Sayı 7 - TüvTürk
Transkript
Sayı 7 - TüvTürk
KARİYER Yaşam Koçluğu 07 08 09 2013 Söyleşi Çok renkli, çok sesli Elif Şafak Tarihten Yolu yurt bildiler adlarıyla yürüdüler English Summary of Contents Define Avcıları Yaz aylarında yol ve sürüş güvenliğine dikkat! TÜVTÜRK ailesinin değerli üyeleri ve saygıdeğer TÜVTÜRK dostları, Yaz aylarına girdik. Okullar kapandı, çocuklarımız karnelerini aldı. Yoğun iş temposuna kısa bir mola vermek; ruhunu ve bedenini tazeleyip yılın kalan bölümünü daha enerjik geçirmek isteyenler, tatil planlarını çoktan yaptılar. Bavullar hazır, sıra yola çıkmakta… Hâl böyleyken araya bir de Ramazan Bayramı’nın girmesi, karayollarımızdaki trafiği çok daha artıracak kuşkusuz. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre, yoğun trafiğin olduğu bayramlarda, trafik kazalarının önemli bölümü tatilin ilk ve son günü meydana geliyor. Gidiş ve dönüş gününde yaşandığını söyleyebileceğimiz kazaların yüzde 52’si, 12.00 ila 16.00 arasında oluşuyor. Bu, yola çıkacak herkesin, özellikle belirtilen saat diliminde her zamankinden çok daha dikkatli ve yüksek konsantrasyonla davranmasını gerektiren bir durum. Her yıl onlarca kişinin canına mal olan, yüzlercesinin de sakat kalmasına yol açan trafik kazalarına sebebiyet vermemek için dikkatli olmanın yanı sıra birtakım önlemlerin alınması da şart! İster şehir içinde, isterse şehir dışında kullanılsın, fark etmiyor; trafikteki tüm araçların mevsim dönüşümlerinde bakım ve muayenesinin yapılması gerekiyor. Kış lastiklerinin mevsime uygun olanlarla değiştirilmesi, gidilecek güzergâh ve o güzergâh üzerindeki yol çalışmaları hakkında önceden bilgi edinilmesi de bir o kadar önemli. Bunlar yola çıkmadan önce alınması gereken önlemler. Bir de sürüş esnasında uygulanabilecek, trafiğin çok daha rahat, çok daha güvenli akmasını sağlayacak unsurlar var. Araç kullananların alacağı küçük küçük önlemler, hem kendilerini hem de sevdiklerinin canlarını koruduğu gibi, her yıl milyonlarca Lira’yı bulan maddi kaybın da önüne geçebilecek nitelikte. Örneğin giysilerin mümkün olduğu kadar rahat ve hafif olması, pedalların hissedilmesini sağlayan ince tabanlı ayakkabıların tercih edilmesi, sıcak havaya yakalanmamak amacıyla sabah erken saatte yola çıkılması, uykusuz ya da yorgunken araç kullanılmaması, iki saatte bir 15 dakikalık mola verilmesi, bol sıvı tüketilmesi bunlardan bazıları. Sıcak havanın sadece insan bünyesine değil, karayollarına da olumsuz etkisi olduğu bir gerçek. Sürücüler, asfaltın, aşırı sıcaklar altında yumuşayarak kaygan bir zemin oluşturduğunu; başta mıcır olmak üzere yol yüzeyinde serbest malzemenin bulunabileceği yollarda hızın azaltılması, ani fren ve direksiyon hareketlerinden kaçınılması gerektiğini çok iyi bilirler. Yaz aYlarında yoğunlaşan trafiğin can ve mal kaybına yol açmaması için birkaç küçük önlem almak ve dikkati elden bırakmamak yeterli. Klimanın sürekli çalıştırılmayıp ara sıra camların açılarak aracın havalandırılması, araç içindeki herkesin emniyet kemerinin takılı olması, çocukların ve bebeklerin kucakta değil, çocuk koltuğunda seyahat etmesi ve tabii takip mesafesinin korunması akılda tutulması gereken diğer noktalar. Buraya kadar aktardıklarımızdan da anlaşılacağı üzere, yaz aylarında yoğunlaşan trafiğin can ve mal kaybına yol açmaması için birkaç küçük önlem almak ve dikkati elden bırakmamak yeterli. Hepinizin sevdiklerinizle birlikte mutlu olabileceğiniz bir yaz mevsimi geçirmenizi diler, Ramazan ayı ve Ramazan Bayramı’nın hayırlara vesile olmasını umut ederim. KEMAL ÖREN TÜVTÜRK Genel Müdürü İSTASYON Yukarıdaki çalışmalar Grafik Tasarım Dergisi’nin Fikrin Kapak Olsun yarışmasında dereceye giren çalışmalardır. Arka kapaktaki ilan ise aynı yarışmada birinciliği kazanan ve derginin Nisan ayı sayısının kapağı olan tasarımdır. 3 44 Otomotiv 26 Tarihten 38 Yakın Plan İçindekiler TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL 2013 06 Haberler Dünyada ve Türkiye'de öne çıkan, ilginç haberler... 08 Teknolojİ Teknolojideki son gelişmeler, yeni ürünler ve uygulamalar... 10 Hayat Define Avcıları: Bir antikçağ soylusunun mezar hazineleri, buğday tarlasının ortasında da olabilir, bir apartmanın temelinde de. Define avcılarının zengin olabilme hayalleri Anadolu’nun tarihi mirasını yoksullaştırıyor. 4 İSTASYON 16 Söyleşİ Günümüz Türk edebiyatının en üretken kalemlerinden Elif Şafak, çok sesli, çok renkli ve çok katmanlı roman yazımını önemsediğini belirtiyor. 22 karİyer Kaliteli yaşamın mimarlığı olarak nitelendirebileceğimiz Yaşam Koçluğu, geleceğin gözde mesleklerinden biri... 26 TarİhTen Sayfalar Tarih boyunca yolu yurt bilip, adlarıyla yürüyen bir kimlik: Türkler 16 Söyleşi 32 yeMe-İÇMe Ramazan ayının telaşı, mutfakta yaşanır kuşkusuz. Güllaçtan baklavaya, lokmadan telkadayıfa tatlılar, Ramazan sofralarının başköşesinde yer alır. 34 Spor Bir elimizde pusula, diğerinde haritayla doğaya çıkma ve oryantiring yapma zamanıdır şimdi. 38 yakIn Plan Dostluk ve Barış Rallisi’nde bu yıl Türkiye’yi TÜVTÜRK’ün oluşturduğu takım temsil etti. 32 Yeme-İçme 42 SağlIk Medical Park Bahçelievler Hastanesi Dahiliye Uzmanı Dr. Şeref Öncü, kronik yorgunluğun birçok hastalığın habercisi olduğunu söylüyor. 44 oToMoTİV Petrolün ömrünün kısalığı, hibrid otomobilleri daha değerli hale getiriyor. 46 UzMan Gözüyle Otomobillerdeki aydınlatma sistemleri nelerdir ve ne işe yararlar? 48 SoSyal Medya Sosyal medyadaki gelişmeler 50 oyUN Bu yaz salonlarda oyun konsolları mücadele edecek. 52 PoPüler külTür Oyun, festival, kitap, sinema... 56 TüVTürk TÜVTÜRK'ten haberler 60 enGlISh SUMMary İmtiyaz Sahibi TÜVTÜRK Kuzey Taşıt Muayene İstasyonları Yapım ve İşletim A.Ş. Adına Kemal Ören Yönetim Yeri Büyükdere Caddesi, No: 255 Kat: 17-18 MaslakŞişli-İSTANBUL Yayın Yönetmeni Sema Uludağ Yayın Koordinatörü M. Koray Özcan (Sorumlu Müdür) Görsel Yönetmen Kemal Toğanç Yapım Yeri Doğuş Grubu İletişim Yayıncılık ve Ticaret A.Ş. Doğuş Power Center Ahi Evran Polaris Caddesi No: 4 Maslak 34398 İstanbul Tel: 0212 304 00 00 (Santral) Baskı yeri Ömür Matbaacılık A.Ş. Beysan Sanayi Sitesi Birlik Cad. No: 20 Haramidere-Beylikdüzüİstanbul Tel: 0212 422 76 00 Yayın Türü Üç aylık yaygın süreli yayın, TÜVTÜRK Araç Muayene İstasyonları kurumsal yayınıdır, parayla satılmaz. [email protected] İSTASYON 5 HaBErlEr Çocukların en gözde vadisi Everest’i de erittik n Hemen herkesi, ama özellikle çocukları mutlu edecek bir haberimiz var. Kalkınma Bakanlığı, Doğu Karadeniz Kalkınma Projesi (DOKAP) kapsamında, fındık üretiminde Türkiye’nin önde gelen kentlerinden Ordu’da, çikolata vadisi kurmayı hedefliyor. Ordu’nun Gülyalı ilçesinde, yaklaşık 60 dönümlük bir arazi içinde yer alması planlanan çikolata vadisinin 5 milyon TL’ye mal olması ve iki yıl içinde tamamlanması öngörülüyor. n Dünyanın zirvesidir Everest. En yüksek noktasının 8 bin 848 metre olması ve bu noktaya erişebilmenin gururu, binlerce dağcının gönlünü çeler, rüyalarını süsler. Ancak etkilerini özellikle son yıllarda iyiden iyiye gösteren küresel iklim değişikliği, Everest’i de pas geçmedi ne yazık ki… Biliminsanları, Everest Dağı’ndaki buzulların son 50 yıl içinde yüzde 13 oranında azaldığına, kar örtüsünün ise onlarca metre yükseldiğine dikkat çekiyor. NBC News’in haberine göre Himalaya bölgesindeki buzul hareketini takip etmek için uydu görüntüleri Bİz onları uğurlu sanıyoruz ama… n Uğurböceği gördüğünde, mutlu olmayan var mı? Bunu kanıtlayan örnekler yaşandı mı bilinmez ama, adıyla müsemma böceğin konduğu kişiye uğur getirdiğine inanılır. Alman biliminsanlarının yaptığı araştırmaysa, bundan böyle onlara farklı bir gözle bakmamıza neden olacak nitelikte. Araştırma, Asya kökenli bir uğurböceği türünün, Avrupa ve Amerika’daki başka türleri yok ettiğini ortaya çıkardı. Alacalı adı verilen Asyalı uğurböcekleri, adı geçen iki kıtaya, seralardaki yaprak bitleri sorununu çözmek amacıyla ithal edildi. Alacalıların günde 200’den fazla yaprak bitini yok ettiği biliniyor, ancak seralardan kaçan ve kontrolsüzce çoğalan böcekler, bir süre sonra yerli türler için başlı başına sorun haline geldi. Büyük gruplar halinde korunaklı yerlerde yaşayan ‘Asyalı işgalcilerin’ insanlara da zarar verebileceği, alerjik reaksiyonlara sebep olabilecekleri belirtiliyor. İstilanın önüne geçebilecek bir yol, henüz bulunamadı. Biliminsanları, Güney Amerika ve Güney Afrika’ya doğru ilerleyen Alacalıların en etkileyici yanlarının her türlü iklim koşulunda hayatta kalabilmesi olduğunu söylüyor. Dahası var: Asyalı uğurböceklerinin elma ağaçları ile üzüm bağlarına girebilecekleri, tek bir böceğin bile şarabın tadını bozabileceği göz önünde bulundurulduğunda sorunun hiç de küçük olmadığı anlaşılıyor. Kopya çektirmeme dersi meğer ilk tweet’i Konfüçyüs atmış n Ortaya atılan bir iddia, Çinlilerin uzun süre tartışmasına neden oldu. İddia, Konfüçyüs’ün Twitter’ı kullanan kişi olup olmadığına yönelikti. Ülkedeki sosyal paylaşım sitelerinin katılımcıları, filozofun anelektlerinin (bir ya da birçok yazarın eserlerinden seçilerek derlenen bölümler) her paragrafının yaklaşık 140 karakterden oluşması, derin mesajlarını basit cümlelerle vermesi, kurduğu cümlelerde kendi görüş ve felsefesini yansıtması, 3 bine yakın takipçisinin (öğrencisi) bulunması, yardımseverlik çağrısı yapması nedeniyle Konfüçyüs’ün ilk mikroblogçu olduğunu tartıştı. Şiddetle dönen hava kolonu Son birkaç yıldır hayatımıza yeni bir doğa olayı daha girdi. Daha ziyade Amerika’da görünen, yüzlerce cana ve milyonlarca Dolar’lık maddi hasara neden olan “hortum”, Türkiye’de de gündeme gelmeye başladı. Geçen yıl Elazığ’da, bu yılın Mayıs ayında ise Mersin’de meydana gelen hortumlar, can kaybına da yol açtı. Hızı saatte 500 kilometreye kadar ulaşan, önceden tahmin edilememesi nedeniyle insanoğlu için tam bir muamma olan hortum, en basit şekliyle şiddetle dönen hava kolonu olarak tanımlanıyor. Genellikle şiddetli fırtınalara yol açan hava koşullarından kaynaklanan, hem coğrafyası hem de iklimi uygun olduğu için daha ziyade Kuzey Amerika’da varlık gösteren hortum, sıcak ve nemli havanın, soğuk ve kuru havayla karşılaşmasıyla harekete geçiyor. Bu karşılaşma büyük fırtınalara, fırtınalarsa süper hücrelerin oluşmasına sebebiyet veriyor. Süper hücreler, dönen ve yukarı doğru ilerleyen hava sütunlarını yaratıyor ve rüzgâr yüzeye yaklaştıkça sütunlar da dönüyor ve hortum girdabına yol açıyor. Büyük hasarlar da sert rüzgârla birlikte uçmaya başlayan enkazdan kaynaklanıyor. 6 İSTASYON ve topografik haritalardan yararlanan biliminsanları, Nepal İklim Gözlemevi ve Nepal Hidroloji İdaresi’nin verilerini de kullanarak sıcaklık ve kar yağışı oranlarını ölçtü. Ortaya çıkan sonuçlarsa son derece vahim: Çünkü Everest ve çevresinde son 20 yıl içinde sıcaklık 1,8 derece artarken Muson Yağmurları ve kış aylarındaki yağışlar azaldı. Bu bölgede, en küçük sıcaklık farkının bile önemli değişimlere yol açacağını belirten biliminsanları, meydana gelmesi olası heyelan ve çığların ekosistemi olumsuz etkileyeceğini belirtiyorlar. Burada çocuğa yer yok n Çocuk sevmeyenlerin sayısı, sanıldığı kadar az değil. Bununla birlikte dünyanın en çocukseveri bile, zaman zaman yaptıkları gürültüden rahatsız olabilir. Hele bir de onların bulunduğu ortamdan uzaklaşma ihtimali olmadığında, örneğin uçakta. Söz konusu durumdan mustariplerin imdadına Malezya’daki bir havayolu şirketi yetişti. Şirket, çocuk sesi yüzünden yolculukları kâbusa dönenler için “sessiz alan” tasarladı. Uçağın orta kısmında bulunan alana, 12 yaşından küçük çocukların girmesi yasak. Güvercİn İntErnEttEn daHa Hızlı n Başlığı yanlış okumadınız. Evet, Roma döneminin meşhur haberleşme aracı güvercin, modern dünyanın iletişim yolu internetten daha hızlı. Haber İngiltere’den geldi. Ülkenin kırsal bölgesinde genişbant internet bağlantısına sahip bir kişinin internet üzerinden 300 MB’lik bir dosya gönderme denemesi, aynı bilginin güvercinle iletilmesinden daha uzun sürdü. Yorkshire bölgesinden, 120 kilometre uzaktaki Skegness’teki bir başka kullanıcıya ulaştırılmak istenen bilgi, USB diske kaydedilip bir haber güvercinin ayağına bağlanarak daha kısa sürede ulaştırıldı. Güvercin hedefine ulaştığında, internet üzerinden gönderilen dosyanın ancak yüzde 24’ü internete aktarılmıştı. Böylesi bir yarışın içine neden girildiğine gelince: Söz konusu etkinlikle İngiltere’nin kırsal kesimlerindeki internet hızının ne derece düşük olduğuna dikkat çekilmeye çalışılıyor. Geçen yıl da Güney Afrika’nın Durban kentinde benzer bir yarış düzenlenmiş, 96 kilometre uzağa bilgi taşıyan Winston adlı bir güvercin, hedefine iki saat gibi bir sürede ulaşırken, internet üzerinden gönderme denemesi yüzde dört civarında kalmıştı. n Öğrencilerin edindikleri bilgiyi ölçmenin yegâne yoludur, sınavlar. Ama her sınav, eğitmenler için de ayrı bir sınava dönüşüyor. Neden mi? Çünkü öğrenciler, en azından bir kısmı, kopya çekme yöntemine başvuruyor. ABD’deki Wisconsin Concordia Üniversitesi, sorunun önüne geçebilmek, öğretim üyelerinin kopya çekme yöntemlerini daha iyi anlayabilmesini sağlamak için özel bir ders koydu. Üniversitede çalışan akademisyenlerin internet üzerinden aldığı bu derste, kopya yöntemlerinin açıklandığı “itiraf” bölümü de bulunuyor. Üniversitelerde tahmin edilenden çok daha fazla kopya çekildiği gerçeğinden hareketle hazırlanan kopya dersiyle, öğrencilerin neden ve nasıl bu yönteme başvurduğu araştırılarak önlem alınması hedefleniyor. yenilikler aşırı uçlardan gelir n Dustin Hoffman ve Tom Cruise’un oynadığı “Rain Man / Yağmur Adam” filmini herkes bilir. Gündelik yaşamla hiçbir bağ kuramazken, bir bakışta yere dökülen kibrit çöplerinin kaç tane olduğunu söyleyebilen, karmaşık sayıları birkaç saniye içinde hesaplayabilen otistik Raymond karakteri, Rain Man’i, otizm üzerine çekilmiş en güzel yapımlar arasına yerleştirdi. Almanya’daki bilgisayar programcılığı şirketlerinden SAP da matematikteki başarıları kanıtlanan, normalin üstünde zekâya sahip, ayrıntıları kolaylıkla görebilen otistiklerin bu özelliklerini istihdama dönüştürmek üzere kolları sıvadı. Otistiklerin bilgi teknolojilerindeki yeteneğini işgücüne çevirmek isteyen şirket, 2020 yılında dünya çapında görev yapan 65 bin çalışanın yüzde 1’inin otistiklerden oluşacağını açıkladı. İş dünyasında 21’inci yüzyılın gereklerini yerine getirebilmek için yenilikler getirebilen, farklı düşünen kişilerle çalışmayı amaçlayan SAP, bunu şirket mottosuna da yansıtıyor: “Yenilikler aşırı uçlardan gelir.” İSTASYON 7 HABerler HAZIRLAYAN: ReSuL BukSuR NOKIA’NIN YeNİ AmİrAl gemİsİ: lUmIA 925 Hafif profesyonel n Yaz tatili, yüzlerce fotoğraf çekmek demek aynı zamanda. Bu yaz, profesyonel DSLR yeteneklerine sahip olmakla birlikte kompakt kameralar kadar güçlü bir fotoğraf makinesiyle ağırlıktan kurtulabilirsiniz. Son birkaç yılda hızla yaygınlaşan, Aynasız Sistem adı verilen bu yeni nesil fotoğraf makineleri, profesyonel DSLR kameralarıyla aynı sensörleri kullanıyor. Samsung’un geliştirilmiş yeni aynasız kamerası NX2000, APS-C boyutlarındaki 20.3 megapiksellik sensöre sahip. Fiyatı ise 650 Dolar. www.samsung.com n Geçen yıl akıllı telefonda Microsoft’un akıllı telefon sistemi Windows Phone’u geçen Nokia, atak yapmayı sürdürüyor. Geçen yıl bu sistemi kullanan en gelişmiş modeli Lumia 920 ile kullanıcılardan ilgi görmeyi başaran Nokia, amiral gemisini, Lumia 925 adıyla yenilediğini duyurdu. Dış kasayı değiştiren Nokia, alüminyum çerçeve kullanıyor. Bunun nedeni ağırlığı biraz olsun azaltmak. Çünkü Lumia 920, rakiplerine göre biraz ağır kalıyordu. İkinci öne çıkan nokta ise kamera teknolojilerinde. Dünyanın düşük ışıkta en iyi performansa sahip akıllı telefonu olarak adlandırılan Lumia 925’te, Nokia’nın altı bileşenli en gelişmiş lens sistemi kullanılıyor. Nokia Smart Camera, Action Shot, Nokia Camera Lens, Cinemagram gibi aplikasyonlarla kamera yetenekleri zenginleştiriliyor. 1.5 GHz çift çekirdekli Qualcomm Snapdragon S4 işlemcinin kullanıldığı, 1280x768 piksel çözünürlüklü 4,5 inç OLED PureMotion HD+ ekranın bulunduğu ürün, 139 gram ağırlığa, 16 GB dâhili depolama alanına ve 1 GB RAM belleğe sahip. Fiyatı 469 Euro. www.nokia.com n Önümüzdeki yıl dünya yeni bir teknolojik ürünle tanışacak gibi görünüyor. İnternette arama motoru ve birçok servisi yaratan Google’ın ekibi, gözlükleri tıpkı cep telefonları gibi akıllandıracak. Google Glass adı verilen ürün, interneti neredeyse gözünüzün içine getiriyor. Özel olarak tasarlanan ekranlarla donatılan bu gözlük sayesinde arama, harita, mesajlaşma gibi onlarca mevcut servise anında erişebileceğiz. Gözlük kablosuz olarak internete bağlanabilirken üzerindeki kamerayla HD fotoğraf ve video çekip paylaşmak da mümkün. 2014’te satışa çıkması beklenen akıllı gözlükler, güneş gözlüklerine de entegre edilebilecek. Fiyatı mı? Henüz tam rakam belli değil, ama bin Dolar’ın üzerinde olması bekleniyor. www.google.com/glass n Dokunmatik ekranlar çıktığından bu yana, cep telefonlarında Q klavyelerin sağladığı rahatlığı anımsayanların sayısı da azaldı. Fakat BlackBerry, Q klavye fanatiklerini unutmadı, zira akıllı telefonların dokunmatik ekran dâhil tüm yeteneklerini, tam fiziksel Q klavyeyle buluşturan BlackBerry Q10’u satışa çıkardı. 139 gram ağırlığındaki akıllı telefon, 2.100 mAh lityum iyon pile sahip. 2 bin TL’lik bir ücretle meraklısıyla buluşacak bu ürün, BlackBerry’nin en yeni işletim sistemi BlackBerry 10.1 ile birlikte geliyor ve 1,5 GHz hızında çalışan çift çekirdekli Cortex-A9 işlemci kullanıyor. www.blackberry.com 8 İSTASYON n İki ay önce piyasaya sunulan Samsung Galaxy S4 büyük ilgi gördü. 5 inçlik Full HD Super Amoled ekranı ve güçlü donanım özellikleriyle bu ürün, 16 ve 32 GB hafıza seçeneklerine sahip. Video izlerken başka bir tarafa bakıldığında videoyu otomatik olarak duraklama moduna geçiren S4’te, el hareketleriyle ekrana dokunmadan sayfalar içinde ve sayfalar arasında gezinti imkânı sağlayan Temassız Kontrol da yer alıyor. 1.6 GHz ve 1.2 GHz hızlarındaki iki 4 çekirdekli işlemciyle toplam sekiz çekirdeğe sahip. 13 megapiksellik kamerasıyla sadece 130 gram ağırlığındaki Samsung Galaxy S4’ün fiyatı 2 bin TL. www.samsung.com.tr sU geçİrmezİ geldİ Gözlükteki hayalet Akıllı ve klavyeli galaxy s, dörtledi n Son günlerin popüler ürünleri tabletler de zorlu koşullara dayanıklı hale geliyor. Daha önce akıllı telefonlarda su geçirmez tasarımı deneyen Sony, kullanıcıların ilgisi üzerine yeni tabletini de zorlu koşullara dayanıklı hale getirdi. Sony’nin yeni tableti Xperia Tablet Z, hafif ve ince tasarımıyla dikkat çekerken 30 dakika kadar su geçirmezlik özelliği sunuyor. 10,1 inçlik Full HD ekran kullanan tablet, dört çekirdekli işlemciye ve 16 GB’tan başlayan bellek seçeneklerine sahip. Fiyatı ise benzerlerine oranla son derece makul; 500 Dolar. www.sony.com.tr Klavye, kılıf ve stil n Logitech’in yeni tablet aksesuarı FabricSkin Keyboard Folio, tabletlerin ön ve arka yüzünü korurken, canlı renkleri ve dayanıklı kumaşlarıyla iPad’inize hem işlevsellik hem de tarz getiriyor. Tuşları kumaşın içine pürüzsüz bir şekilde entegre edilen ilk Bluetooth klavye olan aksesuar, tam boyutlu tuşlarıyla geleneksel klavyede alışık olduğunuz kullanım rahatlığı sunuyor. Gizli mıknatıslar, iPad’inizi uygun yazı yazma modunda kullanmanıza ve taşıma esnasında kapalı konumda tutmanıza yardımcı oluyor. Ürünün renk seçenekleri, bu alanda uzman bir tasarımcıyla birlikte hazırlanmış. Elektrik mavisinden griye, Mars kırmızısından siyaha kadar birçok renk seçeneği sunan Logitech FabricSkin Keyboard Folio, malzeme olarak mat deriden ince dokunmuş pamuğa ya da kumaşa kadar pek çok alternatife sahip ve 149 Euro. www.logitech.com su altında tatil n Her türlü zorlu koşula dayanıklı fotoğraf makineleri, yaz tatillerinin vazgeçilmezleri arasında... Suya, darbeye, toza dayanıklı tasarımıyla Fuji XP200, bu alanın popüler ürünlerden biri. Geleneksel olarak her sene ürünü yenileyen şirket, bu yıl XP200’ü hem tasarım hem de teknolojik olarak geliştirmiş. 15 metreye kadar su altında fotoğraf ve videoları çekip, Wi-Fi sayesinde anında bilgisayara aktarmak ve dünyayla paylaşmak mümkün. Ürüne sahip olmak için 300 Dolar ödemeniz yeterli. www.fujifilm.com İSTASYON 9 HAYAT Bir antikçağ soylusunun mezar hazineleri, bir buğday tarlasının ortasında, bir apartmanın temelinde ya da yol kenarında olabilir... Bazen günler süren kazıların sonucu, hazineden çok hüsran oluyor. Define avcıları Onların zengin olabilme hayalleri, Anadolu’nun tarihi mirasını yoksullaştırıyor. 10 İSTASYON Z ifiri karanlık... Kamyonetin içinde oturan şoför, “YAK” komutu geldiğinde farları açıyor. Işığın karanlığı deldiği noktada bir tümsek aydınlanıyor. Görüş mesafesi dışında, koca tümseğin arkasındaki çukurdan aceleyle bir–iki kürek toprak daha atılıyor taze toprağın yığıldığı tepeciğin üzerine. Gözcü, karanlıkta görebildiği kadarıyla tarıyor açık araziyi. Aşağıdaki toprak yolda gözünün yettiği mesafe boyunca cılız da olsa herhangi bir far ışığı “var mı, yok mu”nun telaşında. Gördüğü anda, aralarında daha önce kararlaştırdıkları gibi anında karanlığa karışacaklar. Zaman çok yavaş akıyor. Karanlık neredeyse güne dönecek. Ve nihayet kazıcılar kan ter içinde çıkıyorlar çukurdan. Defineleri koruyan cinleri oradan uzaklaştırmaya çalışan hoca bile duruyor o an! İşte şimdi her yer karardı. Kazıcıların elinde hiçbir şey yok. Aşağılarda bir yerlerde bir horoz ötüyor. Bu sefer de eller boş. “Bir dahaki sefere inşallah,” diyor aralarından biri. Bir şoför, bir gözcü, iki kazıcı, bir cinci hoca... Ya da bir eksiği, iki fazlası. İsimler önemli değil. Yer de. Yukarıdaki, binlerce yılda sayısız uygarlığa kucak açmış bir ülkede binlerce, belki on binlerce kere yaşanan bir sahne. Onlar da bu dramın oyuncuları. Olay nerede mi geçiyor? Ne önemi var. Diyelim ki, Orta Anadolu’da bir kasabada. Bu kasaba da, benzerleri gibi, yaşlı dere- lerle sulanan derin bir vadinin ortasına, bereketli toprakların üzerine kurulmuş. Sanki hayat burada da azıcık can sıkıcı gibi... Ama içinde yaşayanların hayal gücü kocaman. Çünkü burada ve bunun gibi kadim bir tarihin üzerine kurulmuş daha birçok Anadolu kentinde, kasabasında veya köyünde doğanlar, tarihleri gibi kadim masallarla büyüyorlar. Tüm masallar gibi gerçeklerden beslenen ve zaman zaman gerçeklerle kesişen masallar bunlar. Bu yüzden de rüyalarının gerçek olabileceğine inanıyorlar. Ve yine bu yüzden en olmayacak rüyaları görüyorlar. Tıpkı dedeleri gibi… Dedelerinin dedelerinin dedeleri gibi. Bu rüyalarda, toprağın altında keşfedilmeyi bekleyen bir servet var. Bazen küp küp altın, bazen sandık sandık mücevher, kıymetli kılıçlar, değerli taşlarla süslenmiş altından heykeller, kıymetine vâkıf olamasalar da birtakım madeni eşya, taş heykeller ve daha neler neler... Hani büyük şehrin taşı toprağı altın derler ya... Aslında onlara göre de üzerinde yaşadıkları küçük kasabanın taşı toprağı altın. Hepsi, yaşadıkları toprakların altındaki hazineleri bir gün ele geçirme ve zengin olma hayalini kuruyor. Herkes uyurken onlar uyumuyor. Gecenin örtüsüne bürünüp toprağın altına doğru tehlikeli bir yolculuğa çıkıyorlar. Tehlikeli! Çünkü yaptıkları yasadışı bir İSTASYON 11 HAYAT O Büyük hayal için ölüm dâhil göze almayacakları hiçBir şey yOk... Kaçak kazılar sırasında ortaya çıkan eserlerin parçalanmasıyla, geçmişe dair bilgiler bu kez sonsuza dek karanlığa gömülüyor. 12 İSTASYON iş. Yakalanabilirler; kazara değerli bir şey bulurlarsa ekipteki arkadaşlarıyla anlaşmazlığa düşüp birbirlerine zarar verebilirler; en önemlisi de kazdıkları toprağın altında kalıp yaralanabilir, hatta ölebilirler. Ama kurdukları ve gerçekleşme ihtimali çok düşük o büyük hayal uğruna ölüm dâhil, göze alamayacakları hiçbir şey yok. Ellerinde gerçek mi, sahte mi belirsiz haritalar. Akıllarında, bir anlamı olup olmadığı şüpheli tılsımlar, işaretler. Bilinçaltlarında heveslerini körükleyen bir korku... Bıkıp usanmadan define arıyorlar. Kalabalık gibi görünüyorlar. Ama aslında onlar dünya çapındaki tarihi eser kaçakçılığının en küçük halkasını oluşturuyorlar... Maceraları genelde doğdukları günden itibaren duydukları efsanelerin karşı konulmaz cazibesiyle başlıyor. Eskiden Rumların ya da Ermenilerin yaşadığı yerler potansiyel kazı alanları. Savaş sonrası kaçanların, “bir gün dönüp alırız” umuduyla götüremedikleri kıymetli eşyalarını bir yerlere gömdükleri söylentisi, nesilden nesle aktarılıyor. Onlardan kalan evler ve bu evlerin civarındaki işaret olabilecek çeşme, ağaç, kaya gibi noktalar hedef kazı alanları. Tarihi yerleşim yerlerinin yakınındaki kasaba ve köylerdeki definecilik tarihi, neredeyse o yerleşimin tarihine kadar uzanıyor. Hitit döneminde bile mezar soyguncuları var. Anadolu topraklarında hangi köye gitseniz, hemen hepsinde bir defineci, hatta definecilerle dolu bir kahve buluyorsunuz. Ve aynen avcı hikâyeleri gibi abartılarak anlatılan bir sürü define macerasını da sonuna kadar dinliyorsunuz. O kadar inandırıcılar. Tabii bu maceralar, avcıların yaptığı gibi bağıra çağıra değil, kısık sesle anlatılıyor. Çünkü iki uçlu bir denklem bu… Bir ucunda yoksul ve maceracı insanların naif tutkusu yer alıyor, diğer ucundaysa tarihi eser kaçakçılarının uluslararası hırsı... Aslında yasalara bakıldığında definecilik serbest… Ancak yerine getirilmesi gereken koşullar var. Kültür ve Turizm Bakanlığı Define Arama Yönetmeliği’ne göre öncelikle definenin aranacağı yerin belirtilmesi gerekiyor. Teknik elemana, alanın tasdikli haritası veya krokisi çizdiriliyor. Krokisi çıkarılamayacak, ev gibi yerler içinse vaziyet planı veriliyor. Bu arada, eğer defineci kendisine ait olmayan bir yerde arama yapacaksa, söz konusu alanın sahibinden noter tasdikli muvafakat yazısı almak zorunda. Ayrıca bu alan 100 metrekareden fazla olamıyor ve mezarlık ya da SİT alanı içinde bulunmaması gerekiyor. Bunun tespiti de en yakın müze müdürlüğü tarafından yapılıyor. Eğer arama sırasında define yerine bir kültür varlığına rastlanırsa çalışma durduruluyor, define arayanlar zararıyla ilgili talepte bulunamıyor. Ve eğer kazı sonucu bir defineye ulaşılırsa, değeri Maliye ile Gümrük ve Ticaret bakanlıklarınca tespit ediliyor. Arama yapılan arazi- nin defineciye ait olması durumunda, bu değerin yüzde 50’si kendisine ödeniyor. Aksi halde değerin yüzde 40’ı defineciye, yüzde 10’u da arazi sahibine veriliyor. Pratikte bu anlatılanlar biraz meşakkatli görünüyor olsa gerek ki, rüyalarında küp küp altın bulduklarını gören defineciler, gece yarısı gözlerine kestirdikleri yerlerde kaçak kazılar yapıyor. Kazı yapılan alan örneğin bir mezarlık, höyük veya eski bir ev, bahçe, orman, hazine arazisi ya da SİT alanı olabiliyor. Kazıda bir şey bulunursa daha önceden belirlenmiş bir kişi, değerini öğrenmek için el altından araştırma yapıyor. Alıcılarsa genelde ya tarihi eser kaçakçıları ya da koleksiyonerler. Bulunan eserler genelde gerçek değerinden çok daha az bir fiyata, gizlice satılıyor. 