerin olmasını sağlamak için hem inisiyatifimiz vardır hem de sorumluluğumuz. Proaktif insanlar, o sorumluluğu kabul ederler. Davranışlarından ötürü olayları, koşulları ya da koşullanmayı suçlamazlar. Reaktif insanları duygular, koşullar, olaylar ve çevreleri; proaktifleriyse dikkatlice düşünülmüş, seçilmiş ve içselleştirilmiş olan değerler yönetir. Bize zarar veren, başımıza ge- 28 İSTASYON lenler değil, onlara gösterdiğimiz tepkidir… Doğamızın temelinde yatan, edilgen değil, etkin olmaktır. Bu hem belirli koşullarda göstereceğimiz tepkiyi seçmemizi sağlar hem de bize koşulları yaratma gücü verir. İnisiyatif almak; zorlayıcı, itici ya da saldırgan olmak anlamına gelmez. Olayların gelişimindeki sorumluluğumuzu kabullenmek demektir. Proaktif bireylerin yaratıcılığını ve becerilerini bir araya getirerek kurum içerisinde proaktif bir kültür yaratabilirler. Kurumun çevreye boyun eğmesi gerekmez; ilgili kişilerin ortak değer ve amaçlarını değerlendirmek için inisiyatifi ele alabilir… Proaktif insanlar, çabalarına odak noktası olarak etki alanını seçerler. Bir şeyler yapabilecekleri işlerin üzerinde çalışırlar. Reaktif insanlar, çabalarına odak noktası olarak ilgi alanını seçerler. Başkalarının zayıflıklarına, çevredeki sorunlara ve denetleyemedikleri koşullara odaklanırlar… Proaktif yaklaşım, ‘içten dışa’ değişmektir. Farklı olmak ve farklı olarak dışarıdaki şeyi olumlu yönde değiştirmektir. Bazen yapabileceğimiz en proaktif şey; mutlu olmak, içtenlikle gülümsemektir. Mutluluk, mutsuzluk gibi, proaktif bir seçimdir. Çabalarımızı değiştirebileceğimiz şeylere odaklarken, mutlu olabilir ve şu anda denetleyemediğimiz şeyleri kabul edebiliriz… Sorumlu olduğumuzu bilmek, etkili olmanın ve inceleyeceğimiz diğer bütün alışkanlıkların temelidir.” 2 SONUNU DÜŞÜNEREK İŞE BAŞLA “Eğer merdiven doğru duvara dayanmamışsa, attığımız her adım bizi yanlış yere götürür” diyor Covey, etkili olabilmenin ikinci maddesi “Sonunu Düşünerek İşe Başla” kısmında. Her şeyin bir zihinsel (ilk yaratım), bir de fiziksel (ikinci yaratım) yanı olduğuna vurgu yapan yazar, bu bölümde daha ziyade yaratım süreçleriyle ilgili bilgiler aktarıyor: “Her şeyin iki kez yaratılması bir ilkedir. Ama bütün ilk yaratımlar, bilinçli bir tasarımın sonucu değildir. Kişisel yaşamımızda özbilincimizi geliştirmez ve ilk yaratımların sorumluluğunu üstlenmezsek, bu ihmalimiz yüzünden etki alanımızın dışındaki diğer insanlara ve koşullara, yaşantımızın önemli bir bölümünü biçimlendirme yetkisi vermiş oluruz… Alışkanlığın temelin- İSTASYON 29 KARİYER LiSTELENDiRiN güçlü bir biçimde sımsıkı dokuyan ipliklerdir. İlkeler değişmez; onları kavrayışımız değişir… İlkelerle uyum içinde yaşarsak, sonuç olumlu olur…” 3 ÖNEMLİ İŞLERE ÖNCELİK VER MUTLULUK, MUTSUZLUK GIBI PROAKTIF BIR SEÇIMDIR. ÇABALARIMIZI DEĞIŞTIREBILECEĞIMIZ ŞEYLERE ODAKLARKEN, MUTLU OLABILIR VE ŞU ANDA DENETLEYEMEDIĞIMIZ ŞEYLERI KABUL EDEBILIRIZ… SORUMLU OLDUĞUMUZU BILMEK, ETKILI OLMANIN VE INCELEYECEĞIMIZ DIĞER BÜTÜN ALIŞKANLIKLARIN TEMELIDIR. de kişisel liderlik ilkeleri vardır. Bu, liderliğin ilk yaratım olduğu anlamına gelir. Liderlik, yöneticilik değildir. Yöneticilik ikinci yaratımdır… Yöneticilik, başarı merdivenini tırmanma becerisidir; liderlikse merdivenin doğru duvara dayalı olup olmadığını belirler… Sonunu düşünerek işe başlamanın en etkili yolu, bir kişisel misyon bildirgesi, felsefesi ya da inancı geliştirmektir. Burada odak noktası, ne olmak istediğiniz (karakter), ne yapmak istediğiniz (katkılar ve başarılar), yapmanın temelindeki değerler ya da ilkelerdir. Her birey eşsiz olduğu için, kişisel misyon bildirgesi hem içerik ve hem de şekil bakımından bu eşsizliği yansıtır. Vizyonumuzla değerlerimizi burada değerlendiririz. Yaşantımızın merkezinde ne varsa, güvenlik, rehberlik, bilgelik ve gücümüzün kaynağını o oluşturur. Bu dört etken -güvenlik, rehberlik, bilgelik ve güç- karşılıklı bağımlıdır. Güvenlik ve açık seçik rehberlik, gerçek bilgeliği sağlar; bilgelik ise gücü ortaya çıkarıp yönlendirecek bir kıvılcım ya da katalizör işlevi görür. Bu dört etken bir arada bulunduğu, birbirini canlandırdığı ve birbirine uyum sağladığı zaman, soylu bir kişiliğin, dengeli bir karakterin, mükemmel bir şekilde bütünleşmiş bir insanın müthiş gücünü yaratır. Misyon bildirgeleri sadece kişisel olmayabilir… Kurumsal misyon bildirgesi de güçlü bir birlik ve inanılmaz bağlılık yaratır. Hayatımızın merkezini doğru ilkeler üzerine oturtursak, yaşamı destekleyen dört etkenin gelişmesi için sağlam bir temel yaratmış oluruz. İlkeler derin, temel gerçeklerdir. İnsanlığın ortak paydasıdır. Yaşamı kusursuz, tutarlı, güzel ve 30 İSTASYON İlk iki alışkanlığın meyvesi olarak görülen “Önemli İşlere Öncelik Vermek” bölümünde yazar, zaman yönetimine odaklanıyor: “Zaman yönetimi konusunda dört dalga/kuşaktan bahsedilebilir. Her kuşak kendisinden öncekinin üzerine eklenir. İlk dalganın belirleyici özellikleri, notlar ve kontrol listeleri, zaman ve enerjimizi gerektiren pek çok şeye bir tür onay verme, kapsamlılık kazandırma çabası olabilir. İkinci kuşak, takvimler ve randevu defterleriyle tanımlanabilir. Bu dalga, ileriye bakma, gelecekteki olaylar ve etkinlikleri programlama girişimini yansıtır. Üçüncü kuşak ise bugün geçerli olan zaman yönetimi alanını yansıtır… Üçüncü kuşak önemli bir katkıda bulunmuş olsa da, insanlar zamanın 'verimli' bir biçimde programlanıp denetlenmesinin çoğu zaman ters sonuçlar verdiğini kavramaya başlamışlardır… Ama şimdi çok farklı bir dördüncü kuşak çıkıyor ortaya. Bu kuşak ‘zaman yönetimi’ deyiminin aslında yanlış olduğu görüşünde... Önemli olan zamanı değil, kendimizi yönetmektir. Dördüncü kuşak beklentilerinin odak noktası, şeyler ve zaman değil, ilişkileri koruyup geliştirmek ve sonuçlara ulaşmaktır. Bir etkinliği tanımlayan iki etken, acillik ve önemdir… Acil konular genelde gözle görülür… Çoğu kez başkalarının istedikleri şeylerdir, tam karşımızda dururlar. Hatta çoğu hoş, kolay ve zevkle yapılacak şeylerdir. Ama çoğunlukla önemsizdirler! Önem ise sonuçlarla ilgilidir. Bir şey önemliyse; görevinize, değerlerinize, öncelikli hedeflerinize katkıda bulunur.” 4 KAZAN/KAZAN DİYE DÜŞÜN Kazan / Kazan’ı bir teknikten ziyade insanlar arasındaki etkileşimle ilgili bütüncül bir felsefe olarak nitelendiren Covey, diğer paradigmaları “Kazan/Kaybet”, “Kaybet/Kazan”, “Kaybet/Kaybet”, “Kazan”, “Kazan/Kazan ya da Anlaşma yok” başlıkları altında topluyor. İki taraf için de yararlı ve tatmin edici olması anlamına gelen “Kazan/ Kazan”ın yaşamı rekabet değil, işbirliğine dayalı bir arena olarak değerlendirdiğini belirten Covey, “Kazan / Kaybet”i be- üçüncü alternatiflerin kapısını açarız. Farklılıklarımız artık iletişim ve ilerlemenin önünde engel oluşturmaz. Tersine, bizi sinerjiye ulaştıran basamaklar haline gelir.” nimseyen liderlik tarzının otoriter olduğunu; istediklerini elde etmek için güç, mal, mülk ya da kişilikten yararlanmaya yatkın olduklarını belirtiyor. “Kaybet / Kazan”ın, “Kazan / Kaybet”ten de beter bir yaklaşımı ifade ettiğini, her ikisinin de kişisel güvensizliklere dayalı zayıf konumlar olarak nitelendirilmesi gerektiğini belirten Stephen R. Covey, iki kararlı, inatçı, ego düşkünü bireylerin etkileşimiyle orta çıkan sonucunsa “Kaybet / Kaybet” olduğunu söylüyor. “Kazan” zihniyetini güdenlerin, başkasının kaybetmesiyle ilgilenmediğini, onların sadece istediklerini elde etme gibi bir anlayışa sahip olduklarını vurgulayan yazar, “Kazan/Kazan ya da Anlaşma Yok” ise anlaşmaya dayalı bir işbirliği içerisine girilmediği için beklenti oluşmadığını, dolayısıyla bu durumun insana kendini özgür hissettirdiğini ifade ediyor. “Kazan/Kazan diye düşünmek, kişiler arası liderlik alışkanlığıdır,” diyen Stephen R. Covey, bu bölümü şu sözlerle noktalıyor: “Kazan/Kazan bir kişilik tekniği değildir. Tümüyle insanlar arası bir etkileşim paradigmasıdır. Kaynağında, Karakter Bütünlüğü, Olgunluk ve Bolluk Zihniyeti vardır. Güven derecesi yüksek olan ilişkilerden doğarak gelişir. Hem beklentileri hem de başarıları etkili bir biçimde netleştirip yöneten anlaşmalarda somutlaşır. Destekleyici sistemlerde başarılı olur.” 6 SİNERJİ YARAT Alışkanlıklar, yaşamımızdaki güçlü etkenlerdir. Alışkanlık, bilgi, beceri ve arzunun kesişmesi olarak tanımlanabilir. 5 ÖNCE ANLAMAYA ÇALIŞ, SONRA ANLAŞILMAYA “İletişim, hayattaki en önemli beceridir. Kişiler arası iletişim alışkanlığında gerçekten etkili olmak istiyorsanız, bunu sadece teknikle başaramazsınız. Açıklık ve güven aşılayan bir karakter temeli üzerine, empatiyle dinleme becerilerini inşa etmeniz gerekir. Yürekler arası alışverişi sağlamak için de Duygusal Banka Hesapları yaratmalısınız” diyor Stephen R. Covey, “Önce Anlamaya Çalış, Sonra Anlaşılmaya” adlı bölümün girişinde ve ekliyor: “Anlamaya çalışmak düşünceli olmayı gerektirir; anlaşılmaya çalışmaksa cesaret ister. Kazan/Kazan için, her ikisinin de yüksek derecede olması gerekir. Bu nedenle, karşılıklı bağımlı durumlarda anlaşılmak bizim için önemlidir… Önce anlamaya çalışın… Birbirimizi gerçekten, derinlemesine anladığımız zaman, yaratıcı çözümlerin ve “Bütünün kendi parçalarının bütününden daha büyük olması…” Covey, işte bu kısa ama son derece etkili cümleyle tanımlıyor sinerjiyi. İlke merkezli liderliğin özü olan sinerjinin farklılıklara değer vermek olduğunu belirten yazar, sinerji yaratarak kurulan iletişimin, zihni, yüreği ve ifadeleri yeni alternatiflere açmak olduğunun altını çiziyor: “Güvenliği olmayan insanlar, her türlü gerçekliğin kendi paradigmalarına uyması gerektiğini düşünürler. Başkalarını klonlamaya, onları kalıba sokup kendileri gibi düşünmelerini sağlamaya büyük ihtiyaç duyarlar, ilişkinin gücünün başka bir bakış açısı edinmeye bağlı olduğunu kavrayamazlar. Aynı olmak, bir olmak değildir. Tekdüzelik, birlik değildir. Birlik, birbirini tamamlamaktır, aynı olmak değil. Aynı olmak yaratıcılığı engeller ve sıkıcıdır. Sinerjinin özü, farklılıklara değer vermektir. Farklılıklara değer vermenin anahtarı da, tüm insanların dünyayı, olduğu gibi değil, kendilerinin olduğu gibi gördüğünü kavramaktır. Yalnızca iki alternatif -sizinki ve yanlış olan- gördüğünüzde, sinerjik bir üçüncü alternatif arayabilirsiniz. Neredeyse her zaman bir üçüncü alternatif vardır ve Kazan/Kazan felsefesini uygulayıp gerçekten anlamaya çalışırsanız, ilgili herkes için daha iyi bir çözüm bulabilirsiniz.” 7 BALTAYI BİLE Başlığa bakıp savaş hazırlığına gireceğinizi zannetmeyin. “Yedinci alışkanlık, sahip olduğunuz en büyük kaynağı, -kendinizi-, korumak ve geliştirmektir. Doğanızın dört boyutunu, -fiziksel, ruhsal, zihinsel ve sosyal/duygusal-, yenilemektir” diyor Covey. Baltayı bilemeninse dört motivasyonun hepsini birden ifade ettiğini belirtiyor. Fiziksel yenilenmeyi egzersiz, beslenme ve stres yönetimiyle formüle eden yazar, ruhsal yenilenmeyi değer belirleyip bağlanma, inceleme ve motivasyon olarak tanımlıyor. Okumak, hayal etmek, planlamak ve yazmak zihinsel tazelenmenin altın anahtarlarıyken, sosyal/duygusal bağlamda hizmet, empati, sinerji ve iç güvenlik kavramları öne çıkıyor. Covey konuyu şu sözlerle özetliyor: “Yenilenme bütün boyutlarda önemli olsa da, ancak dört boyutun her biriyle akıllıca ve dengeli bir biçimde ilgilendiğimiz zaman, olması gerektiği kadar etkili olur. Bu alanlardan birinin ihmal edilmesi, diğerlerini olumsuz etkiler. Yaşamımıza merkez olarak doğru ilkeleri seçip, yapmakla yapabilme yeteneğimizi artırmak arasında dengeli bir odak noktası yaratırsak, etkili, yararlı ve huzurlu yaşamlar yaratma gücünü elde etmiş oluruz. Hem kendimiz hem de gelecek kuşaklar için...” İSTASYON 31 OTOMOBİL HAZIRLAYAN: EDMON BEKYAN Başarıyı tüketim belirleyecek dellerinde ortak kullanılan 4.0 litrelik çift turbolu V8 motor, 500 beygirin üstünde bir güce sahip. Ancak asıl heyecan verici yanı, ortalama yakıt tüketiminin 10 litre civarında olması. Bunu başarmak için gerek duyulmadığında silindirlerin yarısı devre dışı bırakılıyor. Otomobil üç ve üzerinde viteste 1000-3.500 devirde ilerlerken 2, 3, 5 ve 8’inci silindirler uykuya dalıyor. Sollama gibi yüksek güç gerektiren durumlardaysa gaz pedalına dokunduğunuz anda, yeniden V8 konumuna geri dönüyor. Performansta hal böyleyken, 1,6 litrelik benzinli bir motorun 100 beygir civarında güç üretip 100 km’de ortalama 8-9 litre tükettiği yıllar, çok geride kaldı. Bu alandaki çalışmalarıyla dikkat çeken Volkswagen mühendisleri, fizik kurallarına karşı gelerek, daha azla daha fazlasını elde etmeyi başardı. Düşük silindir hacminden yüksek beygirgücü elde etme konusunda önemli çalışmalara imza atan marka, Golf modelinde kullandığı 1.4 litrelik motordan 140 beygir elde ederken ortalama yakıt tüketimini 4,7 litreyle sınırlamayı başardı. AZ KIRLETIYOR, AZ TÜKETIYOR Otomobil üreticileri, tercihi belirleyen tüketim değerlerini düşürebilmek için farklı çözümler geliştirdi. Bunların arasında hafif metallerin kullanımından gerekmedikçe silindirlerin yarısını devre dışı bırakan sisteme kadar, birçok yeni teknoloji yer alıyor. F arklı dönemlerde belli bir oranda gerilese bile, rezervler azaldıkça petrol fiyatlarının izleyeceği yol, yukarı doğru olacak. Bu nedenle üreticiler, bütün güçleriyle performanstan ödün vermeden daha az yakıtla, daha çok yol almanın formülü üzerinde çalışıyor. Otomobil üreticilerine parça (lastik, elektronik sistemler) tedarik eden firmalar da bu yarışta geri kalmamak için üstün bir çaba harcıyor. Bütün bu çalışmalar, meyvelerini vermeye başladı ve ortalama yakıt tüketim değerlerinde son 10 yılda yüzde 30’a varan oranda düşüşler elde edildi. Bu başarının arkasında yer alan çalışmalara, teknolojilere birlikte göz atalım... Kısa bir süre öncesine kadar, yakıt tüketiminde belirleyici olan toplam ağırlığın azaltılmasında, kayda değer atılımlar yapılmamıştı. Bunun en önemli nedenlerinden biri, çelikten daha hafif olan malzemelerin (karbon fiber), metallerin (alüminyum alaşım) çok pahalı ve uygulanmalarının zor olmasıydı. Diğer bir neden de artan güvenlik önlemlerinin (çoğalan hava yastıkları, eklenen elektronik destek sistemleri vs.) beraberinde getirdiği ek kilolardı. Ancak son yıllarda önemli gelişmeler yaşandı ve bir dönem süper spor otomobillerde kullanılan alüminyum süspansiyon, şasi ve gövde panelleri, standart otomobillerde de yerlerini alma- 32 İSTASYON ya başladı. Örneğin gövdesi tamamen alüminyumdan üretilen ilk arazi aracı olan yeni Range Rover, eskisinden tam 420 kg daha hafif. Azaltılan kilolar sayesinde yeni modelin yakıt tüketiminde de yüzde 22’ye varan oranda iyileşme sağlandı. Egzotik malzemeler olarak sınıflandırılan karbon fiber, titanyum ve magnezyumun üretim maliyetinin ucuzlamasıyla, bu değerlerin daha da iyileşmesi bekleniyor. Buna paralel olarak mühendisler çelikle aynı burulma direncine sahip, fakat daha ince ve hafif olan özel bir çelik üretmenin yolunu arıyor. Bütün bu beklentiler doğru çıkarsa, 10 yıl içinde ortalama bir otomobil yaklaşık 250 kilogram daha hafifleyecek. SÜRTÜNME AZALDI, TÜKETIM DÜŞTÜ Otomobillerin hatları, müşterilerin ilgisini çekme konusunda belirgin bir rol oynasa da aerodinamik yapıyı oluşturduğu için yakıt tüketimini doğrudan etkiliyor. Motorun ürettiği gücün yüzde 60’ı, otomobilin havayı yarıp ilerlemesi için kullanıldığını düşününce, bu alandaki çalışmaların değeri daha net görülüyor. Burada önemli olan, genelde birbirini ters yönde etkileyen estetik ve aerodinamik hatlar arasında dengeyi korumak. Estetik kaygılardan dolayı otomobillerin hatlarında belli bir noktaya kadar özgür davranabilen tasarımcılar, çareyi otomobilin altında aramaya başladı. Düz paneller kullanılarak, havanın otomobilin altından engellere çarpmadan akıp gitmesi sağlandı. Önemsiz gibi görünen kapı kolları ve aynaların tasarımı da bu alanda önemli bir rol oynuyor. Yapılan çalışmaların ne kadar başarılı olduğunu anlamak için Mercedes CLA örneğini verebiliriz. 10 yıl önce aerodinamik yapısı Cd 0.30 olan bir otomobil öne çıkarken günümüzde Mercedes CLA bu oranı 0.22’ye kadar düşürdü. Bununla birlikte şehir trafiğinde hareketsiz kalınan her saniyenin, havaya para atmakla eşdeğer olduğu malum. Bunun önüne geçebilmek için durma noktasına gelindiğinde motoru otomatik olarak kapatıp ayağınızı frenden çektiğinizde veya debriyaja bastığınızda yeniden çalıştıran Start/Stop teknolojisi geliştirildi. Bu işlemin tüketimi artıracağını düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Motorun çalıştırılması için gereken enerji, 0,7 saniye boşta çalıştığında tüketeceği enerjiye eşdeğer. Bunun üzerinde hareketsiz kalınan her süre (sadece trafik ışıklarının ortalama bir dakika yandığını hesaplarsak ne kadar avantajlı olduğu anlaşılıyor) kârdasınız demektir. Sistemin yaklaşık yüzde 5 tasarruf sağladığı belirtiliyor. TÜKETIM V4, PERFORMANS V8 Bu başlığa inanmakta zorlanabilirsiniz, ancak gerçek bütün açıklığıyla ortada. Audi S8 ve Bentley Continental GT mo- Günümüzde lastikler kısa fren mesafesinden çok daha fazla kriteri karşılamak zorunda. Bunların arasında ürettikleri ses seviyesi ve tüketim de var. Tüketimi azaltmanın yoluysa frenleme ve yol tutuş gibi özelliklerin başarısını olumsuz etkilemeden, lastiğin yuvarlanma direncini azaltmaktan geçiyor. Tüketimin düşmesi daha az CO2 salınımını anlamına da geldiği için büyük önem taşıyor. Lastiklerin yakıt tüketimine binek araçlarda yüzde 20, ağır vasıtalarda yüzde 35 oranında etki ettiği göz önüne alacak olursak Pirelli’nin yuvarlanma direncini yüzde 23 oranında azaltan ve ilk AA etiketli lastik olan Cinturato P7 Blue seçeneği, yüzde 5,1 oranında bir avantaj sağlıyor. Bu değere, orta sınıf bir otomobille yılda 15 bin km yol kat edildiği farz edilerek varıldı. Lastikler geliştirildikçe bu değerlerin daha da aşağı geleceğine kesin gözüyle bakılıyor. Otomatik şanzımanlar o kadar gelişti ki, manuel olanlardan daha az tüketir hale geldiler. Elektronik kontrol üniteleri, vites geçişleri için şartların ideal olduğu anı beklediği için manuel olanlarda karşılaşılan insan hatalarını ortadan kaldırıyor. Bu sayede tüketim de daha düşük oluyor. Bunda etkili olan diğer bir faktör ise vites sayısının yıllar içinde artması. Son olarak Jeep Cherokee’de kullanılan 9 ileri otomatik şanzıman 2.0 lt dizel motorla birleştirilerek iki ton ağırlığındaki aracın ortalama yakıt tüketimini 5,8 lt gibi etkileyici bir düzeye ulaştırdı. Hibrit ve elektrikli modellerin yaygınlaşma hızına bakacak olursak tercihleri bir müddet daha benzinli ve dizel otomobillerin tüketim değerlerinin belirleyeceğini söyleyebiliriz. İSTASYON 33 GEZİ Kışın keyfi dağda çıkar Kış mevsimi, kayak ve kış sporları tutkunlarının heyecanla beklediği bir dönem... Gerek yurtiçinde, gerekse Avrupa’da kaliteli pistleri, spor sonrası yorgun bedeninizi şımartan aktivite seçenekleri, lüks yeme-içme ve konaklama mekânlarıyla pek çok kayak merkezi sizleri bekliyor. YAZI: BIRAY ANIL BIRER 34 İSTASYON M alum, kış mevsimindeyiz. Kışın keyfininse trafiği bol şehirlerde değil de dağlarda çıktığına şüphe yok. Her ne kadar, toplumumuzun büyük bölümü tatillerini yaz aylarında ve deniz kenarında geçirmeyi tercih ediyorsa da kışa kıymet verip rotasını beyaz büyüye çevirenlerin sayısı da az değil. Hal böyle olunca, hem ülkemizdeki hem de sınırlarımız dışındaki kayak merkezlerinin bazılarını daha yakından tanıyalım istedik. Bu topraklar üzerinde en bilindik yer Uludağ kuşkusuz. Bursa’nın simgesi olan bu gözde kayak merkezinde, yüksekliği 1750 ila 2 bin 543 metre arasında değişen 13 adet pist bulunuyor. Uludağ’ın uluslararası standartlardaki pistlerinde, hünerinizi sadece kayakta değil; snowboard, buz pateni, kar motosikleti gibi aktivitelerde de gösterebilirsiniz. Ama yine de kendinizi fazla yormayın, zira Uludağ’ın gece hayatı da en az pistleri kadar hareketli. Otellerin gece kulüpleri, sabahın ilk ışıklarına kadar, canlı müzik veya DJ performanslarıyla misafirleri eğlendiriyor. Sadece spor yapıp geri kalan zamanda da zihninizi boşaltmak, uçsuz bucaksız beyaz örtüye bakmak isterseniz, piste sıfır konumda, daha izole otellerin olduğunu da belirtelim. Kışın keyfini sürebileceğiniz bir diğer yerse Kartalkaya. Bahar ve yaz aylarında yeşilin binbir tonunu görebileceğiniz, kış aylarındaysa bembeyaz bir örtünün altına giren Köroğlu Dağları’ndaki Kartalkaya kayak merkezinin, kayılabilen alanı 1850 ila 2 bin 200 metre yüksekliğinde. Toplam 12 adet pistin bulunduğu merkezde konaklama ve eğlence sıkıntısı çekmeyeceğinizi garanti edebiliriz. Günün yorgunluğunu, sadeliğin konforla buluştuğu butik otellerde atabilir, bu otellerin sauna ve masaj hizmetlerinden yararlanabilirsiniz. Üstelik bazı otellerin kapalı havuzlarının manzarası son derece davetkâr… Eğer rotanızı Kartalkaya’ya çevirmişseniz Yurdaer Mutfak Sanatları Aktivite Merkezi’ne uğramadan dönmemenizi özellikle tavsiye ederiz. Zira burası, saray sofralarından ilham alınarak hazırlanan yemekleri tadabileceğiniz ender restoranlardan birine ev sahipliği yapıyor. Gelelim gözde kış merkezlerinden Palandöken’e… 3 bin 125 metre rakımlı Palandöken’de, doğal pistlerin dışında farklı zorluk derecelerinde 10 adet kayak pisti bulunuyor ve dağın en uzun pist mesafesi 12 kilometre. Bu, dünyada eşine az rastlanır bir rakam. Konukların pist aralarında sıcak bir şeyler İSTASYON 35 GEZİ SIZ YETER KI, KARAR VERIP GITMEK ISTEYIN... HEM YURTIÇINDE HEM DE YURTDIŞINDA BIRÇOK KAYAK MERKEZI, KIŞ MEVSIMININ EN GÜZEL YANLARINI DOYASIYA YAŞATMAK IÇIN SIZI BEKLIYOR. içip dinlenebilecekleri dağ kafeleri de mevcut. Palandöken’in en avantajlı yanlarından biri de, şehir merkezine hem çok yakın hem de ulaşımı çok kolay oluşu. Yani, dilerseniz merkezdeki otellerden birinde konaklayıp sadece spor yapmak için günübirliğine dağa gelebilirsiniz. Elbette, dağdaki oteller de size karların içinde sıcak ve lüks bir konaklama keyfi yaşatacak. Kayak öncesi ısınmak isteyenlere spor salonu, kayak sonrası yorgunluğunu atmayı arzu edenlere SPA ve Türk hamamı hizmetlerinin bulunduğu oteller, konforlarıyla da dünya standardına sahip. Erzurum’a kadar gitmişken, dünyaca meşhur cağ kebabından ve tabii haşlanan incirin içini cevizle doldurup yağda kızarttıktan sonra ikram edilen incir tatlısından yemeden dönmek, olmaz. Kış tatili için zamanınız kısıtlıysa, vaktinizin bir bölümünü Erzurum Palandöken’de, diğer bölümünü de Sarıkamış’ta geçirmenizi salık veririz. Toz karıyla Türkiye’deki kayak merkezleri arasında ayrı bir yere sahip, “Türkiye’nin Innsbruck’u” olarak adlandırılan Sarıkamış’ta, 36 İSTASYON nem oranı çok düşük olduğu için kar sulanmıyor, yere nasıl düşüyorsa öyle kalıyor. İkisi snowboard pisti olmak üzere toplam dokuz piste sahip Cıbıltepe Kayak Merkezi’nin rakımı, 2 bin 600 metre. Sarıkamış’ın kayak pistlerinde çığ tehlikesinin bulunmaması da cabası. Ayrıca pistler sarıçam ormanlarıyla çevrili olduğundan rüzgârdan da korunuyor. Özellikle snowboard sevenler için gerçek bir cennet olduğu düşünülen Sarıkamış’ta, konaklama seçenekleri biraz daha az, ama var olan mekânlar oldukça konforlu. Yöresel yemeklerin bir bölümü otel restoranlarında da sunuluyor, ancak yaklaşık 55 kilometre uzaklıktaki Kars şehir merkezine giderseniz, hem daha fazla seçenek bulursunuz hem de gözlerinizi nev-i şahsına münhasır mimariyle buluşturma imkânı elde edersiniz. SINIRLARI AŞMAK Yurtiçindeki kayak merkezlerinin kıymetini bilmekle birlikte, yurtdışındakileriyle de tanışmak isteyenlerdenseniz, size ilk olarak vizesiz gidilebilecek Makedonya’yı öneririz. Makedonya’nın başkenti Üsküp’e bir saat uzaklıktaki Mavrovo, çam ormanları, vadiler ve şelalelerle dolu bir doğa harikası. Aynı zamanda, 1860 metrelik rakımıyla hem başlangıç hem ileri seviyedeki kayakseverler için ideal bir kış sporları merkezi. Osmanlı etkilerini hissedebileceğiniz bu küçük merkez, Türkiye sıcaklığını arayıp biraz dışarı açılmak isteyenler için biçilmiş kaftan. Buradaki otellerin hemen hepsi, konuklarını memnun edebilmeye odaklanmış personelle çalışıyor. Balkanlar’daki tek kayak merkezi Mavrovo değil, elbette. Bulgaristan’ın en uzun kayak pistlerine ve zengin kültürel tarihine sahip Bansko, diğer merkezlere oranla epey bütçe dostu olduğu için Türk kayakseverler arasında son yıllardır çok popüler. Tek yapmanız gereken, Bulgaristan veya Schengen vizesi edinmek. Ülkenin güney batısındaki Pirin Dağı’nın eteğinde yer alan merkezde, değişik zorluklarda son derece kaliteli toplam 10 adet kayak pisti bulunuyor. Kasabanın kendisiyse, Bulgar kültürünü keşfetmek için en ideal yerlerden biri. Ege kıyıları ve Tuna Avrupa’sı arasındaki kervan yolunda yer alan ve 18’inci yüzyılda epey varlıklı bir kasaba haline gelen Bansko, ünlü tüccarlara, zanaatkârlara, ressamlara ve oyma sanatçılarına ev sahipliğini yapmış. Bu şirin kasabanın sokaklarını arşınladıktan sonra, sevimli mahalle barlarından birinde yorgunluğunuzu giderebileceğinizi de hatırlatalım. Bulgaristan’ın ardından, azıcık daha kuzeye, Sırbistan’a yol alalım. Bu küçük ve yeşil ülkede, Avrupalı jet sosyetenin kayak yapmaya geldiği bir yer var… Kökleri Orta Çağ’a uzanan tarihiyle de ilgi çeken Kopaonik, 2 bin metre rakımlı ve 20 kayak pistine sahip bir kış sporları merkezi. Özellikle snowboard’u ilk kez deneyecekler için uygun fiyatlı “her şey dâhil” (malzemeler ve ders) paketleri sunan tur operatörleri ve aynı adı taşıyan kasabadaki canlı gece hayatı, Koaponik’in artılarından. Her yıl 23 ila 29 Mart arası düzenlenen Büyük Kar Festivali, ziyaretçilere uluslararası reggae, caz ve elektronik müzisyenİSTASYON 37 GEZİ İster Avrupa’daki bir merkezi tercih edin, isterseniz Balkanlar’ı ya da Türkiye’yi... Karın cezbedici görüntüsü her yerde aynı. Hemen her şeyde olduğu gibi burada da en önemli fark, detaylarda... Diğer bir ifadeyle sunulan hizmetin kalitesinde... KÜRESEL IKLIM DEĞIŞIKLIĞI, KAYAK MERKEZLERINI DE ETKİLİYOR ELBETTE. AMA HER ŞEYE BIR ÇARE ÜRETEN INSAN AKLI, BU SORUNUN DA ÜSTESINDEN GELMIŞ GÖRÜNÜYOR. YAĞIŞIN AZ OLDUĞU BÖLGELERDE DEVREYE GIREN KAR MAKINALARI, KEYFE SEKTE VURDURMUYOR. lerini dinleme fırsatı veriyor. Dağ eteğine konuşlanmış, kayak merkezine ücretsiz servis hizmeti sunan otellerden bazılarının konforlu bir konaklamayı garantiliyor. Merkeze uzak olsa da aile sıcaklığında butik oteller de yok değil. BALKANLAR’DAN AVRUPA’YA Kayak merkezlerinin İtalyan süper modeli Cortina d’Ampezzo; popüler, pahalı, soğuk ve karşı konulamayacak derecede güzel. Kentin taş kilise helezonlarının ve pizzacılarının arkasında, fonda Alplerin nefes kesici siluetini görebilirsiniz. Cortina, İtalya’nın kuzeydoğusunda bulunan ve muhteşem manzaralarıyla insanın aklını başından alan Dolomitler dağ alanının bir parçası. Toplam 115 kilometrelik 66 piste sahip, 1956 Kış Olimpiyatları’na ev sahipliği yapmış Cortina’nın, geçmişteki düzenli ziyaretçilerinden birinin Audrey Hepburn olduğunu da hatırlatalım. Merkezin rakımıysa 1220 metre. Hem kültürel hem tarihî hem de finansal açıdan zengin bu bölgede, lüks konaklama ve lezzet sıkıntısı çekmeyeceğiniz kesin. 38 İSTASYON İtalya’da hal böyleyken daha kuzeye gittiğimizde; Avusturya’daki Ischgl çıkıyor karşımıza. Burası, karın eksik olmadığı tepeleri ve kayak sonrası çılgın gece hayatıyla kış aylarında gerçek bir çekim merkezi. Ayrıca her yıl kayak sezonunun bitişinin kutlandığı “Top of the Mountain” konserlerinde Bob Dylan’dan Beyonce ve Rihanna’ya pek çok ünlü sahne aldı. 2 bin ila 2 bin 872 metre rakımlı kayak merkezinde, 50’nin üzerinde pist var. Bu yıl 12-13 Nisan’da düzenlenecek bir yarışmada, ödüllü şefler, hem pistlerde hem de mutfakta hünerlerini gösterecek. Ischgl’de buz pateni, kış yürüyüşü ve kar kızağıyla kaymak gibi seçenekleriniz de var. Diğer bir efsanevi Avusturya kayak merkeziyse Kitzbühel. Franz Reisch, 1893’te Kitzbüheler Horn yamaçlarından kaydı ve Avusturya’daki ilk iniş aşağı kayak tekniğini başlatan kişi oldu. O zamandan bu yana Kitzbühel, Avrupa’nın en önemli kayak merkezlerinden biri olarak görülüyor. Üç kez Olimpiyat altın madalyası alan Toni Sailer gibi nice efsane sporcu da yine burada yetişti. 16’ncı yüzyılda gümüş ve bakır madencili- ği yapılan, artık kış sporlarıyla anılan kentte, 1931’den beri her yıl ocak ayında düzenlenen Hahnenkamm-Rennen müsabakaları bu yıl 20-25 Ocak’ta yapıldı. Merkezin 760 metrelik rakımı biraz düşük olsa da her seviyedeki kış sporcularını memnun edecek kalitede. Yabani sarımsaklı makarna ve enginarla servis edilen kedi balığı gibi yemeklerse her daim ilgi çekici... Avusturya’da kayak merkezleri tükenmez. Bir sonraki durağınız St. Anton… Bir zamanlar St. Anton, karın kışın yağdığı ve baharda eridiği, hayvancılığın yapıldığı kendi halinde bir köydü. Derken köylüler yanı başlarındaki altın madenini keşfettiler ve sonsuza kadar mutlu yaşadılar… 1901’de Alpler’deki ilk kayak kulübünü kuran St. Anton’da, kayak hastalığına kapılmamanız olanaksız. 2 bin 811 metrelik Valluga’nın eteklerine ve Rosanna Nehri’nin kuzey yatağına kurulmuş St. Anton am Arlberg’in kayak alanının gece hayatı da epey sıkı. Pistlerinin toplam uzunluğu 340 kilometreyi bulan St. Anton’da hem mütevazı hem de lüks bir konaklama seçenekleri mevcut. St. Anton Müzesi’nin içindeki Museum Restaurant’ta, hemen yanı başınızdaki gölden avlanmış taze alabalığın tadına mutlaka bakmanızı öneririz. Son durağınız Fransız Alpleri. Avrupa’nın en yüksek dağı Mont Blanc’in gölgesindeki küçük ve şık köy Megève, aynı zamanda popüler bir kayak merkezi. Tarihî köy merkezinde araba dolaşımı yasak; böylece eski kiliseleri ve taş sokakları özgürce arşınlayabiliyorsunuz. Dilerseniz köyü faytonla da turlayabilirsiniz. Toplam 137 piste sahip Megève’nin rakımı 1100 metre. Bu sevimli köydeki tatilinizi daha da mükemmel kılmak istiyorsanız, gelenekselle lüksün bir araya geldiği otellerde ya da bu otellerin dağda, 1560 metre yükseklikte yer alan kır evlerinde konaklayabilirsiniz. Evet, mevsim kış ve eldeki seçenekler yukarıdaki satırlarda sıraladıklarımızla sınırlı değil. Biz sadece birkaç kayak merkezini sığdırabildik sayfalarımıza. İster burada anlattıklarımızdan birini tercih edin, isterse kendi belirlediğinizi, fark etmez… Önemli olan kışın keyfine varabilmek. Önemli olan dağlara çıkabilmek… İSTASYON 39 YEME-İÇME Kışın müjdecileri Bu kış, küçük ve leziz bir değişiklik yapalım. Konuklarımıza çay, kahve yerine geleneksel kış içeceklerimizden boza ve salep ikram edelim. Çünkü muhabbet, güzel bir içecekle daha da şenlenir. YAZI: EVREN SOYAK S oğuk bir kış günü, camları buğulu bir kafede dumanı tüten sıcak bir içeceği yudumlamak kadar güzel ne olabilir ki? Dostluğun tadı, muhabbetin güzeli de sıcaklıkla başlar zaten. Bu kış, küçük bir değişiklik yapalım. Konuklarımıza çay kahve yerine boza ve salep ikram edelim. “Şıracının şahidi bozacıdır”, “Ensesinde boza pişirmek” gibi deyim ve atasözleriyle, tadı hoş içeceklerin kültürümüzdeki yerini hatırlayarak, kışa bu içeceklerle merhaba diyelim. Geleneksel içeceklerimizin başında gelen boza, kimi tarihçilere göre sekiz bin yıllık bir geçmişe sahip. Ne var ki kış gecelerine güzellik katan bozacıların ısrarcı “Boo-zaa” naraları çok katlı apartman sakinlerinin dışarıdaki hayattan kopuş sürecine daha fazla direnemedi. Neyse ki, unutulan şerbet ve hoşaflarımız gibi tarihin tozlu yemek kitaplarında kaybolup gitmektense, boza şişelenip market raflarındaki yerini aldı. Evliya Çelebi “Seyahatname”sinde 17’nci yüzyılda İstanbul’da 300 kadar bozacı dükkânı olduğunu aktarmış. IV. Murad ve IV. Mehmed dönemlerinde, “sarhoşluk vermeyecek kadarı”nı içmek helal sayıldığından meyhaneler, yüksek alkollü tatarbozası satan bozahanelere dönüşmüş. III. Selim döneminde bozahaneler, içki yasağından mağdur olanların sığınağı haline gelince, hanımlar, beyler ve aileler bozahanelerden elini eteğini çekmiş. Ta ki 1876 yılına kadar... OsmanlıRus Savaşı nedeniyle Rumeli’den İstanbul’a yapılan yoğun göç, bozacılık tarihinde bir dönüm noktası olmuş. Karadağ sınırındaki Prizzen kasabasından İstanbul’a gelen Arnavut genci Sadık, Vefa semtinde küçük bir bozacı açmış. Genç bozacı, dükkânını çeşit çeşit kepçeler, güzel bardaklar, şık tarçın ve leblebi kaplarıyla donatmış ve boza içimini bir zevk haline getirmiş. Prizzenli Sadık’ın şöhreti kısa zamanda İstanbul’un dört bir yanına dağılmış. 