2007 yılından 2012’nin Temmuz ayına kadar Kültür ve Turizm Bakanlığı onayıyla 633 define kazısı gerçekleştirilmiş. En çok izinli define kazısı Karadeniz Bölgesi’nde, il olarak da Giresun, Samsun, Balıkesir, Bilecik ve Afyon’da yapılmış. Ve sonuç: Bakanlık, izinli define kazıları bünyesinde herhangi bir buluntuya rastlanmadığını belirtiyor. Akşam güneşi en güzel ışıklarıyla dağı tepeyi boyarken, güzel mi güzel bir bahçedeyiz. Ahmet Bey, 67 yaşında. Bu civarın en yaşlı ve deneyimli definecilerinden. Ahmet Bey de elinde bir demir çubukla araziye çıkıyor ve toprağa vurduğu demirin sesini dinleye dinleye yeraltında mezar olup olmadığını ustalıkla tespit edebiliyor. Kasabada onun gibi mezar bulabilen kimse yok. Definecilerin gözdesi olan dedektörler mi? Onlara prim vermiyor. Ailesiyle birlikte kasabada mütevazı bir hayat sürdürüyor. Peki, demir çubuğu ve Bir ovanın ortasındaki taş kuyu, dibinde gömülü bir hazine olabilir umuduyla araştırılıyor. Defineciler bu gibi durumlarda kazma ve küreklerle kuyunun dibine ulaşmaya çalışıyor (solda). Küçükçekmece’ de, İstanbul’un binlerce yıl önceki geçmişine ışık tutacak kazılarda, arkeologlar, definecilerin verdiği tahribatın izlerine de rastladı (üstte). Dümdüz bir arazinin orta yerinde birdenbire yükselen tepecik, binlerce yıl öncesinde kullanılmış bir tapınak, kral mezarı ya da yerleşim yerini örtüyor olabilir. Defineciler bu tür işaretleri değerlendirerek harekete geçiyor ( sağda, altta). ucundaki tını? Bir şeyler kazandırmamış mı? “Nerdeeee,” derken, yüzü gölgeleniyor. “Kazanmak ne kelime, 700 liralık emekli aylığım bile olduğu gibi define işine gidiyor,” diyor. Daha birkaç gün önce kasabanın yakınlarında bir mezar odası bulmuş arkadaşlarıyla. Ama içinden hiçbir şey çıkmamış. Ölünün ağzına koyulan para bile değersizmiş. Ölünün de kendileri gibi fakir olmasına sövüp, öylece kemikleri dışarıda bırakıp, terk etmişler mezarı. Peki, ya mezardan para edecek bir şeyler çıksaydı? “Oooo, o zaman büyük bir cenaze töreniyle gömerdik mevtayı,” derken dolu dolu gülüyor… Bir başka kasabadayız. Bir başka evde. Bu evdeki hemen herkes akraba. Ve hemen herkes defineci; hatta bizi o eve götüren Yakup’un halası bile. Onun hikâyesinde her şey bir rüyayla başlamış. Fikriye Hanım bir gece rüyasında çeşmenin arkasındaki bir taşın üzerinde bir çift göz olduğunu görmüş. Ertesi sabah hemen çeşmeye koşmuş. Rüyasında gördüğü taşı yerinde bulup kazmaya başlamış. “Önce metal çubuk gibi bir şey, bir de tabak çıktı topraktan. Bir şeye benzetemeyip onları bir kenara attım. Sonra da bir heykel kafası çıkıverdi.” Fikriye Hanım, define bu heykelin içinde herhalde diye düşünmüş ve onu da kırıvermiş. Bir şey çıkmayınca da hüsranla geri dönmüş. Bu işte hız önemli... Az ışık, az ses, hızlı kazı... Kazılan yer yerleşim yerine çok yakınsa alelacele oluyor her şey. Kazı za- manları duruma göre değişiyor, mezar bulunur, içinden bir şey çıkarsa bir gecelik iş de olabilir. Ama giriş bulunamazsa günler, hatta aralıklı olarak aylar sürebiliyor. İyi korunamayan kazı alanlarında tabir yerindeyse, arkeologlar arkalarını döner dönmez defineciler atlıyor alana! Tabii genelde de gece yarısı, herkes uyurken... Pek çok arkeolog, en büyük sorunun definecilerin verdiği tahribat olduğu konusunda hemfikir... Defineciler, bulma ihtimalleri olan şeylerin değerlerini kendilerince biliyorlar. Ve ola ki bir şey buldular, elden çıkarırken zarara girmemek için tarihi eserler konusunda “uzman” olmaya çabalıyorlar. Ama gerçek kesin: Onlar aslen definenin peşine düşüyor. Dolayısıyla kazı sırasında birçok tarihi eseri tahrip ediyorlar. İstanbul’da, Küçükçekmece’deyiz şimdi de. Göl havzasında, Avcılar Firuzköy’deki kazı alanında. Arkeologların, kazılar başlamadan önce defineciler tarafından talan edilmiş noktalardan ilerleyerek önemli bulgulara ulaştığı yerlerden biri burası. Kazı Başkanı Yar. Doç. Dr. Şengül Aydıngün, gündüz vakti kazmışlar mezarı, Bir şey çıkmamış, ölünün ağzındaki para Bile değersizmiş... İSTASYON 13 HAYAT O yaz gecesi, aynı kasaBada en az 10 defineci ekiBi tOprağı eşeleyecekti. bize definecilerin bilinçsizce kazarak harap ettikleri büyük bir mozaiğin artık tekrar bir araya getirilmesi imkânsız parçalarını gösteriyor. Aydıngün’e göre, defineciler temel olarak iki konuda zarar veriyor: Birincisi, artık her türlü arkeolojik eserin kendi ortamı içinde anlamlı olmasıyla ilgili. İkinci zararsa, kazıcıların akıl almaz metotlarla gerçekleştirdikleri işlemlerin doğal yapı ya da eser üzerinde anormal tahribata neden olması. Türkiye’de 2011 yılında 123 arkeolojik kazı yapılmış. Ayrıca yabancı arkeoloji enstitüleri de 43 kazı yürütmüşler. Yani geçtiğimiz yıl Türkiye’deki resmi kazı sayısı 166. Kültür ve Turizm Bakanlığı yılda ortalama 150 kurtarma kazısına izin veriyor. Kaçak kazı ve kültür varlığı kaçakçılığıyla ilgili ihbarlar, Bakanlık kanalıyla ya da doğrudan polis veya jandarmaya iletiliyor. Bu nedenle Bakanlık kaçak kazı ihbarlarına ilişkin tam bir bilgi veremese de arşiv kayıtlarından 2007–2012 yılları arasında Bakanlığa bildirilen 2 bin 188 kaçak kazı olayı olduğunu söylemek mümkün. Tarihi değerlerin tahribatında definecilerin önemli bir payı var. Ancak tek tahrip unsuru onlar değil. Türkiye’deki kültür varlıklarının envanterini çıkartmak üzere kurulan Türkiye Arkeolojik Yerleşmeleri (TAY) Projesi tarafından, 2000 ila 2006 yılları arasında yapılan araştırmalar sonucu hazırlanan rapora göre, tahribata yol açan en önemli unsur yapılaşma. Aslında buradaki ironi, defineciliğin Anadolu’daki tari- hinde, yapılaşmanın üstlendiği kayda değer etki. Arkeoloji ve tarihi eser kaçakçılığıyla ilgili önemli haberlere imza atan gazeteci Özgen Acar, 1952 yılından sonra Anadolu’da defineciliğin aniden yaygınlaştığını anlatıyor. Bu, Türkiye’nin NATO’ya kabul edildiği ve Marshall yardımlarının başladığı yıl. Bu yardımlarda köylüye verilecek traktör de var. O zamana kadar tarlasını sabanla süren köylü, o tarihten sonra tarlaya traktör sokuyor ve toprağın o zamana kadar hiç inmediği derinliklerine ulaşıyor. Acar, Uşak karayolu yapımı sırasında işçilerin dozerleri olduğu gibi bırakıp, toprak atından çıkanları alarak kaçtıklarını anlatıyor. Yine bu topraklardan çıkarılan dünyaca ünlü Karun Hazineleri’nin öyküsü de şöyle: 1965 yılında defineciler, Karun Hazineleri’nin yer aldığı Toptepe Tümülüsü’nde kaçak kazı yapıyor. Mezar odasına ulaştıklarında yerdeki bir gümüş tepsinin ve mermer kapların, tavandan düşen bir hatılın (ahşap ya da tuğladan yapılmış bağlama ünitesi) altında kaldığını görüyorlar. Ancak hazinenin büyük bir bölümü yerinde duruyor. Orada hazine bulunduğu bilgisi yayılınca defineciler etraftaki höyükleri de kazmaya başlıyor. Bir yıl sonra aynı bölgedeki İkiztepe Höyüğü’nde bulunan mezar odasına defineciler, tavanını barutla patlatarak giriyor. Ama buldukları hazineyi paylaşmada sorun yaşayınca aralarından biri, diğerlerini ihbar ediyor. Jandarmayla girdikleri çatışmada soyguncular kaçmayı başarıyor. Buluntu nasıl mı elden çıkarılıyor? Eldeki eserler Toptepe Tümülüsü’nden çıkan eserleri alan kişiye satılıyor. Ardından bölgede kaçak kazılar devam ediyor. Artık hazineye rastlanmaz olunca bu kez de içerideki taş kaideler, içinde bir şey bulma umuduyla parçalanıyor. Aynı dönemlerde bölgedeki bir başka tümülüsün duvarındaki renkli resimler keskilerle çıkarılıp satılıyor. Şans eseri Uşak çevresindeki bu soygunlarda elde edilenlerin kimlere satıldığı öğrenilebiliyor ve hazinenin define avcılarıyla başlayıp uluslararası tarihi eser kaçakçılarına uzanan macerasının izleri sürülüyor. Uşak’taki höyük ve tümülüslerde başlayan macera ABD’de nihayete eriyor. Metropolitan Müzesi’nde olduğu belirlenen eserler, Özgen Acar’ın yanı sıra birçok biliminsanı ve hükümetlerin yoğun hukuksal girişimleri sonucu, hemen hemen Türkiye’den kaçırılmalarından çeyrek yüzyıl sonra ülkeye iade edilebiliyor. Kaçırılan eserlerin geri alınması bu kadar zor ve masraflı olsa da görünen o ki, eserlerin yurtdışına kaçırılması hâlâ çok kolay. Definem.org sitesinin başlattığı “1 milyon imza ile Meclis’e” kampanyasının sözcülüğünü yapan Avukat Cihan Şimşek, kaçak kazıların önüne geçilebilmesi için öncelikle kazı koşullarının kolaylaştırılması gerektiğini söylüyor ve Meclis’e sunulmak üzere hazırladıkları tekliften söz ediyor. Şimşek, “Avcılık kulüpleri gibi definecilik kulüpleri kurulmalı, bu kulüplerde defineciyi tahribata karşı bilinçlendirecek faaliyetlerde bulunulmalı,” diyor ve ekliyor: “Cezaların artırılması kaçak kazıyı önlemede etkili olmadı. Çünkü definecilik insanımızın vicdanına göre suç sayılmayan bir şey ve tarihe meraklı insanların sevdiği bir hobi. Daha fazla yasaklayarak kaçak kazıların önüne geçilemeyecek.” Definecilerin avcı hikâyeleri gibi içini abarta abarta doldurdukları iki alt başlık var: Biri, defineyi koruyan cinler, diğeri de dedektör hikâyeleri. Defineciler bir yandan onları cinlerden koruyacağını vaat eden cinci hocalar tarafından kandırılıyor, diğer yandan da neredeyse bir servet ödeyip alacakları dedektörün toprağın mümkün olduğundan çok daha derinini göstereceğini vaat eden dedektör satıcıları tarafından... Defineciler, dedektör kullanımının yasallaş- Bazı defineciler, bir demir çubuğu toprağa vurup çıkan sesi dinleyerek, yeraltında lahit olup olmadığını araştırıyor (solda). Satışı yasal olan dedektörler, definecilerin elinde suç aleti olabiliyor. Hazine umuduyla yola çıkanlar dedektörlere bir servet ödeyebiliyor (üstte). 14 İSTASYON Bisaltai oktodrahmi (arka yüz) Athena dekadrahmi (arka yüz) Abdera oktodrahmi (ön yüz) Antalya Elmalı’da kaçak kazıda bulunan ve yurtdışına kaçırılan yaklaşık 1900 sikkeden Türkiye’ye iade edilen 1679 sikke Antalya Müzesi’nde sergileniyor. Akanthus tetradrahmi (ön yüz) masını istiyor. Eğer, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nda değişiklik yapılması için önerilen kanun tasarısı kabul edilip yürürlüğe girerse, aramada kullanılan cihazlar için ruhsat ve arama izni alınması gerekecek. Görüştüğümüz satıcıların çoğu, ticaretini yasal olarak yaptıkları bir aletin, bir suç aleti gibi görünmesinden şikâyetçi. Dedektörlerle birlikte defineciliğin de yasalarla korunması ve alanının genişletilmesi gerektiğini savunuyorlar. Hatta definecilerin bilinçlendirilmesi için sivil girişimlerde bulunup kitaplar bile basıyorlar. Hitit öncesi dönemle ilgilenen ve kayıtlı bir koleksiyoner olan Avukat Necdet Dilek’e göre, defineciliğin kültür varlıklarına verdiği zararların azaltılması için yasaların değiştirilmesi gerek. Yaşadığı bölgede yasadışı definecilik yapan pek çok kişi onun kapısını çalıyor. O da ilgilendiği bir şey olursa definecilerden satın alıp koleksiyonuna ekliyor. Tabii ki müzeye bildirip envanter kaydını yaparak. Ancak definecilerden alışveriş yaparken koleksiyoncunun kendisini bir suçlu gibi hissetmesinden çok şikâyetçi. Yasalara göre koleksiyonerlerin elindeki eserleri öncelikle bir müzeye satma hakları var. 2009 ile 2012’nin ilk altı aylık dönemi arasında, 131 bin 345 adet eser, satın alma yoluyla müzelere kazandırılmış ve karşılığında ikramiye olarak toplam 5 milyon 750 bin lira ödenmiş. Kaçak kazı yapanların elindeki bir eser, koleksiyonere geçtikten sonra suç unsuru olmaktan çıkıyor. Necdet Dilek, bu yüzden birçok eserin hiç kayda geçmeden elden ele dolaştığını ve yurtdışına kaçırıldığını söylüyor. Sonuçta her büyük sorunda olduğu gibi definecilikte de taraflar var ve onlar da kendi bakış açılarıyla sorunu çözmeyi amaçlıyorlar. Bu arada birileri birilerine ballandıra ballandıra define hikâyeleri anlatmaya devam ediyor. Neyin bulunduğu, neyin bulunmadığı büyük bir sır olarak kalıyor. O sır, arkasından üretilen hikâyeler şeklinde, kulaktan kulağa değiştirilerek anlatılıyor. Sonuçta bu işten kimin ne kazandığını, kimin neler neler kaybettiğini anlamak pek mümkün değil. Ancak bizimle definecilik sırlarını paylaşanların öyle hali vakti çok da yerinde görünmüyor. Gündüz inşaatta çalışıp geceleri definecilik yapan kasabalılar, eğer o efsanevi “altmış deve yükü altını” bulmuş olsalar her şey bambaşka olurdu. Bu konu National Geographic Türkiye dergisinden özetlenerek alınmıştır, NG Türkiye abone hattı: 444 18 59 veya 0 850 222 18 59 İSTASYON 15 SÖYLEŞİ çoksesli renkli katmanlı Günümüz Türk edebiyatının en üretken kalemlerinden Elif Şafak. Koltuğunun altında yazarlığın yanı sıra annelik, kadınlık, eş olma, eğitimcilik gibi birçok farklı kimliği barındırıyor. Biz de bu özelliği vesilesiyle dergimize konuk ettik Şafak’ı. İşte o söyleşiden sayfamıza yansıyanlar. SÖYLEŞİ: SEMA ULUDAĞ FOTOğrAFLAr: FETHİ İZAN 16 İSTASYON İSTASYON 17 SÖYLEŞİ dini bir başka dilde ifade etmek gerçekten çok zor bir süreç. İki kat emek sarf etmeniz gerekiyor. Ama ben kültürler, şehirler ve diller arasındaki o gidip gelme halini, o göçebeliği seviyorum. Dil, insan üzerindeki iktidar araçlarından biri midir? Bence dillerin bizler üzerinde inanılmaz bir etkisi var. Bunu çok ihmal ediyor, anlamıyoruz. Dilin hamur gibi olduğunu, onu alıp istediğimiz gibi biçimlendirebileceğimizi zannediyoruz. Hâlbuki dilin yapısı ve kelime dağarcığı da bizi şekillendiriyor. Kelimeleri yitirmek, düşünce sistematiğimizi daraltmak, aynı zamanda nüansları yitirmek demek. Harfler, harflerden doğan kelimeler, kelimelerin büyüsüyle şekillenen cümleler... Sadece yazarken değil, konuşurken, dinlerken, bir şeyler okurken harflerle, kelimelerle, cümlelerle nasıl bir ilişki kuruyorsunuz? Sadece yazarken ya da konuşurken değil, rüya görürken bile... Mesela rüyalarımda sık sık harf görürüm. Paragraflar yazarım, silerim ya da sayfaları okumaya çalışırım. Sayfalar silinir, geri gelir. Bazen anlamını bilmediğim kelimeler görürüm rüyalarımda, ertesi gün açar bakarım sözlükten, öğrenirim. S on dönem Türk edebiyatının adından sık sık söz ettiren yazarlarından Elif Şafak. Sadece Türkiye’de de değil üstelik. Romanları haftalarca çok satanlar listesinde yer almakla kalmayıp farklı dillere çevrilerek dünya üzerindeki binlerce edebiyat tutkununa ulaşıyor. Sadık okur kitlesi, sadece romanlarını değil, yıllardır yazdığı köşe yazılarını da takip ediyor. Son olarak da geçen yıl bu zamanlarda, köşesinde yazdıklarından oluşturduğu seçkiyi, Osmanlıca güneş parçası anlamına gelen Şemspare adıyla kitaplaştırarak okuruna sundu. Koltuğunun altında yazarlıkla birlikte annelik, kadınlık, eş olma gibi birçok farklı kimliği taşıyan Şafak, tüm meşguliyetlerinin arasında toplumsal sorunlara duyarlılığıyla da bilinen bir isim. Çeşitli projelerde varlık göstermekten imtina etmiyor. Biz de çok farklı kimlikleri bünyesinde barındırması vesileyle dergimize konuk ettik Elif Şafak’ı. İşte o söyleşiden sayfalarımıza yansıyanlar... Yazmasaydınız sizin için hayat nasıl olurdu? Sekiz yaşından beri yazıyorum. Yazmak benim için yemek yemek, nefes almak gibi bir şey... Hayatı yazısız, kitapsız tasavvur etmekte zorlanıyorum. Ama yazsam da yazmasam da sanırım gene iyi bir okur olurdum. 18 İSTASYON Yazarlık biraz da kendiyle, hayatla derdi olanların uğraşı. Sizin hayatla, kendinizle dertleriniz neler? Haklısınız, bence de yazarlık hem kendisiyle hem hayatla derdi olan insanların işi. Ben de kendimle çok uğraşırım; kendimi didikler, deşerim. Dışarıdan bakınca insanlar bunu göremeyebilirler, ama yazarların içeride çok derin arızaları var bence. Bizim ruhumuz yara bere, kırık çıkık. Öyle mutlu mesut, hayata pembe gözlüklerle bakabilen insanlar değil edebiyatçılar; hep bir hüzün, bir melankoli, anksiyete, bunalım var. Yazarken çoğalır yazan. Romanlarınızda karakter sayısını fazla tutuyorsunuz. Yazarken bu kadar çok karakterle çoğalmak size neler kazandırıyor? Belki de yalnız büyüdüğüm için romanlarımda hep çoğul karakterler var. Bambaşka kökenlerden gelen, bambaşka tellerden çalan insanların bir araya gelerek oluşturduğu çılgın enerjiyi anlatıyorum ve o orkestrayı seviyorum. Çok sesli, çok renkli, çok katmanlıdır romanlarım. Yazdığını iki dilde aktarabilme avantajına sahipsiniz. Dillerarası yolculuk sizin için nasıl bir anlam taşıyor? Dillerarası yolculuk bir yanıyla müthiş bir zenginleşme getiriyor ruhumuza, bir yanıyla da zor. Bir yazar için ken- Müzik ve sinema başta olmak üzere sanatın farklı disiplinlerine duyduğunuz ilgi ve merak, yazın sürecinize etki ediyor; kelimelerin müziğinin olmasında, anlatımın sinematografik yanlarının belirginleşmesinde rol oynuyor mu? Bence rol oynuyor. Yazarken hep görsel düşünüyorum, bazen ilk olarak bir romanın “açılış sahnesi”ni ya da karakterlerinden birini görüyorum. Mesela gözümün önünde bir kadın canlanıyor. Kim bu kadın diye kendi karakterimi merak ediyor, hikâyeyi kovalamaya başlıyorum. Müziğin rolü ise apayrı... Sessizlikte yazamam, bunalırım. Muhakkak müzik olmalı. Edebi yönünüzle gündemde olsanız bile köşe yazarlığı da yapıyorsunuz. Köşe yazarlığı edebiyatçı kişiliğinizi, edebiyatçı kimliğiniz köşe yazarlığınızı yönlendiriyor mu? Senelerdir, köşe yazarlığı yapıyorum. Bu benim için kıymetli bir tecrübe, okurlarımla farklı bir zeminde buluşuyorum. Biz romancılar, bazen, kendi yarattığımız hayali sırça köşklerde yaşıyoruz. Çok yalnız bir sanat romancılık, kendi kabuğumuza çekiliyoruz. Gazetede yazınca, memlekette ve dünyada neler olduğunu takip etmek gerekiyor. Bence köşe yazarlığı, belli bir dozu aşmamak kaydıyla romancılar için çok besleyici bir tecrübe. Şemspare, edebiyatdışı ilk kitabınız değil. Köşe yazılarınızı toplama ihtiyacını doğuran duyguyu öğrenebilir miyiz? Çok sık yapmasadam da belli aralıklarla edebiyatdışı yazılarımı kitaplaştırmayı seviyorum. Gazetelerde hızlıca okuyup geçtiğimiz yazıları bir kitap bütünlüğü içinde okumak, sindirerek anlamak başka bir şey. Bu bir seçki, yazıları belli temalar etrafında eliyorum, bazılarını yeniden şekillendiriyorum. Yazılar, bir kitap akışı içinde, bambaşka bir ortamda okurla buluşuyor. Kanaatimce, kitaplar da tıpkı insanlar gibi biraz da adlarıyla varolurlar. Şemspare, ilk etapta insanın zihninde farklı çağrışımlar yapabilecek nitelikteki bir isim. Bu ismin sizdeki karşılığı nedir? Şemspare, çok sevdiğim Osmanlıca bir kelime. Bir kenarda durup bizim onları takdir etmemizi, görmemizi bekleyen kelimeler var. Şemspare de onlardan biri. Güneş parçası demek. Bence, gönülden ve severek yazılan her kitap, yapılan her iş, üretilen her sanat eseri güneş parçasıdır. Hayatın tekdüzeliklerinin ve griliklerinin içinde ışıldar. Farklı konulara değinen köşe yazılarını aynı kitapta toplamak zor kuşkusuz... Şemspare’de kıstasınız ne oldu? Öne çıkardığım temalar var: Yaratıcılık, aşkın halleri, kadına yönelik şiddet ve toplumsal baskılar. Anlattığım konular hem yerel hem de evrensel; hem bugünün insanına çok şey söylüyor hem de bir anlamda zamansızlık var. Yazıları seçerken uzun ömürlü olmasına, sadece elit bir kesimi değil, toplumun geniş kesimlerini ilgilendirmesine gayret ediyorum. İstiyorum ki, kitaplarımın kapıları herkese açık olsun. Yapım gErEğİ; az olana, azınlıkta olana, zayıf olana, kenarda kalana, ezilenlere, sesi duyulmayana, hakkı yenenlere yüreğim akıverir. Oluşturduğunuz karakterler üzerinden farklılıkların, “öteki”nin sentezini yaparken dünyaya, ülkeye, şehre bakış açınızda farklılıklar oluşuyor mu? Yapım gereği böyleyim; az olana, azınlıkta olana, zayıf olana, kenarda kalana, ezilenlere, sesi duyulmayana, hakkı yenenlere yüreğim akıverir. Kenarda, kıyıda kalmışlara sayfalarımda yer veririm. Ötekileştirilenlerin hikâyelerini anlatırım. Edebiyatın bunu yapması gerektiğine inanıyorum. Ama tepeden bir üslupla, öğretmenlik taslayarak değil. AŞK’ta Mevlânâ ve Şems üzerinden ilahi aşkı anlatmak, hele bunu bir roman içinde kurgulamak hayli meşakkatli bir iş olsa gerek... Yazım sürecinde zorlandığınız anlar oldu mu ? Zorlanmaz olur muyum... İşin ilginç yanı her kitapta zorlanıyoruz; seneler geçip daha çok yazdıkça kolaylaşmıyor roman yazmak. Her seferinde gene aynı zorluğu yaşıyoruz. Ama bilhassa hürmet ettiğim iki insan hakkında yazmak ayrı bir zorluk ve sınav oldu benim için. Bir yandan hürmetle yazdım, bir yandan da ben “kahraman” yaratmaya inanmıyorum. Herkesi insan olarak ele almaktan yanayım. Kimseyi putlaştırmamak, kahramanlaştırmamak; etten, kemikten ve yürekten müteşekkil insan olarak görmek önemliydi. İSTASYON 19 SÖYLEŞİ “Marifet iltifata tabidir” denir. Yaptığı işin takdir görmesi herkes için motivasyon oluşturur. Peki, ya eleştiriler? Türkiye’de maalesef, “marifet kem söze tabidir.” Elit kesim içinde çok fazla kem söz üretiliyor, bunlardan hazzetmiyorum. Birbirimizi çok yıpratıyor, çok hırpalıyoruz. Sadece edebiyat ve sanatta değil, her konuda bu böyle. Yaratım SürEcİ yalnızlık ve disiplin istiyor, annelik ise sürekli ilgi ve sevgi göstermeyi talep ediyor. Bir yanıyla çok güzel, Bir yanıyla da hayli meşakkatli... Romanlarınızın yurtdışında da değerlendirmeye tabi tutuluyor. Edebiyat eleştirisinde Batı ile Doğu arasında bariz farklar yaşanıyor mu? Hemen her toplumda klişeler, kalıplar var. Mesela Müslüman bir ülkeden gelen bir kadın yazarsınız, Müslüman kadınların sorunlarıyla ilgili kitap yazmanız bekleniyor. Yazarlara atfedilen bir kimlik politikası var, oysa ben bütün bu hudutların ötesine geçen bir edebiyat ve sanat peşindeyim. bence her anne ve her baba, çocuklarının öğrencisi. okurlarımdan da çok şey öğreniyorum. Aşkta, sevgide özgürlük kavramının sizdeki yansıması nedir? Bence, aşk ve özgürlük elele gider. Özgürlüğün olmadığı yerde aşk yeşeremez ki. Baskıyla, birinin üzerinde denetim kurarak ya da kıskançlık yaparak bir insanın bizi sevmesini sağlayamayız. Aşk ancak özgürlüğün olduğu yerde var. Dünyanın birçok ülkesi ve kentiyle turistten öte bir ilişki kuruyorsunuz. Kendinizi en çok nereye ait hissediyorsunuz? Halka, halka... Bir ayağım İstanbul, bir ayağım dünya. Mekânsızlığı da mekânlara ve şehirlere bağlılığı da seviyorum. Hem yerel hem evrensel olunabileceğine inanıyorum. Aşkın dünü ve bugünü arasında temel farklar neler? Evet, eskisi gibi yaşanmıyor aşk, farklılıklar var. Ancak gene de bugün dahi çok büyük ve derin aşklar yaşanıyor. Aşkın yok olduğu fikrine katılmıyorum. Yeter ki biz aşka inanalım; toplum ve sistem olarak aşkı yasaklamayalım, âşıkları mutsuz etmeyelim. Bir söyleşinizde “Dünya aşkla yaratıldı. Arayışımızın, yolculuğumuzun özü bu” diyorsunuz. Aşkla yaratılan dünyanın her geçen gün öfkeyle, hırsla yok edilmesi yazar olarak sizi nasıl etkiliyor? Öfkeyle, hırsla, savaşlarla, silahlarla yok ediyoruz içinde yaşadığımız dünyayı. İnsan bu anlamda çok ilginç bir varlık; içinde şefkat, merhamet, muhabbet de var, nefret ve husumet de. Hepimizin içinde var bu çelişkiler, önemli olan muhabbetin paydasını büyütebilmek, mümkün olduğunca, elden geldiğince. Yaratım süreci yalnızlığı, iç dünya ile başbaşa kalmayı zorunlu kılar. Bu süreçte eşiniz ve çocuklarınızla olan ilişkinizi nasıl dengeliyorsunuz? Yaratım süreci yalnızlık ve disiplin istiyor, annelik ise sürekli ilgi ve sevgi göstermeyi talep ediyor. Bir yanıyla çok güzel, bir yanıyla da hayli meşakkatli... Bazen ikisini dengelemekte zorlanıyorum. Eminim çalışan binlerce kadın, benzer zorlukları yaşıyordur. Eşimi dostlarımı ihmal ettiğim de oluyor. Yazarlık bencillik aslında... Romanlarınızda ağırlıklı olarak Doğu kültürü ve felsefesini işliyorsunuz. Farklı dillerde yayınlandığında okurun bu felsefeyi anlamakta zorlanacağını düşünüyor musunuz? Düşünmüyorum, çünkü bence ayrıntılar, isimler değişse bile, öz evrenseldir. Hikâye anlatma sanatı kadim ve ev- 20 İSTASYON rensel bir sanat. Hikâyelere olan inancımız da öyle. Önemli olan o öze hitap ederek yazmak. Kendimizdeki öze... Dünya hızla değişiyor. Türkiye de öyle... Bu kuşaklararası geçiş sürecini etkileyen bir durum. Kitaplarınızsa bu çatışmadan bağımsız, her yaş grubu tarafından beğenilerek okunuyor. Bunu edebiyatınızın hangi özelliğine bağlıyorsunuz? Genellikle, ülkemizde