40 İSTASYON Dükkân, Vefa dışından da gelen seçkinlerin uğrak yeri olmuş... Vaktiyle İstanbul’da, kış geldi mi elinde güğüm, belinde bardakla sokak sokak dolaşan Arnavut bozacılar bugün kulağa, İhsan Oktay Anar’ın “Puslu Kıtalar Atlası”na yakışır masalsı karakterler gibi geliyor olabilir. Nitekim zamanla yerlerini, plastik bidon içinde boza satan Anadolu delikanlılarına bırakmışlar. Şimdilerde onlara da rastlanmıyor. Ancak Vefa Bozacısı, bu lezzetin yıkılmaz kalesi misali dimdik ayakta. Bugün Vefa Bozacısı’nın bozası plastik şişelerde süpermarketlerde bile satılıyor. Ancak her lezzeti yerinde tatİSTASYON 41 YEME-İÇME Ev yapımı boza Türkiye’de boza mısır unuyla yapılıyor. Kepeği alınmış mısır unu kavrulup üzerine su ekleniyor ve tokmakla dövülerek inceltiliyor. Belli bir kıvama gelince elekten geçiriliyor, sonra boza mayası eklenerek üç gün mayalanmaya bırakılıyor. Şeker veya pekmezle tatlandırılarak içime hazır hale geliyor. Bu zor yöntem, bozacılara ait... Ancak dilerseniz siz de evde boza yapabilirsiniz. Üç bardak bulguru akşamdan ıslatın. Bulguru, iki kahve fincanı pirinçle birlikte iyice yumuşayana dek pişirin. Karışımı mikserle çırptıktan sonra süzgeçten geçirip püre haline getirin. Püreyi, üç su bardağı toz şekerle birlikte tencereye koyun. Şeker eriyinceye kadar pişirin. Tencereyi ateşten alıp ılımaya bırakın. Elinizi yakmayacak ısıya geldiğinde bir su bardağı boza ya da ılık suyla ezilmiş, bir çorba kaşığı kadar yaş maya ekleyip karıştırın. Bu karışımı, 23-25 derece ısıdaki bir yerde üç gün bekletin. Bu süre boyunca ara sıra karıştırmayı ihmal etmeyin. İkinci günün sonundan itibaren kabarcıklar görmeye başlayacaksınız. Bu, bozanın olmaya başladığının işaretidir. Üzerine leblebi ve tarçın serperek soğuk olarak ikram edin. C BOZA, GELENEKSEL IÇECEKLERIMIZDEN EN ŞANSLISI OLSA GEREK. ŞERBET VE HOŞAFLARIMIZ GIBI TARIHIN TOZLU YEMEK KITAPLARINDA KAYBOLUP GITMEKTENSE, ŞIŞELENIP MARKET RAFLARINDAKI YERINI ALDI. mak gerek. İçeri adım attığınızda, sizi yüzlerce yıl öncesine ışınlayan dekoru ve değişmeyen lezzet kalitesiyle Vefa Bozacısı’nın Vefa semtindeki dükkânını ziyaret etmelisiniz. Boza, Mısır ve Kuzey Afrika sahillerine, Akdenizli tüccar gemiciler aracılığıyla batıya, Hazar Denizi’nin güneyine, Asya ve Çin’e, İran ve Afganistan’a, Kafkaslar’a ve Volga havzasına kadar geniş bir coğrafyaya yayılıyor. Mısır, arpa, çavdar, yulaf ya da buğday irmiği, şeker ve suyla üretilen bozanın, bilinen en eski içecek olan biranın da ilkel hali olduğu söyleniyor. Türkiye’de boza mısır irmiğiyle yapılıyor. Bozanın mayalanması sırasında açığa çıkan laktik asit, hazmı kolaylaştırıcı etkiye sahip. Yani sadece geçmişi yâd etmek değil, sağlık için de tüketilmeli, bu içecek. Ancak tüm mayalı besinlerde olduğu gibi bakteri içerdiği için bozayı saklama koşulları çok önemli. Uygun koşullarda saklandığı takdirde (8 derecede), 20 gün tazeliğini muhafaza edebiliyor. ÖNCE KOKUSUYLA CEZBEDIYORLAR Üzerine serpilen tarçınla birleşince baş döndüren bir kokuya sahip olan salep de soğuk kış günlerinin aranılan içeceği. Yabani orkidelerin, kökü yumru olanına salep diyoruz. Yumrular, suda kaynatılıp kurutulduktan sonra toz haline getirilerek, kullanıma hazırlanıyor. Hemen hemen her bölgede yetişen bu yabani orkide türünün Türkiye’deki asıl merkezi, Burdur’un Bucak ilçesi. Tüm ülkeye buradan yayılıyor. Biraz şekerle birlikte süte karıştırılarak geleneksel kış 42 İSTASYON içeceğimize dönüşen salep, dondurmanın da ana maddesi. Kabızlık, hemoroid ve bağırsak enfeksiyonlarına iyi geldiği biliniyor. Kandaki şeker dengesini sağlayıcı özelliğe sahip olan tarçınla birlikte tüketildiği için, tokluk hissi veriyor ve tatlı isteğini azaltıyor. Kışın önemli simgelerinden biri de sıcak çikolata. İlk sıcak çikolatanın 2 bin yıl önce Mayalar tarafından yapıldığı sanılıyor. Çikolatayla çok geç tanışan bir mutfağın takipçileri olsak da, bu lezzetten kendimizi alamadığımız doğru. 19’uncu yüzyıla kadar sıcak çikolatanın mide hastalıklarının tedavisinde kullanıldığını bilmek, bir nebze olsun içimizi rahatlatıyor. Ne kadar yüksek kalorili olsa da, bir araştırmaya göre çaydan daha çok antioksidan içerdiği için kalp krizi riskini azaltan içecekler arasında. Şurup, hoşaf, komposto ve şerbetleri de yabana atmamak gerek. Kışın pilavın yanında, kızarmış balığın üstüne, az şekerli bir hoşaf hiç de fena olmaz. Portakal ve elma hoşafı, kış meyveleriyle yapılan nefis içecekler. Bunların dışında, vitamin, antioksidan, potasyum ve folik asit açısından zengin bir içecek olan taze sıkılmış portakal suyu, özellikle sonbahar ve kış aylarında güne zinde başlamanızı sağlarken, bağışıklık sisteminizi de güçlendirir. Tıpkı soğuk algınlığına yakalandığımızda imdadımıza yetişen ıhlamur, adaçayı gibi... Kendine özgü kokusu ve aroması olan ıhlamurdaki flavonoitler, iltihap giderici ve ağrı kesici etki gösterir. Öksürük kesici ve göğüs yumuşatıcıdır. Ihlamurdaki farnesol madddesi ayrıca yatıştırıcı etkiye sahiptir. Ege kıyılarının ferahlığını taşıyan adaçayı ise sindirim ve sinir sistemini düzenler. Çayıyla gargara yapıldığında ise boğaz enfeksiyonlarına iyi gelir. Artık canımız sıkılınca biraz hava almak maksadıyla kendimizi dışarı attığımız günler geride kaldı. İstemesek de kapalı mekânlarda geçireceğimiz uzun bir kış var. Bari bu zamanı biraz renklendirelim. Geleneksel içeceklerimizin unutulmaması dileğiyle… M Y CM MY CY CMY K SAĞLIK Obezitenin maliyeti sigaraya eşdeğer Yaşam süresi DNA’da gizli n DNA’ı söyle bana, ne kadar n Obezite… İnsan yaşamını tehdit eden hastalıklar listesinin üst sırasında bulunuyor. Yapılan çeşitli araştırmalar, günümüzde, tüm dünyada 2,1 milyardan fazla kişinin fazla kilolu olduğunu gösteriyor, daha da önemlisi takvimler 2030’u gösterdiğinde dünya nüfusunun neredeyse yarısının bu sağlık sorunun pençesine düşeceği öngörülüyor. Dünyanın dört bir yanında obezitenin önüne geçilmesi için çalışmalar yürütülürken, geçtiğimiz günlerde yayınlanan bir rapor konunun farklı bir boyutunun daha olduğunu ortaya çıkardı. O da şu: Obezitenin dünya çapındaki maliyeti, sigarının ve silahlı çatışmaların yarattığı maliyetle neredeyse ayrı. McKinsey Küresel Entitüsü’nün araştırmasına göre, obezitenin küresel maliyeti, 2 milyar Dolar’ı aşıyor. Bu da dünya üzerinde gerçekleştirilen yıllık ekonomik faaliyetlerin 2,8’ine denk geliyor. Rakam, göz ardı edilmeyecek kadar büyük. Çalışmanın son bölümünde “krize dönüşen obezite sorunu için yeterli büyüklükte bir strateji gerekiyor” denmesinin temel nedeni de bu zaten. BEYINDEKI SABIT HAT Londra ve Cambridge üniversitelerinde gerçekleştirilen bir araştırmaya göre beynimiz, gördüğümüzle yaptığımız arasındaki bilgi bağlantısını “sabit hat” adı verilen bir yolla sağlıyor. n İnsan beyni, herkesi kendine hayran bırakacak gizemlerle dolu. Biliminsanlarının bu gizemi çözme yönündeki gayretiyse takdire şayan. Gün geçmiyor ki, beyinle ilgili hayret verici yeni bir bilgiye ulaşılmasın. Bu bilgilerden biri de İngiltere’nin iki önemli üniversitesinden; Londra ve Cambridge’ten geldi. Sonuçları www.sciencedaily. com internet sitesinde yayınlanan çalışmaya göre araştırmacılar, beynimizin gördüklerimizle yaptıklarımız arasındaki bağlantıyı “sabit hat” adı verilen bir yolla sağladığını ortaya çıkardılar. Söz konusu üniversitelerde görev yapan araştırmacılar, ilk kez görsel işaretlerle fiziksel harekelerin birleşiminden oluşan öz farkındalığın konumuna ait özel bir mekanizma buldular. 52 sağlıklı yetişkinle yapılan deneylerde denekler, iki boyutlu ekran üzerindeki gösterge hareketlerinin direkt olarak el hareketine bağlı olduğu robotik kollar kullandılar. Deneklerin gözleri ekranın merkezindeki bir işarete sabitlenmiş olarak tutuldu ve bu durum göz izleyicisiyle onaylandı. Denekler, sağ ve sol elleriyle işaretlerin ikiye ayrılmasını ve ikisinin de eşit ölçüde merkeze yaklaşmasını kontrol etti. Buradaki amaç, her bir imlecin ekranın en üstünde bulunan ve hedef olarak gösterilen noktalara getirilmesiydi. Bazen tek bir taraf üzerindeki hedef ya da imleç sağa ya da sola atlıyordu. Deneklerden beklenense imleci doğru hedefe götürebilmeleriydi. Her bir atlama, tek bölüm üzerinde anlık bir parlamayla işaretlendirildi. Üstelik bu atlamalar rastgele bir şekilde değişiyordu. Bu nedenle, her zaman değişiklikle ilgili bölümde karşılığını bulamıyorlardı. Deneklerin dikkatleri işaretler tarafından doğru bölgeye çekildiğinde, hedefin atlamaya hızla karşılık verdiği görüldü. Londra Üniversitesi’nden Dr. Alexandra Reichenbach, deneyle ilgili olarak yaptığı açıklamada, “Bu çalışma, şizofreni hastalarının neden kendi hareketlerini başkası kontrol ediyormuş gibi hissettiklerini de açıklıyor. Şizofrenide sıklıkla kontrolün hayali olduğuna benzer dışavurumlar görülür. Eğer biri görsel işaretlere uygun vücut tepkilerini veremiyorsa, kendisinin başkası tarafından kontrol edildiğini hissedebilir. Buradaki fonksiyon bozukluğunun sebebi, bu çalışmada tanımlanan mekanizmayla açıklanabilir” dedi. Hipotalamus’un zor kararı n Türkiye, aşırı soğukların yaşandığı bir ülke sayılmaz. Doğu ve Güney Doğu Anadolu’da, termometreler kış aylarında sık sık sıfırın altına iniyor, ancak bu durum insan yaşamını tehdit etmiyor. İnsan vücudunun yapısı, aşırı soğuklarla baş edebilecek niteliklere sahip değil. Peki, üşüdüğümüzde neler oluyor? Öncelikle 44 İSTASYON üşüdüğümüzde vücut ısısını artıracak mekanizmalar devreye giriyor. Kaslarımız ve dişlerimiz titrer, tüylerimiz dikiliyor. Beynimizdeki hipotalamus bezi, bu tepkilerin gösterilmesini sağlayarak, ısınacak bir barınak buluncaya dek hayati organlarımızı sıcak tutmaya çalışıyor. Başlıca görevi vücudun merkezi sistemini ne pahasına olursa olsun sıcak tutmak olan hipotalamus, gerekirse uçlardaki uzuvları gözden çıkarıyor ve oralara kan akışını kesiyor. Zaten bu durum aşırı soğukta el ve ayak parmaklarının karıncalanmasının, hatta donarak parçalanmasının nedeni olarak gösteriliyor. yaşayacağını söyleyeyim sana… Tekerleme gibi görünen bu cümle, şaka değil, gerçek! Zira hemen her gün yeni bir bilgiye ulaşan araştırmacılar, şimdi de insan ömrünün belirlenmesinde DNA’nın önemli ipuçları sunduğunu ortaya çıkardılar. Kalp rahatsızlığı bulunan 3 bin 500 kişinin DNA örneklerinin karşılaştırılmasıyla ortaya çıkan araştırma, Intermountain Kalp Enstitüsü’nde (Utah / ABD) gerçekleştirildi. Sonuçları www. eurekalert.org’ta yayınlanan araştırma, kromozomların uç kısımlarında bulunan ve telomer olarak adlandırılan yapılardan alınan DNA ipliklerinin uzunluklarının karşılaştırılmasını içeriyor. Telomer boyunun yaşam sürecini doğrudan etkilediği daha önceki yıllarda da biliniyordu aslında. Intermountain Kalp Enstitüsü’nün yaptığı çalışma, bu durumun kanıtı niteliğinde… Gelelim, hayatımızın uzunluğunu belirleyen telomer’in ne olduğuna. Telomerler, kromozomların uçlarında bulunan ve DNA’nın yapısını koruyan bir işleve sahipler. DNA’nın kendini her eşleyişinde bu yapı da kısalıyor. Kısalan telomer boyunun hücre bölünmesini yavaşlattığı, zamanla durdurduğu, yaşlılıkta ortaya çıkan kalp rahatsızlıkları ya da kanser başta olmak üzere birçok hastalıkla doğrudan ilişkisi olduğu da kanıtlanmış bilgiler arasında. GECE MESAILERINE DIKKAT n Eskiler, “ekmek aslanın ağızında” derlerdi. Para kazanmanın ne derece güç olduğunu vurgulayan bu söz, günümüzde geçerliliğini yitirdi. Zira çalışma temposu öyle bir hale geldi ki, ekmeği aslanın ağızında bulabilene aşkolsun… Yoğun iş hacmi ya da kimi mecburiyetler, şirketleri vardiyalı çalışma koşullarına sürükledi. Ancak Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Colorado Üniversitesi’nden bir grup biliminsanının gerçekleştirdiği ve sonuçları BBC’de yayınlanan bir haber, vardiyalı çalışmanın bir parçası olan gece mesaisinin obezite riskini artırdığını kanıtladı. Kanıtladı ifadesini kullanıyoruz, çünkü gece mesaisinin metabolizma üzerindeki olumsuz etkileri uzun süredir biliyor, çeşitli platformlarda tartışılıyordu. Colorado Üniversitesi’nce yapılan araştırma, çalışanların gece mesaisinde daha az enerji harcandığını, bu nedenle de kilo aldığını ortaya koydu. Araştırmada, gönüllülerden oluşan grup, önce gündüz vardiyasında çalıştırıldı ve kendilerinden güne kahvaltıyla başlamaları, devamındaysa günlük rutinleri takip edip gece uyumaları istendi. İki günlük gündüz vardiyasının ardından, gönüllüler gece vardiyasında çalıştırıldı. Bu kez de kendilerinden geceleri yemek yiyip gündüz uyumaları istendi. Her iki durumda da aynı miktarda kalori alan deneklerin, geceleri daha az kalori harcadığı görüldü. Araştırmanın başındaki Profesör Kenneth Wright, söz konusu durumu, “Vardiyalı çalışma, vücudun biyolojik temposunun gece de devam etmesini istiyor. Ve gündüzleri vücudun yavaşlayarak uykuya geçmesini gerektiriyor. Ancak vücut biyolojisinde güneş ışığı çok önemli bir faktör, bunu yapabilmek çok çok zor… Dolayısıyla vardiyalı çalışanların vücudu, bu değişikliğe hiçbir zaman uyum sağlayamıyor” diyerek açıkladı. Hemen her derde deva n Farkındayız, kışın en soğuk günlerini yaşıyoruz. Ancak “her kışın bir baharı vardır” sözünden hareketle, güneşin nimetlerine dair bir haberi sizlerle paylaşmak isteriz. Dünya genelinde yapılan bir araştırmaya göre güneş yalnızca içimizi ısıtmak ve kemiklerimizi güçlendirmekle kalmayıp birçok hastalığa da deva oluyor. Eksikliğindeyse tam tersi bir durum ortaya çıkıyor. Misal, D vitamini eksikliği kanser riskini artırıyor. Zaten kansere yakalanmış olanlardaysa tedavi sürecini kötü yönde etkiliyor. Kemik erimesi olasılığını yüzde 300 fazlalaştırırken, sırt ağrısından şikâyet edenlerin yüzde 80’inde bu vitaminin eksikliği tespit ediliyor. Dünya çapında yapılan araştırmalara göre, D vitamini eksikliği en fazla güneşi nadir gören Kanadalılarda (yüzde 90) rastlanıyor. Kanadalıları yüzde 60 ile Amerikalılar, yüzde 55 ile Avrupalılar izliyor. Bu topraklara gelince… Güneşin neredeyse dört mevsim boyunca parladığı Türkiye’de rakamın çok daha düşük olacağını düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Zira insanlarımız neredeyse yüzde 70’i D vitamini eksikliği yaşıyor. Bu da bizi şu çağrıyı yapmaya zorunlu kılıyor; önümüz bahar. Güneşle buluşmak ve tabii nimetlerinden yararlanmak için daha fazla neden var artık. İSTASYON 45 SAĞLIK ayıran en belirgin özellikler, beyin damarlarının kas tabakalarının, vücudumuzun diğer damarlarına göre daha ince, yani zayıf olmasıdır, bu zayıflık beyin damarlarında daha çok anevrizma gelişimini izah eder. Beyinde anevrizma gelişen damarlar, vücudun diğer bölgelerinden farklı olarak, etraflarında kaslardan oluşan bir destekten yoksun bulundukları için, beyin suyu içinde tek başlarına seyrederler. Vücudumuzda beyin dışında anevrizma gelişen en önemli damarımız kalpten karın boşluğumuza uzanan aort damarımızdır. Cidarı yaralanarak kası zayıflayan her damarda anevrizma gelişebilir. En tehlikelileri, beyin ve aort anevrizmalarıdır. Patlaması hayatımıza mal olabilecek balon: Anevrizma Çeşitli kaynaklar, atardamarların duvarında oluşan baloncuk şeklindeki genişlemeye, anevrizma adı verildiğini yazıyor. Bir hekim olarak siz anevrizmayı nasıl anlatırsınız? Anevrizma damarların çatallanma yerlerinde gelişen, baloncuk şeklindeki yapısal bozukluktur. Doğumsal nedenle gelişen damar duvarı bozukluğunu bünyesinde barındırır. Anevrizmanın duvar yapılarına (gerçek anevrizmalar, yalancı anevrizmalar) ya da şekillerine (sakküler, fusiform) göre sınıflandırıldığı belirtiliyor. Söz konusu türlere ait daha geniş bilgi rica edebilir miyiz? Anevrizmanın en sık görüleni, sakküler denen kesecik şeklindeki tipidir. “Yalancı Anevrizma” ise farklı bir durumdur, damar cidarının çeşitli nedenlerle zayıflaması sonucu kese oluşturmadan genişlemesi halidir. Bir de “mikotik anevrizma” denen, damar cidarının mikrobik enfeksiyon nedeniyle zayıflamasıyla gelişen balonlaşmalardır. Bunların şekilleri düzensizdir. Acıbadem Fulya Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Yunus Aydin 46 İSTASYON Daha ziyade beyne yakın bölgede ve aortta gözlemlenen; tedavi edilmediği takdirde ölümcül sonuçlara yol açan anevrizmayla ilgili bilgi veren Acıbadem Fulya Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Yunus Aydin, gelişen teknolojinin bu hastalığın teşhis ve tedavisinde olumlu rol oynadığını belirtiyor. Birçok hastalığın, sağlıksız yaşam koşulları, yetersiz ya da kötü beslenme, aşırı yoğunluk, stres gibi nedenlerle ortaya çıktığı aşikâr. Anevrizmayı da sağlıksız yaşam koşullarıyla meydana gelen hastalıklar arasında değerlendirmemiz mümkün mü? Anevrizma gelişen beyin damarlarının etrafında, vücudumuzun diğer taraflarında olduğu gibi kas benzeri yapılar yoktur. Damar cidarındaki kas tabakası da göreceli olarak daha zayıftır. Bu zayıflık damarın çatallanma yerinde belirgin olunca zayıf bir nokta oluşturur. Damar içindeki basınç, sigara kullanımı, damar sertliği yapan nedenler bu zayıf noktanın dışarı doğru balon yapa- rak genişlemesine neden olur ve anevrizma gelişir. Daha çok genç erkek ve kadınlarda görülür. Yapılan otopsilerin yaklaşık yüzde 10-14’ünde beyin damarlarında anevrizmaya rastlanır. Ancak bunların hepsi yaşamları süresince kanamaz. Yaklaşık yüzde 10’u anevrizma patlamasına bağlı beyin kanaması yapar. Anevrizmanın daha ziyade beyinde meydana gelmesinin nedenini nedir? Vücudun başka hangi yerlerinde bu sorunla karşılaşılıyor? Anevrizma vücudumuzun diğer damarlarında da olur. Beyindekileri diğerlerinden Anevrizmanın vücuda verdiği hasar nedir? Cidarı ince olan anevrizma yumağı, içerdeki kan basıncına dayanamadığı zaman çatlar ve kanamaya neden olur. Anevrizma daha çok beynin yüzeyindeki örümcek ağ altındaki beyin omurilik suyuna (BOS) açılarak zar altı kanamasın yol açar. Anevrizması kanamış hastaların üçte biri, kanadıkları anda bulundukları yerde ölür, hastaneye bile getirilemezler. Kalan üçte iki hastaneye gelir, bunları da beş gruba ayırırız. İlk üç gruptaki hastalar cerrahi tedavi edilebilirken, dördüncü ve beşinci gruptakilere sadece yoğun bakım desteği verilebilir. Durumları düzelip üst gruba yükselirlerse onlar da tedavi edilebilir, ama çoğu maalesef kaybedilir. Anevrizmanın tedavisinde farklılıklar oluyor mu? Anevrizma dolanım dışı bırakılırken, çıktığı damarın devamlılığını korumak esastır. Beyin anevrizmaları “klip” denen bir maşacıkla kapatılırken, aort anevrizması stent uygulamasıyla bertaraf edilir. Damar çapının geniş olduğu durumlarda stent uygulanabilir. Anevrizmanın erken teşhisi mümkün mü; mümkünse teşhis edilmesini sağlayan etkenler neler? Diğer bir ifadeyle hastalarınız size hangi şikâyetlerle geldiğinde anevrizma olabileceğini düşünüyorsunuz? Anevrizma, beyinde günümüz sağlık sistemi gereği halkımızın sıkça ve kolayca, basit nedenlerle beyin MR’ı çektirmesi vesilesiyle, beyin kanamasına yol açmadan, tesadüfi olarak teşhis edilmektedir. Bazen büyük anevrizmalar, komşu sinir yapılarına baskı yaparak kendilerini belli ederek kanamadan yakalanırlar. Tesadüfen teşhis edilebilir ya da beyin kanamasıyla ortaya çıkabilir. Çünkü anevrizma tedavi edilmezse Normal Aort Anevrizması Prof. Aydın, vücudumuzda beyin dışında anevrizma gelişen en önemli damarın, kalpten karın boşluğuna uzanan aort damarı olmakla birlikte, cidarı yaralanarak kası zayıflayan her damarda anevrizma tehlikesi bulunduğunu belirtiyor. Beyin ve aort damarlarının bu derece gündemde olmasının nedeniyse, buradaki anevrizmaların hayati tehlike içermesinden kaynaklanıyor. beyin kanaması yapar. Ailesinde anevrizma görülenlerin çocuklarında anevrizma görülme sıklığı, görülmeyenlere oranla daha yüksektir. Polikistik böbrek, aort darlığı, bazı romatizmal hastalıklarda anevrizma görülme sıklığı normal topluma göre daha fazladır. Bu hastalığı bulunanlarda beyin MR anjiografi yaparak anevrizma bulunup bulunmadığı araştırılmalılar. Kanamamış anevrizma tedavisinin, kanamışa göre daha avantajlı olduğu da muhakkak. Teşhis konulduktan sonra süreç nasıl işliyor? Tedavi sürecinde dikkat edilen unsurlar neler? Anevrizmanın uygun olanları mikro cerrahi yöntemiyle içine kan girmeyecek hale sokulur. Anevrizma boynu klip denen, saç tokasına benzer minik maşayla kapatılır. Cerrahiye uygun olmayan anevrizmaların içi bulaşık teline benzer minik tel yumağıyla doludur ve kanın girmesi engellenmiş olur. Ameliyat gerektiğinmediği için avantajlı görünen bu işlemin mahsuru, ileride içine kanın tekrar girme ihtimaline karşın belli aralıklarla takip edilmeleri ve gerektiği takdirde aynı işlemin tekrarının yapılmasıdır. Kliple kapatılan anevrizmalarda, ameliyat sonrası kontrolden sonra bu takip gerekmez. Tıptaki gelişmeler, hastalığın tedavisinde de olumlu etkiler yaratıyordur kuşkusuz. Bu hastalıkla ilgili cerrahi yöntemlerde son 10 yıldır yaşanan gelişmeleri özetlemeniz mümkün mü? Son on yılda anevrizmaya damar içinden girilerek doldurulmasını sağlayan koil, stent ve kan akımını düzenleyerek anevrizmayı dolanım dışı bırakan yöntemlerde olumlu gelişmeler oldu. Mikrocerrahi tekniğe yardımcı, ameliyat mikroskoplarının ameliyat esasında ICG anjiografi olanağı sunması da çok yararlı bir gelişmedir. Son olarak, anevrizmaya uğramış ve tedavi edilmiş bir atardamarın tıpkı eskisi gibi, faaliyetini yerine getirmesi mümkün mü? Ana damarın korunması durumunda, görevini eskisi gibi yerine getirir. Normal bir damar gibi çalışır. İSTASYON 47 UZMAN GÖZÜYLE Otobüslerin Muayenesi Toplumumuzun önemli bir kesiminin ulaşım aracı olarak kullandığı ve trafikte de önemli bir yer işgal eden otobüslerin muayene edilen unsurları hakkındaki bilgileri, TÜVTÜRK Teknik Eğitmeni Rıdvan İlhan anlatıyor. Karayolları Trafik Yönetmeliği, Araçların İmal, Tadil ve Montajı Hakkındaki Yönetmelik ve Motorlu Araçlar ve Römorkları Tip Onayı Yönetmeliği’nde belirtilen araç sınıfları ve araç tanımları kısmında, araç cinslerinde bulunan, yolcu taşımacılığında kullanılan araçlara verilen isim, otobüstür. Sürücüsü dâhil onsekiz veya daha fazla oturma yeri olan motorlu taşıtlardır. Muayeneye aracın plakası, şasi numarası, motor numarası, rengi ve tip etiketi kontrolüyle başlanır. Devamında fren testine geçilir. Aydınlatma sistemleri için ön ve arka aydınlatma sistemleri tek tek kontrol edilir. Arka aydınlatma sistemlerinin kontrolünde araç muayene teknisyeni, aynaları kullanarak tüm sistemi kontrol eder. Araç alt kontrollerinde ise süspansiyon sistemi, direksiyon sistemi, stabilizatör, tekerlek bilya boşluğu ve akson boşluğu kontrolleri yapılır. Süspansiyon sistemi kontrollerinde, araçta yaprak yay kullanılıyorsa bu yayların kırık olup olmadığına, sayılarının sağ ve sol tarafta eşit olmasına dikkat edilmektedir. Ayrıca yaylar üzerinde kaynakla bağlantı olmamalıdır. Eğer araçta havalı süspansiyon parçası olan körük bulunuyorsa körüğün fiziki durumu ve yapısının uygunluğu kontrol edilmektedir. Araç içi kontroleri, araç dış kontrolleri ve son olarak far ölçümü ile birlikte muayene raporu oluşturularak süreç tamamlanır. ABS Fren Sistemi; 31.07.2004 (dâhil) itibaren üretilen M2 (sürücüsü dâhil en az 10 koltuklu ve 5 tonu aşmayan araçlar) kategorisindeki araçlarda ve M3 ( sürücüsü dâhil en az 10 koltuklu ve 5 tonu aşan araçlar) kategorisindeki otobüslerde ABS fren sistemi zorunludur. Yolcu başına düşen ağırlık otobüslerde okul taşıtları için 50 kg, Sınıf I ve Sınıf A otobüslerde 68 kg ve Sınıf II (öncelikli olarak oturarak yolcu taşıyan ancak, koltuk aralarında ve geçiş alanlarında ayakta yolcu taşınabilen yolcu sayısı sürücü hariç 22 den fazla araç), Sınıf III (sadece oturarak yolcu taşıyan yolcu sayısı sürücü hariç 22 den fazla araç) ve Sınıf B (sadece oturarak yolcu taşıyan yolcu sayısı sürücü hariç en fazla 22 olan araç) otobüslerde71 kg olmak üzere aracın sınıfına göre değişkenlik gösterir. Koltuklarda “E” “e” onaylarının varlığı 13.02.2009 tarihinden itibaren kontrol edilmektedir. Otobüslerin koltuk minderi genişliği 400 mm, Sınıf III araçlar için 450 mm (21.04.2005 tarihinden önce tadil edilmiş ise 430 mm) , koltuklar arası diz mesafesi en az 650 mm, Sınıf II ve Sınıf III otobüslerde ise 680 mm olması gerekmektedir. Otobüs araçları için M2, M3’lerde (Sınıf III ve Sınıf B) yolculuk esnasında kullanılan, yana bakan koltuk takılamaz. Otobüslerin boyutlarıysa, iki dingilli otobüsler 13,5, üç ve daha fazla dingilli otobüsler 15, Mafsallı (körüklü) otobüsler 18,75, otobüs ve römork beraber maksimum uzunluğu ise 18,75 metre olarak belirlenmiştir. Otobüslerin genişlik ölçüsü maksimum 2,55, yüksekliğiyse maksimum 4 metredir. Emniyet Kemerleri; M2 ve M3 kategorisi otobüslerde 01.08.1998 den sonra ön koltuklarda emniyet kemeri bulundurulması zorunludur (sadece şehirler arası çalışanlar). 13.02.2009 tarihinden sonra tüm koltuklarda emniyet kemeri zorunludur. Bu grubun dışında kalan Sınıf I (ayakta yolcu taşıyabilecek şekilde üretilen, sık ve devamlı olarak yolcu inip bindiği, sürücü haricinde 22 den fazla koltuğa sahip araç) ve Sınıf A (ayakta yolcu taşımak üzere imal edilen, ancak oturarak ta yolcu taşıyabilen sürücü haricinde en fazla 22 koltuğa sahip araç) otobüslerin koltuklarında emniyet kemeri zorunlu değildir. Otobüslerin egzoz emisyon ölçüm periyotları ilk bir yaş sonrası ve devamında yılda bir olarak belirlenmiştir. Eğer otobüsün model yılı 1979 ve öncesi ve dizel motora sahipse, egzoz emisyon muayenesi şartı aranmaz, araç muafiyet kapsamındadır. ACİL ÇIKIŞLAR YILDA BIR MUAYENE ŞART Karayolları Trafik Yönetmeliği, Araç Muayene İstasyonlarının Açılması, İşletilmesi ve Araç Muayenesi Hakkında Yönetmelik gereği otobüs cinsindeki araçların muayene süreleri üretildikleri tarihten itibaren bir yıl ve devamında yılda bir araç muayene istasyonlarından herhangi birinde muayene yaptırması gerekmektedir. 48 İSTASYON Tehlike durumunda, insan tahliyesinde kullanılabilecek kapı, pencere ve kapak gibi çıkış yerlerine “Güvenlik Çıkışı” denir. Otobüslerde güvenlik çıkışları ve çekiçlerin sayıları da koltuk sayılarına göre yönetmelikte belirlenmiştir. Bu çıkışların ebatları 60 x 43 cm ise bir adet çıkış, 120 x 43 cm ise iki güvenlik çıkışı sayılmaktadır. Normal olarak kullanılan kapıların dışındaki güvenlik çıkışlarının üzerine “Acil Çıkış” ibaresi konulmalıdır. Pencere halindeki güvenlik çıkışlarının yanında kırma çekici bulundurulur. Yangın söndürme tüpü sayısı ve doldurma kapasitesi için şunları söyleyebiliriz. Yolcu sayısı 26 kişiye kadar olan otobüslerde doldurma kapasitesi 2 kg ve en az iki adet; otobüs ve mafsallı otobüslerde toplam doldurma kapasitesi en az 6 kg olan bir adet veya toplam doldurma kapasitelerini sağlayacak adette olmalıdır. Otobüslerde en az bir adet yedek tekerlek (stepne) bulundurulması ve bu yedek tekerleklerin araçların yük ve yolcu taşımalarına engel teşkil etmeyecek bir yere, özel olarak üretilmiş tertibatla bağlanması ve burada taşınması zorunludur. Tekerlek takozu, gereği kadar tesirli ve kolay kullanılır olmalıdır. Otobüslerde en az bir adet bulundurulur. Üç veya daha fazla dingilli otobüslerde ise en az iki adet bulunur. Yolcu taşımacılığında kullanılan Karayolu Taşıma Yönetmeliği’ne göre yetki belgesi almış taşıtlarda her 10 koltuk için en az bir adet boyun korsesi bulundurulması zorunludur. İSTASYON 49 SOSYAL MEDYA SON TREND: GERÇEK ZAMANLI PAZARLAMA Tüketicilerle direkt ilişki kurmak isteyen firmalar, gerçek zamanlı pazarlamayı genel geçer gündeme katılmaktan ibaret saymamalı, aksine gündemle ilgili fikirleriyle bu yarışta var olabilmeliler! n Gerçek Zamanlı Pazarlama, oldukça kapsamlı bir konudur. Bu yazıda, öne çıkan kısımlarını anlatacağız. Aktif Twitter ve Facebook kullanıcıları bilir, sosyal medyada her türlü gündem hızla yayılır. Bir anda bütün akışınızın bir tek konu hakkındaki içeriklerle dolup taştığını görürsünüz. Herkes güncel haberi yayar, fikrini belirtir, diğer kullanıcılarla etkileşime geçer ve muhabbet koyulaşır. Konu hızla trend olur, yayılır, tüketilir ve gündem değişir. Birkaç saat sosyal medyaya göz atmazsanız, her şeyi kaçırabilirsiniz. Hal böyleyken, sosyal medyada var olan markalar da bu gündeme ayak uydurmak zorunda kaldılar. 2013 yılında yurtdışında başlayan bu trend, kısa zamanda Türkiye’de de sevildi. Nedeniyse kullanıcıların, markanın zeki, çevik ve kendisiyle aynı dili konuşanını sevmesi... Geniş katılımın olduğu ilk örneklerden birini hatırlasınız. BoatShow’da “anlayamazsınız” diyerek yat tutkusunu anlatan çocuk, bir anda popüler olmuştu ve markalara fırsat doğdu. Gerçek zamanlı pazarlamayı sadece genel geçer gündeme katılmak olarak düşünmemek lazım tabii. Markalar, kendisi hakkında konuşan tüketicilere anlık dönüşler yaparak da bu trendi yakalayabilir ve dinamik kurallara ayak uydurabilir mesela. Kısacası; 7/24 gündemi takip eden ve gündem hakkında en hızlı ve doğru içeriği üreterek kendisini gösteren markalar bu yarışı kazanır. Yeni yıl kararları ve sosyal medya n Yeni bir yıl demek, aynı zamanda geçtiğimiz yıllardan çıkarımlarda bulunup yeni kararlar almak demektir. Diyete başlamak, kötü alışkanlıklardan kurtulmak, daha fazla kitap okumaya karar vermek ya da spora yazılmak, yeni bir yıla girerken insanların en sık aldığı kararlar arasında. Peki, bu alınan kararları sürdürülebilir kılmak için ne yapmak gerekir? Kaçımız bir önceki yıl aldığımız kararları gerçekleştirip gerçekleştiremediğimizi kontrol ediyoruz? Sosyal medya, yeni bir yıla girerken aldığımız kararlar üzerinde de büyük rol oynuyor. Aldığımız kararları gerçekleştirme olasılığımız bu kararları kaç kişiye duyurduğumuzla da ilişkili. Sosyal medya aracılığıyla aldığımız kararları duyurduğumuz durumlarda, bu kararları resmi hale getirerek itaat etme olasılığımız da artıyor. 