yeterince kitap okunmadığından şikâyet ediyoruz, ama bizde çok iyi, kaliteli bir edebiyat okuru var. Onu görmek, hakkını verebilmek lazım... Özellikle kadın okurlar müthiş. Kadınlar bir romanı beğendiğinde okuyup bir kenara kaldırmıyor, sevdikleri ve değer verdikleri kişilerle de paylaşıyorlar. İmza günlerimde, bir bakıyorum, bütün aile; mesela anneanne, anne, torunlar ve Almanya’daki kuzenler çıkıp gelmiş. Bazen üç kuşağı bir arada görüyorum. Açıkçası bunlar beni çok duygulandırıyor. Malum, dijital dünya ve sosyal medya, bir süredir hayatımıza yeni bir biçim vermeye başladı. Sosyal medyayı nasıl değerlendiriyor ve o mecrada nasıl yer alıyorsunuz? Aktif olarak Twitter’da yer alıyorum. Mesajlarımı Türkçe ve İngilizce yazıyorum. Dünyanın her yerinden takipçilerim bulunuyor. Titizlikle koruduğum ilkelerim var, mesela özel hayat üzerine yazmıyorum; filanca ile şurada yemek yedim, burada alışveriş yaptım demiyorum. Fikirler, kitaplar, felsefe, sanat, politika üzerine, hayata dair yazmayı seviyorum. Bir de kimseye sataşmıyorum. Bana sataşanlara, ulu orta laflar yazanlara bile cevap vermiyorum. Belden aşağı vurmak, dedikodu yapmak, küfürleşmek... Bunlardan maalesef sosyal medyada çok var. Bütün bunların dışında durmak istiyoruz, ben de okurlarım da. Gerek yaptığınız yazılı söyleşilerde, gerekse kamera karşısında çok sakin bir kişi izlenimi yaratıyorsunuz. Öfkelendiğiniz, isyan etmek istediğiniz anlar olmuyor mu? Olmaz mı, benim de öfkelendiğim, sinirlendiğim zamanlar oluyor. Bence yüzde yüz sukunet diye bir şey yok. En sakin insanın hiddetlendiği, en öfkeli olanın yumuşadığı anlar var. Mesele o öfkenin derecesini, dozunu azaltmak için uğraşmak; tek yaptığım o. Kadın, yazar, eş ve tabii anne... Her biri taşınması zor kimlikler. Söz konusu kimlikler, iç dünyanızdaki yolculuklarda size nasıl yoldaşlık ediyor? Her birinin kattığı nice güzellikler, zenginlikler var. İnsan bunları zamanla daha iyi anlıyor. Elbette çelişkiler ve zorlandığımız anlar da oluyor. Bence her anne ve her baba çocuklarının öğrencisi. Okurlarımdan da çok şey öğreniyorum. Kendimi hep öğrenci olarak görüyorum. Kitabı yayınevinize teslim ettiğinizde ne hissediyorsunuz? Boşluk, depresyon, panik... Kitabı verdikten sonra rahatlama, kutlama hissi olmuyor bende. Tam tersi, uzun zamandır beraber yaşadığım karakterlerden ayrılmışım gibi hissediyorum. Kitabı editörüme teslim ettiğimde, içime bir hüzün çöküyor, depresyona giriyorum. Kurumların ürettiği sosyal sorumluluk projelerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Büyük ve başarılı kurumların ürettiği sosyal sorumluluk projelerini çok kıymetli buluyorum. Ne yazık ki, Türkiye’de buna yeterince önem verilmiyor. Yeni yeni değeri anlaşılıyor. Örneğin geçen yıl, Türk Telekom’un görme engelli okurlar için yürüttüğü sesli kütüphane projesini çok anlamlı buldum, destekledim. Projeden başından beri haberdardım, ilk günden beri ilgileniyordum. AŞK’ın en çok dinlenen roman olduğunu öğrenmeden evvel de desteklediğimi, çok beğendiğimi ifade etmiştim. Bu tür projeleri yürekten destekliyorum. Birçok eseriniz arasından AŞK’ın en çok okunmasını neye bağlıyorsunuz? Birden fazla unsura bağlıyorum aslında. Seneler içinde halka halka genişleyen bir okur kesimim oldu. Oniki kitabım var, bunlardan sekizi roman. Her romanda yeni okurlar katıldı bu yolculuğa. AŞK’ın okurları ise çok özel. Konusu da öyle elbette. Hz. Mevlânâ ve Hz. Şems’in olması, o felsefenin bugüne taşınması, bunlar birçok insanı ilgilendiren sorular. Cevapları ise herkes kendisi buluyor. Ama sorularımız ortak. İSTASYON 21 KARİYER M Kaliteli yaşam için destek sanatı Hayatınızda değişim için harekete geçmekte zorlanıyorsanız belki de çözüm bir yaşam koçuna başvurmaktır. Gündemimize yeni yeni girmeye başlasa da yaşam koçluğu geleceğin önemli mesleklerinden biri olmaya aday. YAZI: PINAR DENİZER 22 İSTASYON odern toplumun bireylerinin yaşadığı en büyük sorun nedir sizce? Bu soruya verilecek yanıt muhtelif… Gerek çevresindekilerin etkisiyle, gerekse kendi iradesiyle çocukluktan itibaren ilgili ilgisiz tüm alanlarda yeteneğini ve bilgisini sınayan modern insan, yaşı erişkinliğe ulaştığında, o ana kadar yaptıklarını ve bundan sonra yapmak istediklerini sorgulamaya başlar kimi zaman. İnsanın alışageldiği düzenini bir kenara bırakıp başka bir bakış açısı ve anlayışla yoluna devam etmesi ise hayli zordur. Albert Einstein, yıllar önce bambaşka bir kavram üzerinden, açık ve net biçimde açıklamış bu durumu aslında: “Önyargıları değiştirmek, atom çekirdeğini parçalamaktan daha zordur.” Önyargılar kadar, o yaşa kadar edinilmiş değer yargılarını, alışkanlıkları, hayat biçimini değiştirmek, güç ve cesaret ister. Kişisel değişim ve dönüşümü kapsayan, benzetme yerindeyse bireyin hayatında kırılma noktasını yaratan bu süreçte, güç ve cesaret kadar önemli olan bir başka noktaysa profesyonellerden alınacak destektir. İşin içine profesyoneller girince akla ilk gelenler yaşam koçları oluyor elbette. Yaşam koçları kendilerini kapana kısılmış hisseden, dahası buradan bir çıkış yolu arayanların tutunacak en sağlam dalları belki de. Aslında koçluk, özellikle de yaşam koçluğu, henüz yeni bir alan. Son on yıldır gündemimize girmiş olsa bile, yaşam koçluğu, temelleri 80’li yıllarda atılan bir meslek. Büyük şirketlerin önemli pozisyonlardaki yöneticilerine performanslarını artırmaları için özel destek uygulamasına başlamasıyla birlikte bu alandaki ilk adımların atıldığını savunanların sayısı hayli fazla. Günümüzde televizyon, gazete ya da dergiler başta olmak üzere birçok yayın organı, yaşam koçlarından alınmış kimi zaman ilham veren, kimi zaman da yanlış anlaşılmalara yol açan tavsiyelerle dolu. Ancak öncelikle şunu bilmekte fayda var; yaşam koçluğu, her şeyi bilen birinin, danışanlarına ne yapacağını söylemesi ya da terapi uygularmışçasına onları dinlemesi demek değil. Danışanlarını pohpohlaması, onların yerine karar alması hiç değil. Son iki üç satır, akla bambaşka bir soruyu getiriyor: Peki, bunlar değilse, nedir yaşam koçluğu? Aslında yaşam koçluğunun pek çok tanımı var. Yaşam Koçu Murat Muzaffer ise 2004 yılından bu yana elde ettiği tecrübeden yola çıkarak bu kavramı genel olarak “destek ilişkisi” olarak tanımlıyor. Muzaffer’in “destek ilişkisi” olarak nitelendirdiği durumun uygulanış biçimine gelince… Danışanlar, yaşam koçlarına iki noktada ihtiyaç duyuyorlar. Birincisinde özel yaşamlarına yeni bir yön verebilmeyi hedefliyorlar, ikinci grupta bulunanların amacı ise kariyerlerini daha iyi bir noktaya taşımak. Yanlış anlaşılmaya yol açmamak için söylemekte fayda var; yaşam koçluğunu geleneksel danışmanlık ya da terapilerle karıştırmamak gerek. Zira terapistlerin görev tanımlamaları içinde daha ziyade travmalar ya da krizler bulunurken, yaşam koçluğunun temelinde geleceğe yönelik hareket isteği yatıyor. Yaşam koçları, bireylere hem profesyonel hem de gündelik yaşamlarında destek verdikleri gibi kurumlara da bu alanda yardımcı oluyorlar. Yukarıdaki satırlarda kurumların kimi pozisyondaki yöneticilerinin daha iyi noktaya ge- lebilmesi, motivasyonunda artış sağlanması adına attığı adımların bu mesleğin doğmasını sağladığını belirtmiştik. Günümüzde bazı kurumlar, bu uygulamayı devam ettiriyor. DÖNÜŞÜMÜ BAŞLATAN BİR SAAT Aslında her şey danışanla koçun yaptığı bir saatlik görüşmeyle başlıyor. İlk görüşmede danışan yaşam koçuna ihtiyaçlarını anlatıyor. Bazen danışanlar, neye ihtiyacı olduğunu bilemeseler bile, yaşam koçuyla birlikte yapılan sonraki seanslar ve çalışmalar ihtiyacın, ihtiyaçların ortaya çıkartılmasına vesile oluyor. Danışan-koç seanslarında sorma, dinleme gibi tekniklerle koç, danışanı için güvenli bir alan yaratıyor. Danışan da bu alan içerisinde kendini keşfedip, zihnindeki sorulara yanıtlar buluyor. Murat Muzaffer, “İhtiyaçların bulunması, hedeflerin belirlemesi ve istenilen noktaya erişmenin süresi, kişiye göre değişiklik gösterir” diyor. Bu süreç dört seans da sürebilir, 40 seans da. Hedeflerinden vazgeçen ya da hedefine ulaşsa bile devamlı bir yaşam koçuyla çalışmak isteyenler de var muhakkak. Seansların sıklığı ise danışan ile koç arasındaki iletişimle ve daha ziyade danışanın tercihleriyle belirleniyor. Muzaffer, bunun nedenini şu sözlerle açıklıyor: “Birine zorla koçluk yapamazsınız. Danışanın bunu kendisinin istemesi bizim için son derece önemli. O nedenle de seans sıklığını danışanın belirlemesi, sürecin daha sağlıklı işlemesini sağlıyor.” İnsanlar yaşam koçlarına hem kişisel hem de profesyonel hedeflerle başvurabilir. Ancak Murat Muzaffer’e göre yaşam koçunun hepsini toplu olarak ele alması daha doğru. Bunun nedeni ise iş ve özel yaşamın birbirini etkilemesi ya da tetiklemesi. Öte yandan, destek isteyen kişinin gerçekten bir yaşam koçuna ihtiyacı olup olmadığını anlamak da önemli. “Bazı durumlarda danışanın esas ihtiyacı olan şey psikolog ya da psikiyatristle çalışmak olabilir. Bu durumda yaşam koçu danışanını doğru yönlendirmelidir” diyor Murat Muzaffer. Koçlukta dinleyebilmek önemli, ama zor bir aşama. Ayrıca danışana uygun ve güçlü soruları sorabilmek de Bireysel olarak bir yaşam koçuna başvurduğunuzda yaşam planlama, sağlık ve spor, ilişkiler, eğitim, kariyer değişikliği, farklı kariyer seçeneklerinin araştırılması ve karar verme gibi konularda destek alabilirsiniz. İSTASYON 23 KARİYER KüçücüK yaşamları içine hapsolan modERn İnsAnın, Kendi hayatlarına sahip çıKan gERçEK bİREYlERE dönüşmesine aracılıK eden bir mesleK yaşam Koçluğu. sağlıklı ilerlemek açısından oldukça önem taşıyor. Bunun yanı sıra bireyle küçük aktiviteler yapma, harekete geçebilmesi için yüreklendirme ya da aksine provoke etme yaşam koçluğunun kullandığı araçlar arasında. KENDİNE AYNA TUTMAK Yaşam koçlarının kapısını çalanlar çoğunlukla hayatını değiştirmek, yaşamına farklı bir yön vermek ya da yenilik isteyenler oluyor. Ancak değişim hiç kimse için sanıldığı kadar kolay değil. Bunun nedeni, aslında ne kadar istiyormuş gibi görünseler de insanların değişmekten korkması. Bu bir çelişki yaratıyor ve çoğunlukla kişi, içinde bulunduğu halin üstünü örtmeye ya da görmezden gelmeye çalışıyor. Bu durumda da sorunların odağına kendisini değil, karşısındakini koyuyor. Yine de yaşadığımız hayatla ilgili bir şeyleri değiştirmek için harekete geçmek şart ve destek almak bu aşamayı biraz daha kolaylaştırabiliyor. Bunun için de öncelikle kişinin değişimin kendisinden başlayacağını kabul etmesi gerekiyor. Murat Muzaffer’in ifadeleriyle anlatmak istersek; “Kabul etmek çok önemli… Hayatımın sorumlusu benim, bunu 24 İSTASYON kabul ediyorum. Başıma ne geldiyse bunun içerisinde benim payım var demek, harekete geçmenin en önemli aşaması” demeksizin bir değişim yaşamak mümkün değil. Bundan sonrasında ise destek aşaması gündeme geliyor. Desteğin en önemli yanı, danışanın, kişinin tek başına yapamayacağı birtakım şeyleri yapmasını sağlamak, karar vermesini ya da harekete geçmesini hızlandırmak. Yaşam koçluğunu son yıllarda bu kadar popüler kılan nedenlerden biri insanların daha fazla değişim istemesi ve bunun için desteğe ihtiyaç duyması. Öte yandan bireylerin kendilerine bakmak yerine karşısındakine bakmayı tercih etmesi de yaşam koçluğunu tercih edilen bir meslek haline getiriyor. Tabii bu kadar talep görmesi ve sonrasında birçok kişinin bu mesleğe yönelmesi işin kolay yapılabileceği algısına neden oluyor. Kimin doğru, kimin yanlış yaptığını ya da başarılı olduğunu ölçmek ise çok zor… Tam da bu nedenle, danışanın kendine en uygun yaşam koçunu seçmesi önem kazanıyor. Peki, kişiler onları en iyi şekilde anlayıp yeni bir hayatın kapılarını açmalarına vesile olacak yaşam koçlarını nasıl seçebilirler? Akılda bulundurulması gereken en önemli noktalardan biri, çok iyi sohbet etmelerine rağmen danışanla yaşam koçu arasındaki ilişkinin arkadaşlık ilişkisi olmadığı... Bir yaşam koçu tercih ederken kaç yıldır koçluk yaptığı, tecrübesi, uzman olduğu konular, eğitiminin detayları, en yoğun çalıştığı konular, koçlukla ilgili felsefesi, elde ettiği başarılar gibi detaylar dikkatle incelenmeli. Bunun haricinde birlikte çalışılacak koçun yaptığı işten zevk alması ve bu işi istemesi, ne yapmak istediği konusunda kendine dürüst olması da mühim. Uluslararası Koçlar Federasyonu’nun (ICF) yaşam koçları için belirlediği bazı standartlar ve buna bağlı pek çok eğitim var. Bir koç seçerken ICF’in tanıdığı eğitimleri alıp almadığını öğrenmek de faydalı olabilir. Yaşam koçuyla çalışmaya başlamadan önce danışanın kendini hazırlaması, gelecek için daha sağlam adımlar atmayı sağlar. Danışanlar hazırlık sürecinde kendilerini olabildiğince dinleyip objektif bir değerlendirme yapabilirler. Buraya kadar anlatılanlardan da anlaşılacağı üzere yaşam koçları, modern dünyanın yarattığı rutinden kurtulmak, olaylara, insanlara ama öncelikle de kendine başka bir göz ve bambaşka açıyla bakmak isteyenlerin tutundukları en önemli dal. İletişim araçlarını her geçen gün biraz daha gelişip dünya küçük bir köy haline gelirken, giderek evlerindeki küçücük yaşamları içine hapsolan modern insanın, araştıran, sorgulayan, kendi hayatlarına sahip çıkan gerçek bireylere dönüşmesine aracılık eden bir meslek yaşam koçluğu. C M Y CM MY CY CMY K TARİHTEN TARİH BOYUNCA TÜRK KİMLİĞİ YOLU YURT BİLDİLER ADLARIYLA YÜRÜDÜLER Steplerin ötesini düşlemek “... Dörtnala gelip Uzak Asya’dan, Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim...” O -Nâzım Hikmet rta Asya steplerinde boy gösteren “Türkler”, tarih boyunca, çoğu zaman gerek ekonomik, gerekse politik nedenlerle bozkırın ötesini düşlediler. Savaşçıları at sırtında fetih ve yağma peşinde koşarken, siviller arabaları ve çadırlarıyla arkadan geldi, dilleriyle birlikte örf ve adetlerini uzak diyarlara taşıdı. Akınlarla işgal ettikleri toprakların halklarıyla kaynaşıp onlardan öğrendiklerini heybelerine kattılar. Anayurttan dağarcıklarında getirdikleri ata yadigârı değerleri ise yerel halklarla paylaştılar. Kimileri geldikleri toprakları daha erken dönemlerde yurt bildi, oralara yerleşti. Kimileri yolu memleket bildi, göçmeye devam etti. Bazen ateşle imtihan edildiler, bazen çılgın olarak nitelendirildiler. “Türk gibi kuvvetli” dedi bazıları, güçlerinden dem vurdu. “Anneciğim Türkler!” diye feryat etti diğerleri, çocuklarını onlarla korkuttu. Ama bazıları da başka medeniyetlere karıştılar ve öyle istedikleri için onlardan oldular. Türkler farklı zamanlarda, farklı mekânlara göçtüler, buralarda devletler hatta imparatorluklar kurdular, farklı dinlere bağlandılar, farklı isimlerle anıldılar. Günümüze dek taşıdıkları ortak noktaları ise konuştukları, yaşattıkları dil, Türkçeydi. Göçerek, konarak, savaşarak, barışarak uçsuz bucaksız bir coğrafyaya yayıldılar. Devletler kurdular, farklı dinlere bağlandılar, farklı isimlerle anıldılar. Büyük bir medeniyet, geniş bir dil bölgesi yarattılar. 2 bin yıllık yolculuğun Orta Asya’dan Anadolu’ya değişen, değişmeyen kavramları... 26 İSTASYON Diğer uluslar gibi çağlar ötesinden efsaneler, söylenceler ve destanlarla ses veren eski Türkler için, günümüz Türkiye’sinde ya abartı tarihler yazılıyor ya da bunlar tamamen uydurma sayılıyor. Tarihçinin görevi bu anlatılara bir arkeolog bakışıyla yaklaşmak, ipuçları üzerinden iz sürmektir. Ünlü tarihçi Zeki Velidî Togan, eski kültürlerin “çeşitli versiyonları” olan destanların siyasi ve coğrafi yönleriyle, serinkanlı bir metotla incelemenin örneklerini ortaya koyar (Umumi Türk Tarihine Giriş). Örneğin Ergenekon efsanesi, farklı kaynaklarda geçen “seyyar” bir hikâyedir. Buradaki kabileler, düşmanları tarafından darlığa sokulduktan sonra bir bakıma demir ka- pıları eriterek, dişi kurt Aşina önderliğinde özgürlüklerine kavuşup tarih sahnesine çıkarlar. Bu öykü başka kültürlerden de transfer edilmiş olabilir. Bugün görülmekte olan bir davanın ismine indirgenen Ergenekon, Türklerin ana yurdu olarak Tiyanşan-Altay civarına işaret eder. Aynı şekilde Oğuz Destanı da, Türklerin ana yurdunu Doğu ve Batı Türkistan sahasında gösterir. Diğer yandan “Türklerin doğuş yeri neresidir?” sorusunun yanıtı konusunda farklı görüşler oluşmuştur. Bu, erken çağlarda, Türkleri oluşturan topluluklar ve atalarının uçsuz bucaksız bir coğrafyaya yayılmış olmalarının göz ardı edilmesinin, ana yurdu günümüzden bakarak belirleme çabalarının bir sonucudur. İSTASYON 27 TARİHTEN Türklerin tarihsel varlığını milattan önceki devirlere taşıyan Çin kaynaklarında (Rong, Di), Herodot’ta (Yurcae), Mela’da (Turcae), İran, Süryani, Yahudi, Arap rivayetlerinde de değişik hikâyeler mevcut. Bunlardaki anlatılar yer yer tarihsel gerçeklerle örtüşse de, bütün milletlerin kendi nesillerinden türemiş olduğuna dair önkabuller yüzünden, epey sorunlu sayılıyor. Yine, gerek daha batıda, gerekse daha eski tarihlerde yaşamış topluluk veya kavimleri (Hunlar, Sakalar, Masagitler) “Türk” sayan tarihçiler olduğu gibi, bunları “ön Türk” olarak adlandıranlar veya Türk saymayanlar da bulunuyor. Türklerle ilgili, dili takip ederek yapılacak bir “tarih” araştırması ise, bizi biraz daha “modern” zamanlara, 6. yüzyılda ilk Köktürk devletinin kuruluşuna götürüyor. Türk adının tarihe ve taşa kazınması ise 8. yüzyılın ilk yarısında, Orhun Yazıtları ile gerçekleşiyor. Köktürk yazıtlarında geçen “Türk” kavramının etnik değil siyasi bir kimlik olarak ortaya çıktığı, zengin ve edebî bir dil geliştirildiği, “atalar kültü” dediğimiz eski gelenekleri de koruyan bir devamlılığın sürdürüldüğü görülür. Taşlara işlenen bu mesajlar, Türk kimliği üzerine ilk somut ipuçlarıdır. Orhun Yazıtları’nın önemi, tarihte kendilerini “Türk” olarak tanımlayan büyük toplulukları tarih sahnesine çıkarmasıdır. Türklerin Tarihine bakTığımızda ilk anda göze çarpan özellik, külTürde devamlılığı sağlayan unsurun, coğrafya ve inanç değil DİL OLMAsIDIR. Kuzey Moğolistan’daki Orhun Vadisi’ne 8. yüzyılın ilk yarısında dikilen Tonyukuk Yazıtı, “Türk” kelimesinin geçtiği ilk metindi (solda). Kıpçak kadın heykeli, Türkistan, 12. yüzyıl (üstte). 28 İSTASYON Tarihte ve bugün “Türk” kavramı elbette sadece Türkiye’de yaşayanlarla sınırlı değildir. Bu kavramın “kapsama alanı”nın genişliği, Türklerin tarih boyunca oldukça hareketli olmalarıyla ilgili. Tarihi belirli bir bölgede (Çinliler veya Japonlar) veya belirli bir dinî kültür etrafında (Yahudiler) şekillenmiş diğer pek çok halktan farklı olarak Türkler, farklı bölgelerde yaşadılar, farklı din-kültür alanlarında varlıklarını sürdürdüler. Kadim Türkler çoğunlukla, boylardan meydana gelen çok merkezli siyasi yapılar içinde yaşıyor, geçinmek için büyük oranda kırsal alanda göçebeliğe, pazarlarda elden çıkarmak zorunda oldukları ürünlere ihtiyaç duyuyorlardı. Bu pazarlar, kimi zaman kendi bölgelerinin dışında kurulurdu, kimi zaman da insanlar, tuz göllerinin veya buna benzer kaynakların yanında kurulan geçici pazarlarda buluşurlardı. Bu ticari süreç bazı toplum üyelerinin yerleşik hayata geçmelerini sağladı. Bugün olduğu gibi geçmişte de Uygurlar ve Kazan Tatarları tüccar ve öğretmen olarak isim edinen Türklerdi. Eski topraklardaki yerleşik geleneklere karşılık, yeni kurallar, yeni topraklarda daha kolay oluşturulabilirdi. Bu nedenle modernlik öncesi çağlarda Türklerin tarihinin bir parçası, fetihler oldu. Türkçe konuşan halkları göçler ya da fetihlerle yeni bölgelerde yaşatmak, makro düzeydeki yer değiştirmelerle gerçekleşmiştir. Tüm bu değişimlerde yeni isimler de doğdu. Türkler, yeni siyasi düzenler, yeni isimler edindiler. Ancak göçlere ve fetihlere katılmamış Türk halkları da vardır. Rusya Federal Cumhuriyeti’ndeki Başkurdistan Başkurtları bunlardandır. Onlar ve Kırgızlar, aynı zamanda bin yıldan uzun süre boyunca isimlerini koruyan ender halklardandır. İsveçli Türkolog Lars Johanson, “Turcia” terimini Türkçe konuşan halklar tarafından yurt edinilmiş tüm bölgeleri birleştirmek amacıyla kullanmaktadır. Johanson, Turcia’nın bir devlet, ülke veya daha da büyük bir kara kütlesi olmadığını söyler. Kelimeyi Bosna’dan Çin Seddi’ne ve Orta İran’dan Kuzey Denizi’ne kadar uzanan bir dil bölgesi olarak tanımlar: Batıda Türkiye, ortada Kuzey İran ve Transkafkasya, doğuda Hazar Denizi bölgesindeki Batı Türkistan ve son olarak Tanrı Dağları’nın ötesinde Doğu Türkistan diye bilinen bölgeler. Bu değişik bölgelerde Türkler, tarih boyunca yeni din-kültür çevreleriyle karşılaştılar. Zerdüştlük, Manieizm, Budizm, Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâm gibi farklı kültürel ve dinî atmosferlere girdiler. Bu değişimler sırasında kendilerine ve tarihe bakışları da değişti. Örneğin Budist olarak köklerini Budizmin geçmişine bağlamışken, Müslüman olarak Nuh’un oğlu Yafes’in soyundan geldiklerine inandılar. Modern çağla birlikte, bilimin temel araçları, Sinoloji, Arapça, Farsça ve Türkçe filolojilerin ışığında, 6. ila 8. yüzyıllarda yaşamış Türklerle bağlarını keşfettiler. Çin kay- naklarına göreyse ilk Türkler MÖ 200 ile MS 200 arasında bozkırlarda hüküm süren Xiongnu (Hun) soyundan gelmekteydi. Bu yüzden De Guignes ve başka Fransız tarihçiler, 18. yüzyılda Türklerin, Tatarların ve Moğolların tarihini bu başlangıca dayandırmışlardı. Türkiye’de de Türk tarihi bu şekilde öğretilmektedir. Batılı bir Türkçe konuştuklarını kabul ettiğimiz Oğuzlar, 11. yüzyılda yeni bir devlet kurdular. Bu, Türkmenler ve Anadolu Türkleri tarafından bir dönüm noktası olarak kabul edilmiştir. Devletin kurulmasından önce Oğuzlar, bugün Özbekistan ve Kazakistan’da Seyhun’un kuzey yakasında yaşıyorlardı. İslâm coğrafyasındaki ticaret rotalarında kurulan diğer hanedanlar gibi bunlar da bir fetih hanedanıydı ve kendilerine liderlerinin ismi olan Selçuklular adını verdiler ve batıya hareket ettiler. Selçuklu ismi, başlangıcı geleneksel olarak 1071 kabul edilen Türklerin Anadolu’ya gelişini temsil etmektedir. Selçuklular kendilerine dünyevi hükümdar, yani sultan (iktidar sahibi demektir) sanını benimsediler ve ruhani alanı halifelere bıraktılar. Böylece devlet ve din arasında bir ayrım yaratmış oldular. Bu bölgeler, sadece Türkçe konuşulan yerler olarak kalmayarak, Orta Asya’dan gelen pek çok yöntem ve alışkanlık da benimsemişti. Bunların arasında pagan günlerden kalma atalara saygı inançları, Budist günlerden kalma ruhun dönüşümü, Orta Asya’nın kültür kavşaklarını yadeden semazenler gibi ritüeller de vardı. Anadolu Türkleri ağırlıklı olarak Müslüman olmuşlardı ama aralarında Şiiliğe yakın olanlar, Hanefi mezhebinden Sünniler bulunmaktaydı. Hanefilik, Orta Asya’da da en yaygın mezheptir. Alevilerse, yeni bir inanç sistemine geçilirken eski geleneklerin sürdürülmesine iyi bir örnek teşkil etmektedirler. Anadolu topraklarında Göktürk ve Uygur ibareli bir belge bulunmuş değilken, Grek harfleriyle Türkçe mezar yazıtları vardır. Türklerin ve Türkçenin Anadolu’ya ne zaman geldiği de belirli bir tarihe ve yüzyıla bağlanamaz. 1071 Malazgirt muharebesini Türklerin Anadolu’ya göçlerinin ve buradaki egemenliklerinin başlangıcı saymanın, simgesel-ulusal bir anlamı olsa da, tarihin böyle bir yargısı yoktur. Malazgirt, bir bakıma elli yıl süren Türk akınlarının son hesaplaşması sayıldığından, Anadolu’nun Türklere açılışı da bu muharebeyle başlamış, Alparslan değil, kuzeni Kutalmış’ın soyu da Rumî (Anadolu) Selçuklu devletinin sultanları olmuşlardır. Anadolu Selçuklu sultanlarının İran ve Arap dil ve kültürlerine yakınlıklarına, adlarını, Şehnâme’deki efsanevi Pers-Sasani şahlarından almalarına, fermanlarının Farsça yazılmasına, divanlarında Farsça konuşulmasına karşılık, Anadolu toplulukları arasında çoğunluğu oluşturan Oğuz boylarının Türkçe lehçeleri, bölge bölge yaygın ve ortak dil olmuştur. Anadolu’nun Türkiye’ye, ana dilin de Türkçeye dönüştüğü 11. yüzyıldan 14. yüzyıla üç asırlık bu süreçte bir yandan İslâm-Arap ve Fars, diğer yandan İstanbul merkezli Roma-Bizans-Grek kültürleri ile içli dışlı yaşam ve diğer yandan başta Ermeniler olmak üzere yerel topluluklarla etkileşimler, Anadolu Türklüğünün harcında karılmıştır. Giderek beylikten devlete dönüşen Osmanlı Devleti’nin, İstanbul’un fethinden sonra benimsediği devlet yapısında ve yönetici kadrolarında değişmeler görülür… Bu de- ÇİN KAYNAKLARINA GÖRE TÜRKLER ‘Kapıdaki düşman’a dair eşsiz bilgiler Ç in kaynaklarında Türklerle ilgili bahislerin geçtiği metinler farklılık gösterir. En eski kaynaklar kemik, taş, maden parçaları ve kaplumbağa kabuğu gibi ilkel malzeme üzerine yazılmıştır. Bu metinlerde Türklerin ataları hakkında bilgiler veriliyorsa da bunlara daha çok efsane ve söylenti gözüyle bakılıyor. Sonraki devirlerde tutulan tarihler ve özellikle hanedan tarihleriyle ansiklopedik bilgi içeren eserler, Türklere dair eşsiz ipuçları barındırır. Tarih kaynaklarında ağırlıklı olarak Türklerle ilişkilere değinilir, savaşlardan bahsedilir. “Kuzeydeki veya Batıdaki düşman”ın gönderdiği elçiler hakkında etraflı bilgi bulunur. Hanedan tarihleri, Çin hükümdarları ve onların aileleriyle ilgili bilgiler içerse, devlet yönetimi konusuna önem verilerek kaleme alınsa da, komşularla ilişkiler, devlet yönetimi, Türk şehirleri, Türk boylarının gelenekleri, âdetleri, yaşayışları, yeme-içme kültürleri ve gündelik hayatlarıyla ilgili pek çok bilgi içerirler. 