2015’in bize getireceklerine dair herkesin tahminleri ve umutları var. Söz konusu tahmin ve umutları, bir adım daha ileriye taşıyarak, ertelediğiniz kararları sosyal medya üzerinden alıp uygulamaya başlamaya ne dersiniz? Tüm dilek ve isteklerinizi gerçekleştirdiğiniz bir yıl olması dileğiyle... Tuğçe Arugün, Sosyal Medya Uzmanı, Likeable Istanbul İSTASYON n Bilmeyene rahatlıkla “Sen nerede yaşıyorsun?” diyebileceğimiz Gangnam Style şarkısı, YouTube’da izlenme rekorları kırmıştı. Bu yeni bir bilgi değil. Geçtiğimiz günlerdeyse bu izlenme rekoru bir ilke imza attı ve YouTube’un bile tahmin edemediği bir sayıya ulaştı. Tam “2 milyar 147 milyon 483 bin 647” kez izlendi. Ve siz bu yazıyı okurken bu sayı artıyor. İlginç tarafı ise bu sayıya ulaştığında YouTube’un sayacının bozulması. Şarkının, dünya devi bir şirketin dijital dünyadaki itibarını sarsacak derecede sevildiği kesin. Fakat YouTube’un bu krizi yönetme şeklini de bir o kadar sevdik. Hemen bir özür yazısı yayınlayarak “tahmin edemedik, affedin” diyen yetkilileri tebrik ediyor, “9 kentilyon, 223 katrilyon, 372 trilyon 36 milyar 854 milyon 775 bin 808” kez izlenecek videoyu merakla bekliyoruz. n Teknolojinin gelişmesiyle her gün “Bugün acaba hangi yenilikle karşılaşacağız?” diye düşünür olduk. Son icatlardan biri de, uzaktan kumandayla kontrol edilebilen, İngilizcede “drone” denen insansız hava araçları. Peki, reklam sektöründe bir süredir denenmeye başlayan bu dronlar ne işe yarar? Ofiste olduğunuzu ve o gün ne yiyeceğinizi düşündüğünüz sırada camda bir restoran broşürü taşıran dron belirdiğini hayal edin. Veya sipariş verdiniz. Kapıyı açtığınızda karşınızda pizzacı çocuğu beklerken, uçan bir cisim görüyorsunuz, istediğiniz pizzayı taşıyor. Yolda yürürken, birden karşınızda bir dron beliriyor ve size minik bir hediye veriyor. Belki de minik dronunuz sizin için gökyüzünden şahane fotoğraflar çekiyor ve size getiriyor. Hayatı kolaylaştıracak dronları Türkiye’de görmek hoşunuza gider miydi? Muhtemelen içinizden “Tabii ki!” diyorsunuz. Bu nedenledir ki, dronlar Rusya, Amerika gibi ülkelerde bir süredir reklam amaçlı kullanılmaya başlandı. Üstelik, yeni iletişim yöntemi olarak kabul edilen dronlar, girdikleri her platformda başarılarını kanıtladılar. Rusya’da bir restoranın, doğru zamanda doğru yerde olan dronları sayesinde, satışlarının yüzde 40 artırdığı söyleniyor. Bu küçük uçan cisimlerin reklam açısından etkisinin büyük olduğunu söylemek mümkün… İnternet sayfasını açtığınızda birden sağ tarafta beliren pop-up reklamları bilirsiniz. Bu reklamların gerçek hayattaki yansıması, yürürken birden yanınızda beliren dronlar olabilir mi? Bekleyelim ve görelim. Şebnem Kavcin, Sosyal Medya Uzmanı, Likeable Istanbul Renklerin dili Tulû Tıltay, Topluluk Yönetimi, Ekip Lideri, Likeable Istanbul 50 Bir “Drone” gördüm sanki Gangnam Style Youtube’u bozdu n Bir markanın kimliğini oluştururken akla ilk gelen şey, logo belki de. Peki, bir logonun renginin marka hakkında ne kadar şey anlattığını hiç düşündünüz mü? Tüketicilerin yüzde 85’i, renkleri bir ürünün tercih edilmesinde temel sebep olarak görüyor. Bu durumda bir markanın akılda kalıcı olması, karakterini yansıtabilmesi için, renklerin doğru seçilmesi gerekiyor. Markaların logoları, anlattıklarını sandığınızdan çok daha fazla şey anlatır. İşte logolarda sık sık kullanılan ana renklerin anlamları: Örneğin kırmızı, anlamını güneş ve ateşin sıcaklığından alır. Bu sebeple güç, enerji, tutku, aşk ve tehlike gibi anlamları ifade edebilir. Coca Cola, CNN ve Lego, kırmızı rengi kullanmayı tercih eden markalar arasında. Sarı ise iyimserlik, tazelik, yenilik ve canlılığın rengidir. Vitrin gezmeyi sevenlerin dikkatini çekmek için doğru renktir ve yardımseverliği temsil eder. National Geographic, DHL ve Nikon sarı renk denince akla ilk gelen markaların birkaçı. Gelelim maviye. Mavi, denizin ve gökyüzünün saf derinliğini ifade eder. Anlayışlı, temiz, sakin ve rahat ve güven verici hisler uyandırır. Logo seçimlerinde tercihlerini maviden yana kullananlar arasında Oral-B, American Express ve Facebook yer alıyor. 2015 DIJITAL TRENDLERE BAKIŞ n Sürekli değişen trendleri, gelişen teknolojileri takip etmek, gündemi yakalayan dijital stratejilere sahip olmak için büyük bir önem taşıyor. Artık insanlar satın alma kararlarını verirken, markanın dijital varlığını da dikkate alıyor. Üstelik bunları kolayca yapabilecek her türlü cihaza sahipler. Biz de bundan yola çıkarak 2015 dijital trendlerine dair küçük bir araştırma yaptık. 2015 yılında dijital strateji belirlerken ilk dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, kişilerin mobil kullanımındaki artış. Mobil cihazlar, iletişim dünyasında müthiş bir uyum oluşturdu. Öyle ki, Forbes’a göre, 2017 yılında satışın yüzde 87’si tablet ve akıllı cihazlar üzerinden gerçekleşecek; dolayısıyla sosyal medya planlamasında başlama noktası olmalı. Diğer bir husus, “içerik pazarlaması”. Günümüzde bu kadar çok datanın paylaşıldığı sosyal medya platformlarında, diğerlerinden ayrılıp farkındalık yaratmak, dikkat çekmek hiç kolay bir iş değil. Şirketlerin sürekli farklı kanallarda değerli içerikler üretmesi gerekiyor. Sektörü anlamayı sağlayan, bilgi veren ve eğlenceli içerikler mevcut kullanıcıyı elde tutmayı, onları sıkmadan iletişim kurmayı sağlayacaktır. Strateji belirlerken, mecra çeşitliliğinden bahsetmemek olmaz. Gün geçtikçe artan sosyal mecralara günü- Sosyal medya sayfaları ve müz insanı oldukça çabuk uyum sağlıyor. Bu durumda marka, ne kadar çeşitli mecrada bulunursa, bilinirlik artırma ve marka değeri oluşturma da bir o kadar fayda sağlayacaktır. Aynı zamanda maksimum sayıda kullanıcıya ulaşmanın en avantajlı yolu, yine mecra çeşitliliğidir. Kullanıcı her mecradan markaya rahatlıkla ulaşabilecek, aldığı hizmete göre markaya olan güveni artacaktır. Hâlâ en büyük sosyal medya platformu olan Facebook, sayfadaki takipçilerin birçok içeriği görmelerini kısıtlıyor. Bu da reklamlı içerikler ve Facebook reklamlarında artış sağlayacağını gösteriyor. Reklam bütçelerinde artışa gitmek, doğru hedef kitleye ulaşmak ve yapılan reklamdan en verimli sonucu almak için hedeflemeli reklam çıkılması en dikkat edilmesi gereken noktayı oluşturuyor. Facebook dışında, Twitter’ın markalara sunduğu yeni reklam modelleri, Instagram’ın görsel bazlı sosyal medya pazarlamada artık bir ihtiyaç oluşturması 2015’te konuşulacak trendlerden. 2014 yılında markalar içeriğin önemini fark etti ve stratejilerinde buna yer verdiler. 2015 yılında bu akım yine devam edecek, ancak sosyal medyada sadece içerik üretimi değil, dağıtım kanallarının ve mecra çeşitliliğinin de hayati önemine vakıf olunacak. tarafından hazırlanmıştır. İSTASYON 51 OYUN VE TEKNOLOJİ HAZIRLAYAN: MÜFİT YILMAZ GÖKMEN 2015 OYUNSEVERLERI FAZLASIYLA MEMNUN EDECEK Borderlands’in yeni oyunu sızıntıyla doğrulandı Mortal Combat X Nisan 2015’te geliyor DOOM’UN HIÇ KULLANILMAMIŞ GRAFIKLERI ORTAYA ÇIKTI 2015 yılı, oyunseverleri hayli mutlu edecek yeniliklerle dolu. Yeni yılda sevinenler arasında Mortal Kombat hayranları da olacak. n Oyunseverler için oldukça bereketli olacak 2015 n İlk oyunu 2009’da çıkan ve 2K Australia ile yoluna devam eden Borderlands’in, 2015’te yeni versiyonu su- nulabilir. 2K Australia tarafından geliştirilen ve “Borderlands: Remastered Edition” adını taşıyan oyun, Avustralya Sınıflandırma Kurulu’nun web sitesinde kendini gösterdi. Çok platformlu olduğu belirtilen oyunun ilk akıllara geleceği gibi PS4, Xbox One ve PC için sunulacağı öngörülebilir. Şiddet seviyesinin yüksek olduğu söylenen Borderlands: Remastered Edition, serinin bağımlıları için sevindirici bir haber. Oyunun geliştiricisi Gearbox ve yayımcı 2K Australia’dan henüz onay gelmese bile, geçmişte AirMech Arena ve Fruit Ninja Kinect 2 oyunlarına ait bilgilerin de ilk olarak Avustralya Sınıflandırma Kurumu’nun web sayfasında belirmiş olması, First Person Shooter serisinin 2015’te devam edeceği ihtimalini hayli güçlendirmiş durumda. 19 yıllık bekleyiş son buldu n Frontier Developments’ın 1995 yılında sunduğu Frontier: First Encounters oyununun devamını bekleyenler, tam 19 yıl sonra muradına erdi. 1998’den bu yana proje aşamasında olan yeni oyun, 2012’de Kickstarter’da başlatılan bağış kampanyasıyla toplanan 2,5 milyon Dolar’ın yardımıyla 16 Aralık sunuldu. Etkileyici fragmanından anlaşıldığı gibi asteroitler arasında geçen bolca “kozmik savaş” içeren Elite: Dangerous, Mac ve Windows’ta oynanabiliyor. Oyunun 2015 içinde PS4 ve Xbox One için de sunulması bekleniyor. Elite: Dangerous, Samanyolu Galaksisi’nin birebir modelini içeriyor. Kısaca bilim kurgu ve astronomi düşkünleri için de oldukça cezbedici bir yapım. 52 İSTASYON ve Mortal Kombat hayranlarını da sevindirecek. Warner Bros, PS3, PS4, Xbox 360, Xbox One ve PC için sunulacak Mortal Kombat X’in Nisan 2015’te piyasaya sürüleceğini açıkladı. Ön sipariş edecekler için Goro adlı Shokan savaşçısının da oyunda yer alacağını belirten Warner Bros, böylece 2011’deki Mortal Kombat’ın ardından seriye yeniden heyecan getirecek. Oyunun yapımcısı NetherRealm Studios, yeni oyunun “en acımasız dövüşlere sahne olacağını” belirtti. Warner Bros, büyücü Quan Chi’nin oyuna dâhil edilmesinin ardından çizgi romanı da duyurulan Mortal Kombat X için canlı aksiyon serisi hazırlandığını açıklamıştı. n Doom’un oyun piyasasına sunulduğu 10 Aralık 1993 tarihi First Person Shooter, türü için milat kabul edilir. Oyunun tasarımcısı John Romero, Doom’un 21’inci yılı adına oyunda hiç kullanılmamış olan çizimleri Twitter’da sundu. Oyundaki şeytan yaratıklardan genel manzaralara kadar birçok arka plan tasarımını sunan Romero, FPS türünün önemini artıran oyuna ne kadar emek harcandığına da dikkat çekmiş oldu. Oyunun kreatif direktörü Tom Hall, haftada yedi gün, günde en az 14 saat üzerinde çalıştıkları Doom için dışarı nadir çıktıklarını, dinlenme vakitlerindeyse dönemin nadir konsollarından Neo-Geo ile vakit geçirdiklerini söylemişti. 21 yıl öncesine dönmek isterseniz, Romero’nun Twitter hesabına göz atın: @romero STARCRAFT YENI OYUNDA DÖNÜŞÜM GEÇIRECEK n Starcraft hayranları için bekleyiş Mart 2015’te sona erecek gibi görünüyor. Söylentiler, Starcraft II: Legacy of the Void’in beta versiyonunun Ocak’ta, oyunun ise Mart ayında meraklılarıyla buluşacağı yönünde. Wings of Liberty ile başlayan ve Heart of the Swarm genişleme paketiyle sürdürülen hikâyenin devamı olacak Legacy of the Void, oyunseverler için birçok yenilik de sunacak. Blizzard Entartainment CEO’su Mike Morhaime, yeni oyunun “mükemmel bir Starcraft II tecrübesi olacağını” belirtirken, tek oyunculu oyunun dev bir hikâye içereceğini, yeni oyun modları sunulacağını ve çoklu oyun tecrübesinin geliştirileceğini belirtti. Xbox One ilk kez PS4’ü geride bıraktı Sony ve Nintendo, Mario filmi çekmeyi planlıyor n Kasım ayı Sony adı- n Sony Pictures’ın uğradığı siber saldırı, firma- na gerçekten hiç iyi geçmedi. Sony Pictures’ın uğradığı dev siber saldırının yanı sıra, Microsoft, konsol savaşlarında rakibinin önüne geçti. Xbox One, Kasım’da ABD ve Avrupa’da PS4’ü ilk kez satışlarda geride bıraktı. Xbox One oyunlarının ABD’deki satışlarıysa PS4 ve Wii U oyunlarının toplam satışını geçmeyi başardı. Aralık 2013’ten bu yana PS4’ün önde olduğu kapışmada tablonun tersine dönmesini sağlayan hamle, Xbox One fiyatının 399 Dolar’dan 349 Dolar’a çekilmesiydi. Microsoft’un yaptığı açıklamaya göre, küresel alandaki Xbox One kullanıcıları Kasım sonuna kadar, konsolla toplam 357 milyon saat harcadı. İstatistikler, sekizinci nesil konsol satışlarının yedinci nesli fazlasıyla geride bıraktığını da gösterdi. 13 ay içinde yapılan toplam PS4 ve Xbox One satışı, tüm PS3 ve Xbox 360 satışlarının toplamında yüzde 80 geride bıraktı. nın yakın geleceğe ait projelerini de gün yüzüne çıkardı. Bunlardan bir tanesi, Nintendo ile çekilmesi planlanan Super Mario Bros. filmi. Siber saldırıyla sızdırılan e-postalara göre, Sony Pictures, animasyon film haklarını satın alabilmek için Nintendo ile yoğun görüşmeler gerçekleştiriyor. Demir Adam, Örümcek Adam ve Hayalet Sürücü gibi filmlerin yapımcısı Avi Arad’ın başını çektiği animasyon film hayali, Sony’nin basına yaptığı açıklamalara göre “başlangıç aşamasındaydı”. Ancak Arad’ın başı belada olan Sony Pictures Başkanı Amy Pascal’a gönderdiği ve Mario’nun yaratıcısı Shigeru Miyamoto ile Nintendo CEO’su Satoru Iwata’yla çekilmiş fotoğraflarını içeren notlar, projenin uzun süredir akıllarda olduğunu gösterdi. Dahası, e-postalarda Nintendo ile yapılacak muhtemel bir anlaşmanın Sony için bir “Mario imparatorluğu” anlamına gelebileceği ifade ediliyor. Sonuç ne olur bilinmez, ama en sonuncusu 1993’te çekilen Super Mario Bros. filmlerinin devamına hepimiz hasret kalmış durumdayız. İSTASYON 53 ÇOCUK ASTRONOTLARIN KIYAFETLERİ Garip AMA , Gercek Bazı kertenkeleler kendilerini korumak için bacak ya da kuyruk gibi organlarını koparabilir. -156°C SOĞUKTAN 121°C SICAĞA KADAR DAYANABİLİR. KARDAN MAYMUN YAPMAYA HAZIRIM! AŞAĞIDAKİ BİLGİLER SENİ ŞAŞIRTACAK Sadece KANLA BESLENEN üç yarasa türü de Güney Amerika’da yaşar. rını birbi r. ıltıla rler z ı e k n i l e v s tiri r i i r çiftle e e y v g d l i e ah e S şme öncesin enkli hal MS 8’İNCİ YÜZYILDA İNŞA EDİLEN PSİKOLOJİDE FLÜT SESİ FOBİSİNE JAPONYA’DAKİ TODAIJI TAPINAĞI’NIN AULOFOBİ DENİR. Kurukafa güvesinin vücudunda yer alır. YAPIMINDA YAKLAŞIK BAZEN KARTOPU OYNAR. ESKİ ROMA’DA çocuklar Bir kanda ı ka hücresi kır vardır. İSTASYON ünya’nın ç ıl D ev y r i 6 kez sarac sin a re damla 5mı milyon z n 54 ? Soru işaretinin kullanıldığı ilk dil Süryaniceydi. He bir oyun oynardı. KİŞİ ÇALIŞTI. tilir. üre i r BİRDİRBİRE benzer 2,6 MİLYON r mısır şe ada ke kk KAR MAYMUNLARI . en güneşli yeridir MAVİ POPOLU İNGİLTERE’DE SADECE kurukafa deseni bir bağlı Arizona eyaletine in Yuma şehri, ABD’n BİLİM İNSANLARI IN R A L A R F A R ZÜ SANLA İN KADA R R, YANİ 32 DİŞİ VARDIR. KÖPEK TASMALARININ SERGİLENDİĞİ BİR MÜZE VAR. MAYMUN TÜRÜ KEŞFETTİ. BİLİNEN EN BÜYÜK YILDIZLAR GÜNEŞ’TEN 2000 KAT DAHA BÜYÜKTÜR. İNEKLER GÜNDE BİR MAĞAZA, İÇİNDE 24 AYAR ALTIN PARÇALARI BULUNAN LOLİPOPLAR SATIYOR. YENİ BİR BİR KÜVET DOLUSU IN AVUSTURYAE’N Rİ E L G L BAZI BÖ RİYEN ALPLER’DE EDAN KARLAR ÜRETİLEN SU İÇEBİLİR. NG KIDS iPAD’de! İKLE . ELEKTRTIL IYOR AYDINLA Bu konu NATIONAL GEOGRAPHIC KIDS Türkiye dergisinden alınmıştır, NG KIDS abone hattı: 444 18 59 veya 0 850 222 18 59 Bu bilgileri bir de iPad’de oku. İSTASYON 55 KÜLTÜR SANAT GRAMMY, YINE ONA MI GIDECEK? Müzik dünyasının saygın ödüllerinden biri olan Grammy için adaylar belli oldu. Dokuz yaşında meşhur olan, bugün dünyanın önde gelen sanatçıları arasında gösterilen Beyoncé de adaylar arasında. n Malumunuz, Grammy, müzik sektörünün içinde bulunan herkes açısından son derece önemli. Önemli çünkü bu organizasyonda tüm müzik türleri, 83 kategoride değerlendiriliyor. Bu yıl 57’ncisi gerçekleşecek ve 8 Şubat’ta Los Angeles’taki Staples Center’daki törenle sahiplerini bulacak Grammy ödüllerinin adayları, Aralık (2014) ayının ilk haftası açıklandı. Adaylar arasında, Sam Smith, Pharrell Williams, Iggy Azalea, Beck, Eric Church, Tom Coyne, Drake, Gordon Goodwin, Jay Z, Miranda Lambert, Sia, Usher ve Jack White gibi isimler de var. Ama bizim burada konuk edeceğimiz kişi altı dalda bu ödüle aday gösterilen Beyoncé. Zira kendisi, bizim topraklarda da hayli itibar görmekte. Beyoncé Giselle KnowlesCarter ya da dünyanın bildiği isimle Beyoncé, 1981 yılında Teksas’ta doğdu. Küçük yaştan itibaren çeşitli yarışmalara katılarak içindeki müzik ve dans tutkusunu sergilese de geniş kitleler tarafından tanınması, 1990’lı yılların sonunda, solist olarak yer aldığı ve tamamı kız çocuklarından oluşan R&B grubu Destiny’s Child ile gerçekleşti. Babasının menajerliğinde çalışan grup, o dönemde dünyanın en çok satan kız gruplarından biriydi. Fakat hemen her grubun başına gelenler onları da es geçmedi, grup önce müziğe ara verdi, ardından da dağıldı. Ama bu durum Beyoncé’yi yolundan uzaklaştırmadı, 22 yaşında çıkardığı Dangerously Love albümü, tüm dünyada 11 milyon sattı. Ardından dört albüm daha geldi. Destiny’s Child ile birlikteyken 60 milyon, solo sanatçısı olaraksa 75 milyon albüm satarak tüm zamanların en çok satan şarkıcılarından biri oldu. Bu sene aday olduğu Grammy’nin yabancısı da sayılmaz, zira kendisi defalarca bu ödülü evine götürmüş bir isim. Üstelik sadece bu da değil; Grammy adaylarını da belirleyen Amerika Kayıt Endüstrisi Birliği, Beyoncé’yi Amerika’da 2000’lerin En Çok Sertifika Alan Sanatçısı kabul etti. 2009’da Billboard tarafından On Yılın En İyi Radyo Şarkıları Sanatçısı, 2000’lerin En İyi Kadın Sanatçısı ve 2011’de Milenyumun Sanatçısı seçildi. Beyoncé, 2014’te Forbes’un Celebrity 100 listesinin ilk sırasında yer aldı ve tarihteki en çok kazanan siyahi müzisyenlerden biri oldu. 2013 ve 2014’te Time dergisinin Dünyadaki En Etkili 100 İnsan listesine girdi. Evet, Grammy’de sonuçlar 8 Şubat’ta Los Angeles’ta açıklanacak. Adaylar arasında ipi kim göğüsleyecek, bekleyip göreceğiz. Bu yılki ödül töreninde “Grammy goes to Beyoncé / Grammy Beyoncé’ye gidiyor” anonsunu duyacak mıyız, bilinmez. Ama kendisinin adını daha uzun süre ödül listelerinde ya da adaylar arasında göreceğimiz kesin. n Kadın ile erkek arasındaki fark, toplum bilimcilerden psikologlara kadar, hemen herkesin ilgisini çekiyor. Bu fark hayatın her alanında kendisini gösteriyor. Dili, dini, milliyeti, ırkı ve hatta cinsiyeti olmayan sanatta bile... Pyscology & Marketing’in yaptığı ve sonuçları birkaç haber sitesinde yayınlanan bir araştırmaya göre kadınlarla erkekler sanatın farklı yönlerine odaklanıyorlar. Araştırmayı gerçekleştiren Doç. Dr. Stephanie Mangus ve ekibi, 518 kişi üzerinde inceleme yaptı. Deneyde işe, tamamen kurgu olan iki tane biyografi hazırlanarak başlandı. Bu biyografiler, iki farklı tablonun altına yerleştirilerek deneklere okutuldu. Katılımcıların bazıları “özgün” olarak nitelendirilebilecek çalışmalar yapan bir ressamın hayatını okurken, geri kalanı fazla popülerliği bulunmayan, sanatsal çalışmalara yeni başlamış birinin hayat hikâyesiyle karşılaştı. Deney sonucunda erkeklerin resmi değerlendirip onunla ilgili karar verirken, sanatçının kişisel markasına dikkat ettiği, kadınların ise sanat eserindeki karmaşık olguları incelemeye odaklandığı görüldü. Neden böyle bir araştırma yapıldığı sorusunun yanıtına gelince… Bilindiği üzere sanat, kendi piyasa değeri olan bir alan ve her yıl onlarca kişi büyük meblağlar harcayarak bu alana yatırım yapıyor. Tasarımcıların ya da sanatçıların, aynı zamanda birer ‘tüketici’ olarak nitelendirilebilecek sanatseverlerin eğilimlerini bilmesi, pazarlamanın her alanında olduğu gibi, burada da çok önemli. İSTASYON n X Men hayranları, serinin son filmini izleyeceği günleri heyecanla bekleye dursun, yeni yapımda kimin, hangi rolü canlandıracağı da belli olmaya başladı. “X Men Apocalypse” adını taşıyan bu filmde, dünyanın görüp görebileceği en kötü karakter olan Apocalypse’ı, Oscar Isaac oynayacak. Sinema otoritelerinin son yılların en iyi aktörlerden biri olarak gördüğü Isaac, Fransız ve Küba kökenli bir ailede doğdu ve Miami’de büyüdü. Geride bıraktığımız on yıl içerisinde rol aldığı filmlerde sergilediği performansla kendine has bir hayran kitlesi kazanan oyuncu, dünyaya ismini 2006’da vizyona giren “Meryem Ana: Hz. İsa’nın Doğuşu” filmiyle duyurdu. Onlar gerçekten buz üstünde Kadınlar sanatta da detaycılar 56 Dünyanın en kötü adamı: Oscar Isaac n Dünyanın en önemli animasyon filmlerinden “Buz Devri”nin unutulmaz karakterleri, gerçekten buz üzerine çıkıp gösteri yapmaya hazırlanıyor. Hem de Türkiye’de. 6-8 Şubat tarihlerinde Pozitif Live organizasyonuyla Türkiye’ye gelip Volkswagen Arena’da toplam 10 gösteri yapacak olan “Buz Devri Canlı” ekibi; müzik dans, akrobasi ve yüksek teknolojiyi bir araya getirerek sadece çocukların değil, yetişkinlerin de keyifle izleyeceği bir gösteri sunacak. Animasyon film listelerinde üst sıralarda bulunan; en iyi film müziği, en iyi animasyon, en iyi seslendirme dallarında birçok ödüle layık görülen “Buz Devri” filminin kahramanları, ilk defa 2012 yılında buz pistine çıktı. Twentieth Century, Fox ve Stage Entertainment Touring Production işbirliğiyle hayata geçen etkinliğin yaratıcısının, Cirque du Soleil’in ilk artistik direktörü Guy Caron olduğunun altını çizer ve organizasyonda toplamda 40 sanatçının görev aldığını söylersek, gösterinin neden kaçırılmaması gerektiği de anlaşılacaktır. FILMI DE SEYREDILIR, MÜZIĞI DE DINLENIR n Türk televizyon tarihinin en nev-i şahsına münhasır yapımları arasında neler var diye düşünecek olursak, “Behzat Ç.”yi listenin üst sıralarına koymamız gerekiyor. Gerek konusu, gerekse oyuncularıyla Behzat Ç. uzun süre daha televizyon izleyicisinin gündemini meşgul edecek. Bu başarıda kimlerin payı var diye sorarsanız, Erdal Beşikçioğlu’nun rolü tartışılmaz elbette. Dizinin müptelaları çok iyi hatırlar, bazı bölümlerde Beşikçioğlu, Sezin Akbaşoğulları ile geçmişti kamera karşısına. İkili bir kez daha, ama bu kez sinema filmi için bir araya geldi. 12 Aralık 2014’te vizyona giren “Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku” filmi, gişede nasıl bir performans gösterir bilinmez ama filmin orijinal müziklerinin yer aldığı soundtrack’in birçok eve gireceğine şüphe yok. Sony Müzik etiketi taşıyan albümün prodüktörlüğünü, filmin orijinal müziklerine de imza atan ve Mor ve Ötesi grubundan tanıdığımız Harun Tekin yaptı. Aylin Aslım, Erhan Akhan, Gece, Koray Candemir, Meriva, Mor ve Ötesi, Replikas, Sakin ve Vega sevilen şarkılarıyla albüme destek verdi. Behzat Amir’in sesini, dizinin birkaç bölümünde duymuştuk; albümde kendisi yok, ama rol arkadaşı Sezin Akbaşoğulları “Muhteşem Bir Son” adlı şarkıyla sesleniyor müzikseverlere. İlhami Algör’ün aynı adlı romanından esinlenilerek senaryosu Çiğdem Vitrinel ve Ceyda Aşar tarafından yazılan “Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku” filmini hâlâ görmeyen var mı, bilemiyoruz. Ama filmin seyretmeye, albümünse dinlemeye değer olduğuna eminiz. Body Of Lies ve Agora’da kendisini ıspatlayan Isaac, Robin Hood, Drive ve Sucker Punch filmleriyle kariyer basamaklarını hızla tırmandı. Ancak Türkiye’de tanınması biraz zaman aldı dersek, abartmış olmayız. Türkiye’deki sinemaseverlerin büyük kısmı kendisiyle “The Bourne Legacy / Bourne’nin Mirası” filmi aracılığıyla tanıştı. Görünen o ki, önümüzdeki yıllar 34 yaşındaki aktör için çok daha yoğun geçecek. Çünkü bu yıl kendisini Star Wars filminde izleyeceğiz. Gelecek yıl ise kötülükte sınır tanımayan Apocalypse karakterini canlandırdığı X Men’de. Bakalım kötülük ona ne kadar yakışacak. Bekleyip göreceğiz. İSTASYON 57 TÜVTÜRK TÜVTÜRK GEZICI TRAKTÖR ISTASYONLARI DEVREDE İYI FIKIRLER, PAYLAŞILAN TECRÜBELER Emniyet Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre, Türkiye’de muayenesi yapılmayan araçlar listesinin ilk sırasında traktörler bulunuyor. Gerek iklim koşulları, gerekse istasyonların uzaklığı traktör sahiplerinin bu işlemleri yaptırmasının önündeki en önemli engel. Resmi Gazete’de yayınlandıktan sonra yürürlüğe giren 6552 sayılı kanun düzenlemesi, traktör gecikme ücretlerinde indirim getirmişti. 30 Haziran’a kadar uzatılan bu durum, traktör sahiplerine önemli bir fırsat sunuyor. Düzenlemeye göre; muayene gecikme borcu olan tüm traktör sahiplerinin gecikme tutarları, indirimli oranlarda hesaplanacak. Muayenesi bir yıl gecikmiş bir traktör için 51 TL gecikme cezası yerine yaklaşık olarak 9 TL; iki yıl gecikmiş bir traktör için 102 yerine 15 TL; dört yıl gecikme için 203 yerine 25 TL ödeme yapılabilecek. 10 yıldır muayenesi yapılmayan bir traktörün ödeyeceği gecikme cezasıysa 510 TL yerine yaklaşık olarak 62 TL’ye inecek. İşte bu gerçekten hareket eden TÜVTÜRK, traktör sahiplerinin hayatını kolaylaştıracak bir hizmeti gündemine alarak traktörlere özel gezici muayene istasyonlarını hizmete soktu. Sabit istasyonların uzaklığı nedeniyle traktörlerin muayenesini yaptıramayanlara erişim kolaylığı sağlanan bu hizmet, şuan için 23 ilde ve 28 gezici muayene istasyonuyla gerçekleştiriliyor. Gezici traktör istasyonları şu an için Adana, Afyon, Ankara, Antalya, Aydın, Balıkesir, Burdur, Bursa, Çanakkale, Çorum, Denizli, Diyarbakır, Hatay, İzmir, Kayseri, Konya, Manisa, Mersin, Muğla, Sakarya, Samsun, Sivas ve Şanlıurfa illerinde hizmet veriliyor. Türkiye genelinde en çok traktörün bulunduğu bu illerdeki traktör sahipleri, 0850 222 8888 numaralı telefondan veya www.tuvturk.com.tr adresinden, Gezici Traktör Muayene İstasyonu’nun programına ulaşabilecekler. Traktör sahiplerine önemli bir fırsat sunan bu uygulama, ikinci el traktör satışını da kolaylaştıracak. Zira bilindiği gibi 20 Şubat 2014’ten itibaren geçerli olan yeni düzenlemeye göre araç muayenesi olmayan traktörlerin ikinci el satışının yapılması mümkün değil. TÜVTÜRK tarafından artık geleneksel hale getirilen Tecrübe ve Fikir Paylaşım Toplantısı, 14 Kasım’da, Şile’deki TÜVTÜRK Akademi’de yapıldı. Katılımcıların değerli fikirleriyle katkı sağladığı toplantıda, tamamlanan ve gerçekleştirilmesi planlanan projelerin yanı sıra önümüzdeki dönem hedefleri hakkında bilgi paylaşımında bulunuldu. 58 İSTASYON Muayene taleplerinin hafta ve gün içine eşit şekilde dağılması ve dolayısıyla araç kullanıcılarının istasyonlarda daha az beklemesine imkân sağlayan “Yüzde 100 randevu sistemi”yle hizmet veren istasyon sayısı gün geçtikçe artıyor. Geçtiğimiz aylarda tam randevu sistemine geçen istasyonlar şunlar: Samsun Merkez, Bafra ve Çarşamba, Ordu Merkez ve Fatsa, Rize Merkez, Giresun Merkez, Şanlıurfa Merkez, Malatya Merkez ve Şırnak Cizre istasyonları. Bununla birlikte Ocak ayı itibarıyla 78 istasyon, yüzde 100 randevulu olarak hizmet veriyor. Bu eğitimler TÜVTÜRK için Anıtkabir’e pedal çevirdiler TÜVTÜRK, geçen sene olduğu gibi bu yıl da Bisiklet Derneği tarafından, “Atamızın Yolundayız” başlığıyla düzenlenen etkinliği destekledi. 81 ilden 81 bisikletlinin katıldığı etkinlik, 7 Kasım’da Bakırköy Özgürlük Meydanı’ndan başladı. 10 Kasım’da Anıtkabir’de olabilmek için pedal çeviren katılımcılar, dört günde 550 kilometre yol kat ettiler. 2008 yılından bu yana düzenlenen etkinlik, bu yıl Bakırköy Belediyesi’nin katkılarıyla gerçekleşti. İstanbul’dan yola çıkan kafile, güzergâhlarına Bisiklet Derneği’nin Kocaeli, Sakarya ve Bolu temsilcilerini alarak Ankara’ya gittiler. Yüzde yüz randevulu Her şey güvenlik için Başta traktörler olmak üzere trafiğe çıkan tüm tarım araçlarının şoförlerinin bilgilendirilmesi amacıyla hayata geçirilen Tarım Araçlarının Güvenli Kullanımı Projesi’nde bu kez Adana ve Sakarya’ya gidildi. Şoförlerin trafik kurallarıyla ilgili olarak bilgilendirilmesi, güvenli sürüş tekniklerinin benimsetilmesini kapsayan projede, 4 Kasım’da Adana’ya gidildi. TÜVTÜRK yöneticileri Koray Özcan ve Ahmet Bulut ile birlikte Adana-İçel-Hatay temsilcisi Naci Menteş’in katıldığı Adana etkinliğinden ardından, 26 Aralık’ta TEM Düzce ve Sakarya Genel Müdürü Murat Özden ile birlikte Sakarya’da etkinlik yapıldı. TÜVTÜRK’ün Gezici Muayene İstasyonu’nu da sergilediği organizasyonda, traktör sahiplerine trafik bilgilerinin yanı sıra araç muayenesinin önemi anlatıldı ve konuyla ilgili materyaller dağıtıldı. Etkinlikte, Emniyet Genel Müdürlüğü Eğitim ve Araştırma Daire Başkanı Yusuf Avan ile Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’ndan Uzman Dr. Mesut Gölbaşı, yaptıkları sunumlarda traktör ve tarım makineleri kazalarında traktörlerin muayene eksikliklerinin önemli bir rol oynadığını belirterek çiftçilerin traktör muayenelerini yaptırmasının önemine dikkat çektiler. Yasal mevzuat ve muayene süreciyle ilgili Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı tarafından Erzincan, Van, Antalya, Samsun, Antep, Ankara, İstanbul, Manisa, Trabzon, Mersin illerinde toplamda 2 bin 300 TÜVTÜRK personeline eğitim verildi. TGH yeni eğitim yılına hazır Millî Eğitim Bakanlığı Ortaöğretim Genel Müdürlüğü, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı, TÜVTÜRK ve Goodyear Lastikleri arasında imzalanan işbirliği protokolüyle 2012 yılından beri yürütülen Trafikte Gençlik Hareketi’nin (TGH), 2014-2015 eğitim öğretim dönemi temsilci öğretmen eğitim semineri, 2728 Kasım’da TÜVTÜRK Akademide yapıldı. Her dönem projenin ilk adımı olarak gerçekleştirilen seminerlerde, öğretmenlere, hem uygulama hakkında ayrıntılı bilgi veriliyor hem de trafik güvenliği konusu ele alınıyor. Adana, Ankara, Bursa, İstanbul, Kayseri, Kırıkkale, Kocaeli, Konya, Sakarya ve Samsun’dan seminere katılan 50 öğretmen, iki gün süren eğitimlerde interaktif etkinliklerle trafik güvenliği bilgilerini tazeleme fırsatı buldu. Seminere katılan öğretmenler aracılığıyla, 10 bin öğrenciye, 20 bin veliye ve 500 servis şoförüne doğrudan ulaşılması hedefleniyor. EGM-TÜVTÜRK işbirliği büyüyor Emniyet Genel Müdürlüğü ile her zaman sıkı bir işbirliği yürüten TÜVTÜRK, hem şirketin genel yapısını, işleyişini, muayene süreçlerini anlatmak hem de sahte muayenelerin tespitiyle ilgi bilgi vermek üzere, Antalya, Mardin, Ordu ve Kırklareli’nde emniyet mensuplarına yönelik toplantılar düzenledi. Ordu’da 27 Kasım’da başlayan toplantılar zinciri, 8 Aralık’ta Antalya’da, 9 Aralık’ta Mardin’de ve 11 Aralık’ta Kırklareli’nde gerçekleşti. İSTASYON 59 TÜVTÜRK BU KEZ KAÇIRMAYIN! Bakanlar Kurulu’nun 30 Kasım 2014’teki Resmi Gazete’de yayınlanan kararına göre, araç muayenesinde gecikme ücretleri, 30 Haziran’a kadar indirimli olarak ödenebilecek. 