9. yüzyıla kadar Türkler hakkında bugün elimizde olan önemli bilgilerin bir kısmı Çin kaynaklarından sağlansa da, bu eserlerin de sorunlu yönleri bulunuyor. Kimi mekân ve kişi adlarında karışıklıklar, bazı tarihlemelerdeki yanlışlıklar bunlardandır. Ayrıca bazen bizde Çin kaynaklarının olaylar karşısında tarafsızlığını yitirdiği izlenimi uyansa da, onların bu kayıtları kendi siyasetlerine yön vermek için tutmuş olduklarını göz ardı etmemek gerekir. Çin kaynakları, Orhun Yazıtları’nın yakın geçmişte okunabilmesinin ardından daha anlaşılır hale gelmiş, Türk kavimleri ile ilgili pek çok unvan, yer ve devlet adamı ismi bu sayede tespit edilebilmiştir. Türklerden de bahseden Eski T’ang Tarihi’nde, Tujue (Türk) bölümünün ilk sayfası (en üstte), Xinjiang’daki mağara resimlerinde bir Uygur çifti, 11.-12. yüzyıl (üstte). İSTASYON 29 TARİHTEN OsMANLILARIN İLGİ ALANI dıŞında kalan Türk dünyası, 19’uncu yüzyılın son çeyreğinden iTibaren farklı bir önem kazanmaya baŞladı. Hüseyin İstanbulî’nin resimlendirdiği şecereler içeren Subhatu’l-Ahbâr (Haberler Tespihi) adlı yazma kaynakta Türkleri, Peygamber Nuh’un oğlu Yafes’e (solda) bağlayan soyağacı, 17. yüzyıl. 30 İSTASYON ğişikliklerin bir sonucu olarak, Türklerin devlet hizmetlerindeki yerlerini, dönme ve devşirmeler almıştır. İlk veziriazamı Çandarlı Halil Paşa’yı idam ettirip yerine Rum ya da Hırvat kökenli Mahmud Paşa’yı atayan Fatih’in, öldüğü sıradaki veziriazamı Karamanî Mehmed Paşa’yı da ayaklanan yeniçeriler öldürmüşlerdi. İ. Hami Danişmend İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi’nde şöyle yazar: “Çandarlı’nın işbaşından atılması demek, Osmanlı Devleti’nde Türk unsurunun yerine dönmeler ve devşirmeler zümresinin kat’i olarak işbaşına gelmesi demektir… Bu dönme ve devşirme vezirlerin bilhassa Anadolu seferlerinde Türk halkına karşı irtikâp ettikleri zulümlerle cinayetler hakkında Osmanlı menbalarında birçok malumat ve tafsilat vardır.” Bu durum, “Türkler” aleyhine sürüp gidecek bir olgunun başlangıcı gösterilir. Müslüman olmuş ve Türkleşmiş Hırvat, Arnavut, Sırp, Ulah, Rum paşalar arasında Türk paşalara ender rastlanacağı, dahası Selçuklu devrinden 250 yıl sonra, Türklerin “etrâk taifesi” adıyla horlanacağı bir dönem başlar. Fatih’ten sonraki padişahlarla yöneticilerin özellikle Anadolu Türklerine olumsuz bakışı sürer. 1876 Kanun-ı Esasî’sinde halk, din, mezhep, efrat, Osmanlılar, cemaat-i muhtelife kavramlarının geçmesine karşılık Türkiye, Türk milleti geçmez. Buna karşın 18. maddede, Osmanlı uyruklarının devlet hizmetinde görev almaları için “devletin lisân-ı resmîsi olan Türkçeyi” bilmeleri; 57. maddede, Ayan ve Mebusan meclislerinde görüşmelerin “lisân-ı Türkî üzere cereyan edeceği” öngörülmüştür. Osmanlıların ilgi alanı dışında kalan Türk dünyası, 19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren farklı bir önem kazanmaya başladı. Buna önayak olan gelişme Osmanlı aydınlarının Batılı Türkologların eserleriyle tanışması ve buna koşut olarak yeşermeye başlayan “ulusçuluk” akımı oldu. Bu dönemde yayınlanan Şemsettin Sami’nin Kamus-ı Türkî ve Mehmet Emin’in (Yurdakul) Türkçe Şiirler eserleri, oluşum sürecindeki yeni bir kimliğin ilk işaretleridir. Léon Cahun’ün La bannière bleue’sünün Necip Asım (Yazıksız) tarafından Gök Sancak adıyla tercüme edilmesi, II. Abdülhamit’in Ertuğrul Alayı, Ertuğrul Şenlikleri’yle Osmanlıların ilk devirlerindeki “Türk” kimliğine vurgu yapılması, II. Meşrutiyet’le birlikte, İran, Arap ve Bizans kültürleriyle sulandırılmış Türk ulusal kültürüne romantik bir dönüşün haberini veren ilk gelişmeler oldu. Başta Ziya Gökalp olmak üzere, Ömer Seyfettin, Halide Edip gibi dönemin birçok aydın ve düşünürü de, giderek büzülen Osmanlı toprakları ve çoklu kimlikler karşısında daha homojen ve tarihî kökenini Turan’da arayan kimlik arayışlarına girdiler. 1. Dünya Savaşı yılllarında Osmanlılık hâlâ baskın bir kimlik olmasına rağmen, özellikle Mehmet Fuat’ın (Köprülü) “Osmanlı Devleti’ni kuran sünnî Türklerdir” diye özetlenebilecek yaklaşımı, çok sonraları “Türk-İslâm sentezi” şeklinde adlandırılacak olan yeni bir kimliğin habercisi oldu. Aynı yıllarda Hurafattan Hakikate adlı eserini yayınlayan Mehmet Şemsettin (Günaltay), benzer şekilde tarihî Türk kimliğine sünnîlik sınırları içinde sahip çıkmaktaydı. O dönem yine aydınlar arasında, “Timur’un aslında o kadar da kötü olmadığı”, Bayezid’le olan mücadelesinin bir “kardeş kavgası” gibi algılanmaya başladığı konuşulmaya başlanmıştı. Buna karşın “Türklük” konusunda Timur’dan hiç de aşağı kalmayacak, hatta kültürel anlamda çok daha “Türk” olan, şiî Şah İsmail’den bahis yoktu. 1923’te Maziden Atiye adlı eserini yayınlayan Mehmet Şemsettin, Orta Asya coğrafya ve ikliminin yoğurduğu “Türk”ün, sünnî İslâm’ı bedensel ve zihinsel olarak Araplardan çok daha iyi taşıyabildiğini ileri sürdü. Bununla birlikte Cumhuriyet, ilk yıllarında “yeni Türk kimliği” konusuna oldukça mesafeli yaklaşmaktaydı. Hatta 1928’de Yusuf Akçura’nın Türk Yılı adı altında her yıl yayınlanacak ve tüm Türk dünyasındaki gelişmeleri aktaracak bir almanak önerisi, Mustafa Kemal tarafından olumlu karşılanmadı. Türk kimliğinin devlet tarafından resmî anlamda benimsenmesi, 1929 dünya ekonomik krizinin Türkiye’yi de vurması ve Serbest Fırka deneyiminin iflas etmesi sonrasında gerçekleşti. O tarihe kadar “milliyetçi” olmaktan ziyade modernleşmeci olan Cumhuriyet yönetimi, önce 1931’de Türk Dil Kurumu’nu, ardından 1932’de Türk Tarih Kurumu’nu tesis etti. Meşhur “Güneş Dil Teorisi” ve “Türk Tarih Tezi”ne kadar savrulacak olan bu süreç, dolaylı da olsa, Türklerin Müslüman olmadan önce de önemli medeniyetler kurduklarına vurgu yapıyor, Avrupalıların Hıristiyanlık öncesi köklerini keşfederek oluşturdukları yeni kültürü çağrıştırabilecek, bir tür “Türk Rönesansı”nı başlatıyordu. ARAP KAYNAKLARINA GÖRE TÜRKLER Onların tek ayıbı, vatan sevgileri O rta Asya’daki Türklerden bahseden en eski Arapça kaynaklar, hadis kitaplarıdır. İbn Fadlan’ın 922’de kaleme aldığı El-Rihla adlı eserlerinde, Muhammed Hassul, Mesudi gibi düşünürlerin kitaplarında Türklerle ilgili pasajlar vardır. Mesudi’nin Acaibü’d-Dünya eserinde Türkler, Uygurlar ve Hazar-Şaş ülkelerinde yaşayanlardan ayrı gösterilir… İslâm kültürünün altın çağında yaşamış ünlü Arap düşünürü Câhiz, 9. yüzyıl başlarında Manakib-i Cund el-Hilâfa ve Faza’il el-Etrâk adlı kitabını, türlü kaynaklardan ve bilenlerden derlemiş, Türklerin cesaretlerini, becerilerini, çevikliklerini, törelerini, erdemlerini yazmış… Söz gelişi, Türk ancak korkulması gerekenden korkarmış. Ümit edilmeyecek şeye karşı ümit beslemez, iyi bildiğini tam ve sağlam yaparmış, içi dışı gibiymiş. Yaltaklanma, yaldızlı sözler, münafıklık, kovuculuk, yerme, riyâ, kibir bilmezmiş. Türklerin tek ayıbı ve başkalarını kendilerinden soğutan, vatanlarına karşı sonsuz sevgileriymiş. Arapça satır altı Türkçe çevirili nadir yazma Kitâb-ı Ahvâl-i Ekalim-i Seb’a’daki hadis ve bilgiler de ilginçtir: Ebu Hüreyre’den Ebu Sâlih aktarmış: “Resulullah buyurdu: Kıyamet kopmaz. Tâ ki Müslümanlar Türklerle boğazlaşalar. Türk bir kavimdir ki yüzleri kalkan gibidir, gözleri küçük, burunları değirmidir, şîr-gîrdirler (aslan kovalayıcılar). Beni Haşim sultanının (Abbasi Halifesi) helâki Türklerin elinde; İslâma mensup olan Türklerin helâki Hz. Muhammed’in de kefere Türklerin elindedir.” Bir dünya tarih ve coğrafyası Türklerle ilgili olan Kitab-ı Ahvâl-i Ekalim-i Seb’a’da Türklerin vatanı da bir hadisinin bulunduğu ve kıyamet öncesinde tanımlanmıştır: “Bu fasıl cerire deryası beyânındadır. O, Türklerle ilgili olayların Türkler deryasıdır. Bu bahr sol cihettedir. Cürcan’ın şarkında anlatıldığı yazma eser, dahi Taberistan’ın, Bahr-i Hazer’in şimalinde ve Ellan’ın Kitab-ı Ahvâl-i Akalim-i garbinde. Kayak dağlarının cenubu üzerinde…”dir. Seb’a, 13. yüzyıl. AVRUPA KAYNAKLARINA GÖRE TÜRKLER 1600 yıllık aşk-nefret ilişkisi B 12. yüzyıl sonuna ait Büyük Selçuklu keramiği (ortada), kufi harflerle Besmele yazılı oyma sedir panel, Doğu İran’da bir anıt mezar ya da minberin parçasıydı, 1109. atılılar arasında Türklerden hınçla olduğu kadar, sempatiyle bahsedenler de çoktur. Türk korkusu ve Müslüman kimliği, ‘ötekileştirme’nin başlıca nedenidir. Türklerle Avrupalıların tanışmaları 1600 yıl öncesine dayanır. İlk karşılaşma, Kavimler Göçü ve Roma İmparatorluğu’nun dağılma sürecinde, önce Alanların, sonra Batı Hunlarının Tuna’yı geçip, Alpleri aşan korkutucu istilalarıyla 5. yüzyılda gerçekleşir. Alpleri kateden Hun Hakanı Attila’ya “Tanrı’nın Kamçısı” sanını yakıştıran Romalılardır. İkinci büyük karşılaşma, bundan tam 700 yıl sonra Anadolu ve Ortadoğu’da, Haçlı seferleri sırasındadır. Tarihin tanık olduğu en uzun süreli dinler mücadelesi olan Haçlı Seferleri boyunca Hıristiyanlığa karşı İslâm’ı savunanlar, Selçuk, Artuk, Sökmen, Mengücük, Danişmend Türkleri olmuştur. Sonraki yüzyıllarda savaşlar, diplomasi, ticari ilişkiler, seyahatler Türklerle Avrupalıların temaslarını sürekli kılmış, karşılıklı gözlemler, izlenimler, yorumlar seyahatname, hatırat, sefaretname kitaplarında yer almıştır. Batılı gezginlerin seyahatnamelerinde Türklere ilişkin lehte ve aleyhte açıklamalar çoktur. Avrupa ve Hıristiyan âlemi için kırılma noktası “İstanbul’un düşüşü”dür… İstanbul’un fethiyle beraber başlayan süreç, Kanunî döneminde Viyana önlerine doğru gelişince, Avrupa’daki Türk korkusu daha somut bir hal alır. Günümüze kadar önemli izler bırakan Türkofobi ve İslâmafobi’nin Avrupa’da kök salması da esas olarak bu döneme rastlar. İSTASYON 31 YEME-İÇME Sofrada onlara da yer açın Ramazan’ın tatlı telaşı n Lokma: Ege’de yaygın olarak tüketilen, özellikle de İzmirlilerin vazgeçilmezi lokma, sadece Ramazan’la değil, düğünlerden kutlamalara, hayır işlerine kadar pek çok gelenekle özdeşleşen, en “sosyal tatlı”lardan biri. Un, maya, tuz ve şekerle hazırlanan hamurun, sıvı yağda kızartılmasıyla hazırlanan küçük hamur topları, şerbetle tatlandırılarak servis yapılır. n TeL kadayıf: Arapça kadife kelimesinin çoğulu olan kadayıf, un ve su karışımından elde edilen hamurun ince teller haline getirilmesiyle elde edilir. Tıpkı baklava gibi arasına ceviz ya da fındık konularak fırında kızartılır ve sıcakken üzerine dökülen şerbette bekletilir. Püf noktası tellerin inceliğinde… Ne kadar ince olurlarsa şerbeti o kadar iyi emer ve bir o kadar iyi kızarır. Adına layık kadifemsi bir tada kavuşur. Güneydoğu Anadolu’da ve Arap ülkelerinde yaygın olarak içine tuzsuz peynir konulur ve künefe adını alır. Eski Ramazan’ları aratmayan bir gelenek varsa, o da iftar sofralarını şenlendiren, vazgeçilmez Ramazan tatlıları. Güllaçtan baklavaya bu lezzetler, yüzyıllar geçse de, âdetler yok olsa da hiç değişmiyor, değiştirilmiyor. n Kireçte KabaK tatlısı: İftar sofrasını hafif ve değişik bir tatlıyla şenlendirmek için kireç kaymağında bekletilerek yapılan, Hatay yöresine özgü bu kabak tatlısı en ideal seçenek. Suyla karıştırılan sönmemiş kirecin, çökelti haline geldikten sonra üzerinde kalan su tabakasına kireç kaymağı denir. Kabak dilimleri bu suda birkaç saat bekletildikten sonra, bol su ile yıkanır. Şeker ve limon suyuyla pişirilir. Kireç sayesinde sert ve şeffaf bir dokuya kavuşan kabak dilimleri tercihe göre tahin ya da kaymak ve ceviz içiyle servis edilir. YAZI: BURCU SEVER S RAMAZAN’IN GÜLÜ “Ramazan’ın Gülü” lakaplı güllaç, şerbetli tatlılardan daha hafif, yapımı kolay ve de malzemelerinin ucuz olması nedeniyle iftar sofralarının gözdesi. Osmanlı mutfağının en eski tatlılarından biri olan güllacın ismine 15’inci yüzyıla ait kayıtlarda rastlamak mümkün. 15’inci yüzyıl ortalarına kadar, Ramazan sofralarının ayrılmaz bir parçası güllaç. Öyle ki, tüketiminin yüzde 90’ı bu ay içinde yapılıyor. 32 İSTASYON Osmanlı’da havayla temas ettiğinde kuruyan, mısır nişastasından yapılan yufka yaprakları süt ve şekerle ıslatılıp yenirmiş. Zamanla içine daha ferahlatıcı bir tat katmak için gül suyu da eklenince tatlı şimdiki ismini (güllü aş / güllaç) almış. Güllacı ilginç kılan özelliği, tüketiminin yaklaşık yüzde 90’ının sadece bir ayda yapılması… Ramazan ayıyla özdeşleşen tatlı, bu özelliğiyle literatüre “güllaç gibi sadece Ramazanda hatırlanmak” deyimini de kazandırmıştır. Şekerle kaynatılıp ılıtılan sütün, beyaz yapraklar üzerine teker teker dökülmesi ve orta katına ceviz, badem, fındık gibi yemişler yerleştirilmesiyle yapılan bu basit tatlı, bir Osmanlı geleneği olarak gül suyu ve nar taneleriyle süslenir. Bu yaygın tarifin dışında daha az bilinen sarma ve börek çeşitleri de mevcut. Özellikle Karadeniz Bölgesi’nde yapılan sarma için, güllaç yaprakları sütle ıslatılıp yumuşatılarak arasına ceviz konduktan sonra ayçiçeği yağında kızartılır. Üzerine şekerli şerbet dökülerek servis edilir. Bazı bölgelerde yine kızartılarak börek gibi de tüketilir. İşin uzmanları iyi bir güllaç yaprağının ışığı geçirecek kadar ince, parlak ve beyaz olması, kıvrıldığında esnemeyip “çıt diye” kırılması gerektiğini söylüyor. İçerdiği protein, B ve E vitaminleriyle zengin bir besin kaynağı olan güllaç, oruç tutanların düşen kan şekeri seviyesini yavaşça dengelediği için en sağlıklı iftar tatlısı kabul ediliyor. BAKLAVA ALAYI Ü ST T E VE SAĞ DA : MU R AT YI LM AZ amsunluysanız ya da Ramazan ayında Samsun’da bulunduysanız, “atom” kelimesi zihninizde gerçek anlamından çok daha farklı ve de tatlı bir çağrışım yapar. Beze olarak bilinen, yumurta akı ve şekerle yapılan minik atıştırmalıkların, birkaç katı büyüklüğündeki tatlının ismidir atom. Kutsal ayın lezzet temsilcisi olarak Samsun atomu, Ramazan başlar başlamaz iftar öncesinde sokak simitçilerinin tezgâhlarında ve fırınlarda pidelerin yanında geniş yer bulur kendine. Ramazan’la özdeşleşen tek yöresel lezzet atom değil elbette. Rize’de kara üzümle yapılan bir tür muhallebi olan pepeçura -Giresun’da samaksa olarak bilinir- ve Sivas’a özgü, her Ramazan eş dost bir araya gelip yapılan, oldukça zahmetli olmasına karşın keyifli bir sosyal ortam da yaratan tel helva, en meşhurlarından. Yöresel çeşitlilik gösteren tatlılar bir yana her iftar sofrasının vazgeçilmezi; şerbetli tatlılar ve de güllaç elbette... Geçen yıl Topkapı Sarayı’nda eski bir Osmanlı geleneği yeniden canlandırıldı. Tepsi tepsi baklavalar masalara dizilerek sırayla servis edildi. Yeniçeri Ocağı’na tatlı ikramı geleneği olan bu seremoninin adı Baklava Alayı. Osmanlı’da her yıl Ramazan ayının 15’inde padişah iltifat olarak yeniçerilere sini sini baklava sunarmış. Her on asker için bir sini baklava hazırlanır ve saray mutfağı önünde dizilirmiş. Silahtar Ağa, bir numaralı yeniçeri olan padişah adına ilk siniyi aldıktan sonra, ikişer asker, nizami olarak diğerlerini yüklenirmiş. Amirlerinin öncülüğünde baklavaları saraydan kışlaya taşıyan askerler, tek sıra halinde yürürken İstanbul ahalisi de onları seyreder, selamlarmış. Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasıyla bu tören son bulsa da, Ramazan’da tepsi tepsi baklava yapma geleneği halen sürüyor. Bazı kaynaklar baklavanın Şam’dan Türkiye’ye getirildiğini yazsa da, bu lezzetli tatlının kökeni tam olarak bilinmiyor. Ama en iyisinin adresi herkesin malumu; Gaziantep… Antep baklavası yiyenler bilir; kaliteli bir baklavada olması gerektiği gibi altın sarısı renktedir, parlak ve de incecik katmanları ısırdığınızda sadece fıstık ve tereyağı kokusu alırsınız. Baklavanın içeriğini genellikle coğrafi koşullar belirler. Antep’te fıstık, Karadeniz’de fındık, İç Anadolu’da ceviz, Ege’de badem ve Trakya’daysa susam kullanılır. Nasıl yenmesi gerektiğine gelince... Çatal bıçağı bir kenara koyup, elinizle aldığınız baklava dilimini ters çevirip, alt kısmı damağınıza gelecek şekilde tek lokmada yemeye çalışın. Bu şekilde tabanda biriken şurup üst kısma akarak dengeli bir tat sağlar. Eğer baklava genzinizi yakıyor ve su içme ihtiyacı hissettiriyorsa ikinci dilimi yemenize gerek yok. Çünkü iyi bir baklava asla susatmaz. Ramazan ayında ve bayramında tatlı yemek dini bir gelenek olduğu kadar sağlık için gerekli. Hz. Muhammed’in bayram namazını kıldıktan sonra hurma yeme âdetinin sünnet olarak kabul edilmesi, bayramda tatlı ikram etme geleneğini doğurmuş. Aynı zamanda bir ay boyunca ağır bir diyet misali beslenerek yapılan ibadetin neden olduğu enerji kaybı, şekerli gıdalarla takviye ediliyor. Sadece bu neden bile iftar masalarında tatlının vazgeçilmezliğini sağlamaya yeterli aslında. İSTASYON 33 SPOR Pusulanı ve haritanı kap: İster doğada ister kapalı alanda, harita ve pusula yardımıyla yapılan ve 20’nci yüzyılın başından beri popüler bir spor olarak kendine yer bulan oryantiring, katılımcıların hem sosyalleşmesine hem de sağlıklı yaşamalarına katkıda bulunuyor. ÇİFT SA Y FA FOTOĞ RA FI: DOn B A Y l eY /G eTTY Im A G eS TuRkeY ; Al TTA SA Ğ DA : m A Rk nOlA n/G eTTY Im A G eS TuR keY Şimdi oryantiring zamanı H azır, başla… İşte bu komutu duyduktan sonra, diğer yarışçılarla birlikte yola koyuluyorsunuz. Elinizde, üzerinde çeşitli işaretler bulunan detaylı bir harita, bir de pusula oluyor. Ağaçlar arasında, patikalarda haritayı takip ederek ilerliyor, bir yandan pusulayla yolu bulmaya çalışırken, diğer yandan çalılardan sakınıyorsunuz. Her yeriniz çamur içinde. Amacınız belli: Haritada belirlenen kontrol noktalarına sırasıyla uğrayarak en kısa sürede yarışı tamamlamak. Zorlu bir hazine avı oyununu andıran bu profesyonel sporun adı oryantiring. Sporun mottosu da belli: Nereye gittiğiniz, heyecanın sadece bir parçası; önemli olan oraya nasıl vardığınız. Temelde, “koşarak hedef bulma” olarak tanımlanabilecek oryantiring, Türkiye için oldukça yeni bir spor. Dünyadaki tarihiyse 19’uncu yüzyıla kadar dayanır ve bu dönemlerde, İskandinavya’da askeri eğitim ve etkinlik olarak ortaya çıktığı bilinir. Oryantiring terimi, gerçek anlamına ilk kez 1886’da kavuşur ve terimin, harita yardımıyla bilinmeyen arazilerden geçmeyi ifade ettiğine karar kılınır. Her ne kadar askeri müsabaka olarak doğsa da, halka açık ilk oryantiring yarışı 1897’de, Norveç’te düzenlenir. İlk resmi müsabaka içinse 21 yıl beklenmesi gerekir; İsveç’te, 1918’de Albay Ernst Killander’in düzenlediği müsabaka, modern oryantiringin temeli olarak tarihe geçer. Teknolojinin hızla ilerlemesi, her şeyi olduğu gibi bu sporu da etkiler. Örneğin 1930’larda daha hızlı ve kesin verilerle donatılmış yeni bir pusula, oryantiringin yaygınlaşmasına vesile olur. Zamanla tüm dünyaya yayılan spor, 1961 yılında uluslararası federasyona kavuşur. İlk etapta 10 ülkeyle kurulan “Internatioanal Orienteering Federation (IOF) / Uluslararası Oryantiring Federasyonu”na bugün, içlerinde Türkiye’nin de bulunduğu 73 ülke tam üye. Dünyada hâl böyleyken, oryantiringin ülkemizdeki tarihi, doğuşundan neredeyse yüz yıl sonra olur. Önceleri sadece silahlı kuvvetlere bağlı kurumlar ve bazı kamu kuruluşları bünyesinde yapılan spor, zamanla halk tarafından daha fazla ilgi çeker. Böylece 1999’da İstanbul ve Ankara’da oryantiring grupları ortaya çıkar. YAZI: PINAR DENİZER 34 İSTASYON İSTASYON 35 SPOR 2001 yılında resmi örgütlenme için harekete geçen sporcular, 2002’de Dağcılık Federasyonu’na bağlı Oryantiring Asbaşkanlığı’nın kurulmasına önayak olur. 19 Haziran 2006’da Oryantiring Federasyonu’na bağlanır, Mart 2007’de ise özerkliğine kavuşur. Uluslararası Oryantiring Federasyonu (IOF) bu sporu koşu, kayak, bisiklet ve patika oryantiringi olmak üzere dört farklı branşta tanımlar. Gece ya da gündüz yapılabilen koşu oryantiringi, bedensel ve zihinsel dayanıklılık gerektirir. Yarışlar kısa, orta, uzun mesafe ve bayrak olmak üzere dört kategoride yapılır. Kayak oryantiringinde koşuya ek olarak iyi bir kayak sporcusu olmak gerekir. Dağ bisikletiyle yapılan oryantiringde bisiklete hâkimiyet kadar, hızlı karar verebilmek de önemlidir. Patika oryantiringi ise hareket kabiliyeti sınırlı olan engellilerin de bu sporda başarılı olabileceğini göstermeyi amaçlar. Patika oryantiringine tekerlekli sandalye ya da değnek kullanabilen veyahut başka birisinin yardımıyla yürüyebilen herkes katılabilir. HER SPORDA OLDUĞU GİBİ ORYANTİRİNGİN DE KENDİNE GÖRE RİSKLERİ VAR. ÖRNEĞİN ARAZİDE KAYBOLMAK, YENİ BAşLAYANLAR İçİN BİR GELENEK... DOĞAYLA İÇ İÇE 36 İSTASYON DOĞRU VE HIZLI KARAR VEREBİLME Oryantiring, kişiye doğayla, rakipleriyle ve en önemlisi de kendisiyle mücadele edebilme şansı tanıyan, bunu yaparken sağlıklı yaşama katkı sağlayan bir spor. Ancak onu sağlıklı yaşamı ön planda tutan diğer sporlardan ayıran, dolayısıyla da daha özel kılan temel unsur, spor yetenekleriyle fiziksel aktiviteleri birleştirmesi… Oryantiring doğru ve çabuk karar verme yetisiyle hızlı düşünme ve yön duygusunu geliştirir. Kendine güven duygusunun yanı sıra üç boyutlu algılama yeteneğini artırır. Ayrıca vücudu çalıştırarak kalp sağlığını korur, kanser, böbrek hastalıkları ve depresyon gibi psikolojik rahatsızlıkları önler. Diyabet ve kilo kontrolüne destek olur. Arazide yapılan bir spor olduğu için kasları ve dengeyi güçlendirerek yaşlanmayı geciktirir. Hedef arama özelliği beyni çalıştırır ve bu sayede alzheimer gibi hastalıkları önler. Oldukça sosyal bir spor olan oryantiring, düzenli fiziksel aktiviteyi de destekler. Her yaştan sporcu tarafından yapılabilmesi sayesinde aile ya da iş ilişkilerine olumlu katkılar sağlar. Her sporda olduğu gibi oryantiringin de kendine göre riskleri var. Örneğin arazide kaybolmak yeni başlayanlar için bir gelenek olarak görülür. Ancak, mevzu oryantiring olduğunda kaybolmak endişe verici bir durum olarak algılanmaz, aksine sporcunun sonraki yarışlar için çok önemli bir deneyim kazandığına kanaat getirilir. Kaybolan bir sporcunun yapması gereken ilk şey bildiği en yakın noktaya dönmektir. Toplu halde yapılan yarışlarda kaybolan sporcu diğer sporculara yerini sorarak yarışmaya devam edebilir. Bunların yanı sıra düşmelere bağlı yaralanmalar, kas zorlanmaları, çalıların yol açtığı kesikler ya da güneşin neden olduğu yanıklar her sporda olduğu gibi oryantiringde de sporcuları etkileyebilir. Oryantiring, malzeme açısından oldukça ekonomik bir spor. Her ne kadar Oryantiring terimleri B u SA Y FA : V ISIT BR IT AI n/R O D eD wA R D S/G eT T Y Im AG e S Tu R ke Y; k AR ŞI SAYFA: m AR k nO l A n/S TR I nG eR /G e T TY I mA Ge S T uR ke Y Biraz kendine güven, biraz da harita bilgisiyle 7’den 70’e herkesin rahatlıkla dâhil olabileceği oryantiring, harita yardımıyla yön bulmayı içeren ve zamana karşı yapılan bir spor. Başta ormanlık arazi olmak üzere park, dağ, okul, hatta sınıf gibi kapalı alanlarda bile yapılabilir. Amaç pusula ve harita kullanarak, araziye önceden yerleştirilen kontrol yerlerine sırayla uğrayıp en kısa zamanda bitiş noktasına ulaşmak. İki kontrol noktası arasındaki rotayı sporcu kendi fiziksel becerilerine göre belirler. Her sporcu yaşına ve tecrübesine göre çeşitli zorluklarda hazırlanmış olan parkurlardan birine katılır ve en kısa sürede yarışı tamamlayan birinci olur. Oryantiringde özel olarak çizilmiş ve spora özel çeşitli sembollerin yer aldığı çok detaylı bir harita kullanılır. Yarışmanın parkuru ise haritada belirtilen ve sırayla ziyaret edilecek bir dizi kontrol noktasından oluşur. Haritada kontrol noktalarının yanı sıra parkurlar boyunca yer alan her türlü girinti, çukur, patika, çalı ve çit gibi detaylar gösterilir. Her kontrol noktasında sporcunun doğru istasyona uğradığını kanıtlamak için zımba ya da elektronik zamanlama ünitesi bulunur. Sporcu, yarışmaya başlamadan önce, bölgenin haritasının yanı sıra tüm kontrol noktalarının açıklamalarının bulunduğu listeyi, kontrol kartını teslim alır ve yarış boyunca bunları yanında taşır. Kontrol kartı başlangıç-bitiş zamanını kaydetmek ve her kontrol noktasında bulunan zımbayla işaretlemek için kullanılır. Elektronik sistem kullanılan yarışmalardaysa aynı işlem bir elektronik yüzükle yapılır. Oryantiringde başarıyı yakalayabilmek için birkaç yeteneğe sahip olmak, son derece önemli. Öncelikle koşu oryantiringinde hızlı koşabilmek, yarışçıya avantaj sağlar. Yine de tek başına hız yeterli değil. Haritayı doğru okuyabilmek, bir kontrol noktasından diğerine doğru rotayı seçebilmek, rotayı hatasız takip edebilmek başarılı bir sporcu için en önemli özellikler arasında kabul edilir. Tabii bunları yapabilmek için güçlü bir analiz, çevre gözlem ve yön yeteneği de gerekir. Ayrıca tam konsantrasyon ve doğru rotayı seçebilmek için hızlı düşünerek çabuk karar verebilme yetisi gereklidir. profesyonel yarışçılar özel kıyafetler giyseler de aslında malzeme pusula ve arazi haritasından ibaret. Hafif, esnek kumaşlardan yapılan, ıslakken bile hareket özgürlüğü sağlayan, teri dışarı atan, vücudu çalılardan koruyarak hız kazanmayı sağlayan kıyafetlerin kullanılması tavsiye edilir. Hafif ama sağlam ayakkabılar ise olmazsa olmazlar arasında, zira sporcular kâh çamurun içinde ilerliyor, kâh kayaya tırmanıyor. O nedenle de ayakkabıların her türlü koşula uyum sağlayabilecek nitelikte ve mümkünse altının çivili veya dişli olması gerekiyor. Bunlarla birlikte, oryantiring için en gerekli malzeme pusula kuşkusuz. Birçok farklı çeşitte ve büyüklükteki bu malzemenin kaliteli olması lazım ki, sporcular yönlerini tam olarak tayin edebilsinler. Harita ve kontrol kartlarının yarışları düzenleyenler tarafından dağıtıldığı göz önünde bulundurulduğunda güneş gözlüğü, şapka, su şişesi, havlu ve atıştırmalıklar yarışmacının temin etmesi gereken malzemeler arasında. Buraya kadar anlattıklarımızdan da anlaşılacağı üzere oryantiring, her yaştan insanın rahatlıkla yapabileceği, birçok yetinin gelişmesini sağlarken sağlıklı yaşama katkıda bulunan son derece eğlenceli bir spor. “Hazır… Başla…” komutuyla harekete geçmek ve doğayla, rakiplerinizle, en önemlisi de kendinizle mücadele etmek isterseniz yapmanız gereken belli: Türkiye Oryantiring Federasyonu ile irtibata geçmek. Oryantiringe merak saldıysanız ve yapmak isterseniz Türkiye Oryantiring Federasyonu ile bağlantıya geçerek yaşadığınız yere en yakın oluşum ya da kulüp hakkında bilgi alabilirsiniz. Yön: Boylamlar ve pusuladaki kuzey oku arasında kalan açı. Oryantiring Haritası: Yeryüzü şekillerinin özel renkler ve sembollerden oluşan oryantiring işaretleri kullanılarak kâğıda aktarılmış hali. Kontrol kartı: Sporcuların kontrol noktasına uğradıklarını gösteren numaralandırılmış kart. Kontrol tanımlamaları: Kontrol noktasının numarasını, kodunu, arazi durumunu belirten uluslararası sembollerden oluşan tanımlamalar. Bayrak (Fener): 30x30 ölçülerinde beyaz ve turuncu üçgen prizmadan oluşan malzeme. Hedef (Kontrol) kodu: Hedeflerin üzerinde bulunan numaralar. Hedef (Kontrol) noktası: Hedefin bulunduğu ve haritada kırmızı daire ile belirtiler noktalar. Coğrafi kuzey: Kuzey kutbunu gösteren kuzey… Manyetik kuzey: Pusulada kırmızı noktayla gösterilmiş olan istikamettir. Zımba: Sert bir maddeden yapılan, ucunda küçük iğnelerin bulunduğu hedefe iliştirilmiş alet. İSTASYON 37 YAKIN PLAN Saffet Üçüncü, NTV’deki programında, ralliye geniş yer ayırdı. Programda TÜVTÜRK Genel Müdürü Kemal Ören ile yaptığı söyleşi de vardı (solda). Üçüncü ve TÜVTÜRK ekibinin heyecanı objektiflere böyle yansıdı (altta, sağda). Dostluk ve barış için yola çıktılar Yarışmacılar, konaklayacakları yer olarak otelleri değil, yanlarında getirdikleri çadırları tercih ediyorlar. Bu, yarışmacılar arasındaki dayanışmayı kuvvetlendiren bir durum (solda). Rekabetin değil; keşif, macera ve dostluğun damgasını vurduğu 10 bin kilometrelik AllgaeuOrient Rally ya da bilinen adıyla Dostluk ve Barış Rallisi’nde bu yıl Türkiye’yi TÜVTÜRK’ün oluşturduğu takım temsil etti. Y aygın bir söz vardır: “Nereye gittiğin değil, kiminle gittiğin ve giderken ne yaşadığındır önemli olan” denir. Hemen herkesin doğruluğundan kuşku duymadığı, altına imza atacak kadar kabullendiği bu söz, yaşamda karşılığını çeşitli biçimlerde gösteriyor. Kâh ortak duygu ve düşüncelerle hareket eden bir grupta, kâh belli bir amaç doğrultusunda yüzlerce kilometreyi aşmayı göze alan maceraperestte. Tıpkı Allgaeu-Orient Rally’de olduğu gibi. Organizasyonun adında “ralli” kelimesinin geçmesi kimseyi yanıltmasın. Zira bu, rekabet ve yarış tutkusundan çok dostluğu, barışı, kültürel alışverişi, dayanışmayı temel alan bir etkinlik. Daha ziyade Dostluk ve Barış Rallisi olarak anılmasının sebebi de bu zaten. Bu yılki rallinin detaylarına geçmeden önce, söz konusu organizasyonun tarihçesine kısaca değinmekte yarar var. Çünkü tarihçesi, rallinin nasıl bir ruha sahip olduğunun da net olarak ortaya çıkarıyor. Allgau-Orient Rally, motorsporları tutkunlarının ilgi ve merakla takip ettiği Paris-Dakar Rallisi’ne alternatif olarak doğdu dersek abartmış olmaz. Zira her şey, sonradan Allgau-Orient Rally’i hayata geçeren biri Alman, diğeri Ürdünlü iki kafadarın, Paris-Dakar Rallisi’ne katılmak istemesiyle başlıyor. Ancak katılım ücreti olarak kendilerinden 1,5 milyon Euro talep edilince, iki arkadaş, yanlarına birkaç tanıdıklarını da alıp Batı’dan Doğu’ya, Almanya’dan Ürdün’e uzanan bir yarış düzenlemeye karar veriyor. Takvimler 2005’i gösterdiğinde, organizasyon da büyüyor ve bu kez 25 araçlık konvoyla 38 İSTASYON yola çıkılıyor. Doğu Avrupa, Yunanistan, Türkiye’den geçip Ürdün’e vardıklarında, kraliyet ailesi kendilerine kucak açıp destek verdiğindeyse organizasyonun uzun soluklu olacağı anlaşılıyor. Sekizincisi düzenlenen Allgaeu-Orient Rally’de bu yıl 20 ülkeden 111 takım, 666 yarışçı ve 333 araç mücadele etti ve değeri 1111 Euro’nun altında olan, diğer bir ifadeyle en az 20 yaşındaki otomobiller, 10 bin kilometrelik yolu katetti. Avrupa Birliği tarafından desteklenen, Birleşmiş Milletler’in de partner olarak yer aldığı rallinin kuralları gereğince, izlenen güzergâh boyunca araçların otoyollara çıkmasına izin yok! Dostluk ve Barış Rallisi’nde zamana karşı yarışılmadığından, sürücülerin sürat yapmasına da gerek kalmıyor. Bu durum akıllara, “peki, yarışın kazananı nasıl belli oluyor” sorusunu da getiriyor. Güzergâh üzerinde belirlenen sosyal görevleri en iyi şekilde yerine getiren takım birinci, diğer tüm takımlarsa ikinci ilan ediliyor. Sosyal ödevler neler mi? Kimi zaman ağaç dikmek, kimi zaman bir okula kırtasiye malzemesi, giyim ya da müzik aletleri götürmek. Nihai hedefse yarış araçlarını varış noktasında satarak, Filistinli ve Suriyeli mülteci çocuklara yardım etmek… Gelelim, yarışmayı daha da keyifli kılan ödüle. Ödül, diğer motorsporlarında verilenlerden çok farklı, zira bu organizasyonda başarı sağlayan takımın ödülü Ürdün Kralı tarafından hediye edilen bir deve… Deve daha sonra satılarak geliri çeşitli amaçlar için kullanılmak üzere bağışlanıyor. Almanya’nın Allgaeu Bölgesi’nde yer alan Oberstaufen kasaba- sından 27 Nisan’da start alan araçlar, Balkanlar’dan geçtikten sonra İstanbul Sultanahmet Meydanı’nda buluştu. Türkiye etabı, 3 Mayıs Cuma günü, Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, İstanbul Valisi Hüseyin Mutlu ve İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın katıldığı törenle başladı. Türkiye’nin, bu organizasyonun en uzun etabını oluşturduğunu söyleyebiliriz; çünkü araçlar bu yıl İstanbul’dan sonra Ankara, Çorum (Boğazkale), Amasya, Tokat, Ordu, Giresun, Gümüşhane Bayburt, Rize, Artvin, Kars, Ağrı Dağı, Erzurum, Erzincan, Sivas, Kayseri, Nevşehir (Kapadokya), Niğde ve Hatay’ı kapsayan 4 bin kilometrelik yolu katetti. Hatay’dan İsrail’in Hayfa kentine geçen otomobiller, Ramallah’ı ziyaretin ardından son durakları olan Amman’a ulaştı. İki yıldır bu organizasyona destek veren TÜVTÜRK Araç Muayene İstasyonları, bu yılki yarışmaya üç araçtan oluşan bir takımla katıldı. TÜVTÜRK takımının liderliğini yapan ve 1 numaralı araçla, beş günlük Almanya-Türkiye etabına katılan TÜVTÜRK Genel Müdürü Kemal Ören, Dostluk ve Barış Rallisi’nin kendileri için taşıdığı değeri ve verdiği mesajı şu sözlerle özetliyor: “Her ne kadar dünyanın en eğlenceli rallilerinden biri olarak adlandırılsa da, otomobillerin özellikleri ve geçtiği parkurlar olarak değerlendirdiğinizde, yüksek dayanıklılık isteyen bir yarış bu... Bakımı, periyodik muayeneleri zamanında ve kurallara uygun yapılan otomobiller, ralli gibi mücadele düzeyi yüksek organizasyonlara bile katılabiliyor. Organizasyonda yer alma- mızın en önemli sebeplerinden biri de buydu… TÜVTÜRK olarak üç otomobille bu yarışa katılarak, yarışmacıların ülkemizi ve güzelliklerini tanımalarına katkıda bulunmak istedik” dedi. NTV, Vatan gazetesi, Boxer, Aktüel, EVO, Otohaber dergilerinde çalışan basın mensuplarıyla birlikte üç araçla yola çıkan TÜVTÜRK ekibi, organizasyonun Türkiye-Almanya arasındaki etabıyla Kapadokya ila Hatay arasındaki etabına katıldı. Otomotiv dünyasının duayeni Saffet Üçüncü’nün sunumuyla NTV’de yayınlanan “Saffet’in Garajı”nda iki ayrı bölüm olarak ekranlara gelen ralli haberi, tekrarlarıyla birlikte 245 dakika yayında kaldı. Ralliyi destekleyen ve üç araçla bizzat yarışın içinde olan TÜVTÜRK, yarışmacılar için bazı özel görevler de belirledi. Pit stoplardaki TÜVTÜRK organizasyonlarına katılmak, yarışmacıların yol boyunca karşılarına çıkaran traktör sürücülerine araçlarını muayene ettirmeleri gerektiğini hatırlatıp sticker vermek ve onlarla fotoğraf çektirmek belirlenen görevler arasındaydı. Evet, “nereye gittiğin değil, kimlerle gittiğin ve yol boyunca yaşadığın şeydir önemli olan” diye bir söz vardır. Biri Alman, diğeri Ürdünlü iki kafadarın duyduğu tepkiyle doğan, bugün binlerce kişi tarafından takip edilen, onlarca kişinin bizzat içinde yer aldığı, uluslararası büyük organizasyonların destek verdiği bir organizasyon… Sadece Allgaeu-Orient Rally bile, aslolanın gidilen yer değil, yol arkadaşları ve yolculuk boyunca yaşananlar olduğunu kanıtlıyor aslında. İSTASYON 39 SAĞLIK Medical Park Bahçelievler Hastanesi Dahiliye Uzmanı Dr. Şeref Öncü, uzun süre masa başında çalışmanın, atlanan öğünlerin, stresin, gün ışığından yoksun kalmanın ve egzersiz yapmamanın, birçok hastalığın yanı sıra kronik yorgunluğu da tetiklediğini belirtiyor. Kronik yorgunluk sendromunun belirtileri Altı ay veya daha uzun süreli istirahatle geçmeyen; iş, eğitim, sosyal ve kişisel aktivitelerde azalmaya yol açan, klinik olarak araştırılmış sürekli veya tekrarlarla seyreden yorgunluk şikâyetinin olması, n Hafızada veya konsantrasyonda kısa süreli bozukluk, n Boğaz ağrısı, n Boyun veya koltuk altında ağrılı lenf nodül, n deyip geçmeyin K Özellikle bahar aylarında, yaşamımıza “bahar yorgunluğu” diye bir kavram giriyor. Mevsim dönümlerinde yorgunluğun artmasının sebepleri nelerdir? İklim değişikliği, vücutta yorgunluk hissi yaratabilir. Kas ya da eklem ağrıları, uyku bozuklukları, depresyon, iştah azalması ve kadınlarda adet düzensizliği gibi belirtilerin de eşlik edebileceği bu durum fiziksel ve 40 İSTASYON ruhsal olarak kişileri etkileyebilir. Halsizlik hissinin nedenlerinin başında, hava ısısındaki değişiklikler gelir. İlk ve sonbahar aylarında, hormonal sistemimiz yeni dengeler oluşturmak için çalışır. Bu dönemde kişiler, yorgunluk hissedebilirler. Bir diğer nedense havadaki elektrik yükü ve iyon değişiklikleri; hava kirliliği, egzoz dumanları, stres ve beslenme kusurları, yorgunluk hissine dair şikâyetleri arttırır. Değişen gece gündüz süresi de vücut biyoritmini etkileyerek uyku düzenini bozabilir. Az uyumak kadar, fazla uyumak da yorgunluk hissini etkileyen faktörler arasında bulunuyor. Modern hayatın gereği olarak masa başı işlerin artması, bedensel hareketleri kısıtlayarak kilo alımını kolaylaştırıyor. Obezite ve egzersiz yapmamak, halsizliğe zemin hazırlıyor. Kronik yorgunluk en çok kimleri etkiliyor? Pek çoğumuz kapalı, klimalarla soğutulup ısıtılan suni ortamlarda, kimi zaman gün- lerce güneş ışığı ve doğal havayı görmeden yaşıyoruz. Tüm bunlara bir de stres, atlanan öğünler, dengesiz beslenme ve egzersiz yapmama ilave edildiğinde, kronik yorgunluk sendromunun görülme sıklığı artıyor. Yapılan araştırmalarda, yorgunluk şikâyetinin kadınlarda erkeklerden çok daha fazla görüldüğünü belirlendi. Alerjik bünyelilerde bahar yorgunluğuna daha sık rastlanıyor. Biyokimyasal değişiklikler Merkezi Sinir Sistemi’ni etkiliyor. Düzensiz ve stresli hayatı olan, sağlıksız beslenen, öğün atlayan, aşırı kilolu, yoğun çalışma temposuna sahip, ruhsal sıkıntıları bulunan, büyük şehirlerde ve çevre kirliliği olan yerlerde yaşayanlarda ve kadınlarda kronik yorgunluk daha sık görülüyor. Kronik yorgunluğuna karşı neler yapılabilir? Nasıl atlatılabilir? İlk adım, yorgunluğa neden olabilecek tıbbi bir nedenin var olup olmadığının araştı- n narak, günde üç-beş dakikayla başlayan, süresi zamanla artırılan egzersiz ve aktivite planı hazırlanabilir. Günde yarım saatlik tempolu yürüyüş, hepimizin kolaylıkla yapabileceği bir hareket; mümkünse işyerine yürüyerek gitmek ya da bir durak önce inip yürümek bu ihtiyacı karşılayabilir. Bununla birlikte herkesin, ama özellikle yaşlıların ve çocukların düzenli ve bol sıvı alması gerekir, zira yorgunluk kimi zaman susuzluğun ve sıvı eksikliğinin belirtisidir. Günde sekiz ya da on bardak su içerek enerji düzeyini korumak mümkün. Öğün atlamamak, üç ana öğünün yanı sıra üç ara öğün oluşturmak ve ara öğünlerde meyve, süt, ayran gibi sağlıklı gıdalara yer vermek de önemli. Asitli ve alkollü içeceklerden, hamur işlerinden, yağ ve kızartmalardan uzak durulması gerektiğini artık herkes biliyor zaten. Kilonun kontrol altında tutulması gerektiği de unutulmamalı, çünkü obezite başlı başına halsizlik nedeni olabiliyor. Yorgunluk ronik yorgunluk, günümüzün en önemli sorunlarından biri… Hiçbir sağlık sorunu olmaksızın uzun süreli istirahatlerle bile geçmeyen; kişinin eğitim, iş ve sosyal aktivitelerinin azalmasına sebep olan kronik yorgunluk, yaşam kalitesinin düşmesine yol açıyor. Medical Park Bahçelievler Hastanesi Dahiliye Uzmanı Dr. Şeref Öncü, İstasyon okurlarına, hemen herkesin karşılaşabileceği kronik yorgunluk sorununun nedenlerini, bedensel-zihinsel etkilerini ve tedavi yöntemlerini anlattı. Açıklanamayan kas ağrısı, Şişlik ve kızarıklık olmadan gezici eklem ağrıları, n Her zamankinden farklı yeni bir tip, şekil ve ciddiyette baş ağrısı, n Uykudan dinlenmeden kalkma, n Daha önce kişiyi rahatsız etmemesine rağmen, egzersiz sonrası 24 saatten fazla süren halsizlik. n rılması elbette. Çünkü biliyoruz ki, çok sık rastlanan ve sıradan bir şikâyetmiş gibi görünen halsizliğin altında anemi, tiroit hastalıkları, enfeksiyonlar, depresyon, diyabet ve uyku bozuklukları gibi rahatsızlıklar yatabiliyor, hatta kanserin öncül belirtisi bile olabiliyor. Bu tür sebepler araştırıldıktan sonra, yorgunluk tanımızı kesinleştirebiliriz. Mevsimsel yorgunluklarda, yaşam tarzı değişikliklerinin belirlenmesi ve belirtilerin giderilmesi veya en aza indirgenmesi hedeflenir. Bu nedenle tedavide hastanın durumuna göre egzersiz, diyet, iyi uyku kalitesinin sağlanması, gerekirse antidepresanlar ve diğer ilaçların kullanılması yer alır. Günlük yaşamımızda neleri değiştirmek, neler yapmak, nelerden kaçınmak gerekir? Egzersiz ve sağlıklı beslenme çok önemli. Sanılanın aksine, dinlenmek ve hareketsizlik kronik yorgunluğun ilacı değildir. Kişinin kapasitesi ve şartları göz önüne alı- Peki, güneş ışınlarının ve aydınlığın kronik yorgunluktaki rolü nedir? Güneş ışınları ve aydınlık, ruhumuza olumlu etkiler yapar. Odalarımızı, işyerlerimizi güneş görecek şekilde düzenlemeli, bu mümkün değilse, açık hava molaları vermeliyiz. Hafta sonlarını alışveriş merkezlerinde değil, açık ve güneşli alanlarda geçirme- Dr. Şeref Öncü, kişinin uzun süre kendini yorgun hissetmesi durumunda mutlaka hekime başvurması gerektiğini söylüyor. ye özen göstermeliyiz. Gerektiğinde stresle baş edebilmek için bir hekimden destek almalıyız. Yazın güzel ve rahat tatil döneminden sonra başlayan yoğun iş hayatının yarattığı stres, fiziksel ve ruhsal yorgunluğa neden olabilir. Sosyal aktiviteler, egzersiz ve açık alanlarda vakit geçirmek yorgunluğumuzu atmamıza yardımcı olacaktır. Gerekirse doktor kontrolünde antidepresanlar da kullanılabilir. Uyku alışkanlıklarının düzenlenmesi şart. Önemli olan az veya fazla değil, kaliteli uyumaktır. Yorgunlukla baş etmek için alternatif tedaviler de öneriliyor, bunların başında da yoga geliyor. Enerji sağlamak için önerilen vitaminlerin etkisiyse sınırlıdır ve bunların mutlaka doktor kontrolünde alınması gerekir. Zaten sağlıklı beslenen, bol meyve sebze tüketen ve sıvı alımına dikkat eden kişilerde vitamin desteğine gerek kalmıyor. Kronik yorgunlukla bahar yorgunluğu nasıl ayırt edilebilir? Bahar yorgunluğu mevsim dönüşümünde ortaya çıkar ve sadece birkaç hafta devam eden bir yorgunluk halidir. Ancak kronik yorgunluk altı aydan daha uzun süren, mevsimlerden bağımsız bir rahatsızlıktır. Kronik Yorgunluk Sendromu (KYS) dediğimiz biraz daha özel bir rahatsızlık vardır ki, bu durumda hastada ilaveten bazı belirti ve bulguların da olması gerekir. Söz konusu bulgulara karın ağrısı, alkol intoleransı, göğüs ağrısı, kronik öksürük, baş dönmesi, göz veya ağız kuruluğu, kulak ağrısı, düzensiz kalp atışı, çene ağrısı, sabah yorgunluğu, bulantı, gece terlemesi, psikolojik problemler, nefesin yetmemesi hissi, cilt hassasiyeti ve kilo kaybı da eşlik edebilir. Sürekli yorgunluk; tiroit, ciddi depresyonlar, kronik hastalıklar, enfeksiyonlar ve kanser gibi pek çok hastalığın belirtisi olabilir. Gözden kaçırılmaması, böyle durumlarda bir an önce doktora başvurulması gerekmektedir. İSTASYON 41 saĞlık depresyonla başetmekİçİn nefesiniz sizi ele veriyor n Bilim, her geçen gün yeni bir buluşa imza atarak bizleri şaşırtıyor. İsviçre’de bir grup araştırmacının yaptığı çalışmalar, nefesin tıpkı parmak izi gibi kişiye özel olduğunu ortaya çıkardı. Araştırma ekibi, dokuz iş günü boyunca 11 gönüllüden dört farklı zamanda nefes örneği aldı. Daha sonra bu örnekler, nefesteki kimyasal bileşenlerin kütlelerini ölçen spektrometre adlı bir cihaza konuldu. Su buharı ve karbondioksit gibi bazı kütlelerin tüm deneklerde aynı olduğu görülürken, bazılarının kişiye özel olduğu ve deney süresince değişmediği tespit edildi. Verilen her nefeste, vücudun kimyasına ait atıklarının bulunduğuna dikkat çeken araştırma ekibinin Başkanı Renato Zenobi, nefes analizinin sadece kriminal olaylarda değil, idrar ya da kan analizinde olduğu gibi hastalıklara tanı koyma işleminde de kullanılabileceğini söylüyor: “Geleneksel Çin tıbbında, nabzınıza, dilinize ve nefesinizin kokusuna bakarlar. Nefesinizde hangi maddelerin olduğunu bilemeseler dahi, koklayarak kanseri teşhis eden köpekler bile var.” Daha önce yapılan çalışmalarda, akciğer enfeksiyonlarına yol açan bakterilerin türü, hatta mide kanserinin bile nefesten anlaşılabileceği belirlenmişti. Ancak nefesteki maddelerin kişiye has olup olmadığı, gerçek ve her defasında tekrarlanan “nefes izi” olup olmadığı bilinmiyordu. 42 İSTASYON aşk mektubu n Devir, hız devri. Sadece iş dünyasında değil, özel hayatımızda bİr mİlyon çocuĞa yaşama şansı sonunda oldu! İnsan embrİyosu kopyalandı n Cell adlı dergide yayınlanan bir makale, tıpta önemli bir aşamanın müjdesini verdi. Makalede Amerika’daki Oregon Sağlık ve Bilim Üniversitesi’nden bir grup biliminsanının, yaptıkları onca araştırma ve deneyin sonucunda insan embriyosunu kopyalamayı başardığı anlatılıyordu. Tıp camiasının, vücuttaki hasarlı organların tamir edilmesinde başvurduğu yöntemlerden biri olan kök hücreleri elde edebilmek hedefiyle yola çıkan biliminsanları, bağışlanmış dahi olsa, embriyolar üzerinde deney yapmanın yanlışlığına dikkat çekenlerin eleştirilerini dikkate alarak embriyo kopyalamaya karar verdi. Bağışlanan embriyolardan elde edilen kök hücreler, halen görme güçlüğü çekenlerin tedavisinde kullanılıyor. Ancak kimi hastaların vücudu, sözünü ettiğimiz şekilde üretilen hücreleri reddedebiliyor. Embriyo kopyalamada, 1996 yılında İngiltere’de Dolly adlı koyunun kopyalanmasında kullanılan yöntemlere başvuruldu. Bir yetişkinden alınan deri hücreleri, kendi DNA’sından arındırılmış insan yumurtasına yerleştirildi. Yumurtanın embriyoya dönüşebilmesi içinse elektrik verildi. Oregon Sağlık ve Bilim Üniversitesi ekibi böylece, döllenmiş yumurtanın peş peşe bölünerek uterus boşluğuna ulaştıktan sonraki ilk hâli olan blastosist evresinde embriyo üretmeyi başardı. Araştırmacıların ilk kez erken gelişim düzeyinde embriyo üretmesi, insanın kopyalanıp kopyalanamayacağı sorusunu da gündeme getirdi. Ancak herkesin takdir edeceği gibi, beş günlük bir embriyo üretmekle, ilk kopya insanın dünyaya gelmesini sağlamak arasında büyük fark var. Üstelik goril ve şempanze başta olmak üzere hayvanlar üzerinde yapılan deneyler, bunun mümkün olmadığını gösteriyor. Ayrıca, tedavi amaçlı hücre üretmekle, üreme amaçlı hücre kopyalamak arasındaki fark nedeniyle birçok ülke uygulamayı yasaklıyor. bisiklet zincirinden çene yapıldı n Tıp sınır tanımıyor. Özellikle tedavilerde kullanılan yöntemler, insanı hayrete düşürüyor. Bisiklet zincirinden çene yapılabileceği kimin aklına gelirdi ki… Ama oldu, kanser nedeniyle yüzünün bir bölümünü kaybeden İngiliz Liese Healing’e bisiklet zincirinden çene yapıldı. 2005 yılında yumurtalık kanseriyle mücadelesinden zaferle çıkan 49 yaşındaki Healing, bu kez de çene kanserine yakalandı. Doktorlar, kanserli bölgeyi temizleyebileceklerini, ancak bunun riskli bir ameliyat olacağını, ameliyat esnasında hayatını kaybedeceğini söylediler. Healing’in her şeyi göze alarak girdiği ameliyat, 12 saat sürdü. Titanyum zincirin yanı sıra Healing’in kolundan alınan deri dokusuyla bir atardamar ve bir damarın kullanıldığı operasyon, son derece başarılı geçti. n Afrika… Büyülü kıta. İklimi, coğrafyası ve kültürüyle yüzyıllardır diğer kıtalardakilerin ilgi odağı. Ancak birçok kişiyi etkileyen niteliklerine rağmen yaşam hayli çetin Afrika’da… Özellikle de çocuklar için. Her yıl, binlerce çocuk, çeşitli nedenlerle yaşamdan kopuyor bu kıtada. İşte bu gerçekten hareket eden, İngiltere’nin en büyük ilaç üreticisi GloxoSmithKline, Afrika’daki çocuk ölümlerini bir nebze azaltacak ilaçlar geliştirmek üzere yardım kuruluşu Save the Children ile ortaklık başlattı. Bir yardım kuruluşunun büyük bir ilaç firmasıyla işbirliği yapmasına eleştirel yaklaşanlar, GloxoSmithKline’ın reklam yaptığı ve gelişmekte olan piyasalara ulaşmaya çalıştığını belirtenler olsa bile, hedef büyük: Çünkü ilaç şirketi ve yardım kuruluşu, oluşturdukları proje çerçevesinde, Afrika kıtası genelinde bir milyon çocuğun hayatını kurtarabileceklerini iddia ediyorlar. da hızlı davranır hale geldik. Teknoloji, hem daha hızlı bir yaşamın kapılarını aralıyor hem de o yaşamı konforlu kılacak ürün ve hizmetler üretiyor. Görüntülü ya da akıllı telefonlar, SMS’ler, e-postalar, sosyal paylaşım alanları… Kimsenin kimseye mektup yazacak zamanı ve enerjisi yok artık. Oysa bir dönemin en popüler haberleşme araçlarından mektuplar, hâlâ, yazana da alana da kendini iyi hissettiriyor. Bunun en önemli katını ise Amerikalı bir kadın. Okulundan mezun olduktan sonra New York’a yerleşen Hannah Brencher, depresyonla baş edebilmek için enteresan bir yöntem buldu. Brencher, üzerinde “Bu mektubu bulduysan senindir” yazılı mektuplarını trene, kafeteryalara, kütüphaneye ve hatta Birleşmiş Milletler binasına bıraktı. Brencher’in tek amacı depresyondan kurtulmak değildi, o rastgele yapılan bu nezaket ve sevgi gösterisinin herkese iyi geldiğini savunan grupların görüşlerinin ne derece doğru olduğunu ispat etmek istiyordu. İlk bakışta saçma bir tezmiş gibi görünse de yapılan araştırmalar nezaketin akıl ve ruh sağlığına iyi geldiğini kanıtlıyor. Emotion adlı dergide yayınlanan araştırmaya göre, başkalarına iyi ve nazik davranmak sosyal anksiyete bozukluğu olarak adlandırılan kaygı rahatsızlığının tedavisinde etkili olabiliyor. rujunuzu tazelerken dİkkat! n Güzelleşmek, güzel görünmek kadınların en büyük isteği; hem de yüzyıllardır. Kozmetik sektörü bu isteği karşılamak amacıyla vargüçleriyle çalışırken, tıp dünyasından gelen haberler endişe veriyor. Makyaj yaparken kullanılan malzemelerin, uzun vadede cilde zarar verdiği artık herkes tarafından bilinen bir gerçek; bu alandaki son haber ise rujlarla ilgili... Yapılan bir araştırma, ruj ve parlatıcıların içinde birçok zehirli madde olduğunu ortaya çıkardı. California Üniversitesi’ndeki bir grup öğrencinin kullandığı parlatıcı ve rujlarla yapılan araştırmada 32 üründen 10’unda yüksek miktarda krom bulundu. Alüminyum, manganez ve kromlu bu ürünler, akciğer ve mide kanserine davetiye çıkartırken hafızayı etkiliyor, Alzheimer’a neden oluyor. bu kez sİvrİsİnekler korunuyor n Türkiye’de pek rastlanmaması, sıtmanın ortadan kalktığını göstermiyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) verileri, aslında sıtmanın hâlâ tehdit oluşturduğunu kanıtlıyor. Zira söz konusu veriler, yılda 220 milyon sıtma vakasının ortaya çıktığını, 660 bin kişinin bu hastalık nedeniyle yaşamını kaybettiğini söylüyor. Tek bir kişinin bile hayatı son derece değerliyken, WHO’nun rakamları dudak uçuklatıcı. Sıtma, sivrisinekler aracılığıyla bulaşan bir hastalık. İnsanları bu küçük hayvanlardan korumanın mümkün olamayacağı gerçeğinden hareket eden Michigan Devlet Üniversitesi’nden (ABD) bir grup araştırmacı, sivrisinekleri sıtmadan koruyan Wolbachia adlı bir bakteri buldu. Bilim dergisi Science’de yayınlanan makaleye göre, söz konusu bakteri sivrisineklerde sıtma virüsünün yaşamasına izin vermiyor. Araştırmacılar, Wolbachia’nın Ortadoğu ve Asya’da sıtmaya neden olan Anopheles stephensi sivrisineklerinde etkili olduğunu, Afrika’daki Anopheles gambiae sineklerinde denenmediğini söylüyorlar. İSTASYON 43 OTOMOTİV Öne çıkan hibrid ve elektrikli modeller Yüksek maliyetler, hibrid ve elektrikli otomobillerin yaygınlaşmasını zorlaştırsa da petrolün bir gün bitme ihtimali, onların geleceğin ulaşım araçları olmasını sağlayacak. sunuyor. Batarya tükendiğindeyse jeneratör görevi gören benzinli motor devreye girerek elektrik motorunu besliyor. Böylece şarj kaygısı yaşamadan 500 km menzil elde ediliyor. Ampera, 0-100 km/s hızlanmasını 9 saniyede tamamlayıp 160 km/s maksimum hıza ulaşıyor. CO2 salımı ise sadece 27g/km. ➤ PrIus YAZI: Edmon BEkyan Prius modeliyle hibrid teknolojisini 2007 yılından itibaren seri üretim olarak sunan ilk marka olan Toyota, bu alandaki en iddialı isimlerden biri. Prius’un ülkemizde de satışa sunulan üçüncü kuşağında yer alan 1,8 litrelik içten yanmalı motor, iki adet elektrik motorunun da yardımıyla 100 km’de ortalama 3,9 litre yakıt tüketiyor. CO2 salımı ise 89g/100km. Prius, benzinli ve elektrikli motorlarından elde ettiği 136 beygirlik güç sayesinde, 0-100 km/s hızlanmasını 10,4 saniyede tamamlayıp 180 km/s maksimum hıza ulaşıyor. Yollar elektrikleniyor Y apılan araştırmalar, dünya petrol rezervlerinin yaklaşık 40 yıl daha yeterli olacağı yönünde. Ancak bu öngörünün ne kadar güvenilir olduğunu bilmek, imkânsız. Petrol sahibi ülkelerin rezervlerini gizli tutmaları ve gelişmekte olan ülkelerin her geçen gün artan talebi, elde edilen verilerin kısa sürede geçerliliğini yitirmesine neden oluyor. Fosil yakıtlar konusunda uzatmaları oynadığımız bu yüzyılda, sona gelinmeden almamız gereken önlemler var. Bu önlemler, hayatın devamlılığını sağlayan ulaşımın durma noktasına gelmesini engelleyeceği gibi, içten yanmalı motorların açığa çıkarttığı zehirli gazların miktarını da önemli ölçüde azaltacak. Bunun gerçekleşmesi için devletler, otomobil üreticileri ve kullanıcılardan oluşan sacayağına ihtiyaç var. 2009’da, Avrupa Birliği’nin aldığı önlemlerin, G8 ülkeleri arasında imzalanan ve 2050 itibarıyla karbon emisyonlarını yüzde 80 oranında düşürmeyi hedefleyen anlaşmanın ve ABD Başkan’ı Barack Obama’nın yollardaki plug-in hibrid ve elektrikli otomobil sayısının 2015 yılına kadar bir milyona ulaşması için attığı adımların önemi büyük kuşkusuz. Alternatif yakıt kullanan araçlara sağlanacak vergi teşviklerinin bu araçlara olan ilginin artmasında ve şirketlerin daha büyük yatırımlara yönelmesin- En uygun fiyatlı hibrid otomobil olan Yaris, 72 beygir gücünde 1,5 litre benzinli ve 60 beygir gücünde elektrik motora sahip. 165 km/s maksimum hıza ulaşan Yaris hibrid, 0-100 km/s hızlanmasını CVT şanzımanının yardımıyla 11,8 saniyede tamamlıyor. Ortalama tüketimi 3,7lt/100km olan otomobilin CO2 salımı 85g/100km. ➤ 508 HYbrId4 ➤ CaYenne HIbrId Yüksek performanslı SUV sınıfında hibrid teknolojisine yer vererek herkesi şaşırtan Porsche, dinamik kullanımın yüksek tüketim ve atık gazla paralel gitmesinin şart olmadığını kanıtlıyor. Elektrik motorunun 47, 6 silindirli benzinli olanının 333 beygir güç ürettiği Cayenne S, 100 km/s hıza 6,5 saniyede ulaşıyor. Maksimum hızı 242 km/s olan Cayenne S Hybrid’in ortalama yakıt tüketimi 8,2 lt/100km. Bu, CO2 salımı 193g/ km olan hibrid’in standart modele kıyasla 100 km’de 2,3 lt daha az tükettiğini gösteriyor. ➤ ix35 Fuell Cell ÜST TE : A lEx E y D uD o lA D ov /G ET T y ı mA GE S Tu r k Ey Benzin ve elektrik motorunun birlikte kullanıldığı hibrid sistem, daha büyük hacme sahip motorların ulaştığı gücü/performansı, daha düşük tüketim ve buna bağlı olarak CO2 salımıyla sunuyor. Araç ilk olarak elektrik motorunun yardımıyla hareket ediyor. Sürüş esnasında her üreticinin kendi belirlediği hıza ve menzile uygun olarak devrede kalıyor. Daha fazla gücün gerekli olduğu sollama veya yokuş çıkılması gibi durumlarda benzinli motor da devreye giriyor. Performanslı kullanımda öncelik benzinli motora geçerken, ayağınızı gazdan her çektiğinizde motorda oluşan kompresyon esnasında açığa çıkan enerji, elektrikli motora güç vermek için bataryalarda enerji olarak depolanıyor. Aynı işlem her frene bastığınızda tekrarlanıyor. İSTASYON ➤ YarIs HIbrId de rolü de azımsanacak gibi değil. Üreticilerse hibrid ve elektrikli otomobilleri geliştirip içten yanmalıların kullanım standartlarına (menzil, yol tutuş, fiyat) ulaştırmak için üstün bir çaba gösteriyor. Farklı bir yol izlemeyi tercih eden Hyundai’nin bu soruna cevabı hidrojen oldu. Bu otomobillerin yaygınlaşmasında son sözü söyleyen tüketicilerse her geçen gün artan çevre bilinciyle tercihlerinde değişikliğe gitmeye başladı. Buna rağmen yeni teknolojinin beraberinde getirdiği yüksek maliyeti üstlenmek istemedikleri için 2020 yılına kadar satılan her 100 otomobilden sadece beş tanesinin elektrikli olacağı öngörülüyor. Artan şarj istasyonları ve uygulanacak vergi indirimleri bu oranın ikiye katlanmasında önemli rol oynayabilir. Arada kalan zaman dilimindeyse var olan içten yanmalı motorların downsizing prensibiyle güçlerinin artırılıp hacimlerinin ve tüketimlerinin azaltılmasıyla ilgili modernizasyon çalışmaları bütün hızıyla devam ediyor. Örneğin sadece Audi, bunun için son iki yılda 5,5 milyar Euro yatırım yaptı. Kesin olan bir şey varsa o da yarınlar için bugünden harekete geçmemiz gerektiği. Biz de otomotivde bu alanda neler olup bittiğini yansıtabilmek için son teknolojinin kullanıldığı farklı sınıflardaki modelleri sizin için araştırdık. Hybrid çalışma prensibi 44 maksimum sürate çıkıyor. Deposu yaklaşık 50 TL’ye dolan ve 5,6 kg hidrojen alan ix35 Fuel Cell, bir sonraki doluma kadar 588 km yol yapabiliyor. ➤ OPel amPera Bu sınıftaki en fütüristtik tasarıma sahip Ampera, 150 beygir gücünde elektrik ve 86 beygir gücünde benzinli motora sahip. Opel, Ampera’da hibrid sisteminden farklı bir yol izlemeyi tercih etmiş. Otomobil sadece elektrik motorundan elde ettiği güçle hareket ediyor. Standart elektrik prizi yardımıyla 3,25 TL karşılığında altı saatte şarj olan batarya, Ampera’ya ortalama 60 km menzil İlk dizel hibrid’in üreticisi olan Peugeot, bu teknolojiyi 3008 ve 508 modellerinde sunuyor. İki seçenekte de kullanılan 2.0 litrelik turbodizel 163, elektrik motoru ise 37 beygir güç üretiyor. Arka aksa monte edilen elektrik motoru devreye girip benzinli olanı desteklediğinde 508, dört çeker olarak yol alıyor. Toplamda elde edilen 200 beygir, yola 6 ileri otomatik şanzıman yardımıyla aktarılıyor. Sürücü, Auto, ZEV, Sport ve AWD olmak üzere dört farklı sürüş modu arasında seçim yapabiliyor. ZEV tercih edildiğinde öncelik elektrik motoruna veriliyor ve yaklaşık 3,5 km emisyonsuz bir sürüş elde ediliyor. 508 HYbrid4’ün kilometre başına ürettiği CO2 oranı 95 g. ➤ FluenCe Z.e Elektrikli otomobiller söz konusu olduğunda satışa sunduğu modellerin çokluğuyla ilk sıralarda yer alan Renault, Bursa’daki fabrikasında 2011 yılının sonunda Fluence Z.E’yi üretmeye başladı. Fluence’in konforunu elektrikli motorun sağladığı düşük maliyetle sunan elektrikli versiyonun 95 beygir güç üreten motorunu, 6-8 saatte şarj edilen bataryalar besliyor. Uzun zaman alan bu dolum, fiyatı yaklaşık 2 bin 500 TL olan hızlı şarj ünitesini kurdurmayı gerektiriyor. Bunun için ya müstakil evde oturmanız ya da garajınızın bu işleme müsait olması gerekiyor. Alternatif yakıt ve teknolojiler konusunda elektrik veya hibrid seçeneklerinden farklı bir çözüm sunan Hyundai, dünyada hidrojenle çalışan yakıt hücreli otomobillerin seri üretimine başlayan ilk marka oldu. ix35 Fuel Cell, özel dolum istasyonlarından aktarılan hidrojeni yakıt hücreleri yardımıyla elektriğe dönüştürerek aracın hareket etmesini sağlıyor. Bu işlem sonucunda hidrojen ile oksijenin tepkimeye girmesi nedeniyle egzozdan sadece su açığa çıkıyor. Kore’de deneme fırsatı bulduğumuz ve sürüş-performans özellikleri standart ix35’le aynı olan hidrojenli ix35, 100 km/s hıza 12,5 saniyede ulaşıp 160 km/s İSTASYON 45 UZMAN GÖZÜYLE Aydınlatma sistemi ve muayenesi 10. arka SiS lamBaSı: Yoğun siste aracın arka taraftan daha kolayca görünebilmesi için kullanılan lambadır. Tek bir sis lambası varsa, solda veya ortada olmalı; sağ tarafta tek olarak bulunmamalıdır. 11. Stop lamBaSı (fren): Aracın arkasındaki diğer sürücü veya kullanıcılara, sürücünün servis frenini kullandığını gösteren lambadır. 1 Ekim 2001’den itibaren otomobillerde üçüncü stop lambası kullanılması zorunlu hale getirilmiştir. TÜVTÜRK Teknik Eğitmeni Rıdvan İlhan, İstasyon okurlarına, araçlarda iki farklı amaç üzerine inşa edilen aydınlatma sistemlerini ve bu sistemin muayenesini anlatarak muayene edilen unsurlar hakkında bilgi veriyor. 12. Geri yanSıtıcı: Araca bağlı olmayan bir ışık kaynağından yayılan ışığı yansıtarak, kaynağın yanında bulunan bir gözlemciye aracın varlığını göstermek için kullanılır. 13. Geri viteS lamBaSı: Aracın arkasında bulunan alanı aydınlatmak ve aracın geriye doğru gittiğini veya gideceğini diğer kişilere ikaz etmek için kullanılan lambadır. 14. plaka aydınlatma lamBaSı: Arka plaka için ayrılmış bölgeyi aydınlatmak için kullanılan lambadır. Araçların aydınlatma sistemleri, iki farklı amaç üzerine şekillenir. 1. Amaç: Görebilmek ve görülebilmektir. 2. Amaç: İkaz ışıkları sayesinde niyetini ya da durumunu karşı tarafa iletmektir. Şimdi aydınlatma sistemlerinin araç üzerindeki yerlerine, renklerine ve genel şartlarına göz atalım. 10 11 1. UzUn fAr: Yolu uzun bir mesafede aydınlatmak için kullanılan lambadır. 2. KısA fAr: Gelen sürücüleri rahatsız etmeden veya gözlerini kamaştırmadan aracın önündeki yolu aydınlatmak için kullanılan lambadır. 1 3 3. PArK lAmbAsı: Duran bir aracın diğer kişilerce fark edilmesi için kullanılan lambadır. Böyle durumlarda söz konusu lamba, ön ve arka pozisyon lambalarının yerini alır. 7 4 6. tehlike ikaz işareti (dörtlü ikaz): Aracın, yolu kullanan diğer araçlar için geçici olarak özel bir tehlike oluşturduğunu göstermek amacıyla, yön belirtme lambalarının tamamının aynı anda yakılmasıyla yapılan bir işlemdir. 7. ön SiS lamBaSı: Sis, sağanak yağmur, kar yağışı veya toz bulutu durumlarında yolun aydınlatılmasını artırmak için kullanılan lambadır. 13 2 4. Sinyal: Yön belirtme lambası olarak da adlandırılan sinyal, diğer kullanıcılara aracın sağa veya sola doğru yön değiştirme niyetinde olduğunu göstermek için kullanılan lambadır. 5. Beyaz reflektör: Römorkların ön kısmında bulunması gereken şeffaf reflektördür. Motorlu araçlarda isteğe bağlıdır. 5 12 6 Karayolları Trafik Yönetmeliği’ne göre traktörlerde flaşörlü yanıp sönen, sarı ışıklı, dönerli uyarı lambası bulunması zorunludur. Ayrıca bu lambanın diğer aydınlatmalardan ayrı bir anahtarla kumanda edilmesi gerekmektedir. Traktör römorklarında ise arka işaret levhası bulunmalıdır. 14 Xenon (Gaz deşarjlı) farlar Gaz deşarjlı (XENON) far kullanan motorlu araçlarda, 76/756/AT direktifinin uygulanmaya başlanmasıyla birlikte, araçlarda ilave olarak far yıkama, temizleme mekanizması ve otomatik çalışan far seviye ayarı bulundurulması zorunlu hale geldi. Otomatik olarak çalışan far seviye ayarı, mekanik bir seviye kontrol mekanizmasıyla elde edilebileceği gibi, havalı süspansiyon sistemi kullanılan araçlarda süspansiyon sisteminin kendisiyle de sağlanabilir. Havalı süspansiyon sistemi, aracın yükleme durumuna göre otomatik olarak aracın yerden seviyesini her zaman aynı konumda tutar. 76/756/AT direktifinin zorunlu olarak uygulamaya başlanmasından önce trafiğe çıkan araçlarda, araç üzerindeki orijinal far sökülerek yerine XENON far takılmışsa far yıkama ve temizleme mekanizması ve otomatik olarak çalışan far seviye ayarı bulundurulması zorunludur. Araç üzerindeki orijinal far sökülerek yerine XENON far takılmışsa bu durum AİTM kapsamında tadilattır, proje ile değişiklik yapılması ve tadilat muayenesi zorunludur. komple işaretleme örneği kısmi işaretleme örneği Araçların gece görünürlüğünü artırmak için model yaşı 2012 ve sonrası olan ağır vasıtalarda (kamyon, römork, yarı römork), araç arkasına ve yanına çepeçevre ve/veya boylamasına takılan reflektif şeritlerdir. Bu şeritler, E veya e onaylı olmalıdır. Aracın yan tarafına beyaz veya sarı renkte, arka kısmına ise kırmızı veya sarı renkte reflektif şerit uygulaması yapılmalıdır. 8. Gündüz lamBaSı: Gündüz seyir halindeyken aracın daha kolay görülebilmesini sağlamak için kullanılan lambadır. 9 9. dönüş (köşe) lamBaSı: Sağa ya da sola dönüşlerde, aracın dönüş yaptığı yönü aydınlatan lambadır. Ön aydınlatma lambaları, asla kırmızı renk olmaz. Ön aydınlatma, beyaz renktir. Arka aydınlatmalar içerisinde geri vites haricinde beyaz renk olmamalıdır. 46 İSTASYON Ön ve arka park lambalarıyla plaka aydınlatma lambası, aynı anda ve birlikte yanar. Bu lambalar yakılmadan farlar ve sis lambaları çalışmamalıdır. 8 Aydınlatma sistemindeki camlarda kırık, çatlak ve hasar olmamalıdır. İSTASYON 47 SoSyal medya netnografi nedir? markalar nasıl faydalanabilir? Sosyal medyada her platformda olmak zorunda mıyız? BloG yazmak İçİn 10 neden n Blog yazmanın pek çok amacı, faydası var. Biz de sizin için kendi nedenlerimizi topladık: 1. Fikir ve düşüncelerinizi ifade etmek için: Dünyaya söyleyecek iki çift lafınız varsa, bloglar size onları duyurabileceğiniz ortamı sağlar. 2. Kendinizi ya da işinizi tanıtmak için: Blog yazmak, internetteki varlığınızı sağlamlaştırdığından, kendinizi ya da çalıştığınız şirketi tanıtmak için en iyi ve en samimi yöntemlerden biri. 3. İnsanlara yardımcı olmak için: Birçok kişi, kendileriyle benzer sorunlar yaşayan ve sorunlara çözüm arayanlara yardımcı olmak için blog yazıyor. 4. Uzmanlığınızı kanıtlamak için: Bloglar ilgilendiğiniz alanda kendinizi bir otorite olarak kabul ettirmede size yardımcı olacak en etkili yöntemlerden biri. 5. Size benzer insanlara ulaşmak için: Bloglar, hiç tanımadığınız, ama sizinle benzer zevk ve ilgi alanlarına sahip kişilere ulaşmanıza ve fikir alışverişinde bulunmanıza yardımcı olur. 6. Fark yaratmak için: Politik ya da sosyal konu odaklı birçok blog, okurlarının fikrini belli bir yönde değiştirmeyi amaçlayıp fark yaratmaya çalışır. 7. Gündemi yakalamak için: Bir blogun başarısı, güncel ve doğru bilgiler vermesinde yatar. Blog yazarı da bunu sağlayabilmek için sürekli gündemi takip etme fırsatı bulur. 8. Bağlantıları koparmamak için: İnternet genişledikçe dünya daralıyor, sınırlar kalkıyor. Dünyanın öbür ucundaki tanıdıklarınız veya dostlarınızla ilişkinizi kesmemenize yardımcı olan bloglar bunun iyi bir örneği. 9. Para kazanmak için: Her blog yazarının blogu üzerinden para kazanamadığı bir gerçek. Ancak çoğu başarılı yazar, reklam ve diğer kazanç getiren yollardan elde ettiği gelirle geçimini sürdürebiliyor. 10. Eğlenmek için: Bilgi verme dışında, pek çok blog eğlence amacıyla var. Belli bir konuya olan tutkunun yaratıcı bir şekilde dışa vurulmasında eğlence de önemli bir faktör. konum tabanlı uygulamaların geleceği n Şu an bir TÜVTÜRK Araç Muayene İstasyonu’ndaysanız ve konum tabanlı uygulamalarla aranız iyiyse, muhtemelen check-in’inizi yapmışsınızdır. Ama bu uygulamalarla arası olmayanlar için özetleyelim: Konum tabanlı uygulamalar, o an hangi mekânda olduğunuzu bildirmenize, arkadaşlarınızla paylaşmanıza, mekân hakkında tavsiyeleri okuyup -varsa- promosyonlarına katılmanıza yarar. Foursquare ve Facebook Places en sık kullanılan konum tabanlı uygulamalardır. Akıllı telefonların artmasıyla birlikte konum tabanlı uygulamaların kullanımı da yaygınlaştı. Özellikle Foursquare’deki “oyunlaştırma” senaryolarıyla kullanıcılar, arkadaşlarıyla yarışır, çeşitli rozetler kazanır ve mekânların müdavimleri olup çeşitli avantajlar yakalar. İşletme sahipleri açısındansa bu uygulamalar, işletmeyi yakından tanıtma ve müşteri/kullanıcı yorumlarına direkt olarak ulaşma imkânı sağlar. Beğendiğimiz ve sık gittiğimiz mekânlara göre tavsiyelerde bulunabilen konum tabanlı uygulamaların sunduğu avantajlar, yakın gelecekte bunlarla kısıtlı kalmayabilir. Nereye gittiğimizi anlayabilen, çevremizdeki mekânlardan anlık indirim kodu alabilen veya biz restorana varmadan en sevdiğimiz yemeği sipariş edebilen bir asistanımızın olması, fena olmazdı... 48 İSTASYON n Dijital dünya, platformlar kazanı… Wikipedia’nın sosyal ağlar listesi bile adını hiç duymadığımız platformlardan oluşuyor. Markalar da dijital dünyaya girerken her platformda olmak istiyor. Çok basit, bir o kadar da markayı ikna etmesi zor bir konudur her platformda olmak zorunda olmadığımızı anlatmak... Takvimler 2008 Mayıs’ı gösterdiğinde, Facebook dünya genelinde ilk kez, aylık tekil kullanıcı bazında MySpace’i geçmişti. Öncesinde popülaritesi ve kullanıcı sayısı artan bir platformdu. Şu an dünyada 1 milyardan fazla kişi Facebook’u aktif olarak kullanıyor. Yukarıdaki bilgide önemli olan, platformların zamanla değiştiği, bugün var olan platformun yarın olamayabileceğine vurgu yapmak... Pek çok marka, “her platformda olalım,” düşüncesiyle ajansa geldiğinde, ajans markaya tüm samimiyetiyle her yerde olmak zorunda olmadıklarını söyleyebilmeli. Evet, her platformda olmak zorunda değilsiniz. Hedef kitleniz şu anda tüm platformlarda, siz orada olmasanız bile hakkınızda bir şeyler söylüyor olabilir, ama bu illaki orada bulunmak zorunda olduğunuz anlamına gelmesin. Her platformda neden var olalım? Nasıl yer alalım? Bu ve benzer soruları cevaplamadığımız sürece, her platformda olmamızın bir anlamı yok. Aktif olmadan var olmaktansa, hiç var olmamak daha iyidir. Platform stratejinizin olması, atacağınız adımları daha sağlam ve planlı atmanız demek. Her platform özelinde söyleyecekleriniz, stratejiniz ve hedefleriniz olmalı. Eğer her yerde olmamız gerekiyorsa, bu platformları fazlandırmak sağlıklı bir çözüm olacaktır. Örneğin ilk çeyrekte Facebook ve Twitter’da var olacaksak, ikinci çeyrekte Foursquare ve LinkedIn’de olmak gibi. Ali Erkurt, Strateji ve Reklam Yönetimi Ekip Lideri, Likeable Istanbul n Küçük ve orta ölçekli işletmeler, Türkiye’de yüzde 98’lik bir paya sahip. Büyük bütçeli, geleneksel pazarlamaya sıcak bakmayan bu işletmeler, devasa holdinglerle nasıl başa çıkabilir? Bu sorunun cevabı iki kelimede saklı: Sosyal medya… Günümüzde, gerçek kullanıcı etkileşiminin büyük bütçeli kampanyalardan daha önemli olmasının en önemli nedeni sosyal medya… Peki, KOBİ’ler sosyal medyayı nasıl aktif olarak kullanabilir? Öncelikle ihtiyaçların çok iyi bilinmesi gerekiyor. Kime, hangi kanaldan, nasıl ulaşacağının analiz edilmesi şirketleri, düşük bütçelerle sosyal medyada dev firmalara kafa tutabilecek duruma getirebiliyor. Öncelikle hangi sosyal ağlarda yer alınacağına karar verilmeli. İyi bir strateji, illaki tüm sosyal ağlarda bulunmak demek değildir. Hedef kitlenin belirlenip, onlarla kısa ve net bir iletişim kurulmalı. Herkesi müşteri olarak görmemeli, ama herkese potansiyel müşteri olarak yaklaşılmalı. Unutmamalı ki; ağızdan ağza yayılma sayesinde vezir olmak da mümkün, rezil olmak da. İlk etapta milyonlarca takipçi olmayabilir. Ama iyi bir etkileşimle kurulan çekirdek kitle, hiç planlanmayan daha geniş kitlelere ulaşmanın yolu olabilir. Bir web sitesi veya bloga sahip olmak, etkileşimin ve iletişimin devamlılığı için faydalı bir etkendir. Ülkemizde son dönemde özellikle küçük işletmelerin e-ticaret girişimleri, sosyal medyanın etkin kullanımı sayesinde planlanandan daha hızlı büyüyor. Ayrıca ülkemizde 30 milyondan fazla Facebook kullanıcısının olduğunu varsayarsak, geleneksel kanal ve potansiyel müşterilere ulaşmanın en hızlı ve düşük maliyetli yolu, sosyal medyadan geçiyor. n Sosyal medyanın günlük ilişkilerimizi şekillendirmesi bir yana, satın alma kararlarımız üzerinde her geçen gün biraz daha fazla rol oynamaya başladı. 30 milyondan fazla Facebook kullanıcısına sahip olan ülkemizde de tüketiciler, markalara sosyal medya aracılığıyla ulaşmayı tercih ediyor. En tarafsız bilgi kaynağı olarak gördükleri, “kendileri gibi olan” diğer insanlara ulaşma imkânı, bu durumu çok daha cazip kılıyor elbette. Peki, markalar bu iletişimi kitleleri hakkında detaylı bilgi toplamak, hatta kullanıcıların kendi aralarındaki etkileşime yön vermek için nasıl kullanabilir? Bu sorunun cevabı “netnografi” adı verilen araştırma yönteminde saklı. Netnografi, bir toplumu anlayabilmek için belli bir süre o toplumun içinde yer almaya dayanan etnografi yönteminin dijital pazarlamadaki yansıması. Markalara ya da belirli ürün gruplarına ilgi duyanlar, sosyal medyayı kullanarak bir araya gelip, ürünlerle ilgili fikirlerini birbirleriyle ve markalarla paylaşıyor. Markalaraysa bu iletişimi netnografik gözlemle yakından izlemek ve hedeflerine ulaşmalarına yardımcı olacak çıkarımlarda bulunmak kalıyor. Markalar, internetteki izlenimlerini kontrol altına almak için kendi web sitelerini, bloglarını ve sosyal mecralarını yönetiyor. Ancak bunun yeterli olmadığını ve kontrolleri dışında gelişen sanal iletişimi de yakından takip etmeleri gerektiğini unutmamalılar. Tüketicilerin en içten ve tarafsız görüşlerini, ürün geliştirme sürecine dâhil edip yenilikçi çözümler üretebilme, pazarı etkileyen faktörleri saptama ve marka hakkındaki görüşlere zamanında yön verebilme gibi avantajlarıyla netnografinin, sosyal medyanın pazarlama gücüne katacağı çok şey var. Barış Can Pelin, Sosyal Medya Uzmanı, Likeable Istanbul Berry Azaryad, Sosyal Medya Uzmanı, Likeable İstanbul SoSyal medya koBİ’ler İçİn neden Önemlİ? klout, PeerIndex gibi servisler ne işe yarar? n Klout, sosyal medya hesaplarınızı bağladığınız, bunun sonucunda sosyal medya etkinliğinizi (influence) 100 üzerinden puanlayan bir servis. Benzer hizmeti veren Kred, PeerIndex gibi servisler de mevcut. PeerIndex’te de tıpkı Klout’ta olduğu gibi etki derecenize göre ürünler, indirimler, ikramiyeler (Perks) kazanabiliyorsunuz. Bir anlamda sosyal medya karnenizi ortaya çıkaran bu servisler, belli markaların sunduğu avantajları size doğrudan kazandırabiliyor. Amerika’da işe alımlarda Klout skoruna bakıldığı da oluyor. Klout skoru 34 olan biri yerine, skoru 67 olan başka birisinin alınmasıyla ilgili haberler yayınlanmıştı. Klout skoru 74 olan bir grafik tasarımcı, skorunu hep yüksek tutmak için günde 45 tweet’e kadar paylaşım yaptığından bahsetmişti. Sosyal medya sayfaları Klout’un işe alımdaki etkisi böyleyken, sadece işe alım ve kariyer özelinde hizmet veren Reppify’dan da bahsedeyim. Reppify, iş başvurusu yapan adayları belli kriterlere göre yaptığı puanlamayla sıralıyor. Böylece işe alım sürecinde adaylar hakkında fikir veriyor. Stephen King, yeni e-kitabı Mile 81 için Klout’ta kitap konusundaki etki sahibi kullanıcıları (Influencer) hedeflemiş ve e-kitabı ve yeni romanından bir bölümü ilk kez onlarla paylaşacağını duyurmuştu. Doğru hedef kitleye, konuşacağı ve paylaşacağı değerli bir şey sunma açısından Klout doğru bir platform olarak kullanılmıştı. Ne Facebook ne Twitter… Sadece Klout. Bu tür puanlama hizmeti sunan servisler sağladıkları ayrıcalıklarla dijital dünyadaki yerlerini giderek sağlamlaştıracak mı, yoksa önemsiz birer puan aracı mı olacak, yakın zamanda hep birlikte göreceğiz... ve tarafından hazırlanmıştır. İSTASYON 49 OYuN HAZIRLAYAN: RESUL BUKSUR BiR moBil OYuN KONSOLu PRojeSi n Geçtiğimiz aylarda tanıtımı yapılan yeni SOSYAL MEDYADAN KOPAMAYANLARA: HOME n Facebook, internette doğsa da artık akıllı cep telefonları ve tabletlerde yaşıyor. Şirket bunu görmüş olsa gerek ki, Android sistemli akıllı telefonları için Home adında özel bir aplikasyon çıkardı. Aplikasyonun özel tasarlanmış grafik arayüzü sayesinde, telefon adeta mobil bir Facebook terminali haline geliyor. Son sürüm Android sistemleri destekliyor ve sosyal medyadan kopamayanlar için ilaç gibi. taşınabilir oyun konsolu NVIDIA Shield, çok yakında oyunseverlerle buluşacak. Akıllı telefonlara işlemci üreten ve grafik işlemciyle ünlü NVIDIA, bir süre önce her yere taşınabilecek güçlü bir oyun konsolu projesi başlatmıştı. Dünyada ilk defa şirketin Tegra 4 işlemcilerini kullanacak Android’li konsol, 5 inçlik dokunmatik ekran, oyun kontrol tuşları, GPS gibi gelişmiş özeliklere sahip. Büyük ekrana bağlanarak tam bir konsol deneyimi yaşatan ürünün fiyatı 349 Dolar. www.shield.nvidia.com Playstation 4 cezbediyor n Mayıs ayında duyurduğu ve sadece oyun kontrol ünitesini görebildiğimiz Vine’laşalım canlanalım n Twitter’ı yaratan ekipten çok farklı bir servis geldi. 140 karakterden oluşan metin mesajlarla popüler olan Twitter, Vine ile metin yerine kısa videoları paylaşabileceğiniz bir ortam oluşturuyor. Videoları kendine ait özel bir teknolojiyle kolayca paylaşılabilecek hale getiren aplikasyon bir hayli ilgi görüyor. TURKcellTVPlUS n Turkcell’in TVPlus’u sayesinde akıllı telefon, tablet, web gibi birçok araçtan televizyon kanalını izlemek ve film kiralamak mümkün… Diziler ve seçme videoların bulunduğu bu sistemde farklı paket seçenekleri de var. Aylık 1,90 TL’den başlayan fiyatlarla sahip olunabilecek TurkcellTVPlus’ta yayın kalitesi izleyicileri tatmin etse de kanal sayısı zayıf kalıyor. 50 İSTASYON Sony’nin popüler oyun konsolu PlayStation 4’ün detayları E3 oyun fuarında ortaya çıktı. Yeni kablosuz kontrol ünitesi DualShock4 ve yeni kamera aksesuarıyla birlikte, oyun konsolunun sonbaharda satışa çıkacağı açıklandı. Yeni PlayStation, daha köşeli ve keskin bir tasarım ruhuna sahip. Yeni çıkan rakibi Xbox One’dan daha güçlü bir donanımı bulunmakla birlikte daha ince kalmayı başarmış. PS4‘ün Xbox One karşısındaki bir diğer önemli avantajıysa, fiyatı. Microsoft, Kinect ve SmartGlass’la birlikte gelen yeni konsolunun fiyatı 499 Dolar’ken, Sony, PS4’ün fiyatını 399 Dolar olarak açıkladı. Yeni çevrimiçi ve sosyal oyun seçenekleri, mobil oyun konsolu PSVita entegrasyonu, müzik, film, TV gibi içerik servisleriyle yılsonunda satışa çıkması bekleniyor. 8 çekirdekli x86-64 AMD Jaguar işlemci kullanan PS4, 8 GB RAM ve 500 GB dâhili belleğe sahip olacak. www.sony.com Salonda konsol savaşı başladı n Microsoft sürpriz yaparak yeni oyun konsolunu resmen duyurdu. Xbox One adı verilen yeni konsolun barındırdığı özellikler, oldukça olumlu tepkiler almayı da başardı. 