6552 sayılı torba yasada bu süre, ilk önce 31 Aralık 2014 olarak belirlenmişti. Yeni kararla bu süre altı ay uzatıldı. Kararname, 11 Eylül 2014’ten sonra gecikmeye girecek araçları, bu kapsam altında değerlendirmediği için o tarihten sonra muayenesi dolan araçlar, yüzde 5’lik gecikme ücreti ödeyecekler. Kanunun yayımlanma tarihi olan 11 Eylül 2014 itibarıyla geçerli bir muayenesi olmayan tüm araç cinslerini kapsayan yasal düzenlemeyle gecikilen her ay için oluşan muayene gecikme ücreti indirimli olarak (yaklaşık yedide biri tutarında) ödenebilecek. Buna göre, muayenesi bir yıl gecikmiş bir otomobil için 100 yerine 18; muayenesi dört yıl gecikmiş bir minibüs için 400 yerine 50, kamyon için 535 yerine 68, traktör içinse 203 yerine 25 TL ödeme yapılabilecek. Muayenesi 10 yıl gecikmiş bir minibüs için 991 yerine 120, otobüs ya da kamyon için 1340 yerine 169, traktörler içinse 510 yerine 62 TL ödeme gerçekleştirilecek. Yaklaşık değerlerini verdiğimiz rakamlar, kimi araçlar için 1000 TL’nin üzerinde indirim uygulanacağını gösteriyor. Gecikme cezalarıyla ilgili daha fazla bilgi almak isterseniz, www.tuvturk.com. TÜVTÜRK’ün tüm istasyonlarındaki çalışanlarını kapsayan “Bireytr internet sitesini ziyaret edebilirsiniz. sel Öneri” ödülleri, sahiplerini buldu. Buna göre “Egzoz Emisyon Muayene Raporlarının Yeşil Renkte Olması” önerisiyle Van – Erciş İstasyon Amiri Ali Ercan ve “Mobil İstasyon Kumandası” önerisiyle Malatya Merkez İstasyonu Amir Yardımcısı Ercan Salman ödüle değer bulundu. Ercan’a ödülü 25 Eylül’de, Van-Merkez istasyonda gerçekleştirilen Akreditasyon Denetimi esnasında TÜRKAK Denetçilerinin de bulunduğu bir törenle verildi. Hükenek, TÜVTÜRK tarafından verilen ödülün yanı sıra İstasyon Amiri ve TÜVTÜRK iş ortağı Naif Doğaç tarafından da bir plaketle onurlandırıldı. Ercan Salman ise ödülünü, 21 Ekim’de gerçekleştirilen ve TÜVTÜRK iş ortağı SerKore’de bu sene gerçekleşen bir dizi kazanın ardından, güvenlik meselekan Öke’nin de katıldığı bir törenle aldı. sine olan ilgi de arttı. Kazalardaki artış, ülkede daha güçlü ve proaktif bir risk yönetim sistemine olan ihtiyacın da altını çizdi. Bu gelişmeler ışığında TÜV SÜD Kore ve Kore’deki Avrupa Ticaret Odası’nın (ECCK) ortaklaşa organizasyonuyla, 2014 Uluslararası Endüstriyel Güvenlik Sempozyumu düzenlendi. TÜV SÜD tarafından organize edilen bir dizi etkinliğin parçası olan ve 5 Aralık’ta düzenlenen sempozyuma, otomotiv, endüstri tesisleri ve inşaat endüstrisinden karar mercii olan kişiler katıldı. Kore’nin gelecekteki endüstriyel güvenlik modelleri üzerine tartışmaları harekete geçirmek amacıyla; en iyi uluslararası pratiklerin ve öncü global şirketlerin deneyimlerinin paylaşıldığı sempozyumla, farklı taraflara işbirliği imkânı sunan ortak bir platform yaratılmış oldu. Aynı anda süren, üç bölüme ayrılan oturumunda; otomotiv, endüstri tesisleri ve inşaat alanlarına odaklanan tartışmalar yürütüldü. TÜVTÜRK de bu sempozyumun katılımcıları arasındaydı. Kongrede üçüncü taraf muayene disiplininin, tarafsızlık ve bağımsızlığın gücüyle ne kadar etkin bir metot olduğunu anlatan TÜVTÜRK Kurumsal Gelişim Direktörü Emre Büyükkalfa, TÜVTÜRK örneğinde de görüldüğü gibi bu gibi uygulamaların ilgili iş sahasına, sağlığa, emniyete ve kamu yararına ne denli katkı sağlayabileceği üzerinde durdu. Katılımcıların mükemmel bir kamuözel sektör işbirliği olarak değerlendirdiği bu örneğe ilişkin denetim ve izleme metotlarıyla ilgili yöneltilen sorular konuya gösterilen ilginin de ifadesiydi. Sayısı 250’yi aşan katılımcılar arasında BM temsilcileri, Kore-Avrupa Ticaret Komisyonu yöneticileri, Sanayi Bakanlığı müsteşarı ve heyeti, TÜV SÜD YK üyesi Karsten XANDER, Mercedes ve Samsung gibi firmaların yöneticileri ve birçok akademisyen vardı. Bireysel öneri ödülleri sahiplerini buldu TÜVTÜRK rüzgârı Seul’de 60 İSTASYON TÜVTÜRK BÜYÜYOR TÜVTÜRK, Antalya’daki araç muayene istasyonu sayısını artırdı. Her türlü aracın muayenesinin yapılabildiği Serik sabit istasyonu Antalya-Alanya Karayolu üzerinde, Serik Sanayi Bölgesi içinde yer alıyor ve çevrede yaşayan binek araç ve motosiklet sahipleri için de büyük kolaylık sağlaması bekleniyor. Serik’teki üç kanallı araç muayene istasyonuyla birlikte TÜVTÜRK, Antalya’daki istasyon sayısını sekize yükseltti. Araç sahipleri, istasyon için www.tuvturk.com. tr internet sitesinden veya TÜVTÜRK çağrı merkezinden randevu alabilecekler. TÜVTÜRK, ayrıca İzmir’in Konak ilçesinde, Şehitler Caddesi üzerinde, Motosiklet Muayene İstasyonu açtı. Bu istasyon, TÜVTÜRK’ün yurt genelindeki beşinci motosiklet istasyonu. Hem randevulu hem de randevusuz hizmet verecek olan istasyon için motosiklet sahipleri, www.tuvturk.com.tr internet sitesinden veya 0850 222 88 88 numaralı çağrı merkezinden randevu alabilecek. Bununla birlikte TÜVTÜRK’ün, İzmir sınırlarında bulunan Aliağa, Bergama, Bornova, Çiğli, Gaziemir, Ödemiş, Tire ve Torbalı Araç Muayene İstasyonları ve gezici muayene istasyonlarında da motosiklet muayenesi yapılabiliyor. İYI DERSLER ŞOFÖR AMCA’NIN ILK DERSLERI VERILDI TÜVTÜRK sosyal medyada Hizmet verdiği müşterilerini daha iyi bilgilendirmek ve gelen şikâyetleri takip edebilmek isteyen TÜVTÜRK, Facebook ve Twitter sosyal medya hesaplarını açtı. Araç muayeneleriyle ilgili detaylı bilgilerin paylaşıldığı ve müşteri etkileşimi artırmayı amaçlayan bu hesaplara www.facebook.com/tuvturk ya da www.twitter.com/tuvturk adreslerinden ulaşılabiliyor. Sahteciliğe prim yok! TÜVTÜRK, “araç muayene randevu bedeli” ve “araç muayene hizmet bedeli” adı altında ücret alan ve araç sahiplerini mağdur eden internet sitelerine karşı kamuoyunu uyardı. Yapılan açıklamada, internetteki reklamlar ve tanıtıcı metinler aracılığıyla araç sahiplerinin bazı sitelere yönlendiklerine ve randevu hizmeti karşılığınd-§-a belli miktarda ücret talep edildiğine dikkat çekildi. TÜVTÜRK’ün internet sitesi ve çağrı merkezinden alınan randevularda herhangi bir ücretin ödenmediğine vurgu yapılan açıklamada ayrıca bazı internet sitelerinde muayene ücreti talep edildiğinin ve birçok araç sahibinin mağdur edildiğinin altı çizildi. Araç muayene randevularını www.tuvturk.com.tr adresinden ya da 0850 222 8888 numaralı çağrı merkezinden ücretsiz almak mümkün. Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı (UDHB), Jandarma Genel Komutanlığı, TÜVTÜRK ve Michelin arasında imzalanan işbirliği protokolüyle hayata geçirilen “İyi Dersler Şoför Amca” projesinde saha uygulamaları devam ediyor. Proje kapsamında 11-14 Kasım’da Balıkesir, Edirne, Gaziantep, Isparta, Karabük, Kars, Malatya, Muğla, Nevşehir ve Trabzon illerinden il jandarma komutanlığı ve il milli eğitim müdürlüğü mensupları katılımıyla formatör eğitimi yapıldı. Ankara’da gerçekleşen seminerin açılışında konuşan Michelin İletişim Müdürü Banu Efe, İyi Dersler Şoför Amca projesiyle toplum için değer üretmeyi hedeflediklerini belirtti. Proje ortaklarından TÜVTÜRK adına konuşan Kamu İlişkileri Direktörü Ahmet Bulut, Trafikte Sorumluluk Hareketi hakkında bilgi paylaştıktan sonra, trafik güvenliği açısından küçük yaşlarda eğitimin ve onlara örnek olmanın önemini vurguladı. Seminere katılan Jandarma Genel Komutanlığı Trafik Şube Müdürü Yarbay Mete Özcan, taşımalı eğitim sistemindeki sorunlara değinirken UDHB Karayolu Düzenleme Genel Müdürlüğü Denetim, Kontrol ve Araç Muayene Dairesi Başkanı Yılmaz Kılavuz, öğrenci taşımacılığında trafik güvenliği açısından sorunsuz günlere ulaşma özlemini dile getirdi. Formatör eğitimi alan il jandarma komutanlığı ve il milli eğitim müdürlüğü mensupları, 1-5 Aralık haftasında kendi illerindeki ilçe milli eğitim müdürlükleri ve ilçe jandarma komutanlıklarından birer eğiticiye eğitim verdi. Formatörler, projenin gerçekleştirildiği 10 ilin bütün ilçelerinden toplam 228 kişiye eğitici eğitimi verdi. Eğitici eğitimi alan ilçe jandarma komutanlığı ve ilçe milli eğitim müdürlüğü mensupları, 15 ila 26 Aralık tarihleri arasında, kendi ilçelerinde görev yapan tüm taşımalı eğitim servis şoförlerine iki saatlik eğitim verdiler. Projede bu yolla 6 bin şoföre ulaşılması amaçlanıyor. İSTASYON 61 ENGLISH SUMMARY The Sivrice Lighthouse, of which doors Adile Erdoğan opened the first time 72 years before and which she lighted up many times, has been a library since 2009. It’s been 29 years since Adile Erdoğan left the tower she calls “my dear lighthouse” but her memories are still alive (below). Giving out light from 227 metres, the Gelidonya Lighthouse on the Cape Gelidonya in Antalya Kumluca watches the horizon behind the cliffs. Born and raised in the lighthouse, Mustafa Demir comes to the lighthouse that is lighted up by solar energy just once every 3 months for routine check. The Keepers of the Waves Lighthouse keepers are leaving their guiding towers one by one. Carrying the wisdom of waves, passengers and winds; the lighthouses is gradually filled with books, philosophy and art. Written and Photographed by: AKGÜN AKOVA “I have seen my dear lighthouse again! Ah! I thought I’d never see it again!” says Adile Erdoğan. The 86-age-year old ‘Lighthouse Nana’ walks around inside the Sivrice Lighthouse crying. Standing in front of the window with the view of Lesbos Island, she says “I used to watch the boats from right here.” At the place that used to turn into a lake with heavy rains, now there is a giant radar detector like rollercoaster tracks. It is so big that it overshadows the lighthouse. The light has gone out of Adile Nana’s eyes after two cataract operations but she remembers everything when she walks around inside her ‘dear lighthouse.’ When she was only 13, her legal age was raised and she was married off with a lighthouse keeper. Years later, when the lighthouse keeper in Seddülbahir died, Adile Nana was taken from her husband and sent off to live with the widow of the lighthouse keep- 62 İSTASYON er. Two women lighted up and turned off the lighthouse together for 2.5 years. One without a husband, and the other was away from hers… Since 1986 when she quit the job, Adile Erdoğan the lighthouse keeper has been residing in her small bungalow in the village of Bektaş in Ayvacık County in Çanakkale. Her son Kemal, who took over the lighthouse keeping from her, had already retired. Adile Nana’s grandson, Ergün Erdoğan the last keeper of the Sivrice Lighthouse was repairing a lighthouse on Seddülbahir guiding jetty against the harsh winds on the same day. However, he was going to go back home when he would be done because no lighthouse keeper is needed in Sivrice now. Neither in Zonguldak Lighthouse nor in Kerempe Lighthouse nor in Bodrum Hüseyin Burnu Lighthouse... Like everything, lighthouses also have their share of technological developments. Monument lighthouses with giant lenses turn on and off their lights through automatic systems. If their light is on or not and how much battery they are left with are monitored from a screen at General Directorate of Coastal Safety in Istanbul. Lighthouse keepers who climbed up the stairs to set up the lighthouse system every 2.5 hours at nights, who said “Turning off the lighthouse is the same with killing someone”, and who were very fond of their lighthouses, have had to leave the lighthouses which they call home. Some of them have regarded working at workshops or doing maintenance jobs at the lighthouses as a disloyalty against themselves. It’s not because they think working is burdensome but because they have regarded that being pulled apart from their ‘homes’ as unfair, they have felt hurt and taken a back seat. There are about 1200 large and small lighthouses on our coasts. 556 of them work under the General Directorate of Coastal Safety. Only 7 of the ones that work under the General Directorate of Coastal Safety are run by lighthouse keeper families or keepers. One of those families is the Gül Family at the Yelkenkaya Lighthouse. When Ahmet Gül who took over the job from his grandfather retires, no keeper will be hired instead. Also, maybe the lighthouse will be rented out. Standing close to the martyrdoms, the Mehmetçik Lighthouse in Çanakkale takes place on one of the most important points of the Bosphorus. Osman Yarış, the father of the last keeper of the Mehmetçik Lighthouse, is regarded highly among lighthouse keepers. After keeping the lighthouse for 30 years, he retired in 2003. When he talks about the lighthouse, he is like talking about a part of him: “The lighthouse was like my twin sibling. We did not celebrate any holiday or something because we could not leave the lighthouse in case it would be turned off. Like the sea, the lighthouse gets into you; it gets in your dreams. Even after I retired, I used to tumble out of bed and panic about whether the lighthouse is lighted up. Many times I went there and checked it even if it is not that close to our house in the village.” One thing he remembers from those years is shipwrecks… “There are many shipwrecks. For example, from the lighthouse to the north there is Majestic’s wreck, full of sea breams. I know that ship like the palm of my hand” he says. After the keeper families left one by one, 16 of the lighthouses with keeper rooms were rented out for 10 years by auction. The tenants can’t use the lighthouse towers but they can use the keepers’ buildings and gardens. “Opening the lighthouses to public” was perceived as “opening a café or restaurant” by some of the tenants. It is obvious that those tenants who regard the Built by the French in 1857, the Ahırkapı Lighthouse is a landmark of Istanbul... Ahmet Sarpbaş the last keeper of the lighthouse climbed up the 29-metre-high tower’s stairs for years before retiring. the lighthouse is used to accommodate the attending visitors. Once used as a lighthouse, the Armutlu Lighthouse is also mentioned as ‘Poseidon Philosophy Lighthouse’ now. Sivrice, the lighthouse of Adile Nana, on the other hand, is a lighthouse library now. The Former President of the Istanbul Bar Association Yücel Sayman and his wife Hacer filled the lighthouse they rented with lighthouse books, stamps, drawings and maps that they collected from all over the world. A French friend of them came up with the idea of library. He said “Wouldn’t a library fit this impressive, peaceful and resistant building even though it’s not that high?” While the Saymans were making this dream come true, their other friends thought it was ‘a delightful craziness.’ First of all, Yücel Sayman dreamed of a library full of books about the sea. However, he gave up this idea when he found out that there were more than 100 thousand books about the sea. He settled on the ones only about lighthouses. Sivrice Lighthouse Library has set a unique example not only for the readers but also for all lighthouse keepers and coastal safety officials. Celalettin Uysal says this library is the only one in the world and makes the lighthouse legendary. The lighthouse keeper families are companions of the lighthouses which I name ‘the keepers of There are also many lighthouses on wave breakers, fishing ports and water gauges on the waves.’ The stories Turkey coasts. The teams that work under the General Directorate of Coastal Safety are of those lighthouse responsible for the maintenance of those small lighthouses. keeper families that are inherited from older generations are ending philosophy camps at the Armutlu Lighthouse, one by one. It is only through listening to them which he says was built on a Poseidon Temple’s we can turn the keepers’ memories into stories ground. Even during winter, he holds philosto be told to the next generations. ophy discussions once a month. Some part of lighthouses as only a source of income will not be able to contribute to the reason of existence of lighthouses. However, two lighthouses that have been rented out have tenants who respect the soul of the word “lighthouse”. One of them is Levent Safalı, a pulmonologist. He has a passion for philosophy. He delivers philosophy courses at the Özgür Üniversite. His path crossed with lighthouses while he was looking for places where he and his friends could have philosophy discussions, suitable for the spirit of philosophy. He says “First we thought that places such as an old hammam or a deserted coal mine could be fine” but when he found out on his trip to France that young people used lighthouses as an amenity space, he started doing research about the lighthouses in Turkey. He found out that lighthouses could be rented. First he made a bid for the İğneada Lighthouse but he lost. In the bidding for the Armutlu Lighthouse in 2010, there was no attendee but him! He says that he got enormous help from the General Directorate of Coastal Safety officials. He organizes İSTASYON 63 ENGLISH SUMMARY The skillful actor of the roles in purgatory: Serdar Orçin Interview by: MURAT PAK Photos by: MURAT YILMAZ ries Gülbeyaz. It was a comedy. Other than that, if there is a depressed, troubled character, they usually call me. But you are also good at playing that kind of characters…. I try to play it in a different way as much as possible. We deal with people as part of our jobs. We have a profession about understanding reasons and conditions. Since I can’t judge the characters I play or say good or bad about them, I have to ask and find out why he acts that way because that’s the only way you put the character in a way that people can accept. Or if there is a situation that can’t be accepted, you show it. What did you see inside the human when you were trying to understand these troubled characters? I have understood this: none of us is perfect. When it comes to talk, we talk about goodness but there are many things inside of us. Deep inside, we have everything we fear, condemn and curse. They just come out or not according to the situation or condition. How does facing this reality affect you? When you deal with the dark side of humans that much, I end up trying to be open-minded and in peace with myself and others. I sometimes minimize and sometimes maximize my expectations from others. For all that, I try to be a good human as much as possible. Where there is a depressed, troubled character stuck in between good and bad, there is you. Do you like that kind of roles or have they stuck on you? It has sort of become my destiny… I guess it’s because of the perception “we already have it” in cinema and especially TV. Let’s say you played a character well in a TV series and that was accepted by the audience. When another project is being carried out, the producers think of you right away if there is a similar role. Then Yazgı, directed by Zeki Demirkubuz, is your fortune and misfortune at the same time… Yes (Laughs). That film opened the doors for me; it’s my fortune in that sense. However, the troubled character stuck between good and bad started with Yazgı. Then similar characters came along. Who surprised me in between was Tomris Giritlioğlu. She offered me quite a different role in the TV se- 64 İSTASYON You had an accident and came back from the death’s door. How was your life like before the accident? I had roles in two major plays and one children’s play at the City Theatre; also in a TV series. In addition, I also had a role in a play at our own theatre. Everything was going very well but I was not aware that I was mistreating myself so much. My body had given me the high sign many times but I could not understand them very well. I had many dreams about the future; I wanted to work more. The only thing that worried me around that time was my military service problem. I had reached my age limit but I could not leave everything aside and leave for military duty. I could not make time for myself in that mad rush and felt that I was dying inside. I kept running around in the big race called life. Then all of a sudden, everything stopped with the accident… Yes, I came back from the death’s door! I had a very serious brain operation. The doctors called my family and made them sign papers because everything could have happened. The sur- gery went well and I did not leave the house for six months. I stayed away from everything for a total of two years. That period was hard. I questioned myself and did self-criticism. I read books and watched films. I went abroad a few times and lived there. Then I realized that period was good for me and said to myself “I will never mistreat myself again. I will make time for myself; I will work hard to do my job very well and be a good person.” How did you overcome the bad days? It was not an easy period. I seriously gained weight because of the drugs I was prescribed; I weighed 94 kilos. I was worried that I could never act again and forgotten. I was worried that I would not be fully recovered. I could overcome all those worries thanks to my wife, my family, friends and people that love me even if I don’t know them. I was exposed to lots of love, really. There was only one thing that people wanted: my getting well soon…The City Theatre treated me like a family member. The actors/actresses in the cities I had never been sent me their best wishes. In many places in Turkey at the same time, R2 corridors were established for my recovery. They called me and said “We want to send a message to the universe for your recovery, do you accept?” People gave me enormous amount of moral support. How did you feel when you started acting again after two years? I saw that acting in a play after two years would be good for me. I wanted to act again. I started with the play Maskeliler at City Theater. That play really did me a heap of good. In a time period of 1.5 years, I acted in Can, İz, Bu Son Olsun, Eve Dönüş: Sarıkamış 1915 and Karnaval. I also took part in Behzat Ç. I am better concentrated on my work. Now I live without forgetting “the human Serdar Orçin.” Nowadays you take part in 12 Öfkeli Adam and on TV screen with the series Beş Kardeş at the same time... A fruitful time! Yes it’s a fruitful time. They came one after another and it was good. 12 Öfkeli Adam is a play directed by Arif Akkaya. I got really excited when I heard the name of the play. It turned out I was not the only one, the whole crew was excited. Arif remained faithful to the original text. After the play, people flow to the backstage. The number of law school students who have seen us lately is probably more than 200. How about Beş Kardeş? You worked with Onur Ünlü at the film “İtirazım Var” for the first time. I guess you got along with each other and now you’re together again… As you know there is a thing as Onur Ünlü mindset and I like that mindset. I had a minor role in the film İtirazım Var; now it’s bigger. As you can understand from its name, it’s a story of five siblings. The eldest brother who cleans after the others all the time falls in love one day and announces that he is getting married. The other siblings get paralyzed. The series has a dream team: Serkan Keskin, Fatih Arıtman, Osman Sonat, Tansu Biçer, Nadir Sarıbacak, Melisa Sözen, Nihal Yalçın, Ece Dizdar, Ayşen Gruda, Köksal Engür… TÜVTÜRK news MOBILE STATIONS FOR TRACTORS n According to the Security General Directorate’s data, tractors are at the top of the list of uninspected vehicles. Main obstacles for tractor owners to prevent them having their vehicles inspected could be stated as climatic conditions and the distance between stations and their residences. The law no 6522 which has gone into effect after published at the Official Gazette has been prolonged till 30th of June and created a significant opportunity especially for tractor owners. In regard with the law, all arrearage amount for the tractors owners who have inspection arrearage will be calculated with discounted rates. Considering this fact, TÜVTÜRK put special mobile inspection stations on its agenda and made them operational to make tractor owners’ life easier. This service grants ease on accessibility to those not able to get their tractor inspections done due to the distance between fixed stations and their whereabouts. This service is now operational in 24 cities with 29 mobile inspection stations. Mobile tractor inspection stations are now on duty in Adana, Afyon, Ankara, Antalya, Aydın, Balıkesir, Burdur, Bursa, Çanakkale, Çorum, Denizli, Diyarbakır, Hatay, İzmir, Kayseri, Konya, Kütahya, Manisa, Mersin, Muğla, Sakarya, Samsun, Sivas and Şanlıurfa. Tractor owners in those cities, where we can find the highest number of tractors throughout Turkey, may reach the Mobile Tractor Inspection Station’s schedule by calling 0850 222 8888 or via www.tuvturk.com.tr. Other than providing significant opportunity to tractor owners, this service will also make second-hand tractor selling easier. As is well known, in line with the new law in effect since 20 February 2014, second-hand selling of uninspected tractors is not possible. FIRST LESSON OF “İYI DERSLER ŞOFÖR AMCA” HAS BEEN TAUGHT n Carried out with a cooperation protocol signed by the Ministry of Transportation, Maritime Affairs and Communications (UDHB), Gendarmerie General Command, TÜVTÜRK and Michelin; İyi Dersler Şoför Amca project’s site applications are ongoing. As part of the project, trainer education has been given from November 11th until İSTASYON 65 ENGLISH SUMMARY TÜVTÜRK news 14th with the participation of Provincial Gendarmerie Command and provincial directorate for national education personnel from the cities Balıkesir, Edirne, Gaziantep, Isparta, Karabük, Kars, Malatya, Muğla, Nevşehir and Trabzon. Michelin Communication Manager Banu Efe stated at opening speech for seminar held in Ankara that their aim was to produce values for the society with the project. One of the project’s stakeholders, TÜVTÜRK’s Regulatory Affairs Director Ahmet Bulut expressed the importance of education at early ages and setting good example for traffic safety after sharing information about “Traffic Responsibility Action” project. While Gendarmerie General Command Traffic Division Manager Lieutenant Colonel Mete Özcan mentioned the problems of student transport system, UDHB Directorate General of Highway Regulation Supervision, Control and Vehicle Inspection Head of Department Yılmaz Kılavuz gave utterance to his yearn of perfect times for student transportation by means of traffic safety. Having received the trainer education, the personnel from Provincial Gendarmerie Command and provincial directorate for national education passed their education to one trainer from district directorate for national education and district gendarmerie command in their cities during December 1st-5th. Trainers instructed the staff of 228 people with trainer education within all districts in the 10 cities where the project takes place. Personnel of district directorate for national education and district gendarmerie command who received trainer education gave instructions for two hours to all the service drivers on duty for mobile education at their district during December 15-26. With this approach, 6 thousand coach drivers are aimed to be trained. TÜVTÜRK’S INVOLVEMENT AT SECURITY SYMPOSIUM n Attention to security issue was increased after several accidents happened in South Korea last year. Increasing number of the accidents pointed out the country’s need 66 of much more powerful and proactive risk management system. In the light of those developments, 2014 International Industrial Security Symposium was held with joint organization of TÜV SÜD Korea and Europe Chamber of Commerce Korea (ECCK). The symposium held on the 5th of December was a part of many events organized by TÜV SÜD and the attendees were all key personnel from automobile, industry facilities and construction businesses. Best global practices and experiences from globally leader firms were shared in the symposium to initiate discussions about Korea’s future industrial security models. Thereby, a common platform for cooperation opportunities for different participants was established. The symposium was divided into three simultaneous sessions for discussions focused on automobile, industry facilities and construction businesses. TÜVTÜRK was also the one of attendees. TÜVTÜRK Corporate Development Director Emre Büyükkalfa explained how effective the method of the of third party inspection discipline was along with power of objectivity and independency; and stated that, as seen at the example of TÜVTÜRK, how similar applications could contribute to business, health, security and public interest. Attendees appraised the example as perfect public-private sector cooperation. Related questions about supervision and monitoring methods were taken as proof of interest to the subject. UN representatives, managers of Europe Chamber of Commerce Korea, Ministry of Industry Undersecretary and delegation, Karsten XANDER (TÜV SÜD Member of the Board of Management) and managers of firms such as Mercedes and Samsung along with many academicians were among the total of more than 250 attendees. 6552 sayılı kanun düzenlemesiyle traktör muayene gecikme bedellerine gelen tarihi indirim fırsatı uzatıldı! Bu tarihi fırsatı kaçırmayın, gecikmiş muayenenizi hemen yaptırın! Ayrıntılı bilgi için; tuvturk.com.tr ve 0850 222 88 88* GEÇ KALMAYIN TÜVTÜRK ON SOCIAL MEDIA n Aiming to inform its customers in a much better way and keep track of complaints, TÜVTÜRK opened its Facebook and Twitter accounts. These accounts can be visited from www.facebook.com/tuvturk or www.twitter. com/tuvturk where detailed information regarding vehicle inspections are shared and increasing the customer interaction is planned. * Muayene süresi 11 Eylül 2014'ten önce dolan traktörler indirimden faydalanabilecektir. TÜVTÜRK Araç Muayene ‹stasyonları İSTASYON TÜVTÜRK, bir TÜV SÜD - DOĞUŞ - BRIDGEPOINT ortaklığıdır. www.tuvturk.com.tr /TUVTURK /TUVTURK Teşekkürler Türkiye! Kamuoyunda Torba Yasa olarak bilinen 6552 Sayılı Yasa’nın 11 Eylül 2014 tarihinde yürürlüğe girmesiyle, araç muayene gecikme bedelleri, motorlu taşıtlar vergisi ve trafik para cezası borçları yeniden yapılandırıldı. Bu fırsattan yüzbinlerce vatandaşımız yararlanarak gecikmiş araç muayenelerini yaptırdılar. Muayenede ağır veya emniyetsiz kusurları nedeniyle başarısız olan araçların eksiklikleri araç sahipleri tarafından giderildi ve böylece yollar herkes için daha emniyetli hale getirildi. Trafik güvenliği konusunda ülkemize büyük katkısı bulunan bu düzenlemenin hayata geçirilmesinde verdikleri katkılardan dolayı başta Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Sayın Lütfi Elvan olmak üzere, Maliye Bakanı Sayın Mehmet Şimşek’e, Ekonomi Bakanı Sayın Nihat Zeybekçi’ye, İçişleri Bakanı Sayın Efkan Ala’ya, ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının yöneticilerine, bu konuda araç sahiplerini bilgilendirerek önemli bir görev üstlenen Türkiye Şoförler ve Otomobilciler Federasyonu’na, Türkiye Ziraat Odaları Birliği’ne, il ve ilçe Ziraat Odaları’na, Muhtarlarımıza ve sorumluluk bilinciyle hareket ederek araç muayenelerini yaptıran tüm araç sahiplerine teşekkürlerimizi sunarız. SAYENİZDE YOLLARIMIZ ARTIK DAHA GÜVENLİ! TÜVTÜRK Araç Muayene ‹stasyonları TÜVTÜRK, bir TÜV SÜD - DOĞUŞ - BRIDGEPOINT ortaklığıdır. www.tuvturk.com.tr /TUVTURK /TUVTURK
Benzer belgeler
Sayı 7 - TüvTürk
topluyor. Böylece fotoğrafı çektikten sonra odak, perspektif ve alan derinliği üzerinde düzenleme gerçekleştirilebiliyor. 30-250 mm f/2.0 lens, 8x yakın çekim yapabiliyor. Qualcomm tarafından üreti...
Sayı 15 - TüvTürk
topluyor. Böylece fotoğrafı çektikten sonra odak, perspektif ve alan derinliği üzerinde düzenleme gerçekleştirilebiliyor. 30-250 mm f/2.0 lens, 8x yakın çekim yapabiliyor. Qualcomm tarafından üreti...
Sayı 14 - TüvTürk
topluyor. Böylece fotoğrafı çektikten sonra odak, perspektif ve alan derinliği üzerinde düzenleme gerçekleştirilebiliyor. 30-250 mm f/2.0 lens, 8x yakın çekim yapabiliyor. Qualcomm tarafından üreti...