8GB RAM belleği, Blu-ray oynatıcısı, 500 GB dâhili belleği bulunan ürünün yılsonundan önce, 499 Dolar’lık fiyat etiketiyle raflarda olması bekleniyor. Microsoft’un önemli rakiplerinden Sony, kısa bir süre önce PlayStation 4’ü çıkardığını oyun meraklılarına duyurmuştu. Daha önce de efsane Nintendo, tabletle kontrol edilebilen oyun konsolu Wii U’yu çıkarmıştı. Böylece, 2013 yılında tüm rakipler salondaki son silahlarını sahaya sürmüş oldu. Android sistemli bağımsız oyun konsollarını da göz ardı etmemenizi öneririz. www.xbox.com C C M M Y Y CM CM MY MY CY CY CMY CMY K K SİnEma-Tv akTİvİTE Duvarları Yıkan aDam bahsettiğimiz termometrelere yansıyan sıcaklık değil. Bugüne kadar birçok ünlü sanatçıyı ağırlayarak bu konuda belli bir profesyonelliğe ulaşan İstanbul, geleneği bu yaz da bozmuyor. Sultanların şehrinde sevenleriyle müzik aracılığıyla buluşacakların arasında kimler yok ki… Iron Maiden, Snoop Dogg, Alicia Keys akla ilk gelen isimler. Ve tabii Roger Waters. Pink Floyd’un efsane ismi Roger Waters, yedi yıl aradan sonra hayranlarıyla bir kez daha buluşacak. Gelmiş geçmiş en iyi turnelerinden The Wall’un Temmuz ayında başlayan Avrupa ayağı kapsamında, konser verecek olan Waters, eski ve yeni binlerce hayranına seslenecek. Müzik dünyasının nev-i şahsına münhasır isimlerinden biri Roger Waters. Onun müziğini anlamak için hayatıyla ilgili fikir sahibi olmak gerekir, zira bugün 70’li yaşlarında olan sanatçının doğumundan günümüze başından geçenler, müziğinin şekillenmesinde önemli bir oynuyor. Henüz beş aylıkken, babasını savaşta kaybeden sanatçı, gençlik yıllarında gittiği askeri okuldan kovulur ve nükleer silahsızlanma için mücadele eden bir gruba üye olur. Eğitim için gittiği Londra’da Nick Mason ve Richard Wright ile tanışır. 1965’te müzikte en az Waters kadar yetenekli ve ondan bin kat daha çılgın Syd Barrett’ın aralarına katılmasıyla Oyunculuk kariyerinin zirvesinde olan Kıvanç Tatlıtuğ, yeni dizisi aracılığıyla gelecek sezon da evlerimize konuk olacak. n İstanbul Modern, sanatseverlerin Dağılan ve hayranlarının tüm ısrarlarına rağmen asla bir araya gelmeyeceklerini açıklayan Pink Floyd’un efsane ismi Roger Waters, yedi yıl aradan sonra yeniden İstanbul’da. n Bu yaz sıcak geçecek, hem de çok sıcak… Ancak GElEcEk SEzon Da kıvanç’lıYız Yarım yüzyıllık retrospektif Pink Floyd efsanesi doğar. Grubun ilk albümündeki 11 şarkının 10’unda Barrett’in imzası vardır ve o Pink Floyd’un her şeyidir. Ancak bu durum uzun sürmez ve Waters dizginleri ele alır. Önce David Gilmour’u gruba dâhil eder, ardından da söz ve müzik yazımındaki yeteneğini kanıtlamak istercesine tüm parçaları kendisi yazar. Takvimler 1985’i gösterdiğindeyse Pink Floyd hayli tantanalı şekilde dağılır. Yoluna tek başına devam eden Waters, 1990’lara kadar yaptığı çalışmalarda kayda değer bir başarı elde edemez. Ancak Berlin Duvarı’nın yıkılması, tüm dünyayı olduğu gibi onun geleceğini de etkiler ve Waters, Anka kuşu misali küllerinden yeniden doğar. Bu tarihten sonra sanatçının solo kariyerine ivme kazandıran, albümlerinden ziyade, teknolojinin sunduğu tüm imkânlardan yararlanarak hazırladığı sahne şovlarıdır... Babasını savaşta kaybeden biri için en büyük sorun savaşların halen sürmesi olsa gerek. Waters da savaşın kendisi ve dolayısıyla müziği üzerindeki etkisini inkâr etmiyor zaten. Hatta “Birinin söylenecek bir lafı varsa, bunu söylemesi vazifesidir,” diyerek bu konuda ne derece net olduğunu belirtiyor. Evet, bu yaz sıcak geçecek. Hem de çok sıcak. Ve 4 Ağustos akşamı, İTÜ Arena’da sahneye çıkacak Waters ve onu dinlemeye gelen binlerce kişi, ortamı daha da ısıtacak. karşısına bu kez “Erol AkyavaşRetrospektif” sergisiyle çıktı. Sanatçının 1950’lerde başlayan ve 1990’ların sonuna kadar uzanan çalışmalarını kapsayan seçki, Ilona Akyavaş’ın himayesinde oluşturuldu. 29 Mayıs’ta açılan ve 25 Ağustos’a kadar ziyaret edilebilecek bu sergi, Akyavaş’ın Doğu-Batı sanat ve kültür dünyası arasında kurduğu kendine özgü sentezini, tuval üzerindeki zaman içinde dönüşüm geçiren perspektif ve mimari düzenlemelerini, insan figürünü merkez aldığı bilinçaltı arayışlarını ve son döneminde dünyanın farklı kültürleriyle giriştiği hesaplaşmaları bir araya getiriyor. İstanbul Modern, Erol AkyavaşRetrospektif sergisi boyunca, sergiye paralel eğitim programları da düzenliyor. Garanti Bankası’nın desteğiyle çocukları, gençleri ve aileleri kapsayan “Sanat Labirenti” de bu programlar arasında bulunuyor. Katılımın ücretsiz olduğu programda, hem bir uzman eşliğinde sergi geziliyor hem de Erol Akyavaş’ın izinden gidilerek sanat atölyelerinde üretim yapılıyor. n Milyonlarca kişinin tek eğlence kaynağı olan diziler, Haziran ayından itibaren sezonu kapattı. Ekranlarda yaz aylarında gösterilecek programlar var şimdi. Kimi diziler, takipçilerini üç ay boyunca merak içinde bırakacak sezon finalleriyle adından söz ettirirken, kimi bir daha buluşmamak üzere elveda dedi. Kanal D’nin iki yıldır ekrana taşıdığı, farklı karakterlere sahip iki kardeşin konu edildiği Kuzey Güney, veda eden yapımlar arasındaydı. Yayınlandığı süre boyunca reyting listesinin ilk sıralarından hiç inmeyen diziye başarı 52 İSTASYON E N ÜST T E : DO N E MM ER T /A FP /G ET T y IM AG ES Günümüze Yelpazeler.” Artam Antik’in Yönetim Kurulu Başkanı Nurcan Artam’ın 1720 ila 1900 yıllarını kapsayan, günümüzde eşine az rastlanır 120 yelpazeden oluşan özel koleksiyonu ile yelpazenin önemini vurgulayan yağlıboya tablolardan oluşan sergide, söz konusu dönemin kültürünü yansıtan ve altın, porselen ve mine işçiliğinin en zarif örneklerini yansıtan opera dürbünleri de bulunuyor. Yelpazenin tarih boyunca modada, seremonilerde ve hatta savaşlardaki önemini gözler önüne seren sergi, 25 Ağustos’a kadar ziyaret edilebilecek. BuDa’nın DİlİnDE opEra n Aydınlanmış, uyanmış, yüce bilgeliğe ulaşmış… Bunlar, Buda’ya atfedilen sıfatlar. Nirvana’ya ulaşmış Buda’nın kendini ifade etmekte kullandığı, 2 bin yıllık Pali dili, Wagner’in yaşamını konu alan bir operayla tekrar can buluyor. Besteci Jonathan Harvey’in notalara döktüğü ve Wagner’in bitiremeden yaşamını yitirdiği Budist operadan ilham alınarak geliştirilen Wagner Rüyası adlı eserin bazı bölümleri Pali dilinde sahnelenecek. Geçen yıl ölen Harvey’in kültürlerarası diyaloğa katkıda bulunmak amacıyla bestelediği bu eserin batı müziğinin devlerinden Wagner ile Budist geleneği bir araya getirmesi bekleniyor. Yıldız Savaşları polemik yarattı Yelpazenin yansıttığı kültür n Sakıp Sabancı Müzesi (SSM), ilginç bir sergiye ev sahipliği yapıyor: “Geçmişten getiren en önemli unsur oyuncuları elbette. Hayli zengin ve tecrübeli isimlerden oluşan kadronun içinde yer alan Kıvanç Tatlıtuğ, -daha önceleri Aşk-ı Memnu ve Ezel gibi önemli yapımlarda rol alsa bile-, oyunculuk kariyerinin en önemli performansını bu dizide sergiledi dersek abartmış olmayız. Zaten televizyon eleştirmenleri, dizinin ekrana gelmeye başladığı dönemlerde bu konuya değinen hayli yazı kaleme aldılar. Kıvanç Tatlıtuğ’un yakışıklılığından ziyade oyunculuğuyla gündeme gelmesine vesile olan dizi, ona bu sektörde avantajlı bir konum da kazandırdı. Önce Yılmaz Erdoğan, Kelebeğin Rüyası’nda kendisine başrol verdi. Kuzey Güney, ekrana daha veda etmemişken gelen bir haberse Tatlıtuğ’un artık aranan oyuncular arasına girdiğinin de kanıtıydı. Zira genç oyuncu, şu anki yapım şirketi olan Ay Yapım ile çalışma şartıyla yeni bir proje için “tamam” dedi. Nermin Bezmen’in romanından uyarlanacak, bu satırların yazıldığı sırada adı henüz belli olmayan dizide Kıvanç Tatlıtuğ’a, en az Kuzey Güney kadar ilgi çeken bir başka yapım olan “Öyle Bir Geçer Zaman Ki” dizisinden Farah Zeynep Abdullah’ın eşlik edeceği iddia ediliyor. n Sinema tarihinin en kült yapımlarından biri “Star Wars /Yıldız Savaşları”. Milyonlarca hayranı var. Yıldız Savaşları’nın yaratıcısı George Lucas, geçen yıl, şirketi Lucasfilm’i 4,05 milyar Dolar karşılığında Walt Disney’e sattığında, bu alışverişin dudak uçurtan rakamından ziyade, Yıldız Savaşları’nın akıbeti gündeme gelmişti. Las Vegas’ta düzenlenen yıllık Sinemacılar Kongresi’ne katılarak bir açıklama yapan Walt Disney Başkanı Alan Horn, 2015 yılından itibaren, her yıl yeni bir Yıldız Savaşları filminin gösterime gireceğini açıklayınca, başka bir polemiğin fitilini de ateşlemiş oldu. Zira filmin kimi hayranları, ortalıkta bu kadar çok Yıldız Savaşları bulunmasını “gülünç” olarak yorumlarken, bazıları da efsaneyi yeni bölümleriyle tekrar seyredebilmenin mutluluğunu yaşadı. Yapmamanız GErEkEn 52 DüşüncE haTaSı n Almanya’da tam 500 bin adet satan Hatasız Düşünme Sanatı, NTV Yayınları tarafından okurla buluşturuldu. Rolf Dobelli tarafından kaleme alınan, tuzağına tekrar tekrar düştüğümüz düşünce hatalarının ele alındığı kitap, okuru kendine kimi sorular yöneltmeye ve dolayısıyla farklı bir pencereden bakmaya sevk ediyor. Hatasız Düşünme Sanatı’nda kendi bilgimizi mutlak doğru, diğer kişilerinkini ise yanlış kabul etmemizin nedenleri; yanlış olduğu ispatlanan teorilere bile sıkı sıkıya bağlı kalışımızın yarattığı sonuçlar gibi konular ele alınıyor. İSTASYON 53 ÇOCUK İKİ BREZİLYALI RÜZGAR SÖRFÜYLE Garip AMA , Gercek AŞAĞIDAKİ BİLGİLER SENİ ŞAŞIRTACAK BİLİNEN EN BÜYÜK BİR IŞIK YILI YOLCULUK EDERSEN, NEREDEYSE 10 TRİLYON KM YOL KAT ETMİŞ OLURSUN. YILDIZLAR GÜNEŞ’TEN 2000 KAT DAHA BÜYÜKTÜR. 8120 KİLOMETRE Bir adam Avusturya’nın başkenti Viyana’dan Fransa’nın başkenti Paris’e ZÜRAFA elleri üzerinde yürüyerek KAT ETTİ VE YOLCULUKLARI 14 AY SÜRDÜ. METRE FİLTRUM DENİR. YÜKSEKTEN YERE DÜŞER. AVUSTRALYA’DAKİ BİR SAAT DİLİMİNDE SADECE 200 KİŞİ YAŞIYOR. 30 binden fazla dikeni olabilir. DİKDÖRTGEN ŞEKLİNDEDİR. HAYATI BOYUNCA ORTALAMA 43.300 BAZI BİTKİLER BÖCEK, KURBAĞA VE KUŞ YİYEBİLİR. KUTU GAZLI İÇECEK AYAKKABILARINI MUZ KABUĞUYLA PARLATABİLİRSİN. ŞANSLI ŞANSLI ADINDA ADINDABİR BİRKEDİ KEDİ KURTARILANA KURTARILANAKADAR KADAR Hawaii alfabesinde sadece 13 harf ALTI ALTIHAFTA HAFTABOYUNCA BOYUNCA AĞAÇ AĞAÇTEPESİNDE TEPESİNDE vardır. MAHSUR MAHSURKALDI. KALDI. En hızlı tenis servisi saatte 246 km hıza ulaşmıştı. 54 İSTASYON Bugüne dek yetiştirilen en büyük kabak bir çoban köpeği ağırlığındaydı. TÜKETİR, YANİ DÖRT İTFAİYE ARACI DEPOSUNU DOLDURMAYA YETECEK KADAR. Esnemek tıpkı insanlarda olduğu gibi şempanzelerde de bulaşıcıdır. SADECE ERKEK HİNDİLER SES ÇIKARIR. KEÇİNİN GÖZBEBEKLERİ BİR AMERİKALI Bir oklu kirpinin BURNUN ARASINDAKİ OLUĞA 1,8 55 gün DUDAĞINLA DOĞARKEN YAKLAŞIK gitti. Bu yolculuk tam sürdü. ÜST Bazı mantarlar karanlıkta parlar. AY’DA HAVA KAYNAR SUDAN SICAK OLABİLİR. Bu konu NatIoNal GeoGraphIc KIds Türkiye dergisinden alınmıştır, NG KIds abone hattı: 444 18 59 veya 0 850 222 18 59 İSTASYON 55 TüvTürK Sevİlla CITa üyelerİnİ ağIrladI Kurumsal Gelişim Direktörü Emre de Büyükkalfa, kongre TÜVTÜRK adına sunumlar yaptı. Merkezi Brüksel’de bulunan, kâr amacı gütmeyen Uluslararası Araç Muayene Komitesi (CITA), devlet, özel sektör, test ekipmanı imalatçıları, araç muayene ve test merkezleri başta olmak üzere birçok kuruluşu temsil ediyor. CITA, halen 50 ülkeden yaklaşık 120 üyeyle yılda 250 milyon araç muayenesini kapsayan bir ağa sahip. Komite, her iki yılda bir düzenlenen kongre aracılığıyla tüm dünyada araç muayenesiyle ilgilenen veya aktif olarak bu sektörde çalışanların birbirleriyle tanışabilmesini, tecrübe ve bilgi paylaşımında bulunabilmesini amaçlıyor. Bu yılki toplantı 15-17 Mayıs’ta, İspanya’nın Sevilla kentinde gerçekleştirildi. 400’ün üzerinde katılımcının bulunduğu organizasyonun ana teması “Yola Elverişlilikten Faydalanma Stratejileri” olarak belirlendi. 40’ın üzerinde kişinin söz aldığı kongrenin açılış konuşması İspanya’da araç muayene hizmeti veren AECA-ITV adına Julio Tejedor tarafından yapıldı. 2008’den bu yana CITA’ya tam üye olan TÜVTÜRK, Sevilla’daki kongrede Kurumsal Gelişim Direktörü Emre Büyükkalfa tarafından temsil edildi. Büyükkalfa, “Türkiye’de Araç Muayene Sistemini Yeniden Yazmak” başlıklı bir konuşmanın yanı sıra gelişmiş ülkelerde muayene hizmetlerinin yaygınlaştırılması konulu Çalıştay B oturumlarına başkanlık yaptı. Büyükkalfa, kongrenin üçüncü ve son gününde ise kapanış oturumunda özet sunum gerçekleştirdi. CITA’nın bir sonraki kongresi, 2015 yılının Mart ayında Dubai’de düzenlenecek. otomotiv sektörünün devleri şile’deydi Şile’de bulunan TÜVTÜRK Akademi, 23 Mayıs Perşembe günü, Türkiye’deki otomotiv endüstrisinin önde gelen temsilcilerini ağırladı. Otomotiv Sanayi Derneği (OSD) üyelerinin katıldığı ziyarette, hem TÜVTÜRK Akademi’nin tanıtımı yapıldı hem de Şile istasyonundaki muayene süreçleri anlatıldı. AIOS, Ford Otosan, Karsan, Honda Türkiye, Man Türkiye, Mercedes Benz Türk, TEMSA, TOFAŞ, Toyota’nın temsilcileri, organizasyondan memnun kalarak, kendilerini davet ettiği için TÜVTÜRK’e teşekkür etti. Karayolunda güvenlİK şarT 4. Karayolu Trafik Güvenliği Sempozyumu ve Sergisi, 8-10 Mayıs’ta Ankara Ticaret Odası (ATO) Kongre Merkezi’nde yapıldı. Sempozyuma, düzenleyici kurumlar olarak İçişleri Bakanlığı, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü (EGM), Karayolu Düzenleme Genel Müdürlüğü, Karayolları Genel Müdürlüğü, Polis Akademisi Başkanlığı, üniversiteler, TÜVTÜRK Araç Muayene İstasyonları ve diğer ilgili kuruluşlar katıldı. İçişleri Bakanı Muammer Güler, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım ve Emniyet Genel Müdürü Mehmet Kılıçlar, idari ve mülki yöneticilerin yanı sıra sektörün önemli kurum ve kuruluşlarının bulunduğu sempozyum, trafik alanında ülkemizdeki en geniş kapsamlı ve kurumsallaşmış akademik organizasyon olarak genel kabul görüyor. Trafik sorununun bütün yönleriyle tartışıldığı ve çözüm önerilerinin geliştirildiği, TÜVTÜRK Araç Muayene İstasyonları’nın sponsorluğunda gerçekleşen sempozyuma toplam 165 bildiri gönderildi; bunların 62’si sözlü, 43’ü ise poster olarak sunuldu. “Trafik Güvenliğinde Emniyet Kemeri ve Hız” konulu bir panelin de gerçekleştiği organizasyonda ayrıca, trafik güvenliğine yönelik faaliyet gösteren resmi kurumlarla eğitim, bilişim, iletişim, denetim teknolojileri, altyapı, sanayi ve otomotiv sektörlerinden toplam 47 firmanın katıldığı “Karayolu Trafik Güvenliği Sergisi” düzenlendi. Platform ortaklarının, trafik kurallarına bireysel ve kurumsal olarak riayet edeceklerini ve bunun otokontrolünü sağlayacaklarını içeren “Trafik Güvenliği Platformu Deklarasyonu”nu imzaladığı etkinlikte, trafik kurallarına uymaya özen gösteren dizilerin yapımcılarına ve yayınlandıkları kanalların yöneticilerine ödül verildi. 56 İSTASYON TrafİKTe güvenlİK İçİn genİş KaTIlImlI İşbİrlİğİ! Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı ile İçişleri Bakanlığı’nın önderliğinde hazırlanan Kurumsal Trafik Güvenliği Deklarasyonu, özel sektör kuruluşları, sivil toplum örgütleri ve meslek birliklerinin temsilcileri tarafından imzalandı. Deklarasyon, trafik güvenliği konusunda sürdürülebilir çözümler ve yaklaşımlar üretmenin, çok sayıda kurum ve kuruluşun iş birliği içinde ve ortak çalışmalar yürütmesiyle mümkün olabileceği gerçeğinden hareketle hazırlandı. Deklarasyon; “kurumların trafik güvenliğinin artırılması için gönüllü olarak üstlenebileceği rollerin çerçevesini belirlemeyi”, “kurumların trafik sorununun çözümünde ele alabilecekleri öncelikleri belirlemeyi”, “deklarasyonda imzası bulunan kurumların gönüllü taahhütte bulunarak trafik güvenliği konusunda faaliyette bulunmalarını teşvik etmeyi” hedefliyor. Deklarasyon, Karayolu Trafik Güvenliği Sempozyumu ve Sergisi’nin açılış töreninin ardından imzaya açıldı. Deklarasyonda imzası bulunan kurum ve kuruluşların, metinde yer alan konularla ilgili yaptıkları çalışmaları raporlamaları öngörülüyor. TgH olİmpİyaTlarI SonuçlandI TürKaK saha denetimlerini tamamladı Avrupa’nın en büyük akreditasyon projesi olan TÜVTÜRK, ISO 17020 standardı çerçevesinde TÜRKAK tarafından akredite olan bir kuruluş. Akreditasyonun sürekliliği kapsamında, dört yıllık dönemlerde her istasyon bir kez denetleniyor. Kuruluşundan bugüne, tüm denetimlerden alnının akıyla çıkan TÜVTÜRK, 24 Mayıs-14 Haziran tarihlerinde bir kez daha denetimden geçti. 28 Ağustos’ta gerçekleştirilmesi planlanan Genel Müdürlük Sistem denetimiyle birlikte 2013 yılı gözetim denetimleri süreci tamamlanmış oldu. Millî Eğitim Bakanlığı Ortaöğretim Genel Müdürlüğü, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı Karayolu Düzenleme Genel Müdürlüğü, Goodyear ve TÜVTÜRK Araç Muayene İstasyonları arasında imzalanan protokol çerçevesinde yürütülen Trafikte Gençlik Hareketi, ortaöğretim öğretmenleri, öğrencileri, veliler ve okul servis sürücülerinde trafik güvenliği konusunda bilinç yaratmayı amaçlayan bir oluşum. Trafikte Gençlik Hareketi’nin bir ayağı olan Trafik Olimpiyatları yarışmasıyla ise öğrencilerin yaşadıkları yerlerde, bu alanda yürüttükleri kampanyalar değerlendiriliyor. 2012-2013 eğitim öğretim yılında yarışmaya 10 ilden 50 okul katıldı. Ankara’da yapılan finaller sonucunda Ankara Pursaklar Ayyıldız Anadolu Lisesi, “Trafikte Ayyıldız Gençlik Hareketi” adlı kampanyayla birinci oldu. Liseli gençler, trafikte sorumlu davranan vatandaşlara arka yüzünde trafik güvenliğiyle ilgili bilgiler bulunan 11 bin 500 adet teşekkür belgesi dağıttı. Öğrenciler, Facebook ve Twitter’da da kampanyalarını duyurarak on binlerce kişinin trafik konusunda bilinçlenmesini sağladı. Yarışmada Malatya Fatih Lisesi “Fatih Trafik Hareketi” isimli çalışmasıyla ikinci, Ankara Mehmet Emin Resulzade Anadolu Lisesi de “Sessiz Trafik” kampanyasıyla üçüncü oldu. Traktörler de muayene edildi TÜVTÜRK, Mayıs ayında Türkiye’deki yaklaşık 700 Ziraat Odası başkanlarına, traktör muayenesinin önemini ve kontrol edilen noktaların anlatıldığı broşürler gönderdi. Bu çalışmanın ardından kendileriyle irtibata geçen oda başkanlarıyla işbirliğine girildi. İlçelere gezici araç muayene istasyonları gönderilerek traktörlerin muayenesinin yapılması sağlandı. İSTASYON 57 TüvTürK anTalya’da moToSİKleTlere özel İSTaSyon TÜVTÜRK, motosikletlere yönelik girişimlerine bir yenisini ekledi. İstanbul’da iki noktada hizmet veren motosiklet muayene istasyonlarının üçüncüsü Antalya’da açıldı. Muratpaşa Gazi Bulvarı’ndaki muayene istasyonu, şehir içinde ve kolay ulaşılabilir olması nedeniyle motosiklet kullanıcılarına büyük kolaylık sağlayacak. Motosikletlere özel cihazların bulunduğu, aynı anda birden fazla motosiklete hizmet verebilen istasyonda konusunda uzman teknisyenler görev yapıyor. www.tuvturk.com.tr internet adresinden randevu alarak gidilebilen bu istasyonun yanı sıra motosiklet sahipleri TÜVTÜRK’ün Alanya, Kaş, Kumluca, Manavgat, Sütçüler ve Yeşilbayır’daki sabit istasyonlarında da muayene yaptırabiliyorlar. TÜVTÜRK Genel Müdürü Kemal Ören, motosiklet sahiplerinin Antalya gibi büyük şehirlerde sabit istasyonlara gelmekte zorlandığını belirterek, “Antalya içinde kolay ulaşılabilir bir nokta olduğu için Gazi Bulvarı’nı tercih ettik. Motosiklet sahipleri, randevu alarak geldikleri takdirde, 10-15 dakika gibi kısa bir süre içinde, muayenelerini tamamlayabilecek” dedi. Ören, Ege ve Akdeniz bölgelerindeki diğer kentlerde de motosiklet istasyonlarının açılmasının mümkün olabileceğini söyledi. TSH’ye avrupa’dan ödül Avrupa Komisyonu’nun desteği, CSR Europe ve Business in the Community’nin liderliğinde bu yıl ilk kez düzenlenen Avrupa Kurumsal Sosyal Sorumluluk Ödül Programı’na ilgi büyüktü. Program, 29 Kurumsal Sosyal Sorumluluk (KSS) kurumu tarafından oluşturulan konsorsiyum tarafından hayata geçirildi. Avrupa’da çok paydaşlı KSS işbirliklerinin kurulması ve tecrübelerin paylaşılmasını amaçlayan Ödül Programı’nda değerlendirme, küçük ve orta ölçekli işletmeler (KOBİ) ve büyük şirketler olmak üzere iki kategoride yapıldı. 15 Mart’ta son bulan başvuruların değerlendirilmesi ve finale kalacak projelerin belirlenmesinin ardından finalistler, uygulamalarını anlatmak üzere 8 Nisan’da bir araya geldi. TÜVTÜRK, 23 kurumun 26 projeyle yarıştığı finallerde, Trafikte Sorumluluk Hareketi projesiyle iletişim dalında ikinci oldu. yalova’da trafik eğitimi Yalova İl Emniyet Müdürlüğü ve TÜVTÜRK Yalova Araç Muayene İstasyonu, emniyet kemeri takma bilincini ve alışkanlığını artırmayı amaçlayan Karayolları Trafik Güvenliği Stratejisi ve Eylem Planı kapsamında, 25-26 Mayıs’ta bir organizasyon düzenledi. Proje dâhilinde emniyet kemeri simülatörleri kuruldu, sarhoş gözlüğüyle testler yaptırıldı, konuyla ilgili bilginin verildiği stantlar kuruldu ve eğitim alanları oluşturuldu. 58 İSTASYON münİH’Te TeK SeS Artık geleneksel hale getirdiği İş Ortakları Toplantısı’nı bu yıl 9-12 Mayıs tarihlerinde, TÜV SÜD’ün Genel Müdürlüğü’nün yer aldığı Almanya’nın Münih kentinde düzenleyen TÜVTÜRK, yürüttüğü çalışmalardan edindiği tecrübeyi ve ileriye yönelik planlarını iş ortaklarıyla paylaştı. Türkiye’nin dört bir yanındaki istasyonlardan gelen katılımcılar, “Münih’te Tek Ses” mottosuyla gerçekleşen toplantıda, hem yapılan çalışmalarla ilgili bilgi alma hem de görüş ve düşüncelerini aktarma fırsatı buldular. 10 Mayıs’ta, TÜV SÜD’ün genel merkezinde, TÜVTÜRK Yönetim Kurulu Başkanı Erman Yerdelen, TÜV SÜD CEO’su Axel Stepken ve Bridgepoint’i temsilen Güneş Soytürk, TÜVTÜRK CEO’su Kemal Ören’in yönetiminde düzenlenen bilgilendirme toplantısında açılış konuşması yaptılar. Toplantının ardından TÜV SÜD istasyonunu ziyaret eden konuklar, öğleden sonra ise Deutsche Museum’un otomotiv ve toplu taşıma bölümünü de gezdiler. Sorumlu vaTandaş güvenlİ TrafİK Trafikte Sorumluluk Hareketi kapsamında yürütülen Sorumlu Vatandaş Hareketi, halk eğitimi merkezi öğretmenlerinin, usta öğreticilerinin ve kursiyerlerin trafikte can güvenliği konusunda farkındalıklarının artırılmasını amaçlayan bir proje. Bu proje Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı Karayolu Düzenleme Genel Müdürlüğü, Millî Eğitim Bakanlığı Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğü ve TÜVTÜRK’ün iş birliğiyle yürütülüyor. Belirlenen illerdeki halk eğitimi merkezlerinde görev alan öğretmenler, bir gün boyunca trafikte can güvenliği ve bireysel sorumluluk konulu bir seminere katılıyorlar. Öğretmenler, bu seminerden sonra, kendilerine temin edilen araçları kullanarak kendi kursiyerlerini trafikte can güvenliği ve bireysel sorumluluk konusunda eğitiyorlar. Bugüne kadar 25 ilde 2 bin 500 öğretmene, onların aracılığıyla da 50 binden fazla kursiyere ulaşıldı. Bu yılki seminerler, 8-19 Nisan’da İstanbul, İzmir, Adana, Gaziantep, Ankara ve Ordu illerinde gerçekleştirildi. Sorumlu Vatandaş Hareketi seminerlerine 705 eğitimci katıldı. Bunu takiben öğretmenler, 18 bin kursiyere trafikte can güvenliği ve bireysel sorumluluk konulu eğitim verebilecekler. Trafik kapak konusu oldu Reklam Yaratıcıları Derneği, bir süre önce Grafik Tasarım dergisiyle işbirliği girdi ve böylece sosyal konuların derginin kapağına taşınması konusunda bir anlaşma sağlandı. Anlaşmaya göre, grafik tasarımcıları, her ay belli bir sosyal temadan hareket ederek oluşturdukları yaratıcı çalışmaların derginin kapağında yer alması için birbirleriyle yarışıyorlar. Tasarımcıların oluşturduğu görseller, değerlendirilmek üzere jüri önüne geliyor ve jüri o ay derginin kapağında hangi çalışmanın olacağını belirliyor. Kapağın sosyal konulardan oluşturulması kararının alınmasından iki sayı sonra, tasarımcılar bu kez Trafikte Sorumluluk Hareketi ve trafikte bireysel sorumluluk konusundaki yaratıcılıklarını sergilemek üzere kolları sıvadı. Jüri, üretilen kapaklar arasından Sevcan Sertel’in eserini derginin kapağında kullanmaya karar verdi. Derginin iç sayfalarındaysa Trafikte Sorumluluk Hareketi ve trafik güvenliği hakkında bilgiler paylaşıldı. romantizmden geleceğe Can doSTlarI HareKeTİ gün geçTİKçe büyüyor Trafikte can güvenliği konusunda, ilkokul dördüncü sınıf öğretmenleri, öğrencileri ve velilerin yanı sıra okul servis sürücülerinin farkındalıklarını geliştirmeyi ve trafikte sorumluluk bilincini artırmayı hedefleyen Can Dostları Hareketi projesinde, öğretmen eğitimi bu yıl, 18-20 Haziran tarihlerinde gerçekleştirildi. Ankara, Antalya, Isparta, İstanbul, İzmir, Kahramanmaraş, Konya, Kütahya, Mardin ve Şanlıurfa’dan gelen 90 öğretmen, yapılan eğitimlere katıldı. Öğretmenlere projenin tanıtımı yapıldı trafikte can güvenliği konusunda bilgi aktarıldı. Can Dostları Hareketi, 2010 yılından bu yana MEB Temel Eğitim Genel Müdürlüğü, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı Karayolu Düzenleme Genel Müdürlüğü ve TÜVTÜRK Araç Muayene İstasyonları’nın işbirliğiyle yürütülüyor. 36 ilden 296 okulun dâhil olduğu proje kapsamında bugüne kadar 3 bin 200 öğretmene, 100 bin öğrenciye, 200 bin veliye ve 6 bin servis şoförüne doğrudan ulaşıldı. İtibar Atölyesi tarafından, Kurumsal Sosyal Sorumluluk Derneği’nin de desteğiyle düzenlenen “Romantizmden Gerçeğe Kurumsal Sosyal Sorumluk Konferansı” yapıldı. Konferansta, KSS kavramının doğru anlaşılması, itibar yönetiminin sağladığı avantajlar, KSS projelerinin nasıl hazırlanacağı, uygulama ve ölçümlemede dikkat edilmesi gereken noktalar ele alındı. İstanbul Ticaret Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nazım Ekren, Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Haluk Gürgen, KSSD Başkanı Serdar Dinler ve İDA Başkanı Ali Cem İlhan’ın da söz aldığı konferansta, TÜVTÜRK İletişim ve İş Geliştirme Direktörü Koray Özcan da TÜVTÜRK’ü ve Trafikte Sorumluluk Hareketi’ni anlattı. İSTASYON 59 ENGLISH SUMMARY ters. I like the crazy energy created by people coming from completely different backgrounds and who march to the beat of a different drummer. My novels are polyphonic, multi-coloured and multi-layered. Multi coloured, multi-identity, multi-layered This time we host Elif Şafak who wears many hats such as motherhood, womanhood, being a wife, educating as well as being a writer. INTERVIEW: SEMA ULUDAĞ PhoTogRaPhs: FETHİ İZAN E lif Şafak, who wears many hats such as motherhood, womanhood, being a wife as well as being a writer, amongst all her engagements, is a name known to all with her sensitivity about the social problems. She does not refrain from showing up in various projects. We hosted Elif Şafak in our magazine on the occasion of her having many different identities. So, here is what has reflected in our pages from that interview. How would life be for you if you did not write? I have been writing since 8. Writing is like eating or breathing to me... It is hard for me to describe life without writing or books. But 60 İSTASYON Is language one of power tools on human beings? I think, languages have an amazing effect on us. We neglect this fact a lot, we do not understand. We think the language is like a dough, and we can shape it the way we want. Whereas the structure and vocabulary of the language shape us. Losing the words means narrowing down our thinking system and also losing the nuances. Creation process enforces being alone with your inner self. During that process, how do you balance your relationship with your husband and kids? Creation process requires aloneness and discipline, motherhood needs constant showing of love and care. It is partly very beautiful and partly quite difficult. Sometimes I find it hard to balance those two. I am sure thousands of working women experience similar difficulties. I happen to neglect my acquaintances. In fact, authorship is selfishness. Does your columnist identity direct your literary personality and vice versa? I have been a columnist for years. This is a valuable experience for me, I meet my readers at a different ground. We novelists sometimes live in dream worlds that we create. Novelists are very lonely, we retire in our own shells. When writing in a newspaper, you need to follow what is going on in the country and the world. I think being a columnist, without exceeding a certain dose, is a very nourishing experience for novelists. Your books are consumed and liked by all age groups, to which quality of your literature do you attribute this? We mostly complain about the insufficiency of book reading in our country, however we have a high quality literature reader. Especially female readers are terrific. Women do not put away the books they like, they share them with people who they love and value. They turn up at my signings with the whole family, the grand mother, mother, grand children and cousins from Germany. Frankly those move me a lot. Şemspare is a name that may cause different connotations in the minds at first. What is the equivalent of this name in you? Şemspare is an Ottoman word that I like a lot. There are words that remain on the sidelines waiting for us to appreciate and see them. Şemspare is one of them. It means part of the sun. In my opinion, every book written, every job made, every work of art produced wholeheartedly and willingly is a part of the sun. They twinkle in life’s monotony and greyness. By nature, my heart goes for the mınorıty, for the weak, the forgotten, the oppressed, the unheard, the mıstreated. When you synthesise the ‘other’ in your novels, do differences occur in your look at the world, country or the city? I am like this by nature, my heart goes for the minority, for the weak, the forgotten, the oppressed, the unheard, the mistreated. I tell the stories of the alienated. I believe that literature should do it. Did you ever sweat when writing AŞK? Did I ever? Of course ... Interestingly enough we sweat with every book we write, it is not getting any easier when the years pass and we write more. Each time, we still have the same difficulty. But writing about two people that I respect in particular was especially difficult and an exam for me. On the one hand I wrote with respect, on the other hand I do not believe in creating a “hero”. It was important not to idolise and heroise anyone and to see people as humans composed of flesh, bone and heart. whether I wrote or not, I think I would still be a good reader. Autorship is a profession of those who have trouble with themselves and life. What troubles you with yourself and life? I get at myslef a lot, I pick myself to pieces, I dig. I think the authors have defects deep inside. Our soul is bruised and broken. The literati are not people who can see through rose-coloured glasses, there is always sadness, melancholy, anxiety and depression there. When writing, what do you gain out of using many characters? Maybe because I grew up alone, my novels always have multiple charac- contradictions, what is important is to be able to grow the affection’s rate. How does the concept of ‘freedom in love’ reflect in you? I think love and freedom go hand in hand. Love cannot blossom where there is not freedom. We can not get someone to love us with pressure, control and jealousy. Love can only exist where there is freedom. The world was created with love, now it is being demolished with rage and ambition with every passing day. How do you get affected by that? We demolish the world we live in with rage, ambition, wars and weapons. In terms of this, human is a very interesting being; it has compassion, mercy, affection as well as hatred and hostility. We all have those What do you think about social media and how do you take part in it? I am active in Twitter. I write my messages both in Turkish and English. I have principles that I protect meticulously are, for example, I do not write about private life; I ate there with such and such and I shopped here. I like to write about books, philosophy, art, politics on love and regarding life. And I do not pick on anyone. I don’t even reply to those who do. Woman, author, wife and mother... How do these identities accompany you in your inner journeys? They all add many beauties and richnesses. You comprehend them better in time.. Of course, there are contradictions, and challenging moments. I think all mothers and fathers are the students of their kids. I always see myself as a pupil. Where dou you feel you belong to the most? In circles...Half of me is Istanbul, my other half is the world. I both like placelessness and being devoted to places and cities. I believe that we can be both universal and local. How do you feel when you finish the book and deliver it to your publisher? Emptiness, depression, panic. I do not get the relief and sense of celebration after I deliver the book. On the contrary, I feel like I got separated from the characters that I had been living together for a long time. When I hand the book to my editor, I feel sad and depressed. İSTASYON 61 ENGLISH SUMMARY saffet Üçüncü has given a large coverage to the rally in his program in NTV. In his program, there was also an interview with TÜVTÜRK general Manager Kemal Ören (top, left). This is how Üçüncü and TÜVTÜRK team posed to the cameras (top, right). They hit the road for friendship and peace Turkey was represented by TÜVTÜRK team at the 10 thousand kilometers AllgaeuOrient Rally or as it is widely known as the Friendship and Peace Rally, marked by not the competition but discovery, adventure and friendship. T here is a common saying: “What is important is not where you go, but with whom you go and what you experience on the way”. This saying, indisputable for almost anyone and accepted up to the point of undersigning it, shows its reflection in life in a variety of formats. Whether in a group acting with common feelings and thoughts or in an adventurer who faces to cover hundreds of kilometers for a particular purpose. Just as in the Allgaeu-Orient Rally. The organisation name containing the word “rally” should not misguide anyone, because this is an event that is based more on friendship, peace, cultural exchange and solidarity than competition and racing passion. After all, this is the reason why it is rather called as Friendship and Peace Rally. Before the details of this year’s rally, it would be good to mention the history of the organisation briefly, because its history clearly reveals what kind of a spirit the rally has. We would not be exaggerating if we say Allgaeu-Orient Rally was born as an alternative to the Paris-Dakar Rally followed by motorsports enthusiasts with interest and curiosity. Everything begins with two friends, future founders of Allgaeu-Orient Rally, one German and the other Jordanian, wanting to participate in Paris-Dakar Rally. However when they are asked for a participation fee of 1.5 million Euros, alongside with a few acquaintances they decide to organise a race that extends from West to East and Germany to Jordan. When it comes to 2005, the organisation grows 62 İSTASYON and this time a convoy of 25 vehicles sets off. And when the royal family embraces them on their arrival to Jordan after passing Eastern Europe, Greece and Turkey, it is understood that the organisation will be a long lasting one. 111 teams, 666 racers and 333 cars from 20 countries competed at the eighth Allgaeu-Orient Rally this year and cars valued under 1111 Euros, in other words, cars at least 20-year-old covered 10 thousand kilometers. According to the rules of the rally, supported by the European Union and partnered by United Nations, cars are not allowed on the highways along the tracked route! And because the race is not against time at the Friendship and Peace Rally, the drivers do not need to speed. This brings the question of, “Well, how does the winner of the race is determined?” to the mind. The team that fulfills the defined social duties on the route the best way comes first and all other teams become the second. What social assignments? Sometimes planting a tree, sometimes taking stationery, clothing or musical instruments to a school. And the final target is selling the racing cars at the destination to help the Palestinian and Syrian refugees children. And when it comes to the award that makes the competition even more enjoyable. The award is very different from those of other motorsport organisations, since it is a camel given by the King of Jordan to the winner team. The camel is sold later and the income is donated to be used for various purposes. The cars, which set off from the town of Oberstaufen located in Allgaeu region of Germany on April 27, reunited in Istanbul’s Sultanahmet Square after passing through the Balkans. Turkey leg began on Friday the May 3rd with a ceremony attended by the European Union Minister and Chief Negotiator Egemen Bağış, Governor of Istanbul Hüseyin Mutlu and Mayor of Istanbul Kadir Topbaş. We may suggest that Turkey was the longest stage of this organisation because the vehicles made 4 thousand kilometers this year, covering Ankara, Çorum (Boğazkale), Amasya, Tokat, Ordu, Giresun, Gümüşhane, Bayburt, Rize, Artvin, Kars, Ağrı Mountain, Erzurum, Erzincan , Sivas, Kayseri, Nevşehir (Cappadocia), Niğde and Hatay after Istanbul. The cars, passing from Hatay to Haifa in Israel, after a visit to Ramallah, reached their final destination, Amman. TÜVTÜRK Vehicle Inspection Stations, which have supported this organisation for two years, participa- ted in this year’s competition, with a team of three cars. TÜVTÜRK General Manager Kemal Ören, who lead the TÜVTÜRK team and participated in the five-day Germany –Turkey stage with vehicle No 1, sums up the value of Friendship and Peace Rally for them and its message , “Although it is named as the world’s one of the fun rallies, this is a race that requires high-endurance, considering the features of the cars and the traversed tracks. The vehicles maintained and examined periodically on time and according to the rules, can take part even in an organisation such as a rally with a high level of struggle. It was one of the most important reasons for us to take place in the organisation. As TÜVTÜRK, by participating in this race with 3 cars, we wanted to contribute to the competitors to get to know the beauty of our country. TÜVTÜRK team of three vehicles hit the road with members of the press from NTV, Vatan newspaper, Boxer, Aktüel, EVO, Otohaber and joined the stages between Turkey to Germany and Cappadocia to Hatay. The program that was published as two episodes on NTV’s “Saffet’s Garage”, presented by the veteran of the automotive world Saffet Üçüncü, aired for 245 minutes in total with the re-broadcasts. TÜVTÜRK, which supported and took place in the race with 3 cars itself, set some specific tasks for the contestants. Participating in TÜVTÜRK organisations at the pit stops, reminding the tractor drivers that they should have their vehicles examined, handing them stickers and having their pictures taken with them along the way were among the tasks. Yes, there is a saying as, “What is important is not where you go, but with whom you go and what you experience on the way”. An organisation born with the reaction of two friends, one German, one Jordanian, followed by thousands today, attended by hundreds in person, supported by large international organisations. Just Allgaeu-Orient Rally alone proves that what really matters is not where you go, but it is the companions and the experience along the way. tÜVtÜrk, whıch has supported the organısatıon asked the competıtors to remınd the tractor owners to haVe theır Vehıcles ınspected. İSTASYON 63 ENGLISH SUMMARY Art of support for quality living TÜVTÜrK news ally and corporately and provide its self-control, the producers of the TV series in which the traffic rules were followed and the managers of the TV channels that aired them were awarded. Although it has just begun to enter our lives, life coaching stands for being one of the important professions in the future. Text: PıNAr DENİZEr T he modern man, who tests his ability and knowledge in all areas beginning from his childhood, whether with the influence of his surroundings or with their own will, sometimes starts to question when he reaches the adulthood what he has done up to that point and what he wants to do after. The process is difficult. Albert Einstein explained this situation clearly years ago through an utterly different concept: “Changing the stereotypes is more difficult than breaking up the atomic nucleus.” Changing the values, habits, the way of life as well as the stereotypes acquired up to the age requires not only strength and courage but also a professional help. When we talk about the professionals, life coaches come to mind first. Life coaches may be the leg to stand on for those who feel themselves trapped and who look for a way out. Actually life coaching is a new field, it is a profession founded in the eighties. Those who advocate the fact that the profession was founded with the support works performed with the executive staff of the companies in order for them to increase their performances is quite a lot. Life coaching is not being someone who knows everything to tell their clients what to do, to pamper them or make decisions on behalf of them. There are many definitions of this profession. Life coach Murat Muzaffer defines this profession as a ‘support relationship’ based on his work experience gained since 2004. When it comes to the practice of what he describes as ‘support relationship’. 64 İSTASYON In fact, everything begins with an hour-long conversation between the coach and the client. In the first session, the counselee tells the coach about her / his needs. The coach creates a safety zone for the client with techniques such as asking and listening. The counselee discovers herself / himself within that zone and finds the answers to the questions in her / his mind. Murat Muzaffer says, “Discovering the needs, determining the goals, reaching the desired point may vary according to the person”. This process may take four sessions or 40 sessions. People may apply to life coaches with both personal and professional goals. However, according to Murat Muzaffer, it is much better to address the situation as a whole. The reason for it is that the professional and personal lives affect or trigger each other. On the other hand, it is also important to understand whether or not the person, who seeks support, really needs a life coach. Being able to listen is important in coaching, but it is a difficult phase. It is also very important to ask the advisee appropriate and powerful questions for a healthy progress. The ones who apply to life coaches are mostly those who would like to change their lives, have novelties or take a turn in their lives. However, change is not as easy as it may seem for anyone. The reason for this is the fact that people fear the change as much as they seem to want it. Nevertheless, it is a must to take action in order to change some things about life. For this, firstly the individual needs to accept the change should start in her / him. Stating Murat Muzaffer’s expressions, it is not possible to experience the change without saying “Accepting is very important… I’m in charge of my life and I admit that. Saying that I myself have a stake in what happened to me is the most important step to take action.” Exactly right at this point, the client’s choosing the most suitable life coach gains importance. While choosing a life coach, the details such as for how many years she or he has been coaching, her / his experience, the expertise areas, the education details, the area of focus, the coaching philosophy, her / his achievements should be examined carefully. As the International Coaches Federation (ICF) has some standards set for life coaches and consequently a lot of training courses, while choosing a life coach it is necessary to find out whether the coach has taken the training recognised by ICF. With the means of communication developing each passing day and the world turning into a small village, life coaching is a profession that helps modern individuals trapped inside their tiny homes to turn into real individuals who investigate, question and own their lives. sevıllA Hosted CıtA MEMbErS n The Brussels-based non-profit International Vehicle HıgHwAy sAfety ıs A Must n 4th Highway Traffic Safety Symposium and Exhibition were held in Ankara Chamber of Commerce (ATO) Convention Center on May 8-10. Ministry of Interior, Ministry of Transport, Maritime Affairs and Communications, Turkish National Police (TNP), General Directorate of Road Regulation, General Directorate of Highways, Police Academy, universities, TÜVTÜRK Vehicle Inspection Stations and other related organisations participated in the symposium as the organising agencies. The symposium, where Minister of the Interior Muammer Güler, Minister of Transport, Maritime Affairs and Communications Binali Yıldırım and General Director of Turkish National Police Mehmet Kılıçlar, governmental and civil administration as well as the sector’s important institutions and organisations were present, is recognised as the most comprehensive and institutionalised academic organisation in the field of traffic in our country. Sponsored by TÜVTÜRK Vehicle Inspection Stations, at the symposium, where the traffic problem was discussed in all aspects and solutions were developed, a total of 165 statements were presented, 62 of those being verbally and 43 as posters. At the organisation where a panel on “Seat Belt in Traffic Safety and Speed“ was held, “Highway Traffic Safety Exhibition” took place with the participation of a total of 47 companies from information, communication, control technologies, infrastructure, industrial and automotive sectors as well as public institutions active in traffic safety education. At the event, where platform partners signed the ‘Traffic Safety Platform Declaration’ accepting that they will comply the traffic rules individu- Inspection Committee (CITA) represents many organisations, especially the state, the private sector, test equipment manufacturers, vehicle inspection and test centers. CITA currently has about 120 members worldwide, representing over 50 countries and covering more than 250 million vehicle inspections a year. The Committee organizes a congress every two years, aiming for those who are interested in the vehicle inspection or the active employees of the sector all over the world to meet each other, share experience and knowledge. This year’s meeting was held in Sevilla, Spain on May 15-17. The main theme of the organisation, with over 400 participants, was “Strategies for Benefitting Roadworthiness”. The keynote speaker of the congress, where over 40 people took the floor, was JulioTejedo on behalf of AECA-ITV that gives vehicle inspection services in Spain. TÜVTÜRK, a full member of CITA since 2008, was represented at the congress in Sevilla by the Director of Corporate Development Emre Büyükkalfa. Büyükkalfa chaired the workshop B sessions on dissemination of the inspection services in developed countries, as well as a speech entitled ‘Rewriting the Vehicle Inspection System in Turkey’. He also made an overview at the closing session on the third and the last day of the congress. CITA’s next congress will be held in Dubai in March 2015. İSTASYON 65 ENGLISH SUMMARY Egzoz Gaz Emisyon Ölçümünü Yaptrdnz m? TÜVTÜrK news ONE VOıcE ıN MUNıcH! n TÜVTÜRK, which organised its traditional Business Associates Meeting at the headquarters of TÜV SÜD in Munich, Germany on May 9 -12 this year, shared its experience gained by the projects it has been running and plans for the future with its business partners. Participants from all over the stations in Turkey had the opportunity to obtain information about the work done, as well as transferring their opinions and thoughts during a meeting held with “One Voice in Munich” motto. TÜVTÜRK Chairman of the Board Erman Yerdelen, TÜV SÜD CEO Axel Stepken, Güneş Soytürk from Bridgepoint, TÜVTÜRK CEO Kemal Ören made an opening speech at the informing meeting which took place at TÜV SÜD headquarter on May 10. The guests who visited a TÜV SÜD station after the briefing meeting held at the TÜV SÜD headquarters on May 10, visited Deutsche Museum’s automotive and transportation gallery in the afternoon. bOSOM bUDDıES AcTıON ıS grOwıNg DAy by DAy n The teacher training in Bosom Buddies Action project, which aims to improve the awareness of school bus drivers as well as fourth grade elementary school teachers, students and parents about the traffic safety and to incre- 66 İSTASYON ase the sense of responsibility in traffic, was held on June 18 - 20 this year. 90 teachers coming from Ankara, Antalya, Izmir, Istanbul, Kahramanmaraş, Konya, Kütahya, Mardin and Şanlıurfa participated in the trainings. The project was introduced to the teachers and information about the traffic safety was given. Bosom Buddies Action has been run in cooperation with the Ministry of Education General Directorate of Primary Education, Ministry of Transport, Maritime Affairs and Communications General Directorate of Road Regulation and TÜVTÜRK Vehicle Inspection Stations since 2010. Within the scope of the project that includes 296 schools in 36 cities, up to 3 thousand 200 teachers, 100 thousand students, 200 thousand parents, and 6 thousand service drivers have been reached directly. Daha temiz bir çevre ve yakt tasarrufu için egzoz gaz emisyon ölçümünüzü mutlaka yaptrn. Uluslararas standartlara uygun egzoz gaz emisyon ölçümünü, araç muayene istasyonlarmzda yaptrabilirsiniz. Randevu ve bilgi için tuvturk.com.tr C M Y CM MY CY CMY K A MOTOrcycLE SPEcıFıc STATıON ıN ANTALyA n TÜVTÜRK has added a new initiative for motorcycles. The third of the motorcycle specific inspection stations, which serve with two stations in Istanbul, was opened in Antalya. The inspection station on Muratpaşa Gazi Boulevard will be very convenient for motorcyclists with its easily accessible location in the city center. Expert technicians are on duty at the station where motorcycles specific equipment are present and more than one motorcycle can be served at the same time. Apart from this station that is working by appointment obtained through the website www.tuvturk.com. tr, the motorcyclists can also have their motors examined at TÜVTÜRK’s Alanya, Kaş, Kumluca, Manavgat, Sütçüler and Yeşilbayır stations. TÜVTÜRK General Manager Kemal Ören stated that it’s hard for the motorcyclists to get to the fixed stations in major cities such as Antalya and said, “We have chosen Gazi Boulevard in Antalya because it’s an easily accessible spot. If they come by appointment, the motorcyclists’ inspections will be complete within a short time, such as 10 to 15 minutes. Ören said that it may be possible to open motorcycle stations in other cities in the Aegean and the Mediterranean regions. TÜVTÜRK Araç Muayene İstasyonlar TÜVTÜRK, bir TÜV SÜD - DOĞUŞ - BRIDGEPOINT ortaklğdr. www.tuvturk.com.tr
Benzer belgeler
Sayı 12 - TüvTürk
TÜVTÜRK Kuzey Taşıt Muayene İstasyonları Yapım
ve İşletim A.Ş. Adına Kemal Ören
Yönetim Yeri
Büyükdere Caddesi, No: 255 Kat: 17-18 MaslakŞişli-İSTANBUL
Yayın Yönetmeni Sema Uludağ
Yayın Koordinatör...
Sayı 10 - TüvTürk
TÜVTÜRK Kuzey Taşıt Muayene İstasyonları Yapım
ve İşletim A.Ş. Adına Kemal Ören
Yönetim Yeri
Büyükdere Caddesi, No: 255 Kat: 17-18 MaslakŞişli-İSTANBUL
Yayın Yönetmeni Sema Uludağ
Yayın Koordinatör...
Sayı 15 - TüvTürk
TÜVTÜRK Kuzey Taşıt Muayene İstasyonları Yapım
ve İşletim A.Ş. Adına Kemal Ören
Yönetim Yeri
Büyükdere Caddesi, No: 255 Kat: 17-18 MaslakŞişli-İSTANBUL
Yayın Yönetmeni Sema Uludağ
Yayın